Upload
others
View
27
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
1
BALKANLAR’DAN ANADOLU’YA GÖÇ EDEN MUHACİRLERİN
İSTANBUL’DAKİ DURUMLARINA DAİR
Kasım BOLAT1
Göç olgusu Türk tarihi araştırmalarında önemli bir yere sahiptir. Araştırılması gereken
en önemli göç ise Balkanlar‟dan
Anadolu‟ya göçlerdir. Ancak ne
kadar önemli ise de halen üzerinde
yeteri derecede araştırma ve tetkik
yapılmamıştır. Bu konu üzerinde
son dönemler de bir takım
araştırmalarda bulunulmuş ve konu
aydınlatılmaya çalışılmıştır.2
Özellikle Balkanlar‟dan Anadolu‟ya
yönelik göçler bugün dahi etkisini
göstermektedir. Anadolu sadece
rahat, sıkıntısız dönemlerde ihtiyacı
olana kucak açtığı gibi zor
zamanlarda da kapılarını ardına
kadar kendisine gelen göçmenlere
de açmıştır. Bunun en somut örneği
aşağıda işleyeceğimiz 93 harbi
(1877–1878) Osmanlı-Rus savaşı esnasında Rusların ve Bulgarların izlemiş oldukları siyaset
sonucunda Balkanlardan Anadolu‟ya göç edenleri oluşturmaktadır. Bizim burada
işleyeceğimiz konu Osmanlı - Rus savaşı olmamakla beraber o savaştan sonra yani 93
harbinden sonra oluşan göç
dalgasının İstanbul‟daki
sosyal, siyasi problemleri ve
sıkıntısı hakkında olacaktır.
Balkanlar‟dan Anadolu‟ya
göç eden Müslüman halk aynı
zamanda balkan milli
devletlerinin oluşmasına da
zemin hazırlamıştır. O
bölgede azalan Müslüman-
Türk yoğunlu tamamen
meydanı Slavlara ait bir devlet
kurulmasına imkân
hazırlamıştır.
1877–1878 Osmanlı-Rus savaşının yapılmasında birçok sebep vardır. Ancak bu
sebepleri tetikleyen unsur Rusya‟nın Balkanlar‟da hâkim olma amili daha fazla ağır
basmaktadır. En büyük amaçları ise Panslavizm politikası doğrultusunda bütün Slavları bir
1 e-mail: [email protected]
2 Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri, Türk Tarih Kurumu, Ankara: 1999, önsözdeki açıklama;
Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi sırasında Rumeli’den Türk göçleri (1912–1913), Türk Tarih Kurumu, Ankara:
1995, önsözdeki açıklama: H. Yıldırım Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanlar’ın Makûs Talihi, Kum
saati, İstanbul, sayfa, 17.: Bilal Şimşir, Rumeliden Türk Göçleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3 cilt.
2
araya getirerek kendi kontrolü altında büyük bir güç oluşturmaktır3. Çünkü Osmanlı Devleti
yıkılana kadar son 300 yıl sürekli olarak Ruslarla savaş halinde olmuştur. Nitekim en büyük
yenilgiyi de Osmanlı - Rus savaşında almıştır. Ruslar Yeşilköy‟e kadar gelmişler ve orada
karargâh kurmuşlardır. Çok zor şartlar altında imzalanan Ayestafenos (Yeşilköy) antlaşması
Osmanlı devletine kabul ettirilmiştir. Bu savaş Osmanlı devletini o derece etkiledi ve korkuttu
ki Rusların Yeşilköy‟e gelmelerinden dolayı başkent İstanbul‟ un bile değiştirilmesi gündeme
geldi. Osmanlı Devleti, karışık uluslardan meydana gelmesine rağmen onların nasıl bir arada
tuttuğu konusu hayret uyandırmaktadır. Osmanlı devleti‟nin izlemiş olduğu millet politikası
bunun en somut örneğidir. Osmanlı kaynaklarında millet kelimesi geçmekle birlikte, bu bizim
bugün anladığımız anlamıyla kullanılmamaktaydı. Osmanlı Devleti‟nde millet denildiği
zaman, din akla gelmekte idi. Yani Rum Milleti, Ermeni Milleti, Yahudi Milleti, denildiği
zaman onların inanmış oldukları din belirtilmekte idi. Ancak bu durum, Fransız Devriminden
sonra değişti ve Osmanlı İmparatorlu içerisinde yaşayan milletler kendilerine ait birer ulus
devlet kurma teşebbüsüne gittiler. Yani Osmanlı topraklarında ortaya çıkan milliyetçilik akımı
kendi dinlerine ait birer ulus devlet kurmak için ortaya çıkmış ve yükselmiştir.4
Balkanlar‟daki milliyetçilik akımı Fransız Devriminden sonra ortaya çıktığı şüphesizdir. Bu
devrimden önce meydana gelen sanayi devrimi toplunda ekonomik yönden değişim meydana
getirirken, Fransız Devrimi Osmanlı millet sistemini kökten değiştirerek ulus devlet kurma
görüşünü ortaya çıkarmıştır. Sanayi devrimi ile emperyalist düşünce ve Fransız devriminden
sonra ortaya çıkan dine dayalı ulus devlet kurma birleştiği zaman ortaya tamamen Osmanlı
devletini tehdit eden bir siyasi olaylar zinciri ortaya çıkmıştır.5
Rusya, Balkanlar‟da
kendi himayesini kurmaya
çalışırken kendisine en yakın dili
konuşan Bulgarları kullanmaya
başladı. Rusya‟nın Balkan
politikası olan ve tüm Slavları
Rusya‟nın kontrolü altına alma
girişimi olan Panslavizm ile
Bulgarlar ile anlaşma yoluna
gitmiştir. Bulgarlar adeta 1877–
1878 savaşından önce ve sonra
Rusya devletinin Balkan
karargâhı durumuna geldi.
Rusya‟nın uyguladığı siyaset
Bulgarları celp etmiş ve Rusya‟ya
yardım etmeye başladılar. Aynı
zamanda da Rusya 18. yüzyıldan başlamakla birlikte 19. yüzyılda Bulgarlar için modern
okullar kurmuş ve gençlerini panslavist bir şekilde yetiştirmeye başlamıştır. 93 harbinden
sonra balkanlarda yaşayan milletler tamamen Rusya‟nın kontrolü altına düştü. Osmanlı
devletinin iç işlerindeki karışıklık Rusya‟nın Balkanlar‟da izlediği politikayı engellemesine
neden oluyordu. Osmanlılar, Balkanlar‟da Rus yayılmacılığını bir türlü engelleyemiyordu.
3 Yuluğ Tekin Kurat, “ 1877–1878 Osmanlı – Rus Harbinin Sebepleri”, Belleten, TTK, Cilt, XXVI, sayı,103,
Ankara:1963, sayfa, 567–592.
4 İlber Ortaylı, “ Osmanlı İmparatorluğu‟nda Millet”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, cilt, 4,
İletişim Yayınları, İstanbul:1985, say. 996–1001.
5 Ahmet Gündüz,”1789 Fransız ihtilali Fikirleri ve Osmanlı Devleti‟nin Osmanlı İmparatorluğu‟nda Yayılması
ve Balkanlardaki isyanlar”, Türk Dünyası Araştırmaları, sayı:160, İstanbul: Ocak- Şubat;2006,sayfa, 67–82.
3
Çünkü hemen hemen bütün batılı devletler Rusların Balkanlar‟da yayılmasına göz
yummaktaydılar. Birde Osmanlıların Balkanlar‟da artık kendisine destek bulamaması
sonucunda Ruslar rahat bir şekilde Balkanlar‟da tutunmaya başladı. 93 Harbi esnasında da bu
yayılmanın dönüm noktası idi yani kırılma noktası oldu artık tamamen Balkanlar‟da Ruslar
hâkim olmuştu. Osmanlılar Gazi Osman Paşa‟nın tüm çabalarına rağmen Plevne‟de savaşı
kaybetti ve bir daha da Rusların önünü durduramadı. Osman Paşa, Plevne‟de insanüstü bir
dayanma kudreti göstererek Rus komutanların bile takdirini toplamıştır.6 Savaş olan yerde
mutlaka göç hadisesi meydana gelir. Milletlerin ve halkın birlikte yaptıkları göçler hiçbir
dönem iç açıcı bir hadise olmamıştır. Öte yandan göçmenler gittikleri yerlere beraberinde
sosyal, ekonomik ve siyasi birçok problemi de beraberinde getirirler. Balkanlar‟dan
Anadolu‟ya göçün en fazla olduğu dönem 93 harbi esnasında yaşanmış ve yüz binlerce kişi
Balkanlar‟dan Anadolu‟ya göç etmişlerdir. Uzun yıllar kendi dinlerini, dillerini ve
geleneklerini koruyarak yaşayan milletlerin Fransız Devrimi‟nden sonra ortaya çıkan
milliyetçilik akımına kapılmamaları imkânsızdı. Ancak, Osmanlı Devleti bu durumu
engellemeye çalışamadığı gibi yapacağı da bir şey olmadığı ortada görünmekte idi. Çünkü
Balkanlar‟daki milliyetçilik7 akımı batılı devletlerin gelişme siyasetine uygun bir biçimde
oldu. Rusya‟nın Balkanlar‟daki emelleri Yunan milliyetçilerinin ayaklanma duygularını
körüklemiş ve Rusya uzun yıllar Yunan milliyetçilerini8 desteklemiştir. İmparatorluğun bu
dönemde toplumsal gerilimleri artıran bir başka etkende, Hıristiyan din adamlarının
kışkırtmalarıydı.9 Rusların, Balkanlar‟da en çok destek verdikleri Bulgarlar olmuştur. Rusya,
Bulgarlar arasında yaydığı milliyetçilik akımına pratiğe koyarak ayaklanma haline getirdi.
Osmanlı devleti bu ayaklanmalara karşı siyasi düzenlemeler yapsa da engel olamıyor ve
Bulgarlar topraklarında
yaşayan Müslüman – Türklere
zulüm yapmayı her geçen gün
arttırmaktaydı. Hâlbuki 18 ve
19. yüzyıllara kadar
kaynaklarda Bulgar kelimesi
dahi geçmemekteydi. Öyle bir
milletin varlığından kimse
haberdar değilken Rusların
uyguladığı siyaset sonucu bir
uyanma meydana gelmiştir.10
Balkanlarda görmüş
oldukları zulme daha fazla
dayanamayan Müslüman halk
ana kucağı olan Anadolu‟ya
6 Mehmet Saray,” Balkanlar‟da Rus Yayılması, Gazi Osman Paşa ve Plevne Müdafaası”, Tarih Enstitüsü
Dergisi, sayı, 13, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul: 1983–87.
7 İlber Ortaylı, “ Balkanlar‟da Milliyetçilik”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, cilt, 4, İletişim
Yayınları, İstanbul:1985, say.1026–1032.
8 Mehmet Seyitdanlıoğlu, “ Yunan İhtilali ve II. Mahmut‟un Politikaları”, Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, sayı, 12, Bişkek:2004
9 Stanford Show, “ Osmanlı İmparatorluğu‟nda Azınlık Sorunu”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye
Ansiklopedisi, cilt, 4, İletişim Yayınları, İstanbul:1985, say.1003–1005
10 Süleyman Demirci, “ Rise of Nationalism in the Ottoman Empire: How Did Ottoman Government Respond to
the Bulgarian National Movement 1839–1870?”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı,22,
yıl,2007/1, Kayseri: sayfa, 417–438,
4
göç etmeye başlamışlardır. Çünkü Rusya‟nın kontrolü altında olan Balkanlar‟da artık Türk ve
Müslüman halka yaşama hakkı verilmiyordu. Her ne kadar savaşlardan sonra taahhüt edilen
Türk ve Müslüman halkın yaşama hakkı olsa da bu ya sağlanamadı ya da sağlanmak
istenmedi. Çünkü Müslüman halkın uğramış olduğu zulmün ve işkencenin hattı hesabı yoktu.
Yapılan araştırmalar sonrasında ve o dönemde yazılan hatıralarda ortaya çıkan tablo burada
söylenenleri doğrulamaktadır. Müslüman halk en fazla eziyeti hiç şüphesiz Bulgar
çetelerinden görmüşlerdir. Bulgar çeteleri Müslüman – Türk halkına akla sığmaz işkenceler
ve baskılarda bulunuyorlardı. Bunlar arasında Müslümanları silah zoru ile din değiştirmeye
mecbur etme başı çekiyordu. Öte yazdan Müslümanların rahat bir şekilde ibadetlerine devam
etmelerini de engellemekteydiler. Aynı zamanda da gece baskınları yaparak evlerinde bile
Müslüman Türkleri rahat bırakmayan Bulgar çeteleri mallarını da yağmalamaktan geri
kalmıyorlardı. Müslüman Türkler en büyük baskıyı dinlerini yaşayamamalarında
görüyorlardı. Bulgar çeteleri hiç bir şeyden çekinmeden camileri tahrip edebiliyorlar ve
camiye gitmekte olan Müslümanların yolları kesilerek şiddet uyguluyorlardı. Diğer taraftan da
Müslümanları zorla Hıristiyan yapmaya çalışırlarken Türklere zorla Hıristiyan ayini
yaptırmaktaydılar. Başka bir baskı ise zorla Türk kızlarını evlendirerek Türklere hem hakaret
yapılmakta hem de evlendirme sureti ile emri vaki bir tarzda, Bulgarlaştırma siyaseti değişik
bir metotla uygulanmakta idi. Türk isimlerine dahi tahammül edemediklerinden dolayı Türk
isimleri değiştirilmekteydi.11
Bulgarlar kendilerine ait bir
büyük Bulgaristan devleti
kurma hayaline kapılmışken
Rusya bunu kendi istekleri
doğrultusunda kullanmış ve
teşvik etmiştir. Kurmuş
oldukları eşkıya komiteleri
sonrasında Müslüman
köylerini basan Bulgarlar
Türk ve Müslüman halkı
katletmişler ve göç etmelerine
sebep olmuşlardır12
. 1878
yılında Bulgaristan
Emareti‟nin kurulmuş olduğu
Osmanlı devletinin tuna
vilayetleri toprakları üzerinde
1.200.000 Türk- Müslüman 1.300.000 Bulgar yaşamaktaydı.13
Burada verilen rakamlara göre
Türk ve Müslüman halk ile Bulgarlar arasında 180.000 gibi arasında pek fazla fark olmayan
bir nüfus ortaya çıkmaktadır. Bulgar tecavüzlerinden kaçmak isteyen Müslüman kadınlar
kendilerini kurtarmak için yakınlarda bulunan su kuyularına kendilerini atmaktaydılar.
Rusların destekleri ile güç kazanan Bulgarlar Müslüman Türklerin silahlarını ellerinden
aldıkları için bu tür tecavüzlere karşı koyamamaktaydılar. Tek çare ölüm yada sürgün idi.
Bulgarlar Rusya‟dan gördükleri destek ve teşviklerle burada yaşayan halkı ezmeye başladı.
Çünkü tamamen kendisine ait bir Slav unsura dayalı devlet kurmak istiyorsa buradaki yaşayan
ve çok olan Müslüman- Türk halkın ortadan kalkması gerekiyordu. Yapılan baskılar
11
İlker Alp, “ Tarihte Türklerin Bulgarlaştırılması”, Türk Dünyası Araştırmaları, sayı, 37, Ağustos 1985,
İstanbul: say.100–116.
12 Mahir Aydın, “ Arşiv Belgeleriyle Makedonya‟da Bulgar Çete Faaliyetleri”, Osmanlı Araştırmaları, IX,
editör, Halil İnalcık, N. Göyünç, İstanbul: 1989, say.209–234.
13 Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri, TTK, Ankara: 1999, say. 12.
5
sonucunda 500.000 Türk ya katledilmiş veya
açlık ve hastalıkları kırılmıştır. Bir milyon
ahalide göç etmek zorunda kalmıştır.14
Bizim
makalemizi oluşturan ana konuda bu bir milyon
göçmenin İstanbul‟daki durumlarına dair
olacaktır.
Muhacirler, çok zor şartlar altında
İstanbul‟a gelmişledir. Bu göçmenlerin
gelmesiyle birlikte yaşanan olayların etkisi
Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyan ahaliye
karşı duyulan kinin artmasına da yol açtı. Bir
başka açıdan da Müslümanlar arasında milliyetçi
düşüncelerin gelişmesini doğurdu.15
Çünkü göç
etmek için önceden yaptıkları bir hazırlık yoktu.
Tamamen görmüş oldukları baskılar ve
zulümlerden sonra apar topar göç etmek zorunda kalmışlardır. Göçmenler üzerine yapılan
tetkikler sonucunda göç hadisesinin ne kadar çok zor şartlar altında gerçekleştiği ortaya
çıkmaktadır. Aynı zamanda o dönemdeki canlı tanıkların yazdıkları hatıralar okunduğunda
insanın kanını donduran türlü hadiselerle karşılaşılmaktadır. Göç etmek için yaz mevsimi
seçilmemişti. En iyi mevsim muhacirlerin ırzlarını ve canlarını kurtarabildikleri mevsimdi. O
yüzden muhacirler hiç zaman kaybetmeden yola koyuldular yağmur- çamur içerisinde 100
binlerce Müslüman halk vatan toprağı dedikleri balkanlardan koparak ana kucağı dedikleri
Anadolu‟ya göç etmeye başladılar. Ancak göç etmek onlar için bir kurtuluş olmamıştı.
Rusların elinden kurtulan Müslüman halk takip edilerek Bulgar çeteleri tarafından
katledildiler. Çeteler, çoluk-çocuk- kadın-kız, yaşlı-genç, asker sivil demeden yakaladıkları
Müslümanları öldürmeye başladılar. Bu öldürmeleri de insanlığa yakışmayan şekilde
meydana geliyordu ki ; çoğu zaman yakaladıkları Müslümanları türlü acı işkenceler şeklinde
inleterek katlederlerken diğer taraftan takip ettikleri göçmenlerin üzerlerine de top ateşi
açarak göçü zorlaştırıyorlardı. “ Bulgarların yaptıklarını medeni devletler görmüyor ses
çıkarmıyorlardı. Aynı zamanda medeniyet değil insaniyete bile yardımları görülmüyordu”
diye hatıralarında yazan Hüseyin Raci Efendi göç hadisesinin en canlı tanıklarından birisidir.
Kaleme aldığı – Vaka-i Tarihçe-i zağra- adlı eserinde göç hadisesinin nasıl cereyan ettiğini
anlatmaktadır.16
Hüseyin Raci Efendi, kendisini eğitime adamış ve bu yolda ömrünü
vakfetmiş çok değerli bir şahsiyettir. Zağra‟da müftülüğü esnasında Rus işgaline ve Bulgar
çetelerinin Müslüman halka yaptığı zulümleri görmüş ve hemen kaleme almıştır. Bu eserinde
14
Nedim İpek, ibid. Say.40
15 Stanford Show, “ Osmanlı İmparatorluğu‟nda Azınlık Sorunu”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye
Ansiklopedisi, cilt, 4, İletişim Yayınları, İstanbul:1985, say.1002–1006
16 Hüseyin Raci Efendi, Vaka-i Tarihçe-i Zağra, hazırlayan. M. Ertuğrul Düzdağ, İz Yayıncılık, İstanbul: 2004.
241–285, bu eser ilk olarak 1973 yılında Tercüman Gazetesinin 1001 temel eser adlı kampanyasında dağıtılmış
ve bir hayli eksikleri olduğuna hazırlayan tarafından da kanaat getirilmiştir. Ancak Sayın Ertuğrul Düzdağ,
2004‟de hazırlamış olduğu bu yeni baskısında bütün açıkları kapatmış ve dilini de sadeleştirerek daha anlaşılır
bir şekilde biz okuyuculara sunmuştur. Herkesin tahmin ettiği üzere Türk halkı olarak dilimizi unutmaya
başladık. Osmanlıdan bize kalan içi dolu olan kelimeleri çağdaşlaşma uğruna atıp yerine başka bir kelime
bulamayınca da İngilizce ya da Fransızca anlamı bizce anlaşılmayan kelimelere sarılmak zorunda kaldık.
Türkiye‟de yazılan eserin mutlaka ilerleyen zamanlarda mutlaka sadeleştirmesi yapılmıştır. Cumhuriyet
klasiklerini şu anda anlamamaktayız. Hâlbuki yazılan eser yabancı dilde olmayıp Türkçe olarak kaleme alındığı
halde okuduğumuz zaman anlama güçlüğü çekmekteyiz. Bu bakımdan Sayın, Ertuğrul Düzdağ‟a hem bu eseri
tekrar bizlere kazandırdığı için hem de değerli kütüphanesini Üniversitemize bağışladığı için haddime
düşmeyerek teşekkür ederim.
6
Raci Efendi, Osmanlının Ruslar karşısında nasıl yenildiğinden Ruslarla Bulgarların
anlaşmasından ve muhacirlerin Edirne- İstanbul hattı üzerinde çekmiş oldukları eziyeti
anlatmaktadır. En acıklı olayların geçtiği yer ise makalemizin konusu olan İstanbul‟da
meydana gelmiş ve Raci Efendi bunları da kaleme almıştır. Hâlbuki yüzyıllardır Türkler ve
Bulgarlar birlikte yaşamışlar ve birbirlerine hiçbir kötülükleri dokunmamıştı. Birbirlerinden
kız alıp verme sureti ile akrabalıklar bile kurulmuştu. Ancak, Bulgar tarihçileri bunları
unutup, kendi yaptıklarını meşrulaştırmak için Osmanlı yönetiminde kaldıkları zaman
zarfında hep baskı altında kaldıklarını ve zorla Müslümanlaştırılıp, Türkleştirildiklerini ileri
sürmektedirler. Bu gibi tarih yazıcılığı tamamen ideolojik bir tarih yazıcılığı olmakla birlikte
hiçbir zaman doğru bir tarih yazıcılığına da gitmeyeceğinin bir ispatıdır. Eğer Bulgar
tarihçilerinin dedikleri gibi Osmanlılar zorla İslamlaştırma ve Türkleştirme politikası izlemiş
olsaydı. İskân siyasetinde, Bulgarlarında zorla Anadolu‟ya göç etmeleri sağlanır ve tamamen
balkanlar Türk ve Müslüman olmayan unsurlardan silinip atılırdı.17
Balkan muhacirleri ne yapıp yapıp mutlaka canlarını güvenli bir yere taşımak
istiyorlardı. Onlara göre ise en güvenli yer İstanbul görünüyordu. Muhacirlerin Balkanlar‟dan
göç etmeleri nasıl olay olmuş ise İstanbul‟a gelmeleri de o derece olay olmuş ve İstanbul
halkında heyecan ve endişe
meydana getirmiştir. Dikkat
çekilmesini istediğimiz bir
hususta 100 binlerce
muhacirin geçtikleri
bölgelerde zengin Bulgar
köylerine rastlamalarına
rağmen onların hiçbir şeyine
dokunmamaları ve
yağmamalarıdır. Keza, bu
tutum ve davranışları
Anadolu‟da, Edirne ve
İstanbul‟a geldiklerinde de
söz konusu olmayacaktır.
Balkan muhacirleri
İstanbul‟a 3 farklı yoldan
geldiler. Deniz, kara ve tren
yolu olarak gelmeye çalıştıkları İstanbul‟a zaman zaman kayıplar vererek varmışlardır. Deniz
yolu ile İstanbul‟a gelmeye çalışan muhacirler bekleme limanlarında Ruslar ve Bulgarlar
tarafından taciz ediliyor ve kayıplar verdiriyorlardı. Vapura binen muhacirler İstanbul‟da
Babıâli‟nin kontrolü altında denize sahil olan kesimlere yerleştiriliyorlardı. Bu esnada en fazla
göç alan ve muhacirleri ağırlayan Karadeniz- Ereğli olmuştur. Binaenaleyh İzmir ve Yalova
gibi denize sahil olan şehirlerde büyük göçler almışlar ve biraz olsun İstanbul‟un yükünü
hafifletmişlerdir. Bu göçler esnasında Bursa‟da önemli bir ölçüde Balkan muhacirlerini
topraklarında barındırmış ve misafir etmiştir. Kara yolunu göç etmek için seçenler ise en fazla
tehlikeyi ve eziyeti çeken göçmenler olmuştur. Çünkü imparatorluğun yolları bu şekilde göç
etmek için uygun olmadığı gibi her yerde düşman askerleri pusuya yatmış öldürecek
Müslüman- Türk aramaktadırlar.
17
Yavuz Ercan,” Balkan Türkleri ve Bulgarlar”, Belleten, TTK, LIV, Ankara: 1990. sayfa, 297–308.
7
Kış mevsimi olması nedeniyle
zayıf düşen muhacirler göç esnasında
soğuktan kırılmamak için arabalarını
yakmışlar ve eşyalarını sırtlarında
taşımaya mecbur kalmışlardır. Aynı
zamanda mevsimin soğuk olmasından
dolayı salgın hastalık baş gösteriyor
ve ölümler meydana geliyordu. Kara
yolu ile göçe çalışanlar her ne olursa olsun bir şekilde İstanbul‟a varmışlardır. Ancak
İstanbul‟a gelmek çekilecek olan sıkıntıların beklide en zoru idi. Babıâli tüm gayretlerine
rağmen yinede muhacirler çok sıkıntı çekmişlerdir. Tren yolu ile gelmeye çalışan muhacirler
en fazla sıkıntıyı sirkeci garına vardıklarında yaşamışlardır. Çünkü trende yaşanan doluluk
sirkeci garında boşalıyor ve etraf ana- baba gününe dönmüş vaziyet de bulunuyordu. Edirne
de yığılan Balkan muhacirleri İstanbul‟a ancak 7–8 günde gelebiliyorlardı. Gelen tren
saniyeler içinde tıklım tıklım doluyordu. Vagonlara sığmayan muhacirler çareyi vagonların
üzerinde gitmekte buluyorlardı. Çünkü biran önce canlarını güven içerisinde
hissedebilecekleri bir yerlere atmayı istiyorlardı. Nasıl ki deniz yolunu tercih edenler
tehlikelere maruz kalıyorsalar, trenle yolculuk edenler de çeşitli tehlikelere maruz
kalıyorlardı. Mesela deniz yolunu tercih edenlerin en büyük korkusu fırtına çıkması ve
vapurların batması idi. Mesela 3 bin muhaciri taşıyan “Lloyd” kumpanyasına ait bir vapur
Nisan 1878 de Kıbrıs adası yakınlarında kaza yapmıştır. 100 kişilik bir muhacir kafilesini
Beyrut‟tan Mersin‟e götüren bir diğer gemi Aralık 1878 de fırtınaya tutulmuştur.18
İstanbul‟a canlı bir
şekilde gelen muhacirlerin
çoğunluğunu kadın, çocuk ve
ihtiyarlar teşkil ediyordu.
Bunlar ise her türlü şeyden
mahrum ve acı içerisinde idiler.
Özellikle tren yolunu göç etmek
için tercih eden Müslüman
Türkler sirkeci garında
birikiyorlardı. Yersiz-yurtsuz,
aç ve çıplak insanların yiyecek-
giyecek ve yatacak yer
meseleleri için Babıâli
tarafından çözüm bulmaya
çalışılıyordu. Ancak Babıâli‟nin
yaptığı çalışmalar ancak sınırlı
sayıda göçmene fayda sağlıyordu. Geriye kalan muhacirler hala yardıma muhtaç içerisinde
bulunuyorlardı. İstanbul halkı bu göçleri görünce telaş ve heyecana kapıldılar ancak bu
duygularını yendikten sonra muhacirlere ellerinden geldikleri kadar evlerinin kapılarını
açtılar. Sirkeci garına ilk ayak basan muhacirler, sermaye-i şefkat-i Osmaniye tarafından
çorba ve ekmek gibi yiyeceklerle karınlarını doyurmaya çalışmıştır. İstanbul posta hanesinde
200 kadar muhacire çorba ve başka yiyecekler verilirken en muhtaç olanlara da yünlü
battaniyeler dağıtılmıştır. Hasta olan muhacirler için 4–5 yataklı bir hasta odası tedarik
edilerek burada tedavileri yapılmaya çalışılmıştır. İlk etapta İstanbullular muhacirler için
ancak bu kadarını yapabiliyorlardı. Bundan sonra muhacirleri önceden belirlenmiş olan
18
Nedim İpek, ibid. Say.54–109: Faruk Kocacık, “ Balkanlar‟dan Anadolu‟ya Yönelik Göçler (1878–1890)”,
Osmanlı Araştırmaları, Sayı, I, s.137–190
8
yerlere yerleştirme işi gelmiştir. Muhacirler ilk etapta başta Sultan Ahmed olmak üzere
Ayasofya ve Yeni Camii gibi yakın çevredeki camilere yerleştirildiler. İstanbul‟a göçler o
kadar yoğun bir şekilde oldu ki İstanbul halkı bu manzarayı görünce dehşete kapılmaktan
kendilerini alamadılar.
İstanbul a son gelenler başlarını sokacak bir kulübe dahi bulamayarak korumasız bir
şekilde açıkta kaldılar. İstanbul‟da yer bulunmadığı için Edirne – İstanbul demir yolu hattı
boyunca 25 bin ilâ 30 bin muhacir perişan bir durumda kalmıştır. Göçlerin azaltılması için
mütareke devam ediyor ancak Rusya ile başka problemler cereyan ettiği için göçler azalacak
gibi görünmüyordu. İstanbul‟da yoğunlaşan muhacir sayısı 200 binleri bulurken bu da
İstanbul halkında korku meydana getiriyordu. Asayişin bozulacağından korkan Babıâli
muhacirlerin bir kısmını
Anadolu‟ya sevk etmeye
başladı. Anadolu‟ya göç
naklinin yapılması
İstanbul‟daki göçmen sayısını
yarıya indirdi. Bu dönemde
muhacirler siyasi malzeme
olarakta kullanıldılar.
Muhacirlerin acizliğinden
faydalanmak isteyen Ali
Suavi ve ekibi muhacirler
arasında dolaşarak onları
isyana karşı teşvik ediyorlardı.
Nitekim Ali Suavi‟nin
kandırmış olduğu 500 kadar
muhacirle beraber Çırağan
sarayını basmışlar ve sultan V. Murad‟ı padişah yapmak hevesine kapılmışlardır.19
Bununla
birlikte muhacirlerin isyan edecekleri haberi saraya ulaşınca bu olay meydana gelmezden
evvel çözüm arayışına girişildi. Muhacirler isyan etmemeleri için apar topar vagonlara
doldurularak biran önce Anadolu‟ya sevk olunmaları sağlanmıştır. Bu sevk esnasında düzenli
bir metot olmadığı için bu sevk esnasında birçok aile parçalandı. Yakalanan muhacirler aile
hesabı yapılmaksızın karma karışık bir şekilde Anadolu‟ya sevk olundular bu sevk esnasında
birçok çocuk anasız babasız kalırken kadınlar dul kalmıştır. Böylece Anadolu‟ya sevk olunan
muhacirler birde aile hasreti çekmek zorunda kalmışlardır. Rusların ve Bulgarların Rumeli de
özellikle batı Trakya‟da sürdürdükleri zulüm ve katliamlar geri dönüşü imkânsızlaştırıyordu.
Aynı zamanda sürekli olarak İstanbul‟a muhacir akını devam ediyordu. Bundan dolayı yarıya
indirilen muhacir sayısı İstanbul‟da yeniden yoğunluk kazandı. Ancak Babıâli‟nin çabaları
1880 den sonra sonuç bulmuş ve İstanbul‟daki muhacir sayısında gözle görülür azalmalar
olmuştur. İlk muhacir kafilesinin gelişinden 10 Eylül 1879‟a kadar sadece Rumeli‟den
387.804 göçmen İstanbul‟a gelmiştir. İstanbul‟a gelen muhacirlerin karşılaştığı sorunlar daha
çok barınma, sağlık ve iaşe konularında oluyor. Rumeli‟den sadece Müslüman-Türkler değil
Rum, Yahudi ve Ermenilerde İstanbul‟a göç etmekte idiler. İstanbul hükümeti bu gayrimüslim
halkada gerektiği gibi muamele etmiş ve onları da kendilerinin rahat edeceği mevkilere ve
bölgelere yerleştirmiştir.20
19
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Ali Suavi ve Çırağan sarayı vakası, Belleten, TTK, cilt VIII, sayı 29, Ankara:1944
20 Nedim İpek, ibid. Say.54–106; Faruk Kocacık, “ Balkanlar‟dan Anadolu‟ya Yönelik Göçler (1878–1890)”,
Osmanlı Araştırmaları, Sayı, I, s.137–190
9
İstanbul‟da muhacirlerin
barınabilmeleri için ilk etapta
daha öncede belirttiğimiz gibi
Sirkeci garına yakın camiler
belirlenmiştir. Daha sonra tekke
zaviye ve medreseler de
muhacirler yerleştirilmiştir.
Medreselere de muhacirler
yerleştirildiğinden dolayı eğitim
bir süre aksamıştır.
Boğaziçi‟nde bulunan köşk, yalı
ve boş mekânlara da muhacirler
yerleştirilmesine rağmen her
zaman her gelene barınacak yer
bulunamıyordu. II. Abdülhamid, saray ve kasırlarının bir kısmını muhacir iskânına tahsis
etmiştir. Beylerbeyi Sarayı‟nın bir kısım binalarında muhacir barındırılırken diğer binalarda
hasta muhacir ve yaralı askerler tedavi edilmekteydi. Ancak yaralı asker sayısının
artmasından dolayı Beylerbeyi Sarayı tamamen hastaneye çevrilerek ihtiyacı olanlara burada
tedavisi yapılmaya çalışıldı. İstanbul‟da muhacirlerin barındırmaya müsait yalı, köşk, konak
gibi bütün binalar sahiplerinin rızasına bakılmaksızın muhacirlere tahsis edildi. Aynı zaman
da İstanbul halkından güçleri yettiği ölçüde muhacirleri evlerine kabul etmeleri ve onlara iyi
muamele etmeleri hükümet
tarafından rica edildi.
İstanbul‟da bazı hayırsever
vatandaşlar bina ve
meskenlerini herhangi bir
ücret talep etmeksizin
muhacirlere verirken bazı
mülk sahipleri ise
mülklerini kira karşılığında
muhacirlere vermiştir. Muhacirlerin misafirliği uzadıkça kira almayan mesken sahipleri de
mağduriyetlerini ileri sürerek kira talep etmeye başladılar. Bulgarlar, Müslüman Türk
muhacirlerin mallarını yağmaladıkları için ve yollarda da gasp ettikleri için yanlarında pek
fazla değerli, para edecek bir şey getirememişlerdi. O yüzden de çok zor durumda kalan
muhacirler zaman içerisinde dilenmeye bile mecbur kalmışlar ve dilenmekten utanan 2 kadın
kendisini denize atarak intihar etmiştir.21
Muhacirlerin en çok zoruna giden olay, Balkanlar‟da iken zengin olmalarına rağmen
göç hadisesinden dolayı ekmeğe verecek paralarının kalmaması hadisesidir. Oysa ki; kendi
aralarında konuşmalarında bugünleri büyük bir özlemle anmaktaydılar. Bazı zamanlarda
düzenledikleri düğün ve eğlencelerde ihtiyacı olanlara cömert bir şekilde ellerindekini
paylaşmaları akıllarına geldikçe hıçkırıklar içerisinde ağlamaklı olmaktaydılar. Yukarda da
söylediğimiz gibi dilenmekten utanarak intihar edenlerin sayısı her gün artmaktaydı.
Dilenmeyi gurularına yedirememekteydiler. Ancak yanlarında çocuk çocuğu olanlar her ne
kadar utanç içerisinde kalacaklarını düşünseler de yavruları yemek için ekmek
21
Hüseyin Raci Efendi, Vaka-i Tarihçe-i Zağra, hazırlayan. M. Ertuğrul Düzdağ, İz Yayıncılık, İstanbul: 2004.
sayfa, 241–285.
10
istemektedirler. Onların karınlarını doyurmak için akşam hava karardığı zaman zengin
köşklere giderler ve ekmek dilenmekteydiler. Zaman içerisinde muhacirler İstanbul halkının
canını sıkmaya başladı. Zengin fakir herkes göçmenleri azarlamaya ve eziyet etmeye başladı.
Oturdukları evlerden attıkları gibi yolda gördükleri zamanda hakaret etmeye ve sövmeye
başladılar. Hatta bazen komisyonlarda muhacirleri dövmek suretiyle canlarını sıktılar. En acı
olayların yaşandığı İstanbul‟da en çok üzüntüyü anneler çekmiştir. Çünkü kocasını savaşta
şehit veren kadın dul kaldığı gibi, muhacir olduğu İstanbul‟da çocuğunu besleyemediği,
karnını doyuramadığı için çocuklarını evlatlık vermeye başladılar. Dul kalan ve çocuklarından
ayrılan anneler çok zor şartlar altında hayat da kalmaya çalışmışlardır. Hâlbuki 500 yıl
boyunca Rumeli, Osmanlı imparatorluğu‟nun, İstanbul „un tahıl ambarı olmuş ve
imparatorluğu Rumeli diyarı
doyurmuştu. Ancak İstanbul,
halkını canından bezdiren
hadiseleri de göz ardı etmemek
gerekir. Çünkü evlerine
aldıkları muhacirler girdiği
evleri, köşkleri ve güzel evleri
berbat etmişlerdir. Ev sahibi
muhacirlere, evi düzgün
tutmalarını evlerin kendilerine
ait olduğunu söyleyecek olsa,
muhacirler buna kızarak ev
sahibini azarlar gibi cevap
vermekteydiler. Öte taraftan
bazı muhacirler girdikleri
evlerde bulunan çerçeveleri
dahi yakmışlar ve sonradan cam yerine evlerin pencerelerine çuval geçirmişlerdir. Oda
içerisinde mangalda odun yaktıkları gibi kirlerini de evin içerisinde yıkarlardı. Bir kısım
muhacir zengin oldukları halde elde olanı harcamamak ve daha fazla kazanmak için
dilenmekteydiler. Şehir içerisinde bulunan çingeneler de muhacirlerin adını kötüye
çıkarmıştır. Çünkü İstanbul halkı durumunu arz eden hiçbir muhaciri geri çevirmemişlerdir.
Devlete sadakatle hizmet ediyor milletin yardımına koşmayı cana minnet bilmekteydiler. Bu
ve buna benzer birçok hadise İstanbul‟da cereyan etmekte idi.22
Muhacirleri etkileyen ve zor duruma düşüren en büyük amil şiddetli geçen soğuk kış
mevsimi olmuştur. Muhacirler kış ayında göç etmek zorunda kalmışlar ve İstanbul‟a
gelebilmek için üstü açık vagonlarla korumasız bir vaziyette yolculuk yapmak zorunda
kalmışlardır. İstanbul‟a gelen muhacirler; aç, susuz, sefil, perişan ve yarı donmuş bir durumda
idiler. Kısa bir süre içinde muhacirlerin çoğu umumi binalara iskân edildi. Nitekim dini
binalara, hususi meskenlere yerleştirilmiş geriye kalanlar; mektep, han ve baraka gibi yerlere
iskân edilmişlerdir. Ancak bu iskân edilen yerler hiçte sağlık açısından elverişli ortamlar
değildi. Bunu hükümette bilmekteydi ancak yapılacak başka bir durum olmadığı için gelen
muhacirler biran önce bir yerlere yerleştirilmek istendi. Kış şartlarının ağır olmasından dolayı
ve onca çekilen ızdırap cefadan sonra İstanbul‟a gelen muhacirlerin çoğu hasta durumda
idiler. Ayasofya Camisine yerleştirilen muhacirlerden her gün 25–30 tanesi ölüyordu.
Hastalık 1878 yılında İstanbul, Üsküdar ve Boğaziçi taraflarında yaygınlaşmış, ölüm oranı
artmıştı ve İstanbul‟un kamu sağlığını tehdit eder bir vaziyete gelmişti. Muhacirler arasında
22
Hüseyin Raci Efendi, Vaka-i Tarihçe-i Zağra, hazırlayan. M. Ertuğrul Düzdağ, İz Yayıncılık, İstanbul: 2004.
sayfa, 241–285,
11
en çok tifo, tifüs ve çiçek hastalığı gibi salgın ve bulaşıcı hastalıklar görüldüğü gibi bu
hastalıklardan dolayı İstanbul‟un nüfusunun yarısını yok edeceği söz konusu olmuştur. İşte bu
tehlikelerin ortadan kaldırılması için bazı çözüm yolları aranmıştır. En iyi ve etkili çözüm
yolu olarak ise muhacirleri İstanbul‟dan uzaklaştırmak olduğu kanaat getirilmiştir. Aynı
zamanda şehirde tifo, tifüs ve zatürre gibi salgın hastalıklardan dolayı yine her gün 300–500
ölüm meydana gelmekte idi. Her ne kadar Babıâli elinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor
olsa da yinede bu tür ölümlerin önüne geçemiyordu. Sadece Ayasofya Camisinde 10.000
muhacirin olduğunu söylemek bile hastalığın ne kadar çabuk yayılma ortamı bulduğunu
göstermeye yeterlidir. İstanbul‟a gelen ve iskân edilmekte olan muhacir sayısı 100.000‟in
altına inmemiştir. Balkanlar‟da baskı ve zulüm gören Müslüman –Türkler; İstanbul‟a doğru
hızlı bir göç akımı meydana
getirmişlerdir. Hastalanmış
muhacirler arasında ölüm
her geçen gün artmakta idi.
Ölümlerin arttığı gibi
cenazelerin defin işlemleri
de sorun olmaktaydı. 23
Kanuna göre şehir içindeki
mezarlıklara cenaze
defnetmek yasak olduğu için
cenazesi olan muhacirler bu
yasakları delerek gelişi güzel
cenazeleri defnetmek
zorunda kalmışlardır. Ölüler
hemen gömülemediği için 3–
4 gün açıkta kalmakta ve
kokmakta idi. Bu ise hem
muhacirlerin hem de şehir halkının sağlığını olumsuz yönde etkiliyordu. Kalan cesetler
kokmaya ve mahalle sakinlerini rahatsız etmeye başladığı için mahalle sakinleri hükümete
şikâyetlerde bulunmuşlardır. Muhacirler arasında da değişik türden birçok hastalık ortaya
çıkmaya başladı. Bazı zamanlarda ölüm oranı o derece artıyordu ki 4–5 günde bir aynı mezara
2. veya 3. defa ceset konulması gerekiyordu. Mevcut alanın yeterli olmamasından dolayı şehir
içindeki mezarlıklara cenaze gömmenin yasak olmasına kimse aldırış etmeden muhacirler
cenazelerini biran önce defnetmek için yasağı delmek zorunda kalıyorlardı. Daha sonraki
zamanlarda Babıâli çıkardığı ve düzenlediği kanunlarla ölen muhacirlerin cenaze işlemlerini
kontrol altına almayı başarmıştır. Bundan sonra gömülecek olanlar dezenfekte edilerek ve
kireçlenerek gömülmekte idi. Aksi takdirde zuhur eden hastalık tüm İstanbul‟u tehlikeye
sokmaktaydı. 24
Muhacirlerin ilk Anadolu‟ya ayak basmalarından itibaren Osmanlı hükümeti onlara
çok büyük önem vermiş ve elinden geldiği kadar yardımı yapmaya çalışmıştır. Aynı zamanda
da muhacirlere yardım etme amacı ile birçok yardım komisyonları da kurulmuştur. Hemen her
konuda muhacirlere yardım etmek amacı ile yardım komisyonları kurulmuş ve onların dertleri
dinlenerek yardım etmeye çalışılmıştır. Gümrük vergileri çoğaltılmış ve muhacirlere
23
Nedim İpek, ibid. Say. 92; Faruk Kocacık, “ Balkanlar‟dan Anadolu‟ya Yönelik Göçler (1878–1890)”,
Osmanlı Araştırmaları, Sayı, I, s.137–190
24
Nedim İpek, ibid. Say.89–106; Faruk Kocacık, “ Balkanlar‟dan Anadolu‟ya Yönelik Göçler (1878–1890)”,
Osmanlı Araştırmaları, Sayı, I, s.137–190
12
aktarılmak üzere bazı durumlarda değişiklik yapılmış ve gelen paranın onlara aktarılması
sağlanmıştır. Bazı zaman oldu ki hazinede muhacirlere verilecek para kalmadığı için dışardan
borç para talebinde bulunuldu. Çünkü Osmanlı devleti; hem savaştan dolayı gideri olmakla
birlikte gelen muhacirlerin de bakımı için gideri yani açığı kapatmak zorunda kalıyordu.
Sonuç olarak ise bu
makalemizde 1877–1878
Osmanlı- Rus savaşı
esnasında Balkanlar‟dan
Anadolu‟ya göç eden
muhacirlerin İstanbul‟daki
durumlarını anlatmaya
çalıştık. 19. yüzyılda başlayan
bu göç olgusu özellikle
Bulgaristan‟dan Anadolu‟ya
göçler 20. yüzyılın 2.
yarısında dahi devam etmiştir.
1950–1951 yılında
Bulgaristan‟ın Türkiye‟ye
vermiş olduğu nota
doğrultusunda 300 bine yakın Bulgaristan Türk‟ü Bulgaristan‟dan zorla tehcir edilmiştir. Bu
Türklerin Türkiye tarafından alınmalarına zorlandı. Ancak Bulgaristan hükümeti Türkleri her
zaman olduğu gibi bu seferde çok büyük zorluklar meydana getirmiştir. Gayrimenkul malları
yok pahasına sattırılmış ve adeta modern bir soykırım yapılmıştır. Bulgar hükümeti hiçbir
şekilde Türk varlığına Bulgaristan‟da tahammül edememekteydi. Bulgaristan‟da gördükleri
veya duydukları Türkçe onlara Osmanlıyı hatırlatıyor ve bu da onların canını sıkıyordu. En
büyük hedefleri ise Türkiye Cumhuriyeti yeni yeni problemler ile meşgul etmek ve
gelişmesini engellemekti25
. 1950-51‟li yıllar Türkiye‟nin kendi içerisinde siyasi bir evrim
geçirdiğini söyleyebiliriz. Tek parti dönemi olarak nitelendirdiğimiz CHP bu dönemde resmen
bitmiş ve DP iktidarı resmen eline aldığı ve Türkiye‟de birçok şeyin değişmeye uğradığı bir
zaman niteliğindedir. Hem kendi içerisindeki iç göçler hem de kendi içerisinde meydana
gelen iç göçler Türkiye içerisinde karışıkların meydana geldiği bir dönem olarak tarih
kayıtlarına geçmiştir. Rumeli toprakları Osmanlı devleti zamanında olduğu gibi modern
Türkiye zamanında da önemini korumuştur. Balkanlar‟dan Anadolu‟ya göç eden
muhacirlerden çok değerli ilim ve bilim adamları yetişmiştir. Osmanlı devleti‟nde de isim
yapmış değerli şahsiyetlerin çoğu Balkan kökenli insanlardır. Bunlardan en bilinen örneği
verecek olursak Ahmet Cevdet Paşa‟yı verebiliriz. Bulgaristan Lofça‟dan olan Ahmed Cevdet
Paşa 19. yüzyılda Devlet adamlığında ve ilim hayatında çok derin izler bırakmış bir
şahsiyettir. Kaleme almış olduğu çok kıymetli eserlerle varlığını sonsuza dek tescillemiş oldu.
Ahmed Cevdet Paşa gibi birçok örnek verebiliriz. Diğer yandan ise Enver Ziya Karal‟da
Balkan göçmenlerinden olup yakın çağ tarihi uzmanlarından idi. Daha sonraki dönemlerde
Türk Tarih Kurumu gibi önemli bir kuruluşun başkanlığına gelmiş ve 1982 yılında vefat
etmiştir. Balkan göçmenleri ilk zamanlarda geldiklerinde sıkıntı meydana getirmiş olsalar da
25
Ali Tanoğlu, “Bulgaristan Türkleri‟nin Son Göç Hareketleri (1950–1951)”, İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi Mecmuası, cilt:14, No:1–4, Ekim 1952-Temmuz–1953. bu makale 1951 ve 52 yılında meydana gelen
göç hadisesinin hemen ardından yazıldığı için son göç olarak nitelendirilmiştir. Mamafih ilerleyen tarihlerde
yani 1989 tarihine gelindiği zamanda aynı şekilde Bulgaristan Türkleri‟ nin Bulgaristan‟dan tehcirine şahit
olmaktayız. Bu göç hadisesi de incelendiği takdirde Bulgarların, Müslüman Türklere yaptıkları baskılardan
dolayı meydana geldiği ortaya çıkmaktadır. Kısacası 1951 yılında meydana gelen bu göç hadisesi
Bulgaristan‟dan Türkiye‟ye yapılan son göç dalgası değildir.
13
sonraki dönemlerde yetiştirmiş oldukları değerli şahsiyetler ile daha önceki sorunların
yaşanmasına meydan verdikleri için adeta kendilerini affettirmişlerdir. 2007 Aralık ayı
içerisinde vefat eden Prof. Dr. Sebahattin Zaim‟de Makedonya göçmenlerinden olup
Türkiye‟de İslam iktisadında duayenlik yapmış ve yaşarken de öldüğü zamanda kendisinden
hocaların hocası şeklinde söz ettirmiştir.
Gelen bu göçmenler sayesinde Modern Türkiye sınırları içerisinde etnik köken
bakımından birçok çeşitlilik oluşmuştur. Türkiye cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu‟ndaki
gibi çok uluslu yapısını korumaktadır. Ancak Türk Devlet geleneğinde, toprakları üzerine
yaşayan diğer etnik kökenlerde çok rahat bir şekilde yaşama fırsatı bulabilmektedirler.
Yukarıda da yazdığımız gibi Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın
başlarında çok büyük yenilgiler almıştır. Ancak her zaman için yaşama içgüdüsünü
kaybetmeyen imparatorluk tüm bu zorluklara rağmen ayakta kalmaya çalışmıştır. 1914 yılında
başlayan ve 1918 yılında son bulan 1. Dünya Savaşı Osmanlı İmparatorluğuna siyasi bir son
getirmiştir. Ancak imparatorluğun kültürü ve öğretisi bugün hala çok canlı bir şekilde
yaşamaktadır. 1915 tarihinde meydana gelen olaylar hiçbir şekilde Türklerin Ermenilere karşı
soykırım yaptığını kanıtlamazken Avrupa basınında ve yandaş basınlarda bu tarihte Türklerin
Ermenilere karşı büyük bir soykırım yaptığı yönünde propaganda yapılmaktadır26
. Bu tür
destekten mahrum ve gerçek dışı safsatalar Türkiye‟nin dışarıda ve içerde kötü bir şöhret
sahibi olmasına sebep olmaktadır. Hatta bu sayede ödüller kazananlar bile olmaktadır. Bugün,
dünyada doğan çocuk biraz gündemle ilgilendiği takdirde duyacağı en çok siyasi kriz hiç
şüphesiz ki, Türklerin, Ermenilere karşı yapmamış olduğu bir soy kırım tartışması olacaktır.
Bizler dış basında bu konu üzerinde fazla yayın yapamadığımız ve kaynaklar bulamadığımız
için Türkleri haklı çıkartacak yayınlar yapamamaktayız. Bu da Türkiye‟nin sürekli olarak
siyasi yönden kayıplar vermesine sebep olmaktadır. Yukarı da belirttiğimiz gibi Rumeli
topraklarından sadece Müslüman Türkler göç etmemişler aralarında gayri Müslim olan
Osmanlı reayası da bulunmakta idi. Buna rağmen Osmanlı hükümeti onları da rahat
edebilecekleri kendi ırktaş ve dindaşlarının mekânlarına yerleştirmiştir.
26
Mim Kemal Öke, Yüzyılın Kan Davası Ermeni Sorunu 1914–1923, Aksoy Yayıncılık, İstanbul:2000