1
MAVI KIRMIZI SARI SIYAH SAYFA 12 12 EKİM 2014 PAZAR ‹mtiyaz Sahibi ve Yay›nlayan: Birgün Yay›nc›l›k ve ‹letişim Tic. A.Ş. ad›na Bülent Y›lmaz Yaz›işleri Müdürü: Bar›ş ‹nce Sorumlu Müdür: ‹lker Yaşar Haber Müdürü: ‹brahim Varl› Ankara Temsilcisi: Yaşar Aydın Politika: Can Uğur, Uğur Koç Dış Haber: Semih Güven Çalışma Yaşamı: Sevgim Denizaltı Eğitim-Kent: Çağla Ağırgöl Yaşam-Çevre: Seçil Türkkan Medya: Berkant Gültekin Kültür-Sanat: Canan Aydın Ankara Temsilciliği: 0 312 419 91 02 ‹zmir Temsilciliği: 0 232 463 83 08 Reklam Direktörü: Ayşegül Akbulutlar Reklam Rezervasyon: Eylem Deniz Durgun [email protected] Merkez Adres: Gülba har Mah., Altan Erbulak Sk. Karaca Apt. No: 9/A Me cidiyeköy ‹stan bul Merkez Tel: 0 212 288 28 00 • 288 20 02-03-04 Faks: 0 212 288 51 16 ‹letişim: [email protected] İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı ‹stanbul 05:39 07:05 12:58 16:03 18:39 19:57 Ankara 05:24 06:48 12:42 15:49 18:24 19:41 Erzurum 04:50 06:15 12:09 15:16 17:50 19:08 ‹zmir 05:47 07:10 13:05 16:14 18:48 20:04 Diyarbakır 04:55 06:17 12:13 15:22 17:56 19:11 Zonguldak 05:27 06:54 12:47 15:52 18:27 19:46 Bas›ld›ğ› Yerler İstanbul: Arslan Güneydoğu Gaz. Mat. Ve Kağıtçılık A.Ş. Akçaburgaz mah. Hadımköy yolu San1 Bulvarı, 169. Sokak, No: 6 Kıraç/Esenyurt / İstanbul 0212 886 17 95 • Ankara: Arslan Güneydoğu Gazetecilik Matbaacılık ve Kağıtçılık A.Ş. Saray Osmangazi Mah. Sütçü İmam Cd. No:33 Pursaklar/Ankara - 0312 419 20 03 • İzmir: Metalişleri Sanayi Sitesi 1’nci Cadde No: 173 Kısıkköy-Menderes/ İzmir - 0232 257 69 03 • Adana: Yenidoğan Mh 2108 Sk No: 13/A Yüreğir/Adana - 0322 346 03 71 Dağ›t›m: Turkuvaz Dağ›t›m Pazarlama A.Ş. Yay›n Türü: Yayg›n Süreli Yay›n ÇİMLERE BASMAYIN ÖZGÜR GÜRBÜZ [email protected] Kobane ve sivil itaatsizlik V icdani retçiler, barış eylemcileri ve pasifistler için en zor zamanlar, ha- vada kuşların değil kurşunların uçtuğu günlerdir. Bu zamanlarda kimse söze, vicdana kulak vermek istemez, şiddet ha- yata egemen olur. Pasifizm ve sivil itaat- sizlik zayıf, etkisiz eylem biçimleri sanılır ve küçümsenir. Gandi’nin İngiliz İmpara- torluğu’nu sivil itaatsizlik eylemleriyle dize getirdiği unutulur. Halbuki otoritenin ve zorbanın en korktuğu eylem ona itaat edilmemesidir. Cumartesi Anneleri ve Ge- zi’nin gücü kalabalık olmalarından değil, ısrarla otoriteye boyun eğmemelerinden gelir. Zorunlu din dersine girmemek, celp kâğıdını yırtmak ve kesilecek ağaçların önünde durmak sivil itaatsizlik eylemleri arasında sayılabilir. Sivil itaatsizlik eylemleriyle diğerleri arasında ince bir çizgi var. Bu eylemlerin genelinde bir yasa değişikliği talep edilir ya da adil olmayan bir yasanın, uygula- manın kaldırılması istenir. Eylemden ön- ceki tüm seçeneklerin denenmiş olması önemlidir. İtaatsizlik saklanmaz, şeffaflık ve şiddet içermeyen eylem ön plandadır. Eylemci tutuklanmayı, yargılanmayı göze alır. Bu, konunun gündeme taşınmasının bir parçasıdır. Gandi meşhur tuz eylemi- ne başlamadan önce İngilizlere mektupla haber bile vermiştir. Güvenlik güçlerine karşı sözlü ya da fiziksel şiddete başvur- maz ancak itaat etmez. Karakola mı götü- receksin, taşıyıp götüreceksin der. Çıkış noktası genelde politiktir. Kamu vicdanı- na seslenmeyi amaçlar, bir grubun çıkarı için yapılmaz. Soru şu. IŞİD gibi bir örgütle karşı kar- şıya kaldığınızda oturma eylemi yapabilir misiniz? Kobane’de IŞİD’i sivil itaatsizlik eylemleriyle durdurabilir misiniz? Hayır. IŞİD bir devlet ya da otoritesini yasalar- dan alan bir yapı değil. Çete reisi veya bir sultan gibi, kararları anlık ve hukuksuz. Gandi’nin zafere ulaşmasının bir nedeni de karşısındaki gücün kurumsallığıdır. Devlet terör örgütü veya çete gibi davra- namaz. Davranırsa karşısına aldığı halk da öyle davranır ve iş işten geçer. Türki- ye’deki eylemlerde ‘şiddetsizlik’ sınırının belli zamanlarda aşılmasında devletin ya da otoritenin, konumunu unutup şiddete başvurması ya da emrindekilerin şiddeti- ne göz yummasının rolü de büyüktür. Buradan, ‘IŞİD’i sivil itaatsizlik ey- lemleriyle durdurmak mümkün değil’ sonucunu çıkarmayalım. Soruyu doğru zamanda sorabilseydik belki IŞİD ortaya çıkmadan onu durdurabilirdik. Suriye’ye müdahaleye karşı sokakları işgal edip, oturabilseydik. İmza kampanyalarıyla her gün görünür olabilseydik. Batı’nın Orta- doğu’yu anlamama yeteneğine şapka çı- karmadan, Esad’ı destekliyor gibi görün- mekten korkmadan, “savaş hiçbir sorunu çözemez” diyerek, Suriye’ye giden TIR’la- rın önüne yatıp yolları kapatabilseydik. Hep birlikte ve aynı anda, sınırlarımız- dan Suriye’ye kimin ve nelerin geçtiğinin açıklanmasını isteyen dilekçeler yazarak, kamu kuruluşlarına telefonlar açarak onları çalışamaz hale getirseydik. Daha da önemlisi, ortada İŞİD bile yokken, si- lahlanmaya, palalılara, düğünde gelini vuran çifteye karşı çıkabilseydik, bugün Esenyurt’ta, Gaziantep’te ve Bingöl’deki ölümleri durdurabilirdik. Sözün kısası, belki de bu kötü günleri görmeden, sava- şın daha az can almasına neden olabilir- dik. Belki de olamazdık ama denemedik. Barış eylemcileri, pasifistler ve savaş karşıtlarının bugün etkisiz olmaları onla- rın eylem biçimlerinin güçsüzlüğünde de- ğil, aslında bu ülkede yaşayan herkesin şiddet içeren eylemlere öyle ya da böyle güvenmesinden kaynaklanıyor. IŞİD kapı- ya gelmeden yapılacakları yapmadığımız için şimdi savaşı ve silahı konuşuyoruz. Hatalarımızı, eksikliklerimizi kabul eder- sek gelecekte yolu şiddetten geçmeyen bir barış umudumuz olabilir. Farkında- yım, bu yazdıklarım Kobane’yi İŞİD’in elinden kurtarmayacak ama belki gelece- ği kurtaracak. Evet, sadece belki ve eğer hepimiz istersek. G eçtiğimiz Pazar başladığımız halk- ların iklim hareketini tartışmaya de- vam ediyoruz. Bıraktığımız noktayı şöy- le özetlemek mümkün: halkların iklim hareketi yürüyüşünün sembolik değeri tartışılmaz, ancak liderlere yöneltilen adalet talebinin içini doldurmak ve yaşa- mı dönüştürmek için bundan çok daha fazlasını yapmak, tesis etmek gerekiyor. Peki ne? İklim değişikliğine uyum üzerine yap- tığı çalışmalarla tanınan profesör Mark Pelling, “İklim Değişikliğine Uyum: Kırılganlıktan Dönüşüme” (2010) adlı kitabında insanoğlunun çevre ile olan problematik ilişkisinin ve kalkınmada eşitsizlikler doğuran sosyo-ekonomik normların sorgulanabileceği kapsamlı bir sosyal reforma ihtiyaç olduğundan bahseder. İklim değişikliği meselesini tartışırken problemin kaynağı olana yö- nelik değil de sonucuna yönelik bir tar- tışma yürütmenin söz konusu reformun çerçevesini daha en başından daraltaca- ğının altını çizen Pelling’e göre, konuya bakış açımızın hangi sosyopolitik filtre- den süzülerek olgunlaştığı son derece önemlidir. Yapılan tercihler, verilen ka- rarlar, çizilen stratejiler politik perspek- tifimize bağlı olarak olumsuz sonuçlar doğurabilir. İklim değişikliği ile mücadele hakkın- da hemen her geçen gün farklı diskurlar olgunlaşırken bunlardan bazıları ana akım kalkınmacılığın ortaya çıkardı- ğı eşitsizlikleri ve problemleri daha da arttırıyor. İşte tam da bu yüzden iklim değişikliği mücadelesini tanımlarken kırılganlıkların derinlerde yatan asıl sebepleri üzerine gidip, çözümler üret- mek gerekiyor. Baskın küresel ekono- mik sistemin ve hakim olan kalkınma anlayışının bir sonucu olan iklim deği- şikliği varolan bütün sorunları daha da karmaşıklaştıran bir etmen olarak, yeni bir toplum sözleşmesi için sosyal, eko- nomik ve çevresel ilişkilerin yekten sor- gulanması gerekliliğini yüzümüze vuran çok ciddi bir uyarı. Araştırmacılar, paleolitik (yontma taş çağı) dönemde insan ve doğa diye bir iki- lik olmadığı düşünüyor. Geldiğimiz bu noktada ise insan doğanın hakimi olma- yı arzulayan/arzulatılan bir bakış açısıyla yeryüzünde dolaşıyor. Peki buraya nasıl geldik? Bunu politik güç ve ekonomik çı- kar ilişkileri bağlamı dışında düşünmek yanıltıcı olacaktır. 1870’lerde Yellows- tone doğal parkının kurulması, Rachel Carlson’un zehir saçan DDT’lerin aşırı kullanımına dair kaleme aldığı “Sessiz Bahar” kitabının 1962 yılında yarattığı sansasyon, 1970’de Dünya Günü ilanı, 1987 Bruntland “Ortak Geleceğimiz” raporu, 1992’deki Birleşmiş Milletler “Çevre ve Kalkınma Konferansı”, meş- hur Kyoto Protokolü ve ilişkili piyasa bazlı çözüm önerileri (karbon ticareti vb.) tarihin önemli bölümünde egemen olan küresel kuzeyin çevreciliğinin mi- henk taşları olmuştu. Kapitalizm, em- peryalizm ve buna hizmet eden ‘özel sektör bilimi’ arasındaki simbiyotik ilişkiler zincirinin de katkısı ile yereli ve yerliyi yok sayan, korumacı, merkezi ve sermaye odaklı bakış açısının dünyayı getirdiği durum ortada. Peki sanayileşmiş küresel Kuzey’de bunlar olurken küresel Güney’de neler oluyor? “Çevreciliğin Biçimleri” (1997) isimli kitabın yazarları Ramachandra Guha ve Joan Martinez-Alier’e kulak verecek olursak; küresel güneydeki hemen bütün hareketlerin ekoloji me- seleleri adalet, insan hakları ve etnisite gibi konularla bağlantılıdır. Yerlilerin, köylülerin mücadeleleri bir anlamda oldukça muhafazakardır. Bildikleri ve üzerinde az da olsa kontrolleri olan dünyayı bilinmez ve güvenliksiz bir al- ternatifle değiştirmekten yana değiller- dir. Çoğu zamansa tüketim toplumuna ve kanser gibi kontrolsüz büyüyen bir ekonomiye kritik gözle yaklaşırlar. Bu- nun aksine küresel kuzeyde gördüğü- müz çevre hareketi ise köklerini üretim döngüsü dışında geliştirmiştir. Doğa bu anlayışa göre insana dışsal, zevk alı- nacak ve korunması gereken, sınırları belli bir yerdir. Arif Cem Gündoğan (Y. Lisans, King’s College London) Ethemcan Turhan (Mercator-IPC araştırmacısı, Sabancı Üniversitesi) İklim Zirvesi’nin ardından geçtiğimiz hafta “Halkların İklim Hareketi”ni tartışmaya açmıştık. Bugün de geçen hafta yazısını yayımladığımız iki akademisyen “Mesele iklim değil” diyen ikinci bir yazıyla tartışmayı devam ettiriyor EğER halkların iklim adaleti arayışı bir kazanım elde edebilecekse, bu kazanımın kesinlikle küresel güneyden öğrenecek- lerimizle yakından bir ilgisi olacak. Ancak her geçen gün ‘vatandaş’ yerine ‘tüketi- ci’ ve ‘paydaş’ olmamızın beklendiği bir dünyayı, politikleşmeden nasıl değişti- rebiliriz ki? İklim meselesine hegemonik ekonomik sistemin sebep olduğu tüm eşitsizliklerin, adaletsizliklerin, hak gasplarının çoğaltıcısı olarak bakmakla başlayabiliriz. Tepeden inmeci, elitist, teknokratik, sermaye odaklı her önerinin (ki yeşil ekonomi mantrası buna en yakın örnek) sorunun köklerini derinleştirmek- ten ve zaman kaybı yaratmaktan başka bir şeye yaramadığını görerek başlaya- biliriz. Kalkınmayı kritik gözle tartışarak başlayabiliriz. Alternatifler bugün ve burada mevcut. Büyüyen enerji adaleti hareketi yerelde üretilen, desantralize olmuş yenilenebilir enerji sistemlerinin hem merkezi sistemlerin karşılaştığı kesinti tehditlerini bertaraf ettiğini hem de enerji tüketimini demokratikleştirdiğini gösteriyor. Agroekoloji ve kentsel tarım girişimleri kendi kendine yetebilen, piya- salara bağımlı olmayan bir besin sistemi- ne kapı açıyor. Kentsel alanda (yeniden) müşterekleştirme girişimleri parasal değerlendirme dışında bir ortaklaşma ve paylaşma biçiminin mümkün olduğuna işaret ediyor.Büyük sözlerden, ‘başka alternatif yok’ söylemlerinden ve son kullanma tarihi geçmiş sloganlardan me- det ummak yerine, yerel bilgiden, yerel hareketlerden öğrenmeye başlayabiliriz. Sadece en büyük yürüyüşü gerçekleştir- mek yetmez. Dünyayı ve bakış açımızı baş aşağı çevirmeliyiz. Tam da Hindis- tanlı yazar Arundhati Roy’un dediği gibi: “Başka bir dünya sadece mümkün değil, yola koyuldu bile ve sessiz bir günde dikkatle dinlerseniz nefes alıp verdiğini duyabilirsiniz.” Yerel hareketlerden medet ummalıyız İ stanbul Üsküdar'da bulunan ve doğal sit alanı statüsündeki 354 dönümlük Validebağ Korusu'nun İstanbul Bü- yükşehir Belediyesi'ne (İBB) tahsis edil- mesiyle ilgili Validebağ Gönüllüleri Der- neği, koruda bir basın açıklaması yaptı. Tahsisin ne anlama geldiği hakkında bilgi verilen açıklamada, korunun "koru- ma" amacıyla değil "kullanma" niyetiyle İBB'ye devredildiği belirtildi. Korudaki eylemde "Yapılaşmaya ha- yır", "Rantçılar Validebağ'dan elinizi çekin" ve "Validebağ rant alanı değil" dövizleri taşınırken, Eğitim Sen ve Acı- badem Halk Dayanışması'ndan temsil- ciler de birer konuşma yaptı. Gönüllüler Derneği yöneticisi Arif Belgin'in oku- duğu basın açıklamasında korunun ya- pısına dikkat çekildi ve İstanbul 3 No'lu Koruma Kurulu tarafından 1999 yılında doğal sit alanı ilan edildiği ifade edildi. Anadolu yakasının ciğeri sayılan koruyla ilgili koruma değil kullanma girişimle- rinin bulunduğu belirtilen açıklamada, Milli Emlak Müdürlüğü ile İBB arasında yapılan protokol sonucu korunun İBB'ye devredilmesinin bu girişimlerden biri olduğu kaydedilerek "belediye buraya el atttığında seyir terası, gözlem kulesi ve dinlenme yerleri adı altında iyi niyetli görünen fakat koruma amaçlı değil kul- lanma amaçlı girişimlerle buranın tarihi ve doğal sit dokusunu bozacaktır" dendi. İBB İSTERSE KİRALAYABİLECEK Belgin, tahsis yazısında "Hazine taşın- mazların idaresi hakkındaki yönetme- liğin 67. ve 70. maddesine göre işlem yapılması kaydıyla" ibaresinin mevcut olduğunu belirterek belediyeye tahsisi yapılan taşınmazın kiraya verilebilme- sine imkan sağlandığını kaydetti. Mar- mara Üniversitesi'nin hastane binalarını buraya taşıyarak yeni bir bina yapmayı da amaçladığı belirtilen açıklamada "Koru- nun korunması için 80 bin imza toplandı ve gerekli kurumlara iletildi. Kamuoyunu tarihi ve doğal varlıklarına, kentine gele- ceğine ve Validebağ Korusu'na sahip çık- maya çağırıyoruz" dendi. Validebağ İBB’ye kullanım için verildi Validebağ Korusu’nun yapılaşmaya açılmasını engellemek için toplanan 80.000 imza belediyenin yeni kampus için izin verdiği Marmara Üniversitesi’ne, Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü’ne İBB’ye gönderildi Milli Emlak Genel Müdürlüğü’ne ait Validebağ Korusu’nun 8 Ağustos’ta İBB’ye devredildiği ortaya çıkmıştı. 354 bin metrekarelik koruda Milli Eğitim Bakanlığına ait 75 bini Sağlık Bakanlığı’na ait 17 bin ve Marmara Üniversitesi’ne ait 50 bin metrekare alan bulunuyor. Latuff’tan Loukanikos’a veda B rezilyalı karikatürist Carlos Latuff, önceki gün hayatını kaybeden Yu- nanistan’ın ‘eylemci köpeği’ Loukani- kos’un vedasını çizdi. Yunanca ‘sosis‘ anlamına gelen Loukanikos, 2010 yı- lında neredeyse her eylemlerde poli- se karşı duruşuyla manşetlere çıkmış, TIME dergisinin ‘yılın kişisi‘ anketinde 2011’in en ünlü 100 kişisinden biri ola- rak gösterilmişti. Ancak Loukanikos'un, maruz kaldığı polis şiddeti ve biber gazı nedeniyle sağ- lığı bozulmuş, iki yıl önce bir aile tarafın- dan evlat edinilerek emekliye ayrılmıştı. YAşADIğI ve çalıştığı yerde topluluk olmayı aktif olarak deneyimlemek isteyen kişiler, topluluk fikri ile yeni tanışanlar ve aktif olarak Türkiye’deki topluluk olu- şumlarında çalışan kişiler için 6-10 Kasım tarihleri arasında İzmir Şirince Tiyatro Medresesi’nde Topluluk Oluşturma Council Eğitimi düzenleniyor. 5 gün sürecek ve program dili İngilizce olacak eğitimde ihtiyaç duyulduğu taktirde Türkçe çeviri desteği de sağlanacak. Yeşil Gazete Tiyatro Medresesi’nde Topluluk Çalışması Mesele sadece iklim değil, sen hâlâ anlamadın mı?

Birgün Yay›nc›l›k ve ‹letişim Tic. A.Ş. ad›na Bülent Y ...ipc.sabanciuniv.edu/wp-content/uploads/2014/10/Birgun-12Oct2014.pdf · kampus için izin verdiği Marmara Üniversitesi’ne,

  • Upload
    vothu

  • View
    219

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Birgün Yay›nc›l›k ve ‹letişim Tic. A.Ş. ad›na Bülent Y ...ipc.sabanciuniv.edu/wp-content/uploads/2014/10/Birgun-12Oct2014.pdf · kampus için izin verdiği Marmara Üniversitesi’ne,

MAVI KIRMIZI SARISIYAHSAYFA 12

12 EKİM 2014 PAZAR

‹m ti yaz Sa hi bi ve Ya y›n la yan: Bir gün Ya y›n c› l›k ve ‹le ti şim Tic. A.Ş. ad› na Bü lent Y›l maz Ya z› iş le ri Mü dür ü: Ba r›ş ‹n ce So rum lu Mü dür: ‹l ker Ya şar Ha ber Mü dürü: ‹b ra him Var l›

Ankara Temsilcisi: Ya şar AydınPolitika: Can Uğur, Uğur Koç Dış Haber: Semih Güven

Çalışma Yaşamı: Sevgim Denizaltı Eğitim-Kent: Çağla Ağırgöl Yaşam-Çevre: Seçil Türkkan Medya: Berkant Gültekin Kültür-Sanat: Canan Aydın

An ka ra Tem sil ci li ği: 0 312 419 91 02 ‹z mir Tem sil ci li ği: 0 232 463 83 08 Rek lam Direktörü: Ayşegül Akbulutlar Rek lam Re zer vas yon: Eylem Deniz Durgun

rek lam@bir gun.net Mer kez Ad res: Gül ba har Ma h., Altan Erbulak Sk. Karaca Apt. No: 9/A Me ci di ye köy ‹s tan bul

Mer kez Tel: 0 212 288 28 00 • 288 20 02-03-04 Faks: 0 212 288 51 16 ‹le ti şim: in fo@bir gun.net

İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı

‹stanbul 05:39 07:05 12:58 16:03 18:39 19:57

Ankara 05:24 06:48 12:42 15:49 18:24 19:41

Erzurum 04:50 06:15 12:09 15:16 17:50 19:08

‹zmir 05:47 07:10 13:05 16:14 18:48 20:04

Diyarbakır 04:55 06:17 12:13 15:22 17:56 19:11

Zonguldak 05:27 06:54 12:47 15:52 18:27 19:46

Ba s›l d› ğ› Yerler İstanbul: Arslan Güneydoğu Gaz. Mat. Ve Kağıtçılık A.Ş.

Akçaburgaz mah. Hadımköy yolu San1 Bulvarı, 169. Sokak, No: 6 Kıraç/Esenyurt / İstanbul 0212 886 17 95 • Ankara: Arslan Güneydoğu Gazetecilik Matbaacılık ve Kağıtçılık

A.Ş. Saray Osmangazi Mah. Sütçü İmam Cd. No:33 Pursaklar/Ankara - 0312 419 20 03 • İzmir: Metalişleri Sanayi Sitesi 1’nci Cadde No: 173 Kısıkköy-Menderes/İzmir - 0232 257 69 03 • Adana: Yenidoğan Mh 2108 Sk No: 13/A Yüreğir/Adana - 0322 346 03 71 Da ğ› t›m:

Tur ku vaz Da ğ› t›m Pa zar la ma A.Ş.Ya y›n Tü rü: Yay g›n Sü re li Ya y›n

ÇİMLERE BASMAYIN

ÖZGÜRGÜRBÜZ

[email protected]

Kobane ve sivil itaatsizlik

Vicdani retçiler, barış eylemcileri ve pasifistler için en zor zamanlar, ha-

vada kuşların değil kurşunların uçtuğu günlerdir. Bu zamanlarda kimse söze, vicdana kulak vermek istemez, şiddet ha-yata egemen olur. Pasifizm ve sivil itaat-sizlik zayıf, etkisiz eylem biçimleri sanılır ve küçümsenir. Gandi’nin İngiliz İmpara-torluğu’nu sivil itaatsizlik eylemleriyle dize getirdiği unutulur. Halbuki otoritenin ve zorbanın en korktuğu eylem ona itaat edilmemesidir. Cumartesi Anneleri ve Ge-zi’nin gücü kalabalık olmalarından değil, ısrarla otoriteye boyun eğmemelerinden gelir. Zorunlu din dersine girmemek, celp kâğıdını yırtmak ve kesilecek ağaçların önünde durmak sivil itaatsizlik eylemleri arasında sayılabilir.

Sivil itaatsizlik eylemleriyle diğerleri arasında ince bir çizgi var. Bu eylemlerin genelinde bir yasa değişikliği talep edilir ya da adil olmayan bir yasanın, uygula-manın kaldırılması istenir. Eylemden ön-ceki tüm seçeneklerin denenmiş olması önemlidir. İtaatsizlik saklanmaz, şeffaflık ve şiddet içermeyen eylem ön plandadır. Eylemci tutuklanmayı, yargılanmayı göze alır. Bu, konunun gündeme taşınmasının bir parçasıdır. Gandi meşhur tuz eylemi-ne başlamadan önce İngilizlere mektupla haber bile vermiştir. Güvenlik güçlerine karşı sözlü ya da fiziksel şiddete başvur-maz ancak itaat etmez. Karakola mı götü-receksin, taşıyıp götüreceksin der. Çıkış noktası genelde politiktir. Kamu vicdanı-na seslenmeyi amaçlar, bir grubun çıkarı için yapılmaz.

Soru şu. IŞİD gibi bir örgütle karşı kar-şıya kaldığınızda oturma eylemi yapabilir misiniz? Kobane’de IŞİD’i sivil itaatsizlik eylemleriyle durdurabilir misiniz? Hayır. IŞİD bir devlet ya da otoritesini yasalar-dan alan bir yapı değil. Çete reisi veya bir sultan gibi, kararları anlık ve hukuksuz. Gandi’nin zafere ulaşmasının bir nedeni de karşısındaki gücün kurumsallığıdır. Devlet terör örgütü veya çete gibi davra-namaz. Davranırsa karşısına aldığı halk da öyle davranır ve iş işten geçer. Türki-ye’deki eylemlerde ‘şiddetsizlik’ sınırının belli zamanlarda aşılmasında devletin ya da otoritenin, konumunu unutup şiddete başvurması ya da emrindekilerin şiddeti-ne göz yummasının rolü de büyüktür.

Buradan, ‘IŞİD’i sivil itaatsizlik ey-lemleriyle durdurmak mümkün değil’ sonucunu çıkarmayalım. Soruyu doğru zamanda sorabilseydik belki IŞİD ortaya çıkmadan onu durdurabilirdik. Suriye’ye müdahaleye karşı sokakları işgal edip, oturabilseydik. İmza kampanyalarıyla her gün görünür olabilseydik. Batı’nın Orta-doğu’yu anlamama yeteneğine şapka çı-karmadan, Esad’ı destekliyor gibi görün-mekten korkmadan, “savaş hiçbir sorunu çözemez” diyerek, Suriye’ye giden TIR’la-rın önüne yatıp yolları kapatabilseydik. Hep birlikte ve aynı anda, sınırlarımız-dan Suriye’ye kimin ve nelerin geçtiğinin açıklanmasını isteyen dilekçeler yazarak, kamu kuruluşlarına telefonlar açarak onları çalışamaz hale getirseydik. Daha da önemlisi, ortada İŞİD bile yokken, si-lahlanmaya, palalılara, düğünde gelini vuran çifteye karşı çıkabilseydik, bugün Esenyurt’ta, Gaziantep’te ve Bingöl’deki ölümleri durdurabilirdik. Sözün kısası, belki de bu kötü günleri görmeden, sava-şın daha az can almasına neden olabilir-dik. Belki de olamazdık ama denemedik.

Barış eylemcileri, pasifistler ve savaş karşıtlarının bugün etkisiz olmaları onla-rın eylem biçimlerinin güçsüzlüğünde de-ğil, aslında bu ülkede yaşayan herkesin şiddet içeren eylemlere öyle ya da böyle güvenmesinden kaynaklanıyor. IŞİD kapı-ya gelmeden yapılacakları yapmadığımız için şimdi savaşı ve silahı konuşuyoruz. Hatalarımızı, eksikliklerimizi kabul eder-sek gelecekte yolu şiddetten geçmeyen bir barış umudumuz olabilir. Farkında-yım, bu yazdıklarım Kobane’yi İŞİD’in elinden kurtarmayacak ama belki gelece-ği kurtaracak. Evet, sadece belki ve eğer hepimiz istersek.

Geçtiğimiz Pazar başladığımız halk-ların iklim hareketini tartışmaya de-

vam ediyoruz. Bıraktığımız noktayı şöy-le özetlemek mümkün: halkların iklim hareketi yürüyüşünün sembolik değeri tartışılmaz, ancak liderlere yöneltilen adalet talebinin içini doldurmak ve yaşa-mı dönüştürmek için bundan çok daha fazlasını yapmak, tesis etmek gerekiyor. Peki ne?

İklim değişikliğine uyum üzerine yap-tığı çalışmalarla tanınan profesör Mark Pelling, “İklim Değişikliğine Uyum: Kırılganlıktan Dönüşüme” (2010) adlı kitabında insanoğlunun çevre ile olan problematik ilişkisinin ve kalkınmada eşitsizlikler doğuran sosyo-ekonomik normların sorgulanabileceği kapsamlı bir sosyal reforma ihtiyaç olduğundan bahseder. İklim değişikliği meselesini tartışırken problemin kaynağı olana yö-nelik değil de sonucuna yönelik bir tar-tışma yürütmenin söz konusu reformun çerçevesini daha en başından daraltaca-ğının altını çizen Pelling’e göre, konuya

bakış açımızın hangi sosyopolitik filtre-den süzülerek olgunlaştığı son derece önemlidir. Yapılan tercihler, verilen ka-rarlar, çizilen stratejiler politik perspek-tifimize bağlı olarak olumsuz sonuçlar doğurabilir.

İklim değişikliği ile mücadele hakkın-da hemen her geçen gün farklı diskurlar olgunlaşırken bunlardan bazıları ana akım kalkınmacılığın ortaya çıkardı-ğı eşitsizlikleri ve problemleri daha da arttırıyor. İşte tam da bu yüzden iklim değişikliği mücadelesini tanımlarken kırılganlıkların derinlerde yatan asıl sebepleri üzerine gidip, çözümler üret-mek gerekiyor. Baskın küresel ekono-mik sistemin ve hakim olan kalkınma anlayışının bir sonucu olan iklim deği-şikliği varolan bütün sorunları daha da karmaşıklaştıran bir etmen olarak, yeni bir toplum sözleşmesi için sosyal, eko-nomik ve çevresel ilişkilerin yekten sor-gulanması gerekliliğini yüzümüze vuran çok ciddi bir uyarı.

Araştırmacılar, paleolitik (yontma taş

çağı) dönemde insan ve doğa diye bir iki-lik olmadığı düşünüyor. Geldiğimiz bu noktada ise insan doğanın hakimi olma-yı arzulayan/arzulatılan bir bakış açısıyla yeryüzünde dolaşıyor. Peki buraya nasıl geldik? Bunu politik güç ve ekonomik çı-kar ilişkileri bağlamı dışında düşünmek yanıltıcı olacaktır. 1870’lerde Yellows-tone doğal parkının kurulması, Rachel Carlson’un zehir saçan DDT’lerin aşırı kullanımına dair kaleme aldığı “Sessiz Bahar” kitabının 1962 yılında yarattığı sansasyon, 1970’de Dünya Günü ilanı, 1987 Bruntland “Ortak Geleceğimiz” raporu, 1992’deki Birleşmiş Milletler “Çevre ve Kalkınma Konferansı”, meş-hur Kyoto Protokolü ve ilişkili piyasa bazlı çözüm önerileri (karbon ticareti vb.) tarihin önemli bölümünde egemen olan küresel kuzeyin çevreciliğinin mi-henk taşları olmuştu. Kapitalizm, em-peryalizm ve buna hizmet eden ‘özel sektör bilimi’ arasındaki simbiyotik ilişkiler zincirinin de katkısı ile yereli ve yerliyi yok sayan, korumacı, merkezi ve sermaye odaklı bakış açısının dünyayı getirdiği durum ortada.

Peki sanayileşmiş küresel Kuzey’de bunlar olurken küresel Güney’de neler oluyor? “Çevreciliğin Biçimleri” (1997) isimli kitabın yazarları Ramachandra Guha ve Joan Martinez-Alier’e kulak verecek olursak; küresel güneydeki hemen bütün hareketlerin ekoloji me-seleleri adalet, insan hakları ve etnisite gibi konularla bağlantılıdır. Yerlilerin, köylülerin mücadeleleri bir anlamda oldukça muhafazakardır. Bildikleri ve üzerinde az da olsa kontrolleri olan dünyayı bilinmez ve güvenliksiz bir al-ternatifle değiştirmekten yana değiller-dir. Çoğu zamansa tüketim toplumuna ve kanser gibi kontrolsüz büyüyen bir ekonomiye kritik gözle yaklaşırlar. Bu-nun aksine küresel kuzeyde gördüğü-müz çevre hareketi ise köklerini üretim döngüsü dışında geliştirmiştir. Doğa bu anlayışa göre insana dışsal, zevk alı-nacak ve korunması gereken, sınırları belli bir yerdir.Arif Cem Gündoğan (Y. Lisans, King’s College London)Ethemcan Turhan (Mercator-IPC araştırmacısı, Sabancı Üniversitesi)

İklim Zirvesi’nin ardından geçtiğimiz hafta “Halkların İklim Hareketi”ni tartışmaya açmıştık. Bugün de geçen hafta yazısını yayımladığımız iki akademisyen “Mesele iklim değil” diyen ikinci bir yazıyla tartışmayı devam ettiriyor

EğEr halkların iklim adaleti arayışı bir kazanım elde edebilecekse, bu kazanımın kesinlikle küresel güneyden öğrenecek-lerimizle yakından bir ilgisi olacak. Ancak her geçen gün ‘vatandaş’ yerine ‘tüketi-ci’ ve ‘paydaş’ olmamızın beklendiği bir dünyayı, politikleşmeden nasıl değişti-rebiliriz ki? İklim meselesine hegemonik ekonomik sistemin sebep olduğu tüm eşitsizliklerin, adaletsizliklerin, hak gasplarının çoğaltıcısı olarak bakmakla başlayabiliriz. Tepeden inmeci, elitist, teknokratik, sermaye odaklı her önerinin (ki yeşil ekonomi mantrası buna en yakın örnek) sorunun köklerini derinleştirmek-ten ve zaman kaybı yaratmaktan başka bir şeye yaramadığını görerek başlaya-biliriz. Kalkınmayı kritik gözle tartışarak başlayabiliriz.

Alternatifler bugün ve burada mevcut. Büyüyen enerji adaleti hareketi yerelde üretilen, desantralize olmuş yenilenebilir enerji sistemlerinin hem merkezi sistemlerin karşılaştığı kesinti tehditlerini bertaraf ettiğini hem de enerji tüketimini demokratikleştirdiğini gösteriyor. Agroekoloji ve kentsel tarım girişimleri kendi kendine yetebilen, piya-salara bağımlı olmayan bir besin sistemi-ne kapı açıyor. Kentsel alanda (yeniden) müşterekleştirme girişimleri parasal değerlendirme dışında bir ortaklaşma ve paylaşma biçiminin mümkün olduğuna işaret ediyor.Büyük sözlerden, ‘başka alternatif yok’ söylemlerinden ve son kullanma tarihi geçmiş sloganlardan me-det ummak yerine, yerel bilgiden, yerel hareketlerden öğrenmeye başlayabiliriz. Sadece en büyük yürüyüşü gerçekleştir-mek yetmez. Dünyayı ve bakış açımızı baş aşağı çevirmeliyiz. Tam da Hindis-tanlı yazar Arundhati Roy’un dediği gibi: “Başka bir dünya sadece mümkün değil, yola koyuldu bile ve sessiz bir günde dikkatle dinlerseniz nefes alıp verdiğini duyabilirsiniz.”

Yerel hareketlerden medet ummalıyız

İstanbul Üsküdar'da bulunan ve doğal sit alanı statüsündeki 354 dönümlük Validebağ Korusu'nun İstanbul Bü-

yükşehir Belediyesi'ne (İBB) tahsis edil-mesiyle ilgili Validebağ Gönüllüleri Der-neği, koruda bir basın açıklaması yaptı. Tahsisin ne anlama geldiği hakkında bilgi verilen açıklamada, korunun "koru-ma" amacıyla değil "kullanma" niyetiyle İBB'ye devredildiği belirtildi.

Korudaki eylemde "Yapılaşmaya ha-yır", "Rantçılar Validebağ'dan elinizi çekin" ve "Validebağ rant alanı değil" dövizleri taşınırken, Eğitim Sen ve Acı-badem Halk Dayanışması'ndan temsil-ciler de birer konuşma yaptı. Gönüllüler Derneği yöneticisi Arif Belgin'in oku-duğu basın açıklamasında korunun ya-pısına dikkat çekildi ve İstanbul 3 No'lu Koruma Kurulu tarafından 1999 yılında doğal sit alanı ilan edildiği ifade edildi. Anadolu yakasının ciğeri sayılan koruyla ilgili koruma değil kullanma girişimle-rinin bulunduğu belirtilen açıklamada, Milli Emlak Müdürlüğü ile İBB arasında yapılan protokol sonucu korunun İBB'ye devredilmesinin bu girişimlerden biri olduğu kaydedilerek "belediye buraya el atttığında seyir terası, gözlem kulesi ve dinlenme yerleri adı altında iyi niyetli görünen fakat koruma amaçlı değil kul-lanma amaçlı girişimlerle buranın tarihi ve doğal sit dokusunu bozacaktır" dendi.

İBB İSTERSE KİRALAYABİLECEKBelgin, tahsis yazısında "Hazine taşın-mazların idaresi hakkındaki yönetme-liğin 67. ve 70. maddesine göre işlem yapılması kaydıyla" ibaresinin mevcut olduğunu belirterek belediyeye tahsisi yapılan taşınmazın kiraya verilebilme-sine imkan sağlandığını kaydetti. Mar-

mara Üniversitesi'nin hastane binalarını buraya taşıyarak yeni bir bina yapmayı da amaçladığı belirtilen açıklamada "Koru-nun korunması için 80 bin imza toplandı ve gerekli kurumlara iletildi. Kamuoyunu tarihi ve doğal varlıklarına, kentine gele-ceğine ve Validebağ Korusu'na sahip çık-maya çağırıyoruz" dendi.

Validebağ İBB’ye kullanım için verildi

Validebağ Korusu’nun

yapılaşmaya açılmasını

engellemek için toplanan 80.000 imza

belediyenin yeni kampus için izin

verdiği Marmara Üniversitesi’ne,

Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel

Müdürlüğü’ne İBB’ye gönderildi

Milli Emlak Genel Müdürlüğü’ne ait Validebağ Korusu’nun 8 Ağustos’ta İBB’ye devredildiği ortaya çıkmıştı.

354 bin metrekarelik koruda Milli Eğitim Bakanlığına ait 75 bini Sağlık

Bakanlığı’na ait 17 bin ve Marmara Üniversitesi’ne ait 50 bin metrekare

alan bulunuyor.

Latuff’tan

Loukanikos’a

veda

Brezilyalı karikatürist Carlos Latuff, önceki gün hayatını kaybeden Yu-

nanistan’ın ‘eylemci köpeği’ Loukani-kos’un vedasını çizdi. Yunanca ‘sosis‘ anlamına gelen Loukanikos, 2010 yı-lında neredeyse her eylemlerde poli-se karşı duruşuyla manşetlere çıkmış, TIME dergisinin ‘yılın kişisi‘ anketinde 2011’in en ünlü 100 kişisinden biri ola-rak gösterilmişti.

Ancak Loukanikos'un, maruz kaldığı polis şiddeti ve biber gazı nedeniyle sağ-lığı bozulmuş, iki yıl önce bir aile tarafın-dan evlat edinilerek emekliye ayrılmıştı.

Yaşadığı ve çalıştığı yerde topluluk olmayı aktif olarak deneyimlemek isteyen kişiler, topluluk fikri ile yeni tanışanlar ve aktif olarak Türkiye’deki topluluk olu-şumlarında çalışan kişiler için 6-10 Kasım tarihleri arasında İzmir Şirince Tiyatro Medresesi’nde Topluluk Oluşturma Council Eğitimi düzenleniyor. 5 gün sürecek ve program dili İngilizce olacak eğitimde ihtiyaç duyulduğu taktirde Türkçe çeviri desteği de sağlanacak. Yeşil Gazete

Tiyatro Medresesi’nde Topluluk Çalışması

Mesele sadece iklim değil, sen hâlâ anlamadın mı?