Upload
others
View
11
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Balıkesir Üniversitesi Merkez Kütüphane
Kütüphane Bülteni Cilt : 7 Sayı : 3 Temmuz :2010
KREMSMUENSTER ABBEY KÜTÜPHANESİ- AVUSTURYA
HERZOGIN ANNA AMELIA KÜTÜPHANESİ -ALMANYA
STRAHOV FELSEFE KÜTÜPHANESİ- ÇEK CUMHURİYETİ
İÇİNDEKİLER
Dünyanın En Güzel Kütüphaneleri 04
Köylere Kütüphaneler Zinciri 06
Makale: Kitapların Savaşı 08
Makale: Kişisel Dijital Kütüphane 17
Kitap Kapağı Devri Bitiyor mu? 21
Kitap Makinesi! 23
Kütüphaneler Dijital Ortama Geçiriliyor 24
Eşekli Kütüphaneci: Mustafa Güzelgöz 25
78 Yaşında Bir Kitap Kurdu 29
Hatırlatma: İstek Formları 30
Kitap Tanıtımı: Beni Hatırladın mı? 31
Bizden Haberler 32
46. Kütüphane Haftası etkinlikleri çerçevesinde hazırlanan slayt
gösterisinde yer alan kütüphane resimlerinde; Tarihi geçmişi olan
binalarda süslemeler göze çarparken, yeni kütüphane binaları ilginç
mimarileriyle dikkati çekiyor….
Sayfa 4 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
DÜNYANIN EN GÜZEL KÜTÜPHANELERİ
GEORGE PEABODY KÜTÜPHANESİ-BALTIMORE,ABD
MİLLİ KÜTÜPHANE - FRANSA
Sayfa 5 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
MİLLİ KÜTÜPHANE – PRAG
PECKHAM KÜTÜPHANESİ- LONDRA
KANSAS KÜTÜPHANESİ - ABD
Rasime Şeyhoğlu ve oğlu Recai Şeyhoğlu, köylerde kurdukları
kütüphaneler zinciriyle Türkiye`nin yanı sıra dünyada da bir ilki
gerçekleştirdi.
Sayfa 6 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
KÖYLERE KÜTÜPHANELER ZİNCİRİ
Rasime Şeyhoğlu ve oğlu Recai Şeyhoğlu, köylerde
kurdukları kütüphaneler zinciriyle Türkiye`nin yanı sıra dünyada
da bir ilki gerçekleştirdi. Rasime-Recai Şeyhoğlu Kütüphaneler
Zinciri ile toplam 27 köyü kütüphaneye kavuşturan ana oğulun
çalışmaları, gittikleri köylerde büyük ilgi görüyor. Kitaptan uzak
kalan köy çocukları ve gençlerine bilim, sanat ve edebiyatı
sevdirmeyi amaçlayan ana oğul,
faaliyetlerini ülke geneline yaymak için bir de dernek kurmuş: Rasime-Recai Şeyhoğlu
Kütüphaneler Zinciri Geliştirme, Kültür ve Dayanışma Derneği.
Bergama ve Manisa`nın köylerinden başladıkları `aydınlanma` hareketini Balıkesir,
Aydın ve Muğla`nın köylerine kadar yaygınlaştıran Şeyhoğluların çalışması, Kültür
Bakanlığı`nın da dikkatinden kaçmadı. Annesinin dilkökü kanserine yakalanmasıyla
kütüphaneler zinciri kurmaya karar verdiklerini anlatan Recai Şeyhoğlu, `Anneme moral
vermek, onun adını yaşatmak düşüncesiyle böyle bir çalışmaya imza attık.` diyor.
Ülkenin her bölgesinde kütüphane kuracaklarını söyleyen Şeyhoğlu, yaptıkları çalışmayı
`Kitabın kırsala yolculuğu` ve `Köylerde Rönesans` şeklinde tanımlıyor. Şeyhoğlu, “Köy
muhtarları bize köy tüzel kişiliğine ait bir oda göstersinler ve içerisine de kütüphane
için raflar yaptırsınlar. Gerisini biz kitaplarla doldurmaktayız. Tırazlar köyünde 27.
kütüphanemizi açmanın gururunu taşımaktayız. Rasime-Der olarak Bergama'da 10,
Manisa'da 6, Dikili'de 2, Kemalpaşa'da, Balıkesir'de, Tire'de, Bolu'da, Buca'da birer,
ayrıca İzmir-Bozyaka'da 3 kahvede kütüphane kurduk” diyor.
Sayfa 7 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
Haziran ayı içerisinde Bolu, Aydın ve Tokat illerinde de kütüphane zincirine devam
edileceğini söyleyen Recai Şeyhoğlu, Bugüne kadar 27 kütüphaneye 100 bin kitap
ulaştırdıklarını belirtti.
Özellikle dünya ve Türk klasikleri, TÜBİTAK yayınları, çocuk
kitapları, edebiyat-sanat dergileri, ÖYS ve OKS kitapları,
ansiklopedi, felsefe ve Türkçe ile ilgili kitaplara yer verdiklerini
belirten Şeyhoğlu, kütüphanelerinde bilgisayar bulunduğunu aktararak
şöyle devam ediyor: `Çünkü köy çocukları ve gençlerinin bilgisayar da
kullanmasını istiyoruz. Köy çocuklarının ileride yeni bir Fazıl Say,
Orhan Kemal, Gazi Yaşargil, Cahit Arf olmalarını arzu ediyoruz.
Onların sadece türkü değil, aynı zamanda Vivaldi`yi, Beethoven`ı da
dinleyen bireyler olmalarını istiyoruz.`
Recai Şeyhoğlu, 19 Ekim 2002`de Kozak
Yaylası`nın Hacıhamzalar köyünde 3 bin 600 kitapla
açtıkları ilk kütüphaneden bu yana toplam 11
kütüphaneden yararlanan öğrenci ve gençlerin
sayısının azımsanamayacak kadar çok olduğunu ifade
ediyor. `Halkımız okumuyor` yargısının doğru
olmadığına inanan Şeyhoğlu, köylerde kütüphane
kurma düşüncesine hayatlarını adadıklarını ve
bundan da büyük mutluluk duyduklarını dile
getiriyor.
Kitap Zamanı Dergi‟sinden YELDA EROĞLU‟ nun kitap ve
kütüphanelerle ilgili harika makalesi….
Sayfa 8 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
KĠTAPLARIN SAVAġI
Bir kütüphanedeki kitaplar çoğaldıkça aralarındaki bağlantı giriftleşir. İlk elden
tematik bir ayrıma gittiğimizi varsayalım. Kuramsal kitaplar bir rafa, romanlar bir
diğerine, şiirler şuraya biyografiler buraya derken… Stefan Zweig'ın Satranç adlı
hikâyesiyle Balzac biyografisi, Kemalettin Tuğcu'nun yetimleri gibi birbirinden ayrılıverir.
O halde iyi bir kütüphane nasıl kurulmalı? Bunun belli bir ölçütü var mı? İşte „kitapların
savaşı'na alternatif çözüm yolları…
Üniversiteye başlayıp da ailemden ayrı, bağımsız bir ev tutana kadar kitaplar
benim için sadece okunacak nesnelerdi; biriktirilecek değil. Kitaplar arkadaşlardan ya da
kütüphanelerden alınıp okunur ve iade edilirdi. Babam da kitap okumaya meraklıydı ama bir
kitaplık, ortalama memur evleri için hiç de alışıldık ya da elzem bir şey değildi. Vitrinin
kapaklı alt gözüne tıkardık bütün kitapları. Oradan taşıp ortalığa döküldüklerinde annem
basardı çığlığı: “Toz topluyor bunlar!”. 17. yüzyılın başlarında şair Quevedo da İskenderiye
Kütüphanesi için “Düpedüz toz” demişti, “ama sevdalı bir toz”. Kendi evime taşınır
taşınmaz bende de arkadaşlarım gibi bir kitap biriktirme saplantısı başladı. Ucuza
düşürdüğümüz ya da inşaatlardan aldığımız tuğlaları tahtaların arasına dizerek yaptığımız
kitaplıklar bize yetmiyordu; yatakların altına, bavula, boş sebze kolilerine istiflediğimiz
kitapları gururla birbirimize gösteriyorduk. Borges'in cenneti bir kütüphane olarak
düşlemesi gibi bizim de büyük hayalimiz tabandan tavana uzanan kitaplıklarla dolu bir evdi.
Okumakla yetinememek
Bütçemiz kısıtlıydı. Alınan her kitap, içilmemiş çayların, simide talim etmelerin,
beğenilip de vazgeçilen yeni bir giysinin anısını taşıyordu. Kitabı okumakla yetinemiyor, ona
ille de sahip olmak istiyorduk. Bu gözüdönmüşlük içinde kurum kütüphanesi yağmalamak
gibi pis huylar geliştirenler de oldu, arkadaşlarından aldığı kitapların üstüne sinsice
yatanlar da. Bir arkadaşımın üşenmeyip kendi adına mühür bastırdığını ve tüm kitaplarını
tek tek damgaladığını görmüşlüğüm vardır. Daha büyük bir şey yaptırsa muhtemelen San
Pedro Manastırı'nın kütüphanesindeki şu bedduayı kazıtırdı mührüne: “Kim ki bir kitabı
sahibinden çalar, ödünç alır ve geri vermez, kitap elinde yılan olsun. Her yanına inme insin,
tüm uzuvları işe yaramaz olsun. Acılar içinde kıvransın. Merhamet dilenmek için yalvarır
Sayfa 9 Kütüphane Bülteni Temmuz 2010
olsun. Acıları yoklukta şarkı söyleyene değin dinmesin. Ölmeyen yılana karşın, kitap
kurtları kemirsin bağırsaklarını. Son cezasına giderken, cehennemin alevleri yutsun onu”.
Hangi kitaplar bulunmalı?
Flaubert, “orta sınıftan insanlar ne dediğinde nasıl cevap vermeli” diye
özetlenebilecek bayağılıklar ansiklopedisi Yerleşik Düşünceler Sözlüğü'nde, kütüphane
maddesinin karşısına “İnsanın evinde her zaman için bir kütüphane bulunmalı, özellikle de
sayfiyedeyken” açıklamasını düşer. Kütüphane bulunmayan bir ev, kitaba, yani okumaya,
bilmeye, düşünceye önem verilmeyen bir evdir. Takdir edersiniz ki, hiç kimse kendi
elleriyle böyle sevimsiz bir duruma düşmek istemez. Hele de sayfiyedeyken!
Ancak o kütüphanede hangi kitapların bulunmasının uygun düştüğü konusu bu
kadar basit değildir. Kesin olan tek şey, kadınlara yakışanın bilhassa aşktan bahseden
romanlar olduğudur. Alberto Manguel, Okumanın Tarihi adlı araştırmasında, antik Yunan'da
köle kadınların sahibelerine roman okuduğunu anlatır. Hıristiyan çağın başlangıcında
yazılmış ilk Yunan romanı, “Size Syracuse'da geçen bir aşk öyküsü anlatacağım” diye
başlar. Kadınların kitap okumaktan muratlarının bilgiye ulaşmak değil oyalanmak olduğu
varsayılır. Jane Eyre'de zengin ve bilgili beyefendi, konağa gelen mürebbiyeye “Hafif
edebi yapıtlar, şiir kitapları, biyografiler, yolculuk kitapları, birkaç roman falan”dan
müteşekkil bir kitaplık ayırmayı yeterli bulur. Northanger Manastırı'nda Jane Austen,
romanın kadınlara has hoş ve boş bir tür olduğunu söyleyenlere sitem etmekle beraber, o
dönemin çok-satarları olan gotik korku romanlarına kadınca düşkünlükle alay etmeden de
duramaz. Bir başka romanı Emma'da ise başkarakter, asla tamamlayamadığı okuma listeleri
çıkarır kendine ama yazar bunları bizlerden ustalıkla saklar. Küçük Kadınlar'da kitapkurdu
Jo'muz, Noel'de popüler bir romanla ödüllendirmek ister kendisini. Ancak payına düşen,
annesinin hediye ettiği bir erdem ve ahlak kitabı olacaktır. Turgenyev'in Babalar ve
Oğullar'ında feminist bilmiş kadın, o dönemin romantik yazarı George Sand'ı yerin dibine
batırarak erkeksi bir entelektüellik takınmaya çalışır: “Oysa geri kafalı bir karıdan başka
bir şey değil o! Nasıl Emerson'la kıyaslayabilirsin onu!” Güzeli faydalıyla takas etmek
isteyen Bazarov, kadınlara acımadan biyoloji ve kimya biliminin başyapıtlarını okumalarını
önerir. Frances Hodgson Burnett'in Küçük Prenses Sara'sıysa yaşına başına, cinsiyetine
bakmadan Carlyle'ın Fransız Devrimi'ni başucuna koyar.
“Ahlaksızlığı ve bilgisizliği Büyük Britanya'dan kovmak” amacıyla yola çıkan
Addison ve yoldaşı Steele ise gazetelerinde âdet olduğu üzere kadınlar için okuma listeleri
yayımlıyorlardı. Ancak Addison'a göre İngilizlerin sadece kadınları değil erkekleri de
doğru bir okuma rotasına sahip değildi. “Oburcasına” okumakla beraber “beğeniden
yoksundular”. Addison'ın önerisi, eski Yunan ve Roma eserleriydi.
Sayfa 10 Kütüphane Bülteni Temmuz 2010
„Kitapların SavaĢı'
T. S. Eliot'ın modern yazarlarla dolu kitaplığı müstesna, klasikler
bir kütüphanenin olmazsa olmazıdır. Başköşede durur ve kendilerinden
sonra yazılmış eserlere ebeveynce kol kanat gererler. Acaba gerçekten
öyle mi? Jonathan Swift, The Battle of the Books (Kitapların Savaşı) adlı
eserinde bir kütüphanenin hiç de öyle barışçıl bir yer olmadığını anlatır.
Bir tarafta duran klasikler, diğer taraftaki modern eserlerin hararetle ağ
örerek her yanı kaplama girişimine karşı ayaklanırlar. Eleştiri adlı cadının
gözetiminde korkunç bir savaş başlar. Aristoteles, Bacon'ı nişan alır ama
ok hedefinden sapar ve Descartes'a saplanır.
Serbest bir çağrışım ve fütursuzlukla, bu hikâyenin, her
kitapseverin kitaplarıyla birlikte artan “Rafları nasıl düzenlemeliyim?”
korkusunu sembolize ettiğini ileri sürebiliriz. Kitaplar çoğaldıkça
aralarındaki bağlantı giriftleşir. İlk elden tematik bir ayrıma gittiğimizi
varsayalım. Kuramsal kitaplar bir rafa, romanlar bir diğerine, şiirler şuraya biyografiler
buraya derken… Stefan Zweig'ın Satranç adlı hikâyesiyle Balzac biyografisi, Kemalettin
Tuğcu'nun yetimleri gibi birbirinden ayrılıverir. Diyelim ki onun için bir istisna yaptık,
Virginia Woolf'un romanlarıyla günlüğünü hangi vicdansız ayrı raflara koyacaktır?
Kitapları nasıl sınıflamalı?
Kitapları yazarlarının milliyetine göre ayırmak pek politik doğrucu bir yöntem
olmasa da beni yıllarca mis gibi idare etmiştir. Hatta af buyurun, Türk edebiyatı rafında
yer kalmadığında Nâzım Hikmet'i sinsice Rus edebiyatı rafına sıkıştırarak kendi çapımda
Mehmet Kaplan'lığa soyunmuşluğum bile vardır. Yıllar içinde yazarların uyruğu, etnik
kökeni ve yazınsal dilleriyle beraber bu ayrım da içinden çıkılmaz bir hal aldı. İngilizce
yazan bir Hintli yazarla Fransızcayı tercih eden bir Afrikalıyı istiflemek takdir edersiniz
ki hiç kolay olmuyordu. Valéry Larbaud gibi köktenci bir tutum takınıp kitapları yazıldıkları
dile göre ciltletip tasnif etmek de mümkün elbette. Tabii Nabokov'un romanlarını Rusça ve
İngilizce raflara paylaştırmayı içiniz kaldırıyorsa…
Bunalıp kestirmeden alfabetik yönteme girişecek kitap meraklıları ise Balzac'la
Barbara Cartland'ı yan yana koyma utancına katlanmak zorunda kalacaklardır. Arsızlığa
vurup bunu dert edinmezlerse Julian Barnes'ın kendi adıyla yazdığı romanlarıyla Dan
Kavanagh adıyla yazdığı polisiyelerinin arasına yabancıları sokmak zorundalar. Ya da Ruth
Rendell'la takma ismi Barbara Vine'ın arasına… Bu somut sorunların dışında, Alberto
Manguel gibi hassas insanlar, Goethe ve kadim dostu Schiller arasına mesafe koymanın
acısını da yükleneceklerdir.
Sayfa 11 Kütüphane Bülteni Temmuz 2010
Yelkencilik rafında Rimbaud
Marangoza siparişle kitaplık yaptıramayan pratik insanlar, “Madem ben rafların
ölçüsüne hükmedemiyorum onlar bana hükmetsin” deyip kitapları cüsselerine göre
yerleştirmeyi deneyebilirler. Fakat maalesef sanat kitapları ve ansiklopediler dışında kalan
asıl yekun, yani “okumalık” kitaplar genel olarak aynı boydadır ve yine bir biçimde tasnif
edilmeleri gerekir. Manguel, Geceleyin Kütüphane'de tasnif sorununa getirilen tuhaf
çözümlerden bahseder. Rimbaud'nun “Le Bateau” şiirini yelkencilik rafına koyan mı
istersiniz, Claude Lévi-Strauss'un The Raw and the Cooked adlı mitoloji çalışmasını aşçılık
rafına süren mi… Müsaadenizle kitapları yayınevlerine, yani kapak tasarımlarının
benzerliğine göre sınıflandıranları da bu tuhaflıklara dahil edeyim.
Öte yandan düzenli bir kitaplığın, inceleyene düzenleyicisinin metin algısını
dayatan despot bir yanı da vardır. Agatha Christie'nin yanına konulan her kitap, onu yeni
okuyacak insanda bir gizem ve cinayet beklentisi oluşturacaktır. Umberto Eco, Gülün Adı
adlı romanında, “Bir kütüphanenin ideal işlevi birazcık sahaf tezgahına benzemektir, orada
keşif yapılır” notunu düşer. Bir sahaf tezgahının kaosu, belirli bir kitabı ararken, çevrilmiş
hatta yazılmış olduğundan bile haberdar olmadığınız bir başka kitapla çarpıştığınız mutlu
tesadüflere yataklık eder. Ancak hafızası zayıf olmayan ya da gözleri kapalı kitap almayan
hiç kimse, istediği kadar dağınık bıraksın, kendi kitaplığında böyle tesadüflerle karşılaşma
lüksüne sahip değildir.
Bir kitaplık kazası
Büyük kütüphaneler büyük saygı uyandırır. Austen'ın Aşk ve Gurur adlı romanında
Bingley, kütüphanesinin küçüklüğünden utanır: “Keşke kitap koleksiyonum daha geniş
olsaydı, hem siz yararlanırdınız hem de benim yüzüm ağarırdı”. 2003 yılında gazetelerde
yer alan elim kitaplık kazasını hatırlamayanlar Manguel'in Geceleyin Kütüphane'sine
bakabilirler. Partice Moore adlı bir adamcağız, New York'taki evinde, yıllardır biriktirdiği
kitap ve dergi yığınlarının altında kalır. Ancak iki gün sonra, komşularının haber verdiği
itfaiye ekiplerinin bir saati bulan çabalarıyla kurtulur.
Kitap toplumsal olarak öylesine dokunulmaz bir nesnedir ki, neredeyse bir tek
onun bağımlılığı göze hoş görünür. Erol Üyepazarcı'nın evinin üç odası yetmezmiş gibi
banyosunu da kitaplığa dönüştürmesi, Gülçin Çandarlıoğlu'nun kitaplardan kendisine yer
kalmadığı için ayrı bir daireye taşınmak zorunda kalması ve İlber Ortaylı'nın kitaplarına
bir değil üç ev tahsis etmesi en fazla, alkışlanası tuhaflıklar olarak kabul edilir. Doğan
Hızlan'da tuhaflık tuhaflık üstüne biner, yekun dolayısıyla aradığını bulamayan Hızlan, aynı
kitabı tekrar tekrar almak zorunda kalır kimi zaman.
Kitap okumakla kitap sahibi olmak insanların kafasında öylesine bütünleşmiştir -
Sayfa 12 Kütüphane Bülteni Temmuz 2010
ki, bilgisine, kültürüne saygı duyduğunuz birinin cılız bir kitaplığa sahip olduğunu görmek
tüm beklentilerinizi yerle bir edebilir. Genç bir yazarken Borges'i evinde ziyaret eden
Mario Vargas Llosa da aynı hayal kırıklığını yaşar. Borges'in evi hiç de umduğu gibi
kitaptan yıkılan bir mekân değildir. Llosa ev sahibine neden daha fazla kitabı olan bir evde
yaşamadığını sorar. Borges'in cevabı serttir: “Lima'da böyle yapıyor olabilirler, ama biz
Buenos Aires'te hava atmaktan hoşlanmayız”.
Seneca da evi kitapla donatmanın, duvardan duvara kitaplıkların önünde poz
vermelerin aydın saygınlığı kazanmak isteyen “gösteriş budalaları”nın işi olduğunu savunur.
Ona göre “yemek odalarını süslemek için raflar dolusu” kitap yerine az ama öz kitaba sahip
olmak daha hayırlıdır.
Çağrılmadan gelen kitaplar
Oysa bazı insanlara göre kitaplar, davetsiz misafirlerdir,
çağrılmadan gelirler. Tabii misafir misafiri, ev sahibi hiçbirini çekemez.
Alice'in çılgın şapkacının çılgın çay partisine katılması gibi. Alice çay
masasını görünce hemen o tarafa yönelir. Çılgın şapkacı ve konukları, “Yer
yok! Yer yok!” diye bağırmaya başlarlar. Alice içerler: “Dolu yer var!” Ve
uçtaki bir sandalyeye sıkışıp oturur. Zavallı kitap biriktirici ise Partice
Moore'un akıbetine uğramamak için umutsuzca rafları çift sıra yapar ya
da yüreğini kanatarak bazı eski dostlarını gözden çıkarıp yenilere yer açar.
Manguel'in aktardığına göre 1. yüzyılda Lyon kenti, kitapların korkunç bir
şekilde çoğalmasının önüne geçmek için bir yasa çıkarır. Yasaya göre her
edebiyat yarışmasından sonra kaybedenler bizzat kendi eserlerini silecek,
böylece hiç olmazsa ikinci sınıf edebiyat eserleri fazlalık yapmayacaktır.
Düşüncesi bile hoş! Yine Alice Harikalar Diyarında'nın yazarı Lewis Carroll,
kitap enflasyonunun sadece yarınına değil dününe de çözüm getirmeye
çalışır. Sylvie and Bruno adlı eserde, her düşüncenin en yoğun dile getirildiği cümle hariç
kalan kısımların silinmesini önerir. Arkadaşı, “Bazı kitaplar boş bir sayfaya indirgenecek”
diye korkusunu ifade edince kalender bir havayla, “İndirgenecek. Çoğu kütüphane korkunç
bir şekilde toptan küçülecek.” der.
Edinmek mi, biriktirmek mi?
Flaubert, Bouvard ile Pécuchet adlı ve Türkçeye çok isabetli bir şekilde
Bilirbilmezler diye çevrilen romanında, bilgi biriktirmekle bilgi edinmek arasındaki farkı
anlatır. Bouvard ve Pécuchet, Flaubert'in nefret ettiği orta sınıf iki dilettante'dır (özenti,
amatör). Tarıma merak sararlar ve ellerindekini avuçlarındaki tarım aletlerine, tohumlara
ve tarım kitaplarına yatırırlar. Gerçek bilgiye ulaşmanın vasıflarına yani sabıra ve
Sayfa 13 Kütüphane Bülteni Temmuz 2010
çalışkanlığa sahip olmadıkları için ilk yenilgide pes edip bu defa kimyaya kırarlar dümeni.
Bu defa da gelsin laboratuvar aletleri ve kimya kitapları… Tüm roman, bu iki dilettante'ın
bilginin aksesuarlarını bilgi sanmaktaki yüzeyselliğini konu edinir. Elias Canetti'nin
Körleşme romanının kahramanı Profesör Kien, bir zamanlar öğrenmek için aldığı ve okuduğu
kitapları şimdi sadece kitap oldukları için alıp saklayacak kadar sınırı aşar. Kien'in kitap
tutkusu öyle patolojik bir hal alır ki, sırf eski ve yıpranmış bir kitabı şefkatle kaplarken
gördüğü hizmetçisine âşık olur. Bir tek kitabını bile almasına müsaade edilmeden evinden
atıldığında ise “bir kitap olmamasına karşın, yine de içinde yazılar bulunduğundan” banka
cüzdanını sevgiyle bağrına basar.
Ġtinayla kitap eskitilir
Büyük kitaplık sahiplerinin en sinir olduğu şey, kendilerine “Bunların hepsini
okudunuz mu?” diye sorulmasıdır. Ki sorunun cevabı aslında son derece muğlaktır. Kimileri
“Daha bu, okuduklarımın bir kısmı” diye şişinirken kimileri “Hayır ama kitaplar sabırlıdır”
diyerek daha realist ve mütevazı cevaplar verir.
Büyük İngiliz yazar Samuel Johnson, bir kitabı baştan sona okumak yerine şöyle
bir karıştırmayı yeğlermiş. Bir arkadaşı tepki gösterince hayretle kalakalmış: “Efendim,
yoksa siz kitapları başından sonuna kadar mı okursunuz?”. Johnson'a göre nasıl
tanıştığımız her insanla ömrümüzün sonuna kadar görüşmüyorsak kitapların da sonuna
kadar gitmek zorunda değilizdir. Büyük kitaplıkların arasına sıkışmış ve okunmadığı gün gibi
aşikar kitaplar, daha az sayıda kitap sahibi olanların başlıca avuntusudur. O koca kitaplıkta
birbirine yapışık veyahut kesilmemiş sayfalarla dolu bir kitap bulmak, az kitap sahibini
taşkın bir zafer mutluluğuyla donatır: “Benimkiler az ama hepsini okudum”.
Bazıları hırpalanmışlığı, okunmuşluğun kanıtı addedip alabildiğine hoyrat davranır
kitaplarına. Sayfa kenarlarına alınmış notlar, kıvrılmış köşeler, çay kahve lekeleri ve
sayfaların arasından çıkan bilet ya da fiş parçaları kitabın okunmuş olduğunun mührüdür.
İrlandalı yazar Flann O'Brien, bir hikâyesinde kitaplara okunmuşluk
hissi veren işçilerden bahseder. Bu işçiler kendilerine verilen kitapları
para karşılığı düzmece notlar ve eski tiyatro biletleriyle bezeyerek
işverenlerinin toplumsal itibarlarına katkıda bulunurlar.
Kütüphanedeki yazılmamıĢ kitaplar
Ne yer yokluğunun ne de ölüm tehlikesinin yollarından
saptırabildiği kitapseverler için bir kitabın yazılmamış olması bile
kitaplığa dahil edilmesinin önünde engel değildir. Dickens evindeki
kapıları bile sahte kitapların ciltleriyle bezeli birer kitaplığa
dönüştürür. Bu uydurma kitaplar, Hansard'dan Zinde Uyku Rehberi I-
XIX, Shelley'den İstiridyeler ve Wellington Dükü İçin Yapılmış
Sayfa 14 Kütüphane Bülteni Temmuz 2010
heykellerin Kataloğu gibi hakikaten yazılsa da okusak dedirten eserlerdir. Kitap meraklısı
bir eski yargıç olan Paul Masson ise Bibliothéque Nationale'in 15. yüzyıldan kalma Latince
ve İtalyanca kitaplar açısından kısır olduğunu düşünüp bu eksikliği tamamlamaya soyunur.
“Eksiklikler ve şans eseri ve bilgiyle doldurulana kadar yazılmış olması gereken çok ilginç
eserlerin başlıklarını sıralamaya” koyulur. Arkadaşı Colette dehşet içinde “Peki ya o
kitaplar yazılmazsa?..” diye sorunca çok makul bir yanıt verir: “Ne yapalım. Her şeyi
yapmamı bekleyemezler ya!”
Tuhaf kütüphaneler
Herkes kütüphanesine Dostoyevski ve Shakespeare koymayı bilir. Ama pek az
insan, Hemingway gibi dünya uçak motorları listesi biriktirir. Bir giysiyi butiğin vitrininde
takdim edildiği şekilde giyip çıkmak ne kadar nahoş bir durumsa, bir kütüphanenin de 100
temel eserden oluşması o kadar nahoştur. Kişiye özel bir kütüphane, adı üstünde kişiye
özel parçalar taşımalıdır. Klasiklerin klasik ve amorf çizgisi, üzerinde uzlaşılmamış hatta
kitsch bulunabilecek kitaplarla harmanlanmadığı sürece kütüphane, sahibinin ya su
katılmamış bir genelgeçer zevke ya da silik bir kişiliğe sahip olduğundan başka bir şeye
delalet etmez. Marquez, Muhammed Ali'nin anıları, Bram Stoker'ın Dracula'sı gibi yüksek
edebî zevke uymayan kitapların yanı sıra çoklarının zaman israfı saydıkları moda ve
dedikodu dergilerini bile kitaplığına almakta beis görmez. Özel merakı ise salgın
hastalıklar hakkındaki kitapları biriktirmektir. Laurence Sterne'nin Tristram Shandy'de
ayrıntılı olarak anlattığı tuhaf tıp kitaplarıyla kilisenin aforoz metinlerinin ise Toby
Amca‟nın savaş kitapları koleksiyonu gibi uydurma mı yoksa gerçek mi olduğu bilinmiyorsa
da son derece çekici bir kütüphane olduğu kuşku götürmez.
Onlar kadar olmasa da şöhreti İstanbul sahafları arasında bir efsane olarak
dolaşan, sadece imzalı kitapların bulunduğu kitaplık da enteresan kütüphanelere örnek
verilebilir. Rivayet odur ki, bu kütüphanede yazarı tarafından imzalanmış tamı tamına 32
adet Ömer Seyfettin kitabı bulunmaktadır.
Yıllarımı bu lanetlere verdim, yaşlılığımda da onlar bana versin diyorsanız (çok
haklısınız) kitap hırsınızın bir kısmını değerli kitap aramaya hasredebilirsiniz. Yazarı
tarafından imzalanmış kitaplar geleceğe yatırım yapmanın en kestirme yoludur. Aklınızdan
çıkarmamanız gereken şey, Can Yücel gibi imza günlerini de imza vermeyi de pek seven
sanatçıların imzalı eserlerinin neredeyse hiçbir maddi kıymet arz etmediğidir. Ama bir
Sevgi Soysal'ın imzası size yaşlılığınızda mütevazı bir tatil hediye edebilir. Ucuza değerli
kitap düşürmek ciddi mesai isteyen bir iştir. Sahafları gezmek yetmez, sokak aralarında el
arabasına hurdalarla beraber birkaç da kitap koymuş satıcıları bile didik didik etmeniz
gerekir. Ama sabrın sonu selamettir. Manguel bit pazarlarına yaptığı bitmek bilmez
seferlerin sonucunda imzalı bir Colette'le mükâfatlandırılmıştır. Stephen King ise
çabalarının karşılığını bir düzine imzalı Faulkner kitabıyla alır.
Sayfa 15 Kütüphane Bülteni Temmuz 2010
ġiĢmanlar ve zayıflar
Bir kitap doğal yaşam süresi olarak onlarca nesil insanı devirebilir. Ve her ebeveyn
gibi kitapseverler de bu sevgili çocuklarının başına kendileri öldükten sonra neler neler
gelebileceği konusunda kaygılanmakta haklıdır. Yıllar önce sahafta Herman Melville'in Billy
Budd'ını bulmuştum. Kitap, bir erkeğin âşık olduğu kadına hediyesiydi ve boş kapak
sayfasına uzunca bir mektup yazılmıştı “X, canım fena halde sana mektup yazmak istiyor.
Yazacak boş bir kâğıt bulamadığım için buraya yazıyorum. Bir trendeyim şimdi…” Mektubun
sahibini üzmemek için kalpsiz X'in adını vermiyorum. Bu mektup, değerbilmez ellere geçen
kitapların başıboş yolculuğunun kanıtı olsun. Gogol, Ölü Canlar'da Rusya'da nesillerin
döngüsünü şişmanlar ve zayıflar olarak formüle eder. Şişman adamlar iyi, sorumlu aile
babalarıdır. Gık demeden çalışır, kazandıklarını balolarda çapkınlıkta pul etmektense
saksağan gibi biriktirir ve oğullarına miras bırakırlar. Zayıf oğullar ise babalarının
yapmadıklarını da telafi etmek istercesine vur patlasın çal oynasın yer bitirirler bu mirası.
Onların oğulları tekrar şişman adamlar olur ve hayat böyle sürer gider…
Şişman adamların çalışa didine biriktirdiği şeylerden biri de kitaplardır.
Öldüklerinde hepsi zayıf oğullarının eliyle sahafa yollanıverir. Gayretli bir kitapsever
merhumun kitapları dükkâna düştüğünde sahaf müşterileri birer akbabaya dönüşüverir.
İçten içe duyulan “Ya ben öldüğümde…” sorusu bu ganimet avı sırasında zihnin en
arkalarına itilivermiştir. Edebiyat tarihinin bu açıdan en değerbilmez zayıf oğlu,
Dostoyevski'nin üvey oğlu Pavel Aleksandroviç'tir. Hain Pavel, yurtdışında oluşunu fırsat
bildiği üvey babasının bütün kitaplığını satar. Anna Dostoyevski'nin dediğine göre bu yağma
sırasında yığınla tarihi incelemenin yanı sıra Dostoyevski'nin çağdaşı yazarların ona hediye
ettiği imzalı kitaplar ve Ortodoks dinî törenlerine ilişkin sayısız eser de kaybolup
gitmiştir.
BaĢucundakiler
Bir kitaplık ne denli büyük olursa olsun, sadece birkaç tane kitap, sahibinin yatak
ya da çalışma odasına, başucuna kadar sokulabilecektir. Faulkner İncil'i ve Don Kişot'u
aksatmadan her yıl yeniden okur. Yine Dostoyevski İncil'ini hiç yanından ayırmaz. Sonsuz
kitap raflarıyla dolu bir cennet düşleyen Borges, gözleri görmemesine rağmen Webster
İngilizce Ansiklopedik Sözlüğü'nü ve Pelican İngiliz Edebiyatı Rehberi'ni elini uzattığında
alabilecek şekilde yerleştirir. Roald Dahl'ın efsanevi çalışma odasında, topu topu beş kitap
vardır.
Kalanı sosyal çevremizdir. Başucumuzda bulunanlar ise en yakın dostlarımız.
Kaynak: Zaman Gazetesi
Sayfa 16 Kütüphane Bülteni Temmuz 2010
Yelda Eroğlu‟nun makalesi bu kadar. Konuyla ilgili Pauolo Coelho, “Portebello
Cadısı” romanında aĢağıdakileri yazıyor:
Evin içine göz gezdirirken, “Söyle” dedi.”Öğrenmek bir yığın kitabı raflara dizmek midir,
yoksa artık iĢe yaramayan ne varsa hepsini bir yana bırakıp hafifleyerek yoluna devam etmek
mi?”
Raflarda onca paraya satın aldığım, okumak, notlar almak için onca zaman harcadığım
kitaplarım duruyordu. KiĢiliğim, eğitimim, gerçek öğretmenlerim.
“Kaç kitabın var? Diyelim binden fazla. Büyük olasılıkla çoğunu bir daha eline bile
almayacaksın. Onları inanmadığın için bırakmıyorsun.
“Ġnanmadığım için mi ?”
“Evet, inanmıyorsun. Kim bilir bu kitapları okumak için can atan, ama parası olmadığı için
alamayan kaç kiĢi vardır. Oysa sen sırf evine gelen arkadaĢlarının hayranlığını kazanmak için
bu koskoca durağan enerjinin ortasında oturuyorsun. Yoksa onlardan hiçbir Ģey öğrenmediğini
düĢünüyor, onlara yeniden baĢvurma gereğini mi duyuyorsun?”
Bir de Mevlana ve ġems‟in kitaplar üzerine aralarında geçenler vardır:
ġems, önce Mevlâna'yı mütalâadan, kitaplarından sıyırmıĢtı. Derler ki, bir gün
medresedeki havuzun baĢına oturmuĢ, Mevlâna'nın kitaplarını birer birer suya atmaya
baĢlamıĢtı. Bu sırada Mevlâna içeri girivermiĢti. Baktı ki yıllarca göz nuru döktüğü kitapları
birer birer havuza atılmıĢ, havuz mürekkep deryası haline gelmiĢti. Bu kitapların arasında
Belh'ten göçtükleri sırada. NiĢapur'da Feriddün-i Attar'ın hediye ettiği "Esrarnâme" adlı
eseri de vardı. ġöyle ki: Sulan'ül Ulema Bahaedin Veled, beraberinde henüz çocuk yaĢında
olan oğlu Mevlâna Celâleddin ve ailesi olduğu halde, Belh'ten göçerlerken NiĢapur'da
konaklamıĢlar,burada devrin büyük mutasavvıflarından Feridüddin-i Attar'la görüĢmüĢlerdi.
Feriddüddin-i Attar. küçük Mevlâna'nın zekâ ve bilgisine hayran olmuĢ. "Esrarnâme" adlı
eserinden bir nüsha hediye etmiĢti. Mevlâna. bu eseri defalarca okumuĢtu. ġems'in onu da
havuzdaki suya atmasına gönlü razı olmadı. ġems bunu hisseder hissetmez, elini havuza
daldırmıĢ:
— Al istediğin kitap bu kitap değil mi? diye Mevlâna'ya uzatmıĢtı.
Hayret. Esrarnâme tozuyla duruyordu. Sanki bir havuz dolusu su içinden değil de,
kütüphane rafından alınmıĢtı. ġems:
— AĢk ilmi medresede öğrenilmez, diyor, Mevlâna'yı okumaktan menediyordu. Hattâ
babası Baha Veled'in "Maârifini bile okumasına müsaade etmiyordu…..
Tanol Türkoğlu’nun Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknoloji Eki, Ooof
Off Line Kösesi’nde yayınlanan makaleleri...
Sayfa 17 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
KİŞİSEL DİJİTAL KÜTÜPHANE
Ülkemiz kütüphaneciliğinde dijitalleşme nasıl bir yer tutuyor sorusu, sanayi
devriminde taşeron olarak figüran durumunda bırakılmış ülkemizin sanayi sonrası
bilgi toplumunda da benzer bir rolle ödüllendirilmekte olduğundan, sanırım cevap
aranması elzem bir soru olarak nitelendirilmediği için kimse suçlanamaz!
Kendi kişisel dijital kütüphanemi nasıl kurabilirim? Son bir kaç gündür bu
soruyu kafamda evirip çevirirken, yakın zaman içinde bir kütüphane ya da
kütüphanecilik haftası olduğuna dair haber okuduğumu anımsayarak internette
araştırma yaptım ve 29 Mart – 04 Nisan haftasının (hem de) 46. Kütüphane
Haftası olduğunu öğrendim.
Ancak eğer Ankara’da yaşamıyorsanız bu “hafta” pek size göre değil. Çünkü
gördüğüm kadarıyla etkinliklerin hepsi Ankara’da (Milli Kütüphane’de)
gerçekleştiriliyor. İstisnai bir durum olarak bu hafta boyunca Türkiye’deki tüm
kütüphanelerde “kitap sergileri”nin düzenlenmekte olduğunu da belirteyim.
Türk Kütüphaneciler Derneği’nin web sitesinde haftayla ilgili bir sayfa var.
Ancak bu sayfa anladığım kadarıyla web sitesine pek “bulaştırılmak” istenmemiş.
Birkaç tane döküman link olarak ilgili sayfaya eklenmiş. Yani haftayla ilgili bilgi
mi almak istiyorsun, o halde indir bu dosyaları öğren. Görünen o ki bu haliyle
site web 1.0 zamanının ilk üç evresinden birincisi ile ikincisi arasında sıkışıp
kalmış. Yani enformasyon olan birinci evre ile etkileşim odaklı ikincisi arasında.
Bu açıdan değerlendirildiğinde kendi içinde bir tür kapalı kutu olma
“talihsizliğini” aşamamış olan ülkemiz kütüphanelerinin hali buraya da yansımış
durumda ki sanırım aksine bir durum olsaydı anormal olarak karşılanmalıydı.
Sayfa 18 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
Ülkemiz kütüphaneciliğinde dijitalleşme nasıl bir yer tutuyor sorusu, sanayi
devriminde taşeron olarak figüran durumunda bırakılmış ülkemizin sanayi sonrası
bilgi toplumunda da benzer bir rolle ödüllendirilmekte olduğundan, sanırım cevap
aranması elzem bir soru olarak nitelendirilmediği için kimse suçlanamaz!
46. hafta ile ilgili programda da, hakkını vermek lazım, Google’dan e-kitap
platformlarına kadar dijital kültür okyanusunun kıyılarında dolaşan etkinlikler
var. Ancak bu “dijitalleşme” olgusunun vatandaşın gündelik yaşamına nasıl
entegre edilebileceği konusunda bir çalışma, vizyon ya da amaç tespit
edemedim; varsa benim cahilliğime verin lütfen. Bu haliyle “Bilgi Mabedi” olan
kütüphanelerimiz için de (siyasi olmasa da kültürel) bir “açılım” yapılmasında
fayda var.
Öyle ki kütüphanelerimizden sadece kütüphane dünyasının “Beyaz Türkleri”
istifade etmesin. Mağdur bırakılmış halk kitleleri de kütüphanelere rahatça
girebilsinler, diledikleri şekilde istifade edebilsinler.
Kişisel bir dijital kütüphaneye sahip olmayı bir kişi neden isteyebilir?
Faydaları nelerdir? Başına “dijital” ibaresi gelen her olgunun derhal prim yaptığı
günümüzde dijital kütüphane bir kişinin hayatını nasıl daha kaliteli hale
getirebilir? Altı kişinin yılda bir kitap okuduğu ülkemizde bu durum belki de halk
kitlelerinin yukarıda belirtilen mağduriyeti ortadan kalksa çok daha ciddi
değerlendirilmesi gereken bir olgu olarak yorumlanabilir. Yine de böyle bir
gizilgücün varlığı yüzü suyu hürmetine konuyu derinleştirmekte fayda var.
Kitapların dijital versiyonlarına sahip olmanın en temel iki avantajından
bahsedilebilir. Birincisi metin üzerinde yapılacak araştırmaların çok daha hızlı
yapılabilmesi (örneğin bir kitapta belli bir kavrama değiniliyor mu diye kelime
bazında arama yapabilmek) ise ikincisi de bu içeriğin lojistik anlamda bir yerden
başka bir yere nakledilmesinin getireceği kolaylık. Örneğin tatile giderken
yanınıza on tane kitap yüklenmekte zorlanabilirsiniz ama bilgisayarınızın ya da
son dönemde ortaya çıkan kitap okuma cihazlarının yüzlerce binlerce kitap
alacak saklama kapasiteleri size çok geniş bir okuma imkânı sunar.
Konu derinleşiyor. Anlaşılan bir sonraki yazıda bireysel dijital kütüphane
kurmaya nereden başlamalı sorusuna cevap aramak gerekecek.
Sayfa 19 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
DİJİTAL KÜTÜPHANE: NEREDEN BAŞLAMALI
Ümit edelim de e-kitap fiyatları kâğıda basılmış versiyonlarına göre çok
daha ucuz olur ve kitapçokseverlerin e-kitap okuryazarlıkları yaygınlık kazanır.
Bir önceki yazıda kişisel bir dijital kütüphane kurmanın en önemli
avantajlarının metin üzerinde arama yapma imkanları ile okunacak metinleri
taşımanın kolaylığı olduğunu belirtmiş ve şu soruyu ortaya atmıştık: Kişisel dijital
kütüphane kurmaya nereden başlamalı?
Başlangıç olarak iki nokta seçilebilir. Bunlar eş zamanlı olabileceği gibi
ardışık da gelebilir. Birincisi eldeki metinleri dijitalleştirmek, ikincisi de yeni
temin edilecek kitapları dijital ortamda tedarik etmek.
(Konvansiyonel) Kütüphanenizde bugüne dek toplamış olduğunuz kitapların
dijitalleştirilmesi iki yolla olabilir. Birincisi bu metinleri bir kelime işlemci
vasıtasıyla yazarak (ya da yazdırarak) ikincisi ise tarayıcı cihazlar vasıtasıyla
tarayarak (ya da taratarak). Doğal olarak bu yolların ikisi de hem zaman hem
de para gerektirecek çözümlerdir. Kendiniz yazmaya ya da taramaya kalksanız
kütüphanenizdeki kitap sayısına göre bu işi çok uzun bir zaman sonucunda
tamamlayabilirsiniz. (Öte yandan bu işleri -özellikle de tarama- profesyonel
olarak yapan firmalar var).
Üçüncü bir yol olarak arzu ederim ki sahip olduğum kitapların yayınevlerine
başvurabilsem ve onlar da o kitapların dijital versiyonlarını bana ücretsiz olarak
verebilseler.
Ne yazık ki böyle bir çözüm, güven unsurundan dolayı, pratik
görünmemekte. Yayınevinin ilk tepkisi o dijital metni internet üzerinden
başkalarına da ulaştırılmayacağının garantisinin olmaması. Yani hepimiz
potansiyel suçlu durumundayız; elimize böyle bir imkan geçerse derhal virüs gibi
bunu tüm dünyaya yayabiliriz. Zaten tüm dünya o kitapları okumak için bu anı
beklemekte.
Sayfa 20 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
Öte yandan internette biraz araştırma yaptığınızda e-kitap metinlerinin
sizden önce çoktan birileri tarafından dijitalleştirilmiş (yazarak ya da
tarayarak) ve dijital ortama yüklenmiş olduğunu tespit edebilirsiniz. Dolayısıyla
sahip olunan kitapların dijital versiyonlarını hazır olarak internetten temin etme
yolu çoktan açılmış durumda. Telif haklarına saygı göstererek bunlar içinden
sadece parasını vererek satın almış olduğunuz kitapların dijital versiyonları temin
edebilir ve böylece hâlihazırda elinizin altında bulunan kitapları en kolay yoldan
dijitalleştirmiş olabilirsiniz.
Tabii bu yazıyı okuyanların büyük bir kısmı dijital göçmen olduğundan (yani
yaşı yirminin üstünde olanlar) derhal şu soruyu soracaklardır: Parasını vererek
satın almış olmadığım bir kitabın da dijtial versiyonunu internette bulursam ne
olacak? Bu kitapları indirmem konusunda beni engelleyen ne var? Cevap net;
hiçbir engel yok. Sadece kendinizle başbaşasınız. İsterseniz onları da
indirebilirsiniz.
Buradan ikinci noktaya da geçiş yapabiliriz. Yani yeni temin etmek
isteyeceğiniz kitapları dijital formatta (da) edinmek ve dijital kütüphanenize
dahil etmek. E-Kitap dünyası, e-müzik sektörü kadar gelişmemiş durumda. O
nedenle dün çıkmış yeni bir kitabın e-kitap versiyonunu ertesi gün internette
bulmanız o kadar yaygın değil (özellikle Türkçe kitaplar ve popüler olmayan
yazarlar söz konusuysa).
Öte yandan e-kitap okuyucu cihazların yaygınlaşmasıyla ülkemizde de yasal
e-kitap satışları yakın gelecekte popülerlik kazanacak. (Hatta bu yazı kaleme
alınırken internet üzerinden kitap satan bir web sitesinin e-kitap satışlarının da
başladığı epostası geldi). Bu çerçevede yeni çıkacak kitapları bu yolla temin
etmek en pratik çözüm olarak görünmekte. Ümit edelim de e-kitap fiyatları
kağıda basılmış versiyonlarına göre çok daha ucuz olur ve kitapçokseverlerin e-
kitap okur yazarlıkları yaygınlık kazanır.
E-kitaplar yaygınlaşıyor, kitap kapaklarındaki edebi reklam
ve yorumlar artık gözden kayboluyor.
Sayfa 21 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
KİTAP KAPAĞI DEVRİ BİTİYOR MU?
Bindu Wiles Mart ayında Brooklyn metrosunda giderken kitap okuyan bir kadın görür. Kitabın
kapağında parlak turuncu bir zemine karşı bir kızın başının akıl çelici siyah gölgesi vardır. 45
yaşındaki Wiles kadının aşağı yukarı kendi yaşlarında olduğunu ve bir yoga matı taşıdığını fark
edince aynı kafada olduklarını düşünür, eğilip kitabın başlığını okur: bir Chris Cleave romanı olan
"Küçük Arı" (Little Bee). Yakındaki Bronxvillle'de, Sa ra h Lawrence Üniversitesi'nin kurgusal
olmayan metin yazarlığı bölümünden mezun olan Wiles, iPhone'una bir not düşer ve aynı hafta kitabı
satın alır.
kitabın kapağı yoksa onun nasıl bir şey olduğunu nereden anlayacaksınız? Wiles, geçenlerde tekrar
okuduğu "Anna Karenina"yı hatırlayarak, "Entelektüel bir ağırlığa ve bir lezzete sahip görünen güzel
bir kitabı yanında taşımanın farklı bir yanı var" diyor ve metrodaki insanların o kapağı görmelerinin
hoşuna gittiğini söylüyor. "Öyle bir şeyi okuduğunuz için gururlanıyorsunuz. Oysa elektronik
kitaplarda insanların bunu görmesine imkân yok."
Yani e-kitap devrinin haber verdiği değişimlerden biri de bu: dijital kitaplar artık kapakların
pabucunu dama atıyor. Bu, basılı kitapların bedava reklamını yapabilen yayımcılar kadar yazarlar için
de bir kayıp anlamına geliyor: yoksa insanların uçakta veya parkta okuduğu kitapların İnternetteki
kapağını siz de fark edip, günün birinde "Ejderha Dövmeli Kız" (The Girl with the Dragon Tattoo)
veya "Yardım"i (The Help) okumaya karar verebilirdiniz. Yale Üniversitesi Kültür Sosyolojisi
Profesörü Jeffrey C. Alexander, "Bir kitabı düşünürken çoğu zaman onun kapağını da hatırlarsınız"
diyor. "İnsanları görsellik aracılığıyla okumaya çekmenin başka bir yoludur bu." Hâlâ satışların büyük
bir bölümünün gerçekleştiği kitapçı dükkânlarında da kapaklar önemli bir rol oynuyor. Barnes &
Noble kitapçısının pazarlamadan sorumlu Başkan Yardımcısı Patricia Bostelman, "Müşteriyi kapağa
çekmenin engelini aştıysanız ve müşteri o kitabı eline aldıysa" diyor, "büyük bir savaşı kazandınız
demektir." Bir kitabın oluşum sürecinde en fazla sayıda insanın fikrinin girdiği bölüm kapağıdır. Önce
yaratıcı direktör bir görüşle ortaya çıkar. (Şöyle bir elmaya ne dersiniz?)
Artık böyle durumlara giderek daha az rastlanıyor. İnsanlar
elektronik ortamlarda okumaya başladılar ve Apple iPad gibi cihazlar
çıkıyor. Bu şartlarda başkalarının okuduklarını görmek veya kendi
edebi zevklerinizi dışa vurmak her zaman mümkün olmayabiliyor. Bir
Sayfa 22 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
Sonra editör, yazar ve menajer bir göz atarlar. (Yazar adının puntosunu büyütebilir miyiz? Hem
elma imgesi filanca vampir kitabı için kullanılmamış mıydı? Bu kitap vampirler hakkında değil ki.)
Yayıncı devreye girer. (Vampirler iyi satıyor. Ben elmayı sevdim.) Satış bölümü yorum yapar. (Bunun
bir de ekonomik boyutu yok mu? Elmanın içini turuncu yapmaya ne dersiniz? Bu daha önce
düşünüldü.) Kitapçıların bile bir fikri vardır. (Bir kapakta en sevdiğim şey, yüksek topuklardır.)
Tabii iyi bir kapak genelde kötü bir kitabı kurtarmaya yetmez. Fakat bu piyasada ne kadar çok
ürün olduğu düşünülürse, hiçbir yazar ve yayımcı, çarpıcı bir kapağın sağlayacağı avantajlara hayır
demek istemez. Bunun ihtimaller hesabı üstüne bir örnek verelim. Yayıncılık danışmanı Codex
Grubu'nun geçen yıl çıkan bin iş kitabı arasından rastgele seçimle yaptığı bir analizde, kitaplardan
yalnızca 62'sinin 5 binden fazla sattığı ortaya çıktı. Google ve öbür arama motorlarında veya
arkadaşlık sitelerinde hedef kitlelere reklam yapmanın imkânlarını araştıran yayıncılar, bir kitabı
tanıtmanın en iyi yolunun yine de dijital bir kapak olduğu sonucuna ulaşıyorlar. Kimi okuyucular da,
elektronik cihaz üreticilerinden, okudukları şeyi belli etmeye yarayan işlevler eklemelerini
bekliyorlar.
Popüler kitap blogcusu Maud Newton, "İnsanlar yaptıkları ve sevdikleri şeyleri reklam etmeyi
seviyorlar" diyor. "Dolayısıyla e-okuyucuları için de mutlaka bir çare bulunacaktır." Birçok yayımcı
şimdilik Facebook'a güveniyor. Penguin Grubu'nun ABD koluna bağlı yayınevlerinden Viking and
Plume'un Başkanı Clare Ferraro, "Eskiden metroda üç insanın 'Ye, Dua Et, Sev' (Eat, Pray, Love)
kitabını okuduğunuz görürdünüz" diyor. "Şimdi Facebook'a giriyor ve üç arkadaşınızın aynı kitabı
okuduğunu görüyorsunuz." Bazı dijital yayıncılar, elektronik kitaplarda romantik ve erotik eserlerin
daha çok tercih edilmesini e-okuyucuların gizli kalmak istemelerine bağlıyor. Fakat kitap kapakları
önemini hâlâ yitirmiş değil. Romantik ve erotik e-kitap yayımcısı Ravenous Romance'in Başkanı Holly
Schmidt, bir yayınevinin yaşlı kadınlarla genç erkekler hakkındaki öyküleri toplayan bir antoloji
çıkardığını anlatıyor. Antolojinin dijital kapağında alımlı bir kadın bulunuyormuş, ama neredeyse hiç
satış olmamış. Derken yayıncı kapağı değiştirmiş ve oraya üç genç adamın çıplak, kaslı gövdesini
koymuş. Satışlar patlamış. Schmidt yeni kapağın "kaybetmeye mahkûm bir kitabı alıp satış
listelerinde epey üst sıralara çıkardığını" söylüyor.
Kaynak:Sabah Gazetesi
Espresso` Kitap Makinesi ile kitabınız 5 dakikada hazır
İtalyancada `hızlı` anlamına gelen `espresso` kelimesiyle anılan makine,
bir dakikada 105 sayfa, 5 dakikada bir kitap basıyor !
Sayfa 23 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
KİTAP MAKİNESİ !!
İçindeki A4 kâğıdı kitabın gerçek boyutunda kesen ve bir dakikada 105 sayfa basan makine,
sayfaları kapaklayarak çıkarıyor. Kitap makinesinin, özellikle piyasada bulunması zor olan kitapları
basmak için kullanılacağı ve makinede basılan kitapların, gerçek satış fiyatıyla satılacağı belirtiliyor.
İntikam için... Kitap makinesinin hafızasında şu anda 400 bin kitap bulunurken, Blackwell
kitabevi bu sayıyı yaza kadar 1 milyona çıkarmayı hedefliyor. Blackwell, makine sayesinde,
kitabevleriyle rekabet eden `süpermarket ve internetteki kitap satış sitelerinden intikam
alacaklarını` belirtti. Blackwell yetkilileri, makineyi şimdilik yalnızca Londra`daki bir şubelerinde
kullanacaklarını, ancak yeterli talep olması halinde diğer şubeler için de alabileceklerini söyledi.
EN İYİ İCAT
`Espresso Kitap Makinesi` Time dergisi tarafından 2007`nin en iyi icatları listesine dahil
edilmişti. Makineyi daha önce de New York Halk Kütüphanesi kullanmaya başlamıştı.
Kaynak: Milliyet Gazetesi
İngiltere`deki Blackwell kitabevi, birkaç
dakika içinde istenilen kitabı basan bir `Espresso
Kitap Makinesi` kullanmaya başladı. `On Demand
Books` şirketi tarafından geliştirilen makine,
hafızasındaki kitaplardan veya bir harici kaynaktan
seçilen kitabı birkaç dakika içinde basıyor.
İçindeki A4 kâğıdı kitabın gerçek boyutunda kesen
ve bir dakikada 105 sayfa basan makine, sayfaları
kapaklayarak çıkarıyor.
Hacettepe Üniversitesi görsel-işitsel koleksiyon ve hizmetlerin geliştirilmesi
projesiyle kütüphaneleri dijital ortama taşıdı.
Sayfa 24 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
KÜTÜPHANELER DİJİTAL ORTAMA GEÇİRİLİYOR
Hacettepe bünyesinde dijital görüntü
kaynaklarının telif hakları korunarak bir sistem
geliştirildi. Bu sistemle kampus kütüphane içinde
özellikle hukuk, iletişim ve dil eğitimi alan
öğrenciler dijital medyaya rahatça
ulaşabiliyorlar.
Program oluşturulurken görme engellilerde unutulmamış. Projenin amacı
kütüphanelerde eğitim ve öğretimi görsel işitsel geliştirecek kaynaklar oluşturmak.
Şimdilik 120 yerli ve yabancı filmin yüklendiği program ilerleyen günlerde
genişletilecek.
Sistem öğrenciye hem keyif aldırıyor, hem de zaman kazandırıyor. Öğrenciler
tarafından çok beğenilen programda, telif haklarıyla ilgilide gerekli önlemler alınmış.
Sistem öğrenciye istenilen dil seçimi imkânını da sunuyor.
1943 yılında 23 yaşındayken Ürgüp’e tayini çıkan bir kütüphaneci; Mustafa
Güzelgöz’ ün müthiş hikayesi….
Sayfa 25 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
EŞEKLİ KÜTÜPHANECİ: MUSTAFA GÜZELGÖZ
Yıl 1943. Genç Mustafa'nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi'ne
çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Önce binanın
rutubetli odasına atılan 2300 adet yazmayı çıkarır. Cüzleri tek tek güneşe çıkartarak kurutur, tek
odalı bir kütüphaneye bunları yerleştirir
Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.
Kitap sayısını arttırması gerekmekte ve de özellikle çocuk kitaplarına ihtiyacı bulunmaktadır. Ürgüp
dışında çalışmakta olan hemşerilerin adresini toplayabildiklerine, el yazısı ile tek tek mektup
yazarak kitap göndermeleri isteğinde bulunur. Bir ay sonra mektuba cevap olarak paketlerle kitaplar
gönderilmeye başlar. Bazı Ürgüplüler gazete ve dergilere abone olmuşlardır. Etraftakilerle konuşur,
herkese anlatır: "Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun."
Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
- Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?
- Alıyorum.
- Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela
alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten.
23 yaşındaki genç memur "Ne yapayım, ne yapayım?" diye düşünür durur. Sonunda aklına bir
fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce "Deli misin bey?"der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama
çabasını yakından görünce fikri kabullenir.
O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek binbir güçlükle üstesinden
gelir. Çünkü o zaman da şimdiki gibi, "Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan
da aynı maaş, çalışmasan da" zihniyeti aynen var. Bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. İki
tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne "Kitap
İare* Sandığı" yazar.
*İare: 1.emaneten vermek. Bir malın kullanılmasından karşılık istemeyerek başkasına vermek.
Sayfa 26 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.
Kütüphaneye de bir yazı asar: "Sadece Pazartesi ve Cuma
günleri açıyoruz. "Köydeki çocuklar şaşırır. Eşeğe bir sürü
kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların ellerine
kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan,
Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var. Eşek
de daha gerçek, Mustafa Amca da.
"Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman
yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak" der.
Mustafa artık Ürgüp'teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel'le köy
köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde sevinç içinde alkışlarla
karşılarlar.
Güzelgöz, bu işi daha da ileri götürür kitap dağıtımını 5 merkep ve 2 katır ile yapmaya,
ulaşılması çok zor ve engebeli yolları geçerek Ürgüp civarı ile Kayseri'nin Yeşilhisar ve İncesu
ilçelerine bağlı köylere ulaşmaya başlar. Zamanla Mustafa Amca'nın ünü etrafa iyice yayılır. İnsanlar
kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. Ardından
kadınların daha çok sayıda gelmelerini sağlamak amacıyla gurbetteki hemşerilerinden bağış
toplayarak dikiş makineleri satın alır. Zenith ve Singer'e mektup yazar: "Bana dikiş makinesi
yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım" der. Zenith dokuz tane, Singer bir
tane dikiş makinesi yollar. Makine kullanmayı bilen kadınların yardımıyla dikiş kursları açılır. Salı
günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. Dikiş makinesi yetmediği için
sıralar oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye.
Bölgede Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları
vermeye başlar. Ayrıca Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır.
1963 yılında Amerika’da dünya çapında bir yarışma açılmıştır. Amerikan devletinden bağımsız
olarak düzenlenen bu yarışma, halkına gönüllü olarak hizmet eden yaratıcı insanlar arasında
düzenlenmektedir. Yarışma ile ilgili çağrının Devlet Planlama Teşkilatına ulaşması üzerine adayın kim
olabileceği düşünülür. Teşkilatta memur olarak çalışmakta olan bir Ürgüplünün önermesiyle
Güzelgöz, DPT‘ye çağrılır. Hazırlanan evraklarla beraber gönderilen çalışmaların yerinde incelenmesi
isteği üzerine Amerika’dan üç kişi gelerek incelemelerde bulunur. Bölgedeki yüksek okuma yazma
oranı ve kütüphanecilik sisteminden çok etkilenirler. Çektikleri fotoğrafları ekledikleri olumlu
görüşlerinin yer aldığı rapor yarışma jürisine sunulur. Jüri üyelerinin yarısı ödülü İtalyan adaya
verme yanlısıdır. Türkiye’den yana olan Jüri başkanı Dwight Cook yaptığı konuşmada Güzelgöz’ün
Sayfa 27 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
yaptığı hizmeti toplumsal bir önlem olarak gördüğünü çocukların köprü altına düşmemesi için bu
çalışmaların yapıldığını söyler.
Eşit olan oylamada başkanın oyu ile Türkiye kazanır.
Dünya’da ve Türkiye’de sonuç büyük yankılar uyandırır.
Amerikan Elçisinin Ziyareti ve Kütüphane
için iki kez Cip Hediye Edilmesi
1963 yılında Amerikan Barış Gönüllüleri kuruluş
tarafından; Yaptığı çalışmaları ile ulusal ve uluslararası
pek çok yayında yer alan Güzelgöz’e Tahsin Ağa Halk
Kütüphanesi kitap dağıtımında kullanılmak üzere 1960 model bir cip hediye edilir.
1967 yılında Amerikan büyükelçisinin Ürgüp’e yaptığı gezide büyükelçi ile tanışır. Yürüttüğü
çalışmalar hakkında bilgi verir. Gördüklerinden etkilenen büyükelçi kütüphaneye bir pikap araç
hediye eder.
Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, "kendi görev tanımı dışında davranıyor" diye..
Müfettiş yaptığı incelemeler sonucunda kütüphane çalışmalarını aksattığı ve görev aldığı diğer
kurumların ödeneklerini çıkarı için kullandığı sonucuna varır. Teftiş sonucunda üç maaş indirilmesine
karar verilir. Görüşmek amacıyla gittiği Nevşehir valisi Güzelgöz’e onun adına emekliliğini istediğini
söyler. 50 yaşına gelen Mustafa Güzelgöz baskıyla emekli edilir. Bir İstanbul ziyaretinde kendisi
hakkında bu olumsuz raporu yazan müfettiş Şemim Bey'le karşılaşır. Aralarında geçen konuşmada
Şemim Bey olayın, kıskançlık, fesat ve politikadan doğduğunu raporu olumsuz yazması için kendisine
baskı yapıldığını söyler.
Yaptığı bunca hizmet sonunda Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe
köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir.
2005 yılında Mustafa Amca vefat eder.Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar.
Ürgüp'e "Eşekli Kütüphaneci" Mustafa GÜZELGÖZ ve eşeğinin heykelini dikerler.
Sayfa 28 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
İlk baskısı 2006 yılında yapılan Aydın İleri ve Tayfun Talipoğlu’nun ortak çalışması Eşekle Gelen
Aydınlık adlı kitap. Güzelgöz’le ilgili makalelere, basında çıkan haberlere, köşe yazılarına, karikatür
ve zengin bir fotoğraf içeriğine yer vermektedir.Kitap ile beraber Talipoğlu’nun Güzelgöz'le yapmış
olduğu ropörtajın yer aldığı bir CD ek olarak verilmektedir.
Bakın Nevşehir'den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti;
binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa GÜZELGÖZ ve eşeğinin heykeli var.
Fakir Baykurt, Eşekli Kütüphaneci isimli romanını onun hikâyesinden esinlenerek kaleme almıştır.
Mekânı cennet olsun…
Yolunuz Ürgüp'e düşerse onun hatırları ile dolu 'le bazard d'orient' dükkanına uğramanızı ve de
onun eşi benzeri bulunmaz hikayelerini oğulları ve de torunlarından dinlemenizi tavsiye ederiz.
Bu Yazıda: Mustafa Güzelgöz'ün hayat hikâyesi anlatılırken, Ahmet Şerif İzgören'in kaleme aldığı Süpermen Türk Olsaydı
isimli eserden yararlanılmıştır.
Amasya'nın Suluova İlçesine bağlı Kapancıağlı Köyü'nde yaşayan 78
yaşındaki Abdullah Kuzucu'nun okuma sevgisi tüm Türkiye'ye örnek olacak
nitelikte…
Sayfa 29 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
AMASYA’DA BİR KİTAP KURDU
Çiftçilikle geçimini sağlayan Kuzucu, günde 10 kilometre yolu çoğu zaman yaya olarak
katederek günlük gazetelerini alıyor. 4 gazete takip eden Kuzucu, okumayı da kendi çabalarıyla
öğrendiğini ifade etti.
Suluovalı Abdullah Kuzucu 1932 doğumlu. 1950`li yıllarda okuma yazmayı kendi çabasıyla
öğrenen Kuzucu, şöyle konuştu: `O yıllardan beri tarihi, dini, Arapça kitaplar okuyorum. İlim çok
önemlidir. Basın bir güçtür, gazeteler süper bilgidir. Gazeteler insana iyiyi kötüyü öğretir. Günümüz
insanı ilmin kıymetini bilmiyor, okumuyor. Dünyada en çok okuyanlar Japonlar, bizim ülkemizde
maalesef kitap ve gazete okuyan çok az. Bazen insanlar bana gazete okuyacağına Kur`an-ı. Kerim
oku diyorlar. Ben de Allah`ın `Oku` emrinden yola çıkarak hem gazetemi okuyorum, hem de Kur`an-
ı Kerim okuyorum. Gazetelerde önemli bulduğum yazıları keserek arşivliyorum. İnsan araştırmalı
öğrenmeli. Gazeteler olmazsa insanı gaflet basar, gazeteler insanı aydınlatıyor.`
İnsanın yemeye-içmeye para ayırdığı gibi kitap almaya da ayırması
gerektiğini ifade eden Kuzucu, `Ben aç gezerim ama gazetesiz gezmem, her gün
ortalama dört gazete okurum, kendim köyden gelemediğim zamanlarda
gazetelerimi mutlaka birine bayiden aldırtırım. Bazen sabah namazından sonra
yola çıkıyorum 10 kilometre yolu yayan geldiğim oluyor, bazen de alan olursa
arabaya biniyorum, gazetelerimi alıp geri dönüyorum. Okuma yazmayı kendim öğrendim, köyümüzde
okul yoktu.`
Kapancıağlı köyünde oğlu ile birlikle yaşayan Abdullah Kuzucu, `İnsan var bir mangır etmez,
insan var cevherle satın alınmaz` sözünü çok sevdiğini ve cahil insanla uğraşmanın zor olduğunu
belirterek şunları aktarıyor; `Nöron Avrupa`yı yaktı, Edison da ışığı yaktı` bunların ikisi de insandı.
Ben geceleri fazla uyumam, kitap, gazete okurum, çünkü Peygamber Efendimiz uyumazdı. Evimde
kütüphanem var, çok sayıda kitabım var, 100 bin lira verseler kitaplarımı vermem. Nasip olursa
köyüme kütüphane kuracağım. Kitaplarımı oraya bağışlayacağım.`
Kuzucu, insanların televizyonların karşısından uzaklaşıp kitaplarla ve gazetelerle haşır neşir
olmalarını tavsiye ediyor. Kaynak:İnternet
http://kutuphane.balikesir.edu.tr/htm/formlar/index.php adresinden
ulaĢabileceğiniz çeĢitli formlarla Merkez Kütüphaneye görüĢ, öneri ve
isteklerinizi daha hızlı olarak iletebileceğinizi biliyor musunuz?
Sayfa 30 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
ĠSTEK FORMLARI HATIRLATMA..
BĠLGĠ ĠSTEK FORMU: Ġstek ve önerilerde bulunmak istediğinizde,
KĠTAP/KĠTAP DIġI MATERYAL ĠSTEK FORMU: Koleksiyona katılmasını istediğiniz
kitap/cd vb materyal isteklerinizde,
DERGĠ/VERĠ TABANI ĠSTEK FORMU: Basılı (Türkçe) dergi istekleri ve elektronik
dergi/veri tabanı isteklerinizde,
RESERV YAYIN KOLEKSĠYONUNA MATERYAL EKLEME/ÇIKARMA FORMU: Rezerv
yayınlar koleksiyonuna eklenmesi/çıkarılmasını istediğiniz yayınlarda,
KÜTÜPHANELER ARASI ÖDÜNÇ KĠTAP/MAKALE ĠSTEK FORMU: Koleksiyonumuzda yer
almayıp baĢka bir kütüphaneden getirilmesini istediğiniz yayınlarda,
KÜTÜPHANE ORYANTASYONU ĠSTEK FORMU: Kütüphane tanıtımı ve eğitimi
taleplerinizde,
DENEME VERĠ TABANI DEĞERLENDĠRME FORMU: Denemeye açılan veri tabanlarını ile
ilgili görüĢ ve önerilerinizi bildirmek istediğinizde,
ÜYELĠK FORMU: Kütüphaneye üye olmak istediğinizde, kullanabileceğiniz formlardır.
KİTAP ADI: BENİ HATIRLADIN MI ?
YER NUMARASI: PR 6073 Kin 2008
Sayfa 31 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
KİTAP TANITIMI
Yazar : Sophie KINSELL
Yayınevi : Artemis
Konusu : Bir sabah uyansanız ve hayatınız kusursuz
olsa...?
Lexi, berbat bir trafik kazasının ardından hastanede
gözlerini açıyor. Ona göre sene 2004. Kendisi yirmi beş yaşında
ve çarpık dişli biri. Felaket bir aşk hayatına sahip. Ancak, her
ne kadar inanamasa da, öğreniyor ki, sene aslında 2007 -Lexi
artık yirmi sekiz yaşında, dişleri inci gibi ve çalıştığı departmanın da patronu olmuş;
üstelik de evli Hem de yakışıklı mı yakışıklı bir milyonerle Rüyalarındaki hayata aniden
nasıl iniş yapıverdi böyle acaba?
Lexi şansına inanamıyor -özellikle de nefes kesen yeni evini gördüğü zaman
Kocasını yeniden tanımaya başlayınca muhteşem bir evlilik hayatı olduğunu da
öğrenecek, çok iyi biliyor. Üstelik sevgili kocası bir de 'Evlilik Kitapçığı' hazırlamış
onun için.
Fakat Lexi yeni kimliği hakkında daha çok bilgi edindikçe, kusursuz hayatının
yüzeyinde çatlaklar oluşmaya başlıyor. Eski dostlarının hepsi ondan nefret ediyor.
İşine göz dikmiş, dişli bir rakibi var. Bir de üstüne üstlük dağınık saçlı, seksi bir erkek
çıkıp..yeni bir bomba patlatıyor Yani, ne olmuş olabilir ki? Lexi bir gün her şeyi
hatırlayacak mı? Ve hatırlarsa ne olacak?
Daire BaĢkanımız Sema AYHAN, Uzman Ġdris KARAASLAN, Uzman
Süleyman ERDOĞMUġ ve Kütüphaneci Gülcan KÜÇÜKGÜREġGEN meslek
alanlarıyla ilgili çeĢitli toplantılara katılmıĢlardır…
Sayfa 32 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
BĠZDEN HABERLER
15 Nisan 2010: Devlet ArĢivleri Genel Müdürlüğü’nde yapılan “Elektronik Belge Yönetim
Sistemi Eğitim Semineri” ne Uzman Süleyman ErdoğmuĢ katılmıĢtır.
16 Nisan 2010: Kadir Has Üniversitesi’nde yapılan “Ulusal Akademik Kaynak
PaylaĢımı” çalıĢtayına Uzman Ġdris Karaaslan katılmıĢtır.
KĠTS (Kütüphaneler arası ĠĢbirliği Takip
Sistemi) ile ilgili taleplerin - önerilerin görüĢülmesi
ve toplu bilgilendirme yapılması amacıyla ANKOS
BaĢkanlığı tarafından düzenlenen "Ulusal Akademik
Kaynak PaylaĢımı ÇalıĢtayı’nda sorunlar görüĢülmüĢ,
çözüm önerileri tartıĢılmıĢtır
22 Nisan 2010: Ġzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde yapılan Serial Solutions Kullanıcı
Eğitimi Semineri’ne Kütüphaneci Gülcan KüçükgüreĢgen katılmıĢtır. Toplantıda 360 Search veri
tabanının kullanımının öğretilmesinin yanı sıra yeni çıkacak ürünlerin de tanıtımı yapılmıĢtır.
05 Mayıs 2010: Sabancı Üniversitesi’nde yapılan OCLC ürün tanıtım toplantısına
Kütüphaneci Gülcan KüçükgüreĢgen katılmıĢtır. Toplantıda yeni çıkan ürünlerin tanıtımı
yapılmıĢtır. Aynı zamanda Sabancı Üniversitesi Bilgi Merkezi gezilerek çalıĢmaları hakkında
bilgi alınmıĢtır.
Sayfa 33 Kütüphane Bülteni
Temmuz 2010
06-09 Mayıs 2010: Ġstanbul Teknik Üniversitesi ev sahipliğinde yapılan 10. ANKOS Yıllık
Toplantısı’na Kütüphaneci Gülcan KüçükgüreĢgen katılmıĢtır.
16-18 Mayıs 2010: VI. TÜBĠTAK EKUAL yıllık toplantısına Daire BaĢkanı Sema Ayhan
katılmıĢtır. TÜBĠTAK EKUAL (Elektronik Kaynaklar Ulusal Akademik Lisansı) kapsamında
aboneliği yapılan veri tabanlarının, Türkiye ve Dünya bilim hayatına yaptığı katkı, bilimsel
araĢtırma ve çalıĢmalar için sağladığı kolaylıklar, bu ürünlerin ülkemizin gerek sağlık gerekse
akademik çevrelere yararları vb. noktalara değinilen toplantılar ile, bilgi paylaĢımı ve
iĢbirliğinin geliĢtirilmesi amaçlanmaktadır.
Firmaların ürün ve hizmetleri hakkında
sunumları ve ANKOS çalıĢmalarının anlatıldığı
workshoplar ile kütüphanecilik ve elektronik
yayıncılık alanında son derece önemli bilgiler
paylaĢılmıĢtır.
Bilgi kaynakları & teknolojileri ve bilgi
eriĢim sistemleri alanlarında faaliyet gösteren
dünya çapında 70 firmanın stand açtığı
toplantıda; kütüphane temsilcileri, seçkin
yayınevlerinden ve aracı firmalardan yetkililer
ile bir araya gelerek, ürünler hakkında ayrıntılı
fikir alıĢ veriĢinde bulunulmuĢtur.
KÜTÜPHANE BÜLTENİ
Cilt 7, Sayı 3
Temmuz 2010
Hazırlayan
Gülcan Küçükgüresgen
Balıkesir Üniversitesi
Merkez Kütüphane
Tel: +90 (0266) 612 14 34
2004 Yılında yayımlanmaya başlanan
“Kütüphane Bülteni”, 2009 yılından beri 3
ayda bir yayımlanmaktadır.