53

Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini
Page 2: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

İzmir’in yanıbaşında

Gediz’in bağrındaTurgutlu’nun başucunda

Çaldağı Benimdir !

Salih Özbaran

2

Page 3: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Çaldağı, Çampınar köylüsü çiftçi Memed’indir, çoban Ramazan’ındır; yiğit köylülerinindir.

Çaldağı Emekli Assubay Muammer Arabulan’ındır; Kasaba’lınındır, Gediz Ovası’nındır; doğa sevenindir;

Çaldağı doğanındır, Çaldağı benimdir!

Çaldağı tüm o güzel zenginlikleriyle

nefes vermiş tüm çevresine,

refah sağlamış kadirbilir insanlarına,

bakadurmuş uzaktan yeşil ovalarına,

kıymayınız ona bir “hiç” uğruna!

“Sohbetlerimizi dinleyenler, sanıyorum ki, unutmayacaklardır seni.

Sonra, belki bir gün gelir, biz de, seni, dallarında öten kuşları,

çiçeklerine konan kelebekleri kendimiz gibi beller; hepimiz için

şenelttiğimiz bu dünya yurdunda, onların da bizim gibi yaşamaya

hakkı olduğunu anlar, hiçbirinize kıyamaz oluruz”. Hikmet Birand, Alıç Ağacı ile Sobetler

3

Page 4: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

İçindekiler

- Önsöz

- Çaldağı: Tarih derinliğinde bir kavşak

- Kesmeyin Çaldağı’mın nefesini!

- Ağaç kesilirse!

- Su çekilirse, asit yağarsa!

- Çaldağı benimdir, Gediz’indir, coğrafyanındır!

- Yakarıyor Çaldağı!

- Son pişmanlık fayda etmez!

4

Page 5: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Önsöz

Nereden bilebilirdim kasabamı kuzeyinden koruyan Çaldağı’nın oyulacağını; nereden

sezinleyebilirdim koynunda sakladığı tarihin talan edileceğini; nereden anlayabilirdim

altındaki nikel madeninin Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından bir İngiliz firmasına

satılacağını, dış sermayenin “kâr makinası” olarak işletilmesinden dolayı yeri-göğü

zehirleyeceği yönünde bilginlerin uyarılarını!

Çocukluğumdaki ve gençliğimdeki, yani 1940’lı ve 50’li yılların bana şimdilerde

anımsattığı Gediz yönündeki ovalarda yaptığım gezintilerimin temiz havasının

zehirlenebileceğini bilemezdim; Çaldağı dibindeki ürünleri Turgutlu’ya taşıyan deve

kervanlarının yüküne dikilen gözleri göremezdim. Manisa Lisesi’ne gitmek için bindiğim

talebe treni vagonlarından seyrettiğim güzelliklerin karşılaşabileceği doğa katliamını tasavvur

bile edemezdim. Düşünemezdim Turgutlu’yu yarıp geçen Leylek Çayı’na bıraktığımız

kağıtttan kayıkların, çoktan kurumuş olan suyunun kalan çamuruna saplanacağını. Tabiatın

çölleşmesine, insan için, canlı için, nebatat için yaratılan tehlikelere yol açan emperyalizmin

bu denli kasabama yanaşabileceğini, köylerime yaklaşacağını bilemezdim; bilmiyordum.

Bunu bana aşılayacak bilincin var olup olmadığından da haberdar değildim.

Tarihçi olarak ufkumu geniş tutmaya başladığımdan, başka bir deyişle doktora tezimin

hazırlığı için okyanuslara açıldığımdan, imparatorlukların silip geçtiği kara ve denizleri ve

onlara egemen olmaya yeltenen insanları tanımaya başladığımdan çok sonra kasabama

yönelik tehdidin yapılandığını fark edebilecektim. Turgutlu toprağının değerini bilen sorumlu

hemşehrilerimin, kimi doğa aşıklarının ve görevinin bilincine sadık kalan bazı yerel iletişim

araçlarının bilgilendirmeleri, uyarılarıydı ki beni var eden “kasaba”mın pek duyulmayan,

duyurulmayan varolma sorununu anlayabilecektim; Çaldağı’ndan Gediz nehrine, ovalarına,

havasına, yaşamlarını sürdüren canlı cansız herşeyine yapışacak tehlikenin acı çığlıklarını

hissedecektim. Nihayet, emperyal dünyaların ateşlediği çıkar savaşlarının piyasa ekonomisine

eklemlediği Çaldağı’ndaki nikel madeninin üstünde gezinen politikaları bilebilecektim.

Çaldağı sorununa bu denli kayıtsız yaşamış olmanın ezikliğini duyumsadım son birkaç

yıldır; kimi okumuş, mürekkep yalamış hemşehrilerimin vurdumduymazlığına tanık oldum;

şimdi de kentimi kuşatmış sermayenin gelecekte yaratabileceği doğa tahribatının ürküntüsünü

5

Page 6: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

yaşamaktayım. Her ne kadar doğum yerim olan Turgutlu’nun Turan mahallesinde oturuyor

olmasam bile; her ne kadar Namık Kemal İlkokulu’ndan 1952 yılında, Turgutlu

Ortaokulu’ndan 1955’te diplomalarımı çoktan almış bulunsam bile; Lise yıllarımda beni

Manisa ile Turgutlu arasında götürüp getiren “talebe treni”ni özlesem de. Bugün

memleketimin sokaklarında, çarşısında dolaşırken yaşadığım duygular içimde eziklikleri de

beraberinde getiriyor. “Turgutlu/Çaldağı sahipsiz olamaz” diyerek içim sızlıyor; çıkarılması

düşünülen nikel madeninin getirisini yıkılabilecek tarih ve mekan bilincine, ekosisteme,

tertemiz ovasına, havasına, suyuna ve onun bitmeyecek yararına tercih edenleri şaşkınlıkla

izliyorum. Ve Çaldağı’nın tam kapasite ile çalışabilmesi için beklenen ağaç kesme izninin

Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin tarafından hangi insaf ölçüleri içinde verilebileceği -tüm

Turgutluluların, çevre aşıklarının, yaşamlarının o coğrafyaya bağlamış olanların heyecanlı ve

üzüntülü bekleyişlerinin bir bakanın iki dudağından çıkacak- kararın korkusunu yaşıyorum;

ilgili firmanın çekilip gidebileceği yolunda öğrendiğim sevinçli haberlere rağmen. Ama, son

yıllarda Turgutlu’da, ve uzaklarda oluşan bilinç umudumu hep canlı tutu, tutmakta. Onlarla

gurur duydum, duymaktayım.

Tüm sorumluların ve etkilenecek olan tüm Egelilerin ve doğa severlerin TBMM’de

havaya kaldırılan parmaklardan sonra nasıl bir gelecek zamanla karşılaşacaklarını bilemem.

Ama, şu kitapçığın uyarılarla dolu sayfalarının yaşadığımız günlerden tarihe düşülen bir not

olarak kalacağını düşünüyorum. Dilerim, önümüzdeki kuşaklar -çoğu, gazete ve dergilerde

yayınlanan- bu satırların gereksiz vehme, kuruntuya, korkuya kapılarak yazılmış olduğu

yargısına varırlar; umarım gece kaçan uykularımın, bedenime ve duygularıma saplanan

sancılarımın sadece sanal dünyaya ait olduğunu düşünürler; umarım yetkililer de bir hiç

uğruna bayındırlığı yıkılan bir doğa parçasınından püskürecek tehlikenin kendilerine de ne

kadar yakın olduğunu anlarlar. Aksini düşünmek ürküyor beni.

Hiç şüphem yoktur ki, Türkiye’de yeraltında saklı madenlerin günışığına sağlıklı

yöntemlerle çıkarılmasından ve değerlendirilmesinden vazgeçilemez. Ancak Turgutlu’nun

Çaldağı, tüm bu iyi niyetleri aşmış görünüyor; bilginlerin uyarıları paniğe sevkediyor beni.

Salih Özbaran (Emekli tarih profesörü)

İzmir, Şubat 2011

6

Page 7: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Çaldağı: Tarih derinliğinde bir kavşak

3 Şubat 2010 tarihinde Turgutlu Ticaret Borsası salonunda Çaldığı’nın geleceğiyle

ilgili olarak yapılan bir toplantıya, konuya duyarlı kişilerden biri olan Veysel Kuşoğlu

tarafından davet edildiğimde sevinmiştim, bir o kadar da merak içindeydim. Toplantıdaki

uyarıları dinledikten sonra, kanımı donduran haberleri ve bilgileri aldıktan sonra, ama onların

şaşkınlığını üzerimden atamadan, sorunu bir tarihçi olarak, geçmişin derinliğine oturtmak

amacıyla şunları dile getirmiştim:

Değerli dinleyenler, sevgili Turgutlulu hemşehrilerim,

Burada toplanma nedenimiz olan sorunun içeriğini, ortaya çıkabilecek kimyasal ve

eko-sisteme yönelik tehlikeleri yansıtmak gibi bir yetkim olmadığından meselenin o

taraflarını dile getirerek değerli vaktinizi alacak değilim. Çaldağı’na yapılan müdahalenin ne

getirip götüreceği, onun zararının ne olduğu veya olacağı hakkında uzmanlar gerekeni

söylediler, (eminim ki fazlasıyla söyleyecekler önümüzdeki günlerde, aylarda, yıllarda) bu

güne/o günlere kadar ortaya çıkan gelişmeleri değerlendireceklerdir. Ben, sadece, buradaki

toplantının önemine dayanarak birşeyler söylemek istiyorum. Herşeyden önce, bir Turgutlulu

(Kasabalı) olarak -burada bulunan herkesin duygularını paylaştığımı da düşünerek- birkaç

cümleyle de olsa, çok kısa bir tarihsel derinliği dile getirmek fırsatı bulduğum için mutlu

olduğumu ifade etmeliyim. Ancak duygularımın ötesinden, -mesleğim olan tarihçiliğin bana

yüklediğini sandığım bir bilinç ile- izninizle, birkaç dakikanızı meşgul etmek istiyorum.

Tarih bilinci ve coğrafyaTarih, pekçoğunuzun, pekçoğumuzun orta öğretim kurumlarında karşılaştığı ve

maalesef ezberlemek zorunda bırakılan bir bilgi dalı değildir aslında. Geçmişe ilişkin güncel

değerlendirmeler ve ulaşılan sonuçlar çok önemlidir. Başka bir deyişle söylemem gerekirse,

yaşanmış olan ve geçmiş sayılan, yani geçmişin derinliğinden uzanıp gelen olay ve olgularla

7

Page 8: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

kıyaslamak çok yararlı olabilir. Bu bağlamda ünlü bir tarihçinin adeta formüle ettiği tanım

bizlere yol göstermektedir: “Geçmiş ile günümüz arasında bir diyalog”tur tarih.

Bu diyaloğun, bu iletişimin nasıl kurulduğu, daha doğrusu nasıl kurulması gerektiği

üstüne özellikle tarihçiliğin daha bir bilimsel anlayışla ele alındığı 19. yüzyıldan bu yana

tarihçilerce, coğrafyacılarca, filozoflarca çok şey söylenmiştir. Sadece politik konularla,

sadece savaşlarla, sadece krallıkların ve sultanlıkların esas alındığı yaklaşımlarla dile getirilen

tarih, bilhassa geçen yüzyılda pekçok farklı konuları da içine almış, alanını genişletmiştir.

Tarih artık ne tek başına İngiliz kraliyetinin, Fransız Paris’inin, ABD kuzey-güney

savaşının ne de Osmanlı hanedanının sınırlarına hapsedilebiliyor. Sıradan insanı, İngilizcede

“grassroots history”, Fransızcada “histoire totale” diye tanımlanan ve halkların tümünü

kapsamaya çalışan bir işlevi yüklenme yoluna girmiştir bu bilgi dalı. Türkiye’de de bunların

yansımaları olmuş, kimi Türk tarihçilerince bu yolla ele alınmıştır. Şimdilerde, bazı politik

baskıların da etkisiyle tarihçilik, adı “postmodern” olarak dillendirilen bir akımın gelir-geçer

etkisiyle yalpalanmaya sürüklenmiştir aynı zamanda. “Bırakınuz yapsınlar” formülü

gereğince dünya tarihçiliğini kalabalıkların hizmetine kapatacak girişimleri ve halkları

birbirine kırdıran gizli planları körükleyen bir sömürge anlayışının oyuncağı olma tehlikesiyle

karşı karşıya kalmıştır. Tarih, batı dünyasında kolonyel zihniyetin yeni uygulayıcılarının

ekmeğine yağ sürerken, Türkiye’de adeta padişah övgüsüne varan, iktidarın “Osmanlı

özlemi”ni ifadelendirdiği ve Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik eleştirilerin hâkim olduğu bir

anlayışın yörüngesine girme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır aynı zamanda. Bilimsel

temsilcilerinin ötesinde, iktidar sözcüleriyle, medya ile ve başka yollarla -dışarıdan yapılan

enjeksiyonların da şişirdiği- bir dal oluvermiştir, olmaktadır tarih aynı zamanda; karışanı

boldur.

Bugün benim dile getirmek istediğim tarih, coğrafya ile bütünleşen, başka bir ifadeyle

üstüne oturduğu zeminin önemini vurgulayan andır ve alandır; ağırlık vermek istediğim konu

tarihsel coğrafyadır, “geo-history”dir. Günümüzde, işte böyle bir konunun, ne olduğunun

bilincine pek varamadığımız zaman ve zemin bütünlüğünün taşıyıp getirdiği sorunlarla karşı

karşıyayız. Tarihsel manzaraların oluşturduğu görüntü ve bunların geçirdikleri değişim çok

önemli şeyler ifade etmektedir. “Devletlerin ‘yüce tarihi’nden sıradan halk çoğunluğunun

tarihi olan toplumsal ve ekonomik tarihe doğru adım attığımızda” diyor Almanların

Türkiye’de araştırmalar yapmış olan ünlü tarihçisi ve coğrafyacısı Wolf Hütteroth; ve bu

halklar için belirli bir bölgenin doğal faktörlerinin önemine vurgu yapıyor: “Onlar söz gelişi,

zeytinin üretildiği ya da üretilemediği, sulamanın bolca yapıldığı ya da yapılamadığı bir

8

Page 9: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

bölgede, yaşam alanlarının sıradağlarla çevrili veya geniş ovalarla sınırlı” bölgelerde

geçtiğini anımsatıyor. (S. Özbaran, Tarih ev Öğretimi, İstanbul, 1992, s.58-59).

Ünlü coğrafyacımız Sırrı Erinç’in yorumlarına da konu olmuş bu yaklaşım, onun

satırlarında daha da bir önem kazanmış; beşeri faaliyetlerin, görece istikrar gösteren fiziki

temeller üstündeki değişen sosyal olaylarla nasıl kaynaştığı ve birbirlerini nasıl

etkilendiği ön plana alınmış. Bir mekânın özelliklerinden bağımsız olarak değerlendirilen

sosyo-ekonomik görüntünün fazla bir değerinin bulunmayacağını ve karşılıklı

ilişkilerin, kökleri geçmişin derinliklerine uzanan gelişmelerin sonucu olan çeşitli

özelliklerin gözden kaçmasına yol açacağı belirtilmiş. (Özbaran, Tarih ve…, s. 62).

Çaldağı’nda arkeolojik kazıların yapılmamış olmasına rağmen çevresinde yapılan

yüzey araştırmalarından ve Profesör Hasan Malay ve Doçent Cumhur Tanrıver’in yakın

zamanda yaptıkları gözlemlerden anlaşılmaktadır ki Turgutlu tarihi M.Ö. 6. hatta 7. bine

kadar götürülebilmektedir. Lydia krallığından Doğu Roma İmparatorluğu’na uzanan zaman

şeridinden kalma kimi eserlerin yol yapımı sırasında tahrip edilirken ortaya çıkması, nikel

madenini işletmesine ait olduğu varsayılan tesis alanının zengin antik kalıntılar içerdiği ve bu

nedenle “bu alanda detaylı bir arkeolojik inceleme yapılmasının zorunlu olduğu”

anlaşılmaktadır. Bu itibarla, doğa tahribatı yanında antik uygarlıklara ne denli zarar

verilebileceği bellidir, Daha yakın dönemlerden sözetmek gerekirse, 19. yüzyıla ait güzel yazı

ile süslü olan kırılmış bir Osmanlı mezar taşının bizlere anımsattığı yakın Türk-İslam kültürü,

ayrıca, gözler önüne serilen kanıtlardan biridir.

Turgutlu: kuruluşu ve gelişimiÖncesinde böylesi bir uygarlık şeridi barındıran Turgutlu’nun Türk egemenliği altına

girişi 1300’lü yıllarda Saruhanoğulları ile olmuştur. Muhtemelen bu sıralarda oraya ulaşan bir

Türkmen topluluğun adından dolayı başlangıçta Turudlu olarak anılmıştır. Özellikle Profesör

Feridun Emecen’in Manisa tarihi üstüne taptığı araştırmalarına bir ek olarak

değerlendirebileceğim Turgutlu’ya ilişkin makalesinden anlıyoruz ki, buraya ait bir Osmanlı

tapu (sayım) defteri önemli bilgiler yansıtmaktadır: 1530’lu yıllarda bir köy olarak (120 hâne

yerleşik, 100 hâne de yörük olmak üzere) burada 1200 kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir.

(O sıralarda Manisa 7000, İzmir ise 1100 nüfusluydu).

Bir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca

gelişmesini sürdürmüş, kasaba özelliği kazanmış, orta ve batı Anadolu’da gelişen küçük kır

9

Page 10: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

yerleşmelerinin bir örneğini oluşturmuştur (F. Emecen, “Bir Osmanlı kasabasının kuruluşu ve

yükselişi”, Turgutlu Sosyo-Ekonomik Tarihi Sempozyumu, Turgutlu, 1997, s.55-59). Osmanlı

sürecinde sahip olduğu ve çevresindeki coğrafyasının sakladığı antik eserlerle tarihini

sürdürdü Turgutlu; bu arada –ünlü tarihçi Profesör Halil İnalcık’ın uluslararası nitelikteki bir

dergide yayınlanan bir makalesinden ayrıntıyla öğrenmekteyiz ki- Çaldağı eteklerindeki

köylere sermilmiş olan “Araplu” Türkmenlere ait deve kervanlarının taşıdığı ürünleriyle

beslendi (H. İnalcık, “Arab camel drivers in western Anatolia in the fifteenth century”, Revue

d’Histoire Maghrebine, No. 31-32, 1983, s.256-270).

1922 yılında emperyalist işgale karşı verilen mücadele sırasında çaresiz halkına

barınak olan Çaldağı’na taşıdı insanlarını; o korkunç yangını geçirdi. Ancak kendisini -daha

Osmanlı sürecinde başlayan ve yakın çevrelerinden, Balkanlar’dan, Girit’ten ve Doğu

Anadolu’dan gelen göç dalgalarıyla- yeniledi ve sosyo-ekonomik bir güç olarak günümüze

ulaştı. Kültür zenginliklerini de Cumhuriyet rejiminin inşa ettiği ulus birlikteliğinde götürme

çabasını elden bırakmadı.

Ekolojik emperyalizmTurgutlu’nun 14. yüzyıla götürebildiğimiz kuruluş döneminden sonraki yüzyılda,

Osmanlıların Balkanlarda ve Anadolu’da giriştikleri yayılma sürecinde, Batı Avrupa

ülkelerinden Atlas Okyanusu’na ve Hint Okyanusu’na açılım gerçekleşiyordu. Dünya

Benimdir! Avrupa Ekolojik Emperyalizmi, 900-1900 başlıklı kitabın yazarı Alfred W. Crosby,

Atlas Okyanusu’nun Avrupa anakarasına yakın olan Madeira’ya Avrupalıların gelişiyle ilgili

şöyle yazıyor:

Burası “büyük ağaçlarla kaplı olduğundan ayak basılacak yeri olmayan” bir adaydı.

Bundan dolayı ona, orman anlamına gelen Madeira ismini verdiler. Kereste değerli bir

ihtiyaç malı haline geldi; ama ormanlarlar da gereğinden fazla iyiydi; göçmenler

kendileri, ürünleri ve hayvanları için yer açmak istiyor, ticari ağaç kesimini yavaş

buluyordu. Bu nedenle yangınlar çıkardılar. Sonuçta ortaya çıkan yangın felaketi

neredeyse onların da adayı terk etmelerine yol açacaktı. En azından bir grup, “erkek,

kadın ve çocuk [yangının] şiddetinden kaçmak için, iki gün iki gece aç ve susuz

boğazlarına kadar suyun içinde kaldıkları denize sığınmak zorunda kaldı”. Yangın yedi

yıl sürdü. Belki de bu öyküyü, göçmenlerin bu kadar zaman ormanları yakmayı

sürdürdükleri anlamında yorumlayabiliriz. (Çev. Bilgi Altınok, Kitap Yayınevi, 2004, s.

75).

10

Page 11: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Ekolojik tarihin yıkım örneklerine başlangıç sayılabilecek bir öykü bu: Yerli bitkilerin

ortadan yok olması, yerli hayvanların yiyecek ve barınaklardan yoksun kalarak ölmeleri,

rüzgar ve yağmur erazyonu. Crosby bu felaketin yaşandığı 1400 yılını bize Nuh Tufanı’ndan

önceki süreç kadar uzakta kaldığını ifade ediyor, ironik olarak; ancak günümüzde benzerlerini

yaşamadığımızı kimse iddia edemez. Kolonyal ve emperyal girişimlerle elde edilen

toprakların ekolojik tarihçesi uzun bir süreç gibi görünüyor; ama tahribatın sonuçları artık

gündelik yaşamımızda; dünyada ve bizde. Türkiye’de, İzmir’in dibinde, Gediz’in ortasında,

Turgutlu’nun burnu dibinde, yani Çaldağı’nda kendini gösterme aşamasında; topla-tüfekle

değil; masa başında bir imza ile; ovaları, kuşları ve insanı hedef almış sanki.

17.yüzyılda Hollanda yayılmasına tanık olan şu satırlar ise bugünlerin aynası gibi:

Biz Amsterdamlılar açılırız…Çıkarımız bizi hangi denize, hangi kıyıya, nereye yöneltirse,Kazanç bizi geniş dünyanın hangi limanına sürüklerse.

Hollandalılarla birlikte İngiltere’den, Fransa’dan, daha nicelerinden ve çok daha sonra

Amerika Birleşik Devleleri’nden, güclü gemiler ve silahlarla, ardından diplomatik

manevralarla ve en son olarak da demokratik açılım ve ekonomik yardım planlarıyla gelip

17.-20. yüzyıllara, şimdi de yaşadığımız günlere el atanları yinelemiyorum burada. Güneş,n

batmadığı imparatorlukların serüveni değil konum. Şu kadarını haykırmak isterim ki, gelmiş

geçmiş yüzyıllar yaşadığımız sürece ve gelecek yüzyıllara ışık tutacaksa, tanıklık edecekse

eğer, karanlık ve insafsız deneyimleriyle de ışık tutacaktır, tanıklık edecektir; Turgutlu’nun

Çaldağı tanıklığı, dilerim, bu şahitliğin tahribat cephesinde yer almaz.

11

Page 12: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Kesmeyin Çaldağı’mın nefesini !2009 yılının bir sonbahar günü Çaldağı’nda dolaşma olanağı buldum. Ege

Üniversitesi’nden emekli iki meslektaşım Aydoğan Demir ve Zeki Arıkan, Turgutlu’da

çevrede olup bitenlere duyarlı dostum Veysel Kuşoğlu ve Çaldağı’nın eteklerini karış karış

bilen, oralarda ömür tüketmiş ve geçimlerini o yöreden sağlayan kimi doğaseverlerle birlikte.

Manisa üzerinden İstanbul’a gidiş gidişlerimde ya da ters yöndeki yolculuklarımda yol

güzergâhındaki Gediz köprüsü üzerinden defalarca geçmiştim; lâkin Turgutlu’da çocukluk

yaşlarımda Gediz Nehri’ni yalınayak aşıp geçen bir gezintide bulunmamıştım. Sularına

ebeveynimin haberi olmadan girdiğim Gediz kalmıştı ezberimde. Bu kez, 60 yıl kadar sonra,

demiryolu istasyon binasını aşıp Çaldağı’na kadar ulaştım. Hiç bir yolculuğum bu kadar

tedirginlikte geçmemişti. Yaşamam gereken heyecanı firenleyen bir tarafı vardı bu gezinin.

Meraktaydım çok; Çaldağı’nda madenciler, nöbet tutmuşlardı; “European Nickel” firması

maden çıkaracaktı; hatta deneme üretime başlamışlardı. Çinlilerin de bu işe ortak edilme

olasılığını gazetelerden okumuştum. Yörenin nefesini kesecekleri, ağaçları yok edecekleri,

bırakacakları atıklarla geleceği karartacakları yolundaki halkın ve bilginlerin tepkisi bana

müthiş rahatsızlıklar veriyordu. Lidyalılardan Doğu Romalılara uzanan uygarlıkların toprak

üstünde kalmış, “ben buradayım işte” dercesine, ancak onların zamanla talan edilmiş

tanıklıkları beni ayrıca yaralıyordu. Sözün kısası, bir İngiliz firmasına 2026 yılına kadar nikel

madeni çıkartması için kiralama süreci başlamıştı.

Nereden nereye!“ABD’nin Irak’a saldırı hazırladığı günlerde modern silahlar ve ücretli askerlerle

birlikte “ber vech-i iltizam” ile alınmış olan haraç geldi aklıma. İngilizcede “tax-farmer”

diye adlandırılan, Osmanlı vergi sisteminde “mültezim” olarak geçen bu sınıf üyeleri,

devlet ile halk/köylü arasına giriyor, belirlenen vergiyi topluyordu; yapılması, onarılması

gereken bir işi, üsleniyor ya da üretilmesi arzu edilen emtia’nın sorumluluğunu deruhte

ediyordu ve sonunda nemalanıyordu. Devlet ya da imparatorluk merkezine vaat ettiği

miktarı ödedikten sonra kalanı cebe indiriyordu. Öylece sınırlarda, ulaşılması uzak

yörelerde, devletin girift bir düzenleme zahmetine girmeden bütçesine para katmanın en

kestirme yoluydu bu system. (S. Özbaran, Osmanlı’yı Özlemek ya da Tarih Tasarlamak,

Ankara: İmge, 2007, s. 60).

12

Page 13: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Şimdi durum, Osmanlı’nın yüzyıllar öncesinde kalan görkeminin estiği anlardan çok

farklı. Batı’nın “tax-farmer”ları (bir bakıma müteahhitleri) bu kez çok-uluslu şirketler olarak

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde gezinmekteler. Roller değişmiş, anılan uygulama tarzının

“görkemli” temsilcileri, askeri istilaya uğratmadıkları bir ülkede bir işletmeyi üslenmişler,

nikel madeninin getirisini İngiltere’ye taşımak için batı Anadolu’nun Turgutlu’sunda tüm

tertibatı almışlar; Türkiye Cumhuriyeti hükümetine sınırlı bir pay vererek hem bir gelir

kaynağının işletilmesini üslenmişler hem de hayırsever(!) bir görev yüklenmişler. Bu tür

uygulamalara karşı çıkan eski “solcu”lar ve İslami kesimin savunucuları seslerini kısmışlar,

refah bir yaşantı içinde olmanın bahtiyarlığıyla, ama vaktiyle üslendikleri rolleri inkâr ederek,

“postmodernizm”in karmaşa ve karanlığında yeni görevler üslenerek.

20 Kasım 2009 günü Turgutlu’da Atatürk Caddesi boyunca yürürken onu enine kesen

bir pankartın “Turgutlu çöl olmasın” uyarısını okudum; çiftçilerin tepkisini yansıtan bu üç

sözcüğü okurkan içim burkuldu, eski Belediye (Halkevi) binasının önünden tarihin tanıklığına

sığınan bir çağrışım gibi geldi bana. Nüfusunun 120.000 olduğu söylenen bu eski

“Kasaba”nın bilinçli insanlarına sesleniyordu muhakkak; duyarlılığı olanlara, vatan sevgisini

ve doğa bilincini içselleştirmiş kişilere; bir bakıma da iktidarın yörüngesindeki Belediye

Başkanlığı’na. Şu sıralarda kalabalıklarla doldurulmuş, motorlu araçların, özellikle de

motosikletlilerin cirit attığı kentimde dolaşırken, tesadüfen karşılaştığım tanıdıklarımla

selamlaşırken ve bana yarım yüzyıllık geçmişi çoktan aşan zamanları anımsatan dostları ve

tek tük kalmış binaları izlerken “Çaldağı” silinmiyordu ezberimden. Ülkeyi yöneten

sorumlulara şunları sormak geliyordu içimden:

Sayın Başbakan! Bir bütçe gediğini kapatmak için değer mi Turgutlu’nun nefesini

kesmek?

Sayın Başbakan Yardımcısı! Milletvekilliğinizle temsil ettiğiniz Manisa’nın

Turgutlu’sunu (tarihin Kasaba’sını) reva mı karanlığa sürüklenme riskiyle başbaşa bırakmak?

Sayın Çevre ve Orman Bakanı! Verdiğiniz ağaç kesim izni sızlatmıyor mu içinizi?

13

Page 14: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Sizlere karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluş nedenleriyle haykırmayı bir tarafa

bırakarak, 16. yüzyılın ünlü şeyhülislamı Ebussuud’un bir fetvasıyla seslenmek istiyorum;

belki daha etkili olabilir umudunu taşıyarak(!):

Su’al: Arz-ı mîrînin bey’i ve hibesi ve ağırlık verilmesi ve bedel-i sulh deyu

verilmesi şer’an câiz olur mu?

Cevap: Olmaz.

(Soru: Devlet malının satışı, hibe edilmesi, hediye olarak ve anlaşma gereği verilmesi

dinen caiz midir?

Yanıt: Değildir).

Turgutlu çöl olmasın!15. Yüzyıldan itibaren (müthiş silahlarıyla; ekonomik, dinsel ve soyal dürtülerle)

yayılan Avrupa’nın (bir zamanlar, iktidara gelmeden önce sizlerin de savunduğu düşüncelere

ters düşen Batı’nın) 21. yüzyıldaki iktidar cömertliğinizle anlaşarak daha sessiz bir yöntemle

geldiği andır yaşadığımız şu günler, yıllar. Çok iyi düşünmelisiniz; dünya ve onun içindeki

Türkiye tarihini çok iyi değerlendirmelisiniz. Meşruiyetiniz için, dolar ihtiyacınız için kiraya

vermeyiniz benim memleketimi; kestirtmeyiniz o güzelim çamları; kirlettirmeyiniz Gediz

ovasını; çaldırmayınız Ege’ye can veren Gediz Nehri’nin suyunu; üzmeyiniz geçimini o

yörenin binbir çeşit sebze ve meyvesini yetiştiren yerli halkını; bozmayınız eski uygarlıkların

yuvalarını. Ne tür kârınız olursa olsun, değmez o tehlikeleri göze almaya; bilim erbabının

gelecek için yaptığı uyarıları kenara itmeye. Ben, geçimimi sağlayan emekli maaşımın bir

kısmını yaşadığım sürece hazineye vermeye razıyım; eminim ki Turgutlu’nun sayısız

vatanseveri ve bilinçli insanı daha fazlasını yapmaya hazırdır. Yeter ki “Turgutlu çöl

olmasın”.

Bütün bu serzenişlerimi, endişelerimi, popülist bir yaklaşımın tezahürü olarak

algılamayınız Sayın Başbakan! Arasıra özleyip de uğradığım kasabamın başına gelebilecek,

herhalde benim göremeyeceğim bir felaketin binde birini dahi hayal etmek istemiyorum.

Bilimin uyarılarına kulak vermek zorundayız; tabiatın bizlere lüftettiği ve onu gelecek

kuşaklardan ödünç aldığımız güzelliğini yitirmeyelim; arkeologların zengin antik kalıntılarla

bezeli olduğunu saptadıkları alanı yok etmeyelim. Tarihçi ve sade bir vatandaş olarak arzım

budur. Gerisi, elinizdeki yetki terazisini nasıl kullanacağınıza, sıkleti nereye kaydıracağınıza,

hassasiyeti nasıl göstereceğinize bağlı.

14

Page 15: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Ağaç kesilirse !

3 Şubat 2010 tarihinde Turgutlu Ticaret Borsası salonunda TURÇEP (Turgutlu Çevre

Platformu) tarafından bir toplantı düzenlendiğini, daha doğrusu Turgutlu’da çevre sorunlarına

duyarlı kişilerin oluşturduğu birliktelik çerçevesinde yapılagelen faaliyetlere ilişkin

bilgilendirme, bilinçlendirme ve tartışmaların bir aşaması olarak tertip edilmiş olduğunu not

etmiştim. Konu, tabii ki, Çaldağı’ndan çıkarılmak istenen nikel madeni ve bu işlemin

getirebileceği çevre felaketiydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Adalet ve Kalkınma Partili

Hükümeti, İngiliz sermayeli European Nickel (Sardes Nikel Madencilik AŞ) için

Turgutlu’nun, Gediz havzasının sembol bir noktasını, Türkiye’nin Çaldağı’nı çoktan tahsis

etmişti; en yakın sahiplerine, yaşamları o çevreye bağımlı gerçek kişilerine sormadan,

doğasını koklamadan. Tabiatı delme faaliyeti vakit kaybetmeksizin başlatılmıştı. Sorun kimi

Cumhuriyet Halk Partisi’nden duyarlı milletvekillerince TBMM’de dile getirilmiş ve bazı

medya kuruluşları tarafından topluma yansıtılmaya çalışılmıştı. Anılan platformdaki sorumlu

hemşehrilerimin (120.000 nüfuslu Turgutlululardan/ Kasabalılardan bazılarının) özverili

çalışmalarıyla da yörenin -kaç yıl sonra bilinmez- karşılaşabileceği geridönülmez yıkım,

toplumun bilgisine ulaştırılmaya çalışılmıştı.

Ticaret Odası başkanı Yılmaz Orcan’ın açış ve TEMA Turgutlu temsilcisi Ayla

Yönet’in güzelim Çaldağı görüntüleri ve açılan kuyuların tehditkâr çirkinlikleri eşliğinde

yaptığı bilgilendirme konuşmaları yapıldı öncelikle. Ardından çevre bilincini içselleştirmiş ve

benim pek çoğunu -geçen zaman ve üniversitelerdeki görevlerimden ötürü uzakta bulunmuş

olmam nedeniyle- tanıyamadığım Turgutlulular topluluğu önünde, böyle bir soruna ne denli

duyarlı olduklarını zamanla daha iyi kavradığım Tahir Öngür ve Levent Tuğrul ile birlikte

panel niteliğinde başladı dertleşmemiz. Öngür ve Tuğrul böyle bir madencilik girişiminin

çevreye salacağı atmosferik ve kimyasal zararları ve bunların sonuçlarını, taşıdıkları

bilimadamlılığı sorumluluğu ve soğukkanlılığı ile dile getirdiler. Bu iki bilgini dinledikten

sonra benim (bu kitapçığın ilk bölümünde özet olarak yer alan) yaptığım kısa konuşma ise,

onların uyarılarına sadece tarihsel coğrafya çizmekten öte bir şey değildi. Ancak bu tarihsel

coğrafyanın nelere maruz kalabileceğini kendilerinden daha ayrıntılı olarak öğrendiğimde ise

15

Page 16: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

nutkum tutuldu. “Yersiz korkular yaratılmamalı” türünden güya toplumu psikolojik rehavete

sevkedenleri anımsarken ruhumuza sindirilmek istenen “tevekkül”ün, yani siyasal iktidarca

öngörülen ve kadere razı olan düşünce yapısının, nerelere uzandığını ve nasıl işlediğini daha

belirgin olarak fark etmiştim. Tarihçilik mesleğimle üstünde oturduğum “mekan”ın

günümüzde -21.yüzyılın güya şu insan haklarına ve çevre bilincine durmadan vurgu yapılan

yıllarındaki diliminde(!)- ne denli korkunç bir “zaman”a süreklenmekte olduğumuzu yüreğim

burkularak hissetmiştim. Dinleyenlerin ve konuşmacıların önlerine konmuş olan kuru üzüm,

leblebi, badem vb Turgutlu ürünlerini tatacak iştaham kaçmıştı.

15 Nisan 2010 tarihinde (İzlanda’da patlayan yanardağ ve yayılan duman dünya

gündemini tutarken, Turgutlu Çevre Platformu’nun TEMA Vakfı ile ortaklaşarak düzenlediği

“Yeraltı Varlıklarımız ve Sürdürülebilir Yaşam” bilgilendirme toplantısında da kanayan

yaraya yeniden parmak basıldığına tanık oldum bir kez daha. Sağduyu haykırdı yine, doğaya

sahip çıkmanın erdemi gösterildi. “Benim memleketim” olan Turgutlu’nun ve çok daha

uzaklardakilerin karşılaşabilecekleri ve akıl almaz madenciliğin getirebileceği sonuçları

bilimin verileriyle ortaya koydu; derinden hissettiği kaygıyla, eminim ki büyük bir acıyla, dile

getirdi olumsuzlukları. Yüreğim parçalanarak dinledim İstanbul Teknik Üniversitesi’nden

Profesör İsmail Duman’ı, Ege Üniversitesi’nden Profesör Yusuf Kurucu’yu, Dokuz Eylül

Üniversitesi’nden Yaşar Uysal’ı ve bir kez daha Mühendis Tahir Öngür’ü. TEMA Vakfı

kurucusu ve Onur Başkanı Hayrettin Karaca’nın üstümüze doğru sürüklenebilecek felaket

karşısında göstediği tepki ve önlem için dile getirdiği haykırış ise tüylerimi diken diken etti

Büyük felaketler getire(bile)cek girişime karşı duyarlılık gösterenleri “emperyalist

söylemler” sahibi yaparak güya liberal/postmodern alaşımı ön plana çıkarmak isteyen bazı

yorumların kişisel tepkiler ya da “European Nickel” adına konuşan birilerinin savunmaları

veyahut başka tür beklentilerin dürtüsüyle olup olmadığı, yapılıp yapılmadığı hakkında bilgi

sahibi değilim. Kimileri çok rahat ve kendilerinden emin konuşabiliyorlar; ağaçların yenilerini

bir çırpıda dikiveriyorlar, doğaya hükmederek onu yenileyebileceklerini sanıyorlar;

Turgutlu’nun daha yeşil olacağı müjdesini verebiliyorlar! Ama ben rahat değilim, bilginler

rahat değil, Çaldağı ve çevresini oluşturan doğa ve ona hayat veren canlılar hiç rahat değil.

Bilginleri can kulağıyla dinledim, internette yapılan sayısız yorumları okudum. Tarihçiliğimin

elverdiği kadar, geçmişe uzanan tarih/coğrafya içinde gezinmeye çalıştım.

16

Page 17: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Önce, sorunun muhataplarına kulak vererek daha sağlam zemine oturtmaya çalışayım

meselemizi: Turgutlu Belediyesi CHP meclis üyesi Lütfi Bıkmaz’ın yaptığı basın

açıklamasına Sardes Nikel’den gelen bazı yanıtları hatırlatayım; sonra da bilim adamlarının

feryadına kulak vermenizi dileyeyim (Hürses Gazetesi, 22 Mayıs 2009):

İddia: Konunun uzmanları Turgutlu’nun çok büyük bir çevre felaketi ile karşı karşıya

olduğunu söylemekteler.

Cevap: Çaldağ Nikel Projesi’nin çevreye etkilerini inceleyen ve farklı disiplinlerdeki

uzmanlar tarafından hazırlanan ÇED raporu, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın konularında

uzman birimlerince incelenerek olumlu olarak kabül görmüş, sonrasında mahkeme tarafından

atanan, konularında uzman, bağımsız ve tarafsız bilimadamları tarafından da onaylanmış ve

mahkeme heyetince projenin çevreye kabul edilemeyecek hiç bir etkisinin olmayacağı karara

bağlanmıştır. [….] Maalesef ki, projenin çevreye zarar vereceğini iddia eden kişiler konuda

uzmanlığı olmayan ve dayanağı olmayan birtakım ifadelerle bu iddialarını ortaya

atmaktadırlar. [Kimi sözcüklerin koyulaştırılması bana aittir – S:Ö.].

İddia: Yığın liçi yöntemi en ilkel arama yöntemidir.

Cevap: Yığın liçi yaklaşık 30 yıldır, altın, bakır ve diğer düşük içerikli minerallere uygulanan

ve nikelde de Çaldağ’da başarı ile test edilen en çevre dostu nikel üretme yöntemi olup,

Çaldağ’da yapılan AR-GE çalışmaları TÜBİTAK tarafından yaklaşık 1 milyon dolar katkı ile

desteklenmiştir. […].

İddia: Tarım arazileri üzerinde milyonlarca ton atık bırakılacak, 300 ile 500 bin civarında

ağaç kesilecek.

Cevap: Verilen orman izni kapsamında liç ve tesis alanında iddi edildiği gibi 300 bin yahut

500 bin değil, yaklaşık 140 bin kızılçam ağacı mevcuttur. Tesis alanında kesilecek ağaçlar

için, kanunların öngördüğü ağaç bedeli ve orman arazisi kullanım ücretleri Bakanlığa

ödenerek aynı miktarda ağacın başka bir yere yeniden dikilmesi sağlanmaktadır.[…].

İddia: Bölgedeki su kaynakları tüketilecek, tarım arazileri çoraklaşacak.

Ceyap: Projenin yıllık 3 milyon metreküp olan su ihtiyacının Gediz nehrinden temini DSİ

tarafından onaylanmasına rağmen, Şirketimiz su kaynaklarına olan talebin giderek

yoğunlaşacağını dikkate alarak alternatif çözüm için çalışmaktadır. […].

İddia: Sülfürik asit tesisi milyonlarca dönüm tarım arazisini kullanılamaz hale getirecek.

17

Page 18: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Cevap: Kurulacak olan sülfürik asit tesisi mevcut en modern yöntemle üretim yapmakta olup,

yasaların belirlediği emisyon değerlerinin çok altında, çevreye zarar vermeden faaliyet

gösterecektir. […].

“Özrü kabahatından büyük” ifadeler! Bir fetva formunda sanki “İddia” ve “Cevap”lar.

(Osmanlı fetva metinlerindeki “mesele”ler ve “el-cevap”lar gibi). Tabii ki sorun yargısız

infaz değil burada; ne de kâr-zarar hesabını, ödenecek vergiyi, istihdam edilecek (500 ya da

600 gibi gülünç) kişi sayısını ve çalışma yöntemine ilişkin “iddia ve cevaplar”ı buraya

taşımak. Sadece, değinilmesinde yarar gördüklerimi önümüzdeki sayfalarda yansıtmaya

çalışacağım.

Çaldağı hakkında edindiğim bilgilerimin daha sistematik ve bilimsel açıklamalarla

(olasılık anlamında düşünsek bile) pekiştiğini dile getirmek istiyorum şimdi de. Doçent

Levent Tuğrul’un çok daha geniş boyutlarda yaşanacağına, yani damarın herhangi bir

yerinden enjekte edilen zehirin tüm vücuda yayılacağına, başka bir deyişle “eko-sistem”i

bozacağına vurgu yaptığı sorunları belirtmeye çalışacağım.

Ağaç kesimiyle ve kaç çam ağacının kesileceği ile ilgili söylentilere ve bunlara verilen

yanıtlara ilişkin birşeyler yazmalıyım öncelikle. Bir projenin çevreye yapacağı etkileri

değerlendiren ve Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından kimi şirketlere hazırlatılan ÇED

(Çevresel Etki Değerlendirilmesi) raporuna gore, maden işletmesinin işgal edeceği alan 1.831

hektardır (Bir hektarın 10.000 metrekare veya 10 dönüm olduğunu hatırlamakta yarar var).

TEMA Vakfı Bilim Kurulu adına metalurji Yüksek Mühendisi Prof. Dr. İsmail Duman

imzası taşıyan ve adı geçen işletmenin “ekosistem”e yapacağı olumsuz etkilerini ortaya koyan

raporda “Çaldağı’nın herhangi bir bölümünde gerçekleşecek çevreye zararlı bir faaliyet”in

tüm sistemi etkilemesinin kaçınılmaz olacağı bildirilmektedir:

“Yöredeki nikel, kobalt kompleks cevheri çıkarma ve zenginleştirme faaliyetleri

konusundaki değerlendirme ve kararda işletmenin kamuya sağladığı söz konusu yarar

bir ölçüttür. Ancak bu değer; Çaldağ yöresinin zarar görmesi kaçınılmaz olan hava, su,

toprak, deniz, bitki örtüsü ve yaban hayatı kaynaklarının (reel ve irreel) değerleri doğru

hesaplanmadan; ayrıca tarım, hayvancılık, yöresel yaşam ve kültür üzerindeki olumsuz

etkileri doğru belirlenmeden bir anlam taşımaz. Ormanlarla örtülü alanlarda maden

işletmeciliği esnasında kaybedilen ağaçlar değil, bir ekosistemdir. Ekosistemin değeri

odun miktarı ve ağaçlandırma bedeli ile ölçülemez. Onarımı da “doğa ve vejetasyon

dinamiği ile uyuşmayan basit bir ağaçlandırma işlemi” ile gerçekleştirilemez”.

18

Page 19: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

“Çaldağı’nda kesilecek ağaç sayısı kadar başka yerlere fidan dikilecek” şeklindeki bir

savunmanın ne denli gülünç ve saptırıcı olduğu böylece ortaya konulmaktadır. Ne kadar bir

alanda, kaç yüzbin ağacın kesilebileceği üstüne yapılacak tartışmaların gereksizliği de ortaya

çıkıyor bu ifadelerde. Ek ağaçlandırma vaadlerinin de inandırıcılıktan uzak olduğu

belirtiliyor. Mahkeme konusu olan 300.000 ağacın yokedileceği varsayılmışsa da, rapordaki

ayrıntılı açıklamalar sonunda, doğrudan kesilecek veya sürülüp toprağa gömülecek ağaç

sayısının bu miktarın çok üzerine çıkacağı, “sadece halen izin oluru verilmiş tesis alanı

içinde bu sayının bir milyondan fazla olacağı kesindir” biçiminde vurgulanmış ifadeyle

ortaya konuyor. Doçent Tuğrul’un panelde israrla dile getirdiği bir husus da bu olmuştur.

Etkilenecek ağaç sayısı üstünde boş spekülasyonları bir tarafa bırakarak, sadece, bir

ara fazlaca yağan yağmurun Çampınar Köyü’nde Domuz Deresi’ne maden işletmesinin

yığdığı toprakların kaymasıyla nasıl bir felaket yaşatabileceğinin küçücük bir işareti

olabileceğini anımsatarak, bilginlerin Gediz nehrinden, yer altından ya da havuzlardan

(barajlardan) emilecek suya ve havaya salınacak asite ilişkin şu görüşlerini yansıtarak bu

yanbölümü tamamlayayım:

“Aslında tesisin yığın liçi işlemine yer açmak için kesmek niyetinde olduğu 100.000 ya da

200.000 ağaç ve dolaylı zarar görecek 1 milyon veya daha fazla ağaçlık ormanın telafi

edilemez bir kayıp olmadığı, bunun daha fazlası ormanın yine insan eliyle daha farklı bir

yerde yapılabileceği söylenebilir. Ancak burada ormanın 25 yıl kadar önce Orman

Bakanlığı tarafından “erozyon kontrolü” başlığı altında dikilmiş olmasının gerçek

nedenini hatırlamakta yarar var: Dik yamaçların özellikle normal yağmur mevsimi

dışında aldığı ani ve büyük yağışlarla oluşan sellenmelerin, düzlüklerde sık sık yarattığı

maddi hasara engel olmak için, yamaç dibi bu yeşil örtüyle kuşaklanmıştı. Şimdi, aynı

yamaç dibinde ormanın tıraşlandığı yere işletme tesisleri ve liç yığınları

konuşlandırılmak isteniyor”.

Arkadan hayati sorular soruluyor raporda; olumlu ÇED raporu verenlerin ve

mahkeme için bilirkişi görevi yapmış olanların sorularla dile getirilen riskler üzerinde

neden durmadıkları sorgulanıyor.

19

Page 20: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Su çekilirse, asit yağarsa !

Çaldağı’nın dibine dalacak olan maden işletmesinin çok miktarda su kullanması

gerektiği açıkça ortada. ÇED raporunda suyun Gediz nehrinden çekileceği, yaz aylarında ise

sondaj kuyularıyla yeraltı sularından sağlanacağı belirtilmiş. Gelin görün ki, ÇED raporunun

ekindeki DSİ hidroloji raporu, Gediz nehrinden dört ay boyunca su çekilemeyeceği uyarısı

bulunmakta. Ayrıca, ÇED raporunda, DSİ’nin sadece 2 lt/sn’lik üretim izni var. Uyarıları

unutmamak gerekli. Başlangıçta, 15 yıl boyunca ve sürekli olarak, 135 lt/sn, yaklaşık günde

12.000 ton su çekileceği belirtilmiş işletmecilerce. Suyun yetmeyeceği anlaşılmış olmalı ki

işletme sahipleri yeni projeler üretmeye yönelmiş. Burada ayrıntıya girmek ve okuru bazı

teknik açıklamalarla ve rakamlarla boğmak istemem; şu kadarını söyleyebilirim:

2006 yılında kabül edilmiş olan ÇED raporunda çevredeki çiftçi kuyularının

etkilenmeyeceği düşünülmüş. Depo olarak geçen 5 üniteden üç tanesinin baraj olduğu

sonradan ortaya çıkmış; dik meyilli yamaçlarda yapılması planlanan bu barajlar için hazırlık

yapılmamış. Yamaç duraylığı olan bu barajlar olumlu ÇED alındıktan sonra başlatılmış .

Yamaç eteğinde eski kum ocaklarına bir gölet kurulup kışın Gediz’den çekilecek suyun

burada biriktirilmesine ve yaz aylarında bu suyun kullanılmasına karar verilmiş. ÇED

raporunda böyle bir şey de yokmuş; gelebilecek tehlikeler ve onlara karşı alınabilecek

önlemler araştırılmamış; araştırılınca da eski kum-çakıl ocaklarının su tutmayacağı ve

maliyetin yüksek olacağı anlaşılmış ki bir ek çözüm olarak Turgutlu’nun atık sularının

arıtılarak kullanılması düşünülmüş (“islim arkadan gelsin” misali). Ancak TEMA raporunda,

ilçede kişi başına verilen su miktarının 100-130 lt/gün olduğu göz önünde tutularak, günde

11.000-15.000 metreküp, yılda 4.2-5.5 milyon metreküp suyun kullanıma arz edildiği

bildirilmektedir.

Burada, su açığını minimum düzeyde göstermek isteyen şirketin belirttiklerini ve

TEMA raporundaki rakamların onları onaylamadığını, hatta ÇED raporunda yer almayan bazı

noktaların üzerine gidilerek yapılan açıklamaları bir tarafa bırakıyor, Profesör Duman’ın asitli

çamurun ovaya akma riskine ilişkin sorularını yinelemek istiyorum:

20

Page 21: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

“15 yıllık işletme ömrünün herhangi bir anında yeniden sel oluşursa, milyonlarca ton

sülfürik asite bulanmış, milyonlarca ton kırılmış cevher yığınını çamur halinde ovaya

akmaktan kim ve ne alıkoyabilecek? İşletmenin çevresine açılacak drenaj kanalları mı?

Sele kapılarak vadiye taşınacak asitli çamurun yaratacağı hasarı kimler ve nasıl

giderecek? Bu tür gözükaralıklar, mühendislik hataları ve aç gözlülükler “son 80 yılın en

büyük yağışıydı” gibi söylemlerle affettirilebilir mi?”

Asit sisi!Hemen vurgulamakta yarar var: Uzmanların belirttiklerine göre, “lateritik” yani killi

nikel cevherinden sülfürik asit ile açıkta yığın liçi (en azından pilot ölçekte) dünyada ilk kez

Gediz tarım havzasında uygulanıyor; ancak bu cevherin bulunduğu tek yer Çaldağı değil.

Nikel değilse bile bakır için uygulanmış bir yer olan Kıbrıs/Lefke-Gemikonağı yöresindeki

işletmenin 35 yıldır çalışmamasına rağmen bölgenin hâlâ nükleer savaş geçirmiş gibi bir

halde olduğu hatırlatılıyor!

3 Şubat (2010) toplantısınında Tahir Öngür’ün yaptığı konuşmanın ana konusu “açık

havada sülfürük asit sisi” ile ilgiliydi; ve “”seyreltilmiş sülfürik asitten su buharlaşır, asit

buharlaşmaz” tezine karşı bilimsel açıklamaları içeriyordu. Onun değindikleri ve TEMA

raporunda belirtildiği üzere, “asit sisi Çaldağ’daki işletme süresince açıkta kullanılmak

istenen 15 milyon ton sülfürik asidin bir bölümünün gideceği aerosol fazı olarak çevresel

etkisi çok geniş bir alanda hissettirecek en önemli yıkıcı faktördür”. Çünkü sülfürik asitin

her derişimde ve sıcaklıkta buharlaşabilir olduğu açıkça ortaya konmuş durumda; 100

derecede kaynayan suyun her sıcaklıkta buharlaşabileceği gibi. “Aksi halde, örneğin +1

derecede çamaşır kurumazdı! Ya da, volkanik faaliyet bölgeleri dışında karaların ve

okyanusların yüzeyinde sıcaklık hiç bir zaman 100 dereceye ulaşmadığı için buharlaşma

olmaz, bulut oluşmaz, yağmur yağmazdı”.

Burada teknik açıklamaları sıralamak istemiyorum, isteyenler hem maden işletmesinin

açıklalamalarına ve ÇED raporuna, hem de TEMA’nın hazırlattığı sayfalara ve onların

dışında yapılmış yorumlara internet aracılığıyla ulaşabilirler. Ben pratik ve acil bilgi

niteliğinde bazı şeyleri öne sermekle yetineceğim.

Bilginler, “asit sisinin sıcaklıktan da bağımsız olarak çok daha etkin ve tehlikeli

şekilde ortaya çıkmasına neden olan en önemli etken asit-katı reaksiyonundan (seyreltik

sülfürik asit ile katı cevherin temasından) gaz çıkmasıdır” diyorlar; sorunu yöredeki işlemle

21

Page 22: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

bütünleştirerek “Çaldağı’nda olacak olan tam da budur” kararı veriyorlar. Soru ortada:

anılan işletmede “açık havaya salınan gazların havaya yayacağı asit sisi nasıl yakalanıp

da etkisiz hale getirilecek?” Asitin hem buharlaşma yoluyla hem de gazlarla taşınmak

suretiyle atmosfere dağılacağını ve emisyon kaynağından yüzlerce kilometre öteye sürüklenip

iklimsel koşullara bağlı olarak kırağı, çiğ, yağmur, kar, rüzgar ve benzer etkenlerle binlerce

hektar alanlardaki toprağa, suya, yaprağa, çiçeğe, canlıların tenine ve solunum organlarına

konacağını belirten otoriteler, altını çizdikleri şu satırlarla son uyarılarını yapıyorlar, “günah

bizden gitti” der gibi:

“İşte Turgutlu-Çaldağ’da kurulması planlanmış olan devasa açık hava kimya

fabrikasının sadece yakın çevresine değil, tüm Gediz Vadisi’ni, başta ormanlar olmak

üzere vadiyi sınırlayan dağlardaki tüm canlı yaşamını, Menemen Ovası’nı, Foça Ovası’nı

mahvetmeye aday en önemli çevresel etkisi budur”.

22

Page 23: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Çaldağı benimdir, Gediz’indir, coğrafyanındır

1950’li yıllarda Manisa Lisesi’ne sabah ulaşabilmek ve oradan akşam dönmek için

günde iki kez ve haftanın altı günü “talebe treni” ile yaptığım yolculuklarımda, dostum

Rıza’nın betimlediği (aşağıda yansıttığım) mekâna, sağlı sollu yanlarından geçip gittiğim

üzüm bağlarına, pamuk tarlalarına, atılan tohumu ve dikilen fidanı cömertçe yeşerten tarla ve

bahçelere, göğe yükselen binbir çeşit ağaca tanıklık ederken Çaldağı da görüş açım içindeydi

hep. “Çaldağı’na kar yağmış” haberlerini anımsar gibiyim bugün. Turgutlu istasyon binasının

ötelerine giden, oralara varmadan şehri yarıp geçen -ancak sonradan kuruyup gitmiş- Leylek

Çayı’nın Gediz’e ulaşmak için katettiği alanların etrafındaki görüntü çocukluk dönemimin

bende yer etmiş çok önemli anıları arasındadır. Mahallemizde oturan bir

öğretmenin/başöğretmenin -hafızamın bana bahşettiği anımsamayla- 1940’lı yılların ikinci

yarısında Irlamaz Köyü’ne at üstünde gidiş-gelişinin ne tür bir özveriyi gerektirdiğini şimdi

daha çok anlıyor ve minnetle anıyorum. Evimizin yanıbaşındaki yoldan geçen deve

kervanlarının Çaldağı etrafındaki Yörük köyleriyle ne tür bir ekonomik bağlantı kurduğunu

düşünerek tarihin derinliklerine daha doğru gidebiliyorum. 1922 yangınından yıllar sonra ve

Cumhuriyet’in 1940’lı yıllarındaki aşamasında çocukluğumun bu tür görüntülerini hatırlarken

yaşam mücadelesi yolundaki çabaları yerli yerine oturtabiliyor, Turgutlu’nun gelişme

evrelerinden birine tanık olduğumu sanıyorum. Ancak 2000’li yılların şu başlangıç evresinde

Çaşdağı’na musallat olan, andığım panelllerde ve bilginlerin ve doğaseverlerin uyarılarında

açıkça ortaya çıktığını sandığım olumsuz gelişmelerin bu güzel tabiat parçasına ve

uzağındakilere ne tür bir çevre felaketi yaşatabileceğini düşünürken geçmişten sürükleyip

getirdiğim güzel anılardaki çekiciliğe nasıl bir darbe vurabileceğini canım sıkılarak, çok

sıkılarak, gözümün önüne getiriyorum.

İzlanda’da patlayan yanardağ ve yayılan duman dünya gündemini tutarken; 15 Nisan

2010 tarihinde Turgutlu Çevre Platformu’nun TEMA Vakfı ile ortaklaşarak düzenlediği

“Yeraltı Varlıklarımız ve Sürdürülebilir Yaşam” bilgilendirme toplantısında sağduyu bir

kez daha haykırdı; doğaya sahip çıkmanın erdemini gösterdi; ”benim” memleketim olan

Turgutlu’nun ve çok daha uzaklarındaki canlıların karşılaşabilecekleri akılalmaz madenciliğin

getirebileceği sonuçları bilimin verileriyle ortaya koydu; çok büyük bir acıyla ve kaygıyla

23

Page 24: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

uyardı. Çekirdeksiz üzümün “başkenti”nden hükümet sorumlularını ve Sardes Nikel Maden

İşletmeciliği’ni yeniden ve yeniden derin derin düşünmeye çağırdı.

Yüreğim parçalanarak dinledim İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Profesör İsmail

Duman’ı, Ege Üniversitesi’nden Profesör Yusuf Kurucu’yu, Dokuzeylül Üniversitesi’nden

Profesör Yaşar Uysal’ı, daha önce de bilgilendirmelerinden yararlandığım Mühendis Tahir

Öngür’ü. Kimi şirketlere hazırlatılan ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporuna

dayanılarak girişilen nikel arama işlemlerinin yapabileceği tahribatı bu bilginlerin açık seçik

anlatımlarıyla bir kez daha gözümüm önüne getirmeye çalıştım. TEMA Vakfı Kurucusu ve

Onur Başkanı Hayrettin Karaca’nın yıllardır görgü tanığı olduğu doğa tahribatının önüne

geçilmesi yönündeki haykırışıyla ve insanlığı buna karşı çıkmaya çağıran seslenişiyle

tüylerim diken diken oldu. Turgutlu’mu düşündüm; yüzbinlerce ağaç kesiminin sebep olacağı

toprak kaymasının, susuzluğun ovalarda yaratacağı kuraklığın, uçuşacak asitin uzaklara kadar

taşıyacağı zehirin etkilerini karmakarışık olan belleğimde gezindirirken durumun dehşet saçan

vahamet-i hava’sını içim kalkarak hayal etmeye çalıştım. Yine de, Çaldağı’nda odaklanacak

çevre felaketinin durdurulacağı yönündeki inancımı sağlam tuttum ve içim acıyarak

toplantıdan çıkan sonuçların ilgililere ulaşmasını diledim, diledim, diledim.

24

Page 25: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Çaldağı benimdir, Turgutlu’nundur, Gediz’indir…

Çaldağı benimdir; Çampınar köyünden Memed’indir, Ramazan’ındır; Emekli Assubay

Muammer Arabulan’ındır, Turgutlu’nundur; Gediz’indir; çevresinindir, Türkiye’nindir; tüm

doğaseverlerindir. Doğdukları, kısa veya uzun yıllarını geçirdikleri yer olan bir coğrafya

parçasının başına gelebilecek felaketleri düşünüp üzülen, içi burkulan -en azından o yörenin

sorunlarına kayıtsız kalmak istemeyen- Turgutluluların, Çaldağı’nı çevreleyen yerleşim

merkezlerinde oturanlara ait duyguların, doğanın çok daha uzak alanlarında yapılacak

tahribatı düşünüp soruna ciddiyetle eğilenlerin tepkilerinden başka şeyler değil değindiklerim.

Sanıyorum, Cumhuriyet Türkiye’sinin vatanını seven, yaşadığı yerde onun bilincini taşıyan,

oluşturduğu ve taşıdığı kültürün değerini bilen bir vatandaşın böyle hisler taşıması doğaldır;

doğal sayılmalıdır. Turgutlu’da doğmuş, gençliğini orada geçirmiş olan ve sıklıkla da oraya

uğrayan dostum Profesör Rıza Filizok şöyle tasvir ediyor güzel bir vatan parçasını,

Kasaba’sını gözünden ırak tutmadan:

“Vatan derin ve kutsal anlamı olan bir kelime olmakla birlikte soyut bir kavramdır. Onu

bizim için vazgeçilmez kılansa o mekana bağlı somut yaşantılarımızdır. Gurbette vatan

hasreti çekenin ıstırabı, vatan ile ilgili soyut fikirlerden doğmaz. Onun hasreti, doğup

büyüdüğü şehiredir; çocukluğunu geçirdiği evin bahçesindeki hanımellerinedir; yazın

göçtüğü yaylalaradır; beyaz peynirine, karpuzuna, kavununadır. Kasaba’lıysa eğer

bağına, bahçesine, yol kıyısındaki bir kavağa sarılıvermiş asmalarına, üzümüne, incirine

ve dost çehrelerinedir. Velhasıl vatan sevgisi ile çocukluğun ve gençliğin geçtiği yerlerin

sevgisi çok zaman birbirine denktir” (R. Filizok, “Turgutlulu Bir Edebiyat Alimi: Prof. Dr.

Şükrü Elçin”, Turgutlu Sosyo-Ekonomik Tarihi Sempozyumu, s.102).

25

Page 26: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Yakarıyor Çaldağı !

Kıymayın Çaldağı’ma!Ne garip ve üzücü! Kimyasal silah üretebileceği ve “Batı”ya karşı bir kıyıma

gireşebileceği korku ve endişesiyle İran üzerinde dikkatlerini toplayan nükleer silahlara sahip

“insan hakları kahramanları” Çaldağı’nda oluşabilecek ve çevre felaketine yol açabilecek

gelişmelere ne kadar sessizler! Sadece sessiz değiller, çokuluslu şirketler olarak işin içindeler!

Yine ne garip ki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 13 Şubat 2010 tarihinde, Katar’ın Sheraton

otelinde yapılan ABD-İslam Dünyası Forumu’nda “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla”

başlayıp sürdürdüğü konuşmasında “ey insanlık neredesin” demiş; özellikle Gazze’deki

ölüm ve yıkımları anımsatarak, terör dehşetini sergileyerek, İslam dininin faziletlerini dile

getirerek! Ne güzel bir uyarı! Ne var ki benim Çaldağı’mın üstünde ve altında yaratılabilecek

tehlikelere göz yumanlar İslam’ın faziletlerinden ve “Batı”nın arkasında yatan insanlık

tarihinden nasiplerini almamış görünüyorlar. Yüreği Çaldağı ile çarpanlar mevcut Türkiye

Cumhuriyeti Hükümeti’nden ve “Batılı” müttefiklerinden insaf ve umut ışıkları bekliyor!

Ege’nin -hatta dünyanın- en verimli toraklarında her yıl yeşerip kendilerine kıymak isteyenler

için bile olgunlaşan üzümün, pamuğun, domatesin, zeytinin, incirin, kirazın, eriğin ve daha

nicelerinin köklerinin kurumaması dileğiyle; 15 yıllık tarım üretimi 5.1 milyar dolar olarak

hesaplanan bölgenin, bir defa kazanılacak olan 163 milyon dolara feda edilmemesi

umuduyla.

Değerli dostum ve meslektaşım Profesör Zeki Arıkan’ın bir dertleşmemiz sırasında

anımsattığı Hikmet Birand’ın Alıç Ağacı ile Sohbetler kitabındaki son sözler şöyle:

“Sohbetlerimizi dinleyenler, sanıyorum ki, unutmayacaklardır seni. Sonra, belki bir gün

gelir, biz de, seni, dallarında öten kuşları, çiçeklerine konan kelebekleri kendimiz gibi

beller; hepimiz için şenelttiğimiz bu dünya yurdunda, onların da bizim gibi yaşamaya

hakkı olduğunu anlar, hiçbirinize kıyamaz oluruz”.

26

Page 27: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Böyle bir yakarış Türkiye coğrafyasının her tarafından seslenmekte günümüzde;

maden arama için deli gömleği giymişlerin ya da HES (hidroelektrik santrallar) için seferber

olmuş avcıların doğaya uzanan ellerinden kurtulmak için “imdat” diyor; şirket ya da

taşaronun, yerli ya da yabancının bırakacağı çöl manzarasını ve neden olabileceği ölümleri

durdurmak için. Çaldağı’ndki bir canlı da onlardan biri. Batı Anadolu’da dünyalar güzeli

Turgutlu ovasına bakan coğrafyayı karşılaşabileceği doğa felaketi nedeniyle içi sızlayarak

seyreden milyonlarca canlıdan biri. Yaralı o; köküne saplanan delici aletlerden aldığı

darbeleri acıyla hissediyor; çıkarılmak istenen nikel madeni için çevresini saran işletme, sakin

yaşantısına göz dikmiş durumda. Binlerce yıldır orada, kendini yenileyerek gelmiş bu günlere,

çevresindeki yaşamla uyum içinde yaşayıp durmuş; Lidya uygarlığına, Bizans kültürüne,

Osmanlı geleneklerine, Cumhuriyet sürecinde de onu sürükleyecek toprak kaymasına engel

olan ağaçlandırmaya tanık olmuş. Bugünlere ulaşmış; ama şimdi altından oyuluyor; Üstünde

yeşerdiği suyu çekilecek, boy gösterdiği hava zehirlenecek!

Pekçok kimse onu tanımaz. Ağrı’dan, Antalya’dan, Edirne’den uzaktadır. Ancak

TBMM’de onun adına verilen oylar kendisini yok edebilecek nitelikte; milletvekillerinin onu

tanımadan kaldırdıkları parmak ya da bastıkları düğme onun için yaşamsal olmuş. Nisan 2010

tarihinde lehine verilmiş bir mahkeme kararıyla kendini güvenceye aldığına hiç sevinememiş.

Aslında milletvekillerinin doğaya karşı göstereceği ilgi ve bu yolda atacakları adımlarla

hayatta kalabileceğine inanmış bir ara. Ama başında Demokles’in kılıcı durmuş hep:

TBMM’den 10 Haziran 2010’da geceyarısından sonra çıkarılan maden yasasının başına

getirebileceği ve ardından tüm gediz ovasına yayabileceği ölümcül darbeleri düşünmüş,

ürkmüş, korkmuş. Kimi zaman duyarlı milletvekillerin, yerel basının ve tabiat aşkıyla tutuşan

Çaldağı çevresindeki köylülerin, sorumlu ve vatansever Turgutlu halkının, TEMA’nın ve

Turgutlu Çevre Platformu’nun onu kurtarma yolunda gösterdiği çabaları minnet duygularıyla

yadetmiş. Kendisine uzaktan bakan ve timsah gözyaşları döken milletvekillerini ise

vicdanlarıyla başbaşa bırakmış.

Onun tepesinde gezinen felaketleri ayrıntılarıyla anlatmaya gerek yok; bunlar

doğaseverlerce dile getirildi; sorumlu gazetecilerce yazıldı, kimi milletvekillerince defalarca

seslendirildi. Birçok bilgin ve aydın kişi geldi onun yanına; hüzünle, ama umutlandırarak

27

Page 28: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

baktılar çoğu zaman. Akademik ve duyarlı saptamalarla çevresinde nasıl bir doğa kıyımı ile

karşılabileceği ortaya kondu.

Geliri götürüsünden tarifsiz derecede fazla olan (15 yıllık üretim geliri olarak

hesaplanan 5.1 milyar dolara karşılık 163 milyon dolara kiraya verilen) verimli topraklarında

uzayıp giden bağların, bahçelerin ve tarlaların üstünde yeşeren üzümün, zeytinin, domatesin,

eriğin ve nice dünyalar tatlısı sebze ve meyvelerinin bir İngiliz şirketinin çıkarmak istediği

maden işletmesiyle harabeye çevrilebileceğini düşünerek, ona acıyacaksınız, eminim. “Reva

mıdır”,diyeceksiniz, onu yok etmek isteyen bir girişime karşı duyarsız kalmak? “Hak ve

hukuka sığar mı” diye haykıracaksınız onun etrafını saran doğa cennetine, her türlü bitki ve

hayvan zenginliğine darbe indirmek, kendisini okşayan insanların hayatlarını karartmak? Bu

nasıl iştir diye isyan edeceksiniz emperyalizmin kurutmaya geldiği bu güzelim coğrafyayı

düşünerek.

28

Page 29: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Son pişmanlık fayda etmez !

Çaldağı’ndaki ağaç kesimine ilişkin 2010’un Nisan ayında verilmiş bir mahkeme

kararından haberim oldu doğal olarak; böyle bir tehlikeyi durduran karar, hiç şüphesiz, çok

memnuniyet vericiydi. Ancak benim için rahat değildi. TBMM’de dolaştırılan ve 10 Haziran

2010 tarihinde geceyarısı çıkartılan maden yasasındaki hükümler rahatsızlığıma tarifsiz endişe

kattı, korku kattı; mahkeme kararıyla duyduğum sevincim kursağımda kaldı. Şu sıralar

mecliste gezintiye çıktığını duyduğum tasarılar fazlasıyla içimi bulandırıor.

Bir yazımda Türkiye Cumhuriyet’inin değerlerini bir kenarda tutmuş, 16.yüzyılın ünlü

şeyhülislamı Ebussuud’dan bir fetva örneği ile başbakanından, Manisalı başbakan

yardımcısından ve hükümetlerinden “medet” ummuştum. Şeyhülislam’ın devlet topraklarının

satışı, hibe edilmesi ve anlaşma gereği verilmesinin caiz olmadığına ilişkin “elcevab”ını

hatırlatmıştım. TBMM milletvekillerinden, çoğunun tanımadıklarından emin olduğum

Çaldağı adına seslenmiştim; insaf dilemiştim. Şu anda, bu yazımı bitirirken, Çaldağı’nda

yakın bir geçmişte sadece kırık bir parçası ortaya çıkarılnış ve 1889/90 yılına ait bir mezar

taşında kalan okunabilir (meslektaşım ve dostum Aydoğan Demir’in ustalığında ortaya çıkan)

kısımlarına yeniden bir gönderme yapmak istiyorum; “merhum”un nelerden yakındığını, ne

zorluklarla yaşadığını düşünerek, “Diri ve Sonsuz Tanrıdan izin isteyen [merhum], yazık,

bu dünyaya gelenler hep meşekkat hanesinde…” sözcüklerini anımsatarak. Merhum’un

kendi yaşamı boyunca karşılaşmadığı ama günümüzün tanık olduğu felaketlerin ve

acımasızlığın getirebileceği acıların ıstırabını şimdiden hissederek. Yeraltından çekilecek

suların, yayılacak asitin, kaybolacak çamların, can çekişecek ve yok olacak canlıların ve

tarihe tanıklık etmiş uygarlık sembollerine yapılacak tahribatın “günah”ını hatırlatarak:

Destûr

29

Page 30: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Hüve’l Hayyü’l-baki sene 1307Ey diriga bu fenaya hep gelenler…Bu hâne-i meşekkat….

19. yüzyıldan kalan ve yakaran canlıya pek uzak olmayan bir Müslüman mezarlığında

bulunan kırık bu taşta adı geçen “merhum”un çok “meşekkat” çekmiş olduğu yazılı; onun

yakarışını duyar gibi sanki. Ancak, şu son birkaç yıldaki girişimin Çaldağı’nın başına

getirebileceği bir felaket sadece “meşekkat” sözcüğü ile açıklanamayacaktır ileride. Onun gibi

sayısız canlının yok olma olasılığı vardır. Ona kıyanların (ya da onların çocuklarının),

uzaklardan okuyacakları dualar ise son pişmanlık bile olmayacaktır. Bırakalım onu rahat

yaşasın dağında, oksijen dağıtsın etrafına; bırakalım ufkundaki ovalar, bahçeler doyursun

canlıları, ekonominin motoru olsunlar; dualarımız onları üretenler için olsun!

Çaldağı benimdir; Memed’in ve Ramazan’ın köylülerinindir, çevresindeki köylerindir,

Turgutlu’nundur, Gediz dünyasınındır. Onu bizlerin elinden alanların, almalarına izin

verenlerin değidir! Bilim adamlarının uyarıları uluslararası bir şirket çıkarları uğruna feda

edilmemelidir; uygarlık yuvaları bozulmamalıdır; böylesi bir “cennet/mekan” tahrip

edilmemelidir; çok daha geniş bir coğrafyaya zehir saçabileceği, benim çocukluğumda

bağlarında üzüm keserek amelelik ettiğim güzelim alanların ve üstündeki canlıların

karşılaşabileceği felaket hiç mi hiç gözden ırak tutulmamalıdır. Aksi halde pişmanlık, çok geç

kalmış ve onarılamayacak bir duygu olarak dünya ekolojik tarihinde çakılı yerini almaya

mahküm kalabilir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin “meşruiyet” için “Batı”ya yaptığı kıyak,

hazinesine getireceğini sandığı 3-5 kuruşluk “irad” için benim memleketimi ne denli karanlığa

itmiş olabileceğinin tarihsel bir belgesi olarak, “merhum” ve “merhume”lerin mezar

taşlarına, verdiğim örnekteki “meşekkat” yazılabilir. Meşekkatı, acıyı çektirenlerin onları

düşünerek etmek isteyecekleri dua için, korkarım ki, zamanları kalmayabilir.

Ne garip ve üzücü. Kimyasal silah üretebileceği ve “Batı”ya karşı bir kıyıma

gireşebileceği korku ve endişesiyle İran üzerinde dikkatlerini toplayan ancak nükleer silahlara

sahip olan “insan hakları kahramanları”, Çaldağı’nda oluşabilecek ve çevre felaketine yol

açabilecek gelişmelere ne kadar sessizler! Sadece sessiz değil, çokuluslu müteahhitler olarak

işin içindeler! Yine ne garip, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 13 Şubat 2010 tarihinde,

Katar’ın Sheraton otelinde yapılan ABD-İslam Dünyası Forumu’nda “Rahman ve Rahim olan

Allah’ın adıyla” başlayıp sürdürdüğü konuşmasında “ey insanlık neredesin” demiş, özellikle

30

Page 31: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Gazze’deki ölüm ve yıkımları anımsatarak, terör dehşetini sergileyerek, İslam dininin

faziletlerini dile getirerek! Ne güzel bir uyarı. Ne var ki benim Çaldağı’mın üstünde ve altında

yaratılabilecek tehlikelere göz yumanlar, İslam’ın faziletlerinden nasibini almamış görünüyor.

Ben, bir tarihçi olarak, Turgutlulu (Kasabalı) olarak, bilim adamlarının ortaya

koyduklarını çok önemsedim ve sorunu böylece yansıtmaya çalıştım. Bilimselliğin ulaştırdığı

ayrıntıları ve sorgulamaları okurken ve dinlerken, Çaldağı’nın bir süre önce ciğerlerime

doldurma fırsatı bulduğum tertemiz havasının kaynağı olan güzelliklerini ve ekrana

yansıtılmış olan yeşilliklerini seyrederken, bu coğrafya parçasına yapılan müdahalenin nasıl

bir önü alınmaz yıkıma yol açabileceğinin üzüntüsünü hissettim. Geldiğimiz noktayı tarih

derinliğinde irdelemeye çalıştım. Milyonların, hatta milyarların, benim gibi düşündüklerini

biliyorum.

Yetkililer yeniden düşünmeliler şu “Çaldağı Efsanesi”ni. “Efsane” diyorum; çünkü

efsane, olağanüstü varlıkları ve olayları konu edinen hayali öyküdür. Dilerim, Çaldağı’nın

asırlardır süregelen gerçek yapısı ve bilinen öyküleri unutulmuş olmaz. Ve güzellikleri

silinmiş bir tarihi coğrafyanın acımasız müdahalelerle etrafa saçılmış ölü mazisinin sadece

hayal edilen bir efsanesi durumuna getirilmez yıllar, onyıllar, sonra! Değerli dostum,

meslektaşım Profesör Zeki Arıkan’nın bu vesile ile anımsattığı Hikmet Birand’ın Alıç Ağacı

ile Sohbetler’indeki son sözler umudumuzu taze tutar:

“Sohbetlerimizi dinleyenler, sanıyorum ki, unutmayacaklardır seni. Sonra, belki

bir gün gelir, biz de, seni, dallarında öten kuşları, çiçeklerine konan kelebekleri

kendimiz gibi beller; hepimiz için şenelttiğimiz bu dünya yurdunda, onların da

bizim gibi yaşamaya hakkı olduğunu anlar, hiçbirinize kıyamaz oluruz”.

Tarih gerçeklerin peşine takılmıştır her zaman, yörüngesinden saptırılmış girişimlere

rağmen. Anılan maden alanına en yakın köy olan Çampınar’ın yiğit kişilerinden çiftçi

Mehmet ve çoban Ramazan gibi tabiat tutkunları, onlara omuz veren köylüleri ve

Turgutlu’nun ihtiyar delikanlısı Emekli Astsubay Muammer Arabulan gibi sorumlu

doğaseverleri, hemşehrileri, onu candan destekleyen sivil yoplum kuruluşları, tüm doğa

aşıkları ve uygarlık tutkunları, “Çaldağı” sembolünün işte o gerçek ve güzel yüzünde kayıtlı

tarihinde yerlerini aldılar, şimdiden.

31

Page 32: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

Son zamanlarda Turgutlu Çevre Platformu’ndan Metin Sert’in bilgilendirmeleriyle

(www.caldagi.com) daha fazla öğrendiğim European Nickel şirketinin 2000’li yılların başında

oluşturulmaya çalışılan Çaldağı serüvenünün 2010 yılı sonlarında gelen bir haber tüm

doğaseverleri sevindirdi. Londra Borsası’ndan yapılan bir açıklamada Sardes şirketinin bağlı

bulunduğu European Nickel’in yaşadığı bazı sıkıntılar dolayısıyla Çaldağı’nın pilot bölge

olmasından vazgeçip ağırlığı Filipinker’e kaydıracakları yolunda alınan haberler, şüphesiz,

beni de çok mutlu etti. Ama bu mutluluğum endişelerimi tam gidermiyordu; içim rahat

değildi; “artık Çaldağı işi bitti” diyenlere “acaba!” ile yanıt vermeye zorluyordu beni. Çünkü

askıya almışlardı projelerini. Gerçekten, kuşku yaratacak gelişmeler de ardarda geldi. 27

Aralık 2010 tarihli Yeni Turgutlu gazetesi, bir konferans için Turgutlu’ya gelmiş olan İstanbul

Teknik Üniversitesi’nden Profesör Orhan Kural, Turgutlu Öğretmenevi’nde “benim kadar

hayatını çevreye adamış bir insan tanımıyorum” diyebilen bir kişi olarak “Sardes’in gitmesi

Türkiye için büyük kayıptır” düşüncesini taşıdığını bildirmişti. Orhan Kural söz konusu

şirketin maden çıkarıldıktan sonra ormanı (aslında “ekosistemi”) eski durumuna getirme

yükümlülüğünü hatırlatmış (nasıl geri gelebilirse!); yöredeki tuğla fabrikalarnın varlığına

karşı olduğunu belirtmiş, ama madeni temize çıkarmak istemiştir. Ayrıca, Sardes’in sorumlu

müdürünün 31 Ocak 2011 tarihinde Turgutlu Ticaret Odası’nda (aslında daha önceleri

Çaldağı’nın oyulmasıyla ortaya çıkabilecek felaketin bilim adamlarınca dile getirildiği yerde!)

yaptığı bir konuşmada bu işten vazgeçilmediğine ilişkin “muştu”(!) vermiştir.

Ancak, Sardes Nikel’e karşı olan tepkiler gün geçtikçe artmış, duyarlı insanların

ideolojik ve siyasal düşüncelerindeki farklılıkların engellerine takılmadan tek yürek oldukları

gözlenmiştir. Çünkü sorun yaşam sorunudur, insanlık sorunudur.

Haziran 2009 tarihinde Radikal’de Koray Doğan Urbanlı imzasıyla “Çaldağı’nın

kaderi” başlığı altında çıkan ve bu yoldaki bilinçlenmeye dikkat çeken yazısı; Sedar Kızık’ın

23 kasım 2010 tarihinde Cumhuriyet’te yayımlanan “Çaldağı’nı Çaldırmayın…” savunusu;

Ozan Yayman’ın 16 Kasım 2010 tarihli Cumhuriyet Ege’de “Çaldağı’nda topyekûn

savunma” başlığı içinde verdiği haber; Melis Alphan’ın 17 Ekim 2010’da Hürriyet Pazar’da

“Tarım cennetini asitle yıkayacaklar” başlığıyla ilettiği ürkütücü yazısıı; Veli Toprak’ın 7

Kasım 2010 tarihli Sözcü’de “Gediz ölüyor, iktidar izliyor” derlemesi; 10 Kasım 2010 tarihli

Birgün’deki Şule Yıldırım’ın Maniasa milletvekili ve Başabakan yardımcısı “Arınç’ın sessiz

32

Page 33: Çaldağı Benimdircaldagi.com/FileUpload/ds92758/File/caldagi_benimdir... · Web viewBir yörük yerleşim alanı olarak kurulan Turgutlu, 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gelişmesini

kaldığı zehir” yazısı; ve “Deniz’i kazanalım darken Gediz’i kaybetmeyelim!” 11 Kasım 2010

başlıklı ve Yeni Akit’teki yazısıyla felaketin boyutunu dile getiriyor ve “şahsen ben Başbakan

sayın Tayyip Erdoğan’ın bu işe “dur” diyeceğini umuyor ve bekliyorum” diyor. Ben de “son

pişmanlık fayda etmez” diyerek bitiriyorum bu yoldaki uyarıları.

Sadece küçük bir kısmını anımsattığım bu gazette yazılarına ek olarak (genellikle

gözardı edilen) bir uyarı da benden: Bu kitapçığın ilk bölümünü oluşturan tarihsel derinlikte

saklanmış olan uygarlık tahribatı!

Çaldağı, Çampınar köylüsü çiftçi Memed’indir, çoban Ramazan’ındır; yiğit köylülerinindir.

Çaldağı Emekli Assubay Muammer Arabulan’ındır; Kasaba’lınındır, Gediz Ovası’nındır; doğa sevenindir;

Çaldağı doğanındır, Çaldağı benimdir!

Çaldağı o tüm zenginlikleriyle

nefes vermiş geniş çevresine,

refah sağlamış kadirbilir insanlarına,

bakadurmuş uzaktan yeşil ovalarına,

kıymayınız ona bir “hiç” uğruna!

“Sohbetlerimizi dinleyenler, sanıyorum ki, unutmayacaklardır seni.

Sonra, belki bir gün gelir, biz de, seni, dallarında öten kuşları,

çiçeklerine konan kelebekleri kendimiz gibi beller; hepimiz için

şenelttiğimiz bu dünya yurdunda, onların da bizim gibi yaşamaya

hakkı olduğunu anlar, hiçbirinize kıyamaz oluruz”.

Hikmet Birand, Alıç Ağacı ile Sobetler

33