Upload
others
View
9
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
2019 Küresel Fırsatlar ve Riskler:
Jeo-Politik İklim Değişikliği
Risklerin tahmin edilmesi, analiz edilmesi ve istikrarsızlık, kötüleşen uluslararası ilişkiler,
çatışma ortamları, ihtiyatlı davranılması gereken ya da güvenli olmayan bölge ve piyasalar
ve dünyada olup bitenin aktörleri nasıl etkileyeceği veya etkilediği gibi risk ve tehlike
durumlarına karşı nasıl pozisyon alınacağının bilinmesi bu anlamda hayati öneme sahiptir.
Krizlerin olumsuz etkilerinden kaçınmak hatta krizleri fırsata çevirmek için bu bilgilerin
elde edilmesi, güncel analiz ve takiplerin yapılması, anlaşılması, yorumlanması ve nasıl
kullanılacağının bilinmesi gerekliliği hem oyuncunun kendisi hem de rakipleriyle ilişkisi
açısından aşikardır. Bu riskler sadece siyasi ilişkilerden, iç çalkantılardan ya da hükümet
politikalarından değil aynı zamanda toplumsal olaylardan, yeni trendlerin eskileri gölgede
bırakmasından, ekonomik gelişmelerin farklılığından ve kültürel farklılıklardan da
kaynaklanmaktadır. Bu anlamda ekonomi ve politika arasında ayrılmaz bir bağ ve bu
ikisinin birbirlerini etkilemeleri ve belirlemeleri durumu mevcuttur. Hangisinin hangisini ne
zaman, nasıl ne şekilde, neden ve hangi koşullar altında ve ne kadar etkilediğinin bilinmesi
ve öngörülmesi ve buna göre pozisyon alınması gerekliliği de artık küresel dünyamızda
görünür bir noktadadır.
Bu anlamda sadece risk ve tehlikeler değil “nerede, ne iş yapılabileceğinin” bilinmesi
açısından fırsatların da bilinmesi gerekliliği açıktır. Öyle ki politika -ekonomi-toplum
arasındaki ilişki, uluslararası ilişkilerdeki gelişme ve politikalar, hükümet politikaları, ülkeler
ve bölgeler arası ilişkiler, toplumsal olaylar, yeni trendler ve kültürel farklılıklar ve bunların
bilinmesi ve sektörlere göre doğru analiz edilmesi aynı zamanda farklı pozisyonlarda fırsat
da doğurabilir. Politik, ekonomik ve toplumsal gelişmeler takip edildiğinde fırsat
oluşturabilecek alanlar, sektörler, yatırım planları, büyüyen ve genişleyen piyasalar, yatırım
yapılabilecek ya da yatırımcı çekilebilecek sektör ve ülkeler tespit edilebilir ve doğru bir
bakış ve yorumlamayla “işe yarar” bilgi ve hatta strateji kaynağı haline getirilebilir.
Risklerin ve fırsatların tahmin edilmesine binaen hazırlanan bu rapor 2019 yılında ön plana
çıkabilecek riskleri ve fırsatları sistemik/genel bir perspektifle sunmayı hedeflemektedir.
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
Haritanın ‘’Diğer’’ Tarafı: Asya-Pasifik .................................................. 3
Beyaz Saray’ın Dayanılmaz Ağırlığı ......................................................10
İnşa, Yeniden............................................................................................. 15
Küresel Popülizm ve Konsensüs Riski ................................................. 20
Yükselen Duvarlar................................................................................... 24
Çin’in İkilemi ............................................................................................ 27
Enerji Güven(siz)liği: Yeni Rotalarda Krizin Ayak Sesleri ................ 30
Çığa Dönüşen Kartopu: Uluslararası Göç Krizi ................................... 35
@politiconworld
https://politiconworld.com
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
Haritanın ‘’Diğer’’ Tarafı: Asya-Pasifik
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) eski Başkanı Barack Obama, 2009 yılında Asya -Pasifik
Bölgesini ziyareti sırasında yaptığı açıklamada açık bir şekilde kendisini Pasifik’in lideri
olarak tanımlamış ve ABD dış politikasının yeni yüzyıldaki önceliklerini deklare ederken
ABD’nin odağının artık Asya-Pasifik Bölgesi olacağını belirtmiştir. Yine aynı dönemde ABD
Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Hillary Clinton’ın “Amerika’nın Pasifik Yüzyılı” isimli
makalesinde vurguladığı ABD dış politikasının yeni odağı olarak belirlenen Asya -Pasifik
Bölgesi, dünyanın yeni cazibe merkezi konumuna yerleşmiştir. Kuşkusuz uluslararası
politikada ve uluslararası ekonomide 20. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren izlenen ve 21.
Yüzyılın başından itibaren kendini iyice gösteren, dünyada güç dağılımının ve dengesinin
değişimi tablosu, Soğuk Savaş sonrası dönemin tek küresel hegemonu için dış
politikasında yeni odaklar ve eksenler belirlemesi ihtiyacının doğduğuna işaret ediyordu.
Soğuk Savaş’ın bitimi ile Sovyetler Birliği Blokuna karşı kesin bir zafer kazanan Batı
medeniyeti ve tek kutuplu dünyanın hegemon lideri ABD, 21. Yüzyılın gelişi ile yeni meydan
okumalar ile karşı karşıya kalmıştır. Soğuk Savaş’ın bitişini takip eden 10 yılda kendini
açıkça gösteren ABD ve NATO ittifakının “tek kutuplu anı”, kendini hızla toparlayan ve güç
konsolidasyonunu sağlayan Rusya, hızla ve katlanarak büyüyen Asya ekonomileri ve geçiş
aşamasına geçen dünya düzeninin hızla değişen konjonktürü tarafından tehdit altında
girdi. Kuşkusuz 1990’ların dünyası, dünyadaki tartışmasız en büyük süper güç olarak
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
ABD’yi “rakipsiz” olarak tanıdığımız bir dünyaydı ve bütün veriler de bu yargıyı
destekliyordu. Ancak ABD’nin uzun sürecek “süper güç” konumu ve güç hiyerarşisindeki
liderliği göreli olarak devam etse de, dünyanın başka yerlerinde ekonomisi ve teknolojisi
ve tabi ki buna koşut askeri gücü ve siyasal etki alanı büyüyen ve gelişen diğer küresel ve
bölgesel güç odaklarının kendini göstermesi uzun sürmedi. Özellikle 90’ların ortalarından
itibaren Rusya’nın büyük enerji kaynaklarını elinde tutan bir askeri güç olarak kendini
toparlamaya başlaması, çok büyük bir ivme ve istikrarla büyüyen Çin ekonomisinin
verilerinin ABD’ye yaklaşması, Hindistan, Brezilya ve Uzak Doğu ekonomilerinin hızla
büyük bölgesel güçler haline gelmesi, küreselleşme olgusunun hız kazanması gibi
gelişmeler artık çift kutuplu dünyanın katı politik-ekonomik-askeri-diplomatik sınırlarında
yaşamayan, çok kutuplu ve çok-taraflı uluslararası ilişkilerin sisteme hakim olduğu, daha
esnek, daha değişken ve “küresel” bir dünyayı karşımıza çıkarıyordu. Bu noktada çok
kutupluluk ya da çok taraflılık olgusu, sadece klasik anlamda devletler düzeyin de
yaşanmıyordu. ABD menşeli olmayan, özellikle Asyalı şirketlerin ve sermaye gruplarının
hızla büyümesi ve sınır-ötesi topraklarda, ekonomik faaliyetler ve yatırımlar icra etmesi,
ABD hegemonyasının sadece siyasal anlamda değil, ekonomik ve sosyo -kültürel
düzeylerde de tehdit altında olduğunun altını çizmekteydi.
Tarihin bu geçiş dönemi anında, iki nokta net olarak uluslararası sistemde izlenir hale geldi.
Birinci ve geçiş döneminin ana nedenini teşkil eden nokta, güç mücadelesinin ve ekonomik
faaliyet merkezinin Atlantik’ten Asya Pasifik eksenin kayması ve küresel hegemonun esaslı
rakiplerinin ya da ekonomik iktidarını destekleyecek muhataplarının Asya-Pasifik
bölgesinde yoğunlaşması vakaları idi. İkinci nokta ise küresel ekonominin temelden
yaşadığı bir eksen kayması eğiliminin, 20. Yüzyılın gelişmiş ülkelerinde kendini gösterecek
ekonomik kriz ve açmazların, dünya genelinde radikal ve revizyonist, yani mevcut
statükonun değişiminden yana, popülist sağ ve sol iktidarların iş başına gelmesi
gelişmelerinde kendini göstermekteydi. Öyle ki ekonomik payların dağılımı ve güç
dengelerindeki değişim küresel düzeyde ise, siyasi iktidarların da değişimden yana, radikal
ve revizyonist olması kaçınılmazdı. Günümüzde siyaset kurumu, gelişmiş Batı ülkeleri dahil
dünya genelinde değişimden beslenerek popülist ve revizyonist tabanını bulan ve
sonrasında bu değişimi yönetecek ve yönlendirecek araçsal bir odak halinde karşımıza
çıkmaktadır. Küresel ekonomi ve güç dengesindeki bu değişim, düzenin eski
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
egemenlerinde dahi sistemi yeniden dizayn etme ihtiyacına cevap verecek iktidar
figürlerini iş başına getirmiştir. Bu yüzdendir ki bu “geçiş anında” radikal revizyonist
iktidarlar her düzlemde ve bölgede güçlü bir şekilde desteklenmekte ve karşımıza
çıkmaktadır.
Liderin Refleksi
Peki ABD, bu değişime nasıl tepki vermiştir? Soğuk Savaş sonrası gücünü Atlantik
ekseninde, Asya’nın güneyinde ve Orta Doğu’da yoğunlaştıran ABD, siyasal, askeri ve
ekonomik varlığının odak noktası olarak bu bölgeyi belirlemişti. Ancak Asya -Pasifik’in yeni
güç dengesi merkezi haline gelmesi ve Rusya’dan sonra onunla göreli bir ittifak halinde
olan Çin’in ivmeli büyüme performansı ile GSYİH tablosunda ABD’nin ardından kesin
olarak 2. sıraya yerleşmesine ek olarak, Asya’da ve Afrika’da nüfuzunu arttıracak yatırımlar
ve yükselen yeni dünya ekonomileri ile kurumsal ittifak ilişkileri içerisine girmesi, ABD
karşısında oluşan yeni bölgesel güç bloklarının yanında küresel hegemon adaylığına da
yeni bir rakibin ilan edilmesini beraberinde getirdi. ABD etkisinde olmayan güç merkezleri
ivmesini sürdürürken, sadece Çin’in, yıl bazlı büyüme serileri incelendiğinde, 2030 yılı
projeksiyonunda birçok kurum ve kuruluş tarafından ekonomik büyüklük anlamında
ABD’yi geçmesi beklenmektedir. Çin’in ekonomik bir güç olarak ilk sıraya yükselmesi, onun
yeni bir hegemon olma iddia ve talebine sahip olacağı anlamına gelmez nitekim Çin bugün
bunu istese bile daha çok yolu ve tamamlaması gereken çok eksiği bulunmaktadır. Ancak
üretimini ve tüketimin yeni merkezi olarak Çin ve Doğu Asya pazarları, Pasifik bölgesinin
elinde tuttuğu enerji kaynakları potansiyeli ve ABD liderliğine ciddi meydan okumaların
yeni merkezi olması, ABD’nin de ilgisini Asya Pasifik bölgesine kaydırmasına yol açtı. Bu
anlamda Obama’nın ve Hillary Clinton’ın 21. Yüzyılın başında yaptığı açıklamalar anlık
kararların değil, dünyadaki değişimi gören ABD siyaset kurumlarının geliştirdiği makro
konumlanma politikalarının ve hegemonun gücünü koruma refleksinin doğal bir
sonucuydu.
2019 Nasıl ve Neden Kilit?
ABD’nin, gücünü ve politik odağını Asya-Pasifik bölgesine kaydırması, jeopolitik riskleri ve
fırsatları yakından ele almak ve değerlendirmek amacını güden bir makro-politik stratejinin
sonucudur. 2019 yılı ise bu girişimlerin pratik sinyallerinin alınmaya başlanacağı yıl
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
olacaktır. Temelleri çok önce atılan bu politikanın ilk adımlarının Başkan Donald Trump
dönemine denk gelmesi ise tesadüf değildir. Siyasal iktidarını popülist söylem ve ABD
halkının büyük kesiminin etkisini halen hissettiği ekonomik krizin toplumda yarattığı
mevcut düzene karşı reaktif negatif eğilimden alan Trump yönetimi, revizyonist politikaları
iktidara geldiği ilk günden bu yana uygulamaya koymaya devam etmekte. Bu anlamda
küresel ticaret düzenin en kârlı üyesi konumunda bulunan Çin’e karşı başlattığı ticaret
savaşı, gümrük duvarlarının yükseltilmesi ile vuku bulan korumacılık politikası, bir dizi
uluslararası anlaşmadan anlık kararlar ile tek yönlü olarak çıkması, İran’a karşı yaptırımların
yeniden uygulanması ve etkisinden çıktığını düşündüğü Türkiye gibi bir NATO müttefikine
bile karşı kriz çıkaran, dışlayıcı politikalar uygulaması, küresel değişimin Trump yönetimine
verdiği revizyonizm ve ABD’nin gücünü koruma görevleri ile birlikte daha geniş bir
perspektifte düşünüldüğünde anlam kazanmaktadır. ABD gücünü ve hegemonyasını
korumaya çalışmakta ve bu anlamda son iki yılda radikal ofansif tepkiler ve kararlar
vermekten geri durmamaktadır.
ABD’nin Suriye’den “DAEŞ tehlikesi bitti” söylemi gerekçesiyle çekilme kararı ile
Afganistan’da askeri varlığını kademeli olarak azaltma kararının kaynağı, yine aynı şekilde
ABD’nin birincil önceliğinin Asya-Pasifik Bölgesi ekonomileri olduğu ve hem Orta Doğu’ya
hem de Asya-Pasifik Bölgesi’ne aynı ağırlığı vermesinin ekonomik ve askeri açıdan güç
bölünmesi yaratacağı için mümkün olmadığı gerçeğinde yatıyor. Öyle ki ABD halen dünya
lideri ancak Çin ve müttefikleri ile baş edebilmek için tüm odağını o bölgeye vermek
durumunda.
ABD’nin Orta Doğu’yu ikinci planda gören ve Asya-Pasifik bölgesindeki mücadele alanını
merkeze alan dış politika tercihi mutlaka karşı tepkilere de açıktır. Öyle ki; Orta Doğu’da
olası bir güç boşluğunun ihtimali bile başta Çin olmak üzere Asya güçlerinin Orta Doğu
politikasına doğrudan girişi için iştah kabartacak mutlaka ; bu hamlelerin Çin’e ve diğer
Asya ülkelerine sağlayacağı olası ekonomik getiriler ve pazar imkanları ABD için yeni riskler
doğururken, söz konusu ülkeler için jeopolitik fırsat olarak değerlendirilebilecektir. Esasen
rakibi kendi evinde durdurmak isteyen ve hegemonyasının süresini uzatmak isteyen ABD,
yola temelli çıkmaya karar verdiğinde kendi bahçelerinde rakiplerin uzantılarının yayıldığını
görebilir. Bu hem ABD hem de küresel konjonktür için başlı başına hem yeni riskler hem de
yeni fırsatlar kuşağını önümüzdeki yıllarda kademeli olarak karşımıza getirecektir.
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
2019 yılı ise bu odak değişiminin ilk kritik yılı olacak. Orta Doğu’da vekil güçler ile çıkarlarını
korumak amacı güden ABD, askeri gücünü ve tesislerini Asya-Pasifik Bölgesi’ne kaydırmak,
Güney Çin Denizi’ndeki donanma varlığını, Çin çevresindeki denizlerde ekonomik bölge
hakkı iddialarını ve doğal olarak bölgedeki jeopolitik gerilimi arttırmak, Asya -Pasifik
ülkeleri ile Çin’i ve Kuzey Kore’yi çevreleyecek şekilde ittifaklar tesis etmek ve bölgenin
enerji kaynakları üzerinde hem devlet eli ile hem de özel şirketler yoluyla yatırımlarını
artırmak ve bölge pazarlarını ABD kültürüne ve şirketlerine açık hale getirmek yönündeki
politikalarına tam konsantre bir şekilde hız verecek. Bu anlamda 2019 yılı resmi olarak,
Orta Doğu’nun kademeli şekilde ikinci plana düşmeye başlayacağı, Asya -Pasifik Bölgesi’nin
ise ABD’nin net yoğun ilgisine muhatap olacağı kırılma yılı olacak.
Riskler
o Asya Pasifik bölgesinde jeopolitik gerilimin ve güvenlik risklerinin artması.
o Ekonomik korumacılık politikalarının domino etkisi yaratması ve küresel serbest
ticaretin, revizyonist politikalar sebebiyle zarar görmesi.
o ABD sınırlarına çekilen USD’nin, genel düzeyde yabancı paralar cinsinden değer
kazanma eğiliminin artması ve rezerv para üzerinden üretimin-ticaretin maliyetinin
artış göstermesi.
o Revizyonist politikalar sebebiyle, bloklaşmanın karşılıklı olarak artması ve
pazarların görece politik ve operasyonel risklerinin ivmeli bir artış göstermesi.
o ABD’nin hegemonya koruma refleksi ve odak değiştirmesi pratiğinin sonucu
olarak, ABD ve etkisi altındaki ülkelerin ve karşısında yer alan ülkelerin karşılıklı
olarak, pazar risklerinin, operasyonel ve finansal maliyetlerinin, kur risklerinin
artması, pazara giriş imkanlarının kısıtlanması.
o Küresel düzeyde artan politik ve ekonomik riskler (risk sıfır toplamlı oyun değildir
ve küresel düzeyde genel bir artış eğilimi gösterebilir).
Fırsatlar
o ABD’nin yoğunlaşması ile Asya-Pasifik bölgesinde artan ekonomik faaliyet hacmi ve
yeni büyüyen pazar imkanları.
o Orta Doğu’da oluşacak güç boşluğu için konumlanma stratejisi üretme imkanları.
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
o ABD’nin daha çok ikili anlaşma ile müttefik sağlama hamlesi ile birlikte aynı
ekonomik anlaşma sağlama eğiliminin Çin’de de artması ile yeni pazarlara giriş ve
hem devletlere hem de şirketlere ekonomik ticaret anlaşmaları sağlama imkanı.
Türkiye İçin Konumlanma Önerileri
o Türk şirketleri, Asya pazarlarında büyüyen mücadelede hem tedarikçi hem de
bölgesel ortak olarak riski fırsata çevirme imkanına sahip olacaktır.
o ABD’nin göreli olarak çekilmesinin Orta Doğu bölgesinde yaratacağı güç boşluğu,
bölgesel ittifakları geliştirebilecek Türk ekonomisi için kısmi bir fırsat doğurabil ir.
o ABD’nin hegemonya koruma refleksi ile ofansif ve revizyonist hamleleri, Türkiye ve
ABD arasındaki ilişkileri dönemsel olarak gerginleştirmeye ve zaman zaman kriz
noktasına getirmeye devam edebilir. Bunun yanında Türkiye’nin ABD karşısında
görünen odaklarla dönemsel yakınlaşmaları, ABD’nin sert tepkisi ile karşılaşacak ve
Türk ekonomisine zarar verecek sonuçlar ortaya çıkabilir. Özellikle Irak, Suudi
Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır pazarları Türk şirketleri için hem ABD
hem de bu ülkeler ile ilişkiler anlamında Türkiye için daha da riskli konuma
gelecektir.
o USD’nin ABD sınırlarına çekilmesi, piyasalarda USD arzını sınırlandırarak, USD-TL
paritesinde, Türk Lirası aleyhine negatif yönlü hareketlenmeleri meydana getirecek
ve kur atakları 2019 yılı içerisinde hem ABD’nin makro politikası hem de ikili
ilişkilerde Türkiye-ABD arasında yaşanacak gerilimlere koşut olarak devam
edecektir.
o Türk ekonomisinin güncel durumu ve kur ataklarının devamı öngörüsü
birleştiğinde, ihracata yönelik ekonomik faaliyetler Türk ekonomisi ve şirketleri için
daha da hayati önem kazanırken, ihracat ve dış yatırım faaliyetlerinin planlı,
istikrarlı, güvenli hareket etmesi noktasına politik risklerin takip edilmesi,
hesaplanması, değerlendirilmesi ve öngörülmesi faaliyeti de kârlı ve verimli bir
ekonomik büyüme için daha da kritik konuma gelecektir.
o Türk şirketlerinin dış pazarlardaki operasyonları için, bölgesel ve küresel
bloklaşmalara Türkiye’nin taraf olduğu ölçüde karşı blok ülkeleri riskli hale
gelecektir.
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
o Kırılma yılı olarak gördüğümüz 2019 yılı, dünya genelinde politik ve diplomatik
riskleri arttıracağı için, Türk şirketlerinin her ülke ve bölge için, bölgesel ve küresel
düzeyde politik, ekonomik ve diplomatik riskleri anlık ve sürekli olarak takip
etmesi-değerlendirmesi ihtiyacı artacak, tersi durum ise dış pazarları Türk şirketleri
için oldukça riskli, istikrarsız ve yer yer zararlı hale getirebilecektir.
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
Beyaz Saray’ın Dayanılmaz Ağırlığı
2016 yılında göreve gelen ABD Başkanı Donald Trump ve ekibi, görevlerini icra ederken
ABD makro politikasının gerekliliklerini yerine getirme sorumluluğu ile küresel
konjonktürün Trump’ın ofansif politik tarzına sağladığı alanın konsolide edilmiş halini
ortaya koydular. ABD dış politikasının öncelikleri ile yükselen ve ABD’nin karşısına dikilen
güç odakları, ekonomik veriler ile birleşince, Trump yönetimi görev süresi boyunca
revizyonist ve ani radikal kararlar alma refleksi ile hareket eden öngörülmesi zor bir dış
politika anlayışı izledi ve izlemeye de devam edecek gibi görünüyor. ABD’nin
hegemonyasının bölgesel ve küresel çapta korunması, Asya-Pasifik Bölgesi’ne
odaklanılması, Orta Doğu’da bataklığa saplanmaktan kaçınmak ve vekil güçler ile bölgede
çıkarlarını korumaya devam etmek, küresel ticaret sisteminin yeniden ABD çıkarlarına
uygun, ABD dışındaki güçlerin avantajlarını ise azaltacak şekilde dizayn edilmesi, ekonomik
verilerde Çin gibi ülkelerin ABD’nin önüne geçmesinin engellenmesi, askeri ve teknolojik
üstünlüğün devam ettirilmesi, bölgesel ittifaklar ile ABD’nin okyanus ötesindeki bölgesel
hakimiyet alanlarının güçlendirilmesi Trump yönetiminin önündeki öncelikli dış politika
ajandası gündem maddeleri olarak dururken, içeride ise sağ popülist siyasetin temsilcisi
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
konumumda bulunan Başkan Trump, söylemini ekonomik krizin kaybedeni konumundaki
halk kesimlerinin talepleri, göçmen karşıtlığı ve popülist bir anlayışla Amerikan
üstünlüğünü yeniden inşa etmek gibi unsurlar üzerinden inşa etti.
Gerek göreve geldiği dönemin uluslararası konjonktürü ve ABD’nin acil olarak aksiyon
almasını gerektiren öncelikleri, gerekse Donald Trump’ın kendine özgü söylem ve politik
eylem tarzı, Trump yönetiminin alışılagelmedik bir ABD Başkanı imajı çizmesi sonucunu
verdi. Revizyonist ve radikal tavrı ile uluslararası anlaşma ve teamüllere uygun hareket
etmeyen bir Başkan görünümdeki Trump, ABD iç siyasetinde de benzer bir tavrı
sürdürürken; her ne kadar popülizmden doğan halk desteği tabanda devam etse de
söylemleri ve kararları birçok ABD’li toplum kesimini ve kurumunu zor durumda
bırakırken, vaatlerinin de yeterli ölçüde gerçekleşmemesi, üzerine Trump ve ekibi
hakkında açılan davalar ve soruşturmalar Trump yönetimine ilişkin içeride de sert bir
tepkinin oluşmasına yol açtı.
Bu tepki, ABD’de kurumlar ve toplumun Trump yönetiminden rahatsız olan farklı
kesimlerinden gelince, hukuki boyutlara varan süreçler Trump yönetiminin elini zayıf
konuma getirdi. 2018 ara seçimlerinde, Demokratların 2020 genel seçimlerine göz kırpar
şekilde başarı kazanması, Temsilciler Meclisi’nde Demokratların çoğunluğu sağlaması ile
birleşince Trump yönetimi ve ABD iç politikası için istikrarsızlık çanları çalmaya başlamış
Kaynak: BBC
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
oldu. Senato ve Temsilciler Meclisi’nde Cumhuriyetçi çoğunluğun desteği ile revizyonist
politikalarını rahatlıkla uygulama alanı bulan ve politikalarına karşı gelenlerin tasfiye
edilmesi konusunda eli rahat olan Trump, kendini 2018 ara seçimlerinden sonra ve 2020
genel seçimleri öncesi zor bir iki yıllık sürecin içerisinde buldu.
2018 ara seçimleri sonrası ABD iç siyasetinde Trump yönetimi için artan istikrarsızlık riski,
Trump’ın başını ağrıtacak gelişmeler ile birlikte düşünüldüğünde daha iyi anlaşılabilir.
Avukatının yargılanması ve hakkındaki bazı suçlamaları kabul etmesi, ara seçimlerde
Cumhuriyetçilerin Temsilciler Meclisi üzerinden kısmi güç kaybı yaşaması, Cemal Kaşıkçı
olayı sonrası Suudi Arabistan’a yaptırım uygulamamakta kararlı olan Trump’ın Senato’da
alınan ve Prens Selman’ı Kaşıkçı cinayetinden sorumlu tutan ve de bununla birlikte benzer
şekilde ABD ,Senatosu’nun 41’e karşı 56 oyla (tasarıya Cumhuriyetçi 10 senatörün de ortak
olduğu bilinmektedir) Rusya ve Çin’den askeri ekipman tedarik ederek ABD-Suudi
Arabistan askeri ilişkilerinin bütünlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle Suudi Arabistan’a Yemen
operasyonunda verilen ABD askeri desteğinin kesilmesi yönündeki kararları gibi Trump
yönetimini iç politikada muhalefete alan açacak şekilde zor durumda bırakan gelişmeler
tüm hızıyla devam etmektedir. Yine Trump yönetiminin, bütçenin onaylanması ve Meksika
sınırına inşa edilen duvara ek fon sağlanması onayının alınması konularında Demokratlar
ile sorun yaşandığı takdirde ABD Hükümetinin aylarca kapalı kalacağı yönündeki tehdidi de
bu olayların üzerine düşünüldüğünde, 2019 yılında Trump yönetiminin ve ABD iç
siyasetinin farklı düzeylerdeki kriz ve istikrarsızlık risklerinin muhatabı olacağını
düşünmekteyiz. Özellikle yaklaşan genel seçimlerin kritik durumu, ABD siyasal
kurumlarının ve piyasa aktörlerinin Trump’ı zor durumda bırakmaya yönelik suçlama,
soruşturma, itham ve tepkileri, Trump’ın içeride iktidarını koruma refleksi ile hamle ve
söylemlerini sertleştirmesi ihtimali, dış politikada meydan okumalar ile karşı karşıya olan
ABD’nin revizyonist öncelikleri Trump’ın radikal, popülist ve tepki doğuran farklı şahsi tarzı
ile birleşince ABD iç siyasetinin kaynamakta olduğunu analiz etmek ve küresel bir risk
noktasını tespit etmek de bizce kaçınılmaz oluyor.
Trump yönetiminin 2019 yılında karşı karşıya kalmak durumunda olduğu sorunlar:
o Yeniden seçilme kaygısı
o Çin ile gerçekleşmekte olan ticaret savaşları ve küresel ticaret düzeyinin yeniden
dizaynı
Kaynak: BBC
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
o Göçmen politikası ve Meksika duvarının inşası
o İçeride çizilen ve demokratikleşmeden uzaklaşan imaj
o ABD anayasal kurumlarından gelen itham ve suçlamalar ile rahat hareket edememe
durumu
o Vergilerin nereye harcandığına ilişkin sorgulamalar ve denetlemeler
o Para aklama konusu ve medyanın Trump yönetiminin peşine düşen takibi
o Trump’ın şirketlerinin ve şahsi servetinin aldığı yaralar ve ithamlar ile birlikte Trump
Towers binalarının muhaliflerin hedefinde olması
o Uluslararası politikada makro ve bölgesel düzeylerde dünyanın her tarafında ABD
liderliğine karşı meydan okumalar
o Küresel terörizm
o Asya-Pasifik’te gerilimler ve Orta Doğu’da çıkarların korunması sorunsalları
ABD iç siyasetinde yaşanan büyük çaplı krizler ve istikrarsızlık belirtileri, hükümetin aylarca
kapalı kalmasına yol açacak bir sürece evrildiği takdirde, dünyanın lideri ve ekonominin
merkezi konumunda bulunan ABD’nin hükümetinden, FED'den ve ABD Borsasından
yayılacak bir siyasal krizin ekonomik krize dönüşmesi ve tüm ekonomileri etkileyecek bir
risk dominosuna dönüşmesi kaçınılmazdır. Öyle ki Trump son dönemde FED’in de
statüsüne ve işleyişine muhalefet etmiş ve “ekonominin tek sorunu” olduğunu söylediği
FED’in hükümetin sıkı denetimi almasına girmesine varacak bir söylem geliştirmiştir. ABD
çıkarlarına/Trump’ın küresel politikalarına uygun düşmeyen FED’in piyasa hamlelerinin
hatalı ve anlamsız hatta zarar verici olduğunu belirten Trump, FED’i sert bir dille
eleştirmiştir ki bu, kurulu ekonomik düzenin yapısına ve küresel sistemin doğasına ilişkin
ABD iç siyaseti ve Trump kaynaklı bir politik riskin var olduğunu ve artmakta olduğunu
açıkça göstermiştir. Ayrıca, Trump’ın bu açıklamasının ve Meksika duvarına ilişkin
anlaşmazlık sonucu hükümetin kısmi olarak kapanmasının piyasalarda neden olduğu
olumsuz etki çok çabuk kendini göstermiştir. Şu bilinmelidir ki küresel siyasetin liderinin iç
riski aslında küresel siyasetin ve uluslararası ekonominin de riski anlamına gelmektedir.
2019 yılı bu anlamda politik riskin artış gösterdiği hareketli bir yıl olacaktır.
Fırsatlar
o Trump’ın içeride yaşadığı sorunlar hareket serbestisini kısıtlayabilir ve Trump’ı daha
makul bir çizgiye yönlendirebilir.
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
o Trump, iç ve dış politikada yaşadığı güçlükleri ancak içeride ve dışarda daha çok
müttefik bulma güdüsüyle aşmaya çalışacaktır ve bu da ABD’yi ortak olarak
görmek isteyecekler için alan açacaktır.
Riskler
o Trump’ın iç ve dış politikada radikal söylemlerinin ve sert değişim politikalarının
artması küresel ticarete ve finansal piyasalara darbe vurabilir.
o ABD Hükümetinin uzun süreli kapalı kalma riski ve FED’in politik risklere muhatap
olması küresel piyasa ve tüm borsalarda derin etkili ve negatif yönlü hareketler
izlenmesine sebep olabilir.
o Finansal piyasalar ve kurumlar politik riskin olumsuz etkileri ile karşı karşıya
kalacaklardır.
o ABD iç siyasetindeki riskler, küresel düzeyde tüm bölgelerde politik ve ekonomik
riskleri genel toplamda arttıracaktır.
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
İnşa, Yeniden
2019 yılı, geniş perspektifte düşünüldüğünde Orta Doğu’nun riskli ve sorunlu dönemler
yaşayan iki ülkesi için bir dönüşümün başlangıcına sahne olacak. 2003 yılı ABD’nin Irak
askeri müdahalesinden bu yana siyasal istikrarını ve kurumsallaşmasını oturtamamış
Irak’ın ve Arap Baharı sonrası 2011 yılında Esad rejimine karşı başlatılan muhalif
ayaklanmanın iç savaşa dönüşmesi sonrası adeta yangın yerine dönen Suriye’nin hikayesi
artık yeni bir evreye girmiş görünüyor.
Irak’ın Güncel Durumu
Uzunca bir süre, etnik ve mezhep kaynaklı çatışmalara, bölgesel olarak bölünme riskine ve
siyasal birliğini sağlayamama konusunda sorunlara muhatap olan Irak, geçtiğimiz yakın
dönemde Kürdistan Bağımsızlık Referandumu ile olası bir Kuzey Irak’ta Bağdat’tan ayrı bir
Kürt Devleti riskine ve DAEŞ terörüne ev sahipliği yaptı. Fakat Kuzey Irak’ta bağımsız bir
Kürt Devletinin kurulması fikrine Bağdat yönetimiyle birlikte Türkiye ve İran’ın verdiği sert
cevap ve ortaya koyduğu hamleler, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni (IKBY) bağımsızlıktan
ziyade, Bağdat ile diyalog zemininde ılımlı bir politika gütmeye yönlendirirken, halen
riskler devam etmekle birlikte, Irak’ın güneyinde yoğunlaşan Şii nüfuslu bölge ve
kuzeyindeki Kürt bölgesi için görece bir stabilizasyon meydana getirdi. Esas problem
ülkenin batısında yoğunlaşan ve Irak devlet otoritesinin tesis edilemediği birçok şehri uzun
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
süre baskı ve şiddet ile elinde tutan DAEŞ terörünün teritoryal bir nitelik ve alan
kazanmasıydı. Şehirleri ve tesisleri yağmalayan ve bölgeleri elinde tutarak İslam Devleti’ni
ve hilafeti ilan eden DAEŞ, Irak ve Suriye’de teritoryal bir alanı elinde tutmakta hatta
zaman zaman Türkiye’ye karşı da saldırılar düzenlemekteydi. Dahası, enerji tesislerinde ve
hatlarında tahribat gerçekleştiren DAEŞ terörü, sosyolojik olarak da Sünni nüfusu Irak
yönetimine karşı isyana ve iş savaşa davet etmekte, huzur ve güven ortamını sürekli tehdit
etmekte ve Irak’ın sadece batı bölgelerini değil, tüm ülkeyi riskli ve istikrarsız hale
getirmekte, dengeleri alt üst etmekteydi. Ancak ABD’nin ve Bağdat yönetiminin başarılı
askeri operasyonları ve Türkiye’nin DAEŞ’e karşı yürüttüğü başarılı hamleler DAEŞ’in
Irak’ta etkisiz kılınmasını, güneye çekilmeye zorlanmasını ve görece bitme noktasına
gelmesini sağladı. Irak’ta DAEŞ’in elinde tuttuğu şehir ve tesisler yeniden devlet
otoritesinin altında girerken, DAEŞ’in yaratttığı tahribat ve yıkımlar, görece yeniden
güvenli bölge haline gelen şehirler ve bölgeler için bir yeniden inşa ve yatırım ihtiyacını da
beraberinde getirdi.
Suriye’nin Güncel Durumu
Arap Baharı olarak adlandırılan ve domino etkisi gösteren halk hareketlerinin etkisiyle
başlayan ve 2011 yılı itibariyle Suriye’de bir iç savaşa sebep olan iç ayaklanma, ülkeye uzun
süreli bir yıkımı beraberinde getirdi. Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi ve yerine daha
demokratik bir rejim kurulması yönündeki istek ile yola çıkan Suriye muhalefeti kısa sürede
ülkenin büyük bir bölümünde etkinlik kazanarak ABD ve müttefiklerinin desteği ile rejim
güçlerini çekirdek bölge olarak adlandırılabilecek bir alana hapsetme noktasına kadar
ilerledi. Esad rejimi ise başta Rusya’nın yoğun askeri, iktisadi, küresel diplomatik desteği ve
İran’ın Hizbullah üzerinden geliştirdiği askeri ve ekonomik destek ile muhaliflere karşı
savaş yürütebilecek güce erişti. Bütün bunların neticesinde Esad rejimi zaman içerisinde
dezavantajlı bir konumdan Suriye’nin toprak bütünlüğünü muhafaza edebilecek ve rejimi
konsolide edecek zaferlere ardı ardına imza atarak Suriye iç savaşının nihai kazananı
olmaya oldukça yaklaşabildi. Özellikle Trump yönetiminin, öncelikle iç politikada yaşadığı
zorluklar dolayısıyla ABD makro politikası ile senkronize olmak durumunda kalması ve
Suriye muhalefetinin rejim güçleri karşısındaki avantajlı pozisyonlarını kaybetmeleri
neticesinde Suriye’deki ABD askeri varlığını sonlandırma yönünde bir irade ortaya koymak
durumunda kalması ile Suriye iç savaşı nihayete ermeye 8 yıldan beri hiç olmadığı kadar
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
yakınlaşmış oldu. Suriye rejim güçlerinin hızlı ilerleyişi, Astana süreci ile başlayan, İdlib
uzlaşısı ile devam ederek sonunda Cenevre Uzlaşısı ile zirveye ulaşan olaylar silsilesi ile
muhaliflerin önemli destekçisi Türkiye tarafından da kabullenilmek durumunda kaldığında
geriye yalnızca Kürt güçlerinin iç savaşın yarattığı güç boşluğunu değerlendirerek elde
ettiği bölgeler ve Fırat Kalkanı ve sonrasında Afrin operasyonu ile Türkiye’nin Özgür Suriye
Ordusunu (ÖSO) konuşlandırdığı bölgeler öncelikli çözümlenmesi meseleler olarak Esad
Rejiminin ajandasında yerini aldı. ABD’nin Suriye’deki askeri varlığını sonlandırma
yönündeki deklarasyonu her ne kadar aksiyon alımında gecikmeler olacağı yönünde ilave
açıklamalar ile revize edilmiş olsa da Kürt güçlerinin pozisyonunu Türkiye’nin anti-PYD
stratejisi de göz önüne alındığında bir hayli zayıflattı. Türkiye’nin Cenevre Uzlaşısı’nda
Suriye’nin toprak bütünlüğünü gözeterek ülkenin yeniden demokratik inşası yönünde
Rusya ve İran ile senkronize tavır sergilemesi durumu da göz önüne alındığında
konsensüse dayalı çözüm, iç savaşın başlangıcından beri ilk defa gerçek bir seçenek olarak
kendine yer bulabildi. Hal böyleyken iç savaşın yarattığı tahribatın ortadan kaldırılması ve
Suriye’nin özellikle büyük kentlerinden başlamak üzere yeniden yaşanabilir bir Suriye inşa
edilebilmesi de Esad Rejiminin ajandasında yer bulabildi. Böylece yeniden inşa için
gerçekleştirilecek büyük çaplı alt-yapı ve üst-yapı yatırımları Cenevre süreci ile çözümün
paydaşı olan ülkeler olarak Rusya, İran ve Türkiye için bir fırsat alanı olarak belirebildi. 2019
yılının Suriye özelinde gündeme taşıyacağı sorular ise konsensüsün kapsayacağı taraflar ve
bu taraflar nezdinde optimum memnuniyetin nasıl sağlanacağı ve yeniden inşanın
kapsamı, yatırımların tarafları, tarafların yeniden inşada edineceği pay olacaktır.
Riskler – Irak
o Mevcut durumda henüz ılımlı bir evreye girmiş olsa bile, Bağdat yönetimi ile IKBY
arasında yaşanacak gerilimler her daim bir risk kaynağı olarak kalmaya devam
edecektir. ABD’nin Orta Doğu’yu gelecek projeksiyonunda dış politikada ikinci
öncelikli bölge konumuna alma durumu da eklendiğinde, Kuzey Irak Kürt bölgesi
aktörlerinin ve Bağdat yönetiminin birbirlerine karşı daha serbest hareket etme
alanı bulması, bunun da ülke içi riskleri arttırması kaçınılmaz olacaktır.
o Ülkede etkinliği azalan DAEŞ ve türevi cihatçı terör örgütlerinin, olası bir otorite
boşluğu oluşacak ana kadar uyuyan hücrelere dönüşmesi ve fırsat oluştuğunda
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
yeniden terör örgütlenmeleri ve saldırılarına ortam hazırlaması uzun dönemli bir
risk faktörü olarak önümüzde durmaktadır.
o ABD’nin ağırlıklı ve birincil konumda etkisinin hissedildiği Irak’ta alınacak her
pozisyon, doğrudan ABD’ye karşı alınan pozisyon ile birlikte değerlendirilmelidir.
Benzer şekilde İran’ın etkisi altında bulunan Şii örgütlenmelerin hakim konumda
bulunduğu şehirlerde yürütülecek faaliyetlerin güvenliği ve devamlılığı İran ile
geliştirilen ilişkilerden doğacak risklere bağlı olarak değerlendirilmelidir.
Riskler - Suriye
o Suriye’nin mevcut durumu, geleceği ve yeniden inşa sürecine ilişkin, Esad rejimi ile
yürütülecek uzlaşma, uzlaşmanın kapsamı ve tarafların pozisyon alışları göz
önünde bulundurulduğunda hassas ve her an bozulabilir bir diplomatik denge
üzerinde ilerlemektedir.
o Suriye üzerinde varılacak bir uzlaşı zemini ve Suriye’nin kuzeyi dahil genelini
kapsayan bir göreli güvenlik ve barış ortamında, Esad rejiminin konumu görece
stabilken, Esad rejiminin içerideki ve dışarıdaki muhatapları hızlı bir şekilde
bloklaşma, politika değiştirme, kutuplaşma ve karşı karşıya gelme risklerini
taşımaktadırlar.
o DAEŞ teröründen ve muhalifler ile Esad rejimi arasında süren iç savaştan görece
arındırılan Suriye’nin tahribata ve yıkıma uğramış çok sayıda şehir ve bölgesi
yeniden inşa ve yatırım alma sürecine ihtiyaç duyarken, benzer şekilde halen
sorunları çözümlenememiş, politik risklere ve güvenlik risklerine ortam hazırlayan
riskli şehir ve bölgeler de ülkede halen bulunmaktadır.
o Suriye’ye ilişkin uzlaşı ve barış ortamı tesis edilse bile, oldukça uzun süredir
Suriye’de yuvalanmış terör gruplarının yer altına çekilme ve fırsat bulduğunda
tekrardan asimetrik terör eylemlerine geçme riski bulunmaktadır. Esad rejimi,
otoritesini tüm ülkede tekrardan tesis etse bile, Suriye’nin tamamen güvenli ve
istikrarlı bir ülke konumuna gelmesi kısa bir zaman almayacaktır. Halihazırda, İdlib
ve Fırat’ın doğusunda süren Türkiye-PYD-ABD restleşmesi ve Kürtlerin statülerinin
geleceği konuları 2019’da da problemli konular olarak görülmeye devam edecektir.
o Ülkede, Esad rejimine sağladığı destek noktasında Esad rejiminin kontrolü altında
bölgelerde Rusya’nın, ABD’nin güdümündeki örgütlerin bulunduğu bölgelerde ise
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
(Kürtlerin tamamıyla Kremlin ve Esad ile anlaşmaya varmadığı senaryoda) ABD’nin
etkisi hissedildiği için, bu bölgelerdeki yatırımlar ve ticari faaliyetler tamamiyle bu
iki güce karşı nasıl konumlanıldığına ve ilişkilerin seyrine bağlı olarak riskli ya da
yatırıma, ticari faaliyete elverişli hale gelecektir.
Fırsatlar
o Irak ve Suriye’nin göreli olarak yeniden inşaya ve yatırıma ihtiyaç duyan şehir ve
bölgeleri, inşaat, hizmet, enerji, altyapı, telekomünikasyon, inşaat bağlantılı
malzeme, maden, işçilik tedariği, gıda, tekstil ve lojistik sektörleri için karlı
pozisyona geçecektir. Tabi bu karlılık ve verimlilik fırsatı değerlendirilirken, politik
ve diplomatik risklerle birlikte değerlendirilmeli ve güvenlik sektörünü
besleyebilecek güvenlik risklerini dikkate alınmalıdır.
o Suriye ve Irak’ta göreli, terör ve iç savaştan arındırılmış bir stabilizasyon durumu,
başka ülkelerde yaşayan Irak ve Suriye vatandaşlarının kademeli olarak ülkelerine
dönmelerini sağlayabilir. Bu halde, göçmen ve mülteciler ile problem yaşayan
ülkeler kısmi bir rahatlama dönemine girebilirler.
o Irak ve Suriye’nin yeniden inşası süreci, finans sektörünü de olumlu etkileyebilir.
Finansal kredilendirme, yatırımlar ve sigortalama faaliyetleri, bölgede gelişecek
sektör ve ekonomilerin talebini karşılayabildiği ölçüde, bölgedeki potansiyelin
kinetik fırsatlara dönüşmesinden pozitif yönlü beslenebilecektir. Mutlaka ki bu
fırsatlar, bölgedeki politik, diplomatik, sosyal, ekonomik ve güvenlik kaynaklı
risklerin düzenli ve güncel olarak izlenmesi ile değerlendirilebilecektir.
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
Küresel Popülizm ve Konsensüs Riski
Sistemik krizler, 2008 krizi etkilerinin varlığını devam ettirmesi, neo-liberal ekonomik
uygulamalar, gelir ve fırsat eşitsizliği, post-modern yaşamsal ve yönetimsel faktörler,
düzen karşıtlığı, küreselleşme ve karşıtlığı, iletişim ve teknolojideki ataklar, sosyal ağlarda
viral bulaşıcılık sorunu, zenofobi, islamofobi, göç ve göçmen karşıtlığı, askeri çatışma
ortamlarının varlığı, aidiyete yönelik artış, seçmen kutuplaşması sonucu alternatif
bulamama, korumacılık ve yeni-milliyetçilik radikomobil hareketlerin iktidar olmaya
oynamasının, hatta iktidar alternatifi olma haddinin yolunu açmıştır. Popülizm ise kanalize
olmak adına kullanılan en etkili faktördür. PCW için dünyayı tehdit eden en büyük
risklerden birisi popülizmdir.
Siyasal temeli demokrasiye, hukuki temeli kuvvetler ayrılığına, toplumsal temeli tüketime/
bireyselliğe, sosyal temeli kentlileşmeye, ekonomik temeli sanayileşmeye, teknolojik
temeli inovasyona karşılık gelen bu içinde yaşadığımız dönemin, 2008 krizi sonrası,
sağlanması seneler sürmüş olan uluslararası konsensüsün gerek uluslararası komitedeki
isyanlarla gerekse yönetsel bağlamda otoriter ve rasyonel aklı dinlemeyen politikalarla
bozulma riski bulunmaktadır. Konsensüs reddi her açıdan çözümden uzak, çatışma ve
süreç uzatan ve daha büyük problemlere neden olan büyük ve ağır bir risk faktörüdür.
2008 krizinin nüvelerinin hala toplumlarda, finans piyasasında, ekonomik boyutta
kendisini hissettirdiği artık sadece detaylarda değil, makro bakış açısıyla küresel bir siyasal
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
dönüşümün, ülkeler ve sistemik boyutta yaşanmakta olduğu bununla beraber
gözlemlenebilmektedir.
Bu tür sistem içi küresel krizlerden sonra gözlemlenen toplumsal, sosyal, ekonomik
reaksiyonlar hem önlem hem de etki tepki açısından benzerlik göstermektedir. Bu
bağlamda merkez ve yarı-çevrelerde ülkelerde yükselen radikal tepkiler ve popülizm
dalgaları tesadüf olmamaktadır. Demokrasilerin krize girmesi için yani bu olguya kriz
denebilmesi için öncel olarak merkez ülkelerden bu sinyallerin yayılmaya başlaması
gerekmektedir. Bu bağlamda demokrasinin krizde olduğunun kanıtı Avrupa’da yükselen
aşırı sağ ile beraber ABD’deki popülist yönetimdir. Bu duruma ek olarak Güney Amerika’da
otoriteryanizm/yeni-milliyetçilik (özellikle Venezuela’nın kritik ve yüksek politik riskli
konumu) ve yüksek yetkilerle donatılmış devlet başkanları ile Yakın Doğu yönetimlerinin
içindeki radikal ve güçlü popülizm (özellikle Türkiye ve Rusya gibi yakın zamanda güç
kaybetmesi beklenmeyen popülizmin olduğu ülkeler), demokrasi krizinin sadece
destekleyici ülkeleri olabilirler.
Ekonomisi sallantıda olan ülkelerle beraber, ekonomisi sağlam olan, endüstri ve teknoloji
merkezli olan ülkeler bile bu süreçte büyük çalkalanmalar yaşamaktalar. ABD, İngiltere,
Japonya, Almanya, Fransa, Hollanda, İsveç, İtalya, Avusturya ve İspanya, Filipinler
Venezuela, Brezilya, Rusya, Türkiye, İtalya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti,
Polonya, Yunanistan başlıca örneklerdir.
Bunlara ek olarak Brexit ile alakalı karışıklıklar, sonucuna dair öngörülerin Brexit
taraftarlarınca dahi yapılamaması, Avrupa’da popülizm tehlikesinin devletler bazında
yarattığı sorunu gözler önüne sererken, 2019 Mayıs ayında gerçekleştirilecek olan Avrupa
Parlamentosu seçimleri de AB çapında büyük bir riskin gerçekleşebileceği ihtimalini
güçlendirmektedir. Nitekim günümüzdeki Avrupa Parlamentosunun başkanının seçimi
esnasında da görüldüğü üzere tarihsel merkez sol ve merkez sağ ittifakı son bularak
merkez sağ parti olan EPP, Avrupa şüpheci olan, hükümetlerarasıcılık fikrine sıkı sıkıya
bağlı olan AECR ile ittifak oluşturarak yeni AP başkanını seçti. Avrupa’da artış gösteren
Avrupa Şüphecisi ve popülist söylemin merkez sağı da kendi politik çizgisine doğru
çekmeye başlaması 2018 yılından 2019 yılına Avrupa siyaseti için en büyük risk
bakiyelerinden birini teşkil etmektedir. Bu durum artık sadece popüler çoğunluğun
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
tercihlerini tatmin etmekten ibaret değil, bu tercihlerle ilgili beklentileri de giderek
arttırmaktadır.
Riskler
o Küresel popülizm, PCW endeksine göre, 2019 yılı için %35 civarı öngörülmüştür. Yine
PCW endeksine göre, 1930-1945 yılları arası popülizm endeksi %45-%50 arasıdır.
Çoktan sinyal vermiş olan ve alarm derecesi kırmızıya yakın bir risktir.
o Popülist hareketler ve partilerde ve hatta liderde Kartezyen İkilik Anlayışı hâkim,
siyah ve beyaz var sadece, ortası olamaz. Bu uçlarda politika yapıcı anlayışı,
irrasyonaliteyi beraberinde getirerek piyasalar adına güven vermeyen yapıların
oluşmasına zemin hazırlayabilir.
o Küresel popülizmin gerçek anlamda demokrasiyi krize sokmuş olmasıyla beraber
esas riskin toplumsal-sosyal hareketlerin yönelimi ile oluşması beklenmektedir. Bu
hareketler temsiliyetlerini ve oy oranlarını, mahalli ve ulusal seviyelerde artırmış
hatta kartopu gibi büyüyen popülist destek bölgesel seviyelerde konsensüs bozup,
yeniden yaratacak kadar tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Suriye denklemi
örneklerinden de görüleceği gibi, konsensüs bozulması sadece fonksiyonu yeniden
yazmaya yaramakta ve çözüm üretmeyen çatışma ortamının devamlılığına katkıda
bulunmaktadır.
o Radikalizm, yeni-milliyetçi popülizm, sağ aşırılık, otoriteryenizm, irrasyonalite
bağımlılığı, toplumun çeşitli katmanlarının marjinalleşmesi toplumsal yaşamda bir
öteki ve suçlu bulunmasına sebep olabilir. Aşırı sağın kullandığı retorik sağ
politikacıların ve siyasetin önüne geçerek kendisini hemen her alanda var
etmektedir. Batılı olmak ve Batı değerleri her fırsatta popülist amaçlarla kullanılsa
ve üzerinden politika geliştirilse de ötekileştirme, yabancılaştırma ve faşizm de
köken itibarıyla Avrupalıdır. Bu sebeple popülizmin bu denli yüksek seviyelerde
Avrupa’da ve hemen her ülkede yaşanıyor olması küresel politik risklerde alarm
veren en önemli risklerden biridir.
o Brexit’in sonuçlarının öngörüsünün dahi yapılamamış olması başlı başına küresel
ticaret adına bir risk olmakla beraber aynı zamanda uzun ve kısa vadede bu
bilinmezliğin piyasalara da olumlu yansımaması riski mevcuttur.
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
o 2019 Mayıs Avrupa Parlamentosu seçimleri klasik merkez ittifakının
gerçekleşmediği ve Avrupa şüphecileri, aşırılar ve popülistlerin başı çekeceği ve
koltuk sayılarını artıracağı bunun ise hem Avrupa özelinde hem de küresel riskler
üzerinde politika yapma ve uygulama süreçleri açısından PCW politik risk
endeksinde yüksek değere ulaşmış bir durumdadır.
o Alternatif konumda olan radikal hareketler lidersiz varlığını sürdürebilecek
seviyede olduklarında toplumların sorgusuz hareket takibi başlama riski
bulunmaktadır. Bu hareketlerin, kendilerini potansiyel enerjiden kinetik ener jiye
çevirmelerinin riski bulunmaktadır. Bu risk hem piyasalar hem diplomasi hem
uluslararası ilişkiler hem de sistem adına varlığını sürdürmektedir.
o Radikomobil hareketlerin iktidar olmaya oynamasının, hatta iktidar alternatifi olma
haddinin yolunu açılmıştır. Kitlesel dönüşüm ve mobilizasyon daha önceleri lider
temelli hareketlerin peşinden gitmiştir. Günümüzde daha korkutucu olan durum
ise lider değil irrasyonel hareketleri takip eden ve kendisini temsil krizi içerisinde
bulup alternatif arayan kitlelerin oluşmuş olmasıdır. Alternatif arayışı, aşırı uçsal
hareketlerin ve partilerin destek oranını arttırmış ve artırmaya da devam
etmektedir.
o Popülizmin ve eklektik yeni-milliyetçiliğin sonucu olarak göçmenler, sığınmacılar,
Müslümanlar ve Yahudiler bulundukları ülkelerde ötekileştirme ve dışlanma
pratikleriyle daha sık karşı karşıya kalabilirler.
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
Yükselen Duvarlar
1870’lerden bu yana küresel ticarette üç büyük dönüşüm yaşandı. Gerçekleşen bu
dönüşümlerde her yükselme/genişleme döneminin ardından azalma/daralma dönemi
meydana geldi. 1870-1913 arası yaşanan büyümeyi 1913-1950 arası yaşanan daralma, 1950-
1970 arası genişleme sonrası 1973-1988 arası dönemde yaşanan daralma takip etti. Son
olarak 2008’e kadar yaşanan genişleme, 2008 krizi ve onun olası etkilerinin devam
etmesiyle son dönüşümün daralma aşamasını gösteriyor. Serbest ticaret ve korumacılık
sarkacındaki genişleme dönemleri (kendi iç dinamikleri içerisinde düşünüldüğünde)
ardından bir düşüş getiriyor. Bunu neden-sonuç bağlamı dışında değerlendirsek de
genişlemenin daralmayla sonuçlanması bize sistemsel kriz döngüsünün süreğen olduğunu
gösteriyor. 2008 krizinin etkilerini hala hissettiğimiz bu yıllarda devletlerin sarkacın
korumacılık tarafına yönelerek gümrük duvarlarını yükselttiğini gözlemliyoruz ve bu
yükselişin sınırlı kalmayacağını; 2019 yılının küresel gelişmelerini etkileyecek en önemli
olaylardan biri olacağını söyleyebiliriz.
Yeni korumacılığın kökenleri: Ticaret Savaşları yeni mi?
İkinci Dünya Savaşından sonra ABD’nin inşa ettiği küresel politik ekonomik düzenin artık
ABD’nin çıkarlarına uygun düşmediği düşüncesiyle, Trump’ın ‘’Ticaret savaşları iyidir’’
söylemiyle başlayan süreç, ABD-Çin arasında başlayan ticaret savaşları ile 2018 yılının
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
gündemine girmiş oldu. Trump’ın dış ticarette açık verildiğinin altını çizip, ABD’nin
‘’yeniden’’ ihracatçı ülke konumuna gelmeyi hedeflemesi gerektiğini söyleyerek başta
alüminyum ve çeliğe, ardından da Çin menşeili ürünlere çeşitli sektörlerde ek gümrük
vergileri getirdi.
Kaynak: Bob Davis ve Jon Hilsenrath, What Happened to Free Trade, WSJ, 2018
https://www.wsj.com/articles/whatever-happened-to-free-trade-1490800293
Bundan 90 yıl önce, 1929 yılında yaşanan küresel buhrandan sonra ABD ve İngiltere gibi
ülkeler “beggar thy neighbour” politikasıyla krizin etkilerinden kurtulmak için korumacı
politikalarını arttırdılar. Bugün yaşadığımız ticaret savaşları ve yeni-korumacı politikaları da
2008 krizinden bağımsız düşünmemiz mümkün değil. Krizin etkilerinden kaçınmak isteyen
devletler ve mütekabiliyet ilkesi gereği ile karşılıklı bir şekilde ticareti kısıtlayıcı önlemleri
arttırıyorlar. DTÖ’nün raporuna göre her zirvesinde serbest ticaret vurgusu (Hambur g
zirvesinde ABD’nin itirazıyla karşılaştı) yapan G20 ülkelerinin 2018 yılında Mayıs ayından
Eylül ayına kadarki dönemde 481 milyar $ değerinde 40 yeni ticaret kısıtlaması koyduğu
vurgulandı. Bu rakam bir önceki dönemin 6 katı ve bugüne kadarki en yüksek seviye.
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
Kaynak: World Trade Organization Secretariat
G20 ülkelerinin ithalat kısıtlamalarının ve teşviklerinin ticari kapsamını göstermektedir.
İthalat kısıtlamalarının yaklaşık %79’u ABD ve Çin arasındaki karşılıklı ticaret kısıtlayıcı
önlemlerden kaynaklanmaktadır.
2008 krizi sonrası girdiğimiz düşüş aşaması bu yılda devam ederken küresel ve bölgesel
krizlerden korunmanın yolunun korumacılık olduğu inancının güçleneceğini söyleyebiliriz.
Ancak günümüz korumacılık anlayışı kalkınma anlayışı ile beraber düşünüldüğünde farklı
bölgelerde farklı kalkınma/büyüme anlayışlarının oluştuğu, devletlerin piyasaya daha fazla
müdahale ettiği, yatırım-ticaret kanallarının devletler aracılığıyla oluşturulduğu bir ortamın
öne çıkacağı görünmektedir.
Riskler
o İthalata getirilen kısıtlamalar ihracata dayalı şirketlerin ağır vergiler ödemesini
gerektirebilir.
o Ticarette yaşanan bu gerileme şirketlerin kazançlarının düşmesiyle sonuçlandığında
bölgesel krizler ortaya çıkabilir.
o Ticaret savaşlarına katılan ülkelerin artmasıyla, politik risklerin artmasının
paralelinde küresel resesyon dönemi yaşanabilir.
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
Çin’in İkilemi
Çin’in büyümesi her ne kadar yavaşlıyor olsa da 2019 yılında Çin’in dış politika tercihleri
bölgesel ve uluslararası krizlerin ve fırsatların ana odağı olmaya devam edecek. Gerek
gelişmekte olan ülkelere sağladığı fırsatlarla gerekse de neden olabileceği risklerle Çin’in
dış politikada ikili tercihi gelişmekte olan ülkeler ve piyasaları için risk ve fırsatları beraber
barındırmaktadır.
Fırsatlar ya da Eski Güzergahlar Yeni Yollar
Tarih boyunca en önemli ticaret güzergahlarından biri olan İpek Yolu aynı zamanda
fikirlerin, dinlerin, kültürlerin etkileşimlerine zemin hazırlayan bir sosyal leşme aracı
olmuştur. İpek Yolu’nun bu tarihsel önemine atıfta bulunarak 2013 yılının sonunda Çin
devlet başkanı Xi, Kuşak ve Yol projesini ilan ederken mevcut küresel ticaret ve yatırım
ortamında Çin’in en etkili aktörlerden biri olacağını vurguluyordu ve 21. yy.’ın küreselleşme
sürecine katkıda bulunacağını belirtiyordu. Çin, Kuşak ve Yol projesiyle hem bölgeler arası
ticaretin ve yatırımın geliştirilmesini hem de Avrupa, Asya, Afrika’ya düşük gümrük
bedelleriyle hızlı bir şekilde ulaşımın sağlanarak kendi ihracat hacmini genişletmeyi
amaçlıyor.
Kuşak ve Yol’un kara bağlantısı da tıpkı İpek Yolu gibi Xian’dan başlıyor ve Rusya ve
İran’dan ikiye ayrılarak Avrupa’ya ulaşıyor. Deniz bağlantısı ise Güney Çin Denizinden
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
başlayarak Afrika’ya ve oradan da Avrupa’ya ulaşıyor. Projenin pek ortaya konulmayan
diğer bir ayağı ise buzulların erimesiyle tartışmalı bölgelerden biri haline gelen Arktik
üzerinden geçen Kuzey İpek Yolunun inşa edilmesi. Nitekim bu yol oluşturulduğunda
Avrupa’ya giden alternatif bir güzergah olacak ve Süveyş Kanalı’na nazaran 20 gün daha
kısa bir sürede Avrupa’ya ulaşılacak. Yolun geçtiği bölgelerde ulaşımı kolaylaştırmak için
karayolları, demiryolları ve enerji hatları yapılması planlanmakta.
Projenin başladığı 2013 yılından günümüze hem deniz güzergahında hem de kara
güzergahında 60’tan fazla ülkede yatırım ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi için işbirliği
anlaşmaları yapıldı. Kuşak ve Yol’un doğrudan kapsadığı alan dünya nüfusunun yaklaşık
%70’ini, küresel ticaret hasılasının %55’ine tekabül etmektedir.
Ulaşımın kolaylaştırılması, kredi teşviklerinin sağlanması, gümrük tarifelerinin düşmesi gibi
avantajlar Kuşak ve Yol girişimini piyasadaki aktörler için önemli bir fırsat haline getiriyor.
Riskler ya da Eski Politikalar Yeni Kurumlar
Kuşak ve Yol projesi kapsamında Çin birçok ülkede altyapı yatırımları ve bu yatırımlara
kredi imkanları sağladı. Başlangıçta açılan bu kredilerin kullanım amaçları sorgulanmıyor
ve diğer kredi veren kurumlar gibi amaç doğrultusunda verilmediği söyleniyordu. Özellikle
Afrika’ya verdiği kalkınma yardımları ve düşük faizli kredilerle Çin hem küresel düzlemde
stratejik hamlelerde bulunuyor hem de bölgede güven depoluyordu. Ancak madalyonun
diğer yüzünde Çin’in yürüttüğü bu politika, borç diplomasisini barındırıyor. Bunun ilk
olarak ortaya çıktığı yer ise Sri Lanka oldu. Sri Lanka, Çin’den aldığı krediyi ödeyemeyince
Hambantota limanının kullanım hakları 99 yıllığına China Merchant Group’a geçti. Kuşak ve
Yol projesinin en önemli ayağını oluşturan Çin – Pakistan Ekonomik Koridoru kapsamında
Çin Pakistan’a yüksek oranlarda kredi vermişti. Pakistan yakın zaman önce dış borçlarını
ödeyemeyeceğini belirtip IMF’ye başvurdu. Yine Brezilya’da başkanlık koltuğuna oturan
Bolsanaro da Çin’in borç diplomasisi politikasını eleştirip Çin ile ilişkilerini yeniden
değerlendireceğini söyledi. Böyle durumların yaşanması sonucu tepkilerin artması, Çin’in
öne sürdüğü gibi yumuşak bir politika izleyip izlemediği sorularını beraberinde getirdi ve
Çin’den kredi alan birçok ülke Çin ile ilişkilerini gözden geçirmeye başladı.
Çin’in dış politikasının en önemli sac ayağı olan Kuşak ve Yol projesinin lansmanında
olduğu gibi ticaret ortaklığının geliştirilmesi, kültürel etkileşimin artması gibi politikaların
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
ardında kredi verilen ülkelerin gelecekte bir borç krizine girmesi ve bunun yine borçla
aşılmaya çalışılması ile bir borç sarmalı riski oluşturması beklenmektedir. 2019 yılı bu
açıdan bakıldığında Çin’in Kuşak ve Yol girişimi ve dış politikası çerçevesinin daha
netleşeceği ve gelişmekte olan kuzey ülkelerinin egemenliklerine yönelik tavrının
şekilleneceği bir yıl olacaktır.
Dolayısıyla, Çin’in Kuşak ve Yol girişiminin hem fırsatı hem de riski barındıran ikilemi; Çin’in
tercihleri ve hedef ülkelerin bu girişime yaklaşımlarıyla ortaya çıkacak.
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
Enerji Güven(siz)liği: Yeni Rotalarda Krizin Ayak Sesleri
2019 yılı, enerji konusunda ciddi gerilimlerin yaşanacağı bir yıl olarak önümüzde
durmaktadır. Küresel anlamda enerji arz ve talep güvenliği, hiçbir ülkenin riske atmak
istemediği bir konu olmakla birlikte, dünya ekonomisinin bu can damarı, küresel rekabet
ve güç mücadelesinin yaşandığı en önemli alanlardan birini oluşturmaktadır. 2019 yılında
enerji alanına özel küresel risk izleniminde iki temel nokta üzerinden artış beklenmektedir.
Bu iki nokta, Rusya ile ABD arasındaki doğalgaz boru hatları üzerinden yaşanan çıkar
çatışması ve Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama çalışmaları sonucunda yaşanan
gerilim olarak önümüzde belirmektedir.
Rusya ve Avrupa’nın Doğalgaz Arz Güvenliği
Rusya, Avrupa’nın ve özellikle de Almanya’nın, enerji arz güvenliğini sağlama konusunda
önemli tedarikçilerinden birisidir. Halihazırda yaşanan Rusya-Ukrayna gerilimi, Avrupa’nın
Rus gazına ulaşmada yaşayabileceği sorunların minimize edilebilmesi için, hem Avrupa
ülkelerinde hem de Rusya tarafında alternatif doğalgaz boru hatlarının inşası için
motivasyon yaratmaktadır. Bu noktada Rusya, Karadeniz ve Türkiye üzerinden Türk Akımı,
Baltık Denizi üzerinden de Kuzey Akım projelerini faaliyete geçirerek, Avrupa Enerji arz
piyasasındaki payını arttırmaya çalışmaktadır.
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
Rusya enerji arzını bir diplomasi enstrümanı olarak kullanmakta ve Avrupa ülkeleriyle olan
ilişkilerinde enerji tedarikçisi olma rolünü, bir gözdağı verme yöntemi olarak öne
çıkarmaktadır. Bu noktada söylenebilir ki ne Avrupa ülkeleri Rus gazından, ne de Rusya
Avrupa pazarından tamamen vazgeçmeyi göze alabilir. Karşılıklı bağımlılığın üst seviyede
gözlemlendiği bu ticaret ilişkisi, tüketicilerin tedarikçiyi tolere ettikleri, tedarikç inin de
tüketicileri doğrudan karşısına almaktan çekindiği bir denkleme oturmaktadır. Ukrayna
krizinde de somut olarak görüldüğü üzere, bu denge durumu, başta Almanya olmak üzere
Rusya’dan doğalgaz ithal eden Avrupa devletlerinin, Rusya’nın müdahil olduğu
uluslararası krizlerdeki agresif tutumuna karşı, Rusya ile diyalog ortamını ortadan
kaldırabilecek sert tepkilerden kaçınmasını sağlamaktadır.
Avrupa ile Rusya arasında oluşan bu denge, elbette ki hem Avrupa içinden, hem de Avrupa
dışından muhalefetle karşılaşmaktadır. Özellikle Kuzey Akım Doğalgaz Boru Hattı
projesinin yapımına, ABD ciddi bir muhalefet göstermektedir. Doğrudan bu muhalefet
enerji piyasasındaki en ciddi kriz riskini barındırmaktadır. Öyle ki ABD, Rusya’nın enerji
tedarikçisi olma durumu üzerinden, ticari ortaklığı bulunan ülkeler ile olan ilişkilerinde
pazarlık kozu etkisini artırmasına şiddetle karşı çıkmaktadır. Rusya’nın etki kapasitesini
arttırmasının önlenmesi amacını taşıyan bu karşı çıkış aynı zamanda, uluslararası enerji
piyasasının en önemli oyuncularından olan ABD menşeili şirketlerin, Avrupa’nın artan
enerji ihtiyacının karşılanması gerekliliğinden doğan ekonomik çıkarlarının da korunması
amacını taşımaktadır. ABD yönetimi, Kuzey Akımına teknik, lojistik ve finansal alanlarda
destek verecek olan Avrupalı şirketleri ekonomik yaptırımlar listesine alma tehdidinde
bulunarak, projenin gerçekleştirilme olasılığını zorlaştırmaya çalışmaktadır. Fakat bu
noktada kriz riskini arttıran durum, Avrupa Ülkelerinin enerji arz güvenliğinin
sağlanmasında Rusya’yı önemli bir aktör olarak ele almaları ve aynı potansiyeli
gerçekleştirebilecek bir alternatifin bölgede bulunmamasıdır. Rusya’dan alınması
planlanan doğalgazın, gerek alternatif boru hatlarıyla gerekse de, LNG yöntemiyle, Avrupa
pazarına ulaştırılma olasılığı, verimlilik ve maliyet beklentilerini karşılamamaktadır. Bu
durum, Avrupa ülkelerini Rus gazına ulaşma noktasında motive etmektedir. Fakat ABD
yönetiminin, Avrupalı müttefiklerinin bu taleplerine anlayış göstererek geri çekilmesi de
beklenmemektedir. ABD’nin Kuzey Akım projesini engelleme çabalarına 2019 yılında
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
devam edeceği öngörülmektedir. Bu durum enerji piyasasında çok yönlü bir kriz riskini
barındırmaktadır.
Doğu Akdeniz’de Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetleri
Doğu Akdeniz’de bulunan enerji rezervleri, uzun bir süredir Münhasır Ekonomik Bölge
(MEB) anlaşmazlığı nedeniyle Mısır, Lübnan, Suriye, İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye arasında içinden çıkılmaz bir sorun olarak küresel
enerji politikasında fay hatlarından biri olmayı sürdürmektedir. Halihazırda Türkiye ve
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin etki alanında yer alan Doğu Akdeniz’de, bu ikilinin
dışında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail, Mısır, İtalya ve Bulgaristan’ın blok halinde
sürdürdüğü ve Suudi Arabistan’ın da söylem bazında desteklediği petrol ve doğalgaz
arama-çıkarma-işleme-taşıma faaliyetleri Türkiye’nin şiddetle karşı çıktığı bir enerji
saflaşması olarak Türkiye’nin önünde durmaktadır.
Rusya’nın Kuzey Akım ve Türk Akımı projelerine karşı, ABD’nin Orta Doğu’daki sadık
müttefiki olan Suudi Arabistan’ın petrol arzının ivmelendirilmesi ya da baskılanması
hamlesi ile enerji kaynağı taban fiyatlarında oluşturulabilecek olası dengesizlik; enerji
denkleminde küresel bir risk boyutuna taşınırken, Türkiye’nin de risk potasında ekonomik
risklere ve enerji güvenliği risklerine muhatap olması ihtimali değerlendirilmesi gereken bir
noktadır. Henüz kimsenin hakim olmadığı ve çatışma riskinin yüksek olduğu Doğu
Akdeniz’de bölgesel/küresel enerji saflaşması, denklemin kaynama noktasıdır. ABD,
Türkiye’nin şiddetle karşı çıktığı Doğu Akdeniz petrol arama bloğuna destek vererek, hem
Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini kırmayı hem de Avrupa’nın Rus doğalgazına bağımlılığını
azaltmayı hedeflemektedir.
Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz araması çalışmalarının devamında, Doğu Akdeniz
enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşınması için 3 alternatif bulunmaktadır. Bunlar, enerji
kaynaklarının Mısır’da LNG (Liquid Natural Gas) haline getirilerek, tankerler ile pazar lara
taşınması, East-Med projesi kapsamında Yunanistan üzerinden boru hattı ile enerjinin
Avrupa’ya taşınması ve bir ihtimal de anlaşmaya varılabildiği takdirde Türkiye üzerinden
boru hattı ile Avrupa’ya taşınması alternatifleridir.
Bu alternatiflere baktığımızda, Doğu Akdeniz’de hak iddia eden Türkiye ve KKTC’nin ilk iki
alternatife, donanma ile müdahale dahil tüm askeri ve ekonomik tedbirleri uygulayacağı
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
uyarıları ile karşı çıktığı görülmektedir. East-Med projesi bağlamında Türkiye’nin esas karşı
çıktığı nokta, proje dahilinde rezervleri kullanılacak olan ihtilaflı parsellerin Türkiye’nin
Münhasır Ekonomik Bölge alanında kalması konusudur. East -Med projesi kapsamında
Mayıs 2018’de Lefkoşa’da bir araya gelen Yunanistan, İsrail, GKRY, Bulgaristan ve
İtalya’nın bulunduğu konsorsiyum tarafından 34.5 Milyar Euro bütçe ayrılmıştır. Ancak
Türkiye’nin bu projeye şiddetle karşı çıktığı bilinmektedir. Benzer şekilde Türkiye’nin ve
KKTC’nin hak iddia ettiği parsellerden çıkarılacak rezervlerin Mısır üzerinden LNG ha line
getirilerek dünya pazarlarına taşınması Türkiye’nin karşı çıktığı diğer alternatif olarak
karşımızda durmaktadır. Dahası Türkiye’nin bu karşı çıkışı sadece söylem bazında değil
eylem bazında da kendini göstermekte ve Doğu Akdeniz’de çatışma riskini arttırmaktadır.
Bununla birlikte, üçüncü alternatif yani Türkiye’nin de projeye dahil edilerek, transport
rotasının bir parçası haline getirilmesi, Türkiye için bir fırsat kapısı doğurabilir ve Türkiye
şartlarını masada kabul ettirebilirse, bu alternatif Doğu Akdeniz’de çözümün sağlanması
için tek yol gibi gözükmektedir
Fırsatlar
o Arz ve Talep güvenliğinin elzem oluşu, taraflar arasında bir diyalog ortamının açık
tutulmasını gerektirdiğinden, bir uzlaşma zemini oluşturulabilir.
o Türkiye, bu çoklu enerji denkleminden, enerji koridoru olma rolü dolayısıyla fayda
sağlayabilir. Bu rolü dolayısıyla etki kapasitesini arttırabilir.
Riskler
o ABD, Rus doğalgazının Avrupa’ya taşınması için planlanan projeleri engellemek
için, yaptırımlar getirebilir, diplomatik baskı çabalarına girişebilir. Bu durum ciddi
bir kriz riski barındırmaktadır.
o ABD’nin Rusya’ya karşı giriştiği engelleme çabalarına, Rusya halihazırda işletilen
gaz tedarikini sonlandırma tehdidi ile karşı çıkabilir. Bu durum çok katmanlı bir kriz
riski barındırmaktadır. Böylesi bir durum, Hem Avrupa ülkelerinin enerji arz
güvenliğini tehdit edeceğinden Avrupa ekonomisini, hem de temel gelir kaynağı
petrol ve doğalgaz arzına dayanan Rusya ekonomisini olumsuz etkileme riski
taşımaktadır.
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
o Enerji arzı konusunda yaşanabilecek bir gerilim, enerji piyasalarında bir
dalgalanmayı tetikleyebileceğinden ötürü, enerji fiyatlarında artış riski
taşımaktadır.
o Türkiye, Rus gazının taşınmasında üstlendiği rol dolayısıyla, diplomatik baskı görme
riski taşımaktadır. Aynı zamanda Rus gazına alternatif olarak çıkarılması planlanan
Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz rezervlerin taşınmasından dışlanarak, enerji
koridoru olma stratejisini kaybetme riski taşımaktadır.
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
Çığa Dönüşen Kartopu: Uluslararası Göç Krizi
Uluslararası Göç ve Göçmenlerin Konu Edildiği Krizler
Son yıllarda dünyanın en önemli sorunlarından birini oluşturan uluslararası göçmen
krizlerinin, 2019 yılında da dünya gündemini önemli oranda işgal etmesi beklenmektedir.
Daha iyi bir hayat umuduyla bulundukları ülkeleri terk eden göçmenlerin hukuki açıdan
mülteci-sığınmacı olmaları üzerine gerçekleştirilen teknik değerlendirmeler bir kenara
ayrılırsa, yaşadıkları zorlukların, karşılaştıkları muamelelerin ve gittikleri ülkelerdeki yaşam
koşullarının zorluğu, uluslararası düzeyde kamu vicdanını yaralayacak nitelikler
göstermektedir.
Dünya’da insanlığın tarihiyle özdeş bir konsept olan göç olgusu son yıllarda, zorunlu olarak
yerinden edilmiş göçmenlerin, gittikleri ülkelerde karşılaştıkları olaylar ve yine aynı
ülkelerin siyasi iklimini etkilemeleri durumu dolayısıyla, uluslararası bir kriz ortamı
yaratmaktadır. Öncelikle söylenmesi gereken kriz durumu, zorluklar içerisinde yaşam
mücadelesi veren göçmenlerin sorumluluğunda değildir. Bilakis krizin müsebbibi, göçmen
hareketliliğini, insani yardım ve dayanışma bağlamından çıkarıp, bir güvenlik sorunu olarak
ele alan bakış açısının temsilcileridir.
2019 yılının, göçmen meselesinin bir güvenlik sorunu olarak ele alındığı son yıllardan farklı
olması beklenmemektedir. Bu bakış açısının bir sonucu olarak da, 2019 yılında göçmenler
Jeo-politik İklim Değişikliği 2019
üzerinden yaşanabilecek olan krizler, hem ulusal, hem de uluslararası düzeyde risk
olasılığını arttırmaktadır.
Bu minvalde kriz riskinin artmasının beklendiği öncelikli ülke Amerika Birleşik
Devletleri’dir. Trump yönetimi halihazırda göçmen karşıtı bir tutum izlemektedir. Bu
tutum gerek bazı ülkelere uygulanan seyahat yasaklarıyla, gerekse Meksika sınırına
örülmek istenen duvar dolayısıyla yaşanan gerginliklerle, kriz riskini arttırmaktadır. Trump
yönetimi her ne kadar, Meksika sınırına yapılmak istenen duvarın, uyuşturucu ile mücadele
etmede etkin olacağına dair bir söylemde bulunsa da, duvarın yasadışı göçmenleri
engelleme konusunda kullanılacağı da sık bir şekilde belirtilmektedir. Bu durum, bir
yandan ABD içinde göçmen karşıtlığını körüklemekte, bir yandan da ülke siyasetinde
hükümetin kapanmasına varacak bir gerilim hattının oluşmasına yol açmaktadır.
22 Aralık tarihinde, Meksika sınırına örülmek istenen duvarın bütçesi hakkında yaşanan
uzlaşmazlık sonucunda ABD hükümeti, acil olmayan birçok kamu hizmetini geçici süreyle
kapatma refleksini göstermiştir. Yaşanan bu kriz yakın gelecekte çözüme kavuşturulsa
dahi, Trump yönetiminin uzlaşmaz tavrı ile Demokratların çoğunluğu sağladığı Temsilciler
Meclisinin Trump yönetimine olan muhalif tutumu, ABD siyasetinde 2019 yılında başka
yönetim krizlerinin çıkma olasılığını arttırmaktadır. Özellikle de, Latin Amerika
ülkelerinden, ABD’ye yönelen göç dalgalarının sürmesi, bu gerilimlerde göçmenlerin konu
edilme olasılığının yükselmesine yol açmaktadır. Latin Amerika ülkelerinden, ABD’ye
yönelen göç, bir yandan ülkede iç politika bağlamında siyasi riski arttırırken, bir yandan d a
ABD ile Latin Amerika ülkeleri arasındaki ilişkilerin gerginleşme riskini barındırmaktadır.
Her ne kadar ABD yardımlarının ve yatırımlarının çok önemli oranlarda etkili olduğu bu
Latin Amerika ülkelerinin, ABD ile ikili ilişkilerine zarar vermek istemedikleri gözlemlense
de, 2019 yılında Amerikan karşıtı söylemlerin, bu ülkelerde güç kazanması beklenmektedir.
Göç hareketleri sonucunda kriz riskinin artacağı bir diğer bölge de Avrupa’dır. Avrupa
ülkelerinin hem kendi aralarındaki ilişkiler, hem de iç siyasal dinamikleri göç
hareketlerinden ciddi oranda etkilenmektedir. Son yıllarda popülist yeni-sağ hareketler,
göçmen karşıtı söylemleri de kullanarak, siyasal etki kapasitelerini artırmaktadır. Bu durum
halihazırda yönetimde bulunan merkez yönetimleri de, oy kaybetme kaygısı üzerinden,
radikal sağ siyasete ve göçmen karşıtı söylemlere yaklaştırmaktadır. 2019 yılında, Avrupa
ülkelerinde göçmen karşıtlığının konu edilebileceği seçimler olarak, Polonya, İspanya,
Küresel Fırsatlar ve Riskler Raporu 2019
Belçika seçimleri ile, Avrupa Parlamentosu seçimleri öne çıkmaktadır. Bu seçimlerde,
göçmen karşıtı söylemlerin yoğun bir şekilde kullanılması beklenmektedir. Bu durum hem
ülkelerin iç siyasetlerinde göçmen karşıtı iklimin güçlenmesine, hem de ülkeler arası
ilişkilerde krizlerin çıkma olasılığının artmasına yol açacaktır.
Bu noktada Belçika’da koalisyon ortaklarının, Fas’ta imzalanan BM Küresel Göç Sözleşmesi
sonucunda yaşadıkları ayrılık, yaşanabilecek siyasal krizlerin bir örneğini oluşturmaktadır.
Bu duruma bir diğer örnek de, İtalya Başbakan Yardımcısı Luigi Di Maio’nun, doğrudan
Fransa’yı Afrika ülkelerini sömürerek göçü tetiklemekle suçlamasından ötürü yaşanan
uluslararası gerilim gösterilebilir. Bu örneklerden de anlaşılabileceği üzere, 2019 yılında
göçmenlerin konu edildiği krizlerin risklerinin yükselmesi beklenmektedir.
2019 yılında, göçmenlerin konu edildiği kriz riskini arttıran bir diğer faktör de, göç veren
ülkelerde yaşanabilecek olan istikrarsızlık artışıdır. ABD’nin Suriye’den askerlerini çekmesi
ve Afganistan’daki askeri varlığını küçültmesi kararı, Irak’ta Bağdat yönetimi ve Kuzey Irak
yönetimi arasındaki sorunların çözülememiş olması ve Suriye denkleminin henüz çözüme
kavuşamamış olmasından kaynaklanan kriz riski, halihazırda milyonlarca insanın terk ettiği
bu ülkelerde, istikrarsızlığın derinleşmesine yol açabilecektir. Bu istikrarsızlık durumu da
yeni göçmen dalgalarının oluşmasına ve uluslararası göç kaynaklı risklerin büyümesine
neden olacaktır.
Riskler
o ABD’de yaşanan hükümet ve bütçe krizlerinin derinleşmesi ve göçmenlerin konu
edildiği yeni siyasi krizlerin çıkması.
o Orta Doğu ülkelerinde yaşanan istikrarsızlıkların derinleşmesinin yeni göç dalgaları
yaratması.
o Göçmenlerin yoğun olarak ulaşmaya çalıştıkları Avrupa ülkelerinde, göçmen karşıtı
siyasetin yükselmesi ve buna bağlı olarak hem iç hem de uluslararası siyasette
krizlerin ortaya çıkma olasılığının artması.
o Uluslararası siyasette göçün güvenlik sorunu olarak ele alınmasından ötürü,
yabancı karşıtlığının artışı. Bu duruma bağlı olarak da, ülkeler arasında ortak
güvensizlik ikliminin yaygınlaşması.