76
sömürge kapitalizminin kriziyle ve AKP iktidarının yavaş yavaş inişe geçmeye başlamasıyla birlikte, şimdi CHP de sancılı ve uzun bir yeniden yapılanma sürecine girdi. Parti içi akımların, partinin kitle temelinin, sermaye temsilcileri- nin ve görüldüğü kadarıyla popüler halk temennisinin mu- tabakatıyla kurultayda kuvvetli bir yenilenme isteği ortaya çıktı. Düzenin beklentileri açısından Kemal Kılıçdaroğ- lu'nun genel başkanlığında somutlanan bu mutabakatın önünde şimdi ciddi bir yenilenme şartı var: Neoliberal kri- zin yıkımından doğan emek eksenli tepkileri sisteme ek- lemleme ve gene bu süreçte ortaya çıkan neoliberal kimlik gerilimlerini yeni düzenle uyumlu hale getirme. Kısacası, uzun zamandır yeri doldurulamayan sol liberal partileşme boşluğu, düzenin ana akım sol partisiyle doldurulmak is- tenmektedir… Elbette bunlar evdeki hesap. Çarşı hesabı, yani piyasaların, sokağın, kırk yıllık taşlaşmış parti yapısı- nın, partinin geleneksel kitle temelinin, partinin halkla/işçi sınıfıyla ilişkilerinin ve yeni genel başkanın kişisel dönüşü- münün barındırdığı gerilimlerin hesabı, işte onu süreç gös- terecek. Ama sürecin bugün gösterdiklerine bakacak olur- sak: CHP'nin 33. Genel Kurul'u (22-23/05) yapıldı. Kemal Kı- lıçdaroğlu yaklaşık bütün delegelerin oyuyla partinin 7. ge- nel başkanı seçildi. Kurultayda öyle bir hava esti ki, sanki epeydir eski rejimin "tutucu" mevzilerine sinmiş bir vazi- yette bekleyen "sol değişim hareketi", Deniz Baykal'ın çe- kilmesiyle, atılım yaptı. Sanki AKP'nin "değişimcilik" nok- tasındaki hoyrat hegemonik üstünlüğü karşısında başı önünde ezik bir şekilde dolaşan sol, yıllardır beklediği fır- satı yakaladı: Sanki "artık rüzgâr tersine döndü!" Şimdi bütün tartışmalar, kurultay rüzgârının sahiciliğinin ve sürekliliğinin olup olmadığının etrafında dönmektedir. Bu bir yana, kesin olan bir şey var ki, o da kurultayın, ikti- dardan muhalefete, İslamcılardan sola, liberallerden ulusal- cılara dek hemen bütün kesimleri etkilemiş olduğudur. Ay- rıca halkın popüler ilgisini çekmiş olması ise başlı başına önemlidir. En karamsar olanlar, bunun şişirilmiş bir hava olduğu ve dağılacağı; en iyimser olanlarsa, bunun sol bir değişim dalgasının ve bu dalganın sonunda gelecek sol bir iktidarın habercisi olduğu görüşündedirler. Sahiciliği ve sürekliliği bir yana bırakılırsa, kurultayda esen sol rüzgâr, kuvvetini esasen CHP'nin hâlihazırdaki yenilen- me dinamiklerinden almıyor. Zaten böyle bir hazırlık ve teşkilatlanma da yürütülmedi. Kurultayda esen sol rüzgâr, 120 120 ürkiye yeni bir siyasallaşma dönemine girdi. Bugünden başlayarak genel seçime uzanan bir süreçte siyasetin yapısında ve öznelerinde kök- lü bazı değişimleri ortaya çıkaracak koşullar olgunlaşıyor. Neoliberal dönüşüme, çeşitli krizlerden geçerek yerleşik bir düzen niteliği kazandıran AKP iktidarının başarısı, aynı zamanda kendi sonunu da hazırlıyor. Eski rejimin asker-sivil bürokrasi seçkinlerinin alt edilmesiyle güçlenen AKP iktidarı, kendisi dâhil kimse- nin dışında kalamayacağı yeni bir siyasallaşma sürecinin önünü açmış oldu. Kapanmakta olan döneme özgü siyasal- laşma ve iktidar savaşımı öznelerinin kazanarak ya da kay- bederek de olsa eski konumlarını yitirmeleri, AKP'nin ve onun ters simetrisinde mevzilenen CHP'nin yeniden yapı- lanmalarını zorunlu kılıyor. Koşullar nesnel olarakCHP'yi, AKP iktidarının yumuşak karnında tepkileri biriken işçi sı- nıfının/halkın düzenle bağlarının zayıfladığı kırılgan alan- lara itmektedir. AKP ise tam anlamıyla bir sermaye partisi olmasının gereğini yaparak iktidarını derinleştirmenin ve emeğe yeni saldırı programlarının peşinde. CHP'de yenilenme mutabakat›; amahangi eksende? Cumhuriyetin kurucu partisi CHP'nin siyasallaşma süreçle- ri, o zamandan beri iki ana akımın parti içi iktidar mücade- lesinin sonuçlarına bağlı olarak biçimlendi: Asker-sivil bü- rokrasi seçkinlerinin devletçi, ulusalcı, statükocu çizgisi ve sosyal demokrat, halkçı çizgi. Kapitalizmin özellikle kriz ve yeniden yapılanma koşullarına bağlı olan bu iki çizgiden biri egemen parti çizgisi olarak öne çıktı. Neoliberal yeni Hep kerameti kendinde gören ege- menler, halk›n çal›nm›fl yarat›c›l›¤›ndan beslenerek ceplerini doldurmakta; halk›n çal›nm›fl gücüne yaslanarak iktidarlar›n› desteklemekteydiler. Halk›n çal›nm›fl güzelli¤iyle sanatsever; çal›nm›fl dayan›flmac›l›¤›yla yard›msever oldular. De¤iflimcilikle böbürlenerek halk›n s›rt›na çürümüfl diktatörlüklerini infla etmeleri, halk›n özündeki özgürlük ve devrim dinamiklerinin tersine çevrilmesinden baflka bir fley de¤ildir. ‹flte flimdi, AKP iktidar›n›n ve düzenin en k›r›lgan yerlerine vurarak kendisinden çal›nm›fl olan- lar› geri almaya bafllayan iflçi s›n›f›, ezilenler ve yoksul halk›n devrimci siyasetiyle hesaplaflma vakti geldi AKP’nin kriz sinyalleri AKP’nin kriz sinyalleri T Türkiye’nin yeni siyasallaflmaekseninde: Türkiye’nin yeni siyasallaflmaekseninde: lamcı kitlelerin, Kürtlerin ve Alevilerin bu düzenle yeniden bütünleştirilebilmesi için düzenin gereksindiği nesnel adımları attı. (Kürtlerin ve Alevilerin çelişkili siya- sal süreçleri bu nesnel-sistemsel girişimin gerçekliğini değiştirmiyor.) 1. Kriz ve neoliberal yeniden yap›lanma AKP iktidarının önemli bir başarısı da, İslamcı bir kadroyu iktidarın tepesine çıkarması oldu. Tarihin cilvesine bakın ki, cumhuriyet tarihinin çok sancılı dönüşüm süreçlerinden birine, yıllardır rejim karşıtı olarak gösterilen çok özel ve dinamik bir kadro önderlik etmektedir. Ağırlıkla İslamcı hareketten, eski bürokratik seçkinlerden, biraz da soldan ve liberallerden devşirilen bu yeni, genç, girişken kadro, cum- huriyetle yaşıt bir rejim sorunu olan İslamcılığın düzenle bütünleşmesini sağladığı gibi, krizle birlikte tıkanma nok- tasına gelen neoliberal atılımın gereksindiği taze kanı oluş- turdu. Özal'ın (ANAP) neoliberal hamlelerinin halkta yarattığı tepkilerin bir toplumsal muhale- fete dönüşmesi, Kürt sorununun rejimi kilitlemesi ve İslamcıların Refah Partisi'yle hükümet ortağı olması (Refahyol Hükümeti, 1997) neoli- beral yeni sömürge kapitalizmini çok yön- lü krizlere sürükledi. Düzenin, DSP, CHP, MHP gibi (özellikle Ecevit-Bahçeli ulusalcı- milliyetçi-faşist ekseni) seçenekleri ülkeyi krizden çıkara- cak politikalar geliştiremedikleri gibi, yolsuzluk ve çürü- meyi derinleştirdiler. Krizin derinleşmesi, aynı zamanda yerleşik burjuva partilerinin temsil krizine girerek çözül- mesini getirdi. İşte bu koşullarda, AKP, 28 Şubat'ın darbeleriyle iyice de- rinleşen siyasal İslam'ın krizinde bir yenilenme hareketi ("Yenilikçiler") olarak gelişti. Hareketi ve İslamcı kitleleri neoliberal kapitalizme uyarlayarak krizi aştı. Neoliberal sü- rece daha önce ANAP döneminde uyum sağlamış Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu, Köksal Toptan gibi isimleri de ik- tidarın çekiciliği sayesinde bünyesine kattı. İslamcıların militanlık potansiyelini hep canlı tutma taktiklerinin yanın- 120 S‹YASAL REJ‹M 120 S‹YASAL REJ‹M ürkiye'de siyasal mücadele, cumhuriyetin ba- şından beri "rejim düşmanı" gibi gösterilen İs- lamcı hareketin, son yıllarda, kitlesel bir iktidar partisi olmasının koşullarını yarattı. '70'lerin sonlarında sokaklarda boy gösteren "bir İslam- cı militan"ın, 2000'lerde adım adım karizmatik bir "devlet adamı"na dönüşmesine tanık olduk. Devlet adamlığı gele- neğinin "seçkin temsilcileri"nin burun kıvırdığı Recep Tay- yip Erdoğan, büyük kitleleri coşturan, uluslararası üne sa- hip bir önder kültüne dönüştü. Kişisel karizması partisinin önüne geçti. Yeri geldiğinde sokakta, yeri geldiğinde bürokraside hep devletin hizmetinde görev yapan İslamcı hareketin işbitiri- ci (pragmatik) önderi Tayyip Erdoğan, miadı dolmuş "as- ker-sivil devlet seçkinleri"ne karşı bir halk kahramanı gibi şişiriliyor. Oysa bilinen kuvvetli bir kahramanlık öyküsü yok. Nasıl oluyor da, ezilenlerin siyasal rejimle bütünleşti- rildiği bütün kavşaklardahep devletin hizmetinde olan İs- lamcı hareketin önderi AKP-Erdoğan, "eski devlet seçkin- leri" karşısında halka bir kahraman gibi görünüyor? Daha önemlisi, nasıl oluyor da sömürge tipi faşizmi yeniden ya- pılandıran AKP iktidarı (İslamcı liberal siyasal rejim), "oto- riter devlet ve rejim geleneğinde demokratik bir açılım" gi- bi görünüp aynı anda hem emperyalistlerin hem egemen sı- nıfların hem de ezilenlerin kitlesel desteğini alabiliyor? Bunu, zorba bir devletin halkta yarattığı bıkkınlığın, yine iktidarın olanakları kullanılarak etkin bir kitle desteğine dö- nüştürülmesiyle açıklamak, doğrusu çok kolay bir açıklama olurdu. Ezilenlerin ve dışlanmışların içinden sıyrılarak "vu- ruşa vuruşa" devletin tepesine dek tırmanmış bir "halk kah- ramanı"nın, her eylemi ve söyleminin, halkta mağdurlar adına seçkinlere atılmış bir intikam tokadı gibi yankılanma- sı anlaşılır bir şeydir. Kaldı ki, iktidardayken bile hep "mağduru oynayarak" halkın desteğini kazanabilme taktik- leri, görmezden gelinebilecek bir yetenek değildir. Bu ge- rekçeler, Erdoğan’ın halka bir kahraman gibi görünmesinin bazı nedenlerini açıklasa da, onun asıl başarısını açıklamaz. Onun en büyük başarısı, 1990’ların sonlarında neoliberal yeni sömürge kapitalizminin derinleşen krizlerininbir süre- liğine de olsaaşılarak, neoliberal dönüşümün yerleşik bir düzen haline getirilmesidir. Kapitalist bir siyasal rejimin temel sorunu, yıkıma uğrattığı ezilenlerin tepkilerinin düzenle yeniden bütünleştirilmesi- dir. Baskı ya da rızayla, bastırarak ya da asimile ederek, al- datarak ya da satın alarak tepkilerin düzenle bütünleştiril- mesi (eklemlenme), bunun için kullanılan yöntem ve araç- lar o rejimin niteliğini ve sağlamlığını belirler. Bu anlamda, AKP iktidarının temsil ettiği İslamcı liberal rejim, neolibe- ral yeni sömürge kapitalizminin kendi çok yönlü krizinin içinden çıkardığı en sağlam rejim biçimidir. Çünkü, dar an- lamıyla kendi iktidarını sağlama alma çabalarının ötesinde, kapitalist bir siyasal rejimin çözmesi gereken iki temel so- runa net bir şekilde yanıt vermektedir. Birincisi, AKP ikti- darı, neoliberal ilkeler çerçevesinde yürütülen dönüşüm sü- recine önderlik ederek, sermaye sınıflarının genel ve ortak çıkarlarının kesintisiz korunduğu bir düzene yerleşiklik ka- zandırdı. İkincisi, özellikle krizin derinleştiği 2000'lerde sürekli ezilen ve dışlanan işçi kitlelerinin, yoksulların, İs- AKP’nin ve Tayyip Erdo¤an’›n kiflili¤inde sömürge tipi faflizmin iktidar›na yerleflen ‹slamc› liberal rejim, neoliberal dönüflüme yerleflik bir düzen kazand›rd›. “Statükocu düflmanlar›n›” kolayl›kla altedip devrimci hareketin olmad›¤› koflullarda halk›n politik muhalefetini denetim alt›na alarak rejimin krizinden bir süreli¤ine de olsa baflar›yla ç›kan AKP, gelinen nokta- da kaç›n›lmaz olarak kendi krizini de büyütmektedir ‹slamc› liberal rejim ‹slamc› liberal rejim T Sömürge tipi faflizmin iktidar›nda Veysel Dere ürk Silahlı Kuvvetleri (TSK) AKP'yle yaşadığı iktidar savaşımıyla anılır oldu. Muhtıralar, gizli görüşmeler, brifingler, görevdeki subaylardan, emekli komutanlara uzanan darbe iddialı polis operasyonları bu savaşın yansıdığı çatışmalar oldu. Ordu siyasetin bir aktörü olarak gündemden hiç düş- medi. Fakat tüm bu çatışma ve gerilimlerle eşzamanlı olarak TSK içinde de bir değişim yaşandı. AKP iktidarı döneminde ülkenin yaşadığı neoliberal dönüşümden TSK da nasibini al- dı. Profesyonel orduya geçiş, tek tip askerlik, ordunun küçül- mesi gibi ‘kod’larla tartışılan değişiklikler, TSK'nın neolibe- ral dönüşümünün adımlarını oluşturmaktadır. I. Bir emperyalizm projesi olarak TSK'n›n dönüflümü Neoliberal dönüşüm egemenlerin ‘güvenlik’ ve ‘tehlike’ anlayışını da değiştirdi. Emperyalistlerin silahlı birliği NA- TO ‘güvenliği tehdit eden’ yeni gelişmeleri tespit edebil- mek için yeni bir stratejik plan yapmaya çalışıyor. Bu yeni arayış "Neoliberalizm için tehdit unsuru nedir?" sorusuna verilecek cevaplarla kendi güvenlik kavramını tanımlıyor. Yoksulluk yeni ‘tehdit’in odağını oluşturuyor. Güvenlik sorununun tanımı değişirken ülkelerin güvenliğini sağla- makla sorumlu olan kurumlar ve ordular da bu yeni ‘güven- lik’ konseptine uygun bir biçimde yeniden yapılandırılıyor. Önceki dönemde devletlerarası çatışmalara, askeri saldırı- lara, nükleer saldırı ihtimaline karşı donatılan ordular, artık yeni çatışmalara göre de yapılandırılmaktadır. Yoksulların isyanı, enerji kaynakların sömürgeleştirilmesi, çevrelerinin tahribatıyla birlikte mülksüzleştirilen köylüler, güvencesiz işçilerin başkaldırıları bunlardan bazılarını oluşturmakta- dır. Ayrıca ordular, su, gıda, enerji nedeniyle yaşanacak bölgesel gerilimlere müdahale edecek donanıma ve kabili- yete sahip olmak üzere de yeniden yapılandırılmaktadır. Türkiye’nin güvenlik stratejilerini de belirleyen emperya- lizmin silahlı gücü NATO'da 1991’de başlayan yeni strate- ji çalışmaları, bugün hazırlanmakta olan ‘Yeni Stratejik Konsept’ belgesiyle sürmektedir. NATO kuvvetlerinin dönüşümü için 1999’da NATO Sa- vunma Yetenekleri Girişimi kurulmuştur. Bu girişimin ta- rif ettiği ordu modeli şu vasıflara sahiptir: n“Hareket kabiliyeti ve konuşlandırılabilirlik”: İttifak sa- hası dışındaki alanlar da dâhil, kuvvetleri ihtiyaç olan yerlerde süratle konuşlandırabilme yeteneği; n“İdame ettirme”: ana üslerinden uzakta konuşlanan kuvvetlere ikmal ve bakım sağlamak ve uzun süreli operasyonlarda yeni birliklerin hazır olduklarını garanti etme yeteneği; n“Etkili savaşma”: yüksek yoğunluktan alçak yoğunluğa, her tür operasyonda düşmanla etkili şekilde savaşabil- me yeteneği; n“Yaşayabilirlik”: mevcut ve gelecekteki tehditlere karşı kuvvetleri ve altyapıyı koruyabilme yeteneği; n“Birbiriyle uyumlu iletişim”: değişik ülkelerden gelen kuvvetlerin birlikte etkili şekilde çalışabilmelerine ola- nak sağlama Bu hedefler doğrultusunda 2002 yılında Prag’da gerçekle- şen NATO zirvesinde üye ülkeler, ordularının dönüşümü konusunda ‘Prag Yetenekler Taahhüdü” metni etrafında uzlaşmıştır. 2004 yılında “NATO'nun 21. yüzyılda yeni tehditlere karşı koyabilecek bir örgüte dönüştürülmesinin simgesi” olarak nitelenen "NATO Mukabele Gücü" (NRF) kurulmuştur. İlk kurulduğunda 6 bin askerden oluşan NRF küçük ama etkili bir askeri birliktir ve NATO’nun yaşadığı dönüşümün merkezi olarak tanımlanmaktadır. NRF, Riga 120 REJ‹M 120 REJ‹M TSK, neoliberal devletin silahl› gücü olarak düzeni tehdit eden toplumsal hareketlere karfl› koyacak flekilde yeniden yap›land›r›lmaktad›r. Orduya, emperyalizmin bölgesel gücü olarak, sömürgeci iflgallerde ve bölgenin sis- temle bütünlefltirilmesi operasyonlar›nda etkin görevler verilmektedir TSK'n›n iktidar çat›flmalar›n›n gölgesinde kalan dönüflümü TSK'n›n iktidar çat›flmalar›n›n gölgesinde kalan dönüflümü T Esen Özdemir 3 2 ürkiye yeni bir siyasallaşma dönemine giriyor. Bu hiçbir siyasal öznenin dışında kalamayacağı; ya yeni- lenerek sürece etkin müdahale edeceği ya da etkisiz kalarak çözüleceği köklü bir dönüşüm süreci olacak. Bu sürecin belirleyici politik öznesi, hiç kuşku yok ki, işçi sınıfı hareketidir. 1980'lerden 1990'ların sonla- rına dek birinci kuşak neoliberal saldırı dalgası karşısında savunmacı hareketinin bastırılmasıyla uzun bir sessizliğe gömülen işçi sınıfı, güvencesizleştirmeden ve güvencesizlikten doğan işçi ve hak hareketleriy- le sınıflar mücadelesinde "tehlikeli bir düşman" olarak yerini aldı. Güvencesizlik, işçi sınıfı hareketinin ye- ni bir siyasallaşma eksenini oluşturuyor. Ancak işçi sınıfı hareketinin bastırılmasıyla, onun ağır bedeller ödenmiş yenilgisinin üstüne basarak yerleşik bir düzen haline gelen neoliberal dönüşüm, güvencesizler- den yükselen yıkıcı tehditle yeni bir siyasallaşma sürecine girdi. Bu süreçte egemenler arası iktidar sava- şımları ikinci plana düşerken, düzen derinleşen krizinden emeğe yönelik kapsamlı bir saldırı planıyla çık- maya çalışıyor. İşçi sınıfının neoliberalizme karşı ilk savunmacı başkaldırısının eski rejimin bütün egemen güçlerinin gö- rece ittifakıyla bastırılması, düzenin neoliberal ilkelerce dönüşümünün önünü actı. Sınıf hareketinin bastırıldığı bir ortamda daha ellerinin kanı kurumadan egmenler, yeni düzenin iktidarı için şiddetli bir çatışmaya tutuştular. Tarihin cilvesine bakın ki, 2010'u yarıladığımız bugünlerde, artık eski rejimin ege- men kanadının da bazı tasfiye operasyonlarıyla direncinin kırıldığı bir dönüm noktasına gelindi. Eski re- jimin egemen iktidar gücü olan asker-sivil bürokrasi seçkinlerinin direnci epey kırıldı. İktidar blokunun gerilerine itilerek, en azından belli bir süre, siyasal-toplumsal bir güç olarak belirleyici bir konumdan uzak- laştırıldı. Böylece egemenler arası iktidar savaşımını temel alan siyasallaşma ekseni bütünüyle önemini ve güncelliğini yitirmese de (zaman zaman yine gündemin ilk sıralarına tırmandırılsa da) artık eskisi kadar siyasallaştırma gücü kalmadı. Eski seçkinlerin direnci kırıldıktan sonra, onlardan devralınan miras, AKP iktidarı tarafından neoliberal donanımlarla pekiştirilerek sürdürülmektedir. AKP, İslamcı liberal bir rejim biçimiyle sömürge tipi faşizmin iktidarına yerleşti. İslamcı hareketten getirdiği teşkilatçılık yeteneklerini ve kendisiyle ilişkili sanayi, ticaret ve finans burjuvazisinin sınıfsal dinamizmini devletin geleneksel geri- ciliğiyle buluşturan AKP, ikinci büyük dönüşümün eşiğine geldi. Bu dönüşüm sürecinde ilk hamleyi merkez sağ ve geleneksel devlet yapısı üzerindeki hegemonyasını ge- nişleterek yapmaktadır. İktidara tırmanırken "özgürlük", "değişim" ve "demokrasi" kavramları üzerinde hegemonya kuran AKP, şimdi en sıkıntılı olduğu konuda, yani "devlet"in sahiplenilmesi konusunda he- gemonya girişimlerini artırmaya başladı. Sırada "cumhuriyet", "Atatürk" ve "TSK"nın sahiplenilmesi var. Bu kavram ve kurumlar üzerinde hegemonya kurmak, iktidarını borçlu olduğu çatışmanın doğası gereği öteki kavramlarda olduğu kadar kolay olmasa da, bunu bir zorunluluk olarak gerçekleştirmek durumun- da. AKP hegemonyasını "klasik bir merkez sağ partiye" doğru genişletmek, eldeki kuşu ürkütmeden,ora- da birikmiş olan devlet deneyimini de iktidarına katmak zorunda. İslamcı entelektüellerin yeni bir devlet tanımı arayışları (Ali Bulaç, "Kerim devlet", Zaman, 24/04 ) bunun bir örneğini oluşturmaktadır. Yine Atatürk ve 1923 cumhuriyet döneminin ilk atılımının büyük tarihi vizyonu, bir muasır medeniyetleşme atılımı olarak bugün Avrupa Birliği üyeliğinden neoliberal hak ve özgürlüklere kadar AKP'yle ilişkili burjuvazi tarafından sahiplenilmektedir. (Aktaran Ergin Yıl- dızoğlu, "Kemalizm öldü, Yaşasın Kemalizm", Cumhuriyet, 12/05, Gökhan Bacık (Zamanyazarı)-Dariush Zahedi, Foreign Affairs web sitesi) Yine AKP, toplumsal muhalefet eylemleri karşısında gösterdiği düşmanca tepkiyle İslamcı, piyasacı gericiliğine şimdi bir de tipik faşist, antikomünist gericili- ği eklemiş oldu. Elbette bütün bunlar İslamcı hareketin ve devletin geleneksel yapısında belirleyici dina- mikler olarak zaten vardı; ancak bunlar, AKP'nin son atılımlarıyla neoliberal çerçevede yeni bir senteze ulaştırılmaktadır. Böyle bir sentez sayesinde, bir zamanlar AKP'nin etkili bir ideolojik silahı olan "iktidar- dayken muhalif" görünmek ve bunun söylemiyle ezilenlerin desteğine kazanma siyasetinin yetmezlikleri de giderilecektir. Buradaki can alıcı sorun, neoliberal kapitalizminin krizi derinleştikçe, eski çatışmanın doğası gereği devlete (yargıya, TSK'ya) yeni görevler verme sürecindeki yetmezliklerin aşılmasıdır. Böylece yenenler yenilenlerin bütün devlet geleneğini kendi iktidarına katarak, artık birinci plana yükse- len siyasallaşma ekseninde olgunlaşan uzlaşmaz çelişkilerle ve büyük kriz dalgalarıyla karşılaşmaya ha- zırlanabilirler. Eski rejimin bir eleştirisi ve aşılması olarak neoliberal kapitalizmin iktidarına gelen AKP, ömrünü tüketmiş statükocu düşmanlarını çok kolay alt etti ve devrimci hareketin olmadığı koşullarda hal- kın politik muhalefetini bir süreliğine de olsa denetim altına aldı. Ancak o büyük iktidar başarısının kaçı- nılmaz sonucu olarak her geçen gün büyüyen başka bir düşman yarattı. O düşman, güvencesizlik kılığın- da her gittiği yerde AKP iktidarını adım adım izleyerek huzurunu kaçıran devrimci işçi sınıfından başka- sı değildir. Güvencesizlikten doğan dinamiklerin, geleneksel hiçbir muhalefet kalıbına sığmayan hareket biçimleri, iktidar tarafından dinci-piyasacı gerici, antikomünist bir söylemle "tehlikeli sınıflar" olarak baş düşman ilan edilmelerine yol açtı. Güvencisizlikten doğan işçi ve hak hareketleri, henüz politikleşmiş bir sınıf ha- reketi olarak tarihsel sahnede yerini almamışken bile iktidarın artan tedirginliği, yürünmesi gereken yola ilişkin ipuçları vermektedir. Bu ipuçları, hak hareketlerinin, neoliberal programı kesintiye uğratabilme po- tansiyelinde görülmektedir. Yine bu ipuçları, hak hareketlerinin, iktidarın gündelik yürütme etkinliklerine karşı sıklaşan şaşırtıcı baskınlarında ve sendikal bürokrasiyi taraf olmaya zorlayan fiili müdahalelerinde görülmektedir. İşte egemenlerde uyanan tehdit hissinin pratik temeli budur. Ancak bu noktaya kolay gelinmedi. Türkiye işçi sınıfı ağır yenilgilerden geçip büyük bedeller ödeyerek güvencesizlik eksenli yeni siyasallaşma eksenini yakaladı. 1980'lerden 2000'lere neoliberal yeni sömürge kapitalizminin yerleşik bir düzene dönüşmesi, temeldeegemenler arası iktidar çatışmalarından doğan ye- nilgi ya da zaferlere bağlı olarak gerçekleşmedi. İşçi sınıfının yüzlerce yıllık kazanımlarını temsil eden bi- Neoliberalizme karfl› savunmac› tepkilerinin yenilgisinden sonra uzun bir sessizli¤e gömülen s›n›f hareketi, üzerindeki ölü topra¤›n› at›yor. Ad›m ad›m izleyerek, AKP iktidar›n›n huzurunu kaç›ran güvencesiz iflçi hareketleri ve halk›n hak mücadeleleri, devrimci öznenin güvencesizlikk›l›¤›ndaki muhteflem dönüflünü haber veriyor Yeni bir siyasallaflma dönemine girerken Yeni bir siyasallaflma dönemine girerken T bürokrasi “İstanbul sermayesi”nin partisi olmaya adaydır. Daha önceden de belirttiğimiz gibi AKP, egemen sınıfların tamamının talep ettiği bir dönüşümü uygulamaya aday ola- bilen tek sermaye partisidir. AKP’yi iktidara taşıyan serma- ye uzlaşmasını “zayıf” kılan ise siyasi tekliğin üzerinde yükseldiği toplumsal temelin homojen olmayışı, çatışmalı doğasıdır. “Yandafllar”›n yükselifli AKP, iktidarının birinci döneminde, hem TÜSİAD’da bloklaşan geleneksel tekelci sermayenin hem de o güne ka- dar büyük oranda MÜSİAD çatısı altında toplanan İslamcı sermayenin desteğini alarak iktidara yürümüştür. Ancak zamanla hem TÜSİAD içerisindeki pozisyon alışlar değiş- meye başlamış hem de İslamcı sermaye grupları arasında da farklılıklar, ayrışmalar baş göstermiştir. 1990 yılında kurulan ve daha çok küçük ve orta boy işlet- meleri bünyesinde barındıran MÜSİAD’ın üye profilinin önemli bir bölümü, '80'li yıllarda ANAP döneminde kuru- luşunu gerçekleştiren yeni firmalardan oluşmakta, bu profil Milli Görüş geleneğinin siyasi olarak üzerinde yükseldiği temel olmaktadır. Bu profilin hatırı sayılır kısmının, Konya, Kayseri, Deniz- li, Antep gibi yeni sanayileşen kentlerin organize sanayi bölgelerinde, ihracata yönelik emek-yoğun sektörlerde, gü- vencesiz çalıştırmaya dayalı orta ve büyük sermayedarlar- dan oluşması kendilerini “Anadolu Kaplanı” olarak nite- lendirmelerine neden olmaktadır.İslamcı sermaye grupla- rı, büyükşehirlerde ise daha çok ticari sermaye olarak gö- rülmektedir. “Cemaatin büyüklüğüne bağlı olarak garanti- lenen müşteri kitlesi” İslamcı ticari sermayenin en önemli avantajı olmuştur. MÜSİAD’ın en hızlı büyüdüğü dönem büyükşehir beledi- yelerini Refah Partisi’nin almasının ardından, İslamcı ser- mayenin büyüdüğü yıllara rastlar. Belediyelerce yürütülen kamusal hizmetlerin sermaye birikiminin konusu olmaya 120 SERMAYE 120 SERMAYE gemen sınıf fraksiyonları arasında ciddi bir ça- tışma olduğu yeni bir tespit değil. Bu durum sı- caklaşan siyasi çatışmalar ile egemen sınıf frak- siyonları arasındaki çatışmalar arasındaki bağ- lantı noktalarını kurmayı gerekli kılıyor. AKP iktidarı kriz koşullarında bir sermaye uzlaşması ola- rak gündeme geldi. 2001 krizi sonrasında neoliberal kapita- lizmin toplumsal hegemonyasını sağlayabilecek tek seçe- nek olarak öne çıkan AKP’nin, toplumsal temelinin omur- gasını, yükselen yeni sermaye sınıfının muhafazakâr ke- simleri oluşturmaktaydı. Diğer taraftan AKP, geleneksel te- kelci sermaye de dâhil tüm sermaye kesimlerinin talep etti- ği bir dönüşümü yürütmeye aday olabildiği ölçüde zoraki bir uzlaşmanın merkezinde yer aldı. Ancak bu uzlaşma iç- sel kriz dinamiklerini bünyesinde taşıyan bir uzlaşma oldu. AKP’nin ilk iktidar döneminde sağladığı “geniş tabanlı” sermaye uzlaşması, içindeki potansiyel kriz dinamiklerini öteleyebilmekte, krizi yönetme yeteneğini gösterebilmek- teydi. Ancak sermaye birikim koşulları zorlaştıkça ve AKP’nin omurgasını oluşturan sermaye, geleneksel ser- mayenin alanına girdikçe egemen sınıfların iktidar müca- delesi kızışmaya, krizi yönetmek de giderek zorlaşmaya başladı. Sermaye içi mücadelenin taraflar› Çatışmanın taraflarını tanımlayabilmek açısından öncelikle tespit edilmesi gereken konu, sermaye içi mücadele ve bu- nun siyasi karşılıkları açısından kristalize olmuş, netleşmiş, bloklaşmış, homojen iki taraf olmadığıdır. Sermaye içi mü- cadele açısından, sıkça yapıldığı üzere, “İstanbul sermaye- si” ve “Anadolu kaplanları” şeklinde bloklaştırarak basit- leştirilemeyecek kadar karmaşık çıkar çatışmaları ve çıkar birlikleri mevcuttur. “Anadolu kaplanları” da, “İstanbul sermayesi” de bu ifadeleri aşan heterojenliktedir ve iç içe geçmiş ilişkiler ağına sahiptir. Bu nedenle ne AKP tek ba- şına “Anadolu Kaplanları”nın partisidir, ne de asker-sivil ANAP döneminin ard›ndan gelenek- sel tekelci sermaye öncülü¤ünde kurulan sermaye gruplar› aras› itti- fak bozulmufl ve bir koalisyon hükü- metleri dönemi yaflanm›flt›. AKP ik- tidar›yla birlikte, ‹slamc› sermaye- nin daha belirleyici oldu¤u bir ittifak do¤du. AKP’nin ikinci iktidar dönemi ise sermaye içi mücadelenin öne ç›kt›¤› bir dönem olarak yaflan›yor E Azer Ulafl Oligarflide yükselen s›n›flar fliddetlenen çat›flma Oligarflide yükselen s›n›flar fliddetlenen çat›flma Bir dönüflümünöyküsü olarak Tekel direnifli Bir dönüflümünöyküsü olarak Tekel direnifli nişe son yılların en yaygın kitlesel desteğini verenler, Tekel işçilerinin aynı zamanda kendi hikâyelerini de anlattığının bi- lincindeydiler. Ama AKP iktidarı, direnişe omuz verenlerden daha çevik bir şekilde durumun farkına vardı. Yaklaşan tehli- keyi bir toplumsal muhalefet hareketine dönüşmeden, perva- sızca saldırarak ve psikolojik harekat yöntemleri kullanarak kuşattı. Abdi İpekçi Parkı'nda işçilere pervasız polis saldırısının ar- dından sıkışan AKP'nin, toparlanarak, saldırıyı çok boyutlu bir kuşatma operasyonuna dönüştürmesi karşısında işçilerin direnişi, halkın, özellikle AKP’ye karşı toplumsal muhalefe- tin desteğini artıran dönüm noktasıdır. İktidarın saldırısı, uzun bir kuluçka döneminin ardından ürkek adımlarla yolunu ara- yan Tekel işçilerini ateşleyerek, kararlı bir direnişe yöneltti. Ülkeyi gerilimlere sürükleyen onca "yüksek politika günde- mini" yararak Ankara'nın merkezinde iktidara meydan oku- yan Tekel işçileri, AKP'nin mağduriyet silahını tersine çevi- rip onun emek düşmanı saldırgan yüzünü gösterdi. AKP’den canı yanan kitleler ve toplumsal muhalefet örgütle- ri, saldırıya uğrayan Tekel işçilerini desteklediler. Ancak bu anlamlı destekler, neoliberalizme karşı işçi sınıfı siyaseti, bir toplumsal muhalefet hareketi düzeyine sıçratılamadı. Direni- şi ve bunu “istismar eden” desteği, şahsına ve partisine karşı “ideolojik bir harekât” olarak değerlendiren Başbakan Erdo- ğan, bu yüzeysel AKP karşıtlığını, her zamanki gibi toplumu kamplaştırmak için kullanmaya çalıştı. AKP karşıtlığının sı- nıfsal politik özünü çarpıtarak antikomünist, İslamcı-gerici ve liberal bir kuşatmayla yeni bir kutuplaşma ekseninde direniş- çileri yalnızlaştırmaya çalıştı. Bunun için başlıca üç yöntem kullandı. Birincisi, bildik, "ma- sum işçi eylemine, sol, terörist, komünist, muhalif sızmalar" söylemine bu sefer de başvuruldu. Amaç, direnişçileri bölüp çevrelerindeki desteği kopararak, AKP lehinde gerici-faşist bir saflaşmanın ideolojik meşruluğunu oluşturmaktı. İkincisi, AKP il örgütlerinden cemaatlere, İslamcı medyadan büyük oranda emek yoğun (ucuz, güvencesiz) işçi çalıştıran İslamcı sermayeye, işçi ailelerinden çeşitli vakıf ve derneklere geniş kesimler seferber edildi. Kuşatma ülke çapına yaygınlaştırıl- dı. Kuşatmanın sol gösterip sağ vuranüçüncü öğesi, direnişin yüzeysel AKP karşıtlığınıyüceltip ardındaki sınıf politikasını gizleyen sermaye medyasından parlamenter muhalefete her- kesi kapsadı. Bunlar, "sosyal patlama tehlikesinin" canlı kan- lı habercisi olarak Tekel direnişini iktidar çatışmalarının mal- zemesi yaparken, en korktukları şey, neoliberal dönüşümü tö- kezleten -sermaye iktidarını kesintiye uğratan- süreçlerin önünün açılmasıydı. İşte direnişin tam bu noktadan ilerletilmesi; AKP karşıtlığının işçi sınıfı siyaseti olarak politikleştirilmesi, yaygın-popüler 120 120 ‹fiÇ‹ HAREKET‹ ekel işçilerinin 78 gün süren Ankara direnişi, 2 Mart'ta sona erdi. 2009 yaz aylarına uzanan hazır- lık dönemini ve marttan bugüne süren artçı eylem- leri de sayarsak, uzun ve öğretici bir süreç oldu. Direniş hakkında çok şey söylendi, yazıldı, çizildi. Söylenen olumlu şeylerin tümünü sonuna dek hak etti. Türkiye işçi sınıfı tarihinde Tekel gibi özgün etkileriyle anılan, çığır açan, eşik atlayan pek az eylem vardır. Kavel, 15-16 Haziran, Yeni Çeltek, Tariş, Zonguldak ilk akla gelenlerdendir. Tekel di- renişi, daha tarih olmadan, işçi sınıfı hareketinde bir "tarihsel dönüm noktası" diye anılmaya başlandı. Tekel direnişi bir dönüşümün öyküsüdür. Tekgıda-İş'te (Türk-İş) örgütlü Tekel işçileri, 78 günde, taşlaşmış bir gele- neksel devletçi sendikal kabuğu çatlatıp, kendi sınırlı ufukla- rından hak mücadelelerinin ve yeni işçi hareketlerinin geniş âlemlerine açıldılar. Dönüştüler. Dönüştükçe, uzun zamandır hasret kalınan "kazanma umudunu" yeniden ateşlediler. Dö- nüşümü "küçük" kazanımlarla pekiştirdiler. Özlük haklarını koruma çabaları işçilerin hak mücadelesine dönüştü. Sektörel bir işçi eylemi, hak mücadelesine dönüştükçe, halkın çoktan- dır unutulmaya yüz tutmuş "dayanışma eğilimlerini" canlan- dırdı. AKP iktidarının Tekel işçilerine dayattığı ucuz ve gü- vencesiz çalışmastatüsü olan "4C", neoliberal dönüşümün getirdiği güvencesiz yaşamın ortak simgesihaline geldi. Hal- kın ortak sorunlarının ve çıkarlarının da sesi haline gelen Te- kel direnişçileri, halkın saygısını ve güvenini kazandılar. Bu noktada, örneğin taşeron çalışma gibi güvencesizlikten değil, güvencesizleştirilmeye karşı tepkiden doğan Tekel direnişi, kendisiyle aynı neoliberal saldırıya uğrayanlar üzerinde yarat- tığı sarsıcı nesnel etkiyle önemlidir. Sektörel bir işçi eyleminin, hak mücadelesiyle, içerik ola- rak genişleyip toplumsal olarak yaygınlaşması, eylemin po- litikleşme ve işçi sınıfının özneleşme gücüne güven tazele- di. Hak mağdurunu etkin bir direnişçiye dönüştüren bu sü- reç, epeydir kendisinden umut kesilen devrimci öznenin yeni bir işçi hareketi olarak çok yakındaki dönüşünü haber vermektedir. Dayanışma eğilimlerinin bu denli yaygınlığı, toplumsal muhalefetin yeni politikleşme eksenini göster- mektedir. Halkın parçalanmış gücünü birleştiren güvence- sizliğe karşı mücadele, toplumsal muhalefetin sürükleyici politik halkalarından biri haline gelmektedir. İşçi sınıfını, yoksulları ve öteki ezilen halk kesimlerini ortak bir çatışma ekseninde politikleştiren Tekel çadırı, kısa zamanda AKP iktidarına karşı ortak bir muhalefet çadırına dönüştü. Tekel direniş çadırı, meşruluğunu esas olarak, sınırlı bir "AKP karşıtlığı"ndan ya da haksızlığa uğrayanların "iktidardan hak ve adalet talebi"nden almamaktadır. Haklarını kesinlik- le pazarlık konusu yapmayan direnişçilerin, "Ölmek var, dönmek yok!" ve "Çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırak- mak istiyoruz!" sloganlarıyla dile getirdikleri talepler, meş- ruluğunu, AKP iktidarına ve neoliberal politikalara karşı toplumsal muhalefeti ortaklaştırma gücünden ve halkın desteğinden almaktedır. "Anlat›lan senin hikâyendir!" "Ancak eğer Alman okur, İngiliz sanayi ve tarım işçilerinin durumuna omuz silker ya da iyimser bir biçimde Almanya'da işlerin bu kadar kötü olmadığı düşüncesiyle kendini avutursa, ona açıkça şunu söylemeliyim: 'De te fabula narratur!'" ("An- latılan, senin hikâyendir!") Marks Kapital'in Almanca birinci baskıya önsözünde Alman işçi sınıfına böyle seslenir… Dire- AKP’nin ve neoliberalizmin dayatt›¤› güvencesizli¤e karfl› kurulan direnifl ça- d›rlar›, toplumsal muhalefetin sürükleyici halkas› ve iflçi s›n›f›n›n, yoksullar›n ve ezilen halklar›n ortak sesi oldu. Meflrulu¤unu, AKP iktidar›na ve neoliberal politikalara karfl› toplumsal muhalefeti ortaklaflt›rma gücünden ve halk›n deste¤inden ald› Celal K›raç 78 günde devri âlem 78 günde devri âlem T üvencesizliğe karşı yükselen hareketler, sınıf mücadelesinin yeni bir dönemini haber veriyor. Bu yeni dönemde, işçi hareketinde olduğu gibi hak mücadelelerinde de kadın militanlığının dikkat çekici biçimde öne çıktığı görülüyor. Te- kel direnişiyle Sakarya Meydanı, sınıf hareketindeki bu ye- nilenmenin habercisi olarak kadın militanlığının öne çık- masına tanık oluyor. İşte bu nedenle, Tekel direnişindeki işçi kadınların deneyimlerinin ışığını süzmek, hak mücade- lelerinde yeni yeni beliren kadın militanlığına ilişkin yol gösterici ipuçları sunabilir. 1. S›n›f hareketinin yeniden oluflum sü- recinde temel bir dinamik olarak kad›n ve kad›n militanl›¤›n›n ortayaç›k›fl› Dünyada ve ülkemizde işçi sınıfı hareketi tarihsel olarak yeniden oluşuyor, yeniden politikleşiyor. Kadınlar bu yeni- den oluşum ve yeniden politikleşme sürecinde temel bir di- namik olarak yer almaya başladı. Ülkemizdeki işçi sınıfı hareketinin yeniden oluşum süre- cinde, güvencesizleştirmeye karşı mücadele öne çıkıyor. Tekel işçilerinin direnişi bu gelişim seyrinin en belirgin ör- neğini oluşturdu. Kadınlar, güvencesizliğe karşı hak müca- deleleri ekseninde gelişen sınıf mücadelesinin bu yeni bi- çim ve niteliğine kolayca uyum sağlıyorlar. Bu sayede mü- cadelede etkin rol alıyorlar. Çünkü kadınlar, güvencesizli- ğin yaygınlaştığı temel alanların başlıca toplumsal aktörle- ridir. Kadın katılımının geniş bir yer tuttuğu Tekel direni- şinde kadınlar, sayıları kadar dinamik etkileriyle de kendi- lerini gösterdiler. Bunun yanında, eylemlerde sürekli ön sı- ralarda yürüyen kadınlar, sendikanın geri tutumları karşı- sında her zaman yüreklendirici ve ateşleyici oldular. Dire- nişin sürekli kılınmasında, kadının cinsel-toplumsal olarak ezilmişliğine de meydan okuyarak mücadeleye katılması, onu mücadele içinde hızla politikleştirirken, bir yandan da yaşam içindeki eşitsizlik ilişkilerini sorgular hale gelmesin- de etkili oldu. Neoliberalizmin temel stratejilerinden ikisi olan güvence- sizlik ve kamusal hizmetlerin piyasalaştırılması süreçleri, en çok kadınları etkilemektedir. Çünkü güvencesizliğin yaygınlaştığı alanlar çoğunlukla kadın emeğinin yoğun ola- rak kullanıldığı alanlardır. Bunlar hizmet sektörü (özellikle özelleştirilen kamusal hizmet sektörü), tekstil, gıda, metal, elektronik gibi yeni sömürgelere kaydırılan ucuz ve yoğun emeğe dayalı geleneksel işkollarıdır. Bunun yanı sıra temel kamusal hizmetlerin piyasalaştırılması da kadın emeğine dayalı yeniden üretim alanına yönelmektedir. Kadınlar bu iki saldırının hedefinde bulunan toplumsal aktörler olarak, işçi sınıfı hareketinin bu yeni tarihsel döneminde önemli bir role sahip hale geldiler. Güvencesiz çalıştırmanın yaygınlaştığı hizmet alanları, ağırlıkla kadın emeğinin özgül niteliğini istihdam eden alanlardır. Kadınların zaten cinsiyete dayalı toplumsal iş bölümü nedeniyle yapmakta ustalaştığı ev işlerinin bir ben- zeri olduğu iddia edilen hizmet ve üretim alanlarında ço- ğunlukla kadın emeği kullanıyor. Bu gibi işlerin "kadın iş- leri"ne benzerliği, kadın emeğinin topyekûn değersizleşti- rilmesiyle paralel biçimde ve işin niteliğinden bağımsız olarak 'ucuz-güvencesiz' emek kullanımına zemin hazırlı- yor. Elbette bu 'ucuz-güvencesiz' emek kadınınki oluyor. Güvencesizliğe karşı gelişen tepkilerde kadınları en önde 120 ‹fiÇ‹ HAREKET‹ ‹fiÇ‹ HAREKET‹ Kad›n iflçiler Kad›n iflçiler Tekel direnifli, kad›n militanl›¤›n›n s›n›f hareketinin yeniden oluflum sürecinde temel bir dinamik olarak ortaya ç›kt›¤›n› gösterdi. Tekel kad›n iflçilerinin özgün deneyimleri, ezilenlerin mücadelesinde yeniden sahneye ç›kan kad›n›n toplumsal özne olarak konumunun nas›l sürekli hale getirilece¤ine dair ipuçlar› veriyor G Elif Y›ld›z Tekel direniflinin sürükleyici gücü Tekel direniflinin sürükleyici gücü oplumsal hareket sendikacılığı (THS) kavramı ilk kez, ilerici akademisyenler tarafından 1980’lerde Brezilya, Güney Afrika, Güney Ko- re ve Filipinler’de ortaya çıkan militan, hareket- li sanayi sendikalarını anlamak için geliştirildi. Yeni sendikal stratejiler THS olarak adlandırmaya başlanır- ken, bu akademisyenler yüzlerini bu örgütlenmeleri incele- meyi sağlayacak kavramsal bir çerçeve geliştirmek üzere, toplumsal hareket kuramına çevirdiler. Önemli sorunlarla karşı karşıya kalan Kuzey’deki sendikaların da Güney’deki yeniliklerden birşeyler öğrenebileceğini savundular. Güney’in THS deneyimi, bu deneyimin gidişatı ve yarattı- ğı kuramsal sonuçlar daha kapsamlı biçimde çözümlenme- lidir. Bu durumun en önemli nedeniyse, bu hareketlerin de kendilerini yaratan politik, ekonomik ve işyeri koşullarının değişmesiyle birlikte yeni zorluklar; hatta bir kriz yaşıyor olmalarıdır. 120 ‹fiÇ‹ HAREKET‹ ‹fiÇ‹ HAREKET‹ Tekel iflçilerinin direnifliyle yeniden gündeme gelen, emek hareketinin kri- zi, iflçi s›n›f›n›n yenilenme dinamikleri ve hak hareketlerine iliflkin tart›fl- malara küçük bir katk› olmas› amac›yla toplumsal hareket sendikac›l›¤› üzerine haz›rlanm›fl bir çeviri yaz›s›n› sunuyoruz Güney Afrika örne¤i Güney Afrika örne¤i THS’den halk›n haklar› hareketine T Karl von HoldtToplumsal hareket sendikac›l›¤›: Toplumsal hareket sendikac›l›¤›: (bağlı sermaye grubu Tuskon’un ve eğitim kurumlarının) uluslararası faaliyetleri hükümet desteğiyle yaklaşık 120 ülkeye ulaşmıştır. Bunlara paralel olarak İHH (Ulusalarara- sı İnsani Yardım) gibi yardım/misyonerlik faaliyetleri ör- gütlenmektedir. Son dönemde de ABD’de, yeni vakıf olu- şumları ile desteklenen lobi faaliyetleri geliştirilmektedir. Bu uluslararası faaliyetlerin bir tür emperyalizm olarak ta- nımlanmasının bir dizi dayanağı vardır: Tekelci sermaye- nin belli bir gelişim kaydetmesiyle, Türkiye dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri haline gelmiş, sermaye ihraç etmeye başlamış ve G20 ülkeleri arasına alınmıştır. Türki- ye ordusunun katıldığı uluslararası askeri operasyonların sayısı giderek artmakta ve bu operasyonlarda daha ileri rol- ler alınmaktadır. Türkiye dışişleri diplomasisi, bölgesel po- litikaların şekillenmesinde etkin bir rol edinme arayışında- dır ve zaman zaman emperyalist güçlerle ya da geleneksel müttefikleriyle de ihtilafa düşerek, “çok yönlü” bir dış po- litika iddiasını ortaya koymaktadır. Emperyalist kapitalist sistemin, ülkelerin siyasal sınıflandı- rılması açısından bir değişim yaşadığı nesnel bir gerçeklik- tir. Üstelik dünyanın politik haritasında reel sosyalizmin çözülmesiyle yaşanan değişime, “küreselleşme”yle birlikte sermayenin hareket biçiminde yaşanan köklü bir değişim de eşlik etmiştir. Türkiye de bu değişimin dışında değildir. Bir dönem SSCB sınırında emperyalist kapitalist sistemin ön cephe ülkesi olarak konumlanan Türkiye, reel sosyaliz- min yıkılmasının ardından emperyalizmle bütünleşmemiş 120 EMPERYAL‹ZM 120 EMPERYAL‹ZM ürkiye’nin bugünkü uluslararası konumu ta- nımlanırken, gerek egemenler içinde gerekse liberal ve ulusalcı eğilimlerin etkisi altındaki sol çevrelerde çoğu zaman adı konmadan kabul edilen bir saptama var: “alt-emperyalizm”. Türkiye egemenleri, Soğuk Savaş sonrası yeni-sömürgeci- liğin hedefindeki bölgelerde ekonomik, askeri ve politik fa- aliyetlerini giderek tırmandırma eğilimine girmiştir. Kaf- kaslar, Orta Asya, Balkanlar, Ortadoğu ve Afrika artık Tür- kiye sermayesinin, diplomasisinin ve ordusunun faaliyet alanındadır. Özellikle AKP iktidarıyla birlikte Türkiye’nin yükselen bir bölgesel güç olduğu ya da olabileceği; yayıl- macı bir politikaya yöneldiği, emperyalist hiyerarşide ara bir konum elde ettiği öne sürülmektedir. Özal (ve müteakiben Demirel-Çiller) döneminde Musul- Kerkük hayallerini canlandırarak; Kafkasya’da, Orta As- ya’da darbeler tezgahlamaya çalışarak; çevre ülkelerde mü- teahhitlik yatırımlarına girişerek ilk girişimlerini sergileyen bu siyaset, AKP döneminde belli bir olgunluğa erişmiştir. Kafkasya, Ortadoğu ve Afganistan-Pakistan’daki ihtilafla- rın emperyalist sistemle uzlaşmaya dayalı bir çözümü için diplomasi faaliyetlerine hız verilmiştir. TSK’nın katıldığı uluslararası operasyonlara Lübnan, Aden Körfezi (Somali), Afganistan-Pakistan da eklenmiştir. Türkiye sermayesinin Ortadoğu, Orta Asya, Afrika ve Doğu Avrupa’daki faali- yetleri tırmanışa geçmiştir. Fethullah Gülen cemaatinin Türkiye art›k dünyan›n en büyük 17. ekonomisi, sermaye ihraç ediyor, dört bir yana asker gönderiyor, emperyalistlere ve geleneksel müttefiklere karfl› ‘diklenmiyor ama dik duruyor’, çok yönlü bir d›fl politikaya yöneliyor... Yoksa y›llar›n yeni sömürgesi birden emperyalist bir güce mi dönüflüverdi! Türkiye bölgesel bir emperyalist güç mü? Türkiye bölgesel bir emperyalist güç mü? Alt-emperyalizm T Levent Kara

Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Halkın Devrimci Yolu dergisinin 5. sayısı www.halkindevrimciyolu.org

Citation preview

Page 1: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

sömürge kapitalizminin kriziyle ve AKP iktidarının yavaşyavaş inişe geçmeye başlamasıyla birlikte, şimdi CHP desancılı ve uzun bir yeniden yapılanma sürecine girdi. Partiiçi akımların, partinin kitle temelinin, sermaye temsilcileri-nin ve görüldüğü kadarıyla popüler halk temennisinin mu-tabakatıyla kurultayda kuvvetli bir yenilenme isteği ortayaçıktı. Düzenin beklentileri açısından Kemal Kılıçdaroğ-lu'nun genel başkanlığında somutlanan bu mutabakatınönünde şimdi ciddi bir yenilenme şartı var: Neoliberal kri-zin yıkımından doğan emek eksenli tepkileri sisteme ek-lemleme ve gene bu süreçte ortaya çıkan neoliberal kimlikgerilimlerini yeni düzenle uyumlu hale getirme. Kısacası,uzun zamandır yeri doldurulamayan sol liberal partileşmeboşluğu, düzenin ana akım sol partisiyle doldurulmak is-tenmektedir… Elbette bunlar evdeki hesap. Çarşı hesabı,yani piyasaların, sokağın, kırk yıllık taşlaşmış parti yapısı-nın, partinin geleneksel kitle temelinin, partinin halkla/işçisınıfıyla ilişkilerinin ve yeni genel başkanın kişisel dönüşü-münün barındırdığı gerilimlerin hesabı, işte onu süreç gös-terecek. Ama sürecin bugün gösterdiklerine bakacak olur-sak:

CHP'nin 33. Genel Kurul'u (22-23/05) yapıldı. Kemal Kı-

lıçdaroğlu yaklaşık bütün delegelerin oyuyla partinin 7. ge-nel başkanı seçildi. Kurultayda öyle bir hava esti ki, sankiepeydir eski rejimin "tutucu" mevzilerine sinmiş bir vazi-yette bekleyen "sol değişim hareketi", Deniz Baykal'ın çe-kilmesiyle, atılım yaptı. Sanki AKP'nin "değişimcilik" nok-tasındaki hoyrat hegemonik üstünlüğü karşısında başıönünde ezik bir şekilde dolaşan sol, yıllardır beklediği fır-satı yakaladı: Sanki "artık rüzgâr tersine döndü!"

Şimdi bütün tartışmalar, kurultay rüzgârının sahiciliğininve sürekliliğinin olup olmadığının etrafında dönmektedir.Bu bir yana, kesin olan bir şey var ki, o da kurultayın, ikti-dardan muhalefete, İslamcılardan sola, liberallerden ulusal-cılara dek hemen bütün kesimleri etkilemiş olduğudur. Ay-rıca halkın popüler ilgisini çekmiş olması ise başlı başınaönemlidir. En karamsar olanlar, bunun şişirilmiş bir havaolduğu ve dağılacağı; en iyimser olanlarsa, bunun sol birdeğişim dalgasının ve bu dalganın sonunda gelecek sol biriktidarın habercisi olduğu görüşündedirler.

Sahiciliği ve sürekliliği bir yana bırakılırsa, kurultayda esensol rüzgâr, kuvvetini esasen CHP'nin hâlihazırdaki yenilen-me dinamiklerinden almıyor. Zaten böyle bir hazırlık veteşkilatlanma da yürütülmedi. Kurultayda esen sol rüzgâr,

120120

ürkiye yeni bir siyasallaşma dönemine girdi.Bugünden başlayarak genel seçime uzanan birsüreçte siyasetin yapısında ve öznelerinde kök-lü bazı değişimleri ortaya çıkaracak koşullarolgunlaşıyor. Neoliberal dönüşüme, çeşitli

krizlerden geçerek yerleşik bir düzen niteliği kazandıranAKP iktidarının başarısı, aynı zamanda kendi sonunu dahazırlıyor. Eski rejimin asker-sivil bürokrasi seçkinlerininalt edilmesiyle güçlenen AKP iktidarı, kendisi dâhil kimse-nin dışında kalamayacağı yeni bir siyasallaşma sürecininönünü açmış oldu. Kapanmakta olan döneme özgü siyasal-laşma ve iktidar savaşımı öznelerinin kazanarak ya da kay-bederek de olsa eski konumlarını yitirmeleri, AKP'nin veonun ters simetrisinde mevzilenen CHP'nin yeniden yapı-lanmalarını zorunlu kılıyor. Koşullar nesnel olarak CHP'yi,

AKP iktidarının yumuşak karnında tepkileri biriken işçi sı-nıfının/halkın düzenle bağlarının zayıfladığı kırılgan alan-lara itmektedir. AKP ise tam anlamıyla bir sermaye partisiolmasının gereğini yaparak iktidarını derinleştirmenin veemeğe yeni saldırı programlarının peşinde.

CHP'de yenilenme mutabakat›;ama hangi eksende?Cumhuriyetin kurucu partisi CHP'nin siyasallaşma süreçle-ri, o zamandan beri iki ana akımın parti içi iktidar mücade-lesinin sonuçlarına bağlı olarak biçimlendi: Asker-sivil bü-rokrasi seçkinlerinin devletçi, ulusalcı, statükocu çizgisi vesosyal demokrat, halkçı çizgi. Kapitalizmin özellikle krizve yeniden yapılanma koşullarına bağlı olan bu iki çizgidenbiri egemen parti çizgisi olarak öne çıktı. Neoliberal yeni

Hep kerameti kendinde gören ege-menler, halk›n çal›nm›flyarat›c›l›¤›ndan beslenerek ceplerinidoldurmakta; halk›n çal›nm›flgücüne yaslanarak iktidarlar›n›desteklemekteydiler. Halk›nçal›nm›fl güzelli¤iyle sanatsever;çal›nm›fl dayan›flmac›l›¤›ylayard›msever oldular. De¤iflimcilikleböbürlenerek halk›n s›rt›naçürümüfl diktatörlüklerini inflaetmeleri, halk›n özündeki özgürlükve devrim dinamiklerinin tersineçevrilmesinden baflka bir fleyde¤ildir. ‹flte flimdi, AKP iktidar›n›nve düzenin en k›r›lgan yerlerinevurarak kendisinden çal›nm›fl olan-lar› geri almaya bafllayan iflçi s›n›f›,ezilenler ve yoksul halk›n devrimcisiyasetiyle hesaplaflma vakti geldi

AKP’nin kriz sinyalleriAKP’nin kriz sinyalleri

T

Türkiye’nin yeni siyasallaflma ekseninde:Türkiye’nin yeni siyasallaflma ekseninde:

lamcı kitlelerin, Kürtlerin ve Alevilerinbu düzenle yeniden bütünleştirilebilmesiiçin düzenin gereksindiği nesnel adımlarıattı. (Kürtlerin ve Alevilerin çelişkili siya-sal süreçleri bu nesnel-sistemsel girişimingerçekliğini değiştirmiyor.)

1. Kriz ve neoliberal yenidenyap›lanmaAKP iktidarının önemli bir başarısı da, İslamcı bir kadroyuiktidarın tepesine çıkarması oldu. Tarihin cilvesine bakınki, cumhuriyet tarihinin çok sancılı dönüşüm süreçlerindenbirine, yıllardır rejim karşıtı olarak gösterilen çok özel vedinamik bir kadro önderlik etmektedir. Ağırlıkla İslamcıhareketten, eski bürokratik seçkinlerden, biraz da soldan veliberallerden devşirilen bu yeni, genç, girişken kadro, cum-huriyetle yaşıt bir rejim sorunu olan İslamcılığın düzenlebütünleşmesini sağladığı gibi, krizle birlikte tıkanma nok-tasına gelen neoliberal atılımın gereksindiği taze kanı oluş-turdu.

Özal'ın (ANAP) neoliberal hamlelerinin halkta yarattığı

tepkilerin bir toplumsal muhale-fete dönüşmesi, Kürt sorunununrejimi kilitlemesi ve İslamcıların

Refah Partisi'yle hükümet ortağıolması (Refahyol Hükümeti, 1997) neoli-beral yeni sömürge kapitalizmini çok yön-lü krizlere sürükledi. Düzenin, DSP, CHP,

MHP gibi (özellikle Ecevit-Bahçeli ulusalcı-milliyetçi-faşist ekseni) seçenekleri ülkeyi krizden çıkara-cak politikalar geliştiremedikleri gibi, yolsuzluk ve çürü-meyi derinleştirdiler. Krizin derinleşmesi, aynı zamandayerleşik burjuva partilerinin temsil krizine girerek çözül-mesini getirdi.

İşte bu koşullarda, AKP, 28 Şubat'ın darbeleriyle iyice de-rinleşen siyasal İslam'ın krizinde bir yenilenme hareketi("Yenilikçiler") olarak gelişti. Hareketi ve İslamcı kitlelerineoliberal kapitalizme uyarlayarak krizi aştı. Neoliberal sü-rece daha önce ANAP döneminde uyum sağlamış CemilÇiçek, Abdülkadir Aksu, Köksal Toptan gibi isimleri de ik-tidarın çekiciliği sayesinde bünyesine kattı. İslamcılarınmilitanlık potansiyelini hep canlı tutma taktiklerinin yanın-

120

S‹YASAL REJ‹M

120

S‹YASAL REJ‹M

ürkiye'de siyasal mücadele, cumhuriyetin ba-şından beri "rejim düşmanı" gibi gösterilen İs-lamcı hareketin, son yıllarda, kitlesel bir iktidarpartisi olmasının koşullarını yarattı. '70'lerinsonlarında sokaklarda boy gösteren "bir İslam-

cı militan"ın, 2000'lerde adım adım karizmatik bir "devletadamı"na dönüşmesine tanık olduk. Devlet adamlığı gele-neğinin "seçkin temsilcileri"nin burun kıvırdığı Recep Tay-yip Erdoğan, büyük kitleleri coşturan, uluslararası üne sa-hip bir önder kültüne dönüştü. Kişisel karizması partisininönüne geçti.

Yeri geldiğinde sokakta, yeri geldiğinde bürokraside hepdevletin hizmetinde görev yapan İslamcı hareketin işbitiri-ci (pragmatik) önderi Tayyip Erdoğan, miadı dolmuş "as-ker-sivil devlet seçkinleri"ne karşı bir halk kahramanı gibişişiriliyor. Oysa bilinen kuvvetli bir kahramanlık öyküsüyok. Nasıl oluyor da, ezilenlerin siyasal rejimle bütünleşti-rildiği bütün kavşaklarda hep devletin hizmetinde olan İs-lamcı hareketin önderi AKP-Erdoğan, "eski devlet seçkin-leri" karşısında halka bir kahraman gibi görünüyor? Dahaönemlisi, nasıl oluyor da sömürge tipi faşizmi yeniden ya-pılandıran AKP iktidarı (İslamcı liberal siyasal rejim), "oto-riter devlet ve rejim geleneğinde demokratik bir açılım" gi-bi görünüp aynı anda hem emperyalistlerin hem egemen sı-nıfların hem de ezilenlerin kitlesel desteğini alabiliyor?

Bunu, zorba bir devletin halkta yarattığı bıkkınlığın, yineiktidarın olanakları kullanılarak etkin bir kitle desteğine dö-nüştürülmesiyle açıklamak, doğrusu çok kolay bir açıklamaolurdu. Ezilenlerin ve dışlanmışların içinden sıyrılarak "vu-

ruşa vuruşa" devletin tepesine dek tırmanmış bir "halk kah-ramanı"nın, her eylemi ve söyleminin, halkta mağdurlaradına seçkinlere atılmış bir intikam tokadı gibi yankılanma-sı anlaşılır bir şeydir. Kaldı ki, iktidardayken bile hep"mağduru oynayarak" halkın desteğini kazanabilme taktik-leri, görmezden gelinebilecek bir yetenek değildir. Bu ge-rekçeler, Erdoğan’ın halka bir kahraman gibi görünmesininbazı nedenlerini açıklasa da, onun asıl başarısını açıklamaz.Onun en büyük başarısı, 1990’ların sonlarında neoliberalyeni sömürge kapitalizminin derinleşen krizlerinin bir süre-liğine de olsa aşılarak, neoliberal dönüşümün yerleşik birdüzen haline getirilmesidir.

Kapitalist bir siyasal rejimin temel sorunu, yıkıma uğrattığıezilenlerin tepkilerinin düzenle yeniden bütünleştirilmesi-dir. Baskı ya da rızayla, bastırarak ya da asimile ederek, al-datarak ya da satın alarak tepkilerin düzenle bütünleştiril-mesi (eklemlenme), bunun için kullanılan yöntem ve araç-lar o rejimin niteliğini ve sağlamlığını belirler. Bu anlamda,AKP iktidarının temsil ettiği İslamcı liberal rejim, neolibe-ral yeni sömürge kapitalizminin kendi çok yönlü krizininiçinden çıkardığı en sağlam rejim biçimidir. Çünkü, dar an-lamıyla kendi iktidarını sağlama alma çabalarının ötesinde,kapitalist bir siyasal rejimin çözmesi gereken iki temel so-runa net bir şekilde yanıt vermektedir. Birincisi, AKP ikti-darı, neoliberal ilkeler çerçevesinde yürütülen dönüşüm sü-recine önderlik ederek, sermaye sınıflarının genel ve ortakçıkarlarının kesintisiz korunduğu bir düzene yerleşiklik ka-zandırdı. İkincisi, özellikle krizin derinleştiği 2000'lerdesürekli ezilen ve dışlanan işçi kitlelerinin, yoksulların, İs-

AKP’nin ve Tayyip Erdo¤an’›n kiflili¤inde sömürge tipi faflizmin iktidar›nayerleflen ‹slamc› liberal rejim, neoliberal dönüflüme yerleflik bir düzenkazand›rd›. “Statükocu düflmanlar›n›” kolayl›kla altedip devrimci hareketinolmad›¤› koflullarda halk›n politik muhalefetini denetim alt›na alarakrejimin krizinden bir süreli¤ine de olsa baflar›yla ç›kan AKP, gelinen nokta-da kaç›n›lmaz olarak kendi krizini de büyütmektedir

‹slamc› liberal rejim‹slamc› liberal rejim

T

Sömürge tipi faflizmin iktidar›nda

Veysel Dere

ürk Silahlı Kuvvetleri (TSK) AKP'yle yaşadığıiktidar savaşımıyla anılır oldu. Muhtıralar, gizligörüşmeler, brifingler, görevdeki subaylardan,emekli komutanlara uzanan darbe iddialı polisoperasyonları bu savaşın yansıdığı çatışmalar

oldu. Ordu siyasetin bir aktörü olarak gündemden hiç düş-medi. Fakat tüm bu çatışma ve gerilimlerle eşzamanlı olarakTSK içinde de bir değişim yaşandı. AKP iktidarı dönemindeülkenin yaşadığı neoliberal dönüşümden TSK da nasibini al-dı. Profesyonel orduya geçiş, tek tip askerlik, ordunun küçül-mesi gibi ‘kod’larla tartışılan değişiklikler, TSK'nın neolibe-ral dönüşümünün adımlarını oluşturmaktadır.

I. Bir emperyalizm projesi olarakTSK'n›n dönüflümüNeoliberal dönüşüm egemenlerin ‘güvenlik’ ve ‘tehlike’anlayışını da değiştirdi. Emperyalistlerin silahlı birliği NA-

TO ‘güvenliği tehdit eden’ yeni gelişmeleri tespit edebil-mek için yeni bir stratejik plan yapmaya çalışıyor. Bu yeniarayış "Neoliberalizm için tehdit unsuru nedir?" sorusunaverilecek cevaplarla kendi güvenlik kavramını tanımlıyor.

Yoksulluk yeni ‘tehdit’in odağını oluşturuyor. Güvenliksorununun tanımı değişirken ülkelerin güvenliğini sağla-makla sorumlu olan kurumlar ve ordular da bu yeni ‘güven-lik’ konseptine uygun bir biçimde yeniden yapılandırılıyor.Önceki dönemde devletlerarası çatışmalara, askeri saldırı-lara, nükleer saldırı ihtimaline karşı donatılan ordular, artıkyeni çatışmalara göre de yapılandırılmaktadır. Yoksullarınisyanı, enerji kaynakların sömürgeleştirilmesi, çevrelerinintahribatıyla birlikte mülksüzleştirilen köylüler, güvencesizişçilerin başkaldırıları bunlardan bazılarını oluşturmakta-dır. Ayrıca ordular, su, gıda, enerji nedeniyle yaşanacakbölgesel gerilimlere müdahale edecek donanıma ve kabili-yete sahip olmak üzere de yeniden yapılandırılmaktadır.

Türkiye’nin güvenlik stratejilerini de belirleyen emperya-lizmin silahlı gücü NATO'da 1991’de başlayan yeni strate-ji çalışmaları, bugün hazırlanmakta olan ‘Yeni StratejikKonsept’ belgesiyle sürmektedir.

NATO kuvvetlerinin dönüşümü için 1999’da NATO Sa-vunma Yetenekleri Girişimi kurulmuştur. Bu girişimin ta-rif ettiği ordu modeli şu vasıflara sahiptir:

n “Hareket kabiliyeti ve konuşlandırılabilirlik”: İttifak sa-hası dışındaki alanlar da dâhil, kuvvetleri ihtiyaç olanyerlerde süratle konuşlandırabilme yeteneği;

n “İdame ettirme”: ana üslerinden uzakta konuşlanankuvvetlere ikmal ve bakım sağlamak ve uzun sürelioperasyonlarda yeni birliklerin hazır olduklarını garantietme yeteneği;

n “Etkili savaşma”: yüksek yoğunluktan alçak yoğunluğa,her tür operasyonda düşmanla etkili şekilde savaşabil-me yeteneği;

n “Yaşayabilirlik”: mevcut ve gelecekteki tehditlere karşıkuvvetleri ve altyapıyı koruyabilme yeteneği;

n “Birbiriyle uyumlu iletişim”: değişik ülkelerden gelenkuvvetlerin birlikte etkili şekilde çalışabilmelerine ola-nak sağlama

Bu hedefler doğrultusunda 2002 yılında Prag’da gerçekle-şen NATO zirvesinde üye ülkeler, ordularının dönüşümükonusunda ‘Prag Yetenekler Taahhüdü” metni etrafındauzlaşmıştır. 2004 yılında “NATO'nun 21. yüzyılda yenitehditlere karşı koyabilecek bir örgüte dönüştürülmesininsimgesi” olarak nitelenen "NATO Mukabele Gücü" (NRF)kurulmuştur. İlk kurulduğunda 6 bin askerden oluşan NRFküçük ama etkili bir askeri birliktir ve NATO’nun yaşadığıdönüşümün merkezi olarak tanımlanmaktadır. NRF, Riga

120

REJ‹M

120

REJ‹M

TSK, neoliberal devletin silahl› gücü olarak düzeni tehdit eden toplumsalhareketlere karfl› koyacak flekilde yeniden yap›land›r›lmaktad›r. Orduya,emperyalizmin bölgesel gücü olarak, sömürgeci iflgallerde ve bölgenin sis-temle bütünlefltirilmesi operasyonlar›nda etkin görevler verilmektedir

TSK'n›n iktidarçat›flmalar›n›n gölgesindekalan dönüflümü

TSK'n›n iktidarçat›flmalar›n›n gölgesindekalan dönüflümü

T

Esen Özdemir Art›k demir almak günügelmiflse zamandan,Meçhule giden bir gemikalkar bu limandan.R›ht›mda kalanlar bu seya-hatten elemli,Günlerce siyah ufka bakargözleri nemli

32

ürkiye yeni bir siyasallaşma dönemine giriyor. Bu hiçbir siyasal öznenin dışında kalamayacağı; ya yeni-lenerek sürece etkin müdahale edeceği ya da etkisiz kalarak çözüleceği köklü bir dönüşüm süreci olacak.Bu sürecin belirleyici politik öznesi, hiç kuşku yok ki, işçi sınıfı hareketidir. 1980'lerden 1990'ların sonla-rına dek birinci kuşak neoliberal saldırı dalgası karşısında savunmacı hareketinin bastırılmasıyla uzun birsessizliğe gömülen işçi sınıfı, güvencesizleştirmeden ve güvencesizlikten doğan işçi ve hak hareketleriy-le sınıflar mücadelesinde "tehlikeli bir düşman" olarak yerini aldı. Güvencesizlik, işçi sınıfı hareketinin ye-ni bir siyasallaşma eksenini oluşturuyor. Ancak işçi sınıfı hareketinin bastırılmasıyla, onun ağır bedellerödenmiş yenilgisinin üstüne basarak yerleşik bir düzen haline gelen neoliberal dönüşüm, güvencesizler-den yükselen yıkıcı tehditle yeni bir siyasallaşma sürecine girdi. Bu süreçte egemenler arası iktidar sava-şımları ikinci plana düşerken, düzen derinleşen krizinden emeğe yönelik kapsamlı bir saldırı planıyla çık-maya çalışıyor.

İşçi sınıfının neoliberalizme karşı ilk savunmacı başkaldırısının eski rejimin bütün egemen güçlerinin gö-rece ittifakıyla bastırılması, düzenin neoliberal ilkelerce dönüşümünün önünü actı. Sınıf hareketininbastırıldığı bir ortamda daha ellerinin kanı kurumadan egmenler, yeni düzenin iktidarı için şiddetli birçatışmaya tutuştular. Tarihin cilvesine bakın ki, 2010'u yarıladığımız bugünlerde, artık eski rejimin ege-men kanadının da bazı tasfiye operasyonlarıyla direncinin kırıldığı bir dönüm noktasına gelindi. Eski re-jimin egemen iktidar gücü olan asker-sivil bürokrasi seçkinlerinin direnci epey kırıldı. İktidar blokunungerilerine itilerek, en azından belli bir süre, siyasal-toplumsal bir güç olarak belirleyici bir konumdan uzak-laştırıldı. Böylece egemenler arası iktidar savaşımını temel alan siyasallaşma ekseni bütünüyle önemini vegüncelliğini yitirmese de (zaman zaman yine gündemin ilk sıralarına tırmandırılsa da) artık eskisi kadarsiyasallaştırma gücü kalmadı. Eski seçkinlerin direnci kırıldıktan sonra, onlardan devralınan miras, AKPiktidarı tarafından neoliberal donanımlarla pekiştirilerek sürdürülmektedir. AKP, İslamcı liberal bir rejimbiçimiyle sömürge tipi faşizmin iktidarına yerleşti. İslamcı hareketten getirdiği teşkilatçılık yeteneklerinive kendisiyle ilişkili sanayi, ticaret ve finans burjuvazisinin sınıfsal dinamizmini devletin geleneksel geri-ciliğiyle buluşturan AKP, ikinci büyük dönüşümün eşiğine geldi.

Bu dönüşüm sürecinde ilk hamleyi merkez sağ ve geleneksel devlet yapısı üzerindeki hegemonyasını ge-nişleterek yapmaktadır. İktidara tırmanırken "özgürlük", "değişim" ve "demokrasi" kavramları üzerindehegemonya kuran AKP, şimdi en sıkıntılı olduğu konuda, yani "devlet"in sahiplenilmesi konusunda he-gemonya girişimlerini artırmaya başladı. Sırada "cumhuriyet", "Atatürk" ve "TSK"nın sahiplenilmesi var.Bu kavram ve kurumlar üzerinde hegemonya kurmak, iktidarını borçlu olduğu çatışmanın doğası gereğiöteki kavramlarda olduğu kadar kolay olmasa da, bunu bir zorunluluk olarak gerçekleştirmek durumun-da. AKP hegemonyasını "klasik bir merkez sağ partiye" doğru genişletmek, eldeki kuşu ürkütmeden, ora-da birikmiş olan devlet deneyimini de iktidarına katmak zorunda. İslamcı entelektüellerin yeni bir devlettanımı arayışları (Ali Bulaç, "Kerim devlet", Zaman, 24/04 ) bunun bir örneğini oluşturmaktadır. Yine

Atatürk ve 1923 cumhuriyet döneminin ilk atılımının büyük tarihivizyonu, bir muasır medeniyetleşme atılımı olarak bugün AvrupaBirliği üyeliğinden neoliberal hak ve özgürlüklere kadar AKP'yleilişkili burjuvazi tarafından sahiplenilmektedir. (Aktaran Ergin Yıl-dızoğlu, "Kemalizm öldü, Yaşasın Kemalizm", Cumhuriyet, 12/05,Gökhan Bacık (Zaman yazarı)-Dariush Zahedi, Foreign Affairsweb sitesi) Yine AKP, toplumsal muhalefet eylemleri karşısındagösterdiği düşmanca tepkiyle İslamcı, piyasacı gericiliğine şimdi bir de tipik faşist, antikomünist gericili-ği eklemiş oldu. Elbette bütün bunlar İslamcı hareketin ve devletin geleneksel yapısında belirleyici dina-mikler olarak zaten vardı; ancak bunlar, AKP'nin son atılımlarıyla neoliberal çerçevede yeni bir sentezeulaştırılmaktadır. Böyle bir sentez sayesinde, bir zamanlar AKP'nin etkili bir ideolojik silahı olan "iktidar-dayken muhalif" görünmek ve bunun söylemiyle ezilenlerin desteğine kazanma siyasetinin yetmezlikleride giderilecektir. Buradaki can alıcı sorun, neoliberal kapitalizminin krizi derinleştikçe, eski çatışmanındoğası gereği devlete (yargıya, TSK'ya) yeni görevler verme sürecindeki yetmezliklerin aşılmasıdır.

Böylece yenenler yenilenlerin bütün devlet geleneğini kendi iktidarına katarak, artık birinci plana yükse-len siyasallaşma ekseninde olgunlaşan uzlaşmaz çelişkilerle ve büyük kriz dalgalarıyla karşılaşmaya ha-zırlanabilirler. Eski rejimin bir eleştirisi ve aşılması olarak neoliberal kapitalizmin iktidarına gelen AKP,ömrünü tüketmiş statükocu düşmanlarını çok kolay alt etti ve devrimci hareketin olmadığı koşullarda hal-kın politik muhalefetini bir süreliğine de olsa denetim altına aldı. Ancak o büyük iktidar başarısının kaçı-nılmaz sonucu olarak her geçen gün büyüyen başka bir düşman yarattı. O düşman, güvencesizlik kılığın-da her gittiği yerde AKP iktidarını adım adım izleyerek huzurunu kaçıran devrimci işçi sınıfından başka-sı değildir.

Güvencesizlikten doğan dinamiklerin, geleneksel hiçbir muhalefet kalıbına sığmayan hareket biçimleri,iktidar tarafından dinci-piyasacı gerici, antikomünist bir söylemle "tehlikeli sınıflar" olarak baş düşmanilan edilmelerine yol açtı. Güvencisizlikten doğan işçi ve hak hareketleri, henüz politikleşmiş bir sınıf ha-reketi olarak tarihsel sahnede yerini almamışken bile iktidarın artan tedirginliği, yürünmesi gereken yolailişkin ipuçları vermektedir. Bu ipuçları, hak hareketlerinin, neoliberal programı kesintiye uğratabilme po-tansiyelinde görülmektedir. Yine bu ipuçları, hak hareketlerinin, iktidarın gündelik yürütme etkinliklerinekarşı sıklaşan şaşırtıcı baskınlarında ve sendikal bürokrasiyi taraf olmaya zorlayan fiili müdahalelerindegörülmektedir. İşte egemenlerde uyanan tehdit hissinin pratik temeli budur.

Ancak bu noktaya kolay gelinmedi. Türkiye işçi sınıfı ağır yenilgilerden geçip büyük bedeller ödeyerekgüvencesizlik eksenli yeni siyasallaşma eksenini yakaladı. 1980'lerden 2000'lere neoliberal yeni sömürgekapitalizminin yerleşik bir düzene dönüşmesi, temelde egemenler arası iktidar çatışmalarından doğan ye-nilgi ya da zaferlere bağlı olarak gerçekleşmedi. İşçi sınıfının yüzlerce yıllık kazanımlarını temsil eden bi-

Neoliberalizme karfl› savunmac› tepkilerinin yenilgisinden sonra uzun bir sessizli¤egömülen s›n›f hareketi, üzerindeki ölü topra¤›n› at›yor. Ad›m ad›m izleyerek, AKPiktidar›n›n huzurunu kaç›ran güvencesiz iflçi hareketleri ve halk›n hak mücadeleleri,devrimci öznenin güvencesizlik k›l›¤›ndaki muhteflem dönüflünü haber veriyor

Yeni bir siyasallaflmadönemine girerkenYeni bir siyasallaflmadönemine girerken

T

bürokrasi “İstanbul sermayesi”nin partisi olmaya adaydır.Daha önceden de belirttiğimiz gibi AKP, egemen sınıflarıntamamının talep ettiği bir dönüşümü uygulamaya aday ola-bilen tek sermaye partisidir. AKP’yi iktidara taşıyan serma-ye uzlaşmasını “zayıf” kılan ise siyasi tekliğin üzerindeyükseldiği toplumsal temelin homojen olmayışı, çatışmalıdoğasıdır.

“Yandafllar”›n yükselifliAKP, iktidarının birinci döneminde, hem TÜSİAD’dabloklaşan geleneksel tekelci sermayenin hem de o güne ka-dar büyük oranda MÜSİAD çatısı altında toplanan İslamcısermayenin desteğini alarak iktidara yürümüştür. Ancakzamanla hem TÜSİAD içerisindeki pozisyon alışlar değiş-meye başlamış hem de İslamcı sermaye grupları arasındada farklılıklar, ayrışmalar baş göstermiştir.

1990 yılında kurulan ve daha çok küçük ve orta boy işlet-meleri bünyesinde barındıran MÜSİAD’ın üye profilinin

önemli bir bölümü, '80'li yıllarda ANAP döneminde kuru-luşunu gerçekleştiren yeni firmalardan oluşmakta, bu profilMilli Görüş geleneğinin siyasi olarak üzerinde yükseldiğitemel olmaktadır.

Bu profilin hatırı sayılır kısmının, Konya, Kayseri, Deniz-li, Antep gibi yeni sanayileşen kentlerin organize sanayibölgelerinde, ihracata yönelik emek-yoğun sektörlerde, gü-vencesiz çalıştırmaya dayalı orta ve büyük sermayedarlar-dan oluşması kendilerini “Anadolu Kaplanı” olarak nite-lendirmelerine neden olmaktadır.11 İslamcı sermaye grupla-rı, büyükşehirlerde ise daha çok ticari sermaye olarak gö-rülmektedir. “Cemaatin büyüklüğüne bağlı olarak garanti-lenen müşteri kitlesi” İslamcı ticari sermayenin en önemliavantajı olmuştur.

MÜSİAD’ın en hızlı büyüdüğü dönem büyükşehir beledi-yelerini Refah Partisi’nin almasının ardından, İslamcı ser-mayenin büyüdüğü yıllara rastlar. Belediyelerce yürütülenkamusal hizmetlerin sermaye birikiminin konusu olmaya

120

SERMAYE

120

SERMAYE

gemen sınıf fraksiyonları arasında ciddi bir ça-tışma olduğu yeni bir tespit değil. Bu durum sı-caklaşan siyasi çatışmalar ile egemen sınıf frak-siyonları arasındaki çatışmalar arasındaki bağ-lantı noktalarını kurmayı gerekli kılıyor.

AKP iktidarı kriz koşullarında bir sermaye uzlaşması ola-rak gündeme geldi. 2001 krizi sonrasında neoliberal kapita-lizmin toplumsal hegemonyasını sağlayabilecek tek seçe-nek olarak öne çıkan AKP’nin, toplumsal temelinin omur-gasını, yükselen yeni sermaye sınıfının muhafazakâr ke-simleri oluşturmaktaydı. Diğer taraftan AKP, geleneksel te-kelci sermaye de dâhil tüm sermaye kesimlerinin talep etti-ği bir dönüşümü yürütmeye aday olabildiği ölçüde zorakibir uzlaşmanın merkezinde yer aldı. Ancak bu uzlaşma iç-sel kriz dinamiklerini bünyesinde taşıyan bir uzlaşma oldu.AKP’nin ilk iktidar döneminde sağladığı “geniş tabanlı”sermaye uzlaşması, içindeki potansiyel kriz dinamikleriniöteleyebilmekte, krizi yönetme yeteneğini gösterebilmek-

teydi. Ancak sermaye birikim koşulları zorlaştıkça veAKP’nin omurgasını oluşturan sermaye, geleneksel ser-mayenin alanına girdikçe egemen sınıfların iktidar müca-delesi kızışmaya, krizi yönetmek de giderek zorlaşmayabaşladı.

Sermaye içi mücadelenin taraflar›Çatışmanın taraflarını tanımlayabilmek açısından öncelikletespit edilmesi gereken konu, sermaye içi mücadele ve bu-nun siyasi karşılıkları açısından kristalize olmuş, netleşmiş,bloklaşmış, homojen iki taraf olmadığıdır. Sermaye içi mü-cadele açısından, sıkça yapıldığı üzere, “İstanbul sermaye-si” ve “Anadolu kaplanları” şeklinde bloklaştırarak basit-leştirilemeyecek kadar karmaşık çıkar çatışmaları ve çıkarbirlikleri mevcuttur. “Anadolu kaplanları” da, “İstanbulsermayesi” de bu ifadeleri aşan heterojenliktedir ve iç içegeçmiş ilişkiler ağına sahiptir. Bu nedenle ne AKP tek ba-şına “Anadolu Kaplanları”nın partisidir, ne de asker-sivil

ANAP döneminin ard›ndan gelenek-sel tekelci sermaye öncülü¤ündekurulan sermaye gruplar› aras› itti-fak bozulmufl ve bir koalisyon hükü-metleri dönemi yaflanm›flt›. AKP ik-tidar›yla birlikte, ‹slamc› sermaye-nin daha belirleyici oldu¤u bir ittifakdo¤du. AKP’nin ikinci iktidar dönemiise sermaye içi mücadelenin öneç›kt›¤› bir dönem olarak yaflan›yor

EAzer Ulafl

Oligarflideyükselen s›n›flarfliddetlenençat›flma

Oligarflideyükselen s›n›flarfliddetlenençat›flma

Bir dönüflümün öyküsü olarak Tekel direnifliBir dönüflümün öyküsü olarak Tekel direnifli

nişe son yılların en yaygın kitlesel desteğini verenler, Tekelişçilerinin aynı zamanda kendi hikâyelerini de anlattığının bi-lincindeydiler. Ama AKP iktidarı, direnişe omuz verenlerdendaha çevik bir şekilde durumun farkına vardı. Yaklaşan tehli-keyi bir toplumsal muhalefet hareketine dönüşmeden, perva-sızca saldırarak ve psikolojik harekat yöntemleri kullanarakkuşattı.

Abdi İpekçi Parkı'nda işçilere pervasız polis saldırısının ar-dından sıkışan AKP'nin, toparlanarak, saldırıyı çok boyutlubir kuşatma operasyonuna dönüştürmesi karşısında işçilerindirenişi, halkın, özellikle AKP’ye karşı toplumsal muhalefe-tin desteğini artıran dönüm noktasıdır. İktidarın saldırısı, uzunbir kuluçka döneminin ardından ürkek adımlarla yolunu ara-yan Tekel işçilerini ateşleyerek, kararlı bir direnişe yöneltti.Ülkeyi gerilimlere sürükleyen onca "yüksek politika günde-mini" yararak Ankara'nın merkezinde iktidara meydan oku-yan Tekel işçileri, AKP'nin mağduriyet silahını tersine çevi-rip onun emek düşmanı saldırgan yüzünü gösterdi.

AKP’den canı yanan kitleler ve toplumsal muhalefet örgütle-ri, saldırıya uğrayan Tekel işçilerini desteklediler. Ancak buanlamlı destekler, neoliberalizme karşı işçi sınıfı siyaseti, birtoplumsal muhalefet hareketi düzeyine sıçratılamadı. Direni-şi ve bunu “istismar eden” desteği, şahsına ve partisine karşı“ideolojik bir harekât” olarak değerlendiren Başbakan Erdo-

ğan, bu yüzeysel AKP karşıtlığını, her zamanki gibi toplumukamplaştırmak için kullanmaya çalıştı. AKP karşıtlığının sı-nıfsal politik özünü çarpıtarak antikomünist, İslamcı-gerici veliberal bir kuşatmayla yeni bir kutuplaşma ekseninde direniş-çileri yalnızlaştırmaya çalıştı.

Bunun için başlıca üç yöntem kullandı. Birincisi, bildik, "ma-sum işçi eylemine, sol, terörist, komünist, muhalif sızmalar"söylemine bu sefer de başvuruldu. Amaç, direnişçileri bölüpçevrelerindeki desteği kopararak, AKP lehinde gerici-faşistbir saflaşmanın ideolojik meşruluğunu oluşturmaktı. İkincisi,AKP il örgütlerinden cemaatlere, İslamcı medyadan büyükoranda emek yoğun (ucuz, güvencesiz) işçi çalıştıran İslamcısermayeye, işçi ailelerinden çeşitli vakıf ve derneklere genişkesimler seferber edildi. Kuşatma ülke çapına yaygınlaştırıl-dı. Kuşatmanın sol gösterip sağ vuran üçüncü öğesi, direnişinyüzeysel AKP karşıtlığını yüceltip ardındaki sınıf politikasınıgizleyen sermaye medyasından parlamenter muhalefete her-kesi kapsadı. Bunlar, "sosyal patlama tehlikesinin" canlı kan-lı habercisi olarak Tekel direnişini iktidar çatışmalarının mal-zemesi yaparken, en korktukları şey, neoliberal dönüşümü tö-kezleten -sermaye iktidarını kesintiye uğratan- süreçlerinönünün açılmasıydı.

İşte direnişin tam bu noktadan ilerletilmesi; AKP karşıtlığınınişçi sınıfı siyaseti olarak politikleştirilmesi, yaygın-popüler

120120

‹fiÇ‹ HAREKET‹

ekel işçilerinin 78 gün süren Ankara direnişi, 2Mart'ta sona erdi. 2009 yaz aylarına uzanan hazır-lık dönemini ve marttan bugüne süren artçı eylem-leri de sayarsak, uzun ve öğretici bir süreç oldu.Direniş hakkında çok şey söylendi, yazıldı, çizildi.

Söylenen olumlu şeylerin tümünü sonuna dek hak etti. Türkiyeişçi sınıfı tarihinde Tekel gibi özgün etkileriyle anılan, çığıraçan, eşik atlayan pek az eylem vardır. Kavel, 15-16 Haziran,Yeni Çeltek, Tariş, Zonguldak ilk akla gelenlerdendir. Tekel di-renişi, daha tarih olmadan, işçi sınıfı hareketinde bir "tarihseldönüm noktası" diye anılmaya başlandı.

Tekel direnişi bir dönüşümün öyküsüdür. Tekgıda-İş'te(Türk-İş) örgütlü Tekel işçileri, 78 günde, taşlaşmış bir gele-neksel devletçi sendikal kabuğu çatlatıp, kendi sınırlı ufukla-rından hak mücadelelerinin ve yeni işçi hareketlerinin genişâlemlerine açıldılar. Dönüştüler. Dönüştükçe, uzun zamandırhasret kalınan "kazanma umudunu" yeniden ateşlediler. Dö-nüşümü "küçük" kazanımlarla pekiştirdiler. Özlük haklarınıkoruma çabaları işçilerin hak mücadelesine dönüştü. Sektörelbir işçi eylemi, hak mücadelesine dönüştükçe, halkın çoktan-dır unutulmaya yüz tutmuş "dayanışma eğilimlerini" canlan-dırdı. AKP iktidarının Tekel işçilerine dayattığı ucuz ve gü-vencesiz çalışma statüsü olan "4C", neoliberal dönüşümüngetirdiği güvencesiz yaşamın ortak simgesi haline geldi. Hal-kın ortak sorunlarının ve çıkarlarının da sesi haline gelen Te-kel direnişçileri, halkın saygısını ve güvenini kazandılar. Bunoktada, örneğin taşeron çalışma gibi güvencesizlikten değil,güvencesizleştirilmeye karşı tepkiden doğan Tekel direnişi,kendisiyle aynı neoliberal saldırıya uğrayanlar üzerinde yarat-tığı sarsıcı nesnel etkiyle önemlidir.

Sektörel bir işçi eyleminin, hak mücadelesiyle, içerik ola-rak genişleyip toplumsal olarak yaygınlaşması, eylemin po-litikleşme ve işçi sınıfının özneleşme gücüne güven tazele-di. Hak mağdurunu etkin bir direnişçiye dönüştüren bu sü-reç, epeydir kendisinden umut kesilen devrimci özneninyeni bir işçi hareketi olarak çok yakındaki dönüşünü habervermektedir. Dayanışma eğilimlerinin bu denli yaygınlığı,toplumsal muhalefetin yeni politikleşme eksenini göster-mektedir. Halkın parçalanmış gücünü birleştiren güvence-sizliğe karşı mücadele, toplumsal muhalefetin sürükleyicipolitik halkalarından biri haline gelmektedir. İşçi sınıfını,yoksulları ve öteki ezilen halk kesimlerini ortak bir çatışmaekseninde politikleştiren Tekel çadırı, kısa zamanda AKPiktidarına karşı ortak bir muhalefet çadırına dönüştü. Tekeldireniş çadırı, meşruluğunu esas olarak, sınırlı bir "AKPkarşıtlığı"ndan ya da haksızlığa uğrayanların "iktidardanhak ve adalet talebi"nden almamaktadır. Haklarını kesinlik-le pazarlık konusu yapmayan direnişçilerin, "Ölmek var,dönmek yok!" ve "Çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırak-mak istiyoruz!" sloganlarıyla dile getirdikleri talepler, meş-ruluğunu, AKP iktidarına ve neoliberal politikalara karşıtoplumsal muhalefeti ortaklaştırma gücünden ve halkındesteğinden almaktedır.

"Anlat›lan senin hikâyendir!""Ancak eğer Alman okur, İngiliz sanayi ve tarım işçilerinindurumuna omuz silker ya da iyimser bir biçimde Almanya'daişlerin bu kadar kötü olmadığı düşüncesiyle kendini avutursa,ona açıkça şunu söylemeliyim: 'De te fabula narratur!'" ("An-latılan, senin hikâyendir!") Marks Kapital'in Almanca birincibaskıya önsözünde Alman işçi sınıfına böyle seslenir… Dire-

AKP’nin ve neoliberalizmin dayatt›¤› güvencesizli¤e karfl› kurulan direnifl ça-d›rlar›, toplumsal muhalefetin sürükleyici halkas› ve iflçi s›n›f›n›n, yoksullar›nve ezilen halklar›n ortak sesi oldu. Meflrulu¤unu, AKP iktidar›na ve neoliberalpolitikalara karfl› toplumsal muhalefeti ortaklaflt›rma gücünden ve halk›ndeste¤inden ald›

Celal K›raç

78 günde devri âlem78 günde devri âlem

T

üvencesizliğe karşı yükselen hareketler, sınıfmücadelesinin yeni bir dönemini haber veriyor.Bu yeni dönemde, işçi hareketinde olduğu gibihak mücadelelerinde de kadın militanlığınındikkat çekici biçimde öne çıktığı görülüyor. Te-

kel direnişiyle Sakarya Meydanı, sınıf hareketindeki bu ye-nilenmenin habercisi olarak kadın militanlığının öne çık-masına tanık oluyor. İşte bu nedenle, Tekel direnişindekiişçi kadınların deneyimlerinin ışığını süzmek, hak mücade-lelerinde yeni yeni beliren kadın militanlığına ilişkin yolgösterici ipuçları sunabilir.

1. S›n›f hareketinin yeniden oluflum sü-recinde temel bir dinamik olarak kad›nve kad›n militanl›¤›n›n ortaya ç›k›fl› Dünyada ve ülkemizde işçi sınıfı hareketi tarihsel olarakyeniden oluşuyor, yeniden politikleşiyor. Kadınlar bu yeni-den oluşum ve yeniden politikleşme sürecinde temel bir di-namik olarak yer almaya başladı.

Ülkemizdeki işçi sınıfı hareketinin yeniden oluşum süre-cinde, güvencesizleştirmeye karşı mücadele öne çıkıyor.Tekel işçilerinin direnişi bu gelişim seyrinin en belirgin ör-neğini oluşturdu. Kadınlar, güvencesizliğe karşı hak müca-deleleri ekseninde gelişen sınıf mücadelesinin bu yeni bi-çim ve niteliğine kolayca uyum sağlıyorlar. Bu sayede mü-cadelede etkin rol alıyorlar. Çünkü kadınlar, güvencesizli-ğin yaygınlaştığı temel alanların başlıca toplumsal aktörle-ridir. Kadın katılımının geniş bir yer tuttuğu Tekel direni-şinde kadınlar, sayıları kadar dinamik etkileriyle de kendi-lerini gösterdiler. Bunun yanında, eylemlerde sürekli ön sı-ralarda yürüyen kadınlar, sendikanın geri tutumları karşı-sında her zaman yüreklendirici ve ateşleyici oldular. Dire-nişin sürekli kılınmasında, kadının cinsel-toplumsal olarakezilmişliğine de meydan okuyarak mücadeleye katılması,onu mücadele içinde hızla politikleştirirken, bir yandan dayaşam içindeki eşitsizlik ilişkilerini sorgular hale gelmesin-de etkili oldu.

Neoliberalizmin temel stratejilerinden ikisi olan güvence-sizlik ve kamusal hizmetlerin piyasalaştırılması süreçleri,en çok kadınları etkilemektedir. Çünkü güvencesizliğinyaygınlaştığı alanlar çoğunlukla kadın emeğinin yoğun ola-rak kullanıldığı alanlardır. Bunlar hizmet sektörü (özellikleözelleştirilen kamusal hizmet sektörü), tekstil, gıda, metal,elektronik gibi yeni sömürgelere kaydırılan ucuz ve yoğunemeğe dayalı geleneksel işkollarıdır. Bunun yanı sıra temelkamusal hizmetlerin piyasalaştırılması da kadın emeğinedayalı yeniden üretim alanına yönelmektedir. Kadınlar buiki saldırının hedefinde bulunan toplumsal aktörler olarak,işçi sınıfı hareketinin bu yeni tarihsel döneminde önemli birrole sahip hale geldiler.

Güvencesiz çalıştırmanın yaygınlaştığı hizmet alanları,ağırlıkla kadın emeğinin özgül niteliğini istihdam edenalanlardır. Kadınların zaten cinsiyete dayalı toplumsal işbölümü nedeniyle yapmakta ustalaştığı ev işlerinin bir ben-zeri olduğu iddia edilen hizmet ve üretim alanlarında ço-ğunlukla kadın emeği kullanıyor. Bu gibi işlerin "kadın iş-leri"ne benzerliği, kadın emeğinin topyekûn değersizleşti-rilmesiyle paralel biçimde ve işin niteliğinden bağımsızolarak 'ucuz-güvencesiz' emek kullanımına zemin hazırlı-yor. Elbette bu 'ucuz-güvencesiz' emek kadınınki oluyor.Güvencesizliğe karşı gelişen tepkilerde kadınları en önde

120

‹fiÇ‹ HAREKET‹‹fiÇ‹ HAREKET‹

Kad›n iflçilerKad›n iflçilerTekel direnifli, kad›n militanl›¤›n›n s›n›f hareketinin yeniden oluflumsürecinde temel bir dinamik olarak ortaya ç›kt›¤›n› gösterdi. Tekel kad›niflçilerinin özgün deneyimleri, ezilenlerin mücadelesinde yeniden sahneyeç›kan kad›n›n toplumsal özne olarak konumunun nas›l sürekli hale getirilece¤ine dair ipuçlar› veriyor

G

Tekel direniflinin ilkk›v›lc›m›n› çakan Abdi‹pekçi’deki sald›r›n›n

ard›ndan Türk-‹fl GenelMerkezi önünde toplan-

maya bafllayan iflçileraras›nda kad›nlar vard›.

O gün kad›nlar›n göz-lerinden okunan

kararl›l›k, sendikalbürokrasinin

çürümüfllü¤ünüaflacakt›

Elif Y›ld›z

Tekel direniflinin sürükleyici gücüTekel direniflinin sürükleyici gücüoplumsal hareket sendikacılığı (THS) kavramıilk kez, ilerici akademisyenler tarafından1980’lerde Brezilya, Güney Afrika, Güney Ko-re ve Filipinler’de ortaya çıkan militan, hareket-li sanayi sendikalarını anlamak için geliştirildi.

Yeni sendikal stratejiler THS olarak adlandırmaya başlanır-ken, bu akademisyenler yüzlerini bu örgütlenmeleri incele-meyi sağlayacak kavramsal bir çerçeve geliştirmek üzere,toplumsal hareket kuramına çevirdiler. Önemli sorunlarlakarşı karşıya kalan Kuzey’deki sendikaların da Güney’dekiyeniliklerden birşeyler öğrenebileceğini savundular.

Güney’in THS deneyimi, bu deneyimin gidişatı ve yarattı-ğı kuramsal sonuçlar daha kapsamlı biçimde çözümlenme-lidir. Bu durumun en önemli nedeniyse, bu hareketlerin dekendilerini yaratan politik, ekonomik ve işyeri koşullarınındeğişmesiyle birlikte yeni zorluklar; hatta bir kriz yaşıyorolmalarıdır.

120

‹fiÇ‹ HAREKET‹‹fiÇ‹ HAREKET‹

Tekel iflçilerinin direnifliyle yeniden gündeme gelen, emek hareketinin kri-zi, iflçi s›n›f›n›n yenilenme dinamikleri ve hak hareketlerine iliflkin tart›fl-malara küçük bir katk› olmas› amac›yla toplumsal hareket sendikac›l›¤›üzerine haz›rlanm›fl bir çeviri yaz›s›n› sunuyoruz

Güney Afrika örne¤iGüney Afrika örne¤i“Toplumsal hareket sendikac›l›¤›” kavram›, Türkiye’de ilk kez1990’l› y›llar›n ortalar›nda yayg›nlaflan “sendikal kriz” ba¤lam›nda,“S›n›f Hareketinde Yön” dergisi sayfalar›nda gündeme geldi.** S›n›fmücadelesinin ve iflçi s›n›f› hareketinin yaflad›¤› politik-örgütsel kriz,faflist devlet fliddeti ve sermayenin maddi üretim koflullar›nayönelik sistemli müdahaleleri taraf›ndan tek tarafl› biçimde belir-leniyor gibi göründü¤ü koflullarda, THS, kapitalist sald›rganl›¤a karfl›yükselen ilk militan iflçi tepkileri dalgas›n›n örgütsel ifadesi oldu.Ba¤›ml› kapitalist ülkelerde gerek bafll› bafl›na birer sendikal model(Brezilya, Güney Kore, Güney Afrika), gerekse iflçi s›n›f›n›n gerçekbir e¤ilimi (1991 Zonguldak kenti direnifli) olarak ortaya ç›kan“toplumsallaflm›fl iflçi hareketi” örnekleri, henüz “elvada proletarya”sözünün hakim say›ld›¤› bir dönemde, iflçi s›n›f›n›n dünya çap›ndakiyeniden do¤uflunun ilk iflaretlerini verdiler. THS, 1990’l› y›llar›n ikinciyar›s› ve 2000’lerde Türkiye’de giderek daha yayg›n biçimdetan›nan ve sa¤-sol yorumlara konu olan bir kavrama dönüflürken,yukar›da say›lan “klasik” THS örneklerinin ana mücadele konusuolmayan bir sorun da, dünya iflçi s›n›f›n›n bafll›ca gündeminedönüfltü: yayg›n mülksüzlefltirme ve güvencesiz çal›flt›rma.

Öte yandan toplumsal hareket sendikac›l›¤›n›n, merkez ülkelerinstatükocu sendikal modelinin tarihsel-pratik bir elefltirisi olan klasikörnekleri, 2000’li y›llarda yayg›nlaflan güvencesizleflme sald›r›s›nakarfl› mücadelede ve dolay›s›yla iflçi s›n›f› hareketinin tarihsel kriziniaflmada baflar›s›z oldular. THS modellefltirmesine temel oluflturanBrezilya, Güney Kore gibi örneklerde, bir dönemin militansendikalar›, yeni ortaya ç›kan güvencesiz iflçiler hareketlerinikucaklamakta önemli eksiklikler sergilediler ve yeni statükocuyap›lara dönüfltüler. Bir baflka deyiflle, belirli bir tarihsel döneme(1980’lere) özgü THS örnekleri de, ortaya ç›kan yeni güvencesiziflçi hareketleri ve neoliberal sald›r› ma¤durlar›n›n radikal do¤rudaneylem hareketleri taraf›ndan tarihsel-pratik bir elefltiriye tabi tutul-dular. 2000’li y›llar›n neoliberalizme karfl› geliflen toplumsalhareketleriyle yeni iflçi hareketlerinin birli¤inden do¤an halkhareketleri, klasik toplumsal hareket sendikac›l›¤› kab›na art›ks›¤mamaya bafllad›lar. Ba¤›ml› kapitalist ülkelerde 1980’li y›llar›nözgün koflullar› alt›nda oluflan politik halk muhalefetinin flemsiyekavramlar›ndan birisi olarak gündeme gelen klasik “toplumsalhareket sendikac›l›¤›n›n” bilinen örnekleri krize girerken, iflçis›n›f›n›n oldukça farkl› maddi, toplumsal ve politik koflullardaortaya ç›kan hak mücadeleleri, klasik THS kavram›n› aflan yenipolitik kavramlaflt›rmalara ihtiyaç duyuyor. Güney Afrika örne¤inedair tart›flmalar dönüflümün önemli yönlerine dikkat çekerken, biryandan da THS modellefltirmesinde neyin biçim, neyin özoldu¤unu anlamam›z›n ipuçlar›n› sunuyor. ‹flçi s›n›f› hareketi ise,1905 Rus devriminden bu yana bize ayn› ipucunu gösteriyor: “Kitlegrevleri ve kitle mücadelesi baflar›l› olacaksa, gerçek bir halkhareketine dönüflmeli, yani proletaryan›n en genifl kesimlerini kav-gaya çekebilmelidir”. (Rosa Lüksemburg, “Kitle Grevi”)

* Bak. “Sendikal Krize Güneyin Yan›t›: Toplumsal Hareket Sendikac›l›¤›, SHY,fiubat 1995, S. 1; http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=1078

THS’den halk›nhaklar› hareketine

T

Karl von Holdt*

Toplumsal hareket sendikac›l›¤›: Toplumsal hareket sendikac›l›¤›:

(bağlı sermaye grubu Tuskon’un ve eğitim kurumlarının11)uluslararası faaliyetleri hükümet desteğiyle yaklaşık 120ülkeye ulaşmıştır. Bunlara paralel olarak İHH (Ulusalarara-sı İnsani Yardım) gibi yardım/misyonerlik faaliyetleri ör-gütlenmektedir. Son dönemde de ABD’de, yeni vakıf olu-şumları ile desteklenen lobi faaliyetleri geliştirilmektedir.

Bu uluslararası faaliyetlerin bir tür emperyalizm olarak ta-nımlanmasının bir dizi dayanağı vardır: Tekelci sermaye-nin belli bir gelişim kaydetmesiyle, Türkiye dünyanın enbüyük 20 ekonomisinden biri haline gelmiş, sermaye ihraçetmeye başlamış ve G20 ülkeleri arasına alınmıştır. Türki-ye ordusunun katıldığı uluslararası askeri operasyonlarınsayısı giderek artmakta ve bu operasyonlarda daha ileri rol-ler alınmaktadır. Türkiye dışişleri diplomasisi, bölgesel po-litikaların şekillenmesinde etkin bir rol edinme arayışında-dır ve zaman zaman emperyalist güçlerle ya da gelenekselmüttefikleriyle de ihtilafa düşerek, “çok yönlü” bir dış po-litika iddiasını ortaya koymaktadır.

Emperyalist kapitalist sistemin, ülkelerin siyasal sınıflandı-rılması açısından bir değişim yaşadığı nesnel bir gerçeklik-tir. Üstelik dünyanın politik haritasında reel sosyalizminçözülmesiyle yaşanan değişime, “küreselleşme”yle birliktesermayenin hareket biçiminde yaşanan köklü bir değişimde eşlik etmiştir. Türkiye de bu değişimin dışında değildir.Bir dönem SSCB sınırında emperyalist kapitalist sisteminön cephe ülkesi olarak konumlanan Türkiye, reel sosyaliz-min yıkılmasının ardından emperyalizmle bütünleşmemiş

120

EMPERYAL‹ZM

120

EMPERYAL‹ZM

ürkiye’nin bugünkü uluslararası konumu ta-nımlanırken, gerek egemenler içinde gerekseliberal ve ulusalcı eğilimlerin etkisi altındakisol çevrelerde çoğu zaman adı konmadan kabuledilen bir saptama var: “alt-emperyalizm”.

Türkiye egemenleri, Soğuk Savaş sonrası yeni-sömürgeci-liğin hedefindeki bölgelerde ekonomik, askeri ve politik fa-aliyetlerini giderek tırmandırma eğilimine girmiştir. Kaf-kaslar, Orta Asya, Balkanlar, Ortadoğu ve Afrika artık Tür-kiye sermayesinin, diplomasisinin ve ordusunun faaliyetalanındadır. Özellikle AKP iktidarıyla birlikte Türkiye’ninyükselen bir bölgesel güç olduğu ya da olabileceği; yayıl-macı bir politikaya yöneldiği, emperyalist hiyerarşide ara

bir konum elde ettiği öne sürülmektedir.

Özal (ve müteakiben Demirel-Çiller) döneminde Musul-Kerkük hayallerini canlandırarak; Kafkasya’da, Orta As-ya’da darbeler tezgahlamaya çalışarak; çevre ülkelerde mü-teahhitlik yatırımlarına girişerek ilk girişimlerini sergileyenbu siyaset, AKP döneminde belli bir olgunluğa erişmiştir.

Kafkasya, Ortadoğu ve Afganistan-Pakistan’daki ihtilafla-rın emperyalist sistemle uzlaşmaya dayalı bir çözümü içindiplomasi faaliyetlerine hız verilmiştir. TSK’nın katıldığıuluslararası operasyonlara Lübnan, Aden Körfezi (Somali),Afganistan-Pakistan da eklenmiştir. Türkiye sermayesininOrtadoğu, Orta Asya, Afrika ve Doğu Avrupa’daki faali-yetleri tırmanışa geçmiştir. Fethullah Gülen cemaatinin

Türkiye art›k dünyan›n en büyük 17. ekonomisi, sermaye ihraç ediyor, dörtbir yana asker gönderiyor, emperyalistlere ve geleneksel müttefiklerekarfl› ‘diklenmiyor ama dik duruyor’, çok yönlü bir d›fl politikaya yöneliyor... Yoksa y›llar›n yeni sömürgesi birden emperyalist bir güce mi dönüflüverdi!

Türkiye bölgesel biremperyalist güç mü?Türkiye bölgesel biremperyalist güç mü? Alt-emperyalizm kavram› ilk olarak Ba¤›ml›l›k Okulu teorisyen-

lerinden Ruy Mauro Marini taraf›ndan Brezilya’n›n 1970’lerdea盤a ç›kan yeni uluslararas› rolünü tan›mlamak için kullan›l›r.Marini, Brezilya’n›n yüzlerce y›ll›k sömürge geçmiflinin ard›ndan,emperyalizme ba¤›ml› bir endüstriyel geliflme ile yeni birekonomik yap›ya kavufltu¤una dikkat çeker. “Brezilya’n›n LatinAmerika ve Afrika’daki yay›lmac› politikas›, yeni pazarlar ara-man›n ötesinde, hammadde kaynaklar› üzerinde kontrolkazanma yönünde bir giriflime denk düflmüyor mu? Dahas›,Arjantin gibi potansiyel rakiplerin bu kaynaklara erifliminiengellemeye denk düflmüyor mu? Brezilya, yabanc› ülkelereolan kamu borçlar› sürekli büyürken esas olarak devletkanal›yla ama ayn› zamanda çeflitli ülkelerde kaynaklar›sömürmek için faaliyet yürüten finans gruplar›yla iliflkili sermayekanal›yla sermaye ihraç etmektedir. Bu sermaye ihrac›, Brezilyagibi ba¤›ml› bir ülkenin yapabilecekleri ba¤lam›nda çok özel birsermaye ihrac› olarak göze batm›yor mu? 1968’i izleyen y›llardamali sermayenin ola¤and›fl› gelifliminin yan› s›ra, son y›llardaBrezilya’da a盤a ç›kan h›zland›r›lm›fl tekelleflme sürecini ak›ldatutmak da iyi olur.” Marini, Brezilya’y› emperyalistler ilesömürgeler aras›nda bir konuma yerlefltiren bu süreci de alt-emperyalizmin a盤a ç›k›fl›n›n en iyi örne¤i olarak tan›mlar.

Emperyalist-kapitalist sistemin 1960-70’li y›llar›n ard›ndanyaflad›¤› de¤iflimin, özellikle de reel sosyalizmin y›k›lmas›n›nard›ndan, devletlerin uluslararas› konumlar›n› tan›mlayacak yenibir s›n›fland›rma ihtiyac›n› ortaya koymas› ve böylesi birs›n›fland›rman›n henüz oluflturulamam›fl olmas› alt-emperyalizmkavram›n›n giderek daha yayg›n biçimde kullan›lmas›n› daberaberinde getirir. Kavram Ba¤›ml›l›k Okulu’nun takipçilerindenTroçkistlere kadar pek çok çevre taraf›ndan farkl› ba¤lamlardakullan›lmakta; Kanada ve Avustralya’dan Çin ve Rusya’ya,Hindistan ve Brezilya’dan Güney Afrika ve Türkiye’ye pek çokülke alt-emperyalist olarak adland›r›labilmektedir.

Alt-emperyalizm kimi zaman Ba¤›ml›l›k Okulu’nun “yar› çevre”kategorisini, kimi zaman emperyalist kapitalist sistemin baflatgüçlerine göre geç kapitalistleflmifl ama sonradan onlar kadarolmasa da emperyalist iddialar›n peflinde koflabilecek belli birgeliflmifllik düzeyini yakalam›fl bir ülkeyi, kimi zaman da geliflkinbir yeni-sömürgeyi tan›mlamak için kullan›lmaktad›r. Alt-emperyalizm, bu üç kullan›m biçiminde de asl›nda farkl› teoriksistematiklerden yola ç›k›larak yap›lan bir e¤retilemeden ibaretgörünmektedir.

IV. Bunal›m Dönemi’ni karakterize eden temel kriz dinamik-lerinden biri, ABD emperyalizminin hegemonyas›n›n çözülme-sidir. Alt-emperyalizm de, bugün, as›l olarak IV. Bunal›mDönemi’nin krizinden do¤an yeni uluslararas› süreçleri kavram-sallaflt›rma aray›fl›n›n bir ürünüdür. ABD hegemonyas›ndakiçözülme e¤ilimleri, reel sosyalizmin eski merkezlerinin yaflad›¤›kapitalist dönüflüm süreçleri, bölge devletlerinin bir arayagelmelerinden do¤an bölgesel güç olma e¤ilimleri, yeni-sömürgeler kufla¤›nda yaflanan katmanlaflma yeni bir aç›klay›c›kavramsal çerçeve ihtiyac›n› do¤urmaktad›r.

Alt-emperyalizm

T

Levent Kara

Page 2: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

2

ürkiye yeni bir siyasallaşma dönemine giriyor. Bu hiçbir siyasal öznenin dışında kalamayacağı; ya yeni-lenerek sürece etkin müdahale edeceği ya da etkisiz kalarak çözüleceği köklü bir dönüşüm süreci olacak.Bu sürecin belirleyici politik öznesi, hiç kuşku yok ki, işçi sınıfı hareketidir. 1980'lerden 1990'ların sonla-rına dek birinci kuşak neoliberal saldırı dalgası karşısında savunmacı hareketinin bastırılmasıyla uzun birsessizliğe gömülen işçi sınıfı, güvencesizleştirmeden ve güvencesizlikten doğan işçi ve hak hareketleriy-le sınıflar mücadelesinde "tehlikeli bir düşman" olarak yerini aldı. Güvencesizlik, işçi sınıfı hareketinin ye-ni bir siyasallaşma eksenini oluşturuyor. Ancak işçi sınıfı hareketinin bastırılmasıyla, onun ağır bedellerödenmiş yenilgisinin üstüne basarak yerleşik bir düzen haline gelen neoliberal dönüşüm, güvencesizler-den yükselen yıkıcı tehditle yeni bir siyasallaşma sürecine girdi. Bu süreçte egemenler arası iktidar sava-şımları ikinci plana düşerken, düzen derinleşen krizinden emeğe yönelik kapsamlı bir saldırı planıyla çık-maya çalışıyor.

İşçi sınıfının neoliberalizme karşı ilk savunmacı başkaldırısının eski rejimin bütün egemen güçlerinin gö-rece ittifakıyla bastırılması, düzenin neoliberal ilkelerce dönüşümünün önünü actı. Sınıf hareketininbastırıldığı bir ortamda daha ellerinin kanı kurumadan egmenler, yeni düzenin iktidarı için şiddetli birçatışmaya tutuştular. Tarihin cilvesine bakın ki, 2010'u yarıladığımız bugünlerde, artık eski rejimin ege-men kanadının da bazı tasfiye operasyonlarıyla direncinin kırıldığı bir dönüm noktasına gelindi. Eski re-jimin egemen iktidar gücü olan asker-sivil bürokrasi seçkinlerinin direnci epey kırıldı. İktidar blokunungerilerine itilerek, en azından belli bir süre, siyasal-toplumsal bir güç olarak belirleyici bir konumdan uzak-laştırıldı. Böylece egemenler arası iktidar savaşımını temel alan siyasallaşma ekseni bütünüyle önemini vegüncelliğini yitirmese de (zaman zaman yine gündemin ilk sıralarına tırmandırılsa da) artık eskisi kadarsiyasallaştırma gücü kalmadı. Eski seçkinlerin direnci kırıldıktan sonra, onlardan devralınan miras, AKPiktidarı tarafından neoliberal donanımlarla pekiştirilerek sürdürülmektedir. AKP, İslamcı liberal bir rejimbiçimiyle sömürge tipi faşizmin iktidarına yerleşti. İslamcı hareketten getirdiği teşkilatçılık yeteneklerinive kendisiyle ilişkili sanayi, ticaret ve finans burjuvazisinin sınıfsal dinamizmini devletin geleneksel geri-ciliğiyle buluşturan AKP, ikinci büyük dönüşümün eşiğine geldi.

Bu dönüşüm sürecinde ilk hamleyi merkez sağ ve geleneksel devlet yapısı üzerindeki hegemonyasını ge-nişleterek yapmaktadır. İktidara tırmanırken "özgürlük", "değişim" ve "demokrasi" kavramları üzerindehegemonya kuran AKP, şimdi en sıkıntılı olduğu konuda, yani "devlet"in sahiplenilmesi konusunda he-gemonya girişimlerini artırmaya başladı. Sırada "cumhuriyet", "Atatürk" ve "TSK"nın sahiplenilmesi var.Bu kavram ve kurumlar üzerinde hegemonya kurmak, iktidarını borçlu olduğu çatışmanın doğası gereğiöteki kavramlarda olduğu kadar kolay olmasa da, bunu bir zorunluluk olarak gerçekleştirmek durumun-da. AKP hegemonyasını "klasik bir merkez sağ partiye" doğru genişletmek, eldeki kuşu ürkütmeden, ora-da birikmiş olan devlet deneyimini de iktidarına katmak zorunda. İslamcı entelektüellerin yeni bir devlettanımı arayışları (Ali Bulaç, "Kerim devlet", Zaman, 24/04 ) bunun bir örneğini oluşturmaktadır. Yine

Neoliberalizme karfl› savunmac› tepkilerinin yenilgisinden sonra uzun bir sessizli¤egömülen s›n›f hareketi, üzerindeki ölü topra¤›n› at›yor. Ad›m ad›m izleyerek, AKPiktidar›n›n huzurunu kaç›ran güvencesiz iflçi hareketleri ve halk›n hak mücadeleleri,devrimci öznenin güvencesizlik k›l›¤›ndaki muhteflem dönüflünü haber veriyor

Yeni bir siyasallaflmadönemine girerkenYeni bir siyasallaflmadönemine girerken

T

Page 3: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

3

Atatürk ve 1923 cumhuriyet döneminin ilk atılımının büyük tarihivizyonu, bir muasır medeniyetleşme atılımı olarak bugün AvrupaBirliği üyeliğinden neoliberal hak ve özgürlüklere kadar AKP'yleilişkili burjuvazi tarafından sahiplenilmektedir. (Aktaran Ergin Yıl-dızoğlu, "Kemalizm öldü, Yaşasın Kemalizm", Cumhuriyet, 12/05,Gökhan Bacık (Zaman yazarı)-Dariush Zahedi, Foreign Affairsweb sitesi) Yine AKP, toplumsal muhalefet eylemleri karşısındagösterdiği düşmanca tepkiyle İslamcı, piyasacı gericiliğine şimdi bir de tipik faşist, antikomünist gericili-ği eklemiş oldu. Elbette bütün bunlar İslamcı hareketin ve devletin geleneksel yapısında belirleyici dina-mikler olarak zaten vardı; ancak bunlar, AKP'nin son atılımlarıyla neoliberal çerçevede yeni bir sentezeulaştırılmaktadır. Böyle bir sentez sayesinde, bir zamanlar AKP'nin etkili bir ideolojik silahı olan "iktidar-dayken muhalif" görünmek ve bunun söylemiyle ezilenlerin desteğine kazanma siyasetinin yetmezlikleride giderilecektir. Buradaki can alıcı sorun, neoliberal kapitalizminin krizi derinleştikçe, eski çatışmanındoğası gereği devlete (yargıya, TSK'ya) yeni görevler verme sürecindeki yetmezliklerin aşılmasıdır.

Böylece yenenler yenilenlerin bütün devlet geleneğini kendi iktidarına katarak, artık birinci plana yükse-len siyasallaşma ekseninde olgunlaşan uzlaşmaz çelişkilerle ve büyük kriz dalgalarıyla karşılaşmaya ha-zırlanabilirler. Eski rejimin bir eleştirisi ve aşılması olarak neoliberal kapitalizmin iktidarına gelen AKP,ömrünü tüketmiş statükocu düşmanlarını çok kolay alt etti ve devrimci hareketin olmadığı koşullarda hal-kın politik muhalefetini bir süreliğine de olsa denetim altına aldı. Ancak o büyük iktidar başarısının kaçı-nılmaz sonucu olarak her geçen gün büyüyen başka bir düşman yarattı. O düşman, güvencesizlik kılığın-da her gittiği yerde AKP iktidarını adım adım izleyerek huzurunu kaçıran devrimci işçi sınıfından başka-sı değildir.

Güvencesizlikten doğan dinamiklerin, geleneksel hiçbir muhalefet kalıbına sığmayan hareket biçimleri,iktidar tarafından dinci-piyasacı gerici, antikomünist bir söylemle "tehlikeli sınıflar" olarak baş düşmanilan edilmelerine yol açtı. Güvencisizlikten doğan işçi ve hak hareketleri, henüz politikleşmiş bir sınıf ha-reketi olarak tarihsel sahnede yerini almamışken bile iktidarın artan tedirginliği, yürünmesi gereken yolailişkin ipuçları vermektedir. Bu ipuçları, hak hareketlerinin, neoliberal programı kesintiye uğratabilme po-tansiyelinde görülmektedir. Yine bu ipuçları, hak hareketlerinin, iktidarın gündelik yürütme etkinliklerinekarşı sıklaşan şaşırtıcı baskınlarında ve sendikal bürokrasiyi taraf olmaya zorlayan fiili müdahalelerindegörülmektedir. İşte egemenlerde uyanan tehdit hissinin pratik temeli budur.

Ancak bu noktaya kolay gelinmedi. Türkiye işçi sınıfı ağır yenilgilerden geçip büyük bedeller ödeyerekgüvencesizlik eksenli yeni siyasallaşma eksenini yakaladı. 1980'lerden 2000'lere neoliberal yeni sömürgekapitalizminin yerleşik bir düzene dönüşmesi, temelde egemenler arası iktidar çatışmalarından doğan ye-nilgi ya da zaferlere bağlı olarak gerçekleşmedi. İşçi sınıfının yüzlerce yıllık kazanımlarını temsil eden bi-

Page 4: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

4

rikiminin faşist baskı ve güdümleme yöntemleriyle yenilgiye uğratılmasıyla oldu. Bu dönemde yükselensol, emek ve toplumsal muhalefet hareketleri ardı ardına liberal-ulusalcı/milliyetçi-sosyal demokrat eksen-lerde oluşan iktidar saldırılarıyla bastırıldı. Yeni düzenin iktidarına oynayan egemen siyasal güçler, dev-rimci öznenin tasfiyesinde mutabakata vardılar. 12 Eylül faşizminden, sosyalizmin yenilgisinden ve ilk ne-oliberal uygulamalardan doğan saldırıların yoğunlaştığı zorlu koşullarda gelişen militan kadro yapısı vemücadele birikimi tasfiye edildikten sonra, emek hareketi ve işçi sınıfı, uzlaşmacı sendikal bürokrasi ka-nıyla büyük ölçüde denetim altına alındı.

Bu dönemde işçi sınıfının siyasallaşma eksenini, işçi sınıfının tarihsel birikimini ve kazanımlarını tasfiyeeden neoliberal saldırı karşısında, kazanımları koruma mücadelesi oluşturdu. Ne var ki, bu mücadele bu-günkü hak mücadelelerinden farklı bir çerçevede ortaya çıktı. Savunmacı-korumacı bir eylem tarzıyla ge-lişen hareket, güvencesizleştirilmeye karşı ülke çapında bir savunma hattı oluşturup hareketi siyasallaştır-maktan ziyade, yerel, bölgesel, sektörel ölçekte tek tek kazanımlara odaklanan bir eylem çizgisi izledi. Busavunma hattıyla, neoliberal saldırı programından doğan büyük mülksüzleştirme, metalaştırma ve işçileş-tirme dalgasının sınıfsal dinamizmini, devrimci özneyi oluşturacak biçimde örgütleme şansı yoktu. Dev-rimci hareketin bulunmadığı koşullarda toplumsal muhalefet ya da Kürt hareketiyle de buluşamayarakkendi sınırlarında yetersizliğe düşen emek hareketinin, engelleyemediği neoliberal dönüşümün yerleşik birdüzen kazanmasıyla o günlere özgü siyasallaşma dönemi de sona ermiş oldu.

Yeni siyasallaşma döneminin eksenine güvencesizlikten doğan hareketler yerleşti. Bugüne dek halkın hakhareketleri ve güvencesiz işçi hareketleri olarak kendini gösteren bu siyasallaşma süreci, bütün ücretlile-rin güvencesiz işçiye dönüştürülmeleri ve halkın toplumsal yaşamının güvencesiz bir yaşama dönüştürül-mesinden gücünü almaktadır. Burada güvencesizlik, toplumsal yaşamın ve ücretli çalışmanın temelineyerleşerek hem işçi hareketlerinin, hem de halkın hak mücadelelerinin ortak keseni durumundadır. Süre-cin, güvencesizliğin işçi hareketlerini, hak mücadelesinin ise halk hareketlerini ilgilendirmesi gibi bölün-melere uğratılması gerçeklerle örtüşmez. İşçilerin hak mücadelesinden başlayıp da düz bir evrim çizgisiizleyerek halkın hak mücadelesine ulaşılacağı ya de tersi bir yaklaşım ilerletici olamaz. Daha başındanitibaren süreç, bütün alanlardaki hak mücadelelerini birlikte ele alan bütünsel bir yaklaşımla örgütlen-melidir. Bu iki süreç iç içe geçmiş, birbirini tamamlayan mücadelelerden oluşmaktadır. İşçi sınıfı hareke-tinin bu yeni siyasallaşma sürecinin başarısı, birbirinden ayrışmaya zorlanan sınıfsal, siyasal ve toplumsaldinamiklerin birleşik bir sınıf hareketi olarak politikleştirilmesine bağlıdır. Mühendis, doktor, avukat, dev-let bürokrasisinde çalışanlar olarak orta sınıflar her geçen gün güvencesizleşerek işçileştiriliyor. Gelenek-sel işçiler yeni güvencesiz statülerde yeniden işçileştiriliyor. Bir güvencesizlik olgusu olarak işsizlik, işçisınıfının yapısal etkin bir parçası haline geliyor. Bütün bunlar halkın yoksullaştırılması ortamından besle-niyor. Başta Kürtler bütün ezilenler, salt kimlik özelliklerine indirgenerek neoliberal düzenle bütünleştiril-meye çalışılıyor. Tarımsal üreticiler, doğanın-çevrenin acımasızca tahribatıyla birlikte yıkıma uğratılıyor...

İşte bütün bu hareketleri ortak kesen öznelik konumu proleterlik konumudur. Proleterlik konumu, neoli-beral kapitalizmin derinleşen krizlerinden temel çıkış politikası olarak geliştirilen, "emek maliyetlerininucuzlatılması ve emeğin güvencesizleştirilmesi" politikalarının zorunlu bir sonucudur. Yeni işçi eylemle-rine sert tavırlarla yaklaşan AKP iktidarının da eli mecbur ödünsüzce derinleştirdiği bu temel politika, gü-vencesiz işçi sınıfını, bütün ezilenlerin "evrensel temsilcisi" durumuna getirmektedir. Bu evrensel devrim-ci proleterlik konumu olmadan, "adil paylaşım", "sürdürülebilir çevre", "hayırsever dayanışma" gibi poli-tikalarla diğer bütün hareketlerin düzen tarafından eklemlenmeleri olasıdır. Neoliberal düzen, yalnızca, de-rinleşen krizlerinden ve dayandığı olmazsa olmaz güvencesizleştirme politikalarından dolayı işçi sınıfınınyeni proleterlik konumuyla uzlaşamamaktadır. Tekel, İtfaiye, Marmaray ve taşeron sağlık işçilerinin ey-lemlerinde görüldüğü gibi, güvencesizlik, bu eylemler sayesinde bütün muhalefet kesimlerinin yüzleştiğive buna bağlı olarak vaziyet almaya zorlandığı bir siyasallaşma dinamizmini oluşturmaktadır.

Her yeni siyasallaşma dönemi, bir önceki dönemin siyasal sınıfsal yapılarında kaymalarla, yer değiştirme,çözülme ve yeniden yapılanmalarla gelmektedir. Daha dün "laik-ulusalcı orta sınıfların cumhuriyet mi-tingleri"yle coşarak AKP'yi "boş varoş edebiyatı" yapmakla suçlayan CHP teşkilatçıları, bugün "orta sı-nıf-yoksullar ittifakıyla" önlerine çıkan sol-liberal iktidar fırsatını yakalamaya çalışıyorlar. Eski bürokrasiseçkinlerini ve sosyal demokrat halkçı eğilimleri temsil eden geleneksel parti içi akımların; Kemalist, ulu-

‹flçi s›n›f›hareketinin

yeni siyasal-laflma

sürecininbaflar›s›, bir-

birindenayr›flmaya

zorlananulusal,

s›n›fsal,siyasal vb.

dinamiklerinbirleflik bir

s›n›f hareketiolarak politik-

leflmesineba¤l›d›r.

Halk›nba¤r›ndaki

bütün politik-leflme biçim-

lerini ortakkesen öznelik

konumu,"proleterlik

konumu"dur.Bugün prole-

taryan›n vetüm halk›n

ortak ç›kar-lar›n›n temsil

bayra¤›güvencesiz

iflçi s›n›f›n›nve halk›n hak

mücadeleleri-nin elindedir

Page 5: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

5

salcı, laik, halkçı ve liberal ideolojilerin kırmasından oluşan eklektik bir sol liberal yapılanmayla bu hede-fine ulaşıp ulaşmayacağı ayrı bir konu. Ama CHP'yi bu noktaya getiren toplumsal sınıfsal temeldeki kök-lü değişimler ve çözülmeler, bütün sol-yasal partileri ve parti girişimlerini de aynı oranda etkilemektedir.Bütün sol partiler, üzerinde yükseldikleri temelin yeni siyasallaşma gereklerine yanıt verme zorunluluğuy-la karşı karşıyalar. Üstelik aynı temele ve kulvara neoliberal siyasallaştırma ilkeleriyle -şimdilik en azın-dan söylem düzeyinde- yönelen CHP'yle birlikte bu sefer zorlu bir rakiple de karşı karşıyalar. Güvence-sizlerin uzlaşmaz militan eylemlerinde yankılanan sınıflar mücadelesi, onları, yeni sol liberal reformistçizgiyle aralarına kalın duvarlar örüp güvencesiz işçilerin ve halkın hak mücadelelerinin devrimci militançizgisiyle yakınlaşma noktasında yüzleşmeye zorlamaktadır. Farklı sol yapıların hareket noktası ne olur-sa olsun, "cumhuriyetin kazanımlarının sosyalist bir eksende korunmasını" bir siyasallaşma ekseni olarakbenimseyenlerden, "Müslüman demokratlara kadar uzanan bir ittifaklar ekseniyle statükocu devlet bürok-rasisini kuşatmaya" kalkışanlara dek, er geç hepsinin geldiği ortaklaşma-yüzleşme hattı budur.

Bir zamanlar burjuva liberal haklar katalogunda bulunması nedeniyle güvensizlik duyulan "haklar" kav-ramı, bugün büyük ölçüde halkın hakları mücadelesinin militan emeğiyle toplumsal muhalefetin ve solunmerkezine yerleşmeye başladı. Güvencesizliğe karşı militan mücadeleler sayesinde, haklar kavramı, dev-rimci stratejilerin kurucu kavramları olarak yeni bir çerçevede yeniden üretilebileceği yönünde devrimcisol-sosyalist-komünist akımların ve militan aydınların-akademisyenlerin ilgi ve güvenini çekmeye başla-dı.

1980'lerin ortalarından bugüne dek, 12 Eylül faşizmine karşı demokrasi mücadelesinden neoliberalizmekarşı taşeron işçilerin ve halkın hak mücadelelerine dek, Halkın Devrimci Yolu'nun üzerinde yürüdüğü si-yasal çizginin temel başarısı tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Güvencesizlikten doğan uzlaşmaz çeliş-kiler ve buradan doğan çatışmalar, işçi sınıfının devrimci siyasallaşma ekseni olarak yeni bir sınıf hareke-tini haber vermektedir. Bunu anlamak için parlak bir öngörü yeteneği ya da derin bir uzak görüşlülük ge-rekmiyor. Türkiye solunda pek çok akımda böyle bir yetenek ve birikim bulunmaktadır. Ancak sorun şuki, böyle bir anlayışın, güvencesiz işçiler, ezilenler ve yoksul halk için inandırıcı ve sürükleyici bir dev-rimci sosyalist çizgi olarak örgütlenmesi o kadar da kolay olmuyor. Bunun için, devrimci hareketin ve so-lun, devrimci geleneğiyle yenileyici güncel çatışmalar ekseninde buluşma isteği ve iradesi de gerekli. Böy-le bir çizginin, bugünün sosyalizmini temsil eden devrimci bir çizgi olarak örgütlenmesi için ısrar ve ka-rarlılık da gerekli. Sürekli güvencesizleştirilen işçi sınıfı ve haklarından yoksun bırakılan yoksul halk kit-leleri içinde bulunmayı, devrimci-özgürleştirici bir yaşam tarzı olarak yeniden üretmek de gerekli. Dev-rimci sosyalist mücadelenin yıllardır biriktirdiği özgürleştirici kültürün, militan mücadele ahlakının, yol-daşça güven ilkesinin, örgütlenme kültürünün ve tam bir adanmışlık duygusunun somut pratik bir çizgiyedönüştürülmesi de gerekli.

Uzun yıllardır sola, ezilen halka ve işçi sınıfına yönelen faşist baskı, terör ve asimilasyon koşullarında el-bette bunu başarmak kolay değil. Her yeni siyasallaşma dönemi, salt genel anlamıyla siyasal toplumsalkaymalar ve çözülmelerle değil, eski döneme özgü militan siyasal yapı ve kuşaklarda çözülmelerle de gel-mektedir. Ancak özünde bir yenilenme ve yeniden siyasallaşma sorunu olan bu sorunun aşılmasının teme-linde, yeni döneme özgü devrimci eylem çizgisinin ve politik hareket kuşağının yaratıcı, özgürleştirici vemilitan bir tarzda yaratılması yatmaktadır. Yine bu sorunun temelinde, toplumsal muhalefetin ileri bari-katlarında çatışarak üzerinde yürüdüğü çizgiyi gerçekleştiren militanların, örneğin özgün bir "hak müca-delesi militanlığıyla" politikleşen yeni kuşaklarla buluşmaları, açılıp çoğalmaları bulunmaktadır. Yine busorunun temelinde, üzerinde yürünen çizginin toplumsal muhalefet hareketlerine, güvencesiz işçi hareket-lerine, halkın hak mücadelesi hareketlerine ve devrimci harekete dönüştürülerek aşılması bulunmaktadır.

Yine yeni bir siyasallaşma dönemine giriyoruz. İşçi sınıfı ve sosyalizm mücadeleleri tarihinin bütün poli-tik hareket kuşaklarına öğreti olmuş çok bilinen bir kuralı vardır. Bütün siyasal yenilenme ve atılım süreç-leri, mücadelenin bütün yükünü çeken militanların şöyle derin bir nefes alıp hep yeni baştan başlama ta-zeliğiyle sürecin ilerici dinamiklerine yüklenmeleriyle başarılacaktır. "Yanılsama içinde olmayan komü-nistler, umutsuzluğu açık kapı bırakmayanlar, olağanüstü zor görevlerde tekrar tekrar 'baştan başlama' gü-cü ve esnekliğini koruyabilenler yok olmaya mahkum değildirler." (Lenin)

Halk›nDevrimciYolu'nunüzerindegeliflti¤isiyasal çizgi,güvencesiz-likten do¤ançat›flmalareksenindesiyasallaflanyeni bir s›n›f›hareketiningelece¤inimüjdeliyor."Hakmücadelesimilitanl›¤›yla"politikleflenyeni kuflaklar,devrimcihareketin vesosyalizmindevrimcigelene¤iylebu çizgidebulufluyor

Page 6: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

6

ürkiye yeni bir siyasallaşma dönemine girdi.Bugünden başlayarak genel seçime uzanan birsüreçte siyasetin yapısında ve öznelerinde kök-lü bazı değişimleri ortaya çıkaracak koşullarolgunlaşıyor. Neoliberal dönüşüme, çeşitli

krizlerden geçerek yerleşik bir düzen niteliği kazandıranAKP iktidarının başarısı, aynı zamanda kendi sonunu dahazırlıyor. Eski rejimin asker-sivil bürokrasi seçkinlerininalt edilmesiyle güçlenen AKP iktidarı, kendisi dâhil kimse-nin dışında kalamayacağı yeni bir siyasallaşma sürecininönünü açmış oldu. Kapanmakta olan döneme özgü siyasal-laşma ve iktidar savaşımı öznelerinin kazanarak ya da kay-bederek de olsa eski konumlarını yitirmeleri, AKP'nin veonun ters simetrisinde mevzilenen CHP'nin yeniden yapı-lanmalarını zorunlu kılıyor. Koşullar nesnel olarak CHP'yi,

AKP iktidarının yumuşak karnında tepkileri biriken işçi sı-nıfının/halkın düzenle bağlarının zayıfladığı kırılgan alan-lara itmektedir. AKP ise tam anlamıyla bir sermaye partisiolmasının gereğini yaparak iktidarını derinleştirmenin veemeğe yeni saldırı programlarının peşinde.

CHP'de yenilenme mutabakat›;ama hangi eksende?Cumhuriyetin kurucu partisi CHP'nin siyasallaşma süreçle-ri, o zamandan beri iki ana akımın parti içi iktidar mücade-lesinin sonuçlarına bağlı olarak biçimlendi: Asker-sivil bü-rokrasi seçkinlerinin devletçi, ulusalcı, statükocu çizgisi vesosyal demokrat, halkçı çizgi. Kapitalizmin özellikle krizve yeniden yapılanma koşullarına bağlı olan bu iki çizgidenbiri egemen parti çizgisi olarak öne çıktı. Neoliberal yeni

AKP’nin kriz sinyalleriAKP’nin kriz sinyalleri

T

Türkiye’nin yeni siyasallaflma ekseninde:Türkiye’nin yeni siyasallaflma ekseninde:

Page 7: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

sömürge kapitalizminin kriziyle ve AKP iktidarının yavaşyavaş inişe geçmeye başlamasıyla birlikte, şimdi CHP desancılı ve uzun bir yeniden yapılanma sürecine girdi. Partiiçi akımların, partinin kitle temelinin, sermaye temsilcileri-nin ve görüldüğü kadarıyla popüler halk temennisinin mu-tabakatıyla kurultayda kuvvetli bir yenilenme isteği ortayaçıktı. Düzenin beklentileri açısından Kemal Kılıçdaroğ-lu'nun genel başkanlığında somutlanan bu mutabakatınönünde şimdi ciddi bir yenilenme şartı var: Neoliberal kri-zin yıkımından doğan emek eksenli tepkileri sisteme ek-lemleme ve gene bu süreçte ortaya çıkan neoliberal kimlikgerilimlerini yeni düzenle uyumlu hale getirme. Kısacası,uzun zamandır yeri doldurulamayan sol liberal partileşmeboşluğu, düzenin ana akım sol partisiyle doldurulmak is-tenmektedir… Elbette bunlar evdeki hesap. Çarşı hesabı,yani piyasaların, sokağın, kırk yıllık taşlaşmış parti yapısı-nın, partinin geleneksel kitle temelinin, partinin halkla/işçisınıfıyla ilişkilerinin ve yeni genel başkanın kişisel dönüşü-münün barındırdığı gerilimlerin hesabı, işte onu süreç gös-terecek. Ama sürecin bugün gösterdiklerine bakacak olur-sak:

CHP'nin 33. Genel Kurul'u (22-23/05) yapıldı. Kemal Kı-

lıçdaroğlu yaklaşık bütün delegelerin oyuyla partinin 7. ge-nel başkanı seçildi. Kurultayda öyle bir hava esti ki, sankiepeydir eski rejimin "tutucu" mevzilerine sinmiş bir vazi-yette bekleyen "sol değişim hareketi", Deniz Baykal'ın çe-kilmesiyle, atılım yaptı. Sanki AKP'nin "değişimcilik" nok-tasındaki hoyrat hegemonik üstünlüğü karşısında başıönünde ezik bir şekilde dolaşan sol, yıllardır beklediği fır-satı yakaladı: Sanki "artık rüzgâr tersine döndü!"

Şimdi bütün tartışmalar, kurultay rüzgârının sahiciliğininve sürekliliğinin olup olmadığının etrafında dönmektedir.Bu bir yana, kesin olan bir şey var ki, o da kurultayın, ikti-dardan muhalefete, İslamcılardan sola, liberallerden ulusal-cılara dek hemen bütün kesimleri etkilemiş olduğudur. Ay-rıca halkın popüler ilgisini çekmiş olması ise başlı başınaönemlidir. En karamsar olanlar, bunun şişirilmiş bir havaolduğu ve dağılacağı; en iyimser olanlarsa, bunun sol birdeğişim dalgasının ve bu dalganın sonunda gelecek sol biriktidarın habercisi olduğu görüşündedirler.

Sahiciliği ve sürekliliği bir yana bırakılırsa, kurultayda esensol rüzgâr, kuvvetini esasen CHP'nin hâlihazırdaki yenilen-me dinamiklerinden almıyor. Zaten böyle bir hazırlık veteşkilatlanma da yürütülmedi. Kurultayda esen sol rüzgâr,

7

Hep kerameti kendinde gören ege-menler, halk›n çal›nm›flyarat›c›l›¤›ndan beslenerek ceplerinidoldurmakta; halk›n çal›nm›flgücüne yaslanarak iktidarlar›n›desteklemekteydiler. Halk›nçal›nm›fl güzelli¤iyle sanatsever;çal›nm›fl dayan›flmac›l›¤›ylayard›msever oldular. De¤iflimcilikleböbürlenerek halk›n s›rt›naçürümüfl diktatörlüklerini inflaetmeleri, halk›n özündeki özgürlükve devrim dinamiklerinin tersineçevrilmesinden baflka bir fleyde¤ildir. ‹flte flimdi, AKP iktidar›n›nve düzenin en k›r›lgan yerlerinevurarak kendisinden çal›nm›fl olan-lar› geri almaya bafllayan iflçi s›n›f›,ezilenler ve yoksul halk›n devrimcisiyasetiyle hesaplaflma vakti geldi

Page 8: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

kurultay düzenleyicilerinin bilinci ve iradesi dışında, yenibir siyasallaşma ve hareketlenme sürecine giren işçi sınıfı-nın taze soluğunun kurultayda şöyle bir esip geçmesidir.Şimdilik o kadar, daha fazlası değil. Yıkıcı neoliberal sal-dırılar karşısında son yıllarda özellikle güvencesiz işçilerinve hak mücadelelerinin halkta yarattığı etkiler, sol bir bek-lenti ve heyecanlanma olarak kurultaya da yansımadanedemezdi. Devrimci Sağlık-İş'in yıllardır büyük bir sabır vekararlılıkla sürdürdüğü güvencesiz sağlık işçileri mücade-lesi, Tekel işçilerinin etkileyici Ankara direnişi ve nihayetmuhteşem 1 Mayıs Taksim kazanımı, AKP baskıları altın-da uzun süredir sinmiş bir halkın, sola ve kendine olan gü-venini tazeledi. Bu tazelik, hiçbir ayrım gözetmeden düze-nin bütün köhnemiş yapılarında ya içerden çatlatarak yadoğrudan baskınlar yaparak kendini hissettirmektedir. Hal-kın iktidardan faşist terörle ya da asimilasyonla sistematikolarak dışlandığı; işçi sınıfının sistematik bir dışlama yön-temiyle sendikal yönetimlere katılamadığı koşullarda kürsüişgal etmek, yol kesmek gibi eylemler bir fiili militanlık ör-neği olduğu gibi, aynı zamanda birer doğrudan demokrasipratiğidir.

CHP'liler açısından sorun, bu havanın gerçek bir yenilenme

hareketine dönüştürülüp dönüştürülemeyeceğidir. Sorununyanıtı öncelikle parti yapısının yenilenmesinde saklıdır kiburada kısa dönemde daha çok, Kılıçdaroğlu'nun gerçek birlider haline dönüşebilmesi ve parti içi akımların yeni yöne-limleri belirleyici olacak.

Kurultayın şaşırtıcı havasının gerçek bir siyasallaşma süre-cine dönüştürülmesi, burada iddialı hemen bütün kesimle-rin temel politik sorunu haline geldi. Öncelikli beklenti Ke-mal Kılıçdaroğlu etrafında oluşmaktadır. CHP kitlesiningeniş desteğini, ortalama halkın ilgisini ve neredeyse artıkkendilerinden umut kesilen sol siyasetçilerin katılımıyla birnevi CHP içi mutabakatın temsilcisi olarak genel başkanseçilen Kılıçdaroğlu, acaba koltuğu doldurabilecek mi?Şimdilik Kılıçdaroğlu'nun çizdiği görüntü, onun daha çokbir zoraki kahraman olarak öne çıktığıdır. Hemen herkesinyıllardır özlemle beklediği sol önder koltuğuna ansızın itil-miş bulunan Kılıçdaroğlu, sadece beklenti hanesinin kuv-vetli bir enerjiyle dolu olduğu biçimlendirilmeye açık, şe-kilsiz bir politik kimlik olarak siyaset sis-temindeki yerini aramaktadır. Ken-dine yakıştırılmaya çalışılan hiç-bir lakap, tıpkı dökülecekmiş

8

GÜNDEM

Cin olmadan adam çarpanlar›n, her daim emperyalizminsofras›nda çöplenenlerin krizi f›rsata çevirmegiriflimcili¤i anlafl›l›yor da ya sana ne demeli “Brezilyaiflçi s›n›f›n›n devlet baflkan›”?! Eskiden metal iflçisiydin,flimdi emperyalizmin sofras›nda gerçek bir "kalamar"a("lula") dönüfltün!

Page 9: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

gibi duran markalı gömlek gibi üzerine tam oturmuyor.("Markasını ve parasını bilmiyorum; görevliler önerdi, bende giydim" dedi.) Önceleri "Gandi Kemal"di; kurultay son-rasında solun solunda yer alan bir "Halkçı Kemal"e dönüş-tü. Ancak burada gerçek şu ki, üstesinden gelir ya da gele-mez; ama Kemal Kılıçdaroğlu'nun kişiliğinde ete kemiğebürünen sol-halkçı beklentiler, onu, çelişkilerle, kararsızlıkve ileri atılımlarla dolu sancılı bir dönüşüm sürecine soktubile. Şimdilik Ecevit şapkasıyla ve halkçı söylemiyle düzensolunun geleneksel değerlerini öne çıkaran Kılıçdaroğlu,bu sürecin sonunda, neoliberal politik girişimciler piyasası-nın hızla tükettiği bir "lider artığı"na, bir "genel başkan ka-rikatürü"ne ya da karizmatik bir sol liberal önder figürünede dönüşebilir. Koşullar illa ki kendine uygun ("uyumlu")politik liderini yaratacaktır.

Kuruluşundan 1960'ların sonlarına dek CHP, devlet kuranparti, Kemalist küçük burjuva diktatörlüğünün yürütme gü-cü, DP'nin yürütme gücünü temsil ettiği oligarşik diktatör-lüğün muhalefeti olarak işlev gördü. Genel olarak elbetteTürkiye kapitalizmin egemen güçlerini temsil etmekle bir-likte, hareket ve yürütme gücünü asker-sivil bürokrasi seç-kinlerinden aldı. '60'ların sonlarından '70'lerin sonlarına ve'80'lerin sonlarından '90'ların sonlarına dek klasik sosyaldemokrasiye yaklaşan bir çizgi izledi. İlginçtir, her iki dö-nem de işçi sınıfının siyasallaşmasının ve toplumsal muha-lefetin yükselme yıllarına denk gelmektedir. Şimdi yineböyle bir döneme giriliyor ve CHP yine bir yeniden yapı-lanmanın eşiğinde bulunuyor.

Bu süreçte en ciddi sürtüşme noktası CHP'nin teşkilat yapı-sında ortaya çıkmaktadır. Kurultayda Baykalcıların etkisizkılınmasıyla birlikte, iki ciddi güç odağı belirleyici konuma

geldi: Önder Sav ve Gürsel Tekin. Bundan sonrasına ilişkinpek çok gelişme bu iki gücün çekişmelerinin ortak damga-sını taşıyacak gibi görünüyor. Yılların Önder Sav'ı partininbütün taşlaşmış yapısını, eski rejimin asker-sivil bürokrasiseçkinlerinin siyasal girişimlerini temsil ediyor. Genel mer-kez örgütlerinden Türkiye'nin ücra köşelerindeki küçükparti çekirdeklerine kadar tam anlamıyla Sav'ın denetimin-de bulunuyor. Zaten Kılıçdaroğlu gibi bürokrasiden devşi-rilen, aşağıdan teşkilatçılık duyarlılıkları ve yetenekleri ol-mayan birinin partinin merkez çekirdeğinde bölünme ol-madan genel başkanlığa yükselme şansı zayıf olurdu. Ha-liyle Kılıçdaroğlu'nun önderleşme sürecinin hakiki bir "Ön-der"leşmeyle eski bürokrasi seçkinlerine teslimiyete dönüşolasılığı göz ardı edilmemeli. Ne var ki, özellikle eski reji-min egemen güçlerinin AKP karşısında tökezleyerek geribir konuma çekilmelerinin onlara bel bağlayanları hayal kı-rıklığına uğrattığı bir ortamda, bunca parti kurdunun arasın-dan sıyrılan Kılıçdaroğlu için bu olasılık en zayıf olasılıkgibi görünüyor.

Öte yandan, bunun karşısında diğer bir gerçek güç olarak,partinin en güçlü örgütünün başında bulunan ve bütün"halk adamı" pohpohlamalarına karşın İstanbul sermayesi-nin kanatları altında kuluçkaya yatmış bir siyasetçi olanGürsel Tekin var. Neoliberal siyasetçi kalıbına uygun birsiyasetçi olan Tekin, takım çalışmasına yatkın, pragmatik,girişimci özellikleriyle Kılıçdaroğlu'nu sol liberal kulvaraçekiştirecek bir kurnazlığa sahiptir. Yerel seçim 2009'daKılıçdaroğlu-Tekin ikilisinin İstanbul çalışması, CHP siya-setinde özlenen bir takım çalışması projesi olarak epey tak-dir toplamıştı.

Bu bakımdan Sabah gazetesinden Sevilay Yükselir’in şu

9

GÜNDEM

Page 10: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

haberi bir hayli anlamlı. Benzer bir haber Milliyette de çık-tı: "Ancak buna mukabil, Kılıçdaroğlu kurultay salonundakonuşmasını yaparken, salonun tam karşısındaki RadissonSAS Otel'in lobisinde karşılaştığımız İstanbul İl BaşkanıGürsel Tekin ilginç ve beni çok şaşırtan bir yorumda bulun-du. "Kötüydü! Çok kötüydü hem de! Çünkü bu konuşmametnini ben kaleme almadım. Benim hazırladığım konuş-ma metni dün gece yarısı operasyonu ile değiştirilmiş biri-leri tarafından. Benim hazırladığım metinde iktidarı hedefalan konuşmalar ve Başbakan'ı hedef alan polemikler yok-tu! Muhalefetin m'si yoktu! CHP'nin değişen vizyonunu,bundan sonra yapacaklarımızı anlatan konular vardı sade-ce. Üzgünüm ama ben de sizlerle birlikte ilk kez dinliyo-rum bu konuşmayı. Şaşkınlık içindeyim. Ne yazık ki kötübir metin" deyip, sonuna da, "Ne yazık ki medya Kılıçda-roğlu'nu yanlış yönlendirdi!" dipnotunu ekleyince bu soh-bete tanık olan Milliyet Yazarı Serpil Yılmaz, Taraf'tanStar Gazetesi'ne henüz transfer olan Elif Çakır'la hep bera-ber atladık üzerine... "Ne demek medya yanlış yönlendirdiGürsel Bey? Nasıl yani, bu konuşmanın metnini medyadanbirileri mi hazırladı yoksa?" deyip, son cümlesinin kodları-nı çözmeye çalıştık ama maalesef pek bir bozuk ve mutsuzhal içinde olduğunu hissettiğimiz Tekin, tüm ısrarımızarağmen sorularımızı cevapsız bırakıp ortamdan kaçmayıyeğledi."

Üstelik bu kulvarda Gürsel Tekin yalnız değil. Neoliberalyeni sömürge kapitalizminin sol liberal bileşenindeki boş-luğun yıllardır giderilememesinin sıkıntılarını yaşayan ege-

men sermaye kesimleri, mevcut CHP ortamını kendi proje-leri lehine şekillendirme girişimlerine başladılar bile. Buarada Doğan medya grubunun şiddetli desteğini anmadangeçmeyelim… Konuşmasına "yoksulların, işçilerin hakla-rını korumak için geliyoruz" diye başlayan Kılıçdaroğlu,kurultayda yüzü sola ve halka dönük bir söylem kullandı.Sermaye fırsatı kaçırmadı; Aslı Aydıntaşbaş'ın kaleminden(Milliyet, 24/05) kalın kırmızı çizgilerle destek şartını ilerisürdü: "Ancak unutmayalım ki, Türkiye hâlihazırda dünya-nın 16. büyük ekonomisi; global finans sistemine entegre;G20'de; yılda 20 milyar doğrudan yabancı yatırım alıyor;sıcak para akışı küresel krize rağmen devam ediyor; yakla-şık 600 milyar dolarlık bir bankacılık ve finans sektörü var;ülkemiz sağdan sola muazzam bir enerji havzasının kilidi-ni elinde tutuyor; ticaret ve girişimcilik bazında kendi böl-gesinde süper güç olma yolunda… Ekonomiyi sınıf müca-delesi eksenine oturttu. Bütün bunlardan hepimiz [Serma-ye-emek bütün sınıfları kast ediyor] faydalanıyoruz; hepi-mizi zenginleştirecek bir vizyon ortaya koymalı. Bununiçin projeler sunması, ekonomiyi sınıf dinamiği ötesinde degörebilmesi lazım."

İşte bütün sınıflara kazandıran sermaye formülü budur!Parti meclisine yeni seçilen sosyoloji profesörü SencerAyata'nın kavramlarıyla yeniden ifade edersek, "CHP ortasınıflarla yoksulların ittifakını sağlamalı." Anımsanacağıüzere, eski asker-sivil bürokrasi seçkinlerinin önderliğindeeski kentli orta sınıfların "cumhuriyet mitingleri" eksenin-de siyasallaştırılması girişimleri başarısız oldu. Elbette

GÜNDEM

Page 11: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

bunda AKP'nin, Ergenekon operasyonlarıyla yürüttüğü ikti-dar hamlelerinin payı son derece büyüktür. Fakat buradagerçek sorun şu ki, AKP iktidarına karşı bu siyasallaştırmagirişimi, orta sınıfların; devlet memurlarının, adliye, maliyeve mülkiye bürokrasisinde çalışanların, mühendis, doktorgibi yani hızla işçileştirilen, kendisi "beyaz yakalı, ama ye-ni yeni "mavi" hayatın sıkıntılarını yaşamaya başlayan ke-simlerin "güvencesizleştirilmekten doğan" sınıfsal dinamiz-mini örgütlenmesini temel almıyordu. (Belki sadece görebi-lenler için bunu görünür kılıyordu o kadar!) Şimdi yoksul-larla buluşturularak yeni bir politik dinamizmin ortaya çıka-rılması düşünülen bu kesimler, aslında işçi sınıfının en dina-mik ve eğitimli yeni öznelerini oluşturmaktadır. İşte parlatı-larak Kılıçdaroğlu'nun önüne konulan sol liberal proje, ortasınıf-yoksullar ittifakının siyasallaşmış gücüyle, artıkAKP'nin doldurmakta zorlandığı boşluğun doldurulmasıdır.Peki, bunun halk açısından anlamı nedir? Bütün o solcu-halkçı söylemin ardında ezilenlerin güvencesizlikten doğansınıfsal konumlarının yeniden üretilerek düzenle bütünleşti-rilmesinden öte, reformist bir seçenek bile görünmüyor.Şimdilik en yakın olasılık, neoliberal dönüşümün yıkıcı et-kisiyle altındaki toplumsal temelin kayması so-nucu çözülmekte olan "orta sınıf solculu-ğu"nun (liberal ve ulusalcı akımlar),CHP'nin kökleriyle buluşturulmuş bir"sol liberal" kulvarda toparlanmasıdır.

Öte yandan, neoliberal dönüşümünyerleşik bir düzene dönüşme-

ye başlamasıyla birlikte, AKP de yavaş yavaş bir "klasikdüzen partisi"ne dönüşmeye başladı. Kendi varlık sebebiolan iktidar hasmını alt edip iktidara yerleştikçe, mağdurla-rın uzun iktidar yürüyüşü de sona ermiş oldu. Bu son aynızamanda AKP-CHP siyaset karşıtlığını oluşturan neolibe-ral siyasallaşma sürecinin bir döneminin de sonu anlamınagelmektedir. Sistem artık yerleşik bir düzen haline gelmiş-tir ve sömürge tipi faşizmin iktidarında artık İslamcı liberalbir rejim oturmaktadır. Eski rejimin krizinden doğan yı-kımların telafisinin vaat edildiği kuvvetli bir hegemonyay-la AKP, dışlanan yoksul emekçi halk sınıflarını neoliberaldüzene yeniden eklemledi. Emperyalizmin bölge projeleri-nin, tekelci sermayenin bütünsel projelerinden doğan talep-lerin ve yükselen "öteki" burjuvazinin iktidar beklentileri-nin birliğini sağlayarak sermayenin iktidarını pekiştirdi. Fa-kat böylece kendi krizine giden yola önemli bir kilometretaşını da döşemiş oldu.

Kılıçdaroğlu, başbakana, halkın eskiden seslendiği gibi"Tayyip" değil de "Recep Bey" diye hitap ederken aslındahalkın eski bir yarasını kaşıyordu. Bundan böyle AKP, bü-yük bir kitlesel seferberlikle iktidara yürüyenlerin değil, yi-ne de en azından yaklaşan seçimler açısından en az onun

kadar önemli olan iktidardan ciddi beklentileri olanlarındesteklediği partidir. Önceliklebelirtelim ki, AKP'nin halküzerindeki inandırıcılığı,özellikle sistem karşıtları-nı sisteme eklemleme gü-

GÜNDEM

Ey "suyunda sürgünsular›" Munzur'un"müfettifl" evlad›,bak flimdi atalar›n›süren devlet partisininbafl›na da geçtin.Görülüyor ki, sermayenin "h›rs›z-müfettiflçilik"oyununda aslans›nkaplans›n (!)Peki, halk›ndançal›nm›fl olanlar›n dapefline ayn› "yürekferahl›¤›"yladüflebiliyor musun?

Page 12: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

cü ve sermaye sınıflarını neoliberal dönüşüm üzerinde bir-leştirme yeteneği hâlâ yeri doldurulabilir görünmüyor.Özellikle neoliberal kimlik politikalarının temelini oluştu-ran gerilimlerin çözümünde CHP'nin ulusalcı-liberal ek-sende oluşan "koalisyon-mutabakat" yapısı henüz AKP'yealternatif oluşturabilecek bir yönelim oluşturmamaktadır.Bununla birlikte AKP de yürüttüğü sermaye programıylabu beklentileri karşılayamamakta ve eski hegemonik mari-fetiyle bu programın yıkıma uğrattıklarını sisteme eklemle-mede eskisi kadar başarılı olamamaktadır. Başarısızlık biryana güvencesizlik eksenli muhalefet, AKP'nin giderek ti-pik sağcı (dinci gerici, antikomünist) yanını iyice açığa çı-karmaktadır. Bu bakımdan Erdoğan'ın CHP kurultayı son-rasında söylediği "yoldaş-candaş medya" sözleri eski biryarayı kaşıyor gibi. Yine aynı şekilde, Hüseyin Çelik,"bunlar soğuk savaş siyaseti diyor…" Bildik, sağın birliği-ni komünizm alerjisi yaratarak sağlama siyaseti.

Son günlerde AKP hegemonyasının Kürt-sol-emek ayağı-nın aksaması karşısında, klasik İslamcı söylem, hayırsever-lik uygulamaları ve halkın tepkilerinin şiddetle bastırılmasıdışında bir politika görünmemektedir. Tersine sermayeprogramının en saldırgan maddelerinin uygulandığı yenibir sürece giriliyor.

Eme¤e-halka yeni ekonomik sald›r›program›Başbakan Erdoğan'ın Tekel işçilerine karşı saldırgan tavrı,hadi diyelim bir iktidar refleksiydi. Öyle ya, kendisiyle bir-likte temsil ettiği sermaye iktidarının sürekliliğini tehditeden işçi eylemine, değil Erdoğan, hiçbir işçi düşmanı ikti-dar tahammül edemezdi. Peki, başbakanın Zonguldak'takigrizu patlamasının ardından halkın tepkilerine karşı tavrınane demeli? Daha 30 maden işçisinin 500 metre toprağın al-tındaki cesetleri çıkarılmadan, başbakanın aynı toprağın üs-tünde halka hitaben yaptığı konuşma olayın basit bir iktidarrefleksi olmadığını gösteriyor:

"… bu olayın kaderinde var, fıtratında [yaradılışında] var…Bunu sağa sola çekmeye de kimsenin ne fikri derinliği, nedüşünce derinliği yetmez. Niye yetmez? ... Senin kazaya,kadere imanın yoksa o ayrı mesele zaten… Çıkmışlar şunusöylüyorlar: 'Efendim niye bunlar taşerona verildi?' 5 yıldırbu taşeron orada çalışıyor; 5 yıldır orada bir olay olmamış.Bunlar sadece galeri açmak için bu görevlerini yapıyorlar.[Başbakanın özrü kabahatinden büyük. Kömür çıkarma işi-ni taşerona vermediklerini, galeri açma işini verdiklerinisöylemek istiyor.]... Bu yörenin insanları bu tür olaylaraalışık; ölüm bu mesleğin kaderinde var…Tabii oradaki acı-

12

GÜNDEM

Avrupa’da yeni bir kriz ve s›n›f mücadelesi dalgas›Dünya daha Eylül 2008’de ABD’de patlak veren finansal krizin flo-kunu üstünden atamadan, flimdi de Yunanistan’daki borç krizinintetikledi¤i yeni bir dalga ile karfl› karfl›ya. Bu dalgan›n önce ‹spanyave Portekiz’i, ard›ndan ‹rlanda ve ‹talya’y› içine alarak tüm Avrupa’y›tehdit edebilece¤i öngörülerinin ard›ndan, aylar boyunca Yunanis-tan krizinin derinleflmesini seyreden IMF ve AB harekete geçti. Yu-nanistan’a 4 y›l içinde 500 milyar Euroluk kredi verilmesini öngören,IMF destekli bir ekonomik paket aç›kland›.

Sermaye bunun bir “kurtarma” paketi oldu¤unu söylüyor ama 5May›s’ta, ertesi gün paketi oylayacak olan Yunan Parlamentosunuuyarmak için son 35 y›l›n en kitlesel ve militan eylemini gerçekleflti-ren emekçiler öyle demiyor.

Çünkü temel hedefi, krizin yay›lmas›n› engellemek ve Euro’nun is-tikrar›n› korumak olarak belirlenen paket eme¤i de topun a¤z›nakoyuyor. Peket neleri mi öngörüyor? Ücretler 2014 y›l›na kadardondurulacak. Çal›flanlara ve emeklilere y›lda iki kez verilen ikrami-yeler kesilecek. Genç iflçiler deneme süresi ad› alt›nda iki y›l boyun-ca asgari ücret alt›nda çal›flt›r›lacak. K›sa bir süre önce yüzde 19’dan21’e ç›kar›lan KDV yüzde 23’e ç›kar›lacak. Benzin, sigara ve alkoleyüzde 10 zam yap›lacak. Tüm kamu yat›r›mlar›nda kesintiye gidile-

cek. Tafl›ma ve enerji piyasas› liberallefltirilecek. Emeklilik için çal›flmasüresi 37 y›ldan 40 y›la ç›kar›lacak. Patronlar›n iflçi ç›karmas›n› k›s›tla-yan yasalar esnetilecek.

Yunanistan halk› için bir trajedi anlam›na gelen bu “kurtarma” pake-ti, emek ile sermaye aras›ndaki ç›kar uzlaflmazl›¤›n›n net bir ifadesiolarak, yükselen bir s›n›f mücadeleleri dalgas›n› da haber veriyor.Emekçilerin refah devleti döneminden kalma kazan›mlar›n› gaspetmeyi hedef alan neoliberal düzenlemeleri son birkaç y›ld›r yükse-lifle geçen bir emek ve halk muhalefetine tak›lan Avrupa sermayesibu kez de borç krizinden istifade etmeye çal›fl›yor. Ancak sermaye-nin bu giriflimi; y›llard›r sendikal hareket, göçmenler ve gençlik ara-s›nda geliflen neoliberalizme karfl› hareketleri daha etkin bir flekildesoka¤a ça¤›r›yor. 5 May›s’ta IMF, AB ve hükümete ihtar için Atinasokaklar›n› dolduran yüzbinlerce emekçinin polis karfl›s›nda sergile-di¤i kitle militanl›¤› ve hükümetin eylemcilere ve potansiyel eylemciolarak görülenlere yönelik polis terörü muhalefetin radikalleflme,iktidar›n ise bask›c›laflma e¤iliminde oldu¤unu gösteriyor.

Beklentiler, kriz ve “kemer s›kma” programlar›n›n Yunanistan’la s›-n›rl› kalmayaca¤› Avrupa’ya ad›m ad›m yay›laca¤› yönünde. Bu ayn›zamanda Avrupa’da AB anayasas›na karfl› muhalefetten bafllay›p,

Page 13: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

yı istismar etmek, provoke etmek isteyen… illegal-legalmalum örgütlerin… Bu benzeri acı olayların AK Parti'yi veAK Parti iktidarını yıpratma fırsatı olarak değerlendirilmekistendiğine şahit oluyoruz…"

Tayyip Erdoğan'ın emekçilerin çalışma ve yaşam koşulları-na dair en genel zihniyetini gösteren bu sözler, aslında AKPiktidarının hegemonyasının çözülmeye başlamasının telaşı-nı yansıtmaktadır. AKP iktidarı halk üzerinde artık eskisikadar inandırıcı olamamaktadır. Sorunun bu yanı, işçi sını-fı siyasetinin oluşturulmasına ilişkin ayrı bir değerlendir-meyi gerektiriyor. Ancak, tıpkı Tekel direnişinde olduğugibi Erdoğan'ın buradaki tavrı, sırf hegemonyası çözülenbir iktidarın can havliyle refleks göstermesi olarak değer-lendirilemez. Psikolojik harekât teknikleri içeren ve ideolo-jik çarpıtmalarla dolu bu sözler emeğe yeni saldırı progra-mının habercisidir. AKP iktidarı, bundan sonra da emeğinve yaşamın güvencesizleştirilmesiyle, işçi sınıfının taşeron-laştırılmasıyla devam edecek. Açıkça işçi sınıfına karşı ser-mayenin en genel çıkarlarını temsil eden AKP iktidarı, butavırla, kitlesel işçi ölümlerine, nüfusun büyük bir bölümü-nün artık (gereksiz) nüfus kitlesi haline getirilmesine yolaçan bir programın yürütülmesindeki ısrarını göstermekte-dir.

Ekonomi “toparlan›yor”sald›r›lar geliyor!İktidarın yeni ekonomi politikalarının hareket noktasınıoluşturan bu kavramlar, son zamanlarda, resmi AKP sözcü-lerinin, ekonomi bürokratlarının ve iktidar yanlısı medya-nın dilinden düşmüyor. Bu kavramlar kriz öncesi neolibe-ral politikaların sürdürülmesi anlamına geliyor. Yeni dü-zenlemelerle yeniden gündeme getirilen kriz öncesi bu po-litikalar, faturayı emeğe ödeten sermaye lehine tedbirleriçeriyor. Emperyalizme bağımlı bir sermaye iktidarı olarakAKP iktidarının, kapitalizmin 1929'dan beri en büyük kü-resel krizini derinleştiren bu neoliberal politikaları sürdür-mekten başka seçeneği yok. Ancak ve ancak bu politikalartemelinde özel olarak kendi iktidarını sağlama almayı iste-yebilir ki, o da artık halkın muhalefeti yüzünden eskisi ka-dar kolay görünmüyor.

Bu doğrultuda son günlerin önemli gelişmelerinden biri"mali kural"ın yasalaştırılması girişimidir. Mali kural bu yılyasalaştırılacak ve 2011'de uygulamaya konulacak. "Maliuyarlamalarla, kamunun borç yükünü düşürmek için bütçedengesini ayarlama"yı yasal güvence altına alarak sermaye-ye ve uluslararası emperyalist kuruluşlara selam duran AKP

iktidarı, üstelik bunu en IMF karşıtı görün-

13

GÜNDEM

e¤itimde özellefltirme, esnek çal›flt›rma, göçmen yasas› gibi neolibe-ral sald›r›lara karfl› giderek yükselen bir seyir izleyen yeni halk hare-ketlerinin de yeni ve daha etkili bir muhalefet dalgas› olarak yay›la-ca¤›na iflaret ediyor. Ne var ki, krizin tek etkisi emek-sermaye çat›fl-mas›ndaki fliddetlenme olmayacak. AB’nin yaflad›¤› ekonomik güç-lükler ve krizden dolay› Avrupa halklar› içinde ›rkç›l›k ve AB’den mil-liyetçi kayg›larla ayr›lma e¤ilimleri de güçleniyor. Almanlar›n Yuna-nistan’a kaynak aktar›lmas›na karfl› ç›kmas›, Bat› Avrupa’da gittikçefliddetlenen göçmen iflçi düflmanl›¤›, Belçika’da zengin eyaletlerdeyoksul eyaletlerden ayr›lma hedefiyle geliflen ayr›l›kç› e¤ilimler afl›r›sa¤c› bir yükseliflin de sinyallerini veriyor. Her ne olursa olsun, “yeniekonomik paket” oylamas›nda sol ve sa¤ partiler içinde istifalarayol açan farkl› e¤ilimlerin ortaya ç›kt›¤› Yunanistan’da oldu¤u gibi,bu kriz dalgas›n›n siyaset sahnesine de yeni bir biçim verece¤i görü-lüyor.

Komflunun bafl›na gelenleri, Türkiye’nin iyi durumuna gösterge ola-rak de¤erlendiren AKP iktidar› ve burjuva medya ise yine krizi f›rsa-ta çevirme masallar›yla meflgul. “Yunanistan’dan ürken turistler Tür-kiye’ye gelecek[mifl], Türkiye’nin istekleri karfl›s›nda Yunanistan’›n eli

zay›flayacak[m›fl], Türkiye sermayesi Yunanistan’dan banka, fabrikakapatabilecek[mifl]” Türkiye, te¤et geçip f›rsata çevrilen ilk kriz dal-gas›nda, yüzde -15’lik GSMH küçülmesi ve yüzde 16,6’l›k iflsizlik oran›ile en çok zarar gören “geliflmekte olan ekonomi” olarak kaydageçmiflti. fiimdi de ana ihracat pazar› olan Avrupa’n›n, para birimin-deki de¤ersizleflme ve kemer s›kma planlar› ile yeni bir daralma sü-reci ile karfl› karfl›ya. Türkiye ekonomisi sadece pazar kaybetmetehlikesiyle de¤il, kredi olanaklar›nda daralma ile de karfl› karfl›ya. Bua¤›r bir borç yükü alt›nda, ancak d›fl kaynak sayesinde yoluna de-vam edebilen Türkiye’yi yine zorlu bir sürecin bekledi¤ini gösteriyor.

AKP, kredi ve pazar iliflkisini Arap sermayesi ile kuran yandafl ser-maye gruplar›n›n görece avantajl› durumuna güvenerek “te¤et ge-çecek” dese de, bu gruplar›n istisnai avantaj› toplam y›k›m› denge-leyebilecek bir oran› temsil etmiyor.

Yunanistan’›n bugünkü durumu, neoliberalizmin krizinin bast›r›lama-d›¤›, pefl pefle patlayan krizlerde kazanan›n daima uluslararas› fi-nans kapital oldu¤u ve hiçbir kapitalist ekonominin fliddetli s›n›f mü-cadelelerini haber veren bu kaderden muaf olmad›¤› gerçe¤inincanl› delili.

Page 14: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

düğü bir zamanda gündeme getirdi. IMF'yi uzakta tutarakhazırladığı Orta Vadeli Plan'ın (2010-2012) icrasında, kredivurguncularına bir mali kural güvencesi verilerek, IMF'ninbile takdirini kazandı. Özellikle 2009'un son çeyreğindenberi yürüttüğü sıkı mali disiplin nedeniyle Türkiye'nin maliyapısının sağlamlığını dile getiren IMF yetkilileri iktidaragaz vermeyi ihmal etmedi. Türkiye, Ekonomiden SorumluDevlet Bakanı Ali Babacan'ın övünerek söz ettiği G20 çer-çevesinde kurulan Finans İstikrar Kurulu'na üye oldu.

Mali kurala göre, "AKP iktidarı, ne kadar bütçe açığı verile-ceğini, ne kadar borçlanma yapılacağını, belli formüllerebağlıyor ve iktidarın iradesini (kendisini ve sonraki iktidar-ları) bu formülasyonun ipoteği altına alarak, neoliberal he-defleri yasa haline getirmeye hazırlanıyor.” (Mustafa Sön-mez, Cumhuriyet, 14/05) Krizin faturasını devlet üzerindenhalka ödetme politikası devleti de mali krize sürükleyen birsistematik oluşturmaktadır. Büyüyen bütçe açığı ve artankamu borç yükü, ancak borçlanmayla ayakta durabilen eko-nominin borçlanma kısır döngüsünü tehlikeye atmaktadır.Böylece borçlanma rejimini yeniden yapılandıran mali ku-ral, piyasaların, yani AKP’nin, firmaların borçlandığı tekel-ci sermayenin egemenliğini sağlama almaktadır.

Elbette "ekonomik toparlanma ve büyüme" söyleminin, biriktidar yalanı ve bir sermaye ideolojisi olarak sürdürülmesi-nin bir anlamı var. Örneğin amaçlardan biri sürekli emekaleyhine işleyen borçlanma rejimini gizlemek. Resmi ra-kamlar; TÜİK, DPT gibi kuruluşların verileri; TÜSİAD,MÜSİAD gibi doğrudan sermaye örgütlerinin raporları, kı-sacası burjuva iktisat matematiği hep bu söylemi destekle-mektedir. Sermayenin iç çekişmeleri ve hükümetle olan ge-rilimleri, borçlandırma yoluyla yapılan emeğe saldırı ekse-ninde yaratılan uzlaşmayı bozmamaktadır. Ekonominin bü-yümesi denilen şey, dış borçlanmaya dayalı spekülatif birbüyümedir. Kitlesel işsizlikler ve artık nüfus yaratan, çarpıkve adaletsiz bir gelir dağılımı ortaya çıkaran, halkı büyük yı-ğınlar halinde yoksullaştıran bir büyümedir. Burjuva iktisatmatematiğinin hesaplarına göre istenildiği zaman büyümegösteren rakamlarının yalanı, bir taşeron temizlik işçisiyleyapılan söyleşide şöyle ortaya çıkmaktadır: "Yiyemedikleri-mizi ve giyemediklerimizi saymazsanız, hesaplar doğru!"

İktidarın resmi sözcülerinin bankacılık sisteminin sağlamlı-ğından, hatta "Türk bankacılık sisteminin" (en az yarısı ya-bancı sermaye ortaklığı) yarattığı kıskançlıktan söz ederkengizledikleri gerçek, aslında reel sektörün krizidir. "Bankalarsağlam, kriz teğet geçti" derken, krizin deprem merkezini fi-nansal sektörde arayanları bir süreliğine avutan iktidar yala-nı, reel sektörü kırıp geçiriyordu. "Küresel krizde yüzde 5'eyakın daralan Türkiye kapitalizminde dışa bağımlı sanayi 3ayda cari açığı yine 10 milyar dolara tırmandırdı." (MustafaSönmez, age.) 2009 yılında sanayi üretiminde gerileme yüz-

de 30'u aştı; sanayide işsizlik ise 150 bini buldu. Bütün bubüyüme ve toparlanma hesaplarının gölgesinde, "resmi iş-sizlik oranı yüzde 11'den yüzde 14'e çıktı. 2003-2009 arasıtarım dışı sektörlerde yılda ortalama büyüme yüzde 5,1iken, istihdam artışı yüzde 2,1'de kalmış. Sanayideki büyü-mü oranı yüzde 5 iken, istihdam artışı sadece yüzde 0,5 ol-muş”.

Bu toparlanma emekçi sınıfları işsizlik ile güvencesizlik kıs-kacında ezmeye yönelik bir toparlanmadır. Başbakan Erdo-ğan ve TOBB, işsizliğin sorumluluğunu halkın gözünde bir-birlerine yıkmaya çalışırken, yine aynı toplantıda MaliyeBakanı Mehmet Şimşek işsizliğin çözümünün "işgücü piya-salarının esnekleşmesi"nden geçtiğini söyledi. Erdoğan iş-sizlik sorununu çözmek adına topu sermayeye atarken, Şim-şek, onların topa girmesi için gereğini yapacaklarını açıklı-yor: “İşgücü piyasaları esnekleşecek” Bu ikili söylem önü-müzdeki dönem işsizlikle terbiye edilmek istenen yığınlarındaha daralan bir biçimde karşılaşacağı kıskacı göstermekte-dir. Erdoğan’ın güvencesiz maden işçilerinin o ocağa “bile-rek girdikleri”ni ifade etmesiyle bir kez daha görülmüştür ki“işsizlikle terbiye” ederek güvencesizliğe razı etme strateji-si önümüzdeki döneme damgasını vuracaktır. Timsah göz-yaşlarıyla AKP, TÜSİAD, TOBB, TİSK, MÜSİAD'ın bir-likte desteklediği "işsizliğe karşı önlem" paketleri ve "Ulu-sal İstihdam Stratejisi"yle patronları, bir yandan işçileri iştençıkarmaya teşvik ederken, bir yandan da işçinin hep gözdiktikleri kıdem tazminatı hakkının gaspını planlamaktadır.Sonuçta yine aynı kısır döngüye takılıp kalıyoruz: Dış borç-lanmaya, spekülatif sermaye girişine bağlı çarpık sanayileş-me ve yine dış borçlanma yaratıcı istihdam biçimini doğu-ruyor. Büyük dış borçlar ve yüksek cari işlemler açığı ilesürdürülebilen bu istihdam artışı, güvencesiz çalışan çocuk,kadın ve genç işçilerin, tarım, kayıt dışı sanayi ve hizmetsektörlerinde acımasızca sömürülmesiyle ortaya çıkıyor.(Erinç Yeldan, Söyleşi, sendika.org)

14

Page 15: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

AKP iktidarı, görüldüğü kadarıyla, sanki hiçbir şey olmamışgibi yine aynı kriz dalgasını derinleştiren politikaları sürdür-mektedir. Bu onun doğrudan sermaye yanlısı tavrını göster-mektedir. Anlaşılan o ki, krizin yıkıcı bedellerini, devlet zo-ruyla, ekonomik zorla, güvencesizleştirerek, sendikasızlaştı-rarak baskı altına aldığı emeğe ödeten iktidar, yine bunu ba-şarabileceğine güvenmektedir. Büyümenin ve toparlanma-nın maliyeti emekçi sınıflara yüklenmektedir. Emeğin kaza-nımları, ücretler, sosyal haklar, güvenceler askıya alınmak-tadır. İşgücü piyasaları büyük ölçüde taşeronlaşırken kayıtdışına itilen halkın büyük bölümü toplumsal olarak dışlan-maktadır. Ancak AKP iktidarının bu başarılı liberal dönü-şüm adımları aynı zamanda yaşanan bu yeni proleterleşmedalgasında yeni bir devrimci öznenin oluşumunu da getir-mektedir. Marks'ın dediği gibi, kapitalizm, [Tayyip Erdoğaneliyle] yine kendi mezar kazıcısını yaratmaktadır!

İçerde anayasa değişikliğiyle gündeme gelen iktidarını güç-lendirme hamlelerine ve sermayenin emek düşmanı kriz po-litikalarına hız veren AKP iktidarı, dışarıda ise emperyaliz-min bölge politikaları çerçevesinde çalışmalarını bir haylihızlandırdı.

Aktif Tafleron’un zor zamanlar›AKP iktidarı, dış politikada boyunun ölçüsünü alıyor. ABDemperyalizminin egemenlik krizini fırsata çevirme iddiasıile sunulan “aktif taşeronluk” siyasetinin aslında krizin yü-künü sırtlanmak anlamına geldiği gözler önüne seriliyor. Er-menistan açılımı, Ermenistan’la ilişkileri hala düzeltemedi;ama Azerbaycan’la ilişkileri bozdu. İsrail’e karşı “One mi-nute” ile başlayıp Ortadoğu’da büyük sempati toplayanAKP şovları, OECD üyeliği konusunda İsrail’e verilen des-teğin ardından oluşan kuşku ve hayal kırıklığını kolay kolaygiderecek gibi görünmüyor. İran’ın nükleer programı konu-sundaki krizin çözümü için Brezilya ile birlikte ortaya ko-nan “takas anlaşması”, AKP daha şişinmeye bile fırsat bula-

madan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin daimi üye-leri tarafından işe yaramaz ilan edildi.

Ermenistan’la “ilişkilerin normalleştirilmesi” hedefiyle2008 yılında başlatılan süreçte, Azerbaycan’la ilişkilerin kö-tüleşmesi dışında somut bir sonuç alınamadı. Ermenistan ilehala ortak bir belge imzalanamadı. Ama bu süreçte Azer-baycan Rusya’ya daha fazla yanaşarak Türkiye üzerindeniletilmesi hedeflenen doğalgaz rezervlerini Rusya projeleri-ne bağladı ve Türkiye’ye satılan doğalgaza zam yaptı. Nevar ki evdeki bulgurdan olan AKP’nin, dimyattaki pirincekavuşması da zor görünüyor. Ermenistan CumhurbaşkanıSerj Serkisyan, 22 Nisan 2010 itibariyle sürecin askıya alın-dığını açıkladı. Çünkü Ermeni soykırımı tasarıları dünyaparlamentolarından geçtikçe içerde maruz kalınan milliyet-çi basınç ve Azerbaycan’ı tümden yitirmeme kaygısı,AKP’yi ‘Ermenistan’ın işgal ettiği Azeri topraklarından çe-kilmesi’ gibi Ermenistan tarafından reddedilen önkoşullaraçıklamak zorunda bırakmıştı. Yine de Türkiye ve Ermenis-tan yönetimleri, sürecin devam edeceğini söylediler. Bu tu-haf tavrı anlaşılır kılan açıklama ABD dışişleri bakanlığın-dan geldi. Sözcü Philip Crowley, Ermenistan’ın tavrına şa-şırmadıklarını; ancak sürecin devam edeceğini açıkladı.Çünkü ABD dışişleri iki ülkeye de 12-13 Nisan’da Was-hington’da düzenlenen Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde “Sü-recin işlemesini muhafaza edin” demişti. Rus haber ajansıRegnum gerçeği daha açık ifade etti: “Zirve sırasında ABDDışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Türkiye Dışişleri Baka-nı Ahmet Davutoğlu ‘yol haritası’ konusunda anlaşmayavardı…” Kısacası AKP’nin Ermenistan açılımının aslındaAzerbaycan’ı rahatsız ettiği gibi Türkiye’nin ve Ermenis-tan’ın projesi olmaktan çok ABD’nin projesi olduğu görülü-yor. Bir başka ABD projesinde, Gürcistan’ı ABD-NATOeksenine katmak için “inisiyatif” alan Türkiye, Rusya’nın2008 yazında Gürcistan’a müdahalesinin kaybedenlerinden-di. ABD projesi olduğu malum Ermenistan açılımı da henüzbir şey kazandırmış değil; ama AKP eli mecbur görevini ya-pıyor. Üstelik kaybetme korkusu daha ağır bastığından olsagerek, içerde kaçak Ermeni işçileri tehcir etme tehdidi gibişoven çıkışlara yönelirken, dışarıda da gittikçe mesafe açanAzerbaycan’ın gönlünü alabilmek için ısrarla sahiplendiğiprojeyi tıkayacak şartlar öne sürüyor.

Türkiye’nin İran krizi karşısındaki tutumu, üzerinde en faz-la spekülasyon yapılan dış politika konularından biri. Türki-ye uzun süredir, İran’la Batı arasında nükleer program ko-nusunda oluşan krizde arabuluculuk girişimlerinde bulunu-yordu. AKP tarafından defalarca dile getirilen bu niyet, ke-sin bir dille reddedilmediyse de tam olarak kabul de görme-di. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, İran’a karşı dör-düncü bir yaptırım paketini gündemine alınca nisan başındayeniden arabuluculuk öneren AKP, İran’ın tek başına Tür-

15

‹flçi s›n›f›n›n tafleron-laflt›r›lmas›yla,devlet olarakemperyalizmin bölgetafleronlu¤u, neoli-beral politikalaratam bir teslimiyetinürünüdür. AKP eliyleeme¤e sald›rarakkendi mezarkaz›c›lar›n› büyütenkapitalist düzene,tam da krizin enderinleflti¤i yerdeiflçi s›n›f›n›n söyleye-cek bir çift laf› ola-cak: "‹yi kazm›fls›nihtiyar köstebek!"

Page 16: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

kiye’nin arabuluculuğunu kabul etmediğini belirtmesiylegeri çevrildi. Bunun üzerine Brezilya devreye girdi ve Tür-kiye de Brezilya’ya eşlik etti. İran’ın zenginleştirilmiş uran-yumu nükleer yakıt karşılığında Türkiye’de takas etmesiniöngören anlaşma ilk başta büyük bir ilerleme gibi yansıtıl-dıysa da ABD, İngiltere, Fransa ve Rusya’dan ardı ardınagelen olumsuz açıklamalar krizin yerli yerinde durduğunugösterdi. Bu durumu, Türkiye’nin Batı ile ters düşmesi şek-linde yorumlayanlar oldu. Örneğin Financial Times Türkiyeve Brezilya’yı kastederek “Yükselen güçler Batı’nın kural-larına uymak istemiyor” başlıklı bir yorum yayımladı. Buyorumlara yol açan temel yanılgılardan biri, emperyalistle-rin İran konusunda net bir tavra sahip olduklarını ve bununda olası bir uzlaşmayı yadsıdığını varsaymaları. Oysa ABD,İran’ı kontrol altında tutmaya ihtiyaç duyduğu gibi bunu neşekilde yapacağı konusunda pürüzsüz bir plana sahip değil-dir. ABD ve BM GK’nin diğer daimi üyeleri (İngiltere,Fransa, Rusya, Çin), yani nükleer silah sahibi olma hakkınısadece kendilerine tanıyan bu 5 ülke, kendilerini dünya üze-rinde söz sahibi yapan ve sahip olana da bir tür dokunulmaz-lık sağlayan bu silahın başka ülkelerce geliştirilmesini iste-miyor. Nükleer silahlar Hindistan, Pakistan ve Kuzey Ko-re'de; Ortadoğu'da ise sadece İsrail'de var. Hele de Irak sa-vaşının ardından Ortadoğu’da bir bölgesel güç olma eğili-mine giren İran’ın bu açıdan kontrol altında tutulması gere-kiyor. Diğer yandan 2000’li yıllarda neoliberal programlarahız veren İran, gelişimini emperyalist kapitalist sistem için-de görmektedir ve ABD’nin bölgesel müdahaleleri ile çıkarortaklıklarına da sahiptir. İran ABD’nin Afganistan’a veIrak’a yönelik müdahalelerini ortak düşmana karşı fiilendesteklemiştir. İran rejiminin ve bölgedeki nüfuzunun kabuledilmesi halinde bu desteğin çok daha ileri biçimlerinin or-taya konması olasılık dışı değildir. İran’a saldırının yol aça-cağı maliyet ise Irak’la kıyaslanamayacak büyüklükte ola-caktır. Tam da bu nedenlerle ABD içinde çelişkili sesleryükseliyor; savaşla diplomasi çağrıları birbirine karışıyor.

Örneğin Pentagon’un akıl hocalarından Thomass Barnett,şöyle diyor: “İran’la yapılacak büyük pazarlığı hayal etmekzor olmamalı. İran nükleer bombayı elde eder, diplomatik ta-nınma gerçekleşir. Yaptırımların kaldırılması ve serbest tica-retin açılmasını, İran’ın şer ekseninden çıkarılması izler.Karşılığında İran, ABD’ye Filistin’de iki devletli çözüm veŞii çoğunluğun kontrolünde istikrarlı bir Irak için uzun dö-nemli destek vermeli, bölgedeki terörist gruplara sağladığıdesteği kesmeli. Ardından Suriye’ye Lübnan üzerindeki ege-menliğine son vermesi için ortak baskı uygulanması ve -da-ha çok sembolik olarak- İsrail’in diplomatik tanıma süreci ilebu devletin var olma haklarının resmi deklarasyonu geliyor.Bu pazarlık, umut etmek için çok mu fazla? Kendinize şunusorun: Bu adımların atılmadığı bir ortamda Ortadoğu’yu ge-

lecekte barış içinde hayal edebiliyor musunuz? Ben edemi-yorum; dolayısıyla İran’ın nükleer bomba elde etmesini onyıllar içinde Ortadoğu barışı için olabilecek en iyi olasılıkolarak görüyorum.”

Barnett’ın İran’ın nükleer silah elde etmesine dayalı senar-yosu bir uçlaştırma olmakla birlikte, uzlaşmanın mümkünve ABD çıkarına olduğuna işaret etmesi bakımından anlam-lıdır. Sonuç olarak ABD, Bush’un hala iktidarda olduğu2006’dan bu yana, saldırı tehdidini askıya almaksızın diplo-masi seçeneğini de gündemde tutuyor. Saldırı tehdidi, ABDlehine bir diplomasinin koşullarını oluşturmak açısından daönemseniyor. İran körfezinde birkaç yıldır uçak gemileri ileboy gösteren ABD, İran’a karşı nükleer silah kullanma se-çeneğini sürekli gündemde tutuyor. Obama’nın nükleer du-rum değerlendirmesi raporunda biyolojik ve kimyasal silah-larla dahi olsa bir saldırıya maruz kalınması halinde bunanükleer silahlarla karşı konmayacağı; ancak İran ve KuzeyKore’nin bu konuda bir istisna teşkil ettiği belirtiliyor. Nük-leer saldırı uzak bir olasılık olmakla birlikte, en uzağı biletedirginlik veren bu olasılık dikkatleri Türkiye’ye çeviriyor.ABD’nin, İran’a karşı kullanabileceğini ima ettiği nükleersilahlar NATO bünyesinde Türkiye’deki askeri üslerde bu-lunuyor. Türkiye’nin bu pozisyonu arabuluculuk girişimle-rinde İran’ın isteksizliğini de açıklıyor. Öte yandan NATOüsleri ve operasyonları konusunda ABD’ye karşı gelme şan-sı bulunmayan AKP iktidarı, İran’ı ABD ile uzlaşmaya iknaetmek gibi bir işlev üstleniyor. Başarısız arabuluculuk giri-şimlerinde dahi Türkiye üzerinden İran’a bir mesaj gönde-rilmiş oluyor: “Uzlaşma seçeneğin var ama daha fazlasınıyapmalısın!” Bu çelişkili sürecin hem sopası hem havucuolan Türkiye, “yükselen güç” pohpohlamaları bir yana, böl-gede belirleyiciliği ve güvenilirliği tartışmalı bir ülke duru-mundadır. Etkin bir güç olmaktan çok ABD ile bölge arasın-da dolaylı temas sağlayan bir aracıya dönüşmüştür.

AKP iktidarının dış politikada inandırıcılığını sorgulatanönemli gelişmelerden biri de İsrail’in Ekonomik İşbirliği veKalkınma Teşkilatı’na (OECD) üyeliğine verilen destekti.2007’den bu yana OECD’ye katılmaya çalışan İsrail, Türki-ye’nin de desteğiyle muradına erdi. İsrail’in 10 Mayıs günüParis’te gerçekleşen oylamalarda aralarında Türkiye’nin debulunduğu 31 üyenin oylarıyla OECD’ye kabul edilmesi,Filistin üzerindeki işgal ve abluka siyasetinin onaylanmasıanlamına geliyor. Veto hakkını kullanarak İsrail’in üyeliği-ni engellemesi mümkün olan Türkiye tercihini Filistin’dendeğil İsrail’den yana kullandı. Böylece “van münit”, “alçakkoltuk krizi” gibi şovlarla sözüm ona İsrail’e karşı çıkan;ancak askeri, ekonomik, diplomatik ilişkileri de tavizsizilerleten AKP iktidarının ikiyüzlülüğü bir kez daha gözlerönüne serilmiş oldu. Filistin’den ve uluslararası dayanışmahareketlerinden gelen çağrılara kulaklarını tıkayan AKP ik-

16

GÜNDEM

Page 17: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

tidarının bu tavrı ile Ortadoğu’daki AKP/Erdoğan sempati-sinin birden tersine dönmesi beklenemez. Ancak Ortadoğuhalklarının direnişçi geleneği ilerde anımsamak üzere tarihenotunu düştü bile. AKP iktidarı ile birlikte Türkiye-İsraililişkilerinin gerilediği iddialarının karşısında, Türkiye-İsrailstratejik ittifakı dimdik ayakta durmaktadır. Özellikle “terö-rizme karşı” istihbarat paylaşımı ve silah ticareti konusundason dönemde belirgin bir ilerleme de görülmektedir.

PKK’ye karşı operasyonlarda kullanılmak üzere İsrail’densipariş edilen Heron casus uçakları mart ayında ülkeye gel-di. “Alçak koltuk krizi” mizanseni sürerken, AKP’nin İsra-il’e yolladığı müsteşarları tarafından son rötuşları tamamla-nan anlaşma ile getirilen uçaklar nisan ayında Kandil’e yö-nelik bombardımanlarda kullanıldı. Yine nisan ayında Tür-kiye’nin davetlisi olarak gelen bir İsrailli heyet Türkiye-Iraksınırındaki karakollarda ve birliklerde 5 gün boyunca içeri-ği açıklanmayan çalışmalar yürüttü. Tank modernizasyonu,istihbarat paylaşımı ve askeri teknoloji geliştirme üzerineson iki yılda imzalanan anlaşmalar da yürürlükte. Bu kadarsıkı bir ilişki, AKP’nin İsrail karşıtı şovlarını da açıklıyor.AKP, Ortadoğu halkları açısından tiksinti veren bu sıkı iliş-kiyi gizleyebilmek için “one minute” gibi çıkışlara, “Filis-tin’e yol açık” gibi tantanalı uluslararası yardım ve dayanış-ma şovlarına ihtiyaç duyuyor. Ancak gelişen Türkiye-İsrailstratejik ittifakının, özellikle OECD’deki oylama sonrası,utangaç biçimlerde de olsa sorgulanmaya başlandığı ve ge-rek İslamcı hareket içinde gerek Filistin kurtuluş hareketiiçinde çeşitli eleştirilere konu olduğu görülüyor.

Türkiye’yi emperyalizmin sorun alanlarında bir aktif taşe-ron olarak “bölgesel güç” haline getirmeye çalışan AKP ik-tidarını çeşitli biçimlerde zorlayan bu süreçler, önümüzdekidönem siyaset gündemindeki olası gelişmeleri etkileyecekbir dizi sonuç açığa çıkarıyor. Birincisi AKP dış siyasetiningerçek dinamik ve sınırlarının ne olduğu giderek belirginle-şiyor. AKP emperyalizmden bağımsız bir dış siyaset izle-memekte, hatta emperyalizme yaranmak için attığı kimiadımlar da beğenilmeyip boşa düşmektedir. Bu görünür ba-ğımlılık hali, bölge ülkelerinde bir güven sorunu yaratmak-ta ve AKP iktidarının arabuluculuk önerileri reddedilmekte-dir. AKP iktidarının Türkiye ve bölge halkları nezdinde ya-ratmaya çalıştığı imajı da zedeleyen bu durum, emperyalist-ler açısından da AKP’nin özgün işlevini, yani onun “ılımlıİslamcı” siyasetini sınırlamaktadır.

İşte böylesi bir ortamda ABD’den gelen yeni AKP yorum-larına dikkat çekmek gerekmektedir.

Mart ayında ABD eski büyükelçisi Morton Abramowitz veeski dışişleri bakanı James Baker AKP’ye yönelik uyarılariçeren bir yazı kaleme aldı. Yazıda Erdoğan'ın “giderek da-ha otoriter, eleştirileri hor gören bir lidere dönüştüğü” eleş-tirilerine yer verildi ve bir de uyarı çekildi: “Batı şimdiye

kadar AKP'yi övdü ancak, Türkiye'nin AB ve daha geniş de-mokratik dünyanın bir parçası olabilmesi için esas olan bü-yük değişimleri ilan etmekten kaçınarak Türklere iyilik yap-mıyor.” ABD’nin Abromowitz ve Baker’ın kaleminden ifa-de ettiği uyarı, iddia ettikleri gibi Erdoğan’ın “otoriter” tutu-mundan değil, “ılımlı İslamcı” ve “aktif (taşeron) dış politi-ka” siyasetinin bugün geldiği tıkanmadan ve beklentileri ye-terince karşılayamamasından dolayıdır. Ola ki AKP bu tı-kanma karşısında, “emperyalizme bağımlılık” gerçeğiniunutmaya kalkarsa, ona bu gerçek de hatırlatılacaktır. An-cak bu bağımlılık aynı zamanda tıkanmanın başlıca neden-lerinden biridir. Bu da AKP dış politikasının giderek olgun-laşan kriz dinamiğine işaret etmektedir.

AKP'nin kriz dinamikleriEgemen siyasetteki değişim ve yeniden yapılanma girişim-leri, Türkiye siyasetinin yeni bir siyasallaşma sürecine gir-miş olduğunu göstermektedir. AKP iktidarının inişe geçme-si ve CHP'nin yeniden yapılanma girişimleri bunun yüzey-deki görüntülerini oluşturmaktadır. AKP'nin sömürge tipifaşizmin iktidarını İslamcı liberal bir rejimle yürütmesi, ik-tidar savaşımında rakiplerine karşı açık üstünlük sağlamasıve yine neoliberal programın uygulanmasındaki başarıları-nın sonucu olarak neoliberal yeni sömürge kapitalizmininkrizi de yeniden derinleşmeye başladı. Şimdiye dek ege-menler arası iktidar savaşımlarına bağlı gelişen siyasallaşmasüreci, artık belli bir olgunlaşma noktasına ulaştı. Ne ege-menler ne de ezilenler için bu siyasallaşma ve çatışma ekse-ni daha fazla geliştirici değil. En azından AKP iktidarı açı-sından, önceki dönem kutuplaştırma siyasetiyle emek ek-senli halk muhalefetini denetim altına alacak, hele hele ikti-darının destek temeli haline getirebilecek niteliğini yitir-mektedir. Dış siyasette bütün havalı girişimlere karşın, buhaliyle aktif taşeronluk politikaları belli bir süre sonundaAKP iktidarının sıkıntılı-krizli konularından biri haline gel-mektedir. AKP'nin tam da krizin bedellerini emeğe ödetenemek-halk düşmanı politikalarını artırdığı bir dönemde,şimdiye dek hep ters simetriğinde yer alarak hep AKP ikti-darını güçlendiren karşıtlıklar üreten CHP, sol ve emek söy-lemlerini bol keseden kullandığı bir yeniden yapılanma sü-recine itiliyor. Güvencesiz işçi sınıfının ve hak mücadelele-rinin ateşleyici etkisiyle halkın, AKP iktidarından umutlarıyavaş yavaş kestiği ve solda bir canlanma etkisi yarattığı birzamanda, CHP'deki bu kıpırdama AKP'yi ana siyasal kur-gusunu değişime zorlayan bir gelişmedir.

Bu bakımdan AKP’nin ve neoliberal kapitalizmin en kırılganyerinde işçi sınıfı, ezilenler ve yoksul halk durmaktadır. Dü-zeni yeni bir siyasallaşma sürecine zorlayan ve iktidarın kı-rılma noktalarından vurarak, süreci çok boyutlu devrimci birkrize dönüştürecek olan da işçi sınıfının devrimci siyasetidir.

17

GÜNDEM

Page 18: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

18

S‹YASAL REJ‹M

ürkiye'de siyasal mücadele, cumhuriyetin ba-şından beri "rejim düşmanı" gibi gösterilen İs-lamcı hareketin, son yıllarda, kitlesel bir iktidarpartisi olmasının koşullarını yarattı. '70'lerinsonlarında sokaklarda boy gösteren "bir İslam-

cı militan"ın, 2000'lerde adım adım karizmatik bir "devletadamı"na dönüşmesine tanık olduk. Devlet adamlığı gele-neğinin "seçkin temsilcileri"nin burun kıvırdığı Recep Tay-yip Erdoğan, büyük kitleleri coşturan, uluslararası üne sa-hip bir önder kültüne dönüştü. Kişisel karizması partisininönüne geçti.

Yeri geldiğinde sokakta, yeri geldiğinde bürokraside hepdevletin hizmetinde görev yapan İslamcı hareketin işbitiri-ci (pragmatik) önderi Tayyip Erdoğan, miadı dolmuş "as-ker-sivil devlet seçkinleri"ne karşı bir halk kahramanı gibişişiriliyor. Oysa bilinen kuvvetli bir kahramanlık öyküsüyok. Nasıl oluyor da, ezilenlerin siyasal rejimle bütünleşti-rildiği bütün kavşaklarda hep devletin hizmetinde olan İs-lamcı hareketin önderi AKP-Erdoğan, "eski devlet seçkin-leri" karşısında halka bir kahraman gibi görünüyor? Dahaönemlisi, nasıl oluyor da sömürge tipi faşizmi yeniden ya-pılandıran AKP iktidarı (İslamcı liberal siyasal rejim), "oto-riter devlet ve rejim geleneğinde demokratik bir açılım" gi-bi görünüp aynı anda hem emperyalistlerin hem egemen sı-nıfların hem de ezilenlerin kitlesel desteğini alabiliyor?

Bunu, zorba bir devletin halkta yarattığı bıkkınlığın, yineiktidarın olanakları kullanılarak etkin bir kitle desteğine dö-nüştürülmesiyle açıklamak, doğrusu çok kolay bir açıklamaolurdu. Ezilenlerin ve dışlanmışların içinden sıyrılarak "vu-

ruşa vuruşa" devletin tepesine dek tırmanmış bir "halk kah-ramanı"nın, her eylemi ve söyleminin, halkta mağdurlaradına seçkinlere atılmış bir intikam tokadı gibi yankılanma-sı anlaşılır bir şeydir. Kaldı ki, iktidardayken bile hep"mağduru oynayarak" halkın desteğini kazanabilme taktik-leri, görmezden gelinebilecek bir yetenek değildir. Bu ge-rekçeler, Erdoğan’ın halka bir kahraman gibi görünmesininbazı nedenlerini açıklasa da, onun asıl başarısını açıklamaz.Onun en büyük başarısı, 1990’ların sonlarında neoliberalyeni sömürge kapitalizminin derinleşen krizlerinin bir süre-liğine de olsa aşılarak, neoliberal dönüşümün yerleşik birdüzen haline getirilmesidir.

Kapitalist bir siyasal rejimin temel sorunu, yıkıma uğrattığıezilenlerin tepkilerinin düzenle yeniden bütünleştirilmesi-dir. Baskı ya da rızayla, bastırarak ya da asimile ederek, al-datarak ya da satın alarak tepkilerin düzenle bütünleştiril-mesi (eklemlenme), bunun için kullanılan yöntem ve araç-lar o rejimin niteliğini ve sağlamlığını belirler. Bu anlamda,AKP iktidarının temsil ettiği İslamcı liberal rejim, neolibe-ral yeni sömürge kapitalizminin kendi çok yönlü krizininiçinden çıkardığı en sağlam rejim biçimidir. Çünkü, dar an-lamıyla kendi iktidarını sağlama alma çabalarının ötesinde,kapitalist bir siyasal rejimin çözmesi gereken iki temel so-runa net bir şekilde yanıt vermektedir. Birincisi, AKP ikti-darı, neoliberal ilkeler çerçevesinde yürütülen dönüşüm sü-recine önderlik ederek, sermaye sınıflarının genel ve ortakçıkarlarının kesintisiz korunduğu bir düzene yerleşiklik ka-zandırdı. İkincisi, özellikle krizin derinleştiği 2000'lerdesürekli ezilen ve dışlanan işçi kitlelerinin, yoksulların, İs-

AKP’nin ve Tayyip Erdo¤an’›n kiflili¤inde sömürge tipi faflizmin iktidar›nayerleflen ‹slamc› liberal rejim, neoliberal dönüflüme yerleflik bir düzenkazand›rd›. “Statükocu düflmanlar›n›” kolayl›kla altedip devrimci hareketinolmad›¤› koflullarda halk›n politik muhalefetini denetim alt›na alarakrejimin krizinden bir süreli¤ine de olsa baflar›yla ç›kan AKP, gelinen nokta-da kaç›n›lmaz olarak kendi krizini de büyütmektedir

‹slamc› liberal rejim‹slamc› liberal rejim

T

Sömürge tipi faflizmin iktidar›nda

Veysel Dere

Page 19: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

lamcı kitlelerin, Kürtlerin ve Alevilerinbu düzenle yeniden bütünleştirilebilmesiiçin düzenin gereksindiği nesnel adımlarıattı. (Kürtlerin ve Alevilerin çelişkili siya-sal süreçleri bu nesnel-sistemsel girişimingerçekliğini değiştirmiyor.)

1. Kriz ve neoliberal yenidenyap›lanmaAKP iktidarının önemli bir başarısı da, İslamcı bir kadroyuiktidarın tepesine çıkarması oldu. Tarihin cilvesine bakınki, cumhuriyet tarihinin çok sancılı dönüşüm süreçlerindenbirine, yıllardır rejim karşıtı olarak gösterilen çok özel vedinamik bir kadro önderlik etmektedir. Ağırlıkla İslamcıhareketten, eski bürokratik seçkinlerden, biraz da soldan veliberallerden devşirilen bu yeni, genç, girişken kadro, cum-huriyetle yaşıt bir rejim sorunu olan İslamcılığın düzenlebütünleşmesini sağladığı gibi, krizle birlikte tıkanma nok-tasına gelen neoliberal atılımın gereksindiği taze kanı oluş-turdu.

Özal'ın (ANAP) neoliberal hamlelerinin halkta yarattığı

tepkilerin bir toplumsal muhale-fete dönüşmesi, Kürt sorunununrejimi kilitlemesi ve İslamcıların

Refah Partisi'yle hükümet ortağıolması (Refahyol Hükümeti, 1997) neoli-beral yeni sömürge kapitalizmini çok yön-lü krizlere sürükledi. Düzenin, DSP, CHP,

MHP gibi (özellikle Ecevit-Bahçeli ulusalcı-milliyetçi-faşist ekseni) seçenekleri ülkeyi krizden çıkara-cak politikalar geliştiremedikleri gibi, yolsuzluk ve çürü-meyi derinleştirdiler. Krizin derinleşmesi, aynı zamandayerleşik burjuva partilerinin temsil krizine girerek çözül-mesini getirdi.

İşte bu koşullarda, AKP, 28 Şubat'ın darbeleriyle iyice de-rinleşen siyasal İslam'ın krizinde bir yenilenme hareketi("Yenilikçiler") olarak gelişti. Hareketi ve İslamcı kitlelerineoliberal kapitalizme uyarlayarak krizi aştı. Neoliberal sü-rece daha önce ANAP döneminde uyum sağlamış CemilÇiçek, Abdülkadir Aksu, Köksal Toptan gibi isimleri de ik-tidarın çekiciliği sayesinde bünyesine kattı. İslamcılarınmilitanlık potansiyelini hep canlı tutma taktiklerinin yanın-

19

S‹YASAL REJ‹M

Page 20: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

nında, onları yeni düzenle bütünleştirme stratejisiyle hare-ketin önünü açtı. Sermayenin dolaşımına ve iktidar çatışma-larına koşut son derece verimli sonuçlar ortaya çıktı. Sokakmilitanlarından "devlet adamları", "Hacı tüccar-esnaf takı-mından" kendi deyişleriyle "hakiki burjuvazi" türedi. Kuv-vetli bir kitle seferberliğini de arkasına alıp çürümüş yerle-şik burjuva partilerini yararak iktidara tırmanan AKP, hızlaneoliberal dönüşüm projelerinin aradığı "ideal özne"ye dö-nüştü. Tencere yuvarlandı kapağını buldu.

2. ‹ktidar savafl›m›yla örtülen gerçekTürkiye'de köklü rejim değişimleri, siyasal temelindeki di-namiklerin akışkanlığına bağlı olarak hep şiddetli iktidar ça-tışmalarıyla ya da askeri darbe gibi ani kesintilerle olur. Ye-ni sömürge kapitalizmine (çarpık kapitalizm) özgü yapısalkrizler ve istikrarsızlıklar, hep "siyasal ve ekonomik deği-şiklik" beklentilerinin ve bu beklentileri güdümleyen "kah-ramanların" iktidara taşındığı temeli oluşturur. Şimdi de öy-le, yine bir rejim içi köklü değişim şiddetli iktidar çarpışma-ları altında yaşanıyor. Tayyip Erdoğan'ın “Biz her şeyi bili-yorduk; [ama koşulların olgunlaşmasını bekledik, demekistiyor]” sözlerine de yansıdığı gibi, değişim, uzun süreceyayılmış bir darbe gibi yaşanıyor. Neoliberal dönüşümünyerleşiklik kazanmasının önünde engel olan eski iktidar kü-melenmeleri tasfiye edilirken, darbenin diğer hedefi, halkınilerici, devrimci tepkilerinin oluşmasını engellemektir.

Sömürge tipi faşizmin iktidarı için girişilen iktidar sava-şımlarında AKP ve TSK odaklarında kümelenmiş egemengüçler, devlet teröründen halka dağıtılan rüşvete dek hertürlü yönteme başvuruyorlar. Çatışan iktidar odaklarının çı-karlarının halkın çıkarları gibi sunulması bilinen bir meşru-luk aracıdır. Yine iktidar savaşımının bir toplumsal saflaş-

ma ve gerilimle desteklenmesi bilinen bir burjuva iktidaroyunudur. Bu çatışmaları destekleyen ideolojik saldırılarınana eksenini "demokrasi" kavramı oluşturmaktadır. Ülke-mizde bir türlü mümkün olmayan demokrasiye geçiş süre-ci, uğruna her türlü anti-demokratik uygulamanın meşru-laştırıldığı; faşizmin demokrasi, terörün barış, çürümeninyenilenme ve işbitiriciliğin erdem gibi sunulduğu yerleşikbir düzene dönüşüyor.

Eski rejimin egemen iktidar odağını oluşturan askeri bürok-rasiye tutunarak güçlenen ve TSK'nın yeni düzendeki deği-şen konumuna bağlı mevzi kaybedenler bile demokrasidendem vurmaktadır. Onlar AKP iktidarını, "devletin laik de-mokratik cumhuriyetçi geleneğinden dinci gerici (‘antide-mokratik-karşıdevrimci’) bir kopuş" olarak tanımlamakta-dır. Buna göre, AKP kendini her nasıl tanıtırsa tanıtsın, as-lında onun "gizli bir iktidar planı" var. Ama takiye yaparak,koşullar olgunlaştığında çıkarıp uygulamaya koyacağı "ra-dikal İslamcı devlet planını" sürekli gizlemeye çalışmakta-dır. Doğrusu, AKP gibi derin tarihsel, toplumsal kökleriolan İslamcı bir kitle partisinin gizli planlarının olmamasışaşırtıcı olurdu. En azından, kendisini iktidara taşıyan İs-lamcı kitlelerin bir bölümünün gönlünde bir İslamcı devle-tin yattığını herkes bilir. AKP iktidarının sürekliliği, bu kit-lelerin belli ölçüde tatmin edilmesine bağlıdır. Öyle ki,AKP’nin zaman zaman bu kitlelerin kimi beklentilerinicanlı tutacak çıkışlar yapması da, artık sıradan bir iktidaroyununa dönüştü. Yeri gelmişken, bu sıradanlığı, burjuvaiktidar çatışmalarının “olağan gerilimleri” çerçevesinde de-ğerlendirmek yanlış olur. İslamcı kitlelerin dinsel beklenti-lerinin karşılanması sürecinde ortaya çıkan siyasal-toplum-sal gericiliğin küçümsenmesi, telafisi kolay olmayan zarar-lara yol açabilir. Ne var ki İslamcı gericiliğin tehlikelerini

20

S‹YASAL REJ‹M

‹slamc› liberal rejim, ‹slamc›hareketin motivasyon,meflruiyet, enerji ve dinamizmi-ni sisteme kazand›rd›. Dincikadrolar, cemaat iliflkileri,‹slamc› piyasa dinamikleri vebireyci, rekabetçi dinsel ideoloji,rejimin gereksindi¤i taze kan›sa¤lad›. ‹ktidar›n kuruluflunda,devletin yenidenyap›lanmas›nda, yönetiflimorganlar›nda, sivil toplum kuru-lufllar›n›n, hay›rseverlik etkin-liklerinin örgütlenmesinde,belediyecilik, kontrgerilla, istih-barat, polis ve devlet bürokra-sisindeki etkinlikleri ciddiboyutlara ulaflt›

Page 21: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

gösteren bu durum, AKP iktidarının sadece bir yanını oluş-turmaktadır.

Öte yandan, zaten direnci kırılmış "asker-sivil devlet seç-kinleri"ne karşı yeni iktidarın kapısında sıralanan, İslamcıhareket, liberaller ve soldan devşirilen "iktidar entelektüel-leri", AKP'nin demokrasi projesini, "otoriter devlet gelene-ğinde demokratik bir kopuş" olarak sunuyor. Hatta kimile-ri AKP reformlarını "burjuva demokratik devrimin tamam-lanma hamlesi" olarak değerlendiriyor. İddialara bakılırsa,bu süreç tamamlandığında ortaya çıkan yönetsel ilke ve dü-zenekler sayesinde ülkemizde demokrasi tam anlamıylayerleşecektir. Yine iddialara bakılırsa, çağın gereklerinebağlı olarak, siyasal rejimin ve devletin yaşadığı dönüşümsüreciyle birlikte, temsil ve katılım krizlerinden kaynakla-nan sorunlar giderilecek; merkeziyetçilik, katı bürokrasi,kapalılık ve hiyerarşi yerini, yerelliğe, katılıma, açıklığa,şeffaflığa, hesap verebilirliğe, sorumluluğa vs. bırakacaktır.Böylece demokrasi, toplumun kılcal damarlarına kadar yer-leşerek eşitlik, özgürlük, adalet ve kalkınma için de sağlambir temel oluşacaktır.

3. AKP iktidar›: ‹slamc› liberal rejimAKP'nin “Demokrasi Projesi”yle, “otoriter devlet gelene-ğinde demokratik bir kopuş (açılım)” şöyle dursun, devlet,daha merkeziyetçi ve otoriter biçimlerde yeniden yapılan-dırılmaktadır. Sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşmederecelerindeki aşırılık, egemen sınıflar arası (oligarşi içi)siyasetin ağırlık merkezini de kaydırmakta; bu da siyasalrejimde değişikliklere yol açmaktadır. Yeni oluşturulan ya-pıda halkın siyasal toplumsal katılımı bütünüyle engellen-mektedir. İddiaların tersine, neoliberal dönüşümle birlikte"burjuva demokrasi"lerinin kuvvetler ayırımında "yürüt-

S‹YASAL REJ‹M

Sömürge tipifaflizmSömürge tipi faflizm kavram› ülkemizde illk kez, Mahir Çayantaraf›ndan, Politikleflmifl Askeri Savafl Stratejisi’ni (PASS)kavramlaflt›r›rken, yeni sömürge kapitalizminin devlet biçiminitan›mlamak için kullan›ld›. Devrimci Yol dergilerinde faflizme karfl›direnifl savafl› kavramsal çerçevesiyle içeri¤i zenginlefltirildi.1980’lerden 2000’lere Devrimci Gençlik,Yön, Devrim dergilerindekapitalist devletin biçimlenmesine iliflkin, özellikle faflizm,demokrasi, darbe gibi çal›flmalarda aç›klay›c› bir teorik çerçeveolarak gelifltirilmeye çal›fl›ld›.

Yeni sömürgelerde devletin genel biçimi faflizmdir. Ancak yenisömürgelerdeki faflizm, 20.yy’›n bafl›nda Almanya ve ‹talya’dagörülen “klasik faflizm”den farkl›d›r. Öncelikle, yeni sömürgelerdefaflizm kurulufl evresinde güçlü bir kitle deste¤ine dayanmaz;temel dayana¤›n› emperyalizm oluflturur. Bu nedenle “afla¤›danyukar›” bir kitle hareketiyle de¤il, yukardan afla¤›, devlet kurumlar›vas›tas›yla örgütlenir.

Yerli oligarflilerin, halk› aç›k bir zorbal›kla yönetmek üzeregereksinim duyduklar› teknik olanaklar›n büyük bir ço¤unlu¤uemperyalistler taraf›ndan sa¤lan›r. Emperyalistler bununla dakalmazlar; devletin faflist bir temel üzerinde örgütlenmesi için içgüvenlik örgütlenmesinin kontrgerilla örgütü ekseninde flekillen-mesini sa¤lamaya çal›fl›rlar. Örne¤in, dünyan›n bütün yenisömürgelerine iflkenceci polis flefleri yetifltirilir. Birçok yenisömürge ülkedeki yar› askeri faflist terör örgütleri bizzat CIAtaraf›ndan kurulmufltur. MHP de zaman›nda bu tip ifllevler üstle-nen örgütlerdendir. Emperyalistlerin yeni sömürge ülkelerindevletleri içindeki gizli iflgali, faflizmin yukardan afla¤› devlet içindekurumlaflt›r›lmas› biçiminde olgunlafl›r. Yeni sömürgelerde düzenliaral›klarla CIA taraf›ndan gerçeklefltirilen askeri darbeler, faflizminyukardan afla¤› kurumlaflt›r›lmas›n›n bafll›ca araçlar›ndand›r.

Egemen s›n›flar›n fliddetli iç çeliflkilere sahip olmas› nedeniylearalar›ndaki birli¤i sa¤lamak amac›yla s›n›rl› biçimlerde parlamen-tarist yöntemlere baflvurulur. Gerçekte devlet iktidar› parlamentod›fl› faflist kurumlar›n denetimindedir. Temel ifllevi oligarfli içiçeliflkileri azaltmak olan parlamento, ayn› zamanda faflizmigizleyen bir “örtü” oluflturur. Ancak, oligarfli içi çeliflkiler keskinleflip,tekelci sermaye di¤er müttefiklerinin oluflturdu¤u ayakba¤lar›ndan kurtulma gereksinimi duydu¤unda bu örtü de at›l›r vefaflizmin aç›k icras›na geçilir. Sömürge tipi faflizmin iktidar›n›n hangirejim biçimiyle kurulaca¤›, temelde s›n›f çat›flmalar›n›n seyritaraf›ndan belirlenir.

Özetle temel özelliklerini s›ralarsak, öncelikle, sömürge tipi faflizmkurumsald›r; yukardan afla¤›ya -devlet eliyle- yap›land›r›l›r. ‹kincisi,düzenin krizli yap›s›ndan kaynakl› olarak süreklidir; ihtiyaç halindeya da zaman zaman baflvurulan bir yöntem de¤ildir. Üçüncüsü, ikilibir karaktere sahiptir; temsili demokrasi ö¤eleriyle bask› ve terörö¤elerinin iç içe geçti¤i, ama özünde bask› ve terör ö¤elerininbelirleyici oldu¤u bir devlet biçimidir. Koflullara ba¤l› olarak, ard›fl›kaç›k ve gizli faflizm dönemleri, askeri diktatörlük, savafl rejimi gibide¤iflik siyasal rejim flekillerine bürünmektedir. fiimdi de AKP’ylebirlikte “‹slamc› liberal rejim” olarak biçimlenmektedir.

21

Page 22: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

menin güçlendirilmesi"ne karşılık gelen bir genel eğilimgörülmektedir. Bu eğilim, siyasal partilerin dar anlamıylaiktidarlarını koruma kaygılarını aşan, sermayenin aşırı mer-kezileşmesine ve yoğunlaşmasına bağlı sistemsel bir nitelikoluşturmaktadır. Bu noktada AKP iktidarının sırrı, ne birrastlantıda, ne bir fırsatçılıkta, ne halkın bu denli gericileş-mesinde, ne de sırf onun öznel başarılarını vurgulayan ikti-dar oyunlarında saklıdır. Onun sırrı, genel olarak sermayeiktidarını güçlendiren bu tarihsel-toplumsal eğilimin sırtınabinerek, aynı zamanda kendi iktidarını da güçlendirme ye-teneğinde saklıdır. AKP, kendi kurumsal iktidarıyla birlik-te sermayenin genel ve ortak çıkarlarını da temsil etmekte-dir. Burada sömürge tipi faşizmin geleneksel siyasal gerici-liği, bu ikili çıkarlara ket vurmayacak şekilde, neoliberal il-kelerce yeniden üretilmektedir. Neoliberal yönetişim düze-nekleri sayesinde ortaya çıkan, devlet, toplum ve sermayeyapılarıyla iç içe geçmiş yeni bürokrasi seçkinleri kadrosuegemen iktidar odağına önderlik etmektedir. Devletin gele-neksel ideolojisinin "antikomünizm, Türk-İslam sentezi"gibi gerici unsurları, İslamcı-milliyetçi-liberal-piyasacı birgericilik perspektifiyle yeniden üretilmekte; işbitiricilik(pragmatizm) belirleyici bir siyaset tarzı haline gelmekte-dir. Devletin şiddet aygıtının değişmesine bağlı olarak, es-ki rejimin şiddet aygıtının çelik çekirdeğinde yer alankontrgerilla bir başka merkezde yeniden yapılanmaktadır.

3.1. Derinleflen ba¤›ml›l›k iliflkileriAKP iktidarı, emperyalizmle bağımlılık ilişkilerini doğru-dan bağlantıları çoğaltıp yerleşiklik kazandırarak derinleş-tirdi. "Yapısal uyum programı" bunun araçlarından birinioluşturmaktadır.

"Çağdaş küresel dünyaya uyum" söylemiyle parlatılan ya-pısal uyum programları, emperyalist sistemin yeni zorunlu-luklarını sömürgelerde içselleştirmekten başka bir şey de-ğildir. AKP ilk yıllarında (2003-2005), iktidar temelinigüçlendirene kadar, gücünü ve inandırıcılığını daha çokAvrupa Birliği uyum programlarından aldı. Buna göre,ekonomideki en akılcı düzenlemeleri geliştirebildiği varsa-yılan uluslararası kurullar, yolsuzluğa karşı "şeffaflık",hantal devlet işletmelerine karşı da "rekabet" gibi söylem-leri öne çıkararak “yerli”sermayenin desteğini kazandılar.IMF ve Dünya Bankası’nın oynadığı rolü ülke içinde içsel-leştiren, sözümona siyasetten bağımsız akılcı karar alma iş-lerini yürütecek "özerk" kurumları dayattılar.

Ancak bu kurumların yapılanmasında, AKP’nin inisiyatifive siyasal çatışmaların belirleyici olduğu göz önünde tutul-malıdır. Aksi durum, emperyalist merkezleri kadiri mutlakbelirleyici güçler ve AKP iktidarını ise onların basit bir iş-birlikçisi gibi değerlendirerek, onun özgünlüğünü görmez-den gelen yaklaşımlara götürmektedir.

Özellikle AKP iktidarının ilk yıllarında (2003-2005), Avru-pa Birliği ve Dünya Bankası programları hızla uygulandı.Neoliberal ilkeler çerçevesinde ulusal, sektörel ve bölgeselkurullar oluşturuldu ya da oluşturulması yönünde bağlayıcıkararlar alındı. Böylece sermaye sınıflarının siyasal kararalma süreçlerine doğrudan katılması ve neoliberal yeni sö-mürgecilik sisteminin doğrudan bağlantılarının çoğalmasısağlanmış oldu. Bu bağlantılar sermaye mantığını parla-menter sistemin temeline yerleştirirken, aynı zamanda,AKP iktidarını güçlendiren sonuçlar doğuruyor. Örneğinbütün gerilimli doğasına karşın hazırlanan yasalar, hem ser-mayeyi hem AKP’yi güçlendiriyor. Yine son AKP-IMFkrizinde de görüldüğü gibi, IMF’ye gerek kalmadan IMFprogramları AKP tarafından “kahramanca” hayata geçirili-yor. AKP, “dik durarak ama diklenmeden”, emperyalizmi

içselleştirmiş ve emperyalizmin içselliği olgusunu yenidenüretmiş oluyor. Elbette burada, bu “uysallığının” ödülünüiktidarını biraz daha büyüterek alıyor.

Bunun yanında, emperyalist bağlantılar, Dışişleri BakanıAhmet Davutoğlu’nun girişimlerinde görüldüğü gibi, böl-gede ve ülkemizdeki stratejik sektörlerin paylaşılmasını ön-gören daha işlevsel pazarlıklar ekseninde oluşturulmakta-dır. Üstelik son yıllarda artan Arap sermayesiyle ilişkilerhem Türkiye’nin bölgesel görevlerinin yerine getirilmesin-de, hem de AKP iktidarının özgül çıkarlarının sağlanmasın-da önemli bir olgudur. Ayrıca emperyalist devletlerin dışiş-

22

S‹YASAL REJ‹M

Rejimin halk deste¤inioluflturmak ve sermayehareketinin en yüksekdüzeydetoplumsallaflmas›n›sa¤lamak için örgütlenenyönetiflim düzenekleriköylere kadar uzand›.Genç Fethullahç› kay-makamlar, hatta valiler,yerel yöneticiler, yenibürokrasi seçkinleri,cemaat-tarikat önderleri,hükümet sendikalar› vesermaye temsilcilerirejimin yerel iktidara¤lar›n› oluflturuyor. Bunedenle bu kesimler,güvencesiz iflçieylemlerinin ve hakmücadelelerinin hedefihaline geliyor

Page 23: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

leri bakanlıkları, istihbarat servisleri, ünlü tekeller ve üni-versitelerin oluşturduğu vakıf, fon, forum gibi yerel iktidar-ların kılcal damarlarına kadar girebilen, doğrudan emper-yalist merkezler tarafından örgütlenen kanallar da giderekyaygınlaşmaktadır.

3.2. Devletin piyasa eksenli yeniden yap›lanmas›Toplumsal barış ve huzur ortamının sağlanması hep "siya-sal istikrar"a bağlanır. Liberaller bunun, "devletin küçültü-lerek ekonomiden elini çekmesiyle" sağlanabileceğini iddiaederler. Ulusalcılar ise bunun ancak, "üniter, askeri olarakgüçlendirilmiş ve otoriter bir devlet yapısıyla" sağlanabile-ceğini söylerler.

AKP iktidarıyla gerçekleşen, devletin piyasa eksenli yeni-den yapılanmasıdır. Bu yapılanma, ulusalcıların dediği gi-bi, ulus devletin tasfiyesi değildir. Öte yandan, bu sürecinsonunda liberallerin beklediği "siyasal istikrar" da hiç gel-meyecek; tersine toplumsal eşitsizlikler daha fazla derinle-şerek siyasal istikrarsızlığın nesnel temelini yeniden ürete-cektir.

Burada slogan düzeyinde "ekonomi ile siyasetin ayrılması"söylemi ve "ekonomik karar alma süreçlerinin iktisadın ev-rensel doğrularına dayanan teknik bir mesele olarak elealınması" yaklaşımı öne çıksa da, asıl olarak yaşanan "dev-

letin piyasadan elini çekmesi" değil, yeniden yapılandırılansiyasi karar alma süreçlerinin tüm alanlarına piyasa ilkeleri-nin yedirilmesidir. Amaç, devletin bir piyasa aktörü gibidavranması ve şirket mantığıyla yeniden örgütlenmesi; tıp-kı Tayyip Erdoğan'ın dediği gibi, "bir şirket gibi yönetilme-sidir." Ne var ki, bu amaca uygun olarak atılan adımlar san-cılı dönüşüm süreçlerini de birlikte getirmektedir. Yerel,sektörel ve ulusal düzeyde olduğu gibi yasama, yürütme veyargı kurumlarında da ucu açık, iktidar çatışmalarıyla ve ge-rilimlerle dolu bir yeniden yapılanma süreci gündemdedir.

Devletin piyasa eksenli yeniden yapılanması, ayrıca, "yö-netişim projesi"yle,1 "devletin demokratikleştirilmesi" ola-rak sunulmaktadır.

3.2.1. Yönetiflim düzenekleriYönetişim programları gereği, devletin ekonomik "karar al-ma ve yürütme işlevleri" yeniden yapılandırılmaktadır. Bunoktada iki kurul ön plana çıkmaktadır: Yatırım DanışmaKonseyi (YDK) ve Yatırım Ortamını İyileştirme Koordi-nasyon Kurulu (YOİKK). İşlevselliği bakımından, rejiminişleyişinde genel olarak ikinci planda yer alan parlamento,böylece siyasal iktidarın yanında, daha etkin sermaye or-ganlarınca da sermaye iktidarını güçlendirecek biçimdeyönlendirilmeye çalışılmaktadır.

"Sermayenin yatırım ortamı standartları evrenseldir!" slo-

23

S‹YASAL REJ‹M

Page 24: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

ganıyla hareket eden yeni politik girişimciler, bu yönde "ya-tırım ortamının iyileştirilmesi" çalışmalarını hızlandırdılar:Daha ucuz iş gücü, bedelsiz arazi tahsisleri, sorun yaratma-yan çevre standartları, vergisiz kazanç olanaklarıyla iyileşti-rilen yatırım ortamı, bu konsey ve kurulların denetimindemali-siyasi bürokratlarca oluşturulmaktadır. Konseyin katı-lımcıları yabancı ve yerli sermaye çevreleri, başbakan vebakan düzeyinde hükümet yetkilileri, IMF ve DB temsilci-leridir. Bu toplantılarda sermaye, IMF ve DB temsilcileri ta-leplerini dile getirir, hükümet ise bu talepler karşısında taah-hütlerini sunar. Genelde bunlar stratejik konulardır. Bu nok-tada AKP’nin iktidar sırrı, bu stratejik yönelimler üzerindentaktik üstünlükler elde etmesindedir. Özelleştirme progra-mının hızlanması, sosyal güvenlik reformu,

sermaye vergi indirimleri, bedelsiz arazi teminine dair ge-nişletilmiş uygulamalar gibi AKP iktidarının son birkaç yıl-lık ekonomik programı aslında YDK mamulüdür.

AKP’nin iktidarının sürekliliğinin garantisini oluşturan“yandaş sermaye bloku”nun kayırılması bile bu genel eğili-min içinde anlamını bulmaktadır.

YDK’nin "tavsiyelerinin" ve hükümet taahhütlerinin ger-çekleşmesini sağlayan organ ise YOİKK’dir. YOİKK’ningörevi, YDK’den çıkan kararları yasa tasarılarına dönüştür-mektir. YOİKK’nin katılımcılığı da YDK’ye yakındır. Ya-bancı sermayeyi temsilen Uluslararası Yatırımcılar Derne-ği (YASED) ve yerli sermayeyi temsilen TOBB, TÜSİADve TİM’nin yanı sıra, AB ve DB temsilcileri, bakanlar ve

müsteşarlar YOİKK toplantılarında neoliberal reformlariçin çıkarılacak yasaları yaparlar. 2003-2006 döne-minde çıkarılan İş Yasası, Doğrudan Yabancı Yatı-rımlar Yasası, Yabancıların Çalışma İzinleri Hak-kında Yasa, Turizmi Teşvik Yasasında Değişiklik

Yapılması Hakkında Yasa, Türk Patent EnstitüsüKuruluş ve Görevleri Hakkında Yasa, Sosyal

Sigortalar Kurumu Yasası, Türkiye Ya-tırım Destek ve Tanıtım Ajansı

Kurulması Hakkında Yasa,Kurumlar Vergisi Yasası gibi

yasalar YOİKK tarafındanhazırlanmıştır. Son gün-

lerde hükümet ve YO-İKK üyeleri, Ticaret

Yasası’nda yapıla-cak bazı değişik-

24

S‹YASAL REJ‹M

Sürekli politikleflme ve s›n›fsalörgütlenme yetene¤i engellenen;kronik iflsizlik durumundab›rak›lan; nüfus fazlas› olarakdüzen d›fl›na itilen ve dilencileflti-rilme politikalar›yla kendinesayg›s›n› yitiren halk, art›k ikti-dar› daha fazla sorguluyor...Düzene sadakatini sat›nalmak için da¤›t›lan kömür-lerde göçük alt›ndakigüvencesiz madeniflçileriyle kaderortakl›¤›n›, direnenTekel iflçilerindekendine sayg›y›görüyor

Page 25: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

likleri gündemlerine aldılar.

Parlamentoda "yasa hazırlık işlemlerinde" AKP teşkilatçı-larının yanında doğrudan sermaye temsilcileri, maliye,mülkiye ve güvenlik bürokrasisi uzmanları da belirleyiciolmaktadır. Salt bir "el kaldırma indirme" mekanizmasınadönüşen parlamentonun yasama işlevleri fiilen yürütmeyedaralmıştır. Buna bir de AKP'nin iktidar sürekliliğini sağla-mak için anayasa değişikliği gibi yürütmeyi güçlendirmeyönünde müdahaleleri eklenince, ortaya, iddiaların tersineiyice merkezileşmiş bir yapı çıkmaktadır. Sınıf tercih-lerinin çelişkili yapısını doğrudan parlamentoya yansıtanbu durum, AKP iktidarının özel çıkarlarıyla sermayenin ge-nel çıkarlarının zaman zaman çeliştiği, zaman zaman uyuş-tuğu noktayı da göstermektedir.

3.2.2. Üst kurullarHem AKP hem sermaye, şişkin ve hantal devlet yapıların-dan aynı derecede yakınmaktadır. Bu yapılanma, piyasala-rın ve siyasal iktidarın gereksinim duyduğu esnekliği ve çe-vikliği yeterince gösterememektedir. Çözüm için getirilen"sektörel düzenleyici üst kurullar", sermaye hareketinin bü-tün "can alıcı" sektörlerinde hızla oluşturulmaktadır. Bukurullar, öncelikle, özelleştirme-piyasalaştırma süreçlerininmerkezinde bulunan sektörlerde kurulmaya başlandı. Ener-ji, telekomünikasyon, su ve ilaç, üst kurullarca idare edilenen muteber sektörlerdir. Bunlar, kuruldukları sektörlere da-ir denetleme, düzenleme ve bunlara bağlı olarak mevzuatçıkarma ile bu sektördeki uyuşmazlıkları çözme gibi genişyetkilerle donatıldılar. Yatırım Danışma Konseyleri, küre-sel meta zincirinin işleyişini örgütleyip buna uygun biçim-de ülkelerde makro düzenlemeleri planlarken, sektörel ye-niden yapılanmalar, "düzenleyici üst kurullar" (BağımsızDüzenleyici Kurumlar-BDK) sermayenin ve iktidarın gün-delik-tikel çıkarlarını kollamaktadır.

Sağlıkta piyasalaştırmanın en ciddi adımlarının atıldığı bu-günlerde, İlaç Kurulu Yasası’nın hazırlanması rastlantı de-ğildir. Yine Telekomünikasyon Kurulu, bu sektör piyasa-laştırılırken kurulmuştur. Şeker Kurulu, şeker fabrikalarıözelleştirilmesi gündeme geldiğinde; Bankacılık Denetle-me ve Düzenleme Üst Kurulu, Rekabet Kurumu, Enerji Pi-yasası Düzenleme Kurumu, Kamu İhale Kurumu, Tütün,Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası DüzenlemeKurulu, Transit Petrol Boru Hatları Kurulu, Sermaye Piya-sası Kurulu oluşumu tamamlanmış üst kurullardır.

Bu anlamıyla "sermaye iktidarının yoğunlaşma ve merke-zileşme" eğilimini temsil eden düzenleyici kurulların bile-şimi, yoğunlaşan iktidarın sahiplerini de göstermektedir.Bu kurulların karar alma makamlarında bulunan yeni bü-rokrasi seçkinlerinin yanındaki koltuklar, yine AKP’li poli-tik girişimcilere ve sermaye temsilcilerine ayırılmıştır.

3.2.3. STK ve cemaatlerSTK'lar ve cemaatler, hem AKP iktidarı hem de sermayeprogramları için gerekli kitle manipülasyonunun sağlanma-sında son derece işlevseldir. Burada, sermaye mantığınıntoplumsallaşması ve AKP iktidarının merkezileşmesi bir veaynı süreçte bütünleşmektedir. Bunun araç ve yöntemlerin-den biri "STK’laştırma"dır. Emek örgütleri, sendikalar vedemokratik kitle örgütleri, siyasal-sınıfsal özellikleri tasfi-ye edilerek neoliberal ilkelerce hareket eden STK'lara dö-nüştürülmektedir. STK'lar hem de siyasal iktidarın kitledesteğini oluşturmaktadır. "Yoksullukla mücadele" ya da"sosyal yardım kampanyaları" gibi etkinlikler, böylece ge-niş bir toplumsal temele dayanarak yürütülmektedir. İşsiz-lik, yoksulluk ve sınıfsal-toplumsal kutuplaşmanın artması-nın doğurduğu "tehlikeler", "yardımlaşma" ve "hayırsever-lik" işlerinin kurumlaşmasıyla düzenin bekası için buralar-da yatıştırılmaktadır. Tam bu noktada AKP iktidarı, neoli-beral yıkımdan doğan boşluğu, İslamcı liberal dinamiklerledoldurma becerisi göstermektedir. İslamcı hareketin cema-at, vakıf ve dernek örgütlenmelerinde yarattığı birikim bu-rada değerlendirilmektedir.

"Hayırlarda yarışan" dinci gericiliğin bireyci rekabet arzu-su, neoliberal yönetişim programlarıyla yeni olanaklarınakavuşmaktadır. Bu olanaklarla süreç, yalnızca yardım ku-ruluşlarıyla sınırlı bir süreç olma niteliğini çoktan aşmış du-rumdadır. AKP artık, muhalefet alanını da kendine bağım-lı bir şekilde yeniden düzenlemektedir. Mazlum-Der’lebaşlayan bu süreç, gelinen aşamada emek alanı dahil bütünalanlara yansımaktadır.

Öyle ki, İHH’nin son zamanlarda düzenlediği “Filistin’eYola Çık!” kampanyasıyla bu tür örgütlenmeler uluslara-rası operasyonlara dek uzanabilmektedir. Hak-İş’in güçlen-mesi ve yaygınlaştırılması için özel planlar devreye sokul-maktadır. Bu seneye kadar bunlar, diğer muhalefet örgütle-riyle uyum içinde bir gelişme çizgisi izlemekteydi. Şimdiise, eşcinsellere karşı Aliye Kavaf’a destek veren Mazlum-Der kampanyasında olduğu gibi, kendi ideolojileri ve ikti-dar politikaları doğrultusunda etkin bir mücadele çizgisiyürütmektedirler. Bir süre önce iktidarı ele geçirmek içinkurulan sosyal ağlar, şimdi iktidarı ayakta tutmak ve dinci-gerici ideolojik-politik projeleri hayata geçirmek için kul-lanılır oldular.

Burada, “devletten kurtulan” temel kamusal hizmetler vesosyal hizmet alanı sözümona "sivilleştirilerek", hem ser-mayeye fırsat alanları açılmakta, hem de sosyal yardımlaş-ma ve "sosyal sorumluluk projeleriyle" fatura halkın sırtınayıkılmaktadır. Böylece piyasalaştırmanın toplumsal yıkı-mından doğan boşluklar, düzeni tamamlayacak şekilde ka-tılımcılık adı altında STK’lar tarafından doldurulmaktadır.

25

S‹YASAL REJ‹M

Page 26: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

3.2.4. Yerel iktidar a¤lar›İktidar savaşımında "asker-sivil devlet seçkinleri"ne karşımeşruluk arayan AKP, doğrudan sermayenin temsilcileri,cemaatler, STK'lar ve yerel devlet görevlilerinden oluştur-duğu yeni bürokrasi seçkinleri eliyle kendi iktidarını ku-rumlaştırmaktadır. İslamcı cemaatlerden devşirilen genç,iyi eğitim görmüş devlet ve piyasa kadroları, yerel karar al-ma süreçlerinin merkezine yerleşmektedir. İl özel idaresi,belediye ve yerel konsey-meclis türü organlar, iktidarın ye-rel ayaklarını oluşturmaktadır.

Elbette yerelleşmeyle kast edilen, o yöredeki örgütlü halkınyaşadığı toprak parçası üzerindeki egemenlik hakkı değil-dir. Tersine yerelleşmeyle amaçlanan, halkı karar alma dü-zeneklerinin dışına itecek şekilde kurulan siyasal rejimin,yerel ölçekte yapılandırılmasını sağlamaktır. Bu yönüyle"yönetişim mevcut iktidar yapılarını görünüşte parçalayanama başka bir boyutta merkezileştirerek yeniden kuran birözelliğe sahip"tir.2 Bunun çarpıcı örneklerinden biri BölgeKalkınma Ajansları’dır (BKA). Tüm BKA’ların ortak he-defi, aynı YDK’lerde olduğu gibi "yatırım ortamının iyileş-tirilmesi", "rekabete dayanan bir iş çevresinin oluşma-sı"dır.3 Bu tanımlamanın anlamı kimi zaman sınırlandırıcıolabilen "ulusal çevre, emek piyasası standartları"ndan arın-

dırılmış, birbiriyle rekabet halindeki yerel dinamiklerin ser-mayeye büyük bir dolaşım gücü katmasıdır.

AKP’nin 2003'te hazırladığı Kamu Yönetimi Temel Kanu-nu Tasarısı’nda "bölge kalkınma ajansı" adıyla 26 bölgeselbirim kurulması tasarlandı. Aralarında eğitim, sağlık, sana-yi, turizm ve tarımın da olduğu ondan fazla bakanlığın yerelörgütlenmesinin kaldırılarak, bunların görevlerinin il özelidarelerine devredilmesi gündeme getirildi. İl Özel İdare-si’nin, BKA’larda yerel yönetimler, özel sektör temsilcilerive sivil toplum kuruluşlarıyla beraber çalışması öngörül-mektedir. Tasarıda kamu faaliyetlerinin, piyasayı sınırlandı-rıcı yönde değil, piyasayı destekleyici yönde yürütülebilece-ği vurgusu dikkat çekicidir.4 Buna benzer yasalar IMF-DBprogramlarının uygulandığı ve AB üyelik müzakerelerininyürütüldüğü birçok ülkede uygulamaya konulurken, Türki-ye’de Kürt sorunundan doğan gerilimler "kamu reformu-nun" bütünsel olarak uygulanmasını zorlaştırmaktadır.

3.3. Kontrgerillan›n yeniden yap›lanmas›5

Kontrgerillanın yeniden yapılanması, en yaygın anlamıyla"devletin şiddet aygıtının yeniden yapılanması" olarak de-ğerlendirilemez. Kontrgerilla, yalnızca, devlet içinde "basitbir şiddet odağı" gibi tanıtıldığından, onun yeniden yapı-lanması da eski ekiplerinin tasfiye edilerek yeni güçlerle

26

S‹YASAL REJ‹M

Misyonunu tamamlam›fl eski kontrge-rilla ayg›t›n›n tasfiye edilmesinde vehalka karfl› fliddet ayg›t›n›n yenidenyapland›r›lmas›nda, do¤rudan AKPiktidar›na ve Fethullah Gülen cemaa-tine ba¤l› polis teflkilat›n›n teknikharekat üstünlü¤ünden yararlan›l›yor

Page 27: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

yeniden yapılandırılması olarak anlaşılmaktadır. Oysa busüreç, kontrgerillanın, neoliberal ilkeler çerçevesinde içe-riğinin zenginleştirilip pekiştirilmesi süreci olarak görül-melidir. Kontrgerillanın yeniden yapılanması, sömürge ti-pi faşizmin iktidarının yeniden yapılanmasıdır. Bu bakım-dan, somut İslamcı liberal rejim temelinde, uluslararasıbağımlılık ilişkilerinin derinleştirilmesine, ordununbölgesel, hatta bölge dışında askeri operasyonlar içinyeniden yapılandırılmasına, devletin piyasa eksenli yapı-lanmasına, yönetişim düzeneklerine, geleneksel devletideolojisinin yeniden üretimine ve şiddet aygıtının tahkimedilmesine dek bütün süreçlerle bağlantılıdır.

Tıpkı rejimin öteki yapıları gibi, devletin baskı ve şiddetaygıtı da piyasalaşma süreçleriyle etkileşim içinde geliş-mektedir. 1980'lerde ilkin "güvenliğin kısmen özelleştiril-mesi"yle başlayan bu süreç, bugün yaklaşık 300 bin kişi-nin istihdam edildiği bir pazara dönüştü.6 Yatırımcılarınhedefinde, 800 bin kişinin istihdam edildiği bütün piyasa-ya yayılmış "adeta bir özel güvenlik ordusu" var.

Güvenliğin özelleştirilmesi, devletin "güvenlik işlevi"ninzayıflamasına değil, tersine pekişmesine hizmet etmekte-dir. Ayrıca her şeye müdahale eden devlet görüntüsünüortadan kaldırdığından, "devletin tarafsızlık görüntüsü"neilişkin yanılsamaları da güçlendirmektedir. Stratejik alan-larda, doğrudan siyasal-askeri amaçlarla geliştirilen özelgüvenlik şirketleri egemendir. Bunun yanında, stratejikolmayan sektörlerde, güvenliğin, güvencesiz taşeron işçi-lerce ucuz emek sömürüsüyle üretilen bir meta haline dö-nüştürülmesi olayın çelişkili yanlarını da göstermektedir.7

Neoliberal dönüşümle birlikte, TSK’nın kurmay merke-zinden bütün sistemi belirleyen kontrgerilla yapılanmasıterk edilmektedir. Emperyalist odaklarca yönlendirilenuluslararası vakıf, enstitü ve düşünce kuruluşlarıyla med-yanın kullanımı, istihbarat, fonlama, satın alma ağları, ta-hakküm araçlarının etkinliğini ve zenginliğini artırmakta-dır. Ayrıca bugün yönetişim düzeneklerinde sermaye veSTK'larla iç içe geçen devlet kadrolarından oluşan yenibürokrasi seçkinleri, kontrgerillanın karmaşık ve yaygıntemelini oluşturmaktadır. Eski rejimde olduğu gibi,TSK'nın kurmay merkezine konumlanmış sınırlı kontrge-rilla çekirdeğiyle sömürge tipi faşizmin iktidarının tekmerkezden yönetilmesi artık olası değildir.

TSK'nın bir neoliberal yeni sömürge ordusu olarak profes-yonelleştirilmesinin (Bak. TSK yazısı) yanında polisin veyeni bürokrasi seçkinlerinin öne çıkması, askeri bürokrasi-nin etkinlik alanının değişmesi ve kontrgerillanın ağırlıkmerkezinin kayması gündeme gelmektedir. MİT'in yenidenyapılandırılması, gözetleme denetleme araçlarının güçlen-dirilmesi; kimlik numarası, adrese dayalı nüfus kaydı siste-mi, TMK'da yapılan değişiklikler (2006), Polis Vazife ve

Salahiyetleri Kanunu'nda (2007) polise genişçe zor kullan-ma yetkisi veren değişiklikler, toplum destekli polis uygu-lamaları (2006) gibi adımlar bu eğilimin örnekleridir. Enson yasalaşan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı'ylakontrgerillanın hareket merkezinin siyasal-yasal-hukuksalolarak, AKP iktidarını güçlendirecek biçimde kaydırılması-nı hedefleyen çalışmalar bu sürecin en önemli adımıdır.

4. Sonuç: AKP iktidar› ve rejim krizinin yeniden derinleflmesiErdoğan, neoliberal kapitalizmde içinde yetiştiği İslamcıhareketin yenilenerek iktidar olmasının koşullarını buldu.Bu koşullarda kişisel iktidarını güçlendiren dinamiklerlebuluştu. Neoliberal kapitalist düzen ise Erdoğan’da, derin-leşen krizinden bir süreliğine çıkış olanağını buldu. Çürü-yen devlet sistemi, neoliberal piyasayla kaynaşan İslamcıpolitik girişimcilerin taze kanıyla bir süreliğine daha can-lanmış oldu. Neoliberal yeni sömürgeciliğin ağır baskı vesömürü koşullarında sürekli güvencesizleştirilen halk, Er-doğan’da büyük kurtarıcısını gördü. Kendi yok oluşunu ha-zırlayan düzeneklere bir süreliğine daha bağlandı.

Krizden yenilenmeyle çıkıp halka kurtarıcı görünen AKPve Erdoğan’ın büyük başarısı, aynı zamanda krizin dahafazla derinleşmesinin koşullarını yarattı. İslamcı hareketinkünyesine, şimdi bir de piyasacı neoliberal gericilik ek-lendi. Önceleri adam kayırmacılık ve hortumculuktanyakınan halk, AKP’yle yükselen İslamcı burjuvazinin vedevletin hızla yozlaşmasına tanıklık ediyor.

AKP’yle sömürge tipi faşizmin iktidarını oluşturan İslam-cı liberal rejimin inandırıcılık temelleri sürekli zayıflıyor.Ezilenleri düzenle bütünleştirme gücünü sürekli tüketiyor.Eski rejimin bir eleştirisi ve aşılması olarak neoliberal ka-pitalizmin iktidarına gelen AKP, ömrünü tüketmiş statü-kocu düşmanlarını çok kolay altetti ve halkın politik mu-halefetini bir süreliğine de olsa denetim altına aldı. Ancako büyük iktidar başarısının kaçınılmaz sonucu olarak, hergeçen gün kendi krizini biraz daha derinleştiriyor.

Dipnotlar:11 “Yönetiflim”, neoliberal çevrelerce, “yönetsel bir devrim” diye tan›mlanmakta-

d›r. Kavrama, afla¤›dan kat›l›m› ça¤r›flt›ran "yönetiflmek" ("ça¤d›fl› yönetmekde¤il, ça¤c›l yönetiflmek") gibi bir anlam yüklenmektedir. Kavramla bu denlioynanmas›, onun, halk› aldatan ideolojik ifllevinden kaynaklanmaktad›r.

22 Sonay Bayramo¤lu, Yönetiflim Zihniyeti-Türkiye'de üst kurullar ve Siyasal ‹k-tidar›n Dönüflümü, ‹letiflim Yay., ‹stanbul 2005sf. 197

33 Kayasü,S, P›narc›o¤lu,M,Yaflar,S.S. ve Dere,S., Yerel/Bölgesel Ekonomik Kal-k›nma ve Rekabet Gücünün Art›r›lmas›: Bölgesel Kalk›nma Ajanslar›, ‹stanbul,‹stanbul Ticaret Odas› Yay., 2003.

44 Mustafa Sönmez, "2000'ler Türkiye'sinde Hâkim S›n›flar ve ‹ç Çeliflkileri", AKPKitab›, Der. Bülent Duru, ‹lhan Uzgel, Phoenix Yay., ‹stanbul, 2009

55 Bak. "S›n›f mücadeleleri ekseninde Ergenekon ve kontrgerilla gerçe¤i", Halk›nDevrimci Yolu, s.1-2

66 P›nar Bedirhano¤lu, “Türkiye’de Neoliberal Otoriter Devletin AKP’li Yüzü”, AKPKitab›, Der. Bülent Duru, ‹lhan Uzgel, Phoenix Yay., ‹stanbul, 2009

77 Baz› alanlarda "özel güvenlik iflçileri"nin sendikalaflma çabalar› görülmektedir.

27

S‹YASAL REJ‹M

Page 28: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

28

REJ‹M

TSK, neoliberal devletin silahl› gücü olarak düzeni tehdit eden toplumsalhareketlere karfl› koyacak flekilde yeniden yap›land›r›lmaktad›r. Orduya,emperyalizmin bölgesel gücü olarak, sömürgeci iflgallerde ve bölgenin sis-temle bütünlefltirilmesi operasyonlar›nda etkin görevler verilmektedir

TSK'n›n iktidarçat›flmalar›n›n gölgesindekalan dönüflümü

TSK'n›n iktidarçat›flmalar›n›n gölgesindekalan dönüflümü

Esen Özdemir Art›k demir almak günügelmiflse zamandan,Meçhule giden bir gemikalkar bu limandan.R›ht›mda kalanlar buseyahatten elemli,Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli

Page 29: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

ürk Silahlı Kuvvetleri (TSK) AKP'yle yaşadığıiktidar savaşımıyla anılır oldu. Muhtıralar, gizligörüşmeler, brifingler, görevdeki subaylardan,emekli komutanlara uzanan darbe iddialı polisoperasyonları bu savaşın yansıdığı çatışmalar

oldu. Ordu siyasetin bir aktörü olarak gündemden hiç düş-medi. Fakat tüm bu çatışma ve gerilimlerle eşzamanlı olarakTSK içinde de bir değişim yaşandı. AKP iktidarı dönemindeülkenin yaşadığı neoliberal dönüşümden TSK da nasibini al-dı. Profesyonel orduya geçiş, tek tip askerlik, ordunun küçül-mesi gibi ‘kod’larla tartışılan değişiklikler, TSK'nın neolibe-ral dönüşümünün adımlarını oluşturmaktadır.

I. Bir emperyalizm projesi olarakTSK'n›n dönüflümüNeoliberal dönüşüm egemenlerin ‘güvenlik’ ve ‘tehlike’anlayışını da değiştirdi. Emperyalistlerin silahlı birliği NA-

TO ‘güvenliği tehdit eden’ yeni gelişmeleri tespit edebil-mek için yeni bir stratejik plan yapmaya çalışıyor. Bu yeniarayış "Neoliberalizm için tehdit unsuru nedir?" sorusunaverilecek cevaplarla kendi güvenlik kavramını tanımlıyor.

Yoksulluk yeni ‘tehdit’in odağını oluşturuyor. Güvenliksorununun tanımı değişirken ülkelerin güvenliğini sağla-makla sorumlu olan kurumlar ve ordular da bu yeni ‘güven-lik’ konseptine uygun bir biçimde yeniden yapılandırılıyor.Önceki dönemde devletlerarası çatışmalara, askeri saldırı-lara, nükleer saldırı ihtimaline karşı donatılan ordular, artıkyeni çatışmalara göre de yapılandırılmaktadır. Yoksullarınisyanı, enerji kaynakların sömürgeleştirilmesi, çevrelerinintahribatıyla birlikte mülksüzleştirilen köylüler, güvencesizişçilerin başkaldırıları bunlardan bazılarını oluşturmakta-dır. Ayrıca ordular, su, gıda, enerji nedeniyle yaşanacakbölgesel gerilimlere müdahale edecek donanıma ve kabili-yete sahip olmak üzere de yeniden yapılandırılmaktadır.

Türkiye’nin güvenlik stratejilerini de belirleyen emperya-lizmin silahlı gücü NATO'da 1991’de başlayan yeni strate-ji çalışmaları, bugün hazırlanmakta olan ‘Yeni StratejikKonsept’ belgesiyle sürmektedir.

NATO kuvvetlerinin dönüşümü için 1999’da NATO Sa-vunma Yetenekleri Girişimi kurulmuştur. Bu girişimin ta-rif ettiği ordu modeli şu vasıflara sahiptir:

n “Hareket kabiliyeti ve konuşlandırılabilirlik”: İttifak sa-hası dışındaki alanlar da dâhil, kuvvetleri ihtiyaç olanyerlerde süratle konuşlandırabilme yeteneği;

n “İdame ettirme”: ana üslerinden uzakta konuşlanankuvvetlere ikmal ve bakım sağlamak ve uzun sürelioperasyonlarda yeni birliklerin hazır olduklarını garantietme yeteneği;

n “Etkili savaşma”: yüksek yoğunluktan alçak yoğunluğa,her tür operasyonda düşmanla etkili şekilde savaşabil-me yeteneği;

n “Yaşayabilirlik”: mevcut ve gelecekteki tehditlere karşıkuvvetleri ve altyapıyı koruyabilme yeteneği;

n “Birbiriyle uyumlu iletişim”: değişik ülkelerden gelenkuvvetlerin birlikte etkili şekilde çalışabilmelerine ola-nak sağlama

Bu hedefler doğrultusunda 2002 yılında Prag’da gerçekle-şen NATO zirvesinde üye ülkeler, ordularının dönüşümükonusunda ‘Prag Yetenekler Taahhüdü” metni etrafındauzlaşmıştır. 2004 yılında “NATO'nun 21. yüzyılda yenitehditlere karşı koyabilecek bir örgüte dönüştürülmesininsimgesi” olarak nitelenen "NATO Mukabele Gücü" (NRF)kurulmuştur. İlk kurulduğunda 6 bin askerden oluşan NRFküçük ama etkili bir askeri birliktir ve NATO’nun yaşadığıdönüşümün merkezi olarak tanımlanmaktadır. NRF, Riga

29

REJ‹M

T

Page 30: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

Zirvesinde “operasyonel bir güç” olarak tanımlanmıştır.Asker sayısının 24 bine çıkarılması hedeflenmiş ve dünya-nın herhangi bir bölgesindeki bir ‘çatışmaya’ beş gün içeri-sinde müdahale edebilecek yetki verilmiştir. Kasım2006’da gerçekleşen Riga zirvesinde aynı zamanda Kap-samlı Siyasi Yönerge Belgesi oluşturularak değişim strate-jisine şekil verilmiştir. İttifakın gelecek 10 ila 15 yıl süre-sinde izleyeceği stratejilerin, değişim sürecinin ve hedefle-rinin ele alındığı bu belge, NATO kuvvetleri için “dengeli,esnek ve çevik olmaları, aynı zamanda yüksek yoğunluktanen az yoğunluktakine kadar NATO görevlerinin tümünüüstlenebilmeleri gerektiği” görüşünü ortaya koymuştur.

Dengeli, esnek ve çevik olmalarından kastedilen NA-TO’nun misyonunu yeniden oluştururken bu dev silahlı gü-cün sadece ittifakın sınırları içinde değil, onun sınırları dı-şında da hareket etmesi kararıdır. Bosna-Hersek’le beraberNATO, üye ülkelerin sınırları dışında operasyon yapmayabaşlamıştır. Afganistan, Lübnan, Kosova gibi NATO güç-lerinin yer aldığı bölgeler emperyalist projeler açısındanstratejik noktalarda yer almaktadır. Özellikle enerji hatlarıve yaşam kaynakları etrafında yaşanan çatışmalarda NATOkuvvetleri emperyalizmin çıkarları doğrultusunda bölgele-re müdahale etmekte, hatta yerleşmektedir. Düşük yoğun-luklu görevler de bu "yerleşmeyle" gelen görevlerdir.

Türk Silahlı Kuvvetleri de NATO’nun giriştiği operasyon-larda etkin görev almaktadır. TSK’nın NATO kapsamındaaldığı görevlere baktığımızda, emperyalizmin son 20 yıl içe-risinde giriştiği açık işgallerde ve sömürgeleştirme, yenidensömürgeleştirme savaşlarında konumlandırıldığı görülmek-tedir. Türkiye’nin, ABD’nin Ortadoğu ve Asya stratejisi açı-sından can alıcı öneme sahip olan Afganistan’da işgal kuv-veti olan ISAF’ın komutanlığını yürütüyor olması bunun enbelirgin örneğini oluşturmaktadır. ISAF görevi dışında Tür-kiye NATO çerçevesinde, Kosova’da Kosova Gücü (Koso-vo Force – KFOR), Avrupa Birliği çerçevesinde Bosna-Her-sek’te ALTHEA, Birleşmiş Milletler çerçevesinde, Lüb-nan’daki Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Gücü ve Soma-li denizlerinde CTF 151 içerisinde asker bulundurmaktadır.

2. Neoliberal ilkelere ba¤l› dönüflümTSK’nın emperyalist işgaller ya da emperyalistleri ilgilen-diren çatışmalara müdahale görevleri halen sürmektedir.Ayrıca artık bir güvenlik sorunu olarak tanımlanan veözünde ABD emperyalizminin sarsılan hegemonyasınınyeniden inşası için kaçınılmaz olan enerji kaynaklarınınkontrolü ve Ortadoğu’nun sömürgeleştirilmesi projesininbir gereği olarak bu bölgedeki tek ve etkili NATO üyesiolan Türkiye ileri görevler almaktadır. Emperyalizmin ta-şeronluğu anlamına gelen bu görevler TSK’nın dönüşümü-nü kaçınılmaz kılmaktadır.

Uluslararası ilişkilere bağlı olarak kendini hissettiren dönü-şüm dünya çapında neoliberalizmin yeni ‘güvenlik’ algısı-nın bir gereği olarak da kendini dayatmaktadır. Ordular kü-çülerek etkinleşirken bu küçülme beraberinde yeni karalanları açmaktadır. Dünyada ‘özel ordu’ ve ‘özel güven-lik’ birlikleri oluşturulmakta bu yeni sektör 110 ülkede fa-aliyet yürüten 90’dan fazla askeri şirketle dev bir ekonomikpazar yaratmaktadır. Özel orduların yıllık toplam cirosunun100 milyar dolara ulaştığı tahmin edilmektedir. Türkiye veOrtadoğu’da yaygınlaşan bu pazardan nasibini er ya da geçalacaktır.

Bu bağlamda Türkiye Prag Yetenekler Taahhüdü’ne (PCC)imza sunmuştur. Bu anlaşma ve beraberinde imzaladığıAB’nin Avrupa Yetenekler Eylem Planı kapsamındaTSK’nın dönüşümü, ‘modernizasyonu’ ve NATO’nun ön-gördüğü diğer konularda taahhütlerde bulunmuştur. Pragtaahhüdü kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer saldırı-lara karşı savunma; komuta iletişim ve istihbarat üstünlü-ğünün korunması; konuşlandırılmış kuvvetlerin birlikte ça-lışabilme yeteneklerinin ve muharebe etkinliklerinin önem-li boyutlarının iyileştirilmesi ve muharebe kuvvetlerininhızla konuşlanabilir ve idame ettirilebilir olmalarının ga-ranti edilmesi şartlarını içermektedir.

Bu şartların yerine getirilmesi ve NATO vizyonuna uygunbir ordu yapısı için TSK’da son on yıldır çalışmalarını sür-dürmektedir. Ordu 2004 yılında başlattığı ve bu yıl içerisin-de tamamlamayı düşündüğü "TSK Personel Yönetimi Sis-temi 2010" projesi ile profesyonelleşme ve dönüşüm sağla-ma yolunda etkili bir adım atmayı umuyor. 5 safhadan olu-şan ve altı yıldır adım adım uygulanan proje TSK’nın ver-diği bilgilere göre “insan gücü ve ihtiyacının saptanması,personel temini, personel yetiştirme, istihdam, ücret ve sos-yal politika” başlıklarından oluşuyor. Ordunun karşı karşı-ya olduğu ‘problemleri’ tespitine göre personel yapısınınesaslarının oluşturulması, personel yetiştirilmesi ve ko-numlandırılması yapılıyor.

TSK Personel Yönetimi Sistemi 2010 projesi kapsamındaortaya bir prototip de yavaş yavaş çıkıyor. Genelkurmay ta-rafından yapılan açıklamada TSK’da şu ana kadar 5’i KaraKuvvetleri Komutanlığı, 1’i Jandarma Genel Komutanlı-ğı’na ait olmak üzere toplam 6 komando tugayının profes-yonelleştiği belirtiliyor.

TSK’nın değişimini Kara Kuvvetleri Komutanı Işık Koşa-ner, Silahlı Kuvvetler dergisinin Nisan 2010 sayısında ‘gü-venlik ve askerî harekât ortamının değişen durumlarına sü-ratle uyum sağlayabilen esnek, karşılıklı çalışabilir bir teş-kilat yapısına sahip olmak’ şeklinde tanımlıyor. Bu tanımNATO’nunkine paralel bir hedefi yansıtıyor. Bu yeni ordumodeli bugüne dek tümen-alay esasına dayalı kuvvet yapı-sını tugay-tabur esasına göre şekillendiriyor. Bu yeni kuv-

30

REJ‹M

Page 31: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

vet yapısı modeli ordu personelinin azaltılması, daha fazlaprofesyonel askerin görevlendirilmesi anlamına geliyor.Modelde profesyonelleşme tugayın eğitiminden geçirilmişsubay, astsubay ve uzman erbaşlardan oluşması anlamınageliyor. NATO’nun öngördüğü küçülen; ama küçülürkenetkinleşen birimler oluşturuluyor.

Yine Koşaner, değişimin diğer yapısal hedeflerini şöyle sı-ralıyor: “Kara Kuvvetleri’nin ateş gücü yüksek, niceliktençok niteliği esas alan kuvvet çarpanlarına sahip, modern si-lah sistemleri ile teçhiz edilmiş, gece ve gündüz kesintisizharekât icra edebilecek, komuta kontrolü kolay bir teşkilatyapısı içinde, bilgi çağının ihtiyaçlarına cevap verebilecek,şekilde eğitilmiş, başından itibaren caydırıcılığı sağlayabi-lecek, daha küçük ancak daha etkin bir yapıya kavuşturul-ması…” Bu yeni tanım aynı zamanda eskisinin nasıl bir şeyolduğunu da ironik biçimde anlatmaktadır.

TSK’nın bu ‘etkin’ yapıya kavuşmak için ihtiyacı olan do-nanım ve ekipman NATO’nun ‘önerileri’ doğrultusundabelirleniyor. NATO’ya ait kurullar tarafından diğer tüm ül-kelere önerildiği gibi Türkiye’de de orduya önerilen silah-lar genelkurmay tarafından hazırlanan bütçe içerisinde yeralıyor. Bu bütçenin onaylanmasından sonra Milli Savunma

Bakanlığı tarafından silah ve ekipmanlar tedarik ediliyor.Türkiye bu konuda da NATO’nun çizgisinin dışına çıkmı-yor. Ülkenin silahlanmaya ayırdığı bütçe NATO ihaleleri-nin yüzde 25`ini oluşturuyor.

Kısacası TSK, neoliberal kapitalist devletin silahlı gücü ola-rak düzeni tehdit eden toplumsal politik hareketlere karşıkoyacak şekilde yeniden yapılandırılmaktadır. AyrıcaTSK'ya, emperyalizmin bölgesel askeri gücü olarak, sömür-geleştirme işgallerinde ve bölge devletlerinin sistemle bü-tünleştirilmesi operasyonlarında da etkin görevler verilmek-tedir. Bu görevler TSK'nın yeniden yapılandırılmasınınönemli ayaklarından biridir. Fakat bütün bunlardan önce birkonu daha var ki, o da TSK'nin yeniden yapılanmasının enciddi temelini oluşturmak-tadır. Yaklaşık 30 yıl-dır süren Kürt sa-vaşı, TSK'yı ye-nilenmeyezorlayand e n e -y i m l e rüretmiştir.

31

REJ‹M

Page 32: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

32

SERMAYE

gemen sınıf fraksiyonları arasında ciddi bir ça-tışma olduğu yeni bir tespit değil. Bu durum sı-caklaşan siyasi çatışmalar ile egemen sınıf frak-siyonları arasındaki çatışmalar arasındaki bağ-lantı noktalarını kurmayı gerekli kılıyor.

AKP iktidarı kriz koşullarında bir sermaye uzlaşması ola-rak gündeme geldi. 2001 krizi sonrasında neoliberal kapita-lizmin toplumsal hegemonyasını sağlayabilecek tek seçe-nek olarak öne çıkan AKP’nin, toplumsal temelinin omur-gasını, yükselen yeni sermaye sınıfının muhafazakâr ke-simleri oluşturmaktaydı. Diğer taraftan AKP, geleneksel te-kelci sermaye de dâhil tüm sermaye kesimlerinin talep etti-ği bir dönüşümü yürütmeye aday olabildiği ölçüde zorakibir uzlaşmanın merkezinde yer aldı. Ancak bu uzlaşma iç-sel kriz dinamiklerini bünyesinde taşıyan bir uzlaşma oldu.AKP’nin ilk iktidar döneminde sağladığı “geniş tabanlı”sermaye uzlaşması, içindeki potansiyel kriz dinamikleriniöteleyebilmekte, krizi yönetme yeteneğini gösterebilmek-

teydi. Ancak sermaye birikim koşulları zorlaştıkça veAKP’nin omurgasını oluşturan sermaye, geleneksel ser-mayenin alanına girdikçe egemen sınıfların iktidar müca-delesi kızışmaya, krizi yönetmek de giderek zorlaşmayabaşladı.

Sermaye içi mücadelenin taraflar›Çatışmanın taraflarını tanımlayabilmek açısından öncelikletespit edilmesi gereken konu, sermaye içi mücadele ve bu-nun siyasi karşılıkları açısından kristalize olmuş, netleşmiş,bloklaşmış, homojen iki taraf olmadığıdır. Sermaye içi mü-cadele açısından, sıkça yapıldığı üzere, “İstanbul sermaye-si” ve “Anadolu kaplanları” şeklinde bloklaştırarak basit-leştirilemeyecek kadar karmaşık çıkar çatışmaları ve çıkarbirlikleri mevcuttur. “Anadolu kaplanları” da, “İstanbulsermayesi” de bu ifadeleri aşan heterojenliktedir ve iç içegeçmiş ilişkiler ağına sahiptir. Bu nedenle ne AKP tek ba-şına “Anadolu Kaplanları”nın partisidir, ne de asker-sivil

ANAP döneminin ard›ndan gelenek-sel tekelci sermaye öncülü¤ündekurulan sermaye gruplar› aras› itti-fak bozulmufl ve bir koalisyon hükü-metleri dönemi yaflanm›flt›. AKP ik-tidar›yla birlikte, ‹slamc› sermaye-nin daha belirleyici oldu¤u bir ittifakdo¤du. AKP’nin ikinci iktidar dönemiise sermaye içi mücadelenin öneç›kt›¤› bir dönem olarak yaflan›yor

EAzer Ulafl

Oligarflideyükselen s›n›flarfliddetlenençat›flma

Oligarflideyükselen s›n›flarfliddetlenençat›flma

Page 33: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

bürokrasi “İstanbul sermayesi”nin partisi olmaya adaydır.Daha önceden de belirttiğimiz gibi AKP, egemen sınıflarıntamamının talep ettiği bir dönüşümü uygulamaya aday ola-bilen tek sermaye partisidir. AKP’yi iktidara taşıyan serma-ye uzlaşmasını “zayıf” kılan ise siyasi tekliğin üzerindeyükseldiği toplumsal temelin homojen olmayışı, çatışmalıdoğasıdır.

“Yandafllar”›n yükselifliAKP, iktidarının birinci döneminde, hem TÜSİAD’dabloklaşan geleneksel tekelci sermayenin hem de o güne ka-dar büyük oranda MÜSİAD çatısı altında toplanan İslamcısermayenin desteğini alarak iktidara yürümüştür. Ancakzamanla hem TÜSİAD içerisindeki pozisyon alışlar değiş-meye başlamış hem de İslamcı sermaye grupları arasındada farklılıklar, ayrışmalar baş göstermiştir.

1990 yılında kurulan ve daha çok küçük ve orta boy işlet-meleri bünyesinde barındıran MÜSİAD’ın üye profilinin

önemli bir bölümü, '80'li yıllarda ANAP döneminde kuru-luşunu gerçekleştiren yeni firmalardan oluşmakta, bu profilMilli Görüş geleneğinin siyasi olarak üzerinde yükseldiğitemel olmaktadır.

Bu profilin hatırı sayılır kısmının, Konya, Kayseri, Deniz-li, Antep gibi yeni sanayileşen kentlerin organize sanayibölgelerinde, ihracata yönelik emek-yoğun sektörlerde, gü-vencesiz çalıştırmaya dayalı orta ve büyük sermayedarlar-dan oluşması kendilerini “Anadolu Kaplanı” olarak nite-lendirmelerine neden olmaktadır.11 İslamcı sermaye grupla-rı, büyükşehirlerde ise daha çok ticari sermaye olarak gö-rülmektedir. “Cemaatin büyüklüğüne bağlı olarak garanti-lenen müşteri kitlesi” İslamcı ticari sermayenin en önemliavantajı olmuştur.

MÜSİAD’ın en hızlı büyüdüğü dönem büyükşehir beledi-yelerini Refah Partisi’nin almasının ardından, İslamcı ser-mayenin büyüdüğü yıllara rastlar. Belediyelerce yürütülenkamusal hizmetlerin sermaye birikiminin konusu olmaya

33

SERMAYE

Page 34: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

başladığı ve kentsel rantların giderek önem kazandığı buyıllarda, bahsedilen sermaye grupları devasa birikimler el-de etmişlerdir. Ancak örgütün büyümesinin tek dinamiğibu değildir. MÜSİAD üyeleri, yeni birikim kanalları arayanArap sermayesinin petrodolarlarının aktığı İslamcı finanskuruluşlarıyla genişleyen kredi havuzu sayesinde ölçekleri-ni hızla büyüttüler. Bunların yanı sıra çoğunluğu yurtdışın-daki Türkiyelilerden oluşan binlerce “küçük tasarruf sahi-bi”nin birikimini kullanan Yimpaş, Kombassan gibi İslam-cı holdingler MÜSİAD’ın etkinliğini ve genişliğini arttır-mıştır.

Refah Yol iktidarı ile beraber bu gruplar daha da etkin ha-le gelmişlerdir. Bunun en açık örneklerinden birisi Kom-bassan’ın bir kamu kuruluşu olan PETLAS’ı 1997 yılındaalmasıdır. 1988 yılında kurulup çok kısa süre içinde 10 sek-törde 56 fabrikaya ulaşan Kombassan’ın bu “başarı”sı oyıllarda İslamcı sermayenin yükselişinin simgelerinden bi-risi olmuştur. İslamcı sermayenin yükseldiği dönemlerTÜSİAD’a bağlı şirketlerin ülkedeki etkinliklerinin göreliolarak azaldığı dönemler olarak dikkat çekmiştir.

28 Şubat süreciyle beraber, İslamcı holdingler başta olmaküzere kimi MÜSİAD üyeleri genelkurmayın ambargo liste-

lerine girse de, siyasi patronaj ilişkilerinden bir dönem içinmahrum kalsalar da, kısa zamanda toparladılar ve AKP’ninde kurucu direği oldular.

Hac› neden yatmaz İslamcı sermaye gruplarının yeniden yükselişe geçişinin ar-kasında AKP iktidarı ile oluşturulan patronaj ilişkilerin et-kisi kuşkusuz oldukça önemli bir faktördür. Ancak buradadaha da önemli soru, omurgasını İslamcı sermaye grupları-nın oluşturduğu AKP’nin nasıl olup da tüm sermayenin or-tak seçeneği haline gelmeyi başardığıdır. Veya bir başkaifadeyle Refahyol’a karşı topyekûn ayağa kalkan gelenek-sel sermaye kesimlerinin nasıl olup da bu partiden çıkan birsiyasi aktörü iktidara taşımayı kabul ettiğidir. Bunun sırrıneoliberal yeni sömürgeciliğin öngördüğü dönüşümlerdegizlidir.

AKP’nin ve AKP’nin temsil ettiği İslamcı sermaye grupla-rının bu noktadaki en önemli avantajı neoliberal dönüşüm-le beraber “mutlak sömürü”yle karşı karşıya kalan emekçisınıfların hoşnutsuzluklarını yönetebilme yeteneğidir. Sını-fın hoşnutsuzluklarını dinsel söylemlerle, cemaat ilişkile-riyle ve Deniz Feneri, Kimse Yok Mu Derneği gibi kurum-sallaşmış sadaka ağlarıyla (İnanç Temelli Organizasyonlar)zararsızlaştırma yeteneği, burjuvazi saflarında İslamcı ser-mayeye ve siyasete önemli bir üstünlük sağlamaktadır. Gü-len’in ifadeleriyle, “başkaldırmaya müheyya bir sınıfınönünü kesmek” ve “malını sağlam kalelerinin arkasına al-mak” için birikimlerinin çok küçük bir kısmını İslamcı ha-yırseverlik için kullanmaya çağırılan yeni zenginler, bahse-dilen faaliyetlerin finansal kaynağını oluşturmuşlardır.

Sadece AKP’nin dilencileştirme politikaları değil, emeksürecinde de İslam önemli bir araç olarak kullanılmış; budurum İslamcı sermayeye sömürü oranını yükseltme olana-ğı vererek kayda değer bir “rekabet gücü” sağlamıştır.22

Sendika, toplu sözleşme, sigorta gibi “belaları” ikame edenpaternalist-otoriter ilişkiler, emek maliyetlerinin asgari dü-zeyde tutulmasına olanak vermiştir.

Kısacası neoliberal dönüşümle beraber cumhuriyetin gide-rek inandırıcılıktan uzaklaşan “sınıfsız, imtiyazsız bir kitle”iddiası İslam kardeşliği bağlamında yeniden üretilmektedir.“Müslümanların içtimai hayatında sınıflar arası bir ayrış-ma, çatışma ve mücadele söz konusu değildir” iddiasınıöne süren F.Gülen’in, “emek ile sermaye arasında kopmazbir bağ” kurulmasının İslam ile mümkün olduğunu söyle-mesi, neoliberal kapitalizmin gelişmesinde İslamcı akımla-rın ve sermaye kesimlerinin neye aday olduğunu gösterme-si bakımından anlamlı bir örnektir. Büyük bir proleterleştir-me dalgasıyla Anadolu’nun en ücra köşelerindeki emek,“soyut emek” haline getirilirip emek gücü formuna so-kulurken, din, emek gücünü sunan için insani var oluşun

34

SERMAYE

Sermaye gruplar› ve iktidar “geniflletilmifl yeniden üretim”süreçlerinin devam› için ilgilerini yükselen sektörlere yön-lendirdiler

Page 35: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

tek biçimi, “kalpsiz dünyanın kalbi” olarak oldukça işlev-sel bir yönetişim aracı oluyor.

Neoliberal yeni sömürgecilik düzeninin toplumsal meşru-iyetini sağlamanın yanı sıra, yukarıda bahsi geçen petrodo-larların büyümekte olan İslamcı sermaye kesimlerine ak-ması AKP döneminde de devam etmiş, AKP iktidarı döne-minde mobilitesi yeniden hızlanan küresel fonlardan aslanpayını Arap sermayesiyle yakın ilişkiler kuran İslamcı ser-maye grupları almıştır.33 Genellikle ticarette ve sanayidegüçlenirken “finans” ayağı eksik olan İslamcı sermayeAKP iktidarı döneminde İslamcı “katılım” bankalarına or-tak olmaya başlamıştır. AKP’nin omurgasını oluşturan ser-maye grupları içinde finans ayağı en güçlü olan ise Fethul-lah Gülen cemaatidir. Gülen cemaati bir yandan hızla yük-selen Bank Asya’yı kurarken, diğer yandan da o güne ka-dar birlik halindeymiş gibi görünen İslamcı sermaye içindeyeni bir oluşuma gitmiştir. AKP’nin iktidara gelmesinin ar-dından Fethullah Gülen geleneğinden gelen sermaye grup-ları MÜSİAD’ın siyasi vurgularını “aşırı” bularak TUS-KON adı altında örgütlenmiş ve zamanla MÜSİAD’ı geçenbir kapsayıcılığa kavuşmuşlardır. Bünyesinde daha çokemek yoğun sektörlerin ihracatçılarını barındıran TUS-KON ile Milli Görüş geleneğinden gelen ve “AnadoluKaplanları” tanımlamasını daha çok kullanan MÜSİADarasında dahi ciddi mücadeleler zaman zaman gündemegelmektedir. Örneğin cumhurbaşkanının yurtdışı gezilerin-de genellikle yanına Fethullah Gülen cemaatine yakınTUSKON üyesi patronları alması üzerine alttan alta eleşti-ri konusu olabilmektedir. TUSKON’un cazibesini arttıranbir diğer etken de Afrika, Ortadoğu, Kafkaslar gibi emek-yoğun mal ithalatçısı bölgelerde cemaatin okullar vasıtasıy-la kurduğu ilişki ağlarıdır. Bu ağlar küçük ve orta ölçekte-ki ihracatçılar için büyük bir imkân olarak görülmektedir.

Diğer taraftan AKP’nin omurgasında, giderek büyüyen ve

tekelci sermaye saflarına katılan Çalık, Albayraklar, İpek,Sancak, Boydak, Sanko gibi sermaye grupları da vardır. Bugibi gruplar giderek hem İslamcı sermaye içindeki örgütler-de, hem de iktidar saflarında belirleyiciliklerini arttırmakta-dır. Bunlar gibi sermaye yoğun sektörlere sıçramış serma-ye gruplarının soluğu giderek TÜSİAD sermayesine yak-laşmaktadır. Aradaki fark kapanmaya başladıkça da iktida-ra yakınlıklarından doğan üstünlük, aradaki farkı tersine çe-virebilecek önemli bir faktör olmaktadır.

Geleneksel tekelci sermaye ilesertleflen rekabet“Küresel fabrika”ya çoğunlukla otomotiv, beyaz eşya gibisektörlerle eklemlenen geleneksel sermaye kesimlerininbaşat oyuncularının önemli bir bölümü son zamanlarda“yandaş sermaye” söylemini sıklıkla kullanıyorlar gibi gö-rünmektedir. Ancak bu düzeye ulaşmış sermaye gruplarıiçinde de AKP’nin omurgasını oluşturan, yani “yandaş”olarak anılanlar olduğu gibi, AKP ile sürekli ve uzlaşmazçatışma halinde olan da yoktur. Bunun en açık örneği 2008yılı sonuna kadar yapılan 37 özelleştirmenin en büyükleri-nin TÜSİAD üyesi geleneksel sermaye kesimlerine gitme-sidir. Tüpraş’ı Koç grubu, Erdemir’i OYAK, Petrol Ofi-si’ni İş Bankası-Doğan ortaklığı, İstanbul’daki karayollarıarazisini Zorlu grubu, Araç Muayene İstasyonları ihalesiniise Doğuş-Akfen ortaklığı almıştır. Büyük özelleştirmeleriçinde bu durumun tek istisnası Suudi Oger grubuna verilenTürk Telekom’dur. 2008 sonrasında hızlanan elektrik dağı-tım ihalelerinde de Sabancı, Akkök, Alarko gibi büyük ser-maye gruplarının çok özel bir ağırlığı vardır. Bu gruplarınönemli bir bölümü özellikle 1990’lı yıllardaki devletin yük-sek borçlanma faizleri sayesinde yaşanan hızlı spekülatifbirikim döneminde elde ettikleri büyük birikimleri özelleş-tirme ihalelerinde kullanmaktadır. Ancak giderek büyüyen

35

SERMAYE

Yarg›n›n da hükümetin tam denetimi alt›na girdi¤inde yükselen sektörlerinpaylafl›lmas›nda devre d›fl› kalabilece¤inden korkan TÜS‹AD, “oyunun kural›na göre oynanmas›”n› istemektedir

Page 36: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

ve Körfez ülkelerinin petrodolarlarını da finansmanda kul-lanan İslamcı sermayenin “büyükbaşları”nın devreye gir-mesiyle bu paylaşım giderek daha çatışmalı bir mecrayailerleyecek gibi de görünmektedir.

Geleneksel sermayenin alanlarına yeni sermaye gruplarınıngirmesiyle artan bu rekabet iktidar açısından idare edilme-si gereken bir gerilimi ifade ettiği kadar, bir olanağı da ya-ratmaktadır. AKP ile en kanlı bıçaklı gibi görünen Doğangrubunun, AKP’nin iktidara geliş sürecinde verdiği destek,sonrasında enerji sektörü yatırımları ve İstanbul’daki imarkavgaları nedeniyle yaşanılan çatışma ve en nihayetindevergi cezası sopasını gördükten sonra gözlemlenen “uyum”dikkat çekicidir.

AKP’nin kendine yakın sermaye gruplarını “kayırma” ça-baları ne kadar gündemde olsa da, aradaki fark kapanmayabaşlasa da Türkiye’de “sermaye haritası”nda radikal bir altüst oluş yaşandığını söylemek de mümkün değildir. Örne-ğin Türkiye’nin toplam ihracatı içinde TÜSİAD üyelerininpayı 2000 yılından 2007’ye kadar yüzde 47’den yüzde44’lere gerilese de ihracatın yarıya yakını geleneksel ser-maye tarafından yapılmaktadır. Üretilen toplam katma de-ğer içerisinde daha büyük bir gerileme görülmektedir. Üre-tilen katma değerin 2000 yılında yüzde 47’si, 2007’de yüz-de 37,6’sının TÜSİAD üyelerine ait olması bir gerilemeyiifade etmekle beraber süregelen bir üstünlüğe de işaret et-mektedir. İstanbul Sanayi Odası’nca hazırlanan Türki-ye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu listesindeki ilk 10 fir-manın 5 tanesi de Koç grubuna bağlıdır (Tüpraş, Tofaş,Ford Otomotiv, Arçelik ve Aygaz). 10 firma arasında Oyakgrubuna bağlı üç kuruluş bulunmaktadır (Erdemir, Oyak-Renault ve İsdemir) ve bu iki gruba ait sekiz firma, 500 bü-yük sanayi kuruluşunun satışlarının dörtte birini yapmakta-dır. Forbes dergisinin en zengin Türkler’e dair yaptığı araş-tırmada da AKP’ye yakın sermaye sahipleri ilk 10’da var-lık gösterememekte, ilk 100’de ise azınlıkta kalmaktadırlar.Finans sektöründe de manzara farklı değildir. Türkiye’dekien büyük beş bankanın biri kamuya aittir, geri kalan dört ta-nesi ise geleneksel sermaye gruplarına aittir. Kamuya aitZiraat Bankası’nı, İş Bankası, Sabancı grubuna bağlı Ak-bank, Doğuş grubuna bağlı Garanti Bankası, Koç grubunabağlı Yapı Kredi Bankası izlemektedir. Bu dört banka sek-tördeki mevduat ve kredilerin neredeyse yarısını ellerindetutmaktadır. Diğer taraftan Fethullah Gülen cemaatinin ka-sası olarak bilinen Bank Asya’nın 2009 yılında %40 kârlıkrekor bir büyümeye ulaşması, borsadaki hisse senetlerininbir yıl içerisinde 2 katı değere ulaşması ve 2010 için debenzeri bir büyüme beklentisi açıklaması, geleneksel ser-mayenin her geçen gün daha fazla hissettiği rekabet basın-cı hakkında ipucu vermektedir.

Bu aktörlerin yanına mutlaka uluslararası sermayeyi de ek-

lemek gerekmektedir. Türkiye’de hemen her sermaye gru-bu hem uluslararası yatırımlarında hem de ülke içerisinde-ki yatırımlarında bir uluslararası ortak bulma çabası içinde-dir. Uluslararası ortaklar, bir yandan yeni yatırımlar için ge-rekli olan sermayenin sağlanması açısından yatırımların vehedeflenen pazarların ölçeği büyüdükçe önem kazanmakta,bir taraftan yeni pazarlara ulaşma açısından ve teknolojikihtiyaçlar yüzünden giderek daha fazla istenmektedir. Tür-kiye sermayesinin küresel tekelci mali sermaye ile bütün-leşmesi giderek derinleşirken, yabancı sermaye de ülke içe-risinde YASED gibi örgütlenmeler aracılığıyla belirleyici-liğini artırdı. Özellikle 1990’lı yıllarda yüksek devlet içborçlanmasından nemalanan sermaye gruplarının büyük birçoğunluğunun (Sabancı, Koç, Şahenk ve Gülen Cemaatihariç) bankacılık sektöründen çıkması/çıkarılması ve satınalmalar/ortaklıklar yoluyla sektörde yarı yarıya yaklaşanyabancı sermaye payı bahsi geçen bütünleşmeyi arttıran enönemli faktördür. (2001 krizi sonrası bankacılık operasyon-larının hedefi olan Çukurova, Uzan gibi gruplar dışındaDoğan, Zorlu, Oyak, Tekfen gibi gruplar bankacılık sektö-ründen çıkarlarken, Akbank ve Garanti gibi büyük banka-

36

SERMAYE

Türkiye'de 1980’li y›llardan 2009 y›l› sonuna kadar uygulananözellefltirmelerin toplam de¤eri 38,6 milyar dolara ulaflm›flken, sadece bir y›lda 10 milyar dolarl›k özellefltirmeyap›lacakt›r ve bunun özellefltirmeler gene enerji sektöründe yo¤unlaflmaktad›r

Page 37: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

lar Citibank ve GE gibi uluslararası firmalarla ortaklık kur-dular.) Bu finansal el değiştirmeyle beraber, haddini görenTürkiye sermayesi uluslararası tekelci mali sermayenin bi-rikmiş fonlarının yeniden değerleneceği yükselen birikimalanlarının (enerji, gayrimenkul, inşaat vs…) “kapatma”sı-na girişti.

S›n›f içi mücadelenin konular›AKP’nin gücü de zafiyeti de günümüzdeki sermaye biriki-minin doğasından kaynaklanmaktadır.

Türkiye’de sermaye gruplarının tamamı “genişletilmiş ye-niden üretim” süreçlerinin devamı açısından ilgilerini yük-selen sektörlere yönlendirdiler. Finans sektörünün 2001krizi sonrası yeniden yapılanmasıyla beraber büyük orandayabancı sermaye egemenliğine girmesinin ardından Türki-ye’deki sermaye gruplarının büyük bir bölümü için en ca-zip sektörlerin başında ise enerji, gayrimenkul ve inşaatgelmektedir. Bu üç sektör de (Doğan ve AKP kavgasındagörüldüğü gibi) yerel ve merkezi iktidar gücünü yanına al-manın oldukça önemli olduğu, birikim sürecinde devletdestekli ilkel birikim yöntemlerinin önem kazandığı sektör-ler olarak dikkat çekmektedir.

Birikimi daha güçlü olan sermaye kesimleri karşısında, bi-rikim eksikliği olan kesimler iktidara yakınlık sayesinde budezavantajlarını aşmaya çalışmaktadır. TÜSİAD’ı “devletbeslemesi” ilan ederek “Anadolu’nun girişimci gücü”nü

yani bir diğer ifadeyle “gerçek burjuvazi”yi kendilerinintemsil ettiğini iddia eden İslamcı sermaye kesimleri için buironik durum “MÜSİAD’ın TÜSİAD’laşması”, savunduğuçizgi de “abdestli neoliberalizm” olarak tanımlanmaktadır.44

İşte bu durum, AKP’nin zafiyetini oluşturmaktadır. Dahaönceden farklı alanlara (emek yoğun ihracat) yöneldikleriiçin büyük sermaye ile ciddi mücadeleleri yaşamayan dü-şük sermaye birikimine sahip kesimler şimdi aynı kulvardayarışa girmek istemektedir. AKP’nin omurgasını oluşturan-ların önemli bölümü de daha zayıf sermaye kesimleri oldu-ğu için iktidardan talepler yükselmekte, AKP’nin “serma-yenin genel çıkarlarını savunan bir parti” görüntüsü bu ta-leplerin basıncı ile zaman zaman bozulmaktadır. Özellikleyükselen sektörlerde iktidar gücünün artan önemi, siyasiçatışmaları da kışkırtmaktadır. AKP’nin ikinci döneminde,krizin de etkisiyle bu taleplerin giderek artması iktidarı ol-dukça büyük bir basınç altında soktu. Kendini sağlama al-ma kaygıları artarak sermayenin genel çıkarlarının ötesindebu taleplere de kulak vermek zorunda kalan iktidar için“AKP’nin reform yorgunu”, “AKP kendi gündemine dön-dü”, “yandaş basın”, “yandaş sermaye” gibi söylemler busüreçte daha fazla dile getirilmeye başlandı. Örneğin,AKP’nin 2008 yılında Kamu İhale Kanunu’nda yaptığı de-ğişiklikler ve 2009’da Kamu İhale Kurumu’nun özerkliği-ni ortadan kaldırması sermayenin kimi kesimlerinde ciddihoşnutsuzluklara yol açtı. Çalık grubu, Ak Enerji, Ülker veTamince55 yandaş sermayenin en çok adı telafuz edilen ör-nekleri arasındayken, ATV-Sabah ihalesini bir devlet ban-kası olan Halkbank ve Vakıfbank'tan aldığı kredilerle kaza-nan Çalık grubu da yandaş medyanın oluşturulmasının ti-pik örneği olarak sıklıkla hedef tahtasına çıktı. Komşu ül-keler, Ortadoğu ve Afrika’ya yönelik dış ticaret hızla artar-ken, hükümetin TUSKON’a özel pazarlama kolaylıkları,ortak dış geziler vs. geleneksel sermaye tarafından endişey-le takip edildi.

TÜSİAD’ın son günlerde “yasama-yürütme-yargı” arasın-daki güçler ayrılığı ilkesine dikkat çekerek Anayasa deği-şikliğine dair sorunlara dikkat çeken açıklaması bu açıdananlamlı bir örnektir. Yargının da hükümetin tam denetimialtına girdiğinde yükselen sektörlerin paylaşılmasında dev-re dışı kalabileceğinden korkan TÜSİAD, “oyunun kuralı-na göre oynanması”nı istemektedir. Zira oyun kuralına gö-re oynandığında “sermaye birikim düzeyi” yüksek olanla-rın diğerlerini “oyundan” eleyebilmesi daha mümkün ola-caktır. Ancak, örneğin yargı tamamen AKP’nin denetiminegeçtiğinde neler olabileceği konusunda geleneksel tekelcisermayenin ciddi endişeleri mevcuttur. Yargının egemen-ler-ezilenler arasındaki mücadelede “bağımsızlık” iddiasıçok inandırıcı görünmese de “yargı bağımsızlığı” denen şe-yin asıl olarak değil egemenler arasındaki mücadelelerde

37

SERMAYE

Page 38: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

bir hakemliği tarif ettiği bilinmektedir. TÜSİAD ise hake-min tarafsızlığından endişe etmektedir.

Benzer şekilde TÜSİAD’ın birkaç yıldır ısrarla “kayıt dışıekonomi”nin önlenmesi vurgusunu dile getirmesi ve bunu“haksız rekabet” eleştirisiyle gündeme taşıması da tesadüfdeğildir.66 En güvencesiz çalıştırma biçimlerinin doğurduğurekabet gücü karşısında TÜSİAD, emeğin hakkını değilkendi hakkını savunmakta, bu çalıştırma biçimlerine iktidarolanaklarıyla göz yumulmasını değil, bu biçimlerin yasal-laştırılıp genelleştirilmesini istemektedir. TÜSİAD’ın vergiidaresinin özerkleştirilmesini isteyen IMF anlaşmasınınimzalanması için çok daha istekli davranırken, MÜSİ-AD’ın “bağımsızlıkçı” kesilmesi, AKP’nin de en nihaye-tinde organik tabanının sesini dinlemesi bahsedilen sıkış-manın çeşitli güncel yansımalarındandır.

Sermaye ve iktidar iliflkileri aç›s›ndanörnekler: Enerji sektörüAKP’nin, birikimde iktidarın rolünden doğan, gücünü vezafiyetlerini gösteren önemli sektörlerden biri enerjidir.1990-2005 arasında elektrik üretiminde devletin payı yüz-de 86’dan yüzde 54’e gerilerken, özel üretim şirketlerininpayı yüzde 0.1’den yüzde 28’e çıkmış, bu agresif özelleş-

tirme süreci sermaye grupları arasında sertleşen bir rekabetyaratmıştır. Forbes dergisine göre, Türkiye’nin en zengin100 kişisinin 75’i enerji sektöründe de faaliyet göstermek-tedir. Bunların çoğunluğu “doğuştan” enerji sektöründeolan gruplar değillerdir. Eski “tekstilci, perakendeci” olupyeni yükselen sermaye kesimleri de otomotiv ve beyaz eş-ya gibi daha büyük birikim gerektiren sektörlere odaklanangeleneksel sermaye de bu alana gözünü dikmiş durumda-dır.77 Sabancı 2010 yılındaki planlanan yatırımlarının yüzde80’ini (1,2 milyar dolar) enerji sektörüne yapacağını duyur-muştur. Henüz giremeyenler ise stratejik hedeflerini enerjiolarak ilan etmektedir. Örneğin daha önceden bu sektördeolmayan Alarko Holding elektrik üretimi için 2,5-3 milyardolarlık yatırım planladığını açıklamıştır.

Bu sektör yabancı sermayenin de ilgi alanına girmiştir vegenellikle yerli ortaklarla hareket etmektedirler. ÖrneğinAlmanya'nın üçüncü büyük enerji şirketi olan EnBW AG,Türkiye'de yenilenebilir enerji üretiminde eşit ortaklıklı birişbirliği için Borusan Holding ile anlaşmıştır. Tuncay Özil-han’ın patronu olduğu halkın tepkisine neden olan ve ÇEDraporu alamayan Gerze enerji santrali için 3-4 yabancıgrupla görüşmelerinin sürdüğünü duyurmuştur. AnadoluGrubu da Alarko Holding ise ortaklık için Avrupalı,

38

SERMAYE

Sermaye içi mücadeleleri k›z›flt›ran ve bunu iktidar çat›flmalar›na yans›tan alanlar, ayn› zamanda temel kamusal hizmetlerbaflta olmak üzere halk›n hak mücadelelerinin yükseldi¤i alanlar olarak dikkat çekmektedir

Page 39: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

ABD’li ve Uzak Doğu’lu firmalarla görüşmelerinin sürdü-ğünü açıklamıştır.

Bu sektör açısından “iktidar” gücünün önemi büyüktür. Ba-sit anlamda ihaleyi kapmak bir yana devlet aktif olarak busüreçte “kamulaştırma” silahını kullanmakta, örneğin akar-su etrafındaki arazileri kamulaştırıp enerji şirketlerine ver-mektedir. Türkiye’nin tüm akarsuları üzerinde 1700'ünüzerinde irili ufaklı firmaya HES kurma yetkisi satılmış du-rumdadır. AKP açısından buradan, kendisini destekleyendaha güçlü bir sermaye bloku yaratma olanağı vardır; an-cak bu durum dışarıda kalanları da rahatsız edecektir.

Bu alanda gürültü çıkaran son gelişmeler de hatırlanırsa,nükleer enerji ihalesinde Ciner’in devre dışı bırakılarakkarşılığında “yandaş” Çalık’ın ortağı olduğu Samsun-Cey-han petrol boru hattına Rus petrolü sağlanması, Doğan gru-buna santral izninde ayak sürçülürken Çalık’a kolayca izinverilmesi bu alanda akla gelen diğer örneklerdir. 2010 yılı,bu sektörde “dananın kuyruğu”nun kopacağı bir dönemdir.Türkiye'de 1980’li yıllardan 2009 yılı sonuna kadar uygu-lanan özelleştirmelerin toplam değeri 38,6 milyar dolaraulaşmışken sadece bir yılda 10 milyar dolarlık özelleştirmeyapılacaktır ve bunun özelleştirmeler gene enerji sektörün-de yoğunlaşmaktadır. Öncelikle elektrik dağıtım özelleştir-

meleri tamamlanacak, İstanbul'un da içinde bulunduğu veTürkiye nüfusunun üçte birine elektrik taşıyan 4 dağıtımşirketi için (Boğaziçi, Gediz, Trakya ve Dicle Elektrik Da-ğıtım) yaz ortasına kadar teklifler alınacak. Ayrıca BaşkentDoğal Gaz ve İGDAŞ da satılacak.

Birikimde öne ç›kan di¤er sektörler veKamu Özel Ortakl›¤› Sadece enerji değil, FORBES dergisine göre Türkiye’deenerjiden sonraki en gözde sektörler olan inşaat ve gayri-menkul sektörü de yerel ve merkezi idarelerinin etkisininen kuvvetli olduğu sektörler olarak dikkat çekiyor. Bu alan-da devletin özellikle TOKİ eliyle kamulaştırma hamleleriy-le karşı karşıya kalıyoruz. Son dönemde gündeme gelen,Çalık grubunun aldığı İstanbul Ayvansaray-Balat projesin-de ve Tarlabaşı projesinde kamulaştırma silahı oldukça per-vasız biçimde gündeme gelmişti. TOKİ’nin 2002-2007 ara-sında verdiği 16 milyar dolarlık ihalenin büyüklüğü devle-tin birikimdeki artan önemini gösterirken, bu ihalelerin 10milyar dolarının AKP’ye yakınlığıyla bilinen sermayegruplarına gitmesi sermaye içi huzursuzlukların nedeninigöstermesi bakımından anlamlı bir veridir.

Sermaye açısından önem kazanan sağlık, çevre, konut, ula-

39

SERMAYE

Fethullah’›n “emek ile sermaye aras›nda kopmaz bir ba¤” kurulmas›n›n ‹slam ile mümkün oldu¤unu söylemesi, neoliberalkapitalizmin geliflmesinde ‹slamc› ak›mlar›n ve sermaye kesimlerinin neye aday oldu¤unu göstermesi bak›m›ndan anlaml›d›r

Page 40: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

şım, madencilik ve su gibi kimi sektörlerde de “Kamu ÖzelOrtaklığı” (PPP: Kavramın İngilizce karşılığı olan PublicPrivate Partnership’in kısaltılmasıdır) adı verilen uygula-malar giderek öne çıkıyor. Başbakanlık Özelleştirme Da-iresi Başkanlığı Kamu Özel Ortaklığı’nı şöyle tanımlıyor:“Kamu hizmetlerinin devletçe klasik yollardan teminiyle,tüm hizmet temininin tümüyle özel sektör aracılığıyla ya-pılması arasındaki yelpazede yer alan bir üst kavram.”"PPP", “Devletin işlev ve yetkilerinin piyasayla paylaşıl-ması” olarak da tanımlanıyor. “Yap-işlet-devret” modelin-den daha ileri biçimde burada devlet “özel sektör” mantı-ğıyla, bir piyasa oyuncusu gibi devreye girip riske ortakoluyor, tüm altyapıyı sağlıyor, finansör oluyor ve en önem-lisi kamulaştırma yoluyla devletin gücünü birikimin hizme-tine sunuyor. Sonrasında ise işletmeyi, genellikle belirli birgelir garantisi de sunarak parça parça özel sektöre veri-yor… "PPP" finans kesimi açısından da cazip olanaklar su-nuyor. Devletin içinde bulunduğu bir ortaklığın fonlanma-sı, finans tekelleri açısından rizikosuz ve karlı bir plasmanalanı oluyor.88

Kamu Özel Sektör İşbirliği modelinin bir başka özelli-ği,“doğrudan özelleştirmeye karşı yönelebilecek tepkileri

bertaraf etmeye uygun nitelikte olması ve kamunun varlığı-nı sürdürmesinde yarar olan hallerde bile kamu hizmetleri-nin ticarileştirilmesine olanak sağlaması” olarak ifade edi-liyor. Özellikle sağlık alanında yaşanan dönüşüm, kamuhizmetlerinin ticarileşmesinde özel sektörle işbirliği model-leri işletilerek yürütülmektedir. Sadece 2009 yılında mer-kezi bütçe ve SGK’dan hizmet satın alınan özel sağlık ku-rumlarına olan transferin 7 milyar TL’ye ulaşması bu alan-daki ticarileşmenin boyutlarını göstermesi açısından önem-lidir. Sağlık sektöründe Kamu Özel Ortaklığı’nın önümüz-deki dönem daha aktif olarak uygulanması bekleniyor.99

2010 yılında yasalaşması planlanan Kamu Özel Ortaklığıgenel kanun tasarısından sonra hazırda bekleyen çok sayı-da “sağlık kampusu projesi” hayata geçirilecek. Bu proje-lerde devlet yine istediği arazide istediği gibi sağlık kampu-su kurduracak, inşaatçılar kazanacak. Bu kampuslarda alış-veriş merkezlerinden otele, sinemaya kadar her şey buluna-cak. Ve bu kampusların her birimi modüler olarak özel sek-töre devredilecek. Özel Hastanecilerden bir bölümü, özel-likle de küçükler ve iktidara daha az yakın olanlar sağlıkta"PPP"ye itiraz ediyor. Bu uygulama ile özel hastaneciliğintehlikede olacağını söylerken aslında iktidar gücünü yanla-rına alacak rakipleri karşısında kendi varlıklarının tehlike-

40

SERMAYE

Kamu özel ortakl›¤›nda, “yap-ifllet-devret” modelinden ileri olarak, devlet “özel sektör” mant›¤›yla, piyasa oyuncusu gibi dev-reye girip riske ortak oluyor, altyap› sa¤l›yor, finansör oluyor, kamulaflt›rmayla devletin gücünü birikimin hizmetine sunuyor

Page 41: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

de olduğunu dile getiriyorlar. Sektörün iktidara yakın olankesimleri ise sağlıkta "PPP" modelini canhıraş destekliyor.Hükümet, önümüzdeki günlerde "PPP"lerin önünü açacakbir yasal düzenlemeye hazırlanıyor.

SonuçANAP dönemindeki geleneksel tekelci sermaye öncülü-ğünde kurulan sermaye grupları arasındaki ittifak bozul-duktan sonra Türkiye uzun yıllar koalisyonlarla idare edi-len bir ülkeydi. 1990’larda belediyelerin ele geçirilmesiyle,Körfez ülkelerinin petrodolarlarının sağladığı ucuz krediolanaklarıyla, ticaret alanındaki cemaat ağlarıyla, emek sü-reçlerindeki paternalist ilişkilerden doğan üstünlükleriylebirikimini hızlandıran İslamcı sermaye, 2003 yılındakiAKP iktidarıyla kendisinin daha belirleyici olduğu bir siya-si ittifakın doğuşunda merkezi bir rol oynadı. İkinci dönemAKP iktidarıyla beraber birikimi daha da büyüyen İslamcısermaye grupları giderek geleneksel tekelci sermaye açısın-dan rakip haline geldi. Bunda İslamcı sermayenin büyüyenölçeği kadar geleneksel tekelci sermayenin, örneğin finansalanında zayıflayarak, benzeri alanlara (enerji, inşaat, sağ-lık gibi) yönelmesinin de etkisi büyüktür.

Sermayenin bugünlerde öne çıkan değerlenme alanlarınıntamamında iktidar gücünün belirleyiciliği önemlidir. Bunedenle, geleneksel tekelci sermaye açısından alternatifarayışları veya en azından iktidarı tehdit edecek ve göreliolarak dengeli olmasını sağlayacak siyasi alternatiflerinvarlığı giderek önem kazanmaktadır.

Sermaye içi mücadeleleri kızıştıran ve bunu iktidar çatış-malarına yansıtan alanlar, aynı zamanda temel hizmetlerbaşta olmak üzere halkın hak mücadelelerinin yükseldiğialanlar olarak dikkat çekmektedir. İslamcı sermaye grupla-rı, merkezi hükümetin avantajlarını özellikle temel hizmet-lerin özelleştirilmesiyle ilgili alanlarda kullanmaya başla-mış görünmektedir. Bu nedenle, önümüzdeki dönem hakmücadeleleri açısından çeşitli olanakların yanı sıra kritiktuzaklarla da karşılaşabiliriz. Mağlup sermaye fraksiyonla-rının manipülasyonlarına ve galip fraksiyonların yönetişimmekanizmalarına karşı dikkatli olmak gerekmektedir.

Bugün gelinen noktada AKP iktidarı, “yandaş”larına yöne-lik giderek artan bir korumacılık yöntemlerini devreye so-karken diğerlerini de idare etmeye çalışmaktadır. Bu idare-nin bir yönünde, askeri teçhizat ihalesini Koç Grubu’na,elektrik dağıtım ihalesini Sabancı’ya verilmesi örneklerin-de de görüldüğü gibi, havuç bulunmaktadır. Diğer yönün-de ise, Doğan grubunun başında gezinen vergi sopası bu-lunmaktadır… Ama her halükarda AKP yükselen sektör-lerde tarafını daha açık gösterme eğilimindedir. Bu neden-le önümüzdeki dönem çok çarpıcı çatışmalara ve uzlaşma-lara gebe gibi görünmektedir.

Dipnotlar:11 Önce Milli Görüfl’ün sonra da AKP’nin siyasi olarak omurgas›n› oluflturan ser-

mayedarlar›n önemli ölçüde ticaret sermayesi ve ya ticaret sermayesindensanayi sermayesine yeni “terfi” etmifl, daha küçük birikimi sahip kesimleroldu¤u aflikard›r. Büyük bir bölümü “Küresel fabrika”ya veya “küresel meta zin-cirlerine” tekstil, g›da gibi daha emek yo¤un sektörlerle eklenmektedir. Ancakbu, birikimin bu aflamas›ndaki sermaye kesimlerinin tamam›n›n “yandafl” olaraktan›mlanaca¤› anlam›na gelmemektedir. Bugün dahi TOBB hala bu ölçekteki ser-mayenin en kapsay›c› örgütü durumundad›r. Di¤er taraftan TÜS‹AD’›nöncülü¤ünde kurulan TÜRKONFED, laiklik, cumhuriyet gibi vurgular› öne ç›karanAnadolu’daki küçük ve orta ölçekli iflletmeleri bünyesinde toplayan bir örgütolarak dikkat çekmektedir.

22 “Her çoban›n güttü¤ünden sorumlu oldu¤u”nu dile getirerek iflverenleri “iyili¤e”davet eden Fethullah Gülen’in cemaat üyelerine fetvas›nda dile getirdi¤i flugörüfller emek sürecinin yönetimi ba¤lam›nda ‹slamc› sermayenin avantajlar›n›gözler önüne sermektedir: “Patron iflçinin yan›ndad›r. Yemesinde, giyinmesindeve bütün meflru isteklerinde. Bir aile efrad› gibi, yedi¤inden yedirir, giydi¤indengiydirir, takat›n›n fevkinde ifl tahmil etmez. ‹flçi ise, o da iflin ve iflvereninyan›nda; servet ve patron düflmanl›¤›ndan uzak, sa’yin ve gayretin misali olmayolundad›r. ‹flin en iyisini yaparken, kan-ter içinde ceht edip bo¤uflurken, yücel-er aleminde kendine alk›fl tutuldu¤unu ve Hakk kat›nda tebcil ve takdir edildi¤inibilir, yapt›¤› her fleyi gönül hofllu¤u içinde yapar”.

33 Tayyip Erdo¤an’›n Sudan diktatörü El Beflir’e sürekli kol kanat germesi, ElKaide’nin finansman›yla suçlanan ve mal varl›klar›na yönelik tedbir istenen Suudipetrol prensinden “arkadafl›m” diye bahsetmesi bu yüzdendir.

44 Muhammed Mert Korkmaz, AK Parti ‹ktidar›nda Sermaye Birikim Modeli ve‹slami Burjuvazinin Kaynaklar›, Do¤udan, Ocak-fiubat 2010

55 2001’e kadar sadece bir oteli olan Tayyip Erdo¤an’›n yak›n dostu, Gülenciifladam› Fettah Tamince’nin 8 y›lda 14 otele, Ethem Sancak'la ortak olarak bir TVkanal›na (24) ve bir gazeteye (Star) sahip olmas› en göze batan yükselifl öykü-lerinden biridir.

66 Bu flikayetlere dair en ilginç örneklerden biri ‹fl Bankas› yay›nlar›ndan ç›kan birkitapta fievket Pamuk’un hükümeti ve yerel yönetimleri kendine yak›n sermayegruplar›n›n kay›td›fl›, sigortas›z iflçi çal›flt›rmas›na göz yummakla elefltirebilme-sidir.

77 Sanko Holding Yönetim Kurulu Baflkan› Abdülkadir Konuko¤lu: fiimdi “sen teks-tilcisin, ne iflin var elektrik sektöründe” diyeceksiniz. Çünkü herkes böylebak›yor. Tekstilde beflinci, elektrikte birinci kufla¤›z. Y›llarca barajlar yap›lm›fl bizbakm›fl›z ama flimdi gözümüz aç›ld›. Bunu da herkes bilsin (Radikal Gazetesi, 10Eylül 2008).

88 Dexia/Denizbank Kamu ve Proje Finansman› Genel Müdür Yard›mc›s› WouterVan Roste, Türkiye‘ye kamu ve proje finansman› alan›nda lider olmak ve yerelyönetimlere finansman imkanlar› yaratmak için geldiklerini belirterek, alt-üstyap› yat›r›mlar›, çevresel yat›r›mlar, kentsel dönüflüm projeleri, ulafl›m flebekelerigibi kamunun finansmana ihtiyaç duyabilece¤i her türlü yat›r›mdan etkin payalmak ve finans sektörünün lideri olmay› hedefledi¤ini aç›klad›.

99 Sa¤l›k Bakanl›¤›, bünyesinde “Kamu Özel Ortakl›¤› Daire Baflkanl›¤›” kurulan ilkbaflkanl›k olarak dikkat çekiyor.

** Bafll› bafl›na bir inceleme konusu olarak Kürt sermayesi bilinçli olarak yaz›n›nd›fl›nda b›rak›ld›. Kürtlerin neoliberal yeni sömürge kapitalizmiyle bütünlefltir-ilmesi ve emperyalist Ortado¤u projeleri temelinde inisiyatif almaya çal›flan Kürtsermayesi, ayn› zamanda oligarfli içindeki iliflki ve çeliflkilerin de de¤iflimininetkin öznesi durumundad›r.

41

SERMAYE

Page 42: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

Bir dönüflümün öyküsü olarak Tekel direnifliBir dönüflümün öyküsü olarak Tekel direnifli

42

‹fiÇ‹ HAREKET‹

ekel işçilerinin 78 gün süren Ankara direnişi, 2Mart'ta sona erdi. 2009 yaz aylarına uzanan hazır-lık dönemini ve marttan bugüne süren artçı eylem-leri de sayarsak, uzun ve öğretici bir süreç oldu.Direniş hakkında çok şey söylendi, yazıldı, çizildi.

Söylenen olumlu şeylerin tümünü sonuna dek hak etti. Türkiyeişçi sınıfı tarihinde Tekel gibi özgün etkileriyle anılan, çığıraçan, eşik atlayan pek az eylem vardır. Kavel, 15-16 Haziran,Yeni Çeltek, Tariş, Zonguldak ilk akla gelenlerdendir. Tekel di-renişi, daha tarih olmadan, işçi sınıfı hareketinde bir "tarihseldönüm noktası" diye anılmaya başlandı.

Tekel direnişi bir dönüşümün öyküsüdür. Tekgıda-İş'te(Türk-İş) örgütlü Tekel işçileri, 78 günde, taşlaşmış bir gele-neksel devletçi sendikal kabuğu çatlatıp, kendi sınırlı ufukla-rından hak mücadelelerinin ve yeni işçi hareketlerinin genişâlemlerine açıldılar. Dönüştüler. Dönüştükçe, uzun zamandırhasret kalınan "kazanma umudunu" yeniden ateşlediler. Dö-nüşümü "küçük" kazanımlarla pekiştirdiler. Özlük haklarınıkoruma çabaları işçilerin hak mücadelesine dönüştü. Sektörelbir işçi eylemi, hak mücadelesine dönüştükçe, halkın çoktan-dır unutulmaya yüz tutmuş "dayanışma eğilimlerini" canlan-dırdı. AKP iktidarının Tekel işçilerine dayattığı ucuz ve gü-vencesiz çalışma statüsü olan "4C", neoliberal dönüşümüngetirdiği güvencesiz yaşamın ortak simgesi haline geldi. Hal-kın ortak sorunlarının ve çıkarlarının da sesi haline gelen Te-kel direnişçileri, halkın saygısını ve güvenini kazandılar. Bunoktada, örneğin taşeron çalışma gibi güvencesizlikten değil,güvencesizleştirilmeye karşı tepkiden doğan Tekel direnişi,kendisiyle aynı neoliberal saldırıya uğrayanlar üzerinde yarat-tığı sarsıcı nesnel etkiyle önemlidir.

Sektörel bir işçi eyleminin, hak mücadelesiyle, içerik ola-rak genişleyip toplumsal olarak yaygınlaşması, eylemin po-litikleşme ve işçi sınıfının özneleşme gücüne güven tazele-di. Hak mağdurunu etkin bir direnişçiye dönüştüren bu sü-reç, epeydir kendisinden umut kesilen devrimci özneninyeni bir işçi hareketi olarak çok yakındaki dönüşünü habervermektedir. Dayanışma eğilimlerinin bu denli yaygınlığı,toplumsal muhalefetin yeni politikleşme eksenini göster-mektedir. Halkın parçalanmış gücünü birleştiren güvence-sizliğe karşı mücadele, toplumsal muhalefetin sürükleyicipolitik halkalarından biri haline gelmektedir. İşçi sınıfını,yoksulları ve öteki ezilen halk kesimlerini ortak bir çatışmaekseninde politikleştiren Tekel çadırı, kısa zamanda AKPiktidarına karşı ortak bir muhalefet çadırına dönüştü. Tekeldireniş çadırı, meşruluğunu esas olarak, sınırlı bir "AKPkarşıtlığı"ndan ya da haksızlığa uğrayanların "iktidardanhak ve adalet talebi"nden almamaktadır. Haklarını kesinlik-le pazarlık konusu yapmayan direnişçilerin, "Ölmek var,dönmek yok!" ve "Çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırak-mak istiyoruz!" sloganlarıyla dile getirdikleri talepler, meş-ruluğunu, AKP iktidarına ve neoliberal politikalara karşıtoplumsal muhalefeti ortaklaştırma gücünden ve halkındesteğinden almaktedır.

"Anlat›lan senin hikâyendir!""Ancak eğer Alman okur, İngiliz sanayi ve tarım işçilerinindurumuna omuz silker ya da iyimser bir biçimde Almanya'daişlerin bu kadar kötü olmadığı düşüncesiyle kendini avutursa,ona açıkça şunu söylemeliyim: 'De te fabula narratur!'" ("An-latılan, senin hikâyendir!") Marks Kapital'in Almanca birincibaskıya önsözünde Alman işçi sınıfına böyle seslenir… Dire-

AKP’nin ve neoliberalizmin dayatt›¤› güvencesizli¤e karfl› kurulan direnifl ça-d›rlar›, toplumsal muhalefetin sürükleyici halkas› ve iflçi s›n›f›n›n, yoksullar›nve ezilen halklar›n ortak sesi oldu. Meflrulu¤unu, AKP iktidar›na ve neoliberalpolitikalara karfl› toplumsal muhalefeti ortaklaflt›rma gücünden ve halk›ndeste¤inden ald›

Celal K›raç

78 günde devri âlem78 günde devri âlem

T

Page 43: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

nişe son yılların en yaygın kitlesel desteğini verenler, Tekelişçilerinin aynı zamanda kendi hikâyelerini de anlattığının bi-lincindeydiler. Ama AKP iktidarı, direnişe omuz verenlerdendaha çevik bir şekilde durumun farkına vardı. Yaklaşan tehli-keyi bir toplumsal muhalefet hareketine dönüşmeden, perva-sızca saldırarak ve psikolojik harekat yöntemleri kullanarakkuşattı.

Abdi İpekçi Parkı'nda işçilere pervasız polis saldırısının ar-dından sıkışan AKP'nin, toparlanarak, saldırıyı çok boyutlubir kuşatma operasyonuna dönüştürmesi karşısında işçilerindirenişi, halkın, özellikle AKP’ye karşı toplumsal muhalefe-tin desteğini artıran dönüm noktasıdır. İktidarın saldırısı, uzunbir kuluçka döneminin ardından ürkek adımlarla yolunu ara-yan Tekel işçilerini ateşleyerek, kararlı bir direnişe yöneltti.Ülkeyi gerilimlere sürükleyen onca "yüksek politika günde-mini" yararak Ankara'nın merkezinde iktidara meydan oku-yan Tekel işçileri, AKP'nin mağduriyet silahını tersine çevi-rip onun emek düşmanı saldırgan yüzünü gösterdi.

AKP’den canı yanan kitleler ve toplumsal muhalefet örgütle-ri, saldırıya uğrayan Tekel işçilerini desteklediler. Ancak buanlamlı destekler, neoliberalizme karşı işçi sınıfı siyaseti, birtoplumsal muhalefet hareketi düzeyine sıçratılamadı. Direni-şi ve bunu “istismar eden” desteği, şahsına ve partisine karşı“ideolojik bir harekât” olarak değerlendiren Başbakan Erdo-

ğan, bu yüzeysel AKP karşıtlığını, her zamanki gibi toplumukamplaştırmak için kullanmaya çalıştı. AKP karşıtlığının sı-nıfsal politik özünü çarpıtarak antikomünist, İslamcı-gerici veliberal bir kuşatmayla yeni bir kutuplaşma ekseninde direniş-çileri yalnızlaştırmaya çalıştı.

Bunun için başlıca üç yöntem kullandı. Birincisi, bildik, "ma-sum işçi eylemine, sol, terörist, komünist, muhalif sızmalar"söylemine bu sefer de başvuruldu. Amaç, direnişçileri bölüpçevrelerindeki desteği kopararak, AKP lehinde gerici-faşistbir saflaşmanın ideolojik meşruluğunu oluşturmaktı. İkincisi,AKP il örgütlerinden cemaatlere, İslamcı medyadan büyükoranda emek yoğun (ucuz, güvencesiz) işçi çalıştıran İslamcısermayeye, işçi ailelerinden çeşitli vakıf ve derneklere genişkesimler seferber edildi. Kuşatma ülke çapına yaygınlaştırıl-dı. Kuşatmanın sol gösterip sağ vuran üçüncü öğesi, direnişinyüzeysel AKP karşıtlığını yüceltip ardındaki sınıf politikasınıgizleyen sermaye medyasından parlamenter muhalefete her-kesi kapsadı. Bunlar, "sosyal patlama tehlikesinin" canlı kan-lı habercisi olarak Tekel direnişini iktidar çatışmalarının mal-zemesi yaparken, en korktukları şey, neoliberal dönüşümü tö-kezleten -sermaye iktidarını kesintiye uğratan- süreçlerinönünün açılmasıydı.

İşte direnişin tam bu noktadan ilerletilmesi; AKP karşıtlığınınişçi sınıfı siyaseti olarak politikleştirilmesi, yaygın-popüler

43

Page 44: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

desteğin toplumsal muhalefete dönüştürülmesi, bu temeldedestekçilerin Tekel işçileriyle kaynaşarak ortak devrimci öz-neye dönüşmeleri direnişin seyrinde başlıca kırılgan noktayıoluşturmaktaydı. Tekel işçileri, (kimi zaman Tekgıda-İş’ekarşın) sırf kendi gücüne dayanarak bu çok boyutlu saldırıla-ra karşı onuruyla direnen işçiler olarak tarihe geçtiler. Kuşku-suz, sınıf mücadelesinde özgücüne dayanarak egemen iktidarodaklarından bağımsız bir çizgi izlemenin doğruluğunu ve er-demlerini göstermesi bakımından yüreklendirici ve derslerledolu bir davranıştır bu. Ne var ki bu çizgi, yalnız başına dire-nişin kaderini değiştirecek bir sıçrama yaratamadı.

Bu süreçte, Hak-İş ve Memur-Sen'in tavırları, bir kez dahaonların hükümet yanlısı çizgilerini gösterirken, Türk-İş,KESK ve DİSK gibi konfederasyonların, meslek odaları vekitle örgütlerinin destek eylemleri etkili olamadı. (Bu arada"Türk-İş'in sol sendikaları"ndan beklentilerin de ne denli boşolduğu ortaya çıktı.) "Bir günlük iş bırakma" ya da "işe bir-ikisaat geç gelme" gibi simgesel destekle ilaç, gıda, battaniye,odun yardımları belli sınırları aşamadı. Oysa halkın bireyselgönüllü yardımları, yoksul mahallelerden kadınların, Karade-niz balıkçılarının, hatta Sakarya esnafının ve bar emekçileri-nin "örgütsüz katkıları" örgütlü kesimlerin sınırlarını aşmışdurumdaydı. Belki de toplumsal muhalefetin örgütlenme veseferberlik kanallarının yaygın kitlesel desteği kucaklayabile-cek donanım ve yetenekten yoksun olmasının en can yakıcıduyumsandığı eylem Tekel direnişi oldu. "İş güvencesi", "in-sanca yaşam", "'4C'ye karşı mücadele" gibi kavramların gide-rek toplumsal muhalefetin gündemine yerleşmesine karşınocaktan şubata kadar kriz tedbir paketi, zamlar, kitlesel işsiz-leştirme uygulamalarına karşı ortak mücadele fırsatları kaçı-rıldı. Şubatın sonlarında direnişin kader anında, ta 26 Mayıs(!) için alınan genel eylem kararı, direnişin yalnızlığını mut-laklaştırıp kırılganlığını artırdı.

"4C": güvencesizli¤e karfl› ortakpolitikleflme köprüsüTekel direnişinin ve verilen desteğin işçi sınıfı siyaseti olarak

gücü, neoliberal dönüşüme yerleşiklik kazandıran AKP iktida-rına karşıt eğilimleri politikleştirme potansiyelinden gelmekte-dir. Bu potansiyelin, Tekel eylemi özgülünde kısmen açığaçıkmasında Tekel işçileri ve Tekgıda-İş'in yürüttüğü "4C" kar-şıtı mücadele, bir politikleşme köprüsü oldu.

Ücretlerin aşağı çekilmesi, temel kamusal hizmetlerin piyasa-laşması ve büyük kitlesel işsizliğin "lüzumsuz bir nüfus kitle-si" ("artık nüfus") olarak işçi sınıfının yapısal bir parçası hali-ne getirilmesi, AKP iktidarının işçi sınıfına dayattığı "4C" sta-tüsünde somutlaşmaktadır. "Yattığı yerden para kazanmak"suçlamasıyla gözden düşürülmeye çalışılan Tekel işçileri, di-reniş çadırını "4C" köprüsüne kurarak, kendi haklarıyla bir-likte, işçi sınıfının yüzlerce yıllık toplumsal mücadelelerinedayanan sosyal haklarını da cansiperane savundular.

Yitirilmekte olan iş güvencesi hattına kurulan savunma takti-ğiyle, ücretleri bir talep olarak neredeyse hiç gündeme getir-mediler. Eylemin genelleşerek toplumsal muhalefetle buluş-masında bunun avantajları çok oldu. (Yeri gelmişken belirte-lim. Ücretlerin birinci planda gündeme getirilmemesi takti-ği, Devrimci Sağlık-İş'in taşeron sağlık işçileri örgütlenme-sinde de sık sık görülmektedir. Ancak, "insanca yaşam içinyeterli bir ücret" talebi, örgütlenme sürecinin başlarında iş gü-vencesi gibi yakıcı bir talebin yanında dile getirilmese de, ile-riki aşamalarda güvencesizlikten doğan ileri bir talep olarakgündeme gelmektedir.) Miadı dolmuş "geleneksel sendikacı-lığa" sıkışmadan, güvencesiz çalışmaya ("iş güvencesi","ça-lışma hakkı") ve bunun toplumsal yansıması olan güvencesizyaşama ("insanca yaşam") karşı mücadele ettiler. Tekel işçi-lerinin bu denli cansiperane direnişi ve halkın yaygın desteği-nin temelinde, neoliberal yeni sömürge kapitalizminin bütünhalkı güvencesizleştiren ve bütün ücretlileri güvencesiz işçiyedönüştüren saldırı stratejisine karşı kendini savunma hakkı vezorunluluğu bulunmaktadır. İşte direnişi belli bir işçi grubu-nun kısmi çıkarlarını korumaya dönük bir savunma refleksiolmaktan çıkaran; Tekel işçilerinin, bütün halkın ortak ve ge-nel çıkarlarını temsil eden "ortak devrimci misyonu" bu nok-tada oluşmaktadır.

44

D‹S‹PL‹N

Direniflin, neoliberalizme karfl›gerçek bir hareket olarak Tekg›da-‹fl çat›s› alt›nda yaflan›yor olmas›, güvencesizlefltirmedendo¤an dinamizminTürk-‹fl’i bile köklü birbiçimde etkileyebildi¤ini göstermektedir

Page 45: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

Geleneksel sendikac›l›¤›n fiili elefltirisiolarak iflçilerin hak mücadelesiTekel direnişi tipik geleneksel bir sendikal çatı altında; amageleneksel sendikal bir eylem çizgisinde değil, daha çok gü-vencesizliğe karşı işçilerin hak mücadelesi çizgisinde gelişti.Neoliberal dönüşümün fiilen etkisizleştirdiği "geleneksel sen-dikacılığın" resmi bıktırıcı işlemleri bu eylem sürecinde pekgörülmedi. Tersine geleneksel sendikacılığa karşı işçilerdeyerleşmiş bulunan tepkiler, olumlu-fiili bir eleştiriyle bir ye-nilenme enerjisine dönüştürüldü. Daha çok "sosyal devlet po-litikaları" döneminde karşılığını bulan geleneksel sendikaltaktikler (örneğin ücret yükseltme taktikleri), neoliberal dönü-şümle birlikte işçi sınıfının büyük kitleler halinde güvencesiz-leşmesinin önüne geçemedi. Yalnızca, sınırlı bir sendikal seç-kinler bürokrasisinin çıkarlarının sürekliliğini sağlayan busendikal çizgi, emek hareketinin devrimci potansiyelinin sen-dikal bürokrasinin denetimi altına girmesine yol açtı. Tekelişçilerine yönelen bunca sempati ve desteğin temelinde, "ge-leneksel sendikacılığın" çürümüşlüğünden kaynaklanan bık-kınlığın da payı bulunmaktadır.

Güvencesiz iflçiler: yersiz yurtsuz,ama art›k çad›r› s›rt›ndaGeleneksel sendikal işlemler ve resmi mevzuatın tersine, basit,kolay uygulanabilir ve sonuç alıcı oluşu nedeniyle Tekel dire-nişinin yarattığı mücadele yöntemleri, başta İSKİ, İtfaiye, Mar-maray olmak üzere, güvencesiz ve güvencesizleşmekte olan iş-çilerde hemen karşılığını buldu. Tekel derslerini çabuk öğrenenişçi sınıfı, öncelikle bu yöntemleri taklit etmeye başladı. Öyleki haksızlığa uğrayan işçiler, patronlarını,"Ankara'ya yürü-mek"le, "yol kesmekle", "çadır kurmak"la tehdit eder oldular.

Benzer bir etkiyi, sendikal hareketin yapısında da görmek ola-sıdır. Direniş sürecinde sendikal hareketin işyeri temsilcileri,delegeler ve bazı şube yöneticilerinde belli bir canlanma göz-lenirken, yönetici katmanlarındaysa, çoğunlukla güvensizlikve tedirginlik yarattı. Sendikal bürokrasi giderek daha fazla

sorgulanır duruma düştü. Öne çıkardığı yenilenme dinamik-leriyle Tekel direnişi, yeni işçi hareketine olan gereksinimipratik ve ivedi bir sorun olarak gündeme getirdi.

Direniş sürecinde bir nevi "fiili üyelik" ilişkisi geliştirmesiTekgıda-İş'i, geleneksel sendikal hareketin giderek eriyen veüyeleri üzerinde sırf bir çıkar ve denetim düzeneğine dönüşen"resmi üyelik" ilişkisinden ayıran bir yenilenme dinamiğidir.Elbette bunu değerli kılan bir özellik de, bu deneyimin tipikbir geleneksel devlet konfederasyonu olan Türk-İş'e bağlıTekgıda-İş sendikasında yaşanıyor olmasıdır. Bu durum, ger-çek bir hareket olarak yenilenme dinamizminin, gücünü, sa-hiciliğini ve nerelere kadar ulaşabildiğini göstermektedir.

Sınıf mücadelesi tarihi, üyelik aidatı ödemediklerinden sendi-kaları tarafından yüzüstü bırakılan işçilerin öyküleriyle dolu-dur (Sendikanın toplu sözleşme yetkisi düştüğünde çok rast-lanır). Sendikanın yönetimine, söz ve karar süreçlerine katıla-mayan bu işçiler, hep bir satılmışlık duygusuyla sendikayadüşman kesilmişlerdir. Geleneksel sendikalar -hâlâ- zor du-rumlarda hep yasal mevzuatı-tüzük hükümlerini uygularlar.Bunun karşısında ağırlıkla güvencesiz işçilerin örgütlenmesi-ni yürüten Devrimci Sağlık-İş gibi devrimci sendikalar, bıra-kın aidat ödemeyenlerin dışlanmasını, "resmen ilgi alanınagirmeyen, ama işkoluna bağlı bütün işçilerin örgütlenmesiyleuğraşmaktadır.(**)) İşte Tekel direnişinde, sendikanın yetkisinindüşmüş olmasına karşın bu geleneksel alışkanlığı aşan birilişki tarzının kurulmuş olması, eylemi dinamik kılan önemlibir hareket tarzıdır.

Burada işçi hareketinin gelişimini engelleyen sermaye-iktidarsaldırılarının ve geleneksel hareket kalıplarının kırılmasındafiili, meşru ve militan sendikacılığın önemini bir kez daha be-lirtmek gerek.

Direnifl çad›rlar›: Fiili bir direniflörgütü ve iflçi demokrasisi prati¤iTekel eyleminde dönüm noktası, polis saldırısından sonraTürk-İş'in önünde toplanan işçilerin, "çadırkent" kurarak,

45

Page 46: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

beklemeyi bir direniş biçimine dönüştürmeleri oldu. Böyleceailelerin, halkın ve ilerici emek örgütlerinin katılımıyla,eylem, geniş bir toplumsal hareket zeminine uzandı.Direnişin meşruluğunda taleplerin militan bir tarzda gündemegetirilmesinin yanında, hem destekçilerle kurulan etkileşimeve güven tazelemeye açık ilişki tarzı, hem de direnişin ortayaçıkardığı fiili durum belirleyici oldu. Tekgıda-İş'in nihaikararlarına yansıması, eylemin kaderinin tayin edilmesi nok-tasında belirleyici olamasa da direniş çadırlarında yaşanandeneyim, işçi sınıf bilincinin, kültürünün ve demokrasisininyaratılması bakımından olumlu-olumsuz son derece öğreticideneyimler ortaya çıkardı.

Bütün direniş süresince eylemin çatı örgütü ve son karar veri-ci Tekgıda-İş sendikası olmakla birlikte, çadırların kurul-masından itibaren, çoğu zaman sendikaya karşın, direnişinörgütsel omurgasını, bir işçi demokrasisi pratiği gibi gelişendireniş çadırları oluşturdu. İşçi sınıfının ortak belleğine yeretmiş konsey, komite, meclis tarzı gibi doğrudan-devrimcidemokrasi örnekleri, Tekel işçileri tarafından çabucak hüner-li bir el yatkınlığıyla direniş çadırları pratiğine aktarıldı.

Bu örgütlenme tarzının, tartışma, karar alma ve etkileşimsüreçlerini genişletmesi bakımından değeri yadsınamaz. İlçadırlarının birer "işçi konseyi" gibi direniş yaşamının sosyaltemelini oluşturmasını başlı başına bir kazanım saymakgerekli. Sendika yöneticilerinin sırf merkezi kararlarıyaygınlaştırmak için bile olsa çadırları dolaşması, karar almasüreçlerinin genişlemesi yönünde fiilen zorlayıcı etkileryarattı. Ne var ki, sendikal bürokrasinin eski güdümlemealışkanlığını belli bir düzeye kadar sürdürmesi ya da işçilerçadırlarda sabahlarken yöneticilerin otellerde kalmaları gibialışkanlıkları ciddi eleştiri kaynağı oldu; güven ve saygınlıkyitimine yol açtı. Bu bakımdan fiilen bir "doğrudandemokrasi" pratiği gibi gelişen çadır pratiklerini pürüzsüz birsüreç olarak değerlendirmek doğru olmaz. Sınıf kültürününgelişimi bakımından olumlu katkıları olan bu süreçte, işçileringörüş ve beklentileri sendika yönetimine (Türkel'e) herzaman doğrudan yansımadı. Kararsızlık anlarında Türkel'in,sınıfın gücünden çok Türk-İş yönetimine bel bağlayantavırları, işçilerin tepkisini çekti.

Burada geleneksel sendikacılığın sınırları dışına taşan nesnelpratik önemlidir. Eylemin planlanmasından ülke sorunlarınakadar renkli, dinamik tartışmalar yaşandı. Çadırlarda örgütle-nen yeni yaşamda, gündelik hayatın planlanmasındanişçilerin özel-ailesel sorunlarına kadar sınıfsal bir dayanışmave işbölümü kültürü yaratıldı. Bu bakımdan direniş çadırları,işçilerin, ortak iradesini ve çoğul, zengin enerjisini ortayaçıkaran bir işçi demokrasisi pratiği-okulu oldu. Çadırlardaörgütlenen yeni yaşamı, işçilerin, eski bağımlılıkkonumlarından sıyrılarak bütünsel bir sınıf bilincine,kültürüne ve kimliğine sahip özgür-bağımsız özneleredönüşmelerinin pratiklerini yaratması açısından başlı başınadeğerli saymak gerekir.

Parçalanm›fll›ktan birleflik s›n›fhareketineTekel direnişini etkili kılan dönüşüm ve yenilenme iradesininen parlak kanıtı, neoliberal stratejilerin ve AKP iktidarının par-çalama-kamplaştırma siyasetine karşı, parçalanmaya itilenle-rin emek eksenli bütünleşme duyarlılıklarını güçlendirmesidir.

Esnek çalışmanın işçi sınıfını farklı çalışma statülerine ve iş-siz kitlelerle bölerek sınıf içi rekabeti kışkırtması, işçi sınıfı-nın birliğini zorlaştıran nesnel zemini oluşturmaktadır. Ayrı-ca neoliberal kimlik siyasetinin işçi sınıfının etnik, dinsel,mezhepsel, cinsel kimliğinin "gerici öğeleri"ni öne çıkarmasıparçalanma sürecini iyice derinleştirmektedir. Üstelik sömür-ge tipi faşizmin iktidarında bulunan İslamcı liberal AKP reji-minin, iktidar savaşımlarında kullandığı kamplaştırma yönte-mi ve Kürt sorununda kullandığı şoven yöntemler, bu çokkatmanlı parçalanma sürecine sürekli taze kan taşımaktadır.

Birleşik sınıf hareketi, yine bu çok katmanlı parçalanmışlığıniçinde, güvencesizliğin ortaklaştırdığı (türdeşleştirdiği) kitle-lerden doğan gücün örgütlenmesinden geçmektedir. Bu ko-nuda Tekel direnişinin yarattığı olumlu deneyimlerin katkısıyadsınamaz.

Sürekli AKP iktidarını güçlendiren kamplaştırma taktikleri,direniş sürecinde bu sefer başarılı olamadı. Yıllardır özlenenbir tablo ortaya çıktı. Kamplaşmaya zorlananların işçi sınıfısiyasetinde bütünleşme eğilimleri güçlendiği gibi, AKP ikti-

46

Geleneksel iflçi ha-reketinin cinsiyetçimiras›n›n tersine,Tekel direniflininyeni iflçi hareketle-rine ve hak müca-delelerine özgüeflitlikçi tavr›, onundinamizmini olufl-turdu

Page 47: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

darının emek düşmanı politikaları biraz daha teşhir oldu.2009 Aralık, 2010 Ocak, Şubat ve Mart aylarında gündemegetirilen DTP'nin kapatılması, Bülent Arınç'a suikast, kont-rgerilla karargâhının (Seferberlik Tetkik Kurulu Ankara Böl-ge Başkanlığı) aranması, Ergenekon operasyonlarının sürme-si, subay intiharları, Alevi açılımı, Kürtlere yoğun baskı, tu-tuklama ve şiddet uygulanması… halkın Tekel direnişine iliş-kin duyarlılığını değiştiremedi. Hatta bizzat başını Erdoğan'ınçektiği içinde bolca "peygamber", "aile" gibi dindarların du-yarlı olduğu kavramların geçtiği "türban kampanyası" bile et-kili olamadı. Kampanyada, Emine Erdoğan'ın yıllar önce has-ta ziyaretine gittiği GATA'ya alınmaması bahane edilmişti.Oysa gerçek sebep, direnişte öne çıkan türbanlı Tekel işçisikadınların, İslamcı bir simgeyi AKP'nin elinden alarak, onuninandırıcılığını sarsmalarıydı.

Tekel işçileri, egemenlerin kendi iktidar hesapları lehinde hal-kı saflaştırmaya dönük politikalarını en azından direniş çadır-larında kırdılar. Burada, emekten yana eğilimlerin birleştiricigücünün harekete geçmesi, işçi sınıfının politikleşmesi yö-nünde yüreklendirici etkiler yarattı.

Ankara Sakarya Caddesi'nde kurulan direniş çadırları, geldik-leri yerde rekabet, gerilim ve kamplaşmaların etkin öznesi yada tarafı olan insanların, işçi sınıfı kültürü etrafında oluştur-dukları küçük bir kardeşlik ülkesiydi. Trabzon ve Tokatlı iş-çiler arasında vakti zamanında faşist harekete katılmış enılımlısı MHP'ye oy vermekle övünen kişiler vardı. AKP'ninKürt açılımına karşıydılar. İzmir çadırında, laik-ulusalcı du-yarlılıklarıyla kendini tanımlayan işçiler vardı. Bunlar daAKP'nin Kürt açılımına karşıydılar. Kürt illerinden gelenlerarasındaysa, hem Kürtlük hem de İslamcı duyarlılığıyla hare-ket edenler vardı. Bütün çadırlarda hatırı sayılır AKP destek-çisi, hatta AKP saflarında etkin çalışan işçiler vardı. Bununlabirlikte, geldikleri yerlerde birbirlerine belki de "hasmaneduygularla" yaklaşan Tekel işçilerinin tamamı, AKP'ninemek düşmanı politikalarına karşı direniş çadırlarında bütün-leştiler. AKP iktidarına, "Kürt-Türk burada AKP nerede?"sloganıyla meydan okudular.

Direniş çadırları, sınıf içi rekabetin aşıldığı ve ayrışmaya zor-lanan halkların yeniden kardeşleştiği bir mücadele okuluna

dönüştü. Direnişçiler, kimlik gerilimlerinin, bastırılarak veayrıştırılarak değil, demokratik, barışçıl ve birleştirici biçim-lerde çözülebileceğine ilişkin umutlandırıcı örnekler verdiler."Dinci-laik", "ulusalcı-liberal", "Türk-Kürt", "Alevi-Sünni"kutuplaşmalarından doğan gerilim öğeleri, önceleri küçük te-dirginlikler olsa da, ortak direnişe engel olamayacak kadargerilere itildi. Kürt işçiler, "ezen ulus şovenizminin etkisinde-ki" laik-ulusalcı İzmirli işçilerin sosyal yeteneklerini; Tokat'ınve Trabzon'un MHP'li işçileriyse, Kürt işçilerin direniş kültü-ründen gelen özelliklerini daha çok vurgular oldular. Elbettebunda, Kürt hareketinin direnme kültüründen türettiği genelözellikleri, aynı güvencesizlik saldırısı altındaki sınıf kardeş-lerine aktarma, istek ve kararlılığını mutlaka göz önünde bu-lundurmak gerekir.

Kendilerini tanımlarken, önceleri daha çok, İslamcı, Kürt,ulusalcı, Alevi gibi kimlik özelliklerini vurgulayanlar, direnişsürecinin sonlarına doğru, ezilen ve sömürülen bir sınıfın üye-si olarak işçi kimliğini vurgulamaya başladılar. Cinsiyetçi, şo-ven, ayrımcı yaklaşımlar; sınıf içi rekabet eğilimi, siyasal ge-rilimlerden gelen önyargılar, yerini sınıf içi dayanışma ve kar-deşleşme eğilimlerine bıraktı. En belirgin dönüşüm işçi ka-dınlarda gözlendi. Şu ya da bu derecede bütün farklı gruplar-da yer etmiş olan kadının ikincil konumu, kadın militanlığı-nın öne çıkmasıyla özgürleştirici bir dönüşüm sürecine girdi.(Bak. “Tekel Direnişinin Sürükleyici Gücü Kadın İşçiler”, busayıda) İslamcılardaki gerici, antikomünist önyargılar; Kürt-lerdeki ezen ulus şovenizmine karşı tepkiler, ulusalcılardakive MHP'lilerdeki Kürt düşmanlığına varan tavırlar, solcular-daki kendini "marjinal" hisseden ruh hali, hepsindeki kadınınezilmişliğini mutlaklaştıran yaklaşımlar belli sarsıntılar geçir-di. Demokratik bir sınıf ve siyaset kültürü filizlenmeye başla-dı. Ülkenin yakıcı, karmaşık sorunları, direnişçi ve yaratıcı birenerjiyle ustaca demokratik mücadele kültürünün çözücü sü-reçlerine yönlendirildi.

S›n›f mücadelesinin diyalekti¤indeTekel ders notlar›11.. Tekel direnişi, ne tam geleneksel emek hareketi ne de tamyeni işçi hareketidir; ne tam hak mücadelesi ne de tam sendikaleylemdir; ne tam eskiyi temsil ediyor ne de tam bir yenilenme

47

Direnifl çad›rlar›,geldikleri yerderekabet, gerilim vekamplaflmalar›ntaraf› olan insan-lar›n, iflçi s›n›f›kültürü etraf›ndaoluflturduklar›küçük bir kardefllikülkesiydi

Page 48: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

hareketi olarak gelişiyor. Barındırdığı melez dinamikler veiçsel çelişkilerle, her adımda yeni bir sınıf hareketinedönüşümün yaratıcı gerilimlerini, gelgitlerini, kararsızlık veileri atılımlarını yaşayan; bu yanıyla da devrimci öznenin gün-celliğine ilişkin umutları daha fazla tazeleyen gerçek, inandırıcıbir harekettir. Direnişin içsel çelişkileri ve etkileşim olanakları(Tekel direnişinin diyalektiği) eylemin sınırlarını, kırılma nok-talarını ve ilerletici yanlarını göstermektedir.

Örneğin Tekgıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel'in Gandhitarzı. Sırf bu tarzın gündeme getiriliş biçimi bile, gelenekselsendikal yöntemlerle (çıkar ve alışkanlıklar), yeni işçidinamikleri arasına sıkışan bir sendika başkanının başarılarını,açmazlarını ve kararsızlıklarını yansıtmaktadır. Gandhi tarzı(Mahatma Gandhi'de simgeleşen "pasif direniş"), AKP ikti-darının saldırgan yüzünü göstererek eylemin meşruluğunuoluşturdu. AKP'nin "mağduriyet silahını", yine kendine çevir-di. "Tipik sol eylem"le ayrım noktası koymaya çalışarak"masum ve haklı işçi eylemi görüntüsü"nü koruyup kamuoyuve kitle meşruluğunu artırdı. Ankara’da metro seferlerinitıkayan eylemlerle İstanbul metrobüs eylemlerini başarılı istis-nalar olarak değerlendirirsek, özellikle 4 Şubat genel eylemi-nin cılızlığından da cesaret alan iktidarın, çok boyutlu birkuşatmayla direnişçileri yalnızlaştırma taktikleri karşısında,polis şiddeti karşısında etkili sonuçlar doğuran pasif direniştaktikleri durağan ve etkisiz kaldı. Özellikle konfederasyon-ların olası büyük desteğini bekleme, açlık grevi gibi taktiklerkuşatmayı kırarak eylemi genelleştirebilecek atılımlardan yok-sundu. Üstelik beklenen örgütlü destek de hiç gelmedi.Durağanlaşan eylemin yırtıcı atılımlarla geliştirilememesi,

ileri, öncü, hareketli işçilerde huzursuzluk, farklı arayışlar vegiderek tepkisel çıkışlara yol açtı. Direnişin çözülme eğilim-lerini besledi.

Oysa yeni işçi hareketlerine ve hak mücadelelerine özgü mili-tan taktikler, direnişi zenginleştiren, etkisini ve meşruluğunuartıran pratikler yarattığı gibi direnişçilerle halkı birbirineyakınlaştırdı. Eylemin gerektirdiği esneklik ve anlık inisiyati-flere yatkın olan bu eylem tarzı, AKP iktidarını tavır almayazorlayıp teşhir ettiği gibi halkta da yaygın sempati oluşturuyor-du. 17 Ocak'ta Ankara Tekel mitinginde kürsünün işgali, Türk-İş binasının işgali, AKP binalarına baskın, bina önünde zincir-leme eylemi, bakanları yumurtalı protesto, İstanbul BoğazKöprüsü'nde yol kesme, İzmir'de vapur işgali gibi eylemindurağanlaşma eğilimini kıracak kıvrak eylemler buna örnektir.Yine direniş çadırları, başlı başına bir taktik üstünlük aracınadönüştü. Eylem, bir fabrika direnişi, iş bırakma ya da bir kenarmahallede işyeri önü protestosu biçiminde gelişmedi. Tekelişçileri, kendilerini yaşama bağlayan bütün değerlerini geridebırakıp Ankara'ya yürüdüler. Direniş, sırf kendi gücünegüvenerek ülkenin dört bir yanından gelip devletin mekânsalmerkezinden devlete meydan okuma olarak gerçekleşti.Gandhi tarzının meşruluk gücü bile ancak bu meydanda gerçekanlamını bulabildi.

22.. Türkiye toplumunun hızlı bir politikleşme ve solun yük-selme dönemi yaşadığı 1960-1980 arasındaki ilişki tarzının ter-sine, bugün Tekel direnişi sol için ön açıcı, sürükleyici, yürek-lendirici bir etki yarattı. Tekel, özellikle işçi sınıfının yeni yöne-limlerine ilişkin epeydir gündem oluşturamayan solun, işçi

48

‹fiÇ‹ HAREKET‹

"Turuncu atk›l›lar", direniflçilerin yarat›c› etkinliklerinin ve inisiyatiflerinin a盤aç›kmas›na özen gösteren destek tarz›yla, Tekel iflçilerinin sayg› ve sevgisinikazand›lar. Direnifl komiteleri, iflçi konseyleri, amfi komiteleri ve hakmücadelelerinden tafl›d›klar› direnifl ve halk demokrasisi deneyimlerinin yarat›c›dinamizmini, Tekel iflçileriyle paylaflt›lar

Page 49: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

sınıfına ilişkin gündemini ve güvenini tazeledi. Bizzat eylem-hareket süreci, solun ve Tekel işçilerinin karşılıklı birbirinitanıdığı, etkilediği ve dönüştürdüğü, ama bunun sınırlarını dagösterdiği pratikler üretti. Burada solun Tekel direnişiylekurduğu ilişkiyi değerlendirirken mutlaka bu ilişkinin nesnelsınırlarını ve eylemin özgül gelişim seyrini hesaba katmak;olabildiğince nesnel-genel eğilimlere odaklanmak gerekli.

Bu bakınmadan, öncelikle, eylemin ortaya çıkardığı karşılıklıgüven vurgulanmalı. Solun, eylem karşısındaki duyarlılığı,eyleme desteği, eylemle bütünleşme çabaları bakımındanolumlu gelişmeler yaşandı. Elinden geldiğince orada bulun-maya, desteklemeye, kaderini paylaşmaya çalıştı. Gene de bun-lar sol tutukluğun açılması için yeterli olanaklar sunmadı.Birkaç görece daha olumlu katkıyı saymazsak, solun direnişekatkısı bunun ötesine geçmedi. Eylem kendi pratik sınırlarıdışında, tarihsel-nesnel bir gereklilik olarak, devrimci özneninoluşumunda yeni işçi dinamiklerinin önemini solun gündeminetaşımış oldu. Direnişin tıkandığı, durağanlaştığı, çözülmeyeyüz tuttuğu anlarda, direnişin toplumsal muhalefet olarakgenelleşmesi-politikleşmesi, hak mücadelesi pratiklerininçoğaltılması ve güvencesiz-yeni işçi eylemlerinin örgütlen-mesiyle direnişe ilerletici katkıların eksikliği hep hissedildi.

Tekgıda-İş/Türk-İş gibi geleneksel sendikal harekete ilişkinçoğunlukla haklı yargılarına karşın, gene de, Tekel işçilerininyaşamı kesintiye uğratan şaşırtıcı iradesinin nesnel sonuçlarısolun bundan sonraki yöneliminde de heyecan verici ve yürek-lendirici oldu. Özellikle işçi sınıfının gücüne olan güvensizliğeve AKP iktidarının gücünün abartılmasına eğilimlerine karşısarsıcı sonuçlar yaratan bir deneyim oldu.

Benzer şekilde, Tekel direnişinin, sola yönelik işçilerde vesendikacılardaki güvensizliğin aşılması açısından da öğreticiderslerini vurgulamak yaralıdır. Solun "eyleme müdahalesinin"iktidarın ve halkın gözünde meşruluk kaybına yol açacağına;eylemin "masum işçi eylemi" olmaktan çıkarakpolitikleşeceğine inanan işçilerin eylem içinde "politikleşmesi"kayda değer bir gelişmedir. İşçiler, direniş çadırlarına destekiçin giden; orada sabahlayan solu misafirperverlik duyguları veminnetle karşıladı. Güvendiği dağlara kar yağan kimi sağcı-dindar işçinin "Eskiden günde beş vakit namaz kılıyorduk;şimdi günde beş vakit komünistlik yapıyoruz!" demesine ben-zer öyküler anlatılır. Bu gibi öykülerden de anlaşıldığı üzeregerek işçiler ve sendika yönetimi, gerekse soldan birbirine karşıgüven tazeleyici, etkileşime açık olumlu adımlar atıldı.

33.. Tekel direnişinin devrimcilerin ders çıkarması gereken temelaçmazı, politikleşme, destek ve özneleşme kavramındadüğümlenmektedir. Desteğin, toplumsal muhalefet hareketi,yeni işçi hareketi ve hak mücadelesi olarak örgütlenme zorun-luluğu, solun ve devrimcilerin, bu sürecin öznesi olmalarıbakımından eylemle kurduğu ilişkiyi gözden geçirmelerinigerektirmektedir. Tekel direnişi bu yönde önemli ipuçları

sundu. Kendisi bir yenilenmiş bir işçi hareketi olmasa da,nefesinin tükendiği her yerde, pratik bir sorun olarak, devrimcibir işçi hareketine olan gereksinimi ortaya çıkardı.

44.. Tekel direnişi hâlâ sürüyor. Direnişin kaderini, eyleminardından Ankara'dan sökülen direniş çadırlarını tek tek kentlerekuran Tekel işçilerinin yaratıcı eylemi belirleyecek…

* Elbette ki, “aidat” sisteminin, sendikal ba¤›ms›zl›¤›n, iflçi kimli¤inin ve s›n›f bilin-cinin oluflumunda önemi yads›namaz. Geleneksel sendikal ifllemler a¤›rl›kla üye-lik, yetki, toplu sözleflme ve aidat s›ralamas›ndan oluflmaktad›r. Ne var ki,güvencesiz çal›flt›rma biçimleri bu ifllemleri fiilen ifle yaramaz k›lmaktad›r.Geleneksel sendikac›l›¤›n bir elefltirisi olarak Devrimci Sa¤l›k-‹fl’in yapt›¤›, aidatsistemini reddeden bir tav›rdan çok, güvencesiz iflçilerin örgütlenmesindeki birtaktik aray›fl› olarak de¤erlendirilmelidir.

**** Tekel Direniflinin ›fl›¤›nda Gelenekselden Yeniye ‹flçi S›n›f› Hareketi, Nota BeneYay., Ankara, May›s 2010 adl› kitaptan yararlan›larak haz›rland›.

‹fiÇ‹ HAREKET‹

Tekel direniflinedeste¤in, birtoplumsalmuhalefethareketi, yeni iflçihareketi ve hakmücadelesiolarak örgütlen-mesi, devrimci-lerinözneleflmesineba¤l›d›r. Tekeldirenifli, nefesinintükendi¤i heryerde, pratik birsorun olarak,devrimci bir iflçihareketine olangereksinimiortaya ç›kard›

Page 50: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

‹fiÇ‹ HAREKET‹

Kad›n iflçilerKad›n iflçilerTekel direnifli, kad›n militanl›¤›n›n s›n›f hareketinin yeniden oluflumsürecinde temel bir dinamik olarak ortaya ç›kt›¤›n› gösterdi. Tekel kad›niflçilerinin özgün deneyimleri, ezilenlerin mücadelesinde yeniden sahneyeç›kan kad›n›n toplumsal özne olarak konumunun nas›l sürekli hale getirilece¤ine dair ipuçlar› veriyor

Elif Y›ld›z

Tekel direniflinin sürükleyici gücüTekel direniflinin sürükleyici gücü

Page 51: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

üvencesizliğe karşı yükselen hareketler, sınıfmücadelesinin yeni bir dönemini haber veriyor.Bu yeni dönemde, işçi hareketinde olduğu gibihak mücadelelerinde de kadın militanlığınındikkat çekici biçimde öne çıktığı görülüyor. Te-

kel direnişiyle Sakarya Meydanı, sınıf hareketindeki bu ye-nilenmenin habercisi olarak kadın militanlığının öne çık-masına tanık oluyor. İşte bu nedenle, Tekel direnişindekiişçi kadınların deneyimlerinin ışığını süzmek, hak mücade-lelerinde yeni yeni beliren kadın militanlığına ilişkin yolgösterici ipuçları sunabilir.

1. S›n›f hareketinin yeniden oluflum sü-recinde temel bir dinamik olarak kad›nve kad›n militanl›¤›n›n ortaya ç›k›fl› Dünyada ve ülkemizde işçi sınıfı hareketi tarihsel olarakyeniden oluşuyor, yeniden politikleşiyor. Kadınlar bu yeni-den oluşum ve yeniden politikleşme sürecinde temel bir di-namik olarak yer almaya başladı.

Ülkemizdeki işçi sınıfı hareketinin yeniden oluşum süre-cinde, güvencesizleştirmeye karşı mücadele öne çıkıyor.Tekel işçilerinin direnişi bu gelişim seyrinin en belirgin ör-neğini oluşturdu. Kadınlar, güvencesizliğe karşı hak müca-deleleri ekseninde gelişen sınıf mücadelesinin bu yeni bi-çim ve niteliğine kolayca uyum sağlıyorlar. Bu sayede mü-cadelede etkin rol alıyorlar. Çünkü kadınlar, güvencesizli-ğin yaygınlaştığı temel alanların başlıca toplumsal aktörle-ridir. Kadın katılımının geniş bir yer tuttuğu Tekel direni-şinde kadınlar, sayıları kadar dinamik etkileriyle de kendi-lerini gösterdiler. Bunun yanında, eylemlerde sürekli ön sı-ralarda yürüyen kadınlar, sendikanın geri tutumları karşı-sında her zaman yüreklendirici ve ateşleyici oldular. Dire-nişin sürekli kılınmasında, kadının cinsel-toplumsal olarakezilmişliğine de meydan okuyarak mücadeleye katılması,onu mücadele içinde hızla politikleştirirken, bir yandan dayaşam içindeki eşitsizlik ilişkilerini sorgular hale gelmesin-de etkili oldu.

Neoliberalizmin temel stratejilerinden ikisi olan güvence-sizlik ve kamusal hizmetlerin piyasalaştırılması süreçleri,en çok kadınları etkilemektedir. Çünkü güvencesizliğinyaygınlaştığı alanlar çoğunlukla kadın emeğinin yoğun ola-rak kullanıldığı alanlardır. Bunlar hizmet sektörü (özellikleözelleştirilen kamusal hizmet sektörü), tekstil, gıda, metal,elektronik gibi yeni sömürgelere kaydırılan ucuz ve yoğunemeğe dayalı geleneksel işkollarıdır. Bunun yanı sıra temelkamusal hizmetlerin piyasalaştırılması da kadın emeğinedayalı yeniden üretim alanına yönelmektedir. Kadınlar buiki saldırının hedefinde bulunan toplumsal aktörler olarak,işçi sınıfı hareketinin bu yeni tarihsel döneminde önemli birrole sahip hale geldiler.

Güvencesiz çalıştırmanın yaygınlaştığı hizmet alanları,ağırlıkla kadın emeğinin özgül niteliğini istihdam edenalanlardır. Kadınların zaten cinsiyete dayalı toplumsal işbölümü nedeniyle yapmakta ustalaştığı ev işlerinin bir ben-zeri olduğu iddia edilen hizmet ve üretim alanlarında ço-ğunlukla kadın emeği kullanıyor. Bu gibi işlerin "kadın iş-leri"ne benzerliği, kadın emeğinin topyekûn değersizleşti-rilmesiyle paralel biçimde ve işin niteliğinden bağımsızolarak 'ucuz-güvencesiz' emek kullanımına zemin hazırlı-yor. Elbette bu 'ucuz-güvencesiz' emek kadınınki oluyor.Güvencesizliğe karşı gelişen tepkilerde kadınları en önde

51

‹fiÇ‹ HAREKET‹

G

Tekel direniflinin ilkk›v›lc›m›n› çakan Abdi‹pekçi’deki sald›r›n›n

ard›ndan Türk-‹fl GenelMerkezi önünde toplan-

maya bafllayan iflçileraras›nda kad›nlar vard›.

O gün kad›nlar›n göz-lerinden okunan

kararl›l›k, sendikalbürokrasinin

çürümüfllü¤ünüaflacakt›

Page 52: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

görmek bu yüzden şaşırtıcı değil. Aksine işçi sınıfının "ensaf ve sahici" direniş eğilimlerini kadınlarda daha çok gör-mek mümkün.

Üstelik Tekel direnişinin gösterdiği gibi, çalışma yaşamı-nın "görece özgürleştirici özelliği"nin güvencesizlikle bera-ber kaybediliyor olması, kadın militanlığını yaratan temeldinamiklerden biridir. '80'lerde henüz özelleştirme süreçle-ri başlamadan, ücretli bir iş ve çeşitli sosyal haklarla Te-kel’de 20 bin kadın işçi istihdam edildi. Bugün geriye ka-lan 10 bin işçinin içinde hala önemli bir orana sahip olankadınlar için, "4C" ile birlikte ellerinden alınanları savun-mak, fabrikalarının satılması, maaşlarının düşürülmesindençok daha fazla bir anlam içeriyor. Çalışma yaşamına katıla-rak elde ettikleri ileri toplumsal konumlarını, özgürlükleri-ni ve "üretken" olma koşullarını savunmak anlamını da içe-riyor.

Çünkü Tekel işçisi kadınlar tarımda çalışan aile işçisi konu-mundan sosyal haklarıyla birlikte işçi statüsüne geçtiklerin-de, sosyal ilişkiler içinde özgürleşme olanağı da buldular.Kamuda kadın istihdamının kadınların yaşamındaki kolay-laştırıcı etkileri bugün yaşanan işsizlik ve güvencesizliklebirlikte düşünüldüğünde kaybettikleri tek şey elbette ki iş-leri değildi. Toplumsal yaşamda kadın olarak var olmanınbütün zorluklarına katlanmış, bir nebze de olsa özgürleşmeolanağı bulmuş kadınların yeniden “eve kapatılmaları” ilebütün yaşamları güvencesizleştiriliyor demekti. Bu yüzdenTekel direnişinde kadınların toplamda bütün işçilerin diren-cini belirleyecek kadar güçlü bir etki yaratması, kadın ola-rak kaybedeceklerinin bilincinde olmalarındandı. Dolayı-sıyla, bugün işçi hareketindeki yeni oluşumu tarif ederkenişçi sınıfının çok cinsiyetli olduğu gerçeğini göz önündebulundurmak gerekmektedir. İşçi sınıfının militanlığı, sö-mürüye en çok maruz kalan cinslerin refleksleriyle, hareke-tin bütününü güçlendiren gerçek bir özneye daha kavuş-maktadır.

Esnek çalıştırma koşulları içinde sermaye tarafından sömü-rülmenin ağırlığı altında ezilen kadınların çalışarak elde et-tikleri "ayrıcalıklar" ellerinden alınırken, bir yandan da ka-musal hizmetlerden faydalanamamanın yarattığı toplumsalyaşamdan dışlanma sorunu ile karşılaşıyorlar. Bu durum,yoksul mahallelerde toplumsal yaşamı teneffüs edemeyengeniş bir alana yayılmış -üstelik de eğitilmiş- işsiz kadıntopluluklarının derinleşen bir sorunu olarak karşımıza çıkı-yor. Her türlü sosyal haktan mahrum kalan; ancak ev işi,çocuk ve hasta bakımı gibi temel hizmetler söz konusu ol-duğunda emeğine en önce ihtiyaç duyulanlar yine kadınlaroluyor. Dolayısıyla güvencesizlik ve sosyal hak gasplarıy-la yüz yüze bırakılan kadın, yaşadığı sıkışmadan kurtulma-nın yolunu bulduğu bütün ilerici hareketlerde hızla politik-leşip öne çıkıyor.

Hak mücadelelerinde yükselen kadın militanlığının niteliğive sürekliliği önemli bir sorundur. Kadınlar, işyerleri veyamahallelerine, yani bir kamusal alan olarak var ettikleri me-kânlara dışarıdan gelen her türlü saldırı karşısında ilk ref-leksleri vermektedir. Kızılay’da, OkmeydanıHastanesi’nde, Mersin ve Adana’da taşeron sağlıkişçilerinin güvencesizliğe karşı mücadelesini örgütleyenDev Sağlık-İş’in işyeri direnişlerinde mücadelenin sürük-leyicisinin kadın işçiler olması, güvencesizlige karşımücadelede kadın işçi militanlığının önemli nüveleri oldu.

Tekel direnişinde de görüldüğü gibi, güvencesiz çalıştırmave buna bağlı olarak kadınların "tarihsel rolleri"ne geri dön-meleri beklentisi, egemenlerin düşündüğü kadar kolay ger-çekleşmemiştir. Bunu Fransız Devrimi’nde rastladığımızbalıkçı kadınların krallığı basıp ekmek fiyatlarına yapılanzammın durdurulmasını istemesinden, barınma hakkı mü-cadelesi veren kadınların evini yıkmaya gelen polis karşı-sında barikat olmasından ve Tekel işçisi kadınların "özlükhakları" için emzirdiği çocuğunu, eşini, evini bırakıp ken-dini sokağa fırlatacakkadar hızla mücadele-nin bir parçası halinegelmesinden biliyo-ruz. Çünkü sosyal hak-ları gasp edilen kadınlar,hak mücadelesi içindeerkek egemenliğinekarşı bir yeniden va-roluşun mücadelesi-ni de veriyor. Müca-dele içinde kendilerineatfedilen toplumsal rol-lerden sıyrılırken, aynızamanda bir özgürleş-me iradesi kazanıyorlar.

2. Hak mücade-lelerinde ve s›n›fhareketinde etkinbir özneye dönü-flen kad›n›n bu ro-lünün süreklili¤i na-s›l sa¤lanabilir?Sınıf hareketlerinin inişleri veçıkışları içinde yükselmeyebaşlayan kadın militanlığınısüreklileştirmek, kadının“tarihsel yenilgi” kaderinide değiştirecektir. Kadın

52

‹fiÇ‹ HAREKET‹

Güvenceli ifltalebinin kad›n›nözgürleflmemücadelesindeönemli birtümleyen olmaözelli¤i çok say›dakad›n›n Tekeldirenifliyledayan›flma vedestek ba¤›kurmas›ndaetkili oldu.

Page 53: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

yaşamın her alanında söz sahibi olduğu bilincini, ancakkendi taleplerini yarattığı ve örgütlediği politikleşme süreç-lerinde kazanabilir. Yani mücadele içinde kazanılan dönü-şümlerdir esas olan.

Yeni bir sınıf hareketinin kuruluş aşamasında kurucu birözne olarak kendini var eden militan kadın, bu konumunarağmen ideolojik olarak çeşitli kısıtlamalara da maruz kalı-yor. Yani iki gün önce polise taş atan, meydanlarda "suhakkımı istiyorum" diye haykıran kadınlar, geleneksel rol-lerinden tam anlamıyla kopamazlarsa, toplumsal alanda sözhakkının arttığı meclislerde yer alamazlarsa, dayanışmailişkilerinin geçici bir öğesi olarak var olurlarsa, kendi ile-rici toplumsal politik dinamikleriyle çelişkiye düşerler. Bunedenle kadının erkek egemen toplumsal düzene karşı öz-gürleşme mücadelesi, sınıf-hak mücadeleleriyle el ele git-melidir. Hak mücadelesi örgütlerinin, kadınların toplumda-ki ikincil pozisyonunu yıkarak onları söz ve karar mekaniz-malarına dâhil ettiği bir biçimin zorunluluğu, Tekel direni-şinde de kadın işçi-sendika ilişkisinde kendini gösterdi.

Tekel direnişindeki kadınların zaman zaman evlerine git-mek istemelerinin altında geleneksel roller yatmaktadır.Ama buna rağmen, haftalarca evindenuzakta, Ankara'da, çadırlardakalan kadın işçiler busüreçte ge-le-

neksel rollerinin hayli dışına çıkmışlardır. Toplumsal rolle-re direnme ve onlarla mücadele etme konusunda örnek ol-muşlardır. Kendisi direnişe gelirken çocuğunu yurda veren,çocuğunun karne gününü unutan; ama onun geleceğini al-madan da Ankara’dan ayrılmamaya söz veren kadınlar top-lumsal rollere karşı direnme ve mücadele potansiyeli ileönce kendi bilinçlerindeki zayıflıkları aşmanın olanaklarınıgöstermişlerdir.

Kadınlar sınıf hareketinin ve genel olarak “direniş”lerin birparçası, sürükleyicisi olduklarını da göstermişlerdir. 60gündür evine bir kez bile gitmediği halde kimi erkek işçile-rin evine dönmesine sinirlenerek inadına direnen kadınlar,"erkeklik gururu"nun zayıf noktasını kaşıyarak, erkeklerinsadece bu nedenle bile direniş alanını terk edememelerinesebep olmuşlardır.

AKP karşıtı bir toplumsal hareket olma özelliğini aldığıdesteklerle ispatlayan Tekel direnişinde, kadınların kendiinisiyatiflerini kullanarak Emine Erdoğan’la görüşmeyegitmesi de, ele alınması gereken özgünlüklerden biridir.Bugüne kadar yaşadıkları toplumsal kuşatmaların dışına çı-karak, Emine Erdoğan’la evinde görüşmenin sebep olacağıolumsuzluklara rağmen direnişe kendi özgünlüklerini kat-mışlardır. Görüşmede Tayyip Erdoğan’la karşılaşınca bü-tün işçilerin sözcüsü gibi taleplerini ifade eden kadınlar, ge-ri döndüklerinde görüşmenin arkasından gelen olumsuzaçıklamalar neticesinde yaşadıkları hayal kırıklığı yetmez-miş gibi, görüşmeyi sendikadan habersiz örgütledikleri içinbir anda erkek işçilerin ve sendika yöneticilerinin gözündendüştüler. Bu nedenle kadınların mücadele içinde varlık ne-denleri sorgulanmaya başlandı. Ama kadınlar bu geri yak-laşımlara ödün vermediler. Geri dönmeye niyetleri yoktu.Diğer işçiler gibi "özlük hakları"nı savunuyorlardı; öyleysekalmak için daha direngen olacaklardı. Oldular da.

Kadınlar yan yana gelmekten veya önde durmaktan, hergün evi gibi gidip geldiği çadırlarda yatıp kalkmaktan ön-celeri çekinseler de, çadırda tek kalma pahasına alanı terketmediler. AKP il binasında gerçekleşen eylemi erkek işçi-lerle birilikte sendikadan habersiz örgütlediler. Bu durum,sendika bürokrasisi içinde sıkışmış örgütsel kanalların, iş-çilerin giderek zenginleşen dinamizmlerini taşıyamadığınıgöstermekteydi. Sendikayla gerçek anlamda ilk defa tanı-

şan kadınlar, bunca zamandır çağırılmadıkları eğitimle-rin ve toplantıların acısını adeta direnişle birlikte kazan-dıkları deneyimlerle çıkarıyorlardı. Öğrendiklerini

sendikayla tartışabiliyor, tepkileri hızla politikleşi-yordu. Hatta sendikanın inisiyatifsiz kaldığı zaman-

larda, direnişin sürekliliği için daha çabuk biraraya geliyor, karar alıyor ve eyleme geçiyor-

lardı.

Toplumsal muhalefetle, kadın hareketleriyle

53

‹fiÇ‹ HAREKET‹

Page 54: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

ve direnişteki kadın öznelerin birbirleriyle kurduğu ilişkiaçısından ele alındığında Tekel direnişi, politik bir kadınhareketi yaratma perspektifine sahip olan kadınlar için dersçıkarılacak önemli deneyimlere sahip bir direniştir.

Kadın örgütlerinin bundan önceki Novamed ve DESA gibidirenişlerde kadın işçilerle kurduğu ilişki deneyimi, direni-şi destekleyen başka bir çeşitlilik olarak Tekel’e yansıma-dı. Kadın taleplerinin buluşturulacağı bir eylem alanı gibigörülmedi. Hatta kadın örgütleri bu konuda son derece çe-kingen davrandılar. Direnişin neresinde durmaları gerekti-ği konusunda net değillerdi. Bu durum, güvenceli iş tale-biyle kadın hareketlerinin kurduğu politik bağın zayıflığınıgösterdi. Oysa bugün, artan sosyal hak gaspları kadına yö-nelik şiddeti derinleştirirken, birbirinden ayrı başlıklar ola-rak değil, bütünlüklü bir kadın politikasının birbirini bütün-leyen parçaları olarak görmek gerekiyor. Kadın hareketle-rinin sınıf hareketleriyle buluştuğu zeminlerde, destek biryana, toplumsal baskıya karşı ortak çıkış reflekslerine hiçrastlanmadı. Daha aktif bir tutum alarak içeride kurulmasımümkün "kadın dayanışma çadırı" bir fikir olarak bile tar-tışılamadı. Kadının ezilmişliği, kadın bilinci ve mücadelesiüzerine toplantılar bu çadır vesilesi ile örgütlenebilirdi. Te-kel işçisi kadınların direniş deneyimleri, pek çok kadınıntoplumsal yaşamın her alanında özlem duyulan kolektif ya-şamı örgütleme çabasıyla karşılaştırılabilir; kadınlar bura-lardan ortak talepler üretebilirlerdi.

Mücadelenin öznesi kadınlar çadırlar kurulana kadar dahaçok birbirleriyle temas ederken, çadırlar kurulduktan sonratemasları azaldı. Direnişin başında, farklı kültür ve inançla-ra sahip olmak bir tehdit gibi en önce kadınları tedirgin et-ti. Bir dizi engeli aşıp mücadeleye katılmış olmanın yarat-tığı ortak duygu kadınların kolayca direniş alanını sahiplen-mesini sağlarken, çadırları evleri gibi gören kadınlar, ka-dınlık rollerini hızlıca yeniden ürettiler. Temizlik, yemek,çay yapmak gibi işler yine kadınlar tarafından örgütlendi.Farklı çadırlardan birbirleriyle sürekli iletişim içinde olanaz sayıda kadın vardı. Ancak bu az sayıda olan kadın, yerigeldiğinde bütün işçileri ayağa kaldırabilecek eylemleri ör-gütleyecek kadar da öncü özelliklere sahipti.

Direnişin içinde kurulan yeni yaşamın özgürleştirici etkisi-ni hisseden en çok kadınlar olmuştu. Onun için, bu müca-deleyi farklı hak mücadelelerinde yer alan kadınlarla buluş-turmak, kadınların gündelik yaşamda karşısına çıkan so-runlara karşı mücadelenin öznesi olarak hak arayan ve ka-zanan, kendisi ve toplumun bütün bireyleri için mücadeleettikleri inancına Tekelci kadınların kararlılığının da ekle-nebilmesi açısından önemliydi. Tekel işçisi kadınların 78günlük direnişi, güvenceli iş, sağlık hakkı ve kreş taleple-riyle kadınların ortak eylemler, direnişler örgütlemesininönemini gösterdi. Genel bir işçi direnişi içinde bile kadın

taleplerinin neden özel olarak örgütlenmesi gerektiği şimdidaha iyi anlaşılmaktadır.

3. Gericilik ve cemaat iliflkilerikarfl›s›nda kad›n nas›l bir güç, kad›nmilitanl›¤› nereye do¤ru yöneliyor?Toplumsal ilişkiler içinde kadının kendini gerçekleştirebil-mesi, gericiliğe güçlü bir karşı çıkışla mümkündür. Bu yi-ne, ancak kadın militanlığının toplumsal yaşamın her ala-nında gerçekleşmesiyle olacaktır. Gericilik (dinci gerici-lik); kadının emeği, kimliği ve bedeni üzerinde kurduğu ta-hakküm ile özgürleşme olanaklarının tümünü ele geçir-mektedir. Piyasanın kadına sunduğu metalaşma-değersiz-leşme sonucu kadın, özgürleştirici bütün ileri unsurlardansaparak, yeni bir kadın kimliği aramakta ve sistemin tahak-kümü altında muhafazakâr ilişkiler bütününe (cemaatlere,tarikatlara) teslim olmaktadır.

Öte yandan bu gerici ilişkiler, kadını hedefleyen güvence-sizleştirme stratejisinin kolaylıkla hayata geçmesine hizmetetmektedir. Gericilik ve erkek egemenliğinden beslenenkadının ikincil pozisyonu, kadın emeğinin değersizleşmesive güvencesiz çalıştırma biçimlerinin yerleşmesine olanaksunmaktadır. Evde çalışma, geçici, yarı-zamanlı çalışma“kadının yeri evidir”, “kadın evdeki sorumluluklarını ak-satmamak kaydıyla çalışabilir” fikriyle beslenir ve kendinebir emek deposu yaratır. Öte yandan sosyal hizmetlerin tas-

54

“Yine neffir-i amm oldu uzun saçl›lar / Arkas› feraceli koynutafll›lar / Yüzleri yaflmakl›, yaprak bafll›lar / Vurun aslan-lar›m erlik sizdedir.” **Âfl›k Halil18. yüzy›lda Bursa’daki dokumac› kad›n iflçiler için...

Page 55: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

fiyesiyle beraber yaşlı ve çocuk bakımı sorumluluğununkarşılıksız olarak kadına yüklenmesi, ulaşım başta olmaküzere temel kamusal hizmetlerin piyasalaşması kadınlarısosyal hayatın dışına iter. Yoksulluk ve yoksunluk nede-niyle eve hapsolan kadınlar için erkek egemen gerici ide-olojinin cevabı hazırdır: “Kadın kısmı dizini kırıp evindeoturmalıdır!” Böylece gericilik ve erkek egemenliği ittifakıhem güvencesizliği yaygınlaştırmakta hem de kadının ka-musal alana özgürce çıkış yollarını kısıtlamaktadır. Kadı-nın emeği, kimliği ve bedeni üzerinde söz sahibi olmasınınbir yolu da, güvencesizliğin ve yoksunluğun yarattığı cen-dereyi kırmasıyla mümkündür.

AKP’ye gelince, türbanı burada işçileşen kadının namus de-ğerlerini koruyan bir simge olarak sunar ve çözülen toplu-mun ahlaki değerlerinin bir simgesi olarak cemaat toplumu-na göre kadını kendi sosyal ağları içerisinde militanlaştırır.Tekel işçisi kadınların büyük bir çoğunluğunun türbanlı veAKP’li, hatta AKP kadın kolları üyesi olmasının sebebi debudur. Kadın, her bir ileri adımında ciddi gerilimler yaşa-mıştır. Daha önce "kul" olan kadın kendi yaşamında özneolmaya doğru yol alırken, ait olduğu cemaat ilişkilerindendışlanma korkusu ile karşı karşıya kalmıştır. Direnişin baş-larında Emine Erdoğan’dan destek istediklerini ellerindekidövizlerle ifade eden kadınlar, Başbakan’ın direnişle ilgiliolumsuz söylemleri ile birlikte ("Yan gelip yatıyorlar", "Ye-tim hakkı yiyorlar", Türbanlı "kadınların ne işi var orada?"gibi) AKP karşıtı sloganlar atmaya başladılar. Evle iş arasın-da gidip gelme dışında “sokağa” adım atmakta zorlanan ka-dınlar sokakta kadınıyla erkeğiyle“sınıf kardeşleriyle” bir-likte uyudular. Tanımadıkları kişilerin evinde banyo yaptı-lar. Yabancı erkeğe elini vermeyenler desteğe gelenlerle ku-caklaştılar. Tekel direnişi aynı zamanda “namus” anlayışıy-

la da, kadını “kapatan” gerici erkek egemen zihniyetle debir hesaplaşmaydı. Kendi memleketindeki bir barın önün-den geçmeye çekinen, biranın kokusuna bile tahammül ede-meyen kadınlar, barları barınak yaptılar. Her seferinde de“ailem duyarsa ne yaparım” endişesi taşıdılar. Barda kaldık-ları basına yansıdığında ise bunu gururla savundular. Kimi-nin ailesi "hakkını helal etmedi"; kimininki "hakkını alma-dan dönme" diyordu. Açlık grevine katıldıklarında çevresin-dekilerin “günaha giriyorsun” demelerine rağmen koşullarne gerektiriyorsa ona göre hareket ettiler. Kadınlar bu geri-limleri, onları kuşatan bütün baskı ilişkilerini sorgulayarakaştılar. Bildikleri tek şey haklarını almadan bir yere gitme-yecekleriydi. Çünkü başlarına gelen her şeyin tek bir sorum-lusu vardı; o da AKP. Bu, kadınların kendi yaşamlarındasöz hakkına sahip oldukları bilinciyle toplumsal alanda ken-dilerini varedişlerinin ilk göstergesiydi.

Tekel direnişi, türbanlı ve türbansız kadınların el ele vere-rek yürüttüğü ortak bir mücadeleydi. Egemen inançların bü-tün ayrıştırıcı müdahale ve yaptırımlarına karşın bir arayagelmeyi başardılar. Gericiliğe ve erkek egemenliğine yasla-narak büyüyen neoliberal yıkıma karşı kadınlar, özgürleşmesüreçlerini, kadın dayanışmasının ileri örneklerini kendi bi-reysel dönüşüm süreçleri olarak yaşadılar. Kadınlar, hemenhemen her gün çadırları ziyaret eden siyasi partilerin ve de-mokratik kitle örgütlerinin kadın temsilcileri, feminist ka-dınlarla tanıştılar. AKP kadın kollarından bir kişinin dahiziyarete gelmemesi, AKP’li olduğu için kendini ayrıcalıklıhisseden pek çok kadın işçi için bir hayal kırıklığı yarattı.Üye kartlarını yırtmayı düşündüler; ama memleketine dön-düğünde bunun hesabını verme cesaretini kendilerinde bu-lamadıkları için yırtamadılar. Hala umutluydular; AKP’limilletvekilleri ile kurumsal olmayan görüşmeler örgütlü-yorlardı. Onların da bir şey yapamayacağına ikna oldukla-rında ise, onlar için bir daha çalışmayacaklarını söylüyorlar-dı. Bu, seçimlerde AKP için kapı kapı dolaşan kadınlar açı-sından kabul edilmesi zor bir gerçekti. Ancak bu onları di-renişte daha aktif olmaya teşvik etti; dinci gericiliğin bu za-mana kadar yarattığı “değerler”i tek tek sorgulamaya başla-malarını sağladı. Çünkü kurtuluşun, kendi mücadeleleriyleve özgüçleriyle geleceğini kavramışlardı.

Sınıf hareketinin ve hak mücadelesinin öznesi kadınlar, buyanıyla yeni oluşan sınıf hareketlerinin temel kurucu özne-si olarak, kadının ve toplumun özgürleşmesinin nesnel ko-şullarının yaratılmasında, daha önde olacaklar. Kadınlarıniçinde olduğu her mücadele alanı, bu dinamizmi örgütleyenkadın örgütlülükleri ile gericiliğin karşısında kendi hayatın-da söz sahibi olan kadınları yaratacaktır.

Bugünün ihtiyacı, kadınların taleplerini aynı özgüvenle sa-vunabilecekleri militanlığı, hak mücadeleleri içinde dahagörünür hale getirmektir.

55

Page 56: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

‹fiÇ‹ HAREKET‹

Tekel iflçilerinin direnifliyle yeniden gündeme gelen, emek hareketinin kri-zi, iflçi s›n›f›n›n yenilenme dinamikleri ve hak hareketlerine iliflkin tart›fl-malara küçük bir katk› olmas› amac›yla toplumsal hareket sendikac›l›¤›üzerine haz›rlanm›fl bir çeviri yaz›s›n› sunuyoruz

Güney Afrika örne¤iGüney Afrika örne¤i

Karl von Holdt*

Toplumsal hareket sendikac›l›¤›: Toplumsal hareket sendikac›l›¤›:

Page 57: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

oplumsal hareket sendikacılığı (THS) kavramıilk kez, ilerici akademisyenler tarafından1980’lerde Brezilya, Güney Afrika, Güney Ko-re ve Filipinler’de ortaya çıkan militan, hareket-li sanayi sendikalarını anlamak için geliştirildi.

Yeni sendikal stratejiler THS olarak adlandırmaya başlanır-ken, bu akademisyenler yüzlerini bu örgütlenmeleri incele-meyi sağlayacak kavramsal bir çerçeve geliştirmek üzere,toplumsal hareket kuramına çevirdiler. Önemli sorunlarlakarşı karşıya kalan Kuzey’deki sendikaların da Güney’dekiyeniliklerden birşeyler öğrenebileceğini savundular.

Güney’in THS deneyimi, bu deneyimin gidişatı ve yarattı-ğı kuramsal sonuçlar daha kapsamlı biçimde çözümlenme-lidir. Bu durumun en önemli nedeniyse, bu hareketlerin dekendilerini yaratan politik, ekonomik ve işyeri koşullarınındeğişmesiyle birlikte yeni zorluklar; hatta bir kriz yaşıyorolmalarıdır.

57

‹fiÇ‹ HAREKET‹

“Toplumsal hareket sendikac›l›¤›” kavram›, Türkiye’de ilk kez1990’l› y›llar›n ortalar›nda yayg›nlaflan “sendikal kriz” ba¤lam›nda,“S›n›f Hareketinde Yön” dergisi sayfalar›nda gündeme geldi.** S›n›fmücadelesinin ve iflçi s›n›f› hareketinin yaflad›¤› politik-örgütsel kriz,faflist devlet fliddeti ve sermayenin maddi üretim koflullar›nayönelik sistemli müdahaleleri taraf›ndan tek tarafl› biçimde belir-leniyor gibi göründü¤ü koflullarda, THS, kapitalist sald›rganl›¤a karfl›yükselen ilk militan iflçi tepkileri dalgas›n›n örgütsel ifadesi oldu.Ba¤›ml› kapitalist ülkelerde gerek bafll› bafl›na birer sendikal model(Brezilya, Güney Kore, Güney Afrika), gerekse iflçi s›n›f›n›n gerçekbir e¤ilimi (1991 Zonguldak kenti direnifli) olarak ortaya ç›kan“toplumsallaflm›fl iflçi hareketi” örnekleri, henüz “elvada proletarya”sözünün hakim say›ld›¤› bir dönemde, iflçi s›n›f›n›n dünya çap›ndakiyeniden do¤uflunun ilk iflaretlerini verdiler. THS, 1990’l› y›llar›n ikinciyar›s› ve 2000’lerde Türkiye’de giderek daha yayg›n biçimdetan›nan ve sa¤-sol yorumlara konu olan bir kavrama dönüflürken,yukar›da say›lan “klasik” THS örneklerinin ana mücadele konusuolmayan bir sorun da, dünya iflçi s›n›f›n›n bafll›ca gündeminedönüfltü: yayg›n mülksüzlefltirme ve güvencesiz çal›flt›rma.

Öte yandan toplumsal hareket sendikac›l›¤›n›n, merkez ülkelerinstatükocu sendikal modelinin tarihsel-pratik bir elefltirisi olan klasikörnekleri, 2000’li y›llarda yayg›nlaflan güvencesizleflme sald›r›s›nakarfl› mücadelede ve dolay›s›yla iflçi s›n›f› hareketinin tarihsel kriziniaflmada baflar›s›z oldular. THS modellefltirmesine temel oluflturanBrezilya, Güney Kore gibi örneklerde, bir dönemin militansendikalar›, yeni ortaya ç›kan güvencesiz iflçiler hareketlerinikucaklamakta önemli eksiklikler sergilediler ve yeni statükocuyap›lara dönüfltüler. Bir baflka deyiflle, belirli bir tarihsel döneme(1980’lere) özgü THS örnekleri de, ortaya ç›kan yeni güvencesiziflçi hareketleri ve neoliberal sald›r› ma¤durlar›n›n radikal do¤rudaneylem hareketleri taraf›ndan tarihsel-pratik bir elefltiriye tabi tutul-dular. 2000’li y›llar›n neoliberalizme karfl› geliflen toplumsalhareketleriyle yeni iflçi hareketlerinin birli¤inden do¤an halkhareketleri, klasik toplumsal hareket sendikac›l›¤› kab›na art›ks›¤mamaya bafllad›lar. Ba¤›ml› kapitalist ülkelerde 1980’li y›llar›nözgün koflullar› alt›nda oluflan politik halk muhalefetinin flemsiyekavramlar›ndan birisi olarak gündeme gelen klasik “toplumsalhareket sendikac›l›¤›n›n” bilinen örnekleri krize girerken, iflçis›n›f›n›n oldukça farkl› maddi, toplumsal ve politik koflullardaortaya ç›kan hak mücadeleleri, klasik THS kavram›n› aflan yenipolitik kavramlaflt›rmalara ihtiyaç duyuyor. Güney Afrika örne¤inedair tart›flmalar dönüflümün önemli yönlerine dikkat çekerken, biryandan da THS modellefltirmesinde neyin biçim, neyin özoldu¤unu anlamam›z›n ipuçlar›n› sunuyor. ‹flçi s›n›f› hareketi ise,1905 Rus devriminden bu yana bize ayn› ipucunu gösteriyor: “Kitlegrevleri ve kitle mücadelesi baflar›l› olacaksa, gerçek bir halkhareketine dönüflmeli, yani proletaryan›n en genifl kesimlerini kav-gaya çekebilmelidir”. (Rosa Lüksemburg, “Kitle Grevi”)

* Bak. “Sendikal Krize Güneyin Yan›t›: Toplumsal Hareket Sendikac›l›¤›, SHY,fiubat 1995, S. 1; http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=1078

THS’den halk›nhaklar› hareketine

T

Page 58: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

Bu makale, Güney Afrika THS örneğini, Johannesburg ya-kınlarındaki Witbank’taki Highveld Çelik fabrikasında ya-pılan etnografik bir vaka çalışması temelinde çözümlemek-tedir. Highveld Çelik, ülkenin yılda bir milyon ton çeliküreten en büyük ikinci çelik fabrikasıdır. 5-6 bin işçi istih-dam etmektedir. Şirketteki sendikalar ırk ekseninde bölün-müştür. Güney Afrika Metal İşçileri Sendikası (The Natio-nal Union of Metalworkers of South Africa-NUMSA), 3bin siyah üyeli çoğunluk sendikasıdır. Siyah sendikal hare-ketin genelinde olduğu gibi NUMSA’da da işyeri temsilci-leri komitesi, sendika tüzüğünün resmi merkezi bir yapısı-dır. İşyeri, komiteye birer işyeri temsilcisi gönderen birim-lere bölünmüştür. 200 bin üyeli bir sanayi sendikası ve Gü-ney Afrika Sendikalar Kongresi’nin (Congress of SouthAfrican Trade Unions-COSATU) en büyük bileşenlerindenbiri olan NUMSA, 1970’lerin başlarında siyah işçileri ör-gütlemeye başlayan yeni sendikalar grubunun kilit bir üye-sidir. Fabrika ise hem militan mücadele tarihiyle, hem deNUMSA’nın 1990’larda benimsediği yenilikçilik stratejisi-nin pilot projesi olmakla bilinir.

THS kavram›: belirsizlikler ve ihmallerUlusal gerçekliklerin barındırdığı çeşitliliklere odaklananfarklı analizlerde, THS’nin farklı yönlerinin vurgulanmışolması şaşırtıcı değildir. Güney Afrika açısından en anlam-

lı olan tanıma göreyse THS, yeni sanayileşen ülkeler deni-len ülkelerdeki otoriter rejimlere ve baskıcı işyeri koşulla-rına karşı bir muhalefet olarak ortaya çıkmıştır. Yarı vasıf-lı imalatçılık işlerinin önemli ölçüde yaygınlaşmasına da-yanan, hareketli bir sendikacılık formudur ve mahalli-siya-si bir ittifaklar ağının içine gömülüdür. Hem sendika içi de-mokrasi pratiklerini, hem de otoriter toplumların demokra-tik ve sosyalist yöndeki dönüşümü destekler.

Güney Afrika THS örneğinde, son derece politikleşmiş ma-halle örgütlenmeleriyle ve ulusal kurtuluş hareketiyle kuru-lan popüler ittifaklar, örgütlenmenin tanımlayıcı özellikleriolarak vurgulanmıştır. Brezilya ile Güney Afrika’yı kıyas-layan Seidman, THS’yi, otoriter sanayileşme bağlamındaişçi sınıfının yaşam standartlarını bir bütün olarak yükselt-me mücadelesi olarak tanımlamaktadır. Moody ise sınıfaodaklanmakla birlikte THS’nin tabana dayalı faaliyetler,hiyerarşik olmayan ilişkiler ve sınıf-dışındaki hareketlerleeklemlenme gibi “yeni toplumsal hareketlerle” özdeşleşti-rilen özelliklerini vurgulamaktadır. Geniş bir yelpazede yeralan farklı tanımlardan doğan sonuç, THS teriminin kulla-nımında yüksek bir belirsizlik derecesinin olduğudur.

Güney Afrika’da ortaya çıkan sendikal pratiklerle ilgili ya-pılan analizlerin de bir dizi eksikliği vardır. Bu analizlerdesendika içi ilişkilerden ve itilaflardan ziyade, sendikanındevletle, mahalli topluluklarla ve politik hareketlerle kur-

‹fiÇ‹ HAREKET‹

Page 59: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

duğu dışsal ilişkilere odaklanılmıştır. Ayrıca işyeri dışındagelişen kimliklerin, sendikaların kolektif kimliklerini vepratiklerini biçimlendirme yollarına yeterince dikkat göste-rilmemiştir. Güçlü geleneksel kültürel formasyonlara sahipgöçmen işçiler arasında işyeri dışında gelişen kültürel da-yanışmalar ve anlamlar hakkında yapılan zengin çalışma-lar, THS analizine dâhil edilmemiştir. Analizlerin önemlibir bölümü, THS’nin yeni bir sınıf bilincini yansıttığını var-saymakta; sınıf dışı kolektif kimliklerin stratejiler, pratiklerve sendika içi itilaflar üzerinde yarattığı etkileri dikkate al-mamaktadır. THS’nin esas farkı politik ve mahalli ittifaklarağıyla tanımlanırken farklı işyeri pratikleri ihmal edilmiştir.

Bu vaka çalışması Güney Afrika’daki militan siyah sendi-kacılığı anlamak için merkezi önemi olan pratikler, strateji-ler ve anlamlar üzerinde yaşanan sendika içi itilaflara işaretetmektedir. Geleneksel kırsal topluluklar, kentsel topluluk-lar ve apartheid’a (ırkçı ayrımcılık) karşı ulusal politik mü-cadele içinde oluşmuş olan kolektif kimlikler, sendikal ha-reketin hem sendika içi itilaflarını, hem de strateji ve pra-tiklerini anlamakta yaşamsal öneme sahiptir.1

Bu makalede kullanılan “sendika toplumsal yapısı” kavra-mı, hem sendikanın tüzüğü, büroları, kuralları ve prosedür-leri gibi resmi kurumsal cihazlarını, hem de gayrı resmiilişkilerini, kodlarını ve pratiklerini içermektedir. Sendikatoplumsal yapısı, işyeri içinde gelişenlerin yanısıra, işyeri

dışında gelişen kimlik oluşumu süreçleri karşısında da ge-çirgen bir niteliğe sahiptir ve tarihseldir. Yani sadece gün-cel yapılardan ve pratiklerden değil, geçmişin bugünküleribiçimlendirmeye devam eden kolektif değerleri, anlamları,söylemleri ve eylem repertuarlarından da oluşur. Sendikatoplumsal yapısı üyeler, işyeri temsilcileri, yöneticiler ara-sındaki güç dağılımını yönetir ve sendikanın pratiklerini,karar alma süreçlerini, stratejilerini, hedeflerini ve örgütselkültürünü şekillendirir.

Siyasetin merkezili¤iTHS analizlerinde toplumsal hareketlerle ve mahalli örgüt-lenmelerle kurulan ittifaklar, THS kavramının merkezinekonulmuştur. Ancak, ittifaklar, özerk örgütlenmeler ya dahareketler arasındaki dışsal ittifaklar olarak görülmüş ve bunedenle ittifak politikasının sendikal hareket üzerindeki et-kisi araştırılmamıştır. Highveld Çelik vaka çalışması, siya-sal ve ırksal kimliğin Güney Afrika sendikal hareketininkolektif kimliğinde taşıdığı önemi vurgulamaktadır. Sendi-kalarla siyasal ve mahalli örgütlenmeler arasındaki ilişki,özgün ve ortak çıkarlara sahip özerk örgütlenmeler arasın-daki ittifaklardan ziyade, ulusal kurtuluş mücadelesi kana-lıyla iç içe geçen karmaşık ve dinamik bir politik, mahallive işyeri mücadeleleri ağından oluşmuş; hareketler birbir-lerine nüfuz etmiştir.

İşyeri ilişkilerinin apartheid tarafından köklü biçimde yapı-landırılmış olması da önemlidir. Meslek yapısı, beyazlarınvasıflı yöneticilik konumlarını, siyahların ise vasıfsız veyarı vasıflı konumları oluşturması biçiminde ırk eksenindetanımlanmıştı. Bütün gözetmenler beyazdı ve gözetim pra-tikleri de saldırgan bir ırkçı aşağılama kültürüyle karakteri-ze ediliyordu. Bütün birimler, apartheid yasaları uyarıncaırk eksenine göre bölünmüştü. Bu yapılar ve pratikler“apartheid işyeri rejimi” olarak adlandırılabilecek rejimioluşturuyordu. Siyah işçilerin sendikal mücadelesi, işyerin-deki beyaz iktidara karşı bir mücadele biçimine büründü.Daha geniş apartheid yapılarıyla ve ulusal kurtuluş hareke-tiyle bağlantılar kolaylıkla kurulabildi. Sendikalar isyancınitelikli geniş bir karşı hegemonik hareketin parçasıydılar.

Bu ilişki aynı zamanda pratikti. Hem işyeri temsilcileri,hem de sıradan üyeler mahalle ve gençlik örgütlenmelerin-de aktif olarak yer alıyor, resmi ve gayrı resmi bağlantılar-dan oluşan bir koza örüyorlardı. 1980’lerin ortalarında,halk ayaklanmaları yaygınlaşırken, sendika içi politik hare-ret de yükseldi. Birçok işyeri temsilcisi ve aktif sendikaüyesi sendikal faaliyetlerini politik bir faaliyet olarak gör-meye başladı. İşyeri temsilcilerinin ve işçilerin sözleriyle:“Amaç siyasiydi. Günün hükümetini devirmeyi amaçlıyor-duk. Direnme biçimlerinden birisi endüstriyel eylemdi. Gü-ney Afrika ekonomisinin zarar görmesini istiyorduk; çünkü

59

‹fiÇ‹ HAREKET‹

“Toprak yoksa,ev yoksa;oy da yok!”

Bar›naklar›ndan, gerçekyaflam koflullar›ndankopar›lm›fl, neoliberalpolitikalar, ucuz vegüvencesiz iflçilik, ›rkayr›mc›l›¤› ve devletbask›s› alt›nda insanl›kd›fl› yaflam koflullar›namahkum edilen iflçi s›n›f›,kendinin itildi¤i herma¤duriyet durumunueflitlefltirici veözgürlefltirici toplumsalbir mücadele mevzisinedönüfltürüyor

Page 60: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

bizim için tek önemi, apartheid sistemini ayakta tutmasıy-dı. Ana fikir mücadelenin kentte son bulmaması, fabrikala-ra taşınmasıydı. Bu ülkeyi yönetilemez hale getirmek gere-kiyordu. Mandela’yı serbest bırakmazlarsa müzakereyegirmeyip çalılıklara gideceğimizi söylüyorduk”. 2

Sonuç, işyeri düzeninin sürekli çatışma konusu haline gel-mesi ve apartheid rejiminin reddiydi. Sendika, işyeri düze-ni hakkında müzakereler yürüten bir aracı olmaktan ziyade,çatışmayı işyeri ilişkilerinin tüm cephelerinde yaygınlaştır-manın aracına dönüştü. Siyah halkın sömürgeciliğe veapartheida karşı onlarca yıl süren, ulusal mücadele tarafın-dan yaratılan birliği, sendikanın kolektif kimliğinin merke-zi bileşenine dönüştü. Aslında sendikayı karakterize eden,sınıf bilinci kadar, hatta ondan da çok popüler bilinçti. Si-yasal ve sendikal mücadeleler arasındaki bu etkileşim, si-yah işçiler arasında 1980’lerdeki dayanışma ve işçi militan-lığını yarattı. THS’nin toplumsal yapısı Güney Afrika top-lumunda beyaz sömürgeciler ve sömürgeci baskı ilişkileri-ne karşı yürütülen politik mücadelenin büründüğü biçimolan ulusal kurtuluş hareketi tarafından biçimlendirildi.

Göçmen iflçiler ve kentli iflçiler1980’de, Highveld Çelik tarafından istihdam edilen 5 bin ka-dar siyah işçinin yarıdan çoğu, yakınlardaki kasaba yurtların-da kalan göçmen işçilerdi.3 Büyük çoğunluğu en zor ve dü-şük ücretli işlerde istihdam edilirken, kasaba sakinleri daha“yumuşak” ve vasıflı işlerde çalışıyordu.

Karmaşık faktörlerin biraraya gelmesi, kasaba sakinleriylegöçmen işçilerin farklı deneyimlerini yarattı. Göçmen işçilerfarklı emek piyasası koşullarıyla karşı karşıya kalıyor ve iş-yerinde farklı işlerde çalışıyordu. Sıkı sıkıya kontrol altındatutulan yurtlarda ayrı bir hayat yaşıyorlardı. Birçokları kırda-ki üretken kaynaklarla bağlantılarını koruyordu. Kent ekono-misiyle ilişkileri, aile yapıları ve geleneksel kültürel-toplum-sal kurumlarla olan ilişkilerine dayanan “köylü gururlarını”koruma stratejisinin parçasıydı. Bütün bunlar Zulu kökenliyerlilerle, Pedi kökenli göçmenler arasındaki etnik bölünme-lerin şiddetini artırdı.Apartheid siyasetleri de farklılıkları ku-rumsallaştırmayı ve derinleştirmeyi hedefliyordu.

Sonuçta, kasaba topluluklarıyla bunların çevresinde yeralan yurt toplulukları arasında gerilimli bir tarih ortaya çık-tı. Bu gerilimin hatları dile, yaklaşım biçimlerine ve günde-lik etkileşim pratiklerine sinerken, politik ve toplumsal mi-litanlığın yükseldiği dönemlerde de kendisini çatışma biçi-minde ortaya çıkardı.

Pedi göçmenleri, kırsal topluluklarında derin köklere sahipolan kültürel pratiklerini ve erkeksi disiplin-kolektif daya-nışma yaklaşımlarını sendikal dayanışmayla eklemlediler.Yurtlara kgoro diyorlardı. Kgoro, Pedi dilinde, erkeklerinmahallede, köyde ya da semtte toplanarak sorunları tartış-

tıkları ve itilafları çözdükleri mekânlara verilen addı. Suçlubulunanlara kgoro tarafından verilen en yaygın cezalandır-ma biçimleri sjambok’la 4 dayak atmak ya da sürüden cezaolarak hayvan vermekti.

Yurtlar da erkek mekânlarıydı. Yurtlara kgoro deme alış-kanlığının, sendikaların toplumsal yapısı üzerinde önemlisonuçları vardı. Kgoro, erkeklerin erkekçe disiplin, dürüst-lük, güven ve cesaret kodlarına göre hareket ettiği, tartıştı-ğı ve karar aldığı bir mekândı. Kentli erkekler başkaydı; so-runlarını eşleriyle tartışacaklar, kgoro disiplinini ihlal ede-ceklerdi. Bu nedenle sendika önderliği açısından güvenilirdeğillerdi. Pedi göçmenlerinin yanlarında getirip yeniden

ürettikleri geleneksel erkeklik kavramları, kendileriyle kasa-ba sakini kentli işçiler arasında gerilim kaynağına dönüştü.

Göçmen işçiler geleneksel kolektif disiplin-cezalandırmabiçimleriyle gönüllülüğe değil, topluluk üyeleri açısındanzorunluluğa dayanan geleneksel kolektif dayanışma kav-ramlarını yanlarında taşımış; bunları işyerindeki yeni ko-lektif örgütlenme biçimlerine uygulamışlardı. Sjambok, si-yah dayanışmasını inşa etmenin aracına dönüştü. Göçmenişçileri yerli kentli işçilerden ayırdı ve siyah işçilerin kenditoplumsal yapısı içinde çatışma kaynağı haline geldi.

Göçmenler, kasabalıları güvenilmez, kararlı olmayan kim-seler olarak görüyorlardı. İş bırakmalarda, kasabalardakişirket otobüsleri kasabalıların işe gitmesini engellemek içinmilitan gençler tarafından yakılıyor; yurtlardaki otobüslerinyakılması gereksiz görülüyordu. Çünkü yurtlardakilerin za-ten sağlam duracakları tahmin ediliyordu. Öte yandan, ka-sabalılar da, yurtlarda kalanların grev yapma arzularının“sorumsuzluklarından” kaynaklandığına inanmaya başladı-lar. Sendikanın toplumsal yapısı yerlilerle göçmenler ara-sındaki çatışmayı yeniden üretti ve karşılıklı önyargılarını

60

‹fiÇ‹ HAREKET‹

Kitle grevleri vekitle mücadelesibaflar›l› olacaksa,gerçek bir halkhareketinedönüflmeli, yaniproletaryan›n engenifl kesimlerinikavgaya çeke-bilmelidir

Rosa Lüksemburg,“Kitle Grevi”

Page 61: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

pekiştirdi. Kasabalılar güvenilmez, sözünün eri olmayan,zayıf kişilerdi; göçmenler ahmak, katı, medeniyet yoksunu,cahil ve mantıksızdılar.

Çat›flan düzenler, çat›flan anlamlar Sendika, 1980’lerde yurtlarda örgütlenmeye başlamıştı. İş-çilerin farklı mekânlarda yaşadıkları hayatlar arasındaki ge-rilim, NUMSA’nın toplumsal yapısına kazınmıştı. Bu farkişyerindeki meslek yapısında da yansımasını buluyordu. Budurum da sonraki on beş yıl içinde, sendikanın anlamı vekime ait olduğu konusunda bir dizi iç itilafa neden oldu:“Yurtlarda yaşayan kimi işçiler sendikayı yurt sakinlerininçıkarlarını savunması gereken kendi örgütlenmeleri olarak

görüyorlardı; çünkü sendika yurtlarda doğmuştu. Önderli-ğin yurtlara geri verilmesini istiyorlardı. Dışarıdan gelenbirini seçmek sendikayı kgoro dışına taşımaktı”.

Göçmen işçiler içinse, NUMSA, yalnızca onları fabrika yö-netiminin baskılarından koruduğu için değil, onları güçsüz-leştiren ve aşağılayan kent toplumunda, çıkarlarını kolektifbiçimde ifade etmelerini sağladığı için de önemliydi. Kasa-badan gelme daha bilinçli ve bilgili işyeri temsilcileri, işye-ri temsilcileri komitesine hâkim olmaya başladıklarında,gayrı resmi grev komitesi, yurtlardaki göçmen işçilerin te-mel aracı haline geldi. Kasaba sakinleri ise, sendikanınyurtların denetimi altında olduğunu ve kendi düşünceleri-nin bastırıldığını düşünüyorlardı.

Grev komitesi 1980’lerin ortalarında işyeri temsilcilerininrolünü güçlendirmek ve özellikle grevlerde disiplini sağla-mak amacıyla, (işyeri temsilcilerinin de desteğiyle) bir grupişyeri militanı tarafından kurulmuştu. Ancak hızla göçmenişçi dayanışmasının aracına dönüştü. Kasabadaki halk hare-ketlerinin politik pratiklerini cisimleştiren bir zemin haline

geldi. Bu gelişmeler komiteyi, işyeri temsilcileri komitesiy-le karşıtlığa sürükledi. Yurt militanları, doğrudan militaneylemi, işyeri temsilcileri komitesinin uğraştığı karmaşıkmüzakere süreçlerine tercih ediyordu. Grev komitesi, de-mokratik karar alma konusundaki sendika içi prosedürlereriayet etmeden, fiili grevler örgütlemeye başladı. Bu ey-lemlere katılmakta tereddüt gösterenler, sjambok’la tehditedilmeye başlandı. İşyeri temsilcilerinin kendisini satmak-ta olduğundan kuşkulanan grev komitesi, işyeri temsilcile-rinin kendisine hesap vermesini talep etmeye başladı; oysagelenek bunun tam tersiydi.

Aynı dönemde, fabrika ve topluluğun dışında, güvenlik

güçleri ve Birleşik Demokratik Cephe’nin mahalle vegençlik örgütlenmeleri arasındaki çatışmalar şiddetleniyor-du. Halk hareketi, Güney Afrika toplumunu yönetilemezhale getirmeyi hedefleyen bir çatışma stratejisini benimse-mişti. Göçmenlerin pratikleriyle kasabanın militan gençli-ğinin kültürü arasında paralellikler mevcuttu. Militan genç-lik, içerideki hainlere yönelik aşırı ve neredeyse ayinsel birşiddet uygulama eğilimindeydi. Bu şiddet “topluluğun” bir-liğini ve dayanışmasını güçlendirmeyi amaçlıyordu. Bukültür ve pratikler militan kasaba gençliğiyle, polis baskın-larından kaçarak sığındıkları yurtlardaki göçmen işçilerarasında bir ittifak temeli yarattı.

Grev komitesi, popüler mücadelenin çatışma taktikleriniapartheid sistemini yönetilemez hale getirmek için işyerinetaşıyan ve işyeri temsilcilerinin gömüldükleri müzakere sü-reçlerinden sıkılan göçmen ve genç işçiler açısından odaknoktasına dönüştü. Sonuçta, dönemin işyeri temsilcileribaşkanının da söylediği gibi, yüksek bir gerilim düzeyi hâ-kim oldu: “Yavaş yavaş devasa kontrol edilemez bir devinüstümüze geldiğini gördük. Ellerinde sopalarla gelen 800

61

‹fiÇ‹ HAREKET‹

Page 62: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

kişiyi hayal edebiliyor musunuz? Konuşurken 800 kişi el-lerini çırpmaya başlarsa, emin olun altınıza edecek kadarkorkarsınız”. İşyeri temsilcileri grev komitesinin taktikleri-nin gelişimini “kontrol edilemez” bir durum, yani sendika-daki düzenin dağılması olarak görüyordu. Aslında bu nite-leme, iişşççiilleerriinn ffaarrkkllıı sseennddiikkaa ttoopplluummssaall yyaappııssıı kkaavvrraayyıışşllaarrıı--nnıınn bbiirr iiffaaddeessiiyyddii.. Grev komitesi üyeleri kendilerini sendi-kanın muhalefeti olarak değil, kendilerine hesap vermeyen,sözünün eri olmayan ve yönetime fazla yakın buldukları iş-

yeri temsilcilerine karşı “gerçek” sendikanın savunucularıolarak görüyorlardı. Grev komitesini ise, işçiler arasındadüzeni, birliği ve disiplini sağlamanın (yani kendi toplum-sal yapılarını korumanın) ve işyeri temsilcilerinin işçilerisatmasını engellemenin güvencesi olan meşru bir yapı ola-rak görüyorlardı. Sendikal yasa kavrayışları kırsal temellikomünal kültür ve Pedi savaş disiplini kavramlarından ol-duğu gibi, beyaz ezenlere karşı verilen kurtuluş mücadele-si içinde ortaya çıkan siyah dayanışması düşüncelerinden

ve pratiklerinden de türemişti. Sjambok, grev ko-mitesi açısından, dayanışmayı ve sendikayı inşaetmenin aracıydı. Militanlardan birinin sözleriy-le: “Başkaları mücadele ederken oturursanız çokciddi olarak cezalandırılırsınız. Bu biz siyahlaraçısından kurucu bir durumdur. Böyle yapıncacezalandırılacağınızı bilirsiniz. Anlaşmamızböyledir.” İşyeri temsilcileri önderliği açısından-sa, sjambok, sendikaya yönelik bir tehditti.

Sendika içinde tırmanan şiddet, toplumsal düzen,meşru pratik ve önderlik konusunda baş gösterenbirbiriyle uyumsuz kavrayışların zayıflattığı sen-dika toplumsal yapısının parçalanmakta olduğu-nun işaretiydi. Nihayet 1990’da, yurtlardan gelengrup, işyeri temsilcileri önderliğinin askıya alındı-ğını açıkladı ve yeni yöneticilerini seçti. Bunun “tü-züğe aykırı” olduğunu söyleyenlere, sendika tüzü-ğünün de “askıya alındığını” belirttiler; çünkü

“Highveld Çelik’te olağanüstü durum vardı”. Ancak buaçıklama, apartheid toplumsal düzeni saldırıya uğrarken,apartheid rejiminin dile getirdiği retoriğin manidar bir bi-çimde uyarlanmasıydı. Bu durum sendikanın toplumsal ya-pısında kesin bir parçalanmaya işaret ediyordu. Sendikanınanlamı ve toplumsal düzeni hakkındaki farklı kavrayışlararasındaki mücadele artık tüzük tarafından yönetilemiyor-du; Highveld Çelik’teki NUMSA ikiye bölünecekti: “Kasa-banın sendikası ve yurdun sendikası”.

Bölünme, sendika genel merkezinin müdahale edip yeni birişyeri temsilcileri seçimini örgütlemesiyle çözümlenebildi.Ancak bölünme ve itilafların bıraktığı miras ve birbirleriyeuzlaşmaz pratikler repertuarı, Highveld Çelik’teki sendika-nın toplumsal yapısındaki varlığını sürdürdü.

Bütün bunlar sendikanın toplumsal yapısının sürekli itilafakonu olup yeniden inşa edildiğini ve sendika dışında ortayaçıkan dayanışma ve pratiklerin THS’nin toplumsal yapısınıköklü biçimde etkilediğini göstermektedir. Grev komitesiile işyeri temsilcileri komitesi arasındaki çelişki, göçmen veyerli işçiler arasında mevcut olan gerilimler ve yarı isyancıbir tarihsel bağlamda yürütülen sendikacılığın taşıdığı yapı-sal çelişkiler tarafından biçimlendirilmişti. Çakışan politik,mahalli, sınıfsal ve etnik kimlikler birbirini pekiştiren bir

‹fiÇ‹ HAREKET‹

Page 63: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

dayanışma içinde güçlenirken, bir yandan da sendikanıntoplumsal yapısında, acılı ve zaman zaman da şiddetli çeliş-kilerin patlak verebileceği eksenleri tanımlıyorlardı.

Sömürgecilik sonras› demokrasiyegeçifl1990’da, apartheid rejimi, apartheid karşıtı hareketin yarat-tığı uluslararası ve yerel basınçlar karşısında, ANC’yi res-men tanıdı. 1994’te yeni demokratik anayasa kabul edildive Güney Afrika’nın ilk demokratik seçimleri yapıldı. Se-çimleri ANC kazandı.

Demokrasiye geçiş, siyah sendikaların toplumdaki konu-munu köklü biçimde değiştirdi. Bu sendikaların üyeleri ar-tık oy hakkına sahip yurttaşlardı. Sendikaların direniş hare-keti içindeki müttefikleri de artık iktidardaki siyasal partiyitemsil ediyorlardı. 340 yıl sonra sömürgecilik ve apartheiddönemi sona ermiş ve demokratik bir sömürgecilik sonrasıyeniden inşa dönemi başlamıştı.

Bu durumun, ulusal kurtuluş hareketi içinde önemli bir öz-ne olarak ortaya çıkan THS üzerinde ciddi bir etkisi oldu.İşyeri rejimi pek değişmese de, politik iklim değişti. Hükü-mette NUMSA’nın bağlı olduğu COSATU kökenli sendi-kacılardan bir üye vardı. Mahalli örgütlenmeler ve ittifak-lar ağı, ANC ve yerel-ulusal hükümete eklemlenmişti.

1980’lerde politik mücadelelerin sendikanın toplumsal ya-pısını biçimlendirmesi gibi, işçi sınıfının hükümetle de-mokratik yollardan eklemlenmesi de THS üzerinde köklübir etkide bulundu. Oy haklarını yenikazanmış yurttaşlara dönüşen işçiler,sendikal etkinliklere farklı biçimdebakmaya başladılar. Birçok işçi ta-rafından tekrarlanan bu duyarlılık-lar göçmen bir taban militanı tara-fından şöyle dile getirilmektedir:

“Şu anda durum farklı; çünkü artık hükümet bizim. Benimhükümetim varken toyi-toyi yaparsam pek zeki biri değilimdemektir”. 5 Politik ve sendikal mücadelelerin ayrışması iş-çi militanlığını ve dayanışmasını zayıflattı, sendika toplan-tılarına katılım düştü.

S›n›f oluflumu ve dayan›flman›nparçalanmas›Demokrasiye geçiş, işyeri temsilcilerinin rolü ve işyeritemsilcileri komitesinin anlamı konusunda, hem işyeri tem-silcileri hem de sendika üyeleri açısından köklü bir etki ya-rattı. Apartheidın sona ermesi ve sömürgecilikten çıkış sü-reçleri, kristalleşmekte olan yeni sınıf güçleri arasındanhızla siyah bir elitin oluşmasının zeminini yarattı. Yetenek-li işyeri temsilcileri vasıfları ve deneyimleriyle bu süreçteöne çıktılar. İşyeri temsilcileri önderliği ANC şubeleri aç-mak, ilk demokratik seçimler için hazırlık yapmak ve yerelhükümet kurumlarının dönüşümü için çalışmak konusun-daki gayretleriyle politik bağlılıklarını sergilediler. Ama buaktivizm kaçınılmaz biçimde yeni politik kariyer fırsatları-nın da önünü açtı. Kimileri de işyerinde gözetmen ve yöne-tim saflarına yükselme fırsatı buldular. En deneyimli işyeritemsilcilerinin ve yöneticilerinin bu biçimde kaybedilmesi,Highveld Çelik’teki kolektif dayanışma üzerinde yıkıcı biretki yaptı. İşyeri temsilcilerinin kolektif dayanışma, işçile-re hizmet ve mücadeleye bağlılık kavramları dağıldı. İşye-ri temsilcileri komitesi, fabrika dışı kariyerlere yükselme-nin sıçrama tahtası gibi görülmeye başlandı. Bu da komite-

nin işçilerin temsilcisi olarak sa-hip olduğu gelenek-sel rolü zayıflattı.Yeni sınıfsal olu-şum sürecinin etki-leri ilişkileri yeni-

63

‹fiÇ‹ HAREKET‹

Page 64: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

den kurarak, yeni kimlikleri devreye sokarak ve işyeri tem-silcileri komitesine farklı bir anlam kazandırarak, sendika-nın toplumsal yapısının derinliklerine dek ulaştı.

Bu süreç, işçilerin çıkarlarında da farklılaşma ve parçalan-ma yarattı. İlk demokratik seçimlerin yapıldığı 1994’te,Highveld Çelik’te grevcilerin işyeri temsilcileri komitesi-nin önderliğini reddedip, güvensizlik ilanında bulunduklarıfiili bir grev dalgası yaşandı. Bu eylemlere önderlik edenyeni gayrı resmi işçi yapıları ortaya çıktı. Yeni işyeri düze-ni içinde çok az ilerleme şansı olan göçmen işçiler, işyeritemsilcilerini aşmak ve kendilerini korumak için militanözerk yapılar oluşturdular. Kimi daha vasıflı işçilerse işye-ri temsilcisi seçilmek için fırsatçı mücadelelere giriştiler.Fiili grevlerin altında yatan ve sendikanın toplumsal yapı-sını derin bir örgütsel dağılma içine sürükleyen de bu par-çalanma, dağılma ve zayıflama süreçleri oldu.

THS’nin, apartheid’ın sınıfsal ve ırkçı baskıları çerçevesin-de bağrından doğduğu politik, sınıfsal, mahalli ve hatta et-nik kimliklerce pekiştirilen olağanüstü yoğun dayanış-masının yerini, değişen sınıfsal hareketlilik ve siyasal yöne-tim koşullarında ortaya çıkan parçalanmış çıkarlar ve kim-likler aldı. Sendika toplumsal yapısı, değişmesi uğruna mü-cadele ettiği sosyo-politik koşulların dönüşümü yüzündenköklü biçimde dönüştü.

THS’ye “Kuzeyli” stratejiler giydirmekCOSATU, demokrasinin gelişimine pasif biçimde tepkivermedi; tersine yeni gelişen demokratik toplumdaki mer-kezi rolünü güvence altına alacağını umduğu bir yenideninşa stratejisi geliştirdi. Kendisini sol eğilimli bir iktidarınolduğu yeni kurulan bir demokrasinin tam ortasında bulanGüney Afrika sendikal hareketi, sanayi ülkelerinde uzunbir eklemlenme tarihine sahip olan emek hareketlerince ge-liştirilen stratejileri ve politikaları benimsedi. Kuzeyin geri-leyen emek hareketlerinin Güney’deki yaratıcı THS’denbir şeyler öğrenmesi gerektiğini savunan tartışmaların ışı-ğında bakıldığında bu ironik bir durumdur. Yeniden inşastratejisi ise COSATU tarafından başlatılan ve ANC tara-fından değiştirilerek benimsenen Yeniden İnşa ve Kalkın-ma Programı’nda (RDP) kristalize oldu. RDP’nin üç yönüvardı: Ulusal kalkınma siyaseti, yeni kurumların inşasınasendikal katılım ve işyerinin dönüştürülmesi.

NUMSA, işyerinin dönüştürülmesi için kapsamlı bir prog-ram geliştirdi. Sendikal programın hedefi apartheid işyerirejimini dönüştürmek ve işyerinde, “yalın üretim” yerineişyeri demokrasisine dayanan yeni, ırkçı olmayan bir düzeninşa etmekti. Highveld Çelik’teki işyeri temsilcilerine göre,bu strateji, işçilerin şirket içindeki gücünü artıracak, sorum-luluk ve karar alma süreçlerini tabana yayacak, otoriter gö-zetimin yerine işçilerin kolektif üretim denetimini koyacak

ve işçilerin vasıflarını, kariyer şanslarını ve ücretlerini artı-racak olan bir tür radikal demokrasiyi hedefliyordu.

Bu “stratejik sendikacılığın” benimsenmesi, Avrupa veözellikle de Avustralya sendikalarına yapılan yaygın çalış-ma gezilerinin ve görüş alışverişlerinin sonucuydu. İşyeritemsilcilerinin tümü, bunu, apartheide karşı direnişte orta-ya çıkan stratejilerden kesinlikle farklılaşan yeni bir strate-ji olarak görüyorlardı. Yeni strateji yeni bir örgütsel kültü-rü ve pratikleri; sendikacılar açısındansa daha fazla uzman-laşmayı gerektiriyordu. Sendika içindeki iktidarı, hem ulu-sal hem de yerel düzeylerde uzmanlık sahibi olanlara doğ-ru kaydırıyordu.

Sendikal strateji, toplumsal yapıya gömülü olduğu ve onuntarafından tanımlandığı için, strateji değişimi sendikanıntoplumsal yapısı üzerinde önemli etkilerde bulunacaktı. İş-yeri temsilcileri, bu durumun farkındaydılar: “Ekonomimizapartheid tarafından imha edildi; şimdi onu yeniden inşa et-mek zorundayız. Bu yüzden kültürün de direniş ve yöneti-lemezlik kültüründen verimlilik kültürüne doğru dönüşme-si gerektiğine inanıyorum. İşçiler açısındansa bu kültürün

64

‹fiÇ‹ HAREKET‹

Siyah iflçilerin sendikal mücadelesi, iflyerindeki beyaz iktida-ra karfl› mücadele biçimine büründü. Genifl apartheid yap›la-r›yla ve ulusal kurtulufl hareketiyle ba¤lant›lar kolayl›kla ku-rulabildi. Sendikalar isyanc› nitelikli genifl bir karfl› hegemo-nik hareketin parças›yd›lar

Page 65: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

değişmesi zor; işçiler hala yönetimden gelen her şeye di-renmeleri gerektiğine inanıyorlar. Direniş kültürü işçilerinkalbine ve zihnine kazınmış”.

Yeni strateji Highveld Çelik’te birçok nedenle başarısız ol-du. Stratejinin teknik anlamdaki karmaşıklığı, işyeri temsil-cileriyle üyeler, yeni stratejiyi uygulama yeteneği olan kü-çük bir işyeri temsilcileri azınlığıyla böyle bir yeteneği ol-mayan çoğunluk arasında büyüyen bir uçurum yarattı. Sen-dika yöneticilerinin, işyeri temsilcilerinin ve üyelerinin ço-ğunluğunun anlamadığı ve yeterince tartışılmadığını dü-şündüğü stratejik sendikacılık, sendikanın toplumsal yapı-sının merkezi değerleri ve pratiklerini parçalayıp eriterek,sendikanın zayıflamasında önemli bir rol oynadı. Sanayitoplumlarının kurumsallaşmış sosyal demokrat sendikalarıtarafından geliştirilen “stratejik sendikacılığı”, THS üzeri-ne giydirme girişimi sendikayı hareketsizleştirdi.

SonuçBu çalışma, Güney Afrika toplumunun temel politik itilaf-larının, sendikanın toplumsal yapısının derinliklerine ka-zınmış olduğunu ve bu politik itilafların sendika içi pratik-leri ve anlamları olduğu kadar, işyeri stratejilerini ve dahageniş ittifakları da biçimlendirdiğini göstermektedir. Ko-lektif sendikal kimlik, yalnızca üretim yapıları ve çelişkile-ri tarafından belirlenmemekte, işyerinin dışında ortaya çı-kan kimlikler karşısında da geçirgenlik göstermektedir. Budurum yalnızca siyah ezilen halkın ulusal kurtuluş hareketiiçinde gelişen kolektif kimliği açısından değil, göçmen iş-çilerin köylerinde ve kentlerdeki yurtlarında ortaya çıkangeleneksel kırsal kimlikler açısından da geçerlidir. Sendi-kayı oluşturan farklı kolektif kimlik katmanları da farklıgruplar arasında THS’nin iç iktidar dağılımı, pratikleri vestratejileri hakkında yoğun ve zaman zaman şiddetlenen çe-lişkiler yaratmıştır.

THS içinde ortaya çıkan kolektif sınıf kimliği, yeni bir kim-lik olmakla birlikte, diğer kolektif kimliklerin sömürgecibaskıyla olan ilişkileri ve bu baskı karşısındaki kendi tarih-leriyle de eklemlenmiş ve onlar tarafından da biçimlendiril-miştir. Güney Afrika’da THS, sadece modern proletaryanınsınıf örgütü değildi. Modernlik öncesi ve sınıf harici daya-nışma biçimlerini de kendisine eklemleyen ve bunlar tara-fından biçimlendirilen bir halk haretiydi. Aslında canlılığı-nı da büyük ölçüde buradan alıyordu.

Radikal biçimde değişen sosyo-politik koşullar; yani apart-heid’dan demokrasiye geçiş ve sömürgecilik sonrası hızlısınıfsal oluşum süreçleri de, THS’nin Güney Afrika’dakigerileyişinin nedenlerinden birisidir. THS tarafından apart-heida karşı mücadeleyle geliştirilen toplumsal yapının par-çalanması, sendikal örgütlenmeyi de köklü biçimde zayıf-latmıştır. Kuzeydeki emek hareketlerinden ödünç alınan ve

benimsenen “stratejik sendikacılık” biçimini uygulama gi-rişimi başarısız olmuş; aslında bu NUMSA’nın içindekiTHS’nin erimesine yol açmıştır.

THS teriminin kullanımı açısından sözü edilen belirsizlik-ler de Güney Afrika’daki siyah sendikacılığın özgünlükleritarafından doğrulanmaktadır. Seidman’ın ileri sürdüğü gi-bi, THS otoriter rejimlerle yönetilen sanayileşen ülkelerde-ki yaşam koşullarına karşı gelişen bir yanıt idiyse, bu rejim-ler demokratikleştiğinde THS’ye ne olacaktır?

THS kavramı hakkında farklı biçimde düşünmemiz gerek-li olabilir. THS kavramı, genel bir reçete yerine, sendikacı-lığın hareket boyutunun, değişen koşullar altında kendisininasıl yeniden ortaya çıkardığını anlamanın yolu olarak gö-rülebilir. Toplumsal hareket kuramından türetirsek, bu ha-reket boyutu, seçkinler, muhalifler ve otoritelerle sürekli et-kileşim içinde oluşan ve “ortak amaçlar ve toplumsal daya-nışmalara” dayanan “mücadeleci bir meydan okuma” ola-rak karakterize edilebilir.

Hareket boyutu sendikacılığın bir parçasıdır. Sendikalarınçoğu, baskıcı işyeri rejimlerine ve politik rejimlere karşıyükselen mücadeleci meydan okumalar içinde ortaya çıkar-lar. Ciddi anlamda kurumsallaştıklarında bile, endüstriyeleylemler gerçekleştirme ya da toplumsal destek elde etmeyeteneklerini korumak için belirli bir sosyal hareket öğesi-ni koruma eğilimindedirler. Ancak sendikaların kurumsal-laşması da tek yönlü bir süreç değildir: diğer toplumsal ha-reketler gibi sendikalar da hareket boyutları değişen tarih-sel koşullara yanıt olarak yeniden canlandığında, “mücade-leci devrelerine” girerler.

Dipnotlar: 11 Apartheid: Afrika dilinde “ay›rma” anlam›na gelen ve Güney Afrika Cumhuriye-

ti’nde resmi olarak 1948-1994 y›llar› aras›nda hakim olan ›rkç› rejim. 22 1960-80 y›llar›nda apartheid karfl›t› gerillalar taraf›dan kullan›lan bu terim Türk-

çedeki “da¤a ç›kmak” anlam›na gelmektedir ve sömürgecili¤e karfl› verilen uzunmücadelelerden türetilmifltir. Mandela, Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) apart-heid döneminde tutuklu olan lideridir.

33 Göçmen eme¤i Güney Afrika ekonomisinde merkezi bir yere sahipti. 19. yüzy›l-da bafllayan geçifl yasaklar› ço¤unlu¤un kentlerde yerleflimini imkans›z k›larkena¤›r vergiler ve mülksüzlefltirme nedeniyle ücretli çal›flmaya zorlanan Afrikal›lar,alt›n ve elmas madenlerinde, kentlerdeki sanayi ve hizmet sektörlerinde ve çift-liklerde çal›flmaya bafllad›lar. Bu iflçiler sömürgeci güçlerce kurulup kabile oto-riteleri taraf›ndan dolayl› biçimde yönetilen k›rsal bantustanlarda (yurtluk) yafl›-yorlar ve bantustanmad, apartheid ekonomisini ayakta tutan ucuz emek havuz-lar›na dönüflüyordu. Afrikal› iflçi s›n›f› bu temelde katmanlaflt›r›l›rken kentlerdeyaflama hakk›na sahip olmayan iflçiler yaln›zca kendilerine geçici kimlik kart› ve-rilmesini sa¤layan 12 ayl›k geçici sözleflmelerle kasabalar civar›nda ifl bulabili-yorlard›. Kentlerde yaflama hakk› olanlar daha nitelikli ifllerde çal›flabiliyorlard›.

44 Sjambok: Bir tür kamç›55 Toyi-Toyi: apartheid karfl›t› mücadele y›llar›nda kitle eylemlerini karakterize eden

bir tür savafl dans›. ** Work, Employment and Society” dergisinin 2002 tarihli say›s›ndan özetlenerek

HDY taraf›ndan çevirildi.

65

‹fiÇ‹ HAREKET‹

Page 66: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

120

EMPERYAL‹ZM

ürkiye’nin bugünkü uluslararası konumu ta-nımlanırken, gerek egemenler içinde gerekseliberal ve ulusalcı eğilimlerin etkisi altındakisol çevrelerde çoğu zaman adı konmadan kabuledilen bir saptama var: “alt-emperyalizm”.

Türkiye egemenleri, Soğuk Savaş sonrası yeni-sömürgeci-liğin hedefindeki bölgelerde ekonomik, askeri ve politik fa-aliyetlerini giderek tırmandırma eğilimine girmiştir. Kaf-kaslar, Orta Asya, Balkanlar, Ortadoğu ve Afrika artık Tür-kiye sermayesinin, diplomasisinin ve ordusunun faaliyetalanındadır. Özellikle AKP iktidarıyla birlikte Türkiye’ninyükselen bir bölgesel güç olduğu ya da olabileceği; yayıl-macı bir politikaya yöneldiği, emperyalist hiyerarşide ara

bir konum elde ettiği öne sürülmektedir.

Özal (ve müteakiben Demirel-Çiller) döneminde Musul-Kerkük hayallerini canlandırarak; Kafkasya’da, Orta As-ya’da darbeler tezgahlamaya çalışarak; çevre ülkelerde mü-teahhitlik yatırımlarına girişerek ilk girişimlerini sergileyenbu siyaset, AKP döneminde belli bir olgunluğa erişmiştir.

Kafkasya, Ortadoğu ve Afganistan-Pakistan’daki ihtilafla-rın emperyalist sistemle uzlaşmaya dayalı bir çözümü içindiplomasi faaliyetlerine hız verilmiştir. TSK’nın katıldığıuluslararası operasyonlara Lübnan, Aden Körfezi (Somali),Afganistan-Pakistan da eklenmiştir. Türkiye sermayesininOrtadoğu, Orta Asya, Afrika ve Doğu Avrupa’daki faali-yetleri tırmanışa geçmiştir. Fethullah Gülen cemaatinin

Türkiye art›k dünyan›n en büyük 17. ekonomisi, sermaye ihraç ediyor, dörtbir yana asker gönderiyor, emperyalistlere ve geleneksel müttefiklerekarfl› ‘diklenmiyor ama dik duruyor’, çok yönlü bir d›fl politikaya yöneliyor... Yoksa y›llar›n yeni sömürgesi birden emperyalist bir güce mi dönüflüverdi!

Türkiye bölgesel biremperyalist güç mü?Türkiye bölgesel biremperyalist güç mü?

T

Levent Kara

Page 67: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

(bağlı sermaye grubu Tuskon’un ve eğitim kurumlarının11)uluslararası faaliyetleri hükümet desteğiyle yaklaşık 120ülkeye ulaşmıştır. Bunlara paralel olarak İHH (Ulusalarara-sı İnsani Yardım) gibi yardım/misyonerlik faaliyetleri ör-gütlenmektedir. Son dönemde de ABD’de, yeni vakıf olu-şumları ile desteklenen lobi faaliyetleri geliştirilmektedir.

Bu uluslararası faaliyetlerin bir tür emperyalizm olarak ta-nımlanmasının bir dizi dayanağı vardır: Tekelci sermaye-nin belli bir gelişim kaydetmesiyle, Türkiye dünyanın enbüyük 20 ekonomisinden biri haline gelmiş, sermaye ihraçetmeye başlamış ve G20 ülkeleri arasına alınmıştır. Türki-ye ordusunun katıldığı uluslararası askeri operasyonlarınsayısı giderek artmakta ve bu operasyonlarda daha ileri rol-ler alınmaktadır. Türkiye dışişleri diplomasisi, bölgesel po-litikaların şekillenmesinde etkin bir rol edinme arayışında-dır ve zaman zaman emperyalist güçlerle ya da gelenekselmüttefikleriyle de ihtilafa düşerek, “çok yönlü” bir dış po-litika iddiasını ortaya koymaktadır.

Emperyalist kapitalist sistemin, ülkelerin siyasal sınıflandı-rılması açısından bir değişim yaşadığı nesnel bir gerçeklik-tir. Üstelik dünyanın politik haritasında reel sosyalizminçözülmesiyle yaşanan değişime, “küreselleşme”yle birliktesermayenin hareket biçiminde yaşanan köklü bir değişimde eşlik etmiştir. Türkiye de bu değişimin dışında değildir.Bir dönem SSCB sınırında emperyalist kapitalist sisteminön cephe ülkesi olarak konumlanan Türkiye, reel sosyaliz-min yıkılmasının ardından emperyalizmle bütünleşmemiş

67

EMPERYAL‹ZM

Alt-emperyalizm kavram› ilk olarak Ba¤›ml›l›k Okulu teorisyen-lerinden Ruy Mauro Marini taraf›ndan Brezilya’n›n 1970’lerdea盤a ç›kan yeni uluslararas› rolünü tan›mlamak için kullan›l›r.Marini, Brezilya’n›n yüzlerce y›ll›k sömürge geçmiflinin ard›ndan,emperyalizme ba¤›ml› bir endüstriyel geliflme ile yeni birekonomik yap›ya kavufltu¤una dikkat çeker. “Brezilya’n›n LatinAmerika ve Afrika’daki yay›lmac› politikas›, yeni pazarlar ara-man›n ötesinde, hammadde kaynaklar› üzerinde kontrolkazanma yönünde bir giriflime denk düflmüyor mu? Dahas›,Arjantin gibi potansiyel rakiplerin bu kaynaklara erifliminiengellemeye denk düflmüyor mu? Brezilya, yabanc› ülkelereolan kamu borçlar› sürekli büyürken esas olarak devletkanal›yla ama ayn› zamanda çeflitli ülkelerde kaynaklar›sömürmek için faaliyet yürüten finans gruplar›yla iliflkili sermayekanal›yla sermaye ihraç etmektedir. Bu sermaye ihrac›, Brezilyagibi ba¤›ml› bir ülkenin yapabilecekleri ba¤lam›nda çok özel birsermaye ihrac› olarak göze batm›yor mu? 1968’i izleyen y›llardamali sermayenin ola¤and›fl› gelifliminin yan› s›ra, son y›llardaBrezilya’da a盤a ç›kan h›zland›r›lm›fl tekelleflme sürecini ak›ldatutmak da iyi olur.” Marini, Brezilya’y› emperyalistler ilesömürgeler aras›nda bir konuma yerlefltiren bu süreci de alt-emperyalizmin a盤a ç›k›fl›n›n en iyi örne¤i olarak tan›mlar.

Emperyalist-kapitalist sistemin 1960-70’li y›llar›n ard›ndanyaflad›¤› de¤iflimin, özellikle de reel sosyalizmin y›k›lmas›n›nard›ndan, devletlerin uluslararas› konumlar›n› tan›mlayacak yenibir s›n›fland›rma ihtiyac›n› ortaya koymas› ve böylesi birs›n›fland›rman›n henüz oluflturulamam›fl olmas› alt-emperyalizmkavram›n›n giderek daha yayg›n biçimde kullan›lmas›n› daberaberinde getirir. Kavram Ba¤›ml›l›k Okulu’nun takipçilerindenTroçkistlere kadar pek çok çevre taraf›ndan farkl› ba¤lamlardakullan›lmakta; Kanada ve Avustralya’dan Çin ve Rusya’ya,Hindistan ve Brezilya’dan Güney Afrika ve Türkiye’ye pek çokülke alt-emperyalist olarak adland›r›labilmektedir.

Alt-emperyalizm kimi zaman Ba¤›ml›l›k Okulu’nun “yar› çevre”kategorisini, kimi zaman emperyalist kapitalist sistemin baflatgüçlerine göre geç kapitalistleflmifl ama sonradan onlar kadarolmasa da emperyalist iddialar›n peflinde koflabilecek belli birgeliflmifllik düzeyini yakalam›fl bir ülkeyi, kimi zaman da geliflkinbir yeni-sömürgeyi tan›mlamak için kullan›lmaktad›r. Alt-emperyalizm, bu üç kullan›m biçiminde de asl›nda farkl› teoriksistematiklerden yola ç›k›larak yap›lan bir e¤retilemeden ibaretgörünmektedir.

IV. Bunal›m Dönemi’ni karakterize eden temel kriz dinamik-lerinden biri, ABD emperyalizminin hegemonyas›n›n çözülme-sidir. Alt-emperyalizm de, bugün, as›l olarak IV. Bunal›mDönemi’nin krizinden do¤an yeni uluslararas› süreçleri kavram-sallaflt›rma aray›fl›n›n bir ürünüdür. ABD hegemonyas›ndakiçözülme e¤ilimleri, reel sosyalizmin eski merkezlerinin yaflad›¤›kapitalist dönüflüm süreçleri, bölge devletlerinin bir arayagelmelerinden do¤an bölgesel güç olma e¤ilimleri, yeni-sömürgeler kufla¤›nda yaflanan katmanlaflma yeni bir aç›klay›c›kavramsal çerçeve ihtiyac›n› do¤urmaktad›r.

Alt-emperyalizm

Page 68: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

bölgelerle emperyalist merkezler arasındaki bir köprü ola-rak öne çıkıp, aracılık rolüyle yüzyüze gelmiştir. Bir yan-dan emperyalizmin doğrudan müdahalelerine maruz kalır-ken, diğer yandan da emperyalizmin hedefine giren bölge-lere müdahalelerde boy göstermeye başlamıştır.

Bu ara konum, emperyalist sistemi, ülkeler arasındaki hiye-rarşiye göre tanımlayan “Bağımlılık Okulu” ya da emper-yalizm çağında sömürgeci bağımlılık ilişkilerinin son bul-duğu ve sadece kapitalizmin eşitsiz gelişimine dayanan birhiyerarşiden söz edilebileceğini savunan Troçkist akımlartarafından alt-emperyalizm olarak tanımlanmaktadır. Mev-cut koşullarda, dünya ölçeğindeki birikim sürecini dikkatealmaksızın emperyalizm tahlilinde bulunan bütün sol yak-laşımlar, kendilerini Bağımlılık Okulu’nun ya da “Troç-kizm”in dışında tarif etseler bile kaçınılmaz olarak alt-em-peryalizm tahlillerini benimsemektedir. Türkiye’de de so-lun ulusalcılıktan etkilenen kesimleri yeni dış politikayı“Osmanlı’ya geri dönüş eğilimi”, liberalizmden etkilenenkesimleri de “Sömürgeci müdahalecilik” olarak tanımlaya-rak bu alt-emperyalizm tahlillerine çanak tutmaktadır. Ay-rı uçlarda görünen bu iki yaklaşım, emperyalizmin içselli-ğinin ve bununla bağlantılı olarak Türkiye egemenlerinin(oligarşinin) emperyalizme hizmet ettiği gerçeğinin ihmaledilmesi gibi ortak bir yanılgıda buluşmaktadır.

Oysa Türkiye kapitalizmi, 1945 sonrası koşullarında, em-peryalist ülkelerdeki tekelci birikime hizmet eden ekono-mik, mali ve askeri araçlar yoluyla doğup gelişmiş ve böy-lece emperyalizm içsel bir olgu haline gelmiş, Türkiye deemperyalist-kapitalist sistem içinde bir yeni-sömürge ola-rak yer almıştır. Türkiye’nin bölgesel emperyalist ya da alt-emperyalist bir güce dönüştüğü şeklindeki yorumlar da,emperyalizmin içselliğini gözden kaçıran ampirik tahlilleredayanmaktadır. Yani kapsamlı, ayrıntılı verilere sahipolmadan, karşılaştırmalı analizler yapılmadan, kabaçıkarımlar yapılmaktadır. Yeni sömürgecilik sistematiği isebizlere Türkiye’nin bölgesel etkinliğinin, Soğuk Savaş yıl-larında emperyalizmle kurduğu bağımlılık ilişkilerine rağ-men değil, o bağımlılık ilişkilerinin bir gereği olarak orta-ya çıktığını ve “emperyalist” değil “emperyalizme bağım-lı” / “neoliberal yeni-sömürge” bir karakter taşıdığını gös-termektedir.

Siyasal iktidarlar bu gerçek karşısında yaşadıkları meşrui-yet sorununu çözebilmek için, yeni ideolojik hegemonyaaraçlarına gereksinim duymaktadır. Bu bağlamda, Özal dö-neminde “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyası” söyle-mine başvurulurken, AKP döneminde ise referansını [Os-manlı’dan gelen] “tarihi ve kültürel miras”tan alan “çokyönlü ve aktif bir dış politika” ve “bölgesel güç” söylemiöne çıkarılmıştır. (Bu politika içerde ve dışarda “Yeni-Os-manlıcılık” olarak tanımlanmaktadır. Kavram AKP tarafın-

dan kabullenilmese de, AKP dış politikasını ifade ettiği yö-nünde yaygın bir kabul vardır.) Bütün iktidarlar, emperya-lizme bağımlılığın ve onun IV. Bunalım Dönemi’ndeki öz-gün bir biçimi olan aktif taşeronluğun gizlenmesi için butür alt-emperyalizm göndermelerine ihtiyaç duymaktadır.

Bölgesel emperyalist güçtart›flmalar›n›n dayanaklar›

Ekonomik dayanaklarTürkiye, 2001 krizini takip eden yıllardaki hızlı büyüme so-nucunda, IMF verilerine göre 2008’de 730 milyar dolarlıkGSYH ile dünyanın 17. büyük ekonomisi haline gelmiştir.22

Bu durumu önemli kılan bir diğer gelişme de, dünyayahükmeden 7 emperyalist gücün oluşturduğu G-7’nin 25Eylül 1999’da resmen ilan edilen, küresel sistem içinönemli ülkelerden oluşan 20’ler Grubu (G-20) içinde Tür-kiye’ye de yer verilmiş olmasıdır. Böylece yedi emperya-list güç, emperyalist sistemin yüz yüze olduğu finansal krizvb. güçlüklerin aşılabilmesinde gelişmekte olan / yükselenülkelerin daha fazla sorumluluk alması ve merkezkaçlaşmaeğilimlerinin frenlenmesi için diğer 13 ülkeyi kontrol altın-da tutacak yeni bir mekanizma oluşturmuştur.

68

EMPERYAL‹ZM

Emperyalizmin iflbirlikçileri bu ba¤›ml›l›¤›n yaratt›¤› politikmeflruiyet sorunu karfl›s›nda Turanc›l›k, ‹slamc›l›k,Osmanl›c›l›k gibi ideolojik argümanlara sar›ld›. Ders kitapla-r›n›, gazete sayfalar›n› vs. yukar›daki harita gibi ucubelerledolduranlar emperyalizme uluslararas› alanda verilenhizmeti imparatorluk hayalleriyle maskelemeye çal›flt›

Page 69: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

Türkiye’nin dünyanın en büyük 17. ekonomisi olması üze-rine çok şey söylense de, emperyalist devletlerle ve BRICülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) gibi yükselen ül-kelerle bir karşılaştırma yapıldığında söz konusu sıralama-nın onu uluslararası etki sahibi bir ekonomik güç yapmayayetmediği görülecektir. Türkiye’nin övünülen ekonomikbüyüklüğü 2008’de ABD’nin yüzde 5’i, Çin’in yüzde 18’i,Brezilya ve Rusya’nın yüzde 50’si, Hindistan’ın yüzde 65’ikadardır. Hükümetin krizden en az yara alarak çıkan ülke-lerden biri olduğunu iddia ettiği Türkiye, Ekim 2008-Eylül2009 arası dönemi kapsayan 12 kriz ayında yüzde 7,8 ora-nında küçülmüştür. Kriz öncesi yıllarla kriz yılları büyümeoranları karşılaştırıldığında fark -9,1 olarak çıkmaktadır kibu da, kapitalist dünyanın “gelişmekte olan” ülkeler kate-gorisindeki en kötü durumu ifade etmektedir. 2009’a gelin-diğinde Türkiye sıralamadaki yerini korumakla birlikteGSMH’de yaklaşık yüzde 15’lik bir kayıp yaşamıştır. Bu,dünyadaki en kötü küçülme rakamıdır. Krizin merkezi olanABD’de ise GSMH kaybı yüzde 2 civarındadır. Aynı dö-nemde emperyalist ülkeler küçülmelerini frenleyebilmiş,Hindistan ve Çin ise büyümelerini sürdürmüştür.

Türkiye kapitalizminin övünülen büyüme süreci, küresel

krizle birlikte en kötü küçülme ve işsizlik (yüzde 16) ra-kamlarına yol açan yapısal sorunlarla maluldür. Türkiyekendi ekonomisine yön veren sermaye hareketlerini kontroledememektedir. Kriz, bunu bir kez daha açığa çıkarmıştır.Emperyalist ülkeler ve yükselen güçler, dışarıda biriktirdik-lerini ülkelerine çekmiş, sermaye hareketleri üzerinde kon-trol kurmuş ve kamu harcamalarıyla küçülmeyi yavaşlat-mıştır. Dünya çapında kredi bolluğunun yaşandığı ve dün-ya ekonomisinin spekülatif araçlara dayalı bir büyüme sü-recine girdiği 2003-2008 döneminde söz konusu büyümeyiyaşayan Türkiye ise, kaçınılmaz çöküş geldiğinde, “teğetgeçecek” söylemi eşliğinde bir ekonomik-toplumsal yıkımyaşamıştır. Büyüme döneminde Türkiye’de değerlenen ser-maye geri dönüş yapmış, emperyalist ve/veya yükselengüçlerdeki gibi “ulusal çıkarları” gözetecek etkin bir koru-ma ve müdahale mekanizması bulunmadığı görülmüştür.

Krizin olmadığı koşullarda da durum aslında iç açıcı değil-dir. Milli gelire göre en büyük 17. ekonomi olan Türkiyedünyanın nüfus olarak en büyük 18. ülkesidir ve kişi başımilli gelirde sıralamanın 60-65. sıraları arasında salınmak-tadır. Gelir dağılımındaki dengesizlik de dikkate alındığın-da, nüfusun önemli bir kesiminin bu sıralamanın temsil et-tiğinden çok daha kötü bir yaşam sürdüğü anlaşılacaktır.

Ekonomik büyüme sürecinde Türkiye burjuvazisi kroniközkaynak yetersizliği sorununu dış borcunu katlayarak veyabancı ortaklıklarla gidermektedir. Türkiye’nin hızlı birbüyüme yaşadığı süreç, aynı zamanda dış borcun 2001’de-ki 114 milyar dolarlık sınırdan 2009’da 175 milyar dolarıözel sektör borcu olmak üzere 275 milyar dolara tırmandı-ğı bir dönemdir. Düşük kur yüksek faiz politikasıyla dışborçlanma, ithalat bağımlılığı ve spekülatif sermaye girişiteşvik edilmekte, bu da işsizliği tırmandıran, yerel ekono-miyi tahrip eden, yüksek faiz ödemelerine yol açan ve em-peryalist sistemdeki sarsıntılar karşısında kırılganlaştıranbir ekonomik tablo oluşturmaktadır.

Bu “büyüme” sürecinde yabancı sermayenin bankacılık sek-töründeki payı da dramatik bir yükseliş yaşamıştır. Bankacı-lık sektöründe 1999’da yüzde 1 olan yabancı sermaye payıyüzde 40’lara (2008’de yüzde 42.7) ulaşmıştır. Bu sürecintrajikomik örneklerinden biri ulusalcıların gurur kaynağıOYAK’ın OYAK Bank’ı Hollandalı ING’ye satmasıdır.

Bölgesel emperyalist güç tartışmalarının temel dayanakla-rından biri, Türkiye kapitalizminin sermaye ihracına yönel-mesidir. Kadir Has Üniversitesi ile Columbia Üniversite-si’nin yaptığı ve Aralık 2009’da yayımlanan bir araştırma-ya göre, 2007 verileri Türkiye’nin en büyük dış yatırımla-rından olan ve aralarında ENKA ile Turkcell’in de bulun-duğu 12 çokuluslu şirketin 15.7 milyar dolarlık yurtdışı ya-tırımına sahip olup, 12 milyar dolarlık dış satış yaptığınıgöstermektedir. Aynı araştırmaya göre 61 ülkede 248 bağ-

69

EMPERYAL‹ZM

Page 70: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

lı kuruluş ve şube bulunduran ve yurtdışında 72.334 perso-nel istihdam eden bu şirketlerin dörtte üçü Avrupa ülkele-rine yatırım yapmış olmakla birlikte Afrika, Asya, LatinAmerika ülkelerine doğru genişleme trendi içindedirler. Nevar ki, 2007 yılında 12 en büyük dış yatırımcının toplam sa-tışı, Türkiye’nin Almanya’dan ithalatını karşılamaya dahiyetmemektedir. Aynı yıl Türkiye’nin Almanya’ya ihracatı9 milyar 844 milyon dolar, ithalatı ise 15 milyar 77 milyondolardır. Bir karşılaştırma yapmak açısından, alt-emperya-lizm tartışmalarının odağında yer alan Brezilya’da tek başı-na Petrobras şirketinin 2010 yılı yurtdışı yatırım hedefinin45 milyar dolar olduğuna dikkat çekilebilir.

Türkiye’nin sermaye ihracı sürecinde, özellikle Ortado-ğu’ya yönelik yatırımlarındaki artışa dikkat çekilmektedir.Hatta son yıllarda AB ile olan ticaret düşerken Ortadoğu ileolan ticaretin yükselmesi, Türkiye dış politikasında ekseninBatı’dan Doğu’ya kayması tartışmalarını tetikleyen geliş-meler arasında yer almıştır. 2007-2010 Ocak dönemindeTürkiye’nin AB ile toplam ticareti yüzde 46,52’den yüzde41,64’e inerken, Ortadoğu ile ticaret yüzde 6,20’den12,27’ye çıkmıştır. Türkiye, Suriye’deki yabancı yatırım-larda yüzde 14,4 ile en yüksek paya sahip olan ülkedir. Tür-kiye Irak’la 2009’da 5,2 milyar dolarlık ticaret gerçekleştir-miş, Kuzey Irak’ta yoğunlaşmak üzere 7 milyar dolarlık damüteahhitlik yatırımı yaparak en çok yatırım sahibi ilk 10ülke arasına girmiştir. Eylül 2009’da yapılan anlaşmayla 16milyar dolarlık 145 proje kabul edilmiştir. 2009 Türkiye-İran ticareti 5 milyar dolardır ve bunun 5 yıl içinde 20 mil-yar dolara çıkarılması hedeflenmektedir. İki ülke arasındayapılan görüşmelerde İran’ın Hürmüz boğazındaki adala-rında Türk işletmeler için serbest ticaret alanları kurulması,Türkiye’nin doğusunda sanayi alanları kurulması veİran’daki bazı havaalanı ve demiryolu yapım çalışmaları-nın Türkiyeli şirketlere verilmesi üzerinde anlaşılmıştır.

İran’da olduğu gibi Irak Kürdistan’ı, Filistin ve Ürdün’dede serbest bölgeler kurulması hedeflenmektedir. AyrıcaTürkiye tekstil sanayi Mısır ve Bangladeş’te yatırımlarayönelmektedir. Mısır’da 2009 yılında ağırlıkla turizm vetekstil olmak üzere 1,1 milyar dolarlık yatırım yapılmıştır.

Türkiye kapitalizmi gerek yurt içinde yatırım yaparken ge-rek “sermaye ihraç ederken”, kendisini yabancı ortaklaredinmek zorunda hissetmektedir. Perakende satış sektörü-ne giren Sabancı Fransız Carrefour’u ve İspanyol DİA’yıTürkiye’ye davet ederek küçük ortaklığa razı olmuş, Koçda Migros’un çoğunluk hisselerini İngiliz fon şirketi BCPartners'a satmıştır. TÜPRAŞ özelleştirme ihalesine girenKoç, Shell’i çağırmış, çay sektörüne giren Ülker, Almangıda şirketleriyle ortaklığa gitmiştir.

Türkiye kapitalizmi yalnızca özkaynak yetersizliği nede-niyle değil, teknoloji, patent ve lisans hakkı gibi unsurlardada kuruluşundan bu yana dışa bağımlı olduğu için ticari vefinansal serbestleşme sürecinde başka türlü ayakta kalama-maktadır. Böylece ekonomik zorla tesis edilen emperyaliz-min gizli işgali neoliberal biçimlere bürünerek kendiniyeniden üretmiştir.

Dışarıda en çok yatırıma sahip olmasıyla övünülen Turk-cell’in yüzde 64,3’ü Fin-İsveç ortaklığı TeliaSonera’ya ait-tir. Şirket Avea ve Vodafone gibi yabancı telekomünikas-yon şirketlerinin girişiyle Türkiye’deki pazar payını koru-yabilmek için yabancı sermayeyle bütünleşmiştir. Şu andaÇukurova Grubu’nun elinde doğrudan ve dolaylı Turkcellhissesi yüzde 13,5 ile sınırlıdır. Turkcell de diğer sözümona alt-emperyalist ülkelerin dev şirketleri gibi varlığınısürdürebilmek için New York borsasına girmiş ve çoğunlukhisselerini emperyalist merkezlere kaptırmıştır. Öte yandan,Türkiye kapitalizminin emperyalizme bağımlılığı, şirketle-rin hisse yapısındaki yabancı payından bağımsız içsel birolgudur. Yabancı mülkiyetinin giderek artan ağırlığı, neoli-

70

T. Erdo¤an, ‹srail Cumhurbaflkan› fiimon Peres’e ç›k›fl›rken kendisini susturmaya çal›flan moderatöre “One Minute” dedi¤iDavos flovunun ard›ndan uluslararas› bir sempati kazand›. ‹srail’le bu kadar s›k› iliflkiler kurmak baflka türlü çok zor olurdu

Page 71: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

beral yeni sömürgeciliğin bir nedeni değil sonucudur.

Türkiye kapitalizminin yurtdışındaki yatırımları ağırlıkla; li-man, havaalanı, karayolu ve inşaat ihaleleri gibi müteahhitlikalanlarındadır. Avrupa’nın en büyük şirketlerinin yönetici-lerinden oluşan Avrupa İşadamları Yuvarlak Masası(ERT), Türkiyeli inşaat şirketlerinin işleri Avrupalı şirketle-re göre yüzde 40 daha ucuza imal ettiğini belirtmiştir. Türki-ye’nin Ortadoğu ve Asya’daki bu müteahhitlik faaliyetleri;ABD ve AB emperyalizminin ucuz işgücünden faydalanmakve yeraltı kaynaklarını denetlemek için gereksinim duyduğualtyapı yatırımları olarak işe yaramaktadır. Yani emperyaliz-min kaynak aktarımına hizmet etmekte ve burada yine“ucuz” işi yaparak geri kalmışlığını korumaktadır.

AB’ye giriş sürecinde, TÜSİAD gibi sermaye örgütleri bugelişmenin kendilerini küresel aktör haline getireceğini id-dia ederken, Avrupa sermayesinin bu küresel aktörlüğünçerçevesine ilişkin tarifi dikkat çekicidir. ERT, AB üyelikmüzakerelerinin başlatıldığı 17 Aralık 2004 öncesinde ya-yınladığı bir raporla Türkiye hakkındaki görüşlerini ortayakoymuştur. Raporda “Türkiye’nin üyeliğinin daha güçlü,rekabetçi ve güvenli bir Avrupa hedefi doğrultusunda des-teklenmesi gerektiği” ifade edilmektedir. ERT, Türkiye’nininşaat, otomotiv, tekstil, gemicilik, perakende ve lojistiksektörlerindeki potansiyeline dikkat çekmektedir.

Bu sektörler ayrı ayrı incelendiğinde çarpıcı bir manzaraaçığa çıkmaktadır. Otomotivde 2000’li yıllarda yaşanan tır-manışın ardında, Avrupalı şirketlerin üretimlerinin önemlibir kısmının ucuz işgücü potansiyelinden faydalanabilmekiçin Türkiye’ye kaydırılması vardır. 15 yıl öncesine kadariç pazara üretim yapan Türkiye, artık otomotiv ihracatçısıhaline gelmiştir. DaimlerChrysler, Fiat, Ford, Honda,Hyundai, Isuzu, MAN, Peugeot, Renault ve Toyota gibiçok uluslu şirketlerin hâkim olduğu otomotiv sektöründeşirketler ya yabancı şirketlerin yan kuruluşudur ya da ya-bancı lisans altında üretim yapmaktadır. Tekstilde marka-laşma ile yakalanan başarı ise ithalata bağımlı olarak ger-çekleşmiş ve aslında sektör ayakta kalabilmek için milyar-larca dolarlık makine ithalatına gitmek zorunda kalmıştır.

İnşaat ve lojistik alanında daha özgün bir durum söz konu-

sudur. Türkiye ucuz ve gözüpek bir taşeron olarak parlatıl-maktadır: “Türk müteahhit firmaları doğalgaz boru hattı in-şaatlarını Avrupalılara oranla yüzde 30-40 daha ucuza malediyor.” İşgal altındaki Irak ve Afganistan’da Türk müteah-hit şirketleri batılı hiçbir şirketin yanaşmayacağı tehlikeliprojeleri üstlenmektedir. Fakat bu şirketler AfganistanKandahar-Kabil otoyol projesinde olduğu gibi, işin büyükbölümünü üstlendikleri koşullarda bile çoğunlukla alt taşe-ron olarak kalmıştır. ABD ordusundan sonra Irak işgalindeen büyük can kaybını veren Türk lojistik33 ve müteahhitlikşirketleri ise, emperyalistlerin bölgesel stratejilerinde Tür-kiye sermayesine nasıl bir yer tarif edildiğinin örnekleridir.

Türkiye’yi bölgesel güç haline getirdiği öne sürülen diğerbir gelişme de, Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu petrol vedoğalgazını batıya taşıyan enerji nakil hatlarının inşası yö-nünde atılan adımlardır. Bakü-Tiflis-Ceyhan, Mavi Akım,Nabucco (ve daha eskiye dayanan Kerkük-Yumurtalık) bo-ru hatları ile Türkiye bir enerji köprüsü olma yolundaönemli adımlar atmıştır. Ancak bu boru hattı projelerindede durum pek parlak değildir. Bakü-Tiflis-Ceyhan boruhattında BP yüzde 30.1, SOCAR yüzde 25, CHEVRONyüzde 8.90, STATOIL yüzde 8.71 pay sahibi iken Türki-ye’nin (TPAO) payı yalnızca yüzde 6,5’tir. Henüz işler ha-le getirilemeyen diğer projelerde de Türkiye’nin pozisyonubelirsizliğini korumakta, petrol devi şirketler ile petrol te-darikçisi ülkelerin belirleyici olacağı bir süreç işlemektedir.Türkiye’nin bu alandaki yatırımları da ağırlıkla müteahhit-likle sınırlı kalmış, Türkiye sermayesi enerji yatağı ihalele-rinin yanından bile geçememiştir. Boru hattı projeleri Tür-kiye’ye enerji kaynakları üzerindeki hâkimiyet mücadele-sinde söz vermemekte, Türkiye’yi bu mücadelede araçlaş-tırmaktadır. Sömürgecilik haritasının demiryolları ile çıka-rıldığı 20. yüzyıl başından 21. yüzyıl başına gelindiğinde,demiryollarının bu işlevini bugün boru hatlarının yerine ge-tirdiği görülmektedir. İşletmesinden güvenliğine çokulusluşirketlerin denetiminde olan bu boru hattı projelerinde top-raklarının kullanılması, Türkiye’yi bölgesel güç yapma-makta, aksine kendi toprakları üzerindeki egemenlik hakla-rını dahi riske atmaktadır. Kaldı ki, bu boru hattı projeleride Rusya, ABD ve Batı Avrupa arası çekişmelere konu ol-

71

Türkiye, Afganistan’da ABD’densonra en çok asker bulunduranülke. Bir süredir Kabil’e komutaediyor. ‹ki askeri ayr›nt›lar› aç›k-lanmayan bir “kazada” öldü. Bu,Kabil’in komutas› gibi önemli birgörevin küçük bir bedeliydi. Busavafl› Türkiye bafllatmad›. ABDbafllatt›. Türkiye Kabil’in komuta-s›n›n sadece kendisine verilmesi-ni de istemedi. Fransa ve ‹talyaçekilince buna mecbur kald›.

Page 72: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

makta, Nabucco örneğinde görüldüğü gibi boruları doldu-racak gaz/petrol bulamamak da söz konusu olmaktadır.Çok yönlü ilişki iddiası Türkiye’yi, emperyalistler arası ka-pışmanın faturasını ödemek zorunda bırakabilmektedir.

Özetle Türkiye’nin ekonomik başarı öyküsünün ardında,emperyalizme daha sıkı bağlarla bağlanmış, kısmi özerklikve iç bütünlüğünü yitirmiş bir yeni sömürge kapitalizmi veişsizliğe, yoksulluğa, geleceksizliğe itilmiş bir halk gerçeğibulunmaktadır.

Askeri dayanaklarTürkiye’nin uluslararası askeri faaliyetleride, onun bir böl-gesel emperyalist güç olarak tanımlanmasında dayanakolarak kullanılmaktadır. Türkiye şu anda Lübnan’da BMBarış Gücü bünyesinde, Afganistan’da ve Somali’nin AdenKörfezi’nde NATO bünyesinde asker bulundurmakta; Kıb-rıs’ın kuzeyindeki askeri varlığı44 sürmekte ve dönem dö-nem Irak’ın Kuzeyine askeri harekâtlar düzenlemektedir.NATO’da ABD’den sonraki en kalabalık orduya sahipTürkiye, Afganistan’da 2009 itibariyle ABD’den sonraki

en kalabalık askeri güç haline gelerek başkentKabil’in komutasını devralmışve askeri istihbarat faaliyetleriniPakistan’a da yaymıştır. Türkiyeayrıca Irak ve ABD ile birlikte“PKK’ye karşı mücadelede” ortaktavır esasına dayalı

bir üçlü mekanizma içindedir.

Bunlara ek olarak, ABD ile ihtilaf içindeki bazı ülkelerlegirişilen ortaklıklar da dikkat çekmektedir. 27 Nisan2009’da TSK ile Suriye ordusu ortak bir tatbikat gerçekleş-tirmiştir. PKK’nin Kandil’deki varlığına karşı askeri ope-rasyonlarda da İran ordusu ile karşılıklı bilgi paylaşımı veiletişim içinde olunduğu bilinmektedir.

Diğer yandan, Türkiye’nin Lübnan, Afganistan, Pakistanve Somali’deki askeri faaliyetleri NATO ve BM (doğrusu-nu söylemek gerekirse ABD) askerliği kapsamındadır.Kandil’e yönelik askeri harekatların ancak ABD onayıylagerçekleştiği ortadadır. 2009’da Suriye ordusuyla TSK’nınbirlikte düzenlediği askeri tatbikat da, doğru okumak gere-kirse, bir NATO ordusunun Rusya ile askeri ilişkilerini ye-niden canlandırma kartını öne süren potansiyel uzlaşmacıSuriye’nin elinden tutmasıdır.

Politik dayanaklar“Adriyatikten Çin Seddine Türk Dünyası” hayallerininpompalandığı 1990’larda kontrgerillanın Türkîcumhuriyetlerdeki başarısız darbe giri-şimleri ile bu propaganda da iflas etmiş,ancak yıllar sonra AKP iktidarının “Ye-ni Osmanlıcılık” yaklaşımı ile birlikte da-ha inandırıcı ve destekli bir bölgesel poli-tika ortaya konmuştur.

AKP iktidarının “çok yönlü ve aktif dış

EMPERYAL‹ZM

Page 73: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

politika” ve “komşularla sıfır sorun” söylemiyle yürüttüğüdış siyaset, bölgesel sorunlarda çözücü aktör olarak ve em-peryalist kapitalist sisteme entegre olmamış ülkelerin en-tegrasyonuna (daha doğrusu yeni-sömürgeleştirilmesine)önayak olarak uluslararası alanda kilit bir konum elde etmeiddiasını taşımaktadır. Emperyalizmle uyumlu bir İslamcı-liberal iktidar olduğu için emperyalist devletlerce de tercihedilen AKP, Türkiye’nin jeopolitik konumunun yanı sıra“tarihi ve kültürel bağları” sayesinde bölge ülkeleri üzerin-de çok daha kolay etki kurabileceğini savunmaktadır.

Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’da bölgesel etkinlik iddi-asını öne çıkaran bu siyaset gereği bölge ülkeleri ile diplo-matik, ekonomik ilişkiler ilerletilmeye çalışılmaktadır. Tür-kiye, İsrail-Suriye sorununun, Filistin sorununun, Kafkasyakrizinin ve İran krizinin çözümünde çeşitli girişimlerde bu-lunmuştur.

Soğuk Savaş döneminde ABD’nin herhangi bir isteğinekarşı gelmesi ancak bir felaket senaryosu eşliğinde düşünü-lebilen Türkiye, özellikle Irak savaşının öngününden beriABD’nin kimi isteklerine “hayır” diyen bir ülke olarakanılmaya başlamıştır. Geleneksel müttefiklerine karşı kimizaman sert çıkışlar yaparken kimi zaman da gelenekselmüttefiklerinin düşmanları ile aynı karede dostluk pozlarıvermektedir. Yurt içinde ve yurt dışında sıkça atıf yapılanbu politik dayanakların bir kısmı, AKP hükümetinin Irak’tasavaşa karşı çıktığı ya da Rusya-Gürcistan savaşında

ABD’nin Karadeniz’e müdahalesine engel olduğu gibi ger-çek dışı iddialara dayanmaktadır. Ancak Türkiye gerçektende ABD’nin İran, Suriye, Hamas ve Sudan gibi hasımlarıile ilişki kurmakta, İsrail gibi sıkı müttefikleri ile atışmak-tadır. Özellikle Filistin konusunda AKP hükümetince gös-terilen hassasiyet -sözde kaldığı bilinmekle birlikte- İsra-il’in tepkisini çekerken, Ortadoğu’da büyük bir sempatitoplamaktadır.

Türkiye’nin dış politikasında kimi zaman ABD’yle, kimizaman AB’yle ihtilafa düşer görünmesi ve çok yönlü bir dışpolitika iddiasını öne çıkarması, kendi egemen sınıf çıkarla-rı için emperyalist güçlerle ihtilafa girdiği şeklinde yorum-lanabilmektedir. Ancak Türkiye, emperyalistler arası reka-betin bir öznesi değildir. Daha çok uluslararası gerilim vebelirsizliklerden istifade eden, durumu fırsata çevirmeyeçalışan bir pozisyon oluşturmaktadır. Irak Savaşı’nda 1Mart Tezkeresi konusunda tereddütler yaşanması ve “ha-yır” denmesine karşın kıyamet kopmaması, aynı zamandaABD ile Batı Avrupa’nın anlaşamadığı ve BM ve/veyaNATO gibi kurumların kilitlendiği koşullarda gerçekleş-miştir.

Suriye, İran ve Hamas’la iyi ilişkilerin öne çıkarılması veİsrail’e karşı eleştiriler 2006 sonrasında, yani ABD’nin Or-tadoğu’da savaşı şiddetlendirmekten çok kontrol altına al-mak, özellikle İran’a karşı İsrail saldırganlığının fazla ilerigitmesini engellemek ve uzlaşma olanaklarını değerlendir-mek istediği koşullarda ortaya çıkmıştır. Türkiye bu anlam-da emperyalist güç değil, emperyalist güçlerin iyi bir elçisiolarak öne çıkmaktadır ve CIA’nin eski Ortadoğu MasasıŞefi Graham Fuller’in dediği gibi “ABD’ye doğrudan ba-ğımlı görünen bir Türkiye’dense, kısmen mesafeli görünenbir Türkiye ABD için Ortadoğu’da daha büyük avantajlarsunmaktadır.” Ancak “Bölgesel güç olduk” iddiasıyla orta-ya konan pek çok girişimin başarısız olduğu ya da geri çev-rildiği, Türkiye’nin AKP hükümetince iddia edilen dış po-litika gücünün gerçekte var olmadığı görülmüştür. Ermeniaçılımı, Ermenistan’ı kazandırmadığı gibi Azerbaycan’ı dakaybettirmiştir. Suriye-İsrail arabuluculuğu başarısız ol-muştur. İsrail-Filistin arasında arabuluculuk yapma teklifireddedilmiştir. İran’ın nükleer programında garantör ülke /takas bölgesi olma teklifi önce reddedilmiş, sonra da Bre-

73

EMPERYAL‹ZM

Soldaki resim Kosova’da ülkeyi Avrupa ile bütünlefltirecekkarayolu inflaat›n›n aç›l›fl töreninden. Yolu yapacak müteahhit firma ise Türkiye’den. Avrupa’n›n en büyük flirket-lerinin yöneticilerinden oluflan Avrupa ‹fladamlar› YuvarlakMasas› (ERT), Türkiyeli inflaat flirketlerinin iflleri Avrupal›flirketlere göre yüzde 40 daha ucuza imal etti¤ini belirtiyor.Türkiye’nin müteahhitlik faaliyetleri; ABD ve AB emperyalizminin ucuz iflgücünden faydalanmak ve yeralt›kaynaklar›n› denetlemek için gereksinim duydu¤u altyap›yat›r›mlar› olarak ifle yar›yor

Page 74: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

zilya’nın gölgesinde yürütülen aracılık girişiminde bir an-laşma imzalansa da ABD ve BM GK’nin diğer üyeleri buanlaşmayı dikkate almadıklarını açıkladılar. Yani Türkiyegerçekte bölgesel bir emperyalist güç olmanın uzağında ol-duğu gibi, bir aktif taşeron olarak da pek başarılı değildir.

‹pler kimin elinde?Türkiye egemenlerinin uluslararası yönelimi, esas olarakemperyalist merkezlerce oluşturulan Büyük Ortadoğu Pro-jesi gibi emperalist tasarımlara hizmet etmek ya da bu tasa-rımların tökezlediği, eksik kaldığı durumlarda tamamlayıcıbir rol üstlenmek biçimindedir. Türkiye, etkinlik gösterdiğiülkeleri, kendi “ulusal” çıkarları için değil esas olarak ABDve AB emperyalizminin sömürgeci hedefleri doğrultusundabiçimlendirmeye çalışmakta, bölgesel oyunculuğu da bu ta-şeronluk rolüyle sınırlı kalmaktadır.

Bu, Türkiye egemenlerine açık zorla dayatılan değil, gerekekonomik gerek askeri açıdan emperyalizmle bütünleşikdoğaları gereği kaçınılmaz olarak sergiledikleri varlık biçi-midir. Bu bağımlılık nedeniyle, artık emperyalizmin istek-leri görünür bir zorlama ve telkin olmaksızın da yerine ge-tirilmektedir. IMF ve DB’nin yönettiği yapısal uyum politi-kaları sonucunda, Kalkınma Ajansları gibi yönetişim meka-

nizmaları ve stratejik sektörlere dair politikaları belirleyenözerk kurullar aracılığıyla tekelci sermayenin genel çıkarla-rı güvence altına alınmıştır. Söz konusu yapısal dönüşümsürecinin yanı sıra Gümrük Birliği anlaşmasından başlaya-rak AB’ye uyum için atılan adımlarda da yabancı sermaye-nin istekleri yerine getirilmiştir. Türkiye kendi iç pazarınıkoruyan ve sermaye hareketlerini sınırlandıran düzenleme-lerini kaldırarak ve emeği ucuzlatan düzenlemeleri pekişti-rerek, ihracata yönelik bir üretim üssü haline gelmiştir.

IMF, DB ve AB düzenlemeleri ile Türkiye sermayesininülke içinde ithal ikameci dönemde sahip olduğu kısmiözerkliğini dahi elinden alan emperyalizm, yurtdışı faali-yetlerinde de Türkiyeli şirketleri düşük getirili ve riskli sek-törlere yönlendirmektedir. Yurtdışında karlı alanlara yatı-rım yapmak isteyen Turkcell gibi şirketler ise kronik öz-kaynak yetersizliği nedeniyle bunu ancak yabancı sermaye-ye yem olarak gerçekleştirebilmektedir.

Askeri alandaki gelişmelerin çerçevesini NATO’nun So-ğuk Savaş ordusundan serbest fetih ordusuna dönüşmesibelirlerken, diplomatik alandaki gelişmeler de ABD emper-yalizminin egemenlik krizine çözüm üreterek uluslararasırol edinme hedefi ekseninde yaşanmaktadır.

Bu haliyle Türkiye’nin etkinlik yürüttüğü bölge üzerinde

74

EMPERYAL‹ZM

1 Ekim 2009’da ‹stanbul’da gerçekleflen IMF toplant›lar›nda, sokaklar›bofl b›rakmayan muhalefetin sloganlar›ndan biri de “IMF pabucu yar›m,ç›k d›flar› oynayal›m” olmufltu. Keza, Tayyip Erdo¤an IMF’yi yedi kat yerindibine gömmüfltü. IMF toplant›s›n›n gerçekleflti¤i yer alt›ndaki kongresalonundan türeyen bu ironi bir yana AKP bir süredir IMF’yi tarihe göm-müfl olmaktan dem vuruyor. ‹flin do¤rusu neoliberal politikalar› o kadaryerleflmifl durumda ki art›k bafl›m›zda IMF olmas›na gerek duyulmuyor

Page 75: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)

ekonomik, askeri ve politik üstünlük araçlarıyla egemenlikkuran bir emperyalist güç haline gelmekten çok, emperya-lizmin bölgesel planları için araçlaşan bir güç olduğu görül-mektedir. Ne var ki, kimileri de bu araçlaşma sürecinin ken-disini alt-emperyalizm olarak tanımlamaktadır. Bu durumdabaşvurulması gereken yöntem, dünya ölçeğindeki birikimsürecini ihmal etmeyen bir emperyalizm tahlilidir.

Türkiye kapitalizminin iç ve dış faaliyetleri, emperyalist ül-kelerdeki tekelci birikime hizmet eden ekonomik, mali veaskeri araçlar yoluyla ilerlemektedir. Bu gerçek dikkatealınmadığında emperyalizm dışsal bir olgu olarak ele alın-makta, Türkiye egemenleri ile emperyalist güçler arasındabir çıkar farklılığı olabileceği ya da bir başka deyişle Türki-ye egemen sınıflarının kendi güçleri ölçüsünde farklılaşmışbir ulusal çıkar siyaseti güdebileceği varsayılmaktadır.

Oysa günümüz koşullarında Türkiye egemen sınıflarınıngerek yurtiçinde gerek yurtdışında tabi olduğu ana süreçemperyalist birikim sürecidir. Bu da ABD’nin, 1970’lerinardından emperyalist sistem üzerindeki egemenlik kaynak-larının gerilemesine karşı geliştirdiği yanıttır. Tekelci biri-kim sürecini güvence altına almak için askerileşme ve fi-nanslaşma öne çıkarılmış, emperyalist birikim sürecindespekülasyon, mülksüzleştirme yoluyla birikim ve azami-vahşi emek sömürüsü yöntemleri başat hale gelmiştir. “Ma-li serbestleşme, yeni sömürgelerde 1980’lerde patlak verenborç krizlerinin ardından devreye sokulan neoliberal prog-ramlarla birlikte dünya çapında genelleşmiştir. Kısmi ka-musal denetim altındaki mali genişlemenin (Keynesçilik)yerini, kuralsız özel mali genişleme almış, devletin piyasa-ya müdahale tarzı köklü değişimlere uğramıştır. Aşırı ser-maye stoklarının üretimden spekülasyona yönelmesiylebirlikte, mali varlıkların toplam değerinin üretim ve ticaretiçindeki değerleri onlarca kez aştığı bir ekonomik yapı ege-men hale gelmiştir. Emperyalist birikim tarzı içinde spakü-lasyon hakimiyet kazanmıştır. Yeni sömürgeler başta ol-mak üzere tüm ulusal piyasalar ve üretken faaliyetler, parasermayenin ve (sermaye ve mali çıkar sahiplerinin en üstfraksiyonunu oluşturan) yüksek finans oligarşisinin deneti-mi altındaki bir güç hiyerarşisine tabi kılınmıştır. Emperya-list sömürgecilik ve sömürü sistematiğinde, ‘ilkel’ (mülk-süzleştirmeye dayalı) birikim yöntemleri ve azami-vahşiemek sömürüsü biçimleri hakimiyet kazanmıştır.”55

Türkiye kapitalizminin yaşamakta olduğu dönüşümün te-melinde de bu süreç yatmaktadır. Özelleştirme, finansal veticari serbestleşme, ihracata dayalı ekonomi ve metalaşma-nın teşvik edildiği bu süreç, kendi ürünü olan bir borçlan-ma sarmalı, ithalata bağımlılık, sermaye kaçışı ve yabancısermayenin hakimiyetini ilerletmesi ile daha da güçlenmiş-tir. Özelleştirmeler, serbestleşme ve ihracata dayalı sanayi-leşme, ithal ikameci dönemde görece yerel birikim olanak-

ları sağlayan az çok bütünlüklü sanayi altyapısını, finansalkorumayı ortadan kaldırmış ve iç pazarı zayıflatmıştır. Bu-nun halka maliyeti sosyal hakların gaspı, ücretlerin gerile-tilmesi, mülksüzleştirme, orta sınıfların önemli bir bölümü-nü de kapsayan bir proleterleştirme, güvencesizleştirme veişsizlik olmuştur. Ulusal ekonomi, giderek bütünleşen tekbir dünya pazarında üretilen değeri, az sayıda emperyalistmerkeze aktarma aracına dönüşmüştür. Bu aracın büyüme-si ile övünenler, büyük ya da küçük, içeride ya da dışarıdaemperyalizmin tekelci birikim sürecine hizmet etmektenbaşka bir işe yaramadığını gözden kaçırmaktadırlar.

SonuçTürkiye egemen sınıflarının kaydettiği gelişmelerin işsizli-ği, yoksulluğu, güvencesizliği derinleştiren, ortak zenginlik-leri yağmaya açan bir toplumsal yıkım pahasına ve emper-yalizmin kontrolünde yaşandığı ve yaratılan birikimin nihaiakış yönünün de emperyalist merkezler olduğu görülmekte-dir. Yeni sömürge kapitalizmi, emperyalist merkezlerin te-kelci birikim ihtiyaçlarına göre yeni rolünü belirlemekte;Türkiye’nin askeri ve politik faaliyetleri de yine eklemleni-len emperyalist hakimiyet planlarının gerektirdiği biçimler-de bir değişim yaşamaktadır.

Bu durum ulusun çıkarlarına rağmen ve/veya ulusun çıkar-larına karşı, emperyalizmin uluslarararası operasyonlarınınhizmetine giren yeni sömürge devlet açısından, politik birkriz olarak yaşanmaktadır. Yeni sömürge devleti, ulusunpotansiyelini emperyalizmin çıkarları doğrultusunda ulusla-rarası alanda seferber ederken açığa çıkan politik meşruiyetkrizini, bu uluslararası faaliyetin aslında ulusun çıkarına ol-duğunu iddia ederek aşmaya çalışmaktadır. Yani alt-emper-yalist güç ya da bölgesel emperyalist güç olma iddiası eşli-ğinde yaşanan değişim, sömürgeci ve/veya emperyalist birdevletin oluşumu değil, yeni sömürge devletin IV. BunalımDönemi’ne özgü krizidir.

Dipnotlar:11 Fethullah Gülen okullar›n›n dünyaya Türkçe ö¤retti¤i efsanesi de “Türkiye em-

peryalizmi” iddialar›nda kullan›l›yor. Oysaki bu okullarda e¤itim dili ‹ngilizce,Türkçe sadece seçmeli ders. ‹HH’n›n yapt›klar› da basit insani yard›m olmad›¤›gibi kendilerinin de kabul etti¤i üzere ayn› zamanda politik bir faaliyettir. ‹HH,Haiti’den Filistin’e kadar pek çok yard›m kampanyas›nda ABD ve ‹ngiltere’nin po-litikalar›na paralel hareket etmektedir.

22 Milli gelir hesaplar›nda ’yeni seriye’ geçilmesiyle 2008 y›l›nda 941 milyar 584milyon dolarl›k “sat›n alma gücü paritesiyle gayri safi yurtiçi has›la”ya (SGP-GSYH) ulaflan Türkiye’nin, dünyan›n en büyük ekonomileri s›ralamas›nda 19’un-culuktan 15’incili¤e yükseldi¤i de belirtilmektedir. Burada GSYH hesaplamala-r›ndaki hesap de¤iflimi de etkili olmufltur. Yeni hesapta, milli gelirde reel bir ar-t›fl olmasa da ekonominin asl›nda var olan ama eski seriyle ölçülemeyen üçtebirlik bölümü milli gelir rakamlar›na ekleniyor.

33 Bu dönemde yap›lan bir düzenlemeyle, Türkiye içinde tafl›mac›l›k yapmas› ya-saklanan baz› kamyon-t›r modellerine yaln›zca Irak’ta faaliyet izni verilmifltir.

44 Bir istisna gibi yans›t›lan K›br›s’taki askeri varl›¤›n kökünde de, NATO’nun aç›k-tan karfl› ç›kt›¤› Yunanistan Albaylar Cuntas›’n›n devrilmesine yol açm›fl bir as-keri müdahale söz konusudur.

55 Halk›n Devrimci Yolu, Bildirge

75

EMPERYAL‹ZM

Page 76: Halkın Devrimci Yolu (Sayı 5)