Upload
others
View
13
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Tasavvufi Düşüncede İnsan
Osman TÜRER
Prof. Dr., Atatürk ü. ilahiyat Fakültesi
Tasavvufl düşüncenin üzerinde durduğu en önemli konulardan biri ve belki
de başta geleni ' ' insan"dır. Allah'ı tanımayı (ma'rifet) ve O'na vuslatı gaye edinen
tasavv'tıf erbabı, hadis olarak kabul ettikleri ·'Kendini bilen Rabb'ini bilir. "1 sö
zünden hareketle, "insan" ı zahiri ve batıni özellikleriyle derinlemesine tanımaya
büyük bir önem vermişlerdir. Onlara göre Hakk'a vasıJ olmanın yolu insanı tan ı
mak ve ondaki sırları keşfetmekten geçer. Bu yüzden, ilk devirlerden bu ta rafa,
keH'inti ve felsefi meseleler hakkında eser yazan pek çok süt!, "insan·· denen var
lığı bütün yönleriyle tahlil etmeye çalışmıştır. Haklın-i Tirmizi, Zünnün-ı Mısrl,
Ebü 'l-Hüseyn-i NCırl, Hallac-ı MansGr, Cüneyd-i Bağdadi, Süleıni, Muhasibl,
i..ıllam-ı Kuşeyrl, imam-ı Gazzall, Muhyidd!n İbnü'l-Arab!, Sadreddin-i Konevl,
Mevlana Cehiledclln-i Rumi, Abdülkerim-i Cill, Azizüddln-i Nesefi, Molla Abdur
rahman-ı Cami, İsınail Hakkı Bursevl ve İbrahim Hakkı Erzurum] bunlardan ba
zılarıdır.
Ancak ifade etmek gerekir ki, Hakim-i Tirmiii ve Hallik-ı Manslır gibi sGfiler
de beliımeye başlayan ve İbn Arab'i'de sistemli bir yapıya kavuşan V abdet-i Vü
cud adlı tasavvuf felsefesinde konu çok daha geniş bir boyut kazanmış ve " in
san- ı kamil" na; . ri yesi bu felsefenin en önemli konularından birini oluşturmuş
tur. Vahdet-i VücGd felsefesinin süfiler arasında ve bilhassa Anadolu 'da asırlar
dır çok geniş bir kabul gördüğü muhakkaktı.r. Bu yüzden, aralarındaki bazı nü
anslar bir tarafa birakıltrsa, "insan" meselesini felsefi bir anlayışla ele alan hemen hemen bütün sfıfilerin, bu meseleye Vahdet-i Vücüd zaviyesinden yaklaştıkları
nı görmekteyiz. Tabiatiyle, biz ele burada konumuzu aynı felsefe çerçevesinde
ele almak durı.ımundayız.
1 Hadis ii limlerinin hadis ola rak kabul etmedikleri bu sözü Ya hya b. Muaz er-Razi'nin söy led iği
nakledilir. Anca1' i.bn Araöı ve başka birçok sufi b\lnu hadis olarak kull:ınırlar. Adiın'i. Keşji·ı·f.Jfaj'f.ı,
Beynıt, 1:351 ·1352, c. Il, s. 262. 2532. hadis.
10 IOSatl/.'1((
Varlık Aleminde İnsarun Konumu ve Hususiyetleri
Tasavvufi düşüneeye göre, tüm varlık alemi Allah Teala'nm zati sevgisinin bir
gereği olarak var olmuştur. ''Gizli bir hazıne idim, bilinmeyi sevdim, mahllıki\tı
yarartım ki bilineyim.''1 kudsi hadisinde ifade edildiği üzere, Allah'ın kemal sıf<H
Janrun bilinmesinden hoşlanması, varlık aleminin ortaya çıkmasına sebep ol
muştur. Ancak varlık aleminin ortaya çıkışının mahiyeti ve sat11aları hakkında sO
filer çok geniş izahlar yapmışlardır. Onların "hazerat-ı hamse" (beş ilalü Lıazreu
veya "tenezzülat- ı seb'a" (yedi nıhsal iniş) başlığı altında incelediideri bu konu
yu şu şekilde özetleyebiliriz:
Yüce Allah'ın, "mutlak gayb'', "zat-ı balıt", ''mudak ama", "h'i-ta'ayyün", "lahfıt'' ve "ehadiyyet" gibi isimler verilen ve hiçbir tecelllnin söz konusu olmadığı
"zat" mertebesinden, O'nun zat! sevgisinin bir gereği olara!<, "ilk ta'ayyi.in", ''ikin
ci ta 'ayyün" , "ruhlar alemi", "misal alemi'' ve "şehadet alemi''; başka bir tasnife
göre de, "lahut alemi''' "ceben."ıt alemi"' ''melek Cı ı. alemi" ve "nasut alemi" adı ve
rilen varW< ınercebeleri tecelli etmiş, nihayet ''merrebe-i cami'a'' denilen ·'insan··
ortaya çıkmıştır. Bu teceUI ınertebeleri , zahir-batın ilişkisi içinele birbiriyle bağın
tılı ollıp, "zat" mertebesinden itibaren batından zahire doğru bir geçiş söz konu
sudu r. Buna göre her bir mertebe bir sonrakinin batını ve haklkati; bir önceki
nin de Z<thiri ve teceU!si durumundadır. Şu halde, bütün bu varlık mertebelerinin
hepsinin barını ve hakikati Allah Teala'nın ·'zat'' mercebesidir. Bu eecelli ve w 'ay
yün seyrinde, "zat' meıtebesinden Allah'ın sıfatları., onlardan isimleri, isimlerin
elen de fiilleıi, yani şehadet alemi denilen fizik alem zuhür etmiştir. Kısacası, bu
rada latiften kesife, gaybdan şehadete , batından zahire, ulvlclen süfllye doğru bir
geçiş söz konusudur. Bu tecelli seyrinin en zahiri satılasını mükevvenat dediği
miz fizik alem teşkil etmektedir. "Şehader alemi"nden önceki tecelli nıertebele
rinin hepsine birden ele "gayb alemi'' veya metafizik alem denilmektedir. 1\ncak
unı.ıtrnamak gerekir ki, ilahi recelllnin bu rnertebeleri, zamanla kayıtlı, olmuş-bit
miş bir hadise değil, "O her gün başka bir şandadı r.''·' ayet-i kerimesinde ifade
edildiği gibi, süreidi cereyan etmekte olan bir oluş hadisesidir. Bu durumu ehl-i
rasavvuf "teceddiid-i emsal " ve "halk-ı cedid" gibi tabirlerle ifade ederler.
Bütün bu "nüzül" <iniş) mertebelerinin en son sat1ıasını "insan·· teşkil eder
demiştik. ,'\ncak burada insanın konumu çok farklıdır. Çünkü insan, bütün bu
mertebelerin hepsini kendinele cemetıniştir ve her bir mertebenin özelliiderine
bilkuvve sahiptir. Bundan dolayı ona "mertebe-i cami'a" (toplayıcı mertebe)
denmiştir.
2 ibn Teynıiye ve Zerkeşi bunun hadis olmadığını söylerken, Aliyyii' l-Karl ınarıa yönünden sa
lıih oldugunu ifade eınıişıir. Ancak bütün ıasavvı.ıf erbabı bunu n sılı halinde heıntlkird ir. Acl(ıoi,
Keşfi/.'1-Hafa, c. ll , s 132, 216. hadis
3 Rahnıan , 29.
Ezelden aşk ile biz yarıe geldik.
Hakikat-i şem 'ine peıvane geldik.
Terıezzı:il e:ıileyip uahdet ilinden. Bu ke>ret alemin seyri'Ine geldik.
Geçip .fernıan ile bunca ava li m,
Gezerken alem-i jn_çana geldik.
tasatJtJt(ji' dı/.şt'incede insan ll
(Azfz Jltfahmud-ı HüdayU'
Varlık aleminin unsurlarırun her birinelen bir nüveye sahip olduğu için, insana ·'alem-i suğra" (küçük alem) ele denir. Hz. Ali (k.v. )'nin, "Sanırsınki sen küçük bir varlıksın; halbuki sende büyük bir alem toplarunıştır. " 5 sözü de buna işaret eder. O, alemin zübdesi, özü ve özeti, gözünün bebeği mesabesindedir. Şeyh Galib'in de dediği gibi, .
Hrışccı ,)ak zatma kim, zühde-i !ilemsin s&n.
Mm·dl!m-i dfde-i ektJCiıT nlan ademsin sen.
İnsan, tüm varlık aleminin yaratılış sebebidir. Bu yüzden ··gaye varlık" tır. Bütün ınükevvenat onun ortaya çıkınası için yaratılm ış ve onun hizmetine müsahhar kıl ınıruştır. K·ur'an-ı Kerim'in pek çok ayeti buna işaret eder.'' "(Ey Hablbim) şayet sen olmasa ydın, alemleri yaratınazdım."- kudsi hadisi de bu hakikate işaret eder. Yine, varlık alemini bir ağaca benzetirsek, insan onun meyvesi ve çekirdeği gibidir. Nasil l<i ağaçtan maksat meyve ve ondaki çekirdek de potansiyel olarak bir ağacı bünyesinde barındırırsa; insan da varlık ağacın111 meyvesi, yani gayesi; ve onu bilkuvve bünyesinde saldayan çekirdeğidi r.
Acaba insanı,., varlık aleminde böylesine önemli bir konuma sahip oluşunun sebebi nedir? Ehl-i tasavvııfa göre bunun sebebi, insanın "rüh-i insani" veya "nefs-i natıka" adı verilen ilahi bir cevhere sahip olmasıdır. Bu cevhere, ınükevveıüt a.lemınde başka hiçbir varlık sahip değildir. İnsanın yegane ınümeyyiz vasfı budur. İnsandaki bu ruhu Cenab- ı Hak kendisine izafe etmiş" ve onun "eını~' aleminden olduğunu haber veımiştir.9 insan, sahip olduğu tabii, nebat! ve hayvani nefs (rühJ itibariyle fizik alemdeki bütün varlıklarla ortak özellikler taşırken, ''nefs-i rühıka ''
ülıh-i insanfl sı itibariyle de metafizik alemin hususiyetlerini haizdir. İnsandaki
4 Seıııih Sergen, Tasawı!f Şiirleri Anıolojisl, İst. 1995, s . 131.
5 isına i l Hakkı 8ursevi, Lı'ihbıi 1-Lı'ihb Ve Sırrtı :~-.\·ın·, İsı. 1328. s. 13.
6 Mesela. " Göklerele ve yerele olan şeylerin hepsini size ıniisahhar kıld ı .. .'' (Ciisiye, 1.3). Ayrıca
b k Lokıniin. 20; Hacc. 65
7 Aclfın'i, Keş/i'i 1-Ha(fl. c. ll . s 164. 2123. hadis.
S '·O na kendi rfı h\ııııdan üfled iııı. " (Sad, 72).
9 "San:ı r(ı lı tan sonıyorlar. De ki. 'Rü lı Rabb'inıin eınrindendir. Size ancak az bir ilim verilmiştir'."
Osra, 85)
12 fCISCII '/ 'll/
··ruh" denen bu iHihl cevher, zahirden bauna doğru birtak un "latife"lere sahiptir ki, ehl-i tasavvufbı.~llara sırayla "kalb" (nefs-i nattka), "rfılı'', "sırr'' , "sıını 's-sırr'' , "lıal'i"'
ve "a lı tX' adım verirler. Ancak, hiçbir nılıi terbiyeden geçmemiş olan insanda, "kalb'. laCtfesinin dışındaki latlfeler açığa çıkıp aktif hale gelmez. Dolayısıyla, onda
daha ziyadenebati ve hayvani rüh hakimdir. Bu yüzden, ta bu ve nefsani ihtiyaçlarını teminden ve şehvetine tabi olmaktan başka bir şey di.işi.inmez.
İnsan bu yaratılış özellikleriyle "eşref-i mahlükar" olarak kabul edilmiştir. Ce
nab-ı Hak Adem oğlunu rnükerrem kıldığını '" ve onu "ahsen-i takvim" <en güzel
yaratılış özelliği) üzere yarattığını11 beyan etmiştir. Şairin dediği gibi,
insan ne demek, ekre-m-i ma.hlük-ı i lahi. insan ne demek, eşre_ri mahlıJk-ı iliihf.
Ha/..1k ';rı hir aceb.fi'l-i keriimfi.tıdıf insan u
Yine insan bu özellikleriyle Allah Teala 'nın halifesi durumundadır. '' O, ih'l l ıl
emaneti üzerine alan yegane varlık tır. ı• H.allfe oluşu ve ilf:ihl emaneti taşıması do
layısıyla, diğer tüm varlıklardan farklı olarak, akıl melekesi ve cüz''i iradesiyle eş
ya ve lıadiseleı:~' müdahele etme, kendi yolunu tayin eune ve seçme imkanına sahip yegane varlıktır. Halbuki bütün fizik alem ve hatta melekler ve şeytanlar
b ile, sfınnetuWih çerçevesinde mm.lak bir cebr, otom:uizm ve deterıninizme ta
bidirler. Yüce Allah, hallfesi durumundaki insanda, hayat, ilim, irade, kudret, se
mi', basar ve tekvın gibi za(ı sıfatlarının birçoğuyla tecelll etmektedir.
insanın MLyonu
Nlizill menebeleıinden geçerek varlık salınesine çıl\:an bütün mükevvem1tın yara
ttlış gayesi insan il<en, insaıun yaratılışuun gayesi ise Allah Teala'yı ı.ammak (ma'rilet>
ve O'na kavuşmak (vı.ıslaü tır. "Ben cinleri ve insanlan ancak bana kulluk etsinler di
ye yarattun .''" ayetindeki "liya'budüne" kelimesini tasavvuf erbabı ''liya'rifüne" veya
"liyı.ıvahhidünc"anianunda tetsir etmişlerdir. Çünkü kulluktan asıl amaç "ına 'rifet''e ve
"tevlüd"e ulaşmaktır. İnsan bu dünya hayatına "güzel amel'' noktasında imtihan edil
mek üzere gönderilmiş"' ve asla başıboş da bırakılmamıştı r. '- O M ide insanın bu
10 "Muhakkak ki Adeın oğlunu ınükerreııı kıldık .. (İsrii, 70>.
11 "Muhakkak öiz insam en güzel yaratılış özelliğinde y:ırnrnk. " <Tin. 4 ),
12 Prof. Dr. Süleynıan Aıeş, isli'ün Tasawufiı, Isı. 1992, s . 517.
13 En'aın, 165; Fıiıır.. 39: Yunus, 14.
14 Ahzab. n 15 Zıiriyat, 50. 16 Mülk , 2.
17 Kıyanıe, 36.
tascıwtt/i diiştlncede. insan B
alemdeki gerçek misyonu. Yaratıcı'sının belirlediği çizgide güzel arneller işiemek suretiyle kendi.ndeki ilahi sırlan ve ınanevi lat!feleri keşfedip açığa çıkar
mak ve böylec~ ;·kemal"e erip, "tevhld"in hakikatine ulaşmak ve Hakk'a vasıl ol
maktır. Bu dunmıa ulaşmaya tasavvuf ehli "iradi öli'ım" veya "ölmeden evvel öl
mek" demişlerdir. ·'ölmeden önce ölünüz. " hadisi de buna işaret etmektedir. Peki bu nasıl gerçekleşecektir' Tasavvuf erbabına göre bunun yolu, "seyr u
sülCık" tabir edilen ruhi terbiyeden geçmektir. Bu terbiyeden geçmeyen insan,
sütll (fizik) alemle ulvl (metatlzik) alem arasında bir konumdadır. Fıtri özelliği iri
bariyle bem sütli aleme, hem de ulvi aleme mütevecciluir Bundan dolayı insa
na "alem-i berzah" da denir. İnsan kalbinin bir yönü sütH aleme, bir yönü de ul
v! aleme bakar ve değişken bir özellik arzeder. Ona "kalb" denmesi de bundandır. İnsan maddi, biyolojik ve his sahibi bir varlık olması sebebiyle maddi aleme
meyleder. Onu bu yöne meylettiren güdülerin hepsine birden ·'nefs-i emmare" denir. İnsandaki " rfıh-i insani" elenilen ilahi cevher ise daima aslı olan Rabb'ine
kavuşmayı arzu eder. Kısacası, beden ve onun tercümanı olan "nefs-i emmihe'·
kendi aslı olan maddeye, rüh da Allah'a kavuşmayı ister. "Her şey aslına rüdı
eder. ·· prensibi burada da geçerlidir. Şu halde. insanda birbirine zı t iki kuvvet dairna mücadele ldlindedir. Eğer insan rühumı güçlendirici bir yola girer de nefsini kontrol altına alabilirse, manevi kemal yolunda ilerlemeye naınzenir. Hunu
yapmaz da netsin arzulaıma teslim olursa, asil gayesinden uzaklaşmış ve sül1iyyata ınahküm olımış olur. Böylesi kimseler hakkında Cenib-ı Hak, "İşte onlar
hayvanlar gibidi:·ler, hatta daha da aşağı derecededirler." 18 buyurmuştur.
O lıalde , illemin yaratılışından maksat insan, insandan da maksat "insan-ı ka
miJ"dir. İnsanm asli misyonu olan "kemal"e ulaşmak üzere katetmiş olduğu manevi mertebelerin hepsine birden '·seyr-i urüd" (yükseliş seyri) denir. Bu yükse
liş seyıinin basamakları, nefsani yolu esas alan ve riyazct ve ınücahedeye ağı rl ık
veren slıfilerde, "nefs-i eınmare'' , "nefs-i levvilme". "nefs-i mülhime". "nefs-i ını.nmainne '' , "nefs-i razıye", "nefs-i marzıyye" ve "nefs-i kamile" denilen nefis
ınertebeleri; ruhani yolu benimseyip, aşk ve cezbeyi ön planda tutan süfilere gö
re de. "letaif-i sitte" denilen rühllatifelerdir. İnsan bu basamakları geçtikçe manevi derecesi de tedricen yükselir ve neticede "insan-ı ldmil" makamına ulaşır.
Tasavvuf elıline göre bu manevi yolu katetmek, sanıldığı gibi kolay bir iş değil
dir. Çok büyük irade, sabır ve gayret gerektirü·. Benlik duygusundan sıyrılma
dan, mecaz! varlığından geçmeden, dünya ve maddeyle kalbi aHikayı kesmeden,
ınasiva kaydından sıyrılmadan, kısacası kalbi Allah'ın dışındaki her şeyden anndu-ıp , sulllerin ifadesiyle "terk-i dünya", "terk-i ukba", "terk-i hestl", "terk-i terk'"
hallerine ulaşm<ıdan bu yolun sonuna erişmek mümkün değildir. Bu ruhsal yol-
18 A'raf, 179 Ayrıca bk. Furkiin. 44.
14 rm•awıif
culukta rehbersiz ilerlemek de hemen hemen imkansızdır. Aynca, bu yolda insanın en etkili vasırası da kalbindeki ilahi aşktu·. Aşk olmadan Hakk'a vuslat mi.imJ<iin değildir. İnsanın böyle bir rühl terbiyeden geçip kemale ermesiyle, ''Gizli bir hazine id im .. . " kudsi hadisinin sırrı tahakkuk etmiş, varlık aleminin ve insanın yaratılmasındaki asıl maksat gerçekleşmiş olmaktadır. Çünkü, ldinattaki her bir varlık ve nakıs insanlar, ilalu sıfatları isti'datları ölçüsünde nisbi olarak tecelli ettiıirken, "ldmil insan"da bu sıfatlar külll olarak tecelll etmektedir. İşte,
yeryüzünde Allah 'ın gerçek ballf'eleri de bu zatlardır. Hak Teala bu kimselerde külliyen tecelll etmiş, hadis-i kudsiele de belirtildiği üzere, Allah onların "gören gözü, işiten kulağı, ttıtan eli, yürüyen ayağı" 1~ olrnuşn.ır.
''(Ey Rasülüm) Attığın zaman sen atmadın , fakat Allah attı.'' l" ayeü de buna delalet etmektedir. İnsan-ı kamil, eşyanın halükaıine, enfüsre ve afaktaki ilMl1 su·Jara vakıf olmuş, kalb gözü açılmış, basireti inkişaf etmiş, kısacası Allah 'ın ablakıyla ahlakianmış ve O'nun sıfatlarıyla sıfatıanmış kimsedir. Bu özellikleri haiz olan "insan-ı ldmil"e de "~Hem-i kübra" (büyük alem) denir.
"İnsan-ı l<iimil" nazariyesi tasavvufi düşüncede çok geniş bir yer işgal eder. Bu konunun referruatına giımeye, çalışınamızın sınırı müsait değildir. Ancak şu kadarını ifade edelim ki, '' insan-ı kamil" varlık aleminin özü ve rühu mesabesindedir. Varlığın ayakta durmasına sebeb odur. O, varlık aleminin erratiı1da döndüğü ınilıver <kutub) dir. Kesrene vahdet. vahdette kesret sunna erıniştir. O , zah.irde halkla, batında ise Hak'la beraberdir. Hakk'ın bildirmesiyle gaybın sırlan
na vakıf, yine Hakk'ın mOsadesi ölçüsünde varlıkta tasarruf sahibidir. "İnsan-ı
kamil" vasfmı, insanlık tarihinde en üst düzeyde temsil eden şahsiyet ise Hz. Muhammed (s.a.v.)'clir. O, Hakk'ın kamilen tecelll ettiği bir ayna mesabesindedir.
Aziz MalınıCıcl-ı Hüdayl'nin ifadesiyle,
A_vfnedir bu alem, her şey Hak ile Mim. Mir'at-ı Muhammed'den Allah g6ı-ünilr daim.
O'ndan sonra derece itibariyle diğer peygamberler, sonra da veli zatlar gelir. Bu bakımdan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in gerçek varisieri de vel'ilerdir. Tasavvufi düşüneeye göre, Hz. Muhammed (s.a .v.) 'in manevi şahsiyeri (ruhu, nünı, haki
kati) varl ık ve tecelli menebelerinin ilk sathasını , yani "ilk taayyün" mertebesini, dünyevl varlığı ise peygamberler zincirinin son halkasını (hatemü'l-enbiya) teş
kil eder. Bundan dolayı, O'nun gelişinden sonraki dönem, insanlık tarihinin de
"kemal" dönemini teşkil eder. Tıpkı O'nun getirdiği Kitab'ın en müteldmil kitap, cilnin de en kamil din olduğu gibi.
19 Bu lıari. Sabfb-i B11lıarf, Rikak, 38.
20 Enfi\1, 17.
tasrıt 'l'ltji dı7şı1nceda insan lS
Sonuç o larak, bütün bu izahlardan şunu anlıyoruz ki, tasavvufi: düşüncede insan, belki de başka hiçbir felsefi' sistemde görülmeyecek tarzda, varlıJ< aleminde
son derece rnüstesna ve değerJJ bir konuma yerleştiri lerek, Allah'ın mükevvenal
alemindeki halifesi ve alemin varlık sebebi olarak görülmüştür. Ayrıca , yaranlış
gayesine uygun olarak "keım\1" vasfııu kazanabilen insan, iHHll kudretin varlık
alemindeki karnil bir tecelllsi olarak kabul edilmiştir . Yine bu düşünce sistemin
de, insanlık aleminin zirve noktasına da, hablb-i Klbriya, falu·-i alem Muhammed
Mustafa (.s.a.v.) oturtulınuştur. O'ndan sonra O'n un misyonunu kıyamete kadar
denıbte edecek o lanlar ise, O'nun gerçek varisieri " insan-ı kamil"lerdir.•
BİBI.İYOGRAFYA
ATEŞ, Prof. Dr. Süleyman, İslam Tasavoı-((u, Yeni Ufuklar Neşriyat. isL. 1992.
BliHSEVl, İsııı::ıll Hakkı, Lühhii 'l-Lühb ue Sım.1 '.<:-Sm; İst. 1328.
------. Kenz-i Mahfi, İst . 1240.
DÜZEN, Prof. Dr. İbrahim, 'Azfz Nesefi)'e (,'tire Allah, Kainat ve Insan, Ankara 1991.
ERZURÜMİ. lbrahlın Hakkı. Ma 'rifername, İst. 1330. FlRAT, Erdoğan, '·Kitabu'n-Netice Ve İnsan", fçlaın ilimleri Enstitüsü Dergisi, Sayı: Il.
SS . 205-219.
GÜNDÜZ, Doç. Dr. İrfan , "Tasavvufve İnsan" , Tantın"ı, Kaynakları t)(J Tesirlerı)le Ta
scwm{f, Selu Neşriyaı., İst. 1991, ss. 41-62.
KONUK. Alımed Avnl, Fust1su 'l-Hikem Tercüme ve Şerhi 1-IV, Hazırlayanlar: Dr. Mus
tafa Tahral ı - Dr. Selçul< Erayduı , İst. 1987-1992.
NESEFI, Azlzüddln, Tasawujta İnsan Meselesi (İnsan-ı Kamil), çev., Mehmet Karıar,
Dergah Yayınları, İst. 1990.
SER GEN, Seınih , Tasawı1( Şiirleri Anto/ojisi, Se ha Neşriyat, İst. 1995.
SUNiV{, Prof. Dr. Cavit, Tasauvı{( Felçe.fesi ueya Gerçek Fel,c;(e, Ank. ü. İlailiyar Fak.
Yayınl arı. Ankara 1974.
--------, Varlık Hakkında Ana Düşünceler, Ank. ü. i lahiyat Fak. Yayınları , Ankara
1977.
TÜRER, Prof. Dr. Osınan, Ana Hatlarıyla Tasavuı((Tarihi, Seha Neşriyat, İst. 1995.
YILMAZ, Doç. Dr. Hasan Kamil, Ana Hatlarıyla Tasaımu:f ı:e Tatfkatlar, Ensar Neşri
y<H, .İsl. 1994.
• Bu makale, 26-27 El<inı 1996 tarihinde istanbul'da yapılan ''Türkiye ı. islam Düşüncesi Sempozyuıııu "nda tebliğ olarak sumılınuşnır.