29
1 AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ BİRİNCİ KISIM AKKOÇ - TÜRKİYE DAVASI (Başvuru no : 22947/93 ve 22948/93) KARAR STRAZBURG 10 Ekim 2000 İşbu Karar, Sözleşme’nin 44/2 maddesi hükümleri uyarınca kesinlik kazanmaktadır. Karar metni, Mahkeme’nin seçilmiş karar ve hükümleri resmi raporlarında nihai şekilde yayınlanmasından önce Sekreterya revizyonuna tabidir. ____________________________________________________________________________________ © T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2000. Bu gayriresmi çeviri, Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı (AKGY) tarafından yapılmış olup, Mahkeme‟yi bağlamamaktadır. Bu çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile Dışişleri Bakanlığı, AKGYna atıfta bulunmak suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir. AVRUPA KONSEYİ COUNCIL OF EUROPE

COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

  • Upload
    others

  • View
    10

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

1

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

BİRİNCİ KISIM

AKKOÇ - TÜRKİYE DAVASI

(Başvuru no : 22947/93 ve 22948/93)

KARAR

STRAZBURG

10 Ekim 2000

İşbu Karar, Sözleşme’nin 44/2 maddesi hükümleri uyarınca kesinlik kazanmaktadır.

Karar metni, Mahkeme’nin seçilmiş karar ve hükümleri resmi raporlarında nihai

şekilde yayınlanmasından önce Sekreterya revizyonuna tabidir. ____________________________________________________________________________________

© T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2000. Bu gayriresmi çeviri, Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Konseyi ve İnsan

Hakları Genel Müdür Yardımcılığı (AKGY) tarafından yapılmış olup, Mahkeme‟yi bağlamamaktadır. Bu

çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması

koşulu ile Dışişleri Bakanlığı, AKGY‟na atıfta bulunmak suretiyle ticari olmayan amaçlarla

alıntılanabilir.

AVRUPA

KONSEYİ

COUNCIL

OF EUROPE

Page 2: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

2

Akkoç - Türkiye davasında,

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (Birinci Dairesi),

Sn. E. Palm, Başkan

Sn. W. Thomassen,

Sn. L. Ferrari Bravo,

Sn. C. Birsan,

Sn. Casadevall,

Sn. R. Maruste, yargıçlar,

Sn. F. Gölcüklü, ad hoc yargıçlar,

ve Kısım Sekreteri Sn. M. O'Boyle'un katılımı ile Avrupa İnsan Hakları

Mahkemesi Heyeti olarak toplanmış,

20 Haziran ve 19 Eylül 2000 tarihlerindeki gizli görüşmesi sonucunda,

yukarıda anılan tarihte benimsenmiş olan aşağıdaki karara

varmıştır:

USULE İLİŞKİN İŞLEMLER

1. Davanın nedeni, bir Türk Vatandaşı olan Nebahat Akkoç'un ("başvuran"), 01 ve 22

Kasım 1993 tarihlerinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşme'nin ("Sözleşme") eski

25.maddesi uyarınca, Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na

("Komisyon") yaptığı başvurulardır (başvuru no.22947/93 ve 22948/93).

2. Adli yardım alan başvuran, İngiltere'de çalışan Sn. A. Reidy tarafından temsil

edilmektedir. Türk Hükümetini ise Ajan Yardımcısı Sn. Akçay temsil etmektedir.

3. Başvuran, gazetede yayınlanan bir makalesinden dolayı disiplin cezası aldığını,

Hükümet'in sorumlu olduğu bazı durumlara bağlı olarak kocasının öldürüldüğünü;

kocasının ölümüyle ilgili olarak bir mahkemeye ulaşmaktan ve etkili iç hukuk yolu

kullanımından mahrum bırakıldığını; gözaltında işkenceye maruz kaldığını, AİHK‟na

başvurusundan dolayı polisin kendisini taciz ettiğini öne sürmüştür. Başvuran

Sözleşme'nin 2, 3, 10, 13 ve eski 25. maddesinin yanısıra sonradan vazgeçtiği, 1.

Protokol'un 1. maddesiyle 14 ve 18. maddelerini ileri sürerek şikayetçi olmuştur.

4. Yapılan başvurular, 11 Ekim 1994 tarihinde Komisyon tarafından kabuledilebilir

bulunmuştur. 23 Nisan 1999 tarihli raporunda Komisyon, (Sözleşme'nin eski 31.

maddesi), Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edildiğini (oybirliğiyle), 13. maddesinin

ihlal edildiğini (27'ye karşı 2 oyla), 14. maddeyle ilgili ayrı bir konunun olmadığını

(oybirliğiyle), 1. Protokol'ün 1. maddesinin ihlal edilmediğini (oybirliğiyle),

Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiğini (oybirliğiyle), 18. maddesinin ihlal

edilmediğini (oybirliğiyle) ve Türkiye'nin Sözleşme'nin 25. maddesinde belirtilen

sorumluluklarına uymadığını ilan etmiştir. 11. Protokol'ün 5 § 4 maddesi uyarınca

dava, Birinci Daire'ye sevk edilmiştir.

5. Kısımda, davayı inceleyacek olan Daire, Türkiye için res‟en (ex officio) seçilmiş

bulunan hakim Sn. R. Türmen (Sözleşme‟nin 27 § 2 maddesi ve Mahkeme İçtüzüğü

26 § 1 (a) ) ve Mahkeme Başkanı Sn. E. Palm (İçtüzük 12 ve 26 § 1 (a) maddesi)

tarafından oluşturulmuştur. Daireyi tamamlamak için atanan diğer üyeler, Sn.

Thomassen, Sn. Ferrari Bravo, Sn. Birsan, Sn. Casadevall ve Sn. Maruste‟dir.

6. Mahkeme'de Türkiye'yi temsil eden Sn. Yargıç Rıza Türmen davadan çekilmiştir.

(İçtüzük madde 28) Bunun üzerine Hükümet Sn. Feyyaz Gölcüklü'yü Sn. Rıza

Page 3: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

3

Türmen'in yerine ad hoc yargıç olarak atamıştır (Sözleşme'nin 27§2 ve İçtüzüğün

29§1 maddeleri).

7. Başvuran ve Hükümet, davanın esasına ilişkin görüşlerini göndermişlerdir.

8. 29 Şubat 2000 tarihinde Daire, bir duruşma yapılmasına karar vermiştir.

9. 20 Haziran 2000 tarihinde Strazburg İnsan Hakları Binası'nda halka açık bir

duruşma yapılmıştır. (İçtüzük 59 § 2 maddesi)

Mahkeme huzurunda :

(a) Hükümet adına

Sn. Akçay, Ajan Yardımcısı,

Sn. Emüler,

Sn. Akyüz,

Sn. Varol, Danışmanlar;

(b) başvuran adına

Sn. Reidy, Avukat,

Sn.Tanrıkulu,

Sn. Aslantaş,

Sn. Müller, Danışmanlar.

Mahkeme, Sn. Reidy ve Sn Akçay'ın konuşmasını dinlemiştir.

OLAYLAR

I. DAVANIN ŞARTLARI

A. Disiplin Kovuşturmasıyla ilgili olarak

10. Başvuran, emekli bir öğretmen ve Eğit - Sen Diyarbakır şubesinin eski başkanıdır.

Başvuran 31 Ekim 1992'de Diyarbakır Söz gazetesine 27 Ekim 1992 tarihinde

kendisi, Eğit - Sen'in bir delegesi ve Milli Eğitim Müdürü arasında yapılan toplantıyla

ilgili bir demeç vermiştir. Demecinde başvuran, polisin, öğretmenlere sözlü olarak

kötü davrandığını, saldırdığını ve rahatsız ettiğini belirtmiştir. Bu ifadeler

"Diyarbakır'da 11 öğretmen gözaltına alındı" başlıklı bir makalede yayınlanmıştır.

11. 14 Mayıs 1993 tarihinde Diyarbakır Bölge Milli Eğitim Disiplin Kurulu, izin

almadan gazeteye verilen bu demeçten dolayı 'devlet memurlarının gerekli izin ve

yetki olmadan basına, haber ajanslarına, radyo ya da televizyona bilgi vermek veya

beyanatta bulunmalarını yasaklayan 657 sayılı Kanunun 125-D/g maddesi' ne

dayanarak başvurana bir yıl kıdem ilerlemesinin durdurulması cezası vermiştir.

12. Bu karar Diyarbakır İdare Mahkemesi tarafından 4 Ekim 1994 tarihinde

onaylanmıştır. Mahkeme, 657 sayılı Kanunun 15. maddesinin, bakan tarafından

yetkilendirilen memurlar hariç, devlet memurlarının görevleriyle ilgili basına

açıklama yapmalarını yasakladığını belirtmiştir. Anayasal haklar çeçevesinde tüm

vatandaşlar düşüncelerini basına açıklamakta serbest olmasına rağmen memurlar bu

hakkı aynı derecede kullanamamaktadırlar. Danıştay 8. Dairesi‟nin 14 Aralık 1993

tarihli (1993/4214) kararında da belirtildiği üzere, devlet memurları ifade

özgürlüklerini kullanırken amirleriyle veya devlet memurlarıyla ilgili ifadelerinde

daha ölçülü bir tarz ve daha dikkatli bir dil kullanmalıdırlar. Bu durumda, başvuran,

öğretmenler ve polisler arasında süregelen sürtüşmeler ve tartışmalar üzerine yaptığı

gözlemlere dayanarak olumsuz düşünce beyan ettiğinde idareyi suçlamış ve eleştirmiş

oluyordu. Dolasıyla, hizmetiyle ilgili aldığı disiplin cezasının kanuna aykırı bir yönü

Page 4: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

4

bulunmamaktadır. Başvuranın bu kararın iptali için Danıştay'a yaptığı başvuru

oybirliğiyle reddedilmiştir.

13. Başvuran, Danıştay'a itirazda bulunmuş ve 5 Aralık 1995 tarihinde mahkeme

yalnızca verilen cezanın şiddetinin tekrar gözden geçirilmesi için dosyayı İdare

Mahkemesi'ne geri göndermiştir. Bu mahkeme de devlet memurlarının ifade

özgürlüğü haklarını kullanırken amirleri ve kamu görevleriyle ilgili yapacakları

açıklamalarda daha dikkatli ve hassas olmaları gerektiği görüşüne katılmıştır.

Başvuran Devlet Memurları Kanunu'na aykırı olarak idareyi eleştirmesinden ötürü

disiplin cezası alması uygundur ama suç ile ceza arasında adil bir denge olmalıydı,

dolayısıyla daha hafif bir ceza verilmeliydi.

14. 3 Nisan 1996 tarihinde İdare Mahkemesi, kararı açıklamış ve başvuranı

cezalandırmıştır. Başvuran bunun üzerine tekrar Danıştay'a itirazda bulunmuştur.

15. 16 Ekim 1998 tarihinde Danıştay, 657 sayılı Kanunun 15. maddesinin devlet

memurlarının kendi yetki, görev ve sorumluluklarına dair basına demeç vermeyi

yasakladığına dikkati çekmiştir. Başvuran, verdiği demecin görev, yetki ve

sorumluluklarıyla ilgili olmadığını sadece anayasanın kendisine tanıdığı düşünce ve

ifade özgürlüğü hakkını kullanarak güncel konular üzerine şahsi düşüncesini

açıkladığını belirtmiştir. Bu, yukarıda belirtilen madde kapsamına girmediğinden,

disiplin cezası uygulanmasına da gerek yoktur. Sonuç olarak, 657 sayılı Kanunun

125/ D – g maddesine göre verilen bir yıl terfi durdurma cezası kanunsuzdur ve İdare

Mahkemesi‟nin verdiği karar doğru değildir. İdare Mahkemesi‟nin kararı bu yüzden

iptal edilmiştir.

16. 17 Şubat 1999 tarihinde İdare Mahkemesi, Danıştay‟ın kararını benimsemiş ve

başvurana verilen disiplin cezasını kaldırmıştır.

B. Başvuranın kocasının ölümüyle ilgili olarak

17. Başvuranın kocası Kürt kökenli bir öğretmen olup Eğit – Sen‟in faaliyetlerine

katılmıştır. 13 Ocak 1993 sabah saat 7.00 sularında, Zübeyir Akkoç ilkokuldaki

dersine giderken vurularak öldürülmüştür. O anda kendisine eşlik etmekte olan

Ramazan Aydın Bilge de öldürülmüştür. Kendisine otopsi yapılmamıştır. Cinayeti

telsizle öğrenen iki jandarma olay mahalline gitmiştir. Faillerin hangi yöne

kaçtıklarını araştırmak için hiçbir girişimde bulunmamışlardır. Yalnızca Zübeyir

Akkoç‟u taksiye bindirip hastaneye göndermeye yardım eden Abdullah Elgören‟in

ifadesine başvurmuşlardır.

18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra

başvuran telefonda çok sayıda tehdit almış ve güvenlik güçlerince rahatsız edilmiştir.

Telefonda kendisine “Şimdi senin sıran seni de öldüreceğiz” denilmiştir. Yapılan

tehditleri savcıya şikayet etmesine rağmen ilgi gösterilmemiştir. Kocası, ölümünden

önce, polis tarafından birkaç kez gözaltına alınmıştır. Başvuran Şubat 1994‟te

gözaltına alındığında güvenlik gücü mensuplarının kocasını kendilerinin öldürdüğünü

söylediğini iddia etmiştir.

19. Cumhuriyet savcısı, 1993/339 sayısıyla bir dosya açıp cinayeti „fail-i meçhul‟

olarak tanımlamıştır. 27 Mart 1997‟de savcı, bir öğrenci olan Seyithan Araz‟a yönelik

altı cinayet olayına ve birçok saldırıya karıştığına ilişkin suçlamaları içeren bir

iddianame hazırlamıştır. Bu suçlamalar arasında Zübeyir Akkoç‟u öldürmek de vardır

ama Ramazan Aydın Bilge‟yi öldürmek yoktur. Seyithan Araz, Hizbullah‟ın

eylemlerine katılmakla suçlanmıştır. 17 Mart 1997 tarihli ifadesinde Seyithan Araz,

Hizbullah üyesi olmadığını söylemiş ve Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle

Page 5: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

5

Mücadele Şubesi‟nde işkence altında alınan ve kendisine imzalatılan 26 sayfalık

ifadesini yalanlamıştır.

20. 4 Haziran 1997 tarihinde Seyithan Araz, 4 numaralı Diyarbakır Devlet Güvenlik

Mahkemesi‟nde de itirazlarını sürdürmüştür. 14 Ağustos 1997‟de iddianamede adı

geçen üç mağdurun tanıklığına başvurulmuş ve bu şahıslar sanıklardan hiçbirini teşhis

edememiştir. 10 Aralık 1997‟de mahkeme, Seyithan Araz‟ın delil yetersizliğinden

salıverilmesini emretmiştir.

21. 23 Eylül 1999‟da mahkeme, Seyithan Araz‟ı delil yetersizliğinden beraat etmesine

karar vermiştir.

C. Başvuranın gözaltına alınıp sorgulanmasına ilişkin

22. Davanın bu kısmına ilişkin olaylar, özellikle gözaltındaki olaylar taraflar arasında

ihtilaf konusu olmuştur.

Komisyon, başvuranın 13–22 Şubat arasında gözaltında işkence gördüğüne ilişkin

iddiası ve 13-22 Şubat 1994, 26-27 Eylül 1995, 14 Ekim 1995 tarihlerinde gözaltına

alındığında kişisel başvuru hakkına müdahale edildiği iddiası bakımından bazı

şahısların sözlü şahitliğine başvurmuştur. Komisyon üyeleri, başvuranı, annesini,

Ramazan Sücürü‟yü (Diyarbakır Terörle Mücadele Dairesi Başkanı), Taner Şentürk‟ü

ve Hasan Pişkin‟i (13-22 Şubat 1994 tarihindeki gözaltında başvuranı sorgulayan

memurlar), Dr. Buldağ‟ı (gözaltından sonra başvuranın tıbbi raporunu imzalayan

doktor) ve son olarak Enver Atlı‟yı (26 Eylül 1995‟de başvuranla birlikte gözaltına

alınan eski bir müdür) dinlemiştir. Başvuranı serbest bırakıldığı 22 Şubat 1994‟den

önce gören savcı da tanık olarak çağrılmış olsa da kendisi duruşma gerçekleşmeden

vefat etmiştir.

1. Komisyon’un olaylara ilişkin görüşleri

(a) 13 – 22 Şubat arasındaki gözaltına ilişkin

23. 13 Şubat 1994 tarihinde, geceyarısından sonra, polis memurları başvuranın evine

gelip kendisini sorgulamışlardır. Polisler, başvuranın kazağını başına geçirerek

kendisini götürmüşlerdir. Başvuran bir doktor muayenesinden sonra, 22 Şubat 1994‟e

kadar gözaltında tutulacağı Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele

Dairesi‟ne götürülmüştür.

24. On günlük gözaltı süresi boyunca kendisine cinsel taciz ve psikolojik baskı dahil

çeşitli kötü muamele yöntemleri uygulanmıştır. Başvuran, polis tarafından PKK‟ya

katılmakla suçlanmış, yaklaşan seçimler hakkında sorgulanmış ve kendisinin de aday

olup olmadığı sorulmuştur. Ayrıca başvuran, Komisyon‟a yaptığı başvurudan dolayı

sorgulanmış ve bunun dağdaki PKK militanlarına katılmaktan bir farkı olmadığı

söylenmiştir.

25. Gözaltı süresince başvuran, şu muamelelere tabi tutulmuştur; hücresinden

çıkarılırken çoğunlukla gözleri bağlanmış; birçok kere çırılçıplak soyulup bu halde iki

sıra halinde dizilen ve kendisine vuran, sözlü olarak taciz eden polislerin arasından

geçmek zorunda bırakılmış; çıplak fotoğrafları çekilmiş; birçok defa bir odaya

götürülüp çok tazyikli sıcak ve soğuk su sıkılmış; göğüs ve ayak parmak uçlarından

elektrik verilmiş; tavana kollarından asmaya yeltelenilmişse de midesinin üzerindeki

yara izini görülünce bundan vazgeçilmiştir; kendisini yere düşürecek kadar kuvvetli

çenesine yumruklar atılmış; hücresine projektör ışığı ve yüksek ses verilmiş, işkence

çeken insanların sesleri zorla dinletilmiş; bir kapıya iki gün iki gece kelepçelenmiş;

Page 6: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

6

saçı çekilmiş ve sopayla dövülmüştür. Başvurana çocuklarının da gözaltına alındığını

ve işkence gördükleri söylenmiştir.

26. 18 Şubat 1994‟de başvuran, kendisinin PKK üyesi olduğunu ve bu örgütün çeşitli

propaganda faaliyetlerine katıldığını belirten, polisin düzenlediği bir ifade

imzalamıştır. İfade, başvuranın Komisyon‟a kocasının ölümü için başvurduğu

bilgisini de içeriyordu.

27. 22 Şubat 1994‟de başvuran ve diğer 16 tutuklu Diyarbakır Devlet Hastanesi Acil

Servisine götürülmüş ve burada Dr. Buldağ tutukluların herhangi bir fiziksel darbeye

maruz kalmadıklarına dair rapor vermiştir. Başvuran, doktorun toplu şekilde herhangi

bir şikayetleri olup olmadığını ve muayene isteyip istemediklerini polislerin yanında

sorduğunu belirtmektedir. Doktora kafasındaki ve parmak uçlarındaki yaraları

gösteren başvuran muayene istemiştir. Sonra savcıya çıkarılmıştır. Savcıya yara ve

berelerini göstererek kendisine kötü muamelede bulunulduğunu söylemiş ve baskı

altında ifadesinin alındığını belirtmiştir. Savcı başvuranın serbest bırakılmasını

emretmiştir.

28. Serbest bırakılmasından birkaç gün sonra başvuran tedavi görmüştür. Özellikle

çenesinde şiddetli ağrılar olmuştur. Bir röntgen uzmanı çene kemiğinin filmini almış

ama başvuran daha öncesinde gözaltında olduğunu söyleyince raporu imzalamamıştır.

Başvuran başka yerde bir röntgen filmi çektirmiş ve üniversite hastanesinde tedavi

görmüştür. Başvuran, çene kemiğinin kırıldığına inanmakta olup Mardin Ağır Ceza

Mahkemesi‟nden PKK ile ilişkisi olduğuna dair iddialardan yargılanırken röntgen

filmlerini mahkemeye sunmuştur. Bu röntgen filmleri daha sonra Komisyon‟a

sunulmuştur. Taraflar, bu filmlerde herhangi bir kırık olmadığında mutabıktırlar.

29. Başvuran, gözaltından sonra kulağında ekzama, bulaşıcı hastalık ve bacağında

ağrılar gibi birçok sağlık problemi yaşamıştır. Bu konuda Komisyon‟u gerekli reçete

ve raporlarla bilgilendirmiştir. 30 Ekim 1995‟de psikolojik tedavi için Ankara‟da

bulunan İnsan Hakları Vakfı‟nın Tedavi Merkezi‟ne gitmiştir. Başvuran unutkanlık,

ellerin titremesi, kararsızlık, ağrı, vücudunun bazı bölgelerinde uyuşma ve uykusuzluk

gibi rahatsızlıklardan şikayetçi olmuştur. Psikolojik muayenede „fazla endişelenme‟,

kötümserlik, ayakta duramama, dikkat ve konsantrasyon eksikliği ve kendine güven

yokluğu gibi sonuçlar ortaya çıkmıştır. Başvurana kronik post-travmatik stres tanısı

konmuş ve (fluoxetin ve bir anxiolitic) ilaçlar verilmiştir. Başvuran daha sonra, 12

Aralık 1995‟de, 12 Ocak 1996‟da ve 14 Nisan 1996‟da kontol edilmiştir. Son

seferinde şikayetleri iyice azalmış ve ilaçlara iki ay daha devam edilmesi önerilmiştir.

30. Komisyon başvuru ile ilgili birtakım bulgulara varırken, başvuranı aklı başında

bulmuş, dürüst ve inandırıcı izlenimi verdiğinden de ifadesini kabul etmiştir. İfadesi

İnsan Hakları Kuruluşu Tedavi Merkezi raporlarıyla ve annesinin başvuranın

gözaltından sonra çok kötü durumda olduğunu söylemesi ile desteklenmiştir.

Komisyon, polis memurlarının ifadelerini kaçamaklı, tutarsız ve güvenilmez

bulmuştur. Tutukluların kalabalık acil servisteki muayenelerinin üstünkörü ve

isteksizce yapıldığını ve kötü muamele şikayetlerini dinlenmediğini dikkate alarak Dr.

Buldağ‟ın güvenilmez olduğu sonucuna varmıştır.

(b) 26 – 27 Eylül 1995 arasındaki gözaltına ilişkin

31. 26 Eylül 1995‟de başvuran, iş arkadaşı Enver Atlı ile birlikte gözaltına alınmıştır.

İki arkadaş bir doktora, ardından da Emniyet Müdürlüğü‟ne götürülüp soyulup

aranmışlardır. Gözleri bağlanmış ve 1994‟deki kötü muamele hakkında

sorgulanmışlardır. Avrupa‟ya şikayet etmesinin bahsi geçmiştir. Çok soğuk bir

hücreye kapatılmıştır. Enver Atlı da gözleri bağlı olarak başvuranla yakınlığı ve PKK

Page 7: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

7

ile bağlantısının olup olmadığı hakkında sorgulanmıştır. İkisi de 27 Eylül 1995 günü

saat 18.30‟da serbest bırakılmışlardır. O tarihteki resmi kayıtlarda başvuranla Enver

Atlı‟nın PKK‟ya üye olup olmadıklarının sorgulandığı yazılı olmasına rağmen yapılan

incelemede üye olmadıkları ortaya çıkmıştır.

32. Hükümet, başvuranın evrakta sahtecilik suçlamasıyla sorgulandığını öne

sürmüştür. Bununla birlikte Komisyon, bu iddiayı destekleyecek bir kanıta

ulaşamamıştır. Başvuranın Komisyon‟a yaptığı başvurudan dolayı gözaltına

alındığına dair yeterli kanıt yoktur. Başvuranın PKK üye olmak suçlamasıyla

gözaltına alınmasını haklı çıkaracak somut delillerin olmamasına dayanarak, olayın

somut delillere dayanmayan bir uygulama olarak gözükmektedir.

(c) 14 Ekim 1995 tarihindeki gözaltı

33. Başvuran savcıya ifade vermek üzere çağrılmıştır. Savcı başvuranı, pazartesi

gününe, 16 Ekim 1995, kadar görmek istememesine rağmen polis kendisini 14 Ekim

1995, Cumartesi günü sabah erken saatlerde Emniyet Müdürlüğü‟ne götürmüştür.

Başvuran üst düzey bir görevli öğleden sonra kendisini serbest bırakana kadar bir

divanda uyumuştur. Başvuran 16 Ekim 1995 günü sabah saat 9‟da annesiyle tekrar

Emniyet Müdürlüğüne gelmiştir. İkisi öğleden sonra savcı tarafından İnsan Hakları

Derneği‟nin bir yayını hakkında sorguya alınıncaya kadar bir odada kilitli

tutulmuşlardır.

(d) İç hukuk yollarıyla ilgili

34. 3 Mayıs 1995 günü Diyarbakır Cumhuriyet savcısı, başvurana işkence yapmakla

ve çenesini kırmakla suçlanan Mustafa Tarhan Şentürk ve Hasan Pişkin isimli

memurlar hakkında takipsizlik kararı vermiştir. Karar, sanıkların suçlamaları

reddetmesine ve serbest bırakıldığında başvuranda herhangi bir darp izi olmadığına

ilişkin doktor raporuna istinaden verilmiştir. Delil yetersizliğinden kovuşturmaya

gerek olmadığına karar verilmiştir.

35. Hükümet, konuyla ilgili ayrıca bilgi vermiştir. 25 Mayıs 1999 tarihli kararında

Diyarbakır Cumhuriyet savcısı başvuranın sorgulama esnasında işkence gördüğüne

ilişkin iddiaları hakkında yetkisizlik kararı vererek davayı Diyarbakır Bölge İdare

Mahkemesi‟ne göndermiştir.

II. SÖZLEŞME ORGANLARININ ÖNÜNDEKİ BELGELER

A. İç Hukukta Soruşturma Belgeleri

36. Başvuranın kocasının ölümüyle ilgili soruşturma dosyası Komisyon önüne

gelmiştir. Seyithan Araz hakkındaki kovuşturmayla ilgili belegeler de Mahkeme‟ye

sunulmuştur.

B. Susurluk Raporu

37. Başvuran, Komisyon‟a Başbakanın emri üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu

Başkan Yardımcısı Kutlu Savaş tarafından hazırlanan ve Susurluk Raporu olarak

bilinen raporun bir kopyası Komisyon‟a sunulmuştur. Başbakan Ocak 1998‟de, onbir

sayfası ve bazı ekleri hariç, raporu halka açıklamıştır.

38. Giriş bölümünde raporun yargısal bir kovuşturma olmadığı ve resmi bir

soruşturma raporu olarak görülemeyeceği belirtilmektedir. Rapor bilgilendirmek

amacıyla, Türkiye‟nin güneydoğusunda meydana gelen bazı olayları araştırmak ve

bölgedeki siyasilerin, hükümet kuruluşlarının ve bazı gizli grupların arasındaki

ilişkilerin varlığını doğrulamak için yazılmıştır.

Page 8: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

8

39. Raporda, verilen emirlerle işlenen cinayetler; ünlü veya Kürt yanlısı kişilerin

öldürülmesi; Devlet adına çalıştığı söylenen “itirafçılar”ın gizli faaliyetleri ve bölgede

terörizmin kökünü kazımak için yapılan mücadele ile özellikle uyuşturucu kaçakçılığı

alanında yeraltı ilişkileri arasında bir bağ olduğu şeklinde yorumlanıyor. Raporda,

Ahmet Demir veya “Yeşil” olarak da bilinen, güneydoğuda kanunsuz eylemlere

karışan ve MİT ile ilişkisi bulunan Mahmut Yıldırım‟a atıfta bulunulmaktadır.

“... Yeşil ve etrafında topladığı itirafçı grubu bölgede gasp, zorla el koyma, tecavüz,

evlere saldırı, hırsızlık, işkence ve adam kaçırma gibi suçların faili olduğu bilinmekle

beraber devlet yetkililerin bu şahısla işbirliği yapmasını açıklayabilmek çok daha

zordur. MİT gibi saygın bir kurum sade bir insanı kullanabilir... MİT‟in Yeşil‟i bir

çok kez kullanması gerektiği düşüncesi kabuledilemez... Antalya‟da Metin Güneş

adıyla, Ankara‟da Metin Atmaca adıyla eylemler yapan ve Ahmet Demir adını

kullanan Yeşil‟in varlığı ve eylemleri hem MİT hem polis tarafından bilinmekteydi....

Devlet‟in sessiz kalmasın nedeniyle bu alan hala çetelere açıktır. (sayfa 26).

... Yeşil ayrıca içlerinde jandarmayla birlikte çok sayıda korucu ve itirafçıların olduğu

JİTEM ile de işbirliğine girişmiştir. (sayfa 27).

...Diyarbakır Cinayet Masası‟na yaptığı itirafta, ... Sayın G.... Ahmet Demir‟in zaman

zaman Behçet Cantürk‟ü ve aynı şekilde öldürülen PKK ve mafya üyelerini

öldürmeyi planladığını söylediğini belirtmiştir. (sayfa 35) Musa Anter cinayeti de A.

Demir tarafından planlanmış ve işlenmiştir. (sayfa 37)

İlgili tüm Devlet organlarının bu eylem ve operasyonlardan haberi vardı. Sözkonusu

operasyonlarda öldürülen kişilerin özellikleri incelendiğinde, OHAL bölgesinde

öldürülen Kürt destekçiler ile öldürülmeyenler arasındaki fark öldürülmeyenlerin

ekonomik gücünden kaynaklanmaktadır. Bu etkenler, PKK yanlısı bir eylemci ve

uyuşturucu kaçakçısı olan Savaş Buldan‟ın öldürülmesinde de rol oynamıştır. Aynı

faktörler, Medet Serhat Yoş, Metin Can ve Vedat Aydın için de geçerli olmuştur. Ne

yapıldığına ilişkin tek görüş ayrılığımız, yargılama usulü ve sonuçları üzerinedir.

Musa Anter‟in öldürülmesi tüm bu olayları onaylayanlar arasında bile pişmanlık

yaratmıştır. Musa Anter‟in silahlı mücadeleye karışmadığı, meselenin felsefi yönüyle

ilgilendiği ve ölümünün hayattaki olmasından daha fazla etki yapdığı ve onu öldürme

kararı bir hata olduğu söylenmektedir. (Bu insanlarla ilgili Ek 9.‟da bilgi verilmiştir.)

Yukarıda isimleri verilenler dışında da gazeteciler öldürülmüştür. (sayfa 74)”

40. Rapor, güvenlik güçleri birimlerinin arasında koordinasyon ve iletişimin

geliştirmesini, yasadışı faaliyetlere katılan güvenlik görevlilerin belirlenip işlerine son

verilmesini, itirafçıların kullanımının sınırlandırılmasını, köy korucularının sayısının

azaltılmasını, Özel Harekat Dairesi‟nin güneydoğu bölgesi dışında kullanımının

durdurulup polisle işbirliğinin sağlanmasını, şüpheli çeşitli olaylar hakkında

soruşturmalar açılmasını, çetelerin ortadan kaldırılmasını ve uyuşturucu

kaçakçılığının önlenmesine yönelik adımlar atılmasını ve son olarak Meclis Susurluk

araştırmasının gerekli işlemlerin yapılması için ilgili mercilere yollanmasını öneriyor.

C. Meclis Araştırma Komisyon Raporu 1993 10/90 No. A.01.1.GEC

41. Başvuran, TBMM‟nin bir Araştırma Komisyonu‟nca hukuk dışı veya fail-i

meçhul cinayetler hakkında hazırlanmış 1993 tarihli bir raporu sunmuştur. Rapor,

dokuzu gazeteci, 908 çözümlenmemiş cinayetle ilgilidir. Güneydoğu bölgesinde

halkın kamu görevlilerine güvenmediğini ve Batman bölgesinde Hizbullah‟ın bir

kampı olduğunu ve burada güvenlik güçlerinin Hizbullah militanlarını siyasi ve askeri

yönden eğittiklerini ifade eden rapor, bölgede idari yönden bir sorumsuzluğun olduğu

ve kamu görevi yapan bazı grupların cinayetlere karışmış olabileceği sonucuna

varmaktadır.

III. İLGİLİ İÇ HUKUK VE UYGULAMASI

Page 9: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

9

42. Kanuna aykırı eylemlerden doğan sorumluluklara ilişkin usul ve hükümler

aşağıdaki gibidir.

A. Cezai Kovuşturma

43. Türk Ceza Kanununa göre, cinayetin her çeşidi (448‟den 455. maddeye kadar) ve

cinayete teşebbüs (61. ve 62. maddeler) suç teşkil etmektedir. Ceza Muhakemeleri

Usulü Kanununun (CMUK) 151, 152, 153. maddeleri, böyle suçlarda ve ihmallerde

yetkilileri soruşturma açmakla sorumlu kılmaktadır. İşlenen suçlar, savcılıklara

bildirileceği gibi aynı zamanda yetkililere, güvenlik güçlerine de bildirilebilir. Şikayet

yazılı veya sözlü yapılabilir.Suçlara dair ihbarlar, şifahi veya yazılı olarak Cumhuriyet

Savcılığına, zabıta makam ve memurlarına ve sulh hakimlerine yapılabilir (151.

madde). Bir ölümün tabii sebeplerden ileri gelmediği şüphesini verecek emareler olur

yahut meçhul bir şahsın ölüsü bulunursa zabıta ve belediye memurları veya köy

muhtarları durumu derhal Cumhuriyet Savcılığına veya yukarıda gösterilen

makamlara bildirmekle yükümlüdür (152. madde). TCK 235. maddesine göre,

memurlardan biri görevini yaptığı sırada görevine ilişkin olarak kamu adına

kovuşturmayı gerektiren bir suç işlendiğini öğrenip de ilgili daireye bildirmeyi ihmal

eder ya da geciktirirse hapis cezasına çarptırılır. Cumhuriyet Savcısı, ihbar veya

herhangi bir suretle bir suçun işlendiği zehabını verecek bir hale muttali olur olmaz

kamu davasını açmaya mahal olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin

hakikatini araştırmaya mecburdur (153. madde).

44. Suçun, terör suçları kapsamına girmesi halinde, Türkiye‟de görev yapan Devlet

Güvenlik Mahkemelerinin savcı ve hakimleri bu davaya bakarlar.

45. Zanlı eğer bir kamu görevlisi ise ve suçu görevini yaptığı sırada işlemişse, ön

soruşturma, savcının yetkisini kovuşturma safhasında sınırlayan 1914 tarihli

Memurun Muhakematı kanununa göre yürütülür. Böyle davalarda, zanlının durumuna

göre il veya ilçe idare kurulu, ön soruşturmayı yürütür ve zanlının yargılanıp

yargılanmayacağına karar verir. Ancak yargılanma kararı verilmesinden sonra savcı

davaya ilişkin soruşturmaya başlayabilir.

Kurulun kararına idare mahkemesinde itirazda bulunulabilir. Yargılanma kararı

çıkmazsa, dava kendiliğinden bu mahmemeye gider.

46. 10 Temmuz 1987 tarihli 285 sayılı kanun hükmünde karanamenin 4. maddesinin

1. paragrafı uyarınca, 1914 tarihli kanun (bkz. 45. paragraf) olağanüstü hal bölge

valisinin emrinde görev yapan güvenlik güçleri mensuplarını da kapsamaktadır.

47. Zanlı eğer bir silahlı kuvvetler mensubu ise, uygulanacak kanun suçun cinsine

göre belirlenmektedir. Böylece suç, eğer Askeri Ceza Kanununa (1632 sayılı Kanun)

göre bir "askeri suç" teşkil ediyorsa, cezai kovuşturma, askeri mahkemelerin kuruluş

ve işleyişini düzenleyen 353 sayılı kanuna göre yapılır. Eğer bir silahlı kuvvetler

mensubu adi bir suçtan yargılanacaksa, TCK hükümleri uyarınca yargılanır. (bkz.

Anayasanın 145. maddesi ve 353 sayılı kanunun 9-14 kısımları)

Askeri Ceza Kanunu, silahlı kuvvetler mensubunun emre itaat etmeyerek, bir kişinin

hayatını tehlikeye atmasını, askeri bir suç sayar. (89. madde) Böyle davalarda sivil

şikayetçiler şikayetlerini, CMUK‟ta belirtilen ilgili makamlara ya da suçlunun amirine

sunarlar.

B. Suçlardan doğan idari sorumluluk

48. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü kanunun 13. maddesi uyarınca, idari

eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri

yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yılda ve

herhalde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının

Page 10: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

10

yerine getirilmesini istemeleri gerekmektedir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen

reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek

hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten, dava

süresi içinde dava açılabilir.

49. Anayasanın 125. maddesinin 1 ve 7. fıkrasına göre :

"İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır....

İdare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür."

Devlet, eğer kamu düzenini ve güvenliğini sağlayamamışsa, vatandaşların can ve

mallarını koruyamamışsa, yetkililerin işkenceye yönelik hareketleri olsun ya da

olmasın, kanun, Devletin sorumluluğunu kesin bir dille belirtmektedir. Bu kanunlar

çerçevesinde, meçhul şahısların vatandaşa verdiği zararı Devlet tazmin etmekle

yükümlüdür.

50. 16 Aralık 1990 tarihli 430 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 8. maddesi de

yukarıda bahsedilen kanundan esinlenmiştir. Bu kararname şöyledir:

"Bu Kanun Hükmünde Kararname ile İçişleri Bakanına, Olağanüstü Hal Bölge

Valisine ve olağanüstü hal bölgesi dahilindeki il valilerine tanınan yetkilerin

kullanılması ile her türlü karar ve tasarruflarından dolayı bunlar hakkında cezai, mali

veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla bir yargı merciine

başvurulamaz. Kişilerin sebepsiz uğradıkları zararlardan dolayı Devletten tazminat

talep etme hakları saklıdır."

51. Borçlar Kanununa göre, yasadışı bir eylem veya cürüm nedeniyle zarar gören bir

kimse, bu zararın tazmini amacıyla maddi (41-46 maddeler) ve manevi (47. madde)

tazminat talebi için gerekli girişimlerde bulunabilir. Ceza mahkemesi kararı, kusurun

takdiri ve zararın miktarının tayini konusunda dahi hukuk hakimini bağlamaz. (53.

madde)

Bununla beraber, Devlet memurlarıyla ilgili 657 sayılı kanunun 13. bölümüne göre,

kişiler, kamu hukuku tarafından düzenleneneylemlerden kaynaklanan zararlardan

dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava

açarlar. (bkz. Anayasanın 129 § 5 maddesi ve Borçlar Kanununun 55 ve 100.

maddeleri). Ancak, bu kesin bir kural değildir. Bir eylem, yasadışı veya bir cürum

niteliğinde ise yani artık "idari bir eylem" değilse, mağdur olan kişinin, memurun

işvereni olması nedeniyle ortak sorumlu sayılan kurum aleyhine dava açma hakkına

dokunulmaksızın, verdiği zarardan dolayı, ilgili memur aleyhine dava açma hakkı

vardır. (50. madde)

IV. İLGİLİ ULUSLARARASI RAPORLAR

A. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesinin yaptığı incelemeler (CPT)

52. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT), Türkiye'ye yedi ziyaret

gerçekleştirmiştir. 1990 ve 1991 tarihindeki ziyaretler özel amaçlı ziyaretlerdir. Bu

ziyaretlerin yapılması bir bakıma zorunlu olmuştur, çünkü gözaltındaki insanlara

işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin CPT'ye birçok iddia ve çeşitli

kaynaklardan raporlar ulaşmıştır. 1992 yılının sonunda üçüncü periyodik ziyaret

gerçekleşmiştir. Sonraki ziyaretler, Ekim 1994, Ağustos ve Eylül 1996 ve Ekim

1997‟de gerçekleştirilmiştir. CPT‟nin raporları kamuoyuna açıklanmamıştır. Çünkü

açıklanması sözkonusu Devletin iznine bağlıdır ve Türkiye bu izni vermemiştir. CPT,

Türkiye‟ye yaptığı ziyaretlerle ilgili olarak iki kez kamuoyuna açıklamada

bulunmuştur.

1. İlk Basın Açıklaması

Page 11: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

11

53. 15 Aralık 1992 tarihinde yaptığı açıklamada CPT, işkence ve diğer kötü muamele

çeşitlerinin polis gözaltısının temel özellikleri olduğunu bildirmiştir. 1990 yılındaki

ilk ziyaretinde, aşağıdaki kötü muamele çeşitlerinin sürekli olarak uygulandığı rapor

edilmiştir. Bunlar, filistin askısı, elektrik şoku, falaka, tazyikli soğuk su sıkılması, ve

havasız, karanlık, dar hücrelerde hapsetmek gibi kötü muamele örnekleridir.

Müfettişler özellikle, Diyarbakır Terörle Mücadele Dairesi‟ndeki polislerin fiziksel

veya psikolojik işkenceye ve çok çeşitli kötü muamele tekniklerine başvurduğunu

ortaya çıkarmıştır.

1991 yılında ikinci ziyaretinde CPT, işkence ve kötü muameleyi önlemek ve bertaraf

etmek adına hiçbir ilerleme sağlanmadığını gözlemlemiştir. Birçok insan cop veya

sopalarla dövüldüklerini ve vücutlarında ciddi yaralanmalar meydana geldiğini ileri

sürmüştür ve iddialarına kanıt olarak muayenede yara bere izlerini göstermiştir.

Diyarbakır Terörle Mücadele Dairesi‟nde işkence ve diğer kötü muameleler

azalmadan devam etmiştir. 22 Kasım – 3 Aralık 1992 tarihleri arasında yaptığı

ziyarette CPT delegeleri, çok fazla sayıda işkence ve kötü muamele iddiasıyla

karşılaşmıştır. Birçok insanın doktor muayenesi de bu iddiaları desteklemiştir. Bu

gelişinde CPT, Adana Cezaevi‟ni ziyaret etmiştir. Burada, bir mahkum, falakaya

maruz kaldığına ve copla dövüldüğüne delil olarak ayaklarının altındaki morlukları ve

tavanda asılı duran ipleri göstermiştir. Ankara ve Diyarbakır polis merkezlerinde

işkence aletleri bulunmuştur ve doğal olarak bunun da herhangi bir inandırıcı

açıklaması yapılamamıştır. CPT raporu, "işkence ve kötü muamele Türkiye'de hala

yaygın olarak uygulanmaktadır" ifadesiyle son bulmaktadır.

2. İkinci basın açıklaması

54. 6 Aralık 1996 tarihinde yayınlanan ikinci basın açıklamasında CPT, dört yıl

aradan sonra bir kısım ilerleme sağlandığını kaydetmiştir. Bununla birlikte, 1994

yılındaki ziyaretinden sonraki bulguları, işkence ve diğer kötü muamele usullerinin

hala polis gözaltısının en belirgin özellikleri olduğunu gözler önüne sermiştir.

1996'daki ziyaretleri esnasında, CPT delegeleri, polisin işkence ve diğer kötü

muamele yöntemleri uyguladığına ilişkin belirgin deliller bulmuştur. CPT, Eylül

1996'da Adana, Bursa, İstanbul'daki polis merkezlerine yaptığı ziyaretlere ve

gözaltından yeni çıkmış üç kişiyle Adana ve İstanbul'da yaptığı görüşmelere atıfta

bulunmaktadır. Delegasyonun adli tabiplerinin birçok kişiyi muayene etmesi

neticesinde, bu kişilerin iddialarını destekler nitelikte darp ve yara izlerine

rastlanmıştır. Özellikle, falaka izleri ve buna benzer olarak el ve kollarda morarmalar

tespit edilmiştir. İstanbul Eminiyet Müdürlüğü'nde gözaltında tutulup yakın bir

zamanda salıverilen yedi kişinin durumu tüm bunların arasında en çarpıcı olanıdır.

CPT bu kişilerin kollarından asıldığı için kollarını hissetme ve hareket kabiliyetlerini

büyük ölçüde yitirdiklerini, hatta iki kişinin kolunu hiçbir şekilde kullanamadığını

belirlemiştir. Sonuç olarak CPT, Türkiye'deki polis merkezlerinde işkence ve kötü

muamele yöntemelerine sıkça başvurulduğunu belirlemiştir.

55. CPT, doktorların engelleyici rollerine ağırlık vermiştir:

"Devlet tarafından atanan doktorların adli tıp görevlerini yürütmelerine özellikle

dikkat çekmek gerekir. Gözaltında bulunan insanların polis gözetimi sonunda rutin

olarak bir adli tıp doktoru tarafından muayene edilmesi, kötü muameleye karşı önemli

bir önlemdir. Bununla beraber, bazı koşulların yerine getirilmesi: doktorun resmi ve

fiili olarak bağımsız olması gerekir; bu konuda özel bir eğitim alması gerekir. Bu

koşular kaşılanmazsa -ki genelde bu böyledir- şu andaki sistemin işkence ve kötü

muameleyle mücadelede olumsuz bir etkisi olabilir.

Bu konuda Sağlık Bakanlığı'nın yayınladığı genelgeler vardır; özellikle, 22 Aralık

1993 tarihli Sağlık Bakanlığı genelgesi – daha sonra 16 Şubat 1995 tarihinde İçişleri

Bakanlığı tarafından da desteklenmiştir – gözaltından sonraki adli tıp raporlarının

Page 12: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

12

içeriğini düzenlemiştir. Buna karşın, CPT, son üç yıldır incelediği raporlarda bu

genelgenin gereklerine uyulmadığını gözlemlemiştir.

Yukarıda bahsedilen genelgelerin uygulanması için gerekli tüm önlemler alınmalıdır

ve doktorlar adli tıp görevlerini yürütürken müdahaleden bağımsız olmalı ve gerekli

eğitimi almaları için de yeterli kaynak sağlanmalıdır.

56. CPT, savcıların kendilerine gelen işkence ve kötü muamele iddialarına bir an önce

yanıt verip harekete geçmeleri ve azami gözaltı süresinin kısaltılması gerektiğini

beyan etmiştir.

3. 5 – 17 Ekim 1997 tarihleri arasındaki ziyaretlerine ilişkin CPT raporu

57. Bu raporunda CPT, gözaltındaki insanların bir doktor tarafından muayene

edilmesinin kötü muameleye karşı önemli bir koruma sağladığına dikkat çekmekte, bu

iş için görevlendirilen doktorun resmi ve fiili olarak bağımsız çalışması, yetkilerinin

geniş olması ve gerekli eğitimi almasının önemini vurgulayarak bu konudaki

endişelerini dile getirmiştir. Birçok adli tıp servisinde adli tıp muayene standartlarının

belirtildiği 25 Şubat 1995 tarihli Sağlık Bakanlığı genelgesine uyulmamıştır.

Doktorlar, gözaltındaki kişinin iddialarını dikkate almadan bulgularını küçük kağıtlara

yazarak bu konuda bir ihmal sergilemişlerdir. CPT, düzenlenen raporların, tarafsız ve

kapsamlı bir muayenenin sonuçlarını, gözaltındaki kişilerin şikayetlerini ve bu

şikayetlerle bulgular arasındaki tutarlılığın değerlendirmesini içermesi gerektiğine

dikkat çekmektedir.

58. CPT, genel adli tıp standartlarının gözaltına alınan kişilerin toplu muayene

edilmesine bir son vereceğine dair umudunu ifade etmiştir. Muayene işleminin,

gözaltına alan polis memurlarının gözetiminde yürütüldüğüne ve doktorun, raporun

bir kopyasını gözaltındaki kişiyle birlikte polise verdiğine işaret etmektedir. Sadece

doktorun istediği durumlar hariç, muayenenin herzaman polislerin duyamayacağı ve

göremeyeceği şekilde yapılması gerektiğine işaret edilmektedir. CPT, adli tıp

raporlarının güvenceye alınması yönünde savcıya ve ilgili polis merkezine mühürlü

bir zarfta gönderilmesini ise memnuniyetle karşılamaktadır.

HUKUK

I. Disiplin kovuşturmasıyla ilgili olarak

A. Hükümetin ön itirazı

59. Hükümet, başvuranın basında çıkan bir ifadesinden dolayı disiplin cezası almasına

yaptığı itirazla ilgili idari işlemler sonuçlanmadığından Sözleşme‟nin 35§1

maddesinin gerektirdiği gibi iç hukuk yollarını tüketmediğini iddia etmektedir. Bu

şikayeti, iç hukuk yolları tükenmeden incelediği için Komisyonu eleştirmektedir.

60. Başvuran, Hükümetin bu noktayı Komisyon huzurunda dile getirmediğine işaret

etmektedir. Başvuran her halükârda kendisinin bir kez Danıştay‟a itirazda

bulunduğunu ve iki kez itirazda bulunma zorunluluğunu sıradan bir iç hukuk yolu

işlemi olarak görmediğine işaret etmektedir.

61. Mahkeme, Komisyon‟un Hükümetin talebine binaen süre uzatımına gitmesine

rağmen Hükümetin kendisine yapılan başvuruya cevap vermemesi üzerine başvuranın

başvurunun bu kısmını 11 Ekim 1994 tarihinde kabuledilebilir bulduğunu göz

Page 13: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

13

önünde bulundurmaktadır. Mahkeme, kendi içtihadı uyarınca Hükümet‟in bu noktada

kabuledilebilirliğe ilişkin itirazda bulunmasını dikkate almamıştır (bkz. Raporlar

1997-VI, s.1885, §58, 28 Temmuz 1997 tarihli Aydın-Türkiye kararı).

B. Sözleşme’nin 10. maddesi

62. Başvuran kendisinin basında çıkan bir ifadeden dolayı disiplin cezası almasının

10. maddeyle garanti altına alınan ifade özgürlüğü hakkının ihlali anlamına

geldiğinden şikayet etmiştir. 10. maddenin sağladıkları:

“1. Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüne sahiptir. Bu hak, kanaat

özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın

haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo,

televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.

2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir

toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin toprak bütünlüğünün

veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin

önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, veya

yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim

koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”

63. Başvuran, İdare Mahkemesi‟nin cezasını 17 Şubat 1999 tarihinde iptal etmesine

rağmen bu hükmün ihlalinin bir kurbanı olduğunu iddia edebilmektedir. İşlemlerin

neredeyse altı yıl sürdüğünü ve bu geçen zamanda hem yaptırımların sonucunun hem

mükerrer itirazların getirdiği yükün kendisini yıprattığına işaret etmiştir. Bu

zorlukların kendisini erken emekli olmaya yönlendirdiğini ve çektiği güçlükleri

artırdığını örneğin, pasaport almasını zorlaştırdığını ifade etmiştir. Ona göre,

Danıştay‟a İdare Mahkemesi‟nin kararı için iptal başvurusunu iki defa yapması

zorunluluğu tashih için normal veya etkili bir yol değildir. Başvurana göre kendisi,

avasına yaklaşımları tamamen değişen mahkemelere güvenemezdi ya da kararları

tahmin edemezdi.

64. Hükümet, başvuranın artık herhangi bir hakkına müdahale edildiğini iddia

edemeyeceğini öne sürmüştür. Başvuran kendisine sağlanan iç hukuk yollarını

kullanmıştır ve disiplin cezası iptal edilmiştir. İfade özgürlüğü doğrulanmış geriye

herhangi bir mesele kalmamıştır.

65. Mahkeme, kendisinin insan haklarını koruma ve kollamada öncelikle ulusal

sistemlere denetimsel ve yardımcı bir organ olduğunu tekrar eder. İç hukuk yollarının

tüketilmesi kuralı ve garanti altına alınan hak ve özgürlüklerin ihlallerine dair 13.

madde ile belirtilen Devletlerin etkili iç hukuk yolları sağlaması kuralı, Sözleşme ile

korunan haklara müdahaleleri araştırmanın ve tazmin etmenin Âkit Devletlerin ilk ve

öncelikli rolü olduğu ilkesini yansıtır. (bkz. Raporlar 1996-IV, §65 , 16 Eylül 1996

tarihli Akdıvar ve diğerleri – Türkiye kararı).

66. Bu davada başvuran kendisine verilen öğretmen olarak bir yıllık terfi

durdurulması cezasına karşı mevcut tashih yollarından yararlanmıştır. Mahkeme,

İdare Mahkemesi‟nin kararını tashih için Danıştay‟a yapılan iki itirazın, Türk sistemi

bağlamında, olağanüstü bir işlem olarak kabul etmemiştir. Mahkeme, işlemlerin

süresinin uzunluğunun – 14 Mayıs 1993 tarihinden 17 Şubat 1999 tarihine kadar –

sağlanan iç hukuk yolunun artık etkili olmadığını ortaya çıkaran bir faktör olarak

görülebileceğini ve başvuranın kendisinin hatalı bir biçimde uygulanan önlemin bir

kurbanı olmasını iddia edebileceğini düşünmektedir.

67. Mahkeme, beş yıl dokuz ayın oldukça uzun bir süre olduğunu kabul etmekle

birlikte sürenin uzunluğunun tashihi sağlamada iç hukuk yollarından mahrum

bırakmadığı kanısındadır. İdare Mahkemesi disiplin cezasını, geriye dönük olarak

Page 14: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

14

durdurarak ve başvuranın ifade özgürlüğünü doğrulayarak iptal etmiştir. Başvurana

tazminat verilmemekle beraber kendisi de karar sonucunda uğradığı maddi kayba

dair herhangi bir şey belirtmemiştir. Öğretmenlikten ayrılma kararında ve otoritelerle

yaşadığı sıkıntılarda bu müeyyidenin oynadığı role başvuranın yaptığı atıf, disiplin

cezası ile tashih hakkı sağlanmaması arasında bir neden-sonuç ilişkisinin kurulmasına

yeterli değildir.

68. Mahkeme, başvuranın bu şartlar altında Sözleşmenin 10. maddesi uyarınca ifade

özgürlüğüne müdahale edilmiş bir kurban olduğu iddiasını öne süremeyeceği

sonucuna varmıştır. Bundan dolayı, bu hükmün ihlali sözkonusu değildir.

II. Başvuranın kocasının ÖLDÜRÜLMESİYLE ilgili

A. Hükümetin Ön İtirazı

69. Hükümet, başvuranın, kocası Zübeyir Akkoç‟un öldürülmesiyle ilgili olarak

suçlanmış olan Seyithan Araz‟a karşı sivil bir taraf olarak herhangi bir cezai işleme

katılmamış olmasından dolayı Sözleşmenin 35§1 maddesi uyarınca iç hukuk yollarını

tüketmediğini ileri sürmüştür. Başvuran ayrıca zarara uğradığına ilişkin idari

kovuşturma açılması için bir iddiada bulunmamıştır.

70. Başvuran, davasındaki koşullar için etkili iç hukuk yollarının mevcut olmadığını

iddia etmiştir.

71. Mahkeme, bu itirazlarla ilgili olarak Komisyonun daha önce vermiş olduğu 11

Ekim 1994 tarihli kabuledilebilirlik kararına Hükümetin herhangi bir itirazda

bulunmadığını hatırlatır. Yukarıda (bkz. 61. paragraf) belirtildiği üzere, Hükümet, bu

gerekçeleri öne süremez.

B. Sözleşme’nin 2. maddesi

72. Başvuran, fail-i meçhul cinayete kurban giden kocası Zübeyir Akkoç‟un hayatını

korumada Devletin üstüne düşen yükümlülükleri yerine getirmede ve ölümü hakkında

etkili bir soruşturma yürütmede başarısız olduğunu öne sürmektedir. Başvuranın ihlal

edildiğini öne sürdüğü 2. madde aşağıdaki gibidir:

“1. Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile

cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine

getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez.

2. Öldürme, aşağıdaki durumlardan birinde kuvvete başvurmanın kesin zorunluluk

haline gelmesi sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlali suretiyle yapılmış

sayılmaz:

(a) Bir kimsenin yaşadığı şiddete karşı korunması için;

(b) Usulüne uygun olarak yakalamak için veya usulüne uygun olarak tutuklu bulunan

bir kişinin kaçmasını önlemek için;

(c) Ayaklanma veya isyanın, yasaya uygun olarak bastırılması için.”

1. Koruyucu önlemlerin alınmadığına dair iddia

a) Tarafların İddiaları

73. Başvuran kocasının, kendisiyle olan bağı ve kocasıyla kendisinin Eğit-Sen ile

ilgileri olduğundan ve bir ölçüde Türkiye‟nin güneydoğusundaki Kürt öğretmenlere

yönelik Devletin resmi baskı politikasından dolayı, güvenlik güçleri adına hareket

eden kişiler tarafından öldürüldüğünü iddia etmiştir. Mahkeme, cinayeti işleyenin

güvenlik güçleri ya da ajanları adına veya onların bilgisi dahilinde hareket ettiğine

dair Komisyon‟un şüphe duyulması gerektiğine ilişkin düşüncesini kabul etmenin

yanısıra, bu davanın koşulları altında 2. maddenin gerektirdiği şekilde kocasının

hayatının otoritelerce korunamadığına ilişkin sonuca da katılmaktadır.

Page 15: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

15

74. Başvuran, Komisyonun Mahkeme tarafından önceki iki dava ile de desteklenen

kararına (28 Mart 2000 tarihli Kılıç-Türkiye ve Mahmut Kaya kararları Raporlar

2000) atıfta bulunmakta ve 1993‟te Türkiye‟nin güneydoğusundaki yasal organların

kontrolü altında veya izni dahilinde bulunan güvenlik güçlerinin çoğu zaman

sorumsuz davrandığını belirtmektedir. Başvuran kocasının Kürt olması ve kendisiyle

beraber yetkililer tarafından kanunsuz görülen sendika faaliyetlerde bulunması

nedeniyle risk altında olduğunu ifade etmektedir. İkisi de telefonda ölüm tehditleri

almış ve bu durumu yetkililere şikayet etmelerine rağmen hiçbir şey yapılmamıştır.

Başvurana göre yetkililere muhalefet edenlerin, Kamu görevlileri veya onların adına

ya da rızası dahilinde hareket eden kişilerce hedef gösterilmesinden kaynaklanan bir

risk sözkonusudur. Bu güçlü şüphe dikkate alındığında, başvuranın kocasını

korumada yetkililerin bir ihmali vardır.

75. Hükümet, bahsedilen zamanda bölgedeki çatışmaların şiddetinden dolayı herkesin

kanunsuz şiddetin riski altında olduğuna işaret etmiştir. Bölgede görev yapan

güvenlik güçleri toplumun genelini korumaya yönelik faaliyette bulunduğundan her

cinayeti engellemeleri beklenemez. Bölgede 116‟sı öğretmen olmak üzere 30.000

insan yaşamını yitirmiştir. Hükümet, okulların ve öğretmenlerin PKK‟nın özellikle

hedefi olduğunu iddia etmiştir. Başvuran da bir terör mağduru olarak görülmüş ve

terörle mücadele ile ilgili kanunların kapsamında kendisine dul ve yetim aylığı

bağlanmıştır.

76. Hükümet bu nedenlerden dolayı, başvuranın kocasını korumada gerekli önlemleri

almadığına dair iddiayı reddetmiştir. Örneğin, telefondaki ölüm tehditlerinin ciddiyeti

konusunda hiçbir kanıt yoktur. Hükümet ayrıca, Komisyon‟un 28 Şubat 1994

tarihinde başvuranın yaşamına yapılan tehditlere karşı özel koruma isteğini 2.

maddeye göre reddettiği kabuledilebirlik kararına işaret etmektedir.

b) Mahkeme’nin değerlendirmesi

77. Mahkeme, Sözleşme‟nin 2§1 maddesinin ilk cümlesini hatırlatır. Bu madde,

Devleti kasti ve kanunsuz olarak yaşama son vermekten alıkoyduğu gibi aynı

zamanda yetkisi dahilinde bulunanların yaşamlarını korumak için gerekli önlemleri de

alma zorunluluğu getirir. (bkz. 9 Haziran 1998 tarihli L.C.B.- İngiltere kararı,

Raporlar 1998-III, s.1403, § 36) Bu, Devlete yaşama hakkının güvence altına

alınması için öncelikli bazı görevler verir; Devlet, kanun gücü ile korunan kişiye

karşı suç işlenmesini caydırmak için ceza kanunu hükümleri koyar. Bu hükümlerin

ihlaline karşı gerekli önlem ve cezaları uygular. Bu aynı zamanda bazı durumlarda,

yetkililere bireyi ya da bireyleri bir diğer bireyin suç içeren fiilerinden korumak için

önleyici tedbirler almayı gerektiren müspet bir sorumluluk getirir. (bkz. 28 Ekim 1998

tarihli Osman-İngiltere kararı, Raporlar 1998-VIII, s.3159, § 115)

78. Modern toplumları denetlemenin zorlukları, insan davranışlarının tahmin

edilebilmezliği, kaynak ve önceliklere göre yapılması istenen seçimler ve müspet

sorumluluk kapsamı, otoritelere imkansız veya orantısız sorumluluklar yüklemeyecek

şekilde yorumlanmalıdır. Dolayısıyla, her iddia edilen ölüm tehdidinin önlenmesi için

otoriteler, Sözleşmenin bir şartı olarak önlemler almak zorunda değildir. Müspet bir

sorumluluğun ortaya çıkması için, ferdin veya fertlerin yaşamlarını üçüncü bir tarafın

tehdit ettiğini otoritelerin bilmesi ve sözkonusu tehdidi ortadan kaldırabilecek

önlemler almayı ihmal etmiş olması gerekirdi (bkz. yukarıda bahsedilen Osman

kararı, § 116)

79. Bu davada, Devlet görevlilerinin ya da onların adına hareket eden kişilerin

Zübeyir Akkoç‟un öldürülmesi olayına karıştığı kesin olarak tesbit edilememiştir.

Page 16: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

16

(bkz. Komisyonun raporunda 248-259 uncu paragraflar). Sorulması gereken soru,

Zübeyir Akkoç‟un yaşamına yönelik bilinen bir tehdide karşı otoritelerin onu

korumada müspet sorumluluğu yerine getirip getirmediğidir.

80. Mahkeme, başvuranın öğretmen olan Kürt asıllı kocasının yetkililer tarafından

kanunsuz olarak görülen Eğit-Sen sendikasına başvuranla beraber katıldığına işaret

etmektedir. Başvuranın kocası, polis tarafından birkaç kez gözaltına alınmıştır.

Başvuran ve kocası 1992 Ekim tarihindeki polis memurlarının kendilerine kötü

davranıp, saldırdığı ve 11 kişinin gözaltına alındığı bir gösteriyi müteakiben, ölüm

tehditleri içeren telefonlar gelmiştir. Bu tehditler savcılığa dilekçelerle bildirilmiştir.

81. Hükümet, Zübeyir Akkoç‟un güneydoğu bölgesinde görev yapan herhangi başka

bir öğretmenden daha fazla risk altında olmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme, o

bölgedeki kurbanların dehşet verici sayısına dikkati çekmektedir. Bununla birlikte,

1993 tarihinde PKK‟ya destek veren kişileri hedef gösteren kontr-gerilla unsurlarının

varlığı konusunda söylentiler olduğu yolunda iddialar olduğunu hatırlatmaktadır.

Kuşkusuz, güneydoğu bölgesinde “fail-i meçhul cinayetler” olarak bilinen çok sayıda

cinayet işlenmiştir. Bu cinayetlerde ölenlerden bazıları, Musa Anter gibi, Kürt önde

gelenleridir, diğer öldürülenler ise yetkililerin bölgedeki politikasına karşı olduğundan

şüphelenilen kişilerdir. (bkz. 39 ve 40. paragraflar ve 2 Eylül 1998 tarihli Yasa-

Türkiye kararı, Raporlar 1998-VI, s.2440, § 106). Mahkeme, Kürt bir öğretmen

olarak Zübeyir Akkoç‟un, yetkililerin güneydoğu bölgesindeki politikalarına muhalif

olmasının ve kanunsuz olarak kabul ettikleri eylemlerde bulunmasının adıgeçenin

bahsi geçen zamanda kanunsuz bir saldırıya uğraması tehlikesini özellikle

doğuracağına inanmaktadır. Ayrıca, bu tehlike, bu şartlarda gerçek ve yakın olarak

görülebilir.

82. Mahkeme, ayrıca yetkililerin bu tehlikeden haberdar olarak kabul edilmesi

gerektiğine de inanmaktadır. Hükümetin telefon tehditlerinin ciddiyetini

sorgulamasına rağmen, Mahkeme, savcının başvuran ve kocası tarafından verilen

dilekçeler hakkında bir işlem yapılmamasını oldukça önemli bulmaktadır.

83. Bunun yanısıra, yetkililer, güvenlik güçlerinin bilgisi dahilinde veya onlarla

birlikte hareket eden kişilerin eylemlerinden kaynaklanan tehlikeden haberdardır ya

da haberdar olması gerekmekteydi. Meclis Araştırma Komisyonu‟nun 1993 tarihli

raporu (bkz. 41.parağraf ) Hizbullah eğitim kampının güvenlik güçlerinden yardım ve

eğitim aldığını ve güneydoğu bölgesinde meydana gelen 908 fail-i meçhul cinayete

bazı görevlilerin de karışmış olabileceğini ifade etmektedir. Ocak 1998 tarihinde

yayınlanan Susurluk raporu, PKK destekçisi olduğu iddia edilen kişileri elimine

etmek için, Musa Anter ve avukat Metin Can dahil olmak üzere, işlenen cinayetlerden

bölgedeki yetkililerin bilgisi olduğunu Başbakanlık‟a bildirmiştir. Daha önceki

davalarda Hükümet, bu raporun yargısal veya kanıtsal bir değeri olmadığında ısrar

etmiştir. Bununla beraber Hükümet de bu raporu “gerekli önlemleri almada Başbakanı

bilgilendirdiği” şeklinde tasvir etmiştir. Bu yüzden, bu belge önemli bir belge olarak

görülmelidir.(bkz. yukarıda bahsedilen Kılıç ve Mahmut Kaya kararları, sırasıyla § 68

ve § 91).

84. Mahkeme, raporun Devlet görevlerinin bazı cinayetlere karıştığını kanıtladığını

kabul etmemektedir. Bununla birlikte rapor, itirafçılar veya teröristleri de içeren

“kontr-gerilla” gruplarının güvenlik güçlerinin de muhtemel yardımı ve rızasıyla

Devletin çıkarlarına aykırı hareket eden bireyleri hedef aldığına dair başka güçlü

kanıtlar sunmaktadır.

85. Mahkeme, Zübeyir Akkoç‟a yönelik tehdidin savuşturulmasında yetkililerin

ellerinden geleni yapıp yapmadıklarını değerlendirmiştir.

Page 17: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

17

86. Mahkeme, Hükümetin öne sürdüğü gibi güneydoğu bölgesinde kamu düzenini

sağlamak amacıyla çok sayıda güvenlik gücü olduğunu hatırlatmaktadır. Buradaki

güvenlik güçleri, PKK ve diğer grupların silahlı ve şiddetli saldırılarıyla mücadele

etme gibi zor bir görevle karşılaşmıştır. Yaşamı korumak amacıyla bir kanun

çerçevesi vardır. Türk Ceza Kanunu, cinayeti yasaklamıştır ve savcıların yargısal

denetimi altında suçu araştıran ve önleyen polis ve jandarma kuvvetleri vardır.

Suçluları ceza kanunlarını uygulayarak yargılayan mahkum eden ve cezalandıran

mahkemeler de vardır.

87. Mahkeme, o zamanlarda güneydoğuda güvenlik güçlerinin katılımıyla

gerçekleştirilen kanunsuz eylemlere uygulanmasının ceza kanunlarının da bölgenin

özel durumunu ortaya koyduğunu gözlemlemektedir.

88. İlk olarak, Kamu görevlileri tarafından işlendiği iddia edilen suçlar sözkonusu

olduğunda, savcıların yetkisi, lüzum-u muhakeme kararı vermeye yetkili olan idare

kurullarına geçer (bkz.45. paragraf). Bu kurullar, kendisi güvenlik güçlerinden

sorumlu olan Valinin emri altındaki sivil memurlardan oluşmaktadır. Başlatılan

soruşturmalar genellikle olayla ilgili birimlere hiyerarşik olarak bağlı jandarma

tarafından yürütülmektedir. Mahkeme, buna bağlı olarak, iki davada güvenlik

güçlerini de kapsayan ölümleri soruşturmada idare kurullarının soruşturma için

bağımsız veya etkili bir prosedür sağlamadığı sonucuna varmıştır. (27 Temmuz 1998

tarihli Güleç-Türkiye kararı, Raporlar 1998-IV, s.1731-33, §§ 77-82 ve 20 Mayıs

1999 tarihli, Raporlar „da yayınlanacak 1999-, §§ 85-93)

89. İkinci olarak, sözkonusu döenmde sözkonusu bölgeden kaynaklanan davaları

inceleyen Sözleşme organları yetkililerin güvenlik kuvvetlerinin eylemleri ile ilgili

olarak Sözleşme‟nin 2. ve 13. maddeleri bağlamaında etkili bir soruşturma yapmayı

ihmal ettiklerini ortaya çıkarmıştır.(bkz. ilgili 2. madde, 19 Şubat 1998 tarihli Kaya-

Türkiye kararı, Raporlar 1998-I, §§ 86-92, 28 Temmuz 1998 tarihli Ergi-Türkiye

kararı, Raporlar 1998-IV, §§ 82-85, 2 Eylül 1998 tarihli Yaşa-Türkiye kararı,

Raporlar 1998-VI, §§ 98-108), 8 Temmuz 1999 § 87 ve 8 Temmuz 1999 tarihli

Tanrıkulu-Türkiye kararı, §§ 101-111, yukarıda bahsedilen Mahmut Kaya-Türkiye

kararı, §§102-109; yukarıda bahsedilen Kılıç-Türkiye kararı, §§ 78-83, 9 Mayıs 2000

tarihli Ertak-Türkiye kararı , Raporlar 2000‟de yazılmak üzere, §§134-135, 13

Haziran 2000 tarihli Timurtaş-Türkiye kararı, §§ 87-90); Sözleşmenin 13. maddesiyle

ilgili olarak, daha önceden bahsedilen kararlara ve 18 Aralık 1996 tarihli Aksoy-

Türkiye kararı, Raporlar 1996-VI, s.2286-7, §§ 95-100, 25 Eylül 1997 tarihli Aydın-

Türkiye kararı, Raporlar 1998-VI, s.1895-8, §§ 103-109, 28 Kasım 1997 tarihli

Menteş ve diğerleri-Türkiye kararı, Raporlar 1997-VIII, s.2715-6, §§ 89-92, 24 Nisan

1998 tarihli Selçuk ve Asker-Türkiye kararı, Raporlar 1998-II, s.912-4, §§ 93-98, 25

Mayıs 1998 tarihli Kurt-Türkiye kararı, Raporlar 1998-III, s.1188-90, §§ 135-142 ve

9 Haziran 1998 tarihli Tekin-Türkiye kararı, Raporlar 1998-IV, s.1519-1520, §§ 62-

69).

Bu davalarda ortaya çıkan ortak bulgu, Cumhuriyet Savcısı‟nın, güvenlik güçlerinin

kanunsuz işlere karıştığı yolundaki şikayetlerle ilgili hiçbir işlem yapmaması, örneğin,

bu eylemlere karışan güvenlik güçlerinin ifadelerinin alınmaması, güvenlik güçlerinin

olaylarla ilgili sundukları raporları doğru ve yeterli olarak kabul edip tüm olayları,

çok az bir delile dayandırarak veya hiçbir delile dayandırmadan PKK‟ya atfetmesidir.

90. Üçüncü olarak, PKK‟ya atfedilen olaylardaki sorumluluk, soruşturma ve yargısal

prosedürün yürütülmesinin Devlet Güvenlik Mahkemesi‟ne verilmesi de ayrı bir

öneme sahiptir. (bkz. 44.paragraf) Bir dizi davada, Mahkeme, Devlet Güvenlik

Mahkemeleri‟nde askeri hakim bulunmasının Sözleşmenin 6. maddesinde belirtilen

Page 18: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

18

mahkemelerin bağımsız olması ilkesine aykırı olduğu sonucuna varmıştır. DGM‟lerde

askeri hakim bulunması, davanın doğasıyla ilgisi olmayan mütalaalardan mahkemenin

fazlasıyla etkileneceği korkusuna neden olmaktadır. (bkz. 9 Haziran 1998 tarihli

Incal-Türkiye kararı, Raporlar 1998-IV, s.1571-3, §§ 65-73).

91. Mahkeme, bu aksaklıkların bu davada ceza hukuku korumasının etkinliğini

zayıflattığı sonucuna varmıştır. Mahkeme, güvenlik güçlerinin eylemlerinden sorumlu

tutulmamalarını cesaretlendiren ya da bu sorumsuzluklara izin veren bu tutumun,

Komisyon raporunda da belirtildiği üzere, Sözleşmeyle garanti altına alınan temel

haklara saygılı olan demokratik toplumdaki kanunlara uygun olmadığını

düşünmektedir.

92. Sonuç olarak, bu aksaklıklar, Zübeyir Akkoç‟u kanun gereği hakettiği korumadan

mahrum bırakmıştır.

93. Hükümet, kendilerinin her halükârda bu korumayı sağladığını öne sürmüştür.

Mahkeme, bu iddiayı inandırıcı bulmamıştır. Kendi güvenlik güçleri ve iddia edildiği

üzere himayelerinde ya da bilgileri dahilinde hareket eden gruplar göz önünde

alındığında, Hükümet‟in önleyici tedbir imkanı geniş ölçüde mevcuttu. Hükümet,

Susurluk raporu öncesi, kontr-gerilla gruplarının varlığı ve bu süreç boyunca işlenen

kanunsuz cinayetlere kamu görevlilerinin karışması iddialarını, uygun tedbir veya

koruma önlemleri almak üzere, soruşturmak üzere atılan herhangi bir adımla ilgili bir

sağlamamıştır. Başvuran ve kocasının savcıya verdikleri, yaşamlarına yönelik

doğrudan bir tehdit olduğuna dair dilekçeleri hakkında, hiçbir adım atılmamıştır.

94. Mahkeme, bu davanın şartları içinde, yetkililerin, Zübeyir Akkoç‟un yaşamına

yönelik gerçek ve yakın tehdidi önlemek için alması gereken tedbirleri almadığı

sonucuna varmıştır. Bunun sonucu olarak, Sözleşmenin 2. maddesinin ihlali

sözkonusudur.

2. Soruşturmanın yetersizliği iddiası

95. Başvuran, Komisyon‟un görüşüne katılarak, soruşturmanın yetersiz olduğunu

ayrıca, 25 Ocak 1993 veya Mart 1997 tarihinden bu yana herhangi bir adım

atılmadığını ileri sürmüştür. Cinayetle ilgili sadece bir şahidin ifadesi alınmıştır.

Seyithan Araz isimli bir şüpheli cinayetle suçlanmış olmasına rağmen, polise verdiği

ve daha sonra işkence altında verdiğini öne sürerek değiştirdiği ifadesi hariç,

aleyhinde hiçbir kanıt olmaması ve adli kanıta göre olay sırasında aynı silahtan çıkan

bir kurşunla öldürülen Ramazan Aydın cinayetiyle de suçlanmamış olması çok

çarpıcıdır.

96. Hükümet, polisin, başvuranın kocasının öldürülmesiyle ilgili gerekli tüm

soruşturmayı yaptığını öne sürmüştür. Bir kış günü sabahın erken saatlerinde

meydana gelen suçla ilgili olarak alınan ifadelerde herhangi bir ihmalin olmadığını

öne sürmektedir. Seyithan Araz‟ın diğer iki kişiyle birlikte birkaç ciddi suçla

suçlandığını işaret ederek cezai soruşturma içerisinde makul olmayan hiçbir şeyin

olmadığını öne sürmüştür. Yargılama süreci biraz zaman almıştır, çok sayıda duruşma

ve birçok şahidin tanıklığı olmuştur. Hükümete göre, yetkililerin çabalarında bir

eksiklik olmadığı gibi, terör suçlarının faillerini bulmada önemli zorluklar olduğunu

öne sürmüşlerdir.

97. Mahkeme, Sözleşme‟nin 1. maddesindeki Devletin “kendi yetki alanları içinde

bulunan herkese bu Sözleşme‟de belirtilen hak ve özgürlükleri tanırlar” maddesi

bağlamında okunan 2. maddesindeki yaşamı koruma zorunluluğu, güç kullanımı

sonucunda kişilerin öldürülmesini resmi olarak soruşturmak için bazı yollar

Page 19: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

19

oluşturma zorunluluğunu getirmektedir. (bkz. 27 Eylül 1995 tarihli McCann ve

diğerleri-İngiltere kararı, A Serisi no.324, s.49, § 161 ve yukarıda bahsedilen Kaya-

Türkiye kararı, § 105)

98. Mahkeme, Zübeyir Akkoç ve Ramazan Aydın Bilge‟nin öldürülmesini müteakip

olay mahalline polisin geldiğini ve soruşturmayı başlattığını hatırlatmaktadır. Bununla

birlikte, Hükümetin verdiği bilgiye göre, olay mahallinde yalnız bir şahidin ifadesi

alınmıştır. Hükümet, olayın meydana geldiği zamana işaret ederken bahsi geçen şahit,

sadece olay yerinde bir kalabalığın toplandığını ifade etmektedir. 25 Ocak 1993

tarihinden sonra hiçbir adım atılmamıştır ve soruşturmanın bu bölümü sadece oniki

gün sürmüştür. Seyithan Araz, aleyhindeki Zübeyir Akkoç‟u öldürme suçlamasından

ise 23 Eylül 1999 tarihinde delil yetersizliğinden beraat etmiştir. Adıgeçenin sadece

Zübeyir Akkoç‟u öldürmekten suçlanıp aynı silahla aynı anda öldürülen Ramzan

Aydın Bilge‟yi öldürmekten suçlanmamasıyla ilgili Hükümetten herhangi bir

açıklama gelmemiştir. Mahkeme, Komisyon gibi, Seyithan Araz aleyhine olan

iddiaların keyfi yapıldığı sonucuna varmıştır. Başvuran ve kocasına yapılan tehditlerin

muhtemel kaynağı hakkında, vurulma öncesinde, herhangi bir soruşturma olduğuna

dair bir işaret yoktur.

99. Soruşturma süresinin kısalığını ve kısıtlı kapsamını dikkate alarak, Mahkeme, bu

davada Zübeyir Akkoç‟un ölümünü etkili soruşturma açısından yetkililerin ihmali

olduğu sonucuna varmıştır. Bu bakımdan, Sözleşmenin 2. maddesinin ihlal edildiği

kanısına varmıştır.

C. Sözleşme’nin 13. maddesi

100. Başvuran, aşağıdaki 13. maddeye işarette bulunarak şikayetleri bakımından

kendisine iç hukuk yolu sağlanmadığından şikayetçi olmuştur:

“Bu Sözleşme‟de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili

resmi görev yapan kimseler tarafından bu sıfatlarına dayanılarak yapılmış olsa da,

ulusal bir makama etkili bir başvuru yapma hakkına sahiptir.”

101. Başvuran, Komisyon‟un muhakemesini benimseyerek, etkili soruşturmanın

olmayışının, kendisini bu hükmün ihlaliyle kocasının öldürülmesiyle ilgili olarak

yaptığı şikayetlerde etkili iç hukuk yolu kullanımından yoksun bıraktığını öne

sürmüştür.

102. Hükümet, yukarıda belirtildiği gibi (bkz. 96. paragraf) yürüttükleri soruşturmada

yetkililerin herhangi bir ihmallerinin olmadığını öne sürmüştür.

103. Mahkeme‟nin içtihadına göre, Sözleşme‟nin 13.maddesi, iç hukuk düzeninde

hangi yolla sağlanırsa sağlansın, Sözleşme‟den doğan hak ve özgürlükleri korumak

için ulusal düzeyde bir iç hukuk yolunun mevcudiyetini garanti altına almaktadır. 13.

madde, Sözleşme uyarınca bir “şikayeti” ele almak üzere iç hukuk yolunun ve bir

yardım mekanizmasının oluşturulmasını gerekli kılmakta fakat Devletlere 13. madde

bağlamındaki yükümlülüklerini yerine getirmesi hususunda takdir hakkı

verilmektedir. 13. maddeye göre zorunluluk kapsamı, başvuranın Sözleşme uyarınca

şikayetine bağlı olarak, değişmektedir. Bununla birlikte, 13. maddenin gerektirdiği iç

hukuk yolu, uygulamada kanun kadar “etkili” olmalı özellikle uygulanması, muhatap

Devlet yetkililerin eylemleriyle veya ihmalleriyle haksız bir şekilde

engellenmemelidir.(bkz. yukarıda bahsedilen Aksoy-Türkiye kararı, s.2286, § 95;

Aydın-Türkiye kararı, s.1895-96, § 103; ve Kaya-Türkiye kararı, s.329-30, § 106)

Yaşamı koruma hakkının asıl önemi gözönünde bulundurulduğunda, 13. madde,

uygun hallerde tazminat ödenmesinin yanısıra, geniş ve etkili bir soruşturmayla

yaşama hakkından mahrum bırakan sorumluları bulup cezalandırmak ve şikayetçiye

Page 20: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

20

soruşturma işlemlerine etkili erişim sağlamayı gerektirmektedir.(bkz. yukarıda

bahsedilen Kaya-Türkiye kararı, s.330-31, § 107)

104. Mahkeme, davada öne sürülen kanıtların başvuranın kocasını kamu

görevlilerinin öldürdüğünü ya da öldürülme olayına karıştıklarını ispatlamada yetersiz

olduğu sonucuna varmıştır. Bununla beraber, Mahkeme‟nin daha önce verdiği

kararlarda belirttiği gibi, bu, 2. maddeyle ilgili olan şikayeti 13. madde bağlamında

“makul” olmaktan alıkoymaz.(bkz. 27 Nisan 1988 tarihli Boyle ve Rice-İngiltere

kararı, A Serisi no.131, s.23, § 52 ve yukarıda bahsedilen Kaya ve Yaşa-Türkiye

kararı, sırasıyla, s.330-31, § 107 ve s.2442, § 113) Bu bağlamda, Mahkeme,

başvuranın kocasının kanuna aykırı bir biçimde öldürülmüş olduğunun şüphe

götürmez olduğuna ve bundan dolayı, başvuranın “makul bir iddiaya” sahip olduğuna

kanaat getirmiştir.

105. Bundan dolayı, yetkililerin, başvuranın kocasının öldürülmesi olayını etkili bir

biçimde soruşturma yükümlülüğü vardır.Yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı

(bkz. 98-99. paragraflar), 2. maddenin gerektirdiği soruşturma zorunluluğundan daha

kapsamlı şartları olan 13. maddeye göre etkili bir cezai kovuşturmanın yapıldığı

düşünülemez. (bkz. yukarıda bahsedilen Kaya kararı, s.330-31, § 107) Bu yüzden,

Mahkeme, başvuranın, kocasının öldürülmesinde, etkili iç hukuk yolu ve tazminat

talebi dahil diğer mevcut yolları da kullanmaktan mahrum bırakıldığı sonucuna

varmıştır.

Sonuç olarak, Sözleşme‟nin 13. maddesi ihlal edilmiştir.

III. Başvuranın gözaltına alınmasıyla ilgili olarak

A. Olayların değerlendirilmesi

106. Mahkeme, 1 Kasım 1998 tarihinden önceki Sözleşme sisteminde olayların

kuruluşu ve doğrulanmasının öncelikle Komisyon‟un meselesi olduğu şeklindeki

yerleşik içtihadını tekrarlamaktadır. (daha önceki 28 § 1 ve 31. maddeler). Mahkeme,

Komisyon‟un olaylara dair bulgularıyla bağlı değildir ve önündeki belgeler ışığında

kendi değerlendirmesini yapmaktadır. Bununla beraber, sadece bazı istisnai davalarda

güçlerini bu alanda kullanır. (bkz. diğer davalar arasında, 16 Eylül 1996 tarihli

Akdıvar ve diğerleri-Türkiye kararı, Raporlar 1996-IV, s.1214, § 78).

107. Hükümet, başvuranın, onlara göre, güvenilmez ve tutarsız olan kanıtlarına

Komisyon‟un aşırı önem verdiğini öne sürmüştür. Hükümet ayrıca, başvuranın

Komisyon‟a sunduğu reçetenin, raporların ve röntgen filmlerinin travmatik bir

yaralanmaya dair bir kanıt olamayacağını belirten bir doktor görüşünü savunmuştur.

Başvuran ve tanıkların güvenilirliğine ilişkin Hükümet tarafından dile getirilen

tereddütler delilleri değerlendirme konusuna gerekli özeni gösteren, başvuranın

iddialarını destekleyen unsurlar kadar güvenilirliğine gölge düşüren unsurlara da yer

veren Komisyon raporunda dikkate alınmıştır. Aslında, Komisyon, başvuranın kötü

muamele gördüğünü kanıtlamak için sunduğu doktor raporunu dikkate almamıştır.

Komisyon, yalnızca başvuranın çenesinin yaralanmasının bir kırılmaya neden

olduğuna inandığını gösteren röntgen filmlerine ağırlık vermiştir. Komisyon,

başvuranın maruz kaldığını iddia ettiği işkenceden kaynaklanan post-travmatik bir

stres yaşadığını gösteren ve Hükümet‟in yorum yapmadığı psikiyatri raporunu dikkate

almıştır.

108. Mahkeme, Hükümet tarafından yapılan eleştirilerin olayları doğrulamada kendi

güçlerinin kullanımını mazur göstermediği sonucuna varmıştır. Bu şartlarda,

Mahkeme, gerçekleri Komisyon tarafından gösterildiği gibi kabul etmektedir.(bkz.

23-30. paragraflar)

Page 21: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

21

B. Hükümet’in Ön İtirazı

109. Hükümet, başvuranın, ne kendisine kötü muamelesi için tazminat talep eden idari

işlemler ne de zararlarını isteyen sivil işlemler hakkında herhangi bir belge

sunmadığını öne sürmüştür. Ayrıca, başvuranın, savcının kendisini sorgulayan

polisler hakkında dava açmamasına itiraz etmediğinden ve karar henüz yayınlamadan

Komisyon‟a başvurmasından dolayı iç hukuk yollarını tüketmediğini iddia

etmişlerdir.

110. Mahkeme, Komisyon‟un 11 Ekim 1994 tarihli kabuledilebilirlik kararı öncesinde

Hükümet‟e görüşlerini sunması için süre uzatımı vermesine rağmen Hükümet‟in

başvuranın iddialarının kabuledilebilirlik kısmına itirazda bulunmamasını gözönüne

almaktadır. Sonuç olarak, Hükümet, Mahkeme huzurunda bu gerekçelere dayanamaz.

Hükümet‟in ön itirazı reddedilmiştir.

C. Sözleşme’nin 3. maddesi

111. Başvuran, Diyarbakır Terörle Mücadele Şubesi‟nde 13 – 22 Şubat 1994 arasında

gözaltında bulunduğu süre içinde Sözleşme‟nin 3. maddesine aykırı olarak işkenceye

maruz kaldığından şikayet etmektedir. 3. madde aşağıdaki gibidir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi

tutulamaz.”

112. Başvuran, gözaltında iken kendisine yapılan kötü muamelenin işkence boyutuna

ulaştığına dair Komisyon‟un bulgularına dayanmaktadır.

113. Hükümet, başvuranın kötü muameleye uğradığını inkar etmiştir.

114. Mahkeme, kötü muamelenin 3. maddenin kapsamına girmesi için asgari düzeyde

olmasının yeterli olacağını hatırlatmaktadır. Bu asgari düzeyin değerlendirilmesi

görecelidir: davanın bütün şartlarına bağlıdır, örneğin muamelenin süresi, fiziksel

veya ruhsal etkileri, bazı davalarda mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu. (diğer

kararlar arasında, 9 Haziran 1998 tarihli Tekin-Türkiye kararı, Raporlar 1998-IV, §

52)

115. Bundan başka, belirli bir düzeyde uygulanan kötü muamelenin, işkence olarak

nitelendirilmesinde, anılan kavramla insanlık dışı ve aşağılayıcı tutum arasındaki

farklılığa yönelik ayrımın, 3. maddede belirtildiği üzere, yapılması gerekmektedir.

Daha önceki davalarda belirtildiği üzere, bu ayrım vasıtasıyla, Sözleşme‟nin ciddi

sıkıntılara neden olan kasti insanlık dışı muameleye özel bir önem verdiği

düşünülmektedir. (bkz. 18 Ocak 1978, A Serisi no.25, s.66, § 167) Muamelenin

şiddetinin yanısıra, 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler

İşkence ve Başka Zalimce, İnsanlıkdışı ve Onurkırıcı Davranış ya da Cezaya Karşı

Sözleşme‟de kabul edildiği gibi işkenceyi, „bilgi elde etmek için maksatlı acı

çektirmek, ceza vermek veya aşağılamak‟ şeklinde tanımlayan bir unsur mevcuttur.

(BM Sözleşmesi 1.madde)

116. Mahkeme, Komisyon‟un başvurana uygulanan kötü muameleyle ilgili elektrik

verilmesi, sıcak ve soğuk su dökülmesi ve kafasına darbeleri de içeren, bulgularını

kabul etmiştir. (bkz. 24-25. paragaraflar) Mahkeme, başvuranın gördüğü psikolojik

baskıya, özellikle çocuklarına yapılan tehditlerin başvuranı yoğun bir korku içine

düşürdüğüne dikkat çekmektedir. Bu muamele, başvuranı, tıbben post-travmatik stres

olarak tanımlanan ve tıbbi tedavi gerektiren uzun vadeli korku ve güvensizlik

duygusu içine düşürmüştür.

Page 22: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

22

117. Mahkeme, başvurana yapılan kötü muamelenin şiddetini ve olayı çevreleyen

şartları dikkate alarak Mahkeme, başvuranın işkence olarak tanımlanabilecek çok

ciddi ve zalimce bir muamelenin mağduru olduğuna karar vermiştir. (ayrıca bkz. 28

Temmuz 1999 tarihli Selmouni-Fransa kararı, Raporlar 1999- ......., §§ 96-105 de

yayınlanmak üzere)

118. Mahkeme ayrıca, Komisyon‟un gözaltından serbest bırakılan için kişilerin

bağımsız ve kapsamlı bir tıbbi muayeneden geçmesinin önemi üzerine yaptığı yorumu

desteklemektedir. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) de gözaltındaki

insanlara kötü muamele edilmesini karşı, tıbbi muayenelerin önemli bir koruma

olduğunu vurgulamıştır. Bu tür muayeneler, nitelikli bir doktor tarafından, polis

olmaksızın yapılmalıdır ve muayene raporunda yalnız tespit edilen yaralanma

detayları değil aynı zamanda hastanın bu yaralanmaların nasıl meydana geldiğine dair

ifadeleri ve bu ifadelerin yaralanmalarla tutarlı olup olmadığına ilişkin doktorun

görüşü de yer almalıdır. Bu davada da görülen gelişigüzel ve toplu muayene, bu

korumanın etkinliğini ve güvenilirliğini zayıflatmaktadır.

119. Mahkeme, bu açıdan Sözleşme‟nin 3. maddesinin ihlal edildiği sonucuna

varmıştır.

D. Sözleşme’nin önceki 25. maddesi

120. Başvuran, 25. maddeye işaret ederek kendisinin AİHK‟na yaptığı başvurusundan

dolayı yetkililer tarafından sorgulandığını ve baskı gördüğünü iddia etmiştir:

“İşbu Sözleşme‟de tanınan hakların Yüksek Âkidlerden biri tarafından ihlalinden

zarar gördüğü iddiasında bulunan her hakiki şahıs, hükümet dışı her teşekkül veya her

insan topluluğu, hakkında şikayet vâki Yüksek Âkid Tarafın bu konuda Komisyonun

selahiyetini tanıdığını beyan etmiş olması halinde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine

sunulacak bir dilekçe ile Komisyon‟a müracaat edebilir. Yüksek Âkid Taraflardan

böyle bir beyan yapmış olanlar bu hakkın müessir bir tarzda kullanılmasına hiçbir

suretle engel olmamayı taahhüt ederler.”

121. Başvuran, gözaltında bulunduğu 13 Şubat – 22 Şubat 1994 arasında, kendisini

sorgulayan polis memurlarının başvurusuyla ilgili sorular sorduğundan şikayet

etmiştir. Başvuran ayrıca, Eylül ve Ekim 1995 tarihlerinde iki kez daha gözaltına

alındığını ifade etmiştir.(bkz.31-33. paragraflar)

122. Hükümet, ilk olayda başvuranın, PKK ile ilişkisi olduğu şüphesiyle gözaltına

alındığını ve AİHK‟na başvurusuyla hiçbir bağlantının olmadığını ifade etmiştir.

Daha sonraki gözaltı olaylarının da Sözleşme organlarının huzurundaki herhangi bir

işlemle ilgisi olmadığını ifade etmektedir.

123. Komisyon, mahkemedeki ifadesi ve gözaltında bulunduğu polislerce sorgulama

sırasında alınan ifadesi temelinde, başvuranın 13-22 Şubat 1994 tarihleri arasında

gözaltında, başvurusundan dolayı sorgulandığı ve görevlilerin bunu başvuranın PKK

ile ilişkisine dair itiraflarda bulunması için bir unsur olarak kullandıkları sonucuna

varmıştır. (bkz. 24 ve 26. paragraflar) Bu, Sözleşme‟nin önceki 25. maddesine

aykırıdır. Bununla beraber Komisyon, diğer gözaltına almalarla ilgili herhangi bir

bulguya ulaşmamasına rağmen, bunların bir ölçüde keyfi olduğunu kaydetmiştir.

124. Mahkeme, başvuranların ya da başvuru yapacakların, şikayetlerini geri çekmek

veya değiştirmek yönünde yetkililerden baskı gelmeden Sözleşme organlarıyla

özgürce iletişim kurabilmelerinin Sözleşmenin önceki 25. maddesinde belirtilen

kişisel başvuru sistemin en önemli işlevsel yönü olduğunu tekrar etmektedir. (bkz.

Akdıvar ve diğerleri-Türkiye, s.1219, § 105; Aksoy-Türkiye s. 2288, § 105; Kurt-

Page 23: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

23

Türkiye, s.1192, § 159; Ergi-Türkiye, s.1784, § 105 ve Tanrıkulu-Türkiye, §§ 130-

131). Bu anlamda, “baskı” yalnızca doğrudan zorlama veya aleni aşağılamayı değil

aynı zamanda başvuranı Sözleşme‟den doğan hukuk yolunu kullanmaktan

vazgeçirmeye veya cesaretini kırmaya yönelik dolaylı uygunsuz davranışları veya

temasları da kapsar. (bkz. yukarıda bahsedilen Kurt-Türkiye kararı).

125. Ayrıca, yetkililer ve başvuran arasında önceki 25. madde açısından

kabuledilemez uygulamaların olup olmadığı, davanın şartları ışığında belirlenmelidir.

Bu açıdan, şikayetçinin savunmasız durumuna ve yetkililer tarafından

etkilenebilmesine dikkat edilmelidir.(bkz.yukarıda bahsedilen Akdıvar ve diğerleri-

Türkiye kararları, s.1219 § 105 ve s.1192-93, § 160). Daha önceki davalarda,

Mahkeme, başvuran köylülerin savunmasız haline ve Türkiye‟nin güneydoğusunda

yetkililer hakkında yapılan şikayetlerin meşru bir cezalandırma korkusuna sebep

olmasına dikkat etmiştir Komisyon‟a yapılan başvurular için başvuranların

sorgulanmasının Sözleşme‟nin önceki 25. maddesiyle verilen kişisel başvuru hakkını

engelleme anlamına gelen kanundışı ve kabuledilemez bir baskı olduğu ve bu

maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

126. Bu davada, Mahkeme, başvuranın başvurusuyla ilgili 13-22 Şubat 1994 tarihinde

gözaltına alınıp sorgulandığına ilişkin Komisyon kararını kabul etmiştir. Bu gözaltının

amacının başvuran tarafından işlendiği öne sürülen bir suçtan dolayı yapılan bir

soruşturma olması mantıklı değildir. 18 Şubat 1994 tarihinde soruşturma sırasında

polis tarafından alınan ifade, başvuranın iddia ettiği gibi, başvurusunun, bu

sorgulamanın konularından birisi olduğunu desteklemektedir. Bu olayın durumunu ve

özellikle bu sorgulamalarda başvuranın işkence mağduru olduğunu dikkate alarak,

Mahkeme, Komisyona yaptığı başvurudan dolayı aşağılanmış olduğu sonucuna

varmıştır. Bu, başvuranın Sözleşme organlarına başvurusuna müdahale edilmesi

anlamına gelir.

127. Mahkeme, bundan dolayı, Muhatap Devlet‟in Sözleşme‟nin 25.maddesinde

belirtilen sorumluluklarına uymadığını düşünmektedir.

IV: Yetkililerin uygulamalarının Sözleşme‟nin 2, 3 ve 13. maddelerini ihlal ettiği

iddiası

128. Başvuran, bahsi geçen zamanda Türkiye‟nin güneydoğu bölgesinde

Sözleşme‟nin 3. maddesine aykırı olarak, işkencenin, insanlıkdışı, onur kırıcı

uygulamaların ve cezalandırmaların olduğunu ve Sözleşme‟nin 2. ve 13. maddelerine

aykırı olarak cinayetlerin yeterli soruşturulmadığını belirterek ilgili iç hukuk

yollarının etkisiz ve yetersiz olmasının ise bu ihlalleri daha da ağırlaştırdığını öne

sürmüştür. Türkiye‟nin güneydoğusu ile ilgili olaylarda da Komisyon ve

Mahkeme‟nin bu hükümlerin ihlal edildiği sonucuna varmasına atıfta bulunarak,

başvuran, bunların yetkililerin ciddi insan hakları ihlallerini ve iç hukuk yollarını

reddetmesi anlamına geldiğini iddia etmiştir.

129. Komisyon‟un 2, 3, ve 13. maddelerine ilişkin kararlarını dikkate alarak

Mahkeme, bu davada bahsi geçen ihmallerin, yetkililerce kabul edilip edilmediğine

dair karar almaya gerek görmemiştir.

V. SÖZLEŞME‟NİN 41. MADDESİ

130. Sözleşme‟nin 41. maddesi aşağıdaki gibidir:

“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili

Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa,

Page 24: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

24

Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın

tatminine hükmeder.”

A. Maddi Zarar

131. Başvuran, 38,967.81 İngiliz Sterlini gelir kaybına uğradığını iddia etmiştir. 40

yaşında öldüğünde öğretmen olarak çalışan kocasının ayda 233.62 p İngiliz Sterlini

kazandığını öne sürmüştür. O dönemde Türkiye‟deki ortalama yaşam süresi gözönüne

alındığında, mali çizelge hesaplamasında paraya çevrildiğinde yukarıdaki miktara

tekabül etmektedir.

132. Hükümet maddi tazminat gerektirecek bir ihlalin olduğunu redderek, iddia edilen

miktarların, Türkiye gerçeklerine uygun olmayan çok aşırı bir rakam olduğunu iddia

etmiştir. Hiçbir durumda Sözleşme organları, hayat sigortası sağlayan bir sistem

olarak görülmemelidir. Başvuranın 1994 tarihinde 190,380,000 Türk Lirası toplu para

aldığını ve kocasının ölümüyle ilgili, eğitim otoritelerinden dul ve yetim aylığı

aldığına işaret etmiştir.

133. Başvuranın gelir kaybıyla ilgili iddialarına ilişkin Mahkeme‟nin içtihadı,

başvuranın öne sürdüğü zarar ile Sözleşme‟nin ihlal edilmesinin arasında açık bir

neden-sonuç ilişkisi olması gerektiği şeklindedir. Bu, uygun davalarda, gelir kaybının

tazmini de içerir.(bkz. 13 Haziran 1994 tarihli Barberà, Messeguè ve Jabardo-İspanya

kararı, (50. madde), A Serisi no.285-C, s.57-58, §§ 16-20, yukarıda bahsedilen

Çakıcı-Türkiye kararı, § 127). Mahkeme, Sözleşme‟nin 2. maddesinin gerektirdiği

biçimde yetkililerin başvuranın kocasının yaşamını koruma sorumluluklarının olduğu

sonucuna varmıştır (yukarıda 94. paragraf). Bu şartlarda, başvuran ve çocuklarına

kocası tarafından sağlanan maddi desteğin yitirilmesi ile Sözleşme‟nin 2. maddesinin

ihlali arasında bir neden-sonuç ilişkisi vardır. Hükümet, başvuranın sunduğu ayrıntılı

rakamların aksini iddia eden herhangi bir bilgi sunmamıştır. Bununla birlikte

başvuran, kocasının ölümüyle ilgili olarak, bir miktar toplu para ve dul ve yetim aylığı

almıştır. Bu şartlarda, Mahkeme, kocasının ölümüyle uğradığı maddi zarara binaen

başvuranın, 35,000 İngiliz Sterlini ödeme günündeki kur üzerinden Türk Lirasına

çevrilip ödenmesine karar vermiştir.

B. Manevi Zarar

134. Başvuran, ihlallerin sayısını ve şiddetini dikkate alarak, kocasının haklarının

ihlaline ilişkin olarak, 40,000 İngiliz Sterlini ve kendi haklarının ihlalinin tazmini

olarak da 30,000 İngiliz Sterlini manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

135. Hükümet, manevi tazmiant ödenmesini gerektiren herhangi bir ihlal olmadığını

ve talep edilen meblağın haksız bir zenginleşme anlamına geldiğini öne sürmüştür.

136. Mahkeme, Sözleşme‟nin 2. maddesinin ihlali olarak otoritelerin başvuranın

kocasının yaşamını koruyamadığına ve bu olaylara ilişkin Sözleşme‟nin 2 ve 13.

maddelerine aykırı olarak otoritelerin etkili bir soruşturma ve iç hukuk yolu

sağlayamadığına hükmettiğini hatırlatmaktadır. Buna ek olarak, başvuran

Sözleşme‟nin 3. maddesine aykırı bir biçimde işkenceye maruz bırakılmış ve

Komisyon‟a yaptığı başvurudan dolayı da aşağılanmıştır. Bu koşulları ve benzer

davalarda hükmedilen tazminatları dikkate alarak Mahkeme, hakkaniyet temelinde,

Zübeyir Akkoç‟a gördüğü zarardan dolayı şu anda yaşayan eşi tarafından alınmak

üzere manevi zarar için 15,000 İngiliz Sterlini ve başvurana, gördüğü zararlardan

dolayı manevi tazminat için 25,000 İngiliz Sterlini ödenmesine ve bu miktarların

ödeme günü uygulanan kur üzerinden Türk Lirası olarak ödenmesine karar vermiştir.

Page 25: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

25

C. Masraflar

137. Başvuran, başvuru için ödediği ücret ve giderler için, Avrupa Konseyi‟nce alınan

adli yadım hariç toplam olarak 23,643.41 p İngiliz Sterlini talep etmiştir. Bu miktara,

Ankara‟da Komisyon delegelerinin huzurundaki duruşmada yapılan şahitlik ve

Strasbourg‟da yapılan bir duruşmaya katılım da dahildir. Başvuran, Kürdistan İnsan

Hakları Projesi (KHRP)‟nin aracılık ve danışmanlık hizmetleri ve Birleşik

Krallık‟taki avukatlarla Türkiye‟de bulunan başvuran arasında 3,620 İngiliz Sterlini

tutarında tercüme masraflarını da kapsayan, idari masraf ve ücretler için 12,560

İngiliz Sterlini harcandığını belirtmiştir. Türkiye‟de görev yapan avukatların

yaptıkları görev için 2,565.39 p İngiliz Sterlini talep edilmiştir

138. Hükümet, Türk avukatları veya KHRP‟nin yaptığı bir iş için iddiada

bulunulamayacağını düşünmektedir. Hükümet, Başvuranın İngiliz avukatlarının talep

ettikleri miktarları ise, diğer benzer davalar gözönüne alındığında, çok aşırı

bulmuştur. Buna ek olarak verilecek miktarların Türk ulusal mahkemelerindeki

uygulanan tarifeye uygun olması gerektiğini ileri sürmüştür.

139. Mahkeme, tercüme masrafları hariç, KHRP adına yapılan ve davanın

hazırlanmasında anılan teşkilatın yer almasına ilişkin herhangi bir ayrıntıyı içermeyen

talebin esasları konusunda ikna olmamıştır. Başvuran tarafından öne sürülen

iddiaların ayrıntılarına dikkat ederek Mahkeme, tahakkuk edebilecek her türlü katma

değer vergisi ile birlikte, AK tarafından verilen 3,600 Fransız Frangı (FRF) adli

yardımın mahsup edilmesi şartıyla, başvurana 13,648.80 İngiliz Sterlininin başvuranın

tazminata ilişkin görüşlerinde belirttiği banka hesabına yatırılmasına karar vermiştir.

D. Temerrüt Faizi

140. Mahkeme‟ye sunulan bilgilere uygun olarak mevcut kararın kabul tarihinde

Birleşik Kraliyet‟te uygulanan yasal faiz oranı yıllık %7,5‟tir.

YUKARIDA BELİRTİLEN GEREKÇELERE DAYANARAK, MAHKEME

1. Hükümetin ön itirazının oybirliğiyle reddine;

2. Sözleşme‟nin 10. maddesinin ihlal edilmediğinin oybirliğiyle kabulüne;

3. Hükümetin Zübeyir Akkoç‟un yaşamını koruyamadığını ve Sözleşme‟nin 2.

maddesini ihlal ettiğini altıya karşı bir oyla kabul;

4. Zübeyir Akkoç‟un ölümüyle ilgili olarak muhatap Devlet yetkililerinin etkili bir

soruşturma yapamadığını ve Sözleşme‟nin 2. maddesinin ihlal edildiğini

oybirliğiyle kabul;

5. Sözleşme‟nin 13. Maddesinin ihlal edildiğinin bire karşı altı oy ile kabulüne;

6. Başvuranın kendisi açısından Sözleşme‟nin 3. Maddesinin ihlal edildiğinin

oybirliğiyle kabulüne;

7. Davalı Devlet‟in Sözleşme‟nin 25. Maddesi, 1. Fıkrası kapsamındaki

yükümlülüklerini yerine getiremediğinin oybirliğiyle kabulüne;

8.

(a) Üç ay içinde, ödeme tarihinde geçerli olan kur üzerinden Türk Lirasına çevrilecek

olan başvurana aşağıdaki miktarları ödenmesine:

(i) maddi zarar için 35,000(otuzbeşbin) sterlin ödenmesine;

(ii) manevi zarar için 40.000(kırkbin) sterlin ödenmesine;

(b) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona ermesinden ödeme tarihine dek bu

tutarlar için yıllık %7,5 faiz oranının uygulanmasının altıya karşı bir oyla

kabulüne;

9.

(a) Üç ay içinde masraf ve giderlere karşılık 13,648 (onüçbin altıyüz kırksekiz) sterlin

ve 80 (seksen ) pence‟in tahakkuk edebilecek her türlü katma değer vergisi ile

birlikte karar tarihinde geçerli olan kur üzerinden Sterline çevrilecek olan 3,600

Page 26: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

26

(üçbin altıyüz) Fransız frangı tutarın mahsup edilmesi kaydıyla davalı Devlet

tarafından başvuranın İngiltere‟deki sözügeçen banka hesabına ödenmesine;

(b) yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona ermesinden ödeme tarihine dek bu tutar

için yıllık %7,5 faiz oranının uygulanmasının altıya karşı bir oyla kabulüne;

10. Adil tatmin konusunda başvuranın diğer taleplerinin reddine oybirliğiyle karar

vermiştir.

İşbu karar, İçtüzüğün 77. maddesinin 2 ve 3. fıkralarına uygun bir biçimde İngilizce

verilmiş olup, 10 Ekim 2000 tarihinde yazılı olarak tefhim edilmiştir.

HAKİM GÖLCÜKLÜ'NÜN KISMİ MUHALEFET ŞERHİ

(Tercüme)

Aşağıdaki nedenlerden dolayı kararın 3, 5 ve 8. işlem hükümlerinde çoğunluğun fikrine

katılamayacağım :

1. Mahkeme, Zübeyir Akkoç'un yaşamını korumada Devletin gerekli önlemleri almadığını

dolayısıyla 2. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. Başka bir deyişle muhatap Devlet, bu

çerçevede, pozitif yükümlülüğünü yerine getirmemiştir.

Mahkeme, daha önceki davalarda bu yükümlülüğün kapsamını tanımlamıştır. Bu noktada

Mahkeme'nin yerleşmiş içtihadına göre, modern toplumları idare ederken ortaya çıkan zorluklar,

insan davranışlarının öngörülemezliği ile öncelikler ve çözümler açısından yapılacak tercihler

akla gelse bile bu pozitif yükümlülük, yetkili makamlara imkansız veya orantısız bir yük

getirmemelidir. Bundan dolayı, yetkililer yaşama yönelik olduğu iddia edilen her tehlikeye karşı

Sözleşme gereği işlevsel önlemler almak zorunda değildir (bkz. 28 Ekim 1998 tarihli Osman-

İngiltere kararı, Karar Raporları 1998-VIII, s. 3159-3160, §§ 115-116). Bu konuda

Mahkeme'nin 2. maddenin ihlal edilmediği sonucuna vardığı Osman-İngiltere kararına ilişkin

ilkeler esastır. Bununla birlikte, anılan davada polise, öğretmen olan kişinin davranışlarının son

derece anormal olduğuna ve durumun tehlike arzettiğine ilişkin bilgiler gelmiştir. Bu kişi ruhsal

bakımdan dengesiz olup hiçbir şey yapmaya muktedir değildir. Tutuklandığında polise "Sizi bu

kadar uyarmama rağmen neden bana engel olmadınız?" diye sormuştur.

Durum ne olursa olsun, Mahkeme‟nin Devletin olumlu yükümlülüğünü (yaşam hakkının

korunması) belirten Sözleşme'nin 2. maddesinin ihlal edilmediğine ilişkin kararı, bu çerçevede,

Mahkeme'nin önceki kararlarıyla tutarlı ve doğrudur. Bu noktadan bakılınca, o halde, Zübeyir

Akkoç'un durumuyla ilgili gerçek nedir? Osman-İngiltere davasındaki mağdur olan kişiden daha

mı fazla tehlike içerisindeydi?

Türkiye'nin güneydoğu bölgesi sadece başvuran açısından değil orada yaşayan herkes için

yüksek bir tehlike arzetmektedir. PKK ve Hizbullah teröristleri, aşırı sol grupların militanları,

70'lerde yapılan eylemlere benzer olarak ve dış güçlerce desteklenerek, şiddet eylemi yapmak

için her fırsatı değerlendirmiştir. Yerel halkı teröristlerin düzenlediği kanlı ve keyfi her türlü

şiddet tehdidinden korumak için Hükümet, gücü dahilindeki gerekli tüm önlemleri almıştır ve

hala almaya devam etmektedir (bkz. kararın 86. paragrafı). Tüm Hükümetler için geçerli olduğu

gibi Hükümetin yüzlerce, hatta binlerce kişinin yaşadığı bir bölgede herkese acil bireysel

koruma sağlaması mümkün değildir (örneğin, başvuranın kocası gibi tehdit altında olduğuna

inanan her insana bir koruma tayin etmenin imkanı yoktur).

Ülkenin güneydoğu bölgesine, terörle mücadele için, diğer bölgelere oranla 10 kat daha fazla

güvenlik gücü atanmıştır. Elbette, Mahkeme'nin içtihadı uyarınca, bu şartlarda en iyi gayreti

sarfetmek Devlet'in olumlu yükümlülüğü ve mutlak sorumluluğu değil midir?

Page 27: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

27

Bu davadaki asıl zorluk, güvenlik güçlerinin faaliyetleri ile Zübeyir Akkoç'un ölümü arasındaki

neden-sonuç ilişkisinin, Hükümeti, başvuranın kocasının ölümünden sorumlu tutmaya yetecek

kadar güçlü olup olmadığıdır. Sözkonusu davada polisin iddia edilen ihmali ile bu dramatik

sonucun ortaya çıkmasındaki ilişkinin -özellikle şartların çok değişken olduğu bir bölgede-

Devletin sorumluluğu kapsamına girecek kadar yakın olmadığına inanmaktayım.

Bu şartlarda, sadece bir doğru cevap olabilir: ya yukarıda bahsedilen ve Devletlerin olumlu

yükümlülüğünü yönlendiren Mahkeme'nin yerleşmiş içtihadı doğrudur; ve bu davada

çoğunluğun analizi yanlıştır ya da çoğunluğun analizi doğrudur; ilgili ilkenin yasal bir değeri

yoktur.

Sonuç olarak, Devlet'in Zübeyir Akkoç'un yaşamını koruyamadığını, dolayısıyla Sözleşme'nin

2. maddesini ihlal ettiğine dair çoğunluğun fikrini paylaşmıyorum.

2. Mahkeme'nin Sözleşme'nin 13. maddesinin ihlal edildiğiyle ilgili kararına gelince, bu

başvuruyla ilgili olarak 23 Nisan 1999 tarihinde Komisyon tarafından kabul edilen rapora

eklenen Avrupa İnsan Hakları Komisyonu başkanı Sn. Trechsel'in muhalefet şerhine tamamen

katılıyorum. (başvuru no. 22947-8/93) : "13. maddeyle ilgili olarak, 286-287. paragraflarda

belirtilen düşüncelere tamamen katılmama rağmen bir ihlalin sözkonusu olmadığı yönünde oy

kullandım. Bence, 2. madde ile ilgili olarak yapılan tesbitler, etkili bir soruşturmanın

yapılmadığını ve olaydan sonra yeterli işlemlerin yapılmadığını da içerdiğinden ayrıca bir ihlal

konusu ortaya çıkmamaktadır.

Bu konuyla ilgili olarak Ergi ve Türkiye davasında verdiğim ayrıntılı muhalefet şerhine atıfta

bulunuyorum (bkz.28 Temmuz 1998 tarihli karar, Raporlar 1998-IV).

3. Kararın 8. işlem maddesi ile Mahkeme, devlet başvuranın kocasının hayatını koruma

yükümlülüğünü yerine getirmediğinden, ihmal ile ölümü arasında bir sebep-sonuç ilişkisi

olduğundan ve devlet adıgeçenin ölümüne neden olduğundan başvurana 38,967.81 İngiliz

Sterlini maddi tazminat ödenmesine hükmetmiştir.

2.maddenin üç şekilde ihlal edilebileceğini biliyoruz (?)

(a) cinayet devlet ajanları tarafından işlendiyse

(b) devlet, mağduru gerekli önlemleri almayarak koruyamadıysa

(c) ceza hukuku hükümleri ihlal edildiyse, mağdurun ölümü ile ilgili etkili bir soruşturma

yapılmadıysa.

Kararın 79.maddesinde Mahkeme “Bu davada devlet ajanlarının ya da devlet adına hareket eden

kişilerin Zübeyir Akkoç‟un ölümü ile ilgili olduğu kesin olarak ortaya konulamamıştır”

ifadesine yer vermiştir.

Bu nedenle Hükümet kesinlikle başvuranın kocasının ölümünden doğrudan sorumlu değildir

(ihlalin ilk şekli)

Maddi tazminata ancak, sonuç iddia edilen ihlalden kaynaklandıysa, hükmedilemelidir.

O halde ihlalin ikinci ve üçüncü şekilllerine ilişkin durum nedir? Açıkca, ölüme ilişkin ayrıntılı

bir araştırma yürütmemek ölümün sebebi olamaz. Bu nedenle ihlalin üçüncü şekli dikkate

alınmamalıdır. Geriye ihlalin ikinci şekli kalmaktadır ki çoğunluk Hükümetin maddi tazminata

ilişkin sorumluluğunu tesbit ederken bu unsura dayanmıştır. Ancak, Zübeyir Akkoç‟un ölümü

ile güvenlik güçlerinin ihmali arasında yakın ve doğrudan bir bağ var mıdır? Bu sorunun olumlu

cevaplandırılması için, devletin alacağı önlemlerin hatasız olması ve bu nedenle korunan

herkesin ölümünü engellemesi beklenirdi. Bu yerine getirilmesi imkansız ve Mahkeme

tarafından belirlenen “pozitif yükümlülük” çerçevesinde kabuledilemez bir taleptir. Maddi

tazminatın belirlenmesi için aranacak olan illiyet bağının ihlal edildiği ileri sürülen maddelerin

sayısının otomatik bir sonucu olmadığını söylemeye gerek yoktur, bunun için daha ziyade

sözkonusu maddenin nasıl ihlal edildiğinin ortaya konması gerekir. Bu davada Mahkeme,

başvurana başvuranın maddi tazminat taleplerini kabul etmekle, koruyucu önlemlerin gerçek

etkinliği konusunda herhangi bir hukuki geçerliliği olmayan varsayımlarda bulunmuştur. Başkan

bir deyişle Mahkeme, davalı Hükümetin Zübeyir Akkoç‟un hayatta kalmasını garanti edecek

koruyucu önlemler alması gerektiğini ifade etmektedir. Bu karar, Avrupa İnsan Hakları

Page 28: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

28

Mahkemesi‟nin tarihinde vasayım ve spekulasyonlara dayalı olarak, davanın gerçek koşullarını

dikkate almadan maddi tazminata hükmedilen ilk karardır. Bu nedenle ben, maddi tazminata

hükmedilmesini gerektiren, Zübeyir Akkoç‟un ölümü ile bulunan ihlal arasında gerçek bir illiyet

bağı olduğunu düşünmüyorum.

Akkoç davası, davalı Hükümetin ölümlerden sorumlu tutulduğu bir başka deyişle cinayetleri

işlediğinin kabul edildiği, Ertak (9 Mayıs 2000 tarihli karar) ve Çakıcı (9 Mayıs 2000 tarihli

karar) davalarından belirgin olarak farklıdır. Yasa davasında (25 Mayıs 1998 tarihli karar)

mahkeme, maddi tazminat talebini, başvuranın güvenlik güçleri tarafından taciz edildiği ve

amcasının güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğü açıkca kanıtlanamadığı gerekçesiyle,

reddetmiştir (124. paragraf). Kurt davasında (25 Mayıs 1998 tarihli karar) başvuran, gözaltında

iken kaybolan kişinin annesi, gördüğü zararın niteliğini açıklamadan (maddi ya da manevi)

tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme sadece, maddi tazminata hükmetmiştir ve bunu

açıkca ifade etmiştir.

Bu davadaki en kötü unsur, Mahkeme‟nin güvenilir ve eksiksiz bilgi ve hesaplama ehliyetine

sahip olmadan, bir sigorta şirketi gibi davranarak, başvurana kocasının ölümü nedeniyle

spekülatif sigorta primi hesaplarına dayanarak yaşam sigortası kapsamında abartılı yüksek bir

tazminat ödenmesine karar vermesidir.

Bu davada hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarları çok yüksekdir ve ne sözkonusu

ülkenin ekonomik gerçeklerini ne de benzer davalarda Mahkeme‟nin hükmettiği meblağları

dikkate almıştır.

Aşağıda bazı örnekler veriyorum:

Kurt davasında, başvuran uğranılan zararın niteliğini belirtmeden 70,000 İngiliz Sterlini talep

etmiştir. Mahkeme, toplam 15,000 + 10,000 İngiliz Sterlini ödenmesine karar vermiştir.

Ertak davasında başvuran, 60,630.44 + 40,000 + 2,500 İngiliz Sterlini talep etmiştir. Mahkeme

başvurana, 37,500 İngiliz Sterlini ödenmesine hükmetmiştir.

Güleç davasında (27 Temmuz 1998 tarihli kararda), başvuran 400,000 İngiliz Sterlini + 100,000

Fransız Frangı talep etmiştir. Mahkeme toplam, 50,000 Fransız Frangı ödenmesine karar

vermiştir.

Kılıç davasında (ve Kaya davasında – 28 Mart 2000 tarihli karar), başvuranlar 30,000 + 40,000

+ 2,500 İngiliz Sterlini talep etmiştir (zararın niteliğini belirtmeden). Mahkeme, 15,000 + 2,500

İngiliz Sterlini ödenmesine karar vermiştir.

Son olarak, Yasa başvurusunda (2 Eylül 1998 tarihli karar), başvuran 54,000 Alman Markı +

150,000 İngiliz Sterlini talep etmiştir. Mahkeme manevi tazminat olarak sadece 6,000 İngiliz

Sterlini ödenmesine karar vermiştir.

Page 29: COUNCIL AVRUPA EUROPE KONSEYİ...18. Kocasının ölümünden önce ve Milli Eğitim Müdürlüğü‟ndeki olaydan sonra bavuran telefonda çok sayıda tehdit almı ve güvenlik güçlerince

29