61
kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler Editörden... Irak Türkmenleri Arasında Camilerde Uygulanan Medrese (Mektep) Eğitimi Prof. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı Irkçılık, Milliyetçilik ve Turancılık Prof. Dr. Nurullah Çetin İbrahim Rauf’la Antalya’da Kerkük Havası Dr. Önder Saatçi Melankolı̇ (Şiir) Çiğdem Kader Nazar-Efsun-Fal ve Aşık Kemiği Kumarı Dr. Yaşar Kalafat Irak Bozokları/Kızıkları Necat Kevseroğlu - Prof. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı Attar, Gülşehri ve Ali Şir Nevai`nin Kisseyi “Şeyh-ı Sanan”ı Prof. Dr. Lütviyye Asgerzade Türkiye Türkçesinde Neler Oluyor ?- 5 Dr. Önder Saatçi Sivas’ta Söylenmiş Harp Ağıtları Dr. Doğan Kaya Biz Türk müyüz Türkmen miyiz ? Hüseyin Şükür Hatçe Ana, Büyük Bir Romana Küçük Bir Nazîre... Agâh Oğuz Bazı Altay Topluluklarında Çocuklara Ad Verme Gelenekleri Dr. Öğr Üyesi Shurubu Kayhan Ana Gibisi Olmaz (Şiir) Muhammed Karabaş Şehitler Şah-ı Hüseyin’im (Şiir) Münevver Molla Hassun Qere Şans (Şiir) Kevser Saki Bağvan Yeni Çıkan Kitaplar 2 3 6 10 15 16 22 24 30 34 44 48 54 58 59 60 61

kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

  • Upload
    others

  • View
    12

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik Yaz 2020 İçindekilerEditörden...

Irak Türkmenleri Arasında Camilerde Uygulanan Medrese (Mektep) Eğitimi Prof. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı

Irkçılık, Milliyetçilik ve TurancılıkProf. Dr. Nurullah Çetin

İbrahim Rauf’la Antalya’da Kerkük HavasıDr. Önder Saatçi

Melankolı̇ (Şiir)Çiğdem Kader

Nazar-Efsun-Fal ve Aşık Kemiği KumarıDr. Yaşar Kalafat

Irak Bozokları/KızıklarıNecat Kevseroğlu - Prof. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı

Attar, Gülşehri ve Ali Şir Nevai`nin Kisseyi “Şeyh-ı Sanan”ıProf. Dr. Lütviyye Asgerzade

Türkiye Türkçesinde Neler Oluyor ?- 5Dr. Önder Saatçi

Sivas’ta Söylenmiş Harp AğıtlarıDr. Doğan Kaya

Biz Türk müyüz Türkmen miyiz ?Hüseyin Şükür

Hatçe Ana, Büyük Bir Romana Küçük Bir Nazîre...Agâh Oğuz

Bazı Altay Topluluklarında Çocuklara Ad Verme GelenekleriDr. Öğr Üyesi Shurubu Kayhan

Ana Gibisi Olmaz (Şiir)Muhammed Karabaş

Şehitler Şah-ı Hüseyin’im (Şiir)Münevver Molla Hassun

Qere Şans (Şiir)Kevser Saki Bağvan

Yeni Çıkan Kitaplar

2

3

6

10

15

16

22

24

30

34

44

48

54

58

59

60

61

hp
Vurgu
hp
Vurgu
hp
Vurgu
hp
Vurgu
Page 2: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

ardeşlik Dergisi’nin değerli okurları, sizlere bulunduğumuz 2020 yılının üçüncü sayısını sunmuş bulunmaktayız. Bu sayıyı sizlere sunarken bulunduğumuz bu yılın ilk aylarından itibaren bütün dünyayı olumsuz şekilde etkileyen Koronavirüs salgını hala devam etmektedir. Dünyayı aylardır pençesine alan bu ölümcül virüs yüzünden geçen sayı ile bu sayı arasındaki süreçte sevdiğimiz, değer verdiğimiz, farklı vesilelerle Türkmen davasına büyük katkısı olan ve unutulamayacak hizmetlere imza atan birçok insanımızı kaybettik. Türkmen Kardeşlik Ocağı’nı cani gönülden seven ve elinden geldiği kadar hep destek vermeye çalışan Sayın Hüseyin Salihi’yi 7 Temmuz; Bağdat’ta Türkmen Kardeşlik İlkokulu’nun kurulması için çok emek veren ve daha sonra emekliye ayrılana kadar uzun zaman okul müdürü görevini yürüten Sayın Sabah Bardakçı’yı 4 Ağustos; Irak’ta Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün önce Bağdat Üniversitesi Diller Fakültesi ve daha sonra Kerkük Üniversitesi Eğitim Fakültesi bünyesinde kurulmasında ve günümüze kadar güçlü bir şekilde devam etmesinde önemli bir rolü olan, çok sayıda lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencisinin yetiştirilmesinde büyük emeği geçen hocamız Doç. Dr. Hüseyin Şahbaz Hasan’ı 4 Ağustos; Türkmen davası uğruna uzun yıllar mücadele veren eski milletvekillerimizden Sayın Hasan Özmen Bayatlı’yı 5 Ağustos; hoyratlarıyla dinleyenleri büyüleyip etkileyen, Türkmenlerin kalbinde adını altın harflerle yazan ve Irak Türkmen sanatına yıllarca büyük hizmetleri geçen sanatçımız Sayın Cihat Demirci’yi 6 Ağustos; ilerlemiş yaşına rağmen Türkmen Kardeşlik Ocağı’na hep gelmeye özen gösteren ve ocağın birçok etkinliğinde hep hazır bulunan emekli Tümgeneral Siham İsmail Bayatlı’yı 24 Eylül 2020 tarihlerinde kaybettiğimiz ve rahmeti rahmana kavuşan değerli insanlarımızın ancak bir kısmıdır. Adı geçen merhumlara ve hakkın rahmetine kavuşup burada isimlerini yazamadığımız diğer insanlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet, ailelerine, sevenlerine ve bütün Irak Türkmenlerine başsağlığı dileriz. Mekanları cennet; toprakları bol olsun. Dergimizin kalitesini ve seviyesini yükseltmek ve geliştirmek için siz değerli okurlarımızdan her zaman yapıcı eleştirileri bekleriz. Elinizde bulunan bu sayı için Türkçe ve Arapça yazı gönderip katkıda bulunan bütün yazar ve şairlerimize teşekkür ederiz.

kardeşlik2 Yaz 2020

K

Editörden...

Prof. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı Editör ve Genel Koordinatör

Türkmen Kardeşlik Ocağı Başkanı

Page 3: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 3Yaz 2020

Irak Türkmenleri Arasında Camilerde Uygulanan Medrese (Mektep) Eğitimi

Prof. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı

I

1

rak’ta başta Kerkük şehri olmak üzere tarih boyunca Türkmenlerin yoğun olarak yaşadıkları bütün yerleşim birimlerde kültür ve eğitime oldukça önem verilmiştir. Eskiden eğitimin gelişmesinde ve öğrencilerin yetiştirilmesinde cami, mescit ve tekkelerin rolü büyük olmuştur. Buralarda ilk bilginin ışıkları saçılmış ve yüzlerce bilgin ve aydın insan yetiştirilmiştir. Bununla birlikte o dönemde mevcut olan medreselerin rolüne de işaret etmek gerekir. Kerkük’te bu medreselerin en eskisi “Meryem Anne” (Zabıt 1964:131) medresesidir. Eskiden günümüzde olduğu gibi her yerde devlet okulları olmadığı için ilkokullar, cami ve mescitlerin içinde kurulmuştur. Eğitime önem veren Türkmen aileleri, çocuklarını yetiştirmek üzere bu yerlerde eğitim veren mollalara götürüyorlardı. Anne ve baba çocuklarını mollaya götürürken “Mulla efendi edep ve terbiyeçin oğlımızı sene teslim ederix, eti sene, sümigi bize” (Edep ve terbiye için oğlumuzu sana teslim ediyoruz, eti senin, kemiği bizim olsun) diyorlardı. Mollanın bilgi bakımından seviyeleri yüksek olan öğrencileri vardı; kalfa (xelfe) adı ile bilinen bu

öğrenciler yeni gelen öğrencilere yardımcı oluyorlardı (Zabıt 1964:131132-). Ama genel olarak mollaya verilen öğrencilere “şagirt” adı veriliyordu (Rejioğlu 1970:24).1Mollalar, çocuklara verdikleri eğitim karşılığında ailelerinden aylık olarak belli bir ücret alıyorlardı (Terzibaşı 2007:65). Camide öğrenim gören öğrenciler, yerde birer minder üzerine oturup önlerinde tahtadan yapılmış birer rahle, her rahlenin üzerinde kalem, defter ve bir adet Kuran-ı 1 Bu inceleme, Irak Türkmen Folklorunda Geçiş Dönemleri Ertafında Oluşan Halk İnançları başlıklı kitabımızdan alınmıştır. Önümüzdeki sayılarda seri halinde yayımlanacaktır.

Kerim bulunduruyordu (Zabıt 1964:132). Bununla birlikte kalem, defter, kitap ve diğer malzemeleri saklı tutmak için her öğrencinin kumaştan yapılmış bir çantasının olması gerekiyordu (Rejioğlu 1970:124).Çocuğun mollaya verilmesi için belli bir yaş sınırı yoktu. Öğrenciler arasında 6 yaşında olanlar mevcut olduğu gibi 14, 15, 17 yaşında olanlar da vardı. Bazı öğrenciler zeki olduklarından öğrenimlerini 4, 5 yılda bitirebildiği gibi bazı öğrenciler yıllarca mollanın yanında eğitim görmesine rağmen bir şey öğrenemez ve hatta bazı öğrenciler bir şey öğrenmeden ayrılırdı. Molla öğrencilerinin arasında en zekisini ve çalışkanını

Page 4: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik4 Yaz 2020

seçip kendisine kalfa olarak tayin ediyordu (Rejioğlu 1970:124).Çocuklar cuma günü hariç hafta içi her gün sabahtan öğlen saatlerine kadar mektebe, yani camiye gidiyorlardı. Ancak perşembe günleri caminin temizlenmesi ile uğraştıklarından diğer günlere göre daha erken dönüyorlardı (Terzibaşı 2007:69). Molla, bazı yaramaz, haylaz, tembel ve devamsızlık yapan çocukları disipline etmek için değişik boyutlarda ağaçlar kullanıyordu. Çocukların içinde bulunan en kabadayısına gözdağı vermek için falaka yapıyordu (Rejioğlu 1970:124).Medresede en çok Kuran-ı Kerim’in hatmedilmesine önem veriliyordu. Bu yüzden öğrencilerin, Kuran-ı Kerim’i hatmedinceye kadar mollanın isteği üzerine birçok hediye getirmeleri gerekiyordu. Öğrenci Kuran-ı Kerim’den bir ayet okurken molla ayete göre sözler düzüp hediyeler istiyordu. Sözgelimi, çocuk Kuran-ı Kerim’den “innehu kâne sevaben” ayetini okurken molla “Bir qere tavığ sevabın” şeklinde bir söz düzer ve öğrenciden siyah renkli bir tavuk isterdi. Öğrenci, “ke asıfin mekül” ayetine gelince molla “Geti bir avıc pul” diye bir miktar para istiyordu; çocuk “yemneune el maûn” ayetine gelince “Bir kalıp sabun geti” diye bir parça sabun getirmesini söylüyordu. Ertesi gün çocuk mollanın istediğini getiriyordu. Çocuk “hateme Allah...” ayetini okurken orada bulunan çocuklardan birisi, başındaki takkeyi kapar ve çocuğun anne ve babasına götürüp müjdelik isterdi (Zabıt 1964:135, Rejioğlu 1970:124).Çocuk, Kuran-ı Kerim’i hatmedince mollanın kalfasının isteği üzerine Bakara suresinin ilk yedi ayetini okuması gerekiyordu. Çocuk yedinci ayet yani “hatemeallahu ala kûlûbihim” ayetini okur okumaz kalfa onun yüzüne bir tokat vurarak başındaki börkü kapıp müjde almak için çocuğun anne ve babasının kucağına atıyordu (Terzibaşı 2007:71). Kuran-ı Kerim’i hatmeden çocuklar için özel bir tören düzenleniyordu. Bu tören için birkaç gün önceden hazırlık yapılıyordu. Çocuklara yeni elbiseler alınıyordu. Tören gününde temiz ve yeni elbise giyen

çocuklar, babaları veya akrabalarıyla birlikte okula yani cami veya mescide gidiyordu. Çocuklar toplu olarak molanın önüne diziliyor ve mollanın yardımcılarından birisi (kalfalarından) özel bir nağmeyle hatme duasını okuyordu. Çocuklar ise okunan her parçanın sonunda hep bir ağızdan Âmin diyorlardı (Zabıt 1964:132, Rejioğlu 1970:124).Hatim duası genellikle şöyle oluyordu:İlahi ya ilahi ya ilahi ÂminKİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların nutku hakkı içün ÂminDahi ol Kâbe’nin köyü hakkı içün ÂminHalil’e verdiği kurban hakkı içün ÂminHem âdem safyüllah hakkı içün Âminİlahi Ahmet Muhtar hakkı içün ÂminHem ol Musa kelimüllah hakkı içün ÂminDahi Kuran ve Tevrat’ın hakkı içün ÂminDahi İncil ve Zebur’un hakkı içün ÂminHem İbrahim Halilüllah hakkı içün ÂminHem İsmail zebihüllah hakkı içün ÂminHem Yakup Kenan’ın hakkı için ÂminHem Yusuf cemal-i gün hakkı içün ÂminHem Eyüp sabır hürmeti içün Âminİlahi ayetülkürsi hakkı içün Âminİlahi isim-i azam hürmeti içün Âminİlahi arş-i azam hürmeti içün Âminİlahi ol nebiler hürmeti içün Âminİlahi ol veliler hürmeti içün ÂminDahi âşıkların aşkı içün ÂminDahi sadıkların sıdkı içün Âminİlahi levh ü kürsi hürmeti içün ÂminZemin ve asmanın hürmeti içün Âmin İlahi sure-yi Meryem hakkı içün Âminİlahi sure-yi Taha hakkı içün Âminİlahi sure-yi Yasin hakkı içün ÂminSeherde ağlayanlar hürmeti içün ÂminŞafakta yalvaranlar hürmeti içün Âminİlahi Tur-i Sina hürmeti içün ÂminDahi Keşt-i Nuh’un hürmeti içün ÂminMuhammet mûcizatı hürmeti içün Âminİlahi haşır ü neşir hürmeti içün Âmin

Page 5: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 5Yaz 2020

Sırat ül müstakimin hürmeti içün Âminİlahi Kebş-i İsmail’in hakkı içün Âminİlahi nar-ı Nemrut’un hakkı içün Âminİlahi Âdem Havva hakkı içün Âminİlahi Hazret-i Musa hakkı içün Âminİlahi Hazret-i İsa hakkı içün Âminİlahi Hazret-i Cebrail hakkı içün ÂminDahi Davut ve Salih hürmeti içün Âminİlahi Hazret-i Nuh’un hakkı içün Âminİlahi cennet ül Mevâ hakkı içün Âminİlahi cennet ül Firdevs hakkı içün ÂminVelilerin hakkı içün ya ilahi ÂminNebilerin hakkı içün ya ilahi Âminİlahi ol Muhammet hakkı içün ÂminOl şefaatken Ahmet hakkı içün ÂminGözyaşı hakkı içün âşıkların ÂminBağrı başı hakkı içün sadıkların ÂminBiz günahkâr, asi, mücrim kulları ÂminSana layık kullar ile hem dem et ÂminEhl-i derdin sohbetine mahrem et ÂminAfv et isyanımız kıl rahmeti ÂminOl habibin yüzü suyu hürmeti Âmin (Zabıt 1964:132134-)Bu törende çocukların aileleri tarafından mollaya verilmek üzere bir gün önceden hazırlanmış hediyeler, tepsiler üzerinde mollanın evine götürülüyordu. Törenin sonunda her çocuk kendi evinin kapısına kadar zılgıtlar eşliğinde, salâvatlar çekilerek getiriliyordu. Çocuğun evinde misafirlere şeker, şerbet ve helvalar dağıtılıyordu. Çocuğun babası zengin ise yemek ikram ediliyordu(Zabıt 1964:134, Rejioğlu 1970:125) Çocuklar Kuran-ı Kerim’i hatmettikten sonra artık diğer dersleri alabiliyorlardı. Medresede okutulan dersler genellikle şunlardı: “Kuran-ı Kerim”, “Hz. Ali’nin Yüz Sözü ve Tercümesi”, “Mevlit-i Nebevî Şerif”, “Muhammadiye Kitabı”, “Ahmediye Kitabı”, “Mahmudiye Kitabı”, “Peygamberlerin Hayatı”, ”İlim-i Hal”, “Küçük İnşa”, “Büyük İnşa”, “Güldeste”, “Gülistan” “Hafız Şirazî”, “Hüsnü Hat” (Güzel Yazma) vd. Bu medreselerde Türkçe ile eğitim veriliyordu.

(Zabıt 1964:131, Rejioğlu 1970:124).Bu kitapların baş yapraklarında yer alan “Ya Rezzak”, “Ya Allah”, “Ya Fettah”, “Ya Muin” gibi yazılar çocuklara ezberletiliyordu. Çocuklar bu telaffuzları iyi bir şekilde öğrendikten sonra molla onlara alfabeyi öğretmeye başlıyordu. Bilindiği gibi eskiden yazı dilinde Arap alfabesi kullanılıyordu. Çocukların bu harfleri daha iyi bir şekilde kavrayabilmesi için bazı mizahî ifadelerin kullanılmasına başvuruluyordu. Mesela, “elif=ekmek, be=biber, te=tütün, se=soğan, cim=ciger, he=helve, he=haber/xeber, dal, zal=bir quşağ bal axşam ye sebbeh geber” vb. (Terzibaşı 2007:67).

Page 6: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik6 Yaz 2020

Irkçılık, Milliyetçilik

Turancılık

Prof. Dr. Nurullah Çetin

ve

ürkiye’de en fazla karıştırılan ve tartışılan 3 terim var: Irk, milliyet ve Turan. Bunları açıklığa kavuşturmamız lazım. Irk, insanların renkleriyle, dilleriyle ve bazı biyolojik özellikleriyle ilgili bir terimdir. Irk, insanların özgür iradeleriyle tercih ettiği bir kimlik değildir. Allah nasıl istemişse insanları öyle yaratmış ve bu yaratılmış haline ırk denmiş. Yani Allah insanları Türk, Arap, Fars, İngiliz, Alman gibi değişik ırklar halinde yaratıyor. Irk kimliği gayr-i iradidir yani isteğe bağlı olan bir şey değildir. Hem isteğe bağlı değil, hem de reddedilebilecek bir şey değildir. Allah insanların değişik ırklar halinde yaratılışını bir ayette açıkça belirtiyor: “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.” (Rum Suresi, 22)O halde insanların ırk kimliği, ne üstünlük ne de aşağılık sebebidir. Yani ırk, başlı başına ne kutsallaştırılabilir ne de aşağılanabilir.Bir de insanların “milliyet” kimliği vardır. Irk biyolojik kimlik, milliyet ise kültürel, sosyolojik ve hukuki kimliktir. Farklı ırktan olan insanlar ortak sosyolojik, kültürel ve hukuki değerlerde bir araya gelerek ve bu ortak değerleri benimseyip uygulayarak millet olurlar. Tarih içinde millet kimliği değişiklik gösterebiliyor. İslam evrensel bir din olduğu için aynı dinden olanları bir millet kabul etmiş. Ayrıca tarihî ve siyasi zaruretler neticesinde başka ölçütlerde birleşen insan topluluklarına da millet (ulus, nation) denmiş. Bu durumda şu tür millet türleri ortaya çıkıyor:1.Dinî millet: Aynı dine inanan insanlar. Dilleri, devletleri, kültürleri farklı olabilir. Bu insanların millet

olması için tek geçerli ölçüt, aynı dine inanıyor olmak. 2.Siyasi millet: Tek devlet, tek bayrak, tek vatan, tek dil, tek hukuk, ortak gelecek tasavvuru değerlerini benimseyen ve yaşayan topluluğun adıdır. Bugün hemen hemen her devlet bu millet tipini barındırır. Bazıları “tek dil”i saymıyor, ama diğerlerini sayıyor. Tek dil olmadan siyasi millet olmaz. Toplulukları, fertleri, grupları siyasi millet yapan ortak değer, tek resmî dil ve tek eğitim dilidir. Aynı dili konuşmayan insanlar siyasi millet olamazlar.3.Kültürel millet: Devletleri, coğrafi sınırları farklı olsa da dilleri, gelenekleri görenekleri, duyguları, sembolleri, maddi ve manevi değerleri bir olan topluluklardan oluşan yapı. Biz Türkler genel anlamda, dünya çapında, evrensel planda “kültürel millet”, özel anlamda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde “siyasi millet” kimliğine sahibiz. 7 devlet, onlarca özerk devlet, topluluk ve başka devletlerde yaşayan bütün dünya Türkleri bu anlamda kültürel bir millettir.Şu halde insanlar ırklarını seçemez ama milletlerini seçebilirler. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde yaşayan

T

Page 7: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 7Yaz 2020

insanların tamamının adı “Türk milleti”dir. Bu millet tipi siyasi millettir. Şu halde Türkiye’de yaşayan bazı vatandaşlar, alt özel kimlik olarak farklı ırklara mensup olabilirler ama üst resmî kimlik olarak Türk milletine aittirler. Irkçılık ise 2 türlüdür: 1.Saldırgan ırkçılık, 2.Savunmacı ırkçılık.“Saldırgan ırkçılık” hiçbir zaman kabul edilemez ve hoş görülemez. Ama “savunmacı ırkçılık” masumdur. “Saldırgan ırkçılık”, kişinin doğuştan getirdiği gayr-i iradi olan verili kimliğini yani biyolojik, genetik aidiyetini başka ırklardan üstün tutması ve kendisinde başka ırklara haksızlık ve kötülük yapma hakkını görmesidir. Bu doğru değildir ve kabul edilemez.“Savunmacı ırkçılık” ise ırkımıza yapılan saldırılar, kötülükler ve haksızlıklar karşısında kendimizi koruma ve savunma tedbirleridir. Bu doğaldır, haktır, görevdir hatta kutsaldır. Bu anlamda mesela Millî Mücadele döneminde İtilaf devletleri adlanan Haçlı Batılı Devletler ülkemizi işgal ettiklerinde amaçları Türk ırkını yok etmekti. Bunu o zaman açık açık söylemişlerdi. O zaman biz Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kutsal bir Millî Mücadele cihadı vererek kendi ırkımızın yok olmaması için savaştık. Nitekim Mehmet Akif Ersoy Atamız İstiklal Marşı’nda bu durumu “Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal” diye veciz bir mısra halinde ifade etti. Biz Türk’üz. Türklük hem ırktır, hem milliyettir. Yani Türk doğulur da olunur da. Allah bizi Türk yarattı ve Allah başka ırkları da yarattı. Doğuştan insanlar hangi ırka mensup olursa olsun, eğer isterlerse Türk milliyetine mensup olabilirler ve kendilerini Türk kabul edebilirler. Irk kimliği verili kimlik, milliyet kimliği kazanılmış kimliktir. Farklı bir ırka mensup olsa bile Türkçeyi, Türk devletini, Türk bayrağını, Türk gelenek göreneğini, Türk milletini benimsemiş kişi Türk’tür. Irk, Allah’ın, milliyet insanların tercihidir. Atatürk «ne mutlu Türküm diyene» derken buna vurgu yaptı. Bir Arap, bir Kürt, bir Çerkez «Ben şu ırktanım ama Türk milletine mensubum ve bu anlamda “Türk’üm» diyorsa ki çoğu vatandaşımız böyle düşünüyor, o zaman o kişiler Türk’tür ve bizim «hayır sen şu ırktansın, Türk

olamazsın» deme hakkımız yoktur. Turancılık, ırkçılık değildir. Turancılık, yukarıdan beri tanımlandığı şekilde Türk milletine mensup olan, Türklüğü millî bir kimlik olarak kabul eden herkesin siyasi, sosyal, kültürel, askeri, ekonomik, coğrafî, duygusal anlamda birliği ve bütünlüğü ülküsüdür. Avrupalıların “Avrupa Birliği” ideali ne ise, Türklerin “Türk Birliği” demek olan Turancılık ülküsü de odur.(25.1.2016)19.yüzyıl ortalarından itibaren başka milletlerde milliyetçilik eğilimi hızla artarken, Türk boylarının Türklükleri, millî kimlikleri İslam adına, ümmetçilik adına hızla yok ediliyordu. Bu emperyalist bir projeydi ve kısa zamanda da meyvelerini aldılar. Nitekim zaman içinde kademe kademe Batı Türkistan Türkleri Rus, Doğu Türkistan Türkleri Çin esaretine alındı. Osmanlı Devleti dağıtıldı, Balkan Türkleri yok edildi, Anadolu Türkleri de işgale uğradı. Türk milleti için bu büyük bir yıkımdı ve bu enkaz altından bir tek Anadolu Türkleri, Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk’ün milliyetçi politikaları sayesinde bağımsız millî devletini yeniden kurabildi.İnsanların, coğrafî, dinî ve millî kimlikleri vardır ve bunlar birbirinden ayrıdır. Bunlar birbirinin eşi de değildir karşıtı da. “Türkiyeliyim”, “Müslümanım”, “Türk milletindenim” ifadeleri gibi. Türklere “Türküm”, “Türk milletindenim” kimliği yasaklanmış, günah diye belletilmiş ve bunun sonucu olarak da millet olma özellikleri yok edilerek kolayca esir edilip sömürgeleştirilmiştir. Bu oyun, Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında bugünlerde yeniden yoğun bir şekilde uygulama alanına sokuldu. Çünkü Anadolu Türk millî birliği dağıtılmak ve bağımsız, millî Türk Devleti parçalanmak isteniyor. Anayasadan Türk adını silerek bu işi tamamlamak istiyorlar.Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar’ınYaşamak Hakkı (Tulpars Yayınları, Ankara 2016, s.6263-) adlı kitabında Azerbaycan aydınlarından Ömer Faik Numanzade (18721937-)’nin “Ben Kimim?” adlı bir makalesinden bir bölüme yer verilir. Ahıskalı bir Türk olan Ömer Faik Tiflis, Şeki, Şamahı ve Gence’de öğretmenlik yaptı. Celil Mehmet Kuluzadeile birlikte 1905 ile 1931 yılları arasında 740 sayılık Molla

Page 8: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik8 Yaz 2020

Nasrettin adlı dergiyi çıkardılar. 1937 yılında Rus istihbarat örgütü KGB, Ömer Faik’i halk düşmanı ilan edip kurşuna dizdi. Ömer Faik’in “Ben Kimim?” yazısına göre bir Rus veya Gürcü’ye milliyetini sorarsanız, ”Rus’um” veya “Gürcü’yüm” cevabını verir, ancak bir Türk ise aynı soru karşısında “Şamahılıyım”, “Maragalıyım”, “Kafkaslıyım”, ”İranlıyım” ya da “Sünniyim” veya “Şiiyim” der. Yazar bu konuda canı sıkılmış olacak ki soydaşlarını kınıyor: “Ey Türk! İster sıkıl, ister kendini kaybet, peşini bırakacak değilim. Sen her şeyi öğreniyorsun da neden kendi kimliğini öğrenmek istemiyorsun? Neden kendi varlığından, soy ve kuşağından haberin yok? Neden sana “Kimsin?” dedikleri vakit, gerçek cevabı vermekte çaresiz kalıyorsun? Neden sadece “Türk’üm” diyemiyorsun. Şimdi de Türk’sün ve bundan sonra da Türk kalacaksın.Senin bu Türklüğüne ne Şiilik, ne Babilik, ne de dinsizlik engel olabilir. Sen ey Türk! Hangi inanç ve meslekten olursan ol, her zaman Türk’sün. Sen bilmelisin ki dünyada daha Şii, Sünni, Babilik ve Şeyh adları yokken sen vardın. İslamiyet, Arabistan kumsallarında doğmadan bile sen Altay’ın eteklerinde tabiatın güzelliğine bakıp zevk alıyordun.Üzeyir Bey de bu konuya şöyle değiniyor: Bizlerden birine:-Sen kimsin? Diye sorsan “Ben Müslümanım” der.-Hangi millettensin?-Müslüman milletinden.-Dinin ne?-Müslüman dini.-Hangi dilde konuşuyorsun?-Müslüman dili.Göründüğü gibi “millî benlik”, “milliyet” ve “dil” kavramlarının anlamları ile dinî bağlılığı birbirinden ayırmak, o dönemin gelişmiş basınında defalarca vurgulanmıştı.”1932 yılında yayınlanan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban adlı romanında da benzer bir diyalogla karşılaşıyoruz. Ömer Faik’in yazısıyla Yakup Kadri’nin romanı, aşağı yukarı aynı döneme denk geliyor. Demek ki o yıllarda Azerbaycan Türkleri de Türkiye Türkleri de güya Müslümanlık adına

Türklüğünden uzaklaştırılmış, Türklüğü unutturulmuş vaziyetteydi. Yakup Kadri’nin romanındaki diyalog şöyle:“Ahmet Celal ile yine o köyde yaşayan Bekir Çavuş arasındaki diyalog:-(Bekir Çavuş): Biliyorum beyim sen de onlardansın emme.-(Ahmet Celal): Onlar kim?-(Bekir Çavuş): Aha, Kemal Paşa’dan yana olanlar…-(Ahmet Celal): İnsan Türk olur da, nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz?-(Bekir Çavuş): Biz Türk değiliz ki, beyim.-(Ahmet Celal): Ya nesiniz?-(Bekir Çavuş): Biz İslâmız (Müslümanız), Elhamdülillah… O senin dediklerin haymana’da yaşarlar.” (s.152153-)Bugün bu tartışmalar hâlâ devam ediyor. Bir şehre, bir ülkeye, bir dine, bir mezhebe mensubiyet ayrıdır, bir milliyete mensubiyet ayrıdır. Bunlar birbirine karıştırılırsa işler karışır. Bazı kişiler, Türklerin gözünün içine baka baka “Türk’üm falan deme, bu ırkçılıktır, günahtır. Müslümanım de, geç git.” Diyebiliyorlar. Çünkü amaçları Türklerin milliyetini yok edip milliyetsiz, kimliksiz, kişiliksiz bir sürüye dönüştürüp kolayca gütmektir. Buna karşı Türklerin yapması geren şey gayet basittir. Göğsünü gere gere “Ben Türküm!” diyecek, Türk düşmanlarını tanıyıp onlara oy ve dua desteğini kesecek, devletinin yönetimini kendisinden olan Türklere bırakacaktır. Türk, ya bunu yapıp kurtulacak, ya da yok olup gidecektir.Hikmet ya da bilgelik; bilgi, algı, sezgi, duygu ve düşüncenin bireysel ve toplumsal faydaya dönük olarak işlevsel kılınmasıdır. Bir kişinin bilge ya da hikmet sahibi olabilmesi için önce sağlam, sağlıklı ve doğru bir bilgi sahibi olması, sonra bu nesnel bilgileri kişilerin ve toplumların faydalanabileceği düzeyde bilince dönüştürmesi ve bunları söz, yazı ya da davranışlarıyla ifadeye dönüştürebilmesi gerekir. Bunun için de bilgiler arasında sağlıklı ilişkiler kurabilmeli, muhakeme ve mukayese yapabilmeli, mantıklı fikir yürütmeli, sağduyusu, öngörüsü ve sezgileri güçlü olmalıdır. Aklını, mantığını, duygu ve hayallerini anlamlı, uyumlu ve faydalı bir senteze kavuşturabilme becerisi olması lazımdır.

Page 9: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 9Yaz 2020

Hikmet akla, tabiata ve sahih vahye uygun davranmakt ı r.Bilge kişi, söz ve davranışlarıyla olumlu, faydalı, iyi, güzel değerler üreten ve yaşayan ahlaklı, erdemli, örnek kişidir.Hikmet, teknik bilgiden farklıdır. Teknik bilgi bir meslek, bilim ya da başka bir alana ait nesnel, somut ve ayırıcı özellikleri karşılayan bir bilgidir. Mühendisin mühendislik bilgisi gibi. Ya da tarihçinin İstanbul’un 1453’te fethedildiğini bilmesi gibi. Hikmet ya da bilgelik ise bu nesnel bilgilerin bilince dönüştürülmesidir. Yani mühendislik bilgisinin estetik bir değere ya da insanlara fayda sağlayacak şekilde kullanılması ya da İstanbul’un 1453’te fethedilmesinin Türklere ve dünya insanlığına kazandırdığı olumlu, iyi, güzel, faydalı sonuçların ne olduğunun sorgulanması ya da yorumlanması gibi.Bilgelik, bireysel ve toplumsal hayata anlam, ruh, heyecan, amaç katar. İnsana yol ve yön gösterir. İyiyi kötüyü, faydalıyı zararlıyı, güzeli çirkini ayırma yeteneği ve gücü verir. Bireysel ve toplumsal hayatın düzenli, uyumlu, ahenkli, amaçlı, mutlu, huzurlu, anlam dolu yaşanabilmesi için bilgelik ya da hikmet gerekir.Varlıkların, insanların, hayatın, dünyanın, mekânın, zamanın, olay ve olguların ayırıcı, belirgin özelliklerini bilmek, bize somut ve nesnel bilgiye dayalı gerçeği verir. Ama bunların ne olduğunu, ne işe yaradığını, nasıl kullanmak, yorumlamak, yaşamak gerektiğini bilmek ve ona göre davranmak da hakikati verir. Şu halde eşyanın var olan somut özelliklerinin farkına varmak bilgi, bunların işimize yarayacak şekilde yorumlanıp kullanılması da bilgeliktir.Bilgi, akıl; bilgelik de ruh ve kalp aydınlanması sağlar. Bilgi, fiziksel gerçekleri; bilgelik de fizik dışı hakikatleri verir.Bilgelik okumalarla, derin düşünceyle, muhakeme ve mukayeseyle, yaşantıyla, tecrübeyle, akletmeyle, fikretmeyle ve olgular arasında mantıklı ilişkiler kurmayla elde edilen anlamlı ve faydalı bilinç, değer ve yaşantılardır. Bilgelik, kişinin kendisini tanıması ve ona göre bir hayat yolu çizmesi demektir. Yani eksiklerinin, yanlışlarının farkına varması, bu doğrultuda eksiklerini telafi,

yanlışlarını tashih etme cehdi ve ameliyesi bilgeliktir. Bilgelik, kişinin kendisini doğru değerlerle inşa etmesi, olgunlaşması, insan-ı kâmil olma yolunda yürümesi ve iç dünyasını, ruh, kalp ve beynini yanlışlardan arındırması, saflaştırması demektir.Bilgelikte amaç, kişinin kendisini ve mensup olduğu topluluğu daha iyiye, daha güzele, daha faydalıya doğru yükseltmek ve geliştirmektir. Kişi, okuyarak, gözlemleyerek, dinleyerek, deneyerek, yaşayarak ve sorgulayarak elde ettiği bilgileri içselleştirerek hayatına yansıtır ve ulaştığı sonuç, değer ve kabulleri kendine özgü bir hayat tarzı haline getirirse bilge olur.Bilgelik, eğreti bilgi değil, doğru, sağlam, faydalı ve güzel bilginin bizzat yaşantıya, eyleme dönüşmüş halidir.Felsefe, varlıkları, olayları, hayatı, zamanı, mekânı, insanı anlama bilgisi, hikmet ise bireysel iç dünyayı ve toplumu düzene sokma, anlamlandırma ve doğru değerler üzerine inşa etme bilgisidir. Felsefe anlamaya, hikmet ise yaşamaya dönük çabalardır. Felsefe akletme, yorumlama, çözümleme çabası, hikmet ise benimsenen değer ve kabullerin bizzat yaşantıya geçirilerek, yaşanarak iç aydınlığına ve toplumsal uyuma ulaşma çabasıdır. Felsefe de bilgelik yolunda ortaya konan çabalardan biridir. Bu genel çerçevede bugün siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel anlamda hiç de iyi denecek bir durumda olmayan Türk milletinin bu berbat durumdan kurtuluşu için Tanzimat’tan beri gâvurlaşma sürecinde kaybettiği kendi millî ve dinî hikmet hazinelerini yeniden ele geçirmesiyle mümkündür. Türkü Türk yapan, Türkü tarihin efendisi yapan, Türkü Haçlı saldırılarına karşı İslam’ın fedaisi yapan temel hazinesi Türk-İslam kültür ve medeniyet birikimi idi. Güçlü Türk milliyetçiliği duyguları ve Kur’an ve peygamber kaynaklı sahih İslam imanı Türkün ruhu, özü, vicdanı ve en büyük gücü idi. Türk, kaybettiği bu hikmetine sahip olarak, köklerinden aldığı hızla göklere ağabileceği şuuruyla özüne dönmelidir. Öze dönüşle özel ve özgün bir Müslüman Türk kimliği yeniden dirilmek zorundadır.

Page 10: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik Yaz 202010

Dr. Önder Saatçi

İbrahim Rauf’la Antalya’daKerkükHavası

ocukluk yıllarımda, Kerkük’te, babamın samimi dostlarından biri olan ses sanatçısı Ömer Hindi’yi cümbüşü eşliğinde birkaç türkümüzü söylediğinde dinlemiştim de hoyratlarımızı seslendiren herhangi bir sanatçımızı canlı canlı dinleyememiştim. Bununla birlikte, Enver eniştemin sık sık Haba (Abdülvahap), Muhammed Rauf, İbrahim Rauf, Tahsin Cömert gibi sanatçılarla bir araya geldiğini duyar ve onları, bulundukları ortamları, neler konuşup neleri çalıp söylediklerini çok merak ederdim. Aslında, Muhammed ve İbrahim Rauf kardeşlerin ikisi de terziydi ve onların dükkânlarının önünden her geçişimde kendilerini camın arkasından görürdüm ancak o yaşta kendime bir pantolon veya ceket diktiremeyeceğim için herhangi birine müşteri olup kendileriyle tanışıp görüşemezdim. İşte o günlerde tanışma şerefine nail olamadığım bu ses sanatçılarımızdan büyük kardeşi (Muhammed Rauf) 2012 yılında Bilecik’te tanıma ve dinleme fırsatı elde ettim. Onun kardeşi olan İbrahim Rauf’u da 2018 yazının sıcak bir ağustos gününde

Antalya’daki evinde ziyaret etme imkânı buldum. Güneşin Antalya’yı her yaz olduğu gibi yine kavurduğu bir gündü. İbrahim Rauf’un adresini daha önceden edinmiş olmama rağmen değerli dostum ve hemşerimiz, Irak Türkmen davasının öncü erlerinden Diş Hekimi Kürşat Çavuşoğlu da bize, misafirliğimizde rehberlik ve refakat etti. İbrahim Beylerin oturduğu dairenin nihayet kapısına gelmiştik. Derin bir heyecan içimi sarmıştı. Çocukluğumun anıları artık bir hakikat olmak üzereydi. Nihayet kapı açıldı ve içeri girince kendimizi Kerkük’e girmiş gibi hissettik. Güler yüz, nezaket, bol ikram, hoş sohbet, … Kerkük’teki misafirliklerde görebileceğiniz her şey vardı o gün İbrahim Rauf’la buluştuğumuzda… Sohbetimiz hoşbeşle başladı. İbrahim Beylerin Danimarka’daki faaliyetleriyle devam etti. Kendisi Aarhus şehrinde 15.03.1998 tarihinden bu yanabir Türkmen radyosu yönetmekte. Kızı Güneş ve oğulları Turanve Murat da kendisine bu hususta yardımcı olmaktalar. Ayrıca Arhus’taki Türkmenlerle de yakın

Ç

Page 11: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlikYaz 2020 11

sosyal ilişkiler kurmuş durumda İbrahim Rauf… Sohbetimiz ister istemez Kerkük’e kayıyor. Eski günler bir hatıralar şeridi gibi gözlerimizin önünden geçmeye başlıyor. Ona soracağım sorular da birikmiş olduğundan ve bu sohbetimizi telefonuma kaydetmek istediğimden bizi ağırladıkları salonda bulunan yemek masasına geçiyoruz. İbrahim Rauf bize hoyrat sanatına nasıl başladığından bahsediyor. Önceleri Bağdat Türkmence Radyosundaki ses sanatçılarımızın hoyratlarını ve türkülerini dinlemeye başladıklarını söylüyor ve amatör bir şekilde, ağabeyi ile birlikte, Kerkük’ün ünlü hoyrat ustalarının (İzzeddin Nimet, Sıdık Bende Gafur, Reşit Küle Rıza, Muhammed Kalayı, Ali Kaleli, Sami Celali, vb.) meclislerine katıldıklarını. 1966’da ise Bağdat Radyosunda resmî ses sanatçısı olarak kaydolmuş ve pek çok kayıt gerçekleştirmiş. 1975’te Türkiye’ye geldiğinde ise hemşerilerimiz Tarık Gündüz ve Şahap Bayatlı ile birlikte TRT’ye giderek Mustafa Geceyatmaz ve Ali Can’ın huzurunda Kerkük türkülerimizden altısını ve ömergele, muçıla, mazan usullerinde üç hoyratımızı seslendirerek bir imtihan vermiş ve TRT’de de resmî kayıtlı bir sanatçı olmuş. İbrahim Rauf “Ḳaḫgideğinşıḫ bağına” türküsünü K e r k ü k ’ t e n d e r l e y e r e k T R T ’ d e kaydettiğini a n c a k kendisinin adına tescil edilmediğini ve 1977’de bu türkünün altın plak k a z a n d ı ğ ı n ı a n l a t ı y o r bizlere… 1981’de

Türkiye’ye göç ettikten sonra da TRT’de birçok kayıt yapmış sanatçımız ve böylece türkülerimizin ve hoyratlarımızın kaybolmamasına hizmet etmiş. Sohbetimizin burasında İbrahim Bey’den hoyrat sanatımızda usta-çırak ilişkilerini daha bir derinlemesine anlatmasını istiyorum. O da, eski ustaları sadece dinlemekle kalmazdık. Onlar bize yol da gösterirdi. Hatta fırsat tanırlardı. Mesela, bir gün bir toy (düğün) ortamında Reşit Küle Rıza birinin bir türlü yerinde duramadığını görünce adamın hoyrat çağırmak istediğini anlamış ve ona, haydi çağır da rahatla, diye seslenmiş. Kendisi de bir gün bir mecliste bir gazel okumuş ve mecliste bulunan Kerkük eşrafından Şeyh Nazım, Dayı Kadir’e dönerek bu gencin istikbali var, demiş. Şunu da ekliyor İbrahim Bey, o zamanlar güzel okuyan gençlerin mecliste bir yeri olurdu. Sohbetimiz ilerledikçe aklıma soru üstüne soru geliyor ve İbrahim Bey’e Kerkük’te daha başka hangi ortamlarda hoyrat çağırdıklarını soruyorum. O da bilhassa toylarda ve k a s e t yapmak üzere özel hoyrat meclislerinde sanatçılarımızın sanatlarını

Page 12: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik Yaz 202012

icra ettiklerini;Dayı Kadir, Hasan Necim, Halil Billo, S. Tayfur gibi Kerkük’ün önemli simalarının, zaman zaman Kerkük’ün ünlü hoyratçılarını bir araya topladıklarını ve hem çalıp söyleyip eğlendiklerini hem de o gece okunan bütün beste (türkü) ve hoyratları kaydettiklerini anlatıyor. Bunlardan Dayı Kadir’in yalnız Kerküklü değil Erbilli sanatçılarımızı (Hacı Faik, Hacı Cemil Kapkapçı, Muhammed Ahmed) da ağırladığını söylüyor. Ayrıca bundan 5060- yıl önceki bu kayıtların iyi ki yapılmış olduğunu, böylece sanatımızın kaybolmaktan kurtulduğunu ekliyor. Ben de bu meclisleri düzenleyenleri şimdiki yapımcılara ve sponsorlara benzetiyorum. Gerçekten de 70’li yıllarda Kerkük’te bazı kasetçi dükkânları açılmaya başlanmıştı. Bu kasetçi dükkânlarının önünden geçerken durup durup o kasetlerin üzerinde yazılı bulunan ses sanatçılarımızın adlarını bir birokurdum. Bazılarını da zaman zaman çeşitli yerlerde teyplerden dinlerdik. Kerkük’te daha başka hangi ortamlarda hoyrat okunduğunu merak etiğim için kendisine çayhanelerde (kıraathane) hoyrat okunur muydu, diye soruyorum İbrahim Bey de Kerkük çayhanelerinde daha çok ramazanlarda, sinizarf oynanırken hoyrat okunduğunu ama şimdi bu geleneğin eski canlılığını yitirdiğini söylüyor. Sohbetimiz birara da Erbil’e kayıyor. Erbil’in de değerli sanatçıları olduğunu söylüyor ve şu anekdotu aktarıyor bizlere. Anlatıldığına göre, kendisi de çok meşhur bir hoyrat çağırıcısı olan Muhammed Çulboyun bir ramazan ayında Erbil’de bir çayhane açmış. Erbil’deki hoyratçılar da her gece orada hoyratlar okumuşlar. Ama bir gece okudukları hoyratları bir daha asla tekrar etmemişler… Eski sanatçılarımızın ne kadar engin bir hoyrat dağarcığına sahip olduklarını hep birlikte anlıyor ve onları şükran ve rahmetle yad ediyoruz.

Benim, hoyratlarımız hakkındaki bilgilerim daha çok kitabi olduğundan, bir hoyrat ustasını bulmuşken bu sanatımızın icrası sırasındaki bazı incelikleri kendisinden dinlemek istiyorum ve İbrahim Bey’e şu soruyu soruyorum:

- Hoyratçılarımız“kanşarbakanşar” (karşılıklı) okurken kafiyeleri ve mısraları hemen o anda mı getirirlerdi? Bu soruma karşılık İbrahim Rauf bizdeki kanşarbakanşar okumayı Anadolu âşıklarının atışmalarına benzetiyor. Kendisinin de Haba ile bazen böyle karşılıklı hoyratlar çağırdıklarını ve her birinin bir oturuşta 1012- hoyratı arka arkaya getirdiklerinden bahsediyor. Sohbetimiz ilerledikçe bize bazı hoyratlar da okuyor İbrahim Bey…Sen de giryan 1

Men giryan sen de giryanMen dedim ‘aşka yanaş Demedim sen de gir yan

Keşke sen Su doldırdıv meşke sen Az derdimi çoḫettiv 2

Gelmeseydiv 3 keşke sen

Bir de çeşitli hadiseleri nakleden hoyratlarımız olduğunu hatırlıyorum ve kendisine bu hususta bize bir şeyler anlatabilir mi diye sorarken birden hep birlikte Muçıla’yı hatırlıyoruz. Asıl adı Mustafa olan bu ünlü hoyrat ustası Osmanlı’nın son dönemlerinde Kerkük’te yaşamış ve bir arazi kavgasından dolayı bir adamın ölümüne sebep olmuş ve idama mahkûm edilmiş. İbrahim Rauf Muçıla’nın aslında, iftiraya uğramış olduğunu, suçun üstüne yıkıldığını anlatıyor. Ondan sonra Muçıla’nın darağacına çıkarken feryat yüklü hoyratlarından birini bir kere daha hatırlıyoruz:Bu alma dörd olaydıKarnıma derd olaydıBoynımıvırancalladKeşke bir merd olaydı

KalasızKerkük olmaz kalasızOdı men koydımgettimSiz sağlıhtan kalasız

1 ağlayan2 ettin3 gelmeseydin

Page 13: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlikYaz 2020 13

Bu arada, İbrahim Rauf, Kerküklü şair ve yazar Nusret Merdan’ınkenidisineMuçıla hikâyesini bir senaryo hâlinde gönderdiğini ancak bunu sahneleme imkânı bulamadıklarını anlatıyor. Olaylar üzerine düzülmüş bir hoyratın hikâyesini de şöyle anlatıyor bizlere İbrahim Bey: - Ömer Ağa Tercilli bir gün Kerkük’ten köyüne dönerken hasımları yolunu keser ve onu silahla yaralarlar. O da yaralı hâliyle üzüntülü adamlarına şu hoyratı söyler: Hara 4 baḫarGün çıḫsa hara baḫarMeni bir namerd vurupAl kanım ḫarabaḫar

Peri şansız Per vurubperişansızOlan mene olıptıSiz neyçi 5 perişansız

Anlaşılıyor ki hoyratlar Kerküklünün en zor anında bile yüreğinin ve dilinin en tatlı meyvesidir. Hatta, beraberce hatırladığımız bu hoyratlar Irak Türkmenininâdeta bir toplum hafızasıdır. İbrahim Rauf’la sohbetimiz gittikçe koyulaşıyor ve hoyratlarımızın usulleri hakkında bazı görüşlerini

4 nereye5 niçin

bizimle paylaşıyor. İbrahim Bey son dönemlerde hoyrat sanatımızda gözlenen bazı yozlaşmalara da dikkat çekiyor. Mesela, gençlerin yeni bir usul icat etmiş gibi “durgun bayat” diye bir usulden bahsettiklerini; ancak hoyrat sanatında böyle bir usulün olmadığını söylüyor. Sonra, İdele usulünden bahsedildiğini söylüyor ki idele usulünün, aslında yolcu hoyratını icat eden eski bir hoyrat ustasının adı olduğunu bize aktarıyor. Bu arada yeni hoyratlarımız içinde de güzel örnekler bulunduğunu ancak geçmişteki hoyratlarımızın bir başka olduğunu söylüyor ve bize şu hoyratları hatırlatıyor:Ekme bitmeyen yereCan ver itmiyen yere Ayaḫlar nece varsınGevil getmiyen yere.

Hudam kerem sehebi 6

Beytul-harem sehebiGözive 7 baḫabaḫaMen oldım dert sehebi

İbrahim Rauf’la sohbetimiz devam ederken sözü kadınların hoyrat sanatındaki yerine getirdim. O da eskiden gelin hamamı olur ve orada bazı hoyratlar

6 sahibi7 gözüne

Page 14: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik Yaz 202014

söylenirmiş. Ayrıca kadınların okuduğu bazı türküler de vardı. Ama Türkmen kadını ve türkü deyince akla ilk gelen Kerkük Kızı Selime Hanım’dır. AbdulvahitKüzecioğlu’nun da bulunduğu bir mecliste bir gün Kerkük Kızı ve ben çeşitli hoyratlar söylemiştik. Selime Hanım ricam üzerine o gün muhalif hoyratı okudu. Çok zarif bir hanımdı… Selime Hanım bir devrim yaptı Türkmen dünyasında. Onun radyoda okuması bizim için gurur kaynağıdır. Ancak onun bu çıkışını yadırgayan bazı kimseler maalesef evine telefon açıp ona ağır hakaretler ettiler. Onu rencide ettiler. Ama kim ne derse desin Selime Hanım bizim gurur kaynağımızdır. O bir çınardır. Kerkük Kızı’ndan sonra Zeynep Demirci Kerkük hoyratlarını seslendirdi. Maalesef toplumumuz ona da o yıllarda pekiyi davranmadı. İbrahim Bey bu vesileyle o gün Kerkük Kızı’nın okumuş olduğu hoyratı bizim için o eşsiz yorumuyla seslendirdi:Gül o yanı Bezedib gül o yanıBilbilbes 8 feryad eleDiskini gül oyanı 9

İbrahim Rauf’a bir de Kerkük üzerine hoyrat yazıp yazmadığını soruyorum ve bize kendisinin düzmüş olduğu şu müstezat hoyratı okuyor: Kâr ki günSattım ettim kâr ki günDünyalara degişmemBir daşını Kerkük’ün Kerkük anam babamdı Men oğlıyam Kerkük’ün

Arkasından da merhum M. İzzet Hatta’ın şu hoyratını ekliyor: Yad alı Rüzgâr ḳırmışyad alı Kerkük’ü veran ettiBed 10 vatandaş yad eli

Bir de kendisine içinde eski kelimelerimizin geçtiği 8 yeter9 uyanır10 kötü

bir hoyrat hatırlayıp hatırlamadığını soruyorum. O da birkaç örnek verdikten sonra şu hoyratı okuyor:

Menim fener gevlimeAtaş yanar gevlimeḲorḫım var ayrılmaḫtanHer dem anar gevlimeGünde bir tabḫur (sürü) bayġuşḲaḫarḳonargevlime

Sohbetimizin burasında o ana kadar bizi sabırla dinleyen dostum Kürşat Bey de bir soru soruyor İbrahim Bey’e. Diyor ki, bizde neden müziğimizi icra edecek güçlü ve kalıcı ekipler yok. İbrahim Rauf da Türkmenlerin katliamlara varan çileler yaşadığını ve bu işlerin Kerkük’te uzun yıllar amatörce yapılığını, güçlü ve kalıcı müzik gruplarının kurulabilmesi ve yaşayabilmesi için o işi yapanların profesyonel olmaları gerektiğini söylüyor. Hâlbuki bütün müzisyenlerimizin daha başka meslekleri olduğunu kendisinin de terzi olduğunu hatırlatıyor. Bir de bir gün Haba’nın çalıştığı inşaattan gelip üzerindeki kireçli elbiseyle hoyrat çağırdığını ekliyor. Arkasından da Türkmenlerin çilelerini şu hoyratla dile getiriyor:Eridi Ataş demir eridiÇektiğimiz bu derdi Dağa vırsav eridi.

İbrahim Rauf’u ziyaretimiz o gün birkaç saat sürmüş olsa da kendilerine ve o eşsiz yorumuyla bize okuduğu hoyratlara elbette doyamadık. Tadı damağımızda kalan hoyratlarımızla dopdolu geçen bu eşsiz günü de feleğe kaptırdıktan sonra kendilerine veda edip ayrıldık. Bu sohbetin bir parçasını da siz değerli okuyucularımızla paylaşmayı arzu ettik.

Page 15: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlikYaz 2020 15

Çiğdem Kader

Melankoli

önülden göze nispet doluluktu benimkiVuslat heybemde iki şarkılıktı benimkiBeynimin kuzeydoğu sathını cinler basmışBeden ki, baş üstünde korkuluktu benimkiBahtıma düşen renkler siyah beyaz gelirkenBir de gökler dolusu size ikaz gelirkenBirkaç gün vuslatınız size çok az gelirkenEge’den, Nil’den taşan ululuktu benimkiBoğacak şevk arandı içerdeki yığındaKırk yılda balıklama bir düşe daldığındaVuslat parmaklarından, kızıla çaldığındaAkardı oluk oluk hep oluktu benimkiHayat son işvesinde sömürdü iliğimiTek talakla boşadım kestim ilişiğimiSeyire dizdim aha bütün zenginliğimiBir lokma hırka bir de tek çulluktu benimkiİşte ben ve hayatım istemez delil şahitNe yokluk namüsait ne de varlık müsaitTakılmadan yol bulur sizinki size aitHavada buharlaşan tek soluktu benimki

Gözyaşım değil sanki doru atlar koşardıTutup yere çalmayı kalbin nasıl başardı?..El âlemin umudu dev cüsseyi aşardıKırk senedir hep çocuk ve çoluktu benimkiTek başına zihnimde körebe oynayan cinTek başınalığından çoğaldı sakin sakinKalemime çektiğim mürekkep aşktı lakinGezegenler arası yolculuktu benimki

G

Page 16: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik16 Yaz 2020

Dr.Yaşar Kalafat

Nazar-Efsun-Fal veAşık Kemiği Kumarı

1

G iriş İnceleme metninde; Türk inanç kültüründe kemiğin yerine kısaca değinilip, aşık kemiği; aşık oyunu, aşık falı, aşık nazarlığı ve aşık kumarı,Türk tarihi dönemleri itibariyle de ele alınıp, günümüz Türk kültür coğrafyasından örnekler verilmektedir. Fal, nazar ve efsunun halk inançlarında yer alışı, mitolojik dönemden itibaren ele alınmakta, bunların yapı taşları ve fonksiyonları bütün dönemlerde kumar etrafında oluşan inançlarla farklılık arz etmediği açıklanmaktadır. Örneklemelerde, aşık falı, aşık nazarlığı ve aşık kumarı üzerinde durulmakta, aşık kemiği oyununun, Türk yerleşim kültürü ve ordu düzeninin, günümüzde

aşık kemiği ile oynanan çocuk oyunlarında yaşadığı anlatılmaktadır. Türklerde Aşık Kemiğinin Nazar, Fal ve Kumarda Kullanımına Dair Tespitler Aşık kemiği Latincede“ustragulu” veya “talus” olarak adlandırılmıştır. Kemiğin yapısı oyun ve kehanet için uygundur. Bu maksatla Hititler, Yunanlılar ve Romalılarca da kehanet alanında kullanılmıştır. 3 Türkler ve akraba topluluklarda kemiğe, bu arada aşık kemiğine de kutsiyet atfedilmiştir. Kemikler yeniden doğuşu ve ölen canlının yeryüzündeki devamlılığını sağlarlar. 4 Şamanların manyaklarına (giysilerine) takılan kemikler arasında aşık kemiği de vardır. Cengiz’in dünyaya geldiğinde gökten ona kut verilmiş olduğu avucundaki kan lekesinin aşık kemiği şeklinde oluşundan anlaşılmıştı.5 Manas da avucunda kanla doğmuştu.6 Irk Bitig’de “altın aşık kemikli aygır” ifadesi yer almaktadır. 7

Bilindiği gibi aşık kemiği oyunu; koyun, keçi gibi hayvanların arka ayaklarının diz kısmından çıkarılan ve dört yüzü değişik şekiller gösteren aşık kemiği ile oynanan bir oyundur.1 Kaşgarlı Mahmud; “aşuk” kelimesini, “insanın aşığı, topuğu, topuk kemiği”şeklinde izah ederken, 1 Dr., Halk Bilimi Araştırmaları Kültür ve Strateji Merkezi, [email protected] Yaşar Kalafat “Atlı Göçebe Bozkır Kültürünün Kafkasya ve Anadolu Halk İnançları Kültüründe İzleri -MitostratejikBir Arayış-”, II. Uluslararası Türk-Gürcü İlişkileri: Orta ÇağlardaTürk Gürcü İlişkileri Sempozyumu (30 Ekim-01 Kasım 2018, Gori/Gürcistan), Gori Devlet Eğitim Üniversitesi-Türk Tarih Kurumu.3 İlteriş Yıldırım, “Unutulmuş Bir Gelenek Aşık Kemiği Falı”,Uluslararası Türk Kültür ve Medeniyeti Kongresi (58- Eylül 2018), (Editör: Ahmet Uysal),Balıkesir 2018, s. 697.4 J. P. Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini (Çev. A. Kazancıgil), İşaret Yayınları, İstanbul 1994, s. 136 (aktaran: İ. Yıldırım, agy, s. 697).5 J. P. Roux, age, s. 71 (akt. İ. Yıldırım, agy, s. 697).6 Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1986, s. 75 (akt. İ. Yıldırım, agy, s. 697).7 J. P. Roux, age, s. 155 (akt. İ. Yıldırım, agy, s. 697698-).

Page 17: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 17Yaz 2020

“aşuklamak” kelimesini de “aşık kemiğine vurmak”diye açıklamaktadır.8 Kars’taki 1950’li yılların bir kısım Doğu Karadenizlileri, kumar oynayalım anlamında “komarlayalım”, horon oynayalım anlamında da “horam edelim” veya “horanlayalım” derlerdi. Türk kavimlerinin yayıldıkları her yerde aşık oyununun 9 türlü çeşitleri de başka kavimlerden çok daha gelişmiş ve çeşitlenmiş olarak yayılmıştır. Oğuzların destanî edebiyatlarının, aynı zamanda onların en eski âdet ve geleneklerini de aksettiren bir ürünü olan “Dede Korkut” kitabında, Oğuz çocuklarının -hattâ bey ve han çocuklarının- meydan yerinde aşık oynadıkları anlatılır. 10

Dede Korkut’taki, “Salur Kazan Esir Olup Oğlu Uruz’un Çıkardığı Destan”dada; “altın aşık oynayan beğler”den bahsedilir. 11

Timuçin ile Camoka“anda”(kan kardeşi) olduktan sonra aşık kemikleriyle oyun oynarlarken 12 diğer kemiklere vurarak oynanan aşık kemiğine“eneke”denirdi.Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi, Kars, Ardahan, Iğdır ve Aras Vadisi’nin sair bölgelerinde Ahlat’a Van’a kadar uzanan coğrafyada da bu aşık kemiğinin adı “eneke”dir.13 Keza aşığın ağır gelmesi için içine kurşun dökülmesi, ona bakır tel sarılması şeklindeki uygulama Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun birçok kesiminde yaşamaktadır. Aras Vadisi aşık oyunlarında enekelersağak ve solak olarak ayrılır. Sağakenekelercız olarak bilinen aşık oyununda diğer aşıklara, onların çemberin dışına çıkarılmaları için vurulmak için atılırken başparmak aşık kemiğinin bek/bey kısmına getirilerek eneke sıkılmadan ve solak enekeler aynı maksat için atılırken ise başparmak kizir/alçı tarafına getirilip sıkılarak atılırlar. Enekelere bakır tel sarılarak veya çık tarafına delik açılarak kurşun dökülmesi ona ağırlık kazandırmak içindir. Daha ziyade sağakenekelere ağırlık eklenilir. Aşık boyamak, bilhassa eneke boyamak, onlara kına yakmak her iki tür eneke için de geçerlidir. 13. Yy. da yaşamış olan Barak Baba’nın kolyesinde kına ile boyanmış aşık kemiği de vardı. 14

Dede Korkut boylarında Boğaç Han da aşık oynamaktadır. Sancıda Beyleri altınaşıkla oynamaktaydılar.15 Bunlar yenmek, kazanmak, üstün gelmek içerikli oyunlardı, muhtemelen kazanç olarak ortaya bir ödül de konuluyordu. Bir anlamda uygulamanın kısmen de olsa kumar boyutu da vardı. Şaybek Han Semerkant’ı almadan evvel Koydaş Dağı’nda kurduğu karargâhta bir davulun üzerinde aşık kemiği atarak “dog-çık”falı baktırır. 16 Keza Alaeddin Eratna’nın da bu neviden fal uygulaması vardır.17 Nogay folklorunda da Edige ve Arkadaşları Alp Kabardin’i takip konusunda karar verirlerken aşığın alçı gelmesi kararı belirledi. 18 Muhtemelen kumar için oynanacak aşık oyunundan evvel aşık falı da baktırılıyordu. Ak-Koyunlu Türk Hükümdarı Uzun Hasan’ın ordudaki mehter alayını durdurup deve üzerindeki kös adlı ulu davul üzerinde aşık atarak, savaşın sonu nice olacak diye fala baktığı anlatılmaktadır. 19

Bazı uygulamalarda kumar ile fal aynılık da gösterirler. Kars’ta 1950’li yıllarda erkek çocuklar aşık atarak imtihan sonuçlarımızı veya ilgilendiğimiz kızların bize meyli olup olmadığını tahmin etmeye çalışırdık. Aşık 8 Ahmet Turan, “Türk Kültüründe Aşık Kemiği Oyunu”, Türk Kültürü Araştırmaları: Doğu ve Güneydoğu Anadolu-I, Ankara 1991, s. 16- (Kaşgarlı Mahmud, DivanuLügati’t-Türk, c. I. s. 66, 305’e atıf).9 MayrambekOrozobayev, Kırgız Kültüründe Aşık Kemiği ve Kırgızcadaki Aşık Oyunlarıyla İlgili Söz Varlığı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 2018.10 Ahmet Turan, age, s. 1 (Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, M.E.B. Yayını, İstanbul 1971, s. 13’e atıf).11 Ahmet Turan, age, s. 2 (M. Ergin, age, s. 221’e atıf).12 Roux, age, s. 190 (akt. İ. Yıldırım, agy, s. 698).13 Metin And, Oyun ve Bügü: Türk Kültüründe Oyun Kavramı, Yapı Kredi Yayınları. İstanbul 2012, s. 243 (akt. İ. Yıldırım, agy, s. 698). 14 J. P. Roux, age, s. 54 (akt. İ. Yıldırım, agy, s. 697).15 Ahmet Turan, age, s. 2 (M. Ergin, age, s. 221’e atıf).16 W. Radloff, Türklük ve Şamanlık, Örgün Yayınları, İstanbul 2008, s. 347348- (akt. İ. Yıldırım, agy, s. 698). 17 Kemal Göde, Sultan Alaeddin Eratna, Kültür Bakanlığı, Ankara 1990, s. 3839- (akt. İ. Yıldırım, agy, s. 699). 18 W. Radloff, age, s. 347 (akt. İ. Yıldırım, agy, s. 699). 19 Ahmet Turan, age, s. 2 (Ebu Bekri Tihrani, Kitabı Diyarbekriyye, nşr. N.Lugal-F.Sümer, Ankara 1962’ye atıf).

Page 18: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik18 Yaz 2020

falını çocuk dünyamıza uyarlamıştık. Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, aynı geleneğin Doğu Anadolu’daki Kürt aşiretlerinde de yaşadığını tespit ederek; “bugün yaşlı Kürtler bile aşık kemiğini taşa sürterek ‘lepezletip’ zar olarak kullanmakta olduklarını” ifade etmektedir. 20

Anadolu’da zamanımızda da aşık, köylerde, küçük kasabalarda ve şehirlerin, modern oyunların eski oyunları unutturmadığı ve onların yerine yerleşmediği mahallelerinde çocukların başlıca kader kumar oyunlarıdır. Ayrıca aşık kemiğinin dört yüzünün de ayrı ayrı değeri ve isimleri olduğunubiliyoruz. Ancak bu isimler bölgeden bölgeye farklılık gösterirler. Aşığın, daha enli olan iki yüzünden çukur olan taraf “aç”, “çik”, “cuk” vb.; bunun tümsek olan karşı tarafı “tok”, “tök”vb.; dar ve düzce olan diğer iki yüzünden kenarı hafifçe kalkık, ortası çukurca olan tarafı “bey”, “say”, “kazak”, “kallek”, “kel-ali”vb.; bunun kenarsız düz olan karşı tarafı da “kıt”, “tokan”, “dalak”vb. adlarını alır. 21

Prof. Dr. Abdülkadir İnan’ın bir incelemesine göre, bazı yörelerde aşık kemiğinin irisine “saka”,küçüğüne “honek”derler. Aşığın üst tümseğine“alçı”,altına“tokan”,yan çukuruna “çiğ”, öteki yanına da “tüğ”derler. A. İnan, dört aşık oyununu anlatmaktadır. Bursa’da aşık kemiğinin düz yanına “malı”, oygulu tarafına“kazak”;iki yandan çukur olana“aç” veya “cık”, yuvarlak yanına da“tok”denir. Aşıkta oyun yapacak aşıklar ustalıkla delinerek buraya kurşun dökülür ve oyun bunlarla oynanır. Oyunun da çeşitleri vardır. Aşığın bir de “lomba”cephesi vardır ki bu cephe oyunda kullanılmaz, yalnız adı vardır. 22

Müşfika Abdülkadir’e göre; Maraş’ta, aşığın biri kız öteki oğlan itibar edilmek üzere iki yanı vardır ve aşık kumar gibi para ile oynanır. 23

Enver Sadık’a göre; Gaziantep’te asıl aşık oyununda, aşık kemiğinin oyuk tarafına “cik”, bunun karşılığı olan kambur tarafına“tük”,geri kalan iki yanından en düz olanına“kıt”,bunun karşılığına da “say”denir. E. Sadık, dört türlü aşık oyununa yer vermektedir. 24

Güner Demiray’a göre; Sivas’ın Gemerek ilçesinde, aşığın şişkin yerine“dok”,çukur yerine “aç”,alt başa“eşek”,üst başa “bey”denir. 25

Kars’ın Arpaçay ilçesi yöresinde de “sultan”,“cız” ve “gıdo” denilen üç çeşit aşık oyunu vardır. Aşığın dört tarafı da“alçı”, “tohan”, “böle”, “cik” adlarını taşırlar. 26

Anadili Kürtçe olan Türklerin halk kültüründe yaşamakta olan aşık oyunlarından “cız” aşıkla oynanan bir çizgi oyunudur. Çizginin ortasına sıra ile bir aşık koyulur, oyun oynayan her çocuk belli bir noktadan çizilen bu aşığa“dak”veya “dek” (diğer bazı bölgelerde buna “enek” veya “eneke”denir) denilen bu aşıkla vurmaya çalışır. Vurduğu ve çizginin dışına çıkarabildiği her aşığı alır. Bu durum çizgideki bütün aşıklar bitinceye kadar devam eder. 27

Bergevirkaşık oyununda ise, aşığın dik düz tarafına“ker” (eşek), dik çukur tarafına “dız” (hırsız), yan çukur tarafına “mir” (emir, bey), yan yüz tarafına “sof”denilir. Bu oyunda aşıklar üst üste konur, sıra ile“dak”/“dek”denilen aşıkla bu yığılan aşıklara vurulmaya çalışılır. Atan şahıs eğer vurursa, “dek”le diğer bozulan aşıkların durumuna bakar. Eğer “dek”, «mir” gelmişse, oyuncu ancak “sof” gelen aşığı alır. Diğerlerini almak için, ikinci bir atış

20 Ahmet Turan, age, s. 3 (M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kürtlerin Türklüğü, Ankara 1968, s. 123’e atıf).21 Ahmet Turan, age, s. 3 (Türk Ansiklopedisi, c. 4, s. 50’ye atıf).22 Ahmet Turan, age, s. 4 (A. İnan, Birinci İlmi Seyahate Dair Rapor, İstanbul 1930, s. 35’e atıf).23 Ahmet Turan, age, s. 4 (Müşfika Abdülkadir, “Maraş’ta Çocuk Oyunları”, Halk Bilgisi Haberleri, Sayı: 1, Eylül 1930, s. 173’e atıf).24 Ahmet Turan, age, s. 4 (Enver Sadık, “Gaziantep’te Aşık ve Gülle Oyunları”, Halk Bilgisi Haberleri, Sayı: 2122-, Mayıs 1933, s. 218’e atıf).25 Ahmet Turan, age, s. 5 (Güner Demiray, “Gemerek’te Aşık Oyunu”, Türk Folklor Araştırmaları, Sayı: 135, Ekim 1960, s. 2249’e atıf).26 Ahmet Turan, age, s. 5.27 Ahmet Turan, age, s. 5.

Page 19: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 19Yaz 2020

yapar. Oyun böyle sürer gider. 28

Aras vadisinde, Iğdır ve yakın çevresinde hasadı yapılan karpuz yenilmek için hazırlanırken hemen kesilerek ikiye ayrılmaz, ilkin sapının etrafında 10 cm kadar çapı olan bir kapak açılır. Bunun dışı yeşil içi beyazdır. Bu yüzler adeta aşık kemiğinin toh ve cik yüzleri gibi kabul edilir. Bu parçaların beheri falda bir elemandır. Bunlar yukarıya doğru atılıp zemine düştükleri zaman 4 yeşil-4 kırmızı, 3 yeşil-1 kırmızı, 2 yeşil-2 kırmızı, 3 kırmızı-1 yeşil şeklinde farklı kombinasyonlar oluştururlar. Kombinasyonlar oluşmadan, kabuklar yere düşmeden niyetli kimse bir tercih yapar ve onu açıklar. Mesela “2 kırmızı 2 beyaz” der, yere düşen kabuklar o şekilde düşmüşler ise niyeti gerçekleşecek anlamına gelir. Kabuklar yere düşmeden niyetlenmeli, gözlerini yummuş olmalı veya niyetlinin gözleri bu esnada bağlanmış olmalıdır. 29

Bu fal şekli ve aynı kurallarla kumar olarak da oynanır. Barbutta taraflardan birisi zarların ne gelecekleri konusunda mesela düşeş/çift altı demiş ise onu atarsa kazınır veya kaybeder.Karpuz kabuğu kumarında da tutulan renklerle açılan renkler kazandırır veya kaybettirir. Eski Türk İnanç Sistemi veya belirli dönemlerdeki ismi ile Şamanizm’de yapılanmanın yapı taşları iyelerle anlatılıyor onların fonksiyonları ile anlamlandırılıyordu. Nazar daha ziyade kişioğlu kültü ile bağlantılı idi. Ondan korunma ve verdiği zararından kurtulma noktasında, iyesi bulunan her varlıktan yararlanılıyorken iyesi olmayan varlık da yoktu. Her varlığın iyesi nazara yenik düşebilirken, nazar yapıcı, nazarı değen, dokunan olarak kişioğlu biliniyordu. Türk inanç tarihinde Gök Tanrı İnancı ile Şamanizm aynı dönemin inanç sistemleri mi idiler? Bunlardan Gök Tanrı inanç sisteminin Türk inanç kültüründe Şamanizm’den sonraki daha gelişmiş şekli olarak yer aldığı görüşü, daha fazla taraftar bulmasına rağmen, bizim kanaatimiz, farklı coğrafyalardaki tezahür dönemleri farklılık göstermesine rağmen, bunlar tarihin her döneminde çağdaş oldular. Bu, ara açıklamayı yapmaya ihtiyaç duymuş olmamız Şamanizm’in fal, nazar, büyü konularına daha açık olduğuna vurgu yapmak içindir. Bu noktada nazar ve büyü inanç muhtevalı anlamları bakımından, kanaatimize göre yakın akraba sayılırlar. Nazarda kara iyeler harekete geçirilir. Nazar karadır, kemdir, negatiftir, olumsuzdur. Hasta eder, sakat bırakır, zarar verir, felaket habercisidir. Büyücü, ak büyü yaparken, keza mahiyetindeki ak güçleri veya emri altında oldukları için onun nazarında ak konumunda olan elemanlarını sevk eder,bazen bunlar vasıtasıyla yaptığı eylemler karadırlar veya devrede kara güçleri kara iyeleri de vardır. 1990- 2000 yılları arasında Adıyaman-İstanbul arasında sefer yapan otobüs servislerinde, bir tül torba içerisine konulmuş kaya tuzu ve aşık kemiklerinin nazarlık olarak otobüslerde asıldıklarını görmek mümkündü. Kırgızistan ve Kazakistan’dan Türkiye’ye yüksek tahsil için gelen gençler hediye olarak getirdikleri masa kalemlikleri, yapıştırılmış minik aşık kemiklerinden oluşuyordu. Keza Uluğ Türkistan gençlerinde anahtarlıklara takılmış maskot aşık kemiği de olurdu. Bunlar mavi boncuk misali nazarlıklardı. Halkinanç söylemlerinde“fal, kumar ve efsun şeytan işidir.” Kumar oynayanlara “şeytanın bol olsun”denilir. İyi bir işi, eşi, yaşamı var iken, kumar sonucu her şeyini yitirenler anlatılırken “uydu lanet şeytana” denir. İslâmî söylemdeki cinlerin imansız olarak tanımlandıkları bilinirken, şeytan Türk mitolojik sözlüğünde bir anlamda adeta kara iyedir. Halk inançlarının bâtıni sözlüğünde kumar, büyü, fal, nazar arasındaki ortak özellik“kara” oluşlarındadır. İnanç sistemindeki ak-kara ikileminde kumar kara grubuna girer. Meleklerle, ak iyelerle değil, şeytanla, kara iyelerle bağlantılıdır.28 Ahmet Turan, age, s. 6.29 Kaynak Kişi: Zeynelabidin Makas, Doç. Dr.

Page 20: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik20 Yaz 2020

Halk inançlarında ortak mitolojik içerikleri ile yaşayan uygulamalardan birisi de aşık kemiği ile yapılanlardır. Oyun kelimesinin anlamlarından birisi defaka basmak, tuzağa düşmektir. Oyun kurmak, oyuna gelmek, hile içerikli uygulamalar şeytani davranışlardır.Kara iyelerle ilgili anlatılarda onlardan bazılarının belirgin özelliklerinden birisi de tuzak kurmaktır. Ses taklidi yaparak, don değiştirerek insanoğluna tuzak kurarlar. 30

Gaziantep çevresindeki Kürtler ve Türkmenler arasında“fal mıbaktın?”mânâsına “aşık mı attın?” tabiri çok yaygındır.31 Bu ifade şekli aynı zamanda, olağanüstü gücün var da onu mu harekete geçirdin anlamınadır.Türkçede, “aşığı bey oturmak”, “aşığı cuk oturmak”, “aşık atmak”, “aşık atamamak”32 “aşığı kırılmak”, “aşığını kırmak” vb. deyimler de vardır. Bunlardan aşığı bey oturmak, aşığı cuk oturmak, barbutta iyi bir zar atmış veya pokerde iyi bir kart çekmiş olmakla eş anlamdadır. Keza Doğu Karadeniz sözlü kültüründe, “sevdana aldandım” anlamında, “kandım sana, düştüm senin kumarına” denir. Kumarına gelmiş olmak “aldatılmış olmak” anlamındadır Falına baktırmak, fal bakmak; geleceği, bazı görünmeyen güçlerin imkân ve yeteneklerini kullanarak bilmek, onu bu bilgiden hareketle şekillendirmektedir. İslâm’da geleceğin bilinmesi Allah’a mahsustur. Bu alana fal bakarak girmek, Allah’ın alanına girmek, Allahlık yapmaya kalkmaktır ki, şirk olarak bilinir. Falcılık, büyük günah olarak sayılmıştır. Falda, falcı gelecekteki ak ve karayı görür, bunların muhtemel etkinliklerinden bahseder, olacakları zamanlandırır. Falda da falcı bir takım kendisine bilgi veren, görebilmesini sağlayan varlıklardan yararlanır. Onun da yararlandıkları keza emrinde olan birtakım iyelerdir. Özetle, fal ve efsun faaliyet alanları, kullandıkları güçler ve faaliyet tarzları bakımından akraba faaliyet işlevlerdir. Falcılar ve büyücüler bazı dinî argümanlar kullanmış olsalar da din görevlisi, din adına mesai veren kimseler değildirler. Bize göre bu hüküm dinler ve büyücülük tarihi bakımından her dönem için geçerli genel bir sonuçtur. 33

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bir hayli yaygın olan bu aşık oyunu hakkında, Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu; “Kürtlerde yaygın olan çocukların aşık oyunu ve aşık kemiğinin her bir yönünün adları, onun ‘alçı’ gelişinin uğurlu sayılması, Oğuzlara mahsus geleneklerdir.” demektedir.34

Aşık oyunları ve aşık terimleri Türk lehçe ve şivelerinde, ayrıca Zazaca ve Kürtçe konuşan Doğu Anadolu aşiretleri konusunda bir hayli çalışma yapılmıştır. Kumara ve kumarın fal ile tılsımın ortak noktalarında kullanılan inanç içerikli argümanlar açısından bakılınca uğurlu olma ve uğursuz olma ile ilgili inançlar, yapılacak tahlilin devresine girmektedir. Haftanın uğurlu günü, saati, giysinin rengi, uğurlu obje, kazandırmayı sağlayacağına inanılır. Kumarbazın uğuru adeta onun kutlusudur. 35 Kumar oynanan ortama yeni bir kimse geldiğinde, kazanan veya kaybedenlerden gelen şahsın uğurlu oluşuna veya olmayışına hükmederler. Birçok kumarbazın kumara giderken yanından ayırmadığı özel uğuru vardır. Kendisinden güç alınılan, korunmayı sağladığına inanılan bu tür uygulamalar töz ve totem inancından tamamen bağımsız değildir. 36

Aşık ile kumar oynayanların aşık torbalarından ayırmadıkları bir uğur aşığı vardır. Kumarbaz bu aşığı oyuna bizzat sokmaz, onu kaybetmeği göze almaz. Eneke aşığını diğer aşıklara fırlatmadan evvel 30 Yaşar Kalafat, Türk Halkbilimi İnanç Araştırmaları-I, Memoratlar-Astral Dünya Mitolojik Boyut,Berikan Yayınevi, Ankara 2018.31 Ahmet Turan, age, s. 6 (Mahmut Rışvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, İstanbul 1975, s. 240’a atıf).32 Ahmet Turan, age, s. 6 (İ. Hilmi Soykut, Türk Atalar Sözü Hazinesi, İstanbul 1974, s. 338’e atıf).33 Yaşar Kalafat, “Pragramatik ve Stratejik Arayış Denemesi: Halk İnançları-Mitoloji Güzergahında Halk Sufizminin Yeri ve Önemi”,II. Uluslararası Develi Aşık Seyrani ve Türk Kültürü Kongresi (1012-11- Ekim 2019Develi).34 Ahmet Turan, age, s. 5 (Kırzıoğlu,age, s. 123’e atıf).35 Yaşar Kalafat (Editör), Türk Halkbilimi İnanç Araştırmaları-III, Kut, Berikan Yayınevi, Ankara 2018.36 Yaşar Kalafat-Ali Osman Abdurrezzak, Türk Halkbilimi İnanç Araştırmaları-II Totem, Berikan Yayınevi, Ankara 2018.

Page 21: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 21Yaz 2020

enekesiniuğuraşığına dokundurur veya sürter. Aşık kemiği ile oynanan kumarlarda da kumardaki tarafların dışındaki ilgili çevreye bazı kurallar uygulanır. Bu çevrenin de uyması gereken kuralları vardır. Aşık kemiği kumar ortamından aşık kemiği kapmaya, seyircilerin ve kayıp eden kumarcının bir defaya mahsus olmak üzere aşık kaçırma hakkı vardır. Bu eyleme çurdenir. Çurda aşık kaçıracak kimse kaçırırken “çurgur”diye bağırır. Kaçırabildiği aşıklar kaçıranın olur. Aşık oynamakta olan kimse de aşıklarını koruma adına “gelene, gidene oturana, kalkana herkese“çurgur” der. Bu şu demektir. “Geldiğinizden ve niyetinizden haberim var. Aşık kaçıramazsınız.” Adeta lades kemiği ile lades çekişen tarafların rakibinin elinden bir şey alacak ise“lades”denilmesinden evvel atak davranıp “aklımda”demesini andırır. Aşık kumarında bütün aşıklarını kayıp etmiş kimsenin son aşığını oynarken aşık kaçırabilmesi için, aşık kemikleri havaya atılınca onları havada yakalayıp “çurum”demesi gerekir. Kazanan taraf ise tedbir olmak üzere ondan evvel davranıp “çur çıkana”demesi icap eder. Aşık kumarı 2 şekilde oynanır bazı hallerde beher aşığın bir para değeri vardır. Aşık kemikleri kumar pulu konumundadır. Diğer şeklinde ise aşık oyunu yenme yenilme yöntemi olarak algılanır. Adeta tavla oyunundaki tavlanın pulları gibidirler. Kazanan taraf ortaya konulan para miktarını kazanmış olur. Sonuç Aşığın Türk kültür coğrafyasında ve Türk kültürlü halkların inançlarında yer alışı kemik kültü ile başlamaktadır. Mitolojik dönemle başlayan aşık etrafında oluşan inançlar günümüze kadar sürmektedir. Türk yerleşim, şehirleşme ve ordu düzeneğini andıran bir yapılanma günümüzün çocuk oyunlarında yaşamaktadır.Aşık etrafında oluşan inançlar günümüze kadar aşık falı, aşık nazarlığı ve aşık kumarında da yaşamını sürdürmüştür. Bu devamlılığı Eski Türk İnanç Sistemi’nin yapıtaşlarından hareketle izleyebiliyoruz.

Page 22: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik22 Yaz 2020

irçok kaynakta Türklerin Irak’a ilk giriş tarihleri Hicri 54 (Miladi 674) olarak (Saatçi 2007: 20) gösterilmektedir. Söz konusu tarihten sonra çeşitli münasebetlerde ve muhtelif dönemlerde farklı Türk boy ve oymaklar Irak’a gelmiş ve yerleşmişlerdir. Bunun sonucunda oldukça önemli ve zengin bir Türk kültür varlığı bu coğrafyada oluştuğu görülmektedir. 11. yüzyılın başlarında Oğuzların/Türkmenlerin Türkistan’dan Maveraünnehir’e her yere yayılmışlardır. Bunların bir kısmı önce Horasan’a daha sonra Irak’a gelip Musul’a ulaşmış, daha sonra Erbil ve Musul bölgelerini ele geçirerek Bağdat kapılarına kadar ilerlemişlerdir. Selçuklularla başlayan Türk göçü ve fetihlerine hemen hemen bütün Türk boylarının katıldıklarını söylenebilir (Saatçi 2009:11). Irak’a yerleştirilen bu boy ve oymaklar arasında en büyüğü Bayat oymağı teşkil ettiyse (Hürmüzlü-Pamukçu 2005) de Oğuz’un diğer boylarına ( Saatçi 2009: 1637-) mensup Türklerin de Irak’ta yaşadıkları bir gerçektir. Oğuz Han destanında anlatıldığına göre, Oğuz Han’ın üçü büyük ve üçü küçük olmak üzere altı erkek çocuğu olup, büyük çocuklarına Gün, Ay ve Yıldız; küçük çocuklarına ise Gün, Dağ ve Deniz isimlerini vermiştir. Gün, Ay ve Yıldız isimli çocukların neslinden gelenlere Bozoklar, Gün, Dağ ve Deniz isimli çocukların neslinden gelenler ise Üçoklar ismi verilmiştir (Togan 1989:224). Oğuz Türkleri, 24 boya ayrılmakta olup, bunların biri de Kızıklardır. Kızıklar, Bozokların sağ kolundan Oğuz Kağan’ın oğlu Yıldız Han’ın soyundan geldikleri kabul edilmektedir. Sözcük olarak da Kızık «Güçlü, düzene sokmakta ciddi» (Sümer 2016:224) anlamına gelmektedir.

Burada inceleme konumuz olan Bozouklar/Kızıklar, Irak’a yerleşip bu coğrafyayı kendilerine yurt edinmiş Türk boylarından biridir. Ancak bu boy hep Bozok şeklinde anıldığı görülmektedir. Bu yazı, Kerkük’e yerleşmiş olan Bozok Oymağı mensupları ile yapılan mülakatlar sonucunda elde edilen bilgiler çerçevesinde hazırlanmıştır. . Bozok Oymağı’nın büyüğü kendisine dede adı verilen Hıdır Ali Beg isimli zattır. Günümüzde ise Bozokların büyüğü Kerim Emin Bozok Beg olup Mehdi Bozok ve Şükür Bozok isimli iki yardımcısı da bulunmaktadır. Bozoklar, eskiden yoğun olarak Kerkük’ün Çay Mahallesi’nde bir arada yaşamıştır. Günümüzde ise Kerkük’ün değişik semtlerinde ikamet etmektedirler. Nüfusları ise 1.000 şeklinde tahmin edilmektedir. Bozokların büyüklerinden elde edilen bilgilere göre, Irak Türkmenlerinin bir parçasını teşkil ettikleri için oymak mensupları diğer Türkmen oymaklarına mensup olanlara kız verip onlardan kız almaktadırlar. Ancak günümüze kadar Kerkük’teki Bozoklar, diğer etnik gruplarından hiç kız almamış ve onlara hiç kız vermemişlerdir. Bu yüzden oymağın Türkmen dokusu günümüze kadar muhafaza edebilmişlerdir. Hatta kendileri ile mülakat yapılan kaynak kişilerimiz, gelecekte de bu geleneğin muhafaza edilmesi için çocuklarına tavsiye ve vasiyette bulunduklarını ifade etmişlerdir. Bozokların kökeni ve Irak’a ne zaman geldiklerine ilişkin Hıdır Ali Beg’den aktarılan bilgiler kaynak kişilerimiz biz şu şekilde anlatmıştır: Bozok Oymağı, Halife el-Mutasam döneminde 833892- yıllarında Irak’a getirilip daha sonra Samarra şehrine yerleştirilen 40.000 Türk arasında Bozokların büyüğü

IrakBozokları/Kızıkları

BNecat Kevseroğlu - Prof. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı

Page 23: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 23Yaz 2020

sayılan Hıdır Ali Beg de yer almıştır. Bağdat ve Kerkük arasında yer alan Samarra şehri Abbasiler döneminde İslam Hilafeti’nin başkenti olarak ilan edilmiştir. İsmail Safevi’nin Irak’ı işgal etmesi ile birlikte Hıdır Ali Beg’in de aralarında bulunduğu ordu birlikleri Süleymaniye Sancağı’na çekilmişlerdir. Hıdır Ali Beg, ailesi ile birlikte bir süre Süleymaniye’de yaşadıktan sonra Kerkük’e geçmiş ve buraya yerleşmiştir6. Yukarıda da belirtildiği gibi, Bozok ailesi mensupları günümüzde yoğun olarak Kerkük’te yaşamaktadırlar. Bununla birlikte Bağdat, Musul, Basra ve Divaniye şehirlerinde Bozokların yaşadığı bilinmektedir. Arapların çoğunluk teşkil ettiği söz konusu illerde yaşayan Bozouk oymağı mensuplarının çoğu anadilleri olan Türkçeyi kaybetmiş ve Araplaşmışlardır. Eski rejimin baskısıyla da resmi kayıtlarda milliyetleri Arap yazmış ve soyadlarını Bozukiye (بوزوقية) şeklinde kullanmaya başlamışlardır. Eski rejim düştükten sonra Kerkük’teki Bozoklar ve Araplaşan Bozouklar arasında bu konuyla ilgili uzun tartışmalar yaşanmıştır. Kaynak kişimizin anlattığına göre, birkaç yıl önce Kerkük’e Türkiye’nin Yozgat şehrinden Salih Bozok isminde bir adam gelmiş ve Kerkük’teki Bozoklarlarla akraba olduklarını söylemiştir. Kerküklü Bozoklar da onunla uzun uzadıya sohbet edip bilgi alışverişinde bulunduktan sonra bu akrabalığın doğru olduğu kanısına varmışlardır. Bununla birlikte kaynak kişiler, Suriye’de yaşayan Bozokların da kendi akrabaları olduklarını ifade etmiştir. Sünni olup tamamı Hanefi Mezhebi’ne bağlı olan Bozouklar, çocuklarına İslam dininde kutsal sayılan Ahmet, Muhammet, Halil, Kerim; Hatice, Ayşe, Fatma gibi isimler yanında Cengiz, Türkeş Atilla, Aydın Allahverdi; Nurhan, Aytan, Songül, Gülçehre gibi Türk kökenli isimler de vermektedirler. Irak Türkmenlerinin bir mensubu olarak Bozokların erkek, kadın ve çocukları Türkmenlerin geleneksel kıyafetlerini giymektedirler. Dolayısıyla Bozoklara özgün bir geleneksel kıyafet bulunmamaktadır. Farklı yerleşim birimlerinde yaşayan Irak Türkmenleri bir bütün teşkil ettikleri için örf-adet ve gelenek-göreneklerinde herhangi bir değişiklik

bulunmamaktadır. Bozoklar için de aynı husus geçerlidir. Bozoklar, Kerkük’te on beş günde bir eskiden oymak büyüğünün kurduğu çadırda günümüzde ise oymak büyüğünün evinde toplanırlar. Bu toplantılarda oymakla ilgili sorunlar aksallılar tarafından ele alınıp çözülmeye çalışılır. Bununla birlikte bu toplantılarda Bozokları ilgilendiren bütün konular görüşülür. Bozok erkeklerinin tamamı bu toplantılarda hazır bulunması ve dikkatlice büyüklerinin önünde davranması gerekir. Bozoukların taziyeleri çoğunlukla Kerkük’ün Çay Mahallesi’nde ve Musalla Semti’nde yer alan Avcılar ve Hacı Osman Camilerinde kurulur. Bu durum, oymağa mensup olanların eskiden yaşadıkları semte karşı olan bağlılıklarının bir göstergesi sayılır. Bozoklar, Oğuzhan’ın Gün, Dağ ve Deniz isimli büyük çocuklarının neslinden gelmektedirler. Kaynak kişiler, Kızık olmadıklarını ifade etmişlerdir. Bu yüzden Irak’taki Bozokların Kızıklarla olan bağlantıları hakkında kesin bir bilgiyi belirtmek oldukça zor olup yazılı belgeleri gerektirir. Ancak Bozokların, Kızık olduklarının ihtimali üzerinde durmanın yanlış bir tespit olmadığı düşünülmektedir. KaynakçaHürmüzlü, Habib- Pamukçu, Ekrem (2005), Irak’ta Türkmen Boy ve Oymakları, Global Strateji Enstitüsü, Ankara. Saatçi Suphi (2007), Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri, Ötüken Yay. İstanbul. Saatçi, Suphi (2009), Irak Türkmen Boyları Oymakları ve Yerleşme Bölgeleri, Kerkük Vakfı Yay. İstanbul.Sümer, Faruk (2016), Oğuzlar Türkmenler Tarihleri, Boy Teşkilatları Destanları, 6. baskı,Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı. İstanbul. Kaynak Kişiler- Kerim Emin Bozok 1935 Kerkük doğumlu emekli öğretmen. Yüksekokul mezunu. - Mehdi Bozok. İslami Bilimler Fakültesi Mezunu. 1963 Kerkük doğumlu. - Şükür Bozok1949 Kerkük doğumlu, emekli öğretmen

Page 24: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik24 Yaz 2020

Prof. Dr. Lütviyye Asgerzade

“Şeyh-ı Sanan”ı

Attar, Gülşehri ve Ali Şir

Nevai`nin Kisseyi

iriş İlk defa Şeyh Feridüddin Attar`ın “Mantık-ut Tayr” аdlı risаlesi vаsıtasıyla yazılı edebiyatda getirilen Şeyh-i Sanan kоnusunun hem yayılma, hem de araştırma areali genişdir. Kоnunun yayılma arealını izlemlerken XII yüzyıldan XXI yüzyıla kadar uzun bir yol kat etdiğini, yüzlerce eser yazıldığı, bir о kadar da araştırma yapıldığını görürüz. Kоnunun dоkuz yüzyıl güncel оlması, XXI yüzyılda hala da diri tutulmasının nedeni tasavvufi düşünceni içermesidir. Tasavvufi düşünceye, «Vahdeti vücut» felsefesine göre, evrende sadece mutlak vücud var, ayrı ayrı şeyler ise onun farklı şekilde izdüşümüdür. İnsanlar ölünce Allah’a dönüyorlar, daha doğrusu Allah’ta yok olurlar. Tasavvufdaki bu fikir, «Şeyh-i Sanan» hikayesinin özüdür. Hikayenin kısa içeriği şöyledir: «Kuşlar kendilerine şah seçmek kararına gelirler. Bu zaman süresi ile Süleyman Peygamber`in elçisi olmuş Hüdhüd kuşu diyor ki, onlara ancak Kaf Dağı’nın arkasında gizlide yaşayan Simruğ şah olabilir. Hüdhüd’ün tavsiyesi ile Simruğ`un yanına yola düşmeye hazırlanan kuşlar bu seferde Hüdhüd`den onlara rehber olmayı talep ediyorlar. Uçuş başlanır. Yol çok uzun ve zahmetli olduğundan kuşlar biraz duraksama oluyоr, bazıları geri dönmek istiyor. Hüddüd kuşların geri dönmek isteğinde haklı olmadıklarını kanıtlamak için onlara bir takım hikayeler anlatır. Bu hikayelerde esasen, tasavvufi gerçekler söylenir. Hüdhüd’ün kuşları ikna etmek için konuştuğu Şeyh-i

G

Sanan hikayesi de bunlardan biridir. Hikayede söz ediliyor ki, elli yıl Kabe’de ibadetle meşgul olan Şeyh-i Sanan birkaç gün kendini uykuda Ruma sefer eden görür. Bu rüyanın izi ile birkaç mürütü ile Ruma gitti. Rumi gezip dolaşan Şeyh-i Sanan tersa bir güzelin önünde şaşıp kalır. Tersa güzel Şeyh`in tüm aklını ve inancını elinden alır, «Din evine rakhna» düşürüyor. Müritleri Şeyh`i bu yoldan döndürmek için ona öğütler verirler, fakat onu bu yoldan vazgeçiremiyorlar. Kızın aşkı Şeyh`in kalbini yakıp kavuruyor. Şeyh güzele kalbini açarak, ona aşkını beyan ediyor. Tersa güzeli Şeyh`in yaşını оna hatırlatır, fakat Şeyh`in ısrarı karşısında ona dininden geçmeyi, şarap içip, kuranı yakmayı, «zünnar» kapatmayı şart koşur.Tersa güzele tüm şartlarını yerine getireceğine söz veren Şeyh`i kiliseye götürüyorlar. Müritlerin ah-feğanına itina etmeyen Şeyh şarap içmeği kabul etse de, diğerlerini kabul etmiyor. Şarap içen Şeyh, onun etkisi ile zünnar bağlıyor, derviş hırkasını yakıyor. Tersa kızı ona bir yıl domuz güdmeği söylüyor. Şeyh bir yıl da domuz çobanı olur. Şeyh`in bu halini gören müritleri geri dönüyor. Bu zaman yolda Şeyh`in müritlerinden birine rastlanırlar, Şeyh`in öyküsü ona söylüyorlar.

Page 25: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 25Yaz 2020

O, şahıs müritleri Şeyh`i yalnız başına bıraktıkları için azarlıyor. Müritler Ruma geri dönüp şeyhleri için 40 gün 40 gece ibadet ediyorlar. Nihayet, duaları kabul olunur. Bir gece müritlerden birinin rüyasına Hz. Muhammed giriyor, gülümseyerek diyor ki, artık Sanan`ın kalbine giren gubar silinmiş, o, yeniden Müslüman olacaktır. Müritler Şeyh`in olduğu yere geldiğimde gerçekten de, onu nurlar içinde görürler. Yaptığından pişman olan Şeyh müritleri ile birlikte Kabe’ye doğru geliyor. Bu zaman sevgilisi de onun ardından gelir ve canını teslimediyor. Şeyh Attar kızın ölümünü şöyletanımlıyor: «O birdamlaidi, gerçek denizine doğru gitti», yani ölüm О`nu «mecazi alemden uzaklaştırıp gerçeğe-vücudiküllegötürdü» (F.Əttar, 2006). Şeyh Attar`ın bu fikri Kuran Kerim 2. suresinin (16) – cıayetinde geçenlerle örtüşüyor: «Gerçekten biz onun (Allah’ın) tarafına döneceğiz» (İnna ileyhürraciun). «Kuran» ın 55. suresinin (26) -cı ayetinde ise yazılır «onun (toprağın) üzerinde bulunan her canlı, intikal edecektir» («Ben eleyhaküllefası») (Yıldırım, 2012).«Mantık- ut Tayr» da Hüdhüd sufi müriti makamındadır. Onun bumasalı söylemesi müritlerim akmında olan kuşlara cesaret verir ve onlara zimle yollarına devam edir. Bu çileli yolda kuşların bazıları yorgunluktan, bazıları açlıktan ölür. Sadece 30 kuş «dergahın» kapısına ulaşır. Birisi gelip kapıyı açır ve onlara geri dönmelerini söylüyor. Sonra biri gelir, onları içeri davet edir. İçeri giren kuşların karşısına yazılık ağıtlar konulur, sunulanı okusunlar deye. Kuşlar kağıtda tüm yaptıklarının yazıldığını görünce hayrete düşürler. Şu anda Simruğ «tecella» edir. Onların gördükleri Simruğ kendilerinden başkası değildi. Simruğ`da kendilerini, kendilerinde ise Simruğ`u gören kuşlar Simruğ`un ardarda «tecella» etdiğini görünce hayretler içinde kalırlar. Bu zaman birsesduyarlar: «Siz buraya «Simürğ» geldiniz.» Yolcular bundan sonra inanırlar ki, onların aradığı gizli padişah - Simruğ öyle kendileridir (Attar, 2006). «Simurğ kuşu» hakkındaki efsaneye göre, «Simruğ Kaf dağında yaşıyordu. O,

beş yüzyılda bir uçup Mısır’a gider ve burada Güneş Allah’ı Ran’ın tapınağına geliyordu. Fakat Simruğ`un şansı getirmiyordu. Tapınağa ulaşan gibi yakalayıp yakıyorlardı. Simruğ ateşten korkmuyordu. Her defa ateşe atılsa da, külün içerisinden dirilip çıkıyor, kırk gün Mısır’da kaldıktan sonra uçup Hindistan’a gidiyordu ... « (Kafkasyalı, 2002:121). Dünyanın en büyük keşifi insanın kendini bilmesi, insanın kendini bilmesi ise «vahdeti vücut» teоrisinin özüdür. Tasavvufi düşüncesine göre, «Kendini bilen Allah’ı da bilir. Evrenin ve Allah’ın gerçeğini kalben keşif edip, ruhen idrak etmeye dayanan tasavvufi düşünceye göre, «Allah’ın yüce kudreti ile oluşturulan Varlık, yeniden mutlak varlığa dönüşür» (Bilgin, 2014:3). Yakın ve Orta Doğu düşünür ve şairlerinin ilham kaynağı olan «Vahdet-vücut» kavramı Cami`nin bir rübaisinin Türkçe’ye mealindeki misralarda o kadar güzel ifade edilmiş ki: «Ben bilmez idim gizli ayan hep sen imişsinCanlarda vütenlerden ihan hep senimişsinSenden bu cihan içre nişan isteridim benAhir bunu bildimki cihan hep sen imişsin ( C a m i , 2 0 11 : 3 4 ) .Yaratılışı (Yaradanı) bu şekilde tarif eden sufiler - tasavvufa hlifani alemden mutlak varlığa kavuşmak (vuslat) için çalışmışlardır. Sadi ne güzel demiş; “O aleme aşıkım ki, bütün mevcutat ondan yaranmışdır.” Yüzyıllardır Şeyh-i Sanan konusu ve Şeyh Sanan isminin hep diri tutulma sebebi de tasavvufi düşünceni içermesidir. Attar`dan, Gazali`den gelen gelenek “bütün mevcutatın yarandığı aleme aşık olanların” yaratıcılığında sık sık zikr edilir. Eserler yazılır, tercümeler edilir. XXI yüzyılda “Şeyh Sanan” Fahri Uğurlu hikayesine konu olur. Dünyanın mizanının pozulduğu bu yüzyılda bu konulara daha çok tutunmak lazım, deye düşünürüz. “Şeyh-i Sanan” hikayesi Feridüddin Attar, Gülşehri ve Ali Şir Nevai üçgeninde Attar`ın her zaman ilgi odağı olan “Şeyh Sanan” hikayesi Ahmedi`nin, Gülşehri`nin, Ziyai`nin tercümesi ile Türk dünyasına yayılıp. Hellmut Ritter`in yazdığına göre, “Türkiye`de “Şeyh Sanan”

Page 26: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik26 Yaz 2020

dastanı yalnız Gülşehri tarafından deyil, Zaifi ve Fedai Dede`nin tercümeleri ile de yayılmışdır” (Ritter, 1965: 387). Feridüddin Attar`ın “Matuk-üt Tayr”ı örnek alınarak “Şeyh Sanan” hikayesi özbek şairi Ali Şir Nevai`nin “Lisanü t-Tayr”ında “Kısseyi Şeyh-i Sanan”da konuolarak işlenmişdir. Feridüddin Attar`ın “Şeyh-i Sanan” hikayesinin Türk dünyasında geniş yayılmasında Gülşehri ve Ali Şir Nevai tercümelerinin büyük rolu olduğu fikri araştırmacılar tarafından kabul görülse de, Nevai`nin eserinin hala da mustakil eser veya tercüme olması konusunda fikirler haçalanır. Ali Şir Nevai`nin kendisi eserini “tercüme” (Nevai, 1995: 2) adlandırmasına rağmen Nevaişünaslar bu fikirle katılmıyor, orijinal (mustakil) eser olarak kabullenirler. Yalnız E.Blochet Nevai`nin Nizami, Attar, Husrev, Cami gibi büyük İran şairlerine nezire olarak yazdığı mesnevileri “basit bir tercüme ve taklit adlandırır” (Blochet E.1926 s. 95). Rus şarkşünası E. Bertels, Blochet`in bu fikrini katiyyen kabullenmez.ş Attar`la Nevai`nin “Lisanü-t-Tayr”ını karşılıklı araştırır ve Nevai`nin eserini Attar`a göre, daha ustalıkla yazıldığını kayd eder” (Bertels,1928: 2482-). Her iki yanaşmanın doğruluk payı var. Hakikaten de, Nevai eseri Attar`dan tercüme etmişdir. Fakat Nevai yalnız tercüme edtmekle yetinmemiş, kendi duyğu ve düşüncelerini de artırmış, eseri mustakil bir kabukla sarmışdır. Şeyh-i Sanan hikayesi Yakın ve Orta Doğu`da o kadar meşhur olmuş ki, bir çok tezkire yazarları, örneğin Nevai`nin muasırı olan Sultan Hüseyin Baykara hatta müstakil eser gibi, kitaplarına salmış, “Mecalüs-ül Üşşak”ın 20 meclisinde “Şeyh-i Sanan” hikayesini bir kaç yerde, esere yazılmış müdahile ile birlikde “Zikri-Hazreti-Şeyh-i Sanan” başlığı altında yerleştirmişdir” (Ekberov, 1977:30). Afgan okuru kıssa ile bu eser vasıtasıyla tanışmışdır. Gelelim, “Mantık-ut Tayr”ı tercüme edenlere, Gülşehri ve Nevai`ye. “Mantık-ut Tayr” Gülşehri`nin en önemli eserlerindendir. Ahmed Kartal “Gülşehri`nin “Mantık-ut Tayr”ını Türkceye Attar`dan edilmiş ilk tercüme olarak kabul edir” (Kartal, 2004: 297). Lakin Gülşehri`nin tercümesindeki bir kaydı “Bir gişi bu

dasitanı eylemiş, /İlle lafzın gey çepurduk söylemiş” (Birisi bu dastanı yazmıs, fakat sözünü çok anlaşılmaz, karışık söylemis), sözlerine söykenerek bazı araştırmacılar hikayeni ilk defa türk diline çevirenin Gülşehri`den önce Ahmedi adlı bir şairin olduğu kanahatine varmışlar. Gülşehri`nin kendi söylediklerine dayanarak hikayeni muasırı olan Ahmedi mahlaslı Mövlevi bir şairin yazdığı itimalını güclendirmekle yanaşı, akabinde “Gülşehri`nin Anadolu`dakı mustakil olarak yazılan ilk Şeyh Sanan kıssasını gördüğünü ve eserin dilini kusurlu bulduğundan yeniden kendinin tercüme etdiğini kanıtlayır” (Gülşehri,1957:1213-). Bir eseri çevrisini yüz kişi yapsa, yüzü de birbirinden farkldır. Yani, Ahmedi, Gülşehri ve Ali Şir Ne`vainin tercüme etdiyi “Kısseyi Şeyh Sanan”ı tercüme olsa dahi farklıdır. Çünki her kişi eseri kendi duyğu ve düşüncesine dayanarak çevirir. “Dervişin fikri nese, zikri de o” misali. Elbette, Gülşehri ve Nevai de eseri kendi düşünce ve duyğuları ile tercüme edip. Bu sebeble, hikayenin özünün “vahdeti-vücut” felsefesinden oluşmasını, Gülşehri`den farklı olarak Nevai`de Attar`la aynı olsa da, hadiselerin yaşanması, anlatılmasında farklar var. Örneğin, Attar, Gülşehri ve Nevai`nin hikayelerinde Şeyh-i Sanan`ın tanıtımı ve sonrakı hadiselerin doğal bir bir bütünlük içinde verilmesine rağmen farklı nüanslar da dikkat çekir. Attar`ın Şeyh-i Sanan hikayesinde hadiseler Şeyh`in bir kaç geçe ardarda aynı rüyanı görmesiyle başlayır. Şeyh rüyasında kendini Haremden Rum`a göçmüş, orada dayanmadan bir büte secde ederken görür. Dervişlerine haman Rum`a gedeceklerini söyleyir ve birlikde yola koyulurlar.Gülşehri`de ise, Şeyh bir gece rüyasında Haremden Rum ülkesine geldiğini, bir bütün karşısında secde etdiğini görür. Yarenlerine bu müşkülü hall etmek için Rum`a getmeli olduklarını söylüyor ve birlikde Rum ülkesine gelirler. Attar ve Gülşehri şeyhin rüyasında gördüğü bütü, yolda karşısına çıkan geçilmesi çok çetin bir engel olarak yozarlar. Bu engel geçilmezse yol uzuyacak, geçilirse yol aydınlanacakdır. Nevai`de ise, Şeyh rüyasında kendini Rum ülkesinde, bir

Page 27: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 27Yaz 2020

kilsede, sarhoş bir bütperest olarak görür. Alnına yazılmış olan bu beladan kaçamayacağını düşünen Şeyh, vakit itirmeden Rum ülkesine getmeğe karar verir ve yola çıkır. Şeyh`lerinin Rum`a getmek için yola çıktığından haberdar olan mürütleri de yoldaş olmak için ona koşulurlar. Attar ve Gülşehri`de Şeyh ve dervişleri Rum ülkesine gelerek şehri gezirler. Nevai`de ise, Şeyh ve mürütlerinin yolculuğundan daha etraflı bahis edilir. Yolculuq zamanı Şeyh`in ruh halı tahlil edilir; gönlünde kiyametler kopan şeyh düşünceli, kederli ve aşıkdır. Mürütleri Şeyh`in bu halini öğrenmek ona sorular sorur, fakat ondan cevap alamaz və Şeyh`in bu ilginc hallerini anlayamazlar. Anlayamazlar ki şeyhlerinin “gönlige sevdalar tüşüp, Kim anı zayi kılurga yavuşup” (Canpolat,1995:95). Başka bir örnek; Attar`da şeyh hiristian gözeli uca bir binanın önünden geçerken üst katdakı pencerenin kıyısında oturmuş iken görür. Gülşehri`de ise, güzelin olduğu yerle alakalı hiç bir bilgi verilmir, yalnız onun Rum sultanının kızı olduğu söylenir. Her iki hikayede de hiristian güzelin yüzünü açtıktan sonra Şeyh ateşlere düşüp yanır, gördüyü güzelin aşkından başka, her şey gönlünden silinip gedir. Şeyh`in bu halını görünce dervişleri onun başına geleni anlasalar da, ne edeceklerini bilmerler. Şeyhlerine nasihat etseler de, bir faydası olmaz. Çünki Kabe`nin en itibarılarından olan Şeyh Sanan aşık olmuşdur. Şeyh, akşama kadar kızın olduğu yere bakıp durar. Nevai`de ise, hiristian güzeli görünce gönlünde ateşler çıkan Şeyh Sanan, Attar ve Gülşehri`nin şeyhinden daha temkinlidir. Nevai`nin şeyhi hatta kendini güzelden yayındırıp Allaha yalvarır ve davamlı dua okur. Fakat güzel yüzünü açınca her şeyi unutur, asasına söykenerek ayakta ancak dura bilir. Duvara söykenen Şeyh`in kendisi de düşdüyü haline çaşıp kalır. Artık aşk Şeyh`in kalbini esir etmişdir. Çaşıp kalan mürütleri el açıp Allaha yalvarırlar. Akşama kadar Şeyh`in kendine gelmesini gözlüyorlar. Güzelin kapısında aşk dertinden alışıp yanan Şeyh Allahından bu qamlı gecenin nedenn bitmediğini sorur. Bu vaziyeti Attar, Gülşehri ve Nevai

bu aşağıdakı mısralarla ifade edir. Əttar:Omr kû tâ vasf-ı gam-hârî konemYâ be kâm hîşten-i zârî konem“Ömür nerde? Tutayım da sevgilimi öveyim yahut muradıma ulaşmak için feryatlara koyulayım” (Gölpınarlı, 1995:87).Gülşehri:Akl kanı kim ögümi dirşüremNefsdivingönlümiçindensürem (Kamal Yavuz). Nevai: Közkanıol ay yüzigesalguçaOlkuyaşenvarıdınnuralguça (Canpolat, 1995:101)Hikayede, müritlerinin şeyhlerine yaklaşımı da farklıdır. Attar ve Gülşehri`de Şeyhin feryatını duyan dervişleri onun başına toplaşır, aşk dertinden kurtulması için şeyhlerine nasihat edirler. Şeyh de onların bu nasihatlarına cevap verir. Cevapdan malum olur ki, Şeyhin hristian güzelin aşkından el çekmeğe niyeti yokdur. Nevai`deise Şeyh bu söhbetlerden once dervişlerinden ona yardım etmelerini, onu öldürmelerini, yandırıp külünü her tarafa savurmalarını isteyir. Onlara, Sizsizolun, dünyada böyle rüsva olmayın, bir defa ölün, bir dakikada yüz defa ölmeyin der. Mürütleri şeyhlerinin bu halı karşısında nedeyeceklerini bilmeyip, gözyaşı tökür, nasihat etmekd edevam edirler. Mesnevilerde rüya görme mötifinin kullanılması da farklıdır. Gülşehri`de Şeyh bir defa rüyada bu tasecde ederken görüldüğü halde, rüya görme Attar ve Nevai`de defalarca tekrarlanır. Attar ve Gülşehri`de but Şeyh tarafından aşılması çok zor olan bir engel gibi görülürken, Nevai`de bu kader, alınyazısı gibi değerlendirilir. İkinci rüya, Şeyhin diyanetli dostunu gördüğü ve şeyhin kurtulmasına dair müjdenin verildiği rüyadır. Attar ve Gülşehri`de Şeyhin dostu Hz. Peygamberimizi rüyada gördüğü halde, Nevai`de ayıkiken görür. Hristian güzel tarafından görülen üçüncü rüyada güneş dile gelip konuşur. Güzele unutduğu Şeyh`in doğru yolu bulduğunu, kendisinin de onun yolundan gitmesini söylüyor. Bu rüyanı Attar`da Şeyh, Gülşehri ve Nevai`de hristian güzel görür. Bu zaman Nevai,

Page 28: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik28 Yaz 2020

rüyaya hristianlıkla alakalı bir kaç mötif ilave edir. Gülşehri`de Şeyh Sanan`ın-Abdürrezzak`ın adına ve memleketi olan Sana`ya kısaca dokunulurken, Nevai`de daha çok Şeyh-i Sanan`ın kerametleri üzerinde durulur. Hristian güzelin tarifinden önceki kilse ve kilse ahli verilir. Her üç eserde de Şeyh-i Sanan ve hristian güzel benzer türlerle tarif edilir. Aynı zamanda, her üç eserde zaman ve mekan kullanma benzelikleri ile ile yanaşı, farklılıklar da dikkatı çekir. Eserde kullanılan mekanlar Hicaz ve Rum ülkesi, kilse, buthane, mağara ve ateşgahdır. Not edelim ki, Nevai`de rastladığımız ateşgah, Attar ve Gülşehri`de yokdur. Dervişlerin şeyhleri için meşverete çekildiği mekan, Attar ve Nevai`de namalum iken, Gülşehri`de mağaradır. Mekan farklarından biri de Şeyh`in hristian güzeli içerisinde görüp güzele aşık olduğu mekandır. Bu mekan Attar`da “yüce bir mekan”, Gülşehri`de “namalum”, Nevai`de kilisedir. Nevai`nin “Şeyh-i Sanan” kıssası Attar`ın “Mantık –ut Tayr”ından azacık da olsa farklı. Attar`dakı gibi, Nevai`de de hristiyan güzel Şeyh`e kavuştuğu ve müslüman olduğu an ölür. Fakat Nevai`de Attar`ın hikayesindeki on kuştan sekizinin alınmasına karşılık onda bulunmayan altısının daha ilavesiyle eserde rol alan kuşlar on dörde çıkar. Her üç eserde de bu ince farkların olmasına rağmen, konunun mazmunu tokunulmaz olarak kalır. Her üç eserde de esas hadiseler Rum ülkesinde gerçekleşir.Attar, Gülşehri ve Nevai`nin hikayelerindeki yalnız bu bölümleri araştırmak, onların ortak, benzer tarafları ile yanaşı, farkli taraflarının da olduğunu, aynı zamanda Nevai`nin eserinin “tercüme” deyil, orjinal esere yakınlığı, tercüme ise de daha orjinal bir tercüme olduğunu kanıtlamağa yeterli. Nevai`nin “Kisseyi Sanan”ını Oğuz ve İlhan da araşdırmalarında tercüme adlandırır, Gülşehri`nin tercümesi ile karşılaşdırarak “Gülşehri`nin hikayenin mazmununa Nevai`ye göre, daha çok bağlı kaldığını”, “Nevai`nin eseri tercüme ederken esas hadiselerde değişiklik etmese de, bazı hallerde kendi kanahatlarını da kullandığına”, “mesneviye hristianlık dinine aid bazı özelliklerle reng

katdığına” vurğu yaparlar (Oğuz; İlhan, 181). Örneğin, Gülşehri`de Şeyx beline zünnar bağlamadan önce vaftiz edilir. Aynı zamanda, Gülşehri`de Attar`ın tasavvuf aşkına olan göndermeleri ve hadiseleri, tasavvufa göre yorumlama tarzı görülmür. Aksine, Gülşehri`nin aşk meselesinde mecazi aşka yönlendiği görülmekdedir” (Oğuz; İlhan, 168192-). Nevai`de ise, tasavvuf Attar`dakı gibidir. Gülşehri`nin “Mantık-ut Tayr”ı türk diline Attar`dan edilmiş ilk tercümə” olarak kabul olunduğu halda, Nevai`nin eserinin tercümə olup olmaması tartışılır. Bu kanahetlerin de özünde Nevai`nin Attar`ın eserini olduğu gibi değil, muayyen ilave ve değişiklikler etmesi, kendi kanahetlerini de artırmasıdır. Tabii ki, “Gülşehri de Attar`ın eserini aynıla tercüme etmemişdir” (Kartal A, 2004: 299). Kanahetimizce, Gülşehri ve Nevai Attar`ın eserini farklı şekilde, Nevai, aynen Attar`dakı gibi tasavvufi düşünce ile, Gülşehri ise tasavvufdan bir az arındırarak tercüme etmişdir.Nevai`nin “Lisanü-t Tayr`ı Hamse dışında kalam masnevilerindendir. Eserin başında küçük yaştan beri bu eseri Türkçe’ye çevirmek istediğinden bahiseden Nevai altmış yaşına girdiğinde, kamil bir yaşda eseri tercüme etmişdir. Nevaişünaslar O`nun “Lisanü t-Tayr”ından başka, ayrıca “Kısseyi Sanan” adlı eserinin olmasından da bahis ederler. Fakat bu fikir kabul görmez. Çünki Nevai gibi büyük bir şair “Lisanü t-Tayr” eserinde “Şeyh Sanan” kıssasına bu kadar “muhim yer verdikden sonra aynı konuda ikinci defa eser yazıp”, kendi kendini tekrarlamazdı. “Kısseyi-Şeyh-i Sanan” Nevai`nin “Lisanü t-tayr” eserinden alınmışdır. Fakat çok zaman bu kıssa eserden alınıp mustakil bir eser gibi yayınlanmışdır. Düşünürüz ki, Nevai`nin eseri “ustalıkla” ve tasavvufi duyğularla yazıldığı, kendinehas düşüncelerini de ilave edildiği için orjinal, ”mustakil” eser sayılabilecek kadar mükemmeldir. O, 3553 beytlik eserde, sadece fars dilinde yazdığı şiirlerinde olduğu gibi, Fani mahlasını kullanmakla, sanki kaynağa sadakatini da ifade etmişdir. En önemlisi, Feridüddin Attar eseri XII yüzyılda hanki duyğularla yazmışsa, Ali Şir Nevai`de

Page 29: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 29Yaz 2020

“Kısseyi Şeyh Sanan”ı kıssasını aynı tasavvufu düşünce ile tercüme etmiş, kendi düşüncelerini ilave etmeklə esere mustakil bir eser görüntüsü vermiştir.

Kaynakça

Ali Şir Nevai (1995). Hikayet (Şeyh Sanan Dastanı, 1053.-1067. Beyitler arasında). Lisânü t-Tayr. (Haz. Mustafa Canpolat). Ankara.Alişer Navoiy (1991). Lisonut-Tayr (Quş Tili). (Haz. Vahob Rahmonov). Toşkent. Attar F. Man tık -utTeyr (çev. Abdülbaki Gölpınarlı). İstanbul: Milli EğitimBasımevi, 1968Bertels E. Nevai ve Attar (1928). Sbornik Statey “Mir Ali-Şir”, izd-vo AN SSSR, Leningrad, Bilgin A (2014). Türk Tasavvuf edebiyatının mahiyeti. Türkiyat Mecmuası, c. 24 / Bahar, Blochet E (1926).Lesenluminures des manuscristorientaux -turcs, arabes et persians de la BibliothequeNationale, ParisCanpolat M (1995). Ali Şir Nevai Lisanüt-Tayr, Ankara: Türk Dil Kurumu YayınlarıCami A.Nefahatül-üns: Evliya menkıbeleri, (trc. Veaçıklama: LamiiÇelebi, haz. SüleymanUludağ-Mustafa Kara)Ekberov Z. Hüseyn Cаvid`in «Şeyh Sanаn» fаciası. Bakü: Işık, 1977Gölpınarlı Abdülbagi (2013). Feridüddin Attar Mantık-ut Tayr, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıGöyüşov Z. Dаhilepencere. Bakı: 1978Oğuz N. İlhan E. Geleneğin yeniden ürətilmesi bağlamında Attar, Gülşehri ve Alli Şir Nevai`nin mesnevilerinde Şeyh Sanan kıssası.Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi Cilt: 7 Sayı: 35 Volume: 7 Issue: 35,s.168192-)Kamal Yavuz. Gülşəhrinin Mantıkut-Tayrı (Gülşen-name), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü (e-kitap).Kafkaziyali A( 2002). İran Türk edebiyatı antolojisi. Erzurum, Atatürk Unversitetiyayınları, say: 122

ArasdırmalarSerisi: 47 Kartal A (2004). Attar`ın Mantık-ut Tayrı ile Gülşehri`nin Mantık-ut Tayrının karşılaştırılması, I.Kırşehir Kültür Araştırmaları Bilgi Şöleni Bildiriler. Kırşehir Mehran A (2012). Şeyh Abdurrezzak (Şeyh-i Sanan) destanının Eski Anadolu Türkçesindeki ilk tercümesi (Mi) / Türkiyat Mecmuası, c.22 / Bahar Ritter Helmund (1965). Daс меер дер зееле менш велт унт гот ин ден гешихтей дес Ф. Аттер.ЛайденYıldırım S (2012). Kuran-ı Hakim ve Açıklamalı Meali. İstanbul, Defne Yayıncılık

Page 30: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik30 Yaz 2020

Dr. Önder Saatçi

Neler Oluyor ?- 5Türkiye Türkçesinde

B irkaç yıldır âdet edinmişim. Özellikle anlatıya dayanan kitaplar okuduğumda ilgimi çeken kelimeleri muhakkak not ediyorum. Böylece dünden bugüne Türkçemizde hangi kelimelerin anlamlarında bir değişiklik olup olmadığını, hangilerinin sözlüklerde

bulunup bulunmadığını, bulunuyorsa benim tespit ettiğim anlamların veya kullanım biçimlerinin sözlüklerde kayıtlı olup olmadığını kontrol ediyorum. Bir süre önce de Beşir Ayvazoğlu’nun “Ateş Denizi” romanını okuma fırsatı buldum. Ondan da not ettiğim bir kelime kümesi çıktı. Ayvazoğlu, romanında Galip Tahiroğlu’nun hatıralarını konu ediyor. Tahiroğlu bir İstanbul Beyefendisi ve onun etrafında devrin entelektüelleri var. Tabi metindeki dil de 30’lu yılların İstanbul ağzı. İşte bu romandaki Türkçeden altını çizdiğim bazı kelimeler:

İlk kelimemiz galoş. Yalnız bu galoş bugün hastanelerde ayakkabımıza geçirdiğimiz mavi naylon kılıflardan değil. O yıllarda “potin” denen, bugünse daha çok “bot” dediğimiz türde ayakkabıların sokakta kirlenmesini önlemek için yapılmış bir çeşit terlik. Bunu Misalli Büyük Türkçe Sözlük’ten öğreniyoruz. Yalnız bu sözlük kelimeyi kaloş biçiminde göstermiş. Irak Türkmenleri de bugün galoş kelimesini “kallaş” şeklinde söyler ve “bot” için de hâlâ “potin”i kullanırlar. Demek ki devirlere göre ihtiyaçlar değiştikçe kelimeler de kılıktan kılığa giriyor. Acaba “kalleş” de bu kaloş kelimesinden bozma olmasın. Irak Türkmenleri bir sövgü sözü olarak ḳondıra “kundura”kelimesini kullanırlarken Türkiyeli soydaşları da “kalleş”ineden bu kelimeden getirmiş olmasın?..

Kitapta ilgimi çeken bir kelime de eskici. Kitaptaki eskici bugünkünden farklı değil. O da sokak sokak dolaşıp evlerdeki eskileri toplayıp satan bir esnaf. Yalnız, kitaptaki hatıraların bir devir öncesine gittiğimizde bu kelime daha farklı bir anlama geliyor. Okuyanlar bilir, Refik Halit’in “Eskici”si seyyar bir ayakkabı

Page 31: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 31Yaz 2020

tamircisidir. Oysa bugün eskimiş ancak kıymet taşıyan eşyaları satan kişilere de eskici deniyor. Bu, biraz da turizm sektörünün ucuz ve taklit malzemeyi ticari antika hâline getirmesinden kaynaklandı galiba. Hatta bazı turistik yörelerde “Eskidjy” gibi tabelalar da görürsünüz. Demek ki 19. yüzyıldan 21. yüzyıla gelinceye kadar bu kelime (eskici) epeyce anlam değiştirmiş. Sözlükler henüz kelimenin 21. yüzyıldaki anlamını tam vermiyor.

Romandaki anlamını duyduğunuzda çok şaşıracağınız bir kelime de otomobil. Bugünkü dilimizde daha ziyade bir terim olarak kullanıyoruz bunu. Kimse otomobile binmiyor. Kimsede otomobil de yok. Herkesin “araba”sı var ve herkes “araba”ya biniyor. Ancak “Ateş Denizi” romanından anladığımıza göre, o devirde özel araçlara da “taksi”yedeotomobil deniyormuş. Bu arada, sözlüklerimizin çoğu bu anlamı yakalayamamış. Halk arasında yakın zamanlara kadar “taksi” kelimesinin özel araç anlamında kullanıldığını hatırlayanlar vardır. Ama şimdilerde kimse “özel araç”a taksi demiyor. Böyle diyenlere de gülerler her hâlde…

Romanda bir de bugün artık hayatımızdan çekilen nesnelerin adları veya sözlüklere sıkışmış kelimeler dikkatimi çekti: alaturka, buhran, hacı iskemlesi, haminne,havaiyat,içerlikli, kıranta, kupa arabası, risale, sofa, ş e k e r r e n k , yaraşıklı, vb.

Bunların anlamını s ö z l ü k l e r d e n

arama işini sizlere bırakıyorum. Fakat aşçı

dükkânı çok hoşuma gitti ondan biraz bahsedeyim: Bilirsiniz günümüzde

“kahvehane / kıraathane”lerin yanında bir de “çay ocakları” var. Bunlar diğerlerine göre daha basit.

Oyun oynanmaz buralarda. Sadece çay kahve içilir. Daha ziyade dükkânlara servis edilir çay ocaklarından. Son zamanlarda bu gibi yerlerin önüne

birkaç tabure atıp daha fazla müşteriye hitap etmek gibi ticari bir gelişme de var. Her neyse, “Ateş Denizi” romanındaki aşçı dükkânı da lokanta kadar teferruatlı olmayan; ancak birkaç çeşit yemek yapan dükkân anlamında. Bu kelime sözlüklerin bazılarında var bazılarında yok. Bunu almayan sözlüklere çok kızmıyorum, ne de olsa artık böyle yerler kalmadı. Ama benim gibi eski romanları okumaya meraklı olanların gözüne ilişirse o başka… “Ateş Denizi”ni okuyacak olursanız belki bir kısmınızın güleceği bazı söyleyişlerle de karşılaşabilirsiniz.

Page 32: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik32 Yaz 2020

Mesela 20. yüzyılın ilk yarısında İstanbullular; “şapka tak-” değil şapka giy-, “vapurdan in-” değil vapurdan çık-, “bayram et-” yerine bayram tut-, “nutuk at-/çek-” yerine de nutuk söyle- diyorlarmış. Bu son örneği yalnız Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te ve Orhan Veli’de görebilirsiniz:

“Neler yapmadık bu vatan için neler; Kimimiz öldük,Kimimiz nutuk söyledik.”

Başlarken de söylemiştim, bu roman vasıtasıyla sizlerle paylaştığımız bütün dil malzemesi zamanın İstanbul ağzını yansıtıyor. Hem, İstanbullular bugün bizim kullandığımız bazı kelimeleri aslına daha yakın bir söyleyişle kullanmışlar. Fakat Latin harflerine geçtikten sonra çıkarılmış imla kılavuzları bu kelimelere yeniden şekil verince okullarda da bu imlayla yazıldıkça bu kelimeler günümüze bugünkü imla ve telaffuzla ulaşmış. İşte o kelimelerden birkaçı: kitara “gitar”, papas “papaz”, âlicengiz oyunu “alicengiz oyunu”, hurde “hurda” vb. “Hurde” şeklini bugünkü sözlüklerden yalnız Misalli Büyük Türkçe Sözlük madde başı yapıp anlamını vermiş. Doğan Büyük Türkçe Sözlük ise “hurda” maddesine göndermeyle yetinmiş. Aslında, “hurde”nin, diğerine göre daha başka bazı anlamları da var. Sözlükler ikisini bir suda çıkarıp anlam ayrıntılarını gözden ırak etmişler.

Kalemi elimize almışken biraz da Türkçemizin romandaki fiillerinden söz edelim. Bugün kullandığımız bazı fiillerin, İstanbullularca 30’lu, 40’lı yıllardaki kullanım biçimlerini görmeniz mümkün bu romanda. Mesela, “… Yunus’un daima kaynaşıp taşan deryalar gibi aşkı…” ibaresindeki kaynaş- bizim sözlüklerimizdeki anlamlardan hiçbiriyle uyumlu değil. Uzman diliyle konuşursak bu kaynaş- dönüşlü, oysa sözlüklerdeki “kaynaşmak” işteş çatılı. Ayrıca bugün dilden düşmüş olduğuna rahatça hükmedebileceğimiz suçlandır- da “suçlamak” anlamıyla sıklıkla kullanılıyormuş o devirde. Bir de bugün bizim “sıvazlamak” şeklinde telaffuz ettiğimiz fiili o zamanlar İstanbullular sığazla- biçiminde söylüyorlarmış. Bu şekil günümüzdeki sözlüklere hiç alınmamış. Ama Irak Türkmenleri bu fiili bugün de “sıġatla-” biçiminde kullanırlar.

Romanda ilk defa rastladığım bir de epri- fiili var. Bu fiili bazı sözlükler halk ağzından diye kaydetmiş. Bazıları ise bu kayda da yer vermemiş. Doğan Büyük Türkçe Sözlük ise iki ayrı epri- fiilini madde başı yapmış. Fiilin “bozul-, ekşiyip çürü-, dağıl- ”gibi anlamları var. İnsan düşünüyor, bu kelimeye yazı dilinin ihtiyacı yok muydu ki halk ağızlarına bırakıldı. Oysa yazdığı bir romanda bu kelimeye ihtiyaç duyan Ayşe Kulin, «Piyanonun solmuş ve eprimiş mor kadifeden şamdanlıkları vardı.» cümlesinde bu kelimeyi kullanmış. İyi de etmiş. Başka ne kullanabilirdi ki…

Page 33: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 33Yaz 2020

Romandan kelime hazineme kattığım bir başka fiil de belert-. Sözlüklere bakıyorum, fiilin şu anlamını görüyorum: “(insan) gözünü, akı görünecek kadar çok açmak”. Sözlüklerimiz nedense bu fiili de ağızlarla ilgili olarak kaydetmiş ve yazı diline katmaya layık görmemişler. Demek, sözlüklere her zaman güven olmuyor. Bizim kelimelerimizi bizden esirgeyebiliyorlar. Ah, şu sözlükler yok mu?..

“Ateş Denizi”ni okudukça Galip Tahiroğlu’nun dadısının, kendisine kuzucağım şeklinde hitap ettiğini görüyoruz. Bugün artık kuzu-cuk, kuzu-cuğ-um diyoruz. Bir de Tahiroğlu’nun bir şiiri var romanda orada da güneş-leyin kelimesi geçiyor. Bu kelimedeki -leyin eki günümüzde “sabah-leyin, akşam-leyin” gibi çok kısıtlı bir kullanımla dilimizde. Demek o yıllarda daha sık kullanılıyormuş hem de “gibi” anlamında. Şöyle diyor Tahiroğlu şiirinde sevdiğine: “Sen güneş-leyin gülümseyince / Gök daha bereketli, daha gür”.

Kitapta lafını edecek daha bir sürü kelime var; ancak sözü burada kesersek iyi olacak. Bu arada, Türkçemize neler olduğunu; okudukça, kitap sayfalarını karıştırdıkça daha iyi görüyorum. Bunları da sizlerin avuçlarına bir bir sayıyorum. Bakalım bu işin sonu nereye varacak. Her hâlde biraz daha sözünü ederiz Türkçemizin ömrümüz oldukça…

Page 34: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik34 Yaz 2020

Sivas’ta Söylenmiş Harp Ağıtları

Dr. Doğan Kaya

A ğıtlar içinde, savaşta ölenler için söylenmiş olanlar, ayrı bir önemi haizdir. Ömrünün baharında vatan için canını feda eden yiğitlerin geride bıraktıkları acılarda o derece anlamlı ve etkileyicidir. Savaş yıllarında nice ocaklar sönmüş, nice ümitler yıkılmıştır. Bunlar ağıt metinlerinde bütün ayrıntılarıyla özlü, kalıcı ve anlamlı bir şekilde ortaya konulmuştur. Bu malzemeler, aynı zamanda sosyal psikoloji alanında da önemli vazife görecek nadide eserlerdir. Savaş / harp ağıtları bu alanda çalışma yapacak olanların hassasiyetle ve ciddiyetle üzerinde durmaları gereken bir konudur. Sunulacak olan

bildiride bu alana katkı sağlamak gayesiyle, Sivas örneğinden hareketle, tespit edilmiş ağıtlar ilim âlemine tanıtacak, ağıt metinlerinden hareketle bir sonuca varılmaya çalışılacaktır. Başta ölüm olmak üzere ayrılığın yahut üzüntünün doğurduğu ıstırap sebebiyle ortaya konulan lirik ve manzum ürünlere ağıt denir. Şayet ölenler için söyleniliyorsa, kendisine has makamla terennüm edilir. Söylenen sözler ölenle ilgili düşünce, duygu ve izlenimleri ihtiva eder. Yaygın şekliyle ağıt olarak bilinen söz muhtelif devirlerde, muhtelif Türk toplulukları tarafından değişik şekilde kullanılmıştır. Edebiyatımızda, divan şairleri de bu konuda kayıtsız kalmamış, ağıt niteliğinde mersiye adını verdikleri şiirler söylemişlerdir. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatında ehl-i beyt sevgisini dile getiren ve Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi ile ilgili olarak da pek çok mersiye vücuda getirilmiştir ve bunlar maktel adı ile ün salmıştır. Ölenin arkasından yas töreni yapmak, bu arada şiirler terennüm etmek eski çağdan itibaren, hemen hemen bütün toplumlarda rastlanılan hususlardır. Türklerde de ağıt söyleme geleneği, ilk çağlardan beri var olan ve tarihin çeşitli devirlerinde, çeşitli Türk boyları tarafından günümüze kadar yaşatılan bir gelenektir. Anadolu’nun hemen her yerinde ölünün arkasından, asker uğurlanırken, geline kına yakılırken yahut gelin evden çıkarken ağıt söyleme geleneği vardır. Ağıtlar, yanık bir ezgi ile terennüm edilmeleridir. Ölü için söylenen ağıtlar, ferdi karakterde olan ürünlerdir. Ölüye, yakınlarının ağlaması tabiî bir hadisedir. Bunlar, ana, baba, kardeş, oğul, karı veya koca, nişanlı genç, gelin, torun, komşu, akraba veya arkadaştır. Ne var ki, bazı yörelerde ölüye ağlaması için, bu işi meslek edinmiş ve büyük çoğunluğu kadın olan, ağıtçı denilen kimseler davet edilir. Ağıtın, ölünün başında söylenmesi yaygın bir gelenektir. Sözler, o anda ağıtı söyleyen şahsın ruh halini yansıtan ifadelerdir ve coşkun bir lirizmle doludur. Diğerleri ise (yani, kına ve askerleri uğurlama

Page 35: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 35Yaz 2020

türküleri), sözleri bütün yöre halkı tarafından bilinen kolektif karakterde eserlerdir. Söylenen ağıtlarda ölenin iyi vasıfları, mutsuzluğu, yokluğunun bırakacağı derin izler gibi hususlar dile getirilir. Ölü evine ağlamaya gelenler, ağıtlarında, acıklı ortamın da etkisiyle; hasretlik, dert, umutsuzluk, kimsesizlik, felaketler ve talihsizlik gibi hususlara da yer verirler. Bilhassa Toroslar, Çukurova, Kayseri ve Kahramanmaraş civarında yaşayan, Türk ve Yörük olan halkımız arasında ağıt söyleme geleneği daha yaygındır. Ağıtlar yapı, konu ve söylendiği yerler olmak üzere çeşitli gruplara ayrılabilirler. Konularına göre ağıtları şöyle tasnif edebiliriz:1. Kişiler için yakılan ağıtlar a. Hastalık üzerine yakılan ağıtlar b. Ayrılık üzerine yakılan ağıtlar c. Kayıp kişiler için yakılan ağıtlar ç. Mutsuzluk ve acı üzerine yakılan ağıtlard. Ölen kimseler için yakılan ağıtlar e. Öldürülen kimseler için yakılan ağıtlar

2. Sosyal olaylar üzerine söylenen ağıtlar a. Askerlik ve savaş ağıtları b. Sevdalıların kavuşamaması üzerine yakılan ağıtlar c. Boşanma üzerine yakılan ağıtlar ç. Kaçak, kayıp yahut esir kişiler için yakılan ağıtlar

3. Gelin ağıtları a. Kına türküleri b. Başöğme türküleri c. Gelin alma türküleri

4. Asker uğurlama ağıtları

5. Hayvanlar için yakılan ağıtlar a. Yabani hayvanlar için yakılan ağıtlar b. Evcil hayvanlar için yakılan ağıtlar

6. Belde, mekân ve tabiat parçaları için yakılan ağıtlar a. Sular için yakılanlar b. Belde ve mekânlar için yakılan ağıtlar

7. Afet ve felâket ağıtları a. Deprem üzerine yakılan ağıtlar, b. Sel felâketi üzerine yakılan ağıtlar c. Yangın üzerine yakılan ağıtlar

Beyit yahut üçlüklerle söylenen ağıtlar 11 heceli olup, her birim kendi arasında kafiyelidir. Dörtlük

Page 36: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik36 Yaz 2020

olarak söylenen ağıtlar daha çok 8 heceli, bazen de 11 hecelidir. Bunların kafiye düzenleri aaaa, aaab, aaba, abcb şeklinde farklı olabilmektedir. Ağıtlar anonim ürünler olmakla beraber bazılarının sahipleri bellidir. Edebiyatımızda halk şairlerine ait ağıt türünden eserlerin ilk örneklerine XIV. yüzyılda rastlamaktayız. Sivas’ta ağıt söyleme geleneği, Şarkışla, Gemerek ve Yıldızeli yörelerinde daha yaygındır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi ağıtlar, konularına göre çok çeşitlilik gösterir. Ancak biz burada Sivas yöresinde savaşta söylenmiş ağıtlar üzerinde duracağız. Sözkonusu ağıtlar yukarıdaki tasnifte ikinci gruba girmektedir. Burada değerlendirmeye tabi tuttuğumuz ağıtların bir kısmının sahibi vardır. Bazılarının kimin tarafından yakıldığını tespit etme imkânımız olmadı. Ağıtlar içinde, savaşa bağlı olarak yakılmış ağıtlar, muhteva itibariyle çeşitlilik gösterir. Burada zikredeceğimiz ağıtlardan hareketle söz konusu ağıtları şöyle tasnif edebiliriz.

1. Savaşta şehit olanlar için yakılan ağıtlar, 2. Namus için yakılan ağıtlar, 3. Mustafa Kemal için umut ve gurur ağıtları, 4. Savaşın doğurduğu sosyal yaralarla ilgili yakılmış ağıtlar, 5. Sılasına dönmeyenler için yakılan ağıtlar, 6. Terör mücadelesinde şehit olanlar için yakılan ağıtlar.

Askerlik döneminin her Türk’ün hayatında ayrı bir yeri vardır. Bu, askerlik yapan kişi için önemli olmakla beraber, yakınları için de o derece önemlidir. Seferberlik yıllarında yıllarca süren (6, 7 yıl...) askerlik sebebiyle, evden ayrı kalmanın doğurduğu acı ve sıkıntılar, ana, baba, eş ve hatta çocukları derinden etkilemiştir. O yüzden askere gitme vakti, asker aileleri için hüzünlü günler olmakla beraber, gurur ve şeref duyulan, iftihar edilen vakitler olarak telakki edilmiştir. Evladı askere gönderme düşüncesi, duygusu ve inancı Türk toplumunda o derece yer etmiştir ki, ilerleyen zaman içerisinde kendiliğinden asker uğurlama geleneği ortaya çıkmıştır.

Savaş yıllarında nice ocaklar sönmüş, nice ümitler yıkılmıştır. Bundan dolayıdır ki savaş ağıtları, milletin sosyal psikolojisini ortaya koyması bakımından son derece önem arz eder ve bu alanda çalışma yapacak olanların hassasiyetle ve ciddiyetle üzerinde durmaları gereken bir konudur. Ömrünün baharında vatan için canını feda eden yiğitlerin geride bıraktıkları acılar dayanılır gibi değildir. “Öz ağlamazsa göz ağlamaz.” atasözünde anlamını bulan ve özlü, kalıcı ve anlamlı bir şekilde ortaya konulmuş olan bu etkileyici ağıtlar, orijinal ifadelere yer vermesi bakımından edebiyatımıza katkıda bulunmakla beraber, sosyal ve psikolojik hususları da ihtiva etmektedirler. Diğer taraftan sadece yöresinde bilinen mahalli hüviyette olan ağıtlar da vardır. Bizim burada gün yüzüne çıkardığımız ağıtlar da Sivas yöresinde söylenmiş olanlardır.

1. Savaşta Şehit Olanlar İçin Yakılan Ağıtlar Bilhassa Seferberlik zamanında milletin gönlünde derin yaralar açmış acı kayıplar nice ağıtların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Yanık ezgilerle söylenen bu ağıtlar, millete mal olmuş türkü şeklinde söylenen ağıtlardır. Elimizdeki üç ağıtta şu hususlara dikkat çekilmiştir:

a. Ülke savunması için 1416- yaşındakiler (R. 1312 ve 1314 doğumlular) dahi askere alınmıştır. Bunlar henüz dağda bayırda çobanlık yapmaktadır.

Page 37: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 37Yaz 2020

b. Orta yaşlılardan redif kuvveti oluşturulmuş, ıssızlaşan evlerde gelin ve yaşlı kadından başka kimse kalmamıştır. c. Tarihte, Sarıkamış’taki ölüm gibi bir ölüm vuku bulmamıştır.ç. Ordu cepheden cepheye (Kafkasya, Bağdat, Şam…) gitmekte, erler bir bir hayata veda etmektedir. d. Şehit olanların haberi geldikçe yürekler yanmaktadır.

Seferberlik Ağıdı Şöyle çıktım baktım idi Gadanı alıyım kese Issız dede-baba yurdu Aldı beni kaygı tasa On dörtlüden asker m‟olur Oğlum yolda yoz sürüyor Çanta kesmiş ağrır kolu Birer birer basa basa

Kaman‟da kimse kalmadı Sarıkamış ne karalı Redif gitti sürüyünen Kimi ölmüş kimi yaralı Hangi eve vardımısa Daha bunu duyan var mı Bir gelin var karıyınan Dünya âlem bulunalı 1 Rumi. (1314= Miladi 1898)Abidin’e Ağıt Seferberlik zamanında, cepheye, Altınyayla’dan 150 kişi gider ve bunların içinden sadece iki kişi sağ gelir. Oğlunun şehit haberini alan Ayşe Kaya, onun ardından şu ağıtı yakar: Abidin‟im 12‟li Abidin‟im yeni yetti Kayışta durmuş dikili Hasan‟ım yerini tuttu Nasıl kıydın Kadir Mevlâ‟m Ağlasana Gülsüm Hatun Büyük hanenin vekili Gene kör ocağın battı Abidin‟im oy oy Abidin‟im oy oy

Ocak Abidin‟im ocak Harmanda kalmış abası Derdin hangisini seçek Elinde dikili yabası Taburu Bağdat‟a kalkmış Tuzla Çayı‟nda ölmüş Cümlemiz önüne geçek Nafiye kızın babası Abidin‟im oy oy Abidin‟im oy oy 2 (Rumî 1312: Hicrî 1896)

2. Namus için yakılan ağıtlar, Namus, Türk’ün düşünce dünyasında vatan, din, bayrakla beraber uğrunda ölünecek kutsal değer olarak kabul edilir. Bunun tarihte yüzlerce binlerce örneği vardır. Aynı hassasiyet, Kurtuluş Savaşında da gösterilmiştir. Namus, bayrak ve din için ülke savunmasında kadını ve erkeği seferber olmuş, bu uğurda nice canlar vermiştir. Kara Fatma, Kör Adile, Kartal Pero, Nene Hatun bunlardan bazılarıdır. Bütün bunlara rağmen, halkın çaresiz kaldığı anlar da olmuştur. Ülke topraklarına içine kadar giren Rus askeri Türk kızlarının namusuna ilişmiş, bu hadise halkın beyninde unutulmaz yaralar açmıştır. Diğer taraftan Ege’de olanlar da Doğu’da olanlardan farklı değildir. Türk’ün namusu ayaklar altına alınmış, bu da 1 Derleyen. Hikmet Zorlu, Kaynak işinin adı soyadı: Kadriye Yula, Doğum Tarihi: 01.07.1923, Memleketi: Yıldızeli-Kaman köyü, Tahsili: İlkokul 4’e kadar okumuştur. Derleme tarihi: 2008.2 Derleyen: Birol Özkan, Kaynak işinin adı soyadı: Naciye Alacahan, Doğum tarihi: 1945, Memleketi: Altınyayla ilçesi Tahtyurt Köyü, Tahsili: Yok, Derleme tarihi: 2008.

Page 38: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik38 Yaz 2020

yetmiyormuş gibi Yunan kaçarken yanına Türk kızlarını da almıştır. Aşağıda örneğini verdiğimiz Nazik kızın ağıtı, bu hadise üzerine yakılmıştır.Kırk Kız Ağıtı Seferberlik sırasında Kars’a gelen Ruslar, kırk Türk kızını toplayıp kırk askerin eline verir. Kızlar düşman askerine ellerinden geldiğince direnmişlerse de onlara güçleri yetmemiş. Bu acı hadise sonrasında ağıtlar söylenmiş. Ağıt, Kars’tan Sivas’a göçenler tarafından zaman zaman söylenerek yaşatılmaya çalışılmaktadır. Asker Asker derler bir küçük uşak Akşam oldu günler niye aşmıyor Beline bağlamış palaska kuşak Deli gönül bildiğinden şaşmıyor Siz de talim olun bizler ağlaşak Doldurdum badeyi verdim eline O Yemen yoluna giden gelir mi Sar-askeri kahır eylemiş içmiyor

Kırkımızı bir odaya koydular Koğuşun önünde çift pınar akar Üstümüzü başımızı soydular Anam ağlar babam yollara bakar Kırkımızı kırk gâvura verdiler Ser-tabip duyar da koğuşu yıkar Yetiş Kemal Paşa çar sende kaldı Emriniz ne diye geldik albayım 3

Nazik Kıza Ağıt Anadolu işgal altındadır. Ege yöresinde Yunanlıların Türklere yaptıkları baskı ve işkenceler tahammül edilmez hale gelmiştir. Bir Yunan subayı, Nazik adındaki Türk kızına gönlünü kaptırır. Hâlbuki Nazik nişanlı bir kızdır. Subay, Nazik’e dini bilgiler veren Hoca’ya baskı yaparak, Nazik’i kaçırma hususunda yardımını ister. Hoca, ölüm korkusuyla bunu kabul eder. Hoca, bir plan hazırlar. Fırsatına getirip kızın kurdelesini pencereden aşağı atar, ona kurdelenin düştüğünü, gidip getirmesini söyler. O sırada aşağıda bekleyen Yunan subayı kızı kolundan kapıp, hemen oradan uzaklaşır. Bu arada düşman da geri püskürtülür. Nazik’i Yunanistan’a götüren subay, onunla evlenir, çünkü onu çok sevmiştir. Nazik, birkaç kere intihara teşebbüs ederse de başaramaz. Aradan yedi sene geçer. Sevmediği Yunan subayından Nazik’in üç çocuğu olur. Bütün düşüncesi Türkiye’ye kaçmak olan Nazik, uçan kuşa, denizdeki martılara, burnunda tüten anası, babası, kardeşi, nişanlısı, en çok da vatanı için türküler söyler. Birgün fırsatını bulur, çocuklarıyla birlikte bir gemiye binip Türkiye’ye doğru yol alır. Yolda düşünceye dalar: “Bu çocuklarla memlekete gidersem; „Sen geldin ya, bu Yunan döllerini niye getirdin?‟ derler. Çocukları denize atsam, nasıl atayım. Ne de olsa benim evladım.” Bir çıkış yolu bulamaz. Sonunda üç çocuğunu beline bağlayıp, Ege’nin sularına atlar. Dördü de oracıkta ölür. Bu acıklı olay Türkiye’de duyulunca, yanan yürekleri soğutmak için, annesi, nişanlısı, yakınları ve onu sevenler ağıtlar yakarlar.

Bahçemizin al gülü Atina‟nın harmanı Ötmez daha bülbülü Yandan çıkar dumanı Kurdelemi alırken Hiç kimsenin suçu yok Yunan tuttu kolumu Öldürsünler imamı Tabancalar yağlanmış Kara koyun yayılır 3 Kaynak Kişi: Fadime Karataş, Doğum Tarihi: 1924, Memleketi: Ulaş ilçesinin Karataş Köyü, Tahsili: Yok, Derleme Tarihi: 28.02.2005

Page 39: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 39Yaz 2020

Mor boyaya boyanmış Saçakları sayılır Beni götüren imam Çıkma Nazik dışarı Zincirlere bağlanmış Seni gören bayılır

Fusulüye pişer mi Yumurtanın sarısı Pişer pişer şişer mi Yere düştü yarısı Sen gâvur ben Müslüman Yaşım on beş demeden Bize nikâh düşer mi Oldum Yunan karısı

Kılıcımın kını yok Oturdum bakakaldım Türklere zulümü çok İnce fikire daldım Nasıl kabul edeyim Gemi düdük çalınca Yunan‟ın imanı yok Efendim seni sandım

İki gemi yan durdu Pencereye çıkarım Gözlerime kan durdu Limanlara bakarım Ben Yunan‟a düşeli Türkiye‟ye gidersem Yedi yıl tamam oldu Koçu kurban yıkarım

İki gemi dayanır Adana‟nın üzümü Al kanlara boyanır Ben yürüttüm sözümü Sür gemici gemiyi Üç uşağı atarken Şimdi Yunan uyanır Yumuverdim gözümü

Gemilerin urganı Elma attım denize Telli olur yorganı Gidiyor yüze yüze Çocukları sorarsan Atma bizi denize Balıkların kurbanı Gidek Türk ebemize

Arabayı atladım Yumurtanın kulpu yok Al fistanı katladım Ela gözde uyku yok Ben Nazik‟i yitirdim Sür gemici gemiyi Gül aklımı çatlattım Pis Yunan‟dan korkum yok

Arabanın mazısı Atina‟da bir kuş var Şu alnımın yazısı Kanadında gümüş var Ne deyim de ağlayım Gelin çocuklar gelin Pis Yunan‟ın kuzusu Annenizde bir iş var

İlen gelin buz gibi Çarşıya üzüm geldi Yanıyorum köz gibi Mevlâ‟dan izin geldi

Page 40: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik40 Yaz 2020

Kız kaç da gel kraldan Aç kapıyı annesi Kabul ettim kız gibi Kıraldan kızın geldi 4

3. Mustafa Kemal İçin Umut ve Gurur Ağıtları Kurtuluş Savaşı sırasında yürekleri yanan, karalar giyinen, hayat mücadelesi veren Türk milleti, hiçbir zaman umutsuzluğu düşmemiştir. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkeyi kurtarma gayretleri halkın kulağına geldiğinde kısmen de olsa yürekleri soğutabilmiştir. Sevinç, umut ve acının olduğu ağıtlar yakılmıştır.Kemal Paşa Kurtuluş Savaşı sırasında Sivas’ta, Ruslar’ın Erzincan-Çardaklı’ya’a kadar geldiği, yakın zamanda Sivas’a da gireceği haberi yayılır. Eli silah tutan herkesi askere çağrılır. Tarlalarda çalışacak erkek kalmaz. Derken kıtlık baş gösterir. Halk, telaşa kapılır. Günlerce uyku, dinlenme demeden çalışır. Bu arada Mustafa Kemal, ülkeyi kurtarma gayreti içindedir. Halk, bunu duyar sevinir. Sivas’ta Kamer Hanım bu haberi duyunca içi coşkuyla dolar ve dilinden şunlar dökülür:Urus bek dayanır kışa Diyar-ı Rum‟dan devletler Tayyaresi benzer kuşa Bize neydecek ki itler Ankara‟da Kemal Paşa Yürüyün civan yiğitler Ömrümden al sen çok yaşa Kelle verin baştan başa

Çifte mavzer çifte fişek Hak‟tan başka korkum yoktur Diken oldu kutnu döşek Candan başka narhım yoktur Emreyle düveller aşak Kemal Paşa olsun doktur Emeklerin gitmez boşa İstiklal kat tatlı aşa 5

Delikanlının askere gitmesinin ardından yedi yıl geçmiştir. Günün birinde delikanlı çıkıp gelir. Köyün çeşmesinde nişanlısı olduğu kızı görür. Kız, olup biteni delikanlıya anlatır. Delikanlı-Baba-Gelin arasında şöyle bir deyişme olur. Deyişme muhteva itibariyle ağıttır. Ağıda Doğanşar’da “las” denilir.Oğlan: Pınarın başında söylenen sözler İlerde gelinler geride kızlar Beni de yakıyor yardaki gözler Baba sende yok mu utanır yüzler İnsan bir oğlunun yolunu gözler Gâvur baba nasıl aldın yârimi

Baba: Pınarın başına vardım oturur

4 Demet Can, “Nazik Kızın Ağıtı”, Kızılırmak, 11. 1992, s. 3940-. S. Burhaneddin Akbaş, “Bünyan Ağıtları”, Erciyes, 10. 1986, s. 2829-. Bu ağıtın bir varyantı Batı Trakya’da da söylenmektedir. Atina’nın çayırı Atina’nın hamamı Dik yukarı bayırı Yandan çıkar dumanı Üç çocuğumu attım denize Hiç kimseden şüphem yok Balıkların kurbanı Öldürsünler imamı [Feyyaz Sağlam, Yunanistan (Batı Trakya) Türkleri Edebiyatı Üzerine İncelemeler, C. 3, İzmir, 1994, s. 40.]

5 Derleyen: Birol Özkan, Kaynak işinin adı soyadı: Naciye Alacahan, Doğum tarihi: 1945, Memleketi: Altınyayla ilçesi Tahtyurt Köyü, Tahsili: Yok, Derleme tarihi: 2008.

Page 41: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 41Yaz 2020

Ellerini soğuk suya batırır Oğul ben almazsam eller götürür Geline kıymadım ben kendim aldım

Oğul: Pınarın başında varsın otursun Ellerini soğuk suya batırsın Baba sen alma da eller götürsün Gâvur baba nasıl aldın yârimi

Gelin: Oturdum oturdum oturamadım Terazim kırıldı tartılamadım Yiğit dertli dertli söylüyor ama Şu zalim babandan kurtulamadım Oğlan: Babamın kolları sıkı sarılmış Dini olan Müslümanlar darılmış Dört kitabın hangisinde var imiş Gâvur baba nasıl aldın yârimi

Gelin: Keten gömlek giymiş yanı işleme Yanıma gelmeden naza başlamaAllah‟ı seversen öp de dişleme Şu zalim babandan kurtulamadım 6

Fadik Gelin’in Ağıdı Birinci Dünya Savaşı’nda kocası Musa’nın düşmana esir düşmesi, daha sonra da ölüm haberi gelmesi üzerine Fadik Gelin, kaynanası tarafından evden kovulur. Hayattaki tek varlığı çocuklarından ve pek çok hatırasını yaşadığı evden kovulmak Fadik Gelin’e zor gelir. Acılarını şu sözlerle hafifletmeye çalışır.

Keklik senin kumda pişer yemeğin Ayşe kuzumun da yüzü gülmüyor Cılk oldu yumurtan zaydır emeğin Ahmet oğlum hiç yanıma gelmiyorEşim gitti ıssız kaldı düneğim Emek ile büyüttüğüm yavrular Bir yâr için ağlıyorum burada Zalim eller hiç yanıma salmıyor

Kaynım sen söyle de ben de tutayım Avu yutulur mu avu yutayım Eğer kaynatam da beni kovarsa İt olayım çöplüğünde yatayım7

(dünek: barınacak yer, ev, salmak: göndermek)

6 Derleyen: Önder Çağlar, Kaynak şahıslar: Doğanşar’da muhtelif şahıslar, Derleme tarihi: 2008.7 Kaynak şahıs: Sivas Karalar köyünden Vezzuha Pürlü. Şiir, Kadir Pürlü’nün arşivinden alınmıştır.

Page 42: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik42 Yaz 2020

5. Sılasına Dönmeyenler İçinn Yakılan Ağıtlar Cephede, ölümü göze almadan düşmanla savaşmak ne kadar zorsa, sılada o yiğidi beklemek de bekleyenler için dayanılır acı değildir. Anadolu’da binlerce Türk kadını bu acıyı yaşamıştır. Acısını hafifletmek için kara bağrını dövmesi yetmemiş, kimileri de bunu hafifletmenin yolunu ağıt yakmada bulmuştur. Bu konuda söylenmiş pek çok ağıt vardır. Dolayısıyla ağıtlar bir bakıma insanın içini rahatlatma gibi bir fonksiyonu da icra etmişlerdir. Esir Kocaya Ağıt Sivas Koyuncu köyünden Fadik, seferberlikte esir düşen kocasının arkasından şu türküyü söyler:

Mürekkep şişeni direğe astım Atın doru idi demir kır idiAldım mektubunu bağrıma bastım Başının püskülü ipek mor idi Ben de şu eşime gayeten küstüm Asker kalktı karlı dağı bürüdü Dokuz aydır bir mektubu gelmiyor Dokuz aydır bir mektubu gelmiyor

Elim ile yaptıcağım yuvalar Dilim ile çaldıcağım sıvalar Birgün olur beni eller kovalar Dokuz aydır bir mektubu gelmiyor 8

6. Terör Mücadelesinde Şehit Olanlar İçin Yakılan Ağıtlar Ülkenin birliği için düzenin bozulmaması için son 3040- yıldır terörle mücadele yapılmaktadır. Terör yüzünden 35.000 kadar vatandaşımız hayatından olmuştur. Türk askeri, Türk emniyet kuvvetlerinin ülke için mücadele etmesini ve bu uğurda kaybedilen canlar için söylenen ağıtlar da bu konu çerçevesinde değerlendirilebilir. Ülkenin hemen her yerinde olduğu gibi Sivas’ın yüzlerce asker ve polis şehidi vardır. Âşıkların en çok yörelerden biri olma özelliğini gösteren Sivas’ta bu konuda da şiirler vücuda getirmişlerdir. Biz burada birisi asker, diğeri de polis için söylenmiş iki ağıt örneğini vermek istiyoruz. Şehit Polise Ağıt Âşık Enverî’nin kardeşi Mansur, Diyarbakır’a polistir. Birgün evden çıkarken eşine; “Hanım! Ben bu topraklarda şehit olursam, üç tane yavrum var onlar da polis olsunlar.” der. Takdir-i ilahi, aynı gün teröristler tarafından şehit edilir. Bu haberi alan âşık Enverî ardından aşağıdaki ağıdı söyler. Şiir, Sivas Emniyet Müdürlüğü’ndeki şehitler köşesinde asılıdır. Şehit polisin arzusu gerçek olur ve üç çocuğu da bugün polis memurudur.

Ömrün hayatında otuz beş yaşın Şark görevin çıktı uzak diyara Dem ü devran sürüp tığlayamadın Ne bilem gurbetlik açacak yara Kara dumanlara yem oldu başın Adaş Mansur gibi sen düştün dara Çırpındın bir fayda sağlayamadın Kesildi nefesin ağlayamadın

Üç yavrun bıraktın nazlı yâr baksın Volkan‟ın Neslihan Hacer kuzular Şehit madalyanı göğsüne taksın Nasıl dayanırım yürek sızılar 8 Kaynak şahıs: Sivas Karalar köyünden Vezzuha Pürlü. Şiir, Kadir Pürlü’nün arşivinden alınmıştır.

Page 43: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 43Yaz 2020

Seni yakan odlar cehennem yaksın Ana baba kardeş seni arzular Feleğin okunu eyleyemedin Feleğin okunu eyleyemedin

Diyarbakır derler dört yanı kale Enver’im tamam yazma bir daha Babam mezarına diksin gül lale Coşar duygularım biçilmez paha Kavruldu bedenim düştüm bu hale Fatiha ile Yasin kalkarken şaha Merhem sürüp yaran yağlayamadım Okuyup Kur‟an‟ı bağlayamadım 9

Âşık Cefaî, Güneydoğu Anadolu’da şehit edilen bir askerin acısına dayanamaz ve şu ağıtı söyler:

Yüreğim yanıyor nasıl anlatam Üzülmek faydasız buymuş kaderin Hain teröristin işini oğul Ne adın silinir ne dolar yerin Nasıl sabır edem nasıl unutam Bize ulaşmadan kara haberin Yaktın ciğerimin başını oğul Gördüm bir gün evvel düşünü oğul

Yavrum sana yanmayan can kalmadı Kundaklar beledim beşikler burdumAğlamayan hiçbir insan kalmadı Yirmi yıl seninle avundum durdum Dizimde fer damarda kan kalmadı Yuvamdan uçurdum yuvanı kurdum Kuruttun gözümün yaşını oğul Ya kime bıraktın eşini oğul

Taze çiçeğimi erken derdiler Dedim hele açın nerden vurulmuş Takdir-i İlâhi seni vurdular Civan kollar tüfeğine sarılmış Çınar teslim ettim tabut verdiler Elbisen üstünde kepin sır olmuş Koydular önüme na‟şını oğul Sancağa sarmışlar başını oğul

Yaptılar örf adet makam töreni Dedim Cefaî‟ye gel bir ağıt koş Dedim ki seyredem bakam töreni O dedi Fatiha Yasin daha hoş Açtım al bayrağı takam töreni Allah‟ın hikmeti her gün iki kuş Kurşunlar süslemiş döşünü oğul Bekliyorlar mezar taşını oğul 10

Sonuç: Ağıtlar, acı şiirleridir. Genellikle ölümler üzerine söylenmekle beraber, her ne çeşit acı olursa olsun çekilen her acı için ağıt yakılabilir. Seferberlik yılları, Türk tarihinde gerek askeri gerekse içtimai bakımdan çok önemli yere sahiptir. Bu çerçevede Anadolu’nun hemen her yerinde, sayısız ağıt vücuda getirilmiştir. Biz bu çalışmamızda Sivas’ta söylenmiş olan ve tespit edebildiğimiz ağıtları gün yüzüne çıkarmaya çalıştık. Anadolu halkının genlerinden gelen karakteristik özelliklerinin ve sosyal yapısının ortaya konulmasında bu tarz eserlerin belirleyici vasfı vardır. Türk’ü daha iyi tanımak, gelecek nesillere gerçek kimliğinin ne olduğu şuurunu vermek açısından, başta üniversiteler olmak üzere kişi ve kurumlarca bütün illerde ağıt derleme çalışmalarının yapılmasını ve hizmete sunulmasını elzem görüyoruz.

9 Şiiri söyleyen: Enver Artunç (Enverî), Doğum Tarihi: 1946, Memleketi: Sivas-Tutmaç Köyü, Tahsili: İlkokul, Derleme Tarihi: 17. 03. 201310 Doğan Kaya, Âşık Edebiyatı Araştırmaları……………………

Page 44: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik Yaz 202044

Hüseyin Şükür

Biz? Türk müyüz

Türkmen miyiz

T ürkmeneli bölgesinde en çok tartışılan konulardan biri olan bizim Türk veya Türkmen olmamızdır? Bazıları ısrarla bizim Türkmen olduğumuzu iddia eder, diğerleri ise Türk olduğumuzu kanıtlamaya çalışır. Bu konu bir tek Türkmeneli bölgesinde sınırlanmayıp, Türk Dünyası’nın her yerinde (Özbek, Kazak, Türkmen, Azeri, Azerbaycanlı, Kırgız, Türk) tartışması sürmektedir. Bu konuyu aydınlatmak için birçok makale ve kitapları araştırdıktan sonra belki tartışmanın sonuna noktayı koyabiliriz.Aşağıda öncelikle tarihî kaynaklarda “Türk” ve “Türkmen”terimlerine ne anlamlar verildiğini tablolar halinde vermeyi uygun buluyoruz: Türk teriminin anlamları:

Kaynak Anlamı

İbn-i El-Fakih El-Hamadani Terk edilmiş

Kaşgarlı Mahmut Olgunluk Çağı

A.Vambery Türe-Törü (Türemek)- Yaratılmış Mahlûk

Ziya Gökalp Türeli

F.W.K. MÜller / G. Dofer/ Wilhelm Thomsen

Kuvvetli, güçlü

Çin kaynakları Miğfer

Gyula Nemeth Fazilet, şecaat, cesaret, güç, kuvvet

FiokKaroly Göl Kenarında oturan adam

Page 45: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlikYaz 2020 45

Kaynak Anlamı

Kaşgarlı Mahmut, Ebu'l Gazi Bahadır Han

Türk'e benzeyen

Necip Asım Türk Adamı, Türk Eri

Hüseyin Hüsameddin Büyük Türk

S.A. Dilemre Tüccar

Vambery Türkler, Türklük

J. Deny (GyulaNemeth, V. Minorsky, G. Moravcsik, O. Pristak) katılmışlar.

Kocaman, koyu Türk, Halis Kan Türk

Türkmen Teriminin Anlamları

Birçok kaynağa göre “Türkmen” kelimesinin ortaya çıkışı 11. yüzyıldan sonradır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi İslam Ansiklopedisinde 13. yüzyılda, ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Fakat Türklerin Irak’a ilk gelişi 53 Hicri, 7. Yüzyıla dayanmaktadır. Ondan sonra da 10. Yüzyıl Selçuklular ve 15. yüzyılda Kanuni ile büyük göçler olmuştur. Irak Türklerinin yaşadığı bölgeler,Abdurrazak EL-Hasani’ye göre Irak’ın Kürt bölgesini Arap bölgesinden ayıran şerit; Musul, Telafer, Erbil,Altunköprü, Kerkük, Tuzhurmatu, Kızlarbat ve Diyale ilinin Mendil ilçesine uzanmakta olup bu şeridin içinde yaşayan halka Türk ve Türkmen adı verildiğini söylemiştir(E.Hürmüzlü, 2003: 13).Yaklaşık 100 sene önce, Irak Türklerin yaşadıkları bölgeler; Musul, Kerkük, Erbil ve Süleymaniye (Sultan Süleyman’ın kurduğu şehirdir) Osmanlı’nın Urfa, Gaziantep vs. gibi bir vilayetiydi. 1918, birinci dünya savaşından sonra İngiliz işgali ile sahte sınırlar çizerek Musul vilayetini Türkiye’den ayırdılar(S.Saatçi, 2003: 15 ).Selçuklular’ınfütühatından Anadolu ve Irak’ta yerleşenlere Türkmen adı verilmiştir. Tarihçiler Türkmen kelimesi anlamının üzerinde görüş birlikleri olmasa bile, Türkmenlerin; Türk boyundan geldiğine birleşmişlerdir.Türk ve Türkmen terimleri1918’den sonra, belgelerde nasıl geçiyor?Irak kraliyet döneminin 19211958- yılları arasındaki bazı yasaları incelersek şunlar önümüze çıkmaktadır: 1931 senesinde nu. 74, yerel diller kanunu özetlersek şöyle yazmaktadır. “Biz Irak kralıyız, şu kanun aşağıdaki bölgelerde uygulanmaktadır. “Musul, Kerkük, Erbil, Süleymaniye vilayetlerinin mahkemelerinde konuşulan dil Arapça, Kürtçe ve Türkçe olmalıdır. Mahkeme kararları Arapça okunduğunda, sanığın anadili Arapça değilse; Kürtçe veya Türkçe’yeçevirilecektir. Sanık tüm kararların suretini kendi anadili Kürtçe veya Türkçeye çevirisini alabilir. Dilekçe ve itirazları da kendi anadili Arapça, Kürtçe veya Türkçe ile ifade edebilir”. Bir diğer fıkrasında ise “yukarıda belirtilen vilayetlerde; okulların dili, öğrencinin evdeki kullanılan dil olacaktır (Arapça, Kürtçe, Türkçe).” Öteki fıkrasında, “Kerkük ve Kifri ilçelerinde atanan devlet memurları; Türkçe ve Kürtçe bilmelidirler”. 2003’ten sonraki kanunlardan bazı alıntıları alırsak şöyle yazmaktadır; Türkmenler ve Süryenilerin yoğunlukla yaşadıkları bölgelerde; Türkmence ve Süryanice resmi dil olarak kabul edilecektir. Bu kanunları yürürlüğe sürmekte, başbakana bağlı komisyonda Türkmen ve Süryenilerin temsilcileri olmaktadır. Okul yasalarında; her toplum kendi anadilinde okullar açabilmektedir “Arapça, Kürtçe, Türkmence, Süryanice, Ermenice vs.” (E.Hürmüzlü,2019: 162168-).

Page 46: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik Yaz 202046

Resmî belgeleri incelediğimizde; İngiliz Mandasının yazışmalarında şöyle diyor;“Kerkük’te kullanılan dil Türkçedir”.1924 KerkükLivi katliamında; kınama mektubu da sadece Türkçe yazılmaktaydı. Abdurrazak Al Hasani aynı Kerkük’ün dili Türkçe olduğunu söylüyor. Hatta ve hatta 1933 yılında Kurban bayramı kutlamalarında Türkçe tebrikler yazılmaktaydı. Büyük Britanya Dışişleri bakanlığı, 134255371/ sayılı 18 Temmuz 1958 belgesinde, “Kerkük’te Konuşulan dil Türkçedir” yazmaktadır. (E.Hürmüzlü, 2005: 28)Longrigg’in “Yeni Irak Tarihinden Dört Ddevir” eserinde; “Güzel Kerkük şehrinde Türk kanı, Türk mezhebi ve halkı Türkçe konuşuyor.” demektedir. Düşünür Sati Al Hasri, günlüğünde; “Maarif Müdürlüğünün yardımcısı olmak talebindenreddedildiğinde ve kendisi Türkçe bildiği için Kerkük’e gidip orada halk Türkçe konuştuğundan dolayı atanabilir.” tavsiyesinde bulunmuş. (E.Hürmüzlü, 2005: 23).KristineOdunilly “Horseman” Eserinde, kahramanın dilinden şöyle anlatıyor; “Eşi ofisinde kalın bir dosya bırakmıştı. Dosya Irak’ın üçüncü halkı olan Türkmenler, bin sene önce Ortasya’dan gelip Kerkük, Musul, Erbil bölgelerine yerleşmişler. Ve hiç kimse bu halkın çektiği zulüm ve işkenceleri dile getirmemektedir. Bu halk insan da olmayıp ikinci bir cinsten midir? İki milyondan fazla olan nüfusu, aynı Türkiye veya eski Sovyet ülkelerinden Türk cumhuriyetlerinde yaşayanlar gibi Türk değiller mi? “ yazıyor.(E.Hürmüzlü, 2005: 7).1937’de Türkiye’den bir heyetin Kerkük ziyartinde, usta şairimiz rahmetli Mehmet Sadık bir şiir yazmıştır. Şiirin bir beytinde şöyle söylemektedir:Bir müjde-i efrah ile hep çarşı kapandıKerkük’teki Türk hissi tamamıyla uyandı (İ.Kerkük, 2017: 26).Dikkat çeken konu ise şairin Türk hissi demesidir, yoksa Türkmen hissi söylerdi. Yukarıdaki belgeler, şiirler ya da kutlama mesajlarına baktığımızda insanın aklına hemen şu soru geliyor, ne oldu da Türk kelimesi bir anda ortadan kalktı?1918’den sonra Irak Türkleri kimliklerini korumak ve Türklüklerini yaşatma mücadelesi vermektedirler. 1920,

Telafer’de İngilizlere karşı “Kaça Kaç” mücadelesi. 1924’te Kerkük Livi katliamı, 14 Temmuz 1959 Kerkük katliamı, 1980’ Türkmen fikir, iş, bilim adamlarının idamı, 1980’lerden başlanan Irak Türklerini göç ettirme olayları, (ev satın alma, devlet kurumlarına atanma, iş kurmak isteyenler milletlerini değiştirmek zorunda) kendi şehrinin dışında görev yaptırma, sürgünler, her türlü fikir ifade özgürlüğünün yok denecek kadar az

Şekil (1)1957 nüfus sayımında şöyle yazılmaktadır “ Şuun-u ictimaiyevezarati, Nüfus-u Umumi Müdürlüğü, Fenni Şubesi, Tescil işini görenlere mahsus talimat, Türkçe Metni”.

Şekil (2)İkinci Fotoğraftaysa “ Sayın Vatandaş, tescil işine iştirak etmen yeni ve mesut bir hayatın tesisinde temel sayılır” yazılmaktadır. Yine burada kullanılan “Türkçe Metni”, “Türkmence Metni” yazmamaktadır.

Page 47: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlikYaz 2020 47

olması, okullarda ana dilini konuşma yasağı ve bizim konumuz olan “Türk” terimi yerine “Türkmen” terimini kullanma zorunluğudur.(Ö.Saatçi, 2017: 176)

Irak Türklerine yapılan her biri ayrı ve uzun konudur, ancak Türk teriminin nasıl yasaklandığını açıklamaya çalışacağız. Türk ile Türkmen terimlerinin tartışılması ilk olarak Lozan Anlaşmalarında başladı. İngiliz heyeti başkanı LordCurzon’un iddiasına göre; Musul, Kerkük ve Erbil’de yaşayan halk Türk değildir Türkmendir. İddiasının kanıtı ise şu üç şehirde yaşayan halk İstanbul Türkçesini konuşmamalarıdır. İsmet Paşa ise Türk ve Türkmen’in arasında bir fark olmadığını savunmuştur. Hâlbuki Türkiye Cumhuriyeti’nde, Anadolu, Ege, Karadeniz bölgeleri birbirlerinden farklı ağızlarla konuşmaktadırlar. Ki Şanlıurfa, Elazığ Harput’un konuşmaları birebir Türkmenli gibidir. (S.Saatçi, 2014: 132)Av. Habib Hürmüzlü,MüzakkaratSahafiTurkmani (Bir Türkmen Gazetecinin Günlüğü) kitabında şöyle yazılıyor; «Beşir gazetesi çıkarttığımız her sayı, devlet tarafından denetlenirdi, sayılarda Irak Türkleri terimini kullanırdık. Ancak sayıların birinde denetimden; bizim artık “Türk”terimi kullanılmayacak yerine “Türkmen”terimini kullanacaksınız» emri geldi. (H.Hürmüzlü, 2016: 2425-). Ve 1959 Kerkük katliamını kınama demecinde, General Abdülkerim Kasım da ilk defa “Irak Türkleri” yerine “Türkmenler” terimini kullandı. O günden bu güne artık Türkmen terimi ile adlandırıldık (İ.Kerkük, 2017: 113)SonuçAslında bunun arkasında çok büyük oyunlar ve Türk düşmanlarının eli vardır. 1918’den sonra Kuzey Irak’ta Türkçe konuşan millete Türk deniliyordu. Ancak 1959’dan sonra oyunlar başladı. Ve biz Türkiye’nin bir parçası olmayıp hatta ve hatta aynı millet değil de Asya’dan gelmişiz tezini savunuyorlardı. LordCorzun’nun oyunu Lozan’da tutmamışsa da zamanla oyun yine ortaya çıkıp ve bu defa tutmuştur. İşin ilginç tarafı ise bu Türkmen kelimesinin yanında da bize «Siz Osmanlıların kalıntılarısınız» diyorlar. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak halk buna da inandı. Peki, biz Osmanlıların kalıntıları isek neden Osmanlı devletinin devamı Türkiye Cumhuriyetini kuran millet Türk’tür ancak bize geline Türkmen oluyoruz!Bu oyunun bazı sebepleri ise, bizi anavatandan ayırmak ve Türkleri bölmek için kullanılan plan çok iyi bir şekilde uygulanıp ve başarılmıştır. Bu bilgilerden yola çıkarak bizim Türk olduğumuz ortadadır. Bu olayın farkına vardıktan sonra bizlere Türkmen deseler de sakıncası yoktur çünkü Türkmen kelimesi Türk anlamına gelmektedir.

Kaynakça Orkun, H. (2018). Türk Sözünün Aslı. Ankara: TDK Yayınları.Öztürk, E. (2015). Türk Adının Anlamı, Türklerin Ortaya Çıkışı.Kafesoğlu, İ. (1968). Umumi Türk Tarihi Hakkında Tespitler, Görüşler, Mülahazalar. Ankara: Ötüken Yayınları.Saatçi, Ö. (2017). Irak Türkmenlerinin Ana dilleri Türkçeyi ve Türk Kimliğini Yaşatma Süreçleri,Uluslararası Ortadoğu Kongresi (Dil, Tarih ve Edebiyat) International Middle East Congress (Language, HistoryandLiterature): Vol.1. (176). Ankara YıldırımBeyazıtÜniversitesi.Hürmüzlü, E. (2003). Türkmenler ve Irak. İstanbul: Kerkük Vakfı,Saatçi, S. (2003). Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri. İstanbul: Ötüken yayınları.Hürmüzlü, E. (2005). Irakta Türkmen Gerçeği. İstanbul: Kerkük Vakfı.Kerkük, İ. (2017). Kerkük Hatıralarım. İstanbul: Kerkük Vakfı.Hürmüzlü, H. (2016). KavmunYudavnElturkman. İstanbul: Kerkük Vakfı.Hürzmüzlü, H. (2016). MüzakkaratSahafiTurkmani. İstanbul: Kerkük Vakfı.Saatçi, S. (2014). ElkayanElturkmanivilİrak. İstanbul: Kerkük Vakfı.

Page 48: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik48 Yaz 2020

H

1

Agâh Oğuz

Hatçe AnaBüyük Bir Romana Küçük Bir Nazîre…

atçe Ana köylülerini pek sever, onlardan duasını bir gün olsun eksik etmezdi. Onlar da Hatçe Ana’yı el üstünde tutarlardı. Bir kere, köyde herkes ona “ana” derdi. Tarlaların bereketi, yağmurların bolluğu, pınarların gürül gürül akması dört şehitli Hatçe Ana’nın köylerinde olmasına verilirdi. O yüzden Hatçe Ana’nın hangi işi olsa hiç yerinde kalmaz, bir dediği iki edilmezdi. Köyün imamı Ömer Hoca her kandilde dua ederken onu da anar, Allah’tan Hatçe Ana’nın ömrüne bereket diler, başlarından eksik olmaması için rabbine dua eder, cemaat de kendi canlarından çok sevdikleri anaları için yüreklerden kopan bir sel gibi “âmin” derdi. Zaten, Hatçe Ana’nın kızı Nadiye’yi de Ömer Hoca’nın oğlu Hilmi’ye lâyık görmüşler, epeyce zaman evvel başgöz etmişlerdi. Köylüler bayramlarda da Hatçe Analarını yalnız bırakmazlar, bayram namazından çıkınca hiç kimse dağılmaz, topluca ona gidilir, ilk onunla bayramlaşılırdı. Hem Hatçe Ana’ya eli boş da gitmezler, çam sakızı çoban armağanı diyerek herkes bir şeyler götürür, Ana’nın gönlü alınırdı. Ömer Hoca da kapıda şehitlere Kur’an okur, dua ederdi. Sonra, Hatçe Ana’yı sade köylüleri 1 Bu hikâye Mehmet Niyazi’nin “Çanakkale Mahşeri” romanın ilhamıyla yazılmış ve bütün şehitlerimize adanmıştır.

tanımazdı. Çevre köylerden askere giden gençler davullarla zurnalarla, evlenecek kızlar da analarıyla, konu komşuyla ziyaretine gelirler; ondan helâllik ve dua alırlardı.

*** Üç gündür aynı rüyâyı görüyordu Hatçe Ana. Yıllar yıllar evvel sessiz sedasız yola saldığı kocası, “Gel; hasretin yetti artık, gel.” diyordu her seferinde. Zamanı gelmişti zaten. Bir ayağı çukurdaydı ne de olsa. Ha bugün ha yarın elbet kavuşacaktı erine, şehitlerine. Hem belki, yıllardır yüreğini yakan kordan da kurtulmanın zamanı gelmişti. Öyle ya, ömrünün baharında başsız kaldığına mı yansındı, yoksa gözünden sakınıp büyüttüğü iki fidanı Cihat’la Zafer’in Sarıkamış’tan dönmeyişine mi… En sonunda elinde kalan en küçük oğluna ümit bağlamış; onun varlığıyla avunurum, demişti; ama o da babası gibi Çanakkale’den dönmemişti. Mevlâm sabrıcemil vermişse de bugünlere zar zor gelmişti. Kolay mıydı bu koskoca dünyada kızıyla sahipsiz başsız kalmak. Yıllarca tek başına tarlaları sürmek, ekinleri erkek kuvveti olmadan biçmek, harmanı kaldırmak, kasaba

Page 49: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 49Yaz 2020

pazarlarında mendil üstüne attığı üç beş okkalık sebzeyi, eriği, bir iki teneke buğdayı, bulguru satıp da kızını yedirip giydirmek, evin yağını, gazını tedarik etmek… Ama her yolun bir sonu vardı. Bak işte, dünya gözüyle doyamadığı erine bugün yarın kavuşacaktı…

*** Tarlaları iyiden iyiye sarartan güneş ortalığı birkaç gündür kasıp kavuruyordu. Köylünün de yardımıyla harman kaldırılmış, buğday ambara konmuş, artık kışlıkların hazırlanmasına sıra gelmişti. Hatçe Ana biberlerini, fasulyelerini çizmiş; tarhanasını sermiş; peynirini, turşusunu çoktan tutmuştu. Bir odadan diğerine girip çıkıyor, ortalığı temizliyor, evi toparlıyordu. Bir ara çeyiz sandığında duran tülbentleri mendilleri geldi aklına onları da çıkarıp bir güzel havalandırmalı, güneşe sermeli güveden sakınmalıydı. Sandığın kapağını açtı, biraz karıştırdıktan sonra aradıklarını buldu. Sandığın bir köşesinde de bir zamanlar ona karalar bağlatan sarı zarfı gördü. Zarf ona ilk geldiğinde hemen Ömer Hoca’ya koşmuş; aceb ne ola, demeye kalmadan Ömer Hoca ona kara haberi vermişti. Sonra birden aklına üç gündür gördüğü rüyâlar geldi. Yoksa bu sarı zarf onu erine mi götürecekti. Zarfı bir daha Ömer Hoca’ya götürdü, Dünürü eski yazıyla yazılmış birkaç cümlelik mektubu bir çırpıda okudu: “21. Kolordu saha-yı askerisinde kâin, 52. Tümen’e merbut 15. liva, 8. tabur neferlerinden Onbaşı Şemsettin oğlu Oğuz ve aynı kolordunun 48. tümeni dahilindeki 18. Liva, 6. taburundan er Oğuz oğlu Gazi, 16 Temmuz 1330 tarihinde, cephede aldıkları ağır yaralar neticesinde İstanbul’daki hastahâne-i askeriyyeye nakledildikleri esnâda, kan kaybından nâşi irtihâl-i dar-ı beka eyleyerek mertebelerine ulaşmışlardır. Cenazeleri İstanbul Edirnekapı Şehitliği’nde medfundur. Mevlâ-yı zü’l-celâl, vatanın ve ümmetimizin selâmeti için canlarını siper eden şehidleri ind-i ilâhisînde ahsen-i kabul ile şereflendirip onları cümle ümmet-i Muhammed’e şefaatçi kılsın.” Mektubu can kulağıyla dinleyen Hatçe Ana, “ Gördün mü Ömer Hoca; bak,

erim beni nereye çağırırmış, bildim. Ne yazıyordu, bir daha oku da iyice anlayalım hangi kabristandalarmış şehitlerim?” Ömer Hoca “Edirnekapı Şehitliği” yazısını bir daha okuyunca, Hatice Ana, “Tamam, işte oraya gidecem ben, erim kaç gündür rüyâma girer; gel, gel deyip durur.” dedi. Ömer Hoca, dünürünün heyecanını alttan alarak “Aman dünür, nereye gidecen? Sen İstanbul’u bilir min? Hem bizim buralar nere, İstanbul nere. Sora bu yaşında diyâr-ı gurbette ölün kalın; etme eyleme!” dediyse de Hatçe Ana artık gideceği yolu, varacağı menzili bellemişti. Hemen eve koştu. Yastık altında mendile sarılı duran paralarını çıkarıp saydı; ama yetmezdi. O paralarla bir bilet alsa bile oralarda ne yer ne içerdi. Ama erine de kavuşmalıydı. Çağırana kulak vermek gerekliydi. Hem eri çağırır da kadın kısmı nasıl gitmezdi. Bir yolunu bulup tedarikini yapıp tez zamanda yola koyulmalıydı. Aklına ahırdaki öküz geldi. Onu satıp parasıyla İstanbul’a yollanmalıydı. Eline değneğini aldı, aşağıya indi, doğruca Muhtar Hasan’a gidip “Köylülere haber ver, öküz almak isteyen varsa benimki satılık.” dedi. Muhtar Hasan, Hatçe Ana’yı birdenbire karşısında gördüğünde zaten şaşırmıştı, bir de bu öküz meselesini duyunca iyice aklı çıktı.

- Hayırdır, Hatçe Ana, öküzü satmak da nerden çıktı. Yakında, tarlalar sürülecek, şimdi bu zamanda hayvan mı satılır,

diyerek onu yatıştırmaya çalıştı. Ama Hatçe Ana hiç oralı olmadı.

- Ben bu öküzü satıp İstanbul’a gidecem, evlâdım. Şehitlerim, kupkuru kabristanlarda beni bekler kaç zamandır.

Muhtar Hasan biraz daha konuştuysa da bu işin zorluklarını anlatmaya çalıştıysa da bir yerden sonra Hatçe Ana’yı ikna edemeyeceğini anladı. Çaresiz, köylülere haber vereceğini söyleyerek Hatçe Ana’yı uğurladı. Ama içi hiç rahat etmedi.

Page 50: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik50 Yaz 2020

Ertesi günü, kasabanın pazarıydı. Hatçe Ana sabah erkenden ahıra indi, öküzü çıkardı, kasabaya doğru yol almaya başladı. Pazarda elbet bir alıcı çıkar, diyerek Allah’a tevekkel yola koyuldu. Kasaba pazarında öğlene kadar öküzün başında bekledi. Gelen geçen öküze bakıyor, ama pek de alıcı olmuyordu. Kendi köylüleri de Hatçe Ana’ya rast geliyor, bir taraftan hâl hatır soruyor bir taraftan da bu İstanbul işinin nereden çıktığını kendinden sual ediyorlardı. O da köylülerine dili döndüğünce anlatıyordu. Hatçe Ana o gün öküzü satamadı. Ertesi haftaki pazarda da öküze alıcı çıkmadı. Halbuki çift sürme zamanı yakındı. Elbet bir alıcı çıkmalıydı…

*** Günlerdir köy kahvesinde konuşulan tek mesele Hatçe Ana’nın öküzü ve yüreğinde birdenbire peydâ olan İstanbul sevdasıydı. Kimi Hatçe Ana’nın seksenini aştığından dem vuruyor, “Yollarda kalır, maazallah!” diyerek ona acıyor, kimi de “Kafasına koymuş bir kere, biz ne desek faydasız.” diyerek dert yanıyordu. Bütün bu konuşulanlara kayıtsız kalamayan Ömer Hoca’ysa araya girerek “Siz onu bunu bırakın da asıl, Hatçe Ana köyden gider, bir daha dönmezse halimiz nice olur, bir düşünün.” diyerek cemaati uyarıyordu. Sonra, “Heçbirimiz bu vebalin altından kalkamayık, hemşerim.” diyor ve ekliyordu:

- Bir düşünseniz e! Hatçe Ana köyümüzün beti bereketi. Onu nasıl gurbetlere gönderirik. Oralarda başına bi iş gelse, bunun hesabını yarın kıyamette, alimallah heçbirimiz veremeyik. Hem ele güne ne derik? Heç demezler mi adama, bu nineyi nasıl saldınız yollara bir başına, hiç mi aklı başında bir adam yok içinizde! İnsan anasına böyle mi sahip çıkar? Bunları derlerse ne cevap vereceniz, düşündünüz mü heç?

Ömer Hoca’nın bu sözleri kahvedekilerin yarasını iyice deşmişti. Herkes suspus olup bir daha ağzını açamadı. Uzun bir suskunluktan sonra Muhtar Hasan

Ömer Hoca’ya seslenerek herkesin duyacağı bir ses tonuyla, “Hocam, benim bir fikrim var.” diyerek söze girdi. “Gelin bir heyet yapalım, Hatçe Ana’ya gidip onu ikna edelim. Belkim vazgeçer bu işten. Ne bileyim, bizleri hep bir arada görünce bakarsın cayar.” diye de ekledi.

Ertesi gün Ömer Hoca, Muhtar Hasan, Köyün öğretmeni İbrahim Bey ve ihtiyar heyetinden iki kişi bir araya gelip doğruca Hatçe Ana’nın evinin yolunu tuttular. Hatçe Ana dünürüyle diğer gelenleri kapıda karşıladı, eve buyur etti, soğuk birer ayran ikram ederek hal hatırlarını sordu. Ayranlar içildikten sonra Ömer Hoca söze girdi:

- Dünür bak. Bunca adam toplanıp geldik. Bizler seni pek severik, sen bütün bu köylünün anasısın. Allah seni başımızdan eksik etmesin. Şehitlerin bizim de evlâtlarımız, canımız. Hem Oğuz Onbaşıyı bizden iyi kim tanır; emme bu yaşında bizleri bırakıp gidersen buraların tadı kaçar be! Köylüyü öksüz bırakırsın bu gidişinle… Hem bak, Öğretmen Bey İstanbul’u görmüş, oralarda imkânı yok yapamaz, der. Öle de mi Öğretmen Bey, Allah aşkına sen de bir şeyler deyiver.

Öğretmen İbrahim kibar bir edayla, “Pek doğru söylerler, ninecim. İstanbul koskocaman bir şehir. Yol iz bilmeyen oralarda kaybolup gider. Hem yanı başınızda bunca seveniniz varken neden gitmek istersiniz?.. Duydum Hocam’dan, Muhtar’ımız da söyledi. Şehitlerinizin hasreti yüreğinizi dağlarmış. Çeken bilir elbet; ama ne çare ki şartlar müsait değil. Gelin kırmayın bizleri. Gitmeyin ninecim.” dedi.

Diğerleri de bir şeyler söylediler; ama sözler Hatçe Ana’nın yürek acılarına derman olacak kıvama bir türlü gelmedi. En sonunda ihtiyar heyeti âzalarından Kolcuların Abdullah, “Madem ki kararlısın, o halde sen zahmet etme, ben pazara gideceğimde oğlanı gönderir, senin öküzü aldırırım. Götürüp kasabada satarız.” dedi.

Page 51: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 51Yaz 2020

Bu karara vardıktan sonra heyet çaresiz ve ümitsiz oradan ayrıldı. Kahveye dönenler birbirlerine sigara ikram ederlerken yüzlerinden düşen bin parçaydı. Muhtar Hasan, “ Ülen, şimdi biz bu öküzü satıp savdık, diyelim. Yarın Hatçe Ana döndüğünde neyle sürecek tarlayı, heç düşündünüz mü, ebilehler? Kadıncağızı âhir ömründe ele güne muhtaç mı ediceniz?” diyerek köylülerine serzenişte bulundu. Meselenin bu tarafını akıllarına getirmemiş olan köylüler, Muhtar Hasan’a hak verdiler. Bir iki gün de bu işin sonunun nereye varacağını tartıştılar. Sonunda kendi aralarında para toplayıp Hatçe Ana’ya vermeyi, onu incitmemek için de öküzü Ömer Hoca’da rehin tutmayı kararlaştırdılar. Kararı Hatçe Ana’ya bildirme işini de dünürüne havale ettiler.

Birkaç gün sonra, Ömer Hoca, cuma hutbesinin sonunda, köylülere, Hatçe Ana için para toplanacağını duyurdu. Namaz çıkışında herkes açılan sergiye birkaç kuruş bıraktı. Muhtar Hasan, Ömer Hoca ve Öğretmen İbrahim Bey de bütçelerinin üzerinde bir parayı artlarına bakmadan sergiye bıraktılar. Para toparlandı, sayıldı, bir kâğıda yazılıp kâğıt, Öğretmen Bey’e emanet edildi. Ömer Hoca da toplanan paraları alıp hiç vakit kaybetmeden Hatçe Ana’ya gitti. Meseleyi anlattı, paraları kendisine teslim etti.

***Nâdiye, içindeki sıkıntıyı kocasına açamadan yatağa girmiş, yatağında sabaha kadar bir o yana bir bu yana kıvranıp durmuştu. Annesi giderse hâli nice olurdu? Yıllarca babasına, ağabeylerine doyamamanın üzüntüsünü ekmeğine katık etmişti Nâdiye. Yediği her lokmada şehitlerin bakışlarını görür gibi olmuştu. Şimdi annesi de bu yaşında yollara düşecekti. Ya şehitler gibi o da dönmezse ne yapardı? Yattığı yerden doğruldu, Hilmi’ye dönüp biraz korkak biraz çekingen “Ben de anamla gidecem.” diyebildi. Zaten, birkaç günden beri karısının sıkıntısının farkında olan; ama ona bir teselli sözü olsun söyleyememiş Hilmi, karısının bu kararı karşısında ne söyleyeceğini

birkaç kere tarttı; yutkundu, yine söyleyecek bir söz bulamadı. O da karısı da çaresizdiler…

***Ertesi günü, Hatçe Ana’yla Nâdiye sabah erkenden kasabadaki istasyona gitmek üzere yola koyuldular. Kahvenin önünden geçip köyün son hanelerini de geride bırakırlarken Kahveci Arif onları fark etti. Hemen koşup Ömer Hoca’ya haber verdi. Muhtar Hasan’a da oğluyla haber gönderdi. Bir müddet sonra, Nâdiye ile anası yolu yarılamışken köylüler arkalarından yetiştiler, son bir kez daha yalvardılar; ama gidenleri yollarından geri döndüremediler.

***Tren yolcularının kimi şen şakrak kahkahalar atıyor kimi bir türkü tutturmuş, etrafındakiler de ona eşlik ediyordu. Tavuk gıdaklamaları insan uğultularına karışırken ağustos sıcağında ter kokuları havanın yerine geçiyor, nefeslere katık oluyordu. Hatçe Ana’yla Nâdiye kendilerini tanıyan yakın köylülerin yer açmasıyla nihayet, oturacak bir yer buldular. Hatçe Ana, hiçbir zaman dilinden eksik etmediği hayır dualarıyla onlara karşılık verdi. Haller hatırlar soruldu, köy ahvalinden, o seneki hasattan söz edildi. Tren de artık hızlanmış, ağır hava biraz olsun dağılmıştı. İstasyonlar bir bir geçiliyor, tren kâh beş on dakika kâh yarım saatten fazla duruyor, sonra bir daha ilerliyordu…

*** İstanbul’a vardıklarında gün ışımış, sokaklar dolmuş, dükkânlar açılmıştı; caddeleri arabalar kamyonlar, meydanları da seyyar satıcılar doldurmaya başlamıştı. Haydarpaşa’da inenler bir bir dağılıp kalabalığa karışırlarken sahili döven dalgalar burunlara tuz kokusu üflüyordu. Hatçe Ana’yla Nâdiye garın merdivenlerinden ağır ağır inerlerken etraflarına biraz meraklı biraz da telaşlı gözlerle bakıyorlardı. Korkunç bir devin ağzına dalarcasına ayak basmışlardı İstanbul’a. Yolların başı ayaklarının altında, sonu ise dünyanın öbür ucundaydı. Rastgele bir yöne yürümeye koyuldular. İkisi de hiç konuşmadan bir müddet yol

Page 52: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik52 Yaz 2020

aldıktan sonra Nâdiye annesine, “Böle olmacak ana, şehitliğin yerini bir bilene soralım.” dedi. Anası, “İşitmedin mi Muhtar Hasan’ı, İstanbul’un adamına güven olmaz, önce Belediye’ye gidin demedi miydi?” Nâdiye de anasına, “Öleyse Belediye’yi soralım, ana.” dedi. Değneğine dayanarak ağır ağır yürüyen Hatçe Ana, karşısına çıkan ilk adamı çevirip Belediye’nin yerini sordu. Adam, ben de yabancıyım, deyip ardına bakmadan yoluna devam etti. Sonra bir başkasına sordular, o da esnafa sorun ben buraları pek bilmem, diyerek uzaklaştı. Onlar da bir bakkal dükkânına girip selâm verdiler, Hatçe Ana “Belediyeye gidecedik, yolu bir deyiver hele, evlâdım.” dedi. Müşteriyle ilgilenen bakkal önce pek oralı olmadı. Belediye’ye gidip yardım dilenenlerden olsalar gerek, diye düşündü. Biraz sonra Hatçe Ana “Ha evlâdım, şu Belediye’nin yerini deyiver de gidelim e mi.” deyip dileğini tekrar etti. Bakkal bu sefer onlara dönüp tezgâhın önüne de gelerek “Hayırdır nine, ne işin var belediyede?” diye sordu. Hatçe Ana da bir güzel anlattı. Bakkal biraz şaşkın biraz mahcup onları dükkân komşusunun çırağına emanet edip iskeleye gönderdi.

*** Belediye’nin kapısındaki polisler ayakları çarıklı, başları yazmalı bu iki kadını daha ileriden görür görmez birbirlerini kaş gözle işaretiyle uyardılar. Bu gibiler her gün gelir yardım isterlerdi. Bu aralar böylelerini içeri almayın, diye emir gelmişti zaten. İyisi mi kapıya dahi yaklaşmalarına izin vermeden bunları bir an evvel defedip işlerine bakmalılardı. Hem ne işi vardı bu köylülerin, çarıklıların buralarda. Menderes bunların oylarıyla başvekil olmamış mıydı? Bak, ne işler açmıştı memleketin başına. Oh olsun, işte şimdi daracık bir hücrede boynuna yağlı ilmiğin geçeceği günü bekliyordu. Zaten bugün yarın da asılacaktı. Bunlara pabuç bırakırsan memleket elden giderdi, işte… Bu sırada, Belediye’nin kapısına varan Hatçe Ana’yla Nâdiye, daha meramlarını anlatmaya fırsat bulamadan polislerden biri kollarına yapışıp onları uzaklaştırmaya başladı. Sıcaktan, yol yorgunluğundan iki büklüm olmuş Hatçe Ana, kolunu

mengene gibi sıkan polise karşı koyamasa da Nâdiye çırpına çırpına polise direniyor, “Dur hemşerim, bir derdimiz vardı, Belediye’ye gidecedik.” diye lâf anlatmaya çabalıyordu. Polis hiç oralı olmadı, onları elli metre öteye savıp Belediye kapısına geri döndü. Nâdiye’nin yazması dağılmış, kan ter içinde yere oturmuş, Hatçe Ana da yanı başında donuk gözlerle etrafa bakakalmıştı. Bu halleri gelip geçenleri pek ilgilendirmiyor, dikkat bile çekmiyordu. Trenden ineli beri ağızlarına bir lokma bile girmeyen ana-kız, dalgın ve yılgın birbirlerine bakışırlarken, nihayet onların haline acıyan bir yaşlı adam, eğilip Hatçe Ana’ya, “Hayırdır, ne oldu size böyle?” diye seslendi. Hatçe Ana dili döndüğünce halini anlattı. Elindeki resmî mektubu da adama gösterdi. Adam eski yazıyla yazılmış mektubu eline alıp şöyle bir bakınca, “Bu yazıyı okuyan da kalmadı ki...” diyerek Hatçe Ana’yla Nâdiye’nin hallerinden anladı. Onlara Edirnekapı’yı tarif etti. Hani, uzak olmasa kendim götüreyim; ama kusura bakmayın, dedi. O gün akşama kadar, sora sora Edirnekapı Şehitliği’ni aradılar. Kime sordularsa onun tarif ettiği yoldan gittiler. Ama gün batımı gelip çattığında hâlâ İstanbul sokaklarını arşınladıklarını; ama bir arpa boyu yol alamadıklarını gördüler. Bu sırada, dükkânların kepenkleri bir bir indiriliyor, kalabalıklar dağılıyor, meydanlar boşalıyordu. Yanı başlarındaki parka gittiler. Parktaki banklardan birine oturup günün yorgunluğunu gidermeye çalıştılar. Torbalarındaki azıklarla biraz olsun açlıklarını yatıştırdılar. Parkın çeşmesinden de kana kana su içtiler. Köyden kasabaya yürümeye alışıklardı; ama İstanbul’un bu taşlı yolları, asfaltı ayaklarını perişan etmişti. Yorgunluğa daha fazla dayanamayıp biri bank üzerinde, diğeri de yerde kıvrılıp uykuya daldılar. Sabahleyin, günün ilk ışıklarıyla uyandıklarında bekçi karşılarında duruyordu. Nereden gelip nereye gittiklerini bile sormadan, “Hadin hemşerim yolunuza. Parkta yatmah yassah!” diyerek onları yaka paça oradan uzaklaştırdı. Uyku mahmurluğunu üzerlerinden

Page 53: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 53Yaz 2020

atamadan tekrar caddelerde dolaşmaya başlayan iki kadın yeniden yolu sormaya başladılar. Karşılarına ilk çıkan bir çöpçü oldu. Bir kere de ona sordular şehitliğin yolunu. O da yakın, hemen şurası, deyip önlerine düştü. Yolda giderken biraz memleketten biraz da İstanbul’a neden geldiklerinden bahsettiler. Beş on dakika yürüyüp bir iki sokak geçtikten sonra, nihayet Şehitliğin kapısına vardılar. Çöpçü kapıdaki görevliye Hatçe Ana’nın geliş sebebini anlattı. Onlara yardımcı olmasını tavsiye etti. Mezarlık görevlisi, elinizde bir evrak falan var mı, diye sordu. Hatçe Ana eski yazıyla yazılmış mektubu gösterdi. Görevli, kâğıda, bir resme bakar gibi bakıp yeniden Hatçe Ana’ya verdi. Valla ninecim, mezar numarası yoksa bulamazsınız aradığınızı.” dedi. “Hem o mezarların taşları eski yazılıdır, şimdi ben sizinle gelsem de okuyamam ki.” diye de ekledi. Hatçe Ana’nın okuma yazması yoktu; ama Nadiye Ömer Hoca’dan seneler evvel Kur’an okumuştu. Eski yazıyı biraz bilirdi. Gel gelelim, bunca mezarın içinden babasının ve ağabeyinin mezarlarını nasıl bulsundu.

Hatçe Ana, dilinden hiç düşürmediği hayır dualarını mezarlık görevlisine de okuduktan sonra çaresiz, şehitliğe daldılar. Bir o yana bir bu yana gezinerek şehit kabirlerini süzdüler. Arada bir anası, Nâdiye’ye “Ha kızım, buldun mu bizimkileri?” diye sorduysa da Nâdiye, her seferinde, yok ana, diyerek karşılık verdi. Akşama kadar dolaştılar, açlık artık ayaklarındaki dermanı iyice tüketmiş, susuzluktan dilleri damaklarına yapışmıştı. Hemen yere çöktüler, caddelerde gezerken bir simitçiden aldıkları simitleri çıkarıp yemeye koyuldular, yakınlardaki bir çeşmeden de su içip biraz olsun ferahladılar. Hava kararmaya yüz tutunca da çeşmede abdestlerini alıp orada akşam namazlarını kıldılar, dualarında bütün şehitleri hayırla yad ettiler, gece olunca da orayı mesken tuttular.

Bir karanlık daha aydınlığa kavuşmuş, sabah serinliği Hatçe Ana’yla kızını tatlı uykularından nihayet

uyandırmıştı. Yılgın ve bezgin iki kadın onca mezarın içinde şehitlerininkini bulamamanın hüznüyle durgun ve bitkin otururlarken az ötede bir mezarın kazıldığını gördüler. Biraz sonra da kazılan kabre bir cenaze defnedildi. Hatçe Ana’yla Nâdiye, “Sevaptır, bir fatiha da biz okuyalım.” diyerek cenazeyle gelen kalabalığa yaklaştılar. Defin tamamlanıp Kur’an okundu. Herkes yere çömelip okunan Kur’anı can kulağıyla dinledi. Hoca duasını ederken onlar da cenaze sahipleriyle beraber “amin” dediler. Sonra cenazeyi getirenler yavaş yavaş dağılmaya başladılar. Hoca talkın okurken yeni mezarın başında Hatçe Ana, Nâdiye ve imamdan başka kimse kalmamıştı. İmam talkını bitirdikten sonra hayret dolu bakışlarla üstü başı perişan iki kadıncağıza yaklaştı. Onların cenaze evinden olmadıklarını anlayınca kendilerine; hayırdır nine, sizin de mi cenazeniz var, diye sordu. Hatçe Ana her sorana olduğu gibi imama da derdini anlattı. İmam önce gidecek oldu, sonra öğlene daha çok var, diye düşünüp Hatçe Ana’ya; gel, beraber arayalım şehitlerinizi. Adları neydi?” diye sordu.

İmam Efendi önde, onlar arkada bir daha şehitliğe yöneldiler, bir iki saat beraberce aradılar; neden sonra, altındaki toprak kayınca biraz eğilmiş bir mezar taşını kaldırdılar. İmam mezarın üstünde silinmeye yüz tutmuş ismi biraz gayretle okudu. Nâdiye’ye de okuttu. “Şemsettin”in “Şems” kısmı silinmeye yüz tutmuşsa da “din” kısmı okunuyordu. Oğuz Onbaşı’nın adıysa daha silinmemişti. Nâdiye, “Bulduk ana, bulduk.” diyerek anasının boynuna sarılmaya çalışırken Hatçe Ana mezarın üstüne çoktan kapanmış, “Erim, şehidim, kurban olurum yoluna!..” diyerek feryat ediyor, Nâdiye de dizleri üstüne çökmüş rabbine dua ediyordu.

Page 54: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik54 Yaz 2020

Dr. Öğr Üyesi Shurubu Kayhan

Bazı Altay Topluluklarında

Çocuklara Ad Verme Gelenekleri

Ö zet Rusya Federasyonunun topraklarında çoğunluğu az nüfuslu olmak üzere birçok Türk halkları yaşamaktadır: Altaylar, Başkırlar, Dolganlar, Kumıklar, Nogaylar, Tatarlar, Tofalar, Tuvalar, Hakaslar, Çulumlar, Şorlar ve Yakutlar. Bazıları kendi aralarında şiveleri, kültürleri ve inançlarına göre de alt topluluklara bölünmektedirler. Örneğin Şor Türklerinde: Abinler ve Şorlar, Altaylarda 11, Tatarlarda ise 12 alt topluluklar vardır. Her topluluk kendilerine has gelenek ve göreneklere sahiptirler. Bunların içinde yeni doğan çocuğa ad verme gelenekleri en yaygınlarından biridir. Bu geleneklerin çoğunluğu günümüzde de yaşatılırken, bazıları yok olup gitmiştir. Şüphesiz ki, bu gelenekler Altay topluluklarının genel tarihini ve ortak kültürlerini de kapsamaktadır. Karşılaştırmalı araştırmalarda Altay halklarının ad vermedeki kural ve adetlerinin, 19 asırlardan günümüze kadar ulaşan

geleneklerinde baskın olduğu görülmektedir. Altay topluluklarında ad verme gelenekleri zengin ve geniş çaplıdır. Bu halkların ad olarak neredeyse tüm kelimeleri kullandıkları da bilinir. Buna rağmen en eski dönemlerden beri zaman, yer ve isim seçme kurallarında farklılıklar da görülmüştür. Özellikle Sibirya bölgesinde yaşayan Altay halklarının 1920- asırlara ait geleneklerini daha yoğun olarak devam ettirmeleri dikkat çekicidir. Bu nedenle biz de bildirimizde konuyu daha derin açılardan incelemeye çalıştık. Kişilerin isimleri onları tüm yaşamları boyunca takip eder ve yüzlerini belirtir. Onları dünya

ile bağlantılarını sağlar ve geçmişleri ile gününü bağdaştırır. Altay topluluklarında genelde çocuklarla tanışırken önce baba, daha sonra dede adları sorulur. Akabinde soy ve sülaleleri sorgulanır. Bu nedenle de büyüklerin isimleri sonraki nesillere oldukça etkin bir iz bırakır. Altay halklarında çocuğa ad verme geleneği çok büyük anlam taşır. Bunun için de isim seçerken anlamına önem verilir. İsimler anlamlarını zamanla kazandığı için çok eski geçmişlere dayanır ve o halkın dilinin maddi ve manevi değerini oluşturur. Çocuk ailenin en önemli parçasıdır, ailede, soyda her zaman en istenen konumdadır. Çocuğun doğumu başı başına adet ve törelerle dolu kutsal ve minnettarlık olay olarak algılanır. Erkek çocuğunun

Page 55: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 55Yaz 2020

doğumu soyun devamının sağlandığını belirtir ve aile geleneğinin devamı olarak kutlama ve bayram havasında karşılanır. Doğumun müjdelenmesi de büyük ödüllerle mükafatlandırılır. Erkek çocukları adlandırırken; Temir (Demir) güçlü, Bolot (Çelik) esnek, sıkı, Batır (Kahraman) sıfatlarına benzeterek koyarlar. Bunların dışında örnek insanların sıfatlarıyla da adlandırmışlar; Sanaa- akıl, Sümelü- haraketli, Bululday- hızlı, Epçil- zeki, Balban- pehlivan, Daltanbas- cesur, İydelü- dayanıklı, Darlu- ünlü, Ulucay-ulu (Ekeeva, E. V.,(2002). Altay halklarında ad verme geleneklerinin içinde değer bir ilginç olanı ise ailede sürekli kız çocuklarının doğmasıyla bağlantılı durumlarda bir sonraki doğumda erkek çocuğa dönmesi için konulan isimler gelir. Bunlar: Burul (Döndü), Boldu (Bitsin), Akır (Son),Uulcan, Uulkan, (Oğlan) gibi isimlerdir.Altay isimlerinde manevi değerleri yansıtan isimler de sıkçadır.Cömertlik, dost canlılık; Nökör, Nadılık, Deptu. Mütevazı ve tatlılık, sakinlik; AyasDuyarlılık; Dalakay.Dürüstlük ve adaletli olmak; DalakayAdil ve doğruluk; Ak Sanaa, ÇındıkCömertlik ve eli açıklık; Dımcay, Arbınİnsan sever ve insanlık; Dalakay, Nökör Temiz ve titiz; Arunat, Çekçil.Saygı ve hürmet; Kuduley, Bıyandı.Bilge ve alim; Tücümet, Sagış.Halkına ve vatanına laik olmak; Altay, Erdine, Barkı.Böylece kişi isimleri ruh ve bedenle bütünleşmiş. Kız isimleri ise kişiliğin manevi zenginliğini, zekasını ve güzelliğini yansıtmış. Mükemmel kadın tanımı; doğa, kutsallık, bitki, güzel hayvanlar, kuşlar, asıl taşlar ile anlatılmış. Halkın milli değerleri de isimlere yansıtılmıştır. Bu nedenle de kız çocuklarına isim verirken bu özelliklere önem verilmişir.Gök cisimleri; Tıldıs- yıldız, Altınay- altın ay.Hayvan ve kuşlar; Toopçık- bülbül, Karlıgaş-kırlangıç.Bitkiler; Kızılgat- kırmızı böğürtlen, Kuzuk- ceviz,Değerli taşlar; Altın- altın, Mınun- gümüş.

Değerli eşyalar; Torko- ipek, Çaçak -fırça, Kumuş- kadifeb (Potopov, L.P., (1956). Bu isimleri kız çocuklarına vererek isimleriyle bütünleşmelerini sağlamaya çalışmışlar. Altay topluluklarındaki ad verme gelenekleri genelde yeni doğan bebeği beşiğe yatırma gelenekleri ile bağlantılıdır. Doğumundan bir hafta sonra gerçekleştirilen beşik ve ad verme töreni yakın akraba ve komşularının katılımlarıyla toy ve eğlence ile tamamlanır. O gün için koyun, dana veya tay kesilir ve toy yemekleri yapılarak misafirlere ikram edilir. Eğlencede çeşitli oyunlar sergilenirken hünerleri ile öne çıkanların isimleri de yeni doğan bebeğe verilebilmiştir. Aynı gün çocuğun ilk banyosu da yapılmıştır. Ad verme görevini ailenin en büyükleri, eğer yoksa da soyun en yaşlısı üstlenmiştir. Ebeveynler ise onları ödüllendirerek hediyeler vermişler. Bu insanlar bebeğin hayatında “isim babası” ya da “isim annesi” olarak ömür boyu önemli yere sahip olmuşlardır. Verilen isimlerin erkek çocukların hayatında güç, cesaret, sağlık ve hüner sağlamasını dilerken, kız çocukları için de güzellik, nezaket ve baht getirmesini temenni etmişler. Ailedeki bir önce doğan çocuğun ölümü durumunda yeni doğan bebeğe hayata sağlıklı devam etmesi dileğiyle konulan isimler ise Tursun, Tokyosun, Toktokan, Toktobü (Dursun), Ömbös (Ölmez) gibileridir. Altay halklarının bir çoğunda eğer bebek doğum sırasında ve ya doğumundan kısa süre sonra ölürse mutlaka isim verilerek defnedilir. Bireyleri oldukları halkların tarihlerindeki önemli olaylar, kişiler de ailelerin isim verme geleneklerinde önemli rol oynamıştır. Bu olaylar bazı dönemler değişse de genellikle o halkın manevi değerlerini temsil eder. Bunlardan bazıları o halkların halk isimleri, yer isimleri veya olay isimleri olabiliyor. Örneğin; Altay, Alay, Sümer, Çelkan, Karagas, Kas gibi isimlerdir. Ayrıca geleneksel ve milli bayramlarda, özel ve mevsim değişikliklerinde doğan çocuklara da o günle özdeşleşmiş isimler konulmuştur. Bunlardan

Page 56: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik56 Yaz 2020

bazıları: Nooruz, Mayram, Caz, Güz, Ayaz... Ad verme geleneğinin çeşitliliği ve çokluğu bize sadece bazılarına değinmemize yol açmaktadır. 1920- asırlardaki ad verme geleneklerinin kurallarının katılığı konuyu daha ilginç yapmaktadır. Örneğin Teleüt Türklerinde çocuk doğar doğmaz ad koyma zorunluluğu vardır. Bu durumda hemen doğumdan sonra eve gelen kişinin cinsiyetine göre adının yeni doğan bebeğe verilmesi adet edinmiştir. Şorlarda ise kararı anne, baba ve akrabaların dışında o anda orada bulunan başka kişiler de verilebilmiştir. Buradaki tek şart bebeğin akrabalarının birilerinin ismi olması koşuldur. Kumandin Türklerinde ise adı babaanne, yoksa da en yaşlı akrabanın vermesi söz konusudur. Ayrıca bebeğe çirkin ve hoş olmayan ad koyarak, bebeği kötü ruhlardan koruyup, onları korkutarak kaçırdıkları, nazardan ve gözden korudukları düşünülmüştür. Fakat bu isimler sadece bebeklik dönemlerinde kullanılıp, büyüdüklerinde daha anlamlı ve hoş isimlerle değiştirilmiştir.

Hakaslar bebek doğduktan ancak üç ay sonra isim verebilmişler. Bu gelenek toy, kutlama şeklinde gerçekleştirilmiştir. Kız çocuğa yaşlı kadılar, erkek çocuğa ise yaşlı adamlar ad vermişler. Buysa bebeklerin onlar gibi uzun yaşamaları temennisiyle yapılmıştır. Ayrıca eğer çocuğun dayısı varsa isim verme önceliği ona tanınmıştır. Ebeveynler isim verildikten sonra ad koyan kişilere teşekkür ve minnet amaçlı onları ödüllendirmişlerdir. Bu bazen bir kıyafet ise bazen de mal; geyik, koyun, keçi, at, inek veya daha değerli eşyalar olmuştur. Bazı topluluklarda çocuğun akraba ve atalarının hiç birinin adı konulmaması şartlanmıştır. Çelkanlar’da ise kesinlikte ölmüş akrabalarının adı konulmamıştır (Kayhan, S., (2017). Tabii ki komşu halkların da ad verme geleneklerine etkisi yansımıştır. Bunların dışında yer, bölge, mevsim ile ilgili adlar da karşılaşılmaktadır. Bazı dönemlerdeki yaşanan tarihi, siyasi ve kültürel olaylar da önemli olmuştur. İlginç geleneklerden biri de Altaylılarda karşılaşan uzak ya da yakın ölmüş veya yaşayan akrabaların isimleri bebeklere verilmemesidir. Bu kişilerin isimlerinin bebeğe verilmesi ile onların kaderlerinin bebekle birlikte yaşayacağı inancı ve aynı yaşamın tekrarlanacağı düşünceleridir. Oysa günümüzde “uzun, mutlu ve sağlıklı yaşayan atalarımızın hayatı çocuklarda yaşatılsın” düşüncesi daha yaygındır. Ama her şeye rağmen bu durum tekrarlanmamış ve mantıklı açıklama ile anlatılmıştır. Altaylılar her insanın kendi kaderi olup, başkasının kaderi ile örtüşmemesi gerektiğini öne sürerler. Onlar, yeni doğan bebeğe akrabalarının ismini vererek kendi kaderini yaşama imkanlarını önleyip, ismini aldığı kişinin kaderine yönlendirildiğine inanırlar. Altay topluluklarının ezelden beri süre gelen soyunu tanıma adetleri Altaylılarda da çok büyük önem taşımaktadır. Bu adete göre herkes yedi atasını, yedi kuşak soyunu bilme zorunluluğunu taşır. Ad verilirken de yedi kuşak atalarının ismini çocuğa vermezler. Burada Altaylıların atalarını kutsal saydıkları için saygı ve hürmetle isimlerini çocuklara

Page 57: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 57Yaz 2020

vermedikleri görülmektedir. Yeni tanışan bireyler de hal hatır sorduktan hemen sonra yedi atasının ismini ve kimlerden olduklarını sorarlar. Aileler de çocuklarını yetiştirirken bu önemli hususa dikkat çekerler ve öğretirler. Özellikle erkek çocukları bunu bilmek zorundadırlar. Diğer yandan ölmüş atalarının isimlerini çocuklara vererek onların ruhunu tekrar çağırdıklarını da düşünürler. Böylece onları rahatsız ettikleri öne sürülür. Bazen de ruhların kötülük taşıdıkları bilinir. Bu nedenle de adlarının anılmaması uygun görülür. Altaylılara göre bebeğin kaderini doğru ya da yanlış isim koyarak değiştire bildikleri sanılır. Bebek büyürken çok hastalanıyorsa adından da etkilendiğini düşünerek ismini bir kaç kez değiştirirler. Böyle durumlarda çocuğa 45- yaşından sonra kendi ismini kendi koyma fırsatını sunarlar. Eğer çocuğun kendi seçtiği isim onun ruhu ile bütünleşirse: bedeniyle, kişiliğiyle ve huyuyla da uyum sağlayacağı ve kaderini doğru ve mutlu yönlendireceği düşünülür. Yanlış ve kötü isimlerin çocuğu ölüme bile götürebileceği korkusu Altaylılarda her zaman endişe uyandırmıştır. Bazen önce doğmuş olan çocukların erken ölümleri sonradan doğan kardeşlerine de kötü etkileyebileceği düşüncesiyle isim seçiminde talihsizliğin tekrarlanmaması için uyarı niteliğindeki isimler seçilmiştir. Böylece ölümün uzaklaştırıldığı ve durdurulduğu inancı doğmuş (Şatunova, N. İ.,(1981). Çocuğa ad verme geleneklerinden bir diğer yaygın türü de kardeşlerin isim benzerlikleri, kafiyeleri ve ebeveynin isimleriyle benzerlikleridir. Bu gelenek Altay topluluklarında oldukça yaygındır. Örneğin, Çelkan Türklerinde aile içinde kardeşlerin isimleri: Palaçak, Palançı, Palagey, Palanka şeklindedir. Altaylılarda ise eğer babalarının adı Anday ise oğullarının adı; Adıbay, Oçubay, Oktubay, Oktoş, Ostonok konulmuştur. Başkırlarda ise en yaygın aile isimleri İş (arkadaş, dost) ile başlayan adlardır; İşbirde, İşkilde, İşembet. Örnekteki gelenekler günümüzde de devam etmektedir. Erkek ve kız kardeşler için ise: Hafiz-Hafiza, Damir -Damira. Araştırmacı V.R. Timurhanova göre Tatar Türklerinde baba ve oğul

için: Danil-Damil, anne ve kız için: Rufina-Rimma-Rulvina, erkek kardeşler için: Tallin-Talvin, Uran-İran, baba-oğul ve kız için: Elburs-Edigar-Elvina seçilmiştir (Sanabasova, R. K.,(1993). Altay topluluklarında diğer bir sık karşılaşılan benzerlik kafiyeli isimlerin anlam taşımaksızın konulmalarıdır. Bu gelenek de diğer gelenekler gibi yüzyıllardır devam etmektedir. Hakas Türklerinde de bu ayrıcalık sık karşılaşır. Bunların haricinde Türk kültürünü, örf adetlerini, yaşam şartlarını, yer, mekan ve zaman içeren geleneksel adlar da yaygındır. Konar göçer hayat sürdüren Altay topluluklarının ad verme geleneklerini binlerce yıldır yaşatarak günümüze taşımaları zengin bir medeniyete sahip olmalarının göstergesidir.

KaynaklarEkeeva. E.,(2002), Altayskaya Etnografiya: Vaprosı Sostava, Tipologii, Etimologiyii, Stratigrafii / Drevnosti Altaya. Gorno Altaysk, s. 136.Potapov, (1956), Altaytsı / Narodı Sibirii. Nauka, s. 376.Kayhan, S., (2017) Beşikten Mezara Türk Dünyasının Gelenekleri , Dört Mevsim, İstanbul. s.109.Sanabasova, R.,(1993), Narodnaya Pedagogika Altaytsev. Gorno Altaysk, s. 217.Şatunova N.,(1981), Semya U Altaysetsev. Gorno Altaysk, s. 18

Page 58: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik58 Yaz 2020

AnaGibisiOlmaz

Muhammed Karabaş

aşım yastığa sallam gözlerem seni ana

Ağlıyanda silirdiy gözlerimi ana

Ana yalğuz kalmışam kimse miye dönmedi

Gevlimdeki ataşlar hele yandı sönmedi

Dedim belki sen dönüp gevlimi yaparsay

Pak sözy eşidirem kol boyuna yatarsay

Kadar ayrıdı bizi nice bir işti ana

Ne bıharım bıhardı ne kışım kıştı ana

Ana geldim kabriye derdim dedim ağladım

Kimse yok yaralarım men elimde bağladım

Ana sen saldy gittiy kimse gelmez yanıma

En yaxınım elimde dağını bastı canıma

Sen gideli bu gevil here kara katında

Hasap dünya düşüptü men kalmışam altında

İndi yalğuz yaşıyam gözlerim yaşını töker

Yalğuzluk büyük dertti adamın belin büker

B Men geldim kabrine aç gözlery kalx ana

Sen gittiy derde düştüm bes halime bax ana

Karabaş oğlu diyer ki resmiye men baxanda

Yüz bin hasret çekerim her nefesim çıxanda

Page 59: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 59Yaz 2020

Münevver Molla Hassun

Şehitler Şah-ıHüseyin’im

man dolu doğru yola Güçlü adımlar attıSert bilekle kılıç tutup Güçlerine güç kat

İnsan için göç etmek var Gel aldanma her sefaya Tut şah-ı şehitler yolunu Ver salavat Mustafaya

Suya hasret şehit olan Sen Hüseyin’den al ibretiŞehitlik yolun seçersen O da Tanrı’nın hikmeti

Şehitler şah-ı Hüseyin’im Nuri imanla büyüdüSürdü kervanı korkmadan Hak yoluna düz yürüdü

Dağlar da çöktü ağladı Şehit olduğu o andaMeleklerse kanat açtı Cennet kokan o al kanda

Kalkansız kılıç tutarsan Bil ki de bir tesellidirBirleşen gönüller ise Gücü ellerde bellidir

İ

Page 60: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik60 Yaz 2020

QereŞans Kevser Saki Bağvan

Ş ans dogü qere qirdiVerdiği su zehirdiEcel gelmeden ömrümĞem qehirle bitirdi

Ağaç dogülsey cayımVücudiy yoxtu qapımBilmem hardadı yeriyAxtarım seni tapım

Hiç ettiy hayatımıGül ettiy polatımıQuruttıy sahra ettiyUc bucağsuz şattımı

Qatılıpsan qanımaİşiy gelli danımaQir saqqızı olupsanSavaşısan canıma

Yığladısan gözümüBoş sayısan sözümüQere güne salıpsanSevenimi özümü

Çek eliy yexemi salYe meni sayma balBabayı kim öldürüpGet ondan haqqıy al

Yorğun vurğun gezeremTapsam başıyı ezeremDüşse elime canıyTikke tikke ederem

Yerirem yanımdasanCanımda qanımdasanGece gündüz bilmezsenHer vaxıt her anımdasan

Sıxılandam gülesenVarım yoxum bilesen Harda bir qazanç varsaOrdan adım silipsen

Şans diyeller adıyaBaş egmişiğ cadıyaKeşke ilde bir kereDüşmeyeydim yadıya

Page 61: kardeşlik Yaz 2020 İçindekiler - BizTurkmeniz · 2020. 10. 17. · İlahi ya ilahi ya ilahi Âmin Kİ sensin padişahların padişahı Âmin Havada kuşların ... Sana layık kullar

kardeşlik 61Yaz 2020

Yeni Çıkan Kitaplar