124
MAİDE SURESİ Maide suresi 120 ayettir. “Bugün size dininizi kemale erdirdim” ayeti dışındaki tüm ayetler Medine’de inmiş, bu ayet ise Arafat’ta inmiştir. Bismillahirrahmanirrahim Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla Ebi Meysere’nin şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Allah (c.c.) bu surede, diğer hiçbir surede indirmediği şu sekiz hükmü indirmiştir: “Boğulan, vurularak öldürülen, yüksekten yuvarlanarak ölen, üşüşerek ölen ya da yırtıcı hayvanlar tarafından parçalananlar, canları çıkmadan önce kestiğiniz müstesna dikili taşlar üzerinde kesilenler ve fal oklarıyla kısmet aramanız”, “Allah’ın size öğrettiğinden öğretip alıştırdığımız avcı hayvanlar”,

Beğavi Tefsiri-2

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Beğavi Tefsiri

Citation preview

Page 1: Beğavi Tefsiri-2

MAİDE SURESİ

Maide suresi 120 ayettir. “Bugün size dininizi kemale erdirdim” ayeti dışındaki tüm ayetler Medine’de inmiş, bu ayet ise Arafat’ta inmiştir.

BismillahirrahmanirrahimEsirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla

Ebi Meysere’nin şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Allah (c.c.) bu surede, diğer hiçbir surede indirmediği şu sekiz hükmü indirmiştir: “Boğulan, vurularak öldürülen, yüksekten yuvarlanarak ölen, üşüşerek ölen ya da yırtıcı hayvanlar tarafından parçalananlar, canları çıkmadan önce kestiğiniz müstesna dikili taşlar üzerinde kesilenler ve fal oklarıyla kısmet aramanız”, “Allah’ın size öğrettiğinden öğretip alıştırdığımız avcı hayvanlar”, “Kitap ehlinin yiyecekleri ise helal, sizin yiyiceğiniz onlara helaldir. Ve mümin kadınlardan hür olanlar ve sizden önce kitap verilenlerden hür olanlar”, “Namaz kalktığınızda yüzlerinizi.. yıkayın...”, “Hırsız erkek ve hırsız kadın”, “Siz ihramlı iken avı öldürmeyin...”, “Allah bahire, saibe, vasile ve ham diye birşey kılmamıştır.”,

“Sizden birine ölüm çattığında.... aranızdaki şahitlik...”1

(1) Bunu Feryabi, Ebu Ubeyd, Abd b. Humeyd, İbni Münzir ve Ebu’ş-Şeyh Ebi Meysere’den rivayet etmişlerdir. Bkz.: ed-Dürrü’l-Mensur: 3/4.

Page 2: Beğavi Tefsiri-2

Bismillahirrahmanirrahim

1- “Ey iman edenler akitleri” yani ahitleri “yerine getirin.” Züccac der ki: “Akitler, ahitlerin en önemli, en vurgulu ve en çok uyulması gereken türüdür.” Arapçada örneğin, “Akattü fülanen ve akattü aleyh” Filanla akdettim, filan şey hakkında akdettim denilirken, “Onunla bir antlaşma ve sözleşme yapmak suretiyle, o şeyi ona zorunlu ve vacip kıldım. Onlar mı kastedilir. Bu kelime aslı itibariyle bir şeyi birşeyle irtibatlandırmak, bitiştirmek anlamına gelir. Örneğin işin ipe bitiştirilmesine ve bağlanmasına “akdu’l-habl” denilir.Bu akitler hakkında ihtilaf edilmiştir: İbni Cüreyc der ki: Bu ehli kitaba yönelik bir hitaptır. Yani; “Ey önceki kitaplara inananlar! Muhammed (s.a.v.) hakkında sizden aldığım söz ve ahdi yerine getirin.” O ahit ise: “Hani Allah (c.c.) kendilerine kitap verilenlerden, Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız... diye ahid almıştı.” (Al-i İmran: 3/187) ayetinde ifade edilen ahittir.Diğer alimler ise bunun genel olduğunu söylemişlerdir. Katade: “Bununla, cahiliyye döneminde yapılan andlaşma ve ittifaklar kastedilmekte, derken; İbni Mesud da (r.a.): “Bu iman ve Kur’an ahitleridir.” demiştir. Denildi ki; Bu, insanların, aralarında yapmış oldukları akitlerdir.“Siz ihramlı olduğunuz halde avlanmayı helal saymamak üzere” “Gayrm” kelimesi hal üzere mansuptur. “La” anlamına gelir. “ve size okunacaklar müstesna olmak şartıyla” Yani Maide 3’deki “Size -şunlar- haram kılındı: Ölü...” ifadesinden “dikili taşlar üzerinde kesilenler” ifadesine kadar ki bölümde ifade edilenler dışındakiler helaldir.“Hayvanlar size helal kılındı. Şüphesiz Allah istediğini hükmeder.” Hayvanlar anlamına verdiğimiz “behimetü’l-en’am” kelimesi hakkında farklı görüşler vardır. Hasan-ı Basri ve Katade: Bu, bütün hayvanlardır. Onlar da deve, inek ve davardır. Bununla, cahiliyye dönemi insanlarının kendilerine haram kıldıklarını helal kılmak maksadı güdülmüştür demişlerdi.Ebu Zıbyan İbni Abbas’ın (r.a.) bundan maksadın Ceninler olduğunu söylediğini rivayet eder. Bunun benzeri aynı zamanda Şabi’den rivayet edilmiştir. O der ki: Bunlar, annesi kesildikten veya boğazlandıktan sonra karnında ölü olarak bulunan ceninlerdir. İlim ehlinin çoğu bunun helal olduğu görüşündedirler.

(Şeyh İmam der ki)2 Babam Abdullah Muhammed b. el-Fadl el-Hırki’ye dedim ki: Sen yanında iken Ebu Sehl Muhammed b. Ömer b. Tarfe’ye şöyle denildi: Size Ebu Süleyman el-Hattabi, O’na Ebubekir b. Dasse, O’na Ebu Davud es-Sicistani, O’na Müsedded, O’na Hüşeym, O’na Mücahid, O’na Ebu’l-Vedak O’na da Ebu Said el-Hudri şöyle anlattı: Dedik ki: “Ya Rasulullah (s.a.v.)! Biz deveyi boğazlıyoruz veya inek ve koyunu kesiyoruz. Sonra karnında cenin buluyoruz. Onu atalım mı, yoksa yiyelim mi? Rasulullah (s.a.v.):

“İsterseniz yeyin. Çünkü onun kesimi annesinin kesimiyle birlikte gerçekleşmiş demektir” buyurdu.3 Ebu’z-Zübeyr ise Cabir’den (r.a.) Rasulullah’ın:

“Ceninin kesilmesi annesinin kesilmesi ile gerçekleşmiştir” buyurduğunu rivayet etmiştir.4

Bazıları, onun kılı bitmiş bir merhalede olması şartını koşmuşlardır. Nitekim İbni Ömer (r.a.): “Karnındaki ceninin kesilmesi -gelişimi tamamlanmış ve kılı bitmiş ise- annesinin kesilmesi iledir demiştir. Bunun benzeri Said b. Müseyyeb’den de rivayet edilmiştir.Ebu Hanife’ye (r.a.) göre, annesinin kesilmesinden sonra ölü olarak çıkan ceninin yenmesi helal değildir.Kelbi: “Behimetü’l-en’am” hayvanların yabani olanıdır. Onlar da geyik ceylan ve yabani inektir. “Behime” olarak isimlendirilmesi ayırt edilememeleri nedeniyledir. (Çünkü kelimenin kökeni “ibham, müphemlik, nefsizlik”ten gelmektedir.(2) Bu 2. yazma nüshada yoktur.(3) Ebu Davud el-Edahi, Mecac fi zekati’l-cenin: 4/115; Tirmizi, es-Sayd, Bab-u Macae fi zekati’l-Cenin (lafzı: bir sonraki, Cabir’in rivayet ettiği hadisteki gibi “zekatü’l-ceni, o zekatü ümmih: Cenin’in kesilmesi annesinin kesilmesi ile gerçekleşmiş demektir şeklindedir.) Tirmizi bunun halen olduğunu belirtmiştir. Darekutni, es-Sayd ve’z-Zebaih ve’l-Et’ime: 4/274; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/31, 45, 53; Müellif Şerhu’s-Sünne: 11/228.Bunların hepsi Mücahid’den, O Ebu’l-Veddak’tan, O da Ebu Said el-Hudri’den gelen yolla rivayet etmişlerdir. Abdulhakk der ki: Bütün senetleriyle hüccet oluşturmaz. Gazali ise: Bu, metninde başka anlam ihtimali, senedinde de zayıflık bulunmayan sahih bir hadistir, demişti.İbni Hacer der ki: Bu (yani Abdulhakkın söylediği), doğru değil. Gerçek o ki bu hadisi, hüccet getirilebilir dereceye getiren durum vardır. O da bunun ve -bir sonra zikredilen- Cabir hadisinin isnadlarının bir bütünüdür.Bkz.: Telhis el-Habir: 4/156-158; Hasbu’r-Raye: 4/189-192; Muhtasar el-Münziri li sünen-i Ebi Davud: 1/119-121.(4) Ebu Davud ed-Daha’ya, Bab’u Macae fi zekati’l-Cenin: 4/119; Darimi el-Edahi, Babun fi ziketai’l,Cenin: 2/84; Darekutni: 4/273 (Lafzı: Her cenin annesinin karnındadır); Zehebi’de buna muvafakat etmiştir); Müellif Şerhu’s-Sünne: 11/229.Ayrıca bunu Heysemi Mecma’da (4/35), Zeylai Nasbu’r-Raye’de (4/189) Ebu Ya’la’nın Müsned’ine nisbet etmişlerdir.

Page 3: Beğavi Tefsiri-2

Münziri der ki: İsnadında Abdullah b. Ebi Ziyad el-Mekki el-Kıdah vardır. O ise, (sika veya zıyıf olduğu) tartışmalı birisidir. Heysemi de: İsnadında Hammad b. Şuayb vardır. O da zayıftır demiştir. Ancak el-Elbani el-İrvau’l-⁄alil’de (8/172), bunun sahih olduğunu söylemiştir.“Ey iman edenler! Allah’ın şiarlarına... saygısızlık etmeyin”Bu ayet el-Uhtam hakkında inmiştir. Asıl ismi Şurayh b. Dubay’a el-Bekri olan bu kişi Medine’ye geldi. Atını Medine’nin

(dışında)1 bıraktı ve tek başına Rasulullah’ın (s.a.v.) yanına girdi. Ona: ****“İnsanları neye çağırıyorsun?” diye sordu. Rasulullah (s.a.v.):

“Allah’tan başka ilah olmadığına ve (Muhammed’in onun Rasulu olduğuna)2 şehdet getirmeye, namaz kılmaya ve zekat vermeye” buyurdu. Adam:

“(Güzel)3 Ancak benim hiçbirşeye onlarsız karar vermediğim başkanlarım var. Umulur ki müslüman olurum, onları da buraya getiririrm” dedi. Peygamber (s.a.v.) sahabesine daha önce:

“Yanınıza Rabia kabilesinden, şeytan (diliyle)4 konuşan birisi girecek” demişti. Şurayh daha sonra Rasulullah’ın (s.a.v.) yanından çıktı. Rasulullah’da (s.a.v.) etrafındakilere:“Gerçekten kafir bir yüzle girdi ve ahdi bozucu hain kafayla çıktı. Bu adam müslüman (olacak) değil” buyurdu. Şurayh hayvanını bıraktığı Medine otlağına gitti ve hayvanını sürerek oradan ayrıldı. Sahabelerden bazıları ardından gittilerse de ulaşamadılar. Bir sonrakı yılda Şurayh Yemame’den gelen Bekr b. Vail’in hacı kafilesiyle birlikte haccetmek üzere yola çıktı. Beraberinde büyük miktarda ticaret malı vardı. Kurbanlık hayvanlara da gerdanlıklar takmıştı. Müslümanlar Peygamber’e (s.a.v.):“Bu el-Hatım (Şurayh) hacc için yola çıkmış. Bizi serbest bırak” dediler. Peygamber:“Artık kurbanlık hayvanları gerdanlamışlar” buyurdu. Onlar:“Ya Rasulallah! Bu, bizimde cahiliyye döneminde yaptığımız bir şey, diye ısrar ettilersede Peygamber (s.a.s) kabul etmedi.

Bunun üzerine Allah (c.c) bu ayeti indirdi.1

(1) 1. yazma nüshada bu şekilde (Haric) geçerken, 2. yazma nüshada (Zahir).(2) Bu 2. yazma nüshada yoktur. (3) 1. yazma nüshada böyledir (Hasen). Ancak 2. yazma nüshada “Hasbi: bana yeter” şeklindedir.(4) 1. yazmada böyledir (bilisan). Ancak 2. yazma nüshada “bikelam” kelamla şeklindedir.İbni Abbas (r.a) ve Mücahit şiarlardan (nisaneler) maksadın Hacc menasikleri olduğunu söylemişlerdi.Müşrikler haccediyorlar vee kurban ediyorlardı. Müslümanlarda onlara saldırı düzenlemek istediler. Ancak Allah (c.c) onları bundan alı koydu. Ebu Ubeyde der ki: Allah’ın nisaleleri işaretlenmiş kurbanlıklardır. “İş’ar - iş’er etmek” işaret anlamına gelen “şiar” dan gelmektedir. Kurbanlıkarın İş’arı (nişane yapmak) hediyyelik kurban olduklarını bilebileceğimiz işaretler konnulmasıdır. Buradaki iş’ar (işaret alamet) ise devenin hörgücünün kan akacak şekilde yaralanması şeklindeydi. Bu onun hediyelik kurban olduğunun alametiydi. Kurbanlık deve ise böyle yapmak sünnettendir. Nitekim bize Abdulvahit el-melihi, Ona Ahmet b. Abdullah en-Naymi, Ona Muhammed bin Yusuf Ona Muhammed bin İsmail, Ona ebu Naym, Ona eflah, Ona el-Kasım, Ona Aişe (r.a) şöyle anlattı. Peygamber’in (s.a.s) kurban hayvanının gerdanlığını kendi elimle eğerdim. Sonra kendisi hayvana

taktı, alaameetlendirdi ve hidayelik kurban etti. Ve kendisine helal kınmış hiçbirşey haram kılınmadı.2

(1) Bkz. Tefsir et-Taberi: 9/472-473; ed-Dürru’l-Mensur: 3/9, 10; Esbab en-Nüzul el-Vahidi s. 219; Tefsir el-Kurtubi: 6/43.(2) Buhari, Hacc Babu men eş’ara ve kallede bizi’l-Halife: 3/542; Müslim Hacc, Babu istihbabi basi’l-hedy ile’l-Harem no: 1321 2/957. Müellid. Şerhu’s-Sünne: 7/92.İmam Şafi nişaletme hususunda ineği deveye kıyas etti. davar ise, yaralanmak suretiyle nisane edilmez. Çünkü o, zayıf bir hayvan olması nedeniyle buna dayanamaz. Ebu Hanifeye göre ise hediyelik kurban hiç birzaman nişan elenmez.Atiyye İbni Abbas’ın (r.a) şöyle söylediğini nakleder. “Allah’ın nişanelerine... saygısızlık yapmayın.” O, ihramlı iken avlanmandır. Çünkü Allah (c.c.) daha sonra “İhramdan çıktığnıızda avlanın (avlanabilirsiniz)” buyurdu. Süddi der ki: Bu ifadeden Allah’ın haramları kastedilmektedir. Denildi ki: Kastedilen, Harem bölgesinde bir canlı öldürmekten nehiydir. Ata ise der ki: Allah’ın (c.c.) nişaneleri Allah’ın haram kıldıklarıdır. Ona saygı ise gazabından sakınmak ve ona itaatte daim olmaktır.“Haram olan ay’a.” Yani: O ayda savaşmak suretiyle saygısızlık yap mayın. İbni Zeyd: Haram Ay’a saygısızlık “nesi”dir. Nitekim araplar Cahiliyye döneminde bu ayları bir yıl haram (saygın savaşılamayan) aylar olarak kabul ederlerken diğer yıl bunları helal görürlerdi.“‘kurbanlık hediyelere...” Bunlar beytullah’a hediye edilen deve, inek veya koyundur. “...gerdanlıklara...” Yani gerdanlık takılmış hediyelik kurbanlara. Burada, gerdanlı hayvanlar kastedilmektedir. Ata der ki: Bundan gerdanlık taknlar kastedilmiştir. Araplar cahiliyye dönemnide Haram’den çıkmak istediklerinde kendilerine dokunulmaması için kendilerine ve develerine Haremin ağaçlarının kabuğnudan yaptıklaı gerdanlıkları takarlardı. Allah da (c.c.) bunlardan bir şeye saygısızlık gösterilmesini ve zarar verilmesini nehyetmiştir. Mutarraf b. eş-Şuhayr der ki: Burada bizzat gerdanlıklar kastedilmiştir.

Page 4: Beğavi Tefsiri-2

Müşrikler Mekke’nin ağaçlarının kabuklarını alıp boyunlarına gerdanlık olarak geçiriverirlerdi. Onlar Mekke’nin ağacını sökmekten nehyolundular.“..Ve Rabblarından bir lütuf” Yani Ticaret yapmak suretiyle rızık. “ve rıza umarak” Yani isteyerek, talep ederek. “Beytül Haram o yönelenlere” Yani orayı kastedenlere gelenlere. Yani Kabe’ye. Bu kimselerede hiçbir şekilde sataşılamaz. Kafirler hakkındaki “rıza umarak” “zanlarınca rıza umarak” anlamındadır. Çünkü kafirlerin Allah’ın rıza ve hoşnutluğundan hiçbir nasipleri yoktur. Katade der ki: Bu Allah’ın dünyada geçimlerini rahat ve iyi kılması ve cezalarını bu dünyada vermeyip öbür dünyaya ertelemesidir. Denildi ki: “Allah’dan lütuf ummak” müminleri ve müşrikleri kapsar. “Rıza ummak” ise sadece müminler hakkındadır. Çünkü müslümanlar gibi müşriklerde haccediyorlardı. Bu ayetin buruya kadarki bölümü “Müşrikleri nerede bulursanız öldürün.” (Tevbe: 9/5) ve “Bu senelerinden sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar.” (Tevbe: 9/28) hediyelik kurbanlar ve gerdanlıklarla emanlık dileyemez. “İhramdan çıktığnıız vakit avlanın.” Buradaki emir vaciplik için değil mübah kılmak içindir. İhram’da olmayana avlanmak helal kılınmıştır. Bu üslüp şu ayette de vardır. “Namaz kılındığında yeryüzünde dağılın.” (Cum’a: 10) (yani dağılabilirsiniz.)“Sizi Mescidi Haram’dan alıkoymaları nedeniyle” İbni Kesir ve Ebu Amr bunu “in saddeküm...” şeklinde sebep belirten cümle değil de sart bildirine bir cümle olarak okumuşlardır. Diğerleri ise bunu “en Saddukum” şeklinde okumuşlardır. Yani “Alıkoydular diye” Muhammed b. Cerir der ki: Çünkü bu sure Hudeybiye’den, yani engellemenin bizzat vukubulmasından sonra inmiştir. “bir kavme olan kininiz” bugün ve düşmanlığınız. “Şenean: kin” “Şene’tu: kin duydum” fiilinin mastarıdır. Bunu İbni Amirve Ebubekir “Şen’anü” şeklinde okurlarken diğerleri “nun”un fethasıyla “şeneünü” olarak okumuşlardır. Her ikisi de iki farklı lehçeye göredir. Ancak ikincisi kurala daha uygundur. Çünkü mastarlar genellikle “Daraban”, “Seyelan” “Neselan” vs. de olduğu gibi: “ayn”ın fethasıyla gelir. “Sizi onlara karşı” öldürmek ve malları almak suretiyle “haddi aşmaya sürüklemesin” İbni Abbas (r.a.) ve Katade derler ki: “La yecrimennekum” sizi sürüklemesin, sevketmesin, anlamına gelir. Örneğin “Filan beni şöyle yapmaya cerm eyledi” derken “Sevkettin anlamı kastedilir. Ferra ise bunun size haddi aşmayı kazandırmasın, anlamına geldiğini söyler. Nitekim: “cerame fulan” kazandı, “Fulanun cerimetu ehlih” Filan ailesinin kazancı anlamlarına gelir. Denildi ki: Ayetin anlamı: Sizi ona çağırmasın, şeklindedir. “Birr ve takva üzere yardımlaşın” Yani: birbirinize yardım edin. Denildi ki: “Birr” emre itaat, “takva” nehiyden kaçınmaktır. Denildi ki: “Birr” İslam (Yani onun temel rükunleri ve fazları olan namaz, oruç, cihad vs.) “Takva” ise sünnettir. “Günah ve taşkınlık üzere yardımlaşmayın” Denildi ki: “Günah” (Arapçası: ism) küfür, “taşkınlık” ise zulümdür. Denildi ki: “Günah” ma’siyet, taşkınlık ise bid’attir.Bize Ebu’l-Kasım Abdulkerim b. Hevazin el-Kuşeyri, O’na Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Ebi Tahir ed-Dakkak (Bağdat’tı). Ona Ebu’-asan Ali b. Muhammed b. ez-Zübeyr el-Kurşi, O’na el-Hasan b. Ali b. Affan, O’na Zeyd b. el-Habbab, O’na Muaviye b. Salih, O’na Abdurrahman b. Cübeyr b. Nüfeyr b. Malik el-Hadrami, O’na babası, O’na en-Nevvas b. Sem’an el-ensari şöyle anlattı: Rasulullah’a iyilik (birr) ve günahtan soruldu. O da şöyle buyurdu: İyilik güzel ahlaktır.

Günah ise içinde yer eden “seni rahatsız eden” ve insanların haberdar olmalarını istemediğin şeydir.1

(1) Müslim Birr ve Sıla, babu tefsir el-birr ve’l-İsm (No: 2553) 4/1980; Müellif Şerhu’s-Sünne: 13/70.“Ölü, kan, domuz eti, Allah’dan başkası adına boğazlanan” Allah’tan (c.c.) başkasının adı anılarak kesilen “boğulup” Yani boğularak ölen, İbni Abbas (r.a.v) der ki: Cahiliyye insanları hayvanı boğarlar, öldüğünde de yerlerdi. “vurulup” Yani değmekle öldürülen. Katade: Değnekle vuruyorlar, öldüğünde de yiyorlardı. “Yuvarlanıp” Bu yüksek bir yerden veya kuyuya düşüp ölen hayvandır. “Süsülüp” Başka bir hayvanın boynuzlayarak öldürdüğü hayvan “Natiha”nın sonunda müennes “ta”sı vardır. Bu harf “fail” veznindeki kelimeye şayet o fail manasındaysa girer. Şayet bu veznin meful anlamında kullanılmışsa bunun müzekkeri de müennesi de aynı olur (tasız). Örneğun: Aynun kehil: sürmeli göz” ve “keffun hadib: kınalı el” denilir. Ancak böylesi bir takipte ismi hazfeder de sadece sıfatla yetinirsen, o durumda müenneslik tasını getirmek zorundasın. Örneğin: “Raeyna kehileten ve hadibeten” sürmeli ve kınalı gördük. Buradaki “ta (yuvarlak ta, buna müenneslik ‘ha’sı denir), daha öncesinde isim geçmediği için gelmiştir. Şayet “ha”sız getirilecek olsa bunun müzekker bir sıfat mı müennes bir sıfat mı olduğu bilinemeyecekti. “Zebiha: kesilen”, “Nesike: kurban edilen” “Ekiletu’s-Seb: yırtıcı hayvanın yediği” kelimelerinde de durum aynıdır. “ya da yırtıcı hayvan tarafından parçalananlar” Yani yırtıcı hayvanların yediklerinden arta kalanlar. Cahiliyye dönemi insanları bunuda yiyorlardı. “Canları çıkmadan kestiğiniz müstesna... size haram kılındı.” Yani bütün bunlardan, ölmeden önce yetişip de kestikleriniz size helaldir. Kesme manasına gelen “Tezkiye” (peltek ze ile) aslen, tamamlamak demektir. “Zekkeytun nar” derken ateşi yatmayı tamamladım anlamı kastedilir. Buradaki anlamı ise, şahdamarını kesmeyi ve kan akıtmayı tamamlamak, bunu eksiksiz yapmak şeklindedir. Peygamber (s.a.v.): “Kanı akıtılmış ve üzerine Allah’ın ismi anılmış olduğu sürece ve birde diş veya

tırnakla kesilmemişse ondan yiyebilirsin” buyurmuştur.1

(1) Buhari ez-Zebaih ve’s-sayd, babu ma enhera’d deme min el-kasabi ve el-merveti ve’l-hadid (9/631); Müslim el-Edahi, babu cevazı ez-Zebhi bikülli ma enhero’d-deme ille’s-zirre ve’ç-zufra ve sairi’l-izam (No: 1968) (3/1558).Kesmenin asgari ölçüsü damar ve gırtlağın kesilmesidir. Bunlarla aynı zamanda iki şah damarı da kesilebilir. Demir, şeker pancarı sapı, cam veya taşın keskin alanıyla kesilebilir. ancak, diş veya tırnakla kesmek caiz değildir. Peygamber (s.a.v.) ondan nehyetmişti. Yırtıcı hayvanın yaraladığı vye aondan biraz yediği hayvanı, ancak hala hayatta iken kestiysen helal olur. Ancak yırtıcı hayvanın yaralaması onu sanki boğazlanmış hale sokmuşsa, o leş hükmündedir ve sen kessen de helal olmaz.

Page 5: Beğavi Tefsiri-2

Bunun gibi; yuvarlanan veya süsüşen hayvan da, ona hela hayatta iken ve kesilmiş boğazlanmış gibi bir hale görmeden kestiği taktirde helal olur. Havadaki bir hayvana atış yapsan, o da ona isabet etse ve hayvan düşse helal olur. Çünkü onun yere düşmesi zorunlu bir sonuçtur. Ancak bir dağa veya ağaca ya da dama düşse de sonra yuvarlansa ve ölse yenmesi helal olmaz. Çünkü o yuvarlanmış hükmündedir. Ancak, yine bunda da ok, o havada iken isabet etse helal olur. Daha sonra yere nasıl düştüğü önemli değildir. Çünkü kesme eylemi, kesici okun isabet etmesiyle gerçekleşmişti.“Dikili taşlar üzerinde kesilenler...” Ayette geçen “en-Nusub: dikili taşlar” bir görüşe göre çoğuldur, tekili nisabtır. Diğer bir görüşe göre ise tekildir ve çoğulu ensabtır. Unuk ve Anak (boyun) kelimelerinde olduğu gibi. Anlamı dikilmiş şey demektir.Bunun ne olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Mücahid ve Katade şöyle derler:Kabe’nin etrafında 360 tane dikili taş bulunuyordu. Cahiliyye müşrikleri onlara ibadet ediyor, saygı gösteriyor ve onun için kurbanlar kesiyorlardı. Bunlar not değildir. Çünkü putlar, şekillendirilmiş ve nakşedilmiş, dolayısıyla heykeller haline getirilmiş taşlardan oluşuyordu. Diğerleri ise ayette kastedilenin dikili putlar olduğunu söylemişlerdir. Anlamı ise “diikili taşlar adına kesilenler” şeklindedir. İbni Zeyd der ki: Allah’tan başkası adına kesilen ile dikili taşlar üzerinde kesilen aynı şeylerdir. Kutrup der ki buradaki “Ala: üzerinde” kelimesi “lam için” anlamındadır. Yani “dikili taşlar için kesilenler”.“...ve fal oklarıyla kısmet aramanız da” Yani bunlar da size haram kılınmıştır. “İstiksam” fal oklarından kısmet ve hüküm vermeyi aramaktır. “ezlam fal okları”da tüy ve temren kısmı bulunmayan oktur. Çoğulu “zelm” ve zülm”dür. Yayın

kendisinden yapıldığı “şevhat”1 isimli ağaçtan düz bir şekilde yapılan bu oklar Kabe’nin bekçisinin yanında bulunuyordu. Birisinin üzerinde “Evet” diğerinde “Hayır” diğerinde “Sizden” bir diğerinde “Sizden başkasından” diğerinde “Bitişik” bir başkasında ise “diyet” yazılı idi. Yedincisi ise kapalı bulunup üzerinde hiçbir şey yazmıyordu. Evlenmek, yolculuk, sünnet olmak vs. önemli işe niyetlendiklerinde, veya nesep hususunda çekiştiklerinde ya da diyeti üstlenme hususunda ihtilaf adüştüklerinde, Kureyş’lilerin Mekke’deki en büyük putu olan “Hubel” gelirlerdi. Fal oklarının sahibine, bunları çevirmesi için 100 dirhem verirlerdi. “ey ilahımız! Biz şöyle şöyle yapmak istiyoruz” derler “Evet” çıkarsa yaparlar. “Hayır” çıkarsa, onu bir yıl boyunca yapmazlar,o zaman tekrar gelirlerdi. Fal oklarını nesep için çeviriyorlarsa: “Sizden” çıkması onlardan olduğu, “Başkanızdan” çıkarsa müttefik dost olduğu, “bitişik” çıkması da onların nesebinden ne de müttefiklerinden olmadığı anlamına geliyordu. Diyet hususunda anlaşmazlığa düştüklerinde de “diyet” yazan çıkarsa onu üstlenirler, kapalı olan çıkarsa yazılı çıkana kadar fal oklarını çevirirlerdi. İşte Allah (c.c.) bütün bunlardan nehyetti ve “bunlar fasıklıktır” buyurdu. Said b. Cübeyr der ki: Bunlar beyaz taşlardan ibretti. Mücahid’e göre bunlar Fars’lıların ve Rum’ların kumar oynadıkları zarlardır. Şa’bi’ye ve diğerlerine göre fal okları arapların, zorda acemlerindi. Süfyan b. Veki ise bunun satranç olduğunu söyler. Peygamber’den (s.a.v.) rivayet ettiğimize göre o şöyle buyurmuştur:“Bazı kuşları uğursuz saymak, taşları atmak suretiyle kehanette bulunmak, bazı şeyleri uğurlu veya uğursuz saymak bunların

hepsi sihirden sayılır.”1 “et-Tark”tan maksat taşları atmak suretiyle kehanette bulunmaktır.Bize Ebu Said eş-Şurayhi, O’na Ebu İshak es-Sa’lebi, O’na İbni Fenceveyh, O’na ibnu’l-Fadl el-Kindi, O’na el-Hasan b.

Davud el-Haşşab, O’na Süveyd b. Said, O’na (Ebu’l-Muhtar)2, O’na Abdulmelik b. umeyr, O’na Reca b. Hayuvveh, O’na Ebu’d-Derda (r.a.) şöyle anlattı: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:“Kim kehanette bulunur veya fal oklarıyla kısmet arar veya bir şeyi uğursuz görerek niyetlendiği vazgeçerse kıyamet

gününde cennetteki yüksek derecelere bakamaz.”3

“Bugün kafirler dininizden ümitsizliğe düştüler.” Yani iszin dininizden dönerek kafir olmanızdan. Kafirler müslümanların dinlerinden döneceklerini umuyorlardı. Ancak İslamg üçlenince artık bundan ümidi kestiler. “Yeise” ve “eyise” fiilleri aynı anlamdadırlar. (Ye’se düştü, ümitsizliğe kafıldı).(1) Ebu Davud et-Tıbb, Babun fi’l-hatti ve zecri’t-Tayr: 5/373; Ahmet Müsned: 3/477, 5/60; Müellif Şerhu’s-Sünne: 12/177. Bunu Münziri Nesei’ye nisbet etti. Nevevi ise isnadı hasendir dedi. Bkz. Feyzu’l-Kadir: 4/396.(2) 2. yazma nüshada bu “Ebu’l-Muhayya” şeklinde geçmektedir. Asıl ismi Yahya b. Ya’la et-Teymi’dir. 8. dereceden sikadır. (et-Takrib).(3) Bunu Heysemi Taberani’nin “el-Evsat”ına nisbet etmiş ve: İsnadında Muhammed b. el-Hasan b. Ebi Yezid vardır ki o da yalancıdır. Mecmeu’z-Zevaid: 1/128. Bunu ayrıca ebu Nuaym el-Hilye’de (5/174) zikretti ve Sevri’nin Abdulmelik’ten naklen gelen hadis gariptir. Bunu sadece Muhammed b. el-Hasen rivayet etti. dedi.“O halde onlardan korkmayın benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamı beğendim.” Bu ayet eda haccında Cuma gününe muvafık düşen Arefe günü ikindiden sonra indi. Rasulullah (s.a.v.) Arafat’ta Adba isimli devesinin üzerinde bulunmaktaydı. Deve Kur’an’ın ağırlığına dayanamayarak dizi üzere çöktü.Bize abdulvahid b. Ahmed el-Meliki, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na el-asan b. es-Sabah, O’na Cafer b. Avn, O’na Ebu’l-Amir, O’na Kays b. Müslim, O’na Tarık b. Şihab, O’na Ömer b. el-Hattab (r.a.) şöyle anlattı: Yahudilerden biri ona: “Ey Müminlerin Emiri kitabınızda okduğunuz öyle bir ayet var ki, o biz yahudilere inmiş olsaydı o günü bayram edinirdik” dedi. ömer (r.a.):“Hangi ayet?” diye sorduğunda Adam:

Page 6: Beğavi Tefsiri-2

“Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimeti tamamladım ve size din olarak İslam’ı beğendim.” dedi. Ömer’de (r.a.) şöyle cevap verdi:

“Biz o günü de Peygamber’e (s.a.v.) ne zaman indiğinide biliriz. Peygamber Cuma günü Arafat’ta iken indi.1 Bununla o günün bizim için bir bayramı olduğuna işaret etti.İbni Abbas (a.s.) der ki: O günde beş bayram birden vardı: Cuma Arefe ve yahudilerin, Hristiyanların ve Mecusilerin bayramları. Ne bundan önce ne de sonra farklı dinlerin bayramları bu şekilde aynı zamana rastgelmemişti.Harun b. Antere babasından şöyle aktardı: Bu ayet indiğinde Ömer (r.a.) ağladı. Peygamber (s.a.v.):“Seni ağlatan nedir, ey ömer” diye sordu. Ömer (r.a.):“Benu bu durum ağlattı. Dinimiz sürekli artış halindeydi. ancak kelame erince herşey kemale erince artık noksanlaşır” dedi. Peygamber (s.a.v.):

“Doğru söyledin” buyurdu.2

Bu ayet Peygamber’in (s.a.v.) vefatının habercisidir. Nitekim bu ayetin nüzulunden sonra 81 gün yaşadı. (Hicretin 11.

senesinde)3 Rabiul Evvel ayından iki gece önsenide Pazertesi günü Güneş battıktan sonra vefat etti. (Denildi ki: Rebiul

evvelin 12. günü vefat etti)1 Hicreti de bu ayın 12. gününde olmuştu.(1) Buhari, Tefsir, Tefsiru Sureti’l-Maide bab “el-yevme ekmeltü ekum dinekum..” 8/270. Ayrıca Kitab el,İman ve kitab el-İ’tisam, Müslim et-Tefsir (No: 3017) 4/2313.(2) Bunu Taberi Tefsirde (9/519) tahriç etti ve Suyuti ibni Ebi Şeybe’ye nisbet etti. Bkz: ed-Dürru’l-Mensur: 3/17.(3) Parantez içi 2. yazma nüshada yoktur.“Bugün dininizi kemale erdirdim.” Yani bu ayetin indiği gün size dininizi, yani, farzları, sünnetleri, hadisleri, cihadı, hükümleri, helalleri ve haramları kemale erdirdim. Nitekim o günden sonra helal ve haramlarla ilgili veya farzlarla ilgili hiçbir ayet inmedi. İbni Abbas’ın (r.a.) sözünün anlamı böyledir. Ondan gelen başka bir rivayete göre faiz ayeti bundan sonra inmiştir.Said b. Cübeyr ve Katade derler ki: Dininizi kemale erdirdim de hiçbir müşrik sizinle birlik haccedemedi.Denildi ki:Dininizi galip ve güçlü kıldım ve sizi düşmanlarınızdan emniyette kıdım.“Üzerinizdeki nimetimi tamamladım.” Yani “Ve size nimetim itamamlamam için” (Bakara: 2/150)’deki vaadimi yerine getirdim. Mekke’ye güven ve galibiyet halinde girmeleri, rahat bir şekilde ve hiçbir müşrik katılmaksızın haccetmeleri bu nimetin tamamlanmasından bazılarıydı. “Ve size din olarak İslam’ı beğendim.” Bana Abdulvahid el-Melihi, O’na Ebu Muhammed b. Ebi Hatim, O’na Ebubekir en-Nisaburi, O’na Ebubekir Muhammed b. el-Hasen b. el-Müseyyeb el-Mervezi, O’na Ebu Hatim Muhammed b. İbdis el-Hanzali, O’na Abdulmelik b. Mesleme Ebu Mervan el,Mısri, O’na İbrahim b. Ebibekir b. el-Münkedir (r.a.), O’na amcası Muhammed b. el-Münkedir, O’na da Cabir b. Abdullah (r.a.) şöyle anlattı: Rasulullah’ı (s.a.v.) şöyle söylerken işittim: Cebrail (a.s.) Allah’ın (c.c.) şöyle buyurduğunu söyledi: Bu, kendi nefsim içinde razı olduğum bir dindir. Onu ancak cömertlik ve güzel ahlak yakışır. Bu dine bağlı olduğunuz sürece ona bu ikisini ikram

edin.”1

(1) Bunu Taberani el-Evsat’ta, aynı lafızla cabir’den ayrıca aynı anlamda İmran b. Husayn’dan rivayet etti. Bunu ayrıca el,Asbahani rivayet etti. Münziri ise et-Tergib ve’t,Terhib’de zayıflık ifade eden sigayla zikretti. (3/383, 406). Heysemi ise der ki: “Bunu Taberani rivayet etti: Ancak senedinde Amr b. el-Husayn el-Ukayli vardır. O ise metruktur. Mecmeu’Z-Zevaid: 3/248. el-Elbani’de bunu zayıf hadisler silsilesi kitabında (No: 1282) 3/441, 442 zikretti. Ayrıca bkz: el-Buhus el-İslamiyeye dergisinin 16. sayısındaki kendi araştırmamız “İnne’d-Dine indallahi’l-İslam.”.“Her kim son derece açlıktan çaresiz kalırsa...”Açlıktan dolayı bitkin düşerse: Mahmasa” karnın gıdadan tamamen yoksun kalması demektir. “Karnı ‘hamis’ adam” karnı bomboş ve birbirine geçmiş kimse demektir. “günaha koymaksızın” Yani günaha meyletmeksizin. O da tokluğu üzerinde yemektir. Katade ise bunu niyetinde günah işleme olmaksızın şeklinde tercüme etmiştir. “Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı çok esirgeyicidir.” Bundan önce bir cümle gizlidir. Yani “Ve de onu yerse şüphesiz Allah çok bağışlayıcı çok esirgeyicidir.”Bize ebu Abdullah b. el-Hasen el-Mervezi, O’na Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Sirac et-Tahhan, O’na Ebu Ahmed Muhammed b. Kureyş b. Süleyman, O’na Ebu’l-Hasen Ali b. Abdulaziz el-Mekki, O’na Ebu ubeyd el-Kasım b. Selam, O’na Muhammed b. Kesir, O’na Evzai, O’na Hasan b. Atiyye, O’na Ebu Vakid el-Leysi şöyle anlattı: Bir adam Rasulullah’a gelerek:“Ya Rasulallah! Biz bir yerde iken açlık durumuna düşüyoruz. Bize ölü hayvan ne zaman helal olur?” diye sordu. O da:“Sabah kahvaltısı yapmamış veya akşam yemeği yememiş, aynı zamanda da olduğunuz bölgede yemek için bakla toplayama

dığınız sürece yiyebilirsiniz” buyurdu.1

(1) Bunu Ahmed b. Hanbel Müsned’de: 5/218; Darimi el-Edahi, bab. ekli’l-meyteti lil muddarri de (2/88) rivayet etti. Ayrıca Beyhaki ve Taberani de rivayet ettiler. Ricalleri (rivayete denler) sikadır. Ancak senette kesiklik vardır. (Munkatı). Çünkü Hassan b. Atiyye Ebi Vakid el-Leysi’den hadis almamıştır. Onunla buluştuğu hakkındada ihtilaf vardır. Bunu ayrıca müellif

Page 7: Beğavi Tefsiri-2

Şerhu’s-Sünne’de (11/347) rivayet etti. İbni Kesir de Ahmed b. Hanbel’in rivayetini getirdi ve: “Bu, Buhari ve Müslim şartlarına uygun derecede sahih isnaddır” dedil.“Tahtefiu biha baklen” (Bölgede yemek için bakla toplayamazsınız” şeklinde tercüme edilen cümle). Ebu Ubeyd der ki: Bana ulaştığına göre burada gelen fiil “el-Hafa” dan gelmektedir. O ise Papirüs isimli bir bitkinin yaş ökkü olup yenir. Yani bizzat bunu da toplayamamışsanız ölüyü yiyebilirsiniz. Denildi ki: Doğrusu bunun ihtefa fiilinin muzarisi olmasıdır. O ise kökünden sökmek anlamına gelir. “Saçı ihfa etmek” de bundandır. Yani kel etmek. “ihtefa’r-Recul” derken “parmaklarının ucuyla toprağın yüzünden aldı” anlamı kastedilir. Ebu ubeyd devamla der ki: Hadis’in anlamı şöyledir: Size ölü hayvandan sadece sabahlık ve akşamlık yemek hakkı vardır. Başka günler için öleden azık edinmeniz ise helal değildir.Ancak bazıları Ebu Ubeyd’in bu görüşünü tenkid ederek anlamının şöyle olduğn usöylediler. Sabahlık veya akşamlık yiyecek bulamaz, aynı zamanda yiyeceğiniz bakla da bulamazsınız, ölü size helaldir. Bkz. Şerhu’s-Sünnet. 11/347-348.4- “Sana kendilerine neyin helal kılındığından soruyorlar.”Said b. Cübeyr der ki: Bu ayet Tai kabilesinde Adiyy b. Hatim ve Zeyd b. Mühellel hakkında inmiştir. Ki bu Zeyd, Rasulullah’ın (s.a.v.) “Zeydu’l-Hayr: Hayırlı Zeyd” diye isimlendirdiği “Zeydu’l-Hayl”dır.Bunlar Peygamber’e (s.a.v.):“Ya Rasulallah (s.a.v.)! Biz köpeklerle ve şahinlerle avlanıyoruz. Onların avladıklarından bize hangileri helaldir” diye

sordular. Bunun üzerine bu ayet indi.1

Denildi ki: Bu ayetin nüzul sebebi şöyledir: Peygamber (s.a.v.) köpeklerin öldürülmesini emredince, “Ya Rasulallah (s.a.v.)!

Öldürmemizi emrettiği köpekler topluluğnudan hangi şeyler bize helaldir?” dediler.2 Bunun üzerine bu ayet indi. inince Peygamber (s.a.v.) kendilerindenf aydalanılan köpekleri evde tutmaya izin verdi. Faydasız olanları evde tutmaktan ise nehyetti.(1) Bunu ibni Ebi Hatim Said b. Cübeyr’den tahriç etti. Bkz: ed-Dürru’l-Mensur: 3/20; Esbab en-Nüzul, el-Vahidi s. 222-223.(2) Bunu Hakim Ebi Rafi’den tahriç etti ve sahih olduğnu belirtti (2/311). Zehebi de bu görüşüne muvafakat etti. Ayrıca bkz: esbab en-Nüzul, el-Vahidi, s. 321; ed-Dürru’l-Mensur: 3/21.Bize Ahmed b. Abdullah es-Salihi, O’na Ebu’l-Hüseyin Ali b. Muhammed b. Abdullah b. Bişran, O’na ismail b. Muhammed es-Saffar, O’na Ahmed b. Mansur er-Remadi, O’na Abdurrezzak, O’na Muammer, O’na Zühri, O’na ebu Seleme, O’na da Ebu Hureyre (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu anlattı:“Her kim çiftlik veya av yada ziraat köpeği dışında evinde köpek tutarsa, onun ecrinden hergün bir Kirat (üç avuç dolusu

altın) miktarı eksilir.”1 Ancak bu ayetin nüzulunun birinci olarak belirtilen olduğu daha sahihtir.(1) Buhari el-Hars ve’l-Muzarara, babu iktidainl kelbi lil hars: 5/5; Müslim el-Müsaka, babu’l-emri bi katli’l-kilabi ve beyani neshihi ve beyani tahrimi iktinaiha lisaydin ev zer’in ev maşiyetin ve nahvi zalik (1575) 3/1203; Müellif, Şerhu’s-Sünne: 11/209.Buhari’nin rivayetinin lafzı şöyledir: Her kim köpek edinirse amelinden hergün bir kirat eksilir. Ancak ziraat veya çiftlik v.s. için olanı hariç.“De ki: Size bütün iyi ve temizler helal kılınmıştır.” Yani Allah’ın adı anılarak kesilmiş hayvanlar. Denildi ki: Kitap veya sünnetin haram olduğunu bizzat belirtilmediği ve arapların hoşlanıp zevk aldıkları her türlü gıda helal kılınmıştır.“Allah’ın size öğrettiğinden” Yani Allah’ın (c.c.) size öğrettiği bilgiyle. Süddi der ki: Allah’ın size öğrettiği gibi. Bu durumda öğrettiğinden deki “min: den dan gibi (kaf) anlamına gelir. “öğretip” Yani avı yakalamaya alı ştırdığımız “alıştırdığınız” “Mükellib” köpekleri av üzerine gönderen demektir. Köpeği eğitene de bu isim verilir. “Kellab” köpeğin sahibine denildiği gibi onunla avcılık yapana da demir. “Mükellibine”nin mensup oluşu hal olması nedeniyledir. Yani bu hayvanları av üzerine gönderdiğiniz (bu da bu alıştırmanın sonucudur) halde. Burada o kullanılan kelimenin “köpek” kelimesinden (kelb) türemiş bir kelime olması çoğunlukla onunla avlanıldığı ve yaygın olduğu içindir. Yoksa maksat tüm avcı hayvanların tümüdür. “avcı hayvanlar” Yani bu avcı hayvanların yakaladıkları da size helal kılınmıştır. Arapçası “cevarih” olan bu kelime hakkında ihtilaf edilmiştir. Dahhak ve Süddi Bunlar sadece köpeklerdir. Köpeğin dışındakilerin yakaladıkları, ölmeden boğazlamaya yetişilmesi durumu hariç helal değildir. Ancak bu görüş geçerli değildir. Aksine çoğu ilim ehline göre eğitilebilen kaplan, arslan ve köpek gibi dört ayaklı yırtıcılar ile şahin, kartal gibi yırtıcı kuşlardır. Dolayısıyla bunların yakaladıkları helaldir. “Cariha” diye isimlendirilmesi gıdalarını avlanmak suretiyle kapanmalarındandır. Nitekim filan ehlinin “cariha”sı derken “onlara kazanç getireni” anlamı kastedilir. “işte onların sizin için tuttuklarından yeyin...” Yani eğitilmiş bir hayvan sahibinin göndermesiyle gider, avını yakalar ve öldürürse o helaldir, yenebilir. Öğretilmiş hayvanın ölçüsü onda şu özelliklerin avlanmasıdır: Yukarı kaldırıldığında kalkması, engellendiğide geri durması ve avı yakaladığıda da tutması yememesi.Bu üç nitelik onda en az üç defa tecrübe edilmişse eğitilmiş sayılır. Dolayısıyla sahibinin göndermesiyle saldırdıysa öldürdüğü yenir.Bize Abdulvahid b. Ahmed el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na Musa b. İsmail, O’na Sabit b. Zeyd, O’na Asım, O’na Şa’Bi, O’na Adiyy b. Hatim Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle söylediğini anlattı: “Eğitilmiş köpeğini gönderirsen o da yakalar ve öldürürse ondan ye. Ancak ondan biraz yerse yeme. ünkü onu kendisi için yakalamış demektir. Köpeğine Allah’ın adı anılarak gönderilmeksizin gelen başka köpekler iştirak ederler

Page 8: Beğavi Tefsiri-2

avı yakalayıp öldürürlerse yeme. Çünkü sen, onu hangisinin öldürdüğünü bilemezsin. Bir ava atış yapar, iki veya üçgün sonra

da üzerinde sadece senin okunun izi oluğu halde bulursan, ye. Suya düşmüşse yeme.”1

(1) Buhari ez-Zebaih ve’s-Sayd, babu’s-Saydi iza ğabe anhu yemeyni ev selase: 9/610; Müslim es-Sayd ve’z-Zebaih, babu’s-Saydi bi’l-kitabi’l-mualleme (No: 1929) 3/1531 (Buna yakın bir lafızla); Müellif ŞErhu’s-Sünne: 10/191-192.Gönderilen hayvanın av yakalayıp ondan biraz yemesi durumundaki hüküm hakkında ihtilaf edilmiştir. Çoğu ilim ehli bunun haram olduğu görüşündedir. Bu İbni Abbas’tan (r.a.) rivayet edilmiş olup aynı zamanda Ala, Tavuz ve Sabi’nin de görüşüdür. Sevri, ibni Mübarek ve Rey ehli de bu görüştedirler. Bu aynı zamanda Şafii’nin iki görüşünden en sahih olanıdır. Çünkü biraz önce geçen hadiste Peygamber (s.a.v.):“Şayet ondan yemişse yeme. Çünkü onu kendisi için yakalamış demektir” buyurmuştur.Ancak bazıları buna cevap vermişlerdir. Bu, İbni Ömer Selman-ı Farisi ve Sa’d Ebu Vakkas’tan (Allah onlardan razı olsun) rivayet edilmiştir. imam Malik’de bu görüştedir. Çünkü Ebu Salebe el-Huseni’nin rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.):

“Köpeğini gönderip Allah’ın da anını anarsan, yakaladığından kendisi yesede ye” buyurmuştur.1

(1) Ebu Davud, ed-Dahaya babun fi’S,Seyd: 4/136; Müellif, Şerhu’s,Sünne: 11/195.Münziri Muhtasar es-Sünen’de der ki: İsnadında Davud b. Amr el-Evdi ed-Dımeşki vardır. Yahya b. Muin onun sika olduğunu söylemiştir. Amed b. Hanbel yakin bir ahdistir demiştir. Ebu Zur’an: Fena değil... derken: Ahmed b. Abdullah el-Acli: Güç’ü (Kaviyu) değildir, demiştir.Eğitilmemiş hayvanlar için veya gönderilmeksizin avını yakalayan eğitilmiş hayvanların avladıkları helal değildir. Ancak sahibi, hayvan diri haldeyken ulaşırda keserse helal olur.Bize Abdulvahid b. Ahmed el-melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na Abdullah b. Yezid, O’na Hayve, O’na Rebia b. Yezid ed-Dımeşki, O’na Ebu İdris, O’na Ebu Sa’lebe el-Huşeri (r.a.) şöyle anlatmıştır: Peygamber’e (s.a.v.): “Ey Allah’ın nebisi! Biz ehli kitapların olduğu bir beldede oturuyoruz. Onların kaplarından yiyelim mi? Okumla ve bir eğitilmemiş köpeğim bir de eğitilmiş köpeğimle avlandığım bir beldede oturuyorum. Bunlardan hangisi benim için helaldir? dedim. Şöyle buyurdu: Bahsettiğin ehli kitabın kaplarına gelince; başka kaplar bulabilirseniz onlarda yemeyin. Bulamazsanız yıkayın ve onlarda yeyin. Okunla avlandığın ve avlanırken de Allah’ın (c.c.) adını andığında ondan ye. Eğitilmiş köpeği

Allah’ın adını anarak gönderdiğnide, yakaladığını ye. Eğitilmemiş köpeğinle avlanır sonra yetişip keserken ondan da ye.1

“Ve üzerine Allah’ın adını anın Allah’dan sakının. Muhakkak ki Allah hesabı çabuk görendir.”Bu ayette, hayvannı kesilirken Allah’ın adının anılmasının hayvanla avlanılıyorsa hayvan gönderilirken veya silahla avlanılıyorsa atış yapılırken Allah’ın adının anılmasının şart olduğunu uifade edilmektedir.Bize Ebu’l-Hasan Abdurrahman b. Muhammed ed-Davudi O’na Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. İbrahim b. el-Hasan b. Aleviyye el-Cevheri, O’na Ebu’l-Abbas Muhammed b. Ahmed el-Esrem el-Mukri (Basra’lı) Ömer b. Şeybe, İbni Ebi Adiyy, O’na Sa’d, O’na Katade, O’na Enes (r.a.v.) şöyle anlatı: Rasulullah alaca ve güçlü iki tane koçu kurban etti. Onları kendi eliyle, besmele ve tekbirle kesit. Ayağını yüzlerine koyup bismillahi Allahu ekber diyerek kendi eliyle kestiğini bizzat

gördüm.2

(1) Buhari ez-Zebaih ve’s-Sayd, babu saydi’l-kavs: 9/604, 605, babu macae fi’t-Tesayyud: 9/612; babu Aniyeti’l-Mecus: 9/622; Müslim es-Sayd ve’z,Zebaih, babus Sayd bi’l-Kilab el-Mualleme (No: 1930): 3/1539; Müellif Şerhu’s-Sünne: 11/199(2) Buhari el-Edahi, babu men zebeha biyedih: 10/18 ve diğer bablar; Müslim e-Edahi, babu istihbabi ed-Dahiyye (No: 1960) 3/1556, 1557; Müellif Şerhu’s-Sünne: 4/334.“Bugün size iyi ve temiz olanlar.” Yani Allah’ın (c.c.) adı anılarak kesilenler “helal kılındı yemeği size helaldir” Yahudi ve Hristiyanların veya Peygamberimiz (s.a.v.) gönderilmeden nce başka dinlerden onların dinine geçmiş bulunanların kestikleri helaldir. Ancak daha sonra onların dinine girenlerin kestikleri helal değildir. Bir Yahudi veya Hristiyan Allah’tan başkasının

adına örneğin Hristiyan “Mesih” adına keserse bu konu ihtilaflıdır. Ömer (r.a.)1 Helal olmaz demiştir. Rebia’nın da görüşü böyledir. İlim ehlinin çoğuna göre ise bu helaldir. Bu da Şa’bi, Ata, Zühri ve Mekhul’ün görüşleridir. Şa’bi ve Mekhul’e kestiği hayvandan sorulmuş, onlarda: Helaldir, Çünkü Allah, onların keserken ne söylediklerini bildiği halde, kestiklerini helal kılmıştır. Hasanı Basri ise şöyle demiştir: Yahudi ve Hristiyanın keserken Allah’tan başkasının adını andığını bizzat işitirsen ondan yeme. Ancak senin bilgin dışındaki olanları ye. Çünkü Allah (c.c.) onu sana helal kılmıştır.(1) İkinci yazma nüshada İbni Ömer olarak geçmektedir.“Sizin yemeğinizde onlara helaldir.” Onlar kafir oldukları bu şeriatın ehli olmadıkları halde Kur’an onlar hakkında helallikten nasil bahseder” denilirse Züccac buna şöyle cevap vermiştir:Anlamı sizin onlara yedirmeniz helaldir, şeklindedir. Dolayısıyla helallik kitabı müminlere yöneliktir. Şöyle de cevap verilmiştir:Çünkü bunun ardınadn kadınların hükmü zikredilmiştir ve orada müslüman ahnımların onlara helal olduğu bildirilmemiştir. Sanki şöyle denmektedir: Onlara yemek yedirmeniz helal, ancak kızlarınızı vermeniz haramdır.“ve mümin kadınlardan hür olanlar ve sizden önce kitap verilenlerden hür kadınlar...”

Page 9: Beğavi Tefsiri-2

Bu, bir önceki “sizin yemeğinizi de...” cümlesine değil daha öncesine dönmektedir. Yani: bunlar da -ileride zikredilecek şartlarla birlikte- helaldir.“Muhsanat” kelimesi hakkında ihtilaf edilmiştir. Çoğu alimlere göre bunun anlamı “hür kadınlar”dır. Onlara göre mümin veya ehli kitap, iffetli veya iffetsiz her kadın helaldir. Bu Mücahid’in de görüşüdür. Onlar şöyle derler: Ehli kitaptan bir cariyeyle evlenmek caiz değildir. Çünkü Allah (c.c.):“(O durumda) Malik olduğunuz mümin genç kızlardan (onlarla evlenin).” (Nisa: 4/25) buyurmuştur. Böylece cariyeyle evlenmeyi onun mümin olma koşuluyla caiz kılmıştır. Bunların çoğu kitap ehli harp bir cariyeyle evelnmeyi caiz görürler. İbni Abbas ise buna “caiz değil” demiş ve “Allah’a inanmayanlarla... savaşın” ayetini “Taki zelil bir halde cizye versinler” (Tevbe: 9/29) ifadesine kadar okumuştur. Buna göre cizye verenlerin kadınlarıda helal vermeyenlerin kadınları haramdır.Bazılarına göre ise ayetteki “Muhsanat”tan maksat müminlerden ve kitap ehlinden iffetli olanlardır. Hür veya cariye olmaları farketmez. Bunlar kitap ehli cariyeyle evlenmenin caiz, mümin veya kitap ehli fahişeyle evlenmenin ise caiz olmadığnı söylemişlerdir. Bu da Hasanı Basri’nin görüşüdür. Şa’bi ise der ki:Kitap ehlinin “Muhsan”lığı zinadan uzakta iffetli olması ve cenabetten temizlenmesidir.“...siz iffetli olup zina etmeksizin” Yani zinayı açıktan yapmaksız “gizli dost tutmaksızın” Yani gizlice yapmaksızın. Züccac der ki: Allah (c.c.) cimayı onun açık bir biçimde (fahişeyle birlikte) olanın vesevgili edinme şeklinde olanını yasaklamış; sadece ihsan (muhsan) şeklinde olanını, yani evlenme yoluyla olanını helal kılmıştır. “ve mehirlerini verdiğinizde size helaldir.” “Onların ücretleri”nden maksat mehirleridir. “Her kim imanı inkarederse yaptıkları boşa gitmiştir ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardandır.” Mukatil b. Hayyan der ki: Yani müslümanların kitap ehli kadınlarla evlenmelir onları küfürden çıkarmaz ve sırf bu ahirette onlara bir fayda da vermez. Bu hitap tüm insanalardır: “Her kim imanı inkar ederse yaptıkları boşa gitmiştir ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardandır.”İbni Abbas ve Mücahid: Her kim imanı inkar ederse” ifadesini “İman etmenin vacip olduğu Allah’ı inkar ederse” şeklinde tefsir etmişlerdir.Kelbi: “imanı yani kelime-i Tevhid’i inkar ederse -ki o Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik etmektir- demiştir.Mukatil ise: Muhammed’e indirileni, yani Kur’an-ı inkar ederse şeklinde tefsir etmiştir. Denildi ki: “imanı inkar ederse.” Yani haramı helal, helali haram sayarsa. “Ve o ahirette hüsrana uğrayanlardandır.” İbni Abbsa (r.a.): Yani sevapta hüsrana zarara uğrayanlardandır demiştir.“Ey iman edenler namaz kıldığnızda” Yani namaza kalkmak istediğinizde. “Kur’an okuduğunda Allah’a sığın.” (Nahl: 98) ayetindeki uslupda böyledir. Yani Kur’an okumak istediğinizde.Ayetin zahiri ifadesi namaz ve her kalktığınızda abdest vacip olduğu zannını versede; sünnetin açıklaması ve peygamberin (s.a.v.) uygulamasıyla, ayetten kastedilenin “Namaza kalktığınızda ve abdestli de değilseniz” şeklinde olduğu bize öğretilmiştir. Nitekim Peygamber (s.a.v..):

“Allah (c.c.) hiçbirinizin namazını, şayet o kimse abdestsizze abdest olmadıkça kabul etmez” buyurmuştur.1 Peygamber’de (s.a.v.) Hendek savaşı gününde bir abdestle dört vakit namaz kılmıştır. Bize Ebu’l-Kasım Abdullah b. Muhammed el-Hanifi, O’na Ebu’l-Haris Tahir b. Muhammed et-Tahiri, O’na Ebu Muhammed el-Hasan b. Muhammed b. Halim, O’na Ebu’l-Müceh Muhammed b. Amr b. el-Müceh, O’na Abdan, O’na Süfyan, O’na Alkame b. Mersed, O’na Süleyman b. Büreyde, O’na da babası; Peygamber’in (s.a.v.) Mekke’nin fethi gününde beş vakit namazı bir abdestle kıldığını ve iki mesti üzerine meshettiğini haber vermiştir.2(1) Buhari el-Vudü, babu lâ fukbelu salâtun biğayri tuhûr: 1/234, Kitab el-Hıyel, bâbun fi’s-Salât: 12/329; Müslim, Taharet, bâbu vucubi’t-Tahâreti lissalati (No: 225) 1/04); Müellif, Şerhu’s-Sünne: 1/328; Müslim’in lafzı “Lâ tukbelu salâtu...: hiçbirinizin namazı... kabul olmaz” şeklindedir.(2) Müslim et-Tahâre, bâbu cevazi’s-Salevâti küllihâ bivudûin vahid (277); Müellif, Şerhu’s-Sünne: 1/448.Zeyd b. Eslem: Ayetin anlamı “Uykudan namaz kalktığnızda” şeklindedir der.Bazıları da şöyle demiştir. Bu mendupluk anlamı kastedilmiş bir emir sigasıdır. Nitekim namaza kalkan kimsenin abdestlide olsa onu yenilemesi menduptur (teşvik edilmiş şeyi sünnet). İbni Ömer (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.):

“Her kim abdestli olduğu hade abdest alırsa, ona on iyilik sevabı yazılır.”1 buyurduğunu rivayet etmiştir.Abdullah b. Hanzala b. Amir’in şöyle söylediği riayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v.) önce, abdestli olsun olmasın her namazda abdest almakla emrolundu. Bu ona zor gelince her namazda misvak kullanmakla emrolundu.Bazıları ise şöyle dediler: Bu Allah’dan (c.c.), Rasulune (s.a.v.) abdest almasının sadece namaza kalktığında vacip olduğunu haber vermekten ibarettir. Böylece ona abdesti bozulduktan sonra, namaz dışında herşeyi yapabileceğine dair izin veriğini belirtti. Nitekim bize Ebu’l-Kasım el-Hanifi, O’na Ebu’l-Haris et-Tahiri, O’na el-Hasen b. Muhammed b. Halim, O’na Ebu’l-Müceh, O’na Sadaka, O’na İbni Uyeyne, O’na Amr b. Dinar, O’na Said b. el-Huveyris İbni Abbas’ı (r.a.) şöyle söylerken işittiğini söyledi. Peygamber’in (s.a.v.) yanındaydık. Tuvaletten döndü ve ona bir yemek sunuldu. O’na: “Abdest almıyor musun?” diye soruldu. O da:

“Neden namaz mı kılacağım ki abdest alayım” buyurdu.1

Page 10: Beğavi Tefsiri-2

(1) Ebu Davud et-Tahare bab er-Raculu Yuhdisu’l-Vudue min ğayri hades: 1/46; Tirmizi, et-Tahare, babu ma cae fi’l-vudui likülli salat: 1/192 (Tirmizi isnadı zayıftır dedi.); İbni Mace, bab el-Vudu; ala’t-Tehare (No: 512) 1/171.Mecmeu’z-Zevaid sahibi der ki: Bu hadisin medarı Abdurrahman b. Ziyade el-Efriki üzerindedir (Her senette mutlaka bu kişi vardır). O ise zayıftır. Zayıflığının yanında aynı zamanda müdellis idi. Müellifde Şerhu’s-Sünne’de bu hadisin zayıf olduğunu söylemiştir (1/449).(2) Bunu Ebu Davud, et-Tahare, bab es-Sivak (1/40)’da rivayet etmiştir. Münziri; isnadında Muhammed b. İshak b. Yesar vardır. İmamlar onun rivayet ettiğinin hüccet oluşu hususunda ihtilaf etmişlerdir. unu ayrıca Darimi el-Vudu (1/168); Ahmed b. Hanbel Müsned’de (5/225) rivayet etmişlerdir.(1) Müslim el-Hayz, babu cevazi ekli’l-Muhdisi et-Taam (No: 374) 1/283; Müellif Şerhu’s-Sünne: (2/40).“Yüzlerinizi... yıkayın.” Yüzün sınırı uzunluk yönüyle saç kıllarının bittiği yerin başlangıcından ceneye, en itibariylede iki kulak arasıdır. Abdeste buranın yıkanması vaciptir. Aynı zamanda suyun; kipriklerin, kaşların, bıyığın ve alt dudakla cenenin üst kısmı arasında bulunan seyrek sakalın altına sık olsalar da ulaştırılması gerekir. Sakala gelince, altındaki deri görünmeyecek derecede sık olursa altının yıkanması icap etmez, dışının yıkanması yeterlidi.Peki sakalın ceneden sarkan kısmı üzerinde suyung ezdirilmesi vacip midir? Bunda iki görüş vardır.Birinci görüşe göre vacip değildir. Ebu Hanife’nin görüşü böyledir. Çünkü saçın başın sınırından sarkan kısmı, üzerine meshedilmesinin caiz olması hususunda başın sınırı dahilinde sayılmadığı gibi, sakaldan sarkan sakalın yıkanmasının vacipliği hükmü kapsamına girmez.İkinci görüşe göre ise sakalın yüzeyinin suyla gezdirilmesi gerekir. Çünkü Allah (c.c.) yüzün yıkanmasını emretmişti. Yüz ise bu organın karşıdan görünen kısmına kullanılır. örneğin lügatta: “Filan’ın yüzü çıktı” derken sakalı bitti anlamı kastedilir.“... ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayınız.” Dirseklere kadar. Yani “dirseklerle birlikte”. Buradaki “ila: ...e kadar” “mea: ...birlikte” anlamındadır. Şu ayetlerde de olduğu gibi: “onların mallarını sizin mallarınıza -mallarınızla birlikte- yemeyin.” (Nisa: 2) “Allah’a yardımcılarım kimdir?” (Al-i İmran: 52, Saf: 14) Yani Allah’la birlikte.Çoğu alimlere göre dirsekleri, ayakta da topukları yıkama vaciptir (farzdır). Şabi ve Muhammed b. Cerir: Buraların yıkanması vacip değildir. Çünkü “ila” kelimesi bir sınır ve gayeyi bildirir. Bunlar ise ınırı çizilen şeyin içine girmezler, demişlerdir.Biz ise: Bu sınırı ifade etmiyor. Çünkü burada birlikte anlamını ifade etmektedir, diye cevap veririz. Denildi ki birşey aynı şeyin içinde sınırlanırsa (yani bir şeyin ortası, daha ilerisi sınır teşkil ettirilirse) gaye olarak belirtilen şey de onun içinde yer alır. (Nitekim buruda “el” dirsek ötesini de içine almaktadır) Ancak iki farklı şeyin ortası sınır ve gaye olarak belirtilir ve o sınır ve gaye sınırı çizilen şeyin içinde yer almaz. “Sonra orucu geceye (aksama) kadar tamamlayın.” (Bakara: 2/187) ayetinde olduğu gibi. Gece gayenin içine dahil edilmemiştir. Çünkü sınır olarak belirtileng ece gündüzün türünden değildir, onur sınırları dahilinde yer almamaktadır.“başlarını meshediniz.” Alimler başın meshedilmesi gereken miktarı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Malik: Teyemmümde yüzün bütünün meshedilmesi vacip olduğu gibi, buradada başın tümünün meshedilmesi vaciptir, demiştir. Ebu Hanife başın dörtte birinin meshedilmesi vaciptir derken, Şafii’de (rh.a.) mesh olarak isimlenidrilebilecek şeyin yeterli olduğunu söylemiştir.Başın bir kısmını meshetmenin yeterli olduğun usöyleyenler (Ebu Hanife ve Şafii) şu hadisi delilg etirmişlerdir: Bize Abdulvahhab b. Muhammed el-Hatib, O’na Abdulaziz b. Ahmed el-Hilal, O’na Ebu’l-Abbas el-Esamm, O’na Rebi, O’na Şafii, O’na Yahya b. Hassan, O’na Hammad b. Zeyd ve İbni Uleyye, O’na Eyyüb es-Sahtiyani, O’na İbni Sirin, O’na Amr b. Vehb es-Sekafi, O’na Muğire b. Şu’be şöyle söyledi: Rasulullah (s.a.v.) abdest aldı vve başının üst kısmını, sarığının ve

mestinin üst kısmını meshetti.1 Bazı ilim ehli sarığın üzerine meshetmeyede işte bu hadise dayanarak caiz demişlerdir. Evzai, Ahmed ve İshak bu görüştedir. Çoğu ilim ehli ise başı meshetme yerine geçecek olan, bu, sarık üzerine meshetmeyi caiz görmemişlerdir. Bu hadis hakkında da: Bazı meshetme farziyeti başın üst kısmını meshetmekle yerine getirilmiş demektir. (Sarığa meshetmek ise Peygamberin fazladan yaptığı birşeydir) demişlerdir. (Asıl konumuza dönecek olursak) bu hadiste başın tümünü meshetmenin vacip olmadığına delil vardır.(1) Müslim et-Tahare, babu’l-Meshi ale’n-Nasiye ve’l-imame (No: 275) 1/231; Müellif, Şerhu’s-Sünne: 1/451.“ve topuklara kadar ayaklarınızı...” Nafi, İbni Amir, Kesei, Ya’kub ve Hafs “ayaklarınız” anlamındaki kelimeyi “ercelükum” olarak mansup okumuşlardır. Diğerleri ise bunu “ercülikum” şeklinde mecrur olarak (lam’ın kesresiyle) okumuşlardır. Mansup okuyanlara göre bu kelime “yüzlerinizi ve ellerinizi yıkayın” cümlesine matuftur. Yani “ve ayaklarınızı yıkayın” mecrur okuyanlara gelicne; alimlerin çok az kısmı bunun ayaklara mesih anlamına geldiğini söylemişlerdir. Örneğin İbni Abbas’ın: Abdest iki yıkamak ve iki meshetmekten ibarettir, dediği rivayet edilmiştir. Bu İkrime ve Katade’den de rivayet edilmiştir. Şa’bi der ki: Cebrail mesih (hükmü) ile indi ve: “Baksana, teyemmüm yapan kişi abdestte yıkanan yerleri meshediyor, onda meshedilen yerlere ise dokunmuyor” dedi. Muhammed b. Cerir et-Taberi Abdest alan kişi mest üzerine meshetmek ile ayakları yıkamak arasında serbesttir demiştir. Sahabe Tabiin ve diğerlerinden ilim ehlinin büyük çoğunluğu ise ayakları yıkamanın vacip olduğnu usöylemişler ve şu

Page 11: Beğavi Tefsiri-2

açıkamayı yapmışlardır: “ercül” kelimesinin sonunun mecrur oluşu,, onun gibi mecrur olan baş: (biruusiküm) hükümde ortaklığa değil, lafzen onunla yan yana gelmesi ve lafzen komşuluğa binaen olmuştur. Örneğin “Azabu yevmin elimin” ayeti de böyledir. “elim” kelimesi “azab” kelimesinin sıfatıdır. (Çünkü acı verici olan gün değil azaptır.) Bununla birlikte daha yakınında bulunan komşusu “yevmin”in irabını alarak merfu olmuştur. “Cuhru Dabbin Harbin” terkibi de böyledir; “harb” aslınad “cuhr”un sıfatı olmasına rağmen onunla komşu olan “dabb”ın irabını alarak onun gibi mecrur olmuştur.Ayakları yıkamanın vacip olduğuna delil şu hadistir: Bize Ebu Said Ahmed b. Muhammed b. el-Abbas el-Humeydi el-Hatib, O’na Ebu Abdillah el-Hafız, O’na Ebu Abdillah Muhammed b. Ya’kub, O’na Yahya b. Muhammed b. Yahya, O’na el-Harbi ve Müsedded, onlara Ebu Avane, O’na Ebu Bişr, O’na Yusuf b. Mahik, O’na Abdullah b. Amr şöyle anlattı: Bir yolculukta Rasulullah (s.a.v.) bizden geride kaldı. Bize yetiştiğinde, ikindi namazı geçmek üzereydi. Biz de bu sebeple abdest alıyor ve

ayaklarımızı meshediyorduk. Bize yüksek sesle: “Vay ayakların topuklarına cehennemden” diye seslendi.1

Bize Abdulvahid el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na Abdan, O’na Abdullah, O’na Muammer, O’na Zühri, O’na Ala b. Yezid, O’na Osman’ın azadı. Kölesi Humran şöyle anlattı: Osman’ı (r.a..) abdest alırken gördüm; eline üç defa su döktü, sonra ağzına ve burnuna su verdi ve sümkürdü. Sonra yüzünü üç defa yıkadı. Sonra üç defa sağ elini dirseğe kadar yıkadı. Sonra sol elini dirseğe kadar üç defa yıkadı. Sonra başını meshetti. Sonra sağ ayağını üç, sonrada sol ayağını üç defa yıkadı ve şöyle dedi: Rasulullah’ın benim bu abdestim gibi abdest aldığıın gördüm. Sonra şöyle buyurdu (s.a.v.):“Her kim benim bu şekildeki abdestimi alır, sonra, aklından başka birşey geçirmeksizin iki rekat namaz kılarsa geçmiş

günahları bağışlanır.”2

(1) Buhari, İlim, men eade’l-hadise selasen liyufhime anhu: 1/89; müslim, et-Tahare, Babu vucubi gasli’r-ricleyni bikemalihima, (No: 241) 1/214; Müellif, Şerhu’s-Sünne: 1/428.(2) Buhari el-Vudu, babu’l-vudu selasen selasen: 1/59, es-Savm, babu sivaki’r-Ratbi ve’l-yabis 4/158; Müslim et-Tahare, babu sıfati’l,Vudui ve kemalih (No: 226) 1/205.Bazıları ise “ve ayaklarınızı” ifadesinden mestler üzerine meshetmenin kastedildiğini söylemişlerdir. Yani “ayaklar” denilmiş, ancak ayaklara giyilen şeyler kastedilmiştir. Bu uslup şu, örneklerde de vardır: Örneğin, “Peygmaber (s.a.v.) ruku

ettiğnide ellerini dizlerinin üzerine koyardı.”3 rivayetinden maksat dizinin çıplak oluşu, el ile diz arasında giysinin bulunmayışı değildir. Yine, “filan kişi emirin başını elini öptü” denilirken, o halde başta sarık ve elde edlivenin bulunması, bu ifadenin yanlış olduğu anlamına gelmez.(3) Buhari el-Ezan, babu sünneti’l-culusi fi’t-teşehhüd: 2/305. Ayrıca bkz: Müslim, el-Mesacid, babu’n-Nedbi ila vad’il-eydi ala’r-rukeb fi’rrukui ve neshi’t-tatbik (No: 534, 535): 1/379, 380.Bize Abdulvahid el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Ruaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na muhammed b. İsmail, O’na Ebu Nuaym, O’na Zekeriyya, O’na Amir, O’na Urve b. el-Muğire, O’na da babası şöyle anlattı: Bir yolculukta gece vakti Rasulullah’ın (s.a.v.) yanındaydım. Bana: “Yanında su var mı?” diye sordu. Ben de:“Evet” dedim. Bunun üzerine bineğinden indi ve gece karanlığında gözümden kaybolana kadar uzaklaştı. Sonra geldi. Testiden su döktüm, yüzünü ve ellerini yıkadı. Üzerinde yünden bir cübbe vardı. Dirseğini ondan çıkaramadı. En sonunda cübbenin altından dirseklerinden çıkardı ve onları yıkadı. Sonra başını meshetti. Sonra mestlerini çıkarmaya başladığımda bana:

“Onları bırak. Çünkü ben onları abdestli olarak gyidim.” dedi ve onların üstüne meshetti.1

(1) Buhari el-Libas, babu lebsi cübbeti’s-sufi fi’l-ğazv: 10/268, 269; Müslim, et-Tahare babu’l-meshi ale’l-huffeyn (No: 274) 1/230; Müellif, Şerhu’s-Sünne: 1/455.“...topuklara kadar” Topuklar ayakların iki tarafındaki çıkıntılı iki kemiğe denir. Bunları bacakla ayağı birleştiren eklemin buluşma yerindedirler. Bunlarında ayaklarla birlikte yıkanmaları gerekir. Dirsekler meselesinde geçtiği gibi. Abdestin farzları; Allah’ın zikrettiğ iüç azayı yıkamak ve başı meshetmektir. Niyetin vacipliği hususunda ilim ehli ihtilaf etmiştir. Çoğu bunun vacip olduğu görüşündedirler. Çünkü bu bir ibadettir. Dolayısıyla -diğer ibadetlerg ibi- niyete ihtiyaç duyar. Bazıları ise vacip olmadığı görüşündedirler. Bu da Sevri ve reye hlinin görüşüdür.Tertibini vacpiliği hususunda da ilim ehli arasında farklı görüşler vardır. Bunun anlamı Allah’ın (c.c.) Kur’an’da zikrettiğ işekilde o sıraya göre ardarda yapmak demektir. Bazıları bunun vacip olduğunu söylemişlerdir. Bu Malik, Şafii, Ahmed ve İshak’ın (Allah onlara rahmet etsin) görüşüdür. Bu, İmam Şafii bu görüşüne “Şüphesiz Safa ve Merve Allah’ın nişanelerindendir.” (Bakara: 2/158) ayetini delil getirmiştir.

Peygamber de önce Safa’dan başlamış ve: “Allah’ın önce zikrettiğiyle başlarız”1 buyurmuştur. Burada da Allah (c.c.) ilk önce yüzü zikrettiği egöre bizimde önce bunu yapmamız gerekir.(1) Müslim el-Hacc, babu hıccetu’n,Nebiyy (s.a.v.) (No: 1218) 2/886-888. Bu Cabir’in Peygamber’in (s.a.v.) haccını anlatan uzun hadisten bir parça olup lafzı: “Başlarınız” yerine “başlarım”dır. Bunu ayrıca müellif Şerhu’s-Sünne’de (1/455) rivayet etmiştir.

Page 12: Beğavi Tefsiri-2

Bazı alimlerde abdesteki tertibin sünnet olduğu görüşündedirler. Bunlar, sözkonusu ayette zikrolunan vav harfinin -sırf atıf olduğunu tertibi ifade etmediğini söylerler. Örneğin Allah (c.c.):“Zekatlar fakirlere, miskinlere...” (Tevbe: 9/60) buyurmuş ve zekat verilecek sekiz tür insan asymıştır. Alimlerin ittifakıyla da zekat verilirken bu tertibi riayet etmek vacip değildir.Abdestte tertibin vacip olduğunu söyleyenlerse buna şöyle cevap verirler: Peygamber’den (s.a.v.) zekat dağıtırken bu tertibe riayet ettiği naklonulmamış ancak abdestte hep riayet ettiğ rivayet olunmuş ve aksi söylenmemiştir. Kur’an’ın açıklamasıda bilindiği gibi sünnetten alınır. örneğin Allah (c.c.):“Ey iman edenler ruku edin, secde edin...” (Hacc: 77) buyurur. Ayette ruku secdeden önce zikredilip, Rasulullah’ın da rukuyu daime önce yaptığı naklonunca ruku ve secde arasında tertip vacip oldu. İşte buradaki tertipde aynıdır.“Şayet cünüp iseniz temizlenin.” Yani: gusledin. Bize Ebu’l-Hasen es-Serahsi, O’na Zahir b. Ahmed, O’na Ebu İshak el-Haşimi, O’na Ebu Musala, O’na Malik, O’na Hişam b. Urve, O’na babası, O’na da Aişe (r.a.) şöyle haber verdi: “Peygamber (s.a.v.) cünüplükten guslederken; önce elini yıkar, sonra namaz için aldığı abdest gibi abdest alır. Sonra parmaklarını suya sokar ve onunla saçlarının diplerini aralar (parmaklarını açarak saçlarının diplerinde ileri geri getirir), sonra ba şına eliyle üç

avuç su döker, sonra da suyu tüm vücuduna dökerdi.2

(2) Buhari el-Gusl, bab el-Vudui kable’l-gusl: 1/360; Müslim el-Hayz, babu sıfatı gusli’l-cenabe (No: 316) 1/253, 254; Müellif, Şerhu’s Sünne: 2/10.“Eğer hasta olmuşsanız veya saferde, ieniz, yahut heladan gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız da su bulamamışsanız, temiz bir toprakta teyemmüm edin. Yüzlerinizi ve ellerinizi onunla meshedin.”Bunda yüz ve ellerin toprakla meshedilmesinin vacip olduğuna delil vardır. “Allah” size farz kılmış olduğu abdest, gusul ve teyemmüm ile “size zorluk” darlık, sıkıntı “vermek istemez. Aksine sizi” hadesten (abdestsizlik), cünüplükten ve günahlardan “temizlemek üzerinize olan nimetimi tamamlamak ister ki şükredesiniz.” Muhammed b. Ka’b er-Kırazi der ki: Nimetin tamamlanması abdestle hataları yok etmesidir. Örneğin Allah (c.c.) “Senin geçmişteki ve gelecektekilei bağışlamak için” (Fetih: 2) buyurur. Peygambere olan nimetin tamamlanması ve kemale erdirilmesi olarak, onun günahlarını bağışlamıştır.Bize Ebu’l,Hasen Abdulvahhab b. Muhammed el,Kesei, O’na Abdulaziz b. Ahmed el-Hilal, O’na Ebu’l-Abbas el-Esamm, O’na Rebi, O’na Şafii, O’na Süfyan, O’na Hişam b. Urve, O’na babası onada Humran şöyle anlattı: Osman (r.a.) oturak üzerinde azalarını üçer defa yıkamak suretiyle abdest aldı ve şöyle dedi: Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: Her

kim bu abdestimi alırsa, hataları yüzünden ellerinden ve ayaklarında çıkar.1

(1) Hadisi bu lafızla Şafii Müsned’de 1/31 (Tertib el-Müsned); Buhari el-Vudu, bab el-Vudui selasen selasen (1/259)’da “Her kim benim abdestim gibi abdest alır, sonra kalbinde başka düşünceler geçmeksizin iki rekat kılarsa geçmişg ünahları bağışlanır” lafzıyla rivayet etti. Müslim’de Taharet, babu huruci’l-hataya mea mai’l-vudu (No: 245) 1/216; “Her kim abdest alır, onu güzel bir şekilde yaparsa, hataları bedeninden çıkar, hatta tırnaklarının altından dahi çıkar” lafzıyla rivayet etti. Ayrıca müellif Şerhu’s-Sünne’de (1/324) rivayet etti.Bize Ebu’l-Hasan es-Serahsi, O’na Zahir b. Ahmed, O’na Ebu İshak el-Haşimi, O’na Ebu Mus’ab, O’na Malik, O’na Hişam, O’na Urve, O’na babası, O’na da Osman’ın azadıl kölesi Humran şöyle söyledi. Osman b. Affan (r.a.) bir gün oturarak (küçük sandelye) oturuyordu. Müezzin yanına geldi ve ikindi namazının vaktinin geldiğini haber verdi. O da su istedi. Onunla abdest aldıktan sonra şöyle söyledi: “Vallahi size öyle hadis anlatacağım ki, Kur’an’da ki bir ayet olmasaydı onu size anlatmazdım. Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim:

“(Müslüman)1 Bir kimse abdest alır, onu güzel şekilde yapar, sonrada namaz kılarsa diğer namazla o namaz arasındaki

hataları mağfiret olunur.” Malik der ki: Buna göre “Beni hatırlamak için namaz kıl” ayetini kastediyor.2 Bunu İbni Şihab’da

rivayet etmiştir.3 Urve der ki: O ayet “Şüphesiz ki indirdiğmiz açıklamaları gizleyenler...” (Bakara: 2/159) ayetidir.Bize Abdulvahid el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhamed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na Yahya b. Bekir, O’na el-Leys, O’na Halid, O’na Said b. Ebi Hilal, O’na Nuaym el-Mücmir şöyle anlattı: Ebu Hureyre (r.a.) ile mescidin damına çıktık. Abdest aldı ve şöyle dedi: Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim:“Ümmetim kıyamet gününde, abdest eseri ve etkisinden dolayı alınları pırıl pırıl olarak gelirler. Sizden her kim uzatmak isterse yapsın.”4(1) Bu 2. yazma nüshada yoktur.(2) Malik, el-Muvatta, Kitab et-Tahare, babu camii’l-Vudu: 1/30-31.(3) Buhari, el-Vudu, bab el-Vudui selasen selasen (1/206); Müellif, Şerhu’s-Sünne: 1/320.(4) Buhari el-Vudu, babu fadli’l-Vudui ve’l-ğurri’l-muhacceline min asari’l-vudui: 1/235; Müslim et-Tahare, babu istihbabi ilaleti’l-ğurre ve’t-tahcil fi’l-vudui (No: 246) 1/216; Müellif, Şerhu’s-Sünne: 1/425.7- “Ve Allah’In üzerinizdeki nimetini.” Yani bütün nimetlerini “‘işittik itaat ettik’ dedinğizde sizi onunla bağlamış olduğu misakını anın.” Yani ey müminler hakkında sizinle ahitleştiği ahdini anın. Bu misak, çoğu müfessirlere göre, sahabenin -

Page 13: Beğavi Tefsiri-2

hoşlandıkları veya hoşlanmadıkları- herşeyi işitip itaat edeceklerine dair ettikleri bey’attir. Mücahid ve Mukatil ise, insanları Adem’in sulbünden çıkardığında aldığı misaktır (kalu bela) “Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah sinelerdekini.” Kalpteki hayır ve şerri “bilir.”8- “Ey iman edenler! Adaleti gözeten şahitler olun.”

Yani adaleti gerçekleştiren ve doğru (söyleyen)1 kimseler olun. Allah (‘c.c.) burada müminlere işlerde ve sözlerde adaletli ve doğru kimseler olmalarını emretmektedir. “ve bir topluluğa karşı olan kininiz.” Yani onlara olan buğuz ve nefretiniz “sizi adaletsizliğe” Yani onlara düşmanlığımızdan dolayı adaleti terketmeye “sürüklemesin” sevketmesin. Sonra şöyle buyurdu: “adaletli olun” Yani dostunuz hakkında da, düşmanınız hakkında da “o adalet için” Yani adalete “daha yakındır. Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah işlediklerinizden haberdardır.”“Allah’a iman edin salih amel işleyenlere bağışlanma ve büyük bir ecir vaad etmiştir.”“Mağfiret” kelimesi normalde nasp mahallindedir. Çünkü “vaade: vaad etti”nin mefulüdür. Ancak bunda merfu olması orada bir fiilini “Köle” takdir edilmesine binaendir. Sanki cümle şu şekildedir: “Vaade.... ve kale: lehum mağfiratun...” Yani: “Vaad etti ve dedi ki: Onlar için mağfiret ve büyük bir ecir vardır.”(1) 1. yazma nüshada “Kavvalin”, 2. yazma nüshada ise “Kailin” şeklinde geçmektedir. (Genel anlamları aynıdır.)(2) Bunu Taberi Katade’den tahriç etmiş: 6/146 (Halebi baskısı), Suyuti de ayrıca Abd b. Humeyd’e nisbet etmiştir. Bkz: ed-Dürru’l-Mensur (3/38).“İnkar edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar. İşte onlar, cehennem yaranıdırlar.“Ey iman edenler, Allah’ın sizin üzerinize olan.”Sizi müdafaa edip koruması “nimetini hatırlayın; Hani bir kavim size.” sizi öldürmek için “el uzatmaya kalkışmıştı...”Katade der ki: Bu ayet Rasulullah’a (s.a.v.) “Batnı Nahl” denen yerde iken indi. Beni Sa’lebe ve Beni Meharib kabileleri Peygamber (s.a.v.) ve ashabı namazda iken onlara saldırmayı ve kırıp geçirmeyi planlamışlardı. Allah da (c.c.) bu planlarını Peygamberine haber verdi ve korku namazını indirdi.Hasan-ı Basri der ki: Peygamber (s.a.v.) “Nahl” denen yerde “Gatfan” kabilesini kuşatma halindeyken bir müşrik: “Sizin için Muhammed’i (s.a.v.) öldüreyim mi?” dedi. Yanındakiler: “Nasıl öldüreceksin?” dediler. “Ona saldıracağım” diye cevap verdi. Onlar:“O’nu yapmanı ne kadar çok arzulardık” dediler. Adam Peygamberin (s.a.v.) olduğu yere vardı. Peygamber (s.a.v.) kılıcını asmıştı. Adam:“Ey Muhammed bana kılıcını göster” dedi. Peygamber de onu adama verdi. Adam kılıcı sallıyor bir ona bir Peygamber’e (s.a.v.) bakıyor ve:“Seni benden kim koruyacak, Ey Muhammed?” diyordu. Peygamber (s.a.v.):“Allah!” dedi. Rasulullah’ın sahabesi adamı tehdit ettiler. O da kılıcı bırakıp gitti. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti

indirdi.1

(1) Bkz: et-Taberi: 6/146, esbab en-Nüzul el-Vahidi, s. 223, 224; Siretü İbni Hişam: 3/205, 206; ed-Dürru’l-Mensur: 3/30.Mücahid, İkrime, Kelbi ve İbni Yesar şöyle dediler: “Rasulullah (s.a.v.) el-Münzir b. Amr es-Saidi’yi -ki kendisi Akabe bey’atında bulunan temsilcilerden birisidir- Muhacirlerden ve Ensardan 30 kişilik süvariyle birlikte Ömer b. Sa’saa oğullarının üzerine gönderdi. Onlarda çıktılar ve Maune kuyusunda Amir b. et-Tufeyl’e ulaştılar. Bu kuyu Amiroğullarına aitti. Orada savaştılar. el-Münzir ve üç kişi dışında tüm arkadaşları öldürüldüler. Bu üç kişide kaybolan arkadaşlarını aramaktaydılar. (Bu sebeple diğerlerinden ayrılmışlardı.) Bunlardan biri Ar b. Ümeyye ed,Damri’dir. Onlara olayın dehşetini, gökte uçan ve gagasından kan damlaları akan kuş haberdar etti. Onlardan biri: “Arkadaşlarımız öldürülmüş” dedi. Sonra aralıksız olarak yürümeye başladı. Yolda birisine rastladı. Birbirlerine birer darbe vurdular. Nice zaman sonra o darbenin ağrısını hissederek uyandı ve başını göğe kaldırdı. Gözlerini açtı ve: “Allahu ekber! Alemlerin Rabbine andolsun ki, cennet!” dedi. İki arkadaşı geri döndüler. Yolda Süleym oğullarından iki kişiyle karşılaştılar. Bu kabileyle Peygamber (s.a.v.) arasında antlaşma var idi. Onları Amiroğullarından sanarak öldürdüler. Bunların kabileside diyet istemek üzere Rasulullah’ın (s.a.v.) yanına gittiler. Peygamber (s.a.v.) beraberinde Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, abdurrahman b. Avf (Allah onlardan razı olsun) olduğu halde Ka’b b. E şref ve Nadiroğullarına gittiler. Çünkü onlar Peygamber’le (s.a.v.) savaşmayı terkedeceklerine ve diyetlerde yardımcı olacaklarına dair andlaşma yapmışlardı. Onlar da:“Evet, ey Ebu’l-Kasım! Artık bize gelme ve ihtiyacını isteme vaktin geldi. Oturda sana yemek ikram edelim ve istediğini verelim” dediler. Rasulullah ve sahabeler oturdular. Onlar bir araya gelerek:“Siz Muhammed’i (s.a.v.) kendinize şimdiki, halden daha yakın bir durumda bulamazsınız. Bu eve çıkıp üzerine bir kaya kim atar da bizi ondan rahatlığa kavuşturur?” dediler. ömer b. Cahaş:“Ben” dedi. Büyük bir değirmen taşı aldı. Tam atmak üzereyken Allah (c.c.) onu engelledi. Cebrail (a.s.) gelerek Rasulullah’a (s.a.v.) durumu haber verdi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) Medine’ye döndü ve Ali’yi çağırarak:

Page 14: Beğavi Tefsiri-2

“Yerinden ayrılma. Sahabemden her kim yanına gelip de beni sorarsa “Medine’ye doğru gitti” de” dedi. Oda öyel yaptı. Sonunda hepsi Peygamber’e ulaştılar ve onu takip ederek Medine’ye döndüler. Allah (c.c.) bu ayeti indirdi.1(1) Bkz.: Tefsir et-Taberi: 6/145 (Halebi baskısı); Esbab en-Nüzul el-Vahidi (s. 224, 225); ed-Dürru’l-Mensur, es-Suyuti: 3/37, 38; Siretü İbni Hişam: 2/503.12- “Andolsun ki Allah İsrailoğullarından söz almıştı. Biz, onlardan on iki temsilci seçtik.”Allah (c.c.) Musa’ya (a.s.) onu ve kavmini mukaddes beldeye, yani Şam’a yerleştireceğine dair söz vermiştir. Orada zorba “Kenanlılar” oturmaktaydılar. İsrailoğulları Mısır’a yerleşip arası onlar için bir belde olunca, Allah (c.c.):“Ey Musa! O beldeyi sizin için bir belde i veyerleşim yeri olarak belirledim. Git ve oradaki düşmanlarla savaş. Ben senin yardımcınım. Kavmindende her kabileden birer tane olmakü zere 12 temsilci seç. Bunlar kabilelerinin, emrolundukları şeyi yapacaklarına kefil olsunlar.” dedi. Musa (a.s.) da temsilciler iseçti ve İsrailoğullarıyla birlikte yola çıktı. Eriha’ya yaklaştıklarında, gizli haber almak ve durumlarını öğrenmek üzere o temsilcileri Eriha’ya gönderdi. Onlara bu zorbalardan İvec b. Unuk isimli birisi rastladı. Boyu 3333,3 arşın (68 cm) idi. Bulutlardan su içiyor, denizin derinliklerinden Yunus balığını eliyle tutup, onu Güneş’e tutmak suretiyle kızartıyor, sonra onu yiyordu. Rivayet etilir ki, sular dağlara ulaşacak kadar yükseldi ve İvec’in dizini geçmedi. İvec 3000 yıl yaşadı ve Allah sonunda onu Musa’nın eliyle öldürdü. Olay şöyle gerçekleşti: İvec dağdan Musa’nın (a.s.) askerleri büyüklüğünde koca bir kaya aldı. Boyu ve eni birer fersah uzunluğudaki bu kayayı onların üzerine kopamak üzere taşırken Allah (c.c.) hüdnüdü gönderdi. O da gagasıyla kayada bir delik açtı. O da İvec’in başına düştü ve bayılarak yere yığıldı. O halde iken Musa (a.s.) çıkageldi ve öldürdü. İvec’in annesi Adem’in (a.s.) kızlarından olup oturağı topraktı. İşte İvec bu temsilcilerde karşılaştığında başında bir yüklük odun vardı. Bu on iki kişiyi aldı ve onları eteğine koyarak hanımının yanına gitti. Ona:“Bizimle savaşacakları kuruntusunda olan şunlara bak” dedi. Onları kadının önüne atarak:“Bunları ayaklarımla ezeyim mi?” dedi. Kadın:“Hayır, bırak onları. Ta ki gidip, kavimlerine gördüklerini anlatsınlar” dedi. O da öyle yaptı.1(1) Bu İvec b. Unuk kıssasını taberi Tefsir’inde (6/174-175), Suyuti ed-Dürru’l-Mensur’da (3/48-49) ve diğer müfessirler kitaplarında zikrettiler. Bu, İslam düşmanlarının uydurdukları ve yaydıkları israiliyyat rivayetlerinden ve asılsız hurafelerdendir. İbni Kesir (rh.a.) bunu Taberi’den naklettikten sonra: “Bunun isnadı sorunludur” dedi. Daha sonra ibni Ebi Hatim’in rivayetini zikretti ve şunları söyledi: Bu, söylemekten utanılacak bir şey. Sonra bu, Buhari ve Müslim’de bulunan Rasulullah’ın (s.a.v.) şu hadisine de aykırıdır:“Allah (c.c.) Adem’i 60 arşın boyunca yarattı. Daha sonra insanlar şu ana kadar kısaldılar da kısaldılar.” Rivayetlerde daha sonra bu adamın kafir ve zinacı kadının oğlu olduğu, Nuh’un gemisine binmekten yüz çevirdiği, ancak tufan suyunun onun dizine dahi ulaşamadığ zikredilmiştir. Bu, yalan ve iftiradır. Çünkü Allah (c.c.) Nuh’un (a.s.) dünyadaki bütün kafirlere beddua ettiğini bildirmiştir: “Ve dedi ki: Rabbum! Yeryüzünde dolaşan hiçbir kafir bırakma. ‘Biz de onu ve beraberindekileri dolu gemide kurtardık. Sonra geri kalanları boğduk.” “Nuh oğluna dedi ki: Bugün Allah’ın emrinden, onun merhamet ettiğ idışında hiçbir kimse korunamaz.” Nuh’un kafir oğlu kurtulamamışken, kafir ve piç birisi denen İvec b. Unuk nasıl kurtulur? Bu, aklende şer’anda mümkün değildir. Sonra, İvec b. Unuk isimli bir adamın varlığı dahi şüphelidir. En iyi Allah bilir. Tefsiru İbni Kesir: 2/39, Dar el-Fikr, H. 1400.İbni Kayyim el-Cevziyye de bu rivayeti sahih hadislerin kesin olan yalanladıkları ve yalan olduğunu ortaya çıkardıkları konusunda ele almış ve sonra şunları söylemiştir: Garip olan Allah’a karşı yalan uyduran ve yalancının cesareti değil, bunu Tefsir vb. ilim kitaplarında yazıp da durumunu açıklamayan alimlerin durumudur. Bu adam (İvec) onlara göre de Nuh’un neslinden değildir. Çünkü Allah (c.c.):“Ve O’nun (Nuh’un) neslini asıl geride kalanlar kıldık” buyurmuşutr. Buna göre Nuh’tan sonra yeryüzündekilerin hepsi onun neslindendir. Anlatıldığı şekilde bir İvec olsa dahi, Nuh’tan sonra kalması mümkün değildir... Ayrıca, gökle yer arası 500 yıllık yol mesafesi uzaklıktadır. Güneş 4. kat gökte olduğuna ve bizimle onun arasında bu büyük mesafe olmasına rağmen 3000 arşın uzunluğundaki bu adam, nasıl olurda güneşe ulaşır ve onda balık kızartır?Hiç şüphesiz bu ve benzerleri, Peygamberle ve onlara tabi olanlarla alay etmek isteyen, kitap ehlinin zındıklarının uydurmalarıdır.Nakd el-Menkul vel-Menar el-Münif, İbni’l-Kayyim s. 44-45. Ayrıca bkz: Ruhu’-Meani el-Alusi: 6/86-87; el-Fetava el-Hadise, İbni Hacer el-Heysemi s. 188; el-İsrailiyyat ve’l-Mevduat fi kütübi’t-Tefsir, eş-Şeyh Muhammed Ebu Şehbe s. 259-262; el-Bidaye ve’n-Nihaye, İbni Kesir: 1/278.Rivayet edilir ki İvec onları elbisesinin yenine koydu ve kırala getirdi. O da onları yanından kovdu ve:“Dönün ve gördükleriniz haber verin” dedi. Onların bir üzüm salkımını, onlardan beş kişi tahta üzerinde taşıyabilirdi. Bir narın çekirdekleri çıkartılğında kabuğunun yarısına beş kişi sığabilirdi. Bu temsilciler geri dönerken aralarında bunlar hakkında konuşmaya başladılar. Bazıları diğerlerine: Siz İsrailoğullarına bunların durumunu bildirecek olursanız Allah’ın Peygamberini terkederler O nedenle bunu gizleyin. Bunu sadece Musa ve Harun’a bildirin. Onlar uygun olanı yaparlar dediler ve birbirlerinden bu konuda ahit aldılar. Ancak daha sonra ikisi dışında bu ahdi bozdular ve kabilelerine gördüklerini anlattılar. Bu Allah’ın (c.c.): “Andolsun ki Allah İsrailoğullarından söz almıştı...” ayetinde ifade edilendir.

Page 15: Beğavi Tefsiri-2

“Allah demişti ki: Muhakkak ben sizinleyim.”Düşmanlarınıza karşı yardımcınızım. Bu cümle burada bitmiştir ve sonrak iyeni bir cümledir: “Şayet” Ey İsrailoğulları “namaz kılar, zekat verir. Peygamberlerime iman eder, onları desteklersiniz.” Onlara yardım ederseniz. Denildi ki: “onlara saygı gösterir, büyültürseniz.” “ve Allah’a güzel bir borç verirseniz.” Denildi ki: Bu, zekat vermektir. Denildi ki: Aileye infak etmek, harcamaktır. “Andolsun ki sizin kötülüklerinizi örterim.” Günahlarınızı yok ederim. “ve andolsunki altlarından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden her kim de inkar ederse şüphesiz doğru yoldan sapmış olur.” Yani doğru yolu bulmada hata etmiş olur. “Sevau’s-Sebil”den maksat doğru yoldur. Herşeyin “seva”sı onun ortasıdır.13- “ahidlerini bozmalarından ötürü.”“Febima nakdihim” deki “ma” fazlalıktır, anlam katmaz. Katade der ki: Ahdi birçok yönden bozdular. Çünkü Musa’dan (a.s.) sonraki Peygamberleri yalanladılar. Allah’ın peygamberlerini öldürdüler, kitabını kenara attılar ve farzlarını ihmal ettiler.

“onlara lanet ettik” (Ata)1 der ki: “rahmetimizden uzaklaştırdık” Mukatil ise: “Hayvanlara dönüştürmek suretiyle azaplandırdık” diye tefsir eder. “ve kalplerini katılaştırdık.” Katı anlamındaki kelime Hamza ve Kesei Kaf’dan sonra elifsiz ve “ye”nin şeddesiyle “Kasiyye” şeklinde okurlarken, diğerleri bunu “Kasiye” şeklinde okumuşlardır. Bunların ikisi de lügatta kullanılır. “ez-Zakiye” (temiz) ve “ez-Zekiyye” de olduğu gibi. İbni Abbas bunu “kuru” şeklinde tefsir eder. Denildiki: “Yumuşak olmayan, sert, katı”. Denildi ki: Anlamı şöyledir: Kalpleri sadece imana ayrılmamıştır. Aksine imanlarına küfür ve nifak bulaşmıştır. örneğin 3ed-Deahim el-Kasiye” denilirken “katıklı, hileli, düşük dirhemler” anlamı kastedilir.(1) 2. yazma nüshada bu “Katade” olarak geçmektedir.“Onlar, kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar.” Denildi ki: Bu, peygamberin nitelikleri kitaplarında anlatılırken bunu değiştirmeleridir. Denildi ki: Kelimeleri kötü tavillerle tahrif etmeeri, bozmalarıdır. “Kendilerine belletilenlerin bir kısmını unuttular.” Yani emrolundukları Muhammed’e iman ve onun sıfatlarını açıkama emrinden kendilerine düşen payı terkettiler.“İçlerinden pek azı müstesna.” Bunlar ihanet etmemiş, ahdi bozmamışlardır. Bunlar ehli kitaptan müslüman olanlardır. “daima” (Ey Muhammed!) “onların hainliklerini görürsün.” Hainlik anlamını verdiğimiz kelime masdar anlamında ismi faildir. (Haine). Bunun gibi örneğin “kazibe” yalan söylemek, “lağiye” iptal etmek anlamına gelir. Denildi ki: “Haine” ismi fail anlamına gleri. Sonundaki te (yuvarlak ta) ise “Revvaye: çok sulayan” “Nesgabe: nesepçi” “Allame: çok bilen” “Hassabe: hesapçı” sürekli hesap yapan” kelimelerinde olduğu gibi mübalağa ifade eder. Denildi ki: Bu kelimeden önce “fırka: grup” kelimesi gizlidir ve cümlenin anlamı şöyledir: Daima onlarda bir grup haini görürsün. İbni Abbas ies bunu masiyet, günah olarak tefsir eder. Yani daima onların günah yaptıklarını görürsün. Onların hainlikleri; ahdi bozmaları, Rasulullah’la (s.a.v.) savaşlarında müşriklere yardım etmeleri, O’nu (s.a.v.) öldürmeye ve zehirlemeye niyetlenmeleri gibi ortaya çıkmış birtakım hiyanetlerdi. “Sen onları affet ve geç” Yani onlardan yüz çevir ve

onlara karışma. “Muhakkak Allah muhsinleri sever” Bu, kılıç ve cihat ayetiyle neshedilmiştir.1

(1) Bunu Taberi Tefsir’de (10/135) Katade’den nakletmiş sonra nesih iddiasını nefis bir şekilde şöyle tenkit etmiştir: Katade’nin söylediği imkansız birşey değildir. ancak “Kesin neshedici nass” önceki nassın tüm manalarını kaldıran ona aykırı düşenidir. Ancak hepsini kaldırmayan bir nassın nasih olduğu ancak Allah’In (c.c.) veya Peygamber’in (s.a.v.) haber vermesiyle bilinir. Allah’ın (c.c.):“Kitap ehlinden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Rasulunun haram kıldığını haram kılmayan ve hak dine uymayanlarla, zelil ve hakir bir şekilde kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (Tevbe: 9/29) ayetinde yahudileri affetme ve geçme anlamına ters düşecek bir anlam yoktur. Çünkü örneğin onlar savaş sonrası cizye verdikleri halde ihanet ederlerse affetme ve geçme ifade eden ayetin hüküm geçerli olur. Yani savaş emri onların cizye vermekten, onlar için geçerli hükmü, islamiyetin hakimiyyetini kabul etmekten yüz çevirmeleri durumunda “Savaş ayeti” geçerli iken; artık bunları kabul edip de İslam’ın hakimiyyeti altında yaşarlarken hainlik etmeleri durumunda da “afu ayeti” geçerlidir.Zerkeşi (rh.a.) ise “el-Burhan fi ulumi’l-Kur’an” kitabında şöyle der: Çoğu müfessirlerin kitaplarında belirttikleri müsamahakarlık ve kolaşlaştırmayı emreden ayetlerin “Savaş ayetiyle” nesholunduğu görüşü zayıftır. Aksine bu “Münse: ertelenmiş” türündendir. Bunun anlamı şudur: Gelen her emre içerdiğihükmü icap ettirecek illet sebebiyle herhangi bir vakitte uyulması gerekir. Bu illetin intikaliyle birlikte de başka hükme (o illetin icap ettirdiği hükme) geçiip, o uygulanır. İşte bu nesih değildir. Nesih tamamen kaldırmak demektir. Öyle ki hiçbir şekilde uygulanması caiz olmaz... Dolayısıyla “kılıç ayeti” “barış ayetini” neshetmemiştir. Bunlardan herbiri vaktinde uygulanır. Bkz: el-Burhan ez-Zerkeşi: 2/43-44; Ulum el-Kur’an, Dr. Adnan Muhammed Zerzur s. 210-212.“Biz hiristiyan diyenlerden de söz aldık.” Denildi ki: Bunlarla Yahudiler ve Hristiyanlar kastedilmiş, ancak bunlardan biri zikredilip bununla iktifa edilmiştir. Ancak asıl doğru olan, bundan kastın sadece Hristiyanlar olduğudur. Çünkü Yahudiler daha önce zikredilmiştir. Hasan-ı Basri der ki: Bu ayette, onların isimlerinin Allah’ın isimlendirmesiyle değil kendi isimlendirmeleriyle “Nasara: Hristiyanlar” olduğuna delil vardır. Biz onlardan Tevhid ve peygamberlik hususunda söz aldıkda (onlarda kendilerine belletilenlerin bir kısmını unuttular. Bu yüzden kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık.”

Page 16: Beğavi Tefsiri-2

Farklı meyil ve arzularla, dini konularda sürekli bir çatışma ve tartışma içinde bulunmaları suretiyle Mücahid ve Katade: Yani yahudilerle Hristiyanlar arasına saldık, demişlerdir. Bazıları da: Onlar sadece Hristiyanlardır, Yakubiyye, Nasturiyye, Milkaniyye (bugünkü en meşhur mezhebleriyle Katolik, Ortodoks, Protestan) gibi grup ve mezheblere ayrılmışlardır. Bunlar birbirlerini tekfir ederler. “Allah yapmakla oldukarını onlara” Ahirette “haber verecektir.”15- “ey Kitap ehli” İki kitabın da ehli kastedilmektedir. “size peygamberimiz gelmiştir, kitaptan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatır.” Yani: Tevat ve İncil’deki Muhammed’in (s.a.v.) sıfatı, Recm ayeti vb. gizlediğiniz meseleleri. “ve çoğundan da geçiverir.” Yani gizlediğniz birçoğuna da bakmaz. Ona değinmez ve sizi onun için azarlamaz. “Gerçekten Allah’tan size bir nuru.” Yani Muhammed. Denildi ki: İslam “ve apaçık bir kitap” Yani açık anlaşılır. denildi ki: açıklayıcı. Bu kitap Kur’an’dır. “gelmiştir.16- “Allah onunla, rızasına” hoşnutluğuna “uyanları selamet yollarına.” “Sübul es-Selam: selam yolları” denildi ki: Selam Allah, Selam yolu ise Allah’ın (c.c.) kulları için koyduğu ve onunla Rasullerini gönderdiği dinidir. Denildi ki: Selam selamettir. “Lezaz” ve “lezaze” gibi. Her ikisinin anlamı aynıdır (lezzetli olmak). “iletir ve izniyle” yardımı, hidayet etmesi ve yolg östermesiyle “karanlıklardan nura” Küfür karanlıklarından iman nuruna “çokarır ve dosdoğru yola” ki o İslam’dır. “iletir” “Andolsun ki: Allah ancak Meryemoğlu Mesih’tir diyenler kafir olmuştur.” Bunlar Allah Meryem oğlu Mesih’ten başkası değildir diyen Yakubiyyelerdir. “De ki: Peki Meryem oğlu Mesih’i, anasını ve yeryüzünde olanların hepsini helak etmek isterse, kim Allah’a karşı koyabilir.” Yani Allah (c.c.) bir şeyi takdir edip karar verdiğide onu kim engelleyebilir. “Gökerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Ve Allah herşeye kadirdir.”“Yahudiler ve Hristiyanlar “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz” dediler.”Denildi ki: Onlar bundan “allah bize karşı şefkat ve merhametinde baba gibidir. Biz de ona yakınlık ve mertebebiz yönünden oğullar gibiyiz” anlamını kastettiler. İbrahim en-Nehai der ki: Yahudiler Tevrat’taki “Ey Ahbar’ımın (din alimlerimin) oğulları” hitabını “Ey Ebkar’ımın (bakirelerimin) oğulları” hitabına çevirdiler. Bu sebeple de “Biz Allah’ın oğullarıyız” dediler. Denildi ki: anlamı “Biz Allah’ın rasullerinin oğullarıyız” şeklindedir.“De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size neden azap ediyor.” Yani durum sizin sandığınız gibiyle, siz onun oğulları ve sevgilileriyseniz, baba oğluna, seven de sevgilisine azap etmez. Halbuki onun size azap ettiğini siz de kabul ediyorsunuz. Denildi ki: anlamı, “Neden sizden öncekilere günahları sebebiyle azap etti ve onları maymunlara, domuzlara çevirdiği” şeklindedir. “Hayır, siz onun yarattığ insanlarsınız” Diğer insanlar gibi iyiliğinizin ve kötülüğünüzün karşılığını göreceksiniz. “O dilediğini” lütuf ve keremiyle “affeder, dilediğine ise” adaletiyle “azap eder. Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakierin mülkü Allah’ındır. Dönüş de ondarı.”19- “Ey kitap ehli! Peygamberlerin fetreti döneminde.” Yani onların kesildiği bir dönemde. İsa (a.s.) ile Muhammed (s.a.v.) arasındaki süre hususunda ihtilaf edilmiştir. Ebu Osman el-Hindi 600 yıl; Katade 560 yıl, Muhammed ve Kelbi ise 540 yıldır

demişlerdir.1 Bu dönemin “fetret” olarak isimlendirilmesi, Peygamberlerin önceleri ardarda kesintisiz bir şekilde gönderilmeleri, İsa dan sonraki bu uzun dönemde Muhammed’den (s.a.v.) başka kimsenin bulunmaması nedeniyledir. “gerçekten size Peygamberimiz” Muhammed (s.a.v.) “gelmiştir. Gerçekleri” Hidayet yalanını ve dinin şeriatını kurallarını “açıklıyor ki; bize müjdeci ve uyarıcı gelmedi, demeyesiniz.” “Demeyesiniz” olarak tercüme edilen cümle “en tekulu” demeniz şeklindedir. Ancak orada bir olumsuzluk harfi “la” gizlidir. Yani “keyla tekulu” dememeniz için. “Ve gerçekten size bir müjdeci ve uyarıcı gelmiştir. Ve Allah herşey kadirdir.”(1) İbni Kesir (rh.a.) tefsirinde (2/30) İmam Beğavi’nin zikrettiği bu görüşleri zikrettikten sonra şunları söylemiştir: “...Dahhak ise 430 küsür sene olduğunu söyler. İbni asakir, İsa’nın (a.s.) hayatından bahsederken Şa’bi’nin şöyle söylediğini nakleder: İsa’nın göğe çekilmesinden Peygamber’in (s.a.v.) hicretine kadar 933 sene geçmiştir.Meşhur olan görüş, bu sürenin 600 sene olduğudur. Kimileride 620 sene derler. Bu ikisi arasında bir çelişki yoktur. Çünkü ilk söyleyen kişi şemsi seneyi, diğeri ise kameri yılı kasdetmiştir. Kameri yıl ise güneş yılının heryüz senesi arasında yaklaşık üç senelik fark vardır. Bunun için Allah (c.c.) mağra halkından söz ederken: “Onlar mağaralarında üçyüz yıl kaldılar ve dokuz yıl arttırdılar.” buyurmaktadır. Bu dokuz yıl, ehli kitab tarafından bilinen güneş yılının üçyüze tamamlanması için gereken Kameri yıldır. Bilumum İsrailoğulları Peygamberlerinin sonunucusu İsa (a.s.) ile son peygamber Muhammed (s.a.v.) arasında fetret dönemi vardır. Nitekim Buhari’de rivayet edildiği üzere...” Yani Peygamberin gönderildiği dönem olan “Fetret dönemi3 İsa (a.s.) ile Muhammed (s.a.v.) arası dönemdir.

“Hani Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim, Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani sizin aranızda.” (Yani sizden)1

“peygamberler göndermiş ve size saltanatlar ihsan eylemişti.” İbni Abbas der ki: Yani hizmetçiler sahibi kılmıştı. Katade der ki: Onlar, hizmetçilere şahin olan ilk topluluktu. Onlardan önce hiçbir topluma hizmetçileri yoktu. Ebu Said el-Hudri’den Rasulullah’ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “İsrailoğlullarından ibri bir hizmetçi, bir kadın bir de bineğe sahip olduğnuda

ona ‘Kral’ adı verilirdi.”2

(1) Parantez içi 2. yazma nüshada yoktur.(2) Suyuti bunu İbni Ebi Hatim yoluyla Ebu Said el-Hudri’ye nisbet etmiştir. (ed-Dürru’l-Mensur: 3/46). İbni Kesir’de bunu tefsirinde (2/38) zikretti ve: Bu vecihle garip bir hadistir, dedi.

Page 17: Beğavi Tefsiri-2

Hadisin senedinde İbni Lühey vardır. Kendisi dördüncü tabakadan kitaplarının yanmasından sonra hadisleri net anlamamış karıştırmıştır. Seneddeki diğer bir isim Derrac b. Ebi’s-Semh ise Saduk olup, Ebi’l-Heysem yoluyla yaptığı rivayetlerinde zayıflık vardır. (et-Takrib).(3) Müslim ez,Zühd ve’r-Rekaik, (No: 2979) 4/2285.Ebu Abdurrahman el-Hubulli der ki: Abdullah b. Amr b. el-As’a birisi: Biz muhacirlerin fakirlerinde değil miyiz? diye sordu. O da:“Kendisine sığınabildiğin bir hanımın var mı?” dedi. O:“Evet” diye cevap verince. Abdullah oturduğun bir evin var mı?” diye sordu. O da:“Evet” deyince Abdullah:“Öyleyse sen zenginlerdensin” dedi. Adam:“Benim birde hizmetçim var” dedi. Bunun üzerine Abdullah:“O durumda da sen krallardansın” dedi.Süddi der ki: “Ve bizi Mısır’lı kıptilerin elinde köleler iken kurtaracak kendi özgürlüğüne sahip hür kimseler ve krallar eyledik.” Dahhak der ki:“Evleri geniş, yanında da sürekli akan suları vardı. Her kim bunlara sahipse o kraldır. (Dünyada kimseye vermediğni size vermişti.) Yani zamanımızın dünyasında, Mücahid der ki: Bunlar; bıldırcın eti, kudret helvası, taş ve bulutların gölgelendirmesi vs.dir.21- Ey kavmim, Allah’ın size yazdığı mukaddes beldeye girin.”Mukaddes belde hakkında ihtilaf edilmiştir: Mücahid; o Tur dağı ve etrafı, Dahhak: İyliya ve Beytü’l-Mukaddes, İkrime veSüddi, Eriha, Kelbi, Dımeşk (Şimdiki Şam), Filistin ve Ürdün’ün bir kısmı; Katade, Şam’ın (Şimdiki Suriye, Ürdün, Lübnan ve Filistin) tümü, demiştir. Ka’b der ki: Allah’In indirdiğikitapta, Şam’ın Allah’ın yeryüzündeki gizli hazinesi ve kullarının çoğunun bulunduğu yer olduğunu buldum.“Allah’In size yazdığı” Yani: Levh-i Mahfuz’da buranın sizin yerleşim yeriniz olduğunu yazdığı, İbni İshak “Allah’In size hibe ettiği” der. Denildi ki: “Sizin için kıldığı”. Süddi ise: “Size girmenizi emrettiği” der. Katade ise şöyle der: Onlar namazla emrolundukları gibi bununla da emrolunmuşlardı. Yani: Size farz kıldığı “ve ardınıza dönmeyin” Yani: Allah’ın bu emrine muhalefet ederek ayaklarınız üzeri geri dönmeyin. “yoksa hüsrana uğrayanlardan olursunuz.” Kelbi der ki: İbrahim (a.s.) Lübnan dağına çıktığında ona: “Gözünün görebildiği yere kadar bak. Orası mukaddestir ve neslinin varis olacağı yerdir.“Dediler ki: Ey Musa, orada gerçekten zorba bir kavim var.” Gizli haberler alıp durumu öğrenmek üzere o kavme gönderilen temsilciler Musa’ya (a.s.) döndüklerinde gördüklerini anlattılar. Musa’da (a.s.) onlara: Onların durumunu gizleyin ve hiçbir askere anlatmayın ki, dağılmasınlar. Ancak, Musa’nın (a.s.) dediğine vefat gösteren iki kişinin dışındakiler yakınlarına ve amcaoğullarına anlattılar. Bu iki kişiden biri Musa’nın zenci Yuşa b. Nun b. Efraim b. Yusuf (a.s.), diğeri ise Kalib b. Yukna Haten idi. Bu da Musa’nın bacısı İmran kızı Meryem’in eşiydi. Her ikisi de temsilcilerdendi. İsrailoğullarından bu temsilcilerin anlattıklarından haberdar olan bir grup insan ağlayarak çığlıklar attılar ve “Keşke Mısır’da olsaydık. Keşke şuracıkta ölseydik de, beldelerine girip onlara hanımlarımızı, evlatlarımızı ve yüklerimizi ganimet olarak kaptırmasaydık. Bir adam arkadaşına: Gel başımıza bir başkan seçelim de Mısır’a dönelim diyordu. İşte Allah burada onları anlatmaktadır: “Dediler ki: Orada gerçekten zorba bir kavim var. Onlar oradan çıkmadıkça bin katiyyen oraya girmeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de gireriz.” “Cebbar zorba” aslen “büyük, kahredilemeyen, yenilmeyen” anlamına gelir. Örneğin “Cebbar hurma ağacı” ellerin ulaşamayacağı kadar uzununa denir. Bunlara da Cebbar denilmesi uzunlukları ve bedenlerinin gücü nedeniyle onlara ulaşmanın ve onları yenmenin imkansızlığından dolayıdır. Onlar gerçekten çok güçlüydüler, Ad kavminden kalma insanlardılar. İsrailoğulları bunları söyleyin de Mısır’a gitmeye niyetlenince Musa (a.s.) ve Harun (a.s.) secdeye kapandılar. Yuşa ve Kalib’de elbiselerini yırttılar. Bunlar Allah’ın (c.c.) şu ayette anlattığı kimselerdir.“Korkanlar arasında bulunan” Yani Allah’tan korkanlar, Said b. Cübeyr bunu “Yuhafune: kendinden korkanları” şeklinde okumuştur. O der ki: Bu iki kişi zorbalardandılar. Müslüman olup, Musa’ya (a.s.) tabi olmuştular. “Allah’ın nimetine erdirdiği iki adam” Allah’ın muvaffak kılması ve korumasıyla “demişlerdi ki: Onların üzerine kapıdan” Yani zorbaların köyünden “girin, oraya girerseniz muhakkak siz galiplersiniz.” Çünkü Allah (c.c.) vaadini yerine getirir. Biz onları gördük, bedenleri büyük olsada kalpleri zayıftır. O nedenle onlardan korkmayın. “Şayet müminlerseniz sadece Allah’a dayının.” İsrailoğluları da onları taşlamak istediler ve onları dinlemeyip isyan ettiler.“Dediler ki: Ey Musa, onlar orada oldukladı müddetçe, ebediyyen oraya girmeyeceğiz. Git sen ve Rabbin sava şın. Biz burada oturuyoruz.”Bize Abdulvahid el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na Ebu Nuaym, O’na İsrail, O’na Muharik, O’na Tarık b. Şihab, O’na İbni Mesud (r.a.) şöyle anlattı: Mikdat b. Esved’in bir olayına tanık oldum O’nun arkadaşı olma benim için ne sevimliydi. Müşriklere beddua eder bir halde Rasulullah’a (s.a.v.) gerdi ve: Musa’nın kavmin dediği gibi: “Git, senve Rabbin savaşın” demeyiz. Aksine biz sağında, solunda, önünde ve

arkanda savaşırız, dedi. Peygamber (s.a.v.) baktım Mikdad’ın söylediğiden yüzü parlamış ve çok sevinmişti.1 İsrailoğulları

Page 18: Beğavi Tefsiri-2

yaptıklarını yapıp, Rabblarının emrine uymayarak, Yuşa ve Kalib’e saldırarak yaptıklarını yapınca Musa (a.s.) kızdı ve onlara beddua etti. “Dedi ki: Rabbim, ben ancak kendime ve kardeşime sahibim.” Denildi ki: anlamı “Ben sadecekendimi, kardeşimde sadece

kendisine sahip”dir. Denildi ki: anlamı “Bana sadece kendim ve kardeşim itaat ediyor” şeklindedir.2 “Artık bizimle fasıklar” isyankarlar “güruhunun arasını ayır” Birbirimizden ayır. Denildi ki: “Ramazıda hükmet”“Dedi ki:” Yani yüce Allah “Öyleyse orası onlara haram kılındı.” Denildi ki: Cümle burada sona erdi. Anlamı şöyledir: “Bu belde onlara ebediyyen yasaktır.” Bu dinin kuralı olarak bir haram değil, engelleneceklerine, hiçbir zamang iremeyceklerine dair bir haber bir “engelleme yasağı”dır. (Yani: burası onlara kesinlikle haramdır. Buraya girmek onalar kesinlikle nasip

olmayacak). Allah Musa’ya (a.s.) şöyle vahyetti: “Kendime yemin ederim ki”3 Onlardan iki kulum Yuşa ve Kalib dışındakiler emukaddes beldeye girmeyi haram kılacağım ve onları bu toprakarda şaşkınlar yapacağım. Kırk yıl (şaşkın şaşkın gezecekler)4 O günlerin her bir gününü bir yıl gibi sanacaklar. Onların ölü cesetlerini çölde bırakacağım. Onların kötülük işlemeyen oğulları ise oraya girebilecekler.(1) Buhari el-Meğazi, babu kavli’llahi teala “İz testeğisune rabbukum...” 7/287.(2) Parantez içinin tümü 2. yazma nüshada yoktur.(3) Bu 1. yazma nüshada yoktur.(4) Bu 2. yazma nüshada yoktur.“Öyleyse orası onlara kırk yıl haram kılındı. Yeryüzünde şaşkın şaşkın” Ne yaptığını bilmeksizin “dolaşacaklar. Artık sen fasıklak güruhu için taşalanma.” Yani böylesi fasık bir kavim için üzülme. Sayıları 600 olan bu savaşçılar altı fersah mesafesinde 40 yıl kaldılar. Her gün hızlı hızlı yürüyorlar, akşam olduğunda kendilerini, yine sabah çıktıkları yerde buluyorlardı.Denildi ki: Musa (a.s.) ve Harun (a.s.) aralarında yoktu. Daha sahih görüşe göre ise bunlar da onlarla birlikteydi. Ancak ceza bunlara değil diğerlerineydi. Şaşkınlık haline girdiklerinde yirmi yaşından büyük olanların hepsi bu süre içinde öldüler. Yuşa ve Kalih ise sağ kaldılar. Eriha’ya “Biz oraya kesinlikle girmeyeceğiz” diyenlerden hiçbiri giremedi. Onların hepsi ölüp, 40 yıl süresi dolup, ölenlerin yeni nesli yetişince, zorbalarla savaşa girdiler.Bu harbi kimin yönettiği ve fethi kimin gerçekleştirdiği hususunda ihtilaf vardır. Bazıları şöyle demişlerdir: Eriha’yı Musa (a.s.) fethetti. Yuşa’da ordunun önünde yer alıyordu. Musa (a.s.) İsrailoğullarından geriye kalanlarla zorbalara doğru yürüdü. Oraya önce Yuşa girdi ve zorbalarla savaştı. Sonra da Musa (a.s.) girdi. Musa (a.s.) Allah’ın dilediğikadar yaşadı. Sonra Allah (c.c.) onu vefat ettirdi. Kabrini kimse bilmemektedir. Bu, görüşlerin en doğrusudur. Çünkü Alimlerin ittifakıyla İvec b. Unuk’u Musa (a.s.) öldürmüştür.Diğer bazıları da zorbalarla Yuşa’ın savaştığını,o nların üzerine Musa’nın (a.s.) vefatından sonra yürüdüğünü söylemişlerdir.

Onlara göre (Musa)1 ile Harun “şaşkınlık dönemi”nde vefat etmişlerdir.(1) Bu 2. yazma nüshada yoktur.

HARUN’UN (A.S.) VEFATI KISSASI

Süddi der ki: Allah (c.c.) Musa’ya (a.s.):“Harın’u vefat ettireceğim onu filan dağa getir” dedi. Musa (a.s.) ile Harun (a.s.) o dağa doğru yola çıktılar. Yürürken birden, benzeri görülmemiş bir ağaca, içinde yatak, O’nun üzerinde de güzel kokulu bulunan bir eve rastladılar. Bu Harun’un (a.s.) hoşuna gitti ve:“Ey Musa (a.s.), bu yatakta uyumak istiyorum” dedi. Musa’da (a.s.):“Uyu” dedi. Harun (a.s.):“Ancak, evin sahibinin gelmesinden ve bana kızmasından korkuyorum” dedi. Musa (a.s.):“Korkma, ben seni bu evin sahibinden korurum, uyu” dedi. Harun (a.s.):“Ey Musa, sende uyu ki evin sahibi geldiğide ikimize de kızsın.” dedi. Uykuya daldıklarında Harun’u ölüm tutmaya başladı. Öleceğini görünce:“Ey Musa, beni aldattın” dedi. Vefat edince ev yukarı kaldırıldı. Ağaç geride kaldı ve yatak bu evle birlikte yukarı kaldırıldı. Musa (a.s.) İsrailoğullarına Harun’suz dönünce:“Musa (a.s.) İsrailoğullarının Harun’u çok sevmelerini çekemedi ve onu öldürdü” dediler. Musa:“Yazıklar olsun, o benim kardeşimdi, nasıl öldürebilirim” dedi. Onlar onu dinlemeyip sözü uzatınca kalktı ve iki rekat namaz kıldı. Sonra Allah’a (c.c.) dua etti. Bunun üzerine yatak indi. Böylece onu gökle yer arasında gördüler ve Musa’yı tasdiklediler.Ali b. Ebi Talib’de (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir: Musa (.as.) ve Harun (a.s.) o dağa çıktılar. Harun öldü. (Musa ise hayatta

kaldı.)1 İsrailoğulları ona:

Page 19: Beğavi Tefsiri-2

“Onu sen öldürdün” dediler ve ona eziyet ettiler. Bunun üzerine Allah (c.c.) meleklere emretti; onlarda onu aldılar ve İsrailoğullarının üzerine getirdiler ve onun öldüğünü belirttiler. Böylece İsrailoğulları onun ölümünü bilmiş oldular. Allah (c.c.) onu onların söylediklerinden temize çıkardı. Melekler daha sonra onu alıp, götürdüler ve defnettiler. Kabrinin yerini sadece er-Rahm isimli birisi öğrendi. Ancak Allah (c.c.) onu sağır ve dilsiz yaptı.(1) Bu 2. yazma nüshada yoktur.Amr b. Meymun der ki: Harun (a.s.), Musa’dan (a.s.) önce İsrailoğullarının “şaşkınlık” döneminde vefat etti. Birlikte bazı mağaralara gittiklerine Harun (a.s.) vefat etti. Musa’da (a.s.) onu defnederek İsrailoğullarının yanına döndü. “Onaolan sevgimizden dolayı onu öldürdün” dediler. Harun İsrailoğulları tarafından çok seviliyordu. Musa (a.s.) Allah’a (c.c.) yalvardı. Allah’da (c.c.) onu:“Birlikte kabre gidin. Ben, Harun’u (a.s.) göndereceğim” dedi. Musa’da (a.s.) onlarla birlikte kabrine gitti. (Musa seslendi). Harun (a.s.) başındaki tozu silkeler bir halde kabirden çıktı. Musa (a.s.):“Seni ben mi öldürdüm?” diye sorunca. O:“Hayır, ben öldüm” diye cevap verdi. Musa (a.s.):“Yattığın yere dön” dedi. Hep birlikte oradan ayrıldılar.Musa’nın (a.s.) vefatına gelince: İbni İshak şöyle der: Musa (a.s.) ölümü istemez ve onu gözünde büyütür bir hale gelmişti. Allah (c.c.) ona ölümü sevdirmek istedi. Sabah akşam Musa’nın (a.s.) yanına giden Yuşa b. Nun’a durumu haber verdi. Musa (a.s.) birgün Yuşa’a:“Ey Allah’ın Peygamberi, Allah yakınlarda sana ne belirtti?” diye sordu. Yuşa’da: “Ey Allah’In Peygamberi, yanında senelerce kaldığım halde, Allah’ın sana ne vahyettiğini sordum mu ki, şimde sen bana soruyorsun?” dedi ave ona hiçbirşey anlatmadı. Bunu gören Musa (a.s.) hayattan nefret etmeye ve ölümü sevmeye başladı.Bize Ebu Hasan b. Said el-Münii, O’na Ebu Tahir Muhammed b. Muhammed b. Mahmeş ez-Ziyadi, O’na Ebubekir muhammed b. el-Hüseyin el-Kattan, O’na Ahmed b. Yusuf es-Selmi, O’na Abdurrezzak, O’na Muammer, O’na Hümam b. Münebbih, O’na da Ebu Hureyre (r.a.) şöyle haber verdi: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Ölüm meleği Musa b. İmran’a gelerek: “Rabbine icabet et” dedi. Musa (a.s.) meleğin gözüne tokat atarak onu kör etti. Ölüm meleği de Allah’In (c.c.) katına giderek:“Beni, ölümü istemeyen bir kuluna gönderdin, gözümü de kör etti” dedi. Allah (c.c.) onun gözlerini yerine getirdi ve:“Kuluma git ve: ‘Hayatı mı istiyorsun?’. Şayet hayatı istiyorsan elini bir öküzün sırtına koy. Elinin kapladığı bölgediki kıllar sayısı kadar yıl yaşayacaksın de” dedi. Melek bunu söyleyince Musa (a.s.):“Sonra ne olacak?” diye sordu. Melek:“Sonra öleceksin” dedi. Bunun üzerine Musa (a.s.):“O halde şimdi, yakında. Rabbim! Beni Mukaddes beldeye bir taş atımlığı uzaklığa kadar yaklaştır” diye dua etti. Sonra Peygamber (s.a.v.):

“Vallahi orada olsaydım, size, kırmızı kum tepesindeki yolun yanındaki kabrini gösterirdim” dedi.1

(1) Buhari, el-Cenaiz, babu men ehabbe’d-defne fi’l-ardi’l-mukaddese: 3/206, ve Kitab el-Enbiya; Müslim el-Fedail, babu min fedaili Musa (.as.) (No: 2379) 4/1843; Müellif, Şerhu’s-Sünne: 5/265. Yukarıda zikredilenin lafzı Müslim’indir.Vehb şunları söyler: Musa (a.s.) bazı ihtiyaçları için çıktı. Bir grup meleğin, daha önce benzerini görmediği güzellikte ve güzel görünüm, parlaklık ve yeşillikte bir kabir eştiklerini gördü.” Onlara:“Ey Allah’ın melekleri, bu kabri neden eşiyorsunuz?” dedi. “Allah katında değerli bir kul için” diye cevap verdiler. O (a.s.):“Bu kulun Allah katındaki derecesi çok yüksek olmalı. Bugün gördüğüm gibisini hiç görmemiştim” dedi. Melekler de:“Ey Allah’ın seçkini! Bunun senin olmasını arzular mısın?” diye sorunca. Musa (a.s.):“Arzularım” diye cevap verdi. Onlar da:“Oraya in, yat ve Rabbine yönel” dediler. O da indi ve Rabbine yöneldi. Sonra çık rahat bir şekilde nefes aldı. Allah (c.c.) ruhunu aldı. Melekler de üstünü kapadılar.Denildi ki: Ölüm meleği ona cennetten bir elma getirdi. O da onu koklar koklamaz ruhunu aldı.Musa (a.s.) vefat ettiğinde 120 yaşındaydı. Vefatında 40 yıl sonra Allah (c.c.) Yuşa’ı Peygamber olarak gönderdi. İsrailoğullarına, zorbalarla savaşmalarını emrettiğini haber vermesini emretti. Onlar da onu tasdik ettiler ve ona tabi oldular. O da İsrailoğullarıyla birlikte, yanında “Misak sandığı” olduğu halde Eriha’ya doğru yöneldi. Altı ay boyunca orayı kuşattı. Yedinci aya girildiğinde İsrailoğulları boruya üfleyerek yüksek ses çıkardılar. Halk büyük bir sarsıntıyla sarsıldı ve şehrin kalesi düşüverdi. İsrailoğulları şehre girdiler ve onlara hücum edip öldürdüler. İsrailoğulları grup grup onlardan birinin boynuna çıkıyorlar, koparana kadar vuruyorlardı. Savaş cuma günü yapıldı. Zorbaların bir kısmı hayatta kaldı. Güneş batmak üzere ve Cumartesi gününe girilmek üzereydi ki Yuşa şöyle dua etti: “Allah’ım! Güneşi bana gönder.” Güneşe de şöyle seslendi. “Sen de ben de Allah’a itaatkar varlıklarız.” Sonrada Cumartesi gününe girilmeden önce Allah düşmanlarından intikam almak için güneşten durup batmamasını, aydan da öylce kalmasını istedi. Güneş bu emre icabet etti ve gündüzü bir saat uzattı. Yuşa’da hepsini öldürdü. Şam meleklerini teker teker araştırdı ve

Page 20: Beğavi Tefsiri-2

onlardan 31’ini öldürdü. Böylece Şam beldesinin tümünü ele geçirdi. Şam’ın tümü artık İsrailoğullarının olmuştu. Adamlarını ŞAm’ın dört tarafına gönderdi ve ganimetleri topladı. Ancak (önceki ümmetlerde olduğu gibi ateşin inip ganimeti yakıp yok etmesi gerekirken) ateş inmedi. Allahu Teala Yuşa’a ganimetten çalınan çalıntınını olduğunu bildirdi ve onların kendisine beyat etmelerini emretti. Hep birlikte beyat ettiler ve teker teker ellerini tuttu. Bu adamla el ele tutuştuğudan ona yanındakiler getir dedi. O da, kenadı mücevher ve yakutla çevirili altından yapılmış bir öküz başı getirdi. Onu ganimetten çalmıştı. Bu başı adamlar birlikte kurban edilecek ve ateşin gelip yok edeceği yere koydu. Ateş geldi ve adamı ve kurbanı yedi. Bu fetihten sonra Yuşa vefat etti ve Efraim dağında defnedildi. Öldüğünde yaşı 126 idi. Musa’dan (a.s.) sonra, İsrailoğullarını 27 yıl yönetti.

“Onlara Adem’in iki oğlunun” Onlar Habil ve Kabil’dir. Denildi ki: Kabil’in ismi “Kabin”dir.1 “Kıssasını doğru olarak anlat. Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı.” İlim ehlinin belirttiğine göre onların kurban sunmalarının sebebi şuydu: Havva Adem (a.s.) için her batında bir erkek bir kız doğuruyordu. Doğurduğu çocukların sayısı 20 batında 40 çocuk idi. Bunların ilki Kabil, ikizi Aklima, sonuncuları Abdulmuğis ve onun ikizi Emetülmuğis idi. Sonra Allah (c.c.) Adem’in (a.s.) nesline bereket verdi ve sürekli çoğalıverdiler. İbni Abbas (r.a.) der ki: Adem (a.s.) vefat ettiğinde çocukları ve torunlarının sayısı 40.000’e ulaşmıştı.(1) Adem’in bu iki oğlunun isimleri hususunda -bilebildiğimiz kadarıyla- hiçbir ayet veya hadiste birşey belirtilmemiştir. Bunlar, alimlerin kitap ehlinden nakillerine göredir. Dolayısıyla bu hususta kesin kanaat belirtmek veya değişik görüşler arasında tercih yapmakg erekmez. Bunlar söylenmiş birer sözlerdir, o kadar. Bkz: Umdetü’t-Tefsir, eş-Şeyh Ahmed Şakir: 4/123.Kabil ve Habil’in doğumları hususunda ihtilaf edilmiştir: Bazıları şöyle söylemişlerdir: Adem (a.s.) yeryüzüne indirildikten 100 yıl sonra Havva ile ilişkiye girdi, bir batında Kabil ile ikizi Aklima, diğer bir batında da Habil ile ikizi Lebuda doğuverdi.Muhammed b. İshak ilk kitabı (Tevrat’ı) bilenlerden naklen şunları söylemiştir. Adem (a.s.) hataya düşmeden önce cennette Havva (a.s.) ile ilişkide bulunuyordu. Havva orada Kabil ve ikizi Aklima’ya hamile kaldı. Doğurana kadar hiçbir eziyet, meşakkat ve acı hissetmedi. Doğurduğuda da hiç kan görmedi. Yere indiklerinde tekrar ilişkiye girdiler. Bundan da Habil ve ikizine hamile kaldı. Bunda acı, eziyet, meşakket hissetti ve kan gördü. Adem (a.s.) çocukları genişlik yaşına ulaştıklarında bir batındaki erkeği diğer batındaki kızla everirdi. Onlardan herbiri ikisi dışındaki istediği kızla evlenebilirdi. Çünkü o zamanda her bir kız kendilerinin kardeşi idi, başka kız yoktu. Kabil ve ikizi Aklima -Kelbi’ye göre- iki yıl sonra da Habil ve ikizi Lebuda doğunca ve ergenlik çağına gelince Allah (c.c. ) Adem’e (a.s.) Kabil’i Lebuda ile, Habil’i de Aklima ile evlendirmesini emretti. Adem’de (a.s.) bunu çocuklarına haber verdi: Habil buna razı olmasına rağmen, Kabil razı olmadı ve: “Bu benim bacım. Ben onad daha layığım. Üstelik biz cennette doğma çocuklarız, onlar ise dünyada doğma çocuklar” dedi. Babası:“Bacın sana helal değil” dediyse de o bunu kabul etmeye yanaşmadı ve:“Bunu sana Allah emretmedi; bu senin görüşün” dedi. Adem de (a.s.):“O halde ikiniz de birer kurban Allah’a yaklaştırıcı sadaka sunun. Hanginizki kabul edilirse Aklima onun” dedi. O zamanlar bir kurban kabul edildiğinde gökten beyaz bir ateş iniverip onu yeyi verir, kabul edilmediğinde de ateş inmez, onu kuşlar ve yırtıcı hayvanlar yeyiverirdi. Her ikisi de birer kurban sundular. Bahçıan olan Kabil bir avuç yiyecek sundu ve içinden: “Kabul edilsin veya edilmesin, benim için önemli değil o kızkardeşimle kesinlikle evlenemez” diye geçiriverdi. Hayvancılık yapan Habil ise davarlarının arasından eni koçu sundu. İçinden ise Allahu Teala’nın rızasını geçiriyordu. Bunlar kurbanlarını

dağın tepesine bıraktılar. Adem (a.s.) çağırdı; gökten bir ateş indi ve Habil’in kurbanını yedi, Kabil’inkini ise yemedi. 1 İşte

Allah’ın (c.c.) şu buyruğu bunu ifade etmektedir “birisinden” (Yani Kabil’den)2 “kabul edildi, diğerinden” Yani Habil “ise kabul edilmedi.” Hep birlikte dağdan indiler. Habil duruma isinrlenmişti. Kalbinde Habil’e karşı sürekli kin tuttu. Babası Mekke’yi ziyaret için ayrıldığı bir zamanda, Habil koyunlarının yanında iken yanına geldi ve “Andolsun ki seni öldüreceğim dedi” Habil:“Neden” diye sordu. Kabil şöyle cevap verdi:“Çünkü Allah (c.c.) senin kurbanını kabul etti, benimkini ise reddetti. Böylece sen güzel kızkardeşimle evleneceksin, ben ise senin o çirkin kızkardeşinle. İnsanlarda senin benden hayırlı olduğunu söyleyecekler, çocukların çocuklarıma karşı övünecekler.” “O da dedi ki:” Yani Kabil de dedi ki: Günahım ne? “Allah sadece müttakilerden kabul buyurur.”(1) Bu kıssayı Taberi Tefsirinde: 6/188 (Halebi baskısı) rivayet etti. İbni Kesir’de aynı anlamda birkaç rivayet zikretti. (2/42-44). Şeyh Ahmed Muhammed Şakir Umdetü’t-Tefsir’de (4/124) şunları söylemiştir: “Bu kitap ehli kıssalarındandır. Ancak bunların sahih bir (hadisten vs.) delili yoktur. İbni Kesir daha sonra bu anlamda tefsir kitaplarında bol bol bulunan, birçok eser (Sahabe, Tabinii vs. sözü) zikretmiştir.” Şeyh Şakir İbni Kesir’in de zikrettiği Taberi’nin rivayetlerine düştüğü dipnotta şöyle söylemiştir. Bu -gördüğün gibi- sünneti Nebeviyye’de bulunmayan bir haberdir. Aksine -göründüğü kadarıyla- İbni Abbas’ın (r.a.) ehli kitabın kitaplarından yaptığı alıntılardır.(2) 2. yazma nüshada yoktur.“Beni öldürmek için elini bana açsan.” Yani uzatsan “ben seni öldürmek için elimi sana uzatmam. Muhakkak ki ben, alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” Abdullah b. Ömer der ki: “Vallahi, öldürülen kimse öldürenden daha güçlü

Page 21: Beğavi Tefsiri-2

olmasına rağmen, elini kardeşine uzatmaktan utanması onu engellemişse, bu Adem’in (a.s.) şeriatında öldürülmek istenen kimsenin ecir ve sevap umarak teslim olması ve elini kaldırmaması -Osman’ın (r.a.) yaptığı gibi- caizdir. Mücahid der ki: Ozamanlarda bir kimse birini öldürmek istediğnide diğerinin buna ses çıkarmayıp sabretmesi farz kılındı.“Dilerim ki, sen benim günahımı ve kendi günahını” Yani “beni öldürme günahını senin günahına”. Yani önceden yaptığın günahlarına “yüklenirsin” onunla dönersin. Denildi ki: Yüklenirsin. Yukarıdaki tefsir çoğu müfessirlerin görüşüdür. İbni Ebi Nücayh Mücahid’den şöyle nakletmiştir: Anlamı “Dilerim ki, beni öldürdüğünde, kendimin işlediği günahları ve senin günahının senin üzerine olur ve böylece hem hatamı hem de kanımı yüklenirsin.” Denildi ki anlamı: “Beni öldürme günahın ve kurbanının o sebeple kabul edilmediği günahınla -veya hasedinin günahıyla- dönmeni dilerim.”Şayet “Nasıl, Günahımı ve günahını yüklenmeni dilerim” diyebilir. Halbuki öldürme ve günah işlemeyi arzulamak ve istemek şer’an caiz değildir denilirse şöyle cevap verilir: Habil bunu gerçekten istememiştir. Aksine, onun kendisini mutlaka öldüreceğini sezince, sevabını umarak kendisini, tesilm olmaya kabul etmeye hazırlamıştır. Böylece o, kendisini öldürmesini hakikaten değil mecazen istemiştir. Denil diki: anlamı “Beni öldürmenin cezasını yüklenmeni isterim”dir. Bu durumda doğru bir dilektir. Çünkü Allah’ın (c.c.) hükmüne uygundur. Çünkü bu, öldürmeyi değil, öldürmenin sonucu günah ve cezayı istemektir.“Cehennemliklerden olursun. Zalimlerin cezası da budur.”“Bunun üzerine nefsi onu kardeşini öldürmeye” Yani kardeşini öldürme hususunda “itaat ettirdi” Yardım etti, taraftar oldu ve kendine uydurdu. (Mücahid (teşvik etti”, Kaatde “Nefsi ona bunu süsledi” Yeman “Nefsi ona bunu kolaylaştırdı, yani kolay

kıldı” şeklinde tefsir etmişlerdir.)1 Yani: Nefsi ona, kardeşini öldürmesinin ona koay olacağını düşündürttü. O da onu öldürdü. Kabil onu öldürmeye niyetlendiğinde, bunu nasıl yapacağını bilemedi. İbni Cüreyc der ki: Derken ona şeytan gözüktü. Eline bir kuş aldı. Başını bir taşın üzerine koydu ve başka bir taşla ezti. Kabil’de onu izliyordu. Böylece ona

öldürmeyi öğretti. Kabil’de Habil’i ik taş arasında ezmek suretiyle öldürdü.2 (1) Parantez içi 2. yazma nüshada yoktur.(2) Bkz: Taberi: 6/195 (Halebi baskısı); Tefsirü İbni Kesir: 2/46.Bir görüşe göre Habil hiç engel olmadı o da onu öldürdü. Diğer bir görüşe göre ise Habil uykudayken Kabil ona saldırdı ve başını ezerek öldürdü. İşte Allah’ın (c.c.) şu buyruğu bunu ifade etmektedir. “o da onu öldürdü de hüsrana uğrayanlardan oldu.” Habil, öldürüldüğünde 20 yaşındaydı.Öldürüldüğü yer hakkında ihtilaf edilmiştir. (Denildi ki: Basra’da “Büyük Mescid”de öldürüldü Katil’in yüzü kararmıştı. Onu gören Adem (a.s.) kardeşini sordu. “Onun bekçisi değilim” diye cevap verdi Habil. Adem:

“Hayır onu öldürdün. O nedenle bedenin karardı” dedi. Adem (a.s.), Habil öldürüldükten sonra 100 yıl boyunca gülmedi.)1

(1) Bkz. Taberi Tefsiri 6/195 (Halebi Baskısı): Tefsiru İbni Kesir: (2/46).İbni Abbas (r.a.): (Sevr) DAğının tepesinde öldürdü demiştir. Denildi ki: Hira yolunda öldürdü. Sonra onu açığa bıraktı ve ne yapacağnı bilmedi. Çünkü o Ademoğullarının yeryüzündeki ilk ölüsüydü. ölünün üzerine vahşi hayvanları yürüyünce, bir torbaya koydu. 40 gün boyunca sırtında taşıdı. İbni Abbas bunun bir yıl olduğunu söyler. Kuşlar ve yırtıcı hayvnalar başında duruyorlar ve Kabi’in onu atacağı böylece onu yiyecekleri zamanı gösteliyorlardı. Bu esnada Allah (c.c.) iki karga gönderdi. Bunlar birbiriyle dövüştüler. Sonunda biri diğerini öldürdü. Gagası ve ayağıyla bir çukur açtı. Sonra öldürdüğünü oraya tarak ortadan kaldırmış oldu. Kabil’de onu izliyordu. İşte Allah’ın şu buyruğu bunu anlatmaktadır:“Sonra Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğin igöstermek için, ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi.” Kabil onu gördüğünde “dedi ki: Yazıklar olsun bana” Bu, pişmanlık bildiren bir kelimedir. Denilir ki: Karganın defnettiğni eşahit olunca onun daha çok bilgili olduğunu ve yaptığının cahillik olduğunu gördü ve pişman olarak böyle söyledi. Yazıklar olsun bana “bu karga gibi olmaktan bile aciz kaldım da kardeşimin ölüsünü örtemedim.” “Sev’etun” kelimesi ölüsü anlamına gelmektedir. Bir görüşe göre de “avreti” anlamındadır. Çünkü elbisesini çıkarmış, çıplak bırakmıştı. “Pişmanlık duyanlardan oldu.” Yani öldürdüğüne değil, sırtında taşıdığına. Denildi ki: Kardeşinden ayrılığına. Denildi ki: Öldürmesinden bir fayda elde etmediğini, ebeveynini kızdırdığı için pişman oldu. Pişmanlığı öldürmesi ve günah işlemesi nedeniyle değildi.Abdu’l-Muttalib b. Abdullah b. Hantap der ki: Kabil Habil’i öldürünce yeryüzü 7 gün boyunca sarsıldı. Sonra yeryüzü onun kanını -su içilircesine- içti. Allah (c.c.): “Habil kardeşin nerede?” diye seslendi. Kabil:“Bilmiyorum, onun bekçisi değilim ya” diye cevap verdi. Allah da (c.c.):“Kardeşinin kanı yerden bana sesleniyor. Kardeşini neden öldürdün?” diye sordu. Kabil:“O’nu öldürdüysem kanı nerede?” dedi. Bunun üzerine Allah (c.c.) yeryüzüne kan içmeyi (emmeyi) haram kıldı.Mukatil b. Süleyman’ın Dahhak yoluyla aktardığına göre İbni Abbas (r.a.) şöyle söylemiştir: Kabil Habil’i öldürdüğnüde Adem (a.s.) Mekke’de bulunuyordu. Birdenbire ağaçlar dikenleşti, iyyecekler farklılaştı, meyvalar eksileşti, su acılaştı ve yeryüzü tozduman oldu. Adem (a.s.):“Yeyüzünde önemli bir olay oldu.” Hindistan’a geldiğide Habil’in öldürüldüğünü gördü ve ilk şair olarak şu beyitleri söyledi:Memleket herşeyiyle birlikte değişti.Her renk ve her tata değşiverdi.

Page 22: Beğavi Tefsiri-2

Yer’in yüzü tozlu ve çirkinParlak yüzün güzelliği azaldı.“Essabih: parlak, aydınlık” yerine “Melih: güzel, şık” olarak da rivayet edilmiştir.Meymun b. Mehran İbni Abbas’ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir. Adem (a.s.) şiir söyledi diyen yalan söylemiştir. Çünkü Muhammed (s.a.v.) ve tüm Peygamberlere şiir yasaklanmıştır. Ancak şöyle olmuştur: Kabil Habil’i öldürünce Adem (a.s.) Süryanice ağıt yakmıştı. Daha sonra Şit’e (a.s.):“Ey oğlum sen benim vasimsin. Bu sözlerimi ezberle ki insanlar birbirlerine aktarsınlar ve ona acısınlar” dedi. Bu ağıt nesilden nesile aktarıla aktarıla Ya’rab b. Kahtan’a ulaştı. Arapça ve Süryanice bilen ve ilk kez arapça yazı yazan bu zat şiirde söylerdi. Ağata bakınca önünü arkasına, arkasını önüne getirerek ve bazı eklemeler de yaparak bir şiir yazdı. Ekleme beyitlerin bazıları şöyledir:Bana ne oluyorda gözyaşı akıtamıyorum.Hayatım boyunca keder görüyorum.Halbuki Habil’i kabir içen almıştır.Ben hayatımdan memnun muyum?Adem’in (a.s.), Habil’in öldürülmesinden 5 yıl sonra, 130 yaşında iken Şit isimli bir çocuğu oldu. Şit, Allah’ın hibesi, hediyesi anlamına geliyordu. Habil’in halefe mesabesinde olan bu kimseye Allah, gecelerin ve gündüzlerin saatlerini, her saatte Allah’a ibadet etmeyi öğretti. 50 sahife indirdi ve Adem’in (a.s.) vasisi ve halifesi kıldı. Kabil ise; ona: “Kovulmuş, sürülmüş olarak git. Korkarak, dehşet içerisinde ve hiç kimseden emin olmayarak defol git” denildi. O da kızkardeşi İklima’yı alarak Yemen’deki Adn beldesine kaçtı. İblis ona gelerek şöyle dedi:“Ateş’in Habil’in kurbanını yemesinin nedeni; onun ateşe ibadet etmesi nedeniyleydi. O nedenle sen ve neslin için, sen de bir ateş döküver. O da ateş için bir yapı bina etti. İşte Kabila teşe ilk ibadet eden kimsedir. Oradan her geçen kimse onu ateşe atıyordu. Birgün kör bir oğlu ile onun oğlu oradan geçerlerken torun babasına:“Bu baban Kabil’dir” dedi. O da babasını ateşe attı. Torun:“Babanı mı öldürdün?” dedi. O dda elini kaldırarak onu tokatladı, o da öldü. Kör:“Yazıklar olsun bana, babamı ateşe atmakla, oğlumu da tokatımla öldürdüm” dedi.Mücahid der ki: Kabil’in ayaklarından dizine ve uyluğuna bağlandı ve asıldı. O günden kıyamet gününe kadar yüzüne güneş vurru. Etrafını, yazın ateşten, kışında kardan birer çift çevreler.Yine der ki: Kabil’in oğulları davul, zunra, tambur vs. oyun aletleri edindiler. Oyun ve eğlenceye daldılar. İçki, zina, fuhuş ve ateşe tapmağa daldılar. Sonunda Allah (c.c.) onları Nuh (a.s.) zamanında tufanda boğdu. Geride Şit’in nesli kaldı.Bize Abdulvahid el-Melihi, O’na Ahmet b. Abdullah en-Nuaymî O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na Ömer b. Hafs b. Gıyas, O’na Ebu Sena el-A’meş, O’na Abdullah b. Mürre, O’na Mesruk, O’na Abdullah b. Mesud (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle söylediğini anlattı: “Haksız yere öldürülen her nefsin kanından, Adem’in ilk oğluna bir

mesuliyet vardır. Çünkü o öldürmeyin çıkaran ilk kimsedir.”1

(1) Buhari el-Enbiya, babu halkı Adem (a.s.) ve zürriyetih: 6/364. Ayrıca “ed-Diyat” ve “el-İ’tisâm” kitapları; Müslim, el-Kasame, babu beyani ismi men senne’l-katl, (No: 1677) 3/1303-1304; Müellif Şerhu’s-Sünne: 1/234.“Bundan dolayı” Çoğunluk bunu “min ecli” şeklinde nun’un sukunu ile okurken Ebu Cafer “minecli...” şeklinde iki kelimenin birleştirilmesi ve Nun’un fethasıyla okumuştur. Yani “o katilin cüreti ve cinayet inedeniyle”, “ecele, ye’culu, eclen” “Ehaze, ye’huzu, ahzen” gibi olup, cinayet anlamını ifade eder. “İsrailoğullarının üzerine yazdık ki; her kim bir kimseyi bir kimseye karşılık olmaksızın.” Yani kısas olarak değil “veya yeryüzünde bozguncluğa karşı olmaksızın öldürürse.” Yani bir kimseye karşılık kısas olmaksızın veya yeryüzünde küfür, zina, yol kesme vs. fesat yapmaksızın öldürürse “sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur.” Bunun tefsirinde ihtilaf edilmiştir. İkrime’nin rivayetine göre İbni Abbas (r.a.) şöyle demiştir: Her kim bir Peygamber veya müslümanların adaletli ve islamla hükmeden yöneticisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kimde Peygamberin veya adil yöneticiye tabi olanları desteklerse bütün insanları diriltmiş gibi olur. Mücahid der ki: Her kim haram kılınmış bir kimesiy öldürürse o bu sebeple ateşe sanki tüm insanları öldürdüğünde atıldığı gibi atılır. Her kim de bir nefsi öldürmekten selamette kalırsa, tüm insanları öldürmekten selamette kalmış demektir.Katade der ki: Allah (c.c.) ondan selamette kalmanın sevabını da, onu istemenin günahını da çoğlatmıştır. Anlamı şöyledir: Her kim haksız yere bir müslüman öldürmeyi helalg örürse, günahı hususunda tüm insanları öldürmüş gibidir. Çünkü onlar ondan emniyette olmazlar. “her kim de onu diriltirse” Ve onu öldürmekten sakınırsa “sanki bütün insanları diriltmiş gibi olur.” (Yani sevap huusunda. Çünkü onlar ondan selamette olurlar. Hasan-ı Basri der ki: “Sanki bütün insanları öldürmüş gibi

olur.)1 Yani bütün insanları öldürdüğünde gerekecek kısas, sadece bir insanı öldürdüğünde gerekli olur. “Her kim onu diriltirse” Yani kısas uygulanarak öldürülmesi gereken kişiyi affeder, onu öldürmezse, sanki bütün insanları diri tutmuş olur. Süleyman b. Ali der ki: Hasan-ı Basri’ye: “Ey Ebu Said, Bu İsrailoğulları gibi bizim içinde mi geçerli?” diye sordum. O da:

Page 23: Beğavi Tefsiri-2

“Evet. Kendinden başka ilah olmayana andolsun ki, İsrailoğullarının kanı Allah katında bizim danımızdan daha değerli değildi” diye cevap verdi. “Andolsun ki onlara Peygamberlerimiz apaçık delillerle geldiler. Bundan sonra da onlardan birçoğu gerçekten taşkınlık edenlerdir.”33- “Allah ve Rasulu ile savaşanların ve yeryüzünde fesada çalışanların cezası...”Dahhak der ki: Bu ayet. Peygamberimiz ile kendileri arasında bir andlaşma bulunan sonra da bu ahdi bozarak yol kesip

yeryüzünde bozgunculuk yapan bir grup kitap ehli hakkında inmiştir.2

(1) Bu 1. yazma nüshada yoktur.(2) Bunu Taberi İbni Abbas’tan rivayet etti. Daha sonra bir benzerini Dahhak’tan zikretti. Ancak bunda “ehli kitaptan” ifadesi yoktur. Tefsir et-Taberi: 6/206 (Halebi baskısı) Suyuti bunu aynı zamanda Abd b. Humeyd’e nisbet etti. ed-Dürru’l-Mensur: 3/69.Kelbi der ki: Hilal b. Uveymir ile (ki bu Ebu Burde es-Selmi’dir) onun lehine veya aleyhine yardımda bulunmaları, Hilal b. Veymir’in beldesinden seçip Rasulullah’a (s.a.v.) giden kimseye dokunmayıp, hücum etmemeleri hususunda anlaşma yapmıştı. Ancak, İslam’a girmek isteyen Kenane oğullarından bazı kimseler, Hilal b. Uveymir kabilesinden müslüman olan bazı kimselerle birlikte Peygamber’e (s.a.v.) gitmek isterlerken -Hilal’in olmadığı bir zamanda- onun kabilesi bunları

(yakalayarak)1 öldürdüler ve mallarını aldılar. Cebrail (a.s.) onların durumunu haber verdi. Said b. Cübeyr der ki: Bu ayet, Ureyne ve Ukl kabilelerinden bazı kimseler hakkında indi. Peygamber’e (s.a.v.) gelip ona -güya- beyat ettiler. Peygamber de (s.a.v.) onları zekat develerinin olduğu yere gönderdi. Onlar ise dinden çıktılar ve çobanı öldürüp develeri alıp gittiler.(Bize Abdulvahid el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail,

O’na ali b. Abdullah, O’na el-Velid b. Müslim, O’na Evzai, O’na Yahya b. Ebi Kesir, O’na Ebu Kılabe el-Cürmi)2 O da Enes’ten şöyle rivayet etti: Peygamber’e (s.a.v.) Ukal kabilesinden bir grup insang eldi ve müslüman oldu. Ancak bunlar Medine’den hoşlanmayınca Rasulullah (s.a.v.) zekat develerinin olduğu yerde kalmalarını ve develerin sütlerinden ve sıdıklerinde içmelerini emretti. Onlar da böyle yaptılar ve hastalıklarından sıhhat buldular. Ancak daha sonra İslam’dan çıktılar ve çobanları öldürüp develeri alıp götürdüler. Peygamber (s.a.v.) onların izlerini takip etti ve onları sonunda yakalayıp Medine’ye getirdi. Ellerini ve ayaklarını kesti, gözlerini çıkardı. Sonra onları ölüme terketti.(1) 1. yazma nüshada bu şekilde (Feşeddu) geçenker, 2. yazma nüshada “Feheddu uleyhim: yıktılar, devirdiler” şeklinde geçmiştir.(2) Buradani tibaren birkaç sayfa boyunuz bulunan rivayet senetleri Zahiriyye nüshasında bulunmamaktadır.Bunu Ebu Eyyüb Ebu Kılabe yoluyla Enes’ten (r.a.) şöyle rivayet etti: Ellerini ve ayaklarını kesti. Sonra çivi isteyerek onları bununla sürmeledi. Sonra onu Güneşli yere bıraktırdı. Su istedikleri halde su verilmedi. Sonunda öldüler. Ebu Kilabe der ki:

Öldürdüler, çaldılar, Allah ve Rasulüyle savaştılar. Yeryüzünde fesata çalıştılar.1 (İşte ve “Yeryüzünde fesada çalışanlar...”

ayetinden maksat da budur.)2

Bunların hükmü hususunda ihtilaf edilmiştir: Bazıları Bu nesholunmuştur. Çünkü işkence yaparak öldürmek haramdır,

demişler, diğer bazıları ise: Hükmü genelde sabittir. Ancak göz oyma ve (işkence yaparak organları kesme hariç)3

demişlerdir. Katade İbni Sirin’den, bu ayetin haddler (hırsızlık, adam öldürme gibi büyük suçların cezaları) indirilmeden önce indiridiğini rivayet etmiştir. Ebu’z-Zenad der ki: Rasulullah (s.a.v.) onları bu şekilde cezalandırınca Allah (c.c.) haddleri indirdi ve organları kesmekten nehyetti. O da (s.a.v.) onu bir daha yapmadı.Katade’den şöyle nakledilmiştir: Bize anlatıldığına göre Rasulullah (s.a.v.) bundan sonra, sadakaya teşvik ediyor, organları

kesmekten nehyediyordu.4 Süleyman et-Teymi Enes’ten (r.a.) şöyle nakleder:“Rasulullah’ın (s.a.v.) onların gözlerini oymasının nedeni onların çobanların gözlerini çıkarmalarındandı. el-Leys b. Sa’d der ki: Bu ayet Peygambere bir uyarı ve eleştiri, onların cezasını öğretme olarak indi ve onların cezalarının organlarının kesilip işkence yapılmaları değil, budur denildi. Ondan dolayı Peygamber (s.a.v.) bütün hutbelerinde insanları bundan nehyetti.(1) Buhari el-Meğazi, babu kıssati Ukul ve Ureyne: 7/358 ve el-Hudud; Müslim el-Kaşame, babu hukmi’l-Muharibine ve’l-mürteddin (No: 1671): 3/1296, 1297; Müellif Şerhu’s-Sünne: 10/256-257.(2) Burası 2. yazma nüshada yoktur.(3) Burası 2. yazma nüshada yoktur.(4) Buhari Kitap el,Meğazi: 7/458.Bu cezayı hak eden muharipler (ayette zikredilenler) hakkında ihtilaf edilmiştir: Bazıları bunlar, yol kesen, silah taşıyan ve şehirlerde korku saçanlardır, demişlerdir. Bu Evzai, Malik, Leys b. Sa’d ve Şafii’nin görüşleridir. (Allah onlara rahmet eylesin). Bazıları ise şehirlerde terör estirenlerin muharip olmadıkları görüşündedirler. Bu Ebu Hanife’nin (r.a.) görüşüdür.Muhariplerin cezası ayette şu şekilde ifade edilmektedir: “...ancak öldürülmek, asılmak, çaprazvari el ve ayakları kesilmek

veya yerlerinden sürülmektir.” Bazılarına göre müslümanların imamı öldürme, kesme, asma ve (sürgün etmekte)1 bunlardan

Page 24: Beğavi Tefsiri-2

istediğini yapmakta serbesttir. Nitekim ayetin zahirinden anlaşılan anlam da böyledir. Bu Said b. Müseyyib, ve Nehai Mücahid’in görüşüdür.Çoğu alimlere göre ise ayette cezalar suçlara göre sırayla zikredilmiştir. Burada serbestlik söz konusu değildir. (Nitekim bize Abdulvahhab b. Muhammed el-Hatib, O’na Abdulaziz b. Ahmed el-Hılal, O’na Ebu’l-Abbas el-Esamm, O’na Rebi, O’na

Şafii, O’na İbrahim b. Muhammed, O’na Tev’eme’nin azadlı kölesi Salih)2 İbni Abbas’tan (r.a.) şöyle nakletmiştir: Yol kesici muharipler öldürüp mal aldıklarında öldürülürler ve asalırlar. Mal çalmayıp sadece adam öldürdüklerinde öldürülürler, asılmazlar. Öldürmeyip sadece hırsızlık yaparlarsa elleri ve ayakları çaprazvari kesilir. Yollarda korku ve terör estirir, mal

çalmazlarsa sürgün edilirler.3

(1) Parantez içi 2. yazma nüshada yoktur.(2) Parantez içi 1. yazma nüshada yoktur.(3) Bunu Şafii Müsned’de 2/86 (Tertip el-Müsned) tahriç etmiştir. Senedindeki İbrahim b. Muhammed b. Ebi Yahya el,Eslemi metruktur. (et-Takrib) seneddeki Tev’eme’nin azadlı kölesi Salih (Salih b. Nebehan) Saduk’tur, hayatının sonunda karıştırmıştır. (Takrib). Bunu ayrıca müellif Şerhu’s-Sünne’de (10/261) tahric etti.Bu da Katade, Evzai, Şafii ve Rey ehlinini (Allah onlara rahmet eylesin) görüşüdür.Yol kesici öldürürse herhalukarda öldürülür. Hatta öldürülenin velisinin affetmesi geçerli olmaz. Maldan nisap miktarı (0, 25 dinar) çalarsa sağ eliyle sol ayağı kesilir. Hem öldürür hem de mal çalarsa öldürülür ve asılır.Bunun nasıl yapılacağı hususunda ihtilaf edilmiştir. Şafii mezhebine göre önce öldürülür sonra asılır. Denildi ki: Önce asalır. Sonra asılı halde ölene kadar silahla sürekli vurulur. Bu Leys b. Sa’d’ın görüşüdür. Denildi ki: Üçgün boyunca diri bir şekilde asılı olarak bırakılır. Sonra oradan indirilip öldürülür.Muharip yollarda insanları korkutursa sürgün edilir. Ancak bunda ihtilaf edilmiştir. Buzalıranı agöre müsülmanların imamı onu ister. Her beldede sürgün yapar. Bu Said b. Cübeyr ve Ömer b. Abdulaziz’in görüşüdür. Denildi ki: Haddleri uygulamak üzere onu ister. Bu da İbni Abbas ve Leys b. Sa’d’ın görüşüdür. Bu ayrıca İmam Şafii’nin de görüşüdür. Kufe’liler ise sürgünün hapsetme anlamında olduğunu söylemişlerdir. Yani yeryüzünden sürgün edilmek Muhammed b. Cerir ise: Kendi memleketinden sürgün edilip, (sürgün edildiği yerde tevbe etiği apaçık ortaya çıkana kadar hapiste tutulur. Ömer b. Abdulaziz suçluları hapishanelerde hapseden ilk kişidir.)1 O şöyle demiştir: Ben onu tevbe ettiğni öğrenmek için hapsederim. Ona eziyet olsun diye başka beldeye sürgün etmem.“Bu” Zikretmiş olduğmu hadd cezası “onlara dünyada bir rüsvaylıktır.” Azap, düşüklük ve rezilliktir.” “onlara ahirette de büyük bir azap vardır.”(1) Bu 2. yazma nüshada yoktur.34- “Yalnız onlara gücünüz yetmeden önce tevbe edenler müstesnadır. Biliniz ki Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyendir.” Ayetin kafirler hakkında indiğini söyleyenler anlamı şöyle vermişlerdir. Ancak şirklerinden tevbe edenler ve yakalanmadan önce müslüman olanlara haddlerden hiçbiri uygulanmaz, kafirlerken döktükleri kan, çaldıkları mal için cezalandırılmazlar. Bu ayetin müslümanlar hakkında indiğini söyleyenler de şöyle anlam vermişlerdir: Onlardan hangisi, tutuklanmadan önce tevbe ederse Allah’ın hakkı olan cezalar düşer. Ancak kul hakkı olanların cezası ise dönmez, hak sahiplerinin insiyatifi hala geçerli olur. Örneğin her kim yol keserken adam öldürürse, tutuklanmadan önce tevbe etmesi durumunda “kesin öldürülme” hükmü kalkar, kısas hükmü öldürülenin velisinin insiyatifinde kalır; isterse affeder isterse hakkını alır. Mal çalmışsa “eli kesilme” hükmü ondan kalkar. Her ikisini de yapmışsa “mutlak öldürülme ve asılma” hükmü kalkar, malı ödemesi gerekir. Bu Şafii’nin (r.a.) görüşüdür.Bazıları da şöyle demişlerdir: Tutuklanmadan önce tevbe etmiş bir halde gelip teslim olanlara hiçbir şekilde kan veya malın hesabı sorulmaz. Sadece elinde bizzat bir çalıntı mal bulunursa, onu sahibine teslim eder.Rivayet edildiğine göre Harise b. Yezid muharip olarak çıkmış, birkaç kan dökmüş, mal çalmıştı. Sonra, yakalanmadan önc etevbe ederek Ali’ye (r.a.) teslim olmuştu. Ali’de (r.a.) “hiç bir kan veya malın hesabını sondurtmamaşı, sadece elinde

bulunan malı sahibine teslim etmesini emretmişti.”1

Ancak muharip yakalandıktan sonra tevbe ederse, hiçbir cezası düşmez. Denildi ki: Yol kesme, hırsızlık, zina ve içki içmek gibi Allah’ın (c.c.) hakkı olan cezalar her halükarda tevbeyle düşer. Çoğu alimlere göre ise bunlar da düşmez.35- “ey iman edenler, Allah’dan sakının ve ona” Yani ona yaklaşmak için “vesile arayın” araştırın, isteyin. “vesile”, “faile” veznindedir. “bir kimseye bir şeyi vesile kıldı” denilirken “o şeyle yaklaştı” anlamı kastedilir. Çoğulu “vesail”dir. “ve O’nun

yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz” (Bu ifadenin özeti şudur: Allah’ın emrini yerine getirin ki kurtulasınız.)2

(1) Parantez içi 1. yazma nüshada yoktur. Ayrıca bkz: et-Taberi: 6/221; ed-Dürru’l-Mensur: 3/70.(2) Parantez içi 1. yazma nüshada yoktur.36- “Muhakkak ki yeryüzündeki bütün şeyler ve onların bir katı daha kafirlerin olsa da kıyamet günün azabından kurtulmak için onu fidye olarak verseler; onlardan kabul olunmaz.” Allah (c.c.) burada, kafir tüm dünyaya ve onun gibi bir dünyaya daha sahip olsa, sonra kendisinin azaptan kurtarmak için bütün bu varlığını feda etmek istese, ondan bunun kabul edilmeyeceğini haber vermektedir. “ve onlara acıklı bir azap vardır.”

Page 25: Beğavi Tefsiri-2

“Ateşten çıkmak isterler, ama oradan çıkacak değillerdir.” Burada iki yön vardır. Birincisi: Oradan çıkmaya niyetlenip onun yolunu ararlar. Nitekim Allah (c.c.) “Oradan (cehennemden) her çıkmaya kalkıştıklarında...” (Hac: 22/22) İkincisi: Onlar bunu sadece kalpleriyle temenni ederler. Nitekim Allah (c.c.) onların şöyle söylediğini haber verir: “Rabbimiz bizi buradan çıkar.” (Mü’minun: 107) “Onlar için sürükle bir azap vardır.”“Hırsız erkek ve hırsız kadının ellerini kesin.” Burada “sağ ellerini” anlamı kastedilmiştir. Nitekim bu, Abdullah b. Mes’ud’un (r.a.) kıraatında da böyledir. (Eymanehuma).Ayetin hükmü şöyledir: Her kim nisap miktarı malı, şüphe götürmeyece şekilde birinin mülkiyeti iken ondan çalan kimsenin sağ eli bilekten kesilir. İlim ehlinin çoğuna göre nisaptan az miktarda malın çalınmasında el kesme yoktur. Ancak İbni Zübeyr’den onun az malda da el kestiğirivayet edilmiştir. Çoğu alimlerse bu görüşte değildirler.Elin kesileceği mal mikatır hususunda ihtilaf edilmiştir: Çoğu alimlere göre çalınan mal 0, 25 dinar veya o değerde bir maldan az olursa el kesilmez. Bu Ebubekir, Ömer, Osman, Ali (Allah onlardan razı olsun), Ömer b. Abdulaziz, Evzai, Şafii’nin (Allah onlara rahmet eylesin) görüşüdür. Çünkü bize Abdulvahhab b. Muhammed el-Kesei, O’na Abdulaziz b. Ahmed el-Hılal, O’na Ebu’l-Abbas el-Esamm, O’na Rebi, O’na Şafii, O’na ibni Uyeyne, O’na İbni Şihab, O’na Aişe’nin (r.a.) rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.v.):

“El kesme, 0, 25 dinar ve daha fazlasındadır” buyurmuştur.1

(1) Şafii el-Müsned: 2/83; Buhari el-Hudud babu kavlillahi Teala “Ve’s-sarika ve’s-sarikatü...” ve fi kem yuktau: 12/96; Müslim el-Hudud babu haddi’s-Serikati ve nisabiha (NO: 1684) 3/1312; Müellif, Şerhu’s-Sünne: 10/312.Bize Ebu’l-Hasen eş-Şeyrezi, O’na Zahir b. Ahmed, O’na Ebu İshak el-Haşimi, O’na Ebu Mus’ab, O’na Malik, O’na Nafi,

O’na Abdullah b. Ömer (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) 3 dirhem değerindekini çalan kimseyi öldürdüğünü haber vermiştir.1

Rivayet edildiğine göre Osman (a.s.) 12 dirhemi bir dinar olan ölçü birimiyle 3 dirhem olduğu tespit edilen bir meyvayı çalanın elini kesmiştir.Bazıları da bir dinardan veya 10 dirhemden az değerindeki mal için kesilmez, görüşündedirler. Bu İbni Mesud’dan (r.a.) rivayet edilmiştir. Süfyan-ı Sevri ve Rey ehli de bu görüştedir.Bazıları sadece 5 dirhemde kesileceği görüşündedirler. Bu da Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet edilmiş olup, aynı zamanda İbni ebi Leyla’nın görüşüdür. Bize Abdulvahid el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na Ömer b. Hafs b. Gıyas, O’na babası, O’na A’meş, O’na Ebu Salih, O’na da Ebu Hureyre (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu anlatmıştır: “Allah hırsıza lanet etsin; yumurta çalar, eli kesilir. İplik çalar, eli kesilir.”2 A’meş der ki: Onlar burada kastedilenin zırh (yumurta kelimesi lafzen buna yakındır) ve gemi ipi olduğu, bunun da 3 dirhem değerinde olduğu görüşündelerdi.(1) Buhari, aynı yer: 12/97; Müslim aynı yer (No: 1686) 3/1313; Müellif Şerhu’s-Sünne: 10/313.(2) Buhari el-Hudud, babu luine’s-Sariku iza lem yesumm: 12/81; Müslim, el-Hudud, aynı yer. (No: 1687) 3/1314; Müellif, Şerhu’s-Sünne: 10/314.Çok az bir mal çalmayla da elin kesileceği görüşündeki alimler de bu hadisi delil getirmişlerdir. Ancak sözkonusu hadis, çoğu alimlere göre A’meş’in yorumladığı şekildedir. Çünkü Aişe’nin (r.a.) rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:“Bekçisi olmayan bir bahçedeki meyva veya koruyucusu olmayan, dağdaki bir hayvan, ya da evlerden uzakta ve onlarla ilişkisiz bir evdeki bir eşya gibi, birinin koruması ve himayesinde bulunmayan şeyi çalan kimsenin elinin kesilmesi gerekmez.”Rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.): “(Ağaçta) asılı bir meyvada da, dağdaki başıboş hayvanda da, (bunlar çalındığında) el kesme yoktur. Ancak, bunlar anbara veya çiftlikte korunduklarında, bunlardan zırh değerinde çalınan

nedeniyle el kesilir.”1

İbni Cüreyc Ebu’z-Zübeyr’den, O da Cabir’den (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Hainlik

yaparak, gasbederek, kişinin gözü önünde elindeki malı çarparak, başkalarının malına el koyanın eli kesilmez.”2

(1) Bunu İmam Malik Muvatta, Kitab el-Hudud, babu ma yecibu fihi’l-kat (2/831) rivayet etti. İbni Abdulberr der ki: Muvatta’ı rivayet edenler bunun mürselliğ hususunda ihtilaf etmemişlerdir. Abdullah b. Amr hadisi ve diğer hadisler ise bu anlamdaki muttasıl (kopuksuz) hadislerdir. Nesei bunu Amr b. Şuayb’tan, O babasından, O da dedeinden, Kat’u’s-Sarik, babu’s-Semeri’l-Muallak yüsrak ve babu’s-Semere yüsraku ba’de en yü’viyehu el-Cerin (8/884-86)’de; Müellif de Şerhu’s-Sünne’de (10+/319) muttasıl olarak rivayet etmişlerdir.(2) Ebu Davud, el-Huddu, bab el-Kat’ı, fi’l-hilse ve’l-hiyane: 6/224, 225; Tirmizi, babu ma cae fi’l-hain ve’l-muhtelis: 5/8, 9 (Bu Hasen-Sahih hadistir, demiştir); Nesei, babu ma la kat’a fih: 8/89; İbni MAce, el-Hudud, bab el-Hain ve’l-Müntehib ve’l-Muhtelis: 2/804; Darimi, babu mala yuktau mine’s-Surrak: 2/175; İbni Hibban (No: 1502-1503) Mevarid ez-Zam’an’dan (İbni Hibban bunun sahih olduğunu söylemiştir) Zeylai Nasbu’r-Raye’de (3/364) der ki: Abdulhakk el-Ahkam kitabında, daha sonra İbni’l-Kattan bunun hakkında birşey söylememişlerdir: Dolayısıyla bu onlara göre sahihtir. Ayrıca bkz: Şerhu’s-Sünne (10/321, 322).

Page 26: Beğavi Tefsiri-2

Yine şüpheli bir durumda el kesilmez: Örneğin köle efendisinin, çocuk babasının, abba çocuğunun, ortaklardan biri diğerinin ortak malından bir şey çalarsa el kesilmez. (Çünkü onda kendisinin hakkı olduğun udüşünürek almış olabilir.Bir hırsız ilk hırsızlığında sağ eli dirsekten kesilir. İkinci hırsızlığında sol ayağı ayak ekleminden kesilir. Üçüncü defa hırsızlık yapma durumunda ihtilaf edilmiştir: Bazıları: Üçüncü defa sol el, dördüncü defa sağ ayak kesilir. Sonra tekrar hırsızlık yaparsa dazir edilir ve tevbe ettiği belli olana kadar hadiste tutulur. Bu Ebu Bekir’den (r.a.) rivayet edilmiştir. Bu aynı zamanda Katade, Şafii ve Malik’in de görüşüdür. Bunların dayanağı Ebu Seleme’nin Ebu Hureyre’den rivayet ettiği Rasulullah’ın (s.a.v.) şu hadisidir: “Hırsız hırsızlık yaparsa elini kesin, sonra tekrar hırsızlık yaparsa ayağını kesin. Sonra tekrar hırsızlık yaparsa elini kesin.

Sonra tekrar hırsızlık yaparsa ayağını kesin.”1

Bazılarına göre bir kimse birinci ve ikinci hırsızlıkta sağ eli ile sol ayak kesildikten sonra üçüncü defa hırsızlık yaparsa hiçbir yeri kesilmez, sadece hapsedilir. Ali’den (r.a.) onun şöyle söylediği rivyet edilmiştir: Ben, onunla tuvalette temizleneceği bir

el, onunla yürüyeceği bir ayak bırakmamaktan utanç duyarım.2 Bu Şa’bi, Nehai, Evzai, Ahmed ve rey ehlinin görüşüdür.(1) Darekutni, es-Sünen: 3/1818; Taberani, Şafii (Mecmeu’z-Zevaid: 6/275); Telhis el-Habir: 4/68. İbni Hacer bunun isnadının zayıf olduğunu söylemiştir.e l-Elbani ise Ebu Davud, Nesei ve Beyhaki’deki destekleyici hadislerle birlikte sahih olduğunu belirtmiştir. Bkz: İrvau’l-⁄alil:8/86-89.(2) İbni Ebi Şeybe, el-Musannef: 9/509. Bunu ayrıca İbni’t-Türkmani Sünen’le birlikte basılmış “el-Cevher en-Naki fi’r-reddi ale’l-Beyhaki” (8/274)’de zikretmiştir.“...yaptıklarının karşılığı ve Allah’tan bir tenkil.” Cezalandırma “olarak” “Cezaen” ve “nekalen” “hal ve harfi cerden “kesilmek” üzere mansuptur. “Allah azizdir, hakimdir.”“Her kim de zulmünden” hırsızlığından “sonra tevbe eder.” amelleri “ıslak ederse” düzeltirse “muhakkak ki Allah onun tevbesini kabul eder.Allah ⁄afur’dur, Rahim’dir.” Bu Allah’la o kişi arasındadır. El kesme ise, çoğunluğa göre tevbe ile düşmez. Mücahid der ki: O’nun tevbesi elinin kesilmesidir. Eli kesildiğinde tevbesi hasıl olmuş demektir. Asıl doğru olan ise el kesmenin hırsızlık suçunun cezası olduğudur. Çünkü Allah “...yaptıklarının karşığılı olarak” buyurmuştur. Bundan sonra tekrar tevbe etmesi gerekir. Tevbesi de yaptığına pişman olması, gelecekte yapmayacağına azmetmesidir.Hırsızın eli kesildikten sonra çoğu ilim ehline göre çaldığı mala sahibine ödemesi gerekir.40- “Bilmez misin ki göklerin ve yeryüzünün mülkü Allah’ındır.”Hitap Peygamber’e (s.a.v.) olmakla birlikte kastedilen herkestir. Denildi ki: anlamı “Bilmez misin ki ey insan”dır. Bu durumda hitap direk her insana olur. “Dilediğine azap eder, dilediğini bağışlar.” Süddi ve Kelbi şöyle tefsir ederler: Küfür üzere ölene azap eder, küfürden tevbe edeni de bağışlar. İbni Abbas (r.a.) der ki: İstediğine küçük günahından dolayı dahi azap eder, istediğinin büyük günahını dahi affeder.“Ey Muhammed, ağızlarıyla inandık dedikleri halde kalpleriyle inanmayanlardan.” Ki onlar münafıklardır. “ve yahudilerden yalana çok kulak verenler” Yani yalan söylene kimseler Örneğin “Allah hamdedeni işitir” “kabul eder” anlamına gelir. Denildi ki: anlamı “Yalan için dinleyenler” Yani sana karşı yalan uydurmak için seni dinler, sana kulak verriler. Nitekim onlar Rasulullah’ı dinliyorlar, sonra söylemediği halde “şöyle şöyle söyledi” diyorlardı. “ve sana gelmeyen başka bir kavmin sözünü dinleyenlerden” Ki bunlar casuslardır. Yani Hayber’lileri dinleyen Beni Kureyzalılar. “Küfre koşanlar seni üzmesin.” Yani kafirlere dost olanlar seni üzmesin. Çünkü onlar Allah’ı aciz bırakamazlar.Hayber’in soylularında ikisi de evli olan bir erkek ile bir kadın zina etmişti. Bunun Tevrat’taki hükmü recmdi (toslayarak öldürmek). Soylu olmaları nedeniyle Yahudiler onları recmetmek istemediler ve dediler ki: Medine’deki şu adamın kitabında recm yoktur, sadece sopalama vardır. Bazılarını Beni Kureyzalı kardeşlerinize gönderin de ondan bunu sorsunlar. Çünkü onlar onun komşusudurlar. Bunun üzerine bir grup insanı gizlice oraya gönderdiler ve: Muhammed’e evli iken zina edenlerin hükmünü sorun sopalamak derse kabul edin, recm derse kabul etmeyin dediler. Zina edenleri de onlarla birlikte gönderdiler. Bu topluluk önden gitti ve beni Kureyza ve Nadir’e vardı. Onlara: Siz bu adamın komşusu ve hemşerisiniz. Bizden iki evli kişi zina etti. Bizim için Muhammed’e (s.a.v.) bu konudaki hükmünü sorun dediler. Kureyza ve Nadir kabilileri de o durumda vallahi size hoşlanmayacağnıız şeyi emredecektir.Sonra onlardan aralarında Ka’b b. Eşref, Ka’b b. Esed, Sa’ye b. Amr, Malik b. es-Sayf, Kenane b. Ebi’l-Hakik’inde bulunduğu bir grup Peygamber’e (s.a.v.) gleerek:“Ey Kuhammed! Bize evli iken zina eden erkek ve kadının kitabındaki hükmünü haber ver dediler. Peygamber (s.a.v.):“Hükmüme razı olacak mısınız?” diye sordu. Onlar da:“Evet” dediler. O esnada Cebrail (a.s.) Peygamber’e (s.a.v.) gelerek recm hükmünü haber verdi. Onlar ise bunu olmaktan yüz çevirdiler. Bunun üzerine Cebrail (a.s.):“Seninle onlar arasında İbni Süriya’yı hakem seç” dedi ve onun vasıflarını anlattı. Peygamber’de (s.a.v.) onlara:“Tüysüz, kör, fedek’te oturan ve İbni Süriya ismindeki bir genci tanıyor musunuz?” diye sordu. Onlar:“Evet” diye cevap verdiler. O:“O’nun sizin katınızdaki değeri nedir?” dedi. Onlar:

Page 27: Beğavi Tefsiri-2

“O dünyada, Allah’ın Musa’ya Tevrat’ta indirdiğni bilen en bilgin isnadır” dediler. “Onu buraya getirin” buyurdu. Onlar da onu getirdiler. Peygamber (s.a.v.) ona:“Sen İbni Süriya’mısın?” diye sordu. O da:“Evet” dedi. O (s.a.v.):“Sen yahudilerin en çok bilen alimi misin?” dedi. O da:“Öyle sanıyorlar” dedi. Peygamber (s.a.v.):“O’nu (İbni Suriya’yı) benimle aranızda hakem kabul eder misiniz?” dedi. Onlar:“Evet” diyc cevap verdiler. Peygamber (s.a.v.) ona:“Kendinden başka ilah olmayan, Musa’ya Tevrat’ı indiren, sizi Mısır’dan çıkaran, size denizi yaran, sizi kurtarıp Firav’un ordusunu boğan, üzerinize bulutları geren, bıldırcın ve kudret helvası indiren, size kitabı indiren, onda helal ve haramı bildiren Allah askı için soruyorum; kitabınızda evli kimse hakkında (zina ettiğinde) recm var mı?” dedi. İbni Süriya:“Evet bana söylediğin gibi. Yalan söyleyecek Tevrat’takini tahrif edip değiştirecek olsam Tevrat’ın beni yakmasından korkarım. Ancak kitabındaki hüküm nedir, ey Muhammed?” dedi. Peygamber (s.a.v.):“Adaletli dört kişi sürme çöpünün sürmedanlığa girer gibi erkeğinkinin kadınınkine girdiğine dair şahitlik yaparlarsa recm gerekir” dedi. İbni Süriya:“Tevrat’ı Musa’ya (a.s.) indiren Allah’a andolsun ki Allah Musa’ya Tevrat’ta da böyle vahyetti” dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):“Allah’ın emrinde ilk defa ne zaman gevşeklik yaptınız?” diye sordu. İbni Süriya:“Soyluyu yakaladığımızda onu serbest bırakır, zayıfı yakaldığımızda ise ona haddi uygulardık. Böylece aramızda zina yaygınlaştı. Bir defa padişahın amcasının oğlu zina ettiğ ihalde recmetmedik. Daha sonra başka biri zina edince padişah onu recmetmek istediyse de halk buna isyan etti ve: Filan (amcası oğlu) recmedilmedikçe onu recmetmeyeceğiz dediler. Biz de: Gelin de hem soyluya hem de zayıfa uygulanabilecek bir ceza kararlaştıralım dedik ve sopalamayı ve siyah boyayla boyamayı kararlaştırdık; ziftli değnekle 40 değnek vurur, sonra yüzlerini boyan, sonrada iki eşeğe ters bindirilip gezdirilirdi.

İşte recm yerine bunu yaparlardı. Yahudiler (İbni Süriya’ya)1: “Ne de çabuk haber verdin. Seni övdüğümüz gibi değilsin, o niteliklere sahip değilsin. Sen yanımızda olmadığın için gıybet etmek istemedik.” O da onlara:“Vallahi bana Tevrat aşkına yemin ettirdi. Tevrat’ın beni helak etmesinden korkmasaydım bunları anlatmazdım” dedi. Bu olaydan sonra Peygamber (s.a.v.) emretti; zina etmiş erkek ve kadın mescidinin önünde recmedildi. Ve:“Allah’ım! Ben, yok ettikleri emrini ihya eden ilk kimse oldum” dedi. Bunun üzerine Allah:

“Ey Rasul! Ağızlarıyla küfrettikleri halde..” ayetini indirdi.2

(1) Bu 1. yazma nüshada yoktur.(2) Bkz: Tefsir et-Taberi: 3/78; İbni Kesir: 2/60, 61.Bize Ebu’l-Hasen es-Serahsi, O’na Zahir b. Ahmed, O’na Ebu İshak el-Haşimi, O’na Ebu Musab, O’na Malik, O’na Nafi, O’na Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle anlattı: Yahudiler Peygamber’e (s.a.v.) gleerek onlardan bir erkek ve bir kadının zina ettiklerini haber verdiler. Peygamber (s.a.v.):“Recm hususunda Tevrat’ınızda ne var?” diye sordu. Onlar:

“Biz zina edenleri ifşa eder sonra sopalarız” dediler. Abdullah b. Selam: “(Yalan söylediniz)1 Onda recm ayeti var” dedi. Onlar da Tevrat’ı getirdiler ve açtılar. Birisi elini recm ayetinin üzerine koyarak öncesini ve sonrasını okuyuverdi. Abdullah ona:“Elini kaldır” dedi. Elini kaldırdığında bir de baktılar ki recm ayeti. Bunun üzerine:“Muhammed doğru söylemiş, onda recm ayeti var” dediler. Rasulullah (s.a.v.) de emretti ve ikisi recmedildi. Abdullah b. Ömer (r.a.) der ki:

“Adamı gördüm, kadına doğru eğilerek, onu taştan korumaya çalışıyordu.2

Denildi ki: Bu ayetin nüzul sebebi kısastır. Bu konuda Beni Nadir Beni Kureyza’dan daha avantajlıydı. Beni Kureyzalılar Peygamber’e (s.a.v.) gelerek şöyle söylediler:“Ey Muhammed, kardeşlerimiz Beni Nadirle babalarımız, dinimiz ve peygamberimiz bir olmasın arağmen, bizden birini öldürürlerse bize kısas hakkı vermez sadece 70 vesak hurma verirler. Biz onlardan birini öldürünce ise katili öldürdükleri gibi, iki kat olmak üzere 140 vesak hurma diyet alırlar. Öldürülen kadınsa bizden bir erkek, erkekse iki erkek, köleyse hür

öldürürler. Yaralıların kısasınıda iki katıyla uygularlar. Aramızda hükmet. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indirdi.3

(1) Bu 2. yazma nüshada yoktur.(2) Buhari el-Menakib, babu “yarifunehu kema yarifune...” 6/631, ayrıca Tefsir, Tevhid, lafız Buhari’nindir. Müslim el-Hudud, babu recmi’l-yehud ehli’z-zimmeti fi’z-zina (No: 1699) 3/1326.(3) Bkz: Tefsir et-Taberi: 6/243; ed-Dürru’l-Mensur: 3/78; İbni Kesir: 2/61-62.Birinci rivayet daha doğrudur. Çünkü ayet recm hakkındadır.

Page 28: Beğavi Tefsiri-2

“Yalana çok kulak verenler” “lilkezibi: yalan için” Denildi ki: Buradaki “lam” “ila:...e a anlamındadır. Yani yalana çok kulak verenler. Denildi ki: lham kendi anlamında sebep bildiren harftir. Yani sana karşı yalan uydurmak için kulak verenler. “sana gelmeyen topluluki için” Kİ onlar Hayber’lilerdir. “likavm”daki “lam”da sebep bildirir. “kulak verenler. Bunlar kelimeleri” (“Kelim” kelimenin çoğuludur.) “yerlerinden sonra” yerlerine konulduktan sonra. “Mevadihi” yerleri onun yerleri” ifadesindeki zamir daha önce geçen “kelim: kelimeler”e döner. “değiştirirler; derler ki: Size bu verilirse alın” Yani Muhammed (s.a.v.) size sopalama ve yüzü siyaha boyama hükmüyle fetva verirse onu alın. “Size bu verilmezse -almaktan- sakının. Allah her kimin fitnesini.” Küfür ve sapıklığını. Dehhak: helakını; Katade ise azabını der. “dilerse onun için senin Allah’a karşı hiçbir şeye gücün yetmez.” Yani Allah’ın o kimse hakkındaki emrini ve kararını engelleyemezsin. “işte onlar, Allah’ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir.” Burada kaderi inkar edene cevap vardır. “onlar için” Yani münafıklar ve Yahudiler için “dünyada rüsvaylık vardır.” Münafıkları rüsvaylıkları münafıklıklarının ortaya çıkmasıyla rezil olmaları vemaskelerinin ortaya çıkmasıyladır. Yahudilerin rüsvaylığıysa cizye vremeleri, öldürülmeleri, esir alınmaları, sürülmeleri ve Muhammed (s.a.v.) ile sahabesinden onlara karşı hoşlanmayacak şeyleri görmeleridir. “ve onlar için ahirette büyük bir azap vardır.” O da cehennemde ebedi kalmalarıdır.“Yalana kulak verici, haram yeyicidirler.” İbni Kesir, Ebu Ca’fer, Basra’lılar ve Kesei haram anlamındaki kelimeyi “lis suhuti” şeklined okurlarken, diğerleri bunu “lis suhti” şeklinde okumşulardır. Aslen helak ve zorluk anlamına gelir. Nitekim Allah (c.c.):“...Sonra sizi bir azap ile helak edip kökünüzü kazır.” (Taha: 20/61) buyurur. Bu ayet K’ab b. Eşref gibi rüşvet alıp onların lehine hüküm veren hakimler hakkında inmiştir. Hasan-ı Basri der ki: o hakimlerden birine birisi rüşvetle gelmişse, onu elbisesinin kol ağzına saklar, ona bunu gizlice gösterirdi. O’na ihtiyacını anlattığıda Hakim’de onu dinler diğer davacıya hiç kulak vermezdi. Böylece yalana kulak vermiş, rüşvet yemiş olurdu. Hasan-ı Basri’den aynı zamanda şöylede rivayet edilmiştir: Bu, hakkında olmayan şeyi hakkın olarak göstermesi veya

üzerine hak ve borç olan birşeyi yok olarak göstermesi ve böyle hükmetmesi için, kendisine rüşvet verdiği hakemdir.1

Ancak, zulmünden korktuğun zalim bir valinin şerrinden korunmak için ona verdiği para haram değildir. Buna göre “Suht: haram”, Hasan-ı Basri, Mukatil, Katade ve Dahhak’a göre sadece hakime verilen rüşvettir. İbni Mesud’a (r.a.) göre ise bu her konudaki rüşvettir. İbni Mesud (r.a.) der ki: Bir kimse hakkı sahibine vermek veya zülmu engellemek üzere aracılık yapsa, sonrada ona birşey hediye edildiğinde onu kabul etse bu suhttur (haram). O’na: “Ey Ebu Abdurrahman! Bunu biz sadece, verdiği hükme karşılık aldığı bir hak olarak görürdük” dediler. O da (r.a.):

“Hüküm için para almak küfürdür” dedi.2 Nitekim Allah (c.c.):“Her kim Allah’ın emrettiğiyle hükmetmezse, işte onlar asıl kafirlerdir.” (Maide: 5/44) buyurmuştur.(1) Bkz: et-Taberi: 6/239; ed-Dürru’l-Mensur: 3/80-81.(2) et-Taberi: 6/240.(3) Ebu Davud, el-Ekdıye, babun fi kerahiyyeti’r-Rüşve: 5/207; Tirmizi, el-Ahkam babu ma cae fi’r-Raşi ve’l-Mürteşi fi’l-hükm: 4/567 (Tirmizi: Hasen sahih bir hadistir, dedi); İbni Mace el-Ahkam, babu’t-Tağliz fi’l-hayf ve’r-rüşve: 2/775; Hakim: 4/102-103. (Hakim bunun sahih olduğunu belirtti. Zehebi de buna muvafakat etti); Müellif, Şerhu’s-Sünne: 10/87-88.Bize Abdulvahid b. Ahmed el-Melihi, O’na Abdurrahman b. Ebi Şurayh, O’na Ebu’l-Kasım el-Beğavi, O’an Ali b. el-Ca’d, O’an İbni Ebi Zi’b, O’na el-Haris b. Abdurrahman, O’na Ebu Seleme b. Abdurrahman, O’na Abdullah b. Amr (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber verdi: Allah (c.c.) rüşvet verene ve rüşvet alana lanet etmiştir.“Suht”: haram” helal olmayan her türlü kazançtır.“Sana gelirlerse; ister aralarında hükmet, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler.” Allah (c.c.) Peygamberini (s.a.v.) onlara arasında hükmetme veya hükmetmeme hususunda serbest bırakmıştır.Bu ayetin günümüzdeki hükmü hususunda ihtilaf edilmiştir: Bugün ehli zimmetten bazıları muhakeme olmak için hakime başvururlarsa, hakim aralarında hükmetip hükmetmemede serbest midir? Çoğu ilim ehline göre bu ayetin hükmü sabittir ve geçerlidir. Maide suresinde meshedilmiş hiçbir ayeti ykotru. Ehl-i zimmet istedikleri takdirde müslüman yöneticiler isterlerse hükmederler, isterlerse hükmetmezlre. Hükmettiklerinde de İslam’ın hükmüyle hükmederler. Bu Nehai, Şa’bi, Ata ve Katade’nin görüşüdür.Bazılarına göre ise müslümanların yöneticisi onlar arasında hükmetmek zorundadır. Bu ayet ise: “Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet.” (Maide: 5/49) ayetiyle neshedilmiştir. Bu Mücahid ve İkrime’nin görüşüdür. Bu

aynı zamanda İbni Abbas’tan da (r.a.) rivayet edilmiştir1; O şöyle demiştir: Maide’de sadece iki ayet neshedilmiştir: Birincisi: “Allah’ın nişanelerine... saygısızlık yapmayın...” ayetidir. Bunu “Kafirleri öldürün” ayeti neshetmiştir. İkincisi: “Şayet sana gelirlerse ister alaraında hükmet, ister onlardan yüz çevir.” ayetidir. Bunu da: “Aralarında Allah’ın (c.c.) indirdiğiyle hükmet” ayeti neshetmiştir. Ancak bir müslümanla bir zımmı mahkemelik olduklarında, bütün alimlerin ittifakıyla, aralarında hükmetmesi vaciptir. Çünkü müslümanın zımmilerin hükmüne boyun eğmeleri ve uymaları caiz

Page 29: Beğavi Tefsiri-2

değildir. “Şayet hükmedersen de aralarında kıst ile” adaletle “hükmet. Şüphesiz Allah muksitleri” adilleri “sever”. Bize

Peygamber’in (.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edildi: Adiller Allah (c.c.) katında nurdan minberler üzerindedirler.2

(1) Bkz: Taberi: 6/744-747; en-Nasihu ve’l-Mensuh, Ebu’l-Kasım Hİbetullah b. Selame (s. 41, 42); Ahkam el-Kur’an el-Cassas: 4/87, 89.(2) Müslim, el-İmare, babu fadileti’l-İmam el-Adil (No: 1827): 3/1458; Müellif, Şerhu’s-Sünne: 10/63-64.43- “Nasıl seni hakem tayin ediyorlar? Halbuki Tevrat yanlarındadır.” Bu Peygamber; bu olayı garibsettirmek içindir. Yani ona bu durumun garipliğini anlatmak içindir. Cümle kısaltılmış olup aslı şöyledir: Seni nasıl olup da aralarında hakem tayin ediyorlar da hükmüne razı oluyorlar? Halbuki Tevrat yanlarındadır. “Onda Allah’ın hükmü vardır.” Ki o recmdir. “Hem bundan sonra yüz çevirirler. Onlar inanıcı” Seni doğrulayıcı, tasdik edici “değillerdir.44- “Doğrusu Tevrat’ı biz indirdik. O’nda hidayet ve nur vardır. Teslim olmuş olanlar hükmederler.” Yani Allah’ın

(emrine)1 teslim olmuş ve boyun eğmiş olanlar. örneğin Allah (c.c.) İbrahim (a.s.) hakkında: “Hani Rabbi ona “teslim ol” demiş, O da “alemlerin Rabbine teslim oldum” demişti.” (Bakara: 2/131)(1) 2. yazma nüshada bu “hükmüne” olarak geçmiştir.Yine “Gökdekiler ve yerdekiler sadece ona teslim olmuştur.” (Al-i İmran: 3/83) buyurmuştur. “Allah’a teslim olmuş olanlar”dan maksat Musa’dan (a.s.) sonra Tevrat’la hükmetmeleri için gönderilmiş Peygamberlerdir. Bunlar Tevrat’ın hükmüne boyun eğmiş onunla hükmetmişlerdir. Ancak Peygamberlerden bazıları -İsa (a.s.) gibi- Tevrat’la hükmetmekle emrolunmamışlardır: “Sizden herbirinize ir şeriat ve yol kıldık.” (Maide: 5/48)Hasan-ı Basri ve Süddi şöyle demişlerdir: Bununla Muhammed (s.a.v.) kastedilmiştir. Nitekim Yahudiler hakkında recmle hükmetmiştir. Çoğul olarak kullanılması ise bir usluptur. “Şüphesiz İbrahim Allah’a itaatkar bir ümmet idi.” (Nahl: 16/120) ayetindeki uslupta olduğu gibi.“...yahudilere.” Burada öndekini sona, sondakini öne alma sanatı vardır. Yani “Onda Yahudiler için hidayet ve nur vardır.” Daha sonra da: “Bununla teslim olanlar ve Rabbaniler hükmederler” buyurulmuştur. Denildi ki: Cümle yapısı aynıdır ve anlamı şöyledir: “Teslim olan Peygamberler Yahudiler arasında (üzerinde hükmederler.” Buna göre “lillezine hadu”daki “lam: için” “ala: üzerinde” anlamındadır. Şu ayetlerde olduğu gibi: “Kötülük yaparsada onnu içindir.” (İsra: 17/7) Yani onun aleyhinedir. “leha” “aleyha” anlamındadır. “İşte onlar için lanet vardır.” Yani onlara burada da “lehum” “aleyhim” anlamındadır. Denildi ki: Burada bir harf vardır. Aslı “lillezine hadu, alellezine hadi: ...Yahudiler için ve yahudiler aleyhine” dir. Kısaltmak için bir: (ikincisi) hazfedilmiştir.“Rabbaniler -Rabbe kul olanlar- ile ahbar da” Alimlerde Ahbarın tekili “Habr” veya “Hibr” (ikiside)dir. Ancak Hibr daha fasihtir. “Bildiğini sağlam bilen Alim” anlamına gelir. Ebu Ubeyd: Bu mürekkep anlamına gelen “hibr”den türetilmiştir derken, kutrup: Güzel anlamına gelen “hıbr”dan (veya habr) gelmektedir, demiştir. Bir hadiste “Cehennemden “hıbr” ve

“sibr”i yani “güzelliği” ve “şekli” gitmiş, değişmiş bir adam çıkar...”1 denilmiştir. Örneğin “tahbir” “tahsin” (güzelleştirme) anlamına gelir. Alim’in böyle isimlendirilmesi, üzerindeki, ilmin güzelliği nedeniyledir. Denildi ki: Burada “Rabbaniler” Hristiyanların alimlerine “ahbar” ise Yahudilerin alimlerine denilir. Denildi ki: Her ikisi de Yahudilerdendir.“Allah’ın kitabından korunulmuş olanla.” Allah’ın kitabından emanet bırakılanla “hükmederlerdi. Ve onun üzerinde.” Onun öyle olduğuna dair “şahit idiler.”“O alde insanlardan korkmayın, benden korkun. Ve ayetlerimi az bir değerle değiştirmeyin. Kim de Allah’ın indirdiğile hükmetmezse; işte onlar kafirlerin ta kendileridir.”Katade ve Dehhak: Bu üç ayet ve ümmtten kötülük yapanlar değil Yahudiler hakkında inmiştir. Berra b. Azib’ten (r.a.) Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenlerin kafirler, zalimler ve fasıklar olduğunu belirten ayetlerin hepsinin afirler hakkında olduğu rivayet edilmiştir. Denildi ki: Bunlar insanların tümü hakkındadır.İbni Abbas ve Tavus derler ki: Bu, İslam’dan çıkaran bir küfür değildir. Bunu yapan kafirdir (nankör), Allah ve ahiret gününü inkar edip kafir olan gibi değildir.Ata der ki: Bu, küfrün altında bir küfür, zulmün altında bir zulum, fasıklığın altında bir fasıklıktır. İkrime ise anlamının şöyle olduğunu söylemiştir: Her kim Allah’ın indirdiğini inkar ederek onunla hükmetmezse kafir olur. Her kim de onu kabul etmesiyle birlikte onunla hükmetmezse o da zalim ve fasıktır.Abdulaziz b. Yahya el-Kinani’ye bu ayetlerden soruldu. O da şöyle cevap verdi: Bu Allah’ın indirdiklerinin (tümü)1 hakkındadır. Allah’ın indirdiğinin tümünü terkedip başka şeylerle hükmeden kafir, bırakırsa, sonra da bütün hükümlerle değil bazılarıyla hükmeder, diğer bazalıranı da terkederse bu ayetlerin belirttiğ ikimselerden olmaz. Alimler şöyle söylemişlerdir: Bu hükümler, bizatihi Allah’ın hükmünü belirten nassı (metni) kasten reddedenler için geçerlidir. Hükmün ona gizli kalması

nedeniyle onu reddeden veya tevilde hata ederek reddeden hakkında değil.2

(1) Bu ikinci yazma nüshada “bibad bazıları” şeklinde geçmektedir.

Page 30: Beğavi Tefsiri-2

(2) Şeyh Ahmed Muhammed Şakir ve kardeşi Mahmur Şakir’in Sahabe ve Tabiinden rivayet edilen bu “eserler” hakkında Umdetu’t-Tefsir’de veTaberi tefsirinde, bu ayetlerin tefsirleri esnasında yaptıkları dipnotlar vardır. BUrada onları tamamiyle zikredlim: Şeyh Ahmed Şakir Umdetü’t-Tefsir’de (4/156-158) şunları söyler:“İbni Abbas’tan ve diğerlerinden rivayet edilen ub eserler (sahabe, tabiin sözü), bu asrımızdaki ilim ehli olduklarını iddi aeden saptırıcı bir takım kimselerle, dine tecavüzde cüretkar olan başka kimselerin oynadıkları, kötüye kullandıkları belgelerdir; bunları İslam beldelerinde konmuş putçu uydurma kanunlar için birg erekçe ve özür babından zikretmektedirler.Zulümle yöneten ve arzularına uyarak ya da hükmü bilmeyerek şeriata aykırı hüküm veren bazı yöneticiler hakkında “Harici İbaziyye”lerin Ebu Meclez’la olan tartışmasını gösteren bir rivayet vardır. Bilindiği gib iHariciler’in temel görüşlerinden biri, büyük günah işleyenin kafir olduğudur. Onlar Ebu Mecliz’i, yönticlerin kafir olduğu, dolayısıyla savaşılmaları gerektiği hususunda ikna etmeye çalışıyorlar. Bu konudaki iki eseri TAberi (12025, 12026) rivayet etmiştir. Kardeşim Mahmud Muhammed Şakir bunlara çok nefis,g üçlü ve açık bir dopnat düşmüştür. Burada bu iki rivayetten birini, sonra da kardeşimin dipnotunu yazmak istiyorum:Taberi İmran b. Hudeyr’den şöyle rivayet eder. (s. 12025): Ebu Meclez’e Amr b. Südus oğullarından bazıları geldiler ve ona: “Ey Ebu Meclez Allah’ın “Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridirler” ayetini biliyor musun, bu hak mıdır?” diye sordular. “Evet” diye cevap verdi. Onlar:“Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir” bu hak mıdır, gerek midir?” dediler.“Evet” dedi. Onlar:“Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmez,e işte onlar fasıkların ta kendileridirler.” Bu hak mıdır? dediler. “Evet” dedi. Onlar:“Ey Ebu Meclez, şunlar (yöneticiler, valiler) Allah’ın indirdikleriyle hükmediyorlar mı?” dediler. O da:“Bu, uydukları, söyledikleri ve kendisine çağırdıkları dinleridir. Ondan birşey terkettiklerinde günahi şlediklerini bilirler” dedi. Onlar:“Hayır vallahi. Ancak sen ayrın yapıyorsun (bu ayetler onları da kapsaması gerekirken sen bunu yapmıyorsun)” dediler. O:“Siz buna benden daha çok layıksınız. Ben bu görüşte değilim. Ancak siz bu görüştesiniz ve benden de sıkılmıyorsunuz. O ayetler Yahudiler, Hristiyanlar ve onlar gibi olsalar hakkındadır” dedi.Taberi daha sonra buna benzer başka bir rivayeti nakletti. Her ikisi de sahihtir. Kardeşim Mahmud bu iki eser hakkında aynen şunları söylemiştir:“Allah’ım, sapıklıktan sana sığınırım. Günümüzde, konuşma ve yazma konumunda olan birçok kimseler, yönetimin Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyi terketmelerini, kan ırz ve mallarda Allah’ın indirdiklerinden başka hükümlerle hükmedenler ve İslam beldelerinde kafirlerin kanunların ıuygulayanlar için bir mazaret ve temize çıkarıcı olarak bu tür rivayetleri zikretmektedirler. Bununla, kan, ırz ve malda Allah’ın indirdiğnin dışında hükmetmenin doğru olabileceği ve davalarda genel ve yaygın biçimde Allah’ın şeriatına aykırı düşmeye razı olanı ve bunu yapanın kafir olmayacağı sonucu çıkarmaya çalışmaktadırlar.Bu esere bakan kimsenin soran ve sorulanın kim olduğunu bilmesi gerekir. Ebu Mecliz (Lahik b. Humeyd eş-Şeybani es-Sedusi) güvenilir (sika) bir tabiidir. Kendisi Ali’yi (r.a.) severdi. Ebu Mecliz’in kabilesi olan Benu Şeyban Cemel ve Sıffin vakalarında Ali’yle (r.a.) birlikteydiler. Sıffin günündeki hakem olayı olup hariciler ayrılınca, Ali’ye (r.a.) birlikteydiler. Sıffın arasında Beyi Seyban’dan ve Beni Sedus b. Seyban b. Huzeyl’den bir grup insan bulunmaktaydı. işte ebu Meclez’e soranlar Beni Amr b. Sedus (ESer’de geçtiği gibi: s. 12025) kabilesindendir. Onlar İbaziyye mezhebindendiler. (Eser’de s. 12026’da geçtiği gibi). İbaziyyeler ise Haricilerin aşırılarından bir gruptur. Abdullah b. İbaz et-Temimi’nin tabiiler iolan İbaziyyeler, hakem kılma hususunda ve Ali’nin orada Allah’ın indirdiğiyle hükmetmediğ ihususunda diğer Hariciler gibi düşünürler. Sonra Abdullah b. İbaz: Haricilere muhalefet eden kafirdir, müşrik değildir diyerek diğer haricilere muhalefet etti. Hariciler müşriklere uygulanan hükümlerin, haricilere muhalefet edenler de uygulanacağına inanırlardı.İbaziyyeler, daha sonra tekrar bölündüler. Bu eserdeki kimselerin hangi gruptan olduklarını bilmiyoruz. Ancak İbaziyyeler şöyle derler: Onlardan başkalarının beldeleri Tevhid beldesidir. Sadece sultanın karargahı küfür beldesi (yeri)dir. Onlar şöyle söylerler: Allah’ın yarattıklarına farz kıldıklarının hepsi imandır. Büyük günahı işlemek şirk küfrü değil nimeti küfür (nankörlük)tür. Büyük günahları işleyenler ebedi olarak cehennemdedirler.Belli ki Ebu Meclez’e soranlar İbaziler. Çabaları valilerin kafir olduklarına onu ikna etmekti. Çünkü Ebu Meclez sultanın karargahında bulunuyordu. Aynı zamanda Allah’ın işlemekten nehyettiğ ibazı şeyleri işliyor veya Allah’ın emrine aykırı hareket ediyordu. Bazı nedenle o -birinci Eserde geçtiğine göre- şöyle söylemişti (No: 12025): “Ancak onlar Allah’ın emerilerinden birini terkettiklerinde onun günah olduğunu biliyorlar.” İkinci eserde geçtiğine göre de şöyle söylemişti: “onlar yaptıklarını yaparlarken onun birg ünah olduğun ubiliyorlar.”Öyleyse, onların soruları günümüz bidatçılarının delilg etirmeye çalıştıkları konuda değildi. Mal, ırz ve canda Allah’ın hükmü dışında bir hükümle hükmetmek veya Allah’In kitabında, Peygamber’in sünnetinde belirttiğinin dışındaki bir hükmü kabul etmek, müslümanların uymak zorunda olduğu bir kanun türetmek hakkında değildi. Çünkü böyle bir şey; Allah’ın

Page 31: Beğavi Tefsiri-2

(c.c.) hükmünden yüz çevirmek, dininden uzaklaşmak, küfür hükümlerini Allah’ın hükümlerine tercih etmektir ki, ehli kıble olan hiçbir kimse bunu söyleyenveya buna çağıranın kafir olduğu hususunda ihtilaf etmemişti.Günümüzde yaşanılan ise Allah’ın tüm hükümlerini istisnasız olarak terketmek, O’nun kitabında, Peygamberinin sünnetindekine aykırı hükümleri tercih etmek, Allah’ın şeriatındaki her şeyi iptal edip kaldırmaktan ibarettir. Üstelik durum; o hükümleri Allah’ın (c.c.) hükümlerinden daha üstün sayma, onların o gün için ve zamanı geçmiş illetler ve sebeplere binaen konulduğu onların geçmesiyle birlikte hükümlerin geçerliliğinin de sona erdiği iddiasına kadar varmıştır.Durum sandıklar gibi değildir. Bir defa; İslam tarihi boyunca hiçbir müsülman yöneticinin bir hüküm ve kanun koyup, onu mutlak olarak uygulanan bir hüküm kıldığı görülmemiştir. İkinci olarak; Herhangi bir konuda Allah’ın hükmünden başka hükümle hükmeden, ya bu hükme bilmiyordur ki onun hükmü şeriatı bilmeyenin hükmü gibidir. Veya nefsine uyarak, günah işlediğini bilerek yapıyordurki bu da tevbeyle ve istiğfarla atfedilebilecek bir günahtır. Veyahut alimlerin görüşüne aykırı bir tevil yaparak vardığ ıkanıyı uyguluyordur ki, bunun hükmü de kitap ve sünnetin nasslarını kabule dayanan bir tevilcinin hükmüdür.Ancak (bu Meclez zamanında, veya daha önce ya da daha sonraki dönemlerde, hiçbir yöneticinni şeriat hükümlerinden birini inkar ederek veya başka hükümleri onlara tercih ederek bir meselede hükmetitğ görülmemiştir. Dolayısıyla Ebu Meclez’in ve İbaziyyelerin sözlerini o anlamda anlamak doğru değildir. Her kim bu iki eserle veya benzerleriyle, delalet etmediği anlamlar çıkarmaya çalışır veya başka konularda delil getirir, bununlada ya bir yöneticiye destek çıkmak ya da Allah’ın dininden başkasıyla hükmetmenin ve onu insanlara mecburi kanun kılmanın caiz olacağını ifade etmek amacını taşırsa onun şeriattaki hükmü Allah’ın hükümlerinden birin inkar eden gibidir; tevbe etmesi istenir. Buna rağmen hala ısrar eder, tevbeye yanaşmaz ve Allah’ın (c.c.) hükmünü inkar eder ve Allah’ın hükümlerinin yerine başka hükümlerin gelmesine razı olursa onun hükmü küfründe inad edenin hükmüdür ki,o da bu dinin mensuplarınca bilinmektedir mürtedin hükmü öldürülmektir). Mahmud Muhammed Şakir yazdı.45- “Onlara onda şöyle yazdık.” Yani israiloğullarına Tevrat’ta şöyle emrettik, şunları vacip kıldık:“Muhakkak cana can.” Yani öldüren kimse öldürülene karşılık ona vefa babandan öldürülür. “göze göz” Ona karşılık çıkarılır. “buruna burun” Ona karşılık kesilir. “kulağa kulak” Ona karşılık kesilir. ibni Abbas (r.a.) der ki: “Allah (c.c.) Tevrat’taki hükmünü “cana can..” şeklinde açıklarken, onlar buna aykırı davraanak bir cana karşı iki can, bir göze karşı iki göz alanları hali nicedi.” Nafi Kur’an’ın tümünde “üzün: kulak”, bu şekide okurken diğerleri bunu “üzzün” şeklinde sadeli okumuşlardır. “dişed diş.” Ona karşılık çıkarılır. Diğer azalar da kısasta bunlara kıyas edilir. “Yaralamalara kısas vardır.” Bu teker teker zikrettikten sonra genelleştirmedir. Çünkü önce göz, ulak, burun ve dişi zikrettikten sonra “Yaramalara kısas vardır” buyurdu. Yani el, ayak ve dil gibi kısasın uygulanması mümkün olan azalarda. Ancak kemiğin kırılması, etin yaralanması veya delinmesi gibi kısasın uygulanması mümkün olmayan yaralanmalarda ise kısas uygulanmaz. Çünkü bunlardan sonucun ne olacağı bilinemze. Kesei “el ayne: göz” kelimesi ve daha sonrasını bu şekilde mansup değil de “el-aynu” şeklinde merfu olarak okumuştur. İbni Kesir, İbni Amir, Ebu Cafer ve Ebu Amr ise sadec “el-curuh: yaralamalar” kelimesini merfu okumuşlardır. Diğerleri ise hepsini ise “en-nefs”de olduğu gibi mansup okumuşlardır.“Kim de onu” yanı kısası “bağışlarsa o onun için bir keffarettir.” Denildi ki: alehu: onun için” de ki zamir yaralıya ve öldürülenin velisine döner. Yani bu, bağışlayıp, onu affeden için bir keffarettir. Bu Abdullah b. amr b. el-As, Hasan-ı Basri, Şabi ve Katade’nin görüşleridir.Bize Ebu Said Ahmed b. İbrahim eş-Şurayhi, O’na Ebu İshak Ahmed b. Muhammed b. İbrahim es-Sa’lebi, O’an Ebu Abdullah el-Huseyn b. Muhammed ed-Deynuri, O’na Ömer b. el-Hattab, O’na Abdullah b. el-Fadl, O’na Ebu Hayseme, O’an Cerir, O’an Muğire, O’an Şa’bi, O’na ubade b. es-Samit (r.a.) Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu haber verdi:

“Her kim bedeninden birşeyi sadaka olarak verir (kısasını affeder)se Allah da (c.c.) o kadar günahını affeder.”1

(1) Bunu Tirmizi uzun bir şekilde Ebu’d-Derda’dan rivayet etti ve: bu garip bir hadistir, Ebu’s-Sefer’in Ebu Derda’dan işittiğini duymadım. (Kitab ed-Diyat, babu ma cae fi’l-afu (4/650); İbni Mace, ed-Diyat bab el-Afvi fi’l-kısas (No: 2693) 2/898; Taberi et-Tefsir: 10/368; İbni Ebi Asım, ed-Diyat; Amed, el-Müsned: 5/316, 6/448.Bunu Münziri et-Teğib ve ‘t-Terhib’de (3/305) Ahmed b. Hanbel ‘in rivayetini zikretti ve “Ravileri Sahih’in ravileridir” dedi. Sonra İbni Mace’nin rivayetini zikretti ve “Zincirdeki kopukluk olmasa senedi hasendir” dedi.Bazıları ise “lehu: onun için”deki zamirin yaralayana ve öldürüne döndüğünü söylemişlerdir. Yani: kendisine cinayet edilenin velisi veya yaralanan kimse kendisine bunu yapanı affederse, bu canin günahı için bir keffarettir. Ahirette ondan sorulmaz. Kısas uygulandığında, kısasın günahına keffaret oluşu gibi. Affedenin ecri ise Allah’a (c.c.) aittir: “Her kim de affeder ve düzeltirse onun ecri de Allah’adır.” (Şura: 26/40)Bu da İbni Abbas’tan (r.a.) rivayet edilmiştir. Bu aynı zamanda İbrahim, Mücahid ve Zeyd b. Eslem’in görüşüdür. (Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”“Ve onların izinden.” Yani Allah’a teslim olmuş Peygamberlerin “Meryem oğlu İsa’yı önündeki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gönderdik. Ve ona İncil’i verdik. Onda.” Yani İncil’de “hidayet ve nur vardır.” O İncil “kendinden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı, hidayet ve müttakiler için bir öğüt olarak.

Page 32: Beğavi Tefsiri-2

“İncil ehli, Allah’In onda indirdikleriyle hükmetsinler.” A’meş ve Hamza bunu veliyahkume: hükmetmeleri için” şeklinde okurlarken, diğerleri “vel-yahkum” şeklinde emir sigasıyla okumuşlardır. Yani hükmetsinler. Mukatil b. Hayyan der ki: Allah (c.c.) Rabbanilere ve Ahbar’a (Yahudi din adamları) Tevrat ile hükmetmelerini, Kıssis ve Ruhbanlara (Hristiyan din adamları) İnicil ile hükmetmelerini emretti. Onlar ise kafir oldular ve “Uzeyr Allah’ın oğludur”, “Mesih İsa Allah’ın oğludur” gibi “sapık sözler söylediler. “Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte onlar fasıkların.” Allah’a itatten çıkanların “ta kendileridir.”“Sanada” Ey Muhammed “önündeki kitapları” Yani ondan önce indirilen kitapları “doğrulayıcı ve üzerlerine müheymin olarak indirdik.” el-Valibi İbni Abbas’tan (r.a.) şöyle nakletmiştir: Yani “üzerlerine şahit olarak.” Bu aynı zamanda Mücahid, KAtade, Suddi ve Kesei’nin görüşüdür.Sahabe şair Hassan der ki:Şüphesiz bu kitap Peygamberimiz için bir Müheymin’dir.Hakikat ise, onu akıl sahipleri bilir.Yani Peygamber için bir şahit ve doğrulayıcıdır.Bunu İkrime “Onlara delalet edici”; Said b. Cübeyr ve Ebu Ubeyd; “Onlara güven ve itimat olarak”; Hasan-ı Basri: “onlara

kefil olarak” şeklinde tefsir etmişlerdir.1 Denildi ki: “Müheymin”in aslı “müheymin: emin, emanetçi”dir. “emin” kelimesinin “müfay’il” veznindeki sigasıdır. “Baylar” masdarının ismi faili “Mübaytır” gibi. Daha sonra “müeymin”in hemzesi “he”ye çevrilmiştir. Bu arapçada vardır. “eraktü’l-mae: heraktül mae: suyu döktüm” ve “eyhat: heyhat: uzak” da olduğu gibi. Kur’an’ın “emanet” oluşunu İbni Cüreyc’in şu sözü açıklamaktadır: Kur’an kendinden önceki kitaplar üzerinde emindir; ehli kitabın haber verdikleri Kur’an’da varsa doğru, yoksa yalan olmuş olur.Said b. Müseyyeb: “Hükmünü verici olarak”; Halil: “Gözetici ve koruyucu olarak” diye tefsir etmişlerdir. Anlamları birbirine yakındır. Hepsinin anlamı şudur: Kur’an’ın şahitlik ettiği ve kabul ettiği her kitap Allah’ın (c.c.) kitabıdır. O’nun şahitlik etmediği onun kitabı değildir.(1) “Heymene” ve “Müheymin” kelimelerinin detaylı açıklaması için bkz: Mecelletü’l-buhus el-İslamiyye dergisinin 21. sayısındaki (Riyad, Rebiul evvel: H. 1408) Osman Cum’a Dumayriyye’nin “İslam ve onun diğer dinlerle alakası” isimli makalesi.“Öyleyse” Ey Muhammed “aralarında” Yani kitap ehli arasında, meselelerini sana getirdiklerinde “Allah’ın indirdiğiyle” Kur’an’la “hükmet. Sana gelen haktan yüzçevirecek hevalarına uyma.” Yani onların heva ve arzularına uyma. Sana gelen haktan yüzçevirip onu terketme. “Sizden herbirinize bir şeriat ve metod yaptık.” İbni Abbas, Hasan-ı Basri ve Mücahid: Yani yol ve sünnet kıldık, demişlerdir. Şeriat ve Menhec (metod, yol) kelimeleri açık yol anlamına gelir. Her başlanılan ve gidilen şey “şeriat” ve “şir’at”tır. Bu ayette bütün şeriatların farklı olduğu ve her dinin ayrı şeriatının (kurallarının) olduğu belirtilmektedir.Katade der ki: Hitap şu üç ümmetedir. Musa’nın ümmetine, İsa’nın ümmetine ve Muhammed ümmetine. Tevrat’ın bir şeriatı, İncil’in bir şeriatı, birde Kur’an’ın şeriatı vardır. Din ise takdir; tevhid. “Allah dileseydi sizi tek ümmet yapardı.” Tek ümmet üzere kılardı. “ancak size verdiklerinde.” Verdiği kitaplarda, açıkladığı şeriatlarda “sizi sınamak için” sizi denemek için. Ta ki itaatkarla isyankar, uyan ile aykırı giden ortaya çıksın. “Öyleyse hayırlarda yarışın.” Salih ameller yapmaya koşun, yapmakta acele edin, erteleyici olmayın. “Hepinizin dönüşü sadece Allah’adır. Ve size ihtilaf ededurduğunuz şeyleri haber verecektir.”49- “Ve aralarında Allah’ın indirdikleriyle hükmet. Onların keyiflerine uyma ve Allah’ın sana indirdiklerinin bazısından seni

şaşırtmalarından sakın.” İbni Abbas (r.a.) der ki: Yahudilerin elebaşlarından Ka’b b. (Esed)1, Abdullah b. (Süriya)2 Şas b. Kays birbirlerine şöyle dediler: “Muhammed’e (s.a.v.) gidelim. Belki onu dininden şaşırtırız. Sonra ona gelerek şöyle dediler:“Ey Muhammed (s.a.v.), sen biliyorsun ki, biz Yahudilerin din adamları ve soylularıyız. Biz sana uyacak olsak Yahudiler bize aykırı davranmazlar, onlar da sana uyar. Bizimle bazı insanlar arasında birtakım anlaşmazlıklar var. Sana gelelimde aramızda hakem ol. Ancak bizim lehimize onların aleyhine hüküm ver. Böyle yaparsan sana inanırız ve bize başkaları da tabi olurlar. Aslında onlar iman etmeye niyetli değildiler. Maksatları kargaşa çıkarmak, netliği gidermek ve Peygamberi hükümde

adaletsizliğe meylettirmekti. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.1 (1) Kitabın nüshalarında “Üseyd” olarak geçmektedir. Biz bunu İbni Hişam’ın es-Sire en-Nebeviyyeden düzelttik.(2) İbni Hişam’ın siresinde bu “Saluba” şeklinde geçmektedir.(1) Sireti İbni Hişam: 2/567; et-Taberi: 10/393; Esbab en-Nüzul el-Vahidi s. 229.“Şayet yüz çevirirlerse.” Yani iman etmekten ve Kur’an’dan yüz çevirirlerse “bil ki: Allah bazı güahları sebebiyle onlara musibet vermek dilemektedir.” Yani bil ki onların yüz çevirmeleri, Allah’ın, bazı günahları nedeniyle onların cezalarını dünyada acilen vermeyi dilemesi nedeniyledir. (Yani sanki onlar bununla böyle olmaya hak kazanıyorlar, sanki musibet ve belaları kendi elleriyel getiriyorlar). “Ve insanların çoğu” Yani: Yahudiler. “gerçekten de fasıktırlar.”“Yoksa cahiliyye hüknü mü arıyorlar?” İbni Amir bunu “Tebğune: arıyorsunuz” şeklinde okurken, diğerleri “Yebğune: arıyorlar” şeklinde okumuşlardır. Yani: arıyorlar, istiyorlar, talep ediyorlar.

Page 33: Beğavi Tefsiri-2

51- “Ey iman edenler, yahudileri ve Hristiyanları dostlar edinmeyin.” Bu ayetin nüzul sebebi hakkında -hükmü tüm müminleri kapsasada- ihtilaf edilmiştir. Bazıları şöyle söylemişlerdir: Ubade b. es-Samit ve Abdullah b. Übeyy b. Selul hakkında inmiştir. Bunlar anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Ubade: Benim çok sayıda güçlü Yahudi dostlarım var. Ancak Yahudilere dost olmaktan Allah’a ve Rasulune sığınırım. Benim Allah’tan ve Rasulunden başka dostum yok dedi. Abdullah ise: Ben Yahudilerle dostluktan sığınmam. Çünkü zamanın felaketlerinden korkarım. Onlarsız olamam dedi. Peygamber de (s.a.v.):“Ey Ebu’l-Habbab (Abdullah), Ubade’ye karşı cimrilik yaptığı yahudilerle dostluğun sanadır, ona değil” dedi. O da:

“O zaman ben de kabul ediyorum” dedi. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indirdi.2

Süddi der ki: Uhud savaşında çarpışmalar şiddetlenince, bu durum bazılarına zor geldi ve kafirlerin onları yenmesinden korkuya düştüler. Müslümanlardan biri: Ben filan Yahudi’yi gidip ondan eman alayım. Çünkü kafirlerin bize galip gelmelerinden korkuyorum dedi. Başka biri Ben de Şam’lı filan Hristiyana giderek ondan eman alayım, dedi. Bunun üzerine

Allah bu ayeti indirdi. Böylece onları bundan nehyetti.3

(2) Bkz.: Tefsir et,Taberi: 10/395-396; ed-Dürru’l-Mensur: 3/98-99; Esbab en-Nüzul s. 229.(3) Bkz. Tefsir et-Taberi: 6/276 (Halebi baskısı); ed-Dürru’l-Mensur: 3/99.

İkrime ise şöyle demiştir: Bu ayet (Ebi Lübabe)1 b. Abdülmünzir hakkında inmiştir. Peygamber (s.a.v.), onu Beni Kureyza’yı kuşattığı bir esnada onlara gönderdi. İnme (kaleden inmek, teslim olmak) hususunda onunla istişare ettiler ve: İnceke olursak bize ne yapar? diye sordular. O da boğazını göstererek “kesme”yi kastetti. Yani: sizi öldürür, demek istedi. Bunun üzerine bu

ayet indi.1

“Bazıları bazılarının.” Yardım ve desteklemede “dostlarıdırlar.” Onların elleri müslümanlara karşı birdir. (Müslümanlara

karşı yek vücutturlar) “Sizden herkim onları dost edinirse.” (Onlarla mutabakat eder, onlara yardım ederse)2 “Şüphesiz o onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğuna hidayet etmez.”(1) 2. yazma nüshada bu “Ebi Ümame” şeklinde geçmektedir ki bu bir hatadır.(2) Bkz: et-Taberi: 6/276 (Halebi baskısı); ed-Dürru’l-Mensur: 3/99-100. Burad müfessirlerin hocası İmam Taberi’nin, bu sözlerden en sahihini açıklayan sözlerini alalım: “Bize göre en doğrusu şöyle söylemektir: Allah (c..) bütün müminleri Yahudiler ve Hristiyanları, Allah ve Rasulune iman edenlere karşı yardımcılar, dostlar ve müttefikler edinmekten nehyetmektedir. Kafirleri, Allah (c.c.) ve Rasulu dışında yardımcı, müttefik ve dost edinenlerin, Allah’a, Rasulen ve müminlere karşı hizipleşme ve gruplaşmada onlardan olduklarını, Allah ve Rasulununde onlardan beri olduklarını haber vermektedir. Bu ayetin Ubade b. es-Samit, Abdullah b. Übeyy b. Selul ve Yahudi müttefikleri hakkında inmiş olması mümkündür. Yine Ebi Lübade hakkında, Beni Kureyzaya yaptıkları nedeniyle inmiş de olabilir. Veya Süddi’nin zikrettiğibiri Yahudi Dehleke’ye, diğeri Şamlı bir Hiristiyana gitmeye niyetlenen iki kişi hakkında da inmiş olabilir.Bu üç görüş hakkında hüccet olabilecek hiçbir haber sabit olmamıştır. Durum böyle olunca en doğru olanı, Kur’an’ın zahir iifadesinin kapsadığı yere kadar kapsamlığına hükmetmektir. Ancak bununla birlikte te’vil ehlinin zikrettiği ve aykırısını da bilmediğimiz görüşlerin de bu ayetin, zamanın tersine dönmesinden ve felaketlerinden korkarak Yahudi veya Hiristyanla dostluk kuran bir münafık hakkında indiği kesindir. Çünkü daha sonraki ayet buna delalet etmektedir.(2) Bu 1. yazma nüshada yoktur.“Kalplerinde hastalık” Yani nifak, münafıklık. “bulunan kimselerin.” Yani Yahudilerle dostluk kuran Abdullah b. Übeyy ve arkadaşlarının “onlar hakkında” onlara yardımda ve onlarda dostlukta “yarıştıklarını, ‘bize bir felaketin” musibetin “gelmesinden korkuyoruz dediklerini görürsün” Yani: “Zamanın tersine dönerek, onların bize yardım etmelerine ihtiyaç duymamızdan korkuyoruz” derler. İbni Abbas (r.a.) der ki: Yani “Muhammed’in tam hakimiyetinin gerçekleşmesinden ve durumun bizim aleyhimize dönmesinden korkuyoruz.” Denildi ki: Yani “Zaman’ın aleyhimize dönerek bize kıtlık ve sıkıntı yaşatmasından, o durumda Yahudilerin ve Hristiyanların bize harç veya erzak vermemelerinden korkuyoruz.” “Belki Allah bir fetih” Yani Muhammed’e (s.a.v.) muhaliflerine karşı yardım ederek tam hakimiyet sağlaması. Kelbi ve Süddi: Yani Mekke’nin fethi; Dahhak ise: Hayber ve Fedek gibi Yahudi beldelerinin fethi demişlerdir. “veya katından bir iş” Denildi ki: Muhammed’in işini (dinini) tamamlamak suretiyle. Denildi ki: O kafirlere azap etmesidir. Denildi ki: Nadir oğullarının kovulmasıdır. “getirir de onlar” Yani münafıklar “içlerinde gizlediklerine.” Yahudilerle dostluk ve onlara haberler ulaştırma niyetlerine “pişman oluverirler.”“ve” O zaman “müminler derler ki:” (Kufe’liler bunu “ve yekulu” şeklinde vavlı ve merfu olarak okumuşlardır.) Basralılar ise “ve yekule” şeklinde vavlı ve mansup olarak okumuşlardır. Bu durumda bu “en ye’tiye: getirir” fiiline matuftur. Yani “Belki Allah bir fetih.. getirir de... ve belki müminler şöyle derler.” Diğerleri de bunu vavsız olarak “yekulu” şeklinde merfu okumuşlardır. (Aliye) ehlinin mushafında da (Kur’an) böyle yazılıdır. Bu ayetin öncesiyle içiçe ve bitişik gibi olması nedeniyle, sanki atıf harfine gerek duyulmamıştır. Yani Allah’ın (c.c.) münafıklarının nifaklarını ortaya çıkardığı vakitte müminler derler ki: “Bunlar mı o bütün güçleriyle” Yani en şiddetli ve ağır yeminlerle “sizinle birlikte olduklarına.” Yani mümin olduklarına “kasem edenler” Yani yemin edenler, yani müminler ve o zaman onların yalan söylemelerine ve yalan yere yeminlerine şaşakalırlar. Allah (c.c.) devamla şöyle buyurur: “Amelleri boşa çıkmış” Yani yaptıkları her hayır boşa

Page 34: Beğavi Tefsiri-2

gitmiş “kaybedenlerden olmuşlardır.” Dünyada rezil olmak suretiyle, ahirette de azap olunmak ve sevabı kaçırmak suretiyle, ahirette de azap olunmak ve sevabı kaçırmak suretiyle hüsrana uğramışlardan, kaybedenlerden olmuşlardır.“Ey iman edenler, sizden herkim dininden dönerse -bilinki- Allah, yolunda öyle bir toplum getirecek ki o onları sever onlar da onu severler.” Medineliler ve Şamlılar dininden dönerse: “men yerteddeyi” “men yertedid” şeklinde okumuşlardır. Anlamı: dininden küfre dönersedir.Hasan-ı Basri der ki: Allah (c.c.) Peygamber’in (s.a.v.) vefatından sonra bir topluluğu mürted olacığını bildi ve onları sevdiği onların da on usevdiği bir toplum getireceğini haber verdi.Bu toplumun kim olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir: Ali (r.a.), Hasan ve Katade şöyle demişlerdir: Onlar Ebubekir ile

mürtedlerle ve zekatı vermeyenlerle savaşan arkadaşlarıdır.1 Peygamber (s.a.v.) vefat ettiğnide Mekke’liler, Medine’liler ve Bahreyn’deki Abdulkays kabilesi dışında tüm araplar mürted olmuşlar, bazılar ızekatı vermeyi reddetmişlerdi. Ebu Bekir (r.a.) onlarla savaşmaya niyetlenince bunu sahabeler hoş karşılamadılar. Ömer (r.a.): Peygmaber (s.a.v.):“İnsanlarla la ilahe ilallah diyene kadar savaşmakla emrolundum. Bunu diyen benden malını ve nefsini korumuş olur. Ancak hak olarak can alma (kısas vs. cezalar) başka. O’nun (La ilahe ilallah’ı diyenin) hesabı Allah’adır.” buyurmuşken nasıl olurda onlarla savaşırız?” dedi. Ebubekir de (r.a.):“Vallahi namazla zekatın arasını ayıranla (namazı kabul ettiği halde zekat vermeyi reddenle) savaşacağım. Çünkü zekat

malın hakkıdır. Vallahi, şayet Peygamber’e (s.a.v.) ödedikleri (bir oğlağı)2 benden esirgeselerdi, bu sebeple onlarla

savaşırdım.”3

(1) Bkz. Tefsir et-Taberi: 6/283 (Halebi baskısı).(2) 1. yazma nüshada böyledir (Anak). 2. yazma nüshada ise “kal: devenin ayaklarını bağlamakta kullanılan ip” şeklinde geçmektedir.(3) Buhari ez-Zekat, babu vucbi’z-Zekat: 3/262; Müslim İman babu’l-emri bi kıtali’n-Nasi hatta yekulu la ilahe ilallah (No: 20) 1/51, 52; Müellif Şerhu’s-Sünne: 1/66, 67.Enes b. Malik (r.a.) der ki: Sahabeler zekatı vermeyenlerle savaşmayı hoş karşılamadılar ve “kıble ehliler” dediler. Bunun üzerine Ebu Bekir (r.a.) kılıcını kuşanarak tek başına çıktı. Onlarda ardından gitmek zorunda kaldılar.İbni Mes’ud (r.a.) der ki: Bunu başta hoş karşılamadık. Sonra ise ona teşekkür ettik.Ebu Bekir b. Ayyaş der ki: Ebu HÜseyn’in şöyle söylediğini işittim: Peygamberlerden sonra Ebu Bekir’den faziletli kimse doğamamıştır; mürtedlerle savaşta PEygamberlerden bir Peygamberin yerini tuttu.Peygamberin hayatında şu üç grup insan mürted oldu (dinden çıktı).

“Beni Mezhac”1 Başkanları Zu’l-Himar Ahle b. Ka’b el-Ansi idi. el-Esved diye kalaplanırdı. Kahin birisiydi Yemen’de Peygamberlik iddia etti ve orayı ele geçirdi. RAsulullah (s.a.v.) Muaz b. Cebel ile beraberindeki müslümanlara mektup yazarak, insanları dinlerine sarılmaya ve el-Esved’le savaşmaya teşvik etmelerini emretti. O’nu yatağındayken Feyruz ed-Deylemi öldürdü. İbni Ömer (r.a.) der ki: Öldürülme haberi Pegyamber’e (s.a.v.) o gece gökten geldi. Peygamber (s.a.v.):“El-Esved dün öldürüldü. O’nu mübarek bir adam öldürdü” buyurdu. O’na:“Kim o?” diye sordular.

“Feyruz (Fazfeyruz)2” buyurdu. Peygamber (s.a.v.) sahabesini Esved’in öldürüleceğine dair müjdelemişti. Ertesi günü de öldürüldü. Onun ölümü (haberi) Medine’ye Üsame çıktıktan sonra, Rebiülevvel ayının sonlarında ulaştı. Bu, Ebubekr’e nasip

olan ilk fetih idi.3

İkinci grup Yemame’deki Beni Hanife’ydi. Başkanları Müseylemetu’l-Kezzap idi (ismi: Semame b. Kays)4 Peygamber’in (s.a.v.) hayatında 10. yılın sonlarında Peygamberlik iddi ateti. Kendisinin Peygamberlikte Muhammed’le (s.a.v.) ortak olduğunu iddia etti. Peygamber’e (s.a.v.) şöyle mektup yazdı: Allah Rasulu Müseyleme’den Allah Rasulu Muhammed’e! Yeryüzünün yarısı senin yarısı benim. Bu mektubu ona kendisine tabi olanlardan iki kişiyle gönderdi. Peygamber (s.a.v.) onlara:

(“Müseyleme’nin Peygamber olduğuna şehadet ediyor musunuz?” diye sordu. “Evet” dediler. Peygamber (s.a.v.))5

“Elçilerin öldürülmemesi kaidesi olmasaydı sizi öldürürdüm” dedi ve şu mektubu iade etti:“Allah Rasulu Muhammed’den yalancı Müseyleme’ye. Yüryüzü hiç şüphesiz Allah’ındır. O’na kullarından istediğini varis kılar, güzel akibet Allah’dan sakınanlaradır.”(1) 2. yazma nüshada bu “Beni Madha” olarak geçmektedir.(2) Bu 2. yazma nüshada bulunmamaktadır.(3) Bkz: Tarih et-Taberi: 3/237 va; el-Bidaye ve’n-Nihaye: 6/305-311; Üsüd el-⁄abe, İbnü’l-Esir: 4/371; Tefsir et-Taberi: 10/424-425.(4) Bu 2. yazma nüshada yoktur.(5) Bu 1. yazma nüshada yoktur.

Page 35: Beğavi Tefsiri-2

Daha sonra Peygamber (s.a.v.) hastalandı ve vefat etti. Ebu Bekir’de (r.a.) Halid b. Velid’i (r.a.) büyük bir orduyla birlikte Müseyleme’ye gönderdi. Allah onu şiddetli bir savaş sonunda, Hamza’nın (r.a.) katili ve Mat’am b. Adiyy’in kölesi Vahşi eliyle öldürdü. Vahşi şöyle söylerdi. Cahiliyye döneminde insanların en hayırlısını, müsülman olduktan sonra da insanların

en şerlisini öldürdüm.1

Üçüncü grup insan ise Beni Esed idi. Başkanları Tüleyha b. Huveylid b. el-Velid’di. Talha dinden en son çıkanlarıdır. Peygamber’in (s.a.v.) hayatında Peygamberlik iddia etti. Ebu Bekir (r.a.) Halid b. Velid’i (r.a.) üzerine gönderdi: Halid şiddetli bir savaş sonunda onları yenilgiye uğrattı. Tuleyha ise kaçmayı basardı ve Şam’a doğru gitti. Sonra müslüman oldu

ve İslam’ı güzel şekilde yaşadı.2

Peygamber’in vefatından sonra (Ebu Bekir’in (r.a.) halifeliği zamanında)3 birçok insan dinden çıktı. Ancak Allah (c.c.)

Ebubekir’in (r.a.) eliyle müslümanları şerlerinden korudu ve zafer nasip etti.4

Aişe (r.a.) der ki: Peygamber (s.a.v.) vefat etti. Araplar dinden çıktılar ve nifak her yeri kapladı. Ebu Bekir’in (r.a.) başına

öyle zorluklar geldi ki, koca dağların başına gelseydi onları ufalayıverdi.5

(1) Bkz: Sünen-i Ebu Davud, kitab el-Cihad, bab er-Rusul: 4/64; el-Bidaye ve’n-Nihaye: 5/51, 6/200; Siretü İbni Hişam: 2/600.(2) Bkz: el-Bidaye ve4n-Nihaye: 6/314-319, 4/61.(3) Parantez içi 2. yazma nüshada yoktur.(4) Bkz: Hurub er-Ridde, eş-Şehid el-Müerrih el-Kilai s. 35 vd.(5) Bkz: es-Sire en-Nebeviyye, İbni Hişam: 2/665; Hurub er-Ridde, el-Kilai s. 35; Tarihe t-Taberi.Bazıları, bu ayetteki “Allah (c.c.) onları sever, onlar da Allah’ı (c.c.) severler” ifadesinde kastedilenlerin Ebu Musa el-Eş’ari’nin kabilesi Eş’ari’ler olduğunu söylemişlerdir. Nitekim rivayet edildiğine göre bu ayet indiğinde Rasulullah (s.a.v.)

Ebu Musa’ya (r.a.) işaret ederek “Onlar bunun kavmi” buyurmuştur.1 Eş’ari’ler de Yemen’dendiler.Bize Ebu Abdullah Muhammed b. el-Fadl el-Hırki, O’na Ebu’l-Hasen et-Taysefuni, O’na Abdullah b. Ömer el-Cevheri, O’na

Ahmed b. (Ali el-Keşmeyheni, O’na Ali b.)2 Hacer, O’na İsmail b. Cafer, O’na Muhammed b. Amr b. Alkame, O’na Ebu Seleme, O’na da Ebu Hureyre (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: Size Yemenli’ler geldi. Onların

kalpleri daha zayıf, duyguları daha ince ve hassastır. İman Yemen’lidir, hikmet Yemen’lidir.3

(1) Bunu Hakim Müstedrek’te (2/313) rivayet etti ve Müslim’in şartlarına uygun derecede sahih olduğunu belirtti. Taberani de rivayet etti. Ravileride sahihin ravileridir. (Mecmeu’z-Zevaid: 7/16). Taberi ise Tefsir’de (10/414, 415) zikretti.(2) Bu fazlalığı 2. yazma nüshadan ve Şerhu’s-Sünne’den yaptık.(3) Buhari el-Meğazi, babu kudumi’l-Eş’ariyyin ve ehli’l-Yemen: 8/98; Müslim el-İman, babu tefadili ehli’l-İman: (52) 1/711; Müellif Şerhu’s-Sünne: 14/201.Kelbi der ki: Onlar Yemenli kabilelerdir. 2000 Neha’lı, 5000 Kend’li ve Büceyle’li ayrıca 3000 kişi olmak üzere 10.000 kişi Ömer (r.a.) zamanındaki Kadisiyye savaşında Allah (c.c.) yolunda savaştılar.“Mü’minlere karşı alçak gönüllü.” Yani merhametli, ince kalpli. Nitekim Allah (c.c.):“Ve onlara (ebeveyne) rahmetten şefkat kanatlarını ger” buyurmuştur. Her iki ayette de geçen “zilet kelimesinden zelil olmak, saygınlığını yitirecek derecede kendisini küçültmek anlamı kastedilemiş, karşıdakine son derece yumuşak ve kibar davrandıkları kastedilmiştir. Denildi ki: ayette geçen zilletten maksat “dabbetun zelul: uysal, itaatkar hayvan” terkibindeki anlamdır. Yani onlar müminlere karşı mütevazidirler. “Rahman’ın kulları yeryüzünde zilletle (metvazi olarak) yürürler” ayetindeki anlam gibi “kafirlere karşı zorludurlar.” Yani kafirlere karşı katı ve serttirler. Onlara düşmanlık besler, onlarla çekişip mücadele ederler. Arapçada “azzehu” “ğalebehu” (galip geldi, üstünlük sağladı) anlamına gelir. Ata der ki: Mü’minlere karşı “zelildirler”. Yani çocuğun babasına, kölenin efendisine davrandığı gibi. Kafirlere karşı “azizdirler”. Yani yırtıcı hayvanın avına davranışı gibi. Bu ayetin benzeri şu ayettir: “(Muhammed’le birlikte olanlar) kafirlere karşı şiddetli (katı, sert), aralarında ise çok şefkatlidirler.” “Allah yolunda cihad ederler ve kınayıcının kınamasından korkmazlar.” Yani Allah (c.c.) yolunda insanların kınamasından korkmazlar. Çünkü münafıklar kafirleri gözlerler ve onları kınamalarından çekinirler, korkarlardı. Ubade b. es-Samit’ten (c.c.) şöyle buyurduğnu rivayet ettik: “Rasulullah’a (s.a.v.), işitme ve itaat

etme, nerede olursak olalım kınayıcının kınamasından korkmaksızın hakkı söyleme ve yapma hususunda biat ettik.1

(1) Buhari el-Ahkam, babu keyfe yübayiul imam en-Nas: 13/192; el-Fiten Müslim el-imare, babu vucubi taati’t-ümera fi ğayri masiye (No: 1709). (3/1470), Müellif, Şerhu’s-Sünne: 10/46.“Bu, Allah’ın bir lütfudur, Onu istediğine verir.” Yani Allah’a (c.c.) olan sevgileri, müminlere yumuşka kafirlere karşı sert olmaları Allah’ın (c.c.) onlara bir lütfudur. “Allah -lütfu- geniş olan çok bilendir.”“Sizin dostunuz yalnız Allah, onun Rasulu ve müminlerdir.” (İbni Abbas’tan (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir: Bu ayet Ubade b. es-Samit ve Abdullah b. Übeyy b. Selul hakkında inmiştir. Ubade Yahudilerden kendisini beri etmiş ve “Ben Allah’ı, Rasulunu ve müminleri dost ediniyorum” demiş, bunun üzerine “Ey iman edenler Yahudileri ve Hiristiyanları dost

Page 36: Beğavi Tefsiri-2

edinmeyin” ayetinden bu ayetin sonuna kadarki ayetler inmişti.)2 İman edenlerden maksat Ubade ve diğer müminlerdir.3

Cabir b. Abdullah (r.a.) der ki: Abdullah b. Selam Peygamber’e (s.a.v.) gelerek:“Ey Allah’ın Rasulu, Kureyza ve Nadir kabilelerimiz bizleri terkettiler, bizlerle ilişkileri kestiler ve bizlerle oturup kalkmayacaklarına yemin ettiler” dedi. Bunun üzerine bu ayeti kerime indi. Rasulullah (s.a.v.)’de ona bu ayeti okuyunca O:

“Ey Rasulullah, dost olarak Allah’tan Rasulunden ve müminlerden razı olduk” dedi.1 Bu tevil ve tefsire göre ayetin sonundaki “ve onlar ruku ederler”den maksat, gece veya gündüz kılınan nafile namazları kılarlardır. Bunu İbni Abbas (r.a.) söylemiştir.(1) Bunu Taberi (10/425, 426) tahriç etti. Ondaki Süddi’den gelen rivayet şöyledir: Onlar bütün mü’minlerdir. Ancak Ali (r.a.) namazda ruku halindeyken bir dilenci geçti... Ayrıca bkz: ed-Dürru’l-Mensur: 3/104, (2) Parantez içi 2. yazma nüshada yoktur.(3) Bu konularda bkz. Bu tefsirde bu surenin 51. ayetinin nüzul sebebinde zikredilenler; Taberi: 10/424.“-O müminler ki- namazı kılarlar, zekatı verirler ve onlar ruku edicilerdir.” Süddi’ye göre bundan maksat Ali (r.a.)’dır. O

namazda ruku halindeyken bir dilenci gelmiş, oda ona yüzüğünü vermişti.1

Cüveybir Dahhak’tan şöyle nakletmiştir: onlar bütün mü’minlerdir; müminler birbirlerinin dostlarıdırlar. Ebu Cafer Muhammed b. Ali el-Bakır: Bu ayet müminler hakkında indi, dedi. O’na: Bazıları Ali (r.a.) hakkında inmiştir diyorlar, denildi. O: Oda müminlerden diye cevap verdi.2“Her kim Allah’ı, Rasulunu ve müminleri dost edinirse” Allah’a itaat, onun Rasulüne ve müminlere yardım, gerçekleştirirse İbni Abbas (r.a.): Muhacirler ve Ensar kastedilmiştir, demiştir. “Şüphesiz Allah’ın hizbi” Yani Allah’ın dininin yardımcıları “asıl onlar galiptirler.”53- “Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden” Yani Yahudilerden “dininizi alay ve eğlenceye alanları... dostlar edinmeyin.” İbni Abbas (r.a.) der ki: Rufaa b. Zeyd b. et-Tabut ve Süveyd b. el-Haris müslüman olduklarına açığa

vurmuşlar, sonra münafık olmuşlardı. müslümanlardan bazıları onlara sevgi besliyorlardı. Allah (c.c.) da bu ayeti indirdi.3

Onların dini alay ve eğlenceye almaları, içlerinde küfür olmakla birlikte İslamı açığa vurmaları suretiyledir.(2) Bunu Tabire tahriç etti (10/425). Ayrıca bkz: ed-Dürru’l-Mensur: 3/106.(3) Bkz: Sireti İbni Hişam: 1/508; Tefsir et-Taberi: 6/290; Esbab en-Nüzul el-Vahidi s. 231; ed-Dürru’l-Mensur: 3/107.“ve kafirleri” Basra’lılar ve Kesei bu kelimeyi “ve’l-küffari” şeklinde mecrur okumuşlardır. (Yani: kendilerine kitap

verilenlerden ve kafirlerden)1 Diğerleri ise bunu “ve’l-Küffar” şeklinde mansup okumuşlardır. Yani: ev kafirleri de dost edinmeyin. “Eğer mü’minlerseniz Allah’tan korkun.”“Birbirinizi namaza çağırdığnızda onu alay ve eğlenceye alırlar. Bu, onların gerçekten akıl edemez bir topluluk olmalarındandır.” Kelbi der ki: Rasulullah’ın (s.a.v.) müezzini namaza çağırıp müslümanlar namaaz kalktıklarında Yahudiler alaycı bir biçimde “kalktılar, kalkmadılar, kıldılar, kılmadılar” dediler ve gülüştüler. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti

indirdi.2

Süddi der ki: Medine’deki Hristiyan birisi hakkında inmiştir. Bu adam müezzinin “Eşhedu en la ilahe illallah” dediğini

işittiğnide: Yalancı yanısn, derdi. Bir gün hizmetçisi (o ve ailesi uykudayken)3 bir ateşle eve girdi. Ondan bir alev sıçrayarak

ev yandı. Evle birlikte o ve ailesi de yandı.4

Diğerleri ise şöyle dediler: Kafirler ezanı işittiklerinde müslümanları çekemediler ve Rasulullah’ın (s.a.v.) yanına gelerek şöyle dediler:“Ey Muhammed! Gerçekten, geçmişte hiçbir ümmette olmayan birşey çıkardın. Şayet Peygamberlik iddia ediyorsan bu uydurduğula senden önceki Peygamberlere aykırılık yapıyorsun. Onda hayır olacak olsaydı buna en layık kişiler

Peygamberlerdi. Nereden çıkardın o, (keçinin)5 melemesi gibi bağrışmayı. Ne kötü ses, ne çirkin birşey. Bunun üzerine

Allah (c.c.) bu ayeti ve “Allah’a çağırandan...” daha güzel sözlü kim vardır?” ayetini indirdi.6

(1) Bu 1. yazma nüshada yoktur.(2) Bkz: Esbab en-Nüzul el-Vahidi s. 231; ed-Dürru’l-Mensur: 3/107.(3) 1. yazma nüshada bu şöyle geçmektedir: “ve hüve ve ehlühi niyam” 2. yazma nüshada ise şöyle geçmektedir: “Ve hüve naimun, hüve ve ehlühu” İkiside aynı anlama gelmektedir.(4) Bkz. et-Taberi: 6/291; ed-Dürru’l-Mensur: 3/107-108; Esbab en-Nüzul s. 231; el-Bahru’l-Muhit: 3/515.(5) Esbab en-Nüzul’da bu kelime “el-İyr: deve” şeklinde geçmektedir.(6) Bkz. Esbab en-Nüzul s. 231, 232; el-Bahr el-Muhit: 3/515.59- “De ki: Ey kitap ehli, sadece... sebebiyle mi bizden intikam alıyor musunuz?”“Hel tenkimun: intikam mı alıyorsunuz?” Bunu Kesi “Het-tenkimun” şeklinde “lam”ın “te”de idgam edilmiş haliyle okudu. “hel” harfinin “lam”ı aynı zamanda kendinden sonra gelen “se” ve “nun”da da idgam edilmiştir. Kesei’ye Hamza sadece “te” ve “se” harflirenide, Ebu Amr ise sadece “Hel tera: görüyor musunuz?” cümlesinde bunun geçtiği iki yerde muvafakat etmiştir.

Page 37: Beğavi Tefsiri-2

İbni Abbas (r.a.) der ki: Aralarında Ebu Yasir b. Ahtab ve RAfi’ bi. Ebi Rafi’ni de bulunduğ ubir grup Yahudi Peygamber’e (s.a.v.) gelerek, onun iman ettiği Peygamberleri sordular: “Peygamber de (s.a.v.): Şunlara iman ettim” dedi ve “...Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e... indirilene... inandım...” (Bakara: 2/136) ayetini sonuna kadar okudu. İsa’yı (a.s.) zikrettiğinde onun Peygamberliğini inkar ettiler ve: “Vallahi dünya ve ahiret hususunda sizden az nasipli din mensupları, sizin dininizden şerli bir din görmedik” dediler. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indirdi.1(1) Bkz. Sireti İbni Hişam: 1/567; et-Taberi: 6/292; ed-Dürru’l-Mensur: 3/108; Esbab en,Nüzul s. 232.“De ki : Ey Kitap ehli, sadece Allah’a, bize indirilene ve bizden önce indirilenlere inandık ve çoğunuz fasık diye mi bizden intikam alıyorsunuz.” Yani bizden nefret ediyor, bizden hoşlanmıyorsunuz? Yani bizden hoşlanmamanızın sebebi, imanımızdan ve sizin fasıklığınızdan başka bir şey mi? Yani: Bizim hak üzere olduğumuzu bildiğiniz halde iman edişimizden hoşlanmadınız. Çünkü siz, başkanlık ve mal sevgisi nedeniyle dininizde kalmak suretiyle fasık oldunuz.“De ki” Ey Muhammed “Allah katında cezası” Karşığlı, cezası, “mesubeten” temyiz olmak üzere mansup olmuştur. “*ondan” Yani sizin söylediğinizden. Ki onlar “Din ve dünya hususunda sizden az nasipli din mensupları ve sizin dininizden daha şerli bir din görmedik” demişlerdi. “daha kötü olan şeyi size haber vereyim mi?” Soruda “ o kötü şeyi” haber vermekten bahsedilirken, cevapta “o kötü şeyden” değil kimseden bahsedilmiş ve cevap “men: o kimse ki” kelimesiyle başlamıştır. “O kimse ki Allah ona lanete tmiş” Yani o o kimsedir ki... “Ona gazap etmiş” Yahudiler kastedilmektedir. “ve onlardan maymunlar, domuzlar... yapmıştır.” Maymun olanlar “Cumartesi ehli” kimseler, domuza dönüşelerse İsa’nın (a.s.) sofrasını inkar edenlerdir. Ali b. Ebi Talha’nın İbni Abbas’tan (r.a.) rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: Maymunlara ve domuzlara dönüştürülenlerin hepsi “Cumartesi ehli” kimselerdir. Gençleri maymunlara, ihtiyarları ise domuzlara çevrilmişlerdir. “...ve tağut kulları yapmıştır.” “Ve abede’t-Tağute” Yani onlardan bazılarını tağuta kulluk edenler yapmıştır. Yani: Şeytanın güzel gösterdiği şeylerde ona itaat edenler yapmıştır. Bu anlamı İbni Mes’ud’un (r.a.) “Ve men abedu’t-Tağut: ve tağuta kulluk eden kimseler” kıraatı da destekler. Hamza bu tertibi “Ve abudu’t-Tağuti” şeklinde car mecrur olarak okumuşlardır. “Abud” “Abd: kul” anlamındadır. Her iki okunuş da Arapçada geçerlidir. “Seb” ve “Sebu” (yırtıcı hayvan) da olduğu gibi. Bir görüşe göre “Abud” “abd”ın çoğuludur. Hasan-ı Basri’de bunu “ve abdu’t-Tağuti” şeklinde okumuştur. “İşte onlar yer bakımdan kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olandır.” “Sevau’s-Sebil” doğru yol anlamına gelmektedir.“Size geldiklerinde derler ki” Yani o münafkılar. Denildi ki bunlar “İman edenlere indirilene günün başında inanın, sonunda onu inkar edin” diyen kitap ehlidir. “İman ettik” Yani sona iman ettik ve söylediklerini doğru olarak kabul ettik, derler. Bunlar aynı zamanda içlerinde küfrü gizlerler. “Halbuki onlar küfür ile girmişler ve onlar yine küfür ile çıkmışlardır.” Yani kafirler olarak girdiler ve kafirler olarak çıktılar. “Ve Allah, gizlemekte olduklarını çok daha iyi bilir.”“Onlardan” Yanu Yahudilerden “bir çoğunun günaha haddi aşmaya” Denildi ki: “ism” günah, “udvan” ise zulüm anlamına gelir. Denil di ki: “ism” onların Tevrat’tan gizledikleri şeyler, “Udvan” ise ona ekledikler işeylerdir. “Ve suhtu” Yani rüşveti “yemeye koştuklarını görürsün.”“Rabbaniler ve Ahbarlar” Yani alimler. Denildi ki: Rabbaniler hristiyan, Ahbar ise Yahudi alimlerdir. “onları günah söylemelerinden ve haram yemelerinden vazgeçirmezler miydi?” Yani vazgeçirmeye çalışsalardı ya. “işledikleri şey gerçekten ne kötüdür?” “Yahudiler ‘Allah’ın eli bağlıdır’ dediler.” İbni Abbas (r.a.), İkrime, Dahhak ve Katade şöyle dediler: Allah (c.c.) Yahudilere fazıl ve keremini açmış, onları en çok mola sahip kimseler, topraklarını en verimli topraklar kılmıştı. Muhammed (s.a.v.) hakkında Allah’a (c.c.) isyan edip onu yalanlayınca, Allah onlara açtığı nimetleri darattı. Böyle olunca Fenhas b. Azur’a: Allah’ın eli bağlıdır, dedi. Yani: rızık vermekten hapsedilmiş, tutulmuştur. Yani: cimridir. Allah (c.c.) söyledikleri bu iftiradan beridir!Denildi ki: Bunu sadece Fenhas söyledi. Diğerleri de onu bundan nehyetmeyince ve ona razı olunca, Allah (c.c.) diğerlerini de öyle yapmış gibi saydı ve beş sözü hepsine nisbet etti. Hasan-ı Basri der ki: anlamı Allah’In eli bize azap etmekten engellidir. Bize sadece yeminini yerine getirecek,o nu bozmayacak kadar miktarda, babalarımızın buzağıya kulluk ettikleri süre miktarınca azap edecek. Ancak birinci anlam daha doğrudur. Çünkü Allah (c.c.) daha sonra: İstediğ gbii harcar” buyurmuştur.

“Böyle dediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın.” Yani hayırlardan (tutulsun)1 Züccac der ki: Allah onlara söyle asıl onların eli tutulu ve bağlı Denil di ki: anlamı “kıyamet gününde cehennemde zincirlensinler”dir. Bu durumda “ğullet” fiili “⁄all/⁄ull” (kelepçe) kelimesinden türetilmiş demektir. Nitekim “Kelepçeler ve zincirler boyunlarındadır.” (⁄afir: 71) ayetindeki “ağlal: kelepçeler” kelimesi (Gall/Gull) kelimesinni çoğuludur. “ve lanetli olsunlar.” Azap görsünlen lanetlenmelerinin tezahürlerinden bazıları; mayunlara ve domuzlara dönüştürülmeleri, dünyada zillet ve sefalet, ahirette ateş ve cehennemle

cezalandırılmalarıdır. “Hayır, onun iki elinde açıktır.” “Allah’ın eli”; onun işitme, görme ve yüz gibi (sıfatlarından) 2 bir sıfattır. Allah (c.c.): “İki elimle yarattığımı...” (Sad: 75) buyurmuştur. Peygamber (s.a.v.):

“Onun her iki elide yemindir (sağ).”1 Allah (c.c.) kendisinin sıfatlarını daha iyi bilir. Bunda kullara düşense iman etmek ve teslim olmaktır.

Page 38: Beğavi Tefsiri-2

(1) Bu Müslim’in el-İmare babu fadileti’-İmam el,Adil ve ukubeti’l-Cair... (No: 1827) 3/1458’de zikrettiği uzun bir hadisten bir parçadır.(1) 2. yazma nüshada bu “Emsekellahu: Allah tutsun” şeklinde geçmektedir.(2) 2. yazma nüshada bu “Sıfati zatihi: zatının sıfatlarındandır” şeklinde geçmiştir.Sünnet ehli selef imamları bu sıfatlar hakkında: “Onları Kur’an ve Sünnette geldiği gibi keyfiyetsiz olarak (nasllığı, niteliğini belirtmeden, düşünmeden) geçiştirin.” demişlerdir.“İstediği gibi harcar.” Rızıklandırır. “Andolsun ki sana Rabbinden indirilen onlardan çoğunun taşkınlığını ve küfrünü çoğaltır.” Yani her ayet indiğinde onu inkar ederler, taşkınlık ve küfürleri artar. “Aralarına kıyamete kadar devam edecek düşmanlık ve nefret attık.” Yani Yahudilerle Hristiyanlar arasına. Bunu Hasen ve Mücahid söylemiştir. Denildi ki: Yahudilerden farklı gruplar arasına; Allah onları dinleri hakkında ihtilaflar içinde ve birbirlerine nefretli kılmıştır. “Harb için hera teş tutuşturdukça Allah onu söndürdü.” Yani Yahudiler bozgunculuk yaptılar ve Tevrat’ın hükmüne muhalefet ettiler. Allah’da (c.c.) onlara Bahtenser’i gönderdi. Sonra tekrar fesat çıkardılar. Allah Rumlu Taytus’u gönderdi. Sonra tekrar fesat çıkardılar. Allah (c.c.) bu defa onlara Mecusileri musallat etti. Sonra tekrar fesat çıkardılar. Allah’da (c.c.) onların başına müslümanları gönderdi.Denildi ki: Muhammed’in davasını bozmak ve sona erdimek için herbir araya geldiklerinde ve savaş ateşini tutuşturduklarında Allah (c.c.) o ateşi söndürdü. Onları geri çevirdi ve zelil etti, Peygamberine ve dinine yardım etti. Bu Hasan’ın tefsirine göredir. Katade ise şöyle demiştir: Bu Yahudileri çıkarmaya çalıştıkları bütün savaşlar hakkındadır. Her beldede karşılaştığın her Yahudinin, insanların en zelil ve en düşük insanlar olduğunu görürsün. “Ve yeryüzünde fesat çıkarmaya gayret ederler. Allah ise fesatçıları sevmez.”“Şayet kitap ehli” Muhammed’e “inansalar ve” Küfürden “sakınsalardı, onlardan günahlarını silerdik ve onları naim cennetlerine korduk.”“Şayet onlar Tevrat ve İncil (i... uygulasalardı.” Yani hükümlerini, hududlarını uygulasalar, onlardakilerle amel etselerdi. “ve rabblarından onlara indirileni uygulasalardı.” Yani Kur’an’ı. Denildi ki: İsrailoğullarının Peygamberlerinin kitaplarını. “üstlerinden ve ayaklarının altlarından yerlerdi.” Denildi ki: Üstlerindeki yağmur, ayaklarının altındaki ise bitkilerdir.İbni Abbas (r.a.) der ki: “Üzerlerine yağmur indirir, onlara yerden bitkiler çıkarırdım.”Ferra der ki: Bununla rızkı genişletme kastedilmiştir. örneğin “Filan hayırda boynuzundan ayağına kadardır” denilir. Bu anlamı şu ayet de ifade eder: “Beldeliler (Mekke’liler vs.) iman edip sakınacak olsalardı, onlara gökten ve yerden bereketler açardık.” (A’raf: 7/96)“İçlerinden orta yolu tutan bir topluluk vardır.”Bundan Abdullah b. Selam ve arkadaşları gibi kitap ehlinden müslüman olanlar kastedilmektedir. “Muktasida” ifratsız ve tefritsiz olan, mutedil, dengeli anlamındadır. “İktisad” kelimesi lügatta, asırı ileri gitmeksizin ve eksik olmaksızın, yapılan işte dengeli olmak anlamına gelir. “Onlardan bir çoğu da” Ka’b b. Eşref ve arkadaşları da “ne kötü yapmaktaıdrlar.” Yani yapmakta oldukları şeyler, amelleri ne de kötüdür. İbni Abbas (r.a.) der ki: Peygamberi (s.a.v.) yalanlamalarının yanında kötü şeyler işlediler.“Ey Peygamber, sana rabbından indirileni tebliğ et..”Mesruk’un yapıtğı rivayete göre Aişe (r.a.) şöyle demiştir: Her kim, Peygamber’in (s.a.v.) Allah’ın ona indirdiklerinden birşeyi gizlediğini iddia ederse yapalan söylemiş olur. Halbuki Allah “Ey Peygamber, sana Rabbından indirileni tebliğ et”

buyurmuştur.1 Hasan-ı Basri’den şöyle rivayet edilmiştir: Allah (c.c.) Muhammed’i (s.a.v.) Peygamber olarak gönderdiğnide,

bir ara onun göğsü daraldı ve bazı insanların ona karşı yalan uydurduklarını hissetti. Bunun üzerine bu ayet indi.2

(1) Buhari et-Tefsir, babu “ya eyyühe’r-rasulu belliğ” 8/275; Müslim el-iman, babu mana kavlihi azze ve celle “velekat raahu nezleten uhra” (No: 177) 1/159.(2) Esbab en-Nüzul, el-Vahidi s. 232, 233; ed-Dürru’l-Mensur: 3/116, 117.Denildi ki: Yahudiler hakkında inmiştir. Peygamber (s.a.v.) onları İslam’a davet ettiğinde: Biz senden önce müslüman olduk, dediler ve onunla alay ettiler. “Hristiyanların İsa’yı (a.s.) sevgili edindikleri gibi bizimde seni sevgili edinmemiz aşırı sevgi ve şefkat ebslememizi istiyorsun.” dediler. Bunu gören Rasulullah (s.a.v.) sustu. Bunun üzerine bu ayet indi ve onalara “ey kitap ehli hiçbir şey üzere değilsiniz...” demesi emredildi.Denildi ki: “Sana indirilen recm ve kısas hükümlerini tebliğ et.” Yahudilerle olan hadise hakkında inmişti. Denildi ki: Zeyneb binti Cahş Peygamber’in (s.a.v.) onunla evlenmesi hakkında inmiştir.Denildi ki: Cihad hakkında inmiştir. Çünkü münafıklar bunu arzulamıyorlardı. “Muhkem bir sure indiğinde ve onda savaş zikredildiğinde, kalplerinde hastalık bulunanların sana, ölümden dolayı sersemleyen kimsenin bakışı gibi baktıklarını görürsün.” (Muhammed: 20)Ona bazı müminlerde iyi bakmamışlar, arzulamamışlardı.“Görmedin mi o kimseleri ki, kendilerine elinizi çekin... denildiğinde...” (Nisa: 6/70) Peygamber de (s.a.v.) bazı kimselerin cihadı istememelerini ve ondan hoşlanmayışlarını bildiğinden dolayı zaman zaman ona teşvik ederdi. Allah’da (c.c.) bu ayeti indirdi.

Page 39: Beğavi Tefsiri-2

“öyle yapmazsan onun mesajını ulaştırmamış olursun.” Medine’liler “mesaj” kelimesini çoğul olarak (risalatihi) okurken, diğreleri “risaletuhu” şeklinde okumuştur.Ayet’in anlamı şöyledir: Hepsini tebliğ etmezsen, bir kısmının terkedensen hiçbirşey tebliğ etmemiş olursun. Yani onun bir kısmını tebliğ etmemen hiçbirini tebliğ etmemen gibidir. Şu ayette ifade edildiği gibi: “Derler ki: Bazısına inanır bazısını inkar ederiz. Ve bunun arasında bir yol edinmek isterler. İşte onlar asıl gerçek kafirlerdir.” (Nisa: 6/159-151)“Yapmazsan” Yani onu açıkça tebilğ etmezsen. “Onun mesajını, risaletini tebliğ etmiş olmazsın. Bu ayette, kendisine indirileni apaçık, sabrederek ve sevap umarak ve de korkmaksızın tebliğ etmesi emredilmiştir. Sana isabet edecek bir zarardan korkarak ondaki herhangi bir şeyi gizlersen onun mesajını iletmemiş, Peygamberliği yapmamış olursun.“Allah seni insanlardan korur.” İnasnların sana zarar vermelerini engeller, seni muhafaza eder.Şayet: “Başı yarılmadı mı, dişleri kırılmadı mı, çeşit çeşit ezalara maruz kalmadı mı?” denilirse.Şöyle denilir: “allah (c.c.) öldürmelerinden seni korur.” anlamındadır. Denildi ki: Bu ayet o eziyetlerden sonra inmiştir. Çünkü Maide suresi Kur’an’dan son inen suredir. Denildi ki: Anlamı şöyledir: “Allah insanlar arasından sadece seni “İsmet: günahlardan koruma altında olmak” sıfatına sahip kılar. Çünkü Peygamber (s.a.v.) günahlardan masumdur.“Şüphesiz Allah kariler topluluğuna hidayet etmez.” Bize Abdulvahid b. Ahmed el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na Ebu’l-Yeman, O’na Şuayb, Zühri, O’na Sinan b. Ebi Sinan ed-Duli ve Ebu Süleyman b. Abdurrahman, ikisine Cabir b. Abdullah şöyle anlattı: “Necd tarafına yapılan savaş seferine Rasulullah’la (s.a.v.) birlikte bende katılmıştım. Bol çalılı bir yerde Rasulullah (s.a.v.) konakladı. insanlar da çalılar altında gölgelenmek üzere dağıldılar. Peygamber de (s.a.v.) kılıcını bir ağaca asarakbir ağacın altında konakladı. Hep birlikte uykuya daldık. Bir de baktık ki Rasulullah (s.a.v.) bize sesleniyor. Yanında bir bedevi vardı. Bize şöyle dedi: “Ben uykudayken bu adam kılıcımı almış.” Bir de uyandım ki kılıç elinde ve parlıyor. Bana:“Seni benden kim alıkoyar?” dedi. Ben de üç defa ‘Allah’ dedim. Peygamber (s.a.v.) o bedeviyi cezalandırmadı ve

oturuverdi.1

(1) Buhari el-Cihad babu men alleka bişşeceri fi’s,seferi inde’l-kaile: 6/96 ayrıca “el-Meğazi”; Müslim Salatü’l-Müsafirin, babu salati’l-havf (No: 843) 1/576. Lafız Buhari’nindir.Muhammed b. Ka’b el-Kurazı Ebu Hureyre’den (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: Bir bedevi kılıcını çekerek:“Sen ibenden kim alıkoyar, korur, ey Muhammed” dedi. O (s.a.v.):“Allah!” dedi. Bedevinin eli titremeye başladı ve kılıç düştü. Beyni parçalanana kadar başını ağaca çarptı durdu. Allah da (c.c.) bu ayeti indirdi.Bize Abdulvahid b. Ahed el-melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na İsmail b. Halil, O’na Ali b. Müshir, O’na Yahya b. Said, O’na Abdullah b. Amir b. Rebia, O’na Aişe’nin (r.a.) şöyle söylediğini haber verdi. Peygamber (s.a.v.) bir gece sabaha kadar uyumamıştı. Medine’ye geldiğnide: Keşke salih sahabelerimden birisi bana bu gece bekçilik yapsa, dedi. O esnada bir silah sesi duyduk. O (s.a.v.):“Kim o?” dedi. Dışardaki:

“Ben Sa’d b. Ebi Vakkas’ım. Sana bekçilik yapmak için geldim” dedi. Peygamberde (s.a.v.) uyuverdi.1

Abdullah b. Şakik Aişe’nin (r.a.) şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.) bu ayet inenen kadar sahabesi tarafından korunurdu. Bu ayet inince Rasulullah (s.a.v.) başını çadırdan çıkararak:

“Ey insanlar, ayrılın. Allah (c.c.) beni koruması altına aldı” dedi.2

(1) Buhari el-Cihad, babu’l-haraseti fi’l-gazvi fi sebilillah: 6/81; Müslim, Fedailu’s-Sahabe, babu fadli Sa’d b. Ebi Vakkas (No: 2410): 4/1875.(2) Tirmizi bunu Tefsir’de, Maide suresinde (8/411) rivayet etti ve: “Bu garip bir hadistir. Bazıları bunu el-Cüreyci kanalıyla Abdullah b. Şakik’ten şöyle rivayet etmişlerdir. Peygamber (s.a.v.)... Ancak onda “ayşe’den” dememişlerdir dedi. Hakim Müstedrek’te (2/313) sahih olarak rivayet etti. Zehebi de ona muvafakat etti. Taberi ise Tefsir’de (6/308) rivayet etti. İbni Hacer Fethu’l-Bari’de şöyle söyler: İsnadı hasendir. Muttasıl veya mürsel olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Suyuti bunu ayrıca Abd b. Humeyd, İbni Münzir, İbni Ebi Hatim, İbni Mürdeveyh, Ebu’ş-Şeyh ve Beyhaki’ye (ikiside ed-Delail’de) nisbet etmiştir. Bkz: ed-Dürr el-Mensur: 3/118.“De ki: Ey kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni dosdoğru tatbik etmedikçe.” Yani onlardaki hükümleri, onlarda size vacip kılınanları uygulamadıkça. “hiç birşey üzerinde değilsinizdir. Andolsun ki, Rabbinden sana indirilen onların azgınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyleyse kafriler güruhu için tasalanma.” Üzülme.69- “Şüphesiz iman edenler, Yahudiler, Sabiiler ve Hristiyanlardan.” “Sabiiler” burada, mansup olması gerekirken merfu olmuştur (ve’s-sabiun). Bunun nedenini Bakara suresinde açıklamıştık. Sibeyhi ise şöyle demiştir: Burada öndekini arkaya arkadakini öne alma sanatı vardır. Yani “Şüphesiz iman edenler, Yahudiler, Hirstiyanlar... Sabiiler de böyledir (ves sabiune kezalik).” “Allah’a ve ahiret gününe inanların.” “Şüphesiz iman edenler”. Yani: dilleriyle “Allah’a ve ahiret gününe inanlara”. Yani kalpleriyle. Denildi ki: “Şüphesiz iman edenler.” Yani gerçek iman üzere olanlar. “Allah’A... inananlara.” Yani iman üzere sebat edenlere “salih amel işleyenlere hiç korku yoktur ve onlar üzülecek de değildirler.”

Page 40: Beğavi Tefsiri-2

70- “Andolsun ki: Biz, İsrailoğullarından.” Tevhid ve Peygamberlik hakkında “ahd almış ve onlara Peygamberler göndermişizdir. Ne zaman bir Peygamber, onlara nefislerinin hoşlanmadığ bir şeyle gelmişse, bir kısmını yalanlamışlar.” İsa (a.s.) ve Muhammed’i (s.a.v.) “bir kısmınıda öldürmüşlerdi.” Yahya (a.s.) ve Zekeriyya’yı (a.s.).71- “Bir fitne olmayacağnıı sandılarda.” Zannettiler de. Fitne; yani, azap ölüm. Denildi ki: denenme, sınanma. Yani denenmeyeceklerini ve Allah’ın (c.c.) onlara azap etmeyeceğin isandılar. Basra’lılar, Hamza ve Kesei “olmayacak” cümlesini “enneha la tekunu” şeklinde fiillin merfu haliyle okurlarken; diğerleri bunu “en la tekune” şeklinde “la”sız haliyle olduğu gibi mansup okumuşlardır. “körleştiler.” Yani hakka karşı körleştiler ve onu görmediler. “de” ona karşı “sağırlaştılar.” Onu işitmediler. Yani: Musa’dan (a.s.) sonra körleştiler ve sağırlaştılar. “Sonra Allah” İsa’yı (a.s.) göndermek suretiyle “kendilerine tevbe nasip etti. Sonra yine içlerinden bir çoğu” Muhammed’i (s.a.v.) inkar etmek suretiyle “körleştiler ve sağırlaştılar. Allah işlediklerini hakkıyla görücüdür.” 72- “Meryem oğlu Mesih gerçekten Allah’ın kendisidir, diyenler.” Ki onlar Hristiyanlardan Melekaniyye ve Ya’kubiyye mezhebi mensupları. “andolsun ki kafir olmuşlardır. Halbuki Mesih demiştir ki: Ey İsrailoğulları benimde Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Zira, her kim Allah’a şirk koşarsa, muhakkak Allah onlara cenneti haram eder ve onun varacağı yer ateştir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.”73- “Allah gerçekten üçün üçüncüsüdür, diyenler kafir olmuşlardır.” Bunlarda Merkusiyye mezhebinden olanlardır. “Salisu seaseh” cümlesinde hazf vardır. Aslı “salisu selaseti aliheh”dir. Yani üç ilahın üçüncüsüdür. Çünkü onlar şöyle söylüyorlardı: İlahlık Allah, Meryem ve İsa (a.s.) arasında ortaktır. Herbiri ilahtır. Dolayısıyla onların tümü üç ilahtır. Bunu Allah’ın (c.c.) İsa’ya (a.s.) şu sözü destekelemktedir: “Sen mi insanlara ‘Beni ve Anne mi Allah’tan başka ilahlar edinin’ dedin.” (Maide: 5/116)Her kim “Allah üçün üçüncüsüdür” dese ve bununla ilahlığını kastetmese kafir olmaz. Çünkü Allah (c.c.): “Birbirleriyle fısıldaşan her üçün dördüncüsü mutlaka Allah’tır” (Mücadele: /7) buyurmaktadır. Peygamber de (s.a.v.) Eubekir’e (r.a.):

“Üçüncüleri Allah olan iki hakkında ne düşünürsün?” demişti.”1 Allah daha sonra, bunu söyleyenlere şu cevabı verdi: “Halbuki hiçbir ilah yoktur, ancak bir tek ilah vardır. Söylediklerinden vazgeçmezlerse onlardan kafir olanlara acıklı bir azap

dokunacaktır.” (İsabet edecektir)2. Onlardan kafir olanları özel olarak belirtmesi, onlardan bir kısmının ileride iman edeceklerini bildiğinden dolayıdır.“Hala Allah’a tevbe edip, ondan mağfiret dilemezler mi?” Bu soru cümlesi olup emir kastedilmiştir. “Artık siz sakınıcı mısınız?” (Maide: 5/91) ayetinde olduğu gibi. Yani sakının. Bu ayetin anlamı şöyledir: (Allah

size)3 bu büyük günahtan tevbe ve istiğfar etmenizi (emreder)3 “Allah ğafurdur, rahimdir.”(1) Buhari et-Tefsir, Suretü’t-Tevbe, babu “Saniye’sneyni iz hüma fi’l-ğar...” 8/325.(2) 2. yazma nüshada yoktur.(3) 2. yazma nüshada bu “ye meruhum: onlara emreder” şeklinde geçmektedir.75- “Meryem oğlu İsah bir Peygamberden başka birşey değildir. Ondan önce Peygamberler geçmiştir.” Yani o ilah değildir. Aksine geçmişteki Peygamberler gibidir. Onlar da ilahlar değillerdi. “annesi de sıddıka.” Çok doğru, dosdoğru, çok dürüst “idi”. Denildi ki: Böyle isimlendirilmesi Allah’ın ayetlerini doğrulaması tasdik etmesi nedeniyledir. Nitekim Allah (c.c.):“Ve (Meryem) Rabbinin kelimelerini (ayetlerini) tasdik etti.” (Tahrim: 12) buyurmuştur. “onlar yemek yerlerdi.” Yani Diğer ademoğulları gibi yemekle ve gıdayla yaşarlardı. Yemek yemeden hayatta kalamayan kimse nasıl ilah olabilir?Denildi ki: Bu tuvatten kinayedir. Çünkü yiyen içen kimse tuvaletini yapmak zorundadır. Böyle birisi nasıl ilah olabilir?Allah (c.c.) daha sonra şöyle buyurdu: “Bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz. Sonra da bak ki nasıl yüz çeviriyorlar.” Haktan uzaklaştırılıyorlar.76- “De ki: Allah’ı bırakıp da size hiçbir zarar ve fayda veremeyecek şeylere mi ibadet ediyorsunuz. Halbuki Allah tam işiten ve çok iyi bilinenin kendisidir.”77- “De ki: Ey kitap ehli, dininizde hak olmayanda aşırılığa dalmayın.” Yani sınırı aşmayın. Birşeyde aşırı ileri gitmek de geri kalmakda (ifrat ve tefrit) dinimizde yerilmiştir. “Gayra’l-hakk: hakkın dışında” Yani “Dininizde hakka aykırı gitmekte.” Çünkü onlar dinlerindeki hakikatlere aykırı düşmüşler, sonra onda ısrar etmek suretiyle onda aşırıya gitmişlerdi. “Daha önce kendileri sapmış.” Yahudi ve Hristiyanların sapıklıktaki önderleri kastedilmiştir. Hitap Peygamber’in (s.a.v.) zamanında yaşayanlarınadır. Bununla, kendinden önceki atalarının heveslerine uyarak uydurduklarına uymaktan nehyolunmuşlardır.

“Başkalarını da saptırmış.” “Başkaları” onlara (heveslerinin arzuladıklarında)1 uyanlarıdır. “ve doğru yoldan.” Yolun ortasından, orta yoldan “sapmış olanların.” Yani başkalarını saptırmak suretiyle sapmış olanların. Birinci “sapma”, kendilerinin sapması suretiyle olanı, ikinci “sapma” ise başkalarını saptırmak ve yoldan çıkarmak suretiyle sapmaları kastedilmiştir. “heveslerine uyma.” “Ehva” “heva”nını (heves) çoğuludur. Nefsin arzuladığı ve çağırdığı şeylere denir.(1) 1. yazma nüshada yoktur.

Page 41: Beğavi Tefsiri-2

“İsrailoğullarından kafir olanları Davud’un ve Meryemoğlu İsa’nın diliyel lanetlenmişlerdir.” Davud (a.s.), İsrailoğulları Cumartesi günü haddi aşınca, Allah’ım onlara lanet et ve onları başkalarına ibret ve ayet kıl, demiş, onlarda maymunlara dönüştürülmüşlerdi. İsa (a.s.)’den sofra isteyenler de sofra indiğinde iman etmeyince O (a.s.):“Allah’ım onlara lanet et ve onları bir ibret ve delil kıl, diye dua etmiş, Allah (c.c.)’da onları domuzlara çevirmişti. “Bu, isyan etmeleri ve aşırı gitmelerindendi.”

“Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara engel olmuyorlardı.” (Yani: bazıları bazılarını, birbirlerini engellemiyorlardı.)1

“Yapmakta oldukları ne kötü şeydi.”(1) 1. yazma nüshada yoktur.Bize Ebu Said eş-Şurayhi, O’na Ebu İshak es-Sa’lebi, O’na el-Hasen Muhammed b. el-Huseyn, O’na Ahmed b. Muhammed b. ishak, O’na Ebu Ya’la el-Mevsıli, O’na Vehb b. Bakiyye, O’na Halid (Yani İbni Abdullah el-Vasiti), O’na el-Ala b. el-Müseyyeb, O’na Amr b. Merre, O’na Ebu Ubeyde, O’na Abdullah b. Mesud (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber verdi:“Sizden önce İsrailoğullarından biri bir hata/günah işlediğnide onu bundan nehyeden nehyeder, bunu sorumluluktan kurtulmak için yapardı.” Ertesi günü de, sanki onu hata yaparken görmemişçesine, onunla oturup kalkar, yer-içerdi. Allah (c.c.) onlardan bunu görünce bazılarının kalplerini bazılarına vurdu ve bazılarını maymunlara ve domuzlara çeviriyordu. İsyan etmeleri ve haddi asmaları nedeniyle, Davud (a.s.) ve Meryemoğlu İsa’nın (a.s.) diliyle onlara lanet etti. Nefsimi elinde bulunduran Allah’a andolsun ki, ya mutlaka iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, Safi b. elinden tutup onu engeller ve onu zorla hakka meylettirirsiniz, ya da gerçekten Allah (c.c.) kalpleriniz birbirine çarptırır (sizi birbirinize düşman eder) ve onlara

lanet ettiğ gibi size lanet eder.1

(1) Bu hadis birçok senetle ve farklı lafzılarla Ebu Musa ve Abdullah b. Mes’ud’dan rivayet edilmiştir. Ebu Davud el-Mecahim, babu’l-emri ve’n-nehy’de (6/186); Tirmizi Maide suresi tefsirinde (8/412, 413) rivayet etti ve “Bu Hasen-Garip bir hadistir.” Bazıları Ebu Ubeyde’den, o da Peygamberden mürsel olarak rivayet edilmiştir, demişlerdir, demiştir. Bunu ayrıca İbni Mace, el-Fiten’de, babu’l-emri bi’l-maruf ve’n-nehyi ani’l-münker (No: 4006-4008) 1327-1328, mürsel ve mevsul olarak, Ahmed Müsned’de (1/391) rivayet etmişlerdir. Heysemi’de Taberani’ye nisbet etmiş ve: ravileri sahihin ravileridir demiştir. (Mecmeu’z-Zevaid: 7/269), Münziri der ki: Ebu Ubeyde b. Abdullah b. Mesud babasından hadis işitmemiştir. Dolayısıyla bu munkatı (kopuk) hadistir.“Onlardan bir çoğunu” Yani Yahudilerden Ka’b b. Eşref ve arkadaşlarını, “kafirleri dost ediniyorlar olarak görürsün.” Yani Mekke müşriklerini, onlar Peygamber’e (s.a.v.) karşı savaşmak üzere çıktıklarında İbni Abbas (r.a.), Mücahid ve Hasan-ı Basri ise şöyle dediler: Münafıklardan bazılarının Yahudileri dost edindiklerini görürsün. “Nefislerinin kendileri için öne sürdüğü ne kötüdür.” Ahiretteki buluşma için, o gün için hazırladıkları ameller ne fenadır “Allah onlara buğuz etmiştir.” Gadap etmiş, kızmıştır “ve azapta ebedi kalıcıdırlar.”“Şayet onlara Allah’a Peygamber’e” Muhammed’e “ve ona indirilene” Yani Kur’an’a “inanıyor olsalardı, onları” Yani kafirleri “dostlar edinmezlerdi. Ancak onlardan birçoğu fasıklardır.” Yani Allah’ın emrinden çıkanlardır.82- “Andolsun ki, insanlardan, iman edenlere en şiddetli düşman olarak, Yahudileri ve müşrikleri.” Yani Arap müşrikleri “bulacaksın. Andolsun ki onlardan iman edenlere sevgice en yakını da “Biz Hristiyanlarız” diyenleri bulacaksın.” Bununla bütün Hristiyanlar kastedilmemiştir. Çünkü onlar, müslümanlara karşı düşmanlıklarında, onları öldürmeleri, esir almaları, memleketlerini harap etmeleri, mescitlerini yıkmaları ve Kur’an’larını yakmada Yahudilerg ibilerdir. Onlardan dost olmaz. Onlarda şeref ve asaletde yoktur. Aksine bu ayet, onlardan, Necaşi gibi müslüman olanlar hakkındadır. (Denildi ki: Yahudilerin ve Hristiyanların hepsi hakında inmiştir. Çünkü Yahudiler daha katı kalpli, Hristiyanlarsa onlardan daha

yumuşak kalplidirler. Ayrıca Hristiyanlar müşriklere yahudilerden daha az yardım ettiler.)1

(1) Parantez içi 2. yzama nüshada yoktur.Müfessirler derler ki: Kureyşliler müminleri dinlerinden döndürme karırı aldılar. Her kabile, mensuplarından mümin olanlara eziyet ve zulüm ettiler. Onlardan, dinlerinden dönen döndü, Allah (c.c.) onlardan diledikerini bundan korudu. Allah (c.c.) Rasulunu (s.a.v.) amcası Ebu Talib vasıtasıyla korudu. Peygamber (s.a.v.) arkadaşlarının bu zor durumunu görüp, onlara eziyet edenlere engel olmayınca ve henüz cihadla emrolunmayınca, onlara Habeşistan’a gitmelerini emretti ve: Orada iyi bir Padişah vardır. O ne zulmeder, ne de bulunduğu yerde zulmedilir. Allah (c.c.) müslümanlara bir yol açana kadar oraya gidin, dedi. Bununla Necaşi’yi kastediyordu. Asıl ismi “Ashame”dir. Habeşistan’da “Atiyye” ismiyle bilinirdi. Necaşi, Kayser ve Kisra gibi lakaptır. Habeşistan’a gitmek üzere 11 erkek, 4 kadın gizlice yola çıktılar. Onlar şu kimselerdi: Osman b. Affan ve

eşi Peygamber’in kızı Rukiyye, Zübeyr b. Avvam, Abdullah b. Mesud (abdurrahman b. Avf)2, Ebu Huzeyfe b. Atebe, O’nun eşi Sehle binti Sühelyl b. Amr, Musab b. Umeyr, Ebu Seleme b. Abdulesed, eşi Ümmü Seleme binti Ebi Ümeyye, Osman b.

Maz’un Amir b. Rebia, eşi Leyla binti Ebi (Hasme)3, Hatıp b. Amr, (Sehl)4 b. Beyza (Allah onlardan razı olsun.) Bunlar dein kıyısına vardılar ve yarım dinara bir vapırla Habeşistan’a geçtiler. Bu Peygamber’in (s.a.v.) Peygamberliğinin 4. yılının Recep ayında oldu. Bu ilk hicretti. Daha sonra Cafer b. Abdullah gitti. Müslümanlar peyderpey oraya hicret ettiler. öyle kikadınlar ve çocuklar hariç, hicret eden erkeklerin sayısı 82’ye ulaştı.

Page 42: Beğavi Tefsiri-2

(2) Parantez içi 2. yazma nüshada yoktur.(3) Asıl nüshada “Hayseme”dir. Düzeltmeyi ibni Hişam’ın siretinden yaptık.(4) 2. yazma nüshada bu “Süheyl” olarak geçmektedir.Bunu öğrenen Kureyşliler Amr b. el-As’ı bir arkadaşıyla birlikte, kendilerine müslümanları teslim etmeleri için, hediyelerle birlikte Necaşi’ye ve onun din adamlarına gönderdiler. Ancak Allah (c.c.) müslümanları bundan korudu. Bu kıssa Ali İmransuresinde geçti.Amr ve arkadaşı boş dönünce müslümanlara orada en iyi şekilde yaşamaya devam ettiler. Peygamber’in (s.a.v.) gücü çoğalıp, onların hicretinin 6. yılında Medine’ye hicret edince Necaşi’ye Amr b. Üemyye ed-Damri’yle mektup göndererek, Ebu Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe’yle evlendirmeyi teklip etti. Ümmü Habibe eşiyle birlikte hicret etmiş ancak eşi vefat etmiş, kendisi dul kalmıştı. Necaşi’de Ebrehe isimli bir cariye göndererek, Peygamber’in bu teklifini ona haber vermesini sağladı. O da buna sevindiğini bildirdi ve Halid b. Said b. el-As’a kendisini evermesine izin verdi. O da 400 dinar mehir karşılığında onu everiverdi. Peygamberden onu isteyen bu defa Necaşi oldu. Necaşi Ebrehe’yi 400 dinarla tekrar gönderdi. O’nu teslim ettiğide Ümmü Habibe 50 dinar verdi. Ancak o bunu reddetti ve “Kral bana hiçbir şey olmamamı emretti” dedi. Ve ekledi: “Ben Kral’ın yağ ve elbisesinin sorumsuyumu. Muhammed’i (s.a.v.) tasdik ettim ve ona inandım. Senden istediğim ona benden selam söylemendir.” O da: Peki dedi. Ebrehe:“Kral hanımlarına yanlarındaki Anber vs. kokuları göndermelerini emretti” dedi ve ona teslim etti. Rasulullah (s.a.v.) o kokuları üzerinde ve yanında görür, ancak birşey söylemezdi.Ümmü Habibe der ki: Rasulullah (s.a.v.) Hayber’de iken Medine’ye gittik. Peygamber (s.a.v.) gelene kadar orada kaldım. Geldiğide yanına gittim. Bana Necaşi’den sordu. Ben de Ebrehe’nin selamını ilettim. Rasulullah (s.a.v.) ona ve Necaşi’ye selamlarının cevabını verdi. Bunun üzerine Allah (c.c.):“Umulur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında bir sevgi oluşturur.” ayetini indirdi. Yani Ebu Süfyan’la. Yani Ümmü Habibe’yi evlenmek suretiyle. Ümmü Habibe’nin evlilik haberi Ebu Süfyan’a ulaşınca şöyle dedi:

“Bu, burnunu kırılması mümkün olmayan bir boğadır” dedi.1

(1) Yani cömerttir, reddedilmez.Cafer’in Rasulullah’ın (s.a.v.) dönmesinin ardından Necaşioğlu Ezha b. Ashabe b. Ebcer’i Habeşistan’lı 60 kişiyle birlikte Rasulullah’a (s.a.v.) gönderdi. O’na yazdığı mektupta şöyle diyordu:“Ey Rasulullah şahitlik ediyorum ki sen doğru ve doğrulanan, Allah Rasulusun. Sana ve amcaoğluna biat ettim ve alemlerin Rabbina teslim oldum. Sana oğlum Ezha’yı gönderdim. İster ve sana bizzat kendim geleyim. Selam sana ey Allah Rasulu.” Bunlar Cafer ve arkadaşlarının izinde bir gemiye bindiler. Ancak denizin ortasında gemileri battı. Cafer ve arkadaşları üzerlerinde yünlü elbiseler bulunan 70 kişiyle birlikte Rasulullah’a (s.a.v.) ulaştı. Bunlardan 62’si Habeşistan’lı 8’i ise Şam’lıydı. Rasulullah (s.a.v.) onlara Yasin suresini sonuna kadar okudu. Onlar da Kur’an’ı işitince ağladılar. Peygamber (s.a.v.):“İman edin” dedi. Onlar da iman ettiler ve:“Bu, İsa’ya (a.s.) indirilene ne kadar çok benziyor” dediler. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indirdi.1Ayetteki: “Biz Hristiyanız” diyenlerden maksat Cafer’le birlikte gelen Necaşi’nin delegleeridi. Bunların sayısı 70 idi ve hepsi de rahip hücresi (Savmaa) ehli, kendilerini ibadete vemiş kimselerdi.Mukati ve Kelbi derler ki: Bunlar 40 erkekten ibarettiler. 32’si Habeşistan’lı, 8’i ise Rum’lu veSam beldesindendiler.(Ta der ki: Bunlar 80 erkekten ibarettire. Kırk’ı Necran’dan el-Hars b. Ka’b kabilesinden, 32’si Habeşistan’dan, 8’i ise Rum olup Şam beldesindendiler).2Katade der ki: İsa’nın (a.s.) getirdiği hak şeriat üzere olan kitap ehli bazı kimseler hakkında inmiştir. Allah (c.c.) Muhammed’i (s.a.v.) gönderince onu tasdik edip, iman ettiler. Allah’da (c.c.) bu sebeple onları övdü.3(1) Bkz: siret’i İbni Hişam: 1/321 vd; et-Taberi: 7/1-3 (Halebi baskısı); Esbab en-Nüzul, el-Vahidi (s. 235-236).(2) Parantez içi 2. yazma nüshada yoktur.(3) Bunu abd b. Humeyd ve Ebu’ş-Şeyh Katade’den tahriç etmişlerdir. (ed-Dürru’l-Mensur: 3/132).“Bu, onlardan Kıssislerin.” Yani Alimlerin, “Kıss” ve “kıssis” Rumcada “alim” anlamına gelir. “Ruhbanların” Yani ibadet yerleri kiliselere kapanan abidler. “ruhban” arapçada çoğuldu. Tekil’i “Rahib”tir. “Faris” ve “Fursan” (atlı, atlılar), “Rakib” ve “Rukban”da (binici, biniciler) olduğu gibi. “Ruhban”ın tekil olup çoğulunun “Rahabin” olması da mümkündür. “Kurban” ve “Karabin” (Kurban, kurbanlar)’da olduğu gibi. “bulunması ve onların büyüklenmemeleri nedeniyledir.” Yani iman etmekten ve hakkı kabullenmekten kendilerini yüksek görmemeleri, büyüklük taslamamalır nedeniyledir.“Peygamber’e” Muhammed “indirileni işittiklerinde, öğrendikleri hakikatler nedeniyle gözlerinden gözyaşlarının taştığını” aktığını “görürsün” Ata’nın yaptığı rivayete göre İbni Abbas (r.a.) şöyle demiştir: Necaşi ve arkadaşları kastedilmiştir. Cafer onlara Habeşistan’da Meryem suresini okumuş, okumasını bitirene kadar sürekli ağlamışlardı. “Derler ki: Rabbimiz biz iman ettik. Bizi de şahitlerle beraber yaz.” Yani: Muhammed ümmetiyle. Bunun delili şu ayettir: “Ta ki insanlar üzerinde şahitler olasınız (Yani Muhammed ümmeti).” (Bakara: 2/143)84- “Biz, Rabbimizin bizi iyiler arasına” Yani Muhammed ümmetine. Bunu şu ayet açıklar:

Page 43: Beğavi Tefsiri-2

“Gerçekten yeryüzüne salih kullarım varsi olurlar.” (Enbiya: 21/105) “Katmasını umarken neden Allah’a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım.” Yahudiler onları iman etmeleri nedeniyle kınamışlar, onlar da böyle cevap vermişlerdi.85- “Allah’da onları dediklerinden dolayı; altından ırmaklar akan orada ebedi kalacakları cennetlerle mükafatlandırdı.” Onlara bunları verdi. Onları sadece bu sözlerinin kurtarması ve bu mükafatı kazandırmasının nedeni, onların bunu ihlasla söylemeleri nedeniyledir. Bunun delili de ayetin devamıdır. “ve bu iyilerin, muhsinlerin.” Muvahhidlerin müminlerin “mükafatıdır.” Daha önceki “öğrendikleri hakikatlar nedeniyle gözlerinden gözyaşlarının taştığını görürsün” buyruğu, sözle birlikte kalple ihlas ve bilginin “iman” olacağını o ifade etmektedir.“Kafir olanlar ve ayetlerimi yalanlayanlar, işte onlar cehennem yaranlarıdırlar.”87- “Ey iman edenler, Allah’ın size helal kıldığı, iyi ve temiz şeyleri helal kılmayın...” Müfessirler derler ki: Peygamber (s.a.v.) birgün insanlara nasihat etti ve kıyameti anlattı. İnsanlar da bundan etkilendiler ve ağladılar. Sahabeden on kişi Osman b. Mazun el-cemehi’nin evinde toplandı. Bunlar Ebubekir, Ali, Abdullah b. Mesud, Abdullah b. ömer, Ebu Zerr el-Gıffari, Ebu Huzeyfe4nin azadlı kölesi Salim, Mikdad b. esved, Selman-ı Farisi ve Ma’kal b. Mukarrin’di. (Allah onlardan razı olsun.). Bunlar birbirleriyle istişare ettiler ve ruhbanlaşmaya, ruhban elbiseyi giymeye, erkekler duygularını yok etmeye, (hadımlaşma) hergün oruç tutmaya,g ece boyunca namaz kılmaya, yatakta yatmamaya, et ve etyağı yememeye, insanlara yaklaşmamaya, koku sürünmemeye, yeryüzünde sürekli seyahat etmeye karar verdiler. Bu durum Peygamber’e ulaşınca Osman b. Maz’un’un evine geldi. Ancak onu bulamadı. Eşi Ümmü Hakim binti Ebi Ümeyye’ye (ismi el-Havla’dır) -ki kendisi baharatçıydı- kocan ve arkadaşları hakkında bana ulaşan haber doğru mu? diye sordu. O da Peygamber’i (s.a.v.) yalanlamak istemediği gibi eşinin gizli halini ortaya çıkarmak da istemedi; şöyle dedi: Sana Osman (r.a.) birşey söylemişse doğru söylemiştir. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) oradan ayrıldı. Osman (r.a.) eşinin yanına geldiğnide hadiseyi haber verdi. Peygamber (s.a.v.) sahabesiyle birlikte Osman’ın evine tekrar geldi. Onlara:“Sizin şuna şuna karar verdiğniiz haberi bana gelmedi mi (bu doğru mu?)” dedi. “Evet ya Rasulallah. Bununla sadece hayır diledik” dediler. Peygamber (s.a.v.):“Gerçekten ben bununla emrolunmadım” dedi. Sonra şöyle dedi: Gerçekten nefsinizin sizin üzerinizde hakkı vardır. o nedenle hem oruç tutun, hem de (bazı günler) tutmayın. Hem gece namaz kılın, hem de uyuyun. Ben gece namaz kılarım, aynı zamanda da uyurum. Oruç tutarım. Bazen de tutmam. Et ve etyağı yerim, kadınlarla ilişkiye girerim. Her kim sünnetimden yüzçevirir (uzaklaşır)sa benden değildir. Sonra insanları toplayarak şöyle konuşma yaptı. Ne oluyor bazı

kmislere; kadınları, yemeği, kokuyu, uykuyu ve (kadın)1 şehvetini kendilerine haram kılıyorlar. Halbuki ben size Kıssisler ve Ruhbanlar olmanızı emretmedim. Çünkü dinimde et ve kadınları terketmek, sürekli ibadethanelerde kalmak yoktur. Ümmetimin seyahatı oruçları, ruhbanlıklarıyla cihaddır. Allah’a kulluk edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Haccedin, umre yapın namaz kılın, zekat verin, Ramazan orucunu tutun ve doğru yol üzere olun ki doğru yol üzere, istikamet üzere tutulasınız. Sizden öncekiler sadece zorlamalır nedeniyle helak oldular. Dini kendilerine zorlaştırdılar. Allah’da (c.c.) onlara

bunu zorlaştırdı. İşte bunlar ibadethanelerdeki kalıntılarıdır. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indirdi.2

(1) Bkz.: Tefsir et-Taberi: 7/8-11; ed-Dürru’l-Mensur: 3/141-142; Esbab en-Nüzul el-Vahidi: (236, 237).Bize Ebu Bekir Muhammed b. Abdullah b. Ebi Tevbe el-Keşmeyheni, O’na Ebu Tahir Muhammed b. Ahmed b. el-Haris, O’na Ebu’l-Hasen Muhammed Yakub el-Kesei, O’na Abdullah b. Mahmud, O’na İbrahim b. Abdullah el-Hilal, O’na Abdullah b. el-Mübarek, O’na Reşdeyn b. Sad, O’na İbni En’um, O’na Sa4d b. Mes’ud şöyle anlattı: Osman b. Maz’un Peygamber’e (s.a.v.) gelerek:“Hadımlaşmak için bize izin ver” dedi. Peygamber (s.a.v.):“Hadımlaştıran ve hadımlaşan bizden değildir. Ümmetimin hadımlaşması oruç tutmasıdır” buyurdu. Osman:“Ya Rasulallah! Bize sürekli seyahat etme hususunda izin ver” dedi. Peygamber (s.a.v.):“ümmetimin seyahati cihaddır” buyurdu. Osman:“Ruhbanlaşmak için bize izin ver” dedi. Peygamber:

“Ümmetimin ruhbanlığı, mescidlerde oturmak ve namazı beklemektir.”1

İkrime İbni Abbas’ın (r.a.) şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Bir adam Rasulullah’a (s.a.v.) gelerek:“Ya Rasulallah! Et yedim. Dinçleştim ve beni şehvet tutuverdi. Ben de kendime eti yasakladım” dedi. Bunun üzerine bu ayet

indi.2

(1) Bunu Müellif Şerhu’s-Sünne (2/270-271) ve Mesabihü’s-Sünne’de: 1/225 (Mişkatü’l-Mesabih) rivayet etmiştir.Hadis Reşdeyn b. Sa’d ve Zebad b. En’am el-Efriki’nin zayıf olmaları nedeniyle zayıftır.Ancak hadisin ikinci kısmını (Ümmetimin seyahati...) destekleyen bir hadis vardır ki, onu, Ebu Davud, Cihad’da, babu’n-Nehyi ani’s-Seyahada (3/357) Ebi Ümame’den rivayet etmiştir.Ayrıca bkz: Silsiletü’l-Ehadis ez-Zaife (3/479, 480); Mişkatü’l-Mesabih (1/225); Mecmeu’z-Zevaid: (4/254).

Page 44: Beğavi Tefsiri-2

(2) Bunu Tirmizi Tefsir’de, Maide suresinde (8/415) rivayet etti ve: “Bu O Hasen-garip hadistir. Onu bazıları mürsel olarak rivayet etmişlerdir. Ancak onda “İbni Abbas’tan” ifadesi yoktur. Bunu Halid el-Hazza İkrime’den mürsel olarak zikretmiştir” dedi. Bunu Vahid ikendi senediyle Esbab en-Nüzul’du (s. 236) “Taberi Tefsir’de (7/2). Bu Tirmizi’nin işaret ettiği ve Suyuti’nin İbni Merdeveyh ve İbni Ebi Hatim’e nisbet ettiği rivayettir. Bkz: ed-Dürru’l-Mensur: 3/139; Tefsir el-Kurtubi: 6/260.“Ey iman edenler, Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri.” Yani nefsin arzuladığı lezzet ve zevklerden Allah’ın helal kıldığı hoş yiyecekleri ve lezzetli içecekleri “kendinize haram kılmayın. Haddi aşmayın.” Yani helaldan harama geçmeyin. Denildi ki: “Haddi aşmak” hadımlaşmaktır. “Gerçekten Allah haddi aşanları sevmez.”“Allah’ın size verdiği rızıktan helal ve temiz olarak yeyin.” Abdullah b. Mübarek der ki: Helal yüzünden alıverdiğni şeydir. “Tayyib: temiz” gıdalandıran ve geliştiren şeydir. Toprak ve çamur gibi katı cisimlerle, gıda vermeyen şeyler ise -tedavi hariç- mekruhtur.“Kendisine iman etitğiniz Allah’dan da korkun.” Bize Ebu Muhammed Abdullah b. abdussamed el-Cevzani, O’na Ebu’l-Kasım Ali b. Ahmed el-Huzai, O’na Ebu Said el-Heysem b. Küleyb, O’na Ebu İsa et-Tirmizi, O’na Ahmed b. İbrahim ed-Devreki, Seleme b. Şübeyb ve Mahmud b. Ceylan. Bu üçüne Üsame, O’na Hişam b. Urve O’na da babası, Aişe’nin (r.a.)

şöyle söylediğini haber vermiştir: Peygamber (s.a.v.) helvayı ve balı severdi.1

(1) Buhari el-Eşribe, babu’l-bazik ve men neha en külli müskirin mine’l-eşribe: 10/62; Müellif Şerhu’s-Sünne: 11/308.“Allah sizi yeminlerinizdeki lağvdan sorumlu tutmaz.”İbni Abbas (r.a.) der ki: “Allah’ın size helal kıldığı hoş şeyleri kendinize haram kılmayın” ayeti inince, Sahabeler:“Ya Rasulallah! (Sürekli oruç tutacağız, uyumayacağız vs. diye) yemin ettiğimiz yeminlerimizi nasıl yapacağız?” dediler.

Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indirdi.2 “Ama bile bile ettiğiniz yeminden dolayı sorumlu tutar.” Hamza, Kesei ve (Ebubekir)1 “akdettiğiniz” kelimesini “Akadtum”. İbni Amir “Âkadtüm” diğerleri ise “Akkadtum” şeklinde okumuşlardır. Yani kesin ve emin bir şekilde bile bile ettiğiniz yemin. Ayette kastedilen anlam “kasten, bile bile yaptığınız”dır. “Onun keffareti” Yani kasten yaptıınız yeminlerinizi bozduğunuzda bunun keffareti “ailenizi eyedirmekte olduğunuzun ortalamasından” Yani aile fertlerinizin yedikleri gıdanın en hayırlısından. Ubeyde es-Selmani der ki: En ortası ekmek ile

sirke, en üstünü ekmek ile et, en aşağısı ise katıksız ekmektir. Bunların hepsi de (keffareti yerine getirir)2 “on düşkünü yedirmek” Bunun miktarı hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazılarına göre bu keffarette ve diğre bütün keffaretlerde her düşküne:

o memleketin en yaygın gıdasından, Peygamber’in ölçüsüyle bir “müdd” miktarı verliri. Bu da 1, 33 ratı3 eder. Bu Zeyd b. Sabit, İbni Abbas, İbni ömer, Said b. Müseyyeb, el-Kasım, Süleyman b. Yesar, Ata ve Hasan’ın görüşüdür.(1) Bu ikinci yazma nüshada yoktur.(2) Bu, 1. yazma nüshada “Yücziu”, 2. yazma nüshada ise “Müczin” şeklinde geçmektedir.(3) 1 ratl Mısır’da 449, 28 gr. Suriye’de 3, 202 kg, Beyrut ve Halep+’te ise 2, 566 kg’dır.Iraklılara göre her düşküne 2 müdd verilir ki bu yarım sa’ demektir. Bu, aynı zamanda Ömer ve Alin’in de görüşüdür.Ebu Hanife şöyle demiştir: Buğday yedirirse yarım sa’ (2 müdd), başkasını yedirirse 1 sa’ (4 müdd) vermesi gerekir. Bu aynı zamanda Şa’bi, Nehai, Said b. Cübeyr, Mücahid ve el-Hakem’in görüşüdür.Onları hem sabah hem akşam yedirmesi caiz değildir. Ebu Hanife bunu caiz görmüştür. Bu aynı zamanda Ali’den (r.a.) rivayet edilmiştir.Vereceğini dirhem veya dinar, ekmek veya un olarak vermesi caiz değildir. Bizzat buğday (veya arpa vs.) tanesinin verilmesi gerekir. Ancak Ebu Hanife bütün bunların hepsine cevaz vermiştir.Hepsi birden bir düşküne verilse (caiz değildir)1 Ancak Ebu Hanife bir düşküne on gün boyunca on defa ödemesi caizdir. Sadece, müslüman, hür ve muhtaç kimseye verilebilir. Dolayısıyla zimmiye köleye ve zengine vremek caiz değlidir. Ancak Ebu Hanife zimmilere verilmesini caiz görmektedir. Zekatın zimmilere verilmesi ise ittifakla caiz değildir. Ancak Ebu Hanife zimmilere verilmesini caiz görmektedir. Zekatın zimmilere verilmesi ise ittifakla caiz değildir.“veya onları giydirmek” Yemin keffareti ödemesi gereken kimse şunlardan birini seçmekte serbesttir: isterse 10 düşkünü yedirir, isterse onları giydirir, isterse bir köle azad eder. Giydirmeyi seçerse bunun miktarı hususunda ihtilaf edilmiştir.Bazılarına göre her düşküne, “giyecek” ismi verilebilecek şeyden birer tane verir. Gömlek, şalvar, fistan, sarık, kilot, örtü gibi. Bu; İbni Abbas (r.a.), Hasan-ı Basri, Mücahid, Ata, Tavus ve İmam Şafii’nin görüşüdür.İmam Malik: Her kişiye onunla namaz kılabileceği kadar elbise vermelidir, demiştir. İrkekler bir (fistan gibi), kadınlar ise iki elbise, fistan ve başörtü giyerler.Said b. Müseyyeb’e göre ise her düşküne iki elbise verilir.“ya da bir köle azad etmektir.” Şayet köle azad etmeyi seçerse mümin bir köle azad etmesi gerekir. öldürme, Zihar ve Ramazan ayı orucunda gündüz vakti cima etmenin keffaretleri de böyledir; mümin bir kölenin azad edilmesi icap eder. Ebu Hanife (r.a.) ve Sevri ise öldürmenin keffareti dışındaki keffaretlerde kafir köleyi azad etmeyi caiz görmüşlerdir. Çünkü sadece bunda “mümin” kaydı konmuştur. Biz ise buna şöyle cevap veririz: Mutlak mukayyede hamledilir (şartsız olarak belirtilmiş birşey şartlı olarak belirtilmiş şeye kıyasen şartlı gibi kabul edilir) (Örneğin Allah (c.c.) “Sizden adaletli iki kişiyi

Page 45: Beğavi Tefsiri-2

şahit gösterin” (Talak: 2) buyurmuştur. Diğer bir yerde ise bu şartı belirtmeksizin “mutlak: şartsız” olarak zikretmiştir: “Erkeklerinizden iki şahidi şahit kılın.” (Bakara: 2/282) Ancak adalet bütün şahitliklerde şarttır. Çünkü mutlak mukayyede

hamledilir ve mukayyedin şartı onda da şart olarak kabul edilir.)1 Burada da böyledir. Mürted bir köleyi azad etmek ise ittifakla caiz değildir.(1) Parantez içinin tümü 2. yazma nüshada yoktur.Azad edilen “has köle” olması şarttır. Bu nedenle mükatep (para karşılığı azad olacak köle), Ümmü Veled (efendisinden çocuk doğuran ve onun ölümüyle birlikte azad olacak cariye), azad etmek şartıyla aldığı köle veya keffaret niyetiyle aldığı ama aralarında akrabalık nedeniyle satın alır almaz azad olan köle, bütün bunlar azad edilebilir, ancak keffarte yerine geçmez. Ancak rey ehli, anlaştığı miktardan hiçbirini ödememiş mükatebin ve akrabanın keffaret için azad edilebileceği görüşündedirler. Kölenni, iş görmesini engelleyecek derecede, açık bir ayabı olması durumunda, keffaret için azad edilmesi caiz değildir. Bu nedenle bir eli veya bir ayağı kesik, köre, müzmin hasta ve sürekli halde deli kimsenin azad edilmesi caiz değildir. ancak, tek gözü kör, sağır, iki kulağı ve burnu kesik köle azad edilebilir. Çünkü bunlar iş görmeye açık bir şekilde zarar vermez.Ebu Hanife’ye (r.a.) göre ise: Bir faydayı (görme, işitme, tutma gibi) tamamiyle yok eden her ayıp, azad edilmeyi engeller. Hatta bir eli kesik kimse ona göre azad edilebilirken, iki kulağı kesik azad edilemez.“Her kim de -bunları- bulamazsa, o durumda da üçgün oruç tutmaktır.” Yemin keffaretini ödemesi vacip olan kimse yedirme, giydirme ve köle azad etmeden aciz kalırsa, üç gün oruç tutması gerekir. Acizlik, bunlardan birini yapması halinde geride kendisinin ve bakmak zorunda olduğu yakınlarının gıdasını sağlayacak miktarda malının kalmamısıdır.Bazılar,ı kendisine yetcek miktardan para artmasa dahi, onunla yedirmeyi (veya giydirmeyi vs.) gerçekleştirebileceği mala sahip olan kimsenin oruç tutmayacağı görüşündedirler. Bu Hasan-ı Basri ve Said b. Cübeyr’in görüşüdür.Bu oruçta “ardarda tutma” şartının bulunup bulunmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir. Bazılarına göre bu şart değildir. Ardarda da tutabilir, ayrı ayrı da tutabilir. Ancka birincisi daha faziletlidir. Bu Şafii’nin iki görüşünden biridir. Bazılarına agöre ise bunda da -öldürme ve zihar keffaretinde olduğu gibi- ardarda tutmak vaciptir. Bu da Sevri ve Ebu Hanife’nin görüşüdür. Bu görüşü ibni Mes’ud’un (r.a.) “O durumda üçg ün ardarda tutmak fesiyamu selaseti eyyamin mütetabiat” kıraatidir. “Bu” Yani zikrettiğim şeyler “andettiğinizdeki” ve o andınızı bozduğunuzdaki “yeminlerinizin keffaretidir.” Keffaret sadece yeminle değil, yeminden sonra onu bozmakla vacip olur.Keffaretin yemini bozmadan önce ödenmesi hususunda ihtilaf edilmiştir: Bazılarına göre bu caizdir. Çünkü bize Rasulullah’tan (s.a.v.) şöyle rivayet edildi: Her kim birşeye yemin eder, sonra başkasını (onu yapmamayı) daha hayırlı

görürse, yemin keffaretiniödesin ve o hayırlı şeyi yapıversin.1 Bu Ömer, (İbni Ömer)2, ibni Abbas Aişe (Allah onlardan razı olsun), Hasan’ı Basri, ibni Sirin, Malik, Evzai ve Şafii’nin görüşüdür. Ancak Şafii şöyle söylemiştir: Keffaretini oruç olarak öderse caiz değildir. Çünkü o bedensel bir ibadettir. Yedirme veya giydirme ya da azad etmeyle öderse caizdir. Bu; zekatı bir yıl dolmadan önce ödemenin caiz olması, Ramazan orucunu vaktinden önce kılmanın caiz olmaması gibidir. Bazıları ise yemini bozmadan önce keffareti ödemenin caiz olmadığı görüşündedirler. Bu Ebi Hanife’nin (r.a.) görüşüdür.“Yeminlerinizi de koruyun.” Denildi ki: Bununla yemin etmeyi terketmek kastedilmiştir. Yani: yemin etmeyin. Denildi ki -ki bu daha sahihtir-: bununla yemin ibozmaktan nehyedilmiştir. Yani yemin ettiğnizde onu bozmayın. Bu; mendubu terketme veya mekruhu işleme üzere yemin edilmediği durumdadır. Mendubu terketmek veya mekruhu işlemek üzere yemin ederse, en hayırlısı kendisinin yemini bozması, sonra keffaret ödemesidir. Nitekim bize Abdulvahid b. Ahmed el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na Haccac b. Minhal, O’na Cerir b. Hazim, O’na el-Hasen, O’na Abdurrahman b. Semre Rasulullah’ın (s.a.v.) ona şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Ey Abdurrahman b. Semre! Emirliği (sorumluluk isteyen herhangi bir görevi) isteme. Çünkü o sana senin istemenle verilirse, sorumluluğu sana yüklenmiş olur. Şayet sen istemeden verilirse, isteğin üzerinde galip olursun. Şayet birşey üzerine yemin

eder, sonrada başkasını daha hayırlı görürsen yeminin keffaretini öde ve hayırlı olan o şeyi yapıver.3

(1) Müslim el-İman, babu nedbi men halefe yeminen ferea ğayreha hayran minha en ye’tiyellezi hüve hayr... (No: 1650) 3/1273; Müellif, Şerhu’s-Sünne: 10/17.(2) Bu 2. yazma nüshada yoktur.(3) Müslim el-İman, aynı yer (No: 1652) 3/1273-1274; el-imare: 3/1456; Müellif, Şerhu’s-Sünne: 10/56. Ancak müellifin rivayetinde son cümle (Şayet bir şey üzerine yemin eder...) yoktur.“Allah, şükredersiniz diye size ayetlerini açıklar.” 90- “Ey iman edenler içki, meysir.” Yani kumar “dikili taşlar” Yani putlar. Böyle similendirilmeleri onları dikmeleri nedeniyledir. Bu (ensab) çoğul olup tekili “Nasb” ve “Nusb”tur. “fal okları” Yani onunla kısmet aradığnıız oklar. Bunun (ezlam) tekili “zelem”dir. “şeytan işi” Onun süslemesi “pisliklerdir.” kötü, iğrenç, pis şeylerdir. “öyleyse ondan” Yani o pisliklerden “sakının ki felaha eresiniz.”“Şeytan; ancak içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak.” İçkinin kin sokması; onu içenlerin sarhoş olduklarında kavga çıkarıp, birbirleriyle dövüşmeleri suretiyle olur. Sa’d b. Ebi Vakkas’ın (r.a.) çene kemiğini yorması gibi. Kumar’ın kin sokmasına gelince; Katade der ki: Kumar oynayan ailesi veya malı karşılğında oynar, sonra yenildiğnide

Page 46: Beğavi Tefsiri-2

bunları kaybeder ve onu yenenlere karşı kin içerisinde olurdu. “ve sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan engeller.” Çünkü içki içmekle veya kumarla uğraşan kişiyi bunlar Allah’ı (c.c.) anmaktan alıkoyar ve namazını karıştırır. Abdurrahman b. Avf’ın (r.a.) misafirlerine yaptığı gibi. İçki içtikten sonra birisi önlerine geçerek akşam namazı için imamlık yaptı. Namazda kafirun

suresini okurken “Sizin ibadet ettiklerinize ben ibadet etmem” yerine “ibadet ederim” şeklinde okudu.1 “Artık vazgeçersinizi değil mi?” Yani: vazgeçin, sakının. Bu soru cümlesi olup emir kastedilmiştir. “Artık şükreder misiniz?” (Enbiya: 21/80) ayetinde olduğu gibi.(1) Bkz: ed-Dürru’l-Mensur.95- “Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve” Haramlardan ve nohyulundğunuz şeylerden “sakının şayet yüz çevirirseniz bilin ki Peygamberimize düşen sadece açıkça tebliğ etmektir.” İçki içene tehdit hakkında şu hadisler vardır: Bize Ebu’l-Kasım Abdurrahman b. Muhammed el-Fevrani, O’na Ebu’l-Hasen Ali b. Abdullah et-Taysefuni, O’na Ebu’l-Hasen Muhammed b. Mahmud el-Mahmudi, O’na Ebu’l-Abbas el-Maseresi (Nisaburda), O’na İshak b. İbrahim el-Hanzali, O’na Salih b. Kudame, O’na kardeşi Abdulmelik b. Kudame, O’na Abdullah b. Dinar, O’na İbni Ömer (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etti:“Sarhoş edici herşey haramdır. O’na içen her kula Allah’ın kıyamet günü mutlaka “tinetu’l-habal” içtirmesi kesindir. O’nun

ne olduğun ubiliyor musunuz?” Daha sonra şöyle buyurdu: “Cehennemliklerin rakısıdır.”1

Bize Ebu’l-Hasen es-Serahsi, O’na Zahir b. Ahmed, O’na İshak el-Haşimi, O’na Ebu MUsab, O’na Malik, O’na Nafi, O’na da Abdullah b. Ömer (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etti:

“Her kim dünyada içki içer, sonra da ondan tevbe etmezse Ahirette ondan (ahiret şarabından) mahrum bırakılır.”2

(1) Bunu müellif Şerhu’s-Sünne’de (11/356) rivayet etti. Ancak senedinde Abdulmelik b. Kudame vardır. O ise zayıftır. Ancak bu anlamı destekleyecek Cabir b. Abdullah ve başkalarından rivayet edilmiş bazı hadisler vardır. Bunlardan biri Müslim’in Cabir’den Eşribe kitabındaki rivayeti (No: 2002), diğeri yine onun İbni Ömer’den rivayetidir (No: 2003). Bu bir sonraki zikredilen hadistir.(2) Müslim Eşribe, babu Ukubeti men şeribe’l-hamra iza lem yetub minha. (No: 2003) 3/1588; Müellif Şerhu’s-Sünne: 11/355.Bize Ebu Said eş-Şurayhi, O’na Ebu İshak es-Salebi, O’na Ahmed b. Übeyy, O’na Ebu’l-Abbas el-Esamm, O’na Muhammed b. İshak es-Sağani, O’na Ebu Nuaym, O’na Abdulaziz b. Ömer b. Abdulaziz, O’na Abdurhaman b. Abdullah el-⁄afiki (Mısır’lı), O’na da Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: Şehadet ediyorum ki Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle söylediğini işittim: Allah (c.c.) içkiye, onu içene, ikram edene, satana, satın alana, meyvadan sıkana, sıktırana, taşıyana, kendisine

götürülene ve parasını (kazancını) yiyene lanet etmiştir.1

(1) Bunu Ebu Davud, el-eşribe, babu’l-ineb yu’saru lilhame (5/260); İbni Mace el-Eşribe, babu luineti’l-hamru ala asarati evcuh (No: 3380) 2/1121; Ahmed Müsned’de (2/97) rivayet etti. Ancak sonuncusunda Abdurrahman b. el-⁄afiki vardır. Münziri der ki: İbni Main’e ondan soruldu. “O’nu tanımıyorum” cevabını verdi. İbni Yunus Tarih’inde: İbni Ömer’den rivayet etmiştir, demiştir. Ebu Tu4me der ki: Mekhul onnu yalancı olduğunu söylemiştir. Hadisi destekleyen ve onu güçlendiren başka hadisler (şahitler) vardır. Bu nedenle İbni Hacer Telhis el-Habir’de (4/73) şöyle demiştir: İbni’s-Seken bunun sahih olduğunu belirtmiştir. Bu konuda Enes b. Malik’ten bir rivayet vardır. O’nu Tirmizi ve İbni Mace rivayet etmiştir ve ravileri sikadır. İbni Abbas’tan bir rivayet vardır: O’nu Ahmed, İbni Hibban ve Hakim rivayet etmiştir. İbni Mesud’dan bir rivayet vardır. O’nu Ahmed, İbni Hibban ve Hakim rivayet etmiştir. İbni Mes’ud’tan bir rivayet vardır O’nu İbni Ebi Hatim “el-İlel”de zikretmiştir. Ebu Hureyre’den bir rivayet vardır. Lafzı şöyledir: Allah içkiyi ve parasını, ölüyü ve parasını domuzu ve parasını (kazancını) haram kılmıştır. Bunuda Ebu Davud rivayet etmiştir. Bir de Abdullah b. Amr’dan rivayet vardır.“İman edip salih amel işleyenler, sakınırlar, inanırlar ve salih amel işlerlerse...” Bu ayetin nüzul sebebi şudur: İçki haram

edilince sahabeler: Ya Rasulallah, içki içer ve kumar malı (yer)2 bir halde ölen kardeşlerimizin hali ne olacak? diye sordular. Bunun üzerine bu ayet indi “iman edip salih amel işleyenler.” şirkten “sakınırlar, inanırlar” tasdik ederler “ve salih ameller işlerler, sonrada” haram kılındıktan sonra içki ve kumardan “sakınırlar, sonra iman ederler, sonra” Allah’ın yenilmesini ve içilmesini haram kıldıklarından “sakınırlar ve ihsan ederlerse, daha önce tatmış olduklarından.” İçtikleri içki, yedikleri kumar malından “ötürü bir sorumluluk yoktur. Allah muhsinleri -iyileri- sever.” Denildi ki: anlam şöyledir: “Şirkten sakınırlar, iman edip tasdik ederler, sonra sakınırlar, yani sakınma ve takva üzere devam ederler, ve iman ederler, yani imanları çoğalır. Sonra bütün günahlardna sakınırlar ve iyilik yaparlarsa. Denildi ki: anlam şöyledir: “Şirkten sakınırlar, iman edip tasdik ederler, sonra sakınırlar, yani sakınma ve takva üzere devam ederler, ve iman ederler, yani imanları çoğalır. Sonra bütün günahlardan sakınırlar ve iyilik yaparlarsa. Denildi ki: anlamı, muhsinlerden olmak suretiyle sakınırlarsa. Çünkü her muhsin sakınmış demektir (müttaki).“Ey iman edenler, Allah görmeksizin kendinden korkanları ayırdetmek için...” Hudeybiye senesinde indi. Sahabeler ihramdaydılar ve Allah onları av ile denemek istedi. Yabani hayvanlar, kervanlarını kuşatacka derecede bol idi ve onlar avlanmaya niyetlenmiştilerdi. Bunun üzerine bu ayet indi. “Ey iman edenler, Allah gıyabında kendinden korkanları.” Yani

Page 47: Beğavi Tefsiri-2

görmedikleri halde ondan korkanları, “Onlar ki rabblerinden gıyabında korkarlar.” (Enbiya: 49) ayeti de böyledir. Yani görmedikleri halde korkup da ihram halinde avlanmayanları “bilmek için” Yani görmek için. Çünkü Allah onları zaten bilmektedir. “elinizin ve mızraklarınızın ulaştığı avdan” Ellerin yetiştiği, tavuk, yumurta ve kaçamayan hayvanlardır. Mızrakların ulaştığı ise: büyük ay hayvanlarıdır. “bir şeyle” “birşeyle, bazısıyla” denmesinin sebebi Allah’ın (c.c.) onları sadece kara hayvanlarıyla denemesi sebebiyledir. “Sizi mutlaka dener.” Sizi gerçekten imtihan eder. Denemenin faydası itaatkarla isyankarı ortaya çıkarmaktır. Yoksa, hiçbir avla denemeye gerek yoktur. “Bundan sonra da herkim haddi aşarsa” Yani haram kılındıktan sonra avlanırsa “Onun için elem verici bir azap vardır.” İbni Abbas’tan (r.a.) rivayet edildiğine göre o

şöyle demiştir: O kişinin sırtına ve karnına sopayla (acı verilir)1 ve elbisesi çıkartılır.(1) 2. yazma nüshada “yüsev: genişletilir” şeklinde geçmektedir. (Doğru olan 1. yazma nüshada geçendir).“Ey iman edenler siz ihramda iken av hayvanlarını öldürmeyin.” Yani hac ve umre için ihramda iseniz. “Hurum” “haram”ın çoğuludur. Kadın ve erkek içinde müzekker kullanılır. Örneğin: “reculun haram, imreetun haram: ihramdaki erkek/kadın” denilir. Bazen Harem’e gelir. Bu ayet ihramda yabani bir eşeği bağlayarak öldüren Ebu’l-Yeser isimli adem hakkında inmiştir.“Sizden her kim onu kasten öldürürse” Bu “kasıt” hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazılarına göre ihramda olduğunu unuttuğu halde ama avı kastederek öldürmesidir. Ancak ihramda olduğnu bildiği halde kasten öldürdüğünde bunun hükmü yoktur. Durumu Allah’a (c.c.) kalmıştır. Çünkü keffareti bulunabilecekken daha büyük bir günahtır. Bu Mücahid ve Hasan’ın görüşüdür.Diğerlerine göre ise ihramda olduğunu bildiği halde öldürmeyi kastetmesidir. Bu durumda keffaret lazım gelir.Hatayla öldürmenin hükmü hakkında ihtilaf edilmiştir: Çoğu fakihlere göre, keffaretin vacipliği hususunda kasıt ve hatanın hükmü aynıdır. Örneğin Zühri der ki: Kasıtlıya Kur’an’la hatalıya ise sünnetle sabit olmuştur. Ancak Said b. Cübeyr şöyle demiştir: “Hatayla avlanmanın keffareti yoktur. Sadece kasten öldüren keffaret vaciptir. “öldürdüğü hayvanın benzeri bir ceza vardır.” “benzeri bir ceza” terkibini Kufe’liler ve Yakub “fe cezaün müsli” şeklinde okumuşlardır. “cezaün” merfu ve tenvinli “mislü”de onun bedeli olmak üzere merfudur. Diğerleri ise bunu “fe cezaü misli” şeklinde izafet terkibi olarak okumuştur. Cümlenin anlamı şöyledir: Avlanan kimsenin avladğı hayvanın benzerini kurban etmesi gerekir. Ancak bu kıymet yönünden benzeri değil yaratılış yönünden benzeridir.“Sizden adil iki kişi onun benzeri olan hakkında hüküm verecektir.” Yani cezasını adil iki kişi belirler. Bunların hayvanlardan birbirine benzeyenlere bakabilen bundan anlayan kimseler olmaları gerekir. Benzeri bir hayvanı kurban etmenin vacip olduğu görüşünde olanlar ömer, Osman, Ali, Abdurrahman b. Avf, İbni Ömer, İbni Abbas ve diğer sahabelerdir. (Allah onlardan razı olsun). Bunlar farklı beldelerde ve farklı zamanlarda böyle hükmetmişlerdir. Çünkü onlar -aynı olmamalarına rağmen- deve kuşuna bir deve, yaban sığırına bir inek sırtlana bir koç kurban edilmesini hükmetmişlerdir. Bu, onların kıymet yönüyle benzer bir hayvana değil, yaratılış yönüyle benzer bir hayvana hükmettiklerini göstermektedir. Güvercinde, koyun kurban edilir. üveyik gibi büyük yudumlarla lıkır lıkır su içen ve yüksek sesle ötüp böğürür gibi ses çıkaran her kuşda böyledir.Ömer, Osman ve İbni Abbas’tan (Allah onlardan razı olsun) Mekke güvercininde koyunla hükmettikleri rivayet edilmiştir. Nitekim bize Ebu’l-Hasan es-Serahsi, O’na Zahir b. Ahmed, O’na ebu ishak el-Haşimi, O’na Ebu Mus’ab, O’an Malik, O’na Ebu’z-Zübeyr el-Mekki, O’na Cabir b. Abdullah (r.a.) Ömer b. Hattab’ın (r.a.) sırtlanda koç, ceylanda keçi, tavşanda dişi

oğlak ile hükmettiğini söylemiştir.1

(1) Malik el-Muvatta Kitab el-Hacc, babu fidyeti ma usibe mine’t-Tayr ve’l-vahs: 1/414; Şafii, el-Müsned: 1/330-331; Beyhaki, es-Sünen: 5/183, 184. Bunu el-Elbani “İrvaü’l-⁄alil”de (4/245) sahih olarak zikretmiştir. Ayrıca bkz: Telhis el-Habir.“ve bu Kabe’ye ulaşacaktır.” Yani keffaret için kesilen hayvan Kabe’ye ulaştırılır ve Mekke’de kesilir. Eti harem düşkünlerine ve fakirlerine dağıtılır. “Yahut düşkünlere yemek yedirme şeklinde keffaret veya onun dengi oruç tutmaktır.” Ferra (rh.a.) der ki: “ıdl” birşeyin aynı cinsten benzerine, “adl” ise ayrı cinsten benzerine denilir. Yani avlanan kimse bunun cezasında, avladığı hayvanın benzeri bir hayvana kesip onun etini harem düşkünleri arasında dağıtmak, veya onun değerini paraya parayı yiyeceğe çevirerek bunu harem düşkünleri arasında dağıtmak, ya da her müdd miktarı yiyeceğe karşılık birgün oruç tutmakta serbesttir. Bunlardan istediğini yapabilir. Orucu istediği şekilde tutabilir. Çünkü orucuunn düşkünlere bir faydası yoktur.Malik der ki: Benzebir bir hayvanı bulamazsa avladığı hayvanın değerini biçer. Sonra bu değerle alınabilecek yiyeceği dağıtır ya da oruç tutar.Ebu HAnife ise şöyle der: Benzeri bir hayvanın belirlenmesi gerekmez. Aksine avlanılan hayvanın değeri biçilir. Sonra istenilirse bu değerde bir hayvan adğıtılır, veya bu değerde yiyecek dağıtılır, ya da her yarım sa buğday veya bir sa başka gıdaya karşı bir gün oruç tutulur.Şa’bi ve Nehai avın cezasının ayette belirtilen sıraya göre olduğunu söylemişlerdir. Ancak ayet, bunlar arasında serbest bırakan görüşü desteklemektedir.

Page 48: Beğavi Tefsiri-2

“Ta ki yaptığının vebalini.” Günahının cezasını “tatmış olsun. Allah geçmiştekileri affetmiştir.” Yani haram kılınmadan ve bu ayet indirilmeden öncekileri. Süddi der ki: Allah (c.c.) cahiliyyede yapılmış olanları affetmiştir. “Kim de sonradan böyle yaparsa Allah ondan” Ahirette “intikam alır. Allah azizdir, intikam sahibidir.” İhramlı kişi avlanmayı birden fazla yaparsa çoğu ilim ehline göre cezada birdenf azla olur. İbni Abbas (r.a.) ise der ki: ihrame, kişi bir av hayvanını öldürürse, “Bundan önce hiçbir hayvan avladın mı?” diye sorulru. “Evet” derse ona bir ceza verilmez ve:“Git, Allah senden intikam alsın” denilir. Ancak “Daha önce hiçbir şey öldürmedim” derse cezayla hükmedilir. Daha sonra bunu tekrarlarsa yine bir cezayla hükmedilmez. Ancak sırtı ve göğsü acı verici vuruşla doldurulur. Rasulullah’da (s.a.v.)

Taif’te bir vadi olan “Vecc”de böyle hükmetmişti.1

İhramlının avlanmış hayvandan yemesinin hükmü hakkında ihtilaf edilmiştir: Bazıları, bunun hiçbir şekilde caiz olmadığı görüşündedirler. Bu İbni Abbas’tan (r.a.) rivayet edilmiştir. Aynı zamanda Tavus ve Süfyan-ı Sevri’nin görüşüdür. Bunların delili şu hadistir: Bize Ebu’l-Hasan es-Serahsi, O’na Zahir b. Ahmed, O’na Ebu İshak el-Haşimi, O’na Ebu Musab, O’na Malik, O’na İbni Şihab, O’na Übeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, O’na Abdullah b. Abbas, O’an Sa’b b. Cüsame el-Leysi şöyle haber vermiştir: Kendisi Rasulullah’a (s.a.v.) “el-ebva” veya “Veddan” denen yerde yabani bir sığır hediye etti. O ise bunu kabul etmedi. Ancak yüzündeki üzüntüyü görünce şöyle buyurdu:

“Biz onu size sadece ihramlı olmamız nedeniyle reddettik.”2

(1) Bu bir hadisten bir kısımdır. Ebu Davud el-Menasik, babun fi mali’l-ka’be’de (2/441, 442) “Vecc’in avı ve çalısı haremdir. Allah için haramdır...” lafzıyla; Ahmad Müsned’de (No: 1416) (Halebi baskısı) rivayet etti. Ahmed Şakir’de bunun sahih olduğunu söyledi. Münziri der ki: İsnadında Muhammed b. Abdullah b. insan et-Taifi ve baabsı vardır. Muhammed’e gelince; Razi’ye ondan soruldu. O da: kuvvetli değil, hadisi şüpheli, dedi. Buhari’de onu büyük Tarih’inde (1. K. 1/140) zikretti ve onun bir hadisini zikretti ve: Mütabea olmamıştır, dedi. Ayrıca babasınıda zikretti, Rivayet etitği bu hadise işaret etti ve: Onun hadisi sahih değildir, dedi. Besti der ki: Abdullah b. İnsan. Ondan oğlu rivayet etmiştir. Ancak hadisi sahih değildir.İbni Hacer Telhis el-Habir’de (2/280) der ki: Ebu Davud bunun hakkında birşey söylememiş, Tirmizi Hasen oludğunu belirtmiş Abdulhakk ise birşey söylememiştir. Zehebi der ki: Şafii bunun sahih olduğunu belirtit. Hallal ise Ahmed’in bunun zayıf olduğunu belirttiğini söylemiştir.Nevevi ise Mecmu’da şöyle söyledi: Bunu Beyhaki rivayet etti. Senedi zayıftır. (7/449).(2) Buhari Cezaü’s-Sayd, babun iza ühdiye ilil muhrimi himaran vahşiyyen lem yukbel. 4/31. Ayrıca o Hibe’de; Müslim el-Hacc, babu tahrimi’s-Saydi lil muhrim (No: 1193). 2/850; Müellif Şerhu’s-Sünne: 7/260.Çoğunluğa göre ise, ihramlı kimse bizzat kendisi avlamamış veya onun için ya da onun işaretiyle başkası avlamamışsa, avlanan hayvandan yiyebilir. Bu; Ömer, Osman, Ebu Hureyre, Ata, Mücahid, Said b. Cübeyr’in görüşü. Malik, Şafii, Ahmed, İshak ve Rey ehlinin mezhebidir.Peygamberin (s.a.v.) Sa’b’ın avını reddetmesi ise, onun kendisi için avlandığını zannetmesinden dolayıydı.Bunun caiz olduğunun delili şudur: Bize Ebu’l-Hasen es-Serahsi, O’na Zahir b. Ahmed, O’na Ebu ishak el-Haşimi, O’na Ebu Musab, O’na Malik, O’na Ebu’n-Nadr (Ömer b. Ubeydullah et-Teymi’nin azadlı kölesi), O’na Ebu Katade’nin azadlı kölesi Nafi, O’na Ebu Katade b. Reb’i el-Ensari (r.a.) şöyle anlattı: Kendisi Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte idi. Mekke yolunda, yolun yarısında bazı ihramlı arkadaşları ile birlikte geride kaldı. Ancak kendisi ihramlı değildi. O esnada yabani bir sığır gördü. Atının üzerinde eğildi ve arkadaşlarından ona değneğini vermelerini istedi. Ancak onlar bunu kabul etmediler. Bu defa mızrağını istedi. Onların yine vermemelerine rağmen kendisi almayı başardı ve onu yabani sığırın üzerine attı ve öldürdü. Öldürdüğü hayvanı sahabelerden bazıları yerlerken diğer bir kısmı yemediler. Rasulullah’a (s.a.v.) ulaştıklarında hadiseyi anlattılar. O da (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“O, Allah’ın (c.c.) sizi rızıklandığı bir yiyecekten başka birşey değildir.”1

(1) Buhari ez-Zebaih ve’s-Sayd, babu macae fi’t-tesayyud: 9/613; Müslim, el-Hacc, babu tahrimi’s-Saydi lil muhrim (No: 1196) 2/852.Bİze Abdulvahid b. Muhammed el-Hatib, O’na Abdulaziz b. Ahmed el-Hilal, O’na Ebu’l-Abbas el-Esamm, O’na Rebi, O’na Şafii, O’na İbrahim b. Muhammed, O’na Amr b. Ebi Amr, O’na el-Muttalib b. Hantab, O’na Cabir b. Abdullah (r.a.) Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu haber verdi: Kendiniz avlamadıkça veya sizin için birileri avlamadıkça, avlanan hayvan

etini yemeniz size helaldir.2 Tirmizi der ki: el-Muttalib’in Cabir b. Abdullah’tan (r.a.) hadis işittiğini bilmiyoruz. (Yani bu durumda hadis mürseldir).(2) Ebu Davud el-Menasik babu lahmi’s-Saydi lil muhrim: 2/362 (lafzı: kara hayvanı avı sizin için helaldir.... şeklindedir). Tirmizi el-Hacc, babu ma cae fi ekli lahmi’s-Saydi li’l-muhrim: 3/584; en-Nese,i el-Hacc, babun iza eşare’l-Muhrimu ile’s-saydi fekatelehu halal (5/187); Şafii (Tertib el-Müsned) 1/322, 323; İbni Hibban s. 243 (Mevarid ez-Zam’an’dan); Hakim: 1/452; Müellif, Şerhu’s-Sünne: 7/263, 264. Bunu Hakim ve İbni Hibban sahih olarak zikretmişlerdir. el-Muttalib b. Hantab el-Mahzumi; saduktur. Tedlis ve irsali çok yapar. Amr b. Ebi Amr: Buhari ve Müslim’in hadislerinin ravilerinden olsa da hakkında ihtilaf edilmiştir. Bkz: Telhis el-Habir: 2/26.

Page 49: Beğavi Tefsiri-2

İhramlı bir kimse benzeri olmayan yumurta veya güvercinden küçük bir kuş gibi bir şeyi yok ederse, o durumda onun kıymeti belirlenir. O kıymette yiyecek dağıtılır veya her müdde karşılık bir gün oruç tutulur.Çekirge hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazıları onu avlamaya ruhsat vermişler ve onun deniz hayvanı avlama babından olacağını söylemişlerdir. Bu Ka’b el-Ahbar’dan rivayet edilmiştir. Ancak çoğunluk onun helal olmayacağı görüşündediler. O’nu öldürdüğünde herhangi bir sadaka vermesi icab eder. Ömer (r.a.) çekirgede bir hurmadır demiştir. Ondan ve İbni Abbas’tan (r.a.):“Bir avuç yiyecektir” şeklinde rivayet edilmiştir.“Deniz avı ve onu yemek, size de yolculara da geçimlik olmak üzere helal kılınmıştır.” Denizden maksat tüm sulardı. Ömer

(r.a.) der ki: O’nun avı ondan avlanılan şey, yiyeceği ise atılanladır.1 İbni Abbas (r.a.), İbni Ömer (r.a.) ve Ebu Hureyre (r.a.) derler ki: “Deniz yiyeceği suyun sahile ölü olarak attığı şeydir.”(1) Bkz: Tefsir et-Taberi: 8/63 (Halebi baskısı).Bazıları: Bu ondan tuzlu olanıdır: Bu da Said b. Cübeyr, İkrime, Said b. Müseyyeb, Katade ve Nehai’nin görüşüdür.Mücahid ise der ki: Deniz avı taze olanı, yiyeceği, tuzlu olanıdır. “Sizin için bir meta olarak” Yani: menfaat ve fayda olarak “ve seyyare için” Yani yolcu için.Su hayvanları bilcümle iki kısımdır: Balık ve diğer hayvanlar balığın her türünün ölüsü helaldir. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur:

“Bize iki ölü ve iki kan helal kılındı. İki ölü balık ve çekirge.iki kan ise böbrek ve karaciğerdir.1 Sebepli veya sebebsiz ölmüsende hiçbir ffark yoktur. Ebu Hanife’ye göre ise, helal olması, sadece taşa çarpma veya susuz kalma gibi sebeplerden dolayı ölmesi durumundadır.Balığın dışındakiler de iki çeşittir: Birisi sadece karada yaşayan hayvanlardır. Kurbağa ve yengeç gibi. Bunların yenmesi helal değildir. İkinci kısım suda yaşayan karada ise zor kalabilen hayvanlardır. Bunun hakkında ihtilaf edilmşitri. Bazılarına göre bunlardan balık dışındakiler helal değildir. Bu, Ebi Hanife’nin (r.a.) sözünün anlamıdır. Bazıları ise (su hayvanlarının

tümü helaldir)2. Çünkü hepsi, görünüşleri farklı farklı da olsa balıktırlar. Örneğin deniz yılanı. Görünüşü yılan şeklindedir. Yenmesi ittifakla helaldir. Bu da Ebubekir, Ömer, İbni ömer, İbni Abbas, Zeyd b. Sabit ve Ebu Hureyre’nin (Allah onlardan razı olsun) görüşüdür. Şurayh, Hasan (Hasan-ı Basri, Ata ve Malik’in görüşüyle, Şafii’nin mezhebinin tercih edilen görüşü de böyledir.(1) Hadis-i Şafii tertib el-Müsned’de (2/173; İbni Mace, et’ıme, babu’l-kebir ve’t-Tahhal (No: 3314) 2/1102; Darekutni Sayd ve Zebaih’te: 4/271, 272; Ahmed’de Müsned’de (2/97) İbni Ömer kanalıyla merfu olarak rivayet etmişlerdir. Beyhaki bunu mevkuf (Sahabe sözü) olarak rivayet etmiş ve: isnadı sahihtir. Mevkuf olmakla birlikte Müsned hükmündedir, demiştir (es-Sünen: 1/254). Bun Zey’ai aynı zamanda Abd b. Humeyd’e ve İbni Hibban’ın “ed-Duafa”sına nisbet etmiştir. Hadisi senedindeki Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem nedeniyle iletli kabul etmiş, onun hakkında şöyle söylemiştir: Bilmediği halde haberleri yanlış şekilde aktarırdı. Hatta rivayetlerinde mevkufu merfu, mürseli müsned olarak zikretmesine çok rastlanmıştır. Bu sebeple terkedilmeyi haketmiştir. Bkz: Nasbu’r-Raye: 4/201, 202. İbni Hacer bunu aynı zamanda İbni erdeveyh’in Tefsir’inde Ebu Said’den merfu olarka rivayet ettiğini belirtti ve şöyle ekledi: Bunu Darekutni el-İlel’de zikretti. Ebu Hatim’in ve diğerlerinin sahih olduğunu belirttikleri mevkuf rivayet merfu hükmündedir. Çünkü Sahabe’nin “Bize şu helal kılındı, şu haram kılındı, şununla emredildik, şundan nehyedildik” ibi sözleri merfu hükmündedir ve onunla delil getirilebilir. Telhis el-Habir: 1/26. Bunu aynı zamanda müellif Şerhu’s-Sünne’de (11/244) rivayet etti.(2) 2. yazma nüshada bu şekilde (meyyite’l-mai külleha helal) geçerken 1. yazma nüshada “Rameyte’l-külle helal” şeklinde geçmektedir.Bazıları da şöyle demişlerdir: Karada, yenilen bir benzeri bulunan deniz hayvanın ölüsü helaldir. Su ineği gibi. Karadaki benzeri yenilmeyen deniz hayvanı ise -su köpeği, domuz ve eşek gibi- helal değildir.Evzai: “Yaşamı suda olan her hayvan helaldir” dedi “Timsah gibi mi?” dediler. “Evet” diye cevap verdi.Şa’bi der ki: “Ailem kurbağayı yeselerdi yedirirdim.” Süfyan-ı Sevri ise: “Yengecin bir mahzurunun olmayacağını umarım” demiştir.Ayetin zahiri anlamı deniz hayvanlarının tümünün helal olduğunu söyleyenleri destekler. Şu hadiste böyledir: Bize Ebu’l-Hasen es-Surahsi O’na Zahir b. Ahmed, O’na Ebu İshak el-Haşimi, O’na Ebu Mus’ab, O’na Malik, O’na Safvan b.

(Selman)1, O’na Said b. Seleme (beni ezrak ehlinden), Abduddar oğullarından Muğire b. Ebi Bürde, O’na da Ebu Hureyre (r.a.) şöyle anlattı: “Bir adam Rasulullah’a (s.a.v.), “Ya Rasulallah, Biz denizde gemiye biniyor ve yanımızda az miktarda su bulunduruyoruz. Onunla abdest aldığımızda içme suyumuz kalmıyor, susuyoruz. Deniz suyuyla abdest alalım mı?” diye sordu. Rasulullah (s.a.v.):

“O (deniz), suyu temizleyici, ölüsü helaldir” buyurdu.2

(1) 2. yazma nüshada “Süleym” geçmektedir.(2) Ebu Davud et-Tahare, babu’l-vudui bimai’l-bahr (1/81); Tirmizi, et-Tahare, babu ma cae fi mai’l-bahr ennehu tahur: 1/225 (Tirmizi bu hasen-sahih hadistir, dedi); Nesei et-Tahare babu mai’l-bahr: 1/50; İbni Mace et-Tahare, babu’l-vudui

Page 50: Beğavi Tefsiri-2

bimai’l-bahr: 1/50; Malik, el-Muvatta: 1/22; Hakim: 1/140, 141; İbni Hibban no: 119 (Tertib el-Müsned); Darekutni: 1/34, 35; Müellif Şeruh’s-Sünne: 2/55. Ayrıca bkz: Telhis el-Habir: 1/9-12.Bize Abdulvahid b. Ahmed el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na Müsedded, O’na Yahya, O’na İbni Cüreyc, O’na Ömer (r.a.), O’na da Cabir (r.a.) şöyle anlattı: “Habat ordusuna karşı savaşa çıktık. Komutanımız olarak Ebu Ubeyde tayin edildi. Ağır şekilde acıktık. Deniz kıyıya bir benzerini görmedğimiz büyükülükte “anber” deline ölü bir balık attı. Yarım ay boyunca etinden yedik. Ebu Ubeyde kemiklerinden bir kemik aldı ve dikti. Sonra devlereden birini altından geçirdik. (Yani: o derece büyük bir balıktı). Cabir der ki: Ebu Ubeyd bize “yeyiniz” demişti. Medine’ye geldiğimizde olanları Peygamber’e (s.a.v.) haber verdik. Şöyle buyurdu:“Allah’ın (c.c.) size çıkarmış olduğu rızkı yeyin. Yanınızda varsa bizede yedirin.” Bazıları yanlarında bulunan bir miktarı

getirdiler. Onlar da bundan yediler.1

(1) Bunu Buhari el-Meğazi babu gazveti seyfi’l-bahr’de (8/78) rivayet etti. Lafız onundur. Müslim es-Sayd ve’z-Zebaih, babu ibahati meytü’ti’l-bahr’de (No: 1935) 3/1535; Müellif Şerhu’s-Sünne’de (11/246) rivayet etti.Bazı insanlar bu hayvanın büyüklüğünden hayrete düşebilirler. Bazılar ıbunda abartı olduğunu sanabilirler. Hatta bu bazılarını, rivayeti yalanlamaya iter. Ancak biz sahih, güvenilir ve doğru bir metnin önündeyiz. Hadis sened itibariyle sahihtir. Çünkü bunu en sahih hadisleri zikreden Buhari ve Müslim tahriç etmişlerdir. Hadis metin itibariyle de sahihtir. İşte sana, bunun doğruluğuna delalet eden, Allah’ın (c.c.) garip yaratıklarından bir örnek. Bunu merhum Muhammed Fuad Abdulbaki Sahih-i Müslim’de, Fihrist’e ayırdığı ciltte (5/586) şöyle zikretmiştir:1- Kahire’de basılan el-Ehram gazetesinin 27.09.1953 tarihli, 24419 sayılı baskısında, 2. sayfasının 7. sütununda “Yunus Balığı” başlıklı yazıda şunlar zikredilmiştir: “Dün Paris caddelerinden 30 metre uzunulğunda bir nakliye aracı geçti. Dünyadaki en büyük nakliye aracı olduğu söylenen bu araç Yunus balığını taşıyordu. Bu balik 18 aylık 20 metre boyunda ve 8.000 kg. ağırlığındaydı. Bunun sahipleri mumlayarak, Norveç, İsviçre, Danimarka ve Almanya’da izleyicilere sundular. Belli ücret karşılığında bu hafta boyuncada Paris’te sergilenecek olan balığın içi izleyicilerin karnını ve iç kısmını görebilmeleri için elektrik lambalarıyla aydınlatıldı.2- “el-Ahbar el-cEdide” gazetesi 27.09.1953 tarihli 396. sayısında (Sayfiz, sütun 1, 2) “Uzunluğu 20 m. ağırlığı 8 ton olan ve içine bir anda 10 kişinin girdiği bir yunus balığı” başlığı altında şunlar zikredilmiştir:“Paris bu sabah “ona” Parise, fatihlerin girişi gibi girdi. O’nu taşıtlı-taşıtsız onlarca polis korumaktaydı. “Ona” Norveç’li büyük bir balık... insanların, elektrikle ışıklandırılan karnına girmelerine izin veriliyor. Bir defada on kişi birden girebiliyor.“İhramda olduğunuz müddetçe kara avı size haram kılınmıştır. Huzuruna varıp toplanacağınız Allah’tan korkun.” Deniz avı ihramda olmayan kimseye helal olduğu gibi ihramlıyada helaldir. Kara avı ise ihramlıya haremde iken haramdır. Av, yenilmesi helal olan yabani hayvandır. Yenmesi helal olmayan ise ihramdan dolayı haram olmaz; yakalaması ve öldürmesi helaldir. Onu öldürene herhangi bir ceza yoktur. Ancak; eti yenen ile yenmeyenin -kurtla ceylang ibi- birleşmesiyle doğmuş olan hayvanın yenmesi helal olmamaklabirlikte, onu avlayan ihramlıya ceza vardır. Çünkü onda avdan bir ceza vardır.Bize Ebu’l-Hasan es-Sarahsi, O’na Zahir b. Ahmed, O’na Ebu İshak el-Haşimi, O’na Ebu Musab, O’na Malik, O’na Nafi, O’na İbni Ömer (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber verdi: Şu beş hayvanı ihramlının öldürmesinde bir

günah yoktur: Karga, çaylak Akreb, fare ve azgın köpek.1

Ebu Said el-Hudri (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle byurduğunu rivayet etmiştir:İhramlı kimse normal yırtıcı hayvanı

öldürebilir.2 Ebu Hureyre de (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Şu beş şeyin haremde

öldürülmesi helaldir: Yılan, akrep, çaylak, fare ve azgın köpek.3

Süfyan b. Uyeyne der ki: Azgın köpekten maksat, yırtıcı ve ısırıcı her hayvandır. Bin benzerini Malik’de söylemiştir. Rey ehli, hadiste zikredilenler dışında, eti yenmeyen arslan, kaplan ve domuz gibi hayvanları öldürmede cezasınnı gerekliliği görüşündedirler. Hadiste belirtilenere sadece kurtu kıyas ettiler ve onu öldürmede keffaretin vacip olmadığını söylediler. İmam Şafii ise bunlara, eti yenmeyen bütün hayvanları kıyas etti. Çünkü hadiste zikredilenlerin bazıları zararlı yırtıcı

hayvanlar, bazıları öldürücü haşaratlar, bazıları ise yırtıcı veya (haşarattan)4 olmayan kuşlardır. Bunlar eti pis hayvanlardır. Bütün bunların ortak özelliği ise haram oluşlarıdır. İşte hadiste bunların bu yönü itibara alınmış ve ihramlının avlanmasının helaliği hükmü buna binaen verilmiştir.(1) Buhari Cezaü’s-sayd, babu ma yektulu’l-muhrimu mine’d-Devabb: 4/34, (ayrıca Bed’ü’l-Halk kitabında); Müslim el-Hacc, babu ma yündebü li’l-muhrimi ve ğayrihi katluhu mine’d-Devabbi fi’l-hılli ve4l-harem (No: 1199) 2/857; Müellif Şerhu’s-Sünne: 7/266.(2) Ebu Davud el-Menasik, babu ma yektulu’l-muhrimu mine’d-devabbi: 6/360 (Ebu Davud bunu uzun bir şekilde rivayet etmiştir); Tirmizi el-Hacc, babu ma yektulu’l-muhrime mine’d-Devabbi: 3/577 (ve hasen hadis olduğunu belirtit); İbni Mace el-Menasik, babu ma yektulu’l-muhrim: 2/1032; Ahmed el-Müsned: 3/3; Müellif Şerhu’s-Sünne: 7/267.Hafız İbni acer Telhis el-Habir’de (2/274) şöyle demiştir: İsnadında Zeyd b. Ebi Ziyad vardır. O ise zayıftır.(3) Bunu Ebu Davud aynı yerde Tirmizi aişe’den (r.a.) aynı yerde rivayet etti ve: Hasen-sahih hadistir, dedi. Ebu Davud’un isnadında İbni Aclan vardır, (o da zayıftır). Ancak bu hadis, bir önceki ve başka hadislerle kuvvetlenir.

Page 51: Beğavi Tefsiri-2

(4) 2. yazma nüshada bu “essiba: yırtıcı hayvan” olarak geçmektedir.97- “Allah Kabe’yi o haram evi.” Kabe’nin bu şekilde isimlendirilmesi hakkında Mücahid kare şeklinde olmas ınedeniyle. Çünkü araplar her kare şeklindeki yapıya kabe denir demiştir. Denildi ki: Yüksek olması nedeniyledir. “Çıkıntı” ve “yükseklik” anlamından gelmektedir. Ayak topuğunun “ka’b” olarak isimlendirilmesi de çıkıntılı olmasından ve ayağın iki tarafından çıkmamasındandır. örneğin kız çocuğu bulğ çağına ulaşıp göğsü çıktığında bu kelimeden türeyen “teka’abet” cümlesi kullanılır. Ka’be’nin “beytü’l-haram: haram ev” olarak isimlendirilmesi Allah’ın onu haram, saygın yer kılması ve bu saygınlığını yüceltmesi nedeniyledir. Peygamber (s.a.v.:“Allah (c.c.) Mekke’yi gökleri ve yeri yarattığı günde haram (belde) kıldı.”1 buyurmuştur. “insanlar için hayat ve güven kaynağı kıldı.” İbni Amir bu kelimeyi “Qıyemen” diğerleri ise “Qıyamen” okumuşlardır. Anlamı: “Dinleri ve dünyalarında geçim vesilesi ve temel şey kıldık”dır. Dindeki temelliği hacc ve hacc ibadetlerinin bununla gerçekleştirilmesiyle, dünyadaki ise oraya getirilen meyvalar nedeniyledir. Ayrıca insanların, orada saldırı ve yağmalardan emniyette olmalarından ve onlara haremde müdahele edilememesindendir. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurur:“Etraflarındaki insanlar saldırıya uğrayıp gasbolunurlarken, bizim onlara emin ve haram bir belde kıldığımızı görmediler mi?” (Ankebut: 67) (1) Buhari el-Meğazi (No: 35) 8/26; Müslim el-Hacc babu tahrimi Mekke ve saydiha (No: 1353) 2/986 (Rivayeti Buhari’ninkine yakındır); Müellif Şerhu’s-Sünne: 7/294.“Ayrıca haram olan ayı” Haram aylar kastedilmiştir. Onlarda Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarıdır. Yani Allah (c.c.) bu ayları, insanların anda savaştan emin oldukları hayat vesilesi kılmıştır. “kurbanı, boynu bağlı kurbanlıklarıda” Çünkü donlar gerdanlıkları hayvanlara takmak suretiyle emniyette oluyorlardı. Bunun hayat vesilesi olması da böyledir.“Bu, Allah’ın göklerdeki ve yerdekileri bildiğini ve Allah’ın herşeyi bildiğini bilmeniz içindir.” “Bu sözün öncesiyle alakası nedir?” denilirse, şöyle cevap verilir. Allah (c.c.) Kabe’yi insanlar için hayat ve güven kaynağı kıldı. Çünkü o, göklerdekileri ve yerdekileri bildiği gibi kuları için faydalı olan şeyleri bilir. Züccac der ki: Bu surede daha önce gaybi şeylerden ve gizli sırların hakikatinden haber verildi. Yalan’a kulak vericiler, başkalarına kulak vericilerden bahsedilmesi ve ehli kitabın kitaplarını tahrif edişlerinin anlatılması gibi. “Bu Allah’ın göktekileri ve yerdekileri bildiğini... bilmeniz içindir” ayeti de bunlara dönmektedir.“Bilin ki Allah, cezası çetin olandır ve Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.”“Peygamber’e düşen sadece ulaştırmadır” (tebliğdir)1 “Allah açığa vurduklarınızı ve gizlediklerinizi bilir.”100- “De ki: Pisliğin çokluğu senin hoşuna gitse de” Sevindirse de “pisle temiz” helal ile haram “aynı olmaz” Şurayh b.

(Dabia)2 el-Bekri ve Haccac b. Bekr b. Vail hahakkında inmiştir.3 “Allah’dan sakının” ve hacılara -müşrik olsalar da- dokunmayın. Bu kıssa surenin başında geçti. “ey akıl sahipleri, ta ki felaha eresiniz.”(1) Bu 1. yazmada yoktur.(2) 1. yazma nüshada “Dab’a” şeklinde geçmektedir. Ancak bu hatalıdır.(3) Bu konuda bakz: Bu surenin 2. ayetinin tefsiri.“Ey iman edenler, size açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeylerden sormayın.” Bize abdulvahid el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmali, O’na Hafs b. ömer, O’na Hişam, O’na Katade, O’na Enes (r.a.) şöyle anlattı: Rasulullah’a (s.a.v.) çok soru sordular onu soru yağmuruna tuttular. Oda buna sinirlendi ve minmere çıkarak:“Bugün sorduğunuz heryeli cevaplayacağım” dedi. SAğıma soluma baktığımda herkesin başını elbisesine sokarak ağladığını gördüm. Birileriyle çekiştiğinde babasından başkasına nisbet edilerek çağırılan biri:“Ya Rasullallah, babam kim?” diye sordu. Peygamber:“Huzafe” buyurdu. Sonra Ömer şöyle dedi:“Rabb olarak Allah’a, din olarak İslam’a Peygamber olarak Muhammed’e (s.a.v.) razı olduk. Ve fitnelerden Allah’a (c.c.) sığınırız.” Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):“Hayır ve şerde bugünkü gibi birgün görmedim. Bana cennet ve cehennem gösterildi ve onları sanki duvarın arkasında gibi

gördüm.” Katade bu hadisi zikrederken: “Ey iman edenler, size açıklandığında...” ayetini okudu.1

Yunus’a ibni Şihab, O’na Ubeydullah b. Abdullah şöyle anlatmıştır: Abdullah b. Huzafe’nin annesi ona: “Anne babasına senden daha çok isyankar birini görmedim. Annenin cahiliyye kadınlarının işlediği fahişeliği yapmasından ve senin onu insanların günü önünde rezil etmenden emin olabilir misin?” dedi. Abdullah b. Huzafe: “Vallahi, siyah bir köle beni kendisine nisbet etse kabul ederdim” dedi. Ömer’den (r.a.) rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:

“Ya Rasulallah (s.a.v.) Biz cahiliyyeden yeni kurtulduk. Bizi affet ki Allah’da (c.c.) seni affetsin.”2 Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) sakinleşti.(1) Buhari el-Fiten, baub’t-Teavvuzi mine’l-fiten: 13/43; Müslim el-Fedail, babu tevkirihi (s.a.v.) ve terki iksari sualihi amma la darurete ileyh (No: 2359) 4/1833, 1834.

Page 52: Beğavi Tefsiri-2

Hadiste geçen “ihfa” çok ısrar etmek anlamına gelir. “ahfa”, “elhafe” ve “elahhe” fiillerinin anlamı birdir. “Laha” ise mücadele ve tartışma anlamına gelir.(2) Bkz: Sahih-i Müslim, aynı yer.Bize Abdulvahid el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na el-Fadl b. Sehl, O’na ebu’n-Nadr, O’na ebu Hayseme, O’na Ebu Cuveyriye, O’na ibni Abbas (r.a.) şöyle söylemiştir: Bazıları Rasulullah’a (s.a.v.) alaylı şekilde sorarlardı. Birileri “baban kim?” der, devesini kaybetmiş biri “Devem nerde?”

derdi. Bunun üzerine bu ayet indi. (Ayeti sonuna kadar okumuştu)1 Ali’den (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir: “Allah için insanlar üzerinde beyti haccetmek vardır (vaciptir)” ayeti inince bir adam:“Ya Rasulallah her yıl mı?” diye sordu. Peygamber (s.a.v.) ilgisiz kalıp yüzün çevirdi. Ancak adam ikinci ve üçüncü defa tekrarladı. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:“‘Evet’ dememden nasıl emin olabilirsin? Vallahi, evet desem vacip olur, vacip olsa ona gücünüz yetmez. Ben sizi terketip birşey söylemedikçe siz de beni terkedin. Sizden öncekiler sadece, çok sormaları ve Peygamberlerine muhalefet etmelerinden dolayı helak olmuşlardır. Size birşeyi emredersem onu gücünüz yettiğince yapın. Bir şeydende nehyedersem ondan da

sakının.” Bunun üzerine bu ayet indi.2

Mücahid der ki3: Rasulullah’a (s.a.v.) bahire, saibe, vasile ve hamdan sorulduğunda indi. Baksana: daha sonra bunlar zikredilmiştir.(1) Buhari, tefsiru sureti’l-maide, babu “la tes’elu an eşiyae...” 8/280.(2) Bunu Tirmizi Ali’den Maide suresi tefsirinde (8/420) rivayet etti ve: Bu, Ali’den gelen hadis olarak Hasen. Gariptir, dedi. İbni Mace, Menasik’te (No: 2884) 2/963 rivayet etti ve Tuhfetü’l-Ahvazi yazarı: bu munkatıdır (kopuk) dedi. Hadisin aslı Ebu Hureyre’den su muhaddislerin tahriç ettiği rivayettir: Müslim, Kitabu’l-Hacc, babu fardi’l-hacci merreten fi’l-umri (No: 1337) 2/975; Müellif, Şerhu’s-Sünne: 7/3. ayrıca bkz: ed-Dürru’l-Mensur: 3/206.(3) Bunu ed-Dürru’l-Mensur’daki rivayetle (3/208) karşılaştır. Suyuti orada bunun -daha önce geçtiği gibi- haccdan sual edilmesi hakkında indiğini zikretmiş ve bunu İbni Ebi Şeybe, Abd b. Humeyd, İbni Cerir ve İbni Münzir’e nisbet edilmiştir.“Ey iman edenler, size açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeylerder sormayın.” Sizin için malum olduğuda kötünüz gidecek şeylerden. Yani bir amelle emrolunduğunuzda. Örneğin Hacc’dan soran, her yıl emrolunmaktan emin olamaz. Bu da onun hoşuna gitmez, onun için iyi olmaz. Nesebinden sonran başkasına nisbet edilmekten ve rüsvay olmaktan emniyette olamaz. “Ondan, Kur’an indirildiği vakit sorarsanız, size açıklanır.” Yani Kur’an, farzdan veya nehiyden veya hükümden bir hükümle inip, ihtiyaç duyduğunuz ve o ihtiyacınızın şiddetli olması haline kadar sabreder, o zaman sorarsanız, işte o zaman ihtiyaç duyduğnuuz şey size açıklanmış olur. “Allah onu affetti. Allah çok bağışlayıcıdır, halimdir.”“Sizden önce bir kavim onları sormuştu da” Semud’un Salih’ten (a.s.) deveyi sormaları (istemeleri) ve bazı kmiselerin İsa’dan (a.s.) sofra sormaları gibi “Sonra o yüzden kafir olmuşlardı.” Sonunda da helak edilmişlerdi. Ebu Sa’lebe el-Huşeni der ki: Allah (c.c.) bir takım şeyleri farz kılmıştır, onları zayi etmeyin. Bazı şeylerden nehyetmiştir, onları irtikap etmeyin, işlemeyin. Bazı sınırlar koymuştur, onları aşmayın. Bazı şeylerden -unutarak değil- affetmiş, değinmemiştir, onları da

araştırmayın.1

(1) Bunu Darekutni Ebu Sa’lebe’den merfu olarak Sünen, Kitabu’r-Rada’da (4/184) rivayet etti, Nevevi “Erbain”de hasen olduğunu belirtti. Darekutni ayrıca EbuSaid el-Hudri’den (r.a.) rivayet etti (4/298). Ancak senedinde Nehşel el-Horasani vardır. O’nun hakkında İshak b. Raheveyh O yalancı idi, Ebu Hatim: metruk idi, demiştir.Hafız İbni Receb der ki: Bu hadis Mekhul’un Ebi Salebe’den rivayetidir. Ancak bunun iki illeti (sahihliğni bozan durum) vardır:Birincisi: Mekhul’un Ebi Salebe’den hadis işittiği doğru değildir.İkincisi: Merfu (Peygamber sözü) veya Ebu Sa’lebe’nin sözü olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Bunun anlamı merfu olarak birçok vecihle rivayet edilmiştir. O’nu Bezzar Müsned’inde, Hakim’de Ebu Derda’nın rivayetin itahriç etmişlerdir. Heysemi der ki: Bunu Taberani el-Mu’cem el-Kebir’de Ebu Derda’dan rivayet etti. Bezzar’da rivayet etti ve: isnadı Hasen, ravileri de güvenilirdir, dedi. Ebu Sa’lebe’nin hadisini de Taberani’nin el-Mu’cem el-Kebir’ine nisbet etti ve: Ravileri sahihin ravileridir dedi. Bkz: Camiu’l-İslam ve’l-Hikem s. 260, 261; Mecmeu’z-Zevaid: 1/171.Denildi ki: Bir deve ardarda 12 yıl dişi doğurursa serbest bırakılır, sırtına binilmez, kesilmez, misafir dışınad sütünü içmezlerdi. Daha sonra ki doğurduğu dişi yavrunun da kulağını yarar sonra annesiyle birlikte serbest bırakılırdı. Annesi gibi ona da binilmez, kesilmez, sütün misafirden başka kimse içmezdi. İşte bu “bahire”, anası ise “saibe”dir.Ebu ubeyd der ki: Saibe serbest bırakılan dişi devedir. Cahiliyye devrinde bir adam hastalandığında veya bir yakını kaybolduğnuda “Allah (c.c.) bana şifa verir veya hastamı iyileştirir. Veya kaybolmuş yakınımı buldurursa bu devem saibtir (serbesttir).” diye nezreder, sonra onu serbest bırakır, hiçbir otlaktan ve sudan engellemez, ona hiç kimse binmez ve “bahire” gibi olurdu.Alkame der ki: O, üzerinde hiçbir velayet, diyet veya miras olmama şartıyla serbest bırakılan köledir. Rasulullah (s.a.v.):

“Velayet sadece azad edene aittir” buyurmuştur.1

Page 53: Beğavi Tefsiri-2

(1) Buhari el-Feraid, babu’l-velai limen a’tak: 12/25 (ayrıca el-Itk kitabı); Müslim el-Itk, babu inneme’l-velau limen a’tak (No: 1504) 2/1141; Müellif Şerhu’s-Sünne: 8/348.“Saibe” ismi mef’ul anlamında ismi faildir, serbest bırakılan anlamına gleri. Bunun benzeri “maun dafik: medfuk” (tazyikle akıtılan), “işetun radiyeh: ...merdiyyeh” (hoşnut olunan yaşam) terkipleridir. (Her ikiside ayetten bir kısımdır).Ham ise yavrusunun binilebilir yaşa gelmiş olan erkek deveye denilir. Denilir ki: Sulbunden on batın doğan deveye “sırtı, binilmekten korunmuştur” denilirdi. Binilmez, yük yüklenilmez, hiçbir otlaktan ve sudan engellenmezdi. Öldüğünde de hem erkekler hem kadınlar, etinden yiyebilirlerdi.Bize Abdulvahid b. Ahmed el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na İbrahim Sa’d, O’na Salih b. Keysan, O’na ibni Şihab kendisine Said b. Müseyyib’in şöyle söylediğini haber vermiştir: Bahire sütü tağutlara bağışlanan ve hiçbir insanın sağmadığı, Saibe ise ilahları için serbest bıraktıkları ve üzerine hiçbir yük yüklemedikleri devedir.Ebu Hureyre (r.a.) der ki: (Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Amr b. Amir el-Huzai’yi, bağırsakları cehennem ateşinde sürüklenir halde gördüm.” O: Saibe’yi ortaya çıkaran (onu serbest

bırakan) ilk kimseydi.1

Muhammed b. İshak Muhammed b. İbrahim et-Teymi’den, O Ebu Salih es-Semman’dan, O’da Ebu Hureyre’den (r.a.) şöyle

rivayet etmişlerdir)2: Rasulullah (s.a.v.) Eksem b. Cevn el-Huzai’ye şöyle dedi:“Ey eksem, Amr b. Liha b. Kam’a (b. Hindeki) bağırsakları cehennem ateşinde sürüklenirken gördüm. Senin ona onun sana benzediği kadar başka kimse görmedim.” Çünkü o, İsmail’in (a.s.) dinin ideğiştiren putları diken, Bahire, Saibe, Vasile veHam’ı çıkaran ilk kişidir. “O’nu cehennemde, cehennemlikleri ona, abğırsaklarının gazıyla eziyet ederlerken gördüm.” Eksem:“Ona benzemek bana zarar verir mi Ya Rasulallah?” diye sordu. O (s.a.v.):

“Hayır, sen müminsin, o ise kafirdir” buyurdu.3

(1) Buhari et-Tefsir babu “ma cealelahu min behiretin...” 8/283; Müslim el-Cennetu ve sıfatü naimiha, bab en-Naru yedhuluha el-Cebbarun (No: 2856) 4/2191.(2) Parantez içi 1. yazma nüshada yoktur.(3) Bunu Taberi Tefsir’de (11/118; İbni ishak Sire’de (1/76) tahriç ettiler. İbni Hacer aynı zamanda İbni İshak yoluyla İbni Ebi Arube ve İbni Mende’ye nisbet etti ve şöyle dedi: Hadis, bundan daha kısa, Eksem’in kıssası olmaksızın (bir önceki hadise işareten) Süheyl b. Salih’ten o da babasından gelen senetle Müslim’de tahriç edilmiş bulunmaktadır. Bkz: el-İsabe: 1/107; Üsud el-⁄abe: 1/133; Tefsiru İbni Kesir: 2/108; el-Bidaye ve’n-Nihaye: 2/187-189.“Ancak kafirler Allah’a karşı yalan uydururlar.” “Allah bize bunu emretti” demek suretiyle. “Onların çoğunun ise akılları ermez.”104- “Onlara: Allah’ın indirdiğine ve Peygamber’e gelin.” Yani zirai ürünlerin ve hayvanların helal kılınması hususunda, şeriatın ve hükümlerin açıklanması hususunda “denidiğinde, onlar: “Bize, atalarımızı üzerinde bulduğumuz” din “yeterlidir, derler” Allah (c.c.) onlara şöyle cevap vermektedir: “Ataları birşey bilmiyorlar ve doğru yola gitmiyorlarsa da mı?”“Ey iman edenler, siz kendinez bakın, siz hidayet bulduğunuz takdirde sapılmış olanlar size zarar veremez.” Ebubekir’in (r.a.) şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Ey insanlar, sizi “Ey iman edenler, siz kendinize bakın...” ayetin iokuyorsunuz, ancak olduğu yere koymuyor, ne olduğunu anlayamıyorsunuz. Ben Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim;

“İnsanlar bir kötülük gördüklerinde onu engellemezlerse, Allah’ın onları azabıyla kuşatması gerçekten çok yakındır.”1

Bir rivayette de şöyle buyurmuştur: “Ya, mutlaka iyiliği emreder, mutlaka kötülükten alıkorsunuz; ya da Allah (c.c.) kesinlikle başınıza en şerlilerinizi geçirir de, onlar size kötü azabı tattırırlar. Sonra sizin en hayırlılarınız da dua etse, artık

(size)2 icabet edilir, dualarınız kabul olunmaz.”3

(1) Ebu Davud el-Melahim, babu’l-emri ve’n-nehy (6/187); (Münziri bunu Nesei’ye nisbet etti), Tirmizi el-Fiten, babu macae fi’l-azabi iza lem yuğayyar el-münker: 6/388 (“Hasan-sahihtir” dedi); İbn Mace el-Fiten babu’l-emri bi’l-ma’rufi ve’n-nehyi ani’l-münker (4005) 2/1328; İbni Hibban (No: 1837) s. 455 (Sahih olduğunu belirtti); Ahmed el-Müsned: 1/517; Ebubekir el-Mervezi, Müsned es-Sıddık s. 128-131; Müellif Şerhu’s-Sünne: 14/344.(2) Parantez içi 2. yazma nüshada yoktur.(3) Bunu el-Hatib Tarih el-Bağdad’da (13/92); Taberani el-Evsat’ta; Bezzar ise Müsned’de tahriç etmişlerdir. Heysemi der ki: Senedinde Hibban b. Ali vardır ki, o da metruktur, İbni Main onu, bir rivayetinde “güvenilir” olarak belirtirken, başka bir rivayetinde “zayıf” olarak zikretmiştir. Iraki: O’nun her iki senedide zayıftır, demiştir. Bkz: Mecmeu’z-Zevaid: 7/266; Feyzu’l-Kadir: 5/261.Ebu Ubeyd der ki: Ebubekir (r.a.) insanların bu ayet iolmadığı anlama yormalarından ve bunun onları iyiliği emir, kötülükten nehyetmeyi terketmeye götüreceğinden korkmuş ve onun böyle olmadığnı, değiştirilmemesine izin verilen şeyin sadece kendileriyle sulh yapılmış zimmilerin inandıkları ve dile getirdikleri şirk olduğunu, müslümanlardan sadır olan fısık, isyan ve inançta zayıflık ve şüpheciliğin bu kapsama girmediğini belirtmek istemiştir.

Page 54: Beğavi Tefsiri-2

Mücahid ve Said b. Cübeyr derler ki: Bu ayet yahudiler ve Hristiyanlar hakkındadır. Yani kendinize bakın. Kitap ehlinden sapıtmış olanlara size varar veremezler. Onlardan cizyeyi alın ve kendi başlarına bırakın.İbni Mes’ud’un (r.a.) bu ayet hakkında şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Sizden kabul edildiği (etkinizin olduğu) müddetçe iyiliği emredin, kötülükten alıkoyun. Ancak bu size geri çevrilirse (bir faydasını görmezsiniz) o durumda kendi nefsinize bakın. Sonra şöyle demiştir: Kur’an’da ki bir takım ayetlerin anlam ve yorumu daha inmeden önce belli olmuştur. Bir takımı Peygamber zamanında, bir takımı onun devrinden biraz sonra ortay çıkmıştır. Bazıları da dünyanın ömrünün sonlarında hesap, cennet ve cehennem gibi diğer bazıları da kıyamet günü ortaya çıkacaktır. Kalpleriniz, razularınız bir olduğu grup grup olmadığınız birbirinize azap ve eziyetlerinizi tattırmadığınız sürece emir ve nehye devam edin. Ancak kalplerin ve arzuların farklılaştığı, grup grup olduğunuz ve birbirinizin eziyet ve azabını tattığınız zaman gelincede kişi nefsiyle

başbaşadır. İşte bu ayetin yorum (ve geçerliliği) işte o zamandır.1

(1) Taberi: 11/143, 144.Bize Abdulvahid el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed el-Anzi, O’na İsa b. Nasr, O’na Abdullah b. Mübarek, O’na Utbe b. Ebi Hakim, O’an Amr b. Cariye el-Lahmi, O’na Ebu Ümeyye eş-Şa’bani şöyle anlatmıştır: Ebu Sa’lebe el-Huşani’ye gelerek: “Ey Ebu Sa’lebe şu ayet hakkında ne dersin?” diye sordum. “Hangi ayet” dedi. “Kendi nefsinize bakın, siz hidayet bulduğunuzda sapıtanlar size zarar vermez” ayetini” dedim. Şöyle dedi:“Vallahi, ben de onu çok bilene Rasulullah’a (s.a.v.) sordum da O (s.a.v) şöyle buyurdu:“Hayır, itaat edilen bir cimrilik, tabi olunan bir heva heves, başka şeylerin ona tercih edildiği bir din ve herkesin kendi görüşünü beğenişini görmedikçe iyiliği emredin, kötülükten alıkoyun. Şayet böyle bir durumla karşılaşırsan ve yapman gereken de birşey varsa, kendine bak ve avanın durumunu boşver. Çünkü ardınızda “sabır günleri” vardır. O günlerde her kim sabrederse ateş korunu avuçlamış (gibi)dir. O zamanda amel eden kimseye, ayrı amel işleyen elli kişinin sevabı (kadar sevap) vardır.” İbni Mübarek der ki: Başka rivayetçiler bana şunuda eklediler: Oradakiler: “Onlardan ellisinin sevabı mı?” diye sordular. O (s.a.v.):

“Sizden elli kişinin sevabı” buyurdu.1

(1) Bunu Ebu Davud el-Melahim, babu’l-emri ve’n-Nehy’de: 6/1888, 189; Tirmizi, Tefsiru sureti’l-Maide’de: 8/423-426 (Ve “Hasen-Gariip hadistir” dedi); İbni Mace el-Fiten, babu kavlihi teala “Ya eyyuhellezine amenu aleykum enfusekum”de (No: 4014) 2/1330, 1331; İbni Hibban (No: 1850) s. 457; Hakim: 4/322 (Hakim bunun sahih olduğunu belirtti. Zehebi de ona muvafakat etti) rivayet ettiler. Bu hadisi güçlendiren başka hadislerde (şahitler) vardır. Hadisi ayrıca müellif Şerhu’s-Sünne’de (14/347) zikretmiştir.Denildi ki: Arzularının peşindeng idenler hakkında inmiştir. Ebu cafer er-Razi der ki: Safvan b. Mahrez’in yanına arzularının esiri bir genç geldi ve durumundan biraz anlattı. Safvan da ona şöyle dedi:“Allah’ın (c.c.) seçkin kullarına seçtiği, seçkin kıldığı şeyi haber vereyim mi?: “Ey iman edenler, kendi nefsinize bakın. Siz hidayette olduğuzuda sapıtanlar size zarar veremezler.”“Hepinizin” Sapığınızın ve hidayet üzere olanınızın “dönüşü sadece Allah’adır. Ve saptıklarınızı, o size haber verir.”106- “Ey iman edenler, herhangi birinize ölüm gelip çattığı zaman...” Bu ayetin nüzul sebebi rivayet edilen şu hadisedir:

Temim b. Evs ed-Dari ve Adiyy b. (Bedda)2 ticaret maksadıyla Medine’den Şam beldesine doğru yola çıktılar. İkisi de Hristiyan olan bu kimselerle birlikte Amr b. As’ın azadlı kölesi müslüman Zübeyd de vardı. (2) Her iki yazmada da bu “Zeyd” olarak geçmektedir. Düzeltmeyi ise Tirmizi ve diğerlerinden yaptık.Hastalanıp ağrıları şiddetlenince, Temim ve Adiyy’e, memleketine döndüklerinde mallarını ailesine teslim etmelerini vasiyet etti. Büdeyl öldü. Onlar da eşyalarını karıştırdılar ve onlar arasından içinde 300 miskal gümüş bulunan altın kaplamalı ve nakışlı gümüş bir kap buldular ve O’nu gizlediler. İhtiyaçlarını görüp Medine’ye döndüklerinde terikeyi ölünün ailesine teslim ettiler. Onlar da terikeyi araştırdılar ve terkettiği malları yazdığı bir kağıt buldular. Temim ve Adiyy’e gelerek: “Arkadaşımız eşyalarından herhangi birşey satmış mıydı?” diye sordular. Onlar:“Hayır” dediler. “Herhangi bir ticarette bulunmuş muydu?” dediler. Onlar tekrar:“Hayır” şeklinde cevap verdiler. Ölünün ailesi: Hastalığı uzayıp malından herhangi bir şeyi harcaması vvuku buldu mu?” dediler. Onlar:“Hayır” dediler. Bunun üzerine onlar:“Biz terkisinde, beraberindeki eşyaları yazdığı bir kağıt bulduk. Ancak terikede, içinde 300 gr. Gümüş bulunan altın kaplamalı gümüş kabı bulamadık dediler. Temim ve Adiyy:“Bilmiyoruz, bize bir takım vasiyette bulundu ve onları size teslim etmemizi istedi. Bizde onu size ulaştırdık. Kap hakkında hiçbir bilgimiz yoktur dediler. Daha sonra Peygamber’e (s.a.v.) gelerek ölünün ailesini şikayet ettiler ve inkarlarında ısrar ettiler ve yemin ettiler. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indirdi:

Page 55: Beğavi Tefsiri-2

“Ey iman edenler, herhangi birinize ölüm gelip çattığı zaman vasiyet anındaki aranızdaki şahitlik ikidir.”1 Yani iki kişi şahitlik etsin. Cümle haber olmakla birlikte anlamı emirdir. Denildi ki: anlamı şöyledir: ölüm esnasındaki vasiyet üzerine aranızdaki şahitlik ikidir.Ancak bu “iki” hakkında ihtilaf edilmiştir: Bazılarına göre bunlar, vasiyet edenin vasiyetine şahitlik yapan iki kişidir. Bazıları da şöyle derler: “Onlar vasiyet olunan kimselerdir. Çünkü ayet onlar hakkında inmiştir. Ayrıca, daha sonra “Onları namazdan sonra alıkoyarsınız da şöyle şahitlik yaparlar” buyrulmuştur. Halbuki şahidin yemin etmesi şart değildir. Vasiyet olunanın iki kişi olması ise tekid babındandır. Buna göre ayetteki şahitlik “hazır bulunmak” anlamındadır. Örneğin: “Filan vasiyetine şahit oldum” derken; “hazır bulundum” anlamı kastedilir. Yine Allah (c.c.):“Onların (zina edenlerin) azaplarına müminlerden bir grup şahit olsun.” (Nur: 24/2) buyurur. Yani hazır bulunsunlar.“sizden” Yani ey müminler, sizin dininizden “adalet” Yani emanet ve akıl “sahibi iki kişi veya sizden olmayan başka iki kişi” Yani -çoğu tefsircilere göre-: Sizin dininizden ve ümmetinizden olmayanlardar. Bunu İbni Abbas ve Ebu Musa el-Eş’ari söylemişlerdir. Aynı zamanda da Said b. Müseyyib, İbrahim en-Nehai, Said b. Cübeyr, Mücahid ve Ubeyde’nin görüşüdür.

Sonra bunlar bu ayetin hükmünde ihtilaf etmişlerdir1: Nehai ve bir grup Alim; bunun mensuh olduğunu, başlangıçta zimmilerin şahitlikleri kabul edilirken, daha sonra bunun neshedildiğini söylemişlerdir.(1) Detaylar için bkz: Ahkam el-Kur’an, el-Cassas: 4/163 vd; Ahkam el-Kur’an et-Taberi el-Haras: 3/310-314; Ahkam el-Kur’an eş-Şafii (Beyhaki’nin derlemesi) 2/147-155.Diğer bazılarına göre ise bunun hükmü sabittir; iki müslüman şahit bulunamazsa iki kafir şahit tutulur.Şurayh der ki: Her kim gurbette olur vasiyetine şahitlik yapacak hiçbir müslüman bulamazsa, ehli kitaptan olsun veya putperest olsun herhangi iki kafiri şahit kılar ve onların şahitlikleri geçerli olur. Kafirin müslümana şahtiliği, sadece onun seferdeki vasiyetine yaptığı şahitlikte geçerlidir.Şa’bi’den rivayet edildiğine göre; müslümanlardan biri “Dakuka” denen yerde öleceği esnada vasiyetine şahitlik yapacak bir müslüman bulamayınca kitap ehlinden iki adamı şahit kıldı. Onlarda terikesiyle birlikte Kufe’ye gittiler ve Ebu Musa el-Eşrai’ye geldiler. O da: “Bu, Peygamber zamanındaki hadiseden bu yana hiç vaki olmamış bir olaydır” dedi. Onlara yemin ettirdi ve şahitliklerini onayladı.Diğerleri de şöyle demişlerdir: “Sizden adalet sahibi iki kişi” Yani vasiyet edenin mahallesinden “veya sizin dışındaki iki kişi” Yani: mahallenizden veya aşiretinizden olmayan iki kişi. Bu; Hasan, Zühri ve İkrime’nin görüşleridir. Onlara göre kafir hiçbir konuda ve hükümde şahitlik yapması caiz değildir.“Şayet yolculukta olup da” Yürüyor, yolculuk yapıyor olup da “başınıza ölüm musibeti gelmesinden olmayan iki kişi” Yani onlara vasiyet etmiş ve mallarınızı teslim etmişseniz, ancak bazı varisler onları itham etmişler, onlar hakkında hainlik iddia etmişlerse bu durumdaki hüküm “Şayet şüpheye düşerseniz.” Yani sizde şek ve şüphe düşerse, yani şahitlerin doğrulukları ve sözleri hususunda. Yani sizin dininizden değillerse. Ancak onlar müslümanlarsa yemin etmeleri gerekmez. “Onları namazdan sonradan” Yani sonraya. Buradaki “min: den, dan” fazlalıktır. “hapsedersin” Yani onları namazdan sonraya bekletirsiniz. Namazdan maksat ikindi namazıdır. Bu Şa’bi, Nehai, Said b. Cübeyr, Katade ve çoğu müfessirlerin görüşüdür. çünkü bütün dinlerdeki insanlar bu vakti mukaddes sayarlar ve o vakitte yalan söylemekten kaçınırlar. Hasan: Öğle namazınndan sonra; Süddi ise; o dinin ve ümmetin namazlarından (ibadetlerinden) sonra. Çünkü onlar, ikindi namazını önemsemezler demişlerdir. “onlarda şöyle kasem” yemin “ederler: Vallahi, o akraba bile olsa” Yani kendisi için şahitlik yaptığımız bizim akrabamız dahi olsa “yeminle hiçbir bedeli değiştirmeyeceğiz” Yani aldığımız bir bedel veya aldığımız bir mal, ya da inkar ettiğmiz bir hak karşılığında yalan yere yemin etmeyeceğiz “Allah’ın şahitliğini gizlemeyceğiz.” Şahitliği Allah’a izafe edilerek “Şehadetellahi” denilmesi, onun (c.c.) şahitliği yapmayı emredip, onu gizlemekten nehyetmesi nedeniyledir. Ancak Ya’kub bunu “şehadeten Allahu” şeklinde, birinci kelime tenvinli Allah lafzının hemzesinin meddesi ile okumuştur. Bu durumda “allahu...” yemin yerine geçen soru cümlesidir. Ebu Cafer’in de “Şehadeten lillahi” şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir. Bu durumda, cümle kasemle başlayan yeni bir cümledir. “Vallahi...” anlamındadır. “Biz o durumda gerçekten günahkarlardan oluruz. Yani onu gizleyecek olursak günahkarlardan oluruz.Bu ayet indiğinde Rasulullah (s.a.v.) ikindi namazını kıl dı. Daha sonra Temim ile Adiyy’i çağırarak, kendilerine ödenen mala ihanet etmediklerine dair “Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a” yemin etmelerini istedi. Onlar da bu şekilde yemin edince, Rasulullah (s.a.v.) onları serbest bıraktı.Ancak daha sonra bu kap ortaya çıktı. Nasıl ortaya çıktığ hakkında ihtilaf edilmiştir.1 Said b. Cübeyr İbni Abbas’tan (c.c.) onun Mekke’de bulunduğunu rivayet etmiştir. Buna göre, ellerinde bu kap bulunan kimseler, bunu Temim ile Adiyy’den satın aldıklarını söylemişlerdir. Diğerleri ise şöyle demişlerdir: aradan uzun bir süre geçince Adiyy ve Temim kabı ortaya çıkardılar. Sehmoğulları da onu almak için onlara gittiler. Ancak ikisİ: Biz bunu ondan satın almıştık, dediler. Diğerleri: O’nun hiçbir şey satmadğını söylememmiş miydiniz? deyince, bunlar: Bir delilimiz yoktu. ikrar etmek de istemedik. Bu nedenle gizledik, dediler. Kaplarını alamayan Sehmoğulları durumu Peygamber’e (s.a.v.) intikal ettirdiler. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu. “Şayet o ikisinin” Yani vasiyet olunan iki kişinin “günahı hak ettiğine” Yani hiyanetleri ve yalan yeminleriyle günah kazandıklarına “muttali olursanız.” Yani haberdar olursanız. “İttila/muttali olmak”; bir şeye rastlamak,f

Page 56: Beğavi Tefsiri-2

arkında olmadan haberdar olmak anlamına gelir. “onlardan dolayı bunların günah kazandıkları kimselerden” Buradaki fiil “Ustuhikkka: hak kazanıldı” anlamında binai meçhul fiildir. Genilin kıraati bu şekildedir. “aleyhim: üstlerinde, aleyhlerinde” “fihim: haklarında” “lieclihim: onlardan dolayı” anlamındadır. Bakara 102’deki “ala mülki süleymane: Süleyman’ın mülkü üzerinde” cümlesindeki ala’nın fi: de, da” anlamına gelişi gibi. Burada kastedilenler ölünün varisleridir. Çünkü yemin edenler onlar nedeniyle günah işlemişlerdir. Hafs ise bu fiili “İstehakka: hak etti” şeklinde binai ma’lum sigasıyla okumuştur. Bu aynı zamanda Ali ve Hasen’inde kıraatidir. Anlamı: “gnühaı hak etti, günha ona vacip oldu”dur “Hakka” ve “istehakka”nın aynı anlama geldiği söylenir. “en yakın başka iki kişi” Yani ölünün yakınlarından. “el-evleyani: en yakın iki kişi” sıfatıdır “el-evleyani”nin “el” sebebiyle marifet, “aherani” nin nekire olmasın arağmen onun sıfato olmasının nedeni, “aherani” kelimesinni “minellezine: o kimselerden ki” cümlesiyle marife gibi olmasından dolayıdır. “el-evleyani” “el-evla”nın tesniyesidir. “el-evla” ise en yakın anlamındadır. Hamza, Yakub ve de (Asım’dan naklen) Ebubekir bu kelimeyi “el-evleyne” şeklinde çoğul sigasıyla okumuşlardır. Bu durumda bu kelime “min”den sonraki “ellezine”den bedel olur. Bundan da maksat yine ölünün yakınlarıdır. “o ikisinin yerine geçer” Yani vasiyet olunanların yerine geçer. Her halükarda anlam şöyledir: Yemin edenleri hiyanetleri ortaya çıkarsa, ölünün yakınlarında iki kişi onların yerine geçerler. “ve ‘vallahi bizim şahitliğimz onların şahitliklerinden daha layıktır.” Yani yeminimiz onların yemniniden (kabule ve itibara) daha layıktır. Burada “şahitlik” “yemin” anlamındadır. “Onlardan (eşinin zina ettiğini iddia edenlerden veya eşinden kendisine karşı böyle iddiada bulunmuş kimselerden) birinin şahitliği dört defa... şahitlik etmeleridir” (Nur: 24/6) ayetinde olduğu gibi. Bunun benzeri “Allah’a yemin ederim ki anlamında “Allah için şahitlik ederim ki” ifadesidir. “biz haddi aşmadık” Yani yeminlerimizde ve “bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden (kabule) daha layıktır” sözümüzde “Gerçekten biz o durumda zalimlerden oluruz” diye yemin ederler. Bu ayet inince Amr b. As ve Muttalib b. Ebi Vedaa (ikisi de Sehm kabilesindendi) kalktılar ve ikindi namazından sonra yemin ettiler. Diğerleri de kabı o ikisine ve ölünün diğer akrabalarına teslim ettiler. Temim ed-Dari müslüman olduktan sonra şöyle derdi: Allah (c.c.) ve Rasulu (s.a.v.) doğru söylemişti. Kabı ben almıştım. Allah’a tevbe ve istiğfar ediyorum. Yeminin, ölünün akrabalarına intikal etmesi, kendilerine vasiyet edilen iki kişinin, kendilerinin onu satın aldıklarını iddia etmeleri nedeniyleydi.Kendisine vasiyet edilen kişi ölünün terikesinden bir malı alır ve “vasiyetinde bunu bana verdiğini söyledi” diye iddia ederse, varisin bunu inkar etmesi durumunda varisin kendisi yemin eder. Bunun gibi, bir adam malının filan kimsede olduğunu iddia eder, o adamda bunu itiraf eder, ancak daha sonra bunu ondan satın aldığını iddia ederse davacı kimse o malı ona satmadığına dair yemin eder.

İbni Abbas’tan (r.a.)1 rivayet edildiğine göre Temim ed-Dari şöyle söylemiştir: O kabı 1000 dirheme satmış ve parayı aramızda paylaşmıştık. Müslüman olunca günah işlemiş olmam nedeniyle içim daraldı ve ölünün yakınlarına gelerek durumu haber verdim ve diğer arkadaşımda da bu miktarda para olduğunu söyledim. Onlar da onu alarak Rasulullah’a (s.a.v.) geldiler. Amr ve Muttalib tekrar yemin ettiler. Adiyy’den 500 dirhem çıkartıldı. Ben de yanımdaki 500’ü teslim ettim.(1) Tirmizi’nin Sünen’de zikrettiği bir önceki rivayette: 8/426-431.“Bu Şahitliği gereği gibi yapmalarına.” Yani belirlediğmiz bu hüküm (yeminlerini kabul etmeme) kendilerine vasiyet edilenlerin ve diğer insanların şahitliklerini gereği gibi yapmalarına. Yani şahitliği olduğu gibi (doğru olarak) yerine getirmelerine “veya yeminden sonra yeminlerinin reddedileceğinden korkmalarına daha yakındır.” Yani davacının aleyhinde yemin etmelerinden sonra yeminlerinin geri çevrilmesi, onların (ölünün yakınlarının) onların hainliklerine ve yalan söylediklerine dair yemin etmeleri, böylece rezil olmaları ve borçlu çıkmalarından korkmalarına, böylece -bu hükümleri bildiklerinden dolayı- yalan yere yemine yanaşmamalarına daha yakındır. “Allah’dan korkun.” Yani yalan yere yemin etmek veya emanete ihanet etmekte Allah’dan korkun “ve” nasihati “dinleyin. Allah fasıklar güruhunu hidayete erdirmez.109- “Allah, Peygamberleri topladığı günde” Ki bu kıyamet günüdür. “der ki: Size ne cevap verildi?” Yani ümmetiniz size nasıl cevap verdi? Onları beni birlemeye (tevhid) ve bana itaat etmeye çağırdığınızda kavminiz size ne cevap verdi? “dediler ki” Yani derler ki: “hiçbir bilgimiz yok...” İbni Abbas (r.a.) anlamı şöyle verir: Senin bizden daha çok sahip olduğu bilgiden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Denildi ki: “Senin bizden daha iyi bildiğin şeyden sual etmenin hikmetini hiç anlayamadık.” Denildi ki: “Onların sonlarının ne olduğu, bizden sonra neler çıkardıklarını bilmiyoruz” Bu anlamı ayetin devamı destekler: “Gerçekten gaybleri bilen sensin sen” Yani bizden uzakta ve gıyabımızdan olan hadiseleri sadece sen bilirsin. Biz sadece tanık olduğumuz şeyleri bilebiliriz.Bize Abdulvahid el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’nu Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na Müslim b. İbrahim, O’na Vüheyb, O’na abdulaziz, O’na Enes (r.a.) şöyle anlattı: Ashabımdan bazıları Havzıma gelirler. Onları tanıdığım bir anda onlarla arama girilir. Ben “ashabım” derim. “Bana senden sonra neler çıkardıklarını bilmiyorsun”

derler.1

(1) Buhari er-Rekak bab fi’l-havz... 11/464; Müslim el-Fedail babu isbati havzi nebiyyina ve sıfatihi (No: 2304) 4/800.İbni Abbas (r.a.), Hasan, Mücahid ve Süddi derler ki: Kıyamet’in öyle korkunç halleri ve zelzeleri vardır ki , kalpler yerlerinden çıkar. İnsanlar o günün dehşetinden çığlık atarlar, cevap vermek için o zihinlerini toplamayamazlar. Daha sonra akılları başlarına geldiğnide ümmetlerinin aleyhinde şahitlikte bulunurlar.

Page 57: Beğavi Tefsiri-2

110- “Hani Allah şöyle demişti: Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene” Meryem’e “olan nimetimi hatırla.” Hasan der ki: Nimeti hatırlamak, ona şükretmektir. “Nimetmi”den maksat “nimetlerim”dir. (Hasan) der ki: Lafzı tekil anlamı çoğuldur. “Allah’ın nimetini sayarak olsanız sayamazsınız (kuşatamazsınız) ayetinde olduğu gibi. Allah (c.c.) daha sonra nimetleri sıralayarak şöyle buyurmuştur: “Hani seni ruhu’l-kudüsle” Yani Cebrail’le “desteklemiştim” Güçlendirmiştim. “insanlarla beşikte” bebek iken “ve olgunluk çağında” Peygamber iken “konuşuyordun” İbni Abbas (r.a.) der ki: Allah O’nu (a.s.) 30 yaşındayken Peygamber olarak gönderdi. 30 aylık Peygamberlikten sonra Allah (c.c.) onu göğe yükseltti. “Ve hani sana kitabı” Yani yazmayı “hikmeti” Yani ilim ve anlayışı “Tevrat ve İncil’i öğretmişti. Ve hani sen iznimle çamurdan kuş görünümünde” Yani kuş şeklinde “birşey yaratıyordun.” Yapıyordun, heykel şekline getiriyordun “ardından ona üflüyordun da, iznimle bir kuş” uçan canlı bir kuş “oluveriyordu. Ve, anadan doğma körü, abraşı benim iznimle iyi ediyordun” Sıhhate kavuşturuyordun. “Hani ölüleri benim iznimle” Kabirlerinden diri olarak “çıkarıyordun. Hani, İsrailoğullarına beyyinelerle” Yani deliller ve mucizelerle. Ki onlar bunuda zikrettiğimiz şeylerdir. “geldiğin vakit onları” Yani İsrailoğullarını. Ki onlar yahudilerdir. Seni öldürmeye niyetlendikleri vakit “senden çekmiştim.” Onları engellemiş, bundan alıkoymuştum. “Onlardan kafir olanlar: Bu apaçık bir sihirden başka birşey değil, demişlerdi.” Yani kendilerine getirdiğin ayetler ve mucizeler hakkında. Hamza ve Kesei buradaki “sihrün mübin” apaçık bir sihir”i “sahirün mübin: apaçık bir sihirbaz” şeklinde okumuşlardır. Ayrıca Hud ve Saff surelerindekini de bu şekilde okumuşlardır. Bu durumda kastedilen mucizeler değil İsa’dır (a.s.). Hud suresinde de Muhammed’dir. 111- “Hani ben havarilere ‘bana ve Peygamberime” İsa’ya “İman edin diye vaheytmiştim de” İlham etmiş, kalplerine doğurmuştum. Ebu Ubeyde: Yani “emretmiştim”. Bu durumda “ila: e, a” fazlalıktır. Havariler İsa’nın (a.s.) hasa rkadaşlarıdırlar. “Onlar” Ben onları buna muvaffak kıldığımda “inandık, şahit ol ki biz müslümanlarız demişlerdi.”“Hani havariler: Rabbın bize gökten bir sofra indirebilir mi? demişlerdi” Kesei buradaki fiili “testetiu rabbeke” şeklinde okumuştur. Bu aynı zamanda Ali, Ayşe, İbni Abbas ve Mücahid’in kıraatleridir. Yani: Rabbına bunu sorabilir, isteyebilir misin? Diğerleri ise bunu “Yestetiu Rabbuk: Rabbın yapar mı?” şeklinde okumuşlardır. Bunu, tereddüt ettiklerinden dolayı istememişlerdi. Ancak anlamı şöyledir, “Acaba indirir mi, indirmez mi?”. Bu, gücünün yettiğini bildiği halde arkadaşına “Benimle gelebilr misin?” diyenin sözüne benzer. Kişi bu sözüyle onun gelip gelmeyeceğini öğrenmek ister. Denildi ki: Buradaki “yestetiu: gücü yeter” fiili “yetitu: itaat eder” anlamındadır. Denilir ki: ikisinin de anlamı birdir. “Ecabe” ve “istecabe” gibi (yani: icabet etti). Bu durumda anlam şöyledir: Rabbın, isteğine icabet etmek suretiyle sana itaat eder mi? Nitekim bazı eserlerde (sahabe ve tabiin sözleri) “Her kim Allah’a itaat ederse Allah da ona itaat eder” denilmiştir. Bazıları da bunu zahiri anlamıyla almışlar ve şöyle demişlerdir: Onlar bunun yanlış olduğunu bilmeden yanlışlıkla söylediler. Henüz birer cahil insanlardı ve bilgileri sağlamlaşmamıştı. İsa da (a.s.) bunun üzerine bu sözlerinin büyük bir hat olduğunu ifade etmek için “Şayet müminlerseniz Allah’tan korkun” dedi. Yani onun gücü hakkında şüpheye düşmeyin.“Bize gökten bir sofra indirmeyi” “Maide” üzerine yemek oknan masaya denir (sofra). “madehu, yemiduhu: ona verdi, yedirdi” fiilenden gelir. “Marehu yemiruhu” gibi “imtade” bunun “iftial” veznidir. “Maide” yemek yiyenlerin yemeği koydukları yerdir. Yenilen şeylere “maide: sofra” denilmesi ise mecaz babındandır. Çünkü onlar sofra üzerinde yenilirler. Kufeliler: “Maide” olarak isimlendirilmesi, yiyenlerin ona eğilmesi (“made: male: eğildi”) nedeniyledir, demişlerdir. Basralılara göre ise bu ismi meful anlamında bir ismi faildir. Yani yiyenleri kendisine doğru eğilten. “işetün radiyeh: razı olan bir yaşam”ın “Şiyetün mardiyyeh: kendinden razı olunan bir yaşam” anlamına gelişi gibi. İsa (a.s.) da onlara cevaben “demişti ki: Şayet müminlerseniz Allah’tan korkun.” Ve onun gücü hakkında şüpheye düşmeyin. Denildi ki: “Sizden önceki ümmetlerin istemediği şeyi istemekten Allah’dan korkun.” Böylece onları, iman ettikten sonra delil istemekten nehyetmiştir.“Demişlerdi ki: İstiyoruz ki ondan yiyelim” İhtiyaç yemesi değil, gücünün büyüklüğüne yakinen inanmak için bereket yemesi. “kalplerimiz tatmin olsun” yatışsın “ve senin bize hakikaten doğru söyledğini bilelim.” Yani senin Peygamber olduğuna dair sözünü. Yani ve taki iman ve yakinimiz artsın. Denildiğine göre; İsa (a.s.) onlara, 30 gün oruç tutmalarını, bunun sonunda ne isterlerse Allah’ın onlara onu vereceğini söylemişti. Onlar da öyle yaptılar ve sofra istediler. Ona da: “Otuz gün oruç sonunda Allah’dan (c.c.) ne isterseniz size verecektir” sözünün doğru olduğunu bilmemiz için bunu istiyoruz, dediler. “ta ki biz de ona şahitlerden olalım.” Yani Allah’ın birliğine ve kudretine, senin Peygamberliğine ve nübüvvetine. Denildi ki: “Taki İsrailoğullarına döndüğümüzde onların yanında senin için şahitlikte bulunalım.”Bunun üzerine “Meryemoğlu İsa dedi ki: Allah’ım, Rabbımız, üstümüze gökten bir sofra indir ki” Denilir ki İsa (a.s.) gusletti ve mestleri giydi. İki rekat namaz kıldı. Başını öne eğdi, gözünü, kapadı ve böyle dedi:“Allah’ım, Rabbımız üstümeze gökten bir safra indir ki “bize, hem ilklerimiz hem sonrakilerimiz için bir bayram” Yani Allah’dan bizim üzerimize bir hüccet ve delil. “id” sevinç günü demektir. Böyle isimlendirilmesi üzüntüden sevince dönülmesi (avdet) nedeniyledir. Bu, “adet edindiğin ve zaman zaman sana dinen şeyin” ismidir. Ramazan ve Kurban bayramlarının “id: bayram” olarak isimlendirilmeleri her yıl “avdet” etmeleri, yani dönmeleri ve tekrarlanmaları nedeniyledir. Süddi der ki: bize indirdiğin sözü öncekilerimiz ve sonrakilerimiz için bayram yapalım. Yani biz ve bizden sonrakiler o günü kutsasınlar. Süfyan der ki: Ta ki o günde namaz kılalım (ibadet ve dua edelim) “ilklerimiz” bu zamanda yaşayanlar, “sonrakilerimiz” ise bizden sonra yaşayanlar, demektir. İbni Abbas ise der ki: Bunu bizlerin ilkleri yediğ igibi insanların en sonu da yesin. “ve senden bir ayet” hüccet ve delil “olsun. Bizi rızıklandır. Sen rızık verenlerin en hayırlısısın.”

Page 58: Beğavi Tefsiri-2

“Allah” İsa’ya (a.s.) cevaben “dedi ki: Ben onu” Yani sofrayı “şüphesiz size indireceğim.” Medineliler, İbni Amir ve Asım bunu “münezziluha” şeklinde “tefil” vezninde okumuşlardır. Çünkü sofra defalarca indi. “Tef’i”de tekrar ifade eder. Diğerleri ise bunu daha önce havarilerin söylediği “enzil aleyna: bize indir” cümlesiyle uyuşması için, “münziluha” şeklinde “inzal” vezninde okumuşlardır. “Bundan sonra artık içinizden her kim küfrederse3 Yani sofranın indirilmesinden sonra. “onu dünyalarda” Yani zamanının dünyalarında, alemlerinde “hiç kimseyi azaplandırmayacağım bir azapla” azap türüyle “zaplandırırım” Sofranın indirilmesinden sonra bazıları bunu inkar ettiler ve kafri oldular. Allah da onları maymunlara ve domuzlara döndürülüverdiler. Abdullah b. Amr der ki: Kıyametg ününde en şiddetli azaba maruz kalacaklar münafıklar, sofra

ehlinden onu inkar edenler ve Fir’avn’ın tabiileridir.1

(1) Bunu İbni Cerir, Abdullah b. Amr’dan mevkuf olarak tahriç etmiş (11/233), Şeyh ahmed Şakir Umdetü’t-Tefsir’de bunun sahih olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Suyuti bunu aynı zamanda Abd b. Humeyd ve Ebu’ş-Şeyh’e mevkuf olarak nisbet etmiştir. ed-Dürru’l-Mensur: 3/237.Sofranın inip inmediği husuunda alimler ihtilaf etmişlerdir. Mücahid ve Hasan şöyle demişlerdir: Sofra inmedi Allah (c.c.) onu inkar etmeleri durumunda azap edeceğini bildirince içlerinden bazılarının inkar etmesinden korktular ve bundan korunmak istediler. “O’nu istemiyoruz” dediler. Sofrada indirilmedi. Bu durumda “Muhakkak ben size onu indireceğim”in

anlamı “Şayet isterseniz”dir.1

Çoğunluğun görüşüne göre -asıl doğru olan da budur- sofra inmiştir. Çünkü Allah (c.c.) “Gerçekten ben onu size indireceğim” buyurmuştur. Allah’ın (c.c.) yapacağını haber verdiği şeyden dönmesi mümkün değildir. Çünkü Rasulullah’tan, Sahabeden ve Tabiin’den tevatür yoluyla gelen haberler bunun imkansızlığını ifade etmektedir.Sofra’nın niteliği hakkında ihtilaf edilmiştir. Hallas b. Amr’ın Ammar b. Yasir’den (r.a.), O’nun da Rasulullah’tan (s.a.v.)

rivayet ettiğine göre o, ekmek ve et şeklinde indi. Onlara: Bu sofra, ihanet etmediğiniz ve (gizlemediğniz)2 sürece, sizin için sürekli kalacaktır, denildi. O gün bitmeden onlar ihanet ettiler ve sofrayı gizlediler. Bunun üzerine maymunlar ve domuzlar

oluverdiler.3

(1) Bu hiçbir sahih habere dayanmayan, tercih olunmayan bir görüştür. Aynı zamanda “Gerçekten ben onu size indireceğim” ifadesine de aykırıdır. Bu nedenle Beğavi ve diğerleri Cumhurun görüşünü tercih etmişlerdir. Asıl doğru olan da budur.(2) Bu 2. yazma nüshada yoktur.(3) Bunu Taberi Tefsir’de Ammar b. Yasir’den merfu ve mevkuf olarak (11/228, 229); Tirmizi Tefsirü sureti’l-Maide’de (8/433) tahriç etit ve şöyle dedi: Bu garip bir hadistir. Ebu Asım ve birçok muhaddis, bunu Said b. Arube’den, O Katade’den, O Hılas, O da Ammar’dan mevkuf olarak rivayet etmişlerdir. Bunun merfu olarak, sadece Hasan b. Kazea... senediyle gelen hadisi vardır. Merfu hadisin hiçbir aslı yoktur.İbni Abbas (r.a.) der ki: İsa (a.s.) onlara “30 gün oruç tutun. Sonra ne arzularsanız onu Allah’tan (c.c.) isteyin ki onu size versin” dedi. Onlar da oruçlarını bitirince: Ey İsa, biz birisi için çalışıp onun işini görseydik bizi yedirirdi, dediler ve Allah’tan (c.c.) sofra istediler. Bunun üzerine melekler, üzerinde 7 ekmek ve 7 büyük balık bulunan bir sofrayla oraya doğru

geldiler ve onların önüne bıraktılar. Ondan, onların ilki de sonu da yediler.1

(1) Burada şunu hatırlatmamız gerekiyor: Bu kıssanın aslı Kur’an’da sabittir. Bunun anlaşılması, müfessirerin bu sofranın niteliği, nasıl ve ne zaman indiği vs. hususları açıklamak için getirdikleri rivayetlere ihtiyaç duymaz. Vehb b. Münebbih, Ka’b el-Ahbar, Selman, İbni Abbas, Mukatil, Kelbi Ata vs.’den nakledilen bu rivayetler senet itibariyle sabit değildirler. Kaldı ki bir rivayetin onu söyleyene varan senedi sahih olması, onun haddi zatında anlam itibariyle sahih (doğru) olmasını gerektirmez; haber Vehb’den sahih bir isnadla nakledilmiş, ancak aslen kitap ehlinden alınmış bir haber olabilir. Bu nedenle tefsir kitaplarının bu tür rivayetlerden uzak tutulması gerekir. İmim Beğavi’nin burada getirdikleri de bu türdendir.Burada şunuda belirtelim ki, İbni Kesir, Kurtubi, İbni Atiyye vd. bu israiliyat rivayetlerinin sahih olmadığına işaret etmişlerdir.Ayrıca bkz: el-İsrailiyyat ve’l-Mevduat. Dr. Muhammed Ebu Şehbe s. 266-267.Ka’b b. el-ahbar der ki: Üzerinde etin dışında her yiyeceğin bulunduğu, meleklerin yer ile gök arasında uçarak getirdikleri tersine çevrilmiş (bir sofra) indi.Said b. Cübeyr İbni Abbas’ın (r.a.) şöyle söylediğini rivayet etmiştir: ofra’ya et ve ekmek dışında her şey kondu. Katade: Üzerinde, cennet meyvalarından bir meyva vardı, demiştir.Atiyye el-Avfi: Gökten, her türlü yiyeceğin tadını içeren bir balık indi demiştir.Kelbi Sofra’da ekmek, pirinç ve bakla vardı, demiştir.Vehb b. Münebbih ise şöyle demiştir: Allah birkaç lokmalık arpa ve birde balık indirdi. Bir grup insan yeyip çıkıyor, daha sonra başkaları geliyor ve yiyorlardı. Böylece hepsi yediği gibi, bir kısmı da arttı.Kelbi ve Mukatil’den şöyle rivayet edilmiştir: Allah bir ekmek, bir balık, beş tane de börek indirdi. Onlar da yiyebildikleri kadar yediler. İnsanların sayısı bir küsürdü. Beldelerine dönüp olanları anlattıklarında olaya tanık olmayanlar onlarla alay ettiler ve: Yazıklar olsun size, o sadece sihir yapmış, dediler. Allah’ın (c.c.) korudukları iman üzere kalıp, korumadıklar ıküfürlerine geri döndüler. Allah da (c.c.) bunları -aralarında çocuklar ve kadınlar olmaksızın- domuzlara dönüştürüverdi. Bu

Page 59: Beğavi Tefsiri-2

hal üzere 3 gün kaldılar, daha sonra öldüler. Çocukları olmadı, yemediler, içmediler. Hayvana çevrilen herkesin durumu da böyledir.Katade der ki: Bıldırcın ve kudret helvasının İsrailoğullarına indiği gibi, bunlara da nerede olurlarsa olsunlar, sabah -akşam bu sofra inerdi- Ata b. Ebi Rebah Selman-ı Farisi’den şöyle rivayet etmiştir: Havariler sofrayı istediklerinde İsa (a.s.) yünden bir elbise giydi ve “Allah’ım, Rabbımız, bize gökten bir sofra indir...” diye dua etti. Ardından üstünde ve altında birer bulut olduğu halde kırmızı bir sofra iniverdi. Onlar da sofraya bakıyorlardı. Sonunda önlerine düşüverdi. İsa (a.s.) ağladı ve: Allah’ım, beni şükredenlerden eyle. Allah’ım onu rahmet kıl, ceza kılma diye dua etti. Yahudiler de bir benzerini ve onun gibi güzel kokanı görmedikleri sofraya bakıyorlardı. İsa (a.s.):

“Ameli en iyi olanınız kalksın ve Allah’ın adını anarak sofrayı açsın” dedi. (İsa (a.s.) kalktı)1 ve abdest alıp uzunca bir namaz kıldıktan sonra ağladı, ağladı. Sonra sofranın örtüsünü kaldırdı ve:(1) Parantez içi 2. yazma nüshada yoktur.“Rızıklandıranların en hayırlısı Allah’ın adıyla” dedi. Bir de baktılar ki sofrada pulsuz ve kılçıksız, yağı akan, başında tuz, kuyruk tarafında sirke bulunan bir balık var. Etrafında çeşit çeşit baklalar, birinin üzerinde zeytin, diğerinde bal, diğerinde yağ, diğerinde peynir, bir diğerinde kavrulmuş et olmak üzere beş tane de ekmek var. Şem’un:“Ey Allah’ın ruhu, bu dünya yiyeceği mi, ahiret yiyeceği mi?” dedi. İsa (a.s.):“Bu ne dünya ne de ahiret yiyeceğidir. Allah’ın galip gücüyle apayrı biçimde yarattığı bir yiyecektir. İstemiş olduğunuz bu sorfadan yeyin ki o da fazlından size versin ve nimetini artırsın” dedi. Havariler:“Ey Allah’ın ruhu, bundan ilk yiyen kişi sen ol” dediler. İsa (a.s.):“Ondan yemekten Allah’a (c.c.) sığınırım. Onu isteyenler yesin” dedi. Ancak onlar bunu yemekten korktular. İsa da (a.s.) sofraya fakirleri, hastaları, abraşları, cüzzamları, felçlileri ve sakatları davet etti ve:“Allah’ın (c.c.) rızkından yeyiniz. Bu sizin için şifa, başkaları için beladır” dedi. Onlar da bundan yediler. Fakirlerden, hastalardan, müzminlerden ve sakatlardan kadın-erkek 1300 kişi tok olarak kalktığı halde balık indiği şekilde duruyordu. Sonra sofra yukarıya doğru, onların bakışları arasında uçuverip gözlerden kayboldu. Ondan yiyen her hasta, müzmin ve sakat şifa buldu, her fakir zengin oldu. Ondan yemiyenler ise pişman oldular. Sofra bu şekilde 40 gün boyunca sabahtan kuşluk vaktine kadar kalıverdi. Her inişinde etrafında zenginler-fakirler, küçükler-büyükler, erkekler-kadınlar toplanıveriyorlardı. Sofra dikili halde kalıveriyor, zeval vakti geldiğinde uçuveriyordu. Onlar da onun gölgesinde gözlerinden kaybolana kadar onu izleyiveriyorlardı. Sofra, Semud kavminin devesi gibi birgün iniyor birgün inmiyordu. Allah’a (c.c.) İsa’ya (a.s.) şöyle vahyetti:“Soframı ve rızkımı zenginlere değil fakirlere ver. Bu zenginlerin zoruna agitti. Şüpheye düşmeye ve insanları şüpheye düşürmeye başladılar ve:“Sofranın gerçekten de gökten indiğini mi sanıyorsunuz?” dediler. Bunun üzerine Allah (c.c.) İsa’ya (a.s.) şöyle vahyetti. Ben, indirdikten sonra onu inkar edeni, hiçbir aleme yapmadığım azabı yapacağım şartını koşmuştum. İsa (a.s.) da: Şayet onlara azap edecek olursan onlar senin kulların. Onları bağışlayacak olursan da şüphesiz sen asıl aziz ve hakimsin dedi. Bunun üzerine onlardan 350 erkek, geceyi yatağında hanımlarıyla birlikte geçirirlerken, sabah domuzlara dönüşüverdiler. Yollarda ve çöplüklerde dolaşıyor, pislikler ve dışkılar yiyorlardı. Bunu gören insanlar İsa’ya (a.s.) koşuştular ve ağladılar. Domuzlar İsa’yı görünce ağladılar ve İsa’nın etrafını kuşattılar. İsa (a.s.) onları isimleriyle çağırıyor onlar da başlarıyla işaret edip ağlıyorlar, konuşamıyorlardı. Bu şekilde üç gün yaşayıp sonunda yok oldular.“Hani Allah: “Ey İsa, sen mi insanlara ‘beni ve annemi Allah’tan başka ilahlar edin’ dedin, demişti.” Allah’ın (c.c.) İsa’ya (a.s.) hitabının zamanı hususunda ihtilaf edilmiştir. Süddi der ki: Allah (c.c.) bu sözü İsa’ya (a.s.), onu göğe yükselttiğide söyledi. Çünkü “iz: hani” harfi geçmişi ifad eeder. Diğer müfessirler ise, Allah’ın (c.c.) bunu kıyamette söyleyeceği

görüşündedirler. Çünkü (daha önce)1 “Allah’ın Peygamberleri toplayacağı günde” (Maide: 5/109) buyurulmuş, daha sonra “bu, sadıkları doğruluklarının ceği görüşündedirler. Çünkü (daha önce): “Allah’ın Peygamberleri toplayacağı günde” (Maide: 5/109) buyrulmuş, sonraki ayetlerden birinde de (Maide: 5/119) “bu, sadıklara doğruluklarının fayda vereceği gündür” buyrulmuştur. Her ikisinde de kastedilen kıyamet günüdür. Aslen geçmiş zamanı ifade eden “iz” bazen, “iza” anlamında gelecek zaman için kullanılır. “Onların aşırı derecede korktuklarında bir görsen”ayetindeki harf de “iz”dir. Halbuki kıyamet henüz olmamıştır. Ancak, onun hala olmamış olsada mutlaka olacağı göz önünde tutularak sanki olmuş gibi sayılmış ve geçmiş zaman için kullanılan “iz” edatı kullanılmıştır.(1) Bu 2. yazma nüshada yoktur.Şayet: “Allah (c.c.) İsa’nın (a.s.) bunu söylemediğini bilmesine rağmen bu soruyu ona yöneltmesinni nedeni nedir?” diyecek olursan;

Page 60: Beğavi Tefsiri-2

Şöyle cevap verilir: Bu, onun kavmini azarlamak, bu sözün çok çirkin olduğunu ifade etmek içindir. Örneğin bir kimse filanın onu yapmadığını bilmesine rağmen ona “şöyle şöyle mi yaptın?” derken onu sorunun cevabını öğrenmek maksadıyla söylemez, böylesi bir fiilin çirkinliğini ve büyüklüğünü ifade etmek için söyler.Ayrıca; Allah (c.c.), İsa (a.s.)’ın kulluğnu bizzat kendisinin ikrar etmesini ve kavminin bunu duymasını, böylece bunu onlara onun emrettiğinin yalan olduğunun ortaya çıkmasını dilemiştir. Ebu Revk der ki: İsa (a.s.) bunu duyduğuda eklem yerleri titredi, bedenindeki her kılın kökünden kan geldi. Sonra Allah’a (c.c.) cevaben şöyle dedi: “Sübhaneke” Seni noksanlıklardan tenzih eder ve yüceltirim. “hakim olmayan şeyi söylemek bana yaraşmaz. Eğer ben onu söylemişsem sen onu elbette bilirsin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ama ben senin nefsinde olanı bilmem.” İbni Abbas (r.a.) der ki: “Benim gıyabımda olan ıbilirsin, ben ise senin gaybında olanı bilemem”. Denildi ki: “Sen sırrımı bilirsin, ben ise sırrını bilemem” Ebu Revk der ki: “Dünyada yaptıklarımı sen bilirsin. Ben ise senin ahirette yapacaklarını bilemem” Züccac der ki: Nefis bir şeyin tümü ve hakikatidir. Böylece O (a.s.) şöyle der: “Sen, benim bildiğim “işlerimin tüm hakikatlerini” bilirsin. Ben ise senin işlerinin hakikatını bilemem. “Doğrusu gaybları en iyi bilen sensin sen.”“Ben onlara senin bana buyurduğundan başkasını söylemedim. “Rabbim ve rabbiniz olan Allah’a kulluk edin” (Onu bir kabul edin) (), ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. “dedim. Ben aralarında bulunduğum” Onlarla olduğum “sürece üzerlerine şahit idim. Beni aralarından aldıktan.” Benu tutup kendine yükselttikten “sonra onların gözeticisi.” ve amellerini kayıt eden onlar üzerinde kayıtçı “sadec esen idin. Sen ise her şeye şahitsin.“Onlara azap edersen şüphesiz onlar senin kulların. Onları bağışlarsan şüphesiz aziz ve hakim olan sensin.”Şayet: Onlar kafir oldukları halde, İsa (a.s.) nasıl olur da onlara dua eder dersen; ayrıca: “Onları bağışlarsan” dedikten sonra nasıl “şüphesiz aziz ve hakim olan sensin” der? Halbuki bu cümle af dilemeyle uyuşmaz, dersen;Birincisine şöyle cevap verilir: Anlam şöyledir: “Onlara, kafir üzere devam ettirmek suretiyle azap edersen... iman etmelerinden sonra onları bağışlarsan...” Bu, Süddi’nin şu sözüne göre doğruluk arzeder: Bu soru cevap hadisesi kıyametten öncedir. Çünkü kıyamette iman fayda vermez. Denildi ki: Bu, onlardan iki grup insan içindir. Yani onlardan kafir olanlara azap edersen... onlardan iman edenleri bağışlarsan...Denildi ki: Bu söz mağfiret dileme şeklinde değildi. Şayet öyle olsaydı şöyle derdi: “Şüphesiz çok affedici ve çok esirgeyici olan sensin.” Aksine bu durum kabullenme ve onu Allah’ın (c.c.) muradına bırakma maksadıyla söylenmiş sözdü.İkinci soruya gelince: İbni Mesud (r.a.) onu: “Onları bağışlarsan şüphesiz çok affedici ve çok esirgeyici olan sensin” şeklinde okumuştur. O’nun mushafında da böyle yazılıdır. Meşhur olan kıraate göre ise cevaben şöyle denilmiştir: Burada “takdim ve te’hir: arkadakini öne öndekini arkaya alma” vardır. Buna göre cümle şöyledir: Şayet onları bağışlarsan onlar senin kulların. Onlara azap edersen şüphesiz aziz ve hakim olan sensin.Denildi ki: anlam şöyledir: Onlara azap edersen şüphesiz onlar senin kulların. Onları bağışlarsan, şüphesiz mülkünde aziz, hükmünde hikmet sahibi olan asıl sensin. İzzetini hiçbir şey azaltmaz. Hiçbir şey senin hikmetinin dışında kalmaz. O’nun hikmetine, mağfiretine geniş rahmetine ve bağışlamasına kafriler de girer. Ancak O (c.c.), kafirleri bağışlamayacağını haber vermiştir. Yapacağını haber verdiği şeyi mutlaka yapar, geri dönmez.Bize İsmail b. Abdulkahir, O’na Abdulğafir b. Muhammed el-Farisi, O’na Muhammed b. İsa el-Celudi, O’na İbrahim b. Muhammed b. Süfyan, O’na Müslim b. el-Haccac, O’na Yunus b. abdu’l-A’la, O’na ibni Vehb, O’na Ömer b. el-Haris, O’nu Yunus b. Abdu’l-A’la, O’na İbni Vehb, O’na Ömer b. el-Haris, O’na Bekr b. Sevade, O’na Abdurrahman b. Cübeyr, O’na Abdullah b. Amr b. el-As şöyle anlattı: “Rasulullah (s.a.v.) Allah’ın (c.c.) İbrahim (a.s.) hakkındaki şu buyruğunu “(İbrahim dedi ki) Rabbim onlar (putlar) insanların çoğunu sapıttı. Artık her kim bana tabi olursa o bendendir.”, İsa (a.s.) hakkındaki şu buyruğunu “...Onlara azap edecek olursan şüphesiz onlar senin kulların. Onları bağışlarsan, şüphesiz aziz ve hakim olan sensin” okudu. Elini kaldırarak: “Allah’ım, ümmetim” dedi ve ağladı. Allah (c.c.):“Ey Cebrail, Muhammed’e git ve Rabbin daha iyi biliyor ama- onu ağlatanın ne olduğunu sor” dedi. Cebrail (a.s.) ona geldi ve onu ağlatan şeyi sordu. Rasulullah da (s.a.v.) söylediği şeyi haber verdi. Allah (c.c.) haberi getiren Cebrail’e (a.s.) dedi ki:“Ey Cebrail, Muhammed’e (s.a.v.) gitv e de ki:

“Şüphesiz biz seni ümmetin hususunda hoşnut edeceğizv e senin kötüne gidecek şey yapmayacağız.”1

(1) Müslim el-İman, babu duai’n-Nebiyyi li ümmetihi ve bükaihi şefakaten aleyhim (No: 202) 1/191; Müellif Şerhu’s-Sünne: 15/165, 166.“Allah dedi ki: Bu, doğrulara doğruluklarının fayda verdiği gündür.”Nafi “yem: gün” kelimesini “yevme” şeklinde mansup olarak okumuştur. Yani: Bunlar öylesi birg ünde oluverir. Bu durumda “yevm”in başında “fi:... de, da” var idi. O hazfolunca “yevm” mansup yapıldı. Diğerleri ise bunu “yevmü” şeklinde, “haza”nın haberi olmak üzere merfu okumuşlardır. Anlam şöyledir:“Dünyada doğru (sadık) olanlara bu doğrulukları ahirette fayda verir. Yalan söyleyecek olsalar Allah (c.c.) ağızlarına mühür vurur ve azaları konuşuverir. Onlar da rezil olurlar.Kelbi der ki: “Müminlere imanları fayda verdiği gündür.” Kıyamette konuşan şu iki kişi hata yapmazlar. Birisi İsa (a.s.) Allah bu ayetlere onu anlatıyor. Diğeri Allah (c.c.) düşmanı iblis. O da “Mesele kesinleştikten sonra şeytan der ki: Ben size

Page 61: Beğavi Tefsiri-2

vaad ettim ve vaadimden döndüm...” sözüdür. Allah düşmanı o gün doğru söyledi. Ancak daha önc ehep yalan söylediği için o doğruluğu ona birf ayda vermedi. İsa (a.s.) ise dünyada da ahirette de doğru idi. Böylece doğruluğu ona fayda verdi.Ata der ki: Bu, dünya günlerinden bir gündür. Çünkü ahiret yurdu amel değil mükafaat-ceza yurdudur.Allah (c.c.) devamla onların mükafatını şöyle açıklıyor:“Onlara altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İçinde temelli kalacaklardır. Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlarda Allah’dan hoşnut olmuşlardır. Büyük kurtuluş işte budur.”Sonra kendisini yücelterek, büyülterek şöyle buyuruyor:“Göklerin, yerin ve onlardakilerin mülkü Allah’ındır. Ve O herşeye kadirdir.”

EN’AM SURESİ

Bu sure Mekki’dir. 165 ayettir. Mekke’de birg ecede (toplu bir şekilde)1 inmiştir. Onunla birlikte 70.000 melek inmiş, doğu ile batı arasını tamamen kapatmışlardı. Allah’ı tesbih, hamd ve övgü ile anıyorlardı. Peygamber (s.a.v.):“Sübhane rabbiyel azim, sübhane rabbiyel azim: büyük olan rabbımı tüm noksanlıklardan tenzih ederim” dedi ve secdeye

kapandı.2

Peygamber’in (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Her kim En’am suresini okursa, onun gecesinde ve gündüzünde o yetmişbin melek,o kimseye dua eder.”3

Kelbi Ebi Salih’ten, O da İbni Abbas’tan (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: “Şu altı ayet dışında En’am suresinin tümü Mekke’de inmiştir. Onlar da: “Allah’ın kadrini hakkıyla bilmediler” ayetinden itibaren üç ayet ile,

“De ki: Gelin de Rabbınızın size haram kıldıklarını okuyayım” ayetinden itibaren üç ayet.4

(1) Bu 2. yazma nüshada yoktur.(2) Bkz: ed-Dürru’l-Mensur: 3/243-244.(3) Bunu Sa’lebi Übeyy b. Ka’b’ın hadisinden tahriç etmiştir. Ancak senedinde Ebu İsmet vardır. O ise yalancılıkla itham edilmiştir. Başlangıç kısmı Taberani’nin el-Mu’cem es-Sağir’inde vardır. Ancak onda da Yusuf b. Atiyye vardır. O da zayıftır. Taberani’den İbni Merdeveyh Tefsir’inde, Ebu Nuaym ise Hilye’sinde tahriç etmişlerdir.(4) Bunu Nühhas İbni Abbas’tan (r.a.), Nasih ve Mensuh’ta tahriç etmiştir. Bkz: ed-Dürru’l-Mensur: 3/244.1- “Hamd o Allah’a mahsustur ki, gökleri ve yeri yaratmıştır.”Ka’b el-Ahbar der ki: Bu Tevrat’ta ilk inen ayettir. Son inen ise: “Hamd o Allah’a mahsustur ki, bir oğul edinmemiştir...” (İsra: 17/111) ayetidir. İbni Abbas (r.a.) der ki: Allah (c.c.) yaratmaya hamd (övgü) ile başlamış ve:“Hamd o Allah’a mahsustur ki, gökleri ve yeri yaratmıştır” buyurmuştur. O’nu yine hamd ile bitirmiştir:“Onlar (yani yaratıklar) arasında hakla hükmetilmiş ve hamd alemlerin Rabbı Allah’adır.” denilmiştir. (Zümer: 75)“Hamd Allah’a mahsustur” Allah’ın (c.c.) kendisine hamd etmesi (övmesi), kullarına öğretmek maksadıyla Yani gökleri ve yeri yaratan Allah’a hamd edin. Mahlukattan sadece bunlara zikredilmesi; onların, kulların görebildiği en büyükleri olması ve onlarda kullar için ibretlerin ve sayfaların bulunması nedeniyledir. “ve karanlıkları ve nuru var etmiştir.” “Cu’l: kılmak” yaratmak anlamındadır. Vakidi der ki: Kur’an’da geçen “karanlıklar” ve “nur”dan küfür ve iman kastedilmiştir. Ancak sadece bu ayette gece ve gündüz kastedilmiştir.Hasan der ki: Yani, küfür ve imanı. Denildi ki: Yani cehaleti ve ilmi. Katade der ki: Cennet cehennemi. Denildi ki: anlam şöyledir: Allahg ökleri ve yeri yarattığnıda, karanlık ve nuru mevcut kılmıştı. Çünkü karanlığı ve nuru göklerden ve yerden önce yaratmıştı.Katade der ki: Gökleri yerden, karanlığı ışıktan, cenneti de cehennemden önce yaratmıştır. Abdullah b. Amr’ın (r.a.) rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:“Allah yaratıklarını karanlık içerisinde yarattı. Sonra üzerlerine nurundan bir parça attı. Bu nurdan kendisine isabet eden

hidayet buldu. isabet etmeyen sapıttı.”1

(1) Bunu Tirmizi İman’da, babu iftiraki hazihi’l-ümme: (7/401) rivayet etti ve: “Bu hasen bir hadistir” dedi. İbni Hibban (s. 449) ve Hakim (1/30, 31) sahih olduğun belirttiler. Ahmed’de Müsned’de (2/176, 197) tahriç etti.Heysemi der ki: Bunu ahmed iki isnadla rivayet etti. İkisinden birisinin senedindeki ricaller sahihtirler. ayrıca Bezzar ve Taberani’de rivayet etti. Mecmeu’z-Zevadi: 7/194. Bunu Hatib Mişkatü’l-Mesabih’te (1/37) zikretti. Elbani’de bunun sahih olduğunu belirtti.“Sonra da kafirler Rabblerine eş koşuyorlar.” Yani bu açıklamadan sonra kafirler Rabblerine “adl: eş” kabul ediyorlar, yani eş koşuyorlar. “adl” aslen, bir şeyin bir şeyle aynı ve denk olması anlamına gelir. “adl, adalet”de bundandır. Yani Allah’tan başkasını ona eşv e denk olmak kabul ediyorlar. “Bir şeyi bir şeyle adl ettim” cümlesi “denk, eşit ettim” anlamını ifade eder.

Page 62: Beğavi Tefsiri-2

Bu Nadır b. Şümeyl’in görüşüdür. Bir görüşe göre ise “birabbihim: Rabbine” de ki “be” harfi “an: ..den, dan” anlamındadır. Yani Rabblerinden udul ediyorlar ondan uzaklaşıp, başka şeylere meylediyorlar. B udurumda bu fiil “udul” (sapma, uzaklaşma) masdarından türetilmiştir. Nitekim “Allah’ın kullarının onu içtiği kaynak” ayetindeki “biha: onu” da ki “be” harfi “min:...den, dan” anlamındadır. Yani “Allah’ın kullarının ondan içtiği kaynak.Denildi ki: “Sonra kafirler Rabblerine eş koşuyorlar/Rablerinden uzaklaşıyorlar” ifadesinin altında ince bir anlam vardır. O da şu sözdüki anlamg ibidir: Size şöyle şöyle iyilikte bulundum, size şunları şunları verdim. Sonra da benim bu nimetlerimi ve iyiliklerimi inkar ediyorsunuz.“O ki sizi bir çamurdan yaratmıştır.” Yani Adem’i (a.s.) İnsanlara böyle hitap edilmesi, onların Adem’in (a.s.) oğulları olmaları nedeniyledir. Süddi der ki: Allah (c.c.) Cebrail’i yeryüzüne, ondan bir parça getirmesi için gönderdi. Yer: “Benden bir şey eksiltmenden Allah’a sığınırım” dedi. Cebrail (a.s.) birşey olmadan döndü ve:“Ey Rabbim, o sana sığındı” dedi. Allah da (c.c.) Mikail’i (a.s.) gönderdi. Toprak ondan da Allah’a (c.c.) sığındı. Bu defa Allah (c.c.) ölüm meleğini gönderdi. Toprak yine:“Senden Allah’a (c.c.) sığınırım” deyince, Melek:“Bende onun erine aykırı gitmekten sığınırım” dedi ve ondan biraz alıverdi. Kırmızı, siyah ve beyazı karıştırdı. Bu neden insanoğlu farklı renklerde oluverdiler. Sonra altığı toprağı tatlı, tuzlu ve acı sularla karıştırıp çamur etti. İşte onların ahlakı da bu nedenle farklı farklı oluverdi. Bunun üzerine Allah ölüm meleğine:“Cebrail ve Mikail toprağa acıdılar. Sen ise acımadın. Artık, bu çamurdan yaratacağım kullarımın ruhlarını senin elinde kılacağım” dedi.Ebu Hureyre’nin (r.a.) şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Allah (c.c.) Adem’i (a.s.) topraktan yarattı, sonra onu çamur etti. Daha sonra onu, kokuşmuş balçık olana kadar terketti. Sonra Adam’i (a.s.) yarattı. Ona şekil verdi ve kurumuş çamur haline

dönüşene kadar terketti. Sonra ona nefesini üfledi.1

(1) Bunu Ebu Ya’la rivayet etti. Senedinde İsmail b. Rafi vardır. Buhari der ki: Güvenilirdir, hadisi mukaribtir. Cumhur ise bunu zayıf olarak görmüşlerdir. Hadisin diğer ravileri sahihtirler. Mecemu’z-Zevadi: 8/197.“Sonra bir ecel tayin etti. Bir de onun katında belli bir ecel vardır.” Hasan, Katade ve Dehhak derler ki: İlk ecel (süre, ömür) doğmudan ölüme, ikinci ecel ise ölümden öbür dünyada tekrar yaratılmaya kadarki dönemdir. İkincisi Berzah dönemidir. Bu İbni Abbas’tan da (r.a.) rivayet edilmiştir. O (r.a.) şöyle söylemiştir: “Herkesin iki eceli vardır: biri ölüme kadar olan, diğeri ise ölümden öbür dünyada diriltilmeye kadar olan ecel (süre)dir. Bir kimse salih, müttaki ve akrabalarla iyi ilişkili ise ikinci ecelden birincisine eklenilir. Günahkar ve akrabalık ilişkilerini koparan biri ise dünya ömrü kısaltılıp, diğer ömrü çoğaltılır. Mücahid ve Said b. Cübeyr derler ki: ilk ecel dünya eceli, ikincis ise harite ecelidir. Atiyye İbni Abbas’ın (r.a.) şöyle söylediğni rivayet eder: “Sonra bir ecel tayin etti.” Yani uyku. Çünkü uyku esnasında ruh kabzedilir, uyanınca bedene tekrar döndürülüverilir. “Bir de onun katında belli bir ecel vardır. Yani: ölüm eceli. Denildi ki: İkisi de bire celdir. (Sonra bir ecel tayin etti)2 Yani: ömürleriniz için, biteceği bir süre belirledi. “Bir de onun katında belli bire cel vardır.” Yani o da onun katındaki, ondan başka hiçkimsenin bilmediği bir eceldir. “Sonra siz hala şüphe ediyorsunuz” Yani ölümden sonra tekrar dirilme hususunda şek ve şüphe ediyorsunuz. (2) Bu 2. yazma nüshada yoktur.“O, göklerde de yerde de Allah’tır. Gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilir.” Yani o, göklerin ve yerin ilahıdır. Bu, şu ayetteki ifade gibidir. “O, gökteki ilah ve yerdeki ilah olandır.” Denildi ki: anlam şöyledir: O göklerde ve yerde kendisine ibadet edilendir. Muhammed b. Cerir der ki: O, göklerdeki Allah’tır, yeryüzünde gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilir. (Yani: ilk cümle “es-semavat” ile birlikte sona ermiştir. İkinci cümle ise “ve fi’l-ard” ile başlamaktadır). (Züccac der ki:

Burada takdim ve tehir vardır. anlam şöyledir: O Allah’tır, göklerdeki ve yerdeki gizlediğinizi ve açığa vurduğunuzu bilir)1

“Ne kazandığınızı da” Hayır ve şerden ne işlediğinizi de “bilir.”4- “Ne zaman onlara” Yani Mekke’lilere “Rabblerinin ayetlerinden bir ayet” Ayın yarılması vs. mucizeler. Ata der ki: Kur’an ayetlerinden bir ayet, anlamı kastedilmiştir. “gelse mutlaka ondan yüz çevirirler” Onu terkedenler, yalanlarlar.“onlar kendilerine gelince hakkı” Kur’an’ı. Denildi ki: Muhammed’i (s.a.v.) “yalanladılar. Ama onlara alay aldıkları şeyin haberleri yakında gelecektir.” Yani alaya almalarının ve onun cezasının haberleri. Yani azap edildikleri vakit alaylarının cezasının ne olduğunu öğrenecekler.“Görmediler mi ki, biz onlardan önce nice nesilleri yok ettik.” Yani geçmiş ümmetleri. Karn: insanlardan bir grup, demektir. Çoğul “kurun”dur. Denildi ki “karn” belli bir süreye denilir. Bazılarına göre bu 60, bazılarına göre 40, veya 60 veya 100 senedir. Sonuncusunun delili Rasulullah’ın (s.a.v.) abdullah b. Büşr el-Mazini’ye (r.a.) dediği: Sen bir “karn” yaşayacaksın

sözüdür. Nitekim Abdullah (r.a.) 100 yıl yaşamıştı.2

(1) Parantez içi 2. yazma nüshada yoktur.(2) Buhari et-Tarih es-Sağir s. 93. Ayrıca bkz: el-İsabe: 4/23; Üsüd el-⁄abe: 3/125.Bu görüşlere göre ise onlara: Nice (karn: asır) ehlini helak ettik, olur. “Biz onları sizi yerleştirmedğimiz şekilde yeryüzen yerleştirmiş” Yani onlara, size vermediğimizi vermiştik. İbni Abbas (r.a.) der ki: Nuh’un kavmine. Ad ve Semud kavimlerine yaptığımız gibi onlara uzun ömür verdik. “Mekkene” ve “mekene” aynı anlamdadır. “gökten üzerlerine bal yağmur

Page 63: Beğavi Tefsiri-2

yağdırmış” “Midrar” “derr” kelimesinin “mif’al” veznindeki mübalağalı sigasıdır. Bol yağmur anlamına gelir. İbni Abbas (r.a.) der ki: Yani ihtiyaç anlarında sürekli bir şekilde, ardardı kesilmeksizin. Yukarıdaki “sizi yerleştirmediğmiz...” ifadesi çeşitlilik sanatı içermektedir. Çünkü ayetin başı “onlar görmüyorlar mı” şeklinde 3. çoğul şahısa yönelik bir hitapla başlarken, burada 2. çoğul şahısa geçilerek “...sizi yerleştirmediğimiz” denilmiştir. Şu ayetteki uslupda böyledir: “Hatta siz gemide bulunduğunuz ve içindekileri alıp güzel bir hava ile aktıklarında...” (Yunus: 10/22) (Çünkü, normalde “...aktığınızda denilmesi gerekiyordu).Basralılar derler ki: önce onlardan haber vererek “görmediler mi?” dedi. Aralarında Muhammed ve Sahabesi de vardı. Sonra onlara diğerleriyle birlikte hitap etti. Araplar şöyle cümle kullanırlar: Abdullah’a ne kadar da cömert olduğunu söyledim. Ve ona “ne kadar cömertsin” dedim. “ve altlarından ırmaklar akıtmıştık. Sonra onları günahlarından dolayı yok ettik ve arkalarından başka bir nesil var ettik.” Yarattık, yeniden vücuda getirdik.

“Eğer sana kağıt üzerinde yazılı bir kitap indirmiş olsaydık da...” Kelbi ve Mukatil1 derler ki: Bu ayet Nadr b. Haris, Abdullah b. Ebi Ümeyye ve Nevfel b. Huveylid hakkında inmiştir. Onlar şöyle demişlerdi: Ey Muhammed, beraberinde, onun Allah katından olduğuna senin de onun Rasulu olduğuna şahitlik eden dört melek bulunan, Allah kadından bir kitapla bize gelmedikçe sana iman etmeyiz. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indirdi: “Eğer sana kağıt üzerinde” kendi katımdan yazılı “bir kitap indirmiş olsaydık da, elleriyle ona dokunsalardı” Yani onu gözleriyle görseler, müşahede etseler ve elleriyle de dokunsalardı. “Dokunmak” zikredilmiş, görmek zikredilmemiştir. Çünkü bilgi verme hususunda dokunmakg örmekten daha etkilidir. Çünkü sihir görüntüde uygulanırken dokunulan şeyde uygulanamaz. “küfretmiş olanlar yine de derlerdi ki: Bu apaçık büyüden başka birşey değildir.” Yani geçmişten ezeli bilgime binaen söylüyorum ki: bu durumda onlara bir fayda vermeyecekti.(1) Bkz: Esbab en-Nüzul s. 246; Tefsir el-Kurtubi: 6/393.“Dediler ki: Ona” Muhammed’e (s.a.v.) “bir melek indirilmeli değil mi? Eğer biz bir melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olurdu da” Yani iş bitmiş azap kesinleşmiş olurdu. Bu Allah’ın (c.c.) bir sünnetidir; ne zaman bir ayetv e mucize isterler, o da gelince iman etmezlerse kökten siliniverirler, helak edilirler. “sonra kendilerine göz bile açtırılmazdı.” Yani süre ve mühlet verilmezdi. Katade der ki: Biz melek indirip, onlarda iman etmeyecek olurlarsa onların azab, öne alınır ve göz kırpma süresi kadar dahi geciktirilmez. Mücahid der ki: “iş bitirilmiş olurdu”. Yani kıyamet kopardı. Dehhak: Onlara melek kendi görünüşünde gelseydi (korkudan) ölürlerdi.

9- “Eğer biz onu melek kılsaydık” (Yani onlara bir melek gönderseydik)1 “onu bir adam yapardıkda” Yani bir (erkek)2 insan görünümünde yapardık. Çünkü onlar meleklere bakamazlar. Cebrail (a.s.) Rasulullah’a (s.a.v.) Dihye el-Kelbi görünümünde gelirdi. Davud’a (a.s.) gelen iki melekde iki erkek adam suretinde idiler.(1) Bu 1. yazma nüshada yoktur.“düştükleri şüpheye onları tekrar düşünürdük.” Yani karıştırdıkları, onlar için karmaşık olanı meseleyi iyen karmaşık hale sokardık da, o bir melek mi yoksa insan mı, bilemezlerdi. Denildi ki: anlam şöyledir: Onların zayıf ve fakirlerine benzetirdik de, onlar için yine zararlı oluverirdi. İbni Abbas’tan (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir: Onlar ehli kitaptır, dinlerini paramparça ettiler, kelimeleri yerlerinden tahrif ettiler. Allah da, onların kendilerine karmaşıklaştırdıklarını onlara karmaşık kıldı. Zühri buradaki “lebisna”yı “lebbesnu” şeklinde tef’il vezninde okumuştur, tekrar ve tekidi (vurgu) ifade eder.“andolsun ki senden önce Peygamberler’e alay edilmişti.” Seninle alay edildiği gibi ey Muhammed, bu Peygamber (s.a.v.) için bir tesellidir. “onlarla ğlenenleri alaya aldıkları şey” Yani alaya almalarının azap ve intikam cezası olarak o şey”

“çepeçevre kuşatıverdi.” Rebi (b. Enes)1 iniverdi; Ata geliverdi, yerleşiverdi; Dahhak; kuşatıverdi şeklinde tefsir etmişlerdir.(1) Bu 1. yazma nüshada yoktur.“De ki” Ey Muhammed, o yalanlayıcılara ve alaya alanlara “yeryüzünde” ibret olarak “gezip dolaşında” Bu, akıl ve fikirle dolaşma anlamına da gelebilir, ayakla dolaşma anlamına da gelebilir, ayakla dolaşma anlamına da gelebilir. “sonra birg örün yalanlayanların sonu nice olmuştur?” Yani onların sonu nasıl olmuştur? Küfür ve yalanlama onları nasıl helake götürmüştür. Bununla Mekke kafirleri geçmiş ümmetlerin azabından sakındırılmaktadır.“De ki: Göklerde ve yerde olanlar kimindir?” Sana cevap verirlerse iyi. YOksa sen “de ki: Allah’ındır” SOrudan sonra cevabı kendisinin vermesini istemesi, daha çok tesirli olması, hüccet bakımından daha tekidli olması içindir. “o, rahmeti üzerine yazmıştır.” Yani vacip kılmıştır. Bu, kendinden kaçanların ona yönelmesi için gönül okşamadır. Kendisinin çok merhametli olduğnu, ceza vermekte acele etmeyeceğini, tevbe ve pişmanlığı kabul edeceğini haber vermektedir.Bize Ebu Ali Hassan b. Said el-Menii, O’na Ebu Tahir ez-Ziyadi, O’na Ebu Bekir Muhammed b. El-Huseyn el-Kattan, O’na Ahmed b. Yusuf es-Silmi, O’na Abdurrezzak, O’na Muhammer, O’na Hümam b. Münebbih, O’na Ebu Hureyre (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğnu haber vermiştir:“Allah yaratmayı gerçekleştirip bitirince bir yazı yazdı. O, Arşın üstünde, onun katındadır ve şöyledir: Rahmetim gazabımı

(kızgınlık) bastırmıştır.”1

Ebu’z-Zenad A’rec’den, o da Ebu Hureyre’den şöyle rivayet etmiştir: Muhakkak rahmetim gazabımı (geçmiştir)2.

Page 64: Beğavi Tefsiri-2

Bize Şeyh Ebu’l-Kasım Abdullah b. Ali el-Kürrekani, O’na Ebu Tahir ez-Ziyadi, O’na Hacib b. Ahmed et-Tusi, O’na Abdurrahman el-Mervezi, O’na Abdullah b. el-Mübarek, O’na Abdulmelik b. Ebi Süleyman, O’na Ata b. Ebi Rebah, O’na Ebu Hureyre (r.a.) şöyle haber verdi: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:“Allah’ın yüz rahmeti vardır. Birisi cinler, insanlar, hayvanlar ve haşeretler arasındadır. Onlar bunları birbirlerine rahmet ve şefkat ederler. Vahşi hayvanlar, bununla yavrularına şefkatle davranırlar. Allah 99 rahmetini ertelemiştir; onunla kıyamet

gününde kullarına merhamet edecektir.”3

Bize Abdulvahid el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. İsmail, O’na İbni Ebi Meryem, O’na Ebu ⁄assan, O’na Zeyd b. Eslem, O’na babas,ı O’na Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle anlattı: Rasulullah’a (s.a.v.) bir esir kabilesi getirildi. Esirler arasından barı kadının sütle dolu memelerinden süt taşmış bulunuyordu. O sırada esirler arasından küçük bir çoçcuk buldu, yakaladığı gibi kucağına aldı ve ona süt emzirmeye başladı. Peygamber (s.a.v.):“Ne dersiniz? Bu kadın hiç yavurusun ateşe atar mı?” diye sordu. Bizler:“Hayır, onu atamaz” dedik. Şöyle buyurdu:

“İşte yüce Allah kullarına bu kadının çocuğuna olan merhametinden daha merhametlidir.”4

(1) Bunu Buhari Tevhid, babu kavli teala “ve yühazzirükumullahü nefseh” de (13/384) ve diğer yerlerde; Müslim Tevbe, bab fi siati rahmetillah’da (No: 2751) 4/2107; Müellif, Şerhu’s-Sünne’de (14/376) tahriç etti.(2) Parantez içi 2. yazma nüshada “vesiat: kapsamıştır” şeklinde geçmektedir. Hadisi Buhari Tevhid kavlillahi teala “ve lekad sebekat kelimetuna..” da (13/440) tahriç etmiştir.(3) Buhari el-Edeb, babu cealellahu’r-rahmete fi mieti cüz (10/431); Müslim, et-Tevbe, aynı yer (2752) 4/2108; Müellif ŞErhu’s-Sünne: 14/377.(4) Buhari el-Edeb, babu rahmeti’l-veled ve takbiluhu ve muanekatuh: 10/426, 427; Müslim et-Tevbe, aynı yer (No: 2754) 4/2109; Müellif (14/379).“Andolsun ki... sizi toplayacaktır.” “leycemeannekum” deki lam yemin harfi, nun ise te’kid (vurgu)harfidir. Aslı “vallahi leyecmeannekum”dür. “hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet gününe” Yani kıyamet gününde ‘“sizi toplayacaktır.” Denildi ki: anlamı, kıyamet gününe kadar sizi kabirlerinizde toplayacak. “nefislerini ziyana uğratanlar” aldananlar “işte onlar inanmazlar.”13- “Gecenin ve gündüzün içinde sukun eden her şey onundur.” Yari yerleşen herşey. Denildi ki anlamı: hareketsiz-hareketli her şey. Bunlardan hareketsiz zikredilmek suretiyle yetinilmiştir. “Sizi sıcaktan koruyan elbiseler” buyruğunda olduğu gibi. Yani sizi sıcaktan ve soğuktan koruyan elbiseler. Denildi ki: Özellikle sakin, hareketsiz olanın zikredilmesi, ondaki nimetv e faydanın daha fazla olması nedeniyledir. Muhammed b. Cerir der ki: Güneşin üzerine doğduğu ve kattığ ıherşey, “gecenin ve gündüzün içinde sukun eden şeyler”dendir. Kastedilen yeryüzündeki herşeydir. Denildi ki: anlamı üzerindeng ecev e gündüzün geçtiğ iher şey, şeklindedir “ve o” seslerini “işiten” sırlarını “çok iyi bilendir.14- “De ki:ben gökleri ve yerin fatırı” Yani yaratcısı, yoktan var edicisi, önceden hiçbir örneği olmamak üzere yepyeni bir şekilde vücudu getiricisi “olan Allah’tan başka bir veli mi?” (Rabb, kendisine ibadet edilen, yardımcı, destekçi mi? “denicek misin” Müşrikler O’nu (a.s.) babalarının dinine çağırdıklarında Allah (c.c.) onlara işte böyle cevap vermesini emretti. Cümle şöyle devam etmektedir “ve o yedirir ama yedirilmez” Rızıklandırır ama rızıklandırılmaz. Bu şu ayet gibidir. “onlardan hiçbir rızık istemiyorum, beni yedirmelerini de istemiyorum.” “De ki: Doğrusu ben müslümanların ilki olmakla emrolundum.” Yani bu ümmetten. İslam, islam olmak, Allah’ın emrine teslim olmaktır. Denildi ki: Buradaki “esleme: islam olmak”ın anlamı ihlaslı olmak demektir. “ve: sakın müşriklerden olma” Yani bana “kesinlikle müşriklerden olma” denildi.

“De ki: Ben Rabbime isyan edersem” (Ve de ondan başkasına kulluk edersem)1 “büyük günün azabından korkarım” Yani kıyamet gününün azabından.(1) Bu 1. yazma nüshada yoktur.“O gün” Yani kıyamet günü “kimden o engellenirse” Yani her kimden azap uzak tutulursa. Hamza, Kesei ve (Asım’dan) Ebubekir ve Yakub bu fiili “yasrif: engellerse” şeklinde binai ma’lum vezniyle okumuşlardır. Yani Allah her kimi engellerse”dir. Çünkü daha sonraki “ona gerçektende rahmet etmiştir” cümlesi de binai ma’lum vezniyledir. Diğerleri ise bu fiili “men yusraf” şeklinde binai meçhul vezniyle (anlam verdiğimiz gibi) okumuşlardır. “Ve o açık bir kurtuluştur.” “Eğer Allah sana bir sıkıntı” Bela ve zorluk “dokundurursa onu açacak” kaldıracak “ondan başkası yoktur. Şayet sana bir hayır da” afiyet ve nimet “dokundurursa, işte o herşeye” Hayır ve zarar “kadirdir.”Bize Abdulvahid el-Melihi, O’na Ebu abdullah es-Silmi, O’na Ebu’l-Abbas el-Esamm, O’na Ahmed b. Şeyban er-Remli, O’na Abdullah b. Meymun el-Kaddah, O’na Şihab b. Hiraş (Abdullah’ın oğlu), O’na Abdulmelik b. umeyr, O’na İbni Abbas (r.a.) şöyle anlattı: Rasulullah’a (s.a.v.) bir katır hediye edildi. O’na bunu Kisra hediye etmişti. O da kıldan bir iple birlikte ona bindi, sonra beni arkasına bindirdi. Benimle birlikte bir süre yola devam ettikten sonra bana dönerek:“Ey genç” dedi. “Buyur ya Rasulallah (s.a.v.)!” dedim. Buyurdu ki:“Allah’ı koru (onun hududlarını ve kurallarına riayet et) ki o da seni korusun. Allah’ı koru ki onu önünde bulasın. Allah’ı genişlik halinde tanı ki, o da seni sıkıntılı anında tanısın. Birşey isteyecek olsan Allah’tan (c.c.) iste. Bir yardım isteyecek

Page 65: Beğavi Tefsiri-2

olsan Allah’tan yardım dile. (Kaderi yazan) kalem nasılo lacaksa onu artık yazmıştır. Bütün bir alem, Allah’ın (c.c.) sana yazmadığıyla fayda vermeye kalkışsalar buna güçleri yetmez. Allah’ın (c.c.) sana yazmamış olduğu bir zararı vermeye kalkışsalar, bunada güçleri yetmez. Sabırla birlikte yakin ile çalışabilirsen öyle yap. Çünkü sabırda -onu hoş görmemekle birlikte- çok hayır vardır. Bil ki; zafer sabırladır. Sıkıntıyla birlikte bir çıkış yolu vardır, zorlukla birlikte bir de kolaylık

vardır.”1

(1) Bunu Ahmed Müsned’de Hınş es-San’ani rivayetiyle İbni Abbas’tan: 1/307; Tirmizi kısa bir şekilde kıyamet, babu haddesena Bişr b. Hİlal’de (7/219, 220) rivayet etti ve: bu hasen-sahih hadistir, dedi. Benzeri Müsned’de 1/293-303’de vardır. Abd b. Humeyd bunu el-Müntehab’ta (s. 214) tahriç etmiştir. İbnü’l-Esir bunu Camiu’l-Usul’de Müellif gibi zikretmiş ve: 3bu hadisi Rüzeyn zikretti. Kütübi Sitte’nin hiçbirinde -Tirmizi hariç- bulamadım” demiş, sonra Tirmizi’nin rivayetini zikretmiştir. Bkz: Camiu’l-Usul: 11/686.Bunu aynı zamanda Abd b. Humeyd Müsned’inde zayıf bir isnadla “Ve o kullarının üstünde kahir olandır.” Kahir “galip” demektir. “Kahr”da güç”ten fazla bir anlam daha vardır. O da; başkasını muradına erdirmekten engellemektir. Denildi ki: O, yaratıkları kendu marıdan zorlayan (nihayetinde kendi dilediğni olduran, yapan), işleri ibkeriği gi.i kem .a=ıha rüsehyeşeh (başkalarının müdahelesi olmaksızın) zattı. “kullarının üstünde” sıfatı sırf Allah’a (c.c.) ait olan yüce ve yüksekte olma sıfatıdır. “ve o” işlerinde “çok hikmetli” kullarının amellerinden “tamamiyle haberdar olandır.”19- “De ki: şahid olarak hangi şey daha büyüktür.” Kelbi der ki: Mekke’liler Rasulullah’a (s.a.v.) gelerek şöyle dediler: “Bize, senin Allah’ın (c.c.) Rasulu olduğuna şahitlik edecek birini göster. Çünkü seni tasdikleyen hiç kimse göremiyoruz. Senin hakkında Yahudilere ve Hiristiyanlara da sorduk. Onlar da, kendilerine (kitaplarında vs.) senin anılmadığını söylediler. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indirdi. “De ki: Şahid olarak hangi şey daha büyüktür” Daha önemlidir, etkilidir. Cevaz vermezlerse “De ki: Allah” O “benimle sizin aranızda şahittir.” Benim söylememe göre. Benim doğru, sizinse yanlış olduğunuzu dair şahitlik yapıyor. “Kur’an bana, sizide” Ey Mekke’liler! “ulaştığı kimseleri de” Yani Arap olsun acem olsun kıyamet gününe kadar Kur’an’In ulaştığı tüm toplumları ve milletleride “onunla uyarmam” Onunla korkutmam” “için vahyolundu.”Bize Ebu’l-Fadl Ziyad b. Muhammed b. el-Hanefi, O’na Muhammed b. Bişr b. Muhammed el-Müzeni, O’na Ebubekir Muhammed b. el-Hasen b. Bişr en-Nakkas, O’na Ebu Şuayb el-Horrani, O’na Yahya b. Abdullah b. Dahhak el-Babili, O’na

Evzai, O’na Hassan b. Atiyye, O’na Ebu Kebşe (es-Seluli)1, O’na Abdullah b. Amr (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etti: Benden -bir ayet dahi olsa- tebliğ edin, başkalarına ulaştırın. İsrailoğullarından anlatmanızda bir

sakınca yoktur. Her kim benim adıma kasten yalan uydurursa, cehennemdeki yerini hazırlasın.2

(1) 2. yazma nüshada “es-Selva” olarak geçmektedir.(2) Buhari, el-enbiya, bab ma zükire an beni İsrail: 6/496; Müellif Şerhu’s-Sünne: 1/243.Bize Ebu’l-Hasen Abdulvahhab b. Muhammed el-Hatib, O’na Abdulaziz b. Ahmed el-Hilal, O’na Ebu’l-Abbas el-Esamm, O’na Rebi’, O’na Şafii, O’na Süfyan b. Uyeyne, O’na Abdulmelik b. Umeyr, O’na Abdurrahman b. Abdullah b. Mesud, O’na babası, Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber verdi: “Sözümü işitip, onu ezberleyen ve anlayan, sonra da onu başkasına aktaran kulu, Allah (c.c.) parlak kılsın. Çünkü nice söz aktaran kişiler çok anlayışlı değil normal anlayışlı olur. Nice kişiler kendilerined daha anlayışlı (ve gayretli) kişilere aktarırlar. Hiçbir müslümanın kalbi şu üç şeye cimrilik (ve istememezlik) yapamaz: Yapılan bir ameli sırf Allah (c.c.) için ihlasla yapmak. Müslümanla nasihat etmek ve onların

cemaatine katılmak. Çünkü onları davet arkalarındakini de kuşatır.1

(1) Tirmizi el-İlm, bab el-Hassi ala tebliğ es-Sima (bu rivayete yakın bir şekilde rivayet etmişv e hasen-sahih hadistir, demiştir) 7/417, 418; İbni Mace el-Mukaddime, babu men belleğa ilmen (No: 236) 1/86; Darimi, el-Mukaddime babu kerahiyyeti ehzi’r-Re4y: 1/75; Şafii, kitab el-İlm: 1/16; Ahmed el-Müsned: 3/225. Enes’ten müellif, Şerhu’s-Sünne: 1/236. Şeyh Abdulmuhsin el-Abbad’ın “Allah, benden bir söz işitip...” hadisi üzerinde hadis ve fıkıh yönünden bir çalışması vardır (1403 H. Metabi’ er-Reşid, Medine).Mukatil der ki: Kur’an’ın ulaştığ ıher cin ve insan, onun uyardığı kimsedir. Muhammed b. Ka’b el-Kurazı der ki: Kendisine Kur’an’ın ulaştığı herkes Muhammed’i (s.a.v.) görmüş ve onu işitmiş gibidir.“Allah ile beraber başka ilahlar vardır diye siz mi şahitlik yapıyorsunuz?” Burada “Aliheten uhra” denilmesinin “uhar” vezniyle söylenmemesi, çoğul vezninin müennes alameti takısı alması nedeniyledir. Örneğin şu ayetlerde de durum aynıdır: “Ve lillahi’l-esmaü’l-hüsna..: “En güzel isimler sadece Allah’a aittir. O’nu bu isimlerle çağırın.” (A’raf: 7/180)(El-Hüsna denilmiştir). “Fema blu’l-kuruni’l-ula: İlk nesillerin durumu nasıldır.” (Taha: 20/51)“el-Ula denilmiştir.”“deki” Ey Muhammed! Şayet siz şahitlik yaparsanız yapın. Ancak “Ben şahitlik yapmam” Onunla birlikte başka bir ilahın olduğua dair “De ki: O ancak tek bir ilahtır. Ve ben gerçekten sizin şirk koştuklarınızdan uzağım.”

Page 66: Beğavi Tefsiri-2

“Kendilerine kitap” Yani, Tevrat ve İncil “verdiklerimiz onu” Yani Muhammed’i (s.a.v.) nitelikleriyle ve sıfatlarıyla “oğullarını” Yani çocuklar arasından kendi oğullarını “tanıdıkları gibi tanırlar. Nefislerini ziyana uğratanlar.” Nefislerini aldatanlar “işte onlar inanmazlar” Çünkü Allah (c.c.) her insan için bir cennette yer, bir de cehennemde yer hazırlamıştır. Kıyamet gününde müminlere cehennemden ayrılan yer cehennemliklere, cehennemliklere daha önceden cennetten ayrılmış yerler de cennetliklere verilecektir. İşte onların ziyanı budur.“Allah’a karşı yalan iftira atan” Yalan uyduran ve başkasını ona eş koşan “veya ayetlerini” Kur’an’ı “yalanlayandan daha zalim” daha kafir “kim var? Gerçekten zalimler” kafirler “felaha ermezler.22- “Ve o günü” Yani kıyamet gününü “hatırla ki biz onların hepsini” Yani ibadet edenleri ve edilenleri “toplayacak” Ya’kub hem buruda, hem de Sebe suresinde, Hafs ise sadece Sebe suresinde bu fiili “yahşuruhum: onlar toplayacak” şeklinde okumuşlardır. Diğerleri ise “nahşuruhum: biz toplayacağız” şeklinde okumuşlardır. Diğerleri ise “nahşuruhum: biz toplayacağız” şeklinde okumuşlardır. “sonra şirk koşanlara nerede” Rabbınızın katında sizi şefaat eedeceklerini “sandığınız ortaklarınız diyeceğiz” “Sonra onların fitneleri-hileleri, sadece şöyle söylemek olur...” Hamza, Kesei ve Ya’kub bu fiili “onların fitnesi değildi... sadece şöyleydi” “lem yekun” şeklinde müzekker olarak okumuşlardır. Çünkü buradaki “fitne” “iftitan: fitneye düşmek anlamındadır. İftitan ise müzekkerdir. Dolayısıyla fiilin demüzekker olması caizdir. Diğerleri ise bu fiili “fitne”nin müennes olması nedeniyle “lem tekun” şekilende müennes okumuşlardır. Ayrıca; İbni Kesir, İbni Amir, Asım’dan naklen Hafs “fitnetühüm” şeklinde “kane”nin ismi olmak üzere merfu okumuşlardır. Diğerleri ise bunu “fitnetehüm” şeklinde “kane”nin haberi olmak üzere mansup okumuşlar “en kalu”yu “kane”nin ismi yapmışlardır. Buradaki “fitneleri”nden maksat “sözleri ve cevapları”dır. İbni Abbas (r.a.) ve Katade: mazeretleri, diye tefsir etmişlerdir. Ftine, tecrübe etme ve sınama anlamına gelir. Onlara bunu sormak, kalplerindekini ortaya çıkarmak için bir sınama olunca, buna “fitne” denildi. Züccac der ki: “Sonra onlarınf itneleri...” cümlesinde ince bir anlam vardır; Örneğin bir adam bir kadına tutulur ve asık olur. Sonrada onun sebebiyle başına bir bela geldiğide ondan beri olduğunu ilan eder. O’na “Buna mı tutulmuştun” denilir. Kafirler de böyledirler; putların sevgisine tutuldular. Azabı görünce de onlardan beri olduklarını ilan ettiler. Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Onların” putlara olan sevgilerindeki “fitneleri sadece: ‘Andolsun o Rabbimiz olan Allah’a ki, biz eş tutanlardan değildik” demelerinden başka birşey olmaz.” Hamza ve Kesei “Rabbena” şeklinde muzafın nida oluşu üzere mansup okumuşlar; diğerleri ise Allah lafzının sıfatı olmak üzere “Rabbina” şeklinde mecrur okumuşlardır. Denildi ki: Onlar, Allah’ın (c.c.) kıyamet gününde tevhid ehline olan mağfiretini ve günahlarını bağışlayışını görünce bazıları diğerlerine: Gelin şirkimizi gizleyelim. Belki tevhid ehliyle birlikte biz de kurtuluruz derler. Sonra “Rabbimiz Allah’a andolsun ki biz müşrikler değildik” derler. Ancak dillerine mühür vurulur, onların kafir olduklarına dair azaları şahitlik ederler.“Bak, nefislerine karşı nasıl yalan söylediler.” Yalan mazeret sunmak ve şirkten beri olduklarını iddia etmek suretiyle. “ve iftira ettikleri de” putlar “kendilerinden kayboldular.” Zail olup onlardan gittiler. Onlar ise putlarının onlara şefaat etmelerini ve yardımda bulunmalarını umuyorlardı. O ümitlerin hepsi o gün yok oluverdi.“İçlerinden seni dinleyenler vardır...” Kelbi der ki: Ebu Süfyan b. Harb, Ebu Cehl b. Hişam, Velid b. Muğire, Nadr b. Haris, Utbe b. Rebia, Şiybe b. Rebia, Ümeyye b. Halef, Übeyy b. Halef ve Haris b. Amir toplanıp Kur’an’ı (gizlice) dinlemeye geldiler. Nadr’a: Ey Ebu Kuteyle, Muhammed ne diyor? dediler. Nadr:“Ne dediğini bilmiyorum. Ancak dilini oynattığını benim size geçmiş asırlardan anlattığım gibi eskilerin masallarını anlatır

gibi yaptığını görüyorum” dedi. Nadr eskilerden ve eskilerin haberlerinden çok anlatan biriydi.1 Ebu Süfyan:“Ben söylediklerinden bazılarının doğru olduğu görüşündeyim” dedi. Ebu Cehil:“Kesinlikle, bunlardan hiçbirini kabul etmeyiz (bir rivayete göre: Vallahi ölüm bize bundah daha koyadır)” dedi. Bunun üzerine Allah bu ayeti indirdi: “İçlerinden seni” ve senin sözünü “dinleyenler vardır. Halbuki biz onların anlamalarına.” Yani bilmelerine. Denildi ki: “en”den sonra “la” gizlidir ve anlamı: anlamamaları içindir. Denildi ki: “en vefkahü”dan önce “kerahete: istemeyerek” kelimesi gizlidir. Yani: anlamalırın istemeyerek “kalpleri üzerinde perdeler” örtüler, “ekinne” “kinan”ın çoğuludur. “eınne”nin “nınan”ın çoğulu olduğu gibi. “kulaklarında da ağırlık” sağırlık ve yük “koyduk” Bu Allah’ın (c.c.) kalpleri evirip çevidiğine, bazılarına hidayeti açtığına, bazılarını ise örtüler içinde kıldığına, dolayısıyla onların Allah’In (c.c.) kelamını anlamadıklarına ve inanmadıklarına delalet etmektedir. “Onlar her türlü ayeti” Mucizelerden ve delillerden her ayeti “görseer de yine onlara inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde seninle çekişirler. O küfredenler derler ki: Bu eskilerin masallarından başka birşey değildir.” Yani onların hikayelerindenv e kisralarından. “esatir” “ustune”nin ve “istare”nin çoğuludur. Denildi ki o: saçma masallar ve asılsız şeylerdir. “usture” aslen “setartü: yazdım” fiilinden gelmektedir.“onlar hem ondan vazgeçirirler” Yani insanları Muhammed’e (s.a.v.) tabi olmalarından nehyederler “hem de kendileri ondan uzaklaşırlar.” Yani bizzat kendileri ondan uzaklaşırlar, uzak dururlar. Mekke kafirleri hakkında inmiştir. Bunu Muhammed b. el-Hanefiyye, Süddi ve Dahhak söylemişlerdir. Katade ise der ki: Kur’an’dan ve Muhammed’den vazgeçirirler, ondan uzaklaşırlar.İbni Abbas ve Mukatil derler ki1: Ebu Talib hakkında inmiştir, insanları Muhammed’e (s.a.v.) eziyet etmekten nehyediyor ve engelliyor, bununla birlikte insanları onu imandan uzaklaştırıyordu. Hatta, rivayet edildiğine göre; müşriklerin ileri gelenleri

Page 67: Beğavi Tefsiri-2

ona gelmiş ve: Bizim arkadaşlarımızdan gözde bir zenci ol, bize Muhammed’i teslim et, demişler; o da: Adalet yapmadınız. Öldürmeniz için size evladını vereyim, ben ise sizin çocuğunuzu büyüteyim, öyle mi? demiş kabul etmemişti. Rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) onu, imana çağırmış o ise:(1) Bkz: Esbab en-Nüzul el-Vahidi s. 247.(2) Esbab en-Nüzul el-Vahidi s. 247, 248; Tefsir el-Kurtubi: 6/406.“Kureyş beni ayıplayacak olmasaydı, bununla seni sevindirirdim. Ancak, sağ olduğum müddetçe seni koruyacağım” demişti. Bu konuda şu beyitleri söylemişti:Vallahi hep birlikte dahi olsalarBeni toprağa hazine gibi göremedikçe sana zarar veremezler

Artık sen davanı apaçık ortaya koy, sana hiçbir ayıp yoktur.Onunla sevin ve gözleri onunla sen sevindir.

Beni davet ettin, biliyorum ki sen bana nasihat edicisin.Sen doğru söyledin, sonra sen zaten eminsin.

Bana öyle bir din sundun ki, biliyorum ki o,İnsanların dinlerinden en hayırlılarındandır.

Ayıplanma ya da sözülme korkusu olmasaydı,Beni onu kabul eden ve açıklayan olarak bulurdun

“Onlar sadece kendilerini helak ederler de” “in yühlikune” deki “in” olumsuz edatıdır. Sadece kendilerini helak etmelir; kendi fillerinin vebalinin kendilerine dönmesi, Allah’ın yolundan alıkoyduklarının günahlarının da yine kendilerien dönmesi nedeniyledir. “farkına varmazlar.” 17- Bir görsün, ateşin üstünde durdukları.” Yani ateşin içinde, ateşte. “ala mülki süleymane”nin “fi mülki...: süleymanın mülkünde” anlamına gelmesi gibi. Denildi ki anlamı: ateşin üstüne, ateşe sunuldukları “ve keşke” dünyaya “gibi, döndürülseydik ve Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık da müminlerden olsaydık diyecekleri zamanı” cümlenin basındaki “lev...: şayet (görseydin)” kelimesinin cevabı mahzuftur. Yani: Onu, o durumu görseydin ne acaip şeyler görmüş olurdun. Elimizdeki mushafta “...ya leytena nüreddü ve la nükezzibe biayati rabbina vve nekune mine’l-mü’minin” yazılıdır. Kurraların geneli bütün filleri merfu okumuşlardır. Yani: Keşke bin, yalanlamıyorken ve müminlerdenken döndürülseydik. Hamza, Hafs ve Ya’kub mushafta geçtiği gibi ilk fiili (nüreddü) merfu, diğerlerini ise mansup (mükezzibe, nekune) okumuşlardır. Bu durumda mansupları “leyte”nin cevabında gelmek üzere mansup olmuşlardır. Yani keşke geri döndürülmemiz vuku bulsaydı da, yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık (döndürülseydik böyle olurduk). Araplar temenninin cevabında “fe” ile gelen fiili mansup yaptıkları gibi “vav” ile geleni de mansup yaparlar. İbni Amir ise “nükezzibu ve nekune” şeklinde birincisini merfu, ikincisini ise mansup okumuştur. Bu durumda birincisinden haber vermektedeler, ikincisini ise temenni etmekteler. Yani biz yalanlamayacağız. Dünyaya döndürülürsek temenni ediyoruz ki müminlerden olacağız.“Hayır” Bu bir reddiyedir. Yani durum onların söyledikleri gibi, dünyaya döndürülecek olsalar... şeklinde değildir. “öteden beri” dünyada “gizleyegeldikleri” gizli tuttukları “şeyler” küfürleri ve isyanları “belirmiştir” ortaya çıkmıştır. Denildi ki: gizledikleri şey “rabbimiz Allah’a andolsun ki biz müşrikler değillerdik” sözleridir. Onlar şirklerini sizlediler. Ancak ezaları bu gizledikleri ve örttükleri şeyi ortaya çıkarınca onu gizleyemez oldular. Çünkü onlar dünyada küfürlerini gizlemiyorlardı. Ancak ayetin münafıklar hakkında olduğunu söylersek, başka. Müberred der ki: Hayır, onlara gizledikleri şeylerin cezası belli olmuştur. Nadr b. Sümeyl der ki: anlamı “beda anhum”dur. Yani onlardan gizlendi. Gizli kaldı. “Eğer” dünyaya “geri dönderilseler yine kendilerine yasaklanan şeyler için” Yani şeylere. Burada “lam” ila” anlaındadır. Yani küfre “döneceklerdir. Doğrusu onlar” Dünyaya döndürülecek olsaydık rabbımızın ayetlerini yalanlamazdık ve müminlerden olurduk sözlerinde “yalancıdırlar.”“Ve dediler ki: Hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdır ve biz diriltilecek değiliz” Bu, dirilmeyi inkar ettiklerinin haberidir. Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem der ki: Bu yine onların sözleridir. Yani: Onlar dünyaya tekrar gönderilseler yine böyle diyecekler.“Bir görseydin eğer, Rabblerinin huzurunda durdukları zamanı.” Yani onun onlar hakkında hüküm vermesi, karar vermesi, onlara sorması anını. Denildi ki: “Rabblerine sunuldukları zamanı”. “Der ki:” Yani Allah onlara. Denildi ki: Cehennem zebanileri Allah’ın emriyle onlara derler ki: “Bu hak değilmiymiş?” Yani bu tekrar diriltilme ve azap hak değilmiş miş? “Onlar da Rabbimiz hakkı için evet” o hakmış “derler” İbni Abbas (r.a.) derler ki: Bu bir konum ve durumdadır. “Rabbımız Allah’a andolsun ki biz müşrikler değildik” demeleri başka konumladır. Kıyamette farklı farklı konumlar ve durmalar vardır. Bazılarında ikrar ederler, bazılarında ise inkar ederler. “Buyurur ki: Öyleyse, küfür edegeldiğinizden dolayı tadın azabı”

Page 68: Beğavi Tefsiri-2

“Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar gerçekten kaybetmişlerdir.” Yani ölümden sonra tekrar diriltilmeyi ve Allah’a dönüşü yalanlamak suretiyle kendilerine yazık etmişlerdir. “Nihayet saat” Yani kıyamet “onlara ansızın” aniden “gelip çattığı zaman, yüklerini” ağırlıklarını, günahlarını “sırtlarına yüklenerek derler ki: onda” Yani itaatta “yaptığımız tefritten” eksiklikten “yazıklar olsun bize” ah pişmanlık! Nida harfi olan “ya” ile birlikte zikredilmesi mübalağa içindir. Sanki şöyle demektedir: “Ey pişmanlık işte bu senin zamanın. Denildi ki: anlamı: Dünyada terkettiğimiz ahiret amellerinden dolayı yazıklar olsun bizedir.Muhammed b. Cerir der ki1: “Onda...” kelimesindeki “o” zamin “alış-veriş” anlamına döner. Çünkü dünya karşılığında ahireti satma alışverişlerinin zararlı olduğunu görünce: Yazıklar olsun bize alış-verişte yaptığımız yanlışlıktan dolayı. Ancak bizzat “alış-veriş” lafzı kullanılmamış, daha önce geçen “hasiren: kaybetti” fiiliyle yetinilmiştir. Çünkü kaybetme ve zarar etme sadece alış-verişte olur.Yazıklar olsunun arapçası “ya hasreta”dır. “Hasret” aşırı pişmanlığa denir. Hatta pişman olan kişi dahi “hasret” edebilir.Süddi der ki: Mümin kabrinden çıkarıldığında, onu, en güzel görünümde ve en hoş kokulu birşey karşılar ve: beni tanıyor musun? der. O:“Hayır” diye cevap verir. O şey:“Ben senin işlemiş olduğun salih amelinim, üzerime bin. Ben dünyada uzun süre senin üzerine binmiştim.” Şu ayet bunu ifade eder: “Müttakileri o Rahman’ın huzuruna (süvari elçiler gibi) toplayacağımız... gün.” (Meryem: 19/85)Yani biniciler ve süvarilerek olarak. Kafir ise, onu en çirkin görünümlü ve ne pis kokulu birşey karşılar ve ona:“Bena tanıyor musun?” der. O da:“Hayır” diye cevap verir. O şey:“Ben senin kötü amelinim. Sen bana dünyada uzun süre bindin. Bugün ise ben sana bineceğim” der. İşte tefsiri sadedinde olduğumuz “yüklerini sırtlarına yüklenerek” ayeti de buna işaret etmektedir. “Dikkat edin, ne kötüdür yüklendikleri şeyler” İbni Abbas (r.a.) der ki: Yüklendikleri şeyler ne kötü yüktür.32- “Dünya hayatı ancak bir oyun ve eeğlenceden” batıl, sürekli olmayan, aldatıcı şeylerden “ibarettir. Ahiret yurdu ise” Genel kurralar ahiret yurudun “le’ddaru’l-ahiretu” şeklinde okumuşlardır. İbni Amir ise bunu “le daru’l-ahireti” şeklinde muzaf ve muzafun ileyhi olarak okumuşlardır. Birşey -lafızlar farklı olduğu takdirde- kendisine izafe edilebilir. “habbe’l-hasir: biçilecek taneler” (Kaf: 9) terkibinde olduğu gibi. “Rebiu’l-evvel” ve “meseidu’l-cami” terkipleri de böyledir. (Hepsinde ikinci kelime birincisinin sıfatıdır. Normalde ikincileri “el” takısıyla birlikte gelerek birincilerin sıfatları olmaları gerikiyordu. Ancak izafe terkibi şeklinde gelmiştir. Bu caizdir). Dünyanın bu şekilde isimlendirilmesi “dünüv: yakın” olması nedeniyledir. Denildi ki: “denaet”i (düşüklüğü, değersizliği) nedeniyledir. Ahiret “son) kelimesinin böyle isimlendirilmesi de dünyadan sonra gelmesi nedeniyledir. “sakınanlar” yani şirkten sakınanlar “için daha hayırlıdır. Hala” Ahiretin dünyadan daha üstün olduğunu “akletmez misiniz?” Medineliler, İbni Amir veYakub, bu fiili, burada, A’raf, Yusuf ve Yasin surelerinde, Ebubekir sadece Yusuf, Hafs ise sadece Yasin suresinde “efelatakilun: akletmez misiniz” şeklinde fiilin ilk harfinin “te”si ile muhataplar sigasıyla okumuşlardır. Diğerleri ise hepsini “efela ya’kilun: akletmezler mi?” şeklinde gaib çoğullar sigasıyla okumuşlardır.33- “Gerçekten biliyoruz ki, söyledikleri şey seni üzüyor.” Süddi der ki: el-Ahnes b. Şürayk ve Ebu Cehil b. Hişam karşılaştılar. el-Ahnes ona:“Ey Ebu’l-Hakem, bana Muhammed’den kabir ver, o doğrumu yoksa yalancı mı? Bak burada seni benden başka duyacak kimse yoktur” dedi. Ebu Cehil:“Vallahi, Muhammed doğrudur. O hiç yalan söylememiştir. Ancak Kusayy oğulları ancak, hacıları sulama, kabenin örtüsü,

Nedve, üstelik peygamberliği alırlarsa diğer Kureyşlilere ne kalacak?” dedi. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indirdi.1

(1) Esbab en-Nüzul s. 249; Tefsir et-Taberi: 11/333.Naciye b. Ka’b der ki: Ebu Cehil Peygamber’e (s.a.v.):“Seni itham da etmiyor, yalancılıkla da suçlamıyoruz. Ancak getirdiğni şeyi yalanlıyoruz” dedi. Allah da (c.c.) bu ayeti indirdi.“Gerçekten biliyoruz ki, söyledikleri şey” Senin yalancı olduğunu demeleri “seni üzüyor. Onlar hakikatte seni yalanlamıyorlar.” Nafi ve Kesei bu fiili “la yekzibuneku” şeklinde üçlü fiil vezninde okurlarken, diğerleri bunu “la yükezzibuneke” şeklinde “tef’il” vezninde okumuşlardır. “Tekzib: yalanlama” bir kimseye yalan nisbet etmekv e ona “sen yalan söyledin” demektir. “ikzab” ise bir kimseyi yalancı bulmaktır. Bir arap bir toprağı verimsiz (cedibe) bulursa “ecdebtü el-ard: toprağı verimsiz buldum”; verimli (mahsebe) bulursa “ahsabtü el-ard: toprağı verimli olarak buldum” der. “Ancak o zalimler Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar.” Allah Peygamberine burada şöyle demektedir: Onlar gizlide seni yalanlamıyorlar. Çünkü senin önceden doğrul olduğunu biliyorlar. Ancak onlar benim vahyimi ve ayetlerimi inkar ediyorlar. Nitekim Allah (c.c.) başka bir ayette: “Nefisleri (doğruluğunu) yakin ettiği (yakinen bildiği) halde ayetleri yalanladılar” (Neml: 94) buyurmuştur.

Page 69: Beğavi Tefsiri-2

(2) Bunu Tirmizi Ebi Kureyb kanalıyla Ali’den, Tefsir, Suretü’l-en’am’da (8/437) tahriç etti. Sonra İshak b. Mansur’dan, O Süfyan’dan, O Ebu İshak’tan, O da Naciye’den gelen senetle bunu zikretti. Ancak Ali’yi burada zikretmedi. Ve “bu daha sahihtir” dedi.Ali’nin hadisini Hakim Müstedrek’te (2/315) tahriç etti ve: Buhari ve Müslim’in şartlarında sahihtir dedi. Ancak Zehebi bunu kabul etmedi ve: Onlar Naciye’den hiçbir hadis rivayet etmemiş. Ayrıca bkz: Esbab en-Nüzul s. 249; Taberi: 11/334; Kurtubi: 6/416.“Andolsun ki, senden önce de nice Peygamberler yalanlandı da” Kureyş’in seni yalanladıkları gibi onları da kavimleri yalanladı. “yalanlamalarına sabrettiler. Onlara eziyet de edildi. Nihayet onlara yardımınız.” Onları yalanlayanlara azap etmek suretiyle “gelip yetişti. Allah’ın kelimelirini değiştirebilecek yoktur.” O’nun hükmünü bozacak hiçbir şey yoktur. Kitabında Peygamberlerini zafere ulaştıracağını belirtmiş ve şöyle buyurmuştur: “Gönderilmiş (Peygamber) kullarım için şu sözümüz (hükmümüz) kesinleşmiştir: Onlar kesinlikle yardım olunacaklardır. Ve askerlerimiz mutlaka galip geleceklerdir.” (Saffat: 171- 172)“Biz mutlaka Peygamberlerimize yardım edeceğiz. (⁄afir: 51)“Allah yazdı ki: Ben ve Peygamberlerim mutlaka galip geleceğiz.” (Mücadele: 21)

Hasan b. el-Fadl der ki: ayetin anlamı şöyledir: (Onun vaadlerinin)1 geri kalması (şaşması) mümkün değildir. “Andolsun ki, Peygamberlerin haberlerinden bir kısmı sana gelmiştir.” “min nebei: haberlerinden” deki “min” fazlalıktır. “esabena min matar” sözünde olduğu gibi. Halbuki kastedilen ondan “bana yağmur isabet etti”dir. Buna göre ayetin anlamı “...Peygamberlerin haberleri sana gelmiştir” olur.(1) 1. yazma nüshada bu “li idatih” şeklinde, 2. yazma nüshada ise “liidetih” şeklinde geçmektedir.“Eğer onların yüz çevirmeleri sana ğır geliyorsa.” Yani sana iman etmekten yüz çevirmeleri senen zoruna geliyor, gözünde büyütüyorsan. Rasulullah (s.a.v.) kavminin iman etmesini son derece çok istiyordu. Ondan bir ayet veya mucize isteseler, belki inanırlar ümidiyle, Allah’ın onu göstermesini arzulardı. Allah (c.c.) buyurur ki: “yarı delmeye” Yani yeraltı tüneli kazma,a “nafak” tünel demektir. “nafikau’l-yerbu” ak tavşanın yuvasına denilir. Bu onun iki yuvasından biri olup, ona da girer “veya gökyüzünde” onda yükseleceğin “bir merdiven” basamak, yukarı çıkaran bira let “bulmaya gücün yetip de onlara bir ayet getirebilirsen” onu yap. “Şayet Allah dileseydi onları hidayet üzere toplardı.” Ve de onların hepsi iman ederdi. “O halde sakın cahillerden olma.” Yani Allah’ın, dileseydi onları hidayet üzere toplayacağın, ancak Allah’ın Yani Allah’ın, ezeli ilmiyle kafir olacakların küfürlerinden vazgeçmeyeceklerini, bilmeyenlerden olma.36- “Ancak dinleyenler.” Yani Kur’an’ı dinleyip ona uyanlar ve ondanf aydalananlar “icabet eder.” Allah’ın kulağına mühür vurduğu değil. “ölülere” yani kafirlere “gelince, onları Allah diriltir, sonra ona döndürülürler.” O da amellerinin karşılığını verir.“Dediler ki” Yani Kureyş’in önde gelenleri “O’na Rabblerinden bir ayet indirilmeli değil miydi?” Buradaki “levla: şayet olmasaydı” “hella: olsaydı ya, olmalı değil miydi” anlamındaki. “De ki: Şüphesi Allah ayet indirmeye kadirdir. ancak onların çoğu” bunun inmesinin onlara çacağı zarar. “bilmezler.”“Yerde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki” Uçmanın kanatsız şekilde olmayacağının bilinmesine rağmen “iki kanadıyla” kelimesinin zikredilmesi te’kid (vurgu) içindir. “Gözümle gördüm” ve “kendi elimle tuttum” sözlerinde olduğu gibi. “onlar da sizin gibi birer ümmet olmasınlar.” Mücahid der ki: tasnif edilmiş ve her biri ayrı bir isimle bilinen birer sınıf ve toplulukturlar. Yani hayvandan her cins birer ümmettir: Kuşlar bir ümmet (topluluk), yürüyen hayvanlar bir ümmet, yırtıcı hayvanlar bir ümmettirler. Herbiri; “insan”, “cin” gibi ayrı isimlerle tanınırlar.Bİze Abdulvahid el-Melihi, O’na Ebu Abdurrahman b. Ebu Şurayh, O’na Ebu’l-Kasım el-Beğavi, O’na Ali b. el-Ca’d, O’na el-Müberek (İbni Fudale), O’na el-Hasen b. Abdullah b. Muğaffel, Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber verdi:

öpekler bir ümmet olmasalardı öldürülmelerini emrederdim. Artık,o nlardan koyu siyah renkli olanlarını öldürün.1

(1) Ebu Davud ed-Dahaya, bab fi’t-tihazi’l-kelbi li’s-saydi ve ğayrih: 4/132, 133; Tirmizi es-Sayd babu macae fi katli’l-kilab: 5/63 (Ve: hasen sahih hadistir, dedi); Nesei es-Sayd ve’z-Zebaih, babu sıfati’l-kilab illa kelbe saydin ev zer’in (No: 3205) 2/1065; Darimi es-Sayd, bab fi katli’l-kilab: 2/90; Ahmed el-Müsned: 5/54, 5y6; Müellif, Şerhu’s-Sünne: 11/211.Denildi ki: “Sizin gibi birbirlerini anlayan birer ümmettirler” Denildi ki: “Yaratılma, ölüm, tekrar diriltilme vs. hususlarda sizin gibi olan birer ümmettirler.” Ata: “Tevhid (Allah’ı birleme) ve onu bilme hususunda sizin gibi birer ümmettirler.” diye tefsir ederken; İbni Kuteybe:“Beslenme, rızık arama ve helak edici şeylerden korunmaya çalışmada sizin gibi birer ümmettirler.” şeklinde tefsir etmiştir.“Biz kitapta” Yani levh-i mahfuzda “hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra onlar rabblerine haşrolunurlar” İbni Abbas (r.a.) ve Dahhak: Onların haşrı (toplatılması) ölümleridir, derler. Ebu Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: Allah (c.c.) kıyamet gününde bütün yaratıkları, hayvanları, kuşları vs. herşeyi bir araya toplar (haşreder). Boynuzsuzun hakkı boynuzludan alınır. Sonra: toprak olun, denilir. İşte o zaman kafir toprak olmayı temenni eder ve: “keşke toprak olsaydım” der.Bize Ebu Abdullah Muhammed b. el-Fadl el-Hırki, O’na Ebu’l-Hasen et-Taysefuni, O’na Abdullah b. Ömer el-Cevheri, O’na Ahmed b. Ali el-Keşmeyheni, O’na Ali b. Hacer, O’na İsmail b. Cafer, O’na el-A’la, O’na babası, O’na da Ebu Hureyre (r.a.)

Page 70: Beğavi Tefsiri-2

Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu söylemiştir: Kıyamette bütün haklar sahipleri iade edilecektir. Hatta boynuzsuz

koyun için boynuzluya kısas uygulatılacaktır.1

(1) Müslim el-Birr ve’s-Sıla ve’l-Adab, bab tahrim ez-Zulm (No: 2582) 4/1997.99- “Ayetlerimizi yalanlayanlar ise karanlıklarda” Küfür şaşkınlığında ve sapıklığında kalmış “sağırlardır, dilsizlerdir” Hayırı işitmez, onu konuşmazlar. “Allah kimi dilerse onu şaşırtır, kimi de dilerse dosdoğru yol” O İslam’dır. “üzerinde tutar.”40- “De ki: Bana haber verir misiniz?” Cümle “eraeyteküm: sizi gördün mü?”dür. Ancak “hel reaytüm: gördünüz mü” anlamına gelir. “Kaf” te’kid içindir. Ferra der ki: Araplar: “eraeyteke: seni gördün mü?” der, “bize haber ver” anlamını kastederler. Örneğin “e-raeyteke infealtü keza ma za tef’al” derken “bana haber ver...” anlamı kastedilir. Medineliler “erayteküm, eraytüm, erayte” şeklinde hemzesiz olarak elifli okurlar. Kesei ise leifi de hazfederek okur. İbni Abbas (r.a.) der ki: O müşriklere şöyle de ey Muhammed: Bana haber verir misiniz? “Şayet size”Ölümden önce “Allah’ın azabı gelse veya size saat” yani kıyamet “gelirse” bu azabı sizden çevirmesi, engellemesi için “Allah’tan başkasını mı çağırırmısınız? Eğer sadıklardansanız?” Burada: “Onları altında gölgeler yapan (dağlar) gibi dalga sardığı vakit dini yalnız ona (Allah’a) tahsis etmek üzere ihlaslı (insan)lar olarak tahsis Allah’ı çağırırlar” (Lokman: /32) ayetinde buyrulduğu gibi zorluk zamanlarında kafirlerin Allah’a (c.c.) dua ettikleri belirtilmektedir.“Hayır sadece ona” başkasına değil, sadece Allah’a “dua edersiniz de, isterse yalvardığınız şeyi giderir” Duayı kabul etmeyi

isteğine bağladı. (Çünkü herşey onun istemesine bağlıdır)1 “ve siz de şirk koştuğunuzu unutursunuz” terkedersiniz.(1) Parantez içi 1. yazma nüshada yoktur.“Andolsun ki, biz senden önceki ümmetlere de Peygamberler gönderdik, yalvarsınlar.” tevbe etsinler, boyun eğsinler. “Tazarru: boynu eğik bir şekilde istemek demektir.” “diye onları darlık” zorluk ve açlık “ve sıkıntıya” hastalığa kötürümlüğe “soktuk.”“Onlar hiç değilse kendilerine darlığımız” Azabımız “geldiği zaman yalvarmalı” Ve iman etmeli, böylece ondan kurtarılmalı “değilmiydiler” “levla” burada da “hella” anlamındadır. Allah (c.c.); nefislerinde ve mallarında sıkıntıya ve belaya sokuldukları halde, boyun eğmeyecek ve Allah’a yalvaracak derecede kalpleri katılaşmış bir kavme Peygamber gönderdiğini belirtmektedir: “Ancak kalpleri katılaşmış, şeytanda onlara yaptıklarını” küfrü vve günahları “süslü göstermişti.”44- “Onlar kendilerine hatırlatılan” emredilen, nasihat edilen “şeyleri unutunca” terkedince “biz de kendilerine herşeyin kapılarını açtık” Ebu Cafer “fetahna: açtık” cümlesini Kur’an’ın tümünde “fettahna” şeklinde şeddeli (mübalağa ifade eder, yani sonucu kadar açtık) okumuştur. İbni Amir de sadece, ardından bir çoğul kelime geliyorsa şeddeli okumuştur. Diğerleri ise şeddesiz (fetehna) okumuşlardır. Ancak bu açma yavaş yavaş azaba çekme ve tuzak türünden bir açmadır. Yani bu defa bela ve zorluk yerine genişlik ve sıhhat verdik. “Nihayet kendilerine verilen o şeyler yüzünden sevinince”Bu, Karun’un elde ettiği dünyalıklara sevinci gibi, bir şımarıklık sevincidir. “onları ansızın” en emniyette oldukları, dünyanın onlara en tatlı v ehoş geldiği bir anda, birdenbire “yakaladık da, tümüyle ümitsiz kalıverdiler.” Her bayırdan ümit kestiler. Ebu Ubeyd der ki: “müblis” (tümüyle ümitsiz kalan, diye tercüme ettik): Üzüntü içindeki ve pişman olmuş kimse demektir. “iblas” aslen, üzüntüden ve pişmanlıktan dolayı başı öne eğmek demektir. Ukbe b. Amir Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah’ın (c.c.) bir kuluna, günah üzere ısrar etmesine rağmen (nimetlerini) hala (bol bol) verdiğini görürsen, (bil ki) o, yavaş yavaş azaba çekmektir. (azaba götüren bir tuzaktır). Rasulullah (s.a.v.) daha sonra “Onlar kendilerine hatırlatılan şeyleri unutunca...” ayetini okumuştur.(1) Bunu Ahmed Müsned’de 4/45 rivayet etti. Senedinde Rişdeyn b. Sa’d vardır. O ise zayıftır. Heysemi Mecma’da (10/245) der ki: “Bunu Taberani el-Evsat’ta hocası el-Velid b. el-Abbas el-Mısri’den rivayet etmiştir. O sie zayıftır” bunu başka bir yerde (7/20) Ahmed ve Taberani’ye nisbet etmiştir.45- “Ve böylece zulmedenler güruhunun kökü” Yani sonları (onların ardlarından gelenleri, “debera fulanün el-kavme, yedburuhum, dübüren, dübüren” derken, kişi topluluğun en sonunda geldi, anlamı kastedilir). “kesildi” Yani kafirlerin kökleri azapla kesildi. “Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur” Allah (c.c.) zalimlerin sonunun kökünü kesmesinden dolayı kendisini övdü ve hamd etti. Çünkü o Rasuller iiçin bir nimettir. Kendisine hamdı: Peygamberlere ve onlara iman edenler,e zalimlerin şerrinden onları korumasına hamdetmelerini, Muhammedv e sahabesine Rabbları yalanlayıcıları helak ettiğ itaktirde hamdetmelerini öğretmek için yapmıştır.46- “De ki: bana haber verir misiniz?” Ey Müşrikler “Allah kulağınızı ve gözlerinizi alsa” Böylece hiçbir şeyi işitemezv e hiçbir şeyi göremez hale gelseniz “ve kalplerinizin üzerine mühür vursa” Böylece hiçbir şeyi anlayamaz, dünya işlerinden daha önce bildiğniz hiçbir şeyi bilemez duruma gelseniz. “Allah’tan başka onları size getirecek ilah kimdir?” “Onları” diye tercüme ettiğmiiz “bihi: onu” aslen tekildir. Halbuki birden çok şey zikredilmiştir. Denildi ki: Tekil zamir “ma ehaze minkum: sizden aldığı şey” anlamına döner. Denildi ki: Bu zamir ilk önce zikredilen “sem: kulak”a döner, diğerleri de onun altına (kapsamına) girer. (1) Parantez içi 1. yazma nüshada yoktur.“Allah ve rasulu; onu razı etmenize daha layıktır.”

Page 71: Beğavi Tefsiri-2

(Tevbe: 9/62) ayetinde olduğu gibi. Burada “onu”daki zamir“Allah”a döner. Rasulun razı edilmesi de Allah’ın razı edilmesi kapsamında yer alır. “Bak, ayetler inasıl evirip çeviriyoruz da” Yani tevhide ve peygamberliğe delalet eden alametleri ve işaretleri açıklıyoruz da “sonra onlar yine uzaklaşıyorlar” Yani yalanlayarak onlardan yüz çeviriyorlar.47- “De ki: “Bana haber verir misiniz? Allah’ın azabı size ansızın” aniden “veya açıktan açığa” indiğinde göreceğiniz bir şekilde “gelirse” İbni Abbas (r.a.) der ki: Gece veya gündüz “zalimler” müşrikler “topluluğnudan başka kimse helake uğratılmış olur mu?” “Biz, Peygamberleri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Öyleyse her kim iman edip” amelini “ıslah ederse, artık onlar için” cehennemliklerin korktuğu o vakitte “korku yoktur ve onlar” Chennemlikler üzüldüklerinde “üzülecek de değillerdir.”49- “Ayetlerimizi yalanlayanlara ise, fasıklık etmelerinden” Kafir olmalarından “dolayı azap dokunacaktır” İsabet edecektir.50- “De ki: Size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum.” Yani Allah’ın rızık hazineleri benim yanımdadır, isteiğinizi size veririm, demiyorum. Bu yaet, ayetlerv e mucizeler indirmesini talep ettiklerinde inmiştir. “Ben gaybı da bilmem.” Ta ki size geçmişte olanlardan, gelecete olacaklardan haber vereyim. “Ve size ‘ben bir meleğim’de demiyorum.” Melek denmesi; onun, insanoğlunun gücünün yetmediğine gücünün yetmesi, onun görmediğni görebilmes inedeniyledir. Burada şöyle denmektedir: Ben bunlardan hiçbirini söylemiyorum ki, sözümü inkar, getirdiği dini reddesiniz. “ben sadece, bana vahyolunanan uyuyorum.” Yani size getirdiğmiz her şey Allah’ın (c.c.) vahyinden kaynaklanmaktadır. Bu ise delil ve hüccetle birlikte, aklın müstahil (imkansız) göreceği birşey değildir. “De ki: Körle gören bir olur mu?” Katade: “Kafirle mümin”; Mücahid “sapıkla hidayet üzere olan” demişlerdir. Denildi ki: Cahil ile alim. “Hiç düşünmez misiniz?” Yani bunların bir olmayacağını.“Rabblerine haşrolunacaklarından” toplanıp gönderileceklerinden “korkanları” Denildi ki: anlamı “bilenleri”dir. Çünkü onların korkuları bilmeden kaynaklanmaktadır. “onunla uyar” Yani Kur’an’la korkut. “Ondan” Yani Allah’tan “başka bir dostları” onlara fayda verecek bir yakınları “ve” onlara şefaat edecek “bir şefaatçileri yoktur. umulur ki korkarlar” da nehyolundukları şeylerden sakınırlar. Peygamberlerin ve evliyaların şefaat etmemelerine rağmen, Allah’dan başka hiç kimsenin şefaat eedemeyeceğinin belirtilmesinin nedeni, onlarında Allah’ın izniyle şefaat etmelerinden dolayıdır.“Sabah akşam rızasını dileyerek” İtaat ve ibadetleriyle Allah’a arzulayarak. İbni Abbas (r.a.) der ki: Allah’ın (c.c.) sevabını isteyerek “Rabblerine dua edenleri kovma” İbni Amir sabah kelimesini burada ve Kehf suresinde “bi’l-ğudveti” şeklinde okurlarken, diğerleri bunu “bi’l-ğadati” olarak okumuşlardır.Selman ve Habbab b. Eret derler ki: Bu ayet bizim hakkımızda nazil oldu; el-Akra b. Habis et-Temimi, Uyeyne b. Hısn el-Fezari ve kureyşin başka ileri gelenleri geldiler. Rasulullah’ı (s..v.) zayıf ve fakir müminlerden Bilal, Suheyb, Ammar ve Habbab’la birlikte buldular. Onun etrafında görünce, onları azarladılar ve Peygambere gelerek dediler ki:“Ey Allah Rasulu, meclisinizin baş tarafına otursan, bunları ve cübbelerinin ruhlarını buradan kovsan (onların üzerinde sadece yünden birer cübbe bulunuyordu), seninle oturur ve senden istifade ederiz.” Peygamber (s.a.v.) onlara:“Ben müminleri kovmam” dedi. Bu defa onlar şöyle dediler:“Biz, arapların bizim üstünlüğümüzü bilecekleri bir meclis oluşturmanı istiyoruz. Arap kabilelerinden sana gelenler oluyor. Biz ise, onların bizi ve kölelerle birlikte görmelerini istemiyoruz. O nedenle sana geldiğimizde bunları yanından uzaklaştır. Biz kalktığımızda ise, istersen onlarla tekrar oturabilirsin.” O da (s.a.v.): “Peki” dedi. Onlar:“Bu konuda bize bir ahit yaz” dediler. Peygamber (s.a.v.) bir kağıt istedi ve yazması için Ali’yi (r.a.) çağırdı. Selman ve Habbab derler ki:“Biz bir kenarda oturduğmuz o esnada Cebrail indi ve bu ayetler (52 ve 53. ayetler) indirdi. Rasulullah (s.a.v.) birden, elinde ki kağıtı attı ve bizi çağırdı şöyle diyordu:“Selamün aleyküm, Rabbınız kendisine rahmeti vacip kıldı”. Bir süre sonra kalkmak istedi ve kalktı, biz ise oradaydık. O esnada Allah (c.c.):“Sabah akşam rızasını dileyerek Rabblerine dua edenlerle birlikte sabret.” (Kehf: 18/28) ayetini indirdi. Rasulullah (s.a.v.) bizimle tekrar oturdu. Biz ona öyle yaklaşmıştık ki, neredeyse dizlerimiz dizlerini değiyordu. Ayrılma vakti gelince bizde kalktık. Kalbena onun kalkmasını bekledik. Bİze şöyle dedi:“Ümmetimden bir grup insanla birlikte sabretmemi emretmeden beni öldürmeyen Allah (c.c.) hamdolsun. Yaşamak da

sizinle, ölmek de sizinle.”1

Kelbi der ki: “Bir gün onlara, birg ün de bize ayır” dediler. “Hayır” diye cevap verdi ve önünü bize sırtını onlara dönderdi. Bunun üzerine bu ayet indi.Mücahid der ki: Kureyşliler: “Bilal ve İbni Ümmi Mektum olmasaydı Muhammed’e biat ederdik” dediler. Bunun üzerine

Allah (c.c.) bu ayeti indirdi. “Sabah akşam rızasını dileyerek rabblerine dua edenleri kovma”2 İbni Abbas (r.a.) der ki: Yani Rabblerine ibadet edenleri. “Sabah akşam”. Yani sabah namazı ve ikindi namazında. İbni Abbas’tan yapılan bir rivayete göre maksat beş vakit namazdır. Çünkü fakirlerden bir grup Peygamberle birlikte, iken soylulardan bazıları; biz namaz kılacak

Page 72: Beğavi Tefsiri-2

olursak bunları arkaya alırsın da arkamızda kılarlar, dediler. Bunun üzerine bu ayet indi. Mücahid der ki: Sabah namazını Said b. Müseyyib’le kıldık. İmam selam verir vermez insanlar hemen salihlerin kıssalarını anlatan kıssacının etrafında toplanı verdiler. Said:“İnsanlar neden alelacele bu meclisi oluşturuyorlar?” dedi. Ben:“Sabah akşam... Rabblerine dua edenleri ayetini bu anlama yoruyorlar da ondan” dedim. O:“O ayet bunun hakkında mı ki? O, şimdi bitirmiş olduğumuz namaz hakkındadır” dedi.(1) Bunu Taberi (11/376-377); İbni Mace Zühd’de (No: 4/27) 2/382-383 tahriç etti. Mecmeu’z-Zevaid’de şöyle denildi: İsnadı sahih, ravileri güvenilirdir. Bunun bir kısmını Müslim ve Nesei Sa’d’dan rivayet etmişlerdir. Ayrıca bkz: Sahih-i Müslim Fedailü’s-Sahabe (No: 2413) 4/1887.İbni Kesir bunu Tefsir’inde (2/136) zikretti ve şöyle dedi: Bu garip bir hadistir. Çünkü ayet Mekki’dir. Akra ve Uyeyne ise hicretten uzun bir süre sonra müslüman olmuşlardır.Ancak bu tutarlı değildir. Çünkü onlar bunu söylediklerinde henüz müslüman değillerdi.(2) Suyuti bunu ed-Dürru’l-Mensur’da (3/274) Abd b. Humeyd, İbni Ebi Şeybe, İbni Cerir İbni Münzir ve İbni Ebi Hatim’e nisbet etmiştir.İbrahim en-Nehai yani “Rabblerini anıyorlar” demiştir. Denildi ki: ayetteki dua bilinen anlamdaki duadır. “onların hesabından sonra birşey yoktur. Senin hesabından da onlara birşey yoktur ki; onları kovasın da zalimlerden olasın.” Yani sen onlardan, onlarda senden sorumlu değil ki... Denildi ki: Onların rızkı senin üzerinde değil ki, bıkasın da onları kovasın. Senin rızkın da onların üzerine değildir. “fetetrudehüm: kovasın” mansup fiili “Onların hesabından sonra birşey...” cümlesinin cevbaında, “fetekune mine’z-zalimin ta ki zalimlerden olasın” mansup fiili ise “vela tetrud: kovma” fiilinin cevabında gelmiştir. Birincisi nefyin ikincisi ise nefyin cevabında mansup olmuştur.53- “Biz böylece onların bir kısmını bir kısmıyla fitneledik ki” denedik. Burada zenginin fakirle, soylunun ies soylu olmayanla denenmesi kastedilmiştir. Çünkü soylu kimseler, düşük kesimden insanların daha önce iman ettiklerini görünce, bu sebeple iman etmekten geri durmuşlardı. Bu onlar için bir fitne (imtihan vesilesi) oluverdi. “Aramızdan Allah bunlara mı lutfetti” desinler” Allah (c.c.) onlara şöyle cevap vermektedir. “Allah şükredenleri daha iyi bilen değil midir?” Bu “aramızdan Allah bunlara mı lutfetti?” cümlesinin cevabıdır. Son cümle kabul anlamında bir soru cümlesidir. Yani Allah hidayet etitğnde İslam için şükredecekleri daha iyi bilir.Bize İmam Ebu Ali el-Huseyn b. Muhammed el-Kadi, O’na Ebu’l-Abbas Abdullah b. Muhammed b. Harun et-Taysefuni, O’na Ebu’l-Hasen Muhammed b. Ahmed et-Turabi, O’na Ebu Bekir Ahmed b. Muhammed b. Amr b. Bistam, O’na Ebu’l-Hasen Ahmed b. Seyyar el-Kureşi, O’na Müsedded, O’na Cafer b. Süleyman, O’na el-Mualla b. Ziyad, O’na el-Ala b. Beşir el-Müzeni, O’na Ebu’s-Sıddık en-Naci, O’na Ebu Said el-Hudri şöyle anlattı: Muhacirlerden zayıf ve fakir bir grup insanla oturdum. Bazıları, çıplak olmaları nedeniyle diğerlerini kendilerine örtü kılıyorlardı. Birisi bize Kur’an okuyordu. O esnada Rasulullah (s.a.v.) geldi ve başımızda durdu. Okuyan susuverdi. Rasulullah (s.a.v.) bize selam verdi ve “ne yapıyorsunuz?” dedi. Biz de:“Ya Rasulallah (s.a.v.) birisi Kur’an okuyor, biz de dinliyorduk” dediki. Rasulullah (s.a.v.):“Ümmetimden kendileriyle birlikte sabretmemi emrettiği kimseler kılan Allah’a hamdolsun” dedi. Sonra ortamıza oturdu ve yerleşti. Sonra “halka oluşturun” diye işaret etti. Hepsinin yüzü ona döndü. EbuSaid der ki: Rasulullah’ın (s.a.v.) benden başkasını tanıdığnı görmedim. Şöyle buyurdu (s.a.v.):“Kıyamet günündeki tam nura sevinin ve kendinizi müjdeleyin, ey fakir muhacirler. Siz cennete zengin insanlardan yarımg

ün önce gireceksiniz. O ise 500 yıl eder.”1

“Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: Selam size.” Katade der ki: Allah’ın Rasulunu, kovmaktan nehyettiği

kimseler hakkında inmiştir. Rasulullah (s.a.v.) onları gördüğnüde önce kendisi selam verirdi2:Ata der ki: Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Bilal, Salim, Ebu Ubeyde, Musab b. Umeyr, Hamza, Cafer, Osman b. Maz’un, Ammar b. Yasir, Erkam b. Ebi Erkam, Ebu Seleme b. Abdülesed (Allah onlardan razı olsun) hakkında inmiştir.(1) Bunu Ebu Davud Kitab el-İlm, bab fi’l-kısas’ta (5/255) rivayet etti. Münziri der ki: “isnadında Ziyad b. el-Mualla b. Ziyad (Ebu’l-Hasen) vardır. Hakkında olumsuz söylenen birisidir.” Bunu ayrıca Ahmed Ebu Said el-Hudri’den (3/83, 96), Müellif’de Şerhu’s-Sünne’de (14/191) tahriç etmiştir. Bunun, Tirmizi’de Zühd kitabında, İbni Mace ve İbni Hibban’da aynı anlamda şahitleri vardır. Böylece daha güçlenir.(2) Bkz: et-Taberi: 11/380; Esbab en-Nüzul s. 252.“Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı.” Yani kendisine rahmeti zorunlu ve vacip kıldı “içinizden her kim cahillikle bir fenalık yapar da” Mücahid der ki: Bilmeyerek, Yani helali haramdan ayırt edememeksizin. Bilememeye günaha düşmek de girer. Denildi ki: Bilmemeye günaha düşmek de girer. Denildi ki: tevbesinde ihlaslı olursa. “şüphesiz o gafurv e rahimdir.” İbni Amir, Asım ve Yakup “ennehu men amile minküm: içinizden her kim... yapar da” ve “Feennehu ğafurun... şüphesiz o gafur” şeklinde baştaki hemzelerin fethasıyal okumuştur. Bu durumda ilk “ennehu” “er-rahmete”den bedeldir. “Feennehu” da ilk “ennehu”dan bedeldir. “e yeidüküm ennüküm izamithüm ve küntüm turaben ve izamen ennüküm muhracün: Size sizin ölüp de toprak ve kemik olduktan sonra, sizin çıkarılacağınızı mı vaad ediyor” (Müminun: 35) ayetide böyledir (ilk

Page 73: Beğavi Tefsiri-2

“enneküm: sizin” ile 2. “enneküm: sizin” ün durumu aynıdır). Medineliler ise birincisini meftuh, ikincisini ise yeni bir cümle olarak kesre okumuşlardır. Diğerleri ise her ikisini de, cümle başlangıcı olmak üzere kesre okumuşlardır.“Biz öylece” Yani böylece “ayetlerimizi açıklarız ki” Denildi ki: anlam şöyledir: Bu surede delilremizi ve müşriklere karşı uyarılarımızı detaylı bir şekilde açıkladğımız gibi, batıl ehlinin inkar ettiği her hakikatteki hüccetv e delilremizi sana açıklar, beyan ederiz. “suçluların yolu sana besbelli olsun.” “Sebil” “tarik: yol” anlamına gelmektedir. Medineliler “ve litestebine sebile” şeklinde fiili “te”li “sebil” ise mansup okumuşlardır. Buna göre hitap Peygamberedir. Yani “Ey Muhammed ve ta ki suçlularnı yolu sana besbelli olsun” “sebil” burada mefuldur. “istibane” ve “tebeyyun” kelimeleri bilmek, tanımak anlamına gelir. Hamza, Kesei ve Ebubekir “ve liyestebine sebilü..” şeklinde,f ilili “ye”li “sebil”i ise faili olmak üzere merfu okumuşlardır. Diğerleri ise “ve li testebine sebilü” şeklinde, fiili “te”li “sebil”i ise faili olmak üzere merfu okumuşlardır. “Sebil” kelimesi hem müzekker hem de müennes olarak, kullanılır. Müzekker kullanışına örnek “ve in yerav sebile’r-rüşdi la yettehizühü sebila” (A’raf: 7/146) ayetidir. “yettehizühü deki “hü” amiri müzekkerdir ve sebile dönmektedir) Müennes kullanılışına örnek ise “lime teseddüne an sebili’llahi men amene tebğuneha iveca” (Al-i İmran: 3/99) ayetidir. (“Tebğuneha”daki “ha” zamiri müennestir ve sebile döner)56- “Deki: Allah’ı bırakıp da taptığınız başka şeylere tapmaktan nehyedildim. De ki:” Putlara ibadet ve fakirleri kovma hususlarında “sizin hevalarınıza asla uymam. O takdırdi sepmaş olurum da hidayete erenlerden olmam.” Yani öyle yaptığmı taktirde doğru yolu terketmiş, hidayet dışı bir yola girmiş olurum.“De ki: Şüphesiz ben Rabbimden apaçık bir delil” Yani açıklama, basiretve hüccet “üzerindeyim. Siz ise onu” Yani getirdiği şeyi “inkar ettiniz. Sizin acele ettiğiniz şey yanımda değildir.” Azabı getirmesi hususunda acele etmeleri kastedilmiştir. Onları:“Bu senden bir haki se, üzerimize taş yağdır.” (Enfal: 8/32) diyorlardı. Denildi ki: maksat kıyamettir. Allah (c.c.):“O’na (kıyamete) inanmayanlar onun gelmesi için acele ederler.” (Şura: 42/18) buyurmuştur.“Hüküm ancak Allah’ındır. Doğruyu söyler.” Hicazlılar ve Asım bunu “yekussu: anlatır, söyler” şeklinde okumuşlardır. Bunun iki delili vardır: Çünkü bütün mushaflarda böyledir ve hiçbirinde yoktur. İkincisi: Daha sonra “bi’l-hakk” denilmemiş “el-hakk” denilmiştir. Direk meful olan fiil “yekussu”dur. Diğerleri ise bunu “yakdi: hükmeder” şeklinde okumuşlardır. Yani “hakla hükmeder”. Bunu destekleyen de ayetin devamındaki “ve o ayırdedenlerin en hayırlısıdır.” ifadesidir. Ayırdetme sadece hükümde olur. Bu durumda, aye”yi hazfetmeleri daha sonra gelen elif ile lam’ın ağırlığını gidermek içindir. “Sali’l-cahim: Cehenneme giren” ayetindeki ilk kelimenin (sali) sonundaki “ye”nin hazfedilmesi gibi. “bi’l-hakk” şeklinde “be” ile kullanılmaması ise “el-hakk”ın masdarın sıfatı olması (dolayısıyla mef’ülü mutlak konumunda olması) nedeniyledir. Sanki şöyle denilmiştir. “yakdi’l-kada el-hakk” hak hükümle hükmeder.”58- “De ki acele ettiğiniz şey” azap (Gerim yanımda) elimde (olsaydı, benimle araızdaki iş bitmiş olurdu.) yani; artık azap

edilip (helak edilmiş olurdunuz)1 yani O durumda sizden kurtulmak için onu en erken erken zamana alırdım. (Allah zalimleri en iyi bilendir.)(Gaybın bin anahtarları onun katındadır. O’ndan başka kimse onarı biez) Gaybın anahtarları; hazineleridir. “mefatih anahtarları” miftah’ın çoğuludur.Gaybın anahtarlarının neler olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Bize Ebu Abdulah Muhammed bin el-Fadbl el-Hırki O’na Ebu’l -Hasen et-Taysefuni O’na Abdullah b. ömer el-Cevheri, O’na Ahmed b. Ali el-Kesmeyheni, O’na Ali b. Hacer, O’na İsmail b. Cafer, O’na Abdullah b. Dinar, O’na İbni ömer (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber verdi:“Gaybın anahtarları beştir. Onları Allah’tan (c.c.) başkası bilemez. Rahimlerin neye gebe kalacaklarını sadece Allah bilir.

(Yarın ne olacağını yalnız Allah bilir).”2 Yağmurun ne zaman yağacağını sadece Allah bilir. Hiçbir canlı nerede öleceğini

bilemez. Kıyametin ne zaman kopacağını sadece Allah (c.c.) bilir.1 Nitekim Allah (c.c.) “Hakikaten kıyametin bilgisi sadece Allah katındadır. Yağmuru indirir ve rahimlerde olanı bilir.”(1) Bu 2. yazma nüshada “helektüm: helak olurdunuz” şeklinde geçmektedir.(2) Bu 2. yazma nüshada yoktur.(1) Bunu Buhari el-İstiska, bab la yudra meta yeciu’l-matar illallah. (2/524)’da Tevhid ve Tefsir kitaplarında; müellifte Şerhu’s-Sünne’de (4/422) tahriç etti. Dahhak ve Mukatil derler ki: Gaybın anahtarları yeryüzünün hazineleridir ve azabın inme vakti bilgisidir.Ata der ki: Biginizin dışında kalan seraplar ve günahlardır. Denildi ki: ömürlerin bitim vaktidir. Denildi ki: Kulların saadet, mutsuzluk ve amellerinin sonunun ne olacağı gibi halleridir. Denildi ki: O, birşeyin olmadan önce olup olmayacağı, olacak şeyin nasıl olacağı, olmayan şeyinde şayet olsaydı nasıl

olurdu, bilgisidir. ibni Mesud (r.a.) der ki: Peygamberimize (s.a.v.) gayb anahtarları dışında tüm bilgiler verilmiştir.2

(2) Bunu Ahmed ve Ya’la rivayet ettiler. Ravileri Sahih’in ravileridir. Mecmeu’z-Zevaid: 8/263. Ayrıca bkz: Fethu’l-Bari: 1/124, 8/291; Alimu’l-⁄aybi ve’ş-Şehadeh, Osman Cuma Dumeyriyye s. 80, 81.

Page 74: Beğavi Tefsiri-2

“Karada ve denizde olanı bilir.” Mücahid der ki: “Berr” çöller ve çorak araziler, “Bahr” ise köyler ve şehirlerdir. Oralarda meydana gelen her olayı Allah (c.c.) bilir. Denildi ki: Bunlar bilinen kara ve denizdir. “Bir yaprak düşse mutlaka onu bilir.” Yani düşeni de sabit kalıp düşmeyeni de bilir. Yani dökülenlerin ve başında kalanların sayısını bilir. Denildi ki: Yere düşene kadar öne-arkaya dönüşlerinin sayısını bilir. “Yerin karanlıkları içindeki bir tek tane” Denildi ki: bu toprağın içindeki bilinen (buğday vs.) tanesidir. Denildi ki: Bu, kayaların altında yeryüzü tabakalarının en altındadır. “yaş ve kuru müstesna olmamak üzere” İbni Abbas (r.a.) der ki: “Yaş” su, “kuru” ise çöldür. ata der ki: bitenve bitmeyen. Denildi ki: diri ve ölü. Denildi ki: Bu, herşiyi kapsar. “herşey apaçık kitaptadır.” Yani hepsi levh-i mahfuzda yazılıdır.60- “Ve o, geceleyin sizi kendinizden geçiren” Yani gece uyuduğnuuz vakit ruhlarınızı alan “gündüzün de ne yaraladığınızı” kazandığnıızı “bilendir. Sonra sizi onda tekrar diriltir.” Yani gündüz olduğuda tekrar uyandırır. “ta ki belirli bir eceleni hükmü yerine gelsin. Yani hayatın ölüme kadarki süresinin. Burada ömrün sona kadar devam ettirilmesi kastedilmektedir. “Sonra” Ahiretteki “dönüşünüz sadece onadır. Sonra yaptıklarınızı size bildirecektir.” haber verecektir.“Ve o kulları üzerinde kahir olandır. Ve size koruyucular gönderir.” Yani Ademoğlunun amellerini koruyan, kayda geçiren melekler. “Hafaza” “hafız”ın çoğuludur. Bunun benzeri şu ayettir: “Şüphesiz üzerinizde koruyucular vardır çok şerefli yazıcılar. “Nihayet herhangi birinize ölüm gelince elçilerimiz onun canını alırlar.” Canını alırlar “teveffethü” olarak geçmektedir. Hamza ise “teveffihi” ve “istehuihi” şeklinde “te “ yerine “ye”li okumuş ve onu imale şeklinde telaffuz etmiştir (tamamen “ye” değil, elif’e çalan “ye”).Elçilerden maksat ölüm meleğinin yardımcılarıdır. Onlar ruhu alıp ölüm meleğine götürürler. O da onun ruhunu alıverir. Nitekim Allah (c.c.):“De ki: Sizi ölüm meleği vefat ettirir.” Denildi ki: Yardımcı melekler, ölüm meleğinin emriyle vefat ettirirler. Onun emrine binaen yaptıklarından dolayı, sakni onu bizzat ölüm meleği öldürmüş sayılır. Denildi ki: “elçiler”den maksat sadece ölüm emleğinin kendisidir. Çoğul vezni kullanılmış, bir kişi kastedilmiştir. Haber’de geldiğine göre; Allah (c.c.) dünyanın tümünü küçük bir sofra gibi ölüm meleğinin önüne koyuvermiştir. Buradan, oradan sürekli şekilde ruhları laıverir. Alması gereken ruhlar çoğaldığında sadece çağırır, onlarda icabet ederler. “onlar bir eksiklik yapmazlar” Yani ölüm melekleri görcülerinde hiçbir kusur yapmazlar.62- “Sonra onlar gerçek mevlaları olan Allah’a döndürülürler.” Yani melekler. Denildi ki: Kullar, öldürüldüklerinde gerçek mevlaları olan Allah’a kavuşurlar. Şayet “Bu ayet hem müminler hemde kafirler hakkındadır. Halbuki Allah (c.c.) başka bir ayette “ve muhakkak kafirlerin hiç bir mevlası yoktur.” (Muhammed: 11) buyurmaktadır. Bunu nasıl çözersiniz” dersen, Denir ki: Oradaki mevladan maksat yardımcıdır. Gerçektende kafirlerin hiçbir yardımcısı yoktur. Buradaki mevla ise işlerini elinde tutan malik anlamındadır. Allah da (c.c.) hepsinin maliki ve işlerinin düzenleyicisidirr. Sadece onlar mevlalarına döndürülürler. Kafirler ise onların ardından gelirler. “Dikkat edin hüküm” Yani kural ve hüküm koyma “yalnızo nundur.” Yaratıklarının değil. “O hesap görenlerin en hızlısıdır.” Yani hesaba çektiğide onun hesabı hızlıdır; hiçbir düşünme taşınmaya ve beklemeye ihtiyaç duymaz.“De ki: “Karanın ve denizin karanlıklarından” Yani zorluklarındanv e korkunçluklarından. “sizi kim kurtarır?” Yakub bunu “yüncikum” şeklinde “if’al” vezninde, diğerleri ise “yünecciküm” şeklinde “tef’il” vezninde okumuşlardır. Onlar karada veya denizde yolculuk yaptıklarında yollarını şaşırır ve helak olmaktan korkarlarsa, ihlaslı bir şekilde sadece Allah’a dua eder, o da onları kurtarırdı. Ayeti kerimenin devamı bunu ifade eder “Siz gizlice yalvara yakara” Yani gizlice ve açıkça “Ona dua edersiniz.” Ebubekir, Asım’dan naklen, burada ve A’raf suresinde “hıfyeten” (gizlice) şekinde okurken diğerleri bunu “hufyeten” okumuşlardır. Her ikisi de birer lehçedir. “Bizi bundan” Yani bu karanlıklardan “kurtarırsa” Yani siz böyle dersiniz: “Biz ibundan kurtarırsan...” Kufe’liler “lein encana” yı “le in encanellahu” şeklinde okumuşlardır. “andolsun şükredenlerden olacağız.” Şükür nimeti bilmek ve onun hakkını vermektir.“De ki Sizi ondan da her sıkıntıdan da” “Kerb” kelimesi, insanı tutan son derece şiddetli keder ve gam anlamına gelir. “Allah kurtarır.” Bu fiili Kufe’liler ve Ebu Cafer “yünecciküm” şeklinde “tef’il” vezninde okumuşlardır. Ayetin basındaki “kurtarırsa” fiili de bu vezninde gelmiştir. Diğerleri ise “yünciküm” şeklinde “if’al” veznine göre okumuşlardır. “Sonrada siz şirk koşarsınız” Yani onlar, şiddet ve zorluk anında dua ettikleri zatın kendilerini kurtardığını kabul ediyorlar. Sonra da hiçbir zarar ve fayda vermediklerini gördükleri o putları Allah’a (c.c.) eş koşuyorlar.65- “De ki: Üstünüzden veya ayaklarınızın altından size bir azap göndermeye...” Hasan ve Katade: Bu ayet iman ehli hakkında inmiştir, demişlerdir. Bazılarına göre müşrikler hakkında inmiştir.“üstünüzden. bir azap” Yani, Ad, Semud, Şuayb’ın kavmi, Lut’un ve Nuh’un kavimlerine yapıldığı gibi çığlık, taş, rüzgar ve tufan “veya ayaklarınızın altından bir azap” Yani Şuayb’ın kavmine ve Karun’a yapıldığı gibi sarsma ve yerin dibine geçirme. İbni Abbesv e Mücahid derler ki: “Üstünüzden bir azap” Zalim sultanlar “ayaklarınızın altından bir azap” kötü köleler. Dahhak der ki: “üstünüzden” büyükleriniz tarafından “ayaklarınızın altından” düşük ve sefih kimselerinizden. “yahut sizi fırka fırka yapıp” Yani sizi grup grup karıştırıp, aranıza farklı meyiller ve arzular göndermeye “kiminizin hıncını kimine” Yani farklı taraflardaki kılıçları (silahları) birbirine “tattırmaya” böylece birbirinizi öldürmenizi sağlamaya “O’dur kadir olan”

Page 75: Beğavi Tefsiri-2

Bize Abdulvahid b. Ahmed el-Melihi, O’na Ahmed b. Abdullah en-Nuaymi, O’na Muhammed b. Yusuf, O’na Muhammed b. ismail, O’na Ebu’n-Nu’man, O’na Hammad b. Zeyd, O’na Amr b. Dinar, O’na Cabir şöyle anlattı: “De ki: Üstünüzden bir azap...” ayeti inince Rasulullah (s.a.v.) “Senin yüzüne sığınıyorum” dedi. Daha sonra ayetin devamı “veya ayaklarınızın altından size bir azap...” inince yine “Senin yüzüne sığınıyorum” dedi. Ayetin gerisini okudu. (Yahut sizi fırka fırka yapıp

kiminizin hıncını kimine tattırmaya O’dur kadir olan) ve şöyle dedi: Bu daha hafif (bir rivayete göre “daha kolay”)1 (1) Bunu Buhari Tefsir’de Süretü’l-En’am, bab “kul hüve’l-kadir ala en yeb’ase...” (8/291) İ’tisam’da ve Tevhid’de, Müellif Şerhu’s-Sünne’de (14/217) tahriç ettiler.Bize Ahmed b. Abdullah es-Salihi, O’na ebubekir Ahmed b. el-Hasen el-Hayri, O’na Ebu Cafer Muhammed b. Ali Duhaym eş-Şeybani, O’na Ahmed b. Hazim b. Ebi ⁄arze, O’na Ya’la b. Ubeyd et,Tanafisi, O’na Osman b. Hukeym, O’na Amir b. Sa’d b. Vakkas, O’na babası şöyle anlattı: Rasulullah’la (s.a.v.) birlikte yürüyorduk. Beni Muaviye mescidinde geldiğimizde girdi ve iki rekat namaz kıldı. Biz de onunla birlikte namaz kıldık. Namazdan sonra uzun süre Rabbina yalvardı. Sonra bize şöyle dedi:Rabbimden üç şey istedim: “Ümmetimi boğmak suretiyle (topluca) helak etmemesini istedim, onu verdi. Ümmetimi kıtlıktan helak etmemesini istedim,

onu da verdi. Hınçlarının birbirlerine karşı olmamasını diledim. Ancak onu benden engelledi (kabul etmedi).”1

Bize İmam Ebu Ali el-Huseyn b. Muhammed b. el-Kadi, O’na es-Seyyid Ebu’l-Hasen Muhammed b. el-Huseyn b. Davud el-Alevi, O’na Ebubekir Muhammed b. Ahmed b. Delviye ed-Dahhak, O’na Muhammed b. İsmail el-Buhari, O’na İsmail b. Ebi Üveys, O’na kardeşi, O’na Süleyman b. Bilal, O’na Ubeydullah b. Ömer, O’na Abdullah b. Abdurrahman el-ensari şöyle anlattı: Abdullah b. Ömer (r.a.) onların yanına geldi ve dedi ki: Peygamber (s.a.v.) mescidde dua etti, Allah’tan (c.c.) üç şey istedi. Allah (c.c.) bunlardan ikisini verdi, birini vermedi. Ümmetine, onlara galipv e hakim olacak şekilde yabancı düşmanı musallat etmemesi için dua etti. O da bunu verdi. Açlık ve kıtlıktan dolayı onları helak etmemesini istedi. Onu da verdi. Güç ve hınçlarını birbirlerine kullanmamalarını istedi. Ancak bunu kabul etmedi.(1) Bunu Müslim Osman b. Hukeym’den el-Fiten’de, babu helaki hazihi’l-ümmeti ba’dihim biba’d (No: 2890) 5/2216; Müellif Şerhu’s-Sünne’de (14/214, 215) tahriç ettiler.(2) Bunu Müellif Şerhu’s-Sünne’de (14/214) tahriç etti ve: Bu vecihten hasen-sahih-garip hadistir. Habbab b. Eret’ten aynı şekilde rivayet edilmiştir dedi. Ben derim ki: Habbab’ın hadisini Tirmizi, el-Fiten babu sualin, nebiyyi selasen ümmetih (6/397, 398)’de tahriç etti ve Hasen sahihtir dedi. “Bak onlar iyice anlasın diye ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz.”“Kavmin onu” Yani Kur’an’ı. Denildi ki: Azab’ı “yalanladı. Halbuki o haktır. De ki: “Ben sizin üzerinizde vekil değilim.” Yani gözetleyici değilim. Denildi ki: İsteseniz de istemeseniz de sizi İslama zorlayıcı zorba değilim. Ben sadece bir Peygamberim.67- “Her bir haberin.” Kavimlerinv e nesillerin haberlerinden her bir haberin. “kararlaştırılmış bir zamanı vardır.” Hakikati ve ulaştığı bir sınırı vardır. Böylece yalandan doğruluğu, batıldan hakkı ortaya çıkar. Bu, ister dünyada, isterse ahirette olsun.

“Sizde yakında bileceksiniz.” Mukatil der ki: Allah’ın haber verdiği her haberin (belirlediği)1 bir zamanı ve mekan vardır.

Şaşmaksızın ve ertelenmeksizin orada ve o zamanda oluverir. Kelbi der ki: (Her)2 sözün ve fiilin dünyada veya ahirette bir hakikati vardır. Siz dünyada olacağı bilip öğreneceksiniz. Ahirette olacak ise size ileride belli olacak.“Ayetlerimizde” Yani Kur’an’da “çekişmeye” Yani alaylı bir biçimde çekişmeye “dolanları gördüğnüde, onlar başka bir söze

geçinceye kadar kendilerinden yüz çevir.” Onları terket (birlikte oturmaya)3 “Eğer şeytan sana” bu nehyimizi “unutturursa” İbni Amir bunu “yünessiyenneke” şeklinde “tef’il” vezninde okurken, diğerleri bunu if’al vezninde “yünsiyenneke” şeklinde okumuşlardır. “hatırladıktan sonra artık zalimler topluluğuyla oturma” Yani unutarak onlarla oturduğuda, onu hatırladıktan sonra onlardan ayrıl.(1) Bu 2. yazma nüshada yoktur.(2) Bu 1. yazma nüshada yoktur.(3) 1. yazma nüshada bu “vela tücadilhum: onlarla tartışma” şeklinde geçmektedir.“Sakınanlara, onların hesabından birşey yoktur.” İbni Abbas’tan (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir: “Ayetlerimizi çekişmeye dalanları gördüğnüde...” ayeti inince müslümanlar şöyle dediler: Onlar sürekli bu konulara dalıyorlar. Öyleyse biz nasıl mescid-i Haram’da oturalım ve Kabe’yi tavaf edelim? Bir rivayete göre müslümanlar şöyle dediler: Biz onları terkedip gitmekten ve onları bundan nehyetmemekten dolayı günah işlemiş olmaktan korkuyoruz. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indirdi. “Ondan” Yani dalmaktan “sakınanlara onların hesabından” Yani dolanların günahından “birşey yoktur. Ancak bir öğüt” Yani onlara Kur’an’ı hatırlatın, onunla öğüt verin. “Zikra” ve “zikr” aynı anlamdadır. Cümle şöyledir: “Onlara bir öğütle öğüt verin” (Zekkiruhum zikra). Bu durumda “zikra” nasp mahallindedir. (mef’ul’u mutlak). “mulur ki” Onlara nasihat ettiğnizde dalmaktan “sakınırlar.” Böylece onların daldığı meclislerde, bundan vazgeçerler ümidiyle nasihat etmek üzere kalınmaya için verilmiştir. Denildi ki: “Umulur ki utanırlar.”

Page 76: Beğavi Tefsiri-2

“Bırak o dinlerini oyun ve eğlence edinenleri.” Yani Allah’ın (c.c.) ayetlerini işittiklerinde onunla eğlenip alaya alan kafirleri. Allah her kavme bir bayram belirlemiştir. Her kavim dinini -yani: bayramını- oyun ve eğlence edinmişlerdir. Müslümanların bayramı namazları, tekbirleri ile cuma namazı, fıtır sadakası ve kurban gibi hayır amelleridir. “dünya