69
631670.html BİR İDAM MAHKÛMUNUN SON GÜNÜ TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO-^^SİYAH ROMAN VICTOR HUGO (D. 26 Şubat 1802, Besançon - Ö. 22 Mayıs 1885, Paris, Fransa) Romantik gerçekçiliğin en önemli yazarlarından birisi sayılan romancı, oyun yazan ve şair. Babası, Napoleon'un ordusunda generaldi. Babasının imparatorluk ordusuyla birlikte ülkeden ülkeye dolaşması ve annesiyle babası arasındaki anlaşmazlıklar yüzünden çocukluğu düzensizlikler içinde geçti. 1821'de annesi öldü. Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her ile evlendi. Aynı yıl, ilk şiir kitabı olan Odes et poesies diverses'i (Odlar ve Çeşitli Şiirler) yayımladı. Ardından ilk romanı Han d'Islande (İzlanda Hanı) çıktı. 1827'de manzum oyunu Cromıveü büyük bir ilgiyle karşılandı ve tanınmasını sağladı. Aşkla arınan bir fahişeyi ele alan Marion de Lome (1829) adlı oyunu sansür tarafından yasaklanınca liberal eğilimleri güçlendi. Bu yasaklamaya hemen Herna- ni (1830) adlı oyunu yazarak karşılık verdi. Nötre Dame de Paris (Nötre Dame'ın Kamburu; 1831) ile ününü daha da artırdı. Roman, başdiyakoz Frollo ve asker Phoebus'un kişiliklerinde, kambur Quasi- modo ile çingene Esmeralda'yı mutsuzluğa boğan toplumu lanetliyordu. Bir önceki romanı he Derni- er Jour d'un condamne de (Bir İdam Mahkûmunun Son Günü; 1829) ölüm cezasına karşı çıkışın bir ürünüdür. Hugo aynı konuyu Claude Gueux (1834) -5- adlı kitabında yeniden ele aldı. Temmuz Monarşisi sırasında dört şiir kitabı yayımlandı: Les Feuiües d'automne (Sonbahar Yaprakları; 1831), Les Chants du crepuscule (Şafak Türküleri; 1835), Les Voix interieures (Gönülden Sesler; 1837), Les Ra-yons et les ombres (Işınlar ve Gölgeler; 1840). 1856'da Les Contemplations (Düşünceler) adlı kitabındaki şiirlerinde kızını kaybetmenin verdiği derin acıyı ele aldı. 1851de III. Napoleon iktidara gelince Hugo için 4 Eylül 1870'e kadar sürecek olan bir sürgün hayatı başladı. Eserlerinin büyük bölümünü sürgün döneminde yazdı. Les Châtiments (Azaplar; 1853) adlı kitabı, Fransız dilinde yazılmış en güçlü yergili şiirleri içermektedir. 1854-60 arasında yazdığı La Fin de Satan (Ölümünden Sonra Şeytanın Sonu; 1886), Dieu (Ö.S. Tanrı; 1891), La Leğende des Siecles'ı (Yüzyılların Efsanesi; 1859) ile şiir alanındaki çalışmalarını sürdürdü. 1862'de yayımlanan ve başyapıtı kabul edilen Les Miserab-les (Sefiller) ile büyük bir basan kazandı ve roman çeşitli dillere çevrildi. Hugo'nun Fransa dışında da tanınmasını sağlayan Sefiller, Paris halkının destanı olarak kabul edilmektedir. Hugo sürgünden döndükten kısa bir süre sonra 1871'de Paris Komünü kuruldu. Komünün bastırılmasına karşı çıkan Hugo kısa bir süre sonra yeniden sürgüne gitti. 1874'te Quatrevingt-treize (1793 Devrimi) yayınlandı. 1885te ölen Hugo'nun cenazesi ulusal törenle kaldırıldı ve Pantheon'a gömüldü. Diğer önemli eserleri

BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

  • Upload
    others

  • View
    7

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

631670.html

BİR İDAM MAHKÛMUNUN

SON GÜNÜ

TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO

BORDO-^^SİYAH ROMAN

VICTOR HUGO

(D. 26 Şubat 1802, Besançon - Ö. 22 Mayıs 1885, Paris, Fransa) Romantik gerçekçiliğin en önemliyazarlarından birisi sayılan romancı, oyun yazan ve şair.

Babası, Napoleon'un ordusunda generaldi. Babasının imparatorluk ordusuyla birlikte ülkeden ülkeyedolaşması ve annesiyle babası arasındaki anlaşmazlıklar yüzünden çocukluğu düzensizlikler içindegeçti. 1821'de annesi öldü. Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her ileevlendi. Aynı yıl, ilk şiir kitabı olan Odes et poesies diverses'i (Odlar ve Çeşitli Şiirler) yayımladı.Ardından ilk romanı Han d'Islande (İzlanda Hanı) çıktı. 1827'de manzum oyunu Cromıveü büyük birilgiyle karşılandı ve tanınmasını sağladı. Aşkla arınan bir fahişeyi ele alan Marion de Lome (1829)adlı oyunu sansür tarafından yasaklanınca liberal eğilimleri güçlendi. Bu yasaklamaya hemen Herna-ni (1830) adlı oyunu yazarak karşılık verdi. Nötre Dame de Paris (Nötre Dame'ın Kamburu; 1831) ileününü daha da artırdı. Roman, başdiyakoz Frollo ve asker Phoebus'un kişiliklerinde, kambur Quasi-modo ile çingene Esmeralda'yı mutsuzluğa boğan toplumu lanetliyordu. Bir önceki romanı he Derni-er Jour d'un condamne de (Bir İdam Mahkûmunun Son Günü; 1829) ölüm cezasına karşı çıkışın birürünüdür. Hugo aynı konuyu Claude Gueux (1834)

-5-

adlı kitabında yeniden ele aldı. Temmuz Monarşisi sırasında dört şiir kitabı yayımlandı: Les Feuiüesd'automne (Sonbahar Yaprakları; 1831), Les Chants du crepuscule (Şafak Türküleri; 1835), Les Voixinterieures (Gönülden Sesler; 1837), Les Ra-yons et les ombres (Işınlar ve Gölgeler; 1840). 1856'daLes Contemplations (Düşünceler) adlı kitabındaki şiirlerinde kızını kaybetmenin verdiği derin acıyıele aldı. 1851de III. Napoleon iktidara gelince Hugo için 4 Eylül 1870'e kadar sürecek olan bir sürgünhayatı başladı. Eserlerinin büyük bölümünü sürgün döneminde yazdı. Les Châtiments (Azaplar; 1853)adlı kitabı, Fransız dilinde yazılmış en güçlü yergili şiirleri içermektedir. 1854-60 arasında yazdığı LaFin de Satan (Ölümünden Sonra Şeytanın Sonu; 1886), Dieu (Ö.S. Tanrı; 1891), La Leğende desSiecles'ı (Yüzyılların Efsanesi; 1859) ile şiir alanındaki çalışmalarını sürdürdü. 1862'de yayımlananve başyapıtı kabul edilen Les Miserab-les (Sefiller) ile büyük bir basan kazandı ve roman çeşitlidillere çevrildi. Hugo'nun Fransa dışında da tanınmasını sağlayan Sefiller, Paris halkının destanıolarak kabul edilmektedir. Hugo sürgünden döndükten kısa bir süre sonra 1871'de Paris Komünükuruldu. Komünün bastırılmasına karşı çıkan Hugo kısa bir süre sonra yeniden sürgüne gitti. 1874'teQuatrevingt-treize (1793 Devrimi) yayınlandı. 1885te ölen Hugo'nun cenazesi ulusal törenle kaldırıldıve Pantheon'a gömüldü.

Diğer önemli eserleri

Page 2: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Şiirleri: Nouvelles Odes (Yeni Odlar; 1824), Odes et ballades (1826; genişletilmiş baskı, 1828; Odlarve Baladlar), Les Orientales (Doğulular; 1829), Les Chansons des rues et des bois (Sokak ve OrmanŞarkıları; 1865), L'Art d'etre grand-pere -6-

(Büyük Baba Olma Sanatı; 1877), Les Quatre Vents de L'esprit (Usun Dört Rüzgârı; 1881), Toute lalyre (Ö.S. 1888, 2 dizi; 1893, 1 dizi; Bütün Lir), Les Annees funestes, 1852-1870 (Ö.S. Uğursuz Yıllar;1898: 1852-1870) Roman: Bug-Jargal (1826), Les Travailleurs de la mer (Deniz İşçileri; 1866),L'Homme qui rit (Gülen Adam; 1869). Manzum oyun: Le Roi s'amuse (Kral Eğleniyor; 1832), RuyBlas (Ruy Blas; 1838), Les Burgraves (Dere-beyler; 1843). Düzyazı oyun: Amy Robsart (1828),Lucrece Borgia (1833), Marie Tudor (1833) Angelo, tyran de Padoue (Padova Tiranı Angelo; 1835),Theâtre en liberte (Ö.S. Özgürlükte Tiyatro; 1886). Eleştiri yazısı: Litterature et philosophie melees(Karışık Edebiyat ve Felsefe; 1834), Wiüiam Sha-kespeare (1864). Siyasal yazı: Napoleon le petit(1852; Küçük Napoleon), Histoire d'un erime (Bir Suç Öyküsü; 1877), Actes et paroles (4 Dizi;Eylemler ve Sözler), Avant L'exil (1841-51, 1. dizi; Sürgünden Önce), PendantL'exil (1852-70, 2. dizi;Sürgün Boyunca), Depuis L'exile (1870-85, 3. ve 4. dizi; Sürgünden Bu Yana). Gezi: Le Rhin (Ren;1842), Alpes et Pyrenees (Ö.S. Alpler ve Pireneler; 1890), La France et la Belgique (Ö.S. Fransa veBelçika; 1894), Choses vues (Ö.S. 1887-99, 2 cilt; Görülen Şeyler).

-7-

ÖNSÖZ

İdam cezasının Victor Hugo'nun hayatında gençlik yıllarından başlayarak belirleyici bir etki yaptığınıedebiyat kaynaklarından ve doğrudan kaleme aldığı metinlerden çıkarmak mümkün. Hugo çocukdenecek yaşta, İspanya'da boğularak öldürülmek üzere idam mahalline götürülen bir mahkûmunyoldan geçişini izlemiş ve on altı yaşındayken, bir kızın, Adalet Sarayı önünde kızgın demirle ceza-landırılışı sırasındaki dayanılmaz feryatlarını unutmamıştı. Kuşkusuz, giyotinle 'acısız' infazlar,devrimden yaklaşık otuz yıl sonra bile, hayatın ürkütücü gerçeklerinden biri olarak ruhları ve zihinlerimeşgul edip durmaktaydı özellikle Fransa'da.

B. Brechfin Sezuan'ın İyi /nsanı'nda Tanrılar tek bir iyi insan bulmak umuduyla dünyaya inerler.Devrim Fransa'sında 'Kana Susamış Tanrılar' ellerinde giyotinle siyasal tercihlerin ve safların sık sıkbirbirine karıştığı bir toplumun insanları arasında dehşet saçıp dururlar. Brechfin Tannlan tek bir iyiinsan bulamazken, devrimin kana susamış ilahları, çok şanslıdırlar.

Giyotin, tarihin en büyük devrimlerinden birinde 'haklı' ile 'haksızı', 'güçlü' ile 'güçsüzü' birbirindenayırt etme işlevini yüklenirken, kesin ve son sözü söyleyen ödünsüz merci olarak kellelerini sepetleredüşürdüğü binlerce insandan çok daha uzun ömürlü olmuştur. Giyotin, bir infaz aygıtı ol-

-9-

manın da çok ötesinde anlamı açık bir simge özelliğine bürünmüştür: Bir toplumun yaşatıcı olduğukadar öldürücü de olabileceğinin simgesi.

Victor Hugo, uygarlaşma süreci içinde hâlâ kendine yer bulmuş bir barbarlık kalıntısı olaraktanımladığı idam cezasına yönelik devrim sonrası Fransa'sında sürüp giden tartışmalara katılırken, suçile ya da suçlu ile cezayı değil de, insan ile cezayı/infazı karşı karşıya koyuyor. Elbette, toplumun suçolarak tanımladığı eylem ve davranışları tartışmak yerine, insan ile genel anlamda cezayı karşı

Page 3: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

karşıya getirmesi, o dönemde yoğun itiraz ve eleştirilerle karşılaşmış. Suçluyu masumlaştırmak, kamuvicdanını yanlış yönlendirmek vb. başlıklar altında toplanabilecek itirazlar bunlar.

Ne var ki Hugo, aydınlanmacı hümanizmin geleneğinde, suç ve ceza kavramlarının insansız birmıntıkada tartışılmasının anlamsızlığına işaret eder gibidir. Onun kişisi, hayat ile ölüm arasındaki darsınır çizgisinin üzerinde, hem de geri dönülmez bir noktada durmaktadır. Önünde bütün yolların sonuvardır: İnfaz. Ve bu infazdan kurtulmanın tek ihtimali vardır. Toplum vicdanından ya da yargıçlardanumabileceği merhamet.

O, adalet sisteminin ve siyasal komploların hışmına uğramış bir Dreyfus olmadığı gibi, eylemini inkâretme imkânı bulunmayan kurbandır. Kendi zaaflarının ya da insan olma zaafının kurbanı belki.

Hugo'nun insan manzaraları içinden seçtiğimiz biri olarak adım koymak istersek, bir "sefirdir o;cinayet işlemiş bir zavallı.

İnsan ile, hayat ile ölüm arasındaki gerilimin üzerine giderken el çabukluğu ile suç boyutunu(toplumsal/ahlaksal/normatif boyutu) yok edip dönemin yoğun itirazlarıyla karşılaşan Hugo, daha bumetinde, insanın hayatı ile toplumun varolma -10-

zorunluğu arasındaki ilişkinin bir sorunsal olarak onun yazarlık gündemini oluşturacağı sinyalini devermiş oluyor. Bu metinden çok daha sonra önümüze koyacağı Sefiller'de en genel kavramsalifadesini bulan ve yazarın adıyla özdeşleşen bir insanlık durumu, aydınlanmacı-romantik bir yazarın"bi-rey-toplum" ilişkisi karşısındaki arayışlarında ağırlığını insandan yana koyduğunu gösterir.

İdam mahkûmu en azından dış görünümüyle sağlıklı ve kusursuz, ama bu özellik onu "Nötre Da-me"m ucube zangocu Quasimodo'dan, ya da doğuştan yüzünde bir biçim bozukluğu olduğu için 'gülen'adamdan çok öteye bir yere koymuyor. Victor Hugo'nun bu insanları, seçkin bürokratların, sorumlulukyüklenmiş generallerin, din adamlarının, saygıdeğer zenginlerin vb. temsil ettiği dünyada kendilerinede bir şekilde yer arayan, hem doğanın hem de toplumun hışmına uğramış acınası yaratıklardır.

On dokuzuncu yüzyılın ortalarında, sanayi devrimi etkisinin iyice duyulmaya başlandığı bir dönemde,doğanın kusurlu olabilecek yaratıkları ile sanayinin nispeten güvenilir, kusursuz ürünleri karşı karşıyagelmeye, doğa-teknoloji çatışmasının bu ilk evresinde, bu ikilemin sanattaki izdüşümleri ortayaçıkmaya başlamış, romantik, gotik tür vb. bu gerilimin ürünleri olarak belirmeye yüz tutmuşlardı.

Hugo'nun 'sefil' yaratıklarının bu gerilime işaret edici öncüler olarak anlaşılıp anlaşılamayacaklanedebiyat tarihçilerinin, eleştirmenlerin bilecekleri bir şey; ama yazarın, gerek doğanın gereksetoplumun kendilerine bir şeyler borçlu olduğu bu insanları altın bir yürekle donattığını da biliyoruz.Ruhun güzelliği, bedenin ve sosyal tahribatın açığını kapatıyor onda.

-11-

Gelenek ile yenilik/devrim; toplumsal iyi ile bireyin iyiliği, zenginlik ile yoksulluk; suç ile ceza vb.kavramlarının karşıtlık alanında Victor Hugo, Sefil-lefde apaçık gördüğümüz gibi, aydınlanmanıninsan adına talep ve vaat ettiği ideal ilkeleri savunmaktan geri durmaz.

İnsandan yana tavır aldığı ölçüde de, toplumsal çıkarın meşrulaştırdığı yaptıranları, bunlarıngerisindeki mutlaklaşmaya yüz tutmuş normları sor-gulamasa bile, bu metinde olduğu gibi, insan ile

Page 4: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

ceza ve infazı karşı karşıya getirerek, toplumun çıkar ve iyiliği ile bu tür cezalandırmanın mantığıüzerinde düşünmeye yöneltir bizi.

Veysel Atayman Eylül 2003, İstanbul

-12-

BİR TRAJEDİYİ KONU ALAN BİR KOMEDİ

KİŞİLER

MADAME DE BLINVAL

ŞÖVALYE

ERGASTE

DUYGUSAL BİR ŞAİR

BİR FİLOZOF

BİR ŞİŞMAN ADAM

BİR ZAYIF ADAM

KADINLAR

BİR UŞAK

-13-

BİR SALON

Duygusal Bir Şair — Şiir okunur,

Ertesi gün, ormandan insanlar geçiyordu, Ve bir köpek, ırmak boyunca havlayarak

geziniyordu;

Genç kız yaşlı gözlerle ve Korku dolu yüreği ile dönüp oturunca, Antik şatonun eski kulesine, Duyduinildeyen dalgaları, o hüzünlü İsaure, Ama duymadı artık Ozanın soylu sazını!

Bütün Dinleyiciler — Bravo! Harika! Çok güzel! [Alkışlar).

Madame de Blinval — Bu şiirin sonunda, gözleri yaşartan, anlatılmaz bir gizem var.

Duygusal Şair [Alçakgönüllü bir tavırla) — Şiirin sonunun üstü kapalı.

Şövalye (Başını sallayarak) — Saz, saz şairi, bu çok romantik!

Page 5: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Duygusal Şair — Evet bayım! Fakat aşırıya kaçmayan bir romantizm, gerçek bir romantizm. Neyapabiliriz ki? Ara sıra ödün de verilmeli.

Şövalye — Ödünler! Ödünler! O yüzden,

-15-

beğeni yok oluyor işte! Yalnızca bu dörtlüğü bile, romantik şiirlerin tümüne tercih ederim:

Pindos ve Cythere diyarlarında, Uyarıldı soylu Bemard Sevme sanatı, cumartesi Akşam yemeğinegelecekmiş,

beğenilme sanatına.

İşte, gerçek şiir bu! Beğenilme sanatına cumartesi günü akşam yemeğine giden sevme sanatıl Amaşimdi saz var, şair var. Artık kısa şiirler yazmıyorlar. Ben şair olsaydım eğer kısa şiirler yazardım;fakat şair değilim.

Duygusal Şair — Yine de içli şiirler...

Şövalye — Kısa şiirler bayım. [Alçak sesle Mme de Blinval'a) Ayrıca şato anlamına gelen "Chatel"Fransızca değildir; ona "Cas-tel" denir.

Birisi — [Duygusal şaire) Bir görüş bayım. Antik şato diyorsunuz, peki neden "gothique"demiyorsunuz?

Duygusal Şair — "Gothiaue" sözcüğü, şiirde kullanılamaz.

Birisi — Ah! O zaman başka...

Duygusal Şair [Konuşmasına devam eder) — Bakın bayım, bazen yetinmek gerek. Fransız şiirinindüzenini altüst etmek ve bizi Ron-sard'ların, Brebeuflerin dönemine tekrar döndürmek isteyenlerdenbiri değilim. Ben romantik biriyim, ama ılımlı, tıpkı duygularda olduğu gibi. Onlar tatlı, düşsel,melankolik olsunlar isterim, fakat hiçbir zaman kanlı veya ürkütücü olmasınlar... Bir sonun üstü-

-16-

nü kapalı tutmak... Biliyorum ki insanlar deliler! Çılgın hayalleri var... Hey bayanlar, yeni romanıokudunuz mu?

Bayanlar — Hangi romanı?

Duygusal Şair — Bir İdam Mahkûmunun...

Bir Şişman Adam — Yeter bayım! Ne demek istediğinizi biliyorum. Kitabın başlığı bile sinirlerimiyıpratıyor.

Madame de Blinval — Benim de öyle! İğrenç bir kitap bu! Bak işte yanımda.

Page 6: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Bayanlar — Görelim, görelim.

[Kitap, elden ele geçirilir)

Birisi [Okur) — Bir İdam Mahkûmunun...

Şişman Adam — Yeter madame, lütfen!

Madame de Blinval — Bu gerçekten iğrenç, kâbus gibi ve insanı hasta eden bir kitap.

Bir Kadın [Alçak sesle) — Bu kitabı okumam gerek.

Şişman Adam — Gelenekler günden güne bozuluyor. Bunu kabul etmek gerek. Tanrım! İğrenç birdüşünce! İdama mahkûm edilmiş bir insanın infaz günü çekmesi gereken bütün bedensel acıları, bütünmanevi işkenceleri birbiri ardı sıra ve hiçbirini gözardı etmeden en ufak ayrıntısına kadarderinlemesine inceleyip anlatmak... Bu tüyler ürpertici, dayanılmaz bir şey değil mi? Bir yazarınböyle şeyler yazmasını ve üstelik okuyucu da bulmasını anlayabiliyor musunuz hanımlar?

Şövalye — Son derecede saygısız biri olmalı.

-17-

Madame de Blinval — Yazan kimmiş?

Şişman Adam — Birinci baskıda yazarın adı yoktu.

Duygusal Şair — Bu yazarın daha önce yazmış olduğu başka iki roman daha vardı... Ah! Adlarınıunuttum. İlki morgta başlıyor, Greve'de* bitiyordu ve her bölümünde, çocuk yiyen bir canavar vardı.

Şişman Adam — Okudunuz mu bu kitabı?

Duygusal Şair — Evet bayım! Olay, İzlanda'da geçiyor.

Şişman Adam — İzlanda'da! Bu, korkunç bir şey!

Duygusal Şair — Hem de lirik şiirler, baladlar yazmış... Daha bir yığın şey, mavi vücutlucanavarlardan bahsediyor.

Şövalye (Güler) — Vay canına! Çok çılgın dizeler olmalı.

Duygusal Şair — Ayrıca, bir drama da yayımladı. -Buna drama diyorlar- İçinde şöyle dizeler var:

Yarın yirmi beş haziran bin altı yüz elli yedi**

Birisi — Ah! Bu dizeler! Duygusal Şair — Bu dize rakamlarla da yazılabilir işte bayanlar:

Yarın, 25 Haziran 1657 (Gülmeye başlar. Herkes güler.) Şövalye — Değişik bir şey bugünkü şiir.Şişman Adam — Bu adam da şiir yazmasını bilmiyor! Adı neydi bu adamın?

* Greve: (Greve Maydanı) Giyotin cezasının uygulandığı

Page 7: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

meydan. ** CromıveU'in skandal yaratan ilk dizesi.

-18-

Duygusal Şair — Söylenmesi kadar hatırlaması da zor bir adı var. İçinde got'umsu, Vi-zigot'umsuOstrogot'umsu bir şeyler var.

(Güler)

Madam de Blinval — Rezil bir adam!

Şişman Adam — İğrenç bir adam!

Genç Bir Kadın — Onu tanıyan biri, bana dedi ki...

Şişman Adam — Onu tanıyan birini tanıyor musunuz?

Genç Kadın — Evet. Bana bu adamın kendi halinde yaşayan; sevecen, alçakgönüllü ve vaktiniçocuklanyla oynayarak geçiren bir adam olduğunu söyledi.

Şair — Ve karanlık eserler dûşleyerek geçen geceler. Çok tuhaf... İşte kelimeler, doğal olarak bir dizehalini aldı:

Ve karanlık eserler dûşleyerek geçen geceler.

İyi bir durak oldu. Değişik bir kafiye bulmalı. Ah! Hüzünler.

Madame de Blinval — Quidquid tentabat dicere ver sus erat*

Şişman Adam — Bu yazann çocuklan olduğunu mu söylüyorsunuz! Mümkün değil Madame. Üstelikbu tarzda bir kitap yazdıktan sonra! Böylesine tiksindirici bir roman!

Birisi — O halde bu romanı, hangi amaçla yazdı ki!

Duygusal Şair — Ben nereden bileyim?

Bir Filozof— Görünüşe göre, amacı idam cezalanna karşı çıkmak.

* 'Söylemeye çalıştığı her şey, nazım şeklindeydi.' -19-

Şişman Adam — Bu iğrenç bir şey!

Şövalye — Ee! Cellada savaş mı ilan ediyor yani?

Duygusal Şair — Giyotine şiddetle karşı çıkıyor.

Bir Zayıf Adam — Bunu tahmin edebiliyorum; gösterişli kelimeler kullanmış olmalı.

Şişman Adam — Hayır, hiç de öyle değil. Bu kitapta idam cezasını anlatan yaklaşık iki sayfa var.Gerisi hep kendi izlenim ve duygulan.

Page 8: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Filozof — Yanılıyorsunuz. Karşı çıkılması gereken bir konu bu. Bir roman, bir drama bir şeyispatlamaz. Bu romanı ben de okudum; iyi bir kitap değil.

Duygusal Şair — Ne iğrenç! Sanat denilen şey bu mudur yani? Bu, kuralları çiğnemek hatta skandalçıkarmaktır. Ah! Keşke bu gözünü kan bürümüş adamı tanısaydım! Yo! Hayır. Adamın ne yaptığınıkimse bilmiyor. Onun çok kötü biri olup olmadığını kim bilebilir. Beni, tanımadığım bir insanlailgilenmeye kimse zorlayamaz, buna kimsenin hakkı yok.

Şişman Adam — Hiçbir yazarın, okuyucusuna fiziksel acı çektirmeye hakkı yok. Trajedileriokuduğumda hep birbirini öldüren insanları görüyorum, sonuç olarak bu beni çok etkilemiyor. Fakatbu roman, okuyanın tüylerini ürpertiyor, insanı korkudan titretiyor, kâbuslara neden oluyor. Bu kitabıokuyunca iki gün yatağa düştüm.

Filozof — Bir de itici ve can sıkıcı bir kitap.

Şair — Bir kitap!.. Bir kitap!..

-20-

Filozof — Evet bayım. Sizin de az önce söylediğiniz gibi, bu kitabın hiçbir edebi değeri yok. Soyutanlatımlar benim ilgimi çekmiyor. Bu romanda bana benzeyen bir karakter bulamadım. Ayrıca nesade bir dili ne de açık bir anlatımı var. Sanki eskimiş gibi. Bunu anlatmak istiyordunuz değil mi?

Şair — Şüphesiz! Hiç şüphesiz. Kişisel fikirlere gerek yok.

Filozof — Üstelik mahkûm çok ilginç biri değil.

Şair — Nasıl ilginç olsun ki? Suçlu ve işlediği suç için pişman değil. Örneğin ben olsaydım, tersiniyapardım. Şerefli bir aileden gelmiş ve iyi bir eğitim almış bir mahkûmun hikâyesini anlatırdım. Aşk,kıskançlık ve suç, hatta birden fazla suç. Sonrasında pişmanlıklar, pişmanlıklar... Ancak insanlarınyasaları, katıdır. Ölmeli! İşte bu aşamada idam cezası konusunu işlerdim. İşte böyle!..

Madame de Blinval — Ah! Ah!

Filozof — Affedersiniz, bu beyefendinin anlattığı gibi bu kitap hiçbir şeyi kanıtlamıyor. Özeldurumlar, genel durumların önüne geçmemeli.

Şair — Pekâlâ! O halde bir örnek verecek olursak kahraman olarak neden erdemli Ma-lesherbes'itercih etmemiş? Onun yaşadığı son günü, onun ıstıraplarını anlatmamış? Ah! Ne güzel ve ne asil birhikâye olurdu! Onunla üzülür, onunla korkar, onunla idam sehpasına birlikte çıkmak isterdim.

Filozof — Yo! Ben istemezdim.

-21-

Şövalye — Ben de öyle. Aslına bakarsanız Malesherbes bir devrimciydi.

Filozof — Malesherbes'in idam edilmesi, ölüm cezalarına karşı bir şey kanıtlamıyor ki.

Page 9: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Şişman Adam — Ölüm cezası! Niye bu konuyla bu kadar ilgileniliyor ki? Bu ölüm cezası sizi nedenbu kadar meşgul ediyor? Romanında anlattığı bu konuyla, okuyucularının kâbus görmesine sebep olanbu yazar doğuştan kötü biri olmalı.

Madame de Blinval — Ah! Evet! Çok kötü kalpli biri!

Şişman Adam — Dikkatimizi zindanlara, hapishanelere, hücrelere ve Bicetre'e* çekiyor. Tiksindiricibir şey. Sonuçta bunların, nasıl pislik olduğunu herkes bilir. Ama bütün bunlar toplumu niyeilgilendirsin ki?

Madame de Blinval — Yasaları yapanlar çocuk değildi ki...

Filozof — Ne var ki olayları, bütün gerçeğiyle gözler önüne serince...

Zayıf Adam — Ah! Aslında burada gerçeğin kendisi eksik. Böyle konularda şairin daha başka neanlatmasını bekliyordunuz? Hiç olmazsa kralın da savcısı olmalı. İşte bakın, bu kitabın gazetedeyayımlanan bir bölümünü okudum. Mahkûm, idam karan kendisine bildirildiğinde hiçbir şeysöylemiyor! Ben bir defasında, hükmü duyunca çığlık çığlığa haykıran bir mahkûm görmüştüm.

Filozof— Müsaade ederseniz....

Zayıf Adam — Dinleyin baylar! Giyotin, Greve Meydanı, bunlar güzel şeyler değil. An-

• Bicetre: Paris'te bir akjl hastanesi. -22-

cak buradaki konu, kitabın insanın okuma zevkini yok etmesi; insandaki saflığı, iyiliği ve güzel hisleritörpülemesi... Pekâlâ, sağlıklı edebiyatın savunucuları nerdeler? Niye ortaya çıkmıyorlar? Ben FransızAkademisi'ne üye olmalıydım aslında, çünkü iddia ettiklerim, belki de bana bu hakkı kazandırıyor.İşte huzurlarınızda onlardan biri, Bay Ergaste. Bir İdam Mahkûmunun Son Günü hakkındaki fikri neacaba?

Ergaste — Bayım, inanın ki ben, bu romanı okumadım ve okumayı da düşünmüyorum. Dün, akşamyemeği için gittiğim Mme de Senange'ın evinde Morival Markizi, Melco-ur Dükü'ne bu kitaptanbahsetti. Yüksek yargı makamlarına, özellikle de Başkan d'Ali-mont'a muhalif roman kahramanlarıvarmış. Hatta dine ve krallığa karşı yazılmış bölümler de varmış. Bu yüzden Rahip Floricour bile çokkızmıştı. Başsavcının yerinde ben olsaydım! ..

Şövalye — Ah! Elbette, Başsavcı! Yasalar! Ve basın özgürlüğü! Kısacası, bir şair, ölüm cezasınıkaldırmak istiyor; bunun iğrenç olduğunu kabul etmelisiniz. Ah! Ah! Eski yönetimde olsaydık,işkence karşıtı kitap yazanın hali duman olurdu!.. Ama Bastille'in ele geçirilmesinden bu yana isteyenistediğini yazıyor ve böyle romanlar, müthiş zarar veriyor.

Şişman Adam — Korkunç. O tarihlerde rahattı herkes. Hiçbir şeye kafa yorulmazdı. Fransa'da biryerlerde, birilerinin kafası kesilirdi. Her hafta iki kafa... Hiç tantana olmaz, hiçbiri için skandalyaratılmaz, hiçbir yorum

-23-

yapılmaz, kimse de bu konunun üstünde durmazdı. Ancak bu kitap, çok kötü baş ağrıtan bir kitap!

Page 10: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Zayıf Adam — Bir jüri üyesi okusun bu kitabı ve sonra kararını versin.

Ergaste — Bu vicdanları rahatsız eder.

Madame de Blinval — Ah! Kitaplar! Kitaplar! Bunun bir roman olduğunu söyleyen kim?

Şair — Zaten kitaplar çoğunlukla toplumsal düzeni yıkıcı bir zehir oluyor.

Zayıf Adam — Üslubu dikkate almazsak, romantiklerin de bir devrim yaptığından söz edebiliriz.

Şair — Bayım, bütün romantiklerin aynı olmadığının farkına varmalıyız.

Zayıf Adam — Kötü beğeni, kötü beğeni.

Ergaste — Evet, haklısınız. Kötü beğeni.

Zayıf Adam — Buna söyleyecek hiçbir şey kalmadı.

Filozof (Bir kadının koluna tutunur) — Öyle şeyler söyleniyor ki, Mouffetard Sokağı'nda bilesöylenmez.

Ergaste — Ah! İğrenç bir kitap!

Madame de Blinval — Aman! Hemen ateşe atmayın. Sonuçta, ısmarlama yazılmış bir kitap.

Şövalye — Bana günümüzden bahsedin. Gelenekler ve beğeni nasıl da bozuldu! Bizim zamanımızıhatırlıyor musunuz Madame de Blinval?

Madame de Blinval — Hayır, hatırlamıyorum bayım.

Şövalye — Bizler, en uysal, en neşeli, en

-24-

şakacı millettik. Güzel şiirler, hoş eğlenceler vardı. Ah, ne güzel günlerdi. 17..'da, Dami-ens'ın* idamedildiği yıl generalin karısı Mme de Mailly'nin verdiği balodan sonra M. de La Harpe'ın yazdığışiirden daha harika bir aşk şiiri var mıdır?

Şişman Adam (Of çeker) — Ah! O mutlu zamanlar! Şimdi rezil gelenekler ve çok kötü kitaplar var.İşte Boileau'dan güzel bir mısra.

Ve geleneklerin çöküşünü izler sanatın

düşüşü.

Filozof (Fısıldayarak şaire sorar) — Akşam yemeğini burada mı yiyeceğiz?

Şair — Evet, az sonra.

Zayıf Adam — Şimdi idam cezasını kaldırmak istiyorlar ve bunu sağlamak için de Bir İdam

Page 11: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Mahkûmunun Son Günü diye insanın sinirini altüst eden, zevksiz ve iğrenç kitaplar yazıyorlar. Neden,bilmem?..

Şişman Adam — Dostum, artık bu rezil kitaptan söz etmeyelim ve size rastlamışken sorayım: Söylermisiniz bana, üç hafta önce dava dilekçesini geri çevirdiğiniz adama ne oldu?

Zayıf Adam — Ah! Biraz sabırlı olun lütfen. Şimdi dinleniyorum. Artık bırakın da biraz nefes alayım.Dönünce görüşürüz. Şayet iş çok gecikirse avukatıma bildiririm...

Bir Uşak (İçeri girer) — Masa hazır madam, buyurun!

XV. Louis'e bir suikast girişiminde bulunduğu için idam edilen biri.

-25-

ö

o

S <->

¦I*

Bicetre

İdam mahkûmu!

Beş haftadan beri hep bu düşünceyle baş başa yaşıyorum. Varlığı beni dehşet içinde bırakıyor, ağırlığıaltında eziliyorum.

Bir zamanlar, -çünkü bana sanki haftalar değil de yıllar geçmiş gibi geliyor- ben de herkes gibi birinsandım. Her günün, her saatin, her dakikanın bir anlamı, bir tadı vardı. Genç ve zengin ruhumhayallerle doluydu. Hayatın sert ve ince kumaşını, sonsuz karışık figürlerle işleyen ruhum bunlarıdüzensizce ve sürekli olarak gözümün önüne bir şerit gibi sıralamaktan zevk alırdı.

Genç kızlar, göz kamaştırıcı papaz cüppeleri, zaferle sonuçlanan savaşlar, gürültülü ve ışık dolutiyatrolar ve yine genç kızlar; gece kestane ağaçlarının kocaman dallan altındaki kaçamak gezilerdibunlar. Hayal dünyamda daima neşe vardı. İstediğimi düşünebiliyordum, özgürdüm.

Şimdi ise, tutukluyum. Bedenim bir hücrede zincirlere bağlı; ruhum düşünceye esir olmuş. Korkunç,yürek yaralayan, merhametsiz bir düşünce bu! Artık aklımda tek bir

-29-

düşünce, tek bir kanaat ve tek bir gerçek var: İdam mahkûmu!

Ne yaparsam yapayım, bu düşünce hep benimle! Yalnız, kıskanç ve dikkati dağıtarak beni her şeydenuzaklaştıran bu ürkütücü düşünce, sanki bana musallat olan bir hayalet gibi hep yanımda. Ve zavallıben! Onunla karşı karşıyayım; başımı çevirmek ya da gözlerimi kapatmak istediğimde, o buz gibi

Page 12: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

elleriyle beni sarsıyor. Onu zihnimden söküp atamıyorum; her an karşıma çıkıyor, tüm biçimleregiriyor, bana söylenen her söze korkunç bir nakarat gibi karışıyor ve hücremin iğrenç, demirparmaklıklarında bana yapışıp kalıyor; uyanıkken gözümün önünden gitmiyor, kafamdan hiççıkmıyor; uyurken bile peşimi bırakmayarak beni huzursuz edip çırpınmama neden oluyor verüyalarımda bana bir bıçak gibi görünüyor.

O beni kovalarken sıçrayarak uyanıyor ve kendi kendime, "Ah ne iyi! Bu sadece bir rüya," diyorum.Ve ağırlaşmış gözkapaklanmın daha da açılmasına fırsat vermeden etrafımı saran iğrenç gerçeğiniçinde; hücremin ıslak ve nemli zemininin üzerinde; gece lambamın soluk ışıklan altında; giysileriminhantal görünümlü kumaşında; zindanın demir par-maklıklannın arkasında duran ve fişek çantasıışıldayan nöbetçi askerin figüründe bile kendini gösteren bu korkunç karan görmem için sanki bir seskulağıma şöyle fısıldıyor: "İdam mahkûmu!"

-30-

II

Güzel bir ağustos sabahıydı.

Davama üç gün önce başlanmıştı. Üç gündür her sabah, adım ve işlediğim suç, etrafına kargalantoplayan bir ceset gibi, duruşma salonundaki sandalyelerin üzerine bir yığın seyirci çekiyordu. Bu üçgünden beri yargıçlar, tanıklar, avukatlar ve savcılar bazen gülünç, bazen yürek yaralayıcı, fakat hepkaygı verici ve ölümcül bir hayal oyunu gibi önümden geçip gidiyorlardı. İlk iki gece, korkumdan veendişemden dolayı uyuyamadım; üçüncüde ise, sıkıntıdan ve yorgunluktan uyuyakalmışım. Geceyarısı, jüri üyeleri verilecek karar için görüşürlerken oradan ayrılmıştım. Beni, zindanımdakisamanlann üzerine yatırmışlar ve ben, orada hemen derin bir uykuya dalmışım -tam bir gafletuykusuna. Günlerden beri ilk kez birkaç saat dinlenmiştim.

Uyandırmaya geldiklerinde ben hâlâ bu ağır uykunun en derin yerindeydim. Bu sefer gardiyanındemirli ayakkabılanmn gürültüsü, basamaktan çıkarken duyulan sesler, anahtar tomarlarının tıkırtılanve sürgülerin boğuk gıcırtısı bile beni uyandıramamıştı. Bu derin uykudan uyanabilmem için,gardiyanın gür sesiyle kulağıma seslenmesi ve sert eliyle koluma vurması gerekti: "Haydi kalkınartık!" Gözlerimi açtım ve yattığım yerden ürkerek doğruldum. O anda gözleri hapishane karanlığınaalışmış biri olarak, hücremin dar ve yüksek penceresinden yandaki koridorun ta-

-31-

vanına baktığımda, Tanrı'nın bana görmeyi nasip ettiği, güneş olduğundan kesinlikle emin olduğum osan ışığın yansımasını gördüm. Ben, güneşi severim.

Gardiyana, "Hava ne güzel!" dedim.

Sanki benimle konuşmaya değip değmeyeceğini bilmiyor gibi, önce kısa bir süre cevap vermedendurdu; sonra oldukça sert bir şekilde: "Olabilir..." diye mırıldandı.

Beynim henüz yan uykulu, dudaklarımda bir gülümseme ve tavandan yansıyan bu hoş altın renkliparıltıya gözlerim dikilmiş halde, hareketsiz durdum.

Page 13: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

"İşte güzel bir gün," diye tekrarladım.

Adam, "Evet," diye yanıtladı. "Sizi bekliyorlar."

İşte bu birkaç söz, bir böceğin uçuşunu engelleyen bir ağ gibi, birdenbire sert bir şekilde beni gerçeğiniçine attı. O karanlık mahkeme salonu, kan rengindeki paçavralara sarılmış yargıçların nal şeklindekikürsüleri, üç dizi halinde sıralanmış aptal yüzlü tanıklar, sandalyenin her iki yanında duran ikijandarma, hareket eden kara giysiler ve karanlıkta kaynaşan kalabalığın sallanan başlan, ben uyurkengeceyi ayakta geçiren bu on iki jüri üyesinin bana yönelmiş sabit bakışlan tekrar gözümün önündecanlandı.

Ayağa kalktım; dişlerim takırdıyor, ellerim titriyor ve elbiselerimi bulmakta zorlanıyorlardı.Bacaklanm ise dermansız düştü. Attığım ilk adımda, sanki sırtında çok ağır bir yük taşıyan hamal gibisendeledim. O anda, bir taraftan da gardiyanı izliyordum.

-32-

Hücrenin girişinde beni bekleyen iki jandarma, kelepçeleri yeniden ellerime taktılar. Kilit o kadarküçük ve karmaşıktı ki onu büyük bir dikkatle kilitlediler. Artık her şeyi kendi haline bırakıyordum:Bir aletin üstüne bir alet daha.

Bir avludan geçtik. Sabahın taze havası beni biraz canlandırmıştı. Başımı kaldırdım; gökyüzümasmaviydi. Uzun bacaların perdelediği güneşin sıcak ışınlan hapishanenin yüksek ve karanlıkduvarlannın tepesinde büyük ışık açılan çiziyorlardı. Gerçekten de hava çok güzeldi.

Döne döne yükselen bir merdivenden çıktık; önce bir koridordan geçtik, sonra bir diğerine girdik,peşinden de bir üçüncüsüne. En sonunda önümüzde alçak bir kapı açıldı. Yüzüme gürültüyle kanşıksıcak bir hava dalgası çarptı. Bu, mahkeme salonundaki kalabalığın soluğuydu. İçeri girdim.

İçeri girer girmez, salondan silah şakırtıla-nyla kanşık bir uğultu yükseldi. Oturma sıralan gürültü ileyerinden oynarken, ara bölmelerin parmaklıklan çatırdamaya başladı ve ben, önlerinde askerler duranizleyici grubunun arasından geçerken, kendimi adeta bütün bu meraklı ve asık yüzleri oynatan iplerinbağlı olduğu bir merkez gibi hissettim.

O anda, kelepçelerimin bileğimde olmadığını fark ettim; fakat onlann ne zaman ve neredeçıkanldıklannı hatırlayamıyordum.

Salonda birdenbire büyük bir sessizlik oldu. Oturacağım yere varmıştım. Kalabalığın uğultusu bittiğian, beynimdeki düşüncelerin

-33-

uğultusu da kesilmişti. Birden, o ana kadar hayal gibi gördüklerim netleşmeye başlayınca, asıl önemliolanın, yani karar anının geldiğini ve onu duymam için buraya getirildiğimi fark ettim.

Bunu anlamam nedense bende bir korku yaratmadı. Pencereler açıktı; şehrin havası ve gürültüsü taodanın içine kadar doluyordu. Salon bir düğün varmış gibi apaydınlıktı. Güneşin neşeli ışıklan hertarafa yansıyor, küçük pencerelerin parlak şekillerini çizerek döşemelerin üstünde dolaşıyor,masaların üstünde oynaşıyor, duvarların kenarlarında kınlıyorlardı. Pencerelerin ışıltılı

Page 14: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

dörtgenlerinden geçip gelen gün ışığı havada altın renginde bir toz prizması meydana getiriyordu.

Salonun yan tarafında oturan yargıçlar, işleri bitmek üzere olduğundan hallerinden memnungibiydiler. Bir pencere camından hafifçe yansıyan bir ışık demetinin az da olsa aydınlattığı başkanınyüz ifadesi sakin ve huzurluydu. Başkanın yanındaki genç bir savcı yardımcısı bir yandan yeleğininkumaşıyla oynarken, bir yandan da özellikle onun arkasına oturtulmuş olan pembe şapkalı hoş birbayanla neredeyse neşeli bir biçimde sohbet ediyordu.

Duruşmada bulunanların arasında, sadece jüri üyelerinin yüzleri solgun ve bitkin görünüyordu. Bu daherhalde bütün gece uyumamanın verdiği yorgunluktan kaynaklanıyordu. Bazılan da esneyipduruyordu. Hiçbirinin yüz ifadesinde ve davranışlarında biraz önce idam karan vermiş bir insanın haliyok-

-34-

tu. Ayrıca iyi kalpli burjuvacıklann yüzlerinden muazzam bir uyku isteği içinde olduklarınıgörebiliyordum.

Tam önümde ardına kadar açık bir pencere bulunuyordu. Rıhtımda çiçek satan kadınların gülüşmelerikulağıma kadar geliyor ve pencerenin kenarında, şirin, san renkli ve küçücük bir çiçek gün ışığınadoymuş bir şekilde duvar çatlağının üstünde rüzgârla cilve -leşiyordu.

Bu kadar güzel duyguların içinden o korkunç düşünce nasıl çıkabildi? Havadan ve güneşten ötürüsarhoş olduğumdan, özgürlükten başka bir şey düşünmem imkânsızdı. Ümit, etrafımdaki gün ışığı gibisanki içimde parlıyordu; kurtulmayı ve hayata tekrar dönmeyi beklercesine yargının vereceği karangözlüyordum.

O anda avukatım yanıma geldi. Onu zaten bekliyorduk. İştahla yediği zengin kahvaltı masasındanyeni kalkmıştı. Yerine otururken bana doğru eğilerek gülümsedi. "Umutluyum," dedi.

Kendimi hafiflemiş hissederken, "Öyle mi?" diyerek gülümsüyordum.

"Evet," diye devam etti. "Henüz neye karar verdiklerini bilmiyorum, fakat yine de savcının teklifinikesinlikle reddedeceklerdir; sana ömür boyu kürek cezası vereceklerini tahmin ediyorum."

"Siz ne diyorsunuz bayım?" diye haykırdım. "Böyle bir ceza yerine yüz kez ölmeyi tercih ederim!"

Evet! Ölüm! "Bu sözcüğü kullanmak ne

-35-

kaybettirecek ki bana," diye içimden belirsiz bir ses tekrarlıyordu. İdam cezası karan gece yarısı,meşalelerin ışıklannda, karanlık ve hüzünlü bir salonda, yağmurlu ve soğuk bir kış gecesindeaçıklanmıyor muydu genelde? Fakat bu ağustos ayında, sabahın saat sekizinde ve böylesine güzel birgünde, böylesine iyi jüri üyeleri varken imkânsız bir şeydi! Ve gözlerim dönüp dolaşıyor, güneşinaltındaki o san renkli güzel çiçeğe takılıp duruyordu.

Avukatın gelmesini bekleyen yargıç aniden ayağa kalkmamı söyledi. O anda, yanımdaki askerler desilahlannı kaldırdılar. Bu arada sanki bir düğmeye basılmışçasına oturumu izleyen herkes aynı anda

Page 15: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

ayağa kalktı. Kürsünün ön tarafında bulunan bir masada oturmakta olan bomboş ve manasız yüzlübiri, -zannederim mahkeme kâtibiydi- konuşmaya başlayıp benim yokluğumda, jüri üyelerinin vermişolduğu karan okumaya başladı. Bütün vücudumdan soğuk terler boşanmaya başladı; düşmemek içinduvara yaslanmak zorunda kaldım.

Yargıç, "Cezanın uygulanma şekli hakkında bir şey söylemek ister misiniz?" diye avukata sordu.

Ben de bir şeyler söylemek istiyordum, fakat o anda aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Adeta dilimdamağıma yapışmıştı.

O anda, avukatım ayağa kalktı.

Jürinin verdiği karan hafifletmek istediğini anlamıştım, hatta bu hükmün yerine, beni epey üzen diğerkarann kabul edilmesi için gayret sarf ediyordu.

-36-

Öfkelenmiştim, ama aklım ve duyularım karmakanşık olduğu için güçlü bir tepki gösteremedim. Dahaönce avukata söylediğim gibi, yüksek bir sesle haykırarak, "Yüz kere ölmeyi tercih ederim!" diyetekrarlamak isterdim, fakat nefesim kesilmişti, sadece onu kolundan sert bir şekilde tutarakdurdurdum ve elimde olmadan "Hayır!" diye haykırdım.

Baş yargıç, avukatın söylediklerini asla kabul etmiyordu, ben de onlan alıkça bir neşeyle dinlemeyebaşladım. Dışan çıkan yargıçlar yeniden içeri girdiler ve yargıç, karan okumaya başladı.

Kalabalık, "İdama mahkûm oldu!" diye uğuldadı. Bütün bu insanlar, askerler beni götürürlerken, adetayıkılan büyük bir binanın gürültüsü gibi peşim sıra atıldı. Oysa ben, sarhoş gibi yürüyordum, sankiaptallaş-mıştım. İçimde bir isyan patlamıştı. İdam cezasının okunmasına kadar nefes aldığımı, hareketettiğimi, diğer insanlarla aynı ortam içinde yaşadığımı hissedebiliyordum. Oysa şimdi benimle vedünya arasında sanki bir duvar vardı. Şimdi artık bana hiçbir şey eskisi gibi görünmüyordu. Buaydınlık ve geniş pencereler, bu güzel güneş, bu berrak gökyüzü, bu hoş çiçek, hepsi de soluk birbeyaza; kefen rengine sannmışlardı. Beni götürecekleri yolun iki tarafını telaşla dolduran adamlara,kadınlara ve çocuklara sanki birer hayalet görmüş gibi bakıyordum.

Merdivenin alt tarafında, pis, parmaklıklı siyah bir araba beni bekliyordu. Tam arabaya binerken,alana şöyle bir baktım. Ara-

-37-

baya doğru koşan insanlar "Bir idam mahkûmu!" diye bağırışıyorlardı. Onlarla benim arama girdiğinihissettiğim toz bulutlarının içinden, doyumsuz gözlerle beni izlemekte olan iki genç kız gördüm. Dahaküçük olanı, ellerini çırparak, "Çok iyi! Altı hafta sonra işini bitirirler!" dedi.

III

İdam mahkûmu!

Peki neden olmasın? İnsanlar... -buna hangi kitapta rastladığımı bilemiyorum- fakat yalnızca güzelşeylerden bahseden bir kitapta, bütün insanlar, günü meçhul bir infaza mahkûmdurlar diye

Page 16: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

okuduğumu hatırlıyorum. Peki, o halde benim durumumda değişen ne vardı ki?

Benimle ilgili hükmün açıklandığı andan itibaren uzun bir ömür sürmeyi ümit eden kim bilir kaç kişihayatını kaybetmiştir! Greve Meydanı'nda idam edileceğim günü beklerken, genç olan, özgür vesağlıklı olan, benden önce kaç kişi hayatını kaybetmiştir kim bilir! Şu anda bile istedikleriniyapabilen, açık havada özgürce dolaşıp soluk alan nice insan benden önce bu dünyadan göçüp gidecek!

Zaten bu hayatta özlem duyacağım kadar beni üzebilecek ne kaldı ki? Aslında, hapishanenin karanlıkgündüzü ve kara ekmeği; kürek mahkûmlarına çok az miktarda verilen çorbaya benzer yemek,horlandığımı görmem, o kadar eğitim almış birisi olmama rağmen, gardiyanlar ve diğer mahkûmlarcaaşağılan-

-38-

mak, sohbet edebileceğim ve anlattıklarını dinleyebileceğim özellikte bir insan görememek, yapmışolduğum ve bana yapılacak olan şeylerden dolayı tedirgince ürpermek. İşte celladın elimdenalabileceği bütün servetim budur.

Ah! Boş ver sen de! Korkunç bir şey!

IV

Beni bu lanet yere, yani Bicetre'ye siyah bir araba getirdi.

Bu binanın uzaktan bakıldığında azametli bir havası vardı. Ufuktaki bir tepenin üstünde yer alan bubina, uzaktan eski ihtişamından hiçbir şey kaybetmeden, bir kral şatosu havasıyla yükseliyor, fakatşatoya yaklaştıkça yapının aslında bir harabe olduğu anlaşılıyordu. İnsanın göz zevkini bozan biryapıydı. Bu asil cepheler niçin böylesine utanç verici, yoksul düşmüştü. Duvarları sanki cüzamayakalanmış gibiydi. Pencerelerinde ne cam ne de ona benzer bir şey kalmıştı; sadece bir kürekmahkûmunun ya da bir delinin soluk suratının yapıştığı, birbirini çapraz kesen kalın demirparmaklıklar.

İşte yaşamın yakından görünüşü.

Oraya varır varmaz, demir gibi eller tarafından adeta kapıldım. Önlemler çoğaltıldı; yemek yememiçin ne bıçak ne de çatal vardı; file gibi bir kumaştan bir çeşit torbaya

-39-

benzeyen, kollu deli gömleği ile kollarımı bağladılar; hayatımı güvence altına almaya çalışıyorlardı.Yargıtaya başvurmuştum. Bu karmaşa, altı ya da yedi hafta sürebileceğinden, Greve Meydanı'na kadarbeni sağ tutmak istiyorlardı.

İlk günler, beni çok ürküten bir yumuşaklıkla benimle ilgilendiler. Gardiyanlardan birinin ilgisi adetaölüm kokuyordu. Birkaç gün sonra Tanrı'ya şükür ki her şey normale döndü; bana da ötekimahkûmlara yaptıkları gibi hoyratça yaklaştılar ve bana devamlı celladı hatırlatan alışılmadıknezaketlerini bir tarafa bıraktılar. Aslında tek düzelme bu değildi. Genç biri olmam, uysal durmam,hapishane rahibinin bana yaptığı yardımlar ve hatta gardiyana söylediğim ve onun anlamadığı Latincesözcükler; haftada bir kez diğer mahkûmlarla beraber gezinti yapma izninin çıkmasını ve içinde

Page 17: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

kendimi adeta felç olmuş gibi hissettiğim deli önlüğünün üstümden çıkarılmasını sağladı. Uzun sürentereddütten sonra, bana mürekkep, kalem ve bir de gece lambası verdiler.

Her pazar günü ayinden sonra dinlenme saatlerinde beni avluya bırakıyorlardı. Orada mahkûmlarlasohbet ediyordum; böylesi daha iyiydi. Bunların hepsi de iyi; zavallı insanlardı. Bana marifetlerinianlatıyorlardı; aslında yaptıklarının hepsi de korkunç şeylerdi, fakat bunlarla övünüyorlardı. Banakabadayı gibi argo konuşmayı öğretiyorlardı. Bir tür habis ur ya da bir et beni gibi, herkesinkonuştuğu, ana dilin üzerine yapışıp kalmış bir

-40-

dildi bu. Bazen, garip bir güce bazen de ürküten bir özgünlüğe dönüşüyordu: Yolda üzüm pekmezi var(yerde kan var), dulla evlenmek (asılmak); sanki darağacının ipi, asılanlardan dolayı dul kalmış gibi.Bir hırsız çetesinin başının iki adı vardı: Hayal kurarken, düşündüğünde ve suça teşvik ederken: Sor-bon, cellat kesince de kelle. Bazen de şakacı bir edayla: Söğütten yapılmış bir parça kumaş (bir eskiciküfesi), yalancı kadın (dil) ve sonra her zaman, her yerde kullanılan, nereden geldiği bilinmeyen,tuhaf, sevimsiz ve tiksindirici kelimeler: Kasap (cellat), cavlağı çekmek (ölmek), mezbaha (infazınyapıldığı alan). Sanki her biri, birer yengeç, birer örümcekti. Bu dili işitmek, insana adeta önünde kirlive tozlu bir paçavra yığınının silkelendiği hissini veriyordu.

Fakat bu insanlar, hiç olmazsa bana acıyorlardı.

Gardiyanlar, zindancılar, anahtarcılar, (yine de onlara öfkelenmiyorum) sohbet ediyorlar, gülüşüyorlarve ben yanlarındayken bile benden bir eşyadan söz edermiş gibi bahsediyorlardı.

VI

Kendi kendime şöyle düşündüm: "Bir şeyler yazma imkânım olduğuna göre, bunu nedenyapmayayım? Ama ne yazabilirim? Çıplak, soğuk taştan dört duvar arasında esir edilmiş; adımatabileceğim bir özgürlükten, görebileceğim bir ufuktan mahrumken ka-

-41-

pırtıdaki gözetleme deliğinden süzülen ışığın, karşıdaki karanlık duvara yansıttığı beyazımtırak şeklinağır ağır hareket etmesini gün boyunca kurulmuş bir makine gibi seyrederek zaman geçirmek tekeğlencemdi. Ve az önce de bahsettiğim gibi bir fikirle, bir suç ve ceza düşüncesiyle, bir cinayet veölüm düşüncesiyle baş başa kalmışken! Başka ne yazabilirdim ki? Artık bu dünyada yapacak hiçbirşeyi kalmamış biri olarak benim söyleyecek ne sözüm olabilirdi ki? Bu, harap olmuş ve bitmiş birzihinde yazılacak değerde ne bulacaktım ki?

Niçin olmasın? Etrafımdaki her şey, hareketsiz ve suskun olsa da benim yüreğimde kopan bir fırtına,bir savaş, bir trajedi yok muydu? Ruhumu çevreleyen bu takıntı, günün her saatinde, her anında, farklışekillerde; infaz anı yaklaştıkça daha da iğrenç ve kanlı bir biçimde karşıma gelmiyor mu? Yaşadığımbu terk edilmişlik ortamında, duyduğum şiddetli ve bilinmeyen duygulan kendime anlatmayı niçindenemeyeyim? Şüphesiz söyleyeceğim çok şey var ve hayatım, ne kadar kısa olursa olsun, yaşadığımbu saatten, yaşayacağım son dakikama kadar onu dolduracak endişeler, korkular ve ıstıraplardakalemimi aşındıracak, mürekkep hokkasını bitirecek değerde bir şeyler bulunacaktır. Aslında bukaygıların neden olduğu üzüntüleri hafifletmenin çaresi, onları gözlemlemek olacak ve ayrıca onları

Page 18: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

anlatmak, beni oyalayacaktır.

Ve sonra yazdıklarım belki yararsız da olmayacak. Şayet, bedensel olarak imkânsız-

-42-

laştığı ana kadar yazma gücünü kendimde bulursam, saati saatine, dakikası dakikasına, çektiğim herişkenceyi kâğıda döktüğüm bu ıstıraplar elimden geldiğince eksiksiz olacağından bu hikâye önemli biröğreti olmayacak mı? Bu can çekişmekte olan fikirler tutanağında, sürekli çoğalan ıstıraplarda, biridam mahkûmunun bilinç otopsisinde, yargı kararını alanlar için birden fazla ibret alınacak dersolmayacak mı? Bir başka sefer, düşünen bir kafayı, bir insan kafasını adalet terazisi dedikleri şeydetartmaları gündeme geldiğinde, bu yazdıklarım onların belki de daha vicdanlı olmalarına sebepolabilir. Belki de bu gafiller, bir ölüm cezasının sebep olduğu işkencelerle dolu o ağır duygubirikimini hesaba katmamış olabilirler. Acaba yok edilmesine karar verdikleri kişide, hayata dört ellesarılmış aklıyla, ölümü kabullenmeyen bir canın var olduğu fikri hiç akıllarına gelmiyor mu? Yo! Yo!Hiç şüphesiz, onlara göre bu, sadece üçgen biçimindeki bir bıçağın, dümdüz bir şekilde aşağıinmesinden başka bir şey değil ve bir mahkûm için artık zamanın ne öncesinin ne de sonrasının biranlamı olduğunu düşünüyorlardır.

Bu kâğıtlar, belki de onları bu aldanmadan kurtaracaktır. Bir gün belki de insanların böyle bir acı dayaşadıklarının farkına vararak, insaflı davranacaklardır. Özellikle bedene hiç ıstırap vermedenöldürebildikleri için memnun ve mutludurlar. Zaten amaçları da budur. Oysa bedensel acı, ruhsalacının yanında hiç kalır! Tiksinme ve merha-

-43-

met hissi, yasalar böyle düzenlenmiştir! Kim bilir, gelecekte bir gün bu yaşananlar, perişan bir insanınbu son sözleri, payına düşeni yapacaktır.

Keşke, bu çamurla lekelenmiş kâğıt tomarlarını, rüzgâr, ben öldükten sonra avlunun içinde uçurmasa,ya da bir gardiyanın penceresinin kırık camına yapışıp orada yağmurdan çürümese.

VII

Bu yazdıklarımın tümü, bir gün başkalarına faydalı olsa; idam karan vermeye hazırlanan yargıçlaraengel olsa; suçlu ya da suçsuz, zavallı insanları benim yaşadığım ölüm acısından kurtarsa, ama niçin?Neye faydası var ki bunun? Bir şeyleri değiştirir mi? Benim kafam kopanldıktan sonra,başkalannınkini de kesmişler bana ne sanki? Gerçekten de bu saçma fikirleri hiç düşündün mü?Üzerine bir kere çıkarıldıktan sonra darağacını yıkmak mümkün mü? Bunun sana ne faydası olacak?Sorarım size?

Bakın! İlkbahar, çiçeklerle dolu tarlalar, güneş, her sabah uyandığında ötüşen kuşlar, bulutlar, ağaçlar,tabiat, özgürlük, hayat, ne yazık ki artık bunların hiçbiri benim değil!

Ah! Kurtarılması gereken kişi, benim! Yarın, hatta belki de bugün ölmem gerektiği doğru mu, bununbaşka bir çaresi yok mu? Ah Tanrım! İnsanın kafasını hücresinin duvarlarına vura vura parçalatacakkadar korkunç bir düşünce!...

Page 19: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

-44-

VIII

Kaç günüm kaldı acaba? Saymam gerekiyor:

Hükmün okunmasından sonra, yargıtaya başvurmak için üç günlük bir süre...

Ağır ceza mahkemesinde sekiz günlük bekleme. Anlatılanlara göre, daha sonra belgeler bakanagönderiliyor.

Belgelerin varlığından bile habersiz olan ve onları inceledikten sonra yargıtaya gönderdiği tahminedilen bakanın masasında beklemekle geçecek olan bir on beş gün daha.

Orada sıralama, numaralama ve kayıt işlemleri; çünkü giyotinin başı kalabalık ve herkes sırasınıbeklemek zorunda.

Kısacası, size haksızlık yapılmasın diye geçen bir on beş gün.

Nihayet mahkeme heyeti toplanır. Genellikle perşembe günleri olur, topluca yirmi dava dilekçesiincelenir ve hepsi önce bakana, sonra başsavcıya, oradan da cellada gönderilir; yani üç gün.

Dördüncü günün sabahı, başsavcı yardımcısı boynunda bir kravatla gelir ve şöyle der: "Bu iş bitmeliartık." Daha sonra da, eğer zabıt kâtibi, herhangi bir arkadaşı ile beraber kahvaltı yapmaya gitmemişseinfaz saati tespit edilir, kayda geçirilir, temize çekilir ve ilgili yerlere gönderilir; ertesi gün ise şafaksökerken Greve Meydanı'nda idam sehpasının kurulduğunu bildiren çekiç sesleri ve köşe başlarındakısık sesle bekleşen insanların ağladıkları duyulur.

-45-

Bütün bunlar sadece altı hafta sürer. Demek ki küçük kız haklıymış.

En az beş hafta diyelim, en çok da altı... Artık saymaya cesaret edemiyorum... Bu kadar zamanBicetre'nin bu hücresindeyim ve yanlış hatırlamıyorsam, bugünden üç gün önce perşembeydi....

IX

Az önce vasiyetnamemi yazdım.

Sanki ne işe yarayacak ki? Aslında çok masraflı bir mahkûm sayılırım ve sanırım, servetim, bumasrafların karşılanmasına ancak yetecektir. Giyotin de oldukça pahalı sayılır.

Geride bir anne, bir eş ve bir çocuk bırakıyorum.

Tatlı, pembe yanaklı, sevimli, iri, siyah gözlü, kestane rengi uzun saçları olan üç yaşında bir kız.

Onu en son gördüğümde iki yaşından bir ay almıştı.

Ve ben öldükten sonra oğulsuz, eşsiz ve babasız kalacak üç kadın; üç değişik tür yetim, yasaların

Page 20: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

yarattığı üç dul olacak.

Evet, aslında bunu kabul ediyorum; bu cezayı hak ettim; fakat, ya bu masum insanlar ne yaptılar? Nedeğişir ki? Onların şerefini lekeliyor, perişan ediyorlar. İşte bu, adalet!

Aslında beni endişelendiren, ihtiyar, zavallı annem değil: O, şimdi altmış dört yaşında. Bu darbe onuda öldürecek. Ya da bir süre böyle yaşayabilirse, yeter ki mangalın-

-46-

da biraz kül bulunsun, suskunluğunu bozmayacak.

Eşim, beni hiç tasalandırmıyor; zaten sağlıksız ve fazlaca saftır. Elbet bir gün o da ölür.

Delirmezse elbette. Deliliğin, insanı yaşattığını söylerler; hiç olmazsa akıl acı çekmez; uyur ve birceset gibi yaşar.

Fakat kızım, yavrum, gülen, oynayan, belki de şu anda şarkı söyleyen ve hiçbir şey düşünmeyen,benim zavallı küçük Marie'm; bana en çok acı veren o!

İşte benim hücrem:

Tamamı, kare biçiminde sekiz ayak. Dış koridordan bir basamak yüksekteki bir döşeme taşınınüzerine uzunlamasına yerleştirilmiş dört adet taş duvar.

Girişte, kapının sağ tarafında, yatak için yapılmış bir çıkıntı. Üzerine bir kucak da saman konulmuş;belki de her mevsim bez bir pantolon ve çadır bezinden dikilmiş bir ceket giymek zorunda olanmahkûmun bu çıkıntı üzerinde dinlendiğini, yatıp uyuduğunu zannediyorlar.

Kafamın üzerinde, gökyüzü yerine paçavra görünümündeki kalın örümcek ağlarının sallandığı, mermibaşı şeklinde -böyle tanımlıyorlar- simsiyah bir kubbe uzanıyor.

Üstelik bu hücrede ne pencere ne de hava deliği bulunuyor. Sadece, üzerini saran demirlerden tahtasıgörünmez olmuş bir kapı.

Bütün bunları anlatırken unuttuğum bir

-47-

şey daha var: Kapının ortasında biraz yukarıda, gardiyanın geceleri kapatabileceği, haç şeklinde demirparmaklıkla kaplı, dokuz parmak eninde küçük bir pencere.

Dışarıda ise duvarlarda bulunan küçük hava delikleri sayesinde ışık alıp havalanan, kemerli ve alçakkapılarla birbirine bağlanan bölmelere ayrılmış oldukça uzun bir koridor. Bu bölmelerin her biribenimkine benzeyen hücrelere giriş odası görevini görüyor, îşte bu hücrelere hapishane müdürütarafından disiplin cezası verilen kürek mahkûmları konuyor. İlk üç hücre ise idam mahkûmlarınaayrılmış; çünkü gardiyanın odasına yakın olduklarından, onları kontrol etmek daha kolay.

Bu hücreler, on beşinci yüzyılda burasını yaptırmış olan ve aynı zamanda Jeanne d'Arc'ın yakılmasını

Page 21: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

sağlayan Winchester Kar-dinali'nin eski Bicetre Şatosu'ndan geriye kalanlar. Bütün bunları, öncekigün hücremde beni görmeye gelen ve adeta hayvanat bahçesindeki bir hayvanı seyreder gibi uzaktanizleyen "meraklılardan" işittim. Hatta gardiyan bu gösteriden yüz kuruş para almış.

Hücremin kapısında gece gündüz sürekli bir nöbetçi askerin beklediğini ve gözlerimi kare şeklindekigözetleme deliğine her kaldırışımda; onun devamlı açık gözleri ve sabit bakışlarıyla karşılaştığımısöylemeyi az daha unutuyordum.

Bir de, bu taş kutunun içinde, hava ve ışık bulunduğunu zannediyorlar.

-48-

XI

Henüz sabah olmadığına göre acaba ne yapmalı? Aklıma bir fikir geldi: Ayağa kalkıp lambamınışığını hücrenin dört duvarında gezdirdim. Duvarlar, birbirine karışıp bazılarının okunmasına ya daseçilmesine engel olan tuhaf şekiller ve isimlerle kaplıydı.

Anlaşılan her idam mahkûmu hiç olmazsa burada bir iz bırakmak istemişti. Kurşunkalemle, tebeşirleya da kömürle yazılmış olan harfler; taş duvarlara oyulmuş olan derin çentikler; sanki insan kanıylayazılmış gibi duran semboller ve paslı işaretler etrafa kazınmıştı... İçim daha rahat olsaydı, içindebulunduğum bu hücreyi oluşturan her taşın üstünde, sayfa sayfa gelişen bu tuhaf kitap ilgimiçekebilirdi. Duvarın üzerine kazınmış olan bu düşünce artıklarından, bir bütünü meydana getirmeyi;oradaki her ismin ne yazdığını, kim olduğunu bulabilmeyi; bu yazıları yazanlar gibi başsız kalanvücutları andıran bu dağınık yazılara, bu bölünmüş cümlelere, bu tamamlanmamış kelimelere anlamve hayat vermeyi öylesine isterdim ki...

Başucumla aynı hizada, içinden bir okun geçtiği alev alev iki kalp ve üstünde şu kelimeler yazılı:Yaşama tutkusu. O zavallının hayalleri kesinlikle çok uzun sürmemiştir.

Onun yan tarafında ise, üç köşeli bir şapka ve şapkanın altına gelişigüzel çizilmiş küçük bir yüz ile şusözcükler: Yaşasın İmparator! 1824.

Yine cezaevlerinin duvarlarındaki alışıla-

-49-

geldik yanıp tutuşan kalpler ve yanı başlarında da hapishane havasını soluyan yazılar: MathieuDanvin'i seviyor, ona tapıyorum. JACQUES...

Karşımdaki duvarda, şu isim okunuyor: Papavoine. Büyük yazılmış P harfi, arabesk motiflerlebezenmiş ve itinayla süslenmişti. Müstehcen bir şarkının nakarat sözleri. Taşa belirgin bir şekildeiyice kazınmış bir özgürlük şapkası ve altında: Bories-Cumhuri-yet yazısı. Bu adam, La Rochelle'in*dört astsubayından biriydi. Zavallı genç adam! Bu adamların siyasi hedefleri ne kadar ürkütücü! Birfikir, bir rüya, bir hayal uğruna, giyotin denilen o korkunç gerçek! Ve şikâyet eden ben, gerçek bircinayet işlemiş ve kan dökmüş olan ben...

Bu duvarlara, daha fazla bakamayacağım. -Duvarın bir kenarında beyaz bir kalemle çizilmiş olanürkütücü bir resim gördüm; bu belki de, şimdi benim için meydanda kurulan ölüm sehpasının

Page 22: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

resmiydi.- Az daha lamba elimden düşüyordu.

XII

O anda saman yığınımın üstüne çöktüm; kafamı, dizlerimin arasına aldım. Sonra o çocuksu korkumdağıldı ve sonra da tuhaf bir merak beni bu duvardaki yazıları okumaya devam etmeye zorladı.

Papavoine isminin yanında durmakta olan ve duvarın köşe tarafına doğru örülmüş,

* Fransa'nın Atlantik kıyısında bir kent. -50-

tozlarla daha da kalınlaşmış görünen büyük bir örümcek ağını elimle çektim. Duvarın, bu ağın altındakalan kısmında, sadece bir leke gibi duran diğer yazıların arasında açıkça okunabilen dört veya beşisim vardı: -DAU-TUN, 1815. -POULAIN, 1818. -JEAN MAKIİN, 1821. -CASTAING, 1823. Buisimleri okudukça ölümü hissettiren hatıralar canlanıyor: Dautun, kardeşini öldürüp cesedini parçalaraayırdıktan sonra gecenin ilerleyen saatinde Paris sokaklarında dolaşarak cesedin kafasını bir çeşmeye,vücudunu da bir lağım çukuruna atmıştı.

Poulain, karısını öldürmüştü; Jean Martin evinin penceresini açmakta olan ihtiyar babasına ateşetmişti, arkadaşını zehirleyen Doktor Castaing, iyileştirmek üzere, ona ilaç yerine yeniden zehirvermişti ve bütün bunların yanında Papavoine, kafalarına indirdiği bıçak darbeleriyle çocuklarıöldüren korkunç, vahşi bir deli!

Kendi kendime, işte böyle diyordum ve vücudumda alev gibi bir ürperti geziniyordu. Benden önce buhücrede kalanlar işte bu insanlardı. İşte tam burada, benim üstünde durduğum bu taşta, onlar dadurmuş, son kez düşünmüştü, bu hayatları cinayet ve kanla dolu insanlar! İşte bu dört duvarınarasında, bu daracık, kare şeklindeki hücrenin ortasında adeta bir yabani hayvan gibi son adımlarınıatarak gezinmişler, kısa aralıklarla birbirlerini takip etmişlerdi. Sanki bu odanın zemini hiç boşkalmamışçasına hâlâ sıcaktı ve şimdi burayı bana bırakmışlardı.

-51-

Ben de onların yolundan yürüyecek, sıra bana geldiği gün otlarla kaplı Clamart Mezarlı-ğı'nda onlarınyanına gidecektim!

Ben ne inançsız biriyim ne de bir falcı. Bu düşünceler yüzünden ateşimin yükselmesi çok normal;ancak böyle hayallere dalmışken, ölüm kokan bu uğursuz isimler bana siyah duvarların üzerine ateşleyazılmış gibi göründü; gittikçe keskinleşen bir uğultu kulaklarımda patladı; kızıl renkli bir ışıkgözlerimi kamaştırdı; sonra hücremin içi insanlarla doldu; hepsi de kesik başlarını ağızlarından tutantuhaf adamlardı.

Baba katilinin dışında, hepsi de bana yumruklarını sallıyorlardı.*

Gözlerimi korkuyla kapattığımda her şeyi daha net bir şekilde gördüm.

Hayal, rüya ya da gerçek, şayet beklenmeyen bir his beni tam zamanında uyandırma-saydı,delirebilirdim. Çıplak ayağımın üstüne düşen, soğuk bir kamı ve tüylü ayaklan hissettiğim anneredeyse arka üstü düşmek üzereydim; bu, biraz önce ağını bozduğum için kaçmaya çalışanörümcekti.

Page 23: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Bu, beni bir an için de olsa o ürkütücü düşlerden çekip çıkardı. -Tanrım, onlar ne kadar korkunçhayaletlerdi öyle!- Hayır, bütün bunlar sadece bir hayalden ibaretti. Boş ve bunalımlı beynimin içindeoluşan görüntülerdi. Tam Macbeth'imsi hayaller! Ölüler ölüdür; özellikle bunlar. Mezarlarına sıkı sıkıgömülmüşlerdir. Mezarlık, kimsenin kaçabi-

Ana ve babasını öldürenlerin sağ elleri hükümdarın emriyle bilek hizasından kesiliyordu.

-52-

leceği bir hapishane değildir. O halde, niçin bu kadar korkuyorum ki?

Mezarın kapağı, içerden açılamaz.

XIII

Hayatımın son günlerinde, çok kötü bir olaya tanık oldum:

Tanyeri yeni yeni ağanyordu ve hapishanenin içinde büyük bir gürültü koptu. Sürekli ağır kapılarınaçılıp kapanma sesi, demir sürgülerin ve kilitlerin gıcırdaması, gardiyanların kemerindeki anahtartomarlarının çınlaması, yukardan aşağıya koşuşturanların ayak darbeleriyle merdivenlerin titremesi veuzun dehlizlerin her iki tarafından bağıranların seslerinin yankı yapıp birbirine karıştığı duyuluyordu.Komşu hücrelerde kalan kürek mahkûmları her zamankinden daha neşeli görünüyorlardı. BütünBicetre'de sanki şenlik vardı. Mahkûmların hepsi gülüyor, şarkı söylüyor, koşuyor ve dans ediyordu.

Sadece ben, bu şamatanın içinde sessiz; bu hareketliliğin ortasında cansız, şaşkın ve dikkatlice etrafıizliyordum.

Bir gardiyan geçti.

Kendimi tehlikeye atarak ona seslendim ve "Cezaevinde bir bayram kutlaması mı var?" diye sordum.

"Buna bayram da denebilir," diye cevap verdi. "Yarın Toulon'a gidecek kürek mahkûmlarını prangayavuruyorlar."

Ne kadar iğrenç olsa da her şeyden kopmuş yalnız bir insan için böyle bir gösteri

-53-

büyük şans olurdu. Eğlence teklifini kabul ettim.

Gardiyan benden emin olmak için zaten alıştığım güvenlik önlemlerini aldı ve sonra beni, gökyüzünügerçekten görebildiğim, omuz seviyesinde demir parmaklıklı penceresi olan bomboş bir hücreyegötürdü.

"Şöyle geçin," dedi, "gösteriyi, bu pencereden hem izleyebilir, hem de dinleyebilirsiniz. Bu hücredebir kral kadar yalnız olacaksınız."

Bunları söyledikten sonra odadan çıktı ve kapıyı üstüme kilitleyip sürgüledi.

Page 24: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Odanın penceresi dört tarafında altı katlı taş bir yapının bir sur gibi yükseldiği duvarlarla çevrili,oldukça geniş ve kare şeklinde bir avluya bakıyordu. İnsan, bir duvarı oluşturan taşlar gibi üst üsteduran demir çubuklu binlerce pencereye, sanki bir çerçevenin içindeymiş gibi yapışmış bir sürü zayıfve solgun yüzün yer aldığı bu dört duvardan daha tiksindirici, daha çıplak, daha sefil bir şeydüşünemezdi. Bunların hepsi, oyuncu olacakları günü beklemekte olan seyircilerin; yani suçlularınyüzleriydi, hatta bunlara Araf in cehenneme açılan hava boşluklarında birikmiş acı çeken ruhlar dadenilebilirdi.

Hepsi, suskun bir halde, hâlâ boş olan avluyu izliyorlar, bekleşiyorlardı. Bu renksiz ve endişeliyüzlerin arasında parlak ve canlı birkaç çift göz, adeta ateşten noktalar gibi ışıldıyordu.

Avluyu saran kare şeklindeki hapishane binası tümüyle kapalı sayılmazdı. Binanın

-54-

dört tarafından biri, (doğuya bakan) ortasından bölünmüştü ve sadece bir demir parmaklıkla yandakitarafa bağlanmaktaydı. Bu parmaklık bir sonraki, fakat ilk avludan daha ufak ve onun gibi simsiyahduvarlarla çatıların arasına sıkışmış olan başka bir avluya açılıyordu.

Ana avlunun etrafındaki taş sıralar duvara dayanmışlardı. Ortada ise, fener asmak için kullanılandemirden yapılmış eğri bir direk göze çarpıyordu.

Öğle çanı çalmaya başladı. Üzerinde bir çıkıntı olan kocaman giriş kapısı aniden açı-lıverdi. Maviüniforma giymiş, kırmızı apolet-li, sarı kemerli, lanet görünüşlü ve ürkek asker bozuntularının eşlikettiği bir yük arabası, metalik bir gürültüyle yavaş yavaş avluya girdi. Bu, kürek mahkûmları ilezincirlerinin gürül tüsüydü.

Bu sesler, o sırada sanki bütün hapishanenin uyuyan gürültüsünü aniden uyandırmış gibi, o ana kadarsessiz sakin pencerelerden olanları izleyenler neşeyle haykırmaya, şarkılar söylemeye ve insanınyüreğine işleyen kahkahalar atarak küfürler ve beddualar etmeye başladılar. Gözlerimizin önünden,adeta şeytanın suretleri geçiyordu. Her suratta acılı bir gülümseme beliriyor; bütün parmaklıklardanyumruklar görünüyor, bütün ağızlar aynı anda çığlık atıyor, tüm gözler pırıldıyordu ve ben buküllenmiş ateşin ortasında, bu kıvılcımın tekrar parladığını fark edince dehşete kapıldım.

Bu sırada Paris'ten gelmiş olan, temiz kı-

-55-

yafetleri ve ürkek görünüşleriyle dikkatleri toplayan birkaç meraklının da aralarında bulunduğu forsatakımının gardiyanları sakin bir şekilde işlerine başladılar. Gardiyanlardan biri arabaya çıktı vezincirleri, yolculuk prangalarını ve bez pantolon tomarlarını arkadaşlarına attı. Sonra işi aralarındapaylaştılar; bazıları, kendi argo lisanlarında ipler diye bahsettikleri uzun zincir demetlerini avlununbir tarafına bıraktı; geriye kalanlar, tafta adını verdikleri gömlek ve pantolonları taşların üzerineserdiler. Bu sırada en cesur olanları, oldukça kilolu ve yaşlı olan yüzbaşılarının denetiminde, demirhalkaları tek tek inceliyor, sonra da bunları taşlara vurarak sağlam olup olmadıklarını ölçüyorlardı.Bütün bunlar, küçük avluyu gören eski cezaevinin pencerelerine yerleştirilmiş olan ve kendileri içinyapılan bu hazırlıkları izleyen kürek mahkûmlarının şamatalı gülüşlerinin bastırdığı, suçluların alaylıalkışlan arasında olup bitiyordu.

Page 25: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Bu hazırlıklar tamamlandığında gümüş işlemeli kıyafet giymiş olan Müfettiş dedikleri bir adam,Cezaevi Müdürü'ne talimat verdi ve bir süre sonra iki ya da üç küçük kapı aynı anda, zaman zamançığlıklar atan, parçalanmış giysiler içinde, iğrenç görünümlü bir insan yığınını avluya kustu. Bunlar,forsa takımıydı.

Onlar avluya girdiği anda pencerelerdeki sevinç dalgası daha da fazlalaştı. İçlerinden hapishanedebüyük şöhret kazanmış olanları, alkışlarla selamlandılar ve bu kişiler de bu

-56-

tavra, kibirli bir alçakgönüllülükle karşılık verdiler. Birçoğunun kafasında, hücrelerin-deki samansaplarından kendi elleriyle ördükleri, hepsi de tuhaf şekilli şapkaya benzeyen şeyler vardı ve geçtikleriher şehirde, şapkaları taşıyan başlara dikkat çekmek istiyorlardı. Bu grup daha fazla alkışlandı. Hattaiçlerinden biri, heyecanlı taşkınlıklara sebep oldu: Bu, genç kız simasına sahip, yaklaşık on yediyaşlarında bir delikanlıydı. Tam sekiz gündür kapalı bulunduğu hücreden yeni çıkmıştı. Kendisi içinsaman saplarından bütün vücudunu kaplayan bir kıyafet yapmıştı ve bir yılan kıvraklığıyla taklalaratarak avluya girdi. Bu delikanlı, hırsızlık suçundan hüküm giymiş bir ortalık soytan-sıydı. Delicealkışlar ve sevinç çığlıkları, fırtına gibi dalgalandı. Forsa takımındakiler de karşılık verdi; kıdemlikürek mahkûmları ile forsa adayları arasındaki bu heyecan alışverişi insanı ürperten bir şeydi.Gardiyanlarla, korkmuş meraklıların meydana getirdiği topluluğun orada bulunmasına rağmen; "suç",hepsinin yüzüne küçümseyen bir tavırla bakıyor ve bu dehşetli cezayı adeta bir aile şenliğinedönüştürüyordu.

Forsa takımı, avluya girdikçe doktor kontrolü rolü için bekletilecekleri parmaklıklı küçük avluyadoğru iki sıra halinde sıralanmış olan gardiyanların arasında itilip kakılıyordu. Hepsi de sağlıkdurumları için bahaneler uydurarak, bozuk gözlerini, aksayan bacaklarını, sakat ellerini göstererek, ogüç yolculuktan kurtulmak için son kez çabalıyorlardı.

-57-

Fakat buna rağmen, neredeyse hepsi yolculuk için uygun bulunuyorlar ve bu şekilde tümü,hayatlanndaki sözde kusurları bir an için de olsa unutarak, umursamaz bir şekilde yazgılarına boyuneğiyorlardı.

Küçük avlunun parmaklıkları tekrar açıldı. Bir gardiyan, alfabetik sıraya göre isimleri söylemeyebaşladı ve sonrasında kürek mahkûmları birer birer avludan çıktılar. Her' kürek mahkûmu, büyükavlunun bir tarafında, soyadının ilk harfinden dolayı tesadüfen yanına düşen arkadaşıyla birlikteduruyor ve böylelikle, her kürek mahkûmu kendisini, kaderine terk edilmiş gibi hissediyordu.Bunların her biri, hiç tanımadığı bir yabancının yanında kendi zincirini taşıyor ve bu zincir, eğercezaevinde bir arkadaşı varsa, onları birbirinden ayırıyordu. Bu da en son sefillikti.

Yaklaşık otuz kişilik forsa takımı küçük avludan çıkınca parmaklıkları kapattılar. Gardiyanın birionları sopayla sıraya soktu; her birinin önüne kaba bezden yapılmış birer gömlek, birer ceket ve birerde pantolon fırlattı, sonra da onun bir işaretiyle, hepsi soyunmaya başladı. Tam o anda, sanki öncedenplanlanmışçasına, yaşanan bu utancı işkenceye dönüştüren, beklenmedik bir olay oldu.

Hava, o ana kadar oldukça güzeldi ve ekim rüzgârı havayı serinletmesine rağmen gökyüzünde grirenkli, sisli bulut kümeleri arasından bir demet güneş ışığının süzüldü-ğü boşluklar açıyordu. Ancak

Page 26: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

cezaevi paçavralarını üzerlerinden attıkları sırada, gardi-

-58-

yanlar şüpheli tavırlarla dolaşıp çevrelerini saran yabancılar meraklı gözlerle çıplak kürekmahkûmlarının kollarını incelerken, gökyüzü aniden karardı, buz gibi bir sonbahar yağmurubirdenbire yağmaya başladı ve kare şeklindeki avluda bekleyen forsaların açık başlarına, çıplakvücutlarına ve döşeme taşlarına birikmiş perişan kıyafetlerinin üzerine bir sel gibi boşandı.

O anda avluda, gardiyanlardan ve kürek mahkûmlarından başka kimse kalmamış, Paris'ten gelenmeraklılar ise saçak altlarına sığınmışlardı.

Yağmur bardaktan boşanırcasına yağarken, avludaki ıslak döşeme taşlarının üzerinde yalnızca çıplakve sırılsıklam olmuş kürek mahkûmları kalmıştı. Onların cesur gösterilerinin gürültüsünü, ruhsuz birsessizlik izlemişti. Titriyorlardı, dişleri takırdı-yordu; çelimsiz bacakları ve düğümlenmiş dizleribirbirine vuruyordu. Onları, böyle moraran kollarıyla, ıpıslak gömlekleri, ceket ve pantolonlarıüstlerine bastırırken görmek insanın yüreğini dağlıyordu. Çıplak olsalar daha iyiydi.

Sadece yaşlı bir adamın neşesi devam etmekteydi. Üzerindeki ıslak gömleğin suyunu sıkmayaçalışırken, "Bu programda yoktu!" diye haykırdı, sonra da yumruğunu gökyüzüne doğru kaldırarakgülmeye başladı.

Yol kıyafetlerini giyen kürek mahkûmları, taşların üzerine yerleştirilmiş olan zincirlerin olduğu yereyani, avlunun diğer tarafına yirmi veya otuz kişiden oluşan gruplar halinde

-59-

götürüldüler. Yerde bulunan zincirler, daha kısa zincirlerle iki ayak arasında yatay olarak ikiyebölünmüş, uzun ve sağlam halkalardan oluşmaktaydı; kısa zincirlerin uç kısmında ise köşelerdenbirine takılmış olan ve bir menteşeyle açılan, ters taraftan demir so-munlu bir vida takılarak kapananve bütün yolculuk süresince kürek mahkûmlarının boyunlarından çıkmayan boyunduruklarıbulunuyordu. Bu zincirler yere uzatıldığında adeta büyük bir balık kılçığına benziyordu.

Forsa takımını çamurların içindeki ıslak taşların üstüne oturttular; boyunduruklarını sıraylaboyunlarına takarak denediler. Daha sonra iki forsa takım demircisi, taşınabilen örsleriyle geldiler,büyük bir demir tokmağın darbeleriyle onları çivilediler. Bu o kadar korkunç bir andı ki, en cesaretliinsanların bile korkudan yüzü sararabilirdi. Suçluların sırtlarına yerleştirilmiş örslerin üstüne indirilenher tokmak darbesi, onların çenelerini sızlatıyordu; önden geriye doğru yapılacak en küçük birharekette zavallıların kafası bir ceviz kabuğu gibi anında kırılabilirdi.

Bu işlem tamamlandıktan sonra mahkûmlar yine sessizliğe gömüldü. Artık sadece zincirlerin şakırtısı,arada sırada yükselen bağırışlar ve direnenlerin vücutlarına inen gardiyan sopalarının boğuk sesiduyuluyordu. Ağlayanlar vardı; yaşlı mahkûmlar korkudan titriyor ve dudaklarını ısınyorlardı.Demirlerle çerçevelenmiş bu kederli yüzleri dehşetle izliyordum.

Doktor muayenesi bittikten sonra, sıra

-60-

Page 27: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

gardiyanlann kontrolüne geldi; daha sonra da prangalama işlemi; yani, üç perdelik bir oyun.

Bir ara güneş ışığı yeniden göründü. Sanki bütün bu beyinleri ısıtmak ister gibiydi. Kürek mahkûmlarıayağa kalktı. Beş sıra zincir, ellerle birleşti ve aniden ortadaki fenerin çevresinde büyük bir daireoluştu. Göz yoracak kadar büyük bir hızla dönmeye başladılar. Bazen yanık, bazen neşeli, bazenöfkeli, bazen argo sözleri olan bir hapishane şarkısı söylüyorlardı. Bu şarkıya zaman zaman inceçığlıklar; tiz, ıstırap dolu, isterik kahkahalar karışıyordu. Öfkeli alkışların ve birbirine çarpanzincirlerin uyumlu yankısı, onların gürültülerinden daha boğuk olan bu şarkıya bir orkestra gibi eşlikediyordu. Eğer bir sabbaf toplantısını gözümün önünde canlandırmak isteseydim, bundan daha iyisinibulamazdım.

Avluya büyük bir gerdel getirdiler. Gardiyanlar, kürek mahkûmlarının yaptığı dansı ellerindekisopalarla durdurdular ve sonra onları, dumanı tüten ve içinde ne olduğu belli olmayan bazı otdemetlerinin yüzdüğü, kirli bir suyun bulunduğu gerdele doğru iteklediler ve mahkûmlar da gerdeliniçindekini yemeğe başladılar.

Yemeklerini yiyen mahkûmlar, çorba ve siyah ekmeklerinden geriye kalan artıkları taşların üstünefırlattılar ve sonra yeniden dans ederek şarkı söylemeye başladılar. Öyle anlaşılıyordu ki buprangalama gününde ve

* Hıristiyan inancına göre şeytanın başkanlığında büyücüler toplantısı.

-61-

onu takip eden gecede, mahkûmlara büyük bir özgürlük bahşediliyordu.

Bütün bu olanları öyle mahzun, öyle coşkulu ve öyle meraklı bir dikkatle seyrediyordum ki sankikendimi unutmuştum. Benliğimi derin bir acıma duygusu sarmıştı, onların kahkahaları beniağlatıyordu.

Aniden, içine düştüğüm bu derin rüyadan uyanıp öfkeyle haykırdım ve ardından dönen çemberindurduğunu, sessizleştiğini gördüm. Sonra bütün gözler benim bulunduğum pencereye çevrildi. "İdammahkûmu! İdam mahkûmu!" diye parmaklarıyla beni işaret ederek bağrışıyorlardı. Sevinç doluçığlıklar çoğalmıştı.

Şaşkınlıktan donup kalmıştım.

Beni, nasıl ve nereden tanıdıklarım bir türlü anlayamamıştım.

"Merhabalar! İyi akşamlar!" diye iğrenç gülüşleriyle bana bağınyorlardı. Ömür boyu kürek mahkûmuolanlardan en genci, yüzü parlak ve kül renkli olan delikanlı, bana kıskanç bir tavırla baktı ve şöylededi: "Ne mutlu ona! Budanacak! Elveda arkadaş!"

İçimde ne fırtınaların koptuğunu söyleyemiyorum. Aslında ben, onların dostuydum. Greve Meydanı,Toulon'un kardeşi gibidir. Hatta onlardan daha düşük bir seviyede sayılırım; bu şekilde benionurlandırıyorlardı adeta. Ürperdim.

Onların dostuydum, evet! Ve aradan birkaç gün geçince, onlar için ben de bir eğlence konusuolabilirdim.

Page 28: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Pencerenin önünde kımıldamadan donup

-62-

kalmıştım. Fakat korkunç bir şekilde beş sıra zincirin bana doğru geldiğini gördüğüm ve duvarındibinde, zincirlerinin, haykırışlarının ve ayak seslerinin gürültüsünü duyduğum zaman, bu şeytanordusunun hücreme girip üzerime saldıracaklarını sandım. Bir çığlık attım ve kırmak istercesinekapıya atıldım; fakat hiçbir yere kaçamazdım. Çünkü dışarıdan sürgülenmişti. Vurdum, vurdum.Öfkeyle haykırdım. Sanki forsaların o korkunç sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Onların, o tiksindiricisuratlarını bir an penceremin kenarında gördüğümü sandım; yine acı dolu bir çığlık attım ve sonrabayılmışım.

XIV

Kendime geldiğim zaman artık gece olmuştu. Kirli bir yatağın üstünde yatıyordum; tavandan sarkanbir fener, yanı başımda dizilmiş olan başka yatakların da olduğunu görmemi sağladı. O zaman benirevire getirdiklerinin farkına vardım.

Birkaç dakika gözlerim açık bir halde öylece kaldım; hiçbir şey hatırlamıyordum, bir yatakta yattığımiçin son derece mutluydum. Aslına bakılırsa, önceleri böyle bir hastane ya da hapishane yatağı benikorkutur ve acıma hissiyle ürpertirdi. Ama artık aynı insan değildim. Çarşaflar grileşmişti vedokunulduğunda sert oldukları anlaşılıyordu. Üzerimdeki yorgan ince ve lime limeydi. Yatak isesaman kokuyordu; zaten ne fark ederdi ki! Vücudum bu kaba çarşaflar ara-

-63-

sında rahatça gevşeyebilirdi. Ne kadar ince de olsa bu yorganın altında, iliklerime kadar işlemiş olan oamansız soğuğun yavaş yavaş azaldığını hissediyordum. Tekrar uykuya dalmışım.

Aniden büyük bir uğultu beni uyandırdığında, sabahın erken saatleriydi. Duyduğum gürültü dışardangeliyordu; yatağım pencerenin kenarındaydı. Dışarıda neler olduğunu anlamak için birden doğruldum.

Odanın penceresi Bicetre'nin büyük avlusuna bakıyordu ve avluda çok büyük bir kalabalıktoplanmıştı; iki grup halinde dizilmiş olan askerler, bu kalabalığın ortasından bütün avluyu bir uçtanbir uca geçen dar bir yolu güçlükle açıyorlardı. Bu iki sıra askerlerin arasında insanlann doluştuğu beşuzun at arabası taşlann üzerinde iki yana sallanarak ağır ağır ilerliyordu; bunlar, gitmekte olan forsatakımıydı.

Üstü açık arabaların her birinde, bir grup kürek mahkûmu vardı. Arabanın üzerinde boylu boyuncauzanan ve başında, ayakta duran silahlı bir gardiyanın nöbet tuttuğu, ortak bir zincirle bağlı olan kürekmahkûmları, birbirlerine sırt sırta dayanmış bir halde kenarlara oturtulmuşlardı. Zincirlerin sesleriduyuluyordu ve araba her yalpaladığında mahkûmların kafalarının oynadığı ve sarkan bacaklarının ikiyana sallandığı fark ediliyordu.

Hava, insanın içine kadar işleyen ince bir yağmurun yağmasıyla birden buz kesti. Kumaş pantolonlar,sanki mahkûmlann bacak-

-64-

Page 29: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

lanna yapıştı ve renkleri, griden siyaha dönüştü. Mahkûmlann uzamış sakallarından, kısacıksaçlanndan sular süzülüyordu. Morarmış yüzleriyle tir tir titriyorlardı; dişleri öfkeden ve soğuktanbirbirine çarpıyordu. Aslında yapacakları başka bir şey de yoktu. Bu zincire bir defa bağlandınız mı,kordon denilen ve tek bir insan gibi hareket eden bu tiksindirici şeyin bir parçası haline gelirsiniz.Artık aklın, elini her şeyden çekmesi gerekmektedir. Çünkü bu demir halka, onu ölüme mahkûmediyor ve bu hayvanın kendisine gelince, o da gerektiğinde belli ihtiyaçlarını karşılamak zorundakalıyor. Böylece, hareketsiz, yan çıplak, kafası açık ve sarkan bacaklarla, temmuz güneşini de, soğukkasım yağmurla-nnı da aynı kıyafetle karşılamak zorunda oldukları yaklaşık yirmi beş gün sürecekyolculuklarına başlamaktaydılar.

Kalabalıkla arabadakiler arasında anlayamadığım korkunç bir konuşma geçti. Bir yanda argo veküfürler, diğer yanda meydan okumalar; her iki grup da birbirlerini lanetliyordu; fakat yüzbaşının birişaretiyle arabada bulunanlann omuzlarına veya kafalanna sopa darbeleri inmeye başladı. Ve sonrahepsi birden disiplin denilen o sözde sessizliğe gömüldüler. Ancak hepsinin bakışları kin ve nefretdoluydu. Zavallılann elleri, dizlerinin üzerinde yumruk halini almıştı.

Atlann üzerinde bulunan jandarmalann ve arabaların içinde, ayakta duran gardiyanların eşliğinde yoladevam eden beş araba, Bicetre'nin kemerli kapısının altında peş pe-

-65-

şe gözden kayboldu. Büyük kazanlar, bakırdan yapılmış karavana tencereleri ve yedek zincirlerinyüklendiği altıncı araba da onlan takip ediyordu. Bir süre kantinde oyalanan birkaç forsa gardiyanı,mangalarına yetişmek için hızlı adımlarla çıktılar. Avluda biriken kalabalık dışarıya doğru akmayabaşladı. Bütün bu gördüklerim, sanki bir ışık oyunu gibiydi. Taşlı Fontainebleau yolunda ilerleyendemir tekerleklerin ve at toynaklarının ağır uğultusu, kırbaçların şaklaması, zincirlerin şıkırdaması vekürek mahkûmlarının yolculuklarının kötü geçmesini dileyen halkın haykırışları uzaklaşarakhafifliyordu.

Ve onlar daha yolun basındaydılar.

Ne söylemişti bana avukat? Kürek mah-kûmluğu! Ah! Evet ya! Kürek mahkûmu olmaktansa ölümübin kere tercih ederim. İdam sehpasını, zindanlara; hiçliği, cehenneme; giyotinin bıçağını, boyunatakılan o demir halka yerine tercih ederim! Kürek mah-kûmluğu mu? Aman Tanrım!

XV

Yazık ki hasta değilmişim. Beni ertesi gün revirden çıkarttılar, hücreme geri döndüm.

Hasta değilmişim! İşin doğrusu gencim, sağlıklıyım ve güçlüyüm. Damarlarımdaki kan özgürceakıyor; bütün kaslarım, isteklerimi hemen yerine getiriyor; hem bedensel hem de zihinsel olarakoldukça sağlıklıyım ve uzunca bir hayat sürebilirim. Evet, doğru bütün bunlar, fakat bunlara rağmenbir hasta-

-66-

I

Page 30: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

lığım var: Üstelik bu, insanların yarattığı ve sonu ölüm olan bir hastalık.

Revirden çıktığım andan beri aklımda beni delirtecek kadar şaşırtıcı bir düşünce var. Revireyatırdıklarında belki de oradan kaçabilirdim. Oradaki görevli doktorlar ve rahibeler benimle çokilgilendiler. Bu kadar gençken, böyle bir ölümle ölmek! Adeta bana acıyorlar; sık sık yatağımınbaşucunda toplanıyorlardı. Ah! Meraktandır bu! Ve sizi sağlığınıza kavuşturan bu insanlar, sizinsadece ateşlenmenize çare bulabiliyorlar, fakat bir idam hükmüne sıra gelince... Ancak bu yine deonlar için o kadar sıradan bir olay ki!.. Kapıyı açık bıraksalar ne olurdu ki...

Artık hiç şansım kalmadı! Yargıtaya yaptığım başvuru kabul edilmeyecek, çünkü her şey çok iyiayarlanmış; tanıklar, iyi tanıklık ettiler, davacılar iyi savunma yaptılar ve yargıçlar da iyi hükümverdiler. Böyle yapamıyorum, en azından... hayır, çılgınlık bu! Ümitsizlik! Yargıtay, uçurumunkenarında asılıyken tutunduğunuz ve kopacağı son ana kadar çatırdadığı duyulan bir ip sanki.Giyotinin bıçağı da altı haftadır düşmeyi bekliyor neredeyse.

Acaba affedilir miyim? Af! Evet, ama bunu kim yapacak? Ve neden yapacak? Ve nasıl? Hayır, hayır!Beni affetmeleri imkânsız. Her zaman olduğu gibi, "ibret olsun!" diyeceklerdir.

Artık atacağım son üç adım kalmıştı: Bi-cetre, Conciergerie ve Greve Meydanı.

-67-

XVI

Revirde kaldığım kısa zaman süresince, bir pencerenin yanında, bana yeniden görünen güneşinyakınında yatmıştım, ya da en azından parmaklıklardan süzülerek bana yaklaşabilen güneşin ışınlarınakarşı oturmuştum. Orada, kafam ellerimin arasında, taşıyabileceğimden daha fazla bir yük yüklenmişdurumda, dirseklerim dizlerimin üstünde, ayaklarım sandalyemin parmaklıklarında, işte öyleceoturuyordum; çünkü yorgunluktan iki kat olmuştum, sanki vücudumda hiç kemik, etlerimde hiç kaskalmamıştı.

Cezaevinin boğucu kokusu beni her zamankinden daha fazla bunaltmıştı; o kürek mahkûmlarının bağlıolduğu zincirlerin metalik gürültüsü hâlâ kulaklarımda uğuldu-yordu. Artık, Bicetre'den fazlasıylausanmış-tım. İyi kalpli Tann'nın bana merhamet etmesi gerektiğine ve en azından karşı binanınçatısında, benim için ötecek minik bir kuş gönderebileceğine inanıyordum.

Benim bu arzumu, Tann'nın mı, yoksa şeytanın mı yerine getirdiğini bilemiyorum; çünkü neredeyse oanlarda, penceremin alt tarafından yükselen bir ses duydum; hayır! Bu, bir kuşun cıvıltısı değildi,daha da tatlı bir ses: On beş yaşlarında bir genç kızın sevecen, duru, kadife gibi yumuşacık sesiydi.Başımı pencereden uzattım ve kızın söylediği şarkıyı doyumsuzca dinledim. Ağır ve hüzünlü birhavaydı. Kederli ve ıstırap dolu, güvercin cıvıltısı gibi bir şey; sözleri şöyleydi:

-68-

"Mail Sokağı,

Yakalandığım yerdi

Malure,

Page 31: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Üç alçak jandarma,

Lirlonfa malurette,

Atladılar üstüme,

Lirlonfa malure."

Hayal kırıklığımdan, duyduğum acıyı an-layamıyordum. Ses, devam ediyordu:

"Atladılar üstüme,

Malure.

Taktılar kelepçeleri,

Lirlonfa malurette,

Büyük kafa gitti,

Lirlonfa malure.

Yolda karşıma çıktı, Lirlonfa malurette, Mahalleden bir hırsız, Lirlonfa malure.

Mahalleden bir hırsız, Malure.

Git söyle kanma, Lirlonfa malurette, Tutuklandığımı, Lirlonfa malure. Karım çok öfkeli, Lirlonfamalurette, Sordu bana: Ne yaptın? Lirlonfa malure.

Sordu bana: Ne yaptın? Malure.

-69-

Bir kütük devirdim,* Lirlonfa malurette. Parasını arakladım, Lirlonfa malure. Parasını ve saatini,Lirlonfa malurette, ve ayakkabı bağlarını, Lirlonfa malure.

Ve ayakkabı bağlarını,

Malure.

Karım gidiyor Versailles'a,

Lirlonfa malurette,

Majestenin ayağına,

Lirlonfa malure.

Bir dilekçe sunmaya,

Page 32: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Lirlonfa malurette,

Beni bağışlasınlar diye

Lirlonfa malure.

Beni kurtarmak için

Malure.

Ah! Kurtulsam buradan,

Lirlonfa malurette,

Seveceğim karımı,

Lirlonfa malure.

Ona fiyonklu kurdele alacağım

Lirlonfa malurette.

Ve tahta tabanlı pabuç alacağım, Lirlonfa malure.

Ve tahta pabuç alacağım,

Malure.

Öfkelenen büyük Kral,

k Adam öldürdüm.

-70-

Lirlonfa malurette, Demiş ki: Tacımla, Lirlonfa malure. Dans ettireceğim onu, Lirlonfa malurette,İdam sehpasında Lirlonfa malure."

Bu sözlerden sonrasını duyamadım ve zaten duyamazdım da. Bu korkunç ağıdın yan anlaşılır, yananlaşılmaz anlamı, soyguncuların bekçiyle çarpışması, karşılaştığı hırsız ve sonrasında karısınayolladığı acı haber: Bir adam öldürdüm ve tutuklandım, bir kütük devirdim ve enselendim; elindedilekçeyle Versailles'a koşan kadın ve öfkelendiği için onu, idam sehpasında dans ettirmekle tehditeden bir majeste; işte bütün bunlar, insan kulağının bugüne kadar hiç duymadığı kadar tatlı birhavayla ve en tatlı sesle söyleniyordu!.. Çok üzülmüş, donakalmış tim. Lal rengindeki o tatlıdudaklardan çıkan bütün bu ürkütücü sözler ne kadar da tiksindiriciydi! Bir gülün üzerinde gezinen birsalyangozun ardında bıraktığı sümük izlerine benziyor sanki.

İçimde birikenleri dışarı nasıl atacağım bilemiyordum; hem yaralanmış hem de keyif-lenmiştim.Genç kız sesine karışan bu çirkin argo, bu kanlı ve garip dil, eşkıya ve kürek mahkûmu karışımı birağız! Çocuk sesinden, kadın sesine dönüşmenin şirinliği! Biçimsiz ve anlamsız, şakıyan, uyumlu ve

Page 33: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

bir inci gibi parlayan bu sözler!

Tanrım! Hapishane, ne kadar yüz karası

-71-

bir şey! Orada her şeyi kirleten bir zehir var. Her şey, hatta on beş yaşındaki kızın şarkısı bile soluyor!Orada bir kuş buluyorsunuz, bakıyorsunuz, kuşun kanadı çamur içinde; elinize güzel bir çiçek alıpkokluyorsunuz: Pislik kokuyor.

XVII

Kaçabilseydim eğer. Ah! Nasıl da koşardım kırlarda!

Hayır, koşmamalıyım. Dikkat çeker, insanları şüphelendirebilir. Tam aksine ağır adımlarla yürümemgerek. Kafanız dimdik olacak ve şarkı mırıldanacaksınız. Üstünüze kırmızı desenli ya da mavi renklieskimiş gömlek türünde şeyler giyeceksiniz. Bunlar insanı iyi kamufle eder. Ne de olsa civardakimanavların tümü böyle giyinir.

Kolejde okurken Arcueil yöresinde her perşembe arkadaşlarımla beraber kurbağa avına gittiğimbataklığa yakın bir koru vardı. Akşama kadar orada gizlenirdim.

Akşam olduğunda, yoluma devam ederdim. Yo! Hayır, ırmak bana engel olurdu. O zaman daArpajon'a giderdim. Saint Germain yolunu izledikten sonra, Havre'a varmak, oradan İngiltere'ye gidenbir gemiye binmek daha güzel olurdu. Ne fark eder! Longjumeau'ya ulaşıyorum. Bir jandarmageçerken, bana pasaportumu soruyor... Eyvah! Yakalandım!

Ah! Mutsuz maceraperest, önce seni hapseden bu üç ayak kalınlığındaki duvarları yık! Ölüm! Ölüm!

-72-

Düşünüyorum da, buraya, Bicetre'ye büyük kuyuyu ve delileri görmek için küçükken geldiğim aklımageliyor!..

XVIII

Bütün bunları yazdığım sırada, lambam söndü ve kilisenin koca çanı saat altıyı vurarak günündoğduğunu haber verdi.

Neydi bunun anlamı? Sonra nöbetçi gardiyan hücreme girdi, başlığını çıkardı, beni selamlayarak,rahatsız ettiği için özür diledi ve sert ses tonunu yumuşatarak, bana kahvaltıda ne istediğimi sordu...

Birden titremeye başladım. Yoksa bugün mü olacak?...

XIX

Bugün olacakmış!

Beni, hapishane müdürü bile ziyaret etti ve bana nasıl yardım edebileceğini sordu, kendisinden ya da

Page 34: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

yardımcılarından herhangi bir şikâyette bulunmamamı arzu ettiğini belirtti, sağlık durumumla, geceyinasıl geçirdiğimle ilgilendi ve hücremden çıkarken bana, "Bayım," diye hitap etti!

Evet bugün olacak!

XX

Bu zindancı, benim kendisinden ya da yardımcılarından şikâyetçi olacağımı aklına bile getirmiyordur.Hakkı da var. Onlardan

-73-

şikâyetçi olmam. Hepsine haksızlık olur. Onlar görevlerini yaptılar, bana iyi baktılar, üstelik banagelirken ve giderken kibar davrandılar. Niye memnun olmayayım ki?

Sevecen gülümsemesi, gönül alan sözleri, çevreyi gözetlerken sevgi dağıtan gözleri, kalın ve kabaelleriyle bu iyi ve merhametli zindancı, ete kemiğe bürünmüş olan bu hapishanedeydi; insanadönüşmüş Bicetre'nin ta kendisiydi sanki. Etrafımda bulunan her şey hapishaneydi. Her şeklin, herinsan figürünün altında, parmaklıkların ya da kilitlerin şekillerinin altında olduğu gibi, bir hapishanesilueti çıkıyor karşıma. Bu duvar, taştan bir hapishane; bu kapı, tahtadan bir hapishane; bu gardiyanlaretten ve kemikten yapılmış hapishanenin ta kendisi. İğrenç olmanın bir türü, bir bütün, bölünmez, yanev, yan insan, hapishane. Ben, onun kurbanıyım; beni güzel güzel besliyor, sanp sarmalıyordu. Granitduvarlann arasına tıkıyor, demir kilitlerinin arkasına saklıyor, hapsediyor ve gardiyan gözleriyle benigözetliyor.

Ah! Ne kadar zavallıyım! Ne olacağım ben? Ne yapacaklar bana?

XXI

Artık rahatladım. Her şey tamamen bitti artık. Müdürün ziyaretinin verdiği o ürkütücü heyecandankurtuldum. Şunu rahatlıkla söylemeliyim ki, hâlâ umutluydum. Şu anda ise, Tann'ya şükür artıkumudum kalmadı.

İşte olaylar:

-74-

Saat altı buçuğa geldiğinde, -hayır, bir çeyrek önceydi,- hücremin kapısı tekrar açıldı. Ak saçlı,kahverengi redingot giyinmiş yaşlı bir adam içeri girdi. Redingotunun düğmelerini çözdü. İçinde bircüppe vardı. Bu bir rahipti.

Bu hapishanenin rahibi değildi. Ne kadar üzücü.

Sevecenlik dolu bir gülümsemeyle karşıma geçip oturdu; sonra başını salladı ve gözlerini gökyüzüne,yani hücrenin kubbesine doğru kaldırdı. Niyetini anladım.

"Oğlum," dedi bana. "Hazır mısınız?" Alçak bir sesle cevapladım: "Hazırlanmadım, amâ hazırsayılınm." Bu sırada gözlerim karardı; bütün vücudumdan buz gibi soğuk bir ter boşandı; şa-kaklanmzonklamaya başladı ve kulaklanm uğultularla doldu.

Page 35: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Ben uykuya dalmış gibi sandalyenin üstünde sallanırken iyi kalpli yaşlı adam konuşmasınısürdürüyordu. Belki de bana öyle gelmişti. Dudaklannın mınldanmasını, ellerinin oynamasını vegözlerinin ışıltısını hatırlıyor gibiyim.

Ve ikinci kez kapı açıldı. Sürgülerin gıcırtılı gürültüsü, benim şaşkınlığımdan kurtulmama ve onun isemınldandıklannı bitirmesine sebep oldu. Cezaevi müdürüyle birlikte gelen siyah giysili beyefendi biradam, kendisini tanıtarak beni sevecen bir tarzla selamladı. Adamın yüzünde adeta cenaze törenigörevlilerinin üzüntüsünü hatırlatan bir ifade vardı.

-75-

Elinde bir deste kâğıt tutuyordu.

"Bayım," dedi, kibar bir gülümsemeyle. "Ben, Paris Kraliyet Mahkemesi'nin mübaşiriyim. Sayınbaşsavcının size gönderdiği mesajı getirmekten şeref duyarım."

İçimdeki ilk ruhsal fırtına geçmişti. Artık aklım basımdaydı.

"Başımı o kadar çok ısrarla isteyen, başsavcı mı?" diye sordum. "Bana yazması büyük bir şeref.Benim ölümüm onu çok mutlu edecektir sanıyorum. Çünkü onun bu kadar istediği ölümüme karşıilgisiz kalacağını düşünmek bana ağır gelirdi."

Bunları söyledikten sonra, sözlerime gür bir ses tonuyla devam ettim: "Okuyunuz, bayım!"

Adam, uzun metni okumaya başladı; her satırın sonunda vurgularını uzatıyor ve her kelimeninortasında da kısa bir süre duraklıyordu. Bu, yargıtayın reddettiğini gösteren yazıydı.

Ve, "İnfaz, Greve Meydanı'nda bugün gerçekleştirilecektir," diye sözlerine son verdi yazıdan gözleriniayırmadan. "Saat yedi buçukta Conciergerie'ye gideceğiz. Saygıdeğer beyefendi, beni izlemeklütfunda bulunur musunuz, lütfen?"

Bir süredir onu dinlemiyordum. Müdür ise, rahiple sohbet ederken onun da bakışları kâğıda takılıkalmıştı. Aralık kapıya doğru bakıyordum.

"Ah! Sefil! Koridorda dört silahlı adam var."

Mübaşir bu defa bana bakarak aynı soruyu tekrarladı.

-76-

"Siz nasıl isterseniz," diye cevap verdim. "Emrinizdeyim."

Beni selamladıktan sonra, "Yarım saat sonra gelip sizi almak onuruna erişeceğim," dedi.

Ve böylelikle tek başıma kalmıştım.

Tannm bir kurtulabilsem! Lütfen bana bir şans ver! Kaçmam gerek! Hem de hemen! Kapılardan,pencerelerden, çatıdan! Nereden olursa olsun!

Page 36: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Ey! Öfke! İblisler! Lanet olsun! Bu duvarı en iyi aletler yardımıyla olsa bile, oymak için aylargerekirdi, oysa benim, ne bir çivim ne de zamanım vardı.

XXII

Conciergerie'den, tutanakta belirtildiği gibi, şimdilik buraya aktanldım.

Yine de yaptığım yolculukta anlatılmaya değer şeyler vardı.

Mübaşir yeniden hücremin kapısında göründüğünde saat yedi buçuğu çalıyordu. "Bayım sizibekliyorum," dedi.

Ayağa kalkarak bir adım attım; bir an ikincisini atamayacakmışım gibi geldi; başım gittikçeağırlaşıyor, kollarım ise adeta güçten düşüyordu. Ama yine de, kalan gücümü topladım ve yürümeyegayret ettim. Hücremi terk etmeden önce son bir defa içeriye baktım -sevmiştim onu; burası benimhücremdi-sonra onu boş ve kapısı açık bir şekilde bıraktım: Bu da, hücreye garip bir hava veriyordu.

Hem nasıl olsa, uzun bir süre böyle kalmaz ki.

-77-

Gardiyanlar: "Bu gece de, gelecek birini bekliyoruz. Şu sırada ağır ceza mahkemesinde davası görülenbir mahkûm..." diye konuşuyorlardı.

Rahip, koridorda ilerlerken bize yetişti. Kahvaltısını yapıp gelmişti.

Müdür hapishaneden tam çıkarken, bütün samimiyetiyle elimi sıktı ve muhafız takımına dört askerdaha ilave etti.

Revirin kapısının tam önünde, ölmek üzere olan yaşlı bir adam, "Tekrar görüşmek üzere!" diye banasesleniyordu.

Avluya varmıştık. Derin bir nefes aldım... Bu da bana iyi geldi.

Uzun bir süre açık havada yürümedik. Posta arabasını andıran at koşulmuş bir araba birinci avludabekliyordu. Bu, beni buraya getirmiş olan arabaydı. Örülmüş gibi duran kalın tellerden oluşan birparmaklıkla enlemesine ikiye ayrılmış, körüklü arabalara benzeyen uzun bir arabaydı. Her ikitarafında birer kapısı vardı ve biri önde, diğeri arkadaydı. Bütün her şeyiyle o kadar kirli, öylesinekaranlık ve tozluydu ki, yoksulların cenaze arabası bile bunun yanında daha lüks kalırdı.

Onlar beni bu iki tekerlekli mezara gömmeden önce duvarları yıkabilecek kadar büyük birumutsuzlukla avluya son bir defa baktım. Etrafı ağaçlarla çevrili küçük bir meydanı andıran avluda,kürek mahkûmlarını seyretmek için toplanan izleyici topluluğundan daha fazla bir kalabalık şimdidentoplanmıştı bile.

-78-

O gün de, aynen şu anda olduğu gibi mevsim yağmurları yağıyordu. Bu satırları yazdığım dakikadabile hâlâ devam eden, şüphesiz gün boyu yağacak ve benden sonra da yağmayı sürdürecek olan, ince

Page 37: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

ince çiseleyen, soğuk bir yağmur.

Yağmur sulan, yollardan seller gibi akıp gidiyordu; avlunun her yeri çamur ve suyla kaplanmıştı. Bu,çamura bulanmış kalabalığı görmekten büyük bir sevinç duydum.

Jandarma ile mübaşir, arabanın ön kısmındaki bölmeye, rahip ve başka bir jandarma da benimlebirlikte arkadaki bölmeye binmişti. Arabanın etrafında dört atlı jandarma vardı. Böylece, arabasürücüsünün dışında, bir adam için tam sekiz kişinin görevlendirildiği söylenebilirdi.

Ben arabaya binmek üzereyken, gözleri gri renkli yaşlı bir kadın, şöyle haykırıyordu: "Bunu izlemeyi, kürek mahkûmlarının gösterilerinden daha çok seviyorum."

O kadını anlıyorum. Bu, ilk bakışta kolaylıkla izleyebileceği bir törendi sanki; çok güzel ve çok rahat.Hiçbir şey size engel olmuyor, çünkü ortada sadece bir insan var; bütün kürek mahkûmlarının yaşadığıperişanlığın tümünü üstünde toplamış olan tek bir insan. Sadece biraz daha az karışık; özlü ve dahaleziz bir içecekti bu.

Araba sarsıldı, büyük kemerli kapının altından geçtiği sırada boğuk bir gürültü çıkardı, sonra anacaddeye çıktı ve Bicetre'in büyük, ağır kapılan ardımızdan hemen kapandı. Kendisinin gömüleceğiniduyan, ama ne

-79-

hareket edebilen, ne de bağırabilen, yarı baygın bir adam gibi şaşkınlık içindeydim. Atlarınboyunlarına takılmış olan çıngırak demetlerinin aralıklı olarak çıkardıkları sesleri, yolun döşemetaşlan üzerinde ilerleyen demir tekerleklerin çıkardığı hıçkırığa benzeyen sesleri, yol değiştirmesırasında arabanın kasası yere vurunca çıkan sesleri, etrafımızdaki jandarmaların dörtnala ilerleyenatlarının ayak seslerini ve arabacının saklayan kırbacını dalgın bir halde dinliyordum. Bütün bunlarsanki beni alıp götüren bir fırtına gibiydi.

Gözlerim, karşımdaki minik pencerenin parmaklıkları arasından gördüğüm, Bicet-re'in büyükkapısının üzerine iri harflerle yazılmış olan bir tabelaya kilitlenmişti: "YAŞLILAR YURDU."

Kendi kendime "Şu işe bak," dedim, "Demek ki orada yaşayan ve hatta yaşlanan insanlar da varmış."

Ve bu düşünceyi, uyku ile uyanıklık arasında gibi, acıdan hassasiyetini kaybetmiş olan zihnimdeevirip çeviriyordum. Ana caddeden büyük bir ara sokağa sapan arabanın küçük penceresinden görülenmanzara aniden değişti. Bu pencere, Paris'in sisleri arasında, mavi ve yan yanya buğulu görünen NötreDame'ın kulelerini çerçeveliyordu. O sırada ruhumun görüş açısı da değişmişti artık. Araba gibi bende mekanikleşmiştim adeta. Bicetre fikrinin yerini, şimdi Nötre Dame'ın kuleleri almıştı.

Kendi kendime aptalca gülümseyerek,

-80-

"Bayrağın dalgalandığı kulede bulunanlar, daha iyi görecekler," dedim.

Rahip, zannederim işte tam o sırada bana bir şeyler söylemeye başladı. Büyük bir sabır ve suskunlukiçinde onun söylediklerini dinledim. Tekerleklerin gürültüsü, atların nal sesleri, arabacının kamçısı

Page 38: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

kulaklanm-da hâlâ yankılanıyordu. Bu, fazladan bir gürültüydü.

Arabanın ön bölmesinde oturan mübaşirin katı ve kesik kesik konuşması beni aniden sarstığı sırada,bir sokak çeşmesinden akan suyun şırıltısı gibi düşüncelerimi sa-kinleştiren ve ana caddenin eğikduran karaağaç fidanları gibi her zaman değişik, ama hep aynı şekilde karşımda akıp giden bu rutinkelimelerin akışını suskunluk içinde dinliyordum.

"Hey rahip efendi," diyordu mübaşir daha keyifli bir ses tonuyla. "Bundan başka neler biliyorsunuz?"

Mübaşirin yüzü bunları söylerken, rahibe dönüktü.

Sürekli bana dua okumakta olan ve arabanın gürültüsünden adeta sağırlaşan rahip, onu yanıtlamadı.

"Hey! Hey!" diye tekrarlayan mübaşir, araba tekerleklerinin gürültüsünü bastırmak için sesini daha dayükselterek; "Bu, ne biçim araba! Tam bir döküntü!" dedi.

Gerçekten döküntü!

Sonra sözlerine devam etti:

"Sanınm bu gürültü yüzünden birbirimizi pek iyi duyamıyoruz. Ben ne sormuştum?

-81-

Rahip efendi, az önceki sözlerimi bana tekrarlayabilir misiniz? Ah! Paris'in bugünkü en önemliolayından haberiniz var mı?"

Birden titremeye başladım, benden bahsediyor olmalıydı.

Sonunda onu duyan rahip, "Hayır," diye cevapladı. "Bu sabah gazeteleri okuma fırsatım olmadı. Buakşam okuyacağım. Gün boyu meşgul olduğum böyle zamanlarda, kapıcıya gazetelerimi saklamasınıtembih ediyorum. Onları, eve döndüğümde okurum."

Bunun üzerine mübaşir, "Ah!" diye konuşmaya başladı, "Olanları duymamanız imkânsız. Paris'inolayı bu! Bu sabahın haberi!"

Konuşmaya ben de katıldım: "Sanırım, ben biliyorum."

Mübaşir bana baktı.

"Siz mi? Gerçekten mi? Peki, o halde ne biliyorsunuz?"

"Çok meraklısınız!" diye cevap verdim.

Mübaşir, "Neden öyle söylüyorsunuz bayım?" diye sordu. "Herkesin, kendince bir politik düşüncesivardır. Bana göre sizin de bir görüşünüz vardır. Ben, şahsen Milli Muhafız Birliği'nin yenidenyapılandırılmasından yanayım. Bölüğümün çavuşuyum ve bu, bana göre çok güzel bir şey..."

Sözlerini kestim. "Fakat ben, böyle olduğunu zannetmiyorum."

Page 39: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

"Pekâlâ, o halde ne demek istiyorsunuz? Az önce, olayı bildiğinizi söylüyordunuz..."

"Ben, bütün Paris'in bugün ilgilendiği başka bir durumdan bahsediyorum."

-82-

Aptallaşan adam, hâlâ anlamamıştı; üstüne üstlük merakı da artmıştı.

"Başka bir durum mu? Tanrı aşkına, bu haberleri siz nereden öğreniyorsunuz? Söyleyin sevgili bayım,hangi habermiş bu? Rahip efendi, siz biliyor musunuz? Rica ederim söyleyin. Hangi haber bu? Bakın,ben haberleri dinlemeyi severim. Hatta Başkan Bey'e de anlatırım; bu onu çok eğlendirir."

Ve daha bunun gibi bir sürü gerekli gereksiz sözler. Hem bana hem de rahibe dönerek konuşuyordu veben de omuz silkerek karşılık veriyordum.

"Eh! Söyleyin o halde! Neden bu kadar düşüncelisiniz?" diye sordu.

"Bu geceden sonra, artık düşünemeyeceğimi düşünüyorum."

"Ah! Hepsi bu mu?" dedi. "Ne kadar da kederlisiniz! Sanki Bay Castaing konuşuyor."

Kısa süren bir sessizlikten sonra: "Ben, Bay Papavoine'a da eşlik etmiştim. Başında samur kürklüşapkası vardı ve sürekli sigara içiyordu. La Rochelle'li delikanlılar ise sadece kendi aralanndakonuşurlardı. Ama sadece konuşurlardı."

Bir süre sustu ve sözlerine devam etti:

"Deli bunlar! Hepsi aptal! Bütün dünyayı küçümsüyorlardı. Şayet hakkınızdaki fikrimi sorarsanız, siziçok düşünceli bulduğumu söyleyebilirim, delikanlı!"

"Delikanlı mı? Ben mi?" dedim. "Oysa ben, sizden daha yaşlıyım; saatin akıp giden her çeyreği, benibir sene daha yaşlandırıyor."

Bana doğru döndü ve birkaç dakika bo-

-83-

yunca aptallaşmış gözlerle, şaşkın şaşkın yüzüme baktı, sonra yavaş yavaş gülmeye başladı.

"Öyle mi? Bence siz gülmek istiyorsunuz... Demek, benden daha yaşlısınız ha! Fakat ben, sizinbüyükbabanız yaşındayım."

"Hayır!" dedim sert bir tavırla. "Ben, gülmek istemiyorum."

Tütün tabakasını açtı.

"Buyurun bayım. Kızmayınız; lütfen alınız ve bana kin beslemeyiniz."

"Sakin olun, korkmayın, zaten kin beslemek için zamanım yok."

Page 40: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

O sırada bana uzattığı tabaka, bizi ayıran parmaklığa denk geldi. Bir sarsıntı, tabakanın sert bir şekildeparmaklıklara çarpmasına sebep oldu; çarpmanın etkisiyle kutu açıldı ve jandarmanın ayaklarınındibine düştü.

"Lanet olsun şu parmaklıklara!" diye haykırdı mübaşir.

Sonra başını, bana doğru çevirdi ve;

"Ah! Ne kadar talihsizim, değil mi? Bütün tütünüm gitti işte!" dedi.

"Ben, sizden daha çok şey kaybediyorum," diye karşılık verdim gülümseyerek.

Yere dökülen tütünleri toplamaya çalıştı; bu arada dişlerinin arasından söyleniyordu;

"Benden daha çok şey kaybediyormuş! Dile kolay. Paris'e varana kadar tütün yok! Ne kadar kötü!"

Rahip, onu sakinleştirmek için birkaç söz söyledi; kafam başka bir yerde miydi bilemiyorum, amarahibin sözleri, bana söylemeye başladığı vaazın devamı gibi gelmişti. Müba-

-84-

şirle rahibin sohbeti gittikçe koyulaştı; ben de ikisini yalnız bıraktım ve kendi durumumu düşünmeyedaldım.

Geçide ulaştığımız sırada bile hâlâ düşüncelerimden sıyrılamamıştım; ancak Paris'in gürültüsü herzamankinden daha fazlaymış gibi geldi bana.

Araba, giriş vergisini ödemek için bir süre durdu. Kentin gümrük görevlileri arabayı kontrol ettiler.Şayet arabanın içinde kasaba götürülmek üzere bir koyun ya da sığır olsaydı vergi ödenmemesigerekiyordu. Fakat insan kellesi için vergi alınıyordu. Böylece Paris'e girdik.

Araba, bulvardan geçerek Saint-Marceau Mahallesi ile Cite'nin bir karınca yuvasındaki sayısızgeçitler gibi kıvrılarak birbirine bağlanan dönemeçli ve tarihi sokaklarında dörtnala ilerlemeyebaşladı. Bu dar sokaklarda ilerleyen arabanın gürültüsü, yerdeki döşeme taşlan yüzünden gittikçeartıyor ve dışardan gelen sesleri bile bastırıyordu. Bu daracık sokakların döşeme taşlan yüzündenarabanın gürültüsü öylesine artmıştı ki dışandan gelen sesleri artık duyamaz olmuştum. Arabanınküçücük kare penceresinden dışan baktığımda, sanki yolda yürümekte olan yayalann durup arabayıizlediklerini ve çocuklann peşimizden koşturduklannı görüyordum. Zaman zaman eskimiş, yırtıkgiysiler içinde yürümeye çalışan yaşlı bir kadın, zaman zaman ara sokaklarda, etrafından geçenlerinelinden almak için çekiştirdikleri kâğıt baskılan tutmakta olan bir adam, kimi zaman da hepsi-

-85-

nin aynı anda haykırır gibi ağızlarını açıp kalakaldıkları canlanıyordu gözümde.

Conciergerie'nin avlusuna girdiğimiz zaman sarayın saati sekiz buçuğu vuruyordu. Karanlıkgörünümlü küçük kilisenin, büyük merdivenlerin ve avluya bakan pencerelerin kederli havası beniürkütmüştü. Araba durduğu an kalbim duracak kadar hızlı atmaya başladı.

Page 41: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Kendimi toparladım. Bir yıldırım hızıyla açılan kapının ardından, tekerlekli hücreden dışarı atladımve iki grup halinde sıralanmış olan askerlerin arasından hızlı adımlarla yürüyerek kemerli kapıdaniçeri girdim. Geçeceğim yerlerde daha şimdiden bir hayli insan toplanmıştı.

XXIII

Adliye Sarayı'nın halka açık olan bölümlerinde ilerlerken, kendimi bir an özgür ve rahatlamışhissettim; fakat sadece yargılayanların ve yargılananların geçtiği alçak tavanlı kapılardan, esrarengizmerdivenlerden, ara koridorlardan, upuzun ve bunaltan bölmelerden geçmeye başladığımız zaman,tüm cesaretim ve azmim tükenmişti.

Mübaşir, sürekli eşlik ediyordu bana. Rahip ise yapacak işleri olduğunu ve iki saat sonra döneceğinisöyleyerek yanımdan ayrılmıştı.

Mübaşir, vakit geçirmeden beni teslim edeceği müdürün odasına yöneldi. Bir değiş tokuş durumu sözkonusuydu. Müdür, on-

-86-

dan kısa bir süre beklemesini rica etti. Bu arada Bicetre'e dönüş sırasında kendisinin de arabaylagötürülecek bir avı olduğunu belirtti. Bugün arabayla götürülecek olan bu mahkûm, hiç şüphesizbenim kullanacak zamanım kalmadığı için eskitemediğim o samanların üzerinde yatacaktı.

"Pekâlâ," dedi mübaşir, "Ben beklerim ve bu şekilde iki tutanağı da aynı anda hazırlarız, daha iyiolur."

Bunun üzerine beni, müdür odasının yanında bulunan küçük bir odaya aldılar. Orada beni tek başımabırakıp kapıyı üstüme sürgülediler.

Kulağımın dibinde aniden patlayan dehşetli bir kahkaha, beni daldığım rüyalardan, gerçek dünyayadöndürdüğü an; ne kadar zamandır o odada bulunduğumu ve ne düşünmekte olduğumuhatırlamıyordum.

Ürkerek gözlerimi yukarı kaldırdım. O an hücrede yalnız olmadığımı anladım. Bir adam daha vardı.Elli beş yaşlarında görünen, orta boylu, kırışık yüzlü, sırtında kamburu, kırlaşmış saçları ve donukbakan gri gözleriyle acı acı gülümseyen, tıknaz görünümlü bu adam, eskimiş, yırtık çulların içindeyan çıplak ve pislik içindeki haliyle insanın midesini bulandınyordu.

Hücrenin kapısı ben farkında olmadan adamı çekip odanın içine kusmuş ve tekrar kapanmıştı sanki.Ah! Ölüm de böyle ani gelse keşke!

Bir süre adam ve ben, öylece birbirimize baktık; adam hâlâ gülüyor ve bu gülüşü gide-

-87-

rek bir hırıltı halini alıyordu; ben ise hem şaşırmış hem de ürkmüştüm.

En sonunda, "Siz kimsiniz?" diye sordum.

Page 42: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

"Aa! Bu ne komik bir soru!" diye cevapladı. "Bir kızartmalık!"

"Kızartmalık mı? O, ne demek?"

Sorduğum bu soru, adamın keyfini artırmıştı.

"Bu, demek oluyor ki!" diye haykırdı gevrek bir kahkahayla gülerek, "Nasıl senin kafanı altı saat sonrakeseceklerse, benimkini de altı hafta sonra vurup atacaklar sepete. Hah! Hah! Şimdi anladınbakıyorum."

Gerçekten de yüzüm sararmış, tüylerim diken diken olmuştu. Başka bir mahkûm olan bu adam, benimmirasçım, yani benden sonra Bicetre'e götürülecek adamdı.

Sözlerine şöyle devam etti:

"Daha ne istiyorsun! İşte benim hayatım. Usta bir hırsızın oğluyum; yazık ki Charlot, bir zamanlarbenim babama da kravat takmak zorunda kalmış. O tarihlerde darağacı modası varmış, aslında o dahaiyi oluyormuş. Altı yaşıma geldiğimde ne annem ne de babam vardı; posta arabalarınınpencerelerinden birkaç kuruş para atılacak diye yol boyunca tozların içinde taklalar atar; kışgeldiğinde soğuktan kızaran parmaklarımı üfleyerek ısıtmaya çalışır, çamurların içinde çıplakayaklarla yürür; pantolonumdaki yırtıklardan baldırlarım görünürdü. Dokuz yaşıma geldiğimde,kepçelerimi kullanmayı öğrenmiştim; zaman zaman birinin cebini boşaltır ya da birinin çulunuyürütürdüm. On yaşım-

da artık bir yankesici olmuştum, daha sonraki günlerde iyice ustalaştım; on yedi yaşında artık birhırsızdım. Beni yakaladıklarında, yaşım tuttuğu için küreğe mahkûm ettiler. Kürek mahkûmluğugerçekten ağır iş; yerde uyursun, deniz suyu içersin, pis ekmeklerden yersin, hiçbir işe yaramayangereksiz bir topun peşinden sürüklen dur; sadece kürekler ve güneş. Buna rağmen kestane renkli o gürsaçlarımı da kazıdılar! Eh! Ne yapalım!... Zamanım bitmişti. Tam on beş yıl! Çok zordu! Süremdolduğunda, artık otuz iki yaşındaydım. Elime çıkış kâğıdımı verdiklerinde güzel bir günün sabahıydıve cebimde, on beş yıllık kürek mahkûmluğu süresince, günde on sekiz saat, ayda otuz gün, yılda oniki ay çalışarak kazandığım altmış altı frank param vardı. Artık her şey bitmişti; bu altmış altı frankile namuslu bir hayat sürmek istiyordum; üs-tümdeki bu paçavralarla bir rahibin, çuvalındataşıdıklarından daha masum duygular taşıyordum. Fakat üzerinde, 'serbest bırakılmış forsa' yazan, şusan renkli cüzdana lanet olsun! Gittiğim her yerde bunu göstermek zorunda kalıyordum; hatta hersekiz günde bir, beni yerleştirdikleri köyün muhtarına gidip bu cüzdanı göstermem gerekiyordu. Neharika bir önlem! Bir kürek mahkûmu! Etrafım-dakiler benden korkuyor; çocuklar benden kaçıyor,bütün kapılar yüzüme kapanıyordu. Hiç kimse bana iş vermek istemiyordu. Böylece, kazandığım oaltmış altı frankı yedim. Eh! Sonraki günlerde de hayatımı sürdürmem gerekliydi. Kollarımı gösterip, 'Çalışı-

-89-

nm,' dedim, kapılan yüzüme kapattılar; günlüğü on beş kuruşa, on kuruşa, beş kuruşa çalışmakzorunda bile kaldım. Ne yapabilirdim ki? Çok acıktığım bir günde, fırının camını kırdım ve bir ekmekçaldım; ama fırıncı yakaladı beni; böylece ekmeği de yiyemedim. Hayat boyu kürek mahkûmu olarakkaldım; kızgın demirlerle, sırtıma üç harf damgaladılar. İstersen gösterebilirim. Bu adalet anlayışınada "suç tekrarı" diyorlar. Yine kürek mahkûmluğuna gönderiliyordum. Beni Tou-lon'a götürdüler; bu

Page 43: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

defa yanımda yeşil şapkalılar bulunuyordu. Kaçmalıydım. Bunu başarmak için oymam gereken üçduvar, kesmem gereken iki zincir vardı, fakat benim yanımda küçük bir çividen başka bir alet yoktu.Kaçtım! Arkamdan uyarı amacıyla bir top attılar, çünkü bizler, Roma'daki kardinallerebenzediğimizden hep kırmızı giyeriz. Ve biz giderken arkamızdan top atarlar. Yazık ki bu barutlarınhepsi boşa gidiyor. Bu sefer yanımda, artık o san kimlik de. param da yoktu. Cezalannıtamamlamamış ya da hapisten kaçmış olan arkadaşlarla yolda karşılaştığımda, liderleri banakendilerine katılmamı teklif etti. Yol kenarlarında toplanıp eğlenceler yapıyorlarmış. Ben de kabulettim ve yaşamak için öldürmeye başladım. Kimi zaman bir at arabası, kimi zaman bir posta arabası,kimi zaman da atla yolculuk yapan büyükbaş hayvan satıcısı çıkıyordu karşımıza. Paralannı ve değerlieşyalannı alıyor; hayvanlannı serbest bırakıyor ve ayaklannın, toprağın dışında kalmamasına dikkatederek öldürdüğümüz

-90-

adamlan bir ağacın altına gömüyorduk. Sonra da toprağın kazıldığı belli olmasın diye üzerinde dansediyorduk. İşte bu şekilde yaşlandım; otlann arasında yatarak, açık havada uyuyarak, ormanlardakoşarak, ama hiç olmazsa yıllanmı özgür olarak geçiriyordum. Bilirsin, hayatta her şeyin bir sonuvardır. Mutlaka bunun da bir sonu olacaktı. Suikastçılar, güzel bir gecede tuzağa düşürdüler bizi.Arkadaşlanmın hepsi kaçtı; ama içlerinde en yaşlı olan bendim ve gümüş sırmalı şapka takan okedilerin pençelerinden kurtu-lamadım. Sonra buraya getirdiler beni. Merdivenin bütün basamaklarınıtek tek tırmanmıştım, ama son bir tane daha vardı. Bir mendil çalmak veya bir adam öldürmek; benimiçin ikisi de aynı şeydi. Bana, yine suçu tekrarlama cezası verdiler. Yani sonuçta, bir tek orakçınınönünden geçmediğim kalmıştı. Davam uzun sürmedi. Ne yapabilirdim ki yaşlıydım ve artık hiçbir işeyaramıyordum. Babam nasıl bir dul kadınla evlendiyse; ben de Mont-a-Regret Manastın'nakapanacakmı-şım {giyotinin altı). Ya! Hikâyem, işte böyle arkadaşım!"

Onu dinlerken, şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı. Sonra yine yüksek sesle kahkaha atmaya başladı vebenim elimi tutmak istedi. Korkuyla irkilerek geriye çekildim.

Bana, "Hey, dostum!" dedi. "Fazla cesaretli görünmüyorsun. Ölüm karşısında korkmamalısın. Evet!Meydanda çok kötü bir zaman geçireceksin, ama sonrasında her şey bitmiş olacak. Başının düştüğüanı sana anlatmak

-91-

için o an orada bulunmak isterdim doğrusu. Tannm! Seninle birlikte kellemi uçursalardı yargıtayabaşvurmazdım. Hem aynı rahip ikimize birden konuşurdu. Senin artıklann bana yeter. Görüyorsun ya!Ben iyi bir çocuğum aslında. Hey, konuşsana biraz, Ne dersin? Dost olalım mı?"

Bana doğru birkaç adım attı.

Onu iterek, 'Teşekkür ederim bayım," diye cevapladım.

Adam, bu sözlerim üzerine gülmeye başladı.

"Ah! Ah! Bayım, Bir markisiniz siz! Bir marki!.."

Konuşmasını kestim: "Dostum, lütfen beni rahat bırakın. Biraz kendime gelmek istiyorum."

Page 44: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Sesimin sert tonunu fark ederek aniden sustu. Seyrekleşmiş saçlannı geriye doğru taradığı başınısalladı ve gömleğinin açık yakasından kıllan görünen göğsünü tırnaklanyla kaşımaya başladı:

"Evet! Anlıyorum!" diye mınldandı. Dişlerinin arasından tıslayarak, "İşin aslı, yaban domuzu," dedi.

Birkaç dakika süren sessizlikten sonra;

"Bakın," dedi bana çekingen bir sesle, "Siz, gerçek bir markisiniz; bu kesin. Fakat artık size gerekliolmayacak çok güzel bir redingotunuz var. Sonuçta bu nasıl olsa cellada kalacak. Onu bana verirseniz,size tütün veririm."

Redingotumu çıkanp ona verdim. Çocuksu bir mutlulukla ellerini çırpmaya başladı. Sonra benim sadece üzerimdeki gömlekle

-92-

kaldığımı ve soğuktan titrediğimi fark edince şöyle dedi:

"Bayım, siz üşüyorsunuz! Giyin şunu, yağmur yağıyor, ıslanacaksınız; sonra zaten arabadaolacaksınız."

Bunlan söylerken, gri renkli, büyük yün ceketini çıkardı ve kollanma geçirerek bana giydirmeyeçalıştı. Ben de itiraz etmedim.

Sonra duvara dayandım; aslında bu adamın bende nasıl bir izlenim bıraktığını anla-yamıyordum. O,hemen kendisine verdiğim redingotu incelemeye başladı; elinde evirip çevirdikçe sevinçten çığlıklaratıyordu.

"Bütün cepleri yeniymiş! Yakası da daha yıpranmamış! Bu durumda en azından on beş frank eder! Negüzel! Bu tam altı haftalık tütün parası demektir."

Sonra kapı açıldı. İkimizi de almaya gelmişlerdi; beni, infaz saatini bekleyen diğer mahkûmlannyanına; onu da Bicetre'e götüreceklerdi. Adam, kendisini götürmek üzere bekleyen askerlerin arasınageçtiğinde gülerek jandarmalara seslendi:

"Hey! Dikkat edin, sakın bizi kanştırma-yın; beyefendi ile ben giysilerimizi değiştirdik. Onun yerinebeni almayın sakın! Lanet olası şeytan! Artık tütün alacak bir malım olduktan sonra hiçbir şeyumurumda değil!"

XXIV

Bu ihtiyar ip kaçkını, benim redingotumu aldı, ama aslında ona ben vermemiştim. Üstelik budöküntüyü, bu pis ceketi de bana bı-

-93-

raktı. Tanrı bilir, ben nasıl görünüyorum bunların içinde?

Redingotumu umursamadığım ya da merhamet ettiğim için vermemiştim. Hayır! Fakat o, benden daha

Page 45: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

güçlüydü. Onu reddetmiş olsaydım, iri pençelerini yumruk yapıp beni dö-vebilirdi.

Ah! Evet, aslında ona acımıştım! Kalbim, kötü hislerle doluydu. O yaşlı hırsızı ellerimle boğmakisterdim! Onu ayaklarımın altında ezmek isterdim!

Tarifsiz bir acının ve öfkenin yüreğimi kapladığını hissediyordum. Sanki safrake-sem patlamıştı.Ölüm, insanı ne kadar da isyankâr yapıyor...

XXV

Beni penceresinde çeşitli demir parmaklıklar, kapısında da sürgüler olan, dört tarafı duvarla çevrili birhücreye götürdüler; artık her şey belliydi.

Onlardan bir masa, bir iskemle ve yazı yazmak için gerekli malzemeler istedim. İstedikleriminhepsini getirdiler.

Daha sonra bir yatak istedim. Gardiyan, bana sanki, "Neden istiyorsunuz ki?" der gibi baktı.

Hücremin köşesine şilteden bir yatak yaptılar, fakat aynı zamanda odam diye adlandırdıkları hücreyebir jandarma geldi. Yoksa şilte ile hayatıma son vermemden mi korkuyorlardı?

-94-

XXVI

Saat on olmuş.

Ah! Benim zavallı küçük kızım! Daha altı saat zamanım var ve ondan sonra ölmüş olacağım!Amfilerin soğuk masasının üzerinde sürünen korkunç bir şey olacağım; bir yandan kalıbı çıkarılan birkafa, diğer yandan anatomik açıdan incelenen bir beden olacağım; daha sonra da arta kalanları birtabuta dolduracaklar, onlar da Clamart'a doğru yola çıkacak.

İşte küçüğüm, babana bütün bunları yapacaklar. Bu insanlar benden nefret etmiyorlar, fakat hepsi debenden şikâyetçiler ve şayet isteseler hayatımı kurtarabilirler. Öldürecekler beni! Bunu anlıyormusun, Ma-rie? Soğukkanlı bir şekilde, merasimle, toplumun iyiliği için benim hayatıma sonverecekler! Ah! Ulu Tanrım! Zavallı küçük kızım! Seni bu kadar çok seven baban; beyaz ve güzelkokulu küçük boynuna buseler konduran; adeta bir ipeğe dokunuyormuş gibi saçlarının buklelerinidurmadan okşayan; o yuvarlak güzel yüzünü ellerinin içine alan; seni dizlerinin üstünde hoplatan veakşamlan da Tanrı'ya dua etmen için ellerini birleştiren baban!

Peki, şimdi sana kim yapacak bütün bun-lan? Seni kim sevecek? Sen yaşta olan bütün çocuklannbabalan var, sadece seninki yok. Küçüğüm yılbaşlanndan, bayram hediyelerinden, güzeloyuncaklardan, şekerlemelerden ve öpücüklerden vazgeçebilecek misin?

-95-

-Benim zavallı yetimim- Yemeyi ve içmeyi nasıl başarabileceksin?

Ah! Şu jüri üyeleri, benim küçük Marie'mi keşke görselerdi? Üç yaşındaki bir çocuğun babasının

Page 46: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

öldürülmesinin bir hata olacağını belki de anlarlardı...

Ve gün gelip büyüdüğü zaman, elbette büyüyebilirse, kim bilir ne hallere düşecek? Babası, Parishalkının anılarından biri olacak. Benden ve ismimden dolayı utanç duyup aşağılanacak ve horlanacak;bütün bunlar benim, onu bütün yüreğiyle seven birinin yüzünden olacak. Ah! Benim sevgili küçükMarie'm! Bu doğru mu, söyle bana? Benim yüzümden utanç ve korku duyacak mısın?

Alçak! Ben ne suç işledim? Toplumu da nasıl bir suça teşvik ediyorum!

Ah! Acaba, güneş batmadan öleceğim doğru mu? Gerçekten mi? Bu ben miyim? Dışardan kulağımagelen bu çığlıklar, rıhtımda koşuşan şu sevinçli insan kalabalığı, kışlalarında hazırlanan şujandarmalar, şu siyah giysili rahip, şu kırmızı elbise giymiş adam, bütün bunların hepsi benim içinhazırlanıyor! Ölecek olan benim için! Şu anda burada duran, yaşayan, hareket eden, nefes alıp veren,bütün masalara benzeyen bu masanın önünde oturan ve şu anda başka bir yerde olabilecek ben;dokunan ben, hisseden ben, buruşuk giysili olan ben!

-96-

XXVII

Ah! Keşke bunun nasıl bir şey olduğunu, nasıl ölündüğünü bilseydim! Fakat bu korkunç bir şey!Bilemiyorum...

Onun adı bile dehşet verici ve bugüne kadar o kelimeyi nasıl bu kadar rahatlıkla yazıpsöyleyebilmişim anlayamıyorum.

O yedi harfin birleşmesi, görüntüsü, insanın içinde korkunç bir düşüncenin doğması için yetiyor daartıyor bile... Ve o nesneyi keşfeden felaket doktorunun nasıl bir almyazısı varmış.

Bu korkunç kelime söylendiği zaman, gözümün önünde belirsiz, anlamsız ve bir o kadar korkunç birimge oluşuyor. Her hecesi, adeta makinenin bir parçası. O ürkütücü aleti kafamın içinde sürekli kurupbozuyorum.

Onun hakkında soru sormaya bile cesaretim yok. Fakat onun ne olduğunu ve olayların nasılgelişeceğini bilmemek insanın içini kemiren ve onu deliye çeviren çok korkunç bir durum... Sanki birkantar var ve sizi, onun üzerine yatırıyorlar... Tanrım, daha kafam bedenimden ayrılıp yere düşmedenbütün saçlarım ağarmış olacak!

XXVIII

Bir defasında onu hayal meyal görmüştüm.

Bir sabah, saat on sıralarında Greve Mey-danı'ndan arabayla geçiyordum. Araba aniden durdu.

-97-

Greve Meydanı oldukça kalabalıktı. Ne olduğunu anlamak için kafamı arabanın kapısından dışarıçıkarmıştım. Greve Meyda-nı'nı ve nehir kenarındaki rıhtımı bir grup ayaktakımı adeta istila etmişti;kadınlar, erkekler, çocuklar, parmaklıkların tepesine dizilmişlerdi. Başlarının üzerinden, daha geride

Page 47: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

bulunan üç tane adamın kırmızı renkli tahtadan bir sehpa kurmaya çalıştıkları gö-' rülüyordu.

O gün, idam cezasına çarptırılan bir mahkûmun cezası infaz edilecekti. Adamlar, sehpayı da bunedenle kuruyorlardı.

Daha fazla dayanamadığını için başımı çevirmiştim. Arabanın hemen yanında duran bir kadın,çocuklarına şöyle sesleniyordu:

"İyi bakın! Bıçak yeterince kaymıyor. Bir mumla bıçağın yivini yağlayacaklar."

Onların hepsi de bugün buradalar. Kilisenin canlan az önce saatin on bir olduğunu bildirmek içinçaldı. Mutlaka bıçağın yuvalarını yağlıyorlardır yine.

Aman Tanrım! Bu daha kötü! Kafamı arkaya çeviremeyeceğim artık!

XXIX

Tanrım! Keşke affetseler beni! Kim bilir, belki de affederler. Kral, bana dargın değildir. Gidin,avukatımı çağırın bana! Acele edin, çağırın avukatımı! Kürek mahkûmu olmak istiyorum. Beş yılboyunca kürek mahkûmu olmaya -veya yirmi yıl- veya ömür boyu başka bir şeye mahkûm olmaya,örneğin kızgın de-

-98-

mirle sırtımı dağlamalarına bile razıyım. Yeter ki hayatımı bana bağışlasınlar!

Forsa yürüyebilir; forsa gidip gelebilir; forsa güneşi görebilir!

XXX

Rahip tekrar geldi.

Saçları bembeyaz, sevecen, iyi görünümlü ve saygıdeğer biri; şüphesiz çok merhametli ve mükemmelbir insan. Daha bu sabah onu, kendi para kesesini mahkûmların ellerine boşaltırken gördüm. Nasıl dainsanın içine işleyen sakin bir ses tonu var... Nasıl da bana hiçbir şey söylemeden aklımı ve yüreğimibu kadar etkileyebiliyor...

O sabah kafam çok karışıktı. Bana söyledikleri ilgimi çekmemişti. Anlattıklarını çok anlamsızbulmuştum, aslında çoğunu da anlamamıştım. Sözleri, tıpkı buzlu cama vuran yağmur damlacıklarıgibi kayıp gitmişti.

Aslında az önce yanıma geldiğinde, onu görmekten memnun olmuştum. Kendi kendime, "Çevremdekionca insan arasında, benim için tek insan o," diyordum. İşte o an yüreğimde, güzel ve sakinleştiricisözler duymak için büyük bir özlem hissettim.

Ben, yatağın üzerinde, o ise bir iskemlede oturuyordu. Bana, "Oğlum," diye hitap etmesi, onayüreğimin kapılarını açmama yetmişti. Sözlerine devam etti.

"Oğlum, Tanrıya inanıyor musun?"

Page 48: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

"Evet, sayın peder."

-99-

"Kutsal Katolik, Papalık ve Romen Kilise-si'ne inanıyor musun?"

"Yürekten inanıyorum."

"Oğlum," diye tekrarladı, "Sanki şüphe ediyormuş gibi bir haliniz var."

Uzunca bir süre böyle konuşmaya devam etti. Birçok şey söyledi, sonra söyleyeceklerinin bittiğinidüşünerek ayağa kalktı ve konuşmasının başından beri gözlerime ilk kez baktı ve şöyle dedi:

"Eh, pekâlâ?"

Onu önce hevesle, sonra ilgiyle ve en sonunda da fedakârlıkla dinlediğimi söyleyebilirim.

Ben de ayağa kalktım.

"Bayım," diye cevap verdim ona, "Lütfen, beni bir süre yalnız bırakır mısınız?"

"Peki, ne zaman gelmemi istersiniz?"

"Ben size haber veririm."

Hiç kızıp sinirlenmeden, sanki kendi kendine benim için, "Dinsiz!" der gibi kafasını iki yanasallayarak çıkıp gitti.

Hayır, ne kadar alçalırsam alçalayım; asla bir dinsiz değilim ve Tanrı şahidimdir ki, ona inanıyorum.Peki o halde bu yaşlı adam ne söyledi bana? Sözlerinde beni etkileyecek, duygulandıracak, ağlatacak,ruhumda kasırgalar kopartacak, onun yüreğinden bana akacak ve ondan bana yansıyacak hiçbir şeyyoktu. Aksine, söyledikleri belirsiz, çok genel, her olay ve her insan karşısında söylenebilecekcümlelerdi. Bunlar, insanı yürekten etkilemesi gerekirken ağdalı; basit olması gerekirken anlamlıkelimelerden oluşuyordu; tıp--ıoo-.

ki bir tür duygusal vaaz veya ruhani bir ağıt. Bir de aralarına serpiştirilmiş birkaç Latince sözcük...Aziz Augustin, Aziz Gregoire, ben bunlan nereden bileyim? Rahip daha sonra sanki yirmi defaanlatılmış olan bir dersi yeniden anlatıyormuş; ezbere bilindiği için zihninde kaybolmaya başlamış biryazıyı okuyormuş gibi bir tavır içindeydi. Ne gözlerinde bir anlam, ne sesinde bir tonlama, ne deellerinde bir hareket vardı.

O halde başka türlü nasıl olacaktı? Bu rahip, hapishanenin bir görevlisiydi. Teselli etmek vecesaretlendirmekti onun işi ve o bunu zaten yapıyordu. Konuşmak için kürek mahkûmlarından vekurbanlardan güç alıyordu. Bu durumdaki insanların itiraflarını dinliyor ve onlara elinden geldiğinceyardımcı oluyordu, çünkü onun görevi bunları yapmaktı. İnsanları ölüme gönderirken ihtiyar-lamıştı.

Uzun zamandan beri diğer insanları korkutan şeylere alışmış olmalıydı; beyaz pudralı saçları nedensehiç bozulup diken diken olmuyordu. Kürek mahkûmları ve giyotin, onun hayatındaki gündelik olaylarhaline gelmiş, duygulan zayıflamıştı. Şüphesiz bir sayfasını kürek mahkûmlan için, diğer sayfasını da

Page 49: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

idam mahkûmlan için ayınp günü gününe tuttuğu bir defteri bile vardı... Herhalde günün herhangi birsaatinde, teselli edilecek birisi olduğu zaman ona önceden bildiriyorlar, o da teselli edeceği kişininkim olduğunu soruyordu! Bir kürek mahkûmu mu? Yoksa bir idam mahkûmu mu? Elindeki sayfayıtek--ıoı-

rar gözden geçirip o gün gitmesi gereken kişiye gidiyordu.

Toulon'a gidenler ve Greve Meydam'na gidenler, onun için sıradan şeyler; o da onlar için sıradan biri.

Ah! Keşke, bu rahip yerine, ilk karşılarına çıkan kiliseden genç bir papaz yardımcısı ya da kendihalinde kutsal kitabını okuyan başka yaşlı bir rahibi oturduğu şöminenin karşısından alıp getirselerbana ve ona şöyle söyleseler:

'Teselli etmeniz gereken, yakında ölecek olan bir adam var. Ellerinin bağlandığı ve saçlarınınkesildiği sırada orada olmalısınız; celladı görmemesi için üzerinde Hazreti İsa olan haçınızı yanınızaalarak, onun arabasına binmeli ve Greve Meydam'na kadar onunla birlikte, taşların üstündeyalpalamaksınız. O kan emici, sefil kalabalığın arasından onunla birlikte geçmeli, infazın yapılacağıidam sehpasının altında onu kucaklamalı ve kafası, gövdesinden ayrılıp yere düşünceye kadar oradakalmalısınız."

O halde kalbim var gücüyle çarparken ve bütün vücudum baştan aşağı sarsılarak titrerken, onu yanımagetirsinler ve beni onun kucağına, hatta ayaklarının dibine atsınlar; o ağlayacaktır elbette, ama birlikteağlayacağız. Tatlı konuşmasıyla teselli edip avutacak beni. Kalbim ve ruhum, sıkıntısını onunyüreğine dökecek; o, benim ruhumu alacak, ben de onun Tanrı'sını alacağım.

Peki, bu zavallı ihtiyarın benim için anlamı ne? Ya da ben neyim onun için?

-102-

Rezil bir insan; benzerlerini görmeye alıştığı bir siluet; infazların sayısına eklenecek bir kafa?

Belki de onu bu şekilde geri çevirmekle yanlış yapıyorum; aslında iyi olan o, ben ise kötü biriyim. Bu,benim hatam değil! Maalesef benim, ölüme mahkûm olan soluğum her şeyi alt üst edip, yıpratıyor.

Az önce ihtiyacım olduğunu düşünerek, bana yemek getirdiler; Gerçekten güzel ve lezzetli bir yemek,sanırım bir piliç ve yanında başka şeyler de var.

Eh! Yemeye çalıştım biraz, ama daha ilk lokmada bana o kadar tatsız ve kötü kokulu geldi kiyediklerimin hepsini tükürmek zorunda kaldım!

XXXI

İçeriye beyefendi görünümlü biri girdi; kafasında bir şapka vardı. Bana şöyle bir göz attı, sonra birmetre çıkarıp kimi zaman "TAMAM", kimi zaman da "OLMADI" diyerek, yukardan aşağıya doğruduvardaki taşlan ölçmeye başladı.

Bu adamın kim olduğunu yanımdaki jandarmaya sordum. Sanırım hapishanede çalışan bir yardımcımimar olmalıydı.

Page 50: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Benim kim olduğumu merak eden bu adam, kendisine eşlik eden görevli gardiyana bazı sorular sordu,sonra bir an gözlerini benim üzerime dikti, umursamaz bir tavırla kafasını sallayarak ve yüksek seslekonuşarak, ölçü almaya başladı.

-103-

İşi bittiğinde, yaklaşarak ve tok bir sesle bana:

"Dostum, bu hapishane, altı ay sonra daha güzel olacak," derken tavırlarıyla da, "Ne yazık ki sizbunları göremeyeceksiniz," der gibiydi.

Bir an gülümseyecek gibi oldu. Sanki, düğün gecesi bir gelinle eğlenirmiş gibi, onun benimle tatlı tatlıalay ettiğini hissediyordum.

Kıdemli ve eski bir asker olan yanımdaki jandarma ona şöyle cevap verdi:

"Bayım, bir ölünün bulunduğu odada, bu kadar yüksek sesle konuşmamalısınız."

Mimar, işini bitirip gitti.

Oysa ben hâlâ buradayım ve sanki ölçüsünü aldığı taşlardan biri de benim...

XXXII

Ve sonra başıma çok komik bir olay geldi.

Benim iyi kalpli, ihtiyar jandarmamın nöbet süresi bitmişti: onu almak için geldiler. Ona karşıöylesine bencil ve öylesine nankör duygular içindeydim ki; onun elini bile sıkmadım. Sonra onunyerine alnı çökmüş, koca gözlü, alık suratlı bir başkası geldi.

Sonrasında hiç dikkat etmedim; masanın başına oturup arkamı kapıya dönmüştüm. Elimi, yelpaze gibisallayarak, kendimi serinletmeye çalışıyordum ve düşüncelerim birbirine karışıyordu.

Sırtıma dokunan hafif bir darbe, başımı çevirmeme sebep oldu. Bu, baş başa kaldığım, bana eşlikedecek olan yeni jandarmaydı.

-104-

Bana, aşağı yukarı şunları söyledi: "Suçlu, temiz kalpli biri misin?" Ona, "Hayır," dedim.

Verdiğim cevabın sertliği onu şaşırtmıştı. Biraz duraksamasına rağmen, yine de sözlerini sürdürdü:

"Zevk için kötü olmaz insan." "Niye olmasın?" diye cevapladım onu. "Eğer bana bunusöyleyecekseniz, lütfen beni yalnız bırakın. Sözü, nereye getirmek istiyorsunuz?"

"Affedersin suçlum," diye cevap verdi. "Sadece iki kelime. Zavallı bir adamı mutlu etmek elinizde.Üstelik hiçbir zahmete katlanmanız gerekmeyecek." Omuzlarımı silktim.

"Siz, Charenton'dan mı geliyorsunuz? Oldukça tuhaf bir yer seçmişsiniz mutluluğu aramak için? Ben

Page 51: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

mi birini mutlu edeceğim?" Sesinin tonunu alçalttı ve aptal görünümlü suratına hiç de uymayanesrarengiz bir havaya büründü.

"Evet, suçlum evet, mutluluk; evet, servet; bunların hepsi de sizin sayenizde gelecek bana. Evet! Ben,fakir bir jandarmayım. İşim çok ağır; kazancım çok az. Şu bindiğim at, kendi atım ve bana yük oluyor.Masraflarımı karşılamak için piyangoya taktım kafamı. Bu iş bile bir ustalık istiyor. Şimdiye kadardoğru numaralan hep kılpayıyla kaçırdım. Durmadan arıyorum, ama hep, ya bir üstüne ya da bir altınaçıkıyor ikramiye. Yetmiş altı numaraya koyuyorum, yetmiş yedi çıkıyor. Ne kadar uğraşsam, doğru numara gelmiyor.

-105-

Lütfen biraz daha sabredin, söyleyeceklerim bitiyor şimdi. Oysa şimdi önümde iyi bir fırsat var.Affedersiniz! Siz, bugün öteki tarafa gidiyorsunuz galiba. Bu şekilde öldürülenlerin piyangoyuönceden bildikleri söylenir. Siz, yarın gece bana geleceğinize söz verir misiniz? Bana, sadece üçnumara söyleseniz, isabetli olanından üç numara. Ne dersiniz? Sakin olun; ben hortlaklardankorkmam. Adresim işte burada: Popin Court Kışlası, A Merdiveni, No: 26. Koridorun sonunda. Artıkbeni tanıdınız, değil mi? Eğer sizin için daha kolay olacaksa bu akşam da gelebilirsiniz."

Delice bir umut dalgası aklıma hâkim olmasaydı bu salağa cevap bile vermezdim. O an içindebulunduğum bu çaresiz durumda bir an geliyor ki, insan, saçının bir teliyle bir zinciri bilekırabileceğine inanıyor.

"Dinle beni!" dedim ona. Yakında öleceğini bilen birinin, becerebileceği kadar iyi rol yaparak,"Aslında seni, bir kraldan bile daha zengin yapabilir, milyonlar kazanmanı sağlayabilirim. Ama birşartla!"

Gözlerini, şaşkın şaşkın açtı ve:

"Nedir? Söyleyin nedir? Sizi memnun etmek için her şeyi yaparım suçlum."

"Sana istediğin üç numara yerine, dört numara söylemek için söz vereceğim, sadece kıyafetinibenimkiyle değiştirmeni istiyorum."

"Eğer benden istediğin sadece buysa!" diye haykırarak, üniformasının ilk düğmesini çözmeye başladı.

Yerimden kalkmıştım. Kalbim müthiş bir

-106-

hızla çarpıyor; onun her hareketini izliyordum. Üzerimdeki jandarma üniformasının karşısında, bütünkapıların açıldığını; Greve Meydanı'nın, sokağın ve Adalet Sarayı'nın arkamda kaldığını görüyordum.

"Ah! Buradan kaçmak için istemiyorsunuz bunu değil mi?"

Artık her şeyin bittiğini anladım. O anda faydasız ve mantıksız bir çabayla son kez deneyerek, ona:

"Evet! Öyle, ama sen de servet sahibi olacaksın unutma..." dedim.

Page 52: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Sözlerimi kesti ve:

"Elbette hayır! Bakınız! Numaralarımın isabet etmeleri için sizin ölmeniz gerek."

Her zamanki düşkınklığı içinde tekrar sessizce yerime oturdum.

XXXIII

Gözlerimi kapattım ve ellerimi yüzüme kapatarak her şeyi unutmaya; şimdi yaşadığım anı, geçmişihatırlayarak unutmaya çalıştım. Hayal kurarken, çocukluğumun ve gençliğimin hatıraları gözümünönünde birer birer canlandı. Sakin, tatlı ve canlı hatıralar. Karanlık ve karışık düşüncelerin zihnimdeyarattığı anaforun üstünde yeşeren çiçek adacıkları gibi...

Kendimi, Val-de-Grace'm kurşuni renkli başlığıyla yükseldiği, kararmış kubbesinin yukardan baktığıeski rahibeler manastırında geçirdiğim o ilkokul yıllarımda, bu yabani bahçenin geniş ve yeşilyollarında kardeşle-

-107-

riyle koşup oynayan bağırıp haykıran bir çocuk; neşeli ve gencecik bir öğrenci olarak görüyorum.

Hemen ardından, dört yıl sonraki halim geliyor gözlerimin önüne. Ben, yine her zamanki çocuğum,ama bu defa hayal peşinde koşan, coşkulu bir çocuk. Üstelik bahçede genç bir kız da var.

Uzun, siyah saçları, iri gözleri, parlak, esmer teni, pembe yanakları ve kırmızı dudaklarıyla küçük birİspanyol kızı: Henüz on dört yaşında bir Endülüslü olan Pepa.

Annelerimiz birlikte dolaşmamızı söylemişlerdi; birlikte geziniyorduk.

Oyun oynamamızı söylemişlerdi, oysa biz, aynı yaşlarda ama farklı cinsiyette iki çocuk olarakkonuşuyorduk.

Böylece biz, bir yıl sonra hâlâ birlikte koşuyor, boğuşuyorduk. Elma ağacındaki en güzel elmayıPepita'nın elinden alıyordum; hatta ağaçtaki bir kuş yuvası için ona vurduğumda, ağlardı. Ben de,"Oh! İyi oldu!" derdim. İkimiz de annelerimize birbirimizi şikâyet ederdik. Onlar da yüksek sesle bizihaksız çıkarırken alçak sesle hak verirlerdi.

Şimdi koluma yaslanıyor; heyecanım artıyor, gururlanıyorum. Yavaş yavaş yürüyor ve fısıldayarakkonuşuyoruz. Mendilini yere düşürüyor, ben de yerden alıyorum. Birbirimize dokunduğumuzdaellerimiz titriyor. Bana, minicik kuşlardan, çok uzaklarda görünen yıldızlardan, ağaçların arkasındabatan günün kızıllığından veya yatılı okuldaki arkadaşlarından, kurdelelerinden ve elbisesinden

-108-

bahsediyor. Küçük kız, genç bir kız olmuştur artık.

O akşam -bir yaz akşamıydı- bahçenin ucundaki kestane ağaçlarının altındaydık. Gezintilerimizboyunca yaşanan ve uzun süren sessizliklerden birinin ardından, ani bir hareketle kolumdan ayrıldı ve"Haydi koşalım," dedi.

Page 53: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Yine onu siyahlar içinde, anneannesinin yasını tutarken ve aklından çocuksu bir düşünce geçirirkengörüyorum; Pepa, artık Pe-pita olmuş ama yine:

"Koşalım!" diyor.

Beli, bir arının beli kadar inceydi ve eteğini dizlerine kadar 'kaldırıp küçücük ayaklarıyla koşmayabaşladığında ben sadece onu izlerdim. Omuzlarındaki siyah pelerini, koşarken ardında bıraktığırüzgârla zaman zaman havalanır ve ben de o sırada onun esmer ve biçimli sırtını görürdüm.

Kendimi kaybetmiş bir halde yıkık, eski bir kuyunun yakınlarında ona yetiştim ve kemerindenyakalayıp, zafer kazanmanın verdiği hakla çimenlerin arasındaki bir bankın üzerine oturttum; o dakarşı koymadı. Nefes nefese kalmıştı, ama gülüyordu. Ben ise ciddi duruyor ve onun siyahkirpiklerinin gölgelediği kapkara gözbebeklerine bakıyordum.

Bana, "Şuraya oturun," dedi, "Henüz çok erken, bir şeyler okuyalım. Yanınızda bir kitap var mı?"

'Spcdlanzi'nin Yolculuklarinın ikinci cildi yanımdaydı. Rastgele bir sayfa açtım ve ona yaklaştım. Oda omzunu benim omzuma da-

-109-

yadı ve her ikimiz de kendi dünyalarımıza göre kısık sesle aynı sayfayı okumaya başladık. O, sayfayıçevirmeden önce, hep benim bitirmemi beklemek zorunda kalıyordu. Aklım, onunkinden daha yavaşçalışıyordu.

Bana, "Bitirdiniz mi?" diye sorduğunda ben okumaya daha yeni başlamış oluyordum.

Bu sırada kafalarımız birbirlerine değiyor; saçlarımız birbirine karışıyor, önce soluklarımızyaklaşıyordu ağır ağır ve sonra birden dudaklarımız...

Yıldızlar gökyüzünü kapladığında biz oku- ' maya devam etmek istiyorduk.

"Ah! Anne, anne," diyordu. Evine döndüğünde, "Bilsen ne kadar çok koştuk!"

Bense sessizliğimi sürdürüyordum.

Annem, "Hiçbir şey söylemiyorsun," diyordu. "Kederli bir halin var."

Oysa kalbim mutlulukla çarpıyordu.

Bütün ömrüm boyunca, unutmayacağım bir akşam.

Bütün ömrüm boyunca!

XXXIV

Az önce saat biri çaldı. Hangisi bilmiyorum; saatin sarkacını zor duyuyorum. Kulaklarımda bir orgsesi duyuyor gibiyim; bunlar uğuldamakta olan son düşüncelerim.

Page 54: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Hatıralarım içinde derin düşüncelere daldığım bu en kutsal anda, korkunç bir şekilde işlediğim suç ileyüzleşiyorum; fakat daha çok pişmanlık duymak isterdim. Mahkûm olmadan önce çok acılar yaşadım,o tarihten bu -ııo-

yana, bende sadece ölüme ait fikirler var gibi geliyor. Ama yine de daha fazla pişmanlık duymakisterdim.

Geçmiş hayatımda herhangi bir anı düşlediğim an, hemen aklıma birazdan o düşleri bitirecek giyotindarbesi geliyor, sanki yeni bir şey görmüşüm gibi ürperiyorum. Güzel çocukluğum! Güzel gençliğim!Kenan kanlanmış altın kumaş. O zaman ile bugün arasında, bir kan deresi, başka birinin ve benimkanım var.

Bir gün gelip insanlar şayet benim bu hikâyemi okurlarsa, birçok masum ve mutlu onca yıldan sonrabir cinayet ile başlayıp bir idamla sonuçlanan bu korkunç senenin yaşandığına inanmakistemeyecekler ve hikâyemin eksik kaldığını sanacaklar.

Buna rağmen, ey sefil yasalar, sefil insanlar, ben asla kötü biri olmadım!

Ah! Birkaç saat sonunda ölümle karşı karşıya gelmek ve bir yıl önce, aynı gün, özgür ve günahsızolduğumu, sonbahar gezintileri yaptığımı, ağaçların gölgesinde ve yapraklar arasında dolaştığımıdüşünmek!

XXXV

Şu anda bile yakınlarımda, sarayı ve Greve Meydanı'nı saran bu evlerde ve Paris'in her tarafında gidenve gelen, sohbet eden, gülen, gazete okuyan ve işlerine odaklanan insanlar var; mallarını pazarlayantüccarlar, bu gece için balo kıyafetlerini hazırlayan genç kızlar, çocuklarıyla oynayan anneler var!

-111-

XXXVI

Çocukken, bir gün Nötre Dame'ın kocaman çanını görmeye gittiğimi hatırlıyorum.

Bir ton ağırlığında olan tokmaklı kocaman çanın içinde asılı durduğu taş ve ahşap duvarların arasınagirdiğimde, salyangoz şeklindeki karanlık merdiveni çıkmaktan, iki kuleyi birbirine bağlayan dargaleriyi geçmekten ve ayaklarımın altında Paruis-Notre-Dame Meydanı'nı görmekten dolayı adetaserseme dönmüş, sarhoş gibi olmuştum.

Çocuklar ve Paris halkı içinde çok ünlü olan bu çana biraz ilerden bakarak, kötü dizilmiş tahtalarınüstünde titreyerek, çan kulesini eğik bir şekilde çepeçevre saran arduv-az kaplı rüzgârlıklarınayaklarımın hizasında olduğunu fark etmeden cesurca ilerlemiştim. Tahtaların aralıklarından,kuşbakışı Parvis-Notre-Dame Alanı'na ve karıncalar gibi görünen insanlara bakıyordum.

Aniden büyük çan çalmaya başlayınca, derin bir uğultu ağır kuleyi salladı. Bu gürültü beni sarsmışolmalıydı ki düşecekmiş gibi, eğik arduaz rüzgârlıkların üstünde kaymaya hazır bir vaziyetteyalpalıyordum ve korkudan tahtaların üstüne uzanmıştım; hiçbir söz etmeden, nefes almaksızın, takulaklarımın içinde bu korkunç çınlamayı duyarken, sessizce yürüyen, fakat nefret ettiğim birçokinsanın geçtiği, gözlerimin önünde uzanan bu uçurumun, bu çukur alanın karşısında iki kolumla bu

Page 55: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

tahtalara sıkıca sarılmıştım.

-112-

Şimdi ise, bana öyle geliyor ki, hâlâ bu kocaman çan kulesinin içindeyim. Büyük bir baş dönmesi vebir şaşkınlık. Beynimin büklümlerini zonklatan bir çan gürültüsünü andıran ve benim arkamdabıraktığım, fakat diğer insanların hâlâ yaşamaya devam ettikleri bu tekdüze ve huzur dolu hayatı, artıkçok uzaktan ve bir uçurumun yarıkları arasından seçebiliyorum.

XXXVII

Şu belediye sarayı ne kadar uğursuz bir yapıdır!

Dik ve sivri çatısı, tuhaf çan kulesi, kocaman beyaz renkteki saat kulesi, küçük kolonlu katlan,binlerce penceresi, insan ayaklarının aşındırdığı merdivenleri, sağ ve sol tarafta bulunan iki kemeriyleişte karşıda. Greve Meydanı'yla aynı seviyede olan; senelerin iyice yıprattığı karanlık ve iç karartıcıyüzü güneş altında bile kapkara görünüyor.

İdam günlerinde, bütün kapılarından jandarmalar kusar ve tüm pencereleriyle mahkûma bakar.

Ve akşam olduğu zaman, kulesindeki saat karanlık cephesinde ışıl ışıl parıldar.

XXXVIII

Saat biri çeyrek geçiyor. İşte şu anda hissettiklerim: Korkunç bir baş ağrısı. Göğsüm buz gibi, alnımateşten yanıyor. Ayağa kalktığımda ya

-113-

da yere eğildiğimde, sanki beynimin içinde dolaşan ve kafatasımın çeperine vuran bir sıvı var.

Çabalayarak titriyorum, bütün benliğim sarsılıyor ve durmadan elimdeki kalemi yere düşürüyorum.

Dumanlı bir yerdeymişim gibi gözlerim yanıyor.

Dirseklerim sızlıyor.

İki saat kırk beş dakika daha ve ben artık iyileşmiş olacağım.

XXXIX

Bunun çok güç bir şey olmadığını, insanın ıstırap çekmediğini, rahat bir son olduğunu ve bu şekildeölümün çok kolaylaştırıldığını anlatıyorlar.

Ah! Ya bu altı hafta süren can çekişme ve gün boyunca devam eden bu hırıltı ne peki? Bazen çokyavaş, bazen çok hızlı akıp giden ve artık geri dönmeyecek olan günün korkulan ne? Darağacındabiten bu işkence merdiveni ne?

Onlara göre bunlar acı değil!

Page 56: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Bunlar, kanın damla damla bittiği, düşüncenin sönmesine benzer çırpınmalar değil mi?

Ve sonra, sözde acı çekilmiyormuş. Gerçekten buna inanıyorlar mı acaba? Bari kesilmiş bir kafanın,sepetin ucundan kanlan akarken doğrularak, halka hitaben, "Hiç de acımıyormuş!" diye haykırdığınısöylesinler!

Onlara teşekkür etmek için gelen ve "Çok

-114-

iyi bir buluş. Bunu hiç değiştirmeyin, mekanizması iyidir," diyen ölüler de mi var yoksa?

Bunu Robespierre mi dedi, yoksa 16. Lou-is mi?..

Hayır! Bir dakikadan, bir saniyeden az bir zaman içinde her şey bitecek. Onlar, düşüncede bile olsa,acaba aşağı inen o ağır ve keskin bıçağın eti böldüğü, sinirleri kestiği ve omuru parçaladığı sırada, onuyaşayan insanın yerine kendilerini koymuşlar mıdır?... Ama ne fayda! Yanm saniyecik bir süre! Biranda ustalıkla yok edilen bir acı! Korkunç!

XL

Ne garip, kral aklımdan hiç çıkmıyor. Ne kadar uğraşsam da, ne kadar başımı salla-sam dakulağımdaki ses hiç kaybolmuyor ve bana şöyle diyor:

"Bu şehirde, bu anda, buradan çok uzakta olmayan bir yerde, bir başka sarayda, tüm kapılannın önündenöbetçiler bulunan bir adam; halkın içinde senin gibi tek; fakat sadece bir farkı var: Sen ne kadaraşağılarday-san, o da o kadar yüksekte. Bütün hayatı, dakikası dakikasına, sadece basan, büyüklük,sefahat ve sarhoşluk dolu. Etrafındaki her şey, sevgi, saygı ve tutku. Onun karşısında konuşurken enyüksek sesler bile alçalıyor ve önünde en azametli alınlar bile yere eğiliyorlar. Gözlerinin önünde isesadece ipek ve altın var. Şu anda herkesin fikirlerini onayladığı bakanlar kurulunun toplanmış olmasıgerekiyor ya da ertesi günkü av partisini, bu

-115-

akşam yapılacak baloyu hayal ediyordur. Eğlencenin tam zamanında başlayacağından emindir veisteklerinin yerine getirilmesini diğerlerine bırakmıştır. Fakat bu adam da, tıpkı senin gibi etten vekemikten oluşmuş! Hatta şu anda bile, o ürkütücü makinenin ortadan kalkması, her şeyinin, hayatının,özgürlüğünün, varlığının ve ailenin sana geri verilmesi için, onun, bir kâğıdın altına kendi ismininyedi harfini yazması kâfi gelecektir ya da yeter ki onun makam arabası ile senin at araban karşıkarşıya gelsin! O iyi bir insandır ve belki de başka bir şey istemeyebilir!"

XLI

Pekâlâ hadi bakalım! Ölüm karşısında cesur olalım! Bu korkunç fikri ellerimizin arasına alarak onadaha dikkatle göz atalım. Ondan kendisine ait açıklama isteyelim; bizden ne istemiş olduğunuöğrenelim; onu tüm detaylarıyla inceleyelim, sırlarını çözelim ve mezarımıza önceden bakalım.

Öyle hissediyorum ki gözlerim kapandığı anda, ruhumun büyük bir aydınlık içinde ebediyenyuvarlanacağı ışık uçurumları göreceğim. Gökyüzü kendi varlığıyla aydınlanmış gibi olacak, oradaki

Page 57: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

yıldızlar adeta karanlık lekeler gibi duracaklar ve yaşayan varlıkların gözlerinde kül rengi kadifeüstünde altın pullara değil de, altın bir çarşaf üzerindeki siyah noktalara benzeyecekler.

Veya öylesine aşağılık biriyim ki, belki de bu, duvarları karanlıklarla kaplı, içinde oy-

-116-

nayan şekiller olan ve benim hiç durmadan dibine doğru düşeceğim derin bir uçurum olacak.

Ya da öldükten sonra dirilince, belki de kendimi karanlığın arasında, düz ve rutubetli bir zeminüstünde sürünürken ve tıpkı yuvarlanan bir baş gibi, kendi etrafımda dönerken bulacağım. Sankibüyük bir rüzgâr beni itekleyecek; yuvarlanan diğer kafalar gelip bana çarpacak. Yer yer bataklıklarve anlaşılmayan, ılık bir sıvıdan dereler oluşacak, her şey kapkaranlık olacak. Yukarıya baktığımda,kalın tabakaları üst üste birikmiş, kararmış gökyüzü ve uzakta, dip tarafta, yalnızca karanlıklardandaha siyah duman lekeleri göreceğim. Hatta kendilerine doğru yaklaşınca, ateş kuşlarına dönüşenminik kırmızı kıvılcımların gecenin içinde uçuştuklarını göreceğim. İşte, bütün sonsuzluk böyleolacak.

Kim bilir, belki de Greve Meydanı ölüleri karanlık kış gecelerinde bu alanda toplanı-yorlardır. Busoluk ve kana bulanmış kalabalık içinde ben de yerimi alacağım. Gökyüzünde mehtap olmayacak veyavaş sesle konuşulacak. Belediye Sarayı hep orada olacak; yıpranmış cephesi, çürümüş çatısıyla vehepimize karşı merhametsiz davranmış olan saat kulesiyle. Sabahın dördünde alanda bir iblisin bircelladın kafasını uçurduğu bir cehennem giyotini olacak. Bu defa bizler de onun etrafındatoplanacağız.

Bunun böyle olması mümkün. Şayet o ölüler geri döneceklerse hangi şekilde dönecekler? Vücutlarınoksan ve sakat olacak mı?

-117-

Neyi seçecekler? Kafalarını mı, yoksa birer hayalet olan bedenlerini mi?

Kim bilir ölüm ruhumuzu ne hale getiriyor? Onu ne şekle sokuyor? Ondan aldığı ya da ona verdiğinedir? Onu nereye yerleştiriyor? Dünyaya bakması ve de ağlaması için arada sırada ona canlı gözlerveriyor mu?

Ah! Bir rahip! Bunu anlayan bir rahip! Bir rahip ve öpmek için bir haç istiyorum!

Tanrım, hep aynı şey!

XLII

Ona beni uyandırmamasını rica ettim, sonra yatağa uzandım.

Kafamın içinde gerçekten de beni uyutan bir kan basıncı var sanki. Son uykum bu benim, yani butürden uykularımın sonuncusu.

Bir rüya gördüm:

Page 58: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Geceydi. Kimler olduğunu hatırlayamadığım iki veya üç arkadaşımla çalışma odam-daymışım.

Eşim yatak odasında çocuğumuzla birlikte uyuyordu.

Arkadaşlarımla birlikte yavaş bir sesle konuşuyorduk ve söylediklerimiz bizleri ürkütüyordu.

Aniden evin diğer bir odasında bir gürültü duyar gibi oldum. Zayıf, garip, anlamsız bir gürültü.

Bunu, benim gibi arkadaşlarım da duymuşlardı. Kulağımızı kabarttık: Boğuk bir gürültüyle açılan birkilit, yavaşça gıcırdayan bir sürgü gibi.

-118-

Adeta kanımızı donduran bir şey vardı. Korkuyorduk. Belki de gecenin ilerleyen saatinde evimegirmeye uğraşan hırsızlar olabilir diye düşündük.

O zaman gidip bakmaya karar verdik. Yerimden doğruldum ve mumu elime aldım. Arkadaşlarımteker teker arkamdan geliyorlardı.

Böylece yan taraftaki yatak odasına girdik. Eşim çocuğumuzla uyuyordu.

Daha sonra salona geçtik. Orada hiçbir şey yoktu. Resimler, kırmızı duvar kâğıdının üstünde, yaldızlıçerçevelerinin içinde cansız bir şekilde duruyorlardı. Salon ile yemek odası arasında bulunan kapı,bana sanki her zamanki yerinde değilmiş' gibi geldi.

Yemek odasına girerek dolaşmaya başladık. En önde ben yürüyordum. Merdivene açılan kapı sıkıcakapalıydı. Pencereler de öyle. Sobaya doğru yaklaştığımda, çamaşır dolabının açık olduğunu vekapısının da, sanki arkasına bir şey saklamak istenilmiş gibi duvara doğru çekildiğini fark ettim.

Bu beni çok şaşırtmıştı. Kapının arkasında birileri olabilir diye düşündük.

Dolabı kapatmak için elimi kapının tokmağına doğru uzattım, fakat direniyordu. Şaşırmış bir halde,daha da sert çektim. Aniden direnç kırıldı ve kısa boylu, yaşlı bir kadınla karşı karşıya geldik; kollarısarkmış, gözleri kapalı bir halde, duvara yapışmış gibi kımıldamadan ayakta duruyordu.

Bunda oldukça ürkütücü bir şey vardı. Bunu düşündükçe saçlarım diken diken oluyordu.

-119-

Yaşlı kadma:

"Siz burada ne yapıyorsunuz?" diye sordum.

Cevap vermedi.

Ona yeniden, "Kimsiniz siz?" diye tekrarladım.

Cevap vermiyor, hareketsiz duruyordu. Gözleri sürekli kapalıydı.

Page 59: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Arkadaşlarım da: "Şüphesiz, bu kadın buraya kötü amaçla girenlerin suç ortağıdır; bizim geldiğimiziduyunca onlar kaçtılar. Bu kadın da kaçmayarak, buraya gizlendi," dediler.

Ona tekrar sorular sorduğumda, hiçbir şey söylemeden hareketsiz kaldı.

Arkadaşlardan bir tanesi onu itekleyince kadın yere düştü.

Ayağından tutup kıpırdattık, daha sonra da iki arkadaşım onu yerden kaldırıp yeniden duvara yasladı.Yaşadığına dair hiçbir belirti yoktu. Kulağına haykırdılarsa da sağırmış gibi sessiz kaldı.

En sonunda tahammülümüz tükendi ve korkunun yerini öfke aldı. Arkadaşlardan biri:

"Çenesinin altına mum tutalım," dedi.

Kadın, yanmakta olan mumu çenesinin altına koyunca, bir gözünü araladı; bomboş, anlamsız veürkütücü; sanki görmeyen bir göz.

Ateşi çektim ve:

"Tanrı'ya şükür! Cevap verecek misin, yaşlı cadı? Sen kimsin?" diye sordum. O tek göz kendikendine kapanıverdi. Diğerleri:

-120-

"Bu defa mumu daha da yaklaştıralım!" diye haykırdılar. "Yine mum tutalım! Artık konuşmasıgerekiyor!"

Ben de mum alevini yeniden kadının çenesine yaklaştırdım.

Bunun üzerine, kadının iki gözü de yavaşça açılmaya başladı. Bizlere tek tek baktı ve sonra da anideneğilerek, buz gibi bir nefesle mumu üfledi. O sırada, karanlığın içinde elimi üç sivri dişin ısırdığınıduydum.

Uyandığımda tir tir titriyordum ve vücudumdan soğuk bir ter boşanmaya başladı.

Merhametli papaz yatağımın ayak ucuna oturmuş, dualar okuyordu.

Kendisine: "Uzun bir zamandan beri mi uyuyorum?" diye sordum.

Bana: "Oğlum," dedi. "Yaklaşık bir saattir uyuyordunuz. O sırada çocuğunuzu getirdiler, o da yandakiodada sizi bekliyor. Ben de sizi uyandırmak istemedim."

"Ah!" diye haykırdım. "Kızım, kızımı hemen getirsinler bana!"

XLIII

O bir sabah meltemidir, o bir güldür; iri gözleri vardır. Ne güzeldir o!

Üzerine ona çok yakışan küçük bir elbise giydirmişler.

Page 60: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Onu kollarımla kaldırıp kucağıma aldım, dizlerimin üstüne oturtarak saçlarını öpmeye başladım.

Annesi neden yok yanında? Hastaymış, anneannesi de öyle. Peki. -121-

Hayretle bana bakıyordu; okşayarak ona sarıldım ve öpücüklere boğdum; bütün bunları yapmamamüsaade ediyor, fakat ikide bir, köşede ağlamakta olan bakıcısına tasayla bakıyordu.

Nihayet konuşabildim.

"Marie'm!" dedim. "Benim küçük Marie'm!"

Onu sımsıkı hıçkırıklarla kabarmış göğsüme bastırdım. Hafifçe bir çığlık attı.

Bana: "Ah! Canımı acıtıyorsunuz, bayım," dedi.

"Bayım mı?" Zavallı küçüğüm, neredeyse beni görmeyeli bir sene olmuştu. Beni, yüzümü,konuşmamı, ses tonumu unutmuştu; hem zaten bu sakalımla beni kim tanıyabilirdi ki, bu giysilerle vebu solgunluk içinde? Anlaşılan daha şimdiden yok olmuştum. Baba değilim artık! Bu sözcüğü,çocukların kullandığı bu sözcüğü, insan dilinin en hoş sözcüğü olan "BabaV sözcüğünü bir dahaduymamaya mahkûm olmuştum.

Fakat yine de bir kez daha bu küçük ağızdan bu sözcüğü duymak, sadece bir de-facık olsunduyabilmek; işte benden alman kırk yıllık yaşam karşılığında isteyeceğim tek şey bu.

Ve minik ellerini benimkilerin içine alarak, ona, "Dinle, Marie," dedim, "Beni tanımıyor musun?"

Güzel gözleriyle bana bakarak: 'Tabii ki hayır!" diye yanıtladı.

"İyice bak," diye tekrarladım. "Nasıl olur? Benim kim olduğumu gerçekten bilmiyor musun?"

-122-

"Evet," dedi, "Siz bir beysiniz."

Çok acı! Karşınızda duran, sizi görüp size bakan, sizinle konuşan, sizi cevaplayan, fakat sizitanımayan birini dünyanın yegâne varlığı olarak tutkulu bir şekilde, bütün kalbinizle sevmek! Sadeceondan bir teselli ümit etmek ve onun, ölmeye mahkûm olduğunuz için size gerekli olan şeyi bilmeyentek varlık olması!

Yine, "Marie, senin baban var mı?" diye sordum.

Küçük kız: "Evet, bayım," diye cevap verdi.

"Peki, nerede öyleyse?"

Şaşkınlık dolu bakışlarla, iri gözlerini kaldırdı.

"Ah! Siz bilmiyor musunuz? O öldü."

Page 61: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Sonra haykırdı; neredeyse onu yere düşürecektim.

"Öldü mü!" dedim, "Marie, ölmenin ne demek olduğunu bilir misin?"

"Evet bayım," diye cevap verdi. "O, şimdi hem yerde, hem gökyüzünde."

Ve kendiliğinden konuşmasına devam etti:

"Annemin kucağında her sabah ve her akşam onun için Tanrıya dua ediyorum."

Onun alnına bir öpücük koyarak,

"Marie, lütfen bana da duanı okur musun," dedim.

"Olmaz, bayım. Öyle gündüz vakti dua okunmaz ki. Bu akşam evime gelirseniz, size orada okurum."

Artık dayanamayıp sözünü kestim.

"Marie, senin baban benim."

"Aa!" dedi.

-123-

Daha sonra da, ona, "Senin baban olmamı ister misin?" diye sordum.

Küçük kız başını çevirerek:

"Hayır, benim babam daha yakışıklıydı!" dedi.

Onu öpücüklere ve gözyaşlanma boğarken, o da haykırarak kollarımdan kaçmaya çalışıyor, "Ah!Sakalınız canımı acıtıyor," diyordu.

Gözümü ondan hiç ayırmadan, dizlerimin üstüne oturtarak, "Marie, okumasını bilir misin?" diyesordum.

"Evet," diye cevap verdi, "Okumayı iyi biliyorum. Annem bana harfleri okumayı öğretti."

Ve minik ellerinden birinin içinde tuttuğu büzülmüş bir kâğıdı gösterdi:

Ona, "Haydi o zaman, biraz da bana oku," dedim.

Sevimli başını iki yana sallayarak: "Hayır! Olmaz! Ben sadece masal okumayı biliyorum," dedi.

"Yine de sen dene. Görelim bakalım, oku haydi."

Bunun üzerine kâğıdı açtı ve parmağını kelimenin üstüne koyup hecelemeye başladı.

"K. A. Ka. R. A. R. Rar. KARAR..."

Page 62: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Kâğıdı hemen elinden aldım. Okuduğu benim idam karanındı. Dadısı kâğıdı pek önem-sememişti,oysa bana çok pahalıya mal oluyordu.

Duygularımı ifade edecek kelime bulamıyordum. Hareketlerimin sert oluşu onu ürkütmüştü veneredeyse ağlayacak gibiydi. Aniden:

-124-

"Lütfen kâğıdımı bana geri veriniz! O benim oyuncağım," dedi.

Onu dadısına vererek, "Onu buradan gö-türünüz," dedim.

Ve sonra yalnız, umutsuz ve kederli bir halde sandalyeme yığıldım. Artık gitmeleri gerekti; bundansonra hiçbir şey istemiyordum; kalbimin son hassas teli de kopmuştu. Ben hazırım! Artık neyapacaklarsa yapsınlar!

XLIV

Rahip iyi bir insan, jandarma da öyle. Küçük kızımı götürmelerini istediğimde, gözlerinin yaşardığınaeminim.

Artık her şey bitti. Şimdi kendimi toparlamam, cellada, at arabasına, jandarmalara, köprünün üzerindeve rıhtımda bulunan kalabalığa, pencerelerin önündeki insanlara, kaldırım taşlan adeta kopankafalardan oluşan iç karartıcı, ölüm kokan Greve Meyda-nı'na ve beni bekleyen şeylere kendimihazırlamam gerek.

Galiba bütün bunlara alışmam için daha bir saatim var.

XLV

Bütün bu halk gülecek, ellerini çırpacak, alkışlayacak. Ve bir idamı seyretmek için neşeyle koşuşan,bu özgür ve bilinmeyen zindancılar içinde, alanı dolduracak bu kalabalıkta er veya geç sepete düşecekbaşımla aynı kaderi paylaşacak birçok kafa olacak. Şimdi

-125-

benim için oraya gelen, bir gün kendisi için de gelecek.

Kaderi belli bu insanlar için, Greve Mey-danı'nın belirli bir bölgesinde, uğursuz bir yerde adeta birçekim merkezi ve bir tuzak bulunuyor. İçine düşene kadar hep etrafında dönecekler.

XLVI

Ah benim küçük Marie'm! Oynamaya götürdüler; arabanın penceresinden kalabalığı seyrederken bubayı artık hiç düşünmüyor.

Bir gün okusun ve on beş sene sonra bugün için ağlasın diyerek, onun için de birkaç sayfa yazacakzamanım olur belki de.

Page 63: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Evet, benim hikâyemi benden öğrenmeli ve ona bıraktığım ismin neden kanlı olduğunu bilmeli.

XLVII

Yayıncının notu: Bu kısımla ilgili sayfalar daha sonra bulunamamıştır. Bundan sonraki bölümlerdende anlaşılacağı gibi, mahkûm, belki de bunu yazmak için zaman bulamamıştır. Zaten bu düşünceaklına geldiğinde, artık çok geçti.

XLVIII

Belediye Sarayı!.. Artık buradayım. Dehşetli bir yolculuktu. İşte alan orada ve pencerenin altındauğuldayan, beni sabırsızlıkla beklerken gülüşen iğrenç bir kalabalık.

-126-

Kendimi ne kadar toparlamaya, bedenimi dik tutmaya çalışsam boşuna. Başların üstünden rıhtımdakiiki fener direği arasında kurulmuş olan iki kırmızı kolu ve ucundaki siyah üçgeni gördüğümde kalbimduracak gibi oldu. Son bir açıklama yapma gereği duydum. Beni buraya kapatarak kralınyargıçlarından birini çağırmak üzere gittiler. Onu beklerken geçen her zaman dilimi ne de olsa benimiçin bir kâr sayılır.

İşte olaylar:

Saat tam üçü vururken, zamanın geldiğini haber verdiler. Sanki altı saat, altı hafta, altı aydır hiç başkabir şey düşünmüyormu-şum gibi titremeye başladım. Bu bende beklenmeyen bir olay etkisi bıraktı.

Beni koridorlardan geçirerek merdivenlerden aşağı indirip zemin katın iki küçük kapısının arasındanbir odaya doğru iteklediler. Burası yağmurlu ve sisli bir günün ışıklarıyla aydınlanmış, kemerli,karanlık, daracık ve tozlu bir yerdi. Odanın orta yerinde bir sandalye bulunuyordu. Oraya oturmamısöylediler; ben de oturdum.

Kapının yan tarafında ve duvar diplerinde ayakta duran rahiplerden başka üç kişi daha vardı odada.

Birincisi, içlerinde en yapılı ve en yaşlı olanı, toplu ve kırmızı suratlı biriydi. Redingotluydu ve üçköşeli, şekli bozulmuş bir şapka takmıştı. İşte bu, oydu.

Bu, celladın ta kendisi; yani giyotinin uşağı, diğer ikisi de onun uşaklarıydı.

Sandalyeye oturduğu anda, diğer ikisi bir

-127-

kedi gibi arkamdan gelerek bana yaklaştı. Sonra aniden saçlarımda bir çelik soğuğu hissettim ve oanda kulağımda bir makas sesi duymaya başladım.

Gelişigüzel kesilmiş saçlarım omuzlarıma tutam tutam dökülüyorlar ve üç kenarlı şapka giymiş olanadam bunları kocaman elleriyle hafifçe silkeliyordu.

Çevremdekilerin hepsi alçak sesle konuşuyordu.

Page 64: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Dışarıda şiddetli bir rüzgâr uğultusu gibi muazzam bir gürültü vardı. Başlangıçta bunu bir ırmağıngürültüsü zannettim, ancak peş peşe patlayan kahkahaları duyduğumda, bunun bir insankalabalığından kaynaklandığını anladım.

Pencerenin kenarına oturmuş ve bir kâğıda kurşunkalemle notlar alan genç bir adam, danışmamemurlarından birine, yapılan bu işe ne ad verildiğini sordu.

Diğeri de, "İdam mahkûmunun tuvaleti," diye yanıtladı onu.

Bunun yarın sabahki gazetelerde yer alacağını anladım.

Yardımcı uşaklardan biri aniden üstüm-deki ceketi çıkardı. Diğeri ise, ellerimi tutarak sırtımdabirleştirdi ve bir ipin yavaşça bileklerime dolanıp düğümlendiğini hissettim. Başka biri de, aynı andakravatımı çözüyordu. Geçmişimden bana kalan tek parça patiska gömleğim onun bir an duraklamasınaneden oldu; sonra gömleğin yakasını kesmeye başladı.

Bu korkunç önlem karşısında, boynuma

-128-

değen çeliğin soğukluğunu hissedince ürpe-rerek sarsıldım ve boğazımdan boğuk bir feryat çıktı.Adamın eli titremeye başladı.

"Affedersiniz bayım! Canınızı mı acıttım?" dedi.

Doğrusu bu cellatlar da pek hoş adamlar.

Dışarıdaki uğultu iyice artmıştı.

Sivilceli yüzlü şişman adam, sirkeye batırılmış bir mendili koklamam için bana uzattı.

Ona çıkarabileceğim en yüksek sesle,

'Teşekkür ederim," dedim. "Faydası yok. Ben iyiyim."

O sırada, adamlardan biri önümde yere eğilip, her iki ayağımı da sadece küçük adımlar atabilecekkadar mesafe bırakarak, ince ve gevşek bir iple bağladı.

Daha sonra şişman adam sırtıma bir ceket attı ve kollarını çenemin altında düğüm-ledi. Yapılmasıgerekenlerin hepsi yapılmıştı işte.

Rahip ise o sırada üstünde İsa kabartması olan haçıyla bana yaklaştı.

"Hadi gidelim, oğlum," dedi.

Yardımcılar, kollarımın altından tutarak beni kaldırdılar. Ayağa kalktım, yürümeye başladım.Adımlarım cansızdı ve adeta her bacağımda iki dizim varmış gibi bükülüyorlardı.

Bu sırada dış kapının her iki kanadı birden açıldı. Delice bir uğultu, buz gibi bir hava, beyaz bir ışık

Page 65: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

bana kadar ulaştı. Loş, ufak kapının arkasından yağmur altında, sarayın kocaman merdiveninebirikmiş uğul-dayan binlerce insan kafası gördüm. Sağda

-129-

eşik hizasında, alçak kapının arkasında sadece ön ayaklarını ve göğüs kayışlarını seçebildiğim bir sırajandarma atı bekliyordu; karşıda çatışmaya hazırlıklı bir müfreze asker; sol tarafta ise dik birmerdivenin yaslandığı bir at arabasının arkası vardı. Bir cezaevi kapısına iyice çerçevelenmiş,korkunç bir tabloydu bu.

Bütün cesaretimi bu ana saklamıştım. Üç adım atarak küçük kapının girişinde durdum.

Halk, "Orada! İşte orada!" diye haykırdı, "Çıkıyor! Tann'ya şükür!"

En yakınımda duranlar el çırpıyor, alkışlıyorlardı. Bir kral bile ne kadar sevilirse sevilsin, asla böylegörkemli bir şekilde karşılanamazdı.

Bu, sıradan bir arabaydı; önünde zayıf bir at vardı ve Bicetre civarındaki manavların giysileriniandıran, kırmızı desenli, mavi renkli bir tulum giymiş olan bir arabacı da yanı başında duruyordu.

Arabaya önce başında üç kenarlı şapkası olan şişman bir adam bindi.

Demir parmaklıklara asılmış çocuklar, "Merhaba Bay Samson!" diye haykınyorlardı.

Yardımcılarından biri onu izledi.

Çocuklar, "Yaşa, Mardi!" diye bağırmaya başladılar.

Samson ve Mardi ön tarafa oturmuşlardı.

Arabaya binme sırası bana geldiğinde, oldukça cesur bir edayla tırmandım.

"Keyfi yerinde," dedi jandarmaların yanında duran bir kadın.

-130-

Bu acımasız övgü beni oldukça cesaretlendirdi. Rahip yanıma gelip oturdu. Beni, ata sırtım dönük birşekilde arkadaki sıraya oturtmuşlardı. Bu gördüğüm son ilgi tüylerimi ürpertti.

Etrafıma bakmak istedim. Ön tarafta jandarmalar, arkada jandarmalar; sonra kalabalık, kalabalık,kalabalık; meydanlarda başlardan bir deniz.

Sarayın parmaklıklı kapısında beni bekleyen atlı bir jandarma kıtası vardı.

Subay emir verdikten sonra, at arabası ve maiyet alayı, sanki ayaktakımmm feryatları ile ileriiteklenmiş gibi sallanarak ilerledi.

Parmaklıkları geçtik. At arabası Pont-au-Change Köprüsü'ne döndüğü sırada, meydandaki kaldırımdançatıya doğru çok gürültülü bir uğuldama oldu; köprüler ve rıhtımlar, buna, yer sarsıntısı yaratacak bir

Page 66: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

sesle yanıt verdiler.

İşte tam orada, bizi bekleyen atlı hazır kuvvet, maiyete katıldı.

Ve bin ağız birden, sanki önlerinden geçen krala şapka çıkanrmış gibi,

"Şapkaları çıkarın! Şapkaları çıkarın!" diye haykırıyordu.

O sırada, ben de korkunç bir kahkaha atarak, rahibe: "Onların şapkaları, benimse başım düşecek!"dedim.

Yavaşça ilerliyorduk.

Bugün çiçek pazarı olduğundan, çiçeklerin durduğu rıhtım çok hoş kokuyordu. Satıcı kadınlar, çiçekdemetlerini beni izlemek için bırakmışlardı.

-131-

Sarayın kenarındaki kare şeklindeki kuleye varmadan önce, tam karşı sırada, ara katlarda iyi yertuttukları için mutluluk duyan seyircilerle dolu meyhaneler vardı. Özellikle de kadınlar. Bugünmeyhaneciler için kısmetli bir gün olmalı.

Masalar, sandalyeler, yapı iskeleleri ve yük arabalarını kiraya veriyorlardı, bunların hepsi deseyirciyle doluyordu. İnsan kanı satıcıları var güçleriyle haykınyorlardı:

"Hey! Yer arayan var mı?"

İçimde, bu halka karşı büyük bir öfke duydum. Onlara haykırmak istiyordum:

"Benim yerimi de isteyen var mı?"

Bu sırada araba yoluna devam ediyordu. Her adımda, arkadaki kalabalığın, ileride geçeceğimiz başkayollarda tekrar oluşmak üzere dağılmasını dehşetle izliyordum.

Pont-au-Change Köprüsü'ne girişte, sağ tarafa ve geriye doğru şöyle bir göz attım. Bakışlarım karşırıhtımda evlerin üstünde yükselen, tepesinde yandan gözüken, taştan yapılmış iki devin oturduğu, üstüheykellerle süslü, siyah ve tek başına duran bir kuleye yönelmişti. Sebebini bilmeden, rahibe, bukulenin neresi olduğunu sordum.

Cellat, "Saint- Jacques-la Boucherie," diye cevap verdi.

Nasıl oldu bilemiyordum, fakat sisler arasında gökyüzünü adeta bir örümcek ağı gibi çizgilerleyararak çiseleyen beyaz yağmura rağmen, çevremdeki olayların hiçbiri gözümden kaçmıyordu. Bütünbu detayların hepsi bana ayrı ayrı işkence oluyordu.

-132-

Kelimeler, duygularımı dile getirmek için yeterli değildi.

Page 67: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Zorlukla ilerlediğimiz, geniş ve tıklım tıklım dolu Pont-au-Change Köprüsü'nün tam orta yerinegelmeden içimi müthiş bir korku sardı. Gururumun son kalıntısı ile bayılmaktan korktum! Bundansonra, yükselen uğultular yüzünden, rahibin sık sık kesilen sözlerinden, zorlukla duyabildikleriminharicinde bütün her şeye gözlerimi ve kulaklarımı kapattım.

Haçı alarak öptüm ve 'Tanrım, acı bana!" diye dua ettim ve kendimi bu düşünceye kaptırdım.

Ama kaba görünümlü arabanın her sallantısı beni sarsıyordu. Bunun üzerine, aniden şiddetli bir soğukhissettim. Giysilerimin içine kadar geçen yağmur, kesilmiş ve kısa kalmış saçlarımın arasındankafamın derisini ıslatıyordu.

Rahip, bana: "Soğuktan mı titriyorsunuz oğlum?" diye sordu.

"Evet," diye yanıt verdim.

Aslında beni titreten yalnızca soğuk değildi.

Köprünün dönemecinde bulunan kadınlar, çok genç olduğum için bana acıyorlardı.

Nihayet uğursuz rıhtıma ulaştık. Artık ne bir şey görebilecek ne de bir şey duyabilecek halim kalmıştı.Bütün bu gürültüler, pencere-lerdeki, kapılardaki, mağazaların parmaklık-lanndaki, sokaklambalarının kollarındaki bütün bu kafalar; o doyumsuz ve gaddar izleyiciler; beni tanıyan, fakatbenim tanımadığım

-133-

/

bu kalabalık; insan yüzleriyle kaplanmış bu yol... Sarhoş gibiydim, dehşet içindeydim, bir garipolmuştum. İnsanın üzerinde toplanan bunca bakışın ağırlığı dayanılmaz bir şeydi.

Artık ne rahibe ne de haça bakamıyor, sıranın üzerinde titriyordum. Artık, etrafımı saran bu uğultuiçinde, merhamet çığlıklarını mutluluk çığlıklarından; kahkahaları, sızlanmalardan ve insan seslerinigürültüden ayırt edemiyordum. Bütün bunlar, bir bakır kabın yankı yapması gibi başımın içindeydi.

Gözlerim, şuursuz bir halde, durmadan mağazaların tabelalarını okuyordu.

Tuhaf bir merak duygusuyla, bir ara başımı geriye doğru çevirip nereye gittiğimizi görmek istedim.

Bu, zihnin son meydan okumasıydı. Fakat bedenim müsaade etmedi; ensem felç geçirmiş ve sankiönceden ölmüş gibiydi.

Sol yandaki ırmağın ilerisinde, sadece Notre-Dame Kilisesi'nin, arkadaki kuleyi örttüğü büyük kuleyigördüm. Bu, bayrağın dalgalandığı kuleydi ve üstü çok kalabalıktı.

Ve araba gidiyor, gidiyor, dükkânların önünden geçiyordu. Yanı başımızda tabelalar; yazılı, boyalı,altın renkli tabelalar birbirini izliyordu; insanlar neşeyle gülüyorlar, çamurun içinde tepmiyorlardı.Artık bir rüya görüyormuşum gibi iyice salmıştım kendimi.

Page 68: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

Gözlerime takılan mağazalar dizisi bir alanın köşesinde aniden bitiverdi. Kalabalığın sesi dahauğultulu, daha şiddetli ve daha neşeli bir hal aldı. Aniden araba durdu, neredeyse yüzükoyun yeredüşecektim. Rahip beni tut-

-134-

tu, "Cesaret!" diye fısıldadı. Arabanın arkasına bir merdiven yasladılar; rahip elini bana uzatınca yereindim ve sonra bir adım attım, daha sonra güçlükle bir adım daha atmaya çalıştım, ama beceremedim.Rıhtımın iki feneri arasında çok ürkütücü bir şey görmüştüm.

Ah! İşte bu gerçeğin ta kendisi!

Daha şimdiden adeta bir darbe yemiş gibi sallanarak ayakta durmaya çalıştım.

"Son kez bir açıklama yapmak istiyorum!" diye yavaşça seslendim.

Beni buraya çıkardılar.

Son arzularımı yazmam için beni yalnız bırakmalarını rica ettim. Ellerimdeki bağı çözdüler, fakatyine de ip burada duruyor, hazır bir şekilde beni bekliyor ve diğerleri de aşağıda.

XLIX

Biraz evvel bir yargıç, bir komiser, bir rütbeli memur ya da ona benzer biri geldi. İki elimibirleştirerek dizlerimin üstüne çöküp sürünerek ondan affedilmemi diledim. Sanki kendisinesöylediklerim sadece buymuş gibi, iğrenç bir şekilde gülümseyerek bana karşılık verdi.

"Bağışlayın! Bağışlayın beni! Merhamet edin bana, sadece beş dakika daha!" diye tekrarladım.

Belki de bağışlanırım, kim bilir? Daha bu yaşta, bu tarz bir ölümle bu dünyadan gitmek ne kadarkorkunç! Son anda af haberleri geldiği çok sık görülmüştür. Zaten beni bağışlamazlarsa kimibağışlayacaklar bayım?

-135-

Şu korkunç cellat! Yargıca, infazın belli bir saatte gerçekleşmesi gerektiğini, o anın yaklaştığını vebundan kendisinin sorumlu olduğunu; zaten yağan yağmurun aleti pas-landırabileceğini bildirmek içinona yaklaştı.

"Ah! Merhamet edin! Sadece bir dakika daha, bağışlanmamı beklemek için! Aksi takdirde kendimisavunacağım! Isıracağım!"

Yargıç ve cellat birlikte dışan çıktılar. Ben ise yalnız kaldım. İki jandarmayla yalnız.

Ah! Sırtlan çığlıkları atan bu iğrenç halk. Ondan asla kaçamayacağımı, kurtulamayacağımı,bağışlanmayacağımı kim söyleyebilir? Beni bağışlamamaları imkânsız!

Ah! Alçaklar! Galiba merdiveni çıkıyorlar...

Page 69: BİR İDAM MAHKÛMUNUN TÜRKÇESİ: RİNA MEHYO BORDO …fatimekerimli.files.wordpress.com/2016/09/...Bir yıl sonra aşk mektupları yazdığı çocukluk arkadaşı Adele Fouc-her

SAAT DÖRT

-136-

NOTLAR

B O R D O -—.S'S İYAH KLASİK YAYINLAR W>#î <Mfl yA/lyllAK ^ v/v vm.-j v>^v>im ^j^msiTREND YAYIN BASIM DAĞITIM REKLAM ORGANİZASYON SANAYİ TİCARET LTD. ŞTİ.KURULUŞUDUR i Yayın Grafik & Satış Pazarlama: Caferağa Mah. Mühürdar Cd.Jfojg>/5PostaJKodu_34710 Kadıköy/İst.-TB I Tel: (0216) 348 98 03 Pbx Fax: 349 93 45 E-tnail:infoebordosiyah.cdjj^MB^^vMBBBBfch.com.lr Online ahşv

»*-»----«*-'— Efendi Mah. Davutpaşa Cd. İpek İş Mrk. No: 6A7-9-10-U'

,Mah..

ISBN 975-8688-84-7

"68 8 845

BORDO^^SİYAH KLASİK YAYINLAR W$0\ 6 W YAMAK ^1-^171$ vh»vm*i ^j^vısı TRENDYAYIN BASIM DAĞITIM REKLAM ORGANİZASYON SANAYİ TİCARET LTD. ŞTİ.KURULUŞUDUR ' Grafik & Satış Pazarlama: Caferağa Mah. Mühürdar Cd. No:60/5 Posta Kodu34710 Kadıköy/İst.-TR u216) 348 98 03 Pbx Fax: 349 93 45 E-mail: [email protected] \Veb:www.bordosiyali.c-om.lr On-line alışv '

------3a: Merkez Efendi Malı. Davutpaşa Cd. İpek İş Mrk. No: 6/3,7-9-'lO-l 1 Tel: (0212)67492 53 PbxFax: 6749263Topkapı/İst

'Lojistik: Merkez Efendi Mah. Davutpaşa Cd. Emintaş Davutpaşa Sanayi Sitesi No: 103/532Topkapı/İst.'

VICTOR HUGO _ Bir İdam Mahkûmunun Son Günü