24
Halkın Günlüğü Halkın Günlüğü 1-10 NİSAN 2011 Yıl: 1 Sayı: 9 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net e-posta: [email protected] Halkın Günlüğü Emperyalistler tarafın- dan Libya’ya yönelik de- vam eden saldırıda uran- yum başlıklı bombalar kullanılıyor. Sf. 22-23 İstanbullu Rumların sınırdışı edilmeleri etnik temizlik po- litikasının önemli halkala- rından biridir. Sait Çetinoğlu’nun yazısı Sf. 10-11 Tasfiyeciliğin izdüşümlerinden biri: dejenerasyon Sf. 12-13 g Newroz etkinliklerinde açığa çı- kan devlet şiddeti, artarak devam ediyor. BDP ve DTK öne sürdüğü ‘anadilde eğitim’, ‘siyasi ve askeri operasyonlar durdurulsun’, ‘siyasi tutsaklar serbest bırakılsın’, ‘seçim barajı düşürülsün’ talepleri burjuva medya tarafından hasır altı edilirken; Sebahat Tuncel’in polis amrine attığı tokat ise manşetlerden “bu ne cür- ret” eşliğinde sunuldu. Başbakan Er- doğan sağa sola tehditler savurarak, “bunun hesabını soracağız” dedi. Devamında DTK’nın örgütlediği ‘sivil itaatsizlik’ eylemleri saldırıların he- defi oldu. Saldırılar arasında sesini duyurmaya çalışan Kürt siyasetçiler ise ‘asıl siz hesap verin’ diyerek, ta- leplerinin kabul edilmesini istedi. Yüz binlerce kişinin katıldığı Newroz etkinliklerine saldıran polise Sebahat Tuncel’in attığı tokat üzerinden, “hesabını so- racağız” söylemleri eşliğinde linç kampanyası başlatılırken; Kürt siyasetçilerin cevabı ‘asıl siz hesap verin’ oldu. Sebahat Tuncel; “O tokat polis amirine değil, devletin zihni- yetine atılmıştır.” İZMİR Newala Qesaba’ya akın eden onbinlerce kişi, toplu mezarların açılmasını istedi. GÜNCEL Kim için hangi hukuk sf 04-05 GÜNCEL Hangi ‘basın’, hangi ‘özgürlük’? sf 06 HESAP VERİN K avgaya adanmış bir yaşam kolay teslim ol- maz ölüme. Yattığı yeri yırtar da çıkar meydanlara ve karışır öfkeli kalabalığın ara- sına. 2006 yılında katledilen 14 gerillanın ardından sokağa dökülen Kürt halkına saldıran kolluk güçlerinin yaptığı kat- liamları belgeleyen Amed büro çalışanımız İlyas Aktaş’ın, dev- letin katillerinin kurşunlarıyla, ölümsüzleşmesinin üzerinden beş yıl geçti. İlyas yoldaşımız elinde haber notlarıyla toprağa düşerken, bizlere devrimci ga- zeteciliğin ne demek olduğunu bir kez daha ölümsüzlük yıl dönümde hatırlatıyor. Ölüm- süzlüğünün 5. yılında İlyas Ak- taş yoldaşımızı saygıyla anar- ken, yoldaşımızın bıraktığı devrimci gazetecilik mirasını sonuna kadar taşıyacağımızı bir kez daha yinelemek isti- yoruz. Saygıyla anıyoruz Halkın Günlüğü kapak 9_Layout 2 3/30/11 8:05 PM Page 1

1-10 Nisan 2011

Embed Size (px)

DESCRIPTION

2011’den bu yana yayınlanan Halkın Günlüğü gazetesi.

Citation preview

Page 1: 1-10 Nisan 2011

Halkın GünlüğüHalkın Günlüğü1-10 NİSAN 2011 Yıl: 1 Sayı: 9 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net e-posta: [email protected] Halkın Günlüğü

Emperyalistler tarafın-dan Libya’ya yönelik de-vam eden saldırıda uran-

yum başlıklı bombalarkullanılıyor. Sf. 22-23

İstanbullu Rumların sınırdışıedilmeleri etnik temizlik po-litikasının önemli halkala-rından biridir. Sait Çetinoğlu’nun yazısı Sf. 10-11

Tasfiyeciliğin izdüşümlerinden biri: dejenerasyon Sf. 12-13

g Newroz etkinliklerinde açığa çı-kan devlet şiddeti, artarak devamediyor. BDP ve DTK öne sürdüğü‘anadilde eğitim’, ‘siyasi ve askerioperasyonlar durdurulsun’, ‘siyasitutsaklar serbest bırakılsın’, ‘seçimbarajı düşürülsün’ talepleri burjuvamedya tarafından hasır altı edilirken;Sebahat Tuncel’in polis amrine attığıtokat ise manşetlerden “bu ne cür-ret” eşliğinde sunuldu. Başbakan Er-doğan sağa sola tehditler savurarak,“bunun hesabını soracağız” dedi.Devamında DTK’nın örgütlediği ‘sivilitaatsizlik’ eylemleri saldırıların he-defi oldu. Saldırılar arasında sesiniduyurmaya çalışan Kürt siyasetçilerise ‘asıl siz hesap verin’ diyerek, ta-leplerinin kabul edilmesini istedi.

Yüz binlerce kişinin katıldığıNewroz etkinliklerine saldıranpolise Sebahat Tuncel’in attığıtokat üzerinden, “hesabını so-racağız” söylemleri eşliğindelinç kampanyası başlatılırken;Kürt siyasetçilerin cevabı ‘asılsiz hesap verin’ oldu.

Sebahat Tuncel; “O tokat polis

amirine değil, devletin zihni-

yetine atılmıştır.”

İZMİR

Newala Qesaba’ya akın eden

onbinlerce kişi, toplu mezarların

açılmasını istedi.

GÜNCEL Kim için hangi hukuk sf 04-05 GÜNCEL Hangi ‘basın’, hangi ‘özgürlük’? sf 06❮ ❯

HESAPVERİN

K avgaya adanmış biryaşam kolay teslim ol-maz ölüme. Yattığı yeri

yırtar da çıkar meydanlara vekarışır öfkeli kalabalığın ara-sına. 2006 yılında katledilen14 gerillanın ardından sokağadökülen Kürt halkına saldırankolluk güçlerinin yaptığı kat-liamları belgeleyen Amed büroçalışanımız İlyas Aktaş’ın, dev-letin katillerinin kurşunlarıyla,ölümsüzleşmesinin üzerindenbeş yıl geçti. İlyas yoldaşımızelinde haber notlarıyla toprağadüşerken, bizlere devrimci ga-zeteciliğin ne demek olduğunubir kez daha ölümsüzlük yıldönümde hatırlatıyor. Ölüm-süzlüğünün 5. yılında İlyas Ak-taş yoldaşımızı saygıyla anar-ken, yoldaşımızın bıraktığıdevrimci gazetecilik mirasınısonuna kadar taşıyacağımızıbir kez daha yinelemek isti-yoruz.

Saygıyla anıyoruz

Halkın Günlüğü

kapak 9_Layout 2 3/30/11 8:05 PM Page 1

Page 2: 1-10 Nisan 2011

Halkın Günlüğü 1-10 NİSAN 2011güncel 02

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EUROHalkın GünlüğüKAR DE LEN BA SIM-YA YIM REK LAM GÖS TE Rİ OR GA Nİ ZAS YON Lİ MİTED ŞİRKETİ Sa hi bi ve Ya zı İş le ri Mü dü rü: Hıdır GürzYa yın Tü rü: Bölgesel Sü re li Yönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı SokakNO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kar de len Yayımcılık

Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok.No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL

Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Bas kı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah.

Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A-Blok Yenibosna Bahçelievler-İST

Tel ( 0212) 654 94 18

İZMİR: Şehit Fethi Bey Cadde No: 13 Eski Eshot İşhanı Kat:4 Konak/İzmir Tel-Fax: (0232)482 01 63 ●MERSİN: Çankaya Mahallesi 4702. Sok. No:8 KAt:3 Akdeniz/Mersin ● AMED:İskender Paşa Mah. İnönü Cad. MA-GÜL İşhanı Kat:4 No:10 Dağkapı/Amed ●ATİNA: Spiro trikoupi 21 10683 eksarxia GREECE/Yunanistan e-mail: [email protected] ● YD TEMSİLCİLİĞİ: Kaiser-Wilhelm Str. 275 47169 Duisburg/DE-UTSCHLAND e-mail: [email protected]

HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906

BÜRO

LAR

Kitlesel bir katılım ve büyük bir coşkuy-la geçen Newroz etkinliklerinde Kürtulusu kendi taleplerini dile getirdi. Onbinlerce insanın katıldığı Newroz etkin-liklerine ilişkin burjuva medya tek satırlaf etmedi. Newroz ve Newroz etrafındaşekillenen ulusal hareketin taleplerikarşısında burjuva feodal basın üçmaymunu oynadı. Ancak Sebahat Tun-cel’in polis şefine atmış olduğu tokatüzerinden yoğun bir mesai harcanarak,“bir milletvekilinin nasıl böylesi bir dav-ranış içerisinde olabilirliği” üzerine canlıyayın oturumları düzenlendi; başba-kanlar, cumhurbaşkanları düzleminde“hesabı sorulacak” tehditleri savruldu.Sonuna kadar haklı ve meşru olan Tun-cel’in tutumu “demokrasi dışı” addedi-lerek, o meşhur demokrasicilik oyunu-nu bir kez daha sahneye koydular.

Demokrasilerin ruhuna rahmet okuta-cak cinsten vurgu ve içtenlikle ele al-dıkları tartışmalarda, Kürt ulusunun

yükselen sesinden ziyade uşaklıkta po-sası çıkmış, maskeleri dahi yüzlerinikapatmayacak kadar eskimiş efendile-rinin mazlum ve mağdur edebiyatınıhalk nezdinde kabule zorlayarak, yüzle-rine çarpılmış bir tokat üzerine nağme-ler okudular. Üst perdeden okuduklarıbu şaşkınlık teraneleri ile orada BDP’ninşiddete mehilli olduğu sonucunu çıkara-rak, “çözümü” imkânsız kılan güç oldu-ğunu söylediler büyük bir aymazlıkla.

Demokrasi düşkünü liberal baylarımızınkonuyu derinliğine ele aldığı ve delikanlımahiyetiyle, atılan tokatı suratında his-sederek gururuna dokunmuş olacak kibu kadar derdine düştü. Demokrasiyesusamış bir edayla bulduğu her şeyinüzerine aha budur diyerek bodoslamaatladılar. Peçenin arkasını ise bilmedik-lerinden değil, görmek istemediklerin-den hiç kaldırma zahmetine dahi kat-lanmadılar. Daha önce uyguladığı “oran-tılı” güçle sokakta kırılmadık kemik bı-

Barış ve Demokra-si Partisi (BDP) ileDemokratik Top-lum Kongresi’nin(DTK) öncülüğün-de dört temel talepüzerinde ifadesinibulan sivil itaatsiz-lik eylemi, devletinşiddeti ile karşılaş-tı. Kürt illerindeaçılan “çözüm” ça-dırları valiliklerinemri ile dağıtıldı,çok sayıda kişigözaltına alındı.

BDP ile Demokratik Top-lum Kongresi’nin (DTK)öncülüğünde başlayan“sivil itaatsizlik eylemle-ri” polisin şiddetiyle kar-şılaştı. 24 Mart tarihindebaşlatılan eylemlerde,seçim barajının düşürül-mesi, anadilde eğitimhakkı, siyasi tutsaklarınserbest bırakılması veoperasyonların durdu-rulması talep ediliyor.

Amed’de eylemleri baş-latan BDP Genel BaşkanıSelahattin Demirtaş,Amed Belediye BaşkanıOsman Baydemir, DTKGenel Başkanı AhmetTürk ve BDP Genel Baş-kan Yardımcısı GültenKışanak, çözüm önerile-rinin kabul edilmesini is-tedi.

Demirtaş, oturmaeylemini sürdüre-ceklerini açıkladıAmed’de yapılan eylemepolisin izin vermemesi-nin ardından açıklamayapan Demirtaş, “AKPvalisinin, AKP il başkanıgibi davranmasını biz ka-bul etmiyoruz” dedi. Va-liliğin Amed halkınakarşı binlerce polis, on-larca kamera ile baskıoluşturmaya çalıştığınadikkat çeken Demirtaş,yüzde 10’luk seçim bara-

jının düşürülmesini, si-yasi ve askeri operas-yonlara son verilmesinive siyasi tutuklularınserbest bırakılmasını ta-lep ettiklerini ve bu ta-lepleriyle ilgili somut biradım atılıncaya kadareylemlerine devam ede-ceklerini açıkladı.

Türk: Halkın talebidikkate alınmalıSivil itaatsizlik eylemiyleilgili açıklama yapan DTKGenel Başkanı Türk, hal-kın talebinin dikkatealınması gerektiğini ifadeederek, daha öncedenkendilerine sivil siyasetyapın diyenlerin şimdihalkın üzerine polisi gön-derdiğini söyledi. Kürthalkının taleplerinin polisbaskısıyla engelleneme-yeceğini belirten Türk,farklı sesleri susturmayayönelik bu tür yaklaşım-ların kabul edilemeyece-ğini vurguladı.

Batman’da çözümçadırına saldırı Batman’da çözüm çadırı,sivil itaatsizlik eylemleridevlet şiddetiyle karşı-landı. Batman BDP tara-fından Turgut Özal Bul-varı üzerinde kurulançözüm çadırı, pois tara-fından söküldü, çadırdabulunan 26 kişi gözaltınaalındı. Çözüm çadırınınsökülmesinin ardındanBDP Batman Milletvekil-leri Ayla Akat Ata veBengi Yıldız, çadırın kar-şısındaki yolu trafiğe ka-patarak oturma eylemiyaptı. Batman Baro Baş-kanlığı ve Ticaret SanayiOdası Başkanı MehmetTeymur’un milletvekille-riyle görüşmesi üzerineeylemlerine son verenvekiller, çadırı BatmanBelediyesi’nin bahçesin-de kurma kararı aldı. Çö-züm çadırını davul zurnaeşliğinde yeniden kuranBDP’liler, ne olursa olsunçadırlarını kurup eylem-lerine devam edecekleri-ni açıkladılar.

“Çözüm” çadırlarınaizin verilmedi

MEYA-DER öncülüğünde 28 Mart tarihinde gerçekleş-tirilen “Toplu mezarlar insanlık suçudur. Toplumsal ba-rış ve hakikatleri açığa çıkarmak için Newala Qesa-ba’ya yürüyoruz” şiarlı yürüyüş Newala Qesaba’ya gö-müldüğü belirtilen PKK’nin öncü kadrolarından Mah-sum Korkmaz’ın ölüm yıldönümüne denk getirildi. Ülkenin dört bir yanından Siirt’e gelen on binlerce kişi,“Newala Qesaba’nın Egitlerini selamlıyoruz”, ve “İn-sanlık suçlarının tarihe not düşürülmesi için NewalaQesaba’daki toplu mezarlar açılsın” pankartları ile Ne-wala Qesaba’ya yürüdü.Burada konuşma yapan DTK Eş Başkanı Ahmet Türk,katliamların aydınlatılmasını ve taleplerin karşılanma-sını isteyerek, “Newala Qesaba yeni değil, Şeyh Sait dö-neminde de insanlar burada kaybedildi. Geliya Zilan,Munzur, Dersim, Şengal ve Halepçe’yi Kürt halkı unut-mayacaktır. Kürt halkı hakları için, adalet için mücadele

etmeye devam edecektir. Barış için el uzatıyoruz, bu elhavada kalacaksa bedeli de ağır. Biz savaş istemiyoruz.Ama köle olmayı da kabul etmeyeceğiz” dedi.

Newala Qesaba’nın Egitlerini İlk toplu mezar olarak bilinen Ne-wala Qesaba’ya yürüyen binlercekişi, katliamların son bulmasını vetoplu mezarların açılmasını istedi.

Meşrudur!Newroz mitingleriniprovoke eden, halkakarşı saldırmaktan geridurmayan devlet güç-leri önce kendi uygula-dıkları şiddetin hesabı-nı vermelidir. Egemensınıflara ve onlarınaraçlarına karşı uygu-lanacak şiddet meşrubir zeminden hareketetmektedir.

2-3_Layout 2 3/30/11 7:11 PM Page 1

Page 3: 1-10 Nisan 2011

nadilde eğitim, kolektif haklar, anayasal statü, kim-lik- dil vb gibi burjuva demokratik talepler biçimindesomutlanan ve çözüm planı olarak da ortak vatan,demokratik cumhuriyet, demokratik anayasa, dil,etnisite, sınıf ve devlete dayanmayan, demokratiktoplumun, demokratik ulusu gibi reformcu taleplerle

yürüyen, demokratik özerklik sentezinde reformist çizgisi açıkolan, Kürt ulusal hareketinin taleplerine karşı tavrımız doğuştanberi bellidir. Harekete önderlik eden sınıfların ve önderlik çizgilerininmilliyetçi imtiyazcı eleştirisi elbette gereklidir. Gerçek çözümyolunun gösterilmesi, çözüm gücü olarak programımızın işlevsel-leştirilmesi, kuyrukçu değil, bağımsız ideolojik-siyasi-örgütsel ira-demizin konuşturulması yadsınmadan, ezilen ulus hareketininönderlik çizgisi ne olursa olsun, egemen ulusun egemen sınıflarınıninkâr-ilhak gerçeğine yönelmiş mücadelesinin genel demokratikbir yön taşıdığı ve meşrutiyeti açıktır. Tam da desteklenmesigereken bu yöndür. Tersi tutumun mazur görülecek hiçbir yanıyoktur. Ulusal- azınlıksal- inançsal eşitsizlikler ortamında ezilenlerinmücadelesine kayıtsızlık bile objektif olarak egemenden yanaolma durumudur. Toplumun sınıflara bölünmesi ile gündemegelen ezilen sınıfların halk hareketiyle kapitalizmin ürünü olanmilli hareketler birbirine karıştırılamazlar. Farklı tarihi ve somutkoşullardan ötürü değişik talepler ve siyasal mücadele yönelimiolarak, farklı çözüm biçimleriyle formüle edilmiş ezilen ulus hare-ketlerinin genel demokratik bir içeriği vardır. Proletarya bayrağıaltında olmayışı ile ulusal eşitsizliklere meydan okuyan ezilenulus hareketleri genelde burjuva çerçeveyi aşmaz. Bundan ötürüdürki bu çerçeveyi aşmıyor gerekçesi ile desteklememe tutumununhiçbir mazereti de olamaz. Ezen-ezilen ulus gerçeğini, inkar, imhave ilhakı atlayanlar, bunlar yokmuş gibi davrananlar açısından,durumun nerelere götürdüğünü, tarih gösterdi.Sosyal Darwinizm anlaşılmalıdır. “İleri” olanın “geriyi” her şekildeyemesinin “doğal”lığı Nazizm’e nasıl temel teşkil etti? Hegel’in“tarihi” ve “barbar” uluslar ayrımı Prusya devletini nasıl kutsadı?Yönetilmeyi, baskıyı hak eden “üstün ve aşağı ırklar” fikriyatı nasıldoğdu? Kaptan Coop gibi fetihçilerin yerlileri katleden zulmü neyinuygarlığı idi? Kemal’in Dersim’de Kürtleri terbiye amacıyla katliamatabi tutması nasıl kutsandı? Tarihi Hindistan kırımları ve kapitalistsömürgecilik nasıl ilerici görüldü? Aydınlanmacı batı felsefesininüretici güçlerin gelişme seviyesi eksenli ilericilik argümanları, ezilenulusların gadrini alkışlamaya götürdü. II. Enternasyonal’in ezilenhalklar mücadelesinin enternasyonalde temsiline “barbardırlar”diye karşı duran teorisi nasıl oluştu? Emperyalist sömürgecilikbugün bile ilericilik diye nasıl göklere çıkarılmaktadır? “Doğudakomünizm çıkmaz” diyen Bernsteincılar nasıl filizlendi? Galiyevcigibi sözde “millici komünizm” reaksiyonunda bu trendin payıesastır. Kapitalist medeniyet paradigması ile köklü hesaplaşmazorunludur. Bilinen Avrupa merkezci pozitivist paradigma ve mo-dernite yönelimi, Yeni Osmanlıcıların, Dersim-Kürt katliamcılarının,Polonya’ya medeniyet götürdüğünü söyleyen Hitler mezalimcilerininuygarlaştırma operasyonuydu.Ulus devletler, tepeden inme terbiyeler-katliamlar bir kapitalistmodernite projesiydi. Türk ulus merkezli Üniter Cumhuriyet projesi,asimilasyon-tehcir-inkâr-katliamlar da aynı projenin ürünüydü!Eski statüko şimdi yürümüyor, sermayenin şimdiki ihtiyaçlarınagöre dizayn ediliyor. Çöken eski retoriklerin koşullara göre yenidenüretimi, eşitsizlikleri, yine konformist bir hegemonyada devreyesokma projeleriyle karşı karşıyayız. Memnun olmak zavallılıktır.Tüm uluslar için tam hak eşitliği bayrağını yere düşüren ulusaleşitsizlikleri gölgeleyen, demokratik ulus, Kürdistan’ın ilhakını re-formist kabul edilebilir seviyede üreten ortak vatan, gerici egemenfaşist cumhuriyeti devrimsiz halkçılaştıran Neo liberalizmin vizyonuaçığa çıkarılmak durumundadır. Sistem içi denenmiş Owenci Koorperativizm ve ne de gerici devletmekanizmasının parçalanmasını aşmayan sözde kurtarılmış alanütopyaları bir ekonomist epistomoloji yürüyüşüdür. Ulusal hareketinformüle ettiği taleplerin demokratik yönünü desteklerken, önderlikçizgisinin stratejik kırılmasına, egemen sisteme bazı reformlarlaentegre olma yönelimine de dikkat çekmek durumundayız. Tamda bu durum Kürt ulusunun kahraman mücadelesini egemen sı-nıfların tasfiye planına açık hale getirmektedir. Kürt ulusununkendi kaderini tayin hakkı hiçbir ipoteğe teslim edilemez.

kazım cihan

GÖREV VE SORUMLULUK

YÖNELİM

A

03güncelrakmayan polise bu tokatın nasılatıldığı tartışması bir hafta tartı-şıldı. DEP milletvekillerinin polistarafından TBMM’nden yakapaça gözaltına alınması hatırlan-madığı gibi, yakın zamanda BDPMilletvekili’nin bacağını kıranpolisin tavrına ise hiç değinme-yerek şirin bir demokrasi tablosubir kez daha çizilmiş oldu. Şiddetin uygulandığı kesim Türkhakim sınıfları ve onların temsil-cileri olunca veryansın eden amaezilen ulusa dair ise onlarca kat-liama sesini çıkarmadan devleti-ni aklamaya çalışan bu liberalkalemşorlar, milliyetçiliklerini“demokrasi” sosu ile süsleyerekservise sunmaya devam etti. Ya-pılan Newroz mitinglerinde ulu-sal kimliğini savunan yüz binler-ce insanın talebine dair tek satıretmeden atılan tokatı tartışarakefendilerine olan hizmetlerinieksiksiz tamamlayan bu ‘densiz-ler’e cevabı ise yine SebahatTuncel “o tokat devletin zihniye-tine atılmıştır” diyerek vermiştir.

Tokat yiyen polis şefi ile araların-daki tek fark tanımlı meslekleriolan bu liberal baylar, aynı zihni-yetin farklı noktalarına konum-lanmış fertlerdir. Bugün bir hal-kın, ulusun üzerinde uygulanan

baskı ve katliamları dilinin ucuile bir-iki kelime ederek geçişti-ren bu baylarımız, bu ulusunkendini savunmasını ise şiddetmeraklısı sapkınlık olarak de-ğerlendirmekten geri durmuyor.Şiddet neden oluşur? Eğer birsistem bulunduğu topluma karşıbaskı ve sindirme politikalarına

amansızca devam ediyor, halkıkatletmekten geri durmuyorsa,bu halkın vereceği karşı şiddetidoğurur. Bir ulus ya da sınıfın engeniş anlamıyla başvuracağı şid-det ise meşrudur. Kimseninbunu sorgulamaya da hakkıyoktur. Hele ki burnundan kıl al-dırmayan burjuva kalemşorlarınhiç yoktur.

selamlıyoruz

Sivil itaatsizlik eylemlerine dönük devletin saldı-rılarını değerlendiren BDP Eş Başkanı Demirtaş,ileri sürdükleri dört talebin kabul edilmesi halin-

de seçimlerde aday olmayacaklarını söyledi. Ya-pılan saldırların AKP hükümetinin milliyetçi ta-banın oyunu almak için seçim yatırımı olarak de-ğerlendiren Demirtaş şu ifadelerde bulundu; “Bi-zim her tarafımız sivil değil de, senin panzerin,gaz bomban mı sivil. Yüz binlerce insanı tutukla-mak mı sivil, bir postere tahammül gösteremi-yorsunuz. Meydanlarda, halka işkence yapmakmı sivilliktir.”

Önce barikat sonra saldırıNewala Qesaba’da yapılan eylem sonrası dönüşyolunda şehre doğru yürümek isteyen kitleninönüne polis barikat kurdu. Barikatın önünde birsüre oturma eylemi yapan kitleye hitaben konu-şan BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş 4 Ni-san’da Abdullah Öcalan’ın doğum günü nedeniy-le Amraya yürüyeceklerini ifade ederek “Bugünburadaydık 4 Nisan’da Amara’da bulaşacağız. Buhalkın iradesi özgürleşinceye kadar mücadeleedeceğiz.” dedi.

Oturma eyleminden sonra dağılmak için araçları-na giden kitleye polis gaz bombası ve tazyiki suylasaldırdı. Polis gaz bombalarını, yaşlı kadın ve ço-cukların da bulunduğu otobüslerin içerisine attı.

Değerli dostumuzve yoldaşımız CelalDinler geçirdiği kalpkrizi sonucu ara-mızdan ayrıldı. Aile-si ve dostlarınabaşsağlığı diliyoruz.

Demokratik Haklar Federasyonu

Değerli dostumuz,amcamız İsmail Kü-çükoğlu 23.03.2011tarihinde aramızdanayrıldı. Ailesi ve dost-larına başsağlığı dili-yoruz.

Yeni Demokrasi Şehit ve Tutsak Aileleri Birliği

Değerli anamız Emoş Güler’igeçtiğimiz ay kaybettik. Ailesi-ne ve dostlarına başsağlığı dili-yoruz.

Halkın Günlüğü

2-3_Layout 2 3/30/11 7:11 PM Page 2

Page 4: 1-10 Nisan 2011

Halkın Günlüğü 1-10 NİSAN 2011güncel 04

Çağdaş Hukukçular Derneğiüyesi Avukat Ümit Sisligün,ceza yargılama sistemininbirçok çarpıklığı barındırdığınıifade ederek, demokratik ku-rumlar ve sisteme muhalif bi-reyler açısından ceza hukukualanındaki yargılamanın, birbaskı ve yıldırma aracınadönüştüğünü dile getiriyor.Sisligün, devletin temeli olarakkabul edilen adalet mekaniz-masının yürütücüsü yargı er-kinin; uyguladığı ceza kanunuile devletin toplum üzerindekihakimiyetini sağladığını ifadeederek, “devlet hak arayanla-ra karşı hakimiyetini devamettirmek için çıkardığı cezakanunları ile gözdağı vermeyeçalışır, bu gözdağına karşı ka-rarlı tutumlarını sürdürenlerekarşı da yargı erki ile hakların-da ceza kanunu kapsamındakicezaları vererek toplumdakibirey ve örgütlülükleri kendi-sine itaat etmeye zorlama ça-basındadır.” diyor.

Uzun yargılama doğ-rudan bir cezaÜlkemizde hem sanık olarakyargılananlar hem de mağ-durlar açısından yargılamala-rın uzun sürdüğünü aktaranSisligün, özellikle ceza yargı-lamalarında, bu uzun yargıla-malardan kaynaklı mağduri-yet halinin, tutuklu yargıla-nan bireyler açısından dahada derinden hissedildiğinedikkat çekiyor. Tutuklu yargı-lananlar açısından uzun yar-gılamaların “ikinci bir ceza”ifadelendirilmesinin ise doğruolmadığını ifade eden Sisligün,bu durumun doğrudan ceza-landırma olduğunu aktarara-rak, şunları dile getiriyor: “Sa-nık olarak yargılanan kişilerinuzun tutukluluk hali, yargıla-yan makamlar tarafından on-ların suçlu olarak görüldükle-rine dair bir ön kabulün varlı-ğını ortaya koymaktadır. Ma-sumiyet karinesinin göz ardıedilmesinin, uzun tutukluluk

ve uzun yargılamaların sebe-bi, sadece yargı makamlarınıniş yoğunluğu veya personelyetersizliği değil; kanunlarıuygulayan kişi ve makamlarındevlet-birey ilişkisinde hangiunsura önem verdikleridir.”

Savunma hakkı gaspediliyorCeza yargılamasında savun-ma hakkının öteden beridirsürekli olarak kısıtlandığınadikat çeken Sisligün, bu kısıt-lamanın gözaltına alınmaanından itibaren başladığınıve 2003 yılına kadar DevletGüvenlik Mahkemesi’nin ala-nına giren suçlarla ilgili hak-larında işlem yapılanlarınavukat yardımından yarar-lanma haklarının dahi olma-dığını hatırlatıyor. Bu çeşit hu-kuksuz uygulamaların 1 Hazi-ran 2005 tarihinde yürürlüğegiren ceza mevzuatı paketiiçerisinde yer alan CMK veTMK’da da korunduğunu ifadeeden Sisligün, devamındaşunları aktarıyor: “Soruştur-malar açısından gizlilik kararıalınarak ve şüphelinin avu-katla görüş hakkına 24 saatkısıtlama uygulaması getirile-rek adil yargılanma ilkesininihlali hala varlığını korumak-tadır. Hatta, yakalanan kişininveya sanığın sorgusunu içe-ren tutanak ve yakalanan kişiveya sanığın ve avukatın ha-zır bulunduğu diğer adli iş-lemlere ilişkin tutanaklarhakkında bile gizlilik kararlarıbir dönem uygulanarak avu-katlara verilmemiştir. Bugünde halihazırda Özel YetkiliAğır Ceza ahkemeleri’nin(eskiadıyla DGM), görev alanına gi-ren yargılamalarda, gizlilikkararları nedeniyle avukatla-rın veya şüphelilerin bu dos-yalardaki bilgi ve belgelereulaşma hakları engellenereksavunma hakkı ve buna bağlıolarak adil yargılanma hakkıgaspedilmeye ve ihlal edilme-ye devam ediyor.”

Devasa adliye binası yapmakla, içe-risini teknolojik olanaklarla donat-makla, ülkede adalet tesis edilme-diği gibi, yaratılan korku imparato-ruğu da maskelenemiyor.

Avrupa’nın büyük adalet saraylarıülkemizde yükselmesi nedeni iledevlet bürokrasisi büyük bir övünçiçerisinde. Bir yandan hukuk dev-leti imajının adalet saraylarınınyükseldiği bina kat sayılarıyla ak-taran bu zihniyet, diğer yandanceza yargılamalarında aldıklarıyeni kararlarla övünçlerine övünçkatıyorlar.

Adalet saraylarında adale-tin esamesi okunmuyorDevlet Güvenlik Mahkemeleri’ndenÖzel Yetkili Ağır Ceza Mahkemele-ri’ne elveren yargı sürecinde geç-mişten günümüze halen insanlardemokrasi mücadelesinde yer al-dıkları için, hiçbir kuvvetli delil ol-madan tamamıyla kurgularla yan-yana getirilmiş polis ve savcı iddia-nameleriyle tutuklanıp, zindanlar-da tecrit altına alındı.

Diğer yandan ceza yargılamasıkapsamında tüm davaları ele alır-sak toplumda yargının adaletineolan güven tam anlamıyla bitiktir.“Adalet mülkün temelidir” söylemiduvarlarına şiar olarak asılan bu si-tem içerisinde, “mülk” kavramıdevletin hakim sınıflarının salta-natlarının, maddi ve manevi karşı-lığı durumunda olduğu herkes tara-

fından bilinen bir gerçeklik. Bu ne-denle yargı sisteminin bağımsızlığıpalavraları, yargının aldığı adli yada siyasi kararlarda açığa çıkıyor.Bugüne kadar görülen davalar in-celendiğinde, duruşma salonların-da —bir iki örnek es geçilirse- ha-kim sınıfların çıkarlarına ters dü-şen hiçbir kararın çıkmadığını gö-rürüz.

Son birkaç yılda öne çıkan bazı da-vaları hatırlatmak bile Yargı siste-minin siyasal yönünü açıkça eleveriyor. İşte odavalar:

Konu “biz” isek herşey suçGazetemize ve DHF çalışanlarınayönelik gerçekleştirilen gözaltı te-rörüne neden olan MKP üyeliği id-diasının delilleri 1 Mayıs, 8 Mart mi-tinglerinde çekilen fotoğraflar, de-mokrasi ve emek eksenli mücade-lelerde atılan sloganlar ile yasal ya-yınlar gösterildi.

Bileklik’ten örgüt üyeliğiDHF üyesi ve Gaziosmanpaşa De-mokratik Haklar Derneği BaşkanıAli Haydar Ben’in polis helikopteri-ne havai fişek attığı iddiasıyla, MKPüyeliğiyle cezalandırılması istendi.Halen tutuklu olan Ben hakkındatek delil, basın açıklamalarına veeylemlere katıldığı görüntüler vekolundaki bilekliğin havai fişeğiatan kişideki bileklikle benzerlikteşkil etmesi.

Hem MKP’li hem de PKK’liler

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’ndeokuyan öğrenciler 15 Ocak 2009’dabasın açıklaması ve mitinglere ka-tıldıkları, gazete ve dergi okudukla-rı için ‘yasa dışı faaliyetlerde’ bu-lundukları iddiasıyla gözaltına alı-nıp tutuklandı. Kasım 2010 tarihin-de Erzurum Ağır Ceza Mahkeme-si’nde haklarında ‘silahlı örgüt üye-si’ olmaktan dava açılan Ünal Gü-nal, Onur Akdeniz, Aysun Düşkünhem MKP’ye hem de PKK’ye üyeolmaktan ceza aldı.

Aynı anda 4 örgüte üyelik

Üniversitelerdeki hak gasplarınakarşı mücadelenin ivme kazanma-sının hemen ardından 20 Ocak 2011

Meral Hanbayat, ‘yasadışı örgü-tün yasal uzantısı’ tabirinin tambir hukuk garabeti olduğunuvurgulayarak, “Nerden tutsanızelinizde kalıyor.” diyor.

Yargı sisteminin işleyişi üzerine sohbetettiğimiz ÇHD üyesi Meral Hanbayat,yasal, demokratik, meşru kurumlarınyasa dışı olarak gösterilmesine son hızladevam edildiğini belirterek, polis fezleke-lerinin noktalama işaretleri değiştirilme-den iddianame olarak karşılarına geldiğiniaktarıyor.

Halktan yana bir karar bekle-mek hayalYargının siyasallaştığı, AKP’nin eline geç-tiği şeklindeki tanımlar etrafında dolan-manın eksik olduğunu aktaran Hanbayat,“Yargının bu sistem içerisinde hep siyasalolduğunu görmek gerekir. Örneğin; sosya-

S i s l ig ü n ,sanık ola-rak yargı-lanan kişi-

lerin uzun süre tu-tuklu kalmalarını,bu kişilerin baştansuçlu olarak kabuledildiğinin ifadesiolarak değerlen-diriyor

Cezalar toplumu itaat etmeye zorlamaktadır

Av. Ümit Sisligün

Neredentutsanızelinizde

kalıyor

Av. Meral Hanbayat

Kimin içinhangi hukuk

4-5_Layout 2 3/30/11 7:56 PM Page 1

Page 5: 1-10 Nisan 2011

05güncelHalkın örgütlenmehakkı suç değildir

1-10 NİSAN 2011 Halkın Günlüğü

DHF Başkanı OzanDoğan, DHF’ye yö-nelik tutuklamave gözaltı saldırı-larının, halkınhaklı talepleri et-rafında birleştiğiörgütlü gücünedönük, kapsamlıbir saldırı olduğu-na dikkat çekiyor

DHF Başkanı Ozan Doğan,“Türkiye’nin en zenginleri”listesine bakıldığında dahion yıllardır sömürüdüzeninin kim-lere hizmetettiğininrahatçagörüle-bildi-ğinibelir-terek,

DHF’ninbu karatablonunkarşısında, in-sanca bir yaşam vegerçekten demokratik birdüzen için mücadele etti-ğini dile getiriyor. Hakim sınıfların ezilenmilyonların hayatını zin-dana çevirdiklerini vur-gulayan Doğan, geçmiş-ten günümüze kadar hal-kın örgütlenme ve ey-lemliklerinin her defasın-da suç sayıldığını ifadee-diyor. Halen 1 Mayıs, 8Mart, 16 Mart, Newroz vb.gibi tarihsel öneme sahipeylemlere katılmanın suçolarak ele alındığını akta-ran Doğan, sistem tarafın-dan yine eğitim emekçi-lerinin haklarına sahipçıkmanın, ekonomik kri-zin yarattığı yıkımlarıprotesto etmenin, der-neklerde ücretsiz derslervermeninde suç olarakgösterildiğini belirtiyor.

Devlet kurumlarıbir birleri ile çelişkiiçerisindeDHF üyelerine dönönükgözaltı terörüne nedenolan polis görüntülerinindüzmece kurgularla yanyana getirildiğini dile geti-ren Doğan, söz konusu ey-lemlik ve etkinliklerin res-mi internet sitelerindeherkesin rahatlıkla ulaşa-bildiğini belirtiyor. Emniyet

Müdürlüğü tarafından ha-zırlanan soruşturmalardaher defasında DHF’ninMKP’nin legal uzantısı ola-rak ifadelendirilmesinintamamen düzmece, kendihukularını çiğneyen birmantığın ürünü olduğunuifade Doğan, “DHF’nin tü-züğünü onaylayan İçişleriBakanlığı’na bağlı Der-nekler Dairesi Başkanlığı,bu eylemlerimizden ha-berdardır. Ancak EmniyetGenel Müdürlüğü’nünmantığı ile meseleye yak-laşıldığında İçişleri Bakan-lığı’nın, AKP hükümetininve devletin ilgili bütün ku-rumlarının da MKP’yle

olan ilgisinin açıklan-ması gerektiği

öne çıkıyor.Evet, so-

ruyoruz:İçişleriBa-kanlığıvedevle-

tin di-ğer ku-

rumları,Emniyet

Genel Müdürlü-ğü’nün iddialarına

göre ‘MKP’nin yasal alankolu olan derneklere, fe-derasyonlara’ neden ku-rulma izni vermektedir?”

Saldırılar yoğunlaşacakDHF’nin savunduğu ey-lem ve etkinliklerin suçolmadığını, tamamen hal-kın meşru ve haklı talep-leri olduğunu aktaran Do-ğan, “Hakim sınıflar birtaraftan ‘demokrasi’ ve‘özgürlük’ havarisi kesil-mekte diğer taraftan enküçük demokratik hakkıdahi ‘terör suçu’ saymak-tadır.” diye belirtiyor. Hakim sınıfların önümüz-deki süreçte DHF’ye dö-nük daha kapsamlı vemerkezi bir komplo hazır-lığı içerisinde olduğunuifade eden Doğan, “Tümkamuoyunu bilgilendir-mek isteriz. Bilinmelidirki bu saldırılar yoğunla-şarak devam edecek vebundan sonrasında iseesas olarak DHF’nin mer-kezi yapısını hedef ala-caktır. Ancak hiçbir geri-ci saldırı, meşruluğu-muzdan aldığımız gücübastıramayacaktır” söz-leri ile saldırıların boşadüşürüleceğini cümlele-rine ekliyor.

tarihinde Ankara Demetevler Par-kı’nda gözaltına alınan 5 üniversiteli,‘aynı anda 4 örgüte birden üye ol-mak’la suçlandı. 12. Ağır Ceza Mah-kemesi MKP, PKK, DHKP-C, veTKEP/L üyesi olmakla iddia edilen 5öğrencinin hangi örgüte tek başınaüye olduğu yönünde tespit yapma-dan ‘terör örgütüne üyelik’ten tutuk-lama kararı vermişti.

Üç örgütün propagandasını yapmış!

Çocuk tutukluların sorunlarını gün-deme taşıyan İHD üyesi Ethem Açı-kalın, aynı anda 4 ayrı “yasa dışı” ör-gütün propagandasını yaptığı iddia-sıyla mahkum oldu. Daha önce,DHKP/C propagandasından 10 ay ha-

pis cezası alan Açıkalın, ’19 AralıkKatliamı’nın yıldönümünde Kürkçü-ler Hapishanesi önünde yaptığı açık-lamadan ötürü, bu sefer MLKP, MKPve TKİP’in aynı anda propagandasın-dan dolayı ceza aldı.

Hapisteyken ‘yol kapattı’

ESP Tunceli İl Başkan YardımcısıHüsniye Mavi hapishanede tutuklubulunurken, Dersim’de yol kapatmaeylemine katılmakla suçlandı. Suçla-mayla ilgili tebligat da hapishaneyeyapıldı. Mavi’nin açıklamalarına göretebligatta imzası olan savcı bile buduruma şaşırarak, “Vallahi ayıp et-mişler!” demekten kendini alamamış.

Çöp toplaması ‘KCK talimatı’ oldu

Van’da 15’i tutuklu 19 kişi hakkındayürütülen soruşturma sonucu hazır-lanan 240 sayfalık iddianamede,BDP’nin bölgede yaptığı tüm çalış-malar “KCK faaliyetleri” olarak yan-sıtıldı. Belediye tarafından kurulanmahalle komisyonlarının çöpleri top-lama talebi “KCK’nin talimatı” olarakdeğerlendirildi. .

BDP’li Haşim Baday ‘alkıştan’ tutuk-landı

Kızıltepe Belediye Başkan YardımcısıHaşim Baday, hakkında “örgüt pro-pagandası” yaptığı iddiasıyla verilen10 aylık hapis cezasına neden olaneylem, katıldığı bir mitingde alkıştuttuğu gerekçesi.

Faşizm ülkemizde gizlenemez bir realite. Halkın en meşru ve hatta kendisinesözde anayasa tarafından teminat altına alınarak korunan yasal eylemleri dahisuç sayılıyor. Siyasi davalarda öyle kararlar alınıyor ki herkes tarafından bu ka-darına da pes deniliyor artık.

list gazeteciler, bu ülkede yıllardır, san-sür, gözaltı, tutuklama hatta ölümlekarşı karşıya gelerek mesleklerini yap-maya çalıştılar. Metin Göktepe’nin öldü-rülmesi, Kürt gazeteci ve aydınlarınınöldürülmesi, tutuklanması, son olarakGazetenizin Yazı İşleri Müdürü HıdırGürz’ün tutuklanması ilk elden aklımagelenler. Yani söz konusu demokratikhakları için mücadele eden kurum vekişiler oldu mu, adaletli, bağımsız, hak-tan yana bir karar-tutum beklemeknerdeyse hayal.” olduğunu açıklıyor.

‘Bu kadarı da olmaz dediğiniz’oluyorHanbayat, “Açılan davaların ortak yanınedir?” sorumuza şu şekilde cevap ve-riyor: “İnsanlara sadece yasaların tanı-dığı hakları kullanmasından ibaret-bakın bize göre meşru bile demiyo-rum- açıklama ve eylemler nedeni ilerahatlıkla yasa dışı bir örgüt ile ilişkilen-dirilebilirsiniz. Öyle bir noktaya geldik

ki; bu kadarı da olmaz dediğimiz her şeyoldu. Örneğin; kadınların özgürleşmesihakkında fikir yürütebilirsiniz değil mi?Ama dikkat edin söylediğiniz şeyler hiçbilmediğiniz bir yasa dışı örgütün prog-ramında geçiyor diye, o örgütün üyesiolmamakla beraber, örgüt üyesi gibideğerlendirilebilir, tutuklanabilir hattaceza alabilirsiniz. Polis fezlekeleri nok-talama işaretleri değiştirilmeden iddia-name olarak karşımıza geliyor. Yasal,demokratik, meşru kurumları yasa dışıgösterme gayreti son hız devam ediyor.Zaten yasa dışı örgütün yasal uzantısıtabiri tam bir hukuk garabeti. Nerdentutsanız elinizde kalıyor.”

Açılan davalarda kişi ve kişiler hak-kında üzerine atılan suç iddialarının hiçbir dayanağı olmadığını vurgulayanHanbayat, “sanıklar ya da avukatlar, ol-mayan bir şeyin olmadığını ispat etmekgibi garip bir çabanın içerisine giriyor-lar. Halbuki asıl olan iddianın ispat edil-mesi gerekir.” diyor.

‘Herkes örgüt üyesi olabilir’Konuşmamızı TCK’daki maddelereçevrdiğimizde Hanbayat, düşünce öz-gürlüğünü kısıtlayan epeyce maddele-rin bulunduğunu, fakat bu maddelerinyanında 2005 yılında yürürlük kazananTCK’nın 220. maddesinin ise dahavahim olduğuna dikkatleri hemen çeki-yor. Söz konusu maddede örgüt tanımı-nın genişletildiğini ve muhalif herbireyin düşünce ve eylemlerinden ötürükolaylıkla yasa dışı herhangi bir örgü-tün üyesi haline getirildiğine dikkatçeken Hanbayat, “Ancak mesele, yasa-ların tam olarak düşünce özgürlüğünükoruması değil maalesef. Çünkü en iyiyasal düzenlemeler bile, yasaları uygu-layan zihniyetin elinde aleyhe dönüşe-bilir. Örneğin, Hrant Dink ve OrhanPamuk Türklüğü aşağılamaktan hapiscezasına çarptırılırken, Hrant Dink’inkatillerini öven şarkı nedeniyle OzanArif ve İsmail Türüt düşünce özgürlü-ğünden! faydalanarak beraat ettiler.”

4-5_Layout 2 3/30/11 7:56 PM Page 2

Page 6: 1-10 Nisan 2011

Halkın Günlüğü 1-10 NİSAN 2011güncel 06

15 Mayıs 2010 tarihinde gerçekle-şen komünist önder İbrahim Kay-pakkaya anmasının ardından An-kara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde,anmaya katılanlar hakkında davaaçılmıştı.

Demokratik Haklar Federasyonuüye ve taraftarlarına Ankara Sav-cılığı tarafından 15 Mayıs 2010 günüÇorum’un Sungurlu İlçesi, Karaka-ya Köyü’nde gerçekleştirilen ko-münist önder İbrahim Kaypakka-ya’nın mezar anmasına katılmasıgerekçe gösterilerek açılan davaAnkara 12. Ağır Ceza Mahkeme-si’nde görüldü.

Mahkemede bilirkişi raporlarınınincelenmesinin ardından mahke-me tarafından dava açılan kişininberaat etmesine karar verildi.

Konuyla ilgili açıklama yapan DHFAnkara örgütlülüğü, “ Sömürü dü-zeninin Kaypakkaya korkusu neilktir ne de son olacaktır. Kaypak-kaya’yı sahiplendikleri için TemelDemirer, Grup Munzur, Pınar Sağ,Mehmet Özcan ve çeşitli illerdeDHF faaliyetçilerine açılan benzerdavalarla suçlu ilan edilmişlerdi.Eğer Kaypakkaya’yı anmak, ezi-lenlerin hak alma mücadeleleriniomuzlamak ve sahiplenmek suçise bizler bu suçu işlemeye devamedeceğiz.” ifadelerini kullandı.

Kaypakkaya’yıanma davasısonuçlandı

Hangi ‘basın’ hangi ‘özgürlük’Her ne kadar uluslararası arenada gelişenLibya’ya yönelik emperyalist saldırı veulusal arenada Haziran ayında yapılacakolan parlamento seçimleri, başlığa koydu-ğumuz “basın özgürlüğü” meselesini liste-nin oldukça geri sıralarına itse de, hem Er-genekon, Balyoz gibi iç çatışmaların teza-hürü olan davalar, hem de KCK davası ve-silesiyle yoğun bir şekilde tartışılacağabenziyor.Meselenin özüne ve içeriğine geçmedenönce yine özle bağlantılı olarak, şekle dairbirkaç söz söylemek yerinde olacaktır.Kurulduğu günden bu yana 87 yıllık tari-hinde burjuva anlamı ile dahi demokrasi-nin esamesinin okunmadığı koşullarda,Türk-İslam sentezi üzerine inşa olup, ül-kemiz işçileri, yoksul köylüleri ve tüm ezi-len emekçilerine yönelik amansız bir bas-kı ve sömürü politikası ekseninde varlığınıdevam ettiren TC devleti, efendilerininhizmetinde, her türlü emperyalist politi-kayı hayata geçirmek için süreklilik arzeden bir “demokrasi”, “insan hakları”, “öz-gürlük” safsatalarıyla bilinçleri bulandır-maya çalışmaktadır. Halkı baskı altındatutmanın onlarca araçlarından biri olanmedya, basın-yayın alanı, özellikle 21.yüz-yıl ile beraber gelişen muazzam bir teknikve teknolojik ilerlemelerle daha bir önemkazanmıştır. Her gün, her saat yüzlerceTV kanalı, internet sitesi, radyo kanalı, ga-zete-dergi ve daha yüzlerce görsel - ya-zınsal araç ile tam bir siyasi-sosyal-kültü-rel bombardımana tabi tutulmaktayız.Herhangi bir küçük politikanın dahi haya-

ta geçirilebilmesi için kitlelerin ikna edil-mesi ya da tarafsızlaştırılıp tepkisiz birpozisyona çekilmesi için, medyanın rolü,üstünden atlanamayacak bir olgudur. Enson ve canlı örneğini Afganistan ve Irakişgallerinde gördüğümüz bu realitenin kü-çük bir örneğidir. Tüm bu olguları göz önüne aldığımızda ha-kim sınıfların medya araçlarını bu kadaretkin kullanmalarının yanında, kendi ikti-darlarına yönelik de benzer bir “tehdit”söz konusudur. Siyasi-askeri-ekonomikboyutlarıyla değerlendirdiğimizde hakimolan güçler ile alternatif olan komünist-devrimci güçler arasındaki bu dengesizlik(bahsini ettiğimiz araçların kullanımındakomünist-devrimci güçlerin aleyhine olanbu durum, beslendikleri sınıfsal zemin vehalk ile ilişkilerinden gelen avantajlar ilekapatılmaktadır) dahi, o hakim olan güç-leri tatmin etmemekte ve susturulması-yok edilmesi gereken bir çıban başı olarakhedef tahtasına konmaktadır.

“Tarafsız” basınEmperyalizmin Genişletilmiş OrtadoğuProjesi (GOP) planları ekseninde yeni dö-nüşüm sürecine tabi tutulan TC devleti,AKP hükümetiyle beraber 80 yıldır “ya-saklı” olan dokunulması, tartışılması ce-zalandırılan birçok tabunun tartışmayaaçılması ve yaşanan klik dalaşına paralelgelişen birçok olay ile beraber “demokra-si-özgürlük” lafızlarının en çok prim yap-tığı dönemdir. Taraf gazetesi öncülüğündemedya ayağının büyük bir liberal saldırıylaörüldüğü bu dönemin karakteristik ifadesiise “artık hiçbir şey eskisi gibi değil, her-kes sınıf farklılıklarını bir yana bırakarakbu sistem içerisinde özgürce yaşayabilir-di.” Patron ile işçiyi, yoksul köylü ile toprakağasını, ezen ile ezileni, sömüren ile sömü-rüleni barış içinde bir arada yaşamaya ça-ğıran söz konusu süreç, gelinen aşamadabüyük oranda teşhir olmuş olsa da, halenfarklı bir takım ataklarla gücünü koruyuppekiştirme durumundadır. Devrimci-sos-yalist basın ve bir elin parmaklarını geç-meyecek sayıda olan gazeteci dışında, sis-temin peşine takılıp hizmetkarlığını ya-pan, burjuva-feodal düzenin bekası içinkalemlerinden mürekkep yerine kan akı-tan bir medya gerçekliğinde, basının “ta-rafsızlığı” safsatasının savunulacak, elletutulacak bir yanı yoktur. Efendilerininemirleri doğrultusunda halkı manipüle et-

mek için sayfa sayfa yazı yazanların “ba-ğımsızlığı-özgürlüğü” tarafımızca tartışı-lamayacak kadar nettir. En başından beriifade ettiğimiz klik dalaşının tipik bir teza-hürü olan Ergenekon operasyonu ile “ha-sımlarını” köşeye sıkıştırarak etkisiz halegetirmeye çalışan AKP, son olarak Oda TVbaskınları ve gazeteciler Nedim Şener ileAhmet Şık’ın tutuklanmasıyla beraber“basın özgürlüğünü” ihlal ettiği gerekçe-siyle “eleştirilere” maruz kaldı, kalıyor. Sözkonusu tutuklamaların akabinde geliştiri-len “gazetecilik” faaliyetlerinden dolayıkimse tutuklanamaz ana eksenli eleştiri-lerde dikkat çekici diğer bir konu ise utan-gaçça devrimci-sosyalist basın emekçile-rinin maruz kaldığı saldırılara da ucundandeğinilmesidir. Sakın kimsenin aklına sözkonusu gazete ve yazarlarının gerçek an-lamıyla devrimci-sosyalist basını düşün-düğü ve savunduğu sanılmasın. İnandırıcıolmak adına “işkencenin yanında ölümle-re de” değinmek gerekiyor. Aksi halde ül-kemiz topraklarında yüzlerce katliam, sal-dırı, işkence, zulüm gerçekliği yaşanırkensöz konusu “özgür” basınımızın tavrının,oldukta net bir şekilde ezenden, sömüren-den yana olduğu gerçekliğini göz ardı et-miş oluruz. Sadece güncel olanlardan Si-vas, Gazi, 19 Aralık, Mercan gibi büyükkatliamlar ve daha yazamadığımız yüzler-ce olayda basınımızın tavrı oldukça aşi-kardır.

Daha düne kadar katledilen gazetecileriçin “onlar gazeteci değil terörist” aymaz-lığı ile meseleye yaklaşanların, bugün ga-zetecilerin tutuklanmasına “basın özgür-lüğü” söylemleriyle karşı çıkmasını çokçamasumane değerlendirmemek lazım.Musa Anter, Metin Göktepe, İlyas Aktaş veonlarca basın emekçisinin katledilme ger-çekliği bütün yakıcılığıyla karşımızdayken“basın özgürlüğü” safsatalarının herhangibir kıymeti harbiyesi de yoktur. Sömürüve zulüm düzeninin her bir hücresine deitina ile yok edilmiş olan “özgürlüğün” ba-sın alanında olduğunu iddia etmek enkaba tabiriyle ahmaklıktır. Sadece günü-müz gerçekliğinde her gün devrimci-sos-yalist basını yaşamakta olduğu kapatıl-malar, baskınlar, para cezaları, tutukla-malar ve katliamlar bütün aktüelliğiyleorta yerde dururken bir kez daha sormakelzem bir hale geliyor; Hangi “basın” hangi“özgürlük”!

Devrimci-sosyalist basın vebir elin parmaklarını geçme-yecek sayıda olan gazetecidışında, sistemin peşine ta-kılıp hizmetkarlığını yapan,burjuva-feodal düzenin be-kası için kalemlerinden mü-rekkep yerine kan akıtan birmedya gerçekliğinde, bası-nın “tarafsızlığı” safsatası-nın savunulacak, elle tutula-cak bir yanı yoktur.

Dersim’de jandarma karakol sayı-larının devlet tarafından arttırımı-na dönük bir eylem gerçekleşti.Dersim merkeze bağlı AlacıkKöyü’nde yapımı planlanan jandar-ma karakolu inşaatına yönelik biretkisizleştirme eylemi yapıldı. Yeniyapılan karakol inşaatında kullanı-lan iş makinesi, 18 Mart günü yakı-larak, kullanılmaz hale getirildi. Ya-pılan eylemin ardından bölgedeoperasyona çıkan askeri timler,hiçbir sonuç alamadan geri çekildi.

Karakol inşaatına yönelik eylem

6-7_Layout 2 3/30/11 7:16 PM Page 1

Page 7: 1-10 Nisan 2011

07emek 1-10 NİSAN 2011 Halkın Günlüğü

Metal iş kolunda DİSK’e bağlıBirleşik Metal-İş Sendikası ileMESS arasında yürütülen 2010-2012 metal iş kolu grup toplu işsözleşmesinin (TİS) uyuşmaz-lıkla sonuçlanmasının ardından,alınan kararlar doğrultusundametal işçileri sırayla greve baş-ladı.

Metal iş kolunda DİSK’e bağlı Birleşik Me-tal-İş Sendikası ile MESS arasında yürütü-len 2010-2012 metal iş kolu grup toplu işsözleşmesinin (TİS) uyuşmazlıkla sonuç-lanmasının ardından 21 yıl aradan sonrametal işçileri esnek çalıştırılmaya karşı veiş koşullarının güvence altına alınmasıkapsamındaki talepleriyle grev kararlarınıaçıklayarak 22 Mart tarihinden itibarengreve başladılar.Gelinen aşamada, sermaye sahipleri pat-ronların ve işbirlikçi Türk-Metal Sendika-sı’nın grev kırıcı çabalarına ve tehditlerinerağmen, metal kolunda çalışan işçiler ey-lemlerine devam ediyor.

Eskişehir22 mart gününde Süsler Doruk Fabrika-sı’nda çalışan 600 işçi “Bu işyerinde grevvar” pankartıyla ilk grevi başlattı. Karşıla-şılan geri adım attırma çabalarından ilkipatronun servis kaldırmayacağını duyur-ması oldu.Bu uygulamaları, grev alanınahaber yapmak için gelen Hayat TV muha-birinin engellenmesi ve destek ziyaretçile-rine keyfi bir şekilde kimlik kontrollerininyapılması ve işçilerin açtıkları pankartlarıkaldırmaları yönündeki baskılar izledi.Grevin 4. gününde fabrikanın DİSK bina-sında biraraya gelerek bilgilendirme top-lantısı yapan emek ve demokrasi güçleri,

grevle ilgili yapılması gerekenleri ve des-tek sürecini değerlendirerek, gelecek dö-nemde grevin şehir merkezinde duyurul-ması için çalışmalar yapacak.

KocaeliEskişehir’in ardından Kocaeli’nde bulunanStandart Depo’da kararın fabrikaya asıl-masıyla greve gidildi. Grev kararını fabri-kaya asılmadan önce fabrika patronu ilegörüşen sendika yöneticilerinin, patronlayapılan görüşmelerden sonuç alamadıkla-

rını ifade etmelerinin ardından sendikayaüye 75 işçi 24 mart tarihinde fabrikaya “Buiş yerinde grev var” yazılı pankartı asarakgrevi başlattı ve Birleşik Metal-İş Sendika-sı adına bir açıklama yapıldı. Açıklamada“İşbirlikçi Türk Metal-Sendikası ileMESS`in imzalamış olduğu sözleşmeyi ka-bul etmiyoruz. İşverene defalarca grev ka-pınızda dedik. Bugün kapıdan içeri girdi.Bizim için grev amaç değil hedefimizeulaşmak için bir araç. Biz ekonomik vesosyal büyümeden pay istiyoruz.” ifadele-

rine yer verildi. 28 Mart’ta Gebze’de bulu-nan Kromon Çelik Fabrikası’nda BirleşikMetal-İş Sendikası’nın aldığı grev kararı-na, işyeri patronumahkemeye başvurarakitiraz etti. 27 Mart’ta mahkeme tarafındanalınan kararla grev ileri bir tarihe ertelendi.

Bekaert (Kocaeli Şube) Fabrikası’nda ise30 Mart tarihinde greve gidildi. Bekaert(Kocaeli Şube)’de başlayan grevle birliktetoplam dört fabrikada grev kararları uygu-lamaya konulmuş oldu.

Metal işçileri grevde

Konak Belediyesi işçilerinepolis ve zabıta saldırıları de-vam ediyor. Taşeronlaştırma-ya karşı direnen Konak Bele-diyesi işçileri ise tum saldırılarkarşısında direnişlerine ısrarladevam ediyor.

CHP’li Konak Belediyesi’nde taşeronlaş-tırmaya ve sendikasız çalıştırılmaya kar-şı direnen işçilere, 23 Mart tarihinde birsaldırı daha yapıldı. Geçtiğimiz günlerdeişçiler yine saldırıya maruz kalmış birçok işçi gözaltına alınmış ve devletinkolluk güçleri tarafından darp edilmişti.İşçilerin uğradığı son saldırıda ise 6 işçigözaltına alındı. Çok sayıda çevik kuv-

vet ve sivil polisin saldırısına maruz ka-lan işçilerin eşyalarına el konuldu. Isın-mak için işçiler tarafından yakılan ateş-ler söndürüldü ve battaniyelere de elkonuldu.

İşçiler saldırıyı protesto ettiİşçiler yapılan saldırıyı protesto etmekiçin 24 Mart tarihinde Alsancak KıbrısŞehitleri’nde basın açıklaması yaptı. Ko-nak Belediyesi’nden Kıbrıs Şehitleri’nekadar yürüyen işçiler yürüyüş boyunca“Baskılar bizi yıldıramaz!”, “Sendikahakkımız engellemez “,”Yaşasın onurludirenişimiz” sloganlarını attı.

Kıbrıs Şehitleri’nde basın metnini oku-yan direnişteki işçilerden Gülbeniz Dön-mez, direnişi kararlı bir şekilde sürdür-düklerini ve kölelik sistemi olan taşeronakarşı eylemde olduklarını ifade etti.

Dönmez konuşmasının devamında ; “Buonurlu mücadelemizi sürdürürken çokçirkin saldırılara ve karalamalara uğra-maktayız. Eylem kıran işçilerin kalabalıkgruplar halinde kadın-erkek ayırmadansopalı saldırılarından, polis belediye yö-netimi işbirliği içinde fiili saldırılarındantutun; kimi basın kuruluşlarının yalanyanlış haberine kadar, polis, çevik kuv-vet ve zabıtanın saldırısına uğradık. Hiç-bir gerekçe bildirmeden bu haklı veonurlu mücadelemizi zayıflatmak içinişçi arkadaşlarımıza zor kullanıldı. 17Mart Perşembe günü eylemimizin 21.gününde çevik kuvvet ve sivil polislerinsaldırısına uğradık. 65 arkadaşımız vedesteğe gelen dostlarımız yaka paçagözaltına alındılar.Gözaltına alırken bizlere şiddet uygulan-dı, tekmeleri, yumrukları, biber gazını,

elektrik şokunu kullanmaktan geri kal-mayan polis ayrıca göz altına alırken dekadın işçi arkadaşlarımıza cinsel tacizdebulundu, onlarca arkadaşımız yaralandıve en son 24 Mart gece saat 01:00’da,150-200 civarı çevik kuvvet eylem yeri-ne baskın düzenledi. Emniyet amiri ey-lem alanına hakaret ve küfürlerle gele-rek ısınmak için tenekede yakılan ateşetekmeyle vurdu ve onun ardından çevikkuvvet işçileri ablukaya almaya başladı.İşçilerin oturmak ve ısınmak için kul-landığı paletlere el konuldu. Eylemi kı-ran kimi işçilerin şikayetleri üzerine altıişçi ifadeleri alınmak üzere gözaltınaalındı. Eylemimizi kırmaya, işçilerin bir-liğini bölmeye yönelik bu saldırıları vekaralamaları şiddetle ve nefretle kını-yoruz.” dedi

Belediye işçilerine saldırı

Dayanşma platformu kurulduBütün engellemelere rağmen greve gidenişçilere, destek ziyaretleri devam ediyor.Oluşturulan platformlarla grevin başarı-ya ulaşması için dayanışma ziyaretleriyapılıyor. İstanbul’da kurulan “Metal İşçi-leri Grevi Dayanışma Platformu” grevebaşlayan işçilerin seslerini geniş kesim-

lere duyurmayı hedefliyor. Kurulan plat-form, EED, Metalurju Odası, Genel-İş,Spor-Sen, Haydarpaşa BTS, Emekliler veYaşlılar Haraketi, +İvmeDergisi ve BDSP’den oluşuyor.Toplam 15 bin metal işçisini kapsayangrevin diğer durakları ise şöyle:1 Nisan 2011- Bosal Mimaysan (GebzeŞube)

4 Nisan 2011- Çimsataş (AnadoluŞube/Mersin)6 Nisan 2011- ABB Elektrik (İstanbul 1Nolu Şube)8 Nisan 2011- Arfesan (Gebze Şube)11 Nisan 2011- RSA (İstanbul 2 NoluŞube)(NV/EÖDiğer fabrikaların greve çıkacakları tarihise önümüzdeki günlerde açıklanacak.

6-7_Layout 2 3/30/11 7:16 PM Page 2

Page 8: 1-10 Nisan 2011

Halkın Günlüğü 1-10 NİSAN 2011emek08

Sendikalar devletin emekçi sınıfa yönelikgerçekleştirdiği taşeronlaştırma, güvence-sizleştirme saldırılarına karşı bir eylem ör-gütlüyor. DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş,Dev Sağlık-İş, Nakliyat-İş, Limter-İş, Sine-Sen, Dev Maden-Sen, Sosyal-İş, Emekli-Sen, Basın-İş; Türk-İş’e bağlı Petrol-İş,Hava-İş, Tek Gıda-İş, Belediye-İş, TÜMTİS,Deri-İş; KESK’e bağlı Eğitim-Sen, SES, Ha-ber-Sen; Türk Tabipleri Birliği ve Enerji-Sen’in ortak gerçekleştireceği miting 18Mart’ta yapılan bir basın açıklaması ile du-yuruldu. 3 Nisan’da Ankara’da yapılacakolan mitingde güvencesiz-esnek çalıştır-maya, taşeronlaştırmaya, sendikasızlaş-tırmaya karşı sendikalar sözünü söyleye-cek. Yapılacak mitinge TMMOB Jeoloji Mü-hendisleri Odası ve Spor-Sen de destekvereceklerini açıkladılar.

Gerçekleştirilen açıklama ve konuşmalar-da ise devletin emek cephesindeki saldırı-ları ve birleşme vurgusu yer aldı. Son sü-

reçte emek cephesine yöneltilen saldırıla-rın boyutu Torba Yasa ile arttırıldı. Bu tümkesimlerin malumu… 3 Nisan mitingi TorbaYasa’ya da bir tepki içerecektir… Mitinginyapılması, sendikaların bir araya gelmesi,emekçilerin alanlara çıkması kesinlikleönemli. Fakat konfederasyon olan büyüksendika örgütlerinin aslında temelde sür-dürdüğü yaklaşım, bir anlamda devletleaynı çizgiyi izlemesi, ise ayrıca önemli veüzerine düşünülmesi gereken bir sorun.

Devletin saldırılarına rağmen ülkemizdeyaşam bulan işçi direnişleri lokal seyrinerağmen olumlu bir seyir izliyor. Fakat bü-yük saldırıların boyutuna baktıkça bir an-lamda sendikaların işçileri pasivize eden,onların tepkisini uzlaşıya kanalize eden rol-lerini de görmek gerekir. Sendikalar içeri-sinde emekten yana tavrını koruyan kişile-rin dahi eritildiği ve sendika ağalığının artıksendikaya egemen olduğu bir ortamda di-renişler de oldukça dar bir alana sıkışıyor.

Uzlaşıcı tavra iki örnekSendika bürokrasisinin gerçekliğine ilişkingünümüzde en yakın örneklerden biri On-tex. Ontex işçileri hakları için eylem ya-parken ayrıca onların yanında durmayanSelüloz-İş yönetimine de tepkilerini gös-termişlerdi. Sendikanın tavrını eleştiren vekendilerini temsil edecek yönetimi kendi-leri seçmek istediklerini belirten işçilerhemen işten atıldılar. İşten atma ile patronda sendika da işçilerden kurtuldu! Selüloz-İş’in bu yaklaşım ve tavrının sorumluluğu-nu tüm sendikalara biçmek doğru değildiye düşünülebilir! Fakat şunun altını çiz-mekte gerekir ki işçi ve emekçinin yanın-da olan her sendikanın Selüloz-İş Sendi-kası’nın karşısına dikilmesi, Ontex işçileri-ni ise desteklemesi gerekirdi. Fakat işçilerne kendi sendikalarından ne de diğer sen-dikalardan gereken desteği bir türlü bula-madı. İşçilerin eylemi birkaç sendika tara-fından temsilci düzeyinde desteklendi. Butabloya bakarsak aslında sendika ağaları-nın bu durumdan aslında çok hoşnut oldu-ğunu ifade etmek gerekir.

Devletin saldırılarına rağmen ülkemizde yaşam bulan işçidirenişleri lokal seyrine rağmen olumlu bir seyir izliyor. Fa-kat büyük saldırıların boyutuna baktıkça bir anlamda sendi-kaların işçileri pasivize eden, onların tepkisini uzlaşıya ka-nalize eden rollerini de görmek gerekir.

Miting vesendikalar

Kocaeli’nin Gebze ilçesinde kurulubulunan Çelik’te çalışan işçilersendikalı oldukları için işten atıl-mış, daha sonra yaptıkları 4 gün-lük işgal eylemiyle haklarını tek-rardan kazanarak, işyerine sendi-kayı kabul ettirmişlerdi. Fakat patron tarafından işçilerinbirliğini bozması amacıyla işyerineyeni işçiler alındı. 21 Mart’ta gecevardiyasında, sonradan işe alınankişiler işyeri temsilcilerine saldırdı.Yapılan fiziki saldırıda Ersin Ustave Naci Açıkgöz hedef alındı. Saldı-rı sonrası karakolu arayarak, tuta-nak tutturmak isteyen işçilere tu-tanağın sabah tutulacağı söylendi.Saldırıya uğrayan işçiler 22 MartSalı sabahı tutanak tutturarak suçduyurusunda bulundu. ÇEL-MER patronu yeni bir oyunudaha devreye sokarak saldırıyauğrayan işçileri, iş kanununu ba-hane ederek “işyerinin huzurunubozmaktan” işten attı. Bu saldırıyakarşı sendikalı işçiler tepki göste-rerek 22 Mart’ta protesto eylemigerçekleştirdi. İşçilerin protestosusonrası hızını alamayan ÇEL-MERpatronu Gazi Yılmaz, 13 işçiyi dahaişten atıcağını açıkladı. İşçilerin buolayı protesto etmesi üzerine bukarar daha sonra yapılacak görüş-meye bırakıldı.Bu gelişmelerin ardından 22 Martakşam sendikayla toplantı yapanişçiler direnişe başladılar. Fabrikaönünde süren direnişte BirleşikMetal Gebze Şube Sekreteri Nec-mettin Aydın da yer alıyor. ÇEL-MER patronu 13 işçiyi tek tek gö-rüşmeye çağırdı. İşçiler bu görüş-me talebini reddederek toplu ola-rak görüşeceklerini söylediler. Bugelişme üzerine görüşme gerçek-leşmedi. 23 Mart’ta öğle yemeği molası içinfabrika kapısına çıkan ÇEL-MERişçileri işten atılan arkadaşlarınasloganlarla destek verdi.İşçilerin görüşmelerin toplu olma-sını talep etmeleri üzerine görüş-me gerçekleşmezken, sendikanınvalilikle görüşme talebi de kabuledilmedi.Bununla beraber direnişçi işçilerinve bu işçilere şahitlik yapan ÇEL-MER işçilerinin ifadeleri alındı.

ÇEL-MERpatronundanyeni oyunlar

Geçtiğimiz yılın son aylarında Adana NumuneHastanesi’nde yapılan ihalede, taşeron firma-nın değişimi ile birlikte işlerine son verilen 37işçinin, kendilerine sunulan ibranamede;haklarından vazgeçmeleri, geçmişe dönükhak talep etmemeleri ve hukuki yollara dabaşvurmayacaklarını beyan etmeleri isten-mişti. Önlerine sunulan bu ibranamenin neanlama geldiğini söyleyen taşeron işçileri, bubelgeyi imzalamayacaklarını söylemiş ve 01Aralık 2010 itibariyle işlerine son verilmişti.

Yaşanan bu olaylar sonrası işten atılan işçilerhastane bahçesinde direniş çadırı kurarak,hep birlikte bu çadırda dayanışmayı, diren-meyi, birlik olmayı ve örgütlü bir duruş doğ-rultusunda hareket ederek var olduklarınıgösterdiler. Direnişe başladıkları ilk gündenbugüne kadar, birçok ilerici devrimci-demo-kratik kurumun da desteğini alarak örgütle-dikleri eylemler, kamuoyu tarafından daolumlu tepkilerle karşılandı.

Yapılan çeşitli eylemlere son olarak Adana İlSağlık Müdürlüğü önünde gerçekleştirilenzincirli eylem eklendi. Tek taleplerinin işe geriiade edilmeleri olan ve işe iade dışında farklı

bir çözüm kabul etmediklerini söyleyen Nu-mune işçileri, yaşanan bu haksız olaya karşıAdana İl Sağlık Müdürlüğü’nün de kayıtsızkaldığını, İl Sağlık Müdürü’nün ‘Taşerondaolur böyle şeyler’ söyleminin de bu kayıtsızlığıkanıtladığını gösterdiği için böyle bir eylemyaptıklarını ifade ettiler. İl Sağlık Müdürlüğüönünde kendilerini zincirle bağlayan işçilerepolis saldırdı. İşçilerin kendilerini bağladıklarızinciri kıran polis dört işçiyi gözaltına aldı.Gözaltına alınan işçiler ifadeleri alındıktansonra serbest bırakıldı. Polisin saldırısını kınayan Adana NumuneHastanesi işçileri, direnişlerine devam ede-ceklerini, İl Sağlık Müdürlüğü’nün açıklama-larının kendilerini tatmin etmediğini ifade et-tiler.

İşçiler söz değil pratik istiyorDirenişte olan işçilere, hastane Başhekimi ta-rafından tekrar işe alınacakları sözü verildi.Bu teklif karşılığında direniş çadırının kaldı-rılmasını ‘rica’ eden başhekime,İşçiler, işe alı-nana kadar direniş çadırını sökmeyeceklerini,her gün bu çadırda buluşacaklaklarını söyle-diler.

Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok!

8-9_Layout 2 3/30/11 7:57 PM Page 1

Page 9: 1-10 Nisan 2011

Tozu dumanı doğru perspektif dağıtırEMEĞİN KÜRSÜSÜf dursun baştuğ

layların analizinde elinizdetuttuğunuz silah ya sizi doğ-ruya götürür ya da sizin doğ-rudan uzaklaşmanıza nedenolur. Bu açıdan esasta belir-

leyici olan, meseleye hangi penceredenbaktığınızdır. Aynı meseleler üzerindenfarklı sonuçlar çıkması da aynı olay ve ol-gulara farklı pencerelerden bakıldığıylaalakalıdır. Ancak hangisinin doğru ve bi-limsel olduğunu, yaşayan canlı pratik ka-nıtlar. Bu açıdan toplumsal meselelereyaklaşırken sizi en güçlü kılacak şey eli-nizdeki yöntemdir. Kaypakkaya’nın, birgün, yoldaşlarıyla görüşmeye giderkenonlara “size dünyanın en güçlü silahınıgetirdim” diyerek Kızıl Kitap’ı göstermesidikkate değer bir yaklaşımdır. Bugün dünya ezilenlerinin doğru bir pen-cereden meselelere bakabilmeleri için işçisınıfının bilimsel ideolojisi ile kuşanmalarızorunludur. Hem de bu ideolojinin, neo-li-beral saldırılardan bağımsız olmayan,önemsenmemesinin ve küçümsenmesi-

nin oldukça yaygın olduğu bir dönemde.Toplumsal altüst oluşların yeniyi yarat-malarının temel koşulu da budur. Bu daancak bu ideolojiyle kuşanmış bir örgütleolur. Eskiyi var eden ve koruyan temel di-namiklerin yıkılarak yeniye ait olanın inşaedilmesi ancak bu şekilde mümkündür. Toplumsal altüst oluşlar ya da mücadele-ler rastgele bir seyir izleyemezler. Helegünümüz koşullarında bu mümkün değil-dir. En nihayetinde eridiği bir pota vardır.Bizim için esas belirleyici nokta esas güçolan kitle hareketliliğinin devrim hedefineyöneltilmesi ve eski ile yeni arasındaki di-yalektik bağda eskinin temellerine vura-rak yeniyi inşa yönelimine girmesidir.Devrim dediğimiz mesele de en nihaye-tinde bu şekilde hareket eden bir sürecintamamlanmasıdır ve tarihsel bir olgudur.Üretim ilişkileri ve bu üretim ilişkileri üze-rinden şekillenen toplumsal formasyonunyenisiyle yer değiştirmesi ancak ve ancakkitlelerin böyle bir yönelim içerisine gir-meleriyle mümkündür. Her ne kadar kitle-

ler hareketlenip ortalığı kasıp kavursalarda kendiliğinden böyle bir yönelimin içinegirmeleri mümkün değildir. İşte burada daiş ‘tarihin pususuna yatmış’ devrimcileredüşer. Çünkü kitlelerin devrim davasınaen yakın oldukları dönem bu dönemdir.Kitleler siyasi çalışmaya en çok böyle dö-nemlerde yaklaşırlar. Bu dönemde kitlele-rin algıları siyasi bilinci almaya daha yat-kındır. Bu durum genel bir toplumsal mücadele-nin yanında tek tek veya kitlesel bir şekil-de verilen ekonomik ve demokratik müca-deleler için de geçerlidir. Bu mücadelelerinseyri her zaman için talep edilen şeyle sı-nırlı olarak erimeye mahkumdur. Egemensistemin genel olarak böyle direnişlereyaklaşımı göreceli bir demokrasi genişle-mesi ve ekonomik-demokratik haklardabelli bir oranda iyileştirme yönündedir.Tüm bu meselelerin geçici olduğunu, gerialınması ihtimalinin yüksek olduğunu ta-rihsel tecrübelerin ışığında emekçilerekavratmak, geleceği kazanmak için verilen

mücadelelerin önemli görevlerindendir. Bugün, toz duman içinde yatağını bulma-ya çalışan ezilen dünya halklarının bu du-manı dağıtabilmeleri için her bir parçanınkendi gericilerine karşı yükselteceği gele-ceği kazanma mücadelesinden geçtiği,unutulmaması gereken tarihsel bir so-rumluluktur. Yetmişli yıllardaki kitle hare-ketlerinin yüzünü komünist mücadeleyedönmelerinin en büyük sebebi o dönemdedünyada bir fırtına etkisi yaratan BüyükProleter Kültür Devrimi’nin ideolojik rüz-gârıdır. Günün koşulları böyle bir gelişme-ye imkan vermemektedir. Merkezi anlam-da ideolojik hegemonya kurabilecek birodak olmaması ezilen dünya halklarınınen büyük dezavantajlarındandır. Böylebir durum ancak her bir siyasal coğrafya-nın kendi çelişkilerini çözerek oluştura-cakları güçlü bir merkezle mümkündür.Böyle bir gelişim çizgisi de mevcuttur. Sa-dece ateşi daha da harlayarak alevi bü-yütmek gerekir.

O

Ontex işçileri bugün hala devam edenbir örnek. En büyük örnek ise elbetteki TEKEL direnişi. Yakın tarihin ensesli direnişlerinden olan ve göz göregöre sendika, patron ve devlet üçge-ninde boğulan bir direniş. Tek Gıda-İşbaşta olmak üzere birçok sendika budirenişin bitirilmesi ya da bitirilmesianlamına gelen pasifize etme yöneli-mini tercih etti. Ve nitekim öyle oldu.Bu tutum işçileri 4C köleliğine mah-kum etti.

Sendikalar tavrını netleştirmeliSendikalar içerisinde söz ve kararhakkı elinden alınan tabanın sesiniyükseltmesi sendikalardaki bu bü-rokrasiyi kıracak önemli bir yöntem.Kuruluşları, (devlet eli ile ve gericilerceoluşturulan sendikalar dışındakiler),devrimci, ilerici bir nitelikle başlayansendikaların bugün geldikleri durumise hiç iç açıcı değil. Sokakta kurulanve binlerce kamu emekçisinin uğruna

bedeller ödediği KESK bugün geldiğiboyut itibariyle bürokratlaşan yapısıve örgütlenmedeki yetersizlikleri ileemekçileri bir araya toplamaktan vesınıf sendikası olmaktan uzak bir se-yir izliyor. DİSK’in durumu da bundanpek farklı değil. Diğer konfederasyon-lar ise malum olan tavrında yoluna de-vam ediyor. Kararların kapalı odalarda alındığısendikalar, işçiyi artık umursamayan,sadece kendi varlığını sürdürmek içinvar olan araçlara dönüşüyor. Türk-İş’in TEKEL eylemlerinde takındığı ta-vır hala akıllarda. İşçileri sendikaya al-mayan bir işçi sendikası! Üye sayılarıüzerinden yapılan hesaplamalaradönüştürülmeye çalışılan sendikacı-lık, işçi kesimini adeta örgütlenmek-ten uzaklara itiyor.İşçilerin emek sömürüsüne karşı biraraya geldiği kaleler olan sendikalarındevlet eli ile sendika ağalarının at koş-turduğu alanlara dönüştürülmesi deemekçi kesim için büyük bir saldırıdır.

Onları yalnızlaştıran, örgütlenmeyeolan güvenini yok eden bu tutum, yal-nızca devletin ve koruyucusu olduğupatronların işini görüyor. Bütünü iledevlet sendikası olarak tanımlanma-yan ama oraya doğru evrilen sendika-lar içerisinde yer alan devrimci dina-mikler ise bu bürokratik işleyiş ve ya-pılanma altında, süreç içerisinde tasfi-ye ediliyor ya da kendi halinde içe ka-panık bir vaziyete itiliyor. Bu dinamik-ler de bu bürokrasiyi parçalayacak biryol izlemezler ise eriyecek ya da ken-disi de o bürokrasiyle benzeşecektir.

Daima alanlarda, daima eylemde olmak gerekTorba Yasalarla emekçiler adeta sürü-nerek sürdürülen bir yaşama mah-küm ediliyor. Taşeronlaştırmanın sonyıllarda daha da arttırıldığı ülkemizde,işçi katliamları da artıyor. AKP’nin hü-kümete gelmesi ile daha da arttırılanemekçi halka yönelik saldırılar da gi-derek boyutlanıyor. Patronların dahafazla zenginleşmesi, daha fazla sömür-mesi için çarkların arasına sıkıştırılanemekçilerin daha fazla bir araya gel-mesi ve daha fazla örgütlenmesi zo-runlu bir durum. Kapsamlı saldırılarailişkin yılda iki ya da dört defa yapılanmitingler ancak ve ancak tepkiyi tü-ketir. İşçileri “yapıyoruz bir şey olmu-yor” anlayışına sürükler. Sendikalarınsınırlı tepki, gündem geçiştirme ve birşekilde saldırıları emekçilere sindirtmetavrı aşılmalı ve daha fazla alanlardaolunmalıdır. Talepler ısrarlı bir şekildedillendirilmeli ve emekçiler istedikleri-ni alıncaya kadar, bu taleplerin arka-sında durulmalıdır. 3 Nisan’da gerçek-leştirilecek olan miting elbetteki yapıl-malı ve tüm emekçiler, devrimci, de-mokratik kitle örgütleri tarafındandesteklenmelidir. Fakat orada dile ge-tirilecek talepler konusunda sonrasın-da kararlı ve ısrarlı bir duruş izlenmeli-dir. Taşeronlaşmayı daha da arttıran,esnek çalışma ve güvencesizleştirme-yi öngören Torba Yasa’nın meclistenrahatça geçirildiği o günlerde izlenensessiz, pasif tarza girilmemelidir.

Tüm hayatın güvence-sizleştirilmesine, es-nek çalıştırmaya, taşe-ronlaştırmaya, sendi-kasızlaştırmaya karşı,3 Nisan tarihinde An-kara’da örgütlenecekolan mitinge DHF, DGH,DKH ve YDSB merkezikatılım çağrısında bu-ludu. Yeni demokrasi güçleritarafından yapılanaçıklamalarda hakimsınıfların, işçi ve emek-çileri işsizliğe, güven-cesizliğe, geleceksizli-ğe mahkum ettiği dilegetirilerek bu saldırıfuryasına karşı işçi,köylü emekçi kitlelerinörgütlü mücadeledeyer almaları gerektiğivurgulandı. Yapılansaldırı yasalarının ensonuncularından biri-nin Torba Yasa olduğu-nun ifade edildiği açık-lamalarda “Bu yasa ilebirlikte birçok kazanıl-mış hak geri alınmaklabirlikte yapısal dönü-şüm sürecinin bir par-çası olarak egemenle-rin yıllardır ağızları su-lanarak bekledikleribirçok düzenleme deonların lehine hayatageçirilmiş oldu. Önü-müzdeki süreçte dahakapsamlı saldırılarındevamının geleceğiaşikârdır. Taşeronlaş-tırma, esnek çalışmadaha da yaygınlaştırıl-

maktadır. Görece dahagüvenli olan kamu ala-nı da özelleştirme poli-tikaları ve çıkarılanyeni yasalarla birliktepiyasa koşullarının ku-cağına itilerek buralar-da da güvencesizlikyaygınlaştırılmaya ça-lışılmaktadır” denildi.

Açıklamada, bu gele-ceksizleştirme politi-kalarına karşı halkınyekpare bir bütün içe-risinde mücadele et-mesi gerektiğine dik-kat çekilerek, “Ezilenmilyonlar, fabrikalarda,tarlalarda, okullarda,meydanlarda sömürüve zulüm saltanatınakarşı seslerini yükselt-mektedirler.

‘Güvenceli İş, İnsancaYaşam’ şiarıyla örgüt-lenen mitinge, DHF,üyeleri, taraftarlarıylabirlikte merkezi olarakkatılacağını ilan eder!

Demokratik bir halkiktidarı için, sömürüye,zulme ve gerici saldırı-lara karşı, 23 Şubatoperasyonlarına karşıgösterdiğimiz devrimciduruşumuza sahip çı-kalım!

3 Nisan’da Ankara’da,Demokratik Haklar Fe-derasyonu’nun disip-linli, kararlı ve coşkulukortejlerinde yerimizialalım.” ifadelerine yerverildi.

Yeni demokrasigüçlerinden çağrı

09emek 1-10 NİSAN 2011 Halkın Günlüğü

8-9_Layout 2 3/30/11 7:57 PM Page 2

Page 10: 1-10 Nisan 2011

rojda demirÖNCÜ KADIN

SEÇİM, SEÇEN, SEÇİLEN

evrimci halkın tarafınıtutan bir kimse devrim-cidir, emperyalizm, dere-beylik ve bürokratikkapitalizmin tarafını tu-tan bir kimse karşı-de-vrimcidir. Yalnız sözde

devrimci, halkın tarafını tutan,hareketlerinde ise başka bir davranışgösteren kimse sözde bir devrimcidir,yalnız sözde değil, hareketleriyle dedevrimci halkın tarafını tutan birkimse mükemmel bir devrimcidir.”Mart 1926 yılında Çin Komünist PartisiBaşkanı Büyük Proleter Kültür De-vrimi’ni halkıyla yaratan Mao Zedung,Çin’in çeşitli sınıf tahlilini yaparkençalışmasında tarihe not düşüyordu.Newroz’un tüm renklerini kuşananalanlar Demirci Kawa’ların haykırışıylaçınladı. Ancak bir devrimci yurtseverkadının içeriden, tutsakların tecrit-izole yaşamından seçilerek seçilmiştokadı bir başka patladı bürokratikkomprador burjuvazinin suratına.2006 Newroz’unda ‘kadın da çocukda olsa gereğini yapın’ diyerek DicleÜniversitesi öğrencisi, DevrimciDemokrasi muhabiri İlyas Aktaş dadahil Kürt halkı başta olmak üzeretüm ezilen emekçilerin üzerine yağlı-petrollü kurşunları ve gaz bombalarınıyağdıran Türkiye Cumhuriyeti devle-tinin buharlaştırılan tecritten-tarihtenkatmerleşerek gelen katliamcı-soykırımcı faşist saldırılarını nasılmanipüle ettiklerini bir kez daha netgördük. Kadın milletvekilinin bir elini,halkını müdafaa etmek için havayakaldırması, ezberi bozulan ve yaşamkaynağını baskıdan, işkenceden,katliamdan, tacizden, tecavüzden veher türlü gerici erkek egemen sisteminşiddetinden alan ‘kağıttan kaplanlar’ımüthiş sarstı. Kuzu postuna girmişçakallar ‘seçmen, seçilen ve seçim’oyunlarıyla devreye girmektegecikmediler."Bir milletvekili, milletvekilliği onurunu,şerefini bu kadar ayaklar altına alabilirmi? Bizzat kendileri şiddete başvur-maya başladılar. Dokunulmazlığınarkasına sığınıp polise tokat atmaken hafif tabiriyle densizliktir. Bu olaylailgili derhal hukuki sürecin başlatıl-masını istiyoruz. Bu densizliğin hesabıhukuk çerçevesinde sorulacaktır"diyecek denli katilliğini gizleyen AKPhükümeti Başbakanı Recep TayyipErdoğan, Ortadoğu halklarına saldırıdakullanılmak üzere gönderdiği savaşgemilerini ‘polise şiddet’ten daha azdeğerde buluyor(!) Yemen’e gönder-ilmek üzere yerine ulaşmadansuçüstü yakalanan 16 bin silah hangimazlum halkların yanağını okşamayagidiyordu acaba? Gizli savaş plan-larında daha neler var bilemeyiz, amaemperyalist ağa-babaları Ortadoğu’-daki tahakküm çıkarları bitince ‘Wik-ileaks” le çöp tenekesine doğru birnanik yaparlar, çöplüğe giden faşistdiktatörlerin çetelesi ezilen halklarıntarihinde sabittir.Kendi yoz, gerici, faşist yaklaşımlarınıörtbas etmek için politikalarındaHavra, Savme’a ve Camii’yi de zehirliörümcek ağıyla ABD’den Ortadoğu’yaörmeye devam ediyorlar. Öncedenbelirlenen rolleri, artık peçeyle gizle-meye de ihtiyaç duymadan icraatlarınısürdürmektedirler.Halk evlatlarını katlederek kanla besle-nen bu insan artıkları, analar evlat-larına sahip çıkarken saçlarındansürüklenirken de F tipi hücrelerin mi-

marisine oynayan boş mezara girecekkadar parayı-pulu-malı-mülkü sev-enlerdir. Bunlarda zerre kadar insansevgisi olmaz, ama rollerini o kadariyi oynarlar ki; yılanı dost diye tatlıdilleriyle halka gönderirler. Bütün açılımlarını saça saça, seçimaldatmacasıyla sandıklardan bizeyöneltecekleri kurşunun, hesabını enince hesaplarıyla şimdiden planla-maktadırlar. Libya’da düşürülen F-15 Eagle savaş uçağını gizleyen ABDordu sözcüsü Kenneth Fidler ve CemBoynerleri halkların haklı savaşını gi-zlemeye güçleri yetmeyecektir. Hazi-ran 2011 seçimlerine kısa bir sürekala, birbirlerine demokratik yaklaşım-ları İzmir’den milletvekili aday adayıolan biri CHP’li, biri AKP’li karı-kocanınmedyaya yansıyan biçimi aslında bur-juva parlamentosunun nitelik(siz)liğiniçok açık resmediyor. AKP’den adayolan eşine ‘eve harçlık bırakmadım,jeepin anahtarını aldım’ diyerek in-sana, yaşama ve kadına emperyal-ist-kapitalist sistemlerin ‘derebeylikve bürokratik demokrasi’ parlamenter-lerini gözümüzün içine içine sokmak-tadır. Seçmenin, seçilmişin değil tokadıDemirci Kawa’nın devrimci kızıl ba-lyozu halkların gerçek kurtuluşu içindaha da yukarıya kaldırılıp iki yüzlü-riyakarların kafasına inmelidir. Kendirefahları için işçinin, emekçinin,köylünün, kadının, çocuğun, yaşlının,hastanın gırtlağına çöken emek düş-manlarının seçimleri bizi kurtaramaz,bizi kendi özgücümüz olan devrimciönder-öncü yeni demokratik halkkitlelerinin halk iktidarı kuvveti kurtarır.Yıllardır sürdürülen mücadelede hertürlü kirli yöntemlerini kullanarakkatlettikleri ve sahipsiz diye kimsesizmezarlığında saklanmaya çalışılanhalkın yüreğinde, bilincinde ve az-minde hiçbir zaman sönmeyen okomünist-Maoist meşaleler hiçbirşekilde sönmedi, hesap sormak içinkarşılarına dikilecektir cellatların.Kaçınılmaz bir gerçektir. Bu tarih;ismi geçerken dizleri titreyen düö-manlarımızın da önderimiz İbrahimKaypakkaya’nın ardından Maoistkadın-erkek yoldaşlarına işkence ya-parlarken de hakkını teslim ederekdevraldığımız bir onurlu mücadeletarihidir. İbrahim Kaypakkaya’nın onu-ru; onun ezilen ulus, azınlık milliyetve faşist Kemalist diktatörlüğün temeltaşı ve iskeleti olan CHP’ye yıllaröncesinden yaptığı nitelemesindendoğru bilimsel sosyalist ideolojide il-erleyen ve cellatlarına hayranlık duy-mayan “devrim güzelleri”ne aittir. Notdüşülmelidir seçim arifesine.Bürokratik komprador burjuvazinintarafını tutan bir kimse karşı-de-vrimcidir. Halkı için sokaklarda fiili,meşru mücadelesini yürüten degerçek devrimcidir. Bu bilinçtenhareketle; devrimci komünist enter-nasyonalist Maoistlerin hedefi; herzaman ve her koşulda askeri, siyasi,örgütsel olarak emperyalist işgal,ilhak, haksız savaşlara ve her türdenfeodal gerici egemen sömürü düze-nine karşı halkın haklı devrimcisavaşını yürüten eylem pratiğidir.Mart 1926’dan Mart 2011’leri ışıtanMao’dan Kızıldere’de “biz buraya dön-meye değil ölmeye geldik” diyenMahir’lerle kazanacağımız özgür halkve bağımsız ülkede yaşama düşler-imizi gerçekleştirmeye doğru UzunYürüyüşümüz yol alıyor.

D

1-10 NİSAN 2011 Halkın Günlüğü

İstanbul’daki Rumlar ve Batı Trakya’daki Müs-lümanlar 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’nagöre mecburi mübadalenin dışında kalmışlardı1.Ancak kalan Rumlar her zaman için göze batanbir unsurdu. Nasıl ki 6/7 1955’te Kıbrıs bahaneedilerek pogromu gerçekleştirdilerse bu kez deyine Kıbrıs ve hiç alakası olmayan 1930 tarihliSeyrü Sefain anlaşmasının feshi bahane edilerekİstanbul doğumlu Rumlar sınır dışı edilecek-lerdir.Kıbrıs etnik temizlik için bulunmaz bir bahanedir.50’li yılların ortasından 1962’ye kadar Kıbrısolaylarını fırsat bilerek elli kişiyi sınır dışı et-mişlerdi. Fakat bu sınır dışı olayları sistematizeedilmemişti, sadece kovulan kişileri ilgilendi-riyordu. Bir filoloji derneği olan Elen Birliği üyeleriolan bu Rumların çoğunluğu da devlet aleyhinefaaliyetlerle ve casuslukla ilişkilendiriliyordu.İstanbullu Rumların sınırdışı edilmeleri etniktemizlik politikasının önemli halkalarından bi-ridir. 1964 yılında Kıbrıs’ta yaşananlara misillemeolarak İsmet İnönü hükümeti İstanbul’dakietablis Rumların (Lozan’la bu hakkı elde edenİstanbul doğumlu Yunan vatandaşları) oturmaizinleri iptal edildi. Karar için özel bir gün seçil-mesi ihmal edilmemiştir. Sınır dışı kararı 16

Mart 1964 günü verilmiştir. 16 Mart aynı zamandaİstanbul’un kurtuluşunun 44. yıldönümü veVarlık Vergisi’nin kaldırıldığı güne denk geti-rilmiştir. Etnik temizlik uzmanı İnönü’nün kaldığıyerden başladığını söylersek abartmış olmayız.Bu sayede İstanbullu Rumlar kitle halinde ko-vulacak, kalanlar da süreç içerisinde teker tekerayrılarak, Rumlar tarihsel topraklarından ko-vulacaklardır. Kararla birlikte tapu işlemleri vebanka hesapları donduruldu. Kovulanlar yan-larına alacak eşyalara dahi sınırlama getirilmiştir.“Sınır dışı edilen her kişi beraberinde ancak ki-şisel eşyalardan oluşan 20 kiloluk valiz ve 200Türk lirası da para (O günkü kurla 22 dolardı)çıkarma hakkına sahipti. Bunun dışındaki eşyayıTürkiye’den çıkartması kesinlikle yasaktı. Bunaev eşyaları ya da hatıra değeri taşıyan ziynetvb. değerli eşyalar da dahildi.”2

Sınırdışı kararı ile birlikte Rumlara yönelik suç-lamalarda sınır tanınmadı. Dehumanization (in-sandışılaştırma) doludizgin gidiyordu. Dönemingazetelerindeki haberler açısından Türk basınınıyüz kızartıcı nitelemesi denilse dahi az gelir.Dış ticaret hacmi ithalatı bakımından, Türkiye’nin343 milyon ihracatı 310 milyon iken Rumlar 500milyon döviz kaçakçılığı ile suçlanmaktadırlar.

Sınır dışı karar ile birlikte Rumlarayönelik suçlamalarda sınır tanın-madı. Dehumanization (insandı-

şılaştırma) doludizgin gidiyordu. Dönemingazetelerindeki haberler açısından Türk

basınını yüz kızartıcı nitelemesi denilsedahi az gelir.‘

SAİT ÇETİNOĞLU

10-11_Layout 2 3/30/11 4:59 PM Page 1

Page 11: 1-10 Nisan 2011

11güncel

1955 olaylarından on yıl sonra 1964 yılı martayında acılı göç yine başlamıştı. Yaşlılar, hastalargözyaşlarına bakılmadan ülkeden gönderildiler.Terörize ortamdan dolayı büyük bir göç dahabaşladı. 1964 yılı sonuna kadar İstanbullu Rum-lar kitlesel olarak sınır dışı edildiler. İşlerinitasfiye edemeden alacaklarını toplayamadanapar topar gönderildiler. Gayrimenkullerine,banka hesaplarına ve alacaklarına el konularakT.C. nin kurucu antlaşması Lozan’a rağmensınır dışı edildiler3. Olayların tanığı olan Sarkisyoldaş olayları kısaca şöyle ifade ediyor: “1964’teRumların Yunanistan’a gönderilmeleri sırasındayıkma, yağma, öldürme gibi olaylar olmadıbenim bildiğim kadarıyla ama, herkesi emniyeteçağırdılar, ‘kendi rızamla gidiyorum’ diye imzaaldılar. Formalite tabii, tehditle aldılar bu im-zaları. İnsanların çoğu ağlayarak gitti. ‘Potan-siyel düşmanlar’! Sedyeyle bir kadın gidiyor,yürümeye gücü yok, o da ‘alternatif düşman’sayılıyor. Sınır dışı ediliyor, kadın sedyeyle gi-diyor ‘potansiyel düşman’!”4

Evet bu kez vurma kırma olmamıştı ama dev-letin oluşturduğu terörize ortam korkunçtu5.Dönemin gazeteleri ve meclis üyeleri koro ha-linde İstanbul doğumlu Rumların üzerine çul-landığı gibi bilfiil emniyet güçleri de bunlarınensesine yapışmışlardı. Mağdur anlatımlarındabu konu ortaktır:

“Kayınpederimi 1 Nisan Perşembe günü hap-settiler ve 15 Nisan’da serbest bıraktılar, ar-dından sınırdışı ettiler. Ellerinde kelepçeler ol-duğu halde, polis gözetiminde onu havaalanınakadar götürdük, uçak kalkana ve kapılar ka-panana kadar beklediklerini söyleyebilirim,yani kapılar kapandı, uçak havalandı ve öylecegittiler.”

Devletin hoşgörüsü!Bir başka anlatımda da aynı terör ortamınınaltı çizilmektedir: (Rumları sınır dışı etmeyebaşladıkları zaman) sınır dışı edilecek olanların

adları gazetelerde çıkıyordu.Ve her gün gazeteyialarak içine bakıyordun. İçinde adım yoktu.Bir sabah Burgaz adadan iniyorduk ve birbi-rimizin yanında oturarak gazetelere bakıyor-duk. Derken gazeteye kendisi göz atıyordu,Papadopulos, Spiropulos ve ne bileyim, oradadurdu, daha fazlasını okumadı. Ona: ‘Haydi, gelAndoni, söyle, durma benim ismim de geçiyor,söylesene’ dedim. “Evet, yazıyorlar”, diye cevapverdi. Buydu işte. Hemen Dördüncü ŞubeyeYabancılar Dairesine gittik. Bize ne yazdığınıgörmememiz için ikiye katlanmış bir kağıdınüstüne imzamızı atmamızı istiyorlardı. Benimo zamanlar çok tanıdığım vardı. Onların ara-sında birini gördüm, ne bileyim ben, ona şöylededim: ‘Ali bey ben bu kağıda nasıl imzamıatabilirim, belki burada Türkleri katlettiğimiyazabilirler, ben bunu mu gösterdim, ne bileyim.’O ise bana: Sana bir arkadaş olarak burayaimzanı atmanı tavsiye ederim. Diye cevap ver-di… -Yani okumayacak mıyım? -Bak, ben sanaokumana engel olamam, onu açıp okuduğuntakdirde, çocuğunu bile göremeden buradanbir arabayla dosdoğru sınır kapısına gideceksin.Benim tavsiyemi dinlersen ve okumadan im-zanı atarsan, hükümetin, her neyse Devletinhoşgörüsü sayesinde bazı işlerini halletmeniçin altı günün olacak.”Kovulanların pasaportlarına ilkin ‘’Bu pasa-portun sahibi Türk makamları tarafından sı-nırdışı edilmiştir’’ diye yazan bir damga vu-ruluyordu. Daha sonra ise ‘’İkamet teskeresininsüresi sona erdiğinden dolayı Türk makamlarıtarafından sınır dışı edilmiştir.’’ diye bir damgavuruyorlardı.Atina’da bu kurbanlar üzerine bir çalışmayapan Yanni N. Drini’nin6 İstanbullu Rum sür-günleri ile ilgili olarak çarpıcı sonuçlara varırkengenel bir politikanın devamının altını çizer:“İstanbullu Rumlar on yıl arayla meydana gelen[yazar 6/7 Eylül 1955 olaylarından söz ediyor]bu olaylara değinirken, her şeyin Türk devle-

tinin onları kovmak ve baskı yapmak içinoluşturduğu bir zincirin devamlı halkaları ol-duklarına inandıklarını söylüyorlar. Kendi ha-yatlarından bahsettikleri zaman ise hayatlarınıetkileyen şu üç temel olayın üstünde görüşleribirleşiyor: Genç nesillerin büyüklerinden öğ-rendiklerine göre İkinci Dünya Savaşı esna-sında yirmi yaş grubunun Amele Taburları’naseferber edilmesi ve Varlık Vergisi daha sonraise Eylül ayında meydana gelen olaylar. Çoğukez, ben onlara herhangi bir soru yöneltmemefırsat vermeden bu olaylara değinmeye ihtiyaçduydukları açıkça belli oluyordu. Bu insanlarlagörüşmelerim esnasında, bir vaka hariç, ken-dilerini sarsan oldukça trajik bir şekilde geçenolayları duygularını saklamadan gözler önünesermeye çalışmalarından, Eylül 1955 ayındameydana gelenlerin üstünde özellikle durmakistediklerini anlıyordum.”Drini kurbanların psikolojisini de çizer: “Aksinesınırdışı edilmeleri, onların kendi aralarındaeski benzer vakalarda olduğu gibi tekrar to-parlanmaya çalıştıkları bir durak noktası ol-maktan ve tarihi bir trajedinin önemini taşı-maktan öte İstanbullu Rumları toplu bir haldeyaşadıkları yerden alarak dağılmalarına nedenolan, hayatlarını bundan böyle önce’’ ve sonradiye ikiye bölen ve anılarını bir yerden başkabir yere taşımak suretiyle hayatlarında iz bı-rakan önemli bir geçiş noktası niteliğini taşıyor.Tüm konuştuğum kişiler, tehcir olayının İs-tanbul’u ikiye bölen bir zaman geçidi olduğunuısrarla söylemeye devam ediyorlar, çünkü1964’te Rumlar gittikten sonra İstanbul artıkeskisi gibi değildi.”Kovulanlar kaderinde Yunanistan’da sefaletvardır: “Buraya geldiğimiz zaman moralimizpek iyi değildi. Buraya gelmek istemiyorduk.Gelmek istemiyorduk, çünkü Yunanistan’dasefalet var diye bizi korkutmuşlardı, biliyor-sunuz öyle diyorlardı. Bizi hoş karşılamadılar.İstanbul’da yaşayan Rumlar, belli aralıklarla

seyahate çıkıp buraya geliyorlardı, oradaki ha-yatı görüyorlardı. Gerçekten biz 1964’te burayageldiğimiz zaman büyük fakirlik gördük. Bu-radaki insanlardan ben hayal kırıklığına uğ-ramıştım, bu insanlar bunca sene buradadırlarve fakirlik içinde yaşıyorlar biz nasıl kalkına-cağız diyorduk. İstanbul’da iyiydik, evimizidüzmüştük, işimiz vardı, etrafımızda akraba-larımız vardı, hepsi bize yakındı. Burada isebirbirimizi kaybettik, biri diğerinden uzaktakalmıştı.”Sonuç olarak tek parti diktatörlüğünün CHP’si-nin azınlıklardan sorumlu 9. Dairesi’nin Rumlarailişkin İstanbul’un 500. Fetih Yıldönümünde,tek Rumsuz İstanbul kararı, fethin 500. yılınayetişememişti ancak bugün İstanbul’da Rumlarartık yok denecek kadar azalmışlardır.DİPNOTLAR1 Neoklis Sarris’e göre (1994) Türk makamları bu iki toplumunmübadalenin dışında kalmasına razı geldi, çünkü Rumları,yeni gelen Türk işadamlarına ‘’yol göstermeleri’’ için kul-lanmak istiyordu. Genel bir bakış açısından ‘’mübadeleyetabii’’ ve ‘’etabli’’ hukuki terimlerinin açıklanması bu kadarkarışık olması. Bu İstanbullu Rum azınlığıyla doğrudanalakalı olan bir konudur. Önemli olan nokta İstanbul’dayaşayan Rumların mübadeleden istisna edilmesi hangiuyrukluğa tabi olmasından bağımsızdı. Hatta İstanbul’dayaşayan Yunan uyruklu Rumlar 1930 Ankara Antlaşmasıile hiç bir ilgisi yoktu. 2 Hülya Demir-Rıdvan Akar, İstanbul’un Son Sürgünleri,Belge Uluslararası Y. 1999, s 723 Aslında Yunan uyruklu Rumlar Lozan Antlaşması’na(1923) tabii olarak mübadelenin dışında kalmışlardı. Bunagöre sınır dışı edilmeleri Lozan Antlaşması’nın açık bir ih-lalidi. 4 Çerkezyan S. Dünya Hepimize Yeter. Ed Yasemin Gedik.Belge Uluslararası Yayıncılık 2009. s 1955 Yunanlıları sınırdışı etmeye başladıkları zaman, İstanbul’daRum cemiyeti arasında,korku rüzgarı esiyordu.Korku,panikve kaçış. Evet,öyle bu insanlar korkudan büzülmüş bir hal-deydiler,diyelim ki evlerinden dışarıya çıktıkları zamanonları , bekleyen iki Türk’ün saldırısına uğrayabilecekleriniveya onların tarafından öldürüleceklerini düşünerektedirgin oluyorlardı. Özellikle yetişkin kızları olan ailelerYunanlılar için büyük bir problem teşkil ediyordu, 6 Memleket Hasreti, Gönlümün Kasveti, Yakında BelgeUluslararası Y. Tarafından Yayınlanacaktır.

-

1964

İstanbul dogumluRumların kitleselkovulması

10-11_Layout 2 3/30/11 4:59 PM Page 2

Page 12: 1-10 Nisan 2011

Örgüt bilinci ve örgütsel ilkelerÖrgüt, her şeyden önce belirli amaçlar içinbir araya gelen birden fazla insanlar toplu-luğudur. İnsanlar oldukça çeşitli nedenlerile o kadar çok çeşitli örgütlenmeler oluş-turmuştur ki burada sayfalar dolusu açık-lamak ve sıralamak mümkündür. Bizimtartıştığımız konu örgüt- örgüt bilinci veilkeler olduğu için yazımızı bununla sınır-landıracağız.Bir komünist partisini sağlam ve güçlü kı-lan nedenlerden biri de o partinin baştakadroları ve önderleri olmak üzere birey-lerinin ezici çoğunluğunun o partiyi vareden ideolojik, politik, sınıfsal, örgütsel, as-keri ve kültürel olarak bilinci ve seviyesi-nin yüksek olmasıdır. Örgüt bilinci zayıfolanlar çabuk kırılırlar ve hızlı bir şekildesavrulurlar.Örgüte ve örgütlenmeye yabancılaşanlar,bu türden ihtiyacı da deyim yerindeysekuşa çevirmek için bin bir dereden su geti-rirler ve kendilerini çözümün bir parçasıolmaktan alıkoyarlar. Devrimciliği ve dev-

rimci yaşamı bireysel çıkarlarının aleti ha-line getirmek için elinden geleni yaparlar.Yaşamın bütün noktalarında örgütlenmeyive mücadele etmeyi geliştirmek ya da iler-letmek için teorik ve pratik sürecin içinegirmek yerine devrimci teoriyi de devrimcipratiği de hobi olarak yürütürler. Bireyselçıkarları, feodal ve kafa kol ilişkileri önplanda tutarlar. Hatta bu noktadaki zaafla-rını ve burjuva feodal ilişkilerini örtbasederek etrafına devrimci ilişki olarak yut-turmaya çabalarlar. Onlar için örgütününve de ideolojinin, örgütlenmenin, devrimcigörev ve sorumlulukların, karar ve planla-maların pek fazla bir değeri yoktur. Adetadevrimcilik kişisel ihtirasları söz konusuolduğunda kapıdan içeri girmez ve burjuvafeodal ilişkiler geliştirilmeye çalışılır. Dev-rimcilik boş zaman işi ve hobi olarak kişi-sel çıkarların aleti haline getirilir. Çok ön-cesinde kişisel çıkarların ve ihtirasların yada burjuva feodal gerici ilişkilerin plan veprogramları yapılır ancak devrimci görevve sorumluluklara, plan ve faaliyetlerekarşı da bir o kadar kendiliğindenci, bir okadar bencil, bir o kadar keyfi ve bir o ka-dar ketum yaklaşım gösterilir. Bir yandaniçselleştirmediği ya da kanıksamadığı ör-gütünü ve örgütlenmeyi eleştirmek içinolmadık beylik laflar edilir, diğer yandanbirçok bencil burjuva feodal geri tavır, tu-tum, anlayış ve pratikler gerçekleştirir. Et-rafında da devrimci pozlar vermek için sı-rayı kimseye vermez. Bencil çıkarları içinöylesine sıkı ve ince bir çalışma içerisinegirip titiz davranır ki adeta işinin ehli birusta gözü ve kafasıyla hareket eder. Fakatiş örgütlenme ve örgütlü faaliyet yürüt-meye, görev ve sorumluluklarını yerinegetirmeye, kendisinin de sözde hem fikirolduğu planlama ve kararlara geldiğindebir o kadar tersi olarak bencil burjuva feo-dal geri bir pratik sergiler. Biz komünistlerbir dediği ile diğer dediği, dün söylediği ilebugün söylediği, önceki yaptıklarıyla şim-diki ya da sonraki yaptıkları birbirleriyletaban tabana zıt tutarsız insanlar kesinlik-le değiliz ve olamayız. Bunu kabul etmekkarşıtı olduğumuz burjuva feodal düşmansınıfların bir başka versiyonu veya çeşidiolmaktan başka bir şey değildir. Hiç kim-

seyi kandırmaya hakkımız yoktur. Dev-rimci faaliyet yürütmek, örgütlenmek veörgütlü bir mücadele içerisinde yer almakiçin o kadar çok haklı nedenimiz var kibunları burada sıralamakla yetmez. O hal-de burjuva feodal bencil şekillenişlerdenkendimizi kurtarmalıyız. Kendimizle ideo-lojik ve politik, örgütsel ve kültürel olarakhesaplaşabilmeliyiz.

İhtiyaç olan komünist örgütlenmedirÖyleyse her şeyden önce devrimciliğin, ör-gütlenmenin ve örgütlü bir faaliyet ve mü-cadele yürütmenin gereklerini yerine geti-receksin. Görev ve sorumluluklarının sü-rekli bilincinde olacaksın ve kimseyi kan-dırmayacaksın. Esas niyetler açıkça ifadeedilmelidir. Bazı sorunları özellikle de kişi-selleştirilmiş problemleri bahane ederekdevrime, örgüte ve örgütlü mücadele yü-

rütmeye sırtını çevirenler, kararlara uy-mayanlar, toplantılara basit gerekçelerlegelmeyenler bencil küçük burjuvalardır.Gerçekten doğru ve bilimsel olarak örgüt-lenmeyi ve örgütlü mücadele yürütmeyiiçselleştirenler ve kavrayanlar kesinlikleyoldaşlarını küçümsemezler, onları mani-püle etmezler ve etkisiz kılmazlar. Yoldaş-larına iyi bir örnek olmak için sade yaşar-lar, mütevazi ve yoldaşlarının iyi birer öğ-rencisi olurlar. Hangi nedenden dolayı olursa olsun bir ör-güte ve örgütlenmeye neden ihtiyaç oldu-ğunu doğru ve bilimsel olarak yeterincekavra(ya)mayanlar, oluşturdukları ya daiçerisinde yer aldıkları örgüt ile de bütün-leşmekte zorluk çekerler. Tarihsel, top-lumsal ve sınıfsal olarak bir birlerine tabantabana zıt kutuplu nesnel ve öznel çağdayaşamaktayız. Objektif olarak yüzyıllardır

Tasfiyeciliğin izdüşümlerinden

Örgüt bilinci ve örgütsel ilkelerimiznoktasında bir önemli husus ise bun-ların sürekli olarak yaşanan somutnesnel gerçekliklere göre geliştirilme-si ve ilerletilmesidir. Biz komünistlerdogmatik ve tutucu ya da muhafaza-kâr değiliz, dolayısıyla eylem kılavuz-luğu anlayışından hareketle sürekligelişen somut koşullara göre örgüt bi-lincimizi pekiştirmeli ve örgütsel ilke-lerimizi geliştirmeliyiz. Bu noktada ör-neğin bir yüz ya da yüz elli yıl öncekiörgüt bilinci ve örgütsel ilkeler ile bu-

günkü örgüt bilinci ve örgütsel ilkele-rimizin bire bir aynı olmadığını, ola-mayacağını ve olmaması gerektiğinirahatlıkla belirtebiliriz. Dolayısıyla ör-güt bilinci ve örgütsel ilkelerimiz desürekli gelişim göstermiştir ve bun-dan sonraki önümüzdeki süreçte desürekli gelişecektir ve gelişmek duru-mundadır.

Unutulmamalıdır ki sömüren ve ezenhâkim sınıflar sadece acı kuvvetleyani baskı ve şiddetle yönetmezler,

aynı zamanda geleneklerin ölü ağırlı-ğıyla da yönetirler. Araştırma ve ince-leme tarzımızı geliştirmeli ve ilerlet-meliyiz. Düşünce yöntemi ve çalışmatarzımızı düzeltmeli ve Türkiye-KuzeyKürdistan’da yürüttüğümüz halk sa-vaşına bütünlüklü olarak başta kendi-mizi olmak üzere ideoloji ve politika-larımızı, askeri, örgütsel ve kültürelfaaliyetlerimizi bu stratejimize hizmetedecek şekilde ele almalıyız. İdeolojikve siyasal, örgütsel ve askeri, felsefive kültürel bütünlüklü olarak gelişim

Örgüt bütünlüğütayin edicidir

1-10 NİSAN 2011 Halkın Günlüğü

Bir komünist partisinisağlam ve güçlü kılan ne-denlerden biri de o parti-nin başta kadroları ve ön-derleri olmak üzere birey-lerinin ezici çoğunluğununo partiyi var eden ideolojik,politik, sınıfsal, örgütsel,askeri ve kültürel olarakbilinci ve seviyesinin yük-sek olmasıdır. Dolayısıylabir komünist partisinin ör-güt bilinci ne kadar yük-sek ise o derece sağlam vegüçlü olduğu bilinen birgerçektir.

12-13_Layout 2 3/30/11 5:02 PM Page 1

Page 13: 1-10 Nisan 2011

sınıflı toplum gerçekliğinden ötürü birbir-lerine düşman sınıfların ve her birinin ken-di içerisinde de oldukça farklılıkların yeraldığı ve önümüzdeki oldukça uzun süreç-te de devam edecek olan çelişkilerden vekavrayış farklılıklarından kaynaklı örgüt-lenme ve örgüt bilinci de farklılıklar gös-termektedir. Sömüren ve ezen sınıflar kar-şısında sömürülen ve ezilen sınıflar sözkonusudur ve her şeyden önce biz komü-nistler ezilen ve sömürülenlerin asgaridüzlemde geçici ya da bir geçiş evresi ola-rak iktidarını, azami ölçüde ise sınıfsız vesömürüsüz komünizmi savunmaktayız.İnsanı yaratan emekse o halde öncelikle oemeği ve o insanı iktidara taşımalıyız. Sı-nıflı toplumlar düzleminde en devrimci sı-nıfı yani proletarya önderliğinde bütün ezi-len ve sömürülenlerin ezici çoğunluğu içinörgütlenmeli ve mücadele etmeliyiz. An-cak bununla da yetinmemeli ve insanın in-

san tarafından sömürülmediği, ezilmediği,baskı ve zulme boyun eğilmediği, herkesinihtiyacına herkesten gücüne göre ilkesininbütünlüklü olarak dünyamızda hâkim ol-duğu komünizm için örgütlenmeli ve dur-maksızın mücadele etmeliyiz. Bir komünistpartisi nihai yani sonal olarak sınıfsız vesömürüsüz bir dünya ve toplum için sade-ce bir araçtır. Kesinlikle amaç değildir veamaçlaştırılmamalıdır. Partilerin, halk kit-lelerinin çıkarlarını bir kenara atarak kendiçıkarlarını ön planda tutması neticesindeparti ve şeflerin diktatörlüklerinin yaşan-dığı ve yaşanacağını burada vurgulamakzorundayız. “Her şey parti için” anlayışı buaçıdan yanlıştır ve sakat bir mantığın ya dabakış açısının ürünüdür. Tabii biz bir avuçkomünistler, onlar adına savaşarak ve ör-gütlenerek başaramayız. Onun için baştaproletarya ve ezilen halk kitlelerininönemli bir bölümünü örgütleyerek bunu

başaracağız. Burada nitelikli bir örgütlen-me ve örgüt ihtiyacı ya da gerekliliği ortayaçıkmaktadır. Komünist ideolojidir bu niteli-ğin dokusu ve ihtiyacı. O halde üzerindenyükseldiğimiz komünist ideolojide esnemeve taviz söz konusu olamaz. Bu bir ilkedir.

Komünist ideolojinin yaşayan canlı ruhuise politika yani doğru politikadır. Dolayı-sıyla ideolojisiz politika kesinlikle söz ko-nusu olamaz. Bu açıdan komünist ideoloji-ye uygun bir genel siyasal çizgi ve programolmak zorundadır. Örgütün ya da partininbiçim, içeriğin ise her şey olduğu anlayışıy-la içeriği yani hangi ideoloji ve siyaset üze-rinden yükselerek programını ve politika-larını oluşturduğu kesinlikle birbirlerindenkopuk ele alınmamalıdır. Demokratik HalkDevrimi ve sosyalizm programı bu açıdanoldukça önemlidir. Hangi toplumsal siste-me alternatif bir programımızın olduğunuortaya koymak gerekiyor. O halde demo-kratik halk cumhuriyeti ve sosyalizmprogramımızın içeriğini ve her bir madde-sini doğru ve bilimsel olarak doldurmamızgerekmektedir.

Bir önemli nokta da örgüt bilincini sürekliolarak ilerletme gerekliliğidir. İlk süreçtenbugüne o örgütün hangi aşamalardan, ba-şarı ve başarısızlık ya da olumlu ve olum-suz süreçlerden geçtiğini bütünlüklü ola-rak doğru ve bilimsel muhasebe etmemizgerekmektedir.

Yaşayan canlı bir organizma olan o örgü-tün kendi içerisinde ve dışındaki her türlügelişmelere yönelik bir ilkesi, duruşu,prensipleri, işleyişi ve politikası olmak zo-rundadır. Bir komünist partisinin örgütselilkeleri, o örgütün programıdır, tüzüğüdür.Örgütsel ilkeler açısından doğru ve bilimselbir programa ve tüzüğe sahip olan bir ko-münist partisi sağlam ve güçlüdür. Ancaksadece sahip olmak yetmez, aynı zamandadoğru ve bilimsel olarak bunları uygula-mak gerekmektedir. Örgütsel ilkelerinidoğru ve bilimsel olarak pratikte işleteme-yenler aydınlıkta dahi bir arpa boyu yol katedemez ve gündüz gözüyle bile el yorda-mıyla yürümekten kendilerini kurtara-mazlar. Bir komünist partisinin en yukarı-daki komite ve bireylerinden en aşağıdaki

taraftar kitlesine kadar her birindenuyumsuz ve insanın içini ve ruhunu allakbullak eden farklı farklı seslerin gelmeme-si için örgütsel ilkelerimize uymak ve onagöre hareket etmek durumundayız. Keşkeher bir yoldaş ve halk kitleleri kural, ilke,prensip, tüzük vs. gibi zorunlu disiplin ku-ralları olmadan doğru ve bilimsel olarakörgütlense ve mücadele yürütse de bütünbu zorunluluklara ihtiyaç olmasa. Fakat sı-nıflı toplumlar gerçekliği ve kavrayış fark-lılıkları düzleminde bu mümkün görünme-mektedir. Dolayısıyla kolektif olarak iradeve disiplin kuralları, tüzüğü ve işleyişineihtiyaç duymaktayız. Bu açıdan nitelik vedisiplin birbirleriyle kopmaz bağlarla bağlı-dır ve birbirlerinin zorunlu koşullarıdırlar.Bir önemli nokta ise aynı zamanda Maoistkomünistleri de uzun yıllar meşgul edenolumsuzluk olarak nitelendirilebilecek, de-netim olgusudur. Aslında yukarıdan aşa-ğıya bir komünist partisi komite ve örgüt-lenmelerinde gerçekleştirilen düzenli yada düzensiz toplantılar ve belirli aralıklarile yapılan dar veya geniş katılımlı otu-rumlar, eğitimler, paneller, seminerler,sempozyumlar, iradesiyle yaptığı kongreve konferanslar aynı zamanda birer dene-timdir. Fakat bir de demokratik merkezi-yetçilik gereği alt kademeler üst kademe-lere, azınlık çoğunluğa, birey örgüte, bütünörgütler Merkez Komitesi (MK)’ ne bağlıanlayışı ve ilkesinden ötürü üst organlaralt organları, örgüt bireyi, çoğunluk azınlı-ğı, MK bütün alt örgütlenmeleri düzenliolarak denetlemelidirler. Kuşkusuz bu daen genel ifadeyle raporlar üzerinden olur.Dolayısıyla her örgütlü komite üst organ-lara raporlarını düzenli olarak iletmelidirya da vermelidir. Doğru düzgün rapor ile-tilmeyince üst organlar tabii ki sorumlusuolduğu kendi bölge ve alanlarındaki olum-lu veya olumsuz gelişmeleri nasıl bilsin,nasıl müdahale etsin ve nasıl ve hangi şe-kilde ne ya da ne tür politikalar ve pers-pektifler sunsun. Bu açıdan rapor sistemiişletilmiyorsa üst organlar kesinlikle mü-dahale etmelidirler ve rapor istemelidirler.Bunun dışında dönem dönem ya da belirliaralıklar ile yerinde pratik denetim meka-nizmasını işletmelidir.

en biri, örgütsel dejenerasyon

gösterebilmeliyiz. İdeolojik ve siyasi seviyemiziyükselttiğimiz ölçüde sırtımızdaki kamburlardankurtulabileceğiz, gerçekten bilinçli bir örgütün yada hareketin veya partinin bireyleri olarak örgütselilkelerimize sıkı sıkıya sarılabileceğiz. Kolektif ola-rak örgüt bilinci yüksek ve örgütsel ilkelere sıkı sı-kıya bağlı prensipli ve disiplinli yaşam ve faaliyetle-ri yürüttüğümüzde Halk Savaşı’nın her bir siperin-de ne yaptığını, niçin ve nasıl mücadele yürüttüğü-nü bilen huzurlu komünistler olacağız. Etrafına po-zitif enerji saçan komünist yoldaşlara çok ihtiyaçvar. Karamsarlık ve umutsuzluğa karşı ille de doğruve bilimsel nitelikli bir komünist partisine her za-

mankinden daha fazla ihtiyaç var. Sürekli olarak si-yasi ve ideolojik seviyesini yükselten, kolektif ola-rak önderliğini geliştirerek süreklileştiren, örgütseldurumunu oturtan, esasta düşmanlarımızın vebuna paralel yanlışlarımızla örtüşerek gerçekleşenmarjinalleşmeye karşı kitleselleşen, gerillanın nitelve nicel seviyesini arttıran, temel ve önemli konu-larda araştırmasını yapan, düşmanın ideolojik vepolitik, askeri ve psikolojik saldırılarını ve deşifras-yonu boşa çıkaran, düşünce yöntemi ve çalışmatarzını doğru ve bilimsel olarak sürekli geliştirenveya gelişmeye sürekli açık kapı bırakan, politik ik-tidar mücadelesinden taviz vermeyen bir komünist

partisine her zamankinden daha fazla ihtiyaç oldu-ğu bilinmelidir. Bunun için örgüt bilincimizi sürekliilerletelim, örgütsel ilkelerimizin sıkı takipçisi vesağlam-doğru ve bilimsel olarak örgütlü mücadele-nin militanları ve aktivistleri olalım.Unutulmamalıdır ki ideolojik ve siyasal, örgütsel veaskeri, ekonomik ve psikolojik, kültürel ve felsefiher bir alanda farklı düzeylerde yaşanan tasfiyecili-ğe karşı topyekün mücadele yürütmek için doğruve bilimsel ilkeler ışığında disiplinli, sağlam ve güçlübir örgüte ihtiyacımız var. Halk Savaşı’nın örgütlünitel bir bireyi ve savaşçısı olmak için adımlarımızıve çalışmalarımızı yoğunlaştıralım.

perspektif

Örgütsel ilkeler açısından doğru ve bilimsel birprograma ve tüzüğe sahip olan bir komünist parti-si sağlam ve güçlüdür. Ancak sadece sahip olmakyetmez, aynı zamanda doğru ve bilimsel olarakbunları uygulamak gerekmektedir. Örgütsel ilke-lerini doğru ve bilimsel olarak pratikte işleteme-yenler aydınlıkta dahi bir arpa boyu yol kat ede-mez ve gündüz gözüyle bile el yordamıyla yürü-mekten kendilerini kurtaramazlar.

12-13_Layout 2 3/30/11 5:02 PM Page 2

Page 14: 1-10 Nisan 2011

Halkın Günlüğü 1-10 NİSAN 2011güncel14

Japonya’da yaşanan deprem sonrası Fuku-şima’da bulunan nükleer tesislerde yaşa-nan patlamalar sonrası, radyasyon tehlike-sinin giderek arttığı artık hiçbir emperya-list devlet tarafından gizlenemiyor. Yetkili-lerin ilk önce, nükleer sızıntının ve radyas-yon seviyesinin tehlikeli olmadığı şeklindeaçıklamalar yapsalarda açığa çıkan risk, Ja-ponya Başbakanı Naoto Kan’ın ağzındandökülüverdi. Naoto Kan “iyimser olacak birpozisyonda değiliz” sözleri ile tehlikeninboyutlarının büyük olduğunu açıklayarak,Japon halkından özür diledi.

Radyasyon seviyesinde artış varRadyoaktif sızıntı tehdidi yüzünden tesisle-rin 20 kilometre çevresinde yaşayan 180bin civarında kişi evlerinden tahliye edildi.Şimdiye kadar yüzlerce insanın radyasyonamaruz kaldığı sanılıyor. Japon yetkililerintepkileri yatıştırmak için açığa çıkan riskfaktörlerini gizleme çabalarına rağmen,birçok bilim insanı radyasyonun havaya vesuya karışmasıyla birlikte, sonuçlarınındünya için çok ağır olacağını ifade ediyor.

Çernobil’deki patlamanın etkileri halen devam ediyor Çernobil nükleer patlaması sonrası yaşa-nanlar halen hafızalarda yerini koruyor.Halktan uzun süre gizlenen bu patlamanınetkileri, gerek Rusya’da gerek ülkemizde vebölge ülkelerinde radyasyonun etkileri so-nucu, halkın büyük zararlar gördüğü bir sü-reç olarak yaşandı. Kanser vakalarında ya-

şanan artışlar, radyasyonun havaya vesuya karışmasıyla birlikte, radyasyona ma-ruz kalan insanlarda yarattığı tehlike, biryıkımı da beraberinde getirdi.

AKP, Akkuyu’da nükleer santralyapmaya kararlıJaponya’daki patlamanın ardından dünyanükleer santralleri tartışmaya devam eder-ken, AKP ise devletin eneji çıkarları gereği,Akkuyu nükleer santral yapımının ertelen-meyeceğini açıklayarak, ülkemizde insanaverdikleri değer de böylelikle terazilerindetartılmış oldu.

Mersin’de Anadolu’yu Vermeyeceğiz olu-

şumu sözcüsü Pervin Çoban Savran, Ja-ponya’da yaşanan deprem ve Tsunami fe-laketinin, nükleer santrallerin güvensiz veinsan yaşamını tehdit eden teknolojiler ol-duğunu bir kez daha kanıtladığını söyledi.Savran, yaptığı açıklamada, hükümetinAkkuyu’ya nükleer santral yapma ısrarınınkabul edilemez olduğunu ve halkın tepkisi-nin dikkate alınmasını gerektiğini belirtti.

Savran, nisan ayından itibaren mücadelele-rini bir halkası olarak Ankara’ya yürüye-ceklerini açıklayarak, tüm demokratik kitleörgütlerini ve çevreye duyarlı kesimleri ey-lemlerine destek olmaya çağırdı.

Ahmet Şık’ın basılmamışkitabına toplatma kararı çı-karıldı, taslak halindeki ki-tabın bütün nüshaları yokedildi.

Ergenekon operasyonları sonrası ga-zeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener tu-tuklanmasına ilişkin başbakan Erdo-ğan yaptığı bir konuşmada; gazetecilikfaaliyetlerinden ve fikirlerinden dolayıkimsenin hapiste olmadığını söyle-mişti. Ergenekon savcıları bu söylem-den güç almış olmalılar ki daha yayın-lanmamış kitap nüshalarına el koydu.Ergenekon operasyonları kapsamındatutuklanan Şık “İmamın Ordusu” adlıbir kitap yazdı. Şık’ın hazırladığı “ima-mın ordusu” kitabı henüz bitmemiş vetaslak halinde olmasına rağmen “te-rör örgütü” propagandasını barındır-dığı gerekçesiyle Ergenekon savcıları-nın verdiği talimat doğrultusunda ba-sılmadan imha edildi.

“İmamın Ordusu” baskını Ergenekon soruşturması kapsamın-da tutuklanan muhalif gazeteci Ah-met Şık’ın “İmamın Ordusu” adlı kita-bını basacak olan İthaki Yayınevi’ninbüroları Ergenekon Savcısı ZekeriyaÖz’ün talimatıyla basıldı. Ellerinde ki-tabın basımının durdurulması içintebligat bulunan polis, Kadıköy’dekibüroya baskın düzenledi. Kitabın nüs-haları, evrak ve bilgisayarlar tek tekincelendi. Yayınevi editörü Ahmet Öz,polislerin kitabın yazılı kopyalarınıimha ettiğini, bilgisayarlarda bulunankopyalar içinde harddiskleri götürdü-ğünü ifade etti. Yayınlanmamış kitaba toplatma ka-rarı veren savcılar aynı zamanda,elinde kitap taslağını bulunduran veyayınlayan kişilerinde Ergenekon da-vası kapsamında yargılanacaklarınıifade etti.Ergenekon savcılarının yayınlanma-mış kitap taslaklarının imha edilmesiistemi 12 Eylül zihniyetinin “ileri” de-mokrasiye mirası olarak yorumlana-bilir. 12 Eylül darbesi döneminde, ‘yor-gun savaşçı’ filmi henüz vizyona gir-meden o günki iktidar tarafından tümkopyalarıyla birlikte imha edilmişti.Ayrıca yasaya göre düşünüldüğündebir kitabın suç teşkil edip etmediğiancak kitap yayınlandıktan sonra ka-rar verilir. Ancak kararın içeriği siyasi oluncayasalar işe yaramaz kadavralar halinegeliyor. “İleri” demokrasinin ülkemiz-de vücut bulmuş hali de yeni saldırıdalgasının yüzeye çıkması oluyor.Ahmet Şık’ın basılmamış kitabına gi-rişilen bu yok etme operasyonunun,ülkemizde sadece gazetecilerin değil,düşünen, yazan ve hak arama müca-delesi içerisinde olan herkesin sustu-rulmak istenmesi anlamına geldiğinide ifade etmek gerekir.

Fukuşima’dan Akkuyu’ya... ‘İleri’demokrasiyansımaları

Suyun Ticarileştirilmesine Ha-yır Platformu (STHP), MeclisÇevre Komisyonu’nun onayın-dan geçen “Tabiat ve BiyolojikÇeşitliliği Koruma Kanunu”nuGalatasaray Lisesi önünde pro-testo etti.

AKP hükümetinin doğayı, vadileri, dere-leri kısaca köylülerin yaşam alanlarını,kendi çıkarları doğrultusunda sermayeyedaha rahat peşkeş çekmek için hazırladı-ğı ve geçtiğimiz günlerde Meclis ÇevreKomisyonu’nun onayından geçen “Tabiatve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu”tasarısı, Suyun Ticarileştirilmesine HayırPlatformu (STHP) tarafından protestoedildi.Galatasaray Lisesi önünde bir araya gele-

rek basın açıklaması yapan platform üye-leri “Uyarıyoruz doğayı talan yasalarınıuygulatmayacağız” yazılı pankart açtı.

9 Nisan’da Ankara’dayız Platform adına konuşma yapan ÖzgeOzan, AKP hükümetinin suyu ticarileştir-mek, doğayı sermayenin talanına açmakiçin yaptığı yasal düzenlemeleri eleştire-rek, “Düzenlemeleri geri çekmezseniz budefa temsilcilerimizle değil tüm direnişçi-lerle Ankara’ya geleceğiz ve karşınıza di-kileceğiz demiştik. İşte bugün ilan ediyo-ruz 9 Nisan’da ülkenin dört bir yanındadoğasına, yaşamına, emeğine sahip çıkantüm insanlar Ankara’ya akacak, Anka-ra’da birleşerek saldırılarınızı durduraca-ğımızı, talan yasalarını vadilerimizde uy-gulatmayacağımızı göstereceğiz” dedi.STHP adına basın metnini okuyan SemraOcak, sağlığı, doğal alanları sermaye sal-dırganlığına açma, doğayı ve yaşamı tica-

rileştirme yok etme çizgisinde ilerleyenAKP’nin derelerini, ormanlarını, su hav-zalarını korumak için direnen halkın kar-şısında, şirketlerin çıkarlarını savunmak-tan bir an bile vazgeçmediğini ve serma-yenin hareket alanını geliştiren bütün ya-sal düzenlemeleri yaşama geçirdiğini be-lirtti. Ocak; “Çevre ve Orman Bakanlı-ğı’nın; şirketlerin önünü açmak, doğalvarlıkları şirketlerin kullanımına sokmakiçin yasa tanımazlığı, bu taslak yasa ile desınırlı değildir. Bilindiği gibi Hasankeyf veAllianoi için tarihi sit kararları bulunması-na rağmen, her iki sit alanında da barajyapımı için çalışmalar hızla sürmektedir.Doğayı sermaye birikimine sokma çaba-ları ile hükümet; doğal alanların korun-ması ile ilgili Türkiye’nin taraf olduğu;Bern Sözleşmesi, Dünya Mirası Sözleş-mesi, Ramsar Sulak Alanlar Sözleşmesigibi uluslararası anlaşmaları da yok say-maktadır.” dedi.

Doğayı talan yasasına hayır!

Japonya’da deprem sonrasınükleer santralde meydanagelen patlama, Çernobil faci-asını yeniden hatırlattı.Bütün karşı çıkışlara veyaşanan facialara rağmennükleer santral yapımlarıdevam ediyor.

14-15_Layout 2 3/30/11 7:28 PM Page 1

Page 15: 1-10 Nisan 2011

Buyrun, buyrun! Herze yemeye devam edinELEŞTİRİ SİLAHIf emrah cilasun

rap alemindeki muhteşemayaklanmalar adeta, bir ateştopu gibi büyüyerek ilerle-mekte. Emperyalist dünyanınhem, Arap isyanlarının gazını

alıp hem de, “aba altından sopa” gösterip,Libya’nın tepesine ölüm kusması; Ye-men’de, Bahreyn’da ve evet, Suriye’de dahi,muhteşem başkaldırılara mani olamamak-tadır.30 küsür senedir böylesi kasırgalara şahitolmamış ve hatta unutmuş, dumura uğra-mış olan sol cenahdaki nice beyinler, Arapsokaklarındaki isyanlara karşı iki yanlış gö-rüş etrafında bir araya gelmektedir. Bun-lardan biri, isyanları küçümsemekte hatta,bu isyanları, emperyalizmin maşası gör-mektedir. Diğeri ise, “hareket herşey, nihaiamaç hiçbirşey” diyen ekonomizmi benim-semiş velhasıl, “saldım çayıra, mevlam ka-yıra” sorumsuzluğuyla bu, cesur isyanların,doğru, bilimsel, komünist bir önderliktenyoksun olması halinde, arzu edilen köklürejim değişiklikliğine gidemeyeceğiniönemsemeyen anlayıştır. Bu her iki anla-yışta, devrimden, komünist bir dünyayaerişmekten umudunu yitirmiş, “ununu ele-miş, eleğini asmış”ların fikri dünyasının te-zahürüdür.Tabi ki, böyleleri, “Cumhuriyetçi Kemal’ekarşı Şeyh Sait’i; İngiliz Kralına karşı, Emir

Emenullah Han’ı, Sovyetlere karşı Müca-hitleri, Amerikancı Şah’a karşı Humeyni’yi,Bush’a karşı İmam Ömer’i” destekleyecek-lerdir. Tabi ki, böylelerinin umrunda biledeğildir; İbrahim Kaypakkaya’nın, KemalTC’sine karşı, Şeyh Said’in düşün dünyasınıdeğil, Kürt isyanını; Stalin’in, İngiliz emper-yalizmine karşı Emir Han’ın düşün dünya-sını değil de Afgan halkının direnişini des-teklemiş olması. Kaypakkaya ve Stalin’in,bahsi geçen şahsiyetlerin mahiyetini gayetiyi bildikleri, Şeyh Said’in de, Emir Han’ın dainsanlığın, komünizme doğru ilerleyişindeezilip geçilmesi gereken engeller olduğu,tabi ki, böylelerinin umrunda bile değildir.Tabi canım! Ayetullah Humeyni’yi destek-lemekte hiçbir beis görmeyenlerin umrun-da mıdır; 1979 Şubat’ında, Şah devrildiktensonra, İran’da, Mollalar ile devrimciler ara-sında kıyasıya bir iç savaşın yaşandığı;İran-Kürdistanı’nın, Mollalar tarafından birkan gölüne çevrildiği? Tabi canım! SovyetSosyal Emperyalistleri, Afganistan’ı işgalettiğinde, ilk direnişi örgütleyenlerin, anti-sosyal emperyalist güçler olduğu; Bu güç-lerin, 1968’de Afganistan’ın en güçlü dev-rimci öğrenci hareketi olan Şolecavit’iniçersinden geldikleri; Mao’dan etkilenip, di-renişin içinde, SAMA adındaki devrimcimilliyetçi bir hareketin kuruluşunun ilkadımlarını atarken, Ahmet Şah Mesut veGulbettin Hikmetyar gibi CİA beslemeleri

tarafından imha edildikleri, bunları nedenilgilendirsin ki? (Michael Pohly, Kriege undWiderstand in Afghanistan, Das ArabischeBuch, Berlin, 1991) Fakat, Sezarın hakkınıSezar’a vermek gerekir. Daha Recep TayyipErdoğan, dizlerinin dibine çöküp fotoğrafçektirmeden evvel, Gulbettin Hikmetyar’ı,büyük bir kararlılıkla, başından beri des-tekleme onuru, gene böylelerine aittir. Tabiki, böyleleri, Halepçe Katliamı ile BirinciKörfez Savaşı arasındaki dönemde, “Kür-distan’ın iki dağ kartalı vardır; Biri MesutBarzani diğeri, Celal Talabani’dir” demektehiçbir beis görmemişlerdir. Aman, lafı mıolur? Daha iki hafta evvel, Süleymaniye’de-ki Kürt gençliğini, Bağdat’ta başkaldırankitleleri, yıllardır ABD’nin beslediği, bu iki“kartalın” kurşuna dizdiğinin ne önemi var?Tabi ki, yıllardır ABD’nin finanse ettiği, son-ra patakladığı, şimdi de Hamid Karsay hü-kümetiyle aynı masaya oturtmak istediğiTaliban’ın liderinin Molla Ömer olmasının,ne önemi var? Çünkü ne de olsa, şayet, geçmişte yaşamışolsalarmış gene, aynı herzeyi yerlermiş.Buyrun, buyrun. Fin burjuvazisinin, Fransızemperyalizminin, Çarlık artığı Beyaz gene-rallerin, manüple ettiği, niyetleri ne olursaolsun, genç Sovyetlere başkaldıran Krons-tand bahriylerinin yanın da yer alın. (Lenin,Kronststadt’tan Parti İçi Muhalefete, Ago-ra, İstanbul, 2010) Buyrun, buyrun! Stalin’e

karşı, Kırım, Kafkas ve Orta Asya halkları-nın yanında yer alın! Veya siz öyle sanın.Fakat dikkat edin! Kendinizi birden, Gama-lıhaç sancağının altında, Türk-i SS Birlikle-rinin, Alman-Turan ortaklığının mimarı,Türk generali Ali Fuad Erden’in, Türk ırkçılı-ğının babası Zeki Velidi Togan’ın ve o yıl-larda genç bir subay olan Alpaslan Tür-keş’in yanında bulabilirsiniz. (Patrik vonzur Mühlen, Gamalıhaç ile Kızılyıldız Ara-sında, Şema Yayınları, İstanbul, 2006) Buy-run, buyrun! Mao’ya karşı, Tibet ve Uygurhalklarının yanında yer alın! Veya siz öylesanın. Fakat dikkat edin! Kendinizi biranda, bütün bir Tibet’in kanını yıllardıremen, 700 Budist papazının ve onlarınbaşı CİA beslemesi Dalai Lama’nın yanındabulabilirsiniz. (Mobo Gao, The Battle ForChina’s Past, Pluto Press, London, 2008)Efendim? Yukarıdaki kaynakçaların siziniçin ne gibi bir önemi mi var? Haklısınız!Dün, Fin masalları okuyup, mitoloji keşişliğiyaparak, 150 yıllık komünist hareketin ba-şarılarını değil, hatalarını erdem yapmıştı-nız. Bugün de, 150 yıllık tarihin başarıları-nı hâlâ görmezden gelerek, komünist top-luma gidişin yolu olan proletarya diktatör-lüğünü, komünizmin yeni bir tasavurunuredediyorsunuz. Tercihinizi hep, köhnemişdünyanın ve onun temsilcilerinden yanayapıyorsunuz! Aslında siz, tövbe ediyor-sunuz.

A

Tutuklu yakınları, hapishane-lerde siyasi tutusaklara yönelikartan tecrit işkencesine karşıkamuoyunu duyarlı olmaya ça-ğırıyor.

TUYAB, TUAD ve İHD İstanbul Şubesi tara-fından Bağcılar’da bulunan Kanal D binasıönünde, hapishanelerde yaşanan saldırıla-rı ve derinleştirilen tecriti protesto eder-ken, ayrıca tutsaklara yapılan saldırılarakarşı üç maymunu oynayan burjuva med-yanın tutumu da protesto edildi.

Kanal D binası girişinde toplanan kitle,“Hapishanelerde tecrit işkencesi sürüyor.Daha ne kadar sessiz kalacaksınız”, “Bur-juva görsel basın üç maymunu oynama”yazan pankartları açtı. “Sessiz medya iste-miyoruz”, ”İçerde dışarıda tecridi parça-la”,”Hasta tutsaklar serbestbırakılsın”,”Medya susma suça ortakolma” yazılı dövizler taşıyan kitle, “ İşken-ceci müdürler görevden alınsın”,”Hastatutsaklara özgürlük”,”Havalandırma hakkıengellenemez” sloganlarını attı.

Kurumlar adına yapılan orta açıklamadahapishanelerdeki tecrit işkencesinin 10 yılıaşkın bir zamandır devam ettiğine değini-lerek, tutuklu ve hükümlülere karşı sür-gün sevklerle, hastane sevklerine götürü-lürken onursuz dayatmalarla hasta tut-sakların tedavi edilmeyerek, ölüme terkedilmeleriyle ifadesini bulan tecrit uygula-malarının giderek derinleştirilmeye çalışıl-dığına dikkat çekildi.

Tek kişilik hücrelerde tecrit koşullarındayaşayan tutsaklara Tekirdağ 1 ve 2 no’lu F

Tipi Hapishanesi’nde yapılan baskıların ar-tarak devam ettiği, tutsakların havalan-dırma haklarının gasp edildiği ifade edilenaçıklamada, ağırlaştırılmış müebbet ha-pisten yatan tutsakların yaşadıkları ko-şulları protesto etmeleri dahi hapishaneidaesi tarafından cezalandırılma gerekçesiyapıldığı aktarıldı.

“Hepinizi öldüreceğim”Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’ndesayım adı altında hücrelere baskınlar ya-pılarak, darp edilen tutuklu ve hükümlü-lere hücre cezaları verildiği ifade edilenaçıklamada, Tekirdağ 1 no’lu F Tipi Hapis-hanesi’nde 2. Müdür Haydar Ali Ak tara-

fından tutsaklara işkenceler yapıldığı, buişkencelere gardiyanlardan Tekin ve Za-fer adlı gardiyanların da katıldığı aktarıl-dı. Müdür Haydar Ali Ak’ın işkenceyiölüm tehditlerine vardırdığı ifade edilenaçıklamada, Ak’ın tutsaklara karşı “He-pinizi öldüreceğim” şeklinde tehditler sa-vurduğu belirtildi.

Özgür tutsaklar teslim alınamazAçıklamada Kandıra F Tipi Hapishane-si’nde tutsaklara ayakkabı araması adıaltında tecridin dayatıldığı, Tekirdağ FTipi Hapishanesi’nde ise süngerli odalarakapatma cezalarıyla tutsakların yıldırıl-maya çalışıldığı ifade edildi. Açıklamada,Kürt illerinde bulunan hapishanelerde de10 kişilik koğuşlarda 20 kişinin kaldığı,rutubetli ve sağlıksız koşullarda yaşa-mak durumunda kalan tutsakların kalıcıhastalıklara yakalandıkları dile getirilir-ken, hapishanelerde kalamaz raporlarıolan tutsakların serbest bırakılmadığı vebütün bunlar yaşanırken, medyanın üçmaymunu oynadığı belirtildi. Ergenekon tutuklusu paşalarla, MustafaBalbay ve Mehmet Haberal’ın en küçükrahatsızlıklarında yapılan hücre değişik-likleri bile günlerce haber olurken gör-dükleri işkenceler sonucu kafası gözü kı-rılan ya da ölüm sınırında hasta olan poli-tik tutsakların haberlerinin ise burjuvabasın tarafından yapılmadığı ifade edildi.Demokratikleşme adı altında ülkenin birhapishaneye dönüştürüldüğü ifade edi-len açıklamada, bütün bu koşullara rağ-men tecride karşı mücadelenin devamedeceği açıklandı.

Hapishane müdüründen ölüm tehditleri1-10 NİSAN 2011 Halkın Günlüğü güncel haber 15f

14-15_Layout 2 3/30/11 7:28 PM Page 2

Page 16: 1-10 Nisan 2011

Halkın Günlüğü 1-10 NİSAN 2011gençlik16

Demokratik Gençlik Ha-reketi (DGH), “Demokra-tik haklarımız için ör-gütleniyoruz, özgürlü-ğümüz için başkaldırı-yoruz” şiarı ile başlattığıkampanyasını, 3 NisanAnkara mitingi ile son-landıracak

Demokratik Gençlik Hareketi, “Demo-kratik Haklarımız İçin Örgütleniyoruz,Özgürlüğümüz İçin Başkaldırıyoruz”şiarı ile başlattığı kampanyasını 3 Ni-san Ankara mitingi ile sonlandıracak. DGH örgütlü bulunduğu bütün liseler-de ve üniversitelerde; paralı eğitimpolitikalarına ve eğitimin metalaştırı-larak piyasaya endeksli bir eğitim mo-delinin hakim kılınmasına karşı eşit,parasız, bilimsel, anadilde eğitim şiarı-nı, öğrencilerin demokratik haklarmücadelesinin bir parçası haline ge-tirmek olduğunu belirten DGH, bukampanyasıyla birlikte aynı zamandaher bir üniversitede açığa çıkan öğ-renci sorunlarına dair pratik adımlarınörgütlenmesini kendisine temel yö-nelim olarak belirlemişti.DGH’nin, kampanyasının amacına uy-gun olarak bulunduğu bütün alanlar-da örgütlediği tüm çalışmalar, önemlibir deneyim ve birikimi arkasında bı-rakarak etkin bir aşamaya ulaşmışdurumda. DGH, 20 Şubat-1 Nisan ta-rihlerini kapsayan kampanyası bo-yunca sergilediği yaygın yerel pratik-lerden elde ettiği birikimi, 3 Nisan’daAnkara’da “Güvenceli İş, İnsanca Ya-şam” şiarıyla DİSK, Türk-İş ve KESK’e

bağlı sendikaların örgütlediği; tümhayatın güvencesizleştirilmesine, es-nek çalıştırmaya, taşeronlaştırmaya,sendikasızlaştırmaya karşı gerçek-leştirecek merkezi mitinge taşıyarakkampanyasını sonlandıracak.Kampanya kapsamında, hedeflenen“örgütlenme” perspektifi doğrultu-sunda, başta yakın ilişkileri olmaküzere, yüzünü, gittikçe belirginleşenyeni demokrasi mücadelesine dönenkitleler içerisinde ortaya konan “ör-gütlü mücadele” çağrısı, DGH tarafın-dan kampanya süresince vurgulanan

en önemli noktalardan birisi oldu.Başta İstanbul, Ankara, Dersim, Eski-şehir, Adana, Mersin, Edirne, Çanak-kale, İzmit, Amed, Antalya, Denizli, ol-mak üzere birçok ilde kitlesel şekildegerçekleştirilmeye gayret edilen bil-diri, afiş ve pullama çalışmalarınınyanı sıra, gerek üniversitelerde ve li-selerde gerekse de şehir merkezle-rinde, emekçi semtlerde stant faali-yetleri, eylemler, açık toplantılar, üyeve taraftar toplantıları örgütlendi vebu dolayımla halk gençliğiyle bulu-şuldu.

Paralı ulaşımahayır Gençlikten örgütlü

Malatya İnönü Üniversitesi’ndeson dönemlerde yaşanan sivil-faşist saldırılar, 27 Mart tarihindeyapılan eylemle protesto edildi.Malatya Soykan Parkı’nda yapılaneylemde yapılan açıklamayı DemokrasiPlatformu adına Eğitim Sen Şube Başkanı veKESK Malatya Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Ali

Ekber Baytemur yaptı.Yapılan açıklamada yaşanan saldırı-

lara ve saldırılar sonrası gelişme-lere değinen Baytimur; “Son dö-

nemlerde Malatya İnönü Üni-versitesinde yaşananlar kaygıvericidir. Malatya İnönü Üni-versitesinde 22 Mart 2011günü yaşanan olaylar sonucu3 öğrencinin yaralanması, 16

öğrencinin gözaltına alınmasıve bunlardan 2’sinin tutuklan-

ması bizlerin kaygılanmasındane kadar haklı olduğumuzun ka-

nıtıdır. Üniversitemizde yaşanan buolayın Newroz kutlamalarının hemen

sonrasına denk gelmesi tesadüf olmasagerek. Üniversitede öğretim görevlisi sıfatı taşıyan,

Milliyetçi kışkırtmalara Malatya İnönü Üniversitesi’ndeson dönemlerde yaşanan si-vil- faşist saldırılar MalatyaDemokrasi Platformu ta-rafından yapılan eylemleprotesto edildi.

Edirne Belediyesi tarafından toplutaşıma ücretlerine yapılan zamlaraöğrencilerin tepkileri devam ediyor

Edirne Belediyesi’nin şehiriçi toplu ulaşımaraçlarına yaptığı zam, öğrenciler tarafındanyapılan yürüyüşle protesto edildi.

Aralarında DGH faaliyetçilerinin de bulunduğuTrakya Üniversitesi öğrencileri, belediyeninyaptığı zammı geri alması için Tahmis Meyda-nı’nda bir araya geldi.

Meydanda toplanan öğrenciler “Halk öğrencibirleşsin, zamlar geri çekilsin” pankartını aça-rak, “Hak verilmez alınır, zafer sokakta kaza-nılır”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraberya hiçbirimiz” sloganlarını atarak SaraçlarCaddesi’ne kadar yürüyüş yaptı.

Zamları geri çektirmenin yolunun gençlik vehalkın birlikte mücadelesinden geçtiğinin ifadeedidiği eylemde, öğrenciler adına bir açıklamayapıldı.

Yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi; “Birhak olması gereken ulaşım, özelde belediyelertarafından bir sömürü ve soygun aracına dön-üştürülüyor. Ulaşımı bu şekilde paralı hale ge-tiren ve halk için çekilmez bir çileye dönüştü-ren, bugünkü sistemdir. Halkın ulaşım soru-nuyla birinci dereceden ilgilenmek zorundaolan belediyeler ise tam bir yağma ve rant ka-pısı haline getirildiği için, ulaşım veya başka birkonuda halktan yana çözümler üretmenin çokuzağındadırlar. Bizler Trakya Üniversitesi öğ-rencileri olarak bu adaletsizliğe boyun eğmi-yoruz ve eğmeyeceğiz.”

Liselerde yeniuygulamaAdana’da Şehit İdare Ataşe BoraSüelkan Teknik ve Endüstri MeslekLisesi öğrencilerinin telefonlarınael konuluyor.

Şehit İdare Ataşe Bora Süelkan Teknik ve En-düstri Meslek Lisesi (Motor Meslek Lisesi)’ndeöğrencilerin telefonlarına el konularak parakarşılığında geri veriliyor.Torba Yasa ile birlikte staj sömürüsünün üstaşamaya vardığı meslek liseleri, ucuz kalifiyeeleman açığını staj adı altında sağlamaktadır.Meslek liselerinin eğitim kapasitesi vesağla(ma)dığı olanaklar ortadayken, Şehit İda-re Ataşe Bora Süelkan Teknik ve EndüstriMeslek Lisesi yeni bir uygulama daha başlattı.Öğrencilerin cep telefonlarına 1 hafta önce çı-karılan yönetmeliğe göre el koyan idare, ceptelefonlarını hiçbir hukuki gerekçe gösterme-den 20 TL karşılığında velilerin ‘bilgi’si dahilin-de geri veriyor.Bu hukuksuz uygulamaların yanı sıra telefon-lara el konulduktan sonra, idare elinde ‘incele-me’ye alınıyor. Ayrıca idare; öğrencilerin öde-diği 20 TL’lere karşılık olarak, makbuz kesip,okul aile birliğine ‘bağış’ şeklinde açıklıyor.Bir hafta öncesinden başlayan bu yolsuzlukla-ra lise öğrencileri tepki göstererek, ilerleyengünlerde haklarını arayacaklarını belirtiyorlar.

16-17_Layout 2 3/30/11 5:11 PM Page 1

Page 17: 1-10 Nisan 2011

mücadele çağrısı zun zamandır Ortadoğu’da gelişmekte olan halk ayaklan-maları, Libya süreciyle birlikte biraz ezber bozan bir durumagirmişti. Kaddafi rejiminin, ezilen halk yığınları ve ülkedekidiğer gerici feodal unsurlar üzerindeki canice diktatörlüğü,çelişkinin yasasından bağımsız olmayarak, haklı isyanlaraneden oldu. Ezilen halk yığınları canhıraş bir başkaldırı

göstererek, yarım asırlık Kaddafi sultasını sallamaya başladılar. Sol basında, ‘petrolün sömürgeleştirilmesi’ başlığı altında yürütülen tar-tışmalarla, emperyalist işgale ilişkin çeşitli yorumlar yapılırken, sankiKaddafi gericiliğinin çok uluslu şirketlerden bağımsız bir petrol piyasasıimajı varmışçasına çizilen resim, bir dizi kafa karışıklığına neden olmaktadır.Bilinir ki Kaddafi, Batılı emperyalistler tarafından “kabına sığmaz” olaraknitelendirilse de, emperyalist-kapitalist sistem ile iç içe birliktelikleri sözkonusuydu. Libya’nın yer altı kaynakları her ne kadar Kaddafi’nin “haşarı-lığına” takılsa dahi, pazara sunulması, işlenilmesi tamamen emperyalistsistem tarafından yapılmaktaydı. Yani, kimilerinin dediği gibi, “kontrolaltına alınmak istenen petrol” zaten kontrol altındaydı. Tabi ki emperyalistgüçler, mevcut olanı sorunsuz himayesi altına almak isterler. Bunu herzaman arzularlar. Ama zaten kontrolü altında olan bir durumu, sorunsuzhale getirmek için, fiili işgali göze almazlar. Fiili işgal için daha büyüknedenleri olmalıdır. Peki gerçekleşen işgaldeki ana hedef nedir?Sınıflar tarihinde gözlemlenen en güçlü olgu şudur; egemenler, ezilenlerinasla ayaklanmasını istemezler. Ne pahasına olursa olsun ezilenlerin ayak-lanması, ezilenlerde mevcut gerici rejimlerin yıkılabileceği düşüncesiniuyandırır. O yüzden, egemenler, bir yere müdahale ettiklerinde, halkkitlelerini, müdahale ettikleri coğrafyanın gerici güçlerine karşı ayaklanmasınıilk temelde önermezler. Çaresiz kaldıklarında gündeme alırlar ama buonların kullanacağı en son şıktır. Ezilen sınıfların kendi yakıcı güçlerinikeşfetmelerini asla istemezler. Emperyalizmin ve gerici uşakların kâğıttankaplan olduklarını görmelerinden korkarlar. Tüm bunlardan ötürü, Orta-doğu’daki ayaklanmalarla birlikte ilk paniğe kapılan emperyalistler olmuştur.Her ne kadar kaos ortamlarından yararlanıp, çeşitli komprador gruplarıarkalarına alıp, halk yığınlarının devrimci değişim taleplerini kendimecralarına kanalize etseler dahi, kontrol dışı ortaya çıkan kaos emper-yalistlerin işi değildir.Hatırlanmalıdır ki, ABD ve Avrupalı emperyalistler son ana kadar Mübarek’inkalmasını istiyorlardı. Yine Fransa Bin Ali’nin “adil” seçimlere kadarkalmasını istiyordu. Ama halk yığınlarının devrimci istemleri karşısındatutunamayarak, manevra yapmak zorunda kaldılar. Halk güçlerinin haklımeşru isyanlarını, Ortadoğu’nun yeniden organizasyonu sürecine dâhiletmeye çalıştılar-çalışıyorlar. Tüm bu yaşananlarda şu tecrübe çıkmalıdırki, emperyalistlerin ilk korktukları halk kitlelerinin haklı-meşru isyanlarıdır.Bu isyanların anti-emperyalist bir boyuta devrilmemesi için, ittifak yaparak“rejim değişikliğine” gitmeyi zorunlu olarak görürler. O yüzden, zatenkendi kontrolünde olan bir ülkenin petrolünün peşine koşmak, olsa olsaatıl bir nedendir. Halk güçlerinin Kaddafi ile hesaplaştığı, çeşitli aşiret top-luluklarının bağımsızlığını ilan ettiği ve ‘yeşil’ emperyalizmin bölgedekigücünü göz önünde bulundurdukları için, inisiyatifi kaybetme riskinegirmeleri beklenilemezdi. Müdahale bu yüzden gündeme girdi. Emperyalistişgalin esas eksenini, halk isyanının nereye çıkacağını bilmedikleri için,petrolün kontrolünden ziyade, ezilenlerin devrimci istemleri ve diğer gericiaşiretlerin kontrolü oluşturuyordu. Bu sayede de, çokta hoşlanmadıklarıKaddafi’den kurtulmuş olacaklardı.Emperyalist, koalisyon güçleri ile başlattıkları işgal operasyonunu NATOkomutasına sokarak, “hukuki” bir durum sağlayıp, “rejim değişiklinin” ka-çınılmazlıkları üzerinde duruyorlar. “Rejim değişikliği” egemenlere, herderde deva “insan haklarına” uymayan iktidarlara “müdahale” etmeninkapısını aralıyor. Artık sınır ötesinden nükleer bomba aramaya, ikiz kuleleridüşürmeye ihtiyaç duymuyorlar. Rejimin “insan haklarına” uygun olmamasıkâfi! Artık bu “hak” hangi dönemlerde genişler hangi dönemlerde kapanır,emperyalist kampın kendi çelişkileri belirleyecek.Emperyalist işgale karşı ne yapılması gerektiği sorusunu sormak yerine,ne yapılmaması gerektiğinin altı çizilmelidir. Devrimci komünistlerin, birşeye karşı olmama babında, düştükleri bir dizi yanılsama vardır. Bunlardeşifre edilmeden, emperyalizme karşı olayım derken, başka gericiliğetaraf olmamak içten bile değildir. Gazetemizin 7. sayısında sayın Oruçoğlu,‘Kim Haklı’ metaforu üzerinden, bazı tespitlerde bulunmuştur. Hakmeselesini sınıfsal boyuttan çıkarıp, hümanist refleks boyutuna sokanalgılayış, uluslararası komünist hareketin (UKH) sıkıntıları arasındadır.Her daim baş düşman arama hastalığı, mekanik bir saplantıdır. Bundandolayıdır ki Şah’a karşı Humeyni’yi destekleyenler, Humeyni’nin hunharcakatliamları altında ezilerek, olası bir İran demokratik devrimini uzun birdönem kapadı. İroninin kendisi şu ki, tecrübesiz olan İranlı komünistlerinHumeyni’yi o yıllarda desteklemesini “normal” karşılayabiliriz ama oncayaşanan deneyime rağmen Oruçoğlu’nun bu tavrına ne diyebiliriz?“Haklılık” aidiyeti üzerinden sınıf savaşımı yürümez. Bazen gerçeğe işaretetmek, doğruya işaret etmek değildir. Zira Erdoğan da Dersim katliamındanbahsetmektedir. Talebi haklı, ama haklı talebi, dünya gericiliğinin yeni yö-nelimine hizmet etmektedir. Her koşul altında baş düşman arayan mekanikmateryalistler değil, tarihsel zorunluluklar gereği Çan-Kay-Şek ile güç birliğiyapan ama güçlerini katiyen “hak” için dağıtmayan, komünizm mücadelesiiçin seferber edenler olmalıyız. Libya’da emperyalist işgale karşı çıkarkenKaddafi’nin direniş pozisyonunu gözetenler ve halk isyanının, devrimci ko-münizme yürümesine yol açanlar olmalıyız. Son sözümüz bu olsun…

sinan çakıroğlu

EMPERYALİST İŞGAL ALTINDA‘REJİM DEĞİŞİKLİĞİ’ HALLERİ

GENÇ YORUM

U

17gençlik

daha öncede etnik ve inanç farklılıklarındandolayı öğrencilere aşağılayıcı ve hakaret edicitavırlarıyla öne çıkan Salim Çörçe’nin, buolayların tertipleyicisi ve taşıyıcısı olmasınoktasında düşüncelerimizin olduğunu siz-lerle paylaşmak istiyoruz. Adı geçen şahsın,üniversite okuma hakkını elde etmiş, Kürt veAlevi öğrencilere yönelik baskıcı ve engelle-yici tutumlar takınması başta Anayasa ol-mak üzere diğer yasalarda da açıkça suçoluşturmasına rağmen; bu konuda daha ön-ceki fiilleri hakkında suç duyurularında bulu-nulmasına rağmen, bu kişiye dokunulmama-sı bir çok soruyu aklımıza getirmektedir.”dedi.Üniversite yönetiminin yaşananlara kayıtsızkaldığını dile getiren Baytimur, Malatya De-mokrasi Platformu olarak, ırkçı, gerici, milli-yetçi ve şoven kışkırtmalara izin vermeye-

ceklerini sözlerine ekleyerek, “Malatya da veüniversitemizde huzuru bozmak isteyen,maalesef profesör unvanı almış, mesleğinindışında ve mesleğine yakışmayan tutumiçinde olan Salim Çörçe‘yi durdurun! Önü-müzdeki süreçte yaşanabileceği kuvvetlemuhtemel olayların ve sonuçlarının sorumlu-su sizler olacaksınız. Olayların tek sorumlusuve suçlusu gördüğünüz öğrencilerinize baskıve şiddetle değil, onların sürece demokratikkatılım kanallarının önündeki engelleri kaldı-rarak yaklaşın. Bizler Malatya’da ve üniversi-temizde gençlerimizin huzurlu, güvenli ve ba-rış içinde yaşamalarını istiyoruz. Bu konudagençlerimize sahip çıkıyor, baskı, şiddet, göz-altı ve tutuklamaları kınıyoruz. Bu ve bundansonrasındaki olayların da takipçisi olacağımı-zın ve müdahil olacağımızın bilinmesini isti-yoruz.” ifadelerine yer verdi.

izin vermeyeceğiz

DGH; 3 Nisan’da Ankara’yaKampanyası boyunca hedefinin, öğrenci gençliğikendi hakları için mücadeleye seferber etmek ol-duğunu belirten DGH, kampanyası ile birlikte elealdığı yakıcı gündemleri kampanya bitimindensonra da işlemeye devam edeceğini, yakaladığıolumlu ivmeyi 1 Mayıs’ta alanlara taşıyarak ve kitlefaaliyetlerinde derinleşerek yaygınlaştıracağınınaltını çizdi.

Bilhassa son dönemlerde yeni demokrasi güçleriüzerinde artan baskıların ve saldırı politikalarınında teşhirini yapan DGH, birçok alanda faaliyetçile-rinin gözaltına alınması ve tutuklanmasına karşıverilecek cevabın her yönüyle gelişkin bir gençlik

mücadelesi yaratabilmek, fabrikalarda, tarlalarda,okullarda, yeni demokrasi mücadelesini. daha gö-rünür kılmakla mümkün olduğunu dile getirdi. Üniversitelerde ve liselerde yaşanan sorunların,hak gasplarının, paralı eğitim uygulamalarının,anadilde eğitim talebine yönelik artan baskıların,işçi ve emekçilerin yaşadığı ekonomik, siyasal,sosyal vb. saldırılardan bağımsız olmadığını savu-nan DGH, ancak sınıf mücadelesi içerisinde emekçiyığınların mücadelesiyle bütünleşen bir gençliğinkendi yarınlarını kazanmaya muvaffak olabilece-ğini belirtti. Bu bilinçle DİSK, KESK ve Türk-İş’ebağlı sendikaların örgütlediği 3 Nisan Ankara Mi-tingi’ne çağrı yapan DGH, tüm halk gençliğini DGHsaflarında mitinge katılmaya çağırdı.

16-17_Layout 2 3/30/11 5:11 PM Page 2

Page 18: 1-10 Nisan 2011

1-10 NİSAN 2011 Halkın Günlüğü

“Suya sabuna dokunmadan

bir mendil bile temizlenmez.”[2]Bütün davalarda, o muhteşem tebessümüylehep yanı başımızda olan -oturum başkanı-Şenal Sarıhan, kendisinden çok şey öğrendi-ğim Turgut Kazan ve Erzincan mağduru İlhanCihaner ve diğer arkadaşlarımla “12 Mart Ola-ğanüstü Mahkemelerinden Özel Yetkili Mah-kemelere Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği” konu-sunda konuşmak bana ister istemez bir tarihianımsatıyor…

Aslı sorulursa tarihsiz hiçbir şey yok; tıpkı“Summum jus suma injuria/ Hukukta ifratakaçmak en büyük haksızlıktır,” kapsamındairdelenmesi gereken “özel yetkili mahkeme-ler” gibi…

İnsan hakları savunucusu avukatlardan, mu-halif basına yapay suçlamalarla birbiri peşisıra açılan davalardan; hak ihlâllerinin süreklihedefini oluşturan radikal sosyalistlere, mili-tan işçilere, Kürtler’e, muhalif aydınlara, haksavunucularına, vicdanî retçilere, ÇUŞ’ların çı-karlarına taş koyan çevre eylemcilerine hepi-miz hedefteyiz…

Kolay mı? Kolluk kuvvetleri, yargı sürecinindoğrudan müdahili, savcısı, hatta yargıcı ko-numundalar…

Ancak bu “yeni” değil…

“Devlet menfaatini koruma” söylemiyle ola-ğanüstünü “olağanlaştıran” bir hukuk(suz-luk) yorumu coğrafyamızın gündeminde olduhep…

Bunda yapısal olarak “değişen bir şey” yok;sadece biçim yani uygulayıcılar farklılaştı…

“Özel yetkili mahkemeler” deyince İstiklal, Sı-kıyönetim, Devlet Güvenlik, Özel Yetkili AğırCeza Mahkemeleri gibi isimlerle tanımlanansiyasal nitelikli davalarla maruf bir iktidar ol-gusundan söz etmiş olursunuz…

Bu kapsamda dün yanlış olan bugün de yan-lıştır; veya dünkü doğruysa bugünkünün yan-lış olduğu iddiası abes ile iştigal olur…

“Özel yetkili mahkemeler”de rahatsız olduğu-muz adı üstünde “özel yetki” değil midir?

Ancak bu da yeni değil!

Bilmeyen var mı? Davaların hazırlık süreçle-rinde, emniyet sorgu, savcılık sorgu ve hâ-kimlik sorgu süreçlerinde insanlar, yıllarcasavunman/avukat desteğinden yoksun bıra-kıldılar.

Yargılama sonuçlarında verilen kararlar, çoğuzaman, emniyet, savcılık ve hâkimlik sorgusüreçlerinde avukat/savunman yardımı ol-madan alınan ifadelere dayandırıldı. İnsanlar,savunman olmadan, hukuki yardım alama-dan (işkence, aldatma, v.b. yöntemlerle) alı-nan veya kendileriyle bir şekilde ilişkilendiri-len ifadeler nedeniyle idam cezasına, müebbethapis cezasına çarptırıldı.

Bunlar İstiklal, Sıkıyönetim, Devlet Güvenlik,Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nde hepböyleydi; Cumhuriyet kurulduğundan beri…

AKP keyfiliğini kabul etmek, onaylamakmümkün değil; ama öncekileri onaylamanızmümkün müdür?

AKP bir tarihin mirasçısıdır; soru(n) ise, sade-ce AKP değil, mirasçısı olduğu tarihtir…

“Hukuk”u, devletin bekası/ güvenliği sorunuolarak algılayıp, sürecin aslî öznelerinin kollukkuvvetleri olduğunu kabul etmiş olursunuz ki,“özel yetki” de budur!

Örneğin işkenceye dayalı alınmış veya kollukkuvvetleri tarafından hazırlanıp imzalatıl-mış/imzalanmak zorunda bırakılmış ifadeler-den, atf-ı cürüm mahiyetindeki itirafçı ifade-lerine uzanan “veriler”e dayanan bir“hukuk(suzluk)”, adil olabilir mi?

Bugün burada esasa müteallik olanı konuş-

malı, irdelemeliyiz…

Bu da ancak tarihi göz ardı etmeden olur.

Unutmayın: “Çoğu kez ilk keşfeden biz deği-liz… Sandığımızdan çok daha fazla şey keşfe-dilmiştir,” diyen W. Goethe ekler: “Asıl her şe-yin nasıl da basit olduğunu gösterebilmekleçok iş yapmış oluruz.”[3]

I) SORU(N)LAR“Soru(n)” kanımca şu: İstiklal, Sıkıyönetim,Devlet Güvenlik adlarıyla yaşanmışların, ya-pısal olarak Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkeme-leri’nden hiçbir farkı yoktur…Bu bağlamda yaşanan son olaylardan hare-ketle Deniz Kavukçuoğlu’nun, “Hukukunaraçsallaştırılması”ndan söz etmesi… “AKPhukuk devletini sona erdirmeye hazırlanı-yor,”[4] denilmesi…

Veya Orhan Bursalı’nın, Kafka’nın, “Joseph K.:Neden tutukluyum?”. Yanıt: “Nedenini söyle-mek bize düşmez.. Soruşturma başladı. Vaktigelince her şeyi öğreneceksiniz…” repliğinianımsatması beni cidden şaşırtıyor…

Joseph K.’lar, Nâzım Hikmet, Sabahattin Alivd’leri gibi Cumhuriyet’in kuruluşundan beritarihimizin bir parçası…

“Hukuk devleti” denen şey “AKP ile mi sonaerdi”? Hadi canım sen de?!

Mesela general Muğlalı’nın kurşunlattığı 33Kürt’ten, “Hatay’da Valilik, PKK’lı sanılarak öl-dürülen 2 köylünün ailesine 21 bin 650’şer liratazminata hükmetti… Böylece 233 kurşunlaöldürülen köylülere kurşun başına 93’er liradüşmüş olacak!” haberine hangi “Hukuk dev-leti”nden söz ediyorsunuz?

Bu mu “Hukuk devleti”?

Yani düşüncelerini ifade etmek isteyen üni-versite öğrencilerinin maruz kaldığı şiddet, oeylem sırasında 19 yaşındaki bir genç kızın

polisin tekmeleriyle bebeğini kaybetmesi, buolay sırasında esas polisin şiddet gördüğünedair açıklama, cezaevlerindeki hasta tutuklu-ların serbest bırakılmaması, duvarların arka-sında yapılan işkenceler… Bunlar mı?

Bunlardan neden mi söz ediyorum; kanımodur ki, hukuksuzluk Cumhuriyet’in yapısınamündemiç bir olgudur; ve Ergenekon benzeridavalarda yargılananlar tek “mağdur” değil-dirler…

I.1) HUKUKUN SORU(N)LARIBu neden böyle mi?“Hukuk”un sınıfsallığından…Özünde soru(n), sadece budur; ne bir fazla nede bir eksik…Biliyorum buna, “Marksist lafziyat” diyeceksi-niz ama ben sizlere, ‘Cumhuriyet Bilim ve Tek-noloji’de, Gönenç Ünaldı imzasıyla yayınlanan“Hukukun Üstünlüğü ve Toplumdaki Yansı-maları” başlıklı yazıdan, “Oligarşik düzende,hukukun üstünlüğünden söz edilemez,”[5]saptamasını aktarıp, tekelci kapitalizmin oli-garşik bir dikta olduğunu anımsatmakla yeti-neceğim…

İşin özü bu olmasına bu da, bir de, benim deasla küçümseyip, inkâr etmediğim “formel”yan var…

“Formel” olarak “Hukuk, hissetmektir” der,hukuk filozofu A. Von Jhering…

Hukuku hissetmek, hukuk hafızlığının ve“malumatfuruş”luğun ötesinde, hukuku“hak”la, “insaf”la, “şefkat”le meczetmek, “öz-gür” düşünebilmek, “analitik” sorgulayabil-mektir.

Hukukçu hukuku hissetmiyorsa, yaptığı işinşoförlükten, seri üretim yapan fabrika işçili-ğinden farkı yoktur. Çünkü hissetmeyen, oto-matikleşen bir düşünce ancak oralarda işe

“Özel Yetkili Mahkemeler”e Tarihi Kenar Notları

Bilmeyen var mı?Davaların hazırlıksüreçlerinde, em-niyet sorgu, savcı-lık sorgu ve hâ-

kimlik sorgu süreçlerindeinsanlar, yıllarca savun-man/avukat desteğindenyoksun bırakıldılar. Bun-lar İstiklal, Sıkıyönetim,Devlet Güvenlik, Özel Yet-kili Ağır Ceza Mahkeme-leri’nde hep böyleydi;Cumhuriyet kurulduğun-dan beri…

g Temel DEMİRER

‘1

[1]

18-19_Layout 2 3/30/11 5:12 PM Page 1

Page 19: 1-10 Nisan 2011

güncel analiz

yarayabilir.”

Adalet” bir duygudur. Hukuktan da önce gelir.Hukuk düzeninde var olmakla birlikte, onunönünde giden, ondan da önce gelen bir “baş-vurma” yeri, hak, nısfet, insaf ve şefkat duy-guları ile örülmüş bir değerdir.

Bu yüzden adalet, kendine özgü karakterini,meşruiyetini, taş duvarlarına yasanın soğuk-luğu sinmiş görkemli “adalet sarayları”ndandeğil, vicdanların “iç adalet sarayı”ndan alanbir bilinç formu, bir duygu derinliğidir.

Ancak “formel” olarak; Gürsel Kasım’ın, “Dev-let, bireye yönelik hak ihlâlini önleyen güçolacağına, soru soran bir güç olarak çıkar kar-şısına,” notunu düştüğü Cumhuriyethukuk(suzluğu)u açısından yukarıda zikredi-lenler geçerli değildir; Cumhuriyet tarihi bo-yunca olmamıştır da…

Sadece AKP operasyonuyla değil; öncesindede yani Cumhuriyet tarihi boyunca coğrafya-mızda yargı “bağımsız” falan değildi…

“Yargı bağımsızlığı” mı dediniz?

Evet “Bu ülkede yargı bağımsızdır! Darbecilerisoruşturmaz. Yargı bağımsızdır!

Darbecileri yargılamaz.

Yargı bağımsızdır!

Askerimizi el üstünde, hukuk üstünde tutar.

Yargı bağımsızdır!

Suikastçıları soruşturmaz!

Yargı bağımsızdır!

Genelkurmay ‘andıç’larına dokunmaz.

Yargı bağımsızdır!

Hükümete gündüz yazdığı muhtırayı gece ya-rısı sitesinde yayımlayan Genelkurmay Baş-kanı’nı soruşturmaz. (…)

27 Nisan muhtırasında, ‘Ne mutlu Türküm di-yene’ demeyenleri düşman ilan edebilen Ge-

nelkurmay Başkanı’na bu da ne demek oluyordiye sorma gereğini duymaz.Yargı bağımsızdır! (…)Kara Kuvvetleri Komutanı’nın adını Şemdinliiddianamesine yazan savcı Ferhat Sarıkaya’yımeslekten men edebilir.Yargı bağımsızdır!12 Eylül darbecilerinin yargılanması için iddia-name düzenleyen savcı Sacit Kayasu’yu mes-lekten men edebilir.Yargı bağımsızdır!Şemdinli davasında bilmem kaç yıl hapsemahkûm edilen asker kişileri önce askerîmahkemeye havale eder, sonra serbest bıra-kabilir.Yargı bağımsızdır! Faili meçhul cinayetleri soruşturmaz.Yargı bağımsızdır! (…)İnsan haklarından bağımsızdır.Bireyden bağımsızdır.Evet, yargı ‘tam bağımsızdır’ bu topraklar-da...”[6]Bu yalana inanmamızı kimse, ama hiç kimse,herhangi bir “gerekçe”yle istemesin bizlerden!Hem de 12 Mart’ları, 12 Eylül’leri Cumhuriyet’inbekası için yaşatılmışlığımız sınıfsal“hukuk(suzluk)”la…

II) 12 EYLÜL NEDİR?Genco Erkal oyunu ‘Nereye Gidiyoruz?’u, Mel-tem Yılmaz ile konuşurken, “Son yıllarda 12Eylül’ü konu alan birçok ürün ortaya çıktı amakaçı akılda kaldı?” sorusunu, “Aklımızda kal-madığına göre gerçek bir hesaplaşmadan sözedemeyiz herhâlde” diye yanıtlarken; işin ik-tidar boyutuna hiç girmek istenmemesinedikkat çeker…Gerçekten de “12 Eylül nedir?” sorusuna; ikti-

dar boyutuna değinmeden temelli bir yanıtbulmak mümkün değildir…

Erinç Yeldan’ın belirttiği üzere, “1980’in neo-liberal muhafazakâr dönüşümü Türkiye’de de12 Eylül’ün anti-demokratik uygulamalarıaracılığıyla sürdürüldü. 12 Eylül darbesini izle-yen günlerde, bir yandan emeğin politik vesendikal örgütleri yasaklanır ve on binlerceyurtsever, demokrat, aydın ve işçi lideri ceza-evlerinde işkence görür iken; bir yandan daekonomi Dünya Bankası ve IMF uzmanlarıncahazırlanan yapısal uyum programları uyarın-ca, serbestleştirme, özelleştirme ve kuralsız-laştırma yoluyla küresel kapitalizmin yasala-rına tabi kılınmaktaydı. Bu süreçte en ağırdarbeyi de emeği ile yaşayan sınıflar almıştı.”

Yani 12 Eylül 1980, kapitalizmin neo-liberal“24 Ocak Programı”nı hayata geçirmek içindevreye sokulan ekonomi-politik saldırganlı-ğıydı…

Eğer 12 Eylül’ün faillerini yargılayacaksanız;söz konusu ekonomi-politik sistemle hesap-laşmanız gerekir!Tıpkı Sadi Şirazi’nin, “Kuş bakışı bakmak gü-zeldir, fakat kuş gibi bakmamak şartıyla,” de-yişindeki gibi…

Şirazi’nin uyarısının altını bir kez daha çizerekMeral Tamer’den aktarayım:

“TÜSİAD, güçlü sendikalar ve sola karşı ku-rulmuştu…

Yıl 1981: TÜSİAD 10 yaşında… Rahmetli AliKoçman TÜSİAD Başkanı ve TÜSİAD’ı ‘Büyüksermayenin çıkarlarını korumak için kurul-muş bir baskı grubu’ olarak tarif ediyor. 12 Ey-lül darbesinin ertesindeki Türkiye’de TÜSİAD,iş dünyasının taleplerini duyurmada açık araöne çıkarak TOBB’u gölgede bırakıyor.”

Bu öyle bir öne çıkarmaydı ki TİSK BaşkanıHalit Narin 12 Eylül’ün “anlamını” darbedensonra şöyle açıkladı: “Şimdiye kadar biz ağla-dık, şimdi sıra onlarda.”

12 Eylül’le birlikte devlet sermayenin ihtiyaç-ları temelinde yeniden organize edildi. Döne-min önde gelen sermaye örgütleri arasındayer alan TÜSİAD, Türkiye İşveren SendikalarıKonfederasyonu (TİSK) ve Madeni Eşya Sana-yicileri Sendikası (MESS) darbenin yapılmasıiçin adeta davetiye çıkarmışlardı.

Tıpkı İbrahim Bodur’un, “Demirel hükümetiserbest piyasa ekonomisi diye tanımlananmodeli hayata geçirmeye başlayan bir prog-ram hazırlamış ve bunu da 24 Ocak kararlarıüzerinden şekillendirmişti. Ancak bu progra-mı fiilen uygulayacak yeteneğe ve güce sahipdeğildi. Bu nedenle bu programı uygulamakönce askerî rejimin tercihleri doğrultusundaşekillenecek hükümetlerin görevi olacaktı...24 Ocak Kararları’nı başarıya ulaşmasında enbüyük pay 12 Eylül yönetimine aittir,” sözle-rinde ifade (ve itiraf) ettikleri üzere…

O hâlde 12 Eylül bir suçsa, suçluyu öven, teşvikeden sermaye ve sermayedarlar da unutulup,göz ardı edilmemelidir; 12 Eylül’ün yolunu dö-şeyenler gibi…

II.1) KISA BİR PARANTEZ: 12 EY-LÜL’E NASIL GELİNDİ VE NEOLDU? ABD’nin “Bizim Çocuklar” dediklerinin eseriolan 12 Eylül’e nasıl gelindiği, 12 Eylül’ün ne venasıl bir Gladio hikâyesi olduğunun da net an-latımıdır…12 Eylül 1980 darbesine giden yolda çoğukontrgerillaya mal edilen birçok suikast ger-çekleştirildi. Bunların mimarı da bugün “derin(denilen) devlet”ti. Kaçınılmaz olarak da sözkonusu suikastların çoğu “faili meçhul” kaldı

ve davaları tek tek zamanaşımından düştü.

Tıpkı DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, Doç.Dr. Bedrettin Cömert, Prof. Dr. Ümit Doğanay,gazeteci İlhan Darendelioğlu, Prof. Cavit OrhanTütengil ve Ümit Kaftancıoğlu v.b. aydın, gaze-teci ve sendikacılar gibi…

Bilindiği üzere Türkiye’de kontgerilla faaliyet-leri 1952’deki NATO’ya üyeliğiyle başlarken; 6-7 Eylül olayları, Kanlı Pazar, 1 Mayıs 1977 Kat-liamı, Deniz’lerin idamı, Kızıldere, İbrahimKaypakkaya’nın katli vd’leri de bu çerçevedeele alınmalıdır…

Gerçekten de Türkiye’de gerçekleştirilen dar-beleri anlamak ve anlatmak için belki dahaeskiye, 1950’lere kadar gitmek gerekir.

Askerî müdahaleler ile “Gladio” tarihçesininparalellik göstermesi bir tesadüf değildir!

Anımsanacağı üzere Ankara CumhuriyetSavcı Yardımcısı olarak görev yapan DoğanÖz, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e ilettiğibir raporda, 12 Eylül 1980 öncesi yaşananolayların ardındaki gücün kontrgerilla oldu-ğunu ifade etmiş, kontrgerillanın da CIA yön-lendirmesiyle TSK’ye bağlı Özel Harp Dairesiile ilintisi olduğunu dile getirmişti.

Doğan Öz, ülkücülerin çoğunlukta olduğu An-kara Cebeci’deki Site Yurdu’nun aranmasınıgerçekleştirdikten hemen sonra 24 Mart1978’de evinden çıkıp Kızılırmak Caddesi’ndearabasına bindiğinde silahlı saldırıya uğramışve can vermişti ki, bu da “derin (denilen) dev-let”in Gladiocu katliam hikâyeleri açısından“tesadüf” değil, Cumhuriyethukuk(suzluğ)unun “raison d’état”sıdır…

Bu kabul edenlerin, bugün, Fethullah aleyhinekonuşan/ yazan herkesin uydurma gerekçe-lerle gözaltına alınmasını eleştirmeye kalkış-ması, çifte standart ve ikiyüzlülükten başkanedir ki?

Bu arada 9 Ekim 1978 gecesi Ankara’nın Bah-çelievler semtindeki; Ankara Balgat’ta 10Ağustos 1978’de dört kahvehanenin taranma-sını; 12 Eylül darbesine giden sürecin kilomet-re taşlarından biri olan 16 Mart katliamını; 16Mayıs 1978 gecesi Ankara Etlik Piyangote-pe’de Çelik Kahvehanesi’nin taranmasını; 12Haziran 1980’de İzmir İnciraltı Öğrenci Yurdukatliamını; Çorum ve Maraş’ı unutamayız!

Bunlar ve benzerleri coğrafyamızda oldu vehiçbiri “bağımsız” yargı tarafından doğru-dü-rüst soruşturulmadı, ki buda Cumhuriyet hu-kuk(suzluğ)unun “raison d’état”sının parça-larıdır…

Tıpkı söz konusu hukuk(suzluğ)un işkencele-ri, “kayıplarıyla” 12 Eylül’ün insanlık suçlarıgibi…

Hani Mamak’tan Metris’e oradan da Diyarba-kır’ın 5 no’lu zindanına uzanan zulümdekigibi…

Resmî olmayan rakamlara göre 1980-1984arasında Diyarbakır 5 No’lu Askerî Ceza-evi’nde 5 ile 7 bin arasında çoğu politik tutuklukişi kalmıştı.

Nimet Tanrıkulu’nun, “Diyarbakır’da başka birşey olmuştu. Bunu vahşetle bile açıklamakmümkün değil, onun da ötesinde,” diye ta-nımladığı 5 No’lu Cezaevi, 12 Eylül’ün simgesi-dir. İnsanlığın iki yüzünün de en rafine biçi-miyle özetlenebileceği bir simgedir.

Bir yanında “Biz insanlar nasıl bu kadar alçak,bu kadar acımasız, bu kadar onursuz olabili-yoruz” sorusu. Öbür yanında ‘biz insanlar’ın,bu alçaklık, acımasızlık ve onursuzluğa, bedelihayatla ödenen isyanı…

DEVAM EDECEK

18-19_Layout 2 3/30/11 5:12 PM Page 2

Page 20: 1-10 Nisan 2011

muzaffer oruçoğluANTAGONİZMA

HALK DEVRİMİNDENAKBABA DEVRİMİNE

vet. Korkulan oldu. Devrim, büyük bir ka-rarlılıkla, can çekişmeye başlayan cesedinüzerine yürüme cesaretini ve gücünügösteremedi. Ceset canlandı, ayağa kalktı,karşı saldırıya geçti. Batının akbabaları-bu benzetmeyi akbabalardan özür dile-

yerek yapıyorum- son yirmi yıldır başlarını ağrıtancesedi, devrimin yükselişe geçtiği günlerde, gözdençıkardılar ve devrimi kontrol altına alma çabalarınıiyice yoğunlaştırdılar. Bu Cesedin fena halde zorunagitti. Durum değişip, rüzgar ters yönden esmeye, yaniceset canlanıp saldırıya geçmeye başlayınca, Akbabalartelaşa kapıldılar. Cesedin, duruma hakim olacağından,kendilerinden iyice kopup, Sibirya ayısına yaklaşaca-ğından korktular. Alelacele bir kararla, Bingazi’ye da-yanan ve kendilerine de meydan okuyan cesede sal-dırdılar. Ceset, devrimi yutmak üzereydi. Akbabalar,devrimi “kurtardılar”. Şimdi sıra, devrimi silahlandırıp,cesede son darbeyi vurmak, ve devrimin yeşile çalangüvercin ruhunu yokederek, onu simsiyah bir akbabadevrimine dönüştürmededir.Paragrafa, beylik bir sözle başlayayım: Devrim, kitlelerinişidir. Kitleler, yıkmak için ayaklanırlar. Ya yıkarlar, yada yıkılırlar. Aklı başında hiçbir devrim, hiçbir devletin–sosyalist bile olsa- doğrudan desteğini istemez; halkdevriminin, devlet devrimine dönüşmesini istemez.Devrim, kitlelerin, Tanrıya, yani bir kurtarıcıya inanmakültürlerinden dolayı, devrimin sıkıştığı çetin anlarda,herhangi bir devletin doğrudan müdahalesine eğilimgösterebileceklerini hesaba katmak, onları kendi güç-lerine dayanma kültürü ve duygusuyla donatmak zo-rundadır. Hiçbir devlet, -eğer şanına uygun bir dev-letse,- devrimin çıkarını , devrim kadar düşünemez;aksine, onu ‘kurtarmaya giderken, nasıl kendi egemenliğialtına alacağının, kendine tabi kılıp yutacağının hesabınıyapar. Tarih bunun aksini göstermedi bize. Bırakalımkapitalist emperyalist devletleri, sosyalist SovyetDevleti bile aynı temel içgüdüyle hareket etti. İkinciDünya Savaşı yıllarında, faşizme karşı partizan savaşınagiren ve savaşın sonlarına doğru giderek ayaklanmabelirtileri gösteren Doğu Avrupa halklarına, SovyetDevleti, Kızıl Orduyu sokarak, doğrudan destek sunduve onları halk devrimlerinden, devlet devrimleri ekseninekaydırıp, kendine ram etti. Çin ve Yugoslavya, kendigücüne dayandığı için ram olmadı. Arnavutluk dakendi gücüne dayandı ve ideolojik bağlılığın dışında,ram olmadı. Doğu Avrupa kültürü, ülkemizdeki solu,devrimcileri, komünistleri de etkiledi. Bunların eziciçoğunluğu, Sovyetlerin, Macaristan, Çekoslavakya, Af-ganistan işgallerini desteklediler. Vietnam’ın, Kam-boçya’yı işgalini desteklediler. Bu kukla kültürünü sa-vunanların bir bölümü, geçen yüzyılın sonlarında, Kürtve Ermeni düşmanlığıyla beslenen, ‘millicilik’e savruldu.Bunlar şimdi, Libya’nın kurtuluşunun “1911 Türk ru-huna” dönüşle mümkün olacağını, Libya’nın Osmanlıİmparatorluğu’ndan kopuşunu engellemeye çalışanve bunun için İtalyan emperyalizmine karşı Trablus-garp’ta, Derne’de, vb. savaşan Mustafa Kemal ve EnverPaşaların yolunda yürünmesi gerektiğini ileri sürüyorlar.Mustafa Kemal’in Kocatepe’de bir anlamı var, amaniyet ve amaç itibariyle Trablugarp’ta yok; ille var di-yorsanız, o da Osmanlı devletinin çıkarıdır.Osmanlının 600 yıllık sistemini ayakta tutan tek birferman vardı ki o da şuydu: “Cuzi ve küllî her ne hasılolursa zapta gelmedik nesne koymayasuz.” İşte benimdevlet diye yırtındığım, feveran ettiğim şey budur.Tanrı, devlet ve şef. En kabadayı komünistimiz bile,bu üç illetin etkisinden kendisini azat edemiyor. Nedersem diyeyim, ben de, şu veya bu derecede buetkinin alanı içindeyim. Şartlar nasıl da iğfal ediyorbizi. Toprağı bol olsun, Yahya amcam, can diliyle ko-nuşan, insana iç gözünden, kendi bedeninden bakan,bektaşi ruhlu bir adamdı; “Zekat verecem, ortadaadam yok, hepsi sahtekâr,” derdi. Her neyse, ben kendi namıma, Libya’daki halk devriminisavunmaya devam edeceğim. Batının saldırısına veyağmacı emellerine karşı, devrimin kendi gücüne da-yanmasını, Şeyh Ahmet Sunisi’lerin, Ömer Muhtar’larındirenme geleneğini hatırlamasını, onlardan güç almasınısavunmaya devam edeceğim.

E

1-10 NİSAN 2011 Halkın Günlüğü

Gule nıkare rastıyê bukuje!*

Min navê xwe kola li bir-cên Diyarbekir. Ez Şêx Seîdê kal, Bijîşk Fuad imPêşmergekî bê nav û bê nîşan Ez duh şehîd bûm Îro, nûhat im…90’lı yılların başı, gerçeğin hiçteuzaktan bütün gerçekliğiyle göste-rilmediği bir ‘’Amed gerçeği’’… 30Mayıs 1992’de “Egemenlik kayıtsızşartsız: DGM’nindir” manşetiyle ya-yın hayatına başlayan 1992–94 yıl-ları arasında 27 çalışanı öldürülen,muhabirleri- yazarları ve okurlarıtutuklanan, her sayısına toplatmakararı çıkartılan, 15’er günlük ve biraylık yayın durdurma saldırılarınamaruz kalan Özgür Gündem gaze-tesi, 94 yılında ise kapatıldı. Döne-min başbakanı Süleyman Demirel,“Bunlar gazeteci kılığında militan-lar, birbirlerini vuruyorlar. Devletcinayet işlemez” sözleriyle gazete-cilere dönük bu saldırıları açıktanmeşrulaştırmıştı. Yaşanan bu katli-amlar ve saldırılar, yıllar sonra yö-netmenliğini ve senaryosunu SedatYılmaz’ın yaptığı “PRESS” filmi ilebeyaz perdeye yansıtıldı. O dönem

de yaşananları toplumsal bel-lekte tazeliyen PRESS filmi, gü-nümüzde gazetecilere dönüksaldırıların tartışıldığı bir sü-reçte gerçekleri gözler önüneseriyor.

Rastî çi bû û ya kêbû…(gerçek ne idi vekimin idi)Özgür Gündem gazetesiAmed bürosu çalışanları-nın; OHAL, JİTEM, HİZBUL-

LAH ve kont-gerilla cenderesindekiyaşantılarını konu edinen “PRESS”filmi geçtiğimiz hafta itibarıyla si-nemalarda izleyiciyle buluştu. Film-de bir yandan zor koşullar altındamesleğini icra etmeye, öbür taraf-tan ise bahsettiğimiz cendere içeri-sinde boğulmaya çalışılan bu gaze-tecilerin daracık dört duvar arasın-dan çıkarak onlarca engele rağmensokaktaki gerçekleri halka ulaştır-mak için yürüttükleri amansız mü-cadelenin öyküsüyle karşılaşıyo-ruz. Film genelinde bölgede yaşa-nan uyuşturucu trafiğinden tutalımda çetelerin halk üzerinde estirdiğiteröre kadar birçok gerçeğe par-mak basılıyor.Gerçek demiştik. Kadir’in ölümdenkorkma gerçeği, mücadelede ısrareden Faysal’ın ölümü ensesindehissetme gerçeği, Alişan’ın gerçek-leri halkla buluşturma uğruna ölü-mü göze alma gerçeği ve Fırat… Fı-rat’ın devlet saldırılarına, yoldaşla-rının gözü önünde katledilmesineve bütün ihanetlere rağmen müca-dele bayrağını yükseltme gerçeği…Filmin, dönemi birçok yönden elealması ve içten/abartıya kaçmadanhaklının yanında yer alması, onca

zor koşul altında bile gündelik ya-şamda çalışanlar arasında yaşanansorunları samimiyetle yansıtması,izleyici üzerinde bıraktığı etkiyidaha derinleştiriyor. Ve daha öncehayatında Amed’e gitmemiş bir yö-netmenin Amed’i böylesine objektifyansıtması ise filmi izlemeye değerkılan bir diğer etken oluyor.

Ya devletin sesi olmak yâda halkın sesi olarak, kat-ledilmekTürkiye-Kuzey Kürdistan coğraf-yasında gazeteciler, devletin gaze-tecileri olduğu sürece “özgür” ol-muş, olmadığında ise “ölü” bulun-muşlardır. Tıpkı Metin Göktepe, ApêMûsa, Hrant Dink… gibi. Altı çizil-mesi gereken bir başka konu vardırki, o da “ileri demokrasi” nutukları-nın atıldığı ve demokratlık ayağındabütün gerici partilerin birbirleriyleyarıştığı bu süreçte, onlarca gaze-tecinin hala tutuklu bulunduğudur.Ve yine daha düne kadar işkenceyesıfır tolerans dedikleri hapishane-lerde Yürüyüş Dergisi çalışanı En-gin Ceber işkencede, Amed eylem-lerini kamuoyuna taşımaya çalışanmuhabirimiz İlyas Aktaş ise askertarafından kurşunlanarak katledil-di. Azadiya Welat, İşçi-Köylü, Atılım,Yürüyüş, Odak ve gazetemiz yazıişleri müdürü, devrimci gazeteci ol-duklarından kaynaklı, onlarca yılıbulan suçlamalarla tutuklu yargı-lanmaktadır. Yakın geçmişimizdede gördüğümüz gibi devletinDNA’sında bulunan katliamcı gele-neği ne dünde kalmıştır ne de bu-gün son bulmuştur.

*Kurşun gerçeği öldüremez.

20-21_Layout 2 3/30/11 5:16 PM Page 1

Page 21: 1-10 Nisan 2011

21kültür sanat

Saçı, başı ağarmış yaşına rağmen yaşlı am-calarımız-teyzelerimiz (şaşırtıcı bir kıvrak-lıkla), sunucu hanımın öncülüğünde, prog-ram başlarken ve her katılımcının çağrılışın-da çalan cıngılla kendinden geçiyor. “Ohh hergünümüz böyle geçer işşallaaah!” diyor mut-luluk dağıtan, sevgi pıtırcığı sunucumuz… Ya-şayamadıklarından mıdır, bu toplumsal dü-zenin bu insanlarda yarattığı tahribattan mı-dır, anlamakta güçlük çekiyorsunuz… Meselahacca gitmişler de var bu pazarda… Fakathacca gitse de ona edebi, usulü öğreten vebelli ki insanlıktan nasibini almamış-aldırtıl-mamış sunucu kadın sizi adeta çileden çıka-rıyor. Bu nadide sunucularımız ve nitelikliprogramlar hiç tahmin edemeyeceğinizoranda izleniyor, şaka gibi… Ayrıca durumubilimsel bir havaya sokan sosyolog ve psiko-loglarımız da var. Yani pazarı çekici ve iknaedici hale getiren sahte bilim insanları…Anında teşhis koyan psikologlarımız… “İnsankendisini çok isteyeni itermiş” diyor meselabir doktorumuz. Bu bir hastalıkmış. Sizi çokisteyenleri itmeniz, kabul etmemeniz birhastalıkmış. “Dinimizde iyi huy diye bir şeyvar” diye devam ediyor doktorumuz. İlk andakarar vermeyin, kabul etmediğiniz insan çokiyi biri de olabilirmiş. Öyle bilimsel öyle isa-betli tespitler yapıyor ki salondaki ve ekranıbaşındaki müdavimler bu doğruyla, hayatla-rındaki sorunlara çözümler üretiyor. Ne olduda bu insanlar böyle oldu diye anlamamazlı-ğa veriyorsunuz kendinizi bir süre. Çünkükısa bir şok geçiriyorsunuz. Utanıyorsunuz,çünkü suçlusunuz biraz da…

Suçlusunuz! Çoğu zaman görmediğiniz ya dagördüğünüzde seyirci kaldığınız için suçlusu-nuz…

Seyirci kalarak ya da doğal karşılayarak far-kında olmadan bu çürümüşlüğün mutfağın-da hazırlanan, önümüze sunulan yemeğinyapılışını seyrettiğiniz için suçlusunuz…

Belli ki pazardaki herkes, hayatı boyuncaezilen yığınların yaşadığı sıkıntıları yaşayan‘mutlu’ olamayanlardan... Egemenler sebebi-nin kendisi olduğu bu sonucu öyle güzel kul-lanıyor ki. Pazarlıyor! Sonuç: Oradaki her in-san bir meta. Geleceğini garantiye almayaçalışan, beğenilmeye çıkmış, alıcısını bekle-

yen allısı, morlusu, yeşillisi, yaşlısı, genci, es-meri, sarışını, paralısıyla rengarenk insanpazarı… Adeta bir alışveriş yaşanıyor. Orada-ki herkes çürümüşlüğün kokuşmuşluğun birparçası ve kullanılmaya devam ediyor. Suç-lusunuz! Mutluluğunu ve geleceğini programprogram gezerek bir eşte arayan, kim bilirbelki de sevgi dilenen bu insanların mantargibi çoğalmasından suçlusunuz…

Piyanodan çalan ezginin eşliğinde roman-tik(!) bir ortamda hayat dersleri veriliyor…Ortam vıcık vıcık. Birden ortam sevgi seli yada duygu seline kapılanlarla doluyor. Herkesağlıyor neredeyse. Heyecan dolu bir aşk ara-yanlar, ilk görüşte aşık olanlar, evlenmesineizin verilmeyen gençlerin anneler babalarayalvarışları, “kıymayın bize”ler, “ayy kız ya-zık bu gençlereee” haykırışları… Evlenmekiçin sahneye çıkanları daha doğrusu pazaraçıkanları bekleyen, bazen ağzı açık bazenyan yan süzen erkekler ve kadınlardan olu-şan bir aşk bekleyenler bölümü var ayrıca...Depolar ağzına kadar dolu! Seç seçebildiğini!Gelen gidenin haddi hesabı yok!

Suçlusunuz! Tüm bu olanları soğukkanlılıklakarşıladığınız için, seyredilmesine izin verdi-ğiniz için suçlusunuz…

Programa katılan her potansiyel aşığın bom-ba cümlesi şu: “Beni taşıyabilecek biri olsun!”Taşınacak bir durum kalmış gibi, gururumu-zu da elden bırakmıyoruz hiçbir vakit. Evvel-den beridir bu gurur hayata bağlar bizi. Enönemli özelliklerimizdendir. Açız ama gurur-luyuz! Mertiz! Delikanlıyız çok şükür! Bizisoysa da azarlasa da sömürse de canımızdancan alsa da delikanlılığını ‘sevdiğimiz’ birbaşbakanın ‘yönettiği’ delikanlı bir milletizbiz! Delikanlılığıyla övünen bir başbakanınekibiyle, yüzünü kuma gömmüş fakat gerikalan gövdesi apaçıkta olan kuşları nasılyönlendirdiğini, delikanlılığın yaşamın ol-mazsa olmazı olduğunu öğretmesine tanık-lık ediyorsunuz. İşte bu nedenle bir kez dahasuçlusunuz! Bu düzenin yürütücülerine, eği-tim sistemine, devletine, medyasına, elbirli-ğiyle, halkı gerçeklikten koparıp alıklaştıranbu kan emicilere haddini bildirmediğiniz için,sahte mutlulukların peşinden koşan halkıntüm bunlarla ömür tüketmesine seyirci kal-

dığınız için suçlusunuz… Bu kültürü, bu çürümüşlüğü, insanın insanayabancılaşmasını yaratan bir toplumsal dü-zen var evet. Sadece eleştirmekle kalanlar,eve gidip bakarsanız annenizin ya da karde-şinizin ya da bütün ailenizin bu programlarlanasıl vakit geçirdiğine tanık olabilirsiniz…Kültür denen şey biraz da bu. Evimizin içinekadar girmiş, bırakın evi damarlarımıza ka-dar girip bizi uyuşturmaya çalışan bu kokuş-muş düzenin kültürü, medya kanalıyla ilkolarak o dört duvar arasında kalanlarımızaulaşıyor, oradan hayat buluyor kendine. Ta-nık olmakla kaldığınız için suçlusunuz…Kültür, insanın üretici faaliyetlerinin bir biçi-mi, yaşamdaki karşılığı olarak ortaya çıkıyor.İnsanın kültür düzeyi, insanın doğayı, yaşamıinsanileştirmesiyle, kendi çıkarları ve gerek-sinimlerine uygun hale getirmesiyle paralel-dir. Böyle ilerler kültürel düzey… Fakat bir so-runumuz var. Bugün gereksinimin dahi far-kında olmayan hatta insan olmanın gerekle-rinden haberdar olmayan yığınlarla karşıkarşıyayız. Kültürün oluşmasında medya olarak tanım-lanan alanın önemi büyük… Medya içerisindekitle iletişim araçlarının; özellikle televizyo-nun etki alanı oldukça geniş. Teknolojinin ge-lişmesiyle bu araçların etkileri daha güçlü birhale geldi. Televizyon zaman ve mekan sınır-larını ortadan kaldıran, aynı anda aynı za-manda milyonlarca insana ulaşabilen biraraç artık. Yukarıda bahsini ettiğimiz çürü-müşlüğün yaratılmasında çok önemli biraraç hem de. İnsanlar kendi yaşam deneyim-lerinin yanında televizyondan edindikleridoğru ya da yanlış ama kesinlikle inandıkları‘deneyimlerle’ günlük yaşamlarını, gelecek-lerini planlıyor artık. Televizyon ortaya çıktı-ğından bugüne kültür üreten bir araç… Burjuva-feodal kültür insanı maddi yaşa-mından uzaklaştırarak manevi alan içerisin-de tanımlıyor, öyle öğretiyor. Tüm bu yaşa-dıklarının toplumsal sistemden kaynaklan-dığını, yaşadığı maddi yaşamın bir yansımasıolduğunu, medyanın ve özellikle televizyo-nun ürettiği kültürün hayatındaki etkisininfarkında olmayan ezilen yığınlara ulaşmak,bu diyalektik bağı kurmasını anlatmak, kav-ratmak zor iş...

Dünyanın gerçekleriyle çok ilgiliymiş gibi gö-rünen insanlar yanı başınızdaki bu gerçeğigörmezden gelemezsiniz. Acaba kendi içi-mizde bir savunma mı geliştirdik ne dersi-niz? Gerçeklerini öğrenmeye ilgi duymayan,görmeyen, içten içe bizi iyi hissettiren bir sa-vunma… Yaşamın akışına tanık olmak ve butanıklığı sessizlikte boğmamak kolay iş de-ğil. Bu akışa karşı insanlığın onurlu yaşamıiçin kürek sallamak zor iştir. Dünyanın der-dini çözmeye çalışan en bilimsel, en inançlıolanlarımız dahi kendi gizlerinden uzak dur-maya çalışır bazen… Gizlerimiz evlerimiziniçinde, beynimizde… Beynimizdeki iktidarlarıyıkmanın, gizlerimizi açığa döküp param-parça etmenin yoluna bakmalıyız. Tüm deği-şimlerin, yıkmanın ve yeniyi inşa etmenin ilkadımı sorumluluk yüklenmektir. Eğer insaniçinde bulunduğu durumu değiştirmeye iliş-kin hiçbir sorumluluk duymuyorsa, hisset-miyorsa o durumu nasıl değiştirebilir…

Efendiler koltuklarında, meydanlarda avazavaz sömürülerini allayıp pullayıp propagan-da yaparken ve yatlarında, katlarında keyifsürerken, ezilenler program program geze-rek gelecek arıyor. 600 milyon dolarlık stad-yumların açılışıyla övünenler, bitmek bilme-yen açlık duygularıyla, ağzında köpüklerlesaltanatlarının devamının keyfini sürerken,onlar yüzünden ülkenin bir köşesinde, Sam-sun’da mesela, yoksulluktan bir çocuk ölü-yor; geleceğini eline alması gereken halk çü-rümüşlüğün girdabında oradan oraya savru-luyor…

Yine sessiz kaldınız… Suçlusunuz! Bu salta-nata sessiz kaldığınız için suçlusunuz…

Elbette her şeyin bir an önce düzelmesini is-teme, kendimize bu denli eziyet etme tela-şında değiliz, olmamalıyız, fakat bu çürü-müşlüğü kökünden kazımak için kazma kü-reğe sarılmak gerek… Bu karanlığı parçala-mak için, evet toplumsal düzeni teşhir edelimama biraz da bu karanlığa alet olan insanlarıkendine getirmek için harekete geçelim…

Yerine önerilen doğru bir pratiğin yükünüomuzlamak zor geldiği için mi bu çürümüş-lüğü baltalamıyoruz?

En önemlisi de ne biliyor musunuz? Suçunu-zu kabul etmediğiniz için suçlusunuz!

İnsan pazarı!Düşünün ki bir pazardasınız… İnsan pazarı! Öyle ürkütücü, öyle ko-mik, bir o kadar da acı… Yüzü gözü kırışmışıyla, delisiyle, süslüsüy-le, alımlısıyla, güzeliyle, çirkiniyle fakat ortak noktaları kararmış-karartılmış yüzleri ve yürekleriyle tam bir insan pazarı… Birbirin-den elektrik alan alana… Programı izlemeden önce yanınıza birbardak su, belki de nefes açıcı bir kolonya almalısınız… Yer yer ne-fesinizin daraldığını hissedeceksiniz. Program başlıyor…

20-21_Layout 2 3/30/11 5:16 PM Page 2

Page 22: 1-10 Nisan 2011

Halkın Günlüğü 1-10 NİSAN 2011dünya haber 22

2011 yılının başlarından itibaren Tunus’tabaşlayan ve ‘halk isyanları’ olarak nite-lendirilen ayaklanmalar, Kuzey Afrika veOrtadoğu’da dalga dalga yayıldı. Ne olduda bu bölgedeki halklar, yıllar sonra bas-kıcı rejimlere karşı sokaklara döküldülerve canları pahasına baskıcı ve despot yö-netimlere karşı başkaldırdılar?

Tunus, Mısır, Yemen, Cezayir, Lübnan veLibya gibi ülkelere bakıldığında görünenortak tablo; yıllardır değişmeyen ve em-peryalistlerin doğrudan desteğiyle ayaktaduran despot ve katı diktalar ile yönetili-yor oluşları. Toplumu dışlayan, halka heptepeden bakan devlet başkanları, boyuneğme kültürüne alıştırılmış halklar, kısıt-lanan özgürlükler, hapishanelerde binler-ce düşünce suçlusu ve anti-demokratikuygulamalar.

Yoksul ve işsizliğin yanı sıra; gelir dağılı-mındaki uçurum ise, bu ülkelerin öne çı-kan bir başka özelliği. Söz konusu ülkele-rin genel tablosu bu şekilde iken, 2011 yılı-nın başlarından itibaren başlayan halkayaklanmalarında, Arap dünyasının kalbiolarak gözüken Mısır’da dahi, onlarca yıliktidarda olan Hüsnü Mübarek tahtını bı-rakıp, gitmek zorunda kaldı. Libya’dakiayaklanmaya kadar genelde emperyalistdevletler, “demokrasi” çağrıları yapıp,

kendi destekleri ile başa getirilen iktidarsahiplerinin halkın sesine kulak vermesi-ni ve iktidarı terk etmesini istedi.

Gerçek yüz ortaya çıktıEmperyalistlerin “Demokrasi ve hak ve-rilsin” çağrıları ile Kuzey Afrika ve Orta-doğu’da yaşanan halk ayaklanmaları,Libya’ya gelince bir tıkanma yaşadı. 30yıldır ülkeyi dikta ile yöneten petrol zen-gini Libya’nın Albay Lideri Kaddafi, em-peryalistlere ve sokaklara çıkan halkameydan okuyarak, Libya’dan ayrılmaya-cağını ve gerekirse öleceğini açıkladı.Kaddafi’nin açıklamalarında dikkat çekentemel yönlerden biri ise, ülkesindekiayaklanmanın emperyalist ülkeler ile iliş-kili olduğunu sürekli dile getirmesi veemperyalist devletleri teşhir eden açıkla-malarda bulunması oldu. Günlerce yaşa-nan gerilim ve çatışmaların ardından,Kaddafi’nin iktidarını terk etmeyeceğigörülünce, fiili müdahale için hazırlıklarabaşlandı. Kaddafi’nin halka karşı suç işle-diği belirtilerek, iktidarı terk etmesi isten-di. Bu süreçte özellikle ABD ve Fransa,Kaddafi güçlerinin vurulması yönündeaçıklama yaparken, diğer NATO ülkeleriduruma daha temkinli yaklaşıyordu. Gün-lerce süren BM toplantıların ardından BMGüvenlik Konseyi, Libya’ya müdahale

edilmesi kararı aldı. Bu karar üzerine 19Mart’ta Fransa’ya ait uçaklar, Libya’yabomba yadırdı.Söz konusu saldırılarda Libya’daki havasahasının kontrol altına alındığı ve Kad-dafi güçlerinin vurulduğu yönlü açıkla-malar yapılsa da, geçmiş tüm NATO saldı-rılarında olduğu gibi Libya tarafından si-villerin vurulduğuna ilişkin haberler gel-meye başladı. Fransa’nın saldırılarını,ikinci günden itibaren ABD’nin füze saldı-rıları izledi. Libya halkının üzerine bombayağdırılmaya başlandı. Bu süreçte dikkatçeken bir diğer gelişme ise, Kaddafi’ninBM kararının açıkladığı gün “Ateşkesilan” etmesi oldu. Kaddafi’nin “Uluslarara-sı gözlemciler gelip denetlesin” demesinerağmen bu çağrı, NATO üyesi ülkeler tara-fından görülmedi ve saldırılar genişletile-rek devam etti. Söz konusu saldırılarlabirlikte, Libya’daki tek hedefin Kaddafi ol-madığı, sözde Kaddafi’nin zulmündenkurtarılacak sivil halkta NATO saldırılarınhedefi haline geldi.

Savaşı Durdurun Koalisyonu tara-fından internet sitesinden yapılanaçıklamaya göre, Libya işgali sıra-sında ABD, İngiltere ve Fransa’nınbaşını çektiği emperyalist ülkele-rin bazı şehirlerde seyreltilmişuranyum (DU) başlıklı bombalarıkullandığı belirtildi. ABD Genelkur-may Başkanı Bill Gortney ise, Lib-ya’da uranyum başlıklı silah kul-landıklarının farkında olmadıkları-nı iddia etti. ABD’nin 91’deki Iraksaldırısı ile Bosna’da kullandığı busavaş başlıklarının kanser riskiniciddi oranda arttırdığı, böbrek ve içorganları iflas ettirdiği ve insanlarıkatletmek için ideal silahlar olduğuifade edildi. NATO, BM Güvenlik Konseyi’ninLibya konusundaki işgal kararınıtüm yönleriyle uygulamayı ve havasaldırıları dahil olmak üzere tümoperasyonların komutasını üstlen-meyi kabul etti. İşgal güçlerininbombalaması devam ederken dev-let televizyonunun açıklamasınagöre Trablus ve Sirte’de, işgal güç-lerinin bombardımanları sırasındapatlamaların olduğu kaydedildi.Yapılan saldırılarda en az 114 kişihayatını kaybetti.Libya’da Kaddafi karşıtları, Sirteşehrini kontrollerine aldılar ve Ras,Lanuf, Brega, Ukeyla ve Bin Ce-vad’da bulunan petrol rafinerileriniele geçirdiler. 1 hafta içinde petrolihracına başlayabileceklerini du-yuran Kaddafi karşıtları, kendikontrolleri altında günde 100 binvarilden fazla petrol ürettiklerinibelirttiler. Muhalif güçlerin temsil-cilerinden Ali Tarhuni, körfez ülkesiKatar’a petrolllerinin piyasaya sü-rülmesi konusunda yardımcı olma-ya hazır olduklarını açıkladı. Muha-lifler, 27 Mart’ta ülkenin önemli ih-racat ve petrol rafineri tesislerininbulunduğu sahil bölgeleri Ras La-nuf, Brega, Ukeyla ve Bin Cevad’ıele geçirmişti.

Uranyum baş-lıklı bombalarkullanılıyor

NATO’nun Libyasaldırısı ve Türk devletininanlaşılır (!) tavrı

Suriye’de başlayan isyan dal-gasında, gösteri yapan kitleninüzerine ateş açılması sonucuonlarca kişi yaşamını yitirdi.

Arap ülkelerinde baş gösteren halkayaklanmalarına Suriye de katıldı. Suriyehalkının özgürlük, insan hakları ve eko-nomi alanlarındaki eşitsizlikleri protestoettiği aşikârdır.

1970’li yılların başlarında darbeyle başagelen Hafız Esad yıllardır uyguladığı bas-

kı rejiminden sonra oğlu Beşar Esad’ın ik-tidara geldikten sonra Suriye halkına ra-hat nefes aldıracağı gözüyle bakılıyordu.2000 yılında başa geçen Beşar Esad ba-basının izinden giderek Suriye halkınaaynı rejimi uygulamaya devam etti. Burejim devam ederken Suriye’de son za-manlarda baş gösteren işsizlik ve ekono-mik bunalımla birlikte, bir Arap ülkesin-den diğerine sıçrayan kıvılcım burada dakendini göstermeye başladı.

Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’in ardındanSuriye’de de rejim karşıtı protestolardayüzlerce kişi katledilmeye devam edili-

Suriye’de onlarca kişi öldürüldü

Libya üzerinde son yaşananlara bakıldığında Türk devletininve egemenlerinin emperyalistlerden bağımsız olarak hiçbirkarar alamayacakları bir kez daha gözler önüne serildi

22-23_Layout 2 3/30/11 5:18 PM Page 1

Page 23: 1-10 Nisan 2011

Resmi olmamasına rağmen yüzlerce sivilin bu sal-dırılarda katledildiği açıklandı. NATO bombalamala-rında ölen sivillerin görüntüleri Libyalı yetkililer ta-rafından medyaya yansıtıldı.

T.C’nin ‘kendine has’ tavrıLibya’ya dair saldırı yapılması yönlü açıklamalar ilebirlikte T.C. kanadından da iktidarı temsil edencumhurbaşkanından, başbakanına ve dış işleri ba-kanına kadar bütün sözcüler, ‘müdahaleye karşı ol-dukları’ yönünde açıklamalarda bulundu.

NATO’nun Libya’da işinin olmadığı yönünde açıkla-malar, her iktidar organı tarafından dile getirildi. Fa-kat bu tersten esen rüzgar çok çabuk değişti. Öyleki; Dış İşleri Bakan Davutoğlu, muhalefet liderleriniLibya saldırısına ilişkin bilgilendirirken, DSP GenelBaşkanı Mahsun Türker, Davutoğlu’nun NATO’nunkomuta üssünün İzmir olacağı yönünde bir bilgiyi,kendileri ile paylaştığını açıkladı. Dış İşleri Bakanlığı,jet hızıyla söz konusu Türker’in açıklamasını yalan-ladı ve böyle bir şeyin olmadığını söyledi. Dış İşleriBakanlığı’nın “yalanlama” açıklamasının ardından24 saat geçmeden NATO İzmir’in Libya müdahale-sinde komuta üssü olarak kullanılacağını açıkladı.

Libya’ya saldırıya karşı olduklarını söyleyen Türkegemenleri, uygulamada ise tamamen farklı bir yönizledi. Öyle ki; Libya’ya müdahale için daha tezkeregörüşmeleri TBMM’de başlamadan NATO kuvvetle-rine dahil olması için 5 savaş gemisi ve bir deniz altıLibya’ya anında gönderildi. Bu da TBMM’deki tezke-re oylamasının hiçbir anlamının olmadığını gözlerönüne serdi. TBMM’de tezkerenin kabul edildiğiaçıklandığında, Türk savaş gemilerinden Libya sa-hilleri artık gözüküyordu.

Uşaklığı tescilli olan Türk hakim sınıfları ve onlarınbürokratik sözcüleri bu kararlar alınırken de birkez daha çuvalladılar. Efendisine karşın bazen efe-lenmelerinin nedeni de kendilerini boşa düşürenaçıklamalarda bulunmasıdır. Yoksa kendi ülkesin-de katliamlara imza atanların başklarına götürece-ği özgürlüğün çapı bellidir. Keza emperyalistlerinOrtadoğu halklarına götürdüğü özgürlük, dahaönce bir çok defa tescillenmiştir. Oratadoğu ve Af-rika’da bulunan diktatör rejimleri destekleyenler deaynı emperyalist devletler ve onların uşaklarıydı.Mübarek, Kaddafi, Bin Ali, Saddam gibi diktatör re-jimler, bu bayların zamanında en sadık dostları de-ğil miydi?

on iki aydır Ortadoğu’da gerçekleşen olaylaremperyalizmin niteliğini, petrol için nelerigöze alıp yapabileceğini ve riyakarlığını birkez daha gözler önüne serdi. Libya ve Bah-reyn’de olanlar insanı insanlığından utandırmaboyutunda.

“İnsan hakları” sahte gerekçesiyle Libya’ya hava saldırılarıbaşlarken geçen hafta, haftalardır devam eden Şii ağırlıklıayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırmak üzere önce 1000asker ve zırhlı araçlarla, helikopterlerle Suudi Arabistanordusu, ardından Kuveyt dahil körfez ülkelerinden askerlerve tanklar eşliğinde Bahreyn işgal ettirildi. Böylecebölgedeki Sünni-Şii gerginliği bir derece daha yükseldi.Ancak ne gariptir ki Tunus, Mısır, Libya’da halkın birkısmının “değişim isteğini” destekleyen ve hatta iç dina-mikler kafi gelmeyince Libya’ya karşı askeri güç kullananABD elebaşılığındaki emperyalizmden tek ses gelmedi.Zaten Kral Halifa’da dış müdahaleden korkmuyor. ÇünküABD ve Batı’nın yakın dostu.Bahreyn, Orta Doğu’da Basra Körfezi’nde, Arabistan Yarı-madası kıyısı açıklarında Bahreyn adası ile 30 kadar küçükadadan oluşan bir takım adada yer alan ülkedir. Yüzölçümü665 km2, nüfusu 750.000 kişidir. Doğal kaynakları petrol,doğalgaz, incidir. Nüfusunun % 67’si Şii Müslüman, % 37’siSünni Müslüman’dır. Mutlak monarşi ile yönetilir. Ekonomisibüyük ölçüde petrole bağımlıdır. ABD’nin 5. filosu Bahreyn’dekonuşlanmış olup çok uluslu şirketler için önemli bir mer-kezdir.Suudi Arabistan’ın Bahreyn, Umman (nüfusun % 17’si Şii )Yemen gibi Şii yoğunluklu komşularının, ayaklanmanınetkisi altına girmesi Suudi rejimini fena halde etkiledi.Suudi rejimi, civarındaki isyanların kendi halkını etkile-mesinden korkuyor. Suudi Arabistan’ın toplam nüfusuiçerisinde payları %15 olmakla beraber en önemli petrolkuyularının olduğu bölgede Şii’lerin yaşıyor olması rejimiçin alarm zillerini çaldırıyor. Şii nüfusun henüz isyan dal-gasına dönüşmemiş olsa da protesto gösterileri düzenle-meye başlaması gelen fırtınanın habercisi gibi.Irak işgali ve Lübnan’daki son hükümet değişikliğindensonra Ortadoğu’daki dengelerin Şii İran lehine değişmeyebaşlaması, Bahreyn ve Umman gibi Şii nüfusunun yoğunolduğu ülkelerde başlayan halk ayaklanmaları, İran’ın des-tekler politikaları emperyalist/kapitalist sistemi fena haldeürkütüyor. Çünkü isyanların bölgedeki Sünni yapılanmanınve emperyalizmin temel dayanağı bölgenin en gerici rejimiSuudi rejimini etkilemesinden, üretimin aksamasındankorkuyorlar.ABD elebaşılığındaki emperyalizmin gelişimini devam et-tirebilmesi için, enerji arzının devamlılığı ve istikrarı hayatiönem taşıyor. Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin Dünyaüretimindeki payı 2007 verilerine göre yüzde 35 olurken2020’de yüzde 43’e ulaşması bekleniyor. Bu veriler enerjiarzı ve fiyat istikrarında, sistemin bu ülkelerin ürettikleripetrole bağımlı olduğunu gösteriyor. Diğer yandan SuudiArabistan emperyalist efendilerin kurduğu sistemin devamedebilmesinde de en önemli taşıyıcı unsur. Zira petrol fi-yatlarındaki ani bir artışı engelleyebileceği varsayılan ekkapasite sadece Suudi Arabistan’da mevcut. (Günde 3-3.5 milyon varil.)Bahreyn her ne kadar bir petrol ülkesi olsa da Suudi Ara-bistan ve Körfez ülkelerine işgal ettirilmesindeki esasneden, bölgedeki Şii isyanlarının sonucunda İran’ınbölgedeki nüfuzunun daha da artmasının engellenmesi,kurulacak Suudi Arabistan eksenli yeni düzenin devamınınsağlanması ve sonuç olarak efendilerin enerji bağlamındaarz güvenliği ve fiyat istikrarının teminidir.Son 2 aydır bölgedeki gelişmeler gözlemlendiğinde Orta-doğu’nun eskisinden farklı bir zemine sokulduğunu mü-şahede etmek zor olmasa gerek. Rusya ve Çin baştaolmak üzere diğer bölge dışı büyükler de bu dönüşümeşimdilik ses çıkarmıyorlar. Bir tarafta İran’ın bölgede artanŞii etkisine karşı, Sünni bir yeniden yapılanma gerçekleş-tirilirken, diğer yandan Irak ve Sudan’dan sonra Libya’nında bölünmesi gündemde. Gerçekleştirilmek istenenin etnikve mezhebe dayalı ayrıştırmaların ılımlı İslami yapı ileharmanlanarak yeni Ortadoğu yapılanmasının dayanak-larının meydana getirilmesi olduğu analizini yapmakhatalı olmayacaktır.

ahmet hacalişi k.

EMPERYALİZMİN RİYAKARLIĞI: BAHREYN

EKSEN

S

23dünya analiz yor. İsyanın sıçradığı Suriye’de reform talebi veyolsuzluğun sona ermesi için yapılan hükümetkarşıtı gösterilerde, polisler göstericiler üzerineateş açtı. Suriye’nin başkenti Şam’ın güneyindeyer alan Deraa kentindeki El Ömari Camii etrafın-daki oturma eylemi sonrasında polis timleri gös-tericilere ateş açtı. Deraa kentindeki iki ayrı saldı-rıda onlarca kişi öldü. Tüm bu yaşananlara rağmenSuriye halkı, tüm halk bileşenlerinin içerisinde yeraldığı bir geçici hükümet kurulması çağrısındabulunarak protestolara devam ediyor. Protestolar devam ederken sırasıyla Suriye yöne-timi aralarında 14 Kürt militanında olduğu 260 ki-şiyi serbest bıraktı. Baas rejiminin Cuma günü içe-

risinde yeterli anayasal düzenlemelerin olmadığı,daha çok ücret zammını içeren reform vaadini ye-tersiz bulan muhalefet, halk ayaklanması çağrısıyaptı. En az 25 kişinin öldüğü Deraa kentindekiprotestolardan sonra eylemler yeni bir boyut ka-zanarak, ilk kez Baas partisinin binaları hedefalındı. Deraa kentinin 10 km kuzeyinde bulunanTafas’daki protestolarda bir polis karakolu ile Baasparti binası hedef alındı. Yüzlerce kişi Lazkiye’desokaklara çıkarak Baas partisinin binasını hedefaldı. Yüzlerce kişi özgürlük sloganı ile protestolaradevam ederken devletin kolluk güçlerinin açtığıateş sonucu 6 kişi hayatını kaybetti.

22-23_Layout 2 3/30/11 5:18 PM Page 2

Page 24: 1-10 Nisan 2011

Di serîkêşiya MEYA-DER ve roja 28ê(bîst û heşt) Adarê de meş hat lidarxis-tin.Bi dirûşma ‘’ Mezerên komdarî sû-cên mirovahiyê ye.Ji bo aştiya civakê û jibo rastiya derxin rastê em li ber bê Ne-wala Qesebayê dimeşin’’ ve meşiyan.Têdiyarkirin ku cinazê Mahsum Kork-maz (EGîT) yên rêzaniya PKK de bû, diNewala Qesaban de hatiye çelkirin. Evmeşa û sersala mirina EGÎT tayê hevanîn.

Li çarhewalên welat deh hezaran keshatin Sêrtê. Bi pankartên “Em EgîdênNewala Qesaba Silav Dikin’’ û “Ji bo sû-cên mirovahiyê bibe not tikeve dîrokê,bila mezerên komdarî yen Newala Qe-saba bên vekirin” ve meşiyan NewalaQesaba.Hev serokê DTKê Ahmet Türk axaftinaxwe de “ Newala Qesaba ne nûye, demaŞêx Seid de jî di vir de mirov hatin win-da kirin. Gelê Kurd Geliyê Zîlanê, Mûn-

zûrê, Dêrsimê, Şengalê û Helepçê bîra-nake. Gelê Kurd ji bo mafên xwe û ji bodadiyê wê berdewamiya têkoşînê bike.Em ji bo aştiyê dest dirêj dikin, heke evdesta hewa bimîne, bedêlê wê jî wê gi-ran bin. Em şer naxazin. Lê belê em ko-ledariyê jî napejirînin” waha got.Hev serokê BDPê Demîrtaş qala êrişên liser raperîna sivîl û axaftinên Erdogankir. “Her terefê me ne sivîl e, panzer ûbombeyên te yê gazîn sivîl in? Hûn pos-

terekî diltêngiyan dikin, sivîlî girtinênsed hezaran mirovan e? Li meydanande îşkence kirina gel sivîlî ye?” van go-tina îfade kir.

Fitilandinê de girse xwest ku ber be ba-jar bimeşe, lê belê polêş pêşî li wan birt.Girse li ser vê çalkiya rûniştinê darli-xist. Dema belavbûna girse polês bi gazû ava şîd ve êriş bir ser girse.

Li hember îşkencê emê dengê xwe bilind bikinBi hêla TUYAB, TUAD û Şaxa Stenbolêya ÎHDê, li pêşiya bîna Qanal Dyêya Bağcilarê hevciviyan. Tecrît û êrişên ku girtîgehan de têdijî şerme-zar kirin. Li hember êrişên ku li ser girtiyan pêk tê tevgerînê çapeme-niya burjuva hat pêşandin û hat gotin “sê meymûnê nelîzin”

g

Em egîdên Newala Qesaba silav dikin

Daxuyaniya ku pêşiya bîna QanalDyê hat kirin de, dûçar mayînên gir-tiyan hate ziman, hat îfadekirin dimercên tecrîtê de kiryarên bikêf zê-detir giran bidin. Girtîgeha Tekîrdaxêya tipa Fyê hejmara yekemîn de îş-kenceyên li ser girtiyan hat gotin,daxuyaniyê de “rêvebirê duyemînHaydar Alî Ak û pasevanê sereke Te-kîn, pasevanê Zafer bi kiryarî tevlivan îşkenceyan bûne. Rêvebirê du-yemîn Haydar Ali Ak bi tevgerên rû-metşikên ve girtî derb kiriye ji bilî vê

hatiyê hîn bûn girtiyên siyasî re“emê we hemûyan bicihimînin” hati-ye gotin” cîh dane van îfadeyan.

Hat diyarkirin ku girtîgehan de ev-qas îhlalkirina mafan û îşkenceyantêdijî, lê belê tenê çapemeniya burju-vayê guhê xwe ji van bûyeran re di-gire. Agahî dan ku ji ber vê yekê lipêşiya bîna Qanal Dyê hev civiyan ûwaha gotin “îro em wek parêzkarênmafên mirovan û rêxistiniyên mal-batên girtiyan ji bo çavên we yên ku

nabînin re werin xuyakirin, guhênwe yên ku nabihîzin re dengbikinhatin vê derê”

Daxuyaniya di bin navê demokratîk-bûnê de welat bi girtîgehan ve hatiyehonandin de cîh dane van îfadeya: “jibo serhildana girtiyan bişkênin û rê-xistiniyê belav bikin, di dawiya mi-şextkirina sewqan hatina nûçeyênêrişên nû jî berdewan dikin.

Li Qandirayê girtîgeha tîpa Fyê de dibin navê nêhêrandina solan, li Tekîr-

daxê girtîgeha tîpa Fyê de di binnavê lêgerînên cerdan de û êrişênodeya bihewrek de gelek girtî birîdarbûn.

Ji bilî van girtîgehan jî bi taybetî girtî-gehên bajarên Kurdan de xweyxaneyên 6-8 (şeş-heşt) an jî 10 (deh) mi-rovan de 20 (bîst) mirov dimînin. Û jivan deran re sewqên girtiyan dido-me. Girtiyên di van mercên bê ten-duristî û bi ritûbet de dimînin nex-weşiyên mayînde dikevin, tedawiyênwan bi kefî tên berbest kirin. Lihember hildana rapora girtîgehê denikare bimîne jî bi hêla bijîşkiya dad-werî de ev rapora nayê xuyandin.Girtiyên ku di sînorê mirinê de ne, annayên serbest berdan an jî bi zoraraya giştî ve sînorê mirinê de tênserbest berdan.

Dema ku ev bûyerana tên jiyan, ça-pemenî jî sê meymûnê dilîze; nabîne,nabihîze, naaxive… Paşayên girtî yênErgenekonê yên wek Mustafa Bal-bay, Mehmet Haberal rihetsizbûnênwanê biçûk, guherandinan hucreyênwan bi rojan dibin nûçe. Lê belê girti-yên siyasî nabin nirxên nûçeyan.

Tecrît sûcê mirovahiyê ye. Di girtîge-hande 11 (yazdeh) salê sûcê îşkence-yê pêk tê, bi bê dengnayînê ve beş-darî vî sûcî nebin!”

Sê meymûnî nelîzin

Rojaneya GelRojaneya GelRojaneya Gel

24_Layout 2 3/30/11 4:46 PM Page 1