189
Stephen King - Mahşer ALTIN KĐTAPLAR YAYINEVĐ KĐTABIN ORĐJĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © THE STAND 1987 STEPHEN KING KESĐM Telif Hakları Ajansı ALTIN KĐTAPLAR YAYINEVĐ ve TĐCARET A.Ş. Bu kitabın her türlü yayın haklan Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince ALTIN KĐTAPLAR YAYINEVĐ ve TĐCARET A.Ş.'ye aittir. BASKĐ 2. BASIM/1999 AKDENĐZ YAYINCILIK A.Ş. Matbaacılar Sitesi No: 83 Bağcılar - ĐSTANBUL ISBN 975 - 405 - 899 - 7 99-34-y-0131-700 ALTIN KĐTAPLAR YAYINEVĐ Celâl Ferdi Gökçay Sk. Nebioğlu Đşhanı Cağaloğlu - Đstanbul Tel: (0212) 522 40 45 - 526 80 12 511 51 00-511 32 26 Faks:(0212)526 80 11 www. altinkitaplar. com info @altinkitaplar. com.tr. MAHŞER TURKÇESI: Gönül Suveren Yazarın Yayınevimizden Çıkan Kitapları: HAYVAN MEZARLIĞI GÖZ KUJO KORKU AĞI KUŞKU MEVSĐMĐ ÇAĞRI CHRISTINE «O» SĐS TEPKĐ MEDYUM SADĐST ŞEFFAF CESET AZRAĐL KOŞUYOR HAYALETĐN GARĐP HUYLARI KARA KULE HAYATI EMEN KARANLIK GECE YARISINI 2 GEÇE GECE YARISINI 4 GEÇE RUHLAR DÜKKANI HAYALETLER BELDESĐ ÇORAK TOPRAKLAR OYUN ÇILGINLIĞIN ÖTESĐ BÜYÜCÜ VE CAM KÜRE YEŞĐL YOL DĐZĐSĐ BĐRĐNCĐ BÖLÜM Kaptan Trips 16 Haziran - 4 Temmuz 1 Hapscomb'un benzin istasyonu Arnette'in hemen kuzeyinde, 93 numaralı karayolunun üzerindeydi. Houston'dan yüz yetmiş kilometre uzakta olan Arnette, dört sokaktan oluşan berbat bir kasabaydı. Bu gece bütün müdavimler benzin istasyonunda toplanmışlardı. Kasanın yanına yerleşmiş, bira içiyor, şundan bundan söz ediyor, ışıklı büyük levhaya çarpan böcekleri seyrediyorlardı. Burası Bili «Hap» Hapscomb'un benzin istasyonuydu. Bu yüzden de Hapscomb ahmağın biri olduğu halde, herkes her konuda onun fikrini soruyordu. Kendi işyerlerinde olsalardı aynı saygıyı onlar da bekleyeceklerdi. Ama işyerleri yoktu onların.

şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Stephen King - Mah şer ALTIN K ĐTAPLAR YAYINEVĐ KĐTABIN ORĐJĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © THE STAND 1987 STEPHEN KING KES ĐM Telif Hakları Ajansı ALTIN K ĐTAPLAR YAYINEVĐ ve T ĐCARET A. Ş. Bu kitabın her türlü yayın haklan Fikir ve Sanat Es erleri Yasası gere ğince ALTIN KĐTAPLAR YAYINEVĐ ve T ĐCARET A. Ş.'ye aittir. BASKĐ 2. BASIM/1999 AKDEN ĐZ YAYINCILIK A. Ş. Matbaacılar Sitesi No: 83 Ba ğcılar - ĐSTANBUL ISBN 975 - 405 - 899 - 7 99-34-y-0131-700 ALTIN K ĐTAPLAR YAYINEVĐ Celâl Ferdi Gökçay Sk. Nebio ğlu Đşhanı Cağalo ğlu - Đstanbul Tel: (0212) 522 40 45 - 526 80 12 511 51 00-511 32 26 Faks:(0212)526 80 11 www. altin kitaplar. com info @altinkitaplar. com.tr. MAHŞER TURKÇESI: Gönül Suveren Yazarın Yayınevimizden Çıkan Kitapları: HAYVAN MEZARLIĞI GÖZ KUJO KORKU AĞI KUŞKU MEVSĐMĐ ÇAĞRI CHRISTINE «O» SĐS TEPKĐ MEDYUM SADĐST ŞEFFAF CESET AZRAĐL KOŞUYOR HAYALETĐN GARĐP HUYLARI KARA KULE HAYATI EMEN KARANLIK GECE YARISINI 2 GEÇE GECE YARISINI 4 GEÇE RUHLAR DÜKKANI HAYALETLER BELDESĐ ÇORAK TOPRAKLAR OYUN ÇILGINLI ĞIN ÖTES Đ BÜYÜCÜ VE CAM KÜRE YEŞĐL YOL D ĐZĐSĐ BĐRĐNCĐ BÖLÜM Kaptan Trips 16 Haziran - 4 Temmuz 1 Hapscomb'un benzin istasyonu Arnette'in hemen kuzey inde, 93 numaralı karayolunun üzerindeydi. Houston'dan yüz yetmi ş kilometre uzakta olan Arnette, dört sokaktan olu şan berbat bir kasabaydı. Bu gece bütün müdavimler b enzin istasyonunda toplanmı şlardı. Kasanın yanına yerle şmiş, bira içiyor, şundan bundan söz ediyor, ı şıklı büyük levhaya çarpan böcekleri seyrediyorlardı . Burası Bili «Hap» Hapscomb'un benzin istasyonuydu. Bu yüzden de Hapscomb ahma ğın biri oldu ğu halde, herkes her konuda onun fikrini soruyordu. Kendi i şyerlerinde olsalardı aynı saygıyı onlar da bekleyeceklerdi. Am a i şyerleri yoktu onların.

Page 2: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Arnette'de sıkıntılı günler ba şlamı ştı. 1970'de kasabada iki sanayi vardı. Biri elektronik hesap makineleri üreten bir tesis, öteki de örne ğin piknikte kullanılan türden kâ ğıt ürünleri yapan bir fabrikaydı. Ama artık kâ ğıt fabrikası kapanmı ştı. Hesap makineleri yapan şirket de kötü durumdaydı. Çünkü bu aletlerin Tay- — 7 — van'da daha ucuza üretildi ği anla şılmı ştı. Tıpkı küçük portatif televizyonlar ve transistorlu radyolar gibi... Eskiden kâ ğıt fabrikasında çalı şan Norman Bruett'le Tommy Wan-namaker artık devlet yardımıyla geçiniyorlardı. Đşsizlik sigortalarının süresi çoktan sona ermi şti. Henry Carmichael ve Stu Redman hesap makinesi f abrikasında çalı şıyorlardı. Ama haftada ancak otuz saat. Victor Palf rey emekliydi. Elde sardı ğı pis kokulu sigaraları içerdi. Parası ancak bu kad arına yetiyordu. Hap ellerini dizlerine koyarak öne do ğru e ğildi. «Bence bu enflasyon denilen saçmalı ğa aldırmamaları gerekir. Milli borç fasaryasına da. Baskı makinelerimiz de var, kâ ğıdımız da. Hükümet elli milyon tane bin dolarlık ba smalı ve bu parayı piyasaya sürmeli.» Đçlerinde Hap'in bu pek budalaca sözlerine itiraz ed ecek kadar kendisine saygısı olan yalnız Palfrey'di. 1974 yılına kadar teknisyen lik yapmı ş olan Palfrey, pis kokulu sigaralarından birini daha sararken, « Đşe yaramaz ki,» dedi. «Hükümet bunu yaptı ğı anda, Richmond'da Đç Sava şın son iki yılında içine dü şülen durumla kar şıla şırız. O günlerde bir lokma ekmek almak istedi ğin zaman fırıncıya bir Güney doları veriyordun. Fırıncı da bunu ekme ğin üzerine koyuyor, dolar büyüklü ğünde bir parça kesiyordu. Para dedi ğin yalnızca bir kâ ğıt parçasıdır.» Hap ters ters, «Seninle aynı fikirde olmayan birkaç ki şi tanıyorum,» diye cevap verdi. Yazı masasından kırmızı plastikten yapılmı ş bir kâ ğıt kıskacı aldı. «O adamlara borcum var. Ve gitgide sabırsızlanıyorlar. » Stu Redman elinde bira tenekesiyle, çatlak plastik iskemlelerden birinde oturuyor, benzin istasyonunun büyük penceresinden 9 3 numaralı karayoluna bakıyordu. Stu belki de Arnette'in en sessiz adamıy dı. Bu kasabada büyümü ştü. Babası di şçiydi. Stu yedi ya şındayken ölmü ş, geride karısıyla Stu'dan ba şka iki çocuk daha bırakmı ştı. Stu'nun annesi Arnette'in hemen dı şındaki Kırmızı Top Kamyon Dura ğında i şe girmi şti o zaman. Bina 1969'da yanmamı ş olsaydı, Stu orayı şimdi oturdu ğu yerden görebilecekti. Kadının i şi, dördünün aç kalmamalarını sa ğlamı ştı, ama o kadar. Stu dokuz ya şındayken çalı şmaya — 8 — başlamı ştı. Once Kırmızı Top'un sahibi olan Rog Tucker'm ya nına girmi şti. Okuldan sonra kamyonların bo şaltılmasına yardım ediyor, saat ba şına otuz be ş sent alıyordu. Daha sonra yakındaki Braintree kasab asında i ş bulmu ştu. Pek az bir ücret kar şılı ğı haftada yirmi saat a ğır i ş yapabilmek için ya şını büyük söylemi şti. Stu şimdi Hap'le Vic Palfrey'in para konusundaki, daha d oğrusu paranın esrarlı biçimde ortadan kaybolması konusundaki tartı şmalarını dinliyor, bir yandan da hayvan derisi yüklü arabaları çekerken ellerinin na sıl kanadı ğını dü şünüyordu. Bunu annesinden gizlemeye çalı şmıştı. Ama Stu i şe ba şladıktan birkaç gün sonra annesi durumu farketmi şti. O ğlunun ellerine bakarak a ğlamı ştı biraz. Aslında sulu gözlü bir kadın de ğildi. Stu'ya i şten çıkmasını da söylememi şti. Durumu biliyordu. Gerçekçi bir insandı. Stu'nun sessizli ğinin bir nedeni, çocukken hiçbir zaman arkada şı olmaması, böyle şeyler için zaman bulamamasıydı. Okula gitmek zorund aydı. Sonra da i şe. En küçük karde şi Dev, Stu kom şu kasabada çalı şmaya ba şladı ğı yıl zatürreeden ölmü ştü. Stu bu olayın etkisinden hiçbir zaman kurtulamamı ştı. Belki de bunun nedeni suçluluk duygusuydu. Stu, Dev'i di ğer karde şinden daha çok severdi. Ama onun ölümü doyurulacak bir bo ğazın eksilmesi anlamına geliyordu. Stu lisedeyken futbolu ke şfetmi şti. Annesi bu bakımdan ona cesaret vermi şti. Bunun çocu ğun çalı şma saatlerini kısaltaca ğını bile bile hem de. «Futbol oyna,» demi şti. «Buradan kurtulmanın bir tek çaresi varsa o da futbol, Stuart. Eddie Warfield'i unutma.» Eddie Warfield yerel bir kahram andı. Stu'nunkinden de yoksul bir ailedendi. Lisedeki futbol takımında ba şarıyla oynamı ştı. Atletizm bursu kazanarak Teksas Üniversitesine gitmi ş, on yıl futbol oynamayı sürdürmü ştü.

Page 3: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Şimdi Eddie'nin batıda ve güneybatıda acele servis v eren bir dizi lokantası vardı. Amette için hiçbir zaman sönmeyecek bir efsa ne kahramanıydı. Arnette'de «Başarı» denildi ği zaman akla Eddie Warlfield gelirdi. Stu, Eddie Warfield çapında bir oyuncu de ğildi. Ama lisenin üçüncü sınıfındayken yine de önemsiz bir atletizm bursu kazanma umudu va rdı. — 9 — Ne çare ki, annesi hastalandı. Kadın çalı şacak halde de ğildi artık. Kansere yakalanmı ştı. Stu'nun liseden mezun olmasına iki ay kala öldü gitti. Geride Stu'yla Bryce'ı bıraktı. Đki karde şin geçimlerini sa ğlamaları gerekiyordu. Stu atletizm bursunu reddetmek zorunda kaldı. Hesap mak inesi fabrikasında çalı şmaya başladı. Sonunda Stu'dan üç ya ş küçük olan Bryce ba şarıya ula ştı. Şimdi Minnesota'daydı ve IBM'de sistem analizcisi olarak çalı şıyordu. A ğabeyine pek sık mektup yazmıyordu. Stu, Bryce'ı en son cenazede görmü ştü. Karısının cenaze töreninde. Stu'nun karısı da annesi gibi kanserden ölmü ştü. Stu zaman zaman Bryce'm da kendini suçlu hissetti ğini dü şünüyordu. Belki karde şi biraz da utanıyordu a ğabeyinden. Ne de olsa Stu ölmekte olan bir Teksas k asabasında yaşayan ba şarısız bir insandı. Günlerini bir mahkûm gibi fabri kada çalı şarak, gecelerini de Hap'in benzin istasyonunda ya da «Kız ıl Derili Kafası»nda bira içerek geçiriyordu. Stu için hayatının en güzel dönemi evlilik günleriy di. On sekiz ay sürmü ştü evlili ği. Sonra genç karısının rahminde kapkara, habis bir ur olu şmuştu. Üç yıl önce olmu ştu bu. Genç adam karısının ölümünden sonra Arnette' den ayrılmayı, daha iyi bir hayat kurmayı dü şünmüştü. Ama küçük kasabalara özgü o uyu şukluk, yakasını bırakmamı ştı. Tanıdık yerlerin ve tanıdık yüzlerin büyüsünden kurtulamamı ştı. Stu'yu Arnette'de çok severlerdi... Vic Palfrey bir keresinde onun için, «Eski tip bir serseri,» demi şti. Đltifatların en büyü ğüydü bu. Vic'le Hap tartı şırlarken gökyüzü hâlâ biraz aydınlıktı. Ama toprak gölgelere bürünmü ştü. Artık 93 numaralı karayolundan fazla araba geçm iyordu. Hap'in faturaların ço ğunu ödeyememesinin bir nedeni de buydu. Ama i şte şimdi bir araba yakla şıyordu. Stu gördü önce. Araba üç yüz metre kadar uzaktaydı. Günün son ı şıkları, otomobilin dökülmemi ş olan son birkaç krom parçasını tozlu tozlu parlatıy ordu. Stu'nun gözleri çok keskindi. Gelenin pek eski bir Chevrolet oldu ğunu anlamı ştı. 1959-60 modeli olmalıydı. Farları yanmıyordu. Saatte ancak yirmi k ilometre hızla ilerliyor, sağa sola yalpalıyordu. Arabayı henüz ondan ba şka kimse görmemi şti. — 10 — Vic Palfrey, «Diyelim ki, benzin istasyonunun ipote k taksidini ödemen gerek,» diyordu. «Meselâ... ayda elli dolar vereceksin.» «Taksit bundan kat kat fazla.» «Biz şimdi elli dolar farzedelim. Ve diyelim ki, Federall er senin istedi ğin gibi kamyon dolusu para bastılar. O zaman banka senden t aksit olarak yüz elli dolar ister. Durumun yine kötü olur.» Henry «Hank» Carmichael ba şını salladı. «Do ğru ya!» Hap ona öfkeyle baktı. Hank'in para vermeden makineden gazoz aldı ğını biliyordu. Hank de onun bu durumu bildi ğinin farkındaydı. Bu yüzden Hank onun tarafını tutm alıydı. Tabii taraf tutmak istiyorsa. Ancak dokuzuncu sınıfa kadar okumu ş olan Hank, bilgiç bir tavırla, «Öyle olması şart de ğil,» dedi. Sonra da nedenlerini açıklamaya ba şladı. Stu'nun tek anladı ğı hepsinin ba şının dertte oldu ğuydu. Hap'in sesi anlamsız bir mırıltı halini alırken arabanın yalpalayıp sarsılar ak yoldan çıkı şını izledi. Daha fazla ilerleyebilece ğe benzemiyordu. Araba ortadaki beyaz çizgiyi a ştı, sol tekerlekleri yolun kenarındaki tozları etrafa saçtı . Derken sarsılarak di ğer tarafa do ğru gitti. Kısa bir süre do ğru dürüst ilerleyebildi, sonra yalpaladı, az kalsın hende ğe yuvarlanıyordu. Şoför sanki benzin istasyonunun ı şıklı levhasını farketmi ş gibi arabayı binanın önündeki asfalt dökülmü ş açıklı ğa do ğru döndürdü. Araba hızı iyice azalmı ş bir füze gibi yakla ştı. Stu şimdi eski motorun gürültüsünü, ölmek üzere olan karbüratörün cızırtısını ve gev şemi ş valfların takırtısını duyuyordu. Pompaların yukarıs ındaki floresan çubukların ı şı ğı, tozlu ön camdan yansıdı ğı için otomobilin içindekiler pek gözükmüyordu. Ancak Stu, araba kaldırıma çıkarken şoförün gev şekçe yana sallandı ğını farketmi şti. Araba hâlâ durmuyor, yirmi kilometre hızla iler liyordu.

Page 4: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Yani tedavülde daha fazla para olursa...» Stu usulca, «Pompalarını kapatsan daha iyi olacak, Hap,» dedi. «Pompalarını mı? Ne..» Norm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la Hank Carmicha- — 11 — el'ın üzerinden e ğilerek iki eliyle sekiz dü ğmeyi birden kapattı. Đşte bu yüzden de arabanın ortadaki pompalara çarpı şını gruptan yalnızca o göremedi. Otomobil âdeta amansızca ve görkemli bir a ğırlıkla pompalara bindirdi. Tommy Wannamaker ertesi gün «Kızıl Derili Kafası»nda stop lambalarının bir defa bile yanmadı ğına yemin edecekti. Şasinin altı betona sürtünürken çı ğlı ğı andıran bir ses çıktı. Stu dı şında herkes sürücünün kafasının gev şekçe öne do ğru sallandı ğını ve cama vurdu ğunu gördü. Camda yıldız biçimi çatlaklar belirdi. Araba tekmelenmi ş ya şlı bir köpek gibi zıpladı, pompalardan birini devir di. O sırada etrafa biraz gaz sızdı. Otomobilin betona sürünen egzos borusundan çıkan kı vılcımları hepsi de farkettiler. Meksika'da bir benzin istasyonunun pat lamasına tanık olan Hap, farkına varmadan elleriyle gözlerini korumaya çalı ştı. Ama otomobil döndü, yüksekçe beton setten a şağıya indi. O arada bir pompayı daha yerie bir etti. 360 derecelik dönü şünü tamamlayarak bu kez de betona yanlamasına bindi rdi. Arka kısmı sete çıkarak di ğer gaz pompasını devirdi, durdu. Egzos borusu arkas ından kuyruk gibi uzanıyordu. Otomobil karayoluna en yakı n olan üç pompayı da parçalamı ştı. Motor birkaç saniye düzensiz çalı şmasını sürdürdükten sonra durdu. Gürültüyü insanı korkutan bir sessizlik izledi. Tommy Wannamaker soluk solu ğa, «Tanrım...» dedi. «Burası havaya uçacak mı, Hap? » Hap aya ğa kalktı. «Uçacak olsa şimdiye kadar uçardı.» Đhtiyatlı bir sevinç duyuyordu. Pompaları sigortalıydı, primlerini de öd emi şti. Mary her şeyden çok bu sigorta üzerinde durmu ştu. Norm, «Herif iyice sarho ş olmalı,» dedi. «Stop lambalarını gördüm.» Tommy'nin sesi heyecanda n tizle şmiş-ti. «Bir kere olsun yanmadılar. Tanrım! Hızla gelseydi şimdi hepimiz de ölmü ş olurduk!» Bürodan tela şla dı şarı çıktılar. Hap en önde, Stu ise en gerideydi. Ha p, Tommy ve Norm aynı anda arabanın yanına vardılar. Benzin koku- — 12 — sunu duyuyor, otomobilin so ğumaya ba şlayan motorunun saat tıkırtısını andıran sesini i şitiyorlardı. Hap şoförün yanındaki kapıyı açtı, direksiyondaki adam eski çama şır bohçası gibi dı şarıya kayıverdi. Norm Bruett, «Allah kahretsin!» diye ba ğırdı. Sesi neredeyse bir çı ğlı ğa dönüşecekti. Dönüp ellerini iri göbe ğine bastırdı, kusmaya ba şladı. Buna, Hap'in yere yı ğılmadan önce ustalıkla yakaladı ğı şoför de ğil, arabanın içinden etrafa yayılan koku neden olmu ştu. Kan, pislik, kusmuk ve çürümü ş insan vücudu kokusundan olu şan i ğrenç bir şeydi. Korkunç, yo ğun bir hastalık kokusu... ölüm kokusu. Hap döndü, şoförü koltuk altlarından tutarak sürükledi. Tommy t ela şla adamın yerde sürünen ayaklarını kavradı. Şoförü Hap'le büroya ta şıdılar. Tavandaki floresan lambaların ı şı ğında tiksinti dolu yüzleri bembeyaz görünüyordu. Ha p sigorta parasını unutmu ştu. Di ğerleri arabanın içine baktılar. Sonra Hank elini a ğzına bastırarak açıklı ğın kuzey kö şesine do ğru ko ştu. Küçük parma ğını havaya kaldırmı ştı. Şarap kadehini birinin şerefine kaldırıyormu ş gibi. Ak şam yemeğini oldu ğu gibi çıkardı. Vic'le Stu bir süre arabanın içine baktılar, sonra da birbirlerine. Tekrar otomobile do ğru e ğildiler. Şoförün yanındaki yerde genç bir kadın oturuyordu. Bolca elbisesinin ete ği yukarıya do ğru sıvanmı ştı. Ona, üç ya şlarında, erkek mi kız mı oldu ğu pek belli olmayan bir çocuk yaslanmı ştı. Đkisi de ölmü şlerdi. Boyunları birer iç lastik gibi şi şmişti. Ciltleri sanki çürümü ş gibi morumsu siyahtı. Gözlerinin altı da şi şti. Vic daha sonra, «Güne ş ı şı ğından korunmak için gözlerinin altına lamba isi süren beyzbolcular a benziyorlardı,» diyecekti. Ölülerin camla şmış gözleri yuvalarından u ğramı ştı. Kadın çocu ğun elini tutuyordu. Burunlarından yo ğun bir sıvı akmı ş ve pıhtıla şmıştı. Etraflarında sinekler uçu şuyor, sıvıya konuyor ya da açık a ğızlarından içeri girip

Page 5: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

çıkıyorlardı. Stu bir zamanlar sava şa katılmı ştı. Ama böyle insanın içine dokunacak bir durumla hiç kar şıla şmamıştı. Gözleri durmadan kadınla çocu ğun birbirine kenetlenmi ş ellerine kayıyordu. Stu'yla Vic geri geri giderek arabadan uzakla ştılar, bo ş gözlerle bir- — 13 — birlerine baktılar, sonra da benzin istasyonuna do ğru döndüler. Hap'in telefonda tela şlı tela şlı konu ştu ğunu görüyorlardı. Norm arkalarından benzin istasyon una doğru geliyor, zaman zaman omzunun üzerinden, devrilmi ş pompalara bakıyordu. Arabanın sürücü tarafındaki kapısı açıktı. Dikiz ay nasının altından bir çift bebek pati ği sallanıyordu. Hank kapının yanında durmu ş, pis bir mendille a ğzını silmekteydi. Kederli bir sesle, «Tanrım! Stu,» diye mırıldandı. Stu da ba şını salladı. Hap telefonu kapattı. Arabanın sürücüsü yerde yatıy ordu. «Ambulans on dakika sonra burada olacak. Sizce bunlar...» Ba ş parma ğıyla arabayı i şaret etti. Vic ba şını salladı. «Bunlar ölmü ş.» Kırı şık yüzü sapsarıydı. O pis kokulu sigaralarından birini sarmaya çalı şırken tütünleri yere saçıyordu. « Şu ikisi şimdiye kadar gördü ğüm insanların en ölüsü!» Stu'ya baktı. Genç adam da tekrar başını sallayarak ellerini ceplerine soktu. Midesi bul anıyordu. Yerde yatan adam bo ğuk bo ğuk inledi. Hepsi de ba şlarını e ğip ona baktılar. Bir dakika kadar sonra yabancının konu ştu ğunu, konu şmaya çalı ştı ğını farkettiler. Hap onun yanına diz çöktü. Ne de olsa, bu benzin is tasyonu onundu. Arabadaki kadınla çocuk hangi illetten ölmü şlerse, adamda da aynı hastalık vardı. Burnu durmadan akıyordu. Soluk alırken gö ğsünde sanki bir şey kaynıyor, garip bir ses çıkıyordu. Gözlerinin altı şi şmeye ba şlamı ştı; henüz kararmamı ş, birer mor leke gibiydiler. Adamın boynu fazla kalın mış gibi duruyordu. Eti kabarmı ştı. Sanki iki çenesi daha vardı. Ate şinin iyice yüksek oldu ğu belliydi. Đnsan ona yakla ştı ğı zaman, kuzu kızartmak için dibinde ate ş yakılmı ş bir tandırın yanına çömeliyor-mu ş gibi oluyordu. Yabancı, «Köpek...» diye mırıldandı. «Onu çıkardını z mı?» Hap onu usulca sarstı. «Ambulans ça ğırdım, bayım. Đyile şeceksin.» Yerdeki adam, «Biri defterleri aldı,» dedi. Sonra ö ksürmeye ba şladı. Birbirini izleyen, patlamalara benzeyen öksürükler yüzünden a ğzından salyalar fı şkırıyordu. Hap çaresizlik içinde yüzünü buru şturarak arkaya do ğru e ğildi. — 14 — Vic, «En iyisi onu döndürelim,» diye atıldı. «Yoksa bo ğulacak.» Ama onlar bunu yapamadan öksürük kesildi, yerini yi ne o düzensiz soluklar aldı. Yabancı gözlerini a ğır a ğır kırpı ştırdı, çevresine toplanmı ş adamlara baktı. «Burası... neresi?» Hap, «Arnette,» diye açıkladı. «Burası da Bili Haps comb'un benzin istasyonu. Pompalarımdan bazılarını devirdin.» Sonra tela şla ekledi. «Ama önemli de ğil. Sigortalıydı hepsi.» Yerdeki yabancı do ğrulup oturmaya çalı ştı, ama ba şaramadı. Bir elini Hap'in koluna koymakla yetindi. «Karım... Küçük kızım...» Hap aptal aptal gülümsedi. «Onlar iyi.» Adam, «Galiba ben çok hastayım,» dedi. Bo ğuk ve yumu şak bir kükremeyi andıran sesler çıkarıyordu solu ğu. «Onlar da hastaydılar. Đki gün önce sabah kalktı ğımız zaman Tahoe...» Gözkapakları titre şerek a ğır a ğır kapandı. «Hastalık... Galiba yine de yeterince çabuk davrana-madık...» Arnette Gönüllü Ambulansının sireni uzaklarda yankı lanıyor, gitgide yakla şıyordu. Tommy Wannamaker, «Tanrım...» dedi. «Ah, Tanrım...» Hasta adam gözlerini tekrar açtı. Şimdi bu gözlerde müthi ş bir endi şe vardı. Tekrar do ğrulup oturmaya çalı ştı. Yüzünden terler akıyordu. Hap'in kolunu yakaladı. «Sally'yle LaVon iyi mi?» diye sorarken a ğzından tükrükler sıçradı. Hap adamdan yayılan sıcaklı ğı hissediyordu. Yabancı hastaydı, yarı çıldırmı ştı, pis pis kokuyordu. Hap'in aklına eskiyen köpek batt aniyelerinin kokusu geldi. Hap biraz da tela şla, «Onlar iyi,» diye yineledi. «Sen yalnızca... ya t ve rahatlamaya çalı ş. Tamam mı?» Yabancı tekrar yere uzandı. Şimdi solukları daha kötüydü. Hank'le Hap onu yan döndürdüler. Adamın soluk alı şları biraz düzelir gibi oldu. Yabancı, «Dün geceye kadar kendimi iyi hissediyordum,» diye mırıldandı. «Sonra gece hastalık yüzünden

Page 6: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

uyandım. Oradan çabucak kaçamadık. Bebek LaVon iyi mi?» Bunu hiçbirinin de anlayamadı ğı mırıltılar izledi. — 15 - Ambulansın sireni gitgide yakla şıyordu. Stu ta şıtı görebilmek için pencereye gitti. Di ğerleri hâlâ yerdeki adamın çevresinde bir daire olu şturmu ş, duruyorlardı. Hap sordu. «Hastalı ğı nedir acaba, Vic? Bir fikrin var mı?» Vic ba şını salladı. «Hayır.» Norm Bruett, «Belki de yedikleri bir şey dokundu,» dedi. «Arabada California plakası var. Herhalde yol kenarındaki büfelerden pe k çok şey alıp yediler. Belki de yedikleri hamburger zehirliydi. Oluyor böyle şeyler.» Ambulans yakla ştı, harap Chevrolet arabayla benzin istasyonunun ka pısı arasına girerek durdu. Tepesindeki kırmızı ı şık çevrede garip daireler çiziyordu. Hava iyice kararmı ştı artık. Yerdeki yabancı birdenbire, «Bana elini ver!» diye bağırdı. «Seni oradan çekip çıkarayım!» Sonra sustu. Vic, «Besin zehirlenmesi...» dedi. «Evet, olabilir. Öyle oldu ğunu umarım. Çünkü...» Hank, «Çünkü ne?» diye sordu. «Çünkü bu bula şıcı bir hastalık da olabilir.» Vic di ğerlerine kaygıyla baktı. «1948'de Nogales yakınlarında kolera salgını çıktıy dı. Belirtiler bu adamınkine benziyordu biraz.» Üç adam tekerlekli sedyeyle içeri girdiler. Đçlerinden biri, «Hap,» dedi. «Havaya uçmadı ğın için şanslısın. Adam bu mu?» Di ğerleri onların geçmesi için iki yana çekildiler. Bu üç adamı, yani Billy Verecker, Monty Sullivan ve Carlos Ortega'yı hepsi tanıyordu. Hap, Monty'yi kenara çekti. «O arabada iki ki şi var. Bir kadınla bir küçük kız. Đkisi de ölmü ş.» «Aman Tanrım! Emin misin?» «Evet. Ama bu adamın durumdan haberi yok. Onu Brain tree'ye mi götüreceksiniz?» «Öyle sanırım.» Monty şaşkın şaşkın Hap'e baktı. «Arabadaki iki ölüyü ne yapaca ğım? Bu i şle nasıl ba şa çıkaca ğımı bilemiyorum, Hap.» «Stu eyalet polisine telefon edebilir. Seninle gelm emin bir sakıncası var mı?» — 16 — «Yok tabii.» Hasta adamı sedyeye yatırdılar. Onu dı şarı çıkarırlarken Hap, Stu' nun yanına gitti. «Ben o adamla Braintree'ye kadar gitmek niye tindeyim. Sen eyalet polisini arar mısın?» «Tabii.» «Mary'i de arayıver. Ona olanları anlat.» «Olur.» Hap ko şarak dı şarı çıktı, gidip ambulansa bindi. Billy Verecker on un arkasından kapıları kapattı, sonra da iki arkada şını ça ğırdı. Onlar büyülenmi ş bakı şlarla hurdaha ş olmu ş eski arabaya bakıyorlardı. Ambulans birkaç dakika sonra hareket etti. Sireni etrafta yankılanıyor, kırmızı ı şı ğı asfalta kızıl gölgelerin düşmesine neden oluyordu. Stu telefona yürüdü. Eski arabadan çıkardıkları yabancı, hastaneye otuz kilometre kala öldü. Son bir defa inler gibi soluk aldı, verdi, tekrar soluk alm aya çalı ştı ve sonra yaşamaktan vazgeçti. Hap adamın arka cebinden cüzdanını çıkardı. Đçinde on yedi dolar vardı. California eyaletinden verilmi ş şoför ehliyetinden, yabancının adının Charles D. Campion oldu ğu anla şılıyordu. Adam cüzdana askerlik belgesini ve karısı yla kızının foto ğraflarını koymu ştu. Hap o resimlere bakmak istemedi. Cüzdanı tekrar ölünün cebine sokarak Carlos'a siren i susturmasını söyledi. Saat tam dokuzu on geçiyordu. 2 Maine eyaletindeki Ogunquit kasabasında ta ştan yapılmı ş uzun bir iskele kıyıdan Atlas Okyanusuna do ğru uzanıyordu. Frannie Goldsmith bugün iskeleyi, ke ndisini suçlayan gri bir parma ğa benzetti. Arabasını park yerine sokarken Jess'in iskelenin ta ucunda oturmakta oldu ğunu — 17

Page 7: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Mahşer / F: 2 gördü. Ak şam güne şinde bir siluet gibiydi. Tepesinde martılar döne dö ne uçu şuyor, çı ğlı ğa benzer sesler çıkarıyordu. Gerçek bir New England manzarası! Frannie hiçbir martının Jesse Rider'in tiril tiril mavi i ş gömle ğini kirletmeye cesaret edemeyece ğinden de emindi. Delikanlı şairdi ne de olsa. Frannie iskelenin ucunda oturan adamın Jesse oldu ğunu biliyordu. Çünkü motosikletini park memurunun kaldı ğı binanın arkasındaki demir parmaklı ğa bırakmı ştı. Kasabada herkesin tanıdı ğı park memuru Gus da, Frannie'yi kar şılamak için dı şarı çıkıyordu. Saçları dökülmeye ba şlamı ş, göbekli bir adamdı. Ziyaretçilerden araba ba şına bir dolar alınıyordu. Ama Gus, Frannie'nin kasabadan oldu ğunu biliyordu. Bunun için kızın Volvo'sunun ön camı na yapı ştırılmı ş «Kasabalı» yazılı etikete bakmasına gerek yoktu. F ran sık sık geliyordu oraya. Fran, «Tabii geliyorum ya,» diye dü şündü. «Hatta burada, kıyıda hamile kaldım. Henüz şekillenmemi ş olan sevgili bebek, sen Maine eyaletinin şahane kıyılarında olu ştun. Denizden üç metre yukarda, duvarın altı metre doğusunda. Orayı X i şaretiyle gösterebiliriz.» Gus elini kıza do ğru kaldırarak barı ş i şareti yaptı. «Sizin delikanlı iskelenin ucunda, Miss Goldsmith.» «Teşekkür ederim, Gus. Đşler nasıl?» Adam gülerek eliyle park yerini i şaret etti. Parkta belki ancak yirmi dört kadar araba vardı. Ço ğunun camına beyazlı mavili «Kasabalı» etiketleri yapı ştırılmı ştı. Gus, «Daha erken,» dedi. «Onun için fazla i ş olmuyor.» Haziranın 17'siydi. « Đki hafta bekleyin. Ondan sonra kasabaya para kazandıraca ğız.» «Bundan eminim. Tabii bütün parayı zimmetine geçirm ezsen.» Gus güldü, tekrar içeri girdi. Frannie bir kolunu güne şten ısınmı ş arabasına dayadı, bez ayakkabılarını çıkarıp lastik tokyo giydi. Uzun boylu, güzel vücutlu bir k ızdı. Kestane rengi saçları sarı elbisesinin sırtına kadar iniyordu. Erkekler u zun bacaklarına be ğene be ğene bakıyorlardı her zaman. Frannie kendi kendine, «198 0 Üniversite Güzeli,» dedi. Sonra da güldü. Gülü şü biraz acıydı. «Sanki dünyanın en önemli haberi bu ymuş gibi davranıyor- — 18 - sun. Bu olay kimlerle ilgili? Yirmi ya şındaki Jess Rider'la. O da kadın kahramanımız Küçük Fran'dan bir ya ş daha küçük. Üniversite ö ğrencisi bir şair. Tiril tiril mavi i ş gömle ğinden de belli.» Fran kumsalın kenarında durdu. O güzel sıcaklı ğın lastik tokyolara ra ğmen tabanlarını ısıttı ğını hissetmekteydi. Đskelenin ucundaki siluet hâlâ denize küçük ta şlar atıyordu. Fran'in dü şünceleri biraz ne şeli, ama daha çok üzüntülüydü. Kendi kendine, «Orada nasıl durdu ğunu biliyor,» dedi. «Yapayalnız, ama korkmayan Lord Byron. Yalnız ba şına oturuyor ve uzaklara, Đngiltere'ye do ğru giden denize bakıyor... Öf, haydi oradan!» Fran iskeleye do ğru a ğır a ğır yürümeye ba şladı. Jess'e duydu ğu a şkın on bir gün içinde ölmü ş olabilece ği dü şüncesiyle bo ğuşuyordu. Amy Lauder'in deyimiyle «birazcık hamile oldu ğunu» anladı ğı andan itibaren duyguları de ği şmiş gibiydi. Eh, sonuçta onu bu hale sokan Jess de ğil miydi? Ama delikanlı da bu i şi yalnız ba şına ba şarmı ş de ğildi tabii. Üstelik Fran do ğum kontrol hapları da almı ştı. Ama bir i şe yaramamı ştı i şte. Ya haplar etkili değildi ya da Fran almayı unutmu ş, farkına da varmamı ştı. Fran iskelede ilerleyip usulca Jess'e yakla ştı, ellerini onun omuzlarına koydu. Sol avcundaki ta şları sa ğ eliyle Atlas Anaya atmakta olan delikanlı tiz bir sesle ba ğırdı, sendeleyerek aya ğa fırladı. Çakıllar ortalı ğa saçıldı. Jess, Frannie'yi az kalsın yandan denize yuvarlıyordu. Za ten kendisi de tepeüstü suya dalacaktı neredeyse. Fran dayanamayarak kıkır kıkır gülmeye ba şladı. Jess öfkeyle ona dönünce de, ellerini a ğzına bastırarak geriledi. Jess siyah saçlı, güçlü k uvvetli bir gençti. Yüz hatları düzgündü. Altın çerçeveli gözlü k takıyordu. Biçimli yüzünün o iç duygusallı ğını hiçbir zaman yansıtmadı ğını dü şünerek üzülüyordu. Delikanlı, «Ödümü patlattın!» diye kükredi.

Page 8: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Kız yine kıkır kıkır güldü. «Ah, Jess... Ah, Jess, üzgünüm. Ama çok komikti. Gerçekten.» — 19 — Jess öfkeyle Fran'e do ğru bir adım attı. «Az kalsın suya yuvarlanıyorduk.» Fran de bir adım gerilerken aya ğı bir ta şa takıldı ve yere oturdu. Di şleri birbirine çarparken dilini ısırdı. Can acısından, g ülmeyi kesti. Sanki sesi birdenbire bir bıçakla kesilivermi şti. Radyo gibi susması Fran'e her şeyden daha komik geldi. Dilinin kanamasına, can acısından gözl erinin ya şarmasına ra ğmen yine gülmeye ba şladı. «Đyi misin, Frannie?» Jess kaygıyla kızın yanına diz çöktü. Fran, «Onu hâlâ seviyorum,» diye dü şünerek rahatladı. «Aferin bana.» Hayatına giren ilk erkekti Jess. «Sana bir şey olmadı ya, Fran?» «Sadece gururum kırıldı.» Kız Jess'in kendisini kal dırmasına izin verdi. «Dilimi de ısırdım. Bak.» Dilini çıkardı. Delikanlının güle ceğini sanıyordu ama o kaşlarını çattı. «Tanrım, Fran! Dilin gerçekten kanıyor!» Jess arka cebinden mendilini çıkararak kuşkuyla inceledi, sonra mendili tekrar cebine soktu. Fran, Jess'le el ele araba parkına yürüyü şlerini hayal etti. «Yaz güne şinde iki sevgili. Ben a ğzıma Jess'in mendilini tıkmı şım. Gülümseyen Guy'a elimi sallayarak, 'Ho ha ka, Ga.'diyorum.» Tekrar gülmeye ba şladı. Oysa dili çok acıyor, a ğzındaki kan tadı da midesini bulandırı-yordu. Jess'e ciddi ciddi, «Ba şını çevir,» dedi. «Bir hanımefendiye yakı şmayacak bir şey yapaca ğım.» Delikanlı hafifçe gülümseyerek, melodrama kaçan bir tavırla, elleriyle gözlerini örttü. Fran yandan denize tükürdü. Tekrar tekrar. K ıpkırmızıydı tükürü ğü. Ba şını kaldırdı ğı zaman Jess'in parmakları arasından kendisine bakt ı ğını farketti. «Özür dilerim,» diye mırıldandı. «Saçmalıyorum.» Jess, «Yok canım,» dedi. Ama, «Evet, öyle,» diye dü şündüğü belliydi. Kız, «Dondurma yiyebilir miyiz?» diye sordu. «Araba mı sen sür. Ama dondurmalar benden.» — 20 — «Anla ştık.» Fran yandan tekrar suya tükürdü, kaygıyla, «Dilimin ucu kopmadı ya?» diye sordu. Jess tatlı tatlı cevap verdi. «Bilmem. Bir şey yuttun mu?» Fran elini tiksintiyle a ğzına götürdü. «Hiç de komik de ğil.» «Öyle. Ba ğı şla. Dilini birazcık ısırmı şsın, o kadar, Frannie.» «Đnsanın dilinde atardamar var mıdır?» Đskelede el ele yürüyorlardı. Kız zaman zaman tükürm ek için duruyordu. Tükürü ğü hâlâ parlak kırmızıydı. Fran kanları yutmak niyetin de de ğildi. «Hayır.» «Đyi.» Fran delikanlının elini sıkarak ona gülümsedi. «Ben hamileyim.» «Sahi mi? Đyi. Biliyor musun dün kimi gör...» Jess birdenbire durarak kıza baktı. Yüzünde acımasız ve çok dikkatli bir ifade b elirmi şti. Onun bu ihtiyatlı hali Fran'in kalbinin burkulmasına neden oldu. «Ne dedin, Frannie?» «Hamileyim.» Kız delikanlıya ne şeyle gülümsedi, sonra da iskelenin yanından denize tükürdü. Tükrü ğü hâlâ parlak kırmızıydı. Jess kararsız bir sesle, « Şaka mı bu, Frannie?» dedi. «Hayır. Şaka de ğil.» Jess hâlâ kıza bakıyordu. Bir süre sonra tekrar yür ümeye ba şladılar. Park yerinden geçerken Gus dı şarı çıkıp onlara el salladı, Frannie de ona kar şılık verdi. Jess de öyle. Fran'in arabasında oturuyorlardı. Jess gazoz içiyor , Fran de dondurma yiyordu. Birbirlerinden iyice uzakla şmışlardı. Fran, «Biliyor musun?» dedi. «Bu tür dondurma genel likle hava kabarcıklarından olu şuyor. Ço ğu kimse bilmiyor bunu. Gerçek dondurma yemek istiyo rsan...» Birdenbire a ğlamaya ba şladı. Jess kanepede kayarak ona yakla ştı, kolunu onun boynuna doladı. «Frannie, ağlama. Lütfen.» — 21 — «Dondurma üzerime damlıyor.» Fran hâlâ a ğlıyordu.

Page 9: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Jess yine mendilini çıkarıp dondurma lekelerini sil di. Fran'in gözya şları da o sırada kesildi. Şimdi burnunu çekip duruyordu. Delikanlıya kızarmı ş gözlerle bakarak, «Kan soslu muz dondurması,» dedi. «Galiba artık bu dondurmayı yiyemeyece ğim. Üzgünüm, Jess. Şunu atar mısın?» Delikanlı so ğuk bir tavırla, «Tabii,» diye mırıldandı. Dondurmay ı Fran'den alarak arabadan indi, ilerideki çöp kutusuna attı. Yürüyü şü bir tuhaftı. Sanki can alacak bir yerine vurulmu ş gibi. Jess dönüp tekrar arabaya bindi. Birdenbire, «Gerçekten öyle misin, Fran?» diye sord u. «Gerçekten öyleyim.» «Nasıl oldu bu? Hap aldı ğını sanıyordum.» «Birkaç ihtimal var. Birincisi, belki fabrikada ben im hapları kontrol etmeyi unuttular. Đkincisi, üniversite yemekhanesinde size spermi artt ıran bir şeyler veriyorlar. Üçüncüsü, ben hapı almayı unuttum, fark ına da varmadım.» Fran delikanlıya hınçla gülümsedi. Jess hafifçe irkildi. «Neden kızıyorsun, Fran? Yalnızca sordum.» «Sorunu ba şka bir biçimde cevaplayabilirim. Nisanın sıcak bir gecesinde sen..» Jess sert sert, «Sus!» dedi. «Bu kadar...» «Bu kadar ne?» Fran görünü şte sakindi ama için için sarsılıyordu. Bu sahneyi k aç kez hayalinde canlandırmı ş, ama böyle olaca ğı hiç aklına gelmemi şti. Jess cümlesini beceriksizce tamamladı. «Bu kadar kı zmana gerek yok. Seni bırakıp kaçacak de ğilim.» Fran daha yumu şak bir sesle, «Biliyorum...» diye mırıldandı. O and a Jess'in direksiyonu kavramı ş olan ellerinden birini tutabilir, aralarındaki eng eli de yıkmı ş olurdu. Ama öyle yapmadı. Jess'in avutulmayı istem eye hiç hakkı yoktu. Bu istek ne kadar sessiz ya da bilinçsiz olursa olsun. Fran birdenbire o ne şeli günlerin ve gülü şmelerin artık sona ermi ş oldu ğunu anladı. Bu yüzden içinden tekrar a ğlamak geldi. Ama — 22 — gözya şlarını tuttu. Peter Goldsmith'in kızı Frannie'ydi o . Dondurmacının önündeki park yerinde bir budala gibi a ğlayacak de ğildi. Jess sigara paketini çıkardı. «Ne yapmak istiyorsun ?» «Asıl sen ne yapmak istiyorsun?» Jess kibriti çaktı. Sigaranın dumanları yükselirken Fran bir an olgun bir erkekle bir çocu ğun aynı yüze egemen olmaya çalı ştıklarını iyice gördü. Jess, «Allah kahretsin...» dedi. Fran ba şını salladı. «Gördü ğüm kadarıyla birkaç seçene ğimiz var. Evleniriz ve ben de bebe ği dünyaya getiririm. Evleniriz ama bebekten vazgeçe riz. Evlenmeyiz ama ben bebe ği yine de do ğururum. Ya da...» «Frannie...» «Ya da evlenmeyiz ve ben çocu ğu ba şkalarına veririm. Veya kürtaj yaptırırım. Tamam mı? Unuttu ğum bir şey var mı?» «Frannie, seninle bunu konu şamaz mıyız...» Kız, «Konu şuyoruz ya,» diye ba ğırdı. «Sana bir fırsat verdim. Sense yalnızca, 'Allah kahretsin...' dedin. Senin sözünü tekrarlıyo rum. Ben bütün yolları saydım. Bir program hazırlayacak kadar zamanım oldu .» «Sigara ister misin?» «Hayır. Sigara bebekler için kötü.» «Frannie! Lanet olsun!» Kız usulca, «Neden ba ğırıyorsun?» diye sordu. Jess öfkeyle cevap verdi. «Çünkü damarıma basmaya ç alı şıyorsun.» Sonra kendini topladı. «Ba ğı şla ben yalnızca... bu olayın benim suçum oldu ğunu dü şünemiyorum.» «Öyle mi?» Fran tek ka şını kaldırarak delikanlıya baktı. «Eh, ben kendi ke ndime hamile kaldım herhalde.» «Böyle alaylı alaylı konu şman şart mı? Bana hap aldı ğını söyledin. Ben de buna inandım. Hata mı ettim?» «Hayır. Hata etmedin. Ama bu gerçe ği de ği ştiremez.» Jess sıkıntıyla, «Herhalde...» diyerek yarısına kad ar içti ği sigarayı dı şarı attı. « Şimdi ne yapaca ğız?» «Bunu bana sorup duruyorsun, Jessie. Sana dü şünebildi ğim çare- — 23 —

Page 10: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

leri saydım. Senin de bazı fikirlerin oldu ğunu sanıyordum. Tabii intihar da var. Ama şu ara bunu dü şünmüyorum. Onun için di ğer çarelerden birini seç de onu konu şalım.» Jess birdenbire güçlü bir sesle, «Evlenelim,» dedi. Fran, «Hayır,» diye cevap verdi. «Seninle evlenmek istemiyorum.» Jess'in yüzünün çizgileri sarkıverdi. Hali öyle kom ikti ki, kız tekrar kıkır kıkır gülmemek için yaralı dilini dama ğına sürdü. Jess'e gülmek istemiyordu. Delikanlı, «Neden?» diye sordu. «Fran...» «Bu nedenleri dü şünmem gerekiyor. Beni üzerinde tartı şmaya zorlamana izin verecek de de ğilim. Çünkü şimdiki halde nedenleri bilmiyorum.» Jess somurttu. «Beni sevmiyorsun.» «Çoğu zaman a şkla evlilik birarada görülmez. Ba şka bir çare seç.» Delikanlı uzun bir süre konu şmadı. Sonunda, «Ba şka bir çare seçemeyece ğim, Frannie,» dedi. «Çünkü sen bu sorunu konu şmak istemiyorsun. Yalnızca beni i ğnelemek istiyorsun.» Bu kıza biraz dokundu. «Belki haklısın,» diyerek ba şını salladı. «Ama şu son birkaç hafta aramızda geçenleri de unutma. Şimdi çarelerden birini seç.» «Hayır. Bütün cevapları önceden hazırlamı şsın. Belki benim de dü şünmek için biraz zamana ihtiyacım var.» «Pekâlâ... Şimdi tekrar araba parkına gidelim. Seni orada bırak ır dönerim. Bazı i şlerim var.» Jess kıza şaşkınlıkla baktı. «Frannie, motosikletimle ta Portlan d' dan geldim buraya. Kasabanın hemen dı şındaki bir motelde oda ayırttım. Bütün hafta sonunu birlikte geçirece ğimizi sanıyordum.» «Moteldeki odanda! Hayır, Jess. Artık durum de ği şti. Sen şimdi motosikletine atla ve Portland'a geri dön. Bu olayı biraz dü şün ve sonra beni ara. Acelemiz yok tabii.» «Damarıma basıp durma, Fran.» Fran ani bir öfkeyle onu alaya aldı. «Ah, Jess, ne haddime!» — 24 — Jess o zaman elinin tersiyle kızın yüzüne hafifçe v urdu, sonra da sersem sersem Fran'e baktı. «Çok üzgünüm, Fran.» Kız ifadesiz bir sesle, «Kabul,» dedi. «Haydi, gide lim.» Kumsaldaki araba parkına do ğru giderlerken hiç konu şmadılar. Fran ellerini kuca ğında birbirine kavu şturmu ş, villaların arasından gözüken denize bakıyordu. Gözleri dolmaya ba şlamı ştı yine. Araba parkına vardılar. Gus onlara yine.el salladı, iki genç de adama kar şılık verdiler. Jess alçak sesle, «Sana vurdu ğurrMçin üzgünüm; Fran,» diye mırıldandı. «Bunu yapmak istememi ştim.» «Biliyorum. Portland'a dönecek misin?» «Bu gece burada kalaca ğım. Yarın sabah seni ararım. Ama karar senin, Fran. Kürtajı tercih edersen, gereken parayı bulurum.» Je ss kanepede kayarak kızı hafifçe öptü. «Seni seviyorum, Fran.» Frannie, «Buna inanmıyorum...» diye dü şündü. «Artık beni sevdi ğine inanmıyorum. Ama bu sözleri nezaketle kar şılayaca ğım. Bu kadarını yapabilirim.» Sonra usulca, «Pekâlâ...» dedi. «Fener Motelinde kalıyorum. Đstersen beni ara.» «Olur.» Fran direksiyona geçti. Birdenbire kendini çok yorgun hissetmeye başlamı ştı. Dili fena halde sızlıyordu. Jess motosikletine binerek arabaya do ğru geldi. «Beni aramanı isterim, Fran.» Kız yalandan gülümsedi. «Bakalım. Ho şçakal, Jess.» Arabayı çalı ştırarak park yerinden çıktı. Jess hâlâ motosikletiyle orada duru yor, okyanus da arkasında güzel bir fon olu şturuyordu. Fran arabayı sürerken, «Artık okyanus ba na eskisi gibi gözükecek mi?» diye dü şünüyordu. Dili baya ğı sancıyordu. Fran pencereyi daha indirerek dı şarı tükür-dü. Neyse ki tükürü ğü kanlı de ğildi bu kez. Burnuna okyanusun tuzlu kokusu geldi. Đnsana acı gözya şlarını hatırlatıyordu bu koku. — 25 — 3 Norm Bruett o sabah yatak odasının penceresi önünde kavga eden çocukların ve mutfaktaki radyodan yükselen folk şarkılarının yüzünden onu çeyrek geçe uyandı.

Page 11: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Sarkmı ş külotu ve atletiyle arka kapıya gitti. Kapıyı açıp , «Çocuklar, kesin sesinizi!» diye ba ğırdı. Bir sessizlik oldu. Luke'la Bobby tartı şmalarına neden olan paslı arabanın yanından ona baktılar. Norm çocuklarını gördü ğü zaman birbirine zıt iki duygunun etkisinde kalıyordu. Onların zenci çocuklar gibi ya rdım kurumlarının da ğıttı ğı elbiseleri giymeleri kalbini sızlatıyordu. Ama öte yandan, korkunç bir öfkeyle sarsılıyor ve onları gebertinceye kadar dövmek isti yordu. Luke usulca, «Peki, baba,» dedi. Dokuz ya şındaydı Luke. Yakında sekizine basacak olan Bobby de a ğabeyini izledi. «Peki, baba.» Norm bir an öfkeyle çocukları süzdü, sonra da kapıy ı çarparak kapattı. Bir an durup kararsız gözlerle bir gün önce giydi ği elbiselere baktı. Ortası çökmü ş iki ki şilik karyolanın ayakucunda, yerde duruyordu giysile r. Norm'un gece attı ğı yerde. «Pasaklı kahpe,» diye dü şündü. «Elbisemi asmamı ş bile.» Sonra, «Lila!» diye ba ğırdı. Cevap veren olmadı. Norm arka kapıyı tekrar açıp Lu ke'a Lila'nın hangi cehenneme gitti ğini sormayı dü şündü. Yardımı gelecek hafta da ğıtacaklardı. Yok, Lila yine Braintree'ye, Đş Bulma Bürosuna gitmi şse, Norm'un sandı ğından da ahmak demekti. Adam çocuklarıyla konu şmak zahmetine girmedi. Kendini yorgun hissediyordu. Şakakları da zonkluyordu. Sanki ak şamdan kalmaydı. Oysa gece Hap'in yerinde yalnızca üç bira içmi şti. Ne korkunç kazaydı o! Arabadaki ölü kadınla çoc uk! Hastaneye giderken yolda ölen Campion adlı adam! Ha p geri dönünceye kadar eyalet polisi gelmi ş gitmi şti. Çekme arabası ve Brain-tree cenaze evinin ta şıtı da. Vic Palfrey eyalet polisine be şi adına ifade vermi şti. Aynı zamanda bölge adli tabiplik görevini de yürüten cenaze — 26 — evi sahibi, zavallıların neden öldükleri konusunda fikir yürütmeye yana şmamıştı. «Ama kolera de ğil bu. Böyle söyleyip de halkı korkutmayın. Nasıl o lsa otopsi yapılacak. Sonucu gazetelerde okursunuz.» Norm bir gün önce giydi ği elbiseleri a ğır a ğır sırtına geçirirken. «Ukala ahmak,» diye dü şündü. Ba şağrısı gitgide şiddetleniyordu. «O çocuklar sessiz sedasız oynasınlar, yoksa ikisinin de kollarını kır arım! Neden okullar bütün yıl açık de ğil?» Çoraplı ayaklarını sürüyerek mutfa ğa gitti. Do ğuya bakan pencereden içeri dolan güne ş yüzünden gözlerini kısmak zorunda kaldı. Ocağın yukarısındaki eski radyoda ne şeli bir parça çalıyordu. Norm, «Ne günlere kaldık,» diye homurdandı. «Artık yerel radyoda bile zenci rock and roll müzi ği çalıyorlar.» Ba şağrısının daha da artmaması için radyoyu kapattı. Rad yonun yanında bir pusula vardı. Norm kâ ğıdı okumak için gözlerini tekrar kıstı. «Sevgili Norm, Sally Hodges bu sabah çocuklarının ba şında bekleyecek birine ihtiyacı oldu ğunu söyledi. Bana bir dolar verecek. Ö ğle yeme ğine dönerim. Đstiyorsan sucuk var. Seni seviyorum, hayatım. Lila.» Norm pusulayı bıraktı, durumu kavramaya çalı ştı. Ama ba şağrısı yüzünden kafası iyi çalı şmıyordu. «Bebek bakıcılı ğı... Bir dolar... Ralph Hodges'in karısı istemi ş...» Sonunda bu üç gerçek kafasında biraraya gelebi ldi. «Lila bir dolar kazanmak için Sally Hodges'in üç çocu ğuna bakmaya gitmi ş. Luke'la Bobby'yi de benim ba şıma sarmı ş. Evet, kötü günler bunlar! Bir erkek, karısının bi r tek pis dolar kazanması için evde oturup çocuklarının burnu nu silmek zorunda kalıyor. O bir dolar da hiçbir şeye yetmez. Evet, zaman kötü.» — 27 — Öfkesi yüzünden Norm'un ba şağrısı daha da arttı. Eski buzdolabına yürüdü, kapa ğı açtı. Rafların ço ğu bo ştu. Lila artıkları kaplara koymu ştu. Fasulye, ha şlanmı ş mısır, kırmızı biberli sos... Bir erke ğin yemekten ho şlanaca ğı şeyler de ğildi bunlar. Dolapta naylona sarılı, bayatlamı ş üç küçük sucuk da vardı. Norm e ğilip onlara bakarken yine o tanıdık çaresiz öfkeyi duydu . Ba şağrısı öfkesi yüzünden şiddetlenmi şti. Ama zaten canı yemek istemiyordu. Aslına bakıla cak olursa, kendisini baya ğı hasta hissediyordu. Norm havagazını yakıp kahve demli ğini ate şe koydu. Sonra da oturup suyun kaynamasını bekledi. Bir ara şiddetle aksırdı. «Galiba so ğuk aldım,» dedi kendi kendine. « Đşte bir bu eksikti!» Ama aklına bir gece önce Campio n denilen o adamın burnundan akan sıvı hiç gelmedi.

Page 12: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Hap garaj bölmesindeydi. Tony Leominster'ın arabası na yeni bir egzos takıyordu. Vic Palfrey de açılıp kapanır bir iskemleye oturmu ş onu seyrediyor, soda içiyordu. Birdenbire ön tarafta zil çaldı. Vic gözlerini kısarak baktı. «Eyalet polisi. Kuzeni n geldi sanırım. Joe Bob yani.» «Tamam.» Hap arabanın altından çıkarak ellerini bir beze sil di. Bürodan geçerken şiddetle aksırdı. Yaz nezlesinden nefret ederdi. Bir seksen iki boyunda bir genç olan Joe Bob, araba sının gerisinde durmu ş benzin alıyordu. Hap dı şarı çıktı. «Merhaba, Joe Bob.» «Hap! Seni köpek!» Joe Bob hortumun üzerinden a ştı. «Burası bu sabah hâlâ yerinde oldu ğu için çok şanslısın.» «Haydi oradan! Stu Redman o arabanın geldi ğini görünce bütün pompaları kapattı. Ama yine de bir hayli kıvılcım çıktı.» «Yine de çok şanslısın. Dinle, Hap. Ben buraya aslında benzinden başka bir şey için geldim.» «Evet?» Joe Bob'un gözleri kapıya çıkmı ş olan Vic'e do ğru kaydı. «Bu ihtiyar dün gece burada mıydı?» — 28 — «Kim? Vic mi? Evet. O hemen her gece buraya gelir.» «Dilini tutmasını bilir mi?» «Öyle sanırım. Đyi bir ihtiyardır o.» Hap pompayı kapatarak döndü. «E? Mesele nedir?» «En iyisi içeri girelim. Galiba ihtiyarın da olanla rı duyması gerekiyor. Bir fırsatını bulursan dün gece burada olan di ğer dostlarına da tele- _¦•.-. fon et.» Büroya girdiler. Vic, «Günaydın,» dedi. Joe Bob ona ba şıyla selam verdi. Hap sordu. «Kahve içer misin, Joe Bob?» «Hayır, istemem.» Joe Bob ciddi bir tavırla iki ada ma baktı. «Açıkçası, amirlerimin buraya gelmemi nasıl kar şılayacaklarını bilmiyorum. Onlar buraya geldikleri zaman sakın durumu size açıkladı ğımı belli etmeyin, tamam mı? Beni görmemi ş olun.» Vic meraklandı. «Kimler?..» Joe Bob, «Sa ğlık Müdürlü ğünün memurları,» dedi. Vic, «Ah, Tanrım!» diye ba ğırdı. «Adam koleraya yakalanmı ş besbelli! Anlamı ştım zaten!» Hap bir ona, bir kuzenine baktı. «Joe Bob?» Genç adam plastik iskemlelerden birine oturdu. Kemi kli dizleri neredeyse çenesine de ğecekti. «Ben hiçbir şey bilmiyorum.» Gömle ğinin cebinden paketini çıkararak bir sigara yaktı. «Bölge Adli Tabibi Fin- negan...» Hap öfkeyle, «Ukala budala,» diye söylendi. «Onun a zametle buraya geli şini bir görmeliydin, Joe Bob. Herkesi susturdu. Daha bilmem ne...» Joe Bob da aynı fikirdeydi. «Evet, kendini bir şey sanıyor. Neyse... Campion denilen o adama bakması için Dr. James'i ça ğırdı. Sonra ikisi bir ba şka doktora telefon ettiler. Onu tanımıyorum. Daha sonra da Hou ston'u aradılar. Bir takım adamlar bu gece saat üçte Braintree'nin dı şındaki havaalanına indiler.» «Hangi adamlar?» — 29 — «Patoloji uzmanları. Uç ki şi. Bu sabah sekize kadar cesedin yanında kaldılar. Sonra da Atlanta'daki Bula şıcı Hastalıklar Merkezine telefon ettiler. Oranın uzmanları da ö ğleden sonra burada olacaklar. Ama o arada, 'Sa ğlık Müdürlü ğünün memurları o benzin istasyonuna gitsin,' dediler. 'D ün gece orada olan herkesle konu şsun. Hastayı ambulansla Braintree'ye götürenlerle d e.' Artık bilmem. Ama bana karantinaya alınmanızı istiyorlarmı ş gibi geldi.» Hap iyice korktu. «Tanrım!»

Page 13: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Vic, «Atlanta Bula şıcı Hastalıklar Merkezi, yerel de ğil Federal bir bürodur,» dedi. «Sırf bir kolera vakası yüzünden uçak dolusu adam gönderirler mi?» Joe Bob, «Orasını bilmem,» diye mırıldandı. «Ama du rumu ö ğrenmeniz gerek diye düşündüm. Bu sizin hakkınız. Anladı ğım kadarıyla siz adama yardıma çalı şmışsınız.» Hap a ğır a ğır, «Bu davranı şını takdirle kar şılıyorum, Joe Bob,» dedi. «James'le öbür doktor ne dediler?» «Fazla bir şey söylemediler. Ama korkmu ş gibi bir halleri vardı. Hiç ho şuma gitmedi.» Uzun, sıkıcı bir sessizlik oldu. Joe Bob makineye g iderek bir şi şe gazoz aldı. Tekrar yerine otururken Hap akmaya ba şlayan burnunu kâ ğıt mendille sildi, sonra da mendili ya ğlı tulumunun cebine soktu. Vic, «Campion hakkında ne ö ğrendiniz?» diye sordu. «Bir şey ö ğrenebildiniz mi?» Joe Bob biraz da önemli bir adam havasıyla, «Hâlâ a ra ştırma yapıyoruz,» diye cevap verdi. «Kimli ğinde San Diego'dan oldu ğu yazılıydı. Ama cüzdanındaki belgelerden ço ğu iki üç yıllıktı. Şoför ehliyetinin süresi geçmi şti. 1976'da verilmi ş bir banka kartı da vardı. O da eskiydi. Ama askerl ik belgesini de bulduk. Şimdi bu konuyu ara ştırıyoruz. Ba ş-komiser, Campion'ın dört yıldan beri San Diego'da oturmadı ğını sanıyor.» Hap, «Öyle,» dedi. Vic de onu izledi. Joe Bob kapıya do ğru giderken, Hap özür dilercesine, «Benzin — 30 — tam be ş dolar tuttu, Joe Bob,» diye hatırlattı. «Senden pa ra almak istemezdim ama durumu biliyorsun...» «Biliyorum, biliyorum.» Joe Bob ona bir kredi kartı uzattı. «Benzinin parasını eyalet veriyor.» Hap makbuzu yazarken iki kez aksırdı. Kuzeni, «Dikkatli olmalısın,» dedi. «Yaz nezlesi ka dar kötü bir şey olamaz.» Hap içini çekti. «Bilmez miyim?» Vic birdenbire geriden, «Belki de so ğuk algınlı ğı de ğil bu,» diye mırıldandı. Đki kuzen ona do ğru döndüler. Vic'in yüzünde korku dolu bir ifade va rdı. «Bu sabah uyandı ğım zaman aksırdım durdum. Ba şım da çatlayacak gibi a ğrıyordu. Sonra biraz hafifledi. Ama burnum hâlâ tıkalı. Belki de o illete tutulduk. Campion'in yakalandı ğı hastalı ğa. Onu öldüren derde.» Hap uzun süre onu süzdü. Öyle olmadı ğını söylemeye, nedenlerini sıralamaya hazırlanırken tekrar aksırdı. Joe Bob bir an ciddi ciddi iki adama baktı. «Biliyo r musun, Hap, belki de istasyonu kapasan fena olmaz. Bugün için tabii.» Hap kuzenine döndü. Đyice korkmu ştu. Biraz önceki nedenleri hatırlamaya çalı ştı. Ama aklına bir teki bile gelmedi. Yalnızca sabah ba şağrı-sıyla kalktı ğını ve burnunun aktı ğını hatırlayabildi. «Öf, herkes zaman zaman nezle o lur,» diye düşündü. «Ama Campion denilen o adam gelmeden önce iyi ydim. Çok iyiydim.» Hodges'ların üç çocu ğu vardı. En büyükleri altı, ortanca dört ya şında, en küçükleriyse henüz on sekiz aylıktı. Şimdi büyük çocuk bahçede bir çukur kazıyor, karde şleri ise uyuyorlardı. Lila Bruett oturma odasındayd ı. «Doktorlar» dizisini seyrediyordu. «Umarım... Sally program bit ene kadar dönmez.» Arnette'te durum daha iyiyken Ralph Hodges, büyük, renkli bir televizyon almı ştı. Lila öğleden sonraki programları renkli olarak seyretmekte n ho şlanıyordu. Genç kadın sigarasından derin bir soluk çekti, sonr a da öksürme- — 31 - ye ba şladı. Mutfa ğa gidip balgamı muslu ğa tükürdü. Sabah nedense öksürerek uyanmı ştı. Bütün gün sanki biri bir tüyle bo ğazını gıdıklıyor-mu ş gibi gelmi şti ona. Lila pencereden bahçeye, Bert Hodges'a baktı, sonra da oturma odasına döndü. Programa ara vermi ş, bir reklam gösteriyorlardı. «Doktorlar» tekrar ba şladı ğı sırada bebek Cheryl a ğlamaya ba şladı. Zaman zaman bo ğulurcasına öksürüyordu. Lila sigarasını söndürerek tela şla yatak odasına ko ştu. Dört ya şındaki Eva hâlâ mışıl mı şıl uyuyordu. Ama Cheryl be şi ğinde arkaüstü yatarken yüzü korkulacak bir biçimde morarmaya ba şlamı ştı. Şimdi bo ğulur gibi a ğlıyordu.

Page 14: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Lila tecrübeli bir anneydi. Cheryl'i ayaklarından t utarak kaldırdı, bebe ğin sırtına vurdu. Bunun iyi etkisi oldu. Bebek garip, boğuk bir ses çıkardı, şaşılacak kadar sarı bir balgam a ğzından yere aktı. Lila kâ ğıt mendille yeri sildi. O zamana kadar bir bebe ğin bu kadar balgam çıkardı ğını hiç görmemi şti. Yeniden televizyonun kar şısına geçti. Ka şları çatılmı ştı. Bir sigara yaktı. Đlk solu ğu çekerken aksırdı, sonra da öksürmeye başladı. 4 Karanlık basalı bir saat olmu ştu. Starkey uzun masada yalnız ba şına oturmu ş, sarı kâ ğıtları gözden geçirmekteydi. Okudukları onu çok sarsıyordu. Vatanına tam otuz al tı yıl hizmet etmi şti. Madalyalar kazanmı ş, Ba şkanlarla konu şmuş, onlara fikir vermi şti. Bazen söylediklerini yaptıkları da olmu ştu. Daha önce de kötü anlar geçirmi şti. Ama bu... Starkey korkuyordu. Hem de öylesine korkuyordu ki, bunu kendine bile itiraf edemiyordu. Đnsanı çıldırtabilecek türden bir deh şetti bu. Birdenbire içinden gelen sese uyarak kalktı, be ş televizyon monitö- — 32 — rünün bulundu ğu duvara do ğru gitti. O sırada dizi masaya çarptı ğı için ince sarı kâğıtlardan biri yere uçtu. Şimdi kâ ğıt, yarı masanın gölgesinde, yarı ı şıktaydı. Ayakta durup kâ ğıda bakan biri yazıların ancak şu kadarını görebilirdi: TEYĐD EDĐLMĐŞ ANLAŞILDI ĞINA GÖRE CĐNSĐN KOD NUMARASI 848-AB CAMPĐON (W) SALLY ANTĐJEN DEĞĐŞĐMĐ VE MUTASYON BÜYÜK TEHLĐKE / FAZLA SAYIDA ÖLÜM VE BULA ŞMA DERECESĐ SAPTANMIŞ TEKRARLIYORUZ: % 99.4 ATLANTA BULA ŞICI HASTALIKLAR ANLAŞILIYOR. ÇOK G ĐZLĐ. MAV Đ DOSYA SON. P8P. 222312 A. Starkey ortadaki ekranın altındaki bir dü ğmeye bastı, ekranda birdenbire batı California çölü belirdi. Kasvetli bir yerdi burası. Kızılötesi foto ğraf tekni ği yüzünden daha da korkunç görünüyordu. Starkey, « Đşte orada,» diye dü şündü. «Đleride. Mavi Proje.» Dehşet onu bir kez daha sarstı. Elini cebine sokarak pe mbeli sarılı bir kapsül çıkardı. Kızının «yatı ştırıcı» diye tanımladı ğı kapsüllerdendi bu. Ama adlar değil, sonuçlar önemliydi. Starkey kapsülü susuz yuttu , sert ifadeli, kırı şıksız yüzünü bir an buru şturdu. Mavi Proje. Starkey di ğer bo ş monitörlere baktı, sonra hepsinin dü ğmelerine bastı. 4 ve 5 numaralı ekranlarda laboratuvarların görüntüleri be lirdi. Dört numara, fizik laboratuvarıydı, be ş numara da virüs biyolojisi labo-ratuvarı. Bu ikinc isi hayvan kafesleriyle doluydu. Kobaylar, maymunlar ve birkaç da köpek. Hayvanların hepsi de uyuyormu ş gibiydiler. Fizik — 33 — Mahşer / F: 3 laboratuvarında küçük bir santrifüj makinesi hâlâ d önüp duruyordu. Starkey bu yüzden kaç kez şikayette bulunmu ştu. Hem de acı acı. Dr. Ezwick makinenin yakınında, yerde yatarken santrifüjün dönmesi insan ın tüylerini diken diken ediyordu. Ezwick ölmü ştü. Şimdi fırtınada devrilmi ş bir korkulu ğa benziyordu. Starkey'e santrifüjle ı şıkların aynı hatta ba ğlı oldu ğunu söylemi şlerdi. Santrifüjü durdururlarsa ı şıklar da sönecekti. Oradaki kameralar kızılötesi tekni ğiyle çalı şmıyordu. Starkey durumu anlamı ştı o zaman. Washington'dan birkaç yüksek rütbeli subay daha gelebilir, Nobel Ödülü ka zanmı ş ölüye bakmak isteyebilirlerdi. Bir kilometre kadar ötede, çölün yüz yirmi metre altında yatıyordu ölü. «Santrifüjü durdurursak profesörü gö remeyiz. Belli bir şey bu.» Starkey bir yatı ştırıcı daha alıp 2 numaralı monitöre baktı. Đşte en sevmedi ği, bu ekrandaki görüntüydü. Yüzü çorbaya girmi ş olan adamı görmek ho şuna gitmiyordu. Đkinci monitör Mavi Projenin kafeteryasını gösteriyo rdu. Kaza iki vardiya arasında olmu ştu. Bu yüzden kafeterya kalabalık de ğildi. Starkey kendi kendine, «Herhalde kafeteryada, yatak odalarında ya da laboratuvarda ölmek onlar için farketmezdi...» dedi. Ama yüzü çorba kâsesine girmi ş olan o adam...

Page 15: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Mavi tulumlu bir erkekle bir kadın, para atıldı ğı zaman çikolata çıkaran makinenin önüne yı ğılmı şlardı. Beyaz önlüklü bir erkek de müzik dolabının yanında kıvrılmı ş yatıyordu. Masalarda dokuz erkek ve on dört kadın vardı. Bazıları kasılmı ş elleriyle hâlâ fincanlarını tutuyorlardı. Đkinci masada oturan ve yüzü çorba kâsesine girmi ş olan adamın Frank D. Bruce oldu ğu anla şılmı ştı. Birinci ekranda ise bir dijital saat görülüyordu. 1 3 Hazirana kadar saatteki rakkamlar ye şildi. Ama şimdi parlak kırmızıya dönü şmüşlerdi. Sayılar artık deği şmiyordu. Ekranda hep aynı rakkam vardı: 13:06:02:37 :16. Bu şu anlama geliyordu: 13 Haziran, gece ikiyi otuz yed i dakika, on altı saniye geçe. Geriden hafif bir vızıltı geldi. — 34 — Starkey monitörleri teker teker kapadıktan sonra dö ndü, yerdeki kâ ğıdı görüp aldı. «Girin.» Gelen Carsleigh'di. Tavırları çok ciddi, yüzü kül r engiydi adamın. Starkey sakin sakin, «Birkaç kötü haber daha...» diye dü şündü. «Biri daha çorbaya dalı ş yaptı sanırım.» Starkey usulca, «Merhaba, Len,» dedi. Len Carsleigh ba şıyla selam verdi. «Billy... bu... Tanrım! Bunu sana nasıl söyleyece ğimi bilemiyorum!» «Her a ğzını açı şta bir kelime söyleyerek bu i şi çözümleyebilirsin, asker.» «Campion'ı en son görmü ş olan o adamların ilk muayeneleri Atlanta'da yapılm ı ş. Haber hiç iç açıcı de ğil.» «Hastalık hepsine de mi bula şmış?» «Beşine kesinlikle. Đçlerinden yalnız birinde şu ana kadar hiç belirti görülmemi ş. Adı Stuart Redman. Ama bildi ğimiz kadarıyla, Campion da elli saatten daha uzun süre hiç belirti göstermemi şti.» Starkey, «Campion kaçmamı ş olsaydı,» dedi. «Güvenlik i şi sıkı tutmamı ş, Len. Hiç tutmamı ş.» Carsleigh, «Evet,» der gibi ba şını salladı. «Devam et.» «Arnette karantinaya alındı. En a şağı on altı şiddetli vaka görüldü. Üstelik bunlar çok belirgin olanlar.» «Basın yayın?» «Şu ana kadar bir sorun yaratmadılar. Bunun şarbon hastalı ğı oldu ğunu sanıyorlar.» «Başka?» «Ciddi bir sorun daha var. Teksas eyalet polisinden Joseph Robert Brentwood adında bir genç. Campion'in en son vardı ğı benzin istasyonunun sahibinin kuzeni. Dün sabah benzin istasyonuna u ğrayarak Hapscomb'a sa ğlık memurlarının gelece ğini haber vermi ş. Joe Bob Brentwood'u üç saat önce bulduk. Şimdi Atlanta yolunda. Ama genç adam bu arada Do ğu Teksas'ın yarısında devriye gezmi ş. Tanrı bilir kaç ki şiyle kar şıla ştı!» — 35 — Starkey, «Allah kahretsin!» diye homurdandı. «Bula şma oranı %99.4,» diye düşünüyordu. Ve bu, %99.4 ölüm oranı anlamına gelmekte ydi. Çünkü insan vücudunun durmadan de ği şen bir antijen virüsü durdurmak için gereken antiko rları üretmesi imkânsızdı. Vücudun uygun antikoru her üreti şinde virüs de ği şiveriyordu. Aynı nedenle a şı hazırlamak da hemen hemen olanaksızdı. Starkey, «Tanrım,» dedi. «Hepsi bu kadar mı?» «Şey...» «Haydi. Haberleri tamamla.» Carleigh usulca, «Hammer öldü, Billy,» diye açıklad ı. « Đntihar etti. Servis tabancasıyla kendi gözüne ni şan aldı. Mavi Proje dosyası masasının üzerindeydi. Herhalde dosyayı masaya bırakmanın bir intihar mekt ubu yazmaktan daha kolay oldu ğunu dü şündü.» Starkey gözlerini yumdu. Win Hammer damadıydı. Kend i kendine, «Kocasının intihar etti ğini Cynthia'ya nasıl söyleyece ğim?» diye sordu. «Çok üzgünüm, Cindy. Win bugün so ğuk çorba kâsesine dalıverdi. Al, bir yatı ştırıcı iç. Anlayaca ğın bazı yanlı şlıklar oldu. Birisi bir kutuyla ilgili bir hata yap tı. Bir ba şkası üs'ün sıkıca kapatılmasını sa ğlayacak şalteri çekmeyi unuttu. Yirmi üç saniye gecikti

Page 16: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

kapatma i şi. Ama o da yeterliydi. Kutu uzmanlar arasında 'kok layıcı' diye biliniyordu. Bu kutuları kadın teknisyenler hazırlı yorlardı. Ama kutular bölüm bölüm olu şturuldu ğu için kadınlar ne yaptıklarını bilmiyorlardı. Belk i bu kadın teknisyenlerden biri ak şama ne yemek pi şirece ğini dü şünüyordu. Ya da i şi kontrol etmesi gereken adam kendi kendine, eski arabayı ver ip bir yenisini nasıl alaca ğını hesaplıyordu. Her neyse... Son rastlantı da şu, Cindy: Dört numaralı güvenlik noktasındaki bir adam, sayıların kırmızıya döndü ğünü gördü. Adı Campion'dı. Campion ailesini alıp kaçtı. Sirenler ç almaya ba şlamadan tam yirmi üç saniye önce ana kapıdan çıkmayı ba şardı. Ben bunun bir rastlantılar zinciri oldu ğunu anlatmaya çalı şıyorum, Cindy. Win'in hiçbir suçu yoktu. Ama projen in başında o vardı. Durumun gitgide kötüle şti ğini farketti ve...» Starkey, «Te şekkür ederim, Len,» dedi. «Billy, istersen...» — 36 — «On dakika sonra yukarı çıkaca ğım. On be ş dakikaya kadar burada çalı şanların hepsi toplanmı ş olmalı. Genel bir toplantı. Yataklarında olanları da tekmeyle kaldır.» «Peki, efendim.» «Şey, Len...» «Evet.» «Bana bu haberi veren sen oldu ğun için memnunum.» «Evet, efendim.» Carsleigh dı şarı çıktı. Starkey saatine bir göz attı, sonra da d uvardaki monitörlere do ğru gitti. Đki numaralı monitörü çalı ştırarak ellerini arkasında kenetledi, dü şünceli bir tavırla Mavi Projenin sessiz kafeteryası na baktı. 5 Larry Underwood kö şeyi döndü, bir yangın muslu ğuyla yola yuvarlanmı ş bir çöp tenekesi arasında Datsun'ununu park edecek kadar ye r bulabildi. O çöp tenekesinde pis bir şey vardı. Larry kaskatı kesilmi ş kedi ölüsünü ve hayvanın beyaz tüylü karnını kemiren fareyi görmedi ğine kendini inandırmaya çalı ştı. Arabasının farları çöp tenekesini aydınlatırken far e hızla kaçmı ştı. Onun için de hayvanın orada olmadı ğına inanabilirdi. Ama kedi çöp tenekesinin içindeyd i. Larry arabayı durdururken, «Birinin var oldu ğuna inanıyorsan, di ğerine de inanman gerekir,» diye dü şündü. «Dünyada en fazla farenin Paris'te oldu ğu söylenmiyor mu? Bunun nedeni bütün o eski kanalizas yon sistemleri. Ama New York da Paris'ten a şağı kalmıyor.» Larry bo şuna geçen o ilk gençlik yıllarını anımsıyor, New York'taki farelerin hepsinin de dört ayaklı olmadıklarını biliyordu. Kendi kendine, «Neden bu kahverengi, esk i ta ş binanın önünde durmu ş fareleri dü şünüyorum?» diye sordu. Beş gün önce, yani 14 Haziranda güne şli Güney California'daydı. — 37 — Uyuşturucu dü şkünlerinin, garip dinlere meraklı insanların, gogo dansçılarının ülkesinde. Bu sabah dörde çeyrek kala da New York'a varmı ştı. «Sevgili, New York! Vatanıma döndüm! Belki Yankees takımı kenttedir. Onların bir maçını görebilirim...» Larry derin dü şüncelere daldı. Neden sonra havanın aydınlanmaya ba şladı ğını farkederek kendine geldi. Paneldeki saat altıyı be ş geçti ğini gösteriyordu. Anla şılan biraz uyuk-lamı ştı. Farenin dönmü ş oldu ğunu gördü. Ölü kedinin karnını iyice oymu ştu. Larry'nin bo ş midesi kalktı. Farenin kahvaltı edi şini görmemek için kanepede iyice kaydı. Binanın cep hesi birtakım yazılarla kirletilmi şti. Esrar ve tehdit doluydu bu yazılar. «Chico 116, Zorro 93, Küçük Anıt No. 1» Larry çocukken iyi bir semtti burası. Babası ölmeden önce. Çift kanatlı kapıya çıkan basamakları, ta ştan yontulmu ş iki köpek korurdu. Larry, California'ya gitmeden bir yıl önce serseril er sa ğdaki köpe ğin kafasını koparmı şlardı. Şimdiyse iki heykelin de yerinde yeller esiyordu. Be lki parçaları fareler ta şımı şlardı. Hatta belki Larry'nin annesini de alıp götür müşlerdi. Genç adam, «Basamaklardan çıkmak ve 15 numaralı dairenin posta kutusuna bakmak zorundayım,» diye dü şündü. «Bakalım üzerinde hâlâ annemin adı var mı?» A ma çok yorgundu Larry. Hayır, burada oturacak, yediye kadar kestirecekti. Annesinin hâlâ burada oturup oturmadı ğını ondan sonra anlamaya çalı şacaktı. «Belki de annem burada de ğil. Böylesi daha iyi olur. Belki Yankee'lerin maçına da gitmem. Biltmore Oteline

Page 17: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

iner, üç gün uyurum. Sonra da Altın Batı'ya dönerim .» Bu ı şıkta, bu ya ğmurda New York, ba şı ve bacakları a ğrıyan Larry'e ölü bir fahi şe gibi gözüküyordu. Larry yeniden dü şüncelere daldı. Son dokuz haftayı dü şünüyor, olayı çözecek anahtarı arıyordu. Altı yıl ba şını ta ştan ta şa vuran ve gece kulüplerinde çalı şan bir insanın öyle birdenbire dokuz hafta içinde n asıl ba şarılı olabilece ğini anlamaya çabalıyordu. Her şey aslında on sekiz ay önce ba şlamı ştı. Bir grupla Berkeley' deki bir kulüpte çalı şıyordu. Bir gün Columbia Plak Şirketinden biri onu aramı ştı. Neil Diamond, Larry'nin şarkılarından birini plak yapmayı dü şünüyordu. «Erke ğini Beğeniyor musun, Bebe ğim?» adlı parçayı. Diamond kendi bestelerinden olu şan bir albüm hazırlıyordu aslında. Yalnız- — 38 — ca eski bir Buddy Holly parçasını ve bir de Larry U nderwood'un bu şarkısını albüme alacaktı. «Larry, buraya gelip şarkını bir deneme pla ğına okur musun? Sonra da Diamond'un arkasında çalar mısın? Diamond ikinci bir akustik gitar istiyor. Senin şarkını da çok be ğeniyor.» Larry, «Olur,» demi şti. Çalı şma üç gün sürmü ştü. Pek güzel olmu ştu her şey. Genç adam Neil Diamond'la ve birkaç ünlü müzisyenle çalı şmıştı. Albümün iç kapa ğına onun adını da yazacaklarını söylemi şler, uygun bir ücret vermi şlerdi. Gelgelelim ünlü şarkıcı onun parçasını pla ğa okumamı ştı. Đkinci gece Diamond ne şeli bir parça bestelemi ş, albüme onu almı ştı. Columbia'nın adamı, «Yazık,» demi şti. «Ama böyle şeyler oluyor. Dinle... Neden sen bir deneme pla ğı doldurmuyorsun? Bir şeyler yapmaya çalı şırım.» Larry de deneme pla ğını doldurmu ş, sonra kendini Los Angeles sokaklarında bulmu ştu. Zaman kötüydü. Kolay i ş bulunmuyordu. Larry sonunda bir restoranda i ş bulmu ştu. Gitar çalıyor, ya şlı adamlar Đtalyan yemekleri yiyerek i şten söz ederlerken «Moon River» gibi şarkılar söylüyordu. O arada da kâ ğıt parçalarına güfteler yazıp duruyordu. Sonra dokuz hafta önce Columbia Plak Şirketinden ba şka bir adam Larry'i aramı ştı. « Şarkını bir tek plak halinde çıkarmayı dü şünüyoruz. Hemen gelip pla ğın arka yüzü için bir şarkı daha söyler misin?» Larry bu istenileni de yapmı ştı. Pla ğın arka yüzü için, «Cep Kurtarıcısı» adlı bir şarkıyı söylemi şti. Columbia'nın adamı ona be ş yüz dolarlık bir çek vermi ş, plak şirketinden çok Larry'i ba ğlayan berbat bir anla şma imzalatmı ştı. Ve... «Erke ğini Be ğeniyor musun, Bebe ğim?» birdenbire listelere girmi şti. Kimse Larry Underwood'un zenci olmadı ğının, beyaz oldu ğunun farkında de ğildi. Larry'nin bir süreden beri gezdi ği Julie adlı kız birdenbire ona yapı şmıştı sanki. Genç adamı hiç de ho şlanmadı ğı kimselerle tanı ştırıyor, sanki şarkıcı onun malıymı ş gibi davranıyordu. Sonunda müthi ş bir kavga etmi ş, ayrılmı şlardı. Julie, Larry'e, «Kendini be ğenmi ş budala!» — 39 — diye ba ğırmı ştı. « Şi şine şi şine yakında plak stüdyosunun kapısından giremeyeceksin! Bana be ş yüz dolar esrar borcun da var!» Columbia, Larry'e bir albüm doldurtmaya karar vermi ş, çalı şmalar üç hafta önce başlamı ştı. Pla ğı dokuz günde doldurmu şlardı. Ondan sonra da «parti» ba şlamı ştı. Larry, Malibu'da, kumsalda bir aylı ğına ev tutmu ştu. Ondan sonra olanları şimdi pek hatırlayamıyordu. Gelip giden belli de ğildi artık. Larry içlerinden bazılarını tanıyordu ama ço ğu yabancıydı. Menajerler onu arıyor, «Benimle çalı şırsan yıldızın daha da parlar,» diyorlardı. Bu kada rını hatırlıyordu Larry. Fazla uyu şturucu alan bir kızın çırçıplak kumsalda ko şarak haykırdı ğını da. Kokainin üstüne tekila içti ğini de. Sonra altı gün önce, yani 13 Haziranda albümdeki gr upta çalan müzisyen Wayne Stukey, Larry'e kumsalda dola şmalarını teklif etmi şti. Daha sabahın dokuzuydu ama hem radyo çalıyordu, hem iki televizyon birden açılmı ştı. Duyan da bodrumdaki oyun odasında âlem yapıldı ğını sanırdı. Larry oturma odasındaki büyük koltu ğa yerle şmiş, bir çizgi romandan anlam çıkarmaya çalı şıyordu. Aya ğında yalnızca külotu vardı. Wayne'in teklifini duyunca, «Olur,» der gibi ba şını salladı. Ona kilometrelerce yol yürüyebilirmi ş gibi geliyordu.

Page 18: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Ama güne ş ı şınları Larry'nin gözlerine i ğneler gibi saplandı ğı zaman genç müzisyen fikrini de ği ştirdi. Hayır, yürüyemeyecekti. Gözleri birer büyüte ce dönmüştü. Güne ş ı şınları çok geçmeden beynini tutu ş-turacaktı. Wayne onun kolunu sıkıca yakalayarak ısrar etti. Ve randadan kumsala indiler. Isınmaya ba şlayan kumların üzerinden kıyıya do ğru yürüdüler. Larry bunun hiç de fena bir fikir olmadı ğına karar verdi. Dalgaların sesi insanı rahatlatıyo rdu. Wayne, Larry'nin kolunu çeki ştirdi. «Haydi.» Ama Larry yeterince yürüdü ğünü dü şünüyordu. Ba şı müthi ş a ğrıyordu. Belkemi ği sanki birdenbire camla şmıştı. Gözleri zonkluyor, böbrekleri sancıyordu. Tam anlamıyla ak şamdan kalmaydı. «Wayne, geri dönmek istiyorum.» «Biraz daha yürüyelim.» — 40 — Larry'e Wayne kendisine bir tuhaf bakıyormu ş gibi geldi. Müzisyenin suratında hem öfke, hem de acıma vardı. Larry, «Olmaz, ahbap, » dedi. «Aya ğımda bir tek külotum var. Kendimi te şhir suçundan tutuklatmak istemem.» «Kıyının bu bölümünde böyle şeylere kimse aldırmıyor! Haydi gel.» Larry huysuz bir sesle, «Yorgunum,» diye söylendi. Wayne'e kızmaya ba şlıyordu. «Wayne benden böyle intikam almaya çalı şıyor,» diye dü şünüyordu. «Çünkü benim pla ğım listelere girdi. Wayne ise yeni albümümü dolduru rken piyano çaldı yalnızca. O da Julie'den farksız. Artık herkes bend en nefret ediyor. Herkes bıça ğını çekmi ş, bekliyor.» Larry'nin gözleri doluverdi. Qayne, «Haydi, gel,» diye yineledi. Tekrar kumsalda yürümeye ba şladılar. Ama sonra Larry'nin bacaklarına kramp girdi, şarkıcı haykırarak kumların üzerine yı ğıldı. «Ah, kramp girdi!» diye bağırıyordu. «Kramp!» Wayne onun yanına diz çöküp bacaklarını ovmaya ba şladı. Sonunda şarkıcının büzülen kasları gev şedi. Solu ğunu tutmu ş olan Larry, «Ah, sa ğol...» diye fısıldadı. «Sancı çok kötüydü.» Wayne, «Tabii,» dedi. Ama şarkıcıya pek acımadı ğı belliydi. «Öyle oldu ğundan eminim, Larry. Şimdi nasılsın?» «Đyiyim. Ama biraz oturalım, olur mu? Sonra eve döner iz.» «Seninle konu şmak istiyorum. Seni buraya bunun için getirdim. Akl ını ba şına toplamanı ve söylediklerimi kavramanı istiyorum.» «Ne söyleyeceksin, Wayne?» Larry için için ekledi. «Şimdi benden bir şeyler isteyecek.» Ama Wayne öyle bir şey yapmadı. «Bu parti artık sona ermeli, Larry.» «Ha?» «Parti. Eve döndü ğün zaman herkesi kapı dı şarı et. Onları ba şından at.» Larry adeta şok geçirdi. «Bunu yapamam.» Wayne, «Yapsan iyi olur ,» dedi. — 41 — «Ama neden? Parti daha yeni yeni canlanmaya ba şladı.» «Larry, Columbia sana kaç para verdi?» Larry sinsi bir sesle, «Neden soruyorsun?» dedi. «Senden borç isteyece ğimi mi sanıyorsun, Larry? Kafanı kullan.» Larry dü şündü, şaşkın şaşkın, «Wayne Stukey'nin kanımı emmesi için bir neden yok,» dedi kendi kendine. «Evet, henüz ba şarıya eri şmedi. Albümü doldurmama yardım eden müzisyenlerin ço ğu gibi o da ba şarılı olmak için çabalıyor. Ama Wayne zengin bir ailenin o ğlu. Ailesiyle de arası iyi. Babası ülkedeki en büyü k elektronik oyunlar şirketlerinden birinin sahibi. Bel Air'deki evleri s araydan farksız.» Larry kendi şansının birdenbire dönmesinin Wayne için pek de öne mli olmadı ğını anladı. Sert bir sesle, «Hayır,» diye cevap ver di. «Benden borç isteyece ğini sanmıyorum. Ba ğı şla... Ama Las Vegas'in batısındaki her hamamböce ği avcısı...» «Kaç para aldın?» Larry dü şündü. «Hepsi hepsi yedi bin dolar.» «Tek plak için üç ayda bir telif hakkı ödüyorlar, d eğil mi? Albüm içinse altı ayda bir para verecekler?» «Öyle.» Wayne ba şını salladı. «Cimri köpekler!.. Bu partinin sana ka ça mal oldu ğunun farkında mısın?»

Page 19: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Larry, «Tabii farkındayım,» dedi. «O evi en a şağı bin dolara kiraladın sanırım.» «Evet, öyle.» Larry aslında ev için bin iki yüz dol ar vermi şti. Daha altı yüz dolar ödemesi gerekiyordu. Wayne sordu. «Ya uyu şturucu için kaç para verdin?» «Aman, sen de! Bir şeyler yapmak gerekiyordu...» «Evde hem esrar var, hem kokain. Söyle, kaç para?» Larry somurttu. «Seni gören de savcı sanır! Be ş yüz, be ş yüz.» «Ve ikinci gün hepsi de bitti.» «Ne münasebet!» Larry iyice şaşırmı ştı. «Bu sabah evden çıkarken iki kaseyi de gördüm. Evet, uyu şturucunun bir kısmı kullanılmı ştı ama...» — 42 «Oğlum, Dewey'i hatırlamıyor musun?» Wayne birdenbire Larry' nin taklidini yapmaya ba şladı. Hem de ba şarıyla. «Hesabıma geçiriver, Dewey. Kaseleri bo ş bırakma.» Larry piyaniste deh şetle baktı. Dewey denilen sıska adamı hatırlıyordu ama ona kaseleri dolu tutmasını tembih etti ğinin farkında bile de ğildi. «Wayne, o adama ne kadar borcum var?» «Bilmiyorum... Esrar borcun önemli de ğil. Çünkü esrar ucuz. Bin iki yüz dolar. Kokain borcunsa sekiz bin.» Larry bir an kusaca ğını sandı. Đrile şmiş gözlerle sessizce Wayne'e bakıyordu. Konuşmak istedi ama sesi çıkmadı. Dudaklarını kıpırdattı . «Borcum dokuz bin iki yüz dolar mı?» Wayne, «Enflasyon var, o ğlum,» dedi. «Gerisini de duymak ister misin?» Larry istemiyordu ama yine de, «Evet,» der gibi ba şını salladı. «Yukarki katta renkli bir televizyon vardı. Biri ek rana bir iskemle fırlattı. Tamir için üç yüz dolar ister sanırım. Alt kattaki tahta kaplamalar iyice oyuldu. Dört yüz de ona. Kumsala bakan pencerenin k ristal camı dün kırıldı. Üç yüz de cama. Oturma odasındaki tüylü halı mahvoldu. Sigara yanıkları, bira ve viski lekeleri. Dört yüz. Đçki satan dükkâna telefon ettim. Onlar da hesap yüzünden Dewey kadar sevinçliler. Altı yüz dolar.» Larry, « Đçki için altı yüz dolar mı?» diye fısıldadı. Deh şet içindeydi. «Konuklarının ço ğu bira ve şarap içti ği için sevinmelisin. Süpermar-kete de dört yüz dolar borcun var. Pizza, cips gibi şeyler için. Ama en kötüsü gürültü. Pek yakında polisler kapıya dayanacaklar. Aynasızlar. H uzuru bozdu ğun için. Evde eroin kullanan dört, be ş serseri de var. Yetmi ş be ş yüz gram kadar da Meksika eroini.» Larry bo ğuk bir sesle, «O da benim hesabıma mı geçirildi?» d iye sordu. «Hayır. Dewey eroine el sürmüyor. Bu Mafya'nın i şi. Dewey beton ayakkabılar fikrinden hiç ho şlanmıyor. Ama polisler gelirse eroinin hesabının da senden sorulaca ğından emin olabilirsin.» — 43 — «Ama benim bundan haberim...» «Evet, sen masum bir bebeciksin.» «Ama...» Wayne, «Bu küçük partinin masrafı on iki bin dolard an fazla,» diye açıkladı. «Gidip o Datsun'u da satın aldın. Pe şin ne kadar verdin?» «Đki bin be ş yüz.» Larry neredeyse a ğlayacaktı. «Bundan sonraki çek gelinceye kadar kaç paran var? Birkaç bin dolar mı?» Larry, «Öyle,» diye mırıldandı. Aslında parası daha azdı. Sekiz yüz doları vardı. Ama bunu Wayne'e söyleyemeyecekti. «Larry, beni iyi dinle, çünkü iki kez söylemeye de ğmezsin. Burada her zaman parti verilir. Bu insanlar solucan arayan ku şlar gibi hemen eve ü şüşürler. Şimdi de buradalar. Onları defet.» Larry evdeki sürüyle insanı dü şündü. Aslında onların ancak üçte birini tanıyordu. Bütün o yabancılara gitmelerini söyleme fikri bo ğazının sıkı şmasına neden oldu. O insanlar kendisi hakkında hiç iyi şeyler dü şünmeyeceklerdi. Sonra Larry'nin gözlerinin önünde Dewey'in hayali belirdi . Sıkıntıyla bocalarken Wayne onu sakin sakin seyretti. Larry sonunda, «Dünyanın en a şağılık insanı durumuna dü şerim,» diye mırıldandı. Güçsüz bir insana yakı şacak bu sözler onu utandırdı.

Page 20: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Evet. Senin için söylemediklerini bırakmayacaklar. Hollywood'a yakı şır bir tip oldu ğundan söz edecekler. Azametlendi ğinden. Eski arkada şlarını unuttu ğundan. Ama aslında onların hiçbiri de senin arkada şın de ğil, Larry. Asıl arkada şların üç gün önce neler oldu ğunu gördüler ve hemen buradan uzakla ştılar. Senin bu hale düşmeni seyretmek hiç ho şlarına gitmiyordu.» Larry birdenbire öfkelendi. «O halde bütün bunları bana neden söylüyorsun?» Arkada şlarının onunla konu şmaya çalı ştıklarını hatırlamı ştı. Ama Larry o sırada kendinde olmadı ğı için ba şını sallayarak ho şgörüy-lü gülmü ştü. Şimdi bunu hatırlamak onu hem utandırıyor, hem de kızdırıyordu . «Bütün bunları bana neden söylüyorsun?» diye tekrarladı. «Benden pek ho şlandı ğını sanmıyorum.» — 44 — «Ama senden nefret de etmiyorum. Açıkçası ba şının belaya girmesini istemiyorum. Böyle bir tek olay seni mahveder. Ama sana bir şeyi bir defa açıklamak da yeterli olur sanırım.» «Ne demek istiyorsun?» «Onları kovacaksın. Çünkü aslında sert bir yanın ol duğunu seziyorum. Ba şarı için ne gerekiyorsa sende var. Güzel bir sanat hayatın o lacak. Be ş yıl sonra kimsenin hatırlamayaca ğı sıradan pop parçaları yazacaksın. Ortaokul ö ğrencileri plaklarını alacaklar. Para kazanacaksın.» Larry yumruklarını sıktı. Bu sakin surata vurmak is tiyordu. Wayne'in sözleri kendini pek küçük ve önemsiz biri gibi hissetmesine neden oluyordu. Wayne usulca, «Eve git ve onları kov,» dedi. «Sonra arabana bin, buradan uzakla ş. Kaç, o ğlum. Çekini gönderecekleri güne kadar ortaya çıkma. » «Ama Dewey...» «Ben Dewey'le konu şacak birini bulurum. Bu bana zevk verir, o ğlum. Buldu ğum adam Dewey'e uslu bir çocuk olmasını, parasını alaca ğı günü beklemesini söyler. Dewey de memnunlukla bu öneriye uyar.» Larry aya ğa kalktı. Kendini zorlayarak piyaniste te şekkür etti. Wayne de aya ğa fırlayarak onun yanında durdu. «Bir yere git ve a klını ba şına toplamaya çalı ş. Sana nasıl bir menajer gerekli? Nasıl bir turne i stiyorsun? Ne tür bir anla şma? Yalnız kalırsan bütün bunları dü şünebilirsin. Senin gibi insanlar böyledir.» Biri parma ğını arabanın camına vuruyordu. Larry irkilerek do ğruldu. Ensesine bir a ğrı girdi ği için yüzünü buru şturdu. Hafifçe kestirmek yerine derin uykuya dalmı ştı. Ba şını a ğır a ğır, canı yana yana çevirdi. Annesi camdan içeri bakıyordu. Ba şına tül bir e şarp örtmü ştü. Ana o ğul bir an birbirlerini süzdüler. Sonra Larry gülümseye rek camı indirdi. «Anne?» — 45 — Kadın garip, ifadesiz bir sesle, «Gelenin sen oldu ğunu anlamı ştım,» dedi. «Haydi, arabadan in de seni göreyim.» Larry'nin iki baca ğı da uyu şmuştu. Otomobilden inerken ayakları karıncalandı. Annesiyle böyle kar şıla şaca ğı hiç aklıma gelmemi şti. Hazırlıksız yakalanmı ş, gafil avlanmı ştı. Larry annesini daha küçülmü ş bulaca ğını sanmı ştı. Kendinden eskisi kadar emin olmayaca ğını dü şünmüştü. Çünkü Larry yıllar kendisini olgunla ştırırken, annesinin eskisi gibi kaldı ğına inanmı ştı. Ama kadın onu şaşılacak bir biçimde yakalamı ştı. Bayan Underwood, Larry on yaşındayken de onu kapalı yatak odasının kapısına tek parmağıyla vurarak uyandırdı. Şimdi on dört yıl sonra yine aynı şeyi yapmı ştı. Larry annesinin kar şısında durdu. Saçları karı şmıştı. Aptal aptal gülümsüyordu. «Merhaba, anne.» Alice Underwood sesini çıkarmadan o ğluna baktı. Korku Larry'nin kalbine, eski yuvasına dönen kötü bir ku ş gibi tünedi. Genç adam annesinin kendisini reddetmesinden, ucuz paltosuyla sırtını dönmesinden , onu bırakıp kö şedeki metro istasyonuna gitmesinden korktu. Ama sonra kadın içi ni çekti. A ğır bir yükü sırtlamaya hazırlanan biri gibi. Konu ştu ğu zaman sesi öyle normal ve memnundu ki, Larry ilk izlenimini unuttu. Alice Underwood, «Merhaba, Larry,» diye kar şılık verdi. «Yukarı gel. Pencereden baktı ğım zaman gelenin sen oldu ğunu anladım. Zaten hasta oldu ğumu haber vermi ştim. Hasta izni almaya hakkım var.» Dönüp basamakla rdan çıktı.

Page 21: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Larry de üç basama ğı tırmandı. Hâlâ ayakları karıncalandı ğı için yüzünü buru şturmu ştu. «Anne?» Kadın döndü, Larry onu kucakladı. Alice Underwood'u n yüzünde bir an korku dolu bir ifade belirdi. Sanki kucaklanmayı de ğil de, bir hırsızın saldırısına uğramayı bekliyordu. Sonra bu ifade kayboldu. Kadın d a o ğluna sarıldı. Bayan Underwood'un hep çekmeceye yerle ştirdi ği lavanta çiçe ğinin kokusu Larry'nin burnuna geldi. O zaman beklenmedik bir — 46 — özlem duydu. Bu pek yo ğun hem acı hem de tatlı bir şeydi. Larry bir an ağlayaca ğını sandı. Annesinin a ğlayaca ğından ise çok emindi. Bu «Dokunaklı Bir An»dı. Ama sonra annesinin dü şük omzu üzerinden, çöp tenekesinden yarı çıkmı ş ölü kediyi gördü. Geriledi ği zaman annesinin gözleri kuruydu. «Haydi gel. Sana kahvaltı hazırlayayım. Bütün gece yolda miydin?» «Evet.» Larry'nin sesi duygularının etkisiyle biraz bo ğukla şmıştı. «Gel, haydi. Asansör bozuk. Ama neyse, ben ikinci k attayım. Zavallı Bayan Halsey için daha kötü. Onun artriti var. Hem be şinci katta oturuyor. Ayaklarını silmeyi unutma, içeriyi kirletirsen Bay Freeman hemen bana çatar. Kirin, pasın kokusunu aldı ğına yemin edebilirim. Kir onun dü şmanı.» Artık merdivenden çıkıyorlardı. «Gel... Üç yumurta yiyebilir misin? Ekmek de kızart ırım.» Larry çevresine bakındı. Karanlık gölgeler de, yeme k kokuları da eskisinin aynıydı. Alice Underwood o ğluna üç yumurta, jambon, kızarmı ş ekmek ve meyva suyu verdi. Kahve de yaptı. Larry kahvaltıdan sonra bir sigara yakarak iskemlesini geri itti. Kadın o ğlunun sigarasına ho şnutsuzca baktı ama bir şey söylemedi. Larry bu yüzden eski güvenine biraz kavu şur gibi oldu. Ne var ki, annesi uygun zamanda konu şmak için beklemesini bilirdi. Bayan Underwood demir tavayı kur şuni bula şık suyuna attı. Larry, «Fazla de ği şmemiş,» diye dü şündü. «Biraz ya şlanmı ş tabii. Şimdi elli bir ya şında. Saçları da biraz daha a ğarmı ş.» Ama kadının saçlarının çoğu siyahtı yine. Arkasına sade bir gri elbise giymi şti. Herhalde i ş yaparken bu kılı ğa giriyordu. Alice telle tavanın dibini kazımaya ba şladı. «Demek geri döndün. Neden?» Larry içinden, «Ah, anneci ğim, bir arkada şım bana hayatın gerçeklerini anlattı,» diye geçirdi. Sonra yüksek sesle, «Galiba seni özle dim de ondan, anne,» dedi. Kadın burun kıvırdı. «Onun için bana öyle sık sık m ektup yazdın, de ğil mi?» — 47 — «Mektup yazmaktan pek ho şlanmıyorum.» «Đşte bu do ğru. Tam üstüne bastın.» Larry gülümsedi. «Mektup yazmaktan gerçekten ho şlanmıyorum.» «Ama annene küstah davranmaktan ho şlanıyorsun. Bu huyun de ği şmemiş.» Larry, «Özür dilerim,» dedi. «Sen nasılsın, anne?» Alice tavayı kenara bırakarak kızarmı ş ellerindeki köpükleri sildi. «Fena sayılmam.» Masaya yakla şıp bir iskemleye oturdu. «Bazen sırtım çok a ğrıyor. Ama haplarım var. Đyiyim, diyebilirim. Tabii ya şlanıyorum. Vücudum da bunu hissediyor.» Larry eskisi gibi annesine takılarak ona iltifat et ti. «Henüz genç kız sayılırsın.» Eski günlerde bu sözler kadının çok ho şuna giderdi. Ama şimdi pek hafifçe gülümsedi. Larry ekledi. «Hayatında yeni er kekler var mı?» Alice, «Birkaç tane,» dedi. «Ya senin?» Larry şaka etti. «Hayır. Hayatımda yeni erkekler yok. Birk aç kız var.» Annesinin bir kahkaha ataca ğını umuyordu. Kadın yine hafifçe gülümsedi. Larry, «Onu kaygıland ırıyorum,» diye dü şündü. «Mesele bu. Buraya neden geldi ğimi bilmiyor. Herhalde üç yıldan beri geri dönmemden umut kesmi şti. Benim ortadan kaybolmam daha i şine geliyordu.» Alice, «Yine o eski Larry'sin,» dedi. «Hiçbir zaman ciddi olamıyorsun. Ni şanlandın mı? Sık gördü ğün bir sevgil in var mı?» «Biraz e ğleniyorum, anne.» «Her zaman öyleydin zaten. Neyse, hiç olmazsa bana gelip namuslu bir Katolik kızının ba şını derde soktu ğunu söylemedin. Kabul etmek gerek... Galiba çok dikkatli, çok terbiyeli ya da çok şanslısın.» Larry annesini ifadesiz bir yüzle dinlemeye çalı şıyordu. Bayan Underwood hayatında ilk kez seksten söz ediyordu ona.

Page 22: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Alice sözlerini sürdürdü. «Her neyse... Nasıl olsa her şeyi ö ğreneceksin. Bekârların pek çok e ğlendiklerini söylerler ama bu do ğru de ğildir. Đnsan yaşlanır, huysuzla ştıkça huysuzla şır, i ğrençle şir. Tıpkı Bay — 48 - Freeman gibi. Giri ş katında oturur. Pencerenin önünden hiç ayrılmaz, r üzgâr essin diye bekler.» Larry hafifçe bir şeyler mırıldandı. «Şarkını radyoda duyuyorum. Herkese, ' Đşte bu benim o ğlum,' diyorum. 'Larry bu!' Çoğu bana inanmıyor.» «Şarkımı duydun mu?» Larry kendi kendine annesinin ne den ilk i ş bundan söz etmedi ğini sordu. «Tabii. Genç kızların durmadan dinledikleri o rock and roll radyo istasyonu çalıyor. WABC.» «Parçayı be ğendin mi?» «O müzi ği be ğendi ğim kadar.» Alice kesin bir tavırla o ğluna baktı. « Şarkının bazı sözleri imalı. Açık saçık.» Larry sıkıntıyla, ayaklarını yine eskisi gibi yere sürdü ğünü farketti, kendini zorlayarak bunu engelledi. « Şarkının... yalnızca ihtiraslı olması gerekiyor, anne. Hepsi bu kadar.» Bütün kanı yüzüne hücum etmi şti. Annesinin mutfa ğında oturup ihtirastan söz edece ği hiç aklıma gelmemi şti. Alice sert sert, « Đhtirasın yeri yatak odasıdır,» diyerek Larry'nin ün lü pla ğının sanat yönü üzerinde tartı şmayı engelledi. «Ayrıca sesin de bir tuhaf. Seni duyan zenci sanır.» Bu söz Larry'i e ğlendirdi. « Şimdi öyle mi konu şuyorum?» «Hayır. Şarkı söylerken.» Larry bir zenci gibi, «O siyah sese bayılıyorlar,» diyerek gülümsedi. Alice ba şını salladı. «Evet, tıpkı böyle. Gençli ğimde Frank Sinatra' nın cüretli oldu ğunu dü şünürdük. Şimdi gençlerin diskoları var. Onlar buna 'disko' di yorlar. Bense 'avaz avaz ba ğırmak' diyorum.» Larry, «Ben telif hakkı alıyorum,» diye açıkladı. « Satılan her plaktan belirli bir yüzde. Hesaba göre...» «Aman bırak bunu.» Alice elini salladı. «Ben matema tik derslerinde hiçbir zaman iyi not alamazdım. Sana paranı verdiler mi? Yoksa o arabayı borca mı aldın?» «Bana fazla para vermediler henüz.» Larry yalanın s ınırına gelmi şti. — 49 — Mah şer / F: 4 «Araba için biraz pe şin para verdim. Gerisini taksit taksit ödeyece ğim.» Alice öfkeyle, «Uygun şartlarla,» dedi. «Baban da sonunda bu yüzden iflas etti. Doktor onun kalp krizi geçirdi ğini, bu yüzden öldü ğünü söyledi. Ama asıl neden bu de ğildi. Baban kalbi kırıldı ğı için öldü. O uygun şartlar yüzünden yoksulla ştı.» Bu eski bir konuydu. Larry annesini dinlermi ş gibi yaparak arada sırada ba şını salladı. Babasının erkek giyim e şyaları satan bir dükkânı vardı. Ama sonra o dükkânın yakınında pek büyük bir ma ğaza açılmı ş, adam da bir yıl sonra iflas etmi şti. Bay Underwood avunmayı yemekte aramı ş, üç yılda elli kilo almı ştı. Larry dokuz ya şındayken de kö şedeki lokantada ölmü ştü. Önündeki tabakta hamburgerinin yarısı kalmı ştı. Ondan sonra Larry'yi Alice büyütmü ş, çocuk evden kaçıncaya kadar onun hayatına atasözleri ve önyargı larla egemen olmu ştu. Larry arkada şı Rudy'nin eski arabasıyla evden ayrılırken Alice'i n son sözleri, «Califor-nia'da da dü şkünler evi var,» olmu ştu. Evet, Larry'nin annesi böyle bir kadındı i şte! Alice usulca, «Burada kalmak istiyor musun, Larry?» diye sordu. Genç adam şaşırdı. «Bunun sence bir sakıncası var mı?» «Oda var. Portatif karyola hâlâ arkadaki yatak odas ında duruyor. Ben artık oraya eşyaları koyuyorum ama sandıklardan bazılarını kö şelere itebilirsin.» Larry a ğır a ğır, «Pekâlâ,» dedi. «Tabii bir sakıncası olmadı ğından eminsen. New York'a birkaç hafta için geldim. Bizim eski arkada şları görmek istedim. Mark... Galen... David... Chris... Onları.» Alice aya ğa kalktı. Pencereye yürüyüp camı açtı. « Đstedi ğin kadar kalabilirsin, Larry. Belki ben duygularımı do ğru dürüst açıklamayı ba şa-ramıyorum. Ama seni gördü ğüme seviniyorum. Seninle pek de ho ş bir biçimde vedala şmamıştık.» O ğluna baktı. Yüzü hâlâ sertti ama korkunç ve isteksiz bir sevgi de vardı. «Ben, kendi

Page 23: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

hesabıma, bu yüzden üzgünüm. O sözleri sırf seni se vdi ğim için söyledim. Do ğru dürüst söylemeyi bilemedi ğim için de öyle konu ştum.» Larry gözlerini masaya dikti. «Önemli de ğil.» Yüzünün yanmasın- — 50 dan, yine kızarmı ş oldu ğunu anlıyordu. «Dinle... Masrafa katılırım.» «Đstersen katılabilirsin. Đstemezsen buna da gerek yok. Ben çalı şıyorum. Binlerce insan i şsiz. Sen de hâlâ benim o ğlumsun.» Larry katıla şmış kediyi ve gülümseyerek kaseleri dolduran Dewey'i d üşündü, birdenbire a ğlamaya ba şladı. Bir yandan da, «Benim de ğil, annemin a ğlaması gerekirdi,» diyordu kendi kendine. «Hiçbir şey dü şündüğüm gibi olmadı. Hiçbir şey. Me ğer annem de ği şmiş. Ben de öyle. Ama sandı ğım biçimde de ğil. Anormal bir deği şiklik olmu ş. Annem daha büyümü ş, bense küçülmü şüm. Anneme sırf bir yere gitmem gerekti ği için gelmi ş olmadı ğımı da anlıyorum. Eve döndüm. Çünkü korkuyor ve annemin yanında olmak istiyordum...» Alice açık pencerenin önünde durmu ş ona bakıyordu. Sonra elbisesinin gö ğsünden bir mendil çıkardı. Masaya yakla şarak bunu o ğlunun eline sıkı ştırdı. Larry'nin içinde sert bir şey vardı. Gözya şları bunu de ği ştiremezdi. Yaz ya ğmuru nasıl bir kayanın biçimini de ği ştiremezse öyle. Larry'nin kalbinin derinliklerinde yalnızca kendisi gizliydi. Oradan dı şarıya bakıyordu. Larry kalbine yalnızca kendi kendisinin girmesine izin veriyordu. Ama anne si onu seviyordu. Ayrıca Alice, Larry'nin iyi, çok iyi yanları oldu ğuna da inanıyordu. Bu do ğruydu ama artık çok geçti. Şimdiden sonra ancak büyük bir felaket sa ğlayabilirdi bu iyili ğin ortaya çıkmasını. Kadın, «Yorgunsun,» dedi. «Ell erini, yüzünü yıka. Ben sandıkların yerlerini de ği ştiririm. Ondan sonra yatar uyursun. Galiba bugün i şe gitmem daha iyi olacak.» Kısa koridoru a şarak arka odaya, Larry'nin eski yatak odasına gitti . Genç adam onun hafifçe inleyerek sandıkları itti ğini duydu. Bir yandan da annesinin kar şısında en son ne zaman a ğladı ğını hatırlamaya çalı şıyordu. Sonra ölü kediyi düşündü. Annesi haklıydı. Yorulmu ştu. Hayatında şimdiye kadar hiç böylesine yorulmamı ştı. Larry gidip yattı, hemen hemen on sekiz saat uy udu. — 51 — 6 Frannie ak şama do ğru arka bahçeye çıktı. Babası orada sabırla bezelye ve fasulye tarhlarındaki yaban otlarını ayıklıyordu. Çok geç b aba olmu ştu Bay Goldsmith. Artık altmı şını geçmi şti. Her zaman giydi ği beyzbol kepinin altından ak saçları çıkıyordu. Frannie'nin annesi Port-land'a gitmi şti. Beyaz eldiven almaya. Fran'in çocukluk arkada şı Amy Lauder gelecek ayın ba şlarında evlenecekti. Frannie iki büklüm çalı şan babasına sevgiyle baktı bir an. Sonra hafifçe öksürdü. «Yardıma ihtiyacın var mı?» Bay Goldsmith dönerek gülümsedi. «Beni topra ğı kazarken yakaladın demek?» «Galiba öyle.» «Annen döndü mü?» Adam dalgın bir tavırla ka şlarını çattı. «Yoo, hayır. Daha biraz önce gittiydi, de ğil mi? Evet, istiyorsan bana yardım edebilirsin. Am a sonradan ellerini yıkamayı unutma.» Fran hafifçe alay etti. «Bir hanımefendinin elleri onun alı şkanlıklarını açıklar.» Burnundan garip bir ses çıkararak güldü. Peter Goldsmith ho şnutsuz bir tavır takınmaya çalı ştıysa da ba şaramadı. Fran babasının yanına diz çökerek otları ayıklamaya ba şladı. Peter Goldsmith, Sanford'daki büyük bir otomobil fa brikasında teknisyen olarak çalı şıyordu. Altmı ş dört ya şındaydı ve emekliye ayrılmasına bir yıl kalmı ştı. Baba kız konu şa konu şa çalı şmalarını sürdürdüler. Peter insanı yatı ştıran o tatlı sesiyle konudan konuya geçiyor, Fran'in içini hiç sıkmıyordu. Zaten Peter belki karısı dı şında kimsenin içini sıkmazdı. Đyi bir sohbeti vardı. Sonra Fran babasının susmu ş oldu ğunu farketti. Adam bir tarhın dibindeki kayaya oturarak piposuna tütün doldurdu. Kızına bakıyordu. «Derdin nedir, Frannie?» Kız bir an sessizce babasına baktı. Konuya nasıl gi rece ğini bilmiyordu. Sonra kısaca, «Hamileyim,» dedi. — 52 - II

Page 24: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Adam piposuna tütün doldurmaktan vazgeçti. Kızına b akakalmı ştı. Sonra, sanki bu sözü o zamana kadar hiç duymamı ş gibi, «Hamile,» diye yineledi. «Ah, Frannie... Şaka mı bu?» «Hayır, baba.» «Buraya gel.» Kız söz dinler bir tavırla gidip babasının yanına o turdu. Peter, «Emin misin?» diye sordu. «Eminim...» Fran hıçkırıklarla sarsıla sgrsıla, gür ültülü gürültülü a ğlamaya başladı. Peter kolunu onun omzuna attı. Baba kız uzun süre böyle oturdular. Fran hıçkırıkları kesilirken kendisini en çok kaygılandı ran o soruyu sordu. «Beni hâlâ seviyor musun, baba?» «Ne?» Adam kızına şaşkın şaşkın baktı. «Evet. Tabii. Seni hâlâ çok seviyorum, Frannie.» Kız bu sözler yüzünden tekrar a ğlamaya ba şladı. Peter da o arada piposunu yaktı. Fran, «Dü şkırıklı ğına u ğradın, de ğil mi?» dedi. «Bilmiyorum. Şimdiye kadar hiç hamile bir kızım olmamı ştı. Bu durumu nasıl kar şılayaca ğımı da kestiremiyorum. Neden... Jess mi?» Fran, «Evet,» der gibi ba şını salladı. «Durumu ona açtın mı?» Yine ba şını salladı. «Ne dedi o?» «Benimle evlenece ğini. Ya da kürtaj parasını veribilece ğini.» Peter Goldsmith, «Evlenme ya da kürtaj,» diyerek pi posundan bir soluk çekti. «Çifte tabancalı kovboy.» Bir an durdu. «Annen kimi n suçlu oldu ğu konusunda çok şey söyleyecek. Ona engel olmayaca ğım. Ama kendisine de katılmayaca ğım. Anlıyor musun?» Fran ba şını salladı. Babası artık annesine pek itiraz etmiy ordu. Hiç olmazsa, açık açık etmiyordu. Kadın çok sivri dilliydi. Pete r bir keresinde kızına, «Đtiraz etti ğin zaman kontrolünü kaybediyor,» demi şti. «Bu yüzden kar şısındakini kırıyor. Neden sonra pi şman oluyor. Ama bunun — 53 — da kırdı ğı insana pek yararı olmuyor.» Frannie babasının da yıllar önce iki çareden birini seçmek zorunda kaldı ğını seziyordu: Ya bo şanacak ya da boyun eğecekti. Peter boyun e ğmeyi seçmi şti. Ama kendi şartlarına göre. Fran usulca, «Annemin seni bu i şe karı ştırmayaca ğından emin misin, baba?» diye sordu. «Senin tarafını tutmamı mı istiyorsun, Fran?» «Bilmiyorum.» «Şimdi ne yapacaksın?» «Annem konusunda mı?» «Hayır. Durumun konusunda, Fran.» «Bilmiyorum.» «Jess'le evlenecek misin? Đki ki şi de bir tek insan kadar ucuza geçinebilir. Daha do ğrusu, öyle diyorlar.» «Onunla evlenece ğimi sanmıyorum. Galiba Jess'e olan a şkım söndü. Tabii ona â şık idiysem.» «Bebek yüzünden mi?» Peter'in piposunun tatlı kokus u çevreye yayılıyordu. «Hayır. Nedeni bebek de ğil. Bu olacaktı zaten. Jess... biraz zayıf bir insa n. Durumu ba şka nasıl anlatabilece ğimi bilmiyorum.» «Onun senin için gerekli şeyi yapaca ğına inanmıyorsun, de ğil mi Fran?» «Öyle.» Babası i şin can alacak noktasına parmak basmı ştı. Kız paralı bir aileden olan ve mavi i ş gömlekleri giyen Jess'e güvenemiyor-du. «O halde annenin seni etkileyip fikrini de ği ştirtmesine izin verme.» Kız gözlerini yumdu. Çok rahatlamı ştı. Babası durumu anlıyordu. Bir mucizeydi bu. Fran bir süre sonra, «Kürtaja ne dersin?» diye sordu. «Dinle...» Peter birdenbire sustu. Sonra kızının el ini tutarak konu şmaya başladı. «Baban bu kadar ya şlı bir adam olmamalıydı, Frannie. Ama bu bakımdan yapabilece ğim bir şey de yok. Ben 1941'de evlen- — 54 — dim. Sava şa gitmeden hemen önce. Pearl Harbor olayıyla sava şa katılanlardan biraz büyüktüm. Hatta bazıları beni, 'Baba,' diye d e ça ğırıyorlardı. Sava ştan

Page 25: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

sonra Sanford'daki o güzel i şime girdim. Ve... şey... annenle bir yuva kurduk.» Alacakaranlıkta kızına dü şünceli bir tavırla baktı. «Carla o günlerde çok farklıydı. A ğabeyin Freddy öldükten sonra de ği şmeye ba şladı. O zamana kadar gençti. Freddy öldükten sonra katıla ştı. Geli şmesi durdu. Kendi görü ş açısının üzerine üç tabaka cila sürdü. Onu betonla destekled i. Ve, 'En iyisini, en doğrusunu ben bilirim,' dedi. Şimdi fikirlerle dolu bir müzenin bekçisi gibi davranıyor. Ama i her zaman böyle d eğildi...» , i «Ya nasıldı, baba?» l\\ «Şey...» Peter dalgın dalgın bahçenin dibine do ğru baktı. «Sana ,\\ çok benzerdi, Fran. Kıkır kıkır gülerdi. Onunla Bos ton'a, Red Sox takı-minin maçlarını seyretmeye giderdik. Carla oyun arasında benimle bira j içerdi.» ,) «Annem .. bira mı içerdi?» | «Evet, içerdi ya! Sonra tuvalete gider, dı şarı çıkarken de, 'Senin ! yüzünden oyunun en g üzel yerini kaçırdım,' diye söylenirdi.» j Frannie annesini elinde bira barda ğıyla, genç kız gibi babasına gülerken hayal etmeye çalı ştı, ama ba şaramadı. «Uzun bir süre çocu ğumuz olmasını bekledik. 1952'de a ğabeyin ', Fred dünyaya geldi. Annen ona tapıyordu adeta, Fran . Sonra 1955'de bir çocuk düşürdü. Ondan sonra artık ba şka çocu ğumuz olmayaca ğını !.] düşünmeye ba şladık. Ama 1959'da sen do ğdun. Bir ay erken dünyaya geldin. Bu kez de ben sana tapmaya ba şladım. Đkimizin de birer bebe ği vardı artık. Ama annen bebeğini kaybetti.» Peter sustu. Yüzünde sıkıntılı, dü şünceli bir ifade belirmi şti. Fred Goldsmith 1965'de ölmü ştü. On üç ya şındayken. Fran o sıra- j da altı ya şındaydı. Fred'e sarho ş araba süren biri çarpmı ştı. Fred kaza- I \ dan sonra yedi gün ya şamıştı. I Peter Goldsmith, «Kürtaj o i ş için fazla temiz bir ad,» dedi. «Sana j yaşlı bir adam oldu ğumu söyledim.» j i i — 55 — k Fran mırıldandı. «Sen ya şlı de ğilsin, baba.» Adam sert bir tavırla, «Ya şlıyım, ya şlıyım,» diye ısrar etti. «Ben genç kızına yardıma çalı şan ya şlı bir adamım. Sarho ş bir sürücü on be ş yıl önce o ğlumu öldürdü. Karım o günden sonra eskisinden çok farklı oldu. Kürtaj sorununa her zaman Fred açısından baktım ben. Buna ba şka gözle bakacak durumda de ğilim. Annense o malûm nedenler yüzünden itiraz edecek. 'A hlak,' diyecek, iki bin yıl öncesine uzanan bir ahlak kuralı bu. Ya şama hakkı. Bütün Batı ahlakı bu kuralın üzerine kurulmu ştur! Ben bütün filozofları okudum. Annen hafif şeyler okumaya meraklı. Ama sonunda ben duygulardan söz ederek tar tı şaca ğım, annense ahlak kurallarından dem vurarak. Kürtajdan söz edildi ği zaman gözlerimin önünde Fred beliriyor. O yatakta yedi gün yatan o ğlum! Parçalanmı ş her şeyini sargılarla yapı ştırmaya çalı şmışlardı. Hayat ucuz. Kürtaj bunu daha da ucuzlatıyor. .. Bunların sana bir yardımı dokunmayacak, de ğil mi?» Fran usulca, «Çocu ğu aldırmak istemiyorum,» diye açıkladı. «Kendimce b azı nedenler yüzünden.» «Nedir bunlar?» Fran ba şını hafifçe dikle ştirdi. «Nedenlerden biri benim.» «Çocuğu ba şkalarına mı vereceksin, Frannie?» «Bilmiyorum.»

Page 26: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Bunu istiyor musun?» «Hayır. Çocu ğumu kendim büyütmek istiyorum.» Peter sesini çıkarmadı. Fran babasının bu sözleri h oşnutsuzlukla kar şıladı ğını düşündü. Sonra da, «Okulu dü şünüyorsun, de ğil mi?» diye sordu. Peter aya ğa kalkarak, «Hayır,» dedi. «Ben yalnızca yeteri kad ar konu ştu ğumuzu düşünüyorum. Henüz karar vermek zorunda olmadı ğını da.» Fran, «Annem dönmü ş,» diye mırıldandı. Peter kızının bakı şlarını izledi. Bir araba bahçeye giriyordu. Carla o nları görünce kornaya bastı, sonra da ne şeyle el salladı. — 56 Frannie, «Ona durumu açıklamak zorundayım,» dedi. « Öyle. Ama bir iki gün bekle, Frannie.» «Peki.» Kız babasının çapa ve tırmı ğı almasına yardım etti, sonra yan yana arabaya do ğru yürüdüler. 7 Siyah saçlı, güzel hem şire, «Kolunuzu sıvayın, Bay Redman,» dedi. «Bir dak ika bile sürmeyecek.» Eldivenli ellerinde tansiyon alet ini tutuyordu. Plastik maskenin altında, sanki genç adamla bir sırrı payla şıyorlar-mı ş gibi gülümsüyordu. Stu, «Olmaz,» diye cevap verdi. Hemşirenin gülümsemesi silinir gibi oldu. «Yalnızca tan siyonunuzu ölçece ğim. Bir dakika bile sürmeyecek.» «Olmaz.» Hemşire ciddile şti. «Doktorun emri bu.» «Madem doktorun emri, o halde onunla konu şayım.» «Korkarım şu ara i şi var. Şimdi yalnızca...» Stu nazik nazik, «Beklerim,» dedi, gömle ğinin kol dü ğmelerini açmak için de hiçbir hareket yapmadı. «Bu benim görevim. Ba şımın derde girmesini istemezsiniz, de ğil mi?» Kız bu kez de genç adama sevimli bir yetim tavırlarıyla gülüms edi. « Đzin verirseniz...» Stu, «Tansiyonumu ölçmenize izin vermeyece ğim,» dedi. «Gidin, bunu onlara söyleyin. Birini göndersinler.» Hemşire yüzünde kaygılı bir ifadeyle çelik kapıya yönel di, kilitteki dört kö şe anahtarı çevirdi. Kapı açıldı, kız dı şarı çıktı. Çıkarken de Stu — 57 — Redman'a son bir defa sitemle baktı. Stu buna sakin bir tavırla kar şılık verdi. Kapı kapandıktan sonra aya ğa kalkarak huzursuzca pencereye gitti. Pencerede çi ft cam ve bunun dı şında da demir parmaklık vardı. Hava kararmı ştı artık. Hiçbir şey gözükmüyordu. Dönüp yine koltu ğa oturdu. Arkasında kareli bir gömlek, ayaklarında da rengi solmu ş bir blucinle kahverengi botları vardı. Stu elini yüzüne sürerek ho şnutsuzca suratını buru şturdu. Tra ş olmasına izin vermiyorlardı. Oysa sakalları çok çabuk uzuyordu. Testlere bir itirazı yoktu. Onun sinirlendi ği, kendisine bilgi verilmemesi ve korkularının giderilmemesiydi. Hasta de ğildi. Hiç olmazsa şimdilik. Ama çok korkuyordu. Burada bir i şler dönüyordu. Biri ona Arnet-te'de neler oldu ğunu açıklayıncaya kadar bu i şe karı şmayacaktı. Tabii Campion'in bütün bunlarla ne ili şkisi oldu ğunu ö ğrenmek de istiyordu. Hiç olmazsa o zaman korkuların ın bir temeli oldu ğuna inanabilecekti. Aslında Stu'nun bu soruları daha önce sormasını bek lemi şlerdi. Genç adam bunu onların bakı şlarından anlıyordu. Hastanelerde bazı şeyleri insandan gizlemeyi başarıyorlardı. Stu'nun karısı dört yıl önce kanserden ölmü ştü. Genç kadın o sırada yirmi yedi ya şındaydı. Kanser rahminde ba şlamı ş, sonra da bir yangın gibi bütün vücudunu çabucak sarmı ştı. Stu uzmanların karısının sorularına cevap verme konusunda nasıl davrandıklarını görmü ştü. Ya konuyu de ği ştirmi şlerdi ya da genç kadına teknik terimlerle dolu bilgiler vermi şlerdi. Đşte bu yüzden Stu da buradakilere soru sormamı ştı. Bu tutumunun onları kaygılandırdı ğının farkındaydı. Ama artık soru sorma zamanı gelmi şti. Ve cevap da alacaktı. Olayın bazı eksik yanlarını kendi kendine tamamlaya biliyordu. Campion, karısı ve çocu ğu çok kötü bir illete yakalanmı şlardı. Yaz nezlesi ya da grip gibi başlıyordu. Ama sonra durum gitgide kötüle şiyordu. Galiba sonunda insan ya kendi balgamından bo ğulup ölüyordu ya da yüksek ate ş onu mahvediyordu.

Page 27: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

— 58 — Uzmanlar iki gün önce ö ğleden sonra Stu'yu almaya gelmi şlerdi. Ayın on yedisinde. Ordudan dört ki şi ve bir de doktor. Hepsi nazik ama kesin tavırlar takınmı şlardı. Stu'nun reddetmesi imkânsızdı. Dört asker si lahlıydı. Đşte Stu o zaman korkmaya ba şlamı ştı. Arnette'den adeta bir kervan halinde Braintree'ye d oğru yola çıkmı şlardı. Stu, Vic Palfrey, Hap, Bruett'ler, Hank Carmiachel ve ka rısı aynı ta şıttaydı. Yanlarında iki de subay vardı. Onları bir ordu kamy onetine doldurmu şlardı. Lila Bruett'in sinir krizleri geçirmesine ra ğmen, hiç bilgi de vermemi şlerdi onlara. Di ğer kamyonetler de tıklım tıklım doluydu. Stu ta şıtlardakilerin hepsini görememi şti. Ama Hodges ailesinin be ş üyesini, gönüllü ambulans sürücüsü Carlos'un karde şi Chris Ortega'yı farketmi şti. Chris «Kızıl Derili Kafası»nda barmenlik yapıyordu. Stu evinin yakınındaki karavan parkında ya şayan ya şlıca çifti de görmü ştü. Parker Nason'la karısını. O gece benzin istasyo nunda bulunan herkesi topladıklarını tahmin ediyordu. Campion'in pompalara çarpmasından beri bu ki şilerin konu ştukları kimseleri de. Kasaba sınırında zeytin ye şili iki kamyon yolu kapatmı ştı. Stu, Arnette'e giden di ğer yolların da kapatılmı ş oldu ğunu anladı. Birtakım adamlar dikenli tel geriyorlardı. Kasabanın çevresine dikenli tel çekti kten sonra herhalde belirli yerlere nöbetçiler de dikeceklerdi. Demek durum ciddiydi. Çok çok ciddi. Stu şimdi hastanedeki karyolanın yanında, koltukta sabır la oturuyor, hem şirenin birini getirmesini bekliyordu. Tabii bu «biri» önce Stu'yu oyalamaya çalı şacaktı. Belki de bilmek istedi ği şeyleri açıklama yetkisi olan ki şi ancak sabaha gelecekti. Ama Stu Redman sabırlı bir insand ı. Vakit geçirmek için kendisiyle birlikte havaalanına gelenlerin durumunu kafasından geçirmeye ba şladı. Norm'un hasta oldu ğu çok belliydi. Ate şi vardı. Öksürüyor, balgam çıkarıyordu. Geri kalanlarsa so ğuk almı ş gibiydiler. Luke Bruett aksırıyordu. Lila Bruett'le Vic Palfrey hafi f — 59 — hafif öksürüyorlardı. Hap burnunu çekiyor, mendilin e sümkürüp duruyordu. Ama Stu'yu en çok korkutan şey, tam havaalanına girerlerken olmu ştu. Belki de bir rastlantıydı bu. Kamyoneti süren er birdenbire şiddetle, üç defa aksırmı ştı. Evet, herhalde rastlantıydı. Do ğu-orta Teksas bölgesinde ya şayan alerjik insanlar için kötü bir aydı Haziran. Ya da şoför so ğuk almı ştı. Çünkü bir insandan bir di ğerine bu kadar çabuk geçen bir hastalık... Subaylar onlarla birlikte uça ğa binmi şlerdi. Soruları cevaplamamı ş, yalnızca gidecekleri yeri açıklamı şlardı. Atlanta'ya gidiyorlardı. Sonradan hepsine bi lgi verilecekti. Uçakta Hap, Stu'nun yanında oturuyordu. Đçkiyi fazla kaçırmı ştı. Uçak orduya aitti. Ama yiyecek ve içecek birinci sınıf hava şirketlerinin verdikleri gibiydi. Lila Bruett bile bir iki içkiden sonra sak inle şmişti. Hap bir ara Stu'ya do ğru e ğildi, viski kokan sıcak solu ğu genç adamın yüzüne çarptı. « Đlginç bir grup bunlar, Stuart. Bir teki bile elli y aşından a şağı değil. Ni şan yüzükleri de yok.» Uçak inmeden yarım saat önce Norm Bruett baygınlık geçirdi, Lila da avaz avaz haykırmaya ba şladı. Sert yüzlü iki çavu ş Norm'u bir battaniyeye sardılar, kısa süre sonra onu ayılttılar. Kendini adeta kaybetmi ş olan Lila haykırmayı sürdürdü. Bir süre sonra da içti ği içkileri ve yedi ği tavuklu sandviçi çıkardı, iki ki şi ifadesiz yüzlerle yerleri sildiler. Lila, «Ne oluyor?» diye ba ğırdı. «Erke ğimin nesi var? Ölecek miyiz? Bebeklerim de ölecek mi?» Kollarının altına sıkı ştırdı ğı çocukları, kafalarını kadının iri göğüslerine dayadılar. Luke de, Bobby de korkmu şlardı. Anneleri gürültü etti ği için utanmı ş gibiydiler. «Neden biri bana cevap vermiyor? Yoksa burası Amerika değil mi?» Chris Ortega uça ğın arka tarafından, «Biri şu kadını susturamıyor mu?» diye söylendi. Erlerden biri Lila'ya bir bardak süt verdi, kadın o ndan sonra sustu. Yolculu ğun geri kalanını a şağıdaki kırları seyrederek geçirdi. Stu o bar- — 60 — dakta sütten ba şka bir şeyler daha oldu ğunu tahmin ediyordu.

Page 28: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Alana indikleri sırada dört Cadillac onları bekliyo rdu. Arnette'liler arabaların üçüne bindiler, refakatçileri de dördüncüye. Stu parmaklarında yüzük olmayan o adamların şimdi bu binada olduklarından emindi... Kapının üzerindeki kırmızı ı şık yandı. O adamlardan biri beyaz UZay elbisesi giymi ş olarak içeri girdi. Dr. Denninger'di adı. Denninge r esmer tenli, siyah saçlı, fazla tatlı dilli, genç bir adamdı. Yüz hatl arı sertti. Denninger ayaklarını gürültüyle yere vurarak Stu'ya do ğru gelirken gö ğsündeki konu şma aygıtından sesi yükseldi. «Patty Greer biraz zor luk çıkardı ğınızı söyledi. Çok üzülmü ş.» Stu rahat bir tavırla, «Üzülmesine gerek yok ki,» d edi. Sakin sakin konu şmak zordu ama bu adama korktu ğunu belli etmek de istemiyordu. Denninger'in maiyetindekileri ezen, kendisinden üstün olanlara y altaklanan bir tip oldu ğunu seziyordu. Stu'nun korktu ğunu anladı ğı an, «Çok üzgünüm ama sana fazla bir şey söyleyemeyece ğim,» diyecek, odadan çıkınca da, «Bu budalalar da g ere ğinden fazla şey ö ğrenmek istiyorlar,» diye dü şünecekti. Stu, «Bazı sorularımın cevaplanmasını istiyorum,» d edi. «Çok üzgünüm ama...» Stu, «Sizinle i şbirli ği yapmamı istiyorsanız, bazı sorularımı cevapla-malısınız,» diye diretti. «Zamanı gelince size...» «Đşinizi zorla ştırabilirim.» Denninger aksi aksi, «Bunu biliyoruz,» dedi. «Size bir açıklamada bulunmak için yetkim yok, Bay Redman. Ben de fazla bir şey bilmiyorum.» «Herhalde kanımı tahlil ediyordunuz. Bütün o i ğneler...» Denninger ihtiyatla, «Öyle,» dedi. — 61 — «Ne için?» «Bunu size söyleyemem. Kendim de bilmiyorum.» Denni nger'^ sesi yine aksiydi. Stu ona inandı. Bu durumun Denninger'in de ho şurrç gitmedi ği anla şılıyordu. «Bizim kasabayı karantinaya aldılar.» «Bu konuda hiçbir bilgim yok.» Ama Denninger bu kez bakı şlarım Stu'dan kaçırdı. Genç adam onun yalan söyledi ğine karar verdi. «Neden bu konuda hiçbir haber yayınlanmıyor?» Stu d uvara takıl-mı ş olan televizyonu i şaret etti. «Efendim?» «Bir kasabaya giden yollar kesiliyor ve çevresi dik enli telle çevrili-yor. Bu bir haberdir.» «Bay Redman, izin verseniz de Patty tansiyonunuzu ö lçse...» Stu, «Hayır,» dedi. «Artık benden bir şey alabilmek için güçlü kuvvetli iki ki şi göndermeniz gerekecek. Hem kaç ki şi yollarsanız yollayın, o mikrop geçirmeyen elbiselerinde yine de birkaç delik açmayı ba şaraca ğım. Bu elbiseler fazla sağlama benzemiyor, farkında mısınız?» Den-ninger'e do ğru atılacakmı ş gibi yaptı. Uzman tela şla gerilerken az kalsın yuvarlanıyordu. Konu şma aygıtından korku dolu garip bir ses yükseldi. Kapıdaki çift camın gerisin de birileri kımıldandı. Stu, «Beni bayıltabilirsiniz tabii,» diye homurdandı. «A ma bu da testleri altüst eder. Öyle de ğil mi?» Denninger, «Bay Redman, hiç de mantıklı davranmıyor sunuz,» diye kar şılık verdi. Stu'ya yakla şmamaya dikkat ediyordu. « Đşbirli ği yapmamanızın vatanınıza zararı dokunabilir.» Stu, «Hayır,» dedi. « Şu anda tersine, vatanım bana büyük bir zaraı veriyo rmuş gibi geliyor. Vatanım beni Georgia'da bir hastane o dasına kapattı. Kar şımda da dünyadan haberi olmayan önemsiz bir ahmak var. Onun için şimdi hemen çıkıp git ve buraya benimle konu şabilecek birini gönder. Ya da istedi ğini zorla alabilmek için yeteri kadar adam yolla. Ama onlarla da dövü şürüm. Bundan emin olabilirsin.» — 62 — Stu, Denninger çıktıktan sonra koltu ğunda hiç kımıldamadan oturdu. Hem şire bir daha gelmedi. Tansiyonunu zorla ölçmek için iki güç lü hademe de göndermediler. Şimdilik onu zorlamaktan vazgeçmi şlerdi.

Page 29: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Stu aya ğa kalkıp televizyonu açtı. Đçindeki korku gitgide artıyordu, iki günden beri aksırmayı, öksürmeyi, kara bir balgam çıkarmay ı beklemekteydi. Di ğerlerini düşünüyordu. Bütün hayatı boyunca tanıdı ğı o insanları. Kendi kendine, «Đçlerinde Campion kadar kötü durumda olan var mı aca ba?» diye soruyordu. Stu'ya açıklama yapabilecek ki şiyi kırk saat sonra yolladılar. 8 Joe Bob Brentwood 18 Haziran günü kuzeni Bili Hapsc omb'la konu ştuktan be ş saat sonra, Braintree'nin otuz be ş kilometre do ğusunda, 40 numaralı Teksas Karayolunda fazla sürat yapan birini durdurdu. Brai ntree'den Harry Trent adlı bir sigortacıyı. Joe Bob ceza yazdı. Trent makbuzu uysalca aldı, sonra da Joe Bob'a hayat ve ev sigortası satmaya kalkarak genç a damı güldürdü. Joe Bob kendini çok iyi hissediyordu. Ölümü dü şündüğü bile yoktu. Ama aslında hastaydı. Bili Haps-comb'un benzin istasyonundan yakıttan ba şka bir şeyler daha almı ştı. Harry Trent'e de ceza makbuzundan daha fazla bir şeyler verdi. Harry Trent i şini seven, dost canlısı bir adamdı. Hastalı ğı o gün ve ertesi sabah kırktan fazla ki şiye bula ştırdı. O kırk zavallının illeti kaç ki şiye aşıladıklarını bilmek imkânsızdı... 19 Haziranda, yani Larry Underwood'un New York'a ev ine döndü ğü ve Frannie Goldsmith'in de babasına «küçük bir yabancı» bekled i ğini açıkladı ğı gün, Harry Trent ö ğle yeme ği için Do ğu Teksas'ta Babe'in Yeri adlı bir kafeteryaya girdi . Peynirli hamburger ve Babe'in nefis çilek-¦i pastas ından yedi. Hafif bir so ğuk algınlı ğı vardı. Ya da alerjisi tutmu ş- — 63 — tu. Aksırıyor, tükürmek zorunda kalıyordu. Trent ye mek sırasında hastalı ğı Babe'e, bula şıkçıya, iki kamyon şoförüne, ekmekçiye, plakçıya ve servis yapan tatlı garson kıza verdi. Garson kıza bah şi ş olarak bir dolar bırakmı ştı. Kıvıl kıvıl ölüm vardı o doların üzerinde. Harry Trent dı şarı çıkarken park yerine bir araba girdi. Ta şıtın içi çocuk ve bavul doluydu. Arabada New York plakası vardı. Harr y Trent'e 21 numaralı karayoluna nasıl çıkaca ğını sormak için camı açan adam da New York aksanıyl a konu şuyordu. Trent, New York'luya yolu iyice tarif etti. O arada hastalı ğı ona da a şıladı. New York'lu, Polis Komiseri Edward N. Norris'ti. Be ş yıldan beri ilk kez do ğru dürüst tatile çıkmı ş, ailesiyle pek güzel günler geçirmi şti. Şimdi New York'a dönüyorlardı. Bütün aile Temmuzun ikisinde ölmü ş olacaktı. Norris'ler de Babe'in kafeteryasında ö ğle yeme ği yediler. Sonra Harry Trent'in tarifine uyarak 21 numaralı karayoluna çıktılar. O geceyi Oklohama'da, Eustace'da bir motelde geçirdiler. Edward ve karısı Trish hastalı ğı motel kâtibine bula ştırdılar. Çocukları Marsha, Stanley ve Hector da av luda oynadıkları di ğer küçüklere. Bu çocuklar aileleriyle Batı Teksas, Alabama, Arkansas ve Tennessee'ye gideceklerdi. Trish sabaha kar şı Edward'i uyandırarak bebekleri Hector'un hasta ol duğunu haber verdi. Çocu ğun ate şi vardı. Tuhaf tuhaf öksürüyordu. Edward Norris inl edi. «Çocuğa iki aspirin ver,» dedi. Hector dört, be ş gün bekleseydi evde hastalanacaktı. Edward da bu kusursuz tatilin anı-s ıyla ya şayacaktı. Adam zavallı çocu ğun yan odada ulurmu ş gibi öksür-dü ğünü duyuyordu. Trish, Hector'un sabaha iyile şece ğini ummaktaydı. Ama kadın 20 Haziran günü öğleyin durumun hiç de öyle olmadı ğını kendi kendine itiraf etmek zorunda kaldı. Aspirin ate şi kontrol altına alamıyordu. Ate ş yüzünden zavallı Hector'un gözleri camla şmıştı. Çocu ğun gümbürtülü öksürü ğü de Trish'in hiç ho şuna gitmiyordu. Bu hastalık neyse, galiba Marsha da tutulmu ştu buna. Trish'in bo ğazı da gıcıklanıyor, kadın bu — 64 — yüzden öksürüp duruyordu. Ama onun öksürü ğü o kadar şiddetli sayılmazdı. Kadın sonunda, «Hector'u doktora götürmemiz şart,» dedi. Edward bir benzin istasyonunun önünde durdu, haritayı inceledi. Kansa s'ta, Hammer Crossing denilen yerdeydiler. «Bilmem ki...» dedi. «Neyse... bir dok tor bulmaya çalı şalım.» Sonunda Polliston kasabasında bir doktora telefon e tti. Doktor, «Saat üçe kadar kasabaya eri şebilirseniz Hector'a bakarım,» dedi. Polliston yoll arının üzerinde değil, Hammer Crossing'in otuz kilometre batı-sındaydı . Ama artık önemli olan Hector'du. Edward o ğlu için gitgide daha fazla kaygılanmaya ba şlıyordu.

Page 30: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Norris'ler saat ikide Dr. Brendon Sweeney'nin bekle me odasınday-dılar. O zamana kadar artık Edward'da aksırmaya ba şlamı ştı. Sweeney'nin bekleme odası tıklım tıklım doluydu. Doktor çocu ğu ancak saat dörde do ğru görebildi. Hector yarı baygındı. Trish'in de ate şi vardı. Bir tek dokuz ya şındaki Stan Norris kıpır kıpır ve sa ğlıklıydı. Aile Sweeney'nin odasında beklerken hastalı ğı yirmi be ş ki şiye bula ştırdı. Bunların arasında doktora borcunu ödemeye gelmi ş olan ya şlıca bir hanım da vardı. O da daha sonra hastalı ğı briç kulübündeki bütün arkada şlarına aşılayacaktı. Bu hanımın adı Bayan Sarah Bredford'du. Kadın o gec e oyunda çok ba şarılı oldu. Belki de bunun nedeni, en samimi arkada şı Angela Dupray'le ortak oynamasıydı. Sarah çok keyifliydi ama ufak bir derdi vardı. Gali ba hafif so ğuk almı ştı. Oysa gripten daha yeni kalkmı ştı. Haksızlıktı bu! Sarah'yla Angela saat onda oyun sona erdi ği zaman bir kokteyl salonuna gitmeye karar verdiler. Polliston kokteyl salonunda illeti herkese bula ştırmayı da başardılar. Kurbanlarının arasında, biraz ilerde bira içen iki genç adam da vardı. Bu iki genç şanslarını denemek için Cali-fornia'ya gidiyorlardı. Tıpkı vaktiyle Larry Underwood ve Rudy Schwartz'in yaptık ları gibi. Bir arkada şları onlara i ş bulmayı vaat etmi şti. Đki genç ertesi gün batıya do ğru yola çıktılar. Böylece hastalı ğı yaymaya — 65 — Mahşer / F: 5 da ba şladılar. Hastalık Batı Sahilinde «Kaptan Trips» diy e tanımlanacaktı. 9 Nick'e karanlık bastıktan sonra saldırdılar. Delika nlı 27 numaralı karayolunda ilerliyordu. Bir buçuk kilometre gerideki kasabanın anayolunun uzantısıydı burası. Nick daha sonra kuzeye yapaca ğı uzun yolculu ğa ba şlamak için 63 numaralı şoseye sapacaktı. Belki Nick'in biraz önce içti ği iki bira dikkatinin dağılmasına neden olmu ştu. Çocuk barda oturan iriyarı dört, be ş kasabalıyı hatırladı ğı sırada adamlar gizlendikleri yerden çıkarak üzeri ne atıldılar. Nick bütün gücüyle dövü şmeye çalı ştı. Birini tekmeledi. Bir di ğerinin burnunu kırdı. Hatta bir an ba şarılı olabilece ğini bile sandı. Nick'in hiç ses çıkarmadan dövü şmesi serserilerin sinirini bozmu ştu. Öyle atletik yapılı adamlar da de ğillerdi. Belki daha önce bu i şi kolaylıkla ba şardıklarından, sırt çantalı sıska çocu ğun bo ğuşmaya kalkı şaca ğını akıllarına getirmiyorlardı. Ama sonra haytalardan biri parma ğındaki markalı yüzükle Nick'in alt duda ğını yırttı. Çocu ğun a ğzına sıcak kanlar doldu. Nick sendeleyerek geriledi . Biri kollarını sıkıca tuttu, bir ba şkası yüzünü yumruklamaya ba şladı. Nick'in burnu ezilmi ş domatese döndü. Soluk almaya çalı şırken iki ön di şi çatladı. Korkunç bir can acısıyla sarsıldı çocuk. Ama ba ğıramazdı. Nick'in dizleri bükülüverdi. Kendinden geçmek üzereydi. Serseriler Nick'i yakala dıkları gibi yola, yakla şan bir arabanın önüne attılar. Nick kendine geldi ği zaman bir ranzada yatıyordu. Yatak sertti. Ama Ni ck son üç yıl bundan daha da sert yataklarda yatmı ştı. Gözlerini zorlukla açabildi, sonra da a ğır a ğır, dikkatle dirse ğinin üzerinde do ğrul- — 66 — ,ju. Vücudunun her tarafı a ğrıyor, sancıyordu. Birdenbire midesi bulanmaya başladı. Az kalsın bayılıyordu. Nick'in ba ğırması imkânsızdı. Bu yüzden ellerini yanaklarına koyarak mide bulantısının geçmesini bek ledi. Bir süre sonra rahatladı. Yüzüne flaster yapı ştırılmı ş oldu ğunun farkındaydı. Galiba bir doktor yana ğındaki yarı ğı da dikmi şti. Nick çevresine bakındı. Küçük bir hücredeydi. Ranzadan kalkarak a ğır a ğır parmaklıklı kapıya do ğru gitti, kısa koridora baktı. Koridorun dibindeki kapı açıktı. Kısa bir süre sonr a orada iriyarı bir adam belirdi. Haki üniforma giymi şti. Belinde tabancası vardı. Ba ş parmaklarını pantolonunun beline sokarak Nick'i uzun bir süre sü zdü. «Adın nedir, delikanlı?» Nick bir parma ğını şi şmiş ve patlamı ş olan dudaklarına götürdü. Sonra da ba şını salladı. «Ne? Konu şamıyor musun? Bu da yeni bir numara mı?» Nick eliyle havaya yazı yazarmı ş gibi yaptı. «Kalem mi istiyorsun?» Nick, «Evet,» der gibi ba şını salladı.

Page 31: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Madem dilsizsin neden yanında o kartlardan yok?» Nick omzunu silkti. Sonra bo ş ceplerini gösterdi. Yumruklarını salladı. «Yani seni soydular mı?» Nick ba şını salladı yine. Adam dönüp bürosuna girdi. Bir dakika sonra ucu küt bir kur şunkalem ve bir not defteriyle döndü. Bunları parmaklıkların arasından Nick'e uzattı. Not defterinin tepesinde Şerif John Baker yazılıydı. Şerif çocu ğa, «Adın nedir?» diye sordu. Delikanlı deftere yazdı. «Nick Andros.» «Aynı zamanda sa ğır mısın?» Nick, «Evet,» anlamında ba şını salladı. «Bu gece ne oldu sana? Doktor Soames'la karısı az k alsın seni ezi-vorlarmı ş.» «Beni dövdüler ve soydular. Zack'in Barından bir bu çuk kilometre kadar ötede.» — 67 — Baker, «O bar senin gibi çocuklara göre yer de ğildir,» dedi. « Đçki içecek ya şta olmadı ğın belli.» Nick öfkeyle ba şını salladı. Sonra, «Ben yirmi iki ya şındayım,» diye yazdı. «Dayak yiyip soyulmadan iki bardak bira içebilirim, de ğil mi?» Baker'in yüzünde alaycı bir ifade belirdi. «Shoyo'd a bunu yapamayaca ğın anla şılıyor. Burada ne i şin var, delikanlı?» «Bir hayli yer dola ştım ama serseri de ğilim. Bugün buranın dokuz kilometre kadar batısında Rich Ellerton adında bir adamın yanında ç alı ştım. Onun ambarını temizledim. Geçen hafta da bir ba şkasının çitini tamir ettim. Beni döven adamlar bir haftalık ücretimi çaldılar.» Baker, «Yanında çalı ştı ğın adamın adının Rich Ellerton oldu ğundan emin misin?» dedi. «Bunu hemen ö ğrenirim.» Nick, «Evet,» diye ba şını salladı. Şerif dönerek bürosuna gitti. Nick parmaklı ğın önünde durmu ş kaygıyla bekliyordu. Baker bir dakika sonra döndü. Kapıyı aç arak, «Odama gel,» dedi. «Kahvaltı ister misin?» Nick ba şını, «Hayır,» der gibi salladı, bir şey içiyormu ş gibi yaptı. «Kahve istiyorsun sanırım. Gel bakalım.» Baker odasında bir fincana termostan koyu kahve dol durdu. Nick kahveyi yudumladı. Canı yanıyordu ama kahve ho şuna gitmi şti. Baker, «Seni burada zorla tutacak de ğilim,» diye açıkladı. «Ama bir süre kalırsan belki seni bu hale sokan herifi yakalayabi liriz. Đster misin?» Nick, «Evet,» diye ba şını sallayarak kâ ğıda yazdı. «Paramı geri alabilecek miyim?» Baker kesin bir tavırla, «Hiç sanmıyorum,» dedi. Nick omzunu silkti. Ellerini biraraya getirerek uça n bir ku şu canlandırmaya çalı ştı. Baker, «O serseriler kaç ki şiydiler?» diye sordu. Nick önce dört parma ğını kaldırdı. Sonra da omzunu silkerek be şinci parma ğını. «Đçlerinden bazılarını tanıyabilir misin?» Nick tek parma ğını kaldırdıktan sonra, kâ ğıda yazmaya ba şladı. — 68 — «jriyarı ve sarı şın. Sizin boyunuzda. Belki de daha iri. Gri gömlek ve nantolon giymi şti. Parma ğında markalı iri bir yüzük vardı. Yüzükte mor bir t aş oldu ğunu da farkettim. Yüzümü o kesti.» Baker bu satırları okurken yüzünün ifadesi de ği şti. Önce kaygı belirdi, sonra da öfke. Şerifin kendisine kızdı ğını sanan Nick korkmaya ba şladı. «Başka? Ba şka bir şey gördün mü?» Nick bir süre dü şündükten sonra, «Alnında küçük bir yara izi vardı,» diye yazdı. Baker bunu okudu. «Bu anlattı ğın Ray Booth. Kayın biraderim. Te şekkür ederim, evlat. Daha sabahın be şi ama günüm şimdiden mahvoldu.» Nick'in gözleri irile şti. Delikanlı adamı avutmaya çalı şıyormu ş gibi ihtiyatla bir i şaret yaptı. Baker kendi kendine konu şurcasına gibi, «Pekâlâ,» dedi. «Kötü bir herif o. K arım Janey de bunu biliyor. Çocuklu ğunda Janey'i az dövmemi ş. Ama yine de Ray karımın karde şi. Herhalde artık bir hafta karımla sevi şemem.»

Page 32: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Utanan Nick önüne baktı. Bir süre sonra Baker onu o mzundan tutarak hafifçe sarstı. Delikanlı o zaman şerifin konu şmakta oldu ğunu gördü. « Şikayetinin bir i şe yarayaca ğını da sanmıyorum ya! Ray'in yanındaki haytalar onu n olay sırasında başka bir yerde oldu ğuna yemin ederler. Bire kar şı be ş. Eh, sen de bir iki yumruk indirebildin mi bari?» Nick hemen yazdı. «Ray'in kası ğına tekme attım. Galiba birinin de burnunu kırdım.» Baker, «Ray ço ğu zaman Vince Hogan, Billy Warner ve Mike Chil-ders 'la dola şır,» dedi. «Belki Vince'i yalnız ba şına yakalarsak onu konu şturabiliriz. Kimseye kar şı koyamayan, denizanası gibi bir heriftir. Onu konu şturabilirsem, Mike'la Billy'yi içeri atabilirim.» Bir an durup Parmakları nı masaya vurdu. «E ğer istiyorsan Ray'in pe şine dü şebiliriz, evlat. Ama sana önceden haber veriyorum, herhalde onları içeri attırma- — 69 — yi ba şaramayız. Hepsi de hem korkak, hem haindir. Ama öte yanda ş yine de kasabalı onlar. Sense sa ğır dilsiz, yersiz yurtsuz birisin. O hay. talar yakalarını kurtardıkları anda tekrar sana saldırırl ar.» Nick dü şündü. Kendisini nasıl zalimce dövdüklerini unutmamı ştı Sonra kâ ğıda, «Bir deneyelim,» diye yazdı. Baker içini çekerek ba şını salladı. «Pekâlâ. Vince Hoggan bıçkı atol. yesi nde çalı şıyor... Ho ş, bu da pek do ğru sayılmaz ya! Kaytarıp duru. yor. Seninle saat dokuzda oraya gideriz. Belki Vince'i konu şturacalı kadar korkutabiliriz.» Nick ba şını salladı. «Ağzın nasıl? Doktor Soames senin için hap bıraktı. Ço k acı çekece ğini söyledi.» Nick üzüntüyle, «Evet,» der gibi ba şını salladı yine. «ilacı getireyim...» Baker birdenbire arka arkaya b irkaç kez aksırdı. «Bir dert de bu. Đyice so ğuk almı şım. Tanrım, hayat ne şahane de ğl mi? Arkansas'a hoşgeldin, o ğlum.» Yerinden kalktı. Đlacı alıp Nick'in yanına geldi. Usulca çenesini ovu şturmaktaydı. Çenesinin altı şi şmiş, sızlıyordu. Şerif, « Şi şmiş bezler,» diye düşündü. «Öksürük, aksırık. Evet, bu şahane bir gün olacak!» 10 Larry uyandı ğı zaman a ğzında berbat bir tad vardı. Ak şamdan kalmaydı ama ba şı fazla a ğrımıyordu. Genç adam sanki olmaması gere ken bir ye rdeymi ş gibi bir duyguya kapıldı. Yatak tek ki şilikti. Yine de ba şucunda iki yastık vardı. Larry'nin burnuna kızaran jambonun kokusu geliyordu. Do ğrulup oturdu, pencereden New York'a baktı. Hava yine kapalıydı. Bir sigara yaktı. Tadı p& kötü geldi. — 70 — Buraya birlikte geldi ği kızın adı Maria'ydı. Hiç de fena bir parça sayılm azdı. Onun şu ünlü Larry Underwood oldu ğunu anladı ğı zaman biraz etkilenmi şti de. Maria odaya girdi. Arkasında pembe iç ete ğinden ba şka bir şey yoktu Kısa boylu, güzelce bir kızdı. Gö ğüsleri dimdikti. «Merhaba, Larry,» dedi. Genç adam, «Merhaba,» diye mırıldanarak aya ğa kalktı, giyinmeye ba şladı. «Đstersen bornozumu giyebilirsin, Larry. Kahvaltıda j ambonla ringa yiyece ğiz.» Jambonla ringa, ha? Larry'nin midesi birdenbire alt üst oldu. «Hayır, hayatım, hemen gitmem gerekiyor. Birini görmem şart.» «Aa, beni böyle bırakıp kaçamazsın...» «Bu randevu gerçekten çok önemli.» ' «Ben de önemliyim!» Kızın tizle şmeye ba şlayan sesi Larry'nin beynini zonklatıyordu. «Dinle. Bulu şmam gereken annem. New York'a iki gün önce döndüm. Dün gece anneme telefon etmedim.» Maria somurttu. «Bulu şaca ğın kadının annen olmadı ğından eminim.» Larry ayakkabılarını giydi. «Gerçekten annemle bulu şaca ğım. Chemical Bank binasında çalı şıyor.» «Senin şarkıcı Larry Underwood olmadı ğından da eminim.» «Neye istersen ona inan. Benim hemen gitmem gerekiy or.» Maria, «Seni a şağılık budala,» diye ba ğırdı. «Pi şirdi ğim şeyleri ne yapaca ğım?» «Pencereden at.»

Page 33: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Kız a ğlamaya ba şladı. «Ben senin iyi bir genç oldu ğunu sanmı ştım. Cup yatak, hop kapı! Sen onlardansın i şte! Hiç de iyi bir insan de ğilsin! Oysa ben seninle iyi bir genç oldu ğunu sandı ğım için dostluk ettim.» Larry oturma odasına geçti. Kız kapıya geldi. Hâlâ ağlıyordu. Đç ete ğiyle pek zavallı bir hali vardı. «Dinle. Bana telefon et, La rry. Sana kız-mı Ş de ğilim.» — 71 — Genç adamın, «Tabii,» demesi gerekirdi. O zaman kav ga da song ererdi. Ama Larry deli gibi güldü, «Senin ringalar yanıyor,» diye ala y etti. Sonra da kapıdan fırlayarak hızla merdivenden inmeye ba şladı. Kız yukarıdan ba ğırıyordu. «Sen iyi bir insan de ğilsin! Canın cehen-neme! Sen hiç de iyi...» Larry apartmanın kapısını arkasından çarparak kapat tı. Soka ğın 0 nemli sıcaklı ğı çevresini sarıverdi. Yukarda bir pencere gürültüyle açıldı, genç adam ne olaca ğım anladı. Maria ona, «Umarım geberirsin!» diye haykırdı. «Metro treninin önüne yuvarlanırsın! Sen şarkıcı filan de ğilsin! Yatakta da bir şeye ben-zemiyorsun! Seni a şağılık köpek! Al bunu annene götür!» ikinci katın penceresinden bir süt şi şesi fırladı. Larry e ğildi, şi şe yere çarpıp bomba gibi patladı. Onu bir viski şi şesi izledi. Larry eliyle ba şını korumaya çalı şarak ko şmaya ba şladı. Maria arkasından anırmayı andıran bir sesle son bir kez haykırdı. «Seni a şağılık hayvan!» Larry kö şeyi döndü. Durakladı, sinir krizi geçiriyormu ş gibi güldü. «Bu i şi daha iyi idare edemez miydin?» Yüksek sesle konu ştu ğunun farkında bile de ğildi. «Ona daha iyi davranabilirdin.» Maria'ya sokak kadını gi bi davranmı ştı. «Sen iyi bir insan de ğilsin!» Larry somurttu, «Hayır, ben iyi bir insanım,» dedi. «Zaten bu ba şkalarının üzerine vazife mi?» 11 Kırmızı ı şık yandı, kapı açıldı, içeri giren adamın arkasında o beyaz tulumlardan yoktu. Sadece burnuna iki di şli gümü ş çatala benzeyen bi filtre takmı ştı. Odada ilerleyerek, «Merhaba, Bay Redman,» dedi. Elini uzattı. Đnce, saydam lastik eldivenler giymi şti. Şaşalayan Stu adamın eli' — 72 — ni sıktı. Uzman, «Ben Dick Deitz'im,» diye açıkladı . «Denninger biri size durumu açıklamazsa i şbirli ği yapmayaca ğınızı söyledi.» Stu, «Evet,» der gibi ba şını salladı. «Đyi.» Deitz yata ğın kenarına ili şti. Ufak tefek bir zenciydi. «Ee, ö ğrenmek istedi ğiniz nedir?» «Galiba önce neden uzay kılı ğında olmadı ğınızı soraca ğım.» «Çünkü Geraldo hastalı ğın size bula şmamış oldu ğunu söylüyor.» Çift camın gerisindeki kobayı i şaret etti. Hayvan kafesteydi. Onun arkasında da Den ninger duruyordu. Uzmanın yüzü ifadesizdi. «Geraldo, öyle mi?» «Geraldo üç günden beri konvektör yoluyla sizin oda nın havasını soluyor. Dostlarınızdaki hastalık kobaylara kolaylıkla geçiy or. Kobaylardan da insanlara. Eğer hastalık size bula şmış olsaydı, Geraldo şimdiye kadar ölürdü.» Stu alayla, «Ama yine de tehlikeyi göze alamıyorsun uz,» diyerek ba ş parma ğıyla burun filtresini i şaret etti. Deitz de alayla güldü. «Anla şmamda bu yok.» «Arkada şlarımın hastalı ğı nedir?» «Üzgünüm. Bu açıklanmaması gereken bir şey. Çok gizli.» «Campion o hastalı ğa nasıl yakalandı?» «Bu da çok gizli.» «Yanılmıyorsam o askerdi. Bir yerde bir hata oldu. Utah'ta koyunların ba şına gelen olay gibi bir şey. Ama daha fecisi.» «Bay Redman, size, 'Yakla ştınız,' ya da, 'Uzakla ştınız,' demem bile hapse atılmam için yeterli olur.» Stu dü şünceli bir tavırla elini sakallı yana ğına sürdü. Deitz ekledi. «Size fazlasını açıklamadı ğımız için memnun olmalısınız. Bunu biliyorsunuz, de ğil mi?»

Page 34: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Vatanıma daha iyi hizmet edebilmek için...» Stu'nu n sesi alaylıydı. Deitz, «Hayır,» dedi. «Bu Denninger'in dü şüncesi. Genel olarak Denninger'in de, benim de önemsiz insanlar oldu ğumuzu söyleyebiliriz. Ama Denninger benden de önems iz. O bir makine, i şte o kadar. — 73 — Aslında siz de artık konu şulmaması gereken 'çok gizli' bir konusun^ Yeryüzünd en kayboluverdiniz. Fazla bilginiz olursa önemli kimse ler t% bütün kaybolmanızın daha iyi olaca ğına karar verebilirler. En güvenlisi, nin bu olaca ğını düşünebilirler.» Stu bir şey söylemedi. Đyice sersemlemi şti. «Ama ben buraya sizi tehdit etmek için gelmedim. Bi zimle i şbirlia yapmanız şart, Bay Redman. Buna çok ihtiyacımız var.» «Buraya birlikte geldi ğim dostlarım nerede?» Deitz iç cebinden bir kâ ğıt çıkardı. «Victor Palfrey öldü. Normaj Bruett'le Robert Bruett öldü. Thomas Wannamaker öldü. Ralph H od-ges, Bert Hodges, Cheryl Hodges öldü. Christian Ortega öldü. Ant-hony Leomin ster öldü.» Bu adlar Stu'nun kafasında birer sarho ş gibi sendeleyerek dola ştı lar. Barmen Chris. Kamyon şoförü Tony Leominster. Vic Palfrey... Tan rim! Çocu klu ğundan beri tanıyordu Vic'i. O nasıl ölmü ş olabilirdi? Ama genç adamı en çok Hodges ailesi sarstı. «Hepsi de mi?» diye sordu. «Ralph'ın bütün ailesi m i?» Deitz kâ ğıdı çevirdi. «Hayır. Küçük bir kız var. Eva. Dört y aşında. 0 sa ğ.» «Eva nasıl?» «Üzgünüm, ama bu da çok gizli.» Stu birdenbire öfkelendi. Yerinden fırlayarak Deitz 'i yakasından yakaladı, sarsmaya ba şladı. «Ne yaptınız siz? Ne yaptınız? Tanrı adına, n e yaptınız?» «Bay Redman...» «Ha? Lanet olsun! Ne yaptınız?» Kapı hı şırdayarak açıldı. Zeytin ye şili üniformalı iriyarı üç adam içeri girdiler. Hepsinde de burun filtreleri vardı. Deitz onlara bakarak, «Çabuk çıkın!» diye ba ğırdı. «Bize verilen emir...» «Bu odadan çıkın! Bu da bir emir!» Adamlar gerilediler. Deitz sakin sakin oturuyordu. Yakası buru ş- — 74 — muş, saçları alnına dü şmüştü. Ama hepsi o kadar. Stu'ya anlayı şla, hatta merhametle bakıyordu. Stu bir an çılgınca, burun fi ltresini uzmanın burnundan çekip çıkarmayı istedi. Ama sonra Geraldo'yu hatırl adı. Kobaya da ne budalaca bir ad koymu şlardı! Çaresizlik yüzüne atılmı ş so ğuk su gibi onu etkiledi. Stu yerine oturdu. «Tanrım...» diye mırıldandı. Deitz, «Beni dinleyin,» dedi. «Burada bulunmanızdan sorumlu olan ben de ğilim. Denninger de, tansiyonunuzu ölçmeye gelen hem şireler de öyle. Sorumlu biri varsa o da Campion'dı. Ama yine de onu suçlayamazsınız. O kaçtı. Ama Campion'in kaçmasına da teknik bir hata izin verdi. Şimdi böyle bir durumla kar şı kar şıyayız. Bununla ba şa çıkmaya çalı şıyoruz. Hepimiz de. Ama bu, durumdan bizim sorumlu oldu ğumuz anlamına da gelmiyor.» «O halde sorumlu kim?» «Hiç kimse...» Deitz gülümsedi. «Bu olayda sorumlul uk o kadar çok yöne yayılıyor ki, adeta gözükmez oluyor. Bir kaza oldu. Ba şka biçimlerde de olabilirdi.» «Ne kaza, ne kaza!» Stu'nun sesi fısıltıdan farksız dı. «Ya di ğerleri? Hap ve Hank Carmichael, Lila Bruett? O ğulları Luke? Monty Sullivan...» Deitz, «Bu da 'çok gizli' sınıfına giriyor,» dedi. «Beni yakalayıp biraz daha sarsacak mısınız? E ğer bu kendinizi daha iyi hissetmenizi sa ğlayacaksa buyurun.» Stu sesini çıkarmadı. Ama bakı şları Deitz'in birdenbire ba şını önüne e ğerek pantolonundaki ütü katıyla ilgilenmesine neden oldu . «Onlar ya şıyorlar. Hepsini de istedi ğiniz zaman görebilirsiniz.» «Ya Arnette?» «Karantinada.» «Orada kimler öldü?» «Hiç kimse.»

Page 35: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Yalan söylüyorsunuz.» «Öyle dü şündüğünüz için üzgünüm.» «Buradan ne zaman çıkaca ğım?» — 75 — «Bilmiyorum.» Stu acı acı sordu. «Bu da mı 'çok gizli'?» «Hayır. Yalnızca bilmiyoruz. Sizde bu hastalık yok. Bu illete neden tutulmadı ğınızı anlamaya çalı şıyoruz. O zaman her şey kolayla şacak.» «Tra ş olabilir miyim? Yüzüm ka şınıyor.» Deitz gülümsedi. «Denninger'in tekrar testlerine ba şlamasına i^ verirseniz, bir hademeye hemen sizi tra ş etmesini emrederim.» «Bu i şi ben yapabilirim. On be ş ya şımdan beri tra ş oluyorum.» Deitz kesin bir tavırla ba şını salladı. «Olmaz.» Stu adama alayla güldü. «Gırtla ğımı kesmemden mi korkuyorsunuz?» «Yalnızca...» Stu birdenbire öksürmeye ba şladı. Sert ve kuru bir öksürüktü, iki büklüm olmu ştu. Bu durum Deitz'i çok etkiledi. Adam karyoladan fırl ayarak kapıya ko ştu. Sanki ayakları yere de ğmiyordu. Cebinden tela şla çıkardı ğı dört-kö şe anahtarı kilide soktu. Stu, «Tela şlanmayın,» diye güldü. «Rol yapıyordum.» Deitz a ğır a ğır ona do ğru döndü. Şimdi yüzü de ği şmiş, dudakları öfkeyle incelmi şti. «Ne yapıyordunuz, ne yapıyordunuz?» «Rol yapıyordum.» Stu'nun gülümsemesi yüzüne yayıld ı. Deitz kararsızca ona do ğru iki adım attı. Yumruklarını sıkıp sıkıp açıyordu . «Ama neden? Böyle bir şey yapmayı neden isteyesiniz?» Stu hâlâ sırıtıyordu. «Çok üzgünüm. Bu da 'çok gizl i.'» Deitz şaşkın bir fısıltıyla, «Seni köpo ğlu köpek,» dedi. Stu, «Haydi,» diyerek gülümsedi. «Dı şarı çıkıp onlara testlerini yapabileceklerini söyleyin.» Oraya geleli ilk kez o gece rahat uyudu. Son derece canlı bir rüya gördü. Zaten sık sık rüya görürdü. Eskiden karısı onun uykusunda çırpınarak konu ştu ğundan yakınırdı. Ama o zamana kadar hiç böyle bir rüya gö rmemi şti. Stu kırlar arasında bir yolda duruyordu. Yaz güne şi ı şıl ısıldı. ^ — 76 yanda yemye şil mısır tarlaları göz alabildi ğine uzanıyordu. Uzaklardan kargaların çatlak sesleri geliyordu. Yakında biri a kustik gitarla bir ilahi çalmaktaydı. Vic Palfrey gitarı hep böyle parmaklar ıyla çalardı. Müzik çok güzeldi. Ama Stu çalınanın hangi ilahi oldu ğunu çıkaramadı. Sonra müzik sustu. Bir bulut güne şi örttü. Stu korkmaya ba şladı. Korkunç bir şeyler oldu ğunu seziyordu. Salgın hastalıktan, yangından ya da depremden daha büyük bir felaket. Mısırların arasına bir şey saklanmı ştı. Onu gözetliyordu. Kapkara bir şey vardı mısırların arasında. Stu baktı, gölgelerin arasında o alev alev yanan bi r çift kırmızı gözü gördü. Çok gerilerdeydi. O gözler Stu'nun kalbinin insanı felce u ğratan umutsuzca bir dehşetle dolmasına neden oldu. Tavu ğun sansar kar şısında duydu ğu korkuya benzer bir duygu. Stu, «O,» diye dü şündü. «Suratı olmayan adam! Ah, sevgili Tanrım! Ah, sevgili Tanrım, olamaz!» Sonra her şey bulanıkla ştı, Stu huzursuzluk içinde uyandı. Nerede oldu ğunu anlayamadı bir an. Sonra rahatladı. Neden sonra uyk uya dalabildi. «Bütün o mısırlar,» diye dü şünüyordu. «Gördü ğüm Iowa ya da Nebraska'ydı sanırım. Ya da Kuzey Kansas.» Oysa o yerleri hiç görmemi şti. Gece yarısına iki dakika vardı. Patty Greer hem şirelerin nöbet yerindeki masada oturmu ş, bir dergiyi karı ştırıyordu. Biraz sonra gidip Bay Sullivan ve Bay Hapscomb'u kontrol edecekti. Hap hâlâ uyumamı ştı herhalde. Televizyon seyrediyordu. Đyi bir insandı. Korkuyordu ama uzmanlarla i şbirli ği yapıyordu. Đnsana dik dik bakan Stuart Redman gibi de ğildi. Bay Sullivan ise çok aksiydi. Saat tam on ikide genç kız yerinden kalktı, koridor dan beyaz odaya do ğru yürümeye ba şladı. Odada önce üzerine ilaç sıkacaklar, sonra da o beyaz elbiseyi giymesine yardım edeceklerdi. Birdenbire Patty'nin burnu ka şınmaya ba şladı. Kız cebinden mendilini çıkararak üç defa hafifçe aksırd ı, mendili tekrar cebine

Page 36: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

soktu. Aksi Bay Sullivan'la nasıl ba şedece ğini dü şünmeye dalmı ş oldu ğu için aksırıklarına aldırmadı. — 77 — Herhalde saman nezlesiydi. Hem şire nöbet yerine asılı, iri kırmızı harflerle yazılmı ş emir aklına bile gelmedi. «SO ĞUK ALGINLI ĞI BEL ĐRTĐLERĐNĐ, BU NE KADAR HAFĐF OLURSA OLSUN, HEMEN AMĐRĐNĐZE B ĐLDĐRĐN.» Kız beyaz odaya gidinceye kadar hastalı ğı bir hademeye, hastaneden ayrılmaya hazırlanan bir doktora ve gece nöbetine ba şlamak üzere olan bir hem şireye a şıladı. Yeni bir gün ba şlamı ştı. 12 Bir gün sonra, yani 23 Haziranda, ülkenin ba şka bir yerinde Continental marka büyük beyaz bir araba 180 numaralı karayolundan hom u-danarak kuzeye do ğru çıkıyordu. Yakla şık yüz elli kilometre hızla gitmekteydi. Beyaz boya sı güne şte parlıyor, kromları ı şık saçıyordu. Bir süre öylesine dola şmışlardı. Sonunda Poke'la Lloyd kaygılanmaya ba şlamı ştı. Son altı gün içinde altı ki şiyi öldürmü şlerdi. Bunların arasında Continental arabanın asıl sahibi olan adam, onun karısı ve kızı da vardı. Ama eyaletlerarası yolda dola şırken onları kaygılandıran bu cinayetler de ğildi. Uyu şturucu ve silahlardı. Cinayet onların pek de dikkate almadı ğı, önemsiz bir şeydi. Ama Arizona polisi onları içi silah ve uyu şturucu dolu çalıntı bir arabada yakalarsa başlarının derde girece ğini anlayabiliyorlardı. Üstelik kaçaktı onlar. Neva da sınırını a şar a şmaz kaçak sayılmaya ba şlamı şlardı. Đşte iki kafadar bu yüzden 180 numaralı karayoluna çı kmı şlardı. Poke. «Benzin azalıyor,» diye açıkladı. Lloyd homurdandı. «Bu kadar hızlı sürmeseydin benzi n de azalmazdı.» Poke, «Hop! Hop!» diye ba ğırarak gaz pedalına bastı. Araba sarsılarak ilerled i. Yavaşladı. Đlerledi. — 78 — Lloyd haykırdı. «Ya şşa kovboy!» «Hop! Hop!» «Sigara içer misin?» Poke, «Mal varsa, tabii içersin,» dedi. «Hop! Hop!» Lloyd'un ayaklarının arasında büyük ye şil bir çanta duruyordu. Sekiz kilo marijuana vardı çantada. Lloyd elini çantaya sokara k bir avuç marijuana aldı, sigara sarmaya ba şladı. «Hop! hop!» Araba yolun ortasındaki beyaz çizginin bir sa ğına, bir soluna geçiyordu şimdi. Lloyd ba ğırdı. «Kes şunu! Otu döküyorum!» «Ottan bol ne var? Hop!» «Haydi... Bu otu sataca ğız, o ğlum. Marijuanayı ba şımızdan atmalıyız. Yoksa enselenir, deli ğe gireriz.» «Pekâlâ, ahbap.» Poke arabayı tekrar düzgün sürmeye ba şladı ama somurtmu ştu. «Bu senin fikrindi. Berbat bir fikir.» «Demin pek be ğenmi ştin.» «Evet, ama Arizona'da dola şıp duraca ğımız aklıma bile gelmemi şti. Bu gidi şle New York'a nasıl varaca ğız?» Lloyd, «Pe şimizdekileri şaşırtmaya çalı şıyoruz, o ğlum,» dedi. Poke hâlâ somurtuyordu. «Ne şans be! Şahane i ş görüyoruz. Yanımızda silahlardan ve uyu şturucudan ba şka ne var, biliyor musun? On altı dolar. Bir de kul lanmaya cesaret edemedi ğimiz üç yüz dolarlık kredi kartı. Bu arabanın depos unu doldurtacak kadar bile paramız yok.» Lloyd, «Para bir yerden gelir,» diyerek sigara kâ ğıdını yalayarak yapı ştırdı, sigarayı paneldeki çakmakla yaktı. «Mutlu günler!» Poke yatı şmamıştı. «Madem otu satacaksın, öyleyse niye içiyorsun?» «Birkaç gram eksik olursa ne çıkar? Haydi, Poke. Bi r soluk çek.» Bu söz Poke'u her zaman etkilerdi. Anırır gibi gülerek sigaraya uzandı. Kanepede, iki kaça ğın arasında Schmeisser hafif makinelisi duruyordu. Doluydu. * * * — 79 —

Page 37: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Poke'la Lloyd bir yıl önce Nevada'da mahkûmların ça lı ştırıldı ğı bir çiftlikte tanı şmışlardı. Andrew «Poke» Freeman, basit bir saldırı suç undan yakalanmı ştı. Lloyd ise bir kadına saldırmaya kalkı şmak suçundan. iki kafadar hapisten çıkınca Las Vegas'a gitmi şlerdi. Orada gangsterler için uyu şturucu ya da silah getirip götüren « Şahane» George adlı bir adamı soymu ş, sonra da öldürmü şlerdi. Olaydan sonra George'un eski arabasına biner ek kaçmı şlardı. Bir gün önce Arizona 75 numaralı karayolunda bir dükkânı soymu ş, sahibini de öldürmekten kaçınmamı şlardı. Ellerine bu soygundan altmı ş üç dolar geçmi şti. Bir de adamın kamyoneti. Kamyonetin iki lasti ği de o sabah patlamı ştı. Đki kafadar ne yapacaklarını düşünürken bu beyaz Continental araba gelmi ş, haydutların sorunları da böylece çözümlenmi şti. Arabanın sürücüsü yanlarında durarak pencereden ba şını çıkarmı ştı. «Yardıma mı ihtiyacınız var?» Poke, «Tabii var,» diyerek adamı iki gözünün arasın dan vuruvermi ş-ti. Zavallı budala herhalde ne oldu ğunu bile anlayamamı ştı. Poke ilerideki kav şağı i şaret etti. «Neden şu tarafa sapmıyorsun?» Ba şı dönmeye başlamı ştı. Poke ne şeyle, « Đstiyorsan saparım...» dedi. Đki haydut böylece farkına varmadan tekrar Arizona'y a girdiler. Gazetelerin i şledikleri cinayetlerden «Üç Eyalette Dökülen Kan» d iye söz etti ğinden haberleri yoktu. Bir saat kadar sonra sa ğda bir levha belirdi. «Burrack 6.» Lloyd, «Burada duralım mı?» diye sordu. «Acıktım.» «Sen her zaman açsın zaten.» «Haydi oradan! Kafamı buldum mu karnım acıkır.» «Pekâlâ. Zaten para bulmamız da gerekiyor. Pe şimizdekileri çoktan atlattık. Para bulmalı ve hemen kuzeye do ğru yola çıkmalıyız. Bu çöl hiç ho şuma gitmiyor.» Lloyd, «iyi ya,» dedi. Poke haklıydı. Para bulmalar ı, bu Continen- — 80 — tarı bırakıp dikkati çekmeyecek ba şka bir araba seçmeleri gerekiyordu. Đki haydut kasabadan hızla geçtiler. Di ğer tarafta kahve, dükkân ve benzin istasyonu karı şımı bir yer vardı. Poke otomobili durdurdu. Lloyd, «Tam aradı ğımız gibi bir yere benziyor,» diye fikrini açıkladı . Poke, «Evet,» anlamında ba şını sallayarak arka kanepedeki .357 Magnum tabancay a uzandı. Silahı kontrol ettikten sonra, «Hazır mısın ?» diye sordu. «Herhalde...» Lloyd da Schmeisser'ı aldı. Kızgın park yerinde ilerlediler. Polis onların kim oldu ğunu dört gün önce öğrenmi şti. Çünkü hem « Şahane» George'un evinde, hem de ya şlı adamı öldürdükleri dükkânda parmak izlerini bırakmı şlardı. Polis ya şlı adamın kamyonetini ve Continental'in sahibi olan ailenin ölülerini de bul muştu. Poke'la Lloyd teyp yerine arabanın radyosunu dinleselerdi, Arizona ve New Mexico polisinin birlikte çalı ştıklarını ö ğreneceklerdi. Kırk yıldan beri hiçbir suçlu böyle s ıkı izlenmemi şti. iki haydut dükkândan içeri girdiler. Kovboy kılıklı bir adam aldı ğı sigaraların parasını veriyordu. Geride gür siyah saçlı, yorgun tavırlı bir kadın, hangi makarna sosunu alaca ğına karar vermeye çalı şıyordu. Dükkân sahibi, gri gömlekli, çilli bir adamdı. Tel geçirilmi ş kapı çarparak kapanırken o da ba şını kaldırdı, gözleri irile şti. Lloyd hafif makineliyi omzuna dayayarak tavana ate ş etti. Đki ampul bomba gibi patladı. Kovboy elbiseli adam dönecek oldu. Lloyd, «Kımıldamayın!» diye haykırdı. «O zaman kims enin canı yanmaz!» Poke soslara bakan kadını vurarak onu yalancı çıkardı. K adın ayakkabılarının içinden uçtu adeta. Lloyd ba ğırdı. «Tanrım! Poke! Onu...» «Đcabına baktım, eski dost!» Poke ne şeyle güldü. «Bir daha televizyon seyredemeyecek! Yippiii!» Kovboy elbiseli adam hâlâ a ğır a ğır dönüyordu. Sigaralar sol elindeydi. Vitrinden süzülen parlak ı şık güne ş gözlü ğünde pırıltılı yıldızcık-lar olu şturuyordu. Kemerinde .45'lik bir tabanca takılıydı. Lloyd'la Poke ölmü ş olan kadına bakarlarken adam hiç tela şlanmadan tabancasını

Page 38: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

— 81 — Mah şer / F: 6 çekti, ni şan alıp ate ş etti. Poke'un suratının soi tarafı adeta ortadan k ay. boldu, etrafa kan, doku ve di şler saçıldı. Poke bir çı ğlık attı. «Vuruldum?» Magnum'u elinden dü şürerek geri geri gitti. «Beni vurdu, Lloyd! Dikkat et! Beni vurdu! Vurdu!» Tel geçirli. mi ş kapıya çarptı, dı şarı çıkarak verandaya çöktü. Sersemlemi ş olan Lloyd ate şe ba şladı. Kendini korumaktan çok bit refleks hareketiydi bu. Makinelinin homurtusu dükkânı doldu rdu. Kon-serve kutuları uçtu, şi şeler kırıldı. Kovboy elbiseli adam sakin ve so ğuk-kanlıydı hâlâ. Tekrar ate ş etti. Lloyd kur şunun saçını ayıracak kadar yakınından geçti ğini hissetti. Hafif makineliyle içeriyi taramaya ba şladı, Dükkân sahibi birdenbire tezgâhın arkasında gözden kayboldu. Bir çiklet makinesi parç a parça oldu. Kovboyun göğsünde üç delik açıldı, adamın iç organları arkasınd an fırlayarak bir reklam levhasına yapı ştı. Kovboy yere yı ğıldı. Tabancası ve sigaraları hâlâ ellerindeydi. Korkudan deliye dönmü ş olan Lloyd ate şi sürdürdü. Silah ellerinde ısınmaya başlıyordu. Bo ş gazoz şi şeleriyle dolu bir kutu yere devrildi. Cep kitapları nın rafı parçalandı. Sonra kur şun bitti. Şimdi dükkândaki sessizlik kulakları sa ğır edecek gibiydi. Đçeriye keskin bir barut kokusu yayılmı ştı. Lloyd, «Vay vay vay...» diye mırıldanarak ihtiyatla kovboya baktı. Ama adam bir sorun çıkaraca ğa benzemiyordu. Poke anırır gibi, «Beni vurdu,» diye ba ğırdı, sendeleyerek tekrar içeri girdi. «Beni vurdu, Lloyd! Dikkat et!» Lioyd onu yatı ştırmaya çalı ştı. «Onun i şini bitirdim, Poke.» Ama arkada şı galiba onu duymamı ştı. Berbat haldeydi Poke. Sa ğ gözü alevler saçan bir safire benziyordu. Sol gözü yoktu artık. Sol yana ğı buhar olmu ştu. Konu şurken çene kemi ğinin oynadı ğı görülüyordu. O taraftaki di şlerinin ço ğu da uçmu ştu. Gömle ği kan içindeydi. Poke tiz bir sesle, «O ahmak köpek beni vurdu!» diy e haykırdı. E ğilerek Magnum'u yerden aldı. «Seni budala! Sana beni vurmayı ö ğretece ğim.» Kovboya do ğru gitti. Vurdu ğu hayvanla poz veren bir avcı gtö — 82 — k aya ğmı adamın kaba etine koydu, Magnum'u onun kafasına boşaltıya hazırlandı. Lloyd a ğzı bir karı ş açık bakıyor, hâlâ bütün bunların nasıl oldu ğunu anlamaya çalı şıyordu. Aynı anda dükkân sahibi tezgâhın gerisinde do ğruldu. Yüzünde çaresiz bir kararlılık vardı. Đki eliyle bir çifteyi sıkıca tutuyordu. Poke, «Ha?» diyerek ba şını kaldırdı ve kur şunları yedi. Lloyd gitme zamanının geldi ğine karar verdi. Parayı dü şünecek de ğildi- Her yerde vardı para. Dönüp uzun adımlarla kapıya yürüdü. Bot ları sanki yere dokunmuyordu. Dı şarı çıktı. Tam basamakları indi ği sırada Arizona Eyalet Polisine ait bir araba park yerine girdi. Şoförün yanından inen bir polis tabancasını çekti. «Dur! Ne oluyor burada?» Lloyd, «Üç ki şi öldü!» diye ba ğırdı. «Korkunç bir şey bu! Bu i şleri yapan adam arka kapıdan kaçtı. Buradan hemen uzakla şaca ğım.» Con-tinental'a ko ştu, direksiyonun ba şına da geçti. Aynı anda memur ba ğırdı. «Dur! Dur yoksa vururum!» Lloyd durdu. Zaten anahtar arabada de ğildi. Polislerden biri tabancayı Lloyd'un kafasına dayarken katil üzüntüyle, «Ah...» dedi. Di ğer polis ona hafifçe dokundu. «Bizim arabanın arkasına bin.» Dükkân sahibi verandaya çıktı. Çifte hâlâ elindeydi . Garip, tiz bir sesle, «Bili Markson'u vurdu!» diye haykırdı. «Öbürü de Bayan St orm'u öldürdü. Tanrım! Ben di ğerini geberttim. Tahtakurusundan daha ölü o. Biraz uzakla şırsanız bunu da vururum.» Polislerden biri, «Sakin ol, babalık,» dedi. «E ğlence sona erdi.» Yaşlı adam hâlâ haykırıyordu. «Onu durdu ğu yerde vuraca ğım! Gebertece ğim onu!» Sonra selam veren Đngiliz u şaklar gibi e ğildi, ayakkabılarının üzerine kustu. Lloyd, «Bu adamı bana yakla ştırmayın, olur mu?» dedi. «Deli sanırım.» Öbür polis homurdandı. «Dükkandan çıktı ğın zaman bunu hakkettin, köpek.» Tabancasının kabzasını Lloyd Henreid'ın kafasına in dirdi. Katil ancak o ak şam Apache Bölge Cezaevinin revirinde kendine geldi.

Page 39: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

— 83 - 13 Nick, Şerif Baker'in bürosuyla hücrelerin arasındaki kapıy ı açtı. Vincent Hogan'la Billy Warner soldaki iki hücreye kapatılmı şlardı. Mi|<e Childress ise sağdaki iki hücreden birindeydi. Di ğer hücre bo ştu. Çün. kü Ray Booth kaçmı ştı. Serseriler hemen delikanlıyla alaya ba şladılar. Childress, «Hey, dilsiz!» diye seslendi. «Hey, a şağılık dilsiz! Bi? buradan çıktı ğımız zaman ba şına neler gelecek dersin? Ha? Cevap ver bakalım. Ba şına neler gelecek?» Billy Warner, «Bilmemnereni parçalayıp sana yuttura cağım,» dedi, «Sen boğuluncaya kadar. Anlıyor musun?» Bu alaylara yalnız Vince Hogan katılmadı. Üç kafada r 23 Haziran günü Calhoun Bölge Merkezine götürülecek, davaları ba şlayıncaya kadar hapsedileceklerdi. Billy'le Mike, Vince'e kızgındılar. Şerif Baker, Vince'i iyice sıkı ştırmı ş, o korkak da bülbül gibi ötmü ştü. Baker, Nick'e, «Onların yargılanmalarını sağlayabilirim,» demi şti. «Ama jüri önünde dava ba şladı ğı zaman ne olur bilemem. Sen tek ki şisin. Onlarsa üç ki şi. Ray Booth'u yakaladı ğımız zaman dört olacaklar.» Nick adamların dudaklarını görmemek için ba şını e ğerek yerleri süpürmeyi sürdürdü. Hücrelere yakla şmamaya çalı şıyordu. Nick, Şerif John Baker'e kar şı büyük bir saygı duyuyordu. Yüz on be ş kilo ağırlı ğındaki şerifi seçmenler «Büyük John» diye ça ğırırlardı. Nick'in saygısının nedeni şerifin çalınan parasını telafi için ona i ş vermesi de ğildi yalnızca. Baker, Nick'i döven dört adamı yakalamaya çalı şmıştı. Sanki Nick kasabanın en eski sakinlerinden biriymi ş gibi. Şerif onu evine yeme ğe götürmü ş ve karısıyla da tanı ştırmı ştı. Jane Baker a ğabeyinin ba şının dertte oldu ğunu bilmesine ra ğmen Nick'e çok dostça davranmı ştı. Şerif de, kadın da gerçekten çok iyi insanlardı. Nick i şini bitirdikten sonra şerifin bürosuna döndü. Baker'in koltu ğuna oturarak bir an dü şündü. Şerife hayat hikâyesini anlataca ğına söz vermi şti. Not defterini önüne çekerek yazmaya ba şladı. — 84 — «14 Kasım 1958'de, Nebraska'daki Caslin'de do ğmuşum. Babam çjftçiymi ş- Ama durumu kötüymü ş. Çiftlik yüzünden üç ayrı bankaya borcu varmı ş. Annem bana altı aylık hamileyken babam onu kasabaya, doktora götürm ek istemi ş. Yolda bir kaza olmu ş. Babam kalp krizi geçirmi ş ve ölmü ş. Üç ay sonra ben dünyaya gelmi şim. Sağır ve dilsiz bir çocuk. Babamı feci bir biçimde kay beden annem için herhalde kötü bir darbe olmu ş bu. «Babamın ölümünden sonra annem çiftlikte bir hayli çabalamı ş ama ba şarılı olamamı ş. Borç yüzünden çiftlik elinden gitmi ş. Hiçbir yakını yokmu ş. Tâ lowa'da, Big Springs'deki ahbaplarına yazmı ş. Onlar da anneme bir fırında i ş bulmu şlar. «Oraya gidi şimizi hatırlıyorum. 1967'ye kadar Big Springs'de ot urduk. Sonra annem bir kazada öldü. Kilise annemin cenazesini ka ldırdı, beni de yetimler evine gönderdi. Okuma ve yazmayı orada ö ğrendim. Rudy Sparkman adında biri bana yardıma geldi. Öyle biri benimle ilgilendi ği için gerçekten çok şanslıydım. O da dilsiz ve sa ğırdı. Yetimler evi 1974'de iflas etti. Pek çok çocu ğa yer buldular. Bana da, 'Seni bir ailenin yanına yerle ştirece ğiz,' dediler. 'Eyalet onlara senin için para verecek.' Ben Rudy'yle gitmek isted im. Ama o Barı ş Gönüllüleriyle Afrika'ya gitmi şti. Ben de kaçtım. On altı ya şındaydım. Galiba ilgililer bu yüzden beni bulmak için fazla u ğra şmadılar. Ba şımı derde sokmazsam her şeyin yolunda gidece ğine inanıyordum. Şimdiye kadar öyle de oldu. Rudy her zaman, 'E ğitim çok önemlidir,' dedi ği için mektupla ders alıyorum. Bir kente yerle şti ğim zaman da dı şardan lise bitirme sınavına girece ğim. Okulu severim. Belki ilerde bir gün üniversiteye de giderim. Đşte benim hikâyem.» 22 Haziran sabahı Baker saat yedi buçukta i şe geldi ği sırada Nick kâ ğıt sepetlerini bo şaltıyordu. Bir gün önce hasta gibi olan Baker daha iyiye benziyordu. Nick, «Nasılsınız?» diye yazdı. — 85 —

Page 40: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Đyi sayılırım. Gece yarısına kadar alev alev yandım. Çocuklu ğumdan beri ate şim hiç böyle çıkmamı ştı. Aspirinin de bir yararı olmadı. Janey doktor ça ğırmak istedi ama gece yarıma do ğru ate şim dü ştü. Ondan sonra mı şıl mı şıl uyudum. Sen nasılsın?» Nick iyi oldu ğunu belirtmek için ellerini açtı. «Konuklarımız ne alemdeler?» Nick a ğzını birkaç kez açıp kapatarak onların gevezelik et tiklerini belirtti. Hayali parmaklıklara vurdu. Baker ba şını arkaya atarak güldü, sonra da birkaç defa aksır dı. «Televizyona çıkmalısın. Hayat hikâyeni yazdın mı?» Nick kâ ğıtları ona uzattı. Baker masasının ba şına geçerek delikanlının yazdıklarını dikkatle okudu, sonra da Nick'i ilgiyl e, uzun uzun süzdü. «Demek on altı ya şından beri yalnızsın. Altı yıldan beri!» Nick, «Evet,» diye ba şını salladı. «Çok dola şmışsın.» Nick yazmaya ba şladı. «Re şit olmadan önce bir yerde uzun bir süre kalmaktan korktum. Beni yine bir yetimler evine ya da öyle bi r yere gönderirler diye. Sürekli bir i şe girecek ya şa geldi ğim sırada ülkede zor günler ba şlamı ştı.» Baker, «Ço ğu yerde yoluna gitmene izin verirler,» dedi. «Zor g ünlerde insanlar fazla merhametli davranmazlar, Nick. Belki burada s ana bir i ş bulabilirim. Tabii o haytalar senin Shoyo ve Arkansas'tan nefret etmen e yol açmadılarsa. Ama... hepimiz de onlar gibi de ğiliz.» Nick bunu anladı ğını belirtmek için ba şını salladı. «Di şlerin nasıl?» Delikanlı omzunu silkti. «O a ğrı kesici haplardan aldın mı?» Nick iki parma ğını kaldırdı. «Đyi... Benim o serseriler için rapor yazmam gerekiyo r. Sen i şine bak. Daha sonra tekrar konu şuruz.» — 86 — Nick'i çi ğnemesine ramak kalan Dr. Soames aynı sabah dokuz bu çuğa do ğru geldi. Kabarık beyaz saçlı, ince boyunlu, altmı ş ya şında bir adamdı. Mavi gözleri zekâ doluydu. Dr. Soames, Nick'e, «Büyük John bana herkesin dudak larına bakarak neler söylediklerini anladı ğından söz etti,» dedi. «Ayrıca Büyük John senin dol gun bir ücretle i şe girmeni istiyor. Onun için Şerifin elinde ölüp ölmeyece ğini anlamam gerekiyor. Gömle ğini çıkar.» Nick mavi i ş gömle ğinin dü ğmelerini çözerek çıkardı. Baker ba ğırdı. «Tanrım, şu hale bak!» «Gerçekten çocu ğu fena dövmü şler.» Soames, Nick'e dönerek şakacı bir sesle ekledi. «Az kalsın sol gö ğsünü kaybediyormu şsun, o ğlum.» Delikanlının gö ğsündeki kabuk tutmu ş ay biçimi yarayı i şaret etti. Nick'in karnı ve gö ğsü mosmordu. Soames delikanlıyı muayene etti, gözbebeklerine dik katle baktı, sonunda da Nick'in kırılmı ş di şlerinin köklerini inceledi. Bütün o çürüklere ra ğmen delikanlının yalnızca di şleri a ğrıyordu. Doktor, «Herhalde di şlerin a ğrıyor,» dedi. Nick üzgün üzgün ba şını salladı. Soames konu şmasını sürdürdü. «O kökleri çektirmek zorunda kalac aksın. Sen...» Arka arkaya üç defa aksırdı. «Özür dilerim.» E şyalarını siyah çantasına koydu. «Durumun iyi, delikanlı. Yıldırım çarpmadı ğı ya da Zack'in barına tekrar gitmedi ğin sürece ya şayacaksın... O haplardan tekrar yaptırt. Konu şmayla ilgili sorunun fiziksel mi? Yoksa kulaklarının duymamasıyl a mı ilgili?» Nick, «Ses tellerim yok,» diye yazdı. «Kulak zarım da.» Soames mırıldandı. «Klasik do ğum kusurları. Çok yazık. Neyse ki beynin sa ğlam. Gömleğini giy.» Nick söylenileni yaptı. Soames'tan ho şlanıyordu. Bazı bakımlardan Rudy Sparkman'e benziyordu doktor. Soames şerife döndü. « Şimdi sıra sende. Gömle ğini çıkar, Büyük John.» Tekrar aksırdı ve burnunu sildi. «Gömleğimi mi çıkarayım? Neden?» — 87 —

Page 41: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Çünkü karın seni muayene etmemi istedi. Senin hast a oldu ğunu dü şünüyor. Daha da hastalanmanı istemiyor. Do ğrusu bunun nedenini de anlayamıyorum. Sen öldü ğün takdirde onunla a şkımızı açıkça ilan edebiliriz. Haydi, Johnny. Soyun .» Baker istemeye istemeye gömle ğinin dü ğmelerini açtı. «Biraz so ğuk almı ştım, i şte o kadar. Bu sabah kendimi çok iyi hissediyorum Ambr ose, aslında sen benden kötü durumdasın.» Soames, «Sen doktora bir şey söyleyemezsin,» dedi. «Doktor sana söyler.» Bake r gömle ğini çıkarırken doktor da Nick'e döndü. «Nezlenin bö yle yayılması çok ilginç. Bayan Lathrop hasta. Bütün Richie ailesi de öyle. Barker Yolundaki serserilerin ço ğu durmadan öksürüyor. Đçerdeki Billy Warner da.» Şerif gömle ğini çıkarmı ştı. Soames stetoskopunu gö ğsüne dayadı ğı zaman irkildi. «Tanrım! Ne so ğuk! Bunu buzdolabında mı saklıyorsun?» Soames'ın ka şları çatılmı ştı. «Soluk al... Soluk ver.» Baker soluk verirken hafifçe öksürdü. Doktor şerifi uzun uzadıya muayene etti, sonra da parmaklar ıyla Baker'in çenesinin altını yokladı. Şerif yüzünü buru şturarak ba şını çekmeye çalı ştı. Soames, «Canının yanıp yanmadı ğını sormama gerek yok sanırım,» dedi. «John, eve git ve yat.» Baker gözlerini kırpı ştırdı. «Bunu yapamayaca ğımı biliyorsun, Ambrose. Burada üç tutuklu var. Onların ö ğleden sonra Camden'e götürülmeleri gerekiyor. Dün g ece bu çocu ğu onların ba şında bıraktım. Ama bunu bir daha yapamam. Dilsiz o. E ğer dün gece aklım ba şımda olsaydı bu teklifini yine kabul etmezdim.» «Ci ğerlerinle ilgili bir hastalı ğın var. Soluk alı şlarından bir hayli şiddetli oldu ğu anla şılıyor. Ate şin de yüksek. Senin gibi kilosu fazla bir adam için hiç de küçümsenmeyecek bir şey bu. Git, yat. Yarın sabah kendini iyi hissederse n, o haytaları alıp götürürsün. Daha iyisi, eyalet polis ine telefon et. Gelip onlar alsınlar.» — 88 — Baker özür dilercesine Nick'e baktı. «Biliyor musun , kendimi biraz ujtkin hissediyorum. Belki biraz dinlenirsem...» Nick, «Eve gidip yatın,» diye yazdı. «Ben yine dikk atli davranırım.» Şerif, Nick'in hayatını yazdı ğı kâ ğıtları aldı. «Bunu eve götürebilir miyim? Janey'nin de okumasını istiyorum. Senden çok ho şlandı, Nick.» Nick de yazıyla cevap verdi. «Tabii götürebilirsini z. Bayan Baker ç0k iyi bir hanım.» «Bir tanedir o.» Baker içini çekerek gömle ğini ilikledi. «Ate şim tekrar çıkmaya başladı. Hastalı ğın geçti ğini sanıyordum.» «Aspirin al.» Soames çantasını kapattı. «Benim ho şuma gitmeyen şu bezelerdeki iltihap.» Baker, «En alt çekmede bir puro kutusu var Nick,» d iye açıkladı. « Đçinde bozuk para bulacaksın. Gidip yemek ye. Dönü şte eczaneye ilacını da yaptır. Đçerdekiler öyle gözüpek haydutlar de ğil. Çekmeye kaç para aldı ğını belirten bir kâ ğıt bırak. Ben eyalet polisini arayaca ğım. Ak şama do ğru o üç serseriden kurtulmu ş olursun.» Nick, «iyi,» diye bir i şaret yaptı. Baker ciddi ciddi, «Seni yeni tanıdım ama çok güven iyorum,» dedi. «Janey de iyi bir delikanlı oldu ğunu söylüyor. Dikkatli davran.» Nick ba şını salladı. Jane Baker ak şam saat altıda geldi. Yemek ve süt getirmi şti. Nick, «Te şekkürler,» diye yazdı. «Kocanız nasıl?» Jane güldü. Kestane rengi saçlı, ufak tefek bir kad ındı. Üstü ba şı tertemizdi. Rengi solmu ş bir blucin ve kareli bir gömlek giymi şti. «John kalkıp gelmek istedi ama onu caydırdım. Bu ak şam üzeri ate şi o kadar yükseldi ki, çok korktum. Ama şimdi hemen hemen normale yakın. Galiba nedeni eyale t polisi. Johnny eyalet polisine kızmadıkça kendisini pek mutlu hissetmiyor .» Nick kadına soru sorarmı ş gibi baktı. «Johnny'ye tutukluları almak için ancak yarın dokuz da birilerini — 89 — gönderebileceklerini söylediler. Đçlerinden çok hastalanan olmu ş. Yirmi ya da daha fazla memur. Hasta olmayanlar da çok kimseyi C amden, hatta Pine Bluff'taki hastanelere ta şıyıp durmu şlar. Bu hastalık salgın halinde. Ambrose Soames faz la

Page 42: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

bir şey söylemiyor ama bir hayli kaygılı sanırım.» Jane' in de endi şeli bir hali vardı. Gö ğüs cebinden katlı kâ ğıtları çıkardı. «Hikâyen çok ilginç.» Kâ ğıtları delikanlıya verdi. «Tanıdı ğım insanların en şanssızısın. Özürlü olmana ra ğmen bu hale gelebilmen insanda hayranlık uyandırıyor. A ğabeyim için senden tekrar özür dilemek istiyorum.» Utanan Nick yalnızca omzunu silkebildi. Jane, «Shoyo'da kalaca ğını umarım,» dedi. «Kocam senden çok ho şlanıyor. Ben de öyle. Oradaki adamlara dikkat et.» Nick yazdı. «Olur. Şerife çabucak iyile şece ğini umdu ğumu söyleyin.» «Đyi dileklerini ona iletece ğim.» Jane Baker çıkıp gitti. Nick rahatsız bir gece geçirdi. Zaman zaman kalkıp üç tutukluya bakıyor, uykuya daldı ğı zaman da garip rüyalar görüyordu. Uyandı ğında tek hatırladı ğı sonsuzlu ğa kadar uzanan yemye şil mısır tarlalarında ilerleyi şi ve bir şey arayı şıydı. Bir de arkasındaki bir şeyden çok korktu ğunu hatırlıyordu. 14 Larry, Times Alanını görmeyeli o kadar uzun bir sür e geçmi şti ki, orayı iyice deği şmiş bulaca ğını sanıyordu. Ama Times Alanı hiç de ği şmemişti, eskisinden farksızdı. Larry'nin annesi o sabah i şe gitmemi şti. Bir iki günden beri nezleyle sava şıp duruyordu. Erkenden ate şle uyanmı ştı. — 90 — Larry gömle ğini ilikleyerek mutfa ğa girdi ği sırada Alice Underwood da aksırıp duruyordu. Arkasında sabahlı ğı vardı. Genç adam masanın ba şına geçerek annesinin kahvaltı hazırlamasını seyretti. Kadın bir ara saba hlı ğın cebinden mendilini çıkararak içine öksürdü, aksırdı. «Allah kahretsin, » diye homurdanarak mendili tekrar cebine soktu. «izinli misin, anne?» «Hasta oldu ğumu bildirdim. Bu nezle beni öldürmek istiyor. Cuma ları telefon edip hasta oldu ğumu haber vermek hiç ho şuma gitmiyor. Çok ki şi yapıyor bunu. Ama ayakta duracak halde de ğilim. Ate şim var. Bo ğazım da şi ş.» «Doktor ça ğırdın mı?» Kadın, «Ben sevimli bir genç kızken doktorlar eve k olay gelirlerdi,» dedi. «Ama şimdi... hastalandı ğın zaman hastanenin acil servisine ba şvurmak zorunda kalıyorsun. Tabii bir hafta öncesinden hastalanaca ğını anlarsan, randevu alabilirsin.» Acı acı güldü. « Şu acil servis! Bir yıl önce iç kulak iltihabı oldu ğumda gittim oraya. Etraf ana baba günüydü. Puerto R ico'lulardan geçilmiyordu... Bugün evde otururum. Meyve suyu içe r, aspirin alırım. Yarına bir şeyim kalmaz.» Larry evde kalarak annesine yardımcı olmaya çalı ştı. Televizyonu annesinin karyolasının yanına ta şıdı. Alice Underwood'a meyve suyu verdi. Kö şedeki dükkâna koşup kadın için birkaç cep kitabı aldı. Ondan sonra yapacak bir şey kalmadı ğı için yava ş yava ş birbirlerinin damarına basmaya ba şladılar. Larry sonunda çıkıp kenti biraz dola şmaktan söz etti. Alice rahatladı o zaman. « Đyi bir fikir. Ben de biraz kestirece ğim. Sen iyi bir çocuksun, Larry.» Larry dar merdivenden inerek soka ğa çıktı. Hem rahatlamı ştı, hem de kendini suçlu hissediyordu. Gün onundu ve cebinde de hâlâ i ki yüz doları vardı. Ama şimdi Times Alanında bütün keyfi kaçmı ş gibiydi. Sonunda bir telefon kulübesine girerek ezberden Jane'in Yeri'nin numara sını — 91 — çevirdi. Burası Wayne Stukey'nin zaman zaman gitti ği bir poker salq l nuydu. I Telefon açıldı, bir kadın, «Burası Jane'in Yeri,» d edi. «Açı ğız.» 1 Larry alçak ve seksi bir sesle, «Her şeye mi?» diye sordu. «Buraya bak, ahbap, sen... Hey! Larry sen misin?» «Evet, benim. Merhaba Arlene.» «Neredesin sen? Ortadan kayboldun, Larry!» Larry ihtiyatla, «Ben Do ğu Kıyısındayım,» diye açıkladı. «Biri bana vücudumu sülüklerin sardı ğını söyledi. 'Havuzdan çık da o sülükler üzerinden düşsünler,' dedi.» «Büyük bir partiden mi söz ediyorsun?»

Page 43: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Evet.» Kadın, «Bundan söz edildi ğini duydum,» dedi. «Seni cömert çocuk!» «Wayne oralarda mı, Arlene?» «Wayne Stukey'i mi soruyorsun?.. Haberin yok mu?» «Nereden olsun? Ben bu kıyıdayım. Wayne'in bir şeyi yok ya?» «O grip yüzünden hastanede. Burada hastalıktan 'Kap tan Trips' diye söz ediyorlar. Söylediklerine göre bu hastalık yüzünden çok ki şi ölmü ş. Herkesin ödü patlıyor. Evlerinden çıkmıyorlar. Şimdi burada altı bo ş masa var. Bildi ğin gibi Jane'in Yeri'nde bo ş masa olmazdı.» «Wayne nasıl?» «Kimbilir? Ko ğuşlar hasta dolu. Ziyaretçilerin onları görmesine de izin vermiyorlar. Garip bir durum bu, Larry. Çevrede sür üyle asker var.» «Đzinli mi gelmi şler?» «izinli askerler silah ta şımazlar. Zırhlı arabalarla da dola şmazlar. Orada oldu ğun için şanslısın.» «Haberlerde bu hastalıktan hiç söz edilmedi.» «Burada da gazetelerin bazılarında nezle a şısı yapılması gerekti ğinden söz ediliyordu, hepsi o kadar. Ama bazılarına göre uzma nlar içinde mikrop kayna şan o kavanozlardan biri konusunda dikkatsiz davranmı şlar. Ne korkunç, de ğil mi?» — 92 — Larry, «Ba şkalarını korkutmaktan ho şlanan insanların lafları bunlar," dedi. «Sizin orada böyle bir durum yok, de ğil mi?» Larry, «Hayır,» diye cevap verirken aklına annesini n nezlesi geldi. Metroda da etraftakiler aksırıp tıksırmamı şlar mıydı? Arlene, «Jane burada de ğil,» dedi. «Söyledi ğine göre hem ate şi çıkmı ş, hem boğazı şi şmiş. Açıkçası, o kart fahi şenin hastalanmayacak kadar sa ğlam oldu ğunu sanırdım.» Larry, «Bir haftaya kadar dönece ğim,» dedi. «Görü şürüz.» «Đyi. Ben her zaman ünlü bir plak yıldızıyla gezmeyi istemi şimdir.» Arlene'in sesi birdenbire yükseldi. «Ah, Larry! Az kalsın unu tuyordum! Wayne'i hastaneye götürülmeden iki gün önce gördüm. Bana senin için b ir zarf bıraktı. 'Larry'i gördü ğün zaman bunu ona ver,' dedi.» «Zarfın içinde ne var?» Larry alıcıyı bir elinden d i ğerine geçirdi. «Bir dakika. Bakayım...» Bir sessizlik oldu. Sonra Arlene, «Bir banka cüzdanı,» diye haber verdi. «Vay vay vay! Hesabına on üç bin dolar yatırılmı ş.» Larry gülümsedi. «Te şekkür ederim, Arlene.» «Bunu bir zarfa koyup üzerine de senin adını yazaca ğım.» Larry telefonu kaparken hâlâ aptal aptal sırıtıyord u. Larry dairenin kapısına birkaç kez vurdu, sonra da evde kimse olmadı ğına karar verdi. Anahtarı yoktu. A şağıya inip Bay Freeman'la konu şmak üzere döndü. Aynı anda kapının arkasından gelen hafif iniltiyi duydu. Larry geriledi, omzuyla kapıya şiddetle vurdu. Kapı hızla açıldı. «Anne?» içerisi lo ştu. Hava birdenbire kararmı ştı. Gök gürlüyordu. Ya ğmurun şakırtısı artmı ştı. «Anne, neredesin?» Kadın bu sefer daha yüksek s esle inledi. Larry mutfaktan geçerken — 93 — az kalsın aya ğı annesine takılıyordu. Kadın yatak odasının kapısı n^ yerde yatmaktaydı. «Anne! Tanrım! Anne?» Alice o ğlunun sesini duyunca yerde dönmeye çalı ştı ama ancai, ba şını çevirebildi. Zorlukla soluk alıyordu. Gırtla ğını balgam tıkamı ş gibiydi. Ate ş yüzünden suratı kıpkırmızıydı. «Larry?» «Seni karyolana yatıraca ğım, anne.» Larry e ğildi, bacaklarının titre, me şine engel olmak için dizlerini birbirine dayadı, annesi ni kuca ğına aldı. Alev alev yanıyordu kadın. Larry deh şete dü ştü. Hiç kimse böyle kavrularak ya şayamazdı. Herhalde annesinin beyni kafasının içinde ha şlanıyordu. Alice de bunu kanıtlamak istercesine, huysuzca, «La rry, git babanı ça ğır,» dedi. «Barda.» Larry çılgın gibi, «Sus,» diye ba ğırdı. «Sus ve uyu, anne.»

Page 44: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Kadının sesi tizle şti. «O foto ğrafçıyla barda!» Dı şarıda müthi ş bir çatırtıyla şimşek çaktı. Larry'ye vücudu a ğır a ğır akan so ğuk bir balçı ğa bulanmı ş gibi geliyordu. Oturma odasının yarı açık penceresinden içeriye dolan serin hava apartmanı dola şmaktaydı. Alice de sanki bu yüz-denmi ş gibi titremeye ba şladı. Di şleri birbirine vuruyordu şimdi. Lo ş yatak odasında suratı dolunaya benziyordu. Larry annesini yata ğına yatırarak battaniyeleri çenesine kadar çekti. Alice hâlâ çaresizlik içinde titriyordu. Yüz ü kupkuruydu. Hiç terlemiyordu. Kadın, «Babana, buraya gelmesini istedi ğimi söyle!» diye ba ğırdı, sonra da sessizle şti. Şimdi yalnızca bo ğuk solukları duyuluyordu. Larry oturma odasına geçti. Pencereyi çarparak kapa ttı ve telefona yürüdü. Tela şla Genel Hastanenin numarasını buldu. Dı şarıda şimşekler birbirini izlerken numarayı çevirdi. Telefon bir defa çaldı, sonra ne şeli, uygar bir ses duyuldu. «Bu bir kayıttır. Şu anda bütün hatlar dolu Beklerseniz sizinle mümkün oldu ğu kadar çabuk konu şulacaktır. Te şekkür ederiz. Bu bir kayıttır...» Alice haykırdı. «Süpürgeleri a şağı kata koyduk.» Gök gürledi. «Bu Puerto Rico'lular da hiçbir şey bilmiyorlar!» — 94 — [_arry telefonu hırsla kapattı. Ter içinde kalmı ştı. «Ne biçim hastane bu? Neler oluyor orada? En iyisi Bay Freeman'a gideyim. Ben h astaneye ko şarken o annemin başında beklesin. Yoksa özel bir ambulans mı ça ğırman gerekiyor? Tanrım, neden kimse bu konuda gerekeni bilmiyor? Neden bunları ok ulda ö ğretmiyorlar?» Yatak odasında annesi zorlukla soluk alıyordu. Larry, «Hemen dönerim,» diye mırıldanarak kapıya gi tti. Annesi için korkuyor, dehşet duyuyordu. Ama yine de içinde bir ses, «Böyle şeyler de hep beni bulur,» gibi sözler söylüyordu. «Tam o müjdeyi aldıktan son ra bunun sırası mıydı? Bu olay planlarımı altüst edecek mi? Neleri de ği ştirmek zorunda kalacaksın, Larry?» Đçindeki bu sesten nefret ediyor, onun çabucak, feci şekilde ölmesini istiyordu. Ama ses susmuyor, konu şuyor, konu şuyordu. Larry merdivenden ko şarak indi ve Bay Freeman'in dairesine gitti. Gök gü rültüsü kara bulutların arasında yankılanıyordu. Larry zemi n katına vardı ğı sırada sokak kapısı birdenbire açıldı ve içeriye ya ğmur doldu. 15 Stu Redman korkuyordu. Vermont'ta, Stovington'daki yeni odasının parmaklıklı penceresinden dı şarı baktı. A şağıda küçük bir kasaba uzanıyordu. Stu korkuyordu. Çünkü burası bir hastane odasından çok, bir cezaevi hücresine benziyordu. Çünkü Denninger de yoktu artık. Atlanta denilen o çılgın sirkten buraya ta şınalı Denninger'i görmemi şti. °eitz de yoktu. Stu, «Belki ikisi de hasta,» di ye düşünüyordu. «Belki de öldüler.» Biri bir hata yapmı ştı. Ya da Charles D. Campion'in Arnette kasaba-Slr> a getirdi ği hastalık herkesin sandı ğından çok daha bula şıcıydı. — 95 — Stu'ya burada da testler uygulanıyordu ama isteksiz ce. Progrg^ da düzensizle şmişti. Sonuçlar alelacele yazılıveriyordu. Stu birinin bun. lara şöyle bir göz attı ğını, ba şını sallayıp kâ ğıtları yırtma makinesine attı. ğını düşünüyordu. En kötüsü bu de ğildi. En kötüsü o silahlardı. Hern şj. reler kan, tükrük ya da idrar almaya geldikleri zaman yanların da dairna beyaz elbiseli ve silahlı bir asker oluyordu. Stu, Deitz'e yaptı ğı gibi dav. ranmaya kalkarsa onu vuruvereceklerdi. Genç adam artık öneminin kalmadı ğını seziyordu. Şimdi bir tutukluydu o. Çevresini hep kanını alan dü şmanca robotlar ve silahlı insanlar sarmı ştı. Stu hayatı için kaygılanıyordu. Aslında kendini iyi hissediyordu ve o hastalık neyse ona tutulaca ğını da sanmıyordu. Stu dü şünceli dü şünceli, «Acaba buradan kaçılabilir mi?» diye kendi kendine sordu. 16 Creighton 24 Haziran günü içeri girdi ği zaman Starkey elleri arkasında, monitörlere bakıyordu. Creighton bir an ona acıdı. Starkey on günden beri adeta hapla ya şıyordu. Kaçınılmaz sonuca da yakla şmıştı. Creighton, «Ama,» diye düşündü. «Telefon konu şması konusundaki ku şkularımda haklıysam, olan oldu bile.» Starkey şaşırmı ş gibi, «Len,» dedi. «Geldi ğin için te şekkür ederim.» Creighton hafifçe gülümsedi. «Rica ederim.»

Page 45: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Kimin telefon etti ğini biliyorsun.» «Demek arayan gerçekten oydu?» «Evet. Şu 'Georgia'lı Dev'! Görevden alındım. Beni görevden o çam yarması aldı, Len. Tabii böyle olaca ğını biliyordum. Ama yine de sarsıldım. Özellikle gö revime o durmadan sırıtarak tatlı sözler söyleyen, i şe yaramaz budala son verdi ği için.» — 96 — Len Creighton ba şını salladı. 'Georgia'lı Dev' Ba şkanlı ğa seçildi ği nece onun için bir kâbus olmu ştu. Aklı ba şında her Amerika'lı için de öyle. Starkey elini yüzüne sürdü. «Neyse... Olan oldu art ık. Şimdi görev senin. O adam mümkün oldu ğu kadar çabucak Washington'a gitmeni istiyor. Sana söylemedi ğini bırakmayacak. Sen de orada duracak, ¦Evet, efen dim,' diyerek her şeye katlanacaksın. Mümkün olanları kurtardık. Bu ka darı da yeter. Yeterli oldu ğuna inanıyorum.» «Eğer öyleyse, ülkedekilerin kar şında diz çökmeleri gerekir.» Starkey bunu önemsemedi ğini belirtmek için elini salladı. «Her şeyden önemli bir görev var. Đlk fırsatta Jack Cleveland'ı görmelisin. O hem bamb u perdenin, hem de demir perdenin gerisinde hangi ajanlarımızın old uğunu biliyor. Onlarla nasıl bağlantı kurulabilece ğini de. Gereken her şeyi yapar. Hiçbir şeyden kaçınmaz. Hızla hareket etmesi gerekti ğini de anlayacaktır.» «Anlayamadım, Billy.» «En kötü ihtimali dü şünmeliyiz.» Starkey'nin yüzünde garip bir gülümseme belirdi. Sonra masasındaki sarı kâ ğıtları i şaret etti. «Hastalık kontrolden çıktı artık. Oregon, Nebraska, Louisiana ve Florida 'da hastalık görüldü. Meksika ve Şili'de de şüpheli vakalar var. Atlanta mah-voldu ğu zaman bu illetle ba şa çıkabilecek en iyi üç uzmanı kaybettik. Stu Redman konusunda bir sonuç alamıyoruz. Ona i ğneyle Mavi virüs verdiklerini biliyor musun? Redman kendisine bir yatı ştırıcı i ğne yapıldı ğını sanmı ş. Ama vücudu o mikropları öldürmü ş. Kimse bunun nasıl oldu ğunu bilmiyor. Altı haftamız olsaydı belki ba şarıya eri şebilirdik. Ama o kadar zamanımız yok. Grip salgını hikâyesi en iyisi. Ama di ğer taraf bunun Amerika'da yaratılan suni bir durum oldu ğundan hiçbir zaman ku şkulanmamalı! Şart bu! O zaman akıllarına bazı şeyler gelebilir. «Cleveland'in Rusya'da sekizle yirmi arası kadın ve erkek ajanı var. Avrupa'daki uydu ülkelerde de be şle on arası. Kızıl Çin'de kaç adamı — 97 Mahşer / F: 7 oldu ğunu ben bile bilmiyorum.» Starkey'nin dudakları tit riyordu. «^ gün ö ğleden sonra Cleveland'ı gördü ğün zaman ona yalnızca iki keli. me söyleyeceksin. ' Roma çöküyor.' Bunu unutmazsın, de ğil mi?» «Hayır.» Len'e dudakları donmu ş gibi geliyordu. «Ama onların bunu gerçekten yapacaklarını sanıyor musun? O erkek ve kadın ajanl a. rın?» «Bizimkiler o tüpleri bir hafta önce aldılar. Onlar ın içinde Sky-Cry. ise uydularımızın saptayacakları radyoaktif parçacıklar oldu ğunu sanı. yorlar. Bu kadarı da onlara yeter. Öyle de ğil mi, Len?» «Evet, Billy.» «Ve durum daha da kötüle şirse... kimse i şin içyüzünü ö ğrenemez, Mavi Projeye sonuna kadar hiçbir dü şman ajanı sızamadı. Bundan emi-niz. Yeni bir virüs, bir mutasyon... Kar şımızdakiler ku şkulanacaklar belki. Ama fazla zamanları olmayacak. Her şey e şitçe payla şılmalı, Len.» «Evet.» Starkey yine monitörlere bakıyordu. «Kızım birkaç y ıl önce bana bir şiir kitabı verdi. Yeats adında birinin şiirleri. Her satırını okudum. Galiba deliydi adam. Ama şiirlerini okudum. Hepsi de bir garipti. 0 kitaptaki bir şiiri hiçbir zaman unutamadım. Sanki Yeats hayatımı adadı ğım her şeyi tarif ediyordu. Bu amacın umutsuzlu ğunu, soylulu ğunu. Şiirin sonunu ilk kez okudu ğumda tüylerim diken diken oldu, Len. Hâlâ da öyle. O dizeleri ezbere bi liyorum. 'Sonunda saati gelen hangi kaba saba hayvan do ğmak için sürünerek Beytül-lahm'a gider?'» Starkey döndü. «O kaba saba hayvan yolda, Len.» Hem a ğlıyor, hem de gülüyordu şimdi. «Her şey paramparça oluyor. Önemli olan bazı şeyleri mümkün oldu ğu sürece birarada tutabilmek.»

Page 46: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Creighton, «Evet, efendim,» dedi ve ilk defa gözler i ya şlardan yanmaya ba şladı. «Evet, Billy.» — 98 17 Randall Flagg adlı «Esmer Adam» 51 numaralı karayol undan güneye do ğru iniyordu. Bu dar yol eninde sonunda onun Idaho eyaletinden çı karak Nevada'ya girmesini sağlayacaktı. Nevada'dan istedi ği yere gidebilirdi. Onun ülkesiydi burası. Yolların nereye gitti ğini biliyordu. Geceleri geçiyordu bu yollardan. Hız la yürüyor, uzakta bir arabanın farları belirdi ği zaman hemen otların arasına gizleniyordu. Araba önünden geçip gidiyordu. Şoför sanki ani so ğuk bir rüzgâr esmi ş gibi ürperiyor-du belki. Uyuyan karısıyla çocu ğu aynı anda aynı kâbusu görmüşler gibi kaygıyla kımıldanıyorlardı. Randall Flagg hızlı yürüyor, kovboy çizmelerinin a şınmı ş topukları şıkırdıyordu. Yaşı belli olmayan, uzun boylu bir adamdı. Bol paçalı soluk bir blucin ve branda bezinden bir ceket giymi şti. Cepleri birbirine zıt türde bro şürle doluydu. Omzuna bir izci çantası vurmu ştu. Suratında kara bir ne şe vardı. Kalbinde de öyle. Đçi nefret dolu, mutlu bir adamın suratı vardı onda. Yorgun garson kadınların ellerindeki bardakların kırılmasına, küç ük çocukların üç tekerlekli bisikletleriyle bir tahta perdeye çarpmalarına, bar lardaki ikili bahislerle ilgili tartı şmaların birdenbire kanlı bir hal almasına neden ola cak bir surat. Esmer adam gülümsedi. Đki gün önce Wyoming'deydi. Bir grupla birlikte bir elektrik santralini havaya uçurmu ştu. Şimdi Nevada'ya do ğru gidiyordu. Yarın bir başka yerde olacaktı. Ve Randall Flagg her zamankinden çok daha mutluydu. Çünkü... Esmer adam durakladı. Çünkü bir şeyler olacaktı. Randall Flagg bu gece havasında bun u hissediyor, hatta tadını alıyordu adeta. Bu tad isli sıcak bir taddı. Esmer adamın şeklini de ği ştirme zamanı gelmi şti. Đkinci kez do ğacaktı o. Zamanlar de ği şti ğinde dünyaya gelmi şti. Şimdi zaman tekrar de ği şecekti. Rüzgâr açıklıyordu bunu. Idaho'ya özgü bu yumu şak ak şamda esen rüzgâr. — 99 — Evet, yeniden do ğma zamanı hemen hemen gelmi şti. Esmer adaı^ biliyordu bunu. Yoksa birdenbire sihir yapabilir miydi? 18 Phoenix gazeteleri Lloyd Henreid'e «Pi şmanlık duymayan bebek suratlı katil» adını takmı şlardı. Şimdi iki gardiyan Lloyd'u Phoenix Cezaevinin en sık ı güvenlik altındaki bölümünde, koridordan geçiriyorl ardı. Đkisi de sert suratlı adamlardı. Biri durmadan burnunu çekiyordu. Bölümün di ğer sakinleri Lloyd'u alkı şlamaktaydılar. Bu bölümde oldukça ünlü biri sayılıy ordu. «Heey, Henried!» «Yaşşa, o ğlum!» Lloyd mutlu mutlu gülümsüyordu. Bu yeni kavu ştu ğu ün gözlerini kama ştırmı ştı. Ee, gözüpek bir katil oldun mu, insana saygı duyuyo rlardı. Küçük grup ba şka bir koridora saptı. Dipte yeni bir gardiyan kapa lı bir kapının önünde bekliyordu. Kapıda küçücük bir pencere vardı . Tel ve cam geçirilmi şti. Lloyd laf olsun diye, «Neden cezaevleri hep idrar k okar?» diye sordu. Nezleli gardiyan, «Kes sesini, katil,» dedi. Lloyd mırıldandı. «Halin hiç iyi de ğil. Eve gidip yatmalıydın.» Di ğer gardiyan homurdandı. «Sus.» Lloyd da sustu. Bu adamlarla konu şmaya çalı ştın mı, böyle olurdu i şte. Cezaevi gardiyanları hiçbir zaman «klas» insanlar de ğildi. Kapıdaki gardiyan, «Merhaba, pislik torbası,» dedi. Lloyd hemen cevap verdi. «Merhaba, köpek le şi.» — 100 — Kapıdaki gardiyan, «Bu sözün yüzünden bir di şini kaybedeceksin,» diye homurdandı. «Hey, bir dakika...» «Yoksa iki di şini kaybetmeyi tercih mi edersin, köpek?» Lloyd sustu. Kapıdaki gardiyan, «Pekâlâ,» dedi. «Yalnızca bir di ş. Onu içeri sokabilirsiniz, çocuklar.»

Page 47: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Nezleli gardiyan hafifçe gülümseyerek kapıyı açtı, arkada şı Lloyd'u içeri soktu. Mahkemenin tayin etti ği avukat madeni bir masanın ba şına geçmi ş, çantasından çıkardı ğı kâ ğıtları inceliyordu. «Đşte sizin müvekkil, avukat bey.» Avukat ba şını kaldırdı. Lloyd, «Daha sakalı bile çıkmamı ş,» diye dü şündü, «Ama ne yapalım? Dilencilere seçme hakkı verilmez, derle r. Beni zaten suçüstü yakaladılar. Herhalde yirmi yıl yiyece ğim.» «Çok te şekkür...» Lloyd kapıdaki gardiyanı i şaret etti. «Bu adam bana, 'Pislik torbası,' dedi. Kendisine cevap verince de, birine di şlerimden birini döktürece ğini söyledi. Đşte 'polis i şkencesi' buna denir.» Avukat elini yüzüne sürdü. Kapıdaki gardiyana, «Do ğru mu?» diye sordu. Gardiyan, «Hiç böyle şeye inanılır mı?» der gibi gözlerini devirdi. Sonra da, «Bu herifler televizyon oyunları yazsalardı ne iyi olurdu,» diye mırıldandı. «Ben ona, 'Merhaba,' dedim, oda bana. Hepsi bu.» Lloyd melodrama kaçan bir tavırla ba ğırdı. « Đşte bu yalan!» Gardiyan ifadesiz bir suratla, «Ben fikirlerimi ken dime saklıyorum,» dedi. Avukat ba şını salladı. «Bundan eminim. Ama ayrılmadan önce Ba y Henreid'in di şlerini sayaca ğım.» Gardiyanın yüzünde öfkeli ve sıkıntılı bir ifade be lirdi, arkada şlarıy-'a bakı ştı. Lloyd gülümsedi. «Belki de bu çocuk i şini biliyor,» dedi kendi kendine. «Belki silahlı soygundan yalnızca on yıl yememi sa ğlayabilir.» — 101 — Kafasında bu tatlı hayallerle, avukatıyla konu şmak üzere kar şısına otur. du. Lloyd o gün ö ğleye do ğru avluda oturmu ş, top oyununu seyredi. yor, bir yandan da avukatının söylediklerini dü şünüyordu. Bir ara Mat-hers adlı iriyarı bir mahkûm yanına geldi, onu tuttu ğu gibi aya ğa kaldır. di. . • Lloyd, «Bir dakika,» dedi. Avukatım bütün di şlerimi saydı. «Onun için e ğer...» Mathers, «Evet,» diye cevap verdi. «Gardiyan Shockl ey de öyle söyledi. Onun için benden...» Dizini kaldırdı ğı gibi Lloyd'un kası ğına vurdu. Genç haydut bu ani ve korkunç acı yüzünden ba ğıramadı bile. Ellerini kasıklarına bastırarak yere yı ğıldı, çırpınmaya ba şladı. Ancak çok uzun bir süre sonra başını kaldırabildi. Mathers ona bakıyordu. Kazıttı ğı ba şı güne şte ı şıl ısıldı. Gardiyanlar ise gözlerini ba şka yerlere dikmi şlerdi. Lloyd'a karnında eriyip kıpkırmızı kesilmi ş bir kur şun yı ğını varmı ş gibi geliyor, hâlâ inleyip çırpınıyordu. Mathers içtenlikle, «Bu ki şisel bir şey de ğil,» dedi. «Ben, şahsen, i şlerinin yolunda gitmesini dilerim. Yasalar çok sert.» Yürüy erek uzakla ştı. Lloyd demin kapıda bekleyen gardiyanı avlunun kar şı tarafındaki rampada gördü. Gülerek ona bakıyordu. Sonra a ğır a ğır kendisine yakla şan Mathers'e bir paket sigara attı. Mahkûm eliyle selam vererek uzakla ştı. Lloyd Henreid hâlâ yerde yatıyor, kafasında avukatı nın sözleri yankılanıyordu. «Bu çok sert, çok eski bir dünya, Lloyd. Çok katı b ir dünya.» Evet. Gerçekten öyleydi. # — 102 19 Nick Andros perdelerden birini yana çekerek soka ğa baktı. Artık ölmü ş o|an Şerif John Baker'in evindeydi, ikinci kattan hemen hemen bütün Shoyo gözüküyordu. Anayol bombo ştu. Đşyerlerinin storları kapatılmı ştı. Yolun ortasında hasta görünü şlü bir köpek oturuyordu. Biraz a şağıda ise, kaldırımda ölmü ş bir ba şka köpek yatmaktaydı. Kadın delikanlının arkasından alçak sesle inledi. A ma Nick onu duymadı. Perdeyi kapayarak gözlerini ovu şturdu, sonra da uyanmı ş olan kadının yanına gitti. Jane Baker bir iki saat önce çok ü şüdüğü için battaniyelere sarınmı ştı. Ama şimdi yüzünden terler akıyordu. Battaniyeleri de bir tekm ede atmı ştı. Nick'i gördü ğü yoktu. Ölüyordu kadın. Jane Baker, «Johnny!» diye ba ğırdı. «Le ğeni getir. Galiba kusaca ğım.» Nick karyolanın altından le ğeni alıp uzattı. Ama kadın çırpınırken le ğene çarparak yere yuvarladı. Nick le ğeni yerden tekrar aldı. Jane bir çı ğlık attı. «Johnny! Diki ş kutumu bulamıyorum! Dolapta yok!»

Page 48: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Nick barda ğa su doldurarak kadına içirmeye çalı ştı. Ama Jane tekrar çırpındı. Az kalsın barda ğı da yere dü şürecekti. Nick barda ğı kadının sakinle şti ği zaman eri şebilece ği bir yere koydu. Sağır ve dilsizli ği şu son iki gün ona çok acı gelmi şti. Kırk sekiz saatlik süre bir kâbusa dönmü ştü. Kasabalılar Shoyo'dan ayrılıyorlardı. Bayan Bak er'in durumu ise gitgide kötüle şiyordu. Hatta Nick artık kadının güne ş batmadan ölece ğinden korkuyordu, i şin kötüsü, sürekli olarak Jane Baker'in ba şında da bekleyemiyordu. Üç mahkûma ö ğle yeme ği götürmek zorundaydı. Ama Vince Hogan bir şey yiyecek halde de ğildi. Ate şi iyice yükselmi şti. Sayıklıyordu. Mike Childress'le Billy Warner hücrelerinden çıkarılmak istiyorlardı. Ama N ick onları serbest bırakmamı ştı. Korktu ğu için de ğil. Đki serserinin ondan intikam almaya kalkarak boşuna zaman harcayacaklarını sanmıyordu. Onlar da di ğerleri — 103 — gibi Shoyo'dan çabucak kaçmaya çalı şacaklardı. Nick yalnızca sorum, luluklarını düşünüyordu. Artık ölmü ş olan bir adama söz vermi şti. Herhalde eyalet polisi yakında her şeyi kontrol altına alacak, tutukluları götürmeye ge lecekti. Nick, Baker'in çekmecesinde şerifin .45'li ğini bulmu ş, kısa bir kararsızlıktan sonra beline takmı ştı. Nick 23 Haziran günü ö ğleden sonra hemen hemen bo ş sokaklardan geçerek bir cezaevine, bir şerifin evine ko şmuştu. Vince Hogan'ı ölü bulaca ğını sanıyordu. Jane Baker'i de. Dr. Soames'ın arabasını gör-mek um uduyla çevresine bakınmı ştı. Ama doktor da ortalarda yoktu. 0 sırada dükkânlarda n bazıları hâlâ açıktı. Benzin istasyonu da. Ama kasabanın hızla bo şaldı ğını sezmi şti. Aileler koruluktaki yoldan uzakla şıyor, hatta Shoyo Deresinden yukarı çıkmaya bile çalı şıyorlardı. Karanlık bastıktan sonra kaçanların sayı sı daha da artacaktı. Nick, Baker'lerin evine döndü ğü sırada güne ş batmaktaydı. Jane arkasında sabahlı ğı, bitkin bitkin mutfakta dola şıyor, çay yapıyordu. Nick içeri girdi ği zaman ona minnetle baktı. Delikanlı kadının ate şinin dü şmüş oldu ğunu anladı. Jane sakin sakin, «Kendimi çok daha iyi hissediyoru m. Çay içer misin?» Sonra hüngür hüngür a ğlamaya ba şladı. Kadının sıcak oca ğın üzerine devrilmesinden korkan Nick ona yakla ştı. Jane delikanlının kolunu tutarak ba şını onun omzuna dayadı. Karanlıkla şmaya ba şlayan mutfakta, «Johnny,» dedi. «Ah, benim zavallı Johnny 'm.» Nick mutsuzca, «Ah, bir konu şabilseydim...» diye dü şündü. Jane'i masaya do ğru götürdü, bir iskemleye oturttu. «Çay,» diye i şaret etti. Jane, «Pekâlâ...» dedi. «Kendimi gerçekten daha iyi hissediyorum. Şaşılacak kadar iyiyim. Yalnız...» Elleriyle yüzünü örttü. Nick sıcak çayı alıp masaya getirdi. Bir süre sessi zce çaylarını içtiler. Sonra Jane fincanını bırakarak, «Kasabada kaç ki şide bu hastalık var?» diye sordu. — 104 — Nick, «Artık bilmiyorum,» diye yazdı. «Durum kötü.» «Doktoru gördün mü?» «Sabahtan beri görmedim.» Jane, «Ambrose dikkat etmezse yorgunluktan kendinde n geçecek,» dedi. «Dikkatli davranır, de ğil mi, Nick?» Nick ba şını sallayarak gülümsemeye çalı ştı. «John'ın tutukladı ğı serseriler ne oldu? Polis onları almaya geldi mi?» Nick yazdı. «Hayır... Hogan çok hasta. Elimden gele ni yapmaya çalı şıyorum. Di ğerleri Hogan hastalı ğı onlara a şılamadan salıverilmek istiyorlar.» Jane hafif bir öfkeyle ba ğırdı. «Sakın onları bırakma! Umarım bunu aklından geçirmemi şsindir.» Nick, «Geçirmiyorum,» diye yazdı. «Artık yatmalısın ız. Dinlenmeniz gerekiyor.» Jane ona gülümsedi. Ba şını çevirdi ği zaman Nick onun çenesinin altındaki morlukları gördü, kaygıyla, «Acaba henüz tehlike ge çmedi mi?» diye dü şündü. Kadın, «Evet,» dedi. «Yirmi dört saat uyuyaca ğım. John öldü ğü için, uyumak bana sanki ayıpmı ş gibi geliyor... Ama onun öldü ğüne de inanamıyorum... Belki zamanla yaşamak için bir amaç bulurum... Tutukluların yeme ğini götürdün mü, Nick?» Nick, «Hayır,» der gibi ba şını salladı. «Götürmelisin. Neden John'ın arabasını almıyorsun?» Nick, «Araba kullanmasını bilmiyorum,» diye yazdı. «Ama te şekkür ederim. Kamyon dura ğındaki lokantaya kadar gidece ğim. Orası uzak de ğil. Sizi yarın sabah yoklayabilir miyim?»

Page 49: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Jane, «Tabii,» dedi. « Đyi olur.» Nick aya ğa kalkarak sert bir tavırla demli ği i şaret etti. Kadın, «Son damlasına kadar içece ğim,» diye söz verdi. Nick kapıdan çıkaca ğı sırada kadının çekine çekine koluna dokundu ğunu farketti. Jane, «John...» dedi. Durakladı. Sonra kendini zorl aya- — 105 — rak konu şmasını sürdürdü. «Onu... Curtis mezarlı ğına gömdüklerini umarım. Bütün yakınlarımız orada. Sence John'ı oraya mı götürdüle r?» Nick, «Evet,» der gibi başını salladı. Jane a ğlamaya ba şladı yine. Lokanta kapanmı ştı. Nick o ak şam tutuklular için kendisi yemek yapmak zorunda kaldı. Ama Vince Hogan ölmü ştü. Sonunda boynunu tırmalayarak parçalamı ştı. Sanki kendisini bo ğmaya çalı şan görünmeyen bir katile kar şı koymaya çabalıyormu ş gibi. Parmaklarının uçları kanlıydı. Boynu kapkara kesilm i ş ve şi şmişti. Mike Childress, Nick'e, «Artık bizi salıverecek mis in?» diye sordu. «O öldü, Tanrının belası dilsiz! Hastalı ğı buna da bula ştırdı.» Billy War-ner'ı i şaret ediyordu. Billy deh şetle haykırdı. «Yalan bu! Yalan, yalan, a şağılık bir yalan! Bu yal...» Birdenbire aksırmaya ba şladı. Aksırıkların şiddetinden iki büklüm olurken tükürükleri etrafa saçıldı. Mike, «Görüyor musun?» diye sordu. «Ha? Seni geri z ekâlı sa ğır! Beni bırak! Đstiyorsan Billy'i burada tutabilirsin ama ben gidec eğim. Cinayet bu. Soğukkanlılıkla i şlenen bir cinayet.» Nick, «Hayır,» diye ba şını sallayarak döndü. Vince Hogan'ı kaldırıp hücred en çıkarmaya çalı ştı. Ama çok a ğırdı. Nick ölüye bir an çaresizce baktı, sonra da di ğer iki tutuklunun korkunç bir merakla kendisini sey rettiklerini farketti. Onların ne dü şündüklerini tahmin edebiliyordu. Vince iki serserin in arkada şıydı. Vücudunun şi şmesine neden olan, anlayamadıkları korkunç bir hast alık yüzünden ölmü ştü. Kapana kısılmı ş bir fare gibi. Nick o gün belki onuncu defa, «Ben ne zaman aksırmaya ba şlayaca ğım?» diye kendi kendine sordu. «Ate şim ne zaman çıkacak? Boynumda o garip şi şler ne zaman belirecek?» N*ck, Vince'i sürükleye sürükleye bodruma indirmeyi ba şardı. H ĐÇ olmazsa orası serindi. Ölünün üzerine eski bir battaniye örttü, s onra da yukarı çıkarak uyumaya çalı ştı. Ama ancak sabaha kar şı. Yine aynı rüyayı gördü. Mısır tarlasındaydı. Ortalı ğa büyüyen şeylere özgü o güzel koku yayılmı ştı. Çok iyi ve güvenli bir şey... ya da biri... yakının- — 106 — daydi- Sanki yuvasına eri şmek üzereydi Nick. Sonra mısırların arasından bir şeyin kendisini gözetledi ğini farkederek buz gibi bir deh şetle sarsıldı- Uyandı ğı sırada ter içindeydi. Hava a ğarmaya ba şlamı ştı. Kahve demli ğini oca ğa koyarak iki tutukluya bakmaya gitti. Mike Childre ss hüngür hüngür a ğlıyordu. «Artık memnun musun? Ben de hastalı ğa yakalandım. Đstedi ğin buydu, de ğil mi? Solu ğumu dinle. Yamaca tırmanan yük treni gibi sesler çıkarıyorum.» Ama Nick önce Billy Warner'la ilgilendi. Adam ranza sında yatıyordu. Komadaydı. Boynu şi şmiş, kararmı ştı. Düzensiz soluyordu. Nick, şerifin bürosuna ko şarak telefona baktı. Öfke ve suçluluk duygusu yüzün den telefonu bir vuru şta yere devirdi. Sonra oca ğı söndürerek ko şa ko şa Baker'lere gitti. Jane ona kapıyı çok uzun bir süre sonra açtı . Ter içindeki yüzünden ate şinin tekrar çıkmı ş oldu ğu anla şılıyordu. Aklı ba şındaydı ama zorlukla, a ğır ağır konu şuyordu. Dudakları çatlamı ştı. «Nick. Gir. Ne var?» «Hogan dün gece öldü. Warner da ölüyor sanırım. Çok hasta. Doktoru gördünüz mü?» Jane ba şını salladı. «Kimseyi görmedim.» Titreyerek aksırdı , yalpaladı. Nick kolunu kadının omzuna atarak onu bir koltu ğa götürdü. Kâ ğıda, «Doktora telefon edebilir misiniz?» diye yazdı. «Evet. Tabii. Telefonu bana getir, Nick. Galiba... hastalık gece nüksetti.» Delikanlı telefonu getirdi. Kadın Dr. Soames'ın num arasını çevirdi, alıcı kula ğında, bir dakika kadar bekledi. Nick o zaman telefo na kimsenin cevap vermeyece ğini anladı. Jane doktorun evini de aradı. Sonra hem şireninkini de. Sonunda, «Eyalet polisiyle konu şaca ğım,» dedi ama iki numara Çevirdikten sonra alıcıyı yerine bıraktı. «Galiba santral hâlâ bozuk. Garip sesler duyuluyor.»

Page 50: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Üzüntüyle Nick'e gülümsedi, sonra da a ğlamaya ba şladı. «Zavallı Nick. Zavallı ben. Zavallı herkes. Yukarıya çıkmama — 107 — 1 yardım edebilir misin? O kadar bitkinim ki... Rahat soluk da alamıy0. rum. Galiba yakında John'a kavu şaca ğım.» Nick konu şabilmeyi öyle istiyordu ki... Jane'in yukarı çıkmas ına yardım etti. Kâğıda da, «Geri dönece ğim,» diye yazdı. «Teşekkür ederim, Nick. Çok iyi bir çocuksun...» Kadın dalmak üzereydi. Nick evden çıkıp kaldırımda durdu. Ne yapması gerek ti ğini dü şünü-yordu. Araba kullanabilseydi, belki bir şeyler ba şarabilecekti ama... Nick o sabah bir buçuk saat kapılara vurdu, zilleri çaldı. Kendi kendine, « Đyi olan birileri vardır herhalde,» diyordu. «Ben iyiyi m. Kentte benden ba şka iyi olanlar da vardır. Elbet içlerinden biri araba kull anmasını biliyordur. Bayan Baker'le Warner'i Camden'e götürürüz.» Ama çaldı ğı kapılardan ancak be şi açıldı. Hepsi de hasta insanlar tarafından... Evlerin ço ğu bo ştu. Nick sonunda tuhaf bir duyguya kapıldı. Sanki ö lüleri uyandırmak için mezarları yumrukluyordu. Er ya da g eç ona cesetler cevap verecekti. Nick, Baker'lerin evine döndü. Jane derin bir uykuy a dalmı ştı. Alnı serindi. Ama Nick bu kez fazla umuda kapılmadı. Öğle olmu ştu. Nick yeniden yemek hazırladı... Bill Warner ölm üştü. Mike, Nick'i gördü ğü zaman deli gibi gülmeye ba şladı, «ikisi gitti, biri kaldı! Đkisi gitti, biri kaldı! Öyle de ğil mi? De ğil mi?» Nick hazırladı ğı çorba termosunu parmaklı ğın arasından Mike'a do ğru itti, kendisi de gidip koridordaki iskemleye oturdu. Bill y'yi de bodruma indirecekti ama önce ö ğle yeme ğini yiyecekti. Çok acıkmı ştı. Çorbasını içerken dü şünceli düşünceli Mike'a baktı. Adam, «Nasıl oldu ğumu mu merak ediyorsun?» diye sordu. Niçk ba şını salladı. «Sabahki gibiyim. Bir kilo balgam çıkardım sanırım. » Mike, Nick'e umutla baktı. «Annem bu kadar balgam çıkarmanın iyiye i şaret oldu ğunu söylerdi. Belki ben hastalı ğı hafif geçi ştiriyorum.» Nick omzunu silkti. Her şey mümkündü. ' — 108 — Mike, «Bünyem sa ğlamdır,» diye ekledi. «Bence durum önemli de ğil- Bu dertten yakamı kurtaraca ğım. Dinle, ahbap. Beni bırak. Lütfen. Bak, sana yal varıyorum.» Nick dü şündü. «Bak, nasıl olsa tabancan var. Zaten seninle ilgile ndi ğim yok. Bütün istedi ğim bu kasabadan gitmek. Tabii önce gidip karıma bakaca ğım.-» Nick serserinin elini i şaret etti. Mike'ın yüzü ğü yoktu. «Evet, evet. Bo şandık. Ama karım hâlâ bu kasabada. Ridge Yolunda. O na u ğramak istiyorum. Ne dersin, ahbap?» Mike a ğlıyordu. «Bana bir şans ver.» Nick a ğır a ğır aya ğa kalktı. Şerifin bürosuna yürüyüp yazı masasına yakla ştı. Anahtarlar çekmecedeydi. Mike'ın sözleri mantıklıyd ı. Birinin gelip onları kurtaraca ğına inanmak saçmaydı. Nick anahtarları alarak döndü . Mike'ın hücresinin anahtarını çubukların arasından adama at tı. Mike deli gibi, «Sa ğol, sa ğol,» diye ba ğırdı. «Ah, te şekkür ederim. Seni dövdü ğümüz için üzgünüm. Yemin ederim, bu Ray'in fikriydi . Vin-ce'le ben onu engellemeye çalı ştık. Ama içkiyi fazla kaçırmı ştı. Adeta çıldırdı...» Anahtarı kilide soktu. Nick gerileyerek elini tabancasının k abzasına attı. Hücrenin kapısı açıldı, Mike dı şarı çıktı. «Sözlerimde ciddiydim. Bütün istedi ğim bu kasabadan kaçmak.» Nick'in yanından kaçarcası na geçti. Gülümsüyordu. Sonra aradaki kapıdan hızla dı şarı fırladı. Nick ona ancak dı şarıda yeti şebildi. Adam kaldırımda durmu ş, bombo ş soka ğa bakıyordu. Sonra, «Tanrım,» diye fısıldayarak sersem sersem Nick'e döndü. «Bütün bun lar? Bütün bunlar?» Nick ba şını salladı. Eli hâlâ tabancanın kabzasındaydı. Mike bir şey söyleyecekti ama öksürmeye ba şladı. Eliyle a ğzını örttü, sonra da dudaklarını sildi. «Buradan gidece ğim. E ğer aklın varsa sen de öyle yaparsın, dilsiz. Bu kara ölüme benziyor.»

Page 51: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

— 109 — Nick omzunu silkti. Mike kaldırımda yürümeye ba şladı. Gitgide hr*. lanıyordu. Sonunda ko şarcasına ilerlemeye ba şladı. Nick adam gözden kayboluncaya kadar onun arkasından baktı, sonra da içeri girdi. Mike'ı bir daha görmedi. Rahatlamı ş gibiydi. Birden do ğru olanı yaptı ğın, inandı. Portatif karyolaya uzandı ve hemen uykuya daldı. Nick ak şama do ğru uyudu. Uyandı ğı zaman ter içindeydi ama ken. dini iyi hissediyordu. Yine lokantaya gidip iki ki şilik çorba hazırladı sandviç yaptı. Yiyecekleri bir çantaya koydu. Jane Baker'in evine gider-ken, aç oldukları anla şılan üç dört köpek sürü halinde ona do ğru geldi-ler. Çantanın kokusu onları etkilemi şti. Nick .45'li ği çekti ama köpeklerden biri onu ısırmaya kalkı şıncaya kadar kullanmak istemedi. Sonra teti ği çekti. Kur şun be ş adım ötede kaldırıma çarparak sekti. Nick patlamayı duymadı. Yalnızca ti tre şimi hissetti. Köpekler kaçı ştılar. Jane uyuyordu. Alnı ve yanakları alev alev yanıyor, a ğır a ğır, zorlukla soluk alıyordu. Nick'e sanki erimi ş, bitmi ş gibi gözüktü. Bir elbezi-ni so ğuk suya batırarak kadının yüzünü sildi. Jane'in payına dü şen yiyecekleri ba şucu masasına bırakarak a şağıya indi. Oturma odasına girip televizyonu açtı. Ha berler çok kötüydü. Bu korkunç dertten «süper-grip» salgını di ye söz ediyorlardı. Đddiaya göre hastalık kontrol altına alınmı ştı. Nick, «Shoyo kasabası yeryüzünden silindi,» diye dü şündü. «Kim kimi kandırıyor?» Verandaya çıkıp oradaki salınca ğa yerle şti. Televizyon Nick için tümüyle gözlere hitap eden bir şeydi. Bu yüzden ba şkalarının gözlerinden kaçabilecek bazı ayrıntıları farketmi şti. Her istasyonda haberleri okuyan spikerler kaygı lı ve üzgündüler. Đçlerinden biri nezleydi. Bir keresinde öksürmü ş ve özür dilemi şti. Spikerler haberi okurken gözleri sa ğa sola kaymı ştı. Sanki stüdyoda biri daha vardı. Onların her şeyi istenilen biçimde söylemelerini sa ğlamak isteyen biri... Bütün bunlar 24 Haziran gecesi oluyordu. Nick, Bake r'lerin ön verandasında rahatsız bir uyku uyudu, pek kötü kâbu slar gördü... * * * — 110 Simdi ayın yirmibe şiydi. Jane Baker'in ölümüne tanık oluyordu . k o me lek kadın ölüyordu... ve Nick'in onu rahatlatmak için bir tek ijme söylemesi imkânsızdı. Nick güne şli, bombo ş kasabaya bakan pencerenin camına alnını ,vayarak k orku ve kederle a ğladı. Arkasına bakmaktan korkuyordu. Çünkü o hırılt ılı soluklar kesilmi şti. Şimdi Jane'in yatak odası Arkansas'daki Shoyo kasaba sı kadar «essizdi. Nick yalnızca kendi kalbinin çarpıntısını hissediyordu. Şakaklarında... 20 Duluth kentinde haki şortlu, sandaletli bir adam Piedmont Caddesinde bir aşağı bir yukarı yürüyordu. Alnına kül sürmü ştü. Sıska omuzlarına astı ğı ilan tahtasına elyazısıyla birkaç satır yazılmı ştı. «Kaybolma zamanı geldi. Efendimiz Đsa yakında dönecek. Tanrınızla kar şıla şmaya hazırlanın.» Sürekli öksüren ve burunları akan me şin ceketli dört genç, haki şortlu adama saldırarak onu bayıltıncaya kadar dövdüler. Hem de kendi ilan tahtasıyla. Sonra da kaçtılar. Đçlerinden biri omzunun üzerinden deli gibi, « Đnsanları korkutur musun?» diye ba ğırdı. « Đşte böyle olur. Sana insanların nasıl korkutuldu ğunu öğrettik, anormal budala!» Colorado'daki Boulder kentinde bir dedikodu yayılma ya ba şladı, iddiaya göre, Amerikan Meteorolojik Hava Deneme Merkezi, aslında biyolojik sava ş için hazırlık yapılan bir yerdi. 26 Haziran ak şamı halk Boulder'dan kaçmaya ba şladı. Gece on biri çeyrek geçe Hava Deneme Merkezi korkun ç bir patla- — 111 — mayla havaya uçtu. Ortalık gündüz gibi aydınlandı. Desmond Raman adlı genç bir radikalin i şiydi bu. Ramage da zararsız birçok aygıtla birijL t e buhar oldu. O arada Boulder'lular hâlâ kentten kaçıyorlardı. 21 Larry Underwood, Central Parkında bir banka oturmu ş, kafeslerde-ki hayvanlara bakıyordu. 27 Haziran sabahıydı. Genç adamın arkası nda, Be şinci Cadde araba

Page 52: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

doluydu. Hiçbiri de kımıldamıyordu arabaların. Sahi pleri ya ölmü ş ya da kaçmı ştı. Biraz a şağıdaki lüks ma ğazaların ço ğu, dumanları tüten birer mezbele halini almı ştı. Larry oturdu ğu yerden aslanı, ceylan, zebra ve maymunu görebiliy ordu. Maymun dı şında di ğer hayvanlar ölmü şlerdi. Larry onların gripten ölmediklerine karar verdi. Kim bilir ne kadar zaman aç ve susuz kalmı şlardı! Đşte bu yüzden ölüp gitmi şlerdi. Bir tek maymun ya şıyordu. Üç saatten beri oturan Larry onun da ancak dört be ş defa kımıldandı ğını görmü ştü. Maymun açlık ya da susuzluktan ölmeyecek kadar zekice davranmı ştı. Ama onun da süper gribe yakalanmı ş oldu ğu kesindi. Sağ taraftaki saat çalmaya ba şladı. On bir olmu ştu. O saatin sesini bir ba şkası izledi. Biri uzaklarda bo ğuk bo ğuk, «Canavarlar geliyor!» diye haykırıyordu. «Canavarlar geliyor!» Larry bu adamı görmü ştü. Altmı ş be ş ya şlarında, zavallı biriydi.. Parkta başkaları da vardı. Larry onlardan birkaçıyla konu şmuştu. Hepsinin hali de aynıydı. Larry de onlardan pek farklı olmadı ğını dü şünüyordu. Sersemlemi şlerdi. Kesik kesik konu şuyorlar, uzanıp insanın kolunu tutuyorlardı. Hepsin in de anlatacak bir hikâyesi vardı. Hikâyeler aynıydı. Do stları ve yakınları ölmü ştü ya da ölmek üzereydi. Sokaklarda ate ş edilmi şti. Be şinci Caddede korkunç bir yangın çıkmı ştı. Sokakları kim — 112 — temizleyecekti? Çöpleri kim toplayacaktı? New York' tan kaçmalı mıydılar? Parktaki insanların ço ğu hastaydı ama orada pek o kadar çok ki şi ölmemi şti. Belki de zavallılar, hayvanların cesetlerini yi yeceklerinden korktukları için, sonlarının yakla ştı ğını hissettikleri zaman sürünerek evlerine dönmüşlerdi. Larry'nin aklına birdenbire arkada şı Rudy geldi. Rudy'yle darılmı ş, Los Angeles'te ondan ayrılmı ştı. Oysa ta okuldan beri arkada ştılar. Larry gözlerinin dolmu ş oldu ğumu farketti ve bir an kendi kendine kızdı. Central Parkında, güne şte oturmu ş, zavallı bir emekli gibi a ğlıyordu. Az sonra, «Kaybetti ğim şeyler için a ğlamaya hakkım var,» diye dü şündü. « Şok geçirmeye de...» Annesi üç gün önce Genel Hastanenin koridorunda, ke ndisi gibi can çeki şen insanların arasında ölmü ştü. Larry onun yanında beklemi şti bir süre. Ne yapaca ğını bilemiyordu. Burası tımarhaneden farksızdı. Gen ç bir doktor yakla şarak ona anlayı şla ba şsağlı ğı dilemeyecekti. Er geç annesini bu ğday dolu bir çuval gibi ta şıyıp götüreceklerdi. Larry bunu görmeye dayanamayac aktı. Annesini öpüp dı şarı fırlamı ştı. A ğlıyordu... Maymun on ikiye çeyrek kala öldü. Larry artık orada oturmak istemiyordu. Kalktı, amaç sız adımlarla vaktiyle bandonun çaldı ğı yüksekçe, sahne gibi yere do ğru yürüdü. Sahnenin önündeki banklardan birinde bir kadın oturuyordu. Belki elli sinde vardı ama daha genç gözükmek için elinden geleni yapmı ştı. Pahalı görünü şlü, grimsi ye şil bir pantolon ve ipekten, omuzları açık bir köylü bluzu giymi şti. Kadın Larry'nin ayak seslerini duyunca dönüp baktı. Elinde bir hap vardı. Sanki fıstıkmı ş gibi kayıtsızca a ğzına attı. Larry, «Merhaba,» dedi. Kadının yüzü sakin, gözleri de maviydi. Bakı şları çok zekiydi. Altın çerçeveli bir gözlük takmı ştı. Parmaklarında dört yüzük ı şıldıyordu. Bir ni şan halkası, iki pırlanta, bir zümrüt. Larry mırıldandı. « Şey... Ben tehlikeli bir insan de ğilim.» Saçma bir laftı bu. Ama kadının parmaklarındaki yüzükler en a şağı yirmi bin dolar — 113 — Mah şer / F: 8 ederdi. Tabii ta şlar sahte olabilirdi. Ama kadın sahte mücevher taka cak bir tipe de benzemiyordu. Kadın, «Do ğru,» dedi. «Tehlikeli bir insana benzemiyorsun. Has ta da de ğilsin.» Hafifçe tizle şen sesi bu ikinci cümleyi bir soru haline sok-mu ştu. Aslında ilk bakı şta sanıldı ğı kadar sakin de ğildi. Boynunda bir kas se ğiriyordu. Mavi gözlerindeki zekâ pırıltısının gerisinde şok vardı. Larry o sabah tra ş olurken aynı ifadeyi kendi gözlerinde de görmü ştü. «Hayır. Hasta oldu ğumu sanmıyorum. Ya sen?» «Hiç hasta de ğilim... Adım Rita. Rita Blakemoor.»

Page 53: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Tanı ştı ğımıza sevindim. Ben de Larry Underwood'um.» Genç ad am banka oturdu, Rita'nın uzattı ğı eli hafifçe sıktı. Kadın, «Geldi ğini i şitti ğim zaman az kalsın saklanacaktım,» diye açıkladı. «Senin o kırık gözlüklü, garip felsefeli adam oldu ğunu sandım.» «Canavar Tellalı'nı mı söylüyorsun?» «Kendine o adı mı takmı ş? Yoksa ona bu adı sen mi verdin?» «Ben verdim.» «Çok uygun.» Rita vizon süslü çantasını açarak bir paket mentollü sigara çıkardı. « Đnsana deli bir Diyojen'i hatırlatıyor.» Larry, «Evet, o da dürüst bir canavar arıyor,» diye rek güldü. Rita bir sigara yaktı. Genç adam ekledi. «O da hasta de ğil. Ama di ğerlerinin ço ğu grip.» Rita, «Bizim binanın kapıcısı çok iyi görünüyor,» d edi. «Hâlâ görevinin ba şında. Bu sabah soka ğa çıkarken ona be ş dolar bah şi ş verdim. Bilmiyorum, nedeni hasta olmaması mı? Yoksa görevini bırakmaması mı?» «Seni iyi tanımadı ğım için bir şey söyleyemeyece ğim.» «Evet. Tabii tanımıyorsun.» Rita sigara paketini te krar çantasına koydu. Larry çantada bir tabanca oldu ğunu gördü. Kadın onun bakı şlarını izlemi şti. «Tabanca kocamındı. New York'un önemli bankalarından birinin genel müdürüydü. Đki yıl önce öldü. Araplarla ö ğle yeme ği yiyordu. Müthi ş bir kalp krizi geçirdi... Kocam hırsızlardan anormal denile- — 114 — el< derecede korkardı. O yüzden bu tabancayı aldı. Silahlar patladı ğı man gerçekten geri teper mi, Larry? Müthi ş bir gürültü olur mu?» Larry hayatında bir kez bile ate ş etmemi şti. «Herhalde bu boyda bir tabanca fazla geri tepmez. .38lik mi?» «Hayır. .32'lik.» Rita tabancayı çantasından çıkara rak on be ş adım kadar ötedeki bir a ğaççı ğa baktı. «Silahı deneyece ğim. Kur şunu şu a ğaca isabet ettirebilir miyim dersin?» Larry kaygıyla, «Bilmem...» diye mırıldandı. «Ama b ence...» Kadın teti ği çekti, tabanca gürültüyle patladı. A ğaççı ğın gövdesinde küçük bir delik belirdi. Rita, «Tarn hedef,» diyerek kovboy g ibi silahın namlusuna üfledi. Larry, «Gerçekten iyi ni şancısın,» dedi. Rita tabancayı çantasına koydu ğu zaman kalp atı şları ancak biraz normalle şmişti genç adamın. «Bu silahla insan vuramam. Bundan çok eminim. Yakın da vuracak kimse de kalmayacak zaten. Öyle de ğil mi?» «Eh... Bilmem ki...» «Demin yüzüklerime bakıyordun. Birini ister misin?» «Efendim? Hayır.» Larry kızardı. «Kocam banker oldu ğu için pırlantalara güvenirdi. Pek çok pırlantam va r ve hepsi de sigortalı. Ama biri isteyecek olursa veririm. Al t tarafı onlar artık de ğersiz birer ta ş sayılır. Öyle de ğil mi?» «Öyle sanırım.» «Tabii...» Rita'nın boynundaki kas tekrar se ğirmeye ba şladı. «Bir soyguncu pırlantalarımı istese, onları adama teslim etmekle kalmam, ünlü kuyumcu Cartier'nin adresini de veririm. Onların pırlantala rı benimkilerden çok daha şahane.» Larry kadına sordu. « Şimdi ne yapacaksın?» «Sen ne önerirsin?» Larry, «Bilmiyorum,» diyerek içini çekti. «Benim cevabım da aynı.» Rita titredi. Sonra çantas ını açarak bir Şi şe çıkardı. Đçinden aldı ğı kapsülü a ğzına attı. Larry, «O nedir?» diye sordu. — 115 — Rita yalancı bir gülümsemeyle, «E vitamini,» dedi. Boynundaki kgs bir iki defa hızla se ğirdi, sonra durdu. «Çok nazik bir gençsin, l_arry S enden çok hoşlandım.» «Teşekkür ederim, Rita.» Larry hem şaşırmı ş, hem de sevinmi şti. «Aç mısın, Larry?» «Evet. Do ğrusunu istersen açım.» «Belki bir hanımefendiyi ö ğle yeme ğine götürürsün.» «Bu benim için bir zevk olur.»

Page 54: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Rita aya ğa kalkarak kolunu uzattı. Kendini küçümsercesine gü lüm-süyordu. Larry kadının koluna girerken burnuna lavanta çiçe ği kokusu geldi. Bu genç adamı hem rahatlatan, hem de sarsan bir kokuydu. Annesi de bö yle kokardı. Larry'le Rita bir lokantaya girdiler. Genç adam bif tek ve patates kızarttı. Kahve yaptı. Buzdolabından çilekli pasta çıkardı. R ita her yeme ği ayrı övdü. 22 Buzdolabında çilekli pasta vardı. Naylona sarılmı ştı. Frannie uzun bir süre pastaya bulanık gözlerle, şaşkın şaşkın baktı, sonra çıkarıp bir dilim kesti. Parçayı küçük bir taba ğa alırken, bir çilek yere dü ştü. Onu alıp yedi. Sonra pastayı tekrar naylona sararak buzdolabına koydu. Đskemleye oturdu, kesti ği pasta dilimine gözlerini dikti. Annesi de ölmü ştü, babası da. Bu kadarını biliyordu. Annesi Sanford'da ki hastanede ölmü ştü. Babası ise yukardaki odada, karyolasında yatıyordu. Frannie orada hemen hemen bir saat kadar oturdu. Yü zünde soru dolu, aptalca bir ifade vardı. Yava ş yava ş kafasında bir dü şünce daha belirmeye ba şladı. Daha doğrusu hem birbirine ba ğlı, hem de ili şkisiz iki dü şünce. Babası ölmü ştü. Evde ölmü ştü. Herhalde böylesini tercih — 116 — Herdi zaten. Đkinci dü şüncesi ise o günle ilgiliydi. Güzel bir yaz günüydü Turistlerin Maine kıyılarına geldikleri o kusursuz günlerden biri. Fvet, güzel bir gündü. Ama Frannie'nin babası ölmü ştü. Birdenbire bunun anlamını kavradı. Sanki bir darbe yemi ş gibi gözlerini yumdu. c||eri titrerken pasta taba ğı yere düşüp parçalandı. Frannie haykırdı. Gözlerindeki o uyu şuk, sersem ifade kayboldu. Şimdi bakı şları zekâ doluydu. Sanki biri onu tokatlamı ş, aklının başına gelmesini sa ğlamı ştı. Ceset evde tutulamazdı. Özellikle yaz sıca ğında. Frannie mutfakta dola şarak bu konuyu dü şündü. «Cenaze evi... Ama onu kim gömecek?» Aynı anda bu sorunun cevabını buldu. Tabi i kendisi gömecekti. Ba şka kim? Fran ö ğleden sonra iki buçukta bahçeye bir arabanın girdi ğini duydu. Elindeki küre ği çukurun yanına bıraktı. Domateslerle marulların a rasına mezar kazıyordu. Biraz da korkuyla döndü. Araba yepyeni, gıcır gıcır, ye şil bir Cadillac'tı. Đçinden on altı ya şındaki şi şko Harold Lauder iniyordu. Frannie hemen ani bir ne fret duydu. Harold'u hiç sevmezdi. Zaten seven birini de duymamı ştı. Harold'un artık ölmü ş olan ablası Amy de karde şinden hiç ho şlanmazdı. Belki annesi sevmi şti Harold'u... Fran yorgun yorgun, Ogunquit'te benden ba şka bir tek bu sevmedi ğim çocu ğun kalması çok garip, diye dü şündü. Harold, Ogunquit Lisesi edebiyat dergisinin editörü ydü. Garip kısa hikâyeler yazmaya meraklıydı. Amy karde şinin pek pis olu şundan kaç kere yakınmı ştı. Harold'un saçları siyah ve ya ğlıydı. Oldukça uzun boyluydu ama fazla şi şmandı. Hemen hemen yüz on kilo vardı. Kovboy çizmeleri, Ça dıra benzeyen çiçekli gömlekler giymeye, enli deri kemerler takmaya merak lıydı. Frannie çocu ğun pisli ğine, şi şkolu ğuna aldırmıyordu. Ama Harold'a bakmak bile onda kay gı ve tiksinti uyandırıyordu. Sanki telepatiyle çocu ğun her fikrinin pis oldu ğunu seziyormu ş gibi. Frannie böyle — 117 — bir durumda bile Harold'un tehlikeli olabilece ğini sanmıyordu. Herhalde yine eskisi gibi onu rahatsız edecekti. Harold, Fran'i görmemi şti. Eve do ğru bakıyordu. «Hey!» diye ba ğır, di. «Kimse yok mu?» Fran seslendi. «Bu taraftayım, Harold?» Çocuk irkildi. Aslında evde kimseyi bulamayaca ğına inandı ğı anla şılıyordu. Döndü. Fran da ona do ğru gitti. Harold aç aç onu süzdü. Sonra da mutlu bir sesle, «Merhaba, Fran,» dedi. «Merhaba, Harold.» «Senin o korkunç hastalı ğa kar şı koydu ğunu duydum. Onun için önce buraya uğradım. Kasabayı dola şıyor, sonucu anlamaya çalı şıyorum.» Harold gülümserken fırça görmemi ş di şleri ortaya çıktı. «Amy'nin öldü ğünü duydu ğum zaman çok üzüldüm, Harold. Annenle baban...» «Đkisi de öldü.» Harold bir an ba şını e ğdi, sonra da ekledi. «Ama hayat devam ediyor. Öyle de ğil mi?»

Page 55: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Fran cansız bir sesle, «Öyle sanırım,» dedi. Harold gözlerini onun gö ğüslerine dikmi şti. «Arabamı be ğendin mi?» «Bay Brannigan'ın Oadillac'ı de ğil mi?» Roy Brannigan emlakçıydı. Harold kayıtsızca, «Öyleydi,» dedi. «Eskiden, her şeyin kıt oldu ğu bu ça ğda böyle canavarları süren insanların asılmaları gerek ti ğine inanırdım. Ama artık bütün bunlar de ği şti. Az insan demek, daha fazla petrol demek. Her şey artacak.» Bakı şlarını kızın vücudunda dola ştırdı. «Harold, izninle...» «Sen ne yapıyorsun, çocu ğum?» Fran sabırla, «Ben senin çocu ğun de ğilim, Harold,» diye cevap verdi. «Senden be ş yaş büyü ğüm. Çocu ğun olmam fiziksel açıdan imkânsız.» Harold kızın kontrollü öfkesi yüzünden gözlerini kı rpı ştırdı. «Canım, sözün geli şi. Sahi, nedir o? Şu çukur?» — 118 — Fran, «O bir mezar,» dedi. «Babam için.» Harold kay gı dolu, hafif bir sesle, «Ya?..» diye mırıldandı. «Bu i şi bitirmeden önce gidip su içece ğim. Açıkçası, Harold, senin aitmeni tercih ederim. Özür dilerim.» Çocuk so ğuk so ğuk, «Anlıyorum,» dedi. «Ama Fran... bahçeye mi?" Fran eve do ğru giderken öfkeyle, birdenbire döndü. «Peki, sen n e öneriyorsun? Babamı bir tabuda koyup sürükleye sürü kleye mezarlı ğa götürmemi mi? Neden? Babam bu bahçeyi severdi. Zate n bu konu seni neden ilgilendiriyor?» A ğlamak üzereydi. Dönüp mutfa ğa ko ştu. Muslu ğa gidip arka arkaya üç bardak su içti. «Fran?» Hafif ses kararsızdı. Kız ba şını kaldırdı. Harold arka kapıda duruyordu. Kaygılı ve mutsuz bir hali vardı. Fran birdenbire çocu ğa acıdı. «Harold, üzgünüm...» «Hayır. Bir şey söylemeye hakkım yoktu. Dinle. Đstersen sana yardım edebilirim.» «Teşekkür ederim. Ama bu i şi yalnız ba şıma yapmak istiyorum. Bu...» «Ki şisel bir şey. Tabii. Anlıyorum.» Fran arka verandaya çıktı. Bir an çocukla yan yana durarak bahçeye baktılar. Sonra kız, «Ne yapacaksın, Harold?» diye sordu. Çocuk, «Bilmiyorum,» dedi. «Bildi ğin gibi...» Sesi hafifledi... «Ne?» «Şey... Bunu söylemek benim için zor. Ben, New Englan d'in bu küçük kö şesinde yaşayan insanlar tarafından pek sevilen bir kimse de ğilim. Vaktiyle umdu ğum gibi ünlü bir yazar olsaydım bile, yine de alana benim b ir heykelimi dikmezlerdi. Ha, aklıma gelmi şken... Bundan sonra ünlü bir yazar, ancak ben sakal ı göbe ğine kadar inen bir ihtiyar oldu ğum zaman ortaya çıkabilecek... Onun için... her şeyin çok haksızca oldu ğunu dü şünüyorum. Bu öyle korkunç bir şey ki, yerel bilim merkezi sarayımıza devam eden yaratıkların sonunda beni çıl dırttıklarına — 119 — inanmak daha kolay geliyor.» Harold gözlüklerini yu karıya do ğru itti. Fran çocu ğun suratının çok sivilceli oldu ğunu acıyarak farkettj «Acaba kimse ona su ve sabunun bu derdi biraz geçirece ğini söyleme-di mi?» diye dü şündü. «Yoksa hepsi de çalı şkan ve güzel Amy'ye mj dalmı şlardı?» Harold usulca tekrarladı. «Çıldırttıklarına inanmak ... Bir Cadillac'|a kasabayı dola şıyorum. Şu çizmelere bak. Yirmi altı dolar bunlar. Ma ğa-zaya girdim ve aya ğıma uygun olanlarını seçtim. Bana sahtekârmı şım gibi geliyor. Bir oyunda rolü olan bir aktör. Bugün zaman zaman gerçekten de lirmi ş oldu ğuma inandım.» Frannie, «Hayır,» dedi. Harold üç dört günden beri banyo yapmamı ş gibi kokuyordu ama bu kızı tiksindirmiyordu artık. «O söz nasıldı? Sen benim rüyama girersen, ben de seninkine girerim. Biz deli de ğiliz, Harold.» «Belki delirsek daha iyi olurdu.» Frannie, «Birileri gelecek,» dedi. «Bir süre sonra. Bu hastalık neyse, etkisi azaldıktan sonra.» «Kim?» Kız kararsızca, «Yetkisi olan biri,» diye mırıldand ı. «Her şeyi... şey... yoluna koyacak biri.»

Page 56: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Harold acı acı güldü. «Sevgili çocu ğum... Ba ğı şla. Fran, bu i şi o yetkili kimseler yaptı. Aslında her şeyi yoluna koymakta ustalar. Bak, bozuk ekonomi, hava kirlili ği, petrol darlı ğı ve so ğuk sava ş sorunlarını bir çırpıda çözümleyiverdiler. Evet, onlar her şeyi yoluna koymayı gerçekten biliyorlar.» «Ama bu sadece garip bir grip türü, Harold. Radyoda söylediklerine göre...» «Tabiat ana bu biçim çalı şmaz, Fran. Senin o yetkili biri, bakteriyologları, virüs ve bula şıcı hastalık uzmanlarını resmi bir merkeze topladı. Onların kaç tane garip virüs yaratabileceklerini görmek istedi. Ve onlar da bir harika yarattılar.» Harold bir an durdu. «Evet... Şimdi ne yapacaksın, Fran?» — 120 Kız usulca, «Babamı gömece ğim,» dedi. «Ah... Tabii...» Harold bir an kıza baktı, sonra da çabucak ekledi. «Dinle, buradan gidece ğim. Ogunquit'ten. Burada daha fazla kalırsam aerçek ten çıldıraca ğım. Fran, neden sen de benimle gelmiyorsun?» «Nerey e?» «Bilmiyorum. Henüz karar vermedim.» « Đyi ya! Bir yer seçti ğin zaman gelip bana tekrar sor.» Harold sevindi. «Pekâlâ, öyle yaparım. Bu...» Sesi hafifledi, çocuk sersemlemi ş gibi verandanın basamaklarından indi. Yeni kovboy çizmeleri güne şte parlıyordu. Fran kederli bir alayla onun arkasından baktı. Fran babasını gömdükten sonra yorgun argın eve dönd ü. Oturma odasına girip kendini kanepeye attı, hemen uykuya daldı. Rüyasında merdivenlerden tekrar çıktı ğını gördü. Babasının yanına gidiyordu. Görevini yapacak, onu uygun biçimde gömecekti. Ama odaya girdi ği zaman kızın o kayıp duygusu ve ıstırabı yerini ba şka bir duyguya bıraktı. Korkuya benzeyen bir şeye. Fran karanlık odada ilerledi. Aslında bunu yap mak istemiyor, yalnızca kaçmayı arzu ediyordu. Ama duramıyordu. Babasının ü zerine örtmü ş oldu ğu sofra örtüsü lo ş odada ı şıldıyordu. Fran birdenbire, «Örtünün altındaki babam de ğil,» diye dü şündü. Örtünün altındaki canlıydı. Ölü de ğildi. Örtünün altında karanlık hayat ve i ğrenç ne şeyle dolu bir şey... biri yatıyordu. Örtüyü açmak Fran'ın hayatına mal olacaktı. Hatta h ayatından daha fazla şeylere. Ama duramıyordu. Elini uzattı ve... örtüyü açıverdi . Adam gülümsüyordu. Ama Fran onun yüzünü göremiyordu . O korkunç gülümsemeden buz gibi bir hava yükseliyor, şiddetle suratına çarpıyordu sanki. Hayır, Fran adam ın suratını göremiyordu ama onun henüz do ğmamış bebe ği için bir hediye getirmi ş oldu ğunun farkındaydı. Telden yapılmı ş, çarpılmı ş bir elbise askısıydı bu. Fran odadan kaçtı. Bu kâbustan kaçtı... Bir an uyan ır gibi oldu. — 121 — Ve o yarı uyku, yarı uyanıklık anında, bir felaket sezgisiyle, «o„ diye dü şündü. «O adam. Yürüyen Adam. Yüzü olmayan insan!» Sonra tekrar daldı. Bu kez rüya görmedi. Ertesi sab ah kalktı ğı zaman da kâbusu hatırlamadı. Ama karnındaki bebe ği dü şündüğü zaman çocu ğu koruma iste ğiyle sarsıldı. Bu güçlü ve derin duygu onu hem şaşırttı, hem de korkuttu. 23 Aynı ak şam Larry Underwood, Rita Blakemoor'la yatarken, Fra n-nie Goldsmith yalnız ba şına uyurken, Stuart Redman de Elder'i bekliyordu. Ü ç günden beri bekliyordu. Bu ak şam Elder onu dü şkırıklı ğına u ğratmadı. Ayın yirmi dördünde ö ğle zamanı Elder'le iki hademe gelmi ş, odadaki televizyonu almı şlardı. Đki adam televizyonu ta şırlarken Elder de elinde tabancasıyla beklemi şti. Ama artık Stu'nun da televizyona ihtiyacı yoktu . Haberler yalnızca insanın aklını karı ştırıyordu. Durumu anlamak için pencereden kente bak ması yeterliydi. Artık fabrika bacalarından duman çıkmıy ordu. Arabalar yollarda duruyordu. Kent bombo ş gibiydi. Zaman zaman yangın çıkıyordu. Stu, Elder'e sonunda onu öldürmesi için emir verilm i ş oldu ğunu tahmin ediyordu. «Neden olmasın? Bir ceset daha neyi farkettirir? Be n onların küçük sırlarını biliyorum. Bir tedavi yöntemi bulamadılar. Vücut ya pımın ölen zavallılarınkinden hangi bakımlardan farklı oldu ğunu da ö ğrenemediler. Bir televizyon programı ya da bir roman kahramanı olsaydım, buradan kaçmanın y olunu bulurdum belki. Hatta bazen gerçek insanlar da böyle bir şeyi ba şarabilir. Ama ben onlardan de ğilim» Stu sonunda panikle karı şık bir bıkkınlıkla Elder'i beklemeye ve hazır olmay a karar vermi şti. — 122 —

Page 57: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

gider bazen «Mavi», bazan da «Süper-grip» denilen i lletin bu merkeze de yayılmı ş oldu ğunun en belirgin i şaretiydi. Hem şireler onu «Dr. Elder» diye çağırıyorlardı. Ama doktor de ğildi. Elli dört, elli be ş ya şlarında, sert bakı şlı, şakadan anlamayan bir adamdı. Elder'den önceki dokto rların hiçbiri tabancayla Stu'ya ni şan alma gere ğini duymamı ştı. Elder, Stu'yıı korkutuyordu. Çünkü öyle bir adamla mantıklı konu şmanın da, ona yalvarmanın da bir yararı olmazdı. Elder emir bekliyordu. Emir geldi ği zaman da hemen uygulamaya geçecekti. Stu çaresiz kalacaktı o zaman. Tıpkı yol un ortasına büzülüp yakla şan arabanın farlarına bakan, kaçamayan küçük hayvanlar gibi. Elder'in cam gibi mavi gözlerine bakacak, bütün irade gücü kaybolacaktı. H erhalde Elder onu ortadan kaldırmak için tabanca kullanmak zahmetine bile kat lanmayacaktı. Karate, savate ve türlü oyun biliyordu tabii. Stu onun gibi bir ad amın kar şısında ne yapabilirdi? Elder'i dü şünmek bile bütün gücünün kesilmesine neden oluyordu . Gece saat onda kapının üzerindeki kırmızı ı şık yandı. Stu yüzünün ve koltukaitlarının terlemeye ba şladı ğını hissetti. Kırmızı lambanın her yanı şında böyle oluyordu. Çünkü Elder'in yalnız gelece ğini tahmin ediyordu. Yanında tanıkların olmasını istemeyecekti. Herhalde binada bir yerde bula şıcı hastalık kurbanlarının cesetlerinin yakıldı ğı bir fırın vardı. Elder onu da fırına atıverecekti. Elder içeri girdi. Yalnızdı. Stu karyolanın kenarına ili şmişti. Elder'i gördü ğü zaman yine midesi bulanmaya başladı. Aynı tanıdık iste ği yine duydu. Elder'e yalvarma iste ğini. Ama Elder'in suratında merhamet yoktu. Đriyarı bir adamdı. Beyaz tulumu biraz dar geliyordu üstüne. Elindeki tabancanın namlusu Stu'ya bir tüne l kadar büyük gözüktü. Elder, «Nasılsın?» diye sordu. Hımhım sesinden onun da hastalanmı ş oldu ğu anla şılıyordu. «Her zamanki gibi,» Kendi sesinin sakinli ği Stu'yu şaşırttı. «Söylesene, ben ne zaman buradan çıkaca ğım?» — 123 — Elder, «Pek yakında,» diyerek aksırdı. «Fazla ko nuşmuyorsun de ğil mi?» Stu omzunu silkti. Elder, «Öyle insanlardan ho şlanırım,» dedi. «Gevezeler ba şları sıkı ş. tı ğı zaman inleyip a ğlar, sızlanırlar. Yirmi dakika önce seninle ilgili bir emir geldi, Bay Redman. Tabii pek de şahane bir emir de ğil. Ama bence yine de fena sayılmaz.» «Nasıl bir emir?» «Şey... Bana...» Stu'nun bakı şları Elder'in omzunun üzerinden kapının yukarısına doğru kaydı. «Tanrım!» diye ba ğırdı. « Đğrenç bir sıçan bu! Burası ne biçim yer? Fareler ortalıkta cirit atıyor!» Elder döndü. Stu oyununun böyle beklenmedik bir biç imde ba şarılı olması yüzünden çok şaşaladı. Kayarak yataktan kalktı, iki eliyle iskemley i yakaladı. Elder dönerken, o da sandalyeyi kaldırdı. Elder'in gözler i kaygıyla irile şti. Stu iskemleyi ba şının yukarısına kaldırarak havada salladı. Elder, «Geri çekil!» diye ba ğırdı. «Sakın...» Stu iskemleyi adamın sa ğ koluna indirdi. Tabanca patladı. Kur şun yere çarparak sekti. Silah halının üzerine dü ştü ve tekrar ate ş aldı. Stu, Elder kendini toplamadan ona ancak bîr kez daha vurabilece ğini anlıyordu. Sandalyeyi salladı. Elder kırılan sa ğ kolunu kaldırmaya çalı ştı ama ba şaramadı. Đskemlenin ayakları beyaz ba şlı ğın önündeki saydam yere çarptı. Plastik maske parça lanıp Elder'in gözleriyle burnuna battı. Adam haykırarak geriledi, dört ayak üstü emekleyerek halının üzerindeki tabancaya do ğru gitmeye çalı ştı. Stu iskemleyi son defa indirdi, bu sefer ba şının arkasına vurdu. Adam yere yı ğıldı. Kesik kesik soluyan Stu e ğilip tabancayı alarak geriledi, namluyu Elder'e do ğru çevirdi. Ama adam kımıldamadı. Stu'nun bütün vücudu titriyordu. Oradan kaçma arzus u öylesine şiddetlenmi şti ki, neredeyse tela şla dı şarı fırlayacaktı. Ama her şeyi dikkatle yapması gerekti ğini biliyordu. — 124 Kapıya yakla şıp dü ğmeye bastı. Önce iç kapı açıldı, sonra da dı ş Kapı. Geride küçük bir oda vardı. Buraya bir yazı masası konmu ştu. Masanın üzerinde tedavi kartları ve Stu'nun elbiseleri duruyordu. Stu o mz gibi korkuyu tekrar duydu.

Page 58: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Herhalde Elder bunları da onunla birlikte fırına at mayı planlamı ştı. «Güle güle Stu Redman.» Geriden hafif bir ses geldi, Stu hızla döndü. Elder sendeleyerek ona do ğru geliyordu. Hafifçe e ğilmi şti, ellerini gev şek biçimde sallıyordu. Sivri bir plastik parçası akan gözüne saplanmı ştı. Elder gülümsüyor- du. Stu, «Kımıldama,» diyerek adama ni şan aldı. Tabancayı iki eliyle tutmasına ra ğmen yine de titriyordu. Elder sanki onu duymamı ştı. Yürümesini sürdürdü. Stu yüzünü buru şturarak teti ği çekti. Tabanca avucunda geri tepti. Elder durakladı, yüzündeki gülümseme kaybolmu ştu. Sanki birdenbire gaz sancısı tutmu ş gibi suratını buru şturdu. Şimdi beyaz tulumunun gö ğsünde bir delik vardı. Bir an oldu ğu yerde sallandı, sonra da yere devrildi. Stu ona b akakaldı. Az sonra elbiselerini toplayıp kolunun altına sıkı ştırdı. Dı şarı çıkarak kapıyı arkasından kapattı, koridorda yürümeye ba şladı. Bir yerde biri inliyordu. Stu bu koridorla bir ikin cisinin kesi şti ği kö şede adamı gördü. Hademelerden biriydi. Yüzü kararıp şi şmişti. Kesik kesik soluk alıyordu. Biraz ileride, yerde bir ölü yatıyordu. C enin gibi kıvrılmı ştı. Daha aşağıda da üç ölü vardı. Bunlardan biri kadındı. Stu ha demenin adının Vic oldu ğunu hatırladı. Adam öksürmeye ba şlamı ştı. Vic, «Tanrım,» dedi. «Tanrım. Odandan neden çıktın? Çıkmaman gerekiyordu.» Stu, «Elder icabıma bakmaya geldi,» diye açıkladı. «Ama ben onun icabına baktım. Şansım varmı ş. Çünkü adam hastaydı.» «Tanrım... Şanslı oldu ğuna gerçekten inanmalısın...» Vic yine öksürdü. « Đnsanın canı yanıyor... Öksürüklerin insanın canını nasıl y aktı ğını bilemezsin. Tanrım...» — 125 — Stu beceriksizce, «Senin için yapabilece ğim bir şey var mı?» djy sordu. «Eğer ciddiysen o zaman o tabancayı kula ğıma daya ve teti ği ç^ Öksürdükçe içim parça parça oluyor.» Ve tekrar öksürdü, sonra da in le-meye ba şladı. Stu onun istedi ğini yapamazdı. Vic'in iniltileri sürerken genç adam ın sinirleri boşaldı. Tela şla asansörlere do ğru ko ştu. Vic'in mor bir aya benzeyen suratından kaçmaya çabalıyordu. Serin ak şam rüzgârı Stu'nun yüzünü ok şayıp alnındaki terleri kuruttu. Etrafta çiçek tarhları ve çimler oldu ğunu şaşkınlıkla gördü. Gece o zamana kadar hiç bu kadar tatlı kokmamı ştı ona. Gökyüzünde hilal bici-mi ay sanki kayıyordu . Stu yüzünü minnetle gökyüzüne do ğru kaldırdı. Sonra da çim alandan, a şağıdaki Stovington'a inen yola do ğru yöneldi. Otların üzerinde çiyler ı şıldıyor, rüzgârın çamların arasında fısıldadı ğım i şitiyordu. Stu Redman geceye, «Ya şıyorum,» dedi. Sonra da a ğlamaya ba şladı. «Tanrıya şükürler olsun, ya şıyorum. Sa ğım. Tanrım, sana şükürler olsun. Şükürler olsun, şükürler olsun...» Hafifçe sendeleyerek yolda yürümeye ba şladı. 24 Teksas ovalarında rüzgâr tozları uçu şturuyordu. Tozlar güne ş batarken yarı saydam bir perde olu şturdu, Arnette kasabasını adeta bir hayalet kent ha line soktu. Bili Hapscomb'un benzin istasyonunun levhası kopmu ş, yolun ortasında yatıyordu. Biri Norm Bruett'in evinde gazı açık bır akmı ş, havalandırma aygıtından sıçrayan bir kıvılcım evin havaya uçması na neden olmu ştu. — 126 — Kasaba şimdi derin bir sessizlik içindeydi. Derin bir sessi zlik... 25 Biri güvenli ğin çok sıkı oldu ğu bölümle, bir sonraki bölüm arasındaki kapıyı açık bırakmı ştı. Çelik duvarlı koridor sabahtan beri sürüp giden tekdüze çı ğlıkları yükseltiyor, seslerin çevrede tekrar tekrar yankılanmasına neden oluyordu. Lloyd Henreid bu çı ğlıklarla duydu ğu do ğal korku yüzünden iyice çıldıraca ğını sanıyordu. O bo ğuk çı ğlık tekrar duyuldu. «Anne! Aaanneee!» Lloyd hücresinde, yerde ba ğdaş kurmu ş, oturuyordu. Đki eli de kan içindeydi. Açık mavi cezaevi gömle ği de kanlanmı ştı. Çünkü Lloyd ellerini gömle ğine kurulayıp duruyordu. 29 Haziran sabahıydı. Saat ona geliyordu. Lloyd o sabah

Page 59: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

yediye do ğru ranzasının sa ğ ön aya ğının gev şek oldu ğunu farketmi şti. O zamandan beri de aya ğı yere ve ranzanın çerçevesine ba ğlayan vidaları çıkarmaya çalı şıyordu. Parmaklarıyla. Altı vidadan be şini gev şetmi şti. O yüzden şimdi parmakları kıymaya benziyordu. Altıncı vida çok sık ı şıktı. Ama Lloyd onu da gev şetebilece ğini sanıyordu. Bundan daha ötesini dü şünmek istemiyordu. Pani ğe kapıl-mamanın tek yolu dü şünmemekti. «AAanneeee...» Lloyd aya ğa fırladı. Zonklayan yaralı parmaklarından kanlar h er yana sıçradı. Başını parmaklarının arasından mümkün oldu ğu kadar koridora do ğru uzatmaya çalı ştı. Gözleri öfkeyle yuvalarından u ğramı ştı. Đki eliyle çubukları yakalayarak, «Kes sesini, köpek!» diye ba ğırdı. «Kes sesini! Beni çıldırtacak mısın?» Uzun bir sessizlik oldu. Lloyd bu sessizli ğin zevkini çıkardı. Eskiden peynirli hamburgerin zevkini çıkardı ğı gibi. — 127 — «AAAANNNEEEE!» Ses hücrelerin çelik bo ğazından yükseldi yine Sis düdü ğü kadar acıklıydı. Lloyd, «Tanrım,» diye homurdandı. «Tanrım! KES SES ĐNĐ! Kes sesi-ni, Tanrının cezası gerzek!» «AAAANNNEEEE!» Lloyd yine ranzasının aya ğıyla ilgilendi. Parmaklarının zonklamasına, kafasındaki deh şete aldırmamaya çalı şıyordu. Avukatını en son ne zaman gördü ğünü hatırlamak için de kendini zorluyordu. Böyle olayla r Lloyd'un kafasında kısa bir süre sonra bulanıkla ştırdı. «Üç gün önce. Evet. Mathers denilen o köpek bana vurduktan bir gün sonra.» iki gardiyan Lloyd'u konu şma odasına götürmü şlerdi yine. Gardiyan Shockley de kapıda bekliyordu. Bu ke z onu, «Ah, i şte uyanık irin torbası,» diye kar şılamı ştı. «E, ba şka uyanık laflar edecek misin bakalım?» Sonra a ğzını açmı ş, Lloyd'un yüzüne aksırmı ştı. Yo ğun tükürü ğü katilin suratına sıçramı ştı. « Đşte sana nezle mikropları, irin torbası. Cezaevinde herkes nezle. Müdür de öyle. Ben insanın servetini payla şması gerekti ğine inanırım. Amerika'da senin gibi pislik torbalan bile nezle olabilmelidir .» Sonra onu odaya sokmuşlardı. Avukatı Lloyd'a iyi sayılabilecek bir haber vermi şti. Davasına bakacak olan yargıç gripten yatıyordu. Ba şka iki yargıç da öyle. Onun için Lloyd'un yargılanmasını erteletebilme ihtimali vard ı. Lloyd avukatını o günden beri görmemi şti. Şimdi genç adamın burnunun durmadan aktı ğını hatırlıyordu ve... «Aaaah, Tanrım!» Lloyd sa ğ elinin parmaklarını a ğzına soktu, sıcak kanın tadını duydu. Ama lanet olasıca vida biraz gev şemi şti. Sonunda istedi ği olacaktı. Artık koridorun ucunda avaz avaz ba ğıran herif de onu rahatsız etmiyordu. Yani bir dere ceye kadar. Ranzanın aya ğını ele geçirecekti. Ondan sonra da bekleyecekti. «Anne?» Lloyd homurdandı. «Anana da, sana da!» Avukatıyla konu ştu ğu günün gecesi, cezaevindeki hasta mahkûm — 128 ıarı dı şarı ta şımaya ba şlamı şlardı. Lloyd'un sa ğındaki hücrede kalan Trask, gardiyanların da nezle olduklarını söylemi şti. «Belki bundan yararlanabiliriz,» demi şti Trask. Lloyd, «Ne yapabiliriz?» diye sormu ştu. -rrask bilmiyordu. Uzun suratlı, sıska bir adamdı. Silahlı soygun ve saldır ı suçlarından yargılanmayı bekliyordu. Trask, «Belki davaları erteletebiliriz, » demi şti. «Bilmem ki...» Trask'in ranzasındaki ince yata ğın altında, altı tane esrarlı sigara vardı. Bunlardan dördünü, nezleye yakalanmamı ş gardiyanlardan birine vermi şti. Gardiyan da Trask'a neler oldu ğunu anlatmı ştı. «Herkes phoenix'ten ayrılıyor. Hastalık çok yaygın. Đnsanlar pek çabuk ölüyorlar. Hükümet sözcüsü yakınd a bir a şı hazırlanaca ğını açıkladı. Ama çok kimse buna inanmıyor. Ben iyi yim. Yine de bu vardiya sona erer ermez hemen kaçaca ğım. Ordunun yarın sabah yolları kapataca ğından söz ediliyor. Karımla çocu ğumu alaca ğım. Arabaya mümkün oldu ğu kadar bol yiyecek koyaca ğım. Salgın sona erinceye kadar da ğda oturaca ğım. Orada bir kulübem var. Biri yakla şmaya kalktı mı, onu alnının ortasından vuraca ğım.» Ertesi sabah Trask'ın burnu akmaya ba şlamı ştı. Biraz ate şi oldu ğundan söz ediyordu. Lloyd parmaklarını emerken, Trask'ın duyd uğu deh şetten saçmaladı ğını hatırladı. Her geçen gardiyana, «Beni iyice hastala nmadan buradan çıkarıp

Page 60: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

götürün,» diye ba ğırmı ştı. Ama gardiyanlar ona bakmamı şlardı bile. Di ğer mahkûmlara da öyle. Tutuklular hayvanat bahçesindek i aç aslanlar gibi huzursuzla şmaya ba şlamı şlardı. i şte Lloyd da o zaman korkmu ştu. Genellikle bu katta yirmi kadar gardiyan olurdu. Ama Lloyd yalnız ca dört ya da be ş ki şi görmüştü. Ne oluyordu? Lloyd o gün, yani Haziranın yirmi yedisinde, verile n yemeklerin yarısını yemeye başlamı ştı. Kalanını yata ğının altına saklıyordu. Bir gün önce Trask birdenbire nöbet geçirmeye ba şlamı ştı. Yüzü maça ası kadar kararmı ş ve sonunda ölmü ştü. Lloyd özlemle Trask'ın yarısını yedi ği ö ğle yemeğine bakmı ştı. Ama tepsiye uzanması imkânsızdı. Dün bölümde yi ne pek az gardiyan vardı ve artık hiç kimseyi revire — 129 Mahşer / F: 9 ta şımıyorlardı. Mahkûmlar ne kadar hasta olurlarsa ols unlar. Belki has-talar revirde de ölüyorlardı. Belki müdür bo şuna zahmet etmelerini iste. memi şti. Kimse gelip Trask'ın cesedini de almadı. Lloyd bir gün önce ak şama do ğru yatıp uyumu ştu. Uyandı ğı zaman koridorlar bomboştu. Ak şam yemeği de verilmemi şti. Şimdi burası gerçekten hayvanat bahçesindeki aslanlar bölümüne benzemi ş-ti. Lloyd kaç ki şinin yemek isteyecek kadar sa ğlıklı oldu ğunu bilmiyordu. Ama yankılar yüzünden insan içerde pek çok mahkûm oldu ğunu sanmaktaydı. Yalnızca soldaki hücrenin bo ş oldu ğunu, sa ğda da Trask'ın ölüsüne sineklerin ü şüşmüş oldu ğunu biliyordu. Kar şıdaki iki bo ş hücreyi ve poker sırasında karısıyla kayınbiraderin i öldüren adamın ayaklarını görebiliyordu. «Poker Katili» adını taktıkları adam kendini kemeriyle asmayı tercih etmi şti. O gece ı şıklar yandıktan sonra Lloyd iki gün önce sakladı ğı fasulyelerden yemi şti biraz. Tadı pek berbattı. Ama yine de yemi şti fasulyeleri. Sonra ranzasına uzanarak ba şına bu belayı sardı ğı için Poke'a küfret-mi şti. «Hep Poke'un suçu! Ben olsaydım öyle önemli i şlere bula şmazdım.» Lloyd sakladı ğı yiyecek bitince neler olaca ğını dü şünmüştü. Açlıktan ölecek miydi? «Yo, olamaz! Biri gelir. Mutlaka...» Ama açl ıktan ölme korkusuyla için için titriyordu. Lloyd 29 Haziran günü ö ğleyin saat birde ranzanın aya ğını yerinden çıkarmayı başardı. Doksan santim kadardı bu. Hücrenin ön kısmına giderek mavi çelik parmaklıklara vurmaya ba şladı. «Hey! Çıkmak istiyorum! Buradan çıkmalıyım! Anlıyor musunuz? Lanet olsun! Hey!» Durup etrafı dinledi. Sonra dipteki hücreden o bo ğuk ses yükseldi. «Anne! Buradayım, anne! Buradayım!» Ses sevinç doluydu. Lloyd, «Tanrım!» diye ba ğırarak demir aya ğı fırlattı. Saatlerce u ğra şmış, parmaklarını adeta sakatlamı ştı. Sırf o ahma ğı uyandırmak için! Lloyd ranzasına ili şerek şiltenin ucunu kaldırdı. Bayat bir ekmek parçasıyla bir avuç hurma yedi. Sonra aya ğa kalkarak volta atmaya — 130 — başladı- Bir ara yere bakınca tiksintiyle ba ğırdı. Đri bir fare Trask'ın baca ğını kemiriyordu. Demir aya ğı kaptı ğı gibi havaya kaldırdı, farenin kafasına indirdi. Hayvan yamyassı kesildi. Lloyd, « Đşte böyle olur, a şşağılık hayvan!» dedi. Demir çubu ğu bırakarak ranzasına döndü. Korkuyordu'. Vücudunu ate ş basmı ştı. Đçinden a ğlamak geliyordu. Omzunun üzerinden bakarak, «A şağılık hayvan,» diye ba ğırdı. «Fareler cehennemini be ğendin mi?» O ses mutlu mutlu cevap verdi. «Anne! Aaannneee!» Lloyd tiz bir sesle, «Kes sesini!» diye haykırdı. « Ben senin annen de ğilim! Annen şimdi cehennemin bir buca ğındaki randevuevinde çalı şıyor.» «Anne?» Seste şimdi bitkin bir ku şku vardı. Sonra hasta mahkûm sustu. Lloyd a ğlamaya ba şladı. Küçük bir çocuk gibi yumruklarıyla gözlerini ovu şturuyordu. Biftekli sandviç istiyordu canı. Avukatı yla konu şmak istiyordu. Buradan çıkmalıydı. Lloyd sabaha kar şı be şte uyandı. Demir çubu ğu eline alıp kendini o, «Anne!» çı ğlıklarına hazırladı. Ama bölümde çıt çıkmıyordu. De mir çubu ğu gürültüyle yere attı. Sendeleyerek ranzasına gitti, yata ğın altındaki yiyeceklere baktı. Đki parça ekmek, iki avuç hurma, yarısı yenmi ş bir domuz pirzolası ve bir parça

Page 61: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

salam. Lloyd salamı ikiye bölerek yarısını yedi. Am a bu da i ştahının büsbütün açılmasına neden oldu. «Başka yok,» diye fısıldayarak yarım pirzolayı da bitir di. Sonra kendi kendine küfrederek a ğladı. Burada ölecekti. Trask gibi. Trask! Lloyd onun hücresine uzun bir süre baktı. Yü zünde dü şünceli bir ifade belirmi şti. Sonra demir çubu ğu aldı, ayaklarının ucunda yükseldi, çubu ğu uzatarak ölü fareyi kendine do ğru çekti. Sabit bakı şlarla uzun süre fareyi süzdü, sonra da yata ğının altına sakladı. O sessizlikte, «Ne olur ne olm az,» diye fısıldadı. «Ne olur ne olmaz diye...» Ranzaya yerle şti, dizlerini gö ğsüne do ğru çekerek oturdu. Hiç kımıldamıyordu. — 131 — 26 Donald Mervin Elbert, Indiana'da Powtanville sokakl arında günler-ce dola şıp durmuştu. Vaktiyle ilkokul arkada şlarının «Çöp Tenekesi» adını taktıkları Donald, aradan kaç gün geçti ğini bilmiyordu. Kafasının içjn. deki sesler yüzünden oldu ğu yerde büzülüyor, hayaletlerin attı ğı ta şlardan korunmak için ellerini kaldırıyordu. «Hey, Çöp Tenekesi!» «Hey, Çöp Tenekesi! Çöpleri mi karı ştırıyorsun? Bu hafta nereleri yaktın bakalım?» «Terre Haute'daki şok tedavisi ho şuna gitti mi, Çöp?» Donald Merwin Elbert bazen bu seslerin gerçek olmad ı ğını seziyordu. Bazen de, «Susun!» diye haykırıyor, sonra kendi sesinin binal arın cephelerinde yankı yaptı ğını kavrıyordu. Kentte onunkinden ba şka ses duyulmuyordu. Powtanville boşalmı ştı... Herkes gitmi şti. Yoksa bu do ğru de ğil miydi? Onun deli oldu ğunu söylüyorlardı. Bir deli... kentte kendisinden ba şka kimsenin olmadı ğını sanabilirdi. Bütün bunlar rüya mıydı? Bir zamanlar babası sa ğdı. Sonra şerif onu kilisenin tam önünde vurmu ştu. Donald Elbert de hayatı boyunca bu anıyla ya şamak zorunda kalmı ştı. «Hey, Çöp Tenekesi! Şerif Greeley babanı kuduz bir köpek gibi vurdu. Bun u biliyor musun, sapık?» Babası meyhanedeyken bir tartı şma çıkmı ştı. Wendell Elbert'in yanında tabancası vardı. Çıkarıp barmeni vurmu ştu. Sonra eve gitmi ş, Çöp Tenekesi'nin iki ağabeyiyle ablasını öldürmü ştü. Ah, Wendell Elbert kaçı ğın biriydi. Donald da ona çekmi şti i şte. Wendell Elbert karısını da öldürmeye kalkı şmıştı ama Sally, beş ya şındaki Donald'ı kuca ğına alarak kaçmı ştı. Wendell soka ğa fırlamı ştı o zaman. Şerif Greeley onu kilisenin önünde yakalamı ş, tabancasını atması için uyarmı ştı. Ama Wendell şerife ni şan almı ştı o zaman. Greeley de onu öldürmü ştü. — 132 — Wendell Elbert gömüldükten sonra Sally bir kahvede garsonluk yapmaya ba şlamı ştı. Tek çocu ğu Donald Merwin Elbert de ilkokulun birinci ya da i kinci sınıfındayken komşuların çöp tenekelerini tutu şturup «açmaya ba şlamı ştı. Annesinin Şerif Greeley'le evlenmesi Donald'in hiç ho şuna gitme-mi şti. Dördüncü sınıftayken posta kutularını yakmaya ba şlamı ştı. O yıl ihtiyar Bayan Semple'ın emekli maa şı çekini de yakmı ş ve yakalanmı ş-tl Sally Elbert Greeley, yeni kocası bir tek defa çocu ğu Terre Haute'daki hastaneye göndermekten söz etti diye sinir krizi geçirmi şti. «Onun deli oldu ğunu sanıyorsun! On ya şındaki bir çocuk nasıl deli olabilir? Sen yalnızca onu ba şından atmak istiyorsun. Babasını ortadan kaldırdın, şimdi sıra o ğlumda!» «Hey, Çöp Tenekesi! Kiliseyi neden yaktın? Niçin ok ulu da yakmıyorsun?» Donald be şinci sınıftayken kom şu Sedley kasabasında bo ş bir evin oturma odasında ate ş yakmı ştı. Ev kül olmu ştu sonunda. Bir grup çocuk Donald'ı dövdü ğü için üvey babası onu bir hücreye tıkmı ştı. Çünkü birtakım yeti şkin insanların da onu dövmeye hazırlandıklarını biliyordu. Adamlar, «Ya ğmur ya ğmasaydı, kasabanın yarısı kül olacaktı,» diye homurdanıyorlardı, «Geri zekâlı kundakçı!» Sonra Greeley, Sally'ye Donald'ın Terre Haute'daki o hastaneye gitmesi gerekti ğini söyledi. Sally, «Tek bebe ğime bunu yaparsan seni terkederim,» dedi. Greeley bu tehdide aldırmadı. Yargıcın gerekli belg eleri imzalamasını sa ğladı. Çöp Tenekesi de Powtanville'den ayrıldı. Đki yıl dönmedi. Sally şeriften boşandı. Aynı yıl seçmenler de Greeley'e yüz vermedile r. O da sonunda Gary'e

Page 62: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

giderek bir otomobil fabrikasında çalı şmaya ba şladı. Sally her hafta o ğlunu görmeye gidiyor, durmadan a ğlıyordu. Donald Elbert on üç ya şındayken onu Terre Haute'daki hastaneden taburcu et tiler. Aslında çocu ğun iyile şip iyile şmedi ğini bilmiyorlardı. Ama iyile şti ğini iddia ediyorlardı. Donald'ın odasına ihtiyaçları vardı. — 133 — Oraya bir ba şka deli çocu ğu yatıracaklardı. Çöp Tenekesi evine döndü Derslerd en çok geri kalmı ştı. Ya şıtlarına yeti şemiyordu. Terre Haute'da ona şok tedavisi uygulamı şlardı. Çocuk okudu ğu, duydu ğu şeyleri hatır, layamıyordu. Sınavlarda bu yüzden ba şarılı olamadı. Donald bir süre yangın çıkarmadı. Her şey yolundaymı ş gibi gözu. küyordu. Babasını öldüren şerif gitmi şti. Annesi yine kahvede çalı şıyor, du. Tabii Cheery Petrol Şirketinin beyaz dev depolan Donald'in ilgiSjni çok çekiyor, sık sık, «Bunlar nasıl yanar acaba?» diye dü şünüyordu. «in. sanın kulaklarını sa ğır edecek üç ayrı patlama! Gözleri kavuracak kadar par lak alevler! Ate şten üç sütun! Babam, ben ve babamı öldüren şerif için. O depolar aylarca yanar mı? Yoksa hiç mi yanmazlar?» Donald geri döndükten sonra onu bir süre, «Deli,» « Gerzek» ya da «Kundakçı» diye çağırdılar. Eski okul arkada şları onun çöp tenekelerini tutu şturdu ğunu da unutmamı şlardı. Bu yüzden sonunda adı «Çöp Tenekesi» olarak kaldı. Donald on altı ya şındayken annesinin izniyle okuldan ayrıldı. «Ne bek liyordunuz? Çocuğumu Terre Haute'da mahvettiler. Param olsaydı onlar ı dava ederdim. Oradakiler bundan, ' Şok tedavisi,' diye söz ediyorlar. Ben buna, 'Elektr ikli sandalye,' diyorum!» Donald garajda çalı şıyor, arabaları yıkıyordu artık. Hayatından memnund u. Ama sonra bir gece kendini Metodist Kilisesinin içinde buldu. Elinde benzin tenekesi vardı. Yakıtı her yere, özellikle eski dua kitaplar ının üzerine döküyordu. Donald bir an duraklayarak, «Bu çok kötü,» diye dü şündü. «Bu i şi kimin yaptı ğını hemen anlarlar. Beni yine akıl hastanesine gönderir ler.» Sesler kafasında yankılanırken burnuna benzin kokusu geliyordu. Sonr a a ğır a ğır gülümsedi ve tenekeyi ba şa- şağı tutarak tela şla mihraba do ğru ko ştu, geri döndü. Bir kibrit çakıp dua kitaplarının üzerine attı. «Buuum!» diye bir ses duyuldu. Donald'ı ertesi gün Kuzey Indiana Islahevine gönder diler. Çocu ğu bindirdikleri araba hâlâ dumanı tüten ve kapkara bir iskelet hali ni almı ş olan kilisenin önünden geçti. Arkada şlarından biri, «Hey, Çöp Tenekesi!» diye ba ğırdı. «Kiliseyi neden yaktın? Niçin okulu yakmadın!» — 134 — Donald çocuk kodesine gönderildi ği zaman on yedi ya şındaydı. On sekizine bastı ğı zaman onu eyalet cezaevine yolladılar. Orada kaç yı l kalmı ştı? Kim biliyordu bunu? Herhalde Çöp Tenekesi de ğil! Cezaevinde kimse onun kiliseyi yakmı ş olmasına aldırmıyordu. Çünkü orada daha kötü şeyler yapmı ş olan insanlar vardı. Katiller. Irz dü şmanları, ponald zaman zaman rüyasında Cheery Petrol Şirketinin depolarının alev aldı ğını görüyordu. Sonra cezaevinde o garip hastalık görüldü. Donald'ı o zaman revirde çalı şmaya gönderdiler. Ama birkaç gün önce revirde hiç hasta kalmadı. Hepsi de ölmü şlerdi. Herkes ölmü ş yada kaçmı ştı zaten. Jason Debbins adında genç bir gardiyan ka lmı ş, o da kendini vurmu ştu. Çöp Tenekesi de o zaman kentine dönmü ştü. Ba şka nereye gidecekti? Donald tela şla ko şarken zaman zaman omzunun üzerinden arkaya bakıyord u. Cheery Benzin Şirketinin ortadaki deposunun tepesinde sarı alevler belirmi şti. Sonra, «Güüüm!» diye bir ses duyuldu. Depo havaya uçtu. Do nald'in kulak zarları çöktü adeta. Gözleri yerinden u ğradı. Đlk patlamayı bir ikincisi, sonra da üçüncüsü izledi. Çöp Tenekesi güldü ve bo ğuk bir çı ğlık attı. Depolar patlamı ştı, büyük bina alevler içindeydi. Donald bir süre ko ştu, sonra da soluk solu ğa, ayaklarını sürüyerek yürümeye başladı. Bir kilometre kadar ötede biraz dinledi. Geri ye bakıyor, o güzel yangın kokusunu içine çekiyordu. Artık itfaiye yoktu. Bu y üzden yangın rüzgârın sürükledi ği tarafa do ğru yayılacaktı. Powtanvil-!e ortadan kalkacaktı. Ya ngın güneye do ğru inecek, evleri, köyleri, çiftlikleri, ekinleri, meraları ve ormanları yutacaktı. Belki de Terre Haute'a kadar i necek Çöp Tenekesi'nin kaldı ğı o yeri de kül edecekti. Hatta belki yangın daha d a yayılacaktı.

Page 63: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Donald kuzeye, Gary'ye do ğru döndü. Artık kenti görebiliyordu. Chicago da dah a ilerdeydi. «O kentlerde kaç benzin deposu var? Kaç benzin istasyonu? Gary'den, Chicago'dan sonra kaç kent?» Yaz güne şinin altında uzanan bütün ülkeyi yakabilirdi. — 135 — Çöp Tenekesi gülerek aya ğa kalktı, yürümeye ba şladı. Yüzü alev lerden kıpkırmızı kesilmi şti. Ama o bunun farkında de ğildi. Oysa geCe can acısından uyuyamayacaktı. Sevinçliydi, ama. Đlerde daha büyük daha güzel yangınlar onu bekliyordu. Donald'in gözleri yumu şak bir ne şeyle doluydu. Bir delinin gözleriydi bunlar. Kaderini ke şfeden ve silahlanan bir adamın gözleri. 27 Koku korkunçtu. Balkona açılan kapıdan içeri dolan serin sabah rüzg ârı getiriyordu bu kokuyu. Serinlik daha sonra yerini rutubetli bir sıca ğa bırakacaktı, Kokunun çürük portakal ya da bayat balık kokusunu andırdı ğı da söylenebilirdi. Ama hiçbir benzetme acı gerçe ği yansıtamazdı. Ölülerin koku şuydu bu. Çürüyen cesetlerin kokusu. Binlerce cesedin kokusu. Burası New York'tu ne de olsa. Bu da milyonlarca cesetten yükselen kokuydu. I şıklar hâlâ yanıyordu ama Larry kısa bir süre sonra ceryanın kesilece ğine inanıyordu. Brooklyn'in yarısında ve Bronx'da kesil mişti artık. 0 mahalleler karanlıktaydı şimdi. Bu karanlık, havalandırma aygıtlarının da çal ı şmadığı anlamına geliyordu. Yani apartmanlarında sessizce ö lmü ş olan insanlar, e şya dolu fırınlarda çürüyorlardı. Larry karanlı ğı dü şünürken aklına gördü ğü rüya geldi. Yaşayan bir ölüydü gördü ğü. Ve bu yaratık, bu kara yaratık onu istiyordu. Acımasızca sırıtıyor, geceleri dola şıyordu. Larry sık sık görüyordu bu rüyayı. Rita'yla birlikte Canavar Tellalı'nı bir gün önce C entral Parkında bulmu şlardı. Adam kendi kanından olu şan büyük bir gölcü ğün ortasında yatıyordu. Gerçekten bir canavarla kar şıla şmış oldu ğu belliydi. Rita ölüyü görünce durmaksızın ba ğırmı ştı. Sinir krizi sona erdi ğ1 — 136 aman da, Canavar Tellalı'nı gömmeleri için ısrar et mişti. Öyle de yapmı şlardı. Larry, «Rita kendini toplayamayacak mı?» diye dü şündü. «Onu sırtımda mı ta şıyaca ğım? Öyle olmaz umarım. O gün parkta güçlü oldu ğu ;cjn ho şuma gitti. Kendi ba şımın çaresine bakamazken Rita'yla nasıl u ğra şaca ğım?» Bazen Rita'nın her şeyi kendisinden beklemesine çok kızıyor, avaz avaz bağırmak istiyordu. «Ben senin baban de ğilim! O önemli banker kocan da de ğilim! Durmadan seninle ilgilenemem! Tanrı askına, benden otuz ya ş büyüksün!» Larry Underwood bu yürüyü şü hiçbir zaman unutmayacaktı. Her şey öylesine deği şmişti ki! New York, Tolkein'in hikâyesindeki kentten f arksızdı. Be şinci Caddeyle Elli Be şinci Soka ğın kö şesindeki levhaya bir adam asmı şlardı. Boynundaki levhada bir tek kelime yazılıydı. «Ya ğmacı.» Üzerinde hâlâ bir müzikalin reklam panosu bulunan çöp sepetinde bir k edi yatıyordu. Hayvan yavrularını emziriyor, güne şin zevkini çıkarıyordu. On ikiyi biraz geçe Be şinci Caddeyle Otuz Dokuzuncu Soka ğın kesi şti ği kö şeye vardılar. Larry yemek yemelerini önerdi. Kö şede bir mezeci vardı. Ama kapıyı açtı ğı anda içerdeki bozuk et kokusu Rita'nın gerilemesi ne neden oldu. Özür diler gibi, «Zaten i ştahım pek az,» dedi. «Onu da kaçırmak istemiyorum. Đçeri girmeyece ğim.» Larry içerde konserve et oldu ğundan emindi. Ama Rita'yı kaldırımda yalnız bırakmak istemiyordu. O yüzden biraz ilerdeki banka oturarak bisküvi, salam ve peynir yediler. Larry kendini iyi hissediyordu. Yola çıkmı şlardı ya! Önemli olan da buydu. Rita'ya bir ara New York'tan ayrıldıkları zaman ken dini daha iyi hissedece ğini söylemi şti. Çünkü kentte kalmak büyük bir mezarlıkta ya şamaya benziyordu. Larry'yle Rita bir süre sonra tekrar batıya do ğru yürümeye ba şladı-'ar- Saat ikide On Birinci Caddeyi a şarlarken Larry bo ğuk bir inilti duy- — 137 — du ve Rita'nın yanında olmadı ğını gördü. Kadın bir dizinin üstüne çö^ mü ş, aya ğını tutuyordu. Larry deh şetle kadının ayaklarında açık burun. lu sandaletler oldu ğunu farketti. Herhalde seksen dolarlıktı bunlar Anc ak Be şinci Caddede biraz

Page 64: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

dola şmaya yarardı. Ayakkabının bile ğin. deki bant Rita'nın baca ğının kanamasına neden olmu ştu. «Larry, ç^ üz...» Genç adam onu hızla aya ğa kaldırdı. «Ne sanıyordun sen?» diye ba ğırdı. «Yoruldu ğun zaman taksiye binip evine dönebilece ğini mi?» «Ben hiç...» «Ah, Tanrım!» Larry parmaklarını saçlarının arasına soktu. «Herhalde böyle olaca ğı aklına gelmedi. Bile ğin kanıyor, Rita. Aya ğın ne zaman acımaya ba şladı?» Kadın güç duyulacak bir sesle, «Kırk Dokuzuncu Soka ğın kö şesinden beri sanırım,» diye açıkladı. «Yani bu halde yirmi blok yürüdün ve hiçbir şey söylemedin, öyle mi?» «Biraz sonra geçece ğini dü şündüm... Hızla ilerliyorduk... Yava şlamamızı istemedim... Kentten ayrılacaktık... Dü şündüm ki...» Larry öfkeyle, «Sen hiç dü şünmemişsin,» dedi. «Sen bu haldeyken artık nasıl hızlı gideriz? Kahrolasıca bile ğini gören, seni çarmıha gerdiklerini sanır!» Rita hıçkırmaya ba şladı. «Bana ba ğırma, Larry. Lütfen... O zaman kendimi çok kötü hissediyorum... Lütfen ba ğırma...» Genç adam öfkesinden kendisinden geçmi ş gibiydi. Rita'ya, «Allah kahretsin!» diye haykırdı. Kadın elleriyle yüzünü örterek e ğildi. A ğlıyordu. Bu hali Larry'i daha da kızdırdı. «Gerçekten hiçbir şeyi görmek istemiyor,» diye dü şündü. «Gözlerini kapamak, benim onu götürmemi istiyor. Neden olmasın ? Her zaman biri küçük Rita'ya bakmı ş. Biri arabasını sürmü ş, alı şveri ş yapmı ş, tuvaleti temizlemi ş, vergi beyannamesini doldurmu ş. Onun için şimdi manikürlü ellerimizle gözlerimizi kapayalım ve her şeyi Larry'e bırakalım. 'Benimle ilgilen, Larry! Can avar Tellalı'nın ba şına gelenleri — 138 gördüm. Artık hiçbir şey görmek istemiyorum! Benim gibi kibar ve soy-IU b ir kadın için çirkin şeyler bunlar.' Larry kadının ellerini yakalayarak ç ekti. «Bana bak.» Rita, «Olmaz,» der gibi ba şını salladı. «Bana bak dedim, Rita.» Kadın sanki Larry'nin onu dövmesinden korkuyormu ş gibi, genç adama çekine çekine bir göz attı. «Sana hayatla ilgili gerçekleri anlatmak istiyorum. Çünkü bunları anlamadı ğın belli. Gerçek şu: Kırk, elli kilometre yürümek zorunda kalaca ğız. O yara mikrop kaparsa kan zehirlenmesinden ölebilirsin. Şımarıklı ğı bırakmalı, bana yardım etmelisin.» Kadını kollarından sıkıca tutuyordu. Pa rmaklarını gev şetti. Rita'nın kollarında beliren kırmızılıkları görünce öfkesi sö nüverdi. Yine a şırı tepki göstermi şti. «Rita... özür dilerim...» Kadın kaldırımın kenarına oturdu. Kolsuz bir bluz v e beyaz bir pantolon giymi şti. Saçları iyice kırla şmış, cansızla şmış gibiydi. Ba şını e ğerek yaralı aya ğını tuttu. Larry'ye bakmak istemiyordu. Genç adam, «Özür dilerim,» diye yineledi. «Ben... şey... o sözleri söylemeye hiç hakkım yoktu.» Ama aslında vardı. Ancak Larry şimdi bunun üzerinde durmak istemiyordu. Rita, «Haydi,» dedi. «Sen git. Hızını kesmek istemi yorum.» Larry biraz da somurtkan bir tavırla, «Senden özür diledim,» diye hatırlattı. «Sana yeni ayakkabıyla çorap buluruz. Biz...» "Biz hiçbir şey yapacak de ğiliz. Haydi, git.» «Rita, çok üzgünüm...» «Bunu bir daha tekrarlarsan avaz avaz ba ğırırım. Sen a şağılık bir yaratıksın. Özür dilemeni de kabul etmiyorum. Haydi, git artık. » «Sana çok...» Rita ba şını arkaya atarak tiz bir sesle ba ğırdı. Larry bir adım gerileyip kaygıyla etrafına bakındı. Sanki polisin ko şarak gelmesinden korkuyordu. Rita susup ona baktı. Sanki Larry onu rahatsız eden bir sinekmi ş 9ibi elini salladı. — 139 — Larry, «Vazgeç,» dedi. «Yoksa seni gerçekten bırakı p giderim.» Rita sakin sakin bakıyordu. Larry bakı şlarını kaçırmak zorunda kal-di. Bu yüzden de Rita'ya kar şı nefret duydu. «Pekâlâ. Sana saldırdıkları seni öl dürdükleri

Page 65: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

zaman iyi e ğlenece ğini umarım.» Yakındaki bir dükkândan aldı ğı tüfe ği omzuna asarak tünele do ğru ilerledi. Rampaya indi ğinde, tünelde müthi ş bir kazanın yer almı ş oldu ğunu gördü. Araçlar birbirine girmi ş, bazıları yanmı ştı. Larry geriye baktı. Rita'nın pe şinden geldi ğini sanıyordu. Ya da yerinde kalacak ve bakı şlarıyla onu suçlayacaktı. Ama Rita ortada yoktu. Larry kaygıyla karı şık bir öfkeyle, «Lanet olsun!» dedi. «Özür dilemeye de çalı ştım.» Tekrar tünele baktı. Đçerisi ölü doluydu. Her taraf kokuyordu. Larry birdenbire döndü, geldi ği yoldan ko şarak ilerledi. «Ri-ta! Rita! Dinle! Ben...» Ama Rita hâlâ görünürlerde yoktu. Larry ellerini bo ru gibi yaparak a ğzına götürdü. «Rita Rita!» Yalnızca yankı cevap verdi on a. «Rita... ita... ita...» Saat dörtte Manhattan'ın yukarısında kara bulutlar belirmeye ba şladı. Gök gürültüsü kentte yankılanıyor, şimşekler birbirini izliyordu. I şık sarıla şmış, garip bir hal almı ştı. Larry'nin hiç ho şuna gitmiyordu bu. Midesine kramp girmi şti. Sigara içerken elleri titriyordu. Tünelin giri ş rampasının yakınında, yerde oturmaktaydı. Sırtını parmaklı ğa dayamı ştı. Çantası kuca ğında, tüfe ği yanındaydı. Rita'nın korkup geri dönece ğini sanmı ştı ama öyle olmamı ştı. O da on beş dakika kadar önce kadının adını ba ğırmaktan vazgeçmi şti. Larry tüneli mantıklı bir biçimde dü şünmeye çalı şıyordu, içerde onu korkutacak hiçbir şey yoktu. Tünel tıkanmı ştı ama yandaki yaya yolundan gidebilirdi. Tabii yanına el feneri almayı unutmu ştu. Tanrım, insan her şeyi hatırlayamıyordu ki! Ama gazlı çakma ğı yanındaydı. Soğuk damlalar yana ğına ve ensesine geldi. Larry aya ğa kalkarak e şyalarını topladı. «Seni kör olasıca korkak,» diye homurdanar ak tünele do ğru ko ştu. Rampada tekrar kararsızca durdu. Yine korkuya kapıl ma — 140 — ti. Ya ğmur birdenbire doluya dönü şünce Larry kararını verdi. Dolu taneleri iriydi. Đnsanın yüzüne çarpıyordu. Genç adam, «Pekâlâ, pekâl â,» dedi. «Kabul ediyorum.» Lincoln Tüneline girdi. Larry tünelde dikkatle ilerliyordu. Đçerisi tahmin etti ğinden daha karanlıktı. Zaman zaman ölülere çarpıyor, tela şla çakma ğını çakıyordu. Geri dönmek istiyordu ama artık bunu yapması da imkânsızdı. Onu asıl, dah a ileride kar şıla şaca ğını bildi ği ölüler korkutuyordu. Bunlar bira-radaysa... geçer ken üzerlerine mi basacaktı? Çevrelerinden dola şmak için a şağıya inmeye kalkarsa baca ğını kırabilirdi... Birdenbire geride, karanlıkların arasında bir şey kımıldadı. Larry o zaman tüfe ğini hatırladı. Do ğrulttu, arka arkaya ate ş etti. Yankılar sona ererken karanlıkların arasından bir çı ğlık yükseldi. «Larry! Ah, Larry! Tanrı a şkına...» Rita Blakemoor'du bu. Larry ko şmaya çalı ştı. Şimdi delice hıçkırıklar tüneli yankılarla dol-duruy ordu. Larry çılgın bir an içinde kadını orada bırakmayı, yoluna devam etmeyi dü şündü. Nasıl olsa er geç yolunu bulurdu. Bu yükü yeniden t aşımaya de ğer miydi? Ama hemen kendini toplayarak, «Rita!» diye ba ğırdı. «Yerinden kımıldama. Beni duyuyor musun?» Hıçkırıklar hâlâ sürüp gidiyordu. Larry sendeleyerek tekrar ölülerin üzerinden a ştı. Sonunda az kalsın Rita'nın üzerine yuvarlanıyordu. «Larry...» Kadın Larry'nin boynuna atıldı. Neredeys e onu bo ğacaktı. Genç adam Rita'nın kalbinin deli gibi çarptı ğını hissetti. «Larry, Larry, beni burada yalnız bırakma! Beni karanlıkta yalnız bırakma!» «Bırakmam.» Larry kadını gö ğsüne sıkıca bastırdı. «Seni... yaraladım mı? Kur şunlar... sana geldi mi?» «Hayır... Rüzgârı hissettim... Kur şunlardan biri o kadar yakınımdan geçti ki, rüzgârını hissettim... Parçalar... Duvardaki fayans ların parçaları sanırım... Yüzüme geldi... Yana ğımı kesti...» «Ah, Tanrım! Gelenin sen oldu ğunu bilmiyordum, Rita. Bu tünelde — 141 az kalsın çıldırıyordum. Bu karanlık! Demin ate ş ederken çakma ğımı da kaybettim... Bana seslenmeliydin. Seni öldürebilird im!» Larry birdenbire bütün gerçe ği kavrayarak sersem sersem yineledi. «Seni öldürebi lirdim!» «Önden gidenin sen oldu ğundan emin de ğildim. Sen rampadan inerken ben de apartmanlardan birine girdim. Sen tekrar döndün ve bana seslendin. Ben de az

Page 66: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

kalsın... Ama ya ğmur ba şladıktan sonra iki adam geldi. Galiba bizi arıyorlardı... Ya da beni. O yüzden yerimden kımıld amadım. O adamlar gittiler. Ama saklanmı ş olabileceklerini dü şündüm. Beni bekliyorlardı belki de. Dı şarı çıkmaya cesaret edemedim. Sonra, 'Larry tünelin di ğer ucuna ula şacak,' dedim. 'Onu bir daha göremeyece ğim...' Bu yüzden ben... ben... Larry, beni terk etmeyeceksin, de ğil mi? Kaçmayacaksın?» «Kaçmayaca ğım.» «Ben hatalıydım. O sözlerim... Sen haklıydın. Sana sandalet giydi ğimi söylemeliydim. Yani ayakkabıları. Ben... ben... Aaa ah...» Larry kadını kendine çekerek, «Hi şş...» diye mırıldandı. «Artık her şey düzeldi. Her şey...» Ama hâlâ kör bir pani ğe kapılarak nasıl ate ş etti ğini dü şünüyordu. O kur şunlar kolaylıkla Rita'nın kolunu parçalayabilir ya da karnını patlatırdı. Larry'nin di şleri neredeyse birbirine vurmaya ba şlayacaktı. «Yürüyecek hale geldi ğin zaman gideriz. Acele etme.» «Biri vardı... Erkekti sanırım... Onun üzerine bast ım, Larry.» Rita gürültülü gürültülü yutkundu. «Az kalsın ba ğıracaktım. Ama önden yürüyen kimse sen de ğil de o adamlardan biri olabilirdi. Sen seslendi ğin zaman da... yankı yüzünden... sen olup olmadı ğını anlayamadım.» «Đlerde de ölüler var. Buna dayanabilecek misin?» «Sen yanımda olursan dayanırım... Lütfen... Sen yan ımda olursan...» «Yanında olaca ğım.» «Öyleyse gidelim. Buradan çıkmak istiyorum.» Rita şiddetle titredi. «Hayatımda hiçbir şeyi bu kadar istemedim.» Tünelden çıkarlarken ıslak bir rüzgâr yüzlerine çar ptı. Şahane — 142 — temiz koku, bütün çabaların de ğdi ğini dü şünmelerine yol açtı. Larry, pita'ya da söyledi bunu. Kadın ba şını salladı, sonra bir an genç adamın omzuna dayand ı. «Bir milyon dolar da verseler bunu bir daha yapamam .» Larry, «Bir yıl sonra banknotları tuvalet kâ ğıdı gibi kullanmaya ba şlayacaksın,» dedi. «Ama emin misin...» «Bu illetin yalnızca New York'a özgü olup olmadı ğımı mı soruyorsun?» Larry i şaret etti. «Bak!» Turnikedeki gi şeler bombo ştu. Onların gerisinde batıya giden yol da göz alabildi ğine bombo ş uzanıyordu. Do ğu yoluysa sessiz arabalarla doluydu. Her tarafta ölüler düzensizce yatıyordu. Rita bitkinlikle, «Ah, Tanrım,» diye fısıldadı. «Herkes New York'tan kaçmaya çalı şırken, bazıları da kente gelmeye çabalıyorlar. Tünel de...» Rita yola çöktü. A ğlıyordu. Larry de kadının yanında diz çöktü. «A ğlama.» Tünelde yaptı ğını unutmamı ştı. Bu yüzden Rita'ya kızacak halde de ğildi. «Her şey yolunda.» Kadın, «Yolunda olan nedir?» diyerek hıçkırdı. «Ned ir? Bana bir tek şey söyle.» «Hiç olmazsa New York'tan kaçtık. Bu da bir şeydir. Temiz havayı da unutma. Açıkçası, New Jersey şimdiye kadar hiç de böyle mis gibi kokmamı ştı!» Rita cansızca gülümsedi. Larry kadının yanak ve şaka ğındaki çiziklere baktı. Bunlara uçu şan fayans parçacıkları neden olmu ştu. «Seni bir eczaneye götürmeli, o çiziklere oksijen dökmeliyiz. Yürüyebilecek misin ?» «Evet.» Rita sessiz bir minnetle Larry'e baktı. Bu bakı ş genç adamı kaygılandırdı. «Yeni ayakkabı da bulurum. Lastik al tlı, bez ayakkabı. Bana söylediklerini yaparım, Larry. Çok istiyorum.» Larry usulca, «Sana ba ğırdım,» dedi. «Çünkü pani ğe kapılmı ştım.» — 143 — Rita'nın saçlarını geriye iterek kadının sa ğ gözünün yukarısındaki çkj ğj öptü. «Aslında ben o kadar kötü bir insan de ğilim.» «Yalnızca beni bırakma.» Larry, Rita'nın kalkmasına yardım ederek kolunu onu n beline doladı. A ğır a ğır gi şelere do ğru yürüdüler. New York geride, nehrin öteki kıyısın da yükseliyordu. 28 Frannie anayoldan a ğır a ğır Lauder'lerin evine do ğru yürüyordu. Hava şimdiden boğucuydu. Ama denizden serin bir rüzgâr esiyordu. Kız birdenbire deniz kıyısına

Page 67: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

inmek, güzel bir yosun bulup kemirmek istedi. Sonra da yüksek sesle, «Tanrım,» dedi. « Đğrençsin, Fran! Evet, tabii hamilesin. Bir neden bu. Gelecek hafta da canın Bermuda so ğanlı sandviç çekecek.» Frannie birdenbire durakladı . Đlk kez kaygıyla, «Bebe ğimi dünyaya getirmeme kim yardım edecek?» diye kend i kendine sordu. Fran, Lauder'lerin evine yakla ştı ğı zaman çok şaşırdı. Bu yüzden de yüksek sesle gülemedi. Dar, mavi bir mayo giymi ş olan Harold çimleri biçiyordu. Beyaz cildi terden pırıl pırıldı. Uzun saçları ensesine dü şüyordu. Ama saçlarını yakın bir zamanda yıkamı ş oldu ğu da anla şılmaktaydı. Mayosunun üzerine dü şen kat kat göbe ği ve şi şman bacakları titre şiyordu. Sonra birdenbire Fran'i farketti. Kız da aynı anda çekine çekine, «Harold?» dedi, onun a ğladı ğını ancak o zaman anladı. «Harold?» Çocuk yine sesini çıkarmadı. Hâlâ a ğlıyordu. Fran kapıdan arka hole girdi. «Harold?» Mutfa ğa do ğru yürüdü. Harold oradaydı. Masanın ba şında oturuyordu. «Harold? Ne var?» — 144 — Çocuk gözya şları arasında ba ğırdı. «Git buradan! Haydi, git. Sen henden hiç hoşlanmazsın!» «Hayır, ho şlanıyorum. Đyi bir insansın, Harold. Belki harika biri de ğilsin, ama iyisin.» Bu sözler Harold'un büsbütün a ğlamasına neden oldu. «Đçecek bir şey var mı?» «Limonata var...» Harold burnunu sildi. Ba şını hâlâ kaldırmıyordu. Usulca ekledi. «Ama sıcak.» «Tabii. Suyu alandaki tulumbadan mı aldın?» «Evet. Oradan aldım.» Fran iki barda ğa limonata koydu, bir iskemleye oturdu. «Harold, ne oldu?» Harold garip bir tavırla sinirli sinirli güldü, son ra da limonatayı ba şına dikti. «Ne mi oldu? Ne olabilir ki?» «Yani... özel bir şey mi oldu demek istedim!» Sonunda Harold ba şını kaldırdı. Yüzünde gözya şlarının izi kalmı ştı. Hâlâ ağlamaklıydı. Kısaca, «Annemi istiyorum,» dedi. «Ah, Harold...» «Annem öldü ğü zaman, 'O kadar da sarsılmadım,' diye dü şündüm. Biliyorum, bu sözler sana çok korkunç geliyor. Ama annemle babam öldükleri zaman neler hissedece ğimi bilmiyordum. Ben fazla duyguluyum. O yüzden bu ölümlerin beni ıstıraptan çıldırtaca ğını sanıyordum. En a şağı bir yıl kendime gelemeyece ğimi düşünüyordum. Sonra... olanlar oldu... Annem.. Amy... Babam...» Harold yumru ğunu masaya indirdi. «Niçin ne demek istedi ğimi anlatamıyorum? Neler hissetti ğimi neden açıklayamıyorum?» «Harold, yapma. Neler hissetti ğini biliyorum.» Harold şaşkın şaşkın kıza baktı. «Biliyor musun?» Ba şını salladı. «Hayır. Bilemezsin.» «Bizim eve geldi ğin günü hatırlıyor musun? Ben mezar kazıyordum. Yar ı çıldırmı ş gibiydim. Ço ğu zaman ne yaptı ğımı bilmiyorum bile. Patates kızartmaya kalktı ğımda az kalsın evi tutu şturuyordum. — 145 — Mah şer / F: 10 Onun için... çimleri biçmek kendini daha iyi hisset meni sa ğlıyorsa bunun ne sakıncası var?» Harold eliyle a ğzını sildi. «Onları fazla sevmezdim bile. Ama insan ın yine de ıstırap duyaca ğını sanıyordum. Mesanen dolmu şsa, tuvalete gidersin. Yakınların ölürse, ıstırap çekersin. Böyle bir şey i şte.» Fran ba şını salladı. Bu benzetme tuhaf ama do ğruydu. «Annem her zaman Amy'yle ilgilenirdi.» Harold farkı na varmadan kızın içine dokunan çocuksu bir tavırla ekledi. «Amy'nin arkada şıydı o. Ben babamda deh şet uyandırırdım.» Fran durumu anlıyordu. Brad Lauder iriyarı, güçlü k uvvetli bir adamdı. Yün fabrikasında ustaba şıydı. Herhalde şi şman ve acayip o ğlunu hiç anlayamıyordu.

Page 68: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Harold konu şmasını sürdürdü. «Babam bir keresinde beni bir kena ra çekerek o sapık çocuklardan olup olmadı ğımı sordu. Bu sözcükleri kullandı. O kadar korktum ki, a ğlamaya ba şladım. Beni tokatladı. 'Hep böyle kahrolasıca bir m ahallebi çocu ğu gibi davranacaksan, bu kasabadan çık git,' dedi. Amy... Amy beni hiç sevmezdi. Arkada şlarını eve getirdi ği zaman benden utanırdı. Bana pis bir yaratıkmı ştm gibi davranırdı.» Fran kendini zorlayarak sıcak limonatayı bitirdi. «Onlar öldükleri zaman fazla sarsılmadım. Çok üzüle ceğimi dü şündüğümde yanılmı ş oldu ğuma karar verdim. Ama aptallık etmi ştim. Her gün onları daha fazla özlemeye başladım. Özellikle annemi. Ona ihtiyacım oldu ğu zaman kendisini yanımda bulamazdım... Amy için bir şeyler yapmakla me şgul olurdu hep. Ya da Amy'yle birlikte bir yere giderdi. Ama bana hiçbir zaman kö tü davranmazdı. Bu sabah annemi dü şünmeye ba şladı ğım zaman kendi kendime, 'Çimleri biçece ğim,' dedim. 'Böylece hiçbirini dü şünmem.' Ama yine de dü şündüm.» Fran uzanarak Harold'un eline dokundu. «Duygularınd an utanma. Bunlar normal, Harold.» «Emin misin?» Harold yine gözlerini açmı ş, çocuksu bir tavırla ona bakıyordu. — 146 — «Evet.» «Benimle arkada ş olur musun?» «Tabii.» Harold, «Tanrıya şükürler olsun,» dedi. «Tanrıya şükürler olsun.» Parkta piknik yaptılar. Ya ğlı, reçelli sandviç ve bisküvi yediler, gazoz içtiler. Gazozları havuzda so ğutmuşlardı. Harold saygıyla, «Ne yapaca ğımı dü şünüyorum,» dedi. «Vermont'a gitmek istiyorum.» «Neden Vermont'a?» «Orada Bula şıcı Hastalıklar Merkezi var. Stovington adlı bir ke ntte. Tabii bu merkez Atlanta'daki kadar büyük de ğil. Ama buraya çok daha yakın. Bazı uzmanlar hâlâ bu grip üzerinde çalı şıyor olabilirler. Herhalde ço ğu o merkezde.» «Onlar da ölmü ş olamazlar mı?» Harold biraz ukalaca bir tavırla, «Evet, ölmü ş olabilirler,» dedi. «Ama Stovington gibi bula şıcı hastalıklar üzerinde çalı şılan bir yerde önlem almaya alı şmışlardır. Hâlâ çalı şıyorlarsa herhalde bizim gibi kimseleri de arıyorlardır. Ba ğı şıklı ğı olan kimseleri.» «Bütün bunları nereden biliyorsun, Harold?» Fran on a hayranlıkla bakıyordu. Harold mutlu mutlu kızardı. «Ben çok gazete ve derg i okurum. O merkezler gizli saklı yerler de ğil. Ee, ne dersin, Fran?» Kız bunun harika bir fikir oldu ğunu dü şündü. Yetkili birilerini bulmayı Fran de istiyordu. Uzmanların ölmü ş olduklarına da inanmıyordu. Onları merkeze alacak, testler yapacaklardı. Sonunda da bir a şı bulacaklardı. «Bir yol haritası bulalım, oraya nasıl gidece ğimizi anlamaya Çalı şalım, Haold.» Çocuğun gözleri parladı. Fran, «Stovington ne kadar uzakta?» diye sordu. — 147 — Harold bir cetvelle haritada uzaklı ğı ölçtü, sonra kilometre cetveli-ne baktı. Sıkıntıyla, «Buna inanmayacaksın,» dedi. «Kent ne kadar uzak? Yüz elli kilometre mi?» «Beş yüz kilometreden fazla.» Frannie, «Ah, Tanrım!» diye ba ğırdı. «Demek dü şündüğümüzü yapamayaca ğız. Yürüyerek gidece ğimizi dü şünüyordum.» Harold, «Ben de bisikletle gitmeyi,» dedi. «Ya da.. . küçük motosikletlerle.» Fran ciddi ciddi, «Harold, sen bir dâhisin,» diyere k gülümsedi. Harold yine kızardı. Pek sevinmi şti. «Yarın sabah bisikletle Wells'e kadar gidebiliriz. Orada motosiklet satan bir ma ğaza var... Motosiklete binebilir misin, Fran?» «Öğrenirim. Tabii bir süre a ğır gitmek şartıyla.» Harold ciddi bir sesle, «Zaten hızlı gitmek akılsız lık olur,» diye cevap verdi. «Bir virajı döndü ğün zaman birbirine girmi ş ü ç arabayla kar şıla şabilirsin.» , «Neden yarına kadar bekliyoruz? Niçin bugün gitmiyo ruz?»

Page 69: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Harold, «Saat ikiyi geçiyor,» dedi. «Wells'den daha öteye gidemeyiz. Gerekli giysileri ve di ğer şeyleri sa ğlamamız gerek. Bunu burada, Ogunquit'de daha kolaylıkla yaparız. Çünkü her şeyin nerede oldu ğunu biliyoruz. Tabii silah almamız da gerekecek.» Çocuk bu sözleri söyler söylemez Fran'in aklına beb eği geldi. Bu çok garipti. «Silah neden gerekli?» Harold bir an kıza baktı, sonra da gözlerini ondan kaçırdı. Boynu kızarmaya başlamı ştı. «Çünkü artık polis de yok, mahkemeler de. Sen b ir kadınsın. Güzelsin. Bazı kimseler... bazı erkekler... bir cen tilmen gibi davranmayı bilemezler. O yüzden i şte.» Yüzü morarmı ştı. Fran, «Irza geçmekten söz ediyor,» diye dü şündü. «Irza geçmekten. Oysa bana neden saldırmak istesinler? Ben hamileyim. Ama bunu kimse bilmiyor ki... Harold'un bile haberi yok.» Kız mırıldandı. «Pekâlâ . Silah da alırız. Ama bugün yine de Wells'e kadar gidebiliriz.» — 148 — Harold, «Burada yapmak istedi ğim bir şey daha var,» dedi. Moses Richardson'un ambarının tepesindeki ufak kubb e çok sıcaktı. Samanların konuldu ğu raf gibi yere çıktıklarında Fran'in vücudundan te rler akmaya başlamı ştı. Sarsılan basamaklardan kubbeye çıkarlarken her yanı sırsıklamdı. «Sence buna gerçekten gerek var mı, Harold?» «Bilmiyorum.» Çocu ğun elinde bir kova beyaz boyayla enli bir fırça var dı. «Ama ambar bir numaralı karayoluna bakıyor. Çok kimse o yoldan gelecek sanırım. Her neyse... Bunun bir zararı olmaz.» «Düşer de kemiklerini kırarsan büyük zararı olur.» Sıca ktan Fran'in ba şı ağrıyor, midesi bulanıyordu. «Hatta bu senin sonun ol ur.» Harold kaygıyla, «Dü şmem,» dedi. Sonra kıza bir göz attı. «Hasta gibisin , Fran.» Kız güç duyulacak bir sesle, «Sıcaktan...» diye mır ıldandı. «O halde lütfen a şağıya in. Bir a ğacın altına uzan. 'Sinek Adam,' Moses Richardson'un ambarının dik damında ölüme nasıl mey dan okuyor, seyret.» «Alayı bırak. Ben hâlâ bunu gülünç buluyorum. Ayrıc a tehlikeli de.» «Evet, ama bunu yaparsam içim rahat edecek. Haydi g it, Fran.» Kız, «Ah,» diye dü şündü. «Harold bunu benim için yapıyor.» Uzanarak Ha rold'u yava şça öptü, sonra basamaklardan indi. Kusmak üzere old uğunu biliyor, Harold'un bunu görmesini istemiyordu. Kendini tam zamanında a mbardan dı şarı atmayı başardı. Harold dördü çeyrek geçe a şağıya indi. Güne şten kıpkırmızı kesilmi ş, kollarına beyaz boyalar sıçramı ştı. Fran, Richardson'un avlusundaki karaa ğacın altında rahatsız bir duru şla uyukluyordu. Zavallı Harold'un a şağıya yuvarlanırken çaresiz çı ğlıklar atmasını beklemi ş, ama neyse ki böyle bir şey olmamı ştı. Çocuk şimdi gururla kar şısında duruyordu. Đkisi de ba şlarını kaldırıp ambarın damına baktılar. Taze boya pırıl pırıldı. Harold kiremitlerin üzerine koca harflerle yazı yaz mıştı. — 149 — i «Stovington'daki Bula şıcı Hastalıklar Merkezine gidiyoruz. Buradan ayrıld ı ğımız tarih: 2 Temmuz. Harold Emery Lauder Frances Goldsmith.» Harold özür diler gibi, «Göbek adını bilmiyordum,» dedi. Frannie hâlâ yazıya bakıyordu. «Çok güzel olmu ş. Ama benim adımı nasıl yazabildin?» Yazı çok kenarda, ya ğmur olu ğunun yanındaydı. Çocuk utana sıkıla, «Zor olmadı,» diye cevap verdi. «Yalnızca ayaklarımı a şağıya sallandırmak zorunda kaldım.» «Ah, Harold, bir tek kendi adını yazsaydın olmaz mı ydı?» «Olmazdı. Biz bir ekibiz.» Harold kıza kaygıyla bak tı. «Öyle de ğil mi?» «Herhalde öyle... Tabii sen kendini öldürmedi ğin sürece. Acıktın mı?» Harold güldü. «Ayı kadar açım.» «Öyleyse gidip bir şeyler yiyelim. Güne ş yanıklarının üzerine de biraz bebek yağı süreyim. Gömle ğini giymek zorundasın, Harold. Bu gece kolay kolay uyuyamayacaksın.» Harold, «Hayır,» diyerek gülümsedi. «Mı şıl mı şıl uyuyaca ğım.»

Page 70: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Konserve sebze yediler. Fran limonata yaptı. Daha s onra hava kararırken Harold, Fran'in evine geldi. Kolunun altında küçük bir pika p vardı. «Bu Amy'nindi. Annemle babam ona ortaokuldan mezun oldu ğu zaman hediye etmi şlerdi. Bilmiyorum hâlâ çalı şıyor mu? Ama dükkânın birinden pil de aldım.» Plastik kapaklı pikaplardandı. On üç, on dört ya şlarındaki kızların kumsalda ya da bahçede çalmaları için yapılmı ş olan türden. Fran pikaba dikkatle bakarken gözleri doldu. «Eh, bir deneyelim bakalım, Harold.» Pikap bozuk de ğildi. Fran'le Harold kanepeye yerle ştiler, aleti de önlerindeki sigara masasına koydular. Tam dört saat boyunca, ya z — 150 — gecesine yayılan, artık ölmü ş olan bir dünyaya ait bu müzi ği kederli ve sessiz bir ilgiyle dinlediler. 29 Stu önce sesi sorgusuz sualsiz kabul etti. Parlak y az sabahının tipik bir parçasıydı bu ses. Sa ğda bir dere ne şeyle şırıldayarak do ğuya do ğru akıyor, kuşlar cıvıldıyordu. Bu durumda bir köpe ğin havlaması insana dünyanın en do ğal şeyiymi ş gibi geliyordu. Stu ancak bir buçuk kilometre kada r yürüdükten sonra köpe ğin hiç de sıradan bir şey sayılamayaca ğını dü şündü. Havlamalar daha yakından geliyordu artık. Stu, Stovington'dan ayrıl dı ğından beri pek çok ölü köpek görmü ştü. Ama canlı bir köpekle hiç kar şıla şmamıştı. «Grip çok insanı öldürdü ama herkesi de ğil,» diye dü şündü. «Anla şılan bütün köpekleri de öldürememi ş.» Stu sırt çantasını düzeltti. Askıların altına yerle ştirdi ği iki mendili yeniden katladı. Ayaklarında yeni yürüyü ş ayakkabıları vardı. Ama üç günlük yürüyü ş sırasında baya ğı eskimi şti bunlar da. Ba şına kırmızı fötrden şirin bir şapka geçirmi ş, omzuna bir ordu karabinası asmı ştı. Haydutlarla kar şıla şaca ğını pek sanmıyordu ama yine de silahlı olması gerekti ğini dü şünmüştü. Belki avlanabilirdi de. Bir gün önce bir geyik görmü ştü. Ama çok şaşırmı ş, çok sevinmi ş, hayvanı vurmak aklına bile gelmemi şti. Stu 302 numaralı karayolundan do ğuya do ğru gidiyordu. Er geç okyanusa eri şece ğini biliyordu. Kendi kendisiyle bir anla şma yapmı ştı. «Okyanusa ula ştı ğım zaman ne yapaca ğıma karar verece ğim. O ana kadar bunu hiç düşünmeyece ğim.» Stu bir dönemeci a ştı. Köpek oradaydı. Kızılımsı tüylü bir Đrlanda seteri. Hayvan Stu'yu görünce sevinçle havlamaya ba şladı. Kuyru ğunu — 151 — sallayıp duruyordu. Heyecanla sıçrayarak ön ayaklar ını genç adamın gö ğsüne dayadı. Stu sendeledi. Gülerek, «Yava ş, o ğlum,» dedi. Köpek onun sesini duyunca yeniden sevinçle havlayar ak zıpladı. Sert bir ses, «Kojak!» diye seslendi. Stu irkilerek döndü. « Đn bakayım. Adamı rahat bırak. Gömle ğinde pençe izlerin kalacak. Seni adi köpek!» Kojak kuyru ğu bacaklarının arasında, Stu'nun çevresinde dola ştı. Ama kuyru ğunun ucunu baskı altında tuttu ğu sevinci yüzünden yine de usul usul sallıyordu. Stu artık konu şan adamı görebiliyordu. Kojak'in sahibini. Altmı ş ya şlarında biriydi. Arkasında eski püskü bir kazak, aya ğında da gri bir pantolon vardı. Başına bir bere giymi şti. Yabancı, bir piyano taburesine oturmu ştu. Önünde bir resim sehpası duruyordu. A ğır a ğır aya ğa kalkarak elindeki paleti tabureye bıraktı. Elini uzatıp Stu'ya do ğru geldi. Beresinin altından çıkan kabarık kır saçları hafif rüzgârda uçu şuyordu. «O tüfekle kötülük etmek niyetinde olmadı ğınızı umarım efendim. Ben Glen Bateman'im.» Stu adamın elini sıktı. «Ben de Stuart Redman'im. S ilah için kaygılanmayın.» «Havyar sever misiniz?» «Hiç tatmadım.» «Öyleyse tatmanızın zamanı gelmi ş. Havyardan ho şlanmazsanız ba şka yiyecekler de var. Kojak, zıplama, uslu dur.» Bateman, Stu'ya gül ümsedi. «Sizi yeme ğe davet ediyorum. Bir haftadan beri gördü ğüm ilk insansınız. Yeme ğe kalır mısınız?» «Sevinerek.» «Galiba güneylisiniz?»

Page 71: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Evet. Do ğu Teksas'lıyım.» Bateman ba şını sallayarak döndü, küçük açıklı ğın gerisine do ğru gitti. Stu gölgede beyazlı turunculu bir buzluk oldu ğunu gördü. Üzerine katlanmı ş bir sofra örtüsü konmu ştu. — 152 — Bateman örtüyü açtı. «Kojak, uslu dur. Sofra örtüsü ne basma. Kontrol! Bunu daima hatırla, Kojak. Yolu a şıp elimizi yüzümüzü yıkayalım mı, Bay Redman?» «Tamam. Öyle yapalım.» Yolu a şarak derenin duru, so ğuk suyuyla ellerini, yüzlerini yıkadılar. Kojak biraz a şağıdan su içti, ondan sonra da sevinçle havlayarak a ğaçların arasına daldı. Stu biraz da şaşkınlıkla, «Belki her şey yoluna girecek,» diye dü şündü. Stu havyardan pek ho şlanmadı. Ama Bateman biber dolması, salam, iki kutu sardalya, hafif yumu şamış elmalar ve büyük bir kutu kuru incir bulmu ştu. Stu tıka basa yedi. Bateman yemek sırasında kendinden söz etti. Woodsvi lle Kolejinde sosyoloji profesörüydü. Karısı öleli on yıl olmu ştu. Çocukları yoktu. Bateman pastayı bölerek Stu'nun payını kâ ğıt bir taba ğa koydu. «Ben berbat bir ressamım, berbat bir ressam. Ama kendi kendime, şu Temmuz ayında bu dünyada benden daha iyi bir peysaj ressamı olmadı ğını söylüyorum şimdi.» «Kojak daha önce de sizin köpe ğiniz miydi?» «Hayır. Evimin yakınında oturan bir kadınındı. Đkimiz de Kolej Tepesi denilen bir mahallede oturuyorduk. Ö ğretmenlerin ço ğu da öyle. Ukala, berbat bir kadındı. O öldü ama köpe ği sa ğ kaldı. Đşte bu da, 'Dünyada adalet yok,' sözünün doğru olmadı ğını kanıtlıyor. Bir dakika, Stu.» Bateman ko şarak yolu a ştı, dereye girdi. Biraz sonra döndü ğü zaman ellerinde altı teneke bira vardı. «Ah, bunları yemekte içecektik. Ne aptalım!» Stu bir tenekeyi açtı. «Yemekten sonra da iyi olur. Te şekkür ederim.» Bateman da bir ba şka tenekeyi havaya kaldırdı. «Bize içiyorum, Stu. M utlu günler, rahat kafalar... Sırtımızın hiçbir zaman a ğrımamasını da dilerim — 153 — «Amin.» Tenekeleri birbirine vurdular. Stu o zamana kadar biranın ona hiç bu kadar nefis gelmedi ğini dü şündü. Herhalde bundan sonra da o andaki zevki duymayacaktı. Bateman, «Konu şkan bir insan de ğilsin,» dedi. «Dünyanın mezarının üzerinde dans etti ğimi dü şünmüyorsundur umarım.» Stu, «Öyle bir şey dü şünmüyorum,» diye cevap verdi. Glen Bateman, « Şimdi dü şünüyorum da,» dedi. «Ben aslında gerçekten dünyanın mezarının üzerinde dans ediyorum.» Stu ba şını salladı. «Aslında bu dünyanın sonu de ğil. Hiç olmazsa ben öyle düşünüyorum. Bu yalnızca... bir ara.» «Çok uygun bir söz. Đyi söyledin. Şimdi izninle tablomun ba şına dönece ğim.» «Dön tabii.» «Hiç ba şka köpek gördün mü?» «Hayır.» «Ben de öyle. Đlk gördü ğüm insan da sensin. Ama galiba Amerika'da Kojak'tan başka köpek yok.» «O ya şayabildi ğine göre, ba şka köpekler de sa ğ kalmı ş olmalı.» Bateman nezaketle, «Pek de bilimsel bir söz de ğil,» dedi. «Sen ne biçim Amerikalısın? Bana ikinci köpe ği göster. Di şi olursa daha iyi. 0 zaman bir yerde üçüncü bir köpek oldu ğu tezini kabul ederim...» Stu dü şünceli dü şünceli mırıldandı. «Đnekler gördüm.» « Đnekler, evet. Geyikler de. Ama bütün atlar öldü.» S tu, « Đşte bu do ğru,» diyerek ba şını salladı. «Neden böyle oldu acaba?» «Hiçbir fikrim yok. Hepimiz de aynı biçimde soluk a lırız. Oysa bu bir solunum hastalı ğına benziyor. Ama acaba ba şka bir etken olamaz mı? Đnsanlar, köpekler ve atlar bu hastalı ğa yakalanıyor. Đnekler ve geyikler yakalanmıyor. Fareler de bir ara berbat durumdaydılar. Ama şimdi tekrar canlanmaya ba şladılar.» Bateman paletinde boyaları kayıtsızca birbirine karı ştırıyordu. «Her taraf kedi dolu. Sürüyle kedi var. — 154 — Bütün bunlardan hiçbir anlam çıkmıyor. Delice bir şey bu.» Stu, «Öyle,» diyerek bir bira daha açtı. Bateman mırıldandı. «Ekolojide ilginç de ği şiklikler görece ğiz. Đnsanlar bu olaydan sonra tekrar üreyebilecekler mi? Bakalım, g örece ğiz. Ama hiç olmazsa

Page 72: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

biraraya gelerek deneriz. Kojak kendisine bir e ş bulabilecek mi? Gururlu bir baba olabilecek mi?» «Tanrım... Belki de olamayacak.» Bateman bir bira tenekesine uzandı. «Haklısın sanır ım. Herhalde ülkede ba şka insanlar, ba şka köpekler, ba şka atlar da var. Ama hayvanların ço ğu üremeden ölebilirler. Tabii grip salgını sırasında gebe olan hayvanlar da vardı. Şu anda Amerika'da hamile olan sürüyle sa ğlıklı kadın bulundu ğundan eminim. Ama bazı hayvan türleri ortadan kalkabilir. Köpekleri denkle mden çıkarırsan, hastalı ğa bağı şıklı ğı olan geyiklerin sayısı iyice artar. Etrafta sayıl arını azaltacak insan da yok. Kimse birkaç yıl ava çıkmayacak.» Stu, «Geyiklerin sayısı artarsa, ço ğu sonunda açlıktan ölür,» dedi. «Hayır, ölmezler. Hiç olmazsa bu bölgede. Do ğu Teksas'da neler olaca ğını bilemem. Ama New England'da bu grip çıkmadan önce b ütün bahçelere bitkiler dikilmi şti. Bunlar güzelce büyüyor. Geyikler bu yıl ve gele cek yıl bol yiyecek bulacaklar. Ondan sonra bile, çiçekler yabanile şecek ama yine de üreyecek. Geyikler yedi yıl kadar hiç aç kalmayacak. Birkaç y ıl sonra bu taraflara gelirsen, yürüyebilmek için geyikleri dirseklerinle itmek zorunda kalacaksın, Stu.» «Đnsan bu olaydan sonra üreyebilecek mi derken ne dem ek istedin?» Bateman, « Đki ihtimal var,» dedi. «Hiç olmazsa ben şimdilik iki ihtimal görebiliyorum. Bir, bebeklerin hastalı ğa kar şı ba ğı şıklı ğı olmayabilir.» «Yani do ğar do ğmaz ölürler mi?» «Evet. Ya da annelerinin karnındayken. Tabii süper- grip geride kalan insanların kısırla şmalarına da yol açabilir.» — 155 — Stu ba ğırdı. «Delice bir dü şünce bu!» Glen Bateman alay etti. «Evet. Kabakulak da öyle.» 11 «Ama... hamile kadınların hastalı ğa kar şı ba ğı şıklıkları varsa...» fj «Evet. Bu anneden çocu ğa geçebilir. Ama buna da güvenemezsin Bence şu anda annelerinin karnında olan bebeklerin gelecekleri ç0|< karanlık. Evet, annelerinin hastalı ğa kar şı ba ğı şıklıkları var. Ama herhalde babaların ço ğu öyle de ğillerdi ve öldüler.» « Đkinci ihtimal nedir?» Bateman sakin sakin, «Kendimizi mahvetme i şini tamamlayabiliriz,» diye açıkladı. «Hemen de ğil. Çünkü şimdiki halde ülkenin dört yanına da ğılmı ş durumdayız. Ama insan toplum halinde ya şamaya alı şık bir hayvandır. Sonunda biraraya gelece ğiz. Kurulacak toplumların ço ğu küçücük Sezarların yönetti ği ilkel diktatörlükler olacak. Tabii şansımız çok yardım ederse, o ba şka. Belki birkaç da aydın, demokratik toplum görülecek. Sana ça ğımızda bu tür bir toplum için nelerin gerekli oldu ğunu da söyleyece ğim. I şıkları tekrar yakacak kadar teknisyen.» Stu birasını yudumladı. «Öyle mi dü şünüyorsun?» «Tabii. Şimdi sana bir örnek verece ğim, Do ğu Teksas'lı Bay Redman. Diyelim ki, Boston'da bir A toplumu var. New York eyaletinin Uti-ca kentinde de B toplumu va r. A toplumu iyi durumda. Boston'da lüks içinde ya şıyorlar. Çünkü içlerinden biri elektrikçi. Bu adam elektrik santralini yeniden çalı ştıracak kadar bilgi sahibi. Yani Boston'da elektrik var. So ğuğa kar şı evler ısınabiliyor. Gece kitap okuyabiliyorsun. Buzdo-labın çalı ştı ğı için uygar bir insan gibi buzlu viskini içebiliyo rsun. Hatta hayat cennetten farksız hemen hemen. Ne hava kirlili ği, ne ırk sorunu, ne kıtlık! Para ya da takas sorunu da yok. Çünkü bütün mallar ortada. Sayıları azalmı ş insanlara üç yüz yıl yetecek kadar yiyecek ve e şya var. «Gelelim Utica'daki B toplumuna. Orada elektrik santralini ç alı ştıracak kimse yok. O yüzden geceleri ü şüyor, konserve yiyeceklerle besleniyorlar. Çok muts uzlar. Güçlü biri ba şlarına geçiyor. Di ğerleri bundan memnunlar. Çünkü akılları karı şmış. Ü şüyorlar ve hastalar. Diktatör Bos- — 156 n'a birini yollayarak oradakilerden teknisyeni Utic a'ya göndermelerini I jiyor. Elektrik santralinin çalı ştırılabilmesi için. Ya da B toplumu kı şı ni)neyde geçirmek için uzun ve tehlikeli bir yolculu ğa çıkmak zorunda. A toplumu bu haberi aldı ğı zaman ne yapıyor?» Stu, «Teknisyeni gönderiyor mu ?» diye sordu. «Ne münasebet! B toplumunun diktatörü onu bir daha bırakmayabilir. Hatta bu çok güçlü bir ihtimal. Grip sonrası dünyasında teknik b ilgi, alı şveri ş aracı olarak

Page 73: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

altının yerini alacak. Buna göre A toplumu zengin, B fakir. Peki, bu durumda B toplumu ne yapıyor?» Stu, «Herhalde güneye gidiyor,» dedi. «Hatta belki de Do ğu Tek-sas'a.» «Belki. Ya da Bostonluları nükleer ba şlıkla tehdit ediyor.» Stu, «Do ğru ya,» diyerek güldü. «Elektrik santralini çalı ştıramıyorlar ama atom bombası atabilecek durumdalar.» Bateman, «Bende öyle bir bomba olsaydı çevresine sa ndık dolusu dinamit koyardım,» dedi. «Bombayı öyle patlatmaya çalı şırdım. Olabilir mi dersin?» «Hiç bilmem.» «O bomba patlamasa bile, çevrede geleneksel silah b ol. Sorun da bu. Bütün o silahlar birilerinin kullanmaları için hazır bekliy or. A ve B toplumlarının uzmanları varsa, din, bölge ya da önemsiz bir ideol oji farkı yüzünden birbirlerine nükleer silahlarla da saldırabilirler. Dü şün. Dünyada nükleer silaha sahip altı, yedi güç yerine, yalnızca bu ülk ede altmı ş, yetmi ş toplumla kar şıla şırız.» Bir sessizlik oldu. Uzaklarda Kojak a ğaçların arasında havlıyordu. Sonra Bateman, «Biliyor musun,» dedi. «Ben aslında ne şeli bir adamımdır. Belki de az şeyle mutlu olabildi ğim için. Hayatımın tek kötü yanı rüyalarım. Çocuklu ğumdan beri şaşılacak kadar canlı rüyalar görüyorum. Bunlardan ço ğu pek kötü. Çocukken rüyalarımda devler bir köprünün altından uzanarak a yağımdan yakalarlardı beni. Ya da bir cadı birdenbire ku ş halini alıverirdi. Sen hiç kâbus görüyor musun, Stu?» — 157 — Genç adam, «Bazen,» diye cevap verdi. Elder'i anıms adı, karabasanlarında onun nasıl sendeleyerek pe şinden geldi ğini dü şündü. O sonsuz yankılı koridorları da. Bateman ekledi. «Son zamanlarda pek kötü bir rüya g örmeye ba şladım. Sık sık da tekrarlanıyor. Bu kâbus daha önce gördü ğüm rüyalara hiç benzemiyor. Ama bir bakıma yine de onları andırıyor. Sanki bu... bu büt ün o kötü rüyaların bir toplamı. Uyandı ğım zaman kendimi çok berbat hissediyorum. Rüya de ğilmi ş de, sanki ileride olacakları görüyormu şum gibi bir şey... Biliyorum, laflarım çok delice.» «Rüyanda ne görüyorsun?» Bateman usulca, «Bir adam,» diye açıkladı. «Daha do ğrusu, ben onun insan oldu ğunu sanıyorum. Yüksek bir binanın damında duruyor. Ya da belki de bir tepede. Güne ş batmak üzere. Ama adam di ğer yöne, yani do ğuya do ğru bakıyor. Ayağında bir blucin, sırtında da branda bezinden bir ce ket var. Ama ço ğu zaman onu kukuletalı bir cüppeyle görüyorum. Yüzünü görem iyorsam da gözlerini farkediyorum. Gözleri kıpkırmızı. Bana sanki beni a rıyormu ş gibi geliyor. Onun beni er geç bulaca ğını anlıyorum. Bu bir duygu de ğil, bir önsezi. Adam er geç beni bulacak. Ya da ben ona gitmek zorunda kalaca ğım... Ve bu benim ölümüm olacak.» «Bunu uyandı ğın zaman mı seziyorsun?» «Evet.» Đki adam Kojak'ın ko şarak geli şini seyrettiler. Profesör köpe ği ok şadı. «Herhalde yalnızca bir rüya bu,» diye mırıldandı. «Bir ruh hekimine gitseydim, sanırım ba na rüyanın bilinçaltındaki korkularını açıkladı ğını söylerdi. Her şeyi yeniden ba şlatacak olan bir liderden ya da liderlerden korktu ğumdan söz ederdi. Belki de genel olarak teknolojide n korktu ğumu açıklardı. Ama bu kâbus... kafamı kemiriyor, St u.» Genç adam bir şey söylemedi. Bateman, «Eh,» dedi. «Artık dönmek istiyorum. Zaten yarı çakırkeyif im. Az sonra sağnak ba şlayacak sanıyorum.» Açıklı ğın gerisine do ğru gitti, bir el arabasıyla döndü. Piyano taburesini, paletini, buzlu ğu ara- — 158 — banın içine yerle ştirdi. En üste de pek bir şeye benzemeyen tablosunu koydu- Stu sordu. «Bütün bunları buraya kadar getirdin, öy le mi?» «Resmini yapmak istedi ğim bir yer buluncaya kadar yürüdüm. Her gün ba şka tarafa gidiyorum. Benim için iyi bir jimnastik oluyor. Madem do ğuya do ğru gidiyorsun, neden Woodville'e gelmiyorsun? Geceyi benim evimde geçirirsin. Bu ara bayı sırayla iteriz. Şu derecede altı teneke biram daha var. Böylece eve ke yifle döneriz.» Stu, «Kabul,» dedi. «Aferin. Herhalde eve gidinceye kadar gevezelik ede ceğim. Ey Do ğu Teksas'lı, geveze bir profesörün eline dü ştün i şte. Đçini sıkmaya ba şladı ğım zaman bana susmamı söyle. Alınmam.» Stu, «Dinlemek ho şuma gider,» dedi. «O halde Tanrının

Page 74: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

seçkin kullarındansın. Haydi, gidelim.» 302 numaral ı karayolundan ilerlediler. Biri arabayı iterken öbürü bira içiyor, Kojak da ya nlarında ko şup duruyordu. Stu, Glen Bateman'i dinlerken sık sık onun gördü ğü karabasanı hatırlamaktaydı. Yüzü olmayan bir adam, bir binanın damında ya da bi r uçurumun kenarında duruyordu. Arkasını batan güne şe vermi şti. Kırmızı gözleriyle huzursuzca do ğuya doğru bakıyordu. Stu gece yarısına do ğru birdenbire uyandı. Ter içinde kalmı ştı. Ba ğırdım mı, diye korkuyordu. Ama yan odada Glen Bateman sakin s akin uyumaktaydı. Stu kolunu gözlerinin üzerine koydu. Kâbusu hatırlamak istemiy ordu ama elinde de ğildi. Uzun, kapkaranlık bir tünelde ilerliyordu. Yanlarda ki kapılar siyaha boyanmı ştı. Duvarlarda kıpkırmızı ok i şaretleri vardı. «Kobalt Deposu» «Lazer Silahları», «Füzeler.» Sonra bir çıkı ş kapısı görüyor, rahatladı ğı 'Çin hıçkırmaya başlıyordu. Kapı açıktı. Gerisinde tatlı, mis kokulu gece vardı . Stu kapıya do ğ-ru ko şuyor, sonra orada blucin ve branda bezinden yapılmı ş ceket giy- — 159 — miş feir adam beliriyordu. Stu adamın yüzünün yerinde soğuk kara bir gölge oldu ğunu görüyordu. Bu kara lekeyi ruhsuz iki kırmızı gö z aydınlatmaktaydı. Adamın ruhu yoktu ama ne şesi vardı. Delice bir keyif. Kara adam yüzünün yerindeki o siyah bo şluktan, «Cennet ve dünya,» diye fısıldıyordu. «Bütün cennet ve dünya.» Stu o gece ancak çok uzun bir süre sonra tekrar uyk uya dalabildi. 30 Lloyd Henreid yere diz çökmü ştü. Bir şarkı mırıldanıyor, gülümsüyor, zaman zaman da a ğlıyordu. Sonra a ğladı ğını unutuyor, tekrar şarkıya ba şlıyordu. Lloyd çabucak kilo vermeye kalkan bir adam gibiydi. Cezae vi üniforması üzerinden sarkıyordu artık. Ona en son sekiz gün önce ö ğle yeme ği vermi şlerdi. Yüzünün derisi iyice gerilmi ş, kemikleri ortaya çıkmı ştı. Çıldırmı ş gibi bir hali vardı. Lloyd, Trask'ın ölüsünü demir çubukla yakalayarak k endine do ğru çekmeye çalı şıyordu. Geride, 29 Haziranda, yani be ş gün önce Trask'ın hücresinde öldürdü ğü farenin iskeleti duruyordu. Farenin uzun pembe ku yru ğu hâlâ iskeletine takılıydı. Lloyd kuyru ğu da yemeye çalı şmıştı ama çok sertti. Çok dikkatli davranmaya çalı şmasına ra ğmen klozetteki su da bitmi şti hemen hemen. Lloyd, Trask'ı yemek istemiyordu. Korkunç bir dü şünceydi bu. Yamyamlık etmek hoşuna gitmeyecekti. Trask'ı yalnızca eri şebilece ği bir yere kadar çekecekti. Ne olur ne olmaz diye. Lloyd yetkililere kar şı müthi ş bir kin duyuyordu. Hücresinin kapısını açacak ANAHTAR onlardaydı. Bir süre bu nefretin gereksiz b ir şey oldu ğunu dü şünmüştü. O adamlardan intikam alamazdı. Çünkü hepsi de gribe y akalanmı şlardı. Sonra Lloyd gitgide acıkırken gerçe ği kavramı ştı. Grip o adamları öldüremezdi. Hastalık kendisi gibi hep kaybetmeye mahkûm olanları geberti rdi. Mathers'i öldürürdü ama onu tutan a şağılık — 160 — gardiyanı etkilemezdi. Çünkü ANAHTAR o herifteydi. Evet, grip ANAHTARI olanlara ili şmeyecekti. Polisi, şerifleri, FBI ajanlarını öldürmeyecek-tj. Onların hepsinin de canına Lloyd okuyacaktı. Buradan çıkaca k kadar ya şayabilirse, hepsini yok edecekti. Lloyd demir çubukla Trask'ı paçasından yakaladı. «H aydi,» diye fısıldadı. «Haydi... Buraya gel...» Ceset yerde a ğır a ğır kaydı. Sonunda Lioyd çubukların arasından uzanarak Trask'ın aya ğını tuttu. Ölüye, «Bu ki şisel bir şey de ğil,» diye fısıldadı. Şimdi Trask'ın baca ğını ok şuyordu. «Ki şisel bir şey de ğil. Seni yemeyece ğim, eski dost. Yani zorunlu kalmadıkça...» Lloyd güne ş battıktan sonra birinin geldi ğini duydu. Önce rüya gördü ğünü sandı, sonra adamın sesini i şitti. Ranzasında tela şla do ğruldu. Sıska yüzünde iri gözleri alev alev yanıyordu. «Huuuu-huuu! Kimse yok mu?» Lloyd önce manyak gibi, «Cevap verme,» diye dü şündü. «Belki o zaman gider.» «Kimse yok mu? Bir... iki... iyi ya, gidiyorum. Pho enix'in tozunu silkeleyece ğim...»

Page 75: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Lloyd u ğradı ğı felçten birdenbire kurtuldu. Ranzadan fırlayıp de mir çubu ğu kaptı. Deli gibi parmaklı ğa vurmaya ba şladı. «Hayır!» diye haykırıyordu. «Gitme! Yalvarırım gitme!» «Seni öyle seviyoruz ki, çıtır çıtır yiyebiliriz.» Ne kadar da aç bir sesti! Adam iyice yakla şmıştı. Tembel tembel gülüyordu. Lloyd demir çubu ğu yere atarak elleriyle parmaklı ğı kavradı, sonra istemeden iki adım geriledi. Bakı şları koridorun zeminine kaydı, ilk gördü ğü bir çift tozlu kovboy çizmesi oldu. Çizmeler Lloyd'un hücresinin önünde durdu. Katilin bakı şları a ğır a ğır yukarıya doğru yükseldi. Yabancı soluk bir blucin ve branda bez inden bir ceket giymi ş, pirinç tokalı kemer takmı ştı. Lloyd'un isteksiz bakı şları Randall Flagg'in kızarmı ş esmer suratına vardı ğı sırada adam da, «Böh!» diye ba ğırdı. Lloyd çı ğlık atarak gerilerken aya ğı takıldı ve yere yuvarlandı. A ğlamaya ba şladı. — 161 Mahşer / F: 11 Flagg onu yatı ştırmaya çalı ştı. «Her şey yolunda. Hey, ahbap, her şey yolunda.» Lloyd, «Beni dı şarı çıkarabilir misin?» dedi hıçkırarak. «Lütfen be ni buradan çıkar. Açlıktan ölmek istemiyorum. Haksızlık bu. Po ke olmasaydı, ufak tefek suçlarla i şi idare ederdim. Lütfen beni dı şarı çıkar. Her istedi ğini yaparım.» «Zavallı dostum. Dachau kampında geçirilecek bir ya z tatili ilanına benziyorsun.» Flagg'in sesi anlayı ş doluydu ama Lloyd yine de adamın dizlerinden daha yukarıya bakamıyordu. Flagg'in suratına tekrar bakarsa ölebi -lirdi. Bir iblisin suratıydı o surat. Lloyd mırıldandı. «Lütfen.. Lütfen beni bu radan çıkar. Açlıktan ölüyorum.» «Buraya gireli ne kadar oldu, dostum?» Lloyd, «Bilmiyorum,» diyerek gözya şlarını sildi. «Uzun, bir süre geçti.» «Nasıl oldu da ölmedin?» Lloyd kurnaz davranmaya çalı ştı. «Olacakları seziyordum. Yiyece ğimi sakladım.» «Ya o fare? Tadı nasıldı onun?» Lloyd elleriyle yüzünü örttü. «Adın ne senin?» «Lloyd Henreid.» Ba şka bir şeyler bulup söylemeye çalı ştı. Avukatı ona elektrikli sandalyeye gidebilece ğini söyledi ği zaman korkmu ştu ama yine de bu kadar de ğil. Bütün hayatı boyunca hiç böylesine kork-mamı ştı. «Poke'un fikriydi bu!» diye ba ğırdı. « Şimdi burada Poke olmalıydı, ben de ğil!» «Bana bak, Lloyd.» Lloyd, «Hayır...» diye fısıldayarak gözlerini deli gibi sa ğa sola çevirdi. «Neden?» «Çünkü...» «Devam et.» — 162 — Lloyd fısıltıyla, «Çünkü senin gerçek oldu ğunu sanmıyorum,» dedi. «E ğer sen gerçeksen... gerçeksen, o zaman... iblisin ta kendi sisin.» «Bana bak, Lloyd.» Lloyd çaresizlikle o güleç, kara yüze baktı. Flagg sağ elinde bir cey tutuyordu. Bunu sa ğ gözüne yakla ştırmı ştı. Lloyd bu şeye bakarken önce buz kesildi, sonra vücudunu ate ş bastı. Bu nesne kara bir ta şa benziyordu. Ortasında kırmızı bir çatlak vardı. Lloyd'a yarı açık, kanlı, korkunç bir göz gibi gözüktü. Sonra Flagg ta şı parmaklarının arasında çevirdi, kırmızı çatlak da bir anahtara dönüştü. Flagg, « Đyi bir anahtarın de ğerini anlayacak türde adam oldu ğundan eminim,» dedi. «Çünkü anahtar kapıları açar. Hayatta kapılar ın açılmasından daha önemli bir şey var mı, Lloyd?» «Çok açım, bayım...» «Tabii açsın.» Flagg'in yüzünde üzgün bir ifade bel irdi. Bu ifade öyle derinle şti ki, sonunda garip bir hal aldı. « Đnsan fareyle doyar mı? Ö ğle yemeğinde neler yedim biliyor musun? Viyana ekme ğinin arasına konmu ş rozbif ve soğan. Be ğendin mi?» Lloyd ba şını salladı. Fazla parlak gözlerinden ya şlar süzülüyordu. «Kızarmı ş patates ve süt. Tatlı olarak da... Ah, sana i şkence ediyorum de ğil mi? Biri beni

Page 76: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

kırbaçla dövmeli. Evet dövmeli ya! Çok üzgünüm. Sen i hemen buradan çıkaraca ğım. Sonra gidip bir şeyler yeriz, tamam mı?» Lloyd ba şını bile sallayamayacak kadar sersemlemi şti. Bu anahtarlı adamın gerçekten şeytan oldu ğuna karar vermi şti. Ya da bir hayaldi. Lloyd ölünceye kadar hücrenin önünde durup mutlu mutlu konu şacaktı. Adamın elindeki kara ta ş kayboldu. Sonra Flagg a ğır a ğır yumru ğunu açtı. Şimdi avucunda gümü ş bir anahtar vardı. Lloyd bo ğuk bo ğuk, «Sevgili Tanrım...» dedi. Esmer adam gülümseyerek sordu. «Ho şuna gitti mi?» E ğilip anahtarı kilide soktu. Bu da garipti. Çünkü aslında bu hücrelerin kilidi y oktu. Kapılar elektronik yöntemle açılıp kapanıyordu. Ama Lloyd gümü ş anahtarın i şe yarayaca ğından emindi. — 163 — Flagg anahtarı kilide soktu ğu sırada durup Lloyd'a baktı. Sinsi sin. si gülüyordu. Katil yine umutsuzlukla sarsıldı. Bu ada m ona oyun oynu. yordu. «Sana kendimi tanıttım mı?» diye sordu. «Adım Flagg. iki g'yu yazılıyor. Tanı ştı ğımıza seviniyorum.» Lloyd bo ğuk bo ğuk, «Ben de öyle,» dedi. «Ben bu kapıyı açmadan, ikimiz birlikte gidip yemek yemeden önce seninle anla şmalıyız, Lloyd.» «Tabii...» Lloyd tekrar a ğlamaya ba şladı. «Sen benim sa ğ kolum olacaksın, Lloyd. Seni Aziz Peter'in yanına yerle ştirece ğim. Bu kapıyı açtı ğım zaman sana cennetin anahtarlarını da verece ğim. Kötü bir anla şma sayılmaz, de ğil mi?» Mahkûm, «Hayır,» diye fısıldadı. Yine korkmaya ba şlamı ştı. Flagg şimdi kara bir siluet gibi duruyordu. Ama gözleri iyice görünüyord u. Bu gözler karanlıkta bir yaban kedisinin gözleri gibi parlıyordu. Lloyd deh şet duydu. Ama ba şka bir şey daha hissetti. Adeta dinsel bir duygu. Bir zevk. Se çilmi ş olmanın verdi ği zevkti bu. Lloyd'a sanki bir engeli a şarak bir yere eri şmiş gibi geliyordu. «Seni burada bırakan insanlarla öde şmek istiyorsun, de ğil mi?» Lloyd bir an duydu ğu deh şeti unuttu. «Hem de nasıl!» Flagg, «Yalnız onlarla de ğil, böyle bir şey yapabilecek ba şka insanlarla da,» dedi. «Belirli tipteki kimselerle. Öyle de ğil mi? Belirli bazı tipler senin gibi bir adamın yalnızca bir süprüntü oldu ğunu dü şünürler. Senin gibi birinin yaşamaya hakkı olmadı ğına inanırlar.» «Doğru! Çok do ğru!» Lloyd'un yiyece ğe kar şı duydu ğu i ştah, şimdi ba şka tür bir açlı ğa dönü şmüştü. Bu kara adam katilin hissetti ği bütün o karma şık şeyleri birkaç cümleyle açıklayıvermi şti. Flagg, «Çok zeki de ğilsin,» diye ekledi. «Ama çok sadık oldu ğunu sanıyorum. Sen ve ben çok ilerleyece ğiz, Lloyd. Bizim gibiler için çok güzel günler bunl ar. Her şey bizim için yeni ba şlıyor. Bana yalnızca söz vermen gerekiyor.» «S-Söz mü?» — 164 — «Daima birlikte olaca ğımıza söz vereceksin. Reddetmek yok. Nöbet sıra sında uyumak da. Pek yakında bize ba şkaları da katılacak. Onlar batıya do ğru yola çıktılar bile. Ama şimdilik yalnızca ikimiz varız. Bana söz verirsen, a nahtar da senin olur.» Lloyd, «Söz... veriyorum...» dedi. Kilit çatırdadı, sonra da dumanlar içinde Flagg'in aya ğının dibine dü ştü. «Serbestsin, Lloyd. Haydi, dı şarı çık.» Lloyd gözlerine inanamayarak çubuklara dokundu. San ki onların kendisini yakmasından korkuyordu. Gerçekten de parmaklık sıca k gibiydi. Ama itti ği zaman kapı sessizce, kolaylıkla yana kaydı. Lloyd kurtarı cısına, adamın o alev alev yanan gözlerine baktı. Flagg onun avucu-na bir şey bıraktı. Anahtar! «Bu artık senin, Lloyd.» «Benim mi?» Flagg mahkûmun parmaklarını anahtarın üzerine kapat tı. Lloyd anahtarın avucunda kımıldandı ğını ve biçim de ği ştirdi ğini farketti. Katil bo ğuk bo ğuk ba ğırdı ve parmakları açıldı. Anahtar kaybolmu ştu. Şimdi ' onun yerinde, kırmızı çatlaklı kara ta ş vardı. Lloyd, «Bu benim,» diyerek ta şı sıkıca tuttu. Flagg, «Gidip yemek yiyelim mi?» diye sordu. «Bu ge ce arabayla bir hayli yol almamız gerekecek.» Lloyd, «Ak şam yemeği,» dedi. «Peki.»

Page 77: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Flagg mutlu mutlu, «Yapılacak o kadar çok şey var ki,» diye ba ğırdı. «Çok hızlı hareket etmeliyiz.» Ölü mahkûmların yattı ğı hücrelerin önünden geçerek merdivene doğru gittiler. Lloyd bitkinli ği yüzünden sendeledi ği zaman Flagg onu kolundan tuttu. Katil dönüp o güleç yüze minnetten daha fazl a bir duyguyla baktı. Adeta sevgiyle. — 165 — 31 Nick Andros, Şerif Baker'in bürosundaki portatif karyolada uyuyor du. Ama rahatsız bir uykuydu onunki. Vücudu ter içindeydi. Gece uykuya dalmadan önce en son, «Sabaha ölmü ş olaca ğım,» diye dü şünmüştü. «Kâbuslarımda pe şimi bırakmayan o esmer adam sonunda uyku denilen engeli a şacak ve beni alıp götürecek.» Delikanlı iki gün önce bisikletten dü şmüş, baca ğı çizilmi şti. Yaraya tendürdiyot sürmek gere ğini de duymamı ştı. Sonra yaranın çevresi kızarmı ş, bacak kasları sızlar olmu ştu. Topallaya topallaya Dr. Soa-mes'ın muayenehanes ine gitti ğinde ate şi iyice yükselmi ş, fena halde korkmaya ba şlamı ştı. Enfeksiyon hızla yayılıyordu. Doktorun dolabında-ki e şantiyon penisilinleri bulup içmi şti. Ama henüz bir yararı olmamı ştı. Đki gecedir uykusu berbattı. Durmadan rüya görüyordu . Daha do ğrusu hep aynı karabasanı. Yüksek bir yerde duruyordu. Yanında bir erkek vardı . Hayır, bir erkek silueti. Bu kara gölge, «A şağıda gördü ğün her şey senin olacak,» diye fısıldıyordu. «Ama önümde diz çöker, bana taparsan.» Nick ba şını iki yana sallıyor, o korkunç uçurumun kenarından uzakla şmaya çalı şıyordu. Gölgenin kara kolunu uzatarak kendisini a şağıya itmesinden korkuyordu. «Neden konu şmuyorsun? Niçin yalnızca ba şını sallıyorsun?» Nick uyanıkken pek çok kez yaptı ğı o hareketi tekrarlıyordu. Parma ğını duda ğına götürüyor, sonra da elini boynuna koyuyordu. Ama ar dından çok duru ve tatlı bir sesle, «Konu şamam,» diyordu. «Ben dilsizim.» Nick'in korkusu, duydu ğu o şaşkınlık ve müthi ş sevinç yüzünden kayboluyor, delikanlı o gölgeye dokunmak için uzanıyordu. Ama e li, siluetin omzuna yakla şırken buz gibi oluyordu. Eklemlerinin üzerinde buzl ar beliren Nick elini tela şla geri çekiyordu. Sonra bir şeyi daha far-kediyordu. Kulaklarının duydu ğunu. O kara gölgenin sesini, uzaklarda — 166 — avlanan gece ku şunun çı ğlı ğını, rüzgârın fısıltısını. Şaşkınlı ğı yüzünden tekrar dilsizle şiyordu sanki. Sesler duyuyordu! Ve her sesin ne old uğunu, kimse kendisine bir şey söylemeden anlıyordu. Güzel seslerdi bunlar- Sonra o kara siluet delikanlıya do ğru dönüyordu. «Dizüstü çöker vebana taparsan...» Nick elleriyle yüzünü örtüyordu. Çünkü o kara silue tin kendisine gösterdi ği her şeyi istiyordu. Kentler, kadınlar, hazineler ve güç. Ama en çok sesleri duymak istiyordu. Tırnaklarını gömle ğine sürerken çıkan hı şırtıyı, bo ş bir evde gece yarısından sonra saatin tıkırtısını, ya ğmurun gizli fısıltısını... Yine de, «Hayır,» diyordu. O zaman yeniden o müthi ş so ğuğu hissediyordu. Kara gölge delikanlıyı itiyor, a şağıya do ğru yuvarlıyordu. Ve burnuna... Mısır kokusu geliyordu. Evet, mısır. Bu da ba şka bir rüyaydı ama ilk kâbusa karı şıyordu. Nick kendini yemye şil mısırların arasında buluyor, yaprakların hı şırtısını duyuyordu. Sonra da bir müzik sesini. Rüya sında, «Demek müzik dedikleri bu,» diye dü şünüyordu. Müzik hemen ilerden geliyor, Nick de oray a yürüyordu. Yukarda masmavi bir gök, burnunda yaza ö zgü o sıcak koku vardı. O güzel sesi duyuyordu. Nick rüyasında, « Şimdiye kadar hiç böylesine mutlu olmadım,» diyordu. Müzi ğin kayna ğına yakla şırken biri şarkı söylemeye başlıyordu. Ya şlı bir zenci kadın. Ses bir açıklıktaki küçük bir k ulübeden geliyordu. Nick birdenbire nerede oldu ğunu anlıyordu. Nebraska'daydı. Polk bölgesinde. Omaha'nın batısında. Osceola'nın biraz kuzeyinde. Kulübenin verandasında Amerika'nın en ya şlı kadını oturuyordu. Kabarık beyaz saçlı, pek zayıf bir zenci kadın. Arkasına bir ev e ntarisi giymi ş, gözlük takmı ştı. Gitar çalıyordu. Yüzü bumburu şuktu. Nick yakla şırken ya şlı kadın yine şarkıya ba şlıyordu. Bir süre sonra delikanlıyı farkediyor, gitarı bebek gibi kuca ğına yatırarak delikanlıya yakla şmasını i şaret

Page 78: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

ediyordu. Nick ona do ğru gidiyordu. « Şarkını dinlemek istedim. Çok güzel söylüyorsun.» — 167 — Yaşlı zenci kadın, «Günlerimi ço ğunlukla şarkı söyleyerek geçiriyorum,» diyordu. «O kapkara adamla aran nasıl?» «Ödümü patlatıyor. Korkuyorum...» «Korkman da gerekli, o ğlum. Alacakaranlıkta bir a ğacı oldu ğu gibi gördü ğün zaman da korkman gerekir. Neyse ki, hepimiz de ölümlüyüz. » «Ama ona nasıl, 'Hayır,' diyebilirim? Nasıl...» «Sen nasıl soluk alıyorsun? Nasıl rüya görüyorsun? Bunu kimse bilmiyor. Ama sen beni görmeye gel. Ne zaman istersen. Beni herkes 'A bigail Ana' diye ça ğırır. Bu yörenin en ya şlı kadınıyım. Yine de hâlâ çöreklerimi kendim yapıy orum. Beni istedi ğin zaman gelip görebilirsin, o ğlum. Dostlarını da getir.» «Ama bu dertten nasıl kurtulaca ğım?» «Tanrı seni korusun, o ğlum. Elinden geleni yap. Aklına esti ği zaman da Abigail Anayı görmeye gel. Ben herhalde yine burada olurum. Artık fazla dola şamıyorum. Onun için gelip beni gör. Ben...» Nick uyandı. Artık Nebraska'da de ğil, Arkansas'ta, Shoyo'daydı. Adı Nick Andros'tu. O zamana kadar hiç konu şmamış ve gitar sesi de duymamı ştı. Ama hâlâ yaşıyordu. Delikanlı do ğruldu. Ayaklarını yere sallandırarak baca ğındaki çizi ğe baktı. Şi şlik biraz inmi şti. Sancının yerini de hafif bir zonklama almı ştı. Büyük bir sevinçle, « Đyile şiyorum,» diye dü şündü. Karyoladan kalkarak topallaya topallaya pencereye g itti. Baca ğı sertle şmişti ama kaslarını çalı ştırırsa bu durumun düzelece ğini biliyordu. Sessiz kasabaya baktı. Burası artık Shoyo de ğil, kasabanın cesediydi. Nick o gün Shoyo'dan ayrıl ması gerekti ğini anladı. Bisikletle gidecekti. «Ama nereye? Aslı nda bunu bildi ğimi sanıyorum. Rüyalara aldırmamak gerekir. Kuzeybatıya do ğru gidebilirim. Nebraska'ya do ğru.» — 168 — 32 Larry saat sekiz buçukta uyandı. Güne ş pırıl pırıldı, ku şlar ötüyordu. New York'tan ayrılalı her sabah ku ş sesleriyle, güne şli bir güne açıyordu gözlerini. Üstelik de hava mis gibi ve temizdi. Vermont'taki Bennigton'a varmı şlardı. Bugün çok özel bir gündü. Dört Temmuz Bağımsızlık Bayramı. Larry uyku tulumunda do ğrulup oturdu, Rita'ya baktı. Ama kadın uyanmamı ştı. Yalnız saçları görünüyordu. Larry uyku tulumunun kendi tarafındaki fermuarını a çtı. Đki ki şilik küçük çadırda, emeklercesine ilerledi, dı şarı çıkıp aya ğa kalktı. Çadırın yanında motorlu bir bisiklet duruyordu. Bun u da uyku tulumu ve çadır gibi Passaic'ten almı şlardı. Oraya varıncaya kadar üç kez araba de ği ştirmi şler, sonunda bu motorlu bisikleti seçmi şlerdi. Rita, Larry'nin arkasına binmekten hiç hoşlanmıyordu. Korkuyor, ona sıkıca sarılıyordu. Ama t ek pratik çarenin bu oldu ğunu o da kabul ediyordu. Larry a şağıda uzanan Bennington kentine bakarak şarkı söylemeye ba şladı. Bir yandan da dans etmekteydi. Herhalde Rita şimdi çadırın önünde duruyor, gülümseyerek ona bakıyordu. Larry sonunda bir selam vererek döndü. «Kar şımızda küçük vatansever Larry Underwood...» diye ba şladı. Ama çadırın perdesi hâlâ kapalıydı. Genç adam bir a n Rita'ya sinirlendi yine. Ama sonra bu duygusunu yendi. Kadın her zaman ona u ya-mazdı ki! Đşte bu kadar. Larry çadıra do ğru giderken durakladı. «Acaba bir süre daha uyuması iyi mi olur? Belki de çok bitkin...» Genç adam ba şını çadırdan içeri uzattı. «Rita?» Temiz havadan so nra o kokuyu hemen farketti. Kusmu ğun ve hastalı ğın ek şimsi tatlı koku şuydu bu. «Rita?» Kadının hiç kımıldamadan yatması Larry'nin korkusun un artmasına neden oldu. Dizlerinin ve ellerinin üzerinde kadına do ğru gitti. Kusmuk kokusu keskinle şmişti. Larry'nin mide kasları büzüldü. «Rita, iyi misi n? Uyan, Rita!» — 169 — Kadın kımıldamadı.

Page 79: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Larry, Rita'yı çevirdi. Onun tarafındaki fermuar ya rı açıktı. Sanki kadın gece uyku tulumundan çıkmaya çalı şmış gibi. Belki de ne oldu ğu-nu anlamı ştı. Larry, Rita'yı arkaüstü döndürdü. Kadının elinden o han do lu şi şelerden biri dü ştü. Rita'nın yarı kapalı gözleri bulanık bilyelere benz iyordu. A ğzı, bo ğulmasına neden olan o ye şilimsi kusmukla doluydu. Larry uzun bir süre kadının yüzüne baktı. Kafasında hep aynı soru yankılanıyordu. «O öldükten sonra yanında kaç saat yattım?» U ğradı ğı felçten kurtularak tela şla çadırdan çıktı, kusmaya ba şladı. Bir yandan da a ğlıyordu. Larry bütün sabah Rita'yı dü şündü. Kadın ölünce biraz rahatlamı ştı. Yoo, çok rahatlamı ştı. Ama tabii ba şkalarına bunu söyleyecek de ğildi. Yüksek sesle, «Ben iyi bir insan de ğilim,» dedi. Sonra tekrar a ğlamaya ba şladı. Oysa a ğlamaktan da kusmak kadar nefret ederdi. 33 Larry Underwood bir eyalet ötede Rita'yı dü şünürken, Stu Redman yolun kenarındaki bir kayanın üzerine oturmu ş, ö ğle yeme ğini yiyordu. Birdenbire yakla şan motosikletlerin gürültüsünü duydu. Birasını ba şına dikti. Đçinde bisküvilerin bulundu ğu mumlu kesekâ ğıdının a ğzını dikkatle kapattı. Kayaya dayalı tüfe ğini alarak emniyeti açtı. Sonra silahı tekrar kayay a dayadı... ama yakınına. Emniyeti açmı ştı çünkü. Gelenler Elder gibi yaratıklar olabilirdi . Yine de tüfe ği eline almamı ştı. Aslında yakla şanların Bateman gibi insanlar olduklarını umuyordu. Ama belki onlar profesör kada r kötümser olmayacaklardı. Bateman, «Toplum tekrar ortaya çıkacak,» demi şti. «Dikkat et, 'düzelecek'demiyorum. Đnsan ırkı düzelmez.» — 170 Bateman hayatından memnundu. Hiç olmazsa şimdilik. Kojak'la yürüyü şe çıkmak ve resim yapmak ona yetiyordu. «Yolun tekrar buraya dü şerse, belki bu sefer seninle gelme teklifini kabul ederim, Stu. Đşte insan ırkının laneti. Dost aramak...» Motosikletler dönemeci a şarlarken Stu da biraz dikle şti. Motorlu bisikletlere benzeyen hafif şeylerdi bunlar. Birine on sekizinde bir delikanlı b inmi şti, birine de çocuktan biraz büyükçe, güzel bir kız. Kı zın üstünde parlak sarı bir bluz ve blucin vardı. Đkisi de Stu'yu farkettiler. Şaşkınlıkları yüzünden motosikletler yalpaladı. Çocuğun a ğzı bir karı ş açık kaldı. Stu bir an onların ne yapacaklarını kestiremedi. Duracaklar mıydı, yoksa batıya do ğru hızla gitmeyi sürdürecekler miydi? Bo ş elini kaldırarak, dostça bir tavırla, «Merhaba,» d edi. Kalbi gö ğsünde şiddetle atıyor, onların durmasını istiyordu. Öyle d e oldu. Stu bir an iki gencin vücutlarının neden o kadar gerilmi ş oldu ğunu anlayamadı. Özellikle çocu ğun. Tabii Stu'nun tüfe ği vardı ama onlara do ğru ni şan almamı ştı ki. Bu iki yabancı da silahlıydı zaten. Çocuk beline bir taban ca takmı ş, kız da omzuna bir av tüfe ği asmı ştı. Kız, «Bence zararsız biri, Harold,» dedi. Ama Harol d adlı çocuk hâlâ Stu'ya şaşkınlık ve dü şmanlıkla bakıyordu. Kız tekrar, «Bence zararsız,» d iye ba şladı. «Bunu nasıl bilebiliriz?» Stu, «Sizi gördü ğüme sevindim,» dedi. «Belki bu durumu de ği ştirir.» Harold meydan okudu. «Ya sana inanmıyorsam?» Stu o zaman çocu ğun çok korktu ğunu anladı. Onu hem Stu, hem de genç kızın sorumlulu ğu korkutuyordu. Stu kayadan kalktı. Harold titreyen elini tabancası nın kabzasına do ğru uzattı. Kız, «Harold, o silaha dokunma,» dedi. Sonra da sus tu. Bir an üçü de ne yapacaklarını bilmiyormu ş gibi durdular... * * * — 171 — Fran motosikletten indi. «Ayy... kaba etlerimdeki n asırlar hiç ger. meyecek, Harold.» Harold somurtarak bir şeyler homurdandı. Kız, Stu'ya döndü. «Siz hiç motosikletle iki yüz el li kilometre yol aldınız mı, Bay Redman? Hiç kalkı şmayın.» Stu gülümsedi. «Ne tarafa gidiyorsunuz?» Harold kaba kaba, «Size ne?» diye sordu. Fran ona baktı. «Ne biçim konu şma bu? Ne biçim tavır? Bay Redman şimdiye kadar gördü ğüm tek insan. Yani... ba şkalarını bulmak için yola çıkmadıysak, ne için çıktık?»

Page 80: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Stu usulca, «O sizi korumaya çalı şıyor,» dedi. «Hepsi bu.» «Doğru. Gerçekten öyle.» Ama Harold yumu şamamıştı. Fran, «Birbirimizi korumaya çalı ştı ğımızı sanıyordum,» diye mırıldandı. Harold kıpkırmızı kesildi. Frannie, «Biz Vermont'a gidiyoruz,» diye açıkladı. «Stovington'a. Oradaki Bula şıcı Hastalıklar Merkezine. Aa, ne oldu, Bay Redman? » Genç adam birdenbire bembeyaz kesilmi şti. Stu, «Neden oraya?» diye sordu. Harold ukala bir tavırla, «Çünkü orada bula şıcı hastalıkların incelendi ği bir merkez var,» dedi. «Yetkililer hastalıktan kurtuldu ysa herhalde Stovington'a gittiler. Ya da Atlanta'ya. Orada da öyle bir merke z var,» dedi. Frannie ba şını salladı. «Öyle.» Stu, «Bo şuna zaman kaybediyorsunuz,» dedi. Frannie şaşırdı, Harold öfkelendi. Yüzü yine kızarmaya ba şlamı ştı. «Bu konuda karar verecek durumda oldu ğunu sanmıyorum, ahbap.» «Tersine, karar verecek durumdayım Ben oradan geliy orum.» Şimdi Harold da sersemlemi şti. «Orayı biliyor musunuz?» Fran'in sesi titriyordu. « Merkeze gittiniz mi?» «Hayır, öyle de ğil. Ben...» «Sen yalancının birisin!» Harold'un sesi tizle şmiş, gıcırtılı bir hal almı ştı. — 172 — Fran, Stu'nun gözlerinde korkutucu, buz gibi bir öf kenin belirdi ğini farketti- Sonra kahverengi gözler tekrar uysalla ştı. «Hayır. De ğilim.» «Bence sen bir yalancısın. Sen bir...» «Kes sesini, Harold!» «Ama Frannie, bu adama nasıl inana...» Kız öfkeyle, «Sen nasıl böyle kabaca ve dü şmanca davranabiliyor-sun?» diye bağırdı. «Hiç olmazsa anlatacaklarını dinleyemez misin ?» «Ona güvenmiyorum.» Stu, «Öde ştik,» diye dü şündü. «Ben de sana güvenmiyorum.» «Yeni kar şıla ştı ğın birinden nasıl şüphelenebilirsin? Harold, çok i ğrenç davranıyorsun.» Stu usulca, «Durumu size anlatayım,» diyerek Campio n'un benzin pompalarına çarpmasıyla ba şlayan olayları kısaca hikâye etti. Sonra da bir haf ta önce Stovington'dan nasıl kaçtı ğını anlattı. Harold sersem sersem ellerine bakıyord u. Ama Fran'in dü şkırıklı ğına u ğradı ğı belliydi. Kız eski düzenden bir şeyler kalmı ş olabilece ğini ummu ştu. Fran, «Atlanta da mı öyle?» dedi. «Hastalık iki mer keze de mi yayıldı?» Stu, «Evet,» diye cevap verdi. Fran hıçkıra hıçkıra a ğlamaya ba şladı. Harold sıkıntıyla kıza baktı. Stu, Fran'e mendilini uzattı. Fran a ğlaması sona erdi ği zaman, «Harold'la size te şekkür etmemiz gerekiyor sanırım,» dedi. «Hiç olmazsa bizi bu uzun yolculukt an ve sonunda da düşkırıklı ğına u ğramaktan kurtardınız.» «Yani ona inandın mı, Fran? Hemen mi? Adam sana müt hi ş bir hikâye uydurdu ve sen de... hemen bunu kabul ettin, öyle mi?» «Harold, neden yalan söylesin? Eline ne geçer ki?» Harold ters ters, «Adamın kafasından neler geçti ğini nasıl bilebilirim?» diye sordu. «Belki cinayet i şlemeyi dü şünüyor. Belki de ırza geçmeyi.» Stu sakin sakin, «Ben ırza geçmekten ho şlanmam,» dedi. «Ama belki sen bu konuda benim bilmedi ğim bir şeyler ö ğrenmi şsindir.» — 173- Fran ba ğırdı. «Susun! Harold, bu kadar kötü davranmamaya ça lı şsan olmaz mı?» Harold, «Kötü mü?» diye haykırdı. «Ben seni... bizi ... korumaya çalı şıyorum! Bu da çok kötü bir şey oluyor, öyle mi?» «Bakın...» Stu kolunu sıvadı. Dirse ğinin iç kısmında iyile şmekte olan i ğne yerleri ve hafif bir morluk vardı. «Bana türlü i ğne yaptılar.» Harold homurdandı. «Belki de sen eroinmansın.» Stu cevap vermeden kolunu tekrar indirdi. Tabii çoc uk bu kız yüzünden böyle davranıyordu. Onun kendisine ait oldu ğunu dü şünmeye ba şlamı ştı. Ama insan bazı kızlara sahip olabilirdi, bazılarına da olamazdı. F ran bu ikinci türden kızlara benziyordu. Uzun boylu, güzel ve körpeydi. Koyu ren k gözleri ve saçlarıyla

Page 81: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

insanda güçsüz bir kızmı ş gibi izlenim bırakabilirdi. Ama tavırlarından hiç de öyle olmadı ğı anla şılıyordu. Fran, Harold'un son sözlerine aldırmadan, « Şimdi ne yapaca ğız?» diye sordu. Harold, «Yolumuza devam edece ğiz tabii,» dedi. Fran ka şlarını çatarak ona bakınca da tela şla ekledi. «Bir yere gitmek zorundayız. Evet, herha lde bu adam gerçe ği söylüyor. Ama yine de bir bakmalıyız. Ondan sonra ne yapaca ğımıza karar veririz.» Fran, Stu'ya bir göz attı. Genç adam omzunu silkti. Harold ısrar etti. «Tamam mı?» Frannie, «Herhalde bu pek önemli de ğil,» diye mırıldandı. Stu, «Hiç kimseyle kar şıla şmadınız mı?» diye sordu. «Hiç kimseyle.» Stu, Bateman'la Kojak'tan söz etti. «Ben kıyıya do ğru gidiyordum,» diye tamamladı sözlerini. «Ama orada hiç kimsenin olmadı ğını söylediniz. Bu beni fena sarstı.» «Çok üzgünüm...» Harold'un sesinden hiç de üzgün ol madığı belliydi. «Hazır mısın, Fran?» Fran bir an kararsız bakı şlarla Stu'ya baktı. «O şahane jimnastik — 174 — makinesine tekrar binelim bakalım. Bize bildiklerin izi anlattı ğınız için te şekkür ederiz, Bay Redman. Haber iyi olmasa da.» Stu, «Bir dakika,» dedi. «Siz de, ben de ba şka insanları bulmaya çalı şıyoruz. Đzin verirseniz sizinle birlikte gelmek istiyorum.» Harold hemen, «Olmaz,» diye cevap verdi. Fran çocu ğa baktı. «Belki biz...» «Boşver. 'Hayır,' dedim.» Fran atıldı. «Benim oy hakkım yok mu?» «Nen var senin? Bu herifin yalnızca bir tek şeyin pe şinde oldu ğunun farkında değil misin? Tanrım, Fran!» Stu, «Bir sorun çıkarsa, üç ki şi bunu daha kolaylıkla çözümler,» dedi. Harold, «Olmaz,» diye tekrarladı. Elini tabancasını n kabzasına atmı ştı. Fran, «Evet,» dedi. «Bizimle gelirseniz seviniriz, Bay Redman.» Harold kıza döndü. Hem kırılmı ş, hem öfkelenmi şti. «Demek böyle dü şünüyorsun? Şimdi anladım. Beni ba şından atmak için bahane arıyordun.» Öfkesinden gözl eri dolmu ştu. Bu yüzden daha da kızdı. «Madem öyle istiyorsun , pekâlâ. Sen onunla git. Artık seninle ilgilenmeyece ğim.» Motosikletine do ğru yürüdü. Fran üzüntüyle Stu'ya baktı, sonra da Harold'a do ğru döndü. Stu, «Bir dakika,» dedi. «Lütfen siz burada bekleyi n.» Harold'a do ğru ko ştu. Çocuk motosiklete binmi ş, çalı ştırmaya u ğra şıyordu. Stu bir elini Harold'un başına koydu. Di ğerini de çocu ğun koluna dayadı. Genç adam adeta delikanlının kula ğına e ğilerek, «Harold...» dedi. «Bırak beni.» Harold'un şi şman vücudu iyice gerilmi şti. «Harold, Fran'la yatıyor musun?» Harold birden afallayınca Stu böyle bir şey olmadı ğını anladı. Çocuk, «Bu senin üzerine vazife de ğil,» diye söylendi. «Öyle. Ama gerçekleri de açık açık görmeliyiz. O kı z senin, benim de ğil, Harold. O kendi kendinin sahibi. Fran'i senden uzakla ştırmak gibi bir niyetim de yok. Böyle kabaca konu ştu ğum için üzgünüm. Ama — 175 — hepimizin de durumu iyice anlaması gerekiyor. En iy isi bu. Şimdi iki vg biriz. Sen ba şını alıp gidersen yine iki ve bir olarak kalaca ğız. Bu do ğ^ de ğil.» Harold bir şey söylemedi ama eskisi kadar şiddetle titremiyordu. «Seninle gerekti ği kadar açık konu şaca ğım. Bir erke ğin kalkıp bir kadının ırzına geçmesi için hiçbir neden olmadı ğını sen de biliyorsun ben de. Yani... o erkek eliyle ne yapması gerekti ğini biliyorsa.» «Bu...» Harold dudaklarını yalayarak Fran'e bir göz attı. « Đğrenç bir laf bu.» «Belki i ğrenç, belki de de ğil. Ama bir erkek, kendisini yata ğına almak istemeyen bir kadınla beraberse, o zaman bir seçene ği var demektir. Ben her zaman ele inanırım. Herhalde sen de öyle. Çünkü Fran hâlâ ken di iste ğiyle seninle beraber gidiyor. Panayır dansında bir kızın yanındaki delik anlıyı uzakla ştırmaya kalkan kabadayı gibi davranacak de ğilim.»

Page 82: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Harold'un tabanca kabzasını kavrayan parmakları gev şedi. Çocuk ba şını kaldırıp Stu'ya baktı. «Dürüst müsün? Şey... ona bir şey söylemeyece ğine söz ver.» Stu, «Evet,» der gibi ba şını salladı. Harold bo ğuk bir sesle, «Ona â şı ğım,» diye açıkladı. «Ama Fran beni sevmiyor. Bunu biliyorum. Senin dedi ğin gibi açık açık konu şuyorum.» «En iyisi bu. Đşine burnumu sokmak istemiyorum. Yalnızca sizinle bi rlikte gelmeyi dü şünüyorum.» Harold tekrarladı. «Ona bir şey söylemeyece ğine söz ver.» «Tamam. Veriyorum.» «Pekâlâ.» Harold a ğır a ğır motosikletten indi. Stu'yla birlikte Fran'in yan ına gittiler. Çocuk, «O da gelebilir,» dedi. «Ben...» S tu'ya bakarak zorlukla, ama vakarla ekledi. «Öyle budalaca davrandı ğım için özür diliyorum.» Fran, «Ya şasın!» diye el çırptı. «Eh, madem artık her şey halloldu., şimdi nereye gidiyoruz?» — 176 — Sonunda Fran'le Harold'un seçti ği yöne do ğru ilerlediler. Batıya. Stu Redman, «Herhalde Glen Bateman gece bizi sevinerek misafir eder sanırım,» dedi. «Tabii karanlık basarken Woodsville'e varabilirsek. Belki yarın sabah Bateman da bizimle gelmeye razı olur.» Stu, Fran'in motosikletini kullanıyordu. Kız ise Ha rold'un arkasın-daydı. Öğle yeme ğini terkedilmi ş bir lokantada yediler. Stu bakı şlarının sık sık Fran'in yüzüne kaydı ğını farketti. Kızın görünü şü ve konu şma tarzı ho şuna gidiyordu. Genç adam yava ş yava ş, aslında kızı çok istedi ğini anlamaya ba şladı. — 177 — Mahşer / F: 12 ikinci bolum Sınırda 5 Temmuz - 6 Eylül 34 Bir ölü Oklahoma eyaletinde, May kentinde, anayolun ortasında yatıyordu. Nick buna hiç şaşmadı. Shoyo'dan ayrılalı çok ölü görmü ştü. Ama ceset do ğrulup oturunca delikanlı öyle bir deh şete kapıldı ki, bisikletinin kontrolünü kaybetti, yere yuvarlandı, alnı çizildi, avuçları y arıldı. Ölü dostça bir yalpalamayla Nick'e yakla şarak, «Ah, ahbap,» dedi. «Fena yuvarlandın. Öyle de ğil mi? Vay vay vay!» Nick bu sözleri duymadı tabii. Bu ikinci kazada ne dereceye kadar yaralandı ğını anlamaya çalı şıyordu. Alnından akan kanlar yere damlamaktaydı. Bi r el omzuna dokununca ölüyü hatırladı, dört ayak üstü kaçmaya ç alı ştı. Ceset, «Bu kadar tela şlanma,» dedi. Nick onun kendisine ne şeyle baktı ğını farketti. Elinde yarı dolu bir viski şi şesi vardı. Nick durumu — 179 — anladı o zaman. Bu adam ölü de ğildi. Đçmi ş içmi ş, yolun ortasında sızmı ştı. Nick ba şını salladı, her şeyin yolunda oldu ğunu belirtmek için bir i şaret yaptı. Sonra da a ğır a ğır kaldırımın kenarına oturdu, yandaki arabanın par lak tamponunda yüzüne baktı. Alnındaki yaranın görünü şü korkunçtu ama aslında derin değildi. Bir eczane bulup üzerine tentürdiyot sürmeliy di. Delikanlı yüzünü buru şturarak avuçlarına batmı ş olan küçük ta ş parçacıklarını temizledi. Sarho ş, ifadesiz bir suratla onu seyrediyordu. Nick ba şını kaldırıp baksaydı bu durumu garip bulacaktı. Delikanlı arabanın tamponun da yarasını incelerken yabancının yüzündeki o canlı ifade de kaybolmu ştu. Suratı bombo ş, temiz ve kırı şıksız bir hal almı ştı. Adamın arkasında soluk ama tertemiz bir tulum, ayaklarında da kalın altlı i ş ayakkabıları vardı. Boyu bir yetmi ş be ş kadardı. Saçları o kadar sarıydı ki, adeta beyazımsı duruyor du. Bo ş bo ş bakan gözleri parlak maviydi. O mısır püskülü gibi saçlarıyla, Đskandinav aslından oldu ğunu hemen belli ediyordu. Yirmi üçünde gözüküyorsa da, Nick sonradan onun kırkına yakın oldu ğunu ö ğrenecekti. Çünkü adam Đkinci Dünya Sava şının sona eri şini hatırlıyordu. Babası sava ştan bir ay sonra, arkasında üniformasıyla eve dönmüştü. Adamın bütün bunları uydurmu ş olması imkânsızdı. Çünkü Tom Cullen'in hayal gücü yoktu. Şimdi orada ifadesiz bir suratla duruyordu. Sonra ya vaş yava ş canlanmaya başladı. Viskiden kızarmı ş gözleri parladı. Gülümsedi. Bu durumda ne yapması

Page 83: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

gerekti ğini tekrar hatırlamı ştı. «Fena yuvarlandın, ahbap. Öyle de ğil mi? Vay vay vay!» Nick'in alnındaki kanlara bakarak gözleri ni kırpı ştırdı. Nick cebinden not defteriyle kalemini çıkararak, «B eni korkuttun,» diye yazdı. «Sen do ğrulup oturuncaya kadar seni ölü sandım. Bir şeyim yok. Burada bir eczane var mı?» Adam defteri aldı, yazılara baktı, sonra Nick'e ger i verdi. «Adım Tom Cullen,» diye gülümsedi. «Ama okumam yazmam yok. Okula — 180 — üçüncü sınıfa kadar gittim. O sırada on altı ya şındaydım. Babam beni okuldan aldı. Fazla büyük oldu ğumu söyledi.» Nick, «Anla şılan geri zekâlı,» diye dü şündü. «Ben konu şamıyorum, 0 okuyamıyor.» Bir an ne yapaca ğını şaşırdı. Tom Cullen, «Amma da yuvarlandın, ahbap!» diye ba ğırdı. «Vay vay vay!» Nick ba şını salladı, defterle kalemi cebine soktu. Elini a ğzına götürerek «Hayır,» der gibi ba şını salladı. Kulaklarını elleriyle tıkayarak yine k afasını salladı. Sol elini boynuna dayadı. Cullen şaşkın şaşkın güldü. «Di şin mi a ğrıyor? Bir keresinde benim de a ğrıdıydı. Vay vay vay!» Nick, «Hayır,» diye kafasını sallayarak aynı hareke tleri tekrarladı. Cullen bu kez de kula ğının a ğrıdı ğını sandı. Nick ellerini açarak bisikletine bindi, yoldan ilerlemeye ba şladı. Her şey yolundaydı. Cullen mutlu mutlu yanında koşuyordu. Gözlerini Nick'in yüzünden ayırmıyordu. Bir haftadan beri kimseyi görmemi şti. Tom Cullen, «Konu şmak istemiyor musun?» diye sordu. Nick ba şını çevirmedi. Tom delikanlının kolunu çeki ştirerek sorusunu tekrarladı. Nick o zaman elini tekrar a ğzına götürerek ba şını salladı. Tom ka şlarını çattı. Delikanlı bisikletten inerek ilk gördü ğü eczaneye do ğru yürüdü. Tom, « Đçeri mi girmek istiyor?» diye dü şündü. «Çok yazık. Eczane kapalı. Sahibi Bay Norton da kentten ayrıldı. Galiba herkes gitti buradan. Annem le Bayan Blakely dı şında. Onlarda öldüler.» Nick kapıyı yokladı, yerden çöp tenekesini aldı. To m onun Bay Norton'un vitrinini kıraca ğını anladı. Bir şangırtı koptu. Yabancı delikanlı yapaca ğını yapmı ştı i şte. Tom öfke ve heyecanla, «Hey, ahbap!» diye haykı rdı. «Bunu yapamazsın! Bu yasalara aykırı! Aykırı! Sen...» Ama Nick içeriye girmi şti bile. Dönüp Tom'a da bakmamı ştı. Adam öfkeyle, «Nen var senin?» diye seslendi. «Sa ğır mısın?.. Tanrım! Yoksa gerçekten...» Sesi hafifledi. Yüzündeki o canlılık ve heyecan kaybolmu ştu. May'liler 'Geri Zekâlı Tom'un bu haline çoktan alı şmışlardı. Adam birdenbire duraklar, bo ş bo ş bakmaya başlardı. Çok kimse bunu, — 181 — Tom'un geri zekâlı oldu ğunun ba şka bir kanıtı sanırdı. Oysa adam normal biçimde düşünmeye ba şladı ğı zaman böyle oluyordu. Tom Cullen çok da geri zekâ lı de ğildi. Basit sonuçlara varabilirdi. Arada sırada, fej çeki lmi ş robota döndü ğü zamanlarda daha derin şeyler de dü şünebilirdi. Tom Cullen şimdi Nick'in yaptı ğı i şaretleri hatırlıyordu. «Tanrım!» Tom'un yüzü tekrar canlandı. Kanlanmı ş gözleri parladı. Adam tela şla Norton Eczanesine daldı. Bisikletli delikanlı bir p amukla alnına bir şeyler sürüyordu. Tom ona do ğru ko ştu. «Hey, ahbap!» Ama yabancı genç dönmedi. Tom bir an şaşırdı, sonra demin vardı ğı sonucu hatırlayarak Nick'in omzuna vurdu. Delikanlı döndü. Tom, «Sen hem sa ğır, hem de dilsizsin de ğil mi?» diye sordu. «Duyamıyor, konu şamıyorsun. Öyle mi?» Nick, «Evet,» der gibi ba şını salladı. Tom havaya zıplayarak el çırptı. «Bunu anladım. Ya şasın! Kendi ba şıma anladım. Ya şasın Tom Cullen!» Nick dayanamayarak güldü. O zamana kadar kusurların ın bir insanı bu kadar sevindirdi ğini hiç görmemi şti. Nick o gece parkta uyudu. Tom'un nerede yattı ğını bilmiyordu. Ertesi sabah kentin ortasındaki alanı geçerken adamı yine gördü. Tom oyuncak arabalarla oynuyordu. Nick caddeyi a şarak onun yanına gitti, koluna vurdu. Adam aya ğa fırlayıp omzunun üzerinden baktı. Yüzü kızarmı ştı. Suçlu suçlu gülümsüyordu. «Bu oyuncakların çocuklar için oldu ğunu biliyorum. Olgun insanlara göre de ğil bunlar. Ben yasaları ö ğrendim. Babam ö ğretti onları bana.»

Page 84: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Nick omzunu silkti, gülümseyerek ellerini açtı. Tom rahatladı. «Bu oyuncaklar benim artık. Sen bir dükkâna girip bir şey alabildi ğine göre, ben de yapabilirim. Oyuncakları geri vermeme gerek yok, de ğil mi?» Nick ba şını iki yana salladı. Tom sevinçle ba ğırdı. «Onlar benim artık!» Nick adamı kolundan çekerek bisikletini bıraktı ğı yere götürdü. — 182 — Önce kendisini i şaret etti, sonra da bisikleti. Elini, «Ho şçakal.» der gibi salladı- Tom hareketsiz kaldı. «Gidiyor musun, ahbap?» Nick, «Evet,» diye ba şını salladı. «Gitmeni istemiyorum!» diye ba ğırdı Tom. Masmavi gözleri irile ş-mi ş, dolmu ştu. «Senden ho şlandım! Gitmeni istemiyorum!» Nick ba şını sallayarak Tom'u yanına çekti. Kendisini, adamı ve bisikleti i şaret etti. «Benim de seninle gelmemi mi istiyorsun?» Tom buna inanamıyor, inanamıyormu ş gibi gülümsüyordu. Rahatlayan Nick, «Evet, evet,» der gibi ba şını salladı yine. Tom, «Tabii!» diye ba ğırdı. «Tom Cullen gidiyor! Tom...» Durakladı. Yüzün deki mutlu ifade kaybolur gibi oldu. «Oyuncaklarımı alab ilir miyim? Özellikle şu oyuncak garajı?..» Nick bir an dü şündü, sonra da, «Evet,» der gibi ba şını salladı. Adam tekrar sevinçle gülümsedi. «Tom Culle n gidiyor!» Nick önce bisikletini, sonra Tom'u i şaret etti. Adam ku şkuyla bisiklete baktı. «Şimdiye kadar böylesine hiç binmedim. Herhalde binme mem daha do ğru olur. Tom Cullen böyle güzel bir bisikletten dü şer.» Ama Nick cesaretlenmi şti. Tom'un, «Böylesine hiç binmedim,» sözlerinden, onun yine de bisikletle dola şmaya alı şık oldu ğu sonucunu çıkarmı ştı. Şimdi yapılacak şey, adama daha basit, daha rahat bir bisiklet bulma ktı. Delikanlı Tom'u tekrar oyuncaklarının yanına götürdü. Adam heyecanla yere çömeldi. Tam oyuncak arabalara uzanaca ğı sırada durakladı. Ba şını kaldırıp Nick'e baktı. Yüzünde kaygı ve ku şku vardı. «Tom Cullen'siz gitmeyeceksin, de ğil mi?» Nick kesin bir tavırla, «Hayır,» diye ba şını salladı. «Đyi...» Tom güvenle oyuncaklarına döndü. Nick dayana madı, adamın saçlarını dostça bir tavırla karı ştırdı. Tom ba şını kaldırarak utana sıkıla delikanlıya gülümsedi, Nick de ona gülümsedi. Hayır, bu zavallı yı geride bırakamazdı. * * * — 183 — Nick ö ğleye do ğru tam Tom'a göre bir bisiklet buldu. Adam bisiklet i görünce pek sevindi, hatta denedi de. Nick onun bisiklete binme yi bi|. di ğini görünce rahatladı. Delikanlı daha sonra dükkânlara girerek iki sırt çantasına gerekli gördü ğü şeyleri doldurdu. Tom'un yanına dönüp kentten çıkan yolu i şaret etti, elini salladı. Adam, «Hemen mi gidiyoruz?» diye sordu. Nick, «Evet,» diye ba şını sallayıp çantalardan birini Tom'un sırtına takt ı. Adam mutlu mutlu ba ğırdı. «Ya şasın! Tamam! Vay vay vay!» Nick kendi çantasını da sırtına asarak bisikletine bindi. Tom'la yan yana May'den çıktılar. Adam ne şeyle Nick'in bisikletine taktı ğı klaksonu çalıp duruyordu. Nick'le Tom, 7 Temmuzda ak şama do ğru Oklahama-Kansas sınırını a ştılar. Hava çok sıcaktı. Đki arkada ş kısa bir süre sonra mola verdiler. Tom uyku tulumu na girer girmez daldı gitti. Nick bir süre oturdu, gökyüzünd e yıldızların yava ş yava ş belirmesini seyretti. Delikanlı o gece yine suratı olmayan adamı gördü rü yasında. Yüksek damda duruyordu. Ellerini do ğuya do ğru uzatmı ştı. Sonra delikanlı kendisini boyundan uzun olan ye şil mısırların arasında buldu. O güzel müzik sesini duydu. Nick şafak vaktine do ğru uyandı! Kula ğında ya şlı zenci kadının sözleri çınlıyordu. «Beni Abagail Ana diye ça ğırırlar, istedi ğin zaman gel, beni gör.» Đki ahbap 10 Temmuzda Julie Lawry'e rastladılar. Hava yine bo ğucuydu. Nick'le Tom gömleklerini bellerine ba ğlamı ş, öyle ilerliyorlardı. Đkisi de güne şten iyice yanmı şlardı artık. Ama o gün fazla yol alamamı şlardı. Ye şil elmalar yüzünden. A ğaç terkedilmi ş bir çiftli ğin

Page 85: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

avlusundaydı. Elmalar ye şil, küçük ve ek şiydi. Ama ikisi de uzun süreden beri taze meyva yememi şlerdi. Bu yüzden elmalar onlara çok lezzetli geldi. Nick yine de iki elmadan sonra kendini zorlayıp bu i şten vazgeçti. Ama Tom altı elma yedi. O sabah on birde karnı a ğrıma- — 184 va ba şladı. Ö ğleden sonra da sürdü a ğrı. Đnliyor, yüzünden terler akı-yorı sık sık bisikletten inmek zorunda kalıyordu. jki arkada ş ak şam üzeri dörde do ğru Pratt kasabasına vardılar. Nick geceyi orada geçirmeye karar verdi. Tom gölgeli otobüs dura ğın-daki banka minnetle çökerek hemen uykuya daldı. Nick arkada şını orada bırakıp eczane aramaya çıktı. Đlaç bulacak, Tom istesin istemesin, 0na zorla içirecekt i. Delikanlı sonunda bir eczane bulup içeri girdi. Çev resine bakınarak ishal ilacı aradı. Bakı şları bir mankenin üzerinden kaydı, delikanlı aradı ğı ilacı gördü. Tam o tarafa do ğru iki adım attı ğı sırada, manken sandı ğı şeyin bir kız oldu ğunu anladı. Kız hiç kımıldamadan duruyordu. Bir elinde bir parf üm şi şesi, di ğerinde de kokuyu sürmek için kullanılan küçük cam çubuk vardı . Çini mavisi gözleri şaşkınlıkla irile şmişti. Kumral saçlarını arkaya do ğru taramı ş, parlak renkli bir e şarpla ba ğlamı ştı. Arkasında pembe, kısa bir kazak ve blucin kuma şından bir şort vardı. Külot kadar kısaydı şort. Kızın alnı sivilce doluydu. Nick'le kız bombo ş eczanede uzun bir an birbirlerine baktılar. Sonra parfüm şi şesi kızın parmakları arasından kaydı, yere dü şerek bomba gibi patladı. Kız titrek bir sesle, «Tanrım, sen gerçek misin?» d iye sordu. Nick, «Evet,» diye ba şını salladı. «Hayalet de ğilsin ya?» Nick bu kez de ba şıyla, «Hayır,» diye i şaret etti. «O halde bir şey söyle! Hayalet de ğilsen konu ş.» Nick i şaretlerle dilsiz oldu ğunu açıkladı. Kız ona do ğru bir adım attı. A ğzı açık kalmı ştı. «Konuşamıyor musun? Dilsiz misin?» Nick ba şını salladı. Kız daha da büyük dü şkırıklı ğıyla tiz bir kahkaha attı. «Yani sonunda biri çıkageldi, o da dilsiz, öyle mi?» Nick omzunu silkerek gülümsedi. — 185 — Kız delikanlıya yakla ştı. «Neyse, yakı şıklı sayılırsın. Bu da bir şey. dir.» Elini Nick'in koluna koydu. Gö ğüsleri neredeyse delikanlının koluna sürünüyordu. Nick'in burnuna en a şağı üç ayrı parfümün kokusu geldi. Ama bunlar kızın o pis ter kokusunu gizleyemiyordu. Kız «Adım Julie,» dedi . «Julie Lawry. Ya seninki?» Hafifçe, kıkır kıkır güldü. «Bunu söyleyemeyeceksin , de ğil mi? Zavallı!» Biraz eğildi, gö ğüsleri delikanlıya dokundu. Nick'i ate ş bastı. Delikanlı kaygıyla, «Ne oluyor?» diye dü şündü. «Bu kız daha çocuk sayılır.» Sonra kızdan uzakla şarak defteriyle kalemini çıkardı, yazmaya başladı. Kız onun yazdıklarını okumak için omzunun üze rinden baktı. Delikanlı Julie'nin sutyen takmamı ş oldu ğunu anladı, yazısı düzgünlü ğünü kaybetti. «Adım Nick Andros. Sa ğır ve dilsizim. Tom Cullen adlı biriyle yolculuk yapıyorum. Fazla akıllı biri de ğil. Nebraska'ya gidiyoruz. Çünkü orada bazı kimseler bulundu ğunu sanıyorum. Đstiyorsan bizimle gel.» Julie hemen, «Tabii gelirim,» dedi. Sonra Nick'in s ağır oldu ğunu hatırlayarak kelimeleri dikkatle söyledi. «Dudak okumayı biliyor musun?» Nick, «Evet,» anlamında ba şını salladı. Kız, «Pekâlâ,» diye güldü. «Birileriyle kar şıla ştı ğım için seviniyorum. Sa ğır, dilsiz veya gerzek olmaları önemli de ğil. Burası çok korkunç. Elektrik kesileli doğru dürüst uyuyamıyorum. Annemle babam iki hafta önc e öldüler. Benden ba şka sağ kalan yok zaten. O kadar yalnızım ki!» Hıçkırarak Nick'in boynuna atıldı, ona iyice sokuldu. Tekrar geri çekildi ği zaman gözleri kupkuru ve pırıl pırıldı. «Haydi, yatalım... Çok şirinsin.» Nick, Julie'ye şaşkınlıkla bakakaldı. « Đnanamıyorum,» diye dü şünüyordu. Ama kız delikanlının kemerini çeki ştirmeye ba şlamı ştı bile. «Haydi. Hap kullanıyorum. Tehlike yok.» Nick kar şı koymaktan vazgeçti.

Page 86: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Delikanlı daha sonra kapıya yürüyüp Tom'a baktı. Ad am hâlâ bank- — 186 — ta uyuyordu. Julie elinde yeni bir parfüm şi şesiyle yanına geldi. «Ger-zek o mu?» diye sordu. Nick ba şını salladı ama bu söz hiç ho şuna gitmemi şti. Acımasız bir sözcüktü. Julie kendisinden söz etmeye ba şladı. Nick onun on yedisinde oldu ğunu ö ğrendi ği zaman rahatladı. Nick'ten pek de küçük de ğildi. Kız konu ştu, konu ştu, Nick bir saatin sonunda kendi kendine, «Ke şke ona rastlamasaydım,» demeye ba şladı, «Ke şke bizimle gelmekten vazgeçse.» Julie yarı hayal, yarı gerçek hayat hikâyesini anla ttıktan sonra tekrar sevi şmek istedi. Nick, «Olmaz,» der gibi ba şını sallayınca da somurttu. «Belki de seninle gelmem!» Nick omzunu silkti. Kız ansızın ba ğırarak, «Dilsiz, dilsiz, dilsiz!» diye yineledi. Gö zleri öfkeyle parlıyordu. Sonra gülümsedi. «Ciddi de ğildim. Sana takılıyordum.» Ama Nick bu sözlere pek inanmadı. Tom, «Olmaz,» diyerek ba şını salladı, geriledi. « Đçmem. Tom Cullen ilaçtan hoşlanmaz. Hiç ho şlanmaz. Tatları berbat bunların.» Nick ona dü şkırıklı ğı ve öfkeyle baktı. Đlaç şi şesi elindeydi. Sonra Julie'ye bir göz attı. Kızın gözleri haince bir alayla parlı yordu. Julie, «Aferin, Tom,» dedi. «Onu sakın içme. Zehir o.» Nick şaşkınlıkla kıza bakakaldı. Julie ona güldü. Ellerini beline dayamı ş, Nick'e Tom'u ikna etmesi için meydan okuyordu. Belk i de delikanlıdan ikinci teklifini reddetti ği için böyle intikam alıyordu. Nick, Tom'a dönerek ilaçtan biraz içti. Öfkesinden şakakları zonklu-yordu. Şi şeyi Tom'a uzattı. Ama adam ikna olmamı ştı. «Hayır, hayır. Tom Cullen zehir içmez.» Nick adamın deh şet içinde oldu ğunu anladı ve kıza kar şı duydu ğu öfke büsbütün arttı. Tom ekledi. «Babam içmememi söyledi. Babam, 'Bu ambardaki fareleri öldürdü ğüne göre, Tom'u da öldürür!' dedi. Hayır. Zehir içmem.» — 187 — Nick artık Julie'nin memnun memnun gülümsemesine da yanan^, yacaktı. Yarı döndü, kızın suratına tokadı indirdi. Tom korkudan iri|e* miş gözlerle ona baktı. Julie, «Sen...» diye ba şladı, bir an söyleyecek kelime bulamadı Yüzü kızard ı. Sıska, kötü, şımarık bir yaratık oldu ğu her halinden anla şı. Iıyordu artık. «Seni dilsiz köpek! Bu yalnızca bir şakaydı, hayvan! Bana vuramazsın! Kahretsin! Bana vuramazsın!» Nick'e saldırdı ama delikanlı onu geri itti. Kız yere oturuverdi. Dudakları gerilmi ş, di şleri ortaya çık. mı ştı. Beyni zonklamaya başlayan Nick, kalemiyle defterini çıkararak iri harfl erle bir cümle karaladı. Kâğıdı koparıp kıza do ğru uzattı. Öfkesinden gözleri ate ş saçan Julie onun eline vurdu. Nick kızı ensesinden tutarak kâ ğıdı onun burnuna soktu. Tom gerilemi ş, hıçkırıyordu. Julie, «Pekâlâ,» diye haykırdı. «Senin pis notunu o kuyaca ğım!» Kâğıtta üç kelime vardı. «Sana ihtiyacımız yok.» Julie, «Kahretsin!» diye ba ğırdı. Aya ğa kalkıp biraz geriledi. «Burada kalacak değilim. Ben de gelece ğim. Bana engel olamazsın.» Nick belindeki tabancayı çekerek silahla kızın ayak larına ni şan aldı. Şerifin tabancasıydı bu. Julie hareketsiz kaldı. Yüzünde hi ddetin neden oldu ğu o kırmızılık kayboldu. Tela şla, «Bu sözlerimde ciddi de ğildim,» dedi. «Her istedi ğini yaparım. Yemin ederim.» Nick tabancayla Julie'ye gitmesini i şaret etti. Kız döndü, yürümeye koyuldu. Omzunun üzerinden bakıyordu. Gitgide hızlandı, sonu nda ko şmaya ba şladı, kö şeyi dönerek gözden kayboldu. Nick tabancayı kılıfına so ktu. Sarsılmı ştı. Kendini kirlenmi ş gibi hissediyordu. Sanki Julie Lawry insan de ğildi. Ölü a ğaçların altında ya şayan böceklerle akrabaydı. Nick döndü, bakı şlarıyla Tom'u aradı. Adam ortalarda yoktu. Nick, Tom'u ancak yirmi dakika sonra bulabildi. Bir evin arka verandasına büzülmü ştü. Nick'i görünce a ğlamaya ba şladı. «Lütfen onu bana içirme. Lütfen Tom Cullen'e zehiri içirme. Babam, 'O fareleri öldürdü ğüne göre, seni de öldürür!' dedi. Lütfeeen.» Nick ilaç şi şesinin hâlâ elinde oldu ğunu farkederek fırlatıp attı. Bo ş

Page 87: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

— 188 ellerini açıp Tom'a do ğru uzattı. Adamın diyaresi kendi kendine geçecekti çaresiz. Tom verandanın basamaklarından indi. Hâlâ a ğlıyordu. Tekrar tekrar, «Çok üzgünüm,» diyordu. «Tom Cullen çok üzgün.» Đki arkada ş yan yana anayola gittiler, oraya varınca şaşkınlıkla durakladılar. Đki bisiklet de yere devrilmi ş, lastikleri kesilmi şti. Çantaların içindeki yiyecekler her yana saçılmı ştı. Birdenbire bir şey Nick'in yüzünün yakınından müthi ş bir hızla geçti. Delikanlı hissetti bunu. Tom haykırarak ko şmaya ba şladı. Nick bir an şaşkın şaşkın durdu, sonra tüfekle ikinci defa ate ş edilirken çıkan alevi gördü. Julie, Pratt Otelinin ikinci katından ate ş ediyordu. Nick dönüp Tom'un pe şinden ko ştu. Julie'nin tekrar ate ş edip etmedi ğini anlaması imkânsızdı. Yalnızca Tom'a yeti şti ği zaman ikisinin de yaralanmamı ş olduklarını anladı. Delikanlı, «Hiç olmazsa o muzır yaratıktan kurtulduk,» diye dü şündü. Ama aslında bu ancak yarı yarıya do ğruydu. O ak şam Pratt'in be ş kilometre kuzeyinde, bir ahırda uyudular. Ertesi s abah on bire do ğru Đuka'ya varıp orada bir ma ğazadan güzel iki bisiklet buldular. 12 Temmuz günü ö ğleden sonra, yolda pek eski bir kamyonetle kar şıla ştılar. Direksiyonunda kırk ya şlarında bir adam vardı. Ba şına, kurdelesine tüy takılmı ş hasır bir şapka giymi şti. Güldü ğü zaman bütün yüzünde güne şin neden oldu ğu kırı şıklıklar beliriyordu. Adam, «Hey, Tanrım!» diye ba ğırdı. «Sizi gördü ğüme ne kadar sevindi ğimi bilemezsiniz! Haydi binin de nereye gidece ğimizi konu şalım.» i şte Nick ve Tom, Ralph Brentner'le böyle tanı ştılar. — 189 — 35 Larry Underwood çıldırmak üzere oldu ğunu sanıyordu. New Enq. land'daki bir karayolundan sendeleyerek ilerleyen genç adamın hal i korkunçtu. Bembeyaz suratlı, sıska bir hayalete benziyordu. Son hafta ne zaman uykuya dalsa, her seferinde kâbu slardan hay. kırarak uyanmı ştı. Kendini Lincoln tünelinde görüyordu hep. Pe şinden biri geliyordu ama Rita değildi Đblisti. Yüzünde donmu ş bir gülümsemeyle Larry'yi jZ|j. yordu. Kapkara bir adamdı. Yürüyen bir ölü de ğildi. Ondan da beter bir şeydi. Esmer adam bir süre sonra şarkı söyler gibi, «Haydi, Larry. Haydi, biraraya ge lelim.» Larry kapkara adamın solu ğunu omzunda hissediyor, çırpınarak uyanıyordu. Evet, çıldırmak üzereydi. «Ah, Tanrım,» diye inledi . «Kaçırıyorum.» Ama beyninin bir yanı hâlâ mantıklıydı. Bir ses, «B u do ğru olabilir,» diyordu. «Ama şu anda sıcak yüzünden bu haldesin.» Rita'nın ba şına gelenden sonra genç adam motosiklete binememi şti. O zamandan beri de yürüyordu. Kaç günden beri yoldaydı? Dört? Sekiz? Dokuz? Bunu bilmiyordu Larry . Sabahın onundan beri hava iyice bo ğucu olmu ştu. Şimdi saat dörde geliyordu. Güne ş hemen arkasındaydı. Larry'nin şapkası da yoktu. Đki yüz metre kadar ilerde, bir tepede beyaz bir çif tlik evi vardı. Güzel bir seraba benziyordu. Evin çevresindeki çim alan biraz bozulmaya ba şlamı ştı. Alanın hemen yanından bir dere şırıldayarak akıyordu. Yandan altları gölgeli, büyük karaa ğaçlar yükseliyordu. Larry, «Bir süre gölgede oturay ım,» diye dü şündü. «Sonra da dereden su içer, ellerimi yüzümü yıkarım. » Gölge, yoldan çok daha serindi. Larry zevk ve rahat lıkla, uzun uzun bir, «Oh,» çekti. Yere oturup, a ğacın gövdesine yaslandı. «$en — 190 — hastasın, o ğlum,» diyerek gözlerini yumdu. Suyun şırıltısı insanı rahatlatıyordu. «Bir dakika sonra dereye inip su iç ece ğim. Yıkanaca ğım. Bir dakika sonra...» Uykuya daldı. Larry uyandı ğı zaman kendini çok iyi hissetti ğini hemen anladı. Sonra aç oldu ğunu farketti. Bir de... güne ş ters taraftaydı. Sanki gökyüzünde gerisin geriye gitmi şti. Larry aya ğa kalkarak gerinirken biraz kestirmekle kalmamı ş oldu ğunu anladı. Bütün gece uyumu ştu. Saatine baktı. Sabahın dokuzuydu. Karnı çok açt ı. Herhalde büyük evde yiyecek vardı. Konserve et, çorba... Kar nı gurulduyordu.

Page 88: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Larry eve girmeden önce soyunup derenin yanında diz çöktü, bütün vücuduna su döktü. Đyice sıskala şmış oldu ğunun farkındaydı. Sonra aya ğa kalkarak gömle ğiyle kurulandı, pantolonunu giydi. Sudaki ta şlara basa basa kar şıya geçti. Birdenbire donmuş gibi durup ilerideki sık a ğaççıklara do ğru baktı. Uyandı ğından beri içinde tetikte bekleyen korku apansız alevlendi, so nra hemen geçti. Herhalde i şitti ği bir sincaptı. Ya da bir tilki. Kayıtsızca dönerek , çim alandan büyük, beyaz eve do ğru yürümeye ba şladı. Yarı yolda birdenbire aklına bir şey geldi. «Neden bisiklete binmedim?» Genç adam gülmeye ba şladı. Geride, sık a ğaççıkların arasından ye şilimsi mavi gözler ona bakıyordu. Larry gülerek, ba şını sallayarak eve giderken bakı şlar onu izledi. Genç adam verandanın merdivenlerinden çıkıp eve girdi ği zaman da pe şini bırakmadı. Sonra ağaççıkların arasından bir çocuk çıktı. Aya ğında bir şort vardı. Elindeki kasap bıça ğını sallayıp duruyordu. Bir el uzanıp çocu ğun omzunu ok şadı, çocuk hemen durdu. Dalların arasından bir kadın sıyrıldı bu kez. Uzun boylu, etkileyici bir t ipti. Gür, siyah saçlarının arasında tutam tutam beyazlar vardı. Saçlarını örmü ş, bir omzundan öne do ğru atmı ştı. Örgü gö ğsüne kadar iniyordu. Đnsan kadına baktı ğı zaman, önce onun ne kadar uzun boylu oldu ğunu dü şünüyor, sonra da bakı şları saçlarına kayıyordu. Bakan e ğer erkekse, «Bu saçlar açıldı ğı, ay ı şı ğında yastı ğın üzerine yayıldı ğı — 191 — zaman kadın nasıl görünüyor kimbilir?» diyordu. «Bu kadın yatakta nasıl olur?» Oysa kadın şimdiye kadar hiçbir erkekle yatmamı ştı. Tertemizdi. Bekliyordu. Rüyalar görmü ştü hep. Şimdi de bekledi ği erke ğin bu olup olmadı ğını kendi kendine soruyordu. Çocuğa, «Bekle,» dedi. Çocuk ona baktı. Yüzünde kaygılı bir ifade vardı. Kadın onun derdinin ne oldu ğunu biliyordu. «Eve bir şey olmaz, o adam eve neden zarar versin, Joe?» Joe dönerek eve kaygı ve özlemle baktı. «O giderken pe şine takılırız, Joe.» Çocuk öfkeyle, «Hayır,» der gibi kafasını salladı. «Evet, bu şart, Joe. Ben bunu yapmak zorundayım.» Kadın bunu g üçlü bir biçimde hissediyordu. Belki bekledi ği adam bu yabancı de ğildi. Ama o zaman da, bu adam kadının bir yıldan beri izledi ği zincirin bir halkasıydı. Zincirin sonu da gözükmek üzereydi. Çocuk bıça ğı kadına saplayacakmı şcasına havaya kaldırdı. Çıldırmı ş gibiydi. Asıl adı Joe de ğildi onun. Kadın kaçmaya, kendini korumaya kalkmadı , Joe da bıça ğı indirdi. Sonra eve do ğru döndü ve bıça ğı tekrar saplayacakmı ş gibi bir hareket yaptı. Kadın, «Hayır, olmaz,» dedi. «Çünkü o bizi bir yere götürecek...» Sustu. Pek de emin de ğildi. Larry'yi gördü ğüne pi şman olmaya ba şlamı ştı bile. Joe ona sitemle bakarak a ğaççıkların arasına girdi. Kadın çocu ğun ba şına bir şey gelmemesi için onun pe şinden gitti. Joe yere yatıp kıvrıldı. Bıça ğı gö ğsüne koymu ştu. Başparmağını a ğzına sokarak gözlerini yumdu. Nadine adlı kadın, derenin yanında diz çökerek su i çti, sonra da oturup evi gözetlemeye ba şladı. Bakı şları sakindi. Yüzü Raphael'in Madonna'larına benziyordu. Larry ak şama do ğru 9 numaran yolun a ğaçlıklı bir bölümünde bisikletle ilerliyordu. Kar şıdan bir yol levhası gözüktü ğü zaman durup okudu. Biraz şaşırmı ştı. Levhada Maine eyaletine girdi ği yazılıydı. Genç — 192 — Ham gözlerine inanamadı adeta. Korkusu yüzünden ser sem sersem bir hayli ilerlemi şti anla şılan. Ya da birkaç gün kendini kaybetmi şti. ı arry tekrar ilerleyece ği sırada bir ses duyup omzunun üzerinden baktı, gör ünürde hiçbir şey yoktu. Larry bisikletini bırakarak masmavi okyanusa do ğru yürüdü. Nedense tuhaf bir heyecana kapılmı ştı. Do ğunun son ucuydu burası. Karanın sonu. Genç adam bir kayaya oturarak ayaklarını a şağıya sallandırdı. Çok sarsılmı ştı. Yarım saat kadar orada oturdu, sonra kalkıp bisikletine do ğru giderken bir çı ğlık duydu.

Page 89: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Düşüncelerine öylesine dalmı ştı 14 önce bunu martı sesi sandı. Sonra duydu ğunun insan sesi oldu ğunu deh şetle anladı. Bir sava ş çı ğlı ğıydı bu. Bir çocuk ona do ğru ko şuyordu. Elinde kasap bıça ğı vardı. Daha geride bir kadın, çalıların arasından çıkmaktaydı. Rengi soluktu. Yor gunluktan gözlerinin altında mor lekeler belirmi şti. Kadın, «Joe!» diye seslendi, sonra o da ko şmaya ba şladı. Sanki ayakları sızlıyormu ş gibi ko şuyordu. Joe ona aldırmadan Larry'ye yakla ştı. Dudakları öldürme iste ğini açıklayan bir sırıtmayla gerilmi ş, bıça ğı da havaya kaldırmı ştı. Larry, «Beni öldürmeye geliyor,» diye dü şündü. Đyice sersemlemi ş-ti. «Bu çocuk... Ben ona ne yaptım ki?» Kadın, «Joe!» diye haykırdı. Tiz sesinde bitkinlik ve çaresizlik vardı. Larry tüfe ğini bisiklette bırakmı ş oldu ğunu hatırladı. Aynı anda çocuk ona saldırdı. Joe bıça ğı indirirken genç adam da uyu şukluktan kurtuldu. Yana kaçtı, hiç dü şünmeden sarı botuyla çocu ğun karnına bir tekme attı. Sonra Joe'ya acıdı. Çocuk yere devrilmi şti. Nadine seslendi. «Joe!» Bir tümse ğe takılıp dizüstü dü ştü. «Ona zarar vermeyin! Lütfen bir şey yapmayın ona.» Joe yerde sırtüstü yatıyordu. Larry çocu ğun bıçaklı elinin bile ğine bastı. «Bırak o bıça ğı, o ğlum.» Joe ıslık çalar gibi bir ses çıkardı, sonra da hind i gibi sesler çıktı a9zmdan. Üst duda ğı gerilmi şti. Çekik Çinli gözleri öfkeyle Larry'ye — 193 — Mahşer / F: 13 bakıyordu. Larry, Joe'nun bile ğine daha da sıkıca bastı. Çocuk ba ğıry, Ama can acısıyla de ğil, meydan okurcasına. «Afo bıça ğı, o ğlum.» Joe çırpınmayı sürdürdü. Nadine yorgunluktan sendeleyerek, soluk solu ğa yakla ştı. Larry'ye bakmadan diz çöktü. Yumu şak, ama kesin bir sesle, «O bıça ğı bırak» dedi. Çocuk homurdandı. Sıktı ğı di şlerinin arasından tükürükler sızdı. «Seni bırakıp giderim. Joe. Seni terkeder, onunla g iderim. Tabii uslu çocuk gibi davranırsan, o ba şka.» Joe'nun kasları gev şedi. Çocuk Nadine'e üzüntü ve sitemle baktı, sonra da Larry'ye bir göz attı. Genç adam bu mavimsi ye şil gözlerdeki yakıcı kıskançlı ğı farketti. Ter içinde kalmı ş olmasına ra ğmen vücudu birdenbire buz kesildi. Nadine sakin sakin konu şmasını sürdürdü. «Kimse sana zarar vermeyecek. Seni burada bırakmayaca ğız. Tabii bıça ğı bırakırsan. Hepimiz dost olaca ğız.» Sonunda Joe bıça ğı bıraktı, Larry de e ğilip çabucak aldı. Aya ğını çocu ğun bile ğinden çekerek döndü, bıça ğı uzaklara fırlattı. Sonra tekrar kadınla çocu ğa döndü. Nadine, Joe'nun kızarmı ş bile ğini inceliyordu. Siyah gözlerinde derin bir kederle Larry'ye baktı. Genç adam yine eskisi gibi, «Bunu yapmak zorundaydı m,» demek istedi. «Suç bende değil. Beni dinle, bu çocuk beni öldürmeye kalktı.» Çü nkü ona kadın bakı şlarıyla, «Sen iyi bir insan de ğilsin,» diyormu ş gibi gelmi şti. Ama genç adam sonunda hiçbir şey söylemedi. Kadının yumu şak bakı şlarına kar şılık vererek, «Galiba de ği ştim,» diye dü şündü. «Ama ne kadar de ği şti ğimi bilmiyorum.» Kadın, «Ben Nadine Cross'um,» dedi. «Bu da Joe. Siz inle kar şıla ştı ğımız için seviniyorum.» «Ben de Larry Underwood'um.» El sıkı ştılar. Đkisi de bu durumu gülünç buldukları için hafifçe gü lüm-süyorlardı. — 194 — Nadine, «Yola dönelim,» dedi. Yan yana yürümeye ba şladılar. Larry birkaç adım sonra omzunun gerinden J oe'ya baktı. Çocuk dizüstü do ğrulmu ş, ba şparmağını emi-v/ordu. Onların gittiklerinifTfarkında de ğilmi ş gibiydi. «Joe gelir.» «Bundan emin misiniz?» «Evet, çok eminim.» Karayolunun kenarına vardıkları sırada Nadine sende ledi. Larry 0nu kolundan tuttu. Kadın genç adama minnetle baktı. «Biraz otur alım mı?»

Page 90: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Tabii.» Yolun kenarına oturarak birbirlerine baktılar. Bir süre sonra Joe da geldi. Onlardan biraz uza ğa çöktü. Larry çocu ğa ihtiyatla baktı, Nadine'e döndü. «Đkiniz beni izliyordunuz.» «Bunun farkında mıydınız? Evet! Sezdi ğinizi anlamı ştım.» «Ne zamandan beri pe şimdesiniz?» Nadine, « Đki gün oldu,» dedi. «Epsom'daki o büyük evde kalıyo rduk. Derenin yanındaki çiftlik evinde. Kaya duvarın yanında uyuk aldı-nız.» Larry ba şını salladı. «Dün gece de ben verandada uyurken iki niz gelip bana baktınız. Belki de boynuzlarım ya da uzun, kırmızı bir kuyru ğum olup olmadı ğını anlamak için.» Kadın usulca, «Onu Joe yaptı,» diye açıkladı. «Ben onun yanımda olmadı ğını görünce pe şinden gittim. Nasıl anladınız?» «Çiylerin arasında ayak izleriniz kalmı ştı.» «Ah...» Nadine, Larry'yi dikkatle inceledi. «Bize k ızmanızı istemiyorum. Tabii Joe sizi öldürmeye kalktıktan sonra bu sözler biraz gülünç. Ama o sorumlu bir çocuk de ğil.» «Asıl adı bu mu?» «Hayır. Ben onu Joe diye ça ğırıyorum.» «Vahşilere benziyor.» «Evet, öyle. Onu bir evin önündeki çim alanda buldu m. Belki rjp oturdu ğu evdi. Rockway diye bir yerde. Hastaydı. Fare ısırmı ştı 0nn Konu şamıyor. Yalnızca homurdanıyor. Bu sabaha kadar onu kontrol edebiliyo rdum. Ama... yoruldum. O da...» Nadine omzunu silkti. «Önce Joe'yu giydirdim . Külotu dı şında her şeyi çıkardı. Sonunda çabalamak-tan yoruldum. Ben ö ğretmenim, misyoner de ğil.» Bir an durdu. «Sizinle gelmek istiyorum. Bu durumda açık a çık konu şmaktan ba şka çare yo|< sanırım.» Larry, «Benimle gelmek isteyen kadının u ğradı ğı felaketi duysaydı ne yapardı acaba?» diye kendi kendine sordu. Ama aslında o ola ydan hiçbir zaman söz edemeyece ğini biliyordu. Sonra, «Ben nereye gidece ğimi bilmiyorum,» dedi. «New York'tan geliyorum. Önce kıyıda güzel bir ev bulmay ı, Ekime kadar orada kalmayı planlıyordum. Ama yola devam ettikçe ba şka insanlarla beraber olmak istemeye başladım.» «Yani ev aramaktan vazgeçtiniz, insanları aramaya b aşladınız.» «Evet. Belki.» «Bizi buldunuz. Bu da bir ba şlangıç sayılır.» «Asıl siz beni buldunuz sanırım. Ama bu çocuk beni kaygılandırıyor, Nadine. Bıça ğını attım gerçi. Yine de bu dünya kapılmayı bekleye n bıçaklarla dolu.» «Evet!» «Zalim konu şmak istemiyorum...» Larry durakladı. Dü şündüklerini kadının söylemesini bekledi. Ama Nadine siyah gözleriyle on a baktı yalnızca. £enç adam devam etti. «Joe'yu bırakmayı dü şünebilir misin?» Nadine sakin sakin, «Bunu yapamam,» dedi. «Tehlikey i anlıyorum Özellikle sizin tehlikede olaca ğınızı. Joe sizi kıskanıyor. Benim gözümde sizin ken disinden daha önemli olmanızdan korkuyor. Size ...tekrar saldırma ya kalkabilir. Onun için Joe'yla dost olmalısınız. Ya da onu kötü bir niyeti niz olmadı ğına inandırmalısınız. Ama onu bırakırsam, bu cinayetten farksız olur. Bunu istemem.» «Ama Joe bir gece gırtla ğımı keserse yine cinayete katılmı ş olursunuz.» — 196 — Nadine ba şını e ğdi. Larry alçak sesle, «Dün gece Joe'nun pe şinden gelmeseydiniz,» diye ekledi, «Herhalde beni öldürecekti. Bu do ğru, de ğil mi?» Nadine usulca, «Olacak olur,» dedi. Larry güldü. «Kader, öyle mi?» Nadine ba şını kaldırdı. «Sizinle gelmek istiyorum, Larry. Ama joe'yu terkedemem. Karar sizin.» «Đşi kolayla ştırmıyorsunuz.» «Artık ya şamak kolay de ğil.» Larry dü şündü, sonra da, «Pekâlâ,» dedi. «Tehlikeli sayılaca k kadar yufka yüreklisiniz... Ama... pekâlâ.»

Page 91: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Nadine, «Te şekkür ederim,» diye mırıldandı. «Joe'nun davranı şlarından ben sorumlu olaca ğım.» «Ya! Beni öldürdü ğü zaman bu sözleriniz içimi rahatlatacak.» Nadine içini çekti. «O zaman hayatımın sonuna kadar vicdan azabı çekerim.» Birdenbire yakında bir gün hayatın kutsallı ğıyla ilgili bu sözlerin alaycı birer hayalet gibi kar şısına dikileceklerini sezdi ve titredi. Kendi kendi ne, «Hayır,» dedi. «Kimseyi öldürmeyece ğim. Bunu hiçbir zaman yapmayaca ğım. Hiçbir zaman!» O gece Wells kentinin bembeyaz kumsalında kamp kurd ular. Larry büyük beyaz evde buldu ğu gitarı çıkarıp çalmaya ba şladı. O zaman Joe sessizce ona yakla ştı. Nadine alçak sesle, «Müzik sihirlidir...» diye mırı ldandı. Lary eski bir 'blues' parçası söylüyordu. «Uzaklardan geldi ğimi göreceksin, bebe ğim...» Joe güzel bir sır ke şfetmi ş gibi sevinçle gülümsemekteydi. Gözleri ! şıl ısıldı. Parça sona erdi ği zaman Nadine, Larry'yi alkı şladı. Joe kumların üzerinde zıplayıp duruyordu. Sonra da Larry'ye bakarak eliyl e bir i şaret yaptı. Nadine, «Bir parça daha çalmanızı istiyor,» dedi. « Bunu yapar mısı- — 197 — nız? Şarkınız çok güzeldi. Şimdi kendimi daha iyi hissediyorum, ç^ daha iyi!» Larry arka arkaya birkaç şarkı daha söyleyip çaldı. Sonra da durarak, «Artık çalamayaca ğım,» diye açıkladı. «Parmaklarım.» Elini uzattı Tır nakları kırılmı ş, parmak uçlarında derin çizgiler belirmi şti. Joe ellerini uzattı, Larry bir an durakladıktan son ra gitarı çocu ğa verdi. «Çok çalı şmak gerekiyor...» Birden onu çok şaşırtan bir şey oldu. Joe, «Jim Dandy»i kusursuz biçimde çalmaya başladı. Oysa gitarı hayatında ilk defa eline aldı ğı da belliydi. Larry'nin şarkısını dinlemi ş, anla şılan hemen ezberlemi şti. Gitardan çıkan sesler pek hafifti. Joe şarkının sonunda parmaklarına baktı. Neden Larry kad ar güçlü sesler çıkaramadı ğını anlamaya çalı şıyormu ş gibi bir hali vardı. Genç adam, «Yeteri kadar sert vurmuyorsun,» diye aç ıkladı. «Ayrıca parmaklarının ucunda nasırlar olu şması gerekir. Sert kısımlar yani. Sol elinin kaslar ının geli şmesi de şarttır.» Joe ona dikkatle bakıyordu ama Larry'nin s özlerini anlayıp anlamadı ğı belli de ğildi. Genç adam Nadine'e döndü. «Onun gitar çaldı ğını biliyor muydunuz?» «Hayır. Ben de sizin kadar şaşırdım.» Larry ba şını salladı. Joe gitarı ba şının üzerine do ğru kaldırarak kumsalda neşeyle ko şmaya ba şladı. Genç adam, «Gitarı parça parça edecek,» dedi. Nadine, «Hayır,» diye cevap verdi. «Hiç sanmıyorum. » Larry ertesi sabah uyandı ğında Joe, kuca ğında gitarla bir kayanın üzerine oturmu ş, «Fresno Blues»u çalıyordu. Çıkardı ğı sesler daha güçlüydü şimdi. Genç adam çocu ğa gülümsedi. « Đnsan gitarı seven birinden ho şlanmazlık edemez,» diye düşünüyordu. Bir numaralı karayolundan inerek Ogunquit'e vardıla r. Kasabaya girerken Joe birdenbire eliyle yukarıyı i şaret etti. Larry deli gibi gökyüzüne baktı. Çocu ğun bir uçak gördü ğünü sanmı ştı. — 198 — Nadine, «Gökyüzü de ğil, ambar!» diye haykırdı. Sesi heyecanlıydı. „/\mb arın damı! Đyi ki sen yanımızdasın, Joe! Yoksa o yazıyı görmeye cektik.» Larry ambara do ğru döndü. Damda, «Stovington Bula şıcı Hastalıklar Merkezine gidiyoruz,» diye yazılıydı. «Buradan ayrıldı ğımız tarih: 2 Temmuz. Harold Emery Lauder, Frances Goldsmith.» Nadine, «Bula şıcı Hastalıklar Merkezi!» diye ba ğırdı. «Bu neden aklıma gelmedi? Oraya gitmi şler.» «Tabii hâlâ ya şıyorlarsa.» «Yaşıyorlarsa mı? Tabii ya şıyorlar. Đki Temmuzda salgın sona ermi şti bile. O dama çıkabildiklerine göre, demek ki hasta de ğillerdi.» Larry istememesine ra ğmen heyecanlanmaya ba şlıyordu. «Ben Vermont'tan geçip geldim!» «Herhalde onlar artık Stovington'a varmı şlardır bile, Larry. Đki Temmuz... Yani tam on be ş gün önce yola çıkmı şlar.» Nadine'in gözleri parlıyordu. «O merkezde

Page 92: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

başkaları da olabilir mi, Larry? Olabilir, de ğil mi? Ne de olsa o uzmanlar karantinayla, steril kılıklarla ilgili her şeyi biliyorlar.» Larry ihtiyatla, «Bilmem ki,» dedi. Nadine sabırsız ve biraz da çılgın bir tavırla ba ğırdı. «Elbette orada birileri olabilir! Harold'la Frances'in sürüyle insan bulduk larından eminim. Yüzlerce insan. Hemen gidelim. En kısa yol...» Larry kadını omuzlarından tuttu. «Dur, bir dakika.» «Ne demek dur bir dakika? Sen...» «Bu yazı bizim gelmemizi iki hafta beklemi ş. Biz de biraz bekleyebiliriz. Şimdi önce ö ğle yeme ği yiyelim. Gitarcı Joe da neredeyse ayakta uyuyacak .» Nadine dönüp baktı. Gerçekten de gözleri camla şmış olan Joe kirpiklerini kırpı ştırıp duruyordu. Larry, «Onun fare ısırı ğının etkisinden yeni kurtuldu ğunu söyledin. Çocuk herhalde bitkin, Nadine,» dedi. «Haklısın... Bunu d üşünemedim.» — 199 — «Ona gereken iyi bir yemek ve güzel bir uyku.» «Tabii ya! Joe, çok üzgünüm. Dü şünemedim.» Joe uykulu uykulu bir şeyler homurdandı. Larry şimdi söyleyece ği şeyi dü şünürken o eski korkusu yine uyandı. «Nadine, motorlu bisiklete binebilir misin? O zaman fazla ça ba harcamadan hızla ilerleyebiliriz.» Nadine'in gözleri heyecanla yeniden parlamaya ba şladı. «Evet! Yapabiliriz! Ben motorlu bisiklete hiç binmedim ama sen bana ö ğretirsin, de ğil mi?» «Tabii ö ğretirim.» Nadine ne şeyle Joe'ya döndü. «Vermont'a gidiyoruz! Ba şkalarını da görece ğiz artık, Joe! Ne harika de ğil mi?» Joe esnedi. Larry, Ogunquit'te motorlu bisiklet bulamadı. Ama W ells'den çıkarlarken öyle bir dükkân görmü ş oldu ğunu hatırlıyordu. Küçük grup ertesi gün Wells'e döndü. Larry korkular ını gizlemeye çalı şarak Nadine'e motorlu bisiklete binmesini ö ğretti. Daha sonra Joe'nun yardımıyla ta şıtların depolarına benzin doldurdu, o arada bir hay li de yoruldu. Bu i ş bitti ği zaman Joe'ya, «Aferin,» dedi. « Đyi çalı ştın. Sa ğol.» Joe bo ğuk bir sesle, «Rüc-ca ed-edderim,» diye cevap verdi . Larry şaşırdı. «Joe, sen 'Rica ederim' mi dedin?» Joe ba şını salladı. «Rüc-ca ed-derim.» Nadine gülümseyerek ellerini uzattı. «Aferin, Joe. Aferin sana.» Çocuk kadının yanına ko şarak onun bir an kendisini kucaklamasına izin verdi , sonra da motorlu bisikletlere dönüp tekrar onları incelemeye ba şladı. Larry, «Konu şabiliyor,» dedi. Kadın ba şını salladı. «Biliyordum. Ama Joe'nun iyile şece ğini bilmek beni çok sevindiriyor. Galiba onun ikimize birden ihtiyacı v ardı. Đki yarım. Yani... ah, bilmem ki..» Kızardı, hızla çocu ğun yanına gitti. — 200 — Larry o gece battaniyelerine sarılıp yatarken, «Aca ba Nadine çocuk uyuduktan sonra yanıma gelir mi,» diye dü şündü. Kadını beklerken dalıp gitti. Rüyasında kendini bir mısır tarlasında gördü. Kaybo lmu ştu. Đlerde bir yerden bir gitar sesi geliyordu. Larry, «Gitarı çalan Joe mu?» diye dü şünüyordu. «Onu bulabilirsem her şey yoluna girer. Ama onun adı joe de ğil. Asıl adı Leo Rockway.» Larry sese do ğru ilerliyor, bir açıklı ğa eri şiyordu. Orada küçücük bir ev vardı. Kulübenin verandasında çok ya şlı bir zenci kadın gitar çalıyordu. Gitarı Joe çalamazdı. Çünkü çocukla Nadine Larry'nın yanınday- dılar. Zenci kadın gitarı bırakarak, «Ah, konuklar gelmi ş,» diyordu. «Ortaya çıkın da sizi iyice göreyim.» Üçü el ele kadına yakla şıyorlardı, Larry zencinin o zamana kadar gördü ğü kadınların en ya şlısı oldu ğunu dü şünüyordu. Ama onda genç adamı rahatlatan bir şeyler vardı. Zenci kadın gitarını Joe'ya uzatıyordu. Çocuk da he yecanla aynı parçayı çalıyordu. Ama daha hızlı. Nadine kadına kim oldu ğunu soruyordu.

Page 93: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

ihtiyar kadın, «Beni Abagail Ana diye ça ğırırlar,» diyordu. «Galiba ben Do ğu Nebraska'daki en ya şlı kadınım. Mümkün oldu ğu kadar çabuk gelip beni görün. Her şey çok çabuk geli şecek sanırım. O bizi farketmeden Özgür Bölgeye gitm eliyiz.» Birdenbire bir bulut güne şi örtüyor, Nadine so ğuk so ğuk, «Kim bizi farketmeden?» diye soruyordu. «Sen onun kim oldu ğunu biliyorsun sanırım, kadın.» Nadine, «Hayır, bilmiyorum,» diyordu. «Biliyorsun. Ama o adamın senin için ne anlam ta şıdı ğının farkında de ğilsin. Onunla aramızda Kayalık da ğları var neyse ki! Ama o da ğlar da adamı uzun süre engelleyemeyecek. Onun için biraraya gelmeliyiz. Co lorado'da.» Nadine yine o so ğuk ve ürkütücü sesle, «Hayır,» diyordu. «Biz Vermon t'a gidiyoruz. Hepsi bu kadar. Kısa bir yolculuk bu.» — 201 — Yaşlı kadın, «E ğer onun etkisinden kurtulmazsan yolculu ğun bizimkinden çok daha uzun olur,» diye cevap veriyor, Nadine'e derin bir kederle bakıyordu. «Yanındaki iyi bir erkek olabilir, kadın. O iyile şip düzelmeye çalı şıyor. Neden onu kullanaca ğına, kendisine yakla şmıyorsun?» «Hayır. Biz Vermont'a gidiyoruz. Vermont'a!» Yaşlı kadın Nadine'e acıdı ğını belirten bir tavırla bakıyordu. «Dikkat etmezse n doğruca cehenneme gideceksin, kadın. Oraya vardı ğın zaman cehennemin buz gibi soğuk bir yer oldu ğunu göreceksin. Buz gibi so ğuk bir yer...» Sonra ortalık kararıyordu. Karanlıkların arasında b ir şey Larry'yi izliyordu. Soğuk ve amansız bir şeydi bu. Larry çok geçmeden gülen yaratı ğın di şlerini görecekti... Birdenbire uyandı Larry. Şafak söküyordu. Genç adam biraz ilerde yatan Joe'nu n uykusunda titredi ğini farketti. Galiba çocuk da kâbus görüyordu... Ertesi gün ak şam üzeri Enfield'deki parkta dinleniyorlardı. Larry, «Eskiden ne yapardın, Nadine?» diye sordu. « Öğretmenlik mi?» «Evet, öyle.» «Küçük çocuklara mı ders verirdin?» «Evet. Birinci ve ikinci sınıflara.» Bu Nadine'in Joe'yla neden ilgilendi ğini açıklıyordu. Larry, «Evli miydin, Nadine?» dedi. «Hayır. Ben hiç evlenmedim.» Kadın sinirli sinirli otları koparıyordu. «Ben tam bir kız kuru şuyum. Göründü ğümden daha gencim. Ama hissetti ğimden daha ya şlıyım. Otuz yedi ya şındayım.» Saçlarının arasındaki kır tutamlara dokun du. «Saçlarım erken a ğardı. Büyük annem kırkına geldi ği zaman bütün saçları bembeyazdı.» Larry kolunu kadının beline doladı. Nadine kaskatı kesildi. «Bunu yapmamalısın, Larry.» — 202 — «Đstemiyor musun?» «Đstemiyorum.» Larry şaşkın şaşkın kolunu çekti. Aslında Nadine'in kendisini pekâl â istedi ğinin farkındaydı. Kadın şimdi kızarmı ştı. Çaresizlik içinde köklerinden çıkardı ğı otlara bakıyordu. «Nadine?» Kadın ba şını kaldırdı ğında Larry onun a ğladı ğını gördü. Nadine tam konu şaca ğı sırada Joe elinde gitar kutusuyla a ğır a ğır yakla ştı, «Hanım...» dedi. Larry şaşaladı. «Ne?» «Hanım.» Joe omzunun üzerinden geriyi i şaret etti. Larry'yle Nadine birbirlerine baktılar, sonra tiz b ir ses duydular. «Çok şükür! Tanrım sana şükürler olsun!» Nadine'le Larry aya ğa kalktılar. Bir kadın sokaktan ko şarcasına onlara do ğru geliyordu. Hem gülüyor, hem a ğlıyordu. «Sizi gördü ğüme çok sevindim! Şükürler olsun...» Yalpaladı. Larry onu tutmasaydı yere yı ğılacaktı. Genç kadın yirmi be ş yaşlarındaydı. Blucin ve beyaz pamuklu bir bluz giymi şti. Mavi gözlerinde çaresiz bakı şlarla Larry'ye bakıyordu. Sanki gördü ğü bu üç ki şinin birer hayal olmadı ğına kendi kendini inandırmaya çalı şıyormu ş'gibi. «Ben Larry Underwood'um. Bu hanım Nadine Cross. Bu delikanlı da Joe. Seninle kar şıla ştı ğımız için çok mutluyuz.»

Page 94: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Genç kadın bir an sessizce Larry'ye baktı, sonra Na dine'e do ğru yürüdü. «Sizinle tanı ştı ğıma seviniyorum,» diye ba şladı. «Çok seviniyorum. Ah, Tanrım! Siz gerçek misiniz?» Nadine, «Evet,» dedi. Kadın kollarını onun boynuna dolayarak a ğlamaya ba şladı. Nadine de kadını kucakladı. Ba şparmağını a ğzına sokmu ş olan Joe, bir elinde gitar kutusuyla Larry'nin yanına gitti, genç adamın elini sıkıca tu ttu. Đkisi de ciddi ciddi kadınlara baktılar. Genç kadının adı Lucy Swann'di. Onlarla Stovington' a gitmek isti- — 203 — yordu. Harold ve Frances'le kar şıla şma fikri onu heyecanlandırıyordu. Larry genç kadın için bir çanta buldu, Nadine de, Lucy'yie bir likte onun j evine gitti. Eşyalarını toplamasına yardım edecekti. Lucy iki elbi se, bir çift ayakkabı, bir yağmurluk aldı. Ölmü ş olan kocasıyla kızının foto ğraflarını da. Kocasıyla kızı bir gün arayla ölmü şlerdi. Genç kadın onlara elinden geldi ği kadar bakmı ştı. Onlar öldü ğü zaman da, hastalı ğa yakalanarak can vermeyi beklemi şti. 3 Temmuzda, New Hampshire eyaletinin Enfield kentinde kendisind en ba şka kimse kalmadı ğını anlamı ştı. Genç kadının adı Lucy Swann'di. Onlarla Stovington' a gitmek istiyordu. Larry genç kadın için bir çanta buldu, Nadine de, Lucy'yi e birlikte onun evine gitti. Eşyalarını toplamasına yardım edecekti. Lucy iki elbi se, bir çift ayakkabı, bir yağmurluk aldı. Ölmü ş olan kocasıyla kızının foto ğraflarını da. Kocasıyla kızı bir gün arayla ölmü şlerdi. Genç kadın onlara elinden geldi ği kadar bakmı ştı. Onlar öldü ğü zaman da, hastalı ğa yakalanarak can vermeyi beklemi şti. 3 Temmuzda, New Hampshire eyaletinin Enfield kentinde kendisind en ba şka kimse kalmadı ğını anlamı ştı. O gece Vermont'a geçerek Ouechee'de kamp kurdular. Lucy hayat hikâyesini anlattı ve sözlerini, «Belki kendi kendime ya şamayı ba şaracaktım,» diye bitirdi. «Ama sonra o kâbusları görmeye ba şladım.» Larry çabucak ba şını kaldırdı. «Kâbusları mı?» Joe da Lucy'ye bakıyo rdu. Genç kadın, «Kötü rüyalar,» diye açıkladı. «Kâbuslar... Bunlar her zaman birbirinin aynı de ğil. Ço ğu zaman rüyamda bir adam beni kovalıyor. Onu iyice göremiyorum. Çünkü bir pelerine sarınmı ş oluyor. Hep gölgelerin arasında bekliyor... Sonund a bu kâbuslar yüzünden uyumaktan korkmaya ba şladım. Ama belki artık...» Joe müthi ş bir heyecanla birdenbire, «Karra adam!» diye ba ğırdı. Hepsi de irkildiler. Çocuk aya ğa fırlayarak kollarını uzattı. Elleri küçük birer p ençeye benziyordu. «Karra adam! Kötü rüya! Kötü korkku! Be nni korkuttuyor!» — 204 — Larry, «Ben de seninle aynı fikirdeyim, Joe,» dedi kendi kendine. Sonra, «Delice bir şey bu,» diye ba ğırdı. Di ğerleri ona bakıyordu. Birdenbire etraf pek karanlıkmı ş gibi geldi ona. Lucy'nin yüzünde yine korku dolu b ir ifade belirdi. Larry, «Lucy.» dedi. «Hiç.. Nebraska'yla ilgili " rüya gördün mü?» Genç kadın, «Bir gece ya şlı bir zenci kadınla ilgili bir rüya gördüm,» diye açıkladı. «Ama uzun sürmedi. Kadın, 'Gel beni gör,' dedi. Ya da buna benzer bir şey. Sonra kendimi Enfield'de gördüm. O... o korkunç adam yine beni kovalıyordu. Uyandım.» Larry, Joe'ya baktı. «Joe... rüyanda hiç... mısırla rı görüyor musun? Ya şlı bir kadını? Bir gitarı?» Nadine'in kolunu omzuna attı ğı çocuk, genç adama şaşkın şaşkın baktı. Kadın, «Onu zorlama,» dedi. «Joe'yu büsbütün sarsac aksın.» Ama en çok kendisi sarsılmı ş gibiydi. «Bir ev, Joe? Önünde verandası olan bir kulübe?» La rry'ye çocu ğun gözlerinde bir pırıltı belirmi ş gibi geldi. Ama Nadine, «Yeter, Larry,» diye ba ğırdı. Genç adamın aklına ba şka bir ayrıntı geldi. «Bir salıncak, Joe? Araba lasti ğinden yapılmı ş bir salıncak?» Joe irkildi. Nadine çocu ğu tutmaya çalı ştı ama çocuk kadının kolundan sıyrıldı. Sevinçle, «Salıncak,» diye haykırdı, «Salıncak! Sal ıncak!» Önce Nadine'i i şaret etti, sonra da Larry'yle Lucy'i. «O! Sen! Herkes!»

Page 95: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Lucy Swann şaşaladı. «Salıncak. Onu ben de hatırlıyorum.» Korkuyl a Larry'ye baktı. «Neden hepimiz de aynı rüyayı görüyoruz? Bu nasıl olur? Biri üzerimize ı şın mı tutuyor?» «Bilmiyorum.» Larry, Nadine'e döndü. «Sen de aynı r üyayı gördün mü?» Kadın, «Ben rüya görmem,» dedi ama bakı şlarını genç adamdan kaçırdı. «Emin misin...» «Sana söyledim ya! Ben rüya görmem!» Nadine'in sesi sertti. San-ki bir sinir krizi geçirmek üzereydi. «Benim yakamı bırakamaz mı sın? Đlle beni zorlaman şart mı?» Aya ğa kalkarak adeta ko şarcasına uzaku ti. Lucy bir an kararsızca onun arkasından baktı. «Yanı na gideyim.» «Evet. Daha iyi olur. Te şekkürler, Lucy.» Genç kadın kısa bir süre sonra yanında Nadine'le dö ndü. Larry j^. sinin de ağlamı ş olduklarını farketti. Ama dost oldukları da anla şıhy0r. du. Nadine, «Çok üzgünüm,» dedi. «Sinirlerim her zaman gergin. Bu da garip biçimlerde ortaya çıkıyor sanırım. Yorgunum.» Nadine ifadesiz bir sesle, «Ah, Tanrım!» dedi. Larr y ona baktı, kadının düşkırıklı ğının a ğlayamayacak kadar derin oldu ğunu anladı. 19 Temmuz ak şamıydı. Gölgeler uzamaya ba şlamı ştı. Dördü de bir demir parmaklı ğın önünde duruyorlardı. Arkalarında, a şağıda Stoving-ton kenti uzanmaktaydı. Bula şıcı Hastalıklar Merkezinin önündeki çim alana büyük bir levha dikilmi şti. Üzerinde, «Burada herkes ölmü ş,» diye yazılıydı. «Biz batıya, Nebraska'ya gidiyoruz. «Bizi izleyin. Harold Emery Lauder Frances Goldsmith Stuart Redman Glen Bateman 8 Temmuz.» Larry, «Harold karde ş,» diye mırıldandı. «Elini sıkmak ve sana bira ikra m etmek için sabırsızlanıyorum.» Lucy sert sert, «Larry!» d edi. Nadine dü şüp bayılmı ştı. — 206 — 36 Abagail Ana derin uykusundan deh şetle titreyerek uyandı. Vücudu buz gibiydi- Gördü ğü kâbusun etkisinden kurtulaca ğı sırada dondu kaldı Bir yerde, batıda, Kayalık da ğlarının gerisinde ı şıltılı iki göz birdenbire ona do ğru çevrilmi şti. Abagail Anayı arıyorlardı. Sonra ya şlı zenci Kadın, kara adamın, «Kim var orada?» diye sordu ğunu duydu. «Sen misin, ihtiyar?» Abagail Ana karanlık gecede fısıldadı. «Burada oldu ğumu biliyor. Ah, Tanrım, bana yardım et! Bana şimdi yardım et! Hepimize de!» Di ğerleri 24 Temmuzda geldiler. Abagail Ana arka veran dada oturmu ş, sevdi ği ilahileri söylüyordu. Sonra kuzeyden inen arabanın homurtusunu duydu. Şarkı söylemekten vazgeçti ama hâlâ dalgın dalgın gitar ç alıyordu. «Evet, Tanrım, geliyorlar! Yolu buldular!» Gürültü iyice artmı ştı. Sonra eski, büyük bir kamyonet mısırların arasındaki yoldan ortaya çıktı. Öne dört ki şi sıkı şmıştı. Ufak tefek zenci kadın yüz sekiz ya şında olmasına ra ğmen uza ğı iyi görüyordu. Kamyonetin arkasında ise üç ki şi vardı. Aya ğa kalkmı ş, çevrelerine bakmıyorlardı. Bunlardan biri sarı şın, zayıfça, genç bir adamdı. Biri de kızıl saçlı bir kız. Aralarında... evet, oydu bu. Erkek o lmayı ö ğrenen bir çocuk. Saçları siyah, alnı geni ş, yüzü inceydi. Abagail Ananın verandada oturdu ğunu görünce tela şla el sallamaya ba şladı. Bir dakika sonra sarı şın adam da onu taklit etti. Kızıl saçlı kız ise yalnızca bakıyordu . Abagail Ana da elini kaldırarak kar şılık verdi. Bo ğuk bo ğuk, «Onları kazasız belasız buraya kadar getirdi ği için Tanrıya şükürler olsun,» diye mırıldandı. Sıcak ya şlar yanaklarından akıyordu. «Tanrım, şükürler olsun sana!» Kamyonet sarsılarak avluya girdi. Direksiyondaki ad amın ba şında bir tek tüyle süslenmi ş hasır bir şapka vardı. Adam, «Ya şasın!» diye hay-kırarak el salladı. «Merhaba, Ana! Nick senin burada olaca ğını sandı ğını söyledi. Ve i şte gerçekten de buradasın. Ya şasın!» Korna çalmaya ba ş- — 207 — 11 ladı. Yanında ellisinde bir adam, onunla aynı ya şta bir kadın ve kırrnı? kottan yapılmı ş askılı bir etek giymi ş küçük bir kız oturuyordu. Küç^l kız utangaç bir tavırla el salladı. Di ğer elinin ba şparmağını a ğzına sok-mu ştu.

Page 96: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Siyah saçlı delikanlı, yani Nick, a şağıya atladı, a ğır a ğır Abagaiı Anaya do ğru geldi. Yüzü ciddiydi ama gözleri müthi ş bir mutlulukla par. Iıyordu. Abagail Ana, «Merhaba, Nick,» dedi. «Seni gördü ğüme sevindim. Tanrı seni kutsasın.» Nick gülümsedi. Bir yandan da a ğlıyordu. Basamaklardan çıkarak sıska zenci kadının ellerini tuttu, sonra onun kırı şık yana ğını öptü. Geride herkes kamyonetten iniyordu. Hasır şapkalı adam küçük kızı kuca ğına almı ştı. Çocu ğun sağ baca ğı alçıdaydı. Onun yanında ellisindeki kadın, kızıl saçlı kız ve sakallı sarı şın çocuk duruyordu. Abagail Ana, «Hayır,» diye dü şündü. «O öyle genç de ğil. Galiba biraz geri zekâlı.» En geride, kamyonetteki son yolcu vardı. Adam gözlü ğünün camlarını sili-yordu. Nick kaygıyla zenci kadına baktı. Abagail Ana, «Do ğru olanı yaptın,» dedi. «Tanrı sizi buraya getirdi. Abagail Ana da sizi doyuracak,» Sesini yükseltti. «Hepiniz de h oşgeldi-niz! Ama burada fazla kalamayaca ğız. Ancak yola çıkmadan önce biraz dinlenece ğiz. Birlikte yemek yiyecek, dostluk edece ğiz.» Küçük kız, sürücünün kuca ğından, «Sen dünyanın en ya şlı hanımı mısın?» diye sordu. Ellisindeki kadın, «Hi şş, Gina,» dedi. Ama Abagail Ana ellerini beline koyarak güldü. «Bel ki de öyleyim, çocu ğum. Belki de öyleyim.» Yemeklerini elma a ğacının altında yediler. Mutfakta kahve içerlerken k amyonetin sürücüsü olan Ralph Brentner, zenci kadına, « Şahane bir yemekti, efendim,» dedi. Brenter nazik ve dürüst bir insandı. « Şimdiye kadar hiçbir yemek bu kadar ho şuma gitmemi şti. Size te şekkür etmeliyiz.» — 208 Di ğerleri de aynı kanıda olduklarını açıkladılar. Nick de gülümseyerek ba şını salladı. Küçük kız, «Kuca ğına oturabilir miyim, nine?» diye sordu. Adı Olivia Walker olan elli ya şlarındaki kadın, «Ona a ğır gelirsin, hayatım,» dedi. Abagail ba şını salladı. «Yok, canım. Küçük bir kızı kuca ğıma oturtamadı ğım gün beni kefenime sararlar. Buraya gel, Gina.» Ralph çocu ğu zenci kadının kuca ğına oturttu. «Fazla a ğır geldi ği zaman bana haber ver!» Abagail, «Baca ğına ne oldu, Gina?» diye sordu. Gina, «Ambarda dü ştü ğüm zaman kırıldı,» diye açıkladı. «Dick baca ğımı iyile ştirdi. Ralph, Dick'in hayatımı kurtardı ğını söylüyor.» Çelik çerçeveli gözlük takmı ş olan adama eliyle bir öpücük gönderdi. Adam biraz kızardı. Öksürdü, sonra gülümsedi. Nick, Tom Cullen ve Ralph, Dick Ellis'e Kansas'ın o rtalarında bir yerde rastlamı şlardı. Adam elinde bir sopa, sırtında çanta, yürüyo rdu. Dick veterinerdi. Grup ertesi gün Lindsborg kasabasında konaklamı ş, o sırada güneyden gelen hafif iniltileri duymu şlardı. Abagail, «Bu Tanrının i şi,» diyerek Gina'nın saçlarını ok şadı. Gina üç haftadan beri yalnızdı. Bir iki gün önce sa man konulan raf gibi yerde oynarken a şağıya yuvarlanmı ş, baca ğını kırmı ştı. Dick Ellis önce onun yaşamayacağından korkmu ştu. Çünkü çocuk çok kilo vermi şti ve bünyece pek zayıftı. Ama kız onları şaşırtan bir biçimde çabucak iyile şmişti. Gina hemen Ralph'a ba ğlanmı ştı. Dick Ellis alçak sesle, usulca, «Galiba asıl de rdi o korkunç yalnızlı ğıydı,» diye mırıldandı. Abagail, «Tabii ya,» dedi. «Onu bulmasaydınız mum g ibi eriyip gidecekti. Gina uzun uzun esnedi. Olivia Walker, «Onu bana verin,» diyerek gülümsedi. Abagail, «Çocu ğu koridorun dibindeki odaya götürün,» dedi. « Đstiyorsan onunla birlikte yatabilirsin... Di ğer kız... adın neydi yavrum?» Kızıl saçlı kız, «June Brinkmeyer,» diye cevap verd i. — 209 Mahşer / F: 14 «Đstersen sen de benim odamda yatabilirsin, June. Kar yola iki ki şilik de ğil. Ama dolapta büyük bir yatak var. Bu iri yarı adamlardan biri onu indirebilir.»

Page 97: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Ralph, «Tabii,» geldi. Olivia, Gina'yı götürdü. Mutfak kararmaya ba şlamı ştı. Abagail üç gaz lambasını yaktı, o kara gölgeler kayboldu. Dick Ellis birdenbire, «Belki eski usuller daha iyi ydi,» dedi. «Yani... Otuz Hazirandan beri evde pi şirilmi ş yemek yemedim. Yani elektriklerin kesildi ği günden beri. Aslında karım çok güzel yemek yapardı. Ama o...» Sustu. Olivia geri döndü. «Mı şıl mı şıl uyuyor. Çok yoruldu.» Dick, Abagail Anaya sordu. «Ekme ğinizi kendiniz mi yapıyorsunuz?» «Tabii. Her.zaman kendim yaptım.» Tom birdenbire, «Tom Cullen çok yoruldu,» diye açık layarak uzun uzun esnedi. Abagail, «Sundurmada uyuyabilirsin,» dedi. «Herhald e hepinizin de kamp yapmak için gerekli şeyleri var.» Ralph, «Her türlü e şya,» diyerek güldü. «Rahat rahat uyuyaca ğız. Haydi, Tom.» Ayağa kalktı. Abagail, «Sen ve Nick biraz daha kalamaz mısınız, R alph?» dedi. June usulca sordu. «O yata ğı benim için indirir misin?» Ralph, «Bu i şi Nick'le hallederiz,» diye kar şılık verdi. Tom, «Ben arkadaki o sundurmaya yalnız ba şıma gidemem!» diye ba ğırdı. «Olmaz!» Dick Ellis aya ğa fırladı. «Ben seninle gelirim. Lambayı yakar, rah atça yatarız... Tekrar te şekkür ederiz, efendim. Bütün bunların bize ne kadar zevk verdi ğini anlatamam.» Di ğerleri de Abagail Anaya te şekkür ettiler. Nick'le Ralph yata ğı indirdiler, Tom'la Dick sundurmaya gittiler. Abagail Ana, Ralph ve Nick sonunda mutfakta yalnız kaldılar. Ralph kadından izin alarak bir sigara yaktı. Abagai l Ana, «Konu ş- — 210 — mamız gerekiyor,» dedi. «Grubu ikiniz yönetiyorsunu z. Bazı şeyleri açıklamamız şart.» Ralph, «Lider ben de ğilim,» diye açıkladı. «Ba şkan Nick.» «Öyle mi?» Nick not defterine bir şeyler karalarken Ralph onun yazdıklarını yüksek ses le okudu. «Buraya gelmek benim fikrimdi. Ama ba şkan olmaya gelince... Bilemiyorum.» Ralph, «June ve Olivia'yla buradan yüz yirmi kilome tre kadar güneyde kar şıla ştık,» dedi. «O sırada sana gelmek için yola çıkmı ştık, Ana. Kadınlar da kuzeye do ğru geliyorlardı. Dick de öyle. Sonunda bira-raya ge ldik.» Zenci kadın sordu. «Ba şkalarını da gördünüz mü?» Nick, «Hayır,» diye yazdı. «Ama bana bazıları gizle ndikleri yerden bizi gözetliyorlarmı ş gibi geldi. Ralph'a da öyle. Herhalde korkuyorlard ı. Olayların neden oldu ğu şoku yeni yeni atlatıyorlardı sanırım.» Abagail ba şını salladı. «Dick, bize katılmasından bir gün önce güneyde bir yerden motosiklet gürültülerinin geldi ğini söyledi. Onun için... ba şkaları da var.» «Neden buraya geldiniz?» Zenci kadın çevresi kırı şmış gözleriyle dikkatle Nick'e baktı. Nick yazmaya ba şladı. «Seni rüyamda gördüm. Dick Ellis de öyle. Küç ük Gina biz buraya gelmeden çok önce senden, 'Nine,' diye söz e tmeye ba şladı. Burayı tarif etti. Lastikten yapılmı ş salınca ğı bile.» Abagail dalgın dalgın mırıldandı. «Tanrı o çocu ğu kutsasın.» Ralph'a baktı. «Ya sen?» «Hayır, Ana. Ben seni rüyamda görmedim.» Ralph duda klarını yaladı. «Yalnızca... öbür adamı gördüm...» «Hangi adamı?» Nick kâ ğıda iki kelime yazdı. «Kara Adamı...» «Bana her şey açıklandı.» Abagail dalgın dalgın ellerini ovu şturuyordu. Ya ğmur başlayalı artriti de azmı ştı. «Batıya do ğru gitmemiz gerekiyor. Bunu bana rüyamda Tanrı açıkladı. Dinlemek istemedim. Ya şlı bir — 211 — kadınım ben. Bütün istedi ğim, burada, kendi topraklarımda ölmek... o rüyaları bu bula şıcı hastalık çıkmadan iki yıl önce görmeye ba şladım Batıya gidiyordum. Başlangıçta yanımda yalnızca birkaç ki şi vardı. Ama sonra birkaç ki şi daha katılıyordu size. Sonra birkaç ki şi daha. Batıya hep batıya do ğru gidiyorduk. Sonunda Kayalık da ğları beliriyordu. Artık iki yüz ki şilik bir. kervan

Page 98: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

halindeydik. Yolların kenarında levhalar beliriyord u. Bunlardan birinin üzerinde, 'Boulder, Clorado' yazılıydı. Bir di ğerinin üzerinde ise, 'Boulder'a gider,' deniyordu. «O rüyalar beni korkutuyordu. Hiç kimseye onlardan söz etmedim. Hatta, 'Canım bunlar saçma sapan rüyalar,' bile dedim. Ahmak gibi Tanrıdan kaçmaya çalı ştım. Ama Tanrı, Abby'ye, 'Söylemelisin,' derse... O zama n ben de söylerim tabii. Ayrıca birinin bana gelece ğini de seziyordum. O zaman vaktin geldi ğini anlayacaktım.» Abagail, Nick'e baktı. «Seni gördü ğüm zaman her şeyi anladım. Bekledi ğim sendin, Nick. Tanrı senin kalbine parma ğıyla dokundu. Ama Onun birden fazla parma ğı var. Ba şkaları da gelecek! Tanrıya şükürler olsun! O, di ğerlerini de i şaretledi... Ama şimdi o adamı da rüyamda görüyorum. Tanrı affetsin, kaderime lanet okuyorum.» A ğlamaya ba şladı. Kalkıp yüzüne su çarptı. Geri döndü ğü zaman Nick deftere bir şeyler yazıyordu, yine. Ralph okudu. «Bir şeyin hepimizi de etkiledi ği kesin. Kar şıla ştı ğımız herkes kuzeye do ğru çıkıyordu. Sanki cevap sendeymi ş gibi. Rüyanda di ğerlerini de gördün mü? Dick'i? June ya da Olivia'yı? Ya da küçük kızı?» «Sizin gruptan ba şka kimseyi rüyamda görmedim. Ama ba şkalarını gördü ğüm oldu. Fazla konu şmayan genç bir adam. Hamile bir genç kadın. Kendi g itarıyla gelen başka bir genç. Ve tabii seni gördüm, Nick.» «Boulder'a gitmemizin do ğru olaca ğını dü şünüyorsun öyle mi?» Abagail Ana, «Bunu yapmamız isteniyor,» dedi. Nick, «O esmer adam hakkında neler biliyorsun?» diy e yazdı. «Onun nerede oldu ğu konusunda bilgin var mı?» «Onun ne yapmak niyetinde oldu ğundan haberim var. Ama kim — 212 — oldu ğunu bilmiyorum. O dünyada kalan mutlak kötülük. Di ğerleri biraz kötüler. Hırsızlar, seks manyakları ve yumruklarını kullanma ktan ho şlanan adamlar. Ama esmer adam onları yanına ça ğıracak. Ba şladı bile. Qplari bizden çok daha hızlı biçimde biraraya topluyor. Onun gibi kötü olanları değil yalnızca. Zayıfları... Yalnızları da... Kalplerinden Tanrıyı atmı ş olanları da...» Nick yine yazdı. «Belki de o gerçek de ğil. Belki de o... hepimizin korku dolu olan, kötü tarafı. Belki de biz yapaca ğımızdan korktu ğumuz «eyleri rüyamızda görüyoruz.» Abagail Ana, «Ama beni de rüyanda görmü şsün,» dedi. «Ben gerçek de ğil miyim? Tanrıya şükürler olsun, şimdi kar şımda, dizinde defterinle oturuyorsun! Öbür adam... o da senin kadar gerçek. O şeytan de ğil. Ama şeytanla birbirlerini tanıyorlar. Eskiden beri dostlar. Kutsal Kitapta su lar çekildikten sonra Nuh ve ailesinin ba şına neler geldi ği yazılı de ğil. Ama o birkaç ki şinin ruhu için korkunç bir sava ş olduysa buna hiç şaşmam. Onların ruhları, vücutları ve dü şünce tarzları için. Bizi de böyle bir şey bekliyorsa, buna da hiç şaşmam... Esmer adam şimdi Kayalık da ğlarının batısında. Ama er geç do ğuya gelecek. Belki bu yıl olmayacak bu. Hayır. Hazır oldu ğu zaman yola çıkacak. Onunla sava şmak da bize düşüyor.» Nick çok sarsılmı ştı. «Hayır,» der gibi ba şını sallayıp duruyordu. Zenci kadın usulca, «Evet,» dedi. «Göreceksin. Đlerde bizi acı günler bekliyor. Ölüm ve deh şet. Đhanet ve gözya şı. Bazılarımız bu sava şın sonunu görecek kadar yaşayamayacak.» Ralph mırıldandı. «Bu hiç ho şuma gitmedi. Zaten durum kötü. Sözünü etti ğiniz o adama gerek bile yok. Niçin bu görev bize verildi?» «Bilmiyorum. Tanrının iste ği bu. Abby Freemantle gibilere dü şüncelini açıklamaz ki Tanrı!» Nick, «Kara adam batıda oldu ğuna göre,» diye yazdı. «Belki hemen do ğuya gitmemiz daha iyi olur.» Abagail sabırla ba şını salladı. «Hayır, Nick. Sen nereye kaçarsan taç, kara adam yine de pe şinden gelecek. Ondan kurtulman imkânsız.» — 213 — Grup ertesi gün de Abagail Freemantle'ın evinde kal dı. Hiçk. süper-grip salgınından beri bu kadar güzel bir gün geçirmemizi Ak şam yine mutfakta toplandılar. Gina uyuyordu. Tom Cullen de veran dad a, Abagail Ananın salıncaklı iskemlesinde kestiriyordu. Nick kâ ğıda, «Yarın Boulder'a do ğru yola çıkmalıyız,» diye yazdı.

Page 99: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Yaşlı kadın bunu okuduktan sonra, «Evet,» der gibi a ğır a ğır ba şım salladı. Kâğıdı June Brinkmeyer'e verdi, o da Olivia'ya. Abagai l, «Evet gitmemiz gerekiyor,» diye mırıldandı. «Ben de sizin gibi bun u hiç isteri yorum. Ama ba şka çare de yok sanırım!» Dick'le Ralph ertesi sabah erkenden evden ayrıldıla r. Ö ğleye do ğ. ru döndükleri zaman Dick yeni bir kamyonun direksiyonundaydı. Ral ph ise duvar yıkmak için kullanılan o kırmızı ta şıtların birini sürüyordu. Dick kamyondan atlarken Nick'e, «Öbür ta şıtta şahane bir radyo-telsiz var,» dedi. «Kırk kanallı bir şey. Ralph ona â şık oldu sanırım.» Nick güldü. Kadınlar da ta şıtlara bakmak için dı şarı çıkmı şlardı, Abagail, Ralph'in June'a büyük bir ilgi gösterdi ğini farketti. Gülümseyerek, «Bu iyi,» diye dü şündü. «Bu kızın istedi ği kadar çocu ğu olabilir.» Ralph sordu. «Ne zaman gidiyoruz?» Nick, «Yemek yer yemez,» diye yazdı. «Telsizi dened in mi?» Ralph, «Evet,» dedi. «Buraya gelinceye kadar onu he p açık tuttum. Bana bir şeyler duyuyormu şum gibi de geldi. Uzaklardan geliyordu ses. Belki d e i şitti ğim insan sesi de ğildi. Ama sana do ğruyu söyleyeyim mi, Nicky? O sesler hiç ho şuma gitmedi. Biraz korktum. Rüyaları gördü ğüm zaman oldu ğu gibi.» Bütün grup sessizle şti. Sonunda Olivia sessizli ği bozdu. «Ben gidip yemek hazırlayayım...» Saat birde kamp e şyaları, Abagail'in gitarı ve salıncaklı iskemlesi k amyona yerle ştirilmi şti. Yola çıktılar. Abagail batıya, 30 numaralı kara yoluna do ğru giderlerken önde oturuyordu. A ğlamıyordu. Daha önce çok a ğlamı ştı. Artık Tanrının emrini yerine getirecekti. Ya şlı kadın karanlık gecede açılan o kırmızı gözleri dü şündü ve korkuya kapıldı. — 214 — 37 27 Temmuz ak şamıydı. Grup Ohio'da, Kunkle kentindeki lunaparkta kamp kurmu ştu. Frannie içini çekerek yattı ğı yerde döndü. Uyuyamıyordu. Kâbus görmekten korkuyordu. Solda üç motosiklet sırayla durmaktaydı . Kızdan yirmi adım kadar ötede Harold, Stu ve Glen Bateman uyku tulumlarında yatıyorlardı. Hepsi de uyku ilacı içmi şlerdi. Bu Stu'nun fikriydi. Kâbuslar korkunçla şmaya ba şlayıp sinirleri iyice gerilince ilaç içmelerini söylemi şti. Frannie de her gece kendisine verilen ilacı alıyor, ama içmiyordu. Bu tür ilaçların bebek için zararlı olup olmadı ğını bilmiyordu çünkü. Đhtiyatlı davranmak niyetindeydi. Bu yüzden de o kâbusları gö rüyor ve ıstırap çekiyordu. Özellikle o rüyayı. Kendini Ogunquit'teki evde görüyordu o rüyada. Kara nlık koridorlarda ko şuyordu. Kara adam kovalıyordu onu. Fran babasının çar şafa sarılı cesedini ta şımaya çalı şıyordu. Elinden dü şürürse kara adamın ölüye korkunç şeyler yapaca ğını biliyordu. Bu yüzden ko şuyor, dü şmanının gitgide kendisine yakla ştı ğını da seziyordu. Sonunda adam o tiksindirici, sıcak elini kızın omzuna koyuyordu. Fran'in bütün gücü kesiliyordu o zaman. Babasının c esedi kollarından kayıyordu. Fran, «Onu al,» demek için dönüyordu, «istedi ğini yap. Artık beni kovalama.» Kukuletalı ke şi ş cüppesine benzeyen bir şeye sarınmı ş olan adam di şlerini göstererek mutlu mutlu gülüyordu. Bir elinde telden yapılmı ş, kıvrılıp çarpılmı ş bir elbise askısı vardı. Đşte Fran o anda deh şete kapılıyor, uyanmak için çırpınmaya ba şlıyordu. Çünkü kara adamın istedi ği Şeyin, babasının ölüsü olmadı ğını anlıyordu. Onun istedi ği, Fran'in karnındaki canlı çocuktu... Fran tekrar döndü. Uykuya dalamazsa kalkıp günlük d efterine bir Şeyler yazacaktı. Kız geceleri böyle yatarken, bir erke ğe çok ihtiyacı — 215 — oldu ğunu anlıyordu. Sorun yalnızca kendisini ve bebe ğini korumasıyla da ilgili değildi. Stu onu çekiyordu. Özellikle Jess Rider'dan s onra. $tn sakin, becerikli, en önemlisi makûl bir erkekti. O da Fran nie'yi be ğeni yordu. Ama orada Harold vardı. Çocuk Fran'e, sanki kız kendisi ne ait-mi ş gibi davranıyordu. «Keşke Harold'un ilgilenebilece ği ba şka biri olsaydı! Ama yok... korkarım ben daha fazla bekleyemeyece ğim..,, Fran bunları dü şünürken uykuya daldı. Fran Goldsmith'in Günlü ğünden 6 Temmuz

Page 100: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Bay Bateman'i bizimle gelmesi için zorlukla ikna ed ebildik. Yarın Stovington'a doğru yola çıkaca ğız. Stu'nun bu fikri hiç be ğenmedi ğini biliyorum. Stu'dan çok hoşlanıyorum. Ke şke Harold da onun gibi olsaydı. Çocuk her şeyi zorla ştırıyor. Glen Bateman, Kojak'ı yanına almamaya karar verdi. 7 Temmuz Fazla bir şey yazamayaca ğım. Uzun yolculuk yüzünden her yanım a ğrıyor. Stu hâlâ Nebraska'daki zenci kadını rüyasında gördü ğünü söylüyor. Bugün bir ara Glen'le bana, «Stovington'dan sonra Nebraska'ya gid elim,» dedi. Glen omzunu silkti. «Neden olmasın? Bir yere gitmem iz gerekiyor nasılsa,» diye kar şılık verdi. 8 Temmuz Harold levhayı bir saat kadar önce tamamladı. Tabii homurdana- — 216 al<. Stu'nun yardımıyla bunu Stovington'daki merkez in önüne dikti, ctu, Harold'un bütün çirkin sata şmalarına ra ğmen olgunlu ğunu kaybetmedi- Buraya gelirken kendimi dü şkırıklı ğına hazırlamaya çalı şmıştım. Stu'nun yalan söyledi ğini sanmıyordum. Ama yine de sarsıldım ve a ğladım- Sonra Glen gece rüyasında Stu'nun sözünü etti ği zenci kadını gördü ğünü açıkladı. Đstemeye istemeye hem de. 19 Temmuz Ah, Tanrım, olan oldu. Olayı de ğil buraya yazmak, hatırlamak bile istemiyorum. Glen'I. Stu ak şama do ğru yiyecek bulmak için kente gittiler. Onlar uzakla şır uzakla şmaz Harold da yanıma gelerek yere diz çöktü. «Fran. .. Đstediklerimi söylemek hiç kolay de ğil.» «O halde hiç söyleme daha iyi,» dedim. Harold, «Söylemek zorundayım,» diye cevap verdi. «F rannie... seni seviyorum.» Galiba bunu ba şından beri biliyordum. «Ama ben seni sevmiyorum, Ha rold,» diye cevap verdim. Çok sarsıldı. «Bunun nedeni o de ğil mi?» Yüzünde çirkin bir ifade belirmi şti. «Stu Redman!» «Bilmiyorum,» dedim ama tepem iyice attı. Öfkeme ha kim olmaya çalı ştım. «Ben biliyorum.» Harold'un tizle şen sesinden, kendine pek acıdı ğı anla şılıyordu. «Pekâlâ biliyorum! Onunla ilk kar şıla ştı ğımız gün anladım olacakları. Bu yüzden Stu'nun bizimle gelmesini ist emedim. O dedi ki...» «Ne dedi?» «Seni istemedi ğini söyledi. 'O senin olabilir,' dedi.» «Sanki sana yeni bir çift ayakkabı veriyormu ş gibi. Öyle de ğil mi, Harold?» — 217 — Çocuk sesini çıkarmadı. Belki de fazla ileri gitti ğini anlamı ştı. «Ben kimsenin malı de ğilim, Harold,» dedim. Bir şeyler mırıldandı. «Efendim?» «Bu fikrini de ği ştirmek zorunda kalabilirsin diyorum!» Onu azarlayacaktım ama kendimi tuttum. Bakı şları dalgınla şmıştı Sonra, «Ben onun gibi a şağılık herifleri bilirim,» diye homurdandı. « Şan. sın açık olsun, Fran.» Dönüp uzakla ştı. 30 Temmuzda o kadınlarla kar şıla ştılar. Yola çıkalı ancak bir saat olmu ştu. Bir virajı döndükleri zaman üç kadının hende ğe kaymı ş olan bir otomobili tekrar yola çıkarmaya çalı ştıklarını gördüler. Dördüncüsü ise bir kenarda dalgın dalgın duruyordu. Üç kadın durup Stu, Harold, Fran ve Glen'e sanki uzaylıymı şlar gibi baktılar. Kadınlardan birinin üzerinde, gö ğsünde «Kent Üniversitesi» yazılı bir ti şört vardı. Siyah gür saçları sırtına kadar iniyordu. Ad ı Susan Stern'di. Alnı çizilmi ş olanın adı ise Dayna Jurgens'di. On altı ya şlarındaki kızıl saçlı kızı Patty Kruger'di. Dalgın dalgın duran kadın ya şça hepsinden büyüktü. Grup sonradan onun adının da Shirley Hammet oldu ğunu ö ğrenecekti. Stu motosikletten inerek onlara do ğru giderken Susan Stern belindeki büyük tabancayı çekip ona ni şan aldı. «Hangisi? Ya şlı kadın mı, yoksa kara adam mı?» diye sordu.

Page 101: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Stu o rahat tavırlarıyla, «Biz Nebraska'ya gidiyoru z,» diye cevap verdi. «O silahı kaldırır mısınız, efendim? Đç organlarımın oldukları gibi kalmalarını istiyorum da!» Siyah saçlı kız, sarı şın arkada şına bir göz attı. O önce omzunu silk-ti, sonra da, «Evet,» der gibi ba şını salladı. «Üç erkek,» diye Stu'ya gülümsedi. « Şu arabayı çıkarabilir misiniz?» Stu da güldü. «Bu i şi ba şarırız sanırım.» Shirley Hammet hafifçe ya ğan ya ğmurda durmu ş, bo ş bo ş bakıyor du. Frannie onu görünce buz gibi oldu. — 218 — Sarı şın, «Haydi, gelin öyleyse,» diye ba ğırdı. «Benim adım Dayna ıürgens. O tarafa do ğru gitti ğinize göre size katılabiliriz.» Stu bir kayaya oturmu ş puro içiyordu. Fran yanına gelince gerçek hir memnunlukla, «Frannie,» dedi. «Nasılsın?» Kız omzunu silkti. « Đyi sayılırım.» «Kayamı payla şmak, güne şin batı şını seyretmek ister misin?» Kalbi hızla çarpmaya ba şlayan Fran, genç adamın yanına oturdu. Aslında oray a bunun için gelmemi ş miydi? Harold, Glen ve iki kız telsiz bulmak üzere Brington'a gitmi şlerdi. Patty Kruger kampta, hasta yol arkada şının ba şında oturuyordu. Shirley Hammet o sersemli ğinden kurtulmaya ba şlamı ş gibiydi. Ama o sabah uykusunda çı ğlıklar atarak herkesin yerinden fırlamasına neden o lmu ştu. Fran, «Yolumuz çok uzun, de ğil mi?» dedi. Stu bir an bir şey söylemedi. Sonra, «Yol sandı ğımızdan daha da uzun,» diye açıkladı. «O ya şlı kadın Nebraska'da de ğil artık.» Fran, «Biliyorum...» diye ba şladı, sonra sustu. Genç adam hafifçe gülümseyerek ona baktı. « Đlacınızı içmiyorsunuz, hanımefendi.» Kız utançla güldü. «Sırrım ortaya çıktı.» Stu, « Đlaç içmek istemeyen yalnız sen ve ben de ğiliz,» dedi. «Ö ğleden sonra Dayna'yla konu ştum. O da ilaç almak istemedi ğini söyledi. Susan da öyle.» Fran ba şını salladı. «Sen ilaç içmekten neden vazgeçtin? O merkezde... sana uyu şturucu mu verdiler?» Stu sigarının külünü silkti. «Hayır. Geceleri hafif sakinle ştirici veriyorlardı. Beni hücreye kilitlemi şlerdi... Hayır, uyku ilacından üç gece önce vazgeçt im. Çünkü... bana sanki her şeyle ba ğlantım kesilmi ş gibi geliyordu... Dün gece yine o kara adamı gördüm. Bu kâbus di ğerlerinden daha da korkunçtu. Kara adam çölde bir merkez kuruyor. Las vegas'ta sanırım. Hem Frann ie.. insanları çarmıha geriyor. Kendisine tar şı gelenleri, mesele çıkaranları.» «Ne yapıyor? Ne yapıyor?» — 219 — «Rüyamda öyle gördüm. 15 numaralı karayolunun iki y anın ambar kiri şlerinden ve telefon direklerinden yapılmı ş haçlar dikilir^ Đnsanlar çakılmı ştı bunlara.» Kız kaygıyla, «Canım, bu sadece bir rüya,» diye mır ıldandı. «Belki.» Stu batıya do ğru baktı. «Ama ondan önceki iki gece Aba gail Anayı gördüm rüyamda. Yani bu kadınlarla kar şıla şmadan önce Abagail Ana bir kamyonun önünde oturuyordu. Ben de pencereye yas. lanmı ş onunla konu şuyordum. Kadın, 'Onları daha hızlı getirmelisin Stuart,' diyordu. ' Benim gibi ya şlı bir kadın bunu ba şarabildi ğine göre senin gibi iriyarı bir Teksas'lı haydi hay di yapar,'» Stu gülerek puroyu yere attı, üzerine bastı, sonra da ne yaptı ğının farkında değilmi ş g^ kolunu Frannie'nin omzuna attı. Kız, «Onlar Colorado'ya gidiyorlar,» dedi. «Evet. Öyle.» «Dayna ya da Susan o kadını rüyalarında görmü şler mi?» «Đkisi de. Susan dün gece rüyasında o haçları da görm üş. Benim gibi.» «Abagail Ananın yanında şimdi epey insan var.» Stu ba şını salladı. «Yirmi ki şi. Belki de daha fazla. Biliyor musun, her gün birilerinin yanından geçiyoruz. Ama saklanıyor, uza kla şmamızı bekliyorlar. Bizden korkuyor onlar. Yine de... herhalde zenci ka dına gidecekler. Zamanı gelince.» Frannie, «Ya da di ğerine gidecekler,» dedi. Stu ba şını salladı. «Evet. Ya da ötekine. Fran, uyku ilacı almaktan neden vazgeçtin?»

Page 102: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Kız titrek bir soluk aldı. Gerçe ği Stu'ya açıklamak istiyor, onun gösterece ği tepkiden korkuyordu. «Kadınların ne yapacakları bel li olmaz, Stu.» Genç adam, «Do ğru,» dedi. «Ama kadınların neler dü şündüklerini ö ğrenmenin yolları da vardır.» Kız, «Ne...» diye ba şladı. Stu onu öperek susturdu. Alacakaranlıkta, otların arasında yatıyorlardı. Stu kıza bakmada «Seni uzun bir süreden beri istiyordum,» diye açıkl adı. «Herhalde bunu Diliyorsun.» Kız, «Harold'la ba şımın derde girmesini istemedim,» dedi. «Sonra (jjc şey daha var...» Stu, «Harold'un olgunla şması gerekiyor,» diye cevap verdi. «Ama biraz kendi ni toplarsa iyi bir insan olabilir. Ondan ho şlanıyorsun, de ğil IT1 Đ?" «Bu uygun bir kelime de ğil. Bizim dilde Harold'la ilgili duygularımı açıkla mak için uygun kelime yok.» Stu sordu. «Ya benim hakkımda neler hissediyorsun?» Fran genç adama baktı. Ona, «Seni seviyorum,» demek istedi ama bunu ba şaramadı. Stu sanki kız onu terslemi ş gibi, «Hayır,» dedi. «Her şeyin iyice anla şılmasını istiyorum. Harold'un henüz aramızda olanları bilmes ini istemedi ğinden eminim. Öyle de ğil mi?» Fran ona minnetle baktı. «Evet.» «Belki böylesi daha iyi. Zamanla her şey düzelebilir. Harold'un Patty'ye nasıl baktı ğını gördüm. Kızla ya şıtlar.» «Bilmem ki...» «Harold'a kar şı minnet borcun oldu ğunu dü şünüyorsun, de ğil mi?» «Galiba. Ogunquit'te bir tek ikimiz kalmı ştık...» «Bu kaderin i şiydi, Frannie.» «Herhalde.» Stu, «Sana â şı ğım sanırım,» dedi. «Bunu söylemek benim için hiç ko lay de ğil.» «Ben de sana â şı ğım sanırım. Ama bir şey daha var...» Fran artık Stu'ya bakamıyordu. Dudakları kurumu ştu. «Bana uyku ilacını neden almadı ğımı sordun. Đlacın bebe ğe dokunabilece ğini dü şündüm.» «Bebe...» Stu durakladı, sonra kızı yakalayarak ken disine do ğru çevirdi. «Hamile misin?» Fran ba şını salladı. «Bunu kimseye açıklamadın mı?» «Açıklamadım.» 220 — — 221 — «Harold... O bunu biliyor mu?» «Bu sırrı senden ba şka kimse bilmiyor.» «Tanrım!» Stu kızın yüzüne onu korkutan bir dikkatl e bakıyordu. Fran deh şetle, «Stu?» dedi. Genç adam tekrarladı. «Bunu kimseye açıklamadın mı? » «Nasıl açıklayaca ğımı bilmiyordum ki!» Fran neredeyse a ğlayacaktı. «Bebek ne zaman do ğacak?» «Ocakta.» Stu, Fran'e sarıldı, hiçbir şey söylemeden her şeyin yolunda oldu ğunu açıkladı. Kıza kaygılanmamasını, her şeyle ilgilenece ğini söylemedi. Yalnızca onunla tekrar sevi şti. Đkisi de Harold'un farkına bile varamadılar. Çocuk k ara adam kadar sessizdi. Bir gölge gibi a ğaçlıkların arasına gizlenmi ş, onlara bakıyordu. Harold'un gözlerinin öldürücü bir kinle kısıldı ğını da görmediler tabii. Her şey sona erdi ği sırada karanlık iyice basmı ştı. Harold sessizce uzakla ştı. O gece çocuk da bir günlük defteri tutmaya ba şladı. 38 Adam sendeleyerek, yalpalayarak uzun yoku ştan çıktı. Güne şin sıcaklı ğı beynini kavuruyor, midesini kaynatıyordu. Bir zamanlar Dona ld Merwin Elbert'ti o. Şimdiyse Çöp Tenekesi. O masallar ülkesi Cibola'yı b ulmu ştu sonunda. Çöp Tenekesi dans etmeye ba şladı. «Ci-bola, Ci-bola, bum bumb da bum bum!»

Page 103: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Çöp Tenekesi, kara adamın kendisini Cibola'da bekle di ğini biliyordu. Gecenin ordusuydu onunki. Süvarileri beyaz suratlı cesetler gibiydiler. Gülerek, ter kokuları içinde, çılgın gibi geleceklerdi. Ondan so nra şahane yangınlar çıkacaktı. — 222 — Çöp Tenekesi, kara adamı rüyasında ilk kez bir ay ö nce görmü ştü. gary kentini yakarken kendi kolunu da kavurdu ğu zaman. Çöp Teneke-sj adamı hemen tanımı ştı. Suratını göremiyordu ama kara adamın (jütün Amerika 'yı ate şe verebilece ğini anlıyordu. Çöp Tenekesi rüyasında minnetle, «Her istedi ğini yaparım,» demi şti. «Hayatım senin. Ruhum da öyle.» Kara adam ciddi ciddi, «Her tarafı yakmanı sa ğlayaca ğım,» diye cevap vermi şti. «Kentime gelmelisin. O zaman her şey sana açıklanacak.» «Nereye? Nereye?» Çöp Tenekesi umut ve beklentiyle kıvranmı ştı. Karanlık adam ortadan kaybolurken fısıldamı ştı. «Batıya. Da ğların gerisine.» Çöp Tenekesi ondan sonra Chicago'da yangın çıkarmı ştı. U ğradı ğı di ğer kentlerde de. Kâh birilerinin arabasına binmi ş, kâh yürümü ştü. Ama artık bunları hayal meyal hatırlıyordu. Şimdi Cibola'daydı. Di ğer adıyla Vegas'ta. Derin bir soluk alarak, «CĐĐĐBOLAAAA!» diye haykırdı. «Hayatım senin!» Sanki bir şey kendisini çekiyormu ş gibi Grand Otele do ğru gitti. Otelin önündeki mermer basamaklardan yalpalayarak çıktı. Đçeri girip adeta hu şuyla etrafına bakındı. «Hey, kimse yok mu?» Ona cevap veren olmad ı. Korktu o zaman. Ama bitkinli ği yüzünden korkusu hafifledi. Yandaki basamaklardan yalpalayarak indi, kumarhaneye girdi, barın önünden geçti. Lloyd Henre id elinde maden suyu dolu bardakla gölgelerin arasında oturuyor, onu seyrediy ordu. Çöp Tenekesi ye şil çuha kaplı bir masaya uzanarak uykuya daldı. Ken DeMott, «Ne yapaca ğız onu?» diye sordu. Lloyd cevap verdi. «Bırakalım uyusun. Flaggbnu istiyor.» Ba şka biri, «Öyle mi?» dedi. «Peki ama Flagg nerede?» Lloyd dönüp ona baktı. Adam katilden otuz santim da ha uzundu. Saçları dökülmeye başlamı ştı. Buna ra ğmen Lloyd'un bakı şları kar şısında bir adım geriledi. Lloyd'un boynunda asılı olan ta ş, hem som kara-kehribardı, hem de ortasında insanı ürküten kırmızı bir çatlak vardı. Katil, «Onu görmeyi bu kadar çok mu istiyorsun, Hec?» diye sordu. — 223 — Saçları dökülmeye ba şlamı ş olan adam, «Hayır,» dedi. «Hey, Lloyd sen de...» «Evet, evet.» Lloyd kumar masasında uykuya dalan Çö p Tenekesine baktı. «Flagg gelecek. O bu adamı bekliyordu. Bu adam özel biri.» Çöp Tenekesi hâlâ mı şıl mı şıl uyuyordu. Lloyd Henreid, 7 A ğustosta iyice su kaybetmi ş olan ve yarı sayıklayan Çöp Tenekesine ayrılmı ş odaya girdi. Adam katili tanıdı ama onun adını hatırlayamadı. Bu odaya çok kimse girip çıkmı ştı. Tıpkı rüyada oldu ğu gibi. Çöp Tenekesi onlardan bazılarının adını hatırlar gibi o ldu. 3u genç adam galiba Lloyd Henreid'di. Saçları dökülmeye ba şlamı ş olan gencin adı Hector Drogan'dı. Sakallı bir genç kendisine Ace High ismini takmı ştı. Korsanları hatırlatan kırmızılı ye şilli kılıklarda dola şan zenci ise «Fare» Erwind adını almı ştı. Ama bütün bunlar birbirine karı şmıştı. Donald, Lloyd'a baktı. Katil, «Nasılsın, Çöp Tenekesi?» diye sordu. Çöp Tenekesi, « Đyiyim,» dedi. «Daha iyiyim.» Lloyd ba şını salladı. «Biraz yiyecek, içecek. Biraz dinlenme . Sana gereken yalnızca bunlar. Senin için temiz giyecek getirdim. Ölçünü tahmin etmem gerekti.» «iyi bunlar.» «Bu elbiseleri giy.» Lloyd sesini alçattı. «Flagg s eni görmek istiyor.» «O...» «Evet.» Çöp Tenekesi pek sevindi. Yataktan kalkıp du ş yaptı, çabucak giyindi. Lloyd'un renginin uçmu ş oldu ğunu, hatta hayalete benzedi ğini farketmedi. Çöp Tenekesi, «Nerede o?» diye sordu. «Hayatım onun. Ah, evet...»

Page 104: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Lloyd, «En üst katta,» diye cevap verdi. «Dün gece geldi. Çok geç saatte. Kıyıdan. Kimse onun gelip gitti ğini görmüyor, Çöp. Ama gitti ğini hemen seziyorlar. Döndü ğünü de. Haydi. Gidelim.» * * * — 224 — Asansör dört dakika sonra en üst kata vardı. Gözler i irile şmiş, w[)zü sevinçle aydınlanmı ş olan Çöp Tenekesi asansörden indi. Ama Lloyd onu i zlemedi. Çöp Tenekesi katile do ğru döndü. «Sen...» Lloyd kendini zorlayarak gülümsemeye çalı ştı. «Hayır. O seni yalnız görmek istiyor. Şansın açık olsun, Çöp.» Asansörün kapıları kapandı, Lloyd gözden kayboldu. Çöp Tenekesi döndü. Geni ş ve lüks bir koridordaydı. Đki kapı vardı burada. Dipteki yava ş yava ş açılıyordu. Koridor lo ştu ama Çöp Tenekesi e şikte birinin durdu ğunu farketti. Onun gözlerini gördü. Kızıl gözlerini . Kalbi deli gibi çarpmaya ba şlayan, a ğzı kuruyan Çöp Tenekesi o gölgeye do ğru gitti. Sanki hava gitgide so ğuyordu. Hafif ve sevimli bir ses duyuldu. «Çöp Tenekesi. Bu rada olman ne ho ş, ne iyi!» Çöp Tenekesinin a ğzından dökülen sözler toz bulutlarından farksızdı. «Ha-hayatım senin...» Kapıdaki gölge onu yatı ştırmak istiyormu ş gibi, «Evet,» dedi. Beyaz di şlerini göstererek sırıtıyordu. «Ama buna gerek olaca ğını sanmıyorum. Đçeri gir. Đzin ver de sana bir bakayım.» Yüz hatları uykuda yürüyenler kadar gev şemi ş, gözleri garip garip parlayan Çöp Tenekesi odaya girdi, kapı kapandı. Çok sıcak bir e l Çöp Tenekesinin buz gibi bile ğini kavradı, adam birdenbire derin bir huzur duydu. Flagg, «Çölde yapman gereken şeyler var, Çöp,» dedi. «Önemli i şler. Tabii istiyorsan.» Çöp Tenekesi, «Her şeyi yaparım,» diye fısıldadı. «Her şeyi.» Flagg kolunu adamın sıska omzuna attı. «Sana her şeyi yaktıraca-9lrn. Haydi, gel bir içki içelim ve bundan söz edelim.» Sonunda yangın gerçekten şahane oldu. — 225— Mah şer/F: 15 39 Lucy Swann uyandı ğında vakit gece yarısına yakla şıyordu. Đki ki şilik: uyku tulumunun di ğer yarısı bo ştu. Genç kadın bu yüzden uyanmı ştı zaten. Bir an dönerek tekrar uyumayı dü şündü, ama sonra kalkıp kam. pın batı tarafına do ğru yürüdü. Onu bu tarafta bulaca ğını sanıyordu Yargıç nöbetteydi. Ondan on ikiye kadar nöbet onundu. Yetmi ş ya şındaydı ama görev ba şında hiçbir zaman uyuklamıyordu. Yargıç onlara Joliet'te katılmı ştı. Şimdi grupta on dokuz ki şi vardı. Yargıç alçak sesle, «Lucy?» dedi. «Evet. Onu gördü...» Yaşlı adam usulca bir kahkaha attı. «Evet. Karayolunun yakınında o. Dün gece oldu ğu gibi. Önceki gece de. Senin Larry Underwood huzur suz bir erkek, Lucy.» Genç kadın, «Biliyorum,» diyerek içini çekti. «Derd inin ne oldu ğunu anlayabilseydim...» Birtakım ku şkuları olan yargıç sesini çıkarmadı. Lucy, «Bunun nedeni yalnızca o rüyalar olamaz,» ded i. «Artık kimse rüya görmüyor. Belki Joe dı şında. O da... de ği şik bir çocuk.» «Evet. Zavallı çocuk.» «Herkesin de sa ğlı ğı yerinde. Hiç olmazsa Bayan Vollman öldü ğünden beri.» Yargıcın gruba katılmasından iki gün sonra, Dick ve Sally Vollman adlı bir çiftle kar şıla şmışlardı. Lucy aslında onların yeni tanı şmış olduklarından şüphelenmi şti. Kadın da, adam da kırk iki, kırk üç ya şlarındaydılar. Birbirlerine çok â şık oldukları da belliydi. Sonra Sally Vollman hasta lanmı ş ve ölmü ştü. Dick Vollman hâlâ onlarla birlikteydi ama çok d eği şmişti. Sessiz ve düşünceliydi. Yüzü bembeyazdı. Yargıç hafifçe öksürerek, «Larry biraz geç olgunla şan insanlardan,» diye mırıldandı. Lucy kederle, «Ba şka şeyler de var sanırım,» dedi. Dudakları acı bir gülümsemeyle bükülmü ştü. «Kadınlar anlar. Kadınlar hemen her

Page 105: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

— 226 zarnan anlarlar.» Sonra dönüp yola do ğru gitti. Larry orada oturmu ş sigara içiyor, Nadine Cross'u dü şünüyordu. «Larry?» Genç adam kısaca, «Buradayım,» dedi. «Neden kalktın ?» «Üşüdüm. Yanında bana da yer var mı?» Larry yolun kenarına ba ğdaş kurmu ş oturuyordu. «Tabii.» Genç kadın şarkıcının yanına yerle şti. Larry kolunu onun beline doladı. Lucy'nin hesab ına göre Boulder'in yetmi ş be ş kilometre do ğusundaydı-iar. Ertesi sabah dokuzda yola çıkarlarsa ö ğlende kentte olabilirlerdi. Larry, Nadine, Joe ve Lucy'nin Stovington'a varıp m erkezin bombo ş oldu ğunu öğrenmelerinden üç gün sonra, Nadine bir öneride bulu nmuştu. Bir telsiz bulmalarını, kırk kanalı ara ştırmalarını söylemi şti. Larry de bu fikri hemen kabul etmi şti. Lucy genç adamın Nadine'e bayıldı ğının farkındaydı. Ama kadını anlayamıyordu. Nadine Cross'un Larry'yle bir ili şki kurmak niyetinde olmadı ğı belliydi. Telsiz kullanma fikri grupta bazı tartı şmalara yol açmı ştı. O sırada altı ki şi olmu şlardı. Kaynakçı Mark Zellman'la yirmi altı ya şındaki hem şire Laurie Constable da onlara katılmı ştı. Konu şmalar rüyalarla ilgili sarsıcı bir tartı şma halini almı ştı. Laurie, «Nasıl olsa nereye gidece ğimizi biliyoruz,» diye itiraz etmi şti. «Becerikli Harold Lauder ve grubunun pe şinden Nebraska'ya gidece ğiz. Rüyalarımız çok güçlü.» Nadine sinir krizi geçirmeye ba şlamı ştı o zaman. «Ben rüya görmüyorum! Kahretsin! Hiç rüya görmüyorum ben! Metafizikle ilg ili uydurma sözlere kanarak kuzeye gidecek de de ğilim.» Mark dostça bir tavırla Nadine'e gülümsemi şti. «Rüya görmüyorsun, öyle mi? O halde gece rüyanda konu şup beni uyandırmayı nasıl basardın?» Nadine bembeyaz kesilmi şti. «Bana yalancı mı diyorsun? E ğer öyleyse, birimizden birinin gruptan hemen ayrılması iyi olur.» Joe heme n kadına sokularak inlemi şti. Larry ortalı ğı yatı ştırmaya çalı şmış, telsiz fikrinin gerçekten i şe yarayaca ğını söylemi şti. Geçen hafta Nebraska'dan de ğil, Colorado'daki — 227 — Boulder'dan i şaretler almaya ba şlamı şlardı. Ralph'ın güçlü telsizinin i şa retleriydi bunlar. Lucy, Oklahama aksanıyla konu şan Ralph Brentner'ın sesini duy. dukları zaman di ğerlerinin ne kadar sevindiklerini hâlâ hatırlıyordu «Ben, Boulder Serbest Bölgesinden Ralph Brentner. Sesimi duyuyorsa-nız 14 numaralı kanaldan cevap verin. Tekrarlıyorum. 14 numaralı kanaldan.» Ralph'ın sesini duymu şlardı ama ona bir açıklamada bulunacak kadar güçlü vericileri yoktu o sırada. Sonra Boulder'a gitgide yakla şmış, lardı. ilk yayından beri de bazı şeyler ö ğrenmi şlerdi. Boulder'a ilk varan Abagail Freemant'la grubu olmu ştu. O günden beri ba şkaları da birer iki şer onlara katılıyorlardı. Şimdi Boulder'da üç yüz elliden fazla insan vardı. L ucy'lerin grubu bu sayıyı hemen hemen dört yüze çıkaracaktı. Lucy, Larry'ye, «Ne dü şünüyorsun?» diye sordu. Genç adam içini çekti. «Artık saatlerin de bir i şe yaramadı ğını dü şünüyordum.» Lucy usulca, «Larry?» dedi. «Nadine neden itiraf et miyor? Rüya gördü ğünü yani? Aslında o da pekâlâ rüya görüyor. Mark haklıydı. Na dine uykusunda konu şuyor. Bir gece sesini öyle yükseltti ki birdenbire uyandım.» Larry genç kadına baktı. «Ne diyordu?» Genç kadın hatırlamaya çalı ştı. «'Yapma, çok so ğuk, yapma çok so ğuk,' diye tekrarlıyor, çırpınıyordu. 'Yapma, dayanamayaca ğım, çok so ğuk, çok so ğuk.' Sonra uykusunda saçlarını çeki ştirmeye ba şladı. Đnleyip duruyordu. Tüylerim diken diken oldu.» «Herkes kâbus görebilir, Lucy. Bunların... o adamla ilgisi olması gerekmez.» «Nadine'in sinirleri çok bozuldu. Larry. Ne demek i stedi ğimi anlıyor musun?» «Evet.» Larry anlıyordu. Nadine rüya görmedi ğinde direniyordu ama, gözlerinin altında mor lekeler belirmi şti. O şahane saçları daha da a ğarmı ştı. Biri ona dokundu ğu zaman irkiliyordu. Lucy, «Ona â şıksın, de ğil mi?» diye sordu.

Page 106: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

— 228 — Larry sitemle, «Ah, Lucy,» dedi. «Hayır, yalnızca bir şeyi bilmeni istiyorum, Larry. Nadine'e nasıl baktı ğmı görüyorum. Onun da bazen sana nasıl baktı ğını. O da sana « şık, Larry. Ama korkuyor.» «Neden korkuyor? Neden korkuyor?» Larry, Stovington ba şarısızlı ğından üç gün sonra Nadine'le sevi şmeye çalı şmıştı. Kadın bir an ona sokulmu ş, sonra da genç adamı şiddetle itmi şti. «Bir daha yapma bunu, Larry,» demi şti. «Lütfen. Yoksa Joe'yu alıp buradan giderim.» «Neden? Neden, Nadine? Niçin bu ili şki bu kadar karma şık? Öyle olması şart mı?» Nadine, «Bunu bilseydim sana açıklardım,» diye ceva p vermi ş, sonra dönerek uzakla şmıştı. Lucy, «Eskiden bir arkada şım vardı,» dedi. «O da Nadine gibi davranırdı biraz . Kocası çok kıskançtı. Bu yüzden arkada şım biraz korkardı.» «Yani Nadine de benden mi korkuyor? Arkada şının kocasından korktu ğu gibi?» Lucy, «Hayır,» diye ba şını salladı. «Nadine'in kocası kimse o burada de ğil.» Nadine karanlıkta bir kedi gibi uyandı. Sinirleri d ehşetle gerilmi şti. «Biri beni istiyor,» diye dü şündü. «Evet, öyle. Biri istiyor. Ama... öyle so ğuk ki...» Nadine'in e şi olacak adam, o kara damat neredeydi? Kadın ta on altı ya şından beri onu bekliyordu. Damadın ne zaman gelece ğini kim bilebilirdi? Nadine hep beklemi şti onu. Di ğer erkeklerin kendisine sokulmalarına izin vermemi şti. Şimdi bir kav şağa gelmi ş oldu ğunu anlıyordu. Bekledi ği an yakla şmıştı. Kocası olacak adam ona seslenmi ş, Nadine'e gelmesini emretmi şti. Nadine rüyalarında damadı tanımaya ba şlıyordu. Onu anlamaya... Adamın yüzünü göremiyordu ama yıllardan beri onu beklemi ş oldu ğunu anlıyordu. Nadine ona gitmeyi hem istiyor... hem — 229 — de istemiyordu. Kendisinin o adam için yaratılmı ş oldu ğuna inanıyor^ Ama müstakbel kocası kadını yine de deh şete dü şürüyordu. Nadine, «Larry...» diye dü şündü. Genç adamla tanı ştı ğı zaman hor şey karmakarı şık olmu ştu. Nadine kara adamın tertemiz bir bakire olma sın a önem verdi ğini biliyordu. Larry de çok çekiyordu onu. Nadine b ir ara kendini genç müzisyenin kollarına bırakmayı da dü şünmüştü. Yorulmu ştu artık. Çok uzun süre beklemi şti. Kupkuru upuzun yıllar boyunca beklemi şti. Ama sonra Larry'yi itip kendinden uzakla ştırmı ştı. «Onun nasıl bir insan oldu ğu belli,» diye dü şünmüştü. «Larry'yi reddetti ğin, için beni kim suçlayabilir?» Ama Larry'nin bütün o bencil tavırlarına ra ğmen aslında çok ba şka bir insan oldu ğu anla şılıyordu. Joe'yla dost olmayı ba şarmı ş, kendini çocu ğa sevdirmi şti. Bu uzun yolculuk boyunca iyi bir lider gibi bütün g rubu birarada tutmayı da başarmı ştı. Larry şimdi Lucy Swan'la yatıyor-du. Ama bu da önemli miyd i? Zaten ni şanlıydı Nadine. Kara damat onu bekliyordu. Di ğerleri birbirine zıt iki tür rüya görüyorlardı. Kar a adamı ve o ya şlı zenci kadını. Yava ş yava ş da o ihtiyar zencinin çevresinde toplanmaya ba şlıyorlardı. Nadine zenci kadını rüyasında hiç görmüyordu. Yalnı zca kara adamı görüyordu o. Di ğerlerinin bilmedi ği pek çok şeyi ö ğrenmi şti. Kara adamın adı Randall Flagg'di. Batıda ona kar şı koyanlar da çarmıha gerilmi ş ya da çıldırmı şlardı. Boğucu Ölüm Vadisinde dola şıp duruyorlardı. Flagg, Vegas'ta bir merkez kurmu ştu. Hiç acelesi yoktu. Yaz sona eriyordu. Yakında kar K ayalık da ğlarındaki geçitleri kapayacaktı. Kara adam o uzun kı ş boyunca gücünü daha da arttıracaktı. Ve sonra Nisanda da ya da Mayısta... Boulder, Nadine'in son umuduydu. O zenci kadın da ö yle. Nadine, «Yarın Boulder'da olaca ğız,» dedi kendi kendine. «Belki o zaman yolculu ğumun artık sona erip ermedi ğini anlayaca ğım...» Gökyüzünde bir yıldız kaydı, Nadine çocuk gi bi dilekte bulundu. — 230 — 40 Şafak söküyor, do ğu ufkunu tatlı bir pembeye boyuyordu. Stu Red-^an'l e Glen Bateman, Batı Boulder'daki Flagstaff da ğının yamacına tırmanmaktaydılar.

Page 107: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Glen, «Ak şama do ğru ba şım a ğrıyacak,» dedi. «Ö ğrencilik günlerinden beri sabaha kadar oturup içti ğimi hiç hatırlamıyorum.» Stu, «Güne şin do ğuşunu seyretmek buna de ğer,» diye cevap verdi. «Doğru. Şahane bir şey.» Stu mırıldandı. «Benim ba şım da dönüyor.» Bir süre sessizce manzarayı seyrett i, sonra da Glen'e gülümsedi. « Şimdi ne olacak? Ben de Nick gibi bundan sonra olacakları ö ğrenmek istiyorum.» Glen a ğır a ğır, «Bir toplum kurulacak,» dedi. «Ama bunun ne tür bir şey olaca ğını şu anda söylemek imkânsız. Şimdi Boulder'da yakla şık dört yüz ki şi var. Her gün yeni gruplar geliyor. Bu gidi şle Eylüle kadar bin be ş yüz ki şi olaca ğız. Ekimin birinde dört bin be ş yüz ki şi. Kasımda kar ya ğmaya ba şladı ğı, yollar kapandı ğı sırada da sekiz bin.» Stu ba şını salladı. «Buna inanmak zor. Ülkeyi a ştık, yüz ki şiyle bile kar şıla şmadık.» «Ralph, şu ara be ş altı grupla ba ğlantı halinde. Haftanın sonunda sayımız be ş yüze çıkacak.» Glen gülümsedi. «Abagail Ana radyo i stasyonunda Ralph'in yanında oturuyor ama mikrofona konu şmak istemiyor. Elektrik çarpaca ğından korktu ğu için.» Stu, «Frannie o ihtiyar kadını çok seviyor,» dedi. «Hem bebekleri dünyaya getirme konusunda çok bilgisi oldu ğu için, hem de... daha do ğrusu bir nedeni olması şart de ğil. Kadını seviyor.» «Çok ki şi de öyle.» Abagail Ananın oturdu ğu evlerin en güzeliydi bu. Boulder'in Maple Hill semtindeki bu evde ya şlı kadının ömründe duydu ğu her tür alet var-dl- Duymadıkları da. — 231 — Bula şık makinesi, elektrikli iki süpürge. Mikro-dalga fı rını. Çöp|6ri kıyan bir makine. Ama henüz ceryan kesikti. Abagail Ana şimdi verandada, salıncaklı iskemlesinde oturmu ş, fıs. tık yiyordu. Di ş etlerini çok acıtıyordu fıstık yemek. Ama pek de l ezzetliydi fıstıklar. Ralph bahçeye girerek verandaya yakla ştı. «Uyuyor musun, Ana?» «Hayır. Bu fıstıkları yemiyor, onları öldürmeye çal ı şıyorum.» Ralph güldü. «Bahçe kapısının önünde bir grup bekli yor. Fazla yor-gun de ğilsen sana 'Merhaba' demek istiyorlar. Kente bir saat kad ar önce vardılar. Đyi insanlar. Ba şlarında o uzun saçlı müzisyenlerden var ama genç ad amın iyi bir lider oldu ğu da anla şılıyor. Adı Larry Underwood.» «Onları getir, Ralph.» Abagail bir an durdu. «Sahi Nick nerelerde?» «Bir ara elektrikçi Brad Kitchener'la santrale gitt i. Galiba santralde yalnız şalterleri kapatmı şlar. Yani kente cereyan verilebilecek. Sen de artık evdeki aletleri kullanabilirsin... Sabah Stu Redman de biz e geldi. Nick'e kurulacak komiteye girmesini teklif etti.» «Nick ne dedi buna?» «'Abagail Ana isterse, ben de isterim,' dedi.» «Benim gibi ya şlı bir kadın böyle i şlerden ne anlar?» Ralph ciddile şti. «Çok şey anlar. Biz buraya senin yüzünden geldik. Senin istedi ğini yapaca ğız.» «Ben her zamanki gibi özgür olmak istiyorum. Zamanı gelince özgürce konu şabilmeyi de.» «Bütün bunlar da olacak, Ana.» «Di ğerleri de böyle mi dü şünüyor, Ralph?» «Tabii ya!» «Đyi öyleyse.» Abagail iskemlesinde sakin sakin salla nmasını sürdürdü. «Artık herkesin elinden geleni yapması gerekiyor... Biz se ninle gevezelik ederken kapının önünde bekleyenleri de güne ş çarpıyor sanırım Onları getir, Ralph.» «Pekâlâ.» * * * — 232 — Yeni gelenler Ralph'in açtı ğı bahçe kapısından içeri girdiler. Genç Đlerleri en öndeydi. Gözlerini yere dikmi şti. Yanında sarı saçlı bir kadın vardi- Hemen arkasından bir çocukla, siyah gözlü bir kadın geliy ordu, pi ğerleri de onların gerisinde sıraya girmi şlerdi.

Page 108: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Genç adam verandanın basamaklarından çıktı, ama kad ını a şağıda durdu. Ralph'ın dedi ği gibi, Larry'nin saçları uzundu ama temizdi. Saka- lı kızılımsı sarıydı. Güçlü yüzünde kaygı ve acının çizdi ği yeni çizgiler belirmi şti. Larry usulca, «Sen gerçeksin,» diye mırıldandı. Ya şlı kadın, «Ben her zaman öyle oldu ğumu dü şündüm,» dedi. «Ben Abagail Freemantle'ım. Buradakil erin ço ğu beni 'Abagail Ana' diye ça ğırırlar. Ho şgeldiniz?» Larry bo ğuk bir sesle, «Te şekkür ederim,» diye cevap verdi. Abagail onun ağlamamaya çalı ştı ğını farketti. Genç adam ekledi. «Ben... biz buraya vardı ğımız için seviniyoruz. Adım Larry Underwood. Ben... seni rüyamda gördüm.» Ya şlı kadınla el sıkı ştılar. Sonra Larry döndü, sendelemesine basamaklard an indi. Abagail Ana genç adamdan ho şlanmı ştı. Gülümsüyordu. Larry'yi menek şe gözlü, güzel kadını izledi. Genç kadın cesaretle Abagail Anaya baktı. Ama bakı şlarında küçümseme yoktu. «Ben Lucy Swann'im. Seninl e tanı ştı ğım için seviniyorum.» «Gelebildi ğin için memnunum, Lucy.» Lucy, «Seni rüyamda gördüm,» diye açıkladı. Sonra d a şaşkın şaşkın uzakla ştı. Ondan sonra çocukla siyah gözlü kadın yakla ştılar. Kadın ciddi ciddi, korkusuzca Abagail'e baktı. Çocu ğun yüzünde ise merak vardı. Çocuk iyiydi. Ama siyah gözlü kadın, Abagail Ananın sanki mezarday-rcı ş gibi durmasına neden oldu. Zenci kadın, «O adam burada,» diye dü şündü. «O kara adam buraya bu kadının biçiminde geldi... Çünkü o ba şka biçimlere girmeyi biliyor... Kurt... Karga... Yı lan biçimine...» Aba-9ail bir an korktu. Sanki saçların da kır tutamlar olan bu kadın birdenbi-re uzanacak, onun boynunu kırıverecekti. Nadine Cross'un aklı iyice karı şmıştı. Demin bahçe kapısından — 233 — !¦'* girerken rahattı. Ama Larry bu kadınla konu şmaya ba şlar ba şlan-^ Nadine bir tiksinti ve deh şet duymu ştu. Bu ya şlı kadın... bazı şey|eri görebiliyordu. Evet. Nadine, Abagail'in kendi içini, o karanlık tohumunu n ekildi ği ve güzelce geli şti ği yeri görmesinden korkuyordu. Belki de zenci kadın aya ğa kalkıp, «Joe'yu burada bırak ve seni bekleyene git» diye ba ğıracaktı. Đki kadın, içlerinde korkuyla birbirlerini süzdüler, birbirlerini bakı ş|a. rıyla tarttılar. Bu pek kısa sürdü. Ama ikisine de çok uz un geldi. Abagail, «O adam bu kadının içinde,» diye dü şündü. « Đblisin habis ruhu.» Nadine ise kendi kendine, «Bütün güçleri burada,» d edi. «Bu kadından ba şka hiçbir şeyleri yok. Ama belki de bunun farkında de ğiller.» Joe yanında huzursuzla şmaya ba şlamı ştı. Nadine'in elini çeki ştirip duruyordu. Kadın ince, cansız bir sesle, «Merhaba,» dedi. «Ben Nadine Cross'um.» Abagail, «Kim oldu ğunu biliyorum,» diye cevap verdi. Nadine usulca sordu. «Öyle mi?» Birdenbire Joe'nun onu koruyabilece ğini dü şündü. Yalnızca Joe'nun. «Evet, öyle.» Nadine, Joe'yu a ğır a ğır önüne çekti. Sanki çocu ğu rehine almı ş gibi, «Bu da Joe. Onu da tanıyor musun?» Abagail Ana gözlerini Nadine'inkilere dikmi şti. Ama ensesi ter içindeydi. «Çocuğun adının Joe oldu ğunu sanmıyorum. Senin onun annesi oldu ğunu da sanmadı ğım gibi.» Zenci kadın garip bir duyguya kapıldı. Sa nki sava şı bu kadın kazanmı ştı. Abagail'in görevi neyse, bunu yapmaması için ço cuğu bir kalkan gibi kullanmı ştı. Ama her şey çok ani olmu ştu. Abagail hazırlıklı de ğildi. Đhtiyar zenci, çocu ğa döndü. «Adın nedir o ğlum?» Çocuk sanki bo ğazına bir kemik takılmı ş gibi çabaladı. Nadine elini onun omzuna koydu. «Haydi, Joe.» Joe kadının elini itti, güçlü bir sesle, açık açık, «Leo,» dedi. «Adım — 234 — Leo Rockyway!» Gülerek Abagail Ananın boynuna atıld ı. Di ğerleri onu alkı şladılar. Nadine, «Joe,» diye seslendi. Yüzünde so ğuk bir ifade vardı. Kendini toplamı ştı. Çocuk ya şlı zenciden biraz uzakla şarak Nadine'e baktı. Nadine korkusuzca Abagail'e bakıyordu. «Gel, Joe. K adınca ğıza zarar verebilirsin. Pek ya şlı o. Güçlü de de ğil.» Çocuk, «Onu çok seviyorum,» dedi.

Page 109: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Nadine irkildi. Sesi sertle şti. «'Gel,' dedim, Joe.» «Benim adım Joe de ğil! Leo! Leo! Adım bu i şte!» Gruptakiler sustular. Bir şeyler oldu ğunu sezmi şlerdi. Đki kadın yine göz göze geldiler. Sanki düello ediyo rlardı. Abagail bakı şlarıyla, «Ben senin kim oldu ğunu biliyorum,» dedi. Nadine de bakı şlarıyla cevap verdi. «Evet. Ben de seni tanıyorum.» Ama bu sefer bakı şlarını kaçıran o oldu. «Pekâlâ. Adın ister Leo olsu n, ister ba şka bir şey. Ama kadınca ğızı yormadan gel de gidelim.» Çocuk Abagail'in kollarından istemeye istemeye sıyr ıldı. Yaşlı zenci ona baktı. « Đstedi ğin zaman beni görmeye gel.» Çocuk, «Peki,» diyerek Abagail'e eliyle bir öpücük yolladı. Nadine'in suratında haşin bir ifade vardı. Hiçbir şey söylemeden çocu ğu adeta sürüklercesine götürdü. Bir adam saygıyla Abagail Anaya yakla ştı. «Merhaba, Ana. Adım Zellman. Mark Zellman. Seni rüyamda gördüm...» Abagail ise Nadine'in arkasından bakıyordu. Ona san ki çok önemli bir şeyi kaçırmı ş, ileride çok pi şman olacakmı ş gibi geliyordu. Stu sevi şmelerinden sonra uykuya daldı. Son zamanlarda pek a z uyuyabiliyordu genç adam. Bir gece önce de Glen Bateman'le sabaha kadar oturmu ş, gelecekle ilgili planlar yapmı ştı. Frannie sabahlı ğına sarılarak balkona çıktı. Biri yoldan iniyordu. Evin önüne gelince durdu, ba şını kaldırıp evde ı şık olup olmadı ğını anlamaya çalı ştı. Fran'le göz göze geldiler. Yabancı genç bir adamdı. Ren- — 235 — gi solmu ş temiz bir blucin ve koyu mavi gömlek giymi şti. «Sen Fran Goldsmith misin?» «Evet, öyle. Ama seni tanımıyorum.» «Ben Larry Underwood'um. Kente bugün geldik. Aslınd a ben Harold Lauder diye birini arıyordum. Bana onun Pearl Soka ğı 261 numarada, Stu Redman ve Frannie Goldsmith'le birlikte oturdu ğunu söylediler.» Fran'in keyfi kaçıverdi. «Harold bir süre önce bura dan ayrıldı. Şim. di kentin batısında, Arapahoe'da. Đstersen sana adresini verebilirim.» «Đyi olur. Ama artık ona yarın giderim.» Fran, «Harold'u tanıyor musun?» diye sordu. Larry, «Hem tanıyorum, hem de tanımıyorum,» dedi. « Seni belinde iki tabancası olan, boylu boslu bir sarı şın sanıyordum. Amazon tipi bir sarı şın. Ama seninle tanı ştı ğım için memnunum.» Kız, «Bir dakika,» diyerek balkondan çekildi, hızla a şağıya inerek dı şarı çıktı. Larry'yle el sıkı ştılar. Sonra Larry ona, tabanca biçimi bir şarap şi şesi gösterdi. «Bunu Harold'a getirdim...» Eliyle i şaret etti. «Otur da anlatayım.» Fran kaldırımın kenarına ili şti. Genç adam New York'tan beri ba şından geçenleri anlattı. «Sonunda 1 numaralı karayolundan güneye do ğru indik...» Frannie sevinçle ba ğırdı. «Ve Ogunquit'e vardınız.» «Evet. Ambarın damındaki o koskocaman yazıları görd ük. Đşte ben Harold Lauder ve Frances Goldsmith'le böyle tanı ştım.» «Harold yazmı ştı onları. Ah, Larry, Harold çok sevinecek!» «O yazıya uyarak Stovington'a gittik. Oradan da Neb raska'ya. Aba-gail Ananın evindeki talimata uyarak Boulder'a geldik. Yolda ba şkalarıyla da kar şıla ştık. Bunlardan biri Lucy Swann adında genç bir kadındı. Şimdi benim kadınım o. Luçy'yle tanı şmanı isterim. Ondan ho şlanaca ğını sanıyorum.» Larry bir an durdu, sonra da güldü. «Her neyse.. Harold benim için önem li. Yolda ilerlerken benim için önemi daha da arttı. O ambar! Harold son satır ı yazmak için herhalde damdan sarkmak zorunda kaldı. Frannie, yol boyunca hep, 'K orkusuz Harold bura- — 236 — dan geçmi ş,' diye dü şündüm. Her tarafta onun izleri vardı. Bazı yerlere adının baş harflerini kazımı ştı. Şey... seninkileri de... Ne diyordum? Bazen zorluklarla kar şıla şıyorduk. Ben ne yapaca ğımı bilemiyordum. Lucy o zaman, 'Haydi, Larry, şu soruyu çabuk sor,' diyordu.» Fran güldü, «'isa bu durumda ne yapardı,' öyle mi?» Larry ciddi ciddi cevap verdi. «Hayır, Harold ne ya pardı?»

Page 110: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Fran iyice şaşaladı. Aslında buraya kadar gelmelerini Stu sa ğlamı ştı, Harold değil. Kız, «Larry, Harold'la kar şıla ştı ğı zaman orada olmak isterdim,» diye düşündü. Larry, «Harold sayesinde Boulder'a eri şmeyi ba şardık,» dedi. «Senin sayende, Larry. Harold yanında de ğildi ki.» «Ama kafamın içindeydi. Đşte şimdi buradayım ve ona şarapla çikolata getirdim.» Larry sustu, uzun bir süre konu şmadı. Ama Fran onun kendisini dikkatle süzdü ğünü farketti. Sonra genç adam, «Pekâlâ, nerede yanıldım ?» diye sordu. «Harold konusunda yani?» Fran aya ğa kalktı. «Artık içeri girmem gerekiyor.. Seninle t anı şmak ho şuma gitti, Larry. Yarın gel de Stu'yla tanı ş. Lucy'nin i şi yoksa onu da getir.» Larry ısrar etti. «Harold meselesi nedir?» «Ah, bilmiyorum.» Fran neredeyse a ğlayacaktı. «Kendimi sanki Harold'a... çok kötü davranmı şım gibi hissetmeme neden oldun. Stu'ya â şı ğım... Harold'u sevemediysem suç bende mi?» «Hayır, tabii ki de ğil.» Larry şaşalamı ştı. «Dinle, çok üzgünüm. Böyle paldır küldür gelmemeliydim. Hemen gidiyorum.» Frannie birdenbire ba ğırdı. «Harold çok de ği şti! Neden, nasıl, niçin, bunu bilmiyorum... Bazen bunun daha iyi oldu ğunu dü şünüyorum. Ama... aslında ondan da emin de ğilim. Zaman zaman korkuyorum.» «Harold'dan mı?» Kız cevap vermedi. Gözlerini ayaklarına dikti. Gere kti ğinden fazla konu ştu ğunu düşünüyordu. Larry usulca, «Bana onun adresini verecektin,» diye hatırlattı. — 237 — «Evini kolaylıkla bulacaksın. Arapahoe'da, Eben G. Fine Parkının hemen kar şısında oturuyor.» «Tamam. Te şekkür ederim. Seninle tanı şmak bana zevk verdi Fran. Đyi geceler.» Larry dönerek yoldan uzakla ştı. Fran onun arkasından bakıyordu. «Larry'ye Harold'un yeniyetrrıe şi şman, huysuz, somurtkan, korkak, ne yaptı ğını bilmeyen bir çocuk oldu ğunu nasıl açıklardım?» diyordu kendi kendine, «Ona, Harold'un Boulder'a ge ldikten sonra tam şi şko bir politikacıya döndü ğünü, yalandan dostça bir tavırla herkesin sırtını o kşadı ğını nasıl anlatırdım? Harold'un bütün dostça tavırların a ra ğmen insana bir Gila canavarı gibi ifadesiz gözlerle baktı ğını?» Harold kendisi için seçti ği küçük evin önündeki çim alanda oturmu ş, gökyüzüne bakıyordu. Saçları eskisinden uzundu ama artık ya ğlı ve kirli de ğildi. Pis pis de kokmuyordu. Fazla çikolata yemekten vazgeçti ği için sivilceleri geçmeye başlamı ştı. Kilometrelerce yol yürüyünce biraz kilo da verm i şti. Yakı şıklıca bir gence benzemeye ba şlamı ştı. Delikanlı şimdi kendi kendine, «Neden içim nefret dolu?» diye soruyordu. Her şeyden nefret ediyordu. Bu güzel Boulder'dan da, yen i kurulan düzenli toplumdan da. Harold burada yalnızca bir vatanda ş olacaktı. Ama batıya giderse bir prens olabilecekti. O kara u ğursuzluk çocu ğu çekiyordu. Karma şanın o ahenksiz müzi ği etkiliyordu onu. Belki de oraya gidecekti! Harold! Evet, belki kara adama katılacaktı. Çocuk gülümsedi. 41 Ralph bütün kente 18 A ğustosta bir toplantı yapılaca ğını açıklayan afi şler astı. Bunu heyecanlı konu şmalar izledi. Herkes geçici komitedeki yedi üyenin iyi ve kötü yanlarını tartı şıyordu. Komitede Nick Andros, — 238 — glen Bateman, Ralph Brentner, Richard Ellis, Fran G oldsmith, Stuart pedrnan ve Susan Stern vardı. 0 gün ö ğleden sonra Larry Underwood'la Leo Rockway, Arapaho e Soka ğından Harold'un evine do ğru gidiyorlardı. Genç adam ellerini ceplerine soktu , Leo da onu taklit etti. Larry bir bira tenekesine bir tekm e attı, Leo da bir ta şa. Genç müzisyen ıslıkla bir şarkı çalmaya ba şladı, Leo da aynı şeyi yapmak için çabaladı. Larry çocu ğun saçlarını karı ştırdı, sonra da, «Tanrım,» diye dü şündü. «Bu küçü ğü çok sevmeye ba şladım. Delilik bu!» Küçük evin bahçesinde, belinden yukarısı çıplak, ge ni ş omuzlu biri, çiçek tarhının çevresine tu ğladan alçak bir duvar örmeye çalı şıyordu. Arkası soka ğa

Page 111: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

dönüktü. Larry, Fran'in sözlerini dü şündü. «O çok de ği şti- Nedenini, nasılını bilmiyorum.. Zaman zaman korkuyorum...» Sonra genç adam ilerledi, uzun yolculuk sırasında p lanladı ğı gibi. «Sen Harold Lauder'sin sanırım,» dedi. Harold irkildi, döndü. Bir elinde bir tu ğla vardı. Öbür elindeki malayı silah gibi kaldırmı ştı. Larry, Leo'nun biraz geriledi ğini farketti. Sonra da, «Do ğrusu Harold hiç de hayal etti ğim gibi de ğil,» dedi kendi kendine. «Tanrım! O malayı kafama mı vuracak?» Harold'un yüzünde sert bir ifad e vardı. Gözleri kısılmı ş, birbirine bastırdı ğı dudakları bembeyaz kesilmi şti. Sonra birdenbire tavırları deği şti. Ne şeyle gülerek ellerindeki-leri attı, avuçlarını bluc inine silerek yakla ştı, bir elini uzattı. Larry, «Tanrım,» diye dü şündü. «Çocuk bu! Benden çok küçük. E ğer on sekizinde varsa, do ğum günü pastasındaki mumları yerim.» Harold, Larry'nin elini hararetle sıkarak, «Seni ta nımıyorum,» dedi. Larry de gülümsedi. «Öyle. Ama ben seni tanıyorum.» Harold b ağırdı. «Öyle mi?» Larry, «Maine'den beri senin pe şinden bütün ülkeyi a ştım,» diye açıkladı. «Deme? Sahi mi?» «Sahi ya!» Larry çantasını açarak şarapla çikolataları delikanlıya uzattı. «Bunları sana getirdim.» — 239 — «Zahmet etmi şsin.» Harold elini salladı. « Đçeri girelim. Babamın deyi şiyle, biraz sohbet edelim. Senin çocuk gazoz içer mi?» «Tabii. Le...» Larry döndü ama Leo yanında de ğildi. Soka ğa çıkmı ş, ti çocuk. «Hey, Leo! Gazoz ister misin?» Leo, «Ben gidip Nadine anne döndü mü diye bakaca ğım,» dedi. «Neden? Buraya daha yeni geldik?» Leo ba şını kaldırdı. «Geri dönmek istiyorum.» Güne ş ı şıkları gözlerine geliyordu. Larry, «Ne oluyor?» diye dü şündü. «Neredeyse a ğlayacak.» Larry sonra Harold'a döndü. «Bir dakika.» Çocuk güldü. «Tamam, tamam. Bazen çocukların utanga çlıkları tutar. Ben de öyleydim.» Larry, Leo'nun yanına giderek çömeldi. «Ne var, o ğlum?» Leo bakı şlarını ondan kaçırdı. «Geri dönmek istiyorum. Nadin e anneyi görmek istiyorum.» Larry'nin omzunun üzerinden bir an Haro ld'a do ğru baktı. «Lütfen...» «Harold'dan ho şlanmadın mı?» «Biliyorum... Herhalde iyi biri... Ben yalnızca ger i dönmek istiyorum.» Larry içini çekti. «Yolu bulabilir misin?» «Tabii.» «Pekâlâ. Ama içeri girip bizimle bir gazoz içmen ho şuma giderdi. Harold'la tanı şmayı uzun süreden beri istiyordum. Bunu biliyorsun, de ğil mi?» «Evet. Ama o eve girmem!» Leo bir an vah şi bakı şlı Joe halini aldı. Larry tela şla, «Pekâlâ,» diyerek aya ğa kalktı. «Sen hemen eve git. Ben daha sonra gelir, oraya varıp varmadı ğına bakarım. Sokaklarda oynama.» «Olur.» Leo bir an durdu, sonra ıslık çalar gibi bi r fısıltıyla ekledi. «Neden sen de benimle dönmüyorsun? Hemen, şimdi? Beraber gideriz. Lütfen, Larry.» «Tanrım, Leo ne...» «Neyse, neyse...» Leo hızla uzakla ştı. — 240 Larry o gözden kayboluncaya kadar arkasından baktı, sonra harold'a döndü. Kaşları kaygıyla çatılmı ştı. Harold, «Aldırma,» dedi. «Çocuklar garip yaratıklar dır.» «Onun böyle davranmaya hakkı var sanırım. Ba şına gelmedik kalmadı.» Harold, «Bundan eminim,» diye kar şılık verdi. Larry bir an ku şku duydu. Harold'un hiç tanımadı ğı bu çocu ğa sözde acımı ş olması pek de inanılacak gibi değildi. Harold, «Haydi, gel,» dedi. «Biliyor musun, sen ilk konu ğum olacaksın. Fran'le Stu birkaç kez geldiler ama onlar konuk sayılmaz.» Usulca, kederle gülümsedi. Larry birdenbire bu çocu ğa acıdı. Çok yalnızdı. «Buna sevindim.» Oturma odası küçük ama rahattı. Harold, «Fırsat bul unca burayı yeni e şyalarla döşeyece ğim,» diye açıkladı. «Modern takımlarla. Krom ve der i e şyalarla. Bodrumda güzel bardaklar var. Gidip onlardan alayım . Sen şu ye şil koltu ğu dene. En rahatı o.» Dı şarı çıktı.

Page 112: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Larry odada dola şmaya ba şladı. E şyalar kötüydü ama ta ş şömine çok güzeldi. Dipteki bir ta ş yerinden oynamı ş, sonra dikkatsizce itilmi şti. Bu durum Larry'yi rahatsız etti. Genç adam ta şı çekti, geride bir defter oldu ğunu gördü. Üzerinde altın yaldızla, «Hesap Defteri,» diye yazılıydı. La rry sanki etrafı bilerek karı ştırmı ş gibi utanarak ta şı yerine soktu, gidip ye şil kanepeye oturdu. Aynı anda Harold iki elinde birer kadehle içeri girdi. « Bunları a şağıdaki muslukta yıkadım. Biraz tozluydu.» Larry, «Tertemiz olmu şlar,» dedi. «Dinle. Şarabın bozulmamı ş oldu ğundan o kadar emin de ğilim. Şimdi kar şılıklı sirke içebiliriz.» Harold, «Bir şeyi yapmaya cesaret edemezsen, ba şarıya da eri şemezsin,» diyerek güldü. Bu gülü ş Larry'yi rahatsız etti. Nedense ansızın o Hesap De fteri'ni dü şünmeye başladı. Harold onun içine ne yazıyordu? Neyse ki şarap bozulmamı ştı. Çok nefisti. Yarım saat sonra ikisi de Çakırkey if olmu şlardı. Özellikle Harold. Şarap yüzünden biraz gevezele şen Larry, «O afi şler,» dedi. «Ayın °n sekizindeki toplantı. Neden sen de komitede de ğilsin, Harold? Senin gibi biri bence bu i ş için çok uygun.» — 241 — Mah şer/F: 16 Harold'un gülümsemesi yayıldı. «Aslında ben çok gen cim. Herhalde yeteri kadar tecrübem olmadı ğını dü şündüler.» «Çok yazık...» J Harold hâlâ gülümsüyordu. « Đlerde neler olaca ğını kim bilebilir? 1 Her köpe ğin günü gelir, derler.» Larry saat be şte evden çıktı. Harold'la dostça vedala ştılar. Çocuk yine gülerek, «Sık sık gel,» dedi. Ama genç adam Harold'u hiç ara ma-I sa da çocu ğun buna aldırmayaca ğını sezdi. Larry beton dökülü bahçe yolundan a ğır a ğır soka ğa çıktı. Harold'a el sallamak için döndü. Çocuk içeri girmi ş, kapıyı kapatmı ştı \ bile. Evin bütün panjurları da kapalıydı. Larry'y e birdenbire, sanki | Harold onu panjurların arasından gö zetliyormu ş gibi geldi. Birini bo ğ- mak için ellerini açıp açıp kapatıyor, nefretle gül ümsüyormuş gibi. «Her ! köpe ğin günü gelir...» Müzisyen yürümeye ba şladı. «Larry! Đyi misin?» Genç adam irkildi. Bu soruyu soran Leo'ydu. Çocuk H arold'un i evinden üç blok ötede, kaldırımın kenarında oturuyo rdu. jj; Larry, «Burada ne yapıyo rsun?» diye sordu. t Leo çekine çekine, «Eve sen inle birlikte gitmek istedim,» dedi. «Ama o adamın evine girmek istemedim.» «Neden?» Larry kaldırıma, Leo'nun yanına oturdu. Leo omzunu silkti. «Bilmiyorum...» «Leo, bu benim için çok önemli. Harold'dan hem ho şlanıyorum, ş hem de ho şlanmıyorum. Onunla ilgili birbirine zıt duygularım var.» 1 «Benim bir tek duygum var.» «Ne?» Leo kısaca, «Ondan korkuyorum,» dedi. i Larry dalgın dalgın mırıldandı. «Gizli şeyler...» i Leo kayıtsızca, «Belki de o kara adama dua ediyor,» dedi. Larry sanki elektrik çarpmı ş gibi sıçradı. |, Sonra sakin bir tavır takınmaya çalı şarak sordu. «Gerçekten öyle ! mi dü şünüyorsun?» I;, ;li ¦ — 242 — «Bilmiyorum... ama o bize benzemiyor. Durmadan sırı tıyor. Bence rinde kurtlar var onun. Bu yüzden gülümsüyor. Đri beyaz kurtlar beyni-ni kemiriyor.» Larry dondu kaldı. Çocuk sanki yarı trans halindeym i ş gibi konu şmuştu Ama çok kimse de Leo gibiydi. Larry, Boulder'a geldi ğinden beri sokakta insanların

Page 113: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

birdenbire durakladıklarını, bo ş bo ş baktıklarını görmü ştü. Sonra kendilerini toplamı ş, yollarına devam etmi şlerdi. Her şey de ği şmişti. Đnsanların sezgi gücü daha artmı ştı. Bu korkunç bir şeydi. Stu, «Bu gece ilk toplantıyı yapaca ğız,» dedi. Frannie, « Đki kasa bira var,» diye cevap verdi. «Peynirli bisk üvi, salam...» «Mesele bu de ğil, Frannie. Dick Ellis bugün geldi, komiteden çıkm ak istedi ğini söyledi.» «Sahi mi?» Genç kadın şaşırmı ştı. «'Siz gerçek bir doktor bulur bulmaz, komitede iste di ğiniz gibi hizmet ederim,' dedi. Ama şu ara imkânsızmı ş. Bugün yirmi be ş ki şi daha geldi. Đçlerinden birinin baca ğı kangren olmu ştu. Zavallı kız, paslı dikenli telin altından geçmeye çalı şırken baca ğını çizmi ş.» «Ah, ne feci!» «Dick onu kurtardı. Dick bir de Larry'nin grubuyla gelen o hem şire. Şu Laurie Constable adlı uzun boylu, güzel kız. Dick, 'Laurie olmasaydı, hastayı da kaybederdik,' dedi. Her neyse... Hasta kızın baca ğını dizinden kestiler. Sonunda ikisi de bitkin dü ştü. Tam üç saat u ğra ştılar. Ayrıca sık sık kriz geçiren, sarsılıp tepinen bir çocuk da var. Dick bunun sara mı, şeker mi, yoksa beyindeki bir basınç mı oldu ğunu anlamaya çalı şıyor. Neredeyse çıldıracak. Birkaç ki şi de bayat yemek yedikleri için zehirlenmi şler. Dick herkese hangi yiyecekleri seçebileceklerini açıklayan afi şler hazırlanmadı ğı takdirde bazı kimselerin öleceklerini söylüyor. Neyse ki Laurie Constable, D ick'e â şık sanırım. Oysa bizimki kızın babası ya şında. Ama durum iyi.» «Onları takdir etti ğin için seni kutlarım.» — 243 — Stu güldü. «Dick kırk sekiz ya şında ve kalbi de biraz rahatsız. şu ara hastalar dı şında komite i şleriyle u ğra şamayacağını dü şünüyor. Doktorluk ö ğrenmeye çalı şıyor.» Ciddi ciddi Fran'e baktı. «Laurie'nin duygul arını anlıyorum. Boulder'daki tek kahraman o. Dick bir köy veteriner i. Birinin ölümüne neden olaca ğını dü şünerek korkuyor. Tabii kente her gün yeni insanları n gelece ğini de biliyor. Đçlerinde yaralılar ve hastalar da olacak.» «Demek bir komite üyesi gerekiyor?» «Evet. Ralph Brentner, Larry Underwood'u istiyor. S en de onun becerikli bir genç oldu ğunu dü şünüyorsun.» «Evet. O iyi bir üye olur. Bugün kentin merkezinde onun hanımıyia da tanı ştım. Lucy Swann'la. Çok tatlı bir kadın. Larry'ye de tap ıyor.» «Larry, Harold hakkında şimdi ne dü şünüyor acaba?» «Bunu kendisine sor.» «Galiba öyle yapaca ğım.» «Ona komite üyeli ği teklif edecek misin?» «Herhalde.» Stu aya ğa kalktı. «Yargıç diye ça ğırdıkları ihtiyarın üye olmasını isterdim. Ama o çok ya şlı.» «Onunla Larry konusunu konu ştun mu?» «Hayır. Ama Nick konu şmuş. Nick çok zeki, Fran. Harika fikirleri var. Yargıç , Nick'e Larry'nin tam aradı ğımız gibi biri oldu ğunu söylemi ş.» «Güçlü bir destek bu.» Stu, «Evet,» diye kar şılık verdi. «Ama ona teklifte bulunmadan önce Harol d hakkındaki dü şüncelerini ö ğrenmeye çalı şaca ğım.» Fran huzursuz bir sesle sordu. «Neden aklını Harold 'a taktın, Stu? O senin aleyhinde bir tek kelime bile söylemiyor. Ba şkaları hakkında da.» Stu, «Öyle,» diye ba şını salladı. «Sadece gülümsüyor. Đşte benim ho şuma gitmeyen de bu.» «Sence o... intikam almayı mı planlıyor?» Stu güldü. «Yok canım. Glen sonunda muhalefetin Har old'un çevresinde toplanaca ğını dü şünüyor. Buna bir diyece ğim yok. Harold'un — 244 — şu ara yapmak istediklerimizi engellemeyece ğini umarım.» «Belki onu istemedi ğimizi dü şünüyor. Herhalde komiteye üye olaca ğını sanıyordu...» «Buna Nick karar verdi. Biz de onu destekledik. Açı kçası, hiçbirimiz de Harold'a güvenemiyorduk.»

Page 114: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Fran, «Ogunquit'teyken dünyanın en sinir çocu ğuydu,» dedi. «Ama gripten sonra deği şmiş gibiydi. Hiç olmazsa bana kar şı erkek gibi davranmaya çalı şıyordu. Sonra yine de ği şti. Hem de birdenbire. Durmadan gülümsemeye ba şladı. Artık insan onunla do ğru dürüst konu şamıyor. Đçine kapanmı ş. Sanki yeni bir dine girmi ş ya da bir şeyler okumu ş...» Fran birdenbire durakladı. Bakı şları şaşkındı. Genç kadın kendi günlük defterini hatırlamı ştı. Harold gizlice defteri okumu ş olabilir miydi? «Fran? Đyi misin?» «Tabii iyiyim.» Genç kadın gülümsedi. Ama gülümseme si sahteydi. Harold'unki gibi. Larry, «Onun hakkında ne mi dü şünüyorum?» dedi. Stu'yla ikisi Table Mesa'daki küçük evin oturma oda sındaydılar. Lucy küçük mutfakta ak şam yemeği hazırlıyor, bir taraftan da şarkı söylüyordu. «Şey... Harold'un pe şinden ilerlerken bile hep onun hayal etti ğim gibi biri olamayaca ğını kendi kendime söyleyip durdum. Gerçekten de öyl e çıktı. Ama hâlâ Harold'u anlamaya çalı şıyorum. Bana pek nazik davrandı. Harika bir ev sahi bi gibi. Ona getirdi ğim şarabı açtı. Birbirimizin sa ğlı ğına içtik. Güzel dakikalar geçirdim. Ama...» «Ama?» «Biz ona arkasından yakla ştık. Leo ve ben. Çiçek bahçesinin çevresine alçak b ir duvar çekmeye çalı şıyordu. Hızla döndü... Ben konu şun-caya kadar geldi ğimizi farketmemi şti sanırım... Ve ben bir an, 'Aman, Tanrım,' diye d üşündüm. Bu delikanlı beni öldürecek.» Lucy mutfak kapısına geldi. «Stu, yeme ğe kalır mısın?» «Teşekkür ederim ama Frannie bekliyor. Ba şka zaman.» — 245 — 1 «Pekâlâ.» Lucy döndü. Larry, «Buraya Harold'u sormaya mı geldin?» dedi. Stu kararını verdi. «Hayır. Senin de geçici komited e görev almanı istiyoruz. Dick Ellis'in i şi ba şından a şkın.» «Demek öyle?» Larry pencereye giderek sessiz soka ğa baktı. «Ben de artık özel hayatıma dönebilece ğimi dü şünüyordum.» «Karar senin tabii. Bir üye daha gerekiyor. Seni ta vsiye ettiler.» «Kimler?» «Birkaç ki şiye sorduk. Frannie senin dürüst ve becerikli bir i nsan oldu ğunu düşünüyor. Nick de sizin gruptan biriyle görü ştü. Yargıç Far-ris'le.» Larry sevindi. «Demek yargıç beni destekledi, öyle mi? Đşte bu harika. Biliyor musun, asıl onu komiteye almalısınız. Son derece ze ki bir adam.» «Nick de öyle söyledi. Ama yargıç yetmi ş ya şında. Bizim tıp merkezi çok ilkel... E, ne diyorsun, Larry?» «Galiba... Kahretsin! Evet, diyorum. Buraya varınca grubun ba şından ayrılmak istiyordum. Artık sorumlulu ğu ba şkaları yüklenecekti. Hayatta hiçbir şeyin beni bunun kadar mutlu etmeyece ğini dü şünüyordum. Ama sonra sıkılmaya ba şladım...» «Bu gece bizim evde toplanaca ğız. On sekizindeki büyük toplantı hakkında konu şmak için. Gelebilir misin?» «Tabii. Lucy'yi de getirebilir miyim?» Stu a ğır a ğır ba şını salladı. «Hayır. Bundan Lucy'ye söz bile etmeme lisin. Bu i şi bir süre gizli tutmaya çalı şıyoruz.» Larry'nin gülümsemesi kayboldu. «Ben gizli kapaklı i şlerden pek anlamam, Stu.» «Ben de öyle. Ama sava şta olsaydık yine böyle mi dü şünürdün?» «Anlamadım...» «Rüyamızda gördü ğümüz o adam... Onun pek de uzaklara gitti ğini sanmıyorum.» Larry şaşaladı. Sonra da dü şünmeye ba şladı. Stu konu şmasını sürdürdü. «Glen kimsenin ondan söz etmemesi- — 246 — nin nedenlerini anladı ğını söylüyor. Oysa hepimiz de uyarıldık. Tabii bura daki insanlar hâlâ geçirdikleri sarsıntının etkisinden k urtulmadılar. Buraya gelebilmek için korkunç bir yolculuk yaptılar. Şimdi bütün istedikleri, yaralarını sarmak ve ölülerini gömmek. Ama Abagail Ana burada oldu ğuna göre,

Page 115: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

kara adam da batıda... Belki buradakilerin ço ğu onu dü şünmüyorlar. Ama onun bizi düşündüğünden eminim.» Larry sesini alçalttı. «Bu dü şünce hiç ho şuma gitmedi. Tam da yemekten önce.» «Abagail Ana, 'Ya biz onu yakalayaca ğız,' diyor. 'Ya da o bizi. Bu j ş ancak o zaman sona erecek.'» «Bunu herkese söylememi ştir umarım. Yoksa buradakiler Avustralya'ya kaçmaya kalkarlar.» «Hani gizli kapaklı şeylerden ho şlanmıyordun?» «Evet ama bu...» Larry durakladı. Stu dostça bir ta vırla gülümsüyor-du. Müzisyen de gülümsedi. Ek şi ek şi. «Pekâlâ. Haklısın. Bu sorunu konu şaca ğız, sonra da dilimizi tutaca ğız.» «Güzel. Yedide bizde olur musun?» «Tabii.» Birlikte kapıya do ğru yürüdüler. Sonra Larry, «Bir çocuk var,» dedi. « Maine'den bizimle birlikte geldi. Adı Leo Rockway. Türlü dert le kar şıla ştı çocuk. Lucy'yle ben onu Nadine Cross adlı bir kadınla payla şıyorum. Nadine ola ğanüstü bir kadın. Onu tanıyor musun?» Stu ba şını salladı. Ona Larry'nin getirdi ği Nadine adlı bu kadınla Abagail Ana arasında geçen acayip konu şmadan söz edilmi şti. «Ben onlarla kar şıla şmadan önce, Leo'yla Nadine ilgileniyordu. Çocuk ins anların içlerini görüyor sanki. Bu Leo... Harold'un evine g irmek istemedi. Evin önündeki çim alanda kalmaya bile razı olmadı. Bu... biraz tu haf, de ğil mi?» Stu, «Öyle,» dedi. iki genç adam bir an dü şünceli dü şünceli birbirlerine baktılar. Stu, Larry'nin evine gider gitmez, Fran de yatak od asına ko şmuştu. Fermuarlı çantasından günlük defterini çıkardı. Sayfaları kar ı ştırmaya ba şladı. Defter Harold'un aleyhinde sözlerle doluydu. — 247 — «Harold dü şmanlarının listesini yapıyor. Bunu birkaç defa kont rol, den geçiriyor...» Fran, 1 A ğustosa geldi. On be ş gün öncesine yani. «Dün gece çc^ mutluydum. Sonunda Stu'yla birle ştik...» Genç kadın birdenbire sayfanın kenarındaki parmak i zini farketti Çikolatalı parmak izini. Elleri titremeye ba şladı. Gözlerinin önünde Harold'un hayali belirdi. Sırıtıyor ve sonra da, «Her köpe ğin günü gelir, Frannie,» diyordu. «Her köpe ğin günü gelir.» 42 Sabah olmak üzereydi. Bir türlü uyuyamayan Abagail Ana dua etmeye çalı şıyordu. «Bana kusurumu göster, Tanrım. Bilmiyorum. Görmemi istedi ğin bir şeyi farketmedi ğimi seziyorum. Uyuyamıyorum. Sana sesimi duyuramıyo rmuşum gibi geliyor.» Yaşlı kadının gözlerinden ya şlar akmaya ba şladı. Sonra a ğır a ğır yataktan kalktı, giyindi. Stu, Nick'le elektrik santralindeydi. Glen tela şla içeri daldı. Hiçbir giri ş yapmadan, «Abagail Ana!» diye ba ğırdı. «Gitmi ş!» Nick dikkatle ona baktı. Stu, «Neden söz ediyorsun sen?» diye sordu. Glen yedi kilometrelik yolu bisikletle almı ştı. Hâlâ soluk solu ğaydı. «Abagail Anaya dün geceki toplantıdan biraz söz etmek istedi m. Bunu erkenden yapmaya karar vermi ştim. Çünkü Ralph iki grubun daha gelece ğini söylemi şti. Abagail Ana onları kar şılamaktan ho şlanıyordu. Sekiz buçukta ona gittim. Ama kapıyı açm adı. Ben de içeri girdim. Abagail Ana uykudaysa usulca ç ıkıp gidecektim. Yani onun... ölmedi ğinden emin olmak istiyordum... Ana çok ya şlı.» Nick gözlerini Glen'in dudaklarından ayırmıyordu. «Ama Abagail Ana evde yoktu. Bunu yastı ğının üzerinde buldum." Stu'yla Nick'e bir kâ ğıt mendili uzattı. — 248 — Üzerinde, «Bir süre buradan ayrılmam gerekiyor,» di ye yazılıydı. «Ben günaha girdim. Tanrının dü şüncelerini bildi ğimi iddia etmek gibi bir küstahlık yaptım. Günahım AZAMET benim. Tanrı, tekrar yerimi bulmamı istiyor. Tanrı istiyorsa pek yakında yine sizinle beraber ol aca ğım.

Page 116: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Abagail Freemantle.» Stu, «Vay vay vay,» dedi. « Şimdi ne yapaca ğız, Nick?» Nick pusulayı tekrar okuduktan sonra kâ ğıdı Glen'e geri verdi. Glen, «Galiba toplantıyı bu ak şama almak zorunda kalaca ğız,» diye fikrini açıkladı. Nick, «Hayır,» der gibi ba şını sallayarak defterine yazdı. «Murat insandan, takdir Tanrıdan. Abagail Ana bu sözü sık sık tekrar ladı. Ne yapabiliriz? O gitti. Bu gerçe ği de ği ştiremeyiz.» Stu, «Ama karga şa...» diye ba şladı. Glen, «Tabii karga şa çıkacak,» dedi. «Nick, hiç olmazsa komiteyi topla yıp bu olayı tartı şamaz mıyız?» Nick yazdı. «Bunun ne yararı olur?» «Birkaç ki şi toplayıp Anayı aramaya çıkabiliriz. Fazla uza ğa gitmi ş olamaz.» Nick, «Murat insandan, takdir Tanrıdan,» sözünü yuv arlak içine aldı, sonra da ekledi. «Onu buldunuz diyelim, nasıl geri getirecek siniz? Zincire vurarak mı?» Stu, «Tanrım!» diye ba ğırdı. «Ne münasebet! Ama onun yalnız ba şına da ğda bayırda dola şmasına izin veremeyiz, Nick! Ana, Tanrıyı kızdırmı ş oldu ğuna inanıyor. Ya Ahdi Atik'teki kutsal insanlar gibi vah şi yerlere gitmeye kalkarsa?» Nick yazdı. «Onun böyle yaptı ğından hemen hemen eminim.» «Gördün mü?» Glen, Stu'nun kolunu tuttu. «Biraz sakin ol, Do ğu Teksas'lı. Bu durumun ne anlama geldi ğini anlamaya çalı şalım.» «Bırak bunu şimdi. Ya şlı bir kadının gece gündüz da ğlarda dola şmasına ve sonunda ölmesine izin veremeyiz.» «Sıradan bir ihtiyar de ğil Abagail Ana. Buradakiler için Papadan — 249 — farksız biri. Papa, Kudüs'te dola şmaya karar verirse bir Katolik buna iti. raz eder mi?» «Kahretsin! Bu aynı şey de ğil! Bunu sen de biliyorsun!» «Hayır. Aynı şey. Aynı. Hiç olmazsa Özgür Bölgedekilerin bu olaya ne gözle bakacaklarını biliyorum. Stu, Tanrının Anaya kırlar a açılmasını söylemedi ğinden emin olabilir misin?» «Hayır... Ama...» Nick bir şeyler yazıp duruyordu. Kâ ğıdı Stu'ya uzattı. «Stu, bu olay hiçbir şeyi deği ştirmiyor. Yalnızca Özgür Bölgedekilerin morali bozu labilir. Ama böyle olaca ğından da pek emin de ğilim. Herkes Ana gitti diye dört bir yana da ğılacak değil herhalde. Yalnızca planlarımızı şu ara Anaya açıklayamayaca ğız. Belki de böylesi daha iyi.» Stu, « Şimdi çıldıraca ğım,» diye ba ğırdı. «Bazen Anadan sanki a şılması gereken bir engelmi ş gibi söz ediyoruz. Bazen de sanki o Papay-mı ş, hiç hata yapamazmı ş gibi. Ben Anayı çok severim. Ne istiyorsun, Nicky? Birisi kentin batısındaki o dar vadilerden birinde Ananın ölüsünü mü bulsun? Ka dını orada bırakalım da, kargalar için kutsal yemek mi olsun?» Glen usulca, «Stu, gitmeye kendisi karar verdi,» di ye hatırlattı. Stu ba ğırdı. «Ne karma şık bir i ş bu!» Öğleye do ğru Abagail Ananın ortadan kayboldu ğu bütün topluma yayılmı ştı. Ama Nick'in de tahmin etti ği gibi, kenttekiler korkmaktan çok, uysalca boyun eğdiler. Fran'in Abagail Ananın gitti ğinden haberi yoktu. Bütün sabahı kitaplıkta geçirmi şti genç kadın. Daha sonra kentin merkezinde Shirley Hammet'le kar şıla ştı. Dayna, Susan ve Patty'yle birlikte yolculuk yap an kadınla. Shirley o günden beri iyile şmişti. Şimdi aklı ba şında, güzel ve olgun bir kadındı. Fran'e Abagail Ananın ortadan kayboldu ğunu da o açıkladı. Frannie tela şla eve ko ştu. Stu orada de ğildi. On be ş dakika önce evden ayrılmı ştı. Şekerli ğin altına sıkı ştırdı ğı pusulaya yalnızca, «Gece dokuz buçukta dönerim,» diye yazmı ştı. «Ralph ve Harold'la birlikteyim. Sakın kaygılanma. Stu.» — 250 — Fran, «Ralph ve Harold'la mı?» diye dü şündü. Abagail Anayla ilgisi olmayan bir korku daha duydu. «Neden Stu için korkuyorum? Tanrı m! gerekirse Stu o çocu ğu parçalar. Ama... Harold ona gizlice arkadan sokulur sa...» Genç kadın buz gibi

Page 117: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

oldu. «Dokuz buçu ğa daha saatler var... Harold'un evi bugün gece doku z buçu ğa kadar bo ş olacak. Evde kimse yoksa içimin rahat etmesini sa ğlayacak bir şeyler bulabilirim. Ya ,ja... hayır, bunu dü şünmeyece ğim... «Zaten kaygılanacak bir şey yok. Hayır, var. O çikolatalı parmak iZj, kaygılanacak çok şey oldu ğunu gösteriyor. Çünkü yolculuk sırasında günlük defterimi çalan ve gizli dü şüncelerimi ö ğrenmeye çalı şan biri namussuz ve vicdansız bir insan demektir. Öyle biri nefret etti ği bir insana arkasından usulca yakla şarak onu uçuruma itebilir. Ya da ba şına ta şla vurur. Ya da onu bıçaklar. Veya tabancayla öldürür. Hayır, hayır, ka y-gılanmamalıyım... Harold böyle bir şey yaparsa artık Boulder'da kalamaz. O zaman ne yap ar?» Ama Fran, Harold'un ne yapabilece ğinin farkındaydı. Artık öyle insanların sı ğınabilece ği bir yer vardı. Harold'un küçük evi karanlık ve bo ştu. Kapı da kilitliydi. Bu da Boulder için yine ola ğanüstü bir şeydi. Artık kimse kapısını kilitlemiyordu. Soka ğa çıktı ğı zaman stereoyu, televizyonu, karısının mücevherleri ni kimsenin çalmayaca ğını biliyordu herkes. Dükkânlar stereo ve televizyon do luydu. Ama cereyan henüz verilmedi ği için bunlar bir i şe yaramıyordu. Mücevhere gelince, Denver'e gidip çuval dolusu pırlanta almak kolaydı. Fran, «Her şey bedavayken neden kapını kilitliyorsun, Harold?» dedi kendi kendine. «Soygundan en çok hırsızların korkması yüz ünden mi?» Fran kilitli kapıları açmayı bilmiyordu. Tam geri dönece ği sırada aklına bodrum pencereleri geldi. Genç kadının ilk denedi ği kirli cam, yana kayarak açıidı, bodrumun zeminine tozlar saçıldı. Fran çevresine bakındı. Her taraf sessizdi. O güne kadar bir hayli uzak olan Arapahoe'ya Harold'dan ba şka kimse yerle şmemişti. Bu da acayipti. Fran pencereden sürünerek içeri girerken bluzu kirl endi. Genç — 251 — kadın merdivenden hızla mutfa ğa çıktı. Tertemizdi mutfak. Đlgi çekecek bir şey de yoktu. Fran oturma odasına girdi. Oda da derlito pluydu Ama karanlık genç kadını ürküttü. Harold yalnız kapısını kilitlemekle kal. mıyor, perdeler ve pancurları da kapatıyordu. Oturma odasında e şya|ar eski püsküydü. Tek güzel şey o koskocaman şömineydi, içine bir insanın oturabilece ği kadar da geni şti. Fran ta şların üzerine ili şerek dü şünceli dü şünceli çevresine bakındı. Bir an altındaki ta şın oynadı ğını hissetti. Kalkıp ta şı inceleyece ği sırada biri kapıyı çaldı. Genç kadın ani bir korkuyla felce u ğradı sanki. Solu ğu kesildi. Kapıya tekrar çabuk çabuk vuruldu. Fran, «Tanrım,» diye dü şündü. «Neyse ki pancurlar kapalı.» Kapı bir daha vuruldu, bir kadın, «Kimse yok mu evd e?» diye sesledi. Sokak kapısının tokma ğı sa ğa sola döndü. Sonra ayak sesleri beton dökülmü ş bahçe yolundan uzakla ştı. Fran ko şarak pancurun aralı ğından dı şarı baktı, uzun siyah saçlarında beyaz tutamlar olan bir kadın gördü. Kadın küçük bir moto rlu bisiklete binerek uzakla ştı. Fran, «Bu Nadine Cross adlı kadın,» dedi. «Larry Un derwood'un grubuyla geldi. Harold'u tanıyor mu?» Genç kadın be ş dakika sonra hasır bir iskemleye basarak bodrum pe nceresinden çıktı. Etrafı arayamayacak kadar korkuya kapılmı ştı. Camı kapattı. A ğaçlıkların arasına sakladı ğı bisikletine binerek tela şla apartmana gitti. Đçerisi son derece sessizdi. Fran günlük defterini açarak çikolatalı parmak izin e baktı, kendi kendine Stu'nun nerede oldu ğunu sordu. Acaba Harold onun yanında mıydı? Genç ka dın, «Ah, Stu,» diye ba ğırdı. «Lütfen eve dön. Sana ihtiyacım var.» Stu ö ğle yeme ğinden sonra eve gelmi şti. Kanepeye yerle şmiş, bo ş gözlerle ilerdeki bir noktaya bakıyordu. «Abagail Ana nerede acaba? Nick'le Glen haklılar mı?» Sonra kapıya vuruldu. Ralph Brentner, «Stu?» diye s eslendi. «Hey, Stu, evde misin?» — 252 — I

Page 118: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Ralph'ın yanında Harold Lauder vardı. Delikanlı bug ün daha hafifçe gülümsüyordu. Ama o ifade yüzünden yine de tümüyle silinmemi şti. Cenaze töreninde ciddi tavır takınmaya çalı şan ne şeli bir insan hali vardı. Abagail Ananın kaybolması yüzünden çok sarsılmı ş olan Ralph, Harold'la yarım saat önce kar şıla şmıştı. Ralph, Stu'ya tela şla korkuları-n, anlatmaya ba şladı. «Kalp krizi geçirebilir. Ya da baca ğını kırar, orada yatar kalır. Tabii bu yüzden de ölür. Bildi ğin gibi her ak şam üzeri ya ğ-rrıur ya ğıyor. Islanıp zatürree de olabilir.» Stu, «Ne yapabiliriz ki?» diye sordu. «O istemiyors a kendisini geri dönmeye zorlayamayız.» Ralph, «Orası öyle,» diye kabul etti. «Ama Harold'u n güzel bir fikri var.» Stu delikanlıya baktı. «Evet? Fikrin nedir?» «Şey... Dinle. Nick'le Glen'in görü ş açılarını anlıyorum. Tabii kentte-kilerin Abagail Anayla ilgili duygularını da de ği şteremeyiz...» Ralph hemen ekledi. «De ği ştirmek istemem zaten.» Harold, «Tabiii!» diye ba ğırdı. «Ne de olsa bizi o biraraya getirdi. Ama benc e motosikletlerimize binip Boulder'ın batı tarafını a rayabiliriz. Birbirimizle de telsizle konu şuruz.» Stu ba şını salladı. O da ba şından beri böyle bir şeyler yapmak istemi şti. Harold ekledi. «Anayı bulursak ona istedi ği bir şey olup olmadı ğını sorarız.» Ralph atıldı. «Kente dönmek gibi...» Harold, «Hiç olmazsa Ananın ne durumda oldu ğunu anlarız,» dedi. Stu, «Pekâlâ,» diye kar şılık verdi. «Bence harika bir fikir, Harold. Ben Fr an'e bir not bırakayım, ondan sonra hemen gidelim.» Harold, Boulder'la Netherland arasındaki dönemeçli yolu seçmi şti. Çünkü bu yolda Abagail Anaya rastlamayaca ğından emindi. «Ben bir 9ünde Boulder'dan Netherland s gidemem,» diye dü şünüyordu. «Herhalde o ihtiyar deli acuze bunu hiç b aşaramaz.» — 253 — Delikanlı şimdi geri dönüyordu. Saat yediye çeyrek vardı. Haro ld dinlenme yerinde motosikletinden inerek bir piknik masasının ba şına geçti. Ya ğlı bisküvi yiyip gazoz içti. Honda'nın gidonuna ba ğlı olan tel sizden Ralph Brentner'in sesi yükseldi birdenbire. «Güneş Amfisi... Anayı bulamadım... Burada fırtına sona e rdi.» Sonra Stu'nun sesi duyuldu. O daha yakındaydı. Haro ld'un bulundu ğu yerden altı kilometre ötedeki Cahutauqua Parkında. «Tekrarla Ra lph.» Ralph olanca sesiyle haykırdı. Harold, «Belki de ad am kalp krizi geçirecek,» dedi kendi kendine, «Böylece gün güzel bir biçimde sona ermi ş olur.» Ralph, «Anaya burada rastlamadım!» diye açıkladı. «Karanlı k basmadan a şağıya iniyorum. Tamam.» «Tamam.» Stu'nun sesinden umudunun kırılmı ş oldu ğu anla şılıyordu. «Harold orada mısın?» Delikanlı aya ğa kalkarak bisküvi ya ğları bula şmış olan ellerini blucinine sildi. Stu hâlâ konu şuyordu. «Harold? Harold Lauder'ı arıyorum! Duyuyor musun, Harold!» Delikanlı eliyle müstehcen bir i şaret yaptı, sonra telsizin dü ğmesine basarak tatlı bir sesle, ama biraz umutsuzlu ğa kapılmı ş gibi, «Buradayım,» dedi. «Demin yana do ğru gitmi ştim. Hendekte bir şey vardı. Me ğer eski bir ceketmi ş. Tamam.» «Pekâlâ. Neden Chautauqua'ya gelmiyorsun, Harold? B urada Ralph'ı bekleriz.» Harold, «Emir vermeye bayılıyorsun, de ğil mi, a şağılık köpek,» diye dü şündü. «Belki sana bir hediyem var. Evet, belki...» «Harold, duyuyor musun?» «Affedersin. Bir an daldım. On be ş dakika sonra oradayım.» Stu, «Duydun mu, Ralph?» diye ba ğırdı. Harold yüzünü buru şturdu. Yine eliyle o müstehcen i şareti yaparak sinsi sinsi güldü. Parazit arasında Ralph'in hafif sesi i şitildi. «Geliyorum. Tamam.» Harold telsizi kapayıp motosiklete bindi. Arkasında kapitone bir ceket vardı. Fermuarlı ceplerinden birine bir .38'lik Smith-Wess on saklamı ştı. Tabancayı çıkararak elinde çevirdi. «Bu gece mi? Neden olması n?» Harold, Anayı aramalarını Stu'yla yalnız kalabilmek umuduyla — 254 — germi şti. Genç adamı öldürecekti. Anla şılan aradı ğı fırsat Chatauqua parkında eline geçmek üzereydi.

Page 119: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Harold batıdan gelen o müthi ş gücü hissetti yine. Bu güç delikanlıyı öylesine çekiyordu ki sonunda çıldırabilirdi. Batıya do ğru biraz daha ilerlerse bütün iradesini kaybedece ğini anlıyordu. O zaman kara adama bo ş ellerle gidecekti. Ve o da Harold'u öldürecekti. Harold, «Ama bu gece Stu Redman'i öldürdükten sonra gidebilirim,» diye dü şündü. «Bir tek kur şunla. Sonra o Oklahama'lı ahmak gelinceye kadar beklerim. Onun şaka ğına da bir kur şun, tamam. Yediye on var. O iki budalayı yedi buçu ğa kadar temizlerim. Ondan sonra da motosikletle bat ıya giderim.» Harold pis pis sırıttı. Stu karanlık basarken Harold'un motosikletinin homu rtusunu duydu, bir dakika sonra da Honda'nın farını gördü. Kask giymi ş olan Harold sa ğa sola bakıyor, onu arıyordu. Et kızartılan yerde oturan Stu elini sallayarak ba ğırdı. Harold onu bir dakika sonra farketti ve elini kaldırarak kar şılık verdi. Stu o gün geçirdikleri saatlerden sonra, Harold konusunda daha iyi şeyler dü şünmeye ba şlamı ştı. Delikanlının fikri iyiydi. Ba şarıya eri şememiş olsalar bile. Üstelik Harold, Netherland yolundan gitmekte de ısrar etmi şti. Herhalde kapitone ceketine ra ğmen bir hayli de ü şümüştü. Harold, Stu'ya yakla ştı ğı zaman genç adam delikanlının suratının bembeyaz oldu ğunu gördü. Yüzünün hatları gerilmi şti. Gülümsemesi donmuş gibiydi. Stu buna dü şkırıklı ğının neden oldu ğunu sandı. Harold'a, «Hiçbir iz bulamadın, de ğil mi?» diye sordu. Delikanlı, «Öyle,» dedi. Ölü gibi beyaz suratında g arip bir ifade vardı. Ellerini ceketinin ceplerine sokmu ştu. «Neyse... Ama iyi bir fikirdi. Kim bilir? Belki de Ana evine döndü bile. Dönmediyse yarın yine aramaya çıkabiliriz.» «Ama bu i ş bir cesedi aramaya benzer.» Stu içini çekti. «Belki... Evet, belki. Harold, ned en ak şam yemeğine bize gelmiyorsun?» «Ne?» Harold alacakaranlıkta irkildi. Şimdi zorlukla gülümsüyordu. — 255 — Stu sabırla, «Ak şam yemeğine,» dedi. «Frannie de seni gördü ğQne sevinir.» Harold mırıldandı. « Şey... belki... Ama ben... yani... bir ara ona iini duyuyordum... Belki... şu ara size gelmesem daha iyi olur... Seninle ilgj. li değil bu. Fran'le mutlusunuz. Bunu biliyorum.» içtenli kle gülümsedi. Stu da gülümsedi o zaman. «Sen bilirsin, Harold. Ka pımız sana her zaman açık.» «Sağol. Te şekkür ederim.» Stu, «Hayır,» diye cevap verdi. «Asıl benim sana te şekkür etmem gerekiyor.» Harold gözlerini kırpı ştırdı. «Bana mı?» «Herkes Ananın bildi ği gibi davranmasına izin vermemiz gerekti ğini söylerken sen onu aramamızı önerdi ğin için. Bulamamı ş olsak bile. Benimle el sıkı şır mısın?» Stu elini uzattı. Harold bir an bo ş bo ş baktı. Stu delikanlının elini sıkmayaca ğını dü şünüyordu. Sonra Harold sa ğ elini cebinden çıkardı. Parmakları bir an cebinde bir şeye takıldı sanki. Harold kısaca Stu'nun elini sıkt ı. Delikanlının eli sıcak ve biraz da terliydi. Stu onun önüne geçerek yola baktı. «Ralph'ın da art ık gelmesi gerekir. O korkunç dağdan inerken bir kaza geçirmemi ştir umarım... hah, i şte geliyor.» Harold onun arkasından tuhaf, ifadesiz bir sesle, « Evet, o,» dedi. «Yanında da biri var.» «N-Ne?» «Đşte.» Stu ilk motosikletin gerisindeki farı i şaret etti. «Ya...» Harold'un sesi yine pek ifadesiz ve garipti . Stu bu yüzden döndü. « Đyi misin, Harold?» «Yalnızca yorgunum.» Đkinci ta şıtta Glen Bateman vardı. Nick de Ralph'ın arkasına ili şmiş-ti. Nick hepsini de Ralph'lara davet etti. Kahve ya da konya k içmek üzere. Stu bu daveti kabul etti. Ama hâlâ yorgun ve bitkin bir hali olan Harold, «Ba şka zaman,» dedi. Stu, «Harold büyük bir dü şkırıklı ğına u ğradı,» diye dü şündü. Birdenbire çocu ğa kar şı hem acıma duydu, hem de dostluk. — 256 — Harold eve vardı ğı sırada şiddetle titriyordu. Anahtarı kilide zorluk-, sokabildi. Kapıyı kapayıp tekrar kilitledi. Sürgüyü itti. Sonra bir an Kapıya dayanarak gözlerini yumdu. Neredeyse sinir krizi ge çirecek, a ğlayacaktı. Kendini

Page 120: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

topladıktan sonra oturma odasına giderek üç gaz lar nbasını yaktı. Şöminenin ta şının arkasına gizledi ği Hesap Defterini cıkardı. Buna, kendisine yapıldı ğını düşündüğü bütün haksızlıkları, edi-ien hakaretleri, dü şmanlarını, intikam planlarını yazıyordu. Adı üstündeydi i şte Bir Hesap Defteri. Harold bir sayfayı açıp ba şa tarihi attı. «14 A ğustos.» Sonra bir saat kadar yazı yazdı, sayfaları doldurdu. Sakinle şmiş, içindekileri kâ ğıda dökmü ştü. Öfke, korku ve hayal kırıklı ğını deftere geçirmi şti. Parkta tabancasını çıkararak o dört budalayı birden öldürmeye hazırlanmı ştı. Ama son anda büsbütün çıldıraca ğı yerde aklı ba şına gelir gibi olmu ştu. Ah... bekleme yetene ği dâhilerde bulunan bir şeydi. Harold da bekleyecekti. Harold defteri yerine koydu, iki lambayı söndürdü. Uykusu gelmi şti artık. Uzun ve serüvenli bir gün olmu ştu bugün. Delikanlı üçüncü lambayı alıp odadan çıkt ı. Mutfaktan geçerken birdenbire donmu ş gibi kalakaldı. Bodrum kapısı açıktı. Harold merdivenin ba şına gitti. Bütün o sakin tavırları kaybolmu ş, kalbi korkuyla dolmu ştu. Üç basamak inerek, «Kim var orada?» diye seslen di. Cevap veren olmadı. Harold üç basamak daha indi. «Kimse v ar mı?» Ama bodrumda kimse olmadı ğını anlamı ştı. Sonra Fran'in girdi ği pencerenin altına saçılmı ş olan tozları, toprakları gördü. Bunların ortasında bir i z vardı. Bir tenis ayakkabısının izi. Lastik tabanda daireler ve çizgi ler oldu ğu anla şılıyordu. Harold ize dikkatle baktı. Đz beynine da ğlandı sanki. Sonra delikanlı izi sildi. Lambanın ı şı ğında yüzü balmumundan bir heykele benziyordu. Harol d usulca, «Bunu ödeyeceksin,» diye mırıldandı, «içinizden hanginiz geldi, bilmiyorum. Ama bunu ödeyeceksin. Evet, ödeyeceksin!» Yukarı çıkıp her yanı aradı. Evine giren bu kimseni n ba şka izlerini bulmaya çalı şıyordu. Ama bir şey göremedi. Harold oturma odasına girdi. Uykusu iy ice açılmı ştı artık. Tela şla şömineye ko şup Hesap Defterini çıkardı, ilk olarak bu defterin ne kadar tehlikeli bir şey oldu ğunu kavra-dl- Önce defteri yakmayı düşündü ama bunu yapamayaca ğını biliyor- — 257 — Mah şer / F: 17 du. «Güzelce saklanması gerekiyor. Bu şart... E ğer Frannie defterim daha iyi saklasaydı... hakkımdaki gerçek dü şüncelerini okumasaydım ne ikiyüzlü bir kız oldu ğunu anlamasaydım...» Gözleri irile şti. Şiddetin titremeye ba şladı. «Fran biliyor mu? A şağıdaki onun ayak izi miydi?» Ertesi gün elli ki şi Abagali Anayı aramaya çıktı, ama kadını bulamadıl ar. Her zaman u ğursuz kehanetlerde bulunmaktan ho şlanan Charlie Impening adında biri. «Abagail Ana çıldırdı,» demeye ba şladı. «Bu da sonunda hepimizin kaçıraca ğını göstermiyor mu?» Ertesi gün ö ğleden sonra, saat ikiyi çeyrek geçe Glen Bateman ka pıya vurmadan eve daldı. Fran, Lucy Swann'a gitmi şti Stu bir kovboy romanı okuyordu. Ba şını kaldırdı. Glen'in şoktan bembeyaz kesilmi ş yüzünü ve irile şmiş gözlerini görünce kitabı bir yana fırlattı. «Ne oldu?» Sesi sertti. « Biri... Anayı mı buldu?» «Hayır...» Glen bacaklarının gücü kesilmi ş gibi birdenbire bir koltu ğa çöktü. «Benimki kötü bir haber de ğil. Bir müjde. Ama çok garip.» «Ne? Garip olan ne?» «Kojak. Ö ğle yeme ğinden sonra biraz uzandım. Kalktı ğım zaman Kojak verandada uyuyordu. Zavallı berbat halde, Stu. Ama o Kojak.» «Köpeği mi demek istiyorsun? O Kojak'ı mı?» «Evet, onu.» «Emin misin?» «Boynunda aynı kırmızı tasma var. Üzerinde, 'Woodsv ille, N.H.' yazılı aynı etiket. Aynı köpek! Ama Kojak pek sıska. Zavallı, b azı hayvanlarla da bo ğuşmuş. Dick Ellis... sonunda bakacak bir hayvan buldu ğu için çok seviniyor. Dick, Kojak'in bir gözünü tümüyle kaybetmi ş oldu ğunu söyledi. Gövdesinin yanlarında ve karnında kötü çizikler var. Bunlardan bazıları da m ikrop kapmı ş. Ama Dick onları temizledi. Köpe ğe yatı ştırıcı bir i ğne yaptı, karnını flasterledi. 'Galiba bir kurtla bo ğuşmuş,' dedi. 'Hatta birkaç kurtla.' Neyse ki kuduz de ğil.» Glen'in yanaklarından iki damla gözya şı aktı. «O lanet olasıca köpek bana geldi. Ke ş- — 258 Ke onu geride bırakmasaydım, Stu. Böyle tek ba şına yollara dü şmezdi, fendimi öyle kötü hissediyorum ki!» «Onu yanına alamazdın ki, Glen. Motosikletle yolcul uk yapıyorduk.»

Page 121: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Evet, ama... o beni izledi, Stu. Eskiden böyle şeyleri dergilerde okurduk. 'Sadık Köpek Üç Bin Kilometrelik Yolu A şarak Sahibini Buluyor.' Böyle bir şeyi nasıl yapabildi? Nasıl?» «Belki bizim gibi yaptı. Köpekler de rüya görürler. » «Ah, Tanrım... Gelip köpe ğimi görmek ister misin?» «Hem de nasıl!» Kojak, Glen'in evinin verandasında uyuyordu. Zavall ı pek sıskaydı. Yaralıydı. Ama Stu köpe ği yine de tanıdı. Çömelerek Kojak'ın ba şını ok şamaya ba şladı. Köpek uyandı, mutlu mutlu genç adama baktı. Stu'nun bo ğazına bir şey tıkandı sanki. «Đyi bir köpek bu.» Kojak kuyru ğunu salladı. Glen bo ğuk bo ğuk, «Bir dakika içeri girece ğim,» diye mırıldandı. Stu ba şını kaldırmadan, «Tamam,» dedi. «Hey, Kojak ne iyi bir köpek de ğil mi?» Kojak kuyru ğunu gürültüyle yere vurdu. Stu hayvanın gövdesinde- ki sargı ve flasterlere kaygıyla baktı. Köpe ğe bir şeylerin saldırdı ğı belliydi. Belki de bir kurt sürüsü. Ama Stu. Kojak'ın bir kurt sürüsün ün elinden kurtulmu ş olabilece ğini de sanmıyordu. Glen tekrar verandaya çıktı. «Ona saldıran hayvan zavallıyı fazla hırpalamı ş.» Stu, Kojak'ı ok şadı yine. «Köpeklerin hemen hemen hepsi ortadan kalktı. Ama K ojak gibi iyi bir köpe ğe saldıracak kadar kurt ve çakal var. Bu nasıl oluyor ?» Glen, «Bunu hiçbir zaman ö ğrenemeyece ğiz sanırım,» dedi. «O lanet olasıca gribin atları öldürüp inekleri neden sa ğ bıraktı ğını da. Bizim dı şımızda herkesi niçin öldürdü ğünü de. Ben bu konuyu dü şünmeyece ğim bile. Kojak'ı besleyip ona bakaca ğım.» Stu, «Evet,» diye mırıldandı. «Onun için bir di şi köpek bulmaya Çalı şmalıyız.» Glen dü şünceli bir tavırla ba şını salladı. «Evet, öyle. Sıcak cinle tonik ister misin. Do ğu Teksas'lı?» — 259 — «Ne münasebet! Ben barbar de ğilim. Biran var mı?» «Ha, evet, bira bulabilirim. Ama sıcak.» «Tamam.» Stu tam Glen'in pe şinden eve girece ği sırada durun Kojak'a baktı. «Sen güzel uyu, o ğlum. Geldi ğin için çok seviniyorum.» Ama Kojak uyumuyordu. Yarı dalgın yatıyordu. ADAM'ı n pe şinden Nebraska'ya kadar gitmi şti. Ama ADAM'ı orada bulamamı ştı. Üzüntüyle çevreyi koklarken mısırların arasından dört kurt çıkmı ştı. Gözleri kor gibiydi. Kojak hepsiyle de bo ğuşmuştu. Üçünü öldürmü ş, birini de kaçırmı ştı. Kendisi de verandanın altına girip yatmı ştı. Sabaha kar şı ba şka bir hayvanın mısırların arasında dola ştı ğını hissetmi ş, korkuyla usulca inlemi şti. Belki de o yaratık kendisini arıyordu. O korkunç şey sanki hem insandı, hem kurt, hem de bir GÖZ. Koj ak bir süre sonra o yaratı ğın uzakla ştı ğını hissetmi ş, o zaman uykuya dalmı ştı. Tam üç gün verandanın altında gizlenmi ş, ancak acıkıp susadı ğı zaman dı şarı çıkmı ştı. Kojak yola çıkabilece ğini hissetti ği zaman nereye gitmesi gerekti ğini de sezmi şti. Topallayarak yola koyulmu ştu. Zaman zaman ADAM'ın kokusunu da alıyor, do ğru yolda oldu ğunu anlıyordu. Sonunda buraya varmı ştı i şte. ADAM buradaydı, kurtlar yoktu. O kara yaratık da... 43 Fran, «Bisikletlerden inip biraz yürüyelim,» dedi. Sesi yorgundu. «Olur.» Đki genç bisikletlerini dostça bir sessizlik içinde itmeye ba şladılar. Sonra Stu, « Đyi misin, Fran?» diye sordu. «Yoksa bebek seni raha tsız mı ediyor?» «Hayır. Yalnızca yorgunum. Saat gecenin biri. Yoksa bunun farkında de ğil misin?» «Evet, geç oldu.» Geçici komitenin toplantısı uzun sürmü ştü. Önce Abagail Ananın — 260 — kaybolmasından söz edilmi ş, sonra da di ğer konulara geçilmi şti. Harold bir ara söz istemi ş, «Geçici komitenin, bütün üyeleriyle birlikte daim i komiteye dönüştürülmesini öneriyorum,» demi şti. O zaman dinleyiciler onu heyecanla alkı şlamaya ba şlamı şlardı. Stu, «Harold bunu önceden planlamı ş,» diye dü şünmüştü. «Bu insanlar bizi seçecekler. Ama her zaman Harold'u hatırlayacaklar. Bu çocuk adeta bir dâhi.» Stu, «iyi misin, Fran?» diye tekrarladı. «Evet, eve t. Yalnız bacaklarım biraz yoruldu, o kadar.» «Dinlenmelisin.»

Page 122: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Fran, «Evet,» der gibi ba şını salladı. «Bir şeye mi üzüldün, hayatım? Nedir bu halin? Haydi, söy le.» Fran'in gözleri doldu. «Her şey bitti. Bunu sonunda kavrayabildim. Milli Mar ş söylendi. Ama salonda altı yüz ki şi bile de ğildik. Birdenbire durumu kavradım. Ülke bombo ş. Çok şey ortadan kalktı.» Stu kolunu kadının omzuna attı. «Bu herkesi de aynı biçimde etkiledi. Bu gece çok kimse a ğlayarak uykuya dalacak.» Fran hıçkırmaya ba şladı. Stu onu gö ğsüne yaslayarak genç kadının sırtını ok şadı. Fran bir süre sonra, «Tamam, tamam,» dedi. «Artık y olumuza devam edebiliriz.» Stu, «Frannie, seni seviyorum,» diye mırıldandı. Ka dın ba şını salladı. «Evet. Biliyorum. Ço ğu zaman bu üzücü duruma bu yüzden katlanabiliyorum. » «Harold bu ak şam şahaneydi, de ğil mi?» «Evet, öyle.» Stu,-Fran'in sesindeki kaygıyı farkederek gülümsedi . «Bu seni biraz sarstı, değil mi?» «Evet ama bunu açık açık söylemeyece ğim. Çünkü artık Harold' dan yana şın.» «Bu haksız bir söz, Fran. Harold'un davranı şı beni de dü şündürdü. Uygun anı seçti o.» Stu bir an durdu. «Harold hakkında neler hissetti ği-mi bilemiyorum. Abagail Anayı aradı ğımız gün ona çok acıdım. Sanki tayılacakmı ş gibi bir hali vardı. Ama bu gece herkes önerisi yüzünden — 261 — Harold'u kutlarken seninki kurba ğa gibi şi şindi. Sanki tatlı tatlı gülümserken, için için de, 'Gidi ahmaklar,' diyordu. 'Komitenizi n ne biçim bir şey oldu ğunu görüyorsunuz. Önerim daha önce akıllarına bile gelm edi...' O...» Fran durup yere baktı. «Harold'dan söz etti ğimiz için aklıma geldi Ayaklarımda bir acayiplik görüyor musun?» Stu genç kadının ayaklarını dikkatle süzdü. «Hayır. Yalnızca ayaklarına 'Yer Ayakkabısı' denilen bu acayip şeyleri giymi şsin. Tabii bunlar koskocaman şeyler.» Fran genç adama vurdu. «Bu ayakkabı ayaklar için ço k iyi. Hem benim ayaklarım da küçük sayılır.» «Ayaklarının bütün bu meselelerle ne ilgisi var? Ge ç oldu, hayatım.» Stu bisikletini tekrar itmeye ba şladı. Fran de ona ayak uydurdu. «Bir ilgisi yok sanırım. Ama Harold bu gece ayaklarıma bakıp durdu.» Ka şlarını çatarak ba şını salladı. «Ayaklarım Harold Lauder'i neden ilgilendiriyor?» Larry'yle Lucy toplantıdan el ele eve döndüler. Leo 'yu toplantı sona erdi ği zaman Nadine annesiyle kaldı ğı eve bırakmı şlardı. Kendi evlerinin kapısına yakla şırlarken Lucy, «Harika bir toplantı oldu,» dedi. «D oğrusu...» Birdenbire kelimeler bo ğazına tıkandı sanki. Verandadaki kara gölgelerin ar asında bir siluet belirmi şti. Larry müthi ş bir korkuyla sarsıldı. Deli gibi, «O adam,» diye d üşündü. «Beni almaya geldi... Onun suratını görece ğim.» Sonra bu dü şüncelerine kendi de şaştı. Çünkü verandadaki Nadine Cross'tu. Kadın arkasına mavimsi gri, yumu şak kuma ştan yapılmı ş bir elbise giymi şti. Bembeyaz tutamların süsledi ği siyah saçları omuzlarına yayılmı ştı. Larry istemeden, «Lucy onun yanında adeta çirkinle şiyor,» diye dü şündü, sonra da kendi kendinden nefret etti. Bu sözleri söyleyen es ki Larry'ydi. O çok çok gerilerde kalmı ştı. Bir elini gö ğsüne bastırmı ş olan Lucy titrek bir sesle, «Nadine,» diyordu. «Ödümü patlattın. Bir an sandım ki... şey... ne sandı ğımı ben de bilmiyorum.» — 262 — Nadine, Lucy'ye aldırmadı bile. Larry'ye, «Seninle konu şabilir fniyim?» diye sordu. «Ne? Şimdi mi?» Larry yan gözle Lucy'ye baktı. Sonradan g enç kadının yüzündeki ifadeyi hiç hatırlayamadı. Sanki bir yıldız Lucy'yi gölgede bırakmı ştı. Ama parlak de ğil, kara bir yıldız. «Evet. Şimdi olması şart.» «Sabaha...» «Şimdi olması gerekiyor, Larry. Ya da hiçbir zaman.» Larry yine Lucy'ye baktı. Kadının yüzünde kadere bo yun e ğdi ği anla şılıyordu. Çok kırıldı ğı da belliydi. «Ben biraz sonra gelirim, Lucy.»

Page 123: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Hayır, gelmeyeceksin.» Lucy'nin gözlerinde ya şlar parlıyordu. «Ah, hayır, hiç sanmıyorum.» «On dakika...» Lucy, «On dakika,» dedi. «On yıl. O seni almaya gel di. Tasma da getirdin mi, Nadine?» Ama Nadine için Lucy Swann ya şamıyordu bile. Kadın gözlerini Larry'ye dikmi şti. O siyah, iri gözlerini. Larry için her zaman dünyan ın en garip, en güzel gözleri olacaktı bunlar. Genç adam tekrarladı. «Gelirim, Lu cy.» «O...» «Haydi, içeri gir.» «Evet, girece ğim sanırım. O geldi. Artık bana ihtiyaç yok.» Hıçkı rarak içeri daldı. Larry'yle Nadine sanki büyülenmi şler gibi uzun bir süre birbirlerine baktılar. Genç adam, «Bu i şler böyle oluyor...» diye dü şündü. «Bir salonda, geride duran biriyle göz göze geliyorsun, onu bir daha unutmuyor sun. Ya da sokakta bir kahkaha çınlıyor, bunu ilk sevi şti ğin kızın gülü şüne benzetiyorsun...» Ama Larry'nin a ğzında bir acılık vardı. Nadine alçak sesle, «Kö şeye kadar gidip dönelim,» dedi. «Bu kadarını olsun yapar mısın?» «Lucy'nin yanına gitsem daha do ğru olur. Buraya gelmek için tam imanını buldun.» «Lütfen! Yalnızca kö şeye kadar gidip dönemez miyiz? istiyorsan *2 çöküp yalvarırım. Đstedi ğin buysa. Burada. Bak, görüyor musun?» — 263 — Nadine, Larry'nin deh şetle açılan gözlerinin önünde yere çöktü. Bacakları çıplaktı. Genç adama kadının elbisesinin altında da bir şey yokmu ş gibi geldi. Sonra sert sert, «Kalk,» dedi. Nadine'i ellerinden tutarak ha şince çekti. Kadının kalçalarına kadar açılan bacaklarına bakmam aya çalı şı, yordu. «Haydi, gel.» Çok sarsılmı ştı. Sokakta yürümeye ba şladılar. Nadine genç adamın dirse ğini hafifçe tutuyordu. Sonra alçak sesle, «Bu çok zor,» dedi. «Lucy bu i şi güç. le ştirdi. Çünkü haklı. Seni şimdi istiyorum. Ve korkarım çok geç kaldım. Burada kalmak istiyorum.» «Nadine...» Kadın heyecanla, «Hayır!» diye ba ğırdı. «Bırak da sözlerimi tamamlayayım. Burada kalmak istiyorum! Bunu anlayamıyor musun? E ğer beraber olursak burada kalmayı başarabilirim. Sen benim son şansım-sın.» Sesi titriyordu. «Joe gitti artık.» «Hayır, gitmedi.» Larry şaşkındı. Kendini çok aptal hissediyordu. «Buraya dönerken onu senin evine bıraktık.» «Hayır. Şimdi Joe'nun yata ğında Leo Rockway adında bir çocuk yatıyor.» «Sen ne demek...» Nadine, «Dinle,» dedi. «Beni dinle. Dinleyemez misi n? Joe yanımda oldu ğu sürece güvendeydim. Gerekti ği kadar... güçlüydüm. Ama çocu ğun artık bana ihtiyacı yok. Ben birinin bana ihtiyacı olmasını istiyorum.» «Onun sana ihtiyacı var!» Nadine, «Tabii var,» diye mırıldandı. Larry yine ko rktu. Kadın artık Leo'dan söz etmiyordu. Genç adam onun kimden söz etti ğini de anla-yamıyordu. Nadine ekledi. «Onun bana ihtiyacı var. i şte o yüzden korkuyorum. Onun için sana geldim.» Gen ç adamın önünde durup ona baktı. Larry'nin burnuna o temiz koku geldi. Bu kadını istiyordu. Ama içinde bir şey de Lucy'ye do ğru dönüyordu. Larry'nin Boulder'da yaşayabilmek için o şeye ihtiyacı vardı. Buna aldırmayıp Nadine'le gitti ği takdirde, o gece gizlice Boulder'dan kaçmaları daha do ğru olurdu. Genç adam için her şey sona erer, zaferi o eski Larry kazanırdı. — 264 — Genç adam, «Artık eve gitmem gerekiyor,» dedi. «Çok üzgünüm. Sorununu tek ba şına çözümlemen gerekiyor, Nadine.» Nadine, «Benimle sevi ş,» diye mırıldanarak kollarını Larry'nin boynuna do ladı. Ona iyice sokuldu. Larry kadının içine hiçbir şey giymemi ş oldu ğunu iyice anladı. Kara bir heyecan duydu. Nadine fısıldadı. « Benimle sevi ş. O zaman dertlerim sona erer. Güvende olurum. Güvende.» Larry ellerini kaldırdı ve kadının parmaklarını ken di boynundan çözdü, onu hızla itti. Sonradan Nadine'e sahip olabilecekken bunu na sıl ba şardı ğını kendisi de anlayamadı. Nadine sendeledi. Az kalsın dü şüyordu. Hafifçe inledi.

Page 124: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Larry, e ğer buseydin...» «Bilmiyorum ama! Irzıma geçmeye çalı şaca ğına, bana i şin içyüzünü neden açıklamıyorsun?» «Irzına geçmek mi?» Nadine tiz bir kahkaha attı. «A h, i şte bu çok komik! Bu sözün! Ben? Demek senin ırzına geçmeye çalı şıyorum? Ah, Larry!» «Benden ne istiyorsan bunu daha önce elde edebilird in. Geçen hafta. Ondan önceki hafta. Ondan bir hafta önce de sana bunu teklif ett im. Sana her şeyimi vermek istiyordum.» Nadine, «Çok erkendi...» diye fısıldadı. «Şimdi de çok geç.» Larry böyle konu ştu ğu için kendinden nefret ediyor, ama susamıyordu. Nadine'i istedi ği için hâlâ titriyordu. Ba şka nasıl konu şabilirdi? «Şimdi ne yapacaksın?» «Pekâlâ. Elveda, Larry.» Nadine dönüp uzakla ştı, gölgelere karı şarak gözden kayboldu. «Nadine!» Larry'ye reddetti ği bütün insanlarmı ş gibi geliyordu. Lucy, Larry'nin eve girdi ğini duydu ve kalbi sevinçle doldu. «O beni seçti! O beni seçti!» Ama genç kadın bütün o heyecan ve umud una ra ğmen hiç kımıldamadan yattı. Kapı açıldı. «Lucy? Uyanık mısın?» «Evet.» «Lambayı yakabilir miyim?» «Đstiyorsan yak.» — 265 — Larry gaz lambasını yaktı. Lucy lambanın ı şı ğında genç adamm renginin uçmu ş oldu ğunu gördü. Çok sarsılmı ş oldu ğu belliydi. «$arıa bir şey söylemek istiyorum, Lucy.» «Hayır. Bu şart de ğil. Gel, yat.» «Bunu söylemem şart...» Larry elini alnına bastırdı. «Seni seviy0. rum... Beni istiyorsan, seninim. Ama açıkçası, iyi bir erkek se çti ğini de sanmıyorum.» «Bu tehlikeyi göze alıyorum. Haydi, gel yat.» Üç gün sonra Ralph Brentner'den, Nadine'in Harold L auder'in evine yerle şti ğini öğrendiler. Bu haber kar şısında Larry' nin yüz hatları geri-lir gibi oldu. A ma bir an için. Aslında bu açıklama onu rahatlatmı ştı. Böylece her şeyin sona ermi ş oldu ğu anla şılıyordu. 44 19 A ğustos gecesi Fran'le Stu Redman, daimi komite topla ntısından dönüyorlardı. Toplantı sırasında hüngür hüngür a ğlamı ş olan genç kadının gözleri hâlâ kırmızıydı. Stu aya ğını kaldırıma basarak bisikletini durdurdu. Fran, «Neden durdun?» diye sordu. «Daha bir blok va r.» Genç adam, « Şu şeriflik görevi...» diye ba şladı. «Bundan söz etmek istemiyorum, Stu.» «Bu görevi birinin yapması gerekiyor, hayatım. Nick beni teklif etti ği zaman haklıydı. Bu görevi yapabilecek en uygun insan beni m.» «Ya ben ve bebek ne olaca ğız? Ba şına bir şey gelirse ne yapaca ğız? Nick bana gelip, 'Çok üzgünüm, Fran, ama erke ğini vurdular. Korkarım biz bir hata yaptık,' mı diyecek? Benim bebe ğim olacakken bu insanlar senin kovboyculuk oynamamı istiyorlar.» Stu usulca, «Senin bebek için neler istedi ğini artık bilmem gerekir,» dedi. «Bana bunu kaç defa söyledin. Çocu ğun tümüyle çıldırmamı ş — 266 — jan bir dünyada ya şamasını istiyorsun. O ğlun ya da kızın güvende olma'1- Benim istedi ğim de bu. Ama bunu di ğerlerinin önünde söylemek istemedim. Bu seninle benim aramızda olan bir şey. Görevi kabul etmemin en önemli nedeni sen ve bebeksin.» Fran alçak sesle, bo ğulurcasına, «Bunu biliyorum,» diye mırıldandı. Stu genç kadına gülümsedi. «Her şey yoluna girecek.» Fran a ğır a ğır ba şını sallarken gözya şları etrafa sıçradı. «Sanmıyorum... Hayır, hiç sanmıyorum...» Bir an durup derin bir soluk ald ı. «Sonra... o u ğursuzluk meraklısı Charlie Impening gibiler...» Charlie Impening birkaç gün önce ortadan kaybolmu ştu. Motosikleti de öyle.

Page 125: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Stu, «impening gibiler kara adama katılmak istiyorl arsa o zaman, Đyi ki onlardan kurtulduk,' demeliyiz, impening ve birkaç ki şi gizlice çıkıp gittiler. Onların Flagg'a bizimle ilgili her şeyi açıklayaca ğından da eminim. Ama ne yapabiliriz ki? Ku şkulandı ğımız kimseleri hapse atamayız ya?» Fran içini çekti. «Do ğru...» Fran o gece uzun süre uyuyamadı. Kafasında dü şünceler birbirini izliyordu. Sonunda genç kadın, «Kan gölünde yüzece ğiz,» diye dü şündü. Sanki bunu kesinlikle biliyordu. Elini do ğmamış çocu ğunu korumak istiyormu ş gibi karnına koydu. Haftalardan beri ilk kez o rüya aklına geldi. Pis p is sırıtan kara adam... ve elindeki çarpık tel askı. Harold Lauder, yine Abagail Anayla ilgili ara ştırmaya katılmı ştı. Şimdi yorgun argın evine dönüyordu. Delikanlı birdenbire, «Bu to plumun yararlı bir üyesi olabilirim,» diye dü şündü. «Ama beni komiteye almadı-•ar. Bu önemli de ğil. Aralarına katılmayı ba şaracak kadar akıllıyım. Ama... Sus! Sus! Böyle şeyler düşünmemelisin!» Harold eve vardı ğında kaldırımın kenarına bir motorlu bisiklet bırak mış oldu ğunu gördü. Bir kadın sokak kapısının önündeki basamakta oturuyordu. — 267 — Harold bahçe yolundan yakla şırken kadın da aya ğa kalktı, elini uzattı. Delikanlının o zamana kadar gördü ğü kadınların en şahanesiydj Tabii Harold, Nadine'i daha önce de görmü ştü, ama bu kadar yakından de ğil. Kadın, «Ben Nadine Cross'um,» dedi. Sesi hafif, ade ta bo ğukçay-dı. Eli de serin ve güçlüydü. Delikanlı gülümsedi. «Ben de Harold Lauder'ım. Sen Larry Under-wood'un grubuyla geldin, de ğil mi?» «Evet, öyle.» «Larry geçen hafta bana geldi. Bir şi şe şarapla çikolata getirdi, iyi bir genç.» «Larry mi?» Nadine acayip bir tavırla güldü. «Evet, çok iyidir. Harika bir insan.» Bir an birbirlerine baktılar. Şimdiye kadar hiçbir kadın Harold'u böyle açık açık incelemi şti. Delikanlı çok heyecanlandı. « Şey... Senin için ne yapabilirim?» «Beni yeme ğe davet edebilirsin. Böylece dostlu ğu ilerletmi ş oluruz.» Harold'un bütün sinirleri gerildi, heyecanı arttı. «Nadine, yeme ğe kalır mısın?» «Sevinerek kalırım,» Kadın gülümsedi. Elini delikan lının koluna koy-. du ğu zaman Harold hafif elektrik çarpmı ş gibi sarsıldı. Nadine gözlerini onunkilerden ayırmıyordu. «Te şekkür ederim, Harold.» Đçeri girdiler. Yemeği Harold de ğil, Nadine hazırladı. Delikanlı da o arada iki kova su harcayarak yıkandı. Sofrada kar şılıklı oturdular. Nadine, «Seninle çok iyi dost olaca ğız,» dedi. «Öyle mi?» «Evet..» Harold, «Ne kadar güzel bir kadın,» diye dü şündü. Ba şı dönmeye ba şladı. Nadine'in sesi hafif ve tatlıydı. Bu ses delikanlıy ı hem rahatsız ediyor, hem de ona müthi ş zevk veriyordu. Yemekten sonra oturma odasına geçtiler. Harold i çeriyi biraz — 268 — aydınlatmak için pancurlardan birini açmaya karar v erdi. Pencereye do ğru giderken kadın elini onun koluna koydu. Harold dönd ü. A ğzı Kurumu ştu. «Hayır. Pancurları açma. Böylesi ho şuma gidiyor. Ba ş ba şa oturuyoruz.» Harold çatallı bir sesle, «Ba ş ba şa,» diye tekrarladı. Nadine delikanlıya sıkıca sarıldı. Ona iyice sokuldu. Harold'un ba şına hayatında ilk defa böyle bir şey geliyordu. Ellerini kadının saçları arasına soktu. Uzun bir öpü şme oldu. Öpü şme sona erdi ği zaman Nadine delikanlıdan uzakla şmadı. Ba şını kaldırmı ş, ona bakıyordu. Gözleri ı şıl ısıldı. « Şimdiye kadar hiçbir kadınla ili şkin olmamı ş,» dedi. Bu soru de ğildi. Yalan söylememek delikanlıya daha kolay geldi . «Evet,» der gibi ba şını salladı. Nadine, «Seninle istedi ğin kadar sevi şece ğiz,» diye mırıldandı. «Gençsin. Seninle tekrar tekrar sevi şebiliriz. Yalnız... ben de bakireyim.»

Page 126: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Sen de mi?..» Harold'un yüzündeki şaşkın ifade komikti anla şılan. Nadine ba şını arkaya atarak güldü. «Evet. Ben bakireyim. Ve öyle de kalaca ğım. Çünkü... kendimi ancak bir tek ki şiye tümüyle verebilirim. Ben ona aitim.» «Kime?» «Kime oldu ğunu biliyorsun.» Harold kadına bakakaldı. Birdenbire buz gibi olmu ştu. Nadine sakin sakin onu süzüyordu. Delikanlı, «O adama mı?» diye fısıldadı. Nadine yarı dönerek ba şını salladı. «Evet. Ama sana bazı şeyler ö ğretebilirim... Seninle çok şey yapabiliriz... Belki bunları hayal ettin ama ger çek olabilecekleri hiçbir zaman aklına gelmedi. Seninle oyunlar oynarız. Seksten sarho ş oluruz. Her şeyi yapabiliriz. Her şeyi. Ama o bir tek küçük şey dı şında. Aslında bu da o kadar önemli sayılmaz. Öyle de ğil mi?» Harold'un aklına seksle ilgili bütün o hayalleri ge ldi. Delikanlı onla-rın hepsini istiyordu. Nadine'i de. Ama daha fazlası da olmalıydı. «Ya ben, 'Hayır,' dersem?» Dudakları kurumu ş buz kesilmi şti. — 269 — Nadine omzunu silkerken gö ğüsleri çekici bir biçimde titredi. «na. yat yine devam eder. Öyle de ğil mi, Harold? Ben yapmak istedi ğim şeyi ba şarmanın ba şka bir yolunu bulurum, sen de ya şamını sürdürürsün. Er geç o küçük şeyi de yapmaya razı olacak bir kız bulursun. Ama o önemsiz şey bir süre sonra sıkıcı olur. Çok sıkıcı.» «Nereden biliyorsun?» Harold a ğzını çarpıtarak kadına güldü. Nadine cevap vermedi. Delikanlının kararını bekledi . Harold ne kadar dü şündüğünü sonradan bilemedi. Hatta bu soruyu dü şündüğünden bile emin olamadı. Ama konu şurken sanki birinin ölümünden söz ediyormu ş gibiydi. «Yatak odası... Yatak odasına gidelim...» Nadine ona gülümsedi. Kadının gülümsemesinde hem za fer, hem de seksle ilgili vaatler gizliydi. Harold titredi. 45 Yargıcın evi bir mezarlı ğa bakıyordu... Yaşlı adamla Larry yemekten sonra verandaya çıkmı ş puro içiyor, güne şin da ğların ardında batı şını seyrediyorlardı. Yargıç bir ara, «Belki de ya şlı kadının gitmesi iyi oldu,» diye mırıldandı. «Birini fazla kutsalla ştırmanın zamanı de ğildi belki de.» «Sizce Ana öldü mü?» «O gideli altı gün oldu. Ara ştırma komitesi kadının izini bile bulamadı. Evet, ben Ananın öldü ğüne inanıyorum. Ama yine de emin de ğilim. Ola ğanüstü bir kadındı o. Mantık çerçevesine sı ğmayan bir insan. Belki de onun gitmesi beni bu yüzd en rahatlatıyor. Çünkü ben mantıklı bir insanım. Hiçbi rimiz de gizli i şaretler görmek, kehanetler dinlemek istemiyoruz. Bütün iste di ğimiz huzur, mantık ve sıradan bir hayat. Çünkü ya şlı bir kadının siyah yüzünde Tanrıyı gördü ğümüze inanmaya ba şlarsak, o zaman şeytanın da varolması gerekti ğini dü şünürüz. Bizim iblis, bize sandı ğımızdan daha da yakın olabilir.» Larry sıkıntıyla, «Ben zaten bu yüzden buraya geldi m,» diye açıkladı. — 270 — «Neden geldi ğini biliyorum. Ve... kabul ediyorum.» Larry irkildi. «Bunu size kim söyledi? Bu i şin gizli yapılması gerekiyor. E ğer komiteden biri çevreye haber sızdırıyorsa mahvolduk demektir.» Yargıç lekeli ellerini kaldırarak genç adamı sustur du. «Yava ş, o ğlum, yava ş. Komiteden kimsenin haber sızdırdı ğı yok. Hayır, ben bu Sım kendi kendime fısıldadım. Bu gece buraya neden geldin? Yüzün bir kitaptan farksız, Larry. Apaçık. Kimseyle poker oynamayaca ğını umarım. Demin sana basit zevklerimden söz ettim. Bahçemden, kitaplarımdan, notlarımdan. O zam an yüzün sarktı sanki. Suratında üzüntü dolu, biraz da komik bir ifade bel irdi...» «Bu çok mu gülünç? Nasıl mutlu olurum? Sizi...» Yargıç usulca Larry'nin cümlesini tamamladı. «Batıy a göndermeyi dü şünüyorsunuz. Çevreyi kolaçan etmek için. Öyle de ğil mi?» «Evet. Öyle.» «Bunun komitedekilerin akıllarına ne zaman gelece ğini merak ediyordum. Özgür Bölgenin ya şayabilmesi için bu şart. Önemli bir görev bu. Kara adamın orada neler planladı ğını bilmiyoruz. Sanki adam ayın karanlık tarafınday mış gibi.» «Tabii kara adam gerçekten batıdaysa.»

Page 127: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Ah, orada o, orada. Bundan hiç ku şkun olmasın.» Yargıç bir an durdu. «Söyle Larry. Biz batıya gittik diyelim. Komiteniz orayı d aha çok seversek neler olabilece ğini de tartı ştı mı? Orada kalmaya karar verirsek?» Larry fena halde şaşırdı. «Do ğrusu... bu hiç kimsenin aklına gelmedi.» Yargıç, «Herhalde orada ı şıklar yanıyor,» diye mırıldandı. «Bu da çekici bir şey. Impening denilen adamın bunu hissetti ği belli.» Larry öfkeyle, «Canı cehenneme!» diye homurdandı. Yargıç ne şeyle uzun uzun güldü. Sonra da ciddile şerek, «Yarın giderim,» dedi. «Bir ciple herhalde. Önce kuzeye, Wyoming'e çıkarım , oradan da batıya uzanırım. Neyse ki hâlâ araba kullanabiliyorum! Ida-ho'yu geç er, Kuzey California'ya do ğru giderim. Yolculuk iki hafta sürebilir. Dönü ş daha da uzun. Çünkü kar başlayabilir.» — 271 — «Evet. Bu ihtimalin üzerinde durduk.» «Ve ben ya şlıyım, ihtiyarlar kalp krizi geçirebilirler. Budala lık <ja ederler. Peşimden beni destekleyecek kimseler de yollayacaksını z sanırım.» «Şey...» «Biliyorum. Bundan söz etmemem gerekiyor. Sorumu ge ri alıyo. rum.» «Bu öneriyi reddedebilirsiniz. Kimse şaka ğınıza bir tabanca dayamıyor...» Yargıç sert sert, «Sorumluluktan kurtulmaya mı çalı şıyorsun?» diye sordu. «Belki... Belki geri dönmeniz ihtimalinin onda bir oldu ğunu dü şünüyorum. Kararlarımıza temel olu şturacak önemli bilgiler getirmeniz ihtimali ise yir mide bir. Belki de bir hata yapmı ş olabilece ğimizi size nezaketle söylemeye çalı şıyorum. Belki gerçekten fazla ya şlısınız.» Yargıç, «Ben bir serüvene atılamayacak kadar ihtiya rım,» dedi. «Ama do ğru oldu ğuna inandı ğım bir şeyi yapamayacak kadar da ya şlı olmadı ğımı umarım. O dağlarda bir yerde ya şlı bir kadın var. Do ğrusunun bu oldu ğunu dü şündüğü için feci bir biçimde öldü sanırım... Gidece ğim. Ü şüyece ğim. Barsaklarım do ğru dürüst çalı şmayacak. Yalnızlık çekece ğim. Begonyalarımı özleyece ğim. Ama...» Larry'ye baktı. Gözleri karanlıkta pırıldıyordu. «Zekice de davranaca ğım.» «Herhalde...» Larry'nin gözleri ya şlar yüzünden yanmaya ba şladı. Yargıç konuyu kapattı ğını belirtmek için, «Lucy nasıl?» dedi. Larry cevap verdi. «iyi. Đkimiz de iyiyiz.» «Hiçbir sorun yok mu?» Larry, «Yok,» dedi ği anda aklına Nadine geldi. Kadını son gördü ğü zamanki o çaresiz hali genç adamı hâlâ kaygılandırıyordu. Yargıç mırıldandı. «Lucy'yle beraber olmanız iyi bi r şey. Ama galiba öbür kadın için kaygılanıyorsun.» «Evet, öyle. Onun intihar etmeyi dü şünmesinden korkuyorum. Benimle ilgili olarak değil. Bir kadının Larry Undewood'u elde edemedi ği için intihar edece ğini sanmıyorum. Ama Nadine'in baktı ğı çocuk iyi- — 272 — [ce normalle şti. Kadınsa kendisini yalnız hissediyor sanırım. Ke ndisine Oa ğlı bir tek kimse olmadı ğını dü şünüyor.» Yargıç buz gibi bir kayıtsızlıkla fikrini açıkladı. «O sinir bozuklu ğu Kronikle şirse, kendini öldürebilir.» Larry şok geçirir gibi oldu. Yargıç ekledi. «Ama sen bir tek insansın. Öyle de ğil mi?» «Evet.» «Ve seçimini de yaptın?» «Evet.» «Kesinlikle mi?» «Evet, kesinlikle.» Yargıç ne şeyle, «O halde bu kararınla ya şamayı ö ğren.» diye önerdi. «Tanrı aşkına, Larry, büyü artık. Kendini biraz be ğenmeyi ö ğren. Olgunla ş o ğlum, olgunla ş. Lucy harika bir kadın. Daha fazlasını istemek ya da ba şka sorumluluklar yüklenmeye kalkı şmak, felaketi davet etmek olur.» Larry, «Sizinle konu şmak ho şuma gidiyor,» dedi. Bu saf söz onu hem şaşırttı, hem de e ğlendirdi. «Herhalde duymak istediklerini söyledi ğim için.» Yargıç pek sakindi. «Tabii bildi ğin gibi intiharın çe şitli yolları vardır.»

Page 128: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Larry çok geçmeden bu sözleri hatırlayacaktı. Hem d e acı anlarda. Ertesi sabah Harold'un kamyonu Mesa bölgesine do ğru yola çıktı. Harold, Weizak ve daha iki ki şi arkada oturuyorlardı. Ta şıtı Norman Kel-log kullanıyordu. Yanında biri daha vardı. Grup yine Abagail Anayı ar amaya çıkıyordu. Arapohoe'yle Broadway'in kesi şti ği dörtyol a ğzında yepyeni bir ciple kar şıla ştılar. Weizak elini sallayarak seslendi. «Nereye gidiyorsu nuz, Sayın Yargıç?» Yargıç yünlü bir gömlekle bir yelek giymi şti. Arabayı durdurarak, «Denver'e kadar uzanaca ğım,» dedi. «Gece dönece ğim.» Weizak sordu. «Bu cip sizi oraya kadar götürür mü d ersiniz?» «Evet. Kalabalık yolları seçmezsem.» — 273— Mah şer /F: 18 «Porno satan dükkânlardan birini görürseniz bize de bir sandık dolusu o kitaplardan getirin.» Bu şakaya Harold dı şında herkes güldü. Delikanlı bu sabah ç0|< yorgundu . Rengi solgundu. Aslında hemen hiç uyumamı ştı. Nadine gece söz verdi ği gibi bazı hayallerini gerçekle ştirmi şti onun. Delikanlı geceyi iple çekiyordu. Weizak'in pornografiyle ilgili şakasına da ancak hafifçe gülümseyebilmi şti. Kellogg ön pencereden e ğildi. «Dikkatli olun, baba. Tamam mı? Son zamanlard a insan yollarda acayip kimselerle kar şıla şıyor.» Yargıç garip bir tavırla gülümsedi. «Çok do ğru. Ben de dikkatli olaca ğım. Đyi günler, beyler. Size de Bay Weizak.» Di ğerleri yine gülmeye ba şladılar. Sonra yargıç uzakla ştı. Yargıç Farris, Denver'e do ğru gitmedi. Onun yerine 7 numaralı karayoluna saptı . Güneş parlak, hava güzeldi. Yargıç, Larry'ye serüvenlere atılamayacak kadar ya şlı oldu ğunu söylemi şti. Ama bu yalandı. Yirmi yıldan beri kalbi hiç böyle hızlı çarp-mamı ştı. Hava ona hiç bu kadar nefis, renkler böylesine parlak gelmemi şti. Evet, hayatının en güzel günüydü bu onun. O gün ö ğleden hemen sonra Nick, Stu ve Ralph, Boulder'ın ku zeyine, Tom Cullen'in yalnız ya şadı ğı eve gittiler. Tom onları görünce evden fırladı. B elinden yukarısı çıplaktı. Nick, «Onu uzaktan gören kanlı c anlı bir yazar ya da ressam sanır,» diye dü şündü. «Ancak yakla şınca anla şılıyor normal olmadı ğı.» Tom'a kar şı dostluk duymasının bir nedeni, sa ğır ve dilsiz oldu ğu için ba şlangıçta herkesin kendisini de geri zekâlı sanmasıydı. Tom, «Nicky!» diye haykırdı. «Seni gördü ğüme çok sevindim. Evet, evet! Tom Cullen çok sevindi.» Nick'i kucakladı. «Ralph da ge lmi ş! Şey de... Dur bakayım sen kimdin?.. Stu! Sen Stu'sun! Tom Cullen de bunu biliyor.» Nick, Tom'un evinin kapısını i şaret etti. Adam, « Đçeri mi girmek istiyorsunuz?» dedi. «Ah, evet. Haydi gelin! Tom evini süslüyordu. » Onları — 274 — içeri sokarak oturma odasına götürdü. Duvarlara çe şitli resimler, ilanlar ve levhalar asmı ştı. «Tom'un süslerini nasıl buldunuz? Ne dersiniz? Güze l mi?» Stu, «Çok güzel,» dedi. Nick yazdı ğı notu Ralph'a uzattı. Ralph, «Tom,» diye ba şladı. «Nick tekrar ipnotize edilmeye razı olup olmayaca ğını ö ğrenmek istiyor. Hani geçenlerde Stu eğlence diye seni uyutmu ştu. Ama bu seferki oyun de ğil. Bu çok önemli. Nick daha sonra sana her şeyi açıklayacak.» Tom, « Đyi ya,» dedi. «'Uuuuykuuuun geliiiyooor...' Öyle de ğil mi?» Ralph ba şını salladı. «Evet, öyle.» «Yine saate mi bakmamı istiyorsun? Bence sakıncası yok. Hani saati iki yana sallıyorsun. 'Çooook uuuuykuuun vaaar.'» Tom di ğerlerine kararsızca baktı. «Ama şimdi uykum da yok. Tabii ya. Dün gece erken yattım. Tom Cullen her zaman erken yatıyor. Çünkü televizyon yok.» Stu usulca sordu. «Tom, bir fil görmek ister misin? » Tom'un gözleri hemen kapandı. Ba şı önüne dü ştü. Stu adama büyük bir şaşkınlıkla baktı. Bu anahtar sözü ona Nick açıklamı ştı. Ama Stu bunun etkili olaca ğını pek sanmamıştı. Nick, Stu'ya hazırladı ğı 'senaryo'yu uzattı. Genç adam delikanlıya uzun bi r an baktı. Nick ba şını salladı. Stu, «Tom beni duyuyor musun?» diye sordu.

Page 129: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Evet, duyuyorum.» Tom Cullen'in bilinçaltından gel en bu ses eskisinden farklıydı. «Ben Stu Redman'ım, Tom. Nick de burada. Ralph Bren tner de. Biz senin dostlarınız.» «Biliyorum.» «Senden bir şey yapmanı istiyoruz, Tom. Özgür Bölge için. Ama bu tehlikeli.» «Tehlikeli...» Tom'un yüzünde kaygılı bir ifade bel irdi. «Korkacak mıyım? Yoksa ben...» Stu kaygıyla Nick'e baktı. Delikanlı dudaklarını oy nattı. «Evet.» «O adam...» Tom hepsini de titreten bir tavırla içi ni çekti. Stu'nun 'Cinde bir şey titredi sanki. Ralph bembeyaz kesildi. — 275 — Sonra Stu usulca, «Hangi adam, Tom?» dedi. «Flagg. Onun adı Randall Flagg. Kara adamın. Siz be nim...» Tom yine uzun uzun, acı acı içini çekti. «Bunu nereden biliyorsun, Tom?» Senaryoda böyle bir şey yoktu. «Rüyalar... Onun suratını rüyalarımda görüyorum...» Di ğerleri rüyalarında kara adamın suratını hiçbir zama n görememi ş, lerdi. «Neye benziyor, Tom?» «Sokakta rastladı ğın insanlara. Ama sırıttı ğı zaman telgraf tellerin-deki ku şlar düşüp ölüyor. Sana baktı ğı zaman için kavruluyor. Yere tükürdü ğü vakit otlar sararıp kuruyor. O her zaman dı şarıda. Zamandan çıkıp geldi. Kim oldu ğunu bilmiyor. Binlerce ifritin adını ta şıyor. Sürüyle ismi var. Bizden korkuyor. Çünkü biz içerdeyiz. Sihir biliyor. Kurtları ça ğırıyor ve kargaların içinde yaşayabiliyor. Ama bizden korkuyor, içerden korkuyor.» Tom sustu. Yüzleri mezar ta şı kadar bembeyaz olan üç adam birbirlerine baktılar . Sonra Stu alçak sesle, «Onun hakkında ba şka bir şey söyleyebilir misin?» dedi. «Sadece şunu: Ondan ben de korkuyorum. Ama istedi ğinizi yapaca ğım. Ama Tom... öyle korkuyor ki!» Yine acı acı içini çekti. Ralph birdenbire, «Acaba... Abagail Ana hâlâ sa ğ mı?» diye sordu. Yüzünde çaresiz bir ifade vardı. Bütün servetini bir tek ka ğıda ba ğlamı ş bir kumarbazın ifadesi. Tom, «Sa ğ o,» dedi. Ralph derin bir soluk alarak arkasına ya slandı, Tom ekledi. «Ama arası Tanrıyla henüz iyi de ğil.» «Değil mi? Neden Tommy?» «Abagail Ana vah şi bir yerde, Tanrı onu yüceltti. O ö ğle zamanı uçan deh şetten korkmuyor. Gece yarısı sürünen deh şetten de... Onu ne yılan sokuyor, ne de arı. Ama Tanrı henüz onu ba ğı şlamadı. Ana her şeyi görecek. Ama çok geç. Ölüm olacak. O adamın ölümü. Ana da ölecek...» Ralph, «Onu susturun,» diye inledi. «Stu, onu sustu ramaz mısın?» Stu, «Tom,» dedi. ı «Evet?» «Sen Nick'in Oklahoma'da kar şıla ştı ğı Tom musun?» «Ben o Tom'dan fazlayım.» «Anlamadım.» Tom biraz kımıldadı. Yüzünde sakin bir ifade vardı. «Ben Tanrının T0m'uyum.» Sinirleri iyice bozulan Stu, Nick'in notlarını az k alsın elinden dü şürüyordu. «Đstedi ğimizi yapaca ğını söyledin.» «Evet.» «Ama... geri dönebilecek misin?» «Bunu söylemek bana dü şmez. Đleriyi görmek de. Nereye gidece ğim?» «Batıya, Tom.» Tom inledi. «Batıya. Evet, batıya.» «Seni bakman için gönderiyoruz, Tom. Bakman ve görm en için. Sonra da geri dönmelisin.» «Dönmeli ve her şeyi anlatmalıyım.» «Bunu yapabilir misin?» «Evet. Ama beni yakalayıp öldürürlerse, o ba şka.» Stu irkilip yüzünü buru şturdu. Di ğerleri de öyle. «Yalnız ba şına gideceksin, Tom. Her zaman batıya do ğru. Batıyı bulabilir misin?»

Page 130: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Güneşin battı ğı taraf.» «Evet. Biri sana oraya neden geldi ğini sorarsa şöyle diyeceksin: Beni Özgür Bölgeden attılar...'» «Attılar. Yollara dü şmeme neden oldular.» «'Çünkü ben geri zekâlıyım...'» «Tom'u geri zekâlı oldu ğu için kovdular.» «'Çünkü bir kadınla ili şki kurabilirdim. O kadının geri zekâlı çocukları olabilirdi.'» «Tom gibi geri zekâlı çocuklar.» Stu'nun midesi bulanmaya ba şlamı ştı. « Şimdi bana batıya neden geldi ğini sordukları zaman neler söyleyece ğini tekrarla!» — 277 — Tom istenileni yaptı. Stu, «Tamam, Tom,» dedi. Adam kederli, yumu şak bir sesle, «Beni kovdular,» diye mırıldandı «Tom 'u o güzel yeni evinden attılar. Yollara dü şmesine neden oldular» Stu titreyen eliyle gözlerini ovu şturdu, sonra da Nick'e baktı. Çare-siz bir sesle, «Bunu tamamlayabilece ğimi sanmıyorum, Nick,» diye fısıl, dadı. Tom birdenbire, «Tamamla,» dedi. «Beni burada, kara nlıkta bırakma.» «Tom, dolunayın nasıl oldu ğunu biliyorsun, de ğil mi?» «Evet... Büyük ve yuvarlak.» «Sen de o yuvarlak ve büyük ayı gördü ğün zaman do ğuya geri döneceksin. Bize.» Tom, «Evet,» diye cevap verdi. «Onu gördü ğüm zaman geri gelece ğim.» «Ve geri dönerken geceleri yürüyecek, gündüzleri uy uyacaksın.» «Geceleri yürüyece ğim. Gündüzleri uyuyaca ğım.» «Seni görmelerine engel olmaya çalı şacaksın.» «Evet.» «Ama Tom, biri yine de seni görebilir.» «Evet, biri görebilir.» «Seni gören bir tek ki şiyse onu öldüreceksin.» Tom ku şkuyla, «Öldürece ğim,» dedi. «Ama seni görenler birden fazlaysa kaçacaksın.» Tom daha kesin bir tavırla, «Kaçaca ğım,» dedi. «Ama görünmemeye çalı şacaksın. Şimdi bunları tekrarlar mısın?» Tom bunu kolaylıkla yaptı. «Çok güzel. Şimdi... birkaç saniye sonra uyanmanı istiyorum. Tam am mı?» «Tamam.» Stu titrek bir soluk aldı. «Çok şükür bitti.» Nick'in bakı şlarından da aynı şeyi dü şündüğü anla şılıyordu. «Böyle bir şey olaca ğını biliyor muydun, Nick?» Delikanlı, «Hayır,» diye ba şını salladı. — 278 — Ralph mırıldandı. «Bütün bunlar benim anlayabilece ğim şeyler jg ğil. Abagail Ana konusunda söylediklerini dü şünmek bile istemiyo-rLlrn. Onu uyandır, Stu. Burada n hemen gidelim.» Ralph neredeyse a ğlayacaktı. Stu öne do ğru e ğildi. «Tom?» «Evet?» «Bir fil görmek ister misin?» Tom gözlerini açarak onlara baktı. «Bir i şe yaramayaca ğını söyledim. Tabii ya. Tom'un gündüz vakti uykusu gelmez ki.» «Tom, çok ba şarılı oldun. Biz buraya yardım edip etmeyece ğini sormaya geldik.» «Ben mi? Yardım mı? Tabii. Yardım etmek isterim.» «Ama bu tehlikeli bir i ş, Tom. Batıya gitmeni istiyoruz. Sonra da geri dönü p bize gördüklerini anlatmanı.» «Tabii. Olur, ne zaman gidece ğim?» Stu elini şefkatle Tom'un ensesine koydu. «Pek yakında, Tom. P ek yakında.» Stu eve döndü ğü sırada Fran de ak şam yemeğini hazırlıyordu. «Harold geldi,» diye açıkladı. «Harold mu? Ne istiyormu ş?» «Sürüyle harita bıraktı. Ara ştırma Komitesinin Abagail Anayı aradı ğı bölgeleri gösteren haritalar.» Fran birdenbire güldü. «Biliyo r musun, Harold'un artık bir sevgilisi var. Onun kim oldu ğunu dünyada bilemezsin.»

Page 131: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Stu gözlerini kısarak tavana baktı. «Harold'la kim ili şki kurabilir? Dur bakayım... Hayır, bulamayaca ğım. Harold'un sevgilisi kim?» «Nadine Cross.» «Saçlarında ak tutamlar olan kadın mı?» «Evet.» «Aa, kadın Harold'un annesi ya şında olmalı.» Frannie, «Harold'un bunun üzerinde duraca ğını sanmıyorum,» diye cevap verdi. — 279- «Larry durumu biliyor mu?» «Bu konuda hiçbir fikrim yok. Aldırdı ğım da yok. Nadine, Larryn-sevgilisi de ğil artık. Belki eskiden de de ğildi.» Fran dü şünceli bir tavırl durdu, sonra da bir kahkaha attı. Stu, «Neye güldün?» diye sordu. Genç kadın aya ğını uzattı. Ayaklarındaki tenis ayakkabılarının las tik tabanında daireler ve çizgiler vardı. «Harold ayakkabılarımı çok be ğen-di ğini söyledi. Ne gülünç de ğil mi?» Stu da bir kahkaha attı. «Gülünç olan sensin!» Harold şafaktan hemen önce uyandı. Yataktan kalkarken hafif çe titredi. Henüz Ağustosun 22'siydi ama sabahları so ğuk olmaya ba şlamı ştı. Delikanlı Nadine'e baktı. Kadın hâlâ uyuyordu. Harold onu uyandırdı ğı zaman da kızmayacaktı... Ho ş belki de kızacaktı. Delikanlı hâlâ o siyah gözlerin derinliklerinde nelerin gizli oldu ğunu anlayamıyordu. Nadine'den biraz korkuyordu. Harold usulca giyindi. Nadine'le sevi şmek istiyordu ama şimdi bunun sırası değildi. Yalnız ba şına oturup dü şünmesi gerekiyordu. Harold kahve yapıp çabucak içti. Sonra birkaç biskü vi alarak sokak kapısının önüne çıktı, oradaki basama ğa oturdu. Sanki çıldırdıktan sonra aklı ba şına gelmi ş gibiydi. «Son zamanlarda kafamı hiç kullanmadım. B iri beni burnumdan tutup sürükledi.» Harold, Frannie Goldsmith'i dü şündü. «O gün evime usulca giren oymu ş. Artık bundan eminim. Aya ğındaki ayakkabıları gördüm. Onları kolaylıkla tanıy abilirim. Fran nasıl olduysa, günlük defterini okudu ğumu anladı. Belki de sayfalardan birinde bir iz bıraktım. Fran de bu yüzden, okudukl arımın beni nasıl etkiledi ğini anlayabilmek için buraya geldi. Yazılı bir şeyler bulmaya çalı ştı. Ama hesap defterini bulamadı. Çünkü defterde Stu'yu öldürmeyi planladı ğım açık açık yazılıydı. Fran o satırları okusaydı Stu'yu he men uyarırdı. Stu benimle dünkü gibi rahatlıkla konu şamazdı. «Ben Fran'in günlü ğünü okudum. Çünkü onu kıskanıyordum ve kırılmı ştım. Ama artık Fran'i istemiyorum. Öyle de ğil mi? Öyle de ğil mi? — 280 — Fvet, belki istemiyorum. Ama o köpekler beni hiçbir zaman aralarına IfTiadılar!» Harold müthi ş bir kin ve öfkeyle sarsıldı. 46 Stu eve dönüyordu. Bankanın kar şısındaki parka vardı ğı sırada Ralph ona seslendi. Genç adam bisikletten inerek Ralph'ın otu rdu ğu kanepeye do ğru yürüdü. «Ben de seni bekliyordum, Stu. Bir dakika konu şabilir miyiz?» «Yalnızca bir dakika. Yeme ğe geciktim. Herhalde Frannie kaygılanmaya başlamı ştır.» Ralph, «Telsizle haberler aldım,» diye açıkladı. «B unlardan bazıları iyi, bazıları da... kötü. Gerçe ği ö ğrenmeni istiyorum, Stu. Çünkü bunu gizlemek imkânsız. Bölgede çok kimsede alıcı-verici var. Her halde ben yeni gelen grupla konu şurken çok kimse bizi dinledi. «Kaç ki şi geliyor?» «Kırktan fazla, içlerinden biri doktor. George Rich ardson adında biri.» «Đşte bu şahane bir müjde!» «Tennessee'li. Bu gruptakilerin ço ğu Orta-Güney bölgeden... Neyse... Anla şılan grupta hamile bir kadın varmı ş. On gün önce zamanı gelmi ş. Ayın on üçünde. Doktor kadını do ğurtmu ş. Çocuklar ikizmi ş. Sa ğ-lıklıymı şlarda. Yani başlangıçta.» Ralph sustu. Dudaklarını oynatıp duruyor du. Stu arkada şını omuzlarından yakaladı. «Çocuklar ölmü ş mü? Bebekler ölmü ş mü? Bana bunu mu söylemeye çalı şıyorsun? Onlar ölmü ş mü? Kahretsin! Konu şsana!»

Page 132: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Ralph alçak sesle, «Ölmü şler,» dedi. «Bir bebek on iki saat içerisinde gitmi ş. Balgamla bo ğulup ölmü ş. Di ğer bebek ise iki gün sonra. Richardson elinden gele n her şeyi yapmı ş ama bebekleri kurtaramamı ş. Kadın çıldırmı ş. 'Ölüm!' diye haykırmı ş. 'Mahvolduk! Artık kimsenin — 281 — çocu ğu olmayacak!' Grup kente vardı ğı zaman Fran'in onları görmemesini sağlamalısın, Stu. Đşte sana bunu söylemek istedim. Durumu da ona hemen açıklamalısın. Bunu sen yapmazsan, o da gerçe ği ba şkalarından ö ğrenir.» Stu ellerini a ğır a ğır Ralph'in omuzlarından çekti. «Richardson burada kaç hamile oldu ğunu ö ğrenmek istedi. ' şü anda bildi ğimiz bir tek ki şi var,' dedim. Doktor Fran'in kaç aylık hamile oldu ğunu sordu. 'Dört aylık,' diye cevap verdim. Öyle de ğil mi?» «Hayır, emin de ğil. Fran'e bunu da söylemelisin. Her şeyi iyice anlaması için. Doktor, 'Ölümün çe şitli nedenleri olabilir.' dedi. 'Annenin aldı ğı besin... Kalıtım yoluyla alınan bir illet... Solunum yolları enfeksiyonu... Belki de buna Rh-faktörü neden olmu ş...' O da neyse? Richardson kesin bir şey söyleyemedi. Kadın karayolunun kenarında, bir tarlanın ortasında do ğum yapmı ş. Doktor grubun başkanı olan di ğer üç ki şiyle oturup konu ştuklarından söz etti. Doktor onlara, 'Çocukları Kaptan Trips öldürdüyse,' demi ş, 'Bunun ne anlama gelece ğini hepimiz de biliyoruz. Nedeni kesinlikle ö ğrenmemiz şart.'» Stu üzüntüyle, «Glen'le bundan söz etmi ştik,» dedi. «Onunla ilk kar şıla ştı ğımız gün. E ğer o bebekleri süper-grip öldürdüyse, o zaman kırk elli yıl sonra bütün dünyayı farelere, karasineklere ve serçelere bırakı rız.» «Richardson da di ğerlerine öyle söylemi ş sanırım. Her neyse! Grup o sırada Chicago'nun altmı ş kilometre batısındaymı ş. Doktor ertesi gün onları geri dönmeleri ve bebekleri büyük bir hastaneye götürmel eri için ikna etmi ş. Otopsi yapacak, çocukların süper-gripten ölüp ölmediklerin i kesinlikle ö ğrenecekmi ş. Haziranın sonlarında yeteri kadar süper-grip vakası görmü şmüş.» «Ama sabah oldu ğu zaman bebekler ortada yokmu ş. Anneleri onları gömmü ş. Mezarların nerede oldu ğunu söylemeye de yana şmamış Çevreyi bir hayli kazmı şlar ama bebekleri bulamamı şlar. Kadına durumun ne kadar önemli oldu ğunu anlatmaya çalı şmışlarsa da, o yine mezarların yerini açıklamamı ş. Zavallı kadın iyice çıldırmı ş.» Stu, Fran'in bebe ği ne kadar çok istedi ğini dü şünüyordu, «Bunu anlıyorum.» — 282 — Ralph umutla konu ştu. «Doktor, 'Süper-grip de olsa, ba ğı şıklı ğı 0lan iki ki şinin çocukları bu hastalı ğa yakalanmayabilirler,' diyor.» Stu, «Fran'in bebe ğinin babasında ba ğı şıklık olması ihtimali milyarda bir sanırım,» dedi. «Adam burada yok.» «Evet. Ba ğı şıklı ğı olamaz, de ğil mi? Sana bütün bunları açıkladı ğım için üzgünüm, Stu. Ama her şeyi bilmenin daha do ğru olaca ğını dü şündüm- Fran'le konu şabilmen için.» Stu, «Fran'e gerçe ği söylemek hiç ho şuma gitmeyecek,» diye içini çekti- Ama eve vardı ğı zaman ba şka birinin bu i şi çoktan yapmı ş oldu ğunu ö ğrendi. Fran yatak odasında karyolaya uzanmı ş, gözlerini tavana dikmi şti. Yüzü şi şmiş, yanaklarında gözya şlarının izleri kalmı ştı. Genç kadın usulca, «Merhaba, Stu,» dedi. «Sana kim söyledi? Müjdeyi çabucak vermek isteyen k im?» «Susan Stern. O da Jack Jackson'dan ö ğrenmi ş. Jackson, Ralph'in doktorla yaptı ğı konu şmayı radyoda dinlemi ş. Susan da biri bana gerçe ği zalim biçimde açıklamadan benimle konu şmanın daha do ğru olaca ğını dü şünmüş. Zavallı küçük Frannie, ona dikkatli davranmalıyız.» Fran bir kahkaha attı. Stu yata ğın kenarına ili şerek genç kadının alnını ok şadı. «Hayatım, bu kesin değil ki. Hiç de ğil.» «Kesin olmadı ğını biliyorum. Hatta belki seninle ba şka çocuklarımız da olur.» Fran kızarmı ş gözleriyle mutsuzca genç adama baktı. «Ama bu bebe ği de istiyorum. Bu çok mu kötü?» «Hayır. Ne münasebet!»

Page 133: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Fran a ğlamaya ba şladı. «Bilmemek çok daha kötü. Artık bekleyip sonuc u görmem gerekiyor. Bebe ğin benden ayrıldıktan sonra bir gün bile ya şayıp ya şamayacağını görmek için çok uzun bir süre bekleyece ğim.» Stu, «Yalnız beklemeyeceksin,» dedi. Fran genç adam a sıkıca sarıl-*¦ Uzun bir süre hiç kımıldamadan yattılar. — 283 — Stu, Fran, Susan Stern ve Nick, büyük toplantıdan ç ıkmı ş Broacl way'e do ğru yürüyorlardı. Gecenin on bir buçu ğu olmu ştu. Fran, «Hava serin,» dedi. «Ke şke ceket giyseydim.» Nick ba şını salladı. O da ü şümüştü. Susan, «Yargıcı 'Yasa Komitesi"ne seçmek istedikler i zaman ödüm patladı,» diye açıkladı. «Aslında bunu beklemeliydik.» Stu, «Kenttekiler ku şkulanacaklar mı dersin, Nick?» diye sordu. Delikanlı ba şını sallayarak kâ ğıda, «Onun batıya gidip gitmedi ğin, dü şünmeye başlayacaklar,» diye yazdı. «Temelli kalmak için yani. » Di ğerleri yazdıklarını okuduktan sonra bir kibrit çakarak kâ ğıdı yaktı. Stu mırıldandı. « Đşte bu çok kötü. Gerçekten...» Susan sıkıntıyla, «Nick haklı,» dedi. «Ba şka ne dü şünebilirler ki? Rockaway'e dönme dolaba binmeye gitti ğini mi?» Fran ba şını salladı. «Neyse ki, bu gece batı konusu açılmad ı. Yine de şansımız varmı ş.» Nick, «Gerçekten de öyle,» diye yazdı. «Onun için b undan sonraki büyük toplantıyı mümkün oldu ğu kadar ertelememizi istiyorum. Üç hafta kadar. 15 Eylül uygun mu?» Susan, «Brad kente elektrik verebilirse toplantıyı o tarihe kadar erteleyebiliriz,» dedi. Brad Kitchener adlı teknisyen o gece toplantıda ele ktri ği Eylülün ikisi ya da üçünde vermeyi umduklarını açıklamı ş, bu sözleri çılgınca alkı şlarla kar şılanmı ştı. Stu, «Brad'in bu i şi ba şaraca ğını sanıyorum,» diye cevap verdi. Susan durdu. «Ben eve gidiyorum. Yarın önemli bir gün. Dayna yol a çıkacak. Ben de Colorado Springs'e kadar onunla gitmeye karar verdim.» Fran, «Dayna ne durumda?» diye sordu. «O garip bir kızdır. Güçlü. Azimli. Đyi bir sporcudur. Çok da cesurdur.» Stu, «Biz birinin batıya Haçlı Seferi'ne çıkarmı ş gibi gitmesini istemiyoruz,» dedi. «Bize orada olanları izleyecek biri gerekiyor , bir gerilla sava şçısı değil.» — 284 — Susan kısaca, «O da bunu biliyor,» diye cevap verdi . Dayna Jur-qens'le yaptıkları konu şmayı kimseye açıklayacak de ğildi. Di ğer komite üyelerine bile. Dayna batıya giderken koluna yirmi be ş santim boyunda bjr sustalıyı da kayı şla bağlamak niyetindeydi. «Kara adam ölürse çevresindekiler birbirleriyle bo ğuşmaya ba şlarlar. Belki ona sokulabilirim, Susan. O zaman koruyucu iblisinin ya nında 0lmasına dua etsin,» diyordu. «Onlar seni öldürürler, Dayna.» «Belki öldürürler. Belki de öldüremezler. Ama kara adamın barsak-lannın etrafa saçıldı ğını görme zevki buna de ğer.» Susan, «Eh,» dedi. «Gidip yataca ğım. Gerçekten. Đyi geceler, çocuklar.» Ellerini ceketinin ceplerine sokarak uzakla ştı. Stu mırıldandı. «Eskisinden daha ya şlı gözüküyor.» Nick deftere, «Hepimiz öyle,» diye yazdı. Stu ertesi sabah elektrik santraline giderken Susan 'la Dayna'yı gördü. Đki kız motosiklete binmi şlerdi. Genç adam elini salladı. Đki arkada ş da durdular. Stu, Dayna'yı o zamana kadar hiç bu denli güzel görmemi ş oldu ğunu dü şündü. Genç kız saçlarını geriye tarayarak parlak ye şil ipek bir e şarpla ba ğlamı ştı. Blucin ve bluzunun üzerine bir deri ceket giymi şti. Motosikletine bir uyku tulumunu bağlamı ştı. Ne şeyle, «Stuart,» dedi. Genç adam, «Duydu ğuma göre kısa bir yolculu ğa çıkıyormu şsun,» dedi gülümseyerek. «Evet. Ve sen beni görmedin.» Stu, «Hiç görmedim,» dedi. «Ama dikkatli ol, kızım. »

Page 134: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Olaca ğım.» «Ve geri dön.» «Dönece ğimi umuyorum.» Kızla genç adam parlak yaz güne şinde birbirlerine baktılar. «Frannie'ye iyi bak, delikanlı.» «Olur.» «Şerifli ğini de fazla ciddiye alma.» — 285 — «Bu i şi yapabilece ğimi biliyorum.» Dayna arkada şına baktı. «Gidelim mi?» Susan zorlukla gülümseyerek ba şını salladı. «Dayna,» Kız Stu'ya döndü. Genç adam onu usulca öpt ü. « Şansın açık olsun.» Dayna gülümsedi. «Bunu şans için iki kere yapman gerekir. Bitmiyor musun?» Stu onu tekrar öptü. Dayna, «Frannie çok şanslı bir kız,» dedi. «Bu sözlerimi ona söyleyebili rsin.» Stu ne diyece ğini bilemedi. Gülümseyerek geriledi. Dayna, Susan'a, «Haydi, gidelim artık,» dedi. Stu bir süre onların arkasından baktı. Susan Stern iki gün sonra döndü. Yolda bir künkün i çinde küçük bir köpek yavrusu bulmu ştu. Dick Ellis yavruyu görünce sevincinden çıldırdı adeta. Hayvan Đrlanda seteriydi ve di şiydi. Dick, «Yavru büyüdü ğü zaman Kojak onunla tanı ştı ğı için çok sevinecek,» dedi. Haber Özgür Bölgeye yayıldı. Aralarında köpek «Adem 'le Havva» nın bulunması herkesi heyecanlandırmı ştı. Bu yüzden bir süre Abagail Anayı bile unuttular . Hava kararmak üzereydi. Venüs yıldızı gökyüzünde pa rlıyordu. Nick, Ralph, Larry ve Stu, Tom Cullen'in verandasının basamaklarında o turuyorlardı. Tom çim alanda koşup duruyordu. Nick deftere, «Vakit geldi,» diye yazdı. Stu alçak sesle sordu. «Onu tekrar ipnotize etmemiz gerekiyor mu?» Nick, «Hayır,» der gibi ba şını salladı. Ralph da Tom'a seslendi. Sarı şın adam gülerek koşa ko şa yakla ştı. Ralph, «Gitme zamanı geldi, Tommy,» dedi. Tom'un gülümsemesi kaybolur gibi oldu. Adam ilk def a havanın kararmaya ba şlamı ş oldu ğunu farketti. «Gitmek mi? Şimdi mi? Olmaz! Hava karardı ğı zaman Tom da yatar. Tom karanlıkta dı şarıda dola şmak- — 286 — jgn ho şlanmaz. Hayaletler yüzünden. Tom... Tom...» Sustu. Di ğerleri 0na kaygıyla bakıyorlardı. Sonra adam birdenbire canlandı. «Batı ya mı gidece ğim?» Stu elini onun omzuna koydu. «Evet, Tom. Yapabilirs en.» «Yola mı çıkaca ğım?» Ralph bo ğuluyormu ş gibi bir ses çıkardı. Kalkıp evin yanından dola ştı. Tom bunun farkında de ğilmi ş gibiydi. Bir Stu'ya bakıyordu, bir Nick'e. «Gece yolculuk edece ğim. Gündüz uyuyaca ğım.» Tom bir an durdu ve sonra da a ğır ağır ekledi. «Ve fili görece ğim.» Nick ba şını salladı. Larry, Tom'un sırt çantasını basamaktan alarak geti rdi. Tom a ğır a ğır, dalgın dalgın çantayı sırtına taktı. «Dikkatli olmalısın, Tom.» Larry'nin sesi bo ğukla şmıştı. «Dikkatli! Aa, evet, tabii.» Tom, Nick'e bakarak fı sıltıyla ekledi. «Bunu gerçekten yapmam gerekiyor mu?» Nick kolunu adamın omzuna atarak a ğır a ğır kafasını salladı. «Pekâlâ.» Ralph evin kö şesinden çıktı. Büyük bir mendille gözlerini siliyor du. «Hazır mısın, Tom?» «Nick? Geri döndü ğüm zaman burası yine benim evim olacak mı?» Nick hemen, «Evet,» diye ba şını salladı. «Tom evini seviyor. Evet, gerçekten öyle.» «Evini sevdi ğini biliyoruz. Tommy.» Sıcak gözya şları sanki Stu'nun bo ğazından aşağıya akıyordu. «Pekâlâ. Hazırım. Kiminle gidiyorum?»

Page 135: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Ralph, «Benimle, Tom,» dedi. «70 numaralı karayolun dan a şağı. Bunu hatırlıyor musun?» «Evet.» Tom, Ralph'in motosikletine do ğru yürüdü. Az sonra Ralph da onu izledi. Geni ş omuzları sarkmı ştı. Motosiklete binip çalı ştırdı. Bir dakika sonra Broadway'e çıkarak do ğuya do ğru döndü. Di ğerleri biramda durmu ş, onların arkasından bakıyorlardı. — 287 — Motosiklet gözden kaybolurken Larry, « Đşte bu kadar,» diye mini dandı. Nick ellerini ceplerine sokarak uzakla ştı. Stu sıkıntıyla ba şını salladı. «Onu bir daha görebilecek miyiz der-si n, Larry?» «Eğer göremezsek... yedimiz de hayatımızın sonuna kada r onu batıya gönderme kararının acısıyla ya şayaca ğız. Bazen şu lanet olasıca Özgür Bölge Komitesinin adını bile duymamı ş olmak istiyorum.» Đki genç adam bir süre sessizce Tom'un karanlık evin e baktılar Larry birdenbire, «Buradan gidelim!» diye ba ğırdı. Onlar evden uzakla ştıkları sırada Nick, Tom Cullen'in evi önünde çim a landa duruyordu. Elleri hâlâ ceplerindeydi. Ba şını e ğmişti. Yeni doktor George Richardson, Boulder Hastanesinin yakınındaki Tıp Merkezine yerle şmişti. 28 A ğustosta artık durmadan çalı şıyordu. Ona Laurie Constable ve Dick Ellis yardım ediyorlardı. Dick ba şlangıçta tıp dünyasından ayrılmak istemi şti. Ama Richardson, «Bir hayli şey ö ğrenmi şsin,» demi şti. «Daha da öğreneceksin. Ayrıca ben bu i şlerle tek ba şıma ilgilenemem. Aslında bir iki aya kadar bir doktor daha bulamazsak hepimiz çıldırırız . Onun için seni kutluyorum, Dick. Sen Özgür Bölgenin ilk sa ğlık memurusun. Laurie, ona bir öpücük ver.» Ağustosun sonlarında bir sabah Fran bekleme odasına g irerek merak ve kaygıyla çevresine bakındı. Laurie, «Merhaba, Fran,» dedi. «Senin de er geç gel ece ğini biliyordum.» George Richardson muayene odasından çıktı. «Siz Bay an Golds-mith'siniz de ğil mi? Özgür Bölge Komitesinden? Tanı ştı ğımıza memnun oldum.» Genç kadın elini uzattı. «Lütfen beni Fran diye ça ğırın. Ya da Fran-nie.» «Pekâlâ, Frannie. Sorun nedir?» Genç kadın. «Hamileyim,» diye açıkladı. «Ve çok kor kuyorum.» Birdenbire a ğlamaya başladı. George kolunu onun omzuna attı. «Laurie, be ş dakika sonra gel" — 288 cran'i muayene odasına götürdü. « Şimdi... Neden a ğlıyorsun? Bayan ^entworth'ün ikizleri yüzünden mi?» Frannie mutsuzca ba şını salladı. «Ama o kadın çok zor bir do ğum yaptı, Fran. Bayan Wentworth fazla sigara içiyordu. Bebekler çok zayıftılar. Đkiz olarak bile. Ak şama do ğru birdenbire dünyaya geldiler. Ayrıca bir otopsi yapma fırsatını da bulamadım. Şimdi Regina Wentworth'e bizim gruptan bir kadın bakıyor. Ona ya tı ştırıcı ilaçlar veriyoruz. Bayan Wentworth'ün yakında iyile şece ğine inanıyor, bunu umuyorum. Şimdilik şu kadarını söyleyebilirim: 0 çocuklar dünyaya geldikl eri sırada her şey onların aleyhindeydi. Ölüm nedeni herhangi bir şey olabilir.» «Süper-grip de.» «Evet. Öyle.» «Bu yüzden de... bekleyip görece ğiz.» «Ne münasebet! Şimdi seni tepeden tırna ğa muayene edece ğim. Seni ve hamile kalacak her kadını adım adım izleyece ğim. Özgür Bölgede en önemli ürün bebekler. Onun için de bu konuyla gerekti ği gibi ilgilenece ğiz.» «Ama aslında kesin bir şey bilmiyoruz.» «Orası öyle. Yine de biraz ne şelenmeye çalı ş, Fran.» «Pekâlâ. Denerim.» George yarım saat süren muayene sonunda, «Her şey yolunda,» diye açıkladı. «Bebek çok iyi.» Fran bir kâ ğıt mendil bulup elinde sıkıca tuttu. «Onun kımıldad ı ğını hissettim. Ama birkaç gün önce. Ondan sonra hiçbir şey olmadı. Korkmaya ba şladım...» «Bebek ya şıyor... Oca ğın ba şıyla ortası arası do ğum yapaca ğını sanıyorum. Buna ne dersin?» «Harika!»

Page 136: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Uygun besin alıyor musun?» «Evet. Elimden geldi ği kadar yemeye çalı şıyorum.» «Artık miden bulanmıyor, de ğil mi?» «Ba şlangıçta biraz bulanıyordu ama artık geçti.» — 289— Mah şer /F: 19 «Çok güzel. Jimnastik yapıyor musun?» «Bir hayli.» «Kilo aldın mı?» «Đki buçuk kilo kadar.» «Fena de ğil. Be ş kilo daha alabilirsin. Bugün cömertli ğim üstüm-de.» Fran güldü. «Doktor sensin.» «Evet. Ben aslında do ğum uzmanıydım. Onun için... uygun yerdesin. Doktoru nu dinlersen her şey yolunda gider. Kasımın on be şinden sonra bisiklete, motosiklete binmek yok. Zaten o sırada kimse o ta şıtla-ra binemeyecek. Hava çok soğuyacak. Fazla sigara ya da içki içmiyor-sun, de ğil mi?» «Öyle.» «Sana vitamin verece ğim... Ha, son bir şey daha. Sana hiç spiral takıldı mıydı?» Fran, «Hayır, neden?» diye sordu. Sonra birdenbire rüyasını hatırladı. Kara adamı ve tel askıyı. Titredi. «Hayır.» «Đyi. Tamam öyleyse!» Doktor aya ğa kalktı. «Kaygılanma demeyece ğim.» Fran ba şını salladı. «Do ğru. Deme.» «Ama senden, a şırı kaygılanmamanı isteyece ğim. Annedeki fazla kaygı, salgı düzensizli ğine neden olabilir. Bebek için iyi bir şey de ğildir. Hamile kadınlara yatı ştırıcı ilaçlar vermekten ho şlanmam. Ama...» Fran, «Hayır, buna gerek yok,» dedi. Ama sıcak ö ğle güne şine çıkarken, hamileli ğinin bu ikinci dönemi sırasında Bayan Wentworth'un kaybolan ikizlerinin hiç aklından çıkmayaca ğını biliyordu. Đki ak şam sonra Nadine Cross, Harold'un bodrumunda durmu ş, delikanlıyı seyrediyordu. Kaygılıydı. Harold onunla sevi şmedi ği zaman sanki kendine özgü bir dünyada ya şıyordu. Kadın delikanlıyı kontrol edemiyordu o zama n. Harold böyle anlarda iyice so ğukla şıyor, hatta Nadine'i ve kendisini çok a şağı görüyormu ş gibi davranıyordu. De ği şmeyen tek şey Harold'un Stuart Redman'a ve komite üyelerine kar şı duydu ğu o müthi ş nefretti. — 290 Harold bodrumdaki eski masada çalı şıyordu. Yanında açık bir kitap durmaktaydı. Bir grafik vardı kitapta. Harold kâh kitaba, kâh üz erinde çalı ştı ğı şeye bakıyordu. Masa tel doluydu. Harold bir ara dalgın dalgın, «Biliyor musun?» diye mırıldandı. «Yü-rüyü şe çıksan iyi olur.» «Neden?» Nadine biraz kırılmı ş gibiydi. Harold'un yüz hatları gerilmi şti. Artık gülümsemiyordu. Nadine delikanlının neden o kadar ç ok gülümsedi ğini anlıyordu. Çünkü bundan vazgeçti ği zaman yüzünde çılgınca bir ifade beliriyordu. Nad ine onun gerçekten deli oldu ğundan ku şkulanmaktaydı. Ya da Harold çıldırmak üzereydi. Harold, «Çünkü bu dinamitin ne kadar eski oldu ğunu bilmiyorum,» dedi. «Ne demek istiyorsun?» «Çünkü eski dinamit terler.» Harold ba şını kaldırıp kadına baktı. Yüzü ter içindeydi. «Terler. Bu ter saf nitrogliserindir. Dü nyanın en dengesiz maddelerinden biri. Onun için... dinamit eskiyse ik imiz de havaya uçabiliriz.» Nadine, «Bu kadar ukalaca konu şmana gerek yok,» dedi. «Nadine? Sevgili kızım?» «Ne?» Harold kadına sakin sakin baktı. «Kes sesini!» Nadine sustu. Ama yürüyü şe çıkmadı. Flagg onu Harold'a yollamı ştı. Kadın kara adamın komiteyi mahvetmek için delikanlıdan yararla nmak niyetinde oldu ğunu anlıyordu. Her şeyi Flagg ayarladı ğına göre, dinamit de eski olamazdı. Hatta eski olsa bile, ancak gerekti ği zaman patlardı. Kadın kendi kendine, «Öyle de ğil mi?» diye sordu. «Flagg olayları ne dereceye kadar kontrol edebiliyor?» Tela şla, sessizce ekledi. «Yeteri kadar! Yeteri kadar kontro l ediyor!» Ama Nadine'in kaygısı gitgide artıyordu. Kara adam Özgür Bölgedek ilerin ya şamalarını istemiyordu. Nadine de kentteki bu insanların bir y ıldan fazla ya şayabi-ieceklerine inanmıyordu. «Do ğruyu kabul et, kızım. Flagg'in tek aracı Harold

Page 137: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

değil. Sen de varsın. Üstelik sen bir tek insanı bile öldüremeye-ce ğini söylerdin...» Nadine birdenbire, «Ke şke bu dinamit eski olsa,» dedi. «Patlasa da, ikimizin hayatı birden sona erse. Merhametli bi r son — 291 — olurdu.» Ama sonra da ğları a şarak batıya gittikleri zaman olacaklar dü şündü, vücuduna bir sıcaklık yayıldı. «Oldu.» Harold aleti dikkatle bir ayakkabı kutusuna yerle ştirdi. «Tamam mı?» - «Tamam.» «Çalı şacak mı?» «Denemek ister misin?» Harold'un sesinde acı bir al ay vardı. Ralph Brentner o gün delikanlıyla konu şurken laf arasında komitenin toplanaca ğından söz etmi şti. Harold da kayıtsızca, «Ne zaman?» diye sormu ştu. Ralph da, « Đki Eylülde,» demi şti. 2 Eylül. 47 Larry'le Leo evin önünde, kaldırımın kenarında otur uyorlardı. Genç adam sıcak bira, çocuk da sıcak gazoz içiyordu. A ğustosun son günüydü. Lucy çimleri biçiyordu. Larry bu i şi kendi yapmayı istemi ş, ama Lucy, «Sen çocu ğun ne derdi oldu ğunu ö ğrenmeye çalı ş,» diye ba şını sallamı ştı. Nadine'in Harold'un evine yerle şmesinden bir gün sonra, Leo kahvaltıya gelmemi şti. Larry çocu ğu odasında bulmu ştu. Aya ğında yalnızca külotu vardı. Başparmağını a ğzına sokmu ş, dü şmanca bakıyordu. Aradan birkaç gün geçmi şti o olaydan sonra. Leo biraz düzelir gibi olmu ştu. Ama tam anlamıyla da iyi de ğildi. Olanlardan söz etmeyi hiç istemiyordu. Lucy öfkeyle , «Bütün bunların nedeni Nadine denilen o kadın,» diye söyleniyordu. Larry birdenbire, «Balı ğa gitmek ister misin, Leo?» dedi. Leo, «Balık yok ki,» diye mırıldandı. «Bay Ellis'i biliyor musun?» «Tabii.» — 292 — «O balıklar geri geldi ği zaman suyu...» Garip bir ses çıkararak parlakları nı oynattı. Deniz ye şili gözlerini genç adama dikmi şti. «Kaynatmadan içebilece ğimizi mi söyledi?» «Evet... Dick'i seviyorum. Laurie'yi de. Bana her z aman yiyecek bir şey veriyorlar. Dick ba şarılı olamayacaklarından korkuyor. Ama ben ba şarı'' olacaklarına inanıyorum.» «Hangi konuda?» «Bebek yapmak konusunda. Dick biraz ya şlı oldu ğunu dü şünüyor. Ama aslında de ğil sanırım.» Larry, Leo'ya Dick'in ona bu konuyu nasıl açtı ğını soracaktı ama sonra vazgeçti. Dick çocu ğa herhalde bundan söz etmi ş olamazdı. Leo... durumu sezmi şti. Evet, Leo bazı şeyleri seziyordu. Larry kayıtsızca, «Evet, bebek ya pabilirler,» dedi. «Dick en fazla elli be ş ya şında olmalı... E, Nadine anne nasıl, Leo?» «O beni Joe diye ça ğırıyor. Ben onun için Joe'yum.» «Ya?..» «Şimdi durum kötü. ikisi için de.» «Nadine ve...» «Evet. Harold.» «Mutlu de ğiller mi?» «O adam ikisini de kandırdı. Onun kendilerini isted i ğini sanıyorlar.» «Kim?» «Kara adam.» Bu sözler yaz havasında asılı kaldı sa nki. Leo ekledi. «Onlar batıya gidecekler.» Larry, «Tanrım...» diye mırıldandı, yine o eski kor kuyla sarsıldı. «Duymak istemiyorum,» diye dü şündü. «Bilmeyi arzu etmiyorum.» Leo, «Nadine anne suçun sende"oldu ğunu dü şünmek istiyor,» diye açıkladı. «Senin onu Harold'un kuca ğına attı ğına inanmak istiyor. Ama Nadine anne bilerek bekledi. Sen Lucy anneyi çok sevinceye kadar bekled i. Emin oluncaya kadar. Sanki o kara adam, Nadine annenin beyninin do ğruyu yanlı ştan ayıran bölümünü aşındırıyor. Yava ş yava ş o bölümü küçültüyor. Orası ortadan kayboldu ğu zaman, Nadine anne de batıdakiler kadar deli olacak. Belki de daha deli.»

Page 138: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

— 293 — Larry fısıldadı, «Leo...» Çocuk hemen, «Nadine anne beni Joe diye ça ğırıyor,» dedi. «Ben onun için Joe'yum.» Larry kararsızca sordu. «Ben de seni Joe diye mi ça ğırayım?» «Hayır.» Çocu ğun sesinde yalvarı ş vardı. «Hayır. Lütfen bunu yap. ma!» «Nadine anneni özlüyorsun, de ğil mi, Leo?» Çocuk insanı donduran bir sadelikle, «O öldü,» dedi . «Nadine anne Harold'un evine gittikten sonra bu yüz den mi hiç konu şmak istemedin?» «Evet!» ( «Ama artık konu şuyorsun.» «Çünkü konu şabilece ğim kimseler var. Sen ve Lucy anne.» Birden çocuk heyecanla ba ğırdı. «Ama her zaman böyle olamaz! Olamaz! Frannie' yle konu ş! Frannie'yle konu ş. Frannie'yle konu ş!» «Nadine konusunu mu?» «Hayır.» «Fran'le ne hakkında konu şaca ğım? Senin hakkında mı?» Leo'nun sesi daha datizle şti. «Hepsi de yazılı! Frannie biliyor! Frannie'yle konu ş!» «Komite...» «Komiteyle de ğil. Komite sana yardım edemez. Kimseye yardım edeme z. Komite eski günlere özgü bir şey. Kara adam komiteye gülüyor. Eski günlerden kalm a oldu ğu için. Eski usuller kara adama göre. Frannie biliyor ! Onunla konu şursan...» Fran'le Larry parktaki bankta oturuyorlardı. Larry genç kadına Leo'nun trans halindeyken söylediklerini anlatmı ştı. Fran'in ba şı dönüyordu adeta. Larry, «E, ne diyorsun?» diye sordu. Genç kadın usulca mırıldandı. «Ne diyece ğimi bilmiyorum. Yalnızca olanların hiçbiri de ho şuma gitmiyor. Gelecekle ilgili rüyalar. Bir süre Ta nrının emirlerini bildiren, sonra da kalkıp giden ya şlı bir kadın. Şimdi — 294 — de telepatik oldu ğu anla şılan bir çocuk. Bu i ş tıpkı bir peri masalına benziyor. Bazen süper-gribin bizi öldürmedi ğini, hepimizi çıldırttı ğını dü şünüyorum.» «Leo seninle konu şmamı söyledi. Ben de öyle yapıyorum.» Fran, «Yazılı ...» dedi. «Çocuk haklı. Bütün sorunun nedeni bu sanırım. Her şeyi deftere yazacak kadar aptal ve kibirli olmasaydım... Ah, kahretsin!» Larry ona şaşkınlıkla baktı. «Sen neden söz ediyorsun?» Fran, Ha rold'un o Haziran günü Cadillac'la evine geli şinden ba şlayarak bütün olanları anlattı. Günlük defterinden ve parmak izinden söz etti. Genç kadının konu şması bitti ği sırada saat dokuzu geçmi ş, A ğustos böcekleri ötmeye ba şlamı ştı. Larry, «O parmak izinden ne kadar eminsin?» diye so rdu. «Onun Harold'un parmak izi oldu ğu konusunda hiçbir ku şkun yok mu?» «O parmak izini ilk gördü ğüm an, onu Harold'un bıraktı ğını anladım. Tanrım, ne korkunç şeyler bunlar!» «Harold Lauder'in davranı şlarından sen sorumlu de ğilsin, çocu ğum.» Larry genç kadının elini avuçları arasına aldı. «Buna inanırsa n gerçekten çıldırırsın.» Fran'in elini bıraktı. Bir süre konu şmadılar. Sonra Larry, «Sence Harold, Stu'ya dü şman öyle mi?» dedi. «Onu öldürecek kadar! Kini bu kadar derin mi?» Fran mırıldandı. «Evet. Hatta belki de bütün komite üyelerini ortadan kaldıracak kadar. Ama bilmiyorum...» Larry elini Fran'in omzuna koydu. Genç kadın sustu. Gözleri irile ş-mi şti. Sessizce dudaklarını oynatıyordu. «Larry, ne...» Genç adam, «O a şağıya indi ği zaman,» diye fısıldadı. «Tirbu şonu rou neyi almaya gitti...» «Ne?»

Page 139: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Larry a ğır a ğır genç kadına döndü. «Biliyor musun, bu sorunu Çöz ümlemenin bir yolu olabilir. Tabii kesin bir şey söyleyemem. Defterin içine bakmadım. Ama her şey o kadar mantıklı ki! Harold senin gün- — 295 — lük defterini okuyor... Kendisi hakkındaki dü şüncelerini ö ğreniyor. Ayn. ca aklına bir şey geliyor.. Bütün iyi yazarlar günlük tutmazlar mı ?» «Yani Harold'un da bir Günlük Defteri oldu ğunu mu söylüyorsun?» «Harold'a şarabı götürdü ğüm gün. O bir ara bodruma indi. Ben do oturma odası nda çevreme bakındım. Şöminenin ta şlarından birinin gev. şek oldu ğunu farkettim.» «Evet!» Fran öyle yüksek sesle haykırdı ki, Larry s ıçradı. «Ha-rold'un evine gizlice girdi ğim o gün... Nadine Cross geldi... Ben de şömineye ili ştim... O gev şek ta şı hatırlıyorum.» Genç kadın tekrar Larry'e baktı. « Gördün mü? Sanki yine bir şey bizi burnumuzdan yakalamı ş, sürüklüyor.» «Rastlantı.» Ama Larry'nin sesi kaygılıydı. «Öyle mi? ikimiz de Harold'un evine girdik. Đkimiz de o gev şek ta şı farkettik. Şimdi ikimiz de buradayız. Bu da mı rastlantı?» «Bilmiyorum.» «Taşın altında ne vardı?» Larry a ğır a ğır, «Bir Hesap Defteri,» dedi. « Đçine bakmadım. Ama belki de defter o evde daha önce oturmu ş olan birine aitti. Harold onu orada buldu. Đkimiz de o gev şek ta şı farkettik. Belki Harold o defteri kovukta buldu. Defter belki salgından önce o evde ya şayan birinin sırlarıyla dolu. Yani o defterdekiler Harold'un sırları olmayabilir. Anlıyor musun?» «Evet ama...» «Müfetti ş Underwood olayı incelerken onun sözünü kesme, küçü k kız... Defterdeki sırlar Harold'un de ğilse... o halde delikanlı bunu neden tekrar ta şın altına sakladı! O Harold'un günlü ğü olmalı.» «Defter hâlâ orada mı dersin?» «Belki. Bence gidip baksak iyi olur.» «Şimdi mi?» «Yarın. Harold Gömme Komitesiyle çalı şmaya gider sanırım. Nadine'in de ö ğleden sonraları elektrik santraline gitti ğini biliyorum.» Fran, «Pekâlâ,» dedi. «Stu'ya bundan söz edeyim mi dersin?» «Neden biraz beklemiyoruz? Ortalı ğı bo şuna velveleye vermeye- — 296 — p. Belki defter orada de ğil. Belki de içind# Harold'un yapmak istedi ği islerin bir listesi var. Defter son derece masum yazılarla da dolu olabilir, ya da belki şifreyle yazılmı ştır.» «Bak bu hiç aklıma gelmedi. Bir şeyler varsa... o zaman ne yapaca- ğ|Z?" «Herhalde o zaman durumu Özgür Bölge Komitesine açı klamak z0runda kalaca ğız. Đşte bu i şi çabucak çözümlemek için bir neden daha. Đki Eylülde toplantı var. Komite bu i şle ilgilenir.» «Öyle mi dersin?» Larry, «Evet, öyle,» dedi. Ama Leo'nun komiteyle il gili sözlerini dü şünüyordu. Fran aya ğa kalktı. «Benimle konu ştu ğun ve burada oldu ğun için te şekkür ederim, Larry.» «Nerede bulu şaca ğız?» «Harold'un evinin kar şısındaki küçük parkta. Yarın ö ğleyin, saat birde. Uygun mu?» Larry, «Uygun,» dedi. «Yarın görü şürüz.» Fran eve gitti. Birkaç haftadır kendini daha iyi hi ssetmeye ba şlamı ştı. Eylülün birinde hava kur şuni ve ya ğmurluydu. Sıkıntılı, kolaylıkla belleklerden silinebilecek bir gündü. Ama Özgür Bölgedekiler bu tarihi hiçbir zaman unutmadılar. Çünkü o gün Boulder'da ı şıklar yandı. Belki kısa bir süre için. Ama yine de yandı. Fran o gün saat birde Larry'yle Harold'un evinin ka r şısındaki Eben G. Fine Parkında bulu ştu. Đkisi de, daha sessiz olur diye bisikletlerle gelmi şlerdi. Onları a ğaçlıkların arasına sakladılar. Fran, «Bugün ne olursa olsun, Larry,» dedi. «Gece S tu'ya her şeyi anlatmak istiyorum.»

Page 140: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Larry ba şını salladı. «Evet. Yalnız o komite üyesi oldu ğu için de de ğil. Stu, şerif.» Fran kaygıyla genç adama baktı. Harold'un sonunda h apse atılabilece ğini ilk defa anlıyordu. Ayrıca delikanlının evine ellerinde aram a izni — 297 — ya da benzer bir belge olmadan gizlice gireceklerdi . «Çok kötü bu.» Larry, «Evet, pek ho ş sayılmaz,» diye kar şılık verdi. «Vazgeçmek istiyor musun?» Fran uzun bir süre dü şündü. Sonunda, «Hayır,» diye ba şını salladı «iyi. Ne olursa olsun, gerçe ği ö ğrenmeliyiz.» «Đkisinin de gittiklerinden emin misin?» «Evet. Harold'un bu sabah erkenden, Kentteki Ölü Gö mme Komitesinin bir kamyonuyla gitti ğini gördüm. Nadine ise, bildi ğin gibi Elektrik Komitesinde. Hepsini de bugünkü deneme için santrale davet ettil er.» «Kadının oraya gitti ğinden emin misin?» «Gitmemesi garip kaçmaz mı?» Fran, «Evet, do ğru,» dedi. «Herhalde kaçar. Ha, aklıma gelmi şken. Stu ayın altısında artık bütün kentin elektri ğe kavu şaca ğını umduklarını söyledi.» «Đşte bu şahane olur!» Larry, Shannon'un barında oturarak büy ük bir elektro gitarı alıp çalmanın ne güzel bir şey olaca ğını dü şünüyordu. Fran, «Haydi,» dedi. «Gidelim.» Harold'un evine yine bodrumdaki pencereden girdiler . Usulca yukarı çıkıp lo ş oturma odasına geçtiler. Fran kaygılanmaya ba şlamı ştı. «Geçen sefer Nadine'in anahtarı yoktu,» diye dü şünüyordu. «Ama bu sefer eve döndü ğünde herhalde kapıyı anahtarıyla açacak, ikimizi suçüstü yakalayacak. St u'nun şerif olarak ilk görevi kendi kadınını tutuklamak olacak. Çok acı bir şaka olur bu.» Larry i şaret etti. « Şu ta ş, de ğil mi?» «Evet. Elini mümkün oldu ğu kadar çabuk tut.» «Harold defteri ba şka yere kaldırmı ş olabilir.» Gerçekten de öyle olmu ştu. Ama Nadine, delikanlının izniyle Hesap Defterini okuduk tan sonra onu yine eski yerine koymu ştu. Larry ta şı çekti ği zaman defterin üzerindeki o altın harfler ı şıldadı. «Hesap Defteri.» Larry'le Fran buna bakakal dılar. Sanki oda daha sıcak, daha bo ğucu, daha karanlık bir hal aldı. Larry, «Eh,» dedi. «Deftere hayran hayran" bakacak mıyız, yoksa okuyacak mıyız?» — 298 Fran, «Sen oku,» diye mırıldandı. «Ona dokunmak bil e istemiyorum" Larry defteri kovuktan alarak dalgın dalgın üzerind eki tozları sildi, sayfaları çevirmeye ba şladı. «Bu defteri ba ştan sona okumak için üç gün ister.» Fran, «Bir dakika,» diyerek genç adamı durdurdu. O sayfada yazılı olanları okumaya ba şladı. «insanların en büyük iki günahının azamet ve nefret oldu ğunu söylerler. Bence bunlar pek büyük iki meziyet. Đnsan her zaman azametle ve nefretle davranmalı, gerekti ğinde intikam da almalıdır.» Fran buz kesildi. «Bunlar dengesiz bir kafadan çıka n fikirler. Çok dengesiz bir kafadan.» «Başımıza şimdiki derdi de böyle dü şünceler açtı.» Larry çabucak defterin ilk sayfasını açtı. «Zaman geçiyor. Bakalım bir şeyler ö ğrenebilecek miyiz?» Đlk sayfada yazılı olanlar ikisinin de şok geçirmesine neden oldu. Fran boğulurcasına, «Ah...» diye geriledi. Elini hafifçe a ğzına bastırmı ştı. Larry, «Fran,» diye mırıldandı. «Bu defteri alıp gö türmeliyiz.» «Evet...» «Stu'ya göstermeliyiz. Leo onların kara adamdan yan a olduklarını söylüyor. Çocuk haklı mı bilmiyorum? Ama Harold'un tehlike yaratabi lecek kadar çıldırmı ş oldu ğu kesin. Bunun sen de farkındasın.» «Evet.» Fran bitkinle şmişti. Neredeyse bayılacaktı. Demek ki Günlük Defterle r olayı böyle sona erecekti? Ama zaten bunu o çikolat alı parmak izini gördü ğü gün sezmi şti. «Frannie? Frannie, iyisin ya?» Larry'nin sesi çok uzaklardan geliyordu sanki. Hesap Defterinin birinci sayfasında, «Bu güzel yaz mevsiminde Bay Stuart 'A şağılık' Redman'i öldürmek bana büyük bir zevk verecek ,» diye yazılıydı. «Belki Fran'i de öldürece ğim.»

Page 141: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Ralph? Ralph Brentner? Evde misin? Huuu-huuu! Kim se yok — 299 — mu?» Nadine basamaklarda durmu ş, eve bakıyordu. «Ralph evde olsaydı beni duyardı. Ama o sa ğır dilsiz genci de unutmamalıyım. 0 içerde olabilir . Tabii beni de duymaz.» Kadın elindeki pazar çantasını di ğer eli-ne geçirerek kapıyı denedi. Kilitli de ğildi. Nadine küçük antreye girdi Yandaki merdivende n bodruma iniliyordu. Harold, Nick'in dairesinin orada oldu ğunu söylemi şti. Nadine en nazik tavırlarını takınarak a şağı-ya indi. Nick evdeyse ona, «Do ğru içeri girdim,» diyecekti. «Kapıyı çaldı- ğımı duymayaca ğını biliyordum. Birkaçımız bu gece, santralde arızalanan iki motor üzerinde çalı şılıp çalı şılmayaca ğım öğrenmek istedik. Brad Kitchner sana bir şey söyledi mi?» Aşağıda iki oda vardı. Yatak odası, rahip hücresi kadar sadeydi. Di ğeri ise çalı şma odasıydı. Yazı masasının üzerinde kâ ğıtlar duruyodu. Nick bunlara düşüncelerini karalamı ştı. «Yasalar, yasalar! Kahretsin, biz yasalar konus unda ne biliyoruz ki? Ölüm cezası! Đşte güzel bir dü şünce. Acaba Brad kente cereyan verdikten ne kadar zaman sonra biri çıkıp ondan ele ktrikli sandalye hazırlamasını isteyecek?» Nadine istemeye istemeye döndü. Yalnızca yazarak dü şünebilen bir insanın fikirlerini okumak ilgisini çekmi şti. Ama artık Nick'in burada olmadı ğını da öğrenmi şti. Önemli olan buydu. Orada fazla kalırsa şansını zorlamı ş olabilirdi. Nadine tekrar yukarı çıktı. Harold ona, «Herhalde t oplantıyı oturma odasında yapacaklar,» demi şti. Oda çok büyüktü. Yere şarap rengi, uzun tüylü bir halı serilmi şti. Dipteki büyük şömine dikkati çekiyordu. Odanın batı duvarı tümüyle camdı. Buradan görülen manzara da şahaneydi. Nadine odanın güney tarafında aradı ğını buldu. Ralph'in henüz bo şaltmamı ş oldu ğu büyük bir dolaptı bu. Dibe ceket ve paltolar asılmı ştı. Bir kö şeye botlar, yün eldiven ve atkılar yı ğılmı ştı. Nadine çabucak çantasındaki yiyecekleri çıkardı. Ka muflajdı bunlar. Domates salçası ve sardalya tenekelerinin altında o ayakkab ı kutusu duruyordu. Nadine, «Bombayı dolaba koysam yine yararı olur mu? » diye sormu ştu. «Dolabın kapakları bombanın etkisini azaltmaz mı?» Harold, «Nadine,» demi şti. «Bu bombanın etkili olmayaca ğım — 300 — ^üşünmem için hiçbir neden yok. Bomba yalnız evi de ğil, çevredeki tepelerin yamaçlarını da uçuracak. Bombayı toplantı ba şlayıncaya kadar farketmeyecekleri bir yere koymalısın. Dolap çok uygun. Kapaklar uçac ak, ek birer şarapnel görevi yapacak. Kafana güveniyorum, hayatım. Bu i ş terziyle sinek masalındaki gibi olacak. Bir vuru şta yedi ki şi-" Nadine botları ve atkıları yana iterek bir çukur ya ptı, ayakkabı kutusunu oraya yerle ştirdi, üzerini örttü ve dolaptan çıktı. Đşte! Olmu ştu artık! Kadın evden çabucak ayrıldı. Arkasına bakmıyorlar, içinden yüks elen sese aldırmamaya çalı şıyordu. «Geri dön! O telleri kopar. Bu i şten vazgeç. Yoksa çıldıracaksın. Çünkü aslında seni bekleyen bu, de ğil mi? Çıldırmana belki de iki haftadan daha az bir süre kaldı. Çıldırmak... Serüvenin mantıklı sonu bu, de ğil mi?» Kadın pazar çantasını motorlu bisikletin arkasına a tarak ta şıtı çalı ştırdı. Oradan uzakla şırken o ses hâlâ konu şuyordu. «O bombayı orada bırakacak de ğilsin herhalde? O bombayı! Zaten bu dünyada sürüyle insan öldü...» Nadine gözya şlarından nereye gitmekte oldu ğunu pek göremiyordu. «En büyük günah, insan canına kıymaktır... O evde yedi ki şi oturuyor. Ak şam komite de toplanacak...» Nadine motorlu bisikleti kö şede durdurdu. Geri dönecekti. Şiddetle titriyordu. Kadın sonradan olanları Harold'a do ğru dürüst anlatamadı. Hatta bunu denemedi bile. Çünkü o anda ilerde kar şıla şaca ğı deh şetlerin tadını tattı ilk defa. Gözlerinin önünde bir kara bulut belirdi. Siyah bir perde gibi. Karanlık Nadine'in çevresini sardı. Göremiyor, duyamıyordu. Dokunma duyusunu da kaybetmi şti. Nadine, kara adamın usulca içine süzüldü ğü-nü hissetti. Đçinden bir çı ğlık yükseldi. Ama ba ğırmak için a ğzı yoktu sanki. Kara adam içine yayıldı. Buz gibiydi. Nadine, otobüs dura ğının yakınındaki kö şede Harold'u bekliyordu. Delikanlı onu gördü ğü zaman yüz hatları dondu sanki. Bütün kanı suratın dan çekildi. Harold, «Nadine...» diye fısıldadı.

Page 142: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Kadın, «Harold,» dedi. «Biliyorlar. Biz...» — 301 — «Saçların, Nadine! Ah, Tanrım! Saçların...» «Beni dinle!» Harold kendini biraz toplar gibi oldu. «P-Peki... N e var?» «Evine girmi ş, defterini bulmu şlar. Alıp götürmü şler.» Harold'un yüzünde öfke, deh şet ve utanç birbirleriyle sava ştı. Sonra bunlar kayboldu, o donuk gülümseme belirdi. «Kimler?» «Pek emin de ğilim. Aralarında Fran Goldsmith'in oldu ğundan eminim. Belki Glen Bateman ya da Larry Underwood. Bilmiyorum. Ama seni yakalamaya gelecekler, Harold.» «Nereden biliyorsun?» Harold sert bir hareketle kad ını omuzlarından yakaladı. Defteri ta şın altına Nadine'in koydu ğunu hatırlamı ştı. Kadını sanki bezden yapılmı ş bir bebekmi ş gibi silkeledi. Ama Nadine ona korkusuzca bakıyord u. Bu uzun, çok uzun gün sırasında Harold Lau-der'den çok daha korkunç şeylerle kar şıla şmıştı o. «Seni a şağılık di şi köpek! Bütün bunları nereden biliyorsun?» «Bunu bana kara adam söyledi.» Harold'un elleri kadının omzundan kaydı, «Flagg mi? » Sesi fısıltı halini almı ştı. «O seninle konu ştu mu? Sana bunu o mu yaptı?» Harold'un gülümsemesi korkunçtu. Azrailin gülümsemesine benziyordu. «Neden söz ediyorsun?» Bir ma ğazanın önünde duruyorlardı. Harold kadını tekrar om uzlarından yakalayarak vitrine do ğru çevirdi. Nadine camdaki hayaline uzun bir süre b aktı. Saçları a ğarmı ştı. Tümüyle bembeyazdı artık. Bir tek siyah tel bil e kalmamı ştı. Kadın, «Haydi, gel,» dedi. «Kentten kaçmamız gereki yor.» «Hemen, şimdi mi?» «Karanlık bastıktan sonra. O zamana kadar saklanırı z. Giderken de gerekli kamp eşyalarını alırız.» «Batıya mı gidece ğiz?» «Hemen de ğil. Onu yarın gece yapaca ğız.» Harold, «Belki de ben artık batıya gitmek istemiyor um,» diye fısıldadı. Hâlâ kadının saçlarına bakıyordu. — 302 — Nadine delikanlının elini tutarak saçlarına götürdü . «Artık çok geç, Harold.» 48 Fran'le Larry genç kadının Stu'yla oturdu ğu katın mutfa ğındaydı-lar. Masanın başına geçmi ş, kahve içiyorlardı. Leo a şağıda gitar çalıyordu. Larry çocu ğa hem gitar, hem de pikapla plak albümleri almı ştı. Fran'le Larry aradaki kemerli kapıdan oturma odasın ı görebiliyorlardı. Stu rahat koltu ğuna yerle şmiş, Harold'un Hesap Defterini de dizlerinin üzerine k oymuştu. Saat dörtten beri defteri okuyordu. Saat dokuz olmu ş, hava iyice kararmı ştı. Genç adam ak şam yemeği yemeye yana şmamıştı. Frannie ona bakarken Stu bir sayfa daha çevirdi. Leo a şağıda çaldı ğı, «Backwater Blues» parçasını bitirdi. Fran, « Đyi gitar çalıyor, de ğil mi?» dedi. «Benden daha iyi.» Larry kahvesini yudumladı. Aşağıdan birdenbire o tanıdık parçanın ilk notaları duy uldu. Larry' nin ünlü şarkısını çalıyordu Leo. Genç adam kahveyi döktü. Fran bir peçete kaparak lekeyi çabucak sildi. «Bu şarkıyı hatırlıyorum. Gripten önce çok moda olmu ştu. Leo pla ğı bir dükkânda buldu herhalde.» «Evet.» «Şarkıcının adı neydi? Bu pla ğı yapan gencin?» Larry, «Hatırlamıyorum,» dedi. Stu defteri kapattı. O mutfa ğa girerken Fran de ona döndü ğü için Larry rahat bir soluk aldı. Genç kadının gözleri önce Stu'nun belin deki tabancaya kaydı. Stu şerif seçileli silahlı dola şıyordu. Sık sık kendini aya ğından vuraca ğını söyleyerek şakalar yapıyordu. Ama Fran bu şakaları hiç de komik bulmuyordu. Larry, «E?» diye sordu. — 303 —

Page 143: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Stu'nun yüzünde müthi ş bir kaygı vardı. Defteri masaya koyar^ oturdu. «Bu nu baştan a şağı okudum. Şimdi ba şım a ğrıyor, Harold...» Fran, «O hasta,» dedi. «Evet.» Stu bir sigara yaktı. «Ve tehlikeli.» «Ne yapaca ğız? Onu tutuklayacak mıyız?» Stu parmaklarını deftere vurdu. «Harold'la Nadine d enilen o kadın batıya gittikleri zaman ho şça kar şılanabilmek için bir şeyler yapmayı planlıyorlar. Ama bunun ne oldu ğu defterde yazılı de ğil.» Larry, «Defterde Harold'un ho şlanmadı ğı çok kimsenin adı geçi-yor,» dedi. Fran, «Ne yapaca ğız?» diye tekrarladı. «Onu tutuklayacak mıyız?» «Hiç bilmiyorum. Bu konuyu önce komitenin di ğer üyeleriyle konu şmak istiyorum. Bunu yarın ak şam yapabilirim.» Stu sıkıntıyla ekledi. «Ke şke yargıç burada olsaydı. Ona çok ısınmı ştım. Neyse... Onun yerine Yasalar Komitesi Ba şkanı Al Bindell'e açıklarız durumu. Ne olursa olsun, Harold 'la Nadine'in ortalıkta ellerini kollarını sallayarak dola şmalarına izin veremeyiz. Ama onları hapse atmak da istemiyorum. Lanet olsun!» Larry sordu. «Ba şka ne yapılabilir ki?» Ona Fran cevap verdi, «ikisini de sürebiliriz.» Larry genç kadına baktı. Stu ba şını sallayıp duruyordu. Müzisyen, «Harold'u kentten kovacak mıyız?» dedi. Stu, «Hem onu, hem de kadını,» diye açıkladı. Frannie sordu. «Flagg bu durumda onları kabul eder mi?» Stu genç kadına baktı. «Fran, bu bizim sorunumuz de ğil.» Sonra Larry'ye döndü. «Ne yapmayı planladıkları konusunda bir fikrin var mı?» Larry omuz silkti. «Bazı tahminlerde bulunabilirim. » «Örne ğin...» «Elektrik santralini sabote edebilirler. Seni ya da Frannie'yi öldürmeye kalkı şabilirler... Harold pek açık açık yazmamı ş ama... galiba seninle ve Ralph'la Abagail Anayı aramaya çıktı ğı zaman seni yalnız yakalamayı ve öldürmeyi düşünmüş.» — 304 Stu, «Eline böyle bir fırsat da geçti,» diye açıkla dı. «Belki birdenbire cesareti kırıldı.» Fran ifadesiz bir sesle, «Lütfen susun,» dedi. «Lüt fen.» Stu kalkıp oturma odasına geçti. Oradaki telsize ya kla şarak dü ğmeye bastı. Kısa bir süre sonra Brad Kitchener'la konu şuyordu. «Brad, ben Stu Redman! Bu gece santralde nöbet bekleyecek birkaç ki şi bulabilir misin?» Brad, «Tabii,» dedi. «Ama neden?» «Bu biraz nazik bir konu, Brad. Kula ğıma bir şey çalındı. Bazı kimseler orada bir yaramazlık yapabilirlermi ş.» Brad küfürü bastı. Stu hafifçe gülümsedi. «Neler hissetti ğini anlıyorum. Bu yalnızca bu gece için. Belki yarın gece için de. Sonra durum düzelecek san ırım.» Brad, «Hemen on iki ki şi bulurum,» dedi. «Yoksa bu o Rich Moffat adlı fa şistin i şi mi? Şu muhalifin.» «Hayır. Bunun Rich'le bir ili şkisi yok. Seninle daha sonra konu şuruz, tamam mı?» «Tamam, Stu! Santrale nöbetçi dikece ğim.» Stu tekrar mutfa ğa döndü. « Đnsan istedi ği şeyleri gizleyebiliyor. Biliyor musunuz, bu durum beni korkutuyor. Bizim Glen, o ka bak kafalı sosyolog çok haklı. Đstersek burada kral bile olabiliriz.» Fran avucunu onun elinin üzerine koydu. «Bana bir k onuda söz vermenizi istiyorum. Đkinizin de. Bu sorunu yarın geceki toplantıda kesin likle çözümleyece ğimize söz vermelisiniz. Bu olay hemen sona ermeli.» Larry ba şını salladı. «Sürgün. Evet. Bu aklıma bile gelmemi şti ama galiba en iyi çözüm yolu. Neyse, ben artık eve gideyim.» Stu, «Yarın görü şürüz,» dedi. «Olur.» Larry çıktı. Harold 2 Eylül sabahı şafaktan önce Güne ş Amfisinin kenarında durmu ş, a şağıya bakıyordu. Kent karanlıklar içindeydi. Nadine gerid e, — 305 Mahşer / F: 20

Page 144: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Boulder'dan kaçarken aldıkları iki ki şilik çadırda uyuyordu. Harold, «Geri dönece ğiz,» diye dü şündü. «Zaferle hem de!» Ama aslında için için buna pek de inanamıyordu. Çevresini karanlıklar sar mıştı delikanlının. «O aşağılık köpekler her şeyimi çaldılar. Fran'i, kendime olan saygımı, sonra defterimi... ve şimdi de umudumu.» Harold'a yava ş yava ş yüksek bir yerden düşüyormu ş gibi geliyordu. Geride Nadine uykusunun arasında inledi. Korkutucu bir sesti bu. Harold, «O da benim gibi kayıp,» diye dü şündü. «Hatta belki de benden daha kötü durumda. Uykusunda çıkardı ğı sesler, mutlu rüyalar görmedi ğini açıklıyor... Ama ben aklımı koruyabilirim. A şağıda beni bekleyen şeye do ğru yuvarlandı ğım zaman aklım başımda olursa, bu da bir ba şarı sayılır. Evet. Bir ba şarı.» Sonra kendi kendine, «Acaba küçük evimi sardılar mı ?» diye sordu. «Beni yakalayıp deli ğe tıkmak için mi bekliyorlar? Ah, çok uzun süre bek leyecekler o zaman. Ben serüvene atıldım bile.» Delikanlı Nadine 'in, elini beyaz saçlarının üzerine koyarak, «Artık çok geç, Harold,» deyi şini çok iyi hatırlıyordu. O sırada kadının gözleri ölüden farksızdı. Harold, «Pekâlâ,» diye fısıldadı. «Bu i şi yapaca ğız.» Delikanlının çevresinde kara bir Eylül rüzgârı esmeye ba şladı. Özgür Bölge Komitesi on dört saat sonra Ralph Brent ner'in evinde toplandı. Stu bir koltu ğa yerle şmişti. Elindeki bira tenekesini sigara masasına vurara k, «Tamam,» dedi. «Ba şlayabiliriz.» Glen'le Larry şöminenin kenarına ili şmişlerdi. Nick, Susan Stern ve Ralph kanepede oturuyorlardı, Nick'in dizinde yine o not defteriyle kalemi vardı. Brad Kitchener kapının hemen içinde durmu ş, Al Bundell'le konu şuyordu. George Richardson'la Chad Norris camlı duvarın önündeki ko ltukları seçmi şlerdi. Güne şin dağların ötesinde batı şını seyrediyorlardı. Frannie ise sırtını Nadine'in bombayı koydu ğu dolaba dayamı ş, rahat rahat oturuyordu. Harold bir piknik masasına ba ğdaş kurmu ştu. Uzaklara dikti ği gözleri düşünceliydi. Nadine'in asla pe şinden gelemedi ği o so ğuk ve — 306 — yabancı âleme dalmı ştı yine. Kadın korkuyordu. Harold'un elinde detonat or vardı. Ayakkabı kutusundaki telsizin bir e şiydi. Kadın, «Ne zaman?» diye sordu. Sinirleri iyice geri lmi şti. Harold, «Biraz sonra,» dedi. Artık sırıtmıyor, tatl ı tatlı gülümsüyor-cju. Çünkü mutluydu. Chad Norris, Ölüleri Gömme Komitesinin çalı şmalarından söz ediyordu. O güne kadar Boulder sokaklarından ve evlerden toplanan 25 .000 cesedi gömmü şlerdi. Fran günün son ı şıkların: görebilmek için yerinde biraz kımıldandı. Tepelerdeki yaldız, yerini açık bir limon rengine bırakıyordu. Sekize be ş vardı. Nadine, «Harold,» dedi. «Geç oldu. Saat sekizi geçi yor.» Delikanlı ona kayıtsızca göz attı. «Gece yarısına k adar orada oturacak, birbirlerinin sırtlarını sıvazlayacaklar. Zamanı ge lince darbeyi indirece ğim. Sen kaygılanma.» «Ne zaman?» Harold anlamsızca güldü. «Karanlık basar basmaz.» Fran esnememek için kendini zor tuttu. Toplantı uza yacaktı. Genç kadın birdenbire Stu'yla evde olmayı istedi. Bunun nedeni yalnızca yorgunluk de ğildi. Genç kadın nedense artık Ralph'ın evinde kalmak ist emiyordu. Birdenbire içinden bir ses, «Buradan kaç,» diye haykırdı. «Di ğerlerini de dı şarı çıkar.» Ama delice bir şeydi bu. Fran yine kımıldandı, bir şey söylememeye karar verdi. Dı şardan gürültüler geldi. Fran aya ğa kalktı. «Birileri geliyor sanırım.» Birbirini izleyen motosikletlerin homurtularını ve koma seslerini hepsi duyabiliyordu artık. Fran, «Dinleyin!» diye ba ğırdı. «Hepiniz de!» Di ğerleri şaşkınlık ve kaygıyla ona do ğru döndüler. «Frannie, iyi misin?» Stu genç kadına do ğru birkaç adım attı. — 307 — Fran yutkundu. Sanki gö ğsüne bir a ğırlık çökmü ş, onu bo ğuyor, du. «Buradan çıkmalıyız! Hemen! Şimdi!»

Page 145: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Sekizi yirmi be ş geçiyordu. Gökyüzünden son ı şık da silinmi şti Zaman gelmi şti artık. Harold dikle şerek telsizi a ğzına götürdü. Ba şparmağını hafifçe 'Verici' yazılı dü ğmeye koymu ştu. O dü ğmeye basacak, hepsini de cehenneme yollayacaktı... «O da nedir?» Nadine, Harold'un kolunu tutarak a şağıyı i şaret etti. Uzaklarda ı şıklar birbirlerini izliyordu. Motosikletlerin hafif homurtusunu ikisi de duyabiliyorlardı. Harold hafif bir kaygı duydu ama bunu çabucak yendi. «Bırak yakamı,» dedi. «Tam zamanı.» Nadine'in eli d elikanlının kolundan kaydı. Yüzü karanlıkta beyaz bir lekeye benziyordu. Harold dü ğmeye bastı. Fran sonradan grubu neyin harekete geçirdi ğini anlayamadı. Buna neden olan kendi sözleri miydi, yoksa motosikletler mi? Ama hiç kims e de yeteri kadar hızlı davranmıyordu. Genç kadın her zaman yüre ği sızlayarak bunu dü şünecekti. Kapıdan ilk çıkan Stu oldu. Yakla şan motosikletlerin gürültüsü kulakları sa ğır edecek gibiydi artık. Stu farkına varmadan elini ta bancasının kabzasına attı. Larry genç adamı izledi. «Ne var, Stu?» «Bilmiyorum. Ama onları dı şarı çıkarsak iyi olacak.» Öndeki motosikletler yakla şırken Stu da biraz rahatladı. Dick Vollman'ı, Teddy Wei-zak'ı ve di ğerlerini tanımı ştı. Stu, «Dick,» dedi. «Ne oluyor?» Dick motor homurtuları arasında olanca sesiyle hayk ırdı. «Abagail Ana!» Larry, «Ne?» diye ba ğırdı. Aynı anda Glen, Ralph ve Chad Norris de dı şarı çıktılar. Dick sesini duyurmak için avaz avaz haykırmak zorun da kaldı yine. «Abagail Ana geri döndü! Çok kötü durumda! Doktor gerekiyor! Tan rım! Bir mucize olmalı!» — 308 'I George Richardson gruptakilerin arasından geçti. «O ya şlı kadın ^ı? Nerede o?» Fran, «Nick, Haydi! Haydi!» diye haykırarak delikan lıyı omzundan yakaladı. Nick odanın ortasında duruyordu. Yüzü ifadesizdi. Konu şamı-yordu ama birdenbire durumu anlamı ştı. Dolapta bir şey vardı. Delikanlı Fran'i hızla itti. «Nick!..» Delikanlı kadına, «Git!» diye i şaret etti. Fran kapıdan çıktı. Nick dolabın kapa ğını açarak deli gibi içerdeki karmakarı şık eşyaları sa ğa sola atmaya ba şladı. Geç kalmı ş olmamak için dua ediyordu. Dick, «Haydi, gel, doktor,» diye ba ğırdı. Richardson onun arkasındaki yere oturdu. Dick motosikletini döndürerek kalabalı ğın arasından yola do ğru ilerledi. Fran de o sırada Stu'nun yanına geldi. Rengi uçmu ş, gözleri iyice irile şmişti. Tela şla genç adamın kolunu tuttu. «Stu... Nick hâlâ içer ide... Bir şey... Bir şey...» Nick yün atkı ve eldivenleri kenara itti, aradı ğını buldu. Bir ayakkabı kutusu. Nick kutuyu yakaladı. Aynı anda, sanki biri kara bü yü yapmı ş gibi, kutudan etrafa Harold Lauder'in sesi yayıldı. Stu, «Nick'e ne olmu ş?» diye haykırarak Fran'i omuzlarından yakaladı. «Onu dı şarı çıkarmalıyız... Stu... bir şey olacak... Feci bir şey...» Al Bundell seslendi. «Ne oluyor, Stu?» Genç adam, «Bilmiyorum,» dedi. Fran bir çı ğlık attı. «Stu! Nick'i evden çıkarmalıyız!» Aynı anda ev arkalarında havaya uçtu. Harold 'Verici' dü ğmeye bastı ğı anda parazit kesilmi şti. Delikanlı — 309 — kesin bir sesle konu şmaya ba şladı. «Ben Harold Emery Lauder. Bunu kendi iste ğimle yapıyorum.» «Ben,» kelimesinden sonra mavi beyaz bir ı şık belirdi. 'Harold Emery Lauder' adından sonra gökyüzüne alevler yükseldi. Bunu bir patlama izledi. Harold, «Bunu kendi iste ğimle yapıyorum,» diyerek aygıtı bir yana fırlatırke n a şağıda alevlerden güller olu ştu. Nadine, Harold'u kolundan yakaladı. Birkaç saniye ö nce Fran nasıl Stu'nun kolunu yakaladıysa öyle. «Emin olmalıyız. Onların öldü ğünü kesinlikle ö ğrenmeliyiz.» Harold kadına baktı, sonra a şağıdaki o mahvedici alevleri i şaret etti. «Bundan kimse sa ğ çıkabilir mi?» «Bi... bi... bilmiyorum, Harold, ben...» Nadine ell erini midesine bastırarak döndü, ö ğürmeye ba şladı. Harold ona hafif bir tiksintiyle baktı.

Page 146: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Nadine sonunda delikanlıya dönebildi ği zaman yüzü bembeyazdı. Kesik kesik soluyordu. A ğzını kâ ğıt bir mendille ovu şturarak, « Şimdi ne yapaca ğız?» dedi. Harold, «Artık batıya gidebiliriz sanırım,» diye ka r şılık verdi. «Tabii a şağıya inip kenttekilerin duygularını ö ğrenmek istiyorsan, o ba şka.» Nadine titredi. Çekine çekine, «Yarına kadar bekley ece ğimizi sanıyordum...» diye başladı. Harold onunla alay etti. «Ah, tabii ya. Yirmi otuz kadar adam motosikletlerle çevreye yayılıp bizi yakalasınlar diye. Sen Mussoli ni'ye neler yaptıklarını gördün mü?» Kadın yüzünü buru şturdu, Harold da çadırı sökmeye ba şladı. «Bundan sonra birbirimize dokunacak de ğiliz. Bu ili şki sona erdi artık. Flagg bu sayede istedi ğini elde etti. Özgür Bölge Komitesini ortadan kaldı rdık. Artık i şleri bitik. Belki kente elektrik verebilecekler ama hiçb ir zaman eskisi gibi etkili olamayacaklar. Kara adam bana bir kadın verecek, Na dine. Sen onun yanında patates çuvalı gibi duracaksın. Ve sen... sen o ada mla beraber olacaksın. Mutlu günler geçireceksin. Öyle de ğil mi? Ama ben senin yerinde olsaydım korkudan titremeye de ba şlardım.» «Harold... lütfen.» Nadine hasta gibiydi. A ğlıyordu. Cinayet i şledi ğini hiçbir zaman unutamayacaktı. — 310 — Harold kabaca, «Artık buna alı ş,» dedi. Çadırı motosikletinin arkasına atarak bağlamaya ba şladı. «A şağıdakilerin i şi bitti. Olay bizim için de sona erdi. Salgın sırasında ölenler için de öyle. Ortalık kapk aranlık artık. Kara adam başımıza geçti. Onun için buna alı ş.» Nadine'in bo ğazından gıcırtıyı andıran bir ses yükseldi. «Yardım et de şunu sarayım. Güne ş do ğmadan önce buradan yüz elli kilometre uzakla şmalıyız.» Nadine bir süre sonra a şağıdaki felakete arkasını dönerek e şyaların toplanmasına yardım etti. On be ş dakika geçti ğinde o ate şten gülü geride bıraktılar. Serin ve rüzgârlı karanlıkta batıya do ğru ilerliyorlardı. Fran Goldsmith için gün basit ve acısız bir biçimde sona erdi. Genç kadın bir an havada uçtu, sonra da omzunun üzerine dü ştü. Ralph'ın arka avlusunun yakınındaki bir çukura. «Stu... Stu... Neredesin?.. Bebek? Bebe k!» Bunu ba şka bir dü şünce izledi. «Bu i şi Harold yaptı. Harold yaptı, Harold...» Genç kadın ın üzerine tabuta benzeyen koskocaman bir şey devrildi. «AH TANRIM BEBE ĞĐM...» Sonra Fran karanlıklara daldı. Kara adam bile pe şinden oraya gelemezdi. 49 Kuşlar... Fran ku şların cıvıltılarını duyabiliyordu. Genç kadın uzun süre karanlıkta yatarak ku şları dinledi. Sonra karanlı ğın aslında kızılımsı oldu ğunu farketti. Birdenbire patlamayı hatırladı. Ani bir deh şetle gözlerini açtı. «Stu!» Genç adam ba şucunda oturuyordu. Koluna temiz bir sargı sarmı şlardı. Bir yana ğındaki çirkin görünü şlü yarı ğın kanları kurumu ş, saçlarının yarısı da yanmı ştı. Ama yine Stu'ydu o. Ya şıyordu. Genç kadın gözlerini açtı ğı zaman Stu'nun yüzünde de sevinç dolu bir ifade belirdi. « Frannie! Tanrıya şükürler olsun!» — 311 — Kadın, «Bebek,» dedi. Bo ğazı kurumu ştu. Sesi bir fısıltıdan farksız, di. Stu ona boş bo ş bakınca Fran de kör bir korkuya kapıldı. «Bebek. Ç ocu ğumu kaybettim mi?» Stu o zaman kadının ne demek istedi ğini anladı. Sa ğlam koluyla ona beceriksizce sarılarak, «Hayır, Frannie, hayır,» dedi. «Bebe ğini kay. betmedin.» Fran o zaman a ğlamaya ba şladı. Genç kadın daha sonra, «Anlat,» dedi. «Durum çok mu kötü?» Stu'nun yüzünde kederli ve isteksiz bir ifade vardı . «Belki biraz bek-lesek...» «Hayır. Her şeyi ö ğrenmeliyim. Durum çok mu kötü?» «Yedi ki şi öldü.» Stu'nun sesi alçak ve bo ğuktu. «Yine de şansımız varmı ş. Durum çok daha kötü olabilirdi.» «Kimler öldü, Stuart?» Genç adam Fran'in elini tuttu. «Nick... Onu... bazı belirli yaralardan tanıdık...» Bir an ba şını çevirdi. Fran derin derin içini çekti. Sonra ge nç adam

Page 147: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

kendini toplayarak, «Susan da öldü,» diye ekledi. « Susan Stern. Bomba patladı ğı sırada o hâlâ içerdeymi ş.» «Đnsan inanamıyor... de ğil mi?» Fran iyice sersemlemi ş, şaşırmı ş ve uyu şmuştu. «Ama do ğru.» «Başka?» Stu, «Chad Norris,» dedi. Fran yine içini çekti, gö zünden bir damla ya ş aktı. «Đçerde yalnızca o üçü varmı ş. Bu mucizeden farksız! Brad o dolaba sekiz dokuz dinamit konulmu ş oldu ğunu sanıyor... Ve Nick, o... onun kutuyu eline aldı ğını düşündüğüm zaman...» Fran, «Dü şünme bunu,» dedi. «Bilemezdik ki!» Stu mırıldandı. «Ama öyle olması insanı avutmuyor.. .» Ölenlerin dördü de kentten motosikletlerle gelenler dendi. Aralarında Patsy Stone adlı genç kız da vardı. Stu, Patsy'nin Leo'ya flüt çalmayı ö ğretti ğini, patlama sırasında Glen Bateman'in teypinin kızın kafasını — 312 — adeta uçurdu ğunu Fran'e söylemedi. Patlamada yirmi ki şi de yaralanmı ştı. Gömme Komitesinden Ted Weizak'in durumu çok a ğırdı. Adamın ya şaması imkânsızdı. Đki ağır yaralı daha vardı. Bir ki şi kör olmu ş, palph Brentner'in sol elinin iki parmağı kopmu ştu. Fran, «Ya benim yaralarım?» diye sordu. Stu, «Sen sırtını incittin ve aya ğın kırıldı,» dedi. «George Richardson bana öyle söyledi. Patlama yüzünden ta ileriye fırladın. Üzerine de kanepe dü ştü. O yüzden sırtın incindi, aya ğın kırıldı.» «Kanepe mi?» «Bunu hatırlamıyor musun?» «Tabut gibi bir şey hatırlıyorum...» «Seni yerden ben kaldırdım. Çılgına dönmü ştüm... Larry bana yardıma ko ştu ğu zaman yüzüne yumru ğu indirdim. Berbat haldeydim.» Fran, Stu'nun yana ğına dokundu. Genç adam kadının elini tuttu, «Senin ölmü ş oldu ğundan emindim,» diye ekledi. «'0 öldüyse ben artık ne yaparım?' diye dü şündüğümü hatırlıyorum. Đyice kaçırmı ştım sanırım.» Fran, «Seni seviyorum,» dedi. Stu ona sarıldı. Bir süre öyle oturdular. Sonunda genç kadın, «Harold?» dedi. «Onun izini bile bulamadık. Ama bu felaketin onun i şi oldu ğu kesin. Nadine'le ikisi batıya do ğru fazla ilerlemeden onları yakalarsak...» Stu yumr uğunu sıktı. Yüzünde birdenbire beliren o so ğuk gülümseme Fran'in ürpermesine neden oldu. «Öyle gülümseme, Stu. Bir daha hiç öyle gülümseme.» Stu konu şmasını sürdürdü. «Çok kimse şafaktan beri onları arıyor.» Artık gülümsemiyordu. «Ama ikisini de bulabileceklerini s anmıyorum. Bizimkilere Boulder'dan yetmi ş be ş kilometreden fazla uzakla şmamalarını söyledim. Herhalde Harold arayı iyice açmı ştır bile...» Fran'in aklına ba şka bir şey geldi. «Abagail Ana! Bize onun döndü ğünü haber vermeye gelmeselerdi, bomba patladı ğı sırada hepimiz içerde olacaktık...» Stu, «Bu bir mucize,» diye tekrarladı. «Ana hayatım ızı kurtardı. O halde bile...» Birdenbire sustu. — 313 — Fran, Stu'nun elini sıkıca yakaladı. «Öldü mü? Stu, o da mı öldü?» «Abagail Ana sekize çeyrek kala kente dönmü ş. Leo onu elinden tutarak Lucy'ye götürmü ş. Çocuk çok heyecanlandı ğı için yine konu ş, mayı unutmu ş. Ana eve varır varmaz kendinden geçmi ş...» Stu ba şım salladı. «Tanrım! O kadar yolu nasıl yürüyebildi?.. O da ğlarda ne yaptı? Ne yiyip içti? Fran, sana bir şey söyleyeyim mi? Ben o kadını bize Tanrının yolladı ğına inanıyorum.» Fran gözlerini yumdu. «Ana öldü, de ğil mi? Gece öldü. Buraya ölmek için döndü.» «Daha ölmedi. George Richardson ölümün e şi ğinde oldu ğunu söylüyor. Ama henüz ölmedi.» Stu duygularını belirten bir tavırla Fran' e baktı. «Ben korkuyorum. Ana geri dönmekle hayatımızı kurtardı. Ama ben bundan k orkuyorum. Neden geri döndü ğünü dü şünüp kaygılanıyorum.» «Ne demek istiyorsun, Stu? Abagail Ana hiç kimseye zarar...» «Abagail Ana Tanrının emirlerini yerine getiriyor.» Stu'nun sesi sertti. «Stu!»

Page 148: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Ananın neden geri döndü ğünü bilmiyorum. Hâlâ bize söylemesi gereken bir şey kalıp kalmadı ğını da bilmiyorum. Belki de kendine gele-meden ölüp gidecek. George bu ihtimalin kuvvetli oldu ğunu söylüyor... Ama ben şunu biliyorum. O patlama... Nick'in ölümü... Ananın geri dönü şü... Bunlar kenttekilerin gözlerinin açılmasına neden oldu. Şimdi o kara adamdan söz ediyorlar. Bombayı Harold'un hazırladı ğını biliyorlar tabii. Ama Harold'a bu i şi kara adamın yaptırttı ğını dü şünüyorlar. Kahretsin! Ben de aynı fikirdeyim. Çok k imse, 'Abagail Ananın o halde dönmesinin, nedeni de yine Flagg,' diyor. Bilmem ki... Galiba ben hiçbir şey bilmiyorum... Ama korkuyorum. Sanki her şey çok kötü biçimde sona erecekmi ş gibi. Eskiden böyle dü şünmüyordum. Ama şimdi düşünüyorum.» Fran yalvarırcasına, «Ama biz varız,» dedi. «Biz ve bebek. Öyle de ğil mi? Öyle değil mi?» Stu uzun süre cevap vermedi, sonra, «Evet...» diye mırıldandı. «Ama ne kadar zaman için?» — 314 — 0 gün, yani 3 Eylül günü ak şama do ğru, halk a ğır a ğır, adeta amaçsızca, Lucy'yle Larry'nin evi önünde toplanmaya ba şladı. Larry yatak odasının penceresinden onlara bakıyordu. Geride, genç adamla l_ucy'nin kar yolasında, Abagail Ana yatmaktaydı. Ya şlı kadın kendinde de ğildi- Larry yaralanmamı ştı. Patlamanın şiddetinden bir çiçek tarhına yuvarlanmı ştı yalnızca. Genç adam şimdi Nadine'in sözlerini dü şünüyordu. «Larry, e ğer buseydin... Đstiyorsan dizüstü çöküp sana yalvarırım...» Genç ad am, «Cinayete engel olmak için elime bir fırsat geçmi şti,» diyordu. «Ama bunu anlayamadım... Flagg'in planı... Ardında her zaman Flagg var. O kara kuklac ı. Harold'un, Nadine'in ve belki de Charlie Impening'in iplerini çeki ştiriyor. Tanrı bilir daha ba şka kaç ki şinin. Buradakiler Harold'u yakalarsa onu sevinçle l inç edebilirler. Ama bütün bunlar asıl Flagg'in ba şının altından çıktı. Nadine'in de! Zaten... kadını Harold'a Flagg yolla-madıysa kim yolladı? Ama Nadin e, Harold'a gitmeden önce bana gelip yalvardı. Ben onu kovdum. Ona nasıl, 'Ev et,' diyebilirdim? Lucy'ye kar şı sorumluluklarım vardı. Bu çok önemliydi. Ama... N adine'le ili şki kurdu ğum an mahvolaca ğımı da seziyordum. O yüzden Nadine'i yanımdan uzakl aştırdım... Ah, Flagg herhalde dün geceki olaydan çok memnun! Tabii asıl adı Flagg'se! Evet, Stu yaşıyor, komite adına da konu şuyor. Glen de sa ğ. Ben de öyle. Ama komitenin kalbi Nick'di. Susan ise vicdanı. Evet, o köpek son uçtan memnun olmalı. Harold'la Nadine kendisine katıldıkları zaman onlar ı ödüllendirmen!» Larry pencereden geri döndü. Şakakları zonkluyordu. Richardson, Abagail Ananın nabzını dinlemekteydi. Laurie raftaki ilaçlarla ilg ileniyordu. Dick Ellis biraz ilerdeydi. Lucy ise kapının yakınında oturuyor, Lar ry'e bakıyordu. Larry, George'a, «Ana nasıl?» diye sordu. Richardson, «Eskisi gibi,» dedi. «Geceyi çıkarabilecek mi?» «Bilmiyorum, Larry.» Yataktaki kadın, üzerine kül rengi deri gerilmi ş bir iskeletten farksızdı. Cinsiyeti belli olmuyordu. Saçlarının ço ğu dökülmü ştü. Hı şırtılı hı şırtı-11 soluk alıyordu. Larry onu Yucatan mumyalarının resi mlerine benzetti. — 315 — «Hâlâ nasıl ya şıyor?» diye dü şündü. «Bütün bunların sebebi nedir?» George, «Benzer vakalardan söz edildi ğini duymu ştum,» demi şti «Böyle bir hastayla kar şıla şaca ğım hiç aklıma gelmezdi. Abagail Ana. kendi kendini yiyor. Aslında besinsizlikten ölmesi gerekirken hâlâ ya şı. yor. Beslenmek için vücudunun bazı kısımlarını eritiyor.» Abagail Anayı karyolaya yatıran Lucy de şaşkınlıkla, «Uçurtma kadar hafif,» diye açık-lamı ştı. Lucy kapının yakınındaki yerinden konu şmaya ba şlayarak hepsinin irkilmesine neden oldu. «Bir şey söylemek istiyor.» Laurie kararsızca, «O komada, Lucy,» dedi. «Belki d e... hiç kendine gelemeyecek...» Dick genç kadına, «Bize ne söyleyebilir ki, Lucy?» diye sordu. Lucy, «Bilmiyorum,» dedi. «Ama söyleyeceklerinden k orkuyorum. Bunun farkındayım. Ölümler sona ermedi. Yeni ba şladı daha. i şte ben bundan korkuyorum.»

Page 149: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Uzun bir sessizlik oldu. Sonunda George Richardson sessizli ği bozdu. «Hastaneye gitmem gerekiyor. Laurie, Dick, ikinize de ihtiyacı m olacak.» Üçü birlikte kapıya do ğru yürüdüler. Lucy onların ceketlerini getirdi. Hav a soğuyordu. Gömlekle motosiklete binmek kolay de ğildi artık. Larry doktora usulca, «Ana için yapabilece ğimiz bir şey var mı?» diye sordu. «Lucy serumla ilgili her şeyi biliyor. Yapılacak ba şka bir şey de yok. Durumu görüyorsun...» George Richardson'un sesi hafiflemi şti. Tabii, durumu hepsi görüyorlardı. Dick, « Đyi geceler, Larry,» diyerek doktor ve hem şireyle dı şarı çıktı. Larry tekrar pencereye yakla ştı. Dı şarda herkes aya ğa kalkmı ş, merakla bakıyordu. Abagail Ana sa ğ mıydı? Ölmü ş müydü? Ölüyor muydu? Đyile şmiş miydi? Bir şey söylemi ş miydi? Lucy, Larry'e yakla şarak kolunu onun beline doladı. «Seni seviyorum.» Larry genç kadına sarıldı, çaresizlik içinde titrem eye ba şladı. Gözlerinden yaşlar akıyordu. «Lucy? Tanrım! Bütün bunlar ne anlama geliyor?» — 316 5 Eylül günü ö ğleyin bütün kente elektrik verildi. Mahkeme binası- nm tepesindeki siren çalmaya ba şladı. Hastanedeki odanın ı şıkları yandı ğı anda Stu, Fran'in yanındaydı. Genç adam kadının gözlerinin dolmu ş oldu ğunu farketti. «Fran? Ne var? Sırtın mı a ğrıyor?» Genç kadın, «Nick'i dü şünüyordum,» diye açıkladı. «Nick hayatta olmalı ve ı şıkları görmeliydi. Haksızlık bu. Bana sarıl, Stu. Ç ocuk için dua etmek istiyorum.» Stu, Fran'e sarıldı ve birdenbire Nick'i çok aradı ğını da anladı. O anda Harold Lauder'a kar şı eskisinden daha da yakıcı bir kin duydu. Fran uzu n bir süre ağladı. Glen, Stu'yu şiddetle sarsarak uyandırdı. «Seni uyandırmak çok zo r, Do ğu Teksas'lı. Kütük gibi uyuyorsun.» «Đnsan önce şu lanet olasıca ı şı ğı yakardı!» «Biliyor musun, onu unuttum!» Stu ı şı ğı yakarak saate baktı. Gecenin üçü olmu ştu. 6 Eylül günü ba şlamı ştı. «Burada ne i şin var, Glen? Belki farkına varmadın ama uyuyordum. » Sonra Glen'e dikkatle baktı. Adamın rengi uçmu ştu. Korkmu ş gibi bir hali vardı. «Ne var?» Glen usulca, «Abagail Ana,» dedi. «Öldü mü?» «Tanrı beni affetsin, bazan ke şke ölmü ş olsa diyorum. Ana uyandı. Bizi istiyor. » «Đkimizi mi?» «Beşimizi. O...» Glen Bateman'in sesi bo ğukla ştı. «O Nick'le Susan'ın ölmü ş olduklarını biliyor. Fran'in hastanede oldu ğunu da. Nasıl ö ğrenmi ş, bilmiyorum. Ama biliyor.» «Komite üyelerini istiyor, öyle mi?» «Komite üyelerinden sa ğ kalanları. Abagail Ana ölmek üzere. Bize bir şeyi açıklaması gerekti ğini söylüyor. Onu dinlemeyi isteyip istemedi ğimden de hiç emin de ğilim.» Larry Underwood'un evi ı şık içindeydi. Stu'yla Glen oraya vardıkla- — 317- rı sırada Ralph da Fran'i getirdi. Genç kadın araba dan inerken sancı içinde oldu ğu belliydi. Stu elini Fran'in beline doladı. «Seni ta şımamı ister misin?» «Hayır, hayır. Yalnız kolunu çekme.» Larry kapıda onları bekliyordu. Glen gibi onun da r engi uçmu ştu «Hepinizi de buraya getirtti ğim için çok üzgünüm... Abagail Ananın ba şında bekliyordum. Lucy gidip yatmı ştı. Bir ara dalmı şım. Kendime geldi ğim zaman Ana bana bakıyordu. Şimdi ancak fısıltıyla konu şuyor ama sözleri anla şılır gibi.» Larry yutkundu. «Abagail Ana bana Tanrının onu şafak zamanı alıp götürece ğini söyledi. 'Önce Tanrının almadıkla-rıyla konu şmalıyım,' dedi. Bu sözlerin ne anlama geldi ğini sordum. Tanrının Nick'le Susan'ı aldı ğını biliyorum,' diye açıkladı. Gerçekten biliyordu.»

Page 150: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Lucy koridorda belirdi. «Kahve yaptım. Đstedi ğiniz zaman buradan alıp içebilirsiniz.» Larry, «Te şekkür ederim, sevgilim,» dedi. Lucy kararsızca durdu. «Sizinle gelmem gerekiyor mu ? Yoksa bu özel bir konu şma mı? Komite toplantıları gibi?» Larry, Stu'ya baktı. Genç adam usulca, «Gelebilirsi n,» dedi. Yatak odasına girdiler. Fran'i zorlamamak için a ğır a ğır yürüyorlardı. Ralph birdenbire, «Bize her şeyi söyleyecek,» dedi. «Ana durumu açıklayacak. Üzülmek yersiz.» Birlikte içeri girdiler. Ölmek üzere olan Abagail A na parlak gözleriyle onlara baktı. Fran ya şlı kadının ne durumda oldu ğunu biliyordu ama onu görünce yine de çok sarsıldı. Abagail Ana canını kemiklerine ba ğlayan kiri ş ve deriden ibaretti. Ama gözleri hiç de ği şmemişti. Bu gözler dostluk ve şefkat doluydu. Abagail Ana, «Otur kızım,» diye fısıldadı. «Sancın var.» Larry, Fran'i bir koltu ğa götürdü. Genç kadın rahat bir soluk alarak oraya çöktü. — 318 — Abagail Ana parlak gözleriyle hâlâ onu süzüyordu. « Hamilesin...» «Evet ama nasıl...» «Hi şş...» Odaya bir sessizlik çöktü. Fran ipnotize olmu ş gibi ya şlı kadının gözlerinin içine bakıyordu. Abagail, «Pencereden dı şarı bak, kızım,» dedi. Fran pencereye do ğru döndü ğünde, camda bir bebek odasının hayalini gördü. Aydınlık odanın pencerelerine kareli, kırmalı perde ler takılmı ştı. Ama... köşedeki be şik bo ştu. Fran bo ğuk bo ğuk, «Bebek nerede?» diye sordu. «Çocuğun babası Stuart de ğil, küçük kız. Ama o bebe ğin hayatı Stuart'ın ellerinde. Tabii Tanrının da. Gerisini bilemiyorum. ..» Fran'in kalbi korkuyla doldu. Abagail Ana, «O kara iblis, gelinini yanına ça ğırdı,» diye fısıldadı. «Onu hamile bırakmak için. O senin bebe ğinin ya şamasına izin verir mi?» Fran bo ğuk bir sesle, «Sus,» diye inledi. Odaya derin bir sessizlik çöktü. Sonra Abagail Ana, «Kibirlendim,» dedi. «Böylece gü nah i şledim. Hepiniz de öyle. Siz hiç, 'Bu dünyanın prenslerine bel ba ğlamayın,' sözünü duymadınız mı? Cevap elektrik ı şı ğı de ğil, Stu Redman. CB radyosu da olamaz, Ralph Brentne r. Sosyoloji de bu durumu sona erdiremez, Glen Bateman . Artık kapatılmı ş bir kitaba benzeyen geçmi şin kefaretini ödemek de felaketi önleyemez, Larry U nderwood. Erkek çocu ğun da öyle, Fran Goldsmith. Tanrı huzurunda bir çab a göstermiyorsu-nuz.» Sol gözünden akan bir ya ş yana ğından süzüldü. Ralph, «Ana, ne yapaca ğız?» diye sordu. «Zamanım az. Hepiniz de yakla şın. Yuvama dönece ğim. Hiçbir insan buna benim kadar hazır olamaz. Yakla şın.» Ralph yata ğın kenarına ili şti. Larry'yle Glen karyolanın ayakucunda durdular. Fran yüzünü buru şturarak aya ğa kalktı. Stu onun koltu ğunu Ralph'ın yakınına çekti, Fran tekrar oturdu, so ğuk parmaklarıyla Stu' nun elini tuttu. — 319 — Abagail Ana, «Tanrı sizi bir komite ya da bir toplu m olu şturmanı? için biraraya getirmedi,» diye ba şladı. «O sizi buraya, daha ilerlere gön. dermek içi n çağırdı! Bir sefere çıkmanız için.» içini çekti. «Nick 'in size yol gösterece ğini sanıyordum. Ama Tanrı Nick'i aldı. Fakat bana Nick tümüyle ortadan kaybolmu ş gibi de gelmiyor. Yine de şimdi liderlik sana dü şüyor, Stuart. Tanrı seni de alırsa, o zaman bu görev Larry'ye dü şecek. Tanrı onu alırsa, o zaman Ralph'a.» Glen, «Benim en arkadan geldi ğim anla şılıyor,» diye mırıldandı. «Ne...» Fran so ğuk so ğuk, «Liderlik mi?» dedi. «Liderlik mi? Stu onları n ereye götürecek?» Abagail Ana, «Tabii batıya, küçük kız,» diye cevap verdi. «Batıya. Ama sen gitmeyeceksin. Yalnızca o dördü gidecekler.» «Olmaz!» Fran bütün can acısına ra ğmen aya ğa fırlamı ştı. «Sen ne diyorsun, Ana? O dördü kara adamın eline mi dü şsünler? Onlar Özgür Bölgenin kalbi ve ruhu!» Genç kadının gözleri ate ş saçıyordu. «Böylece kara adam onları çarmıha gersi n,

Page 151: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

gelecek yaz da buraya gelip herkesi öldürsün, öyle mi? Erke ğimin feda edilmesine göz yumamam! Kahretsin!» Stu inledi. «Frannie!» «Buradan gitmek istiyorum. Beni eve götür, Stu. Has taneye de ğil. Eve.» «Ananın söyleyeceklerini dinleyece ğiz.» «Onu sen dinle! Ben gidiyorum!» «Küçük kız.» «Beni, 'Küçük kız,' diye ça ğırma!» Abagail Ana elini uzatarak Fran'in bile ğini kavradı. Genç kadın kaskatı kesildi. Başı geriye gitti, gözleri kapandı. «Y-Yapma! AH TANRI M.. STU...» Stu kükredi. «Bir dakika! Fran'e ne yapıyorsun?» Yaşlı kadın cevap vermedi. Dakikalar sonsuzlu ğa kadar uzadı san- — 320 — l<i. Sonra Abagail Ana genç kadının bile ğini bıraktı. Fran a ğır a ğır, sergeni sersem bile ğini ovaladı. Birdenbire gözleri irile şti. Stu kaygıyla, «Ne var, hayatım?» diye sordu. Ralph ona deh şetle bakıyordu. Fran, «Geçti,» diye mırıldandı. «Ne?» «Sancı... Sırtımdaki a ğrı. Geçti.» Fran sersem sersem Stu'ya döndü. «Hepsi de geçti.» Stu di ğerlerine sordu. «Ne... neden söz ediyor?» Glen yaln ızca ba şını salladı. Rengi uçmu ş, yüz hatları gerilmi şti. Fran, Abagail Anaya baktı. «Bu bir rü şvet mi? Stu yanımda kalacaksa, sancıyla kıvranmayı tercih ederim.» Abagail Ana, «Tanrı kimseye rü şvet vermez, kızım,» diye hatırlattı. «O bir i şaret gönderir. Kullarının bunu istedikleri gibi yor umlamalarına da izin verir.» «Stu batıya gidecek...» Fran şimdi hem şaşkındı, hem de korkuyordu. Stu, «Otur, Fran,» dedi. «Ananın söyleyeceklerini d inlememiz gerekiyor.» Şok geçiren Fran koltu ğa çöktü. Hâlâ olanlara inanamıyordu. Abagail Ana, «Batıya gideceksiniz,» diye fısıldadı. «Yanınıza su da, yiyecek de almayacaksınız. Hemen bugün yola çıkacaksınız. Arka nızdaki elbiselerle. Yürüyeceksiniz. Đçinizden birinin o belirli yere eri şemeyeceğini biliyorum. Ama bunun hanginiz oldu ğu konusunda hiçbir bilgim yok. Geri kalanlar Flagg denilen o adamın kar şısına çıkaracaklar. O aslında insan de ğil, do ğaüstü bir yaratık. Tanrı onu yenmenizi istiyor mu, tekrar Boulder'a dö nmenizi arzu ediyor mu, bilmiyorum. Bunları bilmek bana dü şmüyor. Ama Flagg, Las Vegas'ta. Siz de oraya gitmelisiniz. Son sava ş orada olacak. Gideceksiniz. Sendelemeyeceksiniz. Ç ünkü Tanrı sizi destekleyecek. Tanrının yardımıyla sava şacaksınız.» Ba şını salladı. «Hepsi bu kadar. Söyleyece ğimi söyledim.» — 321 — Mahşer / F: 21 Fran, «Hayır,» diye fısıldadı. «Olamaz.» Glen hırıltılı bir sesle, «Ana,» dedi ve öksürdü. « Ana, hiçbir şey anlayamıyoruz... Biz... senin gibi olayları kontrol eden varlı ğa yakın de ği|j2 Bize göre bir şey de ğil bu. Fran haklı. Oraya gidersek Flagg bizi parça parça eder. Daha do ğrusu, ilk kar şıla şaca ğımız nöbetçiler eder.» «Gözlerin görmüyor mu senin? Fran'in Tanrının inaye tiyle derdinden kurtuldu ğunu gördün. Tanrı beni araç olarak kullandı. Tanrı sizi n Kara Prensin son u şağı tarafından vurulup öldürülmenizi mi istiyor sanıyor sun?» «Ama Ana...» Yaşlı kadın, «Abagail Ana onu ' Şeytanın U şağı,' diye ça ğırıyor,» dedi. «Belki de o mantıklı dü şüncenin son sihirbazı. Bize kar şı teknolojinin araçlarını topluyor. Belki de aslında o daha ba şka, daha kara bir şey. Ben yalnızca onun varoldu ğunu biliyorum. Artık sosyolojinin, psikolojinin ya da di ğer 'oloji'lerin Flagg'i durdurabilece ğini sanmıyorum. Bunu ancak beyaz sihir ba şarabilir.» Glen'in a ğzı bir karı ş açık kala*. Abagail Ana sordu. «Bu sözler do ğru mu? Yoksa bunlar bir yalancının lafları mı?» «Bu sözleri ben söyledim.» Glen'in sesi titriyordu.

Page 152: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Güvenin. Hepinizde güvenin. Larry... Ralph... Stu. .. Glen... Fran-nie. Özellikle sen Frannie. Güven... ve Tanrının emrine boyun ey.» Larry acı acı, «Seçene ğimiz var mı?» dedi. Yaşlı kadın ba şını çevirerek ona şaşkın şaşkın, «Seçenek mi? Her zaman bir seçenek vardır. Tanrının yolu budur. Her zaman da b öyle olacak. Hâlâ iradenize sahipsiniz. Đstedi ğinizi yapın. Kimse sizi prangaya vurmuyor. Ama... T anrı sizden bunu istiyor.» Yine derin bir sessizlik oldu. Sonra Ralph sessizli ği bozdu. «Kutsal Kitapta Davud'un dev Goliyat'ı yendi ği yazılı, Ana. Sen uygun buluyorsan ben de giderim.» Yaşlı kadın onun elini tuttu. — 322- Larry atıldı. «Ben de. Ben de öyle.» Đçini çekti, sanki ba şı a ğrıyor-pıu ş gibi elini alnına bastırdı. Glen bir şey söylemek için a ğzını açtı, ama aynı anda köşeden bir ses geldi, iç çeki şini andıran bir ses. Lucy'ydi bu. Hepsinin de unuttukları genç kadın bayılmı ştı. Şafak sökmek üzereydi. Larry'nin mutfa ğındaki masanın çevresine oturmu ş, kahve içiyorlardı. Be şe on kala Fran kapıda belirdi. A ğlamaktan yüzü şi şmişti. Ama artık yürürken topallamıyordu. Gerçekten iyile şmişti. «Gidiyor sanırım,» dedi. Hepsi de Abagail Ananın yattı ğı odaya girdiler. Larry kolunu Lucy'nin omzuna atmı ştı. Abagail Ana zorlukla, hırıltılı hırıltılı soluk alıyordu. Gruptakiler korku ve hu şu içinde karyolanın çevresine toplandılar. Ralph so nunda bir şimşek çakaca ğını, Abagail Ananın birdenbire ortadan kaybolaca ğını dü şünüyordu. Ama ya şlı kadın sessizce öldü. Stu, «Gitti...» diye mırıldandı. «Tanrı ona acısın.» Ralph'ın korkusu geçmi şti. Ya şlı kadının ellerini kavu ştururken gözya şları Abagail'in parmaklarına damladı. Glen birdenbire, «Sizinle gelece ğim,» dedi. «Ana haklıydı. Beyaz sihir! Geriye bir tek bu kaldı.» Frannie, «Stu,» diye fısıldadı. «Stu, lütfen gitmey ece ğini söyle.» Hepsi dönüp genç adama baktılar. Sanki bakı şlarıyla, «Artık liderimiz sensin, Stuart,» diyorlardı. Stu, «Frannie,» dedi. «Gitmem gerekiyor.» «Ve ölmen de.» Frannie genç adama acı acı, adeta ne fretle baktı, sonra Lucy'ye döndü. Sanki onun kendisini desteklemesini bekliyor -muş gibiydi. Ama Lucy iyice sersemlemi şti. Ona yardım edecek durumda de ğildi. Stu kelimeleri dikkatle seçmeye çalı şarak, «Gitmezsem hepimiz ölece ğiz,» dedi. «Abagail Ana haklıydı. Beklersek bahar gelir. Sonra ? Kara — 323 — adamı nasıl engelleyebiliriz? Bunu bilmiyoruz. Elim izde en küçük bir ipucu bile yok. Hepimiz de ba şımızı kuma gömdük. Onu durdurmalıya Ancak Glen'in d edi ğini yapabiliriz. Beyaz sihirden yararlanabiliriz. Ya da Tanrının gücüyle bunu başarırız.» Fran a ğlamaya ba şladı. Stu, «Fran, yapma,» diyerek kadının elini tutmaya ç alı ştı. Ama Fran, «Bana dokunma!» diye haykırdı, «Sen bir ö lüsün! Bir cesetsin! Onun için... bana dokunma!» Güneş do ğarken hepsi hâlâ yata ğın çevresinde duruyorlardı. Fran, «Ne zaman gidiyorsun?» diye sordu. «Öğleyin.» Stu bir sigara yaktı. «Oraya ne kadar zamanda varırsınız?» Genç adam omzunu silkti. «Yürüyerek mi? Bilmiyorum. Glen pek genç sayılmaz. Aslında Ralph da öyle. Günde elli kilometre yürüyeb ilir-sek, oraya Ekimin başında varabiliriz sanırım.» «Ya da ğlara erkenden kar ya ğarsa? Veya Utah'a?» Stu yine omzunu silkti. Gözlerini Fran'e dikmi şti. «Abagail Ana gerçekten Tanrının emrini mi açıklıyor du, Stu? Gerçekten mi?» «Frannie, bilmiyorum.» Fran mırıldandı. «Ö ğle olmak üzere.» A ğlıyordu. Stu ona sarıldı. Genç kadın ekledi. «Aldırma. Bunun nedeni hamilelik. Çok sulu gözlü oldum. Elimde de ğil.» «Anlıyorum...»

Page 153: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Stu... geri dönece ğine yemin et.» «Fran, ben nasıl...» Genç kadın ıslık çalar gibi, «Yemin et, Stu,» dedi. «Yemin et.» «Frannie, elimden geleni yapaca ğıma yemin ediyorum.» «Bu kadarı bana yetmeli. Öyle de ğil mi?» «Artık Larry'ye gitmemiz gerekiyor.» — 324 «Biliyorum...» Fran, Stu'ya sıkıca sarıldı. «Beni s evdi ğini söyle.» «Seni sevdi ğimi biliyorsun.» «Biliyorum ama yine de söyle. Duym ak istiyorum.» Stu genç kadının omuzlarını tuttu. «Seni seviyorum, Fran.» « Teşekkür ederim...» Genç kadın yana ğını Stu'nun omzuna dayadı. «Artık seninle vedala şabilirim sanırım. Gitmene izin verebilirim.» Birbirlerine sarılarak b ir süre öyle durdular. 50 Fran'le Lucy, Larry'nin kapısı önündeki basamaklard a durarak grubun heyecansız yola çıkı şını seyrettiler. Dört adam bir an kaldırımda durdu. Uyku tulumu, çanta, özel araçlar almamı şlardı. Talimata uyacaklardı. Yalnızca ayaklarına kalın altlı yürüyü ş ayakkabıları giymi şlerdi. Lucy, «Güle güle, Larry,» dedi. Rengi uçmu ştu. Fran, «Unutma, Stuart,» diye seslendi. «Unutmayacak sın, de ğil mi?» «Hayır. Unutmayaca ğım.» Glen parmaklarını a ğzına sokarak ıslık çaldı. Kojak ko şarak geldi. Larry, «Haydi, gidelim,» diye mırıldandı. Yüzü Lucy'ninki kadar beyazdı. Gözleri garip garip parlıyordu. «Cesaretim kırılmadan yola çıkalı m.» Stu, Fran'e eliyle bir öpücük yolladı, Fran de el s alladı. Gözleri yanmaya başlamı ştı ama bu kez a ğlamamak için kendini tutuyordu. Dört erkek yürümeye başladılar. Kö şeye vardıkları zaman Stu dönüp tekrar el salladı. L arry de öyle. Fran'le Lucy de onlara kar şılık verdiler. Sonra grup gözden kayboldu. Lucy kay ıp duygusu ve korku yüzünden hastalanmı ş gibiydi. «Tanrım...» Fran, « Đçeri girelim,» dedi. «Canım çay istiyor.» Dört erkek güneybatıya do ğru ilerlediler. — 325 — Glen arka cebinden bir e şarp çıkararak büktü, sonra da alnına ba ğladı. «Kabak kafalı sosyolog ter bandını takıyor.» Kojak ilerde neşey|e ko şuyordu. Larry usulca, «Ah, Tanrım...» diye mırıldandı. «Ban a bu her şeyjn sonuymu ş gibi geliyor.» Ralph, «Evet,» dedi. «Bana da öyle.» Stu hafifçe gülümsedi. «Haydi... Siz ahmaklar sonsu za kadar ya şamak mı istiyorsunuz yoksa?» Yollarına devam ederek Boulder'ı gerilerde bıraktıl ar. O gece Kayalık da ğların yakınında kamp kurdular. Đlk gece hiçbiri de do ğru dürüst uyuyamadı. Kendilerini yuvalarından çok uzakla şmış gibi hissediyorlardı. Sanki üzerlerine ölümün gölg esi dü şmüştü. — 326 — UÇUNCU BOLUM Savaş 7 Eylül -10 Ocak 51 Kara adam Oregon eyaletinin do ğu sınırı boyunca nöbetçi dikmi şti. En kalabalık karakol Ontario'daydı. Altı ki şi büyük bir kamyonun arkasına yerle şmişlerdi. Bütün hafta boyunca ya ğmur ya ğmış, adamların da sinirleri gerilmi şti. Durmadan poker oynamı şlardı onlar da. Adamlar Portland'dan gelmi şlerdi ve oraya dönmek istiyorlardı. Portland'da kadınlar vardı!.. Bir dir eğe güçlü bir alıcı-verici asmı şlardı. Hoparlörden yalnızca iki kelimenin yükselmes ini bekliyorlardı. «Geri dönün.» O zaman aradıkları adamın ba şka bir yerde yakalanmı ş oldu ğunu anlayacaklardı. Pe şinde oldukları adam yetmi ş ya şlarında, tıknaz, saçları dökülmeye ba şlamı ş bir ihtiyardı. Gözlü ğü vardı. Beyazlı mavili bir cipteydi. Onu görür görmez vuracaklardı. Nöbetçiler sıkılıyorlardı. Sinirleri bozuktu. Ama k imseyi dinlemeden kalkıp Portland'a dönecek durumda da de ğillerdi. Onlara emirleri «Yürüyen Adam»ın kendisi vermi şti. Hepsi de ondan çok korkuyorlardı. Đşi — 327 —

Page 154: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

yüzlerine gözlerine bula ştırırlarsa, Yürüyen Adam da bunu ö ğrenirse mahvolurlardı. Yürüyen Adam o korkunç gülümsemesiyle onlara bakıp, «Aradı™, nız adam kar şı tarafın casusu,» demi şti. Hiçbiri de liderlerinin gülü şü, nün onları neden böylesine deh şete dü şürdü ğünü bilmiyordu. Ama Flagg onlara gülümseyerek baktı ğı zaman kanları damarlarında sıcak çorbaya dönüyordu. O zaman Yürüyen Adamın o sansara benzeyen mutluluk dolu, fazla parlak gözler ini bir ba şkasına dikmesini diliyorlardı Flagg, «Onu öldürün,» demi şti. «Ama ba şına ate ş etmeyin. Kafasını kar bastırmadan önce do ğuya göndermek istiyorum. Bütün kı ş bunu dü şünsünler.» Ardından korkunç kahkahalar atmı ştı. Randall Flagg bütün nöbetçilere aynı emirleri vermi şti. Copperfield kasabasında bekleyen Bobby Terry'yle Dave Roberts'e de. Yedi Ey lül günü Bobby Terry bir dükkânda oturmu ş resimli roman okuyordu. Dave Roberts ise üst katta uyuyordu. Bobby ya ğmurun şıkırtısı arasında bir gürültü duyarak ba şını kaldırdı, mavili beyazlı bir cipin dükkânın önünden geçerek batıya d oğru gitti ğini gördü. Bobby Terry'nin a ğzı bir karı ş açık kaldı. Hepsinin aradıkları o ta şıtın, nöbet yerinin önünden geçmi ş olmasına inanamıyordu. Sonra avaz avaz, «Dave!» di ye bağırmaya ba şladı. Yargıç direksiyonu azimle tutuyor, artrit diye bir şeyin varolmadı ğına kendini inandırmaya çalı şıyordu. Varsa bile onda yoktu bu illet. Son üç günd en beri yağmurda ilerlemeye çalı şıyordu ya şlı adam. Yollar berbat haldeydi. Herhalde gelecek baharda bu yollardan kimse geçemeyecekti. Y argıcı asıl pe şinden ayrılmayan kargalar rahatsız ediyordu. Bu ku şların kara adamın emrinde olduklarını seziyordu. Ya şlı adam tüfe ğini yanına koymu ştu. Emniyeti de açıktı tüfe ğin. Artık gördü ğü her kargayı vurmak niyetindeydi. «Daha hızlı! Şu lanet olasıca şeyi daha hızlı süremez misin?» «Beni sıkı ştırıp durma, Bobby Terry. Adamı durdurmayı akıl edemedi ğin için bunun acısını benden çıkarmaya kalkma.» Dave Roberts cipin — 328 — (jireksiyonundaydı. Bobby Terry, Dave'i uyandırınca ya kadar, sonra da genç adam giyininceye kadar on dakika geçmi ş, ihtiyar iyice uzakla şmıştı. Ya ğmur şiddetle yağıyor, ilerisi gözükmüyordu. Bobby Terry tüfe ğini kuca ğına koymu ştu. Belinde de bir .45'lik Colt tabanca vardı. Dave kovboy botları, blucin ve sarı ipek bir ya ğmurluk giymi şti. Hepsi o kadar. Genç adam Bobby'ye baktı. «O tüfe ğin teti ğini çekip durursan ancak kapıyı delersin, Bobby Terry.» Bobby, «Sen ona yeti şmene bak,» diye homurdandı. «Karnından. Onu karnınd an vurmam gerekiyor. Ba şına ni şan almayaca ğım.» «Kendi kendine konu şmaktan vazgeç.» Bobby Terry, «Nerede o?» diye sordu. «Onu yakalayaca ğız. Tabii hayal gördüysen, o ba şka. E ğer öyleyse, senin yerinde olmak istemem, ahbap.» «Hayal görmedim. Ama ya yoldan saparsa?» Dave, «Nereye sapacak?» dedi. «Eyalet sınırına kada r ba şka yol yok. Yalnızca çiftliklere giden patikalar var. Onlara saparsa faz la ilerleyemez. Çamura saplanır... Bak, bak! Onu yakalayaca ğız.» ilerde iki araba aylar önce çarpı şmış, yolu kapatmı ştı. Sa ğda, çamurun üzerinde cipin tekerlek izleri vardı. Dave, «Tamam,» dedi. « Şu izler be ş dakika öncenin izleri olmalı.» 0 da ilk cipi izledi, sonra tekrar asfalta çıktı. Ondan sonraki t epede yargıcın arabasının üç kilometre kadar ötede bir virajda gözden kayboldu ğunu gördüler. Dave Roberts ba ğırdı. «Merhaba! Merhaba!» Gaza bastı, cip hızlandı. Đki genç, dönemeçte yargıcın ta şıtını tekrar gördüler. Dave farları yakıp söndürmey e başladı. Birkaç dakika sonra öndeki cipin stop lambala rı yandı. Dave, «Tamam,» dedi. «Dostmu ş gibi davranır, onun cipten inmesini sa ğlarız. Sakın acele etme, Bobby Terry. Bu i şi do ğru dürüst halledersek Vegas'ta, MGM Grand Otelinde birer daireye yerle şiriz. Onun için sakın i şi berbat edeyim deme! Đhtiyarın arabadan inmesini sa ğlaya-l"n.» Bobby Terry'nin tüfe ği sıkıca kavradı ğını görerek arkada şının eline vurdu. «Silahla inemezsin... — 329 — «Ama...»

Page 155: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Kes sesini. Gülümse, kahrolasıca budala!» Bobby Terry sırıttı. Dave homurdandı. «Olmadı. Sen bu bok arabada kal.» Yargıç cipi durdurmu ştu ama motor çalı şıyordu. Đkinci ta şıt da onun yanında durdu. Dave gülümseyerek yere atladı. Ellerini sarı ya ğmurlu ğunun ceplerine sokmuştu. Sol cebinde bir .38'lik polis tabancası vardı. Yargıç a ğır a ğır cipten indi. Artrit yüzünden her tarafı a ğrıyordu. Tüfe ğini sol eline almı ştı. Dave dostça bir tavırla gülümsedi. «Hey! Beni vurma yacaksın ya?» Yargıç, «Vuraca ğımı sanmıyorum,» dedi. «Siz galiba Copperfield' dey diniz.» «Öyle. Adım Dave Roberts.» Genç adam elini uzattı. «Benimki de Farris.» Yargıç sa ğ elini uzatırken di ğer cipe bir göz attı, Bobby Terry'nin dı şarıya sarkmı ş oldu ğunu gördü. Genç adam .45'li ği iki eliyle birden tutuyordu. Yüzü bembeyazdı. Hâlâ deli gibi sırıtıyo rdu. Yargıç, «Ah, köpekler,» diye mırıldandı, elini Dave 'in ya ğmurdan ıslanmı ş avucundan çekti. Dave aynı anda ya ğmurlu ğunun cebinden ate ş etti. Kur şun yargıcın midesinin hemen a şağısından girdi, bel kemi ğinin sa ğından çıktı. Geride fincan taba ğı kadar bir delik kaldı. Tüfek yargıcın elinden dü ştü. Ya şlı adam geri geri giderek cipin açık kapısına çarptı. Hiçbiri o sıra bir karganın yakla şıp telefon teline kondu ğunu farket-mediler. Dave Roberts i şi bitirmek için bir adım attı. Aynı anda Bobby Terr y cipten ate ş etti. Kur şun Dave'in gırtla ğına isabet edip genç adamın boynunu parçaladı, kanlar ya ğmurlu ğuna aktı. Genç adam Bobby Terry'ye do ğru döndü. A ğzını açıp kapıyor, ama sesi çıkmıyordu, irile şmiş gözlerinde şaşkınlık vardı. Ayaklarını sürüyerek iki adım attı, sonra yere yı ğıldı. Ölmü ştü. Bobby Terry üzüntüyle, «Eyvah!» diye ba ğırdı. — 330 — Yargıç, «Artritim geçti,» diye dü şündü. «Ya şarsam doktorları çok şaşırtaca ğım. Artritin kesin tedavisi karına yenilen bir kur şunmuş demek. Ah, Tanrım, bunlar beni bekliyorlarmı ş. Geldi ğimi onlara Flagg fnj haber verdi? Herhalde... Tanrı bizimkilerin buraya yolladı ğı di ğer insanların yardımcısı olsun...» Tüfek yerde duruyordu. Yargıç zorlukla e ğilerek silahı aldı. Sanki bin kilo a ğırlı ğındaydı. Bobby Terry sersem sersem Dave'e bakmaktan vazgeçer ek ya şlı adama döndü. Yargıcın onu vurmaya hazırlandı ğını gördü. Đhtiyar adam yola çökmü ş, tüfe ğin namlusunu dizine dayamı ştı. Bobby Terry ate ş etti ama ıskaladı. Yargıcın tüfe ği gök gürültüsü gibi bir ses çıkararak patladı. Cam parçaları Bobby Terry'nin yü züne sıçradı. Genç adam bir çı ğlık attı. Ölmek üzere oldu ğundan emindi. Sonra ön camın yarısının uçmu ş oldu ğunu farketti, kendisinin vurulmamı ş oldu ğunu anladı. Yargıç a ğır bir hareketle do ğru dürüst ni şan almaya çalı şıyordu. Sinirleri iyice bozulmu ş olan Bobby Terry arka arkaya üç el ate ş etti. Đlk kur şun cipin yanına geldi. Đkincisi de yargıcın sa ğ ka şının üzerine. Ya şlı adamın kafasının tepesi uçtu. Bobby Terry'nin üçüncü kur şunu ise ihtiyar adamın a ğzına isabet ederek di şlerini parçaladı. Yargıç ölürken tüfe ğin teti ğini farkına varmadan çekti, kur şun gökyüzüne do ğru uçtu, etrafa derin bir sessizlik çöktü. Sonra telefon telindeki karga haykırarak havalandı. Bobby Terry o zaman sersemlikten kurtuldu. Elinde dumanları tüten .45'l ikle arabadan indi. «Bu i şi ben ba şardım! Herifi geberttim! Buna inanmalısınız! Bizim Bobby Terry herifi öldürdü!» Ama sonra gitgide artan bir deh şetle Flagg'in emirlerini hatırladı. Yaşlı adamın suratını paramparça etmi şti. Bobby Terry parmaklarını, saçlarının arasına sokarak dü şünmeye çalı ştı. «Güneye kaçarım... Sınırda artık nöbetçi yok. Meksika'ya giderim.» Yağmurda yeni bir ses duydu. Tela şla ba şını kaldırdı. Randall Flagg yoldan koşarak ona do ğru geliyordu. Bobby Terry, «Olamaz...» diye fısıldadı. Flagg gelmi ş geçmi ş en deh şet verici korku filminden fırlamı ş i ğrenç bir canavar gibi ona do ğru geliyordu. Kara adamın yanakları — 331 — kızarmı ştı. Gözleri dostlukla parlıyordu. Aç aç gülümserken di şleri ortaya çıkmı ştı. Köpekbalı ğınınkinden farksızdı di şleri. «Hey, Bobby Terry! Her şeyi mahvettin!» Flagg genç adamın üstüne atıldı.

Page 156: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Bu dünyada çarmıha gerilmekten daha feci şeyler de vardı. Sivri di şler gibi. 52 Dayna Jurgens iki ki şilik büyük karyolaya yatmı ş, banyodan gelen su sesini dinliyordu. 8 Eylül sabahıydı. Saat dokuz buçu ğa geliyordu. Yargıç öleli on sekiz saat olmu ştu. Bobby Terry öleli de hemen hemen o kadar... Dayna yargıcı dü şünüyordu. «Onu buraya yollayacakları kimin aklına g elirdi? Ama aslında bu parlak bir fikir. Onun gibi ya şlı bir insandan kim şüphelenir? Flagg yine de durumu anlamı ş. Nasıl olduysa... Ama i şi do ğru dürüst halledemedikleri de anla şılıyor. Flagg'in Las Vegas'taki önemli yardımcıları dün geceden beri bembeyaz suratlarla dola şıyorlar. Yargıç ölmü ş. Ama bir terslik olmu ş.» Genç kadın için o anda en önemli şey yargıcın ölümüydü. Randall Flagg ya şlı adamın casus oldu ğunu anlamı ştı. Bu da Dayna'yı kaygılandırıyordu. Genç kadın Las Vegas'a geleli sekiz gün olmu ştu. Kenttekiler onu hemen aralarına almı şlardı. Dayna, Boulder'dakilerin ödünü patlatacak ka dar bilgiyi şimdiden toplamı ştı bile. Jet pilotları yeti ştirildi ğini ö ğrenmek bile Özgür Bölgedekileri korkutmaya yetecekti. Ama genç kadını asıl korkutan Flagg'den kimsenin söz etmek istemeyi şiydi. Hemen konuyu de ği ştiriyorlardı. Ancak geceleri içtikleri zaman kara adam konusunu açabiliyorlardı. O vakit de bazı saçma hikâyeler anlatmaya ba şlıyorlardı. Randall Flagg istedi ği zaman biçim deği ştirebiliyordu sözde. Kurt adamdı. Salgını da o ba şlatmı ştı. Geceleri yapılan bu konu şmalar sırasında adamdan Flagg diye de söz etmiyorla rdı. Sanki yaratı ğın adını söylerlerse adam cin gibi bir şi şe_ — 332 — i den çıkıverecekti. Flagg'i, «Kara adam,» diye ça ğırıyorlardı, «Yürüyen adam,» 'Fare' Erwins ise ona, «Sürünen Yahuda» adını takmı ştı. Dayna, «Flagg yargıcın casus oldu ğunu biliyordu,» dedi kendi kendine. «O halde... beni de biliyor.» Sonra ba şını salladı. «Haydi, haydi. Aklını ba şına topla, tatlım. Flagg kendisiyle ilgili hikâyeler an latmaları için çevresindekileri te şvik ediyor. Belki aslında onun Özgür Bölgede bir ca susu var. Yargıç Farris'in asla bu yana kaçacak bir tip olmad ı ğını haber veren biri.» Lloyd Henreid banyodan çıktı. «Böyle çırçıplak yatm amalısın, güzelim. Beni yine heyecanlandırdın.» Dayna davet edici bir gülümsemeyle genç katile bakt ı. «Neden böyle bekledi ğimi sanıyorsun?» Lloyd saatine baktı. «Kırk dakikamız var sanırım.» «Haydi öyleyse.» Lloyd kendisine yakla şırken genç kadın adamın gö ğsünü i şaret etti. «Onu da çıkar. Bu nesneyi gördü ğüm zaman tüylerim diken diken oluyor.» Lloyd boynunda asılı olan damla biçimi siyah ta şa baktı. Ortasında kıpkırmızı bir çatlak vardı. Genç adam zinciri boynundan çıkar arak ba şucu masasının üzerine bıraktı. «Oldu mu?» «Oldu...» Dayna kollarını uzattı. Daha sonra Dayna'nın da umdu ğu gibi Lloyd konu şmaya ba şladı. «Bobby Terry'nin yerinde olmadı ğım için seviniyorum. Bizim patron moru ğun kafasında bir çürük bile olmasını istemiyordu. Onu do ğuya yollayacaktı. Oysa o geri zekâlı .45'likle ihtiyarın kafasına iki el ate ş etmi ş.» «Bobby'ye ne oldu?» «Bunu sorma, tatlım.» «Senin patron olanları nasıl anlamı ş.» «O da oradaymı ş.» Dayna buz kesildi. «Yani oradan geçiveriyormu ş...» «Evet. Nerede mesele çıkarsa orada beliriveriyor. A h... Eric Streller-ton'a yaptı ğı aklıma gelince... Çöp Tenekesiyle ve benimle birl ikte Los Angeles'e gelen o ukala avukatı söylüyorum...» — 333 — «Ne yaptı?» «Ona yalnızca baktı. Eric, Las Vegas'ta i şlerin nasıl yapılmasını istedi ğini anlatıyordu. Bizimki usulca, 'Eric,' dedi. Avukat d a ona baktı. Ben bir şey görmedim. Ama Eric patrona uzun bir süre baktı. Bel ki be ş dakika. Sonra gözleri irile ştikçe irile şti, salyaları aktı. Derken kıkır kıkır gülmeye ba şladı.

Page 157: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Bizimki de Eric'le birlikte güldü. O zaman ödüm pat ladı. Sonra patron, 'Geri dönerken onu çöle bırakıverin,' diye emretti. Biz d e öyle yaptık. Belki de Eric hâlâ çölde dola şıp duruyor. Patron Eric'e be ş dakika baktı ve onu çıldırttı.» Lloyd sigarasını söndürdü. «Neden böyle kötü şeylerden söz ediyoruz?» «Bilmem... Indian Springs'te durum nasıl?» Lloyd hemen keyiflendi. Indian Springs'teki hazırlı klarla o ilgileniyordu. «Đyi... Çok iyi... Hank Rawson harika. Çöp Tenekesi i se bir dâhi. Bazı bakımlardan baya ğı geri zekâlı ama i ş silaha geldi mi harikalar yaratıyor.» Dayna, Çöp Tenekesiyle iki defa kar şıla şmıştı. Adam o garip, bulanık gözleriyle kendisine baktı ğı zaman ürpermi şti. Di ğerleri... Lloyd, Hank Rawson, Ronnie Sykes, Fare... bunlar Çöp Tenekesini bir tür 'masko t' sayıyorlardı. Dayna, «Demek Çöp Tenekesi silahlardan anlıyor?» di ye sordu. «Hem de nasıl! Skyhawk uçaklarının kanatları altınd a füzeler var. Hiçbirimiz de onların nasıl kullanılaca ğını anlayamadık. Sonra Çöp Tenekesini getirttik. Ne yse ki o da çölden yeni dönmü ştü.» «Çölden mi?» «Evet. Bir cipe binip çölde dola şıyor. Bir bakıma o da bizim patron kadar acayip. Çölde nasıl ya şıyor, bilmiyorum... Neyse... Çöp Tenekesi geldi ve füze meselesini çabucak halletti. Evet, o bir dâhi.» Dayna ö ğleden sonraları sokak lambalarıyla ilgilenen grupta çalı şıyordu. Ampulleri kontrol ediyor, yanmı ş olanların yerlerine yenilerini takıyorlardı. Grup ba şkanı Jenny Engstrom adında eski bir dansözdü. Güzel ve sertti. Dayna onunla dost olmak istiyordu ama Jenny'nin kara adam dan yana olması aklını karı ştırıyordu. Bu yüzden genç kadına oraya neden geldi ğini sormaya cesaret edemiyordu. — 334 — Dayna a şağıya do ğru baktı ğında dondu kaldı. Bu şaşkın şaşkın gülümseyen sarı şın adam... «Tanrım! Tom Cullen mi?» Terler Dayna'nın g özlerine akıyordu. Genç kadın gözlerini sildi. Tekrar a şağıya baktı ğı zaman sarı şın adam gözden kaybolmu ştu. «Tom? Tom'u göndermi ş olabilirler mi? Hayır, sanmıyorum. Olamaz.» «Uyan! Uyan, kahrolasıca di şi köpek!» Dayna uyanırken biri sırtına tekmeyi attı ğı gibi onu yataktan yere yuvarladı. Genç kadın hemen kendine geldi, gözlerini kırpı ştırdı. Lloyd odadaydı. So ğuk bir öfkeyle ona bakıyordu. Whitney Hor-gan, Ken DeMott, Ace High ve Jenny de oradaydılar. Eski dansözün her zaman dostça ifadeli olan yüzü buz gibiydi. «Jenny?..» Kadın cevap vermedi. Dayna dizüstü do ğruldu. Çırçıp-lak oldu ğunun hayal meyal farkındaydı. Lloyd'un yüzünde ihanete u ğrayıp bunu ö ğrenen bir adamın ifadesi vardı. «Giyin! Seni yalancı, casus di şi köpek!» Dayna deh şetle sarsıldı. Yargıcın casus oldu ğunu biliyorlardı. Şimdi de onun sırrını ö ğrenmi şlerdi. Bunu onlara kara adam açıklamı ştı. «Nerede o?» «Buralarda bir yerde...» Lloyd'un rengi uçmu ş, yüzü ter içinde kalmı ştı. «Çok geçmeden, 'Ke şke burada olmasaydı,' diyeceksin.» «Lloyd?» «Ne?» «Sana zührevi hastalık bula ştırdım, Lloyd. En kötü cinsden. Organının çürüyüp kopaca ğını umarım.» Katil Dayna'nın gö ğsüne bir tekme attı. Genç kadın arkaüstü devrildi. «Çürüyece ğini umarım, Lloyd.» «Kes sesini de giyin.» «Çıkın dı şarı! Ben erkeklerin önünde giyinmem.» Lloyd bu kez Dayna'nın kolunu tekmeledi. Genç kadın ın canı çok yandı ama bağırtmadı. «Ba şın dertte mi, Lloyd? Mata Hari'yle yattı ğın için yani?» «Haydi, gel, Lloyd.» Whitney Horgan katilin gözleri nden Dayna'yı — 335 — öldürece ğini anlamı ştı. Çabucak uzanarak Uoyd'u kolundan yakaladı «Otur ma odasına geçelim. Dayna giyinirken Jenny ba şında bekler.» «Ya pencereden atlamaya kalkarsa?» Jenny, «Bu fırsatı bulamayacak,» dedi. Enli yüzü if adesizdi.

Page 158: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Ace High, «Zaten yapamaz ki,» diye açıkladı. «Bu pe ncereler açılmıyor.» Bir an Dayna'ya acıyarak baktı. «Bebe ğim, ba şın belada.» Di ğerleriyle birlikte dı şarı çıktı. Jenny, «Giyin, Dayna,» dedi. Dayna aya ğa kalkıp çürümeye ba şlayan kolunu ovu şturdu. «Bu insanlardan hoşlanıyorsun, öyle mi?» «Lloyd'la yatan sensin, ben de ğil.» Jenny'nin yüzünde öfke ve sitem vardı. «Buraya gelip casusluk etmek sence ho ş bir şey mi? Ba şına geleceklere layıksın, kızım!» «Lloyd'la bir tek nedenle ili şki kurdum.» Dayna giyinmeye ba şladı. «Casusluk etmemin de bir nedeni vardı.» «Neden sesini kesmiyorsun?» Dayna dönüp Jenny'ye baktı. «Burada ne yaptıklarını sanıyorsun, kızım? Indian Springs'te o jetleri uçurmayı niçin ö ğreniyorlar dersin? 0 füzeler? Onları Flagg panayırda ni şan alsın da sevgilisi için güzel bir bebek kazansın diye mi kullanacaklar?» Jenny dudaklarını birbirine bastırdı. «Bu benim üst üme vazife de ğil.» «Başka bir toplumu füzelerle ortadan kaldırmaları da se nin üzerine vazife de ğil, öyle mi?» «Umarım yaparlar. Ya siz, ya biz! O öyle söylüyor.» «Buna aslında inanmıyorsun. Sadece o yaratıktan ödü n patlıyor.» «Giyin, Dayna.» Dayna pantolonunu giyerek fermuarı çekti, sonra da elini a ğzına götürdü. «Galiba... kusaca ğım... Tanrım!» Uzun kollu bluzunu kaparak banyoya k oştu, kapıyı arkasından kapattı. Ö ğürürmü ş gibi sesler çıkarıyordu. «Kapıyı aç, Dayna! Yoksa kilide ate ş ederim!» «Kusuyorum...» Dayna yine ö ğürdü. Bir taraftan da banyodaki — 336 — küçük dolabın üzerini yokluyordu. Sustalı bıça ğını oraya saklamı ştı. Sonunda bıça ğı buldu, kayı şını koluna geçirdi. Muslu ğu açarak, «Bir dakika,» diye inledi. «Midem bulanıyor. Kahretsin!» Şimdi yatak odasından di ğerlerinin de sesleri geliyordu. Sonra biri bir tekm ede kapıyı kırdı. Dayna so ğuk so ğuk, «Kustum,» diye açıkladı. «Bunu seyredemedi- ğiniz için üzüldünüz sanırım.» Lloyd genç kadını omuzlarından yakalayarak yatak od asına fırlattı. «Senin boynunu kırmalıyım.» Dayna, «Sahibinin sesini unutma,» dedi. «Hiçbiriniz de unutmayın. 0 sizin köpek-tanrınız, öyle de ğil mi?» Lloyd ba ğırdı. «Kes sesini! Haydi, gidelim!» Genç kadının kollarını tutmak istediler ama o ba şını salladı. «Yürürüm...» Randall Flagg dostça bir tavırla gülümseyerek Dayna 'ya do ğru geldi. Genç kadın şaşkın şaşkın, «Aa, bu adam ancak benim ya şımda,» diye dü şündü. Dayna'yı, R.F. diye ça ğırdıkları kara adamın emri üzerine, onun odasına ya lnız ba şına sokmuşlardı. Randall Flagg'in siyah saçları karı şıktı. Yakı şıklıydı. Yüzü güne şten yanmı ştı. Çehresi duyarlıydı. Gözlerinde bir çocu ğun ne şesi vardı. Adam, «Dayna,» dedi. «Merhaba.» Genç kadın yalnızca, «M-Merhaba...» diye mırıldanab ildi. Kar şısında böyle birini bulaca ğı aklına bile gelmemi şti. «Ne bekliyordun? Bir vampir mi?» Flagg ne şeyle güldü. Dayna, «Onlar korkuyorlar,» dedi. «Lloyd... ter içi ndeydi.» Flagg, «Lloyd,» diye mırıldandı. «Lloyd salgın sıra sında Phoenix'de feci günler geçirdi. Bundan söz etmekten ho şlanmıyor. Ben onu ölümden kurtarırdım. Ve...» Gülümsemesi daha da etkileyici bir hal aldı. «Lloyd o olayın benimle bir ili şkisi oldu ğunu sanıyor. Oysa ba şına o derdi ben açmamı ştım. Otur, yavrum.» Dayna çevresine bakındı. «Yere otur. Seninle konu şacak ve gerçeklerden söz edece ğiz. — 337 — Mahşer / F: 22

Page 159: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Yalancılar iskemlelere otururlar. Biz kamp ate şinin ba şında oturan iki arkada ş gibi davranaca ğız. Otur, kızım.» Dayna yere ba ğdaş kurdu. Flagg, «Seni buraya casusluk etmen için gönderdiler , hayatım,» dedi. Đnkâr yararsızdı. «Evet.» «Savaş sırasında casusların ba şlarına neler geldi ğini herhalde biliyorsun?» «Evet.» Flagg'in gülümsemesi yayıldı, göz kama ştırıcı bir hal aldı. «Öyleyse benimkilerle seninkiler sava şta olmadıkları için şanslı sayılırsın. Öyle de ğil mi?» Dayna adama yalnızca baktı. Flagg içtenlikle, «Gerçekten,» diye ekledi. «Biz sa vaşta de ğiliz.» «Ama... sen...» Dayna'nın aklı iyice karı ştı. «Biz sizin Özgür Bölge dedi ğiniz yere saldırdık mı? Sava ş açtık mı?» «Hayır... Ama...» «Siz bize saldırdınız mı?» «Ne münasebet!» «Öyle bir niyetimiz de yok! Ülkede iki toplum için de yer var. Neden sava şalım?» Dayna, «Do ğru...» diye mırıldandı. Şaşırmı ş, sersemlemi şti. Ayrıca bir şey daha hissediyordu. Umut muydu bu? Adamın gözlerine bakıy or, bakı şlarını ondan alamıyordu. «Savaşmamız için hiçbir ekonomik neden yok. Teknolojik ne den de. Politikalarımız biraz farklı ama bu da önemsiz. Aramızda Kayalık da ğları davar...» Dayna, «Beni ipnotize ediyor,» diye dü şündü, kendini zorlayarak bakı şlarını adamdan kaçırdı. Flagg'in omzunun üzerinden dı şarıya, gökyüzündeki aya baktı. Adamın gülümsemesi kaybolur gibi oldu. Bir an yüzün de öfkeli bir ifade belirdi. Yoksa Dayna'ya mı öyle gelmi şti? Genç kadın tekrar Flagg'e baktı ğı zaman o yine gülümsüyordu. Dayna sert — 338 — bir sesle, «Yargıcı öldürttün,» dedi. «Benden de bi r şey istiyorsun. Bunu elde etti ğin zaman beni de öldürteceksin.» Flagg ona sabırlı bir tavırla baktı. «Idaho-Oregon sınırında nöbetçilerim var. Adamlarım Yargıç Farris'i arıyorlardı. Onlara ya şlı adamı bana getirmelerini emretmi ştim, öldürmelerini de ğil.» «Buradakiler olayı böyle anlatmıyorlar.» «Ya bana inanırsın, yavrum, ya da onlara. Ama ben o nlara nasıl bir emir verdi ğimi hatırlıyorum.» Flagg durdu. «Sana Özgür Bölgeyl e ilgili bazı haberler vermemi ister misin? Brad Kitchener kente ceryan ve rdi.» «Bunu nereden biliyorsun?» Flagg dostça bir tavırla, «Bazı yollarım var,» diye açıkladı. «Ha, sahi, o ya şlı kadın geri döndü. Abagail Ana.» Gözleri bulanıkla ştı. «Sonra öldü. Çok yazık. Anayla tanı şmak istiyordum.» «Öldü mü? Abagail Ana öldü mü?» Flagg güldü. «Bu seni çok mu şaşırttı?» «Hayır. Ben olayı bilmene şaştım. Abagail Ananın dönmü ş olmasına da» «O ölmek için geri döndü.» «Bir şey söyledi mi?» Flagg'in yüzündeki sakin ve dost ifadeli maske bir an kayar gibi oldu. Suratında kara öfkeli ve şaşkın bir ifade belirdi. «Hayır... Onun konu şaca ğını sanıyordum. Ama kadın komadan çıkmadan öldü.» «Emin misin?» Flagg yine gülümsemeye ba şladı. Đfadesi yaz güne şi kadar parlaktı. «Daha güzel şeylerden söz edelim. Özgür Bölgeye dönü şünden örne ğin. Orada olmak istersin, eminim. Giderken götürmen için sana bir şey vermek istiyorum.» Elini gömle ğinin içine sokarak deri bir kese çıkardı. Keseden çekti ği üç haritayı Dayna'ya uzattı. Genç kadın haritalara gitgide artan bir şaşkınlıkla baktı. Bunlar yedi batı eyaletiyle ilgiliydi. Bazı bölgeler kırmızıya boyanmı ştı. Haritaların altında bu bölgelerde nüfusun artmaya ba şladı ğı açıklanıyordu. «Bunları götürmemi mi istiyorsun?» «Evet. Dostlu ğumun ve iyiniyetimin bir kanıtı olarak. Geri döndü- — 339 —

Page 160: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

ğün zaman onlara şunu söylemeni istiyorum: Flagg onlara bir zarar ver mek istemiyor. Flagg'in adamları da öyle. Artık casus g öndermesinler Bunu onlara söyler misin?» Dayna sersemlemi şti. «Tabii söylerim. Ama...» «Hepsi bu kadar.» Flagg avuçlarını açtı. Dayna bir şeyin farkına vararak sarsıldı. Öne do ğru e ğildi. «Neye bakıyorsun?» Flagg'in sesi sinirliydi. «Hiç...» Ama Dayna, Flagg'in avuçlarını görmü ştü. Adamın yüzündeki ifadeden onun da bunu sezdi ği anla şılıyordu. Flagg'in avuçlarında bir tek çizgi bile y oktu. Dümdüzdü bu avuçlar. Uzun bir süre birbirlerine baktılar. Sonra Flagg aya ğa fırlayarak kö şedeki yazı masasına gitti. Dayna da kalktı. Genç kadın adamın kendisini gerçekten bırakaca ğına inanmaya ba şlamı ştı. Flagg masanın kenarına ili şerek iç haberle şme aygıtının dü ğmesine bastı, «Lloyd?» dedi. «Dayna'nın motosikletine yakıt doldur, otelin önüne getir. Kendisi bizden ayrılıyor.» Genç kadına baktı. «Hepsi bu kadar, hay atım.» «Yani... gidebilir miyim?» «Tabii. Seninle konu şmak benim için bir zevk oldu.» Flagg kapıyı i şaret etti. Dayna kapıya do ğru yürüdü. Tam tokma ğa uzandı ğı sırada adam. «Bir şey daha var,» dedi. «Pek... önemsiz bir şey.» Dayna döndü. Flagg yine gülümsüyordu. «Burada sizde n biri daha var.» Gülümsemesi yayıldı. «Kim olabilir?» Dayna, «Nereden bileyim?» diye cevap verdi. Aynı an da aklına Tom Cullen geldi. Buradaki gerçekten o muydu? «Tırnaklarını sökmeye karar verirsek...» Dayna ba şını salladı. «Bizim bölgeden herhangi bir kimse ola bilir. Belki komite buraya birkaç ki şi göndermi ştir.» Flagg, «Sen her şeyi biliyorsun,» dedi. «Bir casus daha var. Bir tek ki şi. Ve sen onun kim oldu ğunu biliyorsun.» «Hayır, ben...» Flagg yine aygıtın üzerine e ğildi. «Lloyd? Biraz bekle. Dayna'nın — 340 — motosikletini hemen getirme.» Dü ğmeye basarak genç kadına gülümsedi. Dayna terlemeye ba şladı. «Aslında bu bir senaryoydu de ğil mi? Bir perdelik küçük bir oyun.» «Ne demek istedi ğini anlayamıyorum, hayatım.» «Pekâlâ anlıyorsun. Lloyd'un sana öyle çabucak ceva p vermesi bir hata. Sen burada, 'Tamam,' der demez hepsi tela şla ko şuyorlar. Uoyd'un da şu ara motosikletimle otele yakla şmış olması gerekirdi. Ama aslında sen ona yerinden kımıldamamasını söylemi ştin. Çünkü beni bırakmak niyetinde de ğildin.» «Hayatım, korkarım sen bir paranoyaksın.» Dayna'nın bütün gücü kesilmeye ba şlıyordu. Genç kadın yumru ğunu sa ğ gözünün üzerine indirdi. O zaman Flagg'a bakmaktan kurtuldu . Eski iradesine kavu ştu. Kar şı koyma gücüne de. Flagg masadan kalkarak genç kadına do ğru yakla ştı. «O casusun kim oldu ğunu biliyorsun, yavrum. Bunu bana söyleyeceksin.» Dayna ba ğırdı. «Sen neden onun kim oldu ğunu bilmiyorsun? Yargıcı biliyordun. Beni de. O halde neden onu...» Flagg mermer kadar so ğuk elleriyle Dayna'nın omuzlarını kavradı. «Kim o?» «Bilmiyorum.» Kara adam korkunç bir biçimde gülümseyerek genç kad ını sarstı. «Biliyorsun! Söyle! Kim o?» «Neden bilmiyorsun?» Flagg kükredi. «Çünkü onu göremiyorum!» Sonra Dayna 'yı odanın bir kö şesine fırlattı. «Bana bilmek istedi ğim şeyi söyleyeceksin.» Dayna kara adama baktı, a ğır a ğır aya ğa kalktı. «Evet. Söyleyece ğim. Bana iyice yakla ş. O adı kula ğına fısıldamak istiyorum.» Flagg genç kadına yakla ştı. Dayna birden sa ğ bile ğini kıvırdı. Bıçak elindeydi şimdi. Deli gibi, «i şte!» diye haykırarak elini kaldırdı. Bıçakla Flagg' in karnını boydan boya yarmak niyetindeydi. Ama kara a dam kahkahalarla gülmeye başladı.

Page 161: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Dayna aptal aptal eline baktı. Şimdi elinde bıçak de ğil, sapsarı bir muz vardı. — 341 — Flagg, «0 adı açıklayacaksın,» diye fısıldadı. «Ya, evet.» Dayna onun haklı oldu ğunu anladı. Birdenbire hızla döndü, pencereye do ğru atıldı. Kara adam, «Hayır!» diye haykırdı. Genç kadın onun peşinden kara bir rüzgâr gibi geldi ğini hissetti. Dayna ba şıyla camı kırdı, pencereden yarı sarktı, birden Fla gg'in omuzlarını yakaladı ğını hissetti. «Beni ne kadar sürede konu şturacak?» diye dü şündü. «Bir saatte mi? Đki mi?» Genç kadın ölmek üzere oldu ğunu seziyordu ama bu yeterli değildi. Dayna, «Gördü ğüm, Tom'du,» dedi kendi kendine. «Ama sen onu farkedemiyorsun. Çünkü o farklı...» Flagg onu odaya çekiyordu. Dayna ba şını hızla sa ğa do ğru çevirerek intihar etti. Sivri uçlu bir cam boynu na girdi, bir ba şka parça da gözüne saplandı. Genç kadının vücudu bi r an katıla ştı, sonra gev şedi. Kara adam içeriye kanlı çuvala benzeyen bir şey çekti. Dayna ölmü ştü. Belki de zaferle! Flagg öfkeyle bö ğürerek ölüyü tekmelemeye ba şladı. Dı şarıda Lloyd ve yanındakiler bembeyaz kesildiler. Sonra Flagg genç katili ça ğırdı. Flagg geni ş yazı masasının üzerine ba ğdaş kurup oturmu ştu. Yerde Dayna kanlar içinde yatıyordu. Flagg, «Onu ortadan kaldır,» dedi. «Peki.» Lloyd'un sesi bo ğuk bir fısıltı halini aldı. «Kafasını keseyim mi?» «Ölüyü kentin batısına götür. Üzerine benzin döküp yak.» «Peki.» Flagg dostça bir tavırla gülümsedi. «Tamam.» — 342 53 10 Eylül günü ak şama do ğru Dinny adlı küçük çocuk parkta oynuyordu. O hafta ki 'annesi' Angelina Hirschfield bir kanepeye oturmu ş, be ş hafta önce Las Vegas'a gelmi ş olan genç bir kızla konu şuyordu. Angelina yirmi yedisindeydi. Yeni gelen kız ise ondan on ya ş küçüktü, pek dar bir blucin ve dekolte bir bluz gi ymi şti. Çocuksu suratında aptalca bir ifade vardı. Durmadan seksten söz ediyordu. Dinny birdenbire ba şını kaldırarak, «Tom!» diye ba ğırdı. «Hey, Tom!» Parkın öbür tarafındaki yolda sapsarı saçlı, iriyar ı bir adam ayaklarını sürüyerek yürüyordu. Yeni gelen kız, Angela'ya, «Bu adam sarho şa benziyor,» dedi. Angela gülümsedi. «Hayır... Tom o... Dinny kentte e n çok Tom'la Lloyd'u seviyor sanırım. Tom Cullen biraz geri zekâlı ama...» Kıza baktı ve sustu. Yeni gelen kız dü şünceli bir tavırla gözlerini kısmı ştı. «O buraya biriyle mi geldi?» «Kim? Tom mu? Hayır. On gün kadar önce yalnız ba şına geldi. Aslında Özgür Bölge denilen yerdeymi ş. Ama onu kovmu şlar. Onların kaybı, bizim kazancımız demek.» «Yanında bir dilsiz yok muydu? Sa ğır ve dilsiz bir genç?» «Hayır. Tom yalnız geldi. Dinny onu çok seviyor.» Kız Tom'un arkasından baktı. Kansas'ı hatırlıyordu. Sanki aradan bin yıl geçmi şti. Onlara ate ş etmi şti kız. «Ke şke ikisini de öldürseydim,» diye düşünüyordu şimdi. «Özellikle o dilsizi.» «Julie, iyi misin?» Julie Lawrey cevap vermedi. Hâlâ Tom Cullen'in arka sından bakıyordu. Sonra gülümsedi. — 343 54 Ölmek üzere olan delikanlı defterini açtı. Bir an d urduktan sonra yazmaya başladı. Tekrar duraklayıp baca ğına baktı. Baca ğı kırılmı ş ve çarpılmı ştı. Kırılmak mı? Aslında paramparça olmu ştu. Delikanlı be ş günden beri bu kayanın gölgesinde oturuyordu. Son yiyece ği de bitmi ş, ti. Ya ğmur ya ğmasaydı bir iki gün önce susuzluktan ölecekti. Baca ğı çürümeye ba şlamı ştı. Ye şile dönmü ştü rengi. Kokuyordu. Eti iyice şi şmişti. Nadine ise çoktan gitmi şti.

Page 162: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Harold yanında duran tabancayı alıp kontrol etti. Đçinde üç kur şun kalmı ştı zaten, ilk iki kur şunu Nadine'e sıkmı ştı. Kadın ona, «Yoluma sensiz devam edece ğim,» deyince teti ği çekivermi şti. Motosikletle giderlerken yoldaki mazot yüzünden kay mışlardı. Geçirdikleri kaza sonucu Harold'un baca ğı paramparça olmu ştu. Delikanlı günlerden beri o mazotu düşünüyordu. Görünmez kazaydı bu. 0 mazot yola ne zama n yayılmı ştı? Herhalde iki aydan beri o yoldan hiçbir ta şıt geçmiyordu. Bu sürede ya ğın kurumu ş olması gerekmez miydi? Sanki kara adam o mazotu yaratmak v e Harold'u oyun dı şı bırakmak için fırsat kollamı ştı. Zaten delikanlıdan gerekti ği kadar yararlanmı ştı. Artık ona ihtiyacı yoktu. Harold da bu yüzden motosikletl e engele çarpmı ş, a şağıya uçmuştu i şte. Harold defterine, «Nadine'i suçlamıyorum,» diye yaz dı. Bu do ğruydu. Ama başlangıçta kadını pekâlâ suçlamı ştı. Sağ baca ğı fena halde sancıyan delikanlı yamacı tırmanmı ştı biraz. Sarsılmı ş, şok geçirmi şti. Nadine yukarda, parmaklı ğın ötesinde durmu ş, ona bakıyordu. Bembeyaz suratı bebek kadar gözüküyordu. Harold, «N adine!» diye haykırmı ştı, «ip! Çantamda!» Kadın ona yalnızca bakmı ştı. Sonra da a ğır a ğır ba şını iki yana sallamı ştı. «Hayır,» der gibi. «Nadine! Đp olmadan yukarıya çıkamam! Baca ğım kırıldı!» Nadine cevap bile vermemi şti. — 344 — «Nadine! Tanrı a şkına! Đpi bana at!» Sonunda kadının sesini duymu ştu. «Bütün bunlar ayarlanmı ştı, Harold. Yola devam etmem gerekiyor. Çok üzgünüm.» Ama yerinden kımılda mamıştı. Delikanlıyı seyrediyordu. Sinekler Harold'un kanının tadına bakmaya ba şlamı şlardı bile. Delikanlı parçalanmı ş baca ğını sürüyerek yamaca tekrar tırmanmaya ba şlamı ştı. Zorlukla soluk alıyor, terler yüzünden akıyordu. Sonra Nadin e'in yüzündeki ifadeyi farketmi şti. Üzüntü ve keder dolu bir ifade. Ama kadının göz leri sanki camla şmıştı. Çok uzaklarda bir yere bakıyordu o. Nadi-ne'in gözleri kara adamdaydı. Đşte Harold o zaman kadından nefret etmeye ba şlamı ştı. Colt hâlâ belindeydi. «Nadine...» «Böylesi daha iyi, Harold. Senin için daha iyi. Çün kü onun yöntemi çok daha korkunç. Bunu anlıyorsun, de ğil mi? Onunla kar şı kar şıya gelmek istemezsin. Kara adam bir tarafa ihanet eden birinin, di ğer yana da aynı şeyi yapabilece ğini düşünüyor. O seni öldürecek. Ama çıldırttıktan sonra. Onda bu güç var. Kara adam bana bir seçenek tanıdı. Ya bu yol... ya da onunki. Ben bunu seçtim. Cesaretin varsa her şeyi çabucak sona erdirebilirsin. Ne demek istedi ğimi biliyorsun.» Harold seslenmi şti. «Ya sen? Sen de onlara ihanet etmedin mi?» «Ona kalbimle hiçbir zaman ihanet etmedim!» Nadine' in sesi hüzünlüydü. Harold, «Sen asıl ona kalbinle ihanet ettin,» demi şti. «Ve o da bunu biliyor.» Nadine ba şını sallamı ştı. «Onun bana ihtiyacı var, benim de ona. Aslında senin bu planda hiç yerin yoktu, Harold. Bir süre daha be raber olsaydık... o önemsiz şeye de razı olabilirdim. Bu her şeyi mahvederdi. Bu tehlikeyi göze alamazdım. Bütün o fedakârlıktan, kan ve kötülüklerden sonra.. . Harold, seninle birlikte ruhlarımızı sattık. Ama ben yine de bunun kar şılı ğını istiyorum.» «Bunun kar şılı ğını alacaksın.» Harold dizlerinin üzerinde do ğrulmayı ba şarmı ştı. Tabancanın teti ğini çekerken sanki biri şaşkın bir sesle haykırmı ştı. Nadine'in yüzünde de şaşkınlık dolu bir ifade belirmi şti. — 345 — Harold zaferle, sarho ş gibi, «Buna cesaret edemeyece ğimi sanıyordu,» diye düşünmüştü. Nadine'in a ğzı açık kalmı ş, gözleri irile şmişti. Bu öyle tatlı bir andı ki, Harold kadını vuramadı ğını farkedememi şti. Sonra durumu anlamı ş, tekrar ni şan almaya çalı şmıştı. «Harold! Hayır! Bunu yapamazsın!» «Öyle mi? Teti ği çekmek öyle kolay ki! Bal gibi yapabilirim.» Haro ld kadına dikkatle ni şan almı ştı. Ama teti ği çekece ği sırada terler gözlerine kaçmı ş, ayrıca ta şların üzerinde a şağıya kaymaya ba şlamı ştı. Kur şun Nadine'in çok

Page 163: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

uza ğından geçmi ş, Harold ise bayılmı ştı. Kendine geldi ği zaman hava çoktan kararmı ş, Nadine de gitmi şti. Harold ilk geceyi deh şet içinde titreyerek geçirmi şti. Sonra ölece ğini anlamı ş, uzun uzun a ğlamı ştı. Harold deftere yazdıklarını okudu. «Yaptı ğım kötülükler için özür diliyorum. Ama onları istey erek yaptı ğımı inkâr etmiyorum ve aklım ba şımda olarak ölüyorum.» Delikanlı defteri kapattı, uolt'un namlusunu a ğzına sokarak mavi gökyüzüne baktı. «Bir... Đki... Üç.» Teti ği çekti, tabanca patladı, Harold'un vücudu şiddetle sarsıldı. 55 O gece Las Vegas'in kuzeyindeki Emigrant Vadisinde bir ate ş yanıyordu. Randall Flagg ate şin yanında oturmu ş, sıkıntıyla küçük bir tav şanı kızartmaktaydı. Kara adam olayların geli şme biçiminden hiç memnun de ğildi. Rüzgârda u ğursuz i şaretler vardı. Ya şlı kadın ölmü ş, Flagg de ba şlangıçta bunun iyi bir şey oldu ğunu düşünmüştü. Ne de olsa, Abagail Ana onu her zaman korkutmu ştu. Şimdi ya şlı kadın artık ölmü ştü. Flagg, Dayna Jurgens'e onun komadan çıkmadan so n nefesini verdi ğini söylemi şti. Ama bu do ğru muydu? Flagg artık bundan emin de ğildi. Abagail Ana sonunda konu şmuş muydu? Onlar neler planlıyorlardı? — 346 — Kara adamın üçüncü bir gözü vardı sanki. Bu gözüyle ta uzakları görebiliyordu. Hemen her zaman ba şarıyordu bunu. Ama o gece ölüm dö şeğindeki Abagail Ananın odasında olanların sonunu görememi şti. /\ncak içinden bir ses. «O öldü,» demi şti. «Kadının konu şmasını beklediler ama o bir şey söyleyemedi.» Ne var ki Flagg artık bu sese de güvenemiyordu. Şu casuslar meselesi onu kaygılandırmaktaydı. Yargıcın kafası uçmu ştu. O genç kadın son anda Flagg'in elinden kurtulmu ştu. Aslında Dayna casusun kim oldu ğunu biliyordu! Kahretsin! Biliyordu! Flagg o üçüncü casus dı şında kar şı tarafın bütün sırlarını ö ğrenmi şti. Kimdi o? Kara adam üçüncü gözüyle her tarafı taramı ş, ama casusu görememi şti. Kara adamın dü şünceleri birbirini sansarlar gibi izliyordu. Đşler pek yolunda gidiyor sayılmazdı. Bu da Flagg'in hiç ho şuna gitmiyordu. Örne ğin... Harold Lauder. Delikanlı her şeyi güzelce ba şarmı ştı. Ama sonunda Nadine'i öldürmeye kalkmı ştı. Flagg bunu dü şündüğü zaman hâlâ şaşkınlıkla karı şık bir öfke duyuyordu. O ahmak kadın da a ğzı bir karı ş açık, delikanlıya bakakalmı ştı. Nadine ölürse bütün bunlar kime kalacaktı? Flagg he r şeyi dünyaya gelecek o ğluna bırakmayı planlamı ştı. Ama Harold sonunda kontrolden çıkmı ş, ona vaat edilen gelini öldürmeye kalkmı ştı. O ğlunun annesini! Flagg üçüncü gözüyle Çöp Tenekesi denilen adamı da izleyemiyor-du. Herhalde adam şimdi yine çölde dola şıyor, Özgür Bölgedeki o iç sıkıcı insanları ortadan kaldırmak için yeni silahlar bulmaya çalı şıyordu. Flagg, Çöp Tenekesinin bazı bakımlardan kendisinden de acayip oldu ğunu dü şünmekteydi. Nadine yüzüne dü şen uzun saçları geriye iterek, «Ke şke ölmü ş olsaydım,» diye düşündü. Güne ş batmak üzereydi. Ölüm kadar so ğuk bir rüzgâr çıkmı ştı. Kadın çevresine bakındı. Birdenbire korkmaya ba şlamı ştı. Sonra kara adamın yakınında oldu ğunu hissetti. — 347 — «Nadine...» Flagg'in sesi pek yumu şaktı. Kadın deh şetle sarsıldı «Nadine, Nadine... Seni öyle seviyorum ki...» Kadın döndü. Flagg oradaydı. Eski bir arabanın burn una ba ğdaş kurmu ştu. Kadına bakıyor, şefkatle, usulca gülümsüyordu. Ama bakı şları pek de şefkatli de ğildi. Karanlık bir ne şe vardı bu gözlerde. Nadine, «Merhaba,» dedi. « Đşte geldim.» «Evet. Sonunda geldin. Bana vaat edildi ği gibi.» Flagg'in gülümsemesi yayıldı, adam ellerini kadına uzattı. Nadine bu elleri tuttu , adama yakla şırken ondan çevreye yayılan kavurucu sıcaklı ğı hissetti. Flagg, «Ah, Nadine,» diye fısıldadı, kadını öpmek için e ğildi. Nadine ba şını hafifçe çevirerek so ğuk yıldızlara baktı. Flagg'in dudakları çenesinin altı na süründü. Ama Flagg bu oyuna kanmadı. Nadine onun alayla güldü ğünü sezdi. Kadın, «Ondan tiksiniyorum,» diye dü şündü. Ama bu tiksintinin altında yıllar boyunca gizledi ği o şehvet vardı. Nadine, «Bana bir şeyi açıkla,» dedi.

Page 164: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Her istedi ğini açıklarım.» «Demin, 'Bana vaat edildi ği gibi,' dedin. Beni sana kim vaat etti? Neden beni ? Seni nasıl ça ğıraca ğım? Bunu bile bilmiyorum. Hayatım boyunca seni bekl edim. Ama adını bile bilmiyorum.» «Beni 'Richard,' diye ça ğır. Asıl adım bu.» Nadine kararsızca, «Richard mı?» diye sordu. Dudakl arını onun boynuna dayamı ş olan Flagg kıkır kıkır güldü. Nadine'in tüyleri tik sinti ve istek yüzünden diken diken oldu. «Beni sana kim vaat etti?» Flagg, «Nadine,» diye mırıldandı. «Bunu unuttum. Ha ydi gel... Çöle gidelim ve benim karım ol.» «Hayır.» «'Hayır,' demek için artık çok geç, hayatım.» Flagg so ğuktu. Bir ölü kadar so ğuk. Ve ya şlıydı. Đnsanlıktan daha ihtiyardı. Dünyadan da. Nadine haykırdı, haykırdı... — 348 Flagg yine bir tav şan yakalamı ş, onu kızartıyordu. Ne de olsa bu 0nun dü ğün gecesiydi. Ate şin kar şı tarafında sersem sersem oturan o yaratık da mahcu p geliniydi onun. Flagg e ğilerek Nadine'in elini kaldırdı, sonra parmaklarını çekti. Kadının eli öyle havada kaldı. Flagg parmaklarını Nadine'in göz lerine soktu. Kadın gözlerini kırpmadı. Adam baya ğı şaşırdı. Nadine'e ne yapmı ştı? Bunu hatırlayamıyordu. Önemli de de ğildi. Nadine hamileydi artık. Kadın katatonikse bun un ne önemi vardı? Nadine, Flagg'in o ğlunu dünyaya getirecek, sonra da ölecekti. Gereken de buydu. Flagg sabaha kar şı birdenbire uyandı, do ğrulup oturdu. Sersemle-mi şti... korkuyordu. «Onlar geliyorlar... Yakla ştılar... Ama kimler?» Kaygıyla titredi. 56 Flagg, Nadine Cross'la i ğrenç evlili ğini gerçekle ştirirken Uoyd Hen-reid de barda yalnız ba şına oturuyordu. Öfkeliydi. O gün Indian Springs'de yangın çıkmı ş, bir ki şi ölmü ş, üç adam da yaralanmı ştı. Yaralılardan biri ölmek üzereydi. Ona bu haberi Carl Hough getirmi şti. Usta bir pilottu Cari. Yangın Carl'ı öfkeden çıldırtmı ştı sanki. Pilotun bir eli ve yana ğı yanmı ştı. Cari, Lloyd'a bir yakıt tankerinin patladı ğını, yanan petrolün ortalı ğa saçıldı ğını açıklamı ştı. «Freddy Campanari'nin sabaha çıkaca ğını sanmıyorum. Yani artık iki pilot var. Ben ve Andy. Kara adama bunu söyle. Ayrıca o Çöp Te nekesinin hemen defedilmesini istiyorum. Burada ancak o giderse kalırım.» Lloyd, «Ben bu istedi ğini yapamam, Cari,» demi şti. «Ona emir vermek istiyorsan bunu kendin yapmalısın.» Đriyarı, cesur bir adam olan Cari'in sert yüzünde ko rku dolu bir ifade belirmi şti birdenbire. «Evet. Ne demek istedi ğini anlıyorum. Ama — 349 — Çöp Tenekesinin defedilmesi şart... Gerekiyorsa bunu kara adama da söylerim. Patronun Çöp Tenekesine çok de ğer verdi ğini biliyorum Adamda o kara ta şlardan var. Ama o yangını Çöp çıkardı. Patronun adamlarınd an biri pilotları yakmaya başlarsa o uçakları nasıl havalandın-rız?» «Yangını Çöp'ün çıkardı ğından emin misin?» «Arabaların durdu ğu yerdeydi. Çöp'ü hepimiz gördük.» «Ben onun çölde bir yerde oldu ğunu sanıyordum.» «Geri döndü. Kum ta şıtının içi alet doluydu. Onları nereden buldu ğunu Tanrı bilir. Bize buldu ğu şeyleri gösterdi. Bunlardan sonuncusu da o yakma fit illerinden biriydi. Çöp ona bakarken a ğzının suyu aktı adeta. Sonra Freddy Campanari, 'Bur aya bak, Çöp,' dedi. 'Kibritlerle oynamaya meraklı olan insa nlar yataklarını ıslatırlar.' Çöp o zaman iyice gariple şti. Usulca bir şeyler mırıldandı ve kalkıp gitti. Biraz üzüldük. Aslında Çöp'ü kırmak istememi ştik. Çocukların ço ğu Çöp'ü seviyorlar. Daha do ğrusu seviyorlardı. Küçük bir çocuktan farksız o... Bu konu şmadan bir saat sonra yakıt tankeri patladı. O sırad a gözüm ileriye ili şti. Çöp ta şıtına binmi ş, dürbünle bizi seyrediyordu.» Lloyd rahatlamı ştı. «Elindeki bütün kanıt bu mu?» «Hayır. Zavallı Freddy'yi revir e kaldırdıktan sonra John Waits'le yangın yerine gittik. O da daha önce orada Çöp'ü gördü ğünü söyledi. Etrafı ara ştırırken di ğer tankerlerin hepsine de o yakma fitillerinden tak ılmı ş

Page 165: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

oldu ğunu gördük. Bunlardan bazıları bo ştu. Ama di ğerleri jet yakıtı doluydu. On dakika daha geçseydi, o lanet olasıca üssün yarısı havaya uçacaktı.» Lloyd, «Ah, Tanrım...» diye dü şündü. Cari su toplamı ş elini kaldırmı ştı. «Kızmı ş olan fitilleri çekip çıkardım. Şimdi anladın mı neden Çöp'ün defedilmesini istiyorum?» « Belki fitilleri ba şka biri çaldı...» Cari sabırla, «Öyle olmadı,» demi şti. «Çöp bize oyuncaklarını gösterirken gücendi. Hepimizi tutu şturmaya kalktı. Bir şeyler yapılması gerekiyor, Lloyd.» «Pekâlâ, Cari.» — 350 — Lloyd ondan sonra Çöp Tenekesini aramı ş, ama bulamamı ştı. Fazla aldırmamı ştı buna. Çöp de sonunda çarmıha gerilecekti. Ama Lloyd yine bir hayli kaygılıydı. Son zamanlarda olanlar hiç ho şuna gitmiyordu. Örne ğin... Dayna! Flagg onun casus oldu ğunu anlamı ş, ama kadını konu şturamamı ştı. Dayna üçüncü casusun kim oldu ğunu açıklamadan kendini öldürmü ş, ellerinden kurtulmu ştu. Lloyd, «Kara adam üçüncü casusun kim oldu ğunu nasıl ö ğrenemedi?» diye dü şündü. «O moru ğu biliyordu. Dayna'yı da. Bize kadını nasıl konu şturaca ğını da anlattı. Ama umdu ğu gibi olmadı. Şimdi de Çöp Tenekesi...» «Bay Henreid?» Lloyd ba şını kaldırdı. Kar şısında somurtkan suratlı, güzel bir kız duruyordu. Çok dar beyaz bir şort ve çok dekolte, askılı bir bluz giymi şti. Gö ğüslerinin uçları ortadaydı. Çok seksiydi ama kaygılı oldu ğu da belliydi. Rengi uçmu ştu. Hasta gibiydi. Tırna ğını kemirip duruyordu. «Ne var?» «Bay... Bay Flagg'i görmek istiyorum...» Kızın sesi hafifleyip bir fısıltı halini aldı. «Angelina Hirschfield önce sizinle kon uşmamı söyledi.» «Adın nedir senin?» «Julie... Julie Lawry.» «Flagg şu ara Las Vegas'ta de ğil, Julie. Önemli bir şey varsa bana açıkla. Ben daha sonra patronla konu şurum.» «Pekâlâ.» Kız bir an durdu, sonra tela şla ekledi. «Bu önemli bir şeyse, o zaman Bay Flagg'e haberi benim getirdi ğimi söylemeyi unutmayın.» «Pekâlâ. Sorun nedir?» «O dilsiz! O köpek e ğer buradaysa, casuslu ğa gelmi ş demektir. Bunu bilmenizi istedim.» Kızın gözleri kinle parlıyordu. «O soluca n bana tabanca çekti.» «Hangi dilsiz?» «O gerze ği gördüm. Öyleyse dilsiz de onunla beraber, diye dü şündüm. Onlar bizim gibi de ğiller. Herhalde kar şı taraftan geldiler.» «Açıkçası, neden söz etti ğini anlayamadım. Uzun bir gün geçirdim ve çok yorgunum. Do ğru dürüst konu ş, Julie. Yoksa kalkar, yatmaya giderim.» — 351 — Julie oturup ayak ayak üstüne attı, Lloyd'a Nick An dros ve Tom Cullen'le nasıl kar şıla ştı ğını anlattı. Onlara ate ş etti ğini de açıkladı. Kızın hikâyesi sona erdi ği zaman Lloyd, «Bu neyi kanıtlıyor?» diye sordu. «Casus» sözcü ğünü duydu ğu zaman biraz ilgilenmi şti ama şim-di sıkıntılı sıkıntılı oturuyordu. Julie dudaklarını sarkıttı. «Anlattım ya! O gerzek şimdi burada. Casusluk etti ğinden de eminim.» «Adı Tom Cullen mi dedin?» «Evet.» Lloyd geri zekâlı adamı hatırlar gibi oldu. Đhyan, sarı şın biriydi. Akıllı değildi ama bu şıllı ğın iddia etti ği gibi öyle kötü bir insana da benzemiyordu. Julie, «Gerze ği tutuklayacak mısınız?» dedi. Lloyd ona baktı. «Kafamı şi şirmekten vazgeçmezsen seni tutuklayaca ğım!» «Aşağılık köpek, sen de!» Julie Lawry'nin sesi şirretle şmiş, tizle ş-mi şti. Kız aya ğa fırlayarak Lloyd'a öfkeyle baktı. «Sana bir iyili k edeyim dedim.» «Bu konuyla ilgilenirim.» «Ya, evet. Bu masalı çok duydum ben!» Julie öfkeyle uzakla ştı. Lloyd onun arkasından baktı, sonra da arka cebinden eski bir not defteri çıkarıp yazmaya ba şladı. «Nick Andros-dilsiz. Bu kentte mi? Tom Cullen .. onu Paul'a

Page 166: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

sormalı.» Paul Burlson Las Vegas'a gelenlerin dosya sını tutuyordu. Lloyd defteri tekrar cebine soktu. Altmı ş kilometre ötede Nadine'le evlenmi ş olan kara adam, Nick Andros'un bir arkada şının Las Vegas'ta oldu ğunu duysaydı, bu durumla yakından ilgilenirdi. Julie Lawry bardan fırladı ğı sırada Tom Cullen kentin ba şka bir semtindeki dairesinin penceresinde durmu ş, dalgın dalgın dolunaya bakıyordu. «Gitme zamanı geldi. Dönme zamanı.» Buna seviniyordu Tom. Buradan nefret ediyordu. Bu kent çürümü ş bir bitki gibi kokuyordu. Kenttekilerin ço ğu iyi insanlardı. Ona i ş vermi şlerdi. Tom'la şakala şı-yorlardı. Ama onlar da kokuyorlardı... Sanki heps i de bekliyor ve etrafı — 352 — gözetliyorlardı. Bazan sessizle şiyorlardı. O zaman gözleri camla şıyor-du. Hepsi aynı kâbusu görüyorlarmı ş gibi. Emirleri, nedenini sormadan yerine getiriyorlardı. Yüzlerindeki o normal insan ifadele ri aslında birer maskeydi. Bunların altında canavar suratları vardı. Kurt adam ların suratları. Tom, Özgür Bölgeden Dayna'yı görmü ştü. Bir defa görmü ş, sonra onunla bir daha kar şıla şmamıştı. «Ne oldu ona? O da casusluk mu ediyordu? Geri m i döndü?» Tom bunu bilmiyor ama korkuyordu. Đçi yiyecek dolu çantasını alıp sırtına taktı. «Gece yürü, gündüz uyu.» Dı şarı çıkıp bisikletine bindi. Saat on birde Las Vega s'tan çıkmı ş, do ğuya do ğru gidiyordu. Kent gerilerde kaldı ğı için rahatlamı ştı... Ama Tom 13 Eylülde, sabaha kar şı dördü çeyrek geçe buz gibi bir korkuyla sarsıldı. O adam yakındaydı. Suratı olmayan adam. E trafta dola şan o iblis. Flagg. Sırıtan yaratık. Ve... Tanrım! Flagg uyanıkt ı! Tom hafifçe inledi. Flagg'in birdenbire uyandı ğını hissediyordu. Karanlıkta kırmızı bir göz açılmı ştı. Korkunç, kırmızı bir göz. Uyku yüzünden henüz bulanıktı o göz. Karanlıkları tarıyordu. Tom Cullen 'in orada bir yerde oldu ğunu seziyor, ama tam yerini bilmiyordu. Sarı şın adam pedalları gitgide daha hızlı çevirmeye ba şladı. Sanki uçuyordu artık. Yava ş yava ş o kara yaratı ğın geride kalmaya ba şladı ğını hissetti, i şin en şaşılacak yanı, o korkunç kırmızı gözün bakı şlarının Tom'un üzerinden geçmesi, ama onu farkedememesiydi. Tom şaşkın şaşkın, «Belki de gidonun üzerine e ğildi ğim için,» diye dü şündü. Sonra o kırmızı göz kapandı. Kara adam uykuya dalmı ştı. 57 Yürüyen Adam Vegas'a döndü. Sabah dokuz buçukta. Ll oyd onun geli şini gördü. Flagg da genç katili farketti ama onunla ilgilenmed i. — 353 — Mahşer / F: 23 Yanındaki kadının Grand Otelin lobisinden geçmesine yardım ediyordu. Oradakiler kara adama bakmaktan tiksinmelerine ra ğmen, yine de kadını incelemek için döndüler. Yabancı kadının saçları kar gibi beyazdı. Yüzü güne şten feci biçimde yanmı ştı. Gözleri bo ş bo ş bakıyordu. Lloyd böyle gözleri daha önce de görmü ştü. Los Angeles'te. Kara adam avukat Eric Strellerton'u n hesabını gördü ğü zaman. Flagg kimseye bakmıyor, sırıtıyordu. Kadını asansör e soktu, kapılar kapandı. Lloyd ondan sonraki altı saat boyunca durmadan çalı ştı. Patron ça ğırdı ğı zaman ona tam bir rapor vermek istiyordu. Sonunda geriye Tom Cullen sorunu kaldı. Lloyd bunun önemli oldu ğunu sanmıyordu ama Flagg'in ne yapaca ğı belli olmazdı. Genç adam Paul Burlson'a telefon etti. «Tom Cullen' in dosyasına bakar mısın?» «Bir dakika... Tamam, Tom Cullen... Tahminen yirmi beş otuz be ş ya ş arası. Belki de kırk. Bunu kendisi de kesinlikle bilmiyor. Biraz geri zekâlı. Onu temizlik grubuna verdik.» «Vegas'a geleli ne kadar oldu?» «Hemen hemen üç hafta.» «Colorado'dan mı o?» «Evet. Ama burada o bölgeden ho şlanmayıp buraya gelen on bir, on iki ki şi var. Tom Cullen'i de kovmu şlar. Normal bir kadınla ili şkisi varmı ş. Gen meselesinden dolayı kaygılanmı şlar sanırım.» Paul bir kahkaha attı. Lloyd, Tom'un adresini aldı. «Bir ad daha söyleyece ğim. Nick And-ros.» Paul hemen, «Bu ad kırmızı listede,» dedi.

Page 167: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Ya?» Lloyd kırmızı listenin ne oldu ğunu bilmiyordu bile. «Sana bu adı kim verdi?» Paul öfkeyle, «Kim dersin?» diye homurdandı. «O kır mızı listedeki bütün adları veren kimse, yine o.» «Pekâlâ, pekâlâ.» Lloyd telefonu kapattı. «Kırmızı liste,» diye dü şünüyordu. «Flagg bu adları yalnızca Paul'a vermi ş. Kırmızı liste ne anlama geliyor? Kırmızı. Stop. Tehlike.» Genç katil birdenbire tele fonu tek- — 354 — rar açarak Las Vegas Güvenlik Görevlisi Barry Dorga n'ı aradı. «Barry? Birini tutuklamanı istiyorum. Onu canlı ele geçirmelisin. Adamların bu yüzden ölseler bile. Adı Tom Cullen. Herhalde şimdi evinde. Onu Grand Otele getir.» Tom'un adresini verdi. «Bu i ş çok mu önemli, Lloyd?» «Çok önemli. Bu i şi ba şarırsan, benden çok daha yüksek biri memnun kalacak .» «Pekâlâ.» Barry telefonu kapattı. Lloyd da öyle. Bu sözlerdeki anlam belliydi. «Đşi yüzüne gözüne bula ştırırsan patron canına okur.» Barry bir saat sonra Lloyd'u aradı. «Tom Cullen kaç mış sanırım. Ama o geri zekâlı. Araba kullanamıyor. Motosiklet bile. Do ğuya do ğru gidiyorsa ancak Kuru Göl'e eri şmiştir. Onu yakalayabiliriz, Lloyd. Bundan eminim.» Lloyd, «izin ver de dü şüneyim,» diyerek telefonu kapattı. Bu olay onu sars mıştı. O kırmızı liste meselesi de! Genç katil, Flagg'le P hoe-nix'te kar şıla ştı ğından beri ilk kez yerinin pek de sa ğlam olmadı ğını anlıyordu. Bazı sırları ona açmamışlardı. Herhalde Tom Cullen'i yine de yakalayabilirl erdi. Carl Hough'la Bill Jamieson, Indian Springs'teki büyük helikopter lerle adamın pe şine düşebilirlerdi. Lloyd, «Tanrım!» diye ba ğırdı. «Andros'un adını bana açıklamı ş olsalardı, Julie beni görmeye geldi ği zaman Tom Cullen'i kolaylıkla yakalayabilirdik.» Korkusundan buz gibi oldu. «Flagg ba şarısızlı ğa u ğradı. Bana da güvenemedi, i şte bu çok kötü!» «Gel, Lloyd.» Mavi kareli bornoz giymi ş olan Flagg tembel tembel gülümsüyordu. Lloyd içeri girdi. Havalandırma aygıtı sonuna kadar açılmı ş oldu ğu için oda buz gibiydi. O sabah Flagg'la gelen kadın kö şedeki beyaz koltukta oturuyordu. Yüzü ifadesizdi. Lloyd ona bakarken ürperdi. Flagg genç adamın arkasından, «Nadine Cross'la tanı şmanı istiyorum,» diyerek onun irkilmesine neden oldu. «Karım.» Genç katil şaşkınlık içinde ona baktı. Flagg alayla güldü. «Hayat ım, i şte sa ğ kolum Lloyd Henreid. Onunla Phoenix'te kar şıla ştık. Lloyd — 355- cezaevinde ba şka bir mahkûmu yemeye hazırlanıyordu. Öyle de ğil mi Lloyd?» Katil kızardı, bir şey söylemedi. Kara adam, «Elini uzat, hayatım,» dedi. Kadın robot gibi bu emri yerine getirdi. Gözlerini Lloyd'un omzunun yukarısındaki bir noktaya dikmi şti. Katilin vücudu ter içinde kaldı birdenbire. Ama, «Memnun oldum,» demeyi ba şararak Nadine'in yumu şak elini sıktı. Flagg, «Artık elini indirebilirsin, a şkım,» dedi gülümseyerek. Kadının eli kuca ğına dü ştü. Flagg kıkır kıkır güldü. «Karım hamile. Beni kutlam alısın, Lloyd. Baba olaca ğım.» Dudakları uyu şmuş olan Lloyd mırıldandı. «Seni kutlarım.» «Nadine'in önünde rahatça konu şabiliriz. O mezar kadar sessiz bir kadın.» Lloyd, « Şu üçüncü casus...» diye ba şladı. «Onu bulaca ğız, Lloyd. Hiç kaygılanma. O köpe ği yakalayaca ğız.» Flagg tatlı tatlı gülümsüyordu ama Lloyd'a bir an patronun kara suratında bir korku ifadesi belirip kaybolmu ş gibi geldi. Genç adam usulca, «Onun kim oldu ğunu biliyoruz sanırım,» diye açıkladı. Flagg ye şimden yapılmı ş bir bibloyu evirip çeviriyor, inceliyordu. Birdenb ire elleri donmu ş gibi kalakaldı. «Ne? Ne dedin?» «Üçüncü casus...» Flagg ani, kararlı bir tavırla onun sözünü kesti. « Olamaz! Sen de artık gölgelerden korkmaya ba şladın!» «Eğer yanılmıyorsam casus Nick Andros adında birinin a rkada şı.»

Page 168: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Yeşim biblo Flagg'in parmaklarının arasından kayarak y ere dü ştü, parça parça oldu. Kara adam Lloyd'u gömle ğinden yakalayarak, «Bunu bana gelir gelmez neden söylemedin?» diye haykırdı. Sesi bir çı ğlıktan farksızdı. «Seni pencereden atmalıyım!» Lloyd belki Flagg'in de savunmasız oldu ğunu farketti ği, belki de patronun her şeyi ö ğrenmeden onu öldürmeyece ğini bildi ği için kendi- — 356 — ni savunmayı ba şardı. «Buna fırsat verdin mi? Bana kırmızı listeden de söz etmedin. O lanet olasıca şey neyse? Bunu bilseydim kahrolası ger-ze ği dün gece yakalardım!» Flagg genç adamı kar şı duvara fırlattı, Floyd yere yuvarlandı. Flagg san ki çıldırmı ştı. Yüzü öfkesinden kapkara kesilmi ş, odada sa ğa sola dola şıyordu. Siyah saçları alnına dü şmüştü. Saçlarını geriye iterek Lloyd'a döndü. Ona çok açıyormu ş gibi sahte bir ifade belirdi yüzünde. Yardımcısını kaldırmak için ona doğru ilerledi. Lloyd, Flagg'in yerdeki sivri, kırık y eşim parçalarına bastı ğını farketti. Ama canı yanmı ş gibi bir hali yoktu adamın. Yaralarından kan da akmıyordu. Kara adam, «Özür dilerim,» dedi. «Seninle bir içki içelim.» Lloyd'u elinden tutup kaldırdı. Bara yürüyüp koskocaman bardaklara viski doldurdu. Lloyd içkinin yarısını bir solukta içti. Otururken eli biraz titriyordu ama ke ndini daha rahat hissediyordu. Flagg, «Kırmızı listeden yararlanman gerekece ği aklıma gelmemi şti,» diye açıkladı. «Listede sekiz ad vardı. Şimdi be şe indi. Komite üyelerinin ve o ya şlı kadının isimleri... Andros onlardan biriydi. Ama öl dü. Evet, Andros öldü. Bundan eminim.» Gözlerini kısarak yardımcısını öfkeyle süz dü. Lloyd patronuna olanları açıkladı. Flagg mırıldandı. «Demek adam geri zekâlı?» «Evet.» Flagg'in yüzünde mutlu bir ifade belirdi. «Evet... Onu bu yüzden göremedim...» Telefona gitti. Bir iki dakika sonra Barry'yle konu şuyordu. «Helikopterler. Birini Cari kullansın, di ğerini de Bili Jamieson. Sürekli radyo ba ğlantısı sağlansın. Altmı ş... hayır, yüz adam çıkar. Do ğu ve Güney Nevada'dan çıkan her yolu kapattır. Adamlarına Tom Cullen'in tarifini ve r. Saat ba şı rapor istiyorum.» Telefonu kapatarak sevinçle ellerini ov uşturdu. «Onu yakalayaca ğız. Keşke gerze ğin kafasını Andros'a gönderebilseydik. Ama o öldü.» Lloyd mırıldandı. «Helikopterler bu gece pek i şe yaramayacak. Üç saat sonra hava kararır.» — 357 — Kara adam ne şeyle, «Kaygılanma, Lloyd,» dedi. «Tom Cullen'i yarı n helikopterlerle rahat rahat yakalayaca ğız. Fazla uzakla şmış olamaz.» Lloyd not defterini çıkarmı ş, kaygıyla öne arkaya büküyordu. Flagg keyiflenmi şti ama Çöp Tenekesinin yaptıklarını ö ğrendi ği zaman yine öfkelenecekti. Genç adam istemeye istemeye, «Bir sorun daha var,» diyerek In dian Springs'deki yangından söz etti. Ama Flagg öfkelenmedi nedense. Yalnızca elini salla dı. «Pekâlâ! Çöp Tenekesi geri döndü ğü zaman onun öldürülmesini istiyorum. Ama çabucak. Canını yakmadan. Çöp acı çekmemeli... Neyse... Şu ara beni o geri zekâlı adam daha çok ilgilendiriyor. Belki karanlık basmadan onu yakalay abiliriz. Sonra... ay da var!» Ne şeyle güldü. Lloyd kurumu ş dudaklarını yaladı. «Artık gidebilir miyim?» «Tabii, Lloyd, tabii.» Genç adam adeta ko şarcasına dı şarı çıktı. Asansöre biner binmez de sinir krizi geçirmeye ba şladı. Tam be ş dakika hem a ğladı, hem güldü. «Flagg yenilmiyor. Yalnızca küçük birkaç sorun var. Onların da üstesin den gelecek. Tavırları her zamankinden tuhafsa ne yapalım? Bir Ekimde di ğerleri yeryüzünden silinmi ş olacaklar. Her şey Flagg'in dedi ği gibi şahane olacak...» Lloyd'u on be ş dakika sonra Stan Bailey, Indian Springs'den aradı . Adam sinir krizi geçiriyordu. Hem Çöp Tenekesine fena halde kı zmı ştı, hem de kara adamdan ödü patlıyordu.

Page 169: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Carl Hough ve Billy Jamieson saat altıda buradan h avalandılar. Pilot adaylarımızdan Cliff Benson onlarla gidiyordu. Bir dakika sonra helikopterler havada patladı. Sersemlememe ra ğmen adamlarımdan be şini hangara yolladım. Oradaki di ğer helikopterlere de patlama fitili takılmı ştı... Bu Çöp Tenekesinin i şi, Lloyd! Adam çıldırdı! Tanrı bilir ba şka nerelere patlayıcı yerle ştirdi!» «Her şeyi kontrol et!» Uoyd'un kalbi korkuyla çarpıyordu. «Buna de ğer mi?» Lloyd haykırdı. «Ne demek de ğer mi? Patron bütün üssün...» — 358 — Stan usulca, «Bütün pilotlarımız öldü,» dedi. «Anla mıyor musun, Lloyd? Cliff bile. Üstelik o öyle şahane bir pilot da sayılmazdı. Burada altı ki şi var. Öğretmen olmadıkça bir i ş görebilecek gibi de de ğiller. Artık o jetler ne i şe yarar, Lloyd?» Telefonu kapattı. Lloyd sonunda durumu kavramı ş, iyice sersemlemi şti. Tom Cullen o gece dokuz buçukta uyandı. Her tarafı tutulmu ş, çok da susamı ştı. Matarasından su içti, kayanın altından sürünerek çı ktı, karanlık gökyüzünde baktı. Ay tam tepedeydi. «Gitme zamanı geldi. Ama d ikkatli olmalıyım. Ah, evet. Çünkü artık pe şimdeler!» Acayip bir rüya görmü ştü. Rüyasında Nick ona, «Artık senin kim oldu ğunu öğrendiler, Tom,» demi şti. «Ama bu senin suçun de ğil. Sen her şeyi gerekti ği gibi yaptın. Bu yalnızca bir şanssızlık. Artık çok dikkatli davranman gerekiyor. Yoldan ayrılmalısın. Hep do ğuya do ğru gitmelisin.» Tom do ğuyu biliyordu ama çölde aklı karı şabilirdi. Dönüp dururdu o zaman. Nick, «Do ğuyu bulacaksın,» diyerek gülümsemi şti. «Önce Tanrının parma ğını görmelisin...» Tom aya ğa kalkarak ufka baktı. Gözleri keskin, çöl havası k ristal kadar berraktı. Sonunda aradı ğını gördü. Yıldızlı gökyüzüne do ğru bir ünlem i şareti gibi uzanıyordu i şte. Tom bu ta ştan sütuna do ğru yürümeye ba şladı. Flagg o gün ak şam üzeri binanın tepesindeki terasta durmu ş, do ğuya do ğru bakıyordu. Kent birdenbire sona eriyor ve çöl ba şlıyordu. Đnsan çölde izini kolaylıkla kaybettirebilirdi. Flagg, «Ama bu sefer öyle olmayacak,» diye fısıldadı. «Onu yakalayaca ğım. Yakalayaca ğım.» Geri zekâlı adamı ele geçirmesinin neden bu kadar önemli oldu ğunu kendisi de bilmiyordu. Lloyd ona helikopterlerin havada parçalandıklarını haber verd i ği zaman öfkeyle, avaz avaz haykırmamak için kendini zor tutmu ştu. Önce tankların, zırhlı arabaların, alev makinelerinin hazırlanmasını emretmeyi dü şünmüştü. Be ş gün sonra Boulder'da olabilirler- — 359 — di. Bütün sava ş on günde sona ererdi. Ama da ğların geçitlerine kar ya ğmışsa mahvolurlardı. Eylülün on dördüydü. Hava kolaylıkla bozabilirdi. «Ama ben dünyanın en güçlü yaratı ğı de ğil miyim? O geri zekâlı adam da düşmanlarıma yalnızca bunu söyleyebilir! Güçlü oldu ğumu! Tabii çölde kaybolmazsa ya da da ğlarda donmazsa. Adamlarımın benden çok korktukların ı, her emrime uyduklarını söyleyebilir. O halde... neden Tom Cull en'in yakalanıp öldürülmesini bu kadar çok istiyorum? Çünkü öyle istiyorum! Ve be n her istedi ğimi elde ederim! Đşte bu yeterli bir neden! «Çöp Tenekesi... Onun hakkında yanılmı şım...» Ama Flagg bunu dü şünmek istemiyordu. «Lloyd kırmızı listeyi bilseydi bütün bunlar da olmazdı... Sus! Sus!» Flagg birdenbire bütün bu dü şünceleri kafasından kovarak havalanmaya karar verdi. Böyle uçar gibi yerden yükseldi ği zaman kendini daha iyi hissediyordu. Daha güçlü, daha sakin. Flagg'in topukları a şınmı ş çizmeleri terastan birkaç santim yükseldi, sonra biraz daha. Flagg kendini pe k rahat hissetti birdenbire. «Seni bulmava geliyorlar.» Flagg bu yumu şak sesi duyunca birdenbire terasa yuvarlandı. Kedi gibi fırlayarak döndü. Tam sırıtaca ğı sırada Nadine'i gördü, gülümsemesi dudaklarında d ondu. Kadının arkasındaki beyaz geceli ğin etekleri uçu şuyordu. Ak saçları da öyle. Flagg ani bir korku duydu. Kadın ona do ğru bir adım attı. Ayakları çıplaktı. «Onlar geliyorlar! Stu Redman, Glen Bateman, Ralph Brentner ve Larry Underwood. Onlar geliyorlar! Seni tavuk hırsızı bir sansar gib i öldürecekler.»

Page 170: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Flagg, «Onlar Boulder'dalar,» dedi. «Karyolalarının altına saklanmı ş, o zenci kadının yasını tutuyorlar.» Nadine kayıtsızca, «Hayır,» diye kar şılık verdi. «Onlar Utah'a varmak üzereler. Yakında burada olacaklar. Ve seni bir hastalık gibi yeryüzünden silecekler.» «Kes sesini! A şağıya in!» Nadine, Flagg'a yakla ştı. «A şağıya inece ğim.» Gülümsüyordu. Đfa- — 360 — desi kara adamın kalbini korkuyla doldurdu. Pembe y anaklarının rengi soldu, bütün gücü kesildi. Şimdi ya şlı ve bitkin duruyordu. Nadine ekledi. «A şağıya inece ğim. Sen de öyle.» «Onlar Boulder'dalar.» «Neredeyse burada olacaklar.» «Aşağıya in, dedim!» «Burada yarattı ğın her şey çöküyor. Tabii ya! Kötülü ğün etkili ya şamı her zaman kısadır. Şimdi herkes fısıltıyla senden söz ediyor. Tom Culle n'i kaçırdı ğını, o geri zekâlı çocu ğun bile Randall Flagg'i yenecek kadar kurnaz oldu ğunu söylüyorlar.» Nadine alayla gülüyor, çabuk çabuk ko nuşuyordu. «Birbirlerine senin silah uzmanını da kaçırdı ğını anlatıyorlar. Senin bunu önceden sezemedi ğini dü şünüyorlar. Bir daha sefere onun çölden getirdi ği silahları doğudakilere de ğil, kendilerine kar şı kullanmasından korkuyorlar. Buradan ayrılmaya ba şladılar bile. Bundan haberin var mıydı?» Flagg, «Yalan söylüyorsun,» diye fısıldadı. Gözleri yuvalarından u ğramı ş, suratı bembeyaz kesilmi şti. «Gidecek olsalardı bunu sezerdim.» Nadine adamın omzu üzerinden do ğuya do ğru baktı. «Gecenin karanlı ğında nöbet yerlerinden ayrılıyorlar. Senin gözün onları görmüy or. Nöbet yerlerinden usulca kaçıyorlar. Yirmi ki şilik bir grup, bir yerde çalı şmaya gidiyor, sonra geriye on sekiz ki şi dönüyor. Sınır nöbetçileri görevlerini bırakıyorl ar. Güç dengesinin deği şmeye ba şladı ğından korkuyorlar. Seni terkediyorlar onlar, terked iyorlar! Geride kalanlar ise, do ğudan gelenler seni kesinlikle ortadan kaldırırken s ana yardım etmeyecekler. Küçük parmaklarını bile kaldır mayacaklar!» Flagg kendini kaybetti. «YALAN SÖYLÜYORSUN!» diye h aykırarak ellerini kadının omuzlarına indirdi. Nadine'in köprücük kemikleri bi rer kur şun kalem gibi kırıldı. Flagg kadını yakalayıp havaya kaldırdı, dö ndü ve a şağıya attı. Aynı anda kadının yüzünde beliren zafer ve mutluluk dolu gülümsemeyi farketti. Nadine'in gözlerinden aklının ba şına gelmi ş oldu ğu da anla şılıyordu. Flagg durumu kavradı o zaman. Nadine, Flagg'in onu a şağıya atması için mahsus adamın damarına basmı ştı. — 361 — Her nasılsa, kendisini ancak Flagg'in serbest bırak abilece ğini sezmi şti. Karnında da Flagg'in çocu ğunu ta şıyordu. Kara adam kadını yakalayabilmek için parmaklı ğın üzerinden e ğil-di. Az kalsın dengesini kaybediyordu. Flagg'in elinde yalnızca ge celikten yırtılan bir parça kaldı. Nadine döne döne a şağıya dü ştü. Hiç haykır-mıyordu. Kara adam kadın yere düşerken çıkan o bo ğuk gürültüyü duydu ğu zaman ba şını arkaya atarak ulumaya başladı. 58 Ah, tarih nasıl da tekrarlanıyordu! Çöp Tenekesi yi ne çölde kavrulmaktaydı. Ama bu kez Cibola'nın serin fiskiyelerini dü şünerek umutlanması imkânsızdı. «Bunu hak ettim...» Adamın cildi yanmı ş, soyulmu ş, tekrar yanmı ş, tekrar soyulmu ş, sonunda da kapkara kesilmi şti. Görünü şü, aslında ne oldu ğunun gerçek, yürüyen bir kanıtı gibiydi. Sanki biri üzerine petr ol dökmü ş, onu bir kibritle tutu şturmu ştu. Kavurucu güne şin parıltısı yüzünden mavi gözlerinin rengi iyice solgundu. Kırmızı gözlü kara ta şı da kaldırıp atmı ştı. Ona layık olmadı ğını düşünmüştü çünkü. Çöp Tenekesi kavurucu güne şte durarak sıska, titrek elini alnına sürdü. Onu bugün ve bu yer için yaratmı şlardı... Oysa o acayip, yalnız ya şantısından sonra Cibola'da dostlar bulmu ştu. «Ah, Tanrım, her şeyi mahvettim ben! Burada, şeytanın tavasında yanmayı hak ettim. Benim için kurtulu ş var mı? Belki bunun cevabını kara adam biliyor. Be nim bilmem imkânsız!»

Page 171: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Çöp Tenekesi, Indian Springs'de harika yangınlar çı karmı ş ve... birdenbire yeni hayatını sona erdirmi şti. Bir ara kendini öldürmeyi dü şünmüş ama bunu yapmamıştı. Nedenini de bilmiyordu. Sonra, «Telafi etmek,» diye dü şünmüştü. «Bu mümkün mü?.. Ama bir silah bulabilirsem... Çok etki li bir şey! Bunu kara adama götürürsem belki suçumu telafi etmi ş olurum... Hiç olmazsa borcumu ödemi ş sayılırım.» — 362 — Bu dü şünceyle çölde yoluna devam etmi şti adam. Kum ta şıtıyla kuzeybatıya do ğru çıkmı ştı. Ne kadar zamandan beri yolda oldu ğunu bilmiyordu artık. Ona Eylülün on altısı oldu ğunu söyleselerdi, bunu da anlamayacak, aptal aptal başını sallayacaktı. Çöp Tenekesi bir kum tepesine tırmandı, ta şıtı birdenbire durdurdu. A şağıda dikenli tellerle çevrilmi ş bir yer vardı. Çöp Tenekesi tellerdeki porselen izolatörleri gördü ğü zaman bu tele eskiden ceryan verildi ğini de anladı. Kapıdaki bir levhada, «Yasak Bölge,» diye yazılıydı . «Burası Amerika Birle şik Devletleri Hükümetine Aittir.» Yerde silahlı nöbetçiler yatıyordu. Kaptan Trips yü zünden ölmü şlerdi. Çöp Tenekesinin gözü sa ğdaki ba şka bir i şarete ili şti. Sarılı siyahlı bir şeydi bu. Üzerinde a şağıya do ğru dönmü ş üçgenler vardı. Adam 'Radyasyon' sembolünü tanıdı. Çocuk gibi gülerek ellerini çırptı. 59 Lloyd'la Whitney Horgan, genç katilin odasında kar şılıklı oturmu ş içki içiyorlardı. Lloyd arkada şı oraya gelmeden önce içmeye ba şlamı ştı. Đki genç de Flagg'in 'karım' diye tanıttı ğı kadının bir gün önce kendini terastan nasıl attı ğını dü şünüyorlardı. Sonra Whitney adeta duyula-mayacak kad ar alçak bir sesle, «Acaba kadın gerçekten kendini mi attı?» diye mırıldandı. Lloyd omzunu silkti. «Bu önemli mi? Ama evet. Bence attı.» Yine bir süre sessizce içkilerini içtiler. Sonra Whitney, «Tom Cullen denilen adamdan haber va r mı?» diye sordu. «Yok. Kimse adamın izini bulamadı. Tom Cullen çölde bir yerde. — 363 — Geceleri yolculuk yapar ve do ğuya do ğru gitmeyi de ba şarırsa, elimizden kaçar. Zaten o önemli mi? Tom Cullen onlara ne açıklayabil ir ki?» «Bilmem.» «Ben de bilmiyorum. Bıraksınlar adamı, gitsin.» Whitney rahatsız oldu. Lloyd neredeyse patronu ele ştirecekti. Lloyd ekledi. «Sana bir şey söyleyeyim mi? O etkinli ğini kaybediyor.» «Lloyd, ben...» «Önce Dayna, sonra bu Tom Cullen denilen adam. Derk en karısı kendini a şağıya atıyor. Onun böyle bir şeyi bilerek planladı ğını sanıyor musun?» «Bundan söz etmemeliyiz.» «Hele Çöp Tenekesi! Bak, o ahmak tek ba şına neler yaptı! Böyle dostları olan insanın dü şmana ihtiyacı olur mu?» «Lloyd...» Lloyd ba şını sallıyordu. «Hiçbir şeyi anlayamıyorum. Her şey yolundaydı. Flagg'in gelip Özgür Bölgedeki ya şlı kadının öldü ğünü söyledi ği geceye kadar. Patron o zaman, 'Önümüzdeki son engel de ortadan ka lktı,' dediydi. Ama her şey o zaman ters gitmeye ba şladı. Şimdi... bilemiyorum... Belki baharda karadan saldırıp onları ortadan kaldırabiliriz. Ondan önce saldırıya geçemeyece ğimiz kesin. Ama öbürküler bahara kadar kimbilir neler ha zırlarlar! Onları kötü sürprizler hazırlaya-madan gafil avlayacaktık. Şimdi bu imkânsız... Sonra Çöp Tenekesini de unutmamalıyız. Çölde bir yerlerde. Ki mbilir...» Whitney alçak sesle bo ğulurcasına, «Lloyd,» dedi «Beni dinle.» Lloyd kaygıyla öne do ğru e ğildi. «Ne var? Ne oldu?» «Sana bunu açıklayacak cesaretim olup olmadı ğını bile bilmiyordum.» Whitney kadehini sıkıca tutuyordu. «Ben, Ace High, Ronnie S ykes ve Jenny Engstrom... buradan gidiyoruz. Bizimle gelmek ister misin? Tanr ım, bunu sana söyledi ğim için çıldırmı ş olmalıyım. Sen patrona çok yakınsın.» «Gidiyor musunuz? Nereye?» «Güney Amerika'ya sanırım. Brezilya'ya. Orası yeter i kadar uzak.»

Page 172: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

— 364 — Whitney bir an durdu, sonra da tela şla konu şmasını sürdürdü. «Çok kimse Vegas'tan ayrıldı. Kaçanların sayısı her gün artıyo r. Flagg'in ba şarılı olabilece ğini sanmıyorlar. Kimisi kuzeye, Kanada'ya gidiyor. Orası benim için fazla so ğuk. Ama buradan kaçmak zorundayım. Beni kabul edece klerini, bilsem, doğuya giderdim. Tabii oraya varabilece ğimden emin olsaydım.» Whitney birdenbire sustu. Yüzünde fazla konu ştu ğunu anlamı ş gibi bir ifade belirmi şti. Lloyd usulca, «Kaygılanma,» dedi. «Seni ele verecek de ğilim.» Whitney üzüntüyle, «Burada her şey berbat oldu...» diye mırıldandı. Lloyd sordu. «Ne zaman gidiyorsunuz?» Whitney ona ku şkuyla baktı. Lloyd, «Pekâlâ,» dedi. «Bunu sordu ğumu unut. Size katılamam. Çünkü Flagg'e minnet borcum var. O beni Phoenix'te feci bir durum dan kurtardı. Ama dahası da var. Flagg beni etkiledi. Adeta daha zeki-le ştirdi. Gerçi onun ne yaptı ğını bilmiyorum. Ama artık eski Lloyd de ğilim. Whitney... Flagg'le kar şıla şmadan önce önemsiz biriydim. Şimdi onun sayesinde, burada i şleri yürütüyorum. Durumum iyi. Kafam da daha iyi çalı şıyor. Evet, o beni zekile ştirdi. Ben de ği ştim. Beni patron de ği ştirdi. Ba şlangıçtan beri onun yanındayım. Bana aradan çok uzu n bir zaman geçmi ş gibi geliyor. Vegas'a geldi ğimiz zaman burada yalnızca on altı ki şi onu bekliyordu. Aralarında Ronnie de vardı. Jenny E ngstrom ve zavallı Hec Drogan da. Biz kente vardı ğımızda Jenny o güzel dizlerinin üzerine çökerek Fla gg'in çizmelerini öptü. Yatakta sana bundan hiç söz etmed i ğinden eminim.» A ğzını çarpıtarak arkada şına gülümsedi. «Aynı Jenny şimdi buradan kaçmak istiyor. Ama onu suçlu bulmuyorum. Seni de öyle.» «Sen burada mı kalacaksın?» «Bunu ona borçluyum.» Lloyd sustu. «Kara adama hâlâ güveniyorum,» diye eklemedi. Sonunu da getirmedi. «Flagg sonunda seni de, di ğerlerini de çarmıha gerecek. Sonra bir şey daha var. Burada Flagg'in sa ğ koluyum. Brezilya'da ne yaparım? Whitney, sen ve Annie benden çok akıllısınız. Sonun da Ace High'la ben, size hizmet etmeye — 365 — başlarız. Bu da hiç ho şuma gitmez.» Genç adam bu dü şüncelerinin hiçbirini açıklamadı. Whitney, «Neyse...» dedi. «Belki ba şarılı oluruz.» Lloyd ba şını salladı. «Tabii...» Đçinden, «Sonunda yine de Flagg ba şarılı olabilir,» diye dü şündü. « Đşte o zaman sizin yerinizde olmak istemem. O sizin Brezilya'da oldu ğunuzu anlar. Đşte o zaman çarmıha gerilmeyi tercih edersiniz.» 17 Eylül sabahı güne ş do ğarken, Tom Cullen de Utah'da, Gunlock kentinin bira z kuzeyinde kamp kurdu. Hava iyice so ğumuştu. Ama Tom hayatından memnundu. Bir gece önce üç ki şilik bir dü şman grubuna görünmeden kaçmayı ba şarmı ştı. Tom sık a ğaççıkların arasına girerek yattı ve birdenbire uyku ya daldı. Rüyasında Nick'i gördü yine. 60 Çöp Tenekesi aradı ğını bulmu ştu. Bir nükleer ba şlık! Bir hayli a ğırdı. Ama Çöp Tenekesi ne yapıp yapacak, nükleer ba şlı ğı Las Vegas'a kadar götürecekti. Böylece Indian Springs'te yaptı ğı korkunç şeyi telafi edecekti. Borcunu ödemesi için ölmesi gerekiyorsa, bunu da yapacaktı. Çöp Tenekesi, «Hayatım senin,» diye fısıldadı. 61 17 Eylül gecesi Randall Flagg çöldeydi. Üç battaniy eye sarınmı ş, dördüncüsünü başına sarmı ştı. Yalnızca gözleri ve burnunun ucu gözüküyordu. G ece yarısı yakla şmaktaydı. — 366 — Flagg hareketsiz kaldı, gözüyle çevreyi taramaya ba şladı. Bakı şları Colorado'daki East Junction kentine eri şti. Kentin hemen do ğusunda bir kamp ate şi yakılmı ştı. Sönmek üzereydi. Ate şin çevresinde dört ki şi yatıyordu. Flagg, «Demek Nadine'in söyledikleri do ğruymu ş,» diye dü şündü. «Geliyorlar. Bunun nedenini anlayamıyorum. Ama geliyorlar.» Kırm ızı göz, adamları so ğuk so ğuk süzdü. Sonra bir homurtu duyuldu. Kamp ate şinden biraz uzakta yatan bir köpek doğrulmu ştu. Öfkeli gözleri kehribarlara benziyordu. Durmada n homurdanıyor,

Page 173: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

hırlıyordu hayvan. Kırmızı göz ona baktı, köpek de korkusuzca göze. Dudakları gerildi, di şleri ortaya çıktı. Adamlardan biri do ğrulup oturdu, «Kojak! Sus artık!» Ensesindeki tüyler dimdik olan Kojak hâlâ hırlıyord u. Uyanan adam ani bir kaygıyla çevresine bakındı. Gle n Bateman'di bu. Köpe ğe, «Yakında kim var, o ğlum?» diye fısıldadı. «Biri mi geldi?» Kojak homurdandı. «Stu.» Glen yanındaki genç adamı sarstı. Stu mırıld andı, sonra da sustu. Flagg yeteri kadar görmü ştü... Kojak yine hırlarken kırmızı gözün bakı şları kamp yerinden uzakla ştı. Flagg, «Evet,» dedi. «Geliyorlar.» Gülümsedi. «Onla ra buraya gelmelerini o ihtiyar kadın mı söyledi? O zenci bu adamlara böyle yeni bir biçimde intihar etmelerini mi önerdi? Ah, harika! Artık ku şkularım da sona erecek, kaygılarım da. Onları yakalayaca ğım! Be ş kafa! Köpe ğin ba şını da bir sopanın ucuna taktıraca ğım.» Kara adam bir kahkaha attı. «Cici köpek!» 62 Stu, «Daha yolu yarılamadık bile,» diyordu. Larry, «Ama artık daha hızlandık,» diyerek ba şını salladı. «Çünkü yoku ş a şağı iniyoruz.» — 367 — Glen, «Haydi,» dedi. «Gidip şu i şi bitirelim. Öyle de ğil mi, Kojak?» Köpek kuyru ğunu salladı. Glen, «'Ya Las Vegas'a varırız ya da ö lürüz,' diyor,» diye açıkladı... «Haydi...» Akşama do ğru so ğuk bir ya ğmur ba şladı. Hepsi de ü şüdüler. Artık pek konu şmuyorlardı. Larry ellerini ceplerine sokmu ş, yalnız ba şına yürüyor, Harold Lauder'i dü şünüyordu. Delikanlının cesedini iki gün önce bulmu şlardı. Ama hiç kimse Harold'dan söz etmek istemiyordu. Sonra müzis yenin aklına gördükleri cesetler geldi. Onları kurtlar parçalamı ştı. Larry kendi kendine, «Biri o kurtları insanları öldürsünler diye mi yolluyor?» d edi. O gece Utah sınırının yakınında kamp kurdular. Larr y'yle Ralph yemekten sonra hemen uykuya daldılar. Glen o zaman, «Dün gece garip bir şey oldu, Stu,» dedi. «Bütün gün bunun gerçek mi, yoksa bir rüya mı oldu ğunu anlamaya çalı ştım.» «Ne oldu?» «Gece uyandım. Kojak hırlayıp duruyordu. Ensesindek i tüyler dimdik olmu ştu. Ona susmasını söyledim ama bana bakmadı bile. Benim sa ğıma do ğru bakıyordu. Önce kurtların yakla ştı ğını sandım. Ama görünürde hiçbir şey yoktu. Sonra... bana biraz ilerde bir şey durmu ş, bizi gözetliyormu ş gibi geldi. Gözlerimi kıstı ğım zaman onu görebilece ğimi seziyordum. Ama bunu yapmak istemedim. Çünkü ba na oradaki kara adammı ş gibi geliyordu.» Stu bir an durdu. «Onun bizi gözetledi ğini dü şünelim. Bu konuda ne yapabiliriz ki?» «Hiç... Ama bu durum yine de ho şuma gitmiyor. Çok korkuyorum. Harold'u o halde buldu ğumuz zaman bile bu kadar korkmadım. Çocuk beynini d ağıtmı ştı. Tanrım!» Glen yüzünü ek şitti. Stu ba şını salladı. «Harold ziyan oldu. Nick ve Susan da ö yle.» «Doğru...» Stu, Harold'un akbabalar tarafından gagalanmı ş cesedini de, defterindeki o içe dokunan açıklamayı da unutamıyordu aslında. Flagg'd en — 368- hem Nick'le Susan'ın, hem de Harold'un intikamını a lmak istiyordu. Genç adam kendi kendine, «Dikkatli olmalısın, a şağılık köpek,» dedi. «Yanına yakla şırsam seni ellerimle bo ğaca ğım.» O sırada Ralph rüyasında bir kurdun onları gözetled i ğini görüyordu. Hayvanın bir tek kırmızı gözü vardı. Ralph kurta, «Defol,» diyor du. «Defol. Biz korkmuyoruz. Hiç korkmuyoruz senden.» Küçük grup ayın yirmi üçünde dik bir yamacın kenarı na vardı. Hava çok kapalı ve soğuktu. Stu kar ya ğabilece ğini dü şünüyordu. Glen ellerini ceplerine sokmu ş, ta şlar içindeki yamaca bakıyordu. Stu, «Başarabilecek misin?» diye sordu. «Evet. Öyle sanıyorum.» «Artritin nasıl?»

Page 174: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Daha çok sancı çekti ğim oldu.» Glen gülümsedi. «Ama açıkçası, bundan iyi oldu ğum günler de oldu.» Yanlarında o ip olmadı ğı için birbirlerine ba ğlanamayacaklardı. Önce Stu dik yamaçtan dikkatle indi. Onu di ğerleri izledi. Biraz ilerde yine dimdik bir tepe yükseliyordu. Oraya daha a ğır a ğır tırmandılar. Stu en gendeydi. Genç adam tam yukarıya varaca ğı sırada aya ğının altındaki ta ş kaydı. Stu tutunacak bir yer aradı ama bulamadı. Döne döne a şağıya yuvarlandı. A şağıda baca ğı bir ta şa çarptı, genç adam acı acı ba ğırdı. «Baca ğım kırıldı sanırım.» «Durum çok mu kötü?» «Acıya bakılırsa öyle oldu ğu anla şılıyor. En a şağı iki kırık var. Belki de daha fazla. Dizim de çıktı.» Larry tela şla yamaçtan inerek genç adamın yanına diz çöktü. Genç adam bir dirse ğinin üzerinde do ğrularak ona baktı. Larry'nin toprak bula şmış yüzü, geçirdi ği şok yüzünden bembeyaz kesilmi şti. Stu, «Herhalde üç ay sonra ancak yürüyebilirim,» dedi. Midesi bulanı-yor , içinden kusmak geliyordu. Genç adam bulutlu gökyüzüne bakarak yumru ğunu salladı. «Kahretsin!» diye haykırdı. Ralph'la Larry, Stu'nun baca ğının önüne arkasına tahta parçaları — 369 — Mahşer / F: 24 koyarak sıkıca sardılar. Glen ona bir artrit hapı v erdi. Genç adamın baca ğındaki sancı hefifledi. Çok sakindi Stu, «Hepimiz de ödünç aldı ğımız süreyi ya şıyoruz,» diye dü şünüyordu. «Flagg'i bulmak için yola çıktı ğımız için de ğil. Ba şlangıçta Kaptan Trips'e yakalanmadı ğımız için. Her neyse... Artık ne yapılması gerekti ğini biliyorum. Bunun yapılmasını da sa ğlayaca ğım.» Larry'nin söyleyecekleri sona ermi şti. Şimdi üçü de kaygıyla Stu'ya bakıyor, onun konu şmasını bekliyorlardı. Genç adam kısaca, «Olmaz,» dedi. Glen usulca, «Anlamıyorsun, Stu...» diye ba şladı. «Hayır, anlıyorum. Ve, 'Hayır,' diyorum. Green Rive r kentine geri dönemeyiz. Ne ipimiz var, ne arabamız. Bu i ş oyunun kurallarına aykırı.» Larry, «Oyun de ğil bu!» diye ba ğırdı. «Burada ölürsün.» «Siz de herhalde Nevada'da öleceksiniz. Haydi, yola devam edin. Güne ş dört saat sonra batacak.» Larry, «Seni burada bırakacak de ğiliz,» dedi. «Çok üzgünüm ama bırakacaksınız. Bunu yapmanızı siz e ben söylüyorum. Beni dinle, Larry. Bu yolculu ğa çıktık, çünkü ya şlı kadının neden söz etti ğini bildi ğine inandık. Şimdi bazı kuralları de ği ştirmeye kalkarsan her şeyi altüst edersin.» Glen yava şça, «Evet,» diye mırıldandı. «Onu bırakıp gidece ğiz.» Larry ona kulaklarına inanamıyormu ş gibi baktı. «Seni Stu'nun dostu sanıyordum.» «Evet, dostuyum. Ama bu da önemli de ğil.» Larry sinirli sinirli güldü. «Sen çıldırmı şsın! Bunu biliyor musun?» «Hayır, çıldırmı ş de ğilim. Bir anla şma yaptık. Bunun ölece ğimiz anlamına geldi ğini biliyorduk ama yine de her şeyi kabul ettik. Şimdi anla şmayı yerine getirece ğiz.» «Tanrı a şkına! Bunu ben de istiyorum! Bir araba bulur, Stu'y u arkasına yatırırız...» «Yürümemiz gerekiyor.» Ralph, Stu'yu i şaret etti. «Onun yürümesi imkânsız.» — 370 — «Evet. Harika. Baca ğı kırıldı onun. Şimdi ne yapmamız gerekiyor? Onu at gibi vurmamız mı?» Glen, «Mesele basit,» dedi. «Burada kalamayız... St u da bizimle gelemez.» Larry fısıldadı. «Bunu kabul edemem.» Yüzü bembeyaz dı. Stu yerden, «Oylamaya koyalım,» dedi. «Ben gitmeniz için oy veriyorum.» Larry elinin tersiyle a ğzını sildi. «Bu geceyi burada geçirelim. Biraz düşünelim.» Stu ba ğırdı. «Olmaz.» Ralph, «Evet,» der gibi ba şını salladı. Sonra da Glen'le bakı ştılar. Profesör cebinden artrit ilacı şi şesini çıkararak Stu'nun eline sıkı ştırdı. «Bunların içinde biraz morfin var. Herhalde üçten fazlası ins anı öldürür.» Stu'yla göz göze geldiler. «Bunu anlıyor musun, Do ğu Teksas'lı?»

Page 175: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Evet, anlıyorum.» Larry tiz bir sesle, «Neden söz ediyorsun?» diye so rdu. «Kahretsin, sen...» Ralph müthi ş bir tiksintiyle, «Sanki biliyorsun da,» dedi. Larry bir an sustu. Sonra da, «Olmaz!» diye haykıra rak şi şeyi Stu' nun elinden kapmaya çalı ştı. Rita'nın uykusunda kendi kusmu ğu yüzünden nasıl bo ğuldu ğunu hatırlamı ştı. Ralph genç müzisyeni omuzlarından yakaladı. Larry ç ırpındı. Stu, «Onu bırak,» dedi. «Larry'yle konu şmak istiyorum.» Ralph, Larry'nin omuzlarını bıraktı. Stu müzisyene baktı... «Buraya gel, Larry. Yanımda çömel.» Larry onun istedi ğini yaptı. Istırapla Teksas'lının yüzüne baktı. «Bu do ğru değil. Biri yuvarlanıp baca ğını kırdı ğı zaman onu... ölüme bırakamazsın! Çekip gidemezsin. Bunu bilmiyor musun?» Stu'nun yüzüne do kundu. «Lütfen dü şün.» Stu, Larry'nin elini tuttu. «Benim deli oldu ğumu sanıyorsun!» «Hayır. Hayır ama...» «Aklı ba şında insanların ne yapacakları konusunda karar verm eye hakları oldu ğunu kabul etmiyor musun?» — 371 — «Ah, ahbap...» Larry a ğlamaya ba şladı. «Larry, karar vermek bana dü şüyor. Yolunuza devam etmenizi istiyorum. Vegas'tan ayrılabilirseniz bu yoldan dönün. Belki Tanrı beni beslemek için bir kuzgun yollar. Bir yerde okumu ştum. Bir insanın su varsa yetmi ş gün hiçbir şey yemeden yaşayabildi ğini yazıyordu. «Ama ondan önce kı ş bastıracak. O hapları almasan bile, ancak üç gün yaşayabilirsin.» «Bu seni ilgilendirmez.» «Beni yanından uzakla ştırma, Stu.» Stu sert bir sesle, «Gitmelisin,» dedi. «Tanrım.» Larry aya ğa kalktı. «Fran bize ne diyecek? Seni akrabalara bıraktı ğımızı ö ğrendi ği zaman...» «Vegas'a gidip o adamın hesabını görmezseniz Fran h içbir şey söyleyemeyecek. Lucy de öyle. Di ğerleri de.» Larry, «Pekâlâ,» dedi. «Gideriz. Ama yarın. Bu gece burada kamp kurarız. Belki sen bir rüya görürsün...» Larry onların yanından uzakla şarak durdu. Arkası üç adama dönüktü. «Pekâlâ, istedi ğini yapaca ğız. Tanrı bizi affetsin.» Ralph yakla şarak Stu'nun yanına diz çöktü. « Đstedi ğin bir şey var mı?» Genç adam gülümsedi. «Evet. Kent ailesiyle ilgili o kitapların hepsini. Her zaman onları okumak istedim. Galiba artık elime bu fırsat geçiyor.» Ralph a ğzını çarpıtarak gülümsedi. «Üzgünüm, Stu. Yanımda k itap yok.» Stu adamın kolunu sıktı. Ralph uzakla ştı. Onun yerini Glen aldı. A ğlayıp duruyordu. Stu, «Haydi, koca bebek,» dedi. «B ana bir şey olmayacak.» «Larry haklı. Kötü bir şey bu. Atlara yapılacak bir şey.» «Bunun yapılması gerekti ğini biliyorsun.» «Evet. Galiba. Ama kim bilebilir ki?» Glen koluyla gözlerini sildi. «Ho şçakal, Doğu Teksas'lı. Seni tanıdı ğım için seviniyorum.» «Hoşçakal...» Üç adam yan yana durdular. Glen omzunun üzerinden S tu'ya bak- — 372 — tıktan sonra dik yamaca tırmanmaya ba şladı. Onu Ralph izledi. O da tepeye eri şti ği zaman Stu, Larry'i yanına ça ğırdı. «Artık lider sensin. Bunu başarabilecek misin?» «Bilmiyorum. Deneyece ğim.» «Kara adamın u şakları sizi yakalayacaklar.» «Evet. Onu tahmin ediyorum. Ya bizi yakalayacak ya da pusuya dü şürerek vuracaklar. Birer köpek gibi.» «Hayır. Bence sizi yakalayıp kara adama götürecekle r. Bundan sonraki birkaç gün içerisinde sanırım. Vegas'a vardı ğınız zaman gözlerini dört aç. Bekle. O şey olacak.» «Ne, Stu? Ne olacak?» «Bilmiyorum. Bizi ba şarmamız için gönderdikleri şey. Hazır ol.»

Page 176: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Mümkün olursa bu yoldan geri döner, seni alırız. B unu sen de biliyorsun.» «Evet. Biliyorum.» Larry yamacı çabucak tırmanarak di ğerlerine katıldı. Üçü de dönüp Stu'ya el salladılar. Genç adam da elini kaldırdı. Sonra uzak la ştılar. Hiçbiri de bir daha Stu Redman'i görmedi. 63 Üç adam Stu'yu bıraktıkları yerin otuz kilometre ba tısında kamp kurdular. Karanlık bastırmı ştı. Glen birdenbire, «Sahi, Kojak nerede?» diye sordu. Ralph, « Đşte bu çok garip,» dedi. «Birkaç saattir onu gördü ğümü hatırlamıyorum.» Glen aya ğa fırlayarak, «Kojak!» diye seslendi. «Hey, Kojak!» Sesi çevrede yankılandı. Köpek havlayıp ona cevap vermedi. Glen sıkıntıyla tekrar yerine oturdu. Kojak onun pe şinden hemen hemen bütün Amerika'yı a şmıştı. Oysa şimdi ortalarda yoktu. Bu Glen'e korkunç bir i şaret-mi ş gibi geldi. — 373 — Ralph usulca sordu. «Ona bir hayvan saldırmı ş olmasın?» Larry dü şünceli dü şünceli, «Belki de Stu'nun yanında kaldı,» dedi. Glen şaşkınlıkla ba şını kaldırdı. «Belki... Belki de öyle oldu.» Stu kara gölgenin usulca kendisine do ğru geldi ğini görünce oldu ğu yerde büzüldü, soğuktan uyu şmuş eliyle iri bir ta şı kavradı. Ama o gölge sevinçle kuyru ğunu sallıyordu. Stu ba ğırdı. «Kojak!» Köpe ğin a ğzında bir şey vardı. Onu Stu'nun aya ğının dibine atarak oturdu, kuyru ğunu yere çarptı, kutlanmayı bekledi. Stu şaşkın, «Aferin, o ğlum,» dedi. «Sen iyi bir köpeksin.» Kojak ona bir t avşan getirmi şti. Stu çakısını çıkararak hayvanı yüzdü, karnını t emizledi. Đç organlarını Kojak'a attı. Ama tav şanı çi ğ çi ğ yeme fikri midesini bulandırıyordu. Genç adam köpe ğe umutsuzca bakarak, «Odun,» diye mırıldandı. Kojak yerinden fırlayıp uzakla ştı. Birkaç dakika sonra döndü ğü zaman a ğzında bir dal ta şıyordu. Bunu Stu'nun yanına bırakarak kuyru ğunu hızla salladı. Stu yine, «Aferin,» dedi. « Đnanılacak gibi de ğil! Haydi, yine getir, Kojak.» Köpek sevinçle havlayarak tekrar uzakla ştı. Stu böylece o ak şam kızarmı ş tav şan yedi. Avın yarısını Kojak'a vermeyi de unutmadı. Gece Glen'in haplarından birini alarak de rin bir uykuya daldı. 28 Eylül sabahı Larry, Glen ve Ralph bir tepeye tır mandılar, a şağıdaki yolda burun buruna iki arabanın bekledi ğini gördüler. Glen, «Kaza mı olmu ş?» diye sordu. Ralph, gözlerini güne şten korumak için elini alnına götürdü. «Sanmıyorum. » Larry, «Bu onun adamları,» dedi. Ralph, «Evet, sanırım,» diye ba şını salladı. « Şimdi ne yapaca ğız, Larry?» Genç müzisyen mendiiliyle yüzünü sildi. «Yola inip olacakları görece ğiz. Öyle değil mi, Glen?» — 374 — «Patron sensin, Larry.» Yamaçtan yola do ğru indiler ve silahlı sekiz adamın kendilerini bekl edi ğini gördüler. Ralph, «Bizimkilerden hiç farkları yok,» dedi. Glen, «Pekâlâ var,» diye cevap verdi. «Bu adamlar s ilahlı.» Yolu kapayan arabalara yirmi adım kala Larry durdu. Ralph'la Glen de öyle. Derin bir sessizlik oldu. Sonra Larry uysalca, «Merhaba,» dedi. Ufak tefek bir adam öne çıktı. Elinde bir Magnum ta banca vardı ama aslında daha çok muhasebeciye benziyordu. «Siz Glendon Bate-man, Lawson Underwood, Stuart Redman ve Ralph Brentner misiniz?» Ralph homurdandı. «Saymasını bilmiyor musun, ahmak? » Silahlı adamlardan biri alayla güldü. Magnum'lu muh asebeci kızardı. «Kim eksik?» Larry, «Buraya gelirken Stu bir kazaya u ğradı,» diye açıkladı. «O tabancayla oynamaktan vazgeçmezsen aynı şey senin ba şına da gelecek.» Yine alaylı gülü şmeler duyuldu. Muhasebeciye benzeyen adam Magnum'u beline soktu. «Benim adım Paul Burlson. Bana verilen yetki ye dayanarak sizi tutukluyor ve benimle birlikte gelmenizi emrediyorum.» Glen hemen atıldı. «Kimin verdi ği yetkiye?» Burlson ona küçümseyerek baktı ama yüzünde bir şey daha vardı. «Kimin adına konu ştu ğumu biliyorsun.»

Page 177: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Öyleyse söyle.» Ama Burlson sesini çıkarmadı. Glen adama, «Korkuyor musun?» diye sordu. Sonra di ğerlerine baktı. «Ondan adını söyleyemeyecek kadar mı korkuyorsunuz? Pekâlâ, sizi n yerinize ben söyleyece ğim. Onun adı Randall Flagg. Kendisi ayrıca 'Kara Adam' diye de tanınıyor. 'Yürüyen Adam'diye de.» Sesi öfkeyle yükseliyordu. «Onu Şeytan diye de ça ğırın. Çünkü bir adı da bu. Bir ba şka adı da Đblis. Cehennemin habercisi o. Siz de onun ayaklarını öpüyorsunuz.» Sevimli bir tavırla gülüms edi. «Bütün bunların açıklanmasını istedim.» — 375 — Burlson ba ğırdı. «Onları yakalayın. Kımıldayan olursa vurun.» Kısa bir an silahlı adamların hiçbiri kımıldamadı. Larry, «Bunu yapamayacaklar,» diye dü şündü. «Biz onlardan nasıl korkuyorsak, onlar da biz den öyle korkuyorlar.» Burlson'a baktı. «Sen kimi kandırıyor sun, küçük adam? Biz Las Vegas'a gitmek istiyoruz zaten. Buraya onun için ge ldik.» Adamlar ancak o zaman harekete geçtiler. Sanki Larr y onlara emir vermi ş gibi. Müzisyenle Ralph'ı bir arabanın arkasına bindirdile r. Glen'i de bir ba şkasına. Larry, «Tutuklandık,» diye dü şündü. Nedense bu fikir onu e ğlendirdi. Ralph içini çekti. Larry ona, «Korkuyor musun?» diye sordu. «Doğrusu bilemiyorum. Artık yürümedi ğim için o kadar memnunum ki duygularımı anlayamıyorum.» Önde oturan adamlardan biri, «O ukala ihtiyar,» ded i. «Lideriniz o mu?» «Hayır, benim.» «Adın nedir?» «Larry Underwood. Bu da Ralph Brentner. Di ğer arabadaki arkada şımız ise Glen Bateman.» «Öbür arkada şınıza ne oldu?» «Bacağı kırıldı, onu bırakmak zorunda kaldık.» «Yazık. Ben Vegas Güvenlik Görevlisi Barry Dorgan'ı m.» Larry az kalsın, «Tanı ştı ğımıza sevindim,» diye cevap verecekti. Bu yüzden dayanamayıp güldü. «Las Vegas'a ne zaman varırız?» «Yollar bozuk. Onun için Vegas'a ancak be ş saat sonra varaca ğız.» Ralph, « Şu hale bak,» diye ba ğırdı. «Üç haftadır yollardayız, be ş saatte Las Vegas'ta olaca ğız.» Dorgan yerinde dönerek onlara baktı. «Neden yürüdü ğünüzü anlayamıyorum. Ona bakarsanız buralara kadar neden geldi ğinizi de anlamı ş de ğilim. Herhalde yolculu ğun böyle sona erece ğini biliyordunuz.» Larry, «Galiba bizi Flagg'i öldürelim diye gönderdi ler,» dedi. «Bunu yapma fırsatını bulamayacaksın, ahbap. Seni v e arkada şları- — 376 — nı Las Vegas Cezaevine götürüyoruz. Patron sizinle özel olarak ilgileniyor. Gelece ğinizi biliyordu.» Biran durdu. «Patronun sizi çabuc ak öldürmesi için dua edin. Ama öyle yapaca ğını hiç sanmıyorum. Son zamanlarda keyfi yok.» Larry, «Neden?» diye sordu. Ama Dorgan fazla gevezelik etti ğini dü şünüyordu anla şılan. Cevap vermeden döndü. Las Vegas'a ancak altı saat sonra varabildiler. Dor gan üç arkada şı ayrı ayrı hücrelere kapattı. Ertesi sabah saat onda Randall Flagg'le Lloyd Henre id, Glen Bate-man'i görmeye geldiler. Adam yere oturmu ş, duvara bir atasözü yazıyordu. Birdenbire hücreler in bulundu ğu bölüm buz gibi oldu. Koridorun dibindeki kapı gür ültüyle açıldı. Glen'in a ğzı kuruyuverdi. «O geliyor, Flagg'in suratını görec eğim.» Adamın artrit sancıları birdenbire müthi ş arttı. Ama yine de ilgi ve bekleyi ş dolu bir gülümsemeyle dönmeyi ba şardı. «Demek geldin? Sandı ğım kadar korkunç değilmi şsin.» Parmaklıkların öbür yanında iki ki şi duruyordu. Flagg beyaz ipek bir gömlek ve blucin giymi şti. Glen'e gülümsüyordu. Yanındaki kısa boylu genç çok ciddiydi. Gözleri yüzüne göre fazla iri, çenesi de geriye do ğruydu. Boynuna kırmızı damarlı siyah bir ta ş asmı ştı. Flagg, «Bu yardımcım Lloyd Henreid,» diye açıkladı. «Artritin nasıl, Glen?» Gözlerinde alaycı bir pırıltı belirmi şti.

Page 178: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Profesör ellerini açıp kapatarak Flagg'e gülümsedi. O gülümsemenin kendisine nelere mal oldu ğunu kimse anlayamazdı. « Đyiyim. Bu gece kapalı bir yerde uyudu ğum için kendimi daha iyi hissediyorum. Te şekkür ederim.» Flagg'in gülümsemesi donar gibi oldu. Glen adamın y üzünde bir an öfke ve şaşkınlık dolu bir ifadenin belirip kayboldu ğunu farketti. Yoksa buna korku da mı karı şmıştı? Kara adam, «Seni serbest bırakmaya karar verdim,» d iye açıkladı. Tekrar ne şeyle sırıtmaya ba şlamı ştı. — 377 — Glen rahat bir tavırla, «Çok güzel,» dedi. «Sana küçük bir motorlu bisiklet de verilecek. Ona biner, a ğır a ğır geldi ğin yere dönersin.» «Tabii arkada şlarım olmadan gidemem.» «Doğru. Bunu benden istemen yeterli. Diz çök ve bana ya lvar.» Glen ne şeyle bir kahkaha attı. Gülerken eklemlerindeki o ko rkunç sancı da hafiflemeye ba şladı. «Çok şakacısın! Şimdi sana ne yapaca ğını söyleyece ğim! Hemen defolup gideceksin!» Flagg'in suratı kapkara kesildi. Elini uzattı, parm aklarından alevler fı şkırdı, hücrenin kapısındaki kilit dumanlar içinde yere dü ştü. Lloyd haykırdı. Flagg hücrenin kapısını açtı, «Gülüp durma! Sus artık!» Glen kahkahalar atıyordu. «Bana gülme!» Glen gözlerinden akan ya şları silerek, «Sen bir hiçsin!» diyerek güldü. «Ah, bağı şla. Ama... senden çok korkuyorduk... Seni gözümüzde büyütmü ştük... Yalnız senin önemsizli ğine de ğil, bizim budalalı ğımıza da gülüyorum...» Flagg yardımcısına döndü. «Onu vur, Lloyd!» Yüz kas ları korkunç bir biçimde seğiriyordu. Glen, «Ah,» dedi. «Madem ölmemi istiyorsun, beni se n vur. Herhalde bu kadarcık bir şeyi ba şarabilirsin, Flagg. Bana parma ğınla dokun ve kalbimi durduruver istersen. Bir i şaret yap, beyin kanamasından öleyim. Ah, Tanım!» Gl en ranzaya çökerek gülmesini sürdürdü. Öne arkaya sallanıyordu . Kara adam Lloyd'a bakarak kükredi. «Onu vur!» Rengi uçmu ş, korkuyla titreyen Lloyd tabancasını zorlukla çekt i. Az kalsın silahı elinden dü şürüyordu. Ancak tabancayı iki eliyle tutarak ni şan alabildi. Profesör, Lloyd'a bakarak gülümsedi. «Bay Henreid, birini vurmanız gerekiyorsa, bu adamı vurun.» «Haydi, Lloyd!» Lloyd teti ği çekti. Tabanca müthi ş bir gürültüyle patladı. Ama kur şun Glen'in omzunun be ş santim yukarısından geçerek duvara çarptı ve sekti . -378- Flagg gürledi. «Sen hiçbir şey yapamaz mısın? Onu vur, geri zekâlı! Vur onu! Đşte, kar şında duruyor!» «Elimden geleni yapıyorum...» Glen hâlâ gülümsüyordu. «Tekrarlıyorum. Birini vurm anız gerekiyorsa onu vurun. Aslında o gerçek bir insan de ğil. Bir keresinde bir dostuma Flagg'i 'mantıklı düşüncenin son sihirbazı' diye tanımlamı ştım. Aslında bu söz sandı ğımdan çok daha do ğruymu ş. Ama artık sihir gücünü kaybetmeye ba şladı. Bunu kendisi de biliyor. Siz de öyle. Onu şimdi vurun, hepimizi de kan dökmekten ve ölümden kurtarın.» Flagg'in yüzü iyice ifadesizle şmişti. «Hiç olmazsa birimizden birini vur! Seni açlıktan ölece ğin sırada hapisten kurtardım. Sen bu adam gibilerin den intikam almak istiyordun. Büyük laflar eden küçük adamlarda n.» Lloyd, Glen'e, «Beni kandıramazsınız, bayım,» dedi. «Randall Flagg do ğru söylüyor.» «O yalan söylüyor. Bunu siz de biliyorsunuz.» Lloyd, «O bana her zaman gerçekleri söyledi,» diyer ek Glen'e üç el ate ş etti. Glen geri geri giderek yere yı ğıldı. Ama sonra bir dirse ğinin üzerinde doğrulmayı ba şardı. «Zararı yok, Bay Henreid. Sizin hiçbir şeyden haberiniz yok.» Lloyd, «Sus!» diye haykırarak tekrar ate ş etti. Glen'in suratı parçalandı. Katil teti ği çekmeyi sürdürdü. Bir yandan da a ğlıyordu. Sonunda tabanca bo şaldı.

Page 179: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Flagg usulca, «Tamam,» diye mırıldandı. «Tamam. Afe rin sana. Aferin, Lloyd.» Lloyd tabancayı yere atarak Flagg'den uzakla şmaya çalı ştı. «Bana dokunma! Ben bunu senin için yapmadım.» Flagg şefkatle, «Hayır,» diye cevap verdi. «Benim için yap tın. Sen benim sadık ve iyi u şağım de ğil misin?» 30 Eylül sabahı şafak zamanı Fare, Larry'nin hücresinin önünde durar ak ne şeyle, «Kalk bakalım, aslanım,» dedi. «Fare seni almaya ge ldi.» — 379 — Larry döndü. Hücrenin kapısında korsan kılı ğında bir zenci duruyordu. Boynuna gümüş dolarlardan olu şan bir zincir takmı ştı. Elinde bir kılıç vardı. «Ne var?» Fare, «Sevgili dostum,» dedi. «Sonun geldi.» Larry ranzadan kalktı. « Đyi ya!» Zencinin arkasında duran Burlson çabucak konu şmaya ba şladı. «Bunun benim fikrim olmadı ğını bilmeni istiyorum.» Larry adamın korktu ğunu anladı. Müzisyen, «Dün silah sesleri duydum,» dedi. «Kim öl dü?» Burlson gözlerini ondan kaçırdı. «Glen Bateman... K açmaya çalı şıyordu.» Larry mırıldandı. «Kaçmaya çalı şıyordu, öyle mi?» Gülmeye ba şladı. Fare alayla ona katıldı. Burlson hücrenin kapısını açarak içeri girdi. Elind e kelepçe vardı. Larry ona kaşı koymaya kalkmadı. Bileklerini uzattı. Burlson kel epçeyi taktı. Müzisyen, «Kaçmaya çalı ştı, öyle mi?» diye tekrarladı. «Burlson, yakında se ni de kaçmaya çalı şırken vuracaklar. Seni de öyle, Fare. Kaçmaya çalı şırken vuruverecekler.» Tekrar gülmeye ba şladı ama Fare bu kez ona katılmadı. Öfkeyle Larry'e bakarak kılıcı kaldırdı. Burlson, «indir onu, ahmak,» diye homurdandı. Koridora çıktılar. Orada be ş ki şilik bir grup onlara katıldı. Aralarında Ralph da vardı. O da kelepçeliydi. Ralph üzüntüyle, «Larry,» dedi. «Duydun mu? Sana sö ylediler mi?» «Evet. Duydum.» «Köpekler! Ama artık onların da sonu geldi. Öyle de ğil mi?» «Evet. Öyle.» Adamlardan biri, «Kesin sesinizi!» diye homurdandı. «Asıl sizin sonunuz geldi. Patronun sizin için neler hazırlattı ğını biraz sonra göreceksiniz.» Ralph ısrar etti. «Hayır, sizin sonunuz geldi. Bunu n farkında de ğil misiniz?» — 380 — Fare, Ralph'ı itti. Adam sendeledi. Zenci, «Sus art ık!» diye haykırdı. «Fare bu uydurmaları dinlemek istemiyor.» Larry güldü. «Rengin fena uçtu, Fare. Suratın kül r engi.» Fare kılıcını salladı ama öyle tehlikeli bir hali y oktu. Korktu ğu belliydi. Di ğerlerinin de öyle. Larry'yle Ralph'ı zeytin ye şili bir cezaevi arabasına bindirerek kapıları kapattılar. Ralph alçak sesle, «içlerinden biri bütün Vegas'ın alanda toplanaca ğını söyledi,» dedi. «Bizi çarmıha mı gerecekler dersin? » «Evet. Ya da buna benzer bir şey yapacaklar.» Larry iriyarı adama baktı. Ralph'in hasır şapkası hâlâ ba şındaydı. «Korkuyor musun, Ralph?» Ralph fısıldadı. «Hem de çok korkuyorum. Aslında ca n acısına hiç dayanamam. Eskiden bana i ğne yapılmasından bile ho şlanmazdım. Ya sen?» «Ben de çok korkuyorum.» Ralph, «Neler oldu ğunu anlayabilseydim...» diye yakındı. «Flagg biziml e gösteri yapacak. Herkes ne güçlü biri oldu ğunu anlasın diye. Ama biz ta buralara kadar bunun için mi geldik?» «Bilmiyorum.» Bir süre sonra araba durdu, kapılar açıldı. Larry'y le Ralph kendilerini büyük bir otelin önündeki çim alanda buldular.Alanın çevr esine kalabalık toplanmı ştı. Ortada iki kamyon vardı. Bunlara çelikten yapılmı ş birer kafes konmu ştu. Larry kalabalı ğa baktı. Herkes bakı şlarını kaçırdı genç adamdan. Hepsinin de rengi uçuktu. Sanki ölümün yakla ştı ğını biliyorlarmı ş gibi.

Page 180: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Đki arkada şı kafeslere do ğru gittiler. Larry o sırada, yanda dört arabanın beklemekte oldu ğunu farketti. Bunlara çekme zincirleri takılmı ştı. Ralph durumu kavradı. Boğuk bo ğuk, «Bizi parçalayacaklar, Larry,» dedi. Fare homurdandı. «Haydi. Bin bakalım.» Larry kamyonun arkasına çıktı. «Bana gömle ğini ver, beyaz köpek.» — 381 — Larry istenileni yaptı. Ralph da soyundu. Kalabalık tan mırıltılar yükseldi, sonra bir sessizlik oldu. Đki adam da yürüyerek yaptıkları o uzun yolculuk sırasında çok zayıflamı şlardı. «Kafese gir, beyaz köpek.» Larry geri geri giderek kafese girdi. Sonra Barry Dorgan emirler ya ğdırmaya ba şladı. Oradan oraya gidiyor, hazırlıkları kontrol ediyordu. Yüzünde tiksinti dol u bir ifade vardı. Dört şoför arabalara binerek motorları çalı ştırdılar. Dorgan, Fare ve üçüncü bir adam Larry'nin kafesine girdiler. Zenci, çekme zincirlerinden birinin ucunu çubukların arasından k afese sokmu ştu. Bunun ucundaki kelepçeyi açarak bekledi. Dorgan, «Ellerini uzat,» dedi. «Yasa ve düzen ne şahane şey, de ğil mi, Barry?» «Kahretsin!» Dorgan, Larry'nin bileklerindeki kelep çeleri çıkardı. Delikanlının bile ğine zincire takılı yeni kelepçeler geçirildi. Adaml ar geri geri giderek kafesten çıktılar, kapıyı kapattılar. Larry sa ğa baktı. Ralph'in bileklerine de o zincirli kelepçelerden takılmı ştı. Larry birdenbire, «Bunun kötü bir şey oldu ğunu hepiniz de biliyorsunuz!» diye bağırdı. Yıllardan beri şarkıcılık etti ği için sesi şaşılacak kadar gür çıkıyordu. «Sizden buna engel olmanızı beklemiyorum . Ama hatırlamanızı istiyorum! Bizi öldürecekler. Çünkü Randall Flagg b izden korkuyor. Bizden ve geldi ğimiz yerdeki di ğer insanlardan. Nasıl öldürüldü ğümüzü unutmayın! Gelecek sefere bu biçimde ölme sırası size gelebilir. Kafes te bir hayvan gibi a şağılık bir biçimde ölme sırası!» Kalabalık öfkeyle homurdandı, sonra yine herkes sus tu. Flagg otelin önündeki basamaklardan iniyordu. Memnun memnun sırıtmaktaydı . Yakla şıp iki kamyonun arasında durdu, taraftarlarına do ğru döndü. Herkes bakı şlarını ondan kaçırdı. Kara adam usulca, «Lloyd,» dedi. Yardımcısı hasta g ibiydi. Rengi iyice uçmu ştu. Flagg'e rulo yapılmı ş bir kâ ğıt uzattı. Kara adam kâ ğıdı açtı. «Ben, Randall Flagg, Salgının Birinci Yıl ı diye tanımlanan Otuz Eylül günü bu gerçek belgeyi imzala dım.» Ralph, «Asıl adın Flagg de ğil,» diye kükredi. «Neden onlara asıl adını söylemiyorsun?» — 382 — Flagg ona aldırmadı. «Lawson Underwood ve Ralph Bre ntner adlı bu adamlar gecenin karanlı ğından yararlanarak, casusluk amacıyla Las Vegas'a g elmi şlerdir...» Larry, « Đşte bu çok güzel,» dedi. «O yoldan gündüz geldik. Ad amların bizi ö ğle vakti karayolunda yakaladılar.» Flagg sabırla onun susmasını bekledi. «Bildi ğiniz gibi bu adamların suçortakları, Indian Springs'de helikopterlere sabo taj yapmı şlardır. Bu yüzden Carl Hough, Bill Jamieson ve Cliff Benson'un ölümün den sorumludurlar. Bu adamlar uygun biçimde cezalandırılacak, yani parçalanacakla rdır. Bu cezaya tanık olmak hepinizin görevidir. Bugün gördüklerinizi hatırlama k ve ba şkalarına anlatmak da öyle.» Flagg sırıttı. «Hamile kadınlar bu sahneyi s eyretmek zorunda değillerdir.» Kara adam arabalara do ğru döndü. Aynı anda iriyarı bir adam çim alana çıktı. Suratı başındaki a şçı külahı kadar beyazdı. Kara adam kâ ğıdı Lloyd'a verdi. Whitney Hogan kamyonlara yakla şırken Lloyd'un elleri titredi, kâ ğıt yırtıldı. Whitney, «Hey, beni dinleyin!» diye haykırdı. «Bu y apılan do ğru de ğil.» Kalabalık şaşkın şaşkın mırıldanırken Flagg vah şice bir ifadeyle Whitney'e baktı. Genç adam ba ğırdı. «Bizler vaktiyle Amerikalıydık. Amerikalılar böyle davranmazlar. Ben önemli bir insan de ğilim. Hiçbir zaman da olmadım. Yalnızca

Page 181: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

basit bir a şçıydım. Ama Amerikalıların böyle davranmamaları, ko vboy çizmeli bir sapı ğı dinlememeleri gerekti ğini biliyorum...» Kalabalık deh şetle solu ğunu tuttu. Whitney, «Bir sapık,» diye direndi. Terler yüzünden gözya şları gibi akıyordu. «Bu iki adamın gözlerinizin önünde parçalanmalarını seyretmek istiyorsunuz, öyle mi? Yeni hayata böyle mi ba şlayacaksınız? Beni dinleyin. Ömrünüzün sonuna kadar kâbuslardan kurtulamazsınız!» Kalabalık, «Do ğru...» diye mırıldandı. Whitney, «Bu duruma engel olmalıyız,» dedi. «Bunu b iliyorsunuz de ğil mi? Düşünmeli...» «Whitney...» Bu ipek gibi yumu şacık ses bir fısıltıdan farksızdı. «Buraya gel...» -383- Whitney, «Hayır,» diye fısıldadı. Kara adam, «Planlarını sezmedi ğimi mi sanıyorsun?» dedi. «Ben bunları, sen daha düşünmeden anladım. Sürünerek uzakla şmana da izin verecektim. Ama sonra seni geri getirecektim. Belki bir, belki on yıl sonra. Şimdi artık bütün bunlar geride kaldı. Bana inan, Whitney.» Whitney son defa sesini yükseltmeyi ba şardı. «Sen insan de ğilsin! Sen bir tür... iblissin!» Flagg sol elinin i şaret parma ğını Whitney Horgan'ın çenesine do ğru uzattı. Parmağının ucundan mavi bir ate ş topu fırladı. Whitney haykırdı ama yerinden kımıldayamadı. Mavi alev önce çenesini yaktı, sonra bütün yüzünü dola ştı. Genç adam sendeledi, sonunda yüzüstü yere devrildi. Flagg gök gürültüsü gibi bir sesle kalabalı ğa meydan okudu. « Đçinizde verdi ğim cezayı be ğenmeyen biri daha var mı? E ğer varsa şimdi konu şsun.» Bu sözleri derin bir sessizlik izledi. Flagg memnun olmu ştu. «O halde...» Birdenbire kalabalıktakiler ba şlarını çevirdiler ve ço ğu şaşkınlıkla ba ğırdılar. Larry elektrikli bir motorun homurtusunu duydu. Kal abalık, «Çöp...» diye mırıldanıyordu. «Çöp... Çöp Tenekesi!» Biri sanki kara adamın meydan okumasına kar şılık vermek istiyormu ş gibi kalabalı ğın arasından geçti. Flagg'in kalbi deh şetle doldu. Bu bilinmeyen ve beklenmeyen şeyin uyandırdı ğı dehşetti. Kara adam Whitney'in son anda bir budalalık e dece ğini bile önceden tahmin etmi şti. Bundan ba şka da her şeyi görmü ştü o. Biri tiz bir çı ğlık attı, kalabalık hızla da ğılmaya ba şladı. Herkes bir tarafa kaçıyordu. Flagg olanca sesiyle, «Durun!» diye ba ğırdı ama onu kimse dinlemedi. Yine bir terslik olmu ştu. Ya şlı yargıcın suratı parçalandı ğı, Dayna'nın camla bo ğazını kesti ği, Nadine... a şağıya uçtu ğu zaman oldu ğu gibi. insanlar deh şetle kaçıyorlardı, çünkü Çöp Tenekesinin getirdi ği şeyi görmüşlerdi. Çim alan bo şalırken Flagg de gördü. Larry, Ralph ve elinde kâ ğıdın yarısıyla donmu ş gibi duran Lloyd Henreid de gördüler. — 384 — «Çöp Tenekesi» diye tanınan Donald Merwin Elbert uz un, kirli bir eletrikli arabanın direksiyonundaydı. Araba sarsılırken adam da kukla gibi sallanıyordu. Çöp Tenekesinin radyasyon hastalı ğı son a şamasına girmi şti. Saçları dökülmü ş, kollarındaki yaralardan irin akıyordu. Çıban içinde ki suratı kıpkırmızıydı. Çölde rengi uçmu ş tek mavi gözünde müthi ş bir zekâ pırıltısı vardı. Di şleri dökülmü ştü. Tırnakları da. Göz kapakları yarı erimi ş durumdaydı. Sanki o elektrikli arabayla cehennemden çıkıp gelmi şti. Flagg donmu ş gibi ona bakıyordu. Sırıtmıyordu artık. Yanakları da kırmızı değildi. Suratı uçuk renkli camdan yapılmı ş bir maskeye benziyordu. Çöp Tenekesinin sesi sıska gö ğsünden heyecanla yükseldi. «Onu getirdim... Sana ate şi getirdim... Lütfen... Çok üzgünüm.» Lloyd adama do ğru bir iki adım attı. «Çöp... Çöp, bebe ğim!» Sesi bir karganınkinden farksızdı. Çöp Tenekesi tek gözünü acıyla oynatarak Lloyd'u bu lmaya çalı ştı. «Lioyd? Sen misin?» «Evet, benim.» Lloyd şiddetle sarsılıyordu. «Hey, arabadaki nedir? O...»

Page 182: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Çöp Tenekesi mutlu mutlu, «Bir atom bombası o,» diy e açıkladı. «Koskocaman bir atom bombası. Büyük ate ş... Hayatım senin.» Lloyd, «Onu götür, Çöp,» diye fısıldadı. «Tehlikeli o.» Artık 'soluk adama' dönmü ş olan kara adam inledi. «Lloyd, onu aldı ğı yere geri götürsün...» Çöp Tenekesinin tek gözünde şaşkınlık dolu bir ifade belirdi. «Nerede o?» Sesi yükselip ıstırap dolu bir uluma halini aldı. «Nered e o? Gitmi ş! Nerede o? Ona ne yaptınız?» Lloyd son defa çabaladı. «Çöp Tenekesi, o bombayı g ötürüp bırakmalısın...» Ralph birdenbire bir çı ğlık attı. «Larry! Larry! Tanrının Eli!..» Yüzünde m üthi ş bir mutluluk vardı. Gözleri ı şıl ı şıl, gökyüzünü i şaret ediyordu. Larry ba şını kaldırdı. Flagg'in parma ğının ucundan fırlattı ğı mavi — 385 — Mahşer / F: 25 ate ş küresi iyice büyümü ş, koskocaman olmu ştu. Havada a ğır a ğır Çöp Tenekesine doğru gidiyordu. Kıvılcımlar fı şkırıyordu içinden. Biçimi de gerçekten bir ele benziyordu. Kara adam, «Olamaz...» diye inledi. Larry ona baktı. Ama Flagg artık orada de ğildi. Biraz önce durdu ğu yerin hemen önünde korkunç bir şey belirmi şti. Şekilsiz, kambur bir yaratık. Kedi gibi koskocaman sarı gözleri vardı. Sonra o şekil de ortadan kayboldu. Flagg'in elbiseleri bir an havada asılı kaldı. Ceketi, bluci ni ve kovboy çizmeleri. Adam hâlâ bunların içindeymi ş gibi. Sonra elbiseler yere dü ştü. Çatırdayan mavi ate ş, Çöp Tenekesinin Nelli Deneme Üssü'nden oraya kada r getirdi ği elektrikli sarı arabaya do ğru gitti. Ta şıttaki bomba onu çekiyordu. Lloyd Henreid, «Kahretsin!» diye ba ğırdı. «Hepimiz mahvolduk!» Larry kendi kendine, «Ah, Tanrım,» dedi. «Sana şükürler olsun! Ben...» Sessiz bir beyaz ı şık bütün dünyayı doldurdu. inananlar da, inanmayanlar da o kutsal ate şte yandılar. 64 Stu şafak zamanı rahatsız bir uykudan uyandı. Kojak ona sokulup yatmı ştı ama Stu yine de titriyordu. Gökyüzü so ğuk bir maviydi. Stu' nun vücudu, titremesine ra ğmen, alev alev de yanıyordu. Ate şi çıkmı ştı. Genç adam, «Hastayım...» diye mırıldanarak tekrar daldı. Stu bir saat sonra irkilerek uyandı. Uykusu arasınd a deh şet içinde kumluk yere sıkıca tutunmu ştu. Bir kâbus mu görüyordu? Herhalde. Yer ellerinin altında hafifçe sarsılıyordu. Deprem? Burada deprem olabili r miydi? Sonra kula ğına bo ğuk bir gümbürtü geldi. Kulak zarları bir an içeriye do ğru çöktü sanki. Stu yukarıdan gelen iniltiyi duyarak b aşını kaldır- — 386 — di. Kojak alçak bir tepeye tırmanmı ş, batıya, Nevada'ya do ğru bakıyordu. Stu dehşetle, «Kojak!» diye ba ğırdı. Köpek ona do ğru ko ştu. Hâlâ inliyordu. Stu köpe ği ok şarken hayvanın titredi ğini farketti. Genç adam birdenbire durumu kavradı. «Görmeliyim,» diye mırıldandı. A ğır a ğır, sürünerek yamaca tırmanmaya başladı. «Tanrım, alev alev yanıyorum. Ate şim yine çıktı sanırım.» O sırada gözü yanından ayrılmayan Kojak'a ili şti. Hayvan dilini çıkarmı ş, kesik kesik soluyordu. Onun da sıcaktan rahatsız oldu ğu anla şılıyordu. «Demek ki ate şim çıkmamı ş.» Stu sonunda bitkin halde tepeye eri şmeyi ba şardı. A ğır a ğır do ğrulup oturdu. Kojak inliyor, yüzünü yalıyordu. Genç adam batıya d oğru baktı. Uzun bir süre. Dalga dalga yayılan sıcaklı ğın bile farkında de ğildi artık. Stu sonunda titrek, hafif bir sesle, «Ah, Tanrım... » dedi. « Şuna bak, Kojak. Tanrım, her şey sona erdi!» Ufukta mantar biçimi bir bulut belirmi şti. Sanki güne ş o gün erken batmaya karar vermi ş gibi, turuncumsu kırmızı renkteydi. «Las Vegas' ta kilerin hepsi de öldü. Biri bir hata yaptı ve nükleer bir silah patladı... Buluta bakılırsa dev bir şeydi. Glen, Larry ve Ralph... Belki onlar daha Las Vegas'a varamamı şlardı ama... herhalde kavrulup gittiler... Rüzgâr şimdi bu bulutu ne tarafa do ğru sürükleyecek?.. Ama artık bu da önemli mi? Üzerimde bulmaları için Fran'e mektup yazaca ğım. Las Vegas'ta-kilerin buharla ştıklarını ö ğrenmeliler. Ama şimdi yazamam... Çok yorgunum... Sevinemiyorum bile...» S tu yere uzandı. Uykuya

Page 183: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

dalmadan önceki dü şüncesi, «Kaç megatondu bu?» demek oldu. Ama bunu ki mse bilemeyecekti. Hatta bilmeyi bile istemeyecekti... Stu saat altıdan sonra uyandı. Mantar biçimi bulut kaybolmu ştu. Ama batıda gökyüzü kıpkırmızıydı. Stu, Kojak'ın getirdi ği tav şanı kızarttı yine. Köpe ğe avın yarısını verdi. Ama kendisi ancak birkaç lokma yiyebildi. Titremeye ba şlamı ştı. Battaniyeleri de aşağıda kalmı ştı. Güneş battı. Kojak bir süre sonra Stu'nun battaniyelerin den birini — 387 — sürükleyerek getirdi. Genç adam köpe ğe bitkince sarıldı. «Sen harika bir yaratıksın, Kojak. Bunu biliyor muydun?» Kojak kuyru ğunu salladı. Stu battaniyeye sarındı, köpek de onun yanına uzandı. Kısa bir süre sonra ikisi de uykuya daldılar. Ama S tu sayıklayarak çırpındı durdu. Stu ertesi sabah uyandı ğı zaman ate şi daha da yükselmi ş, çenesinin altındaki bezler iyice şi şmişti. Gözleri kızgın bilyeler gibiydi. «Ben ölüyorum. .. Bu kesin...» Genç adam bir ka ğıda gerekenleri zorlukla yazdı, sonra tekrar daldı gitti. Uyandı ğı zaman hava kararmaya ba şlamı ştı. Kojak yanında bekliyordu. Stu köpe ğe, «Ben öldü ğüm zaman Boulder'a dönmeni istiyorum,» dedi. «Gidip Fran'i bul. Frannie'yi. Mektubu tasmana takaca ğım. Anladın mı, o ğlum?» Kojak ku şkuyla kuyru ğunu salladı. Stu sabaha kar şı uyanıp tek dirse ğinin üzerinde do ğruldu. Kulakları u ğulduyordu. Bir ses uyandırmı ştı onu. Kayan ta ş ve çakılların sesi... Herhalde Kojak dola şmaya çıkmı ştı. Hayır! Köpek yanındaydı. Hayvan aya ğa kalkmı ş, usul usul ilerliyordu. Birdenbire yanda kara bir siluet belir di. Stu, «Kara adam geldi,» diye dü şünerek zorlukla do ğrulup oturdu. «Las Vegas'taydı ama kaçmayı ba şarmı ş demek.» Kojak homurdanarak gölgeye do ğru gitti. Biri şaşkın şaşkın, «Hey,» dedi. «Kojak, sen de ğil misin?» Köpek birdenbire ne şeyle havlayarak ileri atıldı. Stu deh şetle, bo ğuk bo ğuk haykırdı. «Hayır! Bu bir hile! Kojak...» Ama köpek sevinçle sıçrayıp duruyordu. Stu dudaklarını yalayarak dövü şmeye hazırlandı. Bir, belki de iki yumruk atabilece ğini dü şünüyordu. Sonra, «Kim var orada?» diye seslendi. «Tom Cullen! Evet, efendim. Evet, Tom Cullen! Sen k imsin?» — 388 — Genç adam, «Stu,» dedi. Sanki sesi çok uzaklardan g eliyordu. «Merhaba, Tom. Seni görmek harika...» Sonra kendinden geçti. Stu 2 Ekim sabahı saat onda kendine geldi. Ama tabi i o da, Tom da tarihi bilmiyorlardı. Tom büyük bir ate ş yakmı ş, Stu'yu da kendi uyku tulumuna yerle ştirmi şti. Şimdi ate şte bir tav şan kızartıyordu. Kojak ise yerde, ikisinin arasında, memnun memnun yatmaktaydı. Stu, «Tom...» demeyi ba şardı. Sarı şın adam ona yakla ştı. Sakal bırakmı ştı, mavi gözleri sevinçle parlıyordu. «Stu Redman! Uyandın! Đşte buna çok sevindim!» «Tom... çok susadım.» «Ah, suyumuz var. Her türlüsü.» Tom genç adama plas tik bir şi şe uzattı. Stu suyu kana kana içti, sonra da kusmaya ba şladı. Tom, «A ğır a ğır,» dedi. «Öyle gerekiyor. Seni buldu ğum için öyle seviniyorum ki! Bacağını kırdın sanırım.» «Evet. Haftalarca önce. Ama ayrıca çok hastayım, To m. Ate şim var. Beni dinle.» «Tamam. Tom dinliyor.» Sarı şın adam Stu'ya do ğru e ğildi. Stu, «Eskisinden d^ha zeki olmu ş,» diye dü şündü. «Bu mümkün mü?» Sonra, «Ate şi dü şürmemiz gerekiyor,» dedi. Bana aspirin gerek. Yola in, Tom. Gördü ğün arabaların torpido gözlerine bak. Đlk yardım çantalarına da. Aspirin bulursan getir. Ayrıca çadır da...» «Tamam.» Tom aya ğa kalktı. «Aspirin ve çadır.» Stu kendine geldi ği zaman karanlık basıyordu. Tom geri dönmü ştü. Sarı şın adam yalnız aspirin de ğil, yiyecek ve iki ki şilik bir uyku tulumu da getirmi şti. Ama çadır bulamamı ştı. Tom, Stu'ya zorlukla aspirin içirebildi. Sonra da, «Stu...» dedi. « Şey, Nick...»

Page 184: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Genç adam Tom'un ıstırap dolu, çocuksu suratına bak tı. «O öldü... Suikaste kurban gitti. Çok üzgünüm.» Tom dönüp ate şi canlandırdı. Ya şlar yanaklarından akıyordu. «Bunu biliyordum... Nick'i rüyamda gördüm. O bana açıkladı. Nick'i o kö tü — 389 — adam öldürdü. Ama Tanrı o kötü adamın cezasını verd i. Tanrı gökyüzünden elini uzattı. Nick'e ve zavallı yargıca yaptıkları için o nu cezalandırdı.» «Yargıç hakkında ne biliyorsun, Tom?» «Öldü o! Oregon'da. Yargıcı vurdular.» Stu bitkinlikle ba şını salladı. «Ya Dayna?» «Tom onu bir kere gördü. Dayna onu tanıdı sanırım.. . Ama Tom kadınla bir daha kar şıla şmadı.» «Tom, beni dinle.» Sarı şın adam Stu'nun büyük uyku tulumunun yanına çömeldi . Aradan birkaç gün geçmi şti. Stu'nun durumu gitgide kötüye gidiyordu. «Açıkt a yatmamalıyım. Bir eve girmeliyim, Tom. Yoksa ölece ğim. Bugün gitmeliyiz. En yakındaki kent Green River. Orası doksan kilometre ötede. Arabaya binmemiz gerekiyor.» «Tom Cullen araba kullanamaz, Stu. imkânsız.» «Evet, biliyorum. Bunu ben yapmaya çalı şaca ğım. Zor olacak. Hem çok hastayım. Hem de baca ğımı kırdım. Ama ne yapalım? Uygun bir araba bulunca ya kadar beni ta şımak zorunda kalacaksın.» «Pekâlâ, Stu. Araba bulunca, Boulder'a döneriz. Tom oraya dönmeyi çok istiyor. Ya sen?» «Ben de her şeyden çok bunu istiyorum, Tom.» Stu için kâbustan farksız olan bir yolculuktan sonr a Green River'a varabildiler. Genç adam ate şler içindeydi. Zaman zaman kendinden geçecek gibi o luyordu. Stu arabayı bir otelin önünde durdurarak, «içeri gi relim...» diye mırıldandı. «Geceyi burada geçirmeliyiz, Nick. Bitkinim.» «Ben Tom'um, Stu. Tom Cullen. Ah, evet.» «Evet, evet. Tom. Beni içeri ta şır mısın?» «Tabii. Arabayı çok iyi kullandın.» Stu, «Bir bira daha içerim,» dedi. «Sigaran var mı? Canım sigara istiyor.» Direksiyona kapanıp kaldı. — 390 — 65 Tom çevresine bakmıyordu. Bir eczanedeydiler. Nick tezgâhın arkasında duruyor ve Tom'un önüne sırayla ilaç şi şelerini koyuyordu. «Bu penisilin. Zatürree için çok iyi bir ilaç. Stu zatürree olmu ş. Bu ampi-silin de çok etkili. Stu bol bol meyva suyu içmeli. Ona bu C vitaminlerinden de ver...» Tom, «Ben bütün bunları hatırlayamam ki!» diye inli yordu. «Korkarım hatırlaman gerekecek. Ba şka çare yok.» Tom, Nick'in rüyasında söylediklerini oldu ğu gibi uyguladı. Stu tam on be ş gün zatürreeyle bo ğuştu. Zaman zaman durumu kötüle şiyordu. Sonunda 13 Ekimde gözlerini açarak şaşkın şaşkın çevresine bakındı. «Tom...» diye fısıldadı. «Ya şıyorum...» Tom ne şeyle ba ğırdı. «Evet! Ah, evet!» «Çok acıktım, Tom, Bana çorba yapabilir misin?» Genç adam ayın on sekizinde kendini toplamaya ba şladı. Yirmi Ekimde de ilk kez dı şarı çıktı. Tom, «Boulder'a ne zaman dönece ğiz?» diye sordu. «Bilmiyorum, Tom. Herhalde Grand Junction'a varabil iriz. Ama ondan sonra? Dağlara kar ya ğdı bile. Bir süre yola çıkamayız. Buna cesaret edem em. Đyice kendime gelmeliyim.» «Kendine ne zaman gelebilirsin, Stu?» «Bilmiyorum, Tom. Bekleyip görece ğiz.» Grand Junction'a ancak 2 Kasımda varabildiler. Kar yağmaya ba şlamı ştı. Stu, Tom'a, « Đyi bir yer seç,» dedi. «Burada bir süre kalabiliriz .» Sarı şın adam parma ğıyla büyük bir oteli i şaret etti. «Orada kalalım... Stu, kar yolları kapayacak, de ğil mi?» Stu, «Evet,» der gibi ba şını salladı. «Boulder'a nasıl gidece ğiz?»

Page 185: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Stu, «Baharı bekleyece ğiz,» dedi ama o kadar sabredebileceklerini de sanmı yordu. — 391 - Stu otel odasında uyandı, do ğrulup oturdu. Yine aynı rüyayı görmü ştü. Frannie'yle ilgiliydi. Genç kadın ıstırapla kıvranı yordu. Çocu ğunu dünyaya getirmek üzereydi. Ama bir terslik vardı. George Ri chardson tela şla çabalıyor, Laurie ona yardım ediyordu. «Fazla kan kaybediyor...» Stu bir sigara yakarak, «Hemen Boulder'a hareket et meliyiz,» diye dü şündü. Yirmi yedi Aralıkta Stu, Tom ve Kojak, Loveland geç idinde kamp kurdular. Hava çok so ğuktu. Şiddetli bir rüzgâr esiyordu. Sabaha kar şı Kojak'in havlamasıyla uyandılar. Kampın çevresini kurtlar sarmı ştı. Stu altı el ate ş ederek hayvanları kaçırdı. Tom, «Kurtlar hâlâ o adamın,» dedi. «Her zaman da ö yle olacak.» «Tom... o öldü mü? Bunu biliyor musun?» Tom, «O hiçbir zaman ölmeyecek,» diye mırıldandı. « Kurtların içinde o. Kargaların. Çıngıraklı yılanın. Gece bayku şun gölgesinde, ö ğle zamanı akrebin. O da yarasalarla beraber ba şaşağı uyuyor. Onlar gibi kör.» Stu buz gibi kesildi. «Geri dönecek mi?» «Tom uyuyacak. Fili görmek istiyor.» Sarı şın adamın gözleri kapandı. «Tom? Boulder'ı görebiliyor musun?» «Evet. Onlar bekliyor. Haber bekliyorlar. Baharı be kliyorlar. Boul-der'da her şey sakin.» «Frannie'yi de görebiliyor musun?» Tom'un yüzünde mutlu bir ifade belirdi. «Frannie, e vet. Onun bebe ği olacak sanırım. Lucy Swann'in yanında kalıyor. Lucy'nin de bebe ği olacak. Ama Frannie'ninki daha önce do ğacak. Ama...» Yüzündeki ne şeli ifade kayboldu. «Ama ne, Tom?» «Bebek...» «Ne olmu ş, bebe ğe?» Tom gözlerini açarak çevresine şaşkın şaşkın baktı. «Kurtlara ate ş ediyorduk. Uykuya mı daldım, Stu?» — 392 — Stu zorla gülümsedi. «Evet, biraz daldın.» Genç ada m haykırmak istedi. «Fran'e ne olacak? Bebe ğe? Biz Boulder'a varamadan Tom'un gördükleri gerçek le şecek!» Gece saat sekizde kar hemen hemen tipiye dönü şmüştü. Tom iki defa dü ştü. Sonra da Stu. Üstelik kırılan baca ğının üzerine. Đnlememek için kendini zor tuttu. Yirmi dakika kadar sonra karanlıkların arasından ge nç ve titrek bir ses yükseldi. «K-Kim v-var o-orada?» Kojak hırlamaya ba şladı. Tom hafifçe ba ğırdı. Stu rüzgârın u ğultusu arasında bir çıtırtı duydu. Biri tüfe ğinin emniyetini açmı ştı. Genç adam, «Nöbetçi koymuşlar,» diye dü şündü. «Bu kadar yolu a ştıktan sonra nöbetçi tarafından vurulmamız çok komik olur.» Sonra karanlıkta, «Stu Redman!» diye seslendi. «Ben Stu Redman'ım. Tom Cullen de yanımda. Tanrı a şkına bizi vurmayın!» Nöbetçi, «Stu Redman mı?» dedi. Sesi genç adama hiç yabancı gelmedi. «Stu'nun apartmandaki odasında, duvarda bir resim vardı. Ned ir o?» Stu tela şla hatırlamaya çalı ştı. «Kızılderili resmi!» Nöbetçi sevinçle ba ğırdı. «Stu!» Yerinden fırlayarak onlara do ğru ko şmaya başladı. Billy Gehringer adlı gençti bu. «Stu! Tom! Ve Kojak! Glen Bateman'la Larry nerede? Ya Ralph?» Stu a ğır a ğır ba şını salladı. «Bilmiyorum. Bir yere girelim, Billy. Soğuktan donduk.» «Tabii. Supermarket biraz ilerde. Norm Kellogg'a ha ber verece ğim. Harry Dumberton'la Dick Ellis'e de! Bütün kenti uyandırac ağım!» Delikanlı dönece ği sırada Stu onu omuzlarından yakaladı. «Billy... F ran'in bebeği dünyaya geldi mi?» Billy hareketsiz kalarak, «Tanrım,» diye fısıldadı. «Bunu unutmu ştum. George Richardson sana durumu açıklar. Ya da yeni doktorum uz Dan Lathrop...» Tom sordu. «Ne oldu? Fran hasta mı?» Stu, «Billy, konu ş lütfen,» dedi. — 393 —

Page 186: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Billy, «Fran iyi,» diye cevap verdi. «Hastaneye onu görmeye gittik. Çiçek götürdük. Frannie hâlâ hastanede çünkü Roma tarzı.. .» «Frannie'ye sezaryen yapıldı ğını mı söylemek istiyorsun?» «Evet. Çünkü bebek ters gelmi ş. Ama her şey yolunda gitmi ş. Biz Frannie'yi doğumdan üç gün sonra görmeye gittik. Yedi Ocakta. Đki gün önce yani. Ona güller götürdük. Biraz ne şelendirmek istedik çünkü...» Stu ifadesiz bir sesle, «Bebek öldü mü?» diye sordu . Billy, «Hayır,» dedi. Sonra da istemeye istemeye ek ledi. «Henüz ölmedi. Gribe yakalandı... Kaptan Trips'e. Herkes artık sonumuzun geldi ğini söylüyor. Bebek önce çok iyiydi. Bölgede herkes sevinçten içip sarh oş oldu. Sonra... çocuk ayın altısında grip oldu.» Billy'nin sesi bo ğukla ştı. «Ah, Tanrım... Seni böyle bir haberle mi kar şılayacaktık? Çok üzgünüm, Stu.» Genç adam Billy'yi çekip biraz kendine yakla ştırdı. «Anlat.» Delikanlı, «Önce herkes bebe ğin hafif bir so ğuk algınlı ğı oldu ğunu dü şündü,» dedi. «Ya da bron şit oldu ğunu... Ama doktorlar yeni do ğan bebeklerde böyle şeyler görülmedi ğini söylediler... George da, Dan da süper-grip vaka sı çok görmüşler...» Stu delikanlının cümlesini tamamladı. «Onun için bi r hata yapmaları da imkânsız.» Billy, «Evet,» diye fısıldadı. «Öyle.» «Kahretsin.» Stu döndü, topallaya topallaya yürümey e ba şladı. «Stu, nereye gidiyorsun?» Genç adam, «Hastaneye,» dedi. «Kadınımı görmeye.» 66 Fran yatakta yatıyordu. Ba şucundaki lambayı söndürmemi şti. Örtünün üzerinde Agatha Christie'nin bir romanı duruyordu. Genç kadı n uyanıktı ama yava ş yava ş dalıyordu. — 394 — Marcy yarım saat önce gelip ona bakmı ştı. Fran ona, «Peter öldü mü?» diye sormu ştu. Ama o sırada aklı iyice karı şmıştı. Babası Peter' den mi söz ediyordu? Yoksa bebek Peter'den mi? Marcy, «Hi şş...» demi şti. «Bebek çok iyi.» Ama Frannie, Marcy'nin gözleri nde gerçe ği görmü ştü. Jess Rider'la yarattıkları bebek bir yerde, dör t cam duvarın gerisinde son nefesini veriyordu. Belki Lucy'nin be beği daha şanslı olacaktı. Çünkü çocu ğun hem annesinin, hem de babasının Kaptan Trips'e k ar şı bağı şıklıkları vardı. Özgür Bölgedekiler Peter'i defterd en silmi şlerdi artık. Şimdi bütün umutlarını geçen yıl Temmuzun birinden s onra hamile kalmı ş olan Lucy'ye ba ğlamı şlardı. Bu zalim, ama anla şılır bir davranı ştı. Fran dalmaya ba şladı. Annesinin oturma odasını dü şündü. Sonra Stu'nun gözlerini, bebeğini ilk gördü ğü anı. Peter Goldsmith-Redman'i ilk gördü ğü o anı. Genç kadına Stu şimdi yanındaymı ş gibi geldi. «Fran?» Hiçbir şey umdukları gibi olmamı ştı. Bütün umutları bo şa çıkmı ştı. Sahte şeylerdi bunlar. «Hey, Frannie!» Genç kadın rüyasında Stu'nun dönmü ş oldu ğunu görüyordu. Odanın kapısında duruyordu. Arkasında koskocaman bir kürk vardı. Ah, i şte bu da bir yalandı. Fran'in rüyasında Stu sakal bırakmı ştı. Çok komikti bu. Fran, Tom Cullen'in de Stu'nun arkasında durdu ğunu gördü ğü zaman kendi kendine, «Yoksa bu rüya de ğil mi?» diye sordu. Ve... Kojak da Stu'nun aya ğının dibinde oturuyordu. Fran elini kaldırarak yana ğını iyice çimdikledi. Hiçbir şey de ği şmedi. Yalnızca sol gözü sulandı. Genç kadın, «Stu?» diye fısıldadı. «Ah, Tanrım... S tu, sen misin?» Stu'nun yüzü güne şten iyice yanmı ştı. Bir tek gözlerinin çevresi beyaz kalmı ştı. Belki de güne ş gözlü ğü taktı ğı için. Đnsan rüyasında böyle ayrıntıları farketmezdi. Fran kendini tekrar çimdikledi. Stu odaya girdi. «Benim, ben.» Çok kötü topallıyord u. — 395 — «Gerçeksen yanıma gel!» Stu yakla şıp Fran'e sarıldı.

Page 187: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

67 George Richardson'la Dan Lathrop içeri girdikleri s ırada Stan, Fran'in karyolasının yanına çekti ği koltukta oturuyordu. Genç kadın doktorları görünc e hemen Stu'nun elini yakalayarak iyice sıktı. Yüz ha tları gerilmi şti. Stu bir an onun ya şlandı ğı zaman nasıl olaca ğını görür gibi oldu. Fran o anda Abagail Anaya benzemi şti. George, «Stu,» dedi. «Döndü ğünü duydum. Bir mucize bu! Sana ne kadar sevindi ğimi anlatamam. Hepimiz de çok sevindik.» Genç adamın el ini sıktı. Sonra da onu Dan Lathrop'la tanı ştırdı. Dan, «Las Vegas'ta bir patlama oldu ğunu duymu ştuk,» diye açıkladı. «Sen olayı gözlerinle gördün mü gerçekten?» «Evet.» George ba şını salladı, sonra da Fran'e döndü. «Nasılsın?» «Đyiyim. Erke ğim döndü ğü için seviniyorum. Ama., ya bebek?» Lathrop, «Aslında biz de bunun için geldik buraya,» dedi. Fran, «Öldü mü?» diye fısıldadı. George'la Dan birbirlerine baktılar. «Frannie, beni dikkatle dinlemeni ve sözlerimi yanlı ş anlamamanı istiyorum...» Fran sinir krizi geçirmek üzereydi ama kendini tutu yordu. «Bebe ğim öldüyse bunu açık açık söyleyin!» Stu, «Fran...» dedi. Dan Lathrop usulca gülümsedi. «Peter iyile şmeye ba şladı.» Derin bir sessizlik oldu. Saçları yastı ğın üzerine yayılmı ş olan Fran'in oval yüzü bembeyaz kesildi. Genç kadın Dan'a, sanki adam birdenbire saçmalamaya başlamı ş gibi baktı. Biri, ya Laurie Constable ya da Marcy Spruce, kapıdan baktı. Sonra da uzakla ştı. Stu bu anı hiçbir zaman unutmayacaktı. — 396 — Fran sonunda, «Ne?» diye fısıldayabildi. George, «Fazla umutlanmamalısın,» dedi. «Ama...» «Onun... iyile şmeye ba şladı ğını söyledin.» Fran iyice sersemlemi ş-ti. O ana kadar bebe ğinin ölmesi ihtimalini ne dereceye kadar kabullendi ğini iyice anlayamamı ştı. George, «Salgın sırasında Dan da, ben de binlerce v aka gördük, Fran,» dedi. «Farkındaysan Tedavi ettik,' demedim. Çünkü ikimiz de bir tek hastanın durumunu bile de ği ştirmeyi ba şaramadık. Bu sözlerim do ğru mu, Dan?» «Evet.» Fran ka şlarını kaldırdı. «Tanrı a şkına, konuya girer misin?» George, «Buna çalı şıyorum,» diye mırıldandı. «Ama dikkatli konu şmak zorundayım. Sözünü etti ğimiz o ğlunun hayatı. Beni zorlamanı istemiyorum. Dü şüncelerimi anlamaya çalı şmalısın. Artık Kaptan Trips'in de ği şken bir antijen gribi oldu ğunu sanıyoruz. Her tür gribin... eski griplerin... fark lı bir antijeni vardır. Đşte bu yüzden eskiden grip a şılarına ra ğmen bu hastalık iki üç yılda bir tekrarlardı. A tipi bir grip salgını çıkardı. Hong- Kong gribi salgını örne ğin. Sen bunun a şısını bulurdun. Đki yıl sonra B tipi grip görülürdü. Ba şka tür bir aşı yaptırtmazsan bu gribe yakalanırdın.» Dan söze karı ştı. «Ama sonunda iyi olurdun. Çünkü vücudun sonunda kendi antikorlarını üretirdi. Vücut griple ba şa çıkabilmek için de ği şiklik yapardı. Ama Kaptan Trips'te vücut tam kendini korumaya hazı rlanırken gribin kendisi deği şiyordu. Hastalık vücut bitkin dü şünceye kadar şekilden sekile giriyordu. Sonunda ölüyordu insan.» Stu, «O halde biz bu hastalı ğa neden yakalanmadık?» diye sordu. George, «Bunu bilmiyoruz,» dedi. «Bütün bildi ğimiz, ba ğı şıklıkları olanların hastalanmadı ğı. Hastalı ğı attıkları. Gribe hiçbir zaman yakalanmadıkları. Böylece tekrar Peter'e gelmi ş oluyoruz. Dan?» «Evet. Kaptan Trips'in anahtarı şu. Hastalar hemen hemen iyile şir gibi oluyorlardı. Ama gripten hiçbir zaman kurtulamıyorl ardı. Peter do ğduktan kırk sekiz saat sonra hastalandı. Kaptan Trips'e yakalan mış oldu ğu kesindi. Klasik belirtiler görüldü. Ama gribin son evresinde çene- — 397 — nin altında görülen o morluklar belirmedi. Ayrıca i yi oldu ğu süreler de gitgide uzamaya ba şladı.»

Page 188: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

Fran şaşırmı ştı. «Anlayamıyorum. Ne...» George açıkladı. «Grip her biçim de ği ştiri şinde, Peter de ona ayak uyduruyor. O da de ği şiyor. Tabii durumu yine kötüle şebilir ama... galiba Peter hastalı ğı yıprandırıyor.» Çok derin bir sessizlik oldu. Dan, «Ba ğı şıklı ğının yarısını çocu ğuna vermi şsin, Fran,» dedi. «Ama şimdi Peter'de hastalı ğı yenme yetene ğinin de oldu ğunu sanıyoruz. Bayan Wentworth'un ikizlerinin de aynı şansı vardı sanırım. Ama onların durumları daha fark lıydı. Belki de çocuklar süper-gripten de ğil, bu hastalı ğın neden oldu ğu bazı komplikasyonlar yüzünden öldüler. Bu pek hafif bir fark. Ama önemli olabilir.» Stu, «Ba ğı şıklı ğı olmayan erkeklerden hamile kalan di ğer kadınlar?» diye sordu. George, «Onlar da çocuklarının aynı acı verici sava şa giri şti ğini görecekler,» dedi. «Bebeklerden bazıları ölecek sanırım. Bir ara Peter'i de kaybedece ğimizi düşündüm. Belki aynı şey yine de olacak. Ama artık sanmıyorum. Kısa bir s üre sonra Özgür Bölgedeki... bütün dünyadaki ceninler a ynı durumda olacaklar. Yani bağı şıklı ğı olan anne ve babalardan dünyaya gelecekler. O zam an her şey yoluna girecek. O arada Peter'e çok dikkat edece ğiz.» Dan ekledi. «Yalnız biz de ğil. Bir bakıma Peter şimdi bütün Özgür Bölgenin çocu ğu.» Fran, «Onun ya şamasını istiyorum,» diye fısıldadı. «Çünkü o benim. Ben Peter'i seviyorum.» Stu'ya baktı. «Peter benim eski dünyamı zla olan tek ba ğım. O benden çok Jess'e benziyor. Buna da seviniyorum. Bence do ğrusu bu. Beni anlıyor musun, Stu?» Genç adam ba şını salladı. Sonra da aklına garip bir şey geldi. « Şimdi Hap, Norm Bruett ve Vic Palfrey'le oturup bira içmeyi isterdi m,» diye dü şündü. «Vicky'nin o pis kokulu sigaralarından birini sarı şını seyretmeyi. Beni her zaman, 'Sessiz Stu' diye ça ğırırlardı. 'Bu çocuk hiç a ğzını açmaz,' derlerdi. Ama şimdi kulakları çınlayıncaya kadar konu- — 398 — surdum. Bütün gün ve bütün gece konu şurdum.» Fran'in elini tuttu. Ya şlar gözlerini yakıyordu. George aya ğa kalktı. «Di ğer hastalara bakmamız gerekiyor. Ama Peter'le yakın dan ilgilenece ğiz, Fran.» «Ona ne zaman süt verece ğim?» «Bir hafta sonra.» «Ama bu çok uzun bir süre!» «Hepimiz için de öyle, Fran. Bölgede altmı ş bir hamile kadın var. Dokuzu süper-gripten önce hamile kalmı ş. Bu onlar için uzun bir bekleyi ş olacak.» Dan, Stu'nun elini sıkarak çabucak dı şarı çıktı. George da genç adamın elini sıkarken, «Yarın en geç ak şam üzerine kadar bana gel,» dedi. «Neden?» «Bacağın kırılmı ş. Yanlı ş kaynamı ş. Onu fazla zorlamı şsın. Yarın mutlaka gel.» Fran, «Tabii gelecek,» dedi. Stu, «Evet, gelece ğim,» diyerek güldü. «Patron öyle söyledi.» «Geri dönmü ş olmana seviniyorum.» George'un sormak istedi ği binlerce soru vardı. Ama başını sallayarak dı şarı çıktı. Stu, Fran'e dönünce genç kadının a ğladı ğını gördü. «Hayatım, yapma...» Genç kadın gözya şları içinde ona baktı. «Çok kimse öldü... Harold, N ick, Susan... Sonra... ya Larry? Glen ve Ralph? Onlara n e oldu?» «Bilmiyorum.» «Lucy ne diyecek? Bir saat sonra buraya geliyor. Lu cy her gün gelir. Altı aylık da hamile. Stu, o sana sordu ğu zaman...» Genç adam kendi kendine konu şuyormu ş gibi, «Onlar Las Vegas'ta öldüler,» diye mırıldandı. «Ben öyle sanıyorum. Kalbim bana böyle söylüyor.» Fran yalvardı. «Sakın Lucy'e böyle söyleme. Yoksa m ahvolur.» «Galiba onlar kurbandılar... Bomba burada de ğil orada patladı. Biz bir süre güvende olaca ğız. Kısa bir süre.» — 399 — «Flagg gitti mi? Gerçekten gitti mi?»

Page 189: şer ĐTAPLAR YAYINEV ĐNAL ADI YAYIN HAKLARI © Đ Ş Đ ğ ĞNorm Bruett dönmü ş, pencereden dı şarı bakıyordu, «Tanrım!» Stu iskemlesinden kalktı. Tommy Wannamaker'la

«Bilmiyorum. Bence... her zaman tetikte olmamız ger ekecek. Đlerde biri Kaptan Trips gibi şeylerin yapıldı ğı yeri bulup yıkmalı. Orada dua etmeli. Hepimiz için.» Stu gece yarısına do ğru Fran'i tekerlekli sandalyeyle çocuk bölümüne göt ürdü. Büyük bir camın önünde durarak pembeli mavili odaya baktılar. Buradaki beşiklerden yalnızca biri doluydu. Ön sıradaki bir tan esi. Stu büyülenmi ş gibi baktı. Be şi ğin ayakucundaki kartta «Golts-mith-Redman. Peter,» yazılıydı. Peter a ğlıyordu. Küçük ellerini yumruk yapmı ştı. Yüzü kıpkırmızıydı. Saçları simsiyah, gözleri masmaviydi. Sanki Stu'nun gözleri nin içine bakıyordu. Bütün dertlerinden genç adamı sorumlu tutuyormu ş gibi. Frannie de a ğlamaya ba şladı. «Ne oldu, Fran?» Genç kadın, «Bütün bu bo ş be şikler,» dedi hıçkırarak, «Bu kötü bir şey. Peter orada yapayalnız. Tanrım!» Stu kolunu Fran'in omzuna attı. «Uzun zaman yalnız kalmayacak. Bütün o be şikler dolacak.» Gerçekten de ilerde öyle olacaktı. Genç a dam ekledi. «Peter'in iyile şece ği de kesin.» Fran'in yanında diz çökerken can acısı yla yüzünü buru şturdu, ona beceriksizce sarıldı, ikisi de Peter'e şaşkın şaşkın baktılar. Sanki o yeryüzünde dünyaya gelen ilk bebekmi ş gibi. Peter bir süre sonra uykuya daldı. Küçük ellerini gö ğsünün üzerinde birbirine kavu şturmu ştu. Stu'yla Fran, «Bir bebek...» diye dü şündüler. «Nasıl oldu da dünyaya gelebildi?» SON STEPHEN KING MAHŞER» « Alacakaranlıkta a ğır a ğır ilerleyen eski model Chevrolet, karabasan ve ölü m saçan Pandora'nın kutusuna benziyordu. Đlerde BillHapscomb'un benzin istasyonunun ı şıkları parlıyordu... Kısa süre sonra kutu açılacak ve ölüm dansı başlayacaktı... "Mahşer" iyi ve kötünün arasındaki çeki şmeyi dile getiren karanlık güçlerin ve kar şı konulamayan korkunun destanıdır. •y—t....."i <—K.D.V. DAH ĐL— îâ: ALTIN K ĐTAPLAR 9789754058994 Stephen King - Mah şer