67

AkademiBeykoz Sayı 8

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu olarak Akademi Beykoz adında yarı akademik bir dergi çıkarmaktayız. Akademi Beykoz dergisi Türkiye’deki lojistik sektörünün tüm firmalarına (üst düzey seviyede) ve üniversitelere ücretsiz olarak gönderilmektedir. Bu anlamda hem bir sektör dergisidir, hem de dergide yayınlanan yazıların içeriği itibariyle lojistik alanındaki akademik yayınları tamamlayıcı bir işleve sahiptir. Akademi Beykoz her sayısında bir kapak konusu ve bir eğitim dosyası hazırlamaktadır. Derginin yayınlanmış sayılarına http://www.beykoz.edu.tr/akademibeykoz/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Citation preview

Page 1: AkademiBeykoz Sayı 8

AKADEMI BEYKOZ KAPAK 08.indd 1 6/26/12 12:38 PM

Page 2: AkademiBeykoz Sayı 8

C M Y CM MY CY CMY K

Page 3: AkademiBeykoz Sayı 8

BLMYO Adına İmtiyaz SahibiProf. Dr. Ahmet YükselYüksekokul Müdürü

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüYrd. Doç. Dr. Baki AksuYüksekokul Müdür Yrd.

Genel Yayın YönetmeniProf. Dr. Nükhet Güz

Yayın KoordinatörüYrd. Doç. Dr. Pınar Seden Meral

Yayın KuruluProf. Dr. Nükhet GüzProf. Dr. Celal KepekçiDoç. Dr. Melih BaşYrd. Doç. Dr. Baki AksuYrd. Doç. Dr. Güray TezerYrd. Doç. Dr. Pınar Seden MeralYrd. Doç. Dr. Nejla KarabulutYrd. Doç. Dr. Turhan BilgiliYrd. Doç. Dr. Emine KobanÖğr. Gör.Dr. Reha Uluhan

Öğr. Gör. Sevil Bektaş

Grafik Tasarım Ayşegül İzer

Yönetim YeriBeykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu Vatan Caddesi No:69 Kavacık/BeykozT. 444 25 69 F. (0216) 413 95 20www.beykoz.edu.tr

[email protected]

Umur Basım ve Kırtasiye San. Ve Tic. A.Ş.Dudullu Organize Sanayi Bölgesi2.Cadde no:5 34776, Ümraniye İstanbul

SAYI: 08 • HAZİRAN 2012 • ISSN:1309-4092

Akademi Beykoz, Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu’nun süreli yayınıdır. Bu yayının herhangi bir bölümü kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Bu dergide yayınlanan yazılar yazarlarının sorumluluğundadır.

Genel Yayın Yönetmeni’nden

Başyazı

Prof. Dr.Ahmet Yüksel

Başarı “Ben Yaparım” İnancının, Kendine Koşulsuz Güvenin Eseridir

Prof. Dr. Nükhet Güz

Akademi Beykoz yeniden dopdolu bir içerikle karşınızda!

04 Başyazı

05 Genel Yayın Yönetmeni’nden

06 Avrupa Birliği Türkiye İlişkilerinde Sivil Toplum Halkası

12 Özel Dosya: Afet Lojistiği

14 17 Ağustos Depremi, Türkiye’nin Son 50 Yılda Yaşadığı

En Büyük Travmaydı

20 Van Depremi Yıktı Geçti...

22 Olağanüstü Ve Özel Durumlarda Uygulanacak

Lojistik ve Tedarik Zinciri Yönetimi’ne Yönelik Bir Model

26 Afete Hazırlık Ve Afet Bilinci Eğitiminde Verilen Mesajların

Standardizasyonu

29 “Lojistik Sektöründe Pazar Araştırmaları En Önemli Silahlardan

Birisi Olabilir”

33 Pazarlamanın Parlayan Yıldızı Dijital Dünya

36 “Gıda Emperyalist Bir Silahtır”

46 Özel Dosya: Başarı Öyküleri

48 Türk Hava Yolları Havacılık Eğitiminde Markalaşma Yolunda

54 ’Bilginizle Hayalinizi Bir Araya Getirdiğinizde Başarı

Kaçınılmazdır”

60 Borusan Lojistik: Finansal Güç, Güçlü Tedarikçi Yapısı ve

Müşteri Odaklılık Başarıyı Getirir

64 Digiturk İle “Hayallerine Dokun!”

68 Ttnet Mobil Uygulamalarda Fark Yaratıyor

71 Enerji Sektörünün İlk Sivil Toplum Örgütü: Tabgis

75 Biofarma: Kalitede Dünya Standardı

83 Dışarıdan Göründüğü Gibi Kolay Olmayan Bir Meslek:

Kabin Memurluğu

90 Komik İsim, Ciddi Sandviç: Schlotzskys

92 Ege Bölgesi’nin İlk Özel Konteyner Limanı: Nemport

97 Enerji Verimliliği (Enver)

104 Hava Kargo’da İşbirlikleri Ve Gsa’ler

106 Özel Dosya: Eğitim

108 Yüksekleri Hedefleyenlerin Mesleği Pilotluk

110 Yazıda Öz Türkçe Kullanımına Daha Çok Önem Verilmeli

112 “Üniversite Gençliği İle Birlikte Olmak Beni Besliyor”

114 “İtiraf Ve Mektup”

116 Taşımacılık Maliyetini Ve Hizmetini Etkileyen Meseleler

118 Vizyondan 3 Film

125 “İstanbul’da Sığındığım Yer Beykoz”

127 “Balık Eylül Ayından Mart Ayına Kadar Yenir”

İçindekiler

Page 4: AkademiBeykoz Sayı 8

Prof. Dr. Ahmet Yüksel

Başyazı

BAşArı “BEN YAPArıM” İNANcıNıN, KENDİNE KOşuLSuz GüvENİN ESErİDİr

Dergimiz Akademi Beykoz’u sekizinci sayısıyla bir kez daha ilgilerinize sunmaktayız. Yayımlandığı ilk gün-den beri akademik ve sektörel katkısı ile takdirlerinizi kazanmış olan dergimiz, iki yaşını da doldurarak artık yetkinliğini ve erkini de ispatlamıştır.

Bu süreçte sağladığımız başarının nedeni olan siz de-ğerli okuyucularımıza şükranlarımızı sunarım. Nitekim; olumlu tepkileriniz, bize olan güveniniz ve dergimize olan beğeninizle hem gururlanmakta hem de her defa-sında sizlere daha iyiyi sunabilmek için gayretlerimizi ve kalite standartlarımızı artırmaktayız.

Akademi Beykoz dergimizin bu sayısında Türkiye’nin önde gelen sektörlerinin önde gelen şirketlerinin başarı hikayelerini inceledik. Her başarı hikayesinin kendine özgü bir süreci olmasına karşın, hepsinin ortak bileşe-ninde; azmin, hayalin ve bilginin buluştuğu görülmek-tedir.

Bu öğelerden hangisi daha önceliklidir bilmiyorum, ama lise yıllarında edebiyat öğretmenimizin, bize göre oldukça yaşlı olmasına karşın, “Hayal kurmaktan vaz-geçmeyin, ben hala İspanya da şatolar kuruyorum” diye öğütlemesini hatırlıyorum. Hedeflerin hayallerde ta-nımlandığı azimle sürdürülebildiği ancak mutlaka bilgi ile gerçekleştiğini biliyoruz. Ancak, başarı: çok derinde olsa dahi aslında “ ben yaparım” inancının, kendine ko-şulsuz güvenin eseridir.

Akademi Beykoz’un yeni sayısını yine beğeniyle okuya-cağınıza yönelik umudumuzu sürdürür, başarılarınızın devamını diler, saygılarımı sunarım.

6

YEPYENİ vE DOPDOLu Bİr İçErİKLE YENİDEN KArşıNızDAYız!

Dergimiz Akademi Beykoz alanında bir ilk yayın. Hem lojistik sektörüne bilimsel bir görüş açısı sunan hem de alanın nabzını tutan bir ilk dergi olmanın sorumlu-luğunu her zaman omuzlarımızda duyumsuyoruz. Bu nedenle de bu türden ağır bir sorumluluğu taşıyarak dergimizi başarıya ulaştırmak neredeyse boynumuzun borcu.

Akademi Beykoz’un yedinci sayısında bu görevi yerine getirmek adına Türkiye’nin yaşadığı son dönemlerde yaşanan depremler ile gelen acıları unutturmamak ve afet yönetiminin önemini sürekli zihinlerde kalmasını sağlamak amacıyla afet lojistiği dosyamızı oluştur-muştuk. Afet lojistiği dosyamız sekizinci sayımızda da yeni gündemler oluşturmaya aday.

Yeni sayımızda afet lojistiği özel dosyamızın yanı sıra lojistik sektörü ve lojistik sektörünün yakın ilişkide ol-duğu alanlardaki başarı öykülerini sizler için derledik ve röportajlarla temsilcilerinin ağzından dinledik. Bu dos-yamızda Türk Hava Yolları Eğitim Akademisi Başkanı Şahin Karasar , Greenactive Halkla İlişkiler şirketi kuru-cusu ve iletişim duayeni Azade Başağa, «Türkiye’nin En Beğenilen Şirketleri’’ Araştırması›nda kendi sektöründe ilk üçe giren Borusan Lojistik Genel Müdürü Kaan Gür-genç, Türkiye’yi dijital platform ile tanıştıran Digitürk Yeni İş Geliştirme Müdürü Erkan Kara ve mobil uygu-lamalarda fark yaratan TTNET Dijital Medya Pazarlama Direktörü Yaman Alpata röportajları bu dosyamızda yer alan şöyleşilerden yalnızca birkaçı.

Akademi Beykoz ‘un bu sayısında da ilginizi çekeceğini düşündüğüm konular bunlarla sınırlı değil. Prof.Dr. Ke-nan Demirkol’un “Gıda Emperyalist Bir Silahtır” başlıklı röportajını, MedyaNet Genel Müdürü Rima Erdemir’in “Pazarlamanın Parlayan Yıldızı Dijital Dünya” yazısını, Türkiye’nin önde gelen araştırma şirketlerinden Met-hod Research Company’ın kurucu ortağı ve Pazarlama Genel Müdür Yardımcısı Selçuk Kılıç’la gerçekleştirdiği-

miz söyleşiyi zevkle ve beğeniyle okuyacağınızdan da hiç kuşkum yok. Söyleşi ötesinde de, kültür- sanata değini yazıları eğitim yazıları (eğitim doyası her sayının olmazsa olmazı, doğal olarak...) içeren gerçekten güçlü bir Akademi Beykoz(VIII) ile karşınızdayız.

Dergimiz Akademi Beykoz sekizinci sayısının daha nice nitelikli sayılara yol açması dileğiyle.Esenlikler!

Prof. Dr. Nükhet Güz

Genel Yayın Yönetmeni’nden

7

Page 5: AkademiBeykoz Sayı 8

AVRUPA BİRLİĞİ TÜRKİYE İLİŞKİLERİNDE SİVİL TOPLUM HALKASI

Yeşim Gözde Ersoy

Türkiye - Avrupa Birliği Sivil Toplum Diyaloğu Projesiİletişim Uzmanı

Geçtiğimiz 50 yıl, toplumların sosyal, ekonomik ve kül-

türel kalkınmaları ve gelişmelerinde, sivil toplum örgüt-

lerinin toplumsal sesi yansıtarak ve katılımcı bir yönetim

şekli yaratılmasına destek olarak ne tür bir etki yarat-

tığına şahit oldu. Ancak sivil toplum örgütlerinin siyasi

platformda da dikkat çeken sonuçlar elde edebileceğini

ve hatta ülkeler arası ilişkileri dahi etkilediğini de görmek

mümkün.

Sivil toplum örgütleri, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik

sürecinde de önemli aktörler olarak karşımıza çıkıyor.

2005 yılında Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği ve aday

ülkeler arasında sivil toplum diyaloğunun daha fazla

güçlendirilmesini öngören bir strateji geliştirdi. Bu stra-

tejiyle AB, vatandaşlarını farklı kültür, siyaset ve eko-

nomik sistemlerle tanıştırarak, karşılıklı anlayış ve bilgi

alışverişinin sağlanmasını böylelikle yeni üyeliklerle or-

taya çıkabilecek gerek fırsat gerekse zorluklar hakkında

daha önceden bilgi sahibi olunmasını hedefliyordu.

Bu şekilde sivil toplum temsilcileri arasında oluşturula-

cak diyalog ve bu diyalog sayesinde oluşturulacak ülke-

ler arası kalıcı işbirliğinin sağlanması adına, sivil toplum

ortaklıkları desteklenmeye başlandı.

Bugüne kadar yaklaşık 45 Milyon Avro destek sağlanan

300’ün üzerinde proje ile Türkiye’nin farklı coğrafyaların-

da, Avrupa’nın farklı ülkelerinden sivil toplum örgütleri-

nin katılımıyla hayata geçirilen çalışmalar sürdürülüyor.

Bu çalışmaların önemli bir bölümünü de, Avrupa Birliği

Bakanlığı tarafından tasarlanan ve AB finansmanıyla ha-

yata geçirilen, “Sivil Toplum Diyaloğunun Geliştirilmesi”

adlı program oluşturuyor. İlki 2008-2009 yılları arasın-

da, kentler ve belediyeler, mesleki örgütler, üniversiteler

ve diyalog yolunda gençlik girişimleri ana temalarında

gerçekleştirilen programın ikincisi Ekim 2010’da başladı.

Programın bu ikinci ayağında 56’sı küçük ölçekli, kültür,

sanat, tarım ve balıkçılık ana başlıklarında geliştirilen 97

projeye, toplamları 9 Milyon Avroyu bulan hibe desteği

sağlanıyor.

Kültür Sanat İle Toplumlar Birbirlerine Yakınlaşıyor

Türkiye ve Avrupa Birliği Sivil Toplum Diyaloğu Projesi’nin

ikinci ayağında Türkiye’den sivil toplum örgütleri, Avru-

pa’daki muadilleriyle bir araya gelerek, kök boya üretim-

den, tarihsel bağları yeniden keşfetmeye, halk bilimin-

den, gastronomiye kadar uzanan bir çok farklı alanda

projeler geliştirdi. Bu projeler kapsamında düzenlenen

300’e yakın etkinlik aracılığıyla da hem Türkiye hem de

Avrupa’da milyonlarca izleyiciye ulaşıldı. Kültür ve sana-

tın birleştirici özelliğinin büyük rol taşıdığı bu projelerde

bir araya gelen sivil toplum örgütleri, aralarında Fransa,

İtalya, Romanya, Yunanistan, İspanya, Finlandiya gibi bir

çok AB üye ülkesinin yer aldığı coğrafyalarda birer kültür

elçisi gibi hareket edip, toplumlar arası anlayışın güçlen-

mesini sağladı.

Bu bağlamda, Sivil Toplum Diyaloğu Projesi, kültürel

zenginliğin ve renkliliğin geleceğin Avrupa’sında ne de-

rece önemli bir yere sahip olduğunun altını bir kez daha

çizerek, çeşitlilik içinde birlik anlayışının muhafaza edil-

mesine ve hatta daha da güçlendirilmesine önemli kat-

kılar sağlıyor.

İtalyan Mutfağından, Nemrut Dağı Konserlerine

Toplumları evrensel dillerin etrafında bir araya getirme

bakımından büyük başarılara imza atan bu projelerden

önemli bir örnek, Adıyaman Rotary Kulübü tarafından

yürütülen, “Nemrut’ta Dünya, Dünya’da Nemrut Proje-

si”. Macaristan ve İtalya’dan sivil toplum örgütlerinin

ortaklığında gerçekleştirilen projenin açılış etkinliğinde,

Borusan Quartet Nemrut Dağının tepesinde bir konser

gerçekleştirdi. Konser televizyon yayını aracılığıyla, or-

tak ülkeler ve Türkiye’de milyonlarca izleyiciye ulaştı.

Geçtiğimiz yıl sonuna doğru, İtalya’dan ünlü şef Giulia-

8

no Tassinari, Adıyaman Üniversitesi, Aşçılık ve Turizm

Bölümü öğrencileriyle birlikte İtalya mutfağı üzerine

uygulamalı bir çalışma gerçekleştirdi. Eğitime katılan

öğrencilerin, bu etkinliğin ve öğrendikleri bilgilerin,

ilerde meslek hayatlarında onlar için önemli bir artı

olacağını dile getirdiler. Proje Flamenko gösterisin-

den, fotoğraf yarışmasına, Türkiye ve Avrupa’dan bir

çok katılımcının da yer aldığı sanat etkinliği ile geniş

kitlelere ulaşmaya devam ediyor.

Flamenko gösterisi - prova

Giuliano Tassinari, Adıyaman Üniversitesi öğrencilerine, İtalyan

mutfağının püf noktalarını anlatırken

Doğadan Sanata Aktarılan Ortaklık

Bir başka projede, Trabzonlu kadın sanatçılar, Alman

ortaklarıyla birlikte kök boya üretimini yeniden keşfe-

dip bunu hem Almanya’da hem de Türkiye’de çocuk-

larla birlikte yaptıkları çalışmalarla yaygınlaştırmayı

hedefliyorlar. Bunu yanı sıra, Almanya’da yaptıkları

atölye çalışmalarında, Alman sanatseverlere ebru sa-

natını öğretiyorlar.

Almanya Essen’de Feminartlı sanatçılar, yöre sanatçılarıyla ebru

çalışması yapıyor

Trabzonlu kadın sanatçıların kurduğu bir sivil toplum

örgütü olan Femin-art, yerel, ulusal ve uluslararası plat-

formda kadın sanatçıları örgütleyerek, sanatı halkın içi-

ne taşımak ve sanat sevgisini genç nesillere aşılamayı

amaçlıyor. Doğadan Sanata adını verdiklerini projele-

riyle de, Türkiye’de unutulmaya yüz tutmuş kök boya

üretme tekniklerini, Alman ortaklarının uygulamaları

doğrultusunda, Trabzonlu genç nesillere aktarıyorlar.

Her yaştan katılımcıya rastlayabileceğiniz çalışmala-

rında, önce doğaya çıkıp, boya üretebilecekleri bitkileri

topluyor ve bu esnada bu bitkiler hakkında gençleri eği-

tiyorlar. Hep birlikte bitkilerden boyaları elde ettikten

sonra, Trabzon sokaklarında, halkın içinde, kendi üret-

tikleri boyalarla resim çalışmaları gerçekleştiriyorlar.

9

Page 6: AkademiBeykoz Sayı 8

Projelerin çoğunda Türk ve Avrupalı sivil toplum örgütle-

rini birlikte çalışıp, birlikte üretirken görmeniz mümkün.

Bir başka örnekte, Nezih Danyal Karikatür Vakfı, Yunan

Karikatür Derneği ile Türk ve Yunan karikatüristlerin bir

arada çalıştığı bir dizi atölye çalışması gerçekleştirdi. Bu

çalışmalar sonucunda ortaya çıkan eserler de Yunanis-

tan ve Türkiye’de farklı kentlerde sergileniyor. Böylelikle,

aynı tema üstünde farklı ülkelerden karikatüristlerin na-

sıl benzer fikirleri öne çıkardığını görebiliyorsunuz. Kül-

tür sanat alanındaki çalışmalar başta olmak üzere, tüm

sivil toplum diyaloğu projeleri, Türkiye ve Avrupa’dan

insanlara farklı görülsek de aslında ne kadar aynı oldu-

ğumuzun altına çizen kazanımlarla dolu.

Sivil Toplum Kuruluşları Yerli Ürünlerin İhracat Gücünü

Artırmasına Öncülük Ediyor

Özel Sektörün bugüne kadar ‘’Sosyal Sorumluluk Pro-

jeleri’’ adı altında işbirliği yapmaya alışkın olduğu Sivil

Toplum Kuruluşları, yardım ve halkla ilişkiler programla-

rının ortağı olmanın ötesine geçebildiklerini, düşük büt-

çeli çalışmalarla iş dünyası için çok sayıda yatırım kapı-

sını açabildiklerini gösteriyor. Hizmet verdikleri sektöre

ve üreticinin birebir ihtiyaçlarına oldukça hakim olan

STKların bu deneyimi, çözüm önerilerinin kağıt üstünde

kalmamasını, birebir üreticinin ihtiyaçlarına ve özellik-

lerine uygun yöntemler geliştirmelerini sağlıyor. STKlar

tarafından yürütülen çalışmaların maliyeti düşük, etkisi

ise büyük oluyor.

Özel Sektör için STK kavramı “Sosyal Sorumluluk Pro-

jesi” Ortağı olmanın ötesine geçiyor

Türkiye’de de giderek yaygınlaşan kurumsal sosyal

sorumluluk uygulamaları, firmaların amaçlarını ve de-

ğerlerini paylaştıkları bir sivil toplum kuruluşuyla belli

program ve projeler dahilinde işbirliği kurması anlamı-

na geliyor. İki sektör arasında süregiden bu ilişki, her

ne kadar toplumsal fayda açısından önemli gelişmeler

sağlasa da, Türkiye’de etki alanı gittikçe genişleyen

STKların diğer rol ve işlevlerinin özel sektör tarafından

algılanmasını engelleyebiliyor. Halbuki, Avrupa Birliği

10

Bakanlığının koordinasyonunda yürütülen Sivil Toplum

Diyaloğu projeleri de, küçük adımlar ve pilot uygulama-

larla milyonlarca dolarlık ihracat payının artırılmasına

etki ediyor.

Küçük Bütçelerle Büyük Değişimler

Avrupa Birliği Bakanlığı tarafından yürütülen Sivil Top-

lum Programın 2 milyon 830 bin Avro’luk hibe desteği

verdiği Tarım-Balıkçılık Bileşeni kapsamında finanse

edilen 23 STK projesi, fındık ihracatından, süs bitkileri

yetiştirilmesine kadar çok sayıda yüksek ihracat potan-

siyeline sahip sektörün güçlendirilmesi için ihtiyaçlara

birebir yanıt veren faaliyetler yürütüyor.

Projelerin hedefleri büyük. Özellikle de gıda, tarım ve

hayvancılık alanlarında yüksek standartlara sahip AB

pazarlarında yerli üreticinin daha fazla yer alabilmesi

tüm projelerin ortak hedefi. AB uygulamalarını doğru-

dan AB vatandaşı meslektaşlarından öğrenen üreticiler,

kitap bilgisiyle sınırlı kalmıyor, AB uygulamalarını tarla-

da çalışırken ya da balık avlarken öğreniyorlar.

Süs Bitkisi Deyip Geçmeyin

Üreticilerin ihtiyacını ve eksikliklerini yakından takip

eden STKlar, hizmet ettikleri sektörün potansiyelini

de çok daha iyi gözlemliyor. Örneğin, süs bitkileri sek-

törü dünya genelinde büyük ilgi görüyor. Süs bitkicili-

ğinin yan kolunu oluşturan dış mekan süs bitkiciği ise

Türkiye’de hala çok yaygın olmayan ve sınırlı deneyime

sahip bir sektör.

Dünya genelinde yıllık geliri 35 milyar Avro’yu aşan süs

bitkileri sektörüne ilgi her geçen gün daha da artıyor.

Türkiye İhracatçılar Meclisi verilerine göre bu yıl Eylül

ayındaki ihracat, 2010 yılının aynı ayına göre yüzde 16,21

artarken, en yüksek ikinci ihracat artışı yüzde 86,76 ile

süs bitkileri sektöründe yaşanıyor. İhracattaki büyük

artışa rağmen, Türkiye’nin bu pastadan payı dünya ge-

nelinde yalnızca binde 7 oranında. Yaklaşık 35 ülkeye

ihracat yapan Türkiye’nin bu alandaki en büyük pazarını

yine AB ülkeleri oluşturuyor. AB standartlarını yakalayan

üretim yapmak ise teknik kapasite yetersizliği yaşayan

yerli üreticiler için büyük sorun teşkil ediyor.

Türkiye’nin süs bitkileri işlem hacminin 600 milyon do-

lar civarında olduğu, yine bu hacmin 100-150 milyon

dolarını da ithalatın oluşturduğu tahmin ediliyor. İhra-

cat ise kesme çiçek dışarıda tutulursa 4-5 milyon dolar

civarında. Üretimin artmasının, maliyetleri de azaltaca-

ğına dikkat çeken uzmanlar, ülkemizde bu sektördeki

üretimde herhangi bir standardizasyonun olmaması

nedeniyle üreticilerin rekabet edebilirliğinin çok az oldu-

ğunu vurguluyor. Sektör, yüksek ihracat potansiyelinin

yanı sıra istihdam fırsatları da içerirken, işverenler bu

alanda çalışacak nitelikli eleman ihtiyacının karşılana-

mamasından yakınıyor.

Dünyadaki artan talebe daha fazla yerli üretimle yanıt

vermeyi hedefleyen Mersin Ticaret ve Sanayi Odası,

sektörün Türkiye’de geliştirilmesi için Sivil Toplum Di-

yaloğu Programı kapsamında Türkiye’nin dış mekan süs

bitkisi ithalatının yüzde 70’in yaptığı İtalya’dan Mantova

Ticaret Odası ve Mersin Turunçgil Üreticileri Birliği ile

ortaklaşa bir proje yürütüyor. 150 bin Avro bütçeli proje-

leri ile hızla büyüyen bu sektörden Türkiye’nin en yüksek

faydayı sağlamasını hedefleyen STK temsilcileri, Türki-

ye’deki dış mekan süs bitkileri sektörünün uluslararası

piyasadaki rekabet edebilirliğini kalıcı şekilde artırmak

için çalışıyor. Proje yetkilileri, üreticiler, akademisyen-

ler ve yatırımcılarla birlikte Türkiye açısından karlı ve

avantajlı bir kalkınma stratejisi geliştiriyor. Sektörde-

ki nitelikli insan gücü ihtiyacının karşılanabilmesi için

üreticilerin yanı sıra ilgili öğrenci gruplarının da eğitim

programlarına dahil edilmesine dikkat ediliyor. Proje

kapsamında, ayrıca, sektöre yönelmek isteyen firmalara

yönelik bir “yatırım rehberi” hazırlanıyor.

11

Page 7: AkademiBeykoz Sayı 8

Türkiye’de Aflatoksin Nedeniyle Yıllık 40 Bin Ton Fındık

Kaybı Var

İhracat gücünün artırılması yalnızca gelişmekte olan

sektörlerde faaliyet gösteren STKların ana hedefi değil.

Türkiye’nin en güçlü ihracat potansiyeline sahip fındık

sektörü için de sektördeki önde gelen STKlar ihracat gü-

cünü azami seviyelere çıkarmak için standartlarını yük-

seltici projeler yürütülüyor.

Türkiye, dünya fındık üretiminin yüzde 75›ini, ihracatının

ise yüzde 70›ini elinde bulunduruyor. Dünya genelinde

böylesine büyük bir tekel oluşturmanın karşılığı ise milli

ekonomiye yılda yaklaşık 2 milyar dolarlık bir döviz girdi-

si anlamına geliyor. Dünya fındık tüketiminin neredeyse

tamamına yakını –yüzde 91’lik oranla- AB ve diğer Av-

rupa ülkeleri tarafından gerçekleştiriliyor. Avrupalıların

fındığa bu kadar düşkün olma sebepleri aslında ithal

ettikleri fındıkların yüzde 80’ini çikolata ve şekerleme

sanayiinde kullanıyor olması. Elbette AB pazarlarına gir-

mek için yüksek üretim, paketleme ve pazarlama stan-

dartlarının takip edilmesi gerekiyor.

Her ne kadar 2010–

2011 ihraç sezonunda

tüm zamanların en

fazla iç fındığı ihraç

edilerek rekora ulaşıl-

mış olsa da, sektörde

söz sahibi sivil toplum

kuruluşları tedbiri el-

den bırakmayarak fın-

dığın en büyük sorunu

olan aflatoksine karşı

ciddi çalışmalar baş-

lattı. Fındık üretimin-

de başı çeken illerden

Ordu’daki Ticaret ve

Sanayi Odası yetkilile-

ri, toplanan fındıklar-

da oluşan küfün yarattığı aflatoksin maddesinin verdiği

zararları ortadan kaldırmak amacıyla, fındık sektöründe

bulunan yüzlerce aktöre yönelik bir dizi eğitim faaliyeti

ve bilgilendirme çalışmaları yürütmeye başladı. Avrupa

Birliğinin finanse ettiği yaklaşık 95 bin Avroluk bütçeye

sahip olan “Ordu’da Aflatoksinsiz Fındık” isimli proje,

aflatoksin nedeniyle Türkiye’deki yıllık 40 bin ton olan

fındık kaybını en aza indirmeyi hedefliyor. Proje ayrıca

fındığın patozlanmasına (ayıklanmasına) ilişkin bir tek-

nik standart da geliştiriyor. Sektördeki AB standartlarına

nasıl erişilebileceği hakkındaki bilgiyi ise proje ortakla-

rından olan ve dünya fındık üretiminde ikinci ve üçüncü

sıralarda bulunan Almanya ve İtalya’dan gelen uzman-

lar veriyor. Türkiye, Eylül 2010- Ağustos 2011 arasındaki

fındık ihracat sezonunda 281 bin 330 ton iç fındık ih-

raç ederek, karşılığında 1 milyar 783 milyon 567 bin 587

dolar gelir sağlamıştı. Proje sayesinde bu oranın en az

yüzde bir artırılması hedefleniyor.

Kerevitin Kıymeti

Türkiye’nin zengin üretim potansiyeline sahip olduğu

ancak ihracat gücünü arttıramadığı bir diğer ürün de

12

tatlı su ıstakozu olarak da bilinen kerevit. Kerevit, özel-

likle Avrupa ve Amerika’da büyük ilgi görüyor. Kereviti

üretimden pazarlamaya kadar destekleyen Çin, dünya

pazarında hakimiyet kurarken, Türkiye bu alandaki ünü-

nü yavaş yavaş kaybediyor. Geçtiğimiz yıllarda kerevit

tüketimini en çok yapan Avrupa ülkelerinin talebinin

yüzde 75’ini Türkiye karşılarken, şu an için ihraç rakam-

ları 10 bin tondan 300 tona düşmüş durumda. Bunun en

büyük sebepleri de aşırı ve bilinçsiz avlanmanın yanısıra,

tarımsal atıkların gölde yarattığı kirlilik sonucu kerevit

nüfusunun ciddi ölçüde azalmış.

Bir dönem kerevit alanında Türkiye’nin en önemli üretim

sahaları arasında yer alan Ispar-

ta’daki sivil toplum kuruluşları

kerevit üretimini yeniden can-

landırmak için harekete geçti.

AB tarafından desteklenen Sivil

Toplum Diyaloğu kapsamında

proje geliştiren Isparta Tica-

ret ve Sanayi Odası, üreticilere

sürdürülebilir avlanma, doğru

pazarlama teknikleri, gıda gü-

venliği, ilgili AB mevzuatı gibi

teorik eğitimlerin yanı sıra Eğir-

dir Gölü’nde uygulamalı ola-

rak kerevit avlama ve işleme

tesislerinde kerevit işlemeleri

gibi işbaşında eğitimler veriyor.

Isparta Ticaret ve Sanayi Odasının Süleyman Demirel

Üniversitesi ve Çek Cumhuriyeti’nden South Bohemia

Üniversitesi ile birlikte yürüttüğü 135 bin Avro’luk proje-

de kerevit üretiminin yeniden canlandırılması için il ge-

nelinde bilinçlendirme kampanyaları da yürütüyor.

AB Bakanlığı tarafından desteklenen program kapsa-

mında projelerini hayata geçiren STKlar, bir yandan AB

standartlarını takip etmedikleri için AB pazarlarında

çok az yer bulan yerli üreticilerinin rekabet edebilirliği-

ni artırmasına destek olurken, diğer yandan da üçüncü

sektör olarak Türkiye’deki meşruiyetini ve güvenilirliğini

güçlendiriyor.

13

Page 8: AkademiBeykoz Sayı 8

TÜRKİYE AfET LOjİSTİĞİNE

HAzIR MI?

Akademi Beykoz Dergisi sekizinci sayısında;

Afet Lojistiği dosyası kapsamında AKuT kurucu

üyesi ve Başkanı Nasuh Mahruki röportajı,

Dr. Doğan Karadoğan’ın (Stratejik Lojistik Yönetim

ve Afet-Deprem Lojistik uzmanı),

Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun (İstanbul

Teknik üniversitesi Afet Yönetimi Araştırma

ve uygulama Merkezi Başkanı)

ve

Oruç Kaya’nın (O2 Lojistik Yönetim Danışmanlık) yazıları ile bir kez daha

afet ve afet lojistiği konusunu inceliyor.

Page 9: AkademiBeykoz Sayı 8

Ülkemizde giderek ihtiyacı daha fazla hissedilen ara-

ma kurtarma konusunda faaliyet gösterecek uzman bir

ekibin gönüllülük prensibinden yola çıkarak bir dernek

çatısı altında bir araya gelmesi fikri üzerindeki çalışma-

lar sürerken, 1995 yılı Aralık ayında Uludağ Keşiştepe›de

yapılan bir arama kurtarma operasyonunda AKUT kendi

adını ilk defa kullanarak yer aldı ve 1996 yılı başında da

AKUT Arama Kurtarma Derneği resmen kuruldu.

Ali Nasuh MAHRUKİ, Sovyet Asya’nın 7000 metreden

yüksek beş tırmanışını da tamamlayarak, Rusya Dağcı-

lık Federasyonu tarafından KAR LEOPARI unvanı verilen

Mahruki, Everest Dağı’na tırmanan ilk Türk ve dünyadaki

ilk müslüman dağcı ve YEDİ ZİRVELER projesini tamamla-

yan dünyanın en genç dağcısı oldu. 8000 metreden yüksek

Cho Oyu, Lhotse ve K2 dağlarına oksijen desteksiz olarak

tırmandı. 15 yıl aradan sonra Everest Dağı’na bir kez daha

tırmandı. Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan, Nepal, Sıkkım,

Tibet, Bhutan ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde motosiklet

seyahatleri yaptı.

Arama Kurtarma Derneği – AKUT kurucu üyesi ve baş-

kanı, Ulusal Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Derneği

– UGSAD, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi, Sualtı Araş-

tırmaları Derneği – SAD, Gezginler Kulübü üyesi ve Ortak

İdealler Derneği kurucu üyesidir.

AKUT, Türkiye’nin en önemli ve etkili sivil toplum ku-

ruluşlarından biridir. Kuruluş hedefiniz dağ ve diğer

doğa koşullarında doğru ve etkin arama ve kurtarma

düzenlemekti, ancak özellikle 1999 depremi sonrasın-

da AKUT özellikle deprem afetleri sonrasında en önemli

yardım kuruluşu ve kamuoyunun en güvendiği kurum

haline geldi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

17 Ağustos Türkiye’nin son 50 yılda yaşadığı en büyük

tramvaydı. Gerçekten çok ağır bir travmaydı ve Türki-

ye’deki bütün kurumlar hazırlıksız yakalandı. Acil du-

rumlar ya da afet yönelik hazırlık yapmış olan kurumlar

bile hazırlıksız yakalandı. Bu yüzden o süreçte insan-

ların sisteme olan güveni ciddi anlamda sarsıldı. Yine

yalnız kaldıklarını hissettiler. Nerde bu devlet çıkışı var-

dır ya işte öyle bir hal almıştı. 17 Ağustos depreminde

herkes bir kere önce o şoku yaşadı, savaş gibi bir şeydi

aslında, bir de bunlarla mücadele edecek unsurların ge-

riden gelmesi de ayrı bir tepki yaşanmasına neden oldu.

Bu tepkiye tabii ki her şey yansıdı. Güvenilirlik anketleri

yapıldığında Kızılay ne yazık ki çok kötü bir sınav verdi 17

Ağustos depreminde. Şuanda çok iyi bir noktada, ama

o dönem de kötü bir sınav vermişti. Belediyeler, medya,

Türkiye Büyük Millet Meclisi, hükümet bunların hepsinin

güvenilirliği en alt kademeydi. Çünkü vatandaş hizmet

istiyor. Vatandaş problemlerine çözüm bulunmasını is-

tiyordu. Afet dediğiniz şey zaten çözümü çok zor olan

bir şey. Maharet süreci afete dönüştürmemektir. Dep-

rem dünyanın her yerinde oluyor. Önemli olan o depre-

mi afete dönüştürmemekti işte. 17 Ağustos Depreminde

afetinde ötesinde bir durum söz konusuydu. Akut’un

çabasını, emeğini hatta gönüllerin hayatlarını tehlike-

ye sokacak kadar girişimlerde bulunmasını tüm Türki-

ye gördü o dönem. Hatta bütün Dünya gördü iletişim

sayesinde. Bu durum Akut’u en güvenilir kurum haline

17 AĞUSTOS DEPREMİ, TÜRKİYE’NİN SON 50 YILDA YAŞADIĞI EN BÜYÜK TRAVMAYDI

röportaj: Okutman Mehtap Tunç

Fotoğraf: Onur Yalçın – AKuT Arşivi

16

getirdi, tabii ki Türk Silahlı Kuvvetleriyle birlikte. Bizim

için çok büyük bir gurur, çünkü bizler bu ülkenin evlatla-

rıyız ve Türkiye’de en güvenilir kurum seçiliyoruz. Bun-

dan daha gurur verici bir durum olamaz. Üst düzey bir

güven duyulunca daha da dikkat etmeye çalıştık. Zaten

AKUT’un 5 değerinden iki tanesi dürüstlük ve güvenilir-

lik. Yani biz operasyonel takım olduğumuz halde 5’nin

iki tanesi ahlak üzerine kuruludur. Çünkü ahlak üzerine

kurulmayan hiçbir şey sürdürülebilir ve kalıcı olamaz.

Bunu çok iyi biliyoruz. ‘99 depremiyle millet tarafından

tescil edilince bu bizi daha çok dikkatli ve her yaptığımı-

za daha özen gösterir hale getirdi.

İki sorumluluğumuz var. Bir tanesi operasyonel, diğe-

ri de toplum bilinçlendirme. Operasyonel işin artık son

noktası zaten. Toplum bilinçlendirme, risk azaltma

çalışmalarında da aslında o kadar operasyona çıkma

gereğini de ortadan kaldırabilirsiniz. Daha az operas-

yona ihtiyaç olur. Bilinçli toplum, bilinçli yurttaş, afet-

lere dayanıklı toplum alt yapısını oluşturmuş bir toplum

olabilirsiniz. Dolayısıyla bizim paralel sorumluluğumuz

operasyonel olduğu kadar operasyonlara ihtiyaç duyul-

masını engelleyecek, azaltacak şekilde de toplumu bi-

linçlendirme çalışmalarıdır.

Kitleleri etkileyen bir afet sonrası yardım için bölgeye

gittiğinizde korkunç bir manzara ile karşılaşıyorsunuz.

Böyle bir manzara karşısında kur-

tarma çalışmalarını nasıl örgüt-

lüyorsunuz? Kurtarma öncelikleri

neye göre belirleniyor?

Kurtarma ekibi, o operasyon böl-

gesine geldiğinde birinci önceliği

aslında, en kısa sürede, en fazla

insana, en çok faydayı sağlamaktır.

Kısıtlı kaynaklarla asla tam olarak

yetişemeyeceğiniz bir problemle

boğuşmak zorunda kalıyorsunuz.

O kısıtlı kaynaklarla çok sayıda, en

fazla faydayı sağlamak odaklı ha-

reket ediyorsunuz. Bu işin yakla-

şımıdır. Bir de bu süreç içerisinde arama kurtarmanın

birinci sorumluluğu önce kendisine karşıdır. İkinci so-

rumluluğu ekip arkadaşlarına karşı, kurtarma üçüncü

sırada gelir. Yani üçüncü sırada kurtarılacak kişi gelir.

En temel yaklaşımlardan biri de, ek kazalara yol açma-

maktır. Problemli bir bölgeye giriyorsunuz. Ne yaparsa-

nız yapın ikinci bir kazaya yol açmayın. Önce o olay sı-

nırlandırılır ve onun içerisinde çözüm üretilir. Tabi bunu

yaparken de kendinizi riske atmamalısınız. Eğer bize

bir şey olursa hiç kimseyi kurtaramayız. Mutlaka bizim

ayakta kalmamız lazım. Gönüllülerimizden istediğimiz

aslında, problem çözme kabiliyeti olan insan olmalılar.

Çünkü hiçbir operasyon birbirine benzemez. Benzer gibi

görünür ama benzemez. Detaylarında bir sürü farklar

çıkar. Aslında o farklar bir operasyonu en faydalı na-

sıl yönetebileceğinizi ortaya koyan şeylerdir. O yüzden

gönüllünün gerçekten çok iyi gözlem yapabilen, analiz

yapabilen, bu süreç içerisindeki değişkenleri, araların-

daki ilişkiyi gözlemleyebilen, biri biriyle yan yana gelir-

se nasıl bir durum ortaya çıkabileceğinin farkında olan

ve problem çözme yeteneği olan insanların olması ge-

rekiyor. Eğer bir deprem bölgesine girildiyse, yapılma-

sı gereken o zaman hangi binanın altında yaşayan bir

kazazede olduğuna ulaşmaktır. Biz oraya gidene kadar

17

Page 10: AkademiBeykoz Sayı 8

aradan zaman geçiyor. O zaman içinde zaten o bölgede-

ki yerel insanlar kendi aralarında bir sürü şey yapıyorlar.

Çıkarabildiklerini çıkarıyorlar. Çıkaramadıklarıyla konu-

şup moral vermeye çalışıyorlar. Biz geldiğimiz zaman

hemen kendi kriz merkezimizi oluşturuyoruz operasyon

bölgesinde. Eğer bölgenin bir kendi yerel kriz merkezi

varsa çok iyi. Ama 17 ağustosta yoktu böyle bir merkez.

17 ağustosta biz kendi kriz merkezimizi oluşturduk ve

bütün istihbaratları biz orada topladık. Vatandaş, nerede

enkaz varsa orada toplanıp canlı var mı diye toplanıyor.

Ya orada komşusu var ya akrabası, tanıdığı ya da birisi

var orada onu hayata bağlayamaya çalışan. Bizi ilgilen-

diren o hayata bağlamaya çalışan kişi, çünkü bizi oraya

götürecek olan o. Tek tek bütün binaları kendi kaynakla-

rımız ile kontrol etmemizin zor olabilir. Tabii ki yabancı

bir yere gittiğimizde bunu da yapıyoruz. Ama bölgede

zaten oluşan bilgi toplama alanı varsa, o bilginin hemen

bize ulaştırılmasını yönetmekte gerekir. Bir kriz masası

varsa gittiğimiz yerde o zaman iş daha kolay olabiliyor

bizim adımıza. Kriz masası tüm bilgileri zaten ekiple-

re söylüyor. Biz ise şu kadar kişiyiz ekipte, şu kadar iş

yapabilecek kapasite ile geldik, bize iş verin diyoruz. O

kriz merkezinin başındaki kişide, sizin imkân kabiliyet-

lerinize göre burada arama kurtarma ekiplerini topluyor

ve “şuradaki mahallede şu kadar kişi binanın altında, şu

kadar kişinin sesi geliyor ya da şu mahalledeki kimse-

ye şu zamanda kadar ulaşılmamış” gibi bilgiler veriyor.

Sürekli ekipler geribildirim yapıyor yani şuradaki iki kişi

çıkarıldı diye.

Bir afet durumunda arama ve kurtarma çalışmalarını

etkileyen faktörler nelerdir?

En önemli özelliği ölçeğidir. Ne kadar insan etkilendi,

nasıl bir lojistik sağlanabilir, nasıl bir coğrafyaya sahip,

nasıl bir kaynak aktarmak gerekir böyle bir bölgeye. Tabii

ki biz işin arama kurtarma tarafındayız. Bu çok boyutlu

ve çok kapsamlı bir süreçtir. Arama kurtarma ile de iş

bitmiyor. Arama kurtarmanın ötesinde bir yerden sonra

bu insanların bakım, barınma, yeme, içme, hijyen, sağlık

gibi önemli unsurlar da ortaya çıkıyor. Çocuklar varsa,

işte o çocuklarla süreç boyunca ilgilenilmesi gerekmek-

tedir. En büyük tramvayı çocuklar yaşıyor çünkü orada.

Onlarla konuşacak, onlarla oynayacak, psikolojik destek

verecek bir ekibinde olması gerekiyor. Çok boyutlu bir

süreçtir bu. Ama birinci görev tabii ki insan hayatı kur-

tarmaktır. Önce ona göre hareket ediliyor.

AKUT olarak afet halinde lojistik süreçleri nasıl organi-

ze ediyorsunuz?

Öncesinde bir planlamanın yapılması gerekiyor. Proble-

min büyüklüğüne göre hareket ediliyor. Van depreminde

çok enkaz var denildiğinde, Türkiye’nin dört bir tarafın-

dan insanlar yardıma gitti. Bizimde ekibimizden 17 tane

gönüllümüz hareket etti. Çözüme ihtiyaç olduğunu ön

görmemiz durumunda, çok ciddi bir kapasite ile gittik.

Ama ilk haberini aldığımızda, bu kadar büyük kapasite

ile harekete geçmemiştik. Çünkü ilk haberle Kandilliden

yapılan açıklamada 6.6 büyüklüğünde olduğunu, yan-

lış hatırlamıyorsam, sonra 7.2’ye çıktı. 6.6 bizde bütün

alarm zillerini çaldırtmadı. Evet orada bir travma var,

muhtemelen yıkılan binalarda var ve gidip mutlaka ba-

kılması lazım dedik. Bingöl ekibi en yakın ekip olduğun-

dan, hemen onlara haber verip, onları harekete geçirdik

zaten. Erzurum, Rize ve Trabzon tarafındaki ekiplere de

siz hazır olun, ama bakıyoruz hala duruma dedik. Ama

Bingöl’ü hemen yola çıkarmıştık. Bir süre sonra o 6.6 de-

ğil de 7.2 olduğu, 500 ile 700 kişi arasında ölüm olabile-

ceği haberi gelince Kandilliden, bu sefer alarm çaldı tabii

ki. Çünkü bu daha ciddi bir durumdu. Mutlaka daha et-

kili hareket etmek gerekiyor. Bunun üzerine Türkiye’deki

birçok ekibimizdeki gönüllülerimizi bölgeye kaydırdık.

Mesela Ege’den de geldiler, Bodrum İzmir ekiplerini kay-

dırmaya gerek yoktu, ama bir şekilde onlar kendi kay-

nakları ile ulaşma imkânları bulup geldiler bölgeye. Asıl

önemli olan işte işin ölçeğidir. Ölçemediğiniz hiçbir şeyi

yönetemezsiniz derler. O yüzden doğru ölçekler konul-

malı. Mesela ‘99 depreminde biz bölgeye koşturarak git-

tik. Ben Gölcük’teki ekibin başındaydım, ama neredeyse

18

bizle aynı zamanda Rusya’daki ekip oraya vardı. “ Nasıl

haberi alıp geldiniz? ” diye konuştuğumuzda, “Bizim bir

bilgisayar programımız var. Tüm bu coğrafyayı tespit

edecek bir alan için analiz sistemi kurduk” dediler. Bu

sistem de 7.2’lik depremde işte şu bölge de, örneğin, on

bin ile yirmi bin arasında can kaybı olur çıktısını vere-

biliyor. Onu görür görmez düğmeye basıp gelmişlerdi

bölgeye. Çok kuvvetli bir ekip bölgeye kaydırdık dediler.

1999 yılında Rusların elindeki bir bilgisayar programı ile

hareket etmeleri büyük nimet. O programı ile hangi böl-

gede, ne tür stokları olduğunu, ne tür bir nüfus olduğu-

nu, ne tür bir zaafları olduğunu biliyor ve deprem yazdığı

anda da ne kadar can kaybı olabileceğini ön görüyorlar.

Van depreminde Kandilinin yaptığı gibi, Ruslar bunu

99’da yapmıştı. Çok hızlı hareket etti.

AKUT, Türk Kızılayı ile afet birliği oluşturmak üzere bir

işbirliği yaptı. Bu işbirliğinin içeriğinden söz eder misi-

niz?

AKUT ile Türk Kızılayı arasında bir iş protokolü imza-

ladık. Zaten uzun zamandır beraber çalışıyoruz. Ama

2003’den beri de bunu resmi protokole dönüştürdük.

Türk Kızılayı’nın tüm çalışmaları, Uluslar arası Kızılay,

Kızıl Haç federasyonunun çizdiği yol haritasında gidi-

yor. Tüm dünyaya da aynı süreçte işliyor. Her ne kadar

yardım ağırlıklı çalışıyor olsalar da, onlarında bir arama

kurtarma kapasitesinin olması talep ediliyor Kızıl Haç

federasyonları tarafından. Türk Kızılayı’da bu kapasite-

ye ulaşabilmek için AKUT ile böyle bir iş birliği protokolü

imzaladı. Doğrudan bundan sonra Türkiye’nin destek

verdiği afet durumlarında AKUT Türkiye’nin arama kur-

tarma takımı olarak . Türk Kızılay’ı Türkiye’nin insanı yar-

dım takımı olarak birlikte görev alacaklar diye bir proto-

kol imzaladık.

Türkiye’de özellikle afetlere karşı genel yaklaşım ön-

lem almak yerine, afet sonrasında eyleme geçmek olu-

yor. Bu noktada eğitimin önemi tartışılmaz. AKUT’un

verdiği tüm eğitimler hakkında bilgi verir misiniz?

Akut’un bir kendi gönüllülerine verdiği eğitimler var. Bir

de dış kurumlara yaptığımız eğitimler vardır. Kendi gö-

nüllerimiz operasyonel anlamda yetişiyorlar. Konular

ise enkaz sonrası deprem, seller, teknik kurtarma, ara-

ma ya da köpekli arama olarak çeşitlenmektedir. Arama

ve kurtarmanın arasındaki süreç içerindeki her bir uz-

manlık alanına göre kendi de bölümlere ayrılıyor. Bun-

lar birinci, ikinci, üçüncü kademe olarak ayrılır. Bunların

dışında AKUT gönüllüsünün alması gereken nöbet sis-

temi var ve herkese sıra ile nöbet geliyor. AKUT’ta çalan

telefonu o yüzden herkes açabilir. İlk haber alımı diye bir

eğitimimiz var. İlk yardım eğitimi olmazsa olmaz. Bun-

ların dışında bir dış kurumlara yaptığımız eğitimler var.

Özellikle afet bilinçlendirme ile ilgili yaptığımız seminer-

lerle yürüyen çok etkili bir çalışma alanı var. İlkokuldan

tutunda, üniversitelere kadar, pek çok sivil toplum kuru-

luşlarına kadar çok geniş bir çerçevede eğitim sistemle-

rimiz var. Bu eğitimler üniversiteye ayrı anlatılıyor, liseye

ayrı anlatılıyor, orta öğretime ayrı anlatılıyor, ilkokul ço-

cuklarına ayrı anlatılıyor. Mesajın özü aynı ama onların

anlayabileceği bir dille, detaylandırmaları farklı olarak

anlatıyoruz. Bir de dış kurumlarda özellikle fabrikalar-

da, bazı özel sektör işletmelerinde, acil durum yönetim

sistemlerinin oluşturulması ve bu çerçevede çalışacak

ekiplerin yetişmesiyle ilgili hem arama kurtarma ekiple-

rinin hem de bu alanda görev alacak insanların eğitim

almasıyla ilgili eğitimlerimiz var. Bunlardan AKUT’a ge-

lir elde ediyoruz. Devlet tarafından desteklenmediğimiz

için kendi kaynaklarımızın kendimizin yaratması gereki-

yor. Bu dış kurumlara verdiğimiz eğitim, Akut’un operas-

yonel faaliyetlerini finanse ediyoruz.

Ataşehir Belediyesi ve AKUT arasında ilçede Afet Eği-

tim ve Araştırma Enstitüsü kurulması için karşılıklı

protokol imzaladı. Bu enstitü hangi kapsamda çalış-

malar gerçekleştirecek?

Epeydir hayalimizde olan bir çalışma vardı; 16. yılında

AKUT’un bir enstitü kurmasıydı. Ataşehir Belediyesi ile

birlikte bu enstitüyü kurduk. AKUT Ataşehir Afet ve Acil

19

Page 11: AkademiBeykoz Sayı 8

Durum Eğitim ve Araştırma Enstitüsü. Burada üretilecek

bilginin önce Türkiye’nin ve akabinde Ortadoğu, Balkan-

lar, Kafkaslar tarafından kullanılabilmesi için çalışıla-

cak.

AKUT’un en temel yaklaşımlarından bir tanesi, bilgiyi

üreten, paylaşan ve yayan kurum olarak varlığını sür-

dürmesidir. Bu konuştuğumuz şey aslında bilgi eksik-

liğinden kaynaklanıyor, yani cehaletten, ciddiye alma-

maktan ya da uzun soluklu hesap yapamamaktandır.

Geliyor dönüyor dolaşıyor bilgiye dayanıyor. Doğru bilgi-

nin muazzam bir etkisi var. Ama buralarda eksik bilmek

te, yanlış bilmek kadar tehlikelidir. Bu işi doğru bilecek-

siniz. Doğru bilmediğiniz takdirde başka bir sürü kayıp-

lara neden olabilirsiniz. Bilgiyi yerleştirmek ve özellikle

Türkiyeleşmek için biz bu işe girdik. Çünkü Türkiye’de

şu anda yurtdışından getirilene, bir süre afet yönetimi

ile ilgi kitapçıklar doğrudan çevriliyor ve sunuluyor. İşte

orada kasırgalar var hortumlar var. Onlar Türkiye’ye göre

değil ki! Türkiye’nin kendine özgü sorunları var. Kendi-

ne özgü demografik yapısından, yaşam süreçlerinden,

mevcut depo stoklarından, kentlerin aşırı kalabalığın-

dan vb konularla entegre olmuş bir şekilde gitmesi

gerekiyor. Amerika’da 911 gibi bir sistem var. Oradaki

modeli burada olduğu gibi uygulayamazsınız. Türkiye-

leştirmek gerekiyor bu unsurlar. Enstitü bunu yapacak

işte. Burada oluşturulan bu bilgiyi, Orta Doğu, Balkanlar,

Kafkaslar, Türk Milletleri, Orta Asya’da kullanabilmemiz

ön planda. Biz burada milletlere benziyoruz aslında.

Türkiyeleştirdiğimiz bilgiyi bu saydığım coğrafyalarda

da kullanabileceğiz.

Sigorta şirketleri ile de ortak proje gerçekleştiriyorsu-

nuz. Bu projelerden bahseder misiniz?

Sigorta konusunda Türkiye’nin çok yol kat etmesi ge-

rekmekte. Bizim mesela Liberty Sigorta ile bir Çocuk

Müzikali Projemiz var. “Birimiz hepimiz, hepimiz AKUT”

sloganlı, tiyatro topluluğunun hazırladığı ve Liberty Si-

gortanın sponsor olduğu bir çalışma bu. Toplum bilinç-

lendirme çalışması olarak, deprem ilgili bilgileri, biraz

düşündürerek biraz eğlendirerek çocuklara vermeye

çalışıyoruz. Bunun ötesinde AK Sigorta il bir çalışmamız

var. 3.senesine giriyoruz ortak çalışmamızın. Bu seneki

de yine iki ay sürecek. Türkiye’deki ilçeleri dolaşıyoruz.

İki defa 81 ili dolaştık. Oralarda toplumu bilinçlendirme

çalışmaları yaptık afet konusunda. Şimdi de ilçeleri do-

laşıyoruz Ak Sigorta sponsorluğu ile. Projenin adı da “

Hayata devam Türkiye’dir. Deprem ya da afet ne kadar

kötü gelirse gelsin, sonuçta hayat devam ediyor. Binalar

yıkılabilir, insanlar ölebilir, ama birçoğumuz sağ kala-

cağız. Hayat bizim için devam edecek zaten. Hayatın o

devam ettiği süreçte de alınması gereken önlemler var.

Onlara dönük hazırlık yapılması adına bu projeye “ Ha-

yata Devam Türkiye” verildi. Sigorta bilincini de ön pla-

na çıkarmaya çalışıyoruz. Çünkü Türkiye’de sigortalılık

çok geriden gelen bir sektördür. Önü çok açık, ama hala

ne yazık ki dünya standartlarının çok gerisinde sigortalı

olmaktır. Birazda ona dikkat çekmeye çalışıyoruz. Dep-

remde evlerini kaybediyor insanlar. Mal varlıkları gidi-

yor ellerinde. Ama sigortalı olunca malınızın önemli bir

kısmını tekrar kurtarabiliyorsunuz. Buna dikkat çekmek

için yaptığımız bir çalışma.

AKUT olarak bundan sonraki çalışmalarınız ve projele-

riniz hakkında bilgi verir misiniz?

Afet Yönetimi denilen şey sadece afetlerle ilgili bir şey

değil aslında. Bütün milli güç unsurları ile birlikte hare-

ket etmektir. Bireylerin bu konuda çözümün bir parçası

olarak bu konuda eğitim alması gerekiyor. O yüzden biz

bir taraftan AKUT ‘un operasyonel çalışmalarını yürütü-

yoruz. Haftada beş operasyona çıkıyoruz. Her bir buçuk

günde bir operasyonumuz var nerdeyse. Geçene sene

248 operasyona çıktık. ilk yıllarda 5-7 ‘di. Bir taraftan

toplum bilinçlendirme devam ederken bir taraftan da

üniversitelerde öğrenci toplulukları kuruluyor. Şu anda

14- 15 üniversitede AKUT öğrenci topluluğu bulunmak-

ta. Yayın evimiz var. Kitaplar basıyoruz. “ Engelleri Aşın

Deprem Klavuzu” çıkardık mesela. Türkiye’de kaynak

20

yok yeteri kadar. Bu afet sonrası sendromu ile ilgili bir

kitap çıkardık. 99’dan sonra konuşulan bir konu oldu.

Bunun ötesinde spor klubümüz var. Bu sene windsurf

ve kitesurf spor branşlarını da eklemeyi düşünüyoruz.

Bunları gönüllülükle yapabilecek aslında bir ağımız var.

AKUT artık böyle bir şemsiye organizasyona dönüştü.

Türkiye için iyi şeyler yapmak isteyen, daha düzgün bir

Türkiye’de yaşamak isteyen birçok insan toplanıyor.

Üniversiteler çerçevesinde sosyal sorumluluk projeleri

yapılıyor. Dış kurumlara, fabrikalar eğitimler veriyoruz.

Danışmanlık yapıyoruz ve bilgi birikimimizi doğrudan

paylaşıyoruz.

Sizin yaptığınız iş bir gönüllük işi. Peki bu tür konularda

gençleri teşvik etmede bize düşen görevler sizce

nedir?

Nasıl insanlar yetiştirmemiz gerektiğini Atatürk söyle-

miş zaten. 1 Mart 1932 Türkiye Büyük Millet Meclisi açılış

konuşmasında Atatürk şöyle demiştir, “Yetişecek ço-

cuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sı-

nırları ne olursa, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye’nin

bağımsızlığına, kendi benliğine, kendi geleneğine düş-

man olan tüm unsurlarla mücadele etmektir.” Buranın

sahibi sensin demektir. Bu ülkenin sahibi sensin yani.

Sokaktaki çocuk bu ülkenin sahibidir. Ne zaman herkes

bu ülkenin sahibi olursa o zaman bu ülke başka bir yer

olur. Bizim yaklaşımımızda bu, biz burada mal sahibi-

yiz, bu ülkenin sahibiyiz. O yüzden bu kadar her prob-

lemine koşuyoruz insanlarımızın. Bir yerde yangın mı?

o bizim problemimiz, bir yerde çukur mu var? o bizim

problemimiz. Bu ülkede yaşanan bütün problemler bi-

zim problemimiz.

Bir başka sözü de : “Milli Eğitimin gayesi yalnız memur

yetiştirmek değil daha çok memlekette ahlaklı, cumhu-

riyetçi, inkılapçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başa-

rabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta

rastlayacağı engelleri aşmaya çalışan, kudretli gençler

yetiştirmek.

Van depreminde, bir depremzedenin enkaz altında

olduğu Twitter’dan Okan Bayülgen’e canlı yayında bil-

diriliyor. Okan Bayülgen’de AKUT’a çağrıda bulunuyor.

Olay tam olarak nasıl oldu peki ?

Evet bu olay, 2011 yılında Twitter.com.’un en etkili on

olayından biri olarak seçildi. Bu olay sıcak bir olaydı as-

lında. Ama dezavantajları da çok fazlaydı. Van depremi

sürecinde, AKUT olarak 194 görevli yolladık, merkezde

60 kişi vardiyalı çalıştı. 7000 tane Facebook mesajı gel-

di, 5000 tane Twitter mesajı geldi. Bu 12000 mesaj yö-

netildi. Ama bu ne demek? 12000 mesajın hepsini, aklı

başında birilerinin okuyup, yorumunu yapıp, gerçek mi

mükerrer mi diye bulması gerekiyor. Mükerreri ayıkla-

mak gerek. Boş ve gereksiz mesajlar geliyor. Tam doğru

amacına ulaşacak mesajı aradan çıkarıp onu da doğru

bir yere paslamak gerekiyor. Çok zor bir işti aslında. Bi-

zim böyle bir alt yapımız yoktu. Bu kadar mesajın ola-

cağını da ön görmemiştik. Ama AKUT’un öğrenci toplu-

luklarından bir kısmı desteğe geldi Van depreminde. Bu

sosyal medyayı onlar yönettiler. Bizden daha yatkınlar

bu konuda. İnanılmaz iyi yönettiler. O Twitter mesajı da

bu sayede kaybolmadı. Bu olayda Okan Bayülgen’nin

programında canlı yayında gerçekleşiyor. Önce canlı

yayında Twitter mesajı geldi, şu binada şuradan ses ge-

liyor diye. Oradan AKUT’a yönlendirildi. Program bitme-

den de o kişiye ulaşıldığı söylenildi.

21

Page 12: AkademiBeykoz Sayı 8

Yüzlerce ölü, binlerce yaralı, onbinlerce vatandaşımız ve kardeşlerimiz depremden bir şekilde etkilendi.

Türkiye’nin her yanından milyonlarca kalp, gücünün yet-tiğince kardeşlerine yardım etmek için uğraştı.

2002 yılında Nisan Ayı’ndaki “Yaşamın İçinden Lojistik” adlı yazımda 2002 yılının Şubat Ayı’ndaki Afyon depre-minden sonra Kızılay Genel Başkan Vekili Fadıl Ünver’in 08 Şubat 2002 tarihli Hürriyet’te “bölgeye gerektiğinden fazla yardım gitti ancak dağıtımı başarısız oldu” dediğini ve 17 Ağustos depreminde yabancı ekiplere tercümanlık yapmak için gittiğim Gölcük ve Yalova’daki yardım için çırpınanları, kargaşayı ve yardımların ziyan olduğunu gördüğümü yazmıştım.

Sabah Gazetesi’den Sayın Şeref Oğuz 28 Ekim 2011 ta-rihli “Van Depremi: 7.2 Yardım seli: 9.2” ve 31 Ekim 2011 tarihli “Bugün Van’a yarın sana...” başlıklı iki yazısında ve 02 Kasım 2011 tarihinde Kanaltürk’te canlı yayınlanan Merkez Siyaset programında Sayın Can Ataklı ortak bir noktaya değiniyordu. Başka gazetecilerimiz de olabilir. Atladığım varsa özür dilerim.

28 Ekim tarihindeki yazısında “Benim önerim; SOSYAL

MEDYA TABANLI VE LOJİSTİK UZMANLIĞI ODAKLI yeni bir Afet Yönetimi anlayışıdır. Sorun, milyonlar sefer-ber olup ihtiyaçları belirleyip yardımları toplamasına rağmen, bunların lojistik odağında doğru yerlere dağı-tılamamasında yatıyor” ve 31 Ekim tarihli yazısında ise

“Deprem yardımının yalnız-ca giysi ve çadır olmadığını gördük. ...... lojistik uzman-ları gibi, ihtiyaçları fark et-tik. İyileşmeye açık alanla-rımızı sayalım: ..... lojistik uzmanlığımız eksik.” diye yazdı. Can Ataklı “lojistik” ve “profesyonel lojistik uz-manlığı” ifadelerini kullan-dı.

İki gazeteci, “lojistik des-tek” gibi popüler olan genel bir ifadeyi mi kullanmıştı yoksa, LODER’in “Lojis-tik Terimler Sözlüğü”’nde “Müşteri gereksinimlerini karşılamak üzere üretim noktası ve tüketim noktası arasındaki mal, hizmet ve ilgili bilgilerin ileri ve geri

yöndeki akışları ile depolanmalarının etkin ve verimli bir şekilde planlanmasıi uygulanması ve kontrolü kapsayan tedarik zinciri süreci aşamasıdır” diye tanımlanan “lojis-tik yönetimi” kavramını bilerek mi bahsetmişti?

Önemli olan her ikisinin de çok doğru ve çok önemli bir noktaya değinmeseydi.

Her ikisi de “lojistik” ve “lojistik uzmanlığı” vurgusunu yapmıştı.

Lojistik uzmanlığı nedir? Lojistik uzmanı kimdir?

2002 yılının Nisan Ayı ve 17 Ağuston depreminin 10’uncu yılı için yazdığım yazılarımda “deprem gibi doğal afet-lerde Türkiye’deki lojistik firmalarının devreye girmesi-ni” önermiş ve “bu firmaların nasıl yardımcı olabilecek-lerini” gündeme getirmiştim.

Doğal afetler sonrası her türlü ihtiyaçlarının karşılan-ması ve kullanılmasının sağlanması için çok iyi ve etkin Lojistik Yönetimi zorunludur ve bu da üst derece lojistik uzmanlığı gerektirir.

Türkiye’deki lojistik sektörü, lojistik şirketleri, lojistik uz-

VAN DEPREMİ YIKTI GEÇTİ...

Oruç Kaya

O2 Lojistik Yönetim Danışmanlık

22

manları ve ayrıca lojistik ile ilgili akademisyenlerin tek-nik alt yapısı, bilgisi ve tecrübesi gelişti.

Lojistik şirketleri, lojistik uzmanları ve akademisyenler başta deprem olmak üzere bütün doğal afetlerde ne ya-pabilir?

• Devletin himayesinde lojistik akademisyenler ve lo-jistik şirketlerden oluşan bir proje ekibi oluşturulma-lıdır. Bu proje ekibi, doğal afet sonrası nasıl bir lojistik yönetimi yapılması gerektiğinin stratejisini ve hareket planlarını oluşturabilir. Örneğin; afet bölgelerine en kısa sürede konsolidasyonu ve dağıtımı organize edecek depoların nerelerde ve hangi büyüklükte olması gerek-tiğine yönelik CoG çalışması ve hangi araç türlerinin ve hangi güzergahların kullanılması gerektiğine yönelik dağıtım yönetimi gibi çalışmalar yapılabilir.

• Doğal afet sonrası lojistik firmaları alt yapılarını (de-polar, kamyonlar, bilgi teknolojisi, insan kaynağı vs) he-men devreye sokacak şekilde organize olmalıdır. Örne-ğin; araçların lojistik firmaları tarafından daha hızlı ve hasarsız yüklenebilmesi, araç filolarının ve en uygun araçların hemen devreye sokulması, yardım malzeme-lerinin depo çalışanları tarafından daha kolay ve daha hızlı tasnif etmesi, en uygun yerde ve büyüklükteki afet depolarının ve envanterin yönetilmesi, dış yardımların yurt dışı nakliyesinde uzman olan firmalar tarafından

organize edilmesi, afet bölgesindeki atıkların toplan-ması ve imha edilmesi için tersine lojistiğin yapılması, bütün sürecin izlenmesi ve takip edilmesi için bilgi ve iletişim sistemlerinin devreye alınması ve son noktaya kadar dağıtımın organize edilmesi ve fiilen yapılması gibi lojistik firmalarının günlük hayatının bir parçası olan faaliyetleri yapılması sağlanabilir.

Lojistik hareketler, lojistik firmalarının işi ve onların uz-manlığıdır.

Özellikle deprem, bugün ve gelecekte Türkiye’nin gün-demindeki en önemli doğal afettir.

İki gazetecimizin vurguladığı “lojistik” ve “lojistik yöne-timi”, ancak profesyoneller tarafından amatör duygu ve gönüllük esası ile yapılırsa istenen başarılı sonuçları ve-recektir.

Lojistik firmalarımızın, lojistik profesyonelliği üst dü-zeydedir ve hepsinin amatör duygu ile gönüllü şekilde bu operasyonları yapacağına inanıyorum.

Lojistik firmaları; bilgilerini, tecrübelerini ve alt yapıla-rını, bir gün herkesin başına gelebilecek olan deprem ve diğer doğal afetler için kullanmalıdır.

Onların bu yetkinliklerini kullanması sağlanmalıdır.

23

Page 13: AkademiBeykoz Sayı 8

AcİL LOjİSTİK YArDıM OPErASYONLArı– “ALYO”(AFET - DEPrEM LOjİSTİğİ)

17 Ağustos 1999 Marmara, 12 Kasım 1999 Düzce, 12 Ocak 2010 Haiti, 11 Mart 2011 Japonya ve 23 Ekim 2011 Van depremleri bize; “olağanüstü durum” ve “özel durumlara” karşı hazırlıklı olmanın önemini bir kez daha göstermiştir. Bu afetler (depremler) aynı zamanda, yapılan acil yardım operasyonla-rı içerisinde lojistik anlamda; yönetsel, örgütsel, yapısal, süreçsel, uygulamasal, altyapısal vb.gibi konularda büyük sıkıntılar olduğunu göstermiştir. Söz konusu durumlardan etkilenecek tüm aktör-zedelerin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik uygula-nacak lojistik faaliyetleri, bir bütün olarak ele alıp sistem yaklaşımıyla yönetecek bir lojistik yönetim modelin yokluğu günümüzde dikkat çekici bir ger-çektir.

Normal şartlar altında yürütülen lojistik faaliyetler-den farklı olarak, “olağanüstü durum” ve “özel du-rumlarda” icra edilmeye yönelik; kendine özgü iç dinamikleri, planlama süreci ve uygulaması olan, “Acil Lojistik Yardım Operasyonları (ALYO)” olarak adlandırılan, bir “lojistik özel yaklaşım” ihtiyacı, önümüzde acilen durmaktadır.

Olağanüstü Durum ve Özel Durumlar

İnsan, diğer canlılarla karşılaştırıldığında, doğaya karşı daha korunmasız olarak dünyaya gelmek-tedir. Bu gerçeği kavrayan insanoğlu, söz konusu eksikliğini toplu yaşayarak ve birbirlerine yardım ederek sağladığı toplumsal yapı ve devlet erki ile çözmeye çalışmıştır. Devletin; kendi yapısına, top-luma, doğaya ve ekolojik dengeye zarar verebile-cek tehdit ile karşılaştığında; mevcut hukuk dü-zeni ve örgütsel yapısı ile kontrol altına alabildiği, ortadan kaldırabildiği ve yönetebildiği durumlar

“olağan durumlar”; başa çıkmakta zorlandığı veya çıkamadığı durumlar ise “olağanüstü durumlar” olarak adlandırılmaktadır. Olağanüstü durumlarla mücadele etmek maksadıyla “olağanüstü yöne-tim” usulleri geliştirilmiştir.

Ancak kimi zaman, olağanüstü yönetim usulleri-nin de çözüm üretmekte zorlandığı; savaş, iç sa-vaş, ayaklanma, kıtlık, açlık vb. tehlikeler sonucun-da devletin otoritesini yitirerek, kendi iradesi veya uluslararası kurumların (Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği vb.) uluslararası hukuk çerçevesinde inisiyatif kullanması neticesinde yaşamın sürdü-rülebilirliğini (idame/ beka) sağlamak maksadıyla yardım alması gereken “özel durumlar” oluştuğu görülmektedir. Bu maksatla, özel durumlarla mü-cadele edebilecek “özel yönetim” usulleri gelişti-rilmiştir.

Bu kapsamda, evrenin oluşmasıyla birlikte dünya üzerindeki; halin, durumun, ortamın, koşulların ve şartların oluşturduğu arz edilen üç durum ve yö-netim anlayışları bir bütün olarak Şekil-1’de göste-rilmiştir.

Şekil-1: Hal/ Durum/ Ortam/ Koşul/ Şartların Meydana Gelişi

Olağanüstü yönetim usullerinin, yurdumuzda 1982 Anayasa’sında tanımlandığı üzere, olağanüstü du-rumun vahametine göre kendi içerisinde “olağa-nüstü haller” ve “sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hali” olarak ikiye ayrılmaktadır.

Sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halini gerektire-

OLAĞANÜSTÜ VE ÖzEL DURUMLARDA UYGULANAcAK LOjİSTİK VE TEDARİK zİNcİRİ YÖNETİMİ’NE YÖNELİK BİR MODEL

Dr.Doğan Karadoğan

Stratejik Lojistik Yönetim uzmanıAfet-Deprem Lojistik uzmanı

24

cek oluş sebeplerinden “savaş hali”; lojistik uygu-lamalarının, askeri harekât lojistiği olarak algılan-ması sebebiyle acil lojistik yardım operasyonları kapsamı dışında değerlendirilmiştir.

Özel durumlarda uygulanan özel yönetim usulü ise, toplumsal düzenin ve devlet yapısının muhafazası ile yaşamın normal olarak sürdürülebilirliğini sağla-mak maksadıyla icra edilen; “barışı koruma”, “barı-şı kurma”, “barışı kollama”, “insani yardım” ve “kriz önleme” uygulamalarından oluşan, “sürdürülebilir-lik (idame/ beka) hali”nden meydana gelmektedir.

Şekil-1’de görülen olağanüstü durum ve özel du-rumlar; tahmin edilme güçlükleri, etki büyüklükleri, diğer tehlikeli olayları tetikleyebilme potansiyelleri ile coğrafyamızda oluşma sıklıkları vb. kriterler açı-sından değerlendirildiklerinde, “afetler”in en geniş kapsamlı, en uzun süreli ve en zarar verici olduğu anlaşılmaktadır.

Bu kapsamda kökenlerine göre afet türleri Şekil-2’de gösterilmiştir.

Şekil-2: Kökenlerine Göre Afet Türleri

Kökenlerine göre afetler “doğal”, “beşeri” ve “di-ğer” olarak üç farklı kategoride sınıflandırılmakta-dır. “Doğal afetler” oluşumlarında doğal olaylarının, “beşeri afetler” oluşumlarında dolaylı veya direkt olarak doğal afetlere nazaran insanın daha fazla etkili olduğu, “diğer afetler” ise, oluşumlarında do-

ğal ve beşeri sebeplerin haricinde, hayvan, böcek, virüs, bakteri ve mikro-organizmalar gibi diğer can-lıların etken olduğu afetlerdir.

Afetler incelendiğinde “deprem”; yıkım gücü, ya-şanma sıklığı, diğer afetleri tetiklelme özelliği, yurdumuz coğrafyasının %96’sının sismik olarak riskli kabul edilen ilk dört derece deprem bölgesi içerisinde olması ve nüfusumuzun %98’ini tehdit etmesi sebepleriyle önemini artırmıştır.

Çok yönlü etkilere sahip bir afet olan depremle asıl mücadele; iyi planlanmış, uygulamaya hazır ve di-siplinler arası “bir yönetim modelinin geliştirilmesi” ile mümkündür. Söz konusu olağanüstü durum ve özel durumlardaki başlıca gereksinimleri; lojistik, arama-kurtarma, acil sağlık ve ilk yardım, hasta ve yaralıların tahliye edilmesi, emniyet, asayişi sağla-ma, haberleşme, bilgilendirme, yangın söndürme, enkaz kaldırma ve temizleme, karantina, ölülerin defnedilmesi, hasar ve zayiat tespiti vb. olarak sı-ralanmaktadır.

Bu gereksinimlerin en önemlisi ise; olumsuz etkile-ri hafifletmek, yok etmek ve afetzedelerin ihtiyaç-larını öngörülen yer, zaman ve miktarda karşılamak maksadıyla yürütülecek yardım operasyonları ara-sında; tüm yapıyı kapsayan, kucaklayan ve en uzun süre ile icra edilmesi gereken bir “özel yaklaşım olan acil lojistik yardım operasyonlarıdır.Acil Lojistik Yardım Operasyonları (ALYO)

Acil lojistik yardım operasyonları, “olağanüstü du-rum” ve “özel durumun” gereksinim ve ihtiyaçları-nı öngörülen; zaman, yer ve miktarda karşılamak maksadıyla yürütülen; öngörü, sezgi, algı, analiz, sentez ve değerlendirmelere dayalı olarak talebi yönetmek ve tahmin etmek, siparişleri tamam-lamak, etkin, kesintisiz, etkili ve hızlı lojistik tepki veren, otomatik reaksiyona geçen, bütünleşik, en-tegre, esnek ve izlenebilir, merkezi komuta/ kont-rolü sağlayan, riskleri minimize eden, sade, mobil, modüler, çevik, ekonomik, desteklenebilir ve sür-dürülebilir operasyon tabanlı lojistik uygulamalardır. Bu kapsamda, başta deprem ve afetler olmak üze-

25

Page 14: AkademiBeykoz Sayı 8

Tablo 1: Acil İhtiyaç Malzemeleri

Tablo-1’de yer alan malzemelerin, en uygun uygu-lama usulü ile dağıtımını ve yönetimini sağlayabi-lecek, ALYO “genel riskleri” ile “lojistik risklerini” minimize edebilecek bir lojistik planlama süreci; kendi içinde ve diğer operasyonlarla bütünleşik, entegre, senkronize ve harmonize bir yapıya ihti-yaç duymaktadır. Bu bağlamda zaman aralığına göre hazırlanacak; stratejik, taktik, operasyonel ve mikro lojistik planların özellikleri şu şekilde sıralan-maktadır:

Operatif Planlar: ALYO kapsamında, 0-24 saatlik zaman dilimini (ilk gün) içeren planlardır.

Taktik Planlar: ALYO kapsamında, 25-48 saatlik zaman dilimini (ikinci gününe kadar) içeren plan-lardır.

Stratejik Planlar: ALYO kapsamında, 49-168 saatlik zaman dilimini (üç ila yedinci günler) içeren plan-lardır.

Mikro Lojistik Planlar: ALYO kapsamı dışında kal-dığı değerlendirilen kısa süreli olaylarda (maden göçüğü, bina çökmesi vb.), 0-72 saatlik zaman dili-minde (ilk 3 gün) icra edilecek yardım operasyonla-rına katılan görevli personele iaşe ve ibate desteği sağlamak maksadıyla hazırlanan planlardır.

ALYO kapsamında hazırlanan planlar, farklı zaman dilimlerini içeren yardım dalgaları olarak uygulan-maktadır. Bu bağlamda;

0-24 saatlik zaman dilimindeki “1’inci dalgada (hızlı tepki ve müdahale)” Lojistik Yardım Timi (LYT); “Ana Dağıtım Noktası”, “Ara Dağıtım Noktası”, “Seyyar; Araç, Bot, Tekne, Helikopter Filosu” ve “Çadır Kamp

re Şekil-1 ve Şekil-2’de yeralan tüm olağanüstü ve özel durumlarda (olağanüstü haller, sıkıyönetim ve seferberlik hali-savaş hali hariç, sürdürülebilir-lik hali) etkin ve verimli bir şekilde uygulanabilecek Acil Lojistik Yardım Operasyonları (ALYO) tüm bo-yutları ile Şekil-3’te sunulmuştur.

Şekil-3: Acil Lojistik Yardım Operasyon Boyutları

ALYO’nun temel özellikleri; “direkt ikmal esaslı, gereksinim ve ihtiyacı tespit eden, talebi tahmin eden, stratejik dağıtım tabanlı malzeme akışı ve eş zamanlı malzeme ve araç takip/ izleme sistemi kullanan, yeterince stok tutan, gerektiğinde yaygın olarak dış kaynak kullanan, özel eğitimli lojistik personele ve otomatik reaksiyon gösterecek etkili lojistik tepkiye sahip, paylaşıma dayalı güçlü lojis-tik irtibat ve bilgi sistemleri kullanan, karar destek sistemine sahip, stratejik tedarik yönetimi ve satın alma yapan, ulaştırma modlarını optimum ve en-tegre kullanan, akıllı ve hareketli depolara sahip, elleçleme, barkotlama ve paketleme yapabilen, afetzedelerin ihtiyaçlarını ön görülen yer, zaman ve miktarda karşılayabilen, tek bir merkezden yö-netilen, diğer operasyonlarla bütünleşik, eş za-manlı, müşterek, senkronize ve harmonize olma-larını” sıralayabiliriz.

ALYO kapsamında, acil ihtiyaç duyulacağı ön gö-rülen ve dağıtıma yönelik uygulama usulleri (açı-lır halka, kapanır halka, serpme, merkez odaklı ve köprü) marifetince dağıtılacak “dokuz” kalem ana yardım malzemesi Tablo-1’e çıkarılmıştır.

26

(Kent) Alanı” Dağıtım Noktasından oluşan tesis ve mobil araçlar ile organizasyonu kuracak ve sürekli malzeme akışını sağlayacaktır,

25-48 saatlik zaman dilimindeki “2’nci dalgada (tansiyon düşürücü müdahale)”, LYT; “Lojistik Des-tek Üssü” ile organizasyonu kuracak ve sürekli mal-zeme akışını sağlayacaktır,49-168 saatlik zaman dilimindeki “3’üncü dalgada (tamamlayıcı müdahale)”, LYT; “Lojistik Destek Ko-ordinasyon Merkezi” ile organizasyonu kuracak ve sürekli malzeme akışını sağlayacaktır.

Sonuç olarak, tüm “olağanüstü durumların” ve “özel durumların” kendine has özellikleri dikkate alınarak lojistik sahada; doktrinsel, yönetsel, ya-pısal, süreçsel, stratejik, malzeme, teçhizat, araç, eğitim vb. açılardan gruplandırılması ve her grubun ihtiyaçlarını karşılayacak “acil lojistik yardım ope-rasyonlarına ilişkin özel tasarım lojistik uygulama-ların” sürekli geliştirilmesi gerektiği değerlendiril-mektedir.

Not: Acil Lojistik Yardım Operasyonlarına (ALYO) ilişkin yukarıda özet olarak arz edilmeye çalışılan lojistik yaklaşım, ülkemizde yapılan ilk çalışmalar-dan biri olup, iki cilt ve 780 sayıfadan oluşmaktadır. Çalışmaları Tufan ŞİMŞEK ve Gürbüz ÜNAL adlı iki öğrencimle birlikte tamamladık. Onlara buradan te-şekkür ediyorum.

27

Page 15: AkademiBeykoz Sayı 8

Bugün okullarda, değişik kurum ve kuruluşlarda ve STK’ların düzenlediği kurslarda verilen eğitim ve öğ-retimde, hizmet içi kurslarda ve kamu reklamlarında afetlere verilen önem/yer, toplumu oluşturan tüm bi-reylerde güçlü bir afet bilinci oluşturmak için tam ve yeterli değildir. Benzer şekilde şuan yapılan eğitim öğretim faaliyetlerinde afet bilincini vermeye ve doğ-ru davranış şeklini öğretmeye yönelik konuların bazı-ları, yaşama dönük, yaparak ve yaşayarak öğrenmeye uygun bir şekilde de değildir. Bunlara ilaveten afetlere yönelik eğitim öğretim programlarında tüm tehlikeler/riskler, afet zararlarının azaltılması ve planlama konu-ları bir bütün olarak ele alınmayıp, yanlış bir şekilde bir çok afetten sadece birine ve afet yönetim sisteminin tek bir evresindeki çalışmalara yönelmiştir (Kadıoğlu ve diğ.,2005).

Türkiye’nin afet yönetiminde başarılı olabilmesi için, yerel yönetim ve merkezi idarelerle birlikte sivil toplum kuruluşları (STK) ve iş çevrelerine ait tüm kaynaklarının kullanılabilmesi, modern afet durum yönetiminin tüm süreçlerinin bütün tehlikelere yönelik ekip çalışmasıy-la koordine edilebilmesi için bütünleşik bir afet durum yönetimi modeli ve olay komuta sisteminin ülkemizde oluşturulup uygulanması gerekmektedir. Bunun için ülkemizde ve bölgemizde hem profesyonel hem de gönüllü afet ve acil durum yöneticileri mevcut eğitim olanaklarından da yararlanarak aynı afet yönetimi ve komuta sistemini, dil ve yöntemleri kullanabilmeleri için periyodik olarak eğitilmesine ve standartlaştırılmış mesajların verilebilmesine yönelik kurumsal, idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır (Akşit ve diğ., 2004).

Sonuç olarak topluma afet eğitimleri ezberden daha çok beceriye yönelik olmalı, eğitimlerde biçim olarak taklit öne çıkmamalı ve topluma doğruluğu şüphe getir-meyen ortak mesajlar verilmelidir. Bu konuda da önce-likle standartlar oluşturulmalı ve kalite denetlenmelidir (Akma ve diğ., 2001; Akman ve Ural, 2001). Bütün bu nedenlerden dolayı, bu bildiride “Afetlere Dirençli Top-lum Oluşturma”ya yönelik eğitim ve öğretim program-ları ile birlikte halka verilmesi dört temel davranış şekli (Çök- Kapan-Tutun, Yerinde Sığınak Oluştur, Kilitlen ve Yat, Tahliye) ve mesajları konusu gelişmiş ülkelerdeki uygulamalar ve ülkemizin kendine özgün şartları göz

önüne alınarak irdelenecektir.

Afet eğitimi, afet konusunda profesyonel veya yönetici seviyesinde çalışanlar için “Afet Yönetimi Eğitimi”; halk için ise Afet Bilinci Eğitimi olarak ikiye ayrılarak ince-lenebilir. Aşağıda kısaca açıklanan belli başlı eğitim ve bilgiler, halka yönelik Afet Bilinci Eğitiminde sahip olun-ması ve bunların periyodik eğitimlerle yenilenip tatbi-katlarla pekiştirilmesi gerekir.

Kullanılan Yöntem

Deprem ve diğer afetlere karşı ulusça ve tek tek bireyler olarak, en kısa sürede ve öncelikle öğrenmemiz gereken aşağıdaki belli başlı dört davranış şeklini de iyice bel-lememiz gerekir. Bu davranış şekillerini öğrenerek ister evde, okulda, çarşıda veya ister başka bir yerde olalım, herhangi bir afet anında kendimizi nasıl koruyacağımızı bilmek gereksiz yere can kaybını önlemek bakımından önemlidir (Kadıoğlu ve İskender, 2001). Ailece, okul-da veya çalışma arkadaşlarımızla herhangi bir tehlike ortaya çıkınca bu davranış şekillerini nasıl uygulaya-cağımızın provalarını yaparsak, tehlike başladığında reflekslerimiz otomatik olarak bizi doğru davranışlarda bulunmaya yöneltecektir (Kadıoğlu ve diğ., 2004). Bu nedenle aşağıda toplumumuzun afet bilincine katkıda bulunabilmek için birincil tehlikeler ve davranış şekilleri özetlenmiştir:

Birincil Tehlikelere Karşın Davranış Şekilleri:

1. Çök, Kapan ve Tutun

2. Yerinde Sığınak Oluştur

3. Kilitlen ve Yat

4. Tahliye

1. Çök-Kapan-Tutun: Bu davranış şekli deprem, uçak kazası, bomba patlaması ve bomba tehdidi, yıldırım ve hortum için uygulanır. Zemin sarsılmaya başladığında veya yüksek sesli bir patlama duyulduğunda/hissedil-diğinde veya bir çök, kapan ve tutun tatbikatı uygulan-dığında okuldaki herkesin – öğrencilerin, personelin ve bulunan diğer kişilerin – aşağıda belirtilen koruyucu faaliyetlere başlamaları gereklidir (Gürkaynak ve diğ., 2004; Kadıoğlu ve diğ, 2004). Deprem anında tamamen yıkılıp yassı kadayıf şeklini almayan binalarda ölüm ve yaralanmalara daha çok yapısal olmayan riskler ne-den olmaktadır. Binalarımızın yüzde olarak büyük bir kısmının yassı kadayıf olmayacağı ve yapısal olmayan risklerden korunmanın evrensel olarak kabul edilen tek

AfETE HAzIRLIK VE AfET BİLİNcİ EĞİTİMİNDE VERİLEN MESAjLARIN STANDARDİzASYONU

Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu

İstanbul Teknik üniversitesi Afet Yönetimi Araştırma ve uygulama Merkezi Başkanı

28

davranış şekli “Çök-Kapan- Tutun”’dur. Bu gün artık “Çök-Kapan-Tutun” öğretisi, ABD’deki FEMA (Federal Afet/Acil Durum Yönetim Merkezi), Red Cross (Kızıl Haç) ve NWS (Ulusal Meteoroloji İşleri) gibi afetlerle ilgili belli başlı 40 değişik kurum tarafından başta deprem, hor-tum, yıldırım olmak üzere bir çok afetten korunmak için halka tavsiye edilmekte ve halka yoğun bir şekilde de öğretilmektedir (Kadıoğlu ve diğ, 2004).

Deprem anıda kendimizi nasıl koruyacağımızı bilmek önemlidir. Ailece, sınıfça veya çalışma arkadaşlarımızla deprem olunca ne yapacağımızın provalarını yaparsak deprem başladığında reflekslerimiz otomatik olarak bizi doğru davranışlarda bulunmaya yöneltecektir. Çök-Kapan-Tutun öğretisi, sadece çocuklar için gerekli de-ğildir. Bu nedenle, yetişkinlerin de mutlaka bu güvenlik hareketini öğrenip deprem anında doğru bir şekilde uy-gulaması gerekir. Hatta yetişkinler bu egzersizi yaparak çocuklara örnek olmak zorundadır. Öğretmen vb yetiş-kinlerin öncelikle kendilerini koruması çocukların afet sonrası bakımı için büyük önem taşımaktadır. Gerçek bir depremde insanların paniğe kapılmadan doğru hareket etme şansı, her Çök-Kapan-Tutun egzersizini çalışıldı-ğında iki kat arttığı bilimsel olarak ispatlanmıştır.

2. Yerinde Sığınak: Tehlikeli madde (nükleer, biyolo-jik ve kimyasal (NBC)) sızıntısı veya serpintisi, duman, ateşli silah sesi, keskin nişancı tehlikesi veya şiddetli fırtınalarda uygulanır. Çevrenizde bir tehlikeli madde riski oluştuğunda: Dışarı çıkmanız söylenene kadar içe-ride kalın ve içeride hava girişini kesip güvenli bir sığı-nak oluşturun (Gürkaynak ve diğ., 2004; Kadıoğlu ve diğ, 2004).

3. Kilitlen ve Yat: Çevrede ateşli silah sesi duyulduğun-da, şüpheli veya tehlikeli kişi ya da keskin nişancı risk-leri ortaya çıktığında uygulanır. Örneğin, yakınlarda bir silah sesi duyulduğunda, öğretmen veya personel “yere yatın” komutunu verir. Bunun ardından herkes düz yere veya zemine yatmalıdır. Bina içindeyseniz binanın ve/veya odanın kapısını içeriden kilitleyiniz. Eğer açık hava-da iseniz, emniyetli olduğu anda Yerinde Sığınak prose-dürünü uygulamaya başlayın (Gürkaynak ve diğ., 2004; Kadıoğlu ve diğ, 2004).

4. Tahliye: Yangın anı, deprem ve patlama sonrası, sel/su baskını öncesi ve anı; kimyasal kazalar, terör/bomba tehdidinde ve heyelan öncesinde uygulanır (Gürkaynak ve diğ., 2004; Kadıoğlu ve diğ, 2004).

Sonuçlar

Türkiye’de 1999 öncesi afet zararlarını azaltma ve ha-zırlıklı olma konularında sistemli bir halk eğitimi ve ör-gütlenmesi uygulamasının bulunmadığı görülmektedir. Halk eğitiminin çok önemli bir boyutu eğitici eğitimidir ve eğitici el kitaplarının ve eğitim materyallerinin nite-liğidir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de standardize edilmiş, kültüre uygun, etkinliği test edilmiş kaynakların bulunmadığı görülmektedir. Bunun yanı sıra geliştiril-mesi gereken eğitim kaynaklarının halkın farklı kesim-lerine uygun olarak çeşitlendirilmeleri gereklidir. Halk eğitiminin yaygınlaştırılabilmesi için kurumsal bir yapı gerekmektedir. Sivil Savunma Müdürlükleri’nce verilen yükümlü ve gönüllü eğitimleri yaygın olarak halkın her kesimine ulaşamamaktadır. Ayrıca, bu eğitimlerde daha çok afet anı ve sonrasına yönelik beceriler ele alınmak-

tadır. Bu programlarda afet riski algısını geliştir-me ve olası zararları azaltma bilincini geliştirme çabaları zayıf kalmaktadır. Ayrıca hali hazırda afet zararlarını azaltmak ve hazırlıklı olmak için yapılan mahalle örgütlenmelerinin bulunduğu mahalleler Türkiye’nin tümü düşünüldüğünde çok azdır ve sürdürülebilirlikleri sınanmamıştır. Genel olarak bu ilk adımları kurumsallaştırmak, halk eğitiminin ve örgütlenmesinin sistematik, yaygın, bilimsel standartlara uygun ve sürdü-rülebilir olmasını getirecektir. Eğitim çalışma-larında afet sırası ve sonrası döneme daha çok vurgu olduğu, afet öncesi zarar azaltma konula-rının daha az işlendiği görülmektedir. Afet eği-timin içeriğinde afet öncesi ve sonrası evrelerin dahil edilmesine dikkat edilmelidir. Çok sayıda kurum ve kuruluşun yürüttüğü eğitim ve bilinç-lenme çalışmalarının eşgüdümü, eğitici eğitimi

29

Page 16: AkademiBeykoz Sayı 8

ve eğitimin yerin demografik bilgileri temel alınarak ha-zırlanılacak eğitim materyalleri ile her kesime götürül-mesinin sağlanması dikkat edilmesi gereken konulardır. Valilik, Belediye, STK’lar, meslek örgütleri ve medyada 1999 sonrası depremlere hazırlıklı olma ve zarar azalt-ma konularında oluşmuş olan bilinçlenme ve moti-vasyonun eşgüdüm içerisinde, belli bir kurumsal yapı içinde sürdürülmesi çok önemlidir. Kurumsal yapı içe-risinde eğitimin tüm hedef kitlelere taşınmasının sağ-lanması, eğitici ve eğitim standartlarının belirlenmesi ve izlenmesi boyutlarının yer alması gereklidir (Karancı ve diğ, 1999; Akşit ve diğ., 2004). Yerel yönetim, idareler ile birlikte kurum ve kuruluşlar için değişik seviyede ve yetki alanı içinde (ev, kurum ve kuruluş, mahalle, semt, köy, kasaba, ilçe, il, bölge ve ülke genelinde) sorum-lu olunan ölçeğe uygun olarak her tür tehlikeye, bütün idari düzeylere ve afet yönetiminin bütün fonksiyonları-na, sistemin bütün aşamalarının nasıl uygulanacağının öğretilmesi gerekmektedir. Gerçekte afet konusundaki teorik ve tatbikatlar gibi pratik eğitimler; gelecekteki acil durumları önlemeye ve zararlarını azaltmaya yönelik ol-malıdır. Bunun için her yetki alanı içinde, Afet Yönetimi Sisteminin tüm bileşenlerinin tanımlanması, uygulan-ması ve bu çalışmaların koordinasyonunun sağlanması gerekmektedir.

Kaynakça

Akman, N., İskender, H., Kadıoğlu, M., Kapdaşlı, I., Ural, D., 2001. Gönüllü Kaynakların

Geliştirilmesi, İTÜ Afet Yönetim Merkezi-İTÜ Press Ya-yınları, İstanbul.

Akman, N., Ural, D., 2001. Afete Dirençli Toplum Oluş-turma Seferberliği, İTÜ Afet Yönetim Merkezi-İTÜ Press Yayınları, İstanbul.

Akşit, B., G., Erkut, M., Kadıoğlu,. A.N., Karancı, S.M., ŞE-ner, A. Tezer, D., Ural,. A., Ünlü,

2004. Eğitim ve Sosyal Çalışmalar, İstanbul Deprem Master Planı.

Gürkaynak, İ, M. Kadıoğlu, H.A. Poydak, 2004: Kızılay ile Güvenli Yaşamı Öğreniyorum –

Öğretmen Kitabı, Türkiye Kızılay Derneği, Ankara, ISBN-975-92079-2-3.

Kadıoğlu, M., İ. Gürkaynak, H.A., Poydak, 2004: Kızılay ile Güvenli Yaşamı Öğreniyorum –

Öğrenci Kitabı, Türkiye Kızılay Derneği, Ankara, ISBN-975-92079-1-5.

Kadıoğlu, M., İ. Helvacıoğlu, N. Okay, A. Tezer, L. Trab-zon, H. Türkoğlu, Y.S. Ünal, R.

Yiğiter, 2005. Okullar İçin Afet Yönetimi ve Acil Yardım Planı Kılavuzu, Mayıs-2003, İTÜ Afet Yönetim Merkezi Yayınları, İTÜ Press (baskıda).

Kadıoğlu, M., İskender, H., 2001. Acil Durumlarda Basın ve Halkla İlişkilerin İlkeleri, İTÜ Afet Yönetim Merkezi-İTÜ Press Yayınları, İstanbul.

Karancı, N.A., Akşit, B., Anafarta, M., Oğul, M. VE Üner, G. 1999. Depremlere Karşı Hazırlıklı

Olmak İçin Öğretme ve Uygulama Kılavuzu, ODTÜ Afet Yön. Uyg. ve Araş. Merkezi.

30

Method Research Company, 1998 yılından beri araştır-ma sektöründe hizmet veren ve araştırma şirketleri li-ginde ilk beş içerisinde yer alan önemli firmalardan biri. “Birlikte düşünelim” sloganı ile hem iç, hem dış müşte-rileri ve tedarikçileri ile uzun soluklu işbirliklerine imza atan şirketin en önemli özelliği müşteri odaklılığı. 2009 yılında “GAB 02 Belgesini alan İlk Araştırma Firması” olan Method Research Company Pazarlama Genel Mü-dür Yardımcısı Yüksek Mühendis Selçuk Kılıç ile pazar araştırmalarının şirketlerin yönetimindeki yeri, önemi ve lojistik sektörünün pazarlama araştırmaları ile sağlaya-cağı yararlar üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Method Research Company Türkiye’nin önde gelen araştırma şirketlerinden biri. “Birlikte Düşünelim” slo-ganıyla hareket eden firmanızı, diğer şirketlerden ayı-ran en temel unsurlar nelerdir?

Kaliteye önem veren anlayışı gereği belirlenen etik kod-lar ve standartlar konusunda öncü olan Method Rese-arch Company 2004 yılında sistemlerin entegrasyonu ve kalite ölçüm sistemlerini oluşturmaya başladı. 2007 yılında sektöre özel TÜAD tarafından verilen Güvenilir Araştırma Belgesi’ni 2009 yılında GAB02 VE ISO20252 belgelerini alarak bu belgelere aynı anda sahip olan ilk araştırma şirketi oldu. GAB02 VE ISO20252 ve Ulu-sal Kalite Belgesi’ne sahip ilk araştırma firması olmayı amaçlayarak 2010 yılında KalDer’e üye oldu.

2011 yılında Ulusal Kalite Hareketine ilk defa katılan Met-

hod Research Company, “Mükemmellikte Yetkinlik 5 Yıl-dız” belgesini almaya hak kazandı. Bununla birlikte;

GAB02, ISO20252 vew Mükemmelikte Yetkinlik 5 Yıldız Belgelerine de sahip ilk araştırma şirketi. İlk olmak bir farklılık yaratıyor. Henüz gelişme ve büyümesinin ba-şında olan araştırma sektöründe alınan bu belgeler hem kalitenin bir göstergesi oluyor hem de sektör gelişimine katkı sağlıyor.

Method Research Company “Inhouse” çalışmaktadır. Türkiye geneli yapılan çalışmalarında öncelikle kendi bünyesindeki çalışanlarıyla hizmet veren ve projelerinin İstanbul Merkez Ofisi’nin yanı sıra Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Samsun, Trabzon, Antalya, Diyarbakır, Şanlıurfa ve Çorlu’daki irtibat ofislerinde kendi anketör ve yöneti-ci kadrosuyla gerçekleştiriyor. Bunun yanı sıra; sektörel uzmanlıkları olan, nitelikli çalışanlar ile birlikte butik ça-lışmalar ve niş alanlarda faaliyet göstermektedir.

Method Research Company, GAB 02 Belgesini alan ilk araştırma firması. Bir araştırma firması için bu belge-nin önemi nedir?

Her kademedeki yöneticilerin çalışma hayatlarında gün-lük, haftalık, aylık ve yıllık planlarının gerçekleşebilmesi için yapması gereken en önemli görevlerinden biri “ka-rar vermek”tir. Hedeflere göre yönetim, sonuç odaklılık gibi yönetim tekniklerinin çok kullanıldığı zamanımızda ve alınan her kararın neredeyse sorgulandığı bu dönem-de “doğru ve hızlı karar vermek” en önemli görev haline gelmiştir.

Yöneticiler, karar alırken güvenilir veriye sahipse, ka-rarları o derecede doğru ve başarılı olacaktır. Doğru veri denince de akla “Araştırma Raporları” ve “Araştırma Firmaları” gelmektedir. Son zamanlarda aslında hem araştırma yaptıran firmalar hem de biz araştırma fir-maları biraz şanslıyız. Çünkü Pazarlama ve Kamuoyu Araştırmacıları Derneği son iki yıldır, sektörün bilimsel-lik ve metodolojik çalışma anlayışını geliştirme için GAB (Güvenilir Araştırma Belgesi) adında bir belge vermeye başladı. Bağımsız bir denetim şirketi tarafından tüm sü-reçleri detaylı denetlenen araştırma şirketleri belirtilen prosesürleri takip edebiliyorlarsa bu belgeyi almaya hak kazanıyorlar. Tüm araştırmalarına GAB belgesi alan ilk araştırma şirketi olan Method Research Company ola-rak belgenin çalışma metodolojilerine katkısını çalış-malarımızda paylaşmaktan mutluluk duyduğumuzu her fırsatta dile getiriyoruz.

“LOjİSTİK SEKTÖRÜNDE PAzAR ARAŞTIRMALARI EN ÖNEMLİ SİLAHLARDAN BİRİSİ OLABİLİR”

röportaj: Yrd.Doç.Dr. Pınar Seden Meral

Fotoğraflar: Method research company Arşivi

31

Page 17: AkademiBeykoz Sayı 8

Pazar araştırmasının şirketlerin yönetimindeki yeri ve önemi nedir? Ne olmalıdır? Çağdaş bir yönetici araş-tırma sonucunda elde ettiği bilgiyi nasıl kullanmalı-dır?

Çağdaş yöneticilerin, araştırmalar aracılığıyla elde edi-len bilgileri etkin kullanabilecekleri alanlar şu şekilde olmalıdır ve bu yönde ilerlemelidirler.

Faydalarını sıralarsak; pazardaki boşlukları görmek, riski minimize ederek yeni yatırım kararları almak, markanın iletişim stratejisini oluşturmak için, mevcut markaların algılarını belirlemek, müşteri ya da tüketici beklentilerini öğrenerek, doğru pazar stratejileri oluş-turmak, yapılan reklam ve kampanyaların etkinliğini ölçmek, doğru fiyatlandırma ve satış stratejileriyle, kârlılığı artırmak, rekabette önde olmak için rakipleri tanımak, doğru fiyatlandırma politikalarını uygulamak, mükemmel işleyen bir bayilik / şube sisteminin sağ-lanması için, aksayan yönleri görmek, pazarın ve rakip markaların zaman içinde ne yöne gittiğini görerek, de-ğişimin yönünü yakalamak, medya planını doğru ve et-kin yapmak, reklam bütçesini optimum kullanmak, en temelinde yapacağınız yatırım, yapacağınız araştırma-dan küçük ise mutlaka araştırma yapmalı. En azından zaman kazanmış oluruz.

Özellikle Batı iş dünyasında çok önemsenen pazar araştırmaları şirketlerin karar almalarında en önemli faktör. Bununla birlikte Türkiye’de Pazar araştırmala-rının yeterince yaygın olduğunu söylemek güç. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok yaygın değil. Ancak Türkiye pazar araştırma sektö-rünün global pazar içindeki sıralamasına baktığımızda, Türkiye 150 milyon dolar ciro ile 27. sırada yer alıyor. Amerika 6,14 milyar dolarla birinci sırada yer alırken Gürcistan 1 milyon dolar ciro ile 76›ncı yani sonuncu olarak sıralamaya giriyor.

Araştırma harcamalarının, reklam harcamalarına oranı ise %4.9 dur. Bu oran gelişmiş pazarlarda %12›ye ka-dar ulaşıyor. Türkiye›de de yıllar içinde araştırma sek-törü büyüdükçe bu oranın artışına tanıklık edeceğiz.

Türkiye Pazar araştırmaları sektörünün büyüklüğü ve dünyadaki yeri nedir? Türkiye’deki potansiyeli nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye Araştırma sektörünün büyüme hızına ve oran-

larına baktığımızda 2008’de %16 büyüdük, yılda orta-lama %15 - 20 büyüyen bir sektör bu. 2009 kriz yılında reklam sektöründe %20 - 25 oranında bir daralma oldu. Araştırma sektörü %3 büyüdü. Görünen o ki kriz yılını çok az bir büyümeyle geçirdik. Türkiye’nin %8, reklam sektörünün %20 - 25 küçüldüğünü düşünürsek, bizim burada %3 büyümüş olmamız çok önemli bir başarı. 2010 yılını %16 büyüme ile tamamlarken bu oran 2011 yılında %18 olarak gerçekleşti. GSMH’nin belli bir yüz-desi araştırma bütçesini oluşturduğu için 2011’de %8,5 büyüyen ülkemizin 2012’de %4,5 büyüyeceği öngörülü-yor. Bu şartlarda Araştırma sektörünün de büyüyeceğini tahmin ediyoruz.

Türkiye’de ve dünyada en çok pazar araştırması yapı-lan sektörler hangileridir?

Telekom, Yiyecek, Kozmetik/Hijyen, Dayanıklı Tüketim, Otomotiv, Farmakolojik ürünler, Finansal Hizmetler ve Toptan/Perakende, FMCG

Bu sektörler özellikle hangi alanda araştırma yapmak-tadırlar?

Tüm sektörler bütün araştırmaları yapmaktadır. Her ko-nuda ihtiyaçlar benzer aslında. Sektörel çok fark bulun-mamakta.

Lojistik sektörü Pazar araştırmalarından ne yönde fay-da sağlayabilir?

Pan Avrupa – Orta Asya ulaşım koridorunda çok önemli bir rol oynayan Türkiye’nin Bağımsız Devletler Toplulu-ğu, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya olan yakınlığı, her türlü ürün ve hizmet potansiyeli bulunan gelişen pazarlara kolaylıkla ulaşım anlamına gelmektedir. Türkiye lojistik sektörü ürünlerin bu pazarlar arasındaki transferinde kritik bir role sahiptir.

32

Türkiye Lojistik Sektörü Araştırması 2008’e göre Tür-kiye lojistik sektörü 59 milyar dolar, lojistik hizmet sağlayıcı pazarı 22 milyar dolar değerindedir, ki bu %37’lik bir pazar penetrasyonu anlamına gelmektedir. Sektör 2002’den bu yana %300’lük bir büyüme göste-rirken, lojistik hizmet sağlayıcıları ise yalnızca %7’lik bir artış sağlayabilmiştir. Bu rakamlar pazarın hizmet sağlayıcılar için ciddi bir büyüme potansiyeline sahip olduğuna işaret etmektedir. Büyüme ile ilgili fırsatların olduğu sektörde müşterilerin sesinin doğru dinlenme-si için Pazar Araştırmaları en önemli silahlardan birisi olabilir. Müşterileri ihtiyaç ve taleplerini daha yakından takip etmek ve tam olarak karşılamak, müşteri mem-nuniyetini arttırmak amacıyla yapılacak araştırmalar sektörün gelişimi için son derece faydalı olabilir.

Online araştırmalar günümüzde araştırma şirketleri-nin bir sahası haline geldi. Online araştırmaların gele-neksel araştırma yöntemlerinden ne gibi farklılıkları bulunmaktadır?

Online araştırmalar, araştırma şirketlerinin uyguladığı saha yöntemlerinden birini oluşturuyor. Türkiye’de 1 yılda yapılan araştırmaların toplam bütçesi, yaklaşık 100 milyon Euro civarındayken, online araştırmaların bunun içindeki payı sadece %1 seviyesinde. Buna kar-şın ABD’de online araştırmalar tüm pazarın yaklaşık yarısını oluştururken, Avrupa ülkelerinde ise olduk-ça yaygın bir kullanım görülüyor. Online araştırmanın geleneksel araştırma yöntemlerinden en önemli farkı, maliyetleri yaklaşık %50 oranında düşürmesi… Tabii, hız da, maliyet gibi yöntemin ayırt edici özellikleri ara-sında yer alıyor. Hedef kitleyi önceden bilme avanta-jıyla, saha takibi daha kolay, geri dönüş oranları diğer metodlara göre daha yüksek oluyor; online ses ve gö-rüntü iletişimi kurmaya imkan tanıyor. Araştırmalarda kullanılacak yöntem belirlenirken, konusuna, hedef kitlesine ve amacına göre tercih yapılıyor. Telefonla, yüz yüze ya da online anket tekniklerinin hepsi uygula-nabiliyorsa, online anketi tercih etmek, çok daha akıl-cı ve mantıklı bir seçim oluşturuyor. Çünkü, güvenilir bir veriyle çalışıldığında, hata payı en düşük yöntem… Özetle; kontrol kolaylığı, veritabanı kalitesi, yüksek katılım oranı, zaman avantajı ve düşük saha maliye-ti uygulamada öne çıkan artılar. Şu anda %1’de olsa 2017’de tahmini bu oranın %15 seviyesinde olacağı beklenmektedir.

Online araştırmalar en yaygın olarak hangi araştırma-

larda kullanılmaktadır?

Online araştırmalar, en yaygın olarak tüketici araştır-malarında kullanılıyor. Bunun nedeni internet kullanı-cılarının pek çok sektörün hedef kitlesinde yer alması. Bazı siyasi ve sosyal araştırmalarda, örneğin okur yazar olmayan ya da görece yaşlı kesimden biriyle online an-ket yapmak pek mümkün değil. Fakat internet kullanan kesimde yapılacak sosyal ya da siyasi araştırmalarda, zaman zaman içeriğe ağırlık verilerek, istenilen kitleyi temsil eden sonuçlar elde etmek mümkün oluyor. ABD ve Avrupa’da internet penetrasyonunun yüksek, tekno-lojik altyapının ise daha gelişmiş olması nedeniyle, on-line araştırma, telefon ya da yüz yüze anket yönteminin yerini almaya başladı. Özellikle uluslararası projelerde çok daha yaygın kullanılıyor. Ülkemizde talep gören ve gelişen bir yöntem olmasına karşın, veritabanı sağla-ma ve güncel tutmanın maliyetli ve zaman gerektiren bir süreç olması nedeniyle, pek çok araştırma firması bu yöntemi uygulayamıyor. Online araştırma, ülkemizde hâlâ “yan” metod olarak görülen bir veri toplama yönte-mi. İnternet kullanımının artmasıyla, online araştırmala-rın sayısının da artacağına inanıyorum.

Sosyal medyanın etkisinin artması pazar araştırmala-rını ne yönde etkilemektedir?

Sosyal medya zaman ve mekan sınırlaması olmadan (mobil tabanlı), paylaşımın, tartışmanın esas olduğu bir iletişimdir. Sosyal medya, firmalar ve müşterileri arasın-daki ilişkiyi daha yakın, samimi, kişisel ve bireysel ilişki haline getirmenize olanak sağlar. Bu etkileşim, güven duygusunu ve birbirini anlamaya kişileri teşvik eder, olası iletişimlerin potansiyelini arttırır. Sosyal medyaya en iyi adapte olanlar; arkadaşları, fanları ve takipçileri ile kişisel seviyede iletişim kuranlardır. Bir firma, takipçile-rini tanıyarak işe başlamalı, daha sonra ilişki ve güven kurma aşamasına geçmelidir. Sosyal ağlar dünyada ol-duğu gibi Türkiye’de de çok yaygın olarak kullanılmakta. Hatta dünyanın çok ilerisinde olduğumuz noktalar da var. Dünyadan farklılaştığımız en önemli mecralardan birisi Facebook. Tüm dünyada Facebook’u en çok kulla-nan ülkeler sıralamasında Türkiye, 27.5 milyon kullanıcı ile 4. Sırada. Öte yandan mobil internet ve akıllı cihaz kullanımı da çok yaygınlaşmakta. Mobil internet kullanı-cılarının çok büyük bir çoğunluğununun, mobil interneti sosyal ağlara giriş için kullandığı göz önünde bulundur-duğumuzda mobil internet trendinin de sosyal ağlarda yaşanan trendi daha da kuvvetlendirecek bir etmen ol-

33

Page 18: AkademiBeykoz Sayı 8

Pazar araştırma sektörünün geleceğini nasıl görüyor-sunuz?

Araştırma dünyasında 90 firma yer almaktadır. Bunları 40 tanesi araştırma şirketidir. Araştırma sektöründe-ki cironun %90’ını 10 firma yapmaktadır. Türkiye’de 2.500.000 firma bulunmaktadır. Firmaların 2.500 ta-nesi araştırma yaptırmaktadır.

Aslında minimum 90 firmanın bu tür araştırmalar yap-tığı düşünüldüğünde sektörümüzün daha da büyüye-ceğini düşünüyorum.

duğunu düşünebiliriz. Sonuçta sosyal ağlardaki her bi-rey bir tüketici ve tüketicinin en yoğun olarak bulundu-ğu bu ağlarda klasik pazarlamanın ötesinde şimdiden yeni pazarlama yöntemleri gelişti ve her geçen gün yeni yöntemlerde gelişmekte. Bu açıdan bakıldığında iletişim açısından sosyal ağlar pazarlama potansiyeli çok güçlü mecralar olarak düşünülebilir.

Araştırma şirketleri ne gibi zorluklarla karşılaşmak-tadırlar?

Birinci nokta; Araştırma, doğası gereği bilimsel olmak zorunda olduğundan, uzman kadro ve en son tekno-lojiyle yapılması gerekir. Oysa araştırma sektöründe verilerin elde edilmesinde kullanılan görüşmecilerin %98’i öğrencilerden oluşmaktadır. Dolayısı ile görüş-meciler veri toplama işini part time olarak gerçekleş-tirmekte ve profesyonelce düşünmemektedir.

Görüşmeler, Pazar araştırması zinciri de temel ve önemli bir halka olmayı sürdürmektedir. Etkinlik ve güvenilirlikleri araştırmanın tüm yapısını etkiler. Müş-teri adına toparlanacak bilgi ne çeşit olursa olsun, gö-rüşmeler bu bilginin derleme aracıdır ve görüşülen kişi arasında bir çeşit kişisel ilişki gerektirir.

Bu noktada önemli ölçüt anketörlerin doğru eğitilme-leri ve sürekli denetim altında tutulmalarıdır.

İkinci nokta; Müşteri baskısından dolayı fiyat baskısı. Bu da sektörün kalitesini olumsuz etkilemektedir.

Gelişen iletişim teknolojileri araştırma sektörünün iş modellerini nasıl şekillendiriyor?

Online Toplulukların, Mobil Araştırmaların ve hızla ge-lişen, yenilenen teknolojinin hakim olacağı geleceği-mizi en iyi şekilde yönetebilmek için araştırma şirket-leri ve pazarlamacılar olarak bizlerden beklenen:

Tüketici ile bulundukları her ortamda dialog kurabilen ve etkileşim halinde hareket ederek onlarla birlikte ya-ratan; iyi dinleyen ve iyi anlayan; farklı platformlarda tüketicilerin bizlere sundukları geri bildirimleri gelece-ği besleyecek içgörüler içeren hikayelere dönüştüren “düşünce ortakları” olmamız.

Bunu yaparken müşterilerimizle birlikte hareket etme-miz ve yine müşterilerimiz tarafından stratejik iş orta-ğı olarak konumlandırılarak, pazarlama sürecinin her noktasına dahil edilmemiz çok önemli.

34

Tüm dünyada ve ülkemizde pazarlamanın parlayan yıl-dızı dijital. Pazarlama gurularının da söylediği gibi, artık sadece pazarlamada değil iletişim düzeninde bir deği-şiklik oldu. Dijital dünya, sosyal medyanın hayatımıza girmesi, cihaz devrimi ve 3G ile mobilin hızlı yükselişi, online video ile TV izleyicisini de kendine çekmesi ve tabii ki e-ticaretin kullanıcılara sunduğu hizmetlerin artmasıyla şekilde değiştirdi ve hem kullanıcılar hem de markalar açısından hayatımızın önemli bir parçası haline geldi.

Türkiye Şu An Tüm Dünya İçin «Emerging Market» Olarak Gözbebeği Durumunda...

Ulusal ve uluslararası dijital pazarlama etkinliklerinin birçoğunda Türkiye ile ilgilenen yatırımcıların her ge-çen gün biraz daha arttığını görüyoruz. Bu, artık diji-talin bir mecra olmasının yanısıra endüstriyel olarak da kendi rüştünü ispat etmiş olduğunu gösteriyor.

Türkiye’ye giriş yapan şirketlere baktığımızda da aynı hareket seyrini görüyoruz; dijitalin her kanalında iş yapan oyuncular, peş peşe pazarda aktif olarak var-lık göstermeye başladılar 2011 itibariyle. Önümüzdeki günlerde de yeni sürprizler olacak gibi görünüyor.

Türkiye’de dijital kullanımı ve pazarın büyüme rakam-ları da oldukça dikkat çekici. Türkiye toplam Internet nüfusu 32 milyona ulaştı ve kullanıcıların %50’sinin 25 yaş üstünde, yani tüketim potansiyeline/gücüne sahip olduğunu görmekteyiz.

Sosyal medya kullanımına baktığımızda, Türkiye’de

online nüfusun sadece % 4’ü sosyal medya kullanmı-yor. Facebook kullanımına baktığımızda ise oldukça etkileyici rakamlarla karşılıyoruz; bugün 31 milyon kişi Facebook’u aktif olarak kullanıyor, Türkiye Facebook kullanımında dünyada 6. sırada, online nüfusa göre pe-netrasyonu %90. Bir diğer popüler sosyal medya plat-formu Twitter’da durum farklı değil ; orada da aktiflikte dünya 8 milyon üyemizle 8. konumdayız. Linked- in iş dünyasına yönelik bir sosyal paylaşım platformu olma-sına rağmen 50 ülke arasında 1 milyona yakın üye ile 17.sırada yer alıyoruz.

Online video kullanımına baktığımızda, Türkiye’deki kişi başına düşen izlenme rakamlarına göre Avrupa sırala-masında 2. sıradayız. Türkiye’de bir kullanıcı 1 ay içe-risinde ortalama 200 adet video izliyor ve ortalama 23 saati video izleyerek geçiriyor.

Mobilde de rakamlar yine dikkat çekici, Türkiye’de mobil abone sayısı 61.7 milyon. Türk halkının %84’ü cep tele-fonu kullanıyor. Ev hanımlarının % 50 ‘si ve gençlerin %50’si 3G abonesi.

Ülkemizde e-ticaret kullanımına baktığımızda, online nüfusun %20’sinin internetten alışveriş yaptığını ve geçen seneye göre 2011’in ilk çeyreğinde %45 büyüyen pazarın oldukça büyük bir potansiyele sahip olduğunu görmekteyiz.

Tüm bu rakamlar dijital platformu markalar için de oldu-ça çekici hale getiriyor.

MedyaNet dijitali bütün olarak düşünmek gerektiğine inanan bir vizyona sahip, bu doğrultuda da reklamve-renler için dijital iletişimin tüm alanlarında hizmet ver-mekte olan, bu alanda markaların çözüm ortağı konu-munda bir şirketiz.

MedyaNet olarak Display’de 60 premium yayıncımız ile reklamverenlere hizmet vermekteyiz. Display net-work’ümüz aylık 4 milyar sayfa gösterimine ve 32 mil-yon tekil ziyaretçiye sahip.

MedyaNet’in online video network’ü Midyo ise 25 yayın-cımız bulunmakta ve 85.000.000+ video izlenmesi ve 7.000.000+ tekil kullanıcıya sahip.

MedyaNet’in mobil platformu Mobia’da ise 26 iPhone uygulaması, 17 mobil site ve 9 iPad uygulamasının rek-lam alanlarını reklamverenlere sunmaktayız, networkü-müz aylık 200 milyon sayfa görüntülenmesine sahip. ayrıca Vodafone’nun mobil pazarlamada çözüm ortağı

PAzARLAMANIN PARLAYAN YILDIzI DİjİTAL DÜNYA

rima Erdemir

MedyaNet Genel Müdür

35

Page 19: AkademiBeykoz Sayı 8

olarak Vodafone’a kayıtlı 5 milyon aboneye hedefli sms gönderimi yapmaktayız.

Dünya trendleri de gösteriyor ki dijitalin tüm formatları ayrı bir yere ve öneme sahip. Asıl kritik nokta tüm mec-raları kendi doğalarına uygun bir şekilde kullanmak ve birbirleriyle konuşturabilmek.

Yıllardır pazarlama iletişimcileri tarafından ön plana çı-kartılmakta olan “entegre iletişim” in bir adım ötesine geçerek, bu dağılımı ustaca yöneten ve birbiriyle etkile-şimini de sağlayan markalar ön plana çıkacak.

Peki Bu Entegre İletişimi Nasıl Yöneteceğiz?

En önemli kriter iletişiminizin amacı, imaja yönelik bir kampanyada display’in rich media, sponsorluk model-lerinden yararlanabilir, TV kampanyanızı daha geniş kitlere ulaşmasını sağlamak için online video ve sosyal medya kullanabilirsiniz.

Sosyal medya tarafında bunun sadece Facebook ola-rak da düşünmemek lazım, kullanıcıların içeriğinize yorum yapabildiği, onu paylaşabildiği her platform sos-yal medya olarak sayabiliriz. Yani hürriyet.com.tr’de bir haberin altında kullanıcıların yorum yazabilmesi, siteye yüklenen bir reklam filimin kullanıcı tarafından paylaşa-bilmesi mecrayı sosya bir platform haline getiriyor.

Diğer taraftan satışa yönelik bir kampanyada seçtiğiniz kriterlerdeki kişilerin cep telefonlarına mesaj gönde-rerek bilgilerini paylaşmaya yönlendirebilir, display’de CPC’li yani tıklama başına ödeme yapılan kampanyalar ile nokta atışı yapabilirsiniz.

Dijitalde seçtiğiniz kampanya modeli, cihaz yani mobil, tablet, web gibi farklı cihazlar, hatta yayıncı özelinde mecranın doğasına ve kullanıcıların davranışları özelin-de iletişim alternatifleri sunmaktayız

Bununla birlikte hedefleme seçenekleri sayesinde iste-diğimiz kişi belirlediğimiz kritelerle seçerek reklamdan en iyi geri dönüşü alabiliyoruz.

Mobil açısından baktığımızda, dijital iletişim zincirdeki en önemli halkanın mobil olduğunu görüyoruz. Çünkü mobil tüm dijital iletişimin en kişisel ve iletişimde sürek-lilik sağlayan tek mecrası konumunda. Dijitalin teme-linde kullanıcıya sağladığı kolaylıklar var.Aradığı bilgiyi hemen bulma, istediği zaman habere ulaşma, istediği diziy istediği zaman izleme, istediği zaman alışveriş yapabilme vs..Mobil, kullanıcıların tüm bu avantajlara sürekli ulaşabilmesini sağlıyor. Mobil cihazların çeşit-

lenmesi , mobil app.’ler, mecraya özel yayıncılar dijital iletişimimizi daha da keyifli hale getirecek.

Kullanıcıların tarafından bu kadar ilgi gören bir mecra-nın reklamverenler tarafından farkedilmemesi mümkün değildi. Reklamverenler sms ile başladıkları yolculuğun şu ana kadarki en heyecanlı dönemini yaşıyorlar. Hem hala sms ile nokta atışı yaptıkları kampanyalarını sür-dürüyorlar hem de mobil display’in “nimetlerinden” fay-dalanıyorlar. Mobil display’de banner’dan anında SMS gönderimine, anında marka temsilcisini aramaya ve bu-nun gibi farklı ve etkilli alternatiflere yönlendirebilmesi reklamverenler için çok heyecan verici hale gelmesini sağladı. Diğer taraftan banner’ın dışına çıkarak farklı rich media, video vb. modellerin sunulması mecranın yaratıcılığa yatkınlığını da kanıtladı.

Reklamverenler açısından kullanıcıların mecrada tek bir reklamla karşılaşmaları, görsel olarak markalarını daha fazla ön plana çıkartabilecek bir alanda yer almaları da onlar için mecrayı çekici hale getiriyor.

Tablet, kullanıcıların ona keyif veren herşeyi yanında ta-şıyabilmesini sağlıyor, bu özelliği ile birlikte yepyeni bir mecra doğdu diyebiliriz. Markalar da bu mecranın öne-mini ve değerini farketmiş durumdalar. Kullanıcının bu kadar kişisel tercihleriyle içini doldurabilediği ve vakit geçirirken keyif aldığı bir yerde olmak onlara iletişim-lerinde +1 başlama fırsatını verdi. Ve baktığımızda da 2012’de olmak istedikleri bir mecra haline geldi.

Şu an Türkiye’nin önde gelen reklamverenleri, baş-ta iletişim, otomotiv, finans ve inşaat sektörleri olmak üzere mecrayı etkin bir şekilde kullanmaktalar. Her sektör kendi markasının ihtiyaçlarına ve özelliklerine göre farklı formatlar tercih ediyor, örneğin bir otomobil markası mobil banner’ına tıkladığında test sürüşü için form doldurmaya yönlendirirken, bir banka kredi kartı aboneliği için kulanıcıyı bilgilerini paylaşabileceği sms’e yönlendiriyor. Ya da bir inşaat firması hem haber net-work’ünde display kullanırken hem de gelir seviyesine göre kullanıcıları hedefleyerek Vodafone Opt-in datası-na mesaj gönderiyor.. Mecra kullanıldıkça ve daha fazla keşfedildikçe yaratıcı ve farklı daha bir çok örnekle kar-şılaşacağımıza eminim.

Diğer taraftan, mobil kendi reklamveren kitlesini de ya-ratmaya başladı, e-ticaret’in mobile entegrasyonu, mar-kalarım mobil app.’lerinin çoğalması vb. mobile özel uy-gulamalar arttıkça mobil reklamcılık büyümeye devam edecek.

36

721 milyon TL294 milyon TL236 milyon TL

22 milyon TL23 milyon TL13 milyon TL

339 milyon TL230 milyon TL109 milyon TL25 milyon TL

6 milyon TL19 milyon TL58 milyon TL

5 milyon TL3 milyon TL2 milyon TL

Teknoloji açısından baktığımızda, mobil display’in hız-lı bir şekilde büyümesini sağlayacak en önemli yenilik HTML5 olacak. Yayıncıların tüm dijital mecralarda ortak bir platform kullanabilmesi, kullanıcıların herhangi bir uygulamayı indirmek zorunda kalmadan mobilde iste-diği içeriğe ulaşabilmesi ve rich media gibi farklı reklam modellerininin tüm dijital mecralarda gösterilebiliyor olmasını sağlayacak.

Ve biz Mobia olarak yayıncılarımızla birlikte mobildeki tüm teknoloji trendlerini takip ederek sektöre sunmaya devam edeceğiz.

Türkiye’de reklam yatırımlarına bakacak olursak, sizler-le IAB Türkiye’nin rakamlarını paylaşmak isterim.

Türkiye’de 2000 yılından itibaren faaliyet göstermekte olan sektörün büyümesine katkıda bulunmak amacıy-la kurulan IAB Türkiye, Türkiye›de internet sektörünü ortak bir platformda buluşturmak, sektöre ölçümleme standardı getirmek ve Türkiye pazarını global pazarda en doğru şekilde tanıtmak için çalışmakta.

Şu an TV mecrasının ölçümlemesinin yapılamadığı düşünüldüğünde, IAB’nin getirdiği standartlar ile mec-ranın ölçülebilirliği bu anlamda daha da önem kazan-maktadır.

Türkiye Dijital Reklam Harcamaları şu ana kadar Rek-

lamcılar Derneği tarafından, diğer reklam harcamaları ile birlikte açıklanmaktaydı.

Bu yıl ilk defa 23 Mart’ta Dijital Reklam Pazarı’nın hac-mi IAB Türkiye tarafından ADEX raporu ile ayrı olarak açıklandı. ADEX raporunda dijital reklam formatlarının, display, mobil, online video ve arama’nın, reklam harca-maları ayrı olarak raporda yer aldı.

Tüm rakamlar IAB Türkiye tahminidir. Yaratıcı işler, CRM çalışmaları,

SEO yatırımları hariçtir.

İnternet Reklam Yatırımları Toplamı Display Reklam Yatırımları Gösterim ya da tıklama bazlı reklam yatırımları Video reklam yatırımları Sponsorluk yatırımları Gelir paylaşımı reklam yatırımları Arama Motoru Reklam Yatırımları Kelime bazlı reklam yatırımları Arama motoru görüntülü reklam ağı yatırımları Mobil Reklam Yatırımları Mobil gösterim reklam yatırımları Mobil opt-in SMS/MMS yatırımı İlan Sayfaları Reklam Yatırımları Diğer E-posta

In-game advertising

37

Page 20: AkademiBeykoz Sayı 8

“GIDA EMPERYALİST BİR SİLAHTIR”

Prof. Kenan Demirkol

Yıllardır GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) ko-nusunda bir takım bilgiler edindik. Evet, zararlıydı bun-lar, ama nasıl? Tek endişe edilmesi gereken şey GDO mudur? Sağlığımızı olumsuz etkileyen başka unsurlar var mıdır? Nasıl beslenmemiz gerekir? Su içsek yarar mı? Tüm bu soruların cevabını ve daha fazlasını öğ-renmek için yıllardır Beslenme ve Halk Sağlığı konuları üzerine çalışan ve “GDO: Çağdaş Esaret” kitabının ya-zarı Prof. Dr. Kenan Demirkol ile konuştuk.

Beslenme alanı ile ilginiz nasıl başladı?

Üniversitede, Tıp Fakültesi’nde 4. Sınıf öğrencisiyken Halk Sağlığı dersinde, eşimle birlikte “Türkiye’nin Bes-lenme Sorunu” diye 80 sayfalık bir rapor hazırladık. Yani Tıp Fakültesi mezunu olmadan önceden beri de-vam eden bir hobim bu...Yeni bir şey değil yani 33 yıllık bir emek bu.

Beslenmenin toplum üzerine etkilerinden bahsedebi-lir miyiz?

Beslenme gerçekten çok geniş bir konu ve toplumsal yanı da çok ağır basan bir konu. Aslında dünyada toplu iğneden atom bombasına bir yıl içinde elde edilen Gayri Safi Hâsılanın yarısı gıda ile ilgilidir. Ancak buna gübre fabrikası, tarım ilacı, traktör fabrikası vs. her şey dâhil, gıda sanayisi her şey dâhil ama bütün dünyanın bir yıl-

da ürettiği Gayri Safi Hâsılanın yarısı gıda ile ilgilidir. Geri kalan yarısının üçte biri enerji, üçte biri silah, üçte biri de sağlıkla ilgilidir ve petrol olan enerji dediğimiz o üçte bir için komşumuzda dört milyon insan öldürüldü. Dola-yısıyla, gıda aslında dünyanın en emperyalist silahıdır.

Gıdaya bir de bu açıdan bakmak lazım. Uluslararası bo-yut açısından oldukça emperyalist bir silahtır ve bazı dev ülkeler, gıdayı başka toplumları baskı altına alına-bilmesi açısından silah olarak kullanmaktadır. Nitekim şimdi Amerika’daki iki tane büyük vakıf –Bill Gates Vakfı ile Rockefeller Vakfı Afrika’ya GDO’yu sokmak istiyor ve bu şekilde Afrika’yı yeniden egemenliği altına almaya çalışıyor.

Bunu nasıl yapıyorlar?

Yani 1800’lerde nasıl Afrika Batılı ülkelerin çok önem-li bir sömürgesi olmuş yeniden aynı süreç başlıyor. Şu anda bütün o Afrika’daki o eski sömürgeler dağılıp bağımsızlıklar elde edildi ama şimdi askerle ve silahla değil, başka unsurlarla yeniden Afrika’nın sömürgeleş-tirilmesi planı var. Yani 21. Yüzyıl yine Afrika üzerinde oynanacak bir yüzyıl ve bunda gıda ve su çok önemli bir silah olacaktır.

Amerika GDO Tarımı ile mi bunu yapacak?

Genetiği Değiştirilmiş Tohumlar olarak söylemek daha uygun olur ve acaba niye genetiği değiştiriliyor bu to-humların? Bana tek cümleli bir yanıt vermek isterseniz: Tohumun genetiği niye değiştiriliyor?

Bize söylenen daha verimli olması, daha çok insanı do-yurması...

Peki, gerçek nedir?

Gerçek; daha çok insanın üreten firmalara bağımlı ol-masıdır.

Tohum egemenliği, dolayısıyla gıda egemenliği... Yani gıda egemenliğinin en kestirme yolu, o gıdanın üretildi-ği tohuma egemen olmak. On binlerce, milyonlarca ton gıdaya hükmetmektense, onun yüzde biri kadar bir yer işgal eden, ağırlık işgal eden tohuma egemen olmak çok daha basit. Manipülasyonu çok daha basit, sağa sola gönderilmesi çok daha basit.

Şimdi dediğiniz çok doğru, dünyada iki kere emperyalist ülkeler açlık kartını kendi çıkarları için kullanmıştır. Bun-

röportaj: cansev Ata

Fotoğraf: cansev Ata

38

lardan ilki 1960’lı yıllarda başlayan “Yeşil Devrim” adını alan süreçtir ve Yeşil Devrim’de Amerika’da ya da Ameri-kan şirketleri tarafından Meksika’da üretilmiş olan hibrit tohumların dünyaya pazarlanması amacını güdüyordu ve açlık kartı oynandı. “Dünyada bunca aç var, bunları doyurmak için verimli tohumlara ihtiyaç vardır.” dendi. Şimdi ikinci kez Genetiği Değiştirilmiş Tohumlar ortaya çıkınca yine açlık kartı oynanıyor ama kesinlikle GDO’lu tohumlar daha yüksek verime neden olmamaktadır. Hatta bunların en büyük üreticilerinden bir Amerikan şirketinin CEO’su, gazeteciler tarafından sıkıştırıldığın-da “Biz bunları daha çok verim versin diye üretmedik.” demek zorunda kalmıştır. Yani üretici firmanın en tepe-sindeki yönetici bile, daha yüksek verim elde edilmedi-ğini ifşa etmiştir. Nitekim Amerika’da da, bağımsız üni-versitelerin yaptığı araştırmalarda, değil daha yüksek verim, ortalama %7 dolayında ortalama daha az verim elde edildiği kanıtlanmıştır. Bir kere açlıkla, dünyadaki fakirleri doyurmakla GDO’nun hiç ilgisi yok, aksine GDO daha çok aç yaratacaktır. Çünkü biz dünyada şu an var olan 1 milyar aç insanın kim olduğuna göz attığımızda görüyoruz ki bunların 700 milyonu tarımla uğraşan köy-lüler. Köylü niye aç? Kendi yemeğini kendisi üretemez mi? Üretemiyor. Çünkü tarımda girdi maliyeti ne kadar yüksekse, risk o kadar artar ve çiftçinin hala çiftçilik yapması o kadar risk altına girer.

Açlığın ana nedeni nedir?

Şimdi bugün açlığın ana nedeni Dünya Ticaret Örgütü’dür. DTÖ II. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkeler ara-sı rekabette bir düzen olsun diye endüstri ürünlerine çok yüksek gümrük vergilerinin konmasının engellenmesi amacıyla “Gümrük ve Tarifeler Birliği” adı altında kurul-muştur. 1995 yılında Gümrük ve Tarifeler Birliği, Dünya Ticaret Örgütü’ne dönüştürülmüştür. Bu yıl aynı zaman-da gıda sözleşmesi adı altında tarımsal ürünler de aynı kapsama alınmış ve ülkeler istediği gibi başka ülkede üretilen ürünlere gümrük konması yasaklanmıştır. Di-yelim ki siz Türkiye olarak pancar cennetisiniz ama bir şekilde bir yerde çok ucuza pancar var, siz kendi üreti-minizi korumak ve ucuz pancarın ülkeye gelişini engel-lemek için, Dünya Ticaret Örgütü üyesi olduğunuz için keyfinize göre gümrük vergisi koyamıyorsunuz. Böylece ama ne oldu, üçüncü dünya ülkelerindeki tarım üretimi dünya pazarında rekabete giremedi.

Neden giremedi?

Çünkü Dünya Ticaret Örgütü bir yandan gümrüklerin

yükseltilmesini engellediği gibi diğer yandan da dev-letin tarımı desteklemesini engellemektedir. İki büyük ülke ve ülke grubu bunların dışında Amerika çiftçisine yılda 60 milyar $, Avrupa Birliği de aşağı yukarı aynı miktar tarım desteği vermektedir. Dolayısıyla haksız re-kabet yapabilmektedir. Bunu size bir örnekle açıklaya-yım. Haiti halkının %20’si geçimini pirinç üretiminden elde eder ve Haitili pirinç üreticisine göre Haitili 70 kat daha az enerji kullanarak pirinci üretir. Dolayısıyla çok daha ucuza üretir. Ancak Amerika pirinç üretimine yarı yarıya destek verdiği için, Amerikalı çiftçi pirincini 1 $’a mal ettiyse 50 sente üretmiş oluyor, 60 sente de sattığı zaman bunu ve Haitili çiftçi bunu 70 sente üretmişse, Haiti’de artık Amerikan pirinci yenmiş oluyor. O yüzden de Haitili pirinç üreticisi üretim yapamıyor çünkü malını satamıyor, o yüzden açlıktan ölüyor.

Yani dünyadaki açlığın sebebi gıda arzındaki eksiklik değil. FAO’nun açıklamalarına göre dünya 10 milyar in-sanı besleyecek kadar gıda var. Açlığın nedeni, insan-ların gıda satın alacak paralarının olmaması. Bunun da başlıca nedeni kırsal alanda üçüncü dünya ülkelerinde yapılan üretimlerin artık dünya pazarlarında satılamaz olmasıdır. Çünkü dünyanın en büyük iki sanayi bölgesi olan Amerika ve AB, aynı zamanda dünyanın en büyük tarım üreticileridir ve yaptıkları sübvansiyonla, tarımsal desteklerle, fiyatlarda damping yaratarak haksız reka-bete yol açmakta, bu yüzden insanlar açlıktan ölmek-tedir.

Türkiye’de de tarım yapılmıyor artık hatta bu biyogüven-lik kurulu GDO’lu 13 farklı mısırın Türkiye’de satışına izin verdi.

Verdi; ancak çok taze bir haber, dünkü gazetede vardı, o izin yargı yoluyla iptal edildi.

Çok güzel bir haber, ancak bu hükümet göz yumduysa şimdi soğutulup bir süre sonra aynı şekilde piyasaya sürülebilir mi?

Bunun emperyalist bir olay olduğunu söyledik yani GDO’nun açlıkla ilgisi yok. Siz tohumun fiyatını daha da yükseltirseniz, çiftçi bu tohumu daha da alamaz olacak, daha da tarımdan uzaklaşacak, daha da açlığa mahkûm olacak. O yüzden GDO açlığa neden olan bir olaydır, aç-lığı bertaraf eden bir olay değildir. Bunun artık böyle bi-linmesi gerekiyor.

GDO niçin üretildi sorusuna geri gelirsek... Aslında Ame-

39

Page 21: AkademiBeykoz Sayı 8

rika’daki bir mahkemenin canlı varlıklara da patent ver-mesiyle bu süreç başladı. O güne kadar canlı varlıklara hiç patent verilmemişken, ilk kez Amerika’da bir mahke-me canlı bir varlığa patent verdi ve patent dairesine bu-nun müracaatını bulunan avukatlık göreviyle bugünkü Amerika Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton olmuştur.

Enteresan...

Bu insanlar önceden seçilip, belirlenip bir yerlere getirti-liyor. Yani Bill Clinton tesadüfen başkan olmadı, Hillary Clinton şu anda tesadüfen Dış İşleri Bakanı değil. Bu in-sanlar çok önceden belirleniyor ve bu süreçlere hazırla-nıyor. Amerika’da Başkanlık seçimi diye bir şey yok. Bir iki tane aday aynı kuruluş tarafından hazırlanıyor, ondan sonra o iki aday arasından sanki demokratik bir seçim yapılıyormuş gibi bir seçim oyunu yapılıyor. A değil de B başkan oluyor. Hiç değişmiyor yani.

Bütün adaylar önceden belli zaten ve aynı kuruluş veya aynı zihniyet tarafından o yarışlara hazırlanıyor. Onun için hiç şaşırmayın. Yani o başkanlık yarışında dişe diş kıran kırana rekabet yaptığını düşündüğünüz insanlar akşam buluşuyor birlikte viski içiyor.

Canlı varlığa patent verilme sürecine geri dönmek ge-rekirse... Patent alındıktan sonra, oldukça namuslu Amerikan şirketi şöyle bir şeyden yola çıktı: Bir sebze veya meyve olgunlaşmasının son günlerinde vitamince zenginleşir ama siz bir domatesi Antalya’dan İstanbul’a gönderecekseniz, tam olgunlaşan domatesi gönder-diğinizde İstanbul’a vardığında o domates artık salça olmuş olur, ezilir büzülür. Olmasın diye, hem dalında olgunlaşsın hem de ezilmeden gelsin diye, daha sert kabuklu bir domates üretebilir miyim diye domatesin geniyle oynadı ve gerçekten öyle bir domates elde etti. Bu domatese de “Flavr Savr” adını verdi –komik bir isim- Ancak, namuslu diyorum çünkü şirket bunu piyasaya sürmeden önce Amerika Sağlık Bakanlığı’na (FDA) “Biz bunu yaptık ama bunun insan sağlığına bir sakıncası var mıdır? Lütfen siz de inceler misiniz?” dedi. FDA da bunu incelediğinde baktı, bununla beslenen farelerin on iki parmak bağırsağında delinme olduğunu gördü ve şirke-te yazı yazdı. “Siz çok güzel bir şey yapmışsınız ancak bununla beslenen farelerin on iki parmak bağırsağında delik oluyor. Siz bunu düzeltin, bunu kamuya açıkla-mayalım, biz size ruhsat vermek istiyoruz.” dedi. Bunun üzerine şirket “Hayır. Böyle bir riski göze alamayız. Top-lum sağlığıyla oynayamayız.” diyor. Ürününü geri çeki-yor ve iflas ediyor.

Öbür taraftan, Monsanto adındaki bir firma yıllık gelirinin yarısını ticari adı “Roundup” olan “Glifosat” etken mad-deli bir yabancı ot öldürücü ilaçtan kazanıyor. Ancak 30 yıllık patent süresi dolmak üzere, dolayısıyla herkes aynı etken maddeli ilacı üretebilecek ve geliri çok be-lirgin oranda düşecek. Bir yandan çiftçi kendi ekini za-rar görmesin diye zararlı ot öldürücü ilaçlarını azar azar kullanır -SMS’le gönderilmiyor ki zararlı ot ilacını, ona da zararlı buna da zararlı.- Monsanto ne yapayım diye düşünürken, bu iflas etmiş şirketin Know-How’ını satın alıyor ve kendi yabancı ot ilacına dayanıklı soya fasulye-si üretiyor. Soyanın genetiği ile öyle bir oynuyor ki, kendi ürettiği yabancı ot öldürücü ilaç o soyayı öldürmüyor.

İşte GDO’yu üretmenin çıkış noktası bu olmuştur. Fakat bunu gören Amerikan devleti “Benim sanayiciler,m bunu gıda silahı olarak kullanacak ama ben de bunu gıda sila-hı olarak kullanabileceğim.” diye düşündüğü için, Ame-rika Tarım Bakanlığı ile şirketler kol kola girmişlerdir ve dünyanın canına okumak için yola koyulmuşlardır.

Glifosat denilen etken maddeye dirençli soya fasulyesi üreterek bir özellik kazandırılmış oldu. Bu bir tek özellik için dört gen nakletmeniz gerekiyor. Bunlardan birin-cisi o özelliği kazandıran gen ama o gen acaba bitkiye aktarıldı mı? Yoksa aktarılmadı boş mu geçti? Her bir aktarıldığını zannettiğiniz hücreyi yeniden olgun ürüne getirmeniz çok maliyetli olduğu için, o genin aktarılıp aktarılmadığını bilmek önemli. O yüzden ikinci bir işa-ret geni yerleştiriliyor. O işaret geni de antibiyotik direnç geni. Eğer genetik aktarım gerçekleştirildiyse söz konu-su antibiyotiğe –genellikle Kanamycin direnç geni kul-lanılıyor.- Kanamycin’e de direnç kazanmış olacak bu bitki. O hücre Kanamycin banyosuna atıldığı zaman öl-müyorsa gen aktarımı gerçekleştirilmiş olacak. Aktarı-lan bu gen insan, hayvan ve bitki vücudunda sürekli ça-lışmaz. Bunun ne zaman çalışacağını belirleyen, üçüncü bir gen olarak, genellikle karnabahar mozaik virüsünden elde edilen “Promoter gen” adı verilen çalıştırıcı bir gen kullanılıyor. Ama bu da kanser hücrelerinin hızla çoğal-masına neden oluyor. Dördüncü gen olarak “kısırlaştı-rıcı gen” kullanılıyor. Çiftçi tohumu bir kere kullansın ve bundan tohum elde edemesin diye kullanılıyor.

Tohumu kısırlaştırıyor peki yiyen kişilerde böyle bir et-kisi oluyor mu?

Hayır, yiyen kişileri kısırlaştırmıyor. Bu tohumun patenti kimin elinde? Amerikan Tarım Bekalığı’nın elinde. Yani her GDO’lu ürün satıldığında Amerikan Tarım Bakanlığı

40

da para kazanıyor. Direkt olarak devlet kendisi ortak ol-muş ve para kazanıyor.

Sürekli olarak para kazanmaya da devam edecek çünkü tohum kısır...

Her sene tohum alınması gerekiyor evet kumpas böyle kurulmuş ve daha da ötesi var. Bu gen sizin tarlanıza, toprağınıza bulaştığında yer altı su kaynaklarına, top-raktaki böceklere de o gen geçiyor ve bu gen etrafa da yayılabiliyor.

Bu neye sebep oluyor?

Mesela artık hiç bir ilaca cevap vermeyen, sadece ve sadece elle kopartılması gereken devasa otların Arjantin’de çıkmasına sebep oldu. Bitkiler direnç kaza-nıyor. Ayrıca yerli tohumların genetiği de bozulmuş olu-yor. Böcekle, rüzgârla, arıyla, kelebekle taşınarak bütün her tarafa yayılabiliyor bu gen. Neticesinde artık çiftçi kendi tohumunu da kullanamaz oluyor. Mecburen diğer tohumu kullanıyorsun.

Ayrıca, “Türkiye’de GDO’lu tarım yasak o halde bu risk yok. “diye düşünülebilir ama hayvan yemi olarak bu kul-lanıldığında ve hayvanın gübresi kullanıldığında yine o gen tarlaya saçılmış oluyor.

Sadece çevreye zararı olmuyor. O tarladan yetişen ürü-nü de biz yiyoruz.

Evet, siz hayvan gübresi ile gübrelenmiş, mükemmel bir geleneksel tarım ürününü, bir organik ürünü yediğinizi zannediyorsunuz ancak GDO yemiş oluyorsunuz.

Buradan sağlıklı beslenmeye bir geçiş yaparsak... Ko-nuya tarım ilaçları, şeker ve yağ olarak üç ana unsur altında devam edersek, tarım ilaçlarının çevreye ve sağlığa etkileri nasıldır?

Yaygın olarak kullanılan Azot gübresinin bile insan sağ-lığına bir kaç açıdan zararı var. İlk olarak azot gübresi kullanılan arazinin altında bulunan yer altı sularıyla, azot gübresinin kullanılmadığı bölgelerdeki yer altı su-yunun azot miktarına bakıldığında bire yüz fark ortaya çıkıyor. Yani tarlaya azot serpilince azot sadece tarlada kalmıyor, içme suyumuza da geçiyor. Azot toprağa gir-dikten sonra nitrat’a dönüşür ve bu içme suyuna da karı-şır. Nitrat içme suyu ile alındığı zaman midede, özellikle yaşlı insanlarda ve bazı hastalıklar sonucunda mide öz suyu azalmış olan insanlarda midede var olabilen bazı

bakteriler tarafından bu azot Azot Nitroz bileşimlerine dönüştürülür. Bu bileşimler de mide kanseri ve karaci-ğer kanserlerinin başlıca nedenlerindendir. Yani sade-ce Azot gübresinin kullanılması bile çocuklarda beyin kanseri, erişkinlerde mide kanseri ve karaciğer kanseri yapıcı bir etkendir. Yapılan yeni bir araştırmaya göre ile-ri yaştaki kadınlar düşük dozda nitratla karşılaştığında yumurtalık ve mesane kanserine daha fazla oranda ya-kalanmaktadır. Ankara ve İzmir yöresindeki içme sula-rındaki arsenik meselesi neden aniden çıktı? Eskiden böyle bir sorun yoktu.

Neden çıktı?

Çünkü eğer azot gübresi kullanıldığında, nitratlar yer altı sularına geçer, yer altında bulunan kayalıklara ulaşır. Arsenik kayanın doğal bir parçasıdır. Nitrat arseniği çöz-düğü için içme sularında, kuyu sularında arsenik prob-lemi ortaya çıkar. Geçenlerde İzmir’de bir konferansta da dile getirdim, özellikle su havzalarının yanında asla nitrat ya da azotlu gübre kullanılmaması gerekir ve buna çok özen göstermek gerekir.

Ayrıca fosfatlı gübreler var üzerinde durulması gereken. Fosfat yeşil bitkilerin aşırı üremesine yol açmaktadır. Fosfat da yine yer altı sularına oradan akarsuya oradan da durağan göllere gittiği zaman göllerde inanılmaz bir yosun artışına yol açmakta ve o yosunlardan bazıları da zehirli yosunlar olduğu için göldeki her canlının ölmesi-ne ve o göl sularının artık içme suyu olarak kullanılma-sına neden olmakta.

Sigaranın akciğer kanserinin dışında pankreas kanseri yapıcı etkisi vardır. Bu etki, tütündeki kadmiyum denen maddeden dolayı olur. Fosfatlı gübreler üretilirken kad-miyum karıştırılabiliyor ve örneğin pirinç tarlasına fos-fat gübresi saçılmışsa pirinçle biz o kadmiyumu alarak pankreas kanseri olma riskimizin artmasına neden ol-muş oluyoruz.

Yani sadece gübreler bile insan sağlığını tehdit edici unsurlardır. Bir de tarım ilaçları devreye giriyor. Tarım ilaçlarının tümü endokrin bozucu sınıfa girer.

Nedir endokrin bozucu?

Organizmadaki hormonların daha az ya da fazla ça-lışmasına neden olan maddelere endokrin bozucular denilir. Bu tanım ilk kez Amerika Endokrinoloji Derne-ği tarafından on iki on üç yıl önce yapılmıştır ve tarım

41

Page 22: AkademiBeykoz Sayı 8

ilaçlarının tümü de bu sınıfa girer. Örneğin östrojen hormonunun daha fazla çalışmasına yol açan bir mad-deyse bu kadınlarda meme kanseri ereklerde de pros-tat kanseri riskini riskini arttırmaktadır. Ayrıca erkekte kısırlığa neden olmaktadır. Tarım ilaçlarının kanserojen ve kısırlaştırıcı etkisi işte bu nedenledir. Örneğin bugün çocukluk çağı kan kanserlerinin başlıca nedeni olarak tarım ilaçları kabul edilmektedir. Bu yüzden olabildiğin-ce tarım ilacından uzak bir tarım yapılması lazım. Acaba tarım ilaçları ve yapay gübre 10 milyar insanı beslemek için gerekli olan gıda üretiminde ne katkısı olmuştur? Bu sorunun yanıtını bulursak dünyada tarım ilacı ve yapay gübreye ihtiyaç var mı yok mu daha iyi anlarız. Bunu kestirmek çok zor ama değişik yayınlar irdelen-diği zaman tüm tarım ilaçlarının dünya gıda üretimine katkısının %6 ile %30 arasında olduğu ifade edildiği görülür. Amerikan Tarım Bakanlığının iddiasına göre en çok %30 katkısı olmaktadır. 10 milyar nüfusu besleye-cek üründen %30’u çıkartın 7 milyar insanı besleyecek kadar ürün var demek ki zaten dünyada.

Ama eşit dağılım yok insanların bunu alacak arası yok.

Aynen öyle, açlık bu yüzden oluyor. Yoksa tarım ilacı kul-lanılmadığından veya başka bir nedenden dolayı değil. Diğer taraftan sadece İngiltere’de son kullanma tarihi bittiği için, ambalajı açılmadan çöpe giden gıda miktarı yılda 18 milyon ton’dur. Yani sadece İngiltere, Almanya ve Danimarka’nın bir yılda çöpe attığı gıda ile Afrika’yı beslemeniz mümkün. Yani dünyada bir gıda eksikliği söz konusu değil. O halde biz niye tarım ilacı kullanıyo-ruz? Tek bir sebebi var: Çiftçi Cemal efendinin sırtından birileri para kazanmak istiyor. Dünya tarım ilacı piyasası yılda 40 milyar dolarlık bir piyasa.

Tarım ilaçları, tohumlar hepsi birbirleriyle bağlantılı o zaman.

Kesinlikle öyle ve genellikle de tohumla tarım ilacını üreten firmalar da hep aynı.

Tohum çünkü o ilaca dirençli bir şekilde üretili-yor.

Zaten bunlar dev Amerikan kuruluşları... Yani çok uluslu deniyor da çok uluslu diye bir şey yok. Şirketin ana mer-kezinin nerede olduğuna bakacaksınız. Onun için ben buna çok uluslu değil “Emperyalist” şirketler diyorum. Yani tarım ilaçlarının da tohumların da üreticileri em-peryalist şirketlerdir aynı zamanda. Niyetleri de bizim

küçük çiftçimizin sırtından para kazanmaktır. Yoksa amaç açlıkla mücadele falan değil.

Hatalı beslenmede bu tarım ilaçları unsuru çok önem kazanıyor. Türkiye Jinekoloji Derneği’nin yakın zaman-da yaptığı açıklamaya göre Türkiye’deki genç çiftlerin %25’i artık kısır. Bu 10 yıl içinde %50’ye çıkacak. İşte sebep bunlar.

Sebep tarım ilaçları mı?

Evet, kesinlikle öyle ve zannedildiği gibi stres falan değil...

Tarım ilacı alırken her hangi bir denetim de yok bildi-ğimiz kadarıyla. İstenilen miktarda alınıp kullanılabiliyor galiba.

Artık Türkiye’de Tarım Bakanlığı araştırma yapıyor. An-cak sizin dediğiniz gibi ben de asla bunun yeterli oldu-ğuna inanmıyorum. Eğer yeterli olsaydı, Almanya’da da yeterli olurdu ama Almanya’da bir kaç yıl önce Green Peace’nin yaptığı çalışmaya göre 1 doz yendiğinde ço-cukta akut zehirlenmeye yol açacak kadar tarım ilacı bu-lunmuştur. Özellikle Türkiye’den giden ürünlerde de cid-di bir tarım ilacı fazlalığı saptanmıştır. Hatta Almanya’da bu çalışmada Almanya’da üretilip Almanya’da kullanımı yasak olan tarım ilaçlarının artıkları da bulunmuştur. Yani kaçak ilaç dahi kullanıyorlar. Tarım Bakanlığı’nın denetiminin tamamen dışında kaçak ilaç da kullanılıyor. Nerede? Almanya’da bile.

Onun için bizim tek şansımız var onun bunun denetimi-ne güvenmeden küçük çiftçi tarımsal ürünlerini –yani tarım ilacı alacak kadar zengin olmayan insanların yap-tığı ürünleri- bulup, alıp kullanmak gerekiyor. O yüzden ben Pazar günleri Kastamonu pazarından veya organik pazardan alışveriş yaparım. Organik tarımın o yüzden çok büyük bir önemi var ama organik tarım pahalı bir ta-rım olduğu için küçük çiftçi köy pazarlarından alış veriş yapmayı öneririm.

Ama siz biraz önce organik tarım yapılsa bile hayvan yemleri ile bile ürüne GDO bulaşıyor demiştiniz.

Küçük çiftçinin zaten yem alacak parası yok. Bir ya da iki tane hayvanı vardır salar çayıra, hayvan ne bulursa onu yer. O açıdan yine küçük çiftçi tarımı ön plana çıkı-yor. Zaten hayvanına yem almayacağı için GDO’lu gübre kullanımı söz konusu da olmaz.

Şimdi sağlıklı beslenmede, tarım ilaçlarından uzak bir

42

üretimi elde edebilmek çok önemli bir unsurdur. İkinci önemli unsur şeker... İnsan beyninin hangi fonksiyonu için şeker gerekli?

Bildiğim kadarıyla beyin, omurilik ve alyuvarların çalış-ması için enerji sağlanıyor.

Evet, doğru enerji kaynağı olarak glikozu bunlar kulla-nıyor ama bunlar glikozla çalışıyor diye dışarıdan glikoz almamız gerekmiyor. Çünkü insan vücudu da hayvan vücudu da glikozu yağdan veya proteinden kendisi üre-tebiliyor...

Dönüştürüyor diyorsunuz...

Tabii... Dolayısıyla insan vücudunun hiç bir eylemi için dışarıdan şeker alınması gerekmiyor.

Bize hep yıllarca sınavlardan önce şeker yenilmesi tav-siye edildi.

Evet, şeker yediğiniz için tam sınav sırasında kan şeke-riniz düştü o yüzden iki soruyu eksik yaptınız...

O zaman başarısızlıklarımızın kaynağını şekere bağla-yabilir miyiz?

İnsan vücudu şekerin kötü bir şey olduğunu bildiği için şeker yenir yenmez hemen insülin salgılatır ve korku be-lasına o aldığınız şekerden daha fazla insülin salgılatır ve böylece kan şekerinin de düşmesine yol açarak bey-ne daha az glikoz gitmesine neden olur. O yüzden sınav öncesi şeker yemek yapılabilecek en büyük hatadır.

İnsan vücudu zarar görmeden günde en çok 30 gr şekeri sindirebilir. Bu da aşağı yukarı 8 kesme şekere tekabül eder ama buna yediğiniz meyvedeki şeker ve kahvaltıda yediğiniz balın şekeri dâhildir. Çay şekeri, pasta, bisküvi olarak değil de bu hakkınızı meyve olarak değerlendir-melisiniz. Bu da ortalama büyüklükte bir elma kadardır aşağı yukarı.

Bir elma yediğimiz zaman günlük alabileceğimiz şeke-ri karşılayabiliyor muyuz?

Evet, aşağı yukarı hakkınızın tamamını kullanıyorsunuz. Daha bilimsel söylemek gerekirse az şekerli, orta şekerli ve çok şekerli meyvelerden yola çıkarsak incir, muz ve üzümden günde 200 gr, elma, armut, şeftali, portakal-dan günde 300 gr, erik, vişne, çilek, kavun ve karpuzdan günde 400 gr tüketme hakkınız var. Eğer o gün başka

hiç bir şeker yememişseniz. Şekerle tanışmamızın ta-rihçesi de bu kadar gerilere gitmiyor.

Şekerle tanışma tarihçesine girmeden önce bir soru sormak istiyorum. Şekeri fazla tüketmememiz gerek-tiğini söylüyorsunuz ama endorfin hormonu salgılata-rak insanı mutlu ettiğine dair söylenenler hakkında ne diyeceksiniz?

O kesinlikle doğru değil, endorfini salgılatan şeker de-ğil daha çok kakao endorfin salgılatır. Şeker aksine Amerika’da hem yetimhanelerde hem de hapishane-lerde yapılan çalışmalarda yüksek şekerli öğünler veril-dikten sonra mahkumlar veya çocuklar arasında kavga çıktığı çünkü şekerin değil mutlu yapmak aksine agresif yaptığına dair sonuçlar var.

Kan şekerinin aniden yükselip sonra bir anda düşme-siyle insanlar yoksunluk mu hissediyorlar?

Onu bilmiyorum, fakat gözlem olarak agresifleştirdiği saptanmıştır.

Şekerle tanışmamızın tarihçesine dönersek...

Şekerle ne zamandan beridir tanışığız diye baktığımızda şeker aslında ilk olarak şeker kamışından elde edilmiş-tir. Son iki yüz yıl öncesine kadar da tek şeker kaynağı şeker kamışıydı. Biliyorsunuz şeker kamışı tropikal ülke-lerde yetişiyor. O yüzden zamanında Anadolu ve Avrupa topraklarına ya Hindistan’dan gelmiş ya da Amerika’nın keşfinden sonra Latin Amerika ülkelerinden gelmiş. Şeker oldukça pahalı ve sadece çok zengin ailelerin sofrasında bulunan bir ürün. Elimizdeki İngiltere’ye ait istatistiğe göre İngiltere’de bir kişinin yıllık şeker tüke-timi 1700 yılında ne kadar biliyor musunuz? Bu günkü miktarı söyleyeyim ben 70 kg. Yani Avrupa’da her insan bir yılda, aşağı yukarı kendi beden ağırlığı kadar şeker tüketiyor. 1700 yılında bu ne kadardı tahmin edin...

Daha az olmalı, 15 gr ya da en fazla 1 kg olabilir mi?

Yılda 5 gr yani 1 kesme şekeri kadar. Şimdi bu beden bu kadar şekere tahammül edemiyor. Şimdi diyeceksiniz ki biyolojik varlıklar çevreye uyum sağlar. Doğru, ama bu kadar şeker tüketmemiz için de genetik bir uyum gereki-yor. Bu uyum 40 bin yılda ortaya çıkacak. Bu kadar uzun süre beklemeye sabrınız varsa buyurun yemeye devam edin. Sabrınız yoksa –ki yok, genetiğinize uygun besle-neceksiniz. O da şekersiz bir beslenmedir. Yani en çok

43

Page 23: AkademiBeykoz Sayı 8

size zarar vermeyen miktarı, 30 gramı, tüketeceksiniz.

Biraz önce enerji olarak şeker kullanılıyor dendi. İnsan vücudundaki hücrelerin enerji kaynağı Adenozin Tri Fosfat denen bir maddedir ATP diye kısaltılır. ATP’yi hücrelerimiz iki madden üretir ya yağ asitleri ya da şe-ker. Sadece glikozdan ATP üreten hücreler beyin, omuri-lik hücreleri ve eritrositlerdir ama onun ihtiyaç duyduğu şekeri vücudumuz kendisi üretebilmektedir. Geri kalan, mesela kas hücreleri, yağ hücresinden rahatlıkla ATP üretebilmektedir. O nedenle esas enerji kaynağı yağdır.

Yağlar konusuna geldiğimize göre öncelikle şunu sor-mak istiyorum. Margarin üreticileri “Uzmanlar, sağlık için margarin tüketmenin tereyağı tüketmekten daha iyi olduğunu belirtmektedir. Margarinin sağlıklı bir bes-lenme düzenindeki önemli rolü bilindiğinden rejimlerde margarin de tavsiye edilmektedir. Margarinin düzenli kullanımı, çocukların büyümeleri ve gelişmeleri için ge-rekli olan besinleri almalarına katkıda bulunur.” diye id-dia ediyorlar. Bu iddia konusunda ne düşünüyorsunuz?

Tümüyle yalan, tümüyle yalan. Bir kere margarin yapay bir yağdır. Margarinde kullanılan yağ asitleri ucuz sıvı yağdan fabrikasyon usulü hidrojenizasyon sonucu, hid-rojenize edilip katı yağa dönüştürülmesiyle katı yağ elde edilen yağ asitleridir. Ucuz yağ olarak da özellikle Güney Asya’daki yağmur ormanları katledilerek “palm yağı” üretmek için, palm plantajları kurulmaktadır. Ağırlıklı olarak ya palm çekirdeği ya da palm yağı kullanılır. Bazı yerlerde pamuk çoksa pamuk veya başka sıvı yağlar da kullanılır. Ancak bunlar sıvı yağ olduğu ve paketleneme-yeceği için ilk önce kimyasal işleme tabi tutulur. Bunun sağlıklı olabilmesinin imkânı yoktur. Zaten bu yağların büyük bir bölümü Omega 6 yağlardır ve bu yağların sıvı yağ olarak tüketilmesini de sakıncalı olarak görüyoruz. Ayçiçek, mısır özü, soya, palm yağı gibi yağlar Omega 6 kökenli sıvı yağ olduğu için insan vücudunda en önemli yağ olan Omega 3’ün emilimini engellemektedir. Zaten Omega 3 yoksunluğu çağında yaşıyoruz ve sadece ba-lıktan alabildiğimiz Omega3’ü atalarımız eskiden tere-yağından alıyormuş. Çünkü Omega 3’ün esas kaynağı yeşilli. Balık yosun yediği için veya yosun yiyen küçük balıkları yediği için balıkta Omega3 var. Koyun, inek sü-tünde ve etinde de Omega 3 vardır; siz duymuş muydu-nuz bunu?

Hayır, hiç duymamıştım.

Eğer siz ineği, koyunu merada otlatırsanız; merada otla-

yan hayvanın sütünden tereyağı yaparsanız bu bir mu-cizedir.

Yıllarca bize tereyağının zararlı olduğu söylendi.

Çünkü hayvan ahıra kapatıldığında ve endüstriyel yem, pancar küspesi, mısır silajı yerse o zaman hem süt yağ bileşimi hem de iç yağ bileşimi bozularak kalp hastalığı-na neden olmaktadır.

Hayvan doğal beslenmediği zaman sütünden yapılan tereyağı zararlı oluyor o zaman öyle mi?

Hayvanı doğal besleyeceksin ki sen de hayvandan doğal bir besin alasın. Hayvan yapay beslenirse ne alabilirsin? Kanada’daki bir çalışmada, margarinle beslenen anne-lerin sütünde bile trans yağ asidi bulunmuştur. Yani in-san ya da hayvan ne yerse sütü odur. Süt oraya zembille inmiyor yediği gıdalarla oluşuyor. Hayvana karbonhid-rat ağırlıklı besin yedirirsen süt yağ bileşimi hem de iç yağ bileşimi bozduğun için, bugün biz hekimler olarak hayvansal gıdalardan uzak durun diyoruz. Ama merada otlayan bir hayvandan elde edilen tereyağı zeytinyağın-dan daha sağlıklı daha değerli bir yağdır. Bir mucizedir adeta. Doğanın bize bir nimetidir. Margarinin her türlüsü ve ayçiçeği yağı ve mısır özü yağından kesinlikle uzak durmak gerekiyor.

Peki ya fındık yağı hakkında ne dersiniz?

Fındık yağı, yağ açısından zeytinyağına benzeyen bir yağdır ama üretim tekniği açısından aslında daha çok rafine zeytinyağına benzer. Bakın, piyasadan satın ala-bileceğiniz üç farklı zeytinyağı var: Piyasa değeri olma-yacak kadar kokulu, tortulu, koyu renkli zeytinyağları fabrikaya gider 80°C’ye ısıtılır, sonunda bembeyaz ko-kusuz bir yağ elde edilir buna rafine zeytinyağı denir. Rafine zeytinyağına %5 oranında sızma zeytinyağı ka-tarsanız buna riviera zeytinyağı denir. Ama zeytini alıp sıkıp yağ elde ederseniz buna da sızma zeytinyağı denir. İşte fındık yağı rafine zeytinyağına benzer. Çünkü püre haline getirir, 80°C’ye ısıtır, eter katar yağını öyle elde edersiniz. Yani fındıktan yağı ancak bir işlem sonucun-da elde edebilirsiniz. Ama en azından damar sertliği ya-pıcı değildir ve Omega 3 yağının emilimini engellemez ayçiçeği yağı veya mısırözü yağı gibi. Zeytinyağı kadar pahalı olan bu yağı mı tercih etmeli, zeytinyağını mı tercih etmeli? Birini sıkıp, diğerini kimyasal işlem sonu-cunda elde ediyorsunuz.

44

Hangisini tercih edelim?

Sızma zeytinyağını...

E tabii, hiç bir vitamin kalmıyor. Hiç bir antioksidan kal-mıyor.

Antioksidan dediğimiz şey nedir?

Antioksidanlar değişik kimyasal maddelerdir ve vücut-taki tüm damar sertliği olsun, kanserleşme olsun, bir oksitlenme yani paslanma sürecidir. İşte bu oksitlen-me sürecine karşı gelen maddelere de antioksidanlar denir. O nedenle biz beslenirken bol sebze yemeliyiz ki yeterince antioksidan alarak vücudumuzu hem kansere hem de damar sertliğine karşı koruyabilelim. Yemek pi-şirirken de yağını yemek piştikten ve yemek soğumaya başladıktan sonra katmalıyız. Çünkü yağ olabildiğince ısınmamalı.

Süt konusunda biraz konuşabilir miyiz? Son dönemler-

de UHT tekniğinin çok zararlı olduğuna ve hatta kutu süt içmememiz gerektiğine dair propaganda çalışma-ları var. Bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Bu konuda çok ciddi bir bilgi kirliliği var. UHT sütün za-rarı şuradan kaynaklanıyor. Bir kere ister pastörize süt ister UHT süt, ister yoğurt alın homojenizasyon işlemi-ne tabi tutuluyor bu süt. Homojenizasyon çok ince elek-lerden çok yüksek basınçla sütü geçirip mevcut bütün yağ ve protein moleküllerinin parçalanması anlamına gelir ve bu sayede de yoğurdu bir sene bekletseniz de bozulmaz. Homojenizasyon işlemi sıkıntılı bir işlem ve maalesef UHT sütlerde de ve şu anda ne yazık ki bir sürü pastörize sütte de homojenize süt kullanılmaktadır. Biz homojenize edilmemiş sütü tercih etmeliyiz. Homojeni-ze edilmemiş kutu sütün bir zararı yok. Çünkü kutu süt-lerin ambalajının en iç katmanı polietilen diye bir nay-londur ve polietilenin bugüne kadar herhangi bir sağlık sakıncası bildirilmemiştir. Diğer taraftan şimdi açık sü-tün şu anda propagandası yapılmaktadır. Açık süt tabii

45

Page 24: AkademiBeykoz Sayı 8

ki daha çok tercih edilmeli fakat açık süt, açık olduğu için hileye de “açıktır.” Dolayısıyla geçmişte yapılan ana-lizlerde açık sütlerde suyla sulandırıldığı için sütün yeni-den koyulaşması için sülük dahi konduğu bilinmektedir. Bu nedenle ben toplum sağlığını düşünmek zorunda olan bir hekim olarak ve enfeksiyon hastalıklarına karşı da toplumu korumakla yükümlü olduğumu düşündüğüm için ne yazık ki açık sütü öneremiyorum yine de her türlü olumsuzluğunu belirterek ambalajlı sütü önermek zo-rundayım. En iyi süt nasıl alınır? Her şeyden önce ahırda beslenmemiş havan yani merada beslendiğini gözünüz-le gördüğünüz, sağlık karnesini gördüğünüz ineğin, gö-zünüzün önünde sağılarak elde edilen sütü en iyi süttür.

Bunu da göremediğimize göre...

Bakın bugün hayvanların dörtte birinde ya tüberküloz ya da brucellosis var. Bunlar çok ağır hastalık yapıcı faktör-ler. O hastalıklara kapılmaktansa şişede pastörize sütü ya da UHT sütü tercih etmek gerekir.

Pet şişe sular hakkında konuşmak istiyorum. Son dö-nemde neredeyse su da içmeyin deniliyor. Özellikle pet

şişe suları...

Kesinlikle içmeyin.

Ne içeceğiz peki?

Musluk suyu için. İstanbul’da musluk suyu içilebilir nitelikte-dir. Daha da iyi olabilir belki ama İstanbul’da beş tevzii istasyonu var su için ve tümünün analizleri her gün internette yayınlanmak-ta. Siz satın aldığınız şişe suyu-nun analizini hiç gördünüz mü? Görmediniz, görme şansınız da yok. Zaten pet şişe bir milyon tane, analiz değerleri de standart olarak basılıyor ama her gün aynı su mu konuluyor oraya? Su canlı bir varlıktır, hep aynı mı olur? Ha-yır, ama her seferinde ambalajın-daki etiket hep aynı kalıyor.

Amerika’da yapılan çalışmalara göre şişelenmiş suların bakteri-yolojik kirlilik oranı musluk sula-rından daha fazladır. Bir kere her şeyden önce bu faktör var. Ayrı-

ca, pet şişeler aynı tarım ilaçları gibi hormonal bozucular sınıfına girmektedir ve polietilen tereftalat maddesinden üretilen küçük pet şişeler suya ftalat ve antimon denen ağır metal salgıladığı için hormonal olarak şişmanlatıcı etkiye sahiptir.

Su içiyor kilo alıyoruz yani...

“Su içsem yarıyor” lafı pet şişe sayesinde gerçekleşi-yor. Diğer taraftan 19 litrelik eve aldığımız ya da benim almadığım, belki sizin aldığınız bidonlar hammadde-si Bisphenol-A olan polikarbon denen bir plastiktir. Bisphenol-A’nın meme kanseri yaptığı 1930 yılından beri bilinmektedir. Nitekim Bisphenol-A’lı biberonlar yasak-landı. Peki, biberonda yasaklıyorsun da, su bidonunu niye yasaklamıyorsun? Şimdi biberonu çocuk kullanıyor. Tamam, da anne karnında o çocuğu taşırken neden izin veriyorsun? Yani çok çarpık çok saçma... Bakanlıklar en-düstrinin güdümünde olunca böyle oluyor maalesef.

Son olarak toparlayıcı bir soru sormak istiyorum ho-cam. Şekerden bahsettik, tarım ilaçlarından bahset-

46

tik, yağlardan bahsettik ve hepsi bizim beslenmemizi oluşturan etkenler, şeker hariç diyebiliriz belki de... Nasıl beslenmeliyiz hocam?

İşte bu soruyu tarım bakanına soracaksınız çünkü mus-luğun başında o var. Bakın beslenme son derece politik bir konudur ve sağlıklı beslenmenin bireysel bir çözümü yoktur. Dolayısıyla seçmen olarak bu konulara duyarlılık göstermeyen partilere oy vermemek gerekir. Çünkü ger-çekten biraz önce bahsettiğimiz süte ulaşma yolu... Gideceksiniz Trakya’nın ya da Karadeniz’in kı-yılarına, fakir bir köy bulacaksı-nız, bir köylü bulacaksınız. Onun hayvanının veteriner hekim kont-rolünü göreceksiniz, ne yediğini kontrol edeceksiniz, gözünüzün önünde sağılacak ki sağlıklı süt alabilesiniz. Bunu devlet yapmak zorunda. Devlet niye var? Sizin adınıza bunları yapmak için var. Dolayısıyla sağlıklı beslenmenin bireysel bir çözümü olmadığını tekrar etmek istiyorum ve “Ne yi-

yeceğiz?” sorusunu da bana değil Tarım Bakanı’na sor-manız gerektiğini tekrarlıyorum.

Hocam bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim, sağ olun.

Ben teşekkür ederim.

47

Page 25: AkademiBeykoz Sayı 8
Page 26: AkademiBeykoz Sayı 8

Havacılık Akademisi Başkanı Prof. Dr. Şahin Karasar

Havacılık eğitiminde uluslararası düzeyde bir marka

olmayı hedefleyen Türk Hava Yolları, bu amaçla önem-

li girişimlerde bulundu ve bulunmaya devam ediyor.

Sektörün ve kendisinin ihtiyaç duyduğu eğitimli perso-

neli en iyi şekilde eğitmeyi misyon olarak benimseyen

THY Havacılık Akademisi (TAA), bu alanda eğitim veren

meslek yüksekokullarına da destek olmayı amaçlıyor.

Havacılık Akademisi Başkanı Prof. Dr. Şahin Karasar ile

havacılıkta mesleki eğitimin önemi, TAA’nın hedefleri ve

yaptıkları çalışmalarla ilgili bir söyleşi gerçekleştirdik.

Siz aslında bir akademisyensiniz ve yıllarca da öğre-

tim üyesi olarak görev yaptınız. Türk Hava Yolları’na

geçişiniz nasıl oldu?

Evet, öğretim üyesiyim ve akademik alanım da iletişim.

Havacılık sektörü takdir edersiniz ki yeni ve çok farklı

bir alan benim için. Neredeyse 20 yıl üniversitede ça-

lıştım; son 1.5-2 yıldır da Türk Hava Yolları’ndayım (THY)

Belki bir şans benim açımdan, üniversitede geçirdiğim

20 yılın son 10 yılında akademik eğitim yöneticiliği yap-

tım; yani bölüm başkanlığı, dekan yardımcılığı, dekanlık

ve rektör yardımcılığı yaptım. Bunlarla beraber üniver-

sitenin çeşitli araştırma merkezlerinde de yöneticilik

deneyimi yaşadım. Sektörle iç içe olmamı sağlayan

pozisyonlarda da görev aldım. Kıbrıs Doğu Akdeniz

Üniversitesi Televizyonu’nun müdürlüğünü yaptığım

dönem, sektörle yakın çalıştığım bir dönemdi.

Eğitim yöneticiliği yaparken,–hangi sektörde olursa ol-

sun- eğitimin genel kurgusu hakkında çok deneyim ka-

zanıyorsunuz, farkındalığınız artıyor ve çok önemli bir

tecrübe oluyor bu sizin için. Bu anlamda havacılık sek-

törü, alan olarak bana yabancı ve yeni bir alan olma-

sına rağmen, burada yaptığım iş de eğitim yöneticiliği

olduğundan, şimdiki pozisyonumun gerektirdiği meto-

dolojik yaklaşımı kazanmıştım.Yani bir sektörel eğitim

nasıl planlanır, nasıl kurgulanır, neler beklenir, çıktıları

neler olabilir, istenilen çıktıları elde etmek için nasıl bir

yol haritası çizilir ve izlenir biliyordum. Gerekli bilgi ve

deneyime sahiptim. Havacılık alanına adapte olmamda

bu, çok yardımcı oldu bana. THY’den de böyle bir teklif

gelince -teveccüh ettiler- ben de kabul ettim. Son 1.5-2

yıldır da görüyorum ki, hakikaten ülkemizin bayrak taşı-

yıcısı milli hava yolumuz içinde güzel şeyler yapmışız.

Ne mutlu bize!

Türk Havacılık Akademisi’nden (TAA) bahseder misi-

niz bize?

THY’nin organizasyon şeması altında aslında iki tane

eğitim başkanlığı var. Bir tanesi kabin ve kokpit eği-

timlerinden sorumlu olan Uçuş Eğitim Başkanlığı. Bir

tanesi de Eğitim Başkanlığı. Her iki eğitim başkanlığı

da gerek uçuş, gerek çok genel anlamda yer ve tek-

nik eğitimleri veren başkanlıklar, merkezler. Havacılık

sektöründe eğitim çok kolay değil. Bir takım ulusal ve

uluslararası otoriteler tarafından hem akredite edilmek

zorunda hem de denetlenmek zorunda. Dolayısıyla

TÜRK HAVA YOLLARI, HAVAcILIK EĞİTİMİNDE MARKALAŞMA YOLUNDA

röportaj: Yrd. Doç. Dr. Nejla Karabulut &

Fotoğraf: Onur Yalçın

Yrd. Doç. Dr. Güray Tezer

50

buna bağlı çok da sıkı yaptırımları olan bir alan havacılık

sektöründe eğitim. THY olarak eğitim alanında biz, çok

önemli uluslararası otoriteler tarafından akredite edil-

dik. Buna ek olarak bir de Eğitim Başkanlığı’nın dışa açı-

lan yüzü olarak gördüğümüz Turkish Aviation Academy

(TAA) markasını, uluslararası arenada tescil ettirdik.

Bunu tescil ettirmemizin sebebi şuydu: Eğitim Başkanlı-

ğı olarak biz, sadece THY’ye hizmet içi eğitimler vermek

üzere kurulmuş bir birim olmayalım; aynı zamanda bu

birikimimizi Türkiye’de ya da yurtdışındaki başka hava

yollarının personelini eğitmek amacıyla da kullanalım

dedik. Buna da tabi Orta Doğu, Orta Asya, Balkanlar gibi

bölgesel olarak yakın çevremizden başlayalım istedik.

Sonra da halka halka, müşteri portföyümüzü, hizmet

verdiğimiz alanları genişletmeyi hedefledik.

Bu son iki yıldan önce Eğitim Başkanlığı’nın dışarıya

verdiği eğitimler var mıydı? Yoksa sadece adı değişti-

rilip yeni bir yüz, yeni bir marka olarak mı sunuldu?

Vardı ama sistem biraz daha farklıydı. Genelde yurtdı-

şından eğitim ihtiyacı olan Türkiye’ye gelmek ve eğitim-

leri burada almak zorundaydı. Biz bunu değiştirdik. Hem

kendi çalışanlarımız hem de yabancı müşterilerimiz için

şöyle bir açılım yaptık: Talepler geldikçe, bölgelere göre

o talepleri topluyoruz. Talepleri bir koordinasyon içeri-

sinde belli ülkelerde, belli bölgelerde yoğunlaştırıyoruz.

Sınıfı dolduracak öğrenci sayısına ulaşıldığında da ora-

ya eğitmenlerimizi gönderiyoruz. Böylece hizmeti müş-

terinin ayağına götürmüş oluyoruz. Bu, müşteri açısın-

dan çok avantajlı bir durum. Çünkü müşterimiz, özellikle

birden fazla kursiyer olduğunda, sekiz-on kişiyi buraya

gönderme masrafına katlanmamış oluyor. Onların oteli,

konaklaması, yemesi içmesi, yol masrafları gibi masraf-

lara katlanmamış oluyor. Onun yerine biz eğitmenimizi

müşterimizin ayağına göndererek, onun eğitimle ilgili

sorununa çok pratik bir çözüm getirmiş oluyoruz.

Onlar, verdiğiniz eğitimin gerektirdiği şartları ve orta-

mı sağlıyorlar değil mi? Bildiğim kadarıyla belli şartlar

sağlanmadan eğitim verilmiyor; ya da siz onlara nele-

rin olması gerektiğini söylüyor musunuz?

Tabii. Orada eğitimin yapılacağı mekanın bile, uluslar

arası otoritenin onayından geçmesi gerekiyor. Oradaki

sınıfın bütün fotoğrafları, içindeki bütün ekipmanın bel-

geleri onayları ile birlikte rapor olarak önce bize geliyor;

sonra biz onu, uluslararası otoriteye –ki bu durumda

European Aviation Safety Agency’dir (EASA)- EASA’ya

yolluyoruz. EASA o mekanları onaylıyor. Bu onaydan

sonra, artık bizim eğitmenlerimiz orada eğitim yapabilir

hale geliyor. Bütün bunlar dokümante edilmek zorunda;

çünkü herhangi bir denetlemede bizim eğitim verdiği-

miz mekanın uluslararası otorite tarafından onaylan-

mamış olması durumunda, onun yükümlülüğü bizim

üzerimize binmiş oluyor. Dolayısıyla, hakikaten planlı,

organize ve dikkatli olmanız gereken bir alan, havacılık

eğitimi.

Bildiğimiz kadarıyla siz, uzaktan eğitim de yapıyorsu-

nuz ve bu amaçla da elektronik ortamda eğitime uygun

birçok program hazırlattınız.

Evet, son zamanlarda e-learning önemli bir ivme ka-

zandı. Bizde birkaç elektronik ortamda eğitim versiyonu

var. Birincisi tamamen online eğitim şeklinde. İkincisi,

örneğin, eğitimi yurtdışında yapıyorsak, eğitmenimiz

gitmeden önce kursiyerlerin, kursun en azından giriş ya

da kurumsal kısmını e-learning ortamında alabilecekle-

ri, daha sonra uygulama kısmını yüz yüze sınıf içinde ya

da “On the Job Training” dediğimiz hangarda, yer hiz-

metleriyse apronda, havalimanında tamamlayabilecek-

leri şekilde planlanan bir eğitim. Yani, hem sadece sınıf

eğitimlerimiz var hem de “blended” dediğimiz uzaktan

ve sınıf içi yüz yüze eğitimleri kapsayan programlarımız

var. Tamamen uzaktan eğitimlerimiz de var.

Bizim eğitimlerimiz, yalnızca dış müşteriye verdiğimiz

eğitimlerden ibaret değil. Yurt içi ve yurt dışındaki kendi

personelimizi de düzenli olarak eğitimden geçirmemiz,

51

Page 27: AkademiBeykoz Sayı 8

eğitimlerini yenilememiz gerekiyor. THY yaklaşık 200

destinasyona uçuyor. Türkiye’yi çıkartırsak 150-160 des-

tinasyon var. Bütün buralarda, hem bizim Türkiye’den

giden personelimiz hem orada mahalli olarak istihdam

ettiğimiz personelimiz çalışıyor. Onların eğitimi de ciddi

bir yük hakikaten. Çok iyi planlama gerektiriyor ve ça-

lışanlarımızı iş başından ayırmak istemediğimiz için,

biz onların da ayağına gidip eğitimleri orada vermek

zorundayız. Eğitmenimizi yurt dışına göndererek yerin-

de eğitim verme işini, geçtiğimiz yıl başlattık. Operas-

yonumuz, sıfır aksamayla, sıfır hatayla devam ediyor.

Eğitmenimiz gidiyor ve mesai saati dışındaki saatlerde

arkadaşlarımızın, oradaki eğitimlerini başarıyla planlı-

yorlar.

Peki bu yenilikler eğitim kadrosunda yeni bir yapılan-

ma getirdi mi?

Eğitim kadromuzda şöyle bir yeniden yapılanma gerçek-

leştirdik. Birincisi, müfredatımızı güncelledik. Bir benc-

hmarking yaptık; yani başka hava yolu eğitim kuruluşları

neler yapıyor bütün dünya genelinde ona baktık.

Bunu galiba en iyi Singapur Hava Yolları yapıyor.

Evet, Singapur Havacılık Akademisi yalnızca havacı-

lık eğitimi açısından değil, hakikaten bunu pazarlama

açısından da iyi. Bizim işimiz, farkındalık yaratma ve

imaj oluşturma işi aynı zamanda. Singapur Havacılık

Akademisi bunu da iyi yapıyor. Orayı gidip gezdiğimde

şunu gördüm. Bizim onlardan daha fazla uluslararası

akreditasyonumuz var ama işin pazarlanması kısmında

daha zayıf kalmışız. Onlar hem satışı iyi yapıyorlar hem

de bölgesel olarak bulundukları yerin konumundan kay-

naklanan avantajları var.

Lufthansa, Singapur ve Emirates, hakikaten, dünya-

da iyi havacılık merkezlerinden. Ben, THY’nin Havacılık

Akademisi’nin de çok kısa sürede aynı başarıyı yakala-

yacağına inanıyorum. Mesela geçtiğimiz yılın sonların-

da önemli bir akreditasyon aldık. IATA’nın, hem bölge-

sel eğitim merkezi olduk, hem akredite eğitim merkezi

haline geldik. Eğitmenlerimizin yaklaşık %60’ı IATA ta-

rafından akredite edildi. Yani IATA (International Air

Transport Association-Uluslararası Hava Taşımacılığı

Birliği), dünyanın neresinde bir eğitim yaparsa, bizim ak-

redite edilmiş eğitmenlerimiz IATA adına ders vermeye

gidebilecek. Ayrıca eğitim merkezi olarak biz, IATA’nın

kurslarını Türkiye’de satacağız. Yurt dışından İstanbul’a

gelen değişik hava yolları çalışanları, bizim akademi ça-

tımız altında IATA eğitimlerini alacaklar. Eğitimleri, ya

IATA’nın gönderdiği eğitmenler, ya da bizim kadromuz-

dan akredite etmiş olduğu eğitmenler verecek.

IATA sertifikasyonu havacılıkta çok önemli. Mesela

bakım alanında herhangi bir şekilde müdahale edebil-

meniz için IATA sertifikasyonu şart. O olmazsa, bırakın

uluslar arası alanda kendi ülke sınırlarınız içinde bile bir

şey yapamıyorsunuz.

Akreditasyon için başvurduğumuz bir diğer kurum In-

ternational Civil Aviation Organization (ICAO). Onların

Traınair Plus diye bir programı var. Yine IATA’da olduğu

gibi ICAO’da da Türkiye’de akredite edilmiş eğitim kuru-

mu yok. Yakın çevremizde, yakın coğrafyamızda da yok.

ICAO’nun denetlemesine de girdik ve geçtik. Bir hafta

süren bir denetleme yaptılar. Bütün müfredatımızı, ders

notlarımızı, eğitmenlerimizi, kalite sistemimizi, eğitim

ve eğitmen değerlendirme sistemimizi, onların geri dö-

nüşlerini çok detaylı incelediler ve değerlendirdiler. So-

nuçta bizim için olumlu bir rapor yazdılar ve sanırım Ey-

lül ayında yapılacak ICAO konferansında Traınair Plus

Member olarak biz lanse edileceğiz.

Verdiğiniz eğitimler neleri kapsıyor?

Değişik uçak tiplerine göre uçak, gövde ve motor bakım

konularını kapsıyor eğitimler. Airbus ve Boeing gibi te-

mel tip uçakların, bütün elektronik, aveonik, motor ve

gövde temel eğitimlerini veriyoruz. İŞKUR’la beraber

yürüttüğümüz ve eğitimlerini bizim verdiğimiz bir tek-

nisyen yetiştirme programı var. Buna ek olarak ticari ve

52

yer hizmetleri eğitimleri diye genel olarak kategorize

edebileceğimiz, uçakla seyahat edecek yolcunun bi-

let alma aşamasından başlayarak rezervasyonu, bileti,

daha sonra yolculuk esnasında check-in, boarding gibi

bütün o süreçleri kapsayan eğitimleri veriyoruz ki bun-

ların çoğu özel yazılımlarla hazırlanmış bilgisayarlı eği-

timlerdir. Yine yolcumuzla sıcak temasın gerçekleştiği

satış ofislerinde, uçağa biniş noktasında ve apronda,

hatta uçak içinde görev alan personelimize iletişim ve

kişisel gelişim eğitimleri veriyoruz. Zor yolcuyla başa

çıkabilme, kriz yönetimi, stres yönetimi, beden dili gibi

soft eğitimler bunlar.

Bunun yanında özellikle, değişik düzeylerde çalışan-

larımızın yönetim becerilerini geliştirecek eğitimler de

planlıyoruz. Çok yeni bir uygulamamız var. Sanıyorum,

belki de ilk defa sizin derginizde kamuoyuyla paylaşı-

yoruz. Bir yönetici yetiştirme okulu kuruyoruz. Havayolu

sektöründe 2023 hedefleri kapsamında Türkiye’de belli

kriterlere, belli parametrelere göre seçeceğimiz insan

kaynağımızdan, geleceğin yöneticilerini yetiştireceğiz.

Böylece bir yönetici havuzu oluşturmuş olacağız. Bura-

dan da hem THY’nin hem ulusal ve uluslararası başka

hava yollarının yöneticilerinin yetişmesine katkıda bu-

lunacağız.

Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünün ( SHGM ) 2023 he-

deflerinde, Türkiye’nin en az 700 yolcu uçağına sahip

olması, 350 milyon yolcuya ulaşılması, kendi uçağımı-

zı yapabilmek ve bölgemizde havacılık alanında eğitim

ve bakım merkezi olmak var. TAA bu isteklere ne kadar

cevap verebiliyor?

2023 hedefleri kapsamında neler yapmamız gerektiği-

ne ilişkin SHGM’yle bir çalıştay yaptık ve bu çalıştayda

bir rapor sunduk. Sizin de ifade ettiğiniz gibi 2023 he-

defleri kapsamında Türkiye, 1000’e yakın yolcu uçağına

sahip olacak, yılda 350 milyon kişiyi taşıyor olacak ve

benim de basından takip ettiğim kadarıyla kendi uça-

ğımızı yapma projemiz başladı ve ümit ediyorum ki ba-

şarıya ulaşacak. Şu anda havacılık alanında çok büyük

bir bakım ve onarım merkezi Sabiha Gökçen havalimanı

içerisinde THY Teknik A.Ş. tarafından konuşlandırılıyor.

Sanıyorum bu senenin sonuna doğru hizmete girecek.

Bütün bu gelişmelerde, biz Havacılık Akademisi olarak

eğitim anlamında kendimizi nasıl konumlandıracağımı-

zı da düşünmek zorundayız. Bu gelişmeler iyi güzel de

buna hizmet verecek insan kaynağının eğitimi de çok

önemli bir boyut. Biz de o alanda geri kalmamak için ve

THY’nin bu son yıllardaki başarısına yetişebilmek için

hakikaten var gücümüzle, bütün ekip arkadaşlarımız-

la birlikte çalışıyoruz. Biraz önce bahsettiğim gibi kısa

vadeli hedeflerimiz, uluslararası akreditasyonlarımızı

tamamlayıp, dünya genelinde tanınır, bilinir, tercih edilir

bir hava yolu eğitim merkezi olmak. Orta ve uzun vadeli

hedeflerimizde bizim rahle-i tedrisimizden yani bizim

akademimizden geçen kursiyerlerin havacılığın değişik

sektörlerinde kariyer basamaklarını çok emin ve sağlam

bir biçimde tırmanmaları ve geleceğin hava yolu yöne-

ticileri olmaları. Ben naçizane eğitim başkanı olarak bu

anlamda, bu yönetici havuzumuzdaki arkadaşların koç-

luğunu da üstlenmek üzere kendimi geliştirip yetiştir-

meye çalışıyorum. Havacılıkta eğitim bu anlamda çok

önemli hakikaten. Çok sayıda uymak zorunda olduğu-

muz ulusal ve uluslar arası kurallar var. Bu kuralların re-

vizyonları, güncellemeleri var ve bunların çok yakından

takip edilmesi gerekir çünkü kuralların ne zaman değiş-

tiğini, nasıl değiştiğini, nasıl revize edildiğini çok yakın-

dan bilmeniz lazım ki bütün eğitim anlamında içeriğiniz,

müfredatınız, yapınız, kurgunuz ona göre geliştirilsin.

Bu bir zorunluluk.

Bir yandan da akademik kimliğimden dolayı havacılık

eğitim veren iki ya da dört yıllık okulları da incelemeye

çalışıyorum. Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu’nun

(BLMYO) bu anlamda Türkiye’de sektöre odaklı ilk vakıf

meslek yüksekokullarından biri olduğunu biliyorum. Ha-

vacılık alanında çalışmadan önce de yakından takip edi-

yordum BLMYO’nun başarılarını. Okulunuzun THY ile de

53

Page 28: AkademiBeykoz Sayı 8

bir eğitim protokolü var. Bu protokolü yalnızca BLMYO

için değil, bütün yüksek öğretim kurumları için önem-

siyoruz. Yükseköğretim kurumlarına birer çözüm orta-

ğı gibi bakıyorum ben, yaptığımız iş açısından. Çünkü

THY, sürekli, yetişmiş insan kaynağına ihtiyacı olan bir

kurum ve bu yetişmiş insan kaynağı da sizin gibi böyle

havacılık eğitimi veren yüksek öğretim kurumları vası-

tasıyla kazanılıyor. Bizim, o insan kaynağını istihdam

ettikten sonra harcayacağımız emek, bu okullardan

yetişmiş olarak gelen öğrenciyi düşündüğümüzde bize

bir adam/saat tasarrufu sağlıyor ve daha az yatırımla

daha az emekle onları belli bir seviyeye getireceğimiz

için bu tür eğitim protokollerinin ben faydalı olacağını

düşünüyorum. Bu anlamda bizim THY olarak bütün yük-

sek öğretim kurumlarımıza iş birliği konusunda kapımız

açık, imkanlar el verdiği ölçüde onlarla birlikte hareket

etmek isteriz.

Bu noktada mesleki eğitim, pek çok alanda olduğu gibi

sizin alanınızda da önem kazanıyor.

Havacılığın bazı alanlarında mesleki eğitimin çok önem-

li olduğunu özelikle belirtmek isterim. Şu bakımdan,

özellikle pilotajda ve teknikte mesleki eğitim kökenli

arkadaşlarımızın adaptasyonu çok daha hızlı oluyor ve

başarıları çok daha gözle görülür oluyor. Böyle olunca

da bizim onlara yapmamız gereken yatırım da o ölçüde

azalıyor. Biz ondan sonra onları, kurum kültürü adap-

tasyonu, şirket içi oryantasyon gibi modüllerle destek-

lediğimizde daha kısa sürelerde daha büyük başarılar

yakalayabiliyorlar.

Meslek yüksekokullarında eğitim gören öğrencilere

sektöre gelmeden önce neler yapmalarını önerirsiniz?

Bence, ön lisans eğitiminde geçirdikleri iki-üç yılı çok iyi

değerlendirmeleri lazım. Bütün staj olanaklarını özellik-

le hava yollarında geçirmeleri için kapıları aşındırmaları-

nı öneriyorum. Sektörü internet mecrasından çok yakın

takip etsinler. Sadece kendi ülkelerinde değil, gelişmiş

ülkelerdeki havacılık uygulamalarını, havacılık kural-

larını, havacılık eğitim içeriklerini bilmelerini de öneri-

yorum. Yani biraz daha donanmış olarak geldiklerinde

hem seçilme hem seçildikten sonra kariyer adımlarını

tırmanma konusunda daha şanslı olacaklarını düşünü-

yorum.

Eğitim Başkanlığı olarak stajlar konusunda standartla-

rın belirlenmesine siz de dahil oluyor musunuz?

Staj koordinasyonu, bizim insan kaynakları departmanı-

mız tarafından yapılıyor. Ben en azından şunu söyleye-

bilirim; bütün havacılık eğitimi veren kurumlara onların

öğrenci sayısı kadar staj kontenjanı ayrıldığını biliyorum.

Yani bir çocuk havacılık eğitimi alıyorsa THY’de staj

yapmasının önünde bir engel yok ama THY, tabi öyle bir

kurum ki havacılık eğitiminin dışında her alanda eğitim

yapanların staj yapmak için çok yarıştıkları bir kurum.

Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden tutun

da Anadolu’da bir üniversitenin işletme fakültesi öğren-

cisine kadar herkes, bir şekilde THY’nin yurt içi ya da yurt

dışı organizasyonunda staj yapmak için başvuruyor; ha-

kikaten şartları zorlayarak bu stajı gerçekleştirmek isti-

yor. Ancak biz, Personel Başkanlığımızın belirlediği bir

politika doğrultusunda, havacılık eğitimi yapan okullara

öncelik veriyoruz ve kontenjanın bütün ilk sıralarını ha-

vacılık eğitimi alan öğrencilere ayırıyoruz. Bence bu da

çok isabetli bir uygulaması personel başkanımızın.

Ankara’da yaptığınız çalıştayda dile getirilen en bü-

54

yük sorun yabancı dil sorunuydu. Yabancı dil, havacı-

lıkta olmazsa olmazlardan ve bu dil de %99 İngilizce.

Havacılıkla ilgili bir kurum, personel alımı için sınav

yaptığında İngilizce dil sınavı da yapıyor ve İngilizce

bilenler, havacılıkla ilgili olsun ya da olmasın öne ge-

çiyor. İngilizce bilmeyenler doğal olarak alta düşüyor.

Havacılıkta bir yere gelmenin bir numaralı şartı İngiliz-

ce bilmek.

Kesinlikle katılıyorum. Çok yakın bir zamanda da Ulus-

lararası Sivil Havacılık Örgütü ICAO çok ciddi yaptırımlar

getirecek. Uçma, uçurma, bakım, onarım ve yer hizmet-

leri yetkilerini veren otoriteler, belli bir seviyede bütün

çalışanların İngilizce biliyor olmasını; özellikle operas-

yonda ve sahada çalışanların İngilizce biliyor olmasını

şart koşacak. Bu da az düzeyde değil gerçekten, ortanın

üzerinde Level- 4 olarak anons ettiler. Level- 4 düzeyde

İngilizce biliyor olmayı şart koşacaklar. Dolayısıyla bu

anlamda öğrencilere tavsiyelerimden birisi de üniversi-

te eğitimleri sırasında dil işini halletmeleri.

Akademinizin çıkardığı bir dergi var: Turkish Aviation

Academy. Ne kadar zamanda bir çıkarıyorsunuz?

Dergimizi üç ayda bir çıkarıyoruz. Dergimiz Türkçe ve

İngilizce olarak çıkıyor aynı baskı içerisinde. Dünya ge-

nelinde 3000 tane hava yoluna gidiyor. Dergimiz, THY

akademisinin bilinirliğini bir anda çok arttırdı. İki sayı çı-

kardık şimdiye kadar ve bana dünyanın hiç bilmediğim,

duymadığım yerlerinden mailler geliyor. Eğitime gelmek

istediklerini ya da bizden eğitim talep ettiklerini falan ifa-

de ediyorlar. Bu anlamda çok kısa sürede önemli bir bi-

linirlik düzeyi de yakalamış olduk tüm dünya genelinde.

Bunda akademisyen bir iletişimci olmanızın da etki-

si olsa gerek. Türk Hava Yollarında çalışanlar arasında

akademik geçmişi ve unvanı olanlar hiç de az değil ga-

liba.

THY geçmeden önce sadece bir yolcusuydum. Şimdi

THY’nin son on yılını daha yakından inceleme fırsatı bu-

luyorum ve görüyorum ki sistemin içerisinde çok sayı-

da öğretim üyesi var. CEO’muz başta olmak üzere, THY

genel müdürü, Teknik A.Ş. genel müdürü, THY genel

müdür yardımcımız ve bazı başkanlarımız olmak üze-

re çok sayıda doktoralı akademik kökenli çalışanımız

var. Bu da konuları ele alışta ve bakışta daha sağlam bir

metadolojik yaklaşımı getiriyor. Kendi açımdan da şunu

söylemek isterim. Sadece üniversite duvarları içerisinde

sıkışıp kalmış bir akademik personel olarak kalmadığım

için de mutluyum. Çok önemli bir tecrübe THY benim

için.

Siz aslında akademideyken de dışarıda aktif çalışma-

lar yapmışsınız. Özgeçmişinizde TRT’ye belgesel yap-

tığınızı okumuştuk.

Ben belgesel yönetmeniyim aslında. Genelde kültür bel-

geselleri yaptık. Bundan 15 yıl önce iletişimin bir yan ala-

nı ve merak olarak başladık belgesel yapımcılığına. Baş-

bakanlık Tanıtma Fonuna Kazakistan’dan Macaristan’a

Türk hümanizminin yayılmasıyla ilgili 13 bölümlük bir

belgesel çektik TRT 2’ye.

Ondan sonra yine 13 bölümlük bir Anadolu’da Düğün,

Doğum ve Ölüm geleneklerini inceleyen bir belgesel

çektik. Ondan sonra bir Trans-Hazar demiryolu belgeseli

çektik, Avrasya Seyir Defteri adı altında. Şimdi Trans-

Aral demiryolunu çekiyoruz. Bir çekim ekibimiz yakında

Kazakistan’a hareket edecek.

Son bir buçuk yıldır demiryolu belgesellerine odaklan-

dım. Trans-Hazar’dan sonra; Trans-Berlin Bağdat, on-

dan sonra da Hicaz Demiryolunu çalışmak istiyorum

kısmet olursa.

Belki ileride THY ile ilgili veya havacılıkla ilgili bir bel-

gesel yaparsınız. Bunu en iyi siz yaparsınız herhalde.

Çok teşekkür ederiz bize vakit ayırdığınız için.

55

Page 29: AkademiBeykoz Sayı 8

Greenactive’in kurucusu Azade Başağa

Günümüzün küreselleşen dünyasında kurumsal sosyal

sorumluluk, işletmeler açısından bir gereklilik haline

gelmiştir. Toplumdan aldığını topluma geri vermek ola-

rak da tanımlanan sosyal sorumluluk kavramı işletme-

lerin marka imajını güçlendirmekte ve rakiplerine karşı

farklılaşmasını sağlamaktadır. Değişen Halkla ilişkiler

alanında, bir işletme için en etkin kurumsal iletişim

araçlarının başında Kurumsal Sosyal Sorumluluk gel-

mektedir. Kurumsal Sosyal Sorumluluk işletmelerin

topluma ve sosyal paydaşlar nezdinde pozitif bir etki

yaratarak yer edinmesi ve itibar kazanması için olduk-

ça önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle günümüzde

Kurumsal Sosyal Sorumluluk çalışmaları temel şirket

yönetim stratejileri olarak karşımıza çıkmaktadır. Dün-

ya çapında aldıkları ödüllerle alanında kendini kanıtla-

mış olan sektörde 20.yılını kutlamaya hazırlanan ajans

Greenactive’in kurucusu ve aynı zamanda iletişim ala-

nının duayenlerinden Azade Başağa ile kurumsal sos-

yal sorumluluk kavramının şirketler açısından önemi

ve Türkiye’de halkla ilişkiler mesleğinin durumuyla ilgili

görüştük.

Bize Greenactive markasının tarihçe-

sinden söz edebilir misiniz? Greenac-

tive nasıl kuruldu?

Hala ortaklığımın devam ettiği Ertuğrul

Kale ile tanışmam ve Greenactive’i kur-

mamız, hayatta tesadüflerin güzel so-

nuçlar doğurabildiğine en güzel örnek-

tir. Tanışmamızdan önce Ertuğrul Bey,

Hürriyet İzmir gazetesinin Ege bölge

temsilcisiydi. Bende Ankara’da bir da-

nışmanlık firmasının dış ilişkiler müdü-

rü olarak çalışıyordum. Genç olmama

rağmen yurtdışından gelen müşterilere

danışmanlık yapıyor, Türk ve yabancı

ticari gruplar arasında iletişimin kurul-

masını sağlıyordum. Bir yandan da dev-

letle ve beraberinde getirdiği protokol ile olan ilişkileri

yönetiyordum. Bu vesileyle devletin davranış biçimini,

çalışma şeklini öğrenmiş ve çok iyi bir şekilde özümse-

miştim. Çalıştığım bu ilk işimde, kişilerarası iletişimde-

ki kültür farklılıklarını aza indirerek iletişim sorunlarını

çözüyordum. Bir nevi Halkla İlişkiler... Bunun farkına

varmamı sağlayan Ertuğrul Bey oldu. Hem benim dene-

yimim hem de Ertuğrul’un medya birikimi, bizi “iletişim

ve itibar yönetimi” şirketi kurmaya yöneltti. 1991 yılın-

da Ankara’da Greenactive PR’i kurduğumuzda ilk olarak

Devlet Demiryolları ile çalışmaya başladık. Onların halk-

la ilişkilerine katkılar sağlamak amacıyla, iletişim plan-

ları hazırlayıp uyguluyorduk. Sektöre özel bir dergi olan

‘Tren Magazin’i bedelsiz olarak çıkarıyor ve bu mecra

sayesinde kurumun mesajlarını doğrudan iletilmesini

sağlıyorduk. Demiryollarıyla ilgili anketler yapıyor, hal-

kın gözünde Devlet Demiryollarının itibarına katkı sağ-

lama amaçlı projeler gerçekleştiriyorduk. Bir taraftan

“BİLGİNİzLE HAYALİNİzİ BİR ARAYA GETİRDİĞİNİzDE BAŞARI KAÇINILMAzDIR”

röportaj: Sevil Bektaş

Fotoğraf: Sevil Bektaş

56

da Ankara’nın o zamanlar ağır kirli havasından nasibi-

ni almış insanlar olarak çevreyle ve çevre sorunlarıyla

ilgileniyorduk. Toplumsal sorunlara karşı hassasiyeti-

mizin de etkisiyle, çevre bilincinin oluşturulması adına

‘Sincap’ isimli bir çocuk dergisi çıkardık. Tren magazin

bize büyük bir keyif vermişti. Aldığımız geri bildirimler

bizi doğru yollara yöneltiyordu. Dergicilik hoşumuza

gitti ve devam ettirdik. 90’lı yıllarda Turgut Özal’ın bizzat

kurduğu çevre çocuk izcileri vardı. Onlara yönelik yani

hedef kitlesi çocuklar olan bir dergiydi ‘Sincap’. Aslında

ağaç yaşken eğilir düşüncesiyle hareket ettik. Bir çocu-

ğa küçük yaşta ne verirseniz, o temel üzerine hayatını

şekillendirir. Çocuklara küçük yaşta çevre bilincini yer-

leştirmek bizim sosyal sorumluluk adına yaptığımız ilk

çalışmaydı ve bizim şirket stratejimizin de çıkış nokta-

sını oluşturdu diyebilirim. 90’lı yılların başında ne çevre

ne de sosyal sorumluluk olgusu toplumun ajandasında

yoktu daha da ilerisi bu konularla ilgili projeler, duyarlı

küçük bir kesim tarafından ilgi görüyordu. O dönemde

çevre bilinci dünya gündeminde bile çevreye gönül ve-

renlerin ısrarlı uğraşlarıyla yaygınlaştırılmaya çalışılıyor-

du. Her zaman ilkler zordur ama başarıyı da beraberin-

de getirir. Sanırım Greenactive olarak biz bu düşüncenin

iyi bir örneğiyiz.

Greenactive başarılı çalışmalarıyla sektörde birçok

ilklere imza attı ve uluslararası platformda kazandığı

ödüllerle yetkinciliği de tescil edildi. Bu ödüllerden biri

Klazomenai Projesi’yle Amerika Halkla İlişkiler Toplu-

luğu PRSA’nın (Public Relations Society of America)

Silver Anvil Ödülü. Bu projenizden ve aldığınız ödülden

söz eder misiniz?

Aslında bütün yaptığımız projeler, merakımızın bize ka-

zandırdığı bilgi birikimimizden geliyor. Arkeolojiye olan

ilgimiz ve yaptığımız araştırmalar bize yeni bir proje

oluşturmamızı sağladı.

Ülkemize duyduğumuz sevgi, onu tanıma tutkumuzu,

içinde doğup büyüdüğümüz toplumumuza karşı bes-

lediğimiz saygı ise onu anlama ve sorunlarını irdeleme

dürtüsü verdi bize. Anadolu tarihinin bize sunduğu ar-

mağanlar olan kültürel varlıklarımızın farkında olarak

tasarlayıp uyguladığımız Klazomenai Projesi de tarihe

olan merakımızın bir sonucu diyebilirim. Büyük bir keyif-

le yürüttüğümüz Klazomenai Projesi ile, dünyada “PR’ın

Oscar’ı” olarak nitelendirilen PRSA’dan kendi kategori-

sinde birincilik ödülünü aldık. Projenin içeriği şöyleydi;

Klazomenai, İzmir’in bir ilçesi olan Urla Bölgesi’nde ya-

şamış, antik bir kent devleti. Ege Üniversitesi’ne bağlı

Klazomenai kazı evinde, kazı başkanı ve ekibiyle görü-

şüp bilgi dağarcığımızı geliştirmeye çalışırken, M.Ö. 6.

yüzyıla ait Anadolu’nun en eski zeytinyağı işliğinin bu-

rada olduğunu öğrendik. Komili markası müşterimizdi.

Komili’ye çok yaraşacağını düşünerek projelendirdik.

Komilinin yöneticileri projemize inandı...

Projenin ciddi bir araştırma süreci olmuş. Ne kadar za-

manınızı aldı bu süreç?

Araştırma süreci ve olgunlaştırma 1,5 sene, proje de

yaklaşık 8 yıl sürdü. Önce kazı çalışmaları yapıldı daha

sonra nasıl bir teknikle zeytinyağı elde edildiği incele-

nip, uygun mimari çizimler yapıldı. Büyük bir ekiple, iş-

liği eski haline getirdik, dış görünüşünden iç aksamına

kadar aynısı, yani bir “tıpkı yapım” oldu. Sonra da antik

usulle zeytinyağı elde ettik.

Ödüle gelince, Klazomenai Projemizi bir bakıma görü-

cüye çıkardık diyebiliriz. Amerikalıların tarihe olan büyük

ilgisinden dolayı proje büyük bir takdir topladı. Sektörü-

müzde PRSA çok önemli ve değerli bir ödül; Türkiye’de

ilk ve sanırım tek sahip olan şirket olmanın haklı gururu-

nu yaşıyoruz. İletişim sektörünün Oscar’ı olan bu ödülün

verdiği mutluluğa paha biçilemez. PRSA’ da başka dal-

larda ödül alan milyar dolarlık cirolara sahip şirketlerin

yanında biz küçücük bir kurum olarak kalmıştık. Fakat

fikrin büyüklüğü, başaracağımıza olan inancımız ve uy-

gulamamızdaki mükemmeliyet, bize bu ödülün yolunu

açtı. Ödülün bir başka toplumsal boyutu da, o zamana

57

Page 30: AkademiBeykoz Sayı 8

kadar zeytinyağı üreten ülkeler o kadar büyük tanıtım ve

ihracat atakları yapmışlardı ki Türkiye’nin, bırakın zey-

tinyağı ile ilgili bir tarihi geçmişi olduğunu, zeytin yetiş-

tiren, zeytinyağı üreten bir ülke olduğunu dahi kısıtlı sa-

yıda kişiler tarafından biliniyordu. Bu proje, Türkiye’nin,

üstelik tarihsel bir geleneğin devamı olarak zeytinyağı

ürettiğini vurgulamış oldu.

“Markalaşma Yolunda Ciddi Çaba Harcanması Gerekiyor”

Ülke tanıtımı, ülke markalama adına çok ciddi bir

adım…

Kesinlikle, en azından üzerimize düşen görevi yerine

getirmenin huzurunu taşıyoruz. Keşke imkânlarımız

elverseydi daha fazlasını yapabilseydik. Markalaşmış

Türkiye dediğimiz zaman tüm değerlerimizi tek tek alıp

markalaşma yolunda ciddi çaba harcamamız gerekiyor.

Bir dünya markası olabilmek için tarihi, kültürel ve ticari

değerlerimizin hepsini, bir taraftan çok iyi korumamız

bir taraftan da kültürlerarası diyaloga sokmamız, bir an-

lamda sürdürülebilir pazar entegrasyonunu gerçekleş-

tirebilmemiz gerekmektedir. Klazomenai Projemiz de,

işlikten elde ettiğimiz zeytinyağını, gücümüz yettiğince,

çeşitli ülkelerde yaşayan kanaat önderlerine, özel ola-

rak imal ettirdiğimiz şişelerde ve ambalajlarda adres-

lerine ulaştırdık. Siz olsanız; bir gün postacı, M.Ö. 650

yılında yaşamış olan bir kültürün ürününü, evinize getir-

se, bu olayı unutabilir misiniz? Bu özel konuyu aylarca

etrafınızla konuşmaz mısınız? Markalaşma, ürünleri-

mizi sürekli geliştirerek ve çeşitlendirerek bunun yanı

sıra tüm iletişim tekniklerini kullanarak, iğne ile kuyu

kazarcasına, bıkmadan usanmadan uygulamaktır diye

düşünüyorum.

Bence yaptığınız bu projeler Halkla ilişkilerin uzun va-

dede sonuç getirdiğine en güzel örnek.

Evet, uzun ve emek gerektiren bir süreç; ama zirvedeki

gücünü uzun bir zaman koruduğunu da unutmayalım.

Bununla beraber, iletişimin bir bütün olduğuna inanıyo-

rum. Bir projeyi zirveye ulaştırabilmemiz ancak, “bü-

tünleşik iletişim” yani iletişimin tüm enstrümanlarını bir

arada ve ahenkle kullanabilmemizin bir sonucu olabilir.

Halkla ilişkiler bana göre, sadece basın bülteni ve basın

toplantısı çalışmaları değildir. Biz çalışmaya başlarken

müşterilerimize önce reklamla halkla ilişkilerin farkını,

sizinde dediğiniz gibi, uzun vadeli bir çalışma olduğunu

anlatıyoruz. Müşteriyle aynı frekansta düşünme ve ha-

reket etme noktasına geldiğinizde faydalı olabilirsiniz;

yoksa, hizmetiniz sadece emir- komuta ilişkisine dö-

nüşür. Üretken olamayabilirsiniz.

Sosyal sorumluluk projeleri yapmak isteyen şirketlere

hangi stratejiyle yola çıkmalarını önerirsiniz?

Şirketler “global düşün yerel hareket et” stratejisini

benimsemeliler. Çünkü dünyadaki gelişmeleri takip et-

meniz, bu gelişmelere paralel ya da üstünde yeni fikir-

ler üretmeniz gerekmektedir. Aynı zamanda da içinde

yaşadığınız toplum tarafından anlaşılır ve özümsenir bir

varoluş, bir dil sergilemeniz çok önemlidir. Başka bir kül-

türden tercüme projeleri uygulayamazsınız. O yüzden

bazı tanıtım çalışmaları başarılı olamıyor Türkiye’de.

Toplum anlayışına uyumlu hale getirmediğiniz sürece,

mesajınız yanlış algılanabilir. Toplum bireylerinin aklı-

na, duygularına, tutumlarına saygı gösteren yani “toplu-

mu önemseyen” çalışmalar başarılı olur. Bütün iletişim

sorunları verici kaynaklı oluyor. Ne verirseniz, onu alırsı-

nız bir nevi yankı gibi. İletişimin sihiri, başarılı olabile-

ceğinizin veya kaybedebileceğinizin ipucu burada gizli.

Kurumsal Sosyal Sorumluluk Topluma Kendi Eli İle De-

ğer Sunmaktır!

Greenactive, kurumsal sosyal sorumluluk projelerinde

öncü ve lider bir firma. Kurumsal sosyal sorumluluk et-

kinliklerinde bulunmanın bir işletmeye katkıları neler-

dir?

Dünyanın gidişatından haberdar olmamız, çevre bilin-

cimiz, içinde yaşadığımız toplumumuzu iyi tanımamız,

58

bizi sosyal sorumluluk projeleri oluşturmaya yöneltiyor.

Kurumsal Sosyal Sorumluluk dediğimiz kavram kısaca

topluma kendi elimizle bir değer sunmaktır. Güçlü ku-

rumların, toplumdaki bazı boşlukları doldurmak, eksik-

leri gidermek, değerleri korumak ya da geliştirmek, hiç

olmazsa farkındalık sağlamak için görev üstlenmeleri

çok önemli ve beklenen bir davranıştır. Başarılmış bir

proje ile dolaylı yoldan, kendilerini konuşulur kılmaları,

kurum ismini yüceltmez mi? Sosyal sorumluluk insan

olmanın getirdiği bir güdüdür. Siz tokken komşunun aç

olmasına duyarsız kalmak söz konusu olabilir mi? Di-

nimize, geleneğimize kadar genişletebiliriz aslında bu

kavramı. Gerçekleştirmek istediğiniz sosyal sorumluluk

projesini markayla örtüştürebiliyorsanız eğer, işte o za-

man işletmeye çok büyük bir değer olarak geri döner.

Her zaman para değildir bu; itibar kazanmak çok daha

önemlidir. Çünkü bu davranış tüketici ile kurumun ayni

duyguyu paylaşmasını sağlar. Birlikte hareket etmeye

yöneltir.

Örneğin Cif’in sponsorluğunda yaptığımız Topkapı Sa-

rayı Projesi, işletme ve sosyal sorumluluk projesinin ör-

tüşmesine en güzel örneklerden biridir. Topkapı Sarayı

gibi üzerine titrenmesi gereken bir mekân çok da gün-

demde olamayabiliyor. Biz bu çalışmaya başladığımız-

da başta basına her fırsatta Topkapı Sarayı’nın önemini

ve korunmasının elzem olduğunu içeren mesajlar ver-

dik. Cif, şahane bir üründür hiç demedik, hep Topkapı

Sarayı’nın kaybetmememiz gereken, sadece Türkiye’nin

değil dünyanın da en önemli değerlerinden biri olduğu-

nu vurguladık. Proje konumlandırmasında ‘Geçmişin

ışıltısı gelecekte de parlasın’ sloganı ile yer aldık ve her

yerde tekrar ettik. Bu projeyle beraber Topkapı Sarayı,

basında hak ettiği yeri aldı. Birçok kurum, Sarayın farklı

problemlerine sponsor olarak bu eksiklerin giderilmesi-

ne yardımcı oldu. Ziyaret edenlerin sayısı bile yükseldi.

Üç sene boyunca ilköğretim okullarıyla işbirliği içinde

saraya otobüslerle, velileriyle birlikte öğrencileri getir-

dik. Tabii o dönemde Topkapı Sarayı’nın müdürü de bize

çok yardımcı oldu. Toplumsal sorumlulukta Türk şirket-

lerine büyük görevler düşüyor. Çünkü bir ülke önce ken-

di değerlerini iyi tanıyacak, sahip çıkacak ki yurtdışına

da tanıtabilsin, fikirlerini, ürünlerini ceşitlendirebilsin.

Güçlü bir ülkenin bireyleri de güçlü değil midir? Bu bilin-

ci oluşturabilmek için her kesimin gayretine ihtiyaç var.

Şirket olarak yaptıklarınızla ve aldığınız ödüllerle Sos-

yal sorumluluk pazarında ilk olmuşsunuz. Bu başarıyı

neye bağlıyorsunuz?

Merak ve bilgilenme... Bilginizle hayalinizi biraraya ge-

tirdiğiniz zaman başarı kaçınılmazdır. Ben okumanın

yanı sıra bütün Türkiye’yi gezdim. Çünkü teori dışında bir

iletişimci olarak toplumumuzun her kesitini tanımak ve

tüketici davranışlarını öğrenmek zorundaydım. 90’lı yıl-

larda market kavramı Türkiye’ye yerleşmemişti. Büyük

şehirlerin dışında AVM ve marketlere pek rastlanamazdı.

Büyük bakkallar vardı ve ben, bir iki ilimiz hariç, ulaşabil-

diğimiz her şehirde, bakkal, market demeden, saatler-

ce tüketiciyi izledim. Yöresel yaklaşımları gözlemledim.

Bu gözlemciliğim yeni projeler geliştirmeme ön ayak

oldu diyebilirim. Doktora tezi gibi bir şeydi. Türkiye’de

ilk market içi aktiviteleri biz başlattık. Örneğin, o dönem

Rama margarin’in market aktivitesini projelendirip ger-

çekleştirmiştik. Bu market içi aktivite projesinde, özel

bir ekip kurmuştuk. Özel kıyafetli bu etkileyici ekip ara-

cılığıyla tiyatral bir iş gerçekleştirdik. Markayla tüketici

arasında bir deneyim yaşatarak Rama’yı tanıttık. Rama

ile yapılmış ürünleri tüketiciye denetiyorduk. İlk yapılan

bir proje olmanın ötesinde dönem koşulları da zorluydu.

Kısacası kolay bir yerlere gelinmiyor; şansı bilginizle ve

sabrınızla yaratıyorsunuz.

Greenactive Projeleri Üniversitelerde Vaka Analizi Ola-

rak Okutuluyor...

Ulusal ve uluslararası üniversitelerde “Vaka Analizi”

olarak okutulan projeleriniz var. Bu projelerden bazı

örnekler verir misiniz?

59

Page 31: AkademiBeykoz Sayı 8

Yaptığımız projelerin üniversitelerde vaka analizi ola-

rak gösterilmesi, kitaplarda yer alması, teorinin pratik

uygulamasının başarılı örnekleri olarak genç nesillere

anlatılması bizi çok onurlandırıyor. Bahsettiğim Cif Top-

kapı Sarayı, Klazomenai projelerinin yanı sıra bir de ör-

nek vaka analizi olarak okutulan “Cansuyu Projesi”nden

bahsetmek istiyorum. İzmir’in 30 kilometre kuzeyindeki

Gediz Nehri Deltası’nın Ege Denizi ile birleştiği yerde bu-

lunan İzmir Kuş Cenneti, kuşların bu köprü üzerindeki

önemli uğrak yeridir. Ancak mesleki araştırmalar dışın-

da pek bilinmemekteydi. İzmirliler dahi bölgeyi yeterin-

ce tanımıyordu. Ortağım Ertuğrul Kale’nin İzmirli olması

ve çevreyi bilmesi bizim bu projeyi hayata geçirmemizi

sağladı. Kuş Cenneti, 1800 hektarlık dalyan, 500 hek-

tarlık sazlık adalar ve yarımadalardan meydana geliyor.

Ancak bölgenin yeterince yağış alamaması, bilinçsizce

yapılan sanayiye yönelik çalışmalar, kuşların sığındığı

sazlıkların yok olmasına ve suların çekilmesine neden

olmuştu. Ciddi boyutlardaki bu soruna acil bir çözüm

getirilemediği takdirde, bu cennet yok olma tehlikesiy-

le karşı karşıya kalacaktı. İşte bu noktada Greenactive,

Rama Cansuyu Projesi›ni yarattı. Dünya kuşlarının baş-

kenti olarak bilinen İzmir Kuş Cenneti, Cansuyu Proje-

si ile can buldu. Kuşlar için gerekli olan su, 5 kilometre

uzaklıkta olan Süzbeyli Köyü›nden 5 ay gibi kısa bir sü-

rede bölgeye akıtılmaya başlandı. Cansuyu Projesi aynı

zamanda Türkiye›nin özel sektör tarafından gerçekleşti-

rilen ilk sosyal sorumluluk projesiydi. Şimdi Kuş Cenneti

bölgesine sahip çıkılıyor. Biz bunları görünce mutlu olu-

yoruz. İlki başlatmak çok önemli ama devamında sahip

çıkılan bir proje yaratmak daha da önemli...

Son dönemdeki çalışmalarınızdan biri Arçelik ile ger-

çekleştirdiğiniz “Eğitimde Gönül Birliği Projesi”. Bu pro-

jenin amacını ve kapsamını bizlerle paylaşır mısınız?

Arçelik, bir sosyal sorumluluk projesi yapmak istediğini

söyledi. Projenin hazırlığı ve araştırması yaklaşık bir yıl

sürdü. ‘’Eğitimde Gönül Birliği” adını verdiğimiz bu ça-

lışmanın içeriği; Türkiye’nin kırsal kesiminde yaşayan

ailelerinden gelen, Yatılı İlköğretim Bölge Okulu öğren-

cilerinin eğitim ve gelişim standartlarını yükseltmeyi

ve örnek bireyler olarak topluma kazandırılmalarını he-

defleyen bir eğitim projesiydi. Anadolu’nun her yerine

yaygın yaklaşık 200 yatılı İlköğretim Bölge Okulu “YIBO”

bulunuyor. Yibo’lar da devletin yetemediği ciddi sorun-

lar vardı. En önemlisi yalnız kalmışlık hissediliyordu. O

yalnız kalmışlığı gidermek, öğrencilere ve öğretmenlere

‘ sizinle beraberiz’, diyebilmek ve biraz da doğuyla-batı,

kırsal ile şehir arasında köprü kurabilmek için bu projeyi

gerçekleştirdik. Duygusal olarak en çok etkilendiğimiz

ve emek verdiğimiz projedir. Ziyaret ettiğimiz okullar-

dan ağlayarak çıktığımı biliyorum. Aklımdan hala çık-

mayan okul manzaraları var. Eğitimde Gönül Birliği Pro-

jesi, öğretmene ve öğrenciye yönelik 5 ayrı alt projenin

yürütüldüğü geniş kapsamlı bir çalışmamızdır. ‘Bizim

Odalar’ adını verdiğimiz çalışma, öğrencileri en mutlu

eden ve en etkileyicisi oldu. Doğu’daki okullarda öğren-

ciler, gri koğuşlardaki ranzalarda yatıyor, soğuk beton

taşlara basıyor ve büyük çoğunluğu da hiç oyuncakla

oynamamış çocuklardı. Bizde öğrenciler bir halıya bas-

sın, ev ortamı hissetsin istedik. Bu amaçla, her okulun

içinde 60-70 metrekarelik bir alanda içinde televizyonu,

videosu, bol kitapları, oyuncakları, rengârenk minderleri

olan, yerleri halıyla kaplı, renk cümbüşü odalar yaptık.

Çocukların o odaya ilk girdiklerinde yaşadığı mutluluğu

gözlerimiz yaşararak izledik. Halıda 15-20 takla atan

öğrencileri, ilk defa bebek gören kız çocukları, “Annem-

ler de gelebilir mi buraya?” diye soran minikleri gördük.

İşte bu noktada bir sosyal sorumluluk projesinin bu ço-

cuklara kazandırdıklarının yanında, bütün zorluklarına

rağmen, bana ve arkadaşlarıma verdiği manevi hazzı

anlatmakla bitiremem.

Türkiye’deki Halkla İlişkiler sektörünün durumunu na-

sıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de maalesef halkla ilişkiler mesleği bir kavram

kargaşası silsilesi içinde yolunu bulmaya çalışıyor....

Sektördeki ajanslar da işveren şirketler de haliyle bu

60

karmaşadan nasibini alıyor. Bence sektör çeşitlenmeli

ve herkes kendi çeşidinde büyümeli. Açıkçası rekabet

bile bilgi, görgü ve nezaket ister. Cahil dostum olacağı-

na akıllı rakibim olsun isterim. Sektöre iş getiren kurum-

ların da hataları bulunmakta ama onlara da haksızlık et-

memeliyim. Her sokakta beş tane halkla ilişkiler şirketi

var... Halkla ilişkiler aynı zamanda istihdam olarak da

en fazla sirkülâsyonun olduğu meslek kolu. Kolay zan-

nediliyor... Bir yıl bir kurum da çalışıp, işi öğrendiğini

zannederek şirket kuran ama sonrasında silinip giden

kişilerle dolu piyasa.

Müşteri, deneyiminizi ve bilginizi satın almak üzere

size geliyor. Buradaki en önemli unsur güvendir. La-

kin, iletişim departmanlarında çalışanların deneyimsiz

olmaları, yanlış da olsa “müşteri her zaman haklıdır”

edasıyla iş dayatmaları işi zorlaştırıyor. Müşterinin yap-

ması gereken; kurum kültürünü, geleneğini ve kurumun

ulaşmak istediği hedefi çok iyi anlatabilmesi, açıkça

ifade edebilmesi daha sonra da çalışma sürecini uygun-

luk açısından denetlemesi gerekir. Hizmet aldığı ajansı

yönetmeye çalışmamalı, özgür bırakıp doğru hizmete

ulaşmalı. Yani küçük detaylarda boğulmak yerine sonuç

odaklı olmalı.

Türkiye’de iletişim sektörünün istenilen itibarlı seviyeye

gelmesi için uzun yollar var; ama kurumsal şirketlerle

birlikte yapılan çalışmaların, halkla ilişkiler bilincini az

da olsa arttırması sektör için umut verici .

Sektörde çalışmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz ne-

lerdir?

Mezun olduğunuzda sağanak yağmurdan çıkmış gibi

kalıyorsunuz kızgın güneşin altında. O yüzden gençlere;

iş üstlenebilecekleri, telefon ve faks çekmekten öteye

gidebilecekleri kısacası işe dokunabilecekleri kurumlar-

da staj yapmalarını tavsiye ediyorum. Gerekirse ücretsiz

ama en az bir yıl staj yapıp işi öğrendikten sonra beklen-

ti içine girmeleri benim önerim olacaktır.

Halkla İlişkiler Kendine Hakim İnsanların Yapacağı Bir

Meslektir

Halkla ilişkiler mesleğini yapacak kişilerin ne gibi nite-

liklere sahip olması gerekir?

Kesinlikle genel kültürlerini arttıracaklar, çok okuyup

çok bilecekler, iletişim becerilerini geliştirecekler...

Halkla ilişkiler, giyim, kuşam, hal ve hareketlerine dik-

kat eden, görgülü, kısacası kendine hakim insanların

yapacağı bir meslek. Bu nedenle sektörde başarmak

isteyenler kültürlü ve vizyonu geniş kişiler olmalıdırlar.

Coğrafi, tarihsel ve sosyolojik olarak Türkiye’nin bölge-

lerini ve halkını yakından tanımalılar. Dünyayı takip ede-

bilmeleri için, en az bir yabancı dile iyice hâkim olan

kişiler hem kendilerine hem hizmet verdikleri kuruma

hem de sektöre güç katarlar. İletişim sektörü, hedefe

kilitlenmişlerin işidir...

Bize Greenactive’in işe alım sürecinden ve aranan öl-

çütlerinden söz edebilir misiniz?

Bizim “şu” üniversite mezunu çalıştırırız diye bir ayrı-

mımız yok. Hatta halkla ilişkiler mezunu da olmayabilir.

Ben temelde farklı eğitim alıp üzerine halkla ilişkilerin

katılmasından yanayım. İletişim bütünleşik bir çalışma

onu besleyen ana dallar var altında…

Geleceğe dair bir ışıltı gösteren, görgülü, terbiyeli, ger-

çekten bir şey öğrenme azminde, çalışacağı kuruma

katkı sağlaması gerektiğinin bilincinde olan, maaştan

önce iş tanımını soran kişiler yalniz Greenactive de değil

her yerde kendini kabul ettirir.

Son olarak, eklemek ve söylemek istediğiniz bir şey var

mı?

Pamuk Prensesin bile hayatı kolay değildi. Halkla ilişki-

lerde çalışan ya da çalışacak kişilerin sorun çözebilme

ve strateji geliştirebilme yetisine sahip olması gerekti-

ğinin altını bir kez daha çizmek istiyorum.

61

Page 32: AkademiBeykoz Sayı 8

Borusan Lojistik Genel Müdürü Kaan Gürgenç

1944 yılından beri faaliyet gösteren ve bugün distri-bütörlük, lojistik ve enerji sektörlerindeki başarılı şir-ketleri ile dünya pazarında küresel bir oyuncu haline gelen Borusan Şirketler Grubu’nun önemli bir parçası olan Borusan Lojistik 1973 yılından bu yana lojistik ala-nında hizmet veriyor. 2000 yılından itibaren grup dışı firmalara da entegre hizmet sağlayan Borusan Lojis-tik, uyguladığı Çevre Yönetim Sistemi ve gerçekleştir-diği sosyal sorumluluk projeleri ile küresel ısınmaya karşı mücadeleye ve çevrenin korunmasına büyük kat-kı sağlamakta. Capital Dergisi tarafından düzenlenen, “Türkiye’nin En Beğenilen Şirketleri’’ Araştırması’nda kendi sektöründe ilk üçe giren Borusan Lojistik Genel Müdürü Kaan Gürgenç ile Borusan Lojistik ve sektör-deki başarı üzerine söyleşi yaptık.

Borusan Lojistik Türkiye’nin en köklü işletmelerinden biri. Öncelikli olarak bize Borusan şirketler grubunun ve Borusan Lojistik’in kilometre taşlarını aktar mısı-nız?

Borusan Holding’in temelleri Kurucu Başkanımız Sayın Asım Kocabıyık tarafından bundan 68 yıl önce, 1944 yı-lında, İstikbal Ticaret’in kurulmasıyla atılıyor. Ardından Asım Bey önce Borusan Boru’yu kuruyor, sonra Kerim Çelik ve Supsan’ı. 1972 yılına geldiğindeyse, tüm grup şirketleri Borusan Holding çatısı altında birleştiriliyor. Bugün Holdingimiz, faaliyetlerini çelik, distribütörlük, enerji ve lojistik’ten oluşan 4 iş grubunda sürdürüyor.

Şirketimiz Borusan Lojistik, 1973 yılında öncelikle Boru-san Holding grup şirketlerine hizmet vermek üzere ku-ruldu. 2000 yılına gelindiğinde ise, artık deneyim ve bi-rikimimizi grup dışı firmalara da sunmaya karar verdik ve kendimizi pazarda ‘entegre lojistik hizmet sağlayıcı’ olarak yeniden konumlandırdık. Şirketimiz, o günden bu yana her yıl ortalama % 20 büyüyor; gerek kurum-sal gerekse operasyonel anlamda kendini geliştirmeye devam ediyor.

Borusan Lojistik uluslararası taşımacılık alanında da hizmet üretiyor. Bu alanda verdiğiniz hizmetlerden söz eder misiniz?

Uluslararası taşımacılık alanında güvenilir hizmet ve takip sistemlerimizle müşterilerimizin çözüm ortağı olmaya odaklanıyoruz. Bu alanda gemi kiralama; kara-yolu, demiryolu, denizyolu ve havayolu taşımacılığı hiz-metleri veriyor; komple ithalat ve ihracat operasyonları da gerçekleştiriyoruz. Kapıdan kapıya multimodal ta-şımacılık organizasyonunda uzmanlaşmış bir şirket olarak tüm limanlarda aktarmalarla nehir, demiryolu ve karayolu kullanarak dünyanın her noktasında müşteri-lerimizin kapısına teslimat yapıyoruz.

Borusan Lojistik Uluslararası Taşımacılık birimimiz, Chartering ve Multimodal Taşımacılık, Uluslararası Kara Taşımacılığı ve Uluslararası Konteyner Taşımacı-lığı olmak üzere üç stratejik alanda faaliyet gösteriyor. Bu alanda müşterilerimize en rekabetçi fiyatları vermek ve entegre hizmetlerimizle onlara değer katmak hede-fimiz doğrultusunda çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Son olarak Avrupa’ya yönelik lojistik hizmetlerimiz kap-samında yeni bir dönem açarak, sektöründe tren sahi-

BORUSAN LOjİSTİK: fİNANSAL GÜÇ, GÜÇLÜ TEDARİKÇİ YAPISI VE MÜŞTERİ ODAKLILIK BAŞARIYI GETİRİR

röportaj: Yrd. Doç. Dr. Pınar Seden Meral

Fotoğraf: Borusan Lojistik Arşivi

62

bi ilk şirket olarak Tarifeli Multimodal Tren Taşımacılığı hizmetini vermeye başladık. Bu hizmetimizle ülke eko-nomisine ve sanayisine önemli bir rekabet avantajı sun-mayı, aynı zamanda sürdürülebilirlik ve çevre koruma duyarlılığı açısından fark yaratmayı hedefliyoruz.

Yabancı ülkelerde de faaliyet gösteriyorsunuz. Hangi ülke-lerde hangi lojistik faaliyetlerini gerçekleştirmektesiniz?

Yabancı ülkelerde yurtdışı markamız olan Borusan Logistics ile faaliyet gösteriyoruz. Borusan Logistics markasıyla, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Hollanda ve ABD’de % 100 Borusan Lojistik’e ait şirketlerimiz bulunuyor. Geçtiğimiz yıl, 5’inci ülke müdürlüğümüz olan Borusan Logistics International Kazakhstan LLP’yi Kazakistan’da açtık. Bu şirketimizin Bağımsız Devletler Topluluğu ve Orta Asya yapılanmamızın merkezi olma-sını hedefliyoruz. Yabancı ülkelerde taşımacılık ve nav-lun yönetimi, depo yönetimi, proje kargo yönetimi ve tedarik zinciri yönetimi hizmetleri veriyoruz.

Borusan Lojistik Rakiplerinin Bir Adım Önünde

Borusan Lojistik Capital Dergisi’nin “Türkiye’nin En Be-ğenilen Şirketleri’’ Araştırması’nda kendi sektöründe ilk üçe girdi. Borusan Lojistik’in sektördeki başarısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şirketimiz lojistik sektöründe pek çok ilke imza atmış, öncü bir şirkettir. Bunda, Borusan Grubu’nun modern kurumsal yönetim ve iş yapma biçimlerini en etkin şe-kilde uygulayan bir şirket olmamızın önemli rol oyna-dığını düşünüyorum. Özellikle Yalın 6 Sigma metodo-lojisi kapsamında yaptığımız iyileştirme çalışmaları ile birlikte kullandığımız Müşterinin Sesi uygulaması, uzun vadeli stratejik planlama gibi çalışmalarımızla rakipleri-mizin bir adım önündeyiz. İş süreçlerimizi sürekli iyileş-tirerek hizmet kalitemizi yükseltiyoruz. Stratejik plan-lamalarımızla öngördüğümüz hedeflere odaklanıyor, sürdürülebilir bir zeminde büyüyoruz. Bu şekilde ileride daha büyük başarılara imza atacağımıza da inanıyoruz. Finansal ve operasyonel başarıların yanında kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarımızla toplumun deği-şik kesimlerine sağladığımız katkıların da bu başarıda önemli olduğunu düşünüyor ve bu şekilde takdir edil-menin memnuniyetini yaşıyoruz.

Size göre lojistik sektöründe başarılı olmanın ana ko-şul ya da koşulları nedir?

Lojistik sektöründe başarılı olmanın koşulları finansal güç, güçlü tedarikçi yapısı ve müşteri odaklılıktır. Bu-nunla birlikte firmaların güçlü bir bilgi sistemleri altyapı-sına da sahip olmaları gerekiyor. Özellikle son teknolo-jiyi takip etmeleri, bu alandaki gelişmeleri sistemlerine entegre etmeleri, gecikme, hata gibi durumların önüne geçmelerini sağlayacak, müşteri memnuniyetini artıra-caktır. Aynı zamanda nitelikli elemanlarla çalışmak da oldukça önem taşımaktadır.

Borusan Lojistik yalnızca sektördeki başarıları ile de-ğil çevreye duyarlılığı ile de ön plana çıkan bir şirket. Lojistik sektöründeki faaliyetlerinizi çevreye duyarlı biçimde gerçekleştiriyorsunuz. Bu konuda yaptığınız çalışmalardan söz eder misiniz?

Çalışmalarımızı çevreye ve insana saygılı bir şekilde yü-rütmenin kurum kültürümüzde önemli bir yeri var. Bir Çevre Yönetim Sistemimiz var ve tüm faaliyetlerimizi bu kapsamda gerçekleştiriyoruz. Aynı zamanda 2004 yılın-da SGS’den aldığımız ISO 1400 Çevre Yönetim Standardı belgemiz de bulunuyor. Çevreyle ilgili yasaları ve mev-zuatları, bunlarla ilgili değişiklikleri çok yakından takip eden bir şirketiz.

Borusan şirketlerinin tamamında uygulanan, iş süreçle-ri ve ürünlerin geliştirilmesi ve iyileştirilmesini sağlayan Yalın 6 Sigma felsefesinden çevreye yönelik faaliyet-lerimizde de yararlanıyoruz. Yalın 6 Sigma, her adımda risk analizi yapmamızı sağlıyor. Böylece faaliyetlerimizin çevre üzerinde ne gibi riskler yaratabileceğini önceden tespit edebiliyoruz. Eğer risk oranı yüksek ise söz konusu faaliyeti gerçekleştirmekten vazgeçiyoruz.

Bunlara ek olarak 2010 yılında sera gazı emisyonlarının ve uzaklaştırmaların hesaplanmasını ve rapor edilme-sini sağlayan ‘ISO 14064 Sera Gazı Emisyonları’yla ilgili çalışmalarımızı da başlattık. Böylece faaliyetlerimizin oluşturduğu karbondioksit miktarını hesaplayabileceğiz ve buna yönelik çalışmalar yapabileceğiz.

Borusan Holding, Meksika’nın Cancun kentinde düzen-lenen, daha yaşanabilir bir dünya ve sürdürülebilir bir çevre için iklim değişikliği ile küresel boyutta mücade-le etmeye yönelik ‘Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği’ zirvesinde yer aldı. Hükümetleri bu konularda işbirliği yaparak önlem almaya çağıran belgeyi imzalayan 384 şirketten biri oldu.

Borusan Holding’in gerçekleştirdiği ‘Karbon Ayak İzi’ ça-

63

Page 33: AkademiBeykoz Sayı 8

lışmasını da yine 2010 yılında Borusan Lojistik’te başlat-tık. Faaliyetlerimizin sonucunda atmosfere yayılan kar-bondioksit salınımının çevreye verdiği zararı azaltmaya yönelik çalışmalarımızı da bu kapsamda sürdürüyoruz.

Aynı zamanda Deniz Temiz Turmepa’nın özel sponsoru-yuz. Geçtiğimiz yıl deniz temizliğinin önemi dikkat çek-meye yönelik bir ‘Çöpçü Balıkları’ aktivitesi düzenledik. Aktivite kapsamında şirket çalışanlarımız Caddebostan sahilinde belirlenen alanda sualtı dip temizliği yaptı ve denizden çıkarılanlar yine gönüllü çalışanlarımızca ha-zırlanan alanda sergilendi. Denizlerin ne kadar kirli ol-duğunu gözle önüne serdiğimiz etkinliğimizde Türkiye Sualtı Sporları Federasyon Başkan Yardımcısı Dr. Şahin Özen, Deepist Dalış ve Doğa Sporları Merkezi danışman eğitmenlerinden Deniz Biyoloğu Yard. Doç. Dr. Ahmet Edip Müftüoğlu da bizlerle birlikteydi.

Borusan ÇEKÜL İşbirliği

“Biz Kafayı Yeşile Fena Taktık!” sloganıyla ÇEKÜL ile bir protokol imzaladınız. Bu işbirliğinden söz eder misiniz?ÇEKÜL Vakfı’nın 1991 yılından bu yana sürdürdüğü, ‘7 Ağaç Ormanları’ isimli bir programı bulunuyor. Biz de Borusan Lojistik olarak bu programa katıldık. Geçtiğimiz yıl Eylül ayında başlattığımız çalışma kapsamında İzmir Ödemiş ve Mardin Kızıltepe’de, ÇEKÜL’ün belirlediği iki farklı alanı ağaçlandıracağız. Yani, 1.000.000 ağaçlık bir ormanın oluşumuna, diğer bir deyişle 1.000 futbol saha-sı büyüklüğünde bir alanın ağaçlandırılmasına önayak oluyoruz. 5 yıl boyunca ağaçların bakımını da üstlendi-ğimiz proje 2015 yılında tamamlanacak.

Bu proje kapsamında öncelikle her yıl her çalışanımız için 7 ağaç dikeceğiz. Ayrıca, çalışanlarımızın her birinin doğum günü, yeni doğan bebekleri ve evlilik törenlerini de birer ağaçla kutlayacağız. Gerçekleştirdiğimiz her 10 taşıma ve 10 konteyner elleçlemesi için birer ağaç di-kerek de müşterilerimizin kampanyaya dolaylı yoldan katılmalarını sağladık. Sürdürülebilirlik stratejimizin bir parçası olarak başlattığımız bu proje ile Türkiye’ye sür-dürülebilir ormanlar kazandırılmasına destek olmayı he-defliyoruz.

Eğitime yönelik olarak yaptığınız sosyal sorumluluk çalışmalarında da dikkat çeken projelere imza atı-yorsunuz. Son dönemde yaptığınız çalışmalardan biri Mardin Atmaca Köyü İlköğretim Okulu’nun baştan aşa-

ğı yenilenmesi oldu. Bu projeyi nasıl gerçekleştirdiniz?

Mardin Atmaca İlköğretim Okulu’nu, okulda çalışan bir öğretmen vasıtasıyla tanıdık. Bu öğretmenin küçük di-leğine kulak vererek okulun tüm sorunlarını sahiplendik. Geçtiğimiz yıl, yılbaşında göndereceğimiz yeni yıl pro-mosyon malzemeleri bütçesini okul için ayırdık. Öğret-menimizin bizden istediği fotokopi makinesini almakla kalmayıp, tavan ve duvarların tamir edilip boyanması, tören ve oyun sahalarının yapılması, su deposu bağlan-ması, tuvaletlerin yapılması, sınıflara klimalar takılma-sı gibi çalışmalar da yaptık. Özellikle çocukların kitap, mont gibi ihtiyaçlarının karşılanmasında çalışanlarımı-zın topladığı bağışların da büyük yardımı oldu.

Borusan Lojistik’in stratejik iş alanlarından biri Boru-san Limanı. Borusan Limanı’nın Türk lojistik sektörün-deki önemi ve yeri nedir?

Borusan Limanı, stratejik konumuyla Güney Marmara, Ege ve İç Anadolu’da gerçekleştirilen ihracat ve ithalat faaliyetlerinde Türkiye’nin en önemli gümrük kapıların-dan biridir. Borusan Limanı’nın Güney Marmara’nın en modern, en rekabetçi ve önemli limanı olması hedefimiz doğrultusundaki yatırımlarımızı kararlı bir şekilde sür-dürüyoruz. Yatırımlarımız sonucunda en son teknolo-jili sistemlerin kullanılması, iş süreçleri ve sunduğumuz hizmetlerin sürekli bir şekilde geliştirilmesi ve yenilen-mesiyle de Borusan Limanı rakiplerinden farklılaşıyor.

Buna ek olarak Borusan Limanı’nın Türkiye’deki ilk ye-şil liman olmasını hedefliyoruz. Her alanda olduğu gibi Borusan Limanı’nda da buna yönelik çeşitli çalışma-lar yapıyoruz. Bu kapsamda ISO 50001 Enerji Yönetim Sistemi belgesini almak için çalışmalara başladığımız limanımızda enerji tüketimini azaltmak için eski tekno-loji ve makineler yerine daha az enerji tüketen çevreci makineler operasyona dâhil edilmeye başlandı. Aynı zamanda mobil vinçler ve RTG’lerimiz için de elektrik dönüşüm projeleri, saha ve depolarımızda LED aydınlat-maya geçiş projeleri devreye aldık. Böylece % 80 enerji tasarrufu sağlayarak karbon salınımının azaltılmasını destekledik.

Borusan Lojistik olarak ISO 14001 Çevre Yönetim Siste-mi Belgesi’ne sahibiz. Bu kapsamda limanımızda ger-çekleştirdiğimiz faaliyetlerin olumsuz çevresel etkilerini kontrol altında tutabiliyoruz. Limanımızda gerçekleşe-bilecek ve çevreye negatif etkileri olabilecek olaylara

64

yönelik tatbikatlar gerçekleştirerek personelimizin eği-timli ve hazırlıklı olmasını sağlıyoruz.

Borusan Limanı’nda 2006 yılından bu yana “Gemilerden Atık Alınması ve Atıkların Kontrolü Yönetmeliği”ne uy-gun olarak faaliyete sokulan Atık Kabul Tesisi ile limana yanaşan gemilerin katı, sıvı ve tehlikeli atıkları kontrol ediliyor ve gerektiğinde etkisiz hale getiriliyor. Borusan Limanı Türkiye’de atık alım tesisi kurarak lisans alan ve hizmet vermeye başlayan ilk limanlardan biridir. Yaptı-ğımız çalışmalarla atıklardan geri kazanım sağlayarak deniz kirliliğini önlemek adına üzerimize düşen sorum-luluğu yerine getiriyoruz.

Limanımızda atıkların geri kazanımıyla yılda 10.000’den fazla ağacı kesilmekten kurtarıyor, doğaya kazandırı-yoruz. Limanda denizde meydana gelebilecek bir çevre kazasına karşı deniz kirliliği acil müdahale ekibimiz, ab-sorban ve emici malzemelerle deniz bariyeri bulunuyor. Bu sayede bir kaza durumunda kimyasal döküntünün etrafını deniz bariyeriyle çevirerek kirliliği kontrol altına alabiliyoruz.

Lojistik sektörü, Uygun Eğitimleri Almış İnsan Kaynağına İhtiyaç Duyuyor

Lojistik sektörünün insan kaynağı ihtiyacını nasıl de-ğerlendiriyorsunuz?

Lojistik sektörü, uygun eğitimleri almış insan kaynağına ihtiyacı olan bir sektördür. Bunun yanı sıra sektör sürek-li değiştiği ve geliştiği için lojistik sektöründe çalışmak isteyen kişilerin eğitimlerini ve deneyimlerini bir arada kullanabilmeleri oldukça önemlidir.

Şu an mevcut insan kaynağının lojistik sektörü için ye-terli olmadığı görüşündeyim. Bu kapsamda da lojistik firmalarına önemli bir görev düşüyor. Borusan Lojistik olarak çeşitli eğitim programlarını destekliyor, lojistik üzerine eğitim veren kuruluşlarla yakın olmaya çalışı-yoruz. Sektördeki diğer şirketlerin de bu tür desteklerle nitelikli eleman yetiştirilmesini desteklemeleri gerekti-ğine inanıyoruz.

Geleceğin sektörü olarak tanımlanan lojistik sektörün-de çalışmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz nelerdir? Gençler kendilerini hangi alanlarda yetiştirmeliler?

Lojistik sektöründe kariyer yapmak isteyen gençlere

henüz okul sıralarındayken stajlarına önem vermeleri-ni, araştırmacı olmalarını, sektörde yer alan şirketlerle işbirliği içinde yenilikçi projeler geliştirmelerini öneriyo-ruz. Bu, sektöre yönelik pratik bilgileri edinmeleri için iyi bir yoldur.

Bunun yanı sıra sürekli araştırma sektörümüzde çok önemli bir konudur. Adaylar- ‘bu işi daha verimli nasıl yapabiliriz?’ ‘nasıl fark yaratabiliriz?’ gibi soruları kari-yerleri boyunca kendilerine sormalıdır. Okulda öğren-dikleri bilgilere sektörün deneyimli kişilerinden, alaylı çalışanlarından öğrendiklerini entegre edebilmeleri de önemlidir. Bu işin sahada öğrenileceğini özellikle vur-gulamak istiyorum.

65

Page 34: AkademiBeykoz Sayı 8

Türkiye’yi dijital platform işletmeciliği ile tanıştıran Di-giturk kuruluşundan bu yana izleyicilerine farklı bir te-levizyon izleme deneyimi sunuyor. Yalnızca yüzlerce kanala ulaşabileceğiniz bir platform olmayan ve diğer dijital platformlardan farkını yenilikçi teknoloji kullanımı ile sağlayan Digiturk hakkında Digitürk Yeni İş Geliştirme Müdürü Erkan Kara ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Digiturk, dijital platform işletmeciliğinde Türkiye’nin ilk kuruluşu. Türkiye’nin en önemli teknolojik yatırımların-dan biri olan Digiturk’ün dünden bugüne kuruluş öykü-sünü anlatır mısınız?

Digiturk 2000 Mart ayında yayına başladı. 2001 Şu-bat’ında Türkiye Futbol Federasyonu Süper Lig Naklen Yayın haklarını alarak ismini geniş kitlelere duyurdu. Kuruluşundan bugüne de istikrarlı şekilde büyümesini sürdürüyor.

Digiturk ile birlikte hayatımıza dijital platform kavramı girdi. Bu kavram nihai kullanıcılar tarafından daha çok “pay tv” sistemi gibi algılanıyor. Dijital platform ve diji-tal platform işletmeciliği kavramın tam olarak ne ifade etmektedir?

Dijital platform işletmeciliğini 3 başlıkta değerlendi-rebiliriz. Birincisi içerik. Digiturk, bazı kanallarını ken-disi oluşturur. Örneğin Turkmax, MovieMax kanalları

ve LigTV gibi. Bu kanallardaki programlar, içerik sahibi stüdyolardan hazır programlar arasından seçilerek alınır veya yapımcı firmalar tarafından Digiturk’e özel olarak üretilir. Bazı kanallar ise sadece taşınır. Örneğin TRT1,

ShowTV.

İkincisi pazarlama-satış. Digiturk, oluşturduğu 200’e yakın kanaldan farklı üyelik paketleri oluşturur ve satar. Digiturk’e üye olunduğunda en az Giriş Paketi almak gerekir. Üzerine belgesel, çocuk gibi keyif paketleri ile film, dizi, spor platin paketleri ek-lenerek üyenin beklentilerine uygun çeşitlilik oluşturulabilir. Digiturk’ün amacı üyelerimizin kendi seyir zevk-lerine göre, izleyecekleri içerikleri seçebilmeleri ve buna göre ücret ödemeleridir.

Üçüncü ve son olarak da teknoloji. Digiturk onlarca kanala ulaşabilece-

ğiniz bir platform değildir sadece. Aynı zamanda farklı bir televizyon izleme deneyimi vadediyor. Bu noktada fark, yenilikçi teknoloji kullanımı ile sağlanıyor. Örneğin, HD yayın, 3D yayın, Digiturk Plus ve Digiturk IQ servisleri. Digiturk Plus ile Digiturk üyeleri yayınlarını durudur-ile-ri-geri al yaparak seyredebiliyor. Kaydedip sonra seyre-debiliyor. DigiturkPlus’ına otomatik olarak kaydedilmiş programlar arasından seçerek seyredebiliyor. Digiturk IQ ile internete bağlanarak binlerce program arasından seçip izleyebiliyor. 3D ile maçları salonlarında oynanı-yormuş gerçekliğinde seyredebiliyor.

“Digiturk’te Her Damak Tadına Uygun Lezzet Mevcut”

Dijital platform üyesi olmak bir televizyon izleyicisine ne kazandırır? Uydudan ya da kablo üzerinden televiz-yon izlemek ile dijital platform üyesi olmak arasında ne gibi bir fark vardır?

Birçok farkı vardır. Öncelikle program çeşitliliği ve ka-litesi. Digiturk’te her damak tadına uygun lezzet mev-cuttur. Film, dizi, belgesel, çocuk, spor ve bunların daha alt kırılımları.... Kanallar, programlar Digiturk tarafından özel olarak seçilir ve denetlenir. Bunu söylediğimizde, bazı kişiler ‘bende de ücretsiz uyduda 1000 tane kanal var’ diyor. Burada tek başına sayı önemli değil, kalite ile birlikte düşünmek gerekiyor. Dilini anlamadığın 500 ka-nalı saymanın doğru olmadığını düşünüyoruz.

Diğer önemli fark teknoloji kullanımıdır. Digiturk sadece

DİGİTURK İLE “HAYALLERİNE DOKUN!”

röportaj: Yrd. Doç. Dr. Pınar Seden Meral

Fotoğraf: Digiturk Arşivi

66

Digitürk Yeni İş Geliştirme Müdürü Erkan Kara

TV kanalları topluluğu sunmaz, farklı bir TV izleme de-neyimi de sunar. HD filmler ile en küçük detayı görebilir-siniz, 3D maç keyfi ile stadyumdaki havayı en yakından yaşarsınız, Digiturk Plus ile akşam diziyi kaçırdım derdi olmaz, Digiturk IQ ile binlerce seçeneği olur, Digiturk-Play ile evde olmadığı zaman cep telefonundan da maç seyredebilir...

Digiturk üyelerini dinler, talepleri inceler, kendisini bu talepler doğrultusunda geliştirir. Bunu da önemli bir fark olarak vurgulamakta fayda var.

Digiturk’un dijital yayıncılık alanına getirdiği yenilikler nelerdir?

Aslında bu soruya daha önce kısmen cevap vermiştim. Türkiye’de ilk HD canlı maç yayını Digiturk tarafından yapılmıştır. İlk PVR (Personal Video Recorder) – Digiturk Plus Digiturk tarafından kullanılmıştır. İnteraktif kanal üzerinden ilk bankacılık işlemi, cep telefonu kontur yük-leme, interaktif oyunlar vb onlarca servis Digiturk tara-fından geliştirilmiştir. Bu liste uzar gider...

Bilişim alanında Nilaccra ile çözüm ortağısınız. Bu iş-birliğinin çalışmaları ve yapılan uygulamalar hakkında bilgi verir misiniz?

Ürün geliştirme teknik süreçlerimizde yoğun olarak dış kaynak kullanıyoruz, birçok firma ile çalışıyoruz. Nilacc-ra internet servisleri geliştirmede yoğun çalıştığımız çö-züm ortağımızdır. DigiturkPlay.com.tr ve Digiturkwebtv.com web sitelerimizin kullanıcı yönetim sistemi, içerik yönetim sistemi ve web sitesi önyüz tarafında geliştir-meleri bizim için yapıyorlar. Biz bu servislerden isterle-rimizi veriyoruz onlar anahtar teslim mantığında yazı-lımları geliştiriyorlar.

Digiturk bünyesinde yer verdiğiniz televiz-yon kanallarını hangi faktörlere göre seçi-yorsunuz?

Araştırma grubumuz, düzenli olarak yaptık-ları araştırmalar ile içerideki üyelerimizin ve dışarıdaki potansiyel alıcılarımızın beklenti-lerini anlamaya çalışıyorlar. Öncelikle plat-formumuzdaki kanal çeşitliliğine yön veren temel bu oluyor. Diğer yandan izlenme ra-kamlarına bakıyoruz. Önemli diğer para-metre ise o kanalı bulundurmanın maliyeti. Kanunlar ve yönetmeliklere uygun olması da bizim için çok önemli.

Yazılım Sektöründe Henüz Kat Edilmesi Gereken Büyük Bir Mesafe Var

Dijital platformun temelini yazılım oluşturuyor. Türki-ye’deki yazılım sektörünün durumunu nasıl değerlen-diriyorsunuz?

Türkiye’de bilişim sektörü ekonomik büyüklüğü olarak baktığınızda %70’i donanım, %30’u ise yazılımdan olu-şuyor. Aslında bu durumun tam tersi oranlarda olması gerekiyor. Buradan hareketle önümüzde kat edilmesi gereken büyük bir mesafe var. En basit ifadeyle, yazılım, soyut, elle tutulan-gözle görülen bir şey olmadığından değeri de anlaşılamıyor, küçümseniyor. İyi yazılım üre-tebilmek çok zor bir iş. Müşterinin beklentilerini doğru şekilde anlayabilmek, doğru analizleri yaparak mühen-dislik olarak doğru sistem tasarımlarını oluşturabilmek, verimli ve performanslı çalışan hata içermeyen kodlar yazmak, bunların testlerini kapsamlı şekilde gerçekleş-tirebilmek. Çok emek yoğun, akıl teri, alın teri gerektiren işler. Bacasız sanayi. En büyük sermayesi insan. Bu çer-çevede, Türkiye yazılım sektörünün çok önemli fırsatlar içerdiğini düşünüyorum. Bilişim sektörü yatırım maliyeti en düşük, katma değeri en yüksek sektör. Bugün dün-yanın en değerli firmaları olan Apple, Google, Microsoft gibi şirketlere baktığımızda bir fikirle, bir garajda ortaya çıktıklarını görüyoruz. Türkiye’nin ekonomik büyümesi için Bilişim sektörü büyük bir fırsat yaratmaktadır.

Türkiye’de ve dünyada yazılım alanında ne gibi yeni ürünler çıkıyor?

Son yıllarda, yazılım alanında en büyük yeniliklerin mo-bil cihazlar da yaşandığını söyleyebiliriz. Akıllı telefonla-rın ve tablet bilgisayarların yayılmasıyla birlikte tam bir patlama yaşandı. Apple iOS, Android gibi mobil işletim sistemleri üzerinde çalışan yepyeni uygulamalar gelişti-

67

Page 35: AkademiBeykoz Sayı 8

rildi. Eğlence, üretkenlik, iletişim vb onlarca kategoride onlarca uygulama.

Bu yeni ürünler bireylerin hayatlarını nasıl etkileyecek?

Öncelikle, bilgiye her an ulaşmak mümkün artık. Goog-le cebinizde. Trafik durumu cebinizde. Gerçek zamanlı borsa bilgileri cebinizde. Bankanız cebinizde. Facebook ile arkadaşlarınız cebinizde. Muazzam bir bilgi akışı, iş-lem kabiliyeti. İş yapış şekillerimiz değişiyor. Arkadaşlık-larımız değişiyor. Artık akşam gezmeleri bitiyor. Sosyal medya da hep birlikteyiz arkadaşlarımız ile. Verimlilik ön planda oluyor, kimsenin gereksiz zaman kaybına ta-hammülü yok. Mutlaka trafik durumuna bakıyoruz cebi-mizden yola çıkmadan önce.

Yazılım sektörünün geleceği konusundaki görüşleriniz nelerdir?

Kesinlikle çok daha iyi olacağını düşünüyorum. Öncelik-le ihtiyaç katlanarak artacak. Bugün mobil cihazlardan bahsediyoruz. Sırada makine-makine iletişimi var. Ya-kın gelecekte bütün cihazlar iletişim şebekeleri üzerin-den birbirleriyle konuşacaklar. Burada çok fazla yazılım ihtiyacı olacak. Bu noktada doğru politikalar ile sektörün güçlendirilmesi gerekiyor. Hükümetin bu noktada son yıllarda çok olumlu uygulamaları var. ARGE merkezle-ri, Teknoloji Geliştirme Bölgeleri, TUBİTAK ve KOSGEB tarafından sağlanan desteklerin çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Yapılanların ticarileştirilmesi noktasında eksikler var bu eksiklerin de hızla giderileceğini umut ediyorum. Biz ülke olarak pazarlama bilmiyoruz. Yaptık-larımızı da doğru şekilde pazarlar isek çok başarılı ola-biliriz.

‘Dilediğin Zaman, Dilediğin Yerde’

Günümüzde İnternet üzerinden kesintisiz televizyon izlemek mümkün. Digiturk’ün IPTv uygulamaları neler-dir? IP TV’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Öncelikle IPTV’den ne anladığımızı netleştirelim. Çün-kü zaman içerisinde sektörde IPTV’nin anlamı değişti. IPTV’den bizim anladığımız açık internet şebekesi üze-rinde verilen video hizmetleridir. 2 konuyu vurgulamak gerekiyor. İlki, şebeke açıktır, ortaktır. Kullanıcılar inter-nete erişmek için almaktadır. Hızlar yükseldiği için vi-deo servisleri sunmak da yapılabilir olmuştur. İkincisi, verilen servis video servisidir. Alışılagelmiş anlamda TV kanalı vermek değildir. Daha büyük, daha kapsamlı bir servisdir. Bu çerçevede, Digiturk IPTV’ye yatırım yap-maktadır. ‘Dilediğin zaman, Dilediğin yerde’ sloganı ile

servislerimizi çeşitlendiriyoruz. Yeni nesil uydu alıcıla-rımızın hepsi internete bağlanabilir olarak tasarlanıyor. Bu kutularımızdan, normal TV yayınlarını alışageldik şekilde uydu üzerinden seyrederken, ‘isteğe bağlı’ ser-visler ise internet bağlantısı üzerinden veriliyor. İsteğe bağlı servisler kapsamında çok büyük bir program kü-tüphanesi, youtube vb popüler video servisleri, ligtv.com.tr videolarını örnek verebilirim. Uydu ve internetin bu şekilde aynı kutu üzerinde birlikte kullanıldığı modele Hybrid model deniyor.

Diğer yandan, web’den ve mobil cihazlardan Digiturk ser-vislerine ulaşmak mümkündür. Burada 2 markamız var. Digiturkplay.com.tr ve digiturkwebtv.com. Digiturkplay.com.tr, 30 kadar canlı TV kanalına, binlerce içerikten oluşan program kütüphanesine ve canlı maç yayınlarına bilgisayarınızdan ve iPhone, iPad’inizden ulaşabildiğiniz servisimizdir. Bu servisin çok benzeri, yurt dışında ya-şayan Türkler için geliştirilmiş olup digiturkwebtv.com adıyla hizmet vermektedir ve başta kuzey amerika ve avrupa ülkeleri olmak üzere onlarca ülkeden kullanıcısı bulunmaktadır.

Biraz önce tanımladığımız çerçevede IPTV’nin geleceği-nin parlak olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki 5 yılda video izleme alışkanlığımız önemli derecede değişecek. Daha az alışılagelen linear TV yayını seyredeceğiz, daha fazla Digiturk Plus’a kaydedilmiş veya kütüphaneden seçerek isteğe bağlı programlar izleyeceğiz. Bilgisayar-dan, tabletlerden, akıllı telefonlardan, akıllı televizyon-lardan seçerek daha fazla program seyredeceğiz. Sos-yal TV olarak nitelendirilen yeni bir konu var. Programı seyrederken paylaşacağız, sosyalleşeceğiz...

İnternet üzerinden yayıncılık yapmanın en zor konula-rından biri telif hakları. Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

Bizim açımızdan bu konu net. İnternet’ten sunduğumuz bütün içeriklerin telif haklarını ödüyoruz. Aynı tutumu ligtv gibi telif hakkı bizde olan içerikler için bizde bekli-yoruz. Bu konuyu çok sıkı takip ediyoruz. İnternet üze-rinden yapılan yasadışı yayınları takip eden bir ekibimiz var. Korsana karşı yasal mücadelemiz sürüyor.

Mobil iletişim teknolojileri alanında da bir takım uygu-lamalarınız var. Bu uygulamalardan söz eder misiniz?

Bu alandaki uygulamalarımızı 2 başlıkta toplayabiliriz. Birincisi, ‘Digiturk dilediğin yerde’ planımızın çok önemli bir parçası da mobil servisler. Programlarımıza, kanalla-rımıza mobil cihazlar üzerinden de ulaşılabiliyor. Örne-

68

ğin, canlı ligtv maçlarınızı akıllı telefonlarınızdan seyre-debiliyorsunuz. Yine ligtv.com.tr haber, gol görüntüleri vb videolara ulaşılabiliyor.

İkinci olarak, mobil cihazları Digiturk ile ilgili işlemler yapabileceğiniz noktalar olarak ta kullanıyoruz. Örneğin SMS atarak Salon kanallarından film satın alabilir, fa-turanızı öğrenebilir veya DigiturkPlus’ınıza akşam baş-layacak diziyi kaydetmesi için komut gönderebilirsiniz. iPhone, iPad uygulamalarımız ile bütün Digiturk’teki ka-nalların yayın akışlarını görebilir, filmlerin fragmanlarını izleyebilirsiniz.

Son olarak insan kaynakları konusundan söz etmek istiyorum. Digiturk bünyesinde çalışan personelin de-ğerlendirilmesi ve projelerin yönetilmesi konusundaki uygulamalarınız nelerdir?

İnsan Kaynakları bölümümüz tarafından yürütülen programlar bulunmakta. Çalışan yetkinliklerinin arttı-rılmasına yönelik değerlendirme ve eğitim programları yürütülüyor. Performans değerlendirme sistemi uygula-nıyor.

Bir yazılımcı farklı sektörlere farklı ürünler üretebilir. Digiturk bünyesinde farklı uzman yazılımcıları barındı-ran bir kurum. Digiturk’te kariyer yapmak isteyen genç-lere neler önerirsiniz?

Digiturk, çok dinamik bir firma. Sürekli değişiyor, gelişi-yor. Öncelikle Digiturk’te kariyer yapmak isteyen genç-lerin bunu bilmesi gerekir. Gençler kariyer basamakla-rında ilerlemek konusunda biraz sabırsız olabiliyorlar. Yazılım işinde uzmanlık önemli. Uzman, yaptığı işe bü-

tün detaylarıyla vakıf kişiler işlerinde büyük farklar ya-ratabiliyorlar. Bu bağlamda gençlere sabırlı olmalarını ve alanlarında derinlemesine bilgi sahibi olacak şekilde

kendilerini yetiştir-melerini tavsiye ede-rim. Sonuçta herke-sin müdür, direktör olması gerekmiyor. Böyle bir şey teorik olarak mümkün de değil. Çok iyi, usta yazılım mühendisle-rine ihtiyacımız var.

69

Page 36: AkademiBeykoz Sayı 8

2006 yılında Türkiye’yi internete bağlamak ve dünyayla tanıştırmak amacıyla kurulan TTNET, günümüzde sun-duğu hizmetlerle sektörde öncü rol oynayan, müşterile-rine geleceğin iletişim teknolojilerini sunan bir iletişim ve eğlence şirketi. Türkiye’de “dörtlü servis” dönemini başlatan ilk iletişim ve eğlence şirketi olma kimliği ka-zanan, mobil iletişim alanında geliştirdiği uygulamalarla sektöre öncülük eden TTNET’in mobil iletişim uygula-maları ve başarıları hakkında TTNET Dijital Medya Pa-zarlama Direktörü Yaman Alpata ile bir röportaj gerçek-leştirdik.

TTNET internet erişim hizmetlerinin yanı sıra birçok farklı servisi de sunuyor. Bu hizmetlerden özellikle gençlerin en fazla ilgisini çeken TTNET Müzik. TTNET Müzik’te sunduğunuz hizmetten bahseder misiniz?

TTNET Müzik, TTNET’in dijital müzik platformudur. App Store’da ücretsiz müzik uygulamaları arasında yer alan

ve kullanıcılarına sunduğu yerli ve yabancı şarkılarla müzik ziyafeti yaşatan TTNET Müzik, sanatçıların en yeni albümleriyle de müzikseverlere hizmet sunuyor. 3 milyondan fazla şarkıyı ücretsiz olarak dinleme imkanı sunan TTNET Müzik, App Store’un iPhone ve iPad uygu-lamaları ile birlikte Android tabanlı cihazlar için geliş-tirilen TTNET Müzik Android uygulaması üzerinden de kullanıcılarına ulaşıyor. TTNET Müzik, App Store’da üc-retsiz müzik uygulamaları arasında mart ayında birinci oldu.

TTNET, Türkiye’yi 2010 yılından itibaren yeni bir eğlence platformu ile tanıştırdı. Genişbant üzerinden yayınlanan Tivibu platformundan söz eder misiniz? Tivibu ne gibi yenilikler ve farklılıklar getirmektedir?

TV izleme deneyimine seçim, kontrol ve özgürlük geti-ren Tivibu, TTNET’in sunduğu yeni dönem TV platformu-dur. Dünya standartlarında TV izleme deneyimi yaşatan Tivibu ile Türkiye’de televizyon yayıncılığına birçok yeni-lik getiren TTNET; “TTNET’le Her Şey Mümkün” diyerek, iletişimin üç temel bileşeni olan internet, televizyon ve telefonu birlikte sahiplendi. Böylece Tivibu 4 ekrandan yani; televizyon, bilgisayar, cep telefonu ve ek olarak tabletlerden yayın yapan bir platform oldu.

Tivibu; “Seç İzle”, “Tekrar İzle”, “Durdur İzle”, “Geri Al İzle” gibi gelişmiş özelliklere sahip. Ayrıca IPTV tekno-lojisi sayesinde mevcut televizyon platformlarından çok daha zengin, yüksek çözünürlüklü görüntü ve inte-raktif servisler sunuyor. Tivibu ile “Ev”, “Web”, “Cep” ve “Tablet” olmak üzere 4 ekrandan yayın yapıyoruz. Dola-yısıyla üyelerimiz istedikleri yerde ve istedikleri zaman Tivibu’nun zengin içeriğini izleyebiliyorlar. Tivibu uygu-lamalarıyla da fark yaratıyor. Tivibu Ev kullanıcılarımız için sunduğumuz Sosyal Tivi uygulamasıyla Türkiye’de bir ilki gerçekleştiriyoruz. Sosyal Tivi uygulaması sa-yesinde, artık televizyonlar interaktif iletişim araçları-na dönüşüyor. Sosyal Tivi, televizyon üzerinden sosyal medya dünyasına giriş yapmanızı sağlıyor. Sosyal Tivi uygulaması sayesinde; TV üzerinden arkadaş liste-si oluşturabiliyor, arkadaşlarınıza TV üzerinden mesaj atabiliyorsunuz. Ayrıca herhangi bir filmi, diziyi televiz-yon üzerinden beğenebiliyor ve Sosyal Tivi’de yer alan arkadaşlarınıza önerebiliyorsunuz. Uygulama üzerinden Twitter’a bağlanmak da mümkün.

Tivibu olarak önümüzdeki dönemlerde de televizyon izleme alışkanlıklarını değiştirecek yenilikler sunmaya devam edeceğiz.

TTNET MOBİL UYGULAMALARDA fARK YARATIYOR

röportaj: Yrd. Doç. Dr. Pınar Seden Meral

Fotoğraf: TTNET Arşivi

70

TTNET Dijital Medya Pazarlama Direktörü Yaman Alpata

Tivibu Ev Yenilikler Sunuyor

Tivibu hizmetinin mobil ortamdaki kullanımı nasıl ger-çekleşiyor?

Tivibu Cep ile uyumlu mobil cihazınız ile (3G, 2.5G, Wi-Fi) internet bağlantısı olan tüm yurtiçi lokasyonlardan Tivibu Cep Paketi içinde yer alan TV kanallarını canlı olarak takip edebilir, Tivibu Cep’in video arşivinden dile-diğiniz içeriği dilediğiniz zaman internet bağlantısı olan her yerden özgürce izleyebilirsiniz. Tivibu Cep paketinde yer alan TV kanallarında yayınlanan seçme programları Tivibu Cep ile yayınlanma tarihlerinden itibaren 1 hafta boyunca dilediğiniz zaman dilediğiniz kadar izleyebi-lirsiniz. Tivibu Cep uygulaması Android Market ve App Store’dan indirilebilir.

Tivibu yeni nesil akıllı cep telefonları için de bazı uygu-lamalar oluşturdu. Örneğin İphone uygulaması ile tele-fon uzaktan kumanda olarak da kullanılabiliyor ve bu hizmet İPad üzerinden de alınabiliyor. Tivibu android işletim sistemine ve Apple uygulamaları sahip cihaz-larda ne gibi yenilikler sunuyor?

Tivibu Ev, kullanıcılarına her geçen gün yeni bir yenilik sunmaya devam ediyor. Tivibu Ev’in iPhone uygulaması ile artık evde kumanda arama derdi sona eriyor. iPho-

ne ya da iPad’i olan Tivibu Ev kullanıcıları, telefon ya da tabletlerini artık kumanda olarak da kullanabiliyorlar.

Tivibu Ev’in iPhone uygulaması, telefonunuz üzerinden Tivibu alıcınızın sesini artırıp azaltmanızı, kanallar ara-sında gezinmenizi, Seç İzle servisi ile istediğiniz içerik-leri izlemenizi, yayını istediğiniz zaman durdurmanızı ve geri almanızı sağlıyor. Tivibu Ev’in iPad uygulaması ile de tüm uygulamaları ister ekrandaki tuşlardan, isterse-niz de “Swipe” modu ile telefonunuza bakmadan yap-manız mümkün oluyor. Evde kumanda arama derdine son veren uygulama, aynı zamanda Tivibu Ev’in servis ve içeriklerini kullanmak konusunda büyük teknolojik rahatlıklar sunuyor. Tivibu’nun hayatı kolaylaştıran tek-nolojik özelliklerinden biri olan bu uygulama, iPhone ve iPad’in Apple Store bölümünden ücretsiz olarak indiri-liyor.

Tivibu ile uluslararası ödüller de aldınız. Bu ödüllerden söz eder misiniz?

Tivibu çok yenilikçi bir platform olduğu için yurtiçinden ve yurtdışından ödüller kazandı. Tivibu Web, Londra’da düzenlenen IP&TV World Forum 2011’de, ilk üçe kaldığı Amerika’dan AT&t U-Verse ve Singapur’dan Singtel’i ge-ride bırakarak “En iyi IPTV, Hibrit veya Bağlantılı TV Ser-visi Büyüme Başarı Ödülü”nü aldı. Tivibu, IP&TV World Forum 2012’de de bir ödül aldı. Tivibu, 4 ekran özelliği sayesinde “Best Multiscreen TV Service” kategorisinde ödül almaya hak kazandı.

Los Angeles’ta Shorts International tarafından düzen-lenen Shorts Awards gecesinde, Türkiye kısa filmlere vermiş olduğu destek sebebiyle “International Award” (Uluslararası Ödül) ödülüne layık görüldü. Törende, Türkiye’nin ödüle layık görülmesinde Tivibu’nun bünye-sinde yer alan kısa film kanalı Shorts TV’nin önemli rol oynadığı vurgulandı.

Tivibu Cep, Türkiye Bilişim Derneği (TBD) tarafından bu yıl 28’incisi düzenlenen Ulusal Bilişim Kurultayı çerçe-vesinde verilen TBD Bilişim 2011 Hizmet Ödülleri’nde, Yenilikçi Uygulama kategorisinde büyük ödüle layık gö-rüldü.

Dünyanın en saygın iş ödüllerinden biri kabul edilen International Business Awards’da TTNET’e verilen 6 ödülün 2’si Tivibu platformu için verildi. Tivibu, İletişim Kampanyası ve Pazarlama Kampanyası kategorilerinde 2 onur ödülü birden aldı.

Dijital oyun konusundaki yatırımlarınıza da devam edi-

71

Page 37: AkademiBeykoz Sayı 8

yorsunuz. Bu kapsamda TTNET Playstore’u açtınız. TTNET Playstore’un gelecek hedefleri ve pazar beklen-tileri hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Dijital oyun platformumuz Playstore kapsamında oyun-severlere; ulaşılabilirlik, uygun ödeme koşulları ve gü-venli alışveriş olanağı sunuyoruz. Playstore’da öncelik verdiğimiz en önemli hizmetler arasında; ürün gamının artırılması, kullanıcılar için yaygın ve kolay ulaşılabilir ol-mak yer alıyor. Kataloğumuzda 1000’e yakın farklı oyun yer alıyor. 9,90’dan başlayan fiyatlarla en popüler oyun-lar Playstore’da yer alıyor. Ayrıca sadece PC kullanıcıları için değil, Mac kullanıcıları için de oyunlar bulunuyor.

Playstore bu yıl Max Payne 3, Street Fighter X Tekken, Shogun 2 Total War - Fall of the Samurai gibi oyun dün-yasına damgasını vuran büyük oyunları oyunseverlerle buluşturacak. Eylül 2012’de başlayacak yeni sezonda da bu oyunları yenileri takip edecek. Assassin’s Creed ve Call of Duty gibi büyük markaların yeni oyunları da yeni sezonda dünya ile aynı anda Playstore’da yerini alacak. Playstore olarak 2012’yi iyi geçireceğimizi düşünüyoruz. Bunun dışında genel bir değerlendirme yapmak gere-kirse, Playstore olarak Türkiye’de oyun sektörünü geliş-tirmek için yola çıktık. Bu kapsamda SOBEE Studios ile işbirliği de yapıyoruz. Türkiye’de geliştirilen yeni oyunla-rın yayınlanması, oyun sektörünün büyütülmesi ve genç yeteneklerin bu iş alanında değerlendirilmesi, oyunların Türkiye’nin her noktasında daha kolaylıkla ulaşılabilir ol-ması amacını taşıyoruz.

Sosyal Medyada Ses Getiren Uygulamalar

TTNET’in sosyal medyada başarılı uygulamaları var. Bu uygulamalardan söz eder misiniz?

Aralık 2009’dan beri sosyal medyayı kurumsal olarak kullanıyoruz. Kendi bünyemizde sosyal medya aktivi-telerini yöneten bir de departmanımız var. Çeşitli uygu-lamalarımız arasından Mart 2011’de ünlü şarkıcı Bedük için gerçekleştirdiğimiz kampanyayı örnek verebiliriz. TTNET Müzik olarak, Bedük’ün albümünü herkesten önce dinlemek isteyenlerin, TTNET Müzik’in Facebo-ok sayfasını “beğen”meleri yeterli oluyordu. Sayfayı “beğen”en her 100 kişi, albümün ilk şarkısı olan “Full Animasyon” şarkısının bir saniyesinin daha dinlenebil-mesine fırsat veriyordu. Bedük için hazırladığımız kam-panyanın süresini 4-5 gün olarak belirledik. Ancak 24 saatten kısa bir sürede kampanyamız viral olarak yayıl-dı ve albümün ilk şarkısı olan ‘Full Animasyon’ 1 milyon 250 bin kişi tarafından dinlendi.

72

T

Türkiye enerji sektörünün ilk sivil toplum örgütü olan TABGİS, kurulduğu günden bu yana petrol sektörüne önemli katkılar gerçekleştirdi. Türkiye’de petrol politika-sının oluşturulmasına öncülük eden, sürdürdüğü araş-tırma ve geliştirme faaliyetleriyle yön veren, Türkiye petrol piyasasının mevzuatının oluşturulmasında çok yoğun çalışmaları ve katkıları olan TABGİS’in Genel Sek-reteri Tuluğ İlem Yeşilbağ ile TABGİS ve sektöre katkıları üzerine görüştük.

Tuluğ Hanım, TABGİS Türkiye’deki en eski sendikalar-dan biri. Öncelikli olarak bize Tabgis’in kuruluş hikaye-sinden söz eder misiniz?

TABGİS, 1954 yılında İstanbul Akaryakıt Bayileri Ce-miyeti adıyla kurulmuştur. 1961 Anayasası sonrasında Türkiye’de sendikal hareketin sosyal hayatın önemli bir parçası haline gelmesi cemiyetimizi de etkilemiş ve 1963 yılında Sendikalar Kanunu’nun yürürlüğe gir-mesiyle Türkiye Akaryakıt Acente ve Bayileriyle Garaj İşletenler Sendikası adını alarak faaliyetine devam et-

miştir. Garaj işletmelerinin iş kolumuzdan çıkarılmasıy-la da “Türkiye Akaryakıt Bayileri Petrol ve Gaz Şirketleri İşveren Sendikası” adıyla halen faaliyetine devam et-mektedir. TABGİS; kendi iş kolunda faaliyet gösteren işverenlerin, çalışma ilişkilerinde, mevzuat çerçevesin-de, sosyal ve ekonomik hak ve menfaatlerin korunması, geliştirilmesi, karşılıklı yardımlaşmanın sağlanması, iş kolunda kurulmuş ve kurulacak olan sanayinin verimli ve uyumlu bir şekilde çalışmasını temin etmek amacıyla kurulmuştur.

TABGİS’in Türk akaryakıt enerjisi sektörüne katkıları ve başarıları nelerdir?

TABGİS, kendi iş kolumuzda kurulmuş ilk sivil toplum ör-gütüdür. Bundan dolayı cemiyet dönemini de dahil ede-cek olursak ülke tarihimizin son 58 yılında petrol sek-törüne önemli katkıları olmuştur. Öncelikle Türkiye’de petrol politikasının oluşturulmasına öncülük etmiştir. Sektörümüzün en önemli yapıtaşı olan istasyonların ve bayilik müessesesinin bugünkü oluşumuna yıllardır sür-dürdüğü araştırma ve geliştirme faaliyetleriyle yön ver-miştir. Türkiye petrol piyasasının mevzuatının oluştu-rulmasında çok yoğun çalışmaları ve katkıları olmuştur. Türkiye’de bayiler tarafından kurulmuş ilk ve tek dağıtım şirketi olan TABAŞ (Türkiye Akaryakıt Bayileri Anonim Şirketi) TABGİS tarafından kurulmuştur. Sendika ola-rak halen çok yoğun bir mesaiyle ve tecrübenin verdiği önemli kazanımlarımızla hem ülkemizin hem de sektö-rümüzün menfaatlerine hizmet edecek çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Türk akaryakıt ve gaz sektörünün durumunu nasıl de-ğerlendiriyorsunuz? Dünyadaki yerimiz nedir?

Akaryakıt ve LPG istasyonlarının hem teknik donanım-ları hem de verilen hizmetin boyutu ve kalitesi dünya ölçeğine göre çok ileri düzeyde bizim ülkemizde. Gerek Avrupa Birliği ülkelerinde gerekse Amerika’da 7/24 ça-lışan istasyon sayısı yok denecek kadar az iken bizim ülkemizde istasyonlar non-stop hizmet veriyorlar. Bu dışarıdan bakıldığında çok kolay görünebilir ya da veri-len mesainin zorluğu fark edilmeyebilir. Ama gerçekten istasyonlarda çok kaliteli ve emniyet süreçlerine hakim bir hizmet tablosu var. Sektör temsilcileri olarak bu ba-kımdan lider olmaktan çok gurur duyuyoruz.

Sadece verdiğimiz hizmetle değil, çok ciddi bir istihdam

ENERjİ SEKTÖRÜNÜN İLK SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ: TABGİS

röportaj: Yrd. Doç. Dr. Pınar Seden Meral

Fotoğraf: Tabgis Arşivi

73

TABGİS’in Genel Sekreteri Tuluğ İlem Yeşilbağ

Page 38: AkademiBeykoz Sayı 8

da sağlıyoruz. Sektörde yaklaşık 250 bin kişi istihdam ediliyor. Hem istihdam kapasitesi olarak hem de devlet hazinesine sağladığımız vergi geliriyle Türkiye’nin loko-motif alanlarından akaryakıt ve LPG piyasaları. 2011 yı-lında sağladığımız vergi geliri 46 milyar TL’yi buldu.

Türkiye enerji hammaddesi açısından zengin bir ülke olmasına karşın, petrol açısından yeterli rezerv kayna-ğına sahip değil. Petrol arama yatırımları hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Ülkemiz birincil enerji kaynakları bakımından çok büyük oranda yurt dışına bağımlı. Ham petrol ve petrol ürün-lerinin yaklaşık % 80’i ithal ediliyor. Bu kalem devlet bütçesinin en ağır yüklerinden biri. Önümüzdeki yıllarda büyüyecek enerji talebiyle dışa olan bağımlılığımız da artacaktır. Enerji Bakanlığının da son yıllarda üzerinde durduğu en önemli konuların başında petrol arama ve üretim faaliyetleri geliyor. Bu alanda Bakanlığın çalış-malarını takip ediyor ve takdirle karşılıyoruz. Yine bu alanda önemli yatırımların yapıldığına şahit oluyoruz. Ancak tüm bunlar sonuçları uzun vadede görülecek ça-lışmalar.

Türkiye’deki akaryakıt sektörünün yabancı ağırlıklı ol-masını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durumun sek-töre katkısını nasıl görüyorsunuz?

Sektörümüzde faaliyet gösteren yabancı firmaların ba-zılarının ülkemizdeki varlıkları neredeyse Cumhuriyeti-mizle yaşıttır. Bu firmaların gerek dünyadaki konumları ve marka güçleriyle, gerekse uluslar arası standartla-rın ülkemize taşınarak kaliteli bir piyasa gelişimine çok önemli katkılarda bulundukları açıktır. Ayrıca yabancı yatırımların varlığı iç piyasanın da çekiciliğini gösterir. Ancak, yabancı yatırımcılar olduğu kadar sektörümüzde faaliyet gösteren çok önemli yerli yatırımcılar da mev-cuttur ve uluslar arası markalarla çok etkin bir rekabet içindedirler. Sonuç olarak; asıl olan yapılan yatırımdan ülkenin sağlayacağı menfaattir.

Dağıtım şirketleri ile bayiler arasındaki intifa anlaşma sürelerinin beş yıl ile sınırlandırılması işletmeler arasın-daki rekabeti nasıl etkilemekte?

Rekabet Kurumu’nun kararı sadece bu sektöre yönelik alınmış bir karar değil. Rekabet mevzuatının bir gereği olan bu kısıt bizim sektörümüzde bayilik anlaşmaları dı-şında uygulanmıyordu. Alınan karar sektördeki tüm an-

laşmaların mevzuata uygun hale getirilmesiydi sadece. 18 Eylül 2010 süreci akaryakıt bayileri açısından oldukça önemli. Bayiler ticari faaliyetlerine yön verecek önemli ekonomik koşulları görüşmek ve neticeye bağlamak için uzun süreli intifa ve/veya kira anlaşmaları nedeniyle 15-20 yıl beklemek durumundaydılar. Ancak bu karar ile birlikte her beş yılda bir yeni bir anlaşma akdetme şan-sına sahip oldular. Adil bir rekabet ortamının tesisi için bu aşama bayiler açısından sürecin en önemli farkını ortaya koyuyor.

İşletmeler arası rekabete gelince; Piyasada uzun sü-reli yapılan anlaşmalar zamanla piyasa kapama etkisi yarattığından özellikle dağıtım alanında yeni firmalar piyasaya girmekte güçlük çekiyorlardı. Uygulamadan sonra ise piyasada yeni dağıtıcıların yer almasıyla birlik-te rekabetin hızlandığını söylemek mümkün. Bu süreçte EPDK verilerine göre bayilerin yaklaşık % 13’ü dağıtıcı-sını değiştirdi. Bütün bunları rekabet dinamiği açısından olumlu gelişmeler olarak değerlendiriyoruz.

Yıllardır en çok tartışılan konulardan biri akaryakıt fi-yatları. Akaryakıttaki fiyat bileşenleri nelerdir?

Ülkemiz, coğrafi konumu bakımından petrol üreten ül-kelere yakın olmakla birlikte dışa bağımlı olmasından dolayı çok ciddi bir ithalat maliyetine katlanarak ham petrol ve ürünlerini tedarik etmektedir. Bundan dolayı fiyat bileşenleri içinde ürün maliyeti en çok paya sa-hip olan alanlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Üstelik 2010 yılının sonlarından itibaren Arap baharının etki-siyle devam eden süreçte yükselen petrol fiyatları aynı oranda bizim de alış maliyetimizi arttırıyor. Son aylarda İran’dan yapılan ham petrol alımlarının yüzde 20 oranın-da düşürülmesi de maliyetin ilerleyen dönemde daha da artmasına neden olacak gibi gözüküyor.

Ürün maliyeti ile birlikte akaryakıt fiyatları üzerindeki en büyük pay dolaylı vergilerdir. Türkiye’yi yüksek fiyatlar nedeniyle dünya sıralamasının başına oturtan temel ne-den de yine uygulanan vergilerin yüksek oluşundan kay-naklanmaktadır. Şu an da ürün maliyeti ile verginin fiyat içindeki payı % 91 mertebelerine ulaşmış durumdadır. Geriye kalan % 9’luk kısım bayi ve dağıtıcıların masraf payıdır.

Fiyatla bağlantılı olarak son dönemde gündemi işgal eden konulardan biri akaryakıtta firma bazında indiri-me gidilip gidilemeyeceği.

74

Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

Sektörümüz serbest piyasa koşullarında faaliyet gös-termektedir. Serbest piyasa koşullarında oluşan fiyat hareketlerinden hiç kimse rahatsız olmaz. Bilakis, re-kabetin gereğidir. Ancak, sorun, ürün maliyetinin altın-da yapılan indirimli satışlardır. Kaçak ve hileli akaryakıt sektörümüzün en önemli sorunu ne yazık ki. Piyasayı başta 10 numara yağ adı altında yapılan hileli yakıt fa-aliyetleri olmak üzere çeşitli yollardan ülkeye sokulan kaçak akaryakıtın büyük indirimlerle piyasaya sürülmesi çok olumsuz yönde etkiliyor. Burada denetleme meka-nizmasının önemi ve mevzuat değişikliğine ilişkin konu-lar ön plana çıkıyor.

Örneğin bizim rekabet mevzuatımızda ürünün maliyet altı satışı soruşturma konusu olamıyor. Neden? Çünkü, yapılan bir indirim varsa burada tüketici menfaati söz konusudur diye değerlendiriliyor. Ancak yapılan indirim-lerin tüketici yararına olup olmadığı tartışılır. Ülkemizde akaryakıt fiyatları üzerinde taban fiyat uygulaması bu-lunmadığı için düşük fiyattan satılan ürünleri rekabet ve kamu yararı olgularının ardına saklayarak güçlenen çok ciddi kayıt dışı bir alan var.

Bu yasa dışı alanın bertaraf edilmesi için mevzuatta maliyetin altında yapılan ürün satışlarını engelleyecek düzenlemelerin yapılması gerekir. Satılan ürün kaçak-sa veya hileliyse bunu ucuza almasının tüketiciye de bir faydası olmayacaktır.

Fiyattaki artışlardan sektör nasıl etkileniyor?

Fiyatların artmasıyla bayilerin hep daha çok kar edecek-leri düşünülür. Ancak, durum böyle değil. Öncelikle her fiyat artışı halkı yasa dışı ürünleri kullanmaya biraz daha yaklaştırıyor. Dolayısıyla sektör kendi içinde rekabet et-mek yerine illegal piyasayla rekabet etmek durumunda kalıyor, haksız rekabete uğruyor. Ayrıca, fiyatlar yüksel-dikçe ürün maliyeti artıyor ve bayilerinde satacakları ürünü almak için gereksinim duydukları sermaye ihtiya-cı büyüyor. Bu yüzden fiyat artışları başta sektör oyun-cularını rahatsız ediyor.

Türkiye LPG sektörünün durumunu nasıl değerlendiri-yorsunuz?

Motorlu taşıtlarda kullanılan yakıtlar arasında LPG alter-natif bir ürün olarak gün geçtikçe güçleniyor. Fiyatının

benzine göre çok daha düşük olması nedeniyle LPG, benzin ürünlerinin pazar payını geçmiş durumda. Ancak ülkemiz ham petrolde olduğu gibi LPG tedariği açısın-dan da % 75 oranında net ithalatçı konumunda.

LPG sektörünün sorunları nelerdir? Bu sorunların nasıl aşılabileceğini düşünüyorsunuz?

Petrol piyasasının olduğu gibi LPG piyasasının da en önemli sorunu kaçak faaliyetlerdir. LPG’nin kullanımı otogazın dışında da oldukça yaygın. LPG; tüpgaz ve dökmegaz olarak da tüketiliyor. Ancak bu segmentler-den dökmegaz/tüplügaz ile otogaz farklı ÖTV’ye tabi tu-tulduğu için vergisel kaynaklı bir sorun yaşanıyor.Otogazdaki ÖTV farkının diğerlerinden yüksek olması nedeniyle bazı firmalar durumu suistimal ederek tüp-lügaz/dökmegaz olarak LPG temin edip bunu otogaz istasyonlarında piyasa sürüyorlar. Bu da haksız kazanç doğuruyor. LPG piyasasında sadece ÖTV farkı değil, aerosol üretimi amaçlı kullanılacak LPG’nin ÖTV’sinin sıfırlanması nedeniyle de haksız kazanç ve vergi kabı oluşuyor. Otogaz ile dökmegaz arasında 0,68 kuruşluk bir ÖTV farkı var. Dökmegaz/Tüpgaz olarak ithal edilen LPG’nin büyük oranda otogaz olarak satılması ve Aero-sol piyasasının suistimali neticesinde devletimiz mil-yonlarca dolar vergi kaybına uğruyor maalesef.

Hem akaryakıt hem de LPG sektörlerindeki eleman ih-tiyacı konusunda neler söyleyebilirsiniz? Bu sektörler-de hangi niteliklere sahip elemanlara ihtiyaç var ve bu elemanlar hangi pozisyonlarda istihdam ediliyorlar?

Akaryakıt ve LPG tesisleri risk taşıyan alanlardır. Bu alanlarda çalışacak olanların ciddi bir eğitim alması ge-rekir. İstasyonlarda, hem yönetim alanında hem de tek-nik alanlarda kabiliyetli ve sorumluluk alabilecek perso-nel istihdamına ihtiyaç var. İşimiz çok hareketli ve çok titiz bir takip gerektiriyor. Yönetim kademesinden ön saha personeline kadar herkesin sürekli takip ve güçlü bir iletişim yönünün olması gerekiyor.

İstasyonlar yüksek teknolojinin içinde olduğu tesisler-dir. Bu teknolojiyi kullanabilecek, işletmeyi mevzuatın gerektirdiği şekilde yönetip, sağlık-emniyet-çevre gü-venliğini her zaman ön planda gözetecek bir hafızayla çok dikkatli ama hızlı çalışabilecek, güvenilir elemanlar orta ve üst kademelerde yönetici olarak iyi bir kariyer şansına sahip olabilirler.

75

Page 39: AkademiBeykoz Sayı 8

Son olarak TABGİS olarak sektöre insan kaynağı açı-sından katkılarınızı sormak istiyorum. TABGİS’in tem-silcisi olduğu sektörlere insan kaynağı temini ve insan kaynağının eğitimi konularında çalışmaları ya da gele-cek projeleri var mı?

Sendikamızın nitelikli insan kaynağı açısından tüm sek-törümüz adına yapmış olduğu en önemli çalışma, Bey-koz Lojistik Meslek Yüksekokulu’nun değerli katkı ve çabalarıyla hayat bulan “Enerji Tesisleri İşletmeciliği” bölümüdür. Bu bölümün müfredatı; sadece istasyon iş-letmelerine değil, rafineriler, dağıtım şirketleri, ekipman tedarikçileri ve hatta kamu kurumlarını da kapsayan çok geniş bir çalışma alanına hitap ederek hazırlanmıştır. Amacımız, bölümün çok daha fazla ilgi görmesi ve yay-gınlaşmasıdır.

76

1940’lı yılların sonunda küçük bir aile şirketi olarak ku-rulan Biofarma bugün, Türk ilaç sektörünün önemli şir-ketlerinden biri. Yerel bir şirket olarak başladığı serüve-nine bugün uluslararası bir şirket olarak devam eden Biofarma’nın çalışma alanı, 41 ülkeyi kapsıyor. Şirketin İhracat Direktörü Dr. Serhat Tuğrul ile Türkiye’de ilaç sektörünün durumu, sorunları, fırsatları, ihracatın öne-mi ve dış ticaret okuyan öğrencilerin neler yapması ge-rektiğiyle ilgili bir söyleşi yaptık.

Bize Biofarma’nın kuruluş hikayesini anlatır mısınız?

Biofarma girişimci bir Türk ailesi tarafından 63 sene önce kuruldu. O dönemlerde fabrika kurmak, ilaç üret-mek hayaldi. Öncel ailesi Konya’dan çıkıp İstanbul’a geli-yor ve eczacı olan baba, bu işi organize etmeye başlıyor. O zamanlar basit ilaç üretimi ve paketlemeyle başlayan operasyon, daha sonra ilaç üretiminin artışı ile büyüyor ve gün be gün inkişaf ederek bugünlere geliyor. Bu mü-tevazı, kendi halinde ama hızlı büyüyen firma, yaban-cıların dikkatini çekiyor. Elindeki ruhsatları ve büyüme hızı da dikkate alınınca yabancılar şirketi satın almaya talip oluyor. Biofarma beş-altı sene önce City Group and Partners in Life Sciences tarafından satın alındı. Burası Avusturya Pierce Savarowsky gruptur onlar, Citi Group bizim ortaklığımızdır.

Bugün kaç kişi çalışıyor Biofarma’da?

Ortalama 800 kişilik bir kadrosu var Biofarma’nın; ama bu bazen 760 oluyor, 780 oluyor. Bunun aşağı yukarı

400’ü saha kadrosu dediğimiz satış ve pazarlama eki-binden oluşuyor. Geri kalanı, bizim gibi dış ticaret, ruh-sat, AR-GE, kalite kontrol, kalite güvence ve üretim hattı olarak yer alıyor.

Yabancı yatırımcıların Biofarma’dan nasıl haberi oldu?

Son dönemlerdeki hükümetlerin dış politikaya yaptık-ları olumlu katkılar ve Türkiye’deki gelişmeler, yabancı sermayenin dikkatini çekti. Yabancı sermayeye sağla-nan bazı teşvikler onlar için avantajlı oldu ve paralarını kullanmak için bize geldiler. Dikkat ederseniz yabancı sermayenin Türkiye’ye girişi öncelikle ilaç sektörü iledir. İlk gelen paralar hep ilaç sektörüne yatırıldı çünkü bu sektördeki şirketler, Türkiye’de en çok kar eden kuruluş-lardı. Yabancı şirketler de bu fırsatı kaçırmadı. Ben daha önce DEVA Holding’de çalıştım. DEVA EastPharma diye bir finans şirketi; İbrahim Ethem Ulagay, İtalyan Mena-rini Group tarafından satın alındı. Çok yakın zamanda Mustafa Nevzat’ın 700 milyon dolara Amerikalılara sa-tışı gerçekleşti.Bizim ortaklığımız olan Citigroup, daha sonra Boyner Grup’un ve Yapı Kredi’nin ortağı oldu. Hatta en son geçen sene İDO’ya teklif vermişlerdi. Yani, Türkiye pazarının çok iyi olması, güvenli olması, -eksik yönleri olmasına rağmen- yasaların, kanunların yaban-cıları koruyacak ölçüde birçok hakkını savunuyor olma-sı, ticarin hukukun çok iyi yerleşmiş olması ve -övünü-lecek bir nokta- son dönemde bankacılık sektörümüzün Avrupa’dan bile önde olması yabancı sermayenin bura-ya gelmesinde en büyük etkenler oldu.

Türkiye’de yerli şirket kaldı mı peki? Bütün bildiğimiz yerli şirketler satılmış görünüyor.

Evet, öyle. Mustafa Nevzat, kalan birkaç yerli firmadan biriydi. Şimdi o da gitti. Geçenlerde Koçak satıldı. Yalnız-ca üç-dört tane yerli şirket kaldı ve maalesef Türkiye’de uygulanan fiyat politikalarından dolayı bu sektör ölmeye gidiyor. Sektörü can çekişir hale getirdiler. Tamamıy-la yabancı sektörün eline düştü. Yerli sanayiciler, bü-yük devlerin karşısında savaşamaz hale geldi. Yabancı sermayeye karşıymışım gibi yanlış algılanmasını iste-mem zira global dünyada artık yerli, yabancı mevhumu yok. Herkes her yerde yatırım yapabilir. Biz de ilacımızı Moğolistan’a, İngiltere’ye satıyoruz. Onu demek istemi-yorum ama sektörün üzerine diğer sektörlerden daha çok gelinir durumda şu anda. O yüzden bu ortamda Türk ilaç şirketinin bir Amerikan şirketi tarafından satın alın-ması gene ümitlendirmeye çalışıyor bizi, daha doğrusu ümitlenmek istiyorum ama hükümet politikaları açısın-dan zorlandığımız çok konu var.

BİOfARMA: KALİTEDE DÜNYA STANDARDI

röportaj: Yrd. Doç. Dr. Nejla Karabulut

Fotoğraf: Öğr. Gör. Neslihan Balcı varol

77

Biofarma İhracat Direktörü Dr. Serhat Tuğrul

Page 40: AkademiBeykoz Sayı 8

Biofarma’yı uluslararası mı yoksa çok uluslu bir şirket olarak mı tanımlıyorsunuz?

İkisini birden tanımlamak lazım. Çok uluslu ve uluslara-rası. Söylediğim gibi partnerimizin biri Avusturya Piel-ce- öteki de Amrican City Bank. Kuruluşumuzun mer-kezi, CitiBank Yatırım İngiltere. Çalışma alanımız da şu anda 41 ülkeyi kapsıyor. İngiltere dahil Avrupa’daki bü-tün ülkelere ilaç satıyoruz. Yukarıda Moğolistan’a kadar aşağıda Yemen, Kuzey Avrupa ülkeleri Sudan, Cezayir, Libya, Tunus; Türki Cumhuriyetlerin hemen hemen hep-si iş yaptığımız yerler. Bizim için dünya küçüldü açıkça-sı. İki-üç saatte bir yerlere ulaşabiliyorsunuz. Hem çok uluslu ortaklarımız var hem de uluslar arası çalışıyoruz.

Satış sürecinden sonra şirketin yeniden yapılanması zor oldu mu? Bu süreç nasıl geçti?

Yeniden yapılanma gerçekten önemli bir konu. Son dö-nemdeki başarısız örneklere bakıldığında görülen en büyük hata şu oldu: Hemen yurtdışından ya da kendi içlerinden –yine bu kültüre yabancı- bir CEO, bir de CFO getirdiler. Satın aldıkları şirkette var olanları temizledi-ler. İyi çalışan, şirketi ve Türkiye’yi iyi tanıyan elemanlar olmadığı zaman şirketler battı ya da değerleri çok düş-tü. Bizim patronların bir avantajı bu oldu. Türk CEO’lar, Türk CFO’lar ve kadro ile oynamadılar. Kadroda deği-şiklik yaptıkları zaman da yine Türkiye içinden insanları seçtiler. Türk ilaç sektörünün iyilerini buraya getirdiler. Ben mesela DEVA’dan geldim. Eczacıbaşı’ndan, Türkiye Roche’tan transferler yaparak kadromuzu kurduk. He-pimiz de kendi dalında kendisini ispat etmiş arkadaşlar olduğumuz için geldiğimizde aynı işi yapar olduk. Türk mevzuatını biliyorsunuz, başarısız olma şansı yok. On-lar sadece üst yönetim olarak, denetçi olarak kaldılar. Daha önceki CEO’muza ve CFO’ya büyük ölçüde de gü-vendiler, yetkileri onlara bıraktılar. Yani onlar kendi şir-ketlerinde bu kadar rahat olamayacak derecede şirket yönettiler. Biofarma, geçen sene 60 ebita yaparak Av-rupa ülkelerinde çok iyi değer kazanan firmalardan biri oldu ve geçen sene bizi 16 tane dünya devi satın almaya geldi. 60 ebita iyi bir değerdi.

Ebita ne demek?

Ebita bütün maliyet ve masraflarınız çıktıktan sonra kalan net karınızdır. Bu da milyonla çarpılır.2011 yılında eski parayla 60 trilyon net kar etti bu şirket. Böyle olun-ca, bütün dünya bize çok özel ilgi gösterdi. İngiltere’de yapılan ekonomik toplantılarda, dünyada iyi gelişim gös-teren şirketler, aynı bir kızın kendisini taliplerine tanıt-ması gibi, oraya çıkıp kendilerini tanıtırlar. Bizim sunu-

mumuza çok ilgi gösterdiler –zaten yatırımcılar sizi çok yakından takip ediyorlar- ve biz 2010-2011’e çok yoğun satış periyodu ile başladık. Hatta açılış 700 milyon do-larla başladı -ki burada şunu belirtmeliyim: Biofarma’yı altı sene önce Öncel ailesinden alan satın alan grup 265 milyon dolar ödedi. Çok iyi bir kadrolaşma, iyi bir nakit akışı ve 1.6 gibi ciddi bir pazar payı, bizi sektörde 21. sı-raya yükseltti. Bunlarla beraber yeni ruhsatlar aldık. İlaç sektöründe en önemli değer, alınan ruhsatlardır.

İhracat yapıyorsunuz. Türk ilaç sektörünün ihracat pazarları genel olarak hangi bölgeleri kapsıyor? Biraz önce kendi ihracat yaptığınız yerlerden kısmen bah-settiniz ama Türk ilaç sektörünün genel olarak belli bir ihracat pazarı olduğu söylenebilir mi?

İhracat konusunda bizdeki durum şöyle: Biri bir ülkeye gitti mi, rakipleri de peyderpey onu takip eder. Ağırlıklı olarak Türki Cumhuriyetlere ihracat yapıyoruz. Rusya ve eski Sovyetler Birliği olarak kastettiğimiz Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Rusya, Ukrayna ve Belarus Türk ilaç sektöründeki birçok firmanın ilaç sattığı yerler haline geldi. Bunun yanında Abdi İbrahim gibi, Sanovel gibi yatırım yaparak gidenler de var. Yatı-rım yaparken de bölgeyi çok iyi seçmek gerekiyor. Me-sela Abdi İbrahim Cezayir’e yatırım yaptı ama o ülkenin kuralları çok zor. Sanıyorum Abdi İbrahim’in bugünkü düşüncesi olsa yatırım yapmazdı oraya. Cezayir’in ko-şulları ve yasaları çok ağır. Eski bir Fransız sömürgesi olduğu için de Fransız firmalarının dışındakilere kolay kolay hak vermiyorlar. Ama Türki cumhuriyetlerden he-pimiz çok ekmek yedik. Şimdi Irak çok iyi bir pazar bizim için. Libya yenilendi Kaddafi’den sonra. Çok ciddi bir pa-zar olmaya devam ediyor. Ancak bu iki ülke sistem ve kurallar olarak hala oturmuş değil.

Bu bölgelerle ilgili şu anda sorun olarak dile getirilebi-lecek neler olabilir?

Bu bölgeler, bizim kadar gelişim göstermemiş ülke-ler. Bunları, üçüncü dünya ülkeleri olarak nitelersek, biz Türkiye olarak onlardan çok daha önde gidiyoruz. Bu ülkelerde yaşanan en büyük sıkıntılar, icra ve hu-kuk sistemlerindeki eksikler. Bir diğer sorun, maliye olarak, çek-senet gibi bankacılık sistemleri yok. Hatta o bölgelerde Türk bankaları da var ama onlar da haklı olarak oradaki güvencelerini tam sağlayamadıkları için mecburen daha güvenli çalışıyorlar. Teminat mektubu almakta zorlanıyoruz mesela. Bizler şirket olarak ken-dimiz de çözüm yolları arıyoruz. Mesela biz, yakın za-manda Irak’ta bir teminat mektubu sistemi başlattık. Bizim birlikte çalıştığımız Toprak İlaç ve World Medicine

78

de aynı bankacılık sistemini, aynı kağıtları kullanarak satışlarını artırmaya başladılar. Tabi bu tür faaliyetler, bizim ihracatı artırabilecek ticari enstrümanlarımız.

Şu anda en büyük sıkıntımız, bu bölgelerde sistemin düzenli olmaması. Var olan sistemden ziyade liderle-rin kararları etkili oluyor. Kişiye bağlı sistemler bunlar. Kazakistan’da Nazarbayev’in sözü geçer mesela, yasa odur. Eğer ticari gelişim konusunda liderin yaklaşımı olumluysa ve teşviki artırmaya yönelik yasalar çıkarı-yorsa rahatlıyorsunuz. Özbekistan’dan şu anda hepimiz kaçtık, hiçbirimiz çalışmıyoruz. Özbekistan’da konver-tasyon denen bir problem var. Orada ithalatla-ihracat dengesi bir olmadan ihracatın paraları ödenmiyor. Yani bazen paranızı bir ayda alabilirsiniz, bazen 12 ayda ala-bilirsiniz. Kerimoğlu’nun inisiyatifine kalmış. Ona göre göstergeler ne zaman denk gelirse, o zaman serbest bırakıyor para transferini. Para transferlerinin olmadığı bir yerde ihracat, ithalat olamaz. Mümkün değil. O yüz-den Özbekistan şu anda çok kötü can çekişiyor. Halk çok fakirleşti. Bütün yabancı firmalar geri çekildi. İçer-de hiçbir güvenlik yok. Mesela tekstil sektöründen Tur-kuvaz Holding orada 140 milyon dolar yatırım yapmıştı ama devlet yatırımlara el koydu ve sahibi olan çocukları da hapse attılar. Beş ay içerde tuttuktan sonra daha yeni, ülkeyi terk etmek koşuluyla serbest bıraktılar.

Ticaretteki en büyük risk, ülke riski zaten değil mi?

Evet, buralarda kanun olmaması en büyük risk. Ama şu da var açıkçası, biz Türk olarak manipüle edebileceği-mize ya da o bölgede yaşayabileceğimize inanıp gidi-yoruz. Bir Avrupalı gelmiyor bizim gittiğimiz yere. Gerçi onlar geldiğinde de bize pasta kalmıyor.

Bizim gitmemizdeki ana etken Türk kimliğimize, Türk bağlantımıza güvenmek mi acaba?

Aslında paraları yokken yabancılar onların yüzüne bak-mıyor, biz bakıyoruz. Paraları olduğu zaman da onlar bizim yüzümüze bakmayıp, yabancılara gidiyorlar.

O zaman Türk bağlantısının anlamı kalmıyor bu nok-tada.

Evet, ticarette dostluk çok fazla işlemiyor.

Doğulu olmanın getirdiği yaklaşımla sisteme uyabili-yoruz. Yabancı da öyle bir şey yok. Yabancı oturmuş bir sistemi tercih ediyor ama biz, Türkler olarak siste-me uyabileceğimizi hatta sistemi kendimize uydura-bileceğimizi düşünüyoruz galiba?

Mesela 200 senesinde ben Rusya’daydım. Yedi sene kaldım orada. Rusya’da, 2000 senesinde Asya krizi çıktığında Moskova’daki bütün Amerikalı ve Avrupalı firmalar kaçtılar, kriz yüzünden. İki nedenleri vardı. Bir, o bölgenin adamı değillerdi. İki, sigortaları vardı. Böy-le bir olağanüstü hal onlar için avantaj oldu. Gittiler sigortalarından karşılıklarını aldılar. Biz terk edemedik orayı ve orada kaldık. Bankadan para çekmeye gittim o dönemde. Banka müdürü, beni bankanın deposuna gö-türdü. 10.000 dolar için depoya gittim. Bana baktı “Pa-ramız yok. Siz iyi çalıştığımız bir müşterimizsiniz. Size linolyum ya da halı vereyim” dedi. Bu krizde ben, ora-da barter/takas ticaretini öğrendim böylelikle ve bize devlet taşıma lisansları verdiler. Tren ve deniz yolunda yük taşıma lisansı verdiler. Elektrik kotası verdiler. Biz bunları bazı fabrikalara satıp, onlardan paramızı aldık. Müşterilere mal verip karşılığında para aldık. Bu, benim meslek hayatımdaki en büyük tecrübedir.

Türkiye’deki ilaç sektörünü, diğer sektörlerle karşılaş-tırdığınızda sektörün durumu nedir? Yapısı, sorunları, fırsatları …

Türk ilaç sektörünü iki türlü incelemek lazım. İhracat konusu farklı, iç piyasadaki satışı farklı. Türkiye’de serbest ekonomi ve serbest fiyat ekonomisi var her üründe. İki üründe yok. Biri ilaç, biri ekmek. Biz fiyatları bakanlıktan alıyoruz. Bakanlık da burada bizi, maalesef çok korumuyor. Şöyle bir şey getirdi bakanlık. Diyor ki “Avrupa’daki üye ülkelerin içindeki beş referans ülke-nin en ucuzu.” En ucuzu da kim? Yunanistan. Bugün, Yunanistan’daki ekonomik krizden fabrikalar çalışmı-yor. Ama onun göstergesindeki rakam bir dolarsa, bana bunun %80’ini fiyat olarak veriyor. Oysa benim kalitem ondan çok iyi ve onun çalıştırdığı adam sayısından çok adamım var ve o firma üretim yapmıyor. Şimdi bize fiyatlandırma yapılırken, referans ülke bazıyla böyle bir fiyatlama yapıyor bakanlık. Tamam, bunu da kabul edelim. Bir de biliyorsunuz patent kanununda şu var: Patent süresi boyunca siz, o ilacı, o fiyatı ya da o ürü-nü kullanamıyorsunuz. İlk çıkan, orijinal ilaç olarak ge-çer. Ancak patent süresi bittikten sonra, bir diğer firma eş-değer nitelikteki ilacı üretebilir. Biz jeneriğiz. Şimdi jenerik ilaç olarak çıktığım zaman “Maksimum rakam olarak sen, orijinal ilacın sadece %80’ini alabilirsin” di-yor bakanlık. Bizim de itirazımız burada şu: Diyorum ki ben, “bunlar bunu yaptıysa patent süresi boyunca hak-kını almadı mı? Aldı. Ben niye şimdi onunla eşit olmu-yorum? Tamam bana %80’inini ver, ona da de ki ‘sen, bugüne kadar %100 sattın, in bakalım aşağıya sen de %80’e”. Devlet bunu yapmıyor. Bunlar sürekli korumalı

79

Page 41: AkademiBeykoz Sayı 8

gidiyorlar. Tamam, diyeceksiniz ki bunlar araştırma-ge-liştirmeye yatırım yapıyorlar. Bana bir yabancı ilaç firma-sı gösterebilir misiniz Türkiye’de araştırma laboratuarı olan? Yabancı ilaç sektörünün hepsi, kazandığı paranın %80’inini yurt dışına götürüyor. %20’si burada kalıyor. Bu durumda Türk firmaları mağdur oluyor. O yabancı avantajlı, ben Türk’üm Türkiye’de zor durumda kalıyo-rum. Mesela ben Rusya’da kaldığımda, adamlar, ihaleye çıkacağı üründe yerli üreticisi varsa, bana izin vermiyor-lardı. Cezayir’de bile yerli üreticiyi koruyorlar. Bizim ilaç sektöründeki bu korumasızlık, yerli sanayinin sürekli el değiştirmesine neden oluyor.

Ekmek ve ilaç, çok önemlidir. Allah etmesin, savaş ha-linde çocuğunuz hasta olsa, sizi ne inanç, ne düşünce, ne de vatan-millet ilgilendirir. Bir yere kadar dayana-bilirsiniz. Böyle bir durumda idealleriniz direnmenize yardımcı olmaz ama Türkiye’de çok önemli sektörlerin kontrolü yabancıların eline geçti. Hiçbir sektörün üzeri-ne bizimki kadar gidilmiyor. İnşaat sektörü bile destek-leniyor. Pırlantada bile vergi kaldırıldı. Bizimkinde de sürekli “indirim yaptım” diyor. Biz devlete doğrudan ilaç sattığımız için normal fiyatlarımızın çok çok altında fiyat veriyoruz devlete. Devlet ucuza alıyor doğru, ama artık öyle bir hale geldik ki bundan sonrası sektörü tamamen kaybetme aşamasına geldi.

Ama ithalat açısından Avrupa Birliği’nin son raporunda Türkiye’yle ilgili bu durumun tam tersine bir eleştiri var. Türkiye’nin ilaç ithalatında çok standart uyguladığını, bu nedenle Türkiye’de ilaç ithalatını kısıtladığını düşü-nüyorlar.

Hammadde de şöyle bir şey var. Biliyorsunuz ilacın hammaddesi bizde yok. Çok kısıtlı üretilen yerler var. Mesela potasyom klovonat dünyada dört yerde üreti-liyordu. Biri de DEVA’ydı. Ama şimdi siz, siprofloksa-sin üretiyorsunuz, sizin üretim maliyetiniz 48 dolar-ken Hindistan’da aynı hammadde 24 dolara üretiliyor. DEVA’nın Çerkezköy’deki modern fabrikası kilitlendi. O güzel yatırım durdu. Çünkü dünyayla rekabet edemi-yorsunuz. Bugün Hindistan’da bir işçinin aylık maliyeti 30 dolar. Bizde sendika hakları var, -yanlış anlaşılmasın olmasın demiyorum- ama işçi hakları, sosyal güvence-leri koyduğunuz zaman maliyetler hep yukarı çıkıyor. Siz de zamanla bununla rekabet edemez hale geliyorsunuz. Bir de devletin koyduğu vergiler,sınırlamalar, fiyatları-mızı aşağı çekmesi durumu daha da zorlaştırıyor. Eğer siz kar edemezseniz, çok para kazanamazsanız yatırım da yapmıyorsunuz. Bırakın yatırım yapmayı, yaşamanızı idame ettiremiyorsunuz. Sadece geçen aydan bu yana

sektörde beyaz yaka olarak tabir ettiğimiz 3000-4000 işçi çıkarıldı. Hepimiz, bütün ilaç sektörü; kliniklere, has-tanelere, doktorlara ciddi yatırım yapıyoruz. Doktorları kongrelere gönderiyoruz. Bu konu da içimizde kanayan yaradır. Doktoru gönderiyorsun, soruşturma açılıyor bunu neden gönderdin diye. Ben kendim doktorken de, cerrahsın, bir atlas alacaksın mesela. Bir atlas 300 do-lar. Benim bunu alabilecek gücüm yok. Ya da benim bir kongreye gitmem lazım ki yeni teknolojileri takip edeyim ve hastamı o teknolojiyle ameliyat edeyim. Devlet diyor ki bunun için ödenek yok ama devlet su işlerinden bir mühendis iki yıllığına Amerika’ya gidiyor. Tamam o da gitsin; ama o gidiyor, bana niye fon yok. Ondan sonra doktorlara karşı bu dönemde çok büyük bir baskı oldu-ğunu düşünüyorum. Doktorların bu tip ihtiyaçlarını –eği-timlerini- ilaç sektörü üstlenmişti. Onların eğitimlerinde katkı sağlıyorduk. Ancak bunu art niyetli yapanlar da ol-madı değil, oldu. Biz gerçekten kazanç yaparken hizmet yapan da bir sektördük. Diğer sektörlerden farklı ola-rak bizim personelimiz çok iyi eğitimli olmak zorunda. Hepsi üniversite mezunu çocuklar. Sürekli olarak kişisel gelişim ve pazarlama eğitimi alan bir personel. Sürek-li eğitim vermek zorundasınız. Hiçbir şey vermeseniz bile yeni bir ilaç çıktığında eğitim vermek zorundasınız. Ürün eğitimini vermek zorundasınız. Beden diline kadar eğitim vermek zorundasınız. Hiçbir sektörde bu kadar yoğun eğitim verilmiyor. Hangi mühendis, hangi hakim beden dili eğitimi alarak işini yapıyor ki?

Sektörün sorunlarından ve yapısından bahsettiniz. Fır-sat olarak neleri görüyorsunuz? Tamam, yabancı yatı-rımcılara cazip geldiğini söylediniz ama pazarın içinde bir şirket olarak nelerin fırsat olduğunu düşünüyorsu-nuz?

Bizim sektörün fırsatı şu: İlaç her dönem kullanılıyor. İnşaat sektörünü ele alın mesela. Kış aylarında ölür. Sü-rekliliği sekiz aydır. Turizmi şimdi kışın da canlandırma-ya çalışıyorlar ama en fazla altı-yedi aydır. Hemen he-men her sektörün ölü bir dönemi vardır. İnsanın nefes aldığı yerde ilaç sektörü 12 aydır. Biz her dönem bir ilaç satabiliriz. Mesela şimdi bahar geliyor. Alerji ilaçlarının öne çıktığı dönemdir. Gripal enfeksiyonlar artar. Anti-biyotiklerin yoğun kullanıldığı dönemler var. Yazın ayrı, kışın ayrı. Artı bir de kronik ilaçlar dediğimiz, kalp-damar hastası, şeker hastası gibi olan insanlara 12 ay ilaç sa-tabilme şansımız var. İlaçta ölü sezon yok. O yüzden cazip yönü burası. Kriz dönemlerinde bile bir satış hare-keti oluyor. Mesela 2001’deki krizde kar etmeyi başaran iki sektör vardı: İlaç ve bankacılık sektörleri. Psikiyatrik ilaçların satışı arttı. Gene ömrün uzaması ve ölüm oran-

80

larının düşmesi ilaç sektörü için sürekliliği artırdı. Ya-şam uzayınca, bu sefer Alzheimer gibi hastalıklar arttı. Bunun ilaçlarını satıyoruz. Merkezi sinir sistemi ile ilgili ilaçların satışında artış oldu.

Biraz önce kısmen değindiniz ama Biofarma olarak si-zin sektördeki yeriniz nedir?

Biz şu anda sektörde 21. sıradayız. Tabii bu bizi mutlu et-mez. Ama şunu da belirtmek lazım çok uluslu bir pazar-da 150 tane firmanın olduğu bir yerde tabi Biofarma’nın olduğu yer, kötü bir yer değil. Sektörde iyi bir imajımız var. Sektör kaliteli üretim yapmayı zorunlu kılıyor ve biz de bu kaliteye uyuyoruz. İlaçta birinci, ikinci kalite diye bir şey yoktur. İlaçta tek kalite vardır. Hepimiz Avrupa standartlarını zorunlu kılan Good Manufacturing Pro-duct (GMP) ve Good Laboratory Product (GLP) standart-larında üretim yapmak zorundayız. Bakanlık bu konuda daha da ileri adımlar attı. Biyo-eşdeğerlilik dediğimiz, yani orijinal ilacın aynısı anlamını ifade eden biyo-eş-değerlilik sertifikasını zaruri hale getirdi. Bunlar da bize kalitemiz yönünden faydalı oldu. Biofarma bunlara haiz olduğu gibi Biofarama’nın diger rakiplerine göre bir baş-ka avantajı daha var: Birleşik Krallık İlaç ve Sağlık Ürün-lerini Denetleme Dairesi’nin (MHRA-Medicines and He-althcare Product Regulatory Agency) Avrupa GMP’sine uygunluk onayına sahibiz. Önemli bir Avrupa kalite belgesidir bu. Biz, bu belgeyle Avrupa’ya ilaç satıyoruz. Bunu Türkiye’de ilk alan firmayız.

İthalat da yapıyorsunuz. Biraz önce hammadde ithala-tından bahsettiniz. Nihai ürün ithalatınız var mı?

Hammadde dışında ambalaj malzemeleri, yani ALU, ALUF dediğimiz blister, alüminyum folyolar dışarıdan geliyor. İyi işlenmiş alüminyum folyolar olmalı. İlacı içinde kapattığınız zaman her hangi bir nem, sıvı sızıntı-sı olmamalı. Çabuk yırtılmayan olmalı ki ilacın kalitesini bozmasın. Tabi maalesef, ithalat, ihracatımızdan fazla oluyor hepimiz için.

Biz de size “ilaç sektöründe ithalat mı ön planda yoksa ihracat mı” diye soracaktık. Bu soruya da cevap vermiş oldunuz.

Bununla ilgili ek olarak şunu söyleyebilirim. Biz İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası’nın üyesiyiz. Orada bu ay Sayın Turgut Toksöz başkanlığında ilaç ihracatçı-lar platformu kurduk: Türk İlaç İhracatçıları Platformu. İlaç ihracatçıları olarak ihracatı artırmak istiyoruz. Tabi baktığınız zaman Türkiye’deki bütün sektörler içinde ih-racatı en az olan ilaç. Bunun da nedeni, Türkiye’de geri

ödeme kurumunun olması, üreticilerin daha çok iç piya-saya göre üretim yapmaları, dıştaki sıkıntıları göze al-mak istememeleri. Bunlar etkenlerdi ama şu son gelen ekonomik dalgalar -hükümetin aldığı bazı haklı kararlar diyebiliriz bazılarına- bizi ihracatta daha fazla çalışma-ya itti. Biz zaten buna inanan bir firmaydık. Bugün 41 ülkede ruhsatlandırma işlemlerimiz devam ediyor. 32 ülkeye de fatura kesiyoruz. Birçok yeni firma da ihraca-ta katılmaya başladı. Bunlar bizi sevindiriyor. Ne kadar çok ihracat yapan firma olursa hepimizin sesi o kadar çok duyulacaktır.

Bu noktada ilaç sektörüne yönelik ihracat desteği –devlet açısından- yeterli mi?

Değil tabi, ama niyet çok iyi. Sayın Zafer Çağlayan, Sayın Nihat Ergün bu konuda oldukça yardımseverler. TOBB başkanımız Rıfat Hisarcıklıoğlu, ilaç ihracatının artması için ellerinden gelen desteği veriyor. Zafer Çağ-layan, bence kabinede değerli bakanlarımızdan ve bu işe de inanan biri. Biz de çok memnunuz bu yüzden de. Daha önce de Kürşat Tüzmen’in katkıları çok olmuştu bu konuda. Ben kendisiyle de çok seyahatlere gittim. Zaten Başbakanımız kendi başına bu işe lokomotif ol-maya uğraşıyor. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül de öyle. Hükümetin ihracata inanıyor olması bizim için bir avantaj. Birçok ülkeye vizenin kalkmış olması bizim için bir avantaj.

Ülkeye inanç değişti. Türkiye’ye duyulan güven farklı şimdi. Mesela eskiden bir Arap ülkesine gittiğinizde sizi çok kale almıyorlardı. Şimdi “Türk” dediğimiz zaman prestijimiz biraz daha farklı oluyor. Irak’ta Türk ilacının dışında ilaç kullanmıyorlar. Afganistan’dan Türk ilacı için bana gelen sekiz-on müşteri var son bir haftada. Sadece Türk ilacı kullanmak istiyorlar. Libya keza, gene öyle. Bu, hükümetin ihracatta yaptığı başarısından kay-naklanmaktadır.

O zaman son teşvik düzenlemeleri de sizce yeterli.

İç piyasada doğru. Mesela Biofarma’nın eski sahibi İsmail Bey, Konya’da yatırım yaptı teşviklerden yarar-lanarak. Teşvikten yararlanarak fabrika kuran birçok firma var Türkiye’de. Ama bunların dışarıda biraz daha artması lazım. İhracat ayağınında artması gerekiyor. Bi-raz daha desteğe ihtiyaç var. İçerisi için doğru. Yeterli midir? Elbette hiçbir zaman yetmez ama bu başlangıç bile avantajlıdır.

Siz dış ticaret alanındasınız. Dış ticaret eğitiminde siz-ce nelere ağırlık verilmeli? Kendi sektörünüz bazında

81

Page 42: AkademiBeykoz Sayı 8

ya da genel olarak?

Şimdi öncelikle karşınızdaki adamla diyalog kurabil-meniz için onun dilini öğrenmiş olmanız, aynı dilden konuşuyor olmanız lazım. En azından İngilizce konu-şuyor olmanız lazım. Bugün Irak’a gidiyorsunuz, taksi şoförü bile İngilizce konuşuyor. Dil bilmiyorsanız ticaret yapamazsınız. Ticaret yaptığınız ülkelerin kültürlerini iyi öğrenmeniz lazım. Mesela bir Rus oturduğu zaman, si-zinle önce içki içer. Onunla o masa da içki içmeseniz bile o kültüre ayak uydurmanız lazım. Uyduramıyorsanız sizinle uyum sağlamıyor. Biraz empati yapmanız lazım. Karşı tarafın düşüncelerini iyi algılayıp, kültürünü iyi öğrenmek lazım. Bence dış ticaret yapacak arkadaşın önce dil ve o ülkenin tarihini ve kültürünü iyi bilmesi la-zım. Bunları iyi çözemeyen insanlar başarılı olamıyor çünkü dış ticaret işi bir seferlik bir iş değil. Süreklilik arz ediyor.

Öğrenciler, “Ben karşımdaki ile iş konuşacağım niye tarihini ve kültürünü bileyim ki?” diye düşünebilir ama durum yalnızca iş konuşmaktan ibaret değil. Sonuçta bu, kendi başına bir ilişki ve ilişki kelimesi işin içine girdiğinde beraberinde duygusal bir etkileşimi de ge-tiriyor. Zaten aynı şartları sağlayan, öneren pek çok firma var ticaret söz konusu olduğunda. Bu noktada kararı verirken karşınızdakinden hoşlanıp, hoşlanma-dığınıza bakıyorsunuz. Ona göre karar veriyorsunuz. Bu anlamda söylediğiniz önemli. Sizin gibi o şirketle iş yapmak isteyen başka insanlar da var. Onları ele-yip size size gelmesi, duygusal etkileşimin bir sonucu oluyor aslında.

Kesinlikle doğru. Onunla arkadaş olabilirseniz ticaret yaparsınız. İş adamı havasında kalırsanız belki yaparsı-nız belki de yapamazsınız. Ama arkadaş olursanız, iliş-kiniz uzun süreli olabilir ve çok güzel yerlere gidebilirsi-niz bu konuda. O yüzden dış ticaretle ilgilenen, eğitim alan bütün arkadaşlara, öğrenci değişim programlarına katılmalarını tavsiye ederim. Erasmus gibi programlar hem dili öğrenmek hem de farklı insanları ve kültürleri tanımak için önemli fırsatlar sunuyor. Mutlaka bu prog-ramlara katılsınlar ya da okul olarak siz yurt dışında staj olanağı yaratmaya bakın. .

Evet, Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu olarak bu sene yurt dışına staja göndereceğimiz öğrencilerimiz var.

Bu, onlar için çok önemli bir avantaj. Bugün bir Almanya’ya gidip bir Alman kültürünü öğrenmek önem-li. Benim çok samimi bir Alman arkadaşım var mesela,

Kazakistan’da kardeşim gibi sevdiğim biri var mesela. Hayatta insan organını kime verebilir? Annesine, baba-sına, kardeşine değil mi? Ben orada iş yaptığım müşte-riye bunu önerdim. Oranın ENKA gibi çok büyük firmala-rından biriydi. Böbrek hastasıydı. Almanya’ya gidiyordu. “Ben de geleyim seninle” dedim. “Niye” dedi. “Benim böbreği de dene” dedim. “Nasıl?” dedi, “bana böbreğini mi vereceksin? Neden?” “Sen” dedim “burada birçok insanının karnını doyuruyorsun, elektrik üretiyorsun, yollar yapıyorsun, köprüler yapıyorsun. İnsanlık için fay-dalı bir adamsın. Kazak-Türk benim için fark etmez ki” dedim. Adam bu lafımın üzerine döndü muhasebe mü-dürüne dedi ki “Ben ölür kalırım, Serhat’ın bizde duran bütün borçları ödenecek ve bundan sonra ticaret yapa-cağınız ilk isim Serhat olacak” dedi. Öyle bir yere geli-yorsunuz ki bazen firmanızın da önüne geçiyorsunuz. Onun için sizin yapacağınız iyi bir hareket, önce size, arkasından firmanıza çok büyük bir getiri sağlar.

Mesela şu da ilginç bir hikayedir. Rusya’da bir hasta-nede bir ilacın tanıtımını yaptık. “Sorusu olan var mı?” diye sorduk sunum bitince. Hastane başhekimi kalktı ve “Sizde yağ var mı?” diye sordu. Ben bunu bir espri olarak algıladım. “Yok, biz ilaç satıyoruz” diye kestirip attım ama çok içime dokundu. İlaçla ilgili bir saat ko-nuşmuşum ve onunla ilgili bir şey sormuyor da başka bir şey soruyor. Ben ilaç firmasıyım, bende yağ niye ol-sun ki. Onların prosedürüne göre, sunum bittikten sonra başhekim sizi kendi odasına alır. Orada “furşet” dedik-leri ikramı yapar. Teşekkür etmek amacıyla sizi yedirir, içirirler. Tam bu sırada bana “benden bir isteğin var mı” diye sordu. “Evet” dedim, “ikimiz de doktoruz ve sunu-mun sonunda sen bana konuyla alakasız bir soru sor-dun. Niye?” O zaman da 2000-2001 senesi. İnternet her yerde yok. “Ya Serhat” dedi, “benim ulaşacağım kimse yok. Ben hastanın ilacını düşünmem gerektiği gibi ya-tan hastaların da yemeğini düşünmek zorundayım. Ye-mek için yağ bulamıyorum. Türkiye’den bildiklerin vardır diye düşündüm.” Ve ben o başhekime Ülker’in bisküvi-lerinden, Kartal makarnalarından, arkasından Oliv yağ-larından adresler gönderdim. Arkadaşlar da iş yaptılar bu hastaneyle. Ben ilaç için gittim, arkasından da yağ, makarna ve bisküvi satılmasına sebep oldum. O yüzden, sizin davranış biçiminiz sizin kendi ürününüzü satma-nız dışında diğer Türk ürünlerinin de satılmasını bera-berinde getirebiliyor. Mesela o başhekim, daha sonra vali oldu ve valilik binasının inşaatı için beni aradı. Ben o zaman Moskova’da yaşıyordum. O zaman Moskova’dan ENKA’yı, Konkor İnşaatı ona ben gönderdim. Onlardan bir tanesi o valilik binasının inşaatını yaptı. Sadece ilaç tanıtımına gitmekle bunlar oldu. Kaç sektör o pazardan

82

ekmek yedik. O yüzden rolünüz çok büyük. Yani ticaret yaparken bir büyükelçi gibi göreviniz olduğunu unutma-manız gerekiyor. Ya da tersi de olabilir. Yapacağınız bir hata diğer diğer arkadaşların satışını da engelleyecektir.

Olumsuz örnek de anlatayım size. Lada Samara araba-larının olduğu fabrikaya 3.5 milyon dolarlık bir ilaç iha-lesine gittim. O günlerde de başbakan Tansu Çiller. İha-leye girdim. Adam benim Türk olduğumu görünce suratı asıldı birden. Üstelik benim o bölgede 45-50 tane ilacım ruhsatlı. Gücümün çok iyi olduğunu düşünerek rahat girmeme rağmen, adam benim Türk olduğumu öğrenin-ce beni kenara çekti. Herhalde bana ayrı bir jest yapacak diye düşündüm. O dönemde, bölgede Türk ilacı olarak bir Eczacıbaşı var, bir de biz varız. Türk inşaat şirketleri çok prestijli, tekstil çok iyi satıyor. Ben de bu Türk pres-tijinden nasipleniyorum. Adam dedi ki “Tansu Çiller dün gazeteye bir demeç vermiş. ‘Çeçenlere atılan her kur-şun bize atıldı sayarız demiş’ Bu ne demek? Senin için PKK neyse, benim için de Çeçen o dur!” “Eyvah” dedim “ihale gitti!” Öyle oldu gerçekten de. Siyasetten bağım-sız olduğumuzu anlatmaya çalıştıysak da bizi ihale dışı bıraktılar. O dönemde Ekonomiden Sorumlu Devlet Ba-kanı Güneş Taner gelmişti bizim Rusya’daki İşadamları Birliğini ziyarete. “Bizden ne istiyorsunuz? diye sordu. Diyojen’in sözünü söyledik: “Gölge etme başka ihsan istemem senden.” dedik. “Biz Rusya’ya gelirken dev-let desteği ile gelmedik. Kendimiz geldik. Biz devletin önünde gidiyoruz. Orada söylediğiniz her söz, bizi bura-da etkiliyor. Biz buradan döviz gönderiyoruz Türkiye’ye. O yüzden bizim önümüzü kesecek sözler söylemeyin. Hele Rusya için hiç söylemeyin.”

O tarihte dokuz milyar dolar inşaat sözleşmesi var eli-mizde arkadaşlarımızın. Bunu hangi devlet yaptı o tarih-te. Türkiye eğer bugünlere geldiyse oradaki arkadaşların çabaları, oradaki ticaretle buralara geldi, o dövizlerle içerlerde sıkıntılar atlatıldı belki, yatırımlar yapıldı. O yüzden burada konuşulan her söz, hiç ummadığınız bir şekilde önünüze çıkabiliyor. Bu da benim yaşadığım olumsuz bir olaydı.

Son olarak da stajla ilgili bir soru sormak istiyoruz. Staja öğrenci alacağınız zaman bu konuda eğitim al-mış olanlara öncelik tanıyor musunuz?

Kesinlikle. Ben kendi bölümüm için söylüyorum. Biz ilaç sektörü olduğumuz için kimyagerlere, biyologlara ya da mühendislere staj hakkı tanıyoruz fabrikada. Dış ticaret departmanını ben kurdum diyebilirim. Daha önceki yapı çok hantaldı. Onu değiştirdik ve geliştirdik. Geldiğimiz-den beri de her sene mutlaka iki ile altı kişi arasında

stajyer alıyorum. Bazı stajyerlerin de kalmasını istiyo-rum. Mesela geçen sene bir kızım geldi. Onu mutlaka firmamda görmek istiyorum. Rus Dili ve Edebiyatı’nda okuyor. Fırtına gibi bir kızdı. Rusça biliyor olması bizim için çok iyiydi. Ben kendim de Rusça konuşuyorum. Biz ağırlık olarak Rusya ile çalışıyoruz, doğal olarak da müş-terilerimizin büyük çoğunluğu Rus. O yüzden sizin arka-daşlarınız işe ya da staja başlamadan önce Rusça ya da Çince öğrensinler. İngilizce olması gereken bir dil zaten. Şu anda Türkiye’nin geleceği, hele dış ticarette. Rusya ile ilişkimiz her yönüyle çok yoğun. Turizm, ithalat, ihra-cat ne istiyorsak orayla çok yapıyoruz. O yüzden, yarın iş bulma anlamında faydası çok.

Staj konusunda da benim önerim gelebiliyorlarsa okul zamanı gelsinler ya da en azından dönem arasında gelsinler. Çünkü yaz aylarında benim müşterilerimin hepsi tatildeler. Haziran sonu oldu mu bu çalıştığımız bölgelerdeki insanlar tatile çıkarlar. Biz de burada -ça-lışan sayısı olarak- yazın azalıyoruz tabi. Yarı kadromuz burada ama gelen stajyerler çok fazla vaka göremezler. O yüzden aktif dönemde Perşembe-Cuma ya da Pazar-tesi-Salı gibi haftada iki gün gelerek, derslerini de ihmal etmeden staj yaparlarsa daha iyi olur. Stajda aktif ol-mak çok önemli. Staj gerçek anlamda yerine getirilme-li. Hatır-gönül için imza atanlar var. Ben bir kere bunu yapmıyorum. Emek harcamayan adama olur vermem. Çocuklar buraya geliyorsa bir şey alsınlar. Biz onlara öğretmekten imtina etmiyoruz. Ben onlara bir tek şey söylüyorum: Sorarsan öğretirim. İsteyen adama öğre-tilir. İstemeyen adama zorla gel de sana öğreteceğim demem. Öğrencinin herkesle çalışmasını sağlıyoruz. Diyoruz ki her gün bir masadaki arkadaşın yanına otur, o ne yaptığını sana anlatsın. Yaparken de bir iki işle-mi sen yap. Fatura mı kesiyor, sen de kes fatura. Ya-rın ne tür bir iş bulacağın belli olmaz. İşin her yönünü öğrenmeye çalışsın istiyoruz. İşe başlayacağı şirkette tek kişi olarak çalışmak zorunda kalabilir. Gümrüğü de o yapabilir, bu durumda gümrük beyannamesinin nasıl doldurulacağını bilmesi gerekir. Bir ihracat faturası, dö-viz faturası nasıl kesilir? KDV’li KDV’siz oranları nedir? Gümrük elemanı olmayacaksan da bunları bil. “Ben gümrük elemanı mıyım” diyor mesela. Tabii ki gümrük elemanı değilsin. Ben doktorum mesela. Ben de ihra-cat elemanı değilim ama hepsini biliyorum. Bırak onu, kamyonun içerisine gidiyoruz. Yükleme yapıldıktan son-ra, kapılar kapanmadan resimlerini çekiyoruz. Müşteri diyor ki “Yanlış yükleme olmuş ben bunları iade ediyo-rum.” Ben de resimleri gösterip “Edemezsin. Benden bu mallar böyle çıktı” diyorum. O, yolda kamyonun suçu. Nakliyecinin hatası, onunla görüş. Daha ötesini söyle-

83

Page 43: AkademiBeykoz Sayı 8

yeyim mesela bir kamyon geldi. Altı tahta ve tahtaların arasında birer parmak mesafe var. Havanın yağmurlu olduğu bir sezon. Gönderdim bizim elemanları, kamyo-nun altına sermek için 50-60 metre naylon alsınlar diye. Muşamba serdirdim altına. Arasına karton koydurdum, bir muşamba daha serdirdim, tekerden gelen sular ku-tuyu bozmasın diye. Benim işim de değil bu aslında ama bunlara dikkat etmek gerekiyor. Aynı kamyonun üstünde yırtık varmış. Onu sanayiye gönderdik. Yama yaptırdık ve öyle Kazakistan’a gönderdik. Bunları yaparlarsa başarılı olurlar arkadaşlar. Yoksa ben burada oturayım, iki mail atayım, iki cevap yazayım, değil olay. Yalnızca masa ba-şında oturup bunları yaparsanız iki gün burada kalırsınız. Üçüncü gün yerinizi koruyamazsınız. Staja gelecek olan arkadaşlar mutlaka ve mutlaka aktif dönemde gelsinler. Gelen arkadaşlar işin bir parçası olmaya çalışsınlar. Dil biliyor olsunlar çünkü onlara mail yazdırıyoruz. Gelen mesajlara cevap yazsınlar istiyoruz. Bizim ilaç işi olduğu için bir de ruhsat kısmımız var. Ruhsat kısmında Yeşim diye bir arkadaşımız var mesela. Onun işi de göndere-ceğimiz kutuların dizaynı. Her ülkeye ayrı dilde gidiyor. Kızcağız Rusça bilmiyor ama benim diyen Rusça bilen-lerden daha iyi yanlışları buluyor; çünkü dikkatli. Kontrol ediyor kutuları. Onun için bazen arkadaşlara diyoruz ki al bu kutuyu, bununla karşılaştır. O zaman diyor ki “Ben

grafik işi mi yapacağım?” Yapacaksın tabii. Ben broşür hazırladım Rusya’dayken. Orada baktım neler gider neler olur? Çok hareketli bir iş bu. Sürekli yeni insanlarla tanı-şıyorsunuz. Seyahat ediyorsunuz.

Her işin hakkını vermek gerekir. Arkadaşların yaptıkları işe her yönüyle özen göstermeleri gerekir.

Serhat Bey, bu güzel görüşme için çok teşekkür ederiz.

84

Yolcular olarak bizler, onlara hostes ya da host diyo-ruz. Ama onlar mesleklerini tanımlarken bu iki ifadeyi de kullanmıyorlar. “Bizler kabin memuruyuz” diyorlar. Kabin memurluğu, göründüğü kadar kolay bir meslek değil. Seyahat etmek, iyi para kazanmak; pek çok ülkeyi, kültürü, insanı ta-nımak, insan ilişkilerini ve empatiyi geliştir-mek, zorluklar karşısında pratik düşünmeyi öğrenmek, gözlem yeteneğini artırmak ve insanları daha iyi tanımak işin en güzel ta-rafları. Ancak bu güzellikleri yaşamak, ciddi bir disiplin ve fedakarlık gerektiriyor. 16 yıldır Türk Hava Yolları’nda kabin memuru olarak çalışan Zuhal Erdem, bizlerle zorlu eğitim sürecinin özel-liklerini, mesleğin inceliklerini ve deneyimlerini paylaştı.

Öncelikle sizi biraz tanıyalım? Hostesliğe ne zaman başladınız? Nasıl başladınız?

1996 yılında kabin memuru olarak göreve başladım. 2001 yılında kabin amiri oldum. 2007 yılında da Uçuş Eğitim Başkanlığı’nda ek görevli eğitmen olarak görev-lendirildim. 2010 yılında sorumlu kabin amiri oldum, 16 yıldır çalışıyorum. Şu anda hem uçuyorum hem de kabin memuru adaylarının ve kabin memurlarının temel emni-yet ve yenileme eğitimlerinde almaları gereken derslere giriyorum.

Dışarıdan bakıldığında kabin memurluğu kolaymış gibi duruyor. Uçağa biniyoruz ve uçak içinde bize yardım-cı olmaya çalışan, uçuşun konforlu geçmesine katkısı olan güler yüzlü insanlar görüyoruz ama bundan çok daha fazlası var değil mi?

Bizler, Türk Hava Yolları’nın birer temsilcisi olarak, uçuş görevi esnasında yolcunun güvenliğini, emniyetini ve konforunu sağlamakla sorumlu, geçerli eğitime ve ser-tifikaya sahip kabin ekibi üyesiyiz. Bizler, yolcularla en uzun süre bir arada olan ve yolcuya verilen hizmetin odak noktasında yer alan kabin memurları olarak, THY’nin imajına katkımızın çok fazla olduğunun bilincindeyiz.

Bir bakıma markayı temsil eden yüzler haline geliyor-sunuz.

Yolcularla, THY’nin diğer bölümlerinde çalışanlarına nazaran daha uzun süre birebir iletişim içinde olmamı-zın getirdiği durumdan kaynaklanıyor bu. Dış görünü-mümüzden, sergilediğimiz davranışlara kadar her şey, yolcumuzun kurumumuzu olumlu ya da olumsuz algıla-masında önemli rol oynuyor. Artı, kendimizi geliştirmek için yaptıklarımız ve bu yolla kendimize kattığımız değer,

kuruma kattığımız değerle eş anlamlı. Biz-ler, zorlu bir eğitim sürecinden sonra kabin içinde görev alabiliyoruz. Hedeflenen kaliteyi artırmak da eğitimle ve eğitimlerin süreklili-ğinin sağlanmasıyla mümkün oluyor.

Nasıl bir süreçten geçtikten sonra kabin memuru olunuyor? Siz, hem kabin amiri hem de eğitmen olarak görev yapıyorsu-nuz. İsterseniz önce işe alım süreçlerinden

bahsedelim sonra da bu süreci geçen adaylara verilen eğitimin kapsamından.

Önceleri işe alım süreçleri uzundu, üç-dört ay sürebi-liyordu. Şu anda ise iki güne indirildi diyebiliriz; çünkü İstanbul dışından başvuran adaylar için farklı tarihlerde İstanbul’a gelmek, zaman, enerji ve maddi kayıplara yol açıyordu. Bu nedenlerden dolayı, THY İnsan Kaynakları Departmanı da kabin memuru işe alım sürecini değiş-tirdi. Adaylar, ilan yayına verildiğinde internet üzerinden başvurabiliyorlar. Kendilerinin belirledikleri bir günde istenilen belgeleri teslim edip başvurularını yapıyorlar. Başvuru sonrasında ise hemen boy ve kilo süreci başlıyor.

THY’nin aradığı boy ve kilo oranı nedir?

Boyu 160-180 cm arasında olmak. Boy-kilo arasında uy-gun farklılıkta olmak-ki bunun da bir formülü var. Mini-mum kilo için: Adayın boyu (cm) – 120. Maksimum kilo için: Adayın boyu (cm) – 98. Buna göre, diyelim ki adayın boyu 170. Minimum 50 kilo, maksimum 72 kilo olabilir.

İlk gün boy ve kilo kriterlerinden geçilirse, bilgisayarlı odalarda İngilizce, genel yetenek gibi bir takım test-lere tabi tutuluyorlar. Elektronik ortamdaki bu testleri geçenler, özel bir eğitim- danışmanlık firmasının, önce birebir, ardından grup mülakatlarına katılıyorlar ve ona göre değerlendiriliyorlar.

Birebir mülakat, iş görüşmelerinde alışık olduğumuz bir şey ama grup mülakatı çok yaygın değil. Grup müla-

DIŞARIDAN GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ KOLAY OLMAYAN BİR MESLEK: KABİN MEMURLUĞU

röportaj: Yrd. Doç. Dr. Nejla Karabulut

Fotoğraf: Yrd. Doç. Dr. Nejla Karabulut

85

Page 44: AkademiBeykoz Sayı 8

katlarının amacı nedir?

Grup mülakatlarındaki amaç, ekip çalışmasına olan yatkınlığı ölçebilmek. Ortak bir amaç doğrul-tusunda hareket edebiliyorlar mı, birlikte bir siner-ji yaratabiliyorlar mı ve birlikte bir problemi çözü-me kavuşturabiliyorlar mı onu görmek. İşimizin özünde ekip çalışması olduğu için grup mülakatların-da takım ruhuna ve ekip bütünlüğüne dikkat ediliyor.

O zaman adaylara belli konular veriliyor ve ortak nasıl hareket ettikleri gözlemleniyor.

Evet, genellikle uçuşta yaşanan problemlerle ilgili se-naryolar veriliyor. Nasıl çözüm ürettikleri; yani bireysel mi yoksa ekip olarak mı çözüm buldukları değerlendirili-yor. İkinci günde eğitim-danışmanlık firmasının eleme-lerini geçenler, THY’nin İngilizce mülakatına, ardından Türkçe mülakatına davet ediliyorlar. Bu aşamaları ge-çenler de aynı gün psikologla görüşüyorlar. Bu bölümü de geçerlerse adaylara sağlık raporu hazırlamaları için bildirimde bulunuluyor. Böylece bütün süreç, iki gün içerisinde sonuçlanmış oluyor.

Ciddi ve yoğun bir süreç.

Yoğun ve heyecanlı bir süreç. Adaylar sürecin her aşa-masında internet üzerinden kendileriyle ilgili değerlen-dirmeleri takip edebiliyorlar ve değerlendirme sonuçla-rını da yine internet üzerinden öğreniyorlar.

Bu aşamaları geçtikten sonra da eğitim başlıyor. Neleri kapsıyor bu eğitim süreci?

Başarılı olan adaylar, THY Uçuş Eğitim Başkanlığı’nda Temel Emniyet Eğitimi sürecine dahil oluyorlar. 35 iş günü ya da daha fazla da olabiliyor. Eğer kişisel gelişim dersleri de eklenirse eğitim süreci uzuyor. Temel Em-niyet Eğitimi’ni başarıyla tamamlayan kabin memurları, bitirdiklerini belgeleyen sertifikalarını alıp uçuşlara baş-layabiliyorlar.

Temel Emniyet Eğitimine biz, havacılık terminolojisiyle başlıyoruz. Diğer derslerin kolaylıkla anlaşılabilmesi için terminolojinin öğrenilmesi önem arz ediyor. Ardından Kurum Kültürü dersimiz var. Tarihçemiz ve bu günlere nasıl gelindiği kronolojik olarak anlatılıyor. Organizas-yon ve Sorumluluklar dersinde ise, organizasyon şema-sı ve yazılı kurallar aktarılıyor. Sonra Normal Güvenlik

Prosedürleri (Normal Safety Procedures) dersimiz var. Bu derste iki gün, yerde ve uçuşta uygulanması gereken kurallarla ilgili teorik bilgi aktarıyoruz. Üçüncü gün ise şu an içinde bulunduğumuz CEET’de (Cabin Emergency Evacuation Trainer) uygulamalı çalışmalar yaptırıyoruz. Kabin memuru adaylarından ekipler seçiyoruz. Ekip dı-şında kalanlar yolcu olarak belirleniyor ve senaryolar eşliğinde yapılan uygulamalarda teorik bilgilerini pekiş-tirme imkanı buluyorlar.

Acil Durum Prosedürleri (Emergency Procedures) der-sinde ise teorik konular, sınıf ortamında anlatılıyor. Ders, uygulama ve değerlendirme ağırlıklı geçtiği için çoğun-lukla CEET’teyiz. Çünkü kabinde karşılaşabileceğimiz olası abnormal durumlara karşı -ses, koku, gürültü, ısı vb.- neler yapabileceğimizi öncesinde deneyerek öğren-memiz gerekiyor. Örneğin; Fırın ya da tuvalet yangını.

Yangınla mücadele malzemeleri (BCF, kevlar eldiven, duman başlığı… gibi) kullanılarak fırın yangını söndür-me uygulaması yapılıyor. Ayrıca CEET dışında, gerçek alevlere müdahale ediliyor. Orijinal yangın söndürücüler kullanarak ve gerekli önlemleri alarak yangın söndür-me çalışması yaptırıyoruz. Yangına müdahale ederken giyilmesi gereken duman başlıkları, bizi duman zehir-lenmesinden koruyor ve ihtiyaç duyduğumuz oksijeni başlığın tipine göre 15-20 dakika üretebiliyor. Tüm kabin memuru adayları; fırın, tuvalet, kabin yangınına müda-hale edip başarılı bir şekilde söndürüyor.

Kabinde duman, türbülans, basınç boşalmasına yöne-lik uygulamalı eğitimler veriliyor. İçinde bulunduğumuz CEET’in özelliği, tüm bu abnormal durumları ses, koku, duman, sarsıntı simülasyonlarıyla gerçeğe yakın his-settirmesi. Hazırlıklı ve hazırlıksız acil durum tahliye senaryolarını da CEET içinde gerçekleştiriyoruz. Tahliye öncesinde kabin, yolcu, uçak mutfağı (galley) ve ekip hazırlığı, PSP (Pre-selected Passenger) seçimi, ardın-dan yolcunun başarılı bir şekilde tahliyesinin gerçekleş-tirilmesi çalışmalarını yapıyoruz. Biz sadece karaya tah-liye yapmıyoruz. Karaya tahliyede kullanılan kaydıraklar (Escape Slide), suya tahliye de (ditching), uçak tipine göre bot (Slide Raft) olarak kullanıldığı gibi floatation device dediğimiz, yüzen araç olarak kullanılan kaydırak-lar da mevcut. Suya tahliyenin devamında hayatta ka-labilmek için neler yapılabileceğini kabin memurlarına havuz içinde gösteriyoruz. Suyun içinde vücut ısısının

86

korunması için uygulanması gereken Help1 ve Huddle2 pozisyonları var. Bu pozisyonları suyun içinde herkes deniyor. Acil durum derslerinde adaylar %100 başarı göstermek zorunda. Sınavdan 100 değil de, diyelim ki 96.5 aldınız, başarılı sayılmıyorsunuz. 100 alınması ge-rekli .

Güvenlik (Security) dersinde ise uçuş emniyetini sağla-mak için kabinde güvenlik kuralları, yolcunun emniyeti, bomba prosedürü, uçak kaçırma, yine kural dışı davra-nan yolculara karşı bizim nasıl davranmamız gerektiği, hareket tarzlarımız ve ulusal ve uluslararası sivil hava-cılık kuralları hakkında bilgi veriliyor.

CRM (Crew Resource Management) dersinde; iletişim, ekip çalışması, sinerji, problem çözme, karar verme, stres yönetimi, teyakkuzda olma ve rehavet konula-rında bilgiler aktarılıyor. Temel Emniyet Eğitimi’nde kabin memuru adaylarımız, kendi seçtikleri konu-larda iki kişilik gruplar halinde sunumlar hazırlıyor-lar ve ertesi gün sınıftaki arkadaşlarına sunuyorlar. Tehlikeli madde kurallarını detaylı olarak anlatıyoruz adaylara. Kabine taşınabilecek olan tehlikeli maddeler, taşınamayacak olanlar, kargoda ya da kargo uçağı ile taşınması gerekenler, etiketler, tehlikeli madde sınıfları, limitler vs. Bir yolcunun ne kadar alkolle ya da yanında ne kadar sıvıyla uçağa gelebileceği, kendi oksijen tüpü-nü getirip getiremeyeceği gibi konular. tehlikeli madde

1- Help (Tek kişi olduğunda uygulanır. Soğuk suda vücut ısısını korumayı sağlayan bir pozisyondur. Mümkün oldu-

ğunca küçülerek suda daha az yer kaplanır. Dizler, göğse doğru çekilir ve kollarla bacaklar sarılır.)

2- Huddle (Gruplar halinde uygulanır. Suyun içinde birbirine kenetlenen kişiler, sıkı bir halka oluşturur ve

hareketler en aza indirilir. Kollar bele sarılmış durumda olmalı, mümkün olduğunca vücut teması sağlanmalıdır.

Amaç, vücut ısısının paylaşımının sağlanması ve moralin yüksek tutulmasıdır.)

kuralları dersinde işleniyor.

Uçak tipi eğitimleri veriyoruz. Kabin memurları önce iki uçak tipi sertifikasıyla göreve baş-lıyor. Airbus 320 ve Boeing 737 sertifikalarını alıyorlar. Uçak Tipleri Eğitimi, her bir uçak tipi için üç gün sürüyor. İki gün sınıf eğitimi üçüncü gün uçak çalış-ması yapılıyor. Uçağa gidiliyor ve uçakta kapı açma-kapama çalışmaları, armed dediğimiz kaydırakların uçuşa hazır du-ruma getirilmesi, yeniden eski

haline döndürülmesi (disarmed) çalışmaları yapıyoruz. Uçaktaki bütün ekipmanların yerini tanıma, kokpit, tu-valetler, mutfak, kabin memuru kontrol panelleri, du-man ve tahliye sinyal sistemi, koltuk kullanımları, su sistemleri, uçak içi haberleşme gibi uçakla ilgili A’dan Z’ye tüm bilgileri bu uçak çalışmasında anlatıyoruz. Ardından Servis dersimiz var. Servis dersimiz, beş gün sürüyor. İlk gün genel olarak servis konseptini anlatıyo-ruz. Diğer günlerde ekonomi sınıfı (Economy Class) iç hat, ekonomi sınıfı dış hat; business class iç hat, bu-siness class dış hat servislerinin nasıl yapılacağı uygu-lamalı olarak anlatılıyor. Servis eğitimlerini DO&CO’da (DO&CO Hizmetleri A.Ş.) veriyoruz. DO&CO’da orijinal uçak ortamı olarak hazırlanmış uygulama alanlarında pratik yapıyor adaylar. Uçak içinde, serviste kullandığı-mız elektrikli cihazlar (fırın, soğutucu, su ısıtıcı, hot cup) DO&CO’daki uygulama kabinlerinde de bulunuyor. Tüm servis malzemeleri kullanılarak, servis arabaları (trolley) hazırlanıyor. Her bir kabin memuru adayı, diğer adayla-ra servis yapıyor. Sunum incelikleri, ekipman ve içecek tanıtımları, servis sıralamaları detaylı olarak anlatılıyor. Uygulama esnasında da eğitmenler tarafından. değer-lendirmeler yapılıyor. Geniş gövdeli uçak sertifikasına sahip olunduğunda ise ayrıca daha farklı konsepti olan business class eğitimi veriyoruz.

Diksiyon eğitimi iki gün sürüyor. Diksiyon dersinde di-yafram nefesi, tonlama, vurgu, duraklama, telaffuz ko-nuları üzerinde duruluyor ve anonslar yaptırılıyor.

İlk yardım eğitimi veriliyor. İlk yardım eğitimini biraz de-taylandırmamız gerekirse; Türk Hava Yolları 2006 yılın-dan beri Sağlık Bakanlığı’ndan onaylı İlk Yardım Eğitim Merkezi olarak görev yapıyor. Kabin memurları, verilen

87

CEET (Cabin Emergency Evacuation Trainer)

Page 45: AkademiBeykoz Sayı 8

eğitimler sonrası üç yıl geçerli ilk yardımcı sertifikasına sahip oluyorlar. Buna ek olarak beş yıl geçerli defibrila-tör sertifikası da veriliyor. Kısaca defibrilatör dediğimiz cihaz aslında AED (Automated External Defibrillator) diye geçiyor. Şok cihazı diyebiliriz kısaca. Bizim şu an tüm uçaklarımıza defibrilatör cihazı yerleştirilmiş durum-da, çünkü Mayıs 2004 tarihinden itibaren Federal Aviati-on Administration (FAA) tarafından, yolcu uçaklarında defibrilatör bulundurulması zorunlu hale getirildi.

Grooming dediğimiz ve yine iki gün süren bir dersimiz var. İçeriğinde nasıl makyaj yapılması gerektiği, zarafet konuları, kişisel imaj, giyim, renk uyumları bir bütün ola-rak ele alınıyor. Grooming eğitimlerini özel bir firmadan alıyoruz.

Kişisel gelişim dersleri; zor insanlarla başa çıkma, beden dili, empati, zaman yönetimi, stres yönetimi, liderlik gibi dersler de Temel Emniyet Eğitimi’nde verilebiliyor. Yol-cuyla kurulan iletişimi daha ileri taşımak için, SKY Stars olarak adlandırdığımız bir eğitim programı başlattık.

Skytrax3 değerlendirmeleri doğrultusunda beş yıldızı alma yolunda tüm kabin memurlarına sahip oldukları özellikleri ortaya çıkarmalarına destek olacak bu eğitim programında, yolcuyla iletişim teknikleri üzerinde duru-luyor. Yolcuyla iletişim kurarken neleri, nasıl söyleyebi-leceğimiz, iyileştirilmesi gereken yönlerimiz, nasıl fark yaratabileceğimiz üzerinde duruluyor. Buradaki ama-cımız, tüm kabin memurlarının aynı tavrı ve yaklaşımı sergiliyor olmasını sağlamak. Bir problem yaşandığında yolcuya aynı cümlelerle hitap edebilmemiz, aynı dili ko-nuşmamız ve aynı mesajı verebilmemiz, THY markasını bir adım daha öne taşıyacaktır.Yenileme eğitimlerini biraz açabilir misiniz?

Her kabin memuru 12 ayda bir üç gün süren yenileme eğitimleri alıyor. Önceleri yenileme eğitimleri beş gün sürüyordu. Şimdi ise elektronik öğrenme (e-learning) olarak adlandırılan bir eğitim modelimiz var. Bu eğitim modeli, zamandan tasarruf etmemize yardımcı oluyor. Alınması zorunlu olan derslerin önemli bir kısmı, uzak-tan eğitim yoluyla tamamlanabiliyor. Uzaktan eğitim modüllerini tamamlayan kabin memurları, yenileme eğitimlerinde yine, görsel ve uygulamalı çalışmalarla bilgilerini tazeliyorlar. Her eğitim tipinin sonunda de-

3- Skytrax

(Her yıl havayollarını anket yöntemiyle değerlendirerek, çeşitli konularda havacılık Oscar’ı adı verilen

ödülleri almaya hak kazanan havayollarını belirler)

ğerlendirme yapılıyor. Eğer değerlendirme sonucunda yetersizse ikinci bir değerlendirmeye tabi tutuluyorlar. Yine, yenileme eğitimlerinde alınan acil durum dersle-rinde %100 başarılı olmak gerekiyor.

Eğitmenlerimizden de kısaca söz edelim. Eğitmenleri-miz, şirkette uzun yıllar geçirmiş, edindiği mesleki be-cerileri yeni kabin memurlarına ve görevli olan kabin memurlarına aktarmak için son derece istekli, özverili kabin amirlerinden ve yer eğitmenlerinden oluşuyor. Eğitmenlerimizin hepsi, eğiticinin eğitimini almış, ço-ğunluğu, İngilizce olarak gerçekleşen kursları başarıyla tamamlamış, ulusal ve uluslar arası gerekli tüm serti-fikalara sahipler. Aynı zamanda kabin memurlarına ve-rilmekte olan bu eğitimleri, zihinsel ve duygusal açıdan da desteklemek amacıyla koçluk ve mentorluk eğitimi de almış eğitmenlerimiz görev yapıyor. Uygulamalı eği-timlerde iki eğitmen görev alıyoruz. Teorik derslerde tek eğitmen oluyor.

Eğitimlerde kaç kişi oluyor genellikle? İdeal bir sayı var mı?

Sınıf sayımız yirmi kişi oluyor. Hem temel eğitimlerde hem de yenileme eğitimlerinde 20 kişiyi geçmiyoruz.

Kariyer olanaklarınız nedir? Kariyer gelişiminiz nasıl oluyor?

Görev süresi içinde tüm kabin memurlarına kariyer olanağı sağlanıyor. İlk başta dar gövdeli uçaklarda uç-mak için sertifikaya sahip oluyorsunuz. Belirli bir süre çalıştıktan sonra geniş gövdeli uçak sertifikasına sahip oluyorsunuz. Bu sertifikayla ER (Extended Range) dedi-ğimiz kıtalararası, okyanus aşırı uçuşlarda görev alabi-liyorsunuz.

Yani “ben hosteslik eğitimini aldım her yere gidebili-rim” olmuyor?

İlk aşamada olmuyor. Dar gövdeli uçaklarda başlıyoruz, tecrübe kazandıktan sonra geniş gövdeli uçaklara geçiş yapıyoruz.

Bu geçişte ayrı bir değerlendirme mi yapılıyor yoksa sadece süre mi baz alınıyor?

Süre baz alındığı gibi burada kabin memurunun perfor-mansı da önemli. Kabin amirleri, her bir kabin memuru

88

için, her uçuş sonrası performans değerlendirme form-ları dolduruyor. Uçuş sonrası yapılan değerlendirmeler-le o kabin memurunun her üç aylık bazda performans grafiği ortaya çıkıyor. Ayrıca kabin amiri teşekkürleri, yolcu teşekkürleri, kaptan teşekkürlerine ve işe devam durumuna bakılıyor. Yani terfi almak, ilerlemek sadece şirkette geçirilen süreyle orantılı değil. Kabin memurları değerlendirilirken tüm bunlar göz önünde bulundurulu-yor ve değerlendiriliyor. Bir üst tipe terfi edilirken karne-sine bakılıyor. Değerlendirme sonrasında geniş gövdeli uçak tipi sertifikası alınabiliyor. Geniş gövdeli uçak eği-timleri, Boeing 777 ve Airbus 330/340 üç gün sürüyor. Yine, iki gün teorik dersler anlatılıyor. Üçüncü gün uçak çalışmasına gidiliyor. Uçakla ilgili tüm bilgiler uçağın içinde anlatılıyor. Ardından bir kez alıştırma uçuşu yapı-lıyor ve göreve başlanıyor.

Bu aşamadan sonra kabin memuru olarak görev yapan-lar -burada tam süre veremeyiz ama en az iki yıl sonra- kabin amirliği eğitimlerine planlanıyorlar ve eğitim so-nunda başarılı olan kabin memuru, kabin amirliğine terfi edebiliyor. Amirliğe terfi sürecinde ‘kontrol uçuşu’ adı verilen uçuşlar gerçekleşiyor. Kontrol uçuşlarında, kont-rol kabin amirleri görev alıyor. Uçakta, o uçuş süresince brifingten başlayarak uçuş sonuna kadar her aşamada kabin amiri adayı değerlendiriliyor. Başarılı bulunursa o uçakta amir olarak çalışması uygun görülüyor. Kabin amiri olduktan sonra da yine ‘hat kontrolleri’ dediğimiz kontroller var. Bu kontrollerde, kontrol kabin amirleri, uçağınıza kontrole gelebiliyor. Yanımızda taşınması ge-reken evrağa bakıyorlar, uçuşta ekibini, gözlemliyorlar, anonsları dinleyip, servisi kontrol ederek tüm uçuşu de-ğerlendiriyorlar ve Kabin Hizmetleri Başkanlığı’na bildi-rimde bulunuyorlar.

Kabin amirliğinden sonra ihtiyaca göre, sorumlu ka-bin amiri olunuyor. Sorumlu kabin amiri, geniş gövdeli uçaklarda tüm uçağın amiri olarak görev yapan kişidir. Purser diye de duyabilirsiniz ama, aslında ikisi de aynı kavramı karşılıyor. Minimum 14-15 yılını doldurmuş ka-bin amirleri, sorumlu kabin amiri olabiliyor. Geniş göv-deli uçaklarda üç amirle uçuyoruz: Sorumlu kabin amiri Economy Class ve Business Class olmak üzere iki bö-lüm amiri. Dar gövdeli uçaklarımızda tek bir amir ve me-murları var.

Sorumlu kabin amirliği en son gelebileceğiniz nokta mı?

Evet, şu an için.

Ve bir de eğitmen olabiliyorsunuz?.

Aslında şöyle, ek görevli olarak başka görevler alabi-liyoruz. Ben ek görevli olarak eğitmenlik yapıyorum. Benim asıl bağlı olduğum yer, Kabin Hizmetleri Baş-kanlığı ve ben uçucu personelim. Ek görevli, Kalite Güvence Başkanlığı’na bağlı denetçi, şef ya da müdür olarak çalışan arkadaşlarımız da var. Kabin Hizmetleri Başkanlığı’nda kontrol kabin amiri, şef ya da müdür ola-rak çalışılabiliyor. Ek görev almak arzu edilen bir durum ama hepimiz aslında uçucu personeliz. Asıl görevimiz uçmak.

Uçmak için bir yaş sınırı var mı?

Uçmak için 18-20 yaş alt sınır. Terfide yaş sınırı yok. Üst sınır ise 45 yaş olarak belirlenmiş.

Sektör çok hızlı bir şekilde büyüyor ve yoğun bir reka-bet yaşanıyor. Bu rekabet içinde kendi konumunuzu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sektör gerçekten de çok hızlı büyüyor. Türk Hava Yolları da öyle. THY, ülkemizde lider, yurtdışında pek çok kuru-mun takdirini kazanmış ve bunu ödüllerle taçlandırmış bir havayolu şirketi. Şirketler, artan talebi karşılamak için filolarını genişletiyor ve buna bağlı olarak da yetkin personel ihtiyacı da artıyor. Hizmetin kaynağında insan olduğu için, mükemmel hizmet anlayışını benimseyerek yolcu beklentilerini karşılamada üstün performans gös-teren kabin memurları, rekabette çok önemli bir avantaj sağlıyor. Bu bağlamda kabin memurları kendini geliştir-mede istekli olmalılar. Yalnızca acil durum prosedürleri, uçak tipleriyle ilgili teknik konularda bilgi sahibi olmala-rıi değil, sivil havacılık ve hizmet sektörünü ilgilendiren diğer konularda da bilgi sahibi olmaları, iletişimi etkin olarak kullanabilmeleri, iyi derecede yabancı dile sahip olmaları, özveriyle çalışmaları, ekip olma bilincinin far-kında olmaları, stresi ve zamanı en uygun şekilde yö-netebilmeleri ve çözüm odaklı olmaları şirketleri, yolcu memnuniyeti açısından üst sıralara taşıyacaktır. Başa-rılı kabin memuru sayısı ne kadar yüksek olursa, yeni başlayan kabin memurları kendi eksiklerini görüp kendi-lerini geliştirmek için daha fazla çaba göstereceklerdir. Bu da kurumu daha ileriye taşımaya yardımcı olacaktır. Sektörünüzdeki, uçaklardaki teknolojik gelişmeler sizi nasıl etkiliyor?

89

Page 46: AkademiBeykoz Sayı 8

Teknoloji artık hayatımızın her aşamasında bizimle iç içe oluyor. Yeni gelen uçaklarda, cihazların kontrol pa-nellerine yeni özellikler eklenmiş olsa da sistemin temel özellikleri değişmiyor. Tamamen yeni bir teknoloji gel-diğinde, eğitimini alıyoruz. Örneğin; uçaklarımızda IFE (In Flight Entertainment) dediğimiz kabin içi eğlence sistemlerimiz yer almaktadır. Geniş gövdeli uçakları-mızda kablosuz internet bağlantısı da mevcut. Yolcular uçaklarda kendi iPhone’larını, kişisel mobil cihazları-nı kullanarak internete bağlanabiliyorlar. Birçok haber kanalını canlı olarak izleyebiliyorlar. Bu noktada kabin memurlarına IFE ile ilgili gerek temel eğitimde gerekse kabin amirliği eğitiminde sistemin nasıl kullanılacağı anlatılarak, yolcuların ihtiyaçlarına cevap verebilmek için birebir uygulama yaptırılmaktadır.

Peki kabin memurlarının en çok karşılaştıkları zorluk-lar neler? Zor müşteri bunlardan bir tanesi olsa gerek.

Doğru, zor yolcular olabiliyor ama biz uçakta karşılaş-tığımız zor yolcuları ya da olayları sorun olarak görmü-yoruz. Biz, yolcularımızı evimize gelen misafirler olarak görüyoruz. Bizim kültürümüzden kaynaklanan misafir-perverlik, güler yüzlülük, yardım severlik gibi meziyetle-rimizi birleştirerek onların yolculuğunun keyifli ve kon-forlu hale dönüşmesini sağlıyoruz.

Yolcuya olumlu ve güzel bir yaklaşım bu. Hiç, sorun olarak nitelendirebileceğiniz bir şey yok mu?

Hayır, sorun olarak nitelendirebileceğim bir şey yok. Ben, her problemin çözümü olduğuna inandığım ve eki-bime de bu durumu yansıttığım için sorunsuz, keyifli uçuşlar yaşıyoruz.

Mesleğinizin en sevdiğiniz, sevmediğiniz tarafları; avantajları ve dezavantajları neler?

Aslında kabin memurluğu sevilmeden yapılacak bir iş değil. Kabin memurluğu, pek çok mesleği aynı anda içinde barındırıyor. Bizler uçuşta hastalanan yolcula-rımız için ilk yardımcı, yolcuların emniyetini sağlayan güvenlik görevlileri, çocuk veya yaşlı yolcularımız için refakatçi, uçuştan korkan yolcularımız için psikolog, bayrağını taşıdığımız ülkenin tanıtımında kültür elçisi, servis görevlisi, gerektiğinde itfaiyeci, halkla ilişkiler uzmanı, teknisyen, hatta spiker bile olabiliyoruz. Birçok farklı ülke ve kültürden olan yolcularımızla iletişim ku-rabilme imkanına sahibiz. Artı, o ortamı soluyarak deği-

şik kültürleri yerinde izleyebiliyoruz, Aynı gün içerisinde hem yazı, hem kışı yaşayabiliyoruz. Monotonluktan son derece uzak olması ve içinde var olan dinamizm bizim mesleğimize dört elle sarılmamızı sağlıyor.

Daha çok sevdiğiniz taraflar var, sevmediğiniz taraf yok gibi görünüyor.

Sevmediğim demeyelim de zor bulabildiğimiz tarafları olabiliyor. Mesela bir ya da birkaç gün sevdiklerinizden uzak kalıyorsunuz, onları göremiyorsunuz. Evdeki plan-lar çoğunlukla uçuş programına göre ayarlanıyor. Evden uzak kaldığımız sürelerde anne, baba, eş gibi sosyal rollerin sorumlulukların yeteri kadar yerine getirmiyor-muşuz duygusu yaşıyoruz. Uzun uçuşlar sonrası jet lag yaşıyoruz. Sürekli zamana karşı yarışıyoruz.

Mesleğinize özgü meslek hastalıkları var mı?

Aslında böyle bir durum yok diyebiliriz. Ancak günlük hayatta bel mekaniğine uygun olmayan yanlış hareket-lerden, kötü duruştan veya ağır kaldırmaktan, servis arabalarını itmekten kaynaklanan bel ağrıları yaşanabi-liyor. Fakat bu, bir meslek hastalığı olarak görülemez. Zaten birçok meslek mensubu bunları yaşıyor. Bulaşı-cı hastalıkların sık ve yaygın olduğu Afrika gibi yerlere giderken aşılarımızın yapılması gerekiyor. Sarı humma, menenjit gibi aşıların tarihlerinin güncel olmasından kabin memurları sorumludur. Bulaşıcı hastalıklara kar-şı bizim kendi önlemimizi almamız gerekiyor. Gittiğimiz yerlerde beslenmemize, içtiğimiz sulara, yediklerimize dikkat etmemiz gerekiyor. Uçuş süresince nem kaybı ol-duğu için su tüketimine önem vermemiz gerekiyor.

Bir kabin memuru ne gibi kişisel özelliklere sahip olmalı?

Yukarıda değindiğim özelliklerin hepsi olmalı ama her şeyden önce kabin memurunun işini sevmesi gerekiyor. Sevmeden yapılabilecek bir iş değil kabin memurluğu. Disiplinli olmak çok önemli. Bu iş, başlı başına bir disip-lin işi, çünkü fark yaratan hizmet, ancak disiplinle, ekip çalışmasıyla, ekip koordinasyonuyla sağlanabiliyor. Bi-zim o uçakta yolcuya farklı olduğumuzu hissettirebil-memiz, iletebilmemiz, ekip çalışmasına ve aramızdaki sinerjiye bağlı. Karşılıklı dayanışma ruhu ve işbirliği için-de hareket edilmesi, biz kabin memurlarının motivas-yonunu da arttırıyor, daha verimli çalışmamıza neden oluyor. Aramızda oluşan bu sinerji yolcuya da yansıyor. Ekip olarak benzer davranışlar sergilendiğinde de yolcu-

90

nun kabin memurlarına olan güveni artıyor. Güven arttı-ğında da daha rahat ve keyifli bir uçuş gerçekleştirmiş oluyoruz. Bizler kabinde her şeyden önce yolcularla em-pati kurabilmeliyiz. Etkin dinleme yapmamız gerekiyor. Yolcuyu kesinlikle sonuna kadar dinlemeliyiz. Beden di-limiz, mimiklerimiz, jestlerimiz, ses tonumuz, bilgimiz… Bilgi çok önemli. Kabin memurlarının her konuda bilgili olması gerekiyor.

Farklı kültürden insanlarla hep bir aradayız. Sadece farklı kültürden yolcu değil, artık yabancı kaptan pilot-larımız var. Farklı kültürden uçuş ekibi üyeleriyle de bir aradayız. Bu noktada farklı kültürlere uyum sağlama, onları anlama, bu noktada önem kazanabiliyor. Aidiyet duygumuzun yüksek olması gerekiyor. Uçaktaki her şeyi kendi malımızmış gibi kullanıyoruz bizler. Uçağı evimiz gibi, yolcuları misafir gibi görüyoruz

Bir de kabin memurlarının kişisel gelişime açık olması gerekiyor. Kendini sürekli geliştirmesi gerekiyor. Ken-dimden örnek verebilirim. Ben üniversiteyi kabin memu-ru olarak çalışırken bitirdim. Kamu yönetimi okudum. Ardından insan kaynakları yönetimi alanında yüksek lisans yaptım. Sonrasında, çocuklarım olduktan sonra İngilizce-Türkçe Çevirmenlik Programı’nı bitirdim. Şim-di ise doktora bilim sınavına hazırlanıyorum. Amacım doktora yapmak. Çünkü benim kendime kattığım de-ğerle, şirkete kattığım değerin doğru orantılı olduğunu biliyorum. Ben kendimi ne kadar geliştirirsem, şirketime de o kadar değer katabilirim. Kabin memurlarının öğren-meye istekli olması gerekiyor. Dürüst olmaları gerekiyor, sabırlı olmaları, inisiyatif kullanabilmeleri gerekiyor. Problemleri önceden görebilmeleri ve doğru zamanda doğru kararlar verebilmeleri çok önemli.

Mesleğin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Belki sektör büyüdüğü için talep daha fazla olabilir ve üni-versitelerde bu mesleğin eğitimi ön plana çıkabilir.

Sektör büyüdüğü için kabin memuru sayısı da artıyor. Sadece THY olarak düşünmeyelim. Özel hava yolları da var. Onlar da her geçen gün filolarını büyütüyorlar ve kabin memuru ihtiyaçları artıyor. Sayı olarak sürekli ar-tıyoruz. Hem sayı olarak artıyoruz hem de üniversiteler de Sivil havacılık ve Kabin Hizmetleri bölümleri açılıyor. Bizlere şimdi, donanımlı kabin memurları katılacak. Açı-lan bu bölümler, adaylarda aranılan kriterleri daha üst seviyelere çıkaracak. Bugün asgari lise mezunu olma şartı aranıyor ama bundan bir beş yıl sonra üniversite

bitirmiş, artı iki dil bilen kabin memurları işe alınacak.

Şu anda bile, mesleki eğitim ve lisans eğitimi görmüş kişiler, daha ağırlıklı THY’de çalışan kabin memurları arasında. Şu anda toplam 5679 kabin memuru görev yapıyor. Bunlardan 941’i lise mezunu, 2658’i yüksekokul mezunu, 1435’i ise üniversite mezunu. 467 kişi yüksek lisans, 178 kişi ise doktora yapıyor. Kabin hizmetleri ala-nında eğitim veren okulların sayısı ve bu okullarda eği-tim alanların sayısı arttıkça, tabi işe alım kriterlerinde de bu ön plana çıkmaya başlayacak.

Şu anda bile yüksekokul mezunlarının sayısı oldukça yük-sek. Peki THY’nin kabin memuru seçim kriterleri neler?

Seçim kriterleri insan kaynakları tarafından belirleniyor. Daha önce bahsettiğimiz boy ve kilo kriterleri var. En az lise ve dengi okul mezunu olmak gerekiyor. İngilizce bilme şartı var. İkinci dil tercih sebebi. Söyleyeceklerim bu kadar.

Çok teşekkür ederim Akademi Beykoz’a vakit ayırdığı-nız için.

91

Page 47: AkademiBeykoz Sayı 8

KOMİK İSİM, cİDDİ SANDVİÇ: ScHLOTzSKY’S

röportaj: Sevil Bektaş

Fotoğraf: Schlotzskys Arşivi

Kentleşme, çalışma saatlerinin uzunluğu, insanların hayat standartlarının değişmesiyle beraber bu etkenler toplumumuzun kültürüyle birlikte yaşama biçimimize yansımakta ve özellikle de yemek alışkanlıklarımızı de-ğiştirmektedir. Fast food dediğimiz hızlı ve çabuk yemek yeme alışkanlığı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’nin de yeme-içme kültürüne yerleşmiştir. Son yıllarda sağlıklı yaşama verilen önemin artması, fast food pazarındaki oyuncuları yeni arayışlara yöneltti. Sebze çeşitleri ve taze ekmekler ekleyerek ayakta durmaya çalışan fast food zincirleri, organik ürünlere karşı pazardaki yerini korumaya çalışıyor.

Son yıllarda yeme-içme dünyasında, ne fast food ne restoran diyebileceğimiz yeni bir konsept konuşuluyor. Bu akımın en başarılı temsilcisini de 1997 yılında Tür-kiye pazarına giren Schlotzskys oluşturuyor. Her gün taze özel ekmeklerle hazırlanmış sağlıklı ve bir o kadar da hızlı olan sandviç devi Schlotzskys’nin, başarısını, yapılanmalarını ve fast food pazarının yeni bir segmen-tini oluşturan farklı konseptlerini genel müdürleri Özkan Mutlugil ile konuştuk.

Özkan Bey bize, Schlotzsky’s markasının tarihçesinden ve Türkiye’ye gelişi hakkında bilgi verebilir misiniz?

Schlotzskys, 1971 yılında ABD Austin-Texas’ta bir resto-ran ve menüsünde sadece bir çeşit sandviç sunarak fa-

aliyetine başlamıştır. Şuan tüm dünyada 300’den fazla restoranı bulunmaktadır. 1997 yılında master franchise anlaşması ile Türkiye’de faaliyetine başlamıştır.

Markanızın isim hikâyesinden bahsedebilir misiniz? Schlotzsky’s’nin diğer fast food restoranlarından farkı nedir?

Schlotzskys ismi kurucuları Don ve Dolores Dismann çiftinin ilk restoranlarını açarken düşünüp karar verdik-leri bir isim. Uzun yıllar ‘Komik İsim Ciddi Sandviç’ slo-ganı bu koydukları isimle beraber kullanıldı. Schlotzskys öncelikle geniş bir menüye sahip Kafe-Restoran kon-septini uygulamaktadır. Bu konsept bizi diğer restoran-larla ayrıştıran en önemli özellik.

Yiyecek ve içecek sektöründe lojistik süreçleri nasıl işliyor? Schlotzsky’s olarak lojistik yönetimini nasıl yürütüyorsunuz?

Lojistik bizim sektörümüzün en önemli unsurlarından birisi. Son 10 yılda lojistikte çok önemli gelişmeler kayde-dildi. Biz tek bir taşeron firma kullanarak, tüm Türkiye’ye dağıtım yapabiliyoruz. Bu süreçte sırasıyla üreticiler tek noktaya teslim yapıyor, lojistik firması minimum stokla uygun depolama yapıyor ve tek araçla her noktaya uy-gun saklama koşullarına göre lojistik sağlıyor.

Gıda Depolama maliyetleri hakkında ne söyleyebilir-siniz? Lojistik ve depolama maliyetleri yer seçiminizi etkiliyor mu?

Gıda depolama maliyetleri genelde lojistik maliyetleri-nin çok altında kalıyor. Uygun stok devir hızları yakalan-dığında depolama maliyetleri, bizim sektörümüzde yer seçimini, ürün grubuna bağlı olarak genelde etkilemi-yor. Fakat lojistik maliyeti yer seçiminde çok önemli bir yer tutuyor. Karadeniz, doğu ve güneydoğu bölgelerine yapılan lojistikte, yakıt fiyatlarının etkisi çok yoğun ola-rak hissediliyor.

Gıda sektöründe, sizin gibi franchising yapıya sahip iş-letmelerin yaşadığı zorluklar ve avantajlar nelerdir?Burada öncelikle franchise sisteminin kesinlikle diğer sistemlere göre avantajlı olduğunu söyleyebilirim. Sis-

92

tem eğer doğru ise, standartları her yere kolayca adapte olmakta ve franchise alan için yeni bir iş fırsatı oluştur-maktadır. Yaşanan zorluklara gelince, franchise alanın işi finanse etmesi için gereken finansal araçların ülke-mizde henüz yeterli olmaması ve yüksek faiz sorununu söyleyebiliriz.

Türkiye’deki işletme sektörünün durumunu nasıl de-ğerlendiriyorsunuz? Schlotzskys’nin pazardaki konu-mu hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Ülke olarak işletme sektöründe çok önemli aşama-lar kaydettik. Rekabet ortamı sektörü çok geliştirdi. Ben artık Türkiye işletme sektörünün bazı konularda Avrupa’dan ileride olduğunu düşünüyorum. Schlotzskys markası, fast food ile restoranlar arasında bir yerde. Çabuk servis kafe-restoran konseptinin uygulandığı bir yer diyebilirim. Bu durumda yaygınlaşması fast food zincirleri kadar kolay değil. Ama ara bir segment olarak pazardan pay alıyor.

Schlotzsky’s bildiğim kadarıyla Türkiye’de ilk sandviç restoran zinciri… Başarı hikayenizi ve konumlan-dırmanızı anlatabilir mi-siniz?

İlk demek çok doğru ol-maz aynı dönemde başla-yan bir kaç sandviç zinciri daha vardı. Bu markaların bir kısmı faaliyetini dur-durdu, bir kısmı ise devam ediyor. Bizim konseptimiz özel ekmeği ile fark yara-tan ve sıcak servis edilen özel sandviçler ile sektöre başlangıç yaptı. Bugüne kadar konseptimiz ve me-nümüz gelişerek Schlotzskys, günün her saati uğranıla-cak bir mekana dönüştü.

Bir işletme olarak kurumsal yapınız ve yönetiminizden bahseder misiniz?

Ben şirketimizde genel müdür olarak görev yapıyorum. Merkez ofis ekibimizde, genel müdür yardımcısı, ope-rasyon, pazarlama, satın alma ve finans bölümleri bu-lunmaktadır. Tüm sistem olarak yaklaşık 140 kişilik is-

tihdam sağlıyoruz.

Bu sektörde çalışacak kişilerin ne gibi niteliklere sahip olması gerekir? Schlotzskys’nin işe alım sürecinden ve aranan kriterler nelerdir?

Hizmet sektörü zor ama bir o kadarda zevkli bir sektör. Bu sektörü seçen kişilerin sabırlı ve müşteri odaklı ol-ması gerekiyor. Biz genelde kadrolarımızı restoran iş-letmelerimizden yükselterek oluşturuyoruz. İhtisas ge-rektiren ve dış alım gerektiren pozisyonlar için, hizmet sektörü tecrübesi arıyoruz.

İşletmeniz, Meslek Yüksekokulu mezunlarına iş imkanı tanıyor mu? İşletme fakülteleri dışında hangi bölüm-lerden mezun tercih ediyorsunuz?

Evet sağlıyoruz. Yüksekokul, fakülte ve ihtisas konuları önemli olmakla beraber biz adayların eğer varsa iş tec-rübelerini de değerlendiriyoruz. Bizim konumuzla ilgili bir fakülte ve tecrübe çalışan açısından da bir avantaj olabiliyor. Okulunuzun ihtisas programlarının bizim

sektörümüze ve yan sek-törlerine birçok yetişkin eleman sağlayabileceğini düşünüyorum.

Türkiye genelinde 8 nok-tada hizmet vermekte-siniz. Temkinli adımlarla ve franchising sistemiyle büyüyen bir işletme ola-rak, Schlotzsky’s’nin ge-lecek planlaması hakkın-da bilgi verebilir misiniz?

Schlotzskys tüm dünyada franchise sistemiyle bü-yüyen bir konsept. 2012

yılına ait ekonomik tahminler biraz karamsar olmasına rağmen, uygun lokasyonlar bulduğumuzda hizmet ver-diğimiz nokta sayısını artırmak istiyoruz. 2012 yılına ait büyüme hedefimiz % 20.

Son olarak, eklemek ve söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Tüm Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu ailesine başa-rılar diliyorum.

93

Page 48: AkademiBeykoz Sayı 8

EGE BÖLGESİ’NİN İLK ÖzEL KONTEYNER LİMANI: NEMPORT

röportaj: Alptekin Özgün – Erkan Benek

Fotoğraf: Alptekin Özgün – Erkan Benek

Nemport’un Operasyon ve Planlama Şefi Hürmen Suluvmen

Aliağa ilçesinde hizmet veren Nemport, Ege Bölgesi’nin ilk özel konteyner limanı olma özelliğini taşıyor. 2010 yılında gerçekleştirdiği 140 bin TEU’luk kapasiteyi, 2011 yılının ilk 7 ayında geçmeyi başaran ve Msc, Cma Cgm, Borchard, Container Ships, Hapag Lloyd, Admiral Lines, Arkas Line, Arkas Kabotaj Line gibi uluslararası firmala-rın tercih ettiği Nemport’un Operasyon ve Planlama Şefi Hürmen Suluvmen ile söyleştik.

Nemport Ege Bölgesinin ilk özel konteyner limanı. Ön-celikli olarak bize işletmenizden bahseder misiniz?

Nemport Sayın Heris ailesinin, Akdeniz kimyanın sahip-leri ikinci bir ülke tanımıdır. Kimya sektöründen farklı olarak deniz alanındaki denizcilik hizmetlerine ayrılmış olarak kuruldu; yaklaşık sekiz on sene önce. Ben 1 tem-muz 2009 yılında başladım göreve, limanı işletme ba-kımından alt yapısını kurduk arkadaşlarla. Daha sonra makine parkını genişletmeye başladık; 3 tane MHC, iler-leyen süreçte de 5 tane artıcı katıldı ilk etap da dört tane dolum makinesi bir boş konteynır yerleştirme makinesi daha sonra da iki tane EAC asansörlü tabir ettiğimiz boş makineleri geldi. Sekiz tane çekici dediğimiz kontey-nırlarımızın saha alanında kullandığımız makinelerimiz geldi. İlk gemi kabulünü 9 ekim 2009’da yaptık daha sonra İzmir’den talep gelen acenteler üzerine ticari an-laşma yapılarak da konteynır gemilerinin kabulü artan potansiyelle devam etti. 2011 yılında 256 bin konteynır yerleştirdik ve Türkiye’de dikkat çeken bir şey oldu bu;

özel konteynır olarak dan resmi açılışımızı da 26 şubat 2010 yılında yaptık. Burada geniş bir katılımla işin med-ya boyutunda şu an için yedi ayrı kumpanyaya hizmet veriyoruz. Ayda sefer sayımız 42 ile 45 arasında değişi-yor; genel kargo tanker RORO bazında gemi kabul etme imkanımız olmuyor. Çünkü konteynır trafiğimiz yoğun. Konteynır gemilerinin süre ve operasyon el değeri daha yüksek ticari değeri daha yüksek olduğu için iskelenin bir kısmını su çekimi daha derin olan yani draftı daha fazla olan gemileri kabul etmemiz için tarama işlemi-ni de yapıyoruz aynı zamanda. O zaman tarama işlemi bittiğinde iskelemizin su derinliği 15 metreye ulaşmış olacak. O zaman okyanus aşımı gemileri de kabul ede-bileceğiz özellikle uzak doğu gemilerini. Bunun dışında limanda ihraç edilecek dolumlar yapılıyor. Günlük talep halinde açık yük olarak geliyor konteynır içine doluyor ihraç edilmek üzere kaldırılıyor. İthal edileceklerin yük-leri kaldırılıyor veya gümrük işlemlerine göre firmaların fabrikalarına gidiyor. Liman olarak ekonomiye büyük bir katkımız var. 2011 yılında 511 gemi uğraya gelmiş; bu iyi bir rakam ve bu gelen gemilerinin kumanya, su ge-liş gidişleri gibi ekstra talepleri oluyor; bunları da para değeri olarak görürsek, ayrıca armatörler de tekne ba-zında para kazandıklarını görüyoruz, ekonomik girdiler önemli. Batı da kriz yaşanırken biz huzurluyuz büyük bir hizmeti başarmaya çalışıyoruz. Burada kadromuzda genç idealist arkadaşlar yetiştiriyoruz. Biz deneyimleri-mizi gençlere aktarmalıyız ki bu sektör gelişsin, çünkü onlarda bunları aktaracaklar.

Nemport 3300 m2 alan üzerine kurulu uluslararası standartlardaki Nemport A tipi Gümrüklü Genel Antre-po, Ekim 2010 tarihinden bu yana ithalat ve ihracatçıla-ra hizmet veriyor bunun faydaları nelerdir?

Antrepo biliyorsunuz bir genel antrepo birde geçici ol-mak üzere ikiye ayrılıyor. Genel antrepolara hemen he-men her yükü kabul edebiliyorsunuz; geçici antrepolara kısmi yük de kabul edebiliyorsunuz. Şimdi bunların ter-cih nedeni kara nakliyatı dışında denizcilik de limanlar-da antrepoculuk pek yok. İstanbul tarafında var da, İzmir tarafı zayıf bu konuda. İzmir limanında genel antrepolar var, işleyişleri zayıf atıl kalıyor. Özel antrepoculuğa bir takım esneklikler sağlıyor ama bu kanun yönünden de-ğil, işin hizmet yönünden. Kanun her yerde kanun. Daha kaliteli hizmet verebiliyorsunuz, makine parkınız ona göre müşteri beklemiyor, işlemleri minimum bürokrasi-ye indirilmiş durumda yani sabah işlemini tamamlayan bir şahıs öğlene kadar aracını getirmiş teslim edebiliyor-sanız ona malını öğlene kadar verebiliyorsanız zaman kazanıyorsunuz. Devlet limanlarında bu bir günü alabi-

94

liyor yani özel limanlarda operasyonel ve hizmet kali-tesi daha yüksek. Bizim antrepomuz yaklaşık 60 tane konteynır yükümüz var, bu tavan bazında. Bunu bir de raf bazında yükseklik olarak düşünün, her tarafın dolu olması lazım ki para kazanabilesiniz. Çünkü tarifedeki rakamlar düşük rakamlar yani 5 ton 10 ton yükün size kazandıracağı para üç beş dolar o parayla o tesisin dön-dürülmesi zor; iyi planlama yapılması gerekiyor. İthal yüklerin antrepoya uğramaları sağlanmalı o önemli iyi bir pazarlama ayağı. Çeşitlilik önemli mal bakımından mümkün olduğu kadar hafif olan raf çeşitleri para ka-zandıracak olanlar ama dediğim gibi daha emekle aşa-masında önümüzdeki üç beş sene içinde daha avantajlı konuma geleceğini düşünüyorum.

Nemport Türkiye’nin En Çevreci Limanı

Türkiye’nin en çevreci limanısınız bu konudaki çalış-malarınızdan ve projelerinizden söz eder misiniz?

Günü şartlarına göre çevreye her şeyden evvel bir in-san olarak duyarlı olmamız gerekiyor; nasıl bulduk nasıl devredeceğiz? Binlerce yıl yaşayamayacağız, çocuk-larımız var onlara pis bir çevremi bırakacağız? Temiz su kaynaklarını, havasını, toprağınız denizini kirlenmiş olarak bir miras bırakacağız. Bunu vicdanen düşünmek lazım. Şayet biz kirli bir yeri miras olarak alırsak önce temizlememiz lazım kaldı ki, temiz aldıysak aynı şe-kilde teslim etmemiz lazım. Bunun için ne yapabiliriz, Kıyı Yönetmeliği Çevre Kanunu denizlere toprağa kirli ve zararlı atıkların atılmasını önlemek gemilerde imha depolarının oluşturulması gerekiyor. Bir de işletmenin toprağa sızıntı yapmayacak şekilde altyapıya sahip ol-ması gerekiyor. Bizim limanımızda bir kere kirli atığımız sıfır düzeyinde. Mesela kanalizasyondur en basit. Onun için bile artıma tesisimiz var, kanalizasyon olmadığı için vidanjörle çekilip yok ediliyor. Sıvılar için de özel arıtma tesisi kurduk bunlar da ayrılıyor birbirinden. Ufak tefek ihtiyaçların karşılandığı paralarda kazanıyoruz bu tesis-lerden. Bunun yanında çalışanlara eğitimler veriyoruz çevre kirliğine duyarlı olunması ve anında müdahale edilmesiyle ilgili de eğitimler veriyoruz.

Konteynır taşımacılığındaki son trendleri nelerdir?

Konteynır taşımacılığı son on yıldır bayağı bir yükseli-şe geçti. Sebebine gelince dünya ticaretindeki dökme yüklerin azaltılması dökmenin hasar görmeden yüklere gelen hasarlar kayıplar maddi olarak ister istemez kon-teynır taşımacılığına yaradı. Ama bu çok büyük maden cevherleri için değil. Dökme 60 bin tonluk buğday, arp, mısır ürünlerinin haricinde. Mesela küçük çaplı, adam

200 bin ton demir cevheri gönderecek, dökme gemi-nin maliyeti yüksek çıkıyor. O zaman Ne yapıyor? İşte 20 konteynır, 50 konteynır olarak yüklüyor ve tercih ko-laylığı oluyor. Bir de konteynır trafiği dünyada her türlü limana varabiliyor. Her tarafa hatların seferleri var. Bu dünyanın en uzak noktasına konteynır yükleyin; aktar-ma dahil olmak üzere 2 ayda falan gider. Diğer türlü diyelim Brezilya’ya firkete göndereceğiz 50 ton. Bunu gemiyle göndermek mümkün değil, 100 ton 200 ton gönder, oraya kırk ambar taşıyan bir şilep bulamazsı-nız. Dolayısıyla konteynırla göndereceksiniz, hem nav-lun hem malın korunması değer olarak da. Konteynır bu şekilde dünya ticaretinde yükselen trendlerinde yer aldı. Biz de nasibini aldık; Türkiye biliyorsunuz Ortadoğu ile Batı arasında bir geçiş. Artan ticaret hacmi orta nokta-da doğu ile batı arasındaki ilişkilerde transit ülke konu-munda olduğu için etkiledi bizi. Hatların cazibesi Uzak Doğu hatlarımız yükselince sektör bazında armatörlerin daha fazla uğrak yapmasına sebep oldu mesela. Tür-kiye bize gelen mallarda Mısır, Malta, İtalya aktarmalı, Fransa aktarmalı, Yunanistan aktarmalı birçok gemi ge-lip gidiyor mesela. Uzak Doğu’ya giden gemiler Mısır’da aktarılıyor. Akdeniz’de yüklerini topluyorlar, Uzak Doğu ülkelerini götürüyor. Yarın öbür gün Anadolu’dan alaca-ğız İstanbul bölgesinden Adapazarı’ndan, Kocaeli’nden de sarkmalar olabilir, Çandarlı bölgemize taşımacılığı aynı zamanda ülke ekonomisine artı değer getirdi. Dök-me gemilerin uğrak oldukları limanlardan daha fazla para bıraktı. Dökme gemilerinin bıraktığı paraların daha fazlasını konteynır gemileri bırakıyor. Dökme gemiler de tonaj x ücret düşük miktarda kalırken, konteynırda konteynır x miktarlar yükseliyor. Bu ülkemize katkı hem devletimize vergi olarak hem çalışanlarımıza daha faz-la ücreti olan o yüzden günden güne daha fazla artı olan trendle konteynır yükselmeye devam edecek.

Deniz Liman İşletmeciliğinde Dünya İle Aramızdaki Fark Büyük

Bu sektörün yani deniz liman işletmeciliğinin Türkiye’de ve dünyadaki yeri ve konumu hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Deniz liman işletmeciliği dünyada zaten uygar ülkeler nezdinde belli bir yere gelmiş. Adamlar bu işin üniversi-tesinin bitirmiş, mastırını yapıyorlar. Biz daha ortaoku-lundayız; aramızda çok büyük farklar var. Ama bu farkı da özel limanların artarak kalite ve hizmet yönünden kalifiye elemanların açığı kapatacağına inanıyorum. Hemen kapatılacak bir şey değil tabi, şimdi şu yönden de bakmak lazım. Siz burada özel liman işletiyorsunuz

95

Page 49: AkademiBeykoz Sayı 8

ama bu her yapacağınız iş keyfi tanımlanamaz. Keyfi iş yapamazsınız tanımlara bağlısınız. Bir kere kanunların özel sektörün hızlı seri zaman kaybını önleyici hizmet verebilmesi için kanunların da ona göre düzenlenme-si lazım, dolayısıyla deniz ticaret kanunu, yük kanunu, gümrük kanunu, bunların bir çok kanunun yeniden dü-zenlenmesi lazım. Kolaylaştırılması gerekir. Türkiye’de özel liman sektörü belirli bölgelerde Marmara denizi kıyılarında İzmir diyebiliriz burada eski limanlar var Ha-vaş ve İzmir Çelik, Petkim, Türk Petrol gibi özel sektör. Ama yeterli değil; bölgemize göre hacim götürüyorlar ama hacim artarsa tabi yeni limanlara ihtiyaç doğacak. Gelecek var ama iyi planlama yapmak lazım; geleceği iyi okumak lazım, bürokrasinin azalması lazım, ticaret hacmini iyi planlamak lazım. Fazla liman da bu sefer atıl olur servet kaybı bu da. Ama ben önümüzdeki 5 sene içerisinde uzun vadede şekilleneceğine inanıyorum, çünkü büyük yatırımlar var. Kim kalacak kim gidecek belli olacak. Gerekirse bir takım operasyonlar yapıla-caktır. Yani gemi kabulü dökmeye mi devam edeceksin, konteynıra mı çevireceksin tankercilik mi yapacaksın, yoksa İzmir limanının süreç de kapanmasını bekleyip kriz olsun diyip bunlar devlet politikası bizi aşar. O za-man tüm limanlar iş yapar ama bölük pörçük olduğu za-man bir bölgede yeterli hacim yoksa atıl kalacaktır. Bir de personel sıkıntısı var; 50 tane personel varsa 10 ta-nesini aynı işe bölemeyiz. Diğer işleri gibi yapacak her-kes müdür olamaz saha da eleman lazım puantör ge-rekli operatör lazım güvenliği lazım, operasyonu lazım dolayısıyla bu kadrolarlın hayata geçirilmesi için okular da eğitim ve staja defalarca önem verilmesi gerekir.

Türkiye genelinde 14 tane okul var deniz liman işletme-ciliği olarak yani 2 yıllık bunun artması lazım İzmir de bile daha yeni oldu oda Yaşar Üniversitesi devlet de dahi yok iki yıllık bölüm yok.

Bunlar maalesef ihmal edilmiş sorunlarımız önümüz-deki süreç de daha iyi hale geldiklerini görürüz inşallah.

Türkiye’nin coğrafi üstünlüklerinin ülkeye ve sektöre katkıları sizce nelerdir?

Uzun zamandır Türkiye doğu ve batı arasında köprü oldu ama faydasını göremedik. Nedenine gelince, işte bizim doğu ile batıyı birleştiriyorsak o zaman bizim full transit yükleri incelememiz lazım. Hangi yükler bunlar; mesela çok basit Rumeli’ye dediğiniz de Bulgaristan, Yunanistan, Avrupa bunların üzerinden yol geçiyor. Ora-dan Türkiye’den geçiyor, nereye yöneliyor. Güneydoğu-ya gidiyor Suriye, Irak, İran öteki taraf da Azerbaycan, Ermenistan sınırlar kapalı, Gürcistan; peki bunları biraz

daha aştığımız da Türkiye Cumhuriyetleri var kuzey-batıda Romanya var Ukrayna ve Rusya var biz bunlarla yeterli ticaret yapıyor muyuz Karadeniz de yapmıyoruz güneyde ise Kıbrıs Suriye’nin ayağında Lübnan mısır karşı taraf da Libya, Tunus Cezayir, Fas Akdeniz yeterli mi hayır yeterli değil şimdi bakın ben 25 sene evvel Tu-nus, Cezayir’e çuvalla irmik gönderiyorduk kuzey Afrika ülkeleri helvayı çok severler. Onlar her gün bunun yeme-ğini yaparlar irmiğin kuskus diyorlar ve pilav olarak ye-meğini yapıyorlar. Şimdi 3 sefer ihracat yapıldı üçüncü gemi geri geldi mal ıslandığı için bir daha da almadılar belirli coğrafyalarda hiç olmazsa onların gıda üzerine bunu teşvik yapmaları lazım nolcak iki sefer yapılsa de-niz ticaretleri ama tabi bir takım siyasi politikalar engel-liyor bunu sanırım daha güçlü ülkelerin tuzakları bunlar mesela kuzey ırak, iran bize irandan kuru üzüm geliyor transit buradan boşaltılıyor neticede bunun devam et-mesi lazım azerbeycan dersen petkimi aldılar rafineri kuruyorlar belki petrol ticareti yapacaklar getirecekler burada işleyecekler bunlar güzel şeyler ve olması gere-kenler onun dışında kuzey ırakın ticareti var daha da ge-liştirilmesi ticaret geliştikçe insanlar kalkınırlar kalkın-dıkça insanlar eğitime ihtiyaç duyarlar, para kazandıkça kafan çalışsın istersin çocuğuna daha çok önem verirsin insanlar terör olaylarına bulaşmışsa bunlar işsizlikten sahipsizlikten kaynaklanıyor biz herkesi kucaklarsak sa-hip çıkarsak insanlara aş ekmek götürürsek, yani bakın bireysel olarak ben ne yapabilirim deme iyi hizmet ver-meye çalış ben iran tırlarına iyi hizmet verirsem benden memnun kalacak benimle devam edecek benden yiye-cek içecek alacak mazot alacak güzergahında oturacak bir çorba içecek ticaret böyle gelişiyor bir gemi dahi hiç ummadığınız insanlara para kazandırıyor bir gemi bin-lerce insana para kazandırıyor kamyon şöförüne malı taşıyana yükleyene devlete gümrüğe işin ticari boyutu çok önemli benim şahsi fikrim Türkiye ticari transite ye-terince önem vermiyor devletin bu konuda başı çekmesi lazım çandarlı pire yüklerini almak için transit yapılıyor şimdi pektim apmlörler ortaklık yapıyor de anlaşma yaptı oda pireye gözünü dikmiş durumda Yunanistan daki pire limanı transitliklerin kabul limanıdır. ege de ki en büyük transit limanıdır oradaki yüklere biz kayarsak buraya o zaman işte olur. Şu an Yunanistan’ın gördüğü hiçbir şey yok Yunanistan sanayi yok turizm ve transit yük üzerine denizcilik üzerine var biz bunu daha iyi bir rekabetle alabilirsek ticareti diliminde büyük bir pasta ve bu bölge çok daha büyük imkanlara kavuşur.

Çalıştığınız uluslararası firmalar hakkında bilgi verir misiniz? Özellikle hangi bölgelerden talep geliyor?

96

Şimdi biz liman olarak hizmet sektörüyüz ema-netçiyiz yani. Burada gör-düğünüz ekipman liman ve limana ait olan demir-başlar dışında gördüğü-nüz konteynırların hiçbiri bize ait değil biz ithalat ve ihracat yüklerinin ger-çekleşmesinde rejimin gerçekleşmesinde elleç-leme yapıyoruz. Konteynır geliyor alıyoruz, bekletiyo-ruz, konteynırı koruyoruz. Gümrüklü saha çünkü bu-rası; gemisi geliyor yüklü-yoruz, gönderiyoruz. Gemi geliyor, alıyoruz ithalat işlemlerini yapana kadar koruyoruz, işlemini yapı-yor, teslim ediyoruz, gidi-yor. Dolayısıyla biz şuan için İzmir’de ki en büyük hatlarla armatörlerle çalı-şıyoruz.

Nemport ve Aliağa bölge-sindeki limanların birbiriyle rekabeti hakkındaki görüş-leriniz nelerdir?

Nemport olarak bizim karşımızdaki tek rakibimiz TCYG konteynır termali, İspanyolların kurduğu. Onun dışında diğer limanlarla herhangi bir rekabetimiz yok. Dökme, hurda, sıvı likit kimyasal maddeler elleçmiyoruz. Tabi önümüzdeki senelerde rakiplerimiz çoğalacak, Petkim bu işe gireceğini söylüyor, Kuzey’de Çandarlı var yakla-şık 50 km yukarıda; onun yapımı devam ediyor. Başka özel firmaların da bu işe gireceği söyleniyor ama biz emin adımlarla hizmet ve kalite anlayışıyla yolumuza devam edeceğiz.

Sektördeki çalışma koşulları nelerdir?

Sektörde ki çalışma koşulları ülkemizdeki çalışma şart-larına bağlı olarak gelişmiş durumda. İş ağır işe giriyor personelin eğitimli olması lazım, zinde olması lazım, tecrübeli olması lazım, her şeyden evvel bilinç sahibi ol-ması lazım. Bilinçli olsun ki, hem deneyimini hem bilgi-sini iyi kullanabilsin ki süreden kazanabilsin, yaptığı hiz-meti en iyi şekilde yapsın. Biz buradaki tüm işlerimizde hız, hasarsız temiz iş yapabilmek. Dolayısıyla bunların hepsini gerçekleştirdikten sonra müşteri memnuniyeti-

ni sağlamak için eğitimle-rimiz devam ediyor. İş ve iş güvenliği var, çalışma bakımından onları uygu-lamaya çalışıyoruz. Bazı ufak sorunlar olsa bile üstesinden gelebiliyoruz; normal ülke şartlarından kaynaklanan sorunlar ya-şanabiliyor ama biz şu an Nemport olarak başladı-ğınız noktadan çok daha iyi deneyimli kaliteli bir hizmet verdiğimizi düşü-nüyorum.

Bu sektöre istihdamı na-sıl sağlıyorsunuz? İyi ye-tişmiş ve alanında eğitim almış elemanların sektör-deki yerini nasıl değerlen-diriyorsunuz?

Personel istihdamı önce-likle bilgi deneyim ve re-feransa dayanıyor. Eğitim meslek yüksekokulu veya yüksek fakülte bölüm-

lerinden alındı; halen devam edenler de var. Personeli kendimiz de yetiştiriyoruz; mesela gemi puantörü bugün sadece gemi acentecilerinde çalışanların yaptığı, bir de devlet limanlarındaki puantörlerin işidir. Devlet limanları ile acente puantörlerini bir tutamayız çalışma şartları ve disiplin yönünden gibi; biz burada her türlü puantörleri hem saha, hem gemi hem csm konteynır terminal ope-rasyonlarında kendimiz eğitiyoruz. Sonra eğitimli kişile-rin yanına veriyoruz ve sonra iş akışına onları da dahil ediyoruz. Deneyim kazanma süresi tabi sonsuzdur. İşe adapte süresini iki hafta tutuyoruz; rotasyondan sonra belli yerleri gezip görüyor. Çünkü iş akışı için belli yerleri görüp idrak etmesi gerekiyor. İki hafta sonrada iş akışı-na ufak katılımlarla dahil ediyoruz.

Bu alanda çalışmak isteyen kişilerin ne gibi özelliklere sahip olması gerekmektedir?

Öncelikle eğitimli olmaları gerekiyor, pratik zekaya sa-hip olması gerekiyor. Bizim işimiz ağır refleksleri zayıf olanları kabul etmez. Bizim meslekte bilgi almaya açık pratik gençler lazım, bunları yetiştirelim. Çünkü süre çok değerli. Bir kişi yetiştirmeliyiz ki ondan sonra kendi deneyimleriyle zekasıyla ilerleyecek, kendini yetiştir-

97

Page 50: AkademiBeykoz Sayı 8

meye başlayacak. Bizim çarkı çevirmemiz için dişliye ihtiyacımız var. Bunun için de personel seçiminin öne-mi oluyor. Gençlerin hemen bir yere gelmek istemeleri de ayrı bir handikap. Önce sabretmeleri gerekiyor, sab-retmeden belirli bir deneyim kazanmadan bu meslekte bir yere gelmek zordur. İki senede kendini iyi bir şekilde yetiştirirsin, ama iki senede hiçbir yere gelemezsin. Bu hiçbir yerde yok ondan sonra çalışmaya devam edecek-sin. Deneyimini devam edeceksin, başka yerden teklif gelebilir ya da olduğun yerde yükselebilirsin. Ama sab-redeceksin vakti gelince oluyor. Dediğim gibi herkes müdürlük yaparsa da o zaman diğer işleri kim yapacak?

Bu alanda kariyer planı yapan gençlere önerileriniz ne-lerdir?

Bu alanda kariyer planı yapanlara önce okullarını bitir-melerini, okul süresince staj yaptıkları yerde iyi intiba bırakmalarını, kendilerini daha staj aşamasında gös-

termelerini, askerlik yapmalarını- biz askerliğini yap-mayanları çalıştıramıyoruz mesela-, şayet imkan varsa mezuniyetten sonra bir yıl çalışabiliyorlarsa çalışmala-rını öneriyorum öncelikle. Gençler dürüst olacaklar, hata yaptıklarında bunu kabul edecekler ve bir dahaki sefer bu hatayı yapmayacaklar. Yöneticilerine karşı saygılı olacak, bilgiyi paylaşımcı olacak, öğretici ve sabredici olacak, problemler karşısında paniklemeyecek, soğuk-kanlılıkla sabırla çözümden yana olacak. Bizim mesleği-mizde sekiz saat çalışayım, on altı saat dinleneyim yok, bayram seyran yok. Yeni nesil bunlara çok değer veriyor ama biz senelerce bayram seyran bilmeden çalıştık, fedekarlık ister bu meslek. Şayet bir yere gelmek isti-yorsanız gecesi gündüzü demeden çalışacaksınız gece gündüz demeden 5 sene fedakarlık yapan işi on numa-ra öğrenir. Ondan sonra da ömür boyu rahat edersiniz ama bu fedakarlık verilmeden meyve toplanmaz.

98

ENERjİ VERİMLİLİĞİ (ENVER)

Doç. Dr. Melih BAş

Enerji sorunsalıTürkiye’nin dışalım ra-kamları içinde enerji dışalımı ciddi düzeyde seyrediyor; önceki dö-nemlere göre de ciddi düzeyde artıyor. Bu sa-tınalma cari açığı olum-suz etkiliyor. Bir yandan da enerji kesiminde her yıl 3-5 milyar dolarlık yeni iş hacmi oluşuyor.TÜSİAD’ın yayınladığı

Vizyon 2050 Türkiye Raporu’nda enerji başlığında ener-jide dışalıma bağlılık eleştirilmekte, yenilenebilir ener-jiye yönelmenin altı çizilmekte ve enerji verimliliğinin arttırılmasına yönelik teknolojilere dikkat çekilmektedir.

Verimlilik sorunsalıCapital dergisinin 2011 CEO araştırmasında CEO’lar, gündemlerindeki ilk konunun ne olduğuna ilişkin soruya birinci sırada yüzde 36,3 ile verimlilik yanıtını vermişler. Önümüzdeki üç yılda dünya çapında piyasaları hangi etkenlerin değiştireceği sorusunda ise yanıtların yüzde 25,7’si yine verimlilik imiş.Interbrand şirketinin 2011 marka değeri sıralamasında birinci sırada yer alan Coca Cola 2020 Vizyonu kapsa-mında yeni yol haritasına 6P adını vermiş. Bu P’lerden biri de productivity eşdeyişle verimlilik.

Verimlilik kavramları için Kutu-1’e bakmanızı öneriyoruz.

Altıncı (yeşil) dalga ve enerjiSanayi devriminde dalgalardan söz edilir: Birinci dalga-da buhar gücü, ikinci dalgada kömür gücü, üçüncüde çelik işleme, dördüncüde elektrik, beşincide iletişim ve elektronik derken geldik altıncıya. Bazıları buna yeşil dalga denileceği düşüncesinde.

Bu dalgada bir yandan yerli ve yenilenebilir kaynaklara yönelme diğer yandan enerji verimliliği ön plana çıkıyor.

Çıkarılan Yenilenebilir Enerji Yasası gerçekten yerli kat-kıya ek teşvik verilmesini gündeme getirerek anlamlı

gibi gözükmüştü. Ancak, enerji kesiminden kimi işve-renler, teşvik miktarlarının düşüklüğü nedeniyle yasanın işlevselliğinin pek olmayacağını düşünüyorlar.Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Enerji Ajansı’nın yap-tığı bir ortak çalışmaya göre enerji verimliliğine yönelik olarak dünyada 8,3 trilyon dolar yatırım yapılması ge-rekiyor.

Enerji verimliliği (ENVER) mevzuatıEnerji verimliliğine ilişkin yasal düzenlemeler de birbiri-nin peşi sıra geliyor. Önce 2007’de 5267 sayılı Enerji Ve-rimliliği Yasası (yazıda bundan böyle ENVERYA olarak anılacak) çıktı. Ardından 27.10.2011’de Enerji Kaynakla-rının ve Enerji Kullanımında Verimliliğin Arttırılmasına Dair Yönetmelik de (yazıda bundan böyle ENVERYÖN olarak anılacak) yayınlandı.

ENVER’e süreç mantığı ile bakmakENVER’e süreç mantığı ile bakarsak üretim, iletim, da-ğıtım, tüketim alt süreçlerinin her birinde enerji verimli-liğinin sağlanması gerekir. Eğer bunlardan birinde hele hele üretimde ve veya dağıtımda sorun varsa, tüketim-de kontrol ile başarı sağlanabilmesi nafile çabadır.ENVER çalışmalarında amaç

Amaç olarak enerjinin etkin kullanılması, enerji israfı-nın önlenmesi, enerji maliyetlerinin ekonomi üzerindeki yükünün hafifletilmesi ve çevrenin korunması için ener-ji kaynaklarının ve enerjinin kullanımında verimliliğin arttırılması olarak belirlenmiş.

ENVER ile ilgili kavramlarÖncelikle enerji verimliliği kavramının ENVERYÖN md. 3’de nasıl tanımlandığına bakalım: binalarda yaşam standardı ve hizmet kalitesinin, endüstriyel işletmeler-de ise üretim kalitesi ve miktarının düşüşüne yol açma-dan birim hizmet veya ürün miktarı başına enerji tüketi-minin azaltılması.

Bu tanım verimliliğin genel kabul görmüş tanımına tam uymuyor. Kutu-1’de açıkladığımız tanımlara bakan okur-ların ne demek istediğimizi daha rahat anlayacağına inanıyoruz. Bu tanım verimlilik arttırma ile ilgili tanımsal kombinasyonlardan biridir. Örneğin bir başka kombi-nasyon da şudur: toplumsal açıdan yararlı ve gerekli ol-mayan mal ve hizmet üretiminin miktarının düşürülerek enerji tüketiminin azaltılması. Örneğin, gelişmiş kapita-list ülkelerin verimlilik ve çevre sorunları nedeniyle terk ettiği fabrikalar sökülüp Türkiye’de monte edilerek ça-

99

Page 51: AkademiBeykoz Sayı 8

lıştırılmakta, bu da Türkiye’nin enerji yoğunluğunu OECD ortalamasının üstüne çıkarmaktadır.Bu tanıma ait tartışmanın özcesi şudur: Enerji verimlili-ği tüketim cephesini esas alan biçimde ve de verimlilik anlamında değil verimlilik arttırma olarak tanımlanmış. Oysa ki, olguya eşdeyişle soruna üretim cephesini de kapsayan, bunu sosyal sorumluluk muhasebesinin ikti-sadi-çevresel-sosyal üçgeninde bakan bir açıyla yakla-şılmalıdır. 20.2.2012 tarihinde yayınlanan Enerji Verim-liliği Stratejisi Belgesi 2012-2023’de böyle bir yaklaşım kısmen gözükmektedir. Örneğin özellikle zararlı çevre emisyonlarını azaltmak, çevre dostu binalar vb. stratejik amaçlar ibareleriyle.

Gerek ENVERYA’da gerek ENVERYÖN’de etkinlik ve etki-lilik kavramları göze çarpmıyor. Verim (randıman anla-mında olsa gerek!) kavramı ise ENVERYÖN’de kulanılıyor ama tanımlar maddesinde tanımlanmamış. Bu kavram-lar kullanılmadan verimlilik ölçüm ve arttırma konu-sunu tasarımlamak ya yanlış olacaktır ya da yetersiz! ENVERYA’ya göre, bir birim hasıla ya da ENVERYÖN’e göre bir birim ekonomik değer üretebilmek için tüketi-len enerji miktarı olarak tanımlanan enerji yoğunluğu kavramına gelirsek tartışması bol bir tanım. Öncelikle tanım yasada ve yönetmelikte aynı değil, elbette nü-anslara dikkat etmezsek kabaca aynı işte denilebilir. Oysa ki, şeytan ayrıntıda gizlidir. Her hasıla toplumsal açıdan gerçekten ekonomik değer ifade etmeyebilir. Hele de sosyal (sorumluluk) muhasebesi uygularsak! Bu tanımda içerilmeyen bir başka tartışma konusu enerji-nin ucuz, sürekli ve kaliteli olup olmadığıdır. 2012 yılının ilk yarısında enerji fiyatlarında yüzde 25 dolaylarında yükselme bekleyen iktisatçıların en az yarısının kronik muhalif radikal iktisatçılar olmadığını da belirtelim. Bu bağlamda son yılların en önemli disiplinlerarası kav-ramlarından birinin enerji güvenliği olduğunu da vur-gulayalım. Özellikle bolca kullanılan biçimiyle enerji arz güvenliği.

Enerji yoğunluğu kavramı ile sanki enerji verimliliği (yok-sa enerji etkenliği mi, sanki öyle!) kastedilirken, enerji verimliliği kavramı ile enerji verimliliği arttırmanın bü-tünsel sürdürülebilirlikten habersizce hazırlanmış bir kombinasyonu kastedilmiş gibi duruyor.Belki kimi okurlar şöyle düşünmüş olabilirler: tanımlar üzerinde bu denli durmalı mı? Kesinlikle evet. Bir Çin özdeyişidir: Yönetmek için ölçmeli, ölçmek için tanım-lamalısın. Bu özdeyişi tersine de çevirebiliriz: Tanımla-yamadığımızı ölçemeyiz, ölçemediğimizi yönetemeyiz.

Bu deyişi 1990’da bir yabancı kaynaktan bulup çevirip, Kutu-1’de anılan eserimizin başına koymuştuk, daha sonra bu özdeyiş KalDer başta olmak üzere kalite uz-manları camiasında yaygınca benimsendi.

ENVER uygulamalarıENVERYA’daki 7. Madde’de enerji verimliliğinin artırıl-ması amacıyla aşağıdaki uygulamalar gerçekleştirile-ceği belirtilmiş.

a) Enerji yönetimi ile ilgili olarak yürütülecek faaliyetler:1) Endüstriyel işletmeler, çalışanları arasından enerji yöneticisi görevlendirir. Organize sanayi bölgelerinde, bölgedeki bin TEP’ten daha az enerji tüketimi bulunan endüstriyel işletmelere hizmet vermek üzere enerji yö-netim birimi kurulur.2) Toplam inşaat alanı en az yirmibin metrekare veya yıllık enerji tüketimi beşyüz TEP ve üzeri olan ticarî bi-naların, hizmet binalarının ve kamu kesimi binalarının yönetimleri, yönetimlerin bulunmadığı hallerde bina sa-hipleri, enerji yöneticisi görevlendirir veya enerji yöneti-cilerinden hizmet alır.3) Kamu kesimi dışında kalan ve yıllık toplam enerji tü-ketimleri ellibin TEP ve üzeri olan endüstriyel işletme-lerde, enerji yöneticisinin sorumluluğunda enerji yöne-tim birimi kurulur. Organizasyonlarında kalite yönetim birimi bulunan endüstriyel işletmeler, bu birimlerini enerji yönetim birimi olarak da görevlendirebilir.4) Enerji yöneticileri ile enerji yönetim birimlerinin gö-rev ve sorumluluklarına ilişkin usûl ve esaslar, Bakanlık tarafından yürürlüğe konulacak yönetmelikle belirlenir. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda ise enerji yöneti-cisi görevlendirilmesine ilişkin usûl ve esaslar, Bakanlık ile müştereken hazırlanarak Milli Eğitim Bakanlığı tara-fından yürürlüğe konulacak bir yönetmelikle düzenlenir.b) İzleme, analiz ve projeksiyon çalışmalarına yönelik olarak aşağıdaki faaliyetler yürütülür:1) Ülke genelinde, endüstriyel işletmelerde ve binalarda-ki enerji verimliliğinin gelişimini bölge ve sektör bazında ortaya koyan envanter ve geleceğe yönelik projeksiyon-lar yetkilendirilmiş kurumların işbirliği ile Genel Müdür-lük tarafından, kamu kesimi ile ilgili olarak kendi tespit ve değerlendirmelerini içeren yıllık raporlar ise Genel Müdürlük tarafından hazırlanır ve yayımlanır.2) Endüstriyel işletmeler ve enerji yöneticisi çalıştır-makla yükümlü olan bina sahipleri ve/veya yönetimleri istenen bilgileri, kamu kesiminde enerji yöneticisi çalış-tırmakla yükümlü olan kurum ve kuruluşlar ise formatı Genel Müdürlük tarafından belirlenen enerji tüketim bil-

100

gileri ve kendi tespitlerini içeren raporları her yıl Mart ayı sonuna kadar Genel Müdürlüğe verir. Endüstriyel işletmeler, GM’ün yerinde yapacağı incelemelere imkân tanır.c) Merkezî ısıtma sistemine sahip binalarda, merkezî veya lokal ısı veya sıcaklık kontrol cihazları ile ısınma maliyetlerinin ısı kullanım miktarına bağlı olarak payla-şımını sağlayan sistemler kullanılır. Buna aykırı olarak hazırlanan projeler ilgili mercilerce onaylanmaz.ç) Toplam inşaat alanı yönetmelikte belirlenen mesken amaçlı kullanılan binalarda, ticarî binalarda ve hizmet binalarında uygulanmak üzere mimarî tasarım, ısıt-ma, soğutma, ısı yalıtımı, sıcak su, elektrik tesisatı ve aydınlatma konularındaki normları, standartları, asgarî performans kriterlerini, bilgi toplama ve kontrol pro-sedürlerini kapsayan binalarda enerji performansına ilişkin usûl ve esaslar, Türk Standartları Enstitüsü ve Genel Müdürlük ile müştereken hazırlanarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından yürürlüğe konulacak bir yönetmelikle düzenlenir. Yönetmelik hükümlerine aykırı hareket edilmesi halinde ilgili idare tarafından yapı kul-lanma izni verilmez.d) Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından yürürlüğe konulacak yönetmeliğe göre hazırlanan yapı projeleri kapsamında enerji kimlik belgesi düzenlenir. Enerji kim-lik belgesinde binanın enerji ihtiyacı, yalıtım özellikleri, ısıtma ve/veya soğutma sistemlerinin verimi ve bina-nın enerji tüketim sınıflandırması ile ilgili bilgiler asgarî olarak bulundurulur. Belgede bulundurulması gereken diğer bilgiler ile belgenin yenilenmesine ve mevcut bi-nalar da dâhil olmak üzere uygulamaya ilişkin usûl ve esaslar, Bakanlık ile müştereken hazırlanarak Bayındır-lık ve İskan Bakanlığınca yürürlüğe konulacak yönet-melikle belirlenir. Mücavir alan dışında kalan ve toplam inşaat alanı bin metrekareden az olan binalar için enerji kimlik belgesi düzenlenmesi zorunlu değildir.e) Elektrik enerjisi üretim tesisleri ile iletim ve dağıtım şebekelerinde enerji verimliliğinin artırılmasına, talep tarafı yönetimine, termik santrallerin atık ısılarından ya-rarlanılmasına, açık alan aydınlatmalarına, biyoyakıt ve hidrojen gibi alternatif yakıt kullanımının özendirilmesi-ne ilişkin usûl ve esaslar, Bakanlık tarafından yürürlüğe konulacak yönetmelikle belirlenir.f) Ulaşımda enerji verimliliğinin artırılması ile ilgili ola-rak; yurt içinde üretilen araçların birim yakıt tüketimle-rinin düşürülmesine, araçlarda verimlilik standartlarının yükseltilmesine, toplu taşımacılığın yaygınlaştırılması-na, gelişmiş trafik sinyalizasyon sistemlerinin kurulma-sına ilişkin usûl ve esaslar, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı

ile müştereken hazırlanarak Ulaştırma Bakanlığı tara-fından yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir.g) Endüstriyel işletmelerde ve binalarda yapılan etüt çalışmaları sırasında, akredite olmuş ulusal veya ulus-lararası kuruluşlar tarafından kalibrasyonu yapılmış ve etiketlenmiş cihazların kullanılması zorunludur.ğ) Yakma tesislerinde yer alan kazanlardan, brülörler-den, kat kaloriferi ve kombilerden Genel Müdürlük ile müştereken hazırlanarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından yürürlüğe konulacak yönetmelikte belirlenen asgarî verimlilik değerlerini sağlamayanların satışına izin verilmez.h) Elektrik motorlarının, klimaların, elektrikli ev alet-lerinin ve ampullerin sınıflandırılmasına ve asgarî ve-rimlerinin belirlenmesine ilişkin usûl ve esaslar Genel Müdürlük ile müştereken hazırlanarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir ve asgarî sınırları sağlamayanların satışına izin verilmez.

Enerji yönetimiENVERYÖN’de enerji yönetimi, enerji kaynaklarının ve enerjinin verimli kullanılmasını sağlamak üzere yürütü-len eğitim, etüt, ölçüm, izleme, planlama ve uygulama faaliyetleri olarak tanımlanırken, enerji yöneticisi de yasa kapsamına giren endüstriyel işletmelerde veya bi-nalarda enerji yönetiminden sorumlu ve enerji yönetici-si sertifikasına sahip kişi olarak tanımlanmış.Enerji yönetimi kapsamında yürütülecek faaliyetler şöy-le belirtilmiş:a) Enerji yönetimi konusunda hedef ve öncelikleri ta-nımlayan bir enerji politikasının oluşturulması; enerji yöneticisinin veya enerji yönetim biriminin hiyerarşik yapı içindeki yerinin, görev, yetki ve sorumluluklarının tanımlanması; bunları yazılı kurallar halinde yayımla-mak suretiyle tüm çalışanların ve enerji yönetimi faali-yetleri ile ilgili kişilerin bunlardan haberdar edilmesi,b) Tüketim alışkanlıklarının iyileştirilmesine, gereksiz ve bilinçsiz kullanımın önlenmesine yönelik önlemlerin ve prosedürlerin belirlenmesi, tanıtımının yapılması ve ça-lışanların bilgi ve bilinç düzeyini artırıcı eğitim program-ları düzenlenmesi,c) Enerji tüketen sistemler, süreçler veya ekipmanlar üzerinde yapılabilecek tadilatların belirlenmesi ve uy-gulanması,ç) Etütlerin yapılması, projelerin hazırlanması ve uygu-lanması,ç) Enerji tüketen ekipmanların verimliliklerinin izlenme-si, bakım ve kalibrasyonlarının zamanında yapılması,

101

Page 52: AkademiBeykoz Sayı 8

d) Yönetime sunulmak üzere, enerji ihtiyaçlarının ve ve-rimlilik artırıcı uygulamaların planlarının, bütçe ihtiyaç-larının, fayda ve maliyet analizlerinin hazırlanması,e) Enerji tüketiminin ve maliyetlerinin izlenmesi, değer-lendirilmesi ve periyodik raporlar üretilmesi,f) Enerji tüketimlerini izlemek için ihtiyaç duyulan sayaç ve ölçüm cihazlarının temin edilmesi, montajı ve kalib-rasyonlarının zamanında yapılması,g) Özgül enerji tüketiminin, mal veya hizmet üretimi ile enerji tüketimi ilişkisinin, enerji maliyetlerinin, işletme-nin enerji yoğunluğunun izlenmesi ve bunları iyileştirici önerilerin hazırlanması,ğ) Enerji kompozisyonunun değiştirilmesi ve alternatif yakıt kullanımı ile ilgili imkanların araştırılması, çevre-nin korunmasına, çevreye zararlı salımların azaltılması-na ve sınır değerlerin aşılmamasına yönelik önlemlerin hazırlanarak bunların uygulanması,h) Enerji ikmal kesintisi durumunda uygulanmak üzere petrol ve doğal gaz kullanımını azaltmaya yönelik alter-natif planların hazırlanması,ı) Enerji kullanımına ve enerji yönetimi konusunda ya-pılan çalışmalara ilişkin yıllık bilgilerin her yıl Mart ayı sonuna kadar GM’ye gönderilmesi,i) Toplam ve birim ürün veya fayda başına karbondioksit salımlarının ve enerji verimliliği tedbirleri ile azaltılabile-cek salım miktarlarının belirlenmesi.ENVERYÖN’de enerji yöneticisi görevlendirmekle veya enerji yönetim birimi kurmakla yükümlü endüstriyel iş-letmelerdeki, organize sanayi bölgelerindeki ve binalar-daki enerji yönetimi sistemlerinin, TS ISO 50001 Enerji Yönetim Sistemi-Kullanım Kılavuzu ve Şartlar Standar-dına uygun şekilde oluşturulacağı da belirtilmiş. Yeri gelmişken iletelim, TSE bu standarttaki sistematiğin çevre yönetim sistemiyle entegre olabilecek biçimde tasarımlandığını da belirtiyor tanıtımında.

Burada geçen endüstriyel işletmenin tanımına da ba-kalım:Elektrik üretim faaliyeti gösteren lisans sahibi tüzel ki-şiler dışındaki yıllık toplam enerji tüketimleri bin TEP ve üzeri olan ticaret ve sanayi odası, ticaret odası veya sa-nayi odasına bağlı olarak faaliyet gösteren ve her türlü mal üretimi yapan işletmeler.

Bir de bina tanımına bakalım:Konut, hizmet ve ticari amaçlı kullanıma yarayan yapı veya yapı topluluğu.

Peki elektrik üretiminde kwh itibariyle en yüksek cent

maliyeti olan doğal gaza bağımlılığı ve bunun da dışalı-ma bağlı olduğunu gündeme getirmeden verimlilik tar-tışması ya da verimlilik yönetimi nasıl yapılabilir?ENVERYÖN’de belirtilen asgari enerji verimliliği gereksi-nimlerini sağlayanlara EİEİ Genel Müdürlüğünce ENVER etiketi verileceği de belirtilmiş anılan Yönetmelikte.

Bir de enerji etiketi var ki, o ise enerji tüketen ekipman-ların enerji tüketim düzeyleri ile ilgili bilgileri içeren bel-ge olarak tanımlanmış.

Ekipman olarak tanımlanan şeyler ise şöyle: elekt-rik motoru, kazan, fırın, soğutucu, klima, pompa, fan, kompresör, asansör, bantlı taşıyıcı, aydınlatma aparey-leri ve diğer proses veya imalat ekipmanları gibi yakıt, elektrik enerjisi veya akışkan üzerinden ısı enerjisi kulla-nan ve her biri bir proje bileşeninin konusunu oluşturan cihazlar. Ekipman demişken şu iki kavramı da görelim:

Ekipman birim enerji tüketimi: Ekipmanın işletme yü-künde ve rejim halinde bir saatte tükettiği kWh cinsin-den enerji miktarı.Ekipman birim enerji tasarrufu: Ekipmanın, proje öncesi ve uygulaması sonrasındaki birim enerji tüketimleri ara-sındaki kWh cinsinden farkı.

ENVER arttırıcı önlemlerDonanımdan kullanılan kaynağın arz güvenliğine, yeni-lenebilir enerji kullanımından yalıtıma ENVER arttırıcı önlemler Yönetmeliğin 10. Maddesinde tek tek sayılmış. Şöyle ki:

a) Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü (yazıda bundan böyle GM olarak anılacak) sanayi alt sektörleri-nin her birinde, sektörü temsil edebilecek şekilde belir-lenecek en az beş işletmede etüt yapar veya şirketlere yaptırır. Bu etütler her dört yılda bir yenilenir.b) Yıllık toplam enerji tüketimi beşbin TEP (Ton Eşdeğer Petrol) ve üzeri olan endüstriyel işletmeler ile toplam in-şaat alanı yirmibin metrekarenin üzerinde olan hizmet sektöründe faaliyet gösteren binalarda etüt yapılır veya şirketlere yaptırılır. Bu etütler her dört yılda bir yenilenir. Etüt raporlarının ve belirlenen önlemlere ilişkin uygula-ma planlarının birer sureti GM’ye gönderilir.

Mevcut tesislerin işletilmesinde, yeni tesislerin kurul-masında, kapasite arttırımı ve modernizasyon çalışma-larında, enerji yöneticilerinin ENVERYÖN’deki görevle-rinin yerine getirilmesinde, etüt ve projelerde alınacak

102

aşağıdaki önlemlerin öncelikle dikkate alınacağı vurgu-lanmış.a) Yakma sistemlerinde yanma kontrolü ve optimizas-yonu ile yakıtların verimli yakılması,b) Isıtma, soğutma, iklimlendirme ve ısı transferinde en yüksek verimin elde edilmesi,c) Sıcak ve soğuk yüzeylerde ısı yalıtımının standartlara uygun olarak yapılması, ısı üreten, dağıtan ve kullanan tüm ünitelerin yalıtılarak istenmeyen ısı kayıplarının veya kazançlarının en aza indirilmesi,ç) Atık ısı geri kazanımı,d) Isının işe dönüştürülmesinde verimliliğin arttırılması,e) Elektrik tüketiminde kayıpların önlenmesi,f) Elektrik enerjisinin mekanik enerjiye veya ısıya dönü-şümünde verimliliğin artırılması,g) Otomatik kontrol uygulamaları ile insan faktörünün en aza indirilmesi,ğ) Kesintisiz enerji arzı sağlayacak girdilerin seçimine dikkat edilmesi,h) Makinaların enerji verimliliği yüksek olan teknolojiler arasından, standardizasyon ve kalite güvenlik sistemi-nin gereklerine dikkat edilerek seçilmesi,ı) İstenmeyen ısı kayıpları veya ısı kazançları en alt dü-zeyde olacak şekilde projelendirilmesi ve uygulamanın projeye uygun olarak gerçekleştirilmesinin sağlanması,i) İnşaa ve montaj aşamasında enerji verimliliği ile ilgili ölçüm cihazlarının temin ve monte edilmesi,j) Yenilenebilir enerji, ısı pompası ve kojenerasyon uy-gulamalarının analiz edilmesi,k) Aydınlatmada yüksek verimli armatür ve lambaların, elektronik balastların, aydınlatma kontrol sistemlerinin kullanılması ve gün ışığından daha fazla yararlanılması,l) Enerji tüketen veya dönüştüren ekipmanlar için ilgili mevzuat kapsamında tanımlanan asgari verimlilik kri-terlerinin sağlanması,m) Camlamada düşük yayınımlı ısı kontrol kaplamalı çift cam sistemlerinin kullanılması.

GM tarafından yapılacak veya şirketlere yaptırılacak etüt çalışmaları için gerekli koşulların sağlanmasının zorun-lu olduğu da vurgulanmış ENVERYÖN’de.

ENVER Etüt ve projeleriÖncelikle etüt ve proje ilegili kavramlara bir bakmak ya-rarlı olacaktır.Etüt, enerji verimliliğinin artırılmasına yönelik imkan-ların ortaya çıkarılması için yapılan ve bilgi toplama, ölçüm, değerlendirme ve raporlama aşamalarından oluşan; enerji tasarruf potansiyellerini ve bu potansiyel-

lerin geri kazanılmasına yönelik önlemleri ölçüm, hesap ve piyasa araştırmaları ile belirleyen ve GM tarafından tebliğ olarak yayımlanan usul ve esaslara uygun şekilde yapılan çalışmalardır.

Bina ve/veya sanayi sektörlerinde eğitim, etüt, danış-manlık, ve verimlilik artırıcı proje hizmetlerini yürütebil-meleri için GM veya yetkilendirilmiş kurumlar tarafından verilen belgeye ise Etüt-proje sertifikası denilmektedir.Etüt ve danışmanlık hizmetlerinin verilmesinde enerji verimliliği danışmanlık şirketleri ile endüstriyel işletme-lerin veya binaların yönetimleri arasında yapılan anlaş-malara hizmet anlaşması adı verilmektedir.Proje ise şöyle tanımlanıyor: Enerji verimli ekipman ve sistem kullanımı, onarım, yalıtım, modifikasyon, reha-bilitasyon ve proses düzenleme gibi yollarla; gereksiz enerji kullanımının, atık enerjinin, enerji kayıp ve kaçak-larının önlenmesi veya en aza indirilmesi ile birlikte atık enerjinin geri kazanılması gibi konulardaki çözümleri içine alan ve GM tarafından tebliğ olarak yayımlanan usul ve esaslara uygun olarak, bileşenler bazında hazır-lanan verimlilik artırıcı proje.

Proje ile ilgili çeşitli alt tanımlara da bakalım:Proje bedeli (PB): Projenin hazırlanmasında ve uygulan-masında ihtiyaç duyulan harcamaların projede belir-tilen, Katma Değer Vergisi hariç, Türk Lirası cinsinden toplam bedeli,b)Proje dosyası: GM tarafından tebliğ olarak yayımlanan usul ve esaslara uygun olarak bileşenler bazında hazır-lanan ve desteklenmesi için GM’e sunulan dosya,c) Proje elektrik enerjisi kazancı (PEEK): Proje kapsa-mındaki proje verimlilik bileşenlerinin elektrik enerjisi kazançlarının kWh cinsinden toplamını,d) Proje elektrik kazancı puanı (PEKP): Proje elektrik enerjisi kazancının proje enerji kazancına bölünmesin-den elde edilen değeri,e) Proje enerji kazancı (PEK): Proje kapsamındaki proje verimlilik bileşenlerinin enerji kazançlarının kWh cinsin-den toplamı,f) Proje mali tasarrufu: Proje kapsamındaki proje verim-lilik bileşenlerinin yıllık mali tasarruflarının Türk Lirası cinsinden toplamı,g) Proje maliyet etkinlik puanı (PMEP): Proje enerji ka-zancının proje verimlilik bileşeni bedeline (PVBB) bölün-mesinden elde edilen değeri,h) Proje verimlilik bileşeni: Projeyi oluşturan her bir ekip-manı, aynı özelliklerdeki ekipman grubunu veya sistemi,i) Proje verimlilik bileşenleri bedeli (PVBB): Proje bede-

103

Page 53: AkademiBeykoz Sayı 8

linden proje yerinden üretim bileşeni (PYÜB) bedelinin çıkarılmasından elde edilen değeri,j) Geri ödeme süresi: Proje verimlilik bileşeni bedelinin (PVBB) proje mali tasarrufuna bölünmesinden elde edi-len ay cinsinden süreyi,k) Proje yerinde inceleme: Proje kapsamındaki uygu-lama öncesi ve sonrası durumların tespiti için, Genel Müdürlüğün personeli veya tayin ettiği gerçek veya tü-zel kişiler tarafından Genel Müdürlük tarafından tebliğ olarak yayımlanan usul ve esaslara göre yerinde yapılan inceleme,l) Proje yerinden üretim bileşeni (PYÜB): Endüstriyel işletmenin enerji ihtiyacının bir bölümünü karşılamak maksadıyla endüstriyel işletmenin tesislerine en fazla on kilometre mesafe içerisinde kurulan, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim sistemlerini veya toplam çevrim verimi en az yüzde seksen ve üzeri olan kojenerasyon veya mikrokojenerasyon sistemleri,Yukarıda geçen kojenerasyon kavramı ise ısı ve elektrik ve⁄veya mekanik enerjinin aynı tesiste eş zamanlı ola-rak üretimi olarak tanımlanmaktadır.

ENVER projelerinin değerlendirilmesi ve desteklenmesiENVER projeleri GM tarafından değerlendirilip, aldığı pu-ana göre sıralamak suretiyle desteklenmektedir.P = 0,6 x MEP + 0,4 x EPP: Toplam puanMEP: 100 puan üzerinden, en yüksek proje maliyet et-kinlik puanına (PMEP) göre normalize edilmiş puanı,EP: 100 puan üzerinden, en yüksek proje elektrik kazan-cı puanına (PEKP) göre normalize edilmiş puanı.Projelere sağlanabilecek destek miktarı aşağıdaki for-müle göre belirlenir:D = 0,3 x DP x [PVBB + PYÜBB]D: Destek miktarı (Türk Lirası)DP: Projenin toplam puanı (P), aday projelerin toplam puanlarının ortalamasına (POR) eşit veya bundan fazla olan projede 1,0 ve diğerlerinde ise (P⁄POR) kabul edilir.Cari yıl içinde yapılacak destek ödemelerinde önceki yıllarda tamamlanan projelerin destek bedelleri önce-likle ödenir. Mevcut ödeneğin yetersiz olması halinde, mevcut ödeneğin projelere uygulanacak toplam destek miktarına oranı nispetinde ödeme yapılır. Bu şekilde ya-pılan ödemelere ilişkin herhangi bir hak ve faiz talebin-de bulunulamaz.

ENVER gönüllü anlaşmalarının desteklenmesiGM ile gönüllü anlaşma yapan ve taahhüdünü yerine getiren tüzel kişilerin ilgili endüstriyel işletmesinin an-

laşmanın yapıldığı yıla ait enerji giderinin yüzde yirmisi, Genel Müdürlük ödeneklerinin yeterli olması durumunda ve ikiyüzbin Türk Lirasını geçmemek kaydıyla Genel Mü-dürlük bütçesinden karşılanmaktadır.

Gönüllü anlaşma yapan tüzel kişilerin endüstriyel işlet-me içinde tükettikleri enerjiden; atıkları modern yakma teknikleri ile ısı ve elektrik enerjisine dönüştüren tesisle-rinde, toplam çevrim verimi yüzde seksen ve üzeri olan ve yurt içinde imal edilen kojenerasyon tesislerinde veya hidrolik, rüzgar, jeotermal, güneş veya biyokütle kaynaklarını kullanarak ürettikleri enerji, bu tesislerin anlaşma dönemi içinde işletmeye alınması halinde, bir defaya mahsus olmak üzere enerji yoğunluğu hesabın-da endüstriyel işletmenin yıllık toplam enerji tüketimi miktarından düşülmektedir. Toplam maliyetinin yüzde yetmişden fazlasını oluşturan kısımlarının yurt içinde yapılan imalatlarla karşılandığı yeminli mali müşavir ta-rafından onaylanmış belgelerle ortaya konulan kojene-rasyon tesisleri, yurt içinde imal edilmiş sayılmaktadır.

Gönüllü anlaşma başvurusunda bulunan tüzel kişilerin anlaşma dönemi boyunca enerji yoğunlukları aşağıdaki formül kullanılarak hesaplanmaktadır.Enerji yoğunluğu = E ⁄ DE = Et – EykEt = TEP cinsinden işletmenin yıllık toplam enerji tüke-timiEyk = Birinci fıkra kapsamında TEP cinsinden yıl içeri-sinde üretilen enerjiD = (1⁄ ÜFE) x ∑ (Pi x Fi)D = 2000 yılı fiyatları ile bin (1000) Türk Lirası cinsinden, yıllık mal üretiminin ekonomik değeri.ÜFE = İlgili sektörün üretici fiyat endeksiPi = Yıl içerisinde üretilen mal miktarlarıFi = Bin (1000) Türk Lirası cinsinden, yıl içerisinde üreti-len malların fabrika satış fiyatları.

Enerji yoğunluğundaki azalma oranının hesaplanmasın-da referans enerji yoğunluğuna göre her yıl gerçekleşen farkların aritmetik ortalaması esas alınır. Bununla birlik-te, anlaşmanın bittiği yıla ait enerji yoğunluğu değerinin taahhüt edilen enerji yoğunluğu azaltma oranından az olmamak üzere, referans enerji yoğunluğundan düşük olması şarttır.

Elektrik enerjisi üretim, iletim ve dağıtımında ENVERENVERYÖN’de bu alt süreçler sekizinci bölümde (Md.25-29 arasında) düzenlenmiş. Bu bölümde kurulu gücü

104

yüz megavat ve üzeri olan, otoprodüktör lisansı sahi-bi olanlar hariç, elektrik üretim tesislerinin de yukarıda sayılan enerji yönetimi faaliyetlerini yürütmek üzere bir enerji yöneticisi (sertifikalı) atamak zorunda olduğu be-lirtilmiş. Acaba kayıp ve özellikle sanayi kullanımındaki oldukça yüksek olan kaçak oranı aşağı çekilebilecek mi? Umuyoruz.

ENVER Eğitimlerinde üniversiteler, meslek odaları ve şirketler ENVERYÖN EK-1’de belirtilen ENVER eğitimle-rinin yapılması ve şirketleri yetkilendirebilmesi için GM tarafından ENVERYÖN’deki ilgili koşullar yerine getiril-diğinde üniversite ve meslek odalarına yetki belgesi ve-rilmektedir. Enerji verimliliği hizmetleri sunmak isteyen tüzel kişilere de GM veya yetki belgesi verdiği kurumlar tarafından bir yetki belgesi verilmektedir.

ENVER düzenleme ve uygulamalarında MPMEski adıyla Milli Prodüktivite Merkezi (MPM) yeni adıyla Verimlilik Genel Müdürlüğü bu çalışmalara başlangıç-ta katkı vermekte iken eskiden bir süre çalıştığımız bu kurumdan aldığımız kurumiçi bilgiye göre, ENVER’in özellikle üretim cephesine vurgu yapması tutumu ne-deniyle dışlanmış! Hem ilginç hem de manidar!

Sonsöz soruları:İşletmelere: Akenerji, Eczacıbaşı, Facebook vd. ENVER’e yönelmiş. Siz? Yoksa NEVER (asla) mı?Tüketicilere: Siz ENVERistleştirmediklerimizden misi-niz yoksa?

Not: Yazıda anılan EİEİ veya Genel Müdürlük ibareleri EİEİ mülga olduğundan, Yenilenebilir Enerji Genel Mü-dürlüğü olarak anlaşılmalıdır.

105

Page 54: AkademiBeykoz Sayı 8

Her sene Mart ayında düzenlenen IATA Dünya Kargo Sempozyumu (WCS) bu sene 11-16 Mart tarihleri arasın-da Malezya’nın Kuala Lumpur kentinde düzenlenmiş-tir. İlgili sempozyum, hava kargonun taşıyıcı, yükleyici, acente ve handling firmaları gibi tedarik zinciri tarafları-nı bir araya getirmenin yanında, ilgili sene boyunca hava kargonun gerek düzenleyici mevzuat hükümlerinin be-lirlenmesi, gerek ise teknolojik gelişmeleri bilgilendirici ve katılımcılara hava kargo hakkında izleyecekleri bir yol haritası sunması açısından önemli bir platform teşgil etmektedir. Ancak bu sene tüm bu gelişmelerden farklı olarak sempozyumun ana teması ‘’Partnership at Work’’ (yani İş Birliği) olmuştur. Bu tema aslında halihazırda hava kargonun içinde bulunduğu bazı kısır döngü haline gelmiş sorunların açıkca masaya yatırılması için artık tarafların daha da istekli olduğunu göz önüne koymak-tadır.

Nedir hava kargonun özellikle 2002li yıllardan sonra ar-tarak devam eden sorunsalı ? Şüphesiz bunun en açık cevabı, dünya ticaretinin hızla artmasına rağmen hava kargonun bu ivmeyi yeterince yakalayamaması, artan kapasiteya karşın ücretlerin zaman içinde giderek düş-mesi, bunun yanında maliyeti fazlalaştıran girdilerin, özellikle yakıt masraflarının artması karşısında hava kargo ve genelinde havacılık sektörünün karşılaştığı akut bir hastalık halini almış kriz dönemleri...Peki hava kargo endüstrisini içinde bulunduğu bu çıkmazdan kur-taracak ne yapılmalı? İşte bu sorunun cevabı olarak bu sene yani 2012 yılında Dünya Kargo Sempozyumunun ana teması ‘’İşbirliği’’ olmuştur. Sektörü harekete geçir-mek ve artan işbirliği sayesinde diğer taşıma modlarına karşı sektörü güçlendirmek ve tekrardan daha hızlı bir büyüme ivmesine sokmak artık sektörün temel amacı haline gelmiştir.

Peki nedir bu işbirliğinden anlaşılan?

Seneler boyunca havacılık ve hava kargo devletlerin ko-rumacı politikaları altında rekabetten uzak gelişmeye devam etmiştir. Devletlerin şirketleri sübvanse etmesi, kar ve zarar etkenlerinin şirket yapılarını etkilememe-si senelerce havayollarını ve bunları yönetenleri fil dişi kulelerde serbest pazar gerekliliklerine uzak bir şekilde varolmaya itti. Böylelikle hava yolları ve hava kargo ta-

şıyıcıları devlet poltikalarına göre büyüyüp şekillenen yerler olarak kaldılar çoğunlukla. Ne günümüzdeki de-regulasyonlar, ne de izlenen serbest piyasa politikaları halen bu eğilimi genel olarak kırabilmiş değildir. Tüm bunların yanında havacılık sektörüne devletler tarafın-dan eklenen gereksiz vergiler de gözönünde alındığın-da izlenen bu politikaların, hava kargoyu olumsuz an-lamda etkileyerek sektörün son müşteriye direkt olarak hitap etmesinin önüne geçmiştir. Yıllar boyunca gerek GSA’ler, gerek müşterilere tüm hizmeti sunan acentele-rin gölgesinde kalan havayolları, gerek sektörden gerek ise dünya ticaretinden istenilen payı halihazırda elde edememişlerdir. Hantal yapılı, devlet korumacı, tedarik zincirinin diğer halkaları ile gerekli iletişimi sağlayama-yan sektör, büyüme ivmesini de giderek kaybetmeye mahkum olmaktadır.

Halihazırda bugün gelinen noktada havacılık sektörü-nün, özellikle de hava kargonun kendisini müşterilerden, yani lojistik terimi adları ile gerçek yükleyici ve gerçek alıcılardan soyutlaması, araya giren aracıların müşteri-leri girdi maliyetlerini düşürmek amacı ile başka taşıma alternatiflerine itmeleri, hava kargonun dünya ticaretin-den aldığı pay oranlarının artmasının önündeki en bü-yük engellerden biridir. Özellikle de hava kargo alanında faaliyet gösteren Genel Satış Aceneteleri (GSA) her ne kadar kısa vadede yatırım anlamında maliyeti düşürü-cü etkenler olarak görülse de uzun vadede etkin bir pa-zarlama ve satış ağı kurulmasının önünde engel teşgil etmektedirler. Bu açıdan WCS 2012’de ticari bölümlerin içinde yer alan ‘’GSA vs own Sales Forces’’ (GSA’lere kar-şı kendi satış gücü) topiğinin konulması konunun ayrıca manidar bir hal aldığının da göstergesi gibidir. İlgili konu hakkında sunum yapan taşıyıcı firmalar ve danışman-lık firmaları1, yapılan Pazar araştımaları ve incelemele-rin sonucunda aslında GSA’lerin istenilen performansı gösteremediklerini2 ve hava kargo taşıyıcılarının kendi satış gücü ile direkt pazara dahil olmalarının büyüme ve karlılık anlamında firmalara çok büyük yararlar sağla-yacağını göstermiştir. Yapılan araştırmalar sonucunda GSA lerin hava yollarının satış ve karını kendi direkt satış ofislerinden daha etkin sağlayamadığı, yapılan anlaş-malardaki gibi hava taşıyıcılarına tam zamanlı satış ve operasyonel destek veremedikleri ve birden fazla taşı-yıcıyı temsil etmeleri yüzünden çıkar çatışmalarının ya-pıları gereği doğabileceği görülmüştür, dolayısı ile artık trendin hava taşıyıcılarının direkt olarak servis sağladığı online noktalarda kendi satış gücünü oluşturmaya git-meleri yönünde olacağı şeklinde görülmektedir. Şüphe-

1- Etihad Cargo, Seabury

2- Yapılan araştırmalar sonucunda GSA’lerin hava taşıyıcılarının maksmum %20 karını sağladıkları görülmüştür.

HAVA KARGO’DA İŞBİRLİKLERİ VE GSA’LER

Dilara şeşen

Türk Hava Yolları A.O. - Kargo Başkanlığı

106

siz bu ivme, azalan kar oranlarının her geçen gün arttı-ğı bir sektör olan hava kargoda, hava taşıyıcılarının bu durumdan karlı çıkıp çıkamayacağı hususunu da direkt olarak etkilemektedir.

Sonuç olarak söylemek gerekirse, hava kargo sektö-rü gerek küresel mali krizlerin, gerek sektörün içsel ve dışsal diğer etkenlerinin verdiği bir ivme ile kendi içinde dönüşüm geçirmenin eşiğindedir. Bu dönüşüm şüphe-siz kolay olmayacaktır, yılların getirdiği alışkanlıkların birkaç yılda kırılması zor gözükmektedir. Ama eninde sonunda sektör, diğer taşıma modları karşısında kendi devamlılığını sağlamak zorundadır ve ilerki yıllarda hava kago taşıyıcıları lojistik tedarik zincirinde daha aktif oyuncular olarak karşımıza çıkacaklardır.

107

Page 55: AkademiBeykoz Sayı 8
Page 56: AkademiBeykoz Sayı 8

Uçmak bir kuş gibi özgürce…Pek çok insanın tarih bo-yunca tutkusu olmuştur,hayallerini,rüyalarını süslemiş-tir.Günümüzde de uçmak çocuk yaşlardan itibaren çok sayıda insanın hayali olmaya devam etmektedir.

Diğer taraftan bir asır gibi insanlık tarihinde çok kısa sayılacak bir dönemde havacılık çok hızla gelişmiş, bi-limsel ve teknolojik gelişmelerin önemli bir bölümünde lokomotif bir rol oynamıştır.

Günümüz havacılığına baktığımızda en son teknolojile-rin uygulandığı, uçuş güvenliğinin en üst düzeyde oldu-ğu hava araçlarının çok kapsamlı uluslar arası kurallara ve düzenlemelere göre çok yoğun bir şekilde işletildiği insan ve malzeme taşımacılığında önemi ve payı her geçen gün daha da artan bir sektör görüyoruz.

Havacılıkta yerde veya uçuşta görev alacak personelin-de yapacağı görevlerle ilgili çok iyi eğitimli, bilgili olması büyük önem taşımakta ulusal ve uluslar arası otoriteler havacılıkta uygun eğitimleri almış yetkin personelin ça-lıştırılması hususunda çok titiz ve toleranssız olmakta-dır. Çünkü havacılıkta görev alan ve en basit işleri yapan bir personelden kokpitteki pilota kadar herkesin yaptığı iş uçuş güvenliğini ve emniyetini doğrudan etkilemek-tedir.Bu yaklaşımla pilotaj eğitimini ele aldığımızda pilotun kullanacağı hava aracının teknik özellikleri, yapacağı uçuşun özelliklerine bağlı olarak farklı düzeylerde ve çeşitlilikte pilot lisanslarının ve bu lisanslara sahip ola-bilmek için de farklı kapsamlı ve süreli uçuş eğitimleri söz konusu olmaktadır.

2000 kg olan daha hafif pistonlu uçakları kullanacak pilotlar hafif hava araç pilot lisansı (Light Aircraft Pilot Licence, LAPL), ticari olmayan uçuşları yapacak pilotlar için özel pilot lisansı (Private Pilot Licence, PPL), ticari uçuş yapacak pilotlar için ticari pilot lisansı (Comerci-al Pilot Licence, CPL), gece ve görerek şartların dışında uçuş yapabilmek için aletli uçuş yetkisi (Instrument Ra-ting, IR) ve hava yolu taşımacılığında pilot olarak görev alabilmek için Havayolu Taşımacılığı Pilot Lisansı (Airli-ne Transport Pilot Licence , ATPL) sahibi olmak gerek-mektedir.

Pilot lisanslarının sahip oldukları ayrıcalıklara, yetkilere paralel olarak bu lisanslara sahip olabilmek için alınma-sı gereken eğitimlerin süreleri ve kapsamları da farklılık göstermektedir. Pilot lisansları içinde en kapsamlı olanı Havayolu Taşımacılığı Pilot Lisansı(ATPL)’dır. Bu lisansa sahip olabilmek için en az lise mezunu olmak, 21 yaşın-da ya da daha büyük olmak, Sınıf 1 (Class 1) uçuş sağlık raporu almak gibi ön şartlar gerekmektedir. ATPL Lisan-sına sahip olabilmek için mevzuata göre; Lise mezunu olmak yeterli görülmekle birlikte, havayollarının pilot istihdam uygulamalarına baktığımızda hiçbir havayolu Lise mezunu pilot istihdam etmek istememektedir. Bu nedenle Ayjet Uçuş Okulu Lise mezunu öğrenci kabul etmemekte, Yüksek okul veya Üniversite mezunu olmak şartı aramaktadır.

Pilotaj eğitiminde ve mesleğinde diğer önemli bir konu da İngilizce bilgi düzeyidir. Özellikle havayolu pilotluğu yoğun olarak uluslar arası operasyon gerektirdiğinden pilotların İngilizceyi etkin kullanımı uçuş emniyeti açı-sından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle uluslar

YÜKSEKLERİ HEDEfLEYENLERİN MESLEĞİ PİLOTLUK

Naci uçar

Yüksek uçuş Mühendisi - Ayjet Okul Müdürü

110

arası ve ulusal sivil havacılık otoriteleri pilotlarda ‘Ope-rational Level 4’ olarak tanımlanan İngilizce yeterlilik aramaktadır. Bu yönüyle değerlendirildiğinde ATPL uçuş eğitimi almayı düşünen kişilerin öncelikle İngilizce düzeylerinin yeterliliğini sağlaması gerekmektedir. Ülkemizde son yıllardaki hızlı ekonomik büyümeye para-lel olarak sivil hava taşımacılığı da hızla büyümektedir. Hava yollarının uçak sayılarındaki artış, taşınan yolcu ve yük miktarlarında da büyük artışların gerçekleştirilme-sini sağlamıştır. 2011 yılında 58 milyonu iç hat, 59 mil-yonu dış hat yolcusu olmak üzere 117 milyon yolcu hava yoluyla taşınmıştır. Havayollarındaki bu hızlı büyüme pilot ihtiyacını da büyük oranda arttırmış ve halihazırda ülkemizdeki havayollarında 800’ün üzerinde yabancı pi-lot istihdam edilmektedir.

2023 hedeflerimize bakıldığında önümüzdeki 10 yıl içe-risinde havayollarımız bugünkü büyüklüklerini ikiye kat-lamaları öngörülmektedir. Diğer bir deyişle geçtiğimiz 10 yılda olduğu gibi önümüzdeki 10 yılda da sivil havacı-lığımız yüksek hızla büyümeye devam edecektir ve pilot ihtiyacımızda aynı şekilde artacaktır.

Artan pilot ihtiyacı, pilot olmayı düşünen gençleri ce-saretlendirebilir ve uçuş eğitimi almak, pilot olmakla ilgili daha kolay karar verebilirler. Ancak bu karar sü-reçlerinde asla unutulmaması gereken ulusal ve uluslar arası otoritelerin tanımladığı ve havayolu şirketlerinin istihdam edeceği pilotta aradığı standartları ne ölçüde karşılayıp karşılayamadığımızdır. Pilot olmayı düşünen gençler öncelikle pilot adayında olması gereken şartları ne ölçüde karşıladıklarını iyi değerlendirilmeli ve uçuş eğitimini kendilerini havayolu pilotu olarak en iyi şekilde hazırlayacak eğitim kurumlarında almaları hayallerine

ulaşmalarını kolaylaştıracaktır.

Bu amaçla uçuş eğitimi almak için uçuş eğitim organi-zasyonlarıyla ilgili tercihlerini belirlerken; uçuş eğitim organizasyonunun eğitici kadrolarının (uçuş öğretmeni, yer dersi öğretmeni, simülatör öğret-meni) niteliklerini,uçuş eğitiminde kullanılan uçakların sayısı, teknik özel-likleri, uçuş eğitiminin yapıldığı havaalanının özellikleri, (ulaşım durumu, kısıtları olup olmaması vb)uçak bakımlarının nerede, kimler tarafından yapıldığı,teorik eğitim ortamı ve eğitim uygulamalarının neler ol-duğu dikkate alınmalıdır.

Uçuş eğitiminin uygun ortamda uygun eğitimcilerden alınması, uçuş güvenliği yönünden ve iyi bir pilot olarak yetişmek açısından çok büyük önem taşımaktadır.

Geleceğini gökyüzünde arayan uçmaya sevdalı tüm gençlerin hayallerinin gerçeğe dönüşmesini dilerim.

111

Page 57: AkademiBeykoz Sayı 8

Edebiyatımızın duayenlerinden yazar ve çevirmen Prof. Dr. Tahsin Yücel ile yaptığımız söyleşiyi siz okurlarımı-zın beğenisine sunuyoruz.

Öncelikle hoş geldiniz demek istiyorum.

Hoşbulduk.

Son günlerde futbolda, Emre Belözoğlu’nun bir siyahî futbolcuya ırkçı ve nefret dolu bir tabirde bulunması ve bunun üzerine “nefret ve ırkçılık söylemi” konularının gündeme gelmesi ile yaşanan olaylar var biliyorsunuz...

Aslında herkes sürekli söylemden bahsediyor ve söylem konusu üzerine yorumlar yapıyor ama Türkiye’de ger-çekte acaba söylemin ne olduğu biliniyor mu? Ben sizin, bize lisans döneminde tavsiye edilen, çeşitli söylemleri analiz ettiğiniz, “Söylemlerin İçinden” kitabınızı biliyo-rum. Ancak henüz o kitabı da okumamış olanlar ve as-lında söylemin gerçekten ne olduğunu bilmeyenler için bize söylemin bir tanımını yapabilir misiniz ve siz günlük hayatınızda ne tür söylemlerle karşı karşıya kalıyorsu-nuz ya da ne tür söylemler dikkatinizi çekiyor en çok?

Valla söylem sözcüğü öyle çok derinliği olan bir söz-cük değil bence. Söylem, söylenen şeydir. Fransızlar “diskur” diyor. Biz söylem dediğimiz zaman, bir kişinin söylediklerini ve söyleme biçimini de belki bundan an-layabiliriz.

Mesela “Ahmet’in söylemi, farklıdır.” deyince, “değişik bir biçimde konuşuyor” gibi bir anlam, kendine özgü bir özelliği var demek isteriz. Ama söylem, konuşma yani ürettiğimiz sözler tabii bu sözlü de yazılı da olabilir.

Yazıya da geçiyor zaman zaman. Peki, Türkiye’de en çok karşılaştığımız söy-lemlere örnek verebilirsek yani özellikle medyada kul-lanılan söylemlere örnek verebilirsek...

Şimdi, yani bu bana öyle geliyor ki sonsuza kadar bu söylem türleri olabilir. Ama bir de söylemde konuşma biçimi de yani söz söyleme biçimini de dikkate alıyo-ruz. İşte, biçimi hatta bir yerde “Ahmet’in söylemi”

dediğimiz zaman Ahmet’in hem söyleme biçimi hem bir yerde düşüncesi, düşüncesini sözlerle ortaya koyuşu, gözlemlerini, düşüncesini...

“Yalan” isimli romanınızın son sayfalarında Dostoyevski üzerine konuşuyor kahramanlarınız. En son, yönetmen Zeki Demirkubuz “Yer Altından Notlar”ı sinemaya uyar-ladı. Filmi gördünüz mü bilmiyorum ama Dostoyevski’yi sizce yazar olarak özel ve evrensel kılan nedir ya da siz yazar olarak Dostoyevski’den nasıl beslendiniz?

Dostoyevski benim gençliğimden beri, ne bileyim 14-15 yaşımdan beri ilgilendiğim ve hayran olduğum bir yazar. Hem anlattığı olaylar, yarattığı kişiler nedeniyle hem de bunları, - tabii çok ilginç kişiler yaratabilirsiniz - ama bunları sunma biçimiyle yer yer tutucu bir anlayışı da içermekle birlikte Dostoyevski düşüncesi, gözlemleri çok derinlere giden biridir bence. Çok büyük bir yazar yani bütün dünyanın da benimsediği gibi.

“Çevirmen de Bir Yerde Yazardır”

Çevirilerinizle ilgili okur yorumlarına baktım röportajla ilgili araştırma yaparken ve genelde okur yorumlarında kendinize has bir üslubunuz olduğunuz söyleniyor çe-virmen olarak. Sizce çevirmen de bir yazar mı? Çeviri konusunda, çeviri yaparken özellikle en önemli unsur-lar neler?

Çevirmen de bir yazar mıdır diye bir soruyla ben hiç karşılaşmadım ama yani bir yerde elbette bir yazardır.

YAzIDA Öz TÜRKÇE KULLANIMINA DAHA ÇOK ÖNEM VERİLMELİ

röportaj: Öğr. Gör. Pelin Doğan

Fotoğraf: Onur Yalçın

Prof. Dr. Tahsin Yücel

112

Değişik bir yazar, ne bileyim, bir romancıyla, bir dene-meciyle aynı türden değil ama dille uğraşan yani uğraşı bir yerde dil olan ve başka birini başka bir dilde konuşan birini kendi dilimizde konuşturmaya çalışmak diyelim, bir yerde elbette önemli bir işlev olarak görülebilir. Çe-şitli açılardan.

Yazılarınızda öz Türkçe kullanımına önem verdiğini-zi biliyoruz, en azından yazdığınız eserlerde. Belki bu tarz bir soruya daha önce çok defa cevap vermişsiniz-dir ama öz Türkçe kullanımı bizim için neden önemli ve öz Türkçe kullanımı yazıda olsa da neden sözelde ya da sözlü kültürde dilimize yerleşemiyor tam olarak?

Sondan başlayarak yanıtlarsam, yazarken daha düşü-nüyoruz, zamanımız oluyor. O bakımdan elbette yazıda öz Türkçe kullanımına daha çok önem veriyoruz. Yazdı-ğımızı tekrar gözden geçiriyoruz ve Türkçe’ye önem ve-riyorsak elbette Türkçe sözcükler kullanmaya da özen gösteriyoruz.

Hocam, son bir soru. 2010 yılında “Sonuncu” isimli bir romanınız çıktı. Adı mı öyle denk geldi yoksa bu ger-

çekten son eseriniz mi olacak? Bundan sonra roman yazmayı düşünüyor musunuz?

Yani, “Sonuncu” adını verirken, bu son romanım olacak diye bir düşüncem olmadı ama birçok kişi öyle anladı. Şöyle bakıyorum bu bir son da olabilir, son roman da olabilir. Böylece eleştirmenleri bir yanda haklı çıkarmış oluruz ama yazarken kitabı “bu son romanım” diye bir düşüncem olmamıştı. Şu sırada yazmakta olduğum bir roman da yok hatta düşündüm biraz öykü yazayım diye. Epeydir de böyle öykü, roman yazmaya ara vermiştim öykülerle başlayayım diye. Ama bakarsınız... İşte bir de yaş tabii... Belleğiniz zayıflıyor, çok hata yapabilirsiniz. Unutursunuz, şu olabilir, bu olabilir, bir dediğinizi yi-nelersiniz. O bakımdan da roman biraz düşündürüyor. Ama hiç roman yazmayacağım artık demiyorum. Belli de olmaz. Bir şey gelir fakat önümde tasarı olarak daha çok öyküler var.

Peki, hocam çok teşekkür ediyorum.

Ben teşekkür ediyorum.

113

Page 58: AkademiBeykoz Sayı 8

Gülgûn Feyman

Televizyon dünyasının büyülü sesi, Türkçenin hanıme-fendisi Gülgûn Feyman, dilimizin doğru kullanılması ko-nusunda gerçekleştirilen bir söyleşide, yüksekokulumuz öğrencileriyle buluştu. Etkinlik sonrasında yaptığımız röportajda, Türkçenin doğru kullanımının etkili iletişim konusundaki önemini, sektörde edindiği tecrübe, bilgi ve birikimlerini bizlerle paylaştı.

Gülgûn Hanım siz Türkiye’deki en deneyimli, ustalık mertebesindeki spikerlerden birisiniz. Öncelikle mes-lek hayatınıza nasıl başladığınızı anlatır mısınız?

Ben albay bir babanın kızıyım. Türkiye’nin pek çok böl-gesini gezdik. Ben yerleşik düzen nedir bilmeyenlerde-nim. Her sene bir yer dolaştık. Hakkari’nin kazasından Uludere’den tutunda, Sivas, Edirne’nin kazası Uzunköp-rü, Ankara, Erzurum, Kağazman, Kandıra olmak üzere hemen hemen Türkiye’nin dört bir köşesini dolaştık ve daha sonra meslek hayatıma Erzurum Radyosu’nda başladım. Orada bir sunucuya ihtiyaç vardı. Derken

Türkiye radyoları sınavına girip kazandım ve Ankara radyosuna tayin oldum. 13 yıl kadar hem radyoda hem haber merkezinde, tabi yine haber merkezinin sınavını kazanarak spiker olarak çalıştım. Biraz detaylıdır TRT de işler. Ardından il özel televizyon kanalının il ekran yüzü, ilk haber spikeri oldum. Ama şimdi günümüze bakarsa-nız artık bizim modamız geçti, başka şeyler geçerli artık. Bizler dile önem verirdik, bilgiye önem verirdik. Şimdi ise biliyorsunuz ekranlarda mini etekli kızlar dolaşıyor. Yü-rüyerek haber sunuluyor. Oysa “Haber ciddi bir iştir ve ciddi yapılması gerekir”. Bu benim sloganımdır.

Siz gençler bilmezsiniz belki ama mesleğimizin ve benim bu meslekteki en önemli rol modelim Jülide Gülizar’dır. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük kadın spikeridir ve aynı zamanda benim hocamda oldu kendi-si. Onun yanında, Şebnem Savaşçı, Aytaç Kardüz, Bilgi Gökçeer..gibi çok önemli isimlerden de dersler aldım.

Spikerlik mesleğinde 30 yılı devirdiniz, çok uzun za-mandır da eğitmenlik yapıyorsunuz. Eğitmenlik haya-tınızdan söz eder misiniz?

Mesleğimi şimdi de aktif olarak sürdürüyorum. Pek bili-nen televizyonlarda değilim. Kanal 99 uydu da olan bir televizyon, ordayız. Aktif olarak hep sürdürdüm işimi ve eğitim hayatıma da devam ettim. Çünkü gençler-le bir arada olmak, özellikle üniversite gençliğiyle bir arada olmak, beni her zaman besledi. Onların merak ettiği konularda yönelttiği sorular her zaman kendimi yenilememe,o konularda araştırmalar yapmama vesile oldu. Dolayısıyla gençlerle birlikte olmak demek, yeni ufuklara yelken açmak demek. Onlardan enerji alıyo-rum. Tecrübelerimi, bilgilerimi ve Türkçeyle ilgili düşün-celerimi, Türkçenin doğru söyleniş özelliklerini onlarla paylaşmak beni hep mutlu etmiştir.

İletişim Akademisi’nde eğitmenlik yapıyorsunuz. İle-tişim Akademisi’nde verilen eğitimlerin kapsamından söz eder misiniz?

Tabii ama, galiba iletişim fakültelerinin hepsinin başarı-sından söz edemeyiz. Çünkü iletişim; adı üzerinde, an-laşma, ilişki, haberleşme, her şey var işin içinde. Kendini doğru ifade edebilme, doğru dinleme, doğru anlama gibi çok kapsamlı bir alan. Belki bütün sektörlerde, bütün iş alanlarında iletişim ile ilgili kısa da olsa bilgi aktarılmalı. Çünkü iletişim hayatımızın vazgeçilmez bir parçası ve bugünkü dünya koşullarında son derece önemli. Ben bugün iletişim fakültelerinde verilen derslerin yetersiz olduğunu, öğrencilerin eksik yetiştirildiğini düşünüyo-rum. Protokol kurallarını, görgü kurallarını doğru dürüst

“ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİ İLE BİRLİKTE OLMAK BENİ BESLİYOR”

röportaj: Duygu Kaya

Fotoğraf: Onur Yalçın

114

bilmeden, toplum içerisinde nasıl davranılacağını bil-meden, bir iletişimcinin sadece teorik bilgilerle yetişti-rilmesi bana yeterli gelmiyor.

Bu eğitimlerden alanda çalışmak isteyen kişiler dışın-da kimler yararlanabilir?

Şimdi aslında Türkiye’de bütün renkler birbirine karıştığı için bugün ekranlara veya gazetelere baktığınız zaman çoğunun iletişim mezunu olmadığını görürsünüz. O ne-denle bu soruya net ve sağlıklı bir yanıt vermek çok zor.

Son Dönemlerin Yükselen Yıldızı Beden Dili

İletişim Akademisi’nin yetiştirdiği birçok spiker var. Bu isimlerden bahseder misiniz?

Yok. Kim? Son dönemde hiç doğru kimseler tarafından yapılmıyor bu meslek. Çünkü kaşı hilal, saçı sırma, gözü badem ne kadar kişi varsa onlar seçiliyor. Ya da yıllar önce başlatılan güzellik yarışmaları buna iyice yol açtı. Güzellik yarışmaları sanki haber spikeri olmak için bir basamak gibi algılandı. Zira iki üç örnek var önümüzde. Bu işler öyle elbise satarak, mayo satarak yapılacak işler değil. Bu işlerde bilgi satılır, dünya görüşü satılır, hayat satılır. Bizim işimiz bu. Ama şimdi maalesef bizim tele-vizyonlarımızda bu yapılmıyor.

Bir röportajınızda “dili bozanların iletişim bozuklukları-nı” ifade ediyorsunuz. Dili doğru kullanmanın iletişim-deki yeri ve önemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çünkü kendini doğru ifade edebilmek çok önemli. Ben öğrencilerime hep şunu söylerim; sakın beni yanlış an-ladınız demeyin, siz kendinizi doğru anlatın. Siz ne ka-dar anlatırsanız, karşınızdaki o kadar anlayacaktır. Son derece önemlidir.

Dili doğru kullanma ve beden dili arasında nasıl bir iliş-ki bulunmaktadır?

Son dönemlerin yükselen yıldızı beden dili. Niye bu ka-dar yükseldiğini de bilemiyorum. Onun için çok fazla fik-rim yok. Ben beden dili eğitimi almadım ve bunun der-sini de vermiyorum. O işin psikiyatrların ve psikologların işi olduğunu düşünüyorum.

Günümüzde televizyon ve radyolardaki spikerlerin Türkçelerini nasıl buluyorsunuz?

Var mı? Türkçe mi var?

Doğru Bilinen Türkçe Hataları

Türkçe konuşurken doğru bilip yanlış telaffuz ettiğimiz birçok sözcük var. Türkçe’de en sık yapılan hatalar ne-lerdir?

Dâhi, dahi oldu, Hâlit, Halit oldu, Âbidin, Abidin oldu. Şapka işaretinin kalkması gibi bir durum söz konusu de-ğil kalkamaz. O zaman kar ile kâr arasındaki fark nasıl ayırt edilir? En sık yapılan hatalardan biri de “hani” ke-limesinin yanıl kullanımı. Her yerde hani kelimesini kul-lanıyorlar artık her şeyin başına ekliyorlar. Bu çok yanlış hani sözcüğünün tek bir anlamı vardır, nerede anlamın-da kullanılır.

Spikerlik gençlerin gözde ve prestijli mesleklerinin ara-sında yer alıyor. Spiker olmak isteyen kişiler ne tür bir eğitim almalılar?

Temel diksiyon eğitimini mutlaka almalılar. Ondan son-ra da spikerlik ve sunuculuğun inceliklerini öğrenmeliler. Bol bol sözlük okumalılar, bizler öyle yapardık. Kendile-rini tanımalı, mutlaka yetiştirmeliler. Ondan sonra aça-mayacakları kapı yoktur diye düşünüyorum.

Bu meslekte kariyer yapmak isteyen kişiler ne gibi özelliklere sahip olmalılar?

İyi bir eğitim. Çağdaş bir beyin. Hep ileriye bakan bir beyin olmalı. Yoksa yerinde sayar. Kariyerde yapamaz, hiç bir şey yapamaz. Kalıcı bir şeyler bırakması lazım. Çok şey var aslında, çok şey yapılabilir. Ama dünyayı iyi görmesi, iyi algılaması, mutlaka dil bilmesi lazım. Daha farklı değerlerle tanışması lazım, agresif olmaması, hır-çınlaşmaması, etrafını kırmaması lazım. İyi dinleyen, iyi anlayan doğru soru soran biri olması lazım. Çok şey var.

115

Page 59: AkademiBeykoz Sayı 8

Puslu bir İstanbul sabahı…

Büyük bir plazanın penceresinden sokağa bakıyorum. Dışarısı oldukça kalabalık. Trafik her zamanki gibi yo-ğun. İnsanlar karıncalar gibi sokakları takip ederek mey-danlara ulaşıyor ve yeraltı geçitlerinde kayboluyorlar. Ardı arkası kesilmiyor. Siyah ve gri noktalar... Tek tük kırmızı, mavi ya da yeşil göze çarpıyor…

Dışarıdaki bu hengâmenin homurtusu buraya kadar ulaşmıyor. Plazanın kalın camları dış dünyanın seslerini sırlıyor. Ancak içimdeki sesleri susturamıyorum…

Az önce verdiğim eğitimin tatlı yorgunluğu ile oturmam gerektiğini hissediyorum. Kütüphaneye kayıyor gözüm. Yüzlerce kitap içi kaynayan suskun aşıklar gibi görü-nüyor gözüme. Sessiz dostlarımı daha önce hiç böyle görmemiştim. Kısacası dostlarım bugün hüzünlüyüm…

“Gerçek bir motivasyon koçu, eğitmen, danışman, her ne derseniz, hüzünlenir mi?” diye soranlarınız olabilir… “Kesinlikle hüzünlenir” derim ben de…

İnsanları motive edebilmeniz için, onların yaşadığı ruh halini bilmeniz de gerekir… Tavsiye ve önerilerinizin ka-bul görüp uygulanabilmesi ve dahası koçluk seansları-nız ile eğitimlerinizin kalıcı sonuçlar verebilmesi için si-zin de benzer halleri deneyimlemeniz gerekebilir. Bu sizi dürüst ve samimi kılar… Tatmadığın tadları, duymadığın sesleri, görmediğin renkleri, koklamadığın çiçekleri an-latabilirsin ama hissettiremezsin… İnsanların acılarını ve dertlerini dinler, onlara yardımcı olmaya çalışırsın ama acı ve dert tadmayan ne bilsin yaşananları?

Bugün de sıra bizdeydi işte… Hüzün sırası bizdeydi… Seminer esnasında hayatın acı gerçekleri ile yüzleştiği-miz kısa filmler izlemiştik. Eğitim verdiğim insanlar hal-lerine şükretmenin de etkisiyle neşelenmişti anlaşılan, yan taraftan gülme seslerim geliyordu…

Kahvemi tazelemek için ayağa kalktığımda yoldaki ka-labalık ve trafik daha da artmış göründü gözüme ve an-sızın kendime sordum; “Emrah, kitaplar yazdın, maka-leler yayınladın, seminerler verdin… On binlerce insanın düşünce ve gönül âlemine dokunma fırsatın oldu… Bu hayatta bir şeyleri değiştirebildin mi? Bu gri tabloya bir renk katabildin mi? Bu denizde bir katre olan “Sen” ne

kattın, ne eksilttin?”

Biz eğitimciler sık sık sorarız kendimize bu soruyu, ne-ticede yaptığımız işin topluma katkısını hissetmek is-teriz. Bir motivasyon koçunun motivasyonu asla diğer insanların motivasyonunu yükseltmeye endeksli olma-malıdır. Ancak doğrudan bir etkileşimin olması kaçınıl-maz oluyor ve bu gerçekliği, görmezden gelemezsiniz…

İnsanların dimağını açmak, morallerini yükseltmek, problem çözme yeteneklerini açığa çıkartmak hari-kadır. Bu tam anlamıyla dünyanın en güzel işlerinden biridir ve gerçekten de eşsiz bir deneyimdir. Ancak en çok arzuladığımız şeylerden biri de kalıcı etkiler sağla-yabilmek, insanların hayatı algılayışlarındaki gelişimi ve bu gelişimin meyveleri olan yeni halleri davranışları ve iyileşmeleri görebilmektir. Dahası, öğrencilerinizin diğer insanların hayatına olan pozitif katkılarını duymak sizi heyecanlandırır. Hiç tanımadığınız insanların mutlu ol-duğunu, ailelerin bir araya kenetlendiğini, iş ve okul ya-şamında başarı grafiğinin yükseldiğini, erdemlerin açığa çıktığını ve yüzlerin daha fazla gülümsediğini anlatırlar. Eğitmenlik bu anlamda çok sihirli bir etkiye sahiptir. Öğ-rencileriniz şiirler, makaleler ve dahası kitaplar yazmaya başladığında, onları radyo ve televizyonda çoşkuyla bir şeyler anlatırken gördüğünüzde gurur duymaktan ken-dinizi alamaz ve bu işi yaptığınız için şükredersiniz…

Plaza’daki eğitimin ardından birkaç gün geçti... Asis-tanlarımızdan Tuğba ofisten telefonla aradı. “Emrah Hocam, Cezaevinden bir mektup gelmiş, ben de merak edip açtım. Ağır bir suçtan dolayı hüküm giymiş ve uzun yıllar cezaevinde yaşayan bir bayan bir mahkum kitabı-nızı okumuş ve çok etkilenmiş. Müsaitseniz size birkaç satır okumak istiyorum.”

Şaşkına dönmüştüm. Hayatını cezaevinde geçiren kim-seyle daha önce tanışmamıştım ve ağır bir suçtan do-layı giydiği hüküm yüzünden cezaevinde yaşayan bir kadının eline kitabımın nasıl geçtiği sorusu şaşkınlığımı daha da arttırıyordu.

Tuğba telefonda kelimeleri tek tek okumaya başladı.

“Kendini Arama Kurtarma isimli kitabınızı okudum. Bu kitap hayata bakışımı değiştirdi. Artık sabahları erken kalkıyor, spor yapıyor ve güzelce kahvaltı ediyorum.Ha-yattan zevk alıyorum!”

Tuğba okumaya devam ettikçe gözlerim dolmaya baş-ladı. Eğitmen olan eşim Ceyda da merak etmiş yanıma gelmişti… Yüreğimdeki hüzün iyice doygunluğa erişmiş

“İTİRAf VE MEKTUP”

Emrah Altuntecim

116

ve yağmur olmuştu… Birkaç dakika sonra içimde güne-şin açtığını, bulutların dağıldığını ve yepyeni güzelliklerin ufukta göründüğünü duyumsamaya başladım…

Bu denizde bir katre olan “Sen” ne kattın, ne eksilttin?” sorusuna cevap verdi yüreğim… Bu denizde bir katre olmanın farkındalığı yetmezmiydi? Bu denize bir şeyler katmak ya da eksiltmek mümkün mü? Denizde yok olur-san deniz olmazmısın? Birkaç damla gözyaşı , alınteri ve birkaç damla mürekkep değil mi bizleri gerçekte var eden şey?

Her seminerden sonra insanlar bizlere kitap imzalatırlar ve her seferinde kendime sormadan edemem; “Bilmem şu kadar kitap imzalandı. Acaba kaç tanesi insanların yaşamına değer katacak? Yoksa kitap hapishanesi-ne dönüşen okunmamış kitaplar kütüphanesinde azat edileceği günü mü bekleyecek?” Bu sorunun cevabını vermek mümkün olmasa da bir gün gözyaşı ve alınte-riniz ile incelen mürekkebin boşuna sarf olmadığını se-zersiniz… Kelimeler yazılıyorsa, yazılması gerekiyordur ve birilerinin düşünce deryasında katre olacaktır elbet. Bazen hiç tanımadığınız insanlar için yazarsınız ve ko-nuşursunuz…

Telefon kapandı ve ben cezaevindeki okuyucumun satır-ları ile yüreğimdeki hüzünden azad oldum…

Eğitmenliğin en güzel armağanlarından biri de bu işte;

“Ne ekersen onu biçiyorsun, bazense fazlasını…”

Bizler bilgi ve sevgi çiftçile-riyiz aziz dostlarım… Ekilen tohumlar yağmur olmadan başak vermiyor… Sevgi ve bilgi tohumları ekmek bizim işimiz…

Ömür yettiğince ufuk çizgi-sine kadar ekmeye devam edeceğiz…

117

Page 60: AkademiBeykoz Sayı 8

Taşımacılık hizmetlerini etkileyebilen birçok faktör var-dır. Lojistik yöneticisinin kontrolü dışında olmasına rağ-men, bu meseleler taşımacılık alternatiflerinin seçimini önemli ölçüde etkileyebilmektedir.

Altyapı Varlığı ve Altyapı Koşulları

Küresel lojistikte karşılaşılan en önemli sorunlardan biri de, gelişmekte olan ülkelerde bulunan eski taşıma kaynaklarıyla başa çıkabilmektir. Örneğin bu bölgelerde liman olanakları az olabilir ya da limanlar malların bü-yük hacimler halinde konteynerler içinde taşınmasına olanak vermeyebilir. Karayolu sistemleri kıt ya da ge-lişmemiş olabilir, demiryolu hizmetleri yavaş ve sınırlı olabilir. Hava limanları, Avrupa, Avustralya ya da “Asi-an Tiger” ülkelerine kıyasla kabataslak yapılmış olabilir. Almanya’nın ülkenin doğusundaki altyapıyı iyileştirme çabaları problemin önemine örnek teşkil etmektedir. 1990 ve 1997 yılları arasında taşımayla ilintili pek çok projede 36 Milyar Euro yatırım yapılmıştır. Yatırımın 19 Milyarı Doğu Almanya demiryollarına, 9.5 Milyarı kara-yollarına ve 500 milyonu da denizyollarına yapılmıştır. 1990’dan bu yana, 5800 km doğu Alman demiryolu ve 1300 km karayolu inşa edilmiş ya da yenilenmiştir. 1998’de de Alman taşımacılık yatırımlarının yarısı Doğu Almanya projeleri için yapılmıştır. Günümüzde de bu ya-tırımlar eski ivmesini kaybetmiş olmasına rağmen halen devam etmektedir.

Dağıtım rotası boyunca herhangi bir noktada standardın altında bir alt yapıyla başa çıkma sorunu, lojistik siste-minin bütününü ilgilendiren bir sorundur. Özellikle de müşteri hizmetleri bundan zarar görür, çünkü sipariş verildikten sonra malın teslimine kadar geçen süre uza-yabilir. Firmalar taşımacılıktaki dar boğazları aşabilmek için hava yolunu ya da dolambaçlı başka yolları kullan-maya kalktıklarında, taşımacılık maliyetleri yükselebilir. Ürünün yeterince korunduğu güvencesini vermek için daha fazla paketleme yapabilir. Yine firmanın ulaşım problemleri nedeniyle ortaya çıkan gecikmeleri denge-leyebilmesi için ek stoklar tutması gerekebilir. Ancak bu tür problemler, sadece yeni gelişen sanayileşen piyasa-larda yaşanmamaktadır. Örneğin Londra’nın Heathrow Havaalanı o kadar kalabalıktır ki, kargoların tesisten çık-

ması üç günü bulabilmektedir. Bu tür gecikmeler, mal ve hizmetlerin tam zamanında teslimatına odaklanan bir iş dünyasında rekabet eden firmaları büyük zarara uğrat-maktadır. Çek Cumhuriyetinde ve Hindistan’da taşıtıcı firmaların özellikle kuzey ve doğu yönlü karayolları ve demiryollarıyla başa çıkmaları gerekir. Yine Meksika’da 20 adet potansiyel liman vardır, ancak bu limanlardan sadece dört tanesinde (ikisi Pasifikte, ikisi Atlantik’te) konteyner olanakları vardır.

Çevresel ve Hayat Kalitesiyle İlgili Sorunlar

Hava kirliliği, gürültü kirliliği, trafik yoğunluğu ve enerji tüketimi sosyal olarak taşımacılık hizmetlerinin hiç de hoşa gitmeyen yan ürünleridir. Hava Kirliliği: Hem mal hem de yolcu taşımacılığı başlıca karbondioksit kayna-ğı olarak görülmektedir. Bu emisyonların %20’sinden Avrupa ülkeleri mesul tutulmaktadır. Kara taşımacılı-ğı hava kirliliğinin başlıca kaynağı olarak görülmesine rağmen uçak yakıtlarının yaydığı maddeler hava kirlili-ğine yol açmaktadır. Demiryolu taşımacılığında da yine benzer bir etki görülmektedir. Demiryolları, ya doğrudan dizel sürüşlü makineleri işleterek ya da dolaylı olarak elektrik gücü üretmek için fosil benzinlerini yakarak hava kirliliğine yol açmaktadır. Bunun yanı sıra, klimalı ve donduruculu yük taşıma araçlarında kloroflorokar-bon (CFCs),Freyon kullanımı da çevreciler tarafından tepki görmekte, atmosferdeki koruyucu ozon tabaka-sına zarar verdiği ileri sürülmektedir. Avrupa’da hava kirliliği sorunu doğu Avrupa ülkelerinin hızlı ekonomik gelişimleriyle daha da karmaşık bir hal almaktadır.

Gürültü Kirliliği: Günümüzde insanlar “manzara bozul-malarına” karşı gittikçe daha duyarlı hale gelmektedir. Yeni lojistik alt yapı projeleri, örneğin Fransa’nın güne-yinde yüksek hızlı demiryolu taşıma sistemi, İngiltere’nin güneydoğusunda Channel tünelini Londra’ya bağlaya-cak yeni demiryolu hattı, Münih’teki yeni havalimanı ya da çeşitli amaçlarla inşa edilen antrepolar yerel, böl-gesel ve hatta ulusal düzeylerde şiddetli protestolarla karşılanmıştır. Halktan gelen bu tür tepkilerle, firmala-rın ekonomik gelişme ve çevresel koruma arasındaki makul dengeyi kırma yolundaki çabalarının ve devletin yeni üretim ve dağıtım tesisleri veya taşımacılık altyapı yatırımları inşa ederek lojistik gruplar üzerindeki baskıyı hafifletme yolundaki çabalarının önüne geçilebilir. Tra-fik Yoğunluğu: Hem yolcu hem de yük trafiğindeki hızlı artışların yol açtığı yoğunluk artık Batı Avrupa ülkelerin-de endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Avrupa Komisyo-nunda yayımlanan bir rapora göre, 1990 ve 2000 yılları arasında karayolu nakliyatının %42 oranında artacağı

TAŞIMAcILIK MALİYETİNİ VE HİzMETİNİ ETKİLEYEN MESELELER

Yrd. Doç. Dr. ruhet Genç

Bilgi üniversitesi - uluslararası Lojistik ve Taşımacılık Bölüm Koordinatörü

118

beklenmekteydi. Aynı dönem boyunca demiryolu taşı-macılığının %33 artacağı tahmin edilmekteydi. Bu bek-lentiler büyük ölçüde gerçekleşti. Birkaç yıl içerisinde, Avrupa Birliğinde 27 havalimanından 16 tanesinin tam doyum noktasına ulaşacağı ve ek uçuşlar yapamaya-cağı tahmin edilmiştir. Buna ilaveten, bu vahim yoğun-luk ana yolları ve demiryolu geçitlerini araç trafiği dü-şünülmeden planlanmış Avrupa şehirlerinin metropol merkezlerini gittikçe daha da kötü hale getirebilecektir. Avusturya, İsviçre ve Almanya’da Ruhr gibi transit böl-ge sakinleri bu tür problemlerle karşı karşıya kalmakta-dırlar. Demiryolu ve deniz taşımacılığının, kara ve hava yollarına göre daha çok çevre dostu olduğu söylenebilir. Avrupa Birliği ülkelerinin büyük çoğunluğunda kargolar artık karayollarıyla değil demiryolları ve kanallar aracılı-ğıyla taşınmaktadır. Gürültüyle ilgili şikâyetler dünyada çok sayıda hava alanının gece boyunca “sessiz saatler” uygulaması başlatmasına yol açmıştır. Bazı ülkeler gü-nün belli saatlerinde karayolu nakliyatını sınırlamış ya da yasaklamıştır. Örneğin; Almanya Pazar günleri ve yazları hafta sonlarında (Yeşil plakalılar hariç) kamyonların oto-banda seyahat etmelerini yasaklamıştır. Meskûn bölge yakınlarından geçen yollarda hız sınırlaması, gürültü emici duvarlar, bitki örtüsü vb. önlemler de bu konuda alınan bazı tedbirlere örnektir.

Gümrükler ve Kargo Güvenliği

Global lojistik yöneticilerinin karşılaştığı meselelerden biri de gümrük prosedürleridir. Bu prosedürler Avrupa Birliğinde ön ödemelere rağmen, bezdirici olabilmekte-dir.Bazı ülkelerde çok hızlı değişimler yaşanabilmesine rağmen, kargo güvenliği konusu, dünyanın belirli bölge-lerinde çok önemli ciddi bir sorun haline gelmiştir. Bir bilgisayar üreticisi ürününü batı Avrupa’dan Moskova’ya taşımak için güvenli metal kamyonlar kullanır. Doğu Avrupa’da, özellikle Polonya ve Rusya’da, konvoy sa-dece yakıt almak için durur. Rusya’ya ulaştığında askeri korumaların yük araçları, Moskova’ya haftalık bilgisayar sevkiyatı yapan kamyona eşlik eder. Kuzey Meksika’da kamyon soygunculuğu problem iken, güneydoğu Asya’da ve Somalide deniz haydutluğu vardır. Ancak, güvenlik uzmanları eski Sovyet Birliği ve doğu bloku ül-kelerini bugün dünyanın en tehlikeli bölgesi olarak gör-mektedir. Örgütlenmiş suç kartelleri ve zayıf ekonomik koşullar her kargo parçasını potansiyel bir hedef haline getirmiştir. Polonya’daki yüksek hırsızlık riskine karşılık, bazı taşıtıcı firmalar Polonya’ya karadan geçmektense (daha çok zaman alacağı ve daha pahalı olacağı için), kargoyu Almanya’dan Rusya’ya deniz yoluyla taşımayı tercih ederler.

Taşıyıcı Güvenliği

Yöneticilerin büyük çoğunluğu güvenliği bir lojistik so-runu olarak görmemektedir. Ancak; daha fazla ülke taşıma kaynaklarını rekabetçi bir seviyeye getirdikçe, taşıyıcı firma seçiminde güvenlik konusu önemli hale gelebilir. Serbest piyasa taşımacılığını eleştirenler, daha fazla taşıyıcı piyasaya girdikçe ve maliyetleri kontrol et-mek için baskı arttıkça güvenliğin çeşitli nedenlerle bo-zulduğunu ileri sürerler. Birincisi: hizmet tedarik eden daha çok taşıyıcı vardır ve bu da daha fazla aracın iş-letilmesi demektir. İkincisi, rekabetçi baskılar firmaları araçları mekanik problemlerle işletmeye yöneltir. Üçün-cüsü; maliyetleri azaltıcı bir yol olarak personel çıkarımı-na gidilmesi işçilerin daha fazla çalışmalarına yol açar. Son olarak, bu tartışma böyle devam eder ve nihaye-tinde daha fazla kazalara rastlanır. Gelişmekte olan re-kabetçi piyasalarda taşıtıcı firmalar güvenli olmadığını fark ettikleri taşıtıcı firmaları kullanmayacaklardır. Kaza olduğu takdirde, mallar bozulur ve satışlar da hasar gö-rür, teslimat tarihleri gecikir, taşıtıcı firmalar hakkında olumsuz izlenimler oluşur ve satışlar da bundan zarar görür. Dolayısıyla taşıtıcılar güvenli olmayan taşıyıcılar-la çalışmayacaklardır. Serbest bir piyasada, taşıyıcılar taşıtıcılarla iş yapmadan önce, olması gereken kriter-ler listesine taşıyıcının güvenliği kriterini ekleyebilir. Bir başka deyişle riskli tehlikeli operasyonlar firmanın taşı-ma maliyetlerini arttıracağı için firma güvenli olmayan bir taşıyıcıyla çalışmayı istemeyecektir. Bununla birlikte yeni gelişen-sanayileşen ülkelerde taşıtıcılar halen dü-şük maliyetli taşıyıcıları tercih edebilmektedir. Çünkü bu piyasalardaki kendini daha az geliştirmiş müşteriler ortaya çıkabilecek taşıma kesintilerini tolere edebilirler. Son olarak piyasadaki mevcut taşıyıcı firmalar standar-dın altında olabilir. Dolayısıyla böyle bir durumda lojistik yöneticilerinin çok az seçme şansı olacaktır.

Sonuçlar

Lojistik açısından, güvenlik ve altyapı koşulları gibi fak-törler gizli olduğu kadar doğrudan etki yaratabilecek ni-teliktedir. Örneğin, eski Sovyetler Birliği’nde 1000 km yol alacak bir sevkiyatın maliyet rakamları tahmin edilmiş-tir ve bu rakamın özellikle yetersiz alt yapı ve güvenlik riskleri dolayısıyla, aynı yolla Batı Avrupa’da ulaşılan ra-kamlardan daha fazla olduğu görülmüştür. Dolayısıyla sadece yurt içi taşımacılığıyla ilgilenen bir yöneticinin ufak görebileceği bu tür meseleler, uluslararası taşıma-cılıkta karlılığı ve müşteri hizmetini doğrudan doğruya etkileyebilir.

119

Page 61: AkademiBeykoz Sayı 8

ÜLKENİN SANA İHTİYACI VAR, ASKER: BATTLESHİP

Silahlı Kuvvetlerin tam desteğiyle çekildiği her lahza-sından anlaşılan Battleship adeta genç erkek ve kadın-lara “Donanmaya Katılın!” çağrısı niteliği taşıyor.

Milyonlarca kişinin izlediği Hollywood filmlerinin perde arkasında pek çok sır gizlidir. En önemli sırlardan biri de Pentagon’un bazı filmler üstündeki etki ve sansür gücüdür.

Hollywood’un işi film yapmaktır ve her işte olduğu on-ların da bazı öncelikleri vardır. “İyi film” yapmak önce-

liklerinden bir tanesidir ama çoğu durumda kesinlikle “iyi para” yapma önceliğinin önüne geçecek bir niyet değildir bu.

Amerikan ordusunun Hollywood ile sıkı fıkı ilişkiler kur-duğu öyle çok bilinmeyen bir şey değil. Büyük bütçeli savaş ya da aksiyon filmleri çekecekseniz onlardan ala-cağınız ekipmanlara, personele, kimi zaman da çekim lokasyonlarına ve eğitime muhtaçsınızdır. Hiçbir stüd-yonun deposunda filmlerde kullanılmak üzere tanklar, savaş uçakları, uçak gemileri, denizaltılar, helikopterler ve son model silahlar oluşan bir stok yoktur. Ya da askeri bir tesiste bir sahne çekmek öyle herkesin alabildiği bir izin değildir. Silahlı kuvvetler Hollywood’un bu yönde-ki isteklerini karşılamak konusunda oldukça isteklidir. Üstelik bunun karşılığında ya çok az bir meblağ talep ederler, ya da hiç etmezler. Yapımcının milyonlarını kur-tarmasını sağlayan bu anlaşma Pentagon için önemli bir propaganda fırsatıdır çünkü. Yapımcıyı zengin etme karşılığında senaryo üzerinde istedikleri değişiklikleri ya da eklemeleri yapacak yetkiye kavuşurlar. Dahil olduk-ları bir projede ordunun imajına zarar verecek bir şeye izin verecek halleri yoktur. Özgürlükler Ülkesi ABD’de, Kuzey Kore hükümeti gibi halka gösterilecek her türlü medyada kesin bir kontrol sahibi olmaları mümkün ol-madığından, tüm dünyayı gezecek bu filmlere istedik-leri gibi şekil vermeleri onlar için bulunmaz bir fırsattır.

Bunları yalnızca biz söylemiyoruz. New York Times ve Washington Post gibi gazetelerde çalışmış, üç kez Pulitzer’e aday gösterilmiş David L. Robb, Hollywood Operasyonları: Pentagon Filmleri Nasıl Şekillendirip Sansürler (Operation Hollywood: How the Pentagon Shapes and Censors the Movies) adlı kitabında Penta-gon-Hollywood ilişkisini gözler önüne serer ve ortaya çı-kan filmlerdeki sansür vakalarını teker teker afişe eder. Kitapta hangi filmlerde ne gibi sansürler uygulandığı teker teker anlatılır. Filmler arasında James Bond’dan, Kusursuz Fırtına’dan (The Perfect Storm), Rüzgarla Konuşanlar’a (Windstalkers), Bağımsızlık Günü’ne (In-dependence Day) ve Günaydın Vietnam’a (Good Morning Vietnam); Kara Şahin Düştü’den (Blackhawk Down), Pe-arl Harbor’dan Armageddon’a, Top Gun’a ve Lassie’ye pek çok film vardır. Bu kitabın ülkemizde Güncel Yayın-cılık tarafından yayımlandığı belirteyim. Ama kitabı şu an bulmak pek mümkün değil.

Bu giriş, dünyayı istila etmeye karar veren uzaylıların ateş gücüne karşı göğüslerini siper eden Amerikan bahriyelilerinin hikayesini anlatan Battleship’in nasıl bir film olduğu hakkında size biraz fikir vermek içindi.

VİzYONDAN 3 fİLM

Ege Görgün

120

Ege Görgün

Silahlı Kuvvetler’in tam desteğiyle çekildiği her lah-zasından anlaşılan film adeta gençlere “Donanmaya Katılın!” çağrısı niteliği taşıyor. Peki uzaylıların istilaya Hawai’den başlaması Amerikalılar’ın hala Pearl Harbor Baskını travmasından muzdarip olduğunu mu gösteri-yor, yoksa militer-muhafazakar kanadın bu eski travma-yı yeniden nüksettirme niyetini mİ? Üstüne üstlük filmin gizli kahramanı II. Dünya Savaşı’nda Japon Adaları’nı bombalayan USA Missouri savaş gemisi. Ama en komik olanı da, tüm bu bariz artniyetli alt metinleri örtbas et-mek adına filmde Amerikalıları ve Japonları istilacılara karşı müttefik yapmaları. İster seyirciyi gerizekalı yerine koyma deyin buna, ister kabahatini çocuk zekasıyla giz-lemeye çalışmak.

Filmin asker toplama dışında, bir de rehabilitasyon mis-yonu var. Irak ve Afganistan Savaşı’ndan sakat dönen askerlere moral vermek için olsa gerek, iki bacağını kay-betmiş bir gaziye de bir uzaylıyı alt etme onuru bahşedi-liyor. Öyle zekasıyla falan değil hem de, ufak bir yardım alsa da bildiğiniz kaba kuvvetle bitiriyor rakibinin işini. Ve Doğum Günü 4 Temmuz’un rövanşı alınmış oluyor böylece demokratlardan.

Filmin genel anafikrini ise bizzat karakterlerden biri dil-lendiriyor zaten. “Donanmaya ihtiyacımız var. Denizcile-re ihtiyacımız var.”

Soğuk Savaş döneminin paranoya bilimkurularını hatır-latan filmin zaten ahım şahım olmayan hikayesi zeka-nıza hakaret eden mantıksızlıklarla dolu. İşte bir tanesi ama en önemlisi… Teknolojileri galaksiler arası yolculuk edebilecek seviyede bir uygarlık niye konvensiyonel si-lahlar kullanır Allah aşkına?

Uzaylıların yaratıcı ve ileri teknoloji gibi görünen tek si-lahı ise aslında o kadar da yaratıcı değil. Paralayıcı diye-bileceğimiz bu silahlar bilimkurgu türünde verilmiş en iyi B-sinema örneklerinden biri sayılan Screamers’dan esinlenmiş. Boyutlarını saymazsak aradaki tek fark biri-nin insanları, diğerininse mekanik şeyleri hedef alması.

Bu kadar laf ettikten sonra filmi size önermeyeceğimi düşünüyorsunuz değil mi? Yanılıyorsunuz. Çünkü Batt-leship–yukarıda anlattıklarımın farkında olduktan son-ra tabi- müthiş bir eğlencelik. Muhteşem bir görsellikte sunulan deniz muharebeleri sayesinde başından sona gözünüzü kırpmadan seyrediyorsunuz. Bu filmi sinema

121

Page 62: AkademiBeykoz Sayı 8

salonunda seyretmemek bir sinemasever için gerçek-ten kayıp olur.

İşte filmlere ayrı ayrı, bir seyir, bir de eleştiri notu

vermeyi tercih etmemin sebebi bu. Battleship’in de eleştiri notu 2.5, seyir notu ise 4.

Son söz: Siz siz olun, dünyayı uzaylılar istila edecek diye korkmayın, sonuçta dünyaya bizim bugüne kadar yaptıklarımızdan daha kötü ne yapabilirler ki?

Battleship

Yönetmen: Peter Berg

Senaryo: Erich Hoeber, Jon Hoeber

Oyuncular: Alexander Skarsgård, Brooklyn Decker,

Liam Neeson

Yapım: 2012 / ABD

ALIŞILMADIK VASATLIKTA ALIŞILDIK BİR FERZAN ÖZPETEK FİLMİ: ŞAHANE MİSAFİR (MAGNİFİCO PRESENZE)

Şahane Misafir’in yönetmeni Ferzan Özpetek‘in duru-munu ben biraz da milli takım tercihini Almanya’dan yana kullanan Mesut Özil’inkine benzetiyorum. Özpe-tek, Türk sineması yerine İtalyan sineması içinde va-rolma tercihini devam ettiriyor ve kimbilir belki de iyi yapıyor. İnsanların tercihlerini yargılamak bize düşmez. Yeteneklerini farklı alanlarda sergiliyor olsalar da, kali-te anlamında da Mesut Özil’le Ferzan Özpetek arasında paralellik var bana kalırsa. İkisi de misak-ı milli sınırlar içindeki meslektaşlarının çoğundan daha kaliteli bir üretim ortaya koyuyorlar.

Şahane Misafir Özpetek sinemasının alışıldık ve vazge-çilmez unsurlarıyla oluşmuş bir hikaye. Kendiyle, haya-tıyla ilgili keşiflerin eşiğinde olan yalnız bir anakarakter, gizemli yabancılar ve finalde açığa çıkacak yürek bur-kan bir saklı gerçek. Ancak bu unsurlardan yola çıkan önceki iyi filmleriyle kıyaslandığında eksik olan bir şey

122

ya da bir şeyler var Şahane Misafir’de. Özpetek bir yü-zeysellik tuzağına düşüyor bu filminde. Ne o ana karak-terini yeterince tahlil ediyor, ne de bize onun psikoloji-sini anlamamız için yeterince ip ucu veriyor. Ayrıntı bu-lamıyorsunuz hikayede. Oysa misal, Karşı Pencere’de trabzanlarda bırakılan un izleri bile ne kadar önemli anlamlar yüklüydü ve tabi o pastalar…

Yan karakterlerin hikayeye yedirilmiş değil de, yapış-tırılmış gibi durması bir başka sorun. Yan karakter de-mişken… Özpetek’in zaman zaman oyuncu kadrosun-da kendi ülkesinden isimlere yer verme adeti var. Son filminde cismiyle yer bulan şanslı Türk bu kez Cem Yılmaz oluyor. Ama uyarmak Ters Ninja’nın boynunun borcu: Türkiye’de kullanılan afişin ve seçilen Türkçe is-min manipulasyon tuzağına düşmeyin sakın. Bu alıştı-ğımız anlamda bir Cem Yılmaz filmi değil. Zaten bu bir Cem Yılmaz değil. Yalnızca buğulu sesi ve şarkılarıyla dahil olmasına rağmen Sezen Aksu bile filmde Cem Yılmaz’dan daha görülür bir pozisyonda.

Cem Yılmaz ana karakter olacak diye bir kaide yok el-bette. Ama bana kalırsa Özpetek, Cem Yılmaz’ın yıldız ışığından yararlanma ve filmini seyirciye daha cazip

kılma fırsatını kaçırmış. Vizontele ve Organize İşler’de de yan karakter oynayan Cem Yılmaz’ın az bir rolle de çok ışıltı yaratabildiğine şahit olmuştuk. Ama Şahane Misafir’de öyle olmuyor. Bir yanıyla komedi olan filmin Cem Yılmaz’a daha çok ihtiyacı olduğu kendini ayan beyan belli ediyor. Hoş, Cem Yılmaz’ı komik unsur ola-rak kullanmak da bir zorunluluk değil. Yavuz Turgul Av Mevsimi’nde Cem Yılmaz’ın yıldız ışığını ona komiklik yaptırmadan ortaya koymayı başarmamış mıydı? Kısa-cası elindeki malzemeden yeterince yararlanamamış Özpetek ve Cem Yılmaz’ın varlığı bir pazarlama strateji-sinden öte bir şey değilmiş gibi kalmış filmde.

Özpetek’in gizem örgüsünü ustalıkla kurduğu filmleri-ni de aratır cinsten Şahane Misafir. Bu sorun yüzünden finale giden yolda yeterince meraklanmıyor izleyici, do-layısıyla hikaye de sürükleyiciliğini kaybediyor. Debisi düşük bir akışla geldiğinizde finale, kaçınılmazla karşı-laşıyor ve önünüze serilen gerçeğin size yaşatması ge-reken tatmin duygusundan mahrum kalıyorsunuz.

Özetlersek… Şahane Misafir Özpetek’in başta övgüler dizdiğimiz yeteneğini yansıtan bir film değil ne yazık ki.

123

Page 63: AkademiBeykoz Sayı 8

Genelle kıyaslandığında belki “yeterli”, ancak Özpetek sinemasının parametreleriyle değerlendirildiğinde an-cak “vasat” olarak nitelendirebileceğiniz bir film.

Şahane Misafir

(Magnifico Presenze – Magnificent Appearance)

Yönetmen: Ferzan Ozpetek

Senaryo: Ferzan Ozpetek, Federica Pontremoli

Oyuncular: Elio Germano, Paola Minaccioni, Beppe Fiorello

Yapım: 2012 / İtalya / 105 dk.

BU KEZ HİKAYENİN KAHRAMANI POE: KUZGUN

(THE RAVEN)

Bugüne dek Edgar Allan Poe’nun öykülerinden esin-lenen sayısız film yapıldı. Bu Poe’nun, belli bir oranda popülerlik kazansa da zamanında değeri çok da anla-şılmayan eserlerinin önemini ortaya koymaya yetiyor. Ancak iş Edgar Allan Poe’nun kahramanı olduğu bir film bulmaya gelince durum değişiyor.

Son yıllarda popüler romancılığın ilgi alanlarından biri de gerçek tarihi kişiliklerin hayatlarından yola çıkarak alternatif tarihler kurgulamak oldu. Edgar Allan Poe da bu trendden nasibini almıştı. Matthew Pearl’ün yazdığı ve Poe’nun ölmeden önceki son günlerini konu alan bol aksiyon, macera ve entrika dolu roman Poe Gölgesi var hatırladığım (Goa). Joel Rose imzalı En Karanlık Kuş’ta ise 1841 yılında işlenen kanlı bir cinayetle başlıyordu. Poe’yu işaret eden bu cinayetin sırrı ise ancak onun eserlerindeki ipuçları değerlendirilerek çözülecek gibi görünmektedir. (İthaki) Kuzgunun hikaye örgüsü oluştu-rulurken bu iki romandan çok da farklı bir yöntem izlen-memiş.

Dehşetengiz öyküleriyle burjuva sınıfını tirildeten, ro-

124

mantik şiirleriyle hanımları hülyalara daldıran, dedek-tiflik öykülerinin ataları sayılabilecek polisiyelere imza atan Edgar Allan Poe 3 Ekim 1849’da Baltimore sokakla-rında ölmek üzereyken bulundu. Üstünde kendine ait ol-mayan giysiler vardı ve ağzından yalnızca sayıklamadan ibaret izlenimi veren sözler çıkıyordu. Hemen hastaha-neye kaldırıldı ama birkaç gün içinde ölmekten kurtu-lamadı. O günkü gazeteler ölüm nedenini içki dayalı bir beyin rahatsızlığına yorsa da, doktorlar kesin bir teşhis koyamadılar. Zaten sonradan tüm hastane kayıtları da kayboldu. Amerikan Edebiyatı’nın en büyük yazarların-dan biri olan Poe’nun ölümü ardındaki sır perdesi bugün bile aralanamadı.

Kuzgun bizi Poe’nun ölümüyle nihayetleneceği kesin o birkaç güne götürüyor. Bir seri katil Poe’nun eserlerin-deki ayrıntıları aynen taklit ederek cinayetler işlemek-tedir. Usta polis müfettişi aradaki bağlantıyı keşfedince hemen Poe ile bağlantıya geçer ve birlikte katilin peşine düşerler. Ancak katil sevdiği kadını kaçırınca vaka Poe için daha kişisel ve ölümcül bir hal alır.

Filmin senaryosu tarihi gerçeklerle kurgunun harman-lanmasından oluşturulmuş. Gerçeklere dair fazla şey

bilinmediği için elbette kurgusal kısım çok daha ağır basmış. Tarihsel gerçeklik daha çok Poe’nun karakterini ortaya koymak için kullanılmış. Kurgusal kısım uğruna gerçeklere ihanet etmekten kaçınılmamış hatta. Örne-ğin cinayet kurbanlarından biri olarak Poe’nun yaşar-ken gazete sütunlarından büyük bir kavgaya tutuştuğu eleştirmen Griswold seçilmiş. Oysa Griswold gerçekte Poe’dan uzun yaşamış ve Poe ile arasında olan husu-meti rakibi öldükten sonra da devam ettirmiştir. Poe’yu karalamak, hatta onun şöhretini yok etmek üzere yazdı-ğı biyografi uzun yıllar büyük yazarın anısını kirletmiştir.

Kuzgun dört dörtlük bir film değil belki ama Edgar Al-lan Poe gibi bir yazarı hatırlamak, onun eserlerini tekrar gözden geçirmek ya da daha onun eserleriyle tanışma-mış olanları bu konuda teşvik etmek gibi bir fırsat sun-duğu içim ben kendi adıma Kuzgun’u önemsiz bir film olarak adledemiyorum. Belki Poe’nun eserlerinden alışık olduğumuz o dehşetengiz atmosferlerden birine soka-mıyor film bizi, ama ünlü yazarın kendisine bahşedilen dehaya rağmen yaşadığı acıların onu sürgün ettiği hü-zün ve melankoli diyarından bir manzara görebileceği-miz bir pencere açabiliyor.

125

Page 64: AkademiBeykoz Sayı 8

Yönetmen olarak V For Vendetta filminden hatırladı-ğımız James McTeigue’in seçilmesi Kuzgun projesine başlarken yapımcıların hayalinde yeni bir From Hell ol-duğunu düşündürüyor. Ama neticede beş yıldızlık From Hell’e, en az 2 yıldız uzaklıkta bir yapımla yetinmek zo-runda kalıyorlar. Ne hikayede, ne de görsellik de hedef tutturulamıyor. İki konuda da Poe’yu daha fazla ve daha doğru referans alsalardı daha iyi olurmuş gibi geldi bana. Poe’nun o karanlık, gotik tarafı filme hiç taşına-mamış anlayacağınız.

Dolayısıyla 5 yıldız üzerinden konuşacak olursak Kuzgun’un seyir notu 3.5, eleştiri notu ise 3.

The Raven

Yönetmen: James McTeigue

Senaryo: Ben Livingston, Hannah Shakespeare

Oyuncular: John Cusack, Alice Eve, Luke Evans

Yapım: 2012 /ABD-Macar-İsp./ 111 dk.

126

röportaj: Yrd.Doç.Dr. Pınar Seden Meral

Fotoğraf: Ayşe şule Bilgiç Arşivi

Ayşe Şule Bilgiç’i birçoğumuz televizyondan, tiyatro sahnesinden ve “Rüzgarın Kızı” lakabıyla Hürriyet ga-zetesinde yazdığı köşe yazılarından tanıyoruz. Sevilen şarkıcı Kıraç’ın eşi de olan Ayşe Şule Bilgiç aynı zaman-da çocukların çok sevdiği çizgi film karakteri Pepee’nin yaratıcısı ve Düşyeri Çizgi Film Stüdyosu’nun kurucusu. Akademi Beykoz dergimizin Beykoz’dan portreler köşe-sinin bu sayıdaki konuğu olan Ayşe Şule Bilgiç ile son dönemdeki çalışmaları ve Beykoz ilçesi üzerine bir söy-leşi gerçekleştirdik.

Ayşe Hanım, öncelikle Beykoz Lojistik Meslek Yükse-kokulu bünyesinde yayınlamakta olduğumuz Akademi Beykoz adlı dergimizin, Beykoz’dan portreler köşesi-ne konuk olmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür edi-yorum. Beykoz semti ile ilgili sorularımıza geçmeden önce son çalışmalarınızdan bahsetmek istiyorum. Çocukların taparcasına sevdiği bir çizgi film karakte-ri yarattınız. Pepee nasıl doğdu? Yaratım sürecinden bahseder misiniz?

Okul yıllarından beri hep hayıflanırdım neden Türk Çizgi Film karakterleri, filmleri yapılmıyor diye... Sonra hayat beni biraz çeşitli rüzgârlar ile çok çeşitli iş alanlarına ta-

şıdı. İletişim fakültesinin önüme açtığı her konuda ça-lıştım. Ama bunların hepsi rüzgârın beni ittiği yerlerde yaşadıklarımdı. Çizgi Film ise ilk kez rüzgârını benim estirdiğim, kendi başıma sıfırdan ve önümde hiçbir fır-sat yokken oluşturduğum bir girişim. Türkiye’nin ilk milli

çizgi film kahramanı Pepee 5 senelik bir emeğin ürünü ve 3,5 senedir TRT Çocuk ekranlarında yayında. Bizim bu-gün tüm çocukların ilgisini kazanmış olmamızın birincil sebebi işimizi çok iyi yapmamız ve TRT Çocuk gibi güçlü bir kanalda yayınlanıyor olmamız. Ona rağmen bu noktaya gelmemiz yaklaşık 4 senemizi aldı. 4 senedir TRT Çocuk dışında hiçbir destekçimiz olmadı. TRT Çocuk’un desteği tüm maliyetle-rimizi karşılamıyordu. Biz 4 senedir Kı-raç ile kazandığımız her şeyi Pepee’ye yatırdık. 2 kişi çıktığımız yolda başar-dıkça yeni yol arkadaşları kazandık. Bugün Düşyeri 48 kişilik kocaman bir aile... Ama arkasında ben dahil 4-5 kişinin büyük mücadelesi, inancı, ha-yattan ve kendinden tavizleri var. Öyle olmasa, bugün hala yanımda olan can

yoldaşı ekibim olmasa asla bu noktaya varamazdık. Şu anda ise Pepee hem çocukların hem de büyüklerin gön-lünü kazandı. Kısa süre önce lisanslı ürünlerimizi de ço-cuklar ile buluşturduk. Pepee bebekleri, nevresim takım-ları, oyunları, çantaları gibi birçok Pepee ürününe minik hayranların yoğun ilgisi bizi çok mutlu ediyor.

Pepee adı ilginç... Nereden geliyor?

Pepee yüzyıllardır Anadolu’da güzel Türkçemizde konuş-ma zorluğu çeken insanlara takılan bir sıfattır. Pepe Ah-met, pepe Ali’lerimiz vardır. Ama bizim ilk aklımıza gelen elin İspanyol “Pepe”si oluyor ne acı… Burda seyirciden tek bir şey için af dileyebilirim o da sondaki fazladan “e” harfi. Bu ise tamamen teknik olarak marka ayrıştırması yapabilmek ve uzatma efekti ile konulmuş bir fazladan “e”dir. O fazladan “e” olmasa yine bizim Anadolu’muzun “pepe”si büyük şehirlerde kimsenin aklına gelmeyecekti eminim. Yani Pepee %100 Türkçe bir isimdir. Pepee’nin söylediği şarkılar tüm çocukların dilinde. Bu şarkıların söz ve müzikleri kime ait?Pepee’nin bu kadar sevilmesinde müziklerinin de büyük payı olduğunu söyleyebilirim. Pepee’nin şarkılarını bir

127

“İSTANBUL’DA SIĞINDIĞIM YER BEYKOz”

Page 65: AkademiBeykoz Sayı 8

anne olarak ben mırıldanarak besteliyorum. Sonrasında Kıraç aranjelerini yapıyor. Bölüm içindeki sahne müzik-lerini ise Kıraç’ın Garbiyeli müzik ekibinden değerli mü-zisyen arkadaşımız Nevzat Yılmaz yapıyor. Nevzat çoğu zaman, sahnelerin üzerine, sahnenin duygusuna göre, canlı birer bir enstrümanları çalarak sahnelere can ve-riyor.

Pepee’den başka ikinci bir karakter yaratmayı düşünü-yor musunuz?

Pepee Türk halkı tarafından gerçekten çok sevildi. Bu-nun vermiş olduğu cesaret ile ikinci projemizin hazır-lıklarına bir buçuk sene önce başlamıştık. Bu sefer yaş grubumuz 6-9. Yani ilkokul çağı çocukları. Şu sıralar son hazırlıklarını gerçekleştirdiğimiz projemizi, yeni yayın döneminde yine TRT ÇOCUK ekranlarında buluşturmayı planlıyoruz. En az Pepee kadar sevileceğini umut edi-yoruz.

Televizyon ve tiyatronun yanı sıra sizi bir de motosik-let tutkunuzla tanıyoruz. Motosiklet tutkunuzdan söz edermisiniz?

Motor, rüzgar bunlar biraz sahne tozu gibi. Bir kere so-luduğunuzda bir daha içinizden çıkmıyor. Ama bundan 6-7 sene evvel 4 tekeri tamamen reddeder bir hayatım vardı. Yaz-kar-kış demeden motora biniyordum. Şu an hayat şartları, iş tempom bu konuda revizyon yapma-ma sebep oldu. Hayatıma sokmadığım otomobil de artık hayatımda. Hem motorum hem arabam var artık...

Ne kadar zamandır Beykoz’da ilçesinde oturuyorsu-nuz? Beykoz ilçesini tercih etme nedenleriniz neler-dir? Sizi buraya çeken şey ne oldu?

Beş senedir Beykoz’luyum. Burayı hem doğal yapısı, yük-sekte olması, havadarlığı, ye-şilliği için tercih ettim hem de 2. köprünün hemen ayağında ulaşım açısından çok avan-tajlı olduğu için... Bir de şaha-ne manzaralar var onu da es geçmemek gerekir... Beykoz hem modernliği hem de do-ğallı ile tam benim gönlüme göre bir yer…

Dünya tatlısı bir kızınız var. Bu bölgede oturuyor olma-nın onun hayatında sizce ne gibi etkileri var?

Temiz hava soluyor her şeyden önemlisi… Bir de biz çok tepede olduğumuz için gerçekten burası şehrin içine göre biraz dağ başı gibi… Oksijen oranı daha yüksek, etrafımız ormanlarla çevrili… Üstelik bir o kadar da mo-dern, gelişmiş bir bölge…

Beykoz’un en sevdiğiniz yönleri nedir? Beykoz ilçesi sizin için ne anlam taşıyor?

Beykoz’un yeşilini, boğaza göz kırpan tepelerini, bol ok-sijenli havasını, insanının samimiyetini, yıpranmamış köylerini seviyorum. İstanbul’da sığındığım yer BEYKOZ.

Komşuluk ilişkileriniz nasıl? Beykoz’da oturan diğer ünlülerle görüşüyor musunuz?

İnanılmaz gelişkin komşuluk ilişkilerimiz yok ne yazık ki… Ama tüm ailem, annem, kardeşlerim, kayınvalidem, eşimin kardeşleri çok yakın oturuyoruz. Hepimiz Bey-koz’dayız... Bu sebeple komşu eksikliği pek hissetmiyo-rum.

Beykoz bölgesinde ailecek vaktinizi nasıl geçiyorsu-nuz? Birlikte neler yapmaktan ve nerelere gitmekten hoşlanıyorsunuz?

Boğaza inip Uskumru’da balık yemeyi çok seviyoruz. Kavacık’ta Birlik Kasap’tan etlerimizi alıp, Mini Hal’den mis gibi sebze meyvelerimizi alıp, Mado’dan dondurma yemeyi seviyoruz. Onun dışında evimizde vakit geçir-meyi çok seviyoruz. Biraz ev kuşuyuz ailecek.

128

“BALIK EYLÜL AYINDAN MART AYINA KADAR YENİR”

röportaj: Yrd. Doç. Dr. Pınar Seden Meral & Yrd.Doç.Dr. Güray Tezer

Fotoğraf: Yrd. Doç. Dr. Pınar Seden Meral & Beykoz Güncel Arşivi

Avlanması, saklanması, pişirilmesi ve yemesi en çok özen gerektiren gereken besinlerin başında geliyor ba-lık. Avlanma koşullarına dikkat edilmesi gerekiyor ki balık büyüyebilsin, yağlanabilsin ve Omega 3 açısından zengin hale gelebilsin. Avlanan balığın iyi de muhafaza edilmesi şart; hatta en güzeli tutulan balığı hemen ızga-rada pişirip afiyetle yemek. Zira o kadar hassas bir besin maddesi ki, kolayca bozulup zehirleyebilir bile. Pişirme usulü de çok önemli. Balığın cinsine ve yağlılık duru-muna göre seçim yapmalı. Zira balığın lezzetini ortaya çıkaran şey de pişirme usulü. Bir de soframıza gelen ba-lığı adabınca yemek var. Balığı kimi limon sıkar yer, kimi sosa bular, kimi de kendi tadıyla. Herkesin bir balık yiyi-şi var ama dergimizin bu sayısında işin ustasına sözü bırakalım istedik. Çocukluğundan beri balıkçılık yapan Karayel Lipari Balık Restaurant’ın sahibi ve işletmecisi İsmail Karayel ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

İsmail Bey, siz Beykozlu eski bir balıkçı ve bugünün restoran işletmecisiniz. Bize bu işe nasıl başladığınızı ve “Karayel Lipari Balık Restaurant”ın kuruluş hikaye-sini anlatır mısınız?

Ben 49 yaşındayım, çocukluğumdan beri baba mesleği-ni yapıyorum. Bir balıkçı teknemiz vardı ama biz 8 kar-deşiz ve o balıkçı teknesi bize yetmiyordu. Ben de “çıka-yım, ufak bir yer açayım, hem insanlara hizmet edeyim, hem de düzgün bir yer açayım” istedim. Böylece bu işe başladım. “Karayel” benim soyadım; “Lipari” ise Kasım ayında yağlandığı zaman uskumru balığının büyüğüne verilen addır. Oradan esinlendim ve başına soyadımı koydum. Güzel bir isim olduğunu düşünüyorum.

Asıl mesleğiniz balıkçılık olduğuna göre erbabına sormak gerek. Hangi mevsimde hangi balıkları yemek gerek?

Benim için balık Eylül ayından Mart ayına kadar yenir. Sardalya balığını ayrı tutarım, o Ağustos ve Eylül zama-nında yenir ve çok lezzetlidir. Diğerleri için niye Eylül’den Mart ayına kadar diyorum; balık Eylül’de havyarını bırak-tıktan sonra kendini yağlamaya başlar. Karadeniz’deki balıklar için en yağlı aylar bu aylardır ve Omega 3 olarak zengindir. Ondan sonra da yenir ama protein açısın-dan en zengin dönemleri Eylül ile Mart ayı içerisindedir. Mezgit dışında her balık ızgara yenir, Kalkan da bunun içinde. Kalkan balığı bile Nisan balığıdır, tavada çok gü-zel olur ama ızgara da güzel olur; çünkü balık dışarıdan yağlar ile pişmemelidir. Mezgit balığı beyazdır; ızgaraya gelmez, tava balığıdır. Diğer balıkların hepsi ızgara yen-melidir. Bu mevsimde balık tava yenebilir, yağı yoktur, çünkü kendini havyara çekmiştir.

Balığı yerken kimi insan limon sıkar, kimi sosla tatlan-dırır, kimi de sade yer. Balık nasıl yenmeli?

Benim için balık ne sosa, ne de tavanın içine girmeme-lidir. Doğal olmalıdır. Limon sıkmama olayı şudur: Res-toran sahibiyim, üç günlük, dört günlük balığı veririm; siz bunun kötülüğünü anlayamazsınız. Üzerine limon sıkarsanız kokusunu almazsınız, taze olup olmadığını anlayamazsınız. Bir de balığı özünde yemek lazım. Bi-zim eskilerimiz “balığa limon sıkarsanız mundar etmiş olursunuz derdi”. Çok doğru, ben size dolaptan 15 gün-lük balığı soslarla yapayım, siz zaten balığın bayatlığını anlayamazsınız. Yer teşekkür eder gidersiniz.

Eskiden İstanbul’da sahile kıyısı olan her yerde olta balıkçılarını görmek mümkündü. Artık böyle manzara-larla pek karşılaşmıyoruz. Siz bu durumu nasıl değer-lendiriyorsunuz? Marmara Denizi’nin balıkları nerede?

Bence önemli olan şu: otuz sene evvel 20 Bin, 30 Bin tonluk gemiler çıkardı. Şimdi 250 bin tonluk gemiler çıkıyor. Evvelden balık Ortaköy’ün önünde 1. Köprünün altında yatak yapardı. O balık Marmara’ya doğruyu çı-kardı. Kumkapı’nın oralar bayırdı oarda yemlenirdi ve yerine dönerdi. Sekiz dokuz ay Arnavutköy’de, Bebek’te, Sarıyer’de, Kandili’de, Kanlıca’da insanlar bu balıkları tu-tabilirdi. Şimdi gemiler büyüdü, trafik çoğaldı, pervane suyu balığın kafasında; yatak balığı kalmadı.

Avlanma şartları da önemli balık neslinin devamı için öyle değil mi? Sizce avlanma nasıl olmalı, neslin tü-kenmemesi için hangi avlanma yöntemi kullanılmalı?

129

Page 66: AkademiBeykoz Sayı 8

Tepeden tırnağa bu işe devlet el koyması lazım. Bun-dan 30 sene önce motorların boyları 13 metre idi ağların kulaçları da 20-30 metre idi. Şimdi bu balıkçılar ser-vet yaptılar. Ne zaman bu Japon denizlerinde Orkinos balıkları bitti, ne zaman ağlar büyüdü, derinlikleri arttı; Japonya’nın kendi ağlarında yasak ettiği sonarları biz satın aldık, balığa karşı mertlik kalmadı. Çünkü evvel-den 40 tane 50 tane balığı göstermezdi ama şimdi bu radarlarla 10 tane lüfer balığını görüyorsunuz. Bir kasa çinekop balığını görüyorsunuz, balığın kaçacak bir yeri yok. 50 tane lüfer balığı varsa 50’sini de görüyor bu ci-hazlar. Eko sisteme çok yer bırakmıyorsunuz, 3000 volt zarar veriyor. Ben kendim denemedim ama bu radarlar açıkken motorun dibinde yüzemiyorsunuz, şok etkisi yaratıyor. Bu işe devlet ciddi el atmalı, üç tarafı deniz-lerle çevirili ülkemiz çok kıymetli. Norveç gibi bir ülke senede 30 milyar dolar balıkçılardan kazanıyor bizim kültür balıkçılığımız da içinde olmak üzere 2 milyar do-lar kazanıyor.

Kültür balıkçılığı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben kimseyi kötülemek amacıyla söylemiyorum ama, ben balıkçılığı bildiğim için şunu söyleyebilirim. Kültür balıkçılığında balığın karnında bağırsak yok; aynı tavuk gibi besleniyor. Yemlerin içinde antibiyotik de var. 3-4 ayda 400 gr. oluyor bu balıklar. Ben hayatım boyunca yemedim, kimseye de tavsiye etmiyorum, sağlıklı bul-muyorum. Çünkü bir araştırması yok. Tavukları bütün basın yazıyor antibiyotikle besleniyor diyorlar. Balık da öyle; 50m2 havuzların içinde yemleri döküyorlar onlar-la besleniyorlar. Bu fizik kurallarına aykırı. Balık 4 ayda 300-400 gram oluyor. Bence bir üniversite kültür balık-çılığını da araştırmalı.

Biraz da “Karayel Lipari Balık Restaurant”tan söz et-mek istiyorum. Restoranın menüsünden söz eder mi-siniz?

Menümüzde sadece balık var. Sabah deniz kenarına inerim, Poyraz’da, Anadolu Kavağı’nda ne çıktı ise, Çi-nekop, Lüfer,vs. bunları alır; dükkanımda ızgarada sata-rım günlük olarak. Kesinlikle tava yapmam, müşteri çok ısrar ederse ancak yaparım. Balığı soslamam, en doğal haliyle yapıyorum.

Müşterilerinizin en çok beğendiği ve tercih ettiği balık-lar hangileridir?

En çok Sarı Kanat, Lüfer balığı tercih ederler, Nisan ayın-da Kalkan balığı, Ağustos ayında Sardalya balığı. Bir de Rumlar öğretti bize, Gelincik Balığı var, sepetlerle tutu-lurdu. Rumlar hasta ziyaretine gittiklerinde bu balığı gö-türürlermiş; o kadar makbul balıkmış. Bu balık da bizim sularımızda kalmadı artık; çok kaygan lezzetli üzeri kah-verengi bir balıktır. Midye stoklarının boğazda azalma-sı, alganların bilinçsiz midye çekmesi birbirine paralel olarak sularımızdan yok olmasına sebep oldu yani çok azaldı kısacası.

Rumlardan öğrendiğiniz başka balık çeşitleri ya da me-zeler var mı?

Mesela Eylül ayından sonra oluyor; kolyozşar. İstavritten çiroz yapıyorum; Mayıs ayı da tam çiroz yapma ayıdır.

Geleceğe yönelik projeleriniz var mı? Yeni şubeler aç-mak gibi.

Gelecekle ilgili projem yok, zira balıkçılık bu şekilde de-vam ederse ancak benim karnımı doyurur. Çünkü şu anda satılabilecek balık yok kültür balığının dışında. Dik-kat edin balıkçılar eylülde açıyor, Nisan ayı geldiğinde kapatıyor. Şu anda ben şanslıyım, ben Poyrazköylüyüm, Anadolu Kavaklıyım. Ufak ufak ağ atıyorlar, ben bun-lardan alıp müşterime taze taze sunuyorum. Ama ben kendi yemediğim hiçbir balığı müşterime vermemeye çalışıyorum. Çupra ve Levreği biz yesek bile çocukları-mıza bile kesinlikle yedirmeyelim; benim bildiğim balık Eylül ayından Nisan’ın başına kadar yenir.

Karayel Lipari Balık Restaurant İrtibat:

Rüzgarlıbahçe Mah. Atatürk Cd. No.30 Kavacık-Beykoz,

Istanbul, Tel: (0216) 413 9966

130

C M Y CM MY CY CMY K

Page 67: AkademiBeykoz Sayı 8

AKADEMI BEYKOZ KAPAK 08.indd 1 6/26/12 12:38 PM