40
ilim 22. SAYI HAZİRAN 2017 22 د العد1438 رمضانISSN:2146-7781 AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Kur’ân’da Takva Kavramı Takva Üzerine Kazı Çalışmaları Takvaya Giden Yol Oruçtan Geçer İslam Ahlak Düşüncesinde Takva Tedbirsizliken Sakınıyoruz, Allah’tan Değil Oruçlu muydum? Ümmet Önderlerinden Takva Örnekleri Müminler İçin Kulluk Vakti Ramazana Dair Dört Hadis Kritiği Oruç Fıkhı Kalbin Orucu: İtikâf Bin Aydan Hayırlı Vakit: Kadir Gecesi TAKVA ilimdergisi.org

ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

  • Upload
    others

  • View
    16

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

ilim22. SAYI HAZİRAN 2017رمضان 1438 العدد 22

ISSN:2146-7781

AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ

Kur’ân’da Takva Kavramı

Takva Üzerine Kazı Çalışmaları

Takvaya Giden Yol Oruçtan Geçerİslam Ahlak Düşüncesinde Takva

Tedbirsizliken Sakınıyoruz, Allah’tan Değil

Oruçlu muydum?

Ümmet Önderlerinden Takva ÖrnekleriMüminler İçin Kulluk VaktiRamazana Dair Dört Hadis KritiğiOruç FıkhıKalbin Orucu: İtikâfBin Aydan Hayırlı Vakit: Kadir Gecesi

TAKVA

ilimdergisi.org

Page 2: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

ilimDİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ

İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı

Editör: Mustafa Alp

İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi ve İlimevleri hocaları tarafından yayına hazırlanmaktadır.

Derginin tüm sayılarını online okumak için: ilimdergisi.org

Görüş ve makale gönderimi: [email protected]

Dâru’l-İlim web adresi: darulilim.com

İlimevleri web adresi: ilimevleri.com

TAKVABİZE VE BİZDEN ÖNCEKİLERE İLAHÎ VASİYET

Page 3: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

RAMAZÂNİYYÂT

MÜMİNLER İÇİN KULLUK VAKTİ } ABDULKADİR YILMAZ

RAMAZANA DAİR DÖRT HADİS KRİTİĞİ } ABDULLAH KÜSKÜ

ORUÇ FIKHI } AZİZ ENÇAKAR

KALBİN ORUCU: İTİKÂF } İRFAN AYKAÇ

BİN AYDAN HAYIRLI VAKİT: KADİR GECESİ } İDRİS KAYA

DOSYA YAZILARI

KUR’ÂN’DA TAKVA KAVRAMI } EMRE GÜNDOĞDU

TAKVA ÜZERİNE KAZI ÇALIŞMALARI } MUSTAFA ALP

TAKVAYA GİDEN YOL ORUÇTAN GEÇER} İBRAHİM TÜRKAN

İSLAM AHLAK DÜŞÜNCESİNDE TAKVA } FATİH YAZICI

TEDBİRSİZLİKTEN SAKINIYORUZ, ALLAH’TAN DEĞİL } HALİL AYVAZ

ÜMMET ÖNDERLERİNDEN TAKVA ÖRNEKLERİ } ABDULLAH KÖŞGEN

ORUÇLU MUYDUM? } İBRAHİM TÜRKAN

31

32

34

3937

11

1418

20

2827

24

Gelecek sayı konusu:

“Tövbe.”

Yazılarınızı değerlendirilmek üzere

[email protected]

adresine mail atabilirsiniz.

Page 4: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

ilim Haziran 2017 Sayı: 224

EDİT

ÖR بسم الله الرحمن الرحيم

Sevgili dostlar, Allah’ın selamı üzerinize olsun. Dergimiz ilim ve hikmet yolculuğunun 22. sayısında bu kez takva kampına uğruyor. İçinde bulunduğumuz oruç ayının ga-yesi ve bütün hayırların hülasası olan takva…

Sıddık-ı Ekber’in başlattığı adetle takva, hususen vefat sı-rasında dillerden dökülen bir nasihat olagelmiş sonrakiler için. Hazreti Ömer, oğlu Abdullah bin Ömer’e yazmış ki; “sana Allah Azze ve Celle’den korkmayı (takvayı) vasiyet ediyorum; zira kim O’ndan korkarsa, O’nun azabına kar-şı korunmuş olur. Kim yoksula infakta bulunarak O’na borç verirse, fazlasıyla karşılığını görür. Kim O’na şükran duyarsa, rızkında artış görür. O halde takvayı gözünün ve gönlünün afiyet vesilesi kılasın.” Bir babanın oğluna vere-bileceği ne güzel öğütler bunlar!

Biricik Önderimiz kendisinden tavsiye isteyen Ebu Said el-Hudri’ye şunu tenbihler: “Sana takvayı tavsiye ederim. O gerçekten her şeyin başıdır…” (Ahmed bin Hanbel) Yine bir gün Peygamber Efendimiz seçkin sahabesine “ey Ebu Zer,” der; “bir ayet biliyorum ki tüm insanlar bu ayeti dinleye-cek olsalardı, hiç kuşkusuz bu kendilerine yeterdi: “Kim Allah’tan korkup sakınırsa, O kendisi için bir çıkış yolu gösterir ve hiç hesap etmediği yerden ona rızık bahşeder.” (Talak suresi, 2; hadis Nesaî, Ahmed bin Hanbel)

İslam nasıl ki insanlık yaratılalı beri yeryüzünde tevhid davasının temsilciliğini yapmışsa, takva da öylesine tevhi-din garantörü konumundadır. Pratikte her konuda Allah’ı bir addetmenin, korku, saygı, çekince ve sakınma skala-sının başına O’nu yerleştirmenin adıdır takva. Bilgisinden

Page 5: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

العلم5 رمضان 1438 العدد:22

22. sayıdan

merhaba

hiçbir şey kaçmaz olanın, her şeyin hesabını en ince ayrıntısına kadar so-racak olanın ve kimseye torpil geçmeyecek olanın bir gün sorguya alacağı bilinciyle hareket etmektir.

Değerler karmaşasında önceliklerini şaşıran çağdaş birey, kimi ne kadar dinleyeceğinin, neye ne kadar ehemmiyet atfedeceğinin, hangi hasletleri kimler adına koruyup gözeteceğinin cehaleti içindedir. İşte takva burada devreye girer. Senin en temel ödevin Rabbine karşı. Ancak O’nu hayatının merkezine alırsan, tüm diğer taşlar yerli yerine oturur. Yoksa malına canın gibi, canına malın gibi, patronuna putun gibi yaklaşırsın: “Saygıyla direktif-lerine itaat edilmeye layık olan ancak O’dur, affetmeye ehil olan da O’dur.” (Müddessir, 56) Ancak gizlide ve açıkta, hastalıkta ve sağlıkta, darlıkta ve bolluk-ta Rabbine hürmet ve itaati değerler sisteminin başına koyanlar, toplumun salvolarına karşı sarsılmadan durabilirler: “(O inananlar öyle kimselerdi ki) insanlar onlara: “Düşmanlarınız size karşı ordu topladı, onlardan korkun.” dediklerinde, bu, onların imanını artırdı ve şöyle dediler: “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmrân, 173)

Şehr-i ramazanda oruç yerine, “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takvaya erersiniz.” (Bakara,

183) nassıyla orucun da gayesi olan takvayı dosya konusu yaptık. Kavra-mın vahiydeki karşılığından selefteki tezahürüne, oruçla münasebetinden modern dünyadaki veçhesine kadar birçok konuyu istifadenize sunmaya gayret ettik.

Rabbimizden niyazımız, O’nun Kutlu Elçisinin niyazı olsun: “Allahım, sen-den hidayet, takva, iffet ve maddi bereket diliyorum.”

Şimdiden bayramınız mübarek olsun dostlar…

[email protected] ilimdergisi.org

Page 6: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

21. Yüzyılda TakvaNe Anlama Gelir?22 . Sayı Kısa Soruşturması // [email protected]

Prof. Dr. Hüseyin PEKER Ondokuzma-

yıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Takva İslam literatüründe, Kur’an’ı Kerim’de ve Hadis-i Şeriflerde ulaşılması hedef olarak belirle-

nen bir özelliktir. Öyle bir özellik ki, insan onunla Allah katında değer

kazanıyor, onunla insani ve ahlâki özel-likler hakim konuma geçiyor ve sadece onunla birey başkalarından üstün bir yapıya bürünüyor. (Kur’an, Hucurât, 49/13).

Sorunuzun cevabına geçmeden önce çok kısa ola-rak takvanın Kur’an’daki anlamına değinmek isti-yorum. Kur’an’da takva, “Allah’ın buyruklarına karşı duyarlılığı, hassasiyeti” ifade eder. Yani kim Allah’ın bütün buyruklarına uyma, yap dediklerini yapma ve yasaklarından kaçınma noktasında duyarlı davranı-yor, hassasiyet gösteriyorsa o kadar takva sahibidir, müttakidir. Ve takva sahibi insan, her yönüyle güzel-leşmiş, ahlakileşmiş, olgunlaşmış, kemale ermiş in-sandır.

21. yüzyılda takvanın daha çok şekle indirgenmiş ol-duğunu görüyoruz. Müslümanlar Hz. Peygamber’in, “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” (Ahmed b. Hanbel, II, 381) hadisini bir tarafa koyarak, artık takvayı ahlâken güzelleşmekte değil de, görü-nürde, şekilde, Hz. Peygamber dönemindeki saçta,

sakalda, kıyafette arıyorlar. Böyle olunca da şeklen Müslüman, tutum ve davranışları, kişilik özellikleri, ahlâki özellikleriyle İslam’a uymayan insan tiple-ri hakim olmaya başladı. Böylece takva 21. yüzyıl-da, kendi bencilliklerini aşarak ahlâken olgunlaşmış Müslümanların özelliği olmaktan çıktı, gerileyerek dış görünüşte yerini aldı.

***

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sait UZUNDAĞ Şırnak

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

21. yüzyılda takva, kişinin yaşadığı toplumda din, dil,

ırk, mezhep vs. fark gözet-meden diğer insanlara karşı

görevlerini yerine getirmesi, on-ları dışlamaması, onların hayat felsefelerine saygı göstermesidir.

***

Yrd. Doç. Dr. Ali YILDIRIM Gaziosmanpaşa

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Felsefe ve Din Bilimleri

Bölüm Başkanı

Modern olmak, öteden beri, birlikte yaşama kültü-rünün ürettiği, insanları benzer ve hatta aynı olmak konusunda teşvik edici mahiyete sahip bir kay-gı olsa gerek. Böylelikle modern olmak insan için

ilim Haziran 2017 Sayı: 226

Page 7: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

sosyalleşmenin kolaylaştırıcı bir unsuru haline gel-mekte ve toplumu kendisine çeken bir cazibe mer-kezine dönüşmektedir. Son yüzyılda ise modern olmanın güçlü dinamiği toplumsallaşma, yerini bi-reyselleşmeye bırakıyor görünmektedir. Modern dünyada, kendisini toplum içinde ifade etme arzusu duyan insan artık farklı olmanın yollarını aramakta, özgün yaşam biçimleri sergileme konusunda kendi-sini zorlamaktadır. Önemli olan görünüştür. 21. yüz-yılı en iyi ifade edebilecek temel ifade biçimlerinden biri olarak gösterebileceğimiz fenomenolojik anlayış, hayatın tüm katmanlarında kendisini hissettirmeye başlamıştır. Bu nedenle modern insanın kendisini ifade etmede kaygı duyduğu öncelikli konu, artık, yaşam biçimi, yani kendi dünyasının dışarıdan nasıl göründüğüdür.

Modern dünya dindar insan için de bir cazibeye sa-hiptir ve onun insan üzerindeki bu baskısı yaşam biçimini aşarak, düşünce dünyasına hatta inançla-rına kadar tesir edebilmektedir. İslam düşüncesinde bir ahlak terimi olan ‘takva’, birçok ahlaki meziyete işaretle kullanılmakla birlikte, ibadet ve iyi işler ya-parak bireyin kendisini acı verici kötü durumlardan koruması şeklinde tarif edilir. Ancak, modern dün-ya, sunduğu imkânlarla, insana nasıl bir yaşam tarzı sürmesi konusunda hiç olmadığı kadar hatta haya-tında herhangi bir boşluğa yer bırakmayacak kadar geniş bir çeşitlilik sunmaktadır. Dolayısıyla insanın,

hayatını nasıl yaşamak istediğine dair özgür bir irade ortaya koymasından önce, ona hazır teklifler sunul-makta ve paket programlar halinde bu imkânların değerlendirilmesi için baskı yapılmaktadır. Bu ne-denle 21. yüzyılda insan, hayatında kendisine zaman ayırma problemini çözerek takva ehli olma fırsatını yakalayabileceği gibi takvanın gerektirdiği yaşam biçimini hedefleyerek de kendisine zaman ayırabile-cektir. İnsan, kendi istediği hayatı mı yoksa başka-larının kendisinden istediği hayatı mı yaşamak iste-diğine karar vermelidir. Eğer birinci tercih seçilirse, yapılması gerekenlerle ilgili tespitler, dindar olmanın gerekleriyle muhtemelen benzer olacaktır.

21. yüzyılın dindar bireyinin her şeyden önce kaygı-lardan kurtulmaya ihtiyacı vardır. Bu, yeni dünya-nın yaşam biçimini köklü olarak reddetme anlamına gelebileceği gibi beraberinde birçok fedakârlığı da gerektirecektir. Bunun bir çözüm olarak ortaya kon-ması ise ancak reddedilenin yerinin doldurulması ile mümkündür. O halde takvayı hedefleyerek dünyayı ve malayaniyi reddetmeyi tercih eden insanın, bu-nun yerini dolduracak yeni tip dindarlık modelleri geliştirmek yerine hayatının her anında muhabbe-tullahtan uzak olmamak gerektiğini akılda tutması gerekecektir. Bunun için ise hızla değişen ve sürekli olarak kendisini yenileyen dünyada takva sahibi ol-mayı, yapılması gereken belli bir takım davranışlar ile ifade etmek yerine hayatın akışına kendi düşünce

العلم7 رمضان 1438 العدد:22

Page 8: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

dünyasının formatını uygulamak bir çıkar yol olabi-lir.

***

Yrd. Doç. Dr. Ömer Ali YILDIRIM Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Görüntüler ve imajlar çağında yaşıyoruz; görsel olmayan ya da görsel bir cazibesi olmayanın de-

ğerini yitirdiği bir çağ. Bu çağda her hangi bir şeyin mahiyeti itibariyle

nasıl olduğundan ziyade nasıl sunulduğu, servis edildiği daha önemli bir hale geldi. Hemen her şeyi görselleştirme hevesine tutulduk ve hayatlarımız sokaklara taştı, bunun neticesinde de mahrem alan-lar daraldı. En son olarak camlarımızda varlık savaşı veren perdeler artık orada da mücadeleyi yitirmeye yüz tuttu. Vitrinler her yanımızı kaplamış durumda. Görsel yanımızı düzeltmek için hemen her yerde sa-yısız alternatifleriyle mağazalarımız, AVM’lerimiz, spor salonlarımız, güzellik salonlarımız vs. kendisine çağırıyor. Bedenin/cesetlerin hâkim olduğu bir za-man dilimdeyiz. Dahası hayatlarımız ekranlar olma-dan düşünülemez bir durumda. Tv ekranları, bilgisa-yar ekranları, akıllı telefon ekranları, tablet ekranları vs. sadece hayatımızın vaz geçilmez araçları değiller, onlar aynı zamanda hayat anlayışımızı ve algımızı da hep somuta yani görüntüye indirgedi. Zihnimiz artık

soyut tahlil ve incelemelerle hakikati yakalamaya ça-lışmıyor; bu somuta hapsolmuş algılarımıza çok ağır geliyor. Bunun yerine, zihnimiz, görüntüler arasında-ki uyum ya da uyumsuzluğu veyahutsa neyi nereye ya da neyin yerine koyarsak daha iyi bir görüntü ya-kalayacağımızı bulmanın peşinde. Tüm bunların ne-ticesinde artık eylem niyetin önüne geçti.

Böylesi bir dönemde takva kendi benimize dönmek anlamına geliyor. Çevremizce nasıl algılandığımız ya da dışarıya yönelik nasıl bir görüntü verdiğimiz kay-gısından ziyade içe dönüp hareket ve fiillerimizin an-lamını yakalama gayretidir takva. Fiillerimizi yapar-ken kendimizin dışarıya nasıl bir görüntü verdiği ya da nasıl bir yankı uyandıracağımızın hesaplarıyla de-ğil de kendi dışımızda aşkın bir şekilde varolduğunu kabul ettiğimiz ilke ya da ilkelerle uyumluluk ya da uyumsuzluk kaygısıyla hareket etmektir takva. Bu-rada yargıç bizim fiillerimize ya da görüntümüze not verecek dışımızdaki birey ya da bireyler değil, aynı zamanda bizim bizzat kendi benliğimiz olan içsel bir mekanizmadır. Burada huzur ya da mutluluk dediği-miz şey, işittiğimiz alkışın şiddeti ya da aldığımızın beğeninin sayısı değil fiillerimizin kendi benliğimizle olan uyumundan doğmaktadır. Bu dönemde takva, gözümüzü bedenimizden benliğimize çevirmemiz-dir. Kendi benliğimizi yakalayıp onunla barışık ya-şayabilme gayretinin adıdır. Bir diğer ifadeyle, takva dışarıda kendi hem cinslerimizden müteşekkil hale

ilim Haziran 2017 Sayı: 228

Page 9: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

getirdiğimiz kontrol mekanizmasını kendi içimizde kurmamızdır.

***

Yrd. Doç. Dr. Halis DEMİR Cumhuriyet Üniversitesi İla-

hiyat Fakültesi

Bugün içinde yaşadığımız günlerde takvadan ne anladı-

ğım, benim bir beşer olarak ne hissettiğim sorusu… Belki korku,

korunmak ve sevmek kelimelerini bir-likte mütalaa ettiğimizde haddimizi bilmek olarak ifade edebilirim. Allah’a karşı ubudiyet sorumluluk-larımız, bunun bir izahı olarak önce fiili ibadetleri-miz sonra bütün hayatı kuşatan ibadetlerimiz anla-mında kendimize, ailemize, çevremizdeki insanlara, diğer canlılara karşı sorumluluklarımız belki takvayı ifade etmektedir. Öncelikle kendi haddini bilmekle başlamalıyım/z. Bir başkası için okumak ve dinle-mek, düşünmek... Kayboluyor kendi kimliğimiz bu arada. Bunu test edecek mekanizma her şeye rağmen karşımızdaki diğer insanlar.

***

Arş. Gör. Muhammet Yusuf AKBAK Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi

Ebû Abdullah Ruzbâri takvâyı “Seni Allah’tan uzak-laştıran şeyden uzak kalman-

dır” diye tarif eder. 21. yüzyılda etrafımızı çepeçevre kuşatıp bizi

Allah’tan uzaklaştırmaya çalışan o kadar çok engel vardır ki, insan birisinden kurtulsa diğerinde sendelemektedir. Geçmişe nazaran bugün ülkemize baktığımızda insanlar yokluktan daha çok varlıkla sınanmaktadır. Malın haram veya helalliğin-den ziyade miktarının önem kazandığı, neredeyse sakız alırken bile faize bulaşma riskinin olduğu çağı-mızda, bir aile reisi için takvâ eve helal rızık götürme gayretidir.

Tek tuşla dünyalar önüne serilen gencin, teknolojinin ve modernitenin sunduğu bütün ahlaksız davranış ve sözlere dur deyip, sosyal medya çatısı altında kişiliği-ni kaybetmeden, kendi öz benliğiyle Hak olanı hatır-layabilmesi ve hatırlatabilmesidir. Tüm haberlerin ve bilgilerin hiçbir süzgeçten geçirilmeden, ışık hızında yayıldığı bir çağda, gıybetin ve iftiranın kıyılarına uğ-ramadan, muhabbet vadilerinde dolaşabilmektir.

العلم9 رمضان 1438 العدد:22

Page 10: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

Kur’an’da Takva KavramıTakva Üzerine Kazı ÇalışmalarıTakvaya Giden Yol Oruçtan Geçerİslam Ahlak Düşüncesinde TakvaÜmmet Önderlerinden Takva Örnekleri

Page 11: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

العلم11 رمضان 1438 العدد:22

Kur’an’da Takva KavramıTakva Üzerine Kazı ÇalışmalarıTakvaya Giden Yol Oruçtan Geçerİslam Ahlak Düşüncesinde TakvaÜmmet Önderlerinden Takva Örnekleri

Kur’an-ı Kerim’in gereği gibi anlaşılabilmesi ve doğ-ru bir tefsirin yapılabilmesi için önemli ölçütlerden birisi de ayetlerde geçen ‘Takva’, ‘Huşu’, ‘Abd’, ‘Rah-met’, ‘Şirk’ gibi anahtar kelimelerin Kur’an’ın indiği dönemdeki anlamlarını tespit etmektir. Bu nedenle bu kelimeler ilk defa kullanıldıklarında, yani Hz. Pey-gamber tarafından okunduğunda onun etrafında bu-lunan kimselerin nasıl anladıkları önemlidir.

Kur’an-ı Kerim’in manasını anlamak isteyenler için bu durum, bir bina inşa etmek isteyen kişinin tuğlaya ihtiyaç duyması gibidir. Bu çalışma sadece Kur’an’ı anlamak için değil aynı zamanda diğer İslami ilimle-rin hepsi için de yararlıdır. Bir dilin çekirdeği ve özü kelimelerdir. Her bir kelimenin doğru anlamı tespit edilemezse cümleler anlaşılamaz. Dolayısıyla oku-nan bir metin doğru anlaşılmamış olur.

Bu ön bilgilerden hareketle Kur’an’ın en önemli kav-ramlarından biri olan ‘Takva’nın semantik analizini görelim. Semantik analiz, kelimelere, üzerinde ittifak edilen manalar vererek cümlenin manasının doğru-luğunu ifade etme merhalesidir. Ayrıca anlamın kö-küne inmek amacıyla yapılan bir çalışmadır. Seman-tik analiz sadece kelimenin anlamını oluşturan kök anlamı bulmak değil aynı zamanda onun kök anla-mından hareketle tarih boyunca kazandığı anlamla-rın bir analizini yapmaktır.

Takva kelimesinin lügat anlamı

Takva kelimesi ‘Ve-ka-ye’ fiilinden türemiştir ve ‘Bir

şeyi muhafaza etmek, eziyetten korumak, himaye etmek, zarar verecek şeyden onu sakınmak, ondan çekinmek, bir şeyi başka bir şey ile bir tehlikeye karşı korumaya almak’ manalarını taşır. İbni Side der ki; ‘İttika’nın esas manası iki şey arasında engel koy-maktır. Hatta ‘Ondan kalkan ile korundu.’ diye kulla-nım vardır. Bunun manası o bahsedilen şey ile kendi arasına kalkanı engel yaptı, şeklinde anlaşılır. Yine bu manada Resulullah’ın “Yarım hurma ile olsa dahi sadaka vererek, kendinizi cehennemden koruyunuz.” (Buhari, Zekât, 9,10; Müslim, Zekât, 62) hadisi kişiyi başka bir şey ile yani yarım hurma da olsa sadaka ile kalkan etmeyi, takva kelimesinin bir türevi ile kullanmıştır.

Takva kelimesinin ıstılah anlamı

Takva kelimesinin ıstılah anlamı ile ilgili olarak bir-çok âlim farklı tarifler yapmıştır. Biz bunların en meşhurlarını zikredeceğiz:

Abdullah et-Tunusi şöyle der; “Takvanın hakikati, emredileni yerine getirmek, nehyedilenden kaçmak-tır.”

Gazali ise bu konuda söyle demektedir; “Kul için takva, kendisiyle günahları arasında, günahları terk etme hususunda kuvvetli bir sabır ve gayret engeli hâsıl oluncaya kadar kalbini, sanki o günahı hiç işle-memiş gibi temizlemesidir. Veya mübah ve helal olan şeylerin faydasız olanından kaçmaktır.” (Gazali, c.4, s.153)

Asrımızın müfessirlerinden Seyyid Kutup takva hakkında şunları söylemektedir; “Takva Kur’an’dan

Kur’an’da Takva KavramıEmre Gündoğdu

Page 12: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

ilim Haziran 2017 Sayı: 2212

faydalanma ehliyeti verendir. Kalbin kilitlerini açan takva, o nurun kalbe girerek vazifesini yapmasını sağ-lar. Faydalı her şeyi tutup kaldırabilmeye, karşılayıp hüsnü kabul göstermeye ve hayra çağırıldığında ica-bet etmeye kalbi hazırlayan takvadır.”

Ömer Bin Hattab (r.a.) Übey b Kab’a ‘Takva nedir?’ diye sorduğunda Übey: ‘Sen hiç dikenli yolda yürüme-din mi?’ dedi. Ömer(r.a.): ‘Yürüdüm’ deyince, Übey: ‘O zaman ne yaptın’ dedi. Ömer (r.a.): ‘Elbisemi topladım ve dikenlere karşı dikkatli oldum’ cevabını verdikten sonra Übey: ‘İşte takva odur’ dedi.

Netice olarak bütün bu zikrettiğimiz bilgilerden de anlaşıldığı gibi takvanın ıstılahı ve lügavi manası

arasında bir ilişkinin olduğu açıktır. Şöyle ki; lügat manasında bir zarar ve tehlike karşısında ondan çe-kinip sakınarak kendini koruma için aldığı tedbirle insanın girdiği bir muhafaza hali mevcuttur. Istılahı manada da bu unsurlar vardır. Genel olarak birçok şeyden korkan insan için, ahirette onu bekleyen ha-kikatler ve tehlikeler karşısında ahiret emniyeti sağ-layacak tavırlar mevcuttur.

Takva kelimesinin Kur’an bağlamındaki anlamları

Takva kelimesi Kur’an’da geçtiği bağlama göre fark-lı anlamlara gelmektedir. Kur’an’ın doğru anlaşıla-bilmesi ve kelimelerin doğru anlamların tespit edi-lebilmesi için bağlam son derece önemlidir. Takva

Page 13: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

العلم13 رمضان 1438 العدد:22

kelimesinin Kur’an’da farklı farklı bağlamlarda söy-lenmiş dört anlamı vardır.

A) Günahlardan sakınmak:

“Doğrusu eğer onlar, iman edip (günahlardan) sakın-salardı, sevab(ları) Allah katında gerçekten daha ha-yırlı olurdu; bir bilselerdi.” (Bakara, 103)

“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (günahlardan) sakınırsınız.” (Bakara, 179)

“İnanıp iyi işler yapanlara, bundan böyle kötülükler-den korunup inandıkları ve iyi işler yaptıkları, sonra korunup inandıkları, sonra yine korunup iyilik ettik-leri takdirde, daha önce yediklerinden ötürü bir gü-nah yoktur. Allah, güzel davrananları sever.” (Maide, 93)

“Ancak, kendileriyle antlaşma yaptığınız müşrikler-den antlaşma şartlarına uyan hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimse-ye arka çıkmayanlar bu hükmün dışındadır. Onlara verdiğiniz söze, süresi bitinceye kadar riayet ediniz. Allah, (günahlardan) sakınanları sever.” (Tevbe, 4)

B) Korku ve Haşyet:

“Kimsenin kimseden yana bir şey ödeyemediği, hiç kimseden fidye alınmadığı ve hiç kimseye şefaatin ya-rar sağlamadığı ve yardımın kesildiği bir günden sakı-nın (korkun)” (Bakara, 123)

“Ey iman edenler; sizden önce kendilerine kitap ve-rilenlerden dininizi alay ve eğlenceye alanları ve kâfirleri dost edinmeyin. Eğer mü’min iseniz; Allah’tan

korkun.” (Maide, 57)

“Şüphesiz biz Nûh’u, kavmine, ‘Kendilerine elem dolu bir azap gelmeden önce kavmini uyar’ diye peygam-ber olarak gönderdik. Nûh şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Şüphesiz, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah’a ibadet edin. Ondan korkun ve bana itaat edin ki sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vakte kadar ertelesin. Şüphesiz, Allah’ın belirlediği vakit gelince er-telenmez. Keşke bilseydiniz.” (Nuh, 1-4)

C) İtaat:

“İnananlar, sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi, sakınmanız (itaat etmeniz) için size de farz kılındı.” (Bakara, 183)

“Sonra da o nefse, isyanını ve itaatini öğretene yemin olsun.” (Şems, 8)

D) İbadet:

“Musa kavmine şöyle dedi: Allah’tan yardım isteyin ve sabredin! Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Kulların-dan dilediğini ona varis kılar. Ve sonuç (zafer) takva sahiplerinindir.” (A’raf, 128)

“Ey iman edenler! Allah’a karşı sorumluluğunuzun hakkıyla bilincinde olunuz ve ancak Müslümanlar olarak can veriniz.” (Al-i İmran, 102)

Page 14: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

ilim Haziran 2017 Sayı: 2214

Etimolojik Tahlil

Takva sözlükte ittikâ kelimesinden gelen bir isim. Vaky, vikâye ve vâkiye gibi üç harfli kökleri “bir şeyi tehli-keden korumak”, “korkulan durumlara karşı bir şeye kalkan olmak” gibi anlamlara gelirken, ekli kipten gelen takva/ittikâ “korkmak,” “tehlikeye karşı bir şeye sığınmak” demektir. Kökdeş olan takiyye de “zarar görmek-ten korkulduğu için hakkı gizlemek” gibi bir manaya tekabül eder. (Mucemü’n-Nefâisü’l Kebîr, v-k-y mad.) Buna göre şeriat dilinde takva “nefsi korkulan şeyden korumak”, “Allah’ın azabına karşı (amel-i salihle) kalkan edinmek” ve “yasak sınırına (mahzur) geçme korkusuyla bazı serbest (mubah) şeyleri terk edecek kadar günahlardan sa-kınma durumu”dur. (el-Müfredât, v-k-y mad. Isfehânî) Takiy ve müttakî sıfatları, bu niteliğe sahip kimselere kullanılır.

Takva Üzerine Kazı ÇalışmalarıMustafa Alp

Page 15: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

العلم15 رمضان 1438 العدد:22

Fahru’r Razî’nin Kur’an’da Takvaya Yaklaşımı

Kur’an-ı Kerim’de takvanın farklı bağlam ve anlam vurgusuyla birçok yerde kullanıldığını görürüz. İbnü’l Arabî “Kur’ân’da hiçbir kelime, takva kadar tekrar-lanmamıştır. Bu onun önemini gösterir” der. (et-Tahrîr ve’t

Tenvîr, Bakara 2. ayetin tefsiri, İbni Âşûr) Fahru’r Razî takvanın asıl korkmak anlamı dışında Kur’ân’da takva ile kastedi-lenin kimi yerde iman (Fetih, 26) kimi yerde tövbe (Araf, 96) kimi yerde itaat (Nahl, 2) kimi yerde Allah’a isyanı terk etmek (Bakara, 189) ve ihlas (Hac, 32) olduğunu söyler. Ünlü mütekellim ve müfessir Razî devamla selefin takva tanımlarına yer verir. Yazının devamında bize ufuk vermesi açısından birkaçını görelim. “Takva, günah-ta ısrarı ve itaatle gururlanmayı bırakmaktır.” (Hz. Ali) “Takva, Allah’a karşı başka hiçbir şeyi tercih etme-mek ve her şeyin Allah’ın elinde olduğunu bilmektir.” (Hasen-i Basrî) “Takva, insanların senin dilinde, melek-lerin yaptıklarında, Arşın Sahibinin ise kalbinde ayıp bulmamasıdır.” (İbrahim bin Edhem) “Takva, dışını ya-ratılanlara süslediğin gibi, içini Yaratana süslemen-dir.” (Vafidî) Razî’nin gündeme getirdiği diğer önemli nokta, takva sahiplerinin (müttakî) sadece seçkin ki-şiler değil, bütün insanlar olması gerektiğidir. Allah Teâlâ’nın bir yerde “(bu kitap) takva sahiplerine bir hidayettir” (Bakara, 2) buyurup diğer yerde “o (Kur’ân) insanlar için bir hidayettir” (Bakara, 185) demesinden an-lıyoruz ki müttakî olmayan, insan da değildir. (Mefâtîhu’l-

Ğayb, Bakara 2. ayetin tefsiri, Fahru’r Razî)

Müttakîlerin Özellikleri Sadedinde Bakara Suresinin İlk Ayetleri

Mushaf’ın daha ikinci sayfasında iki ayet bize tak-va sahiplerinin özelliklerini anlatır. Üstelik bu kişiler vahyin kılavuzluğundan nasiplenecek yegâne mu-hataptırlar. “Doğru olduğu kuşkusuz olan bu kitap,

takva sahipleri için hidayet kaynağıdır. Ki onlar, gay-ba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendileri-ne rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.” (Bakara, 2-4) Anılan beş vasıf, Müslümanın hayatını kuşatan bir bütünlüğe ve insicama sahip. Gayba imanla, ancak hislerine göre yaşayan hayvanlardan ayrılıyor, böy-lelikle varlığın hakikî özüyle, büyük kâinatla ünsiyet imkânına kavuşuyoruz. Namazın hakkıyla ifasıyla, kullar benzeri şeylerin boyunduruğuna girmekten kurtularak düşüncede, bilinçte ve yaşantıda Rabbanî terbiyeye teslim oluyoruz. Verilen rızıktan infakta bulunmak, daha baştan insanların ellerindekilerin Rabbin mülkü olduğunu itiraf anlamına geliyor ve tabii zekâttan önce teşri edildiği için infak zekâtı da sadakayı da kapsıyor. Bütün semavî kitaplara iman ise, beşeriyetin doğuşundan itibaren peygamberlik ve iman mirasını muhafaza anlamına geliyor. Böylelikle taassuptan uzak şekilde insanlığın vahdet bilincine erişiyoruz. Müttakîlerin son özelliği olan ahirete ke-sin inanç, dünya ve ahireti, başlangıç ve sonu, amel ve mükâfatı birbirine bağlayan bir işlev üstleniyor. (Fî

Zılâli’l-Kur’ân, Bakara 2-4 ayetlerinin tefsiri, Seyyid Kutup)

İbni Âşûr’un Diliyle Hidayet ve Takva İlişkisi

İbni Âşûr’un anlatımıyla farklı anlam linklerine sahip takvanın özünü kavrayabiliyoruz. Takva, istenmeyen şeyden korunmak demekse, Allah’a karşı mütakkî olanlar, O’nun gazabından korkup rızasını kazanma-yı isteyenlerdir. Kur’ân kendilerine okunduğunda bu-nun için onun çağrısına kulak verip hidayet yolunu bulurlar. Bakara suresinin başındaki hidayet ve takva bağlantısı çok önemli; çünkü Kur’ân’ın amacı, kişi-leri iyilik yollarına ulaştırmak. Buna hazır olanlarsa

Page 16: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

ilim Haziran 2017 Sayı: 2216

sadece müttakîler, yani kendilerini kibirden, sapıtan-

ları taklitten ve Allah’ın öfkesini çekecek şeylerden

kurtaranlar. Sonuç olarak, kim kendini bütünüyle hi-

dayeti kabul edecek hale getirirse, o takva sahibidir.

(et-Tahrîr ve’t Tenvîr, Bakara 2. ayetin tefsiri, İbni Âşûr)

Bürokratik Kulluğu Yıkan Eşitlik Anlayışı

Olarak Takva

Takvanın kalbin bir hali olması ve zahirî gösterge-

lerle anlaşılamayacağı enteresan bir nokta. “Allah

katında en değerli olanınız, en takvalı olanınızdır”

(Hucurât, 13) ayetini sık duyarız; fakat bu, nedense dinî

algı ve pratiklerimizdeki kulluk hiyerarşisini pek de-

ğiştirmez. Aristokrasi ve protokolcülük sade siyaset-

te değil, Müslümanlığımızda da hükmü ferma. Hani

derece farkı sadece Allah’ın vakıf olabileceği kalp

ibresiydi? İbnü’l Vezîr Allah’ın takvayı kalbe izafe

eden ayetlerine dikkatimizi çekiyor: “Kim, Allah’ın

nişanelerine saygı gösterirse, şüphesiz ki bu kalplerin

takvasındandır.” (Hac, 32) “İşte onlar Allah’ın gönüllerini

takva ile sınadığı kimselerdir.” (Hucurât, 3) Bu bağlamda

Peygamber aleyhisselam bir gün kalbini işaret ederek

üç kez “takva işte burada!” demiştir. (Müslim) (el-Avâsım

ve’l Kavâsım, 9/316, İbnü’l Vezîr)

Gazzalî’nin Korku ve Takva Sistematiği

Gazzalî’nin takvaya sistematik yaklaşımı, onun di-

ğer kavram kardeşleriyle ilişkisini ortaya koyuyor.

Zühdden verâya, ihsandan tevekküle kadar ahlakî

kavramların birbirleriyle münasebetini hep merak

etmişimdir. Neyin sınırı nerede bitiyor? Hangisi bir

diğerinin mütemmimi veya nakîzı? Bu açıdan Gazzalî

mefhumları belli başlıklar altında taksime tabi tutup

bize derli toplu bakış imkânı sunuyor. Takva ona

göre korku ve ümit (havf ve recâ) üst başlığında kor-

kunun dereceleri arasında yer alır. Allah korkusunun

Allah’ın yüceliğini, O’nun sıfatlarını, fiillerini ve kişi-

nin kendi nefsinin kusurlarını bilmesine göre güçlü

ya da zayıf olacağını kaydeder Huccetü’l-İslam. Za-

hirdeki amellerde eserini göreceğimiz Allah korkusu-

nun en alt mertebesi, sadece şehevî arzuların gerek-

lerinden uzak durmadır ki bu iffet adını alır. Onun bir

üstü, mahzurlu (haram) şeylerden kaçınma anlamın-

da vera’dır. Vera’dan sonra mahzurlu olanlar yanında

mahzur şüphesi olanlardan da uzak durma derecesi

olan takva gelir; çünkü takva, günah şüphesi taşıyan

hal ve hareketlerden böyle olmayan hal ve hareket-

lere yönelmektir. Bu tavır kişiyi bir adım ötede bü-

tünüyle Allah’a yönelme durumuna; oturmayacağını

inşa etmeme, yiyemeyeceğini toplamama ve bir gün

ayrılacağı dünyaya iltifat etmeme haline taşırsa, sıdk

ismini alır. Sıddık bu vasfa haiz kişidir. Demek ki Al-

lah korkusu iffetten sıdka kadar davranışlarımıza ak-

seden bir derecelendirmeye sahip. Gazzalî devamla

isimlerin çokluğuna bakıp birbirlerine zıt anlamlar

taşıdığını düşünmememiz gerektiğini tenbihler. (İhyâu

Ulûmiddîn, kitâbü’l-havf ve’r recâ, Ebû Hamid el-Gazzalî)

Tabiattan ve Allah’tan Kopukluğun Takvanın

Yitmesine Etkisi

Buraya kadarki izahlardan anlaşıldığı üzere, takva-

nın kökeninde Allah’tan, O’nun azabından, günah-

lardan korkup sakınma anlamı var; oysa türlü tekno-

lojiyle donatılan gündelik yaşantımızda bu korkuyu

hissetmemiz mümkün değil. Zemheri ormanda, gö-

rünür görünmez birçok tehlikenin içinde gecelerinizi

Page 17: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

العلم17 رمضان 1438 العدد:22

geçirmediğiniz için haliyle Allah’a korkuyla sığınma

ihtiyacı hissetmeyeceksiniz. Bir dağın zirvesinde,

yalnız başınıza korkunç gök gürültüsüyle karşılaş-

mayacağınız için doğal olarak çıplak gerçekliğin gü-

cünden ürpermeyeceksiniz. Yalıtımlı betonarme

meskenleriniz sizi yapay bir güvene kavuşturacak.

Çağdaş bireyin hayatında takvanın yer edinebilme-

si neredeyse imkânsız; çünkü Allah’a sığınacağı ger-

çek tabiat korkularıyla yüzleşmiyor. Geceyi gündüz

gibi ışıl ışıl yaşıyor. Depremi, kasırgayı televizyon

ekranlarından izliyor. İlaçların yardımıyla hastalık

ağrılarından kolayca sıvışıyor. El açıp Rabbinden rı-

zık istemesine bankalar engel oluyor. Bugün insanlar

Rabbin kudret ve idaresini ‘dolaysız’ şekilde müşa-

hede edemedikleri için yine doğrudan O’nun azamet

ve celâletini hissedemiyorlar. Sonuç olarak O’ndan

niye korksunlar? Hangi baş edilemez tehlikeden se-

bep O’na sığınma gereksinimi hissetsinler? O halde

tabiatla aramıza çekilen her engel, Allah’la aramıza

örülen duvardır. Doğadan kopan insan, Allah’tan da

kopar. Başta elektrik, araba ve beton yapılar olmak

üzere birçok modern araç gereç, insanı laboratuar-

daki denek haline sokmuştur. Dört duvar arası evler

gökyüzünü unutturmuş, arabalar toprakla ilişkimizi

kesmiştir. Burada safdillik yapmıyorum. Bunlardan

kurtuluş tabii ki pratikte mümkün değil. Bu nedenle

çağdaş Müslümanın hayatında hakikî takvanın yer

edinebilmesi neredeyse imkânsız diyorum.

Yükseklik Korkusu Var; Ama Allah Korkusu Yok!

Diğer taraftan mesele biraz korku kelimesinde dü-

ğümleniyor. Modern düşüncenin Allah korkusu ter-

kibine alerjisi var. Korkmak yerine sevmek ikame

ediliyor ve bu tabii yeni nesle şirin gözüküyor. Hani

kapitalist-Hıristiyan popülaritenin her tür kokuy-

la savaşma, her şeye sevgiyle yaklaşma illüzyonu...

Çağdaş bireyin yükseklik korkusu (akrofobi), şey-

tan korkusu (demonofobi) ve kapalı mekân korkusu

(klostrofobi) gibi birçok korkusu var; ama Allah kor-

kusu yok! Bu zokayı yutan bazı Müslüman yazar-

lar, takvadaki korku özünü sıyırıp ona “sorumluluk

bilinci”, “ilkeli duruş”, “kullukta samimiyet” gibi her

ahlakî kavram için kullanılabilecek gevşek karşılıklar

veriyorlar. Kur’ân meallerinde bununla sık karşıla-

şırız. Be kardeşim! Kulun korkup sakınması tavrıyla

ne alıp veremediğin var? Korkmak, insanın psiko-

lojik gereksinimi ve birçok iyi davranışa bu şekilde

güdüleniyor. Cesareti korkudan ayıramazsın. Nefret

olmadan sevgi de yaşayamaz. Bir şeylerden endişe

olmasa, diğer şeylere güven ne mümkün! Aç bakalım

diğer sosyal korkularımızın haritasını: İşsiz kalma

korkusu, ayrılık korkusu, ölüm korkusu, aldatılma

korkusu, yalnızlık korkusu, yaşlanma korkusu... Uzar

bu liste. Peki, özünde gerçekdışı ve sanrısal olan bu

tür korkulara sahip olmak mı yoksa sonsuz hayatı-

mızı etkileyecek Allah korkusu mu daha mantıklı ve

gerekli? İşte Allah diyor ki; bunlardan değil, yalnız

benden korkun. Hiçbirinin size kalıcı ve doğrudan

etkisi olamaz. Benim irademe bağlıdır hepsi. O halde

iradesi kimseye bağlı olmayan Rabbinizden korkun.

Demek ki Allah korkusu, çağdaş dünyanın sayısız di-

ğer korkularının tek ilacı. Ancak O’nunla gerçekten

özgüvene kavuşur, özgürleşiriz.

Page 18: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

ilim Haziran 2017 Sayı: 2218

Vaazlarda, sohbetlerde çokça duyduğumuz fakat hayata geçirilmiş halini pek nadir gördüğümüz bir kavramdır tak-va. Çokça duyulan kelimeler ve cümleler okuyucunun ve dinleyicinin nazarında değersizleşir. Göze ve kulağa aşina olan cümleler artık üzerine düşülmez, düşünülmez olur. İşte takva da bahsi geçen kelimelerden biri. Çokça duydu-ğumuz fakat üzerine çok az düşündüğümüz bir kavram. Birazcık bu kavram üzerine düşünmeye ne dersiniz?

Takva Nedir?

Takva kelimesi Arapça kökenli bir kelimedir. Arapçada kul-lanıldığı haliyle dilimize geçmiş. Kökü korumak, himaye ve muhafaza etmek manalarına gelen ‘v-k-y’dir. Takva sözlük anlamıyla da korumak, muhafaza etmek manalarına gelir. Terminolojik olarak ise kişinin kendini günahlardan koru-masına kullanılır. Kelime bu formda Kuran’da tahmini ola-rak kırk yerde kullanılmaktadır.

Klasik bir tanım ile takvayı şöyle tarif edebiliriz: Yüce Yara-tıcıya karşı sorumluluk duyarak her türlü günahtan kendi-ni korumanın niyet ve gayreti içerisinde olmaktır.

Ancak ben takva ile ilgili farklı bir tanım yapmak istiyo-rum. Takva bana göre şuurun açık olma durumudur. Şöyle ki; kişinin günahlardan sakınabilmesi için dikkat gerekir. Ancak dikkatli olabilen bir mümin kendisini günahlardan ve Allah’ın hoşnut olmayacağı (şüpheli) şeylerden koruya-bilir. Ve dikkat açık bir şuuru gerektirir. Açık şuurlu kimse etrafında olup bitenlere dikkat edip odaklanabilir. Kısaca; günahlardan sakınabilmek için dikkatli yaşamak, dikkatli yaşamak için de açık bir şuura sahip olabilmek gerekir.

Ben takvayı daha çok “şuurlu” ve “uyanık olma” durumu olarak anlıyorum. Nitekim tasavvufta kullandığımız “gaf-let” kelimesi “dalgınlık”, “dikkatsizlik”, “aymazlık” durumu için kullanılır. Kişinin dikkatsizliği de şuurun açık ve kapa-lılığı ile alakalıdır. Bu durumda takva gafletin zıt anlamlısı olarak kullanılabilir.

Allah’ın kulları olarak onun isteğine uygun yaşayabilmek için şuurlu olmak durumundayız. Şuurlu olursak daha dik-katli yaşamaya başlar, daha dikkatli yaşarsak da Allah’ın

Page 19: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

العلم19 رمضان 1438 العدد:22

hududunu koruyabiliriz. Kavram kargaşası yaratmak istemiyorum fakat takva kavramını yukarıda bahset-tiğimiz anlamda ifade eden bir kelime mevcut; huş-yar olmak. Huşyar kelimesi Osmanlıcada kullanılan fakat bugün unutulmuş bir kelimedir. “Uyanık olmak” manasına gelir. Ve anlatmak istediğim durumu tam manasıyla ifade etmektedir. Peki, şuurlu olma duru-mu nasıl gerçekleşir?

Oruç Nedir?

Oruç Arapça “savm” kelimesi ile ifade edilir. Sözlük manası takvaya çok yakındır. “Geri durmak, kendini tutmak” manasında kullanılır. Terminolojik olarak birçok dinde farklı usullerle gerçekleştirilen bir ibadeti ifade eder. Bu ibadet İslam’da; gün ağarmaya başladığı andan akşam ezanının okunduğu güneş batışına ka-dar, hiçbir şey yememek, içmemek, her türlü kötülük-ten sakınmak demektir.

Bu şekilde veya daha farklı şekillerde olmak üzere bu ibadet birçok dinde mevcuttur. Çünkü bu ibade-tin birçok açıdan, birçok faydasından söz edilebilir. Yazının asıl konusu oruç olmadığı için fazlaca üzerinde durmak istemiyorum fakat orucun şu faydalarından bahsedebiliriz; öncelikle oruç kişiye sabrı öğretir. Ki-şinin kendisini tutabilme, kendisine hâkim olabilme yetisini geliştirir. Kişi oruç ile hayvansal bir yönünü bastırdığı için lahuti anlamda gelişme meydana gelir. Özellikle düzensiz ve gereğinden fazla tüketen mo-dern insan için sağlıklı bir aktivitedir... Bunlar gibi ki-şiden kişiye değişebilecek bir sürü faydasından bah-sedebiliriz.

Peki, genelde ibadet, özelde ise oruç ile takvanın ara-sındaki ilişki nedir?

Takva ve Oruç İlişkisi

Takvayı bir üst başlık, namaz, oruç, infak vs. gibi iba-detleri de bir alt başlık olarak görebiliriz. Ya da takvayı tüm ibadetleri kapsayan bir şablon olarak anlayabi-liriz. Takva yapılan ibadetlerin meyvesi gibidir. Salih

bir niyet ile yapılan amellerin neticesinde hâsıl olan bir durum. Başka bir ifade ile ibadet, şuurlanma faa-liyeti; takva, şuurlanma durumudur. İbadet ve takva arasındaki ilişkiyi şu cümle ile ifade edebiliriz; takva olmadan ibadet olabilir fakat ibadet olmadan takva olamaz.

Her ibadet kişinin kendisiyle baş başa kalmasını sağ-lar. Kendisini dinlemesini, içsel muhasebede bulun-masını sağlar. Hele tek ve yalnız başına yapılan iba-detler vücudu dinginleştirir, sakinleştirir, huzur verir.

Orucun takva ile arasında olan ilişki diğer ibadet-lerden biraz daha farklıdır. Yani salih niyetle tutulan oruç kişinin çok daha çabuk takvaya ulaşmasına yar-dımcı olur. Çünkü oruç diğer ibadetlere nazaran bi-raz daha zor bir ibadettir. Aynı zamanda faydası biraz daha fazladır.

Yemek kişide hem maddi hem de manevi bir ağırlığa sebep olur. Bu iki şekilde de takvaya engel bir durum-dur. Fiziksel olarak fazla yemek vücutta ağırlık mey-dana getirir. Metabolizmanın daha fazla çalışmasını gerektirir. Bu da zihnin daha yavaş çalışmasını sağlar. Zihnin yavaş çalışması ise bir şuur tıkanıklığına, dik-katsizliğe sebep olur. Yukarıda bahsettiğimiz bir kav-ram olan gaflete sebebiyet verir. Maddi bir uyuşukluk meydana getirir. Bu da kişinin daha gevşek hareket etmesini, gerek ibadetlere gerek günahlara karşı daha lakayt bir tavır takınmasını sağlar. Bahsettiğimiz gibi bu, takvanın tam tersi bir durumdur.

Burada her ne kadar oruç ile elde edilecek maddi fay-daların takva için önemli olduğundan bahsetsek de kişiden kişiye göre değişebilecek manevi faydalarını da göz önünde bulundurmak gerekir.

Hacı Bektaş-ı Veli şöyle der; iştahla yiyip tıka basa doldurma mideni sakın. Aksi takdirde gaflet, şehvet ve karaktersizliğe sürüklenirsin. Kişiyi gafletten kur-taracak ve takvaya ulaştıracak en önemli yollardan biridir oruç. Takvaya giden yol oruçtan geçer.

Page 20: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

Ahlak

Ahlak vicdandır. İnsanların düşüncelerinden, tavır-larından sıyrılarak kişinin sadece vicdanının sesine kulak vermekle kalmaması, ayrıca bu sesi hayatın-da uygulamasıdır. Vicdan her insanda bulunan bir yetidir. Kimileri bu yetisini kullanmayarak paslı bir demire dönüştürür, kimileri ise doğduğu günden beri cilasını bir gün bile aksatmayarak ilk günkü gibi ko-rumaktadır.

Vicdanının sesini dinleyerek ahlaklı olmaktansa, o sesi kulak ardı ederek ahlaksız olmayı tercih edenler, kazandıklarını sanıyorlar. Gözü önünde bir yaşlı am-canın emekli maaşı çalınırken içindeki yardım etme

duygusunu bastırarak gözüne perde indirenler, asıl hırsızlık size yapıldı. Mağdur olan sizsiniz. Vicdanını-za tecavüz edildi ama sizin gıkınız bile çıkmadı. İşin kötüsü ise kendinize yapılan bu hainliğin farkında bile değilsiniz. Bu tarz olaylara sessiz kalarak ancak kendinize zulmedersiniz. Hatta belli bir seviyeden sonra siz de kınadığınız şeyleri yapmaya başlarsınız.

Bundan daha kötüsü ise insanın kendi demiri paslı olduğu halde başka demirleri cilalamasıdır. Yani ahla-ki karakteri olmayan bir şahsın ahlaklı olana övgüler yağdırmasıdır. Haddi zatında ahlaklı olmak övünü-lecek bir şey değil. Aslında ahlaklı olmadığın zaman sisteme çomak sokmuş olursun. Nurettin Topçu’nun dediği gibi “Ahlaklı olmakta menfaat aranmaz.

İslam Ahlak Düşüncesinde TakvaFatih Yazıcı

ilim Haziran 2017 Sayı: 2220

Page 21: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

Başka türlü davranmak bizi insanlığımızdan çıkarır.” Vicdanının sesini dinlemeyenler, bir yetimin yüzün-deki gülümsemenin vesilesi olmak nasıl bir duygu bil-meyecekler. Bir yaşlı amcamıza ve teyzemize yardım ettikten sonra onların duaları arasında zikredilmek nasıl büyük bir zevk tadamayacaklar.

İslam’da Ahlak

Her insanın içinde güzel bir şahsiyet yatmaktadır. İs-lam ve diğer hak dinler insana bu güzelliği nasıl ihdas edeceğini öğretmektedir. İlk dönemlerde İslam ahla-kının kaynağı Kur’an ve sünnetti. İlk zamanlarda İs-lam ahlakı ile ilgili herhangi bir risaleye rastlanmasa da daha sonraki dönemlerde ahlak ile ilgili kitaplara rastlanmak mümkündür. Bunun yanında ahlak, meş-hur hadis kitaplarında, baplar altında bir konu olarak zikredilerek kitaplarda yerini almış ve hızla gelişimi-ni devam ettirmiştir. İslam ahlakına dair en meşhur kitaplar arasında; Buhari’nin “el-Edebü’l-Müfred”i, Abdullah b. Mübarek’in “Kitâbü’z-Zühd ve’r-Rekâik”ı gibi eserler zikredilebilir. Başta Kütüb-i Sitte olmak üzere hemen hemen her hadis kitabı ahlaka dair bir bap açmıştır.

Devam eden süreçte her ilmin bir ahlak sistemi oluş-maya başladı. Mesela, bir hadis talebesi olabilmek için belirli şartlar konuldu. Bunların başında niyet, sonra güzel görünmek, hocaya tam saygı, hadisi şe-rif okunurken gürültü yapmamak gibi örnekler sıra-lanabilir. Bu konudaki en meşhur kitap olarak Hatip el-Bağdâdî’nin “el-Câmi’ li Ahlâkı’r-Râvî ve Adâbi’s-Sâmi” adlı eseri gösterilebilir.

Cahiliye dönemine baktığımızda ahlaktan bahsetmek

pek mümkün değildir. Başta şirk olmak üzere, haraç keserek geçimin sağlandığı, kız çocuklarının utanç vesilesi sayıldığı, içkilerin su gibi içildiği, zayıfla-rın her daim ezildiği gibi örnekler cahiliye dönemini anlatmaya yeterli olacaktır. Sanki içlerindeki vicdan duygusunu bir kara bulut gölgeliyordu. Bir kara de-lik gibi bütün ahlaksızlıkları içlerine çekiyorlardı. Ve sonunda ahlak abidesi olan Peygamber Efendimiz Allah’ın buyruğuyla geldi. İlk olarak Allah’a karşı ya-pılan ahlaksızlığı düzeltmek için Allah’ın şirkle ilgili ayetlerini insanlara tebliğ ediyor, onları bu bataklık-tan kurtarmak istiyordu. Allah’ın yardımı ile bu zorlu yolda kalplerdeki kara lekeleri attı ve asıl güzellikleri ihdas etti.

İslam, anne-babaya hizmeti, hocaya saygıyı, çocukla-ra şefkati, büyüklere hürmeti, iffetli olmayı, rızkı alın teri ile kazanmayı ve hunharca sağa sola harcamama-yı, israftan ve aşırılıktan uzak durmamızı, soy-sop-din-mezhep ayrımcılığı yapmadan her insanoğluna güzellikle davranmayı tavsiye eder. Nitekim Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u fethettiğinde Rum halkına çok iyi davrandı ve onların gönüllerinde ade-ta taht kurdu. Kalplerindeki kini yok ederek içlerini sevgiyle doldurdu. Bir haçlı ordusu Rum halkını kur-tarmak üzere İstanbul’a hareket edince, İstanbul’daki piskoposlar onlardan önce hareket edip “Sakın bizi kurtarmak için gelmeyin. Şayet gelirseniz bizi karşınız-da bulursunuz. Biz padişahla çok iyi uyum sağladık.” diyerek ordunun gelmesine engel olurlar. Bu hadise-den de anlaşılıyor ki İslam ahlakı, kılıçlardan, mızrak-lardan, toplardan ve tüfeklerden üstündür.

العلم21 رمضان 1438 العدد:22

Page 22: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

İslam Ahlak Düşüncesinde Takva

Takva v-k-y kökünden olup korumak, muhafaza et-mek, itaat etmek, korkmak manasındadır. Kur’an’ı Kerim’de farklı sığalarıyla beraber 285 yerde geçmek-tedir. Takvanın Kur’an’daki korkmak ve sakınmak manasından kasıt, Allah’ın buyruklarını yerine getir-mek, ona şükretmek ve şirk koşmaktan sakınmaktır. Allah’ın helal kıldığını helal saymak, haram kıldığını ise haram sayıp bunlardan içtinap etmek demektir. Nitekim “Gücünüz yettiğince Allah’tan korkun.” (Te-

ğabun, 64, 16) ayetinde geçtiği üzere, buradaki asıl kasıt korkmak değil, Allah’ın buyruklarını gücümüz yetti-ğince yapmamız gerektiğidir.

Kuşeyri, risalesinde takva bahsiyle alakalı şunları söylemektedir: Üstat Ebu Ali ed-Dakkak’dan şöyle dediğini işittim; “Takvanın her kısmı için bir bap var-dır. Allah’ın: “Allah’tan nasıl sakınmak lâzımsa, öyle sakının” (Al-i İmran, 3, 102) ayetinin manası, Allah’a itaat edip, sonra âsi olmamak, Allah’ı anıp, sonra unutma-mak, şükredip, sonra nimeti inkârda bulunmamak-tır.” Ömer bin Hattab, Übey b. Kâb’a “Takva nedir?” diye sorar. Übey b. Kâb “Hiç dikenli yolda yürümedin mi?” der. Hz. Ömer ise yürüdüğünü söyler ve Übey b. Kâb “O zaman ne yaptın?” diye sorar. Hz. Ömer ise “Paçalarımı toplayıp diken batmaması için gayret et-tim” cevabını verir. Übey b. Kâb bunun üzerine “İşte takva budur.” der.

Rağıb el-İsfahanî el-Müfredat’ında takvayı, “insa-nın kendi canını korkulan şeylerden sakındırması-dır” şeklinde tanımladıktan sonra dini anlamında,

“insanın kendisini günahlardan sakındırması” kar-şılığını zikreder. Cürcani ise, “Allah’a itaat ederek azabından korunmaktır” şeklinde tarif eder. Son dönemde Muhammed Esed, takvayı “sorumluluk bi-lincinde olmaktır” diye tercüme ederken, korkmak ve sakınmak manalarının takva kelimesini tam karşıla-madığını söylemektedir. (Muhammed Esed, Kur’an Mesajı)

Takvanın mertebeleri

Takvanın çeşitli mertebeleri vardır. Bunlardan ilki avamın takvasıdır. Avamın takvası şirkten sakınma-sıdır. Havassın takvası günahlardan korunmasıdır. Evliyanın takvası fiilleri vesile kılarak Allah’a yak-laşmasıdır. Peygamberlerin takvası ise fiilleri Allah’a nisbetle ilgilidir. (Riseletü’l-Kuşeyrî)

Takvanın bir üst mertebesine vera’ denir ki sakınmak, şüpheli şeylerden kaçınmak ve korunmak manala-rındadır. Vera’ helal olmasında küçük bir şüphe bulu-nan şeyi terk etmektir. Hz. Ebubekir “Biz bir çeşit ha-rama gireriz kuşkusuyla yetmiş çeşit helali terk ettik.” demiştir. Vera’ya örnek olarak; Ömer b. Abdülaziz’in beytülmale ait olan bir miski koklamaktan kaçınması verilebilir. (Riseletü’l-Kuşeyrî) Hz. Ömer’in beytülmale ait mumu sadece devlet işlerinde kullanması da aynı kapsamda değerlendirilebilir.

Vera’ Kur’an’da bire bir geçmemekle beraber birçok hadiste mevzu bahis edilmiştir. Misal; Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Vera’ sahibi ol! İşte o zaman insanların en âbidi olursun.” (İbn Mâce, Vera’, 4217) Bir hadisi şerifte ise vera’ şu şekilde açıklanmaktadır: “Kendisini ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi, kişinin iyi

ilim Haziran 2017 Sayı: 2222

Page 23: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

Müslüman oluşundandır.” (Tirmizî, zühd, 11) Vera’ yı tak-vanın bir üst mertebesi olarak görenler olduğu gibi takvanın bir alt kademesi olarak görenler de vardır. Gazzâlî bu kimselerin başında gelmektedir. (DİA) Tak-va dikenli yolda dikkatli yürümek ise, vera’ dikenleri incitmeden yürüyebilmektir.

Vera’nın bir üst mertebesi ise zühttür. Zühd, bir şeye rağbet etmemek, ondan yüz çevirmek demektir. Ta-savvufi bir terim olarak ise; gözü kara bir şekilde ahi-rete yönelmek, dünyadan tamamen el-etek çekmek demektir. Zühd kelimesi Kur’an’da zikredilmemekte-dir. Fakat zühde vurgu yapan ayetler mevcuttur. Mi-sal olarak; “Dünya hayatı ancak oyun ve eğlenceden ibarettir.” (En’am, 6, 32) ayeti zikredilebilir.

Ebu Süleyman Dârânî zühdü, “Allah’tan başka bütün meş-guliyetleri terk etmek” diye ta-nımlamıştır. Fudayl b. Iyaz şu sözleri ile zühdü açıklamak-tadır: “Allah bütün kötülükleri bir eve koydu ve onun anahta-rını dünya sevgisi yaptı. Bütün hayırları da bir eve koydu ve onun anahtarını da zühd yap-tı.” Ahmed b. Hanbel zühdü üçe ayırarak şunu söyler: “Ha-ramı terketmek avamın zühdü, helalden ihtiyaç fazlasını ter-ketmek havassın zühdü, kulu Allah’tan başka meşgul eden şeyleri terketmek ise ariflerin zühdüdür.” (Riseletü’l-Kuşeyrî)

Ebû Zerr’den rivâyete göre, Peygamber Efendimiz zühdü şöyle tanımlamaktadır: “Dünyadan yüz çevir-mek ve dünya sevgisini terk etmek, kişinin helal olan şeyleri kendisine haram kılması veya malı bırakıp at-mak değildir. Fakat gerçek zahitlik ve dünya sevgisini terk etmek demek; elinde bulunan şeylere Allah ka-tında bulunan imkân ve nimetlerden fazla ümit besler olmamandır. Veya başına gelen bir bela ve sıkıntıdan dolayı elde edeceğin sevap, senin yanında o bela ve sıkıntıdan dolayı kaybettiğin maldan üstün ve hayırlı olmalıdır. İşte gerçek zahidlik ve dünya muhabbeti bu olmalıdır.” (İbn Mâce, Zühd, 1)

العلم23 رمضان 1438 العدد:22

Page 24: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

ilim Haziran 2017 Sayı: 2224

TEDBİRSİZLİKTEN SAKINIYORUZ, ALLAH’TAN DEĞİL!

Korku ve Din

“Dinler korkudan doğmuştur, tanrı inancının menşei korkudur” önermesini duyunca genelde bir ürperti gelir içimize ve bu önermeye şiddetle itiraz ederiz. Zira bağlı olduğumuz inanç sistemi dinimizin bize indirildiği şeklindeki bir genel çerçeve üzerine kuru-ludur. Bu sebeple korku kavramının veya farklı var-yantlarının; dinin, inancın oluşumundaki olumsuz çağrışımını reddederiz. Bu belki bir açıdan gereklidir de! Ancak bu reddediş; korkunun insanın fıtri yapısı-nın bir parçası olması özelliğini de yok sayacak şekil-de bir tutuma dönüşebilir. Yazının başındaki önerme-yi reddetsek bile, mevcut önerme dolaylı olarak bizi etkiler ve insanın ruhi yapısını şekillendiren büyük bir etkeni; yani korkuyu göz ardı etmemize yol açar.

Modern insan yani şehrin insanı birçok açıdan hem çevresine yani doğaya, hem kendine yani nefsine karşı yabancılaşmıştır. Yabancılaşma ölçüsünde bir-çok ihtiyacı doğal seyrinden kopuk olarak ele alır ve yaşamı kaynağından kopararak sadece kendine has bir döneme indirger. Modern insan için tüm yaşam aynı zamanda sadece kendi yaşamıdır.

Ama geleneksel dönemler veya müslüman yaşamı günümüzün aksine hem doğaya hem nefsine karşı bir farkındalığın içindedir. Yaşam sadece kendisiyle kayıtlı olmadığı gibi düşmanı da değildir. Günlük iba-detlerinden yıllık ibadetlerine; diğer insanlarla ilişki-sinden çevresi ile ilişkisine kadar birçok hususlarda dünya üzerindeki hayatın farklılıklarına açıktır. Ya-şam ne kadar gerekli ise ölüm de o kadar gereklidir. Güven ne kadar bizi etkileyen bir duygu ise korku da bizi etkileyen bir duygudur. Ayetler; Allah’ın güç ve kudretini anlatan tabiat örnekleri olduğu gibi, duy-gularımızda da aynı gücün etkilerini taşıyan yönler olduğunu belirtir. İçerde ve dışarıda ayetler gösteril-miştir.

Dinler korkudan doğmuştur, önermesinde esas bizi ürkütmesi gereken nokta korkunun kendisi değil insana has bir duygunun bir yaşam biçimi olarak yani bir din olarak ortaya çıkmasıdır. Dinin insani bir duygudan neşet etmiş olması durumudur. Şöyle desek belki daha mı sevimli olurdu: Dinler sevgiden doğmuştur. Evet, bu bize ürpertici gelmiyor değil mi? Ama aynı ölçüde dinin ortaya çıkışını insani bir duy-guya indirgiyorsa, bu da benzeri bir iddia demektir.

Dünya üzerinde korkudan veya sevgiden dolayı or-taya çıkan ve din diye tanımladığımız büyük kültürel yapılar ortaya çıkmıştır. Ama İslam dininden yani kelimenin esas anlamı ile ed-Dinden bahsedeceksek, bu Allah’ın bizim için seçtiği bir dindir. Yani gönde-rilmiştir. İslam’ın muhatabı olarak tüm insani özel-likler ve bunlara bağlı ortaya çıkan durumlar göz ardı

Halil Ayvaz

Page 25: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

العلم25 رمضان 1438 العدد:22

edilmemiştir. İslam hayatın tümüne ilişkin gerek do-ğada gerek insan psikolojisinde mevcut özelliklere bir yön vermiş, nasıl olması gerektiğine dair bir yol çiz-miştir. İslam fıtrata uygun bir dindir.

Dünyada insanların yaşadıkları dinlerin bir kısmının (İslam dışında insanların kendilerine seçtikleri dinler) korktukları şeylerden sakınan insanların genel eği-limlerinden oluştuğunu söylemekte bir sakınca yok-tur. Bu dinlerin bir kısmında; bir kesim insanın, halkı yönetmek için korkuyu kullanmaları varken, bir kıs-mı da genel korkuların bir bileşkesinden ortaya çık-mıştır. Putperestliğin kökeninde de benzeri korkular vardır. Kişiler korktukları şeyler ne ise onlardan ko-runmak için bir kısım putlara iltica etmişlerdir.

Takva ve Korku

Kuran-ı Kerim’de genel olarak dilimize korku üst baş-lığı ile çevrilebilecek birçok kavram vardır. Hafv, haş-yet, huşu, rehbet, inzar v.s. tabi bu kavramların her biri farklı manalara gelmektedir. Takva kavramı ise daha ziyade: kişinin kendini korktuğu şeyden koru-ması anlamında dilimizde sakınma kelimesi ile karşı-lanmıştır. Takva; yani Allah’tan korkup sakınma.

Kuran-ı Kerim’de özellikle Takva kavramı ile birlikte insanların esas olarak Allah’tan sakınmalarının gerçe-ğe (Hakka) uygun olduğu belirtilmiştir. Bu durum bir-çok açıdan insanların birbirlerinden veya tabiattan, doğal olaylardan çekinmelerinin yersizliğini ve yan-lışlığını ortaya koymakla beraber aynı zamanda esas güç ve kudretin kaynağını da bizlere göstermektedir. Sakınılması gereken tek gücün ve kudretin Allah Teâlâ olduğu sıkça belirtilmiştir. Sadece başka şeylerden korkup, sakınıp bundan dolayı Allah’a sığınmak de-ğil; Allah’tan korkup, sakınıp ona sığınmak ve güven-mek gereklidir. Korkmanın karşıt kavramı sevgi değil

güvendir. Genelde bizde güven (iman-emniyet) küf-rün karşıt kavramı olarak kullanılır. Ancak iman daha geniş yelpazede birçok kavramı kendi içerisinde bir-leştirir. En çok Allah’ı severiz, en çok ondan korkarız, yalnız ona dua eder, yalnız ondan yardım bekleriz; çünkü ona iman ederiz.

İslam’ın gelişi insanların sadece Allah’tan korkmala-rını sağlamak için değil, birçok sahte korkuların ber-taraf edilmesini de sağlamıştır. Korkudan ortaya çı-kan şirk dinlerinin geçersizliğini ve sahteliğini ortaya koymuştur. Korkuyu yok sayarak değil, korkulması gereken gerçek gücü anlatarak. Geçmiş devirlerin in-sanı; doğadan, tabiattan ve birçok şeyden korkusuna karşı putlara ve bir kısım insanlara sığındılar. İslam ise tüm bunları yıkarak gerçekten korkulması, sakı-nılması gerekenin Allah olduğunu ortaya koyarak, güvenin (imanın) de kime yönelik olacağını belirledi. İnsan sadece Allah’tan korkunca, Allah da gerçekten kendisinin nelere azap edeceğini insana vahiyle bil-dirince; korku duyduğumuz birçok şeyin korkulma-ması gereken, ancak önemsemediğimiz küçük şeyle-rin ise korkulması gereken şeyler olduğunu öğrenmiş olduk. Şimşek sesi duymaktan değil bir mazlum ahını almaktan çekinmemiz gerektiğini! Sağlam bir taş evin bu dünyada ateşe dayanaklı olduğunu ama ahirette-ki ateşi engelleyemeyeceğini! Paranın yeşil bir bahçe alabileceğini, ama cennetten bir köşk alamayacağını!

Yeni Korkular

Ancak günümüz insanı, hatta müslümanı açısın-dan güven ve korku arasında bulunan bağ geçmiş zamanlara göre mahiyet değiştirmiştir. Geçmiş de-virlerin büyük korkuları; doğadan, tabiattan gelecek tehlikelere karşı duyulan korkular; depremler, seller, yanardağlar, hastalıklar gibi büyük belaların görece

Page 26: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

ilim Haziran 2017 Sayı: 2226

Ümmet Önderlerinden

Takva Örnekleri

Abdullah Köşgen

kontrol altına alındığı düşüncesi insanların korkula-rının yönünü değiştirmiştir. Hâlbuki neyden korkup sakınıyorsanız, güven duyacağınız şeyi de belirlemiş olursunuz. Yani korkularınız sizin imanınızı da yön-lendirir, etkiler. Günümüzde ise daha farklı bir teh-like geleneksel anlayışa saldırdığı gibi insan fıtratını da yok sayarak ortaya çıkmıştır. Korkmanın bir bilgi eksikliğinden kaynaklandığını, bu sebeple doğayı ve çevremizi bildiğimiz, keşfettiğimiz ölçüde korkula-rımızın yok olacağını, sakınılması gereken tek şeyin bilgisizlik olduğunu bizlere sessiz ve uzun bir süreçte kabul ettirmiştir. Zihinsel manada yaşanan bu devri-me eş olarak yaşamsal manada da insan doğadan ko-parılmış ve doğanın tesirlerine karşı kendini görece korunaklı bir çerçeveye kavuşturmuştur. Yıldırımlar için paratonerler, seller için setler, depremler için çe-lik, rüzgâr için betonarme, hastalık için ilaçlar, acılar için morfin, komşu hakkı için apartman kuralları, kul hakkı için ticaret hukuku, paylaşmamak için alışve-riş merkezleri. Hülasa muhkem kaleler. Bu düşünce; ölüm için henüz bir korunak bulamasa da onu da bu-lacağım vaadi ile etkisini şimdilik devam ettirmek-tedir. Yani insana doğaya ve hayata karşı sahte bir güvenlik alanı oluşturarak korkuyu boşa çıkarmıştır. ‘Korkmak ve sakınmaya gerek yoktur; yeteri kadar tedbir veya gereği kadar önlem alınmamıştır’ düşün-cesi genel kabul gören bir kaziyedir artık. Gerekli ön-lemleri aldıysanız, hem de bilimsel olanından, güven içerisinde yaşayabilirsiniz artık, düşüncesine iman ettirilmiştir insanlar.

Korkmanın fıtri bir duygu olduğunu belirttiğimi-ze göre modern dönemde korkuların yok olması da

mümkün değildir. Korkular artık yön değiştirmiştir. Temel yaşama dair güvenliğimizi sağladığımız dü-şüncesi bu yaşamın devamında meydana gelecek aksamalardan korku duymamıza evrilmiştir. Artık sıkça kullanılan tabir ile düzenimizin bozulmasından sakınır hale gelmişizdir. Rahat bir hayat yaşayama-maktan, ele güne muhtaç olmaktan sakınır; trafik ce-zası yemekten korkarız! Sağlıklı ve fit olmamaktan, genç ve güzel görünememekten, mal ve mülk sahibi olamamaktan ürpeririz! Arabayı yenileyememeyi, internetin kesilmesini istemeyiz. Komşunun aidatı-nı ödemeyebileceği düşüncesi; komşunun hakkının ihlalinden daha çok korku salar yüreğimize! İşsiz kalmaktan, aşsız kalmaktan, eşsiz kalmaktan duyu-lan korku yüreğimizi dağlar. Bir zengini üzme riski, bir garibanı ezme korkusundan daha fazla yer kaplar içimizde.

Bu çağda; korku ile güven arasında İslam’ın kurduğu düşünsel bağ koparılmıştır. Haliyle takva (Allah’tan sakınma) genel bilgisel bir çerçeveye indirgenmiş ve hayata yön veren bir sakınma duygusu olmaktan çı-karılmıştır. Yaşamın dinamik akışı karşısında inşa ettiğimiz güçlü şehirlerimiz ve bilimin gücü ile pekiş-tirilmiş zihinsel surlarımız bizi takvalı olma zorun-luluğundan koparmıştır! Çağ yeni bir korku türü ile kendi dinini inşa etmiştir: Bilgi eksikliği, az alınmış tedbirler, parasızlık, kıtlık, maddi güçsüzlük korkusu. Bu korkulardan sakınırken yine daha fazla malumat-ta, daha çok tedbirde, mal yığmada, maddi güç ve imkanlarda güven aranmaktadır.

Page 27: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

Kişinin sözü başka bir yere, yaptıkla-rı başka bir yere götürüyorsa; ikisini de terk et. Geçmişten bu yana takva ile ilgili onca sözden, vaazdan elde tutulur kalan tek şey güzel örnek-lerdir. Belki bu şahsiyetler takva ile ilgili uzun uzun sohbetler vermemiş olabilirler. Ancak inanç biçimlerinin yaşamlarına etkisi, onları herkesten bir adım öne taşır. Şimdi Efendimiz-den ve ümmet önderlerinden takva örneklerini hatırlayacağız.

***

Efendimiz bir gün yanında hurma buldu ve onu yedi. O gece yatamadı. Hanımlarından biri dedi ki; “Uyku-suz musun?” Efendimiz buyurdu ki; “Yanımda bir hurma buldum ve onu yedim. Evimizde sadaka hurmaları vardı. Yediğim hurmanın sadakadan olmasından korkuyorum.”

***

Hz. Ömer’e beytülmalden kumaş ge-lir. Kendi hakkını oğluna verir. Ama oğlu babasının kıyafeti yırtık ve eski olduğu için kendi hakkıyla birlik-te iki parça kumaş geri verir. Bunu kabul etmeyen Hz. Ömer; “İnsanlar görürse bunu nasıl açıklarım.” der. Oğlu ise kendisinin mevzuyu açık-layabileceğini söyleyerek babasını ikna eder. Hz. Ömer bir hutbe sıra-sında insanları kendisini dinlemeye davet eder. Hz. Selman; “Hayır, seni dinlemeyeceğiz.” deyince Hz. Ömer; “Selman, neyin var?” diye sorar. Hz.

Selman “Üzerindeki kıyafetin hesa-bını vermeden seni dinlemeyiz. Bey-tülmalden herkese düşen kumaşla bu elbise bir değil.” der. Bu sefer Hz. Ömer; “Abdullah, kalk ve elbisenin hikâyesini anlat.” der. Abdullah bin Ömer, kendi hakkını babasına verdi-ğini, çünkü uzun boylu olan babası-na tek parçanın yetmediğini anlatır. Bunu duyan Hz. Selman; “Artık seni dinler ve itaat ederiz.” der.

***

Ebu Derda’nın bir devesi vardı. Ona pek ihtimam gösterir, canını yakmaz-dı. Biri ödünç istediği zaman; “Sakın ona fazla yük yükleme!” diyerek uya-rırdı. Ölüm yaklaştığında devesine seslenerek dedi ki; “Sakın bana Rab-bimin huzurunda düşmanlık etme. Ben sana taşıyabileceğin kadar yük-ten fazlasını yüklemedim.

***

Ömer bin Abdulaziz halifeliği döne-minde geç bir saatte ziyaretine gelen dostunun devlet meselesi için geldi-ğini duyunca, beytülmalden bir mum yakılmasını ister. İş hallolup hal ha-tır sorma faslına geçilince, Emirül Müminin mumu söndürterek kendi mumunu yaktırır. Öyle ki kendi mu-munun zayıflığından oda aydınlana-maz bile. Sonra “Buyur, şimdi sohbet edebiliriz” der. Misafir şaşırır; “Ey Ömer, söndürdüğün de mum, yaktı-ğın da mum. O mumun aydınlığında benimle konuşmadın, bu mumun ön-cekinden farkı ne?” Ömer bin Abdu-laziz farkı anlatır; “Geldiğinde devlet işi ile meşguldük ve yanan mum da devletin mumu idi. Devlet işini bitir-dik, devletin mumunu söndürdüm. Seninle sohbet için yaktığım mum kendi imkânlarımla satın aldığım mumdur.”

***

Zamanın Şeyhi ile Ahmed Bin Hazî Hazretleri bir gün, sahraya dolaşma-ya çıkarak bir yerde otururlar. Ahmed Bin Hazî oturduğu yerden taze bir ot koparır. Fakat bu, şeyhin hoşuna git-mez ve şöyle buyurur; “ey Şeyh Ah-med, bu otu koparmakla kendini beş şeye maruz kıldın:

Birincisi: Kalbini Cenabı Hakkın tes-bihinden gâfil ve boş kıldın.

İkincisi: Allahu Teâlâ Hazretlerinin zikrinden başka şey ile meşgul ol-dun.

Üçüncüsü: İnsanların önderi oldu-ğundan, çok kimselerin size bakarak böyle yapmasına sebep oldun.

Dördüncüsü: Bir şeyi Rabbini tesbih-ten men ettin.

Beşincisi: Kıyamette nefsinİ mes’ul olmaya lâyık ve lâzım kıldınız.”

Bunun üzerine Şeyh Ahmed; “ey şeyh, bu diyarda senin gibi vaiz ve nâsih bir kimse daha yoktur,” diyerek kusurunu itiraf eder ve pişman olur.

***

Şeyh Ebû Abdullah Hazretleri mü-rid ve halifeleri ile bir gece Mescid-i Aksa’ya itikâfa girerler. Namaz kıl-dıktan sonra müridleri mescidin mumları etrafına toplaşarak kitap mütalâasına başlarlar. Şeyh efendi ise oradan kalkıp gider. Halifeleri; “Efen-dim, bizim yanımızdan niçin kalkıp gidiyorsunuz?” diye sorarlar. Şeyh; “Bu mescidin yağ ve mumları etraf-ı âlemden gelir. Helâl midir, haram mı-dır ve niçin gelmiştir? Bunların haki-katini bilmedikçe ışığında oturmam.” diye cevap verir.

Yazıda Faydalanılan Kaynaklar:1- Salahu’l-Ümme fî Uluvvil’l-Himme, Hüseyin el-Afanî2- Hayâtü’s-Sahabe, Yusuf Kandehlevî3- Rûhu’l-Beyan, İsmail Hakkı Bursevî

Ümmet Önderlerinden

Takva Örnekleri

Abdullah Köşgen

العلم27 رمضان 1438 العدد:22

Page 28: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

Her zaman geçmişi özlemişizdir. Acısıyla tatlısıyla yâd etmişizdir geçmişimizi. Gerek kendimizin, gerek ülkemizin, gerek medeniyetimizin… Geçmiş kıymet-lidir, değerlidir. Çünkü ulaşılmazdır. Ulaşamadık-larımız, elde edemediklerimiz ve edemeyecekleri-miz değerlidir gözümüzde. Geçmiş de ulaşmamızın imkânsız olduğu bir zaman dilimi…

İstikbal yaklaştıkça uzaklaşır mazi, uzaklaştıkça de-ğerlenir. Büyüdükçe yaşımız, büyür gözümüzde geç-mişimiz ve aktıkça zaman, kıymetlenir mazimiz. Ben de şimdi size geçmişi yâd edeceğim. Geçmişte yaptı-ğım bir haşerelikten dem vuracak ve defalarca anlat-tığım bir hikâyeyi sizinle paylaşacağım.

***

Ah o eski ramazanlar… Rahmet rüzgârlarının bol kepçeden esenlik dağıttığı, huzurun hırçın kalplerde sükûn bulduğu ramazanlar… İftar vakitlerinde so-kakları çın çın tabak, kaşık seslerinin aldığı, sahur-larında davulların manilerle cümbüş ettiği ramazan-lar… İşte o ramazanlar şiir gibiydi. Şiirler kadar tatlı ve manalıydı.

İşte o ramazanlardan biriydi. Ağustos ayındayız. Ben on yaşındayım, kardeşim Celil sekiz. Yarış ederdik

kim daha fazla oruç tutacak diye. Celil sakin, sabırlı, uslu bir çocuktu. İki günde bir oruç tutar ve oruçluy-ken mümkün değil evden çıkmazdı. Bense her gün niyet eder fakat iki günde bir tutardım. Benim yapım kardeşimin tam tersiydi. O ne kadar sakinse ben o kadar atak, o ne kadar sabırlıysa ben de o kadar sa-bırsızdım.

Her gün ama aralıksız her gün mahalledeki çocuklar-la susuzluktan ciğerlerim birbirine yapışıncaya kadar top oynardım. Sabah toplanır oynamaya, koşmaya başlar, öğlen sıcağında bitkin düşünce evlere dağı-lırdık. Benim öğlenden sonraki işim; akşama kadar orucumu bozmak için anneme yalvarmak olurdu. Öyle ağlar, öyle yalvarırdım ki mutfağın bir köşesin-de uyuyakalır, top patlaması ile uyanırdım. Sonra bir sürahi suyu mideye indirir, yemek yemeden kalkar-dım sofradan. Babam şöyle derdi anneme;

- Hatice, bu yine dışarı mı çıktı bugün?

- Öğlenden sonra geldi eve. Yüzü kıpkırmızı, susuz-luktan ölecek gibi. Bozdurmadım, akıllansın diye hayta.

- Bundan adam olmaz, gör bak!

ORUCLU MUYDUM? IBRAHIM TURKAN. . ...

ilim Haziran 2017 Sayı: 2228

Page 29: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

Ramazanın sonlarına geliyorduk. Ramazan ilerledik-çe güneş kızıyor, kızdıkça susuz ciğerleri kavuruyor-du. O yıl ramazan büyükler için de çok zor geçmişti. Çünkü son yılların en sıcak yazını yaşıyorduk. Hava 39 derecenin altına düşmüyordu. Bazen 45’i vurduğu ve termometreyi çileden çıkardığı oluyordu.

Bir sabah saat daha dokuz olmamış, açtım gözleri-mi. Kardeşim Celil yatağında mışıl mışıl uyurken fırladım sokağa. Uyuduklarını bildiğim halde çaldım Ahmetlerin zilini. Annesi uzandı pencereden başını tül perde ile örterek. Beni görüp geri çekildi. On beş dakika sonra mahallenin bütün afacanları yarı çim yarı toprak top sahasında toplanmıştık.

O gün tam üç maç arka arakaya yaptık. Oynadığımız o maçların verdiği zevki nasıl tabir edebilirim, bilmi-yorum. Ama bir zamanlar hepimiz çocuktuk. Siz de çocuktunuz işte. Bilirisiniz o tadı. Anlarsınız beni.

Güneşin başımı kavurduğu, susuzluğun imiğime sa-rıldığı vakitte dar attım kendimi eve. Yüzüm bir do-matesten çok daha kırmızı ve su çekmiş süngerden daha şiş bir şekilde yaklaştım annemin yanına. İlk sözü şu olmuştu;

- Seni yaramaz şey, yüzünün bu hali ne?

- Anne!

- Anne deme bana, çabuk elini yüzünü yıka, yürü!

- Anne valla bu sefer çok kötüyüm, n’olur bozayım.

- Cemil, yürü dedim!

Konuşmak boşunaydı. Zaten bitkindim. Ne ayakta duracak ne de konuşacak halim vardı. Elimi, yüzümü yıkadım. Aynaya bakınca kendime içimden yemin etmiştim bir daha oruçlu top oynamayacağıma ama o ettiğim yeminlerin kefaretini mümkün değil öde-yemem.

Annem mutfakta iftar için hazırlık yapmaya başla-mıştı. Yanına gittim, yalvarmaya başladım. Annem bu sefer susmayı tercih etmişti. Konuşmuyordu. Ben de yere uzanıp ağlamaya başladım. Ağlamak

yorgun bedenimi daha da yormuş ve hafif bir sükûnet getirmişti üzerime. Uyumak üzereydim. Yarı uykulu yarı uyanık bir halde açılıp kapandıkça göz kapakla-rım bazı sahneler canlanıyordu hayalimde. İzlediğim filmlerden bir sahne belirdi gözlerimin önünde. Ada-mın birinin ağzına hortum sokuluyor ve midesi su ile dolduruluyordu. Karnı şiştikçe adamın kahkaha atı-yordu etrafındakiler.

Bu sahnenin sonlanmasıyla fırladım uzandığım yer-den. Sahnede olanın gerçek olup olmadığını denemek için banyoya gittim. Annemin apartman yıkarken kullandığı hortumun bir ucunu musluğa bir ucunu da ağzıma dayadım. Açtım sonuna kadar ve kana kana içtim. Su sıcaktan kavrulan vücuduma temas ettikçe bir gevşeme oldu bende. O kadar ki Celil’in kahkaha-ları ile geldim kendime. Gülmekten bayılacak gibiydi, hatta yere düşmüştü. Tam o an geldi aklıma oruç.

Hemen kapadım musluğu. Nasıl içtiysem ağzımdan taşan su üzerimi ıslatmış, ben farkında bile değilim. Annem mutfaktan Celil’e bağırıyor; “ne oluyorsun, ne var bu kadar gülünecek?” diye. Sonra çıkardım mus-luktan hortumu, aldığım yere koydum. Koşup Celil’in ağzını kapadım. O şekilde oturma odasına soktum.

- Oğlum bak, bir kişi duyarsa çok kötü olur!

- (Sinsi sinsi gülerek) Bana ne, ben söylicem.

- Lan valla unuttum bak! Mutfakta uyumuşum, kal-kınca aklımda değildi oruçlu olduğum.

- Tamam tamam. Sadece Hakan’a söylerim.

- Ona bile söyleme!

Akıllı çocuktu Celil. Öcümü fena alacağımı bilirdi. Kimseye söylememişti. Belki de söylemişti. Söylediy-se de söylediğini bana söyleyen olmadı.

On yaşındaysanız ve sıcak bir yaz gününde oruçluy-sanız sakın dışarı çıkmayın. Hele top hiç oynamayın. Yoksa başınıza gelecekler benimkinden pek de farklı olmaz.

العلم29 رمضان 1438 العدد:22

Page 30: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi
Page 31: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

العلم31 رمضان 1438 العدد:22

Müminler İçinKulluk VaktiAbdulkadir Yılmaz

Şehr-i Ramazan…

İnsanlara doğru yolu gösteren ve açık ayetleri ile hak ile bâtılın arasını ayıran Kur’an-ı Azîm’in indirildiği mübarek zaman!

Ramazan’ın sadece bir vakit olmadığını müminler bi-lirler.

Ramazan müminler için “Kur’ân vakti”dir.

Her Müslüman bu vakti mukaddes kitabı Kur’ân-ı Kerim’i hatim etmek için bir fırsat olarak görür.

Müminler, vakit namazlarından önce camilerimizde mukabele halkaları oluşturur, huşu ve huzû içerisin-de okunan Allah kelamı ile gönül paslarını giderirler.

Bu, her yıl Cebrâil (a.s.) ile Kurân-ı Kerim’i mukabele eden, sene-i vefatında ise iki kez mukabele eden Pey-gamberimizin sünneti ve yâdigarıdır. (Buhari)

Ramazan müminler için “oruç vakti”dir.

O oruç ki, Rabbimiz bir kudsi hadiste: “Oruç bana ait-tir; onun mükâfatını bizzat ben vereceğim” demiştir. (Buhari)

Her gecesinde müminler, Hz. Peygamberin tavsiye-sine uyarak sahur yaparlar; sahurun bereketinden nasibdâr olurlar.

Ardından, gün boyunca nefislerini yeme-içme ve cin-sel münasebet şehvetlerinden uzak tutarak “şüphesiz nefsini tezkiye eden felaha ermiştir” (Şems, 9) kavlinin sırrına mazhar olma yolunda ilerlerler.

Akşam olduğunda ise bir an evvel yaptıkları iftar-la hayırlı kimseler içerisindeki yerlerini almışlardır. (Buhari) Oruçlarını açtıkları esnada yaptıkları dua Hz. Peygamberin (s.a.v.) ifadesiyle “geri çevrilmeyecek bir dua”dır. (İbni Mace)

Oruçlu geçirdikleri gün, başlangıcından sonuna ka-dar, hayırla başlayan ve hayırla neticelenen bir gün-dür.

Ramazan müminler için “kıyam vakti”dir.

İnanarak ve ecrini Allah’tan (c.c.) umarak Ramazan’ı, akşamlarında teravih kılarak, gecelerinde kıyam ede-rek ihya eden müminlere, geçmiş günahlarının affe-dileceği vaat edilmiştir. (Buhari)

Erkek, kadın; çoluk çocuk demeden mescitleri doldu-ran müminlerin elde ettiği, yalnızca kılınan rekâtların ecri değildir. Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) teravihi ve vitri imamla birlikte kıldıktan sonra mescitten ay-rılan müminlere, gecenin geri kalanını namazla geçir-miş gibi ecir yazılacağını bildirmiştir. (Ebu Dâvut)

Ramazan müminler için “infak vakti”dir.

Her ne kadar zekâtın verilme zamanı kişiden kişiye değişiyor olsa da, Ramazan ayı, sahabe-i kiramdan bu yana müminler için “zekât ayı” anlamına gelmiş-tir. (Muvatta)

Müminler namazla, oruçla bedeni mükellefiyetlerini yerine getirip günahlarından arınırken, zekât vererek de mallarını kirden, gönüllerini dünyalıktan arındı-rırlar.

Ramazan boyunca bir değil, en az iki kere, malların-dan yoksulun hakkını ayırırlar. Nitekim mallarının zekâtının yanında, başlarının zekâtı olarak da anılan fitrelerini, bayram namazından önce yoksullara dağı-tarak, bayram gününde onları muhtaç bırakmazlar.

Ramazan müminler için “itikâf vakti”dir.

Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Ramazan’ın son on gününü mescitte itikaflı olarak geçirirdi. (Buhari)

Allah’a külliyen yönelme, dünya ve dünyalıklarla bü-tün ilişkiyi kesip nefsini yalnızca ona ibadete adamak anlamına gelen bu mühim ibadet ne yazık ki günü-müzde unutulmaya yüz tutmuştur.

Her şeye rağmen, Hz. Peygamberin bu müekked sün-netini yerine getiren Müslümanlar var. Bunlar bir yandan, kendisinden Kur’ân-ı Kerimde de bahsedil-miş olan bu sünnet-i kifaye ibadeti yerine getirirken, diğer yandan da sair Müslümanları sorumluluktan kurtarmış olmaktadırlar.

Ramazan bunlar dışında şeytanların bağlandığı, cen-net kapılarının ilk gününden son gününe kadar açık kaldığı, cehennem kapılarının sıkı sıkıya kapandığı mağfiret vaktidir.

Hayrı dileyenin muradına nail olduğu dua vaktidir.

Ramazan, Müminler için kulluk vaktidir…

Page 32: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

Ramazana Dair Dört Hadis Kritiği Abdullah Küskü // Hadis mi değil mi?

1- “Ayların efendisi ramazan ayıdır.”

Bu hadis-i şerif “Günlerin efendisi cuma, ayların efendisi ise ramazandır” ve “Ayların efendisi ramazan, en hürmetlisi ise zilhiccedir” şeklinde iki farklı hadisin bir bölümünü teşkil eder.

Bu hadis Deylemi, Heysemi ve başkalarının Ebu Said el-Hudri’den yaptıkları rivayette Hazreti Peygamberin sözü olarak aktarılmıştır. Heysemi hadisin senedinde Yezid bin Abdi’l-Melik en-Nevfel’in olduğunu söyle-miştir. İbn Hacer et-Takrib’te adı verilen ravinin zayıf biri olduğunu söyler. İbn Receb el-Hanbelî Fethu’l-Bari adlı eserinde “bu hadisin senedinde mekal vardır” der. Allah’ü a’lem İbn Receb, Heysemi’nin tenkidini itibara alarak bu kanaate varmıştır. Tetkik ederken gördük ki bu hadis birçok varyantla Abdullah bin Mesud’un sözü olarak da menkuldür. Fakat muhtemeldir ki İbn Mesud hadisi direkt Efendimize nispet etmeden nakletmiş-tir.

Tüm bu imamlara muvafık olarak bu hadis zayıftır demek en uygun olandır. Farz orucun bu ayda tutulması ve Kadir gecesinin bu ayda olması, ramazan ayının diğer aylara üstün/faziletli kılınmasının sebebi/hikmeti olarak görülmüştür.

2- “Oruçlunun duası geri çevrilmez.”

Ahmed bin Hanbel, Tirmizi, İbn Hibban, İbn Mace, İbn Huzeyme, Beyhaki, Tayâlisi ve başka birçok âlim bu hadisi rivayet etmiştir.

Söz konusu hadis-i şerif, İmam Tirmizi’nin eserinde şöyle aktarılmıştır: “Üç kişinin duası reddedilmez, orucu-nu açana kadar oruçlunun, adaletli başkanın ve mazlumun duası ki Allah onu bulutların üstüne çıkarır, sema-nın kapılarını ona açar ve ona şöyle seslenir: İzzetime yemin ederim ki bir vakit sonra dahi olsa sana yardım edeceğim.” Büyük hadisçi, ardından bu hadisin Hasen olduğunu söyler. (2526 ve 3598. hadisler)

İbnü’l-Mulakkin el-Bedrü’l-Münir adlı eserinde hadise Sahih hükmünü verir.

Bu hadisin, içerisinde yer aldığı Sahih İbn Hibban’daki hadis hakkında Muhakkik Şuayb Arnavut: “Senedi her ne kadar zayıf olsa da destekleyicileriyle birlikte sahih mertebesine ulaşmış bir hadistir” der. (Sahih İbn Hibban,

16/7387. hadis)

Hadis birçok farklı şekillerde aktarılmış olup bir şekli de şöyledir: “Mazlumun, yolcunun ve babanın oğlu hak-kındaki duası elbet makbuldür.”

ilim Haziran 2017 Sayı: 2232

Page 33: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

3- “Oruç kalkandır.”

İki farklı lafızla rivayet edilmiş olan bu hadisin Arapça ilk lafzı “الصوم جنة” diğeri ise “الصيام جنة” dür. Her iki lafzıyla da hadis Sahih’tir.

İlk lafız Ahmed bin Hanbel, Nesâi ve Kudâi tarafından rivayet edilmiş olup hadisin sahabe ravisi Muaz bin Cebel’dir. İkinci lafzı ise Buhari-Müslim Ebu Hureyre’den rivayette bulunmuş, yine Ahmed bin Hanbel, Nesâi ve İbn Mace ise Osman bin Ebi’l-Âs’dan rivayet etmişlerdir.

Hadisin tam metni şu şekillerde nakledilmiştir:

A- Oruç kalkandır: Kalkan sizi düşmandan nasıl korursa oruç da sizi cehennemden öyle korur. (Ahmed bin Hanbel,

Nesâi, İbn Mace)

B- Oruç kalkandır: (Oruçlu kimse) sövmesin, cahiliyye davranışlarında bulunmasın. Biri ona sataşır ya da söverse o da iki kere “ben oruçluyum” desin. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu Al-lah katında misk kokusundan daha hoştur. (Allah buyurur ki;) oruçlu yemesini, içmesini ve şehvetini benim rızam için terk eder. Orucu benim içimdir. Onun karşılığını ben veririm. İyiliğinin karşılığı on katıyladır. (Buhari)

Hadisin manasına dair:

Orucun kalkan oluşunun manası yukarıdaki hadislerden anlaşıldığına göre, oruçlu kimseye sataşan ya da sö-ven kimseye karşı kalkan gibi kullanılan bir ibadet oluşudur. Hadis, sataşan ya da sövene karşılık vermek yerine orucumuzu kalkan yapıp karşılıktan geri durmamız gerektiğini anlatır. Sükûnet ve dinginliği, sıcak ya da soğuk havada, hareketli ya da sakin bir ortamda oruçlunun takınması gereken tavrı tavsiye eder bu hadis-i şerif. Ben oruçluyum diyelim, başımıza gelmesi muhtemel birçok musibetten korunalım. İşte Allah Resulü’nün bize tavsi-yesi budur.

4- “Oruç tutun, sıhhat bulun.”

Heysemi, Taberâni’nin hocasından yaptığı bu rivayeti hakkında hocası hariç seneddeki diğer ravilerin güvenilir olduğunu söylemiştir. Çünkü Taberâni’nin hocası Musa bin Zekeriya hakkında münekkid âlim Darâkutni metruk olduğunu söyler. (Mecmau’z-Zevâid, 5/ 585)

Ahmed bin Hanbel’in kitabındaki nakil, senedinde bulunan bir ravi sebebiyle münkerdir. Taberâni rivayeti ise Taberâni’nin hocası sebebiyle metruktur. Kudâi’in Müsned-i Şihab’daki rivayeti ise senedindeki ravileri hakkında bir hayli cerh ifadesi olması sebebiyle amele konu olabilecek kuvvette değildir. Tüm bunlar sebebiyle hadisi Şu-ayb Arnavut ve tahkik arkadaşları sahih görmezler. (Müsned, Hadis no: 8945) Üstelik Muhaddis Iraki’nin de Taberâni ve Ebu Nuaym rivayetlerini sahih görmediğini burada belirtelim. (Iraki, Tahricü Ehâdisi’l-İhyâ, 2753) Allah’ü a’lem doğru olan budur.

Muhtelif şekillerde nakledilmiş olan bu sözün birkaç şekli ise şöyledir: “Gazveye çıkın, ganimet elde edin, oruç tutun, sıhhat bulun ve sefere çıkın, kâr elde edin”. (Taberâni) “Oruç tutun, sıhhat bulun.” (Ebu Nuaym) “Sefere çıkın, sıhhat bulun ve ganimet elde edin.” (Beyhaki)

Sahabeden Ebu Hureyre, İbn Ömer, Ebu Said el-Hudri ve İbn Abbas’dan (Allah hepsinden razı olsun) rivayet edilen; Ah-med bin Hanbel, Taberâni, Kudâi, Ebu Nuaym ve Hakim’in de kitaplarına aldığı bu hadisin hiçbir senedi cerh ifadelerinden ve şiddetli zayıflıktan kurtulamamıştır.

العلم33 رمضان 1438 العدد:22

Page 34: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

ilim Haziran 2017 Sayı: 2234

Oruç, Hazreti Adem (Aleyhisselam)’dan Efendimiz’e kadar gelen, oradan da müminler vasıtasıyla kıyâmete kadar devam edecek olan, insanın mükemmeliye-tini ve mutluluğunu sağlamak için farz kılınan çok mühim bir ibadettir. İslam’ın beş şartından biri olan oruç, Ramazan ayında tutulması farz kılınan oruçtur. Bunun dışında tutulması emir veya tavsiye edilen başka oruçlar da vardır.

Bu makalemizde oruç ibadetini fıkhı hükümlerine göre aşağıdaki tasnife göre delilleriyle anlatmaya ça-lışacağız.

A) Farz Oruçlar

B) Vacip Oruçlar

C) Nafile Oruçlar

D) Mekruh Oruçlar

A- FARZ ORUÇLAR

Dinen sabit ve kati’ (kesin) delillerle tutulması istenen oruçlar olup beş kısımdır.

1- Ramazan orucu: “Sizden ramazan ayını idrak edenler bu ayda oruç tutsun.” (Bakara: 185)

2- Ramazan orucunun kazası: “Sizden her kim has-ta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde orucunu kaza eder.” (Bakara: 183)

3- Kefaret oruçları: Bunların sebepleri ramazan oru-

cunu bir sebep olmadan bilerek bozmak, yanlışlıkla ve kaza ile adam öldürmek, eşine zıhar vermek, ye-mini bozmak ve hacda ihramdan çıkmadan önce başı tıraş etmektir. İlk üç sebebin kefareti iki ay peş peşe oruç tutmaktır. (Nisa: 92; Mücadele: 4; Buhari) Yemin kefareti üç gün peş peşe oruç tutmaktır. (Maide: 89) İhramdan çıkmanın kefareti ise peş peşe olması şart olmadan üç gün oruç tutmaktır. (Bakara: 196)

4- Temettü ve kıran haccında kurban kesilmemesi durumunda tutulan oruç: Bu çeşit hac yapan kimse-nin Allah’u Teala’ya bir şükür olarak kurban kesmesi gerekir. Eğer kesemezse, üçü Arafat gününe kadar bitmiş olmak şartıyla on gün oruç tutması gerekir. (Ba-

kara: 196)

5- İhramlı iken avlanması yasak hayvanı avlama durumunda tutulan oruç: Öldürülen hayvanın be-deli fakirlere sadaka veya fidye olarak verilebileceği gibi her fidye karşılığında oruç da tutulabilir. (Maide: 95)

B- VACİP ORUÇLAR

Tutulması vacip olan oruçlar 4 tane olup şunlardır.

1- Nezir (adak) orucu: Muayyen ve gayri muayyen olmak üzere iki kısımdır. Belli bir vakitte tutulmak üzere “falan ayın falan gününde Allah rızası için oruç tutacağım” gibi nezr edilen oruca “muayyen”, her-hangi bir vakit belirtmeden “Allah rızası için bir gün oruç tutacağım” gibi nezr edilen oruca “gayri muay-yen” denir.

Oruç FıkhıAziz Ençakar

Page 35: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

العلم35 رمضان 1438 العدد:22

2- İtikâf orucu: En az bir gün yapılan itikâfta tutulan oruçtur.

3- Başlanmış nafile orucun tamamlanması.

4- Bozulmuş nafile orucun kaza edilmesi.

C- NAFİLE ORUÇLAR

Farz ve vacip oruçların dışında kalan Efendimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tuttuğu veya müminleri tutmaya teşvik ettiği oruçlardır. Bunlar başlıca şun-lardır.

1- Muharrem orucu: Kameri ayların ilki olan Muhar-rem ayında tutulan oruçtur. Nitekim Efendimiz (Sal-lallahu Aleyhi ve Sellem) “Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur” buyurmuştur. (Nesaî, İbni Mace) Muharrem ayının onuncu gününü (Âşure günü), bir gün öncesi veya sonrasıyla birlikte oruçlu geçirmek de sünnettir. Nitekim Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) as-habına Âşure günü oruç tutmalarını emrettiği zaman kendisine: Ya Rasulallah! Bu gün, Yahudilerle Hris-tiyanların tazim ettikleri bir gündür, dediler. Bunun üzerine Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Öy-leyse biz de gelecek sene (Muharrem’in) dokuzunda oruç tutarız” dedi. Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

Fakat ertesi yıl gelmeden Rasulullah (Sallallahu Aley-

hi ve Sellem) vefat etti. (Müslim)

2- Şaban ayı orucu: Hazreti Aişe (Radiyallahu Anha)’dan rivayet edildiğine göre, Efendimiz (Sallal-lahu Aleyhi ve Sellem) Ramazan ayı hariç hiçbir ayın tamamını oruçla geçirmemiş; ayrıca en çok Şaban ayında oruç tutmuştur. (Buharî)

3- Şevval orucu: Ramazandan sonra gelen Şevval ayında altı gün tutulan oruçtur. Nitekim Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Ramazan orucunu tut-tuktan sonra Şevval ayından altı gün oruç tutan kişi tüm seneyi oruçlu geçirmiş gibidir” (Müslim) buyurmuş-tur.

4- Her ay üç gün oruç: Her kameri ayın özellikle “eyyâm-ı bîd” denilen on üç, on dört ve on beşinde oruç tutmak müstehabdır. Nitekim Efendimiz (Sal-lallahu Aleyhi ve Sellem) “Her aydan üç gün oruç tutmak bütün ay oruç tutmak gibidir” (Müslim) buyur-muştur. Ayrıca eyyâm-ı bîd’de oruç tutmuş ve mü-minleri de bu günlerde oruç tutmaya teşvik etmiştir. (Nesaî, Müsned)

5- Pazartesi ve perşembe günü orucu: Zira Efendi-miz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Pazartesi ve per-şembe günleri ameller (Allah’a) arz olunur. Ben, oruç-luyken amellerimin arz olunmasını isterim” (Tirmizî, Nesaî)

buyurmuştur.

Oruç FıkhıAziz Ençakar

Page 36: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

ilim Haziran 2017 Sayı: 2236

6- Davud (Aleyhisselam)’ın orucu: “… Bir gün oruç tut, bir gün oruç tutma! Bu Davud (Aleyhisselam)’ın orucu olup en faziletli oruç budur… Bundan daha fa-ziletli bir oruç yoktur” (Buharî, Müslim)

7- Arefe orucu: Konu hakkında Efendimiz (Sallalla-hu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur. “Arefe günü tutulan orucun bundan önce ve sonraki birer yıllık gü-nahları örteceğini Allah’tan umuyorum.”

8- Zilhicce orucu: Kameri ayların en sonuncu-su olan Zilhicce’nin ilk dokuz günü oruç tutulması tavsiye edilmiştir. Nitekim Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Zilhicce’nin ilk dokuz günü, aşu-re günü, her aydan üç gün ve her ayın ilk pazartesi-perşembe günleri oruç tutardı. (Ebu Davud)

D- MEKRUH ORUÇLAR

Mekruh oruçlar tahrimi (harama yakın) ve tenzihi (helale yakın) olmak üzere iki kısımdır.

a- Tahrimen Mekruh Olan Oruçlar: Ramazan bayra-mının birinci günü ve Kurban bayramının dört günü tutulan oruç ile Şekk günü (Şaban ayının yirmi do-kuzuncu gününden sonraki gün) Ramazan niyetiyle tutulan oruçlardır. Zira Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bayram günü oruç tutmayı yasaklamış-tır. (Buharî) Ayrıca bu günlerde oruç tutmak Allah’u Teala’nın kullarına ziyafetinden yüz çevirmek sayıl-mıştır. Şekk günü Ramazan niyetiyle oruç tutmak ise ehli kitabın yaptığı gibi farz oruca ilave etmek şüphe-si uyandırdığı için mekruh görülmüştür. (İbni Abidin)

b- Tenzihen Mekruh Olan Oruçlar: Sadece Âşure, sadece cuma-cumartesi günü, Nevruz ve Mihrican

günleri tutulan, ibadet inancıyla hiç konuşmadan tu-tulan, hiç iftar etmeden peş peşe tutulan, ömür boyu tutulan, hacılar için Zilhicce’nin sekizinci ve doku-zuncu günleri tutulan, Ramazan ayını karşılamak için bir veya birkaç gün önceden tutulan, kadının kocasından ve işçinin işverenden izinsiz tuttuğu oruç ve şekk günü “Ramazan ise ramazana değilse nafile-ye” niyetiyle tutulan oruçlardır.

Âşure günü ile ilgili Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Âşure günü oruç tutunuz! Bu günden bir gün önce yahut bir gün sonra da oruç tutmak suretiyle Yahudilere muhalefet ediniz.” (Müsned), cuma günüyle ilgili “Özellikle cuma gecesini ibadete ve sadece cuma gününü oruca tahsis etmeyiniz. Ancak âdetiniz olan bir güne denk gelirse tutabilirsiniz.” (Müslim); ömür boyu tutulan oruç ile ilgili, böyle oruç tutan kişi hakkın-da “Ne oruç tutmuş ne de iftar etmiştir.” (Müsned), ka-dının izinsiz oruç tutmasıyla ilgili olarak “Kadın, ko-cası yanında iken izni olmadan oruç tutamaz.” (Buharî)

buyurmuşlardır. Cumartesi ve hiç iftar etmeden peş peşe oruç tutmayı ise Efendimiz yasaklamıştır. (Buharî,

Ebu Davud) Nevruz ve Mihrican günleri Mecusilerin bayramı olduğu için, işçi de oruç tuttuğu vakit eğer iş gücü düşecekse işverenin hakkına girdiği için ve Zilhicce’nin sekizinci ve dokuzuncu günü hacıların güçten düşüp hac ibadetlerini hakkıyla yerine geti-rememe durumunda oruç tutmaları mekruh sayıl-mıştır. Ancak Şekk günü sadece nafile niyetiyle oruç tutmak mekruh değildir.

Page 37: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

العلم37 رمضان 1438 العدد:22

Hayatımızdaki olaylar, öncesindeki hazırlıklara göre anlam kazanır. Bu aşama ne denli uzun olursa, o öl-çüde derin izler bırakır.

İtikâf da, insanı Allah’la buluşturduğu için öncesinde nefsi bir terbiye gerektirir. Oruçla dengeye giren vü-cut, ahlaken de kendini Mevla’ya hazırlar.

Yirmi gün boyunca mideyi, gözü, kulağı haramdan koruyan müminler son on günü ise kalpleriyle oruç tutarlar.

Peygamber Efendimiz Ramazan’ın farz kılınmasın-dan ömrünün sonuna kadar son on günü itikâfla geçirmiş, bunu ümmetine tavsiye etmiştir. Nitekim

Hazreti Âîşe şöyle buyurur: “Peygamber Efendimiz, Ramazan’ın son on gününde itikâf yaparlardı. Bu du-rum vefat zamanına kadar bu şekilde devam etmiştir. Daha sonra Peygamber Efendimiz’in zevceleri itikâfı sürdürmüşlerdir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned İtikâf; Müslim İtikâf;

Ebû Davut, Ramazan)

İtikâfın Çeşitleri

1-) Vacip olan itikâf: Adak olan itikâftır. Bu, en az bir gün olur ve gündüz oruçla geçirilir. Hz. Ömer, Resulullah Efendimiz’e “Cahiliye devrinde Mescid-i Haram’da bir gece itikâfta bulunmayı adamıştım; ne yapayım?” diye sormuş Resulullah Efendimiz de “Adağını yerine getir” buyurmuştur. (Buhârî, İtikâf )

Kalbin Orucu

İtikâfİrfan Aykaç

Page 38: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

2-) Sünnet olan itikâf: Ramazan’ın son on gününde itikâfa girmektir. Sünnet-i kifâye olduğu için, bir yer-leşim merkezinde bulunan Müslümanlardan birisi bu sünneti yerine getirirse, diğerleri üzerinden bu görev düşer.

3-) Müstehab (mendub) olan itikâf: Bu ikisinin dışın-da itikâfa girmek müstehabdır. Bunun belirli bir vakti yoktur. Hatta mescide giren kimse çıkıncaya kadar itikâfa niyet ederse orada kaldığı sürece itikâfta sayı-lır. Bu itikâfta oruç şart değildir.

İtikâfın Şartları

1-) Niyet: Nezredilen itikâfta niyetin ayrıca dil ile ifa-de edilmesi gerekir.

2-) Mescid: Erkeğin itikâfı, cemaatle beş vakit namaz kılınan bir mescidde olmalıdır. İtikâfın en faziletli-si Mescid-i Haram’da, sonra Mescid-i Nebevî’de ve sonra da Mescid-i Aksa’da olandır.

Kadınlar camide itikâfa girmez. Evde namaz için kullandığı bir odada itikâfa girebilir. Yemek yapmak, temizlik gibi ev işlerinin hiçbiri yapılmaz. Sadece ibadetle uğraşılır. Abdest gibi zaruri işleri yapmanın mahzuru yoktur.

Kadının itikâfa girebilmesi için kocasının izni olması şarttır.

3-) Oruç: Daha önce de belirttiğimiz gibi vacip olan itikâf için oruç şarttır. Sünnet itikâf, Ramazan ayında olduğu için zaten oruçlu olma şartı yerine gelir.

4-) Temizlik: Kadınların hayız ve nifastan temiz ol-maları gerekir. Cünüplük oruca mani olmadığı gibi, itikâfı da bozmaz. İtikâfa giren cami içinde iken ihtilâm olursa, dışarı çıkarak gusül abdesti alır ve ye-niden itikâfa devam eder.

İtikâfta erginlik çağına gelmiş olmak şart değildir. Bu nedenle mümeyyiz bir çocuğun itikâfı da geçerlidir.

İtikâf günlerinde Kur’an, hadis, Allah’ı zikir ve iba-detle meşgul olmak ve temiz elbise giyip güzel koku-lar sürünmek itikâfın adabındandır.

İtikâfta olan kimsenin yemesi, içmesi, uyuması ve ihtiyacı olan şeyleri satın almasında bir sakınca yok-tur.

İtikâf; kişinin kendisini hesaba çekip, af ve mağfiret dileyip sonucunu beklediği bir mahaldir. Bütün dün-ya zevklerinden yüz çevirip Allah’u Teâlâ’ya yönel-mesidir.

Yârin kapısında geceleyen âşıklar gibi, Allah’a yal-varıp diz çöken kulların bütün engelleri kaldırıp matluba ulaştıkları makamdır. Peygamber Efendi-miz mütekifler için şöyle buyuruyor: “İtikâfta olan, günahlardan uzaklaşır, her iyiliği işlemiş gibi sevaba kavuşur”. (İbni Mace)

Page 39: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

Kadir gecesi kandiller arasında istisnai bir değere sahip-tir. Hakkında hususi sure inen tek gecedir. Aslında meş-hur üç ayların ikisi ramazana, ramazan ayı ise Kadir gecesi için ibadete ön hazırlıktır. Böyle bir gece sadece ümmeti Muhammed’e nasib olmuştur.

Kadir Gecesi Nedir?

Kuran-ı Kerim’in kendisinde nazil olduğu, bir defada levh-i mahfuz denen yerden dünya semasına indiği gecedir. Kur’an-ı Kerim daha sonra buradan 23 yıl zarfında peyder-pey Peygamber Efendimize vahyedilmiştir. Yüce Kitabımız bu geceyi şöyle anlatır: “Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece melekler ve Ruh (Cebrail), Rablerinin izniyle her emir (iş, durum, hüküm ve takdir) ile inerler. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.” (Kadr, 1-5)

Kadir Gecesinin Önemi ve Hikmeti

Önceki ümmetler uzun ömür yaşarlarmış. Dolayısıyla iba-detlerinin bizden fazla olması söz konusu iken buna kar-şılık rahmet peygamberinin ümmeti olan bizlere bu gece nasip olmuştur. Buna işaret eden bir hadisi şerifte aleyhis-salatu vesellem Efendimiz önceki ümmetlerin uzun ömür-lü olmaları sebebiyle fazla sevap kazanma imkânına sahip bulunmalarına karşılık Müslümanlara Kadir gecesinin ve-rildiğini belirtir. (el-Muvatta, i’tikaf, 6)

Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennemden azatlık ayı olan bir ayda böylesi müstesna bir gecenin öne-mine Efendimiz şu hadisiyle dikkatleri çekiyor: “Faziletine inanarak ve karşılığı Allah’tan bekleyerek Kadir gecesini değerlendiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır.” (Buha-ri, iman, 25) Başka bir hadiste şöyle buyurmuşlardır: “Kim Kadir gecesinin fırsatından mahrum kalırsa, bütün bir ha-yırdan mahrum kalmış demektir.” (İbni Mace)

Kadir Gecesi

Page 40: ilim · 2019. 11. 23. · ilim DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı Editör: Mustafa Alp İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi

Hazreti Peygamberimiz Bu Geceyi Nasıl İhya Ederdi?

Leyle-i Kadr’in ramazanın son on gününün tam ola-rak hangisine denk geldiği konusunda ihtilaf vardır. Fakat bu ayın son on gününde ve on günün tek gece-lerinde olduğunda ittifak vardır. Annemiz Hz. Aişe, Hz. Peygamberin “Kadir gecesini ramazanın son on günündeki gecelerde arayın” buyurduğunu aktarır. (Buhari, leyletü’l-kadr, 3) Özellikle ramazanın 21. 23. 25. 27. ve 29. gecesi gibi tekli gecelerinde aranması gerektiği şu hadisle sabittir: “Bu gecenin tam vaktini önceleri bili-yordum. Fakat sonradan bana unutturuldu. Siz onu on günün tekli gecelerinde arayın.” (Buhari ve Müslim) Buna karşılık sahabeden itibaren Kadir gecesinin ramaza-nın 27. gecesi olduğunu söyleyenler vardır ki ülke-mizde de böyle bilinmektedir.

Bu mübarek gecenin son on günde olmasının hikme-ti, Allah bilir ya, ümmetin ibadete sımsıkı sarılması-dır. Zaten son on günde itikâf vardır, bu da onun için bir göstergedir.

Hz. Peygamberin normal zamanlarda nasıl ibadete sarıldığını Hz. Aişe annemizden biliyoruz. Şöyle der annemiz: “O sabahlara kadar, ayakları şişip patla-yacakmışçasına namaz kılardı. Ona “neden kendini bu kadar yoruyorsun? Senin gelmiş geçmiş bütün gü-nahların affolundu,” dediğimde; “Rabbime sevimli bir kul olmayayım mı?” derdi.” (Buhari ve Müslim)

Peki Hazreti Peygamber leyle-i Kadr’de ne yapardı? Son on günü itikâfa ayrılır, kendini ibadete adardı. Annemiz der ki: “Ramazan ayının son on günü girdi-ğinde Allah Rasülü geceleri ihya eder, ev halkını uyan-dırır, ciddiyetle ibadete koyulur ve eşleriyle ilişkiyi ke-serdi.” (Buhari, leylet’ül-kadr, 5; Müslim, itikâf, 7) Yine annemizden Efendimizin leyle-i Kadr’i içinde barındıran son on günü nasıl ihya ettiğine dair bir rivayet nakledilmiş-tir: “O ramazanda diğer aylardan daha fazla ibadet ederdi. Ramazanın son on gününde ise ramazanın öteki günlerinden daha fazla ibadet ederdi.” (Müslim,

itikâf, 8; Tirmizi, savm, 72)

Kadir Gecesi Duası

Leyle-i Kadr hakkında Aişe annemiz, Efendimize “Ey Allah’ın Rasülü, Kadir gecesinin hangi gece olduğu-nu bilecek olursam, nasıl dua edeyim?” diye sorar. Efendimiz şöyle dua etmesini ister: “Allahım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Beni bağışla!” (Alla-hümme! İnneke afüvvün, tühibbül afve. Fa’fü annî!) (Tirmizi, Deavât, 84)

Ayrıca Osmanlı döneminden uygulana gelen ve Ka-dir Namazı olarak adlandırılan tesbih namazı, bugün halen Kadir gecelerimizde camilerde kılınmaktadır.

Leyle-i Kadr’i bir nimet bilip dopdolu geçirmek ümi-diyle… Şimdiden geceniz mübarek olsun!