16
BÝRLEÞÝK MÜCADELEYE! Kürtler Adaylarýna Sahip Çýktý Ekonomi Büyüyor, Ya Emekçiler? Erdoðan'ýn "Kardeþi" Beþar Esad Kan Dökmede Babasýný Aratmýyor! 19-20 Nisan'da Saðlýk Çalýþanlarý Görevdeydi… 1 Mayýs 2011: Kürsü Gerçek Sahiplerine! 2 5 6 7 8 Öðrenciler ve Kürtlerden Sonra Sýra Ýþçilerde… "Devrimci Karargâh" Komplosu… Casper Ýþçileri Haklarýný Savunmakta Kararlý Fabrikalardan... Ýþyerlerinden... Fabrikalardan... Ýþyerlerinden... 1 Mayýs 1977'de Devlet Boþ Durmadý 9 11 12 14 16 Sayý: 4 Mayýs 2011 ISSN: 2146-2151 1,5 TL GÜVENCELÝ ÝÞ, GÜVENLÝ GELECEK ÝÇÝN BÝRLEÞÝK MÜCADELEYE! ÖZGÜRLÜK ÝÞÇÝLERLE GELECEK!

İşçilerin Sesi Mayıs 2011

Embed Size (px)

DESCRIPTION

İşçilerin Sesi gazetesinin Mayıs 2011 sayısı

Citation preview

Page 1: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

BÝRLEÞÝK MÜCADELEYE!

Kürtler Adaylarýna Sahip Çýktý

Ekonomi Büyüyor, Ya Emekçiler?

Erdoðan'ýn "Kardeþi" Beþar Esad Kan Dökmede Babasýný Aratmýyor!

19-20 Nisan'da Saðlýk Çalýþanlarý Görevdeydi…

1 Mayýs 2011: Kürsü Gerçek Sahiplerine!

2

5

6

7

8

Öðrenciler ve Kürtlerden Sonra Sýra Ýþçilerde…

"Devrimci Karargâh" Komplosu…

Casper Ýþçileri Haklarýný Savunmakta Kararlý

Fabrikalardan... Ýþyerlerinden... Fabrikalardan... Ýþyerlerinden...

1 Mayýs 1977'de Devlet Boþ Durmadý

9

11

12

14

16

Sayý: 4 Mayýs 2011 ISSN: 2146-2151 1,5 TL

GÜVENCELÝ ÝÞ, GÜVENLÝ GELECEK ÝÇÝN

BÝRLEÞÝK MÜCADELEYE!

ÖZGÜRLÜKÝÞÇÝLERLEGELECEK!

Page 2: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

Ýþçilerin Sesi

2

Hiç kimse halkı aptal yerine koyup, “veto krizin-den” tek başına Yüksek Seçim Kurulunu(YSK) so-rumlu tutmasın. Kürtlerin desteklediği bağımsız a-dayları seçimlere sokmama girişimi, Kürt iradesi-ne yönelik yeni bir saldırı ve bunun arkasında si-yasi iktidar var. 1994’te, başta Hatip Dicle ve Ley-la Zana olmak üzere, Kürtlerin vekillerini Mec-lis’ten atıp hapse gönderenler, bugün onları Mec-lis’e sokmamak için çeşitli tertipler içine girdiler.Seçilmişleri kovmanın tepki aldığına dikkat edile-rek, bu kez seçimlere girmeleri engellenmeye ça-lışılmıştır. Dolayısıyla son veto girişimi, Kürtleriniradesine karşı 1994’teki tasfiyenin, günümüz ko-şullarındaki tekrarıdır.

YSK’nın, Kürtlerin desteklediği yedi bağımsızadayın seçimlere girmesini önce yasaklayıp, iki günsonra, halkın şiddetli tepkisine direnemeyip, kara-rını değiştirmesine çeşitli kılıflar arandı. YSK ilkkararında eski Türk Ceza Kanunu (TCK) hüküm-lerini esas almış, sonra ise yeni TCK’da hak kulla-nımını özgürleştirici maddelere göre adaylıklarınönünü açmış! Bu yoruma kargalar bile güler! YSKüyeleri, Yargıtay ya da Danıştay üyeleri arasındanseçilmişlerdir ve bu nedenle yasadaki değişiklikle-re derinliğine vakıftırlar. YSK’nın aldığı ve birbiriy-le çelişen iki karar da politiktir. İlk kararla, Kürt-lerin iradesine saldırılmak istenmiş, şiddetli gelentepki üzerine, bu kararın toplumsal ve siyasi so-nuçlarının çok ağır olacağı düşünülerek, düzeltil-miştir.

“Minareyi çalan kılıfını hazırlar”! MevzuattaYSK’nın her iki kararını da dayandıracağı hüküm-ler vardır. Anayasa ve Seçim Kanununda yer alan“affa uğramış olsalar dahi” belli suçlardan hükümgiyenlerin seçme ve seçilme hakkından yararlana-mayacağı hükmü ilk karara, yeni TCK’daki hüküm-ler ise ikinci karara zemin oluşturabilmektedir.

İşte tam da burada siyasi iktidarın kurduğu“tuzak” ortaya çıkıyor. AKP iktidarı baskıcı ve kı-sıtlayıcı 12 Eylül darbe Anayasasının kendine engelolduğunu düşündüğü yanlarını değiştirirken, buyasakları görmezden gelmiştir. Yine darbenin ürü-nü olan yüzde on barajı vee adaylık önünde engeloluşturan antidemokratik hükümleri de korumuş-tur. Çünkü gerektiğinde bunları muhaliflere karşıkullanmayı düşünmüştür. 12 Haziran seçimlerin-de, Kürtlerin karşısına, önce yüzde onluk seçimbarajını çıkarmış, ancak Kürtler bu engeli aşmak i-çin bağımsız adaylarla seçimlere girmeye kararverdiklerinde ise, ilgili yasada yer alan aday olmaönündeki engelleri YSK vasıtasıyla kullanıma sok-muş ve Kürtlerin iradesinin Meclise yansımasınıengellemeye çalışmıştır. AKP’nin önde gelen isim-lerinden olan Anayasa Komisyonu Başkanı ve ana-yasa profesörü Burhan Kuzu’nun, adaylıkları en-gelleyen birinci kararı savunması manidardır. Siya-si iktidarın bu tertip içinde yer aldığının en somutkanıtıdır.

Gelsin Gözaltý TerörüYSK kararı, önce medyada sıradan bir olay o-

larak, küçük haberlerle yer aldı. İktidar ve muhale-fetten kimi politikacıların cılız tepkileri ise, demok-rat görünme kaygılarını ifade ediyordu. AncakKürtlerin tepkisi farklı oldu. İstanbul’danHakkâri’ye kadar birçok yerde, yüz binlerce kişisokağa dökülerek, şiddetli protesto eylemlerindebulundu. Devrimci ve demokratlar ile bir kısım ay-dın, gazeteci ve yazar da, Kürtleri destekledi. Polisise aşırı şiddet kullanarak eylemlere müdahale et-ti. Zaten bir süredir, hükümet politikasına bağlı o-larak, Kürtlerin yasal ve barışçı eylemlerine karşısert müdahalelerde bulunan polis, gerçek mermi-lerle kitlenin üzerine saldırdı. Bismil’de bir gençpolis kurşunuyla can verirken, birçoğu yaralandı.

Bu kez devlet yöneticileri, politikacılar ve bur-juva medya işin vahametinin farkına vardılar ve hepbir ağızdan YSK’yı suçlamaya giriştiler. Hem Kürt-lerden hem de sistemin sözcülerinden gelen basın-ca dayanamayan ve “kabağın kendi başında patladı-ğını” gören YSK, geri adım atarak veto kararını kal-dırdı. Sistemin savunucularına göre, Kürt politikacı-larını engellemek, seçimin meşruiyetini gölgeleye-cek ve bu durum yükselen eylemlerle birleştiğinde,ekonomik ve siyasi istikrar darbe alacaktı.

Bunun üzerine, bir yandan CumhurbaşkanıGül, diğer yanda burjuva kampta kararı açıkça sa-vunan hiçbir güç kalmadı ve engeller kaldırıldı. İşinilginç yanı, her konuya “maydanoz olan” BaşbakanErdoğan bu süreçte sessiz kaldı. Bu da, bizzat ve-to saldırısının arkasında olduğunu gösteriyordu.Ancak, tasfiye operasyonunda başarısız olan siyasiiktidar, Gül ve hükümet sözcüleri “hiç kimseninterörle sonuç alamayacağı” yönünde açıklamalaryaparken, bine yakın Kürt gösterici gözaltına alın-dı, yüzlercesi tutuklandı. Referandumda yüzdedoksanın üzerinde boykot oyu çıkan Hakkâri için,hükümet, daha önce “özel bir plan” uygulayacağı-nı açıklamıştı. Bu plana göre gerçekleştirilen son“KCK Operasyonu” ile bu kentteki önde gelenBDP yöneticileri ve kadroları gözaltına alındı.

Bu süreçte yaşanan iki olay, politik gerçekle-ri yansıtma bakımından simgesel önem taşıyor.Birincisi, Diyarbakır’da gözaltına alınan gösteri-cilerin AKP İl Binasına götürülerek, polisler ta-rafından burada sorgulanmasıdır. AKP binaları-nın polis karakoluna dönüşmesidir. Bu durumbölgede AKP’nin devletle özdeşleştiğini ve bas-kı, şiddet ve tutuklama politikasının fiili uygulayı-cısı haline geldiğini gösteriyor. İkincisi, BDP eskiGenel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, Bismil’de-ki gencin polis tarafından öldürülmesi üzerineGül ile görüşmesini iptal ederek, bu ilçeye git-mesi. Demirtaş, polis saldırısına uğrayan halkınınyanında olmayı, devletin en tepesindeki kişi ilegörüşmeye tercih etmiştir. Bu da Kürt siyasi ha-reketi ile Kürt halkının iç içe geçmişliğinin ensomut örneğidir.

Mücadele Edenler KazanýyorYSK vetosuna karşı mücadele iki politik ger-

çeği netleştirdi: İlki, iktidarın tüm terörize etmeve gayrimeşru gösterme çabalarına rağmen, Kürtsiyasi hareketinin, toplumun geniş bir kesimince,Türkiye politikasının ayrılmaz ve önemli bir parça-sı olarak görülüyor. Farklı siyasi eğilimlere sahiphalkın çoğunluğu, Kürtlerin de kendi vekilleri ilemecliste temsil edilmesini savunuyor. Bu durumKürt sorununun barışçı siyasi çözümü için ciddibir şans ve bu konuda önemli bir olanak sunuyor.İkincisi, en doğal demokratik haklarının elinden a-lınmasına karşı fedakârca direnen ezilenler, so-nunda başarıya ulaşmaktadırlar. Mücadele edenkazanıyor. O nedenle işçi sınıfı ve emekçilere ör-nek olacak. Kaldı ki, işçi sınıfı tarihinde buna çokbenzeyen bir tarihi zafer söz konusu. 16 Haziran1970 de, DİSK’in kapatılmasını engellemek içinsokağa dökülen on binlerce işçi, militan bir müca-deleyle, Meclis’ten geçen bir yasanın uygulanması-nı engellemiş, Anayasa Mahkemesinden dönmesi-ni sağlamıştı. Bu başarılı mücadele ve direniş ör-nekleri, işçi sınıfı ve ezilenlerin ortak mücadelesi-nin, siyasi iktidarı her alanda yenilgiye uğratmayamuktedir olduğunu göstermektedir.

KÜRTLER ADAYLARINA SAHÝP ÇIKTIEn doðal demokratik haklarýnýn elinden alýnmasýna karþý fedakârca direnen ezilenler, sonunda

baþarýya ulaþmaktadýrlar. Mücadele edenler kazanýyor. O nedenle iþçi sýnýfý ve emekçilerin haklarýiçin verdikleri mücadelelerinde, örnek olacaktýr.

Page 3: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

3

Ýþçilerin Sesi

Burjuva muhalefet partilerinin seçim kampanyalarımedyatik bir şekilde başladı. Gerek adayların belirle-me sürecinin gerekse de seçim beyannamelerinin a-çıklanmasının mümkün olduğu kadar “haber” olmasıiçin ellerinden geleni yaptılar.

Seçimin yapılmasına iki ay kala açıklanan aday lis-teleri ve seçim programının, seçmenler tarafındanfark edilmesi ancak medya üzerinden yapılan abartı-lı tanıtımlar sayesinde mümkün olacak.

Seçim sistemi temsili bir demokrasi anlayışı ü-zerinden işliyor; “oyunu ver gerisini merek etme!”.Burjuva siyaset tarzı ise, parti ve liderin öne çıkarıl-dığı, adayların ve seçim programının ise “haber” ol-masının dışında bir belirleyiciliğinin görülmediği birseçim sürecini içeriyor.

Bunun farkında olan muhalefet partileri, liderle-rini öne çıkartan, sansasyonel adaylar ve seçmeningözüne sevimli gelen seçim vaatleriyle süslü bir se-çim kampanyası başlattılar.

Partiler adaylarını belirlerken, mümkün olduğukadar kendilerini medyada gündeme getirebilecek,siyasi tartışmalarda konu edilebilecek ölçütleri kulla-nıyorlar.

Mevcut seçim sistemi seçim bölgelerine dayanı-yor; her seçim bölgesi seçmen sayısıyla orantılı ola-rak belli sayıda milletvekilinin seçilmesine imkan ve-riyor. İstanbul benzeri büyük metropollerde her se-çim bölgesi için partiler, onlarca aday belirliyorlar.

Seçmenlerin bu adayların çoğunu tanımalarımümkün değil; bu nedenle adaya değil partiye ve li-derine oy verme eğilimi belirleyici oluyor.

CHP ve MHP gibi muhalefet partilerinin, genelbaşkanları üzerinden siyaset yapmaları ve seçim kam-panyalarını onların üstüne kurmalarının nedeni bu.

Ergenekon davasından yargılanan bazı isimlerinseçilerek aday gösterilmesi bu partiler açısından si-yasi bir risk taşısa da, medyada yarattığı ilgi, bu tak-tiğin bir karşılığı olduğu gösterdi.

MHP mevcut milletvekillerini yeniden aday liste-lerine koydu, Ergenekon davasından yargılanan birgenerali ve merkez sağ partilerden gelen bazı kişile-ri da aday yaparak, seçim çalışmasını başlattı. MHP e-sas olarak adaylarına ve “programına” değil, Kürt so-rununun yaratacağı siyasi gerginlik ve çatışmalara u-mut bağlamış durumda. MHP’nin alacağı oyu, geçti-ğimiz 2009 yerel seçimlerinde olduğu gibi, Kürt düş-manlığının yükselmesi üzerinden yapacağı çatışmacısiyaseti belirleyecek.

CHP, Mustafa Balbay’ı aday yaparak hem ulusal-cı çevrelere bir mesaj göndermiş oldu hem de songünlerde yaşanan “fikir ve basın özgürlüğü” tartışma-larından bir gazeteciyi aday göstererek nemalanmakistedi.

Mehmet Haberal’ın adaylığı ise yine benzer kay-gılarla oldu. Kamuoyunda Ergenekon davası nede-niyle haksız bir şekilde mağdur olduğu izlenimi yara-tılan Haberal’ın milliyetçi geçmişine karşılık,CHP’den birinci sıradan aday gösterilmesi, partininmerkez sağ seçmene açılmayı amaçlayan seçim tak-tiğinin bir sonucu.

Eski Cumhuriyet savcısı İlhan Cihaner’in adaylığıise, CHP yönetiminin yüksek yargıya ve hukuk cami-asına bir selamı olarak görülmeli.

CHP yönetimi, geleneksel tabanından alabileceğioy sınırına ulaştığını, laiklik ve rejim tartışmaları üze-rinden daha fazla oy gelmesinin mümkün olmadığınıbiliyor. AKP’nin orta sınıflar üzerinde yarattığı tedir-ginlik (hayat tarzımıza müdahale mi edecekler, ma-halle baskısı vs.), CHP’nin Ege ve Marmara bölgele-rinde geleneksel sağ seçmenin desteğini alması sonu-cunu yaratıyor. AKP’nin siyasi gücü arttıkça tedirginolan merkez sağ seçmen (ANAP ve DYP kökenli),CHP’ye oy veriyordu.

Bu eğilimi gören CHP lideri, partisinin çok zayıfolduğu ve oy alamadığı bazı illerde, merkez sağ kö-kenli kişileri de aday listelerine aldı. Parti yönetimini“CHP artık gerçek bir sosyal demokrat parti” olacaksöyleminin ancak laf düzeyinde kalacağı anlaşılıyor.CHP’nin sola değil aksine merkez sağa dümen kıra-cağı belli oldu; parti yönetimi daha fazla oy almasınınancak bu siyasi manevrası sayesinde olacağı beklen-tisi içine girdi.

Bu seçim taktiğinin bir karşılığını olup olmayaca-ğı henüz belirsiz olsa da CHP, medyatik adayları veseçim programı ile oy avcılığına çıktı bile. CHP lide-ri 81 ili dolaşacağını, gidilmedik yer kalmayacağını a-çıkladı, benzer bir şekilde MHP ve AKP Genel Baş-kanları da, il il gezip partilerinin seçim kampanyasınıyürütecekler.

Genel başkanların bizzat alana inmeleri ve onla-rın sırtından bir seçim sürecini yürütülmesi, burjuvasiyasetin nasıl işlediğini gösteriyor. Parti genel baş-kanlarının belirledikleri aday listesi partinin vitrini ol-maktan öteye gidemezken, hayaller yayan seçim va-atlerinin ise, parti liderlerinin dillendirdikleri politi-kacı laflarından başka bir karşılığı olmuyor.

BURJUVA PARTÝLER ÝÇÝN ADAYLAR VE PROGRAM LÝDERLERÝN VÝTRÝNÝ

Ufuk DDemirci

Seçimler ve parlamento, yığınlarda kendi yöneti-cilerini kendilerinin seçtiği ve bu yolla yönetimekatıldıkları yanılsaması yaratır. Oysa asıl devletaygıtı seçilmişlerden değil, atanmışlardan oluşur.Sürekli ordu ve polis, devlet iktidarının başlıca a-raçlarıdır. Marks ve Engels, eserlerinde, bu ku-rumların burjuvaziye binlerce bağla bağlı oldukla-rını tekrar tekrar belirtir. Önemli kararlar parla-mento da değil, kapalı kapılar ardında, devlet da-irlerinde, bakanlıklarda, sermayenin ve askeri-si-vil bürokrasinin tepe noktalarında alınır. Parla-mento karar organı olmaktan çok, halkı aldatmaişlevi görür.

Kapitalist düzende, faşizm, askeri diktatör-lük, monarşi vb.ye karşı işçi sınıfı için en tercih e-dilebilir devlet biçimi demokratik cumhuriyettir.Ama en demokratik burjuva cumhuriyetinde bi-le, işçilerin payına düşenin ücretli kölelik olduğuasla unutulmamalıdır.

Genel oy hakkı, her dört-beş yılda bir, halkı,parlamento aracılığıyla, egemen sınıfın hangi üye-sinin ve partisinin temsil edeceği ve ezeceğininkararlaştırılması; işte yalnızca parlamenter-ana-yasal krallıklarda değil, aynı zamanda en demok-ratik cumhuriyetlerde de burjuva parlamentocu-luğunun gerçek özü budur.

Marksistler bilir ki, en ideal burjuva parla-menter sistemde bile, çeşitli sınıfların gerçekgüçleri ile temsili kurumlardaki yansımaları ara-sında orantısızlık vardır. Liberal burjuva partilerparlamentoda ve diğer temsili organlarda ger-çekte olduklarından yüz misli güçlü görünür. Solsosyalist partiler parlamentoda önemsiz bir yertutarken, gerçek hayatta, aktif kitle mücadelesin-de çoğu kez önemli roller üstlenir, harekete ön-derlik ederler. Belirleyici olan da parlamenter sa-yısı ve parlamento mücadelesi değil, işçi sınıfınındoğrudan mücadelesi, grev ve direnişlerdir. Bumücadelenin içinde ve önünde, örgütlenmesindeyer almaktır.

Parlamentarizm tarihsel açıdan zamanını dol-durmuştur. Ne var ki, bizim için zamanını dol-durmuş olan bir şeyin, yığınlar içinde zamanınıdoldurduğunu sanmamak gerekir. Burjuva parla-mentosu, işçileri aldatmak için bir araç olarakkaldığı ve önemli sayıda emekçi bu kuruma gü-vendiği ve umudunu kesmediği sürece, sosyalist-ler parlamentoda yer almalı ve işçi sınıfının genişkesimleri ile emekçi halkın, en önemli ve en yet-kili organ olarak gördükleri parlamentodan daburjuvaziyi teşhir etmelidir.

Lenin, ‘parlamento dâhil gerici kurumlarda,

yerine kendi organlarınızı koymaya gücünüz yet-mediği müddetçe, bu kurumlarda çalışmak zo-rundasınız’ der. ‘Temsili organlar olmaksızın birdemokrasi, hatta proleter bir demokrasi düşü-nemeyiz. Ama eğer burjuva toplumunun eleştiri-si bizim için boş bir laf olmayacaksa, burjuvaziyialt etme çabası, işçi oylarını kapmak için “seçim”lafı değilse, ciddi ve içten bir istek ve irade ise,demokrasiyi parlamentarizm olmadan da düşü-nebiliriz ve düşünmeliyiz de.’

İşçi sınıfının bir devlete gereksinimi var, amaburjuvazi için gerekli olan ve içinde düzenli ordu,polis, bürokrasi gibi iktidar organlarının halktanayrı, halka karşı oldukları devlete değil. Biz doğ-rudan ve sınırsız demokrasiden, işçi demokrasi-sinden yanayız. Bunun aracı ise parlamento değil,KOMÜN’dür. Komün özünde bir işçi sınıfı hükü-meti idi. Proletarya devrimi tarafından, emeğin e-konomik kurtuluşunu gerçekleştirebilmek için,en sonunda bulunulmuş siyasal biçimdi. Mark-sizm, burjuva parlamenter cumhuriyeti savunansosyal demokrasi ve küçük burjuva demokratiz-minden Paris Komünü tipi bir devleti kabul et-mekle ayrılır. Bütün bir sosyalizm ve siyasal mü-cadele tarihinden Marks, devletin kaçınılmaz ola-rak ortadan kalkacağı ve devletin ortadan kalkışbiçiminin de (devletten devletsizliğe geçiş) “ege-men sınıf olarak örgütlenmiş proletarya” olacağısonucunu çıkarmıştır.

PARLAMENTO SÝYASAL SORUNLARINÇÖZÜM YERÝ DEÐÝL HALKI ALDATMANIN ARACIDIR

Page 4: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

Ýþçilerin Sesi

4

Kürtler, bir süredir, yüzde on barajının kaldırıl-ması, askeri ve siyasi operasyonların durdurul-ması, tüm siyasi tutuklu ve hükümlülerin ser-best bırakılması ve anadilde eğitimin gerçekleş-tirilmesi gibi acil siyasi talepleri için kitlesel ey-lemler yapıyor. Esas olarak, çeşitli il ve ilçeler-de “çadır eylemleri” biçiminde ortaya çıkan vekendilerinin “sivil itaatsizlik eylemleri” adınıverdikleri bu eylemlerin içinde bir tanesi varki, gerçek anlamda sivil itaatsizlik özelliği taşı-yor. Genel olarak İslami gelenekleri güçlü olanKürtler, haftalardır Cuma namazlarını, devletincamilerinde ve devletin atadığı imamların arka-sında değil, kendi belirlediği alanlarda, “sivil i-mamların” arkasında kılıyor. Bu tavır, dini iba-detlerinde devlet denetimi ve yönlendirmesinireddetmeleri anlamına geliyor. Bu nedenle “Si-vil Cuma” eylemleri, çocuklarını okula ya daaskere göndermeme gibi, kolektif sivil bir tep-kiyi yansıtıyor.

Kürtleri bu sivil itaatsizlik eylemine sürük-leyen iki temel neden var. Birinci olarak, Kürt-ler, Cuma hutbelerinin, ana dilleri olan Kürtçeokunmasını istiyorlar. Bu tavırları, Kürtçenin,toplumsal yaşamda ve kamusal alanda kullanıl-ması taleplerinin, dinsel alandaki yansımasıdır.Çünkü Cuma namazları toplumsal bir etkinlik,camiler ise kamusal alan olarak görülüyor. İkin-ci olarak, Kürtler, bir devlet memuru olan i-mamların, özel görevle bölge illerine gönderil-diklerine inanmaktadırlar. Özel olarak seçile-rek bölge illerine gönderilen bu din adamları-nın esas görevi, resmi ideolojinin Kürt halkı a-rasında yaygınlaşmasını sağlamak; bu yolla“inkâr ve imha” politikasına yardımcı olmak veKürt siyasi hareketinin halk içindeki etkisinikırmaktır. Dinsel alandaki uygulamalar, yaşananbir dizi olay ve birçok örnek Kürtlerde bu ka-naatin yerleşmesine neden olmuştur. Türki-ye’de dinsel yaşamı, inanç sahipleri ve cemaat-lerin değil, devletin kontrol etmesi ve yönlen-dirmesi, Kürtlerin tepkisine yol açan durumunortaya çıkmasının ana nedenidir. Daha açık bir

deyişle, Türkiye Cumhuriyeti gerçek anlamdalaik bir devlet değildir. Devlet, devasa bir teş-kilat ve bütçeye sahip olan Diyanet İşleri Baş-kanlığı vasıtasıyla, din ile iç içe geçmiştir; dini,resmi ideoloji ve politikaları doğrultusundakullanmaktadır. Sorunun kaynağı budur.

Din Tek Baþýna BirleþtiriciOlamýyorAKP iktidarı, “Sivil Cuma” eylemlerine çok

sert tepki verdi. Başbakan, elinden oyuncağı a-lınmış çocuk gibi bağırmaya başladı ve Kürt si-yasi hareketini “dine bölücülük sokmakla” suç-ladı. Aslında bu sivil itaatsizlik eylemiyle, Kürtsorununu bastırmak için kullandığı en önemlikozu elinden alınmış oluyordu. Siyasi iktidar,Türk ve Kürtlerin büyük çoğunluğunun aynı di-ne sahip olmasını öne çıkararak, Kürtlerin ta-

leplerini görmezden geliyor ve İslam dininiinkâr ve imha politikasının bir aracı olarak kul-lanıyor. Tüm eşitsiz ilişkilere, baskı ve sömürü-ye karşın, İslam’ın, Kürtler ile Türkler arasındabirleştirici bir rol oynayacağını düşünüyor.Kürtler aleyhine olan statükonun sürdürülmesiiçin dini kullanıyor. “Sivil Cuma” eylemlerininyaygınlaşması ile siyasi iktidarın bu oyunu bo-zulmuş oluyor. Başbakan ve öteki AKP’li poli-tikacıların büyük değer verdiği ve örnek aldığıSultan 2.Abdülhamit de, yüz yılı aşkın bir süreönce, Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasınıönlemek için dine özel bir rol biçmiş ve “İslamkardeşliğini” öne çıkararak, Arap halkların im-paratorluktan kopuşunu önlemeye çalışmıştı.Ancak bu politika başarısız olmuş, imparatorlu-ğu dağılmaktan kurtaramamıştı. Uluslar ya dasınıflar arasındaki ilişkilerde, eşitsizlik, baskı vesömürünün egemen olması halinde, ortak diniinanca sahip olmak, çelişkileri ancak geçici birsüre bastırabilir. Bu durum uzun sürmez vedin, tek başına, birleştirici bir rol oynayamaz.

Kürtler, “Sivil Cuma” eylemleri vasıtasıyla,bir yandan kendi taleplerini dile getirirken, di-ğer yandan devletin gerçekten laik olmadığınıdeşifre etmiş oldular. Gelinen noktada, gerçeklaikler ve Sünni İslam’ın egemenliğinden mağ-dur olan Aleviler, mücadelelerini Kürtlerinkiy-le birleştirmelidirler. Dinin, devletin kontro-lünden kurtarılıp siyaset alanının dışına çıkarıl-ması ve toplumların inançları etrafında özgürceörgütlenmelerinin önünü açmak için ortak ha-reket etmelidirler.

“SÝVÝL CUMA” ÝKTÝDARIN OYUNUNU BOZDUUluslar ya da sýnýflar arasýndaki iliþkilerde, eþitsizlik, baský ve sömürünün egemen olmasý halinde,

ortak dini inanca sahip olmak, çeliþkileri ancak geçici bir süre bastýrabilir.Bu durum uzun sürmez ve din, tek baþýna, birleþtirici bir rol oynayamaz.

Gelinen noktada, gerçek laikler ve Sünni Ýslam’ýnegemenliðinden maðdur olan Aleviler, mücadelelerini

Kürtlerinkiyle birleþtirmelidirler. Dinin, devletin kontrolün-den kurtarýlýp siyaset alanýnýn dýþýna çýkarýlmasý ve

toplumlarýn inançlarý etrafýnda özgürce örgütlenmelerininönünü açmak için ortak hareket etmelidirler.

Aykut ÖÖzer

Page 5: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

5

Ýþçilerin Sesi

Türkiye ekonomisinin 2010 yılında yüzde 8,9büyüdüğü açıklandı. İktidar çevreleri bu rakamıbir rekor olarak sundu. Bu büyüme oranı ileTürkiye’nin Avrupa’da birinci, dünyada ise ü-çüncü sırayı aldığını iddia ettiler. Şimdi bu olgu-nun arka planını irdelemek gerekiyor: Birinciolarak, ekonominin yüzde beş civarında küçül-düğü bir yıl (2009) temel alınarak bu büyümerakamına ulaşılmıştır. Yani eksi beşe göre do-kuzluk bir büyüme söz konusudur. Ekonomidebuna “baz etkisi” deniyor. Bu çerçevede,2007–2010 döneminde ekonomi yüzde on ci-varında büyümüştür. Bu rakam dörde bölündü-ğünde yıllık %2,5 bir büyüme rakamı çıkıyor ki,bu rakam toplumsal çalkantıların odağı halinegelen Tunus ve Mısır’dakinden daha geridir.Her yıl yüzde 1,5 oranında nüfus artışı gerçek-leştiği de dikkate alındığında, son dört yılda ki-şi başına düşen milli gelirin yerinde saydığı söy-lenebilir.

İkinci olarak, bu “rekor” büyüme rakamı,Türkiye ile gelişmiş kapitalist ekonomiler ara-sındaki mesafenin daha da açılmasını engelleye-miyor. Yuvarlak rakamlarla ifade edecek olur-sak, Türkiye’de on bin dolar civarında olan ki-şi başına düşen milli gelir, yüzde dokuzluk birbüyüme ile 900 dolar artar. Buna karşılık kişibaşına düşen milli gelirin kırk bin dolar olduğuAlmanya’daki sadece yüzde üçlük ekonomikbüyüme, kişi başına düşen milli geliri 1200 do-lar artıracağı için, Türkiye ile Almanya arasın-daki mesafe daha da açılır.

Üçüncü olarak, yüzde dokuzluk büyümeninne pahasına sağlandığı irdelenmelidir. Bu büyü-me, ithalat ve dolayısıyla cari açık patlaması pa-hasına gerçekleşmiştir. 2010 yılı cari açığı 50milyar dolar civarındadır. Bu, Cumhuriyet tari-hi rekorudur. Yani ekonomik işlemler sonucuülkeden çıkan döviz miktarı, ülkeye girenden50 milyar dolar daha fazladır. Bu açık, speküla-tif amaçlarla ülkeye giren sıcak para ile kapatıl-maya çalışılmakta; bu da ülke ekonomisini sonderece kırılgan bir hale getirmektedir. Ayrıca2010 yılında, tüketici borçları, ciddi bir artışla,190 milyar liraya ulaşmıştır. Yani büyüme, itha-lat, sıcak para girişi ve borçlanma sayesindegerçekleşmiştir ki, bu durum sürdürülebilir ol-maktan uzaktır. Kısacası, “iyice ısınan” ekono-minin bu şekilde daha fazla yol alması mümküngörünmemektedir. Önümüzdeki ay ve yıllar e-konominin çarklarının yavaşlayacağı dolayısıylaekonomik büyümenin düşeceği bir dönem ola-caktır.

Dördüncü olarak, bu büyümenin işçi ve e-mekçilere ne faydasının olduğu tartışılmalıdır.Ekonominin büyümesi ve milli gelirin artmasıtek başına bir şey ifade etmez. Bu milli gelirhalk arasında nasıl dağılmaktadır? Bu büyüme-

den kimler ne oranda pay almaktadır? Ekono-mik büyümenin mimarı olan işçilerin, bundanpay almak şöyle dursun, gerçek gelirlerinin veyaşam düzeylerinin daha da gerilediği, istatis-tikî rakamların bile reddedemediği bir gerçek-tir. Ekonomik büyüme, her yıl daha fazla sayıdaTürkiyeli patronun dolar milyarderleri arasınagirmesine ve bu listede yerlerinin yükselmesi-ne yol açmasına karşın, bir yandan patronlarlaemekçiler arasındaki gelir eşitsizliği daha dabüyümekte diğer yandan ülkede yoksulluk da-ha da artmaktadır

Beşinci olarak, bu büyüme rakamına ulaşıl-masındaki en önemli etken, emeğin üretkenli-ğinin artması, işçilerin daha yoğun sömürülme-sidir. Sözü edilen yüksek oranlı büyüme, istih-damda ciddi bir artışa yol açmadan gerçekleş-miştir. Yani ekonomik büyüme işsizlik sorunu-na derman olmamıştır. Bunun anlamı mevcutişçilerin daha fazla ve yoğun çalıştırılarak ve a-cımasızca sömürülerek bu sonuca ulaşıldığıdır.

Ýþte gerçek tablo bu!Tam da siyasi iktidar yüksek büyüme ra-

kamları ile övünürken, kamuoyuna açıklananbir raporda yer alan veriler, asıl çıplak gerçeğigözler önüne serdi ve iktidarın yalanlarını de-şifre etti. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teş-kilatının (OECD) “Bir Bakışta Toplum” adlı ra-porundaki rakamlar, Türkiye’nin insani geliş-mişlik seviyesi bakımından ne kadar geri, geliradaletsizliği, yoksulların düzeyi ve işsizlik açı-sından ne kadar kötü bir noktada olduğunu or-taya koymaktadır. Türkiye, en fazla gelir eşit-sizliğine sahip olan ülkeler sıralamasında, Şili veMeksika ile birlikte en kötü durumdadır. Yineyoksul nüfusun ülke nüfusuna oranı bakımındanyüzde 17 ile en kötü durumdaki üç ülke arasın-

da yer almaktadır. Çocuk eğitimine ayrılan pa-ra ile bebek ölümleri bakımından sonuncu sıra-dadır. Çocuk eğitimine ayrılan kaynak açısın-dan OECD ortalaması yıllık 8070 dolar iken,bu rakam Türkiye’de sadece 1246 dolardır. Be-bek ölümlerinde OECD ortalaması binde 4,6 i-ken Türkiye’de bu rakam binde 17dir. Bu ra-kamlar, iktidarın sağlık ve eğitim alanındaki ge-lişmelerle övünmesinin ne kadar boş ve temel-siz olduğunu ortaya koymaktadır.

İstihdamın toplam nüfusa oranı dikkate a-lındığında, OECD ortalaması yüzde 66 iken buoran Türkiye’de yüzde 44 ile en düşük düzey-dedir. Bunun anlamı ülkenin çalışabilir nüfusu-nun önemli bir kesiminin işgücü piyasasınadâhil olmadığı, verimsiz, boş ve atıl kaldığıdır.Bunun temel nedeni özellikle kadın nüfusun iş-gücüne katılmaması, “ev kadını” olarak eve ka-patılmasıdır. İstihdamın toplam nüfusa göre o-ranının düşük olması ayı zamanda işsizlik ra-kamlarının ve işsiz sayısının düşük görünmesi-ne yol açmaktadır. Çünkü ekonomik tanımı ge-reği, işgücü piyasasına çıkmayan, iş aramayançalışabilir yaş ve konumdaki kişi, “işsiz” sayıl-mamaktadır.

Sonuç olarak, abartıldığı kadar olmasa da,ülke ekonomisinin büyümesine karşın emekçi-lerin durumunun ekonomik ve sosyal açıdandüzelmemesi, hatta gerilemesi, sınıfsal güçdengesizliğinden kaynaklanmaktadır. Burjuvazi,ekonomik, siyasi ve sosyal açıdan örgütlü vegüçlü iken, işçi sınıfı ve emekçiler, örgütsüz,dağınık ve güçsüzdürler. Bu tabloyu tersine çe-virmenin yolu, işçi sınıfı ve emekçilerin, kısa veuzun vadeli talepleri etrafında örgütlenip, top-yekûn olarak mücadeleye atılmalarından geç-mektedir.

EKONOMÝ BÜYÜYOR, YA EMEKÇÝLER?Ülke ekonomisinin büyümesine karþýn emekçilerin durumunun ekonomik ve sosyal açýdan düzelmemesi,hatta gerilemesi, sýnýfsal güç dengesizliðinden kaynaklanmaktadýr. Burjuvazi, ekonomik, siyasi ve sosyal

açýdan örgütlü ve güçlü iken, iþçi sýnýfý ve emekçiler, örgütsüz, daðýnýk ve güçsüzdürler.

Page 6: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

Ýþçilerin Sesi

6

YGS’de sehven yapılan şifre skandalının ardındanÖSYM, Akademik Personel ve Lisansüstü EğitimiGiriş Sınavı’nda da (ALES) skandala imza attı. İz-mir’de bir sınav merkezinde beş yüz kişiye hatalısoru kitapçığı dağıtıldı. Adayların sınav numarası i-le kitapçık numarası birbirine uymadı, kitapçıktasayfalar karışık, sorular eksik çıktı, bu adaylar sına-va girememiş oldular.

YGS krizinin patlamasının ardından devleterkânının bir bir “tatmin olduklarını” görmüştük.Liseli gençlik bu skandalın üstünü örtmek için ya-pılan politik manevraya kanmadı, haftalardır soka-ğa çıkıyor, protesto eylemleri düzenliyor.

ÖSYM Başkanı Ali Demir’in, bilimsel bir ya-yından “kopya çekerek” hazırladığı makaleleri,kendi hazırlamış gibi yayınladığı ortaya çıktı. Üni-versitede, “hırsız”lık olarak kabul edilen bu davra-nışı yüzünden meslekten atılmaktan son anda kur-tulduğu anlaşıldı.

Demir’in yüzsüzlüğünün geçen yıllar içinde

daha da arttığı, öğrencilere gönderdiği mektupta,şifreyi sehven kabul edip, ancak kopya çekilmedi-ği yönünde bir açıklama yapmasıyla anlaşılıyor.

Bu itiraf üzerine liseli gençler kayıtsız kalma-dılar ve 15 Nisan günü Demir’in istifasını da iste-yen boykot ile tepkilerini gösterdiler. İstanbul’dayaklaşık otuz lisede çeşitli düzeylerde boykotgerçekleşti. Birçok okulda ise, okul müdürleri o-kulların çıkış kapılarını kapatarak öğrencilere en-gel oldular.

İstanbul’da binlerce liseli, neredeyse bütüngün Taksim’de eylemdeydiler. Öğrencilerin en sıkattığı sloganlar ise, cemaat ve AKP ile ilgiliydi:“Tayyip Amerikaya, Fetullah’ın Yanına”, “YGS’ninŞifresi AKP’nin Elinde”.

AKP hükümeti, protestoların birkaç gün sü-rüp, öğrencilerin kös kös evlerine döneceklerinisanıyordu. 15 Nisan’daki boykot ve özellikle dev-rimci öğrencilerin ısrarlı örgütlenme çabaları so-nucunda eylemler, tüm Türkiye’ye yayıldı ve gün-demde kalmayı başardı.

AKP, Demir’e sahip çıktıkça öğrencilerin he-defi haline geliyordu. Gelişmeler karşısında birtavır almak zorunda kalan Erdoğan, “Taksim’debin iki bin kişi çıkarmak mesele değil. Biz de beşbin öğrenciyi o meydanlara çıkarırız ama gerilim-den yana değiliz” dedi. AKP’nin “ileri demokrasi-si”nin ne olabileceğine dair somut bir bilgi devermiş oldu.

Öğrenci gençliğin önünü kesemeyen hükü-met, bu sefer de aileleri hedef alıyor. “Çocukları-nız çatışmaların arasında kalır ona göre” diyerekaileleri tehdit ediyor. YGS krizinde taraf olmayı buseviyeye çıkaran AKP hükümeti, yapılan şifre ope-rasyonuna da sahiplenmiş oluyor. AKP yanlısımedyada bile bu tutumun AKP’ye oy kaybettire-ceğine ilişkin yorumlar yapıldı.

YGS protesto eylemleri sürecine bakıldığında,sosyal paylaşım ağları üzerinden örgütlenen ey-lemlerin denetlenme imkânının da kalmadığı görü-lüyor. Elbette liseli devrimci gençliğin ısrarı ve ör-gütlenme çabaları da görmezlikten gelinemez. Po-litik olmamakla eleştirilen gençler, kendileri içinyakıcı olan bir sorun için isyan ettiler. Geçen yıl,benzer eleştirilere (apolitik bunlar) uğrayan Fran-sa’daki gençler de, hükümetin yeni çalışma düzeniile ilgili değişikliğe tepki göstererek, işçilerle birlik-te sokağa dökülmüşlerdi.

HÜKÜMET ÖÐRENCÝLERE SÖZ GEÇÝREMEYÝNCEAÝLELERÝNÝ HEDEF ALDIUfuk DDemirci

Esad rejiminin 50 yıldan beri devam eden “olanüs-tü hal”i kaldırmasının ardından Suriye sokakların-da akan kan daha da büyüdü. Protestocuların, İd-lib, Rakka ve Halep’te gösterilere katıldıkları içinevlerinden götürüldüklerini ve tutuklama dalgası-nın devam ettiği anlaşılıyor. Beş haftada 330’denfazla kişinin öldürüldüğü tahmin ediliyor.

Göstericiler tarafından Youtube’a konulan birvideoda, göstericilerin ellerini havaya kaldırıp, si-lahsız olduklarını göstermelerine karşın, ateş açıl-dığı, bir gencin başından ve sırtından kanlar akarakyeri düştüğü, yoğun ateşten dolayı yerden bilekaldırılamadığı görüldü.

Suriye yönetimi, muhalifleri evlerinden topla-masının ardından, dün de tanklarını sokağa sürdü,binlerce asker güney kenti Deraa’ya tanklarla gir-di. Saldırının ardından bir tanık durumu söyle ifa-de etti: “ölüleri sayamıyoruz, zira keskin nişancı-lar yüzünden cesetlere yaklaşamıyoruz”.

Başbakan Erdoğan’ın “kardeşim” diye hitapettiği Beşar Esad rejimi ile Türkiye arasında “sıkı”bir dostluk ilişkisi vardı. Hatırlanacaktır, iki ülke-nin bakanları ortak bakanlar kurulu olarak toplan-mışlar, 40’a yakın anlaşma imzalanmış, BaşbakanSuriye’nin hamiliğine soyunmuş, ABD’nin kara lis-tesinde olan Esad için Türkiye kefil olmuştu.

AKP hükümeti, uluslararası ilişkilerde Türk

devletinin diplomasi anlayışını değiştirdiğini, artık“stratejik derinlik” içeren bir politikalarının olduğu-nu söylüyordu. Dışişleri Bakanı bu politikayı “kom-şularla sıfır sorun” şeklinde formüle ediyordu.

Türkiye’nin komşuları dikkate alındığında bupolitikanın, bölgedeki baskıcı rejimlerin diktatör-leriyle “ iyi geçinmek” ve bunun üzeriden de Tür-kiyeli patronlara yeni iş olanakları sağlamak olarakgörülebilir. Bu uyumlu ilişki, İran, Suriye, Mısır,Suudi Arabistan, Libya gibi ülkelerdeki baskıcı re-jimleri ve bu diktatörlükler altında yaşayan insan-ları görmezden gelmeyi gerektiriyordu.

Tunus’da başlayan, Mısır’la birlikte devamınıngeleceği anlaşılan, Libya’da bir iç savaşa dönüşen,son olarak da Suriye’de göstericilerin katledildik-leri bir süreç yaşanıyor. AKP hükümeti, Tunus’da-ki halk ayaklamasından başlayarak, bu ülkelerdekitoplumsal patlamaları ve rejimlerin sarsılmasınıkaygıyla izledi, son ana kadar baskıcı diktatörlerinyanında yer aldı, Libya örneğini hatırlayalım.

AKP’nin bu diplomatik siyaseti yeni de değil. İ-ran’da seçim sonrasında, seçime hile karıştırıldığıgerekçesiyle sokaklara dökülen insanları kan akı-tarak bastıran Ahmedinecad yönetimine tebriktelefonu açan ve seçimi meşrulaştıran da AKP ol-muştu. Kaddafi’nin kanlı ellerinden ‘insan haklarıödülü’ alan da Başbakanın ta kendisiydi.

“Diktatörleri severim ama en çok Beşar E-sad”ı sevdim” diyen de AKP hükümeti olmuştu.

Erdoğan, Suriye diktatörüyle olan ilişkisini “kan-ka” seviyesine çıkarmış, “iyi çocuk, bizim sözü-müzden çıkmaz” diyerek, sahiplenmişti.

Beşar Esad iktidarı, AKP hükümetinin ulusla-rarası diplomaside siyasetinin bir karşılığı olacak,rejim sözde reformlar yaparak değişecekti.

Bugün ne yaşanıyor? Sniper’larla insan öldürü-lüyor, ev ev muhalif aranıyor, tanklarla kent mer-kezlerine giriliyor.

Hükümetten gelen açıklamalar ise: “Üzülüyo-ruz”, “temenni ederiz ki,”, “aman orantısız güçkullanılmasın” vb oldu. Hükümet, Esad rejiminiüstü kapalı olarak kollamaya devam ediyor. Ma-dem AKP, Suriye’nin hamisi gibiydi neden müda-hale edip, akan kanı durdurmuyor?

AKP hükümetinin, bölgedeki diktatörler verejimleriyle bir sorunu yoktu, ekonomik ilişkilergeliştiği müddetçe, halkların yaşadığı baskılar gör-mezden gelinebilirdi. Tunus ve Mısır’da halk ayak-lanmasından çok kısa bir süre önce, bizzat başba-kan Erdoğan, Türkiye için “başkanlık sistemi”nigündeme getirmişti.

Belli ki, bölgedeki liderlerle olan iyi ilişkiler-den etkilenmiş, kendisi için de bir başkanlık arzu-su içine girmişti. Birkaç ay içinde kitlesel ayaklan-malar marifetiyle bölgedeki dostları olan başkan-lar “evlerine” yollanınca, başkanlık tartışmaları ya-şanmaz oldu.

ERDOÐAN’IN “KARDEÞÝ” BEÞAR ESADKAN DÖKMEDE BABASINI ARATMIYOR!

Ufuk DDemirci

“Diktatörleri severim ama en çok Beþar Esad”ý sevdim” diyen de AKP hükümeti olmuþtu.Erdoðan, Suriye diktatörüyle olan iliþkisini “kanka” seviyesine çýkarmýþ,

“iyi çocuk, bizim sözümüzden çýkmaz” diyerek, sahiplenmiþti

Page 7: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

7

Ýþçilerin Sesi

Sağlık çalışanları 13 Mart’ta Ankara’da 30 bin kişiylemiting düzenlemiş, AKP hükümetinin son 8 yıldır ıs-rarla uyguladığı IMF ve Dünya Bankası patentli “Sağ-lıkta Dönüşüm Programı”na karşı tepkilerini göster-mişlerdi. Miting alanında sık sık “grev” çağrıları yapıl-mıştı. Beklenen “GöREV” eylemi, 19-20 Nisan tarih-lerinde gerçekleştirildi.

Türk Tabipleri Birliği, Sağlık ve Sosyal Hizmet E-mekçileri Sendikası, Türk Dişhekimleri Birliği, TürkMedikal Radyoteknoloji Derneği gibi sağlık meslekörgütleri ve sendikaların öncülüğünde gerçekleştiri-len ve ülke genelinde yaklaşık 600 bin sağlık emekçi-sinin acil taleplerini öne çıkaran GöREV eylemi başa-rıyla sonuçlandı. Özellikle Ankara, İstanbul, İzmir, A-dana, Mersin, Hatay, Diyarbakır, Batman, Mardin,Antalya, Denizli, Aydın, Manisa, Kocaeli, Edirne, Es-kişehir, Bursa gibi illerdeki katılım oldukça yüksekti.Diğer illerde ise kısmi katılımlar gerçekleşti.

Hekimler ve sağlık çalışanları, 19 ve 20 Nisangünleri sabahın erken saatlerinde çalıştıkları hastane-lere geldiler, grev çadırları kurdular, hastaları bilgi-lendirip bildiriler dağıttılar, basın açıklamaları ve yü-rüyüşler yaptılar. İki gün boyunca acil durumdakihastalara hizmet verildi. Özelde eyleme katılım ise,işten çıkarılma endişesiyle sınırlı kaldı. İki gün süreneylem ve yürüyüşlere hastalar da dahil olmak üzerepek çok kesimden destek geldi. Bunlar arasında di-renişteki işçiler de vardı. İstanbul’da Çapa’dan Hase-ki Hastanesi’ne yapılan yürüyüşte, Casper, Ontex veMas-Daf işçileri de pankartlarıyla yer aldı.

Eylemde öne çıkan talepler: Sağlıklı ve güvenli ça-lışma ortamının sağlanması, işyeri sağlık birimlerininkurulması. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet eylemle-rini engelleyecek yasal düzenlemelerin yapılması. Ka-mu sağlık kurumlarında sözleşmeli, döner sermaye-den sözleşmeli, vekil, taşeron işçisi adı altında her türgüvencesiz çalıştırmaya, esnek-kuralsız, fazla çalıştır-ma ve angaryaya son verilmesi; taşeron işçilerin ve4B-4C işçilerin devlet memuru kadrosuna geçirilme-si. Hastaları puan olarak gören performans uygula-masından vazgeçilmesi; temel ücretin artırılması, e-mekliliğe yansıyan güvenceli ücret verilmesi. Sağlığıticarileştiren, sağlık hizmetlerini metalaştıran eşit-üc-retsiz-nitelikli sağlık hizmetine erişime engel olan;katkı-katılım payları ve ilave ücretlerin kaldırılması.

GöREV öncesinde ve iki günlük eylemler sırasın-

da AKP hükümeti ve Sağlık Bakanı, hastaları sağlık e-mekçilerine karşı kışkırtmaya çalıştılar ve çalışanlarısoruşturma yapmakla tehdit ettiler. Bu tehdit ve kış-kırtmalara rağmen GöREV eyleminin başarıyla so-nuçlanması, sağlık hizmetlerini tümüyle özelleştir-meyi ve çalışanların kazanılmış haklarını gasp etmeyiamaçlayan “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın uygula-yıcısı Sağlık Bakanlığı’nı tedirgin etti. Ankara Dışkapıve İstanbul Bakırköy Dr. Sadi Konuk Hastanele-ri’nde başhekimler, GöREV’e katılan emekçilere zorkullanmaya kalktılar. Yine Ankara, Van ve İstanbul’-da sağlık çalışanları hakkında soruşturmalar açıldı,müfettişler görevlendirildi. Bu yıldırma uygulamaları-na karşın emekçilerden, “Hükümete ve Sağlık Baka-nı’na 2 günlük grev yetmedi anlaşılan, 5 günlük gre-ve çıkmak lazım” tepkileri yükseliyor. Yeni bir Gö-REV sürecinin çağrıları yapılıyor.

19-20 NÝSAN’DA SAÐLIK ÇALIÞANLARI

GöREVDEYDÝ…Ülke genelinde yaklaþýk 600 bin saðlýk

emekçisinin acil taleplerini öne çýkaranGöREV eylemi baþarýyla sonuçlandý.

1 Nisan’da Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp FakültesiHastanesinde çalışan asistan doktorların başlattığıgrev, 5. günün sonunda, Sağlık Bakanıyla yapılangörüşmenin ardından sona erdi. Bakan, asistandoktorların tüm taleplerini kabul etmek zorundakaldı.

Sağlıkta dönüşüm politikalarının en ağır şekildevurduğu asistan doktorların örgütlediği ve sağlık e-mekçilerinin de destek verdiği grev, 5 gün boyun-ca devam etti. Başhekimin baskılarına boyun eğ-meyerek, polikliniklerde hasta bakmayan 490 asis-tan iş bıraktı. Hemşiresi, laboratuar çalışanı, tekni-keri, çeşitli alanlardan sağlık çalışanlarıyla birlikte,yaklaşık 2000 kişi, servislerin girişi önünde gerçek-leştirilen basın açıklaması sonrasında başhekimliğedoğru yürüyüşe geçtiler.

Ücretlerde yapılan kesintilerin iade edilmesi,bölümler arasında eşit ücret uygulaması ve asistandoktorların esnek mesai saatlerine son verilmesigibi taleplerle başlayan mücadele, Rektörün uzlaş-maz tutumu sonucu greve dönüştü. Sağlık emekçi-lerinin katılımı ve diğer hastane çalışanlarının dadesteği ile çığ gibi büyüyen hareket, hükümetin ye-ni sağlık politikalarına karşı bugüne kadarki en serttepki oldu.

5 gün boyunca süren ve ülke çapında ses geti-

ren grev, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın araya gir-mesi, grevcilerden oluşan üç kişilik heyetle görüş-mesi ve doktorların tüm taleplerinin kabul edilme-si ile sona erdi.

Saðlýkta Performansa Göre Ücret Sistemi Ne Getiriyor? Performansa göre ücret sisteminde, tıbbi uy-

gulamalar, doğru ve nitelikli olmalarına bakılmaksı-zın, sadece sayısına göre değerlendiriliyor. Örne-ğin bir hastanın kalbindeki tümörü ameliyat edenhekim 2 bin puan alırken, kalbi duran bir hastayıyeniden canlandırıma işlemi için 200 puan verili-yor. Ücretler bu puanlara göre hesaplanırken, sağ-lık çalışanları daha fazla ücret almak için birbiriylerekabet etmek ve zamana karşı yarışmak zorundabırakılıyor.

Performans sisteminde tanı ve tedavi birkaçdakikaya indirilerek, hastaların sağlığı tehlikeye atı-lıyor. Üniversite hastanelerinde, öğretim üyeleridışında, tüm sağlık emekçilerinin çalışma saatleriarttı ve ücretleri yüzde 40 oranında düştü.

Diğer taraftan her bir hastaya ayrılan zaman a-zalmaktadır. Başta hekimler olmak üzere, tüm sağ-lık çalışanları insanca yaşayabilecek bir ücret içindaha fazla, daha süratli hasta bakma çabasına gir-

mekte, her bir hastaya ayrılan zaman azalmakta,tıbbi hataların artması kaçınılmaz olmaktadır.

Hekiminin “performansa göre ücret” aldığınıbilen hastalar, kendilerinden istenen tetkiklerin,yapılan tedavilerin gerçekten gerekli olup olmadığıtedirginliğini yaşamaktadırlar.

Ağır hastalığı olanlar uygun ve yeterli tedaviyeulaşamamaktadır. Bu sistemle hekimler, tanısı vetedavisi zor ve zahmetli olan, zaman alan hastalar-dan kaçınmaya zorlanmakta, bunun yerine dahaçok hasta bakmaya yöneltilmektedirler.

Tanı ve tedavi amaçlı gereksiz girişimler art-mıştır: Hekim hastasına gerekli zamanı ayıramadı-ğından, ayrıntılı bir muayene ile kolayca teşhis edi-lebilecek hastalıklar için çok sayıda tetkik istemekzorunda kalmaktadır. Bu durum sağlık harcamala-rını arttırmakta, bunun faturası ise vergilerde artış,zamlar ve giderek artan tedavi katkı payları olarakhalkın sırtına yüklenmektedir.

Ne Yapmalý?Sadece sağlık çalışanlarının çalışma hayatlarını

değil, tüm halkın sağlığını olumsuz bir şekilde etki-leyecek bu sağlıkta dönüşüm politikaları, bir kamuhizmeti olan hekimlik mesleğinin de sermaye siste-mi tarafından metalaştırılması sürecinin bir aşama-sıdır. Mücadele, sağlığımızın sermayeye peşkeş çe-kilemeyecek kadar önemli olduğunu göstermemücadelesidir.

DOKUZ EYLÜL’DE ASÝSTAN DOKTORLARIN ZAFERÝ

O. ÖÖznur

Page 8: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

8

1 Mayıs’ta Taksim 1 Mayıs Meydanına, 1 Milyon ki-şi getirebilmeyi hedefleyen DİSK, KESK, TTB veTMMOB’un çağrısı üzerine devrimci ve sosyalistgüçler bir araya geldiler. 11 Nisan 2011 tarihindeDİSK Genel Merkezinde yapılan toplantıda DİSKve KESK yöneticileri yer aldılar.

2010 1 Mayısının gecikmeli de olsa değerlendi-rildiği toplantıda, sol hatta yer alan DİSK veKESK’in tutumu ve devrimcileri dışlayıcı tavırlarıeleştirilerin odak noktası oldu. Yirmiyi aşkın örgüttemsilcisinin konuşma yaptığı görüşmede özetleşunlar dile getirilmiştir:

1 Mayýs kürsüsünün‘zor alýmý’na yeniden tanýklýk etmemek için… Her yıl olduğu gibi, bu öneriler dinlenip so-

nunda da DİSK ve KESK kendi bildiğini okuyor du-rumunda olmamalı. 2010 1 Mayıs’ında olduğu gibi1 Mayıs kürsüsünün ‘zor alımı’na yeniden tanıklıketmek istemiyorsanız, kürsü gerçek sahiplerinin,yani işçilerin olmalıdır. Güvencesiz çalışma 2011 1Mayısının ve neredeyse tüm örgütlerin temel gün-demi. Güvencesiz ve kayıtsız çalışanların sendikasıyok. Güvencesiz işçilerin sadece adı değil kendile-ri de 1 Mayıs kürsüsünde olmalı. Emekçilere, Kürthalkının sesine, kadınlara kürsüde mutlaka yer a-çılmalıdır…

Devrimciler nesneleþtirilmeye çalýþýlýyor… Sendikaların, meslek örgütlerinin ve devrimci-

lerin birlikteliği önemlidir. 1 Mayıs ortak örgütlen-meli, 1 Mayıs alanına devrimci örgütlerle işçi ör-gütlerinin kortejleri birlikte girmeli, 1 Mayıs kür-süsünde devrimcilere söz hakkı verilmelidir…

Türk-İş, Hak-İş ve Kamu-Sen’le ilişkiler ‘emekeksenli’ olduğu gerekçeleriyle temel alınıyor ve 1Mayıs için bedeller ödeyen devrimciler nesneleşti-rilmeye çalışılıyor. Hak-İş ve Kamu-Sen’in karşıdevrimci tutumları ve 1 Mayıs 2010’da ki provaka-tif rolleri açık seçik ortadadır. 1 Mayıs alanına de-mir çubuklar ve sopalarla gelen bu örgütlerin he-defi devrimcilerdir. DİSK, KESK, TTB ve TMMOB,devrimcileri temsilen Türk-İş, Hak-İş ve Kamu-Sen’le görüşmemelidir. DİSK ve KESK’in ‘tercihi’devrimciler olmalıdır…

Kapitalizm hedef alýnmalýdýr…1 Mayıs’ta enternasyonalizm vurgusu ve ka-

pitalizmin hedef alınması önemlidir. 1 Mayıs a-lanına ve alanlara çağrı yapılmalı, yürüyüşler sı-rasında engellilere öncelik verilmelidir, 1 Mayıssonrasında da mutlaka değerlendirme toplantı-

sı yapılmalıdır…1 Mayıs’ın içeriği, kortejlerin yürüyüşü, organi-

zasyon ve kürsü konuşmaları temelinde yürüyeneleştiri ve önerilerin ardından DİSK adına, her şe-yi birlikte yapmanın mümkün olmadığı ve gurupla-rın kendi özel kampanyalarını yürütmesi gerektiğibelirtilerek, birlikte yapılabilecek işlerin sınırlı ol-duğu söylendi. DİSK Genel Başkan Yardımcısı İs-mail Yurtseven ise, 1 Mayıs’ta kimler şehit verdi-ğini, polis saldırılarına ve gaz bombalarına kimlerindirendi biz iyi biliyoruz. Zor koşullarda kimlerinyanımızda olduğunu da biliyoruz. Devrimciler kar-şısında kimseyi tercih etmiyoruz. Süreç içinde iseelbetteki yanlışlarımız olmuştur, dedi…

Güvenceli İş, Güvenli Gelecek, Birleşik Müca-deleyle Gelecek!

Özgürlük İşçilerle Gelecek!

KÜRSÜ GERÇEK SAHÝPLERÝNE!Güvencesiz iþçilerin sadece adý deðil kendileri de 1 Mayýs kürsüsünde olmalý.

Emekçilere, Kürt halkýnýn sesine, kadýnlara kürsüde mutlaka yer açýlmalýdýrN. CCemal

1 MAYIS 2011:

Konak Belediyesi taşeron işçilerinin, şirketin ücret-lerini yatırmaması ile başlayan direnişi yazının yazıl-dığı tarihte 56. gününde ve devam ediyor.

İki ay boyunca ücretlerini alamayan ve sigortaprimleri ödenmeyen işçilerin, Belediye Başkanı’nıngörüşme taleplerini reddetmesi ile başlayan müca-deleleri, bugün 120 kişiden 67 kişiye düşse de tümzorluklara karşın sürmekte.

Direniþ GünlüðüKonak işçileriyle birlikte mücadele eden Buca

Belediyesi taşeron işçilerinden Batıgül Tunç, kendi-ni Belediye önündeki bir aydınlatma direğine zin-cirlemesi sebebiyle gözaltına alındı.

5 Nisan günü, direnişin 40. gününde, BasmaneMeydanındaki Dünya Anıtına kendilerini zincirle-

yen işçilere polis müdahale etti. Yedi işçi gözaltınaalındı. Anıtın üzerine “Emeğimiz için, onurumuz i-çin taşerona hayır” pankartı asan işçiler, daha son-ra kendilerini anıta zincirlediler. Eyleme destek ve-renlerin Basmane’deki araç trafiğini kesmeleri üze-rine, sivil ve çevik polisler eylemci işçileri gözaltınaaldı.

9 Nisan, direnişin 43. gününde Konak BelediyeBinasının çatısına çıkan işçiler, “Kılıçdaroğlu taşe-rona karşı gelen işçileri tutuklatsın” yazılı pankartıaçtılar. Binanın önünde toplanan işçiler ve vatan-daşlar, protestoya alkışlarla destek verdiler. ÇevikKuvvet eylemcilere müdahale etti ve 11 işçi gözal-tına alındı.

11 Nisanda CHP Binasına dayanan işçiler, Be-

lediye Başkanı ile görüşmek istedi. Görüşmeyi ka-bul etmeyen Belediye Başkanı Hakan Tartan Hazi-ran ayındaki ihaleyi belediye şirketinin kazanmasıhalinde, bütün işçileri Belediye bünyesine alacakla-rını açıkladı.

16 Nisanda Buca Belediyesi Taşeron işçisi, di-renişçi Batıgül Tunç, basın açıklaması gerçekleştir-di. Belediye Başkanının yanı sıra CHP’nin İzmir Mil-letvekili adaylarına da seslenen Tunç, direnişlerininsendikalı bir iş sahibi olana kadar devam edeceğinibildirdi.

17 Nisan, direnişin 51. gününde, Ayışığı SanatMerkezinin düzenlediği dayanışma gecesi gerçek-leştirildi. 250 kişinin katıldığı etkinlikte, tiyatro gös-terileri sergilenirken direnişteki UPS işçileri de ey-lemi destekledi. http://konaktaserondirenisi.wordp-ress.com

KONAK’TA DÝRENÝÞE DEVAM

Page 9: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

9

Ýþçilerin Sesi

YGS ve YSK skandalının ardından eylem yapanTEKEL işçilerine ve bu eyleme destek veren 111işçi, sendikacı ve siyasi kurum temsilcisine, “2911sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşü” kanununamuhalefetten dava açılmış bulunuyor. Davada 3yıl 6 ay ile 8 yıl arasında hapis cezası isteniyor.

Dava açılan kişiler genellikle sendika ve siya-si parti merkez ve şube yöneticileridir. Seçilensendika ve siyasi parti yöneticilerine 8 yıla varanhapis cezasıyla dava açılması, bu davayı olağan2911 sayılı yasaya muhalefet davalarından ayır-makta ve ona siyasi ve sınıfsal bir anlam vermek-tedir.

Söz konusu TEKEL işçilerinin eylemi olunca,yani AKP hükümetini siyasal olarak en çok sıkış-tıran ve son yılların neredeyse tek kitlesel işçieylemi olunca, bu eyleme katılanları toplantı vegösteri yürüyüşü için verilebilecek en ağır ceza i-le cezalandırmaya kalkmak, siyasallaşan yargıdanbeklenir bir karar sayılır.

Cezalandırılmak istenen AKP’ye ve düzenekarşı, işçilerin ve devrimcilerin birlikte mücade-le etme fikrinin kendisidir.

Geçtiðimiz yýl ne olmuþtu?1-2 Nisan 2010’da çeşitli illerden TEKEL iş-

çileri 2 Mart’ta kaldırdıkları çadırlarını yenidenkurmak da dahil olmak üzere, Ankara’ya geridönmüştü. Ankara valiliği şehre girişi yasaklamış,binlerce polis işçilerin demokratik protestosunuengellemek üzere (çevre illerden de getirilerek)

Ankara’ya yığılmıştı. Her şeye rağmen işçiler An-kara’ya girmişti.

Şimdi bu eyleme katılanlar yargılanacak.

Sendika yöneticilerine açılan bu tip davalarınçoğu beraatla sonuçlanmış olsa da, üçbuçuk ilesekiz yıl arasında ceza istemiyle dava açılmıştır.Son 10 yıl içinde hiçbir toplantı ve gösteri yürü-yüşü 8 yıl gibi bir hapis cezasıyla dava konusu ya-pılmamıştı.

Bu cezalandırma girişimine yanıt verilmezse,2911 sayılı yasanın emek hareketine karşı bun-dan sonra daha caydırıcı kullanılmak isteneceğinisöylemek mümkün.

Bu nedenle liselilerin, sağlık emekçilerinin veKürt halkının başlattığı mücadeleyi, hak ve öz-gürlükler alanını genişletmek üzere işçiler, sen-dikalar ve sol siyasi partiler olarak dâhil olmakve bir kampanyaya dönüştürmek mümkün.

Bu kampanya;

Birincisi, 2911 sayılı kanunun demokratikhak arayışında Demokles’in kılıcı olarak kullanıl-masına karşı çıkarak, hak ve özgürlükler alanınıgenişletmek için;

İkincisi, AKP hükümetinin işçilere ve dev-rimcilere yönelik siyasi saldırısına birleşik bir ce-vap vermek için yapılmalıdır.

ÖÐRENCÝLER VE KÜRTLERDEN SONRASIRA ÝÞÇÝLERDE…

8 Yýl Hapis Talebine Karþý Birleþik Mücadele MümkünYunus ÖÖztürk

2009 yılının sonuna doğru, 29 Ekim CumhuriyetBayramı tatilini işçilere vermeyip, resmi tatilde me-sai parası ödemeksizin işçileri çalışmaya zorlayanLeke Jeans işletme müdürü, işçilerin işe gelmemebiçimindeki protestosuna uğramıştı. İşçiler 29 E-kim resmi tatillerini kullandıkları için, Kasım ayı üc-retlerinde bir yevmiyelerinin kesildiğini gördüler.Bunun üzerine ilgili yerlere (Bölge Çalışma Müdür-lüğüne ve Sosyal Güvenlik Kurumuna) 70 imzalı di-lekçeyle başvurarak şikâyette bulundular. Dahasonra da Türk-İş’e bağlı Teksif Sendikasının Yedi-kule Şubesinde örgütlenmeye karar verdiler.

Yoğun bir çabayla yetki aşamasına kadar geldi-ler ve birkaç sayı eksikle yüzde 51 işyeri barajını a-şamadıkları için, sendika yetkisine müracaat ede-meden, işveren işçi çıkartmaya yeltendi ve işyerinenoter getirerek, işyeri avukatının nezaretinde işçi-lerin sendika üyeliğinden istifasını gerçekleştirdiler.

İşten atılan işçiler dava açtılar. Diğer yandanşikâyetleri karşılığında işyerine müfettiş geldi. İşye-rinden işçiler arkadaşlarına şahit oldular. Kısacasısüreç devam ettirildi ve işçi hak aramasını sürdür-dü. Nitekim 29 Ekim 2010’da Leke Jeans yönetimi

aynı baskıyı yapamadı, işçilerin resmi tatil hakkınıtanımak zorunda kaldı.

5 işçinin (biri işe iade ve diğerleri işe iade vesendikal tazminat) mahkemesi sonuçlandı. İşveren 4aylık ücret tutarında haksız yere işten çıkardığı için,

12 aylık ücret tutarında ise, işçilerin sendikal hakla-rını kullanmalarına engel olduğu için ceza aldı. Böy-lece her vesileyle işçi çıkartan patronlara bir ders deverilmiş oldu. Sendikalaşmaya engel olmanın maddide olsa cezalandırılması hukuki bir kazanım oldu.

Tekstil işçileri açısından ise, böyle bir hukuki-maddi kazanım, mücadele edenler işten çıkartılsada 16 maaşa kadar tazminat alabileceklerini ve iş-verene bedel ödetebileceğimizi göstermiş oldu.

(Bir Grup Leke Jeans İşçisi)

BEYOÐLU TEKSTÝL (LEKE JEANS) SENDÝKALHAKLARI KISITLAMAKTAN MAHKÛM OLDU

Güngören Show Düğün Salonunda gerçekleştiri-len şölen, aralarında Deri-İş eski yöneticileri,Kundura İşçileri Derneği eski yöneticileri, derive kundura atölyelerinden, tekstil-triko atölyeve fabrikalarından işçilerin katılımıyla gerçekleşti.Geceye katılan sanatçıların yanı sıra siyasi partive çevrelerden; diğer sendikalardan temsilcilerde katıldı.

Tiyatro ve müzik grupları sahne aldılar. Sulu-kule Ritim Grubu en çok ilgi çeken sanatçı gru-bu oldu. Açılış konuşmasında, farklı görüşlerekendini ifade etme olanağı verildiği belirtildi. Ya-pılan konuşmalarda, deri, kundura, tekstil işkol-

larında sigortasız ve güvencesiz çalışanların yo-ğun bulunduğu vurgulandı. Örgütlenmenin zor-lukları ifade edildi.

Atölyelerde örgütlenmek için sendikalarınaksine dernek biçiminin daha uygun olduğu vur-gulardı. Öte yandan toplusözleşme açısından dasendika gibi işlevlere sahip olmanın gerektiği ha-tırlatıldı. Bu bakımdan Dernek tüzüğünün bu ikiişlevi yerine getirmek üzere biçimlendiği belirtil-di. Valilikten onaylanan tüzükle örgütlenme ata-ğına başlayacakların ve bu şöleni de işçilerin ça-lıştığı merkezlere yakın bir dernek merkezi tut-mak için düzenlendiği hatırlatıldı.

DERÝ KUNDURA VE TEKSTÝL ÝÞÇÝLERÝ ÞÖLENÝ

Page 10: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

Ýþçilerin Sesi

10

1 Mayıs 2010’da, sendika bürokrasisine ve sınıfmücadelesi içindeki teslimiyetçi tutumlarına tepkigösteren Direnişteki İşçiler Platformu, Taksim 1Mayıs kürsüsüne çıktılar. Alanı dolduran kitlenin fi-ili sözcüsü olan direnişçi işçilerden Cevizli TEKEL iş-çisi Metin Arslan’la 2010 1 Mayısı’nı ve kürsüye çı-kış nedenlerini konuştuk.

78 gün süren Ankara direnişinizden sözeder misin?

TEKEL işçileri olarak 4 C kölelik yasasınakarşı 78 gün boyunca Ankara’da direndik. AKPHükümeti’ne ve Ankara’nın soğuk hava koşulla-rına karşı mücadele eden biz TEKEL işçilerininkarşısında sendika ağaları da vardı. 78 günlük di-renişimizin doruk noktasındayken Tekgıda-İşSendikası Genel Başkanı Mustafa Türkel tarafın-dan mücadelemiz bitirildi. Kölelik yasası 4 C’yekarşı kesin bir sonuç alabilmemizin ve direnişi-mizden etkilenen AKP Hükümeti’nin yıpranma-sının fiilen önüne geçmiş oldular.

Mustafa Kumlu’yla da, Mustafa Tür-kel’le de karşı karşıya geldiniz?

Tekgıda-İş’in işbirlikçi tutumu TEKEL işçileriiçinde kıpırdanmalara, sendika ağalarına karşıtepki ve uyanışa neden oldu. TEKEL işçileri ola-rak, Nisan 2010’da gerçekleştirilen göstermelikSakarya caddesi eylemine ve Türk-İş Genel Baş-kanı Mustafa Kumlu’ya tepki gösterdik. Tepki-mizin hedefinde, verdiği eylem sözlerini yerinegetirmeyen Mustafa Türkel de vardı.

TEKEL direnişinin etkilediği süreç ve Di-renişteki İşçiler Platformu’na dair neler di-yeceksin?

TEKEL direnişçileri olarak tutuşturduğumuzmücadele ateşinin diğer alanlara sıçradığını gör-dük. Bu sıçrama, yaşadığımız gerçeklikler nede-niyle sendika bürokrasisine karşı bir niteliği de i-çinde taşıdı. Bulunduğum İstanbul’daki direniş-lerde, belirginleşen bu etkiyi örgütlü bir hale ge-tirmek istedik. Direnişteki İşçiler Platformu böy-le oluştu. Devam etmekte olan İtfaiye işçileri di-renişi, İSKİ direnişi, Sinter Metal direnişi, Mar-maray direnişi, Samatya direnişi, ATV-Sabah gre-vi ve atık kağıtçılar TEKEL işçileriyle güç birliğioluşturdular. İddia edilenlerin aksine, Direnişte-ki İşçiler Platformu hiçbir siyasi yapının eksenin-de ve uzantısı niteliğinde olmadı. Elbetteki des-tek ve dayanışma gördük. Yol almak ve sınıfsalkazanımlar elde edebilmek için grupsal çekişme-lere kapı aralamamak gerektiğini düşünüyorduk.

Direnişteki İşçiler Platformu’nun zemi-ninden de bahseder misin?

İtfaiye direnişi, sonradan Hak-İş’e geçecekolan sendika yöneticileri tarafından İstanbul Bü-yükşehir Belediyesi’ne satıldı. Sinter Metal’deki

fabrika işgali sendika eliyle sona erdirilerek sö-nümlenmeye bırakıldı. Sendikacılar, İSKİ ve Mar-maray direnişlerine mesafeli durdular. Atık ka-ğıtçılar ise en güvencesiz kesimimizdi ve sendi-kaların ilgisini çekmedi. Platformun temel daya-nağı militan bir sınıf mücadelesi çabası ve sendi-ka ağalarına karşı refleksimizdi.

1 Mayıs 2010 sürecine nasıl geldiniz?

DİSK ve KESK, TEKEL işçilerinin eleştiri ok-larını üstünde toplayan Türk-İş Genel BaşkanıMustafa Kumlu ile birlikte 1 Mayıs’ı kutlama ka-rarı aldı. Türk-İş ise, Hak-İş ve Kamu-Sen’i bukervana ekledi. 1 Mayıs’ın içeriği bu haliyle belliolmuş ve sendika ağaları başrole oturmuştu.Hükümet onaylı şaşalı bir törenle kendilerini veihanetlerini aklayacaklardı. DİSK ve KESK’intercihi de bu ittifak olmuştu. Oysa 1 Mayıs ala-nını mücadeleleriyle kazananlar biz işçilerdik.

Direniş ve mücadelelerini sürdüren TEKEL,İtfaiye, İSKİ işçilerinin başını çektiği Direniştekiİşçiler Platformu olarak bu duruma karşı çıktıkve bazı toplantılarda tepkilerimizi önceden dilegetirdik. Sosyalistlerle paylaştık. Sol gruplarTaksim alanına girmeden önce sendika bürok-ratları kürsüye çıkıp şovlarını yapacaklar, kamu-oyuna ve gazetelere de 2010 1 Mayıs’ını kazan-dıklarını ilan edecekler dedik. Bu duruma karşıbirliktelik önerdik, destek istedik. Sonuç alama-dık. İş bize düşmüştü.

Taksim 1 Mayıs alanına nasıl geldiniz?

TEKEL işçileri olarak Şişhane güzergâhından1 Mayıs alanına giriş yapacak olan Türk-İş korte-jinde yerimizi aldık. 1 Mayıs öncesinde Türk-İşyönetimine talebimizi ileterek, TEKEL mücade-lesinin devam ettiğini ve kortejin en önünde yeralmamız gerektiğini söyledik. Türk-İş, böyle birşeyin mümkün olmadığını ve hangi sendika öncegelirse onun önde yer alacağını söyledi. Durumortadaydı. 1 Mayıs günü Tekgıda-İş korteji dire-nişteki TEKEL işçileri tarafından oluşturuldu. 1

Mayıs alanına giren kontrol noktalarından sonra,bir dönem Kumlu’nun başkanlığını yaptığı Tes-İş’in aniden TEKEL kortejini yararak öne geçti-ğini gördük. Türk-İş bürokratları da onlarla bir-likte en öne geçerek yerlerini aldılar. İşçi müca-deleleri ve devrimcilerin direnişleri sonucu ka-zanılan Taksim Meydanı, sanki Türk-İş bürokra-sisinin kazanımıymış gibi sunulmakta, bürokrat-lar da öyle davranmaktaydı. Başını ezmeye çalış-tığı bizim gibi direnişçi ve mücadele eden işçile-rin sırtına basarak alana girecek ve hava atacak-lardı. Sendika ağalarını mücadele içinde tanıyanTEKEL işçileri olarak, Tes-İş kortejini ve sendi-ka bürokratlarını kenara ittik ve bileğimizin gü-cüyle öne geçtik…

1 Mayıs Kürsüsüne nasıl çıktınız?

Türk-İş kortejinin 1 Mayıs alanına girmesi vesendika ağalarının kürsüye çıkmasıyla tepki ve öf-ke doruk noktasına ulaştı. Kumlu kürsüde görün-düğü anda da alanda bulunan bütün kitle tarafın-dan ‘yuh’landı ve ıslıklandı. Protesto edildi. Tamzamanıydı ve sendikal bürokrasiyi çok iyi tanıyanişçiler olarak alandaki kitlenin duygularına tercü-man olmamız gerekiyordu. Kürsüye yöneldik.

Ve kürsü gerçek sahiplerinin oldu…

TEKEL, İtfaiye, İSKİ, Marmaray, Sinter ve Sa-matya işçileri olarak, sözde ilerici ve demokratsendika temsilcilerinin engelleme ve baskılarınıboşa çıkararak kürsüye çıktık. Türk-İş GenelBaşkanı Mustafa Kumlu’nun, mücadele ederek 1Mayıs alanını kazanan kitleye yalanlar söylemesi-ne ve kara propaganda yapmasına izin vermedik.Sadece Türk-İş’in değil, Hak-İş ve Kamu-Sen’insendika ağalarının konuşmasına da izin verme-dik. TEKEL işçileri olarak, Direnişteki İşçilerPlatformu’nun ortak bildirisini okuduk. 1 Mayıskürsüsünü işçileştirildik. Evet, kürsü gerçek sa-hiplerinin oldu.

1 Mayıs 2011 için dersler çıkarıldığını umu-yoruz…

2010 1 MAYIS KÜRSÜSÜNASIL ÝÞÇÝLEÞTÝRÝLDÝ?

N. CCemal

Page 11: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

11

Ýþçilerin Sesi

Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ve ToplumsalÖzgürlük Platformu (TÖP) başkan, yönetici ve ü-yelerinin de içinde bulunduğu sosyalistler, 21 Ey-lül günü “devrimci karargâh” adı verilen bir dev-let komplosu ile gözaltına alınıp tutuklandılar. Bukomplo ile sosyalistler, işkenceci polis şefliğindenemniyetin yönetim kademelerine kadar yükselenve iktidar odağı ile ters düşünce “Haliçte YaşayanSimonlar” adlı kitabı yayınlatan Hanefi Avcı ile birkefeye konularak yargılanmaya başladılar. İlk du-ruşma, 13 Nisan günü Devlet Güvenlik Mahkeme-si’nin “yeni” yüzü olan Beşiktaş’taki İstanbul Adli-yesi’nde yapıldı.

Devrimci tutsaklarla dayanışmak isteyenler,erken saatlerden itibaren Beşiktaş’ta toplandılar.Destek için gelenler arasında Emek, Demokrasive Özgürlük Bloğu’nun İstanbul milletvekili adayıSırrı Süreyya Önder, Mersin adayı Ertuğrul Kürk-çü, Dersim adayı Ferhat Tunç, BDP İstanbul mil-letvekili Sabahat Tuncel ve Akın Birdal ile sol/sos-yalist partilerin temsilcileri ve aydınlar yer alıyor-du. Gün boyu Beşiktaş meydanında açıklamalaryapıldı, “Bize Gücünüz Yetmez Biz Kazanacağız!”sesleri yankılandı.

Duruşma salonundan ise itiraz ve tepkileryükseliyordu. 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde iddi-aname okunmadı, tutukluların sorgusu yapılmadı.Mahkeme başkanı, kimlik tespitinin ardından ade-ta danışıklı dövüşle sözü hemen savcıya verdi.Savcı da, “davanın 9. Ağır Ceza Mahkemesi’ndekidevrimci karargâh ana davası ile birleştirilmesi”niistedi. Bu talebe tutsak sosyalistler ve avukatlarıkarşı çıktılar. TÖP sözcülerinden Tuncay Yıl-

maz’ın sözleri dikkat çekiciydi. Yılmaz, “21 Ey-lül’de bir komplo ile tutuklandık. Hakkımızdaki id-diaları 5 ay sonra öğrenebildik. 8 ay sonra mahke-meye çıktık. Siyasi faaliyetlerimizden dolayı yargı-lanıyoruz. Tuzla’da iş cinayetlerine karşı çıktığımıziçin, Tekel işçilerinin eylemini desteklediğimiz,nükleere karşı olduğumuz için yargılanmıyoruz.Davanız siyasi ise bizimle siyaseten hesaplaşın.Hanefi Avcı işkenceci ve devrimci katilidir. Gitsincemaatten, Ergenekon’dan yargılansın” dedi.

Söz alıp konuşan herkes; siyasi bir komploylatutuklandıklarını, tutuklamanın üzerinden 8 aygeçtiğini, suçlamalara karşı söyleyecek sözlerininolduğunu ısrarla anlattılar. Buna rağmen mahke-me birleştirme kararı verdi. Bunun üzerine avu-katlar cübbelerini çıkartıp mahkemeyi protestoettiler. Tutuklu sosyalistler de, “Yaşasın Devrimve Sosyalizm!” sloganıyla tepki gösterdiler. Bu sı-rada üye hakimin yönlendirmesiyle jandarmalarmüdahale etti, tartaklayarak ve darp ederek tu-tukluları çıkardılar. Bu tablo karşısında mahkemesalonundaki tepki de büyüdü. “Sosyalistleri Sustu-ramazsınız!”, “İnsanlık Onuru İşkenceyi Yene-cek!” sloganları atıldı. Meydandaki kalabalık dasloganlarla adliye önüne geldi. Tutsakların dışarıyaçıkartılmasını bekleyen kalabalıktan sık sık “Dev-rimci Tutsaklar Onurumuzdur!” sloganı yükseldi.Devrimci tutsaklar ise jandarma saldırısı nedeniy-le adli tıp muayenesinden geçirildikten sonra adli-yeden çıkarıldılar ve yol boyunca sıralanan daya-nışmacıların alkış ve slogan sesleri arasında uğur-landılar. Cezaevi araçlarının uzaklaşmasının ardın-dan polis, gaz bombası kullanarak dayanışmacılarıdağıtmaya çalıştı.

Davanın ilk duruşması, sosyalistlere yönelikdevlet komplosunun sürdüğünü gösterdi. Yaklaşık8 aydır bu duruşma için tutuklu bekletilen sosya-listler, bu kez de davaların birleştirilmesi sebebiy-le Ağustos ayını beklemek zorunda bırakılıyorlar.Böylece 12 Haziran’da yapılacak seçimlerden ön-ce bu davanın foyasının meydana çıkması engel-lenmek isteniyor. SDP ve TÖP yönetici ve üyele-rinin de dahil olduğu sosyalistler, Ağustos ayındayaklaşık bir yıldır tutuklu olacaklar. Siyasi savun-malarının engellendiği ve jandarmaların saldırdığıgöstermelik bir duruşma dışında, bu bir yılı mah-keme yüzü görmeden geçirmiş olacaklar. 13 Ni-san duruşması, AKP’nin “ileri demokrasi”sine so-mut bir örnek olduğu gibi, devletin komplosununsürdüğünü ve yargının da bu komploya destekverdiğini gösteriyor.

“DEVRÝMCÝ KARARGÂH” KOMPLOSU…Siyasi savunmalarýn engellendiði ve jandarmalarýn saldýrdýðý göstermelik bir duruþma dýþýnda, bu bir yýlý

mahkeme yüzü görmeden geçirmiþ olacaklar. 13 Nisan duruþmasý, AKP’nin “ileri demokrasi”sine somut bir örnekolduðu gibi, devletin komplosunun sürdüðünü ve yargýnýn da bu komploya destek verdiðini gösteriyor.

Nur Birgen, işkence görmüş kişilere “sağlam”, a-ğır hasta olan devrimci tutsaklara “hapishanedekalabilir” raporları vermesiyle ün yapmış bir adlitıp uzmanıdır. Gerek bu raporları, gerekse deBeyoğlu Adli Tıp Şubesi’nde çalışan bir hekimken“hızla” Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu’na baş-kan olmasıyla dikkatleri çekmiştir. Son olarak dakanser hastası siyasi tutsak Güler Zere’nin ceza-evinden çıkmasına engel olan raporuyla gündemegelmişti. Güler Zere, kamuoyunun baskısı sonu-cu tahliye olabilmiş ve kısa bir süre sonra da ha-yatını kaybetmişti. İşte bu süreçte gazeteci BarışYarkadaş’ın, adli tıp uzmanı ve Türkiye İnsanHakları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Şebnem KorurFincancı ile bu rapor hakkında yaptığı bir röpor-taj yayınlanmış ve Nur Birgen’le ilgili gerçeklerbir kez daha gözler önüne serilmişti.

Nur Birgen ise “hakaret” davası açarak bugerçeklerin konuşulmasına engel olmak istedi. A-ma 14 Nisan günü Kadıköy 2. Asliye Ceza Mah-kemesi salonunda yargılanan kendisi oldu. Savun-

ma avukatları tarafından Birgen’e, polis talepleri-ne göre hazırlanan ve imzaladığı raporların hesa-bı soruldu. Birgen’e “Beni hatırladınız mı? Benitanıyor musunuz?” diye soran Av. Efkan Bolaç,“Belki hatırlamayabilirsiniz. Çünkü siz benim gibibinlerce kişiye işkence gördüğümüz halde, sağ-lamdır raporu verdiniz” dedi. Birgen’in avukatıEfkan Bolaç’ın sözlerine müdahale etmek istedi.Ancak Bolaç “1990’ların sonunda henüz stajyerbir avukatken işkence gördüm. Ama siz bana sağ-lam raporu vermekten çekinmediniz. Yaptığım a-raştırmalar sonrasında o süreçte herkese aynıraporu verdiğini öğrendim” diyerek sözlerinedevam etti.

Bunun ardından Av. Behiç Aşçı, “Güler Ze-re’yi ve Abdullah Akça’yı tanıyor musunuz?” diyesordu. Birgen’in “evet” demesi üzerine ise “Pekinerede olduklarını biliyor musunuz?” sorusu gel-di. Birgen yanıt vermekten kaçınca, “Onlara ver-diğiniz raporlar nedeniyle şu an hayatta değillerve onların ölümlerinden sorumlusunuz” diye

tepki gösterildi. Av. Eşber Yağmurdereli ise“1997’de cezaevindeydim ve Çankırı DevletHastanesi’nin verdiği rapor ile tahliye edildim.Kararın ardından, Nur Birgen beni fiziken mua-yene etmemesine rağmen dosyaya bakarak aksiyönde bir karar verdi ve yeniden tutuklandım”dedi. Nur Birgen’in söz istemesi üzerine Yağ-murdereli, “onun vereceği cevaba tahammül e-demem, sesini bile duymak istemiyorum” diye-rek salonu terk etti. Av. Meriç Eyüboğlu da NurBirgen’in “işkence konusunda kötü hekimliğe ör-nek” olarak çeşitli uluslararası raporlarda anlatıl-dığını, Birleşmiş Milletler raporlarında bile bahsi-nin geçtiğini söyleyerek beraat verilmesini istedi.

İşkence gören devrimci tutsaklara, işken-ceci polislerin siparişiyle “işkence görmemiş-tir” raporu veren, birçoğunun ölmesine vesakat kalmasına neden olan Adli Tıp Kurumu3. İhtisas Kurulu Başkanı Nur Birgen, davacıolarak geldiği duruşmada yargılanmış oldu.Nur Birgen, özel harekat şefi, Susurluk ve Er-genekon sanığı İbrahim Şahin’e ise “hastadır”raporu vererek Cumhurbaşkanı Necdet Se-zer’e affettirmişti.

YARGILANAN NUR BÝRGEN OLDU

Page 12: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

Ýþçilerin Sesi

12

Hava İş Yönetiminin, delegelerin iradesindenkaçarak olağanüstü genel kurula gitmemesi ü-zerine açtığımız davada ne yazık ki 15. İş Mah-kemesi talebimizi reddetmiştir. Bu karar dele-gelerin iradesini görmeyen hukuk dışı bir ka-rardır. Çünkü tüzük ve yasanın yeterli gördüğü60 delegenin çok üzerinde, 95 delegenin baş-vurusu noter kanalıyla sendika yönetimine ile-tilmiş, imza sayısı 116 ya ulaşmıştır. Bunlara ekolarak genel kurul kararlarını yok sayan, işçile-rin haklarını savunamayan bir yönetim söz ko-nusudur. Mahkeme resmi olarak alınan tekliftebu gün bile 66 bin liraya mal edilecek bir genelkurul için bir buçuk yıl önce 300 bin lira harca-narak işçilerin paralarının savrulduğu gerçeğinigörmemiştir.

Bu kararı Yargıtay düzeyinde temyiz edece-ğiz. Haklı gerekçelerimizin Yargıtay’daki ince-lemede görülüp, kararın düzeltilmesi uzun birsüreç de olsa bu hukuksuzluğu kabul etmiyo-ruz. Çünkü sendikal bürokrasiye karşı mücade-lenin kendisi uzun bir süreçtir. Bu mücadele budavadan da bağımsız olarak sürmektedir.

Demokratik şeffaf temiz bir sendika talebiişçilerin en temel hakkıdır. Bu olmadan ne sen-

dikal örgütlülük, ne mücadele yapılabilir. İşçile-rin ezici çoğunluğunun güven duymadığı, des-teklemediği bir sendika yönetiminin işçilere birfaydası olmadığı her geçen gün daha da açık gö-rülmektedir. İş kolumuzda işçi kıyımı, TİS ihlal-leri sürmekte ve işçilerin bir sendikasının varolduğu belli bile değildir.

Sendikacılığı ömür boyu yapılacak bir mes-lek olarak gören ve işçilerin aidatlarıyla kur-

dukları iktidarın nimetlerinden yararlanarak,kıl payıyla da olsa koltuklarını korumayı kar sa-yanlar eninde sonunda işçilerin iradesine bo-yun eğeceklerdir. Gökkuşağı Hareketi Hava İşüyelerinin delege seçimlerinde kendilerine ver-diği görevi yerine getirmeye kararlıdır.

Yaşasın işçilerin birliği ve kardeşliği...

GÖKKUŞAĞI HAREKETİ

SÝVÝL HAVACILIK ÝÞÇÝLERÝ VEKAMUOYUNUN DÝKKATÝNE

Taşeron İşçileriyle Dayanışma Derneği (TAŞ-İŞ-DER)Yönetim Kuruluna, “Neden Dernek Kurdunuz?” diyesorduk. İşte yanıtı:

Sağlık alanında sendikalar olduğunu biliyoruz.Dernek kuruluş aşamasında bu konu, kuruculararasında tartışıldı. Dernek etrafında mı örgütle-nelim, sendikada mı? tartışmasını yaptık. Sendika-larla işbirliği içinde olarak, dernek kurmaya kararverdik.

Bunun üç nedeni şudur: 1- Hastane çalışanları bir arada çalışmasına

rağmen, sendikalar yasasına göre ayrı iş kollarınaaitler. Tek bir sendikanın çatısı altında örgütlen-mek mümkün değil. Bu nedenle Tezkoop-İş, Be-lediye-İş, Dev Sağlık-İş arasında dağılmış olacağı-mız gibi, SES ve diğer iki kamu emekçileri sendi-kaları arasında da “bölünmüş” olacağız. Bugün i-se, bu altı sendikanın alanına giren tüm emekçilerderneğe üye olabiliyor ve dernek üzerinden hakarayabiliyor. Dernek sayesinde sendikalar kanu-nunun engellerini aşmış olduk.

2- İlkine bağlı olmak üzere, temizlik çalışanla-rı arasında Belediye-İş Sendikası örgütlenmesindeyaşanan olumsuzluklar da işçiler arasında sendikayerine dernekte örgütlenmeyi öncelikli hale ge-tirdi. Sendikaların, toplu sözleşme yapılamayan veişten atılmalara yol açan bir örgütlenme olarak al-gılanmasının sorumlusu biz değiliz.

3- İkinci gerekçemize bağlı olarak, Dev Sağlık-İş Sendikasının sağlık personellerinde başlattığı

örgütlenmeyi Belediye-İş Sendikasının olumsuzdeneyiminden sonra yarım bırakması; Tezkoop-İş

ise, “Hepinizi üye yapmayız, her ay 200 kişi üyeyaparız” demesi ve sendika içi tartışmalar sebe-biyle işçileri hizaya getirme ve denetim altındatutma kaygısı, sendikaları tercih etmeyişimizin so-mut nedenleridir.

GÜVENCESÝZ ÝÞÇÝLERÝN DERNEÐÝ: TAÞ-ÝÞ-DER

Casper işçilerinin sendikalaşmaya karar verme-si ve ilk adımı atmasının üzerinden bir yıl geçti.Bir yıllık süreci iki döneme ayırabiliriz. Birinci-si, örgütlenme ve yetki başvurusu dönemi. İ-kincisi, 21 Şubat’ta kurulan çadırla, işçilerin işeiadesi ve sendika yetkisine itirazın geri çekilme-si için işyerinin önünde başlayan direniş döne-midir.

Casper işçileri, bütün baskılara rağmen a-ralarından hiçbir fire vermeden mücadelelerinisürdürüyorlar. Bunu nasıl başardılar? Casperişçileriyle konuştuk:

Başarılı bir sendikalaşmayı nasıl başar-dınız?

Deneyimli arkadaşlarla tanıştık. Bize şunusordular: Üzüm mü yemek istiyorsunuz, bağ-cıyı mı dövmek istiyorsunuz? Biz de üzüm ye-mek istediğimizi söyledik. Örgütlenmeyi baş-lattık. Komitemizi kurduk. Daha sonra sendi-kaya gittik.

Sizi şaşırtan neler oldu?En çok şaşırdığımız şey işverenin yıllarca e-

mek veren işçileri on dakikada sorgusuz sual-siz, onur kırıcı bir şekilde işten atabilecek ka-

dar gözünün kararmış olması, hakkaniyet bil-memesiydi. İkincisi, Anayasa ve yasalardakihaklarımızı kullanmanın önündeki engeller bizişaşırttı. Yasalar işverene sendikalaşmayı zorlaş-tıracak daha çok hak tanıyordu. Önümüze çı-kan engelleri işçilerin birliği sayesinde aşabildik.Bugün kendimize daha çok güveniyoruz.

Yakın vadeli hedefleriniz neler?İşveren ile mahkemedeyiz. Hem işe iade

davalarımız başladı hem de yetkiye işvereninyaptığı itirazın mahkemesi devam ediyor. Sade-ce hukuk yoluyla hak arayışı yeterli değil. Fiilimücadelemizle itirazın geri çekilmesini sağla-mak zorundayız. İşvereni yasalara uygun dav-ranmaya zorlayacağız.

İşçiler örgütlenirken nelere dikkat et-meli?

İşçilerin dikkat etmesi gereken ilk öncekendi aralarında birlik olmak ve bilinçlenmek.Sendika üyeliği sonradan gelmeli. İşçi daha çoktoplantıyla bilinçlendirilmelidir. İşçiler örgütlüdeğilse, sendikalı olmanın anlamı olmayacak.Biz örgütlü olduğumuz için başardık.

CASPER ÝÞÇÝLERÝ HAKLARINI SAVUNMAKTA KARARLI

Page 13: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

13

Ýþçilerin Sesi

KAPÝTAL / KARL MARX - 1 Versus Yayınları’nınKapital (Karl Marx-Yeni Başlayanlar İçin) ismiyle yayınladığı ve

David Smith tarafından hazırlanan kitaptan alınmıştır.

Page 14: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

Ýþçilerin Sesi

14

FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN...

GIDA

Patronun ikiyüzlüsüPatronun bu kadar yalanı da pes doğrusu.

Yabancı din adamları sipariş üzerine mal getiripyaptırıyorlar. Geçen güne yine gelmişlerdi. Pat-ron üretim bölümünü gezdirirken bir yandanda din üzerinden sohbet ediyorlardı. Patron,hangi dinden ve görüşten olursa olsun insankul hakkı yememeli, en büyük günah hak ye-mektir. Biz asla kimsenin hakkını yemeyiz, di-yerek nutuk atıyordu. İşçiler de bir birlerinebakıp güldüler. Onlar gittikten sonra, patronuniki yüzlülüğünü konuştuk. Bu kadarı da fazladeğil mi? “Hak yemeyen” patron, senelerdir iş-çileri asgari ücrete mahkum ediyor, sırtımızdankazandığı paralarla mağazalar zinciri kuruyor.O da yetmezmiş gibi, fabrikanın yanında büyükbir arazi aldı ve yeni fabrika inşa ettiriyor.

Ustalarla toplantı üstüne toplantı yapılıyorşimdiden. Yeni fabrikada çalışma sistemi dahafarklı olacakmış; şimdiden fabrikayı iki vardiya-ya dönüştüreceklermiş. Toplantıya katılan me-kanikçi, “her gün yeni bir makine alınıyor, fab-rika büyüyor” diyerek abartılı bir biçimde anla-tıyor. Sanki patron kendisi!

Ama patron işçilere eskisi gibi davranıyor.Zamdan sonra, zammı az buldukları için iki bö-lüm iş bırakmıştı. Müdür de maaşı düşük olan-lara Nisan ayında 20 TL fark vereceğiz demiş-ti. İşçiler bunun beklentisi içinde. İşçilerin tep-kisini bastırmak için böyle bir söz verdiler bü-yük ihtimalle. Ay başında fark verilmezse, uma-rız işçiler farklı tepkilerle patronun karşısınaçıkarlar.

Ýþ kazalarýnýn sorumlusupatronlarDepo bölümünde çalışan bir işçi kendi işiy-

le alakalı olmayan bir bölüme, tamirane atölye-sinde demirci ustasına yardıma gönderiliyor veorda işi bilmediği için gözüne demir çapağı ka-çıyor.Bölüm şefi, işyeri doktoruna git, bir şeyolmaz, diyor. Doktor işçinin gözünü yıkıyor veönemli bir şey olmadığını ama istiyorsa bir gözdoktoruna gidebileceğini söylüyor. Bu sırada,kazaya uğrayan işçinin ağrısı durmuyor, gözükızarıyor. Kendi imkanlarıyla doktora gidebile-ceği söyleniyor.

İşçinin parası yok ve nereye gideceğini bil-miyor. Başka bir işçi, “başına gelenin bir işkaza-sı olduğunu ve işyerinin doktora götürmesi ge-rektiğini söylüyor. Hem de kazanın kendi bölü-münün dışında ve bilmediği bir işte olduğunuekleyerek, işverenin mutlaka ilgilenmesi gere-kir, diyor.

Ama işveren kesinlikle işçiyle doktora git-miyor ve işçiye izin yazıp evine gönderiyor.

Yaklaşık bir yıl önce, bir kadın arkadaşımızda kendi işi olmayan bir işte çalıştırıldığı için veo işte acemi olduğu için elini makineye kaptır-

mış ve bir parmağı kopmuştu. Sadece parmağıkopmakla kalmadı diğer parmağı da sakat kaldı.Kimse bu durumun hesabını vermedi. Kadın iş-çi böyle bir olayı kaldıramadı ve aylarca psiko-lojik tedavi gördü. Patron sadece, istirahatlı ol-duğu günlerde yani 6, 7 ay boyunca asgari üc-ret olan işçinin maaşını ödedi. Ama bir şartlaistirahat parasını işverene teslim etmek şartıy-la... Var mı böyle bir şey? İş kazası geçirenleristirahat paralarını brüt üzerinden alırlar yaniasgari ücretten daha fazla. Bu da patronun, iş-çiye ödediği paranın yaklaşık iki katı demek.Patronun adamları istirahat parasını almak içinbile işçiye defalarca telefon açmışlar.

İşyerlerinde kaza geçirmemiz an meselesive bu gibi durumlarda neler yapmalıyız, nasıldavranmalıyız haklarımız nelerdir, öğrenmemizgerekli.

Örneğin parmağı kopan arkadaş hem işye-rinde çalışıp hem bir uzvu koptuğu için tazmi-nat davası açabilir. İşveren ilgilenmese bile işçigittiği hastanede bunun bir iş kazası olduğunusöyleyebilir ve ona şahitlik yapacak bir arkada-şıyla bir iş kazası tutanağı tutabilirler .Unutma-yalım ki, hak verilmez alınır. (İki işçi)

TEKSTÝL

Haklarýmýzýn takipçiyiz!AKB Tekstil’e 2009’un ikinci ayında maki-

neci olarak girdim. Bu işyerinde resmi tatiller-de çalışıyorsunuz ve habersizce mesaiye bırakı-lıyorsunuz. Üç yıl boyunca patron, “ben dinci,namaz kılan biriyim, kimseyi işten çıkarmıyo-rum ama kriz var bu nedenle maaşlarınızı düşü-rüyorum diyerek, 30 TL ile 100 TL arasında iş-çilerin maaşlarını düşürdü. İşçiler işlerini kay-betme korkusuyla patronun bu teklifini kabulettiler. Ancak, süre uzadı da uzadı. Patron ni-hayet zam yapacağım dediğinde üç yıl boyuncaişçilerden kestiği paraları, hem de son derecedüşük rakamlarla, 10, 20, 30 TL gibi bir paray-la geçiştirmeye çalıştı.

Bir grup işçi olarak sendikalaşmaya kararverdik bu karar aşamasında 25 kişiyi üye yap-tık.Başka bir grubu da kazanmaya çalıştık. Bizbu işyerinde sendikalaşmak yapıyoruz, dedik.Ancak bu grubun içindeki yalaka bir işçi, idare-nin soruları karşısında, arkadaşımızın isminiverdi. Bu arkadaşımızı işten çıkardılar. 6 aygeçtikten sonra arkadaşımızın davasına şahit is-tendi. İşyerinden arkadaşları olarak dört işçişahitlik yapmaya karar verdi. Bu arkadaşlarımızşahitlik yaptı.

Şahitlikten sonra zam ayıydı bu dört arka-daşımıza zam yapılmadı. Diğerlerine de 10TL,30TL arası zam verdiler. İkna olmayan arkadaş-larla tekrar sendikalaşmaya başladık. 1 ay için-de 23 kişi daha bulduk, üyelik aşamasına getir-dik. Aramızdan işverene tekrar sendikalaşmaolduğunu duyurdular. İşveren sendikaya o ka-dar kızmıştı ki bantta 10 bin adet mal varkenişveren 22 Mart günü, saat 12.00’de işçiyi er-

kenden yemeğe çıkardı. İşçiler şaşırdı. Yemekyendikten sonra tekrar iş başı yapıldı ki, 10-15dakika geçmeden kapının önüne gelen özel gü-venlikle bizi dışarıya çıkarmaya başladılar. İs-tanbul bölgesindeki işçileri grup grup servisebindirerek, sizin hakkınızı veriyoruz, bu işyeri-ni kapatıyoruz, dediler. İşçilere imzalarını attı-rıp, servisle fabrika dışına götürdüler. Ne olupbittiğini anlayamadık. Diğer grup işçileri de a-lıp, onları da ikna ederek, paralarınızı bankayoluyla alırsınız diyerek fesih imzalarını attır-dılar. Sıra bizim gruba geldiğinde, beş kişiydik.Müdür beni çağırdı, işyerini kapatmaya kararverdiklerini açıkladı: bu işyerinde bir işçi, sü-pürgeyi bok yaparak sağa sola saçtı ve onun i-çin işyerini kapatmaya karar verdik, dedi.

Bir ay sonra 20 işçi, işe iade davası açtı.

Bu işyerinden ayrıldıktan sonra bir atölye-de çalışmaya başladım. Atölye düzeni de o ka-dar bozuk ki büyük işyerlerini arıyoruz. Şimdisağlık güvencemiz yok atölyede çalışıyoruz. Bi-zi atölye düzenine mahkum eden patronlar sı-nıfı bilsin ki, davamızın peşini bırakmayacağız.(Bir grup işçi)

TEKSTÝL

“Ýstersem çýkartýrým,istersem çýkartmam”Modelhane bölümünde cuma günü iki işçi

arkadaşı işten çıkardılar. Bu çıkışlar olmadan i-ki makineci denemeye aldılar. Tabii ki herkesinaklına, çıkışların sipariş azlığından değil, şeflerinaralarındaki hesaplaşmanın neden olduğu geldi.

Yeni gelen şefin, otoritesini kurmak içinyaptığı belliydi. Kendi deyimleriyle zayıf halka-ları ayıklama operasyonu yaptılar.

Asıl zayıf halka kendileri. Bunu da çok iyibiliyorlar ama işverene başka yaranma yollarıyok. Öğleden sonra iki arkadaşla konuştular,işlerin azaldığını ve iki üç kişinin daha çıkarıla-cağını söylemişler.

Çıkarılan iki işçiyle vedalaştıktan sonra di-kim bölümünün şefi, başka bir işçiye çağırdı veonun da çıkarıldığını söyledi daha sonra öğren-dik ki çıkan işçilerden birini geri çağırmış. “ya-nındakine çaktırma, seni yanlışlıkla çıkardık,sen şimdi değil, pazartesi gel” demişler.

Bir hafta sonra da denemeye aldıkları birişçiye işbaşı yaptırdılar. Tabii ki herkesin mora-li bozuldu. Bunlar işi keyfiyete dökmüşler, is-tersem çıkartırım istersem çıkarmam dıye. Ma-aşımızın üç-dört katını aldıkları için yalakalıktasınır tanımıyorlar.

İşler o kadar yoğun ki, işveren ütü paketle-me için yeni bir yer bakıyormuş. Bu bölümlermesaiden gözlerini açamıyorlar. Ütü paketlemeartık her akşam cumartesi pazar mesaiye kal-masına rağmen iş yetiştiremiyor. İlik düğme i-şini parça başı dışarıdan getirdikleri işçilere şir-kette yaptırıyorlar. İşverenin yalakaları, işvere-

Page 15: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

15

Ýþçilerin Sesi

FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN...

ne daha çok nasıl kar ettiririmin derdindeler.İşçilerin sorunları, geçinememeleri onların u-murunda değil. Zaten bizi kimsenin düşünmesi-ni istemiyoruz, haklarımızı istiyoruz. Örgütsüz-lüğümüzü fırsat bilen işveren ve idare bunu a-cımasızca kullanıyor. (Bir işçi)

TEKSTÝL

Böyle “zarar” görmedik!İşyerinde örgütlenmemizi duyan patron altı

işçiyi çıkardı. İşyerinde bugüne kadar kimsetazminat hakkı bilmezken, iki kişinin tazminatı-

nı alması, dört kişinin de işe iade davası açma-sı, bir ilk oldu. Artık işçiler patronun işten çı-kardığında tazminat ödeyebileceğini biliyorlar.

Bir önemli bir sorun da, işyerinde öncedendoktor vardı. Ancak patron iki yıl önce dok-torla olan sözleşmesini fesh etmiş. İşçilerinhastanede rapor almalarından rahatsız olmuş.Yeniden işyerine doktor geldi ama bu kez sevkvermiyor. Patron işçilerin ailesinden biri hasta-lanınca da artık izin vermiyor.

Diğer yandan işveren, işçilerin ona baş kal-dırmasını bir türlü içine sindiremedi, senelik

zamları hala vermedi. Ustaları, müdürleri sıkış-tırıp soruyoruz. Patron da düşünüyormuş! Dü-şünsün bakalım! Aklınca işçinin burnunu sürt-meye çalışıyor.

Zam yok, patron düşünmekle meşgul! Amaşefler adet çıkmıyor diye baskıya devam edi-yorlar. İdare aynı şarkıyı söylüyor: “iş çıkmıyorşirket zarar ediyor”. Bir klasik oldu artık!

Zarar eden şirket evini, arabasını satar, oy-sa bizim şirkette, arabalar yenileniyor, yeni iş-yerleri açılıyor. (Bir işçi)

Kıdem tazminatına hak kazanabilmek için gereklişartların neler olduğunu bir önceki yazıda belirt-miştik. Kıdem tazminatının miktarının hesaplanma-sı, bu taleple açılan davalar görülürken, bilirkişilertarafından yapılmaktadır. Ama siz de aşağı yukarıne kadar kıdem tazminatına hak kazandığınızı ken-diniz hesaplayabilirsiniz.

İşe başladığınız tarihle, iş sözleşmesinin sonaerdiği tarih arasında geçen tam yıl için patron size30 günlük brüt ücretiniz tutarında kıdem tazmina-tı öder. Bir yıldan artan süreler için de aynı oranüzerinden ödeme yapılır. Örneğin 2 yıl 4 ay çalış-mışsanız, 2 yıl için 60, 4 ay için de 10 günlük ücretkarşılığı tazminatınızı alırsınız. Kıdem tazminatınınhesaplanmasında giydirilmiş brüt ücretiniz esas alı-nır.

Giydirilmiş ücret, brüt maaşa, yıl içinde yapılandüzenli nakdi ödemeler ile ayni ödemelerin para-sal karşılığı eklenmek suretiyle hesaplanır. Bu öde-meler başlıca, aile yardımı, ayakkabı bedeli, çocukzammı, devamlı ödenen primler, eğitim, erzak, gı-da, yakacak, yemek, giyecek, konut, sağlık, taşıt,havlu ve sabun (işyerinde kullanılacak ise tazminathesabında dikkate alınmaz) yardımları, kalifiye-ni-telik zammı ile kasa, mali sorumluluk, unvan, yıp-ranma tazminatları ve temettü toplanarak hesapla-nır. Bu değerleri aylık bordrolarınızdan ya da iş-yerlerinizdeki muhasebe ve ya insan kaynakları bö-lümlerindeki ilgili kişilerden alabilirsiniz.

Kıdem tazminatına dâhil edilmeyecek ödeme-ler ise; askerlik yardımı, bayram harçlığı, bir defa-lık verilen ikramiyeler, devamlılık göstermeyenprimler, doğal afet, doğum, evlenme, hastalık, ö-lüm, iş arama yardımları, fazla çalışma ücreti, geneltatil, hafta tatil ücreti, izin harçlığı, jestiyon ödeme-leri, seyahat primleri, teşvik ikramiyesi ve primle-ri, yıllık izin ücreti, yolluklar vb.dir. Bu ödemelerinözelliği düzenlilik arz etmemesi, bir defaya mahsusödenmesi ya da tutarlarının değişmesidir.

Örneğimizde kıdem tazminatı almayı hak edenbir işçi, 3 yıl 3 ay 3 gün çalışmıştır.

İşçinin aylık brüt ücreti ise: 850 TL’dir. Günlük ücreti: 850: 30= 28.33 TL (Bir ay 30

gün olarak belirlenir.)

İşçiye yılda iki aylık brüt maaş tutarında ikra-miye verildiğini düşünelim: 850 x 2 = 1.700 TL İk-ramiye yılda iki defa verildiği için ikramiyeyi önceikiye çarptık ve bir yılda aldığı toplam ikramiyeyibulduk.

1700: 365 (Bir yıl: 365 gün) = 4.65 TL Dahasonra ise ikramiyenin bir güne karşılık gelen tuta-rını hesaplamak için bir yıl içinde aldığı ikramiyetutarını 365’e böldük.

Yukarıda bahsettiğimiz kıdem tazminatına ek-lenecek ödemeler varsa, onları da bu şekilde öncebir yılda toplam ne kadar ödendiği tespit edilirsonra da gün olarak miktarını bulmak için 365’ebölünür. Örneğimiz için tüm bu yardım ve prim ö-demelerinin katkısının günlük olarak 2 TL’ye denkgeldiğini varsayalım.

Bir günlük brüt ücret, bir güne tekabül edenikramiye ile diğer ödemeler, giydirilmiş ücreti bul-mak için toplanır.

Giydirilmiş günlük ücret:28.33 + 4.65 + 2 = 34.98 TL

Hesapladığımız giydirilmiş ücret üzerinden 3yıl 3 ay 3 gün çalışan içinin kıdem tazminatı bulmakiçin;

* 3 yıl için ödenecek kıdem tazminatı:

Bir yıla isabet eden kıdem tazminatını bulmakiçin 30 ile çarpalım:

34.98 x 30 gün = 1049,40 TL

Şimdi 3 yıla karşılık gelen kıdem tutarını hesap-layabiliriz:

1049,40 x 3 yıl = 3.148,20 TL

(İşçinin çalıştığı 3 yılın kıdemi içinse 3 ile çarptık.)

* 3 ay için ödenecek kıdem tazminatı:

Üç aylık çalışmanın bir yıla oranını buluruz. Budeğeri bir yıla denk gelen kıdem miktarı ile çarpa-rız. Yani daha önce bulduğumuz 1049,40 TL ile.

1049,40 x 3/12 = 262,35 TL* 3 gün için ödenecek kıdem tazminatı:

Üç aylık çalışmanın bir yıla -365 güne- oranınıbuluruz. Yine bu değeri yukarıdaki gibi bir yıladenk gelen kıdem miktarı ile çarparız.

1049,40 x 3/365. = 8,63 TL

Artık toplamda ne kadar kıdem tazminatı ala-cağımızı bulabiliriz:

Toplam:3.148,20 + 262,35 + 8,63 = 3.419.18 TL

Kıdem tazminatı, parça başı, akort, götürü ve-ya yüzde usulü gibi ücretin sabit olmadığı hallerdeise son bir yıllık süre içinde ödenen ücretin o sü-re içinde çalışılan günlere bölünmesi suretiyle bu-lunacak ortalama ücret üzerinden hesaplanır.

İşçiye yapılacak 3.419,18 TL kıdem tazminatıödemesinden sadece binde 6,6 oranında damgavergisi kesilir, gelir vergisi ise alınmaz.

Patronlar çoğu kez, işten çıkarttıkları işçile-re, hak ettikleri tutarın altında kıdem tazminatıödeyerek ellerinden ibraname almak isterler.Daha sonra işçi olayın farkına varıp dava açtığın-da ise, işçinin imzasını taşıyan ve “tüm haklarınıve kıdem tazminatını eksiksiz olarak aldığını” be-lirten ibranameyi, mahkemeye kanıt olarak su-narlar. Bu noktada işçinin yapacağı fazla bir şeykalmaz ve çoğunlukla davayı kaybeder. O neden-le, işçi kıdem tazminatı ve diğer alacaklarını ken-disi hesapladıktan ya da bir bilene hesaplattıktansonra, ibranameyi imzalamalıdır. Eğer kendi he-sabı ile kendisine ödenen tutar uyuşmuyorsa, ib-ranameyi imzalamamalı ya da acilen paraya ihti-yacı olup kendisine ödenen tutarı hemen almakistiyorsa, el yazısıyla “yasal haklarım saklı kalmakkoşuluyla” ibaresini ekleyerek ve aldığı kıdemtazminatı tutarını ibranamenin üstüne yazarak,imzalamalıdır. İşçiler, ellerinde kalan tek kaza-nımları olan ve siyasi iktidarın geri almak içinvahşice saldırdığı, kıdem tazminatı haklarını pat-rona yedirmemek için dikkatli olmalıdırlar.

KIDEM TAZMÝNATIMINASIL HESAPLAYABÝLÝRÝM?

Page 16: İşçilerin Sesi Mayıs 2011

İşçilerin Kurtuluşu Kendi Eseri Olacaktır İşçilerin Sesi - Aylık Süreli Siyasi Yayın Tarih: Mayıs 2011 Sayı: 4Baskı: Yön Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi B Blok No: 366 Topkapı-İstanbul Tel: 0212 544 66 34

Sahibi ve Yazıişleri Sorumlusu: Canan Mengüloğul (İS Yayınevi)Adres: Fetihtepe Mah. Fatih Sultan Cad. No: 149 D: 13 Okmeydanı-Beyoğlu/İstanbul

E-mail: [email protected]

Munzur Pekgüleç; 1977 yılında Deri-İş SendikasıKazlıçeşme Şube Başkanlığı, 1982-1992 arası Deri-İşSendikası Genel Başkan Yardımcılığı, 1992-1995 ara-sı DİSK Deri-İş Sendikası Genel Başkanlığı, 1996-1999 arası Deri-İş Sendikası Eğitim ve ÖrgütlenmeUzmanlığı, 1999-2009 arası Hava-İş Sendikası Eğitimve Örgütlenme Uzmanlığı yapmış olup, halen Hava-İşSendikası muhalefeti Gökkuşağı Hareketi içinde yeralmaktadır. Pekgüleç ile 1 Mayıs 1977’den 1 Mayıs2011’e uzanan süreci konuştuk.

Özgeçmişinizle bağlantılı olarak 1 Mayıs1977’ye geliş sürecini anlatır mısınız?

1965 yılında Kazlıçeşme’de deri işçisi olarak i-şe başladığımda 15 yaşındaydım. 1967 yılında işçitemsilcisi seçildiğimde 17 yaşındaydım. Sendika-dan, ‘18 yaşını doldurması gerekir’ dendi, yapılanüç oylamada da işçiler ısrarlı oldular. Deri-İş Sen-dikası örgütlüydü ve CHP ile AP’liler hakimdi.Sendikacılar cüzi miktarlarda parayla ve amatörruhla mücadele ederdi. Cumartesi paydosundamakbuzlarla işçileri bekler, para toplarlardı. Pro-fesyonel sendikacılık yoktu ve sendikacılar işyerle-rinde çalışıyorlardı. 1968’in siyasal atmosferindeKenan Budak’la ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı perspek-tifiyle tanıştım. 1975 yılına geldiğimde Beykoz derive kundura işçileriyle birlikte ‘Yenileşme Hareke-ti’ sendikal muhalefetini örgütledik. Farklı sosyalisteğilimlerden genç işçiler vardı. Yıllanmış Deri-İşyöneticilerine karşı mücadele verdik. Zeynel Selvasıtasıyla Kazlıçeşme Şube Başkanlığı’nı kazandık.1976 yılında Kenan Budak’la birlikte DİSK İlericiDeri-İş Sendikası’nı kurduk. Deri-İş Sendikası,DİSK’e bağlı bir sendikanın kurucusu olmam ne-deniyle ihraç edilmemi istedi. 1977 genel kurulun-da Kazlıçeşme Şube Başkanı seçildim. 1 Mayıs1977’nin benim için önemli bir yanı da budur. 1Mayıs hazırlıklarına bir ay öncesinden başladık.Zeytinburnu’na 1 Mayıs afiş ve pankartları astık,çağrılar yaptık. Kazlıçeşme şubemizden 54 kişi mi-ting görevlisiydi. 700 kişilik kortej oluşturduk.

1 Mayıs 1977’nin işçi sınıfındaki yükselişindoruk noktası olduğu söylenir?

1973’den itibaren ve Ecevit CHP’sinin etkisiy-le ciddi işçi eylemleri oldu. Gözle görülür bir yük-seliş vardı. İşçiler siyasallaştı. Sol içinde TKP veMaocuların kaygı verici gerilimi vardı. Dar grupçuanlayışları gerilimi artırıyordu. Burjuva basını geri-limi körükleyerek, iki eğilimin çatışacağını duyuru-yordu. Bu atmosfer diğer örgütleri de etkiledi.

TKP sendikalarda ve işçi hareketi içinde güç-lüydü. 1 Mayıs’ın örgütlenmesinde etkindiler. Di-ğer sosyalist eğilimler sınıf içinde örgütlü olmayıp,halk içinde ve öğrenci gençlik içinde sisteme olantepkiyi ve öfkenin dışa vuruluşunu ifade ediyorlar-dı. TKP ile Maocuların çatışmasını provokatif te-melde değerlendiren devlet boş durmadı. İlk kez500 bin kişiyle 1 Mayıs meydanına çıkmıştık. Bur-

juvazinin korkulu rüyası işçi sınıfıydı, tedirgindi.Devlet yükselen mücadeleden rahatsızdı. Körük-ledikleri gerilim atmosferini 1 Mayıs 1977’ye taşı-dılar. Provokasyon senaryosu hazırdı. 10.30’da In-tercontinental otelinin önündeydik. Alanın doldu-ğu saat ise 15.30’du. Yüz binlerce insanın alanı dol-duruşuna tanık olduk.

500 bin, 1977 Türkiye’sinin nüfusu açısın-dan da ciddi bir sayı…

Bir ucu halâ Saraçhane’de olan kortejler kür-süden duyuruluyordu. Başka göstergelerle bu ra-kamı ele alabiliriz: İşçi sınıfının yüzde 18’lere varanörgütlülüğü vardı. Bugün bu rakam yüzde 5’leribulmuyor. 3,5 milyon civarında örgütlü işçi vardı.Bugün ise 500 bin civarında.

Sanırım saat 16.30 civarıydı ve Sular İdaresi ta-rafından birkaç el ateş edildi. Silah sesleri kitledegeniş bir dalgalanma yarattı. Korku ve panik oluş-tu. Alandan da silahla karşılık verildi. Birileri ateşediyor ve görmüyorsun. Göremediğin provoka-törlere refleks olarak silahla karşılık veriyorsun.Havaya falan sıkılıyor. Sular İdaresi’nden sonra In-tercontinental otelinden de ateş edilmeye başlan-dı. Silah seslerinin hemen ardından polis panzerle-ri saldırdı. Kitle şuursuzca kaçışmaya başladı. Ke-mal Türkler kürsüden, ‘panik yapmayın’ telkinle-rinde bulunuyordu. Nafile.

Kazancı Yokuşu’nda sıkışarak ölenlerin fo-toğrafları vahşi bir katliam görüntüsüdür…

Dar sokaklarda, sokakları kapatan araçların a-rasında, beton duvarlar önünde insanlarımız sıkı-şıp ezildiler. Otellerin kalın camlarına çarpıp dü-şenleri gördüm. Panzerlerin altında ezilenler vardı.

Panzer altında ezilen ve üzerine pankartörtülen İlerici Kadınlar Derneği’nden bir kadı-nın fotoğrafı gözlerimin önüne geliyor…

Benim unutamadığım görüntü ise şu; alana ası-lan elleri zincirli kocaman işçi pankartının arka ze-mini demir bir perdeydi. Panik halinde kaçanlar opankart bezini aşıp geçebileceklerini sanıyorlar, fa-kat hızla demir zemine çarparak yere düşüyorlar-dı. Üst üste yığılmışlardı.

Bütün yollar kapalıydı ve Zeytinburnu’na ka-dar yürüdük. Akşam haberlerinde 34 kişinin öldü-ğünü duyduk. Kaç tanesinin kurşunlanarak, kaç ta-nesinin panzer altında kalarak, kaç tanesinin paniksonucu ezilerek öldüğü açıklanmadı. Büyük birkatliamdı. Provokatörler açığa çıkartılmadı.

Amaç işçi sınıfının yükselişinin önünü kesmek-ti. Devletle yüz yüze gelen devrimciler, saldırılarkarşında örgütlü bir tutum sergilemediler. Zaafla-rı devlet kullandı. Bunlar değerlendirilmeli vedersler çıkarılmalıdır. 1 Mayıs 1977’de katledilen34 canımızı, 1989’da katledilen Mehmet Akif Dal-cı’yı, 1990’da vurularak felç olan Gülay Beceren’i,1996’da kurşunlanarak öldürülen Dursun Odabaş,Hasan Albayrak ve Yalçın Levent’i, bütün 1 Mayıs

şehitlerini saygıyla anmamız gerek.

2011 1 Mayıs’ı ve 1 milyon kişi hedefine nedersin?

Afaki söylemlerle olmaz. 1989’dan beri sınıfayönelik saldırılar var. Kamu işyerleri, sağlık, eğitimözelleştirildi. Örgütsel bir reaksiyon göstereme-yen sendikalar 1 Mayıs’a 1 milyon kişi getirebilirmi? 2010’da hükümet pazarlığı ve malum sendika-larla Taksim’e gelmediler mi? Sistemin istediği tür-den bir 1 Mayıs’a rıza gösterdiler. İşçi sınıfı ve dev-rimci hareket ise güçsüz.

Önerileriniz?Açıkçası, Kürt hareketinin itaatsizlik eylemleri

olmasa yaşanan süreci ‘yaprak kımıldamıyor’ diyedeğerlendirebiliriz. Sendikalar, sınıfın gerçek talep-lerini dile getirmiyor. Devlet sendikaları ciddiye al-mıyor. DİSK Tüsiad’la, Hak-İş Müsiad’la, Türk-İşHükümet’le ilişkili durumda. Solcu geçinen sendi-kacılar burjuva partilerinden milletvekili olma der-dinde. DİSK, ‘sosyal diyalogcu sendikacılık’ anlayı-şının referans noktası. Türk-İş’in sol hattaki 12sendikasının yöneticileri de CHP kapısında.CHP’nin işçi sınıfı ve Kürt sorunundaki samimiye-ti ise ortada.

Sendikalar devre dışı kalmış. İşçiler sendikala-ra güvenmiyor. Üretim süreçleri parçalanmış, es-nek üretimle, taşeronlaşmayla atomize edilmeyeçalışılıyor. Örgütsel yeni araçlar yaratabilmeli, sen-dikaları yeniden yapılandırmalıyız. Mevcut sendika-lar devletçi ve bürokratik. Demokratik, şeffaf, işçimeclislerine dayanan, kolektif yönetimlere sahipyeni tipte sendikalar gerekiyor.

Otuz yıllık düşük yoğunluklu savaş var. Kürtsorununun demokratik çözümü için atılmış bir a-dım yok. İşçi sınıfı ve Kürt yoksullarının sorunları-nın çözümü ortaklaştırılmalı. Demokrasi, özgür-lük, insan hakları, Kürt sorunu… anayasal demok-ratik haklar temelinde çözülmeden işçi sınıfınınsorunlarını çözülemez. ‘Kürtlerin sorunu Kürtleri,işçilerin sorunu işçileri ve sosyalistleri ilgilendirir’anlayışı sorunlarımızı çözmez…

1 MAYIS 1977’DE DEVLET BOÞ DURMADI1977’den bugüne sendikalar devre dýþý kalmýþ. Ýþçiler sendikalara güvenmiyor. Üretim süreçleri

parçalanmýþ, esnek üretimle, taþeronlaþmayla atomize edilmeye çalýþýlýyor. Örgütsel yeni araçlaryaratabilmeli, sendikalarý yeniden yapýlandýrmalýyýz. Mevcut sendikalar devletçi ve bürokratik.

N. CCemal

Munzur Pekgüleç; Ýþçilerin Sesi Gazetesi’nin“1 Mayýs 2011’e Giderken Ýþçi Sýnýfýnýn Durumu”

baþlýklý panelinde konuþmacý olarak yer aldý.