696

GÜNEYSU SEMPOZYUMU-II GUNEYSU SYMPOSIUM-II · güçlerinin sahibi ve efendisi ol.” Ardından, Descartes insana tabiatın hâkimi ve sahibi olmak gibi bir hedef koyarak modernitenin

  • Upload
    others

  • View
    29

  • Download
    6

Embed Size (px)

Citation preview

  • GÜNEYSU SEMPOZYUMU-II

    Ahlaki Sorunlar, Gençlik ve Değerler Eğitimi Sempozyumu

    GUNEYSU SYMPOSIUM-II

    International Symposium on Moral Issues, Youth and

    Values Education

    Editörler / Editors

    Doç.Dr. Bayramali NAZIROĞLU Dr.Öğr. Üyesi Ümit ERKAN

    Dr.Öğr. Üyesi Mehmet Şamil BAŞ Hikmet YANIK

  • yediveren kitap

    2. Uluslararası Güneysu Sempozyumu:

    Ahlaki Sorunlar, Gençlik ve Değerler Eğitimi Bildiri Kitabı

    2nd International Guneysu Symposium:

    Proceedings book of the Moral Issues, Youth And Values Education

    © yediveren kitap 2018

    yediveren: 34

    ilmi toplantı: 3

    Eserin her türlü basım hakkı yediveren kitap yayıncılık'a aittir.

    Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında hiçbir şekilde çoğaltılamaz.

    Editörler

    Bayramali Nazıroğlu

    Ümit Erkan

    Mehmet Şamil Baş

    Hikmet Yanık

    İç Düzen

    gusem.org

    Kapak Tasarım

    gusem.org

    ISBN: 978-975-6337-55-4

    Aralık 2018

    İletişim

    Fevzi Çakmak mh. Hacıbayram cd. No.57 ▪ Karatay /Konya

    KTB. S. No. 21898 Tel.0.332.350 36 84 Fax. 0.332.350 45 93

    www.yediverenkitap.com ▪ [email protected]

    http://tureng.com/tr/turkce-ingilizce/proceedings%20book

  • SEMPOZYUM KURULLARI

    GÜNEYSU SEMPOZYUMU-II

    Ahlaki Sorunlar, Gençlik ve Değerler Eğitimi Sempozyumu

    GUNEYSU SYMPOSİUM-II

    International Symposium on Moral Issues, Youth And Values Education

    19-20-21 Ekim 2018 / Güneysu-RİZE

    www.gusem.org

    Düzenleme Kurulu

    Prof. Dr. S. Sabri YAVUZ

    Doç. Dr. H. Yusuf ACUNER

    Doç. Dr. Bayramali NAZIROĞLU

    Doç. Dr. Süleyman TURAN

    Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Şamil BAŞ

    Dr. Öğr. Üyesi Ümit ERKAN

    Dr. Öğr. Üyesi Adem GÜNEŞ

    Abdülkerim ÇELİK

    Metin TERZİOĞLU

    Bayram GÜNDOĞAR

    İdris HIZIR

    Yusuf YILMAZ

    Eşref YAVAŞİ

    Hikmet YANIK

    Muharrem DİNDAR

    Hasan POLAT

    Sefa TOPÇU

    Sekreterya

    Hikmet YANIK

    Hasan POLAT

    Arş. Gör. Sümeyra NALBANT

    Arş. Gör. İbrahim Emre ŞAMLIOĞLU

    http://www.gusem.org/

  • İçindekiler

    BİRİNCİ BÖLÜM

    AHLAK, GENÇLİK VE DEĞERLER: KRİZLER VE FIRSATLAR

    Modernizmin Dönüştürücü Etkisi Karşısında Müslüman Gençlerin Değer Krizi ........... 9

    Faruk Sancar

    Değişen Toplumda Değerler Krizi Ve Ahlak Eğitiminin Rolü ......................................... 20

    İbrahim Turan

    Gençliğin Ateizm, Deizm ve Seküler Eğilimlerinin Olası Nedenleri Üzerine Bazı Tespitler ........................................................................................................... 41

    Namık Kemal Okumuş

    Ahlak Konuşarak Ahlaklı Olma İddiasına Fıkhî Bir Bakış ............................................ 97

    Şevket Topal

    Okuma Kültürünün Gençlerin Ahlak Yapısına Etkileri: Değerler Eğitiminde Nurettin Topçu Örneği ......................................................................................................... 108

    Hikmet Yanık - Selçuk İnce

    Safahatta İki Temel Değer: Sorumluluk ve Çalışkanlık .............................................. 118

    Reşit Yılmaz

    İKİNCİ BÖLÜM

    AHLAK, GENÇLİK VE DEĞERLER: AİLE

    Değerler Eğitiminde Aile Birliğinin Öneminin Öğretilmesinde Kadının Yeri................ 133

    Merve Yazıcı

    Aileyi Koruyan Hukuk Kuralları Üzerine Bir Tahlil ..................................................... 147

    Süleyman Kandemir

    Aile Kurumu ve Değerler Eğitimi ................................................................................. 171

    Sümeyra Haşimoğlu

    ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

    AHLAK, GENÇLİK VE DEĞERLER: KUR’AN VE SÜNNETTEN YANSIMALAR

    Değerler Eğitimi Açısından Erken Dönem Mekkî Ayet ve Surelerin Önemi ................ 178

    Abdullah Aygün

    Kur’an’a Göre Ailenin Çocuğun Eğitimindeki Yeri ve Önemi ...................................... 201

    Abdullah Önder

    Kur’ân’da İffet Örneği Olarak Hz. Yûsuf ve Günümüz ................................................ 221

    Hatice Avcı

  • Hadisler Işığında İslam Gençliğinin İnşası Üzerine Kısa Bir Bakış ............................. 232

    Fatih Gümüş

    Değerler Bağlamında Hz. Peygamber’in Gençlere Yaklaşımı ....................................... 248

    İhsan Arslan

    Eğitim Sürecindeki Bazı Gençlerde Görülen Kopya Çekme Davranışı ve Kur’ân Ahlâkı Açısından Değerlendirilmesi .................................................................................. 275

    Mustafa Kara

    Hz. Peygamber’in Gençlere Verdiği Değer: İslâm’ın İlk Muallimi Mus‘ab b. Umeyr Örneği ........................................................................................ 292

    Recep Erkocaaslan

    DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

    GENÇLİK VE BAZI AHLAKİ SORUN ALANLARI

    Şiddet Değer İlişkisi Üzerine Bir Değerlendirme ......................................................... 318

    Adem Güneş

    Gençleri İntihara Sürükleyen Faktörler ve Çözüm Yolları........................................... 328

    Ahmet Albayrak

    Kur’an’da İnsan Hayatının Değeri ve İntiharın Kabul Edilemezliği ............................. 335

    Muhammet Karaosman - İbrahim Işıtan

    Ergenlerde İnternet Bağımlılığı/ Problemli İnternet Kullanımı ile Değer Sistemleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi ............................................................................ 348

    Sümeyye Çağlar

    Günümüz Gençliğinin Bağımlılığa Düşme Nedenleri ve Sonuçları ............................. 370

    Ahmet Erdinçli

    Bağımlılıkla Mücadelede Milli - Manevi Değerlerin Yeri ve Önemi .............................. 389

    Veysel Taş

    Cinsellik Kavramının Önemi: Cinsel Eğitim ve Değerler Eğitimi Bağlamında Bir Değerlendirme ........................................................................................................ 416

    Ayşe Gökmen

    Günah-Özgürlük İkilemi, Eşcinsellik ve Gençlik: Dinsel Gelenekler ve Çağdaş Tartışmalar Işığında Eşcinsellik Meselesini Yeniden Okumak .............................. 433

    Süleyman Turan

    Ergenlerde İslami Dindarlık Düzeyi ile Değer Sistemleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi ............................................................................................................ 454

    Sümeyye Çağlar

    BEŞİNCİ BÖLÜM

    TOPLUM, MEDYA VE OKULDA DEĞERLER

    Gençliğin Kendi Kültürüne Yabancılaşma Sorunu Karşısında Dini ve Ahlaki Değerler467

    Ali Akdoğan

    2000 Sonrası Dizilerin (İsimlerinin) Yabancılaşmaya Etkisi: Diziler ve Yabancılaşma 492

    Ömer Eski

    Değerler Eğitiminde Medya Okuryazarlığının Önemi .................................................. 504

    Bayramali Nazıroğlu - Şeyma Turan

  • Popüler Kültür ve Değerler Eğitimi .............................................................................. 521

    Fatma Yıldırımlıdal

    Popüler Kültürle Gelenek Arasında Kalan Üniversite Gençliğinin Dini Değerler Karmaşası .............................................................................................................. 536

    Hamza Aktaş

    İnternet Ortamında Yeni Bir İletişim Şekli Olarak Sosyal Medyanın Değerler Eğitimine Etkilerine Yönelik Lise Ğrencilerinin Görüşleri (Rize İl Örneği) ............................. 550

    Ömer Keskin

    İmam Hatip Ortaokulu ve Diğer Devlet Ortaokulu Öğrencilerine Göre Değerler Eğitimi: Betimsel Bir Karşılaştırma ..................................................................................... 567

    Bayramali Nazıroğlu - Mehmet Zeki Göksu

    Gençliğe Yönelik Sosyal Hizmetler Kapsamında Değerler Eğitimi ............................... 583

    Engin Kaban

    ALTINCI BÖLÜM

    EVRENSEL BAKIŞ AÇISIYLA DEĞERLER

    Geçmişten Günümüze Kırgız Gençliği: Fırsatlar Ve Tehditler ..................................... 594

    Bakıt Murzaraimov

    Herzberg’s Two-Factor Theory of Job Satisfactıon – Comparative Study Between Private and Public High School Teachers in Canton Sarajevo ........................................... 608

    Senad Bušatlić - Amra Mujabašić

    Kur’an’da Peygamberlerin Örnekliğiyle Baba-Oğul İlişkisinin Psiko-Sosyal Analizi.... 661

    Bejadin Ametî - Sema Yılmaz

    Popüler Kültür ve Değerler Eğitimi .............................................................................. 677

    Şener Bilalli

    Dijital Bağımlılık ve Çocukların-Gençlerin Değer ve Tutumlarına Etkisi .................... 686

    Mecdi Lebib ed-Derras

  • BİRİNCİ BÖLÜM

    AHLAK, GENÇLİK VE DEĞERLER: KRİZLER VE FIRSATLAR

  • 9

    Modernizmin Dönüştürücü Etkisi Karşısında Müslüman

    Gençlerin Değer Krizi

    Faruk Sancar

    Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Giriş

    Bu tebliğe ilham konusu olan olay bundan yaklaşık on yıl öncesine dek uzanmaktadır. Uluslararası bir kongrede -şu anda hayatta olan- bir felsefe hocasının izleyicilerin tamamı Müslüman olan bir oturumda söylediği şu minvaldeki sözlerdir: “Arkadaşlar -Müslümanlar- direnmeyin modernizm hiçbir zaman kaybetmedi, kaybetmez!”. İlk bakışta çok iddialı gibi gözüken bu sözlerin geçen on yıl içerisinde Müslüman kimliklerini ön planda tuttuğunu iddia eden toplum kesimleri tarafından bir biçimde doğrulanmış olması üzücü bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Ancak buradaki üzüntü veya endişe, moderniteye yüklenen bütünüyle negatif içerikten kaynaklanmaktadır.

    Sempozyum boyunca çeşitli yönleriyle tartışılacak olan “gençlik ve ahlak” meselesinin bir problem alanı olarak çeşitli kabulleri zımnen ihtiva ettiğini peşinen söyleyebiliriz.

    Birincisi ahlak derken aslında kongreyi düzenleyenlerin hem fikir olduğu ahlak, adaletli olmak, zulüm yapmamak, hak yememek vs. gibi evrensel ilkelerden ziyade bunları da havi olan ama İslam’ın itikadi, ameli ve ahlaki hükümlerini içselleştirmiş bir gençlik arzusu ve hedefidir. Aslında bu ve benzeri sempozyumlar da bu beklentiden bir hayli uzaklaşıldığına dair bir endişe ve hatta korkunun neticesinde oluşan bir arayışın eseridir.

    İkinci olarak ise “gençlik ve ahlak” gibi bir başlık aslında ahlak meselesini veya değer krizinin toplumun geri kalanından azade bir meseleymiş gibi anlaşılmasına olanak tanıması. Yani daha basite indirgersek aslında toplumun dede, baba, amca katmanlarında yer alan zümreler İslam’ın veya toplumun genel ve özel ahlaki ilkelerine uygun bir tavır sergilerken gençler burada büyük bir sorun alanı olarak gözükmekte. Aslında gerçek

  • 10

    durumun böyle olmadığı açıktır. Mesele yetişkinlerin hatta dindar kimliğiyle maruf olanların azımsanmayacak bir kısmının yaptığı kimi uygulama ve söylemi ahlaksızlık olarak görmemesidir. Aslında gençlerde gördüğümüz resim biraz da bizim katkılarımızla şekillenmektedir. Bu durumu Platonun mağara anolojisiyle açıklamak gerekirse aslında mağaranın duvarına yansıyan gölge zincirlere vurulmuş insanın gölgesinden başka bir şey değildir. Yani bu başarısızlık karnesi biraz da bizimdir. Aslında söz konusu durumu, Hac kurası için torpil arayışında olan hacı adaylarında, nisap miktarına ulaşan nakit parasını havl-i hevelan gerçekleşmeden bir gayr-ı menkule çevirip zekat vermekten kurtulmaya çalışan Müslüman tipolojisinde, zekat malı olarak dükkanının en az rağbet gören ürününü verip bunu da övünerek paylaşan esnaf tavrında, yanında çalışan işçinin sigortasını eksik ödeyen buna mukabil her yıl umreye giderek yıllık bakım yaptığını düşünen Müslüman kimliğinde görmek mümkündür. Yaşanılan ahlaki yozlaşma form bakımından farklıdır ama mahiyet itibarıyla aynıdır. Testi de ne varsa dışarı çıkan o dur.

    Bundan dolayı tebliğe başlık olarak seçilen konunun ister gençlik düzeyinde ele alınsın ister toplum katmanlarının tamamı göz önünde bulundurulsun bizce konunun esasını oluşturmaktadır. Yaşanılan ahlak krizinin aslında bağımsız olarak bir değer ifade etmediğini düşünüyoruz. Gençliğin durumu bir sonuçtur, asıl mesele bu sonucu doğuran ana rahminin onu besleyen atmosferin analiz edilmesi ve ne

    olduğunun ortaya konulmasıdır. Toplum kesimlerinin diğer katmalarında varolan değer krizi de aslında yeter sebep değildir. O da başka bir değerin veya her değeri tüketme potansiyeline sahip olan negatif değerin sonucudur. Bizce asıl mesele modernitenin genel olarak insanlık vicdanında ve özel olarak da İslami bünye de açtığı derin tahribattadır. Bu sebeple tebliğe modernitenin dönüştürücü etkisi gibi bir başlık seçilmiştir.

    1. Dinin İnsan Hayatındaki Yeri

    Dinin, bireyin hayatının kurucu bir unsuru olduğu fikri marjinal kalmış bir iki düşünce akımı dışında neredeyse ortak bir kabulü ifade etmektedir. İlahi dinleri kabul etmeyen A. Comte gibi pozitivist düşünürler ilk başlarda dinlerin bütünüyle ilkel insanın ürettiği bir olgu olduğunu, tabiat kanunlarını anlamlandırmada yetersiz olan insanlığın fiziksel hadiselere

  • 11

    metafiziksel bir içerik yüklediğini bundan dolayı da dinlerin insanlığın doğal gelişimine mani olduğunu söylese de daha sonraları insanoğlunun insanlık dini, doğal din gibi adlarla toplumsal yapının kurucu unsuru olarak bir dine ihtiyaç duyduklarını söylemek zorunda kalmışlardır. Aynı şekilde birçok düşünür, toplumsal boyutta etkinliğini reddetseler bile, bireyin yaşamına sinen ve kendini bazen derin bir haşyet, bazen hayranlık bazen de korku formunda dışa vuran bir duygu olarak dini, bireyin hayatının zorunlu bir parçası saymıştır. Bu anlamda insanın bu tür duygularının en üst seviyede, evrendeki ince düzen tarafından doyuruluyor oluşu ve nüfuz edemediği bir gerçekliğin sürekli kendi kontrol alanının dışında bulunuşu, insanın yapısal olarak dindar bir varlık oluşunun kanıtı olarak sunulmuştur1. Tarihin erken dönemlerinden itibaren var olan bu gerçeklik son yüzyıla kadar mutlak bir manzara olarak izlenebilmekteydi. Hatta dünyanın günümüze ulaşmış en eski eserlerinin tamamının bir mabet veya dinsel içerikli yapıtlar olması din olgusunun insanla yaşıt olduğu yolundaki tezleri güçlendirdiği söylenilebilir2. Bununla birlikte son iki asrın, özellikle de içinde yaşadığımız yüzyılın, dinlerin aleyhine, modernitenin lehine olmak üzere sürekli bir makas açılmasına sahne olduğu görülmektedir. Dinlerin insan hayatında işgal ettiği hayati konumu kaybettiği veya en azından itibarını bir hayli yitirdiği de sır değildir. Bundan dolayı söz konusu radikal kırılmaya sebep olan modernizm veya modernite olgusunun hem kavramsal hem de kısa bir tarihçesini görmek problemin

    anlaşılmasına katkı sunabilir.

    2. Modernite Kavramı ve Tarihçesi

    Modernite, Avrupa’da yaklaşık olarak 17. yüzyıl civarında ortaya çıkan, zamanla tüm dünyaya yayılan toplumsal değerler sistemine ve organizasyonuna verilen isim olarak kabul edilmektedir. Genel anlamda dinin de içerisinde bulunduğu gelenek ile karşıtlık ve ondan kopuşun; bireysel, toplumsal ve politik yaşam alanlarının tamamındaki dönüşümü ya da değişimi ifade eden bir kavram olarak görülmektedir.

    1 Şaban Ali Düzgün, Çağdaş Dünyada Din ve Dindarlar, Ankara: Otto Yayınları, 2016, s.

    17. 2 Şu ana kadar keşfedilen en eski yerleşim yeri olarak bilinen göbekli tepenin bir mabet

    oluşu insanlık ve din arasındaki ilişkinin boyutları konusunda ciddi bir fikir vermektedir.

  • 12

    Farklı bakış açılarıyla birlikte çok daha eski tarihlere referansta bulunulsa da genel olarak endüstri devrimi ya da kapitalizmin doğuşu ve teknolojinin gelişimiyle birlikte ortaya çıkıp, bireyciliği ve akılcılık felsefesini esas alan, bilime mutlak iman eden, ticarette kapitalizmi ve liberalizmi benimseyen, insanlığın ürettiği bilgiye aşırı güvenen, gerçekliği olduğu şekliyle bilebileceğimiz kabulüyle bütün metafizik kabulleri reddetme eğiliminde olan bir dünya görüşü olarak da tanımlanabilir. Zannedildiğinin aksine batı düşüncesi özellikle entelektüel düzeyde bütünüyle moderniteyi benimsemiş de değildir. Hatta en esaslı eleştirilerin yine batı felsefe geleneğinden geldiği bilinmektedir.

    Söz gelimi ünlü Fransız düşünür, Roger Garaudy ise modernitenin ekonomi-politiğini şöyle değerlendirmektedir: “Kapitalizmin teorisi bir uygulamanın haklı çıkarılmasıdır. “Pazarda rekabete ve ferdin çıkarının mutlak önceliğine dayanan bu uygulama, Hıristiyanlığın bozulması sonucunu doğurdu. Yani, insanın bütün etkinliklerinin -hiç değilse prensipte- Allah’ın iradesine göre düzenlendiği bir sistemi çökertti. Bundan böyle (Rönesans hümanizminin örnek olarak yücelttiği) eski puta tapar Yunanistan’daki gibi (artık Allah değil de) insan her şeyin merkezi ve ölçüsüdür. İnsanın aşkın boyutunun körelmesi, her türlü mutlak değerin inkârı ile sonuçlandı.

    Modernizmin dünya görüşü batı aydınlanmasının öncü isimlerinin ifadelerinde kendisini açıkça ortaya koymaktadır. Bu ifadelerin sadece birkaçı modernitenin anlaşılması için yeterlidir. Söz gelimi Marlow, Faust’unda İnsanoğlunun, Allah’ın mutlak kudretini Firavunvari bir biçimde ele geçirmeye taşıdığını iddia eder: “İnsanoğlu, güçlü beyninle, bir Tanrı, bütün tabiat güçlerinin sahibi ve efendisi ol.” Ardından, Descartes insana tabiatın hâkimi ve sahibi olmak gibi bir hedef koyarak modernitenin kurucu felsefesinin altını çizmeyi sürdürür.

    Machiavelli ise menfaati insanın temel gayesi yapar, zafere kavuşmaya imkân vermeleri şartıyla bütün çareler mubahtır. İngiltere’de ise Hobbes, “İnsan insanın kurdudur”, diyerek böyle bir dünyanın en yüce kanununu verecektir.”

    Neticede, insani birliğin ve mutlak değerleri kabul etmenin tek manevi dayanağı olan Tek Bir Allah’a iman reddedilmiş olduğu için, geriye artık sadece fertlerin, grupların ve milletletlerin hâkimiyet hırslarının, zevk ihtiraslarının ve büyüme

  • 13

    tutkularının vahşice, gaddarca ve kanunsuzca birbirleriyle çarpışmaları kalıyor3.

    Peki modernitenin kendi şartları içerisinde makul ve haklı bir tarafı bulunmakta mıdır? Diğer bir ifadeyle modernitenin ortaya çıkış şartları göz önünde bulundurulduğunda modernitenin tepki duyduğu veya ortadan kaldırmak istediği değer sistemin, bu tepkiselliğin doğuşunda hiçbir günahı yok mudur?

    Bu ve buna benzeri bıçak sırtı sorulara Kur’an’ın üslubu çerçevesinde cevap aramak daha faydalı olabilir: “Sana içki ve kumarı sorarlar, de ki: “İkisinde hem büyük günah ve hem insanlara bazı faydalar vardır. Günahları faydasından daha büyüktür4” Ayetin bireysel ve toplumsal yaşamı zehirlediği bilinen ve Kur’an’ın da temel yasaklarından olan temel iki mesele hakkındaki objektif tavrı dikkat çekicidir. Haramlığı kesin olmasına rağmen yine de bu iki olgunun hayatı içindeki rolü tek taraflı olarak yansıtılmamış, fayda zarar diyalektiği çerçevesinde analiz edilmiştir. Modernite olgusuna da böyle bir bakış bizlerin kuru bir tepkisellikten kurtulup daha sağlıklı bir zeminden hareket etmesine imkan tanıyabilir. Dolayısıyla modernite derken aslında olumsuzlukları yanında belirli faydalarından da bahsedilebileceği akılda tutulmalıdır. Nitekim özellikle modernitenin ortaya çıktığı süreç analiz edildiğinde oluştuğu zemin açısından makul bir tarafının bulunduğu veya belirli faydaları da barındırdığı gözlemlenebilmektedir.

    Moderniteyi ortaçağın mitik-dinsel (Hıristiyan) aklına ve o akla dayanarak kurulan kültürel, sosyal, politik ve iktisadi yapıya başkaldırarak, yeni bir akıl teorisiyle yeni bir sosyal, kültürel, siyasi, ekonomik yapı kurma şeklinde tanımlamak da mümkündür. Bu çerçeveden bakınca başlangıçta Kıta Avrupa’sının bir hikâyesi olarak moderniteyi metafizik ve ahlaki anlamda doğru yoldan bir sapma olarak nitelemek haksızlık olabilir. İnsanın en doğal duygularını, ihtiyaçlarını inkâr eden, onun irade, akıl ve vicdan gibi kabiliyetlerini bloke eden Hıristiyanlığa karşı bir başkaldırı şeklinde de okunabilir5.

    3 Roger Garaudy, İslam ve İnsanlığın Geleceği, çev. Cemal Aydın, İstanbul 1990, s. 108

    4 Bakara 2/219 5 İlhami Güler, “Modernitenin ve Modernleşmemizin Teolojik Kritiğine Giriş”, İslamiyat,

    c:7, sy.4, s. 39.

  • 14

    Kilise dogmalarına karşı aklın hakemliğine başvurulması, toplumun gölgesinde eritilen bireyin düşünce, irade, ifade ve davranış özgürlüğünün temin edilmesi, devlete karşı birey haklarının anayasal olarak garanti altına alınması, yönetime katılması (demokrasi, insan haklan, hukuk devleti) gibi herkesin paylaşabileceği değerler sisteminin biraz da bugün modernite denilen olgunun katkılarıyla oluştuğu unutulmamalıdır. İnsan aklının doğa ile girdiği ilişkide doğanın gizlerini aydınlatma (bilim) ve elde edilen bilgilerle yeni eşyalar üretmede (teknik) çok hızlı bir gelişme oldu. Yalnız, doğa üzerinde üretilen bu teknik, doğal olarak dünya ve insan hakkında bir önyargıya dayandığı için, bu teknik, bu önyargının mücessem hale gelmesidir. Heidegger, bu teknolojinin insanlığın varlığı dinlemesini, köken sorulan sormasını ortadan kaldırarak, onun ayağını yerden keserek çepe-çevre kuşattığını söyler. Modernite Kilise’yi, Tanrı’yı gözden çıkardıktan, gözden düşürdükten sonra, felsefe ve bilime dayanarak (pozitivizm) kendisi yeni bir dünya-resmi çizdi. Kilise’nin vadettiği uhrevi hayat ideali inanırlığını yitirdikçe 'cennet' yeryüzünde kurulmaya başlandı. Çünkü hayat biricikti. Dolayısıyla, genel olarak, modernite bir ‘dünya hayatı’ projesidir6.

    Ortaya çıktığı toplumsal ve düşünsel iklim modernitenin yerleşik kültür ve dinler karşısındaki sert ve müsamahasız tavrını kısmen anlaşılabilir kılsa da bu durum netice de modernizmin sorun alanlarını görmezden gelme anlamına gelmemektedir. Sorun alanlarını daha net görebilmek için modernizmin meydana getirdiği insan tipi ile İslam’ın oluşturmak

    istediği insan tipolojisi karşılaştırılabilir. İslam’ın değer sistemi açısından insan merkeze alındığında Kur’an’ın insan projesinin üç saç ayağına dayandığı söylenebilir: ı) Esmasıyla dünyayla ilgilenen bir Allah (tevhid) inancı; ıı) İnsanın yeryüzünde denenme için yaratıldığı; bundan dolayı da bir öte dünyanın (ahiretin) var olduğu ve son olarak ııı) İnsanın hemcinslerine karşı sorumlu olduğu (salih amel, ahlak, adalet) kabulü. Bu genel çerçeve ve modernitenin içinde yetişmiş Batılı eleştirmenlerinin söylediklerinin ortak paydasını alıp da Kur’an'ın ortaya koyduğu 'küfür' kavramının anlam içeriği ve anlam alanı ışığından bakıldığında modernitenin birçok yönüyle bir istiğna, istikbar, nankörlük, inkâr, insanı Tanrı'nın yerine koyarak (hümanizm) benin ilahlaştırılması anlamında şirk, israf, fesad,

    6 Güler, a.g.m., s. 39.

  • 15

    zulüm, olduğunu söylemek zorundayız.

    Modernite Kur’an’ın deyimiyle “gelecekte elde edilecek hayır (ahiret, cennet) yerine, acil olanı (dünyayı) tercih etmektir”. Bu anlamda modernite dünyadan maksimum düzeyde zevk ve haz alma projesi, mal ve zenginlik elde etme projesidir. Mal ve çocuk sahibi olma, Tanrı katında denenmenin birer vesilesi olmaktan çıkmış; kendi başına birer amaç haline gelmiştir. Kıta Avrupası'ndan çıkıp Amerika, Afrika, Avustralya, Asya ve Ortadoğu'nun istila edilmesi, iki dünya savaşı, ozon tabakasının delinmesi, çevre kirliliği, ekolojik dengenin bozulması modernitenin yol açtığı tahribatlardan sadece bir kaçıdır7. Daha özelde ise temel referansları olan bireycilik, haz tutkusu, hayatın metafizik vurgusunu tamamen göz ardı eden tutumu, hiçbir otorite boyun eğmeme gibi saç ayakları aslında bizim bu gün gençlerde gördüğümüz ve açıkça ifade ettiğimiz, daha ileri yaşlarda ise birçoğunu gördüğümüz ancak açıkça ifade etmediğimiz sapmalar arasındadır. Bu sebeple her ne kadar modernite sayesinde insanlık belirli kazanımları elde etmiş olsa da resmin bütününe bakıldığında zararının faydasından daha büyük olması sebebiyle bütün makyajına rağmen batılı bu güzelin insanlığa ve Müslüman evine huzurdan ziyade sıkıntı getirmiştir denilmesi yanlış olmayacaktır.

    3. Müslümanların Modernite Karşısında Geliştirdiği Tavır

    İslam dünyasının son üç asırdır batı karşısındaki mutlak mağlubiyeti ve son bir buçuk asırdır yaşadığı sömürgeleşme süreci, başta Osmanlı aydınları olmak üzere İslam dünyasının entelektüellerinin çeşitli açılardan moderniteyi sorgulamalarına ve belirli oranda da benimsemelerine yol açmıştır. Esasında Tanzimat Fermanından Islahat Fermanına kadar Osmanlının devleti kurtarma projelerinin tamamı modernleşme projesidir. Temel sorun da burada yatmaktadır. Mevcut modernleşme çabalarının tamamı herhangi bir batılı eğitim kurumunun veya kanun maddesinin olduğu gibi taşınmasından ibaret kalmıştır. Bu durum Osmanlı’dan sonra kurulacak olan genç Cumhuriyetin kuruluş evresinde de artarak devam etmiştir.

    Cemil Meriç Batı’yla Türk aydınlarının giriştiği aşka varan bu

    7 Güler, “a.g.m.”, s. 39.

  • 16

    dostluk ilişkisinin gerçek mahiyetini şöyle tanımlar: “Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın! Avrupa, maddeciliğine rağmen Hıristiyan’dır; sağcısıyla, solcusuyla Hıristiyan. Hıristiyan için tek düşman biziz: Haçlı ordularını bozgundan bozguna uğratan korkunç ve esrarlı kuvvet. Genç cüce, müselsel zilletler sonunda ihtiyar devin ·zaaflarını keşfeder; ahde vefa, civanmertlik, merhamet... Aşağıdan alır, hulus çakar, yaltaklanır ve nihayet alt eder devi. Cenk meydanlarında değil, yatak odalarında kazanılan bir zafer. Zavallı Türk aydını Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanının putlarını takdir eder, hayranlıklarını benimser. Dev, papağanlaşır8.

    Bu durumda şu sorunun cevaplanması önem arz etmektedir: Acaba modernitenin –ister pratik düzlemde ister teorik düzlemde-dönüştürücü bu gücüne karşı Müslüman entelektüeller tarihi süreçte bir şey yaptı mı, yaptıysa ne yaptı, son olarak ise yaptıkları bir işe yaradı mı?

    Öyle görülüyor ki Müslüman düşünürler modernitenin geleneksel değerleri tahrip edici etkisi karşısında birkaç tavır sergilemiştir.

    (1) Birincisi yukarıda Cemil Meriç’in bir serzeniş olarak ifade ettiği tavırdır. Bu tutum o kadar abartılı bir noktaya varmıştır ki, modernleşmek için sulb nakli isteyeler, Batı’dan damızlık erkek ithal edilmesi gerektiğini tavsiye eden aydınlarımız(!) olmuştur. Muhtemelen İslam toplumları olarak modernizm ve reformizm kavramlarını duyunca son yüzyıl içerinde bu ve buna benzer kafaların artığı olan çeşitli isimlerin din ve İslami kültür hakkında söyledikleri sözlerin ciddi bir etkisi bulunmaktadır9. Zira bahsedilen süreç içerisinde bu kavramlar o kadar kirlenmiştir ki kolay kolay temizlenme imkânı yoktur.

    (2) Bu tavır moderniteye karşı geleneksel İslam tasavvurunu savunmak ve mevcut müktesebatın gelecekte de ortaya çıkacak bütün problemlerimizi çözmeye kadir olduğunu

    8 Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, İstanbul: İletişim Yayınları, 1996, s. 9.

    9 Türk aydının dine bakışı konusundaki en önemli çalışmalardan biri için bkz. Ahmet İshak Demir, Cumhuriyet Dönemi Aydınlarının Dine Bakışı, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2004.

  • 17

    iddia etmektir. Bu tavır aslında çok tanıdık ve biraz da ikircikli bir tutum olarak kendisini göstermektedir. Bu zümreler modernitenin tearuzuna karşı geleneksel epistemoloji ve tutumla mücadele edilebileceğini iddia etmektedirler. Ancak bu iddianın büyük oranda bir retorik olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

    Zira bu zümreler her ne kadar retorikte gelenek edebiyatı yapsa da kişisel temizlikten genel temizliğe suların temizliğine kadar klasik bir ilmihalde yazılan malumata atıfla yaşamamaktalar. Söz gelimi tırnaklarını klasik ilmihal kitaplarına göre kesen de yemeğe başlamak için tuzu tercih eden de Batılıların ürettiği kıyafet ve teknolojik aletleri kullanmayı terk eden de görmenin çok kolay olmadığını ifade etmeliyiz. Bu sözünü ettiklerimizin hepsi ya da büyük kısmı geleneksel literatürde aynen mevcut bilgilerdir. Dolayısıyla şu tespit haksızlık olmayacaktır. Gerek cemaat gerek birey bazında en gelenekçi gözükenlerimiz dahi para, iletişim, pazarlama, giyim konularında modernizmin imkânlarından alabildiğine faydalandığı halde onların itikadi ve düşünsel müzakeresine girmezler10. Tutarsızlığın sebebi sorulduğunda inanma ve yapma ayrı şey olduğu söyleyerek kendi tutarsızlıklarını rasyonelleştirmeye çalıştıkları görülebilir. Böyle bir ayrışma bir bilinç parçalanmasıdır. Türkiye’deki dindarların sürekli takıyye ile suçlanması biraz da buraya dayanır. Bu ithamı yapanların sağlıklı olup olmadığı elbette tartışılabilir. Ancak dindarların bu açıdan da kendilerini muhasebe etmeleri gerektiği

    tartışılmamalıdır11. Bu sebeple sıkı gelenekçiliğimizin klasik fıkıh müktesebatına güzelleme tarzında edebiyat parçalamalarını da tebessümle izliyorum. Bu itibarla, gelenek ve gelenekçilik edebiyatımız aslında tam manasıyla güzelleme edebiyatıdır. Pratik hayat ise yukarıdan aşağıya sabahtan akşama kadar sövülen modernite ve araçlarına dayanmaktadır.

    Bu sebeple gelenekçilik iddiasındakilerin yaptıklarıyla inandıkları arasındaki bariz uçurum olduğu aslında izahtan varestedir.

    (3) Bu tavır ise -ister söz konusu tabiri kullanalım isterse

    10 İslam dünyasında modernist İslam yorumlarına yönelik muhafazakâr tepkinin

    tutarsızlığı konusundaki çalışma için bkz. Adil Çiftçi, “İslam Çağdaşçılarının Çağdaşlık Yorumu”, İslamiyat, c:7, sy.4, 2004, s.123.

    11 Çiftçi, a.g.m., ss.109-130.

  • 18

    onun yerine tecdit, ıslah, yenilik, ihya gibi kavramları kullanalım- Müslümanların kendi modernitelerini oluşturabilmeleri için çaba gösterilmesini salık veren tercihtir. Bu çabanın tarihi İslam dünyasında ortaya çıkan modernleşme çabalarıyla tarihsel olarak paralellik arz eder. Bu çaba en basit haliyle, oradaki iyi şeyleri, örneğin, eleştirel akılcılık, üreticilik, bilim yapma tutkusu, yaratıcılık, bireyin ilahlaştırılmadan önemi, demokrasi, hukuk devleti, insan hakları vs. almak ve bunları Müslüman kimlik değerlerimizle (Allah'a ve ahirete iman, yardımseverlik, dayanışma, merhamet, müsrif olmama, hakkaniyet, adalet, sömürmeme... vs.) sentezleme amacına dayanır. Zira bu zümrelere göre bu olguların klasik literatürde belli bir karşılığı varsa da altı daha kalın hatlarla çizilmelidir. Bu zümrelere göre Müslümanların batının meydana okumasına karşı bir meydan okuma gücü kalmamıştır. Hatta dönemin önde gelen isimlerin birinin ifadesiyle söyleyecek olursak: “Müslüman alimler İslami ilimleri yeniden güncellemek zorundadır aksi takdirde modernite hayatlarımızı gün ve gün dönüştürecektir”. Aslında bu uyarı ve öngörünün büyük oranda gerçekleştiğini itiraf etmek zorundayız. Biz o kadar sürecin gerisinden geliyoruz yapabildiğimiz şundan ibaret: Güzellik yarışmalarına alternatif tesettür yarışmaları, mayo defilelerine karşı haşama defilesi, yılbaşına karşı hicri yılbaşını -ne hikmetse aynı gün- kutlama, şarkı yarışmasına karşı birebir aynı formatla Kuran-ı Kerim’i güzel okuma yarışması düzenlemek. Türkiye’deki en esaslı modernite karşıtlarından bir olan bir entelektüelimizin ifadesiyle

    modernite ton farklılıklarıyla birkaç yüzyıl sürecekse eğer ve biz klasik bakış açısı ve ilimler mantığıyla mücadele de zaafa uğruyorsak artık yeni bir bakış açısını ve geliştirme vakti gelmiş demektir.

    Kaynakça

    Düzgün, Şaban Ali, Çağdaş Dünyada Din ve Dindarlar, Ankara: Otto Yayınları, 2016.

    Garaudy, Roger, İslam ve İnsanlığın Geleceği, çev. Cemal Aydın, İstanbul 1990.

    Güler, İlhami, “Modernitenin ve Modernleşmemizin Teolojik Kritiğine Giriş”, İslamiyat, c:7, sy.4.

    Meric, Cemil, Umrandan Uygarlığa, İstanbul: İletişim

  • 19

    Yayınları, 1996.

    Demir, Ahmet İshak, Cumhuriyet Dönemi Aydınlarının Dine Bakışı, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2004.

    Çiftçi, Adil, “İslam Çağdaşçılarının Çağdaşlık Yorumu”, İslamiyat, c:7, sy.4, 2004, s.123.

  • 20

    Değişen Toplumda Değerler Krizi Ve Ahlak Eğitiminin

    Rolü

    İbrahim Turan

    Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Giriş

    Erich Fromm, endüstri çağının başlangıcından itibaren insanoğlunun, sınırsız bir gelişmenin ona istediği her şeye ulaşabilme imkanı vereceğine yönelik büyük hayallerle kandırıldığını, aslında hayalin sonunun büyük bir yıkım olduğunu ifade ederken bunu iki temel nedene bağlıyordu. Bunlardan birincisi; yaşamın tek amacının maksimum hazza ulaşmak olarak görülmesi, diğeri ise, sistemin kendi varlığını sürdürebilmesi için desteklemek zorunda olduğu, bencillik, açgözlülük ve sahip olma ihtirasıdır.1 Bu durum bireyle başlayıp toplumla devam eden farklılaşmaları beraberinde getirirken, bu farklılaşmaların ortaya çıkardığı belirsizlikler, yaşantı biçiminden davranış kalıplarına, değerlerden güvenliğe kadar pek çok konuda toplumsal yapıları derinden etkilemektedir. Belirsizlik durumunun insana verdiği rahatsız edici duygudan kurtulmak üzere birey ve toplum için çeşitli güvenlik arayışları kendini göstermektedir. Bu noktada Bauman, bireylerin kendilerini güvende hissedebilmesini bir cemaate/gruba üye olmaktan geçtiği, kendini ancak bu şekilde stabilize edebileceği kanısına vardığını, ancak bunun da bir süre sonra özgürlüğünden taviz vermenin rahatsızlığına neden olduğunu ifade ederken2, aslında bir kriz durumuna işaret etmiştir.

    Sanayi devrimi sonrası insanlığın, değerlerdeki yozlaşma ve ahlaki başkalaşım şeklinde kendini gösteren sorunları, onu bazı arayışların içine itmiştir. Özellikle 19. yüzyıl modern toplumunun esintileri, aile içindeki akrabalık bağlarının kopmasında,

    1 Erich Fromm, Sahip Olmak ya da Olmak, Çev. Aydın Arıtan, 5. Baskı, Say Yayınları,

    İstanbul, 2016, ss. 19-21. 2 Zygmunt Bauman, Cemaatler, Cev. Nurdan Soysal, 2. Baskı, Say Yayınları, İstanbul

    2017, ss. 10-11.

  • 21

    anneliğin kurumsal bir kimliği ifade etme biçimine kadar sosyal yaşamın pek çok alanında kendini göstermektedir. Bireyi toplumsal bağlarından koparma ve yalnızlaştırma gibi çeşitli riskleri içinde barındıran bu durum, değerlerin ve toplumsal ahlakın informel bir şekilde öğrenildiği kurumları kökünden sarsma ve bir anomi meydana getirme potansiyeline sahip görünmektedir. Esasında “modern toplum” ifadesi; toplumun önceden beri gelen durumunun değiştiğini ve farklılaştığını ifade etmekle birlikte kanaatimizce bu farklılaşmanın yönünün nereye doğru evrildiğini anlamaya çalışmak daha önemlidir. Ancak burada bizi ilgilendiren en önemli husus, modern olarak ifade edilen dönemin modern öncesi döneme göre ahlaki dayanaklarını farklılaştırmış ve genel olarak bu farklılaşmanın tüm dünyayı etkiliyor olmasıdır. Ahlakın temel noktalarından birisi olarak, insanın, eylemleri konusunda hangi kıstasları kendisine referans alacağı veya böyle bir referans noktasına ihtiyaç olup olmadığı konuları bizim de temel tartışma alanlarımızı oluşturmaktadır.

    O halde biz burada modern toplumdaki değişimin birey üzerinde meydana getirdiği etkiyi ele alarak işe başlamalı ve ortaya çıkan sorunların çözümünde eğitimin imkanını tartışmalıyız. Tabiatıyla tebliğin sınırlılıkları çerçevesinde konuyu ülkemiz özelinde ele almak, konunun daha somut ve anlaşılabilir olması açısından önemli görülmektedir. Bununla birlikte biz burada, ahlaki yozlaşma ve değerlerdeki farklılaşmanın bariz örneklerini gençlerde daha fazla hissediyor olmamız nedeniyle konuyu bu minvalde ele alarak, gençlik döneminde görülen

    ahlaki sorunların nedenleri ve sorunların çözümünde ahlak eğitiminin imkanı üzerine bir sorgulama yapmanın uygun olacağı kanaatindeyiz.

    A. Ekonomik Değişim ve Ahlaki Sorunlar

    15-16. yüzyıllarda hâkim olamaya başlayan hümanist anlayış, ortaçağda egemen olan din ile beslenen ahlakın yerine, insan duygularının tatminini yani en genel anlamda insanın dünyevi mutluluğunu esas alan bir ahlak felsefesinin gelişmesine dayanak oldu. 17. Yüzyılda gelişmeye başlayan rasyonalist felsefelerin ahlak üzerindeki etkisini belki de ünlü Alman rasyonalisti Kant’ta görmek mümkündür. Kant “Aydınlanma filozofu” olarak bir bilim, felsefe ve ahlak sistemi kurmuştu. Ne var ki, 18. yüzyılda Alman filozofu İmmanuel Kant’ın geliştirdiği rasyonel ilkelerle belirlenmeye çalışılan, bütün dünya insanlığı

  • 22

    için örnek olarak alınması beklenen “ödev ahlakı” düşüncesi ise, 19. yüzyılda egemen olmaya başlayan pozitivist anlayış karşısında fazla tutunamadı. 19. yüzyılda genel olarak metafizik ve nispeten toplum hayatının soyut bir alanını oluşturan bu ve diğer “ahlak sistemleri” etkisini yitirdi. Bu etki o kadar güçlü ve kalıcı oldu ki, iki dünya savaşı yaşanmasına ve bu savaşların yok ettiği değerlere rağmen, Batı dünyasında ahlaki bir meşruiyet tartışması yaşanmadı. Dahası bu iki sıcak savaşın peşinden yaşanmaya başlayan soğuk savaş süresince de bu kaygısızlık sürdü. Filozoflar, bu derin eksikliği ya hissedemediler, ya da derin bir yanlılık duygusundan dolayı görmezlikten geldiler. Belki de yüzyılın sonlarına doğru, bu eksikliğin farkına varan Michel Foucault ile Zygmunt Baumann’ın ahlak anlayışlarının bu denli önemsenmesinin arkasında bu boşluk hissi yatmaktadır.

    20. yüzyıl çatışmacı Batı Felsefelerinin beslediği üç büyük ideolojinin sahneye çıktığı ve bunların birbirleriyle savaşırken, insanlığın temel değerlerini ayaklar altında çiğnediği bir yüzyıl oldu. Bu ideolojilerden ilki olan kapitalizm, “kapital”i her türden insani değerin üstüne yerleştirerek, onu bir “homo-economicus” olarak ilan etti. Ekonomik bir hayvan olarak tebşir edilen bu varlık, insan olabilmek için kendisine bahşedilen “ahlak”tan arındırılmış oldu. Bu ahlaktan arındırılmış, “rasyonel varlık”, kendi menfaati ve keyfi için, dünyanın el değmemiş, bölgelerini hatta köşelerini bile işgal ederek, sömürmeye başladı. Homo-sapiens, homo-faber, homo-economicus, homo-homini lupus

    Bu bölüşme, adalete dayanmayan ve hak edilmemiş bir paylaşım olduğu için, kaçınılmaz olarak, çatışmaları körükledi ve bir dünya savaşını doğurdu. Ancak bu aşamadan sonra da Batılı “rasyonel varlık” bu yeni durumu da kendi lehine çevirmeyi başardı (Özkul, 2016, 52-54). Özellikle çok uluslu şirketlerin etkinliğinin tarihte görülmemiş düzeyde arttığı, ulus devletin aşındığı ve teknik bilimin de bütünüyle denetimden çıktığı bir tarihsel dönemde etik, hayati önem taşıyan kritik bir sorun haline gelmiş bulunuyor. Dünyadaki ilk 100 ekonomiden 50’sini devletler değil, çok uluslu şirketler oluşturuyor.

    Modernizmle özdeşleşen kavramlardan ikisi de küreselleşme ve kapitalizmdir. Yaşadığımız sorunları küreselleşmeden bağımsız ele alamayız. Çünkü var olan sorunlar artık bölgesel sorunlar olmaktan çıkıp tüm dünyayı etkiler hal almıştır. Dünyanın neresinde olursa olsun ortaya çıkan bir

  • 23

    sorununu küresel ölçekli sosyal ve ekonomik sonuçlar doğurması muhtemel hale gelmiştir.

    Kapitalizmin yaratma-yıkma paradoksallığının itici gücü kâr dürtüsüdür. Bu dürtü kapitalizmin iki önemli değerine dayanır: Tüketim ve iktidar. Kapitalizm bir taraftan üretir ve bunları tüketime sunarken, diğer taraftan yeni isteklerin yaratımına dayanır. İsteklerin sürekli yaratımı ve bunların elde edilmesinin sağlanması, hiçbir zaman tam olarak tatmin sağlamayacaktır. Kapitalizmde esas olan tüketimdir ve bu edimin gerçekleştirilmesi, sonsuz bir istekler zinciri yaratmaktadır. Bireyin yararı tam olarak hiçbir zaman sağlanmaz. Kapitalist üretimin gerekçesi tam da bu hiçbir zaman doyum sağlamayan, ancak sağlayacağı düşünülerek tüketime yönelen yarara eğilimdir (Erdem, 2003, 104-105).

    Küreselleşme artık kendi dinini yaratmıştır.

    Küresellik Dini

    Tanrı: Profit (kazanç)

    Rahip ve papazlar: Uluslararası iş adamları

    İbadet yerleri: AVM, fast-food zincileri, turizm yerleri

    Tebliğcileri: Kitle iletişim araçları, reklam acentaları

    İkonları: Ticari markalar

    Kulları: Müşteriler

    Temel Dinamiği ise MODA’dır.

    Bu gün ve yarının en temel problemi ise, postmodern bir anlayışla iyice bulandırılmış, iyi ile kötünün tarifinin zorlaştığı ve birbirine girdiği bir ahlak anlayışının egemen olmasıdır. Bu durumu bilgi ve bilim alanında, modern dönemin tek biçimli ahlak sistemine tepki ya da alternatif olarak yayılmaya başlayan rölativizmin etkisinde gelişen bir tür ahlaki rölativizm olarak tanımlayabiliriz. Bu konuda Bauman’ın söyledikleri insanlığın karşı karşıya bulunduğu çatışmalı durumu oldukça dikkat çekici bir üslupla ortaya koymaktadır: Kuralların çoğulluğu ahlaki seçimlerin içkin ve onarılamaz biçimde müphem görünmesine neden olur. İçinde bulunduğumuz çağ, ahlaki müphemliğin güçlü bir şekilde hissedildiği bir çağdır. Bu çağ bize daha önce hiç sahip olmadığımız bir seçim özgürlüğü sunar, ama öte

  • 24

    yandan bizi daha önce hiç bu kadar ıstıraplı olmayan bir tereddüt durumuna sokar. Seçimlerimize ilişkin olarak bizi sürekli tedirgin eden sorumluluğun bir kısmının omuzlarımızdan kaldırılabilmesi için, güvenebileceğimiz ve bel bağlayacağımız bir yol göstericiliği özleriz.

    B. Sosyal Değişim, Anomi ve Ahlaki Sorunlar

    Sağlıklı bir toplum, hiç değişmeyen ya da çok hızlı değişme gösteren değil, istikrarlı bir değişim gösteren toplumdur. Burada asıl olan, zamanın değişimi ile değerlerin mahiyetindeki değil formundaki değişikliktir. Toplumları birbirinden ayıran asıl nokta bu değerlerin uygulanmasındaki farklılıktır. Bu durumda şu sorunun sorulması kaçınılmazdır: toplumun değişimi ile ahlak sistemi de değişir mi? Belirtilmelidir ki, toplumsal değişim dönemlerinde toplumun her kurumu aynı yönde ve aynı hızda değişim göstermeyebilir. İleri sanayi toplumlarında bireyler arasındaki ilişkiler görece daha sınırlı ve yavaş seyrederken, gelişmemiş ya da az gelişmiş toplumlarda bireyler arası ilişkiler daha dengeli ve ahenkli seyredebilir. Toplumsal yaşamda ortaya çıkan ani ve hızlı dengesiz değişimler toplumla beraber bireylerde de bir bunalım ve çatışmaya yol açmaktadır. Ahlaki bir değeri ideal olarak benimseyen bir toplumda gerçek hayatta bu ideali yaşatacak araçlar yoksa bu durumda toplumun koyduğu ve ideal ölçüye uyacak bireyler yerine ona isyan eden, tavır alan ve direnç gösteren bireylere rastlanacaktır. Çatışma ve uyumsuzluğun olduğu yerde değerler de tehlikeye düşmüş olacaktır.3 Bu durumda karşımıza çıkan şey ise anomidir.

    Anomi, toplumbilim literatüründe, “toplumun ve bireyin geleneksel ahlaki normların dışına çıkarak kuralsız bir yaşam biçimine doğru evrilmesiyle, ahlaki normların zayıflaması, ardından bireyin topluma bağlılık duygusunun aşınması ve sonuçta genel bir karışıklık, çöküntü ve çatışma durumu”4 olarak kendini göstermektedir. Anominin, değişen toplumla olan bağı daha çok ekonomik temeller üzerinden yürürken, bunun sonucunda ortaya çıkan kural tanımazlık hali ise ahlak ile doğrudan ilişkilidir.

    Değerlerin bireye aktarıldığı ilk ve yegâne kurum ailedir.

    3 Erol Güngör, Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak, Ötüken Yay., İstanbul, 1995, ss. 22-

    24. 4 Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat yay., Ankara, 2002, s. 70.

  • 25

    İnsan kendisi ile başkası arasındaki ilişkileri düzenlemesi sürecinde “doğru” ve “yanlış” olanı tayin ederken bunu bir ölçüye göre yapar. O ölçü ilk sosyalleşme kurumu olan ailedeki gözlemleri ve davranış modellemeleridir. Bu yönüyle aile değerleri kuşaktan kuşağa aktaran bir yapıyı ifade ederken, geleneğin aktarılması ve öğretilmesi konusunda önemli bir fonksiyon da icra etmektedir. Sosyal değişimden belki de en fazla etkilenen kurum olarak aile, günümüzde bireylerin yaşadıkları olaylar karşısından sığınabilecekleri en güvenli liman olma vasfından gün geçtikçe uzaklaşmaktadır. Dolayısıyla ailenin yaşadığı bir travmatik durum, aile içindeki tüm bireyleri doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemektedir. Nihayet ailedeki bu değişim bireylerin ahlaki gelişimleri üzerinde de bazı olumsuzluklara neden olmaktadır. Ailede ortaya çıkan sorunlar bireylerin aile ortamında informel öğrenmelerini sekteye uğratırken, kitle iletişim araçları, bireyin özel hayatına ilişkin pek çok durumu ifşa etmekle kalmamakta aynı zamanda ahlaki yozlaşmanın bir aracı haline gelmektedir.

    Aile: Dünyada sanayi devrimi sonrası sosyo-kültürel yaşantıda önemli değişmeler meydana gelirken bundan aile de ciddi derecede etkilenmiştir. Bu süreçte geçimini temin etmek için aile bireyleri hep birlikte ve daha fazla çalışmak zorunda kalmış, bu durum da aile yaşamını olumsuz etkilemiştir. Kadının çalışma hayatına atılmasıyla birlikte artık “eşler arası” ilişkilerden “eşitler arası” ilişki biçimine geçilirken bu durum aile içinde hiyerarşik yapılanmayı olumsuz etkilemiştir.5 Zira artık bir

    “özgürlük” durumu/sorunu ortaya çıkmıştır.

    Aile yapısında yaşanan değişimler aile bireylerini doğrudan etkilemektedir. Ailenin dağılmasını izleyen dönemde, eşlerde ortaya çıkan problemlerin yanı sıra ondan daha fazlası çocuklarda görülmektedir. Tüm bunlar, insanın yaşam kalitesinde onarılması güç yaralar açabilmektedir. Yapılan araştırmalar, çocukların aileleriyle haftada ortalama 38.5 dakika (yılda 33.4 saat) anlamlı bir şekilde sohbet ettiğini gösterirken, buna karşılık çocukların yılda 1500 saat televizyon izledikleri tespit edilmiştir. Peki böyle bir durumda geleneksel değerlerin aktarımı nasıl yapılabilir? Değerlerin aktarımı konusunda yalnızca sözlü olarak ifade etmek ya da okulda ahlakın bilgisini

    5 Begüm Köse, “Geçmişten Günümüze Aile”, Değişen Toplumda Değişen Aile, (Ed.)

    Nurşen Adak, Siyasal Kitabevi, Ankara 2012, (ss.15-38), s. 30.

  • 26

    vermek, değerlerin içselleştirilmesi için yeterli midir? Bu sorunun cevabı çok açık bir şekilde “hayır”dır. Zira ahlakın ideal gelişimi dediğimde bilgi-duygu-davranış arasındaki uyum ve ahenk akla gelmektedir. Geleneksel olarak ahlak anlayışımız öğrenmeye dayalıdır. Bu öğrenmelerimizi genellikle iki şekilde yaparız: Bunlardan birincisi, davranışı modelleme yoluyla öğrenme, diğeri de kişiyi modelleme yoluyla öğrenme. Birincisinde, bir başkasının davranışlarını görerek onu yapar. Burada çocuğun davranışı yapmasının temel nedeni, modellenen kişinin, yapılan davranış üzerinden olumlu bir sonuç elde ettiğini görmesidir. İkincisinde ise, çocuk kendini bir kişiyle özdeşleştirmek suretiyle onun davranışlarını aynıyla taklit eder. Bunu yapmasındaki temel etmenler ise, davranışlarını taklit ettiği kişiyi sevmesi, korkması, veya ona hayranlık duymasıdır.6 Bu durum bize ahlaki öğrenmelerde aile ve toplumun birincil öneme sahip olduğunu göstermektedir.

    Okulda çocuklara verilecek olan şeyin ahlakın bilgisi olduğu düşünüldüğünde bunu duygu ve davranış boyutunun gerçekleşmesi gereken yerin aile ve toplum olduğu aşikardır. Buradan hareketle ifade edilmelidir ki, aileyi tehdit eden tüm etmenler, aynı zamanda bireyin ahlaki gelişimi konusunda birer tehdit unsudur.

    Günümüzde geleneksel aile yapısını tehdit eden en temel faktörleri şu iki başlık altında ele alabiliriz:

    Boşanma: Taylor Gatto günümüzde yaşanan krizi şu sözlerle özetlemektedir: “Boşanmayı kolaylaştıran yasalar, ilişkilere emek harcama ihtiyacını ortadan kaldırdı. Kolay kredi imkanları, kişinin finansal anlamda kendini kontrol etmesini gereksiz kıldı; kolay eğlence ise, kendimizi eğlendirecek uğraşlara duyulan ihtiyacı yok etti.”7 Günümüz toplumunda artan boşanma oranları, ailenin temel işlevlerini sekteye uğratırken, bireylerin psikolojik ihtiyaçlarının giderilmesi noktasında da önemli sorunları beraberinde getirmektedir. Boşanma olayı, görünüşte iki kişinin fiziksel ayrılıklarını ifade ediyor olsa da sonuçları itibariyle iki kişiden çok daha fazlasını ilgilendiren bir konudur. Ülkemizde her geçen yıl evlenme oranları düşüş gösterirken buna karşılık boşanma oranlarında da artış

    6 Güngör, Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak, ss. 43-44. 7 John Taylor Gatto, Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı, Çev. Mehmet Ali Özkan, EDAM Yay.,

    İstanbul, 2016, s. 27.

  • 27

    görülmektedir. Örneğin 2016 yılında ülke genelinde evlenen çift sayısı 594.493 iken, boşanan çift sayısı 126.164’tür. 2017 yılında ise evlenen çift sayısı 569.459’a düşmüş, boşanan çift sayısı 128.414’e yükselmiştir. Boşanmaların % 35.5’i ise evliliğin ilk beş yılı içerisinde gerçekleşmektedir.8

    Boşanma, sadece boşanan çiftleri değil, aynı zamanda bu evlilikten doğan çocukları da etkileyen önemli bir süreçtir. Boşanma öncesi ve sonrasında aslında eşler arasında en büyük kavga çocuklar etrafında dönmektedir. Ebeveynler yaşanan süreçte bilerek ya da bilmeyerek çocukların taraf olmasını isterler. Aslında çocuk için en acı olan husus anne-babası arasında tercih yapmak zorunda bırakılmasıdır. Boşanmanın ardından ise, bazen anne-babalar çocuklarını birbirlerini göstermeme yolunu seçerek öç almaya çalışırlar. Aslında burada farkına varılmadan cezalandırılan, eş değil çocuk olmaktadır.9

    Anne-babanın ayrılmasının, çocuklar üzerindeki önemli etkilerinden birisi duygu-davranış bozukluklarına yol açmasıdır. Bu süreçte ortaya çıkan ruhsal belirtiler çeşitlidir. Bunlar genellikle huysuzluk, hırçınlık, tedirginlik ve saldırgan davranışlar şeklinde tezahür ederken, uyumsuzluk belirtileri de çocuğun boşanmadan önceki süreçte yaşadığı travmaya ve boşanma sonrasında anne-babasıyla olan iletişiminin niteliğine göre değişiklik göstermektedir. Bu süreçte çocuklar açısından en önemli sorun, onların fiziksel ve duygusal olarak örselenmesidir.10

    Evlilik Dışı Yaşamın Yaygınlaşması: Günümüzde ailenin işlevlerinden büyük bir kısmını modern toplumdaki diğer kurumlar yerine getirirken geleneksel aile değerleri çözülmeye başlamakta ve bireyselcilik ön plana çıkmaktadır. Bu durum bireysel mutluluğu ön plana çıkarırken bireylerin duygu durumlarını tatmin edecek alternatif yaşam biçimlerinin çeşitlenmesine de zemin hazırlamaktadır. Bunun doğal bir sonucu olarak günümüzde artık daha yaygın bir şekilde “aile türü”nden değil, “aile türleri”nden bahsetmek durumundayız. Bunlar parçalanmış aile, tamamlanmamış aile (evlilik dışı ilişkilerden meydana gelen çocuklar ile anneden oluşan aile) vb.

    8 TÜİK, Evlenme ve Boşanma İstatistikleri 2017,

    http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=27593 (25.07.2018). 9 Atalay Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, Özgür Yay., 25. Baskı, İstanbul 2002, s. 267. 10 Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 271.

    http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=27593

  • 28

    farklı aile türleri şeklinde gündeme gelmektedir.11

    Sekülerleşme: Günümüz toplumlarında ailenin açık ya da örtük, bir şekilde sekülerleşme eğilimine girmesi, çocukların ahlaki gelişimini doğrudan etkilemektedir.12 Aile içinde dini ve ahlaki değerlerin ve kuralların yaşanmasında gösterilen “özgürlük” “esneklik” durumları, aile içinde bireylerin birbirleri ile olan ilişkilerini ve davranış tarzının belirlenmesi ve ahlaki tutumların belirginleşmesinde önemli bir role sahiptir. Bu açıdan bakıldığında, ailenin temel fonksiyonlarından olan “kültür aktarma” ve “eğitme” işlevlerinin tam olarak yerine geldiğini söylemek kolay olmayacaktır.13

    Kitle İletişim Araçları: Günümüzde kitle iletişim araçlarının etkileri üzerine yapılan çalışmalara bakıldığında, bu araçların olumlu bazı etkileri ifade edilmekle birlikte genel olarak olumsuz etkilerine daha fazla yer verildiği görülmektedir. kaldı ki kitle iletişim araçlarının ahlaki davranmak ya da ahlaklı olmak gibi bir işlevi yoktur. Onun temel görevi, eğlendirmek ve haberdar etmektir. Biz görevi olmayan bu araçlardan ahlaklı bir toplum inşa etmelerini beklerken, bireyin ve toplumun sorumluluğunu ona yükleyerek aslında sorumluluktan kaçıyoruz. Şimdi bu olumsuz etkilerden konumuzla yakından ilgili iki tanesini vermekle yetinmek istiyoruz.

    Saldırganlık: Günümüzde kitle iletişim araçlarına yöneltilen eleştirilerin başında onun, şiddet ve saldırganlık unsurlarını olabildiğince açıklığı ile ortaya koyması gelmektedir. Yapılan araştırmaların hemen hemen tamamı bu unsurların varlığını ve bireyler üzerinde ne derece etkili olduğunu gözler önüne sermektedir. Şiddet ve saldırganlık öğeleri başta TV olmak üzere diğer kitle iletişim araçlarında yer alan programlarının neredeyse tamamına hakim olmuş durumdadır. Haber programlarından reklam filmlerine, çizgi filmlerden spor müsabakalarına kadar hayatın her alanında şiddetin hakim oluşu, bireyler açısından büyük bir tehlike oluşturmaktadır. İzlenen şiddet görüntülerinin bireyi zamanla sadizme götürdüğü ve sadistik bir yönsemeyi doyurmayı amaçladığı görülmektedir.

    11 Köse, “Geçmişten Günümüze Aile”, ss. 34-35. 12 M. Tayfun Amman, “Türkiye’de Ailenin Açık ve Örtük Sekülerleşmesi”, Aile ve Eğitim,

    (Ed.) M. Faruk Bayraktar, Ensar Yay., İstanbul, 2010, (ss. 41-70), ss. 43-44. 13 Cihangir Doğan, Ailenin Önemi ve Temel Fonksiyonları”, Aile ve Eğitim, (Ed.) M. Faruk

    Bayraktar, Ensar Yay., İstanbul, 2010, (ss. 19-29), s. 25.

  • 29

    Cinsel Duyguların Tahrik Edilmesi: Cinsellik, insanın en güçlü eğilimlerinden biri olup potansiyel olarak doğuştan gelmektedir.14 Cinsellik kavramının ön plana çıkarılması kitle iletişim araçları için sanki bir zorunluluk olmuştur. İnternet ortamındaki ve televizyon programlarındaki müstehcen yayınlar birey ve toplum üzerinde olumsuz ve yıkıcı etkilere neden olmaktadır. En küçüğünden en yaşlısına kadar her kesimin izlediği müstehcen yayınlar en çok çocukları ve gençleri etkilemektedir. Bu tür yayınlar bazı çocuklarda ve gençlerde aşırı uyarılmalara neden olurken bazılarında nefret duygusunun oluşumuna sebebiyet vermektedir. Esslin, tecavüz ve ırza geçme gibi fiillerin televizyonda gösterilmesinin, bu tür fiillerin işlenmesinde öğretici bir rol oynadığını ifade etmektedir.15

    Bu sonuçlar bize kitle iletişim araçlarında yer alan müstehcen içeriklerin bireylerin yaşantılarına haz ve zevk kattığına değil, bilakis onların ruhsal yapılarında birçok problemin ortaya çıkışına sebebiyet verdiğine işaret etmektedir. Neticede bu tür programlar yoluyla cinsel duyguları had safhaya çıkarılan birey bu alanda bir açlık hissetmekte ve ne pahasına olursa olsun bu açlığını gidermeye çalışmaktadır. İşte bu psikolojik durum içerisinde, cinsel taciz ve tecavüz gibi gayri ahlaki filleri, sonucunu hiç düşünmeden işleyebilmektedir.

    C. Kültürel Değişim ve Ahlaki Sorunlar

    Küresel çağda kültürün bütün öğeleri aynı yönde ve aynı hızda değişmemekte, farklı öğeler farklı hızla ve farklı yönlerde değişim göstermektedir. Bu anlamda sosyal çözülme16, çatışma ve ahlaki yozlaşma gibi olumsuz durumlara neden olan kültür boşluğu, özellikle maddi kültürün (bilim, teknoloji, yapılar, giyim, vb.) manevi kültürden (inançlar, değerler, semboller, normlar vb.) önce değişim gösterdiği durumlarda yaşanmaktadır. Bu süreçte yaşanan hatalı toplumsal iletişim (kuşaklar arası iletişimsizlik, reddetme, kayıtsızlık vb.) çatışan ilgi ve değerler toplumsal çözülmeyi şiddetlendirirken, bu çözülme sonuç itibariyle

    14 Haluk Yavuzer, Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, 8. basım, İstanbul, 1996, s. 246. 15 Martin Esslin, Televizyon Çağı / TV:Beyaz Camın Arkası, 3. Basım, Pınar Yay.,

    İstanbul, 2001, s. 90. 16 Sosyal çözülme, toplumu meydana getiren sosyal ilişkilerin, bütünlüğü bozacak

    şekilde gevşemesidir. Bu çözülme tipi, kurumlar, bireyler ve gruplar arasında

    olabileceği gibi birey-kurum, birey-grup arasında da olabilir. Bu konuda bkz. Amiran Kurtkan Bilgiseven, Genel Sosyoloji, Filiz Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul 1986, ss. 297-300.

  • 30

    bireylerde bazı ahlaki olumsuzlukları da beraberinde getirmektedir.17

    Günümüz toplumunda gençlerin karşı karşıya kaldığı bir sorun yabancılaşmadır. Sosyal çözülmenin doğal sonuçları arasında gösterilen yabancılaşma, toplum ve kültüre karşı bireyde meydana gelen kayıtsızlık, bireylerin kendilerinden ve değerlerinden uzaklaşması olarak tanımlanmaktadır.18 Seeman’a19, göre yabancılaşmanın en önemli belirtileri, güçsüzlük duygusu, yaşamın anlamsızlığı ve yalnızlık duygusu, normsuzluk (belli olaylar karşısında nasıl davranacağına ilişkin yerleşik kurallarının olmaması), kendini soyutlama ve kendine yabancılaşma şeklinde sıralanmaktadır. Sayılan bu durumlar, küresel süreç içerisinde değişen ve dönüşen toplumsal yapıların bireyler üzerindeki olumsuz tezahürlerini ortaya koymaktadır.

    Türkiye’de toplumun değişimi ve dönüşümü sürecinde yaşanan zoraki dönüştürme çabaları “eski-yeni” gerilimi ve muhtemel çatışma potansiyeli, kültürün koruyucu ve dönüştürücü gücünün birey üzerinde yeterli etkiyi meydana getirememesi anlamına gelirken, sınıfsal bir farklılaşmayı da ifade etmektedir. Bir toplumda yaşanan kültürel değişim, o toplumun ahlaki kodlarının yanında, normlara uyulmadığı takdirde ortaya çıkacak yaptırımların niteliğini de etkilemektedir. Cumhuriyet tarihi boyunca toplumun topyekûn bir kültürel değişime tabi tutulması girişimi, ahlaki normların ve değerlerin değişmesi ve farklılaşması açısından önemli bir yere sahiptir. Osmanlı toplumda hakim olan fıkhi ve tasavvufi ahlakın yerine Cumhuriyet döneminde laik seküler ahlak anlayışının dayatılması, ahlaki normlar bakımından toplumun yukarıdan aşağıya doğru dizayn edilmeye çalışılması kültürel farklılaşma ve çatışma ortamının doğmasına yol açmıştır.20

    Kentleşme ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sosyal değişim, bireylerin bir mahalle kültürü içinde otokontrolünün sağlanmasından uzaklaşırken, yaşanan sosyal çözülme bireysel

    17 Ersin Altıntaş, “Çağdaş Eğitim Sisteminde Öğrenci Kişilik Hizmetleri ve Rehberlik”,

    Psikolojik Danışma ve Rehberlik, (Ed.) Gürhan Can, Pegem Yay., 13. Baskı, Ankara

    2012, (ss. 1-29), s. 14. 18 Altıntaş, “Çağdaş Eğitim Sisteminde Öğrenci Kişilik Hizmetleri ve Rehberlik”, s. 14. 19 Melvin Seeman, “On the Meaning of Alienation”, American Sociological Review, vol: 24,

    (1959), s. 783’ten aktaran, Bilgiseven Genel Sosyoloji, ss. 301-308. 20 Bkz. Recep Şentürk, “Değişen Toplum ve Ahlak”, Çağımızın Ahlak Bunalımı ve Çözüm

    Arayışları, Ensar Yay., İstanbul, 2009, (ss. 71-82), s. 72.

  • 31

    özgürleşmeyi ve ardından da yalnızlaşmayı getirmiştir. Tüm bu gelişmeler içinde bireyin doğup büyüdüğü sosyo kültürel ortamların hızla değişmesi, toplumsal ve bireysel yabancılaşmayı besleyen birer araç halini almaktadır. Burada ifade etmek gerekir ki, günümüz insanın özgürlük arayışı, onu aynı zamanda güvenli olmayan bir dünya ile karşı karşıya getirmektedir. Dolayısıyla o, bir taraftan özgür olmayı isterken, diğer taraftan kimliğini ve/veya kişiliğini kaybetme riski karşısında çaresiz kalmaktadır. Yani özgür olma isteği, karşılığında güvenlik arayışını da beraberinde getirmektedir. Bu durumda, güvenliğini sağlayabilmek için tekrar özgürlüğünden kısmen veya tamamen vazgeçmeyi göze almak zorunda kalmaktadırlar.

    Yukarıda ifade ettiğimiz üzere küresel ölçekte sosyo-kültürel değişimin etkisiyle dünyanın her tarafında ciddi bir ahlaki çözülme yaşanmakta ve bu durum tüm diğer toplumları ve onların kurumlarını ilgilendirdiği kadar ülkemizi de yakından ilgilendirmektedir. O halde burada sorulması gereken temel sorulardan birisi şudur: Gençlerde görülen bu ahlaki ve psikolojik problemler karşısında genel de eğitimin özelde ise din ve ahlak eğitiminin rolü ve yeri nedir? Nitekim araştırma sonuçlarından da görüldüğü üzere, dindarlık durumu genel olarak ahlaki sorunların çözümüne olumlu katkı sağlamaktadır.21 Bu sorulara cevap verebilmek için ahlaki sorunlar karşısında din ve ahlak eğitiminin yerini tartışmak gerekmektedir.

    D. Ahlaki Sorunların Çözümünde Eğitimin İmkânı

    Eğitim felsefesinin temel amaçlarından birisi “nasıl bir insan yetiştirmek istiyoruz”un cevabını bulmaya yönelik sorgulamalar yapmaktır. Bu anlamda eğitimde farklı felsefi yaklaşımlar ortaya konulurken her bir yaklaşım, bireyi farklı kabiliyetleri açısından yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Örneğin ortaçağ boyunca birçok fikrin yanında felsefi ve teolojik temellerle beslenen “Daimicilik”, idealizm ve realizmi temele almaktadır.22 İdealizm, bireyi iyiye, doğruya ve güzele yöneltmeyi amaçlarken, eğitimin, bireyin doğuştan getirdiği yeteneklerinin farkına varmasına yardımcı olması için bir enstrüman olarak düşünmektedir. Realizme göre ise, eğitimin ve okulun temel fonksiyonu, öğrencilere bilgi

    21 Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, TDV Yay., Ankara 2001, ss. 274-276. 22 İbrahim Kaygısız, “Eğitim Felsefesi ve Türk Eğitim Sisteminin Felsefi Temelleri”, Eğitim

    ve Yaşam, Kış 1997, s. 6.

  • 32

    aktarmak ve onların zihinsel yeteneklerini geliştirmektir.23

    Öncülüğünü John Dewey’in yaptığı pragmatizm ise, deneyci bakış açısıyla, soyut ve değişmez kuramlar yerine ampirik araştırmayı temele almaktadır. Bu anlamda pragmatist eğitim felsefesi, insan bilgisinin mutlak kesinlikten ziyade kanıtlara dayalı genellemeleri içerdiğini düşünmekte ve metafizik açıklamalara karşı çıkmaktadır.24 Dewey’in Cumhuriyet’in kuruluşunu takip eden yıl (1924) Türkiye’ye gelerek Türk eğitim sistemi hakkında hazırladığı rapor doğrultusunda eğitim sisteminin Dewey’in görüşleri dikkate alınarak hazırlandığı, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren Amerikan eğitim siteminin izlerini taşıdığı ifade edilmektedir.25 1933 yılında din derslerinin kaldırılmasının ardından okullarda hümanist ahlak anlayışı benimsenmiş, ahlak öğretiminin, örgün eğitim kurumlarında bir ders olarak mı, yoksa yurttaşlık bilgisi ve sosyoloji dersleri içerisinde mi yer alması gerektiği tartışılmıştır.26 Hatta 1943 tarihinde toplanan II. Milli Eğitim Şûrası’nda okullarda ahlak terbiyesinin geliştirilmesi meselesi, şûranın birinci gündem maddesi olmuş ve milli ahlaka vurgu yapan “iyi vatandaş” yetiştirme ilkesini öngörecek şekilde bir rapor hazırlanmıştır.27 Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde, Türk milli eğitim sisteminin Batı eğitim sistemlerinden etkilenerek, dini ya da metafiziği dışlayan pragmatist eğitim felsefesini benimsediği görülmektedir. Her ne kadar programların genel içeriği ve yapısı üzerinde önemli olduğu düşünülen değişiklikler yapıldıysa da bu etkinin izlerini devam ettirdiği söylenebilir.

    Günümüzde artarak devam eden ahlaki sorunlar karşısında eğitimin pozitivist bir bakış açısıyla, metafiziği dışlayarak ortaya koyduğu performans artık ciddi anlamda sorgulanması gereken bir konudur. Esasında bu durum, yalnızca günümüz eğitiminin temel sorunlarından birisi değildir.

    23 Gerald L. Gutek, Eğitime Felsefi ve İdeolojik Yaklaşımlar, (Çev. Nesrin Kale), Ütopya

    Yay., 3. Basım, Ankara 2006, s. 26; 51. 24 Geniş bilgi için bkz. Gutek, Eğitime Felsefi ve İdeolojik Yaklaşımlar, ss. 99-121; Ahmet

    Cevizci, Eğitim Felsefesi, Say Yay., İstanbul 2011, s. 124.

    25 Kaygısız, “Eğitim Felsefesi ve Türk Eğitim Sisteminin Felsefi Temelleri”, s. 13. 26 Eyüp Şimşek, “İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitapları Ahlak Öğrenme

    Alanlarının İncelenmesi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 38, Yıl: 2012, s. 196.

    27 Bkz. Nilgül Aslaner, Milli Eğitim Şûraları ve Eğitim Politikaları: 1939-1946, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2008, s. 112.

  • 33

    Zira 18. yüzyıldan itibaren eğitim felsefesinde ortaya konulan yaklaşımlara bakıldığında, daha çok pozitivist anlayışa dayalı olarak genç kuşaklara bilgi yığmak ve mevcut bilgiyi bilimsel ve teknolojik gelişmelerle desteklemek şeklinde bir yöntem takip edildiği görülmektedir. Nitekim Darvinizmin biyoloji alanında getirdiği evrim teorisinin insan bilimlerine uyarlanmasıyla birlikte “sosyal Darvinizm”28 aracılığıyla ahlak da dahil olmak üzere her şeyin değişebileceği fikri, Batı üniversitelerinden Amerika’ya sirayet eden felsefe ve mantıksal pozitivizmin, ahlakı ve değer kavramını yok sayarak sadece ampirik bilgiye yer veren ve onun dışında bir şeyi kabul etmeyen yaklaşımı, değerlerde bir yozlaşmayı getirirken, aslında bu durum, gençlik için geleceğe yönelik ahlaki sorunlar yumağı olarak geri dönmüştür.29 Nitekim günümüzde ABD ve Kıta Avrupası’nda ortaya çıkan karakter eğitimi, değerler eğitimi, barış eğitimi, vb. çabalar genç kuşakların artık pozitif bilimlerle mükemmele ulaşamayacağını, bunun yanında manevi olarak ahlaki bir kişiliğe de sahip olmasının zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu çabaların temel önermesi, bireyin zihni kadar duygularının da geliştirilmesinin gerekliliğidir. O halde böyle bir durum karşısında genel eğitimin yanında ahlak eğitiminin katkısı ne olabilir? Bu bağlamda üzerinde düşünülmesi gereken temel konu, ülkemiz açısından okulda verilen din eğitiminde (ahlak eğitimi müstakil bir ders olarak verilmediği için) dini ve ahlaki değerlere ne kadar yer verildiği ve bu değerlerin içselleştirilmesi için ortaya konulan çabaların yeterli olup olmadığıdır. Bu da

    ülkemiz açısından ağırlıklı olarak lise çağlarını kapsayan ergenlik döneminde görülen ahlaki problemler karşısında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) derslerinin içerik olarak yeterliliğini tartışmaya açmaktadır.

    Gençlerde görülen ahlaki sorunlara karşı DKAB ders programında ahlak, toplam müfredatın sadece % 4.16’sını (9 ve 10. Sınıflarda iki ünite şeklinde ve 12’şer saat) kapsamaktadır.

    Ayrıca bu ünitelerdeki kazanımlara bakıldığında, iki ünitede toplam 9 kazanım bulunurken, bunların 8’i (% 89) bilişsel düzeyde kazanımlara ve 1’i davranışşsal düzeydeki

    28 Bu görüşe göre, evrim sadece bireylerin geçirdiği değişimi değil, aynı zamanda kültürel

    yapının, değerlerin ve ahlaki kriterlerin de değişimini ifade etmektedir. 29 Thomas Lickona, “The Return of Character Education”, Educational Leadership, vol:

    51, no: 3, 1993, ss. 8-9.

  • 34

    kazanımlara ayrılmıştır. Duyuşşal alana ilişkin kazanımlara ise yer verilmemiştir.30 Dolayısıyla birey, yaptığı davranışın hatalı veya yanlış olduğunu bilse bile, bilmek tek başına yeterli olmamaktadır. Bunun yanı sıra bu tür davranışlara yönelmesini önleyecek bir otokontrol mekanizmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu bağlamda DKAB dersi, bireylere ahlakın bilgisi yanında duygu ve davranışa yöneltecek bir içeriğe de sahip olmalıdır. Bunun yanında bireylerin ahlaki gelişimine ve sorunlarıyla başa çıkmada onlara yardım edebilecek nitelik ve içerikte bir ‘Ahlak Eğitimi’nin verilmesi de önemlidir. Bu eğitim örgün eğitim kurumlarında verilmesinin yanında geleneksel olarak toplumda da karşılığını bulabilmelidir. Bilindiği üzere cumhuriyet tarihi boyunca laik ahlak, geleneksel ahlakın yerini doldurmaya çalışmış ise de bunu başaramamıştır. Ancak buna rağmen, ahlak anlayışları da sınıfsal bir ayrışmanın sembolleri haline getirilmişlerdir. Yaşanan süreçte geleneksel norm ve değerler alt sınıf için geçerli olarak görülürken, “Çağdaş/Batılı” değerler olarak ifade edilen seküler değerler üst sınıflar için ayırıcı birer unsur olarak değerlendirilmiştir.31 Bunun ise toplumda, neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda bir kararsızlık doğurduğu söylenebilir. Zira geleneksel toplumda sosyal düzenin tesisinde önemli bir rol üstlenen geleneksel kurumların (Tasavvufi yapılar) tasfiye edilmesi, bununla birlikte yerine herhangi bir kurumsal yapının inşa edil(e)memesi, okullarda verilen din bilgisi/din kültürü derslerinin de istenen neticeyi verememesi, bireylerin -özellikle gençlerin- ahlaki sorunlarla başa çıkmasında alternatif

    çözümleri sınırlandırmıştır.

    Sorunların çözümünde formel eğitimin tek başına yeterli olamayacağı açıktır. Okulda ahlaka dair alınan bilginin ve yüklenen duygunun sosyal yaşamda da karşılık bulması lazımdır. Eğer aile başta olmak üzere diğer sosyal çevrede geleneksel ahlaki ilkeler göz ardı ediliyorsa –ki çoğu zaman öyle- o halde okul ortamında bireylere verilen ahlaki bilgi ve duygunun karşılığı yok demektir. Dolayısıyla yaygın eğitim kanallarının da bu süreçte işe koşulması, ahlaki toplumun inşası açısından önemlidir. Bu noktada ifade etmek gerekir ki, ahlakın bilgisini öğretmek, uygulama alanına sahip olmadığı sürece bireyin ahlaki davranması için yeterli değildir. İşte bu noktada bir diğer

    30 Bkz. MEB, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretim Programı, (Ortaöğretim 9,10,11,12.

    Sınıflar), MEB, 2018, s. 18; 23. 31 Şentürk, “Değişen Toplum ve Ahlak”, s. 72.

  • 35

    tartışma konusu olarak, “ahlakçılık/ahlaklılık” tartışması gündeme gelmektedir.

    Ahlakçılık (moralism), ahlakı en yüksek değer olarak görürken, her şeyi ahlak açısından değerlendirmeye tabi tutan, insanın bütün yapıp etmelerine ahlaksal bir değer biçen tek yanlı bir tutum olarak ifade edilmektedir. Ahlakçılık anlayışının en belirleyici özellikleri ise, kötüye karşı iyiyi savunmak, ahlaki bakımdan doğru davranmayanları doğruya yöneltmek, doğru bir ahlaki yaşamı benimsemeleri için insanlara eleştirilerde bulunmak şeklinde ifade edilmektedir. Buna karşılık ahlak karşıtlarından (ahlaktanımazcılık) ona yapılan en önemli eleştiri ise, ahlakçı önermelerin gerçekte iyiyi savunuyor olmaktan öteye geçmediği, toplumun ahlaki bozukluklarını örtme çabasından başka bir şey olmadığıdır.32

    Diğer taraftan ahlaklılık (morality) ise, var olan değerlere ters düşmeksizin ahlaksal düzene katılma, yerleşik ahlak kurallarına uygun olarak genel ahlak tasarımıyla uyum içinde yaşamak olarak ifade edilmektedir.33

    Tanımlamalarda da görüldüğü üzere, ahlakçılık, ahlaki davranışın bilgisine sahip olup daha çok epistemolojik bağlamda kendini göstermektedir. Buna karşılık ahlaklılık ise, ahlaki iyinin bilgisine sahip olmakla birlikte, ahlaki düzene katılmayı, yani yapıp etmeyi de işe koşmaktadır. Buradan hareketle okullardaki DKAB derslerinin ahlaki boyutu göz önüne alındığında, bireylerin ahlakın yalnızca bilgisine sahip olduklarını (ahlakçılık), buna karşılık ahlaki bir topluma katılma, toplumun ahlaki olarak yerleşik kurallarına uygun davranış kodları geliştirme söz konusu edilmemektedir. Bu da DKAB derslerinden çok toplumsal düzeni ve bu düzen içinde yerleşik ahlak kurallarının bir ahlaki realizm çerçevesinde yeniden okunmasını ve tartışılmasını gündeme getirmektedir. Bunun la birlikte yine de yaşadığımız çağın değerler krizinde ahlaki değerlerin yok sayıldığı ya da reddedildiği gibi yanlış bir anlama sapmamak gerekir. Bilakis herkes ahlakın, insan olmanın en temel ögelerinden olduğu konusunda muhtemelen hemfikirdir. Ancak burada okullarda verilen “ahlaklı olmalıyız” türünden temenniler, ahlaki zeminden yoksun olduğunda bireyleri ahlaklı olmaya değil,

    32 Ulaş, Felsefe Sözlüğü, s. 31. 33 Ulaş, Felsefe Sözlüğü, s. 34.

  • 36

    ahlakçı olmaya yönelteceği açıktır. Böylesi bir ahlak anlayışı bireyin kendini her türlü yargılamanın dışında bırakarak, yargısal aklı fetişleştirmesine dönüşmektedir.34

    Diğer taraftan küresel çağın önemli avantajlarından birisi olmakla birlikte değerler ve ahlak bağlamında pek çok açmazı kendi bünyesinde barındıran hızlı değişim ve dönüşüm, geleneği yerinden etme, ortak kültür ve değer hafızasını yıpratmaktadır. Dolayısıyla ortak değerler üzerinden yürüyen gündelik hayata dair pratiklerimiz, yerini bireysel ve göreceleşen davranış kalıplarına bırakmaktadır. Bu ise ahlaki benliğin gerçekleştirilmesinde önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Okulda verilecek bir ahlak eğitiminin tek başına bu sorunun üstesinden gelmesi beklenmemelidir.

    Ahlaki değişimi ele alırken şöyle bir yaklaşım içinde de değiliz. “Aslında Batılılaşma sürecinden önce bizde ahlaki bir toplum tüm bileşenleriyle varlığını devam ettiriyordu, fakat Batılılaşma çabaları ile birlikte ahlaki bir çözülme ve yozlaşma meydana geldi.” Nitekim ahlak, ekonomik, siyasi, sosyal ve bireysel yaşam alanlarının tümünü kapsayan dinamik ve değişken bir değerler bütününü ifade etmektedir. Bu alanlardaki değişimler kaçınılmaz olarak ahlak anlayışındaki değişimleri de gerekli kılmaktadır. Buradaki önemli sorun, adaptasyondur. Nitekim değişim sürecinde eski değerlerin yerini yeni değerler almaya başladığında doğal olarak değişim süreci tamamlanıncaya kadar, eski tutum ve alışkanlıklarla yenileri arasında bir çatışmanın varlığı kaçınılmazdır. Geleneksel toplumda birkaç kuşağın yaşamına sığan değişimler günümüzde tek bir kuşakta bile birden fazla görülebilmektedir.35 Buraya kadar doğal olan durum Türkiye özelinde doğal olmayan bir sürecin içine giriyor. O da şudur: Batıda eski ve yeni olarak ifade edilen değerler kendi toplumu, kültürü ve değişim süreçleri içinde ortaya çıkmakta ve yerini almaktadır. Bizde ise eski olan geleneksel olan bize ait iken, yeni ve modern olan Batı kültürünün bir tezahürü olarak gelişmektedir. Aynı zamanda bu değişim sürecinin bir ideolojik krizle birlikte sancılı bir süreci ifade ettiği göz önünde bulundurulduğunda, bu konuda sağlıklı

    34 Celal Türer, “Ahlak Bunalımının Nedenleri”, Çağımızın Ahlak Bunalımı ve Çözüm

    Arayışları, Ed. Hüseyin Sarıoğlu, Ensar Yay., İstanbul, 2009, (ss. 15-32) ss. 28-29. 35 Ömer Çaha, “Müzakere”, Çağımızın Ahlak Bunalımı ve Çözüm Arayışları, Ed. Hüseyin

    Sarıoğlu, Ensar Yay., İstanbul, 2009, (ss. 83-92) ss. 84-86.

  • 37

    bir değerlendirme yapmak zorlaşmaktadır. Bu zorluk, sosyal yaşamda karşılıklı bir dışlamayı ifade ederken, akademik anlamda de ideolojik savrulmalara işaret etmektedir.

    C. Sonuç

    Makro ölçekte ahlaki sorunların nedenleri üzerine konuşurken, dünyada gittikçe artan sosyo-ekonomik

    adaletsizlikten küreselleşmenin değerler üzerindeki olumsuz etkisine, modernizmin birey ve toplum üzerindeki bazı dayatmalarından bilim ve teknolojideki kontrolsüz gelişmelere kadar pek çok husustan bahsedilebilir. Ancak mikro ölçekte birey ve toplum açısından bir değerlendirme yapıldığında ailede yaşanan değişimden toplumsal alandaki değişime kadar farklı noktalarda gittikçe artan yozlaşmanın bireyi doğrudan etkileme gücüne sahip olduğu gerçeği ile karşı karşıya bulunmaktayız.

    Günümüz toplumlarında hızlı sosyo-kültürel değişimler, ahlaki farklılaşma ve yozlaşmayı gündeme getirmektedir. Bireyi toplumsal bağlarından koparma ve yalnızlaştırma gibi çeşitli riskleri içinde barındıran bu durum, değerlerin ve toplumsal ahlakın informel bir şekilde öğrenildiği kurumları kökünden sarsma ve bir ahlaki açıdan kaotik bir durum meydana getirme potansiyeline sahip görünmektedir. Ahlak eğitimi konusunda Batının ahlak paradigmalarının, islamla ve gelenekle uyumluluğuna bakılmaksızın referans alınarak ahlak eğitimini bütünüyle Batılı yaklaşımlar ışığında ele almak, gelenekte var olanla verilmek istenen arasında bir çatışma doğurmuş ve sonuçta bir ahlaki anomi meydana gelmiştir. Okullarımızda uzunca bir süre verilmeye çalışılan ahlak eğitimi yaklaşımı dinin dışarda bırakıldığı, ve daha çok makbul vatandaşın inşasına yönelik bir anlayışı içinde barındırmıştır.

    Türkiye özelinde bir değerlendirme yapıldığında, hızla modernleşen toplumda köyden kente göç ve buna bağlı yaşanan sosyo-ekonomik değişim, soyo-kültürel değişimleri de beraberinde getirmiştir. Bunun sonucunda geleneksel değerlere bağlılığını koruma refleksiyle hareket edenler, bulundukları yerde kendi ahlaki kimliklerini koruyabilmek tarikat ve cemaat yapılanmalarına katılıp yeni bir dini sosyalleşme alanı oluşturmaya çalıştıkları bir gerçektir. Ancak burada sunulan ahlak anlayışının, çağın ve insanın sorunlarını anlama ve çözüm üretme kapasitesi açısından da sınırlı kaldığı belirtilmelidir.

  • 38

    Son olarak da gerek ilahiyat eğitimi gerekse DKAB müfredatı çağın ihtiyaçlarını görmek zorundadır. Bireylerin ihtiyaç ve beklentileri ile çağın getirdiği yeni sorunlar karşısında Kur’anın evrenselliği ve Hz Peygamberin çağları aşan mesajlarını yorumlamak ve sorunların üstesinden gelecek bir yapıya kavuşmalıdır.

    Bu süreçte gençler başta olmak üzere toplumda yaşanan ahlaki yozlaşmayı minimize edebilmek için yalnızca örgün eğitimi kurumlarında verilen din derslerinin ya da değerler eğitiminin yeterli görülmesi beklenmemelidir. Yanı sıra toplumsal yapı içerisinde geleneksel ahlaki norm ve değerlerin korunmasını ve kuşaklara aktarılmasını sağlayacak bir sosyal yapının tesis edilmesi, bilginin duygu ve davranışa dönüşmesi açısından önemlidir. Ahlak eğitiminin bilgi boyutundaki sorumluluğu okullar üstlenmesi gerekirken, davranışa dönüşmesini sağlayacak olan kurumlar ise başta aileler olmak üzere bir bütün olarak toplumun kendisidir.

    Toplumun ahlak anlayışının sürdürülebilir bir biçimde varlığını koruyabilmesi, yerleşik toplumsal kurumlar üzerinden yaşanabilir bir ahlak anlayışı geliştirilmesine bağlıdır. Bu kurumlar en temelde aile iken bunun yanında, sivil toplum kuruluşlarının sürece dahil olması önemlidir. Geçmişte tekke ve zaviyelerin kapatılması yaşanabilir bir ahlaki gelişimin toplumda varlığını sürdürmesi açısından önemli iken, günümüzde yeniden tekke ve zaviyelerin açılması söz konusu olmamaktadır. Şimdiyi geçmişin bakış açısı ve kurumlarıyla sürdürmekte ısrar etmek sorunu çözme konusunda kanaatimizce yeterli olamamaktadır. Bunun yerine güncel olarak karşılaşılan sorunların ve ahlaki boşluğun doldurulmasında öncelikle durum tespiti yapmak ve ardından sivil toplum kuruluşlarını toplumsal ahlakın korunması ve yaşanan sorunların çözümünde rol üstlenmelerini sağlamak önemlidir. Ancak ifade etmeliyiz ki, sivil toplum kuruluşları gerçekte sivil bir yapı olmalıdır. Sivil toplum anlayışında temel amaç, toplumun ihtiyaç duyduğu alanlarda, faaliyet yürütmek olmalıdır. Siyasi ve ideolojik kaygılardan uzak kalarak bireyin ve dolayısıyla toplumun huzur ve refahına yardımcı olacak şekilde faaliyetlerini belirlemeleri halinde geçmişin tekke ve zaviyelerinin modern versiyonu olarak günümüz sorunlarına cevap üretebilir nitelikte olacakları kanaatindeyiz.

  • 39

    KAYNAKÇA

    ALTINTAŞ, Ersin. “Çağdaş Eğitim Sisteminde Öğrenci Kişilik Hizmetleri ve Rehberlik”, Psikolojik Danışma ve Rehberlik, (Ed.) Gürhan Can, Pegem Yay., 13. Baskı, Ankara 2012, ss. 1-29.

    ASLANER, Nilgül. Milli Eğitim Şûraları ve Eğitim Politikaları: 1939-1946, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),

    Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2008.

    BAUMAN, Zygmunt. Cemaatler, Cev. Nurdan Soysal, 2. Baskı, Say Yayınları, İstanbul 2017.

    BİLGİSEVEN, Amiran Kurtkan. Genel Sosyoloji, Filiz Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul 1986.

    CEVİZCİ, Ahmet. Eğitim Felsefesi, Say Yay., İstanbul 2011.

    ESSLIN, Martin. Televizyon Çağı / TV:Beyaz Camın Arkası, 3. Basım, Pınar Yay., İstanbul, 2001.

    FROMM, Erich. Sahip Olmak ya da Olmak, Çev. Aydın Arıtan, 5. Baskı, Say Yayınları, İstanbul, 2016.

    GUTEK, Gerald L. Eğitime Felsefi ve İdeolojik Yaklaşımlar, (Çev. Nesrin Kale), Ütopya Yay., 3. Basım, Ankara 2006.

    HÖKELEKLİ, Hayati. Din Psikolojisi, TDV Yay., Ankara 2001.

    KAYGISIZ, İbrahim. “Eğitim Felsefesi ve Türk Eğitim

    Sisteminin Felsefi Temelleri”, Eğitim ve Yaşam, Kış 1997, ss. 5-15.

    KÖSE, Begüm. “Geçmişten Günümüze Aile”, Değişen Toplumda Değişen Aile, (Ed.) Nurşen Adak, Siyasal Kitabevi, Ankara 2012, ss.15-38.

    LICKONA, Thomas. “The Return of Character Education”, Educational Leadership, vol: 51, no: 3, 1993, ss. 6-11.

    ŞENTÜRK, Recep. “Değişen Toplum ve Ahlak”, Çağımızın Ahlak Bunalımı ve Çözüm Arayışları, Ensar Yay., İstanbul, 2009, ss. 71-82.

    ŞİMŞEK, Eyüp. “İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitapları Ahlak Öğrenme Alanlarının İncelenmesi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 38, Yıl: 2012, s. 196.

  • 40

    TURAN, İbrahim. “Gençlik Döneminde Görülen Ahlaki Sorunlar Karşısında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersinin Yeri”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 40, Yıl: 2013, ss. 271-293.

    TÜİK, Evlenme ve Boşanma İstatistikleri 2017, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=27593 (25.07.2018).

    YAVUZER, Haluk. Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, 8. basım, İstanbul, 1996.

    YÖRÜKOĞLU, Atalay. Çocuk Ruh Sağlığı, Özgür Yay., 25. Baskı, İstanbul 2002.

    http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=27593

  • 41

    Gençliğin Ateizm, Deizm ve Seküler Eğilimlerinin Olası

    Nedenleri Üzerine Bazı Tespitler

    Namık Kemal Okumuş

    Doç. Dr., Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    Giriş

    İnsanın dünya serüveni hayli tuhaf geçmektedir. İnsan, kimi zaman hakikatin kıyısından dönmekte, kimi zaman oldukça uzağında durmakta ve kimi zaman da içerisinde olduğu hâlde ondan fayda görememektedir. Bu sebeple, insanı değersizleştiren her şey, onun dünya macerasına olumsuz manada katkı sunmaktadır denilebilir. Özellikle genç kesimlerde daha sıklıkla görülen deformasyon süreçleri incelendiğinde görülen bazı hususlar dikkati çekmektedir. Bunlar arasında sekülerizm, deizm ve ateizm gibi din ve onun sağladığı imkânlardan oldukça uzak durma isteği yatmaktadır. Bu çalışmada işbu eğilimlerin özelde gençler genelde ise insanlar arasındaki olası problematiği üzerinde durmak istiyoruz. İnsan niçin dinden ve onun sunduğu stabil, güvenli ve de anlamlı hayattan bu denli uzak durmak ister? Bu sorunun cevabı