41
ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 2017 24 د العد1439 رم-جة ذو اISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk Yetiştirmedeki Yeri Tasavvufta Tevekkül Müslümanın Para ile İlişkisi ve Tevekkül Ünlü Gurmelerden Tevekkül Tarifleri Murat Molla Kütüphanesi -VII- Efendimizin Son Günleri Din Nedir Kitabı ve Tolstoy TEVEKKÜL ilimdergisi.org

ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim24. SAYI EYLÜL-EKİM 2017ذو احلجة -حمرم 1439 العدد 24

ISSN:2146-7781

DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ

Tevekkülün Dört Limanı

Tevekkülün Çocuk Yetiştirmedeki YeriTasavvufta Tevekkül

Müslümanın Para ile İlişkisi ve Tevekkül

Ünlü Gurmelerden Tevekkül TarifleriMurat Molla Kütüphanesi -VII-Efendimizin Son GünleriDin Nedir Kitabı ve Tolstoy

TEVEKKÜL

ilimdergisi.org

Page 2: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilimDİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ

İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı

Editör: Mustafa Alp

İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi ve İlimevleri hocaları tarafından yayına hazırlanmaktadır.

Derginin tüm sayılarını online okumak için: ilimdergisi.org

Görüş ve makale gönderimi: [email protected]

Dâru’l-İlim web adresi: darulilim.com

İlimevleri web adresi: ilimevleri.com

TEVEKKÜLSEBEBE TEVESSÜL, MÜSEBBİBE TESLİMİYET

Page 3: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

SERBEST YAZILAR

MURAT MOLLA KÜTÜPHANESİ -VII-} AZİZ ENÇAKAR

EFENDİMİZİN SON GÜNLERİ} ABDULKADİR YILMAZ

DİN NEDİR KİTABI VE TOLSTOY} İBRAHİM TÜRKAN

DOSYA YAZILARI

TEVEKKÜLÜN DÖRT LİMANI} MUSTAFA ALP

TEVEKKÜLÜN ÇOCUK YETİŞTİRMEDEKİ YERİ} İBRAHİM TÜRKAN

TASAVVUFTA TEVEKKÜL} FATİH YAZICI

MÜSLÜMANIN PARA İLE İLİŞKİSİ VE TEVEKKÜL} EMRE GÜNDOĞDU

USTA GURMELERDEN TEVEKKÜL TARİFLERİ} ADEM ÖZÇELİK

24

31

35

6

1317

21

41

Page 4: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 244

EDİT

ÖR

بسم اهلل الرمحن الرحيم

Kısaca Allah’a güvenmek, tedbiri aldıktan sonra takdiri Allah’a bırakmak diyebileceğimiz tevekkül, pek çok dinî duyguyla alakalı. Rızadan acziyete, sabırdan zühde pek çok hasletle bağlantı içinde. Onun bir sokağı muhabbet-i ilahîye çıkıyorsa, diğeri kifaf-ı nefse, bir öteki yakîn-i kal-be çıkıyor. Gelin irfan yolunu bizden önce yürüyen timsal şahsiyetlerin izinde kısa bir tevekkül yolculuğu yapalım.

İmam Gazalî’nin tevhidle aynı başlıkta işlemesinin de gös-terdiği üzere tevekkül, tevhitten başka bir şey değil as-lında. Zira Allah’a itimatta herhangi bir kusur, doğrudan şirke yol açıyor. Bu meyanda Sehl et-Tüsterî şunu söyler: “Çalışıp kazanma konusunda gevşek davranan, doğrudan sünnete karşı (Peygamber yolunu terk ettiği için) yanlış yapmış olur. Tevekkül noktasında kusur işleyenin ise iman sorunu vardır.”

Gazalî tevekkülün aslı olan tevhid başlığının girizgâhında der ki: “Tevekkül doğrudan iman konusudur. Nasıl ki bü-tün iman konuları ilim, hal ve amelden oluşuyorsa tevekkül de ilimden (ki asıldır), amelden (ki neticedir) ve halden (ki tevekkülden kast olunandır) oluşmaktadır. Asıl mesabesin-deki ilim, tasdik demektir. Her kalple tasdik ilimdir, eğer güçlenirse yakîn adını alır. Yakînin birçok alt başlığı var, fa-kat tevekkülü üzerine bina edeceğimiz kadarını söylersek, bu tevhiddir. Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir, ortağı yoktur” ifadesinin tercümesi budur.” (İhya, 4/245)

Rivayete göre, Nebi aleyhisselam bir keresinde şu ayeti okur: “Kim Allah’a karşı takvalı olursa, o kendisine çıkış yolu gösterir ve hiç hesap etmeyeceği şekilde ona rızık bah-şeder. Kim Allah’a tevekkül ederse, o kendisine yeter.” (Talak,

2-3) Ardından Ebu Zer’e şöyle der: “Eğer insanlar bu ayetin gereğini yapsaydı, kendilerine yeterdi.” (İbni Mace, Darimî)

Page 5: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

العلم5 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

24. sayıdan

merhaba

Ebu Ali ed-Dekkâk, tevekkülün çok boyutlu mazmununa şöyle dikkat çeki-yor: “Tevekkül üç derecedir: Tevekkül, teslim, tefviz. Tevekkül sahibi Allah’ın vaadine güvenir. Teslimiyet sahibi Allah’ın bilmesiyle yetinir. Tefviz sahibi ise Allah’ın hükmüne razı olur.” Yine üçlü derecelendirme daha somut biçimde İbni Ebiddünya tarafından nakledilir: “Tevekkülün üç derecesi bulunur: İlki şikayeti bırakmak. İkincisi rıza, üçüncüsü muhabbet. Şikayeti bırakmak, sa-bır derecesidir. Rıza Allah’ın taksimine karşı huzur-ı kalp ile dolu olmaktır ki bu ilkinden daha değerlidir. Muhabbet ise kişinin sevgisinin Allah’ın kendisi-ne yaptıklarına dönük olmasıdır. İlki zahidlerin, ikincisi sadıkların, üçüncüsü resullerin halidir.” (et-Tevekkülü ale’l Allah, İbni Ebiddünya, 71)

Bugüne geldiğimizde sağlıktan siyasete birçok alan tevekkülsüzlüğümüzün örnekleriyle doludur. Bunların en önemlisi, belki de tümünün temerküz et-tiği hata, temelde rızık endişesi ve geçim kaygısıdır. Sürekli daha fazla ka-zanma hırsı, kazancın bereketini götürdüğü gibi çok daha önemli dinî ve ahlakî görevlerimizi ihmale de yol açıyor. Oysa Nebi aleyhisselam ne güzel dikkat çekmişler: “Eğer Allah’a gerçekten tevekkül etseydiniz, kuşlara rızık verdiği gibi size de verirdi. Onlar aç olarak sabahlar, karınları tok olarak ak-şam yuvalarına dönerler.” (Tirmizi, Müsned-i Ahmed) “Muhammedin canı elinde olana yemin ederim ki hiçbir canlı rızkını tamamlamadan ölmez. O halde Allah’tan korkun ve doğru düzgün şekilde rızık arayın. Sakın ola rızkı beklemek, onu Allah’a itaatin dışında bir yerde aramaya sizi itmesin. Çünkü Allah katında olan, sadece O’na itaatle elde edilir.” (Taberanî, Mucemü’l-Kebîr)

Gerçekten kayıp adreslerde veya hep daha fazlası aranan dünyevî kazanç-lar, deruhte ettiğimiz esas vazifelerimizi unutturuyor. Âlimlerimizden biri ne güzel söylemiş: “Rızkın zaten sana garanti edilen kadarı, üzerine farz olan işleri yapmaktan seni alıkoymasın. Aksi halde ahiretini zayi edersin. Dünya-dan da ancak Allah’ın sana takdir ettiği kadarını elde edersin.”

Gelecek sayıda buluşmak dileğiyle, Allah’a emanet olun...

[email protected] ilimdergisi.org

Page 6: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 246

Kelimenin kendisi her şeyi anlatıyor aslında. Ma-lum, tevekkül birine vekâlet vermek demek, işi

ona havale etmek, onun yaptığın işten razı olacağını bildirmek… Birini vekil tayin ederken dört şey söz ko-nusu oluyor. Birincisi, ortada bir iş gayreti var. İkinci-si, biz söz konusu işi yapmaktan aciziz veya mevcut durumda yapamıyoruz. Üç, karşı tarafın en iyi şekil-de bu işin üstesinden geleceğine güveniyoruz. Dört, daha baştan onun yaptığı işten razı olduğumuzu belli ediyoruz. Böylelikle her aşama birbirini besleyerek vekâleti oluşturuyor.

Gelelim aynı durumun dini anlamdaki tevekkü-le uyarlanmasına. Allah’a tevekkül, tıpkı bir insana vekâlet vermede olduğu gibi dört şeyi ifade ediyor: Gayret, acziyet, itimad ve rıza… Allahım! Ben elim-den geleni yaptım (gayret). Yine de bu işin nasıl so-nuçlanacağını kestiremiyorum (acziyet). Bütün tak-dirlerinde sana güvenim sonsuzdur (itimad). Sonuçta hükmün ne olursa bundan memnun olacağım (rıza).

Gördüğünüz gibi, Kur’an’da kırk yerde vurgu yapıla-cak kadar değeri haiz olan tevekkül ehli müminler,

Tevekkülün Dört LimanıMustafa Alp

Page 7: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

العلم7 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

bu dört şartı şuur dünyalarında muhafaza eden kişi-lerdir. Özetle, mütevekkil olmak için önce ortaya bir çaba ve iş koyacaksın. Sonra bu işin büsbütün senin çabanla olmayacağının yani acziyetinin farkında ola-caksın. Ardından Allah’ın o işi en iyi şekilde takdir buyuracağına güvenin tam olacak ve son olarak O ne şekilde sonuçlandırmışsa hüsnü kabulle karşı-layacaksın. Tabi bunları açmak lazım. Kökünde bir şuur olan tevekkül yaşantımızda nasıl karşılık bulur? Müslümanın Allah’a güven psikolojisi başka hangi duygularla bağlantılıdır? Gelin öyleyse.

Tevekkülün Giriş Kapısı: Emek

Tevekkülün baştan insanın gayretini ifade ettiğine örnek ayetler şunlar: “(Yapılacak) işlerde onlarla is-tişare et. Sonunda bir işi yapmaya karar verdiğin za-man artık Allah’a tevekkül et” (Al-i İmrân, 159) “Allah’ın her ikisine de nimet verdiği, Allah’a karşı gelmekten korkan iki er çıkıp şöyle söyledi: Onlara kapıdan hücum edin, kapıyı tutun, oraya bir kez girdiniz mi kesinlikle galipsiniz. Haydi Allah’a tevekkül edin, ger-çekten inanan kimselerseniz.” (Maide, 23) “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a tevekkül et.” (Enfal, 61) “Ve evlatlarım, diye ilave etti: (Şehre) aynı kapıdan değil de, ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben ne yapsam, Allah’tan gelecek takdiri önleyemem. Zira hüküm yetkisi, yalnız Allah’ındır. Onun içindir ki ben ancak O’na dayanır, O’na güvenirim. Tevekkül eden-ler de yalnız O’na dayanıp güvenmelidirler.” (Yusuf, 67)

Dikkat edilirse, ayetler tevekkülle birlikte eyleme dö-nüşen bir gayreti konu ediniyor.

Önce ortaya bir eylem koyacaksın. Bu uğurda emek harcayacak, alın teri dökeceksin. Azim ve kararlılık, Allah’ın yardımını celbeden değişmez adımlardır.

İmkân ve fırsatlar bir anda çıkmış gibi görünseler de temelde o gayeye dönük gayretin sonucudur. Tüm za-ferler, bir süreçtir. Bu konuda en güzel örnek peygam-berlerdir. Kur’an’da Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e peygamberlerin kıssalarına bakın. Müthiş bir gayret görürsünüz. Alın teri, eylemsellik, aktif mücadele, son derece canlı diyalog ortamı… İlahî mevhibeye en fazla mazhar olan bu kimseler, garip şekilde en faz-la yorulan, dışlanan, yenilip yenilip tekrar başlayan motivasyona sahip kişilerdir. Demek ki sünnetullah yahut sosyo-teolojik yasalar böyle işliyor.

Hz. Ömer karşılaştığı bir grup Yemenliye “kimsiniz siz?” diye soruyor. Adamlar “biz tevekkül eden (müte-vekkil) insanlarız” diye cevap verince halife kendile-rine şunu diyor: “Aksine siz yiyicilersiniz (müteekkil). Zira tevekkül sahibi olan tohumu toprağa ekip Allah’a güvenendir.” (İbni Ebiddünya, et-Tevekkülü Alellâh, 10)

Yaptığın işin bütün meşru ve makul gereklerini yeri-ne getireceksin. Malzemeden çalan müteahhit, trafik kurallarını çiğneyen şoför, imalathanesinde gerek-li temizlik ve güvenlik önemlerini almayan üreti-ci Allah’a tevekkül edemez. Büsbütün bu tedbirlere güvenmek ayrı konu, bunları ihmal ederek kolay ka-zanca kaçmak ayrı konudur. “Sonunda bir işi yapma-ya karar verdiğin zaman artık Allah’a tevekkül et” (Al-i

İmrân, 159) ayeti bu noktada oldukça açıktır. Fahrurrazî ayetin yorumunda şunu söyler: “Bu ayet, kimi cahil-lerin zannettiğinin aksine tevekkülün insanın kendi-ni ihmal etmesi anlamına gelmediğini gösterir. Yok-sa (gerideki) istişare emri tevekkül emriyle çelişki arz ederdi. Bilakis tevekkül, insanın zahiri sebepleri gö-zetmesi, lakin kalbini bunlara bağlamaması, tersine Hak Sübhanehûnün korumasına güvenmesi demek-tir.” (Mefâtîhu’l-Ğayb, Al-i İmrân 159. ayetin tefsiri)

Page 8: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 248

Peki, neden bizden bir çaba bekliyor Allah? Çünkü ancak böyle değer bilebilir, ancak böyle kendi yolunu çizmiş olabilirsin. Her şeyi mi kul mu yapıyor? Hayır, çoğunu Allah; fakat çalışmadan kazanan, kendine verilenin değerini bilmez. En güzel iyilikler, onu hak etmek için ön çabayı gösteren insanlara yapılandır. Bunun en iyi örneği cennet. Cennet büsbütün Allah’ın bir lütfu. Yine de onun bir lütuf olduğunu anlamak için dünyada o uğurda alın teri dökmek gerekiyor. Yanlış anlamayın, cennetin kazanmaya denk bir gay-ret değil. Ne kadar gayret etsen de böylesi nimeti hak etmeyeceğini daha iyi anlamak için gayret. Tıpkı bir çocuğun babası kadar ağırlık kaldıramayacağını an-laması için biraz ağırlık kaldırması gerektiği gibi. De-mek ki kulun gayreti, aslında nimeti hak etmesi için değil, (ki asla buna denk olamaz) şükretmeyi, Rabbe minnet duymayı öğrenmesi için. Tevekkülün ikinci koşulundaki acziyeti daha iyi hissedebilmesi için.

O zaman diğer soruya gelelim. Her tür eylem tevek-külün ilk şartı mı? Hayır, hepsi değil, meşru olanlar; akl-ı selimin ve maşer-i vicdanın, yani Allah’ın tas-vip edeceği türdekiler… Yalan dolanın döndüğü filan ihaleye girerken “Allah’a tevekkül ediyorum” diyor-sun. Avucunu yalarsın! Hak etmediğin bir makama torpille atanmaya kalkıyorsun ve “hayırlısı bakalım. Allah’a tevekkül ettik” diyorsun. Yok ya! Pis işe Rab-binin ismini karıştırmayacaksın. Yamuk ilişkilerine dinini kılıf yapmayacaksın. Herhangi birimiz nasıl ki kafasına yatmayan işlerde başka birine kefil olmak istemezse, Allah da rızası olmayan davranışlarında kuluna arka çıkmaz. Vicdanın olmadığı yerde Allah da bulunmaz. Durduk yere, sırf biraz daha konfor-lu yaşamak için kredi çekiyorsun ve “Allah kolaylık

versin” diyorsun. Verirse kork; çünkü affolma ihti-malin azalıyordur. Dua et ki ödemelerde zorlanasın. Başına işler gelsin. Evet, bu faslı kapatıyoruz.

İkinci Parkur: Acziyetin İtirafı

Şimdi tevekkülün aynı zamanda insanın acziyeti de-mek olduğunu anlatan ayetleri görelim: “Hani sizden iki grupta yılgınlık ve çözülme emareleri belirmişti. Oysa onların dostu Allah’tı. Müminler, sırf Allah’a tevekkül etmelidirler.” (Al-i İmrân, 122) “Eğer (Allah) sizi yardımsız bırakıverirse, O’ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah’a tevekkül et-sinler.” (Al-i İmrân, 160) “Biz Allah’a tevekkül ettik. Ey Rab-bimiz, bizi o zalim kavmin fitnesine uğratma!” (Yunus,

85) “De ki: Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, O’nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun bu rahmetini önleye-bilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanırlar.” (Zümer, 38)

Müslümanın bir hedefe dönük eylemiyle diğerlerinin eylemi arasındaki fark, Müslümanın sade kendi gay-retiyle başarılı olacağını düşünmemesidir. Bizim ve dahi bütün beşeri sebeplerin ötesinde ilahî bir sebep söz konusudur. Yaratılmışların tüm gücü, bir teklif mahiyetindedir. Nihai kararı veren ise Allah’tır. Olan-ca kişisel gayreti ortaya koyduktan sonra bunun ye-terli olmayacağının bilinciyle Allah’ın merhametine iltica etmek, bu noktada kusur ve acziyetlerin Allah’a açılması, çok önemli ikinci adımdır. Rabbin mutlak kudret ve azameti karşısında insanın tek mukaveme-ti, hiç mukavemet göstermemesi, yani zavallılığıdır. O’na karşı tek çare, çaresizliğin izharıdır. Peygam-berler, bir yönüyle Rableri karşısında en iyi acziyet

Page 9: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

العلم9 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

sergileyen insanlar oldukları için dergâh-ı izzette en değerli kapı kulu olmuşlardır.

Şaravî, kulun gayretinin kendi başına yeterli olma-yacağını şöyle açıklar: “Ben bir konuda yapılması gerekenleri güzelce yaptıktan sonra sonuç gerçekleşir, demekten sakın. Hayır, böyle değil; çünkü sebeplerin ötesinde onları yöneten biri var. Organlar çalışacak, kalp tevekkül edecek. İmanın faydası işte budur. Ben mutlak gücü olan, sebepli veya sebepsiz şekilde ya-ratabilen bir ilaha iman ediyorum. Ey insan, sebep-lere müracaat etmek sana düşer. Sebeplerin ötesi ise Allah’ın iradesindedir. Sen çalışıp çabaladığında se-beplere başvurmuş olursun. Tevekkül ettiğinde ise, se-beplerin sahibini, yani Allah Sübhanehûyü razı etmiş, (adeta onun rahmetini) garantilemiş olursun.” (Tefsîru’ş-

Şa’ravî, Bakara 159. ayetin izahı)

Kur’an’da Enbiya suresi 83-90 arası ayetler, üç pey-gamberin acziyet dolu yakarışlarının Rableri tarafın-dan karşılık gördüğüne dikkat çeker: “Eyyûb’u da an! Hani o: ‘Ya Rabbî, bu dert bana iyice dokundu. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın!’ diye niyaz etmiş, Biz de onun duasını kabul buyurup katımız-dan bir lütuf ve ibadet edenlere bir ders olmak üzere, hastalığını iyileştirmiş, kendisine aile ve dostlarını bir misliyle beraber vermiştik.” “Zünnun’u (balık sahibi Yunus’u) da hatırla. Hani o, öfkelenerek gitmişti de, bizim kendisini hiçbir zaman sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Fakat sonunda karanlıklar içinde: ‘Senden başka ilâh yoktur, sen münezzehsin, Şüphesiz ben haksızlık edenlerden oldum’ diye seslenmişti. Bunun üzerine onun duasını kabul ettik ve onu kederden kurtardık.” “Zekeriyya’yı da hatırla. Hani O Rabb’ine ‘Ya Rabb’i, beni tek, evlatsız bırakma. Gerçi en

hayırlı mirasçı sensin, her şey sonunda sana kalacak-tır’ diye seslendi. Biz de duasını kabul ettik de kendisi-ne Yahya’yı verdik ve onun için eşini çocuk doğurma-ya elverişli hale getirdik.” (Enbiya, 83-84, 87-90)

Gelelim önemli bir soruya. Kulun acziyetini pasiflik ve sünepelik halinden ayıran nedir? Dikkat ederse-niz, Allah’a karşı kulun acziyeti diyorum. Yoksa diğer insanlara karşı değil. Aksine menfaat gördüğü kişile-rin önünde eğilenler, Rablerine karşı küstah olurlar. Allah’a karşı kusur ve noksanını itiraf eden mütevek-kil kul, başka hiçbir kişi ve kurumun önünde eğilmez. Çevresindekilere karşı bu onurlu ve tok gözlü tavrı, zaten yalnızca Allah’a tevekkül etmesi, O’na güven-mesi sebebiyledir. Öyle değil mi? İnsan birilerine karşı küstahlaşırken, mutlaka başka birilerine sırtını yaslayacaktır. Dolayısıyla gerektiğinde risk almayan, kendi başına karar veremeyen, yeni bir şey denemek-ten, orijinal bir tarz oluşturmaktan çekinen tırsak tip-ler, kesinlikle tevekkül ehli olamazlar. “Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden bir grup Allah’tan korkar gibi hatta daha fazla bir korku ile insanlardan kork-maya başladılar” (Nisa, 77) Oysa Rablerini vekil edinen-lerin bu noktadaki tavrı, en kötü olasılıkları ferah-ı kalp ile karşılamaktır: “Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine, ‘İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, on-lardan korkun’ dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!’ dedi-ler.” (Al-i İmrân, 173)

Ve Allah’a Güven

Böylelikle tevekkülün can damarına geldik: İnsanın Allah’a güvenmesi. İtimat duygusu aslında rasyonel hesapların devre dışı bırakıldığı inanç durumunu simgeliyor. Bir an geliyor, gözün kapalı bir şeye teslim

Page 10: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2410

olman gerekiyor ya da gözünü açık tutmaya devam ederek kendini bırakmamayı seçiyorsun. Hemen her insan hayatın pek çok safhasında birilerine ya da bir şeylere güvenir, hesabı kitabı bir yana bırakır. Bazıla-rı yıkıcı olur elbette. Düş kırıklıkları, acı tecrübeler…

Vahiy, bütün insanlığı tek yaratıcıları ve yegâne dost-ları olan Rablerine itimat etmeye çağırır. O emanet-leri asla zayi etmeyen, kendinden yana yatırım ya-panları asla yüzüstü bırakmayan en büyük destekçi ve sığınaktır. Şu ayetleri bir de bu açıdan düşünelim: “Sen onlara aldırma. Allah’a güven. Vekil olarak Al-lah yeter.” (Nisa, 81) “O doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka tanrı yoktur. O halde yalnız O’nu ve-kil tut. Onların söylediklerine karşı sabret, onlardan güzel bir tavırla uzak dur.” (Müzzemmil, 9-10) “Ey Rabbi-miz, biz sana tevekkül ettik ve içten sana yöneldik. Dönüş sanadır.” (Mümtehıne, 4) De ki: O (Allah) Rahman olan (bizi esirgeyip koruyan) dır. biz O’na iman ettik ve O’na tevekkül ettik. Artık siz kimin açıkça bir şaş-kınlık (ve sapıklık) içinde olduğunu pek yakında bilip-öğreneceksiniz.” (Mülk, 29) “Kim, Allah’a tevekkül ederse; O, kendisine yeter. Şüphesiz ki Allah; emrini yerine getirendir.” (Talak, 3)

Tabi bunlar bildiğiniz şeyler. Esas soru şu: Allah’a gü-venmek ne demek? Bunu somut hayata nasıl uyar-layabiliriz? Allah’a güvenmek aslında hayatın doğal akışına uyum sağlamak demektir; çünkü Allah bize hayatın doğal akışı üzerinden tezahür eder. Allah’ın kudreti tabiî yaşantımızda kendini gösterir. O’nunla yoğun şekilde hastalıklarla, can kayıplarıyla, biyo-lojik kusurlarımızla, kar-zarar dengesiyle, tabiatın sayısız canlısıyla temasa geçeriz. Öyleyse çevremi-zi saran evrensel sisteme güven duymak, doğrudan

Allah’a itimat etmektir. İşin bu kısmı genelde ihmal ediliyor. Bir Müslüman, ticaretinde -kendinden bir kusur olmaksızın- zarar ettiğinde ya da elde olma-yan sebeplerle önemli bir fırsatı kaçırdığında, ortalığı ayağa kaldırıyorsa, Allah’a güvenmiyor demektir. Bu kadar net. Piknik günü yağmurun yağmasına söyle-nen kişi nasıl Allah’ı gücendirirse, karşıdan karşıya ağır geçiyor diye yaşlı adama kızan şoför de öyle gü-cendiriyordur. Kadere teslim olmak tam da böyle bir şey.

Nedense kaderi ezoterik, insana gram malum olma-yan lahutî sır gibi algılıyoruz. Oysa kader, adı üstünde miktar demek; her şeyde belirlenen kıvam, zerreden fezaya her şeyin birbiriyle dengesi, hem bizi sürükle-yen hem bizim sürüklediğimiz yaşam mecrası… “Biz her şeyi bir kadere (bir düzene, ölçüye, plana) göre yarattık.” (Kamer, 49) Dünyaya yoğun şekilde bu kıvamı veren elbette Allah. Bu demek oluyor ki Allah’a tes-lim olmanın somut göstergesi, hayatın doğal akışına, gerek insanlar arası gerek cansız varlıklar arası de-ğiştirilemez dengeye teslim olmak, bu konuda hır gür çıkarmamaktır.

Peki, doğal kaydı ne oluyor? Hayatın doğal akışı der-ken, mesela çalışanların ihmalinden kaynaklı kurum-sal hataları dışarıda tutuyorum. Herhangi bir devlet dairesi ya da özel sektör kurumunda beş vezneden biri çalışıyorsa, bu hayatın tabiî akışı olamaz. Dolayı-sıyla orada onca insanın çıtını çıkarmadan saatlerde sıra beklemesi de sabırla, tevekkülle falan izah edile-mez. Öğrenilmiş çaresizlik, medeni cesaretsizlik, sor-gulama ruhunun gelişmemesi ve modern kölelik söz konusudur burada.

Page 11: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

العلم11 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

Rabbine güven. Bütün gerekçeler, ön görüler, ko-şullar, tedbirler yakınında bir yerlerde dursun; ama yüreğinin derininde yalnızca Allah’a güven. Her şey O’nun mutlak otoritesine teslimdir. O ol derse olur, olma derse olmaz. Gerisi bunun bir ömre yayılmış detaylı anlatımıdır. O bizzat kendi ellerinle yazdığın senaryolar üzerinden kendininkini sahneletir. Onun yüceliği, tam da sana “işte bütün bunlar benim ese-rim” dedirtmesidir. Diyeceksin ki bu avuntu değil mi? Psikolojik bir tatminden öteye gidiyor mu? Devam et, din de aslında bir teselli. Korkularımızın maskesi, ac-ziyetlerin kudretli limanı…

Biraz böyle doğru, Allah’a güvenin semeresi, olayla-rın görünür işleyişinden çok onun insanda bıraktığı etkide yatar. Tevekkül, kayıpları önlemez belki. Daha önemlisini yapar: Kaybın hasarını önler. Zaten ihti-yaç duyduğumuz bu değil mi? Korkulan şeyden çok,

ona duyduğumuz bu korku yiyip bitirmiyor mu bizi? Ölümler değil, bıraktıkları ruhsal boşluk büyük. Ay-rılıklar değil, zihin ve gönül dünyamızdaki izleri asıl yaralayan. Kaybetse belki daha fazlasına ulaşacak birçok insan, kaybetme korkusuyla kendine neler ediyor! İşte tevekkül burada devreye girer. Olayların görünür işleyişi biraz birinci maddedeki gayret ve emekle alakalı. Buna rağmen olan oldu mu? Üzülme, sorun yok. Zira sana sahip olmaktan ve güvenlikten daha değerlisi verildi: Huzur, korkusuzluk…

Tevekkülün Zirvesi: Rıza

İşte burası sigorta şirketine güvenmekle Allah’a gü-venmek arasında temel farkı ortaya koyuyor. Evet, Allah’a tevekkül ettiğimizde sanılanın aksine iş-lerimiz tıkır tıkır yürümez, yürümeyebilir. Bildiği-miz anlamda dünyevî başarılar, acil zaferler, kolay yükselişler Allah’ın müminlere vadettiği şeyler

Page 12: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2412

kapsamına girmez. Allah’a tevekkülün, önceki mad-dedeki ifadesiyle, hayatın tabiî düzenine teslim ol-manın soğuk yüzü, kısır hayalimizle kurguladığımız bütün aceleci senaryoları çöpe atmamız gerektiğidir. Kendimize neyi en uzak görüyorsak, o gerçekleşecek. Ödülün büyüğünü, erken ödülleri geri çevirenler, yani büyük senaryoyu dikkate alanlar; mütevekkiller kapacak.

Bir önceki başlık, bütün dar kalıpları aşan bir dengeye teslim olmayı anlatıyordu. Bu başlıkta razı olmak ise, hayatın yolumuza çıkardıklarını kabullenmek, rolü-müz her ne ise hakkını vermektir. İster kadere razı ol-mak deyin, ister Allah’a tevekkül, işin özü değişmez: Bugünkü konumumuzla en güzel şeyleri yapacağız. Bir şey yapmak için uygun pozisyonları bekleyen-ler, evet Allah’ın koyduğu düzene başkaldıranlardır. Onlar tevekkül ehli olamazlar. Kaldı ki beş trilyonu olan adamın mutluluğu, beş liraya sahipken yaşadığı mutluluktan fazla değildir. Dolayısıyla mütevekkiller, işleri Allah’a teslim ettikten sonra karşılarına çıkan imkânları şikâyet etmeden değerlendirenlerdir.

Diğer taraftan tevekkülün rıza ayağı, arkası gelme-yecek kuşkulara son vererek dizginleri yeniden kula devreder. İtimat aşamasında bir süre duraksayan kul, bu süreçle yeniden azim ve dua yoluna koyulur. Buradan anlıyoruz ki Allah’ın bir işten rızası, doğ-rudan o kişinin rızası ve performansıyla orantılıdır. Meşru alanda yol aldığımız sürece bir işi hayırlı ya da şerli yapan, bizim tutumumuzdur. Bunun dışında o işten bağımsız bir hayır ya da şer söz konusu ola-maz. Başka ifadeyle, yaşamın mutlak akışı, biraz da bizim direksiyon hareketlerimize göre şekillenen bir güzergâhtır; fakat insanlar, dün istediklerini bugün

reddedebildikleri için hâlihazırda sahip olduklarına, “hayır, bunu istememiştim” diyerek kendiyle çelişe-bilmektedir.

Tam burada şöyle diyebilirsiniz: “Bir önceki madde-de Allah ol derse olur, olma derse olmaz, diyordun. Şimdi dizginler kulun elinde, diyorsun. Bu çelişki de-ğil mi?” Hayır, itimat ve rıza arasındaki denge şudur: Allah’a itimat etmek, hırsın benliğimizi ele geçirmesi-ni engelliyor. Akabinde tam pasifliğe ve atalete dönü-şecekken devreye rıza giriyor. Böylelikle kulun canla başla yeni işine koyulmasını, yeni şartlara adapte ol-masını sağlıyor.

Hatırlayın, bir önceki maddede kaderi tanımlarken “hem bizi sürükleyen, hem bizim sürüklediğimiz ya-şam mecrası” demiştim. Bu, kaderde kulun payını gösteren önemli nüans. Yine orada bu kıvamı veren sadece Allah demedim, aksine yoğunluklu olarak Allah. Bu da kulun etkinliğini gösteriyor. Geldiğimiz noktada anlıyoruz ki rıza başka açıdan, aslında ku-lun kendiyle barışık olması demek. Ancak kendiyle ve sahip olduklarıyla kurduğu iyi ilişki, Rabbiyle de iyi alaka kurmasına zemin hazırlıyor. “Kendini bilen Rabbini bilir”den tutun da “ben kulumun zannı üze-reyim” sözüne kadar birçok hadis veya irfanî vecize, bu noktayı aydınlatmaktadır.

Sözün sonuna geldik ey talip! Tevekkülün doruğu bu-rası. Razı ol ki razı olunasın. O aşkın iradenin elleri, biraz o kendi ellerin bunu düşürdü payına. Bu sensin. Her ne olacaksan bu senle, bu kadarla olacaksın. Ba-rış onunla. Barış Rabbinle. Kucakla kendini. Kucak-la…

Page 13: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

Yolda yürüyor olsam ve biri çıkıp dudaklarıma bir mik-rofon uzatsa, sonra bana tevekkül nedir diye kocaman

bir soru sorsa, vereceğim ilk cevap şu olurdu herhalde; in-sanların bu aralar kullanmayı unuttuğu hayatın zorlu şartla-rına karşı çok etkili bir silah. Tevekkül gerçekten de herkesin üzerinde taşıması ve iyi bir şekilde kullanmayı bilmesi gere-ken bir tür silahtır. Çünkü hayat engebeli ve tehlikelerle dolu bir yol. Böyle bir yolda yürüyen yolcunun başına gelebilecek her türlü musibete karşı hazırlıklı olabilmesi gerekir.

Tevekkül, ıstılahi olarak “kişinin elinden geleni yapıp gerisi-ni Allah’a havale etmesine” denir. Gücünün yettiği kadarını yüklenmesi, anlayabildiği kadarını öğrenmesi, yapabildiği kadarını yapması, dayanabildiği kadar dayanmasıdır. Te-vekkül, son nefeste edilen bir dua, umulmadık anda gelen bir yardımdır. Tevekkül, güçsüzlükte, kimsesizlikte, yoksun-lukta, yoksullukta “rabbim yeter” demektir. “Bittim ya rabbi yetiş” demektir. “Bana ancak sen yardım edebilir ve beni bu durumdan ancak sen kurtarabilirsin” demektir.

İbrahim Türkan

TevekkülünÇocuk Yetiştirmedeki Yeri

العلم13 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

Page 14: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

Tevekkül, Hz. İbrahim demektir. Ateşe düşmeden “aman” dememek, mancınığa koyuldukta “eyvah” dememektir. Tevekkül, Muhammed demektir. Karna iki taş bağlayıp “of” dememek, açlıktan ölüp bittikte kazmayı yere çalıp “oh” dememektir. Tevekkül, Eyüp demektir. Musa, İsa, Harun, Nuh demektir. Nuh de-yip, peygamber demeden elden geleni yapmak ve “senden başka kimim var ya rabbi” diyerek O’na ya-karmaktır.

İyi bir aile kurmak iyi bir aile eğitimi almaktan ge-çer. Başka bir ifade ile ailede iyi bir eğitim görmekten geçer. Bunun için eğitim ailede başlar ve ailede biter desek zannederim yanılmış olmayız. Zira iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir baba nasıl olunur, bu kişisel geli-şim türünden kitaplarla olacak iş değil. Daha doğru-su kitaplarla olacak iş değil. Her baba, oğluna nasıl iyi bir baba olacağını ve her anne kızına nasıl iyi bir anne, nasıl iyi bir eş olacağını davranışlarıyla, hal ve hareketleriyle bizzat göstermeli ve öğretmelidir. De-monstrasyon adı verilen bu göstererek öğretme yön-temi bugün bilimin de kabul etmiş olduğu en etkili eğitim metodudur.

Toplumun çözülüşü ailede başlar. Ailenin çözülüşü toplumun çözülüşü demektir. Bu sebeple toplumun en küçük yapı birimi dediğimiz ailenin devlet, mil-let ve sağlıklı bir toplum için önemi büyüktür. Bugün Batı’da aileyi aile yapan temellerin tümü çürütülmüş durumda. Geçtiğimiz yıllarda kadın-erkek eşitliği-ni savunan feminizm dalgasının meydana getirdiği kasırga sonucu ailenin gereksizliği, kadının özerkliği

felsefi bir temele dayandırılmıştı. Fakat bugün ya-pay spermin bulunup fareler üzerinde başarılı olma-sı sonucu bahsi geçen ailenin gereksizliği mevzusu birileri tarafından bilimsel bir temele dayandırılmış bulunuyor. Tüm bunlar Batı’da yakın zamanda “aile” mefhumunun toprak altında kalacağının ve Batı’nın sıkı takipçisi bizlerin böyle bir tehlike ile baş başa kalacağımızın habercisi. Böyle bir felaketle yüzleş-memek için ipleri daha sıkı tutmalı ve aileyi ayakta tutan temellere sıkı sıkı sarılmalıyız.

Tevekkül de anne-babanın şahsında ailede olmazsa olmaz unsurlardan birisidir. Çocukların ebeveynle-rinden tevarüs edecekleri şeylerin başlarında gelir tevekkül. Çocuğun sağlam bir Allah bilinci ile yeti-şebilmesi ve her zor anında O’nun yardımına yetişe-ceği duygusuyla büyüyebilmesi için tevekkül çocuk yetiştirmede önemli bir faktördür. Her anında onun yanında olan ve her başı derde girdiğinde onu yalnız bırakmayacak olan bir Allah bilinci çocuğun özgüve-nini arttıracak ve daha başarılı, topluma daha faydalı bir birey olmasını sağlayacaktır.

Çocuklar anne babalarının tarlalarıdır. Sürülüp ekil-meye hazır topraklarıdır. Bu toprağa bugün ne eki-lirse yarın o biçilir. Sevgi tohumları ekilen toprakta sevgi çiçekleri biteceği gibi nefret tohumları ekilen toprakta nefret dikenleri baş verecektir. Tevekkül daha toprak tazeyken, henüz hiçbir şey ekilmemişken ekilebilecek bir tohumdur. Tevekkül ekilen toprakta tevekkül başakları boy verir. Kaderine razı tevazu ile eğilip vakar ile dikilen, taşıyabileceği kadar buğdayı

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2414

Page 15: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

yüklenen, edep rengine boyanmış, kanaat hırkasına bürünmüş boycuk boycuk başaklar.

İşi tevekkül olanın aşı bol olur. Efendimiz der ki; “siz gereği gibi tevekkül etseydiniz Allah sizi kuşlar gibi rızıklandırırdı.” Kuşlar gibi aç çıkıp tok dönmek için, karın doyurmak, ekmek bulmak için çocuklara gere-ken doğru bir üniversite ve doğru bir meslek tavsiyesi değil, sımsıcak bir tevekkül nasihatidir. Çünkü ekmek aslanın ağzında değil, Allah’ın elindedir. Mesele en doğru bölümü tutturup en kısa yoldan iş ve gelir sa-hibi olmak değil, en iyi şekilde Allah’a güvenmektir.

Doğru olan sırtı devlete değil Allah’a yaslamaktır.

Hayat ince hesapları ve felsefi düşünceleri kaldı-ramayacak kadar karmaşık. Her şeyi en ince ay-rıntısına kadar hesaplayıp en olmadık ihtimalleri itibara alarak hareket eden kimse her zaman ya-nılır. Çünkü insan hayatı saf akılla anlayamaya-cak kadar aciz. Akıl gibi son derece intizamla ha-reket eden bir mekanizmanın hayat gibi çelişkiler diyarında yol alabilmesi çok zor. Hayat deneme yanılma yoluyla, sezgiyle, kör atışlarla öğrene-bilinecek bir şey. Hata yapma, yanılma riski her zaman yüksek. Bu riski düşürebilmek için veya hayatta kaybedilenlere, yapılan hatalara, yanılgı-lara, elde edilemeyenlere üzülmemek için tevek-kül adı verilen davranış durumu insana psikolojik ve sosyolojik destek verebilecek önemli bir şeydir. Tevekkül insana gücünün sınırlı olduğunu ve bu sınırı aşamayacağını öğretecek. Bazı noktalarda iradesinin geçersiz olduğunu ve yüce yaratıcının izni olmaksızın o şeyi elde edemeyecek olduğu-

nun bilincini verir.

Bu türlü önemli ve güzel bir davranış durumunu bü-yük emekler vererek hayata hazırladığımız çocuk-larımıza aşılayamamak ne kadar kötü! Hayat denen vakanın her zaman yüzümüze gülmediğini, bize her zaman her istediğimizi vermediğini onlara göstere-memek ne büyük bir eksiklik! Ne olursa olsun, ne yaparlarsa yapsınlar onları yaratan rablerinin yanla-rında olduğunu ve her şeye gücünün yettiğini onlara öğretememek ne kadar acı!

العلم15 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

Page 16: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk
Page 17: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

العلم17 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

Tasavvufta Tevekkül Fatih Yazıcı

Tasavvuf nedir?

Lügat manası yün giymek olan tasavvuf, tam manası ile dünya ve dünyalıklardan ilişkiyi kesip sadece tek ve her şeyin sahibi olan, eşi ve benzeri bulunmayan Allah’a yönelmek demektir. Bu tanım bize daha çok “zühd” kavramını anımsatmaktadır. Ama tasavvuf daha kapsayıcıdır. Peygamber efendimiz döneminde tasavvuf kelimesini, zühd veya âbid kelimeleri karşı-lamaktaydı. Tasavvuf her dönem ve her zaman bilfiil olarak mevcuttu. Hicri 2. asırda ise tasavvuf kelime-si değer kazanarak bu dönemde meşhur oldu. Zühd kavramı ise bu dönemden sonra tasavvufun bir alt başlığı altında zikredildi. Tasavvufun bir diğer anla-mı ise insanın kendi iç muhasebesini yapmasıdır. Bir arayış içine girmesi, var oluş sebebini bilmesidir. Eş-yadan uzaklaşıp gerçek varlık âlemini temaşa edebil-mesidir. Bu hayat biçimini kendine rol model edinen kişiye sufi ve mutasavvıf denir. Tasavvufa ait pek çok kitap neşredilmiştir.

Tevekkül nedir?

Bir kişiye güvenmek, onu kendi yerine tayin etmek, demek olan v-k-l kökünden gelmektedir. Tevekkül dinî bir terim olarak “bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi, rızkında ve işlerinde Allah’ı kefil bilip sadece O’na güvenmesi” şeklinde tanımlanmaktadır. Tevekkül iki manada kullanılır; “ben falanın vekili-yim veya onun işlerini ben görüyorum” manasında kullanılır. İkinci ve asıl tercih edilen manası ise; “ona güvendim, işlerimi ona teslim ettim, işimi ona ısmar-ladım” manasıdır. Tevbe suresinin 51. ayetinde Al-lah Teâlâ şöyle buyurmaktadır; “Müminler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” (Rağıb el-İsfahanî) Seyyid Şerif el-Cürcânî de tevekkülün “Allah’tan gelecek olana bel bağlayıp insanların ellerinde olandan ümidi kes-mek.” anlamına geldiğini söyler. (Kitâbu’t-Ta’rîfât) Tevek-kül Kur’an’ı Kerim’de 40 ayette farklı fiil kalıpların-da geçmektedir. Mütemadiyen Allah’a izafe edilerek “vekil” kalıbı çok kullanılmıştır.

Page 18: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2418

Tevekkülün ham maddesi tedbirdir. İnsanoğlunun bir işe hiç emek harcama yapmadan “Ben Allah’a te-vekkül ettim.” demesi deli saçmasından başka bir şey değildir. Zira tedbir olmadan tevekkül olmaz. Nasıl ki abdestsiz namaz olmaz, tedbirsiz de tevekkül olmaz. Bir adam Peygamber efendimize “Ey Allah’ın resulü! Devemi bağlayarak mı yoksa salıvererek mi Allah’a tevekkül edeyim?” sorusunu yöneltti. Ahlak abide-si cevapladı; “Deveni bağla, sonra Allah’a güven.” (Tirmizi, 6/2517) Düşman karşısında iken hiçbir gayret göstermeden inzivaya çekilerek tevekkül etmek ge-reksiz ve yersizdir. Öncelikle düşmanın karşısında dik durmalı, elinden geleni yapmalı ve diğer yandan Allah’a tevekkül edilmelidir. Emek harcanmayan hiçbir eylem tevekküle bırakılamaz. Tedbirsiz tevek-kül, benzinsiz arabaya binmeye, betonsuz bina dik-meye, kâğıtsız kaleme benzer. Tevekkül üstesinden gelemediğimiz işi Allah’a havale edip bu işi kalbi bir birliktelik ile tamamlamasını istemektir. Sonuç ne olursa olsun sebeplere sımsıkı sarılmaktır.

Tevekkül şu iki örnek ile daha iyi anlaşılacaktır; Peygamber efendimiz ve ashâb-ı güzîn, düşman ordularının üzerlerine bir yığın halinde geldiğini öğrenince “Zaten sayımız az. Biz bunlara galip ge-lemeyiz. En iyisi evlerimizde inzivaya çekilip Al-lah Teâlâ’dan yardım beklemektir.” demek yerine Selman b. Farisi’nin tavsiyesi ile hemen hendek-ler kazılmaya başlandı. Yoruldular, bitkin düştüler, kan, ter akıttılar. Onlar ellerinden gelenin en iyisini yaptılar ve işlerinin geri kalanını Allah’a havale etti-ler. Peki ya sonra?... Allah Teâlâ onların bu çabalarını, gayretlerini ve içten bağlılıklarını görünce bir kum fırtınası ile müşrikleri geri püskürttü. Bu örnek bize şunu öğretti ki; samimi bir kalp ile yapılan tevekkül, hiçbir zaman sonuçsuz kalmaz.

Bir diğer örnek ise şudur; Hz. Ömer, Medine’de boşta gezen bir gruba: “Siz necisiniz?” diye sordu. Onlar da: “Biz mütevekkilleriz.”, dediler. Bunun üzerine büyük

halife: “Hayır, siz mütevekkil değil, müteekkil (yiyici)lersiniz. Siz yalancısınız, tohumumu yere atıp sonra tevekkül edene mütevekkil denir” dedi.

Page 19: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

العلم19 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

Tevekkülün Kısa Tarihçesi

Bizzat tevekkül kelimesinin tam tarihçesi hakkında pek bilgi bulunmaktadır. Lakin fiili olarak tevekkülün

serüveni Hz. Âdem ile başlamaktadır ve Hz. Musa ile değer kazanarak (Hz. Musa’nın tevekkül örneği için Kasas suresi-

nin 20 ve 21. ayetlerini okuyunuz.), İslam’ın gelmesiyle şöhret bulmuştur. O İslam’ın ilk yıllarında Müslümanla-rın en önemli savunma aracıydı. Birçok durumda

onunla düşmana karşı dik durabilmişlerdi. Ticaretle-rinde elde ettikleri kar ve Bedir Savaşı bunun en bariz örneğidir. Onlar hiçbir zaman rızık peşinde koşmadı-lar. Aç kaldılar ama açlıktan ölmediler. Çünkü her an Allah’a tevekkül halinde idiler.

Hicri 2. asırda tasavvufun gelişmeye başlamasından kısa bir süre sonra tevekkül de kitaplardaki yerini aldı. Hicri 3. ve 4. asırda tasavvuf kitaplarının vaz-geçilmezi oldu. Ebu Talip el-Mekki yazmış olduğu “Kûtu’l-Kulub” adlı tasavvuf kitabında özel bir bap açarak tevekkülün incelikleri hakkında bilgi vermiş-tir. Sonrasında İmam Gazali İhya-u Ulumuddin’inde ve Abdulkadir Geylani Futuhu’l Gayb adlı eserinde tevekküle yer ayırarak gelişmesinde etkin rol oyna-mıştırlar.

Eskiden tevekkül dilde az, uygulanması çoktu. Şimdi ise dilden düşmez, uygulaması görülmez oldu. Şim-di olduğu gibi tevekkül sadece satırlarda değil bizzat hayatın içinde idi. Fazla anlatılmaz, fazla yazılmazdı. Önemli olan yazılması değil uygulanmasıydı. Onlar bunun farkındaydı. Ama biz değiliz. Şuan günümüz-de tevekkül ile alakalı birçok kitap bulunmakta. Bir şey ne kadar çok olursa eski değerini yitirirmiş. As-lolan aslını korumaktır.

Tasavvufta Tevekkül

Mutasavvıflar, Allah’a yakın olmanın diğer metodu olan tevekkül hakkında farklı tanımlar yapmakta-dırlar. Kimileri, “kalbin Allah’a itimat etmesi” olarak tanımlarken kimileri, “rızık kaygısı taşımamaktır”

der. Tevekkül her iki tanımı da içinde barındırır.

Mutasavvıflar tevekkülün farklı dereceleri olduğu-nu söylemiş, farklı temeller üzerine oturturmuşlar ve bazı şartlar koymuşlardır. Öncelikle nasıl bir derece-lendirme yapmışlar onu görelim;

Page 20: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2420

Birinci derecesi; dürüst, adaletine güvenilen ve mer-hametli bir avukata davasını teslim eden kimsenin durumu gibidir.

İkinci derecesi; tıpkı küçük bir çocuğun annesine güvenmesi gibi. Her işinde, her durumda annesini yanında ister. Böyle davranmasını ne annesi ne de başka biri öğütlemiştir. Çocuğun bu durumu gayri ihtiyaridir. Tevekkülde olduğunun farkında bile de-ğildir. Birinci derece ise kişi tevekkül ettiğinin farkın-dadır.

Üçüncü derecesi ise; ölünün ölü yıkayıcısına teslim olmasıdır. Dert ve acılarla karşılaşırsa, kurtulmak için dua bile etmez. Hâlbuki bebek, canı acıyınca annesini çağırır. Bu dereceye ulaşan kimse tevekkül kelimesinin vücut bulmuş halidir. Çünkü annesinin imdadına koşacağını zaten bilir.

Bütün müminleri kapsayan, özel bir zümreyi kapsa-yan, çok özel bir zümreyi kapsayan tevekkül diye üç mertebe zikredilir. Bütün müminleri kapsayan tevek-kül şu ayet ile açıklanır: “Müminler Allah’a tevekkül etsinler.” (Mâide 5/11) Burada kulun yapmakla mükellef olduğu şeyleri yapması ve Allah güvenip dayanma-sı istenmektedir. Özel bir zümrenin tevekkülü olan ikinci dereceyi ise şu ayet ile açıklamak yerinde ola-caktır: “Tevekkül edenler Allah’a tevekkül etsinler.” (İbrahim14 /12) Çok özel bir zümrenin tevekkülü ise şu ayet ile açıklanmaktadır: “Kim Allah’a tevekkül eder-se O ona kâfidir.” (Talâk 65/3) Bu mertebelerde dünya ve ahiret menfaatleri, bunlarla ilgili sebepler dikkate alınmaz. Arifin nefsi bu mertebede ölü yıkayıcısının önündeki ölüye benzetilmiştir. (T.D.V. İslam Ansiklopedisi)

İmam Gazzali’ye tevekkülü şu üç temel üzerine otur-tur; ilim, amel, hal (tevekkül). Tevekkül, imanın kapı-larındandır. İmanın kapıları ancak ilim, hâl ve amelle düzene girer. Böylece tevekkül, esas olan ilim, mey-ve olan amel ve tevekkül ismiyle kastolunan bir hâl meydana getirir. İlimden maksat kalbin tasdikinden ibaret olan imandır. Bu ilim kuvvetli ve kesin olur-sa “yakîn” adını alır. Tevekkülün temeli yakîndir. Tevekkül kalbin tam olarak vekile itimat etmesidir. (İhya-u Ulumuddin)

Tevekkülün bazı şartları vardır. İlk olarak tevekkül tembellik kabul etmez. Çalışmadan sınav geçilmez. Yatarak para kazanılmaz. “Ben, Allah’ın bana yardım edeceğine inanıyorum.” diyerek hiçbir yere varılmaz. Tevekkül Allah’a tam bağlılık, inanç, gayret, çaba, emek, alın teri ister. Bunların olmadığı yerde tevek-külün işi olmaz.

Ebu Türab Nahşebî tevekkülün şartı konusunda şöy-le demiştir: “Bedeni kulluğun içine atmak, kalp ile Rab Teâlâ’ya bağlanmak; Allah kâfidir, diye itminan içinde bulunmak, verilirse şükretmek, verilmezse sabretmek tevekkülün şartıdır. (Kuşeyri)

Tevekkülün yayında “Teslim” ve “Tefviz” kelimeleri de sıkça geçmektedir. Teslim tevekkülün bir adım ötesi, tefviz ise iki adım ötesi olarak nitelendirilir. Ebu Ali Dakkak bu üç kelimeyi şöyle açıklamaktadır; “Te-vekkül sahibi Allah´ın vaadine güvenip huzur bulur; Teslim sahibi Allah´ın (halini bildiğine kani olarak) ilmi ile iktifa eder-, Tefviz sahibi Allah´ın hükmüne rıza gösterir.” (Kuşeyri)

Page 21: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

Paranın değersizliğini ifade etmek için kullanılan bir de-yim vardır; elinin kiri. Kültürümüzde para elin kiri ola-rak görülür. Elin kiri kadar değersiz ve önemsiz. Çünkü para saadetin ve huzurun kaynağı değildir. Paranın satın alamayacağı şeyler vardır. İyi bir aile kurmanın, toplu-ma faydalı bir çocuk yetiştirmenin yolu paradan geçmez. Mutluluk, itminan, huzur bunlar paranın sözünün geç-meyeceği yerlerdir.

Para bundan 2700 yıl önce bulunmuş. Değiş-tokuş, bu-günkü adıyla alış-veriş meselesini kolaylaştırmak için icat edilmiş. İnsanların lüksü mum ışığı ile aramadığı, rahat bir hayatın hayallerini kurmadığı bir dönem. Top-lumda henüz sosyo-ekonomik düzeyi iyi olarak adlandı-rılan bir sınıfın ortaya çıkmadığı, insanların karın toklu-ğuna yaşayıp, başlarını soktukları barınakları olduğuna şükrettikleri bir dönem. Para adını verdiğimiz şey işte bu dönemin icadı.

Müslümanın Para ile İlişkisi

ve TevekkülEmre Gündoğdu

21 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24العلم

Page 22: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

Ama ne yazık ki günümüzde yaratılış gayesini, üre-tiliş amacını aşan her şey gibi para da bulunuş ama-cının dışına çıkmış durumda. Para bugün birileri için mutluluğun, huzurun, rahatın, konforun, sağlığın, geleceğin, ahlakın, eğitimin, kısacası her şeyin kay-nağı. Paranın elde edemeyeceği tek şey; ölümsüz-lük... O yüzden ölümden evvel kazanılabildiği kadar para kazanılabilmeli ve dünyada elde edilebilecek her şey elde edilmeli. Ölümsüzlüğü ölümlü dünyada yaşamalı. Ölüm gelmeden dilin, gözün, midenin, te-nin tadabileceği her türlü zevk tadılmalı.

***

Din insanın kurtuluş yoludur. Hayatın verdiği acıları ve ıstırapları azaltacak şerbettir. Yaraları saracak bir bezdir. Kör gözleri açacak merhem, karanlık zihinleri aydınlatacak bir nurdur. Cennete açılan kapıdır din. Kötülüğün, hırsın, öfkenin, nefsin üzerine çekilen kalın bir perdedir. Benliği terbiye usulüdür. Aşktır din. Zenginliktir. Mutluluktur. Huzurdur. Kanaattir.

En önemlisi din tevekküldür. Din gücünün yettiğini yapıp, yetmediğini Allah’a bırakmaktır. Din dünya-nın geçiciliğine kanmamak, gücünün yettiğini yap-mak, maymun iştahlık edip gücünün yetmediğini

sırtlanmamaktır. Din ejderha nefisli olup dünyayı yutmamaktır. Din her şeyin yok olacağını bilmek ve Allah’a bütün bütün inanmaktır.

Tevekkülün İslam terminolojisindeki tanımı şudur; gücünün yettiği kadarını yapmak, yapamadığını Allah’a bırakmak. Tevekkül kavramının dinimizde önemli bir yeri vardır. Çünkü tevekkül hayatın zorlu şartlarına karşı insana bulunmaz bir direnç ve mo-ral kaynağıdır. Tevekkül Allah’ın varlığını bilmektir. Onun her yanımızda olduğunun bilincinde olmak ve daim yardımcımız olduğuna iman etmektir. İnsan Allah’ın yardımının her daim kendisiyle olduğunu bildiği takdirde güç bulur.

Böylelikle insan hayattaki her şeye güç yetiremeye-ceğini bilir. Her şeyi kavrayamayacağını, her yükü kaldıramayacağını anlar. Geleceğinden emin olur. Rızkı veren ve her zaman onu kollayıp gözeten bir rabbin onu yalnız koymayacağına inanır. Tüm bunlar kişinin hayatta kalabilmesi ve yaşayabilmesi için bü-yük bir moral ve motive kaynağıdır.

***

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2422

Page 23: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

Yazımızın asıl konusu, tevekkül bağlamında Müslü-manın parayla ilişkisi. Müslüman olarak bizlerin pa-rayla, bir başka ifadeyle dünyayla ilişkisi nasıl olacak bunu en iyi öğrenebileceğimiz iki kaynak Kuran ve hadistir.

İslam dünyaya ve dünyalığa zerre değer vermeyen bir dindir. Öyle ki Efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle buyururlar: “Dünya Allah’ın katında sivrisine-ğin kanadı kadar dahi kıymetli olsaydı Allah kâfirlere bu dünyada rızıklandırmazdı.” (Tirmizi, Zühd,13) Fa-kat ne yazık ki Müslümanlar olarak paraya, dünyaya, dünyalığa tamah eder olduk. Yüce dinimiz İslam’ın sesini ve bu yüce dinin peygamberinin öğretilerini unutur olduk.

Tevekküle dair ayetler

“Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğ-ratacak yoktur ve eğer sizi yapayalnız ve yardımsız bırakacak olursa, O’ndan sonra size yardım edecek kimdir? O halde müminler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” (Al-i İmran, 160)

“Ey iman edenler! Allah’ın sizin üzerinizdeki nimeti-ni hatırlayın; hani bir topluluk size ellerini uzatma-ya yeltenmişti de Allah onların ellerini sizlerden geri

püskürtmüştü. Allah’tan korkup sakının. Müminler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.” (Maide, 11)

“Göklerin ve yerin gaybı Allah’ındır. Bütün işler O’na döndürülür. Öyleyse O’na kulluk ve tevekkül edin. Se-nin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Hud,

123)

Tevekküle dair hadisler

“Kuvvetli mümin Allah katında zayıf müminden daha hayırlı ve daha sevimlidir. Bununla beraber her ikisin-de de hayır vardır. Sana yararlı olan şeyi elde etme-ye çalış. Allah’tan yardım dile. Başına bir şey gelirse ‘keşke şöyle yapsaydım şöyle olurdu’ diyerek hayıfla-nıp durma. ‘Allah’ın takdiri bu. O ne dilerse yapar’ de. Çünkü ‘eğer’ kelimesi şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.” (Müslim, Kader, 34)

“Bir şey istediğin zaman yalnız Allah’tan iste. Yardım dilediğin zaman Allah’tan dile. Şunu iyi bil ki bütün yaratılmışlar el birliği ile sana bir menfaat bahşetmek isteseler, Allah’ın sana yazdığından daha fazlasını bahşedemezler. Yine yaratılmışların tümü elbirliği ile sana zarar vermek isteseler, Allah’ın sana takdir etti-ğinden fazlasını yapamazlar” (Tirmizi, Sıfatu’l kıyame, 60)

العلم23 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

Page 24: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2424

MURAD MOLLA KÜTÜPHANESİ -VII- Fıkıh Kitapları -II-

Dergide bundan önce yayınlanan makalelerde fıkıh kitapları içinde bulunan müellif hatlı nüshalar ile fıkıh kitaplarının ilk bölümündeki nadir nüshaların tanıtımı yapılmıştı. Bu makalede ise 800 ile 900 nu-maraları arasında bulunan nadide nüshaların tanıtı-mı şu başlıklar altında incelenecektir.

a) Müellifi Hayatta İken Yazılan Nüshalar:

806 numarada İmam Birgivî’nin (ö.981/1573) “Ta’lîkât ‘ale’l-’İnâye” isimli eseri bulunmaktadır. Bu eser Ek-meleddin el-Babertî’nin (ö.786/1384) Hanefi mezhebi-nin en tanınmış ve muteber metinlerinden biri olan Merğînânî’nin (ö.593/1197) “el-Hidâye”si üzerine yaptığı “el-‘İnâye” isimli şerhin haşiyesidir.

70a varak, 17 satır, baş-lıkları kırmızı mürek-kepli ve kenarlarında haşiyeler bulunan bu nüshanın yazımı daha müellifi hayatta iken Halil b. el-Hâc Lutfullah el-Menteşevî el-Peçînî tarafından 972’nin Rebiyülevvel’inde, Per-şembe günü, ikindi vak-tinde, Sultan Süleyman Medresesi’nde tamam-lanmıştır.

Ayrıca müstensihin son tarafta kendisine ait bir müh-rü bulunmaktadır. (resim806)

821 numarada Burhâneddîn el-Buhârî’nin (ö: 616/1219) “el-Muhîtü’l-Burhânî” isimli eserinden birkaç bölüm bu-lunmaktadır. Müellif bu eserde İmam Muhammed’in Hanefî mezhebinde zâhirü’r-rivâye diye bilinen ki-taplarındaki meseleleri bir araya toplamış, bunlara nevâdir ve vâkıât kitaplarında geçen meselelerle ba-basından öğrendiği tamamlayıcı bilgileri de eklemiş-tir.

Bu nüshada kitaptan üç bölüm bulunmaktadır. Bi-rincisi 1b-188a varakları arasında bulunan “كتاب الحيل” bölümüdür. 15 Şaban 585’de Cuma günü yazılmıştır. İkincisi 188b-200a arasında bulunan “ما يمنع كتاب: فيه يمنع وما ال عنه bölümüdür. Burada nesih tarihi ”اإلنسان bulunmamaktadır. Üçüncüsü de 200a-218b varakla-rında bulunan “الحيطان bölümüdür. Bu kısmın ”كتاب yazımı, kitabın müellifi hayattayken talebesi Me-sud b. Muhammed el-Ahiskesî tarafından 22 Şaban 585’de Cuma günü, Cuma namazından sonra ta-mamlanmıştır. (resim821)

Aziz Ençakar

müteselsilât

Page 25: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

العلم25 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

Nüsha 218b varak, 19 satırlı olup başlıkları kalın harf-lerle yazılmıştır.

835 numarada Müteahhirîn Hanefî fakihleri içinde seçkin bir yere sahip olan Şürünbülâlî’nin (ö. 1069/1659) çeşitli fıkıh konuları ile alakalı altmış kadar risalenin fıkıh baplarına göre tertip edilmesinden oluşan “et-Tahkîkâtü’l-Kudsiyye ve’n-Nefehâtü’r-Rahmâniyye fî Mezhebi’s-Sâdeti’l-Hanefiyye” isimli mecmuası bulunmaktadır. (resim835)

Nüshanın değeri daha müellifi hayatta iken hicri 1067, Zilkade ayının başlarında başlanıp 1068 yılı-nın 19 Muharrem’i civarında bitirilmesidir. Nüshanın müstensihi Muhammed b. Muhammed el-Betenûnî el-Ahmedî el-Hâşimî el-Ezherî’dir. Bu kitabın müel-lif hatlı nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Medine’den Gelenler Kitaplığı, 375 numarada bulun-maktadır. (Fehmi Edhem Karatay ve Osman Reşer, TMSK Arapça Yazmalar

Kataloğu, c.2, s.595.) Risalelerin isimleri ise şunlardır:

Risalelerin İsimleri ve Varak Numaraları1- Kitâbu’t-Tahâre: ‘İs’âdü Âli ‘Osmâni’l-Mükerrem bi-Binâi Beytillâhi’l-Muharrem 0b-7a2- İkrâmü Uli’l-Elbâb bi-Şerîfi’l-Hıtâb 7b-39b3- ez-Zehrü’n-Nadîr ‘ale’l-Havzı’l-Müstedîr 39b-47b4- el-Ahkâmü’l-Mülehhasa fî Hukmi Mâi’l-Himmesa 47b-50b5- el-’İkdü’l-ferîd li-Beyâni’r-Râcih min Cevâzi’t-Taklîd 50b-67b6- Kitâbü’s-Salât: Dürrü’l-Künûz li’l-’Abdi’r-Râcî en-Yefûz 67b-83b7- el-Mesâilü’l-Behiyyetü’z-Zâkiye ‘ale’l-Mesâili’l-İsnâ ‘Aşeriyye 83b-96a8- Cedâvilü’z-Zülâli’l-Câriye li-Tertîbi’l-Fevâit bi-Külli İhtimâl 96b-105a9- Tuhfetü’l-Ekmel ve’l-Hümami’l-Musadder li-Beyani Cevazi Lübsi’l-Ahmer 106b-116b10- İthâfü’l-Erîb bi-Cevâzi İstinâbeti’l-Hatîb 118b-130b11- en-Nefhatü’l-Kudsiyye fî Ahkâmi Kırâeti’l-Kur’ân ve Kitâbetih bi’l-Fârisiyye 131b-144b12- Kitâbü’s-Savm: Tuhfetü’n-Nihrîr ve İs’âfü’n-Nâziri’l-Ğani ve’l-Fakîr bi’t-Tahyîr ‘ale’s-Sahîh ve’t-Tahrîr 145b-151a13- Kitâbü’l-Hac: Bülûğü’l-Ereb li-Zevi’l-Kureb 152a-166a14- Bedî’atü’l-Hedy li-mâ İsteysera mine’l-Hedy 167b-176a15- Kitâbü’n-Nikâh: Teceddüdü’l-Meserrât bi’l-Kasmi Beyne’z-Zevcât 177b-182b16- İrşâdü’l-İ’lâm li-Rütbeti’l-Ceddeti ve Zevi’l-Erhâm fî Tezvîci’l-Eytâm 183b-191b17- Keşfü’l-Mu’dıl fi Men U’dıl 192b-195b18- Kitabü’t-Talâk: ed-Dürretü’l-Ferîde Beyne’l-A’lâm li-Tahkîki Hukmi Mîrâsi Men ‘Ullika Talâkuhâ bi-mâ Kable’l-Mevt bi-Şehrin ve Eyyâm 196b-210b

müteselsilât

Page 26: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2426

19- Keşfü’l-Kınâ’i’r-Refî ‘an Mes’eleti’t-Teberru’i bi-mâ Yestahikku’r-Redî’ 212b-218a20- Kitâbü’l-’Itâk: Îkâzu Zevi’d-Dirâye li-Vasfi Men Küllife’s-Si’âye 218b-227a21- İsâbetü’l-Garazi’l-Ehemm fi’l-Itki’l-Mübhem 228b-232b22- Kitabü’l-Eymân: Ahsenü’l-Akvâl li’t-Tehallusı ‘an Mahzûrâti’l-Fi’âl 233b-236a23- Kitâbü’l-Cihâd: İnfâzü’l-Evâmiri’l-İlâhiyye bi-Nusreti’l-’Asâkiri’l-’Oŝmâniyye ve İnkâzü Sükkâni’l-Cezîreti’l-’Arabiyye 237b-242b24- ed-Dürretü’l-Yetîme fi’l-Ganîme 243b-250b25- el-Uhûdü’l-Me’huze ‘alâ Ehli’z-Zimme ve-mâ Yete’allaku bi-Hedmi’l-Kenâis ve Fetâvâ Eimmeti’l-Mezâhibi’l-Erba’a 251a-265a26- Sîretü Hâlid b. Velîd Radiyallâhu ‘anh 265b-269b27- Kahrü’l-Milleti’l-Küfriyye bi’l-Edilleti’l-Muhammediyye li-Tahrîbi’l-Mahalleti’l-Cüvvâniyye 270b-277b28- el-Uhûdü’l-Me’huze ‘alâ Ehli’z-Zimme ve-mâ Yete’allaku bi-Hedmi’l-Kenâis ve Fetâvâ Eimmeti’l-Mezâhibi’l-Erba’a 278a-293b29- Sa’âdetü’l-Mâcid bi-’İmâreti’l-Mesâcid ve Rağ-beti Tâlibi’l-’Ulûm izâ Gâbe ‘an Dersihî fî Ahzihi’l-Ma’lûm 294b-297b30- Kitabü’ş-Şerike: Netîcetü’l-Müfâvaza li-Beyâni Şarti’l-Mu’âveza 298b-303a31- Kitâbü’l-Vakf: Tahkîku’l-A’lâmi’l-Vâkıfîn ‘alâ Mefâdi ‘Ibârâti’l-Vâkıfîn 304b-315a32- Hisâmü’l-Hükkâmil-Muhikkîn li-Saddi’l-Buğâti’l-Mu’tedîn ‘an Evkâfi’l-Müslimîn 316b-338b33- Tahkîku’s-Su’ded bi-ştirati’r-Ray’i evi’s-Süknâ fi’l-Vakf li’l-Veled 339b-345b34- Fethu Bâri’il-Eltâf bi-Cedveli Tabakâti Müstahıkki’l-Evkaf el-Müvâfık li-Nassı Hilâl ve’l-Hassâf 347b-351b35- el-İbtisâm bi-İhkâmi’l-İfhâm ve Neşki Nesîmi’ş-Şâm ke’l-Büşâm 352b-356a

36- el-Bedî’atü’l-Mühimmeti’l-Müte’allika bi-Nakzi’l-Kısme 357b-366b37- Kitabü’Büyû’: Nefîsü’l-Müttecer bi-Şirâi’d-Dürer 367b-374a38- Kitâbü’l-Kefâle: Bastü’l-Makâle fî Tahkîki Te’cili ve Ta’lîkı’l-Kefâle 375b-387b39- en-Ni’metü’l-Müceddede bi-Kefîli’l-Vâlide 388b-397a40- Kitâbü’ş-Şehâde: el-İstifâde min Kitâbi’ş-Şehâde 98b-413b41- Kitabü’l-Kazâ: ed-Dürrü’s-Semîn fi’l-Yemîn 414b-416b42- el-Hukmü’l-Müsned bi-Tercîhı Beyyineti Gayri Zi’l-Yed 417b-422a43- Tenkîhu’l-Ahkâm fî Hukmi’l-İbrâ ve’l-İkrâri’l-Hâssi ve’l-’Âmm 423b-444a44- Îzâhu’l-Hafiyyât ‘Inde Te’âruzı Beyyineti’n-Nefyi ve’l-İsbât 445b-454a45- Vâdihu’l-Mehacce li’l-’Udûli ‘an Hıleli’l-Hucce 455b-458b46- Tezkiretü’l-Büleğâi’n-Nüzzâr bi-Vücûhi Reddi Hucceti’l-Vülati’n-Nüzzâr 459b-468a47- Kitâbü’l-Vekâle: Minnetü’l-Celîl fî Kabûli Kavli’l-Vekîl 469b-481a48- Kabûlü Kavli’l-Vekîl bi-Kabzi’d-Deyn ve’l-’Ayn Ba’de Mevti Müvekkilihî li-Berâeti Zimmetihî bi-Yemînih 481a-488b49- Kitâbü’l-İcâre: ed-Dürretü’s-Semîne fî Hamli’s-Sefîne 489b-491b50- Müfîdetü’l-Hüsnâ li-Def’i Zanni’l-Hulüvvi bi’s-Süknâ 492b-498a51- Kitâbü’ş-Şirb: Nüzhetü A’yâni’l-Hizb bi’n-Nazar li-Mesâili’ş-Şirb 499b-503b52- Kitâbü’l-Hazr ve’l-İbâha: Sa’adetü Ehli’l-İslâm bi’l-Müsâfaha ‘Akıbe’s-Salâti ve’s-Selâm 504b-523a53- Hıfzu’l-Asğarayn ‘an İ’tikâdi Men Ze’ame Enne’l-Harâm lâ Yete’addâ li-Zimmeteyn 524b-532b

Page 27: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

العلم27 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

54- Kitâbu’r-Rehn: Gâyetü’l-Matlab fi’r-Rehn izâ Zeheb 533b-539a55- Nazaru’l-Haziki’n-Nihrîr fî Fikâki’r-Rehn ve’r-Rücû’ı ‘ale’l-Müste’îr 540b-542b56- İthâfü Zevi’l-İtkân bi-Hukmi’r-Rihân 543b-547a57- Kitâbü’l-Cinâyât ve’d-Diyât: Rakmü’l-Beyân fî Diyeti’l-Mafsal ve’l-Benân 548b-549b58- en-Nassu’l-Makbûl li-Reddi’l-İftâi’l-Ma’lûl bi-Diyeti’l-Maktûl 550b-552b59- Kitabü’l-Vesâyâ: el-Fevzü fi’l-Meâl bi’l-Vasiyye bi-mâ Cümi’a mine’l-Mâl 553b-555b

b) Müellif Nüshasından Yazılmış Nüshadan Tashih ve Mukabele Edilen Nüshalar:

873 ve 874 numarada Hanefi fakihlerinden İbn Ga-nim künyesiyle meşhur Nûreddîn Alî b. Muhammed b. Alî el-Hazrecî el-Makdisî (ö. 1004/1596)’nin “Evdahu’r-Remz ‘alâ (fî Şerhi) Nazmi’l-Kenz” isimli kitabı bu-lunmaktadır. Bu eser Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin (ö.

710/1310) Hanefi fıkhına dair yazdığı meşhur muhtasar “Kenzü’d-Dekâik”in, İbnü’l-Fasîh (ö.755/1354) tarafından telif edilen “Müstahsenü’t-Tarâik fî Nazmi Kenzi’d-Dekâik” isimli manzumesi üzerine yapılmış bir şerh olup kitabın şerhi olup kütüphanelerimizde çok sayı-da yazma nüshası bulunmaktadır.

İki ciltten ve dört cüzden oluşan bu nüshanın özelliği Giresun Müftülüğü yapmış olan es-Seyyid Abdullah b. Muhammed’in 12 Cemaziyelahir 1096’da, Kahire’de

kassamlık ya-parken müel-lif nüshasın-dan yazılmış bir nüshay-la tashih ve

mukabele etmesidir. Nüsha ‘Alamüddîn b. eş-Şeyh Muhammed Şemseddîn b. eş-Şeyh Hasan el-Kûmî tarafından 20 Rebiyülevvel 1015’de yazılmıştır. (resim874)

873 numarada bulunan 1. Cüz, 1b-147a varakla-rı arasında olup kitabın başından Nikah Kitabı’na kadardır. 2. cüz 151b-444a varakları arasında Nikah Kitabı’ndan Vakıf Kitabı’nın ortalarına kadardır. 874 numarada bulunan 3. cüz, 1b-191b varakları arasında olup buradan İkrar Kitabı’na kadardır. 4. cüzse 192b-457a varakları arasında olup buradan kitabın sonuna kadardır. Nüsha 35 satırlı, metinle şerhin arası kırmı-zı kalemle ayrılmış, başlıklar kırmızı ve kalın harfler-le yazılı olup kenarlarında bolca tashihat ve açıkla-malar bulunmaktadır.

c) Meşhur Âlimlerin Yazmış Olduğu Nüshalar:

831 numarada Molla Hüsrev’in (ö: 885/1480) “Dürerü’l-Hükkâm fî Şerhi Gureri’l-Ahkâm” isimli eseri bulun-maktadır. Bu eser müellif Molla Hüsrev’in sonraları Osmanlı’da uzun yıllar kadıların elinden düşmeyen, kısa ve özlü hükümleriyle adeta bir kanun kitabı haline gelen müellifin “Gureru’l-Ahkâm” adlı kendi

eserine yazdığı bir şerh-tir. Şerhte müellif Hanefî mezhebindeki muteber gö-rüşleri esas almış ve yıllar-ca Osmanlı’da fıkıh kitabı olarak okutulmuştur.

Bu nüshanın özelliği Molla Fenârî’nin ahfa-dından Ma’âlîzâde Sey-yid İbrahim (ö: 1131/1719)

Page 28: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2428

tarafından yazılmış olmasıdır. Nüshanın yazımını 30 Muharrem 1093’de cumartesi öğle ile ikindi namazı arasında tamamlamıştır. (Şeyhi Mehmed Efendi, Vekayiu’l-Fudalâ, c.3,

s.490-91.) Nüshanın başında Ma’âlîzâde’nin kendisine ait bir mühürü de bulunmaktadır. (resim831)

262b varaklı, 31 satırlı, ilk varağı tezhibli, diğerleri al-tın cetvelli, başlıkları kırmızı mürekkeple yazılmış, metinle şerh arası metnin üzerine kırmızı bir çizgiy-le ayrılmış olan bu nüshanın kenarlarında muhtelif haşiye ve şerhlerden birçok dipnotlar bulunmaktadır. Kitabın başında üç sahifede kitabın fihristi ve bir sa-hifede de kitabın nazım halinde fihristi bulunmak-tadır.

d) Ferağ Kayıtları Bilmeceli/Kesirli Tarihli Olan Nüshalar:

810 numarada İbnü’s-Sâiğ, Seriyyüddin Muhammed b. İbrahim el-Mısri ed-Derûrî (1070/1660’dan sonra)’nin Ek-meleddin el-Babertî’nin (ö.786/1384) “el-‘İnâye”si üzerine yazdığı haşiyesi bulunmaktadır.

Ahmed b. Salih es-Sâlihî el-Ferî’î tara-fından gayet açık bir şekilde nesh hattı ile yazılan bu nüshanın ferağ kaydı bilme-celi/kesirli bir tarih olarak şöyle verilmiş-tir. (resim810)

بن أحمد الحقير بقلم المحروسة، بمدينة مصر تعالى بحمد الله ت تمه تعالى ذنوبهما، وستر عيوبهما مع عجز الحي الفريعي، غفر الله علي الصهمن التهاسع العشر وهو المبارك، حد ال يوم في البصر، وضعف الكبر ابع من دس الثهالث، من النصف الثهاني مع العشر الره الثلث الثهالث من السل، من النصف الثهاني، من الهجرة النهبويهة، وه العشر التهاسع من العشر القيام إلى الكرام، وصحبه آله وعلى لم، والسه لة الصه مهاجرها على

اعة وساعة القيام .السه

Bu bilmeceli tarih rahmetli Mehmed Esad COŞAN Hoca Efendi tarafından yazılan “Bazı Yazmalarda Görülen Bilmeceli Tarih Kayıtları I-II” adlı makale-lere bakarak çözüldüğünde bu nüshanın 29 Ramazan 1084’de Pazar günü Mısırda yazdığı anlaşılmaktadır. (Mehmet Esad Coşan, Bazı Yazmalarda Görülen Bilmeceli Tarih Kayıtları I-II, s.83-

122.)

Aynı şekilde 811 numarada bulunan Muhaşşi Sinan Efendi (ö.986/1578)’nin “el-Hidâye” üzerine yazmış ol-duğu haşiyenin nüshası da böyledir. Talik hattı ile yazılan ve “el-Hidâye” kitabının sadece Kerahiyye, Vesâya ve Hünsâ konularının haşiyesi olan bu kita-bın kütüphanedeki nüshasının ferağ kaydı şu şekil-dedir. (resim811)

Page 29: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

العلم29 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

ل أوه ثاني وهو الخميس، يوم في ريفة، الشه النسخة هذه تنميق انتهى أعشار أعشار عاشر من النصفين، ثاني سداس خامس الثهلث، وأكمل لوات، الصه أفضل مهاجرها على الهجرة، من العشرات عاشر

.التهحيهات

Bu bilmeceli tarihin çözümü ise 2 Zilkade 1100 Per-şembe günü olarak çıkmaktadır.

e) Eski Tarihli Nüshalar:

840 numarada Sadrüşşehîd İbn Mâze (ö.536/1141)’nin “Şerhu’t-Terğîb ‘ale’l-Cam’i’s-Sağîr” isimli eserin 15 Rebiyülevvel 771 Salı günü, İkindi vaktinde Ali b. Hoca Ali b. İshâk tarafından yazımı tamamlanan bir nüshası bulunmaktadır.

843 numarada Timurtaşi (ö.1006/1598)’nin “Minehu’l-Ğaffâr Şerhu Tenvîri’l-Ebsâr” isimli eserinin nüshası, müellifin vefatından iki yıl sonra 19 Safer 1008 Pa-zartesi günü ismi bilinmeyen bir müstensih tarafın-dan yazılmıştır.

855 ile 857 numaraları arasındaki üç ciltlik İbnü’t-Türkmânî (ö.744/1343)’nin “Şerhu’l-Câmi’i’l-Kebîr” isimli eserinin istinsahı, Süleyman b. Salih b. Ahmed b. Ali tarafından, müellifin vefatından otuz yıl kadar sonra 775 Recep Ayının bir Perşembe gününde tamamlan-mıştır.

886 numarada İbn Melek (ö. 821/1418’den sonra)’nın “Şerhu-Mecma’i’l-Bahreyn” isimli eserin, 827 yılında adı bi-linmeyen bir kâtip tarafından yazılmış bir nüshası bulunmaktadır.

889 ile 890 numaralarında iki cilt halinde bulu-nan İbnü’s-Sââtî’ye (ö.694/1295) ait “Şerhu-Mecma’i’l-Bahreyn” adlı eserin bu nüshasının yazımı, meçhul bir müstensih tarafından müellifinin vefatından

sadece on yedi yıl sonra, 12 Zilhicce 711 Perşembe günü akşam vakitlerinde tamamlanmıştır.

897 numarada Kudûrî (ö.428/1037)’nin “Şerhu Muhtasari’l-Kerhî” isimli eserinin dördüncü cildi bulunmaktadır. الجنايات“ -bahsin ”كتاب den kitabın sonuna kadar olan bu cildin yazımı, Mufaddal b. Ebi’l-’İmâd Ahmed b. el-Mühezzeb b. el-Hüseyin el-Hanefî tarafından 20 Cema-ziyelahir 560 Cumar-tesi günü tamamlan-mıştır. Ayrıca kitabın başından “كتاب الصلح”a kadar olan bölüm okunup mukabele edilmiştir. (resim897)

898 numarada İbn Mekkî’nin (ö.598/1201) “Hulâsatü’d-Delâ’il fî Tenkîhi’l-Mesâ’il” isimli Kudûrî’nin Muhta-sarı üzerine yazmış olduğu şerh bulunmaktadır. Bu nüsha Yusuf b. el-Hüseyin b. el-Acemî tarafından Haleb’te 8 Cemaziyevvel 678’de yazılmıştır. 903 nu-marada bu kitabın diğer bir nüshası bulunmaktadır. Bu nüshanın yazımı, meçhul bir müstensih tarafın-dan hicri 671 yılı, Şaban ayının başlarında tamamlan-mıştır.

f) Nadide Nüshalar:

801 numarada Tâceddin İbrâhîm b. Abdullah er-Rûmî, el-Humeydî (ö. 1009/1601) (Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri C.1, s.264.) “Hâşiye ‘alâ Şerhi’l-Vikâye li-Sadri’ş-Şeri’a” adlı eseri

Page 30: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2430

bulunmaktadır. Bu nüsha “كتاب الحج” bahsinden kitabın sonuna kadar olan kısmı ihtiva etmektedir.

(resim801) Müellifin ismi nüshanın üzerinde yazma-maktadır. Devri Hamidi Kataloğunda bu zata nispet edildiği için müellifinin bu zat olduğu varsayılan nüshayı karşılaştırmak için diğer kütüphanelerde arama yapıldığında başka bir nüshası bulunamamış-tır. Kitabın son tarafı da elimizde bulunan diğer ha-şiyelerle karşılaştırıldığında farklılık arz etmektedir. (resim801-2)

899 ile 900 numaralarında iki cilt halinde “Şerhu Muhtasari’l-Kudûrî” isimli bir eser bulunmaktadır.

Bu eser kütüphane çalışanları ve Devri Hamidi Kata-loğunda her ne kadar Ebu Nasr Ahmed b. Muhammed el-Hanefi, el-Akta’ya (ö.474/1081) nispet edilse de kitabın başına bakıldığında bunun yanlış olduğu anlaşılmak-tadır. (resim899) Kitabın müellifi -Kâtib Çelebî’nin Keşfü’z-Zunûn isimli eserinde ifade ettiği üzere

İmâm Şihâbeddîn e s - S e m e r k a n d î ’ (ö.849/1445’den sonra)’dir. (Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zunûn,

c.2,s.1633.) Karşılaştır-mak için yaptığımız aramalarda eserin diğer bir nüshasına başka kütüp-hanelerde rastlanamamıştır.

Yazıda İstifade Edilen Kaynaklar:

* Fehmi Edhem Karatay ve Osman Reşer, TMSK Arapça Yazmalar Kataloğu

* Şeyhi Mehmed Efendi, Vekayiu’l-Fudalâ

* Mehmet Esad Coşan, Bazı Yazmalarda Görülen Bilmeceli Tarih Kayıtları I-II

* Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri

* Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zunûn

Page 31: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

müteferrikât

ACI HAKİKAT

Mekke’de nazil olan Sen de öleceksin, onlar da ölecek (Zümer: 30) ayetinin nüzülü üzerinden uzunca bir zaman geçtiğinden olsa gerek, Medine’de sahabe-i kiram, Hz. Peygamberin (s.a.v.) bir gün bu dünyaya veda edeceği gerçeğini unutmuş gibiydi. Bununla birlikte bazı derin anlayışlı sahabiler, kimi emareler-den hareketle Hz. Peygamberin ecelinin yaklaştığı-nı anlayabilmişlerdi. Hz. Ömer ve Hz. İbni Abbas’ın (r.anhüma) Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde… aye-ti kerimesinden anladıkları gibi… (Buhari)

Aslında bu hakikati bizzat Efendimiz de ifade buyur-muşlardı: “Cebrail bana Kur’ân’ı her yıl bir defa arz

ederdi. Bu yıl iki defa arz etti. Öyle zannediyorum ki ecelim yaklaştı.” (Buhari)

SON YOLCULUĞA HAZIRLIK

Ancak dediğimiz gibi, sahabe-i kiram bu ayrılığı akıl-larına hiç düşürmüyordu. Bu yüzden efendimiz, veda haccında “belki de bu yıldan sonra sizleri bir daha göremeyeceğim” demek suretiyle, sahabe-i kiramı bu ayrılığa yavaş yavaş alıştırmaya başlamıştı. Nitekim Efendimiz, (s.a.v.) veda haccında sarf ettiği bu sözler-den sonra ancak 81 gün yaşadı.

Hayatın bütün zorluklarına karşı yaptığı gibi, sahabe-i kiramı bu ayrılık fikrine de bizzat Efendimiz (s.a.v.) hazırlıyordu. Son günlerinde onlara sık sık vasiyette

العلم31 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

Abdulkadir Yılmaz

Page 32: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

bulunuyor ve gelecekte aralarında olmayacağını her fırsatta dile getiriyordu.

Bir gün sahabe-i kirama namaz kıldırmış ve ardın-dan kalplerin titrediği, gözlerin yağmur olup aktığı bir vaaz vermişti. Dediler ki, Ey Allah’ın Rasûlü! Bu, veda etmeye hazırlanan birinin vaazı gibi oldu. Bize vasiyetin nedir? Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Size Allah’a karşı takvalı olmayı, (başınızdaki) Habeşli bir köle bile olsa işitip itaat et-meyi vasiyet ediyorum. Zira aranızda benden sonra kim hayatta kalırsa çok ihtilaf görecek. Benim ve hi-dayet üzere olan raşid halifelerin yolundan gidin. O yola sımsıkı tutunun. Sonradan ortaya çıkan asılsız şeylerden uzak durun. Zira sonradan çıkan asılsız her şey bidattir. Her bidat de dalalettir.” (Ebu Davud)

Yine bir gün minberde iken şöyle demişti: “Bir kul ki, Allah onu dünya nimetleri ile katındaki ihsan ara-sında muhayyer bırakmıştır da o, Allah katındakini tercih etmiştir.” Bu söz üzerine Hz. Ebu Bekir ağla-dıkça ağlamış ve “Anamız babamız sana feda olsun” demiştir. Ebu Said el-Hudrî diyor ki: “Muhayyer kul, Allah Rasülü (s.a.v.) idi. Ebu Bekir bunu anlayıp bize bildirmişti.” (Müslim)

ŞEHİTLERE VEDA

O günlerde Hz. Peygamber (s.a.v.) yalnızca dirilere de-ğil aynı zamanda ölülere de veda ediyordu. Nitekim şehadetleri üzerinden 8 yıl geçen Uhut şehitlerine, sanki hem dirilere hem de ölülere veda edermişçesi-ne cenaze namazı kılmış ve sonra minbere çıkıp şöy-le buyurmuştur: “Aranızdan ilk yolcu benim. Sizler

üzerindeki şahit benim. Sizlerle buluşmak üzere vaat ettiğim yer havuzdur. Ben orayı şu durduğum yerden görüyorum. Artık şirk koşmanızdan korkmuyorum. Korktuğum tek husus, dünyalık mücadelesinde bu-lunmanızdır.” Hadisin ravisi Ukbe b. Amir (r.a.) diyor ki: “O gün, Rasûlüllah’ı gördüğüm son gündü.” (Buhari)

VEFAT HASTALIĞI

Derken bir gün Efendimiz (s.a.v.) Meymûne valide-mizin evinde hastalanmış ve şiddetli ağrılar çekmeye başlamıştı. (Müsned) Bugünden sonra Efendimizin has-talığı ve ağrıları artmış hatta zaman zaman O’nu ken-dinden geçirecek kadar şiddetlenmişti. (Müsned) Bunun üzerine hanımları Efendimizin ağrılarını dindirmek üzere çeşitli tedaviler uygulamışlardı. (Abdürrezzak, Bu-

hari)

Hastalığının şiddeti, diğer insanlarınkinden kat kat fazlaydı. Ebu Said el-Hudrî (r.a.) anlatıyor: “Hz. Pey-gamberin (s.a.v.) yanına girdim. Oldukça rahatsızdı. Elimi üzerine koydum. Elbisenin üzerindeki elimde ateşin sıcaklığını hissettim. Dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Ne kadar da hastasın! Şöyle buyurdu: Bizler böyleyizdir. Belayı da kat kat çekeriz, sevabı da kat kat alırız” (İbni Mace)

Vefat hastalığı sırasında bile hanımlarının gecele-me haklarına riayet etmeye çalışan Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün Meymûne validemizin evindeyken onlara haber yollamış ve toplanmalarını istemiştir. Toplandıklarında Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur-muştur: “Artık her gece birinizin odasına gelmeye takatim yok. Eğer uygun görürseniz bana izin verin

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2432

Page 33: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

Aişe’nin yanında kalayım” Bunun üzerine hanımları Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Hz. Aişe’nin yanında kalıp orada bakılmasına rıza gösterdiler. Efendimiz (s.a.v.) o günden sonra vefat edinceye değin Hz. Aişe’nin ya-nında kaldı. Hz. Aişe validemiz, Efendimizin iki ki-şinin kolları arasında, ayaklarını yere sürüye sürüye Meymûne validemizin evinden kendi evine taşındı-ğını anlatıyor. (Buhari, Ebu Davud)

O günlerde Hz. Peygamber (s.a.v.) felak ve nas sure-lerini okuyup üzerine üflerdi. Ancak durumu ağırla-şınca bu sureleri Hz. Aişe validemiz okumaya başla-mıştı.

Efendimiz, (s.a.v.) Hz. Aişe validemizin evinde ba-kıldığı günlerde bir keresinde şöyle buyurmuştu: “Üzerime bağları çözülmemiş (dolu dolu) yedi kırba su dökün. Belki insanların arasına çıkarım.” (Buhari)

Sonrasında Hz. Peygamber Efendimiz biraz kendine geldi, mescide çıkıp insanlara namaz kıldırdı ve on-lara hitabetti.

AHDE VEFA:

Hz. Peygamberin (s.a.v.) son günlerinde insanlara yaptığı hitaplarda Ensar ve Hz. Ebu Bekir vurgusu-nun öne çıktığını görüyoruz. (Buhari) Aslında Ensar ile Hz. Ebu Bekir arasında çok önemli bir ortak nokta vardır. Gerek Ensar gerekse Hz. Ebu Bekir, Efendi-mizin en zor günlerinde kendisine destek olmuşlar, sıkıntı ve kederine ortak olmuşlardır. Belli ki Hz. Pey-gamber (s.a.v.), son günlerinde umum-ı nâs’a yaptığı hitaplarda, ahde vefa göstermek istemiştir.

AİŞE VALİDEMİZİN EVİNDE SON GÜNLER ve AYRILIK:

Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu son günlerinde Hz. Aişe validemizin evinde iken hastalık sebebini şöyle beyan etmişti: “Ey Aişe! Hâlâ, Hayber’de yedi-ğim yemeğin elemini duyuyorum. İşte bu, o yemek-teki zehirden dolayı kalp damarımın kesildiği andır.”

Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Hayber’de yediği ze-hirli yemekten sonra üç sene yaşadı. Üç sene sonra bu zehrin etkisiyle şehit olarak bu dünyaya veda et-miştir.

İbni Mesud (r.a.) yemin ederek şöyle diyor: “Allah (c.c.) onu (s.a.v.) peygamber yaptı ve ona şehit olmayı nasip etti” (Tabakât-ı İbni Sa’d)

Yine o günlerde Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Hz. Fatımâ’yı yanına çağırdı. Geldiğinde ona gizlice bir şey söyledi. Hz. Fatıma validemiz ağladı. Sonra yine gizlice ona bir şeyler daha söyledi. Bu sefer Fatıma validemiz güldü. Hz. Aişe validemiz, kendisine bu durumu sorunca Fatıma validemiz şöyle dedi: “Hz. Peygamber bana bu hastalığının vefatı ile neticele-neceğini söyledi, ağladım. Sonra ehli beyti arasında kendisinin ardından ahirete intikal edecek ilk kişinin ben olduğumu söyledi, sevindim.” (Buhari)

Hz. Peygamber efendimizin hastalığı sırasında Müs-lümanlara yine onun emriyle Hz. Ebu Bekir namaz kıldırmıştır. (Buhari) Hz. Peygamber efendimizin son kıldırdığı namaz akşam namazıydı. Bu namazda Mürselat suresini okumuştu. (Buhari) Son vasiye-ti insanların Kur’ân-ı Kerim’e sıkı sıkıya sarılmaları

العلم33 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

Page 34: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

yönünde olmuştur. (Buhari) Mübarek başları Hz. Aişe validemizin kucağında iken “Allah’ım! En yüce dost-lar arasına beni ilhak et” diyerek son nefesini teslim etmiştir. (Buhari)

HZ. PEYGAMBERİN VEFATINI SAHABE-İ KİRAM ÜZERİNDEKİ ETKİSİ:

Sahabe-i kiram üzerinde bu kadar tesir eden olum-suz bir hadise daha olmamıştır. Hz. Ömer ve Muğira b. Şube (r.anhüma) vefatından sonra Hz. Peygamberi ziyaret ve başında bir müddet oturmuşlardı. O sırada Hz. Ömer şöyle demişti: “Baygınlık! Hz. Peygambe-rin baygınlığı ne kadar da şiddetli oluyor.” Hz. Ömer efendimizin ölümüne inanmak istememişti. Ancak kapıdan çıkarlarken Muğira (r.a.) Hz. Ömer’e acı ger-çeği hatırlatacaktı: “Ömer! Allah Rasülü (s.a.v.) öldü!” (Müsned) Hz. Peygamberin vefatının en fazla etkilediği kişilerdendi Hz. Ömer. “Hiç kimsenin Muhammed (s.a.v.) öldü dediğini duymayacağım! O ölmedi; tıpkı Hz. Musa’nın gidip de 40 gün kavminden ayrı kaldığı gibi Rabbiyle görüşmeye gitti” (İbni Hibban) Mümin-leri ve özellikle de Hz. Ömer’i teskin etme işini Hz.

Ebu Bekir deruhte etti: “İnsanlar! Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki Muhammed öldü. Kim Allah’a ta-pıyorsa, o Allah hayy’dır, ölmez” buyurdu.

Sonrasında, sahabe-i kiramın daha evvel defalarca okumalarına rağmen hakikatini ilk defa idrak ede-cekleri şu ayetleri okudu: “Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geri-ye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükre-denleri mükâfatlandıracaktır.” (Al-i İmran: 144)

Nihayetinde Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) yıkan-dı, kefenlendi, namazı kılındı ve ruhunun kabzedildi-ği yere defnedildi.

Ancak Efendimizin (s.a.v.) kızı, Fatıma validemizin anlam veremediği bir hususu vardı:

“Ey Enes! Yüreğiniz nasıl elverdi de Rasülullah’ın üzerini toprakla örttünüz?” (Buhari)

İnnâ lillah ve İnnâ ileyhi Râciûn…

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2434

Page 35: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

35 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24العلم

Din Nedir Kitabı ve Tolstoyİbrahim Türkan

Din nedir, kitabının ilk bölümünde çok kısa bir şe-kilde tarih içersinde dinde gerçekleşen değişimden bahsediliyor. Son yüzyıllarda kutsalın sorgulanması ile dinin menşei hakkında getirilen birkaç görüş ve-riliyor. Ve özellikle pozitivizm eleştiri konu ediliyor. Pozitivizmi eleştirirken haliyle Tolstoy’un bilime bakış açısını da öğrenmiş oluyoruz. Şu cümlelerde ifade ediyor Tolstoy düşüncesini; “bilim denilen şey tesadüfî, birbirinden tamamen kopuk, çoğu kez hiç-bir fayda taşımayan ve tartışmasız hakikati sunama-makla kalmayıp çoğu kez ham hayaller sunan, bugün hakikat diye ilan edilip yarın reddedilen bilgi parça-cıkları.” (syf.9)

Bunun yanında Berthelot’un bilimi din olarak gör-mesini tıpkı kilise dinine benzetiyor. Yani iki tarafta da inanılacak esasların temelsizliğinden dem vuru-yor ki bu bence tutarsız bir görüş. Zira din dogmaları ile bilimsel verileri bir birinden ayıran en temel hu-suslardan biri, bilimsel verilerin ‘doğrulanmış doğru inanç’ olması yani bilgi temeline oturmasıdır. İkinci bölümde ise yine oldukça yüzeysel bir şekilde di-nin toplum içerisindeki konumundan bahsediliyor.

Dinin rasyonel toplumlara ait bir sistem olduğu ve irrasyonel kişi ve toplumların dinsiz yaşayabilece-ğinden bahsediyor.

Hayvanlar ve içgüdüsel hareketleri ile insanın aklı kıyaslanıyor bu bölümde. Ve bölümün sonunda Tolstoy’un din tanımı ile karşılaşıyoruz; “İşte, insa-nın kendini parçası hissettiği ve davranışları için yol gösterici ilkeler çıkardığı o bütünle kurduğu ilişkidir. Ve bu yüzden, din akıl sahibi insanlığın asli ve vazge-çilmez bir şartı olagelmiştir.” (syf.12) Üçüncü bölümde farklı din tanımlarından bahsediliyor. 7 tane filozo-fun din hakkındaki görüşlerini verdikten sonra çeşitli din mensubu kimselerin ağızlarından kendi dinlerini yorumluyor. “Yahudi sonsuzla ilişkisini şöyle anlat-mıştır; bütün kavimler arasından Allah’ın seçtiği bir kavmin üyesi olarak, Allah’ın kavmimle yaptığı akite uygun hareket etmeliyim.” (syf.14)

Dördüncü bölümde ise dinlerin zaman içerisinde geçirdiği evrimden ve her dinin insan eşitliğini sa-vunduğundan bahsediliyor. Din sosyolojisinde ‘or-ganizmacı’ diğer tanımıyla ‘evrimci’ denilen bakış açısıyla karşılıyor bizi Tolstoy ve dinlerin serüvenine

kitabiyât

Page 36: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2436

dair şunları söylüyor bize; “bütün canlılar gibi, din de doğar, gelişir, yaşlanır, ölür ve yeniden doğar. Daha önceki biçimlerinden daha mükemmel biçimlerde do-ğar. Büyük bir gelişme döneminin arkasından, din da-ima bir çöküş ve ölüm dönemine girer ve bu dönemi de genellikle öncekinden daha makul ve tutarlı bir dini itikadın doğum ve oluşum dönemi izler. Bu gelişim, ölüm ve yeniden doğum dönemleri bütün dinlerde hep yaşanmıştır.” (syf.16)

Bu tanımdan sonra dinlerin getirdiği eşitliğe dair şun-ları söylüyor Tolstoy; “bütün insanların eşitliğinin ka-bulü, bütün dinlerin asli ve zaruri özelliğidir.” (syf.16) Beşinci bölüme “Din ve Yozlaşma” başlığını atacak olursak hata etmiş olmayız. Bu bölümde Tolstoy ilk olarak insanı harekete geçiren üç etkenden bahseder. Akıl, duygu ve telkin. Telkinden kastı insanları bir şeyler yapmaya sevk eden sistemlerdir. Dini bunlar-dan biri olarak görür. Ve dinin yozlaştıkça telkinlerin kuvvetlendiğini ve telkinler kuvvetlendikçe de akıl ve duygunun daha arka planda kaldığını iddia eder.

Dinin yozlaşmasında etkili üç sebebin olduğunu id-dia eder Tolstoy. Bu düşüncesini şu cümlelerle ifa-de eder; “bütün inançlarda insanların, kadim dinleri yozlaştıran bütün sapıklıkların temeli sayılabilecek şu üç akideye inandırılması şart koşulmuştur. Birincisi, insan ile tanrı ya da tanrılar arasında aracılık yapa-bilecek özel kimseler vardır; ikincisi, aracının söylediği şeylerin hakkaniyetini ispatlayan ve tasdik eden mu-cizeler gösterilmiştir ve gösterilmektedir; üçüncüsü, Tanrıda tanrıların şaşmaz iradesini ifade eden sözlü ya da yazılı halli sözler vardır ve bunlar kutsal olup yanlışlıkları düşünülemez.” (syf.20)

Diğer bölümde ise bu yozlaşma aşamalarını biraz

daha detaylı inceler. Örneğin Hıristiyanlık öğretisin-de Allah ile kul arasına aracı konulmaması gerektiği-ne dair malumat bulunmasına rağmen din adamları kastının kurulmasını, kilisenin kuruluşu ile ilişkilen-dirir. Daha sonra din adamlarının eleştirilmezliği ve din adamları kastını teyit eden İncil ayetleri v.s.

Yedinci bölümde tek kelime ile ‘İman’dan bahsediyor diyebiliriz. Hıristiyanlık öğretisinde Aziz Paul’a atfe-dilen iman tanımını eleştirir ve kendi iman tanımını paylaşır. Tolstoy’a göre iman şu demektir; “iman ne ümit ne de itimattır ama belli bir manevi haldir. İman, insanın dünyadaki konumunun belirli bir manevi ha-lidir. İman, insanın dünyadaki konumunun onu belli hareketleri yapmaya mükellef kıldığına ilişkin farkın-dalığıdır.” (syf.25) Aynı bölümde Tolstoy dini şöyle ta-rif eder; “tek bir fark dışında iman, din ile aynı şeydir: Din kelimesiyle kendi dışımızda gözlemlenen bir olgu-yu kast ederiz, buna karşılık iman dediğimiz şey ise bu olgunun içimizde tecrübe edilmesidir.” (syf.26)

Bu bölümde Tolstoy kısaca tarihte insanın çekmiş olduğu eziyet ile bugünü kıyas ediyor. Geçmiş dö-nemlerde büyük katliamlar yapmış olan Cengiz Han, Atilla, Neron gibi şahsiyetlerin dahi bugün insana yapılan zulmü görseler hayret edeceklerinden bahse-diyor. Devamla kendisinden sonra kavramlaştırılmış olan ‘Sosyal Darwinizm’den söz ediyor. Biyolojik ola-rak ortama uyum sağlayan canlının sosyal anlamda da ortama uyum sağlayarak yaşamını sürdürebildi-ğini söylüyor. Roma’nın, bütün dinlerle bağlarını ko-parttığında dünyayı fethettiğini ve bugün de Hıristi-yan kavimlerin aynı şeyi aynı ölçekte yaptığını iddia ediyor. Tarihin hiçbir döneminde insanlığın bu kadar hayvanlaşmadığını şu cümlelerle ifade ediyor; “fakat

Page 37: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

العلم37 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

yine şüphesiz ki, tarihin hiçbir döneminde, giderek ca-navarlaşan şimdiki Hıristiyan dünyamızdaki kadar ahlaksız, insanın hayvani ihtiraslarına hiçbir kısıtla-manın getirilmediği bir hayat yaşanmadı.” (syf.31)

Dokuzuncu bölümü ise Hıristiyan dünyasına yaptı-ğı küçük bir eleştiri ile kapatıyor. Tekvin Kitabının altıncı bölümünde geçen Tufan Hadisesi’nde insan-lığın kendilerine verilen ruhu nefsaniyetleri uğruna harcamaları sebebiyle cezalandırıldıkları yazılır. 950 yıl olan insan ömrünün bu hadise sebebiyle 120 yıla indirildiğinden bahsedilir. Tolstoy’un getirdiği eleşti-risi ise şudur; mademki bahşedilen ruhun nefsaniyet namına kullanılması sebebiyle insanlık büyük bir azaba uğradı, yine bu sebepten uğrayabilir. Dolayı-sıyla halen Hıristiyanlık dünyası niçin bu ruhu heva, heves ve ihtiraslarına ulaşmanın bir aracı olarak gör-mektedir?

Onuncu bölümde kısaca dinin gerekliliğine dair bir şeyler söylemektedir. Şöyle ki; insanın din olmazsa sürekli duyguları ile hareket edeceği ve bu meydana gelen harekete akli bir kılıf uyduracağından bahseder. Mesela; bir din mensubu zinanın haram olduğunu bilir. Ve bu konu üzerine felsefe yapmadan zinadan uzak durur. Fakat bir din mensubu olmayan kimse zina eder. Ve üzerine akli bir kılıf uydurmaya çalışır. Sağlık, hobi, ihtiyaç vs. Bu akli kılıfı uydurmaya ça-lışırken de birçok kere kendisiyle çeliştiğini ve tutarlı bir sebep bulamadığını iddia eder.

On birinci bölümde yazar bilimlerin çok detay ko-nularla uğraşıp asıl meseleleri es geçtiğini söylüyor. Mesela; ne yapmalıyız sorusunu cevaplamadığı ya da her daim ezilen bir sınıf olan işçi sınıfının bugü-ne kadar nasıl geldiğini cevaplamaya çalışmadığını

söylüyor. Bunun yanı sıra bilim ve teknolojinin ge-lişmesi ile dinden uzaklaşıldığını ve bu gelişmelerin neye yaradığını şu cümlelerle ifade ediyor; “bütün bunlara ilaveten, teknoloji ve tıp gibi uygulamalı bi-limler, yol gösterici dini bir ilkeden mahrum oldukları için makul gayelerinden uzaklaştırılarak yanlış bir is-tikamet benimsiyorlar. Bu açıdan teknolojinin tama-mı çalışan kitlelerin yükünü azaltmayı değil, zengin sı-nıfların istediği ilerlemeleri amaçlıyor; böylece zengin ile fakir, efendi ile köle arasındaki ayırımı derinleştiri-yor. Eğer bu buluş ve ilerlemelerden bazı nimetler, bazı küçük kırıntılar çalışan sınıfların hissesine düşüyorsa bu, o insanlar düşünüldüğü için değil, sadece buluş-ların mahiyetleri icabı onlardan uzak tutulamadığın-dandır.” (syf.42)

On ikinci bölüme net bir başlık koyamadım ama ko-nusu diğer konulardan pek farklı değil. Yine yozlaşan din ve artan itaat ve hiptonik etkiden söz ediliyor. On üçüncü bölümde dini dogmalar ve bilimin uyuşmaz-lığı; bunun neticesinde kafası karışık veya dinsizliği maneviyatın aslı zanneden nesillerden bahsediliyor. Mesela; teslis, komünyon, İslam’da miraç hadisesi gibi dogmalar daha küçücük yaşlarda küçücük be-yinlere yerleştiriliyor. Daha sonra bu dogmalar akla yani bilime ters düştüğünde neye inanıp inanmaya-cağını bilmeyen veya sadece aklı temel kabul eden nesiller türüyor. Hâlbuki din demek o dogmalar de-mek değildir.

Din demek o dogmalar demek değilse; Din Nedir? İşte Tolstoy bu soruyu hemen bir sonraki bölümde açıklığa kavuşturuyor. İlk olarak Tolstoy dünya var olalı beri hala evrensel dini ilkelerin tespit edilemedi-ğinden dem vurur. Ve kendi dini konumunu şu

Page 38: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2438

cümlelerle açıklar; “bize göre, hakiki din, harici suret-leri değil temel ilkeleri itibari ile Brahmanizm’e Kon-füçyusçuluğa, Taoculuğa, Yahudiliğe, Budizm’e hat-ta İslamiyete uyan ilkleri itibari ile Hıristiyanlıktır.” (syf.53) Daha sonra dinde temel ilkenin Allah inancı olduğundan bahseder. Bu ilke kitabın 53. sayfasında açıklanmaktadır. Uzun olduğu için buraya almaya-cağım fakat sayfa 53’te bahsettiği ilkeyi hemen arka sayfada iki satırda özetler ve şunu der; “din insanın her şeyin menşei (Allah) ile ilişkisinin, bu ilişkinin so-nucunda edinilen gayenin (iyilik, sevgi vs.) ve bu gaye-nin sonucu olan davranış kurallarının (yardımlaşma, hoşgörü vs.) tanımıdır.” (syf.54)

On beşinci bölümde ise az önce bahsettiği dinin öne-minden bahsetmektedir. Dinin olmayışının sadece dünyadaki kaosu tetikleyeceğini iddia eder. “İnsan hayatının kanunu şudur; gerek ferdin gerekse top-lumun hayatının ıslahı, ancak ve ancak deruni ve

manevi tekamülle mümkün olur.” (syf.57) “Bir kısır döngü söz konusu; dinin yokluğu şiddete dayalı hay-vani hayatı doğuruyor; şiddete dayalı hayvani hayat hipnotik etkiden kurtulmayı ve hakiki dini benimse-meyi git gide imkânsızlaştırıyor. Ve bu yüzden insanlar zamanımızdaki en tabii, en gerekli ve en mümkün şeyi yapmıyorlar, yani din süsü verilmiş olan aldatmaca-yı yıkıp, hakikati benimsemiyor ve onu yaymıyorlar. (syf.57) On yedinci bölümde insanlığın kurtuluşu-nun dinde olduğundan bahsedilmektedir. Ve Tolstoy bu düşüncesini çok kısa bir şekilde şöyle ifade eder; “din, insan ile ebedi hayat ve Allah arasında akla ve çağdaş bilgiye uygun olarak kurulan ve insanlığı mu-kadder hedefine sevk eden bir ilişkidir.” (syf.62)

Din ve Ahlak adlı bölüm Tolstoy’un Alman Ahlaki Kültür Derneğinin sorduğu iki soruya binaen kaleme aldığı yazıdır. Sorular şunlardır; Din kelimesinden anladığınız nedir? Anladığınız şekilde dinden bağım-sız bir ahlak anlayışı olabilir mi? Tolstoy bu bölümün ilk yarısında din üzerine yapılan yorumları üç baş-lıkta ele alarak eleştiriyor. Tolstoy’un sınıflandırması şöyledir:

a- Din hakiki vahiy ve bu vahyin sonucu olarak Allah’a kulluktur.

b- Din, bir hurafe inanışlar toplamı ve bu hurafe ina-nışlardan çıkan hurafe tapınma biçimleri.

c- Din, zeki insanların hem rahatları hem de sıradan kitlelerin tutkunlarını dizginlemek ve onları yönet-mek için geliştirdiği bir önermeler ve kurallar bütü-nü.

Tolstoy din için yapılan bu tanımların hiç birini ka-bul etmez. Her birini eleştirir. Ve son olarak kendi din

Page 39: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

العلم39 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

tanımını yapar. “din insanın kendisiyle sonsuz, sınırsız kâinatla ve onun menşei ve ilk sebebiyle kurduğu iliş-kidir.” (syf.76) Bu bölümün ikinci kısmında da ikinci soruya cevap verir Tolstoy ve ahlakın dinden ayrıla-maz bir şey olduğunu söyler. Ona göre üç türlü ahlak biçimi vardır:

a- Şahsi ahlak; kişinin tamamıyla kendi mutluluğunu düşündüğü ve bunun için çalıştığı ahlak biçimi.

b- Toplumsal ahlak; kişinin bir toplum yani devlet, millet, cemaat uğruna kendini feda etmesi.

c- Tanrı ahlakı; bu da kâinatın menşeinin iradesini ta-nımaya ve onu ifa etmeye çalışmaktır.

Tolstoy’a göre ilk iki ahlak tipi tamamıyla anlamsız-dır. Çünkü o tip ahlak anlayışlarını temellendirirken birçok çelişki meydana çıkar. Ve bu tip anlayışların Tanrı ile hiçbir ilişkisi yoktur. İnsan sonuçta yine ken-di menfaati için çalışır. Bölümün sonuna doğru diğer bölümlerde de yaptığı gibi Sosyal Darwinizm’i eleşti-rir. En bariz örnek olarak Hinduizm’in, Budizm’in do-ğal hayattaki kanunların insan hayatına uyarlanamaz olması sebebiyle çıktığından bahseder. Ve son zaman-larda doğa kanunlarının sosyal hayata uyarlanmazlı-ğını eleştirenlerin “kâinatın hükümdarının” egemen-liğini teyit ettiklerini söyler.

Tolstoy dinsiz bir ahlak sistemini; köksüz bir şekilde koparılıp tekrar toprağa gömülmek isteyen bir bitki-ye benzetir. Tıpkı o bitkinin yeşermeyeceği gibi dinsiz ahlak anlayışının da topluma fayda sağlamayacağını iddia eder. “Din, insanın kendine özgü şahsiyeti ile son-suz kâinat arasında kurduğu belirli bir ilişkidir. Ahlak ise bu ilişkiden doğan sürekli bir hayat düsturudur.” (syf. 87)

Kitabın ikinci kısmı toplam doksan sayfa ve on do-kuz bölüm. Bu bölümlerin ekseriyetinin içeriği şiddet, sevgi ve din ekseninde şekillenmektedir. Kısaca bu-raya kadar genel çerçevesi çizilen konular farklı açı-lardan tekrara tabi tutulmuş. Bu sebepten bu kısmın özetini oldukça kısa tutmaya çalışacağım.

Mesela birinci bölümde kitabın diğer kısmında çokça gördüğümüz yozlaşmış din bahse konu edilmiş. Bö-lümü özetleyen paragraf şöyle; “kısacası, Hristiyan insanların sefaletinin ardındaki sebep, insanların şu-ursuz imansızlığı ve sözde eğitimli insanların imanı şu-urlu biçimde inkar etmesidir.” (syf. 93) İkinci bölümde yine tekraren dünya insanlarını bir araya getirecek bir “manevi ilke”nin olmayışından dem vurulmuş. Üçün-cü bölümde şiddetin bölücülüğü bahse konu edilirken dördüncü bölümde Hristiyan dünyasının din ile kur-tuluşundan bahsedilmiş. Beş ve altıncı bölümlerde ise üç ve dördüncü bölümleri teyit eder mahiyette veriler işlenmiş. Yedinci bölümde dünyadaki şiddet sorunu-na, sevgi kanununun yegâne çare olduğundan bah-sedilmiş. Ve Hıristiyanlığın temel ilkelerini gösteren birkaç İncil ayeti de bu bölümde paylaşılmış.

Sekizinci bölümde güçlünün güçsüzü ezdiği bir dün-ya sisteminden bahsedilmektedir. Şiddetin ve savaşın galip geldiği, işçilerin, kölelerin sürekli ezilip hak-larının gasp edildiği bir dünya… Tolstoy dünyadaki bu kargaşanın sebebinin sevgi kanunun yürürlükte olmamasından kaynaklandığını iddia eder. İnsanlar hemcinslerini katledecek kadar canidir. Çünkü o in-sanların hemcinslerine duyduğu sevgi adı verilen bir duygu söz konusu değildir. Sevgi kanununu anlayan insanlar da sistemler tarafından cezalandırılmakta-dır.

Page 40: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

ilim Eylül-Ekim 2017 Sayı: 2440

Dokuzuncu ve onuncu bölümlerde insan öldürmek, canlılara zarar vermek istemeyen kimselerin sistem tarafından nasıl cezalandırıldığından bahseder. Do-kuzuncu bölümde Diriliş romanında da bahsettiği bir gençten bahseder. Askerliğe alınmak istenen bir genç… Bu genç askerlik zamanında askerliğe alınmayı reddeder. Sebebi Hıristiyanlığın bir canlıya zarar ver-meyi kesinlikle yasaklıyor oluşudur. Genç muhakeme edilir ve kararında sebat ettiği tespit edilince hapse atılır. İşte dokuzuncu bölüm bu olayın sahnelendiği bölümdür.

Onuncu bölümde ise dokuzuncu bölümün kahramanı olan genç üzerinden savaş ve şiddet eleştirisi yapılır. On birinci bölümde, dokuzuncu bölümdeki gence ben-zer şahsiyetler ve dramları konu edilmiştir. On ikinci ve on üçüncü bölümlerde yine konu sevgi ve şiddet eksenli oluşmaktadır fakat bu bölümlerde Tolstoy yeni bir sistemin kurulmasına çok az kaldığının müjdesini verir. Sahih Hıristiyan öğretisi üzerine kurulacak bir sistemden umudu olduğunu belirtir. Ve sistemin su-retteki bir değişiklik ile değil şuurdaki bir değişiklikle mümkün olduğunu fakat insanlar tez canlı oldukları için suretteki değişikliğe kaçtıklarını söyler. “Haya-tın sosyal şartları ancak, insanların nefislerine sahip çıkması ile düzelebilir.” (syf. 141) “Beşeri kanuna itaat şuuru, köleleştirir; Allah’ın kanununa itaat şuuru ise hürleştirir.” (syf. 147)

On dördüncü bölümde toplumun hayatın en yüce ka-nununa ulaşabilmesi için toplumun her ferdinin ha-yatını bu kanuna adaması gerektiğinden bahsedilir. “Ona ancak tek tek her birimiz kendimize veya başka-sına getireceği sonuçları düşünmeden veya tasa etme-den ve bir sosyal örgütün uğruna değil, sadece her fer-din kendisi ve hayatı için, hayatın en yüce kanununun gerçekleştirilmesi uğruna hayatlarımızı belirli bir tarz-da düzenlediğimizde ulaşabiliriz.” (syf. 149) On beşinde

bölümde Tolstoy hükümetlerin gereksizliğinden bah-seder. Hükümetlerin olmaması gerektiğini savunur. On altıncı bölümde ise bu düşüncesini detaylandırır. Hükümetsiz bir toplumu bugünün insanın anlayama-yacağından bahseder. Çünkü ne geçmişte ne de günü-müzde böyle bir toplum mevcut değildir. Fakat böyle bir toplum yaratılabilir.

Tarih boyunca bir grup azınlık, büyük topluluklara hükmetmek istemiştir. En başta bu güdü Tolstoy’a göre ilkelcedir. Daha sonra bu azınlık büyük toplulu-ğu yönetmek için sistemlere gereksinim duymuştur. Ve bu sistemlerde de şiddete başvurmadan yaptırım uygulayamamıştır. Tolstoy’a göre devletin siyasi şid-det uygulamaları bazıları için barışçıl gibi gözükse de aslında bu şiddet uygulamalarının birçok zararı vardır. Bu uygulama ile devlet tepki çeker. Bu uygulamayı yaptırdığı kişilerin ve bu uygulamayı gazetede okuyan kitlelerin merhamet duygularında sarsıntılar meydana gelir. Çünkü şahit olunan şiddet insanların içerisinde-ki merhamet duygularını yok edebilir.

“Şiddete hiç ihtiyaç duymayacağınız bir hayat yaşa-maya çalışın” (syf.155) Bu cümle Tolstoy’un kitabın ikinci kısmındaki anlattıklarının özeti mahiyetinde-dir. Tolstoy’un insanlığa serzenişi… On yedi, on sekiz ve on dokuzuncu bölümler kitabın son bölümleridir. Ve buraya kadar bahsettiğimiz konulardan farklı hiç-bir şey bulunmamaktadır bu bölümlerin içerisinde. Kitabın dili bu bölümlerde biraz daha vaaz, nasihat tarzına dönmektedir. Şiddeti götürecek ve sevgiyi ge-tirecek olan şeyin ‘altın kural’ adını verdikleri davranış olduğunu söyler. “Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma.” Bu kuralı devletler bağlamında da bir çözüm önerisi olarak sunar bize. Ve son olarak geleceğin gençlerine seslenir; umut sizlersiniz. “Ölme-den önce hemcinslerime söylemek istediğim budur.” (syf. 169)

Page 41: ilim...ilim 24. SAYI EYLÜL-EKİM 201724 ددعلا 1439 مرمح-ةجلحا وذ ISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Tevekkülün Dört Limanı Tevekkülün Çocuk

العلم41 ذو احلجة- حمرم 1439 العدد:24

قيل لعلقمة: أفال تدخل على السلطان فتنتفع؟ قال: إني ال أصيب من دنياهم شيئا إال أصابوا من ديني مثله. تارخ مدينة دمشق, ابن عساكر 181/41

Alkame’ye «Sultanın yanına uğramıyor musun?» diye soruldu, «biraz menfaatlenirdin.» Şöyle cevap verdi: «Onlardan dünyalık ne alırsam, dinimden de

aynısını onlar alır.»Tarîhu Medîneti Dımeşk, İbni Asâkir, 41/181

اب رضي اهلل عنه، فقال له: يا سالم! دخل هشام بن عبد الملك الكعبة، فإذا بسالم بن عبد اهلل بن عمر بن الخطا خرج خرج في إثره، سلني حاجة. فقال: إني أستحيي من اهلل تبارك وتعالى أن أسأل في بيت اهلل غير اهلل. فلم

نيا أم من حوائج الخرة؟ فقال: من فقال له: الن قد خرجت، فسلني حاجة؟ فقال له سالم: من حوائج الدنيا من ال يملكها؟ نيا من يملكها؛ فكيف أسأل الد نيا. فقال له سالم: أما واهلل ما سألت الد حوائج الد

المجالسة وجواهر العلم, أبو بكر الدينوري 1/ 384Halife Hişam b. Abdulmelik bir gün Kabe’ye geldiğinde Salim b. Abdullah b. Ömer’i (r.a) gördü ve “ey Salim, bir ihtiyacın varsa benden iste” dedi. O buna karşılık “Allah’ın evinde Allah’tan başkasından istemekten haya ederim” cevabını verdi. Dı-şarı çıktığında Hişam da arkasından gitti ve “şimdi çıktık. Hadi bir ihtiyacın varsa benden iste” dedi. Salim bu kez “dünyevî ihtiyaçlar mı uhrevîler mi?” diye sordu. Hişam “dünyalık şeyler” deyince Salim şunu söyledi: “Vallahi dünyalığı onun sahi-

binden istemedim, ona sahip olmayandan nasıl isteyeyim?”el-Mücâlesetü ve Cevâhiru’l-İlm, Ebubekir ed-Dînevrî, 1/384

مراء يدخل أحدكم على قال أبواب ال عن حذيفة قال :إياكم ومواقف الفتن قيل وما مواقف الفتن يا أبا عبد اهللقه بالكذب ويقول له ما ليس فيه. مير فيصد ال

التمهيد لما في الموطأ, ابن عبد البر 57/13Huzeyfe etrafındakilere “fitne yerlerinden uzak durun!”

dediğinde onlar “ey Ebu Abdullah, fitne yerleri neresidir?” sorarlar. O şu cevabı ve-rir: “İdarecilerin kapılarıdır. İçinizden biri idarecinin yanına girdiğinde yalan yere

onu tasdik eder, onda olmayan şeyi varmış gibi söyler.”et-Temhîd limâ fi’l Muvatta, İbni Abdilberr, 13/57

روي أن رجال الزم باب عمر رضي اهلل عنه فإذا هو بقائل يقول يا هذا هاجرت إلى عمر أو إلى اهلل تعالى اذهب فتعلم القرآن فإنه سيغنيك عن باب عمر فذهب الرجل وغاب حتى افتقده عمر فإذا هو قد اعتزل واشتغل

بالعبادة فجاءه عمر فقال له إني قد اشتقت إليك فما الذي شغلك عني فقال إني قرأت القرآن فأغناني عن عمر وآل عمر فقال عمر رحمك اهلل فماالذي وجدت فيه فقال وجدت فيه وفي السماء رزقكم وما توعدون فقلت

رزقي في السماء وأنا أطلبه في الرض فبكى عمر وقال صدقت. إحياء علوم الدين,ابو حامد الغزالي,كتاب التوحيد والتوكل

Rivayete göre, bir adam Hz. Ömer’in kapısına sık uğrarmış. Derken biri kendisine “ey filanca, sen Ömer’e mi yoksa Allah Teâlâ’ya mı hicret ettin? Git ve Kur’an öğren. O seni Ömer’in kapısından ihtiyaçsız kılacaktır.” der. Bunun üzerine adam ortadan kaybolur. Hz. Ömer artık onu göremez. Nihayet adamı inzivaya çekilmiş, ibadetle meşgul bir halde bulur ve “seni özledim” der, “seni benden uzaklaştıran durum ne-dir?” Adam şu cevabı verir: “Ben Kur’an okudum. O bana Ömer’i ve Ömer’in ailesini gereksiz kıldı.” Hz. Ömer bu kez “Allah sana rahmet etsin! Ne buldun onda?” diye sorar. Adam “Onda rızkınız ve size vadedilenler göktedir (ayetini) buldum. Kendi kendime dedim ki, rızkım göktedir, oysa ben yerde arıyorum.” Bu sözler üzerine

Hz. Ömer ağlar ve “doğru söyledin.” der. İhyâu Ulûmiddîn, Ebu Hâmid el-Ğazalî, Kitâbü’t-Tevhîd ve’t Tevekkül

Ünlü Gurmelerden Tevekkül Tarifleri

adem

özçe

lik

*

*

*