34
KIRLANGIÇ ÇAĞDAŞ EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ DERNEĞİ L TÜR, SANAT , EDEBİYA T DERGİSİ SAYI :2 YIL : 2014 KURBAN MÜRŞİDE ALTINBAŞ YAŞLI ÇINARA MEKTUP MERVE ÖZDEMİR SIĞINIŞ ÜMİT KARAT YAŞANAN SUDE KIZMAZ ASANSÖR MUTLU KIZILBUGA SANA DAİR GÜNEŞ DOĞURAN GECELER RTLÜKLER BEYİTLER GÖKYÜZÜ TADINDAKİ UMUT LÇİN TUĞRUL SUNA GÖKÇE SELÇUK CAN RAMAZAN PUSAT SULT AN YÖRÜK İLK AŞKIMI SANA VERİYORUM İNSANLAR ACİZ OKUDUKÇA ŞİİRİN İŞLEVİ MELİKE GÜL MÜRDÜK RAMAZAN DEMİRT EKREM GÜNEŞ KIRLANGIÇ

KIRLANGIÇ SAYI:2

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Çağdaş Eğitim Gönüllüleri Derneği Kültür, Sanat, Edebiyat Dergisi

Citation preview

Page 1: KIRLANGIÇ  SAYI:2

KIRLANGIÇ

KIRLANGIÇ ÇAĞDAŞ EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ DERNEĞİ

KÜLTÜR, SANAT, EDEBİYAT DERGİSİ

SAYI :2 YIL : 2014

KURBAN

MÜRŞİDE ALTINBAŞ

YAŞLI ÇINAR’A MEKTUP

MERVE ÖZDEMİR

SIĞINIŞ

ÜMİT KARATAŞ

YAŞANAN

SUDE KIZMAZ

ASANSÖR

MUTLU KIZILBUGA

SANA DAİR GÜNEŞ DOĞURAN GECELER DÖRTLÜKLER BEYİTLER GÖKYÜZÜ TADINDAKİ UMUT

GÜLÇİN TUĞRUL SUNA GÖKÇE SELÇUK CAN RAMAZAN PUSAT SULTAN YÖRÜK

İLK AŞKIMI SANA VERİYORUM İNSANLAR ACİZ OKUDUKÇA ŞİİRİN İŞLEVİ

MELİKE GÜL MÜRDÜK RAMAZAN DEMİRTAŞ EKREM GÜNEŞ KIRLANGIÇ

Page 2: KIRLANGIÇ  SAYI:2

Çağdaş Eğitim Gönüllüleri Derneği ;

geleceğimizin teminatı çocuk ve gençlerimizin boş zamanlarını

değerlendirebilmek, maddi sıkıntıları nedeniyle yetersizlikler-

ine somut çözümler bulmak, maddi ve manevi yönden gerek-

sinim duyabilecekleri sorunlarına cevap verebilmek için, yasal

çerçevenin bu hizmetler için kullanımından en üst düzeyde

yararlanabilmek amacıyla, gücünü emekli öğretmenlerden

ve çocuklarımızın sorunları için bir araya gelmiş halkımızın

işbirliğinden alan bir sivil toplum örgütüdür.

KIRLANGIÇ

Page 3: KIRLANGIÇ  SAYI:2

4

8

9

11

12

15

16

20

21

23

25

30

26

28

29

KIRLANGIÇ

ÇAĞDAŞ EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ DERNEĞİ

ÜÇ AYLIK KÜLTÜR, EDEBİYAT VE SANAT DERGİSİ

GENEL, SÜRELİ YAYIN

SAY: 2 YIL : 2014

Çağdaş Eğitim Gönüllüleri Derneği Adına Sahibi

Yalçın AKTOP

Yazı İşleri Müdürü

Mahmut ASLAN

EDİTÖR Sabahattin ÇAĞIN

DENETİM KURULU Yalçın AKTOP

Hüseyin ALTINPULLUK

Hasan Fehmi TURAL

YAYIN KURULU Berkay ŞANDA

Mürşide ALTINBAŞ

Ramazan DEMİRTAŞ

Sultan YÖRÜK

Ümit KARAKAŞ

Örsan Gürkan APLAK

Grafik Tasarım

Hasan Fehmi TURAL

Basım Yeri

KANYILMAZ MATBAACILIK

KAĞIT VE AMBALAJ SAN. TİC. LTD. ŞTİ.

Sanat Cad. 5609 Sk.No:13 Çamdibi-İzmir-TLF:(0232) 4491443

Çağdaş Eğitim Gönüllüleri Derneği Yönetim Kurulu’nun 05/01/2014 tarih ve 1 Nolu kararı

ile ücretsiz dağıtılmak üzere 1000 adet basılmıştır.

ADRES : 223. Sokak No: 11 D:1 35280 Hatay / İZMİR

TEL & FAKS : 0(232) 243 25 21 CEP : 0 505 600 33 05

WEB SİTESİ : www.cagder.com.tr

MAİL : [email protected]

ŞİİRİN İŞLEVİ

KIRLANGIÇ

SANA DAİR

Gülçin TUĞRUL

GÖKYÜZÜ TADINDAKİ UMUT

Sultan YÖRÜK

YAŞANAN

Sude KIZMAZ

YAŞLI ÇINAR’A MEKTUP

Merve ÖZDEMİR

İNSANLAR ACİZ / SEBEPSİZ

Ramazan DEMİRTAŞ

KURBAN

Mürşide ALTINBAŞ

GÜNEŞ DOĞURAN GECELER

Suna GÖKÇE

İLK AŞKIMI SANA VERİYORUM

Melike Gül MÜRDÜK

OKUDUKÇA

Ekrem GÜNEŞ

DÜŞÜNÜYORUM O HALDE/DÖRTLÜKLER

Selçuk CAN

SIĞINIŞ

Ümit KARAKAŞ

BEYİTLER

Ramazan PUSAT

GİTMEK

Berkay ŞANDA

ASANSÖR

Mutlu KIZILBUGA

KIRLANGIÇ 1

Page 4: KIRLANGIÇ  SAYI:2

ÖNSÖZ

Bu dergiyi yalnızca yirmi öykü, on anı,

birkaç şiir yayınlamak için değil, aynı zamanda

gençlerimizin geleceğin edebiyat dünyasında

yerlerini alabilecekleri umudu ve onların içinde-

ki yazarlık yeteneğini ortaya çıkarmak amacıyla

hazırladık.

Bir yandan okuma bilincinin geliştirilmesini ve okuduklarımızın

yaşamımıza katkı vermesini amaçlarken öte yandan üniversiteli gençlerimizle

lise çağı gençlerimiz ve günümüz İzmirli azarları arasında yazma kültüründe

tanışıklığı ve etkileşimi hedefledik.

Her şeyden önce içinde yazma yeteneği olmasına rağmen, yazdıklarını

yayımlayacakları bir dergi bulamayan gençlerimizi göz önünde bulundur-

duk. İzmir’in liselerinden mezun olmuş günümüz yazarlarının örnek hayat

hikâyelerine ve örnek teşkil edebilecek yapıtlarına da yer verdik. Böylece

geleceğin yazarları olmaya aday yetenekli gençlerimizle usta yazarlar arasında

bir köprü oluşturmayı ve onlarla en azından eserleri vasıtasıyla iletişim

kurmayı amaçladık.

Kurulan köprü ile oluşacak iletişim genlerimizin ne okuduğunu, ne

kadar okuduğunu ve neyi niçin okuması gerektiği bilincini oluşturmakla

kalmaz; gençlerimizin dışsal etmenler tarafından yönlendirilmelerine de fırsat

verecektir. Onların geleceğin yazarı olmaya yönelik hedeflerini hızlandıracak,

cesaretlendirecek ve güçlendirecektir.

Sağduyu her ne kadar gençliğin geleceğini güçlendirmeyi amaçlasa

da yaşam ve çevre etkenlerinin belirleyici olması nedeniyle üniversite ve lise

gençliğinin yazdıklarını yayımlayan bir dergi çıkarılmasına vesile olmanın

mutluluk ve heyecanını yaşıyoruz.

Bir sorunun çözümünde yazdıklarının yayımlanması yetmez; üni-

versiteli gençlerle lise çağı gençlerimiz aralarındaki yazılı ürün ilişkilerini

geliştirmek ve bu ilişkiyi İzmirli yazarlarla bütünleştirmek gerekliliği

düşüncesini de taşımaktayız.

Çok yönlü okuma ile edinilecek yazma kültürünün geliştirilmesinde

yaş gruplarının parlak zekâlarında belirişlerini de bulmak gerekir. Yaratma

sürecinin kendisiyle ilgili akla yatkın varsayımlar geliştirmesine olanak ver-

mek de gerekir.

KIRLANGIÇ 2

Page 5: KIRLANGIÇ  SAYI:2

Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı

öğrencileri ile İzmir ilinde pilot olarak seçilen Konak, Karabağlar ve Buca

İlçelerindeki lise ve dengi okul öğrencilerinin deneme, şiir, anı, hikâye

gibi türlerde eserlerinin yayımlanacağı bu derginin İzmir kültür hayatına

katkısı olacağına inancını taşımaktayız. Bu dergi bir yandan Eğitim Fakül-

tesi öğrencilerinden seçilmiş edebî yazıların lise öğrencilerine model olarak

sunulmasını; diğer taraftan da lise ve dengi okullardaki öğrencilerin okuma

yazma seviyesini geliştirmesine katkı sağlamak, onların yazma potansiyellerini

geliştirmek ve gerekli yönlendirmeleri yapmak amacındadır. Böylece onların

kendini tanıma, sosyal faaliyetlere katılma gibi davranışları kazandırılması

sağlanacaktır. Bu derginin hazırlanması ve çıkarılmasında destek veren

Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Tür Dili ve Edebiyatı Eğitimi

Anabilim Dalı Başkanı Sabahattin ÇAĞIN ve kurullarda yerini alan öğrenci

temsilcimiz Berkay Şanda ve tüm öğrenci arkadaşlarımıza teşekkür ederiz.

İzmir ili Konak, Karabağlar ve Buca ilçeleri lise ve dengi okulları ile işbirliği

yapılması için gerekli izni veren İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğüne, faali-

yetlerimizi öğrencilerine duyurarak destek veren edebiyat öğretmenlerine ve

tüm emeği geçenlere teşekkürü borç biliriz. Bu teşekkürlerimizi yıl sonunda

hazırlanacak teşekkür belgelerimizle yıl boyu emeği geçenlerle paylaşacağız.

Attığımız adım gönül dostlarımızın destekleriyle gerçekleşmektedir.

Geleceğimizin teminatı çocuk ve gençlerimize destek veren her kişi, kurum

ve birimin desteklerinin çok önemli olduğu bilinciyle destek bekliyor, saygı ve

sevgilerimizi sunuyoruz.

Yalçın AKTOP Çağdaş Eğitim Gönüllüleri Derneği

Yönetim Kurulu Başkanı

KIRLANGIÇ 3

Page 6: KIRLANGIÇ  SAYI:2

MA

KA

LE

ŞİİRİN İŞLEVİ KIRLANGIÇ

Başlangıçta dinsel törenlerle birlikte anılan ve belli bir görevi üstle-

nen şiir, sonraki dönemlerde üzerinde yapılan tartışmalara paralel olarak

değişikliklere uğramıştır. Bilindiği gibi başlangıçta bütün dünyada din adamları

ve onların merkezde olduğu dinsel törenler toplum hayatında çok önemli yer

tutmuşlardır. Ancak bu törenlerin zaman içinde işlevini kaybetmesi iki temel

türü ortaya çıkarmıştır: Duygu ve düşüncelerin aktarılması bakımından şiir,

hareketleri ve davranışları öne çıkarması bakımından tiyatro… Bizim konu-

muz olan şiir bu açıdan bütün edebî türlerin kaynağı olarak düşünülmektedir.

‘‘...bildiğimiz

şeyleri farklı bir

şekilde hayalde

canlandırmamızı

sağlamak

amacını taşır

şiir. ‘‘

Bu yazımızda yüzyıllardır tartışılagelen “şiirin işlevi” konusundaki

görüşlerimizi ortaya koymaya çalışacağız. Bir “şiirin nasıl olması gerektiği”nden

tutun, “şiirden neler beklenilir”e kadar birçok soru çeşitli makale ve kitapların

konusu olmuş, bunların etrafında çok ciddi tartışmalar meydana gelmiştir.

Bu tartışmalar sadece yazar ve şairleri değil, zaman zaman fikir adamlarını da

ilgilendirmiş ve onlar da bu tartışmaların içinde yer almıştır.

Dolayısıyla şiirin ne olduğu konusunda hem Batı’da hem de bizde çeşitli

fikirler ortaya atılmış, bunlara karşı geliştirilen yeni fikirler sürekli bir tartışma

ortamını canlı tutmuştur.

Son devirlerde şiir hakkında ortaya konulan görüşlerde şiirin estetik

yanı öne çıkarılmıştır. Buna göre önemli olan gördüğümüz ya da daha önceden

bildiğimiz şeyleri farklı bir şekilde hayalde canlandırmamızı sağlamak amacını

taşır şiir. Başka bir deyişle şair artık unuttuğumuz bir şeyi hatırlatır ya da

karşımızda duran bir şeyi sıradan insandan farklı görmeyi sağlar. Sözgelimi

şair sıradan insanın sevgilisine “seni hiç aklımdan çıkaramıyorum” sözünü şair,

“adını mıh gibi aklımda tutuyorum” diyerek bizim algıladığımız bir şeyi daha

farklı bir şekilde algıladığını gösterir. Ya da yine aynı şiirde şair aşkı “ustura

ağzında yaşamaya” benzetir:

KIRLANGIÇ 4

Page 7: KIRLANGIÇ  SAYI:2

ŞİİR

sevmek kimi zaman rezilce korkuludur

insan bir akşam üstü ansızın yorulur

tutsak ustura ağzında yaşamaktan

kimi zaman ellerini kırar tutkusu

birkaç hayat çıkarır yaşamasından

hangi kapıyı çalsam kimi zaman

arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Görüldüğü gibi, şair, aşk acısına uğramış şairin kırıklığını değişik

şekillerde veriyor bize. Onun bazen rezilce korkulu olduğunu, ustura

ağzında yaşamak kadar zor olduğunu, yaşadıklarının birden fazla insanın

yaşayacaklarına bedel olduğunu vurgular. Şiiri okuyan insanlar yaşadıkları

tecrübeleri gözönüne getirerek bu şiirleri okuduklarında “işte bu, işte bu, ben-

im yaşadıklarım da bu” derler. Ama bunu, ancak şairin yazdıklarından sonra

algılayabilirler.

Uzun yıllardan beri edebiyat tarihlerinde ve edebiyat ders kitaplarında

hiç de doğru olmayan bir tekerleme söylenir durur: “Sanat toplum içindir/

Sanat sanat içindir.” Bu kitaplara giren hemen her yazar ve şair genellikle bu

kalıplardan biri içine sokulur ve hakkında verilen hüküm de bu tekerlemeye

bağlı olarak verilir.

Bu kadarla kalsa iyi. Bundan daha vahim olanı, “sanat toplum içindir”

kategorisi içine girenler baştacı edilirken, diğerleri için söylenmedik söz

bırakılmaz. Bu insafsız yaklaşım, birçok şair ve yazarı derinden yaralamıştır.

Kendisinin şair olmadığını itiraf eden Ziya Gökalp, Yeni Hayat adlı şiir

kitabının önsözünde şunları söyler: “Şuur devrinde şiir susar, şiir devrinde

şuur seyirci kalır. İçinde bulunduğumuz zaman, galiba birinci devreye ait-

tir: Şairler müzlerinden uzak düşmüş, vezinle kafiye şuurlu müteşairler eline

geçmiştir...” İşte bizim toplumumuzda “sanat toplum için olmalıdır” yargısı

bu hüküm içinde gizli gibidir. Tanzimat’tan bu yana Türk toplumu devamlı

olarak savaşlar, karışıklıklar ve sıkıntılar içinde yaşamıştır. Bu durum, daima

şuuru, yani düşünceyi ön plana çıkarmış ve çoğu zaman şiiri susturmuştur.

Arada bir yukarıda bahsettiğimiz tekerlemenin hiçbir cümlesine uymaksızın

şiir yazmaya çalışanlar nelerle suçlanmadılar ki... Sözgelimi, Abdülhak Hamit,

toplum meselelerine yabancı kaldığı için “Putları Yıkıyoruz” saldırısına maruz

kalır. Saf şiiri esas alan Ahmet Haşim’e yalnız sanatçı kalmak istediği ve so-

syalist olmadığı için kızanları, Abdülhak Şinasi Hisar’ın kaleminden okuruz.

Yine Ahmet Haşim’in şiirleri Emile Verhaeren’in şiirlerine benzetildiğinde, bir

eleştirmen hemen karşı çıkıyor ve E. Verhaeren’in 20. asrın canlı sahnelerini,

işçi hayatının bütün safhalarını tasvir ettiğini, bu yüzden de aralarında bir ben-

zerlik bulunmasının mümkün olmadığını söylüyor. Bu benzetmenin, söyleyiş

ve teknik bakımından olabileceğini aklına bile getiremiyor. Çünkü ona göre

şiirin muhtevası, topluma iletmek istediği mesaj önemlidir.

KIRLANGIÇ 5

Page 8: KIRLANGIÇ  SAYI:2

Bu düşüncenin temeli Eski Yunan filozoflarından Platon’a dayanır. Pla-

ton, kendi “ideal devleti” içinde sanata sosyal ve politik bir görev vermiştir.

Platon’un ta milattan önceye dayanan bu görüşü daha sonra çeşitli şekillerde

taraftar bulmuştur. Bazen ahlakçılar, şiiri ve genel olarak sanatı, ahlakî gay-

eye ulaşmada bir araç saymışlardır. Bizde bu görüşün ilk temsilcisi Namık Ke-

mal olmuştur. Daha sonraları, Rus ihtilalinden sonra, Platon’un bu görüşü ilk

dönem Sovyet edebiyatının resmi tezi halini almıştır. Bu defa şiir ve sanat belli

bir ideolojinin aracı haline getirilmek istenmiştir.

Sadece bu zihniyet yüzünden Tanpınar’ın değeri yıllar sonra

anlaşılabildi. Tanpınar bir yana, Bu zihniyetin temsilcilerinin çevresinden

(arasından değil) çıkan Oğuz Atay’ın sanattaki kudretinin anlaşılabilmesi için

on yıllık bir sürenin geçmesi gerekti.

Bütün bunları söylemekle sanat eserinin “fayda” unsurunu reddettiğimiz

sanılmasın. Bize göre, sanat eserinde “güzel” ve “fayda” unsurları at başı gitme-

kle beraber, güzel biraz daha ön plânda yer alır. Bu artık günümüz edebiyat

teorisyenlerince de kabul edilen bir gerçektir.

Bizim karşı olduğumuz, şiirin bütünüyle ve sadece bir düşüncenin

emrine verilmesi hadisesidir. Şiir bir düşüncenin ya da ideolojinin esiri

olmamalıdır. Çünkü şiir bireyseldir. Tanpınar’ın da belirttiği gibi “Haki-

ki şiirin, asıl sanat eserinin kendi varlığından başka bir hedefi yoktur.” Şiir,

şairin kendi duygulanımlarından ortaya çıkardığı bir eserdir. Dolayısıyla bu

duygulanmanın eseri, her şeyden ve herkesten önce kendisini ilgilendirir. Bu

yüzden şiiri konusu için okumak, konusuna göre değerlendirmek yapılacak

en büyük yanlıştır. Yeri gelmişken hemen şunu da belirtelim. Sanat eseri ne

sadece şekilden ne de sadece muhtevadan ibarettir. Sanat eserini sanat eseri

yapan; şekil, muhteva ve üslup arasındaki münasebettir. Bir başka söyleyişle

bunların meydana getirdiği birliktir. Bu yüzden gerçek bir sanat eserinde

bunları birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bu durumu Nazım Hikmet’in

“Bahr-ı Hazer”i ve Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiiri ile örneklendirebiliriz:

ufuklardan ufuklara

ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu;

Hazer rüzgarların dilini konuşuyor balam,

konuşup coşuyordu!

Kim demiş “çört vazmi!”

Hazer ölü bir göle benzer!

Uçsuz bucaksız başı boş tuzlu sudur Hazer!

Hazer’de dost gezer, e.....y!..

Düşman gezer!

KIRLANGIÇ 6

Page 9: KIRLANGIÇ  SAYI:2

Bu şiirin başında şairin Hazer denizinin geniş açıdan bir tasvirini

yapıyor. “Ufuklardan ufuklara” ifadesi hem anlam olarak hem de söyleyiş

olarak denizin genişliğini bize aynı zamanda hissettiriyor. İkinci mısrada ise

ardarda kullanılan o, u ünlüleri ile d ünsüzü denizdeki dalgaların sesini adeta

kulağımıza getiriyor. Sonraki mısralarda ise z sesinin tekrarıyla rüzgârın ses-

ini getirliiyor kulağımızın dibine. Ve bunu şiir boyunca sürdürüyor şair. İşte

burada bu şiiri güçlü yapan esas unsur, şiirin şeklinin, içeriğinin ve üslubu-

nun birliğinde yatmaktadır. Yani şiirdeki söyleyiş ve şekil, içeriği destekleyen

unsurlar olmaktadır. Yine Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiirindeki bir dörtlüğü

şöyledir:

Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin;

İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.

Tak Tak ayak sesimi aç köpekler işitsin;

Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

Bu şiire baktığımızda şairin ilk mısrada “ben gideyim yol gitsin iba-

resini iki defa tekrarlaması boşuna değildir. Böyle yaparak şair o yolun ade-

ta hiç bitmemesini istediğini göstermektedir. Yine “tak tak ayak sesimi aç

köpekler işitsin” derken adeta gecenin karanlığında tek başına koşarcasına

giden bir adamın ayak seslerini duyurur bize. Burada da görüleceği üzere şiiri

güzelleştiren sadece içeriği değil, onun söyleniş tarzıdır aynı zamanda.

Şiiri sadece muhtevasına göre değerlendirmenin yanlışlığını şiir

tercümelerinde de görebiliriz. Çok güzel bir şiiri başka bir dile tercüme

ettiğimizde çoğu zaman daha ilk mısradan itibaren şiirin güzelliğinin, o insanı

saran havasının birdenbire yok olduğunu görebiliriz. Oysa şiirin konusu,

aynen bu tercümede de vardır, fakat nedense şiirin etrafını saran güzelim sırlar

adeta kabuk kabuk dökülmüştür. Buradan da anlıyoruz ki bir şiiri şiir yapan

onun taşıdığı anlam veya muhtevası değil, şairin kendine has söyleyişi, bunun

doğurduğu hava ve şiirde konunun ustaca işlenmesidir.

Edebiyat teorisyenlerinden R. Wellek’e göre şiiri sosyal yapan iki şey

vardır. Birincisi geleneğe bağlı olabilmesi, ikincisi de okuyuculara ulaşmasıdır.

Bunun dışında şiirden başkaca beklediğimiz olmamalıdır.

Dolayısıyla şiirin işlevi geçmişten bu yana iki ana damar etrafında

gelişir: Kimine göre şiirin varlık sebebi sadecer kendisidir, bazılarına göre

de şiirde fayda unsuru öne çıkarılır. İkinci gruptakiler daha çok ecdebiyatın

dışında yer alan ideologlar, kimi felsefeciler ve ahlakçılardır. Bunlar için önem-

li olan şiirin insana vereceği estetik hazdan ziyade okura sağlayacağı faydadır.

Şiire illa bir misyon yüklemek istiyorsak, “şiir güzeli aramalı, güzeli

bulmalıdır” demek yerinde olacaktır. Ancak hepimizin de bildiği gibi -bu gü-

zel, dünyayı toz pembe gösteren güzellik değil, şekil, muhteva ve üslup birliğini

sağlayan, şairin kendine has buluşları ve söyleyişleridir. Sanatın, dolayısıyla

şiirin, ne için olması gerektiği sorusunu da göz önünde bulundurarak sözler-

imizi Bradley’in sözleriyle bitirelim: “Şiir, şiir içindir.”

KIRLANGIÇ 7

Page 10: KIRLANGIÇ  SAYI:2

ŞİİR

SANA DAİR Gülçin TUĞRUL

Yalnızlık,

Kalemimin mürekkep

Benim kan kustuğum andı.

Yokluğun,

Bıçak sırtlarından çicek toplamaktı.

Baktığım aynalara ruhumu yansıtmaktı

Varlığın.

Sanaydı,

Çığırtkan kalbimin bütün suskunlukları.

Ellerin,

Cihan sandığının anahtarı.

Gözlerin,

Güneşi buzkestiren mavilik.

Saçların,

Mor düşlerimin zindanı

Sen aşk-ı ızdırap,

Özgürlüğe koşan ayaklarımsın prangalı.

KIRLANGIÇ 8

Page 11: KIRLANGIÇ  SAYI:2

ŞİİR

HİK

AYE

GÖKYÜZÜ TADINDAKİ UMUT Sultan YÖRÜK

“Babasız çocuk büyütmek” diye başlıyor annem sözlerine yine. Avaz

avaz çığlıklarına göz yaşları eşlik ediyor. Evin her köşesi soğuk bir yalnızlığı

işliyor en derinlere nereye baksam buz gibi bir yalnızlık hücrelerime kadar

işliyor. Annemin sesi kulaklarımda yankılanıyor. Ömer’in korku dolu bakışları

ile annemin gözyaşları arasında gidip geliyor bakışlarım. Şimdi çocuk ol-

sam diyorum kendi kendime yine kulaklarımı tıkayıp babasızlığımı sessiz

çığlıklarla birkaç damla gözyaşına mı sığdırırdım acaba. Acı bir tebessüm

durumun tüm zıtlığına rağmen gelip konuveriyor dudaklarıma. Ömer şaşkın

bakışlarını benden alamıyor. “Sahi diyorum Ömer’e dudaklarımda yine acının

tebessüme dökülmüş hali annemin sesine tıkasak kulaklarımızı kaderin

sesine ne yapmalı”. “Abi kader ne demek?” diyor Ömer üzüm karası gözler-

inde sorgulayıcı bakışlar. İç sesimin istemeden de olsa dile gelmiş olduğunu

Ömer’in sorusu ile fark ediyorum. “-Hiç diyorum sen düşünme bunları” “

-gel bakalım aslan parçası” diye oturtuyorum kucağıma. Usulca okşuyorum

saçlarını. Yıllardır susturmaya çalıştığım düşünceler dile gelmek için ısrarcı.

Hayır diyorum hayır olmaz! Dilimin ucuna kadar gelen sözleri beynimin en

derinlerine gömmek istiyorum. Bahçedeki ıhlamur ağacı takılıyor gözlerime.

Keşke diyorum. Keşke bir günde yok olan ıhlamur çiçekleri gibi yok olsa dile

gelmemesi gereken düşünceler. Ömer ‘e bakıyorum altın sarısı saçları daha bir

güzel görünüyor gözlerime. Abi olmakla gurur duymak istiyorum.

Annem “yüz verme şuna “ diye bağırmaya devam ediyor. Hınzır

düşüncelere yenilmemek için dudaklarımı ısırdığımın farkına anca o zaman

varabiliyorum. Olmuyor! Yeniliyorum… -“Sıra bende değil mi? diyorum

anneme” alt tarafı erik bu” hem bunun babasız olmakla ne ilgisi var yalnız

babasız çocuklar mı komşunun ağacından izinsiz erik alıyorlarmış? Kapının

çürük tıkırtısına Ömer’in ayak sesleri karışıyor.

KIRLANGIÇ 9

Page 12: KIRLANGIÇ  SAYI:2

Bir telaş sarıyor yüreğimi. Zavallı çocuk korkup kaçıyor. Derin bir ses-

sizlik içinde annem hak veren gözlerle bana bakıyor. Annemin sessizliğinden

cesaret bulup “Hep böyleydin anne öfken bırakıp gidenden çok geride kalan-

lara” diye devam ediyorum sözlerime. Sözlerim bıçak kadar keskin! Sesimin

perde perde yükseldiğini ve pişmanlığımın ilk belirtilerinin tüm hecelerimi

kapladığını hissediyorum. Annem korkusuz hüzün dolu gözlerle hem ana

hem baba olarak büyüttüğü çocuğuna acı dolu bakıyor. Boğazımda düğüm

düğüm bir acı “özür dilerim anne” demekten alıkoyuyor beni.

Ağır adımlarla yanıma kadar yaklaşıyor hep olduğu gibi yine ses-

siz yine düşünceli. Her zaman başı dik olan bu kadının yürürken ilk kez

onca yılın ağırlığı altında ezildiğini hissediyorum. Yavaşça doğruluyorum

oturduğum yerden. Cesaretsizce çeviriyorum gözlerimi gözlerinden. Cesaret-

sizce saklıyorum yine hüznü. Ana oğul gibi değil yıllar sonra hesaplaşmak için

sözleşmiş iki düşman gibi karşı karşıya geliyoruz. Yalnızca sokak lambasının

aydınlattığı bu oda da karanlık olan sadece odanın ışık almayan köşeleri değil.

Annemin karşısında pişmanlıktan silik bir gölge kadar belli belirsiz kalan be-

denim karanlıkla bütünleşip yok olmaya o kadar yakın ki…”sen el kapılarında

çalışmak nedir bilir misin? diye başlıyor sözlerine yeniden. Göz bebeklerinde

yıllardır alıştığım kederle öfkenin buluşması var yine. Hem kadın hem erkek

olmak ne demek bilir misin? El kapısı derken gösterdiği sokağın tozlu yolları

kadar yıpranmış elleri titriyor. Başından bir hışımla çektiği eşarbının altından

yılların acımasızlığı okunuyor. Hüznün son perdesi laf dinlemez birkaç dam-

la bırakıyor gözlerimden. Susuyorum! Gereksiz bir gururun altına yaramaz

birkaç damla gözyaşımla saklanıyorum.

Birkaç damla gözyaşının hınzırlığına yeniliyorum, babasız olmaya

yenildiğim gibi. Kapının çürük tıkırtısına bu sefer annemin ayak sesleri eşlik

ediyor. Bir yabancıdan farksız son bir bakışla uzaklaşıyor yanımdan. Sokak

lambasının aydınlattığı bu oda şimdi pişmanlığın avaz avaz çığlıklarına sahne

oluyor. Sanki ilk kez görüyormuş gibi etrafıma bakıyorum. Çocukluğumdan

beri odanın en köşesinde duran gökyüzü mavisi masaya takılıyor gözlerim.

Ve bir türlü dile getiremediğin umutlarını bu masada dökmüştün satırlara di-

yor alaycı bir ses. Saçma diyorum! Bu dünyanın en saçma işi. Kapının çürük

tıkırtısı bu sefer acele acele atılmış birkaç adıma eşlik ediyor. Babamdan kalan

son eşyayı alıyorum ellerime. Hınzır göz yaşları bu sefer oymalı bir kutunun

üzerine birkaç damla göz yaşı bırakıveriyor. Ilık ılık birkaç damlanın canımı

bu kadar yakması, hüznün son sözü söylemesi son perde oluyor. Usulca

açıyorum kutuyu. Eski bir defteri alıp çıkarıyorum tek tek açıyorum her bir

sayfayı tek tek dokunuyorum her bir satıra. Her bir satır gökyüzü tadında her

bir satır umut kokuyor her bir satır masum bir çocuğun ümidini saklıyor.

Kutuyu ve defteri elime alıp bahçeye çıkıyorum. O çok sevdiğim

ıhlamur ağacının altında yakıyorum umudu, özlemi, masum bir geçmişi.

Her bir kıvılcım pişmanlık kokuyor her bir kıvılcım babam için akıttığım son

birkaç damla gözyaşına zafer şarkısını mırıldanıyor.

KIRLANGIÇ 10

Page 13: KIRLANGIÇ  SAYI:2

AN

I

ŞİİR

YAŞANAN Sude KIZMAZ

Şimdi yaşıyorum

Bugün anda yaşıyorum

Yaşanan defterleri kapatıyorum.

Hedeflerime ilerliyorum.

Baştan almıyorum,

Düşünüyorum…

Ne geçmişi ne geleceği…

Unutuyorum tekrardan

Anı yaşamak şimdi olan

Bir bakmışsın ki ileriye

Yoksun…

Anda yoksun.

KIRLANGIÇ11

Page 14: KIRLANGIÇ  SAYI:2

HİK

AYE

YAŞLI ÇINAR’A MEKTUP Merve ÖZDEMİR

Sevgilim, kabarık saçlım, ince bacaklım, aşkım, kalbimin sultanı, de-

rin bakışlım, alev gözlüm, sert mizaçlım, yufka yüreklim, güneş yüzlüm, tatlı sözlüm,

Sana bugüne dek birçok şey için mektup yazdım. Hatta bazen sebepsiz

yere yazdıklarım oldu. Ne çok şey anlatmaya çalıştım sana o mektuplarda.Kalbi-

min ta derinliklerindeki o en küçük ama aslında en muazzam pırıltılarımı...

Tıpkı güneşi buradan küçücük görsek de aslında varlığında yok olmak, eriyip bit-

mek gibi.Her mektubumda o küçücük pırıltıların kocaman umutlara, hayallere,

kalp seslerine neden olduğunu zihnimdeki sihirli kelime haznemin elverdiğince

büyük emekle döktüm senin ellerine değeceğini düşündükçe öpüp kokladığım

bu sayfalara.Uzunca bir ömrün her gününü dantel gibi işliyormuşçasına...Yüce

bir dağın bir köşesinde karı delip çıkan kardelenin baharı hasretle bekleyen

umuduyla, baharın gelişiyle gelin gibi yüzünü nazlı nazlı gösteren papatyanın

doğallığıyla...

Oysa bu kez söyleyecek, yazacak olduklarımı aklımda toparlasam da

sana beğendirebileceğim şekilde kalemimin ucunda yaratıp da bu şanslı kâğıtla

buluşturamıyorum. Affet beni…

Seni özlüyorum diyebilme lüksüne sahibim yine de. Bunu söylerken

kalbimde coşan, çarpışan ırmaklar ile nehirler sel olmuş tüm benliğimi aşarken

boğulduğumu hissetmiyorum. Bir kere boğulmuşum ben, hatırla sevgili,

KIRLANGIÇ 12

Page 15: KIRLANGIÇ  SAYI:2

Mevsimlerden bahar, baharlardan en güzeli, aylardan en özeli... Yumuşacık kışın bitişinin kurda kuşa habercisi olan o mum ışığı kadar adına destanlar yazılacak olan gün... Başlangıcı olan sonsuz hikâyemin en kıymeti bilinesi günü. Tıpkı sürmekte olan ışıkların hiç sönmediği, kadife perdelerin hiç birleşmediği bir tiyatro oyunu gibi hayal sahnemde her gece kapalı gişe oynuyor.

Anlattıkça tazelenen bir masal... Kalıcı ve büyülü... Ilık bir süt gibi

boğazından aşağı inen… İçini ısıtarak.

Hafızamın bana oyunlar oynamasına elvermediğim ölçüde anımsı-

yorum. Saat 17.20. Günlerden perşembe. Tatlı bir rüzgâr esiyordu sahilde.

Ayakkabımı çıkardım. Bütün o kumların ayaklarımın altında dans edişini izl-

edim. Sakince başlayıp bir şelaleyi andırırcasına coşan sonra usulca duran, du-

rup sarılırken sımsıkı oradan oraya rüzgârla savrulan minik kum tanelerinin

çığlıklarını duydum.

Bir bütün olup o koca sahili oluşturan muazzam güçlerini hissettim.

Rüzgâr… Ama ne rüzgâr... Yüzünü yalamaya çalışan küçük bir köpek yavru-

su gibi. ‘’Yeni Dünya’yı’’ yerle bir bir eden kasırga gibi. Van’ın depremi, kuzeyin

balığı, Akdeniz’in yaz kalabalığı gibi... Ege’nin incisi gibi. Ve bahar ‘’Ben geld-

im!’’ diyordu. Telaşlı, yerinde duramaz hâlde. Tıpkı seni gördüğümde ellerimin

titrediği gibi telaşlı, yerinde duramaz hâlde, titrek. Güneş çoktan doğmuş ola-

bilir. Önemi yoktu. Seni gördüğümde gerçek güneşim tepelerin ardından süzül-

üyordu. Senin ışığın yanında güneşin ışığı ancak gölge olabilirdi. O seni ancak

kıskanabilirdi. Bu akşamüstünde sahilde otururken insanın bütün dertlerini

götüren sessiz mavilikteki denizin mi, güneşin batışıyla kırmızının ve pembenin

en güzel tonlarıyla boyanmış, hayallere davet eden gökyüzünün mü yoksa en

güzel mücevherlerle bezeliymişçesine parlayan şehir ışıklarının mı daha güzel

olduğuna karar vermeye çalışmıştım. Düşünüyorum da, sen o deniz kadar sessiz

ve dertlerimi yok edensin. Gökyüzü gibi hakkında saatlerce hayal kurabileceğim

ve ışıklardan daha parlak, geceleri ateşböceklerinin ışığa uçtuğu gibi yöneldiğim

ışığımsın. Sabahları gülümseyerek uyanma sebebim, güzel rüyalarımın eşlikçisi,

sebepsiz mutluluğum, bütün günlerimi anlamlı kılan kişi...

Gözlerimle, telaşla seni arıyordum. Sahil uçsuz bucaksız gibiydi. Fakat

bir anda ortalık turuncuya boyandı. Efsanevi Kızıldeniz gibi ikiye ayrıldı

dünya.

Tıpkı bir Tanrı asaletinde, tüm bedenimi karıncalaştıran bakışınla,

güven veren omuzlarınla, gücü temsil eden ve huzuru yaşatan ellerinle, o

muhteşem masalsı kokunla bir efsane gibi geldin yanıma sevgilim.

Uzun boyun daha da uzundu sanki o an. Küçük bir çocuğun

yetişememekten korkup bir yandan da iştahla seyrettiği şeftalileri seyreder gibi

seyrediyordum seni. Şeftaliler... Telaşla yerken tüm suyu ağzımın içine dolar

hatta taşar, ağzından boynuna ellerine akar ya sakince... Öyle sessizce birleşip

bu yapay dünyadan akıp gidelim istedim.

KIRLANGIÇ 13

Page 16: KIRLANGIÇ  SAYI:2

Senden önce hızlı yaşar çabuk taşardım. Ben bir nehirdim. Gelen her

misafir ise gönlüme düşen bir taş. Etkisi yok. Akıntımda yitip gidiyor. Ben bile

bulamıyorum nereye koyduğumu, nerde durduğunu.

Senden sonra bir göl oldum ben. Sakin, duru, asil bir göl. Sen ise göle

düşen taş. Çarşaf gibi, bebek yüzü gibi pürüzsüz yüzeyim o taşla tam kalbinden

vuruldu. Taş gibi halka yarattı gönlümde. O halka diğerini ve diğerini... Gön-

lümden kalbime, boğazıma, mideme, beynime ulaştı. Islah etti beni. Efsanevi

durgunluğun nefesimi kafese koydu, bünyemi sarstı, en küçük zerrelerime dek

bütün bedenimi ele geçirdi.

Şimdi mektubumda yine başladığım yerdeyim. Kalemim tükendi.

Boğazım kurudu. Aklım darmaduman. Yokluğuna alışamıyorum. Ama sana

söz verdiğim gibi yaşıyorum(!) her saat, her gün. Yokluğunu madden bilerek,

varlığını ruhen hissederek... Yan yana...

Sonsuzuma

Kadın kâğıtları birleştirip yavaşça ikiye katladı. Zarfı açtı. İçine koy-

madan önce kâğıtları, hafifçe her zamanki kokusundan damlattı zarfa. Kapatıp

göğsüne bastırdı. Bir damla gözyaşı aktı suratından, yaşlı ellerinin titrekçe

tuttuğu zarfa. İtinayla giyinip hayat arkadaşı, eşi, ruh ikizi olan bu yaşlı çınarın

toprağına gitti. Azıcık eşeyelip sararmış diğer zarfların yanına koydu mek-

tubu. Ve gitti. Çok uzaklara gitti.

KIRLANGIÇ 14

Page 17: KIRLANGIÇ  SAYI:2

ŞİİR

iNSANLAR ACİZ Ramazan DEMİRTAŞ

Uçmasın kuşlar

Gökyüzü Zeus’un

Yüzmesin balıklar

Denizler Poseidon’un

Promet! Yardım

et Ölmesin

insanlar Yer altı

Hades’in

SEBEPSİZ

Giden ben

Kalan sen

Sevinen o

Ayrılan biz

Sebep siz

Konuşan onlar

KIRLANGIÇ 15

Page 18: KIRLANGIÇ  SAYI:2

15

HİK

AYE

KURBAN Mürşide ALTINBAŞ

Ak tüylü kuzu sesleri kapıdaydı. Bin bir pazarlıkla alınan kunduralar

kapıdaydı. Kurban Bayramı kapıdaydı. Aslına bakılırsa bu bayramın neden

kutlandığını da evimize yalnızca yılda bir kez giren ve adına et denen o

kırmızı şeylerin neden dağıtıldığını da anlayamıyordum. Bir yanım salyalar

akıtırken diğer yanımsa yaklaşan bayramdan ürküyordu. Çünkü bayram

halamın elleri demekti; halamın damarları fırlak buruşuk elleri… Üstelik

bunca eziyete karşın bayram harçlığı vermemek için yine bahaneler

uyduracaktı: “bozuk para yok Ömer, olunca veririm.” Üzülecektim; fakat

yılmayıp şansımı bir de komşularda deneyecektim. Aynı bahaneler geçidi…

“Ellerim etli Ömer, sonra Mıstıkla gönderirim harçlığını.” Yine yılmayıp

köyün en zengini Hasan emmilerin evinde alacaktım soluğu: “Neee! Bi de

para mı istiyon? Bi tabak et neyine yetmiyo? Koca koç kestik, koç. Siz

ke…”

Ömer! Salonda yankılanıp tüm evi karışlayan cırlak sesle uyandım

geçmiş bayramlardan. Hayal deryam dökülüverdi yerlere. “Ömer

hazırlanmadın mı daha? Geç kalcaz bak Arif Dedelere.” Panikle geçirdim

ayağıma eski (bayramlık!) pantolonumu. Hazırdım artık. Minicik ellerimle

annemin kuru, nasırlı ellerini kavradım. Babam hızlı adımlarla önümüzden

yürüyordu. Arif Dede’nin iki göz evine girince birbirine karışmış insan

nefesi ve sigara dumanını gördüm. Hasan Emminin oğlu Kenan’ı gördüm

bir de, onca yüz arasında. Tombul adımlarla yaklaşıverdi çömeldiğim

köşeye. Nedense bu çocuktan çok ürküyordum. Ömer, dedi; yüzü bana

dönüktü fakat şaşı gözleri başka yerlerde geziniyordu.

KIRLANGIÇ 16

Page 19: KIRLANGIÇ  SAYI:2

-Hani baban yüz kiloluk bi koç alcaktı. Nerede koç?

-Şey, dedim; Şey, kesecek ama… O kadar büyüğünü bulamadı. Bi

dahaki sefere inşallah.

Yanımdan uzaklaşırken pek de inanmış görünmüyordu söylediklerime.

Derken Arif Dede başladı hikâyesini anlatmaya. Bu oğlunu Allah’a kurban

etmeyi kabullenen Hz. İbrahim’in hikâyesiydi. Tüm duyularımla dinliyordum.

Arif Dede gözlerini aça aça söylediklerinin dehşetinden kendisi de titreyerek

anlatıyordu.

-“Ve bir kez daha denemiş Hz. İbrahim” diye devam ediyordu. “Ama

olmamış, başaramamış oğlunu kurban etmeyi. Allah büyük işte olmamış.”

Diye haykırdı dişsiz ağzıyla. “Dağlara vurmuş dağlar yarılmış, taşlara vurmuş

dağılmış taşlar; ama Hz. İsmail’i kesmiyormuş işte.” diye haykırdı tekrar. O

anın dehşetiyle ihtiyarlar titriyor, çocuklar ağlaşıyorlardı. “Derken gökten bir

melek eşliğinde karagözlü bir koyun inmiş. İşte o gün bu gündür koyunlar

kurban edilir yüce Allah’a!” Korkunç bir titreme gelip konuvermişti ihtiyar

dudaklarına, süzülen gaz lambası ışığında.

Hikâye sona erip de daracık oda nefes alınamayacak hale geldiği sırada bir gaz

lambası da benim zihnimde şavkıdı. Acaba çok istersem bana da bir koyun

gönderir miydi Allah. Bu düşüncelerle ayrıldım Arif Dede’nin evinden, Yine

bu düşüncelerle girdim yatağa;çocuk ellerimi havaya kaldırarak yakardım.

“N’olur bana da bir koyun gönder. Yok, yok koç. Hem de yüz kilo olsun.”

dedim ve Âmin’i de unutmadım. O gece küçükbaşlar cennetine götürdü

düşlerim beni.

Sabah ezanıyla açtım gözlerimi. Babam bayram namazı için çoktan

çıkmıştı evden. Eski pantolonumu giyip evden çıkarken aklımda titreyerek

dinlediğim hikâye vardı hala. Ve hala mucizevî bir şekilde gökten inecek bir

koç bekliyordum. Komşulara uğradıktan sonra Hasan Emminin evinin yolunu

tuttum. Kesinlikle bir tabak et verecekti.

Koşar adam girdiğim bahçedeki vahşet sahnesi kanımı dondurdu.

Zavallı koçun gözüne beyaz bir mendil bağlanmıştı. Önce bir dua mırıldanıp

sonra “Ya Bismillah” diyerek kurbanın başını gövdesinden ayırdılar. Can

verirken bağlanmayan tek ayağıyla son kez çırpınmıştı zavallıcık. Dehşete

düşmüştüm. Yani soframızdaki o lezzetli o kırmızı şey böyle mi elde

ediliyordu. Eğer Allah bana bir koç gönderirse onun kesilmesine izin

vermeyecektim ve vakti gelince de Arif Dede’nin anlattığı gibi kıldan ince

Sırat Köprüsünden beraberce geçecektik. O gece kendimi yatağa dar attım.

Koyunların koca bir sapanla gökten fırlatıldığı bir kâbus ile lekelendi uykum.

Ertesi sabah uyku kuyusundan pek geç çıkabildim. Bayramın üçüncü günü ise

çok daha geç…

KIRLANGIÇ 17

Page 20: KIRLANGIÇ  SAYI:2

15

Yataktan çıkmamla kendimi babamın kucağında bulmam bir oldu.

Ondan umulmayan bir neşeyle öpüyordu beni. Tahta çerçeveli pencereye

uzattı parmağını; “Oğlum, bak” dedi. “Allahın bir lütfu bize.” Parmağın

doğrulduğu yöne baktım. Kapkara gözleriyle yüz kiloluk bir koç duruyordu

bahçede! Demek bunu Allah’ın gönderdiğini babam da biliyordu.

“Alamanyadaki ağam göndermiş parayı, onun adına kesiverelim diye.” Bir

meleğin kucağında indi demek. Sırat köprüsü… “Cennetlik adam valla şu

ağam.” Kapkara gözleri var, Hz. İbrahim’in ki gibi…

“Kasab gelip kessin diye haber vermek lazım amma…” Kesmek lafı

kulaklarımdaki perdeyi kaldırıverdi. “Tarlaya gitmek de farz bugün. İyisi mi

yarın halledelim bu işi.” Annem mutluluktan uçarcasına, emme-basma

tulumba gibi baş sallıyordu. Hayır, onun kesilmesine izin veremezdim.

Küçük kardeşim paçama yapıştı. “Koyunlar kesildikten sonra meler mi abi?”

Onu bana Allah gönderdi.

Ben tüm gece bu düşüncelerle boğuşurken eve bayram nihayet

gelmişti. Derken karagöz’ün tüyleri karardı. Tüm ev, tüm sokak, tüm kasaba

uykudaydı. Yatağımdan çıkarken hiç tereddüt etmedim, Karagöz’ün ipini

çözerken de. Özgür kalan koç sanki uyandırmak istemiyordu sokağı, sessizce

uzaklaştı oradan. Koçumu kurtarmanın huzuruyla çektiğim uykuyu annemin

sessiz hıçkırıkları böldü “Evleri barkları yıkılsın kim çaldıysa. Garibanın

kurbanına mı göz koydunuz?” Babamsa her şeyini kaybetmiş gibi annemin

yanına çökmüş: “Olan oldu hanım, Kim çaldıysa kesip dağıtmıştır çoktan.”

Eve ölüm sessizliği çökmüştü. Bayramın son gününü annemin

gözyaşları getirdi. Durumu çoktan kabullenen babam, hırsızları aramamıştı

bile. Sebebini bilemediğim bir üzüntü içindeydim. O benim koçumdu; ama

annemi gözyaşları…

Kenan’ın beni evlerine çağırması üzüntümü unutturdu. Hasan

Emminin vereceği harçlığın cazibesine kapıldım. Evlerine vardığımızda

gördüm ki bütün komşu çocukları orda. Nefis bir et kokusu ayaklarımızı

yerden kesti. Hasan Emmi’nin başköşeye kurulduğu yer sofrasına tereddütsüz

çöktük. Nazife Yenge’nin sıska oğlu Mıstık iki lokma arasında “Allah razı

olsun Hasan Emmi” diyebildi. Serçe parmağıyla dişini kurcalayan Hasan

Emmi “Yok, bana teşekkür etme; sabah ezanla beraber bahçede bulduk bu

koçu. Kalkıp baktık. Bembeyaz tüylü sıska bir koç. Kurban kesecek kim var

kim yok soruşturduk. Kimse çıkıp benim demedi. Son çare Arif Dedeye

danıştık. “Size helaldir bu koç, kesip fakir fukara çocuklarına yedirin” dedi.

Ben sanki son söylediklerini duymamış gibi sordum:

KIRLANGIÇ 18

Page 21: KIRLANGIÇ  SAYI:2

-Tüyleri bembeyaz mıydı?

-Evet, dedi.

-Gözlerinin çevresinde siyah çemberler de var mıydı?

-He, dedi şaşkın şaşkın.

Ağzımda dağ kadar büyüyen lokmayla kalakaldım.

-Büyük sevaba girdik doğrusu, Allah yolladı bunu Allah, dedi dolu ağzıyla

Hasan Emmi. Ve bir lokma daha tıkıştırdı.

KIRLANGIÇ 19

Page 22: KIRLANGIÇ  SAYI:2

KIRLANGIÇ

ŞİİR

GÜNEŞ DOĞURAN GECELER Suna GÖKÇE

Ateşten gömlektir,

Bir giyseler;

Sönmek için yanmak gerek

Dönmek için bir yol gerek

Bilseler!

Eşref-i mahlûkattır.

İnsanoğlu deseler de

Yaratılanların en acizidir

Fakat bilmezler

Cinler, zebaniler ve hatta

Melekler!

Gökten inip aşk şarabın içseler.

Bir de güzel vücutlara

Boyun eğseler

Ruhlar!

Beden çarmıhına gerilmiş

Ruhlar derbeder.

Ruhumdan geridir

Bir adım seneler

Zamanın hırsızları

Ah şu isyankâr şükürler

Ateş bile üşüdüğünü

Kılım kılım hisseder

KIRLANGIÇ 20

Page 23: KIRLANGIÇ  SAYI:2

HİK

AYE

İLK AŞKIMI SANA VERİYORUM Melike Gül MÜRDÜK

İki farklı dünyaydı onlar, ama ortak bir noktada buluşmuşlardı: Hastane

odasında. Cam kenarındaki yatakta yatıyordu Ayşegül. Gün boyunca gökyüzüne

bakardı. Geçirdiği ağır kalp ameliyatı onu yormuştu, ama o pes etmiyordu. Her

gün inadına hayata savaş açarcasına gülerek uyanıyordu. Bembeyaz dişlerini

hayata göstererek dayanmaya devam ediyordu. Tam o sırada yan tarafına baktı.

Yeni biri vardı yanında, heyecanlandı. İçinden düşündü, kimdi, kaç yaşındaydı,

aklında milyonlarca soru varken yatakta doğruldu ve konuşmaya başladı.

“Buraya ne zaman geldin?” Bunu sorarken heyecanlıydı, ama biraz

bekledikten sonra cevap alamadığını fark etti. Pes etmedi, o hayata direniyordu

yanındaki çocukla mı baş edemeyecekti.

“Galiba konuşmak istemiyorsun, ama eğer tanışırsak belki de burada

yalnız vakit geçirmemiş oluruz.” Bunları söylerken o hasta kalbindeki bütün

sevgi sesindeydi. Çocuk şaşırarak baktı

“Yalnız olmayı tercih ederim, ama eğer bu kadar merak ettiysen dün

geldim.” Bu cevap onu mutlu etmişti. Derin bir nefes verdikten sonra tekrar

yatağa yattı. Odaya büyük bir sessizlik hakimdi, sıkıcıydı, ama o yine de gül-

ümsüyordu. Yanakları al al olmuş gökyüzüne bakıyordu. Günler yavaş yavaş

geçmeye başlamıştı. Tam canı sıkılacak gibi olduğunda kendine yeni bir uğraş

buluyordu, yeniden tutunuyordu hayata gülümseyerek. Yanındaki arkadaşının

ailesi gelmişti. Ona yeni kitaplar getirmişlerdi sıkılmaması için, ama o tepki

bile vermiyordu. Ailesi de üzülmüştü, bunu anlamıştı. Herkes gitmişti ve gene

o sessizlik başlamıştı. Yatağında doğruldu. Ona sormak istediği sorular vardı.

“Niye bu kadar sessizsin, ailen geldiğinde bile hiç konuşmadın?” Bunları sorar-

ken hiç düşünmemişti bir anda ağzında dökülüvermişti kelimeler. Cevap koca-

man bir sessizlikti sadece.

“Bence hayattan zevk almalısın. Her şeye inat gülümseyebilirsin.

Hiçbir şey son değildir.”

“Senin yaptığın gibi mi? Aptal aptal sırıtınca her şey son bulacak mı?

Hem sen benim neler yaşadığımı biliyor musun ki bana akıl veriyorsun.”

Bunları söylerken sinirliydi. Ayşegül çok üzülmüştü, ama belli etmedi.

KIRLANGIÇ 21

Page 24: KIRLANGIÇ  SAYI:2

““Benim ne derdim olabilir ki zaten.” Bunları söylerken gözleri dolmuştu,

ama ağlamamaya kararlıydı. Saatler geçmek bilmiyordu, artık Ayşegül’ün göz

kapakları direnememişti ve tatlı bir uykuya daldı. Tam o sırada doktorlar gel-

di kontrole, ama uyduğunu görünce bir şey yapamadılar. Kendi aralarında

konuşmaya başladılar.

“Kalbi çok zayıf, ancak birkaç gün daha dayanır. Zavallı kız o kadar zorlu

ameliyattan sonra yine de tutunmaya çalışıyordu hayata. Son bir isteği vardı,

ama onu da yapamayacak.” Bunlar doktorların gözünde gerçekti, ama Ayşegül

böyle düşünmüyordu o daha uzun süre yaşayacaktı.

O da bunları duydu. Söylediklerine o kadar pişman olmuştu ki…

Onu çok yanlış tanıdığını düşünüyordu. O küçücük dertleri gözünde o kadar

büyütmüştü… Oysa Ayşegül kocaman dertlerini küçültmüş, hatta yok etmişti.

Aradan tam tamına bir hafta geçmişti, doktorlar şaşkındı. Ayşegül daha

sıkı tutunmuştu hatta bazı değerleri iyiye işaretti. Bunun tek bir nedeni vardı yan

yataktaki arkadaşı. Pardon artık onun bir adı vardı Fırat. Şu küçücük ömrüne

bir de sevgi girmişti. Belki de bu onu hayata bağlamıştı. Yataklarını birbirine

yaklaştırmış ve uyurken el ele tutuşup yatıyorlardı. Artık Fırat’ın kırık ayağı

iyileşmişti, ama o gitmemek için direniyordu. Ayşegül’ü iyileştirecek ve birlikte

çıkacaklardı. Ailesi Fırat’ı götürmek istiyordu, ama o direnince üzülüyorlardı.

Ayşegül razı olmadı ve gitmesini istedi. Zor da olsa ayrıldılar. Her gün ziyaret

edecekti, söz vermişti. Fırat’ın gitmesinin üzerinden saatler geçmemişti ki

Ayşegül fenalaştı. Saatler ilerledikçe daha kötü oluyordu. Doktorlar şaşırmıştı.

Doktorlardan biri hemen Fırat’ı aradı iyi geleceğini düşünerek. Fırat kısa zaman

sonra uçarcasına odadan içeriye girdi. Hemen Ayşegül’e sarıldı.

“İyi misin canım? Yapmak istediğin bir şey var mı?” Derken gözleri

dolmuştu. Ayşegül çok kötüydü. O canlı gülümsemenin yerini solgun bir gülüş

almıştı. Yine de gülümseyerek cevap vermişti.

“Hava almak istiyorum ve yapmak istediğim bir şey daha var.” Fırat onu

tekerlekli sandalyeye bindirip dışarıya çıkardı. Bahçede biraz tur attıktan sonra

Ayşegül durmasını istedi.

“Biliyor musun benim hiç ailem olmadı. Ben uzun zamandır buradayım,

bu hastane aslında benim ailem. Sen geldiğinde bir umut olmuştun, bir arkadaş

gibi gördüm seni. Sen karşılık vermedikçe çabaladım, ama olmadı. Sonra

sen değiştin ne olduğunu anlamadım, ama hoşuma gitti. Hayatım boyun-

ca tatmadığım duyguları ilk defa tatmıştım. Ben seni sevdim biliyor musun

koşulsuzca.” Bunları söylerken gülümsüyordu, Fırat ise ilk defa ağlıyordu. Cevap

veremez haldeydi.

“İstediğim bir şey daha var demiştim hatırlıyorsan. Ben hayatımda hiç

koşmadım ve bugün seninle koşmak istiyorum. İsterse kalbim buna dayanmasın,

ama ben zaten öleceğimi biliyorum. Sadece seninle el ele tutuşup koşmak istiyo-

rum. Kabul eder misin?”

Fırat gülümseyerek başını salladı. El ele tutuştuklarında Fırat;

“Bende seni seviyorum” dedi. Bunu duyunca Ayşegül hayatında ona en

güzel duyguları tattıran insanla sonsuzluğa doğru koştu, koştu koştu…

KIRLANGIÇ 22

Page 25: KIRLANGIÇ  SAYI:2

AN

I

OKUDUKÇA Ekrem GÜNEŞ

Yoksul bir ailenin on çocuğundan biriyim. Okula dört yıl geç

başladığım için hiçbir yatılı okulda okuma şansım olmadı. Öğrenimimi bin

bir zorlukla sürdürdüm, hiç yıl kaybım olmadı, üniversiteyi bitirip öğretmen

oldum. En çok sevdiğim ders ortaokul yıllarında Türkçe, lise yıllarında

edebiyattı. Bu derslerden hep en iyi notları aldım, ama okuma alışkanlığı ver-

ilmedi. Hastalıklar, kötü alışkanlıklar gibi güzel alışkanlıklar da bulaşıcıdır.

Bir bulaştırıcı olmadan kendiliğinden başlamaz. Öğütlerle, söylevlerle

bulaştırılmaz. Bulaştırmadığı gibi başlayacak olanları da uzaklaştırır. Pe-

tekte bal yoksa bal tadı nasıl verilir? Başarılı geçen öğrencilik yıllarında

öğretmenlerim bu alışkanlığı ne yazık ki kazandırmadılar, kuru öğütlerle yet-

indikler. Özendirici, yönlendirici olmayınca kendiliğinden olmuyor.

Üniversite bitirip öğretmenliğe başlamıştım, ama bomboş biriy-

dim, gazete bile okumuyordum. İlk görev yerim olan Van Kâzım Kara-

bekir Ortaokulundan Tire Ş.Alb.İ.Karaoğlanoğlu Lisesi’ne atandığımda otuz

yaşındaydım. Orası benim bir dönüm noktası oldu. Kendimi okuyup yazan

bir arkadaş grubunun içinde, buldum. Onlardan bana da bulaştı. Okudukça

düş gücüm zenginleşti. Okudukça sevmeyi, paylaşmayı öğrendim. Okudukça

görmediğimi görür, farkına varmadıklarımın farkına varır oldum. Okudukça

gözümün önü silimmiş cam gibi oldu. Okudukça özgürleştim, insanlaştım,

sürüde koyun olmaktan kurtuldum.

Sözüm özü okumaya başlama tarihi benim yeni doğum tarihim

oldu. Okuyarak yazar oldum. Yazmaya önce büyükler için yazarak başladım.

İlk yazdıklarım öykülerdi. Bazıları çeşitli sanat ve yazın dergilerinden çıktı.

Bunları sonra kitaplaştırdım, ama bu beni düş kırıklığına uğrattı. İyi ki çocuk-

lar var. Büyüklere ulaşamayacağımı anlayınca çocuklara yöneldim. Hiç çocuk

kitabı okumadan onlar için yazmaya, başladım. İlk denemem kısa bir radyo

oyunuydu. Beğeniyle yayına uygun bulunup seslendirildi. Bu durum beni

yüreklendirdi, arkasından uzun soluklu Çocuk Bahçesi oyunları ve büyükler

için radyo tiyatroları geldi. Yirmi kadarı yayınlandı. Özgeçmişimde belirttiğim

gibi iki Çocuk Bahçesi oyunum da ödüle değer bulundu.

KIRLANGIÇ 23

Page 26: KIRLANGIÇ  SAYI:2

Söz uçup gittiği ve geriye pek bir şey kalmadığı için oyunlarla ger-

çek anlamda yazar olunmuyor. Bununun farkına vardığımda çocuk öykü ve

romanları yazmaya yöneldim. İlk denemem olan Gökkuşağı Sitesi Çocukları,

adlı romanım 1997 de Bu Yayınevi’nin ödüllü romanları arasında çıktı,

arkasından başka kitaplar geldi. Bugüne dek beş yayınevinde yirmi sekiz

kitabım çıktı. Kitaplaşmayı bekleyen çok sayıda dosyam var. 2002 den beri

ağırlıklı olarak İzmir’de bulunan Tudem Yayınevi ile çalışıyorum. Orada dokuz

kitabım çıktı. 2004 ten beri Tudem’in düzenlediği çok sayıda okul etkinlikler-

ine katıldım. İzmir’den Van’a, Adıyaman’a kadar birçok yere gidip çocuklarla

söyleştim. Nerede olursa olsun şunu gördüm: Okumaya en çok istekli olan

ilkokul 2 ve 3. sınıflar. Yukarı doğru çıktıkça azalıyor, 7 ve 8. sınıflarda bitiyor.

Son söz… Son yıllarda okulların kapsı yazarlara ve kitaplara kapandı.

Her gün daha da kötüleşiyor. Bunun nedeni belli.

Ekrem GÜNEŞ;

1943’de Gülşehir’in (Nevşehir)

Yeşilyurt köyünde doğdu. İlkokula

on bir yaşında köyünde başladı.

İ.Ü.Edebiyat Fakültesi coğrafya

bölümünü bitirdikten sonra sırasıyla

Van Kâzım Karabekir Ortaokula, Tire

Ş.Alb.İ. Karaoğlanoğlu Lisesi, Tire Kız

Meslek Lisesi, İzmir Karataş Lisesinde

öğretmenlik yaptı. 1995’de emekli

oldu.

Öykü, roman ve oyun yazıyor. TRT radyolarında çok sayıda oyunu yayımlandı.

Çeşitli yayınevlerince kitapları basıldı. Kimi yapıtları ödüle değer bulundu.

TRT’nin 2001 yılında düzenlediği oyun yarışmasında çocuklar için yazdığı

Okuma Tutkusu adlı on bölümlük oyunu ikincilik, 2003 yılında düzenlediği oyun

yarışmasında Sevginin Kuş Kanatları adlı beş bölümlük çocuk oyunuyla birincililik

ödülü aldı. İzmir’de oturan yazar evli ve iki kızı var. Yazmayı sürdürüyor.

KIRLANGIÇ 24

Page 27: KIRLANGIÇ  SAYI:2

ŞİİR

DÜŞÜNÜYORUM O HALDE Selçuk CAN

Toroslar Akdeniz’e ayaklarını sokmuş

Susayan deniz ırmakları içmekte

Yağmur masal bu diyarda hiç varmış hep yokmuş

Alevden bir rüzgar kavruk otları biçmekte

Gündüzde güneş hain gecede yıldız çorak

Her an vücutlardan buharlaşmak üzre canlar

Sıcak, ruhların sırtına vurulur bir orak

Kuyuları teker teker yoklayan susuzluk

Günlerdir bir türlü yürümeyen su dallara

Düşündüm seni ve beni çöktü uykusuzluk

DÖRTLÜKLER

Hayal inceliği bir tül ardındadır yüzün

Sisler içinde bakıp gördüğüm güneş gibi

Mahzunluğunu taşır her daim bir öksüzün

Sen öksüzlükle öksüzlük senle kardeş gibi

*** Ey gençliğim can verdin gün-be-gün aşk aşk diye

Sorarım er geç bitecekse bu feryat niye

Zaman ölüm denizine sürüklerken seni

Yıkan arındır balçığa bulanmış bu teni

KIRLANGIÇ 25

Page 28: KIRLANGIÇ  SAYI:2

HİK

AYE

SIĞINIŞ KAĞIDA KALEME ÜMİT KARAKAŞ

Artık saymıyordu, bu kaçıncı sigaraydı? Ne ara kül tablası ağzına ka-

dar cesetlerle dolmuştu?

Karanlık odada küllenmiş bir kor gibi nefes verdikçe parıldayan

sıcaklık, yolunu kaybetmiş ilham perilerini arıyordu. Boğum boğum sert

dumanı içine çektikçe elleri ayakları boşalıyor, düşünceleri zonkluyordu. Bir

küllenmiş karanlığa bir de çatlak kızıllıklarla aydınlanan öte saman sarısı

kağıda bakıyordu. Her şey zihninin kara deliklerine çekiliyor, boğazına kadar

uçsuz bucaksız karanlığa gömülüyordu. Sessizlik ve karanlık kafasına oturmuş

bir karabasan gibi sinsi ve haindi. Gözleri ve elleri bu durumu kabullenmenin

ağır utancı altında eziliyor; kendilerini teselli etmeye çalışanlara mahsus bir

edayla yeni duruma uyum sağlıyorlardı.

Kafasının içi en az odası kadar zifiriydi. Yeni bir cinayet ile bir-

likte gelen kesif kokular gırtlağına çöküyor; yutkundukça elem ve keder

göğsünü sıkıştırıyor; koca bir yumruk gibi boğazına düğümler atıyor ve

yutkunamıyordu. Avuç içleri ansızın terliyor, alnına düşen kara perçemlere

tomur tomur tuzlar dökülüyordu. Kafasından sızan fikirler hep kara kara

girdapların esareti altında can veriyordu.

yordu.

Fikri bulanıyor, düşüncesi geliyordu. Haykırmak, sade haykırmak isti-

Yalnız kara girdaplı fırtınaların ertesi görülen bir demet ışık huzme-

si, tuzlu alnına düşünce eli iştahla varabildi, artık öte olmayan saman sarısı

ovalara. Kabuğundan yeni sıyrılmış, ötesini berisini kestiremeyen geniş

ovaların acemi seyyahı, meraklı ve ürkek bir gözle ağır, temkinli el sürüdü

çatal dilli kaleme. Çatal dilli kalem ovanın rahmine mai ve siyah mürekkebi

akıttıkça sarı sıcak mevsimler değişiveriyordu.

KIRLANGIÇ 26

Page 29: KIRLANGIÇ  SAYI:2

Bu mevsimlerin eşiğinde, bazı bazı saçlarını dört renkli rüzgârda

savuruyor; bazen de ekinleri saçları gibi topluyordu. Bazen yüreği yumruğunda

kavgaya tutuşuyor; çoğunlukla yüreği yerinde seviyordu. Bazı zaman acımasız

bir yönetici oluveriyor; çoğu zaman da o yöneticiye kafa tutan kırmızı atkılı bir

genç. Aslında ne oydu ne de bu; bilindik bir çizikle ovanın rahmine düşen bir

dolunaydı.

Bir iki bilindik çiziğin ardından beliriveren aşina sözcükler, gönül

heybesinden saman sarısı ovalara dökülüverince daha bir değere biniyor-

du; nefes almak. Her düşüveren sözcük, bir arpa boyu kadar yükseliyor; her

düşüveren sözcük, arzın perdelerini yırtarak arşa kadar yüceliyordu. Çalakalem

elleri, arşınladıkça ovayı kafası, yüreği berraklaşıyordu.

Bir ara temiz havayı özlediğini fark etti. Hemen sol yanı başındaki

pencereyi açtı. Temiz, kızıl havayı ciğerlerinin en ücra köşelerine

ulaştırdıktan sonra yarım bıraktığı seyahatini tamamlamak istedi.

Eli iştahla işliyordu ovayı.

İşte ben, yani bu seyr u seferin acemi seyyahı, eli bilindik ovanın

yüreğinde yazdıkça yazılası gelen bu yazma mevsiminde içimdeki kalabalığın

ateşi dinmiyordu.

KIRLANGIÇ 27

Page 30: KIRLANGIÇ  SAYI:2

ŞİİR

BEYİTLER Ramazan PUSAT

Başladığım şiirde ne şair belli ne müellif..

Birbirine karıştı birçok telif, rivayetse muhtelif..

Derunumdaki ahsas neden başkalarıyla edilir kıyas?

Afitabım da, gözyaşım da, sevdam da bana has..

Yar ve diyardan bana esmiyor hiçbir umut dolu yel..

Yar yoksa çalmaz sevdalı sazım, inlemez hiçbir tel..

Ey gönül biz de olduk derd-i yâre mübtela..

O günden beri, beni es geçmedi hiçbir bela..

Bana ettiğin zulümden mi utanıp kızardı laleler?

Bir devr-i sükuta mı sebep oldu acılı naleler?

Kulağında mı acep seninle guş ettiğim nağmeler?

Ya da hatırında mı, gönlümde bıraktığın rahneler?

Ne kadar söylesem tesiri yok, artık susmam lazım..

Ey Pusat, sen de bırak beni yalnız ağlayayım..

KIRLANGIÇ 28

Page 31: KIRLANGIÇ  SAYI:2

ŞİİR

GİTMEK Berkay ŞANDA

Tren gelir.

Sen,

Gidersin.

Arkanda

Raylarla uzanan bir keder…

Otobüs gelir

Ve

Ben gidiveririm.

Arkamda

-benim gibi-

Bir başka seferi bekleyenler…

KIRLANGIÇ 29

Page 32: KIRLANGIÇ  SAYI:2

AN

I

ASANSÖR Mutlu KIZILBUGA

İzmir, Karataş semtinin

Dario Moreno Sokağı’ndadır Asan- sör. Bulunduğu sokak adını dünyaca

ünlü şarkıcı Dario Moreno ‘dan alır.

Sokağın girişinde Dario Moreno

Enrico Macias’ın büstleri karşılar zi-

yaretçilerini. Klasik rengarenk İzmir

evleri arasında bir sokak...İnsanı

bir bakışta büyüleyebilecek bir

sokak yani. İşte bu sokağın sonun-

da Asansör,yalnız ve kızıl saçlı bir

kadınmışcasına ( herkesin içinde en

çok dikkati çekenler vadır ya ,işte

öyle ) yükselir gökyüzüne.

Asansör kulesinin alt girişinde yazan levhaya göre bina 1907 yılında,

Musevi hayırsever Nesim Levi Bayraklıoğlu tarafından çocuklar, hamileler

ve yaşlılar için inşa ettirilmiştir.

Bugün ulaşımdan ziyade eğlence ve fotoğraf çekme amaçlı ziyaret

ediliyor gibi. Her geçişimde evlilik albümleri için fotoğraf çektiren gelin-

damat çiftleriyle birlikte pahalı makineleri olduğu için kendini profesyonel

fotoğrafçı zanneden ergenleri ve gençleri binanın etrafında dört dönerken

görürüm.

Birazdan Bostanlı Açık Hava Tiyatrosu’nda , Dostlar Tiyatrosu’nun

Ben Bertolt Brecht oyununu izlemek için yola çıktığımda asansörle Karataş’a

ineceğim. Eğer vaktim olursa tüm kıyı İzmir’e hakim olan asansörün

balkonuında şöyle bir etrafı izlerim.

KIRLANGIÇ 30

Page 33: KIRLANGIÇ  SAYI:2

.

Geceleri daha bir güzel olur Asansör’ün balkonu. Karşı yakanın ve bu yakanın

ışıkları salınır durur karanlığın içinde. Bu ışıkları izlemek keyif verir bana.

Bunu da oyun bittiğinde eve dönerken yaparım sanırım.

Asansör’ün içinde Dario Moreno’nun Deniz ve Mehtap , Her Akşam ve

Canım İzmir şarkıları çalar. Deniz ve Mehtap ya da Her Akşam şarkısı çalıyorsa

şansıma eşlik ederim Dario Ağabey’ime. Asansörde benden başkaları da varsa

genelde önce bir an bana bakarlar, ( ben hiç kendimi bozmadan devam ederim

) sonra Asansör’ün çelik duvarlarına bakarlar.Sesim ya çok kötü ya da çok güzel

. Bunu bilmiyorum ama ilk ihtimal daha kuvvetli gibi... Nasıl olsa kabindeki

insanları bir daha görmeyeceğim için fazla üstünde durmuyorum bu konunun.

Bu yazıyı aslında üzerinde daha çok durarak yazmak isterdim ama baris-

ta olarak çalıştığım kafe bana haftada bir gün izin veriyor ve yazılarımı genelde

bu izin gününde ayaküstü denebilecek bir vaziyette yazıyorum. Diyeceğim son

şey şu ki ; İzmir’deyseniz gelin, görün burayı . Isırmaz, korkmayın !

İzmir’i çok sevdiğini iddia eden tanıdıklarımdan çoğu hiç görmemiş bu

binayı. Bir de şu Asansör’ün balkonundan görseler şehirlerini... Hey yavrum

hey ! Ben öyle şehirlere ve binalara aşık olan tiplerden değilimdir. Fakat ilginç

ki Asansör bana aşık olunacak bir bina gibi gelir. Yazının başındaki tasvirden de

anlamışsınızdır zaten...

KIRLANGIÇ 31

Page 34: KIRLANGIÇ  SAYI:2

KIRLANGIÇ

ÇAĞDAŞ EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ DERNEĞİ

ADRES: 223. SOKAK NO: 11 D: 1 35280 Hatay / İZMİR

TEL & FAKS : 0( 232.) 243 25 21 CEP: 0 505 600 33 05

WEB SİTESİ : www.cagder.com.tr MAİL : [email protected]