21
I. Abdülhamid’in Annesi Rabia Şermi Kadın Zühal ÇOLAK Duygularımızı Anlamak ve Kontrol Etmek Eşref BOLUKÇU Diğergâm ya da Âgâh Olmak Emine Büşra YÜKSEL Dergisi’nin Ücretsiz Eki’dir. NİSAN 2018 YIL: 24 - SAYI: 210 MART 2020 YIL: 26 - SAYI: 233

Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

Hilâl’in Orduları

...Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle...

I. Abdülhamid’in Annesi Rabia Şermi Kadın

Zühal ÇOLAK

Duygularımızı Anlamakve Kontrol Etmek

Eşref BOLUKÇU

Diğergâm ya daÂgâh Olmak

Emine Büşra YÜKSEL

Dergisi’nin Ücretsiz Eki’dir.

NİSAN 2018YIL: 24 - SAYI: 210MART 2020YIL: 26 - SAYI: 233

Çanakkale’ye koştu Hilâl’in orduları!...Vatan aşkıyla coştuHilâl’in orduları!...

İnançla çıktın yolaBakmadın sağa, solaToprağı kanla sulaHilâl’in orduları!...

Sancağı ele aldıSalip’e kılıç çaldıDüşmana korku saldıHilâl’in orduları!...

Alnından aktı teriYiğit subayı, eriMüjdeledi zaferiHilâl’in orduları!...

Bedel ödedin canlaAdın anılır şanlaDestan yazdınız kanlaHilâl’in orduları!...

Haritaya kan düştüToprağa bin can düştüSanma ki vatan düştüHilâl’in orduları!...

Göğüslerinde iman Sanki durmuştu zamanYaman dövüştü yamanHilâl’in orduları!...

M. Nihat MALKOÇ

Page 2: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

Sü�an-ı Sevrî Hazretleri’nin şöyle dediği nakledilmiştir:“Cafer-i Sadık Hazretleri’nin yanına vardım. Ona:

- Ey Rasûlüllah’ın mübarek torunu,bana tavsiyede bulun, dedim. Şöyle buyurdu:

- Ey Sü�an!Yalancının mürüvveti olmaz.

Hasetçi kimse rahat yüzü göremez.Cimrinin dostluğu olmaz.

Duygusuz kimsenin kardeşliği yoktur.Kötü ahlâklı kimsede efendilik olmaz.”

Ona:- Ey Rasûlüllah’ın mübarek torunu, bana daha fazla tavsiyede bulun, dedim.

Şöyle buyurdu:- Ey Sü�an!

Haramdan geri dur, âbid olursun.Allah’ın sana nasip ettiği kısmete razı ol, (Allah’a gönülden teslim olan) bir

Müslüman olursun.İnsanların seninle nasıl arkadaş olmalarını istiyorsan, sen de onlarla öyle

samimi arkadaş ol, o zaman (gerçek) bir mü’min olursun.Günahkâr ile düşüp kalkma; yoksa sana kendi çirkin hâllerini öğretir. Nitekim bir hadis-i şeri�e; “Kişi dostunun dini üzeredir. Onun için her biriniz kiminle

dostluk ettiğine dikkat etsin.” buyrulmuştur.İşini Allah’tan korkan takva sahibi sâlih kişilerle istişare et!

Cafer-i Sadık Hazretleri’ne tekrar:- Ey Rasûlüllah’ın mübarek torunu, bana daha fazla tavsiyede bulun, dedim.

Şöyle buyurdu:- Babam beni üç şeyle terbiye etti. Bana dedi ki:

Oğlum, kötü arkadaşla beraber olan, selâmette olmaz.Kötü yerlere girip çıkan, töhmet altında kalır.

Diline sahip olmayan, pişman olur.

Cafer-i Sadık Hazretleri’nin Nasihatleri

El-Alîm“Olmuş Olanı, Olmakta Olanı Ve Gelecekte Olacak Olan

Şeyleri Bütün Ayrıntısına Varıncaya Kadar Bilen”

El-Alîm; "hakkıyla bilen, çok bilen ve her şeyi ilmi ihata etmiş" anlamına gelir. O, yarattığı varlıkların bilmediği sırları ve gizlilikleri en ince ayrıntısına varıncaya kadar bilir. Allah'ın bilmesi, zaman ve mekân kayıtlarının dışındadır. Çünkü zaman ve

mekân mahlûktur; yaratan da O'dur. Bu sebeple O, olmuş olanı, olmakta olanı, gelecekte olacak olanları bilir ve varlık âleminde hiçbir şey kendisine gizli kalmaz. Ayrıca O'nun ilmi, her şeyin içini, dışını, inceliğini, açıklığını, küçüğünü,

büyüğünü, önünü, sonunu, altını, üstünü, başlangıcını, bitimini kuşatmıştır. Çünkü ezelî ve ebedî olan sadece ve sadece O'dur. Allah'ın bilmesi nihâyetsizdir. İmam-ı Gazâlî'ye göre insanın ilmi, Allah'ın ilminden üç bakımdan ayrılır: Birincisi,

insanın bilgisi sonradan olup sınırlıdır; Allah'ın ilmi ise, sınırsızdır. İkincisi, insanın bilgisi açık olsa da bu açıklık yine de son sınıra ulaşamaz; Allah'ın ilmi ise, son derece açıktır. Üçüncüsü ise, Allah'ın ilmi, varlıktan iktibas değil, aksine varlık, Allah'ın ilminden alınmadır. İnsanın varlığı bilmesi, varlıkla birlikte hâsıl olmuştur. İnsanın varlık hakkındaki her türlü bilgisi, varlığın yaratılmasından sonradır. Allah'ın varlığı bilmesi ise, varlığın var olmasından öncedir. Dolayısıyla, insanın şerefi, Allah'ın bir

sıfatı olan ilme sahip olmasıyla ortaya çıkar. İnsan, varlık üzerindeki nizamdan hareketle Allah'ın bilgisini kavramaya güç yetirebilir. Yüce Allah, sadece açığa vurduğumuzu değil, gönüllerimizde gizlediğimizi de bilir. Onun için bir Müslüman,

Rabb’imizin bize öğrettiği gibi, şu şekilde dua etmelidir: "Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey, Allah'a gizli kalmaz." Her şeyin anahtarları kendi nezdinde olan, kendisine hiçbir şey gizli

olmayan Yüce Allah'ın engin ilmi karşısında bize düşen sorumluluk, O'nun hoşnut olmayacağı söz ve davranışlardan şiddetle kaçınmak, itikadî, fikrî ve amelî hayatımızı O'nun ilâhî talimatlarına göre düzenlemektir. Yüce Allah, Alîm'dir. O'nun ilmi, her şeyi kuşatmıştır. İnsan, gayret ve çabasıyla, O'nun ilminden istifade edebilir. Allah'ın ilmi, yerine göre, insan ve bütün

varlığın kaderini belirlemesi, yerine göre insan ve bütün varlığı yaratması anlamına gelir. Bu bağlamda insanlar özgür iradeleriyle yapıp ettiklerinden hesâba çekileceklerini asla unutmamalı ve ona göre yaşamalıdırlar.

Page 3: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün kızı Hz. Fatı-ma’nın evine gelir. Gözleri Hz. Ali’yi arar... Rahmet Peygam-beri, yanlış giden bir şeyler olduğunu derhâl hissetmiş olmalı ki kızına, “Ali nerede?” veya “Eşin nerede?” diye sormaz. Tıpkı, Tûr’dan dönen ve gördükleri karşısında öfke ve hayal kırıklığı yaşayan Hz. Musa (a.s.)’e, kardeşi Harun (a.s.)’un, “Annemin oğlu!” diye seslenişi gibi; “Amcanın oğlu nerede?” diye sorar.

Hz. Fatıma ile eşi tartışmışlardır. Oysa Hz. Ali, eşini ne de çok sevmektedir. Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.v.)’e onun derdini anlatmamıştı ya hani… Hani Allah Rasûlü’nün yanına beraberce gitmişlerdi de utancından meramını dile getirememişti Fatıma... Ali hemen atılmış, onun adına: “Ey Allah’ın Rasûlü! (Onun söyleyemediğini) sana ben anlatacağım.” demişti. “Kı-zın Fatıma’nın elleri, değirmende buğday öğütmekten nasır tuttu. Tulumla kuyudan su çek-mekten, kovanın ipi boynunda iz yaptı. Evini elleriyle süpürüp temizlerken, eteği toz oldu. Yemek tenceresinin ateşinden üstü başı is oldu.” demiştir.

Hz. Fatıma babasının sorusuna, “Aramızda bir şey var. Bana kızdı, çıkıp gitti. Gündüz uy-kusunu yanımda uyumadı.” diye cevap verir. Allah Rasûlü, Ali’yi aratır. O da üzülmüş olmalıdır. “Ali mescitte.” derler, “Mescidin bir köşesinde uzanmış uyuyor.” Allah Rasûlü mescide vardı-ğında Hz. Ali’nin üstündeki giysinin sırtından kaydığını ve sırtının toz toprak içinde olduğunu görür. Allah Rasûlü ona yaklaşır, bir taraftan Hz. Ali’nin üzerindeki toprağı silkelerken diğer taraftan, “Kalk Ebu’t-türâb/Topraklı!” diye ona latife eder. O günden sonra Hz. Ali bu lakapla da anılacaktır.

Aile içindeki küçük huzursuzluk, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sevgi ve rahmet eliyle sükûnet ve ferahlığa dönüşür. Taraf olmadan barıştıran, incitmeden birleştiren Allah Rasûlü, küslüğün üstünü sevgi ile örtmüş, bir anlık öfkeden doğan kırgınlığı merhametle silmiştir. Hz. Ali ve Hz. Fatıma’ya bir aile olduklarını yeniden hatırlatmıştır.

Allah Rasûlü’nün aileyle ilgili yüzü aşkın sözü vardır. Hepsi de ailenin önemini anlatır bize...

Aile olmak, bir bütünü tamamlamak demektir. Kur’an’ın ifa-desiyle eşlerin birbirlerine örtü olmaları demektir. Eş olmak, kişinin kendi eksikliğini kabul edip eşiyle tamamlanması, kemale doğru adım atması, eşinin onu bir örtü gibi sa-rıp sarmalamasıdır. Aile, Allah’ın en büyük nimetlerin-dendir. Aile; muhabbetin, neşenin, birlik ve beraberlik duygusunun kıymet kazandığı bir ulvi ocaktır.

Aile, bereket kaynağı ve manevi bir zenginliktir…

Editör’den...

Page 4: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

Aile EkiYıl: 6 Sayı: 63

Somuncu Baba Dergisi’nin Ücretsiz Ekidir.

İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniBekir AYDOĞAN

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulusi ERDEMİR

Yayın EditörleriM. Nazmi DEĞİRMENCİ

Musa TEKTAŞ

Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK, Prof. Dr. Ali YILMAZ

Prof. Dr. Sebahat DENİZ, Prof. Dr. Bilal KEMİKLİProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN,

Prof. Dr. Ali AKPINAR

Grafik Tasarım ve Uygulamaİrem BAYRAKTAR

Yapım

www.grafiturk.com.tr

BaskıSalmat Basım Yayıncılık Ambalaj San. Ltd. Şti.

Tel: (0312) 341 10 24

Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaÇamlıca Basın Yayın Eğitim Sağlık Turizm

İnşaat San. ve Ticaret A.ŞZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad.No: 71 (44700) Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79

MART 2020 / YIL: 26 - SAYI: 233

12

04

08

102816

22

1826 30

Sana Nasıl Davranılmasını İstiyorsan, Sen de Öyle

Davran!

“Hiçbir Kapı Yoktur ki…”Ayakkabı Satıcısı

Zihnî Duruluk

İsveç Güzel Bir Ülke Ama Kendi Ülkem Harika

Duygularımızı Anlamak ve Kontrol Etmek

Anne Babalar “Nomofobi” için Neler Yapmalıdırlar

Diğergâm ya da Âgâh Olmak

Sümeyye Büşra YILDIZ

Eşref BOLUKÇU

Raziye SAĞLAM

A. Tuba BÂKİLERAyşe Gül PINAR

Asuman DÜZGÜN

M. Emin KARABACAK

Emine Büşra YÜKSEL

I. Abdülhamid’in Annesi Rabia Şermi Kadın

Zühal ÇOLAK

Mutluluğun“Anahtarı”

Muammer YILMAZ

Page 5: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

SANA NASIL DAVRANILMASINI İSTİYORSAN,

SEN DE ÖYLE DAVRAN!Sümeyye Büşra YILDIZ

İnsanlarla olan ilişkilerimize gerçekten dikkat ediyor muyuz? İnsanlara istedi-ğimiz gibi mi yoksa beklediğimiz gibi mi

davranıyoruz? Ne yazık ki, istediğimiz gibi davranıyoruz. İnsanların ne düşündükleri umurumuzda değil.

İnsanlar ne kadar bencil oldu. Sadece kendileri var, sanki başkalarının hiç hakları yokmuş gibi. Kendi ne yapmış olursa olsun normal, başkalarının çok küçük bir hatasını büyütüp anormal bir davranışmış gibi gö-rüyorlar. İnsanlar kendi işlediği kocaman günahları çuvala basıyor ama başkalarının küçücük yanlışını, duvara asıyor! Kendi gü-nahının hâkimi ama başkasının günahının savcısı oluyor. İnsan, nefis muhasebesi yapa-rak kendini bir türlü hesaba çekemiyor. Za-man zaman öz eleştiri yapmadığımızda buna benzer yanlışlara düşebiliyoruz.

Oysa düşünülmesi gereken en önemli şey: Sana nasıl davranılmasını istiyorsan sen de öyle davran! Çünkü sen insanlara nasıl davranırsan onlar da sana öyle davranırlar. Saygı görmek istersen saygı göster. Sevil-mek istiyorsan önce sev. İlgi görmek istersen önce ilgi göster! Sana nasıl davranılmasını istiyorsan öyle davran insanlara! Çünkü be-nim, sizin, herkesin hakkı var bu dünyada ve kimse kimsenin hakkını yiyemez çünkü “Be-nim hakkım diğerinin hakkının başladığı yer-de biter.” diye boşuna dememiş atalarımız.

“Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de başkasına yapma! O zaman Allah’a karşı hakkıyla takva sahibi olursun!” (Ahmed, ez-Zühd, 59)

Müslüman, hayatının her noktasında terbiye yolculuğu içinde olur ve sabrederek yürürse gerçek mü’min özelliğini yakalar. Bu yolculuk, Müslüman’a özel ve güzel özel-

likler kazandırır. Bunların bazılarını sayacak olursak;

İstikamet sahibi olmak, emin-güvenilir ol-mak. Haksızlığa, zulme yol açmamak. Kendi aleyhimize bile olsa adaleti ayakta tutmak. İncitmemek, incinmemek. Kendisine yapıl-masını istemediği bir şeyi başkasına karşı yapmamak. Bütün ilişkilerde barışı öncele-mek. Kavgalardan, tartışmalardan, öfkeden kaçınmak. Sonunda “Ben bunu neden yap-tım?” denilecek işlerin içinde olmamak. Söz verince yerine getirmek. Aile içinde insaflı, şefkatli, hakkaniyet sahibi, adil olmak. Anne-baba hukukunu gözetmek. Yaşlandıklarında onlara hizmet ederken “Öf!” bile dememek. Trafikte kul hakkını ihlal etmemek. Gözleri korumak, yolda insanlara eziyet verecek dav-ranışlara yönelmemek, varsa mani olmak...

Medya alanında, ister yazılı, ister görsel, ister sosyal tüm medya ilişkilerinde haysiyet-lere, mahremiyetlere tecavüz niteliği taşıya-cak hiçbir işi yapmamak. Her sözün, her dav-

“İnsanlar ne kadar bencil oldu. Sadece kendileri var, sanki başkalarının hiç hakları yokmuş gibi. Kendi ne yapmış olursa olsun normal, başkalarının çok

küçük bir hatasını büyütüp anormal bir davranışmış gibi görüyorlar.”

4 5

Page 6: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

ranışın yazıldığı ve ahirette önümüze çıkaca-ğı bilincini kaybetmemek. Tüm davranışlarda “Allah’ı görüyormuş gibi yaşama”, yani ihsan, “dikenli bir yolda yürüyormuş gibi dikkat et-mek” yani takva, “Benim bu davranışımdan Allah razı olur mu?” yani Allah rızası, “Bunlar ahirette önüme çıkarsa savunabilir miyim?”, yani ahiret hassasiyeti disiplinleri içinde ha-reket etmek.

Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz temiz mi? Yetimin başını okşuyor muyuz? Hasta zi-yaret ediyor muyuz? Yoksa bir kere kapılarını çalalım diye yaşlı anne-babalarımızın gözleri yollarda mı kalıyor? Bu sorular karşısında du-rumumuz nedir?

Eğitim dilinde kullanılan bir söz var: Em-pati, duygudaşlık veya eş duyum olarak da adlandırılan bir kavram. Kelime anlamı açı-sından bakıldığında çok kolay bir duygu gibi

görünse de karşılaşıldığında bu duyguyu his-

setmek hiç de kolay değil.

Empatiyi kısaca, karşımızdaki kişinin ya-

şadıklarını anlamak, kendimizi onun yerine

koyarak düşünmek, onun duygu durumunu

paylaşmak ve hissettiklerini bir nebze de

olsa anlamaya çalışmak olarak özetleyebili-

riz. Empati kurmak için şunlar gerekir: Kar-

şımızdaki kişinin yerine tam anlamıyla ken-

dimizi koyabilmek ve olaylara onun gözüyle

bakarak tarafsız bir şekilde değerlendirmek.

Karşımızdaki bireyin neler hissettiği nokta-

sında tüm duygu ve düşüncelerini iyi analiz

ederek doğru yönden değerlendirmek ve

gerçek anlamıyla hissedebilmek. Karşımız-

daki kişinin tüm duygu ve düşüncelerini an-

ladığımızı ona hissettirerek doğru bir şekilde

ifade etmek.

Rabb’im, bizleri mü’min feraseti ve basi-

retiyle davranan kullarından eylesin. Âmin...

Çanakkale muhârebelerinde kuman-danlık yapmış ve yaralanmış olan emekli bir subay, hatıratında şöyle

anlatıyor: Çanakkale Harbi’nin devam ettiği günlerden birindeyiz. O gün akşama kadar devam eden savaş, bu nisbetsiz üstünlüğe karşı yine zaferimiz ile netîcelenmek üze-reydi. Gözetleme yerinde muhârebenin son safhasını heyecanla takip ediyordum. Meh-metçiklerin “Allah Allah...” nidâları ufku titre-tiyor, korkunç bir medeniyetin bütün heybe-tini temsil eden top seslerini bile bu müthiş haykırışlar bastırıyor gibiydi. Bir aralık, ya-nımda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geriye dönünce Ali Çavuş ile karşılaştım. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ızdırap okunu-yordu. Daha neyin var demeye kalmadan, o her şeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürpermiştim. Sol kolu bi-leğinin dört parmak kadar yukarısından aldı-ğı bir isâbetle hemen hemen tamamen kopa-cak hâle gelmişti ve elini yere düşmekten an-cak zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi. Ali Çavuş dişlerini sıkarak ızdırabını yenmeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzattı:

“Şunu kesiver kumandanım!” dedi.

Bu üç kelimelik cümle, öyle müthiş bir istek, öyle bir mecbûriyet ifade ediyordu ki, gayr-i ihtiyârî çakıyı aldım ve derinin ucunda sallanan eli koldan ayırdım. Bu tüyler ürper-tici vazifeyi yaparken de: “Üzülme Ali Çavuş, Allah vûcuduna sağlık versin!” diye moral ver-meye çalışıyordum.

Çok geçmeden Ali Çavuş, yalnız elini de-ğil, vatan uğruna fânî vucûdunu da fedâ etti. Gözlerini hayata yumarken de:

“Vatan sağ olsun! Allah imandan ayırma-sın!.. Canım vatana fedâ olsun!..” cümlelerini tekrarlayarak son nefesini vermiş, etrafı küçük bir kan gölü hâline gelmişti. Çanakkale harbi nasıl bir iman gücüyle kazanıldı? Bu hususta, bizzat harbe iştirâk etmiş bulunan kahraman yiğitler, zaferin taktiğini şu şekilde anlatıyor-lardı: “Gönüllerimiz Allah’a niyaz hâlindeydi. O’nun yardım ve istiânesine sığınmıştık. Ku-mandanlarımız da sürekli olarak bize salât-ı nâriyyeyi okutturuyorlardı... Böylece ilâhî yar-dıma nâil olduk...”

Sema KORKMAZ

“KOLUMU KESİVER KUMANDANIM!”

6 7

Page 7: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

Lime lime olmuş gönüllerimizin gözü yaşlı yamayıcısı, derin yaralarımızın şi-falı merhemi olan şanlı ceddimiz M.

Âkif Ersoy merhumu engin saygı muhabbet ve hayranlıkla binlerce kez daha anıyorum. Şu nazar-ı dikkatimi celbetti dostlar: Sanki mer-humu yüreğimizin derinliklerine gömüp özel günlerde hatırlıyoruz. Millî duyguların zirve yaptığı, vatan-bayrak mefhumlarının detaylı olarak irdelendiği zaman diliminde, hafızamız üzerindeki toza hafifçe üfleyip onu gün ışığına çıkarıyoruz. Yahut mühim hadiselerin yıl dö-nümlerinde. Engin hoşgörüsü ve bağışlayıcılı-ğına sığınıp güzel dedemizi anmaya, hatıraları-nı yâd etmeye, eserlerine eğilmeye, ruhunu şâd etmeye çalışıyoruz dilimiz döndüğünce.

Türk edebiyatı tarihinde çok derin bir iz bırakmış, aruz veznini usta-lıkla ve kolaylıkla kullanmış bir “ekol” üstaddır o. Yüreğindeki iman cevherinin tezahürünü satırlara nakış nakış işlemiş, silah ve teçhizat yönünden yoksul olduğumuz Kurtuluş Savaşı günlerinde, kalemini silahtan daha etkili ve sert kul-lanmış, kitleleri peşinden sürük-lemiş “özden” bir vatan evladıdır. To-runu olmakla kıvanç duyduğumuz, tanıdıkça hayran olduğumuz, satırlarındaki derinliklere indikçe şanlı geçmişimizden tablolar izlediği-miz, dürüstlük ve sadâkat âbidesi bu söz sulta-nına, hak ettiği değeri vermediğimiz, liyakatle davranmadığımız kanaatindeyim. “Adam” gibi bir Müslüman, kahraman bir söz komutanı, hayatını bütünüyle vatanına adamış bir yalın adam. İlkeli, erdemli, tutarlı ve adanmış bir öm-rün nihayetinde tıpkı hayranı olduğu İki Cihan Önderi (s.a.v.)’nin ömrü gibi altmış üçünde öl-müştür. Çağlayıp coşan duygu seliyle engelleri aşıp gönüllere taht kurmuştur.

İz bırakanla bırakmayan arasında ince bir çizginin varlığına dikkat çeken Âkif -merhum-

bu iki gruptan birinin ömür boyu gayret etti-ğini, diğerinin ise ömür boyu hayret ettiğini söyler. Sanırım biz de ömür boyu “Âkif” isimli o destanı büyük bir hayretle okumaya devam edeceğiz. Aydın bir Müslüman, fedakâr bir baba, sadakatli bir dost, başarılı bir bilim adamı ve en önemlisi, kendi ifadesiyle: “Bir yığın söz ki, samimiyeti ancak hüneri”dir. Şanlı impara-torluğun asil çocuğu, varlığının gayesini idrak etmiş dava adamıdır Âkif. Yalan dolandan uzak karakter âbidesi, Doğu ve Batı sentezi bir ailenin evlâdı, açlığı veya tokluğu -kendince- önemli olmayan, vakarlı, minnetsiz ve doygun insandır O. Bu noktada Mithat Cemal’in sözle-rine kulak verelim: “Onun ruhunun, bedeni ile çehresine akseden manasını vasıflandırmak is-terken şu portreyi çizmemiz lazım geliyor: Va-

kar dolu bir alın, hayâ dolu bir çehre; şiddet dolu bir bakış, iman dolu

bir sine.” Anıt insan olan bu şahsiyeti gereğince tanıma-mız, bilgisinden müstefit ol-mamız, açtığı çığırda sağlam adımlarla ve güvenle yürüye-

bilmemizi temenni ediyorum aziz dostlar. Günümüzde ince

ve hassas çalışmalarıyla yeni nes-le bu büyük atamızı tanıtma çabası

içinde olanlara da ayrıca minnet ve şükran duygularımı sunuyorum. “Vatan sevgisi iman-dandır.” hadis-i şerifinin müşahhas hali M. Âkif Ersoy’dur. Bu vesile ile Âkif’i tanımamda çocuk zihnime ilk tohumu atan ve karakter-nezâket olarak da M. Âkif’e benzeyen cennet mekân babacığım merhum Hamit Bâkîler Bey’e, aziz ağabeyim-sıcak dost Vehbi Vakkasoğlu’na ve gönül kumaşı ipek olan değerli Y. Bülent Bâki-ler Amca’ma sonsuz teşekkür ediyorum.

Ey koca Âkif !!!

Rahmet sana, hürmet seni yetiştiren ebe-veyn ve hocalarına olsun. Amel defterin açık, alnın mahşer günü ak olsun, ruhun şâd olsun biricik dedeciğim.

A. Tuba BÂKİLER

“HİÇBİR KAPI YOKTUR Kİ…”

“Yüreğindeki iman cevherinin tezahürünü satılara nakış nakış işlemiş, silah ve teçhizat yönünden yoksul olduğumuz Kurtuluş Savaşı günlerinde,

kalemini silahtan daha etkili ve sert kullanmış, kitleleri peşinden sürüklemiş ‘özden’ bir vatan evladıdır.”

“Hiçbir kapı, altından geçerken, Âkif’i eğilmeye mecbur edemedi.”

M. Cemal Kuntay

8 9

Page 8: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

ZİHNÎ DURULUKAsuman DÜZGÜN

“Bu zaman dilimini düşündüğümüzde çıldırtan bir uyarıcı ile karşı karşıya kalan insanoğlunun seyr ü sülûku ya da ruhî bir dinginliği için nasıl bir mücadele

vereceği ise büyük bir muamma.”

Cahit Zarifoğlu, “Bir Değirmendir Bu Dünya” isimli kitabında, ruhu terbiye yöntemlerinden bahseder. Tasavvuf

erbabının da söylediği “Nazar ber kadem” düsturu ise bunlardan sadece bir tanesidir. Bu kaideye göre kişinin gözü, yürürken hep ayağının ucuna bakacak. Böylelikle çevrede-ki uyaranlarla zihninin kirlenmesinin önüne geçilmiş olacak. Bu zaman dilimini düşündü-ğümüzde çıldırtan bir uyarıcı ile karşı karşıya kalan insanoğlunun seyr ü sülûku ya da ruhî dinginliği için nasıl bir mücadele vereceği ise büyük bir muamma.

Bizler için büyüklerimiz, diri bir hafızaya sahip olmamız adına gözü, kulağı, dili, dudağı malayâniden korumayı tavsiye ederler. Yine, dikkati dağıtır gerekçesi ile mezar taşlarının bile okunmasını doğru bulmazlarmış. Peki, bizlerin gün içerisinde bir yığın malumat mo-lozunun altında hafızalarının ezilmesine ne demeli? Ayağın ucuna bakmaya gerek kal-madan dünyayı burnumuzun ucuna kadar getiren telefonlarla zihni duru ve diri tutmaya çalışmak nasıl bir mücadele ister?

Buraya sadece telefonları değil; göze ve görünmeye hitap eden her türlü ekranı koya-biliriz. Bu ekranların mavi ışıkla sadece göze zarar vermediği, hafızayı da tarumar ettiği bir gerçek. Belki zafiyet yalnız belleğimizde değil; ruhumuz, gönlümüz ve benliğimiz de bu du-rumdan nasibini alıyor. Burada zihnî bir arın-mayla işe başlayabiliriz. Çünkü bizlerin derdi bir şekilde yaşamak değil, doğru bir şekilde yaşamak olmalı. Ve bunun yollarını aramak da boynumuzun borcu. Bunun için ‘dijital detoks’ da denilen zihni ve gönlü belli bir süre ekran-lardan uzak tutmayı deneyerek ruhun nefes alacağı, zihnin dışardan aldığı toksinleri ataca-ğı zaman dilimleri oluşturabiliriz. Günün belli saatlerinde bilgisayar, telefon, televizyon ve tabletin ekranını karartarak ev ortamında ‘ek-

ransız hava sahası’ oluşmasını sağlayabiliriz. Hatta en çok zaman geçirdiğimiz bir sosyal medya hesabımız varsa, bunu telefonumuz-dan belli bir süreliğine kaldırabiliriz.

Aynı anda birçok olaya veya duruma zihnin sıçrayışları o anki zamana ve zemine yoğunla-şamamayı da beraberinde getiriyor. Kişinin enerjisinin bölünerek birçok durumun içinde olması, onun âna odaklanmasını engelliyor. Bununla ilgili “Şimdi ve burada bulunuyorsam şuanda kalmam önemli.” fikrini benimsemek işe yarayabilir. Ancak, bir alana odaklanıp de-rinleşerek güzel ürünler çıkarabiliriz. Her alan-da yüzeyselleştikçe kaliteden uzaklaşıyoruz. Dijital çağın fanileri olarak her yerde ama tam olarak hiçbir yerde değiliz sanki. Zihnimizde neticelendirmediğimiz yarım işlerimiz varsa zihin sürekli oraya kayarak asıl düşünmesi ge-reken şu anki konuya yoğunlaşamayacaktır. Bitirilmemiş yani yarım kalmış her şey, zihne yorgunluk olarak geri dönecektir. Bu durumu şuna benzetebiliriz: Bilgisayarda bir sürü say-fanın açık olduğunu düşünelim. Bir süre sonra sistem kasmaya ve verim düşmeye başlar. An-cak arka planda açık olan dosyaları kapatarak işlemi hızlandırabiliriz. Bunu önlemek adına,

10 11

Page 9: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

zamanımızı etkin kullanmamız devreye giri-yor. Bunun için, önceliklerimizi belirleyerek bir sıralamaya koymak, zihnimizi rahatlatacaktır. Küçük bir not defteri ile yapılacaklar listesi oluşturarak gün içerisinde zihnin geviş getir-mesini önleyebiliriz. Böylelikle enerjimizi doğ-ru yerde kullanmış oluruz.

Sessizlik oruçları ruhu dinlendirmek için yapılabilecek yöntemlerdendir. İsrafın olum-suz enerjisini kelimelerimizden başlayarak ha-yatımızın her alanından çıkarmak... Güzellik, ancak sessizlikle kendini ortaya çıkarabilir. Bir kar tanesinin gökten inişini arabaların gürültü-sünde, korna seslerinin eşliğinde seyretmekle sadece sükûtun hâkim olduğu bir mekânda izlemek şüphesiz çok farklı olacaktır. Hayatın koşuşturması içerisinde zaman zaman oluş-turduğumuz bu sessizlik oyuklarıyla ruhumu-zu dinginleştirmek... Belki biraz hayatı yavaş moda alarak yaşamak. Çünkü metropolde insanın bedeni ruhundan önde gidiyor. Ruh-lar yetişemiyor bedenin hızına. Bazen durup elimizi şakağımıza dayayarak hayat çizgimizi gözden geçirdiğimiz ve kendimizle yüzleştiği-miz anlar bizi hakikatin kucağına uyandırabilir. Kendi iç sesimizi duyacak kadar, içimize de-

rinleşebildiğimiz bu kıymetli zaman dilimlerin-de genelde çoğalarak çıkarız bulunduğumuz ortamdan.

Öyle ki, yokluğunda daha da bir fark ettiği-miz nimetler için belki biraz kendi içimize dö-nerek düşünmemiz de işe yarayabilir. Bu, biz-deki minnet ve şükran hislerinin diri kalmasını sağlayabilir. Böylelikle bizim olaylara daha gü-zel bakmamıza, olumlu duygularla dolmamıza yardımcı olabilir. Belki bunun için, kalbin kör ve sağır kesilmemesi adına küçük alıştırma-larla ruha idman kazandırabiliriz. Mesela, bir hastane köşesinde bir hastayı ziyaret etmek ya da oruç tutmak gibi. Varla yok arasındaki gidiş gelişle kendi faniliğimizi hatırda tutabili-riz. Bununla ilgili biz istemesek de bazen in-san hâlden hâle evirilerek bir düşüncenin içine çekilebiliyor. Belki bir hastalığın bize unuttu-ğumuz ve hiçbir çaba sarf etmeden tıkır tıkır çalışan bir uzvumuzu hatırlatması gibi.

Niyet dediğimiz şey insanın bütün duygu, düşünce ve eylemlerini şekillendiren bir şey. Hep zihnimize dünya ve ahiret saadeti için bizi geliştirecek, yetiştirecek iyi niyetler almalı-yız. Her sabah kalktığımızda ise bu niyetimizi kontrol ederek varsa aldığı bir hasar onarmalı ve onu tekrar tazelemeliyiz. Kendimiz olma yolculuğunda, kendini bilme ve kendini bulma basamaklarını çıkabilmek için bize hayat veren kitabımız Kur’an-ı Kerim’i okuyarak bizden istenilenleri yerine getirmemiz kâmil bir in-san olma gayreti içine girmemiz adına önemli duruyor. Yine en güzel örnek olan Efendimiz (s.a.v.)’in hadis ve sünnetleri ile hayatımıza bir rutin çizmemiz bizleri sadece zihnî kargaşadan değil, her türlü karmaşadan uzak tutacaktır. Bu rutinin rahatlığı ile hem zihnimize hem de ruhumuza soluk aldırabiliriz. Bunun yanı sıra, bize ilham veren seçilmiş eserleri okumak da zihnimizi zenginleştirirken dinginleştirecektir. Her daim zihnî ve kalbî bir esenlik dilerim.

Gelişim çağında çocuklar doğru yiye-ceklerle beslendikleri takdirde daha uzun boylu olma şansına sahiptirler.

Genetik faktörlere müdahale etmek mümkün değil, ancak HGH üretimini ne kadar artırırsak o kadar yararlı olacaktır. Bunun için çeşitli sağ-lıklı yiyecekler tüketmeli, şekerden kaçınmalı ve kiloyu ideal seviyede tutmalı. HGH’yi artıra-cak yiyecekler ise;

Hindi Göğsü: Bir aminoasit olan arginin, HGH’yi artırır. Araştırmalar, günde yaklaşık 15-20 gram tüketilmesi gerektiğini söylüyor. Hindi göğsü ise arginin bakımından en zengin yiye-ceklerdendir. Arginin bakımından zengin diğer besinler; tavuk, kabak çekirdeği, soya fasulyesi ve yer fıstığı.

Kırmızı Et: Büyümek istiyorsanız hayatınıza bol bol proteini dâhil etmelisiniz. Protein için-de bulunan aminoasitler, vücudunuz tarafın-dan organlardan kemiklere kadar tüm dokuları oluşturmak için kullanılır. Bunun için en doğru seçim sığır eti. Sığır etinin, sağlıklı hücrelerde rol oynayan bir aminoasit olan L-ortinini sen-tezlemenize yardımcı olduğu gösterilmiştir. Et

tüketmiyorsanız bitki bazlı protein kaynaklarından da faydalanabilir-

siniz.

Uskumru: Kemikleri sağlıklı ve işlevsel tutmak için

D vitaminine ihtiya-cınız var. D vitamini güneş ışığı da dâhil

olmak üzere belirli kaynaklardan alınmalı. D vitamini sağlığınız için son derece önemli. Ton balığı, uskumru, somon, müstahkem süt, sığır karaciğeri, peynir ve yumurta sarısı gibi yiye-ceklerden D vitamini takviyesi alabilirsiniz. D vitamini toksik olabilir, bu nedenle doktor tav-siyesi olmadan takviyeye başlamayın.

Avokado: Vücudunuzun kalsiyum ve D vita-minini uygun şekilde işlenmesi için magnez-yum ihtiyacı vardır. Kalsiyum ve D vitamini açısından zengin besinler yiyorsanız, magnez-yum açısından zengin besinler yediğinizden emin olun. Bunun için avokado iyi bir seçenek. Magnezyum ayrıca kan basıncını ve kalp ritmi-ni düzenlemeye yardımcı olacaktır. Magnez-yum bakımından zengin diğer gıdalar: Somon, fındık ve mercimek gibi baklagiller.

Hindistan Cevizi Yağı: HGH’yi arttırmanın bir yolu da kilo vermek. Hindistan cevizi yağıy-la yemek yapmak veya bir yüzeye eklenmesi vücudunuzun yağ yakmasına yardımcı olur. HGH seviyenizi dört saate kadar yükseltmek için iki kilo vücut ağırlığına bir gram hindistan cevizi yağı ekleyin. Hindistan cevizi et yağı gibi doymuş bir yağdır, ancak hindistan cevizi yağı sizin için daha sağlıklı olan orta zincirli bir trig-liserittir.

Çilek: Sağlıklı bir kemik gelişimi için C vitamini önemlidir. Vücut, kolajen oluşturmak için C vi-tamini kullanır. Portakal, karpuz, kavun ve kivi bu değerli vitamini alabileceğiniz diğer meyve-lerdir.

Nesibe AYDIN

BOYUNU EN AZ 5 CM UZATAN YİYECEK

GELİŞİM ÇAĞINDAKİ ÇOCUKLARIN

12 13

Page 10: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

Ayşe Gül PINAR

AYAKKABI SATICISI

“Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek: ‘Baktığın ayakkabı, sana yakışır!’

dedi. ‘Denemek ister misin? ”

Adam ona bir kez daha göz attı. Üstün-deki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmın-dan sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu.

Daldığı hülyadan çıkıp yola koyuldu-ğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp: “Küçüüük!” diye seslendi. “Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir ha-rika!” Çocuk, ona dönerek: “Gerçekten çok güzeller!” diye tebessüm etti, “Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.” “Bence önemli de-ğil!” diye atıldı adam. “Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya vicdanı.”

Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü: “Keşke vic-danımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.” Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp: “Anlayamadım!” dedi. “Neden öyle olsun ki?” “Çok basit!” dedi, adam. “Eğer vicdan yoksa cennete gi-remeyiz. Ama ayaklar yoksa problem değil.

Zaten orada tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler.” Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çekti-ği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işa-ret ederek: “Baktığın ayakkabı, sana yakışır!” dedi. “Denemek ister misin?” Çocuk, başını yanlara sallayıp: “Üzerinde 30 lira yazıyor.” dedi, “Almam mümkün değil ki!” “İndirim sezonunu senin için biraz öne alırım!” dedi adam, “Bu durumda 20 liraya düşer.

Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.” Çocuk biraz düşünüp: “Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!” dedi, “Onu kim ala-cak ki?” “Amma yaptın ha!” diye güldü adam. “Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa sa-

tarım.” Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yat-mıştı. Adam, devam ederek: “Üstelik de öğ-rencisin değil mi?” diye sordu. “İkiye gidiyo-rum!” diye atıldı çocuk, “Üçe geçtim sayılır.” “Tamam işte!” dedi adam. “5 lira da öğrenci indirimi yapsak, geriye kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı se-nindir, sattım gitti!”

Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları ara-sında dükkâna girdi. İçerideki raflar, onun beğendiği modelin aynıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayak-kabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstere-rek; “Benim satış işlemim bitti!” dedi, “Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.” “Şaka mı yapıyorsunuz?” diye kekeledi çocuk, “Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayak-kabı, para eder mi?” “Sen çok cahil kalmışsın be arkadaş...” dedi adam, “Antika eşyalardan haberin yok herhâlde.

Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder.” Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz gez-dirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri ve-rerek, “Bana göre 20 lira yeterli.” dedi.

“İndirim mevsimini başlattınız ya!” Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yana-ğına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamaz-dı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sım-sıcak bir tebessümle teşekkür edip:

“Babam haklıymış!” dedi. Bana “Sakat ol-duğun için üzülmene hiç gerek yok.” demişti.

Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vit-rine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar

kapanmak üzere olduğundan, spor ayakka-bılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayıl-

mazdı ama küçük bir dükkân için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, ço-cuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle...

14 15

Page 11: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

Raziye SAĞLAM

İSVEÇ GÜZEL BİR ÜLKE AMA

KENDİ ÜLKEM HARİKA

için küçük olanlar bile kullanışlı olabiliyor. Çocukları olduğunda ise daha büyük evlere ya da ekonomik gücü olanlar villa dedikleri müstakil evlere geçiyorlar. İsveçli genç çiftler en az iki tane çocuk sahibi oluyorlar. Çocuk sahibi olan anne ve babaların oldukça çok izni var. Anne babalar hava ne kadar soğuk olursa olsun çocuklarıyla birlikte, spor ya da gezmeden geri kalmıyorlar. Devlet, çocuk sa-hibi olmalarını her yönden teşvik ediyor.

Kiliseleri var ama müdavimleri pek yok. Zaten yapılan bir araştırmaya göre, İsveçlile-rin sadece beşte biri kendilerini inançlı ola-rak kabul ediyor. Şehirde bir tane cami var. Suudi Arabistan Devleti yaptırmış. Orada olduğumda cuma namazlarına gidiyorum. Hutbe hem Arapça ve hem İsveççe veriliyor ve bayağı uzun sürüyor. Hacca gitmiş gibi her renk ve milletten Müslümanlar bir arada ve insanlar çocuklarını da getirmeye dikkat ediyorlar.

Gençler 18 yaş ve üstüne geldiğinde ai-lelerinin yanından ayrılıyorlar. Üniversiteye başlayanlar devletten bir miktar para yardımı alıyorlar geçim için. Zaten gençler yazları çoğunlukla çalışıyorlar. Liseyi bitirip bizdeki gibi “Aman hemen bir okula kapağı atsın.” düşüncesi yok. Okula biraz ara verip seyaha-te çıkanların sayısı oldukça fazla.

Suç oranı düşük bir ülke ama bazen öl-dürme ya da yaralanma haberleri geçiyor

ki, bunların büyük bir kısmı göçmen mahal-

lelerinde oluyor. İsveç’te yarısından fazlası

Konya ve çevresinden olmak üzere yaklaşık

yüz bin civarında Türk bulunuyor. Türkler

arasında beyin göçü olarak da adlandırabile-

ceğimiz yetişmiş gençlerimiz olduğu kadar,

30-40 yıl önce gelip kebapçı, dönerci açan

ve çoğunlukla ardından gelen çocuklarının

da aynı işi yapmasının yanı sıra otobüs şo-

förü, market çalışanı ve daha başka işlerde

çalışanlar da mevcut.

Sonuç olarak İsveç, gezdiğim şehirleri,

havası, suyu, doğası ile çok güzel bir ülke

ama ne kadar güzel olsa da kendi ülkeme

dönmek harika bir duygu.

İsveç Göteborg’dan izlenimlere devam ediyoruz. Şehirde caddeler geniş ve oto-parklar dışında kesinlikle yol kenarlarına

araba park edilemiyor. Şehir merkezine gü-

nün belli saatlerinde arabayla girildiğinde,

devlet vergi alıyor ve bu durumu ilk Nor-

veç’te gördüğümde çok şaşırmıştım. Trafiği

ve hava kirliliğini önlemek adına böyle bir

önlem alınmış. Kiralık ya da satılık olsun, ev-

ler çok pahalı. Kiralamak için sokağındaki

emlakçıya gidip sormuyorsun ya da internet-

ten beğendiğin evi hemen gidip kiralayamı-yorsun. Belli başlı emlak siteleri var ve onlara üye olup sıraya giriyorsun. Sıra bazen birkaç ayda bazen de senede gelebiliyor. Ev alırken de yine emlak sitesinden başvuruyorsun ve aynı eve başkaları da talip olursa online ola-rak açık artırmaya gidiliyor.

Çocuksuz çiftler ya da tek başına yaşa-yanlar, genel olarak 1+1 evleri tercih ediyor-lar ama mutfak ve banyolarında dolap sayısı fazla olduğu ve alanı iyi değerlendirdikleri

“Suç oranı düşük bir ülke ama bazen öldürme ya da yaralanma haberleri geçiyor ki, bunların büyük bir kısmı göçmen mahallerinde oluyor.”

16 17

Page 12: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

VE KONTROL ETMEKDUYGULARIMIZI ANLAMAK

Eşref BOLUKÇU

Allah, insanı çeşitli duygularla do-natmıştır. Sevgi, şefkat, merhamet, huşu, neşe, mutluluk, cesaret, gurur,

öfke, üzüntü, korku, acı, hırs, nefret, özlem, şüphe, kıskançlık, şaşkınlık… Bu duyguların bazıları olumlu bazıları ise olumsuz olarak ifade edilmektedir.

Rabb’im bizleri bu duygularla donattığına göre demek ki, hiçbir duygu gereksiz değil-dir. Yeter ki, o duygularımızı uygun şekilde ifade etmeyi bilelim.

İnsan ilişkilerindeki en temel sorunların-dan birisi de duyguların karşı tarafa ifade edilmemesi ya da yanlış ifade edilmesidir. Bunun için, kişi önce duygularını fark ede-cek ve anlamlandıracaktır. Daha sonra karşı tarafa aktaracaktır. Olması gereken, o an yaşanan duygunun karşıdaki kişiye ifade edilmesidir. Ancak bazı insanlar, duygularını bastırma yoluna gidebilmektedir.

Duyguları ifade etmek, o an ne hissettiği-mizi tanımlamak ve o duyguyu dışa vurmak anlamına gelir. O an hissettiğimiz duygu ne olursa olsun, onu hem sözlü hem de sözsüz olarak anlatabilme becerisidir. Üzüntü, şaş-kınlık, mutluluk, öfke, korku ya da iğrenme gibi temel duyguların fizyolojik belirtileri ve yüz ifadeleri evrensel iken; bu duyguların ifade edilme şekilleri yaşadığımız toplumun sosyal ve kültürel beklentilerine göre değişi-yor.

Kadınlar ve erkekler doğuştan, aynı duy-gularla donatılmışlardır. Ancak yaşanılan topluma ve çocuğun yetiştirilme biçimine göre kadın ve erkek kimliği oluşmaktadır. Toplumumuzda kadınlar daha fazla duygu-larını ifade etmeye ve empati kurmaya yön-lendirilirken erkeklerin duygulardan uzak

tutulduğunu görüyoruz. Örneğin, iki yaşa

kadar küçük bir dönemde bir kız çocuğu-

na bebek alıyor, bu konuşmayan ve hareket

etmeyen bebeğin acıktığını, ağladığını ve

ilgi görmesi gerektiğini söylüyoruz. Yani kız

çocuklarına empati kurmayı daha iki yaşında

öğretmeye başlıyoruz. Erkek çocuğa ise al-

dığımız oyuncaklar mekanik aletler, kamyon-

lar arabalar; duyguya fazla yer bırakmayan

şeyler. Üzüntü duygusunu kız çocukta gör-

düğümüzde bunu doğal karşılarken erkek

çocukta buna yer olmadığını söyleyebiliyo-

ruz. Örneğin, ağlamanın erkeklere uygun bir

davranış olmadığını gösteriyoruz. Üzüntü

gibi bir duygunun ifadesini, çocuk rol model

olan babasında da hiç göremiyor. Onun duy-

gu ifade şeklini öğrenmeye çalışıyor.

“Toplumumuzda çoğu insanın duyguları ile ilgili sorunları vardır. Bazıları da duygularını tanır ama ifade edemezler. Duygular, fark edilir ve ifade edilirse birey kendini enerjik hisseder. Duygularını ifade etmeyen bireyler kendini

yorgun, kaygılı ve depresif hisseder.”

18 19

Page 13: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

Toplumumuzda çoğu insanın duyguları ile ilgili sorunları vardır. Bazıları da duygula-rını tanır ama ifade edemezler. Duygular fark edilir ve ifade edilirse birey kendini enerjik hisseder. Duygularını ifade etmeyen bireyler kendini yorgun, kaygılı ve depresif hisseder.

Duyguları ifade etmemek, onları yaşama-mak anlamına gelmiyor. Duyguları yaşayıp bastırmak ya da maskelemek anlamına geli-yor. Bu durum, kişide bir rahatlama sağlamı-yor. Öncelikle fizyolojik bazı sonuçları var. Duygu yaşandığı sırada yüz ve beden hare-ketleri azalırken kan akışı ve nabız yükseli-yor. Kronik olarak yaşandığında, kalp-damar sorunlarına yol açabiliyor. Bu durum, kişinin bilişsel performansını da etkiliyor. Ayrıca yine kronik olarak duygu ifade edilemedi-ğinde kaygı ve öfke yönetimi sorunlarına yol açıyor.

Üzüntü ve korku gibi bazı duygular, güç-süzlük olarak algılandığından bu duyguların ifade edilmesi de zor oluyor. O duyguyu his-setmenin de bir sebebi olabileceğini kabul-

lenmek, duyguları doğru ifade edebilmeyi

sağlar.

Duygular ifade edildiği zaman iyi bir ile-

tişim başlar. Duygularını karşılıklı olarak ifa-

de eden ve karşısındakini anlamaya gayret

gösteren çiftler daha mutlu olur. Duyguların

ifade edilmesi, temel olarak beden dili ve

sözel olarak olmalıdır. “Ben, senin bu davra-

nışın karşısında kendimi çok sinirli hissedi-

yorum…” ile başlayan bir konuşma, sorunun

çözümünün başlangıç noktasıdır. Yoksa öf-

keyi saldırı ile ifade etmek bir çözüm değildir.

Çok geniş olan bu konuyu şu şekilde

özetlemek istiyorum:

* İşe önce duyguları tanımaya ve kabul et-

meyle başlayın. Örneğin, olumsuz bir durum

yaşandığında bedeninizden yola çıkabilirsi-

niz. Öfkelendiğinizde yüzünüzde bir sıcak-

lık hissederken, üzüntü duyduğunuzda bo-

ğazınızda bir düğüm, kaygı duyduğunuzda

ise midenizde bir kasılma hissedebilirsiniz.

* Öfke durumunda kendinize sorun: Ya-

şadığınız diğer duygular ne olabilir? Üzgün

ya da korkuyor da olabilir misiniz?

* Hissettiğiniz duyguları adlandırmaya

çalışın. Şu an hissettiğiniz duygular neler?

Bunları bir deftere yazın.

* Duygular, tıpkı araba kullanmak gibi,

öğrenilebilir ve ifade edilebilir becerilerdir.

İhtiyacınız olan şey, pratik yapmaktır.

* Duygularınızın farkına varma ve uygun

şekilde ifade etme konusunda yardım alın.

Bu bir psikolog olabileceği gibi, güvendiğiniz

bir yakınınız da olabilir. Unutmayın! Bütün

duyguların uygun bir şekilde ifade edilmesi

öğrenilebilir.

Şehit KızıyımBayrağım kanımdan, başım dik benim,Bükülmez bileğim, ülkem tek benim,Bin yıllık tarihim, köküm Türk benim.

Ben şehit çocuğu, şehit kızıyım,Şanlı bayrağımın ay yıldızıyım.

Elimde kalkanım göğsümde iman,Şöyle bir kükresem dar gelir cihan,Eşittir İstanbul, eşit Fatih Han.

Ben şehit çocuğu, şehit kızıyım,Şanlı bayrağımın ay yıldızıyım.

Bir zaman ordumun gücü tükendi,Düşmanlar mağrurdu ve dahi şendi,O gün Çanakkale geçilmez dendi.

Ben şehit çocuğu, şehit kızıyım,Şanlı bayrağımın ay yıldızıyım.

Bir karış toprağım bin cana değer,Vatandan ayrılmak ölümmüş meğerÜlkeme göz diken başını eğer.

Ben şehit çocuğu, şehit kızıyım,Şanlı bayrağımın ay yıldızıyım.

Kara Fatma sırtta mermi taşıdı,Satı kadın yurtta tanımaz yâdı,İlla ki zaferdi savaşın adı.

Ben şehit çocuğu, şehit kızıyım,Şanlı bayrağımın ay yıldızıyım.

Ağıtlar söyledim dualar ettim,Dik durdum babamın yanına gittim,Hep böyle yiğitti Türkoğlu ceddim.

Ben şehit çocuğu, şehit kızıyım,Şanlı bayrağımın ay yıldızıyım.

Rabia BARIŞ

20 21

Page 14: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

DİĞERGÂM YA DAÂGÂH OLMAK

Emine Büşra YÜKSEL

Sosyal bir varlık olan insanoğlu, ailede, mahallede ve toplumda çağdaşları ile bir arada yaşar. Beşerî münasebetler-

de çıkabilecek problemleri en aza indirmek ve uyum içinde yaşamak için kendi arzu, duygu ve düşüncelerimiz kadar, birlikte iş tuttuğumuz insanların arzu, duygu ve dü-şüncelerini de dikkate almamız gerekir.

Bencil insanlar, sadece kendi isteklerinin yerine gelmesi için çalışır, çevresinin de ken-disine göre vaziyet almasını bekler. Sencil insanlar ise, başkalarını mutlu etmeye çalı-şır, başkalarına göre yaşar, kendi isteklerini ve düşüncelerini önemsemez. Bizcil olanlar ise beklentilerinde ailenin ve çevrenin ortak menfaatini düşünür.

Teşrik-i mesai halinde olduğumuz kişi-lerin o anki ruh halini daima göz önünde bulundurmamız gerekir. Zaman zaman da kendimizi karşımızdakinin yerine koyarak, onun yerinde ben olsaydım bu durumda tav-rım ne olurdu, diye düşünmeliyiz. Buna mo-dern dilde empati yapmak deniliyor. Kadim medeniyetimizde ise diğergâm olmak veya âgâh olmak denilirdi. Mevlevi tekkelerinde uyuyanlar da “âgâh ol erenler” diye nazikçe uyandırılırdı.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), bir hadis-i şeriflerinde “Sizden biri kendisi için arzu edip istediği şeyi din kardeşi için de arzu edip iste-medikçe gerçek anlamda mü’min sayılmaz.” (Buhari, İman, 7) buyurarak diğergâm olma adabı-nı imanla irtibatlandırmıştır. Bu durumda do-laylı olarak da bencillik zemmedilmiştir. Bu önemli insanî ve ahlâkî prensip sahabe tara-fından öylesine özümsenmişti ki, Uhut Sava-şı sonrasında yaşanan bir hadise tam olarak bu erdemli davranışı anlatmaktadır. Savaştan sonra bir hanım sahabi savaş meydanında yaralı yatanlara su vermek istiyor. Tam birine su vereceği sırada başka bir yerden su, diye

inleyen bir ses duyuluyor. O kişi, ben iyiyim, suyu o kardeşime götür diyor. Kadın da onun başına varıyor. Yine o esnada bir başka yer-den su diye inleyen bir ses duyuluyor. Bu ya-ralı sahabi de ben iyiyim, suyu o kardeşime götür diyor. Hanım sahabi bu şekilde elinde su testisiyle savaş meydanında dolaşıyor, kimseye su vermek kısmet olmuyor. Biraz sonra, ben iyiyim, suyu o kardeşime götür diyen sahabilerin birer birer şehit oldukları görülüyor. Yaralı halde, ömrünün son anla-rında bile kardeşini düşünme erdemini bu sahabiler İslam’ın insanları eğitici prensipleri sayesinde kazanmışlardır.

Günümüzde başta ailede olmak üzere, apartmanda, mahallede, iş yerinde kişiler arasındaki sorunların çoğu bencil davran-maktan, halden anlamamaktan, başkalarını hesaba katmamaktan kaynaklanıyor. Tar-tışma çıkınca da herkes kendini haklı gös-terecek bir gerekçe bulabiliyor. Kimse, ben özgür bir insanım, dilediğimi yaparım, diye-mez. Başkasının özgürlüğünün ihlal edildiği noktada bizim özgürlüğümüz biter. Evinde yüksek sesle müzik dinleyen ve müzik sesiy-le komşularını rahatsız eden biri, evimde de müzik dinleyemeyecek miyim, diyebilmekte-dir. Yaz döneminde düğün yapanlar, evinin önüne sokağa kurdukları müzik kolonlarıyla bütün mahalleyi ayağa kaldırabilmektedir. O esnada, kiminin evinde hasta var, kiminin bir-kaç gün önce cenazesi olmuş, dikkate alın-mıyor. Oysa eskiden bir mahallede cenaze oldu mu üç ay eğlence yapılmaz, haber din-leme dışında radyolar açılmazdı.

Modern zamanın insanı çok bencil oldu, empatiyi de hep başkasından bekliyor. Bu durum insani de İslami de değil. O halde, kaybolmaya yüz tutan değerlerimizi yeniden ihya etmemiz gerekmektedir.

“Günümüzde başta ailede olmak üzere, apartmanda, mahallede, iş yerinde kişiler arasındaki sorunların çoğu bencil davranmaktan, halden

anlamamaktan, başkalarını hesaba katmamaktan kaynaklanıyor.”

22 23

Page 15: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

Sait ÖZER

Sezai Karakoç bir yazısında şöyle diyor: “Şairin ve şiirin ölümünü kutlayanlar, boşuna sevinmesin ve gökyüzüne

sevinç çığlıkları fırlatmasın. Şair ve şiir öl-memiştir ve kıyamete kadar ölecek değildir.” El-hak üstadın tespitine sonuna kadar katı-lıyoruz. Şiir ve şair insanla kaimdir, insan var olduğu sürece şiir ve şair de var olacaktır.

Klasik Türk şiiri, Divan şiiri gibi isimlendir-meleri olan Osmanlı Dönemi şiirimiz, varlığı-nı yüzyıllar boyu sürdürmüş, sözün en nazik, en nazenin şeklini harf harf, hece hece mıs-ralara dökmüş ve yine bu söz incilerini dizen binlerce şair yetiştirmiştir. Bu, gerçekten de bir millet için gurur vesi-lesidir, şiirden bir medeniyet vücuda getirmek… Maalesef bu şiir medeniyeti zaman za-man küçümsenmiş, zaman zaman da yok sayılmıştır. Oysa bütün ihtişamıyla böyle bir mazimiz vardır ve bizim de o maziden haberdar olma-ya ihtiyacımız vardır.

İşte bu yazıda üzerinde duracağımız kitap, İskender Pala’nın muh-teşem şiir pınarlarımızdan birkaç damla şeklinde yudumlamamızı sağladığı, şiir tah-lillerinden oluşan “…Ve Gazel Yeniden” adlı çalışması olacak. Kitapta, on beş gazel ile iki berceste beytin şerhleri yer alıyor.

Gazelleri şerh edilen şairler: Fuzulî (2 ga-zel), Kanûnî Sultan Süleyman, İlyas Aşkî (3 gazel), Bakî, Nev’î, Nailî, Nabi (2 gazel), Haş-met, Leskofçalı Galip, Osman Şems Efendi, Mehmet Sait Fennî Efendi; berceste beyitleri de Bursalı İsmail Beliğ ve Selanikli Es’ad’a ait.

Yazar, gazel şerhlerine geçmeden önce

şairin hayatı hakkında kısa bilgilendirmeler

yapıyor. Ancak bu bilgilendirmeler bibliyog-

rafik değil. Gazelle de bağlantılı olarak şairin

öne çıkan özelliği üzerinde duruluyor. Yine

şairle ilgili kaynaklarda yer alan rivayetlerle de

giriş yapılıyor. Bu giriş, okuru şiire hazırlıyor

ve merak unsurunu da güçlendiriyor. Acaba

hayatı böyle olan şairin şiirinde vermek iste-

diği mesajlar nasıl olacak diye düşünüyorsu-

nuz ve şerhi okurken kısa bilgilendirmelerin

faydasını görüyorsunuz. Yazarın kuru an-

latımın ötesinde şiirsel bir

üslup kullanması da kitabın

okunmasını daha da zevkli

hale getiriyor.

Kitapta, tasavvuftan,

tarihe; biyografiden, söz-

lük bilgisine; şiir bilgisin-

den yıldızlara ve yıldızların

özelliklerine kadar -gazelle

ilgili olmak şartıyla- pek

çok alanda izah yer alıyor.

Şimdi kitapla ilgili bun-

ca şeyi söyleyip de bir bey-

te yer vermemek olmaz. Yazımızı kitaptaki iki

berceste beyitle noktalayalım:

Sakın sen kuy-ı cananı uzakdur sanma ey

Mecnûn

Seher yola giren âşık gece Leyla’da akşamlar

(Bursalı İsmail Beliğ)

Masiva nakşına iplik kadar olma mail

Ehl-i tecridi yolunda alıkor bir iğne

(Selanikli Es’ad)

Yazar : İskender Pala Sayfa : 166 Yaş Aralığı: 14+

Yayınyeri/Yılı/ : İstanbul/2002 Yayınevi: Leyla ile Mecnun Kitapçılık

İşlenen Konular : Divan şiiri, kültür, edebiyat, şair ve şiir…

…VE GAZEL YENİDEN

24 25

Page 16: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

M. Emin KARABACAK

“Çocukların telefon ya da bilgisayardan ne yaptıklarına, ne oynadıklarına, kimlerle mesajlaştıklarına, hangi sitelere girdikleri direk olmasa da takip edilmeli sıkıntı olmadığı takdirde müdahale edilmemelidir.”

Önceleri anne babalar, iletişim kur-mak adına cep telefonlarına sıcak bakarlarken, zamanla internete de

girilmeye başlanınca bakış açıları değişmeye başladı. Önceleri anne babalar, çocukların interneti okul başarısı için kullanacaklarını (ödevlerini, araştırmalarını) düşünürlerken, zamanla arkadaşlarıyla mesajlaşma, ileti gön-derme, çevrimiçi oyunlar oynama, sohbet odalarında tanımadığı insanlarla sohbet etme gibi şeylerde kullandıklarını fark etmeye baş-ladılar. Önceleri, arkadaşına gideceğini ya da sokağa çıkacağını söyleyen çocuklara; en azından, güvenlik adına nerede ve kiminle buluşacağı gibi sorular sorulurdu. Oysa gü-nümüzde çocuğu evde tutmak için bilgisayar ya da cep telefonundan internet sunulurken güvenlik taraması yapılmamaktadır.

Bu amaçla çocukların telefon ya da bilgi-sayardan ne yaptıklarına, ne oynadıklarına, kimlerle mesajlaştıklarına, hangi sitelere gir-dikleri direkt olmasa da takip edilmeli, sıkıntı olmadığı takdirde müdahale edilmemelidir. Eğer sıkıntı varsa çocukla konuşulmalı ge-rekirse sözleşme yapılmalıdır. Amaç kontrol altına almaksa, sözleşme iki taraf içinde uygu-lanabilir bir plan olmalıdır. Kurallara uyulduğu zaman mükâfatın, uyulmadığı zaman yaptı-rımların neler olabileceği açık açık belirtilme-lidir. Mesela; internete girmek... Okul notları-nı düşürdüğü takdirde, internete girip girme-me konusu tekrar değerlendirilerek gerekirse yasaklanacak diye açık açık yazılmalıdır. Ço-cuğun okul başarısını olumsuz etkilemiyorsa zaten problem yok demektir ve internete gir-mesi kontrol altına alınmış demektir. İnterneti ortadan kaldırmak mümkün değildir. Önemli olan da yasaklamak değil, nasıl kullanılacağı-nı öğretebilmektir. Bunun için öncelikle anne babalar, çocuklara cep telefonu ve interneti kullanma konusunda olumlu şekilde örnek olmalıdırlar. Bunun için de:

1. Telefon, günlük hayatın vazgeçilmezle-ri arasında olmamalı ve telefon kullanımı mümkün olduğunca aza indirilmelidir.

2. Telefon kullanımı konusunda bazı kriterler getirilmelidir.

3. Telefon, günlük hayatta amaç değil, ileti-şimde kullanılan bir araç olmalıdır.

4. Telefonla yapılan işler mümkün olduğun-ca kısa tutulmalı, keyfî ve gereksiz kulla-nımlardan kaçınılmalıdır.

5. Her konuda telefona sarılmamalı, göz ve gönül telefondan uzak tutulmalıdır.

6. Nomofobinin insan sağlığına zararları hakkında bilgi edinilmelidir.

7. Telefon ve internet kullanımı konusunda çocuklara model olunduğu akıldan çıkarıl-mamalıdır.

8. Çocuklara zaman ayırabilmek için, iş gö-rüşmelerini eve taşımamalı ve gerekirse akşamları telefonu kapalı tutmaya gayret edilmelidir.

9. Eğer evde bilgisayar varsa bunu çocuk odasına koymalı ve bilgisayar herkesin rahatlıkla girip çıkabildiği bir odaya konul-malı ve ekranı da görünür şekilde olmalıdır.

Sonuç olarak telefon, çağımızın getirdi-ği bir yeniliktir. Bu yenilik yerinde ve zama-nında kullanıldığı zaman insanlığa faydalı bir hizmettir. Her şeyde olduğu gibi, telefon kullanımının da fazlası zararlıdır. Onun için anne babalar, telefon ve interneti yerinde ve zamanında kullanarak kendileri de model olmalıdırlar. Yine telefon ve internet, hayatın vazgeçilmezleri arasında görülmeyip, iletişim ihtiyacını gideren bir araç olarak algılanıp o şekilde kullanılmalı. Bunların yanında, no-mofobi hakkında bilgi edinmek, korku veya iletişimsizlik korkusunun üstesinden gelme-nin ilk adımıdır. Çocukların sosyal aktivitelere katılmaları, kitap okumak, yüz yüze sohbet ortamları sağlamak bağımlılığın engellenme-sinde yardımcı olabilecektir.

ANNE BABALAR

İÇİN NELER YAPMALIDIRLAR

“NOMOFOBİ”

26 27

Page 17: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

Sultan I. Abdülhamid’in annesi ve Sul-tan III. Ahmed’in eşidir. Kökeni, doğum yeri, eski hayatı ve Osmanlı sarayına

nasıl geldiği hakkında çok sağlam ve kayda değer bir bilgi yoktur. 1698’de Fransa’da doğduğu ve ilk adının Ida olduğu yönünde şüpheli rivayetler vardır. Sarayda kendisine Rabia Şermi (Râbi’â Şermî) ismi verilmiştir. İsmindeki Şermi, “sırrına erilemeyen doyum-suz güzellik” manasına gelmektedir.

1714 yılında III. Ahmed’e eş olmuş-tur. 20 Mart 1725 tarihinde Şehzade (I.) Abdülhamid’i dünyaya getirmiştir. Ayrıca Zeynep Sultan ve Rabia Sultan ismiyle iki de kız çocuğu dünyaya getirmiştir.

1732 yılında öldüğünde, oğlu Şehzade Abdülhamid henüz yedi yaşındaydı. Ama annesi, kendisine kuvvetli bir ilk tahsil ve terbiye aldırmış, annelik vazifesini hakkıy-la yerine getirmiştir. Şehzade Abdülhamid, annesinin ölümünden ancak 42 sene sonra, 1774’te tahta çıkabilmiştir. O yüzden Rabia Şermi Sultan, Valide Sultan unvanını alama-mıştır.

Rabia Sultan’ın defnedildiği yer, inşaatı III. Mehmed’in annesi Safiye Sultan’ın em-riyle başlatılmış olan ve IV. Mehmed’in an-nesi Turhan Hatice Valide Sultan katkıları ile tamamlanan, İstanbul Eminönü’ndeki Yeni Cami avlusundaki Turhan Hatice Valide Sultan Türbesi haziresindedir. Naaşı, hacet penceresi önünde, eltisi Mihr-i Şah’ın yanın-dadır.

Oğlu Sultan Abdülhamid, annesi Rabia Şermi Kadın’ın anısına 1778 yılında, başmimar Tahir Ağa’ya Hamid-i Evvel (I. Abdülhamid) Camii’ni yaptırmıştır. Adı gü-nümüzde Beylerbeyi Camii olarak da geç-mektedir. İstanbul Boğazı’nın Anadolu ya-kasında, Üsküdar Beylerbeyi sahilindedir. Külliye biçimindeki cami bünyesinde ayrıca mektep, imaret ve hamam da bulunmaktadır.

I. ABDÜLHAMİD’İN ANNESİRABİA ŞERMİ KADIN

Zühal ÇOLAK

Kaynakça:

Haluk Y. Şehsuvaroğlu, Asırlar Boyunca İstanbul, İstanbul,

1952, s. 206; Çağatay Uluçay, Padişahların Kadınları ve

Kızları, Ankara, 1992, s. 129; Necdet Sakaoğlu, Bu Mül-

kün Kadın Sultanları, İstanbul, 2011, s. 303-304.

28 29

Page 18: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

Muammer YILMAZ

İnsanoğlu kendini bildiği ve çevresini tanı-dığı andan itibaren hayatın hiç de kolay ol-madığını anlamaya başlar. O artık yalancı

dünyanın, dertleriyle, ızdıraplarıyla, sevinçle-riyle iç içedir. Sert esen hayat rüzgârlarının dikenli yollarından yürümeye başladıkça bir sürü engelle karşılaşır ve bunları birer birer aşmak için de büyük bir gayret sarf eder. Ba-zıları menzili çok, geçidi az, derin sulu engel-leri, erkân bildiklerinden kolaylıkla aşarken, bazıları ise hedefsiz, fenersiz ve kılavuzsuz yola çıktıkları için ilk engele takılıp kalır ve karamsarlığa düşerler.

O halde gerçek mutluluğa erişmek için her adımın ölçülü atılması gerekir. Öyle ki, hesapsız atılan her adım, silâhın geri teptiği gibi insanlığı ileriye götüreceğine geriye gö-türür.

Dünyada ızdırap çekmeyen insanı bana göstere bilir misiniz? Öyle ki, dağdaki ço-banın, mağaradaki vahşinin kendi çapında, o “ateşten gömleği” sırtına geçirip insanlara yön verenler kadar problemi vardır. İnsa-noğlu su içmeden, yemek yemeden, hava almadan ve hele hele canlı ve cansızları sev-meden yaşayamayacağı gibi dertsiz de yaşa-yamaz. Andre Maurouis ise; “Yeryüzünde cennet yoktur.” derken bu gerçeği ne güzel anlatır. “Konfor insana uyuşukluk, mücadele ise kuvvet verir. Çünkü insan hayatı, ne bah-çet bahçeleri, ne de yeis vadisidir. Sadece çalışma mabedidir.”

Mutluluk kelimesinden herkesin anladığı bir başka mana vardır. Mühim olan insanın en ufak şeylerden mutlu olmasını bilmesidir. Bir rüzgârın sesi, bir kuşun uçuşu, arının pe-teklerine bal taşıması, hatta karın ve yağmu-run yağması bile insanı mutlu edebilir. Yeter ki, ona hazırlıklı olalım, hayata küsmeyelim, olduğu gibi görelim. Bu elbette kolay değil-dir; değildir ama imkânsız da değildir. Pesta-lozzi’nin dediği gibi; “Eğer biz istersek hayat

bütün dünyadaki saman çöplerinden yapıl-mış en mütevazı bir kulübede bile daha iyi geçebilir, yalnız bu kulübeye götürebileceği-miz şeyleri kendimiz götürmeliyiz.”

İnsanın mutluluğu için Yüce Yaratan o kadar çok kapı açmıştır ki, bu kapılardan birisini görmesek bile, bir başkasını görmek zorundayız. Onu da görmeyenlerin başkala-rını suçlamaya hiç de hakları olmasa gerek. Böyleleri ellerine geçen fırsatları değerlendi-remeyip, hayat trenini sadece arada bir istas-yondan seyredenler, mutluluğun kaynağını kendi içinde değil dışarıda arayanlar, suçu başkalarına yükleyerek kurtulacaklarını zan-nederler. Bu gibilerin mutluluktan anladıkları mana da değişiktir.

Çoğu insan paranın, malın, mülkün, mut-luluğun her kapısını açan anahtarı olduğuna inanırlar. Eğer mutluluk parayla, pulla sağ-lansaydı herhalde herkes mutlu olur; varını yoğunu satar, biriktirdiği parayla onu satın alırdı. Bir eli yağda, bir eli balda, her istedi-ğine sahip olan nice insanlar acaba mutlu mudurlar? Gözleri kör, kulakları sağır ve kö-türüm olan insanlar arasında bile onlardan daha mutlu olanların sayısı hiç de az değil-dir. Öyle ki, çoğu zaman bir nefeslik sıhhatin yerini hiçbir mutluluk dolduramaz. Rahmetli

MUTLULUĞUN“ANAHTARI”

“Çoğu insan paranın, malın, mülkün, mutluluğun her kapısını açan anahtarı olduğuna inanırlar. Eğer mutluluk parayla, pulla sağlansaydı herhalde

herkes mutlu olur; varını yoğunu satar, biriktirdiği parayla onu satın alırdı.”

30 31

Page 19: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

Rauf Denktaş’ın bu husustaki sözleri ne ka-dar güzel ve anlamlıdır:

“Saadeti parada, zenginlikte, şöhrette arayan insanları, ısınmak için bir sobanın etrafında toplananlara benzetirim. Ateş sö-nünce veyahut da sobadan ayrılıp dışarıya çıkınca yine üşüyecekler, titremeye başla-yacaklardır. İnsan saadeti bu gelip geçici şeylerde değil, kendi kalbinde ilelebet parla-yacak olan iç huzurunu temin eden manevî değerlerde aramalıdır. Altın tavanlı saraylar-da bedbaht yaşayanların sayısı, fakir bir çatı altında, ailesi ile gününü gün ettiği için, ken-disine ve ailesine sıhhat verdiği için Allah’ına şükrederek yaşayan mutlu kişilerden çok fazla olmalıdır.”

Bir küçük çocuğun annesi, babası, dede-si, ninesi çocuğun kaybolan “mavi kuşu”nu aramaya başlarlar. Evde ve çevrede bulamaz-lar. Diyar diyar gezerler. Başlarından çok il-ginç olaylar geçer. Sonunda mavi kuşu bula-mamanın üzüntüsü içinde evlerine dönerler. Fakat gelip bakarlar ki, evde gözlerine ilişme-yen bir noktada mavi kuş onlara bakmakta-dır. Bu olay göstermektedir ki, burnumuzun

ucundaki nice güzellik ve mutlulukları gör-meyip, onu bin bir zahmete katlanarak uzak-larda arıyor; bulamayınca da, üzüntüye ve bunalıma düşüyoruz. Her iki dünyamızı da zindan edip, şikâyet ediyoruz.

Yüce Mevlânâ da, “Elin ayağın yoksa ken-di içinde seyahate çık.” der.

Mutlu olmanın esas temeli ahlâktır, fa-zilettir, vicdanlı yaşamaktır; karşılıklı sevgi, saygı ve dayanışmadır. Birbirimize yardım eli-mizi uzattığımız, birbirimizin kıymetini bildi-ğimiz, kardeşçe duygularla bağlı olduğumuz zaman mutlu olacağımızı da bilelim ve şu mısraları da her fırsatta tekrarlayalım:

Başkasına kul olmayan

Hak yolundan ayrılmayan

Namusunu kalkan sayan

En bahtiyar bir insandır

Sözün kısası; sadece ölüme çarenin bu-lunmadığı dünyamızda mutluluğumuz için mi çare bulamayacağız. Yeter ki, onu yaka-lamak için birazcık gayret sarf edip, bir kul-pundan da biz tutalım.

32

Page 20: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

Sü�an-ı Sevrî Hazretleri’nin şöyle dediği nakledilmiştir:“Cafer-i Sadık Hazretleri’nin yanına vardım. Ona:

- Ey Rasûlüllah’ın mübarek torunu,bana tavsiyede bulun, dedim. Şöyle buyurdu:

- Ey Sü�an!Yalancının mürüvveti olmaz.

Hasetçi kimse rahat yüzü göremez.Cimrinin dostluğu olmaz.

Duygusuz kimsenin kardeşliği yoktur.Kötü ahlâklı kimsede efendilik olmaz.”

Ona:- Ey Rasûlüllah’ın mübarek torunu, bana daha fazla tavsiyede bulun, dedim.

Şöyle buyurdu:- Ey Sü�an!

Haramdan geri dur, âbid olursun.Allah’ın sana nasip ettiği kısmete razı ol, (Allah’a gönülden teslim olan) bir

Müslüman olursun.İnsanların seninle nasıl arkadaş olmalarını istiyorsan, sen de onlarla öyle

samimi arkadaş ol, o zaman (gerçek) bir mü’min olursun.Günahkâr ile düşüp kalkma; yoksa sana kendi çirkin hâllerini öğretir. Nitekim bir hadis-i şeri�e; “Kişi dostunun dini üzeredir. Onun için her biriniz kiminle

dostluk ettiğine dikkat etsin.” buyrulmuştur.İşini Allah’tan korkan takva sahibi sâlih kişilerle istişare et!

Cafer-i Sadık Hazretleri’ne tekrar:- Ey Rasûlüllah’ın mübarek torunu, bana daha fazla tavsiyede bulun, dedim.

Şöyle buyurdu:- Babam beni üç şeyle terbiye etti. Bana dedi ki:

Oğlum, kötü arkadaşla beraber olan, selâmette olmaz.Kötü yerlere girip çıkan, töhmet altında kalır.

Diline sahip olmayan, pişman olur.

Cafer-i Sadık Hazretleri’nin Nasihatleri

El-Alîm“Olmuş Olanı, Olmakta Olanı Ve Gelecekte Olacak Olan

Şeyleri Bütün Ayrıntısına Varıncaya Kadar Bilen”

El-Alîm; "hakkıyla bilen, çok bilen ve her şeyi ilmi ihata etmiş" anlamına gelir. O, yarattığı varlıkların bilmediği sırları ve gizlilikleri en ince ayrıntısına varıncaya kadar bilir. Allah'ın bilmesi, zaman ve mekân kayıtlarının dışındadır. Çünkü zaman ve

mekân mahlûktur; yaratan da O'dur. Bu sebeple O, olmuş olanı, olmakta olanı, gelecekte olacak olanları bilir ve varlık âleminde hiçbir şey kendisine gizli kalmaz. Ayrıca O'nun ilmi, her şeyin içini, dışını, inceliğini, açıklığını, küçüğünü,

büyüğünü, önünü, sonunu, altını, üstünü, başlangıcını, bitimini kuşatmıştır. Çünkü ezelî ve ebedî olan sadece ve sadece O'dur. Allah'ın bilmesi nihâyetsizdir. İmam-ı Gazâlî'ye göre insanın ilmi, Allah'ın ilminden üç bakımdan ayrılır: Birincisi,

insanın bilgisi sonradan olup sınırlıdır; Allah'ın ilmi ise, sınırsızdır. İkincisi, insanın bilgisi açık olsa da bu açıklık yine de son sınıra ulaşamaz; Allah'ın ilmi ise, son derece açıktır. Üçüncüsü ise, Allah'ın ilmi, varlıktan iktibas değil, aksine varlık, Allah'ın ilminden alınmadır. İnsanın varlığı bilmesi, varlıkla birlikte hâsıl olmuştur. İnsanın varlık hakkındaki her türlü bilgisi, varlığın yaratılmasından sonradır. Allah'ın varlığı bilmesi ise, varlığın var olmasından öncedir. Dolayısıyla, insanın şerefi, Allah'ın bir

sıfatı olan ilme sahip olmasıyla ortaya çıkar. İnsan, varlık üzerindeki nizamdan hareketle Allah'ın bilgisini kavramaya güç yetirebilir. Yüce Allah, sadece açığa vurduğumuzu değil, gönüllerimizde gizlediğimizi de bilir. Onun için bir Müslüman,

Rabb’imizin bize öğrettiği gibi, şu şekilde dua etmelidir: "Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey, Allah'a gizli kalmaz." Her şeyin anahtarları kendi nezdinde olan, kendisine hiçbir şey gizli

olmayan Yüce Allah'ın engin ilmi karşısında bize düşen sorumluluk, O'nun hoşnut olmayacağı söz ve davranışlardan şiddetle kaçınmak, itikadî, fikrî ve amelî hayatımızı O'nun ilâhî talimatlarına göre düzenlemektir. Yüce Allah, Alîm'dir. O'nun ilmi, her şeyi kuşatmıştır. İnsan, gayret ve çabasıyla, O'nun ilminden istifade edebilir. Allah'ın ilmi, yerine göre, insan ve bütün

varlığın kaderini belirlemesi, yerine göre insan ve bütün varlığı yaratması anlamına gelir. Bu bağlamda insanlar özgür iradeleriyle yapıp ettiklerinden hesâba çekileceklerini asla unutmamalı ve ona göre yaşamalıdırlar.

Page 21: Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle · Gelin, hep birlikte şu sorulara cevap ver-meye çalışalım. Elimiz temiz mi, dilimiz, gö-zümüz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz

Hilâl’in Orduları

...Çanakkale’nin yiğitlerine rahmet ve minnetle...

I. Abdülhamid’in Annesi Rabia Şermi Kadın

Zühal ÇOLAK

Duygularımızı Anlamakve Kontrol Etmek

Eşref BOLUKÇU

Diğergâm ya daÂgâh Olmak

Emine Büşra YÜKSEL

Dergisi’nin Ücretsiz Eki’dir.

NİSAN 2018YIL: 24 - SAYI: 210MART 2020YIL: 26 - SAYI: 233

Çanakkale’ye koştu Hilâl’in orduları!...Vatan aşkıyla coştuHilâl’in orduları!...

İnançla çıktın yolaBakmadın sağa, solaToprağı kanla sulaHilâl’in orduları!...

Sancağı ele aldıSalip’e kılıç çaldıDüşmana korku saldıHilâl’in orduları!...

Alnından aktı teriYiğit subayı, eriMüjdeledi zaferiHilâl’in orduları!...

Bedel ödedin canlaAdın anılır şanlaDestan yazdınız kanlaHilâl’in orduları!...

Haritaya kan düştüToprağa bin can düştüSanma ki vatan düştüHilâl’in orduları!...

Göğüslerinde iman Sanki durmuştu zamanYaman dövüştü yamanHilâl’in orduları!...

M. Nihat MALKOÇ