Upload
kalbesimya
View
292
Download
5
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Aylık aile,kültür,tasavvuf E-yayını
Citation preview
KALBESİMYAİLE –HAZİRAN SAYISI
EDİTÖRDEN
İÇERİK
BAŞTACIM İyinin Daha İyisi Hep Vardır Satı Yıldız
AYİNE-İ RAHMAN
El Bedi (c.c) Satı Yıldız
KAPAK Fıtrattan Sanata Uzun İnce Bir Yol:ESTETİK
Betül Yazgan Çiçek
RÖPORTAJ Mehmet Veysi DÖRTBUDAK Hocamız İle Söyleşi
Betül Yazgan ÇİÇEK
DÜNYA HALİ Tesettürün Durakları Şeyma Doğan
HAVVANIN KIZLARI
Güzel Olayım Derken Aslı Erdul
GÜLHANELER Ruh ve Beden Ahengi İle Oruç Tutabilmek
Aslı Erdul
HELAL OLSUN Enerji İçecekleri Masum Değil Aslı Erdul
RABBANİ MEKTUPLAR
Yakin Satı Yıldız
KISSA KISSA Halime Yağmur
SAĞLIĞA DAİR Yeşil, Narin, Faydalı :TERE Satı Yıldız
KİTAP KURDU Hayatın Satır Araları:Modern Zamanda Kendini Bulmak
Şeyma Doğan
[EDİTÖRDEN] HAZİRAN / 2015
BİSMİLLAH
İşte Haziran Ayı geldi.Bu ay içinde Ramazan-ı Şerifi misafir ediyor.Hamdolsun bu kutlu
mevsimle bizleri buluşturana.Bu sene yine yaz orucu tutacağız; tarlada, sıcak altında
madende oruç tutanların halini tecrübe edeceğiz, sabırla yoğuracağız oruçlarımızı,
Rabbimize şükürle varacağız iftarlarımıza.Rabbimiz tüm İslam coğrafyasına savaşsız
gözyaşı olmadan hikmetini bereketini manevi hazzını soluyabileceğimiz kutlu bir ay
lutfetsin.
***
Bu ay dergimiz, İslam’da estetik konusunu kapağına taşıdı.Estetiğin bir tecrübe olduğunu
yalnızca dışı ilgilendiren değil kulluğa bakan bir tarafının da bulunduğunu bakışa
davranışa yansıyan yönlerinin olduğuna işaret ettik.Estetiğin konusu en basit tarifinden
güzelliktir.Gerçek güzelliğe vurgu yapmak istedik.
***
Bu ay dergimizde kapak konumuz doğrultusunda bir söyleşimiz mevcut. Bu minvalde özü
En Güzel’in peşine düşmüş bir gönülle buluşalım istedik. Celal Bayar Üniversitesi, Fen-
Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyelerinden Mehmet Veysi
DÖRTBUDAK ile bir söyleşi yaptık sizler için.
***
Baştacım bölümüzde Üstazımız Hasan Burkay (k.s) Hazretlerinin ‘’İyinin Daha İyisi Hep
Vardır’’ hikmetli sözü ile gerçek güzelin tanımını ,Kapak konumuzda Estetiğin ne olduğunu,
Gülhaneler bölümümüzde ruh ve beden ahengi içinde oruç tutabilmenin önemini, Teravih
namazının hikmetlerini, bulacaksınız.Havvanın Kızları, Dünya Hali, Ayine-İ Rahman,
Rabbani Mektuplar, Helal olsun , Sağlığa Dair bölümlerimizde dopdolu içeriği ile sizleri
bekliyor. Kalbesimyaile aile kültür ve tasavvuf ekseninde iyinin daha iyisini güzelin daha
güzelini hedefleyerek yoluna devam ediyor.
***
Dergimize siz okuyucularımıza faydalı olacağını düşündüğümüz yenilikleri bünyemize
katmaya devam edeceğiz.Siz değerli okuyuculardan tek ricamız, tamamen ÜCRETSİZ ve
yalnız Allah rızası için çıkardığımız; ilim öğrenilmesi ve yayılmasının önemini kendine
amaç edinmiş olan e yayınımızı paylaşmanız ve yaygınlaşmasına yardımcı olmanız.
Sizleri Kalbesimyaile ile baş başa bırakıyor saygılar sunuyoruz.Allah’a emanet olunuz.
[SATI YILDIZ] BAŞTACIM
İYİNİN DAHA İYİSİ
HEP VARDIR
ilenler bilir Hazretimin “İyinin
daha iyisi hep vardır .” sözü çok
manidardır..O kadar derin, o
kadar kapsamlı bir çerçeveyi işaret eder ki
her seferinde ayrı bir farkındalık
uyandırır bizlerde.Yaptığın meslekte
iyinin daha iyisi, öğrenci için notlarında,
gazetecilikte, yemek pişirmede,
ebeveynlikte kısacası aklınıza gelebilecek
her alanda iyinin daha iyisi hep vardır;
ama idealleri olana, yetinmeyene…
Acaba neyin yansımasıydı bizlerdeki bu
özellik ?Güzelliği her zerreye tecelli etmiş
olan güzelliğin ta kendisinin yaratıcısı
Cenab-ı Hakk’ın ruhumuz üzerindeki
tecellisiydi.Evet hiç bir ayırım yapmadan
zerreden küreye her şeye yansımış bir
güzellik var. Dünya güzeldir, Ay, güneş,
yıldızlar güzeldir.Dünya içinde akarsular
, yağmur, meyveler güzeldir.İnsan
güzeldir ,insan içinde güzel huylar daha
güzeldir.Aşk başlı başına hoş bir duygu
ise kainatın yaradılış mayası olan aşktan
doğan her şey de güzeldir.
O nedenle bizim de kalıbımızdan
kalbimize , giyimimizden sözlerimize
estetik , zarafet yansımalı ki güzelliğin asıl
kaynağına ayna olabilelim.Tüm isim ve
sıfatlarıyla sonsuz olan Zat (cc) , kabalığı,
zulmü, çirkinliği kabul edebilir mi !
En iyinin peşinde koşmak bir duadır
aslında.Allah da bu duayı kabul
eder.Namaz bir duadır,oruç, infak birer
duadır.Güzel ahlaklı olmayı isteme
yakarışıdır özünde.
Güzel olmadan güzeli istemek ise
cahilliktir.O nedenle kemale ermek , emek
ister, cehd, gayret ve irade birleşmelidir ki
içimizden dışımıza dalga dalga büyüyen
bir iyiye güzele doğru yürüyüş başlasın.Bu
değişen gönül genişler,incelir, zarifleşir.
B
[SATI YILDIZ] BAŞTACIM
Belki de sevgilerine, korkularına , istek ve
beklentilerine, ideallerine bir ölçü gelir
desek yanlış olmaz. Sevdiğini Allah için
sever.Allah’ı seveni sever.İmanı için yaşar,
en korktuğu şey imanın zarar görmesi
olur.En güzel sözler , hakikati kavrayan
insan için Allah’a ait sözlerdir.İman
nuruyla güzelleşmiş gönül bu en güzel
sözlerden başkasının sözlerine kulak
asmaz, yolundan gitmez.
Allah sana nasıl muamele ediyorsa öyle
yap..Sabırla, şefkatle, usanmadan…Aynen
öyle olmalısın.kuluna nasıl
cömertse,merhametli ise sen de öyle
olmalısın diyor aslında…Bu konuda
kendisi yürüyüşünden, konuşmasına;
üslubundan , kelimeleri özenle seçmesine,
muhatabına hitabından, kalem tutuş
şekline kadar bütünüyle güzelliği, zarafeti
gözlerimizin önüne sermiş olan Hasan
Hüdaverdi Burkay (ks) Hz.’nin aşağıdaki
yazısı tüm anlatmak istediklerimizi
özetliyor sanırım..
“Güzellik, insanın özüdür, her yönden her
şekilde, zahir, batın Müslüman
güzelliklerin membaı olacak Ondan ancak
güzellik fışkıracak.İslam misli imandır.Bir
vücudun yekpare iman olabilmesi; yüce
dinimizin diriltici ve geliştirici ışığında en
iyiyi yapmayı, en doğruyu yaşamayı, en
güzele kavuşmayı kendisine kaçınılmaz
bir vazife bilerek üzerine düşen hizmetleri
aşkla , şevkle yapmayı
başarabilmesidir…İnsan , gerek Hakk’a ve
gerekse halka karşı yapacağı vazifelerde,
göreceği işlerde ilahi yaşantıyı tadıp , o
hizmetleri bu muhabbet muvacehesinde
görmelidir.Dinimiz İslam kabalığı,
çirkinliği, pisliği zevksizliği, eksikliği
hiçbir suretle kabul etmez.Bunları
topyekun reddeder…
Davranışta güzellik :Cenab-ı Halık-ı Zül
Celal ,Bakara suresi ayet 195’de mealen
şöyle buyurmaktadır.Davranışlarınızı
güzelleştiriniz.Allah güzel hareket
edenleri sever.” Fussilet suresi ayet 34’te
de : Dinimiz bizleri fazilete ulaştıran şu
ölçüyü koymaktadır.’ Sen kötülüğü en
güzel yol hangisi ise onunla önle.O
zaman görürsün ki seninle arasında
düşmanlık bulunan kimse bile sanki
yakın dostun olmuş.’ Bu ayet-i celileler
ışığı altında sözlerimiz hareketlerimiz ,
davranışlarımız bu ölçülere uyacak olursa,
imanın kemali, İslam’ın nurunu
kendimizde geliştirmiş oluruz...”(Mev’iza-ı
Hasene 5 Kitabı’ndan alıntıdır.)
[SATI YILDIZ] AYİNE-İ RAHMAN
EL-BEDİ (C.C) EŞSİZ BENZERSİZ
YARATAN eçen gün birdenbire aklıma
çocukluğuma dair bazı diyaloglar
geldi.Mesela bir büyük evimize
geldiği zaman, bizim de kendimize göre
vazifelerimiz olurdu.Her şeyden önce
büyüklerin elleri öpülerek “hoş geldiniz”
denirdi. Gelen misafir anne-babamızın
akranı olduğunda çocukların da onlara
‘’hoş geldiniz’’ demesi tembih edilirdi;
şimdiki çocuklar gibi odalarından
çıkmamak veya çıksa dahi büyüğü
görmezden gelmek gibi davranışlarımız
asla olmazdı.Sizin de İslam’ın şartını,
imanın şartını soran muhterem
misafirleriniz olur muydu bilmem.Ama
bizim aile ortamızda her birerlerimizin
yaş ortalamasına göre 32 farz vb. dini
bilgileri içeren misafir sözlülerimiz
olurdu.İyi ki de hayatlarımıza girmiş o
büyüklerimiz.
Benim fikrime katılacak mısınız bilmem
ama toplumumuzdaki yozlaşmaya bir
örnek de buradan verebiliriz.Şimdiki
sorular değişti. “ Cimbom şampiyon olacak
mı; kaç puan aldın;selfie yap face’e
koyalım, ” Bu diyalogları kuran dünün
küçükleri bugünün büyükleri
bizleriz.İlişkilerimizde birbirimize ve
küçüklerimize eğitim adına kattığımız bir
değer var mı;sormalıyız kendimize.
Ya da daha ileri götürürsek , iş biraz daha
ciddileşiyor.Birbirimize faydalı olmaktan
öte, bireysel olarak bir bencillik, küçük
G
[SATI YILDIZ] AYİNE-İ RAHMAN
başarılarla övünme öyle bir hızla ilerliyor
ki, tevazuda , cömertlikte, yumuşak
huylulukta “şunun gibi ol kızım/oğlum”
diyebileceğimiz insanlar bir bir yok
oluyor.
Peki çığ gibi büyüyen bu haddini bilmez
tarafımız ne ara bu hale geldi?Biz neyi
atladık?Neyi hafife aldık?
Her şeyden önce idollerimiz değişti
galiba..Öncelikle manevi değerler
küçümsendi.Miyop nefslerimiz yaptığı
iyiliğin karşılığını hemen alamayınca ,
“kimseye iyilik etmeyeceksin.”
Felsefesinin yolunu tuttu.Ya da ufak bir
başarıda kendini kaf dağında gördü.Oysa o
başarının Yücelerden gelen bir lütuf
olduğunu hatırlayamadı.O başarının,
Allah’a bir yol bulmak için verilen geçici
bir tefekkür malzemesi olduğunu
bilemedi.
Bu konuda Esma’ül Hüsna çok güzel bir
yoldur izinden gidebilene…İnsan, Allah’ı
tanıyabilsin, tanıyınca sevebilsin ,
yüceliğini algılayabilsin diye Cenab-ı
Hakk, kendi özelliklerinden sınırlı cüzler
vermiştir.Mesela el-Bedi ismi şerifine
örnek bulalım. Bedi,ismi şerifi “İlk
Yaratan, örneksiz , eşsiz benzersiz
yaratan “demektir.Halık isminden
farklıdır.Benzersiz yaratmıştır.Yani bir
örneği , benzeri olmadan Allah’ın
tasarımıdır.Küçük başarılarımızla,
icatlarımızla , çapımızca yaptığımız
üretkenliğimizle övünüp Allah’ın
vasıflarını sahiplenelim diye değil; bu
başarılardan yola çıkarak mutlak olan el-
Bedi olan Yaratıcıyı anlayabilelim
diye.Kendi sınırlı özelliklerimizden Allah’a
yol bulup,O’nu anlamaya çalışıp,hüküm
getirip, böylece ta’zim duygularımızı
artıralım diye verilmişti sahiplendiğimiz
ve bizim sandığımız başarılarımız.
“ O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır.
Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der,
o da hemen oluverir.” (Bakara 117).Yani
daha önce hiç benzeri olmadan yarattı.
İçindekileri de aynen öyle.Değil ki yerin
göğün benzerini yaratmak bir insan
yaratan oldu mu? Bir çiçek , bir sinek
yaratan oldu mu? Allah , Bedi’dir
(cc).Yalnız kendisine mahsustur. Allah( cc)
dışında hiçbir varlık Bedi ismini mutlak
O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi
ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir
[SATI YILDIZ] AYİNE-İ RAHMAN
olarak taşıyamaz. “Ben bir makale
yazarım benden önce hiç kimse
yazmamıştır.”diyebilir misin?Dersin ama
yapamazsın.Senin makalen bir
toplamadır.Daha önce
okuduğun,öğrendiğin bilgilerin
derlemesidir;yorumunu kattığın fikrindir.
“Ben bir marangozum bir masa yaparım
benden önce kimse yapmamıştır .”Olur mu
böyle bir şey?Olmaz çünkü insanın
yapabildiği, benzerlerinin türevlerini
üretmektir.Kula düşen;Rabbi’nin bu şanını
fark edip, takdir etmek,Allah’ı
yüceltmektir. “Ey yeri göğü emsalsiz
yaratan Rabbim !” diyerek böyle
söylemek Allahın şanını yüceltmek için
değil(O’nun şanı zaten yücedir ) kulun
kendini yaratan rabbi karşısında
koordinatlarını belirlemesi içindir. “Ey
yeri göğü yaratan Allah’ım! Benim halime
merhamet et ,acı… düşmanlarıma fırsatı
verme… rızkımızı bol et …evlatlarımı salih
et… vs.” diye bir yakarış Ancak acziyetini
idrak etmiş bir gönülden çıkar.Allah’ı
yüceltmek bunun için gereklidir kul
açısından…
“Bediassemavati vel ard” buyurulur. “
Yerde gökte ne varsa insan için
yarattım.Onun emrine
verdim.”buyurmuştur.Yer de böyledir, gök
de. Hatta cennet ve katları da böyledir.
Bedi ismi şerifini okumak o ismin tecelli
ettiği ilk an’ı yakalamak ile olur. O da
insan ruhunun derinliklerindeki Allah’tan
gelen özellikleri kendinde bulmakla
olur.Çünkü,sahabe Efendilerimiz bir gün
“Ya Resulallah Allah’ın ilk yarattığı şey
nedir?”diye sordular.Efendimiz;
“ Allah’ın ilk yarattığı şey senin
peygamberinin nurudur.” Dedi.Yani
Allah’ın Bedi isminin ilk tecellisi
Hz.Peygamber’in(sav) nurudur. Çünkü
“Hazreti Adem su ile toprak arasındayken
ben peygamberdim. Ben bunu övünmek
için söylemiyorum. Allah böyle takdir
ettiği için söylüyorum.”dedi.
Bedi isminin tecellisinden önce Allah’ın
dilemesi vardır. Allah önce onu yaratmayı
diler. Sonra yaratır. Aşktan muhabbetten
dolayı yaratır. O nedenle Allah Resulu’nun
ruhu başta olmak üzere hz. insanı saf
aşktan dolayı yaratmıştır.
Tefekkür ,murakabe Hakk’a vasıl
olabilmek içindir. Allah ile olan perdeleri
kaldırır. Allah kulunu sevdiği için
[SATI YILDIZ] AYİNE-İ RAHMAN
yarattı.Kulunu sever ama kul bunun
farkına varamaz. Tefekkür, Allah’ın
sevgisini fark ettirir,
tattırır.Kişinin kendisiyle
baş başa kalıp ruhunu
fark etmesi, ruhuyla
hasbihal etmesidir. Ruh
Allah’tan geldiği için bir
nevi Allah ile beraber
olmasıdır . Murakabe,
Allah ile beraber olma
duasıdır aslında.
Tefekkürü yaparken ilk
yaratıldığı an’ı
yakalayabilmektir. “Ben
yokum ,Allah var.” dediği
noktadır orası. Bedi
isminin tecelli ettiği
nokta hiçbir şey yokken Rabbim diledi ve
beni Bedi ismi şerifi ‘nin tecellisi ile
yarattı. Allah’ın bize bakışını yakaladığı
anda Hz. insan olmanın güzelliği ve
sorumluluğu vardır.
Her insan şahsi olarak bunu yapmalıdır.
Her gönülden Allah’a giden bir yol vardır.
Bir mürşid-i Kamile bağlanmak bu
noktada çok mühimdir. Onun gönlü Allah
ile buluşmuş bunun hazzına varmıştır.
Kendisini örnek alan talebelerinin
gönüllerine de bu yolu gösterir. Sadece
tatmak da olmaz. Her bir ismi hz. insan
kendinde okumalı olgunlaştırmalı, kemale
erdirmelidir. Her bir isim kişide kemale
ererse kamil insan olur. İnsan sırf aşktan
ibarettir.
Yaradılış gayesi aşktır. Allah, kendi
aşkından insanı yaratmıştır. O nedenle
tüm duyguların kaynağı sevgidir. Korku ve
endişe sevgiyi kaybetmekten kaynaklanır,
öfke sevginin
gücündendir.
Kıskançlık sevgidendir.
Üzülmesi sevgisinin
azalacağını düşündüğü
içindir. Ölüm bile
sevdiğinden ayrı
kalacağını
düşünmesindendir…
işte ancak insan
tanıdığı şeyi sever.Allah
sevgisi de tanıdıkça
artar. Artık sevinmesi
üzülmesi korkması ve
endişelenmesi Allah
merkezlidir. Merhamet
etmesi , cömert olması ,sabretmesi
,yumuşak huylu olması …sevgisinin
tezahürüdür…
Yaradılış gayesi aşktır.
Allah, kendi aşkından
insanı yaratmıştır. O
nedenle tüm duyguların
kaynağı sevgidir. Korku ve
endişe sevgiyi
kaybetmekten kaynaklanır
[BETÜL YAZGAN ÇİÇEK] KAPAK DOSYASI
FITRATTAN
SANATA UZUN
İNCE BİR YOL:
ESTETİK Estetik, nesne üzerinde güzellik arayışı ve
güzelliğin bilimi olarak açıklanabilen bir
terimdir. Yani estetiğin konusu güzelliktir.
Peki, güzellik nedir?
Güzelliğin tarifi konusunda çok çeşitli
yaklaşımlar ve hatta ekoller oluşmuştur
yüzyıllar boyunca fakat yine de ortak bir
tanıma varılamamıştır. Örneğin Aristo
güzeli ilahi olana yakın olmasının yanında
faydalı olana da eşdeğer tutar ve bu
şekilde açıklar. Birçok araştırmacı ve
düşünür tarafından ilahi olana yakınlık ve
uygunluk olarak tanımlanan güzellik, ilahi
mesajı algılayabilme ve yansıtabilme
kapasitesinin ta kendisidir aslında.
Diyebiliriz ki İslam estetiğinde bir unsur
güzel değerini Allah’ın nuruna yakın
olmasından ve O’nu yansıtmasından
kazanır. Yani İslam’da güzel amaç değil
sadece bir araçtır, amaç ise eserden
hareketle Müessire varmaktır.
“Sanat Allah’ı aramaktır.” diyen İslam
sanatkârları yüzyıllardır Müessire
varmaya çalışmışlardır yani Mutlak
Güzel’in peşindedirler. Allah’ın cemal
sıfatının tabiatın ve kâinatın her noktasına
nüfuz etmiş bir nur, bir ses, bir ahenk, bir
şekil ve bir hareket olduğunu düşünürler
ve bunun peşine düşerler. Bu nedenle de
muazzam eserlere imza atabilmişlerdir.
İslam sanatkârı kâinatta ve hatta insanda
Allah’ın cemal sıfatını arayarak yol alır.
İnsan O’nun halifesi olması hasebiyle
O’nun ruhundan ve nurundan bir parça
taşır ve güzeli temsil eden en önemli
varlıktır. Ve bu düşünceden hareketle
İslam sanatkârı, dünyada ortaya koyduğu
her şeyin güzel ve estetik olması çabası
içindedir. İslam sanatında ortaya konan
her güzellik bizi Allah (cc.) bilgisine ve
hakikatine götürmelidir İslam sanatkârına
göre.
Bir başka deyişle fıtrattan sanata, sanattan
da hakikate uzanan uzun ince bir yoldur
estetik.
[BETÜL YAZGAN ÇİÇEK] KAPAK DOSYASI
Var olandan yola çıkıp Var Edene uzanan
yolculuğumuzda İslam estetiği
vazgeçilmez bir rehber olması bakımından
önemli bir kaynaktır.
Bu noktadan bakıldığında İslam estetiğini
günümüzde anlaşıldığı manasıyla mimari
alana hapsetmek çok da doğru değildir.
İslam’da estetik, sadece mimaride değil
güzel sanatlarda, musikide, edebiyatta,
değişik alanlara tabi yapıtlarda; giyim
kuşamda, hal ve tavırlarda,
ibadetlerimizde ve hatta ahlakta tezahür
eden bir algıdır. Tüm varlık alanında
topyekûn bir algı olarak karşımıza çıkan
estetik duygusu, güzel ile çirkinin, ahenk
ile ahenksizliğin, zarafet ile kabalığın,
kemal ile nakısın mihenk taşıdır
diyebiliriz.
Asr-ı Saadetten günümüze İslam sanat
tarihinde estetiğin eriştiği boyutlar
parmak ısırtacak seviyededir. Harflerin
dile gelip tevhide durdukları hüsn ü hat
sanatından tutun da renklerin suyla dansı
olan ebruya kadar; Buhurîzâde Itrî
Efendi’nin “tekbir” ve “salavat” ta
kullandığı lahûtî ses ve musikiden, Şah
Cihan’ın Mehmed İsa Çelebi’ye yaptırdığı
Tac Mahal’e kadar ortaya konan tüm
eserler birer estetik ve güzellik
sembolüdür.
Öte yandan namaz gibi farz bir ibadeti
yerine getirirken sergilediğimiz ahenkli
hareketlerden Hac vazifesinde girdiğimiz
ihrama, sağ elin sol elden habersiz verdiği
zekât ve sadakadan okunduğunda ve
anlaşıldığında inanmayanların bile içini
huzurla dolduran kutsal kitabımız Kur’an-
ı Kerim’in ahengine kadar İslam baştan
sona estetiktir demek yanlış olmaz
aslında. İslam her yönüyle estetiktir ve
estetik arayışa örnektir. Dolayısıyla iman
estetik bir tecrübedir. İşte bu nedenle
İslam’da estetiği cami mimarisine
mahkûm etmek İslam medeniyetine
yapılabilecek en büyük bir haksızlıktır.
İbadet mekânlarına gösterilen özenin
estetik algıyı besleyip geliştirdiği inkâr
edilemez bir gerçektir lakin estetik
camiden ibaret değildir.
Kâinat kitabına dikkatli bakıldığında en
güzel örneklerle karşımıza çıkan estetik
şüphesiz Yaradan’ın yeryüzündeki
halifeleri üzerinde görmek istediği önemli
tavırlardan birisidir.
Nitekim, Cenab-ı Allah Neml Sûresi’nde,
“Sen dağları görürsün de onları yerinde
durur sanırsın. Hâlbuki onlar bulutun gelip
geçtiği gibi gelip geçerler (hareket ederler).
Bu her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın
[BETÜL YAZGAN ÇİÇEK] KAPAK DOSYASI
sanatıdır. Şüphesiz O ne yaparsanız
hakkıyla bilendir.” buyurmaktadır.
Yine Mülk Sûresi’nde, “O birbiriyle ahenkli
yedi gök yarattı. Allah’ın yarattığında
hiçbir nizamsızlık göremezsiniz. İşte
gözünü göğe çevir bir daha bak, onda
hiçbir çatlak göremeyeceksin.” buyurarak
yarattıklarının kusursuzluğuna dikkat
çekmektedir. Zira Cenab-ı Hak yarattığını
en güzel bir biçimde, her türlü eksik ve
kusurdan münezzeh bir biçimde
yaratmıştır.
Güzel olana ve kusursuzluğa bu kadar
değer vermiş bir Yaratıcının kulları olarak
ve böyle bir dinin mensupları olarak
estetik anlayışın bizlere bakan çok yönü
vardır.
Bu noktada da İslam’ın özü olan Allah
Resulü (sav.) bizim için en güzel bir
örnektir. Allah Resulü (sav.)’nün hayatı
incelendiğinde, O’nun her işinde estetik ve
güzellik duygusunun ön planda olduğu
görülür. Güzel ahlakı kemale erdirmek için
gönderildiğini buyuran Allah Resulü
(sav.), sadece ahlakı değil tüm güzellikleri
kemâle erdirmiştir. Her konuda ümmetine
örnek olan Hz. Peygamber (sav.), mescitte
itikâfa girdiği zaman bile hanımlarına
saçlarını yıkatır, taranır ve aynaya
bakardı. Güzel Olan’ın huzuruna güzellikle
çıkılması gerektiğini en ziyade bilen bir
elçi olarak Hz. Peygamber (sav.), çirkin
olacağı için ilginçtir ki yalnız tek ayağa
ayakkabı giymeyi de yasaklamıştır. Aynı
zamanda “Müslüman yaptığı işi güzel
yapar.” buyurarak da ümmetine yol
göstermiştir.
İslam’ın güzele bakışını anlamak ve güzel
duygusundan hareketle ortaya koyduğu
estetik algının farkına varmak basit bir iş
değildir.
Modern zamanın bir getirisi olarak
günümüzde sanat sadece tiyatro ve
sinema gibi görsel alanlara indirgenmiştir.
Diğer sanat dallarının bunların gölgesinde
kalması ve yok olmaya mahkûm edilmesi
büyük bir sorundur. Hele ki bu sanat
dalları yüzyıllar boyu kulu Yaratıcıya
yaklaştıran birer vasıta rolü üstlenmişken.
Hal böyleyken günümüz müslümanının
her konuda olduğu gibi bu konuda da
uyanık olması gerekmektedir.
Günümüz dünyasında İslam’ın güzellik ve
estetik boyutunun etraflıca anlaşılmaya,
kavranılmaya ve hatta yeniden üretilmeye
ihtiyacı vardır. Bu durum En Güzel’in birer
talibi olarak hepimizin vazifesidir.
BETÜL YAZGAN ÇİÇEK SÖYLEŞİ
ıymetli okuyucularımız
Kalbesimyaile’nin bu
ayki konusu İslam’da estetik ve
güzellik. Konu estetik ve güzellik olunca
bakışı, ruhu, özü En Güzel’in peşine
düşmüş bir gönülle buluşalım istedik.
Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat
Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Öğretim Üyelerinden Mehmet Veysi
DÖRTBUDAK ile bir söyleşi yaptık sizler
için.
Mehmet Veysi Hocamız sadece
güzelliğin peşine düşmüş bir gönül değil
aynı zamanda güzellikler de üreten bir
gönül. Kendisi hem tezhip sanatıyla
ilgileniyor hem ebru yapıyor hem de hat
sanatı ile meşgul.
Kalbesimyaile ailesi olarak bizlere hem
evlerini hem gönüllerini açan Kıymetli
Hocamız M. Veysi DÖRTBUDAK’a ve
değerli eşleri Melek DÖRTBUDAK
Hanımefendi’ ye şükranlarımızı
sunuyoruz.
K
BETÜL YAZGAN ÇİÇEK SÖYLEŞİ
***
Seyit Ahmet Arvasi İslam estetiğini
“Kişinin bütün objektif değerlerden
sıyrılarak kendi öznelliği içinde elde
etmiş olduğu bir yolla merhale merhale
mutlak güzele ulaşma çabasıdır.”
diyerek tarif ediyor. Sizin İslam estetiği
için tarifiniz ne olur? İslam estetiği
nedir?
Estetik ve sanatta her şeyden önce
tasavvuftan kaynaklanan bir durum var.
Tasavvuf İslam’ı nahif bir şekilde
yaşamaktır. Peygamber Efendimiz (sav.)
her şeyden önce “Ben güzel ahlakı
tamamlamak için gönderildim.”
buyurmuşlardır. Ahlak, ama ahlakın
güzeli… Buradaki güzel kelimesi insanı
daha da etkiliyor. Bu anlayışa göre her şey
güzel olmalı. “Allah güzeldir, güzeli sever.”
denmiştir. Allah (cc.)’ın Esmâü’l Hüsnâ’sı
vardır. Güzel isimleri vardır. Bütün
isimleri güzeldir, güzellikleri gösteren
isimleri ayrıca vardır. İşte o güzellik
İslam’da estetiğin oluşmasını sağlamıştır.
İslam estetiği deyince aklımıza ilk
mimari geliyor. Estetik sadece
mimariden mi ibaret peki?
İslam estetiği sadece mimari anlayışta
kalmamalı. “Ben güzel ahlakı tamamlamak
için gönderildim.” diyen bir Peygamberin
(sav.) ümmetiysek şayet, bu sadece
camide kalmamalı. Bu bizim evimize
yansımalı, bu bizim yürüyüşümüze
yansımalı, bu bizim hayatımıza yansımalı,
insanlarla konuşmamıza yansımalı. Bir
Müslüman zarif olmalı, bir Müslüman
kibar olmalı.
Normal bir insanla ehli tasavvuf
arasındaki farkı yürüyüşünden,
yaşayışından, konuşmasından, oturup
kalkışından hemen yakalayabiliyorsunuz.
Ehli tasavvuf olan kişi daha nahif bir
şekilde hareket ediyor etrafına karşı, daha
nahif bir şekilde davranıyor. Bir
Müslüman’ın olması gerektiği gibi
davranıyor.
Eskiler yere oturuyor. Yer kendisine
hizmet etmiştir. Yerden kalkacağı zaman
yere saygı duyuyor eğilip yeri öpüyor ve
BETÜL YAZGAN ÇİÇEK SÖYLEŞİ
öyle kalkıyor. Su içiyor bardağı öpüyor,
öyle bırakıyor.
Bir ayak mühürlemek tabiri vardır meselâ.
Selman-ı Farisi (ra.)’ın sol başparmağı
yokmuş ayağının. Bir gün Hz. Hasan(ra.)
ve Hz. Hüseyin (ra.) Efendilerimiz
oynarken birisinin ayağı kanamış.
Efendimiz (sav.)’in huzuruna çıkmışlar.
Efendimiz (sav.) kanayan yarayı görüp de
üzülmesin diye kanayan parmağını
kapatmak için sağ ayağını sol ayağının
başparmağının üzerine koymuşlar.
Selman-ı Farisi (ra.) Hazretleri de görüyor
bu olayı. Ayağındaki o parmağının
olmayışı durumu insanları üzmesin diye
dikkat çekmesin diye Efendimiz (sav.)’in
huzuruna çıkarken artık o da ayağını o
şekilde kapatmaya bakıyor. Tasavvufta bir
şey vardır. Günah işlememek önemli
değildir. Dikkat edersin, nefsinle mücadele
edersin günah işlemezsin. Önemli olan
günah işlememek değil, günah
işletmemektir. Karşındaki kişiye günah
işletmeyeceksin. Kendini kolladığın gibi
karşındaki kişiyi de kollayacaksın. “Acaba
ben şu işi kötü yaparsam karşımdaki kişi
de benim yaptığım o işten dolayı benim
ola ki gıybetimi yaptı.” diye düşünerek
kendimizi disipline etmek zorundayız. Bu
incelik var tasavvufta yani sadece cami
estetiği değil topyekûn bir estetik anlayışı
var.
Sanat aslında yazı yazdığımız kalemden
mezar taşına kadar hayatımızın her
anında var. Aslında hayat baştan sona
sanattan mürekkep. Hayatın bütün
faaliyetleri eşittir sanat diyebilir miyiz?
İslam dini baştan sona estetikten
mürekkeptir. Esmâü’l Hüsnâ diyoruz,
Allah (cc.)’ın isimleri diyoruz. Her şeyde,
hayatımızın her anında güzeli yakalamak
zorundayız. O güzeli yakaladığımız zaman
İslam’ı hakkıyla yaşamış oluyoruz.
Mademki son diniz, her şeyiyle
mükemmelleştirilmiş bir diniz, o zaman
bu dinin estetik açıdan da gelişmiş olası
gerekiyor. Hayatın her anında bu güzelliği
yaşamak gerekiyor. Mesela bir ışığı açma
kapama mevzuu veyahut ocağı açma
kapama mevzuu var. Ehli tasavvuf ocağı
kapat demez, ışığı söndür demez
zarafetinden. Allah kimsenin ocağını
BETÜL YAZGAN ÇİÇEK SÖYLEŞİ
söndürmesin. O yüzden ocak
söndürülmez. Günlük hayattaki kelimelere
bile bu kadar özen gösterir, ince düşünür.
Uygun bir biçimde zarafet içerisinde
kullanır.
İslam estetiğinde ve sanatında amaç
görünenden hareketle görünmeyene
ulaşmaktır. Bu yolda çaba harcamaktır.
Siz bu çabayı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Seyit Ahmet Arvasi’nin söylediği gibi
merhale merhale yavaş yavaş bunu kat
ediyorsunuz. Önce bir görgü diyoruz. İlk
çabamız görgü olmalı; bakacağız ve
göreceğiz. Gördükten sonra tefekkür
etmemiz lazım. Düşünmemiz lazım, bu işi
daha güzel nasıl yaparız diye. Tefekküre
vardığınızda da artık normal bir insan
halinden çıkıp düşünen bir insan: bu işi
hal edinmekten öte bu işin nasıl yapılması
gerektiğini düşünen bir insan haline
geliyoruz.
İnsanı üç şekilde düşünebiliriz. Bir beşer
olan insan vardır. Doğar, büyür, yer içer,
çoğalır ondan sonra da ölür gider. Bir
âdem olan insan vardır, adam olmuştur.
Bir de hazret-i insan vardır: eşref-i
mahlûkat olan. İşte estetiğe girip de
estetiği yakalayan eşref-i mahlûkat olan
insandır. Eşref-i mahlûkatlık seviyesine
erişmiş ise yani hazret-i insan olabilmiş
ise bu kişi aynı zamanda estetiği de
yakalamıştır. Hz. Peygamber (sav.)’in “Ben
güzel ahlakı tamamlamak için
gönderildim.” sözünü hal edinmiştir. Ve
oradan da hazreti insan olmuştur.
İslam sanatı bir rahmet kanalı olarak
görüyor diyebilir miyiz peki?
Elbette. Sanattan Allah (cc.)’a ulaşılıyor
biliyorsunuz. Hz. Mevlânâ musiki bize
cennet kapılarının sesini getiriyor
demiştir. Musikiyi kabul etmeyen birisi de
cennet kapılarının sesi değildir diye iddia
ettiğinde, Hz. Mevlânâ şöyle der: “Musiki
bizim için açılan cennet kapılarının
sesidir. Kabul etmeyen kişi için de
cennetin kapanan kapısının sesidir.”
Büyükler, musikiyi elestü bezminde
insanın Allah (cc.)’tan duyduğu o seslere
benzetirler.
Hocam söylediklerinizden şunu
anlayabilir miyiz? Çok ciddi bir
farkındalık boyutuna ihtiyacımız var,
İslam’ı baştan sona bir sanat ve bir
estetik olarak görebilmek adına. Hem
halimize hem tavrımıza hem
yaşantımıza yön verecek bir sanat…
Peki biz bu farkındalığı kazanmak için
BETÜL YAZGAN ÇİÇEK SÖYLEŞİ
pratikte neler yapabiliriz. Neler tavsiye
edersiniz bize?
Derviş uyanık olan kişidir denmiş.
Ehlullahtan birisine sormuşlar “Tasavvuf
nedir?” diye adamın verdiği cevap şöyle:
“Bir kişi camiden çıkarken sağ ayağını
dışarıya önce atarsa o kişinin tasavvuf ile
alakası yoktur.” Bu kadar mı önemli
derseniz, evet bu kadar önemlidir.
Camiden çıkarken bile hareketimize
dikkat eder ve o anda her şeyiyle attığımız
adımı nasıl atacağımızı düşünerek atarsak
merhale merhale yavaş yavaş önce bir
adımdan başlar ondan sonra da
hayatımızın her anına bu güzellikler
sirayet eder.
Osmanlı medeniyeti çerçevesinde çok
sayıda sanat dalı gelişmiş. Günümüzde
bu sanat dallarına ilgi oldukça az. Bu
gelişimi neden sürdüremedik toplum
olarak?
Bir kültür değişimine girdik. Geçmiş
kültürümüzden tamamen koptuk,
koparıldık. Yıllar yılı bu millet
geçmişinden koptu. Hattat Halim Özyazıcı
örneğin. O zaman güzel sanatlar
galerisinde bu zat güzel yazı hocası. Harf
inkılâbı oluyor ve bu zatın sanatı olan yazı
bir defada bitiyor. Bu adamın sanatı
bitiyor. Bu adamın artık yapacak hiçbir
şeyi yok. Sanatını icra etmeye kalksa,
eskimez yazı yazmaya kalksa “Dur
arkadaş sen ne yapıyorsun? Devrim
kurallarına aykırı davranıyorsun.”
denecek ve bu adam bu işi yapamayacak
ve içeriye gidecek. Ve nitekim bu adamın
üniversitedeki işine son veriliyor. Ve
Halim Özyazıcı, o güzel yazı yazan eller,
ekmeğini çıkarabilmek için, aç kalmamak
için, kimseye muhtaç olmamak için
gidiyor bir küçük bostan alıyor. Orada
nane, maydanoz, soğan yetiştiriyor
toprakla uğraşıyor. Aradan birkaç yıl
geçiyor. Bir gün akademinin olduğu
sokaktan geçerken bakıyor ki sokağa ismi
verilmiş. Sen adamı aç bırak mesleğinden
sanatından et, sonra da kalk sokağa ismini
ver. Bu olay hatırıma geldiği zaman her
zaman Allah şahidimdir tüylerim diken
diken oluyor. Halim Özyazıcı sadece
örneklerden bir tanesi.
Diğer taraftan bakıyorsunuz estetik
zevkimizden çok şeyler kaybetmişiz.
Eskiden evlerimizde hilyeler bulunurdu.
Peygamber Efendimiz (sav.)’in silueti
olarak kabul edilir başköşede yer verilirdi.
Şimdi kaçımızın evinde var. Hz.
Peygamber (sav.)’i evimizden almışız
BETÜL YAZGAN ÇİÇEK SÖYLEŞİ
dışarıya koymuşuz. Diğer İslam velilerini
almışız dışarıya koymuşuz. Onların
isimlerinin olduğu hatlar olurdu. Yâ Hz.
Mevlânâ, Yâ Hz. Abdülkâdir Geylânî, Yâ Hz.
Şâh-ı Nakşıbend, Yâ Hz. Seyyid Ahmed er-
Rufâî gibi. Biz büyük insanları almışız
evimizden dışarıya koymuşuz. Onun
yerine kimin resmini koymuşuz.
Annemizin babamızın kendimizin resmini
koymuşuz. O büyük insanları dışarıya
koymuşsak kendimizi de dışarıya
koymamız gerekir. Biz o büyük insanlar
gibi büyük değiliz. Onları dışarıya
koymuşsak kendimizi de içeriye
koymamamız gerekir. Ama maalesef
koyuyoruz.
Peki, Hocam biz söz konusu zevk-i selimi
geri kazanmak için ne yapmalıyız?
Kötülük gelip de bizim kapımızdan içeriye
girmediği zaman zafer bizimdir.
Ümitsizliğe kapılmamak gerek. Bizler kötü
şeylere müsaade etmeyip de kapımızdan
içeriye sokmazsak, bu yavaş yavaş bir kişi,
iki kişi, üç kişi, beş kişi olacak ve
artacaktır. Bir defada olacak diye bir şey
yok. Bir yıkım var ve o yıkımın etkisi hala
daha devam ediyor. Harabede yaşıyoruz
şuanda. Ona göre hareket ediyoruz, yavaş
yavaş inşallah. Bir taş bir taş üst üste
koyarak bu durumu düzelteceğiz.
Öncelikle kötülüğü kendi kapımızdan
içeriye sokmayalım.
Bir yerdeydi, çok güzel bir mekândı. Fakat
o mekânda duvarlara konmuş çok çirkin
birkaç hat vardı. Dayanamadım söyledim.
Meğer o hatları yapan da oradaymış.
“Ben sanatçıyım” dedi, “Ben bunu böyle
yorumladım.”
“Peki, yazdığınız hatları biliyor musunuz?
Herhangi bir hat eğitimi aldınız mı?
Dedim.
“Ben sanatçıyım.” dedi, “İstediğim gibi
yaparım.”
“Hayır! Sanatçılık özgürlük değildir.”
dedim. Sanatçılık başıboş olmak demek
değildir. Sanatçılık başı bağlı olmaktır.
Eskiden solak olan bir insanı bile öğrenci
olarak kabul etmezlermiş. İlla sağ eliyle
yazacak. Eskimez yazının geliş şeklinden
kaynaklanır bu. Sağ el geliş şeklini
görüyor fakat sol el yazdığını görmüyor. O
kadar disipline olmuş bir sanatta ben
istediğim gibi yorumlarım diyemezsiniz.
Her şeyin belli bir kuralı vardır. O kural
dâhilinde hareket etmek kaydıyla
istediğiniz şekilde istediğiniz
kompozisyonu yapabilirsiniz. Ruhun da
BETÜL YAZGAN ÇİÇEK SÖYLEŞİ
olgunlaşması gerekiyor. Ruh
olgunlaşmadan sanat olgunlaşmıyor.
Söylemek lazım, uyarmak lazım, doğruyu
göstermek lazım.
Hocam hat sanatından örnekler verdik.
Kur’an-ı Kerim’e dayanması
bakımından çok önemli bizim için ama
sanki en çok koptuğumuz sanat dalı hat.
Halbuki hüsn ü hat bizim, bize ait, bizi
anlatıyor değil mi?
Bu sadece hat sanatı için geçerli değil ki
tezhibimizden de kopmuşuz, musikiden
de.
Hat sanatı ki, malumunuz Kur’an-ı Kerim
Mekke’de nazil olmuştur, Mısır’da
okunmuştur. İstanbul’da yazılmıştır.
Bence İstanbul’da da okunmuştur.
İstanbul’da da Kur’an-ı Kerimi çok çok
güzel okuyan hafızlarımız vardır. O kadar
güzel okunmuştur ki Üsküdar ağzıyla
Kur’an okuma denilen bir ekol vardır, bir
gelenek vardır.
Hat sanatında sülüs zaten bizim, diğer
taraftan talik hattı İranlılar tarafından
bulmuş. Fakat talik hattını en güzel hale
getiren kişi bizim çalgın dediğimiz bir
insan. Adamın iki ayağı yok, sağ eli
çalışmıyor: Yesari Esat Efendi. Yesari
denmesi solak olmasından. Bir hattata
gidiyor, “Sen bana hat öğretir misin?”
diyor. Adam haline bakıyor, “Git kardeşim.
Senden hattat mı olur?” diyor. Bir, iki, üç
hattat dolaşıyor. Dördüncüye gidiyor.
Adam bunun haline bakıyor acıyor.
Üzülmesin diye kendisine bir hat veriyor:
“Al bunu git evde çalış gel.” diyor. Esat
Efendi gidiyor, çalışıyor. Ertesi hafta
getiriyor hattı. Adam yazıyı gördüğü
zaman “Bunu sen yazmamışsın.” diyor.
“Ben yazdım.” deyince, “Yaz bir daha.”
diyor. Ve Esat Efendi aynısını yazıyor.
Ondan sonra Yesari Esat Efendi gibi bir
isim ortaya çıkıyor.
Talik hattı İranlılar bulmuşlar ama onu en
güzel hale getiren bizim bir çalgın
adamımız. Talik hattını talik yapan bizim
ecdadımız.
Bedenin kusursuzluğundan ziyade gönlün
kusursuzluğu önemli burada. Sakatlık
gönülde olmamalı gönül sağlam olursa
elin ayağın sağlam olup olmaması hiç
önemli değil. İnsanın fıtratındaki güzellik
gönül kusursuz olduğunda ortaya çıkıyor.
İslam estetiği deyince bizim aklımıza
hep tasavvufi mekânlar geliyor.
Tekkeler, dergâhlar vs. hâlbuki
günümüzde çok büyük maliyetlerle çok
çeşitli mekânlar inşa ediliyor. Ama biz
BETÜL YAZGAN ÇİÇEK SÖYLEŞİ
bunların hiç birisini estetik
çerçevesinde değerlendirmiyoruz. Sizce
bunun nedeni nedir?
Estetik ve saygı çerçevesinde olmalı. Hz.
Ömer (ra.), Irak bölgesinde bir şehre vali
gönderirken “Gittiğin yerde evler
yapılırken hiçbir ev diğer evin güneşini
engellemesin, rüzgârını engellemesin.”
diyor valiye.
Burada hem estetik bir açı var hem de
insana saygı var. Birinin hakkı diğerine
geçmesin gayreti var. İnsana saygı var.
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın denmiş ya
işte burada insan yaşatılıyor.
İnsan odaklı bir din algısı var. Mekânlar da
ona göre.
Peki, Hocam, günümüzdeki ibadet
mekânlarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Günümüzde hani derler ya cami ile kilise
arasında kalmış bî-namaz. Osmanlıdan
kopamıyoruz. Geleceği yakalayamadık.
Ortaya yeni bir şeyler koymak istiyoruz
koyamıyoruz. Ortaya ucubeler çıkıyor.
Banyo döşediğimiz fayanslarla camilerin
içlerini döşüyoruz. Çini yok. Güzel hatlar
yok. Sıradan tablolar asılıyor. Eskiden
camilerimizde iki saat varmış. Şimdi yine
iki saat konuyor ama o iki saatin hikmetini
bilen yok. İki saat var ikisi de vasati saati
gösteriyor. Hâlbuki eskiden birisi ezani
saati gösterirdi birisi vasati saati
gösterirdi. Birisi alaturkaydı birisi
alafrangaydı. Şimdi her ikisi de alafranga
saate göre ayarlanmış. O zaman sen bunu
niye kullanıyorsun bu bir israftır.
Bizim kültürümüzde israf yoktu. Bir
tezhip eserini alıp da sadece o tezhip diye
alıp duvara konmazdı. Tezhip, tezhip
olarak duvara konmazdı ki. Bir hattın
etrafını süsleyerek konuyordu. Boşa
kullanılmıyordu. Her şeyimizde bir israf
olmuş. Evlerimizde misafir odalarımız var
ayda iki defa üç defa gelen misafir için.
Bizim eski kültürümüzde sedirimiz vardı
minderimiz vardı. Dolapta yataklarımız
vardı. Gece yatakları serip yatıyordunuz
sabah olunca kaldırıp aynı alanda
oturuyordunuz. Şimdi bir israf ekonomisi
almış yürümüş. Bunlar ruhun
incelmemesiyle alakalı.
Medeniyet tarihi incelendiğinde hemen
hemen bütün medeniyetlerin öncelikle
aksiyoner olarak ortaya çıktıkları
ardından düşünce ve estetik
çerçevesinde bir nizam oluşturdukları
görülüyor. Bir hareketin medeniyet
BETÜL YAZGAN ÇİÇEK SÖYLEŞİ
halini alması düşünce ve estetik
etrafında bir dünya kurmasıyla
mümkün görünüyor. Böyle bakıldığında
estetik medeniyetler noktasında bir
kurucu unsurdur diyebilir miyiz?
Ecdadımız yaşantılarıyla, tavırlarıyla
güzeli göstermişlerdir ve o güzel yavaş
yavaş yayılmıştır ve nihayet medeniyetler
oluşmuştur.
Biz bu toprakları kılıç zoruyla almadık.
Alperenler önce geldiler buralara
yerleştiler. Buraları yurt edindiler.
Hıristiyanların içinde bir tek Müslüman
olarak yaşadılar. Yaşayışıyla, örnek
davranışlarıyla, hareketleriyle, insanlara
muamelesiyle yaptığı işle örnek insanlar
oldular. İnsanların gönüllerini İslam’a
ısındırdılar. Ondan sonra da bu topraklar
değişti. Bizanslı ben papaz serpuşu
görmektense Osmanlı sarığı görmeyi
tercih ederim sözüne geldi. Ve Fatih
Sultan Mehmet de İstanbul’u fethetti ve
bir medeniyet kuruldu.
Konumuz İslam estetiği ama diğer
dinlerin de inanları üzerinde estetik bir
algı oluşturduğunu hesaba katarsak
dine rağmen bir estetik geliştirmek
mümkün mü?
Mümkün değil. Bütün dinler estetiğe önem
vermiştir. Belki bir Hıristiyan’ın estetiği
bize zevk vermeyebilir. O, o şekilde huzur
buluyordur. O onun din algısı, o onun
karamsar dini. Elhamdülillah bizim
dinimizde karamsarlık olmadığı için her
şey aydınlık, ferahlık var. Öyle mekânlar
benim için huzurludur. Bol pencereler,
yüksek kubbeler…
Sözünü ettiğimiz bu yanlış ardı sıra pek
çok yanlış tavrı ve sözü de hükümsüz
kılıyor o zaman. Örneğin bu benim
zevkim. Keyfim böyle istedi gibi…
Elbette. Mesela bir valinin huzuruna nasıl
pijamayla çıkamıyorsam Allah (cc.)’ın
huzuruna dururken de pijamayla
durmamalıyım.
Mekke’ de sadece ihram giyilişinin
hikmetlerinden birisi de Allah (cc.)’ın
huzuruna çıkarken bütün varlığından
soyunmaktır. Medine’de ise normal
kıyafet giyiliyor. Orada da en güzel
kıyafetini giymek zorundasın. Peygamber
(sav.)’in huzuruna çıkıyorsun, Peygamber
(sav.)’in yanına gidiyorsun.
İslam sanatçıları stilize ve mücerret
sanat anlayışıyla eser vermelerine
rağmen eserlerine nasıl ruh
kazandırmışlardır?
BETÜL YAZGAN ÇİÇEK SÖYLEŞİ
Bir hattattan duymuştum. “Güzel bir hatta
baktığınızda hat karşınızda canlanır, dans
etmeye başlar o ruh verildiyse eğer.”
demişti. Sanat her şeyden önce insana
heyecan veren şeydir. Bu stilize edilmiş
bir şey de olabilir veyahut batı sanatında
olduğu gibi gerçek görüntüsüne yakın da
olabilir. Bizim ruhumuzu okşuyorsa bu
sanattır. Süleymaniye Camiindeki hatlar
çok dikkat çekicidir. Kubbenin alt
kısımlarından başlayan hatlar var, yavaş
yavaş kubbeye doğru yükseldiğinde mânâ
da zirveye çıkıyor. Buna bile dikkat
edilmiş. En tepede Ayete’l Kürsî var.
Ayete’l Kürsî bizi her şeyden koruyorsa
kubbeyi de o tutar denmiş. Yani biçim ve
muhteva birbirinden ayrı değil.
Kur’ân-ı Kerîm’de “Ey Âdemoğulları her
mescide gidişinizde ziynetlerinizi
giyiniz.” buyruluyor. İlahi bir ikaz var
üzerinde düşünülmesi gereken. Bu
yönüyle günümüz Müslümanlarının
giyim kuşam zevklerini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Tesettür giyim için de diğer giyim için de
bakıyorsunuz kaba saba giyim kuşamlar
var. Rahatsız edici. Toplumun her kesimi
için zarif bir şekilde kendisine yakışan
giyilmeli. Bu modadır denmemeli.
Ürettiğimiz güzellikler aslında sadece
bizim ruhlarımıza değil bizzat Hakk’ı
arayan ruhlara da rehber oluyor.
Bilisiniz Hz. Süleyman’ın sarayının
zeminini camla kaplattığı ve Sebe
Melikesi’nin eteklerini toplayarak
saraya girdiği rivayet edilir. Çevresinde
gördüğü güzelliklerin Melike’nin
imanına vesile olduğu yine rivayettir. O
zaman sanatı ve estetik algıyı
bireyselleştirmek yanlıştır diyebilir
miyiz?
Renkler ve zevkler tartışılmaz denir.
Hayır, tartışılır kardeşim. Senin zevkin,
senin zevkin ama benim zevkim değil.
Kimse kimsenin göz zevkini bozmaya
yetkili değildir. Allah güzellikleri sizin için
vermiştir. “Camiye giderken en güzel
giysilerinizi giyinin güzel kokular
sürünün. Yiyin için ama israf etmeyin.”
diyor Cenab-ı Hak. Allah bana bu malı
vermişse benim üzerimde görmek için
vermiştir. Bu güzelliği yaşamalıyız. “E bu
elbisem güzel ben bunun giymeyeyim de
düğüne giderken giyeyim.” Acaba o kadar
vaktim olacak mı? Müslüman ânı yaşayan
kişidir. Dem bu demdir denmiştir.
(Devamı Temmuz sayısında)
[ASLI ERDUL] HAVVA’NIN KIZLARI
GÜZEL OLAYIM DERKEN.. üzellik ve estetik denildiğinde,
akla ilk olarak kadınların bakımlı
olmak için verdikleri mücadele
geliyor değil mi?Ancak son yıllarda bu
kavramın içine erkekler de kendilerini
sığdırdı.Muntazam kaşlar, boyalı saçlar,
manikür, pedikür yaptırma, tüy
aldırmalar, kaslı görünmek için alınan
ilaçlar, görünümü güzelleştirmek için
yapılan spor faaliyetleri vs; kadınların
yaptırdıkları ne varsa erkekler de aynı
işlerin peşine düştü.Globalleşen dünyada
her yeni icat , kısa sürede dünyayı
çabucak sarıyor.Yerele ait adetler, dini
giyim-kuşam ortadan kalktı.Gençlerin
takip ettikleri futbolcular, şarkıcılar
velhasıl ünlü simalar nasıl giyiniyorlarsa,
neler yapıyorlarsa, yurdum insanı da
aynıyla takip ediyor. Kısaca pek çok kişi
için güzel olmak denildiğinde, bu kavram
yalnızca dış görümü kuşatan bir güzelliği
çağrıştırırken, bu güzellik de kaynağını
insanların oluşturdukları sitil ve
trendlerden alıyor.
Güzelliğin Standardı Mı
Var ?
Düşünmeliyiz, insanların güzel saydığı ile
,insanları Yaratanın güzel saydığı aynı
mı?Şaşı bir bakışımız olmamalı.Tevhid
sırrı ile bakıldığında iki gözün bir görmesi
gibi kişisel tercihlerde de kul sıfatının bir
kenara atılmaması, yaratıcının belirlediği
hudutlara riayet etmenin esas noktayı
temsil etmesi gerekli.Bir bakalım güzel
sayılanlar, gerçekten kaynağını Güzel
,Cemal olan Allah’tan mı alıyor?
G
[ASLI ERDUL] HAVVA’NIN KIZLARI
Güzellikte makbulü bulabilmek için Hz
Peygamberin’’ veliler kimdir’’ sorusuna
verdiği cevaba bakmak bakış açımızı
zenginleştirecektir. Veliler görüldükleri
vakit, Allah’ı hatırlatan kişilerdir .Veli kişi,
Allah’a manevi yakınlık kesbetmiş şerefli
zattır.. Güzel denilecek kişilerdir.Allah’ı
hatırlatmak nasıl olur?O’nun çizdiği edeb
haya sınırlarını gözeterek, tesettür
emrinin hakkını vererek, ahlakını
Peygamber ahlakını referans alarak inşa
ederek ; bunun için çaba göstererek olur.
Güzel olayım derken, gerçek estetiği
kaçırmak, dinine muhalif tavır takınmak
erkek kadın herkes için bir
yanılgıdır.Orjinalliği bitirmek, tek
tipleşmeye teslim olmaktır. Müslümanın
giyim kuşam şekli, görüntüsü birbirine
benzer , ancak davranışlarındaki nezaket
edeb haya sabır her işinde onu güzel ve
farklı kılar.Müslüman yalnız giyim
kuşamıyla değil her iş ve davranışta
güzeli Allah’ın beğendiğini ortaya
koymaya çalışır. Kulluğun gereği de budur
, ihsandır.Esas güzellik, iç ve dışı yani
zahir ve batını bir bütün bilmek; dış kadar
içi, iç kadar dışın da güzelliğini
önemseyerek Allah’ın ahlakı ile
ahlaklanmak, güzelliğin kaynağı olan zata
yakınlık sağlamaktır. Bakımlı olmak , dinin
dışında olan bir kavram değildir. Nitekim
Hz. Peygamber (sav) saç ve sakal
bakımına itina gösterirdi. Zaman zaman
traş olur ve uzayan kısımları kısaltır, boy
ve yanından biraz alırdı. Sık sık yıkayıp
tarardı. Hz. Peygamber (sav)'in istirahat
ettiği, uyuduğu yerlerde sürekli misvak,
abdest suyu ve tarak tedarik edilmiş
olması diş bakımı ile birlikte saç-sakal
bakımına da özen gösterdiğine işarettir.
Yine ashabın rivayetine göre Hz.
Peygamber (sav) genellikle üzerinde ayna
ve tarak taşırdı.
Ara sıra saçını gül yağı ile
yağlardı. Peygamber (s.a.v), saç-sakal
bakımına sadece kendisi dikkat etmekle
kalmaz, ashabına da ısrarla tavsiye ederdi.
Güzel olayım derken,
gerçek estetiği kaçırmak,
dinine muhalif tavır
takınmak, erkek kadın
herkes için bir yanılgıdır
[ASLI ERDUL] HAVVA’NIN KIZLARI
Bir gün bir sahabinin mescide, saçı-sakalı
karışık olarak girdiğini görünce, ona
hemen dışarı çıkarak saçını-sakalını
düzeltmesini işaret etmiş, adam öyle yapıp
gelince Hz. Peygamber (sav): "Böyle
gelmeniz mi, yoksa şeytan gibi karma
karışık gelmeniz mi daha
iyidir?"buyurmuştu.
Bedeni bakımdan güzelleşmeye de ahlaki
bakımdan güzelleşmeye de ölçü
Rasulullah’tan alınır.Trendlerden
değil.Örneğin erkek çocukları arasında
Amerikan traşı denilen bir kısmın kazınıp
bir kısmın bırakıldığı saç kesimleri
vardır.Kızlar arasında da perçem
bırakarak modeller yapılmaktadır.Her
ikisinin de yanlışlığını ifade eden şu
hadisi bilmek gerekir: "Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem başın bir
kısmını tıraş edip bir kısmının (perçem
olarak) bırakılmasını yasakladı." (Buhârî,
Libâs 72; Müslim, Libâs 72, 113)
Sonsuz Güzelliğin Peşinde Olmak
Estetik, yalnız dış görünüme ait bir
kavram olarak değil, aynı zamanda bir
tecrübenin yansıması olarak karşımıza
çıktığında kalıcılık sağlar.Örneğin duyuş,
seziş ve kavrayış estetik tecrübeyi
oluşturur diyor Turan Koç.Güzel
olabilmesi için bir şeyin kaynağını
Allah’tan alması O’nu hatırlatması
gerekir.Örneğin Osmanlı kültürüne ait
öğelerin her biri kalıcı olmuş, sanat eseri
hükmüne geçmiştir.Osmanlıda kitap
ciltlerinden, evlere, çarşılara, mezar
taşlarına , kullanılan eşyalara kadar sanat
olmayan hiçbir iş yoktur.Kişiler bedensel
güzellik ve çekicilikleri ile değil, ortaya
koydukları eserlerle,yetiştirdikleri
dehalarla ve toplumsal bir ahlak güzelliği
ile anılmışlardı.O devir, her yapılanın
Allah için ve O’nu anlatmak için yapıldığı
bir devirdi.İhsan , yani Allah’ı görüyor gibi
yaşamak esas kabul edilmişti.O zaman her
iş, Allah’ın terazisine konulup, oradan
geçebilecek kadar güzeli bulmayı
hedefliyordu.Bizlerin de bütün
güzelliklerin Allah’ın cemalinin yansıması
olduğunun bilincine vararak bir yaşam
tesis etmemiz, Müslümanlığımızın
güzelliğinden olacaktır.
Turan Koç’un deyimiyle ‘’Kulluk, gerçek
güzelliğin bilincinde olmak, güzel olanı
ortaya koymakla bir yerde aynı anlama
gelir.’’Öyleyse güzellik arıyor isek, her iş
ve amelde ahlak ve davranışta da güzeli
ortaya koymak, sonsuz güzelliğin peşinde
olmak, yapılacak en akıllıca iş olsa
gerektir.Bu meyanda takipçisi olduğunuz
kişilerin iç ve dışı itibari ile Hak katında da
güzel kabul edilip edilmediğine dikkat
edin; idrak ve şuuru bir kenara
bırakmayın, sonsuz güzelliğin peşine
düşün..
’Kulluk, gerçek güzelliğin
bilincinde olmak, güzel olanı
ortaya koymakla bir yerde aynı
anlama gelir.
[ASLI ERDUL] GÜLHANELER
RUH VE BEDEN AHENGİ İLE ORUÇ
TUTABİLMEK amazan-ı Şerif’in gölgesi üzerimize
düştü, hamdolsun. Rabbimizin bol
bol lutfundan, rahmetinden
sunduğu , on bir ayın sultanı olan
bir kutlu mevsim. Ramazan Ayı,
Peygamber sünnetine ittiba edilerek
yaşandığında; her vaktinde nafile bir
ibadetin olduğu, her anın bir çeşit de
imsakının olduğu, bedenin aç kalarak
azaların da haramdan sakınarak , vucut
ikliminin ahenge kavuştuğu disiplin
ayıdır.Bu ayın sahuru, teravihi, Kur’an
tilaveti, Kadir Gecesi, itikafı, fitresi
kendine özeldir.Ramazan,bu özel ibadet
terkipleri uygulandığında, ruha bedene
manevi- maddi bir detoks gibidir.
R
[ASLI ERDUL] GÜLHANELER
Mümin için hem arınma fırsatı olan, hem
de sadakatinin imtihan edildiği bu ay
konusunda Efendimiz , “Ramazan’a
erişip de günahlarından-kirlerinden
arınmadan çıkana yazıklar
olsun” duasına “Amin” demiş ve bizlere
Ramazanın ciddiyetini ikaz etmiştir.
Esasen O’nun (s.a.v) amin dediği bu dua
ile şehirlerin bilboardlarını süslemeliyiz;
belki böylece millet olarak bu aya ne
derecede dikkatimizi, himmetimizi
yoğunlaştırmamız gerektiğine yeterince
kulak verebiliriz.
Oruç tut sıhhat bul ifadesini çoğumuz
biliriz.Yalnız bu sıhhati oruç tutarak ,hem
ruhen hem bedenen bulacağımızı da
bilmek gerekir. Oruç tutmak, yalnızca aç
ve susuz kalmak demek değildir.Oruç had
bilmedir, kişiyi sen de sen ben de ben
vehminden kurtaran bir ibadettir. Oruç
terk edilen şeyler yönüyle, Allah’tan
başkasının bilemeyeceği gizli
amellerdendir.Bu nedenle Kudsi bir
hadiste şöyle buyrulmuştur:’’Oruç benim
içindir, onun mükafatını ben vereceğim’’.
Beden ve Ruh Ahengi İçinde Oruç
Tutmak Ne Demektir?
‘’Orucun manen faydalı olabilmesi için
beden ve ruh ahengi içinde tutulması
lazımdır.Yani maddi beden oruç tutarken
kalp, nefis ve diğer azalar da oruç tutmalı,
her türlü haram ve mekruhtan uzak
durmalıdır.Oruçtan maksat da zaten
manen yükselerek , Allah’ın emir ve
yasakları karşısında hassasiyet
kazanmaktır.Bu sebeple oruçlunun yalan,
iftira, gıybet, söz taşıma gibi
davranışlardan, küfür ve lanet gibi kötü
sözlerden , kavgadan her türlü kötü fiil ve
günahtan şiddetle sakınması
gerekir.’’(Efendimizden (s.a.v) Hayat
Ölçüleri,Murat Kaya).
Açlıktaki Hikmet
‘’Tokluk , nefsin içinde şeytanın gelip gidip
sulandığı bir nehir
durumundadır…Boğazının yolunu açıp
arzuladığı bütün leziz yemekleri yiyerek,
karın doyduğu zaman, şerre alet olacak
azalar yeşerir; canlanır ve şeytanın
istediği gibi tasarruf etmesine imkan
hazırlamış olur. (Avarifü’Mearif,Şihabüddin
Sühreverdi).Rehavet basması denildiğinde
’’Miden dolduğu zaman fikir
uyur, hikmetin dili tutulur,
azalar ibadetten geri kalır
[ASLI ERDUL] GÜLHANELER
,bu halin açlıkta mümkün olmadığını
biliriz.Açlık ibadete engel teşkil etmez,
ancak çok yemek uyku halini bastırır,
ibadet neşesini söndürür ,hatta ibadete
karşı ilgisizlik ve gevşeklik verir.Lokman
(a.s) oğluna :’’Miden dolduğu zaman
fikir uyur, hikmetin dili tutulur, azalar
ibadetten geri kalır.’’
demiştir.Rasulullah (s.a.) şöyle
buyurmuştur:
’’Ademoğlu karnından daha kötü bir
kab doldurmamıştır.Halbuki insana ,
belini doğrultacak (kadar) birkaç
lokma yemesi yeterlidir.Eğer illa
yemek durumunda ise, bari midenin
üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe,
kalan üçte birini de nefese ayırarak
boş bıraksın.(Tirmizi,
zühd,48,Et’ime,50).
Oruç, Kişiyi Nefsi İle Tanıştırır
Canının istediğini yemek, hoşuna gideni
söylemek, kızdığında bağırmak,
rahatlamak için küfür etmek, kendini
ispat için başkalarını ezmek, laf taşımak,
gönül kırmak,
kibirlenmek,tembellik,yalancılık vs tüm
bu davranışların altındaki kaptana nefs
diyoruz.
Nefs tembelliği sever, kötülüğü yapmak
konusunda aşırı istek ile kişiyi içten
yönlendirir.
Oruç ibadeti nefs ile bizi karşılaştırır.
Yemek ister yiyemez, demek ister
diyemez ;hali kalmamıştır çünkü.Oruç içi
dışı kontrol altına almak ,içimizdeki o
azgını terbiye etmek içindir.
‘’Sufilerin oruçtaki edebleri , zahir ve
batını kontrol altına almak , nefsi yeme
içmeden alıkoyduğu gibi , azaları da
günahlardan alıkoymak, sonra nefsi geçim
ve diğer dünya meşgalelerine düşmekten
sakındırmaktır.Sufilerin oruçtaki gayeleri
nefsi ezmek ve onu başıboşluktan
kurtarmaktır.Nefis, Allah için bir şeyde,
başı ezilerek zaruret ölçüsünde hareket
ettirilirse , onun tabiatı gereği bu , diğer
hallerine de sirayet eder.
‘’(Avarifü’Mearif,Şihabüddin Sühreverdi)
Ramazan Ayını Coşku İle
Nasıl Geçirebiliriz?
Öncelikle nefs ve şeytanın varlığını bilmeli
düşmanlığını idrak etmeli ‘’Niyet ettim
bu ayı, kendi kurtuluşum
yapmaya’’ diyerek önce kendimizde bir
bilinç uyandırarak
başlayabiliriz.Gündüzleri oruçla
[ASLI ERDUL] GÜLHANELER
değerlendirdiğimiz Ramazan Ayını,
gecelerini de teravih ve teheccüd namazı,
Kur’an tilaveti ve zikirle ihya edebiliriz.
Rasulullah (s.a.v) şu müjdeyi verir:
’’Kim inanarak ve sevabını Allah’tan
umarak Ramazan gecelerini ihya
ederse , geçmiş günahları
affolunur.(Buhari, Teravih, 46) buyurmuştur.
Ayrıca içimizden
istiğfar etmek,salavat çekmek, Allah,
lailahe illlah demek kimsenin
duymayacağı, ancak bizi hayırla meşgul
edecek bir ibadettir.
Evimizde Ramazan panosu yapabiliriz.Bu
panoya Ramazan ayının kıymetini bildiren
hadis-i şerifleri, ayeti kerimeleri
asabiliriz.30 günlük bir tablo yapıp,
teravih namazının her güne ait olan
müjdesini, okuyacağımız Kur’an miktarını,
teheccüd, ve tespih miktarlarını
yazabiliriz.Çocuklarımız, , misafirlerimiz
bu panodan çok şey öğrenebilir.
Hanelerimizde Ramazan Ayına hak ettiği
önem verildiğinde, sayfalarca anlatıp da
çocuklarımıza benimsetemeyeceğimiz
güzel ahlak kaidelerini ,ancak oruç
tutturarak hal ile kolayca anlatabiliriz.
Çocuklara oruç ibadeti ile diğergamlık,
cömertlik, Allah’ın azizliği ve insanın
acizliği, ezanı bekleme, teravih ile namaz
coşkusu , yardımlaşma gibi pek çok ahlakı
onlara yaşatabiliriz.
Ashab-ı kiram Ramazan’ı büyük bir coşku
ve heyecanla yaşar ve bu manevi havayı
evlatlarına da teneffüs ettirirlerdi.Nitekim
Hz Ömer (r.a) Ramazan’da sarhoş olan
birine:
’’Yazıklar olsun sana!Bizim çocuklarımız
bile oruç tutmaktadır demiştir. (Buhari,
Savm, 47)
Niyet ettiğimiz bu kutlu yolda tıpkı tabu
oyunundaki yasaklı kelimeler misali
dikkat edilecek hususları unutmayalım.
Örneğin oruçlu iken kızmayalım orucun
hırsını etraftan almaya çalışmayalım,
ekstra ibadet yapmaya çalışıyor isek bunu
kimseye duyurmayalım.
Rabbimiz ile dost olma tadını
gönüllerimize duyuracak olan bu güzel ayı
gönül hoşluğu karşılamak , mucibince
amel edebilmek , bayrama arınmış bir
şekilde erebilmek hepimize nasip olsun.
[ŞEYMA DOĞAN] DÜNYA HALİ
TESETTÜRÜN
DURAKLARI
üşünün ki bir
otogardasınız elinizde bir
bilet de var, istikametiniz
belli ama gitmiyorsunuz..Zaman geçiyor
tren kaçacak ama yerinizden
kımıldamıyorsunuz.
İşte elinizde ki bilet iman.Eğer
imanınız varsa kulluğun getireceği
sorumluluklara o ilk adımı da atmanız
gerekiyor.Ondan sonrası bir silsile
,sonunun selamet ve saadet olacağı kesin
olan bir yolculuk.Benim yolculuğumda
böyle başladı işte..Benim için ilk adımdan
sonrası namaz oldu.Önce korkuyla
başlayıp sonra ihtiyaç olduğunu
anladığım,bunca zaman vakit kaybettiğimi
fark ettiğim o an,her rekatta yenilendiğim
ödevimi yapmış gibi
rahatladığım,ferahladığım o an.Ana
durakta olduğumu ve istikametin belli
olduğunu anladım.
2.adım kıskanma.Altı delik bir kovayla su
taşımaya çabaladığımı biliyordum ama
enaniyet gözüme duvar gibi inmiş ki
göremedim.Ben ne içindeyim ne dışında
diyerek içeridekileri kıskandığım ama
dışarıya da kaydığım çok an oldu.
3.idrak.Büyük savaşta düşmanın kim
olduğunu anladığım ve onu saf dışı
bırakacak tek şeyin bu yolda daha sağlam
durmak olduğunu anladığım
duraktı.Tesettürlü olmak;Saadetlerin en
büyüğü,ben şimdi özgür oldum dediğim
durak.Çok şükür kavuşturana
diyorum.Tesettürlü olduğumda anladım ki
D
[ŞEYMA DOĞAN] DÜNYA HALİ
caydıracak, sizi yolunuzdan edecek çok şey
var.Özellikle moda denen virüse
yakalandığınızda işiniz çok daha zor. Zaten
modaya uymak yada şöyle söyleyelim;en
yaygın şeyin-yanlışın- moda olduğunu
sanmak en büyük yanlışlardan
biri..Tesettürde akımlar var. İlk önce
pardesüler daraldı,yerine tunik
geldi.Zamanla o büyük başörtüleri gitti
yerine şallar geldi,iğnesiz boyunların
görüldüğü şallar. Bu akımları çıkaran ve
sizi kancasına takan da bir insan evladı
sonuçta,hatırlamak gerek.
Bir takım tesettür dergilerinin de
hanımlara İslami çerçevenin ne olduğunu
değil, göze hoş geleni ve kendilerinin
belirlediği sınırları direttiği çok açık. . Bu
tür yayınlar özellikle genç kızlarımızı
sadece şık bir şekilde giyinmeye teşvik
edebilir, ancak gerisi koca bir boşluk
olur.Daha önce ki sayılarımızda tesettür ile
ilgili algıyı ,olması gereken şekli ve yapılan
yanlışları işlemiştik.Kalbesimyaile’nın
Ocak sayısında Havvanın Kızları
bölümünü incelemenizi tavsiye ediyoruz.
Örtünme nasıl olmalı?
1-) Kadının kıyafeti (el ve yüz dışında)
saçları da içinde alacak şekilde bütün
vücudu örtecek şekilde olmalı
2-) Elbise vucut hatlarını belli etmemeli
,dar olmamalı.(Dar giyinen kadınların
‘giyinik çıplak’ ve cehennemlik olduğunu
Peygamber Efendimiz hadislerinde
belirtmiştir.)
3-)Elbise şeffaf ve ten rengini belli edecek
şekilde olmamalı.
4-) Müslüman kadınların giysisi, kafir
kadınların giysilerine de benzememeli.
Peygamber Efendimiz hadislerinde: "bir
topluluğa benzemeye çalışan kişi,
benzemeye çalıştığı toplumdandır."
Buyurmuştur.
5-)Kibir maksadı taşımamalı.Tesettür
deyince akla gelen birkaç büyük marka var
ve hayrete düşürecek kadar pahalı.’Bu
bilinsin ben ‘sosyetik bir tesettürlüyüm’
demek çok yanlış.Çünkü bir müslümanın
giyimi, başkalarını küçümsemek ve hava
atmak için değil, allah rızasına ve tevazuya
uygun olmalıdır.
6-)Sade olmalı,dikkat çekici olmamalıdır.
7-) Kadından parfüm yada başka hoş koku
gelmemelidir.Baknız,koku zinası.
Yani ;Müslüman kadın, İslâmi bilinçten
kaynaklanmayan moda ve modern asrın
zevklerine göre değil, kendi inançlarına
uygun elbiseleri seçmesi inancının bir
gereğidir. Kadının tesettüre uymasında ki
amaç; Allah'ın rızasını sağlamaktır.
İslâm’da giyimin durumu da "ameller
ancak niyetlere göredir. Herkes yaptığı
niyete göre karşılık görür.." hadîsinde
belirtilen ölçü dahilindedir.Yani bu
dünyaya denenmek için gelen kişiler,
giyimiyle kimi taklit ediyorsa onunla
beraber haşrolunacak, onların safında yer
alacaktır.
AMEL DEFTERİ
TERAVİH NAMAZINI BÖYLE BİLİR MİYDİNİZ?
Teravih namazı sünnetlerden sonra nafile namazların en
faziletlisidir.Ramazan-ı Şerif’e mahsus bir sünnet-i müekkededir.Yatsı
namazı kılındıktan sonra vitr namazından evvel kılınır.Hz.Ali (ra)’dan
nakledilen bir rivayete göre Peygamber(sav) Efendimiz’e teravih namazının
faziletinden sorulduğunda,şöyle buyurmuşlardır:“Ramazan-ı Şerif’in ;
Birinci gecesi teravih namazı kılan
kimse ;anasından yeni doğmuş bir
çocuk gibi günahlarından temizlenir.
İkinci gecede mü’min olan anne ve
babasının günahları mağfiret buyurulur.
Üçüncü gecede Arş-ı Ala’dan bir melek nida ederek “amelini halis
yap,geçmiş günahlarını Allah affetti.” buyurulur.
Üçüncü gecede Arş-ı Ala’dan bir
melek nida ederek “amelini halis
yap,geçmiş günahlarını Allah
affetti.” buyurulur.
Dördüncü gecede
Tevrat,Zebur,İncil ve Kur’an’ı
Kerim’i okumuş gibi sevap alır.
Beşinci gecede Allah o kimseye
Mescid-i Haram’da namaz kılmış gibi atiyede(ihsanda) bulunur.
Onuncu gecede, Allah o kimseyi,dünya ve ahrette hayırlı rızık ile rızıklandırır.
Onbirinci gecede, dünyadan
günahsız olarak çıkar.
Onikinci gecede, Kıyamet günü o kimsenin yüzü ayın ondördü gibi parlak olur.
Onüçüncü gecede,Kıyametin korkularından emin olarak
haşrolunur.
Altıncı gecede Beyt-ül Mamuru
tavaf etmiş gibi sevaba nail olur.
Yedinci gecede Musa(as)’a
yetişip de Firavun ve Haman ile
savaşmış gibi sevap alır.
Sekizinci gecede Allah,
İbrahim(as) a verdiğini ihsan eder.
Dokuzuncu gecede, bir
peygamberin ibadeti gibi Allah’a
ibadet etmiş olur.
AMEL DEFTERİ
Onsekizinci gecede,bir melek nida edip “Ey Allah’ın kulu!Allah,senden,anne ve babandan razı oldu.”der.
Ondokuzuncu gecede,Allah o kimsenin derecesini,Firdevs Cenneti’ne terfi ettirir.
Yirminci gecede,şehitler ve Salihler sevabı
verilir.
Yirmibirinci gecede,Allah o kimseye cennette nurdan bir ev bina eder.
Yirmiikinci gecede,her türlü gam ve kederden emin olarak haşrolunur.
Ondördüncü gecede,melekler “Teravih kıldı”diyerek şahitlik
ederler.
Onbeşinci gecede,Arş ve Kürsi
melekleri duada bulunurlar.
Onaltıncı gecede,cehennemden kurtulur,cennete gireceğine dair
ber’at verilir.
Onyedinci gecede,Enbiyalar gibi sevap alır.
Yirmiyedinci gecede,kıyamet günü
sıratı yıldırım gibi geçer.
Yirmisekizinci gecede,cennette
onun için bir derece ref olunur.
Yirmidokuzuncu gecede,kabul
olmuş bir hac sevabı verilir.
Otuzuncu gecede ,Allahu Teala, “Ey
kulum!cennetin meyvelerinden ve
Selsebil suyundan ve Havz-ı
Kevser’den istediğin kadar iç! Ben
senin Rabbin ve sen de benim
kulumsun.”buyurur.
Yirmiüçüncü gecede,Allah o
kimseye cennette bir şehir
halkeder.
Yirmidördüncü gecede,duası
müstecap (kabul) olur.
Yirmibeşinci gecede,Allah o
kimseden kabir azabını kaldırır.
Yirmialtıncı gecede,kırk yıllık
ibadet sevabı verilir
[ASLI ERDUL] HELAL OLSUN
ENERJİ İÇECEKLERİ MASUM
DEĞİL azlı içecekler grubunda bir içecek
var ki, günümüzde gençler
arasında son derece yaygınlaşmış
durumda.Enerji içecekleri olarak
adlandırılan bu grup, devamlı
kullanıldığında bağımlılığa sebep
olabiliyor, yan etkilere maruz
kalınabiliyor.Öncelikle bu içecek
grubunun etiketlerinde , diabetikler,
yüksek tansiyonu olanlar, metabolik
G
[ASLI ERDUL] HELAL OLSUN
rahatsızlığı olanlar, böbrek yetmezliği
olanlar, 18 yaş altı kişiler, gebe ve emzikli
kadınlar tarafından tüketimlerinin tavsiye
edilmediği, alkolle birlikte kullanılmaması
gerektiği yönünde birçok uyarının yanı
sıra, spor yaparken tüketilmemesi
gerekliliğine dair bir ifade mevcut.Bu
kadar risk ihtiva eden yapay bir içeceği,
içmeden önce sağlıklı ve helal olup
olmadığı bağlamında araştırma yapmak
gerekir.
Enerji içeceğini farklı kılan
içeriğindeki uyarıcılardır.Bu içeceği
içtiğimiz zaman, vucudumuz
uyarılıyor, uyku kaçıyor kişi kendini
belli bir süre enerjik
hissediyor.Özellikle gençler, sınav
zamanlarında bu içeceği çok
tüketiyorlar.İçeriğinde uyarıcılar,
koruyucular, vitaminler, şeker ,bitki
özütleri, renklendiriciler, asitler,
aromalar ve karbondioksit mevcut.
Enerji İçecekleri Zararlı Mı?
‘’Miami Üniversitesi tarafından
yapılan yeni bir araştırma enerji
içeceklerinin ciddi kalp ritim
bozuklularından havale, felç ve hatta
ölüme kadar gidebilen zararları olduğunu
bir kez daha ortaya koydu.Pediatrics isimli
tıp dergisinde yayınlanan araştırmaya
göre Amerikalı gençler her gün ortalama
olarak 60-70 miligram kafein tüketiyorlar;
bunlar içinde günde 800 miligrama kadar
ulaşanlar da var. Kafeinin çoğu gazlı
içeceklerden alınıyor ama enerji içecekleri
giderek daha çok rağbet görüyor.Amerika’
da 2007 senesinde 5.448 kişide saptandığı
bildirilen aşırı miktarda kafein alımına
bağlı zehirlenmelerin yüzde 46’ sının 19
yaşından küçük çocuklarda görülmüş
olmasına dikkat çekiliyor.’’ (http://ahmetrasimkucukusta.com/2011/02/15/yazi
lar/tip-yazilari/modern-hayat/enerji-icecekleri-
cocuk-ve-gencleri-tehdit-ediyor/)
Enerji İçecekleri Kalbi Tehdit
Ediyor Mu?
‘’2006 ve 2008 senelerinde 6 yaşından
küçük 1200 çocukta kafein zehirlenmesi
bildirilmiş.Adı enerji içecekleri olmakla
beraber, bunların atletik performans,
konsantrasyon ve canlılığı artırdıklarına
ve sağlık üzerine olumlu etkileri olduğuna
dair kanıtlanmış bir etkileri yok.Enerji
içeceklerinin özellikle kalp, böbrek,
karaciğer, şeker ve ruh hastalıkları
olanlarda daha tehlikeli olabileceklerinin
altı çiziliyor.Enerji içeceklerinin spor
sırasında içilmesinin daha tehlikeli olduğu
[ASLI ERDUL] HELAL OLSUN
vurgulanıyor. Kafeinin yoğun egzersiz
sırasında kalbi besleyen koroner
damarlarda kasılmaya yol açarak kalp
krizi ve ölümcül ritim bozukluklarını
tetikleyebileceği bildiriliyor.
Enerji içeceklerinde kafeinle beraber
kullanılan guarana, taurin isimli maddenin
de kalbin daha çok zarar görmesine sebep
olabileceği bildiriliyor.Enerji içeceklerinin
bir başka zararı da yüksek kalori ihtiva
ettikleri için obezite oluşumunu
kolaylaştırmaları. Enerji içecekleri tüketen
çocuk ve gençlerin daha az su ve süt
içmeleri ise bunların gelişimleri için
gerekli olan mineral ve proteinlerinden
mahrum kalmaları sonucunu
doğuruyor.Almanya’ da yapılan
araştırmalar enerji içeceklerinin karaciğer
hasarı, böbrek yetersizliği, solunum
hastalıkları, ajitasyon, havale, tansiyon
yüksekliği ve kalp ritim bozukluklarına
yol açabileceklerini gösteriyor.’’ (http://ahmetrasimkucukusta.com/2011/02/15/yazi
lar/tip-yazilari/modern-hayat/enerji-icecekleri-
cocuk-ve-gencleri-tehdit-ediyor/)
Bu içecekler Danimarka ve Fransa’da
yasaklanmıştır.
Enerji İçecekleri Helal Midir?
Enerji içeceklerini değerlendiren
Tüketiciler Birliği Konya Şubesi Yönetim
Kurulu Üyesi Ayhan TEKİN’in şöyle bir
açıklaması mevcuttur: “Enerji içecekleri
olarak bilinen içecekte alkol ve yüksek
oranda kafein var. Alkol tüketmeyen
birçok mütedeyyin tüketici tarafından da
bilmeden tüketilen bu içeceklerin alkol
içermesi ve bunun bugüne kadar
açıklanmamış olması büyük bir hak
ihlalidir. İlgili teblliğin 5. maddesinin e
fıkrası “e-) Alkol miktarı hacmen % 0.05
den fazla olmamalıdır denilmektedir.”
Yine helallik açısından aromalarda ve bitki
özütlerinde de etil alkol
bulunabilir.Aromalar alkollü bir karışım
içinde saklanmaktadır ."Çoğu sarhoşluk
veren şeyin azı da haramdır." (Ebu Davud,
Eşribe, 5: Tirmizi, Eşribe, 3). Hadis-i şerifi alkol
ihtiva eden içecek veya gıdalardan uzak
durulması gerektiği hususunda bizi ikaz
etmektedir.
Sağlığa zararı olabilecek unsurlar ihtiva
eden ve içeriğinde alkol bulunan bu tür
içeceklerin hakkında araştırma
yapılmadan tüketilmesi maddi manevi pek
çok hasarla sonuçlanabilir.Çocuklarımızın
bu tür içecekleri kullanmalarını önlemek
için ebeveynler olarak bilgi sahibi olmalı
ve zamanında müdahale
etmeliyiz.Evlerimizde Osmanlı şıralarını ,
şerbetlerini hoşaflarını, pişirerek
çocukları sağlıklı olana yönlendirme ve
sevdirme konusunda gayretli olmalıyız.
[SATI YILDIZ] RABBANİ MEKTUPLAR
Yaradan’ın adıyla ,
Sırrımın dostu;
Soru : “ İbadetlerimizin , imanı nasıl
etkilediğini anlatabilir misiniz.”
Sevgili kardeşim , her şeyden önce
ibadetten maksat, yakine ulaşmaktır.
Yakin Türkçedeki yakın kelimesinden
farklıdır biliyorsun.Yakin, kat’i bilgi
demektir.
O bilgi şüphe, tereddüt ve zayıflıktan
uzaktır ..Hiçbir tesirden sarsılmayacak
kadar kuvvetli bilgidir.
“Ve sana yakin (ölüm) gelinceye kadar
Rabbine ibadet et.”..(Hicr 99) emri
ibadetlerin bizi bir kıvama getirmesi
gerektiğini vurguluyor.
İnsanın yaradılışındaki maksat, kendisine
emredilen ibadetleri yerine
getirmektir.İbadetlerin edasından maksat
ise iman hakikati olan yakini elde
etmektir.
İman, amentü’deki altı esası tasdik
etmektir ve bu tasdik ettiğimiz hususların
her birinde yakini elde etmek kulluk
noktasıdır..
“Ve yakin gelinceye kadar Rabbine ibadet
et.” Emri ibadetlerin neticesinde yakine
ulaşmak için Rabbine kulluk et ve o hal
üzere kalabilmek için de Rabbine kulluk et
mesajını içermektedir.Yakine varamamış
ibadet, imanın suretidir !
İman edildikten sonra amel ile ibadet ile o
iman takviye edilmeli, bu şekilde yapılan
ibadetler de yakin noktasını yakalayana
kadar hassasiyetle yerine getirilmelidir.
Yine Nisa suresi 136.ayeti kerime “Ey
iman edenler…” diye başlıyor.Yani “Ey
şeklen iman edenler,emredilen ibadet
vazifelerini orada takılıp kalmadan başka
yüksek bir makama taşıyın deniliyor
adeta.
Peki yakin derecesinde ne
olur?Amentü’nün tadına varılır.Allah’ın
varlığını, birliğini, meleklerinin
varlığını,kaza ve kaderin Allah’tan
olduğunu,
[SATI YILDIZ] RABBANİ MEKTUPLAR
ve her fiilimizin hesabını vereceğimiz bir günün olduğunu idrak etmek, her an
Yaratıcı’mızın bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu hissetmek aşkımızı,
muhabbetimizi artırır.
“Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah’a aittir. Güzel
kelimeler (sözler), O’na erişir. Onu, salih amel (nefs tezkiyesi) yükseltir.
Kötülüklerle tuzak kuranlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve onların tuzakları
boşa gider.”(Fatır 10)
Bu tanışma, bu muhabbet doğru bir Allah-kul ilişkisi geliştirir.Bu şekilde koordinatları
doğru belirlenmiş bir diyalog içerisinde emirler seve seve yapılır, yasaklardan kaçınmak
oldukça kolay bir hal alır.
Bazı emirlerin hafife alınması, nefsin arzu ve isteklerine karşı koyarken zorlanılması hep
bu yakini yakalayamamaktandır.
İman, ibadete götürmeli, ibadet ise hiçbir etkinin bozamayacağı bir saygı, ta’zim, aşk ve
muhabbet içeren dostluğa götürmelidir.
Kulun yakalaması gereken , bu sarsılmaz diyalogu kurabilmektir.
Selametle kal kardeşim. İstanbul 2015
[HALİME YAĞMUR] KISSA KISA
Bizzat Şeytan Uğraşıyor
Bir Ramazan günü Abdulkadir Geylani Hazretleri dostları bir çölden
geçiyorlardı. Hava oldukça sıcaktı. Tuttukları oruçtan dolayı açlık onların
takatini kesmiş ve onları halsiz bırakmıştı. Buna rağmen, yollarına devam
ediyorlardı. Bu sırada karşılarında bir ışık belirdi ve onlara şöyle seslendi:
-Ben sizin rabbinizim Ramazan'da yemek içmek size haramdır. Ama şimdi size
helal kıldım. Yiyiniz içiniz.
Bu ilginç durum karşısında heyecana kapılan bazıları, hemen su kaplarına ve
yiyeceğe el attılar. Tam bu sırada Abdulkadir Geylani hazretleri dostlarını
uyardı:
-Sakın oruçlarınızı açmayın!
Sonra sesin geldiği tarafa dönüp:
- "Euzu billahi mine'ş-şeytani'r-racim. Euzu billahimine şerri zalike" kovulmuş
şeytandan Allaha sığınırım.
Bu görünen şeyin zararından Allaha sığınırım, der demez nur görünen şey bir
anda kapkara kesildi! Şeytan kendisini süslü göstererek onları aldatmaya
yeltenmiş ama oyunu çabucak ortaya çıkmıştı.
Gıybet Dinledim Orucum Bozuldu
Allah dostlarının orucu akşama kadar sadece aç kalmak değildir. Onlar orucu
kendini değil haram ve mekruhlara onlar kendini şüpheli olan şeylere karşı
bile kendini kapatmaktır. Onların derdi sadece akşama kadar aç kalmak değil,
tuttukları oruçla Rıza-i ilahiye kavuşmaktır. Onlar için yılın her ayı ramazan
ayı gibi yaşıyorlardı. Sürekli oruç tutardı.
Bir gün oruçlu iken yanında Hindistan sultanı çekiştirilip, gıybeti yapılınca;
Dehlevi hazretleri;
"Eyvah orucum bozuldu" dedi.
Yanındakiler; "ama efendim gıybet yapan siz değildiniz" deyince;
"Gıybeti yapan da dinleyende ortaktır." hadisi şerifi ile karşılık verdi.
[SATI YILDIZ] SAĞLIĞA DAİR
YEŞİL, NARİN, FAYDALI: TERE
emeklerin yanında, salatalara
kattığımız tadı farklı, kendi narin
bir yeşilliğin faydaları üzerinde
duruyoruz bu ay.Tere.Tere kür olarak da
yapılması tavsiye edilmiş değerli bir
bitki.Günümüzün pek çok rahatsızlıklarına
karşı önleyici bir kimyası mevcut.Tere
hakkındaki araştırmaları içeren iki
kaynaktan yararlanarak bu sebzenin
faydalarını paylaşmaya çalışalım.
Tereyi sağlık açısından önemli kılan
şüphesiz içerdiği değerli vitaminler ve
minerallerdir. Tere yoğun miktarda linolik
yağ asitlerinin yanında folik asit, demir,
kalsiyum C,E ve A vitaminleri
içermektedir. Tohumları protein ve folat
deposudur.
Y
[SATI YILDIZ] SAĞLIĞA DAİR
Tere tohumu kanser
hastalıklarına neden
olan serbest
radikallere karşı
etkili antioksidanlar
içermektedir
Terenin Kadın Hastalıklarına
Faydaları: Terenin içerdiği mineraller
kadınların adet döngüsüne yardımcı
olabilir. Adet bozukluklarını girebilir.
Bunun yanında bebek emziren annelerin
sür artışını sağlar, çünkü tere yüksek
derecede demir ve protein içermektedir.
Genelde tere doğumdan sonra annelere
tavsiye edilir.
Tere Sindirim Sistemi İçin
Faydalıdır: Tere kan arındırır ve bu
sayesinde iştah açıcı özelliği vardır.
Laksatif ve müshil olarak kabızlık
sırasında kullanılır, kabızlık sorunlarını
kısa sürede giderme özelliği vardır.
Terenin tohumları suda kaynatılarak
inceltilir ve bu şekilde tüketilir. Bağırsak
hareketine katıda bulunur. Bağırsakların
temizlenmesini sağlar. Böylece aynı
zamanda kilo vermeyi kolaylaştırır.
Tere Solunum Yoları Sağlığına
İyi Gelir: Tere tohumu aynı zamanda
çiğnenerek tüketilebilir. Bu uygulama
öksürük, baş ağrısı, astım ve bronşit
tedavilerinde kullanılabilir. Nefes açıcı
özelliği vardır. Hafif nefes daralma
sorunlarını ortadan kaldırabilir. Özellikle
astım hastalığından kaynaklanan şiddetli
öksürükleri azaltabilir.
Tere Kansızlığa İyi Gelir: Tere
düzenli olarak tüketildiğinde anemi
hastalığını hafifletebilir. Kan yapıcı
özelliği vardır. Demir açısından zengin
olan tere tohumu hemoglobin düzeyini de
arttırabilir.Bu özelliği aynı zamanda demir
eksikliğinden kaynaklanan kemik
hastalıkları, saç dökülmeleri ve kırılgan
tırnak yapılarının ortadan kalkmasına
yardımcı olabilir.
Tere Kansere Yakalanma Riskini
Azaltır: . Bu antioksidan özelliğinden
dolayı doğal olarak dokularda kanser
hücrelerinin verdiği zararlı etkileri
ortadan kaldırabilir veya kanser
hücrelerinin yıkıcı etkilerini azaltabilir.
Tere Göz Sağlığını Korur: Özellikle
tere otunun içerdiği bol miktardaki A
vitamini göz sağlığı için önemlidir.
Tere Sigaranın Zararlarını
Azaltır: Bu konuyla lakalı son
zamanlarda yapılan araştırmalar sigaranın
ciğerlerde ve dokularda meydana getirdiği
hasarları azalttığını ortaya koymuştur.
Tere İdrar Söktürücüdür,
Böbrek Sağlığını Korur: Terenin
[SATI YILDIZ] SAĞLIĞA DAİR
diğer bir özelliği de çok etkili bir idrar
söktürücü olmasıdır. Bunun dışında
böbrek sağlığını korumaya yardımcı olur.
Böbreklerde yaş oluşmasına izin
vermediği gibi, bağırsak kurtlarının
dökülmesine yardımcı olabilir.
( http://www.faydalarizararlari.com/terenin-
faydalari/ sitesinden derlenmiştir)
Kürleri Uygulamadan Önce
Dikkat Edilmesi Gereken
Hususlar
Tere otunu satın
alırken mutlaka
dikkat edilmesi
gereken nokta, taze
olması ve
kesinliklede
sararmamış
olmasıdır. Yaprakları
sararmış olan tere
zehirli maddeler
içermektedir.
Depresyon tedavisinde ıspanakla beraber
kullanılan terenin taze ve yapraklarının da
sararmamış olması şarttır. Kurutulmuşu
bu amaçla kullanılmaz. Terenin geniş
spekturumlu etkileri vardır. Onun bu
gücünden faydalanabilmek için mutlaka
tek başına tüketilmesi gerekir. Salatanın
içerisinde veya beraberinde başka bir
besin maddesi tüketildiği takdirde etkisi
büyük oranda kayıp olmaktadır.
Akciğer kanserine yakalanmış hastaların
nefes alma zorluğuna karşı, tere kürü
mükemmel bir yardımcıdır. Kürü
uygulamaya başladıktan kısa bir zaman
sonra daha rahat nefes alırlar ve
rahatlamaya başlarlar.Demire bağlı anemi
şikâyetiniz varsa, öğünlerinizde tere
tüketebilirsiniz. Kendi grubunda demiri en
zengin olarak içeren bitkidir. İltihaplı
romatizma şikâyeti olanlara da
yardımcıdır. İyi huylu prostat büyümesine
bağlı olarak şikâyetiniz varsa, ayda bir kez
beş gün boyunca tere kürü uygulamak
mükemmel bir yardımcıdır.
Potasyum bakımından zengin besinleri
diyaliz hastaları ve
böbrek yetmezliği
şikâyeti olanların
tüketmemesi gerekir.
Bu nedenle diyaliz
hastalarının ve
böbrek yetmezliği
şikâyeti olanların
tere tüketiminden
uzak durmaları
gerekir.
Tere kürü
Beş gün boyunca kahvaltıdan bir saat
sonra ve öğle yemeğinden yine bir saat
sonra her defasında onbeş-yirmi adet tere
saplı olarak tüketilir. Arzu edilirse,
üzerine yarım limon sıkılabilir. Limonun
dışında başka hiçbir şey ilave edilmez.
Şikâyetlerin durumuna göre dönem
dönem uygulanabilir.
[SATI YILDIZ] SAĞLIĞA DAİR
Solunum şikâyeti yaşayan akciğer kanseri
hastaları bu kürü beş gün uygulayıp, üç
gün ara verdikten sonra ikinci bir beş gün
uygulayabilirler.
Sigarayı fazla tüketenlerin veya bronşları
dolmuş olanların uygulayacakları tere
kürü nikotine karşı mükemmel bir
panzehirdir. Terenin, çiğ olarak
tüketilmeden önce mutlaka akan soğuk su
altında çok iyi yıkanması gerekir.
Yıkamadan tüketilmesi halinde üzerinde
bulunan parazitler bazı hastalıklara neden
olabilmektedir. Tere fazlaca tüketildiği
takdirde idrar yaparken yanma yapar. Bu
durum karşısında endişe edilmemelidir.
Kaynamakta olan yarım litre suya onbeş-
onaltı tane tere (yaklaşık bir bağın yarısı)
atılır ve hafif ateşte, ağzı kapalı olarak
sadece üç dakika haşlanır. Soğuması
beklemeden süzülür. Soğuduktan sonra,
aç karnına veya yemeklerden iki saat
sonra sadece haşlanmış suyunun tamamı
içilir. Beş gün, gün atlamadan uygulanır ve
her gün taze olarak hazırlanır. İkinci ve
üçüncü günden sonra bol miktarda
balgam söktüğünüzü ve bronşlarınızın
açıldığını hayretle gözlemeniz mümkün
olabilecektir.
Sigara tiryakilerine dönem dönem bu kürü
uygulamalarını tavsiye ederim. Tere
otunun üç dakikalık haşlama suyunun
içimi pek kolay olmayabilir. Haşlama
suyunu içmekte zorlanıldığı takdirde,
yanında başka hiçbir şey yemeden aç
karnına veya yemeklerden en az iki saat
sonra onbeş-onaltı tane taze tereyi çiğ
olarak üzerine hiç bir şey ilave (tuz, limon
vb.) etmeden de tüketilebilir. Aynı şekilde
beş gün (gün atlamadan) uygulanır.
'Bronşlarım dolmuş' diye şikâyeti olanlara
da tere kürünü tavsiye ederim.
Not: Hekiminizin verdiği ilaçlar varsa
mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayı
bir destekleyici olarak kullanınız.
Öncelikle, bilmeniz gereken kullanacağınız
bitkiye karşı alerjinizin olup olmadığıdır.
Bu konuda hekiminizin görüşünü alınız.
Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan
şikâyetiniz ne olursa olsun, burada ki
bilgilerle kendi kendinizi tedavi etmeye
kalkışmayınız. Hamile bayanların,
hamileliklerinin ilk dört ayında tereden
uzak durmalarını tavsiye ederim.
(http://www.profsaracoglu.com/balgam-
sokturucu-amfizem-kolesterol-dusurucuakciger-
kanserine-karsi-kanser-hastalarina-
yardimci.xhtm sitesinden derlenmiştir.)
[ŞEYMA DOĞAN] DÜNYA HALİ
HAYATIN SATIR
ARALARI:MODERN
ZAMANDA KENDİNİ
BULMAK rof.Dr .Mahmud Erol Kılıç’ın
mayıs 2013 te Sufi
Yayınlarından basılan
kitabını okuma fırsatı buldum.
Modern zamanının en önemli
problemlerinden biri:Kim olmak.Özgün ve
sufi bakış açısıyla merkeze insanı alarak
bu problemin önemini anlatıyor yazar.
"Modern insan kalbinden sürgün
insandır, kalp gözü olmayan. Madde ile
mana arasında makas açan modernizm,
insanı tek kanatlı bir varlık kılıyor."
"Okullarda matematiği ve fiziği
verebilirsiniz; peki cesaret, fedakârlık,
adalet, muhabbet, hürmet nereden
öğrenilecek? Hayat bir bütün; matematik
ve fiziği içerdiği gibi, daha birçok şeyi de
içine alıyor. Hayatın bir kısmı öğrenilerek
bütünlüğü karşılanabilir mi?"
"Hasta sadece bir müşteri şimdilerde;
ölümcül hastalıklar, daha çok kazanmanın
imkânı olarak görülüyor. Hastalık, sonra
bu hastalığa ilaç üreten bir endüstriden
bahsediliyor."
Üç bölüme ayrılan kitabın ilk bölümü
"Kendini Bulmak". Kaybolan denge ve
çağdaş insan, değerler erozyonu, insanın
öğrenci hâli, insanın kendine yolculuğu,
tasavvufî düşüncenin imkânları, sufî dili,
aşk: kâğıda yazıl(a)mayan, musiki
yanımız, dostluğun metafiziği, yitik kimlik
olarak derviş, anlam katmanları, "İki
Anneden Süt Emdik" bu bölümün
makalelerini oluşturuyor. Bu bölümün
özeti İbn Arabî üstadın "Var oluşun yok
oluşundadır", Aziz Mahmud
Hüdayî hazretlerinin "Hoştur bana Senden
gelen / ya gonca gül yahut diken"
sözleridir.
P
[ŞEYMA DOĞAN] DÜNYA HALİ
İkinci bölüm "Modern Zamanlar" adında. Bir hayat tarzı olarak moda, televizyon (ve
sinema) ne yapmak istiyor, bizim aile, doğum ve ölüm arasında, Kerbela, ah..., nevruzu
karşılamak, kurbanın hatırlattığı, İslam peygamberi olarak Hz. İsa ve Arap Bahar'nın
gösterdiği başlıklı konular bu bölümün makaleleri.
Mahmud Erol Kılıç ayetleri ve hadisleri zihinlerden hiç çıkarmadan gerçekleşecek bir
yaşayış içinde şunları söylüyor: "Her gün yeni bir gündür, dolayısıyla yeni şeyler söylemeli.
İnsanın iki günü eşit olmamalı, manevi bir tekâmül içinde günler geçirmeli. Doğanın yeni
elbiselerle görünmesi gibi insan da diri ve taze bir kalple hayata gitmeli."
Son bölüme "Anadolu'nun Ruhu" adını veren yazar, son sözünü en sağlam yerden
söylüyor. Hz. Mevlâna'nın zaviyesi, Yunus Emre çizgisi ve Niyazî-i Mısrî'nin söylediği
başlıklarıyla hepimizin kafasına birer birer kendi toprağımızın nurlarını atıyor.
"Anadolu'daki farklılıklar "bütün"de yer bulabiliyor. "Birlikte çokluk" (kesret der vahdet)
demişler arifler bu esasa. Yeniden birleşebiliriz." diyerek yazar aslında kitabının çağrısını
da yapmış oluyor.
"Hayatın Satır Araları" modern zamanda kendini arayan ama bir türlü bulamayan, bulacağı
yeri de hiç bilmeyen insanlara başlangıç ilacı.