Upload
others
View
1
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
SİNOP ÜNİVERSİTESİ
MAHMUT KEFEVİ İSLAMİ İLİMLER
UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ
ULUSLARARASI
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE
SİNOP’TA TÜRK-İSLAM KÜLTÜRÜ
SEMPOZYUMU
BİLDİRİLER KİTABI
CİLT-I
International Symposium on Turkish-Islamic Culture
in Sinop from Past to Present
Proceedings Book
Volume-I
5-7 Ekim / October 2018
Sinop / TÜRKİYE
Sinop Üniversitesinin 22. Bilimsel Yayınıdır.
ISBN 978-605-88024-7-6
Uluslararası Geçmişten Günümüze Sinop’ta Türk-İslam Kültürü Sempozyumu / 5-7 Ekim 2018
787
MÛSÂ SÎNÔBÎ VE FÂTİHA SÛRESİ MEÂL-İ TEFSİRİ
Emrah DİNDİ *
Öz
Bu çalışmada, 16. yüzyılın sonları 17. yüzyılın başlarında yaşadığı ve Osmanlı dönemi müelliflerinden
olduğu tahmin edilen Mûsâ es-Sînôbî’nin hayatını ve İzmir Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmaları bölü-
münde 1467/18 arşiv numarasıyla, “Tefsîr-i Suver-i Kur'ân-ı Kerîm” adıyla kayıtlı bulunan iki sahifelik
Fâtiha Tefsirini ve bu bağlamda ayetleri yorumlama ve meallendirme tarzını tahlil ettik. Bu yorum ve me-
allerin Osmanlı dönemi Fâtiha tefsiri ve meâli geleneğiyle ilişkisini, benzerlik ve farklılıklarını, döneminin
izlerini taşıyıp taşımadığını, eserin hangi saik ve amaçlarla kaleme alındığını ortaya koymaya çalıştık. Hiç
şüphesiz bu eser, o dönem mektep ve medreseden uzak özellikle de göçebe Türklerin günlük yaşamlarında
hatta dört rekâtlı namazların son iki rekâtında dua mahiyetinde Fâtiha’yı okumaları amacına matuf olarak
kalem alınmış olması bakımından büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle Mûsâ Sînôbî’ye ait bu eser, kısa
bir meâl-tefsir olduğundan ayrıca eserin latinize edilmiş metnini de vermeyi ihmal etmedik. Çalışma neti-
cesinde okur, 16. yüzyılın sonları 17. yüzyılın başları dönemine ait olduğu tahmin edilen bir Osmanlı Türk-
çesi elyazması Fâtiha Meâl-i Tefsiri örneği ve geleneğiyle yüz yüze gelmiş olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mûsâ Sînobî, Fâtiha, Türkçe meâl, Tefsîr, Osmanlı.
Mûsâ Sînôbî and the Meaning and Interpretation of the Surah Fatiha
Abstract
In the present study, we analyzed the life of Mûsâ es-Sînôbî, who is estimated to have lived in late 16th and
early 17th Centuries and who was one of the important authors of the Ottoman Period, and the translation
and interpretation style of him for the Surah Fatiha, which is kept in Izmir National Library Turkish Ma-
nuscripts Section with the archive number 1467/18, and with the name “Tefsîr-i Suver-i Kur'ân-ı Kerîm”
consisting of two pages. We tried to determine the relation, similarities and differences of these interpreta-
tions and meanings with the Ottoman Period Surah Fatiha translation and interpretation traditions, whether
it had the traces of those times, and with which motive and purposes the work was written. No doubt, this
work is important in that it was written for the purpose of making the nomadic Turks, who lived away from
schools and madrasahs, to read the Surah Fatiha in their daily lives even in the latest rakats of the 4-rakat-
prayers as prayer-words. For this reason, since this work, which belongs to Mûsâ Sînôbî, is a short transla-
tion-interpretation, we did not neglect to provide the Latinized text. As a result of the present study, the
reader will face a sample and tradition of Ottoman Turkish manuscript Surah Fatiha Translation Interpre-
tation, which is estimated to belong to late 16th and early 17th Centuries.
Keywords: Mûsâ Sînobî, Fatiha, Turkish translation, Interpretation, Ottoman.
* Dr. Öğr. Üyesi, Sinop Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri, [email protected]
International Symposium on Turkish-Islamic Culture in Sinop from Past to Present / 5-7 October 2018
788
Giriş
Fâtiha sûresi ile ilgili çalışmalar çok erken dönemde hicri ilk asırdan itibaren başlamıştır.
Başka bir dilde Fâtiha’nın ilk çevirisi asr-ı saadete kadar uzanmaktadır. Şöyle ki Müslüman olan
Farslar, Selman-ı Fârisî’ye kendileri için Fâtiha’yı Farsça yazması için mektup yazmışlar, Sel-
man-ı Fârisî de Farsça meâl-i tefsirini yapmış ve bunun üzerine Farslar Farsça yazmış olduğu bu
Fâtiha ile dilleri Arapçaya alışıncaya kadar namazlarda Fâtiha’yı Farsça okumaya devam etmiş-
lerdir.1 Daha sonra hicri 5. ve 6. asırdan itibaren Türklerin İslam’a girmesiyle de Fâtiha’nın hem
nazmını okumaya ve hem de manasına önem vermek daha da artış göstermiştir. Demir’in belirttiği
gibi “her vadide İslam’a hizmeti şeref bilmiş olan Türkler bu konuda geri durmamışlar, İslam ile
müşerref oldukları ilk asırlardan itibaren diğer sûre tefsirleri yanında özellikle de Fâtiha sûresi
üzerinde çalışmışlar, Anadolu Selçukluları ve bilhassa Osmanlılar döneminin başlangıcından za-
manımıza kadar bu konuda pek çok eser vücuda getirmişlerdir”.2 Osmanlı dönemi müelliflerini
Fâtiha’nın tefsirini yapmaya sevkeden temel unsurların başında kısa sûrelerin ve Fâtiha’nın medih
ve fezailine, ümmü’l-Kur’ân, ümmü’l-Kitâp ve namazda dua mahiyetinde Allah ile muhâvere
manzumesi, Kur’ân’ın başlangıcı ve temeli hatta anahtarı ve ilahî bir şifresi ve girişi (fâtihatu’l-
Kitâp), en yüce sûre (a’zamu sûre) oluşuna dair Hz. Peygamberden gelen rivayetlerin yanısıra3
onun dört kitabın (Tevrat, Zebûr, İncil ve Kur’ân’ın) hulasası olma özelliğine sahip olması gibi
hususların da geldiği göz ardı edilmemelidir.4 Selçuklu ve Osmanlı dönemi tefsir ve müellifleri
arasında müstakil Fâtiha tefsirleri ve müellifleri büyük önem arzetmekte ve bir yekûn tutmaktadır.
Bu nedenle müstakil Fâtiha tefsirleri, baştan ya da sondan eksik Fâtiha tefsirleri ve çeşitli tefsir-
lerden intinsah edilmiş ancak kataloglarda müstakil tefsir olarak kaydedilmiş Fâtiha tefsirleri şek-
linde üç ana başlık altında İstanbul kütüphanelerinde yer alan müellifleri bilinen veya bilinmeyen
mahdût yahut matbu Fâtiha sûresi tefsirlerine dair 1987’de Ziya Demir tarafından müstakil bir
Yüksek Lisans çalışması yapılmıştır. Çalışma Türkiye kütüphanelerinin tamamında yer alan
Fâtiha tefsirlerini kapsamasa da bu üç kategoride İstanbul Kütüphanelerinde yer alan tefsirleri
tanıtması bakımından önemli bir çalışma olduğunu ifade etmemiz gerekir. Dolayısıyla biz de bu
çalışmada Mûsâ Sînôbî’nin önce hayatını ele alıp, daha sonra Osmanlı dönemi Fâtiha meâl-tefsiri
kültür ve geleneğine ayna tutan, Türkçe el yazması örneğini sergileyen veciz Fâtiha sûresi meâl-
1 Muhammed b. Ahmed b. Ebî Sehl Şemsü’l-Eimme es-Serahsî, el-Mebsûd, Dâru’l-Marife, Beyrut 1993,
c. I, s. 37; Ebu’l-Meâlî Burhaneddîn Mahmûd b. Ahmed b. Abdilazîz b. Ömer b. Mâze el-Buhârî el-
Hanefî, el-Muhîdu’l-Burhânî fi’l-Fıkhi’n-Nu’mânî Fıkhu’l-İmâm Ebû Hanîfe, (Tah. Abdülkerîm Sâmî
el-Cündî), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnân 2004, c. I, s. 307. 2 Ziya Demir, İstanbul Kütüphanelerinde Mevcut Matbu ve Yazma Fatiha Tefsirleri, Marmara Ünv. Sos-
yal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1987, s. X 3 Fâtiha’nın “ümmü’l-Kitâb/ümmü’l-Kur’ân”, “fâtihatu’l-Kitâb”, “A’zamu sûre (en yüce sûre)” oluşuna
ve faziletine dair rivayetler hakkında bkz. Muhammed b. İsmâîl Ebû Abdillâh el-Buhârî, Sahîhu’l-
Buhârî, (Tah. Muhammed b. Züheyr b. Nâsır en-Nâsır), Dâru Tavki’n-Necât, 1. Bsk., yy., 1422,
Fedâilu’l-Kur’ân, 9; Tefsîru’l-Kur’ân, 1; Müslim b. el-Haccâc Ebu’l-Hasen el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî, Sa-
hih-u Müslim, (Tah. Muhammed Fuâd Abdulbâkî), Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabiyyi, Beyrut ty., Salât 11;
Ebû Dâvûd Süleymân b. el-Eş‘as b. İshâk b. Beşîr b. Şeddâd b. el-Ezdî es-Sîcistânî, Sünen-ü Ebî Dâvûd,
(Tah. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamîd), el-Mektebetu’l-Asriyye –Saydâ, Beyrut ty., Salât, 43; Ebû
Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb b. Alî el-Horâsânî en-Nesâî, Sünenü en-Nesâî, (Tah. Abdülfettâh Ebû
Ğudde), Mektebu’l-Matbûâti’l-İslâmiyye, 2. Bsk., Haleb 1986, İftitâh, 23, 24, 25; Muhammed b. Îsâ b.
Sevre b. Mûsâ b. Dahhâk et-Tirmizî Ebû Îsâ, Sünenü’t-Tirmizî, (Tah. Ahmed Muhammed Şâkir vd.),
Şirketü Mektebeti ve Matbaati Mustafâ el-Bâbî el-Halebî, 2. Bsk., Mısır 1975, Tefsîru’l-Kur’ân, 2,
Fedâilu’l-Kur’ân, 1. 4 Demir, İstanbul Kütüphanelerinde Mevcut Matbu ve Yazma Fatiha Tefsirleri, s. 11-16.
Uluslararası Geçmişten Günümüze Sinop’ta Türk-İslam Kültürü Sempozyumu / 5-7 Ekim 2018
789
i tefsirinin tanıtım ve tahlilini yapacağız. Kısa bir meâli tefsir olduğundan dolayı tam metin transk-
ripsiyonunu da vermeyi ihmal etmeyeceğiz.
1. Mûsâ Sînôbî’nin Hayatı
Mûsâ Sînôbî’nin doğum, ölüm ve yaşadığı yer ve ilim tahsiliyle ilgili ne elimizdeki mev-
cut yazmada ve ne de Osmanlı âlimleri tabakât ve terâcim türü biyografî kitaplarında ve diğer
kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlayamadık. Ancak Mûsâ Sînôbî’nin, Keşfu’z-Zunûn’un zeyli
olan Bağdatlı İsmâîl Paşa’nın (1839-1920) “Îzâhu’l-Meknûn”unda kendisinden bahsedilen, “el-
Metâlibu’l-Âlihiyye el-Ma’mûle fi’l-Akâidi’l-İslâmiyye ve Beyâni Mezâhibi’l-Hilâfiyye ve Reddi-
him bi’-l-Edilleti’l-Kaviyye” adlı eserin sahibi Mûsâ b. Münteşâ b. Halîl es-Sînôbî er-Rûmî el-
Hanefî olması muhtemeldir. Nevar ki Îzâhu’l-Meknûn’da da müellifin ne doğum ne de vefat tari-
hinden söz edilmemiş, sadece bu eserin ismi ve esere başlangıç cümlesi verilmiştir.5 Künyesinde
Rûmî ifadesinin geçmesi ve Fâtiha tefsirini Osmanlı Türkçesi ile kaleme almış olması, onun bir
Osmanlı müellifi olduğunu, bununla birlikte Hanefî vurgusu ve günlük hayatta ve namazların ilk
iki rekâtı dışında dua mahiyetinde okunması amacına matuf Fâtiha’nın meâl-i tefsirini ele almış
olması ise mezhep noktasında Hanefî öğretiye ve Ebû Hanîfe’nin görüşlerine sıkı sıkıya bağlı
olduğunu ortaya koyuyor.
2. Mûsâ Sînôbî’nin Fâtiha Sûresi Meâl-i Tefsîri
Eser İzmir Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmaları bölümünde 1467/18 arşiv numarasıyla,
“Tefsîr-i Suver-i Kur'ân-ı Kerîm” adıyla kayıtlıdır. 180x105 mm. ölçüde, 118b-119a yaprak sayı-
sıyla Nesih türü bir yazıyla kaleme alınmıştır. Eserin yazılış yahut istinsah tarihine ilişkin ne bu
numarayla kayıtlı arşivde ne de eserde herhangi bir bilgi verilmemiştir. Müellif nüshası mı yoksa
müstensih kopyası mı olduğu da belli değildir. Üstelik eserin yazıldığı, gün, ay ve yılı ifade eden
ferağ kaydı da düşülmemiştir. Bununla beraber varak 119a’nın alt kısmında 13 Zil’ka’de, Teşrîni
Sâni 1025 tarihinde temellük edilmiştir şeklinde vakfa temellük yazısı yer almıştır. Bu temellük
kaydı bu tefsirin 16. yüzyıl sonu yahut 17. yüzyılın başları dönemine ait olması ihtimalini güç-
lendiriyor.
Eser, Osmanlı halk İslam kültürünün ilzam ettiği bir Fâtiha ve diğer kısa sûrelerin tefsiri
mi yoksa eserin giriş bölümünde “Sûre-i Fâtiha’yı ibâreti Türkiyye ile tefsîr edem”6 şeklinde mü-
ellifin belirttiği üzere halka yönelik kaleme alınmış Fâtiha’nın müstakil bir meâl-i tefsiri midir
tam belli olmasa da elimizdeki varaktan bunun Osmanlı dönemi Fâtiha tefsiri kültür ve anlayışının
bir uzantısı olarak Türkçe müstakil bir Fâtiha meâl-i tefsiri olması muhtemeldir. Eserin arşiv nu-
marasında kayıtlı “Tefsîr-i Suver-i Kur'ân-ı Kerîm” isminden pek çok sûrenin tefsirini içinde ba-
rındıran bir tefsir gibi anlaşılsa da elimizdeki mevcut el yazmasında eser Fâtiha’nın iki sahifelik
bir meâl-i tefsiri olarak görülüyor. Bunun daha hacimli bir Fâtiha tefsiri olduğunu söylemek müm-
kün değildir. Çünkü yazmanın ilk sahifesine Allah’ın nimetlerine Hamd ve şükür ile hamdele ve
salveleyle başlanmakta, ikinci sahifesinde ise Fâtiha’nın meâl-i tefsiri bitirilerek Cuma namazın-
dan sonra, bir de sefer ve göç vaktinde okunacak iki dua ile sonlandırılmaktadır. Bu dualar ise
şöyledir:
5 İsmâîl b. Muhammed Emîn Mîr Selîm el-Bâbânî el-Bağdâdî, Îzâhu’l-Meknûn fi’z-Zeyl alâ Keşfi’z-
Zunûn, (Tash. Muhammed Şerefuddîn Baltakayâ), Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabiyyi, Beyrut-Lübnân ty.,
c. IV, s. 495.6 Mûsâ Sînôbî, Varak 118b.
International Symposium on Turkish-Islamic Culture in Sinop from Past to Present / 5-7 October 2018
790
“Allahümme yâ ganiyyü, yâ hamîdü, yâ mübdiü, yâ mu‘îdü, yâ rahîmü, yâ vedûd. Eğninî bi-
halâlike an harâmike ve bi-fadlike ‘ammen sivâke. Duanın Türkçe anlamı: Ey Ganî, Hamîd,
Mübdi, Mu’îd, Rahîm, Vedûd olan Allahım. Beni helâl ettiklerinle iktifâ ettir, haramlara düşürme.
Fadlınla, ihsân ederek beni Senden başkasına muhtâç etme!."7
Bu duanın devamında “Allah, onu yarattıklarından korusun ve hesap etmediği yerden onu
rızıklandırsın” denilir. İktibas edilmiş olan sefer ve göçle ilgili dua ise şöyledir:
“Bu duâyı şerîfî Hazreti risâlet sallellâhu aleyhi ve sellem seferde göç vaktinde okûyûb be’dehu
(sonra) saâdetle göçler etmiş ve bu müftî Ebu’s-Suûd efendî merhum nakil buyûrdu. Bismillâhir-
rahmânirrahîm, Bunu bizim hizmetimize vereni tesbih ve takdis ederiz; yoksa biz buna güç yetire-
mezdik. Biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz. ”Ey Allahım! Biz, bu yolculuğumuzda senden iyilik ve
takvâ, bir de hoşnut olacağın ameller işlemeyi diliyoruz. Ey Allahım! Bu yolculuğumuzu bize kolay
eyle ve uzağını yakın et! Ey Allahım! Seferde yardımcı sensin ve geride çoluk çocuğa vekil sensin.
Ey Allahım! Yolculuğun zorluk ve şiddetinden, dönüşte malımız ve çoluk çocuğumuz konusunda
üzücü manzara ve kötü hallerle karşılaşmaktan sana sığınırım. ” Sadaka Resûlullâh.8
Fâtiha’nın meâl-i tefsirinden sonra cuma namazından sonra okunacak helal ve bol rızık
temennili hadis, sefer ve göç duası sulak ve otlak için yola çıkan Müslüman göçebe Türklerle
ilgili kaleme alınmış olmasını güçlendiriyor. Bu iki duanın müellife mi ait yoksa sonradan müs-
tensihler mi ilave etmişler bunu ayırmak için kesin bir şey söylemek zor olsa da göçte okunacak
duanın yazı türünün farklı olduğu da aşikârdır.
Müellif eseri ele alış gayesini ise şu ifadelerle dile getirmiştir:
“Sûre-i Fâtihâyı ibâret-i Türkiyye ile tefsir edem mümin gardaşlara alâ vechi’d-duâ okumak mü-
yesser ola. Tâki salât-ı rekateyn-i ûleyeyninden gayri de alâ vechi’d-duâ okuyalar. Alâ vechi’l-
kıraâti okumayalar ki sehiv secdesi lâzım gelmeye”.9
Bu ifadelerinden anlaşıldığı gibi XVI. yüzyılda toplumun büyük bir kısmını oluşturan,
mektep ve medreseden uzak, Arap alfabesinde Kur’ân’ı okuma ve anlama imkânı olmayan o dö-
nem göçebe Türklerin dua olarak günlük yaşamlarında Fâtiha’yı kolay bir şekilde okumaları için
kendi öz Türkçelerinde Fâtiha’nın meâl-i tefsirinin yapılmasının amaçlandığı görülür. Mûsâ
Sînôbî’nin ibare ve ifadelerinden anladığımız şayet doğru ise, bu metnin ele alınış amacına matuf
olarak dikkat çeken bir başka husus da dört rekâtlı farz namazların ilk iki rekâtı dışında diğer
rekâtlarda, yaptığı bu meâlin kolaylık olsun diye dua mahiyetinde Türkçe okunmasıdır. Muhte-
melen Fâtiha’nın Türkçe meâl-i tefsirinin son iki rekâtta dua olarak okunması temennisi de örgün
eğitim imkânlarından yoksun olan Müslüman göçebe Türklerin Arap alfabesinde Kur’ân’ı kıraa-
tiyle okumanın lahn-ı celî gibi mana ve mesajı değiştiren dolayısıyla da namaz ibadetini bozan
yahut lahnı hafî gibi namazın sevabını azaltan ve namazı mekruh hale getiren okuyuş hatalarını
beraberinde getireceği endişesiyle sehiv secdesinden kaçınmak ve ilahî mesajın anlaşılmasını sağ-
lama amacına matuftur. Büyük olasılıkla müellif Hanefî olması nedeniyle bunu İmam-ı Azam ve
İmameyn’in Müslüman olan acemlerin, Fars ve Türklerin Arap alfabesinden Kur’ân’ı öğrenme
7 Tirmizî, Da’vât, 128. 8 Müslim, Hacc, 75. 9 Mûsâ Sînôbî, Varak 118b.
Uluslararası Geçmişten Günümüze Sinop’ta Türk-İslam Kültürü Sempozyumu / 5-7 Ekim 2018
791
fırsatı buluncaya kadar kendi dilinde namazda okumanın bir sakıncası olmadığına ilişkin fetva-
sına10 dayanarak kaleme almıştır. Sînôbî’nin Türkçe meâl-i tefsir olarak ele alma amacına matuf
olarak bu yazmada yer alan ifadeler, o dönem Anadolu’da İslam’a girmiş olup da Arapça okuma
bilmeyenlerin kendi dillerinde dua ve ibadet gibi ritüelleri yerine getirdiklerini düşündürüyor.
Sînôbî’ye göre farz namazların son iki rekâtında meâl-i tefsirin dua mahiyetinde okunması anla-
yışı da muhtemelen dört rekâtlı farz namazların son üçüncü ve dördüncü rekâtlarında kıraatin
(Harfleri telaffuz ederek Kur’ân’dan bir miktar okumanın) sahih kabul edilen görüşün aksine, farz
yahut vacip olmayışı, kraati yapıp yapmamanın hatta tesbihte bulunmanın veya da üç tesbih mik-
tarı susmanın caiz oluşuna dair rivayetlerden11 mülhem olsa gerektir. Bununla beraber Türkçe
olarak kaleme alınan bu meâl-i tefsîr’de dönemin konuşma ve yazı dilinde görülen halk tarafından
bilinen bî seyâr ve bî şemâr gibi yer yer Farsça kelime ve terkipler de yer almıştır.
Sînôbî’nin Fâtihâ tefsirinde dikkat çeken bir başka husus, “Ğayri’l-Meğdûbi ‘aleyhim”
“ve le’d-Dâllîn” ifadelerinin yaygın olarak tefsir edildiği gibi anlam verilmemiş olmasıdır. Bun-
ların gayri müslimler değil de
“Ğayri’l-Meğdûbi ‘aleyhim, yanî onlara hiç gazab etmemişsündür, Vele’d-Dâllîn, dahî onlar se-
nün yolunda azgûnluk etmemüşler ve dahî bize şol tarîkî tevfîk eyle ki onda senin gazabına lâyık
olmayâvuz ve dahî dalâlet itmeyâvuz”12
10 İmam-ı Azam’ın ve İmameyn’in insanların kendi dilinde ibadet görüşleri şöyledir: Mekruh görülmekle
birlikte Ebû Hanîfe’ye göre namazda Farsça okumak caizdir. İmam Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre de
bu caizdir ancak bu iki imam bunun caiz oluşunu kişinin nazm-ı Arabi’yi iyi telaffuz edemeyişiyle ka-
yıtlamışlardır. Ebû Hanîfe ezanın da Farsça okunması halinde caiz olacağını, çünkü ona göre ezan-
dan/tekbirden maksat, bu ibadetlerde rüknün, “…Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kur-
tuluşa erer. ” (A’lâ, 87/14-15) ayetinde sabit olduğu üzere, tazim yoluyla Allah’ı anış ve ilan olmasıdır.
Bu da herhangi bir dile özgü bir şey değil her dilde husûle gelen bir durumdur. Dolayısıyla insanlar
Farsça okunduğunda bu okunanın ezan olduğunu bildiklerinde bu ezanın caiz olduğunu hatta Farisi bi-
risinin Farsça iman etmesi yani kelime-i şahadet getirmesi, hayvan keserken Farsça besmele ve tekbir
getirmesi ve Farsça telbiye getirmesinin de caiz olduğunu ifade etmiştir. İmam Ebû Yûsuf ve Muham-
med’in ise Farsça ezan okumanın caiz olduğunu ancak bunu Arapça nazmı iyi telaffuz edememeyle
kayıtlandırdıklarını görüyoruz. İmam Şafiî ise Zuhruf 3 ve Fussilet 44. ayetlerinde Kur’ân’ın Arap vas-
fına (Kur’ânen Arabiyyen) vurgusunu esas alarak Arapça dışında başka bir dilde ibadete kapı aralama-
mış, Arapça bilmeyen onu iyi telaffuz edemeyen kişileri ümmi konumda kabul ederek herhangi bir kıraat
yapmadan namazlarını kılabileceklerini ifade etmiştir. Ebû Hanîfe’nin Arapçanın dışında farklı dillerde
ibadet yapılacağına dair görüşünün esası da şu iki delile dayanır: Birincisi Şu‘arâ 196 ve A’lâ 18-19
“Süphesiz bu (Kur'an) öncekilerin kitaplarında da vardı.” “Süphesiz bu (Kur’ân), ilk sayfalarda, İbra-
him ve Mûsâ'nın sayfalarında da vardır.” ayetlerini referans alarak, Kur’ân’ın önceki suhuf ve kitaplarda
yer almasının lafzıyla olmadığı Kur’ân’ı ve onun icazını, nazmıyla değil de mana ve ruhuyla Kur’an
olarak kabul etmesidir. Çünkü ona göre Allah’ın kelamı mahlûk ve muhdes değildir. Hâlbuki bütün diller
muhdestir. Dolayısıyla ilahi kelamın özel bir dilde (Arapça) Kur’an olduğu fikrini ileri sürmek ona göre
caiz değildir. İkincisi ise Müslüman olan Farsların Selman-ı Fârisî’ye kendileri için Fâtiha’yı Farsça
yazması için mektup yazmaları üzerine Selman’ın Farsça yazmış olduğu Fâtiha ile dilleri Arapça’ya
alışıncaya kadar Farsların namazlarda Fâtiha’yı Farsça okumuş olmalarıdır. (Geniş bilgi için bkz. Se-
rahsî, el-Mebsûd, c. I, s. 36-37; İbn Mâze, el-Muhîdu’l-Burhânî, c. I, s. 307; Muhammed b. Alî b. Şuayb
Ebû Şucâ’ Fahruddîn İbnu’d-Dehhân, Takvîmu’n-Nazar, (Tah. Sâlih b. Nâsır b. Sâlih el-Huzeym), Mek-
tebetu’r-Rüşd, 1. Bsk., Suûd-Riyâd 2001, c. I, s. 300-303) Şunu ifade edelim ki her ne kadar kişinin
kendi dilinde ibadet etme fetvası hüküm olarak verilmiş olsa da bunun geçici bir ara çözüm fetvası ol-
duğu tüm Müslümanlara, bütün ibadet ve zamanlara teşmil edilemeyeceğinin bilinmesi gerekir. 11 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, (Sad. Ali Fikri Yavuz), Kılıç Yayınevi, Ankara 1997, s.122. 12 Mûsâ Sînôbî, Varak 118b-118a.
International Symposium on Turkish-Islamic Culture in Sinop from Past to Present / 5-7 October 2018
792
ifadelerinde olduğu gibi bir önceki ayette nimet verilen müminlerin bir sıfatı, özelliği olarak tefsir
ve tercüme edilmiş olmasıdır. Nevarki bu tür bir tefsir ve meâlin ibda’ ve îcâd mahiyetinde türedi
bir tefsir ve meâl olmadığı, bunun klasik tefsirlerde de yer alan bir tefsir olduğunu görüyoruz.13
3.Metnin Transkripsiyonu
Hâmiden li-llâhi ve alâ âlâihi ve şükren lehu alâ ne’mâihi, musalliyen alâ resûli Muham-
med ve âlihi, tâliben li-merdâtihi. Sûre-i Fâtiha’yı ibâret-i Türkiyye ile tefsîr edem mümin gar-
daşlara alâ vechi’d-duâ okumak müyesser ola. Tâki salât-ı rek‘ateyn-i ûleyeyninden gayri de alâ
vechi’d-duâ okuyalar. Alâ vechi’l-kıraâti okumayalar ki sehiv secdesi lâzım gelmeye. Harrarahû
el-Fâkîr Mûsâ el-Hakîr es-Sînôbî.
El-Hamdülillâh, yanî mehâmidi bî seyâr (sonsuz hamd) ve senâhâi bî şemâr (sayılamaya-
cak övgü) ol müstecmi‘i sıfât-ı ulûhiyyet ve müstahakk-u tâat ve ibâdet zâtı vâcibu’l-vucûda lâyık
ve mahsûsdur ki Rabbu’l-Âlemîn’dir, yani cemî‘u mâsivânın sâhibidir ki her şey kabza-i kudre-
tinde olûb nece diler, tasarruf eder ve herşey neye lâyık ise bilûr ve ona göre hallerini takdîr ve
13 Bu tür bir mananın verilmesinde temel amil “Ğayri’l-Meğdûbi ‘aleyhim ve le’d-Dâllîn” ifadesinin cer
konumunda, “ellezîne en’amte aleyhim” ibaresinin na’tı ve sıfatı; yahut da “sirâda’l-lezîne en’amte
‘aleyhim, sirâda ğayri’l-Meğdûbi ‘aleyhim” şeklinde ğayri’l-Meğdûbi ‘aleyhim ifadesinin sirâde keli-
mesinin muzafun ileyhi olarak tefsir ve tercüme edilmiş olmasıdır. (Muhammed b. Cerîr b. Yezîd b.
Kesîr Ğâlib el-Âmilî Ebû Cafer et-Taberî, Câmiu’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, (Tah. Ahmed Muhammed
Şâkir), Müessesetu’r-Risâle, 1. Bsk., yy. 2000, c. I, s. 180-181) Bu tür bir anlam verilmesinin ğayri’l-
meğdûbi ‘aleyhim ifadesinin sirâda’l-lezîne en‘amte ‘aleyhim kısmından bedel olarak ele alınmasının da
büyük payı vardır. (Ebu’l-Kâsım Mahmûd b. Amr b. Ahmed ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâiki
Ğevâmizi’t-Tenzîl, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabiyyi, 3. Bsk., Beyrut 1407, c. I, s. 16) Taberî “Ğayri’l-meğdûbi
‘aleyhim”in bu tarz iki muhtelif irabı olsa da bu iki irabın manalarının birbirlerine yakın olduğunu Al-
lah’ın kendilerine nimet verip hak dinine hidayet ettiğinden dolayı bu kişilerin aynı zamanda Rablerinin
gazabından beri olmuş ve dininde sapkınlıktan da kurtulmuş olduklarını ifade etmiştir. (Taberî, Câmiu’l-
Beyân, c. I, s. 181-182) Bu ayetin anlamına etki eden bir başka okuyuş tarzı da –ki Basralı nahivcilerden
bazıları bu okuyuşu tercih etmişlerdir- ğayre’nin illâ manasında kendilerine nimet verilenlerden istisnaî
munkatı olarak mansup okunmasıdır. Bu okuyuş tarzının doğruluk payı olsa da Taberî şaz kıraatlerden
olduğundan dolayı bunu kerih görmüş ve “ğayri’l-meğdûbi ‘aleyhim ve le’d-Dâllîn” ifadesinin cer ko-
numunda, “ellezîne en‘amte ‘aleyhim” ibaresinin na’tı ve sıfatı yahut da “sirâda’l-lezîne en‘amte ‘aley-
him, sirâda ğayri’l-meğdûbi aleyhim” şeklinde ğayri’l-meğdûbi ‘aleyhim ifadesinin sirâde kelimesinin
muzafun ileyhi olarak yani kendilerine nimet verilen ve doğru yol talebinde bulunan müminlerin sıfatı
olarak tefsir ve tercüme edilen görüşü tercih etmiştir. Ayrıca Kûfeliler de nefyin (vele’d-dâllin), istisnaya
(ğayre) atfının mümkün olamayacağını, ancak nefyin nefye, istisnanın istisnaya atfını uygun gördükle-
rinden dolayı ğayre’nin istisna olarak mansup okunmasını kabul etmemişler, nefyin nefye atfedildiği
(le’l-meğdûbî ‘aleyhim vele’d-dâllîn) bir mana vermişlerdir. (Taberî, Câmiu’l-Beyân, c. I, s. 182-184)
Muhtemelen tefsir ve meallerde “ğayri’l-meğdûbi ‘aleyhim ve le’d-dâllîn” ifadesinde geçen gazaba uğ-
ramışların Yahudiler, doğru yoldan sapmışların ise Hristiyanlar olduğu rivayet ve yorumlarında (Ebu’l-
Hasen Mukâtil b. Süleymân b. Beşîr el-Ezdî, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, (Tah. Abdullah Mahmûd
Şahhâta), Dâru İhyâi’t-Türâs, 1. Bsk., Beyrut 1423, c. I, s. 36; Taberî, Câmiu’l-Beyân, c. I, s. 187-
188,192-195) Mâide 60 ve 77. ayetlerin devreye sokulmasının (Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer b. el-
Hasen b. el-Hüseyin et-Teymî Fahruddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabiyyi, 3.
Bsk., Beyrut 1420, c. I, s. 222) ve Hz. Peygambere, sahabe ve tabiuna nispet edilen hadis ve rivayetlerde
ğayri’l-meğdûbi ‘aleyhim’in Yahudiler vele’ddâllin’in ise Hristiyanlar olduğu nakillerinin yanısıra (Ta-
berî, Câmiu’l-Beyân, c. I, s. 187-188,192-195) ğayre’nin istisna olarak ele alınmasının da büyük payının
olduğunu ifade etmek gerekir. “Ğayri’l-meğdûbi ‘aleyhim ve le’d-dâllîn” müminlerin bir vasfı yahut
Yahudi ve Hristiyanlar olduğu rivayet ve yorumları yanında ayetin lafzının umumi olmasından dolayı
herhangi bir gurupla kayıtlanamayacağı, dolayısıyla da meğdûb aleyhim’in amelde hataya düşen tüm
fasıklar/ehl-i masiyet, dâllîn’in ise itikatta hataya düşen tüm sapıklar/ehl-i cehl veya meğdûb aleyhim’in
kafirler dâllîn’in ise münafıklar olmasının da muhtemel olduğu ayrıca ifade edilmiştir. (bkz. Râzî,
Mefâtîhu’l-Ğayb, c. I, s. 222-223)
Uluslararası Geçmişten Günümüze Sinop’ta Türk-İslam Kültürü Sempozyumu / 5-7 Ekim 2018
793
tedbîr edûp tevbe ve ıslâh edîcîdîr. Ve hem er-Rahmân’dır. Yani dünyada kullarına zâhiren ve
bâtinen in‘âm lâ yu‘addü ve ihsân lâ yuhsâ edîcîdir. Ve hem er-Rahîm’dir, yani ahirette kemâli
fadlından müminlerin bazı âsilerine mağfiret edûb, sâlihlerine gözleri görmemiş ve kulakları işit-
memiş ve kimsenin gönlüne gelmemiş in‘âmlar ve ihsânlar edîcîdîr. Ve hem Mâliki Yevmi’d-
Dîn’dir, yani kıyâmet gününde vâki olan cem‘î ahvâle mâlik ve mutasarrıftır ki mutîlerine sevap
eyler ve bazı asilerine ‘ikâb eyler, kulları arasında hak ile hükmedicidir. İyyâke Ne’budu, yani
sıfât-ı mezkûre ile mevsûf Allah, sana ibâdet ederiz ancak senden gayriye ibâdet etmezûz ki sen-
den gayri ibâdete lâyık yokdur. Ve İyyâke Neste‘în, yani dahî mühimmâtımızda senden muâvenet
taleb ederiz, senden gayriden taleb etmezûz ki kâdir-i mutlak sensin, senden gayrî yardım taleb
edecek kimesne yokdur, zîrâ her kimden ki muâvenet taleb olunsa senin iznün ve iradetün olma-
yacak. Kâdir değildir ki mu‘în ola. İhdine’s-Sırâde’l-Müstekîm, yani beni rızâna yetişecek yola
kılavuzla, Sirâda’l-lezîne en‘amte ‘aleyhim, yanî şol kulların tarîkinî tevfîk eyle ki onlara bi ni-
hâye in‘âm etmişsindir. Ğayri’l-Meğdûbi ‘aleyhim, yanî onlara hiç gazab etmemişsündür, Vele’d-
Dâllîn, dahî onlar senün yolunda azgûnluk etmemüşler ve dahî bize şol tarîkî tevfîk eyle ki onda
senin gazabına lâyık olmayâvuz ve dahî dalâlet itmeyâvuz, Âmîn yanî bizûm bu duâmızı sen
kabûl eyle.
Sonuç
16. yüzyılın sonları 17. yüzyılın başlarında yaşadığı ve Osmanlı dönemi müelliflerinden
olduğu tahmin edilen Mûsâ es-Sînôbî’nin hayatını ve İzmir Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmaları
bölümünde 1467/18 arşiv numarasıyla, “Tefsîr-i Suver-i Kur'ân-ı Kerîm” adıyla kayıtlı bulunan
iki sahifelik Fâtiha’nın Meâl-i Tefsirini ve bu bağlamda ayetleri yorumlama ve meallendirme
tarzını tahlil ettiğimiz bu çalışma, Osmanlı dönemi Türkçe Fâtiha tefsiri ve meâli geleneğini yan-
sıtmakta ve dönemin izlerini taşımaktadır. Hiç şüphesiz eser, o dönem mektep ve medreseden
uzak özellikle de göçebe Türklerin göç, sefer ve rızık temini gibi gündelik yaşamlarında hatta dört
rekâtlı namazların son iki rekâtında kolaylık olsun diye dua mahiyetinde Fâtiha’yı okumaları ama-
cına matuf olarak Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınmış olması bakımından büyük önem arzet-
mektedir. Yine meâl-i tefsirin gündelik yaşam ve namazların son iki rekâtında kolaylık olsun diye
dua mahiyetinde okunması için Türkçe kaleme alınmış olması, Osmanlı âlimlerinin Ebû
Hanîfe’nin ve Hanefîliğin öğretilerine sıkı sıkıya bağlı olduklarını da göstermektedir. Ayrıca
Fâtiha’nın yedinci ayetinde geçen “ğayri’l-mağdûbî ‘aleyhim vele’d-dâllîn” ifadesinin Yahudiler
ve Hristiyanlar değil de müminlerin bir vasfı olarak meâllendirilmiş olması da kadim tefsir kitap-
larında yer alan meâllendirme tarzının bir devamı görülebilecği gibi, farklı din ve etnik unsurlar-
dan oluşan Osmanlı çoğulcu (plural) toplum yapısının bir etkisi olarak da düşünülebilir. Çünkü
Hz. Peygambere, sahabe ve tabiuna nispet edilen hadis ve rivayetlerde gazaba uğramış ve sapıt-
mışların Yahudi ve Hristiyanlar, Müşrik ve Munafıklar olduğu açıkça beyan edilmiş olmasına
rağmen, ayetin “gazaba uğramamış ve azgınlık ve taşkınlık etmemiş müminler” şeklinde anlam-
landırılmış olması çok uluslu ve çok dinli Osmanlı toplum yapısının tesirinde verilmiş bir anlam
olma ihtimalini artırmaktadır.
Kaynakça
Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, (Sad. Ali Fikri Yavuz), Kılıç Yayınevi, Ankara 1997, s.122.
Buhârî, Muhammed b. İsmâîl Ebû Abdillâh, Sahîhu’l-Buhârî, (Tah. Muhammed b. Züheyr b. Nâsır en-
Nâsır), Dâru Tavki’n-Necât, 1. Bsk., yy., 1422.
International Symposium on Turkish-Islamic Culture in Sinop from Past to Present / 5-7 October 2018
794
Demir, Ziya, İstanbul Kütüphanelerinde Mevcut Matbu ve Yazma Fatiha Tefsirleri, Marmara Ünv. Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1987.
Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-Eş‘as b. İshâk b. Beşîr b. Şeddâd b. el-Ezdî es-Sîcistânî, Sünen-ü Ebî Dâvûd,
(Tah. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamîd), el-Mektebetu’l-Asriyye –Saydâ, Beyrut ty.
İbn Mâze, Ebu’l-Meâlî Burhaneddîn Mahmûd b. Ahmed b. Abdilazîz b. Ömer el-Buhârî el-Hanefî, el-
Muhîdu’l-Burhânî fi’l-Fıkhi’n-Nu’mânî’Fıkhu’l-İmâm Ebû Hanîfe, (Tah. Abdülkerîm Sâmî el-
Cündî), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnân 2004.
İbnu’d-Dehhân, Muhammed b. Alî b. Şuayb Ebû Şucâ’ Fahruddîn, Takvîmu’n-Nazar, (Tah. Sâlih b. Nâsır
b. Sâlih el-Huzeym), Mektebetu’r-Rüşd, 1. Bsk., Suûd-Riyâd 2001.
İsmâîl b. Muhammed Emîn, Mîr Selîm el-Bâbânî el-Bağdâdî, Îzâhu’l-Meknûn fi’z-Zeyl alâ Keşfi’z-Zunûn,
(Tash. Muhammed Şerefuddîn Baltakayâ), Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabiyyi, Beyrut-Lübnân ty.
Mukâtil, Ebu’l-Hasen b. Süleymân b. Beşîr el-Ezdî, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, (Tah. Abdullah Mahmûd
Şahhâta), Dâru İhyâi’t-Türâs, 1. Bsk., Beyrut 1423.
Mûsâ Sînôbî, Tefsîr-i Suver-i Kur'ân-ı Kerîm, İzmir Milli Kütüphane Türkçe Yazmalar Bölümü, Arşiv No
1467/18, Varak 118b-119a.
Müslim, İbn el-Haccâc Ebu’l-Hasen el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî, Sahih-u Müslim, (Tah. Muhammed Fuâd Ab-
dulbâkî), Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabiyyi, Beyrut ty.
Nesâî, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb b. Alî el-Horâsânî, Sünenü en-Nesâî, (Tah. Abdülfettâh Ebû
Ğudde), Mektebu’l-Matbûâti’l-İslâmiyye, 2. Bsk., Haleb 1986.
Râzî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer b. el-Hasen b. el-Hüseyin et-Teymî Fahruddîn, Mefâtîhu’l-Ğayb,
Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabiyyi, 3. Bsk., Beyrut 1420.
Serahsî, Muhammed b. Ahmed b. Ebî Sehl Şemsü’l-Eimme, el-Mebsûd, Dâru’l-Marife, Beyrut 1993.
Taberî, Muhammed b. Cerîr b. Yezîd b. Kesîr Ğâlib el-Âmilî Ebû Cafer, Câmiu’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân,
(Tah. Ahmed Muhammed Şâkir), Müessesetu’r-Risâle, 1. Bsk., yy. 2000.
Tirmizî, Muhammed b. Îsâ b. Sevre b. Mûsâ b. Dahhâk Ebû Îsâ, Sünenü’t-Tirmizî, (Tah. Ahmed Muham-
med Şâkir vd.), Şirketü Mektebeti ve Matbaati Mustafâ el-Bâbî el-Halebî, 2. Bsk., Mısır 1975.
Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Mahmûd b. Amr b. Ahmed, el-Keşşâf an Hakâiki Ğevâmizi’t-Tenzîl, Dâru’l-
Kitâbi’l-Arabiyyi, 3. Bsk., Beyrut 1407.
Ekler
Uluslararası Geçmişten Günümüze Sinop’ta Türk-İslam Kültürü Sempozyumu / 5-7 Ekim 2018
795
International Symposium on Turkish-Islamic Culture in Sinop from Past to Present / 5-7 October 2018
796