192
KIRIK ZARLAR HERKESİN esas olanı baştan ve gayretsiz bilmesi gibi, o da beni hemen buldu. Gazetede Adalet yazmak kendi hevesim; kimseden teşvik gelmedi. Ne de zorlama. Ve bu heves, Adalet bizde beş kuruş etmezken. Yani gazetecilikte... Yoksa, elbette insan ömürleri adalet yerini bulsun diye beklemekle geçiyor. Ben beklemem, aksiliğim belki bundan, ya da beklemediğimi vehmederim. İnanmadığım, beklemediğim şeyler üzerine yazmak bana nihayet bir üslup kazandırabilir diye umdum; şahsî üslup edinmeyi tüm ticaretlerden daha ince hesap saydım. Duygusal takılan meslektaşlarımdan hazzetmem. Değil keman çalmak, tüylerin üzerine şöyle bir üflemeye görsünler, ezilme kaplar içimi ve sonra, her karşılaşğımızda, nasılsın, n’aberler arasında, hep o, grizu patlaması, savaş, deprem zamanlarında, mühim vefatlarda kaleme aldıkları yapışkan cümleler kayar gözümün önünden yanıp sönerek, bir daha, bir daha... İçli yazmalara alerjim, başından itibaren meslekte pek çok kapıyı bana kapattı. Uzunca bir süre moda yazdım. İnsana, tabiri caizse, soyunmaktan çok giyinme imkânı tanıyan asil bir alan. Orada, uzun müddet tek tabanca kaldım; mankenler, müdireleri, stilistler, patronları telefonda kuşlar gibi öter -ne hoştur insanların kuş

kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

KIRIK ZARLAR

HERKESİN esas olanı baştan ve gayretsiz bilmesi gibi, o da beni hemen buldu.

Gazetede Adalet yazmak kendi hevesim; kimseden teşvik gelmedi. Ne de zorlama. Ve bu heves, Adalet bizde beş kuruş etmezken. Yani gazetecilikte... Yoksa, elbette insan ömürleri adalet yerini bulsun diye beklemekle geçiyor.

Ben beklemem, aksiliğim belki bundan, ya da beklemediğimi vehmederim. İnanmadığım, beklemediğim şeyler üzerine yazmak bana nihayet bir üslup kazandırabilir diye umdum; şahsî üslup edinmeyi tüm ticaretlerden daha ince hesap saydım.

Duygusal takılan meslektaşlarımdan hazzetmem. Değil keman çalmak, tüylerin üzerine şöyle bir üflemeye görsünler, ezilme kaplar içimi ve sonra, her karşılaştığımızda, nasılsın, n’aberler arasında, hep o, grizu patlaması, savaş, deprem zamanlarında, mühim vefatlarda kaleme aldıkları yapışkan cümleler kayar gözümün önünden yanıp sönerek, bir daha, bir daha...İçli yazmalara alerjim, başından itibaren meslekte pek çok kapıyı

bana kapattı. Uzunca bir süre moda yazdım. İnsana, tabiri caizse, soyunmaktan çok giyinme imkânı tanıyan asil bir alan. Orada, uzun müddet tek tabanca kaldım; mankenler, müdireleri, stilistler, patronları telefonda kuşlar gibi öter -ne hoştur insanların kuş

Page 2: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

ötüşleri- kokteyller verilir, gitmem, o kadar şımarığım; şoförlerle, arabalarla beni aldırırlar, taşırlar, uçururlar, gözümün içine bakarlar. Sıkılırsam röportajı yarıda keserim, yarıda defile terk ederim, Amerikan dizilerinde gördüklerimin çoğunu yaptım ve bir günde, her şeye paydos.İş hayatında en beterine hazırlanmalı, iyi şeylere kolay alışılıyor,

ki o dahi tartışma götürür ya, patronum bir gün, ‘Git artık aşçılarla söyleş, şimdi çok ilgi çekiyor,’ dedi.

Bu yeni göreve de ısındım, hatta modadan fazla... Yemek konusunda da coşmadan, kazan kokusu duyunca titremeden yazmaya heves ettim, herkesin bulabileceği, herkesin kolay uygulayamayacağı bir yöntem... Gözü midesinden güç, geç doyan bir toplumda, bedavaya önüme getirilen yemeklere çatalımın ucuyla, yüzümü ekşiterek dokunmak beni umduğumdan fazla uçurdu.

Tek sırrım, madem her işte en az bir sır şart: İşe çıkmadan karnımı tıka basa doyuruyorum. Evdeysem, kendi beyaz peynirli makarnalarımla. Dışarıdaysam, gideceğim lokantanın köşesindeki büfede. Tost, lahmacun, dürüm, midyeli sandviç, artık ne bulursam.

Mideyi en iyi, en hızlı, ucuz yiyeceklerin doldurduğunu zenginler dahi bilir. Tok karınla her yemekte kusur bulmak zor değil, ki kusur bulmaktan âlâ lüks olabilir mi hayatta?İşe çıkmadan mideye indirdiğim hamurlarla yeni bir statü, bir

kimlik yaratmak bana nasip oldu ve bu, beleşe restoran gezmekten de zevkliydi. Tabaklar dolusu yiyeceği hortumlarken yüzlerine utanç verici bir minnet ifadesi yerleşen ne çok fiyakalı, kudret, servet, saadet sahibi gördüm oralarda. O adi, o süfli, o insani teslimiyet! Nihayetinde kendi paralarıyla yiyorlar, benimse gazetenin parasıyla yediğimi biliyorlardı. Kronik iştahsızlığımı bir atraksiyon, bir tür üstünlük olarak icat ettim.

Yerimi ayırtmadan gidiyordum, ani baskın şeklinde. İştahsızlık üslubunda karar kıldığımda (ve bu çabuk oldu), masamı gazetedeki sekreterlerden birine ayırtır oldum.

Page 3: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Ona anlattırıyordum (bu anlattırmanın hayatımdaki önemi ileride görülecek), “kaç kişilik bir masa hanımefendi?”, “tek kişilik”, “aman ortalarda olmasın, tamam?”, sekreter kız bayılırdı soru şeklindeki tamamlara, güzel de söylerdi ve sonra adımı telaffuz ettiğinde karşıdaki sıkıntılı tık, sessiz ayyy, hararet yükselişi, masası bahçeye mi baksın, mutfağa mı, duvara mı, kışın kalorifer, yazın ağaç dibine; gülüyorduk her sefer, yani her hafta...Şu kadar bir suratla giderdim, midem ucuz yemekten şişmiş,

müdürün alnında çizgiler... Ne yapsan ne etsen huysuzlara yaranamazsın diye düşünüyor olmalıydı. Paltomu alırlar, az konuşuruz. İlla bir aperitif ikram etmek isterler, ki biraz gevşeyeyim. Hayır demem ve burada bir zaafımı itiraf etmeli: Yemekler konusundaki nobranlığımı içkide hiç gösteremedim. Bu zaafımı giderek anladılar. Kullanamadılar, başka, çünkü alkolüm aksiydi benim ve kadınlarda az olur bu.

Önce bir aperitif gelir, kallavi, yemekleri beklerken huysuzlaşmayayım diye, halbuki tok karnına içince daha da aksileşirim.

Etrafı gözetlerim; yalnızların büyük sineması.

Herkes hâli vakti yerinde gibidir, hâlin ve vaktin asetondan uçucu olduğunu görmemeye, hiç değilse unutmaya kararlı. Onların arasında haylazları severim, kadınların çoğu gibi, sanılır ki mazoşizme, gözyaşına meyilden, tam aksi, eğlendirmeye (kendilerini ve ötekileri) en çok haylazların vakitleri var sanırız, bilir bilmez, ondan; gördüğümüz filmlerin etkisiyle...

Bu tür lokanta felsefeleriyle kendimi oyalarken, aperitifimin dibini görürüm. İçtiğim özel, kimyasını çıkaramadığım bir şeyse, garsonu çağırır, komplekssizce sorarım, bu neymiş derim. Sık olmaz, genellikle hemen anlarım ağzıma gireni. Yani... Demek istediğim, restoranlarda.

Çok kişiye sadece keyif çağrıştıran bu özel işimde, şarap isterim, meyhanelerde dahi. Tek başıma oturup rakı devirmeyi acıklı gördüğüm için belki... Halbuki sebep? Bunlar kökleri meçhul

Page 4: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

korkular, ne fark eder acıklılık açısından, rakı ya da şarap, değil mi, nesnel düşünürsek... Tabii, kendi takıntılarınızı nereye kadar nesnel düşünebilirsiniz?

Ağırdan alarak siparişimi veririm, garsoncuğu ayakta bayıltarak, bu da işin zevklerinden... Muhakkak bir dolu şey isterim, hepsinin tadına bakmalı, sorarım, o nasıl bu nasıl, “harika” derler hepsine, müstehzi gülerim, göriciiz, göriciiz, var mıymış anlattığınız kadar. Benden nefret etsinler, mutfakta yaka silksinler, bayılırım; dedikodum edilsin, kentin her mutfağında farklı lakabım olsun, iktidarın bir şekli de bu değil mi, sizi hem sevmediklerini hem bunu yüzünüze vuramayacaklarını bilmek.

Menüde en az hazzettiklerimi seçerim; inattan, mesele beğenimi yokuşa sürmektir. Domuz pirzolası mesela, ki iğrenirim. Saf et olan her şeyden iğrenirim ona bakılırsa. Mantığımla düşünürsem, tek lezzetli bulabileceğim, gene insan etidir... Yesem tiksinmezdim sanırım, aşağı yukarı eminim. Canlıyken onca alaka, arzu beslenmiş “şeyler” sırf cansız kaldıkları için tiksinti uyandırabilir mi? İnsan eti yeme tabusu ortadan kalksa kökten hallolacak memleket, sonra dünya sorunlarını düşünürüm enine boyuna.İçkiyi birlikte seçeriz, daha doğrusu, onların tavsiyesine uyarım.

Dediğim olsun diye diretmediğim tek nokta... İyi bir şarap söylerler. Kırmızı isterim. Nadiren, beyaz; genelde onu içkiden saymam, kolayca tatmin olanların gazozu diye bakarım beyazın en âlâsına. Ağzı doldurmaz, içinizi ısıtmaz; ben belki aşırı üşümekteyim, ayrı... Şampanyaya saygım, daha da az. O hatta gözümde tümden konkur dışı. Ekşi, saçma, gereksizce gürültülü... Şaşarım, şampanya nasıl sevilebilir?

Adalete sıçramaya bu mesleki yemeklerimde karar verdim.

İş yemeği denilen şey, en az iki kişinin suç ortaklığı, bir işbirliği arayışına çıkması değil midir; oysa benimki, işte böyle sap gibi, hep tek. Mutfak masası ucunda, yahut televizyona karşı bacak uzatıp ağzını rahatça şaplatarak veya ayakta, iki acele arası,

Page 5: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

anonimce, büfelerde vesairede değil; herkesin gözü üstünüzdeyken... Ki kalabalık masaların eşsiz hazzıdır, tek yiyenleri izlemek. Herkesin ikişer üçer gittiği, Allah’ın günü, ne demek günü, saati, yarım saati uyanan o kabul, itibar açlığını doyurduğu (ve tabii karnını da), vestiyerli-garsonlu, kadın erkek ayrı tuvaletli, şamdanlı, bahçeli lokantalarda. Meyhanelerde. Hatta kebapçılarda. Oralara tek girip tek kalmak, şehirde, ki bu, dünyada demektir, bir öğünü paylaşacak kul bulamamış gibi; kimse sizi yeterince sohbeti tatlı, matrak, ferah, dalkavukluk etmeye ya da sadece katlanmaya, hatta sadece kafa ütülemeye değer bulmamış gibi.

“Kaç kişi bekliyoruz efendim?” “Kimseyi.” Ne kimseler bekler bizi... Ufkumuz, vazgeçilmez takıntımız, gene ve hep kendimiziz: Nasıl bir insanım nihayet, kimim tam, nedir tüm potansiyelim, temel çekirdeğim, varabileceğim dağ zirvesi, şahsî olimpiyatlarımdaki en yüksek atlama, hep bunlarla meşgul; niye şurada başkasıyla uğraşma lüksünden mahrum, hâlâ kendi kendimi doyurma durumundayım? Böyle sorular sorar kendilerine durmaksızın, yalnız yiyenler. Asık suratları bundan mıdır? Hep monolog hâli, kendi kendine soru cevap, kendi kendine itirazlar, diklenmeler, didişmeler, kendi yokuşunu, kendi kamburunu tırmanış, uzun havalarla eski defterleri karıştırmaca, en boş sayfalarda en uzun takılarak... Bir başkasıyla konuşmaktan katbekat yorucu, nezaketsiz; çünkü ne oluyoruz yani, alt tarafı bir yemek! Yalnız yiyenler işte böyle kendi burunlarından getirebilirler yemeği, kimsenin burnundan getirmeye cesaret edemeyecekleri ölçüde.

“Kaç kişi bekliyoruz efendim?”Her seferinde böyle gereksiz ataklar, işgüzarlıklar, öff... Siz elde

bir, bekliyorsunuz ya, o da saygısından, mesleki zarafetinden, sizinle birlikte bekleyecek... İhtimamla, sabır ve zevkle. İş, geleceklerin sayısına kalmış.

Böyle durumlarda soğuk duş musluğunu açarım, çekinmem: “Birilerini beklediğimi nereden çıkardınız?” Sendelediğini

Page 6: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

görürüm, kıpırdamamayı da başarsa. İnsanları yaraladığım an, azıcık sevmeye başlarım. Hele bu

sarsılış sessiz bir isyanı da sezdiriyorsa, kendini, onurunu savunma arzusunu, yani bana yönelik bir tehlikeyi; o zaman, aşık dahi olabilirim.

Bir müddet sonra -demek bunalmışım- bu lokanta ziyaretlerinin törenselliğini ve melankolisini iptal ettim!

Gene haftada bir, yemek yazısı götürüyorum gazeteye, tek fark, sekreteri artık devreden çıkardım, yerimi kendim ayırıyorum. Gideceğim mekânı evden arayıp, bana iki kişilik bir masa lütfen.

Başlarda, iki üç kerede bir, yeni bir yemek arkadaşım var; çok çabuk işin rengi değişiyor.

D

İLK KONUĞUM, meslektaşım. Aynı gazeteden değiliz ama mesleğe aynı zamanlarda atılmıştık. O, dünyayı turlayıp insanların birbirini her yerde az çok aynı teklifsizlikle doğradığına tanık olduktan sonra işin “mutfağı”na geçmişti. Canı istediğinde gene oraya buraya gidiyor; fotoğraflı bir köşesi de var.

Mekânda buluşuyoruz. Erkenciyim. O gelmeden ilk aperitifimi bitiriyorum.

Önüme dikildiğinde güzel kokuyor, iyi giyinmiş, damat tıraşlı...

Page 7: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Bu hâli nedense beni tedirgin ediyor:“Sabah mı gittin berbere?”“Hayır ya, yarım saat önce,” diyor, beklediğimden doğal.Devamını aynı agresif minval getirmiyorum. Yemek turlarına tek

çıkmaktan, sadece kendi fikirlerimi dinlemekten sıkıldığımı anlatıyorum. Artık istediğim, işime hafiflik katmak, yazılara yeni bir çeşni getirmek ve diyorum ki, Ne dilersen ısmarla, yediklerin hakkında vesaire aklına eseni anlat, minik teybim konuşmalarımızı kaydetsin.

“İsabet,” diyor, “biliyorsun, ben karnımı dört kıtada doyurmuş biriyim, pazı dolması yutar gibi yılan dolması yutmuşluğum var, anlatmamış mıydım?” Hayır, anlatmamıştı.

“Böyle anlarda sofrada herkes gözünü sana diker, yerliler ağzının içine düşerler. Beklerler ki maraz çıkarasın. Kusasın, kaçasın... Onlar da gülüp eğlensin. Ben, inanmayacaksın, o yılan dolmasını, doğduğum günden beri yiyormuşum gibi yuttum. Hop! Mideye inerken gark gark gibi bir ses geldi, sanırsın bir çizgi romanında geziniyorum.

“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler gibi. “Yılan dolmasını yutuverdim ve hatta dedim ki, ah nasıl bir lezzet bu böyle, nasıl! Demesi kolay; tahmin edersin. Alışılıyor, hatta gayet doğal sonunda, her şeyde lezzet bulmak, azıcık zen tecrüben varsa.

“Bizde damaklar tek boyutludur... Çin lokantalarında bile pirinç yağ içinde yüzer, buharı bizler hamamda, saunada severiz.

“Konfüçyüs kültürüne vakıfım sananlar bile o yemekleri çatallı bıçaklı yemekte beis görmezler, çubuk kullanma zahmetine katlanmazlar ve azıcık gece sarkmasın, doğru işkembeciye, oradan eve baklava seansına, dijestif babında; tuzluyu ayrı yemeliler çünkü, tatlıyı ayrı... Oysa Uzakdoğu karıştırır ekşiyle tatlıyı, aynı tabakta. Sofistike uygarlıklarda böyledir. Küçümsediğimiz Kuzey Afrika mutfağında da mürdüm erikli, kuru üzümlü kuzular, tavuklar; tajin derler... Yanında, kızarmış badem. Tatlıyla tuzlu da

Page 8: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

iyi karışır bak.”

“İnsanda da mı sence, tatlıyla tuzlunun karışımı makbuldür?” diye sordum ikinci yemeğimizde.

Ketçaplı mayoneze bulanmış avokadolu karidesini kaşıklıyordu:“En beğendiğim kızlar, hangi ülkenin kızları, bir tahmin et.”“İsveçliler mi? Yok, belki Ruslardır.”“Hiçbiri... İsveçliler memleketleri dışında hoş. Bizim burada

ayakları altına uçan halı sermelerine aldanma. Kendi kümeslerinde, öksüzler yurdunun evlatlıkları gibi hepsi bir tornadan çıkma... Sarıdan çok beyaza çalan kafaları, göz yuvalarında mavili yeşilli bilyeler, tam uzay filmi ambiansı. O upuzun boylar... Biteviyelik hissi kaplar içini, hatta klostrofobi, ben çok daralırım. Alçakgönüllülükleri, iyi yürekleri de belki bundandır. Sonra tabii, yağız kara bıyıklılara delirirler. Bir bizim aklımız yatmaz, o derece tiksinmişiz ki kendimizden! Sanılır ki küçük muhabirlerin asparagasıdır, Kuzeyli sarı kızlara yaz sonu ‘Türk erkeklerine bayıldık’ dedirtmek, ama işin doğrusu tam öyle; bayılırlar.”

Üçüncü ve son yemeğimizde, aynı konudaydık. Kim tuzlu, kim biberli, kimler kimyon, kimler safran.

“Kuzey kızlarını sevmem,” diyordu hâlâ. “Bana yüz verdikleri gibi köşedeki dönerciye de yüz verebilirler diye, ama sadece bundan değil. Aşırı doğallar. Otuzlarında yüzlerine ilk boyayı sürdüklerinde gör sen. Beceriksiz, demodemsi bir makyaj... Yapma şeyleri kaldıramayan kadınlar tipim olmaz. Çift kat pudra, dudak çevresi kalemle çizilmiş kadınlara bayılırım ben. Kuaförde tam gün geçirecek, saç renginden, oje renginden çabuk sıkılacak, kötü kalpli olacak, korselerle kıskıvrak sarmalanmış... Bu tipler bazen dev şirketleri, hatta kentleri parmağında oynatırlar. O parmakların tırnakları hep çift kat cilalı, katil ellerinin hep temiz olması gibi, çorapları gergin, üstüne parfüm sıkılmış.”

Çeto’nun anlattıklarından çıkardığım, ufku genişti, ama hayatının koşulları rüzgârlı ufkundan bir hayli sınırlı... Aklım

Page 9: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

yatmıyordu, gergin çoraplı, kötü kalpli, korseli bir vampir kadına kendini sevdirebileceğine, hatta dikkatini bile çekebileceğine.

“Bir de şu bizim kızlara bak...” diyordu, salatasına gereğinden fazla limon sıkmış gibi yüzünü buruşturarak. “Hele bizim meslektekiler! Hele alt kademe! Kazaklarındaki saç tellerini toplamaktan aciz, öylesine tembel. İsveçli kızlar kadar doğallık abidesi, ayrı janrda da olsa; kaşlar, dişler, saçlar, Allah nasıl yaratmışsa öyle... Üstüne bir iddia, bir tafra! Hem de çapkın herkesten; o şipşakçılık, o acele! Erkekler tüydü mü de, zırlamaca... Adam kaçar tabii, niçin kaçmasın? Kaçaklık da sonuçta bir duyarlılık alameti. Onca cazgırlığa rağmen, öte yandan bir odacıya dahi otorite sağlamaktan aciz... Buna karşılık, doğuştan muhasebeci, hesapçı. Neler tutabilir o küçük akıllar! Kadınlara özgüdür o, durmaksızın not tutmak, ağzına giren lokma, garsona bıraktığın bahşiş, falanca gün, filanca sokak köşesinde ağzından çıkan laf, ki sen çoktan unutmuşsun, hangi cümleyle tüm hayatını devirdiğin...”

Yemekler kadar kadınlar üzerine de bol teorisi vardı Çeto’nun, bir yerlere varmış her gazeteci gibi, o güne dek kimseden duymadığım teorisi de şuydu:

“Sorgu hâkimleri kadınlardan seçilmeli. Cesur bir adalet bakanının alacağı karar budur... Bak o zaman, ortada tek faili meçhul cinayet, tek faili kaçak soygun kalıyor mu.

“Kariyere hevesli kadınları hukukçu yapsınlar. Polis ve komiser hatta. Atacaksın kucaklarına belalı dosyaları... Narkotikmiş, fuhuşmuş. Erkekler bu konulara göre fazla dalgınlar, egoları dışında bir şeye ilgi duyana kadar... İçişleri Bakanı kadın olmalı, kesin; artı, tüm altındakiler. Adalet bakanı, avukatlar... Yargıç yapılamaz ama. İşgüzarlıklarıyla, cezalandırma içgüdüleriyle bahçede çamaşır asar gibi... Yok, o olmaz. Kana aşinalıklarıyla, o ölçüsüz kadın merhametsizliği! Ve tabii muazzam takıntılık eğilimleri...”

Bir sonraki konuğumun hem damak zevki hem restoranlarda

Page 10: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

ciddi tecrübesi vardı. Artı, kara ve deniz gezmişliği. İlk bakışta ideal bir yemek partneriydi. Ne ki, zenginlerle hep hesapta olmayan bir şey çıkar; o da telefonda bir dolu şart sayıyor, ilki de şu: “Şık bir restorana gitmeyelim, oralarda dekor, yemek, her şey uydurmasyondur, tabii bunları uluorta söyleyemem, sana da yazdırmam, sahipleri tanıdıklarım, mekânları gettolarımız. Rüküş olmaları daha hoş, avuç dolusu para döküyoruz ama hep eğlenerek çıkıyoruz, her şeyde kusur bulup bol bol gülerek.

“Dışarıda da zaten pahalı lokantaların hepsi azıcık böyle rüküş olurlar, zenginler kendilerini bir kez daha herkesten üstün hissetsinler diye.”

Kebapçıya gittik, Seza’nın macera duygusu ve ukalalığıyla.Okul arkadaşımdı, sekiz yıllık evli, doğduğundan beri işsiz. Ama

benzinini, berberini, diğer masraflarını kendi kazancıyla ödeyen kadınların yanında komplekslenenlerden değildi.

Üst üste üç lahmacun, bir patlıcan terleme ve acılı Urfa kebabı yedi.

Taze ve şımarıktı, okuldaki gibi. Hiçbir müdür, şef, patron tarafından kalbi kırılmamış, zirvelerde dolanırken ileride maruz kalabileceği yuhalanmaların kederini duymamış, otuz ikisinde bir kadın... Yaşadıklarından fazla, yaşamadığını sandığım şeyleri kıskanabilirdim, bilip hatırlamaya zorlanmadıklarını; komşu memleketlerin nehirleri, son üç dışişleri bakanının adları, dünyadaki kalabalık kentler, sıradağlar, ırmaklar, AGİK, BAB, COMECON, IMF, UEFA, CIA, Uzun Yürüyüş’ün tarihi, Berlin Seddi’nin yıkılışı, Slovenya’nın başkenti... Televizyon yarışmalarında ütü kazanan memureler kadar insanı esrarsızlaştıran tüm o gereksiz malumat.

Yolun başı dahi sayılmayacak on üç-on dört yaşlarımızda, o kendini beğenmez günlerimizde, elimizi terli avuçları içine alan oğlanlara fırlattığımız ıstırap, ihanet ve yabancısı olduğumuz tüm diğer konulardaki “şahane sözler”i toplayan kitabı Osmanbey Sander’den satın alırken, Seza, sadece kendi ihtiyaçlarını dillendirme kabiliyetiyle otoritesini kurmuştu, öğretmenler

Page 11: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

üzerinde bile.“Hocam hava limonata. Pencereyi açayım... Siz de şöyle bir

nefes alın.”“Felaket sıkıcı kitap canım, ne o böyle! Olmadı hocam!”Çetemizde hangi çocuklara yüz vermemiz, hangi filmleri

izlememiz gerektiğine o karar verirdi. Sen ne dersin lafı ağzından çıkmaz, aklını yoklamaz dahi. Bu tereddütsüz hâline hayrandım... Acıktığı, susadığı, sıkıldığı anları, kimi öpmek, kimi kırmak, kimi ağlatma istediğini çoğumuza yabancı bir tereddütsüzlükle bilir, vecizeler sözlüğünden tek cümle ezberlemezdi.

Sohbeti sınırlıydı oysa o zaman dahi, ama bunun farkında olmadığı gibi birlikteyken biz de onu değil, kendimizi sıkıcı bulmaya yatkındık.

Seza’nın esas silahı, tanıdığımız tüm kızlardan güzel oluşuydu, hiç değilse buna hepimizi inandırması.

Seza’dan ötürü, kadınların mankenler ve artistler karşısında harekete geçirdikleri nefsi müdafaayla, “Ama o şapşalın teki, beyni mercimek ağırlığında,” diyemedim hiç, bunu aklımdan geçirme lüksüne dahi sahip olmadım. Güzelleri aynı zamanda birer Nietzscheyen kahraman olarak görmek, ilk önyargıların betonlaştığı yıllarda Seza’yla arkadaşlığımdan kalan miras oldu.

Gene çok güzel. Gene sarışın, ama artık saçları beline inmiyor, kulak hizasında. Görüşmediğimiz zamanlarda da kilosundan, saçından, kıyafetlerinden haberdardım, benim yazılarımla onun fotoğraflarının basıldığı gazetelerden takip ederdim... Futbol kulübü başkanı kocasının sarı kravatları, keli, herhalde metresleri ve kısa boylularda kolay kabul gören bir hükmetme hırsı vardı, o güne dek kim bilir kaç engelli sınavdan geçmiş; her gece bir yerlerdeydiler. Seza içki içmiyordu, sigara da, bunların da genç ve güzel kalmasında rolü olmuştur.

Karşımda bir Madam Bovary arayıp durdum, sonuçta bulduğum sadece iştahlı bir kadın. Üç ayrı öğlen, üç ayrı hafta, üç kebapçı gezdik ve her zamanki gibi ilk o sıkıldı, Adana ve Urfa

Page 12: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

kebaplarından, sıcak künefelerden, benden, ama terk etmeye alışkın olanların cömertliğiyle, “Şimdi yerimi çok ilginç birine devredeceğim, yokluğum hissetmeyeceksin,” dedi. “Benim tarafımdan aradığını söylemeyi ihmal etme. Kurduğu şirket henüz üç ayı doldurmuş değil ama diğer halkla ilişkiler şirketlerinin çoğunu batırıyor, görüşmeyi kabul ederse gerisini o anlatır.”

D

Gazete, radyo ve televizyonda adı henüz hiç çıkmamış Fikri Bey, görüşmeyi niçin hemen kabul edip bana kariyerimin atlatmasını tepside sundu, merak etmedim değil. Belki aşıktı Seza’ya, sadece bundan.

Bir sonbahar günü, Yassıada açıklarında, helikopterle vardığımız Savarona taklidi yüzer restoranda ilk öğle yemeğimizi yedik.

Mekân açılalı birkaç ay olmuştu, duymuştum, ancak yazı işlerine böylesine pahalı bir mekânda her biri yarım maaşım bedelindeki yemeklere çatal ucuyla dokunmayı önermek aklımı yoklamamıştı. Fikri Bey telefonda, “Misafirimsiniz,” dedi, kabul ettim. Gazetecilikte rüşvete hayır diyemeyeceğim saat buymuş.

Yüzer restoranı görmek için sabırsızlanıyordum. Kulağımıza epeyce rivayet çalmıştı. Deniyordu ki, teknenin kıçında helikopter pisti vardı ve çevrede, yani denizde, pisti ıskalayan sarhoş pilotlar

Page 13: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

için düşünülmüş, yirmi dört saat suda yaşayıp vardiyalı çalışan, her biri birkaç dile vakıf kurtarma ekipleri. Onların arasında, 1994 Mart’ında Boğaz’da infilak eden Kıbrıs bandıralı gemiden atlayıp kayıp ilan edilen Filipinli mürettebat (mesela mendireğe çıkıp üç saat “Help” şarkısını acı acı çığırmış iki dumanlı hayalet). Filipinliler, basında iddia edildiği gibi kaybolmuş değillerdi, Yassıada’ya esir götürülmüşlerdi. Geçirdikleri şoka rağmen İngilizcelerini hatırlayan bu insancıklar artık sudan çıkmıyorlarmış. Esir oldukları için değil, korkunç infilak ve onu takip eden yangında kapıldıkları dehşet nedeniyle... Hatta artık bildiğimiz yemekler yerine denizdeki çiğ balıklar, midyeler, yosunlar ve çiğ martılarla besleniyorlarmış ve geceleri, kendilerini hiçbir dekorda yabancı hissetmeyen tek milletin evlatları Gipsy Kings sahnede gitar tellerini patlatırken, onlar da aniden, unutmak istedikleri ilkel, yani insani duyguların istilasına uğrayıp kendi dillerinde şarkılar çığırıyorlarmış, avaz avaz; o zaman gemi mürettebatı üzerlerine su püskürterek onları susturuyormuş.

O restorana nerelerden kimler gelmemiş. Tabii başta Prens Charles. Sevgilisinin kulağına en tuhaf sözcükleri fısıldamış modern prens, hep aynı kadınla, aynı fantazmayla... Sonra, onun çilli baldızı Sarah F... Kel Teksaslısıyla. Magazin, hatta kültür, hatta birinci sayfa dünyasından kahramanlar.

Cicciolina bir uçaktan, mavi ayısı ve fora memeleriyle, ülkesini hedef alan ambargodan sonra Çakıl’da İbrahim Tatlıses’in dublörlüğünü üstlenen Saddam H. bir başka uçaktan, aynı anda inmişler. Eski bir randevu vaadini onurlandırıp aynı locada yemek yemek üzere.

Bir diğer rivayet: Kendisini artık hiçbir karada güvende hissetmeyen, astım atakları sadece denizde durulan Salman Rushdie, bir öğle vakti, İngiliz korumalarıyla. Ve Rushdie’nin lokantayı terk edişinden yarım saat sonra, bir heyet... Kolalı beyaz cüppelerle, uzun entarilerle, heybetli burunlarıyla. Geç kaldıklarını idrak edince düştükleri hayal kırıklığı, Rushdie’nin masada çakmağını unuttuğunu öğrendiklerinde yeniden doğan umutları...

Page 14: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

İki gün tespihler döndürerek, gözlerini göğe dike dike bekleyişleri... Tabii nafile.

Duyduğumuz, aktardığımız, sabahlara dek dillerimize dolayıp asla yazmadığımız nice söylenti dolanıyordu böyle, orayla ilgili.İçerisi, geniş bir alan... Savarona’nın eşini düşünün, irili ufaklı

hücrelere, localara bölünmüş, öyle ki, ne giren geleni ne bir locadakiler diğer localardakileri görebiliyordu. Döner sahne yüksekteydi, her müşterinin ayrı ayrı göz zaviyesine girebilecek şekilde tasarlanmış; müzisyenlerin etrafa dağıttığı gülücükleri, mimikleri takibe alarak komşuların kimliklerini keşfetmeye çalışmak, müşteriler için en oyalayıcı oyundu.

Bir ticaret, turizm, psikoloji mucizesiydi mekân, hangi beynin ürünüyse. Orta hâlli ürkek turistleri kaçırtan Güneydoğu yangını, şehirlere sıçrayan terör, sokakları saran her kafadan farklı kılık furyasına karşı bulunmuş bir ekonomik panzehir... Kapalıçarşı’da tek halı, tek gümüş kaplama bilezik seçip satın alana kadar esnafı canından bezdiren otobüsler dolusu turistin bıraktığı dövizin iki mislini kazandıran bu süper lüks restoran vizyonunun hangi 2. Özal’dan çıkmış olduğu bilinmese de, basının tamamı, dillendirilmemiş bir vatanperverlik şuuruyla, istişarede bulunmadan, salt telepatik iletişimle, restoranla ilgili hiçbir bilgi, söylenti yayınlamama, memleketin ekonomik kurtuluşu için eldeki tek dalı kesmeme kararı almıştı.

Hangi gazeteci böyle bir mekâna davet edilir de istemem der?Fikri Bey’in kiraladığı helikopterle bir sonbahar günü saat

13.00’te -ve bu benim için uğurlu bir işaretti- yüzen restorana vardık. Bende de eksik olmayan vatanperverlik şuuruyla, bu noktadan sonra gördüklerimi, yediklerimi kendime saklayıp Fikri Bey’den duyduklarımı aktarmakla yetineceğim.

Fikri Bey beni öylesine etkiledi ki, çabucak, yüzen restoran fikrinin ondan çıkmış olabileceğini düşündüm. Bu tahminimi tabii onunla paylaşmadım, hak ettiği asgari incelikle...

Fikri Bey -ki bir insan adının hakkını ancak bu kadar verebilir- o

Page 15: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

gün lafı dolandırmadan ne tip bir şirketin başında olduğunu anlattı, hatta bu şirketin adını da gizlemedi.

“Bakınız,” diyordu, bana hiç yabancı gelmeyen ama nereden hatırladığımı, niye bunca özlediğimi çıkartamadığım bir girizgâhla. “İslamcılar bizi Batı taklitçiliğiyle suçluyor, niçin haklı olduklarını kendileri de tam bilmeden... İmparatorluğun sonsuz arazileri ve Rum garsonlar uçup gittikten sonra elimizde kalan belki en büyük servetimizi, yazıya dökülmemiş ama asırdan asıra, mimiklerle, jestlerle, genlerle aktarılmış bir bilgiyi devreye sokmak gerekiyordu. Nedir bizim büyük cevherimiz? Bizi biz yapan şey? Her yeni neslin hayattaki en büyük sorusu bu değil mi; bu olmamalı mı?”

Fikri Bey’in bahsettiği, toprak altı definelerimiz, Topkapı Sarayı’nın envanteri değildi. Bunlar nihayetinde hep ölü şeylerdi... Fikri Bey onların arkasındaki belki donmuş, ancak üstün bir gayretle canlandırılabilecek teleskopik hayat hücresiyle ilgiliydi. Dinozor kalıntılarında canlı hücre bulmaktan vazgeçmeyen inatçı jeologlar gibi... Bu muhteşem imparatorlukta kini, hasedi, şehveti tanımışların; sarayları, Sultanahmet’i, Selimiye Camii’ni ve diğer şaheserleri düşleyip taş diline tercüme etmişlerin onca asır dayanmalarına yardım etmiş sırla ilgiliydi. Ki her sır gibi, bu da onun nezdinde bir sanattı. Ölmüş bir sanatı, bir ölmüş dili diriltmekten daha heyecanlı ne olabilir? Şirketinin adını da bu coşkusunun aynası kabul edebilirdik: “Okşama Bilgisi Diriltme ve Çağdaşlaştırma - Kaybolmuş Güveni Yeniden Kazanma Şirketi.”

Page 16: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

D

FİKRİ BEY, bahçelerimizde çok meyve vermiş ancak sonradan kurumuş ağacı diriltmek için yanında yüz kişilik bir ekip çalıştırıyordu, vardiyalı; yüzü aynı yaş grubundan değildi.

“Çok yaşlı bir eski bakan ve başbakan yardımcımız var, birçok organının kontrolünü yitirmiş olsa da beyni hâlâ saat gibi, bizi ilgilendiren de bu. Sonra gün görmüş bir Rum matmazelimiz, uzun ömründe hep aynı aileye hizmet vermiş ve peş peşe birkaç nesil büyütmüş; birbirine isyankâr, apayrı hedeflerde ve imanlarda: Müslüman, koyu Kemalist, koyu Guevarist, mühendis, kemancı, haylaz... Birbirini beğenmez, fötr şapkalısından, kulak memesi çift delikliye, bu nesillerin belki tek ortak noktası, bizim Rum matmazelin tatlı azarlarıyla büyümüş olmaları.”

“Bir ufaklığımız var, anne babasını ve iki kardeşini şöhretli bir trafik kazasında kaybeden (lüks kamyonet içindeymişler ve doğruymuş, tüm aileyi tek vasıtaya bindirmenin ekonomik olmadığı). Facia sonrasında teyzesi ve eniştesinin sahiplendiği, on üçünde bir evladımız. Teyze Hanım öksüz yeğeninden azıcık olgun bir delikanlıya kaçtığında, çocuk gene sahipsiz kalmıyor. Hâlâ eniştesinin yanında, onun himayesini ebediyen kazanmış, hatta adamın evleneceği yeni hanımın gözbebeği olmuş. En genç üyemiz

Page 17: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

o; okulda hep birinci.“Kolay başarılacak şeyler değil bunlar... Hayatla ilgili ayrı bir iç

bilgi, altıncı, hatta yedinci his, tetiktelik hâli, aynı anda da teslimiyet ister; ileri beden çalışmalarında kaslar neredeyse lapa gibi bırakılırken içten içe fikriyatla güçlendirilmesi gibi.”

Tecrübeleri, Fikri Bey’i şöyle bir sonuca götürmüştü:“Hayatı dipten anlamak, yaş, cinsiyet, meslek, hatta zekâ

meselesi değil. Müzikteki gibi, önce kulak gerek... Uzaktan gelen fırtınaları, hoş meltemleri ayırt edebilecek bir kulak. Kedilerin depremleri ve bir ölümü henüz yola yeni çıktıklarında, tüm bilim insanlarından önce hissetmesi gibi.”

Fikri Bey hiçbir elemanına sekiz saat mesai yaptırmazmış. Sadece küçük sekreterleri o şekilde çalıştırır, fikirler bulma konusunda ise şu prensipten hareket edermiş: İcabında yorgan altında miskince, bazen gün boyu gerinmek ve esnemek gerekebilir. Zamana döviz, lira, gayrimenkul muamelesi yapmamak, boşluğa, işe yaramazlık duygusuna ve paniğe yuvarlanmadan tavanlara bakıp sinek saymasını bilmek, çürük dişiyle veya başka şeyiyle oynamak, hayata karşı ilgisiz kalmak demeyelim de, hayata karşı bir verev bakış edinmek, aşırı gaza basmadan; çok da sinema, tiyatro, modern bale ve progresif caz konserine gitmemek, çünkü Karaköy’e gitmek istediğinizde Karaköy dolmuşuna binmek en akıllıcası olmayabilir.

Fikri Bey’in yanında, kendimi bir guru bulmuşum gibi hissediyordum.

Hiç bitsin istemesem de, o yemek de, güzel şeylerin hepsi gibi bitti. Aynı restorana bir daha dönmedik. Aramızda sahte Savarona’nın lafını dahi bir daha etmedik, bu tavrı betonlaştıkça konuyu açma cesaretini ben de kendimde bulamaz oldum. İlk buluşmamıza dair ne bir gönderme ne bir hatırlatma. Belki bir psikolojik taktikti bu. Konunun üstüne mevsim tozları serperek, oraya gidişimizin katiyet kaybetmesini, çaydanlık dumanına

Page 18: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

dönüşmesini bekliyordu belki, ki tabii eski nargileler dünyasında, en olmayacak şey de değil.

Defalarca görüştük; artık daha klasik lokantalara gidiyoruz. Buna karşılık ofisine hiç götürmedi. Çok merak ettiğim yüz kişilik ekibi (içinde şairlikten dönme reklamcılar, imamdan dönme çapkınlar, filozof taksiciler de varmış), Türkiye’nin kaderiyle oynayan her sınıfa, her yaşa mensup insanları sadece anlattıklarıyla tanıyabildim. Vizyonunu korumaya kararlıydı. Düşmanlardan, rakiplerden, memleketin iyiliğini istemeyen tüm yerli, yabancı güçlerden, tacir takımından ve hayalcilerden, çökmüş Sovyetler’i tabiri caizse yeniden inşa eden müteahhitlerden, bıyığıaşağıdalardan, bıyığıyukarıdalardan, ayna gibi tıraşlı yüzleriyle cümle bıyıklılardan daha gaddar kılsız gangsterlerden. Kendini korumak istiyordu. Hepimiz gibi. Mümkün olduğunca uzun süre, yani aslında çok az. Hiç değilse korur gibi yapmak.

Her proje için yüzlüsü arasından ayrı ekip çıkarıyormuş. Diğerleri, yani seçilmeyenler, maaşlarını almaya devam, miskince sineklerini, balıklarını avlıyorlardı, yeni bir göreve koşturulmayı beklerken. Projeye göre grup kurmasıyla, bir bakıma, yıllardan beri varılamamış, hiçbir yönetimin (siyasi partisinden apartmanına) ulaşamadığı mutabakatı, zamane terimle sentezi yakalamıştı. Diyordu ki, “Herkesin benzerini anladığı ne malum? İnsanı esas uzaklar ve uzaktakiler, kendine benzemezler ilgilendirmez mi?”

Page 19: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

D

FİKRİ BEY, teorilerinin bolluğuna rağmen, pratik uygulamayı her şeyden çok önemsiyor. Kurduğumuz taze ahbaplık çabucak belli bir noktaya dayandı:

“Diyelim, önümüze bir müzik menajerinin dosyası geldi,” dedi bir öğle vakti, kızarmış sebzelerimizi naneli yoğurt kabına daldırdığımız Hint lokantasında.

“Yeni bir proje. Menajerimiz toy değil ama işi bitik de sayılmaz. Ne fiziken, ne yeni beklentilerle kendini aldatma potansiyeli açısından. Ancak yorgun... Sil baştanlardan bıkmış. Mesleğini artık popüler, adı tüm şehir ve kasabaların umumi helalarına kazılı şarkıcılardan birinin yanında sürdürmeye hevesli, çünkü hevessiz yaşanamaz. Hayatını o tavşan dişlinin hayatına yaslamak, karşılığında ona yeni yollar çizip birkaç yeni taktik vermek istiyor. Eldeki malzememiz bu.”

Memleketin yarısının kendini sahneye şarkıcı olarak atmayı, diğer yarısının menajerlik yapmayı hayal ettiği bir dönemde, çizdiği, neredeyse bir robot portre sayılabilirdi ve belki Fikri Bey’in, özel Millet Meclisi’ne beni de katmak için önüme koyduğu bir çeşit sınavdı bu.

“Danışman grubumuzu kurarken nelere dikkat edeceğiz? Öncelikle, ekibi bir şovbiz ordusuyla doldurmam. Öyle yaparsak, kimselere laf sırası gelmez.

Page 20: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

“Tecrübeye inanırım herkes gibi, ama egzotik tecrübeye.“Hadi hatırınız olsun, meslekten birini de grubumuza alalım.

Ancak şu anda iş yapan biri olmasın. Eski bir menajer seçmeliyiz. Bir adam ki, artık emekli, hayli yalnız kalmış olsun. Elinde ne imkân ne kıymet... Başarılı emekliler full of hasettir, yemeklerinin püf noktasını vermeye kıyamayan ketum aşçılar gibidir... Milyarderlere ‘nasıl zengin oldum’ gibi kitaplar yazdırmak düşünün ne saçma!

“Ama ötekiler var, çok şükür. Yenik Kulüp’ün üyeleri. Gücünden bihaber kalabalık. Arkasız kalmış küskünler vâkıftır, başarının sırrına. Düşünmüşlerdir çünkü, yüz kez, bin kez, hayat grafiğinde niçin deniz seviyesinin bunca altında kaldıklarını. Berbat ettikleri her şeyi kafalarındaki videoda tersinden de makaralayarak. İlla bulacaklar: Nelerdi hedefe giden sade, kolay jestlerden onları alıkoyan? Hangi şımarıklık, hangi ihmal veya şanssızlık, hangi disiplin eksikliği veya gevşeklik? Bunlardan teki mi, hepsi mi? Loşluklarda ve tüm ışıklarda, aradıkları budur; o mecnun isteseler de hâli saklayamazlar... En tatlı sohbetin ortasında, ordan burdan konuşulurken, tabii ve gayri tabii felaketlerden, ötekilerden, berikilerden -insanın takıntılarından sıyrılıp dünyayla barış anlaşması imzalamak istediğinde yaptığı gibi- bunlar gene lafı döndürmüş, kendilerini kemireni anlatmaya koyulmuşlar. Tek konulu beşerler. Herkes konularından haberdar. Ne demek haberdar, herkes artık onları ezberlemiş. Dramın tüm duraklarını, fasılalarını. Gelsin fısıltılar... ‘O gün mektubu postalamaya üşenmiş, ardından hayatı çorap söküğü gibi gitmiş.’ ‘Patronun gününde, herkes elinde armağanıyla gelmişti. O da... Ama o, herkesten geç. Kahveler ve yanında ahududu, mandalina likörleri servis edilirken’... ‘Herkes gol cepte diye bakıyordu. Karşı taraf, seyirci, spikerler. Top kalenin üzerinden uçtu uçtu, bulutların arasında kaybolup kâğıttan uçak oldu.’

“Birbirine benzemez nice hikâyenin tek ortak yanı, nakarattadır: O günden sonra her şey bozuldu, daha da düzelmedi.”

Page 21: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Dünyanın belki en kısa, en acıklı şarkısı: “O günden sonra her şey bozuldu\ daha da düzelmedi.”

Page 22: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

SONRAKİ yemeklerimiz, Fikri Bey’in hayal diye sunduğu, benim gerçekten çalışıldığını düşündüğüm “müzik menajeri” dosyasını yakından tanımakla, dosyanın hazırlanışında benim de katkım varmış, her tür bilimsellikten uzak yöntemlerle de olsa hususi özenle seçilmiş yurttaşların yüz birincisiymişim gibi, coşku içinde geçti.

Kendisine yeni bir kader dikmeye hazırlandığımız menajer, acaba Fikri Bey’e sevimli geliyor muydu, bir merak ettiğim nokta da bu, ancak Fikri Bey müşterileriyle ilgili şahsi izlenimlerini paylaşmaya yanaşmazdı; belki onları birer sorun yumağından başka türlü göremediği için. Hoş, doktorların çoğunluğu gibi biraz: Hastasının arızalarına duyarlı, tamamına kör.

Özel janrda bir tür doktor sayabileceğimiz Fikri Bey’in tutkusuz anlatımıyla hayatıma giren ilk müzik menajeri Hüsamettin Bey’i (ki bu, Fikri Bey’in ona verdiği herhalde tamamen uydurma bir addı), kelliğiyle, kumarbazlığıyla, sadece geniş kitlelerin iştahını kabartan şarkıcı hanımlara arzu duyuşuyla, rakıya ve viskiye değil, biraya merakıyla, yedi ayrı kadından üç çocuk ve bir köpek edinmiş olmasıyla, hiçbirinin sorumluluğunu omuzlarında hissetmeyişiyle, taraklı ayaklarını yukarı doğru kıvıran, uçları sivri metalden çizmeleriyle, deri montunun verdiği evde kalmış kovboy havasıyla, cana yakın buluyordum.

Ellisinde yeni bir başlangıca kalkışacak kadar iyimserdi.

Page 23: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Yaşadığı şanssızlıklar iyimserliğini yok edeceği yerde daha da tahrik etmiş gibi... Belki tek istediği şuydu: Hayat, geceleri kapısını ittiği, can sıkıcı tüm anıları süpürmeye muktedir kumarhanelere benzesin. İşte benim ilk teşhisim.

“Emine, biz böyle haftalık, aylık dergilerdeki analizlere girişmiyoruz,” dedi Fikri Bey.

“Yüz kişilik ekibimizde birkaç psikoloğa yer açmışsak, bunu mesleki bilgilerine değil, şahsi hikâyelerine borçlular. Müşteriyi hasta, vaka olarak ele almaya yanaşmayan bir bakış bizimkisi. Her şey, her an, herkes için mümkündür ilkesinden yola çıkıyoruz. Sıfır kilometre başlangıçlar, huy, kader, eş, meslek değiştirmeler, yeni bir cinsiyet, yeni bir çehre, ve hepsi süratle. Senaryonun beğenilmeyip baştan yazılması gibi. Sanatın ve Allah’ın varlığı misali; ya inanırsın ya inanmazsın. Karakter tahlilleri bizim alanımız değil. Buna daldın mı, on yılda işin içinden çıkamazsın, oysa ömür dediğiniz ne, hapşırıp sümkürene kadar buyurun çıkış kapısına... O çılgınca kendini tanıma hırsı, Garp yaklaşımı değil mi nihayet? Kendi peşinde koşmaktan kimseyi, hiçbir şeyi göremez hâle gelirseniz ne olacak? Bizim hedefimiz, kendini avuç içine almaktan çok (mümkünmüş gibi), katil ile velinimeti zamanında ayırt edebilmek. Böyle bir zihinsel ayıklık, salt psikolojik tahlillerle olamaz. Tek uzmanın nasihatlerine değil, ufak bir millet meclisinin tecrübelerine dayanarak verilmeli mücadele.”

Öğle yemeklerimizde çoğunlukla o konuşuyor, projelerini açıyordu. Bıraksalar, neredeyse ülkede herkesi dosyalamaya hazırdı, sıkı bir vergi sistemi getirebilmek için mi, hayır; insanların kaderlerini, topluca değil, tek tek, özel Millet Meclisi’nin çalışmaları sayesinde değiştirebileceğine inanarak.

Buna karşılık, önceki yemek arkadaşlarım Çeto ve Seza’nın aksine, yediklerimiz üzerine tek söz etmez, soğan ile sarımsak arasındaki farkı ayırt etmekten sanki aciz -hiç değilse o havalarda-, damla alkol içmeye yanaşmaz. Belki bu yeşilaycılıktan ötürü, en olmayacak şeyleri anlattığında dahi bende kuşku uyandırmamayı başarıyordu.

Page 24: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

“Müşterinin esrarını çözmüyoruz, zaten çözülebileceğine inanmıyoruz” diyordu, sürahiler dolusu suyu devirerek. “Diyelim tamamen rastlantı sonucu, irademiz dışında çözüverdik: Yani bu sır artık uluorta önümüzde, gözlerimizi yakıyor; o zaman dahi görmezlikten geleceğiz.”

Müzik menajerimiz kumarbaz Hüsamettin’i, biz, hayatın sonraki duraklarında da aynı iniş çıkışlara, hatalara mahkûm, neredeyse mekanik bir oyuncak olarak görmüyorduk.

“Psikoloji ağırlıklı Amerikan filmlerinden farklı çareler sunabilmeliyiz. O da dünkü delikanlı değil. İnsanların sandığımızdan dayanıklı ve sandığımızdan kırılgan olduklarını unutmamalı. Önce buna gayret edin.”

Gayret ediyordum.Ne ki, merakım baskın geldi. Ulusal bir meclisin yüz birinci

ferdi olmayı hak etmekten uzak, önce gazetecilik refleksleri ve deformasyonu devreye giren biriydim.İki haftada şehrin tüm otel kumarhanelerini gezip Hüsamettin

Bey’i buldum, hatta esas adını öğrendim, bunu Fikri Bey’e itiraf etmesem de.

Page 25: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

GEZİMİN daha ilk haftasında ben de kumara alışmıştım.Gazetecilikte “katır tepmesi” dediğimiz, başka mesleklerde de

rastlanır. Katır tepmesi, sonuçta, narkotikçi polisleri satıcıya çevirir, esrar avcısı kurt köpeklerini müptelaya, ahlak komiserlerini şehvet kurbanına, doktorları hastaya, alıcıları vericiye, bilmişleri unutmuşa, kazanmışları kaybetmişe. İtfaiyecinin, içine girdiği alevlere kendini kaptırmasıdır, bir yerde.

Ben de daha ilk adımda, ilk görüşte, kumarhanelerin her şeyini sevdim. Zengin dekorlarını, ki hiç asil değildiler... Kumarbazları deli edecek derecede zengin. Ani, sabırsız, yaldızlı, aynalı, camlı, ama dışa değil gene içeriye dönük, içerideki evreni tekrarlayıp çoğaltan camlardı bunlar. Ve doğadan en uzak renkler. Sinema, hatta Hollywood renkleri: Turuncular, pembeler, uçuk morlar, ki uçmaya hazırdılar her an, paralar ve çipler gibi, size doğru. Gardırobunuzda ve evinizde zevksiz gelecek, orada misafirperver, sadece iyi işaretlerle dolu renkler. Ve makinelerin zilleri... Çocuk trenlerinin, bilgisayar oyunlarının zillerine yakın; garlardan kalkan trenlerin, okulların, doktor muayenehanelerinin zillerine uzak.

Hep arayıp da bulamadığım mükemmel aileyi orada bulduğuma

Page 26: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

kanaat getirdim. Geleceksiz bir aile; sorunsuz, sorumluluksuz. Beladan arınmış... Ne bağlılık ne bağımlılık. Burada tek halis takıntı, kumara tutkuydu, onun dışındaki muhabbetler hafif bir sepetin içinde, hayatta olduğunun aksine. Orada, yani hayatta, değil ailenizle, iş yerinizin bekçisiyle dahi her şey nasıl gerginlikle yüklüdür. Bir selam dahi. Almadı, aldı, vermedi, verdi, dalgaya düşüp kusur mu ettim; bir kapı bekçisiyle her gün merhabalaşacak kadar kendimi zora sokmak istemedim mi sandı, bu yüz ekşitiş, bu nemrutluk ondan mıydı?

Casinoda, otomobil kullanır gibi tek başına oynanan, paraları tatlı bir şık şık şık sesiyle döken zilli makinelere değil (Stendhalyen rulet masalarına da değil), black jack’e takıldım. Tabureler bar tabureleri gibi yüksek, masa bar tasarımına yakın olduğundan mı? O özel barın ardında, hayatın hiçbir bilmecesini çözmeden kumarın sırlarını çözmüş güler yüzlü, hepsi bir kılıkta genç krupiyeler (shuffeld time’larda onların da hayatları hakkında bilgi kırıntıları ediniyorduk, hem vakti hem heyecanı öldürmek için).

Çoğu öğrenciydi, kimileri gayet parlak; mimarlık masterını Amerika’da yapmaya hazırlananı vardı, hukukta, İngilizce edebiyatta okuyanlar... Hepsi kumar İngilizcesine hâkim, no card, surrender ve too many’lere. Hele, krupiyenin ağzından çıktı mı, oyuncuların kulağına nasıl müşfik gelen o toooo many’ler! Kızlar dikkatlice boyanmış, ne eksik ne fazla; zaten dişlerindeki de gençliğin beyazıydı. Elleri titizlikle sabunlanıp kremlenmiş; tırnaklarda mevsim ojeleri. Dünyada en üflenmiş, büyüler yapılmış ellerdi belki bunlar. Yanda, yüzleri gene bize dönük, ayakta dikilmeyip de oturmuş, diğer hakimler gibi yükseğe tünemiş, krupiyelerin ve bizlerin, o an gözümüzde en fazla gerçekliğe sahip dünyanın hakemliğini yapan gençler... Sadece oyunun değil, nezaketin de kurallarına vakıftılar ve genellikle iki masaya birden gözcülük ediyorlardı.

Krupiyelerle genç hakemler, çoğunluk, kendilerini kumara yabancı bilirdi –ya da böylesini iddia etmek kolaylarına gidiyordu-

Page 27: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

ya da bize öyle görünmeleri gerekliydi ve dillerinde, tavırlarında hep şu vardı: Bizim için bu sadece bir gece mesleği, yani sizler için olduğu gibi bir ayin değil... Halbuki, başka üniversiteliler kahvelerde memlekete görülmemiş kılıflar dikerken, uzak müzikleri keşfederken, iddialı filmler izleyip sinemaların arka kapılarından kibirli edalarla çıkarken, gençliğe mahsus ciddilik ve tutuculukla şişkin nutuklar atarken, ve nihayetinde televizyonu çoktan kapatıp uykunun ara katlarında turlarken, bizim krupiyecikler, fakülte kantinlerinde ve hamburgercilerde değil de şu ihtiras mağaralarında çalışmanın, seher vakti topukları pişmiş, belleri kitlenmiş hâlde, gülücüklerle iskambil kağıdı açmaya devam etmenin (tatlı para karşılığı dahi olsa), kumarbaz bir yaşam tarzı olduğunun ayırdında değillerdi. Ya da belki bunu henüz kendilerine kondurmak istemiyorlardı, ya da genç cesaretlerine cesaret veya uyanıklık denebileceğini henüz tahmin dahi etmiyorlardı.

Krupiyeler, oynayanlara sevimli gelirdi, genellikle hepsi, en şansı açık bilinenler, kasaya geçince masayı mutlaka süpürenler bile; ameliyatta sizi yarıp sakat, hatta cansız bırakması da muhtemel doktorlara nasıl hayranlık ve güven kredisi açılırsa, öyle; belki biraz da minnetle, eşsiz bir heyecanı yaşattıkları için.

Göğüslerinde adları yazılı madeni plaketleri, şahsi servetleri, silahları ve en büyük açıklarıymış gibi taşıyorlar; biz onlara sahte olup olmadığını bilmediğimiz bu adlarla hitap ediyoruz.

Bazen aynı kumarhanede iki Murat, iki Filiz ya da iki Aykut oluyor. Her birinin farklı bir kâğıt açışı var, kendine has, insanın biraz kimseninkine benzemeyen bir imzası, ağlayışı, yürüyüşü olduğu gibi. Kimi yandan çarklı, kimi ağır aksak (Asyalı kızların sekerek yol alması tarzında), kimi ürkek, kimi uçucu, kimi acemi, kimi iş bitirici; nazlı ya da göz boyayıcı... Bu kart açışlarında, içimden, geleceklerini okumaya çalışıyorum, el falı dedikleri bu mudur?İkinci haftanın bitiminde, kumarhane gezilerimin esas amacını

neredeyse tamamen unutmuştum ki Hüsamettin ortaya çıktı.

Page 28: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Tek başınaydı. Saat 02.00 küsur, vampirler saatini aşmıştık. Onu hemen tanıdım, ki bunda Fikri Bey’in tasvirciliğinin muhakkak payı vardı. İlk başta insana düz, hatta buz gibi gelen bir anlatım gerçeğe bu kadar yakın olabilirmiş.

Grand Hotel’in bodrumundayız. Beş altı gün önce, şehirdeki tüm otel kumarhanelerini turlamış, renkleri, şansı, servisi, krupiyeleri en hoşuma giden Grand Hotel casinosunda kök salmaya karar vermiştim.

O akşam gazeteden erken düştüm.Haftalık yazımı bilgisayarda üç kez kaybettiğimi, bir kez rakip

şirkete gönderdiğimi sanıp mesleki via dolorosa’mı katettikten sonra, ekonomi servisinden geçmiş, okul tiyatrosunda birlikte figüranlık yaptığım oğlanın şimdi borsada başrole çıktığını -ben gazetede hâlâ figüranlıktayken- öğrenmiştim; hayatımı doğru otobanda sürüyor muyum, yoksa yanlış istikamete mi saptım gibi, kendinden eminleri asla yoklamayan, beni ise duyduğum her yeni haber ve dedikoduda, her şarkıda, gördüğüm her filmde bir kez daha kemiren sorularla kahrolmuş, “Sizce dolar kaça çıkacak?” gibi nicedir herkese dert olmuş (ve herkese ayrı nedenlerle, benimkisi kumarhane çiplerinin dolarla alınmasıydı) soruyu da sormuş, tek dert savar olarak çantamı toplayıp kapağı kumarhaneye atmıştım.

“Bizim başkana göre, tüm ömürler, en muzafferleri dahil, kederle biter; kimse bundan kaçamaz,” dedi Fikri Bey. O benim guruma dönüşürken sayın başkan da onun gurusuydu. Birçok organı kontrolünden çıkmış olsa da kafası hâlâ saat gibi işleyen yaşlı siyaset emeklisi... Fikri Bey, ofisteki her yeni dosya mutlaka en az bir kez ona sunulsun isterdi.

Gurusu tarafından ikna edilmiş, beni de ikna etmeye uğraşıyordu:

“Alkışa doyulabilir sanırsınız, yanlış. Bir burun kıvırış, bir görmezlikten geliş, tüm alkışları süpürür. Suyun bile hafızası varken, zavallı insan ruhunda başarı hafızası yoktur. Bir kez

Page 29: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

‘Başka adam mı kalmadı?’ ya da ‘Gençlere sıra gelmeyecek mi?’ sözünü duymak, varlığınızın bir kara orman, bir Çin Seddi gibi algılandığını görmek, sadece düşmanların değil, çocuklarınızın da sırtınızdan ittiğini, bu gidişe hazırlandığını, hatta bunu hayal ettiklerini anlamak... Buna hayattan kovuluş denir ve cennetten kovuluş onun yanında hafif kalır.

Başkan şu itirafta da bulunmuş: “Yıllarca basına burun kıvırmış olsam da değil mi ki şimdi sana kapımı ardına kadar açtım, hayatımın panoramasını sermek için kimseye açılmadığın kadar açıldım, artık ben bu geveze adamım. Önceki ketum, kibirli adam da var tabii, ama derin uykuda... Yeniden ağırlık, inandırıcılık kazanmak için, gitmemi bekliyor. O dahi.”

D

AKŞAMIMIZ genç. Vampirler henüz kendilerinden bihaber. Masada sadece Bayan Melisa var... Hakkında az şey biliyorum o sıralar, sonra gereğinden fazlasını öğrendim; bu konuda ortasını tutturmak zor. Kuş soyundan gelme kadınların içe kıvrık tırnaklarıyla, sigaracı sesiyle, iskambil okuma gözlüğüyle (kalın ve füme camlı), elli, altmış, yetmiş yaşları arasında bir yerdeydi, ancak yaşa belki en az kumarhanelerde ehemmiyet verilir. Bir ara (ama hangisi), eminim hoş olmuştu, erkeklere vakit ayırmıştı, belki

Page 30: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

vaktinden fazlasını, ama şimdi ve sanırım çoktandır, sadece iskambillerle oyalanabiliyordu.

Grand Hotel’i belki öncelikle Bayan Melisa’dan ötürü seçtim.Kumarbazlığı monotondu, tedavisiz tutkuların çoğu gibi. Dokuz

ile beş arası, gününü Karaköy’de, otuz yıldır çalıştığı şirketin battaniye ticareti yazışmalarının arasında geçiriyordu. Avrupa’nın Slav tarafıyla yazışırdı ve orada, yani Karaköy’deki tozlu apartmanın üçüncü katında, Lehçesiyle Almancasını kullanırdı. Rusçası da vardı, Türkçeyi öğrenemeden toprak olmuş eski dadısı sayesinde.

Karaköy paydosunda, önce eve uğrar... Annesinin, ilaçlarını alıp almadığını, yardımcısıyla birbirlerine ne ölçekte eziyet ettiklerini denetlemeye gider. Düdüklü tenceresinde bir şeyler pişirir, çünkü âlem internet otoyollarına geçmişken, annesi ile Huriye Hanım düdüklüye, asansöre, mutfak robotuna hâlâ güven duyamayan, facia beklentilerinden haz devşiren eski tip insanlardı. Hayallerinde, dillerinde hep, duraklamayı ihmal edip apartmanın damını yararak göklere fırlayan asansör kabinleri, yaylarından boşalarak salon camlarını indiren, karşı kaldırıma geçip karşı apartmanın açık penceresinden içeri dalabilen düdüklü tencere kapakları, bulaşıklar arasına gizlenmiş parmak ve el götürücü sinsi robot bıçakları; bir bakıma gün boyu izledikleri Amerikan televizyon senaryolarının azıcık daha ilkel biçimleri... Güney ve Kuzey Amerikan dizilerindeki karmaşık ilişki düğümlerini çözmekte de uzmandılar zaten, konsültasyon hâlinde, televizyon karşısında en az ekrandakiler kadar konuşarak, böyle dedi, hayır demedi, demediyse de hissetti, onu seviyor, hayır sevmiyor: Demokrasi böyle de oyalayıcı bir şey.

Düdüklü tencere, annesini ve Huriye Hanım’ı bir kez daha mahcup edercesine masumca öterken, Madam Melisa duşa girip çıkar, saçını tararken televizyon kanallarındaki gece programlarını sorar. Evdekilerin sıkılmayacağını bilirse bu akvaryumdan kaçtığında daha rahat oynamayı, hatta kazanmayı hak edeceğini umarak. Azapsız koşmak için Grand Hotel’e.

Page 31: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Hangisi hayatın hakiki ritmi?

Madam Melisa’ya yaklaşmak birkaç özellik gerektiriyordu ki aslında bunlar tek başlıkta toplanabilirdi: Yeşil çuhalı masalara karşı sabit bir alaka. Kumar sıtmasından ipuçları... Etyemezlerin, sigara içmezlerin, eşcinsellerin ve diğer birkaç grubun neşede, acıda, kalabalıkta, hatta karanlıkta birbirlerini çabucak tanıyabilmesi gibi, oyun hastalarının da birbirlerini seçmesi zor değildi.

Kırk yılda bircileri, ayda bircileri, sık gelseler de tutkularını zapturapta alabilenleri, etraflarına çizdikleri hayali tebeşir dairesini aşmayan, burada güzelce vakit geçirip masadan barışık (kendiyle ve dünyayla) kalkanları, gece ortasında saçı dağılmış, ağzı burnu irileşmiş olmayanları adamdan saymaz, kalın camlı füme gözlüğü ardından görmezdi bile.

Yolumun buralara pek dolaylı yollardan düştüğünden habersiz,

Page 32: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

sanırım aynı masada sık karşılaştığımızdan ötürü, bir de aynı saatlerde, yani aşağı yukarı genel paydosta kalktığımız, yani benim dahi dikkatimi yeni yeni çeken kumara yatkınlığımı hemen teşhis ettiği için, bana pozitif sinyaller çakıyordu. Turistlerin amatörlüğünden, acemi krupiyelerin hesap bilmezliğinden yakınmasına ortak ederek, burada bana da birilerini küçümseme, beğenmeme hakkını tanıyarak... Başımızı beraberce sağdan sola tiksintiyle salladığımızda, kendimi bir aileye kabul edilmiş hissediyordum. Bayan Melisa’nın beni bu denli kolay kabullenmesi, sonraki gelişmelerde de rol oynayacaktı.

O akşam, “Çöl mü burası?” dedi füme camları ardından. Sanılır ki sadece zenginlerin gevezelikle kaybedecek vakti olmaz. Bayan Melisa, bu teoriyi de tersyüz ediyordu.

Boş masada yanımdaki iskemleye geçti, ki bu, insanlıkla sözlü alışverişe (mesafeli de olsa) hazır demekti. Yok, hiçbir selam kelam lütfetmeden oturmuşsa, hele son iskemleye yerleşmişse, ki onun vardığı saatlerde hemen her iskemle boş olurdu (ve son iskemlede, sadece kendi şansınızla değil, tüm masanın kaderiyle de oynarsınız), krupiyelerden başkasıyla göz göze gelmiyorsa, o gün kâğıttan papazlar, kızlar, delikanlılar ve as dışında kimseyle herhangi bir iletişim arzu etmediği anlamına gelirdi bu.

Tenha akşam saatlerinde, krupiyemiz bir Batı tarikatının rahibi edalarıyla, jestlerinin dramatik hakkını vere vere kâğıtları kararken, Bayan Melisa, komşu masada krupiyeyle kader düellosuna çıkmış adamı işaret etti: “Şu saatte işi ne bunun burada?”

Adamı ömrümde ilk kez görüyordum; Madam Melisa esasen bunu biliyor olmalıydı... Laf lafı açsın istiyordu belki, atılan oltayı havada bırakmadım, kendisine sempatim vardı: “Kim ki bu adam? O da mı yoksa bir deha Madam Melisa?”

Çünkü her yer gibi, buranın da dehaları vardı. Efsaneleri... Onlardan biri, geçenlerde, oturduğumuz masanın yanındaki yirmi beş bet’lik masayı kapattı, yedi kutunun yedisinde kasaya karşı teke tek oynadı.

Page 33: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Madam Melisa’yla diğer oyuncular adamı o akşam hemen tanıdılar. Hepsinin üstüne, Monte Carlo’ya ışınlanmışlar gibi bir asabiyet çöktü...

Gözlüklü yüzü, löp löp bedeni, halim selimliliğiyle, on kişilik grup içinde “vay, deha işte bu olmalı” denecek son adam halbuki. Gene de en muteberlere, hatta en mafya kılıklılara nasip olmayan bir heyecan dalgası yayıldı tekmil casinoya, salona girdiği andan itibaren.

Masasının hakemi değiştirildi, yerine en ustası getirtildi. O da yetmedi, kumarhanenin sarı saçlı İngiliz müdürü kulesinden indi, gitti adamın yanına kuruldu. “Müdürün masada bekçilik etmeye hakkı var mı ayol?” dedi Lalezar Hanım. “E bekçilik edecek muhakkak, hile var mı yok mu, bakmak zorunda” dedi Madam Melisa. “Adam kasayı soymaya gelmiş, şimdi otuz bin doları alır götürür. Bu şehirde böylelerin sayısı ya ikidir, ya üç.”

Kasa dayanamazmış bunlara.“Beyinlerinde bir bilgisayarla dünyaya gelmiş adamlar. Masada

açılmış tüm iskambilleri akıllarında tutmak onlar için işten değil, her elde kazanmaları ondan.”

Öyle de oluyordu. Adam oturmuyor bile, masadaki kutulara tepeden hakim. Her birine en az birer yüzlük sürüyor, double’lar, splitler, böyle böyle, tek elde bir üç bin beş yüz dolar götürüyor. Bizim artık aklımız kendi kumarımızdan çok, komşu masada. Beş dolar bet’lik elime black jack çıkınca krupiyemiz bahşiş beklentisiyle, “Beş dolara black jack! Yedi buçuk dolar!” diye coşkuyla bağırdığında utanıyordum: “Bağırma canım! Bu rakamlarla komşuya rezil olmayalım.”

Oysa komşunun bizimle ilgilendiği yok, yedi kutusundaki iskambil kağıtlarına bakıp beynindeki bilgisayarı çalıştırıyor. Her kazanışında da, İngiliz müdür masaya yarı gövdesiyle uzanıyor, “hile bulsam da şu badireyi ucuzundan atlatsak” umuduyla, yanakları pençe pençe.İstanbul kumarhanelerinde buna benzer iki üç adam dolanırmış.

Mimlenip kara listeye alınırlarmış, hilebaz ya da borç takıcı

Page 34: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

olduklarından değil, sadece birer deha oldukları için; kapıdan girdikleri anda kasayı hafifletmeleri garanti sayıldığından. Bizim casino, şanına yakıştırmıyor, adamı henüz kara listeye almamış, bizim deha da zaten haddini bilirmiş, sadece aşırı sıkıştığında ceplerini doldurmaya gelirmiş.

Madam Melisa 21 dehasının annesini de tanıyordu; yüksek kumar oynayanlardan bir hanım. Beyninde bilgisayarlı bir çocuk dünyaya getirmiş olsa da kendisi maalesef beyni bilgisayarsız fanilerdenmiş, aldığından epeyce fazlasını veren, bildiğimiz tipte bir oyuncu. Burada oğluyla karşılaştığında aklı gider, merhabalaşmazmış bile, ya casinocular bilgisayarlı beyni ırsi sanıp onu da kara listelere alırlarsa diye.İşte şimdi Madam Melisa’nın bize işaret ettiği, erken saatte masa

kapatmış adam da pekâlâ bir 21 dehası olabilirdi. “Pıfftt!” dedi Bayan Melisa, içinde yüz gram sevgi ve acıma barındırıyorsa yüz elli gram küçümseme dolu bir sesle. “Ne dehası? Kadın parası yiyenlerin kumarda kazandıkları görülmüş şey midir?”

Filiz krupiye -ki hissettirmeden kulak kabartması iskambil karma hüneri kadar ustacaydı- gözünü ufuklara dikti; ama işte bu kadar, Madam’dan daha fazla laf çıkmadı. Madam Melisa’nın âdetiydi, yüksek gerilim sağlayan kısacık cümlelerle konuşmak, gerisini getirmemek. Yeni bir el dağıtıldı, biz gene 21 avına çıktık. Az ötedeki masa dünyamızda gene gölgeleşti... Yeniden yörüngemize girip, varlık ve ağırlık kazanacağı bir sonraki shuffeld’e kadar.

Krupiye Filizsiz olacak yeni shuffeld; Aykut, arkadaşının omuzuna vurup nöbeti devralıyor. Filiz’den ellerini yıkadıktan sonra su damlacıklarını üstümüze serpme pandomimi, ki bol şanslar demektir bu; lafın gerisini duyamayacak, çünkü krupiyelerin bile şansa ihtiyaçları olduğu bir yerdi burası...

Yeni krupiyemiz Aykut, hayatını iskambil dağıtarak geçirmemeye kararlı, sadece doların dalgalanmaları ve borsa haberleriyle heyecanlanabilen bir çocuktu. Konu finans oyunlarına, döviz ayarlarına bağlanmadıktan sonra, hiçbir şey umurunda

Page 35: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

olmazdı; yanında rahatça konuşabilirdik.“Şu kel şişko kimin parasını yiyormuş ki, Bayan Melisa?”“Şarkıcı yetiştiriyor; kızların öğrenecek şeyi çok tabii. Kadınları

buraya getirmez. Yüksek oynar, hep kaybeder... Sarı Necdet diyorlar. Niye sarı, Allah bilir, çünkü işte böyle kapkara bir şey. Bir şarkıcısı bunu gece kulübünde basmıştı. Kadın evde aslan yavrusu besliyormuş. O akşam yavruyu yanına almış, kavalye olarak, doğru kulübe. Meşhur skandal... Çamaşır sepetindeki kirlileri koklatmış aslana ve hayvan, o zifiri kulüpte Sarı Necdet’i hemen kokusundan seçmiş. Kulübün korumaları, ki hepsi karatede şampiyon, aslanın üzerine sprey sıkıp hayvancığı bayıltmasa, aslan adamın baldırını alıp götürüyormuş.”

Olayı hatırlamıştım. Kızlar tüylü ayılar sevip kanişler beslerken, hakiki bir aslan yavrusuyla gecenin br yarısında sevgilisini aramaya çıkan Bülbül Begüm, gazetedeki feministleri de ikiye bölmüş, kimi meslektaşlar onun ilk lakabının önüne bir de Amazon eklemişlerdi.

Fikri Bey’in haftalardır anlattığı ve Hüsamettin Bey takma adıyla hayatıma giren şahsın, yani “proje”nin, Sarı Necdet olduğuna bu hikâyeyi dinlerken karar verdim.

Bülbül Begüm ile Sarı Necdet’in çılgın muhabbeti için “ti erotas!” diyordu Bayan Melisa. “Rezilliklerle biten de hep bu meşhur aşklar olur. İki kuruşluk çay takımları, mektuplar, her şey elalemin diline ve gazetelere düşer.”

Hiç evlenmemiş de olsa hem aşk hem seks üzerine birçok teorisi vardı Bayan Melisa’nın, çoğu kötümser. Teorilerinin yanı sıra biz pratik çalışmasını merak ederdik ve tecrübesinin sıfır olduğunu varsayardık, zira en karamsarlar hep saf teorisyenlerdir.

“Aslanla aşık kovalamayı herkes yapamaz Bayan Melisa, kabul edin. Bu hikâyede çok orijinal bir tat var.”

“Ah ama, o vakitler ikisi de aşıktı canım! Kadın hep aşık kaldı, bu maalesef hayır; kız o zaman, intikam olarak, Sarı Necdet’e bir leke sürdü. Dedi ki (her önüne gelene de anlatıyordu), Maksim’de, Çakıl’da, beş yılda kazandığım ne varsa, nah bu yemiştir, başka

Page 36: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

başka kadınlarla... Sanmam ki doğru olsun. Niye? Çünkü bazı adamlar kadınlara limonata olsun ısmarlaamazlar, karakter meselesi. Sarı Necdet’in her renkten destelerle para batırdığı doğru ama hepsini şu yeşil çuha masalarda batırdı. Çok defa Cannes’a, Nice’e de gitmiş ama libero, cebindekileri kumarhanelere dökmeye; zaten kumar masasında bu tip adam, peri kızı gelse, ne bakar ne görür.”İnanmaya hazırdım, hayatta herkesin tek takıntıyla baş

edebildiğine, başkasını arzu dahi edemeyeceğine. Hiçbir yerde bir ortak sohbet yürütemeyecek kadar farklı karakter, farklı kader çizgisindekilerin, Grand Hotel casinosunda, ancak şu duvarlar arasında geçerli bir bağ (bazı madenî paraların tek köyde geçmesi gibi), ve casino kapısının eşiği aşıldığı an buharlaşan bir gece demokrasisi kurduklarını kabul ediyordum... Şiir ve şarkıların vaat ettiği, ayıkken inşa edemediğimiz kardeşliği kumarhanelerde bulacağım hesapta olan son şeydi; kardeşliği hiçbir yerde bulamamaktan iyidir gene.

“Sarı Necdet fazlaca kaybettiğinde, daha ucuz masalarda oynamak ister, şansı belki döner umuduyla, o zaman bak gör, onunla oyun ne eğleceli olur.”

O günden itibaren Sarı Necdet’in bir an önce aşırı kaybedip şansını döndürmek için yanımıza iltica etmesini beklemeye koyuldum.

Page 37: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

D

GAZETEDE hava rüzgârlı, hele tepelerde... Ünlü Osmanlı deyişi “Böbürlenme padişahım senden büyük Allah var”ı bir kez daha hatırlatmak isteyen patron, üst katta bahar temizliğine girişmişti. Kendisi Allah, ötekiler padişah rolünde, ve biz, her mevsim yerinde sayanlar, gene sırıtıyorduk.

Avuntuyu yukarıdakilerin sıkıntılarına sevinmekte bulsam da, kader beni bodrum kattan penthouse’a taşımaya karar vermişti.

Birkaç ay önce yemeğe davet ettiğim ahbabım, yılan dolması yutarken istifini bozmamış Çeto’nun, otobanın bu yanına, yani bizim gazeteye geçişi o günlerde duyuldu. Transfer niyetine aldığı cep telefonu, on kasa deterjan, bekârlığı nedeniyle iki yüz adet hazır çorba ve Japon yeni bazından güzel bir maaşla birlikte... Ve altına, şoför refakatinde bir BMW araba.İlk yapılacak şeydi ama çiçek yollamadım, böyle zamanlarda

veliaht odasında bütçeme uygun bir demetle nasıl varlık gösterebilirdim ki? Dostluğunu kullanmayı kendine yediremeyen, gene de yüreği umut dolu bir eski arkadaşa yaraşır şekilde, koridorda burun buruna gelmemizi bekledim.

Bu durumlarda şansa bel bağlanmaz. Günün bir bölümünü Çeto’nun kapısına açılan koridorda voltalayarak geçirmeye başlayalı çok olmamıştı, burun buruna geldik.

Kendisini yakın bir geçmişte saatlerce dinlemiştim, kimileri sırf

Page 38: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

bu nedenle sizi affedemez ama Çeto o tiplerden değildi, beni yanaklarımdan öptü, yüksek bir mevkide olduğunun bilinciyle “Ne haber kız?” dedi. “Güzellik,” dedim, tebrik ettim.

“Mersi Emine,” dedi. “Buraya geldiğime yürekten sevindiğini biliyorum. Aynı şeyi herkes için söyleyemem. Emin ol, güzel işler yapacağız, hep beraber. Fikirlerim var. Yardıma ve desteğe de ihtiyacım. Başım az boşalınca, gel, kahve içelim. Mesela gelecek hafta,” dedi.

Kalbimde davul solosuyla teklifini kabul ettim ve hemen Fikri Bey’le görüşmeye koştum.

“Beni müşteriniz kabul edin. Paraya bakmayacağım.”Fikri Bey cebinden hesap makinesini çıkardı. Hayranlık, sonuçta

belki aşk beslediği bir kadının çocukluk arkadaşıydım, beni soymayacağına güveniyordum. Bu denli ufak bir müşteriyi reddetmemesi mucize sayılırdı.

Karmakarışık hesaplar sonunda, “Senin için sınırlı ama etkili bir grup kuracağım. Dört-beş kişi yeterli,” dedi.

“Ücretin tamamını sonra öde diyebilirdim ama demem, ilkelerimize aykırı olur. Hayırlı bir sonuç için proje sana bir şeylere mal olmalı, Garp terapistlerine hak verdiğim tek nokta budur... Gene haftada bir buluşuruz, yemek hesaplarımızı sen ödersin, Hüsamettin Bey projesi üzerine de çalışmaya devam edersin. Ve nihayet, amacına ulaştığında ilk maaşının tamamını verirsin, istersen iki taksitte ve hesabımızı kapatırız.”

Paket bana uygun göründü, hemen çalışmaya koyulduk.

Fikri Bey’in ilk tavsiyesi üzerine Çeto’yu bir hafta sonra değil, iki gün sonra aradım.

“Baştan böyle bir ataklık kötü izlenim bırakmaz mı?” diye de sordum ama Fikri Bey ısrarlıydı: “Yok, bir hafta çok uzun.

Page 39: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Sekreterine, saksılarına, küllüklerine alışır, karşına kendini ezelden beri oralarda sanan bir adam çıkar, lafını toparlayamazsın. Modern insanlar birkaç güne on yıllık alışkanlık sığdırabiliyor... Zaten, istediğin kadar bekle, bu mevkide adamın başı boşalmaz, unutmuştur da o, sana tam ne zaman gel dediğini. Müdür kapıları önünde ne çok saçı ağaran adam tanıdım, bir bilsen. Hollanda’ya iltica kararı alanı, uçağı, treni ve hatta aklını kaçıranı... Erken ziyaretinle, ne istediğini bilen biri olduğunu göster sen.”

Senaryonun ilk hamlesine uyarak, iki gün sonra, güven verici bir fon müziği misali telefonu zır zır çalan odasında, Çeto’yla karşılıklı orta şekerli kahveler yudumluyorduk.

“Çok şeyi değiştiriyorum. Görüyorsun, telefonlar susmuyor. Sen ne yapmak isterdin?” diye sordu.

“Adalet yazmak isterdim,” dedim direkt üslupla. “Yemekte bir şeyler anlatmıştın ya, hani kadınlar adalet alanında çok verimli olabilir diye. Bu zeminden hareket ederek, niye gazetede öncülük etmeyeyim diyorum? Davaları takip, savcıları, hâkimleri kovalamaca, yazılarımda onlara puanlar dağıtmaca, yeni tanıklar bulma, hepsine talibim. Filet mignon soslarıyla iyi bir makarna salatasının sırlarını yazmaktan yıldım, numaradan başlattığım ama şimdi gerçeğe dönüşmüş bir yemeğe alerji de oluştu bende. Zaten fikir senden çıkmıştı, değil mi?” (bu hatırlatma, gene Fikri Bey’in tavsiyesi).

Oysa Çeto, birlikte yediğimiz yemekleri, bambaşka bir coğrafya ve çağda geçmiş hayatlar nasıl kalın bir sis perdesi ardından hatırlanırsa, o kadar hatırlıyordu, gözlerinden okudum.

“Orijinal fikirmiş, doğru, demek bendenmiş... Gerçi konuştuğumuzda, buraya transferim, gazetede kararlar kulesine getirileceğim hiç hesapta yoktu, değil mi Emine? Uçmuş olmalıyım gene, beni bilirsin.”

“Evet bilirim, uçmakta üstüne yoktur,” dedim, alttan alışta cimrileşmeden.

“Düşüneyim bunu ben,” dedi Çeto. “Şu günlerde sürekli toplantı toplantı. Aklıma geleni ortaya döküyorum, etrafı da hazırlayıp ikna

Page 40: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

etmek gerek; herkeste aynı uçma kapasitesi olmuyor.”“En sıkı jetlere tek pilot yeter, bilirsin,” dedim “bilirsin”le biten

cümlelerin etkisine duyduğum güvenle; ilk pazarlığımız bu laf üzerine noktalansın istedim.

Grubum beni destekliyor. Hayatın manzarasına ilk kez yüksek bir mevkiden bakan Çeto’yla sohbetlerimin, benim açımdan en aleyhte gözükenin dahi, iyimser bir sloganla bitmesinden yanalar. Gelecekten sadece ferahlık umanlar, mızmızlara illet olur diyorlar.

Fikri Bey, “proje” diye adlandırdığı kaderimle ilgili çalışmaların başına Matmazel Katina’yı getirmişti: “Çok çene yorulan bir meslekte, susmayı bilen birine ihtiyacın var.”

Kırk yıl aynı ailede çalışmış, peş peşe kaç nesil büyütmüş Matmazel Katina için kök salmanın sırrıydı, aklına eseni söylüyormuş izlenimi yaratarak elle tutulabilecek hiçbir şey söylememek. Şirketin ilkeleri icabı, onunla baş başa görüşemiyoruz. Keşke görüşebilseydik! O zaman, ilişki şahsileşme tehlikesine girebilirdi, Fikri Bey’e göre. Matmazel Katina’nın hakkımda aldığı kararları ve önerdiği hedefleri Fikri Bey bana aktarıyordu, her “proje”de olduğu gibi.

“Acele sonuç bekleme,” diyordu Fikri Bey ve ne kadar haklı çıkacağını o sıralar kendi dahi tahmin edemezdi.

Doğrusu şu ki, yolum hepimizin tahmininden kavisli çıktı.Ben hayatıma hazırlana dururken (Matmazel Katina’dan gelen

yazılı direktiflerle, tümcelerimin orta yerinde kuş sesleri çıkarma antrenmanı yapıyordum), Çeto’dan ses yok... Grup, kapısının önündeki koridorda turlar atmamı, koridordan şöyle bir geçmemi dahi onaylamadı ve ben kalbimin sesini bastırıp tavsiyelerine uyuyorum.

Bu arada yemek yazılarımı da sürdürüyorum; ve haftanın birkaç akşamı, gene Grand Hotel casinosu.

Page 41: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

D

KARANLIĞIN şehre inmek için nazlandığı yaz günleri, yolda toslanılan, merhabalaşmak zorunda kalınan insan sayısında aniden, bir artış, bir artış. Kentin nüfusu, kendi nüfuzunuz, sanki iki misli artmıştır. Grand Hotel yolunda, “yürüyüş ve oksijenlenme ihtiyacımı da karşılıyorum” diye kendimi avutarak indiğim son yüz elli metrede karşıma kim çıkıyor? Vildan.

Birkaç mevsim, vaktin nakit sayılmadığı tüm uygarlıklardaki gibi, yararı, hatta zararı dahi olmadan yakınlaştığım, gene aynı nedensizlikle uzaklaştığım biriydi. Benden birkaç yaş genç, alımlı bir kız. Babası, amcası, kuzeni hep sanatçıydılar, kimi senfonik orkestrada, kimi şair, o da bu işleri damar tıkanıklığı ve bazı kanserler gibi irsi sanıyordu.

“Ne yapıyorsun Vildan?”“Nişanlandım, nişanı bozdum, yeniden sinemada oynamaya

karar verdim ama eski yönetmenler tavla şampiyonu olmuş, yenileri yetişene dek kadar korkarım ihtiyarlayacağım.”

“Merak etme,” dedim ona, “ihtiyarlasan da dert değil, eski estetik değerler artık altüst, gazeteye gelen yabancı gazetelerden takip ediyorum. Şimdi modern balelerde başrollere seksenlik kadınlar çıkıyor, sarkık göğüsleri ve pileli derileriyle, çırılçıplak, herkesi büyülüyorlarmış. Bambaşka bir ifade gücü oluyormuş yaşlı bedenlerin, körpe insanın aktaramayacağı sarsıcı mesajlar... Dünya

Page 42: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

artık böyle şeyler peşinde, sahneye yeni konan bir Romeo ile Jülyet, çocukları tarafından birleşmeleri engellenen zengin bir dedeyle nineyi anlatıyormuş.”

“Boş boş oturup teklif beklemek yıpratıcı, hastaneye düştüm ben, biliyor musun?”

“Haberim olmadı Vildan.”“Beş ayrı hastalığın belirtilerini buldular, feciydi, sonunda panik

teşhisi kondu.”“Duymadım o hastalığı, dedim, açık yüreklilikle.“Normal, yepyeni bir hastalık, özellikle yaratıcı insanları

çarpıyor. Bir şey üretemediklerinde paniğe kapılma bir nevi.”“Ne hoş, yaratıcı olduğunu anlamış oluyorsun, hiç değilse.”“Onu biliyordum zaten,” dedi Vildan, sesine üç buz birden atarak

ve hâlâ inanarak ki sanatçılık da solaklık veya kan şekeri gibi irsidir.

“Buna emin olamadan ölenleri düşünürsek, gene şanslısın. Hatta bence self güven konusunda kurs dahi açabilirsin.”

“Yok,” dedi Vildan, “eğitim hayatı bana uymaz. Star olmaya meyilli bir kişiliğim var; saatimi bekliyorum. Bu yaz, çoğunluk Grand Hotel’e takılacağım. Lobi, havuz, jimnastikhane, bar, hamam derken, gün püfttt! Oyalanmak en önemli tedaviymiş, benim rahatsızlığımda. Buranın pastanesi de fena değil. Çikolatalılardan Kara Orman, meyvelilerden frambuaz turtasını sevdim. Elâlem kilo vermeye çalışırken, bu yaratıcı hastalığı beni eritti, görüyorsun.”

“İnce bir hastalık, belli,” dedim, Vildan’ın gönlünü almak için. “Ben de bazen burada yürüyüşe çıkıyorum. Bir gün pastaneye birlikte takılırız.”

Çok isterdim, Vildan’a, Grand Hotel’in asıl en alt katına inerse, panikçiliğine en köklü çareyi bulabileceğini, hatta kolaylıkla şişmanlayabileceğini söylemeyi, ama insan bu konularda sorumluluk almaya çekiniyor. Hem casinoda en hoşuma giden şeylerden biri, o güne dek gezindiğim çevrelerin tamamen dışında tanıdıklar edinmek değil miydi?

Page 43: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Serap gibi mesela... Melisa Hanım’dan epeyce genç, hatta benden de ufak, ama zaafını erkenden tanıyıp kabul etmiş cesur biri.

Oyun masamız henüz dolmamışsa, casinonun bedava lokantasına birlikte oturuyoruz. Serap her şeyi yiyemez. Nişantaşı’ndaki bir çocuk giysileri dükkânındaki tezgâhtarlığına paralel, pek de paralel değil ya, verev, kumarhanede oynamasına imkân tanıyan bir ek işi var, hayatını başlı başına disipline sokan.İstanbul Sağlıklı ve Güzel Yaşam İçin Araştırma Merkezi’nin

deneklerinden biriydi dört yıldır ve dört yıldır her gün brokoli yiyordu. Çoğunlukla haşlanmış, üşendiğinde çiğ olarak, ince doğranmış... Brokoli, sarımsak, lahana yiyip kansere, ceviz yiyerek enfarktüse, havuç yiyerek deri sarkmasına elveda gibisinden, gazetelerde görüp çoğunlukla manav reklamı sandığımız bilgilere resmiyet kazandıran, bedenlerini tıbba bir çeşit kiralamış deneklerden biriyle bu ilk karşılaşmamdı.İş kaytarıcı, yani haftada üç kere brokoli yiyorum deyip sadece

bir kere yiyen tipte bir denek olmadığı çabuk anlaşılmıştı -böyleleri uzun süre gizli kalamaz-, âlimlerin denetleme mekanizmaları var çünkü, çiş ölçümünden kan ölçümüne, dışkı analizine, hatta insanı hipnotize edip konuşturmaya, yalan makinesine sokmaya kadar... Serap’ın namusluluk açısından örnek bir denek olduğu defalarca kanıtlanmıştı, öylesine örnekti ki, zamanla ona sadece brokoli yutturmakla kalmak istemediler. Zaten kendisi işe talipti, kimi damak tatlarından mahrum kalsa da ona her şeyin üstünde zevk veren dev bir takıntısı vardı, ve kimse için mümkün değil, her şeye birden sahip olmak... Böylece, dört yıldır her gün brokoli yediği gibi, bilmem kaç yazdır güneşe çıkmıyor,

Page 44: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

saçını kekik yağıyla ovuyor, ketçaplar, farklı soslar ve kızartmalar yemiyor, yoğurtla dahi (ne patlıcan ve tabii ne patates), ve günde on altı bardak çay içiyordu. Birbiriyle az çok alakalı, kimileri tümden alakasız deneylerdi bunlar ve herhalde en risklisi bedenini güneşten mahrum etmesiydi, galiba en büyük parayı da o araştırma için alıyordu. Yüzünün teni iyice şeffaflaşmıştı, incecik mavi damarları tek tek seçilecek kadar. Kollarına ve bacaklarına yürürken güneşin şöyle bir değmesi dahi yasaktı ve yazın, kazandığını olduğu gibi taksicilere dökmek istemediğinden, hep pantolon ve uzun kollu gömlekler giyiyordu.

“Biliyor musun, sigaraya başladım,” dedi Serap o akşam, garson kızdan casino ikramı bir paket Marlboro isteyerek. Casinoda zaten çipler ve oyunun kendisi dışında her şey ikramdı, aperitifler, çakmaklar, sigara, yemek, yemekten sonraki kahve ve dijestif, yanındaki şam fıstığı, müzik ve tüm diğer oyalamalar... Bunu Fikri Bey büyük buluş addediyordu, kumarseverlerin kumar dışında harcadıkları her parayı gözlerinde büyüttüklerini iyi bilerek, çünkü diyordu, önyargıların aksine, insanların çoğu sadece kısmen müsrif olur, hayata sadece kısmen ilgi duyulabildiği gibi.

“Yuttuğum brokoliler ve on altı koyu çayın yanı sıra günde iki paket sigara içersem acaba kaç yıl kansere yakalanmayabilirim, bunu ölçecekler. İnşallah uzun ömürlü, insanlığın geleceği açısından faydalı bir araştırma olur. Parası da iyi ve ben artık biraz yandaki masada yüksek oynayacağım Emine, ne yapayım, iş kazası olarak aniden kansere yakalanabilirim, bari eğleneyim diyorum. Çok daha heyecanlı orası, sen de gel istersen,” dedi.

“Ben işimde henüz hedeflediğim yere varamadım; Bayan Melisa’yı da terk etmek istemem. Zaten yüksek oynayabilmek için 21’in inceliklerine az daha hakim olmam şart,” dedim.

“Ben de temelli gitmiyorum ki zaten, aklımın yarısı sizinle, parayı görünce dostlukları unutacak değilim.”

Tezgâhtar kızdı ama klastı Serap, altın beşiğe düşmüşlerin çoğundan katbekat klas.

O akşam, Serap’ın son denekliğinin ve daha yüksek bet’li bir

Page 45: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

masaya devrolmasının şerefine o, ben, Madam Melisa, oturmalı, şarap açtırmalı, mezeli ve tatlılı, usulüyle bir yemek yedik casinonun restoranında.

Bayan Melisa’nın bize katılması fedakârlık sayılabilirdi, genellikle oyun masasından sadece tuvalete gitmek için ayrılırdı, o da tahammül sınırlarını azami zorladıktan sonra, çok acıktığında da, garsondan kumar masasında yiyebileceği bir sandviç isterdi.

Göz ucuyla bile bakmazdı, beleşçilerin ağzını sulandıran, oyuna meraksızların aklını başından alan sofralara, kolalı örtülere, burada bedava yesek de az ötedeki masada kaybettiklerimize duydukları saygıyla önümüzde eğilen nazik garsonlara. Hatırımız için, bu kez hiçbirine burun kıvırmıyordu.

Yemek yazarlığım sırasında geliştirdiğim alerji sayesinde, bu konuda da Madam Melisa’yla huylarımız uyuşuyordu. Ben de başkalarının aklını alan karidesli yemeklerin, ızgaraların, sadece otel aşçılarının kıvırabildiği mezelerin delisi değildim. Bunları cebimden ödememek benim için bir yenilik değil, aksine alışkanlıktı, gazetedeki silkeleyemediğim görevimden kalma.

Madam Melisa’nın bizimle yemeğe gelmesi şerefti, hele ki casinonun sıkış tıkış bir günüydü ve bu demekti ki, oyun masamıza döndüğümüzde oturacak iskemleleri ara da bul, ayakta kalıp oyuna başka oyuncuların sırtlarından sarkacağız, masada tanıdıklarımız varsa güvendiğimiz birinin kutusuna fişlerimizi sürmekle yetineceğiz, heyecanın yarısına tekabül eden karar yetkisine, kâğıt alıp almama hakkına sahip olmayacağız, yok eğer tanıdık göremiyorsak, altıncı hislerimizin rehberliğiyle turistler, yeniler, tanımadıklar arasında bize en tecrübeli, daha önemlisi en bahtı açık görünene takılacağız.

Madam Melisa, sigaracı sesiyle savurduğu itirazlardan, eleştirilerden benim diyen oyuncunun korktuğu, süper bakımlı ve ziynetli kadınların bile çekindiği, gözümüze yeşil masada kim bilir ne gibi gözüken, o kadar doğal bir otoriteye sahip, eğer buradaysa her şeyin belli bir merasim içinde gideceğine inandığımız kadın, şu restoranda bambaşka biriydi. Yanakları al al, bıyığında ter

Page 46: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

boncukları, büfe kuyruğunda sabırla bekliyor, tabağını doldurmada nasıl acemi... O sıkıntıyla, ilk önüne çıkanları, en kolayına geleni tabağına alması, bıçağını yere düşürmesi, masalara çarpması, gövdesinin filleşmesi... Berber eli değmemiş saçları, unutulmuş mevsimlerde alınmış o kazakla o etek. Halbuki oynarken üzerinde kaşmir kalın siyah ceketler olurdu, yoksa bana mı öyle gelirdi?Şu açık büfe önünde yaşı hiç de elliler, altmışlar ve yetmişler

arası belirsiz bir yerde, enerjik ve esrarengiz bir kadın değil, ihtiyarlığın eşiğinde, aşırı sigara içmiş, kılığına, kolyesine, parmağındaki yüzüğe bakılırsa, az para biriktirmiş, yıllarını biraz parası gibi savurmuş bir kadındı. Yeşil masada kimseleri beğenmezken, burada kendisini herkesten az beğenmeye meyilli. Yemek seçerken pardon diyordu sağa sola. Neyin pardonuysa bu; ve niye bu kadar her yere çarpıyordu ki?

Yemeğimiz kısa sürdü, tatsız geçti. Bir yakınımızı, yıllar sonra, korktuğumuzdan da hasta, yenik bulmuşuz gibi beraberce somurtuyorduk.

Madam Melisa sessizce terliyordu. Açık büfe önünde birbirini çiğneyenler, füme somonları çekiştirenler... Çoğuna aşinaydık; hepsiyle dalgamızı geçebilirdik. Mesela beleşe yemeyi hayattan koparttığı belki baş rüşvet sayan Lalezar Hanım’la... On dolarlık çiple geceyi geçirebilen, arkası açık beyaz topuklularıyla, inci kolyesiyle erkenden yer kapan, çiçekli ipek elbisesi, kroko çantasıyla beklemede, yemek komşularıyla hemen ahbaplık kurmakta mahir, tabağını defalarca doldurup bahşiş bırakmadığı tüm garsonların adlarını bilen.

Garsona bahşiş bırakacağına, kendine on dolarlık fiş alırdı Lalezar Hanım. Önce büfeye uğrar, karnını üç günlük yemek, tatlı, üstüne meyveyle doldurup bizim masaya gelirdi ve kumarda umursamazların, tutkusuzların, tecrübesizlerin şansıyla oynardı. On dolarlık çip başkalarına üç dakika dayanamazken onu saatlerce idare edebilirdi ve bazen -yemekte ahbaplık kurup kendisini eve bırakmaya ikna ettiği otomobilli bir çiftle uzaklaştığında- o çipleri birkaç kez katlamış da olurdu... Böyle birini, iki çift laf etmeye,

Page 47: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

cilveli sorularının tekini dahi yanıtlamaya dahi layık görmezdi Madam Melisa.

Ama restoranda hiçbir şey kumar masasındaki gibi değildi.“İskemleler çok alçak,” dedi Madam Melisa, hayal kırıklığımı

bir marangozluk açıklamasıyla silmesi mümkünmüş gibi.

D

LALEZAR HANIM bizim grubun ortasındaki bu yeni güvensizliği çanak anteniyle kapmış, masamıza yöneliyor. Ağzı kulaklarında, ayağında ucu lacivert, arkası açık beyaz ayakkabıları.

Madam Melisa’ya, gözümüzdeki mevkiini hatırlatmak istiyorum; oysa insanın güveni sarsılmaya görsün, ilk kendisi unutabilir hakiki yerini... Ve sadece ona değil, hepimize moral serumu olsun diye: “Bayan Melisa’nın ahbaplarını bekliyorduk, bu iskemleler sahipli, değil mi Madam?”

Madam Melisa böylesi bir ayrıcalığı reddetti; sigaracı sesi cılız çıkıyor: “E yok, başka yer bulsunlar canım onlar, yazlık sinemada

Page 48: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

mıyız ki yer tutalım?”Tek cümleyle Lalezar Hanım masamıza, hayatımıza yerleşti ve

tarihi bulduğu bir anın altını çizmek istercesine bir kadeh de şampanya getirtti.

Artık o konuşuyordu, kenarda kaldığı günlerin tümü için; kumar aritmetiği berbat da olsa hayat aritmetiğinin fena olmadığını göstermeyi aklına koymuş. Krupiyenin elinde 6’dan ufak kâğıt dururken kendi elindeki 12, 13 üstüne kâğıt istememeyi, kasadaki 10’a karşılık kendi iki onluğunu ayırmamayı nasıl öğrenememişse, onca basit bir hesaba karşı kitlenip bizlerden nasıl sadece küçümseme, azar, yaka silkme görmüşse, buradaki genel vaziyete o derece hâkim. Minik parmaklarıyla çatal bıçağını akrobatça kullanıyor, çevreyle aleykümselamı ihmal etmeden tabağındakileri süpürüyordu. “Çocuğum” dediği garsonlara olur olmaz seslenmeleri, daha tuhafı, bize otoritesiz gelen sesini onlara kolayca duyurabilmesi, garsonlar mutfaktan kabak au gratin’in tarifini hemen getirmezlerse onları şeflere, casinonun, hatta otelin müdürüne, belki valiye şikâyet etmekle tehdit etmesi, Norveç’ten vardıktan sonra çözülüp gene dondurulmuş, gene çözülmüş füme balık parçalarını seçerken ahbaplarıyla cilveleşmesi, yemeklere karşılaştırmalı notlar düşmesi, biber dolmasına yirmi üzerinden beş, beğendiye on iki, piyaza bir kocaman sıfır ve sofraya döndüğünde, sohbeti bıraktığı yerden toplayıp kaldırması... Her zamanki coğrafyamızın, yani kumar masasının az ötesi, bu restoran, ayrı bir kıtaydı ve o kıtada Lalezar Hanım, haftalardır tanıdığımız insandan bambaşka biri.

Madam Melisa’dan çıt yok. Bu kez Lalezar Hanım’ın varlığını kendine, black jack oyununa, herhangi bir casinoya yakıştıramayarak, hor görerek değil, dünyadaki zekâ çeşitliliğini sanki ilk kez keşfetmiş gibi, takdirle susuyordu.

Lalezar Hanım, yarattığı etkinin farkında: “On beş yılınız müsteşar eşi olarak geçti mi, kokteyller, büfeler gündelik hayatınız oluyor Madamcığım... Benim davetlerim meşhurdu. Hele Bağdat’ta. Bir gün sefire hanım hastalandı, uçağa bindirdiler;

Page 49: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

doğru Londra. Ağır depresyon... Ama gizleniyor. Çöl şoku, kronik astım deniyor; böyle atmasyonlar. Ben nedenini biliyorum, astım dedikleri derdin. Muhteristi sefire hanım, kendi de çünkü sefir kızı, liseyi Paris’te bitirmiş, ortaokulu Brüksel’de.

“Bunlar Ankara’dayken, eşiyle kulislerini yapmışlar, hele hanımefendinin gayet iyi çevresi var. Washington, Paris, öyle yerlerde görev bekliyorlar ve bakar mısınız piyangoya: Bağdat çıkıyor... Sefir genç değil ki çöllere pişsin diye gönderiliyor kabul edilsin, bir önceki görevi Atina olmuş. Atina sonrasında Bağdat, açık ceza... Sefire hanım son ana kadar kuşkulanmadı sanıyorum. Çocuklarını Avrupa’da okutmaya başlamıştı, geleceği o derece çizilmiş görüyor... Bağdat çıkınca tabii, alın size bir depresyon. Güzelmiş buranın palamut pilakisi, size de alayım, beğenmezseniz bırakırsınız... Daha da kendine gelemedi. Londra’da epey kaldıktan sonra, Bağdat’a hiç uğramadan, doğru Ankara.

“Sefaretin idaresi tamamen üzerime kaldı mı? Şahane bir aşçımız var, nankörlük etmeyeyim. O cumhuriyet bayramı dolmaları, corps diplomatique’in aylarca dilinden düşmez. Ufak sardırırım, yüksük kadar, sosis gibi değil başkaları gibi, bir yerlerde görmüşüm veya benim icadım, her neyse, Sait Usta’dan rica ediyorum, kuzum şöyle saracaksın, zavallım kırmıyor: ‘Hay hay hanımefendi.’ Zahmeti büyük, lakin nasıl bir sükse! Hepimizin burasına gelmiş çünkü, Bağdat’ın kubbe köfteleri, deve boyundaki koyunları, banyo küveti genişliğindeki pilav sahanları; millet cüce yaprak dolmalarına âşık oldu. Muska böreklerim de minik; eski imparatorluk değil miyiz, farkımız olsun istiyorum.”

Page 50: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

D

MADAM MELİSA, o meşhur yemekten sonra, oyun masasında gene Lalezar Hanım’la yan yana oturmama gayretleri içinde... Lalezar Hanım tüm masayı yoklayıp bildiğini okuduğunda, krupiyenin eli 6’dan ufakken kendi 12’sine, 13’üne kâğıt istediğinde, iki suratına splitlediğinde, yüzü her zamanki gibi dalgalanıyor... Gene de tavrında hakiki bir değişimden söz etmek mümkün. Bir kere Lalezar Hanım’ı görmezden geldiklerinin grubundan çıkarmış, merhaba diyordu kalın sesiyle, ya da hoş geldiniz, ya da geçen hafta gelmediniz diyordu; başını kaldırıp gülümsediği bile vakiydi... Lalezar Hanım’ın çatal bıçak kullanma ve yemek seçme becerisine, garsonlar üzerindeki otoritesine mi hayran kalmıştı, yoksa devletin her kademesine karşı küçümsemeyi, mühimsemeyi, sığınmayı aynı anda duyan bir azınlık insanı durumundan mıydı, bu değişim?

Her niyeyse, ahbap oldular. Zaten casinonun temel yapısında mevcuttu, kâğıt kahramanlar dışındaki herkese sıkı sıkıya değil, gevşekçe bağlanmak... Dünyadaki yüksüz ilişkiler çerçevesinde, bu denli ayrı telden çalan iki kadın, zaman zaman beraberler... Oyun masasında, biri hakikaten usta diğeri çırak dahi sayılamayacağı

Page 51: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

için, tanışmıyor gibiler. Lalezar Hanım, oyun esnasında Madam Melisa’nın dikkatini çekmeye çalışmaktan vazgeçmiş; acemi sorularını başkalarına saklıyor. Asıl alışverişleri, yeşil çuha masa dışında.

Doğum günleri ve diğer mühim günlerde oyundan güçlükle kaldırabildiğimiz Madam’ı, Lalezar Hanım casino restoranına alıştırıyor. Önce haftada bir. Sonra daha sık. Serap’ın yeni denekliğini ve komşu masaya geçmesini kutladığımız yemekte, çatalıyla, bıçağıyla, bedeniyle ne yapacağını, tabağını nasıl dolduracağını şaşırmış, kumarhane taburesinden indiği an öksüzleşen Madam Melisa, Lalezar Hanım’la yeni duruşlar ediniyor.

D

Page 52: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

GAZETEDE ilerleme yok. Yani Çeto’dan haber. Sekreterini kafeteryada, asansörlerde merasimle selamlıyorum, terbiyemden, gözlerimdeki insanlıktan ve feryattan etkilensin diye. İncelikler yakıştırsın, patronuna övsün, “ne efendi hanımmış” diyerek varlığımı hatırlatsın. Giriş kapısı önünde, diğer ağır topların BMW’leri arasında rengi ve plakasıyla değil, sezgilerimle Çeto’nun otomobilini seçmişsem, hele şoförü diğer meslektaşlarıyla konsültasyondaysa, bunu da uğurlu işaretten sayıyorum.

Gene Çeto’nun şoförüyle otomobilini gördüğüm, yahut sekreterini mühim bir şahsiyet gibi selamladığım günlerden birinde, yolunu kolladığım sözler serviste çınlıyor: “Emine, Çetin Bey’in odasına! Hemen!” Hayatın altüst edici lafları böyle teklifsiz, merasimsiz gelmiyor mu.

Çantamı yerlerden toplayıp tuvalete koştum... Ayna karşısında Neslişah makyajını tazeliyor. Bu demode ismiyle köşe sahibiydi Neslişah. Tüm köşe sahibi kızlar gibi de, mevkisizlere karşı alçakgönüllüydü: Arkadaşmışız, aramızda bir eşitlik söz konusuymuş gibi durmadan şikâyet, şikâyet... Sıcaktan, soğuktan,

Page 53: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

rakiplerinden, mutfaktan, heladan, hapisteki mazlumların hâlâ dışarı çıkmayışından, dışarıdaki uyanıkların hâlâ içeri tıkılmayışından, kadınların yediği dayaktan, dayak yemeyenlerin hemcinslerine taktığı çelmelerden, yeryüzündeki genel açlıktan, özel açgözlülüklerden... Yani her şeyden.

Kadınlarla konuşurken ve makalelerinde böyle mızmız ve sureti haktan, erkeklerle alışverişte, geldiği noktaya bakılırsa, sanırım daha eğlenceliydi.

“Emine,” dedi, kendisine kırmızı kalemle Tanrı’nın bahşettiğinden iki misli hacimli bir üst dudak çizerek, “Adalet bakanı dün ne dedi, duydun.”

Kendimi ilk kez Neslişah’la eşit seviyede hissederek, “Duymadım ama dert değil,” dedim. “Başka şeyler var kafamda, Çeto’nun odasına çıkıyorum.”

“Aa...” dedi Neslişah, kızıl dudaklarını pudralayıp birbirine bastırarak, “İyi bir teklif kokusu alıyorum... Hımmm, bayılırım. Ben seviyorum Çeto’yu, şükür, gazeteye yeni bir sima geldi. Rujumu ister misin?”

“Benimkini süreceğim,” dedim, nicedir arkadaşı bir adama tuvalet aynası önünde benden fazla sahip çıkmasından gıcık kaparak.

“Yemek yazıların nasıl şeker senin! Sakın bırakma, yazık olur, bir sürü tanıdığım var onların tiryakisi.”

“Eksik olma Neslişah ama ben lokanta gezmekten usandım, yemeğe karşı alerji de oluşturdum ama sen ne anlayacaksın, her gün başka şey yazıyorsun.”

“A en zoru benimki ayol, anlatamıyorum! Mesela bugünkü konum Avrupalı milletvekillerinin ziyareti, dün borsaydı, yarınki ne, dur? Adana operası Litvanya’ya davetli, Kültür Bakanlığı’nda tutkal parası kalmamış, her zamanki gibi. O zaman kimin kapısı tıklatılıyor? Benim! Çünkü kaç enayi ve aslan burcu kadın kaldı basında, kendini ortalara atacak? Biz de öyle yapıyoruz, telefon, ısrar, tehdit. Bunlar gidecek mutlaka diyorum, tepedekiler gerekirse villalarını, arsalarını satsınlar. Elektrik kesintilerinde

Page 54: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

ameliyathanelerdeki seks partilerini ifşa eden ben olmadım mı? Ama en baba skandalla insanları ne kadar meşgul edebilirsin? İki gün, üç gün. Fazlasını kimse çekmiyor... Şükür, artık bela kendiliğinden adresimi buluyor. Ama nedir, olan sağlığıma oldu. Kafamın içi çöp tenekesi, aç bir çekmeceyi, bakıver. Birbiriyle alakasız bir dolu konu, güzelce ütülenmiş mendiller gibi. Eve gelen kadın bana okuyucu mektubu göndermeye başladı, pirinç ve sabun kalmadı, şu şu lazım demeye, o kadar görüşemiyoruz; sonra gazeteye en az tiraj getirenler köşe yazarları denmiyor mu... Bak, ruj sürdün ne güzel oldun.”

“Kaçıyorum Neslişah, çocuğu bekletmeyeyim.”“Sonra bana uğra, kahve içelim, meraktan ölüyorum. Çeto’ya

selam söyle, unutma!”“Oldu Neslişah, unutmam.”

D

NESLİŞAH’A o gün kahveye uğramadım. Sonraki günlerde de... Selamını da söylememiştim ve zaten o da benim yerimde olsaydı, beni daha bile çabuk unutmuştu.

Kahveyi Çeto’yla içtim, sekreteri nazikçe selamladı, “Nasılsınız Emine Hanım?”, ki yönetici sekreterleri insana kolay kolay ne hanım der, ne nasılsınız, bu başlı başına işarettir, ne de olsa

Page 55: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

gazetedeki en züppe kademe, patronların on yılda insanın yüzüne söyleyemediğini tek bakışla aktarma becerisiyle donatılmış varlıklar.

Kahvelerimizi içerken, Çeto telefonda iki kez, ertesi gün birinci sayfadan rakibimizi yere serecek manşet konusunda yazı işleriyle irtibata geçti, sonra onu arayan, bizimkinin de “canım” dediği, tahminimce kadın cinsinden birine gece yarısından önce görüşemeyeceklerini, lütfen kendisini son seferki gibi en yakın bara atmamasını, kız kıza dahi, gazeteci hayatlarının her memlekette böyle piç edildiğini, babalarının öldüğü gün sahneye çıkmak zorunda kalan tiyatrocularınki gibi; yeryüzünde kimi mesleklerin hepsinden antika olduğunu, çocuklarının ayakkabı numaralarının 35’ten 42’ye nasıl sıçradığını takip edebilmiş tek gazeteci tanımadığını, ama tüm bu tersliklerle birlikte, akşam geç kalmamak için elinden geleni yapacağını, onu çok çok öptüğünü söyledi.

Bu son öpme ve öpülmeler faslında odaya bir başka yönetici daldı, elinde geçen haftaki bizim ve çevredeki rakiplerin tirajlarıyla. Sonuçlar galiba bizim açımızdan fena değildi, rakamlarla dolu kâğıt üzerine beraberce eğilip gülüştüler; insanları en güldüren hep başkalarının dertleridir.

Adam ben orada yokmuşum gibi davrandı, ne selam ne kelam. Ben de ona bakmadım, karşılık prensibiyle. Kahve fincanımın dibinde önemli sinyaller görüyormuşum gibi yaptım, adam yerine konmamış olmayayım diye. İki yıl önce Amerika’dan gelmiş, hâlâ merhabalaşmadığımız idareciye beni bir zahmet takdim etmek Çeto’nun aklına gelmedi. Misafir ayakta, bir eli kapı tokmağında, Çeto oturmuş, göbeğine vurup küçükken annesinin ona yaptığını kendi kendine yaparak... Bir müddet daha kıs kıs gülmeyi sürdürdüler, sonra adam “görüşürüz” dedi, gitti, bana gene orada duran cam pano muamelesi çekip.

Gazetede başıma gelen her şeyi aktardığım Fikri Beyler beni kınadılar, Madam Katina’nın imzasıyla gelen raporda açıkça yazılıydı: “Görüşme sırasında odaya giren idareciye karşı hâl ve

Page 56: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

gidiş, poli negatif. Ne demek patronlara, balo salonunda karşılaşılan adamlarmış gibi hava basmak? Onlar seni görmezlikten gelirse sen onları göreceksin, onlar gülmezse sen güleceksin, hâl hatır soracaksın, kapıdan atarlarsa, bir zahmet pencereyi zorlayacaksın. Bunları yapmayıp tafra yarıştırmaya kalktın mı, derler ki bu sümüklü de nenin nesi, kendini bizle bir mi sanıyor, öyle sanıyorsa gitsin bir bardak soğuk su içsin.”

Madam Katina yerden göğe haklıydı. Yıllarca aynen öyle davranmıştım. Sosyal merdivende katbekat yüksektekilerle kişilik çatışmasına girmeler... “Madem yukarıdan bakıyor, ben de onun egosunu altüst edeyim, ona ‘vay vay, ne şahsiyetmiş,’ dedirteyim.” Balo değil ama okul partilerinde bu numarayı sık çekmiştim, genellikle başarıyla. Halbuki okulu geride bırakalı epey olmuştu ve böylesi eski zaman yöntemleriyle, yirmi yaşının saç modelinden altmışında hâlâ vazgeçemeyen artistler gibi avucumu yalayıp duruyordum.

Çeto’yla görüşmemize dönersek, Amerika’dan ithal idarecinin ziyareti ardından kapı tıkırdadı, içeriye şoför İbrahim daldı. Ona güler yüzlü davrandım, bu da saçma, benden alttakilere alçakgönüllülük sergileyecek kadar kendimi yönetime yakın görüyormuş gibi: Mânâsız. Üst kademenin şoförlerine senli benli davranabilmem için maaşımda en az bir sıfır daha olmalıydı. Her neyse, İbrahim’in elinde askı, askıda buharlı temizleme kokan bir takım ve bir açık mavi gömlek...

“Nasıl buluyorsun?” diye sordu Çeto, askıyı çenesiyle işaret edip. “Bu geceki şarkı yarışmasına giyeceğim. Biliyorsun jürideyim, ödül töreninde sahneye çıkıyorum.”

“Şık,” dedim. “Açık mavi bence sana yakışır.”“Böyle bir gecede beyaz gömlek giymek saçma geldi,” dedi

Çeto. “Şarkı yarışması sonuçta, Çankaya kokteyli değil, değil mi? Takım da koyu kahve, dikkat edersen, siyah veya lacivert olsun istemedim.”

“İyi ettin. Her fırsatta beyaz gömlek ve restoran garsonu smokinleri giyenler pek rüküş oluyor,” dedim, kuş sesleri

Page 57: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

çıkaracağıma gene böyle lüzumsuz cümleler kurarak.İbrahim askıyı büronun arkasına asıp çıktı ve Çeto, “Emine,”

dedi, gözlerimin içine bakarak. “Projeni toplantıda paylaştım. Olumlu yaklaşıyorlar. Haklısın, yeni bir çığır açabiliriz. Hatta garibine gidecek, başka biri daha birkaç ay önce aynı teklifi götürmüş yazı işlerine.”

“Kimmiş o?” dedim başımı pencereye çevirip, bozum olmuş ama belli etmemeyi tercih ederek, çünkü ne yararı olabilir?

“İsim vermem doğru değil Emine. Gazeteden biri. O da değerli bir arkadaş. Görüyorsun, aklın yolu bir, bunlar hep sevindirici gelişmeler. Tabii ben seni destekleyeceğim. En geç bir ay içinde kesin cevap alırsın. Bu arada yemek yazılarına devam, beğeniliyor, patron hoş dedi, karısı da okuyormuş. Bak şimdi ne diyeceğim... Az önce Selo içeriye girdiğinde sen kahve falına mı bakıyordun?”

“Niye sordun?” dedim.“Anlıyor musun sen faldan, Emine?”“Şöyle böyle. Hem içimden geldiği gibi değil, bilimsel

bakıyorum ben. İstersen öğretebilirim, alt tarafı bir okuma sanatı, gördüğün şekilleri bir şeylere benzeteceksin, de ki müzedesin. Bende konuyla alakalı öyle bir matbuat var ki... Mesela 7. asırdan Kostantinopl patriğininki, ki falcıların en meşhurlarından sayılır. Yenilerden de İndira’nın imzaladığı kitabım var. İndira bugün mesleğinde muazzam prestij sahibi, alnının ortasında siyah beni, karga renginde karavel saçları, sarı sarileri var, esmer olduğu için ona sarı yakışıyor, ha ha ha.”

“Toplantıya yetişiyorum, yarın uğra, falıma bakalım, eğlenceli buluyorum ben böyle şeyleri,” dedi Çeto. “Laf olsun diye yani, bir nevi züppelik.”

Oradan çıkarken, gene içimde, gereğinden fazla açıldığım hissinin tortusu... “Bende bu konuyla alakalı öyle bir matbuat var ki.” Ne lüzumsuz, ne saçma laflar! Adam olduğunu gösterme gayreti. Sefalet, insanın adam olduğundan dakika başı kuşku

Page 58: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

duyması. Onca zavallı gayret!Çeto’yla görüşmemizin final bölümünü Fikri Bey’den gizledim.

Herhalde utancımdan. Yaşanmamış olmasını tercih ederdim. Ertesi gün Çeto’ya uğramayacağıma, teklifi duymamış gibi yapacağıma emindim. Yeni bir görev ve yüksek sorumluluklar talep ettiğim birine kalkıp fal öğretmeye kalkmak! Bir bu eksik kalmıştı.

Sabahına, kararımda değişen bir şey yok.Öğle yemeğinden sonra, kafeterya dönüşü boş bulduğum

telefondan annemi, dişçimi, son en iyi arkadaşımı, bir gün önce kahvesini içmeye gitmeyip selamını taşımadığım Neslişah’ı, haber sökeceğimi sanıp taze dedikodularla gene benim beslediğim çocukluk arkadaşımı arayarak günlük iletişim dozumu almaya hazırlanıyordum; birkaç masa öteden seslendiler:

“Emine, Çetin Bey’in sekreteri telefonda!”Bu kez tuvalete uğrayıp ruj tazelemesi yapmadım.Çeto odada yalnızdı.“Otur canım. Günün ilk kahvesi, başımı kaşıyacak vaktim

olmadı. Hadi bak şuna, Allah aşkına...”“Soğuttun mu fincanı?” dedim, yepyeni bir ilişkiye girdiğimizi

belli belirsiz hissederek. “Sıcaksa, bakılamaz.”“Soğuttum,” dedi Çeto, “Asgari popüler kültürümüz var bizim

de.”Sekreterine telefon açtı: “Zümrüt, Emine’yle önemli bir mevzu

üzerindeyiz, kimseyi bağlama, mersi canım, on dakika kadar bir şey, okey?”

Çeto’nun fincanı gerçekten soğumuş, hatta telvesi taş olmuştu, veliaht kahvesi diye kaç kaşık kahve döküyorlarsa artık.

Vantuz gibi çektim fincanı, tabağından. Lokk diye bir ses. Gözüme kahve sıçradı. Kendi kendime, hiçbir şey uydurmamaya, ne görüyorsam onu anlatmaya karar verdim.

“Sopalar ya da kazıklar görüyorum ben burada Çeto,” dedim... “Ayakta bir insan kalabalığı diyebiliriz. Ne tepe, ne ova, ne vadi. Yani manzaralı bir durum söz konusu değil. Toplantılar yapılıyor, kambursuz adamlarla ve bunlardan biri, işte şuradaki, içi oyulmuş

Page 59: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

olan, tıpkı bazı ağaçlar gibi; ardından manzara seçiliyor...”“Ne anlama geliyor?” dedi Çeto.“Yakınında ya çok güçlü ya allame veya çok iyi yürekli sandığın

biri olabilir bana göre, ona bel bağlıyorsun ama bu münasebet kof çıkacak, uyanacaksın.”

“Kaç vakitte?” diye soruyor Çeto, beti benzi atmış.“Bu metodda vakitler yok. Bakla falı değil. Yarın, gelecek ay, bir

yıl sonra... Zaman ayarı artık senin işin. Zaten bizim meslekte insanın başına her an her şeyin gelebileceğini bilmek için fala da gerek yok.”

“Başka ilginçlik görüyor musun?”“Yok başka ilginçlik. Bu insanlar birer kazık pozisyonunda

dimdik, kovboy duruşu da denebilir, silahları görmesek de tetikte bir durum olduğu ortada, kimse başını ne yana çevirmiş ne yere eğmiş. Put gibi durmuşlar işte. Sen yoksun toplantıda, Çeto. Gördüğüm bu kadar.”

Böyle bir minimal faldan sonra uzun süre rahat edeceğime inanarak yerime döndüm, dişçimi aradım, randevumu aldım. Koltuğuna kurulup ağzımın içini göstermek niyetiyle değil, onu da restorana sürükleyip bu kez dişçi gözüyle bakmak için, sadece kendi gözümle bakmaktan usandığım yemeklere.

Ardından annemi yokladım.Neslişah kadar hayattan şikâyetçiydi, favori yazarlarına özenen

tüm gazete okurları gibi. Bu kez gününü karartan, bel ağrısı, Çekoslavak kristalini hâlâ iade etmemiş üst komşu, beklediği gibi gelişmeyen favori televizyon dizisi, saçında doğru tonu tutturamamış berberi, tabii Meclis’in hâli ve birkaç şey daha... İçim anneme karşı minnetle doldu, hiç olmazsa kendini fazla tekrarlamadığı, her telefonda anlatacak taze dertler bulduğu için. Beni akşama bekliyordu, pancar turşusunu tattırmak, babamın adını mahsus değil, artık aklına dahi getirmediği için anmamak, yüzümün rengine, üç yıllık paltoma, maaşıma, kurulmamış hayatıma acımak, bir kez daha “yuvana dön” çağrısıyla aklımı karıştırmak için. “Akşam göreve gönderiyorlar anne, cumartesi

Page 60: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

öğle vakti gelirim. Sonra Beyoğlu’na çıkarız,” dedim mesleğime içimden teşekkür ederek, bana büyük tatminler vermemiş olsa da annemi ara sıra atlatma imkânı tanıdığı için.Şehre, Levent istikametine giden arabalı bir arkadaşa takıldım,

beni bir kavşakta bıraktı, oradan taksi çevirdim ve az sonra kendimi, oksijenin bu şehirdeki her yerden hafif olduğuna inandığım Grand Hotel casinosunun içinde buldum.

D

Krupiye kızlar papyon kravatlarıyla yan yana dizilmiş, bahşiş toplama umutlarıyla doluydular ama bizim masada daha hiç oyuncu yok. Teke tekte de kendimi kasaya yoldurmak istemiyordum. Bara çıktım. Leblebi ve viski istedim, çünkü canım özellikle sıkkındı, yoksa casinoda alkol ihtiyacım bıçak gibi kesilir. Paralıların, tahrik olma çıtası yükseklerin, şık davetlerden çıkmışların, karılarını uyutup, metreslerinden kaçıp, nihayet libero bir zevke doğru koşan belalıların değil, işten düşmüş sahipsiz maaşlılarla orta hâllilerin saatlerindeydik. Ve Lalezar Hanım gibi emeklilerin.İlk düşüncem azıcık tek başıma kalmaktı, ama Lalezar Hanım,

Madam Melisa’dan bulduğu yüzle, izin istemeden yanımdaki bar iskemlesine tünedi. “Madam Melisa gelir birazdan, birlikte

Page 61: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

yiyeceğiz, siz de bize katılın,” dedi sadece dünyanın değil, hayatın da yuvarlak olduğunu hatırlatarak. “Olur,” dedim nazlanmadan. “Çok konuşmazsam kusuruma bakmazsınız, bugün keyfim acayip kaçık.”

“Sorun değil,” dedi Lalezar Hanım. “Madam Melisa’yla alışkınım. O da pek konuşmaz, bilirsin. Beni yormuyor, birkaç kişi adına konuşmak... Gündüzleri dinleniyorum, zaten tek başımayken ben de çok bambaşkayım. Bir keder basar beni bir keder, hem de güpegündüz.”

“Kederli olabileceğinizi tahmin etmek zor,” dedim Lalezar Hanım’a, viskimin içindeki buzları birbiriyle tokuşturarak. “Diplomasiden gelen bir terbiye işte,” dedi Lalezar Hanım. “Bana ne geldiyse diplomasiden geldi zaten. Kocamı o çevrede buldum, on beş yıl sonra gene o çevrede kaptırdım.”

“Ben onu öldü biliyordum, herkes öyle biliyor,” dedim, kendi derdimden sıyrılmaya başlayarak.

“Yok, Madam Melisa’ya doğrusunu söylemiştim. Başta komiklik olsun diye rahmetli diyordum, tanıyanlar gülüyordu, sonra dilime takıldı, bıraktı möyle kalsın. O kadar çok rahmetli diyorum ki, sanki muska görevi görüyor, nezle dahi olmuyormuş. Ankara’dalar şükür, dünya tersyüz olsa bu casinoya düşemezler.”

Madam Melisa gelince masaya geçtik. Gene az az dolduruyordu tabağını ama bari sevdiği şeylerle, bakıp seçerek. Elleri al aldı, buralara yetişmek için evde kim bilir neler ayıklayıp pişirmişse. Lalezar Hanım kendini elçilik kokteylinde sanarak yan masalara laklaka gittiğinde, “Siz biliyor muydunuz rahmetlinin hayatta olduğunu?” diye sordum. “Yeni öğrendim,” dedi Madam Melisa, vaktiyle beğenmediği Lalezar Hanım’ın şimdi sırlarını tuttuğu için mahcup ve gönlümü alma çabasında: “Nasıl bir mikropmuş ama rahmetli... En berbat yerleri gezmişler, Bağdat, mağdat, bir dolu zenci, komünist, yarı komünist memleket, tek Avrupa şehri yok, ve ne zaman ki adam anlamış, onu elçi filan yapmayacaklar, Ankara’da öyle bir niyet yok, pek beceriksiz şeymiş herhalde, Lalezar Hanım bu konuda konuşmuyor, karısı mutfaklarda minik

Page 62: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

dolmalar, muska börekler yaptırmak için çırpınırken -ne saçma ambisyon- o da kendini azgınlığa vermiş. Ve aşikârca. Son duyan karısı olmuş, çünkü her çevrede bu böyledir.”

“Eşiniz evlendi mi Lalezar Hanım?” diye sordum, şarküteri ve tuzlu balık ağırlıklı bir tabakla yanımıza döndüğünde.

“Evet tonton. Kalbin yolu mideden geçer dedikleri diplomaside güzel laf ama evlilikte hiç geçerliliği yokmuş. Kocamı yumurta kırmasını bile bilmeyen Sudan’daki ataşe militerin karısına kaptırdım; orasıydı son görevimiz... Ne pasaklı şeydi! Yavrusu da var, ama bu, her erkeğe baygın bakışlar atmasına engel olmadı... Taşralının tekiydi; aklı hep oynaşta, oğlu ortalarda salya sümük. Yurt dışına ilk çıkışlarıymış, kocası asker haliyle, ama karısının elinde tam oyuncak... O sıralar bizimkiyle sefir arasında soğuk rüzgârlar esti, hakkında berbat bir referansın gideceğini anladı bizimki Ankara’ya, belki depresyon gibi bir şeye düştü, ben farkında değilim, hâlâ kendimi affetmem, kadınlarla çaylar düzenliyoruz habire ama samimi bir arkadaş edinememişim demek, çünkü elâleme gülüyoruz ve biz börekleri yiyip gülerken, bir yandan evliliğim yıkılıyormuş. Ya.”

Ertesi gün Zümrüt Hanım’dan telefon.“Bravo!” dedi Çeto, beni kapıda karşılayarak. Sabah on birdi ve

gözleri, kimi erkeklerde bu saatte hep olduğu gibi, şiş.“Dün dediklerin aynen çıktı.”“Bir şey dememiştim ki...” dedim.“Söylediğin kadarı yetti. Kovboylar toplantısı olmuş karşı

kaldırımda. İçi bazı ağaçlar gibi oyulmuş adamın kim olduğunu çıkardım. Şimdi söyleyeceklerimi kendine saklayacağına yemin et.”

“Etmem Çeto, yeminler, bilirsin, işe yaramaz,” dedim 12 Mart’ta bülbül gibi ötmüş bir gruptan geldiğini hatırlatarak ve fal seanslarından ebediyen kurtulmak umuduyla.

“Yemin etme o zaman! Söyleyeceklerim zaten tüm sekreterlerin dilinde. İçi oyuk ağaç, benim eski patron. İkinci babam derdim

Page 63: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

hani, bizim neslin hocası. Buraya geldiğimde görmeliydin, gözleri nasıl dolmuştu, ama ne yapsın, ihanet de onun gençlik aşısı... İki yıl önce sırtıma kambur gibi getirdiği veliahtıyla parlak bir şeyler tasarlamışlar. Biz burada hamle yapıyoruz ya, onlar da karşı kampanya hazırlıyorlar... Elli bin liralık gazeteyi birkaç saatte okuyup öğlene kadar geri getirene altmış bin lira vereceklermiş. Bu gece televizyonlarda reklamı geçecek, yarın kampanya startı var. Biz de bir karşı hamle düşüneceğiz herhalde. Gece tuhaf bir rüya gördüm. Gökyüzünde müthiş bir mehtap, önünde ırmak akıyor, ben ırmağın kenarına oturmuşum, fırından yeni çıkmış sıcacık ekmeği yiyorum, gecenin o saatinde, oysa ortada ne fırın ne bir şey. Nasıl?”İçimi sıkıntı kapladı: “İyi sayılmaz Çeto,” dedim. “Dikkatli ol.”“Ama bir huzur içimde, bir huzur; hayatta hiç hissetmediğim

türden,” dedi Çeto, ben de üstelemedim.

D

O GÜN Çeto’nun içtiği kahve fincanında köpekler vardı, kudurmuş. İflas, batış, yıkılış vaat ediyorlardı ve adamın paçasına yapışmışlardı, ki o adam da Çeto’yu zerre andırmıyordu. Şişmandı, saçı bol... “Tanıdım,” dedi Çeto, manidar. Ben de fincandaki büyük başı çıkarmaya çalıştım, üst katlardan kimseye

Page 64: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

benzetemedim. “Şoförün İbo olmasın?” dedim Çeto’ya. Şakadan saydı, başını devirerek güldü. Madam Katina’nın raporlarında sık geçen talimatlardandı, güldürmek... Patronlardan kahkaha, varla yok arası bir tebessüm için ne çok gayrete hazırsanız, bunu o kadar lehinize sayarlar, sadakat alameti sayarlar…

Yazılı raporlar ve Fikri Bey’le haftalık yemeklerimiz sayesinde hayat bilgim süratle artsa da pratik açıdan aşağı yukarı aynı noktadaydık. Çeto’dan talep ettiğim iş konusunda ses yok, böyle bir mevzu aramızda hiç geçmemiş gibi, aklına esti mi de sekreteri Zümrüt’le beni apar topar çağırtıp fincan açtırmalar... Kahve falının yanında rüyalarını da anlatmaya başlamıştı ve baş rakibimizin bulduğu son fikir (gazeteyi erkenden okuyup iade edenlere gazetenin fiyatı artı on bin kâğıt) ardından, bir Uzakdoğu gribi hızıyla, Çeto’nun borsa değerinin düştüğü söylentileri ortalığı sardı.

Meslekte patentli “icat” diye bakılıyordu rakip promosyona. Bir sürü ehliyetsize Suzuki araba, yeni evlilere iki katlı çaydanlıklar, üç kat tencereler, tek kat daireler, beşi bir yerde altınlar, sıcak adalarda balayılar dağıtmaktan çok çok daha ucuza mal olan bir sistem, her şeyden önce. Piyango prensibi de kalkmıştı; armağanı, hayatta çoğu kez olduğu gibi, hiç değilse yataktan erken kalkarak hak etmek gerekiyordu.

Çeto’da moral yerlerde. Sanıyordu ki bu promosyon, bu muazzam icat, kadın isimli Amerikan tayfunu gibi gelip onu unufak edecek; bağışıklık sistemi hemen çöktü, ardından seri hapşırmalar geldi... İşin aslı, bu gerilim bizim gazeteye transferi sonrasında peydahlanmıştı; rakip gazeteyle başlayan dişe diş mücadelede kendini sorumlu, belki suçlu görüyordu, belki yeni patronu, onu buralara getirtip altına BMW, kasalarla hazır çorba, deterjan, yen bazından güzel bir maaş verdiği için şimdi pişman sanıyor, haklı olarak korkuyordu, o durumda kim korkmaz; her gece daldığı kısacık uykularda Brezilya, Venezuela dizileri gibi karışık, arkası yarınlı rüyalar görüyordu.

“Dün gece gene eski patronumu gördüm Emine,” dedi. “Uğursuz

Page 65: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

bir rüya, eminim. Belki ucunda ölümüm de var. Tabii o kadarını, direkt yüzüme söyleme, ‘kendini kolla, tehlike var,’ gibi yuvarlamalarla yetinebilirsin.”

“Olur,” dedim ve bıraktım anlatsın.“Kalbim sıkışmıştı; bir kokteyldeydik. Ecevit -niye Ecevit-

durmadan gözlerini kaçırıyor, bir türlü selamlaşamıyoruz, oysa sürekli önüne çıkıyorum. Alınıyorum, içimden bu da mı bana hava basacaktı yahu diyorum; seni Kıbrıs fatihi seni! Beni selamlamaya yanaşmadığını diğer gazeteciler de görüyorlar… Ne utanç! Hem alınıyorum hem rezil olma durumu var... Yanımdan geçtiği sırada bir şeyler kabarıyor içimde, zapt edemediğim bir şiddetle kolunu yumrukluyorum, fena öfkeliyim. Ecevit’in ağzının kenarları o an yeşilleşiyor, yosun gibi şeyler fışkırıyor dişleri arasından, belki öfkemin yansıması bu, yosunlar normal bir şey diye düşünüyorum kendimi sakinleştirmek için, etraftakiler gözlerini dikmiş, bizi ayıplayarak izliyorlar. Şu da var: Aşağı yukarı herkes smokinli, benim üzerimde fakülteye girdiğim yıl annemin ördüğü kahverengi kazak, ki gerçek hayatta çoktan çöp tenekesini boylamış, hiç tutmam eski giysilerimi, ondan da rahatsızım, niye bu kazağı üstümden çıkarmayı unuttum, kahretsin diye... Sonra Ecevit’e ‘Halıları kirletmeyelim diye Rahşan Hanım’ın hatırına evinizde az pabuç çıkarmadık,’ diye bağırıyorum milletin önünde, herhalde geçmişteki samimiyetimizi hatırlatmak niyetiyle ve eski patron, ki o da sesleri duymuş, nereden çıkmışsa, bize doğru ilerliyor! O sırada patronum mu bilmiyorum rüyamda, ama sesleri işitmiş olmasından rahatsızım, terliyorum. Kolu havada, silah tutar gibi ve elinde ne var sence?”

“Silah,” diyorum.“Hayır, çok daha tuhafı! Bir arı tutuyor elinde. İki parmağının

arasında vızlamasını duyuyorum, arıyı suratıma fırlatacak diye korkuyorum, fırlatmıyor, dudaklarını kıpırdatıyor, ne dediğini duyar gibiyim ya da sadece tahmin ediyorum, bana gayet alaycı, hatta küçümsemeyle “sen daha çok pabuç çıkartacaksın hayatta” diyecek diye bekliyorum ve biliyorum, gene fena alınacağım, belki

Page 66: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Ecevit’e alındığımdan da fazla... Eski patronuma el kaldırmaya cesaret eder miyim, adam şaplağı patlatır mı, polis çağırırlar mı, karakolda ayakkabılarımı çıkartırlarsa çoraplarım temiz mi, annem ördüğü kazağın karakola düştüğünü öğrense yüreğine inmez mi diye geçiriyorum içimden ve su içinde uyanıyorum.”

“Çok ferah rüyaymış, Çeto. Karşı kaldırımda hazırlanan promosyon tutmayacak” diyorum hayatta tek merak ettiği şeyin bu olduğunu bilerek.

“Hadi!” diyor umutla.“Rüyanın müjdesi böyle. Anlattıklarında uğursuzluk yok; yani

senin açından. Ecevit’le arandaki gerginlik konusunda fazlaca yorumda bulunamam. Rüyalarda salt psikoloji alanına giren bölümler de oluyor, ama bizi ilgilendiren simge, patronun elinde tuttuğu arı. Arı senin elinde olsaydı, tabii o fenaydı.”

D

Page 67: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

FİKRİ BEY, bu promosyona başından beri şans tanımamıştı. Yerden iki kuruş toplamak için kireçli dizlerini büken insanlara yönelseydi, hadi bir derece, ama yoksulların herkes kadar tafralı olduğu Doğu toplumlarında, bu tarz sökemezdi.

Tamam, gazeteyi sabahın köründe alıp hiç okumadan bir dakika sonra iade edecek, böylece dakikada on bin, saatte altı yüz bin, promosyonun durdurulduğu öğle saatlerine kadar iki üç milyon kazanacak bitirimler çıkabilirdi her mahallede, ama hedef kitle sadece bitirimler olamaz ve zaten bizim bitirimler çok daha gösterişli kazançlar peşindeydiler.

“Kesin sonuçlar bir haftadan önce düşmez,” dedi Çeto.O hafta ne kahve falı ne rüya tabiri istedi, belki fitilini

ateşlediğim son umudu muhafaza etmek adına, hatta belki -işte o şahane olurdu- gaipten beklediği işaretlerden nihayet vazgeçerek.

Page 68: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Gazetede ciddi kafa yoruyorlardı, duyuyorduk; iki günde bir binanın kapısına ambülans dayanıyor, yukarı katlarda aşırı beyin jimnastiğinden bitap düşmüş birini sedyeyle hastaneye taşıyorlardı. Bizimkiler haysiyet tuzağına düşmüş, illa en uçurucu, en rakip öldüren karşı kampanyayla piyasaya çıkma derdindeydiler. Üst kat deli gibi toplanmaya devam ediyordu, sürmenaj firelerine rağmen, yılmadan.

Bir gün duyduk ki, patron sadece tepelerde değil, bodrumlara kadar her katta promosyon fikri etrafında kreatif çalışmalar yapılsın talimatı vermiş. Hatta demiş ki, aşağıdakiler yukarıdakilerin yanında aşağılık komplekslerine, ötekiler aşağıdakilerin yanında yükseklik komplekslerine kapılmasınlar diye, her grup kendi arasında toplansın: Magazinciler, spor yazarları, sekreterler, sekreter asistanları, kahveciler, odacılar, bilgisayarcılar, kafeterya personeli, muhasebe, ilancılar, matbaa işçileri, şoförler, asansör tamircileri, liberaller, eski tüfekler, kazan dairesi; her grup kendi arasında.

Bu haberi aktardığım Fikri Bey, “İsabet,” dedi. “Boşuna değildir, tarihteki nadirattan şahsiyetler, zor durumlarında, hayatlarının kritik noktasında kime fikir danışırlar? Uşaklarına, dadılarına! Gece yatağa girmeden, önemli kararlar arifesinde, savaşa mı çıkılıyor, bir âşık mı zehirlenecek? Yanı başlarındaki generallerin, menajerlerin değil, uşakların ve dadıların veya sütannelerinin fikrine başvururlar... Ne yapsınlar rütbelilerin ve uzmanların zevzekliklerini? Kendileri zaten savaş tekniklerine, inceliklerine herkesten vâkıf. Ama nedir, mühim olan doğal çerçevenin dışına çıkmaktır. Çerçevenin dışına aynı derelerde yıkanmışlarla değil, başka sulardan içmişlerle çıkmak mümkündür.”

Açıklamasını kendi hesabıma ikna edici bulmuştum, ama Fikri Bey’in bu kez teorisi tutmadı. Patronun alt kademeleri devreye sokma fikri meğer sadece taktikten ibaretmiş. Öfke anında yukarıdakilere fırlatılmış bir gözdağı, bir kamçı şaklatış. Uydurduğu fantezi tehdidin hakikate dökülebileceği aklını dahi yoklamamış.

Page 69: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Yukarılarda, sürmenajların yanı sıra heyecandan kaynaklanan bir düğümlenme de söz konusu. Koridorda uçuşan dedikodulara göre, günde belki otuz değişik fikir buluyorlar, hepsinden vazgeçiyorlardı. Çöp kutuları ağzına kadar buruşmuş kâğıtlarla doluydu, sonra o fikirleri rakiplere taşıyacak casusların varlığından çekinerek (ve herkes casus olabilirdi buhran zamanı, odaya aniden dalıp emriniz var mı havasındaki sekreterlerden hademelere, bekçilere, çöpçülere, herkes) iki saatte bir, masa üzerinde koca bir ateş yakıyorlardı, eğer ateş kontrol edilemeyip fazla yükseklere çıkarsa, sekreterlerle hademeler yardıma çağrılıyor, bir kova suyu kapan odaya yangın söndürmeye koşuyordu.

O haftayı böyle devirdik. Pazartesi sabahı bizim kata adımımı yeni atmıştım, “Koş!” dediler, çünkü bizde herkes birbirini korkutmaya bayılır. “Çetin Bey seni bekliyor.”

Çeto’nun yüzü Çin bayrağı gibiydi; hiç sevmem kırmızı yüzlüleri. “Ucuz atlattık,” dedi, hiçbir hayati tehlikeyi atlatmış durmayan yüzüyle. “Boğaziçi’ne gizlice araştırma yaptırmıştık, avuçlarla döktüğümüz paralara karşılık sempatik bir haber getirdiler: Karşı kampanya tutmamış, sadece yumurcaklara hitap etmiş... 7-13 yaş grubuna. Bunlar, ellerinde beslenme sepeti, servis otobüsünü beklerken harekete geçiyorlarmış. Okula girince de iş bitmiyor. İlk teneffüste en yakın bakkallara fırlıyorlar. Okul kapıcılarını rüşvetlere boğmuşlar, keyfe göre çıkıp giriyorlar. İkinci teneffüste, hadi bir daha. En gözü karalar, ders ortası revir izni isteyip, yok başım yok dişim diyerek gene sokağa ve doğru bakkala... Ama ev kadınında, memurda tık yok; bunlar kırmızı siyah rakamlarla güzel güzel gösterilmiş.”

“Bu denli sınırlı bir gruba, hele sadece veletlere hitap edebilmiş gazete kampanyasını bizler fiyasko sayıyoruz, şu andan itibaren. Günlerce hapşırdığıma, geceleri iğrenç kâbuslarla boğuştuğuma değmedi. Böyle bir grupta ne alışkanlık oluşturulur ne bir şey. Zaten kim, elinde birkaç saniye tuttuğu gazeteye alışır ki? Caddenin öbür yakasında bu hafta kelleler düşer. Biz de boş durmayıp muazzam bir fikir kaptık. Ava gideni avlarlar. Projeyi

Page 70: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

yukarıya sunduk, patron okeyledi, hemen çalışmaya başlıyoruz. Veletler gazetesi yapacağız Emine.”

“Ne güzel,” dedim, mesleki coşkunun dışında kalmamak için, “Modern bir Doğan Kardeş.”

“Yok Emine, öyle değil. Gelecek senin sandığın gibi sadece kahve fincanında okunmuyor. Zamane çocuğu Doğan Kardeş’i ne yapsın? Bambaşka, çarpıcı bir şey gerek. Sabah dörtlere kadar mikro komite tartıştık, benim aklıma bazı şeyler geldi, başta sırf komiklik olsun diye, sonra bu sahiden olur muydu, olmaz mıydı derken, şahane olur dedi çocuklar. Sabaha patronu aradım, sıkılmış greyfurt saatinde, beyefendi banyoda dediler, önemli dedim karısına, çekinmeden, saunasının dibinden kahkahayı bastığında anladım ki kazanmıştık, en zoru ona beğendirmektir bilirsin, gaddar ama dâhidir bizim patron; projemiz artık yolda, yürüyor... Günlük, hatta haftalık değil, hoş bir aylık düşünüyoruz. Dedikodular, biraz seks ve başka şeyler... Fermuar dergisinin bir tür çocuk versiyonu. Fotoğraflı, kuşe kâğıda basılmış. Foto muhabirlerini cumartesi pazar sinema önlerine salacağız, hatta sinemanın içine. Gitsinler, filmi çocuklarla izlesinler. Kim kimin yanına oturmuş, kimin kolu kimin omzunda, kim kime gofret ya da frigo ısmarlıyor, hepsini istiyorum.”

“Onlara galiba artık frigo denmiyor,” dedim.“İşte ne deniyorsa. McDonald’slara ve muhallebicilere gitsinler.

Neler giyiliyor, giyilmiyor, hepsi gelecek önüme. Hangi defterler moda, hangi silgiler, bilgisayar oyunları, küfürler... On, on beş yıl sonra bizi yönetecekleri, cami avlusunda tabutumuzu omuzlayacakları ufak ufak tanımaya başlayalım. Ayın en şıklarını, pasaklılarını seçeceğiz. Küçük kleptomanları, az yıkananları, altını hâlâ ıslatanları, burnunu karıştıranları, kulağı çekilenleri... Özel şoförlüler, korumaları olan çocuklar, mitomanlar, mikroplar, kötü tohumlar, iyi tohumlar... Maydanoz ektiğinde yıllar sonra bazen nasıl katırtırnağı çıkarmış, şaşıp kalınsın. Okullarda yerel muhabirlerimiz olacak. Ellerine birkaç milyon lira tutuştur, haftada bir telefon açıp dedikoduları üflesinler. Çalışmayanı defedeceksin,

Page 71: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

yenisini tayin edeceksin.”İkinci tekil şahıs kullanmasında bir tuhaflık seziyordum tabii

ama teklifi gene de bende şok etkisi yaptı: “Seni düşünüyoruz Emine, dergiye. Baktığın fallarla, rüya tabirlerinle fazlasıyla hak ettin, iyi koku alabilen birini istiyoruz, seni uygun bulan sadece ben olmadım, tepeden de okeylisin.”

“McDonald’sların ve dürümcülerin çoğunu yazmıştım ama, yemek köşemde,” dedim.

“Yok,” dedi Çeto. “Yemek köşesi başka. Bu kez koltuğunda oturup sağa sola emirler yağdıracaksın. Sana özel oda tahsis edeceğim. Genel müdürlük. Başyazın, fotoğrafın, sekreterin, porselen fincanda gelen kahvenle, çayınla, her şeyiyle. Adına yazılmış davetiyeler, yılbaşında çikolata kutuları, altın tükenmezler, telefonla arayan okurların, hatta sapıkların olacak, sen hiçbirine çıkmayacaksın, sekreterinin tanrısısın ve o, çevre yollarının durumunu özetleyen spiker sesiyle hava raporunu verecek görüşmek isteyenlere, ‘sabah güneşli, öğleden sonra parçalı bulutluydu, en son Niyazi kafasını bozdu, Niyazi’yi bir daha içeri almamalı.’ Veya, ‘dün dondurma yemiş, üşütmüş, bağlamıyorum annesini bile, son sayıyı beğenmemiş, köpürüyor.’ Böyle şeyler... Bayılacaksın bu hayata.”

“Çocuklar dergisi nihayet ve benim çocuğum bile yok!” dedim.“Saçma! Asıl çocuklular anlamaz çocukları ve bilirsin, ezbere

konuşmam. Konuyu inceledim, sadece teorik açıdan da değil, tecrübe sahibiyim de. Sen çocuk yetiştiriyorum sanırken, nereye yetiştiriyorsan, öz evlatların seni bambaşka bir adam yapmış. Bir nasihatçı başı! Bir müddet sonra da, buyrun, sizi şöyle çukura alalım. Her yaramazlık ve muzırlıklarının altındaki gizli hedef de bu... Kısmetlisin, senin böyle bir yarışanın, katilin yok; sonuna kadar tek yavru kalmışsın. İşte böyle birini istiyorum, çalışırken dert etmemeli: Minik tosunum bunları okursa hırsız mı olur, uğursuz mu; karşıya geçerken ezilir mi, kan kanserine yakalanırsam doktorlar şu sümüklü büyüyene kadar beni ayakta tutabilirler mi? Atkısını boynuna sarmazsa grip olur mu, çok

Page 72: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

sararsa boğulur mu, o berbat notları ne olacak, o telefon maratonları, o kapıcıya borçlanmaları, vesaire vesaire... Bu tür vıdıvıdıları istemiyorum. Bizim dergi çocukları adam etme iddiasında olmayacak. Bu işleri ailelere, okullara bırakıyoruz. Bizim hedefimiz, aksine, şımartmak ve ayartmak. İhtilalci bir yaklaşım. Öğrensinler bir an evvel, dünya kaç bucakmış. Böyle bir işin başına çocuklu birini mi getireyim?”

“Beni alakadar etmez Çeto,” dedim, ne de olsa eski arkadaşımdı. “Çocukları sevmem bile, daha önce söylemiştim, sen de cevap verecektin, Adalet yazmak istiyordum, uzun araştırmalara çıkacaktım, Van’dan Edirne’ye. Savcıları, hâkimleri, polisleri titretecektik... Hayatta en önem verdiğim projeydi.”

“O projeyi unut Emine, taptaze bir işe dalacaksın. Elâlem ne kederlerin üstesinden geliyor. Teyzem, kocasının iflasını öğrendiği hafta adamın kapı komşusuyla aşk yaşadığını keşfetti. Gene makyajını yapıyor, bileziğini, kolyesini takıp, sokağa öyle çıkıyor.”

Bu genellemeler ve hayat dersleriyle dolu konuşma iyiye alamet olamazdı.

“Adalet işini kime verdiler?” diye sordum; yanık kokusundan burnum düşmek üzere.

“Neslişah’ı uygun gördüler,” dedi, fazla gezdirmeden. “Direttim söyleyeyim; olmayınca olmuyor. Patron bir kere ikna edilmiş. Düşünüyor ki Neslişah’ın sureti haktan hâli, her hafta ağlatacak konuları bulması, okurda bir inandırıcılık hissi uyandırmış. Bu kız haksızlıklara dayanamaz, rüşvetleri, dalavereleri bulur çıkarır, gerekirse yaratır; kalbi som altın ve ne anlatıyorsa hepsi gerçeğin yansımasıdır tarzında bir intiba... Dokunaklı hikâyeleri dokunduran bir lisanla, okuru özdeşleştirerek, hesap soran bir edayla yazmak diye de bir şey var, burada patrona hak vermek durumundayım. Adalet yazarken şart, Emine. Yeni açılmış lüks lokantaya gidip makarna sosu ayçiçeğiyle hazırlanmıştı, vay ne ayıp gibi anlatılamaz Adalet Sarayı koridorlarındaki dramlar.

“Benim o şekilde anlatacağımı nereden çıkartıyorsun?” diye sordum Çeto’ya, yanaklarımın ateşini uzaktan, yani nispeten

Page 73: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

uzaktan hissederek.“Sen de biliyorsun ki öyle olacaktı,” dedi Çeto. “Kendini

tutamadığın için. Daha önemlisi, şimdi alınacaksın, belki öyle bir duyarlılığın yok diye. Yani insani dramları paylaşma bazında belki eksik kalmış bir şeyler...”

“Farzedelim ki haklısın, böylesi daha yenilikçi olmaz mıydı?”“Bol bol yenilik dene diye eline güzel bir oyuncak veriyoruz

işte; herkese verilmez,” dedi Çeto, tartışmayı kesme kararını artık almış.

Düşünmek için yedi gün istedim, Çeto onu üçe indirdi, ikisinin ortasında, yani beşinci gün, Fikri Bey’le konuyu detaylarıyla görüştükten sonra, teklifi kabul ettim.

D

Page 74: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

CASİNO ziyaretlerimi azaltmış da olsam tamamen kesmiyorum ve maaşımdaki artışa rağmen Madam Melisa’nın masasında oynamaya devam.

Çeto’nun yeni teklifini kabul ettiğim haftaydı.İşe tam olarak başlamamıştık, bana özel oda, dergimize müstakil

bölüm hazırlıyordu Çeçenya’dan gelmiş, yerli işçilerden iki misli ucuza çalışan ve söylediklerinin dörtte birini anladığımız adamlar. İşçi sınıfıyla diyalogda bizimkilerin söylediklerini de bu kadar anlıyorduk sonuçta... Çeçenler neşe içinde, herhalde aralarında bol dedikodumuzu ederek duvar delmesi, boyama, çivi çakma, telefon hattı çekme ve masalarımızın altına gizli kamera ve teyp yerleştirme işlerini tamamlarken, ben her gün Çeto’yla yarım saat, kırk beş dakika oturuyordum, daha çok akşam vakti... Muhabir listeleri çıkarıyorduk, ben derginin başındaydım, son söz de hep ondaydı; ama sanki umurum. Her sayfayı, hatta santimetre kareyi birlikte tasarlıyorduk, sonra projeyi o grafikçiye anlatıyordu. Çeçen

Page 75: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

değildi grafikçimiz, ama bir Çeçen kadar dilsizdi ve zaten Çeto onu da boyacılardan biriymiş gibi, hemen her gün işleri sil baştana zorluyordu, sırf idman olsun diye.

Bu da bir şey mi, önceki patronlarımdan birinin otorite idmanı olarak acele çağırttığı muhabiri kapı önünde yetmiş beş saat beklettiğini bilirim. Çocuk, on iki saatte bir, aşağı inip komşu berberde süratle tıraş oluyordu, doğuştan aşırı kıllıydı çünkü ve o zamanlar, gazete kapısından çıkar çıkmaz sokakta berber, simitçi, mobil manav, mobil kasetsatar bulmak mümkündü; havaalanı dibine henüz taşınılmamıştı... Bir de tabii, tuvalet molaları vardı. Koşarak gidiyor (ya şimdi beni odasına almaya karar verirse telaşıyla), işini olağanüstü süratle görüyordu. Ki ayrıca, ihtiyacını da psikolojik reflekslerle minimuma indirmiş, kendini üç günlüğüne kabız etmişti. Yemek molası için de yerinden kıpırdamaya cesaret edemiyordu. Patronun, güzel ama aynı zamanda acıma duyguları gelişmiş sekreteri,, normal aralıklarla yemekhaneden, tabii tepsiler filan değil ama sandviçler getirtiyordu ona ve muhabir Şefik, koca lokmalar hâlinde, yemek borusunu tıkama tehlikesi atlatarak rekor sürede onları mideye indiriyordu (gene ya tam o sırada patron tüm heybetiyle kapıda belirirse korkusu).Şefik yetmiş beş saatlik beklemede, tahminlerin aksine, hiç

sıkılmamış. Bir kere, hayatında muazzam bir ufuk değişikliği olmuştu. Sabahtan akşama limon suratlı, bir önceki hayatını herhalde fabrika bacası olarak geçirmiş ve o geçmişinin kokusunu üstünden atamamış suratsız şefinin değil, sigara içmez, çantasından çıkardığı mentollü çikletlerle ağzında küçük balonlar şişirip onları avucunun içiyle patlatan, bazen mentollü çikletlerden kendisine de ikram eden, karanfil kokulu, minnacık burunlu bir sekreter hanımın dizi dibinde oturuyordu. Sonra, orası hareketliydi... Telefonlar çalıyor, sekreter hanım her seferinde hayatta tatmini bulmuş ahenkli bir sesle, “Evet, burası Şinasi Bey’in sekretaryası,” diyordu günde binlerce kere “Hari Krişna, Hari Hari,” diyerek huzur katına çıkan genç müminler gibi. “Hari Krişna, Hari Hari” diyen

Page 76: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

kızlardan çok daha çekici, bakımlı ve şıktı üstelik... Başkaları da geliyordu sekreteryaya beklemeye. Gazetenin içinden, dışından, ve onlarla güzel sohbetler oluyordu, memleketin hâl ve gidişatı, tarihi, coğrafyası üzerine. Herkes iskemlelerde oturmuş beklerken, zekâ, karakter, sınıf farklarının asgariye indiği nadide anlardı bunlar ve Şefik, yaşadığı özel durumun hem bilincine hem tadına varabilecek duyarlılıkta biriydi.

Sabahları daha sekreter gelmeden, geceyi geçirdiği ve üstünde deliksiz uyuduğu koltuktan doğruluyor, çay ocağında ilk çayını devirip gazeteleri tarıyordu, yerli ve yabancı, Şinasi Bey’den çok önce.

Akşamları arka kapıdan çıkıp giden, gün içinde bazen kapının eşiğinde heybetlice belirip Şefik’e, “Sen az bekle,” diyen Şinasi Bey, yetmiş beşinci saatte çağırmış onu odasına ve “Yavrucuğum, nedir derdin?” diye sormuş, müşfikçe.Şefik: “Beni üç gün önce istetmiştiniz ya.”“Peki niye şimdi geldin?” diye sormuş Şinasi Bey, soğumuş bir

sesle. “Ben hemen geldim, üç gündür bekliyorum ya burada...” demiş Şefik.

“Hatırladım” demiş patron. “OECD’nin son Türkiye raporuyla ilgili bir şeyler soracaktım galiba. Sonra biz Hasan’la telefonda konuştuk, istediğim ondan aldım, sağ ol yavrum. Sen niye bu kadar solgunsun bakalım, hadi git bir hafta dinleniver, şefine söyle, izin benden.”

Patronun teşvikiyle Şefik o gün izne çıktı, bir daha da dönmedi. Başka gazeteye de gitmemiş.

Yıllar sonra Beyoğlu’nda karşılaştık, “Büyük bir bankada bekçiyim şimdi,” dedi. “Gece bekçisi. Güzel iş. Memnunum. Sessizliğe çok alışmışım zaten. Beklemek kadar büyülü duygu olamaz.”

Page 77: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

D

ÇETO’YA dönersek, çalışma saatlerimizde bir punduna getirip, alakalı alakasız bir rüyasını anlatıyordu gene; bu denli sık rüya görene de hiç rastlamadım. Kahveler cabası. Doğallıkla, bana nezakette bulunuyormuş gibi, odaya girdiğimin üçüncü, beşinci dakikasında: “Bir kahve içeriz değil mi Emine?”

Nemrut ve hâlden anlamaz günümdeysem, “Bana Cola söyle,” derdim. O gene kahvesini isterdi, benden mi çekinecek, az sonra da, “Göz ucuyla baksana şuna bir Emine.”

Gene öyle bir gün, Çeto’nun yanından çıkmışım. Çalışıyoruz ama asıl söylemek istediklerimi hep kahvemin telvesiyle yutuyorum. Hâlâ hazmedememişim, kendimi Adalet sayfaları yerine çocuklara yönelik bir seks, dedikodu, magazin dergisinin başında bulmayı ve hâlâ anlamıyorum Neslişah, nasıl kapmıştı işimi. Tuvaletin aynası önünde karşılaşmamızda “Çeto beni bekliyor,” diye övündüm diye mi, ki elâlem yirmi dört saat övünür

Page 78: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

bir şeycik olmaz, bizim tek hindileşmemiz her şeyi mahveder, yoksa görüşme sonrası ona kahve içmeye uğramadığım için mi, neydi yani kindarlığının esbabı mucibesi? Yoksa, nasılsa olacağı mı vardı, hayatta aşağı yukarı hep olduğu gibi ve eski Yunan felsefecilerinin güzelce anlattığı üzere? Kendimi yiyip duruyordum, zira Neslişah’ın projeyi benden önce sunmadığına artık emindim.

D

Page 79: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

SOĞUK bir İstanbul günü, keder atmak için koştuğum otelin kapısı önünde taksiden inerken Vildan’ın döner kapıdan çıktığını gördüm. İkimiz de aynı binanın gediklisiydik ama bu sadece ikinci karşılaşmamızdı.

O gün hoştu Vildan, kilo almış, yaratıcılara has o acayip hastalığı bünyesinden atmış (yoksa bana mı öyle geliyordu), düz ayakkabılar giymişti yumuşacık deriden, ev içi terlikleri gibi, düzgün bacakları vardı, içi kürklü bir pardösüsü, kıvırcık kısa saçları, kocaman gözleri. Kendime acıyordum delice, ve tüm dünyaya karşı da içimi parçalayan duygularla doluydum. “İşin yoksa gel, seni casinoya götüreyim,” dedim.

Vildan üst katlarında aerobik yaptığı, havuzunda yüzdüğü, lobisinde Kara Orman pastaları yiyip ortak yapımcı arayışındaki Amerikan ve Rus prodüktörler beklediği otelin alt katlarından bihaberdi. “Asıl eğlence orada Vildan,” dedim, “belki senin prodüktörleri bile sonuçta orada buluruz.”

Prodüktör bulamadık Vildan’a ama daha muhteşemi oldu.Kasa önünde para bozduruyorduk ki, “Aa...” dedi Vildan. Başımı

ona aa dedirten istikamete çevirdim ve Hüsamettin’i, yani Sarı Necdet’i gördüm. Adamın ayağında gene ucu dışa doğru kıvrık botlar, sırtta bir eski deri, derinin içinde bir kayısı gömlek. “Gel o masada oynayalım,” dedi Vildan, telaşla, hayatının treni gardan ayrılmak üzere çufçufluyormuş gibi. “O masada oyun yüksek,” dedim, “bir arkadaşım hep orada oynar, bunu yapabilmek için

Page 80: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

günde kimsenin yemediği kadar kereviz yiyor, kimsenin içmediği kadar sigara içiyor.” Vildan ısrarlıydı: “Hatırım için. Dikkatli oynarız, kaybedersen yarısını ben veririm.”

Tamam dedim; bütün hayatının gidişatını tek karara bağlamanın ne olduğunu bilirim.

Sabaha kadar sürmüş geceyi hepimiz için bir dönüm noktası sayabiliriz. Bir kere, benim de günlerdir tanımak için masamıza düşmesini beklediğim Sarı Necdet hayatımıza giriş yapmış oldu.

Bet’i bize çok yüksek bu masa bile, Sarı Necdet için ucuz sayılabilirdi. Madam Melisa’ya göre hep ilerideki masada oynarmış o genelde, krupiyeyle teke tek. Kuyumcular, 1. ligden futbolcular, miraslarını tüketememekten bitap düşmüş rantiyeler, kronik, yabani bir sıkıntıyı mosmor göz altlarıyla dolaştıranlar gibi. Şimdi bir haftadır buralara düşmüştü, başka masalarda kim bilir neler batırıp.Şükrü Bey de o masada... Öyle tatlı dilliydi ki Şükrü Bey,

krupiyeler, kız olsun, erkek olsun, ona bayılırdı. Hepsine ayrı üslupta bir takılması vardı, sanki onları birer ağaç gibi görmüyormuş, yorgunlar mı değiller mi, ne yemişler, kaç saat uyumuşlar, çöpçüler ve sütçüler saatinde hangi vasıtayla eve dönmüşler, gelecekle ilgili planları ne, kumarı gerçekten sevmiyorlar mı, hepsini merak ediyormuş gibi. Bir alay ilgi alaka dolu lakırdı, black jack’i çıktı mı da kimseye bir kuruş bahşiş vermezdi... Ama oydu gene müşteriler arasında en makbul olan, adam yerine konmak hâlâ herkesin gözünde bahşişlerin en âlâsı olduğu için. Kızlarla, sanki son flörtleriymiş, aralarında burada anlatılmayacak kadar tuhaf şeyler geçmiş gibi konuşurdu, ki hiç hazzetmem. Bazıları böyle, bir kıza lodosu ve poyrazı anlatsalar, üçüncü şahıslara ayıp bir şeylere tanık oluyorum hissini vermeyi başarır; Şükrü Bey onlardandı.

Vildan Şükrü Bey’e takılabilirdi mesela, ama hayır, mezar kadar suskun, krupiyelerin bile adını bilmediği Sarı Necdet’e bayıldı, oyun taburesine yerleşmek üzere poposunu iki yana kıvırırken

Page 81: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

daha; ve her şeyine birden. Tabii mesleğine bayıldı, sonra geçmişine, ki bu, Taksim Meydanı’ndaki elektronik panoda art arda süratle kayan yazılar misali bir dolu kadın ismi demekti (hemen hepsi seksapelli, kalın dudaklı kadınlar); gerisi çorap söküğü gibi geldi. Uçları göğe dönük çizmelerine âşık oldu, onların içindeki taraklı ayaklara, filtresi dudağına yapışmış sigaralarına, her hafta birkaç bin telini kaybettiği saçlarına, sol elinin ucu ezik ikinci parmağına, bir zaman sonra muhakkak sinir olacağı her şeye... Sarı Necdet’in dikkatini çelmeye öyle kararlıydı ki, her elde krupiyeden kâğıt istiyordu, sırf sesini duyurmak amacıyla, diğer oyuncuların “cık cık”larına aldırış etmeden, tabii kaçınılmaz olarak hep too many olup kaybederek... Eldeki kapitali uçunca, tabureden sessizce aşağı kayıyordu, bavul tipi çantasıyla, ki bu çantalar yeni bir eve, yeni bir hayata kolayca intibak etme yetenekllerini kendileri bile bilmeyen kadınların favorisidir; doğru kasaya... Arkasından bakıyorlarsa diye de, salınarak. Bir miktar daha dolar satın alıyor, dönüp masanın üzerine neredeyse yatarak uzattığı dolarlar karşılığında mavi, biraz sarı, biraz yeşil fişler istiyordu.

Ben kazanıyordum, güzel tesadüf, hem her zaman oynadığım masada dönen paralardan fazlasını. Vildan’a oyun taktikleri verdim ama hiçbirini duymuyordu. Herkes kâğıt almayıp krupiyenin too many yapmasını beklerken, Vildan elindeki 14’e kâğıt isteyip hem kendini hem masayı yaktığında -ve hele iki suratlı yirmilik kağıdını ayırmaya kalktığında- en uçtaki kadın artık sesini yükseltti: “Küçük hanım, oyunu bilmiyorsunuz madem, gidin ucuz masada eğlenin, burada hepimizi kötü yakıyorsunuz.” Haklıydı, benim de otuz beş dolarım böyle iki kirpik vuruşunda uçmuştu, ama Vildan gerilemedi. Aksine, sesinin berrak tınısını Sarı Necdet’e duyurmak için bu tatsızlığı da fırsat bilip “Beğenmeyen gider,” dedi, “ben istediğim gibi oynarım, kimse karışamaz.”

“Aa...” dedi kadın, patlıcanlaşarak. “Nasıl bir konuşma tarzı bu böyle? Olacak şey değil!”

Kadına içimden, hatta gözlerimle hak verdim. Yüzlerce dolar

Page 82: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

dönüyordu burada; oyun bilmeyen, şımarık bir çapkın kızın hepimizle oynamasına izin mi verecektik? Yeşil masalarda acemilik, aksilik, hatta sarhoşluk, her şey affedilebilir ama kumarın sadece fon müziği olması, böylesine geri plana itilmesi, asla.

Budalalıktı Vildan’ınki! Bir kere oyun masasında açıkça kur yapmaya kalkışmak niye? Ufak takılmalar, tamam, ancak hep oyunla alakalı olması koşuluyla. Oysa o, barda adam kaldırmaya çalışır gibi sarkıyordu; çakmağınızı alayım, kutuya fiş süreyim, bloody mary güzel mi, şamfıstık taze mi? Hele o şarkı mırıldanmaları!

Sarı Necdet sinir olmuştu. Vildan’ın tüm o tantanayı niçin kopardığını, yani kendisine tutulduğunu anladığı için belki, masa ucundaki kadına hak verdi: “Burada ciddi meblalar dönüyor olması bir yana, işin tadı kalmıyor, oyunun hakkını vermiyorsunuz!”

Bu laf üstüne Vildan’ın gözleri doldu... Tıkanan lavabo gibi. Üstüne gitsem daha kötü taşar diye bir şey demedim, bekledim ki kendiliğinden açılsın. “İyi o vakit,” dedi Vildan, “Ben azıcık hava alayım.”

Beklenmedik bu gerileyişe hepimiz şaşırdık. En başta, black jack profesörü kadın, sonra krupiyemiz, hatta tepedeki üst denetmen, çünkü kumarda işler hırlaşmaya kadar vardı mı çözüm hiçbir zaman kolay gelmez, kendiliğinden tatlıya bağlanması görülmemiştir, müdüriyetten birini çağırmak zorunda kalınır, üst hâkim olarak, ve nihayet hep aynı sonuç çıkar. Denir ki herkes istediği gibi oynasın, hem kendini hem masadakileri yakarak. Hayatta nasılsa, aynen öyle... Öncelik ve söz hakkı tanınmaz işin ehline. Ve asıl bilene düşer, eğer gidişatı beğenmiyorsa, tasını tarağını, viski bardağını ve rengârenk fişlerini toplayıp kenara çekilmek... Mesele burada: Çekilmeyeceksin.

Vildan mücadeleden kaçmıştı, işin daha mahkemesi, sonra yargıtayı, gene mahkemesi olduğunu görmezlikten gelip. Sadece Sarı Necdet’in, yani önemsediği tek makamın müdahalesi üzerine.

Biz de güzel güzel oynayabildik.Kumarda olur sadece, içine daldığınız an, akıntıya kapılmış

Page 83: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

kayığın hemen açıklara doğru sürüklenmesi gibi diğer her şeyin süratle uzaklaşması. Tortunun şişe dibine çöküşü gibi. Zaten en çok bundan tadına doyum olmaz... “Gidip Vildan’a bir bakayım. Bu elden sonra açık büfede iki lokma yeriz, kızı buraya getirdik, terk etmek yakışmaz. Hoş, hakikaten ağladı mı yoksa bana mı öyle geldi? Diyelim hakikaten ağlamış olsun, aradan zaman aktı gitti, ne malum şimdi, bir köşede eğlenmediği, kimse karışmadan, tam dilediği gibi.” Böyle şeyler geçiyordu aklımdan, süratle yok olmak, yerini bambaşka düşüncelere bırakmak üzere, ki bu düşünceler artık sadece masadaki oyunla alakalıydı.

D

Page 84: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

CASİNO, o günden sonra Vildan’ın hayatını, banliyölerin kalabalık metropolü kuşatması gibi sardı, gürültüsüzce ve geri dönüşsüz. Başlarda acemilerin şansıyla epeyce kazandı... Yeşil masalara her renkten fişlerle umutlar gömmüş pek çok eski müşteriye inatla gülmemiş kura çekilişlerinde bin dolar kazandı mesela, bir süre sonra Avrupa Kupası maçlarına uçak bileti ve asıl, arkadaşlar kazandı, tanıdıklar, bir çevre, bir hayat tarzı... Bizim aracılığımızla elbette, ama kendi başına yakınlık kurdukları da vardı, poker makineleri köşesinde, lokantada, barda, yahut sadece bir başkasının rüzgârına takılmak, yeni gördüğü yabancı birilerine uğur getirmek için dikildiği, minimum bet’i yirmi beş dolarlık, tek oyuncunun yedi kutuda birden şans koşturduğu black jack masaları başında... Sarı Necdet’in aşkını kazanamadı sadece, ki asıl istediği buydu.

Çoğu akşam, nöbette birinciydi.Otelin jimnastikhanesinden lobiye inip kendisini Hollywood’a

değilse de Şangay’a, daha olmazsa Alma Ata’ya götürecek prodüktörleri beklerdi, derin koltuklarda Kara Orman pastaları yiyip Kız Kulesi’ne gözlerini dikerek, öz hapishanesini dışarıdan gözetlediğini düşünerek... Bu minval melankolikleşmelerden sonra sekize doğru (kışsa karanlık çoktan sopalı jaluziler gibi tek hamlede inmiş olurdu denizin, karaların, aslanların ve tavşanların, cümle kaçan ve kovalayanın, az ve çok şanslıların, çocukların ve yaşlıların, hastaların ve küstahların, burnu ve aklı bir karış havadakilerin üzerine ve yazsa aydınlıktı daha, ama bunun nihayet

Page 85: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

sadece bir akşam aydınlığı olduğunu insanın yüzüne vura vura -ki böylesi, erkenci gecelerden de kederlidir-) Vildan’da telaşlı bir sigara ve portakallı votka içme, gülme, oyalanma, sokaklarda, gazetelerde, rüyalarında gördüklerini artık başkalarına anlatma, kısaca dünyayla alışverişe girme acelesi harekete geçerdi.

Aşağıda, üniformalı dealerlar için, memleketteki en temiz tuvaletlerinin aynasına eğilerek (hepsi aynalara korkusuzca yaklaşılan, hatta yapışılan yaşlardaydı) kaş ıslatıp burun pudralama, kolalı gömleklerini, eteklerini, halı desenli yeleklerini çekiştirme, ardından yeşil çuha örtülü masaların başına koşma saatiydi bu... O saatte Vildan yukarıda prodüktörleri beklemekten artık usanır, “Beş on dakika daha oyalanır, sonra inerim,” diye kendine limitler koyardı sanıyorum, hatta eminim, tüm kumar tutkunlarının hep limitlerle yaşadığı gibi.

Tek shuffeld ve bu son, iki yüzlük kazancım artacaksa az daha devam ederim, nasılsa güzel güzel eğleniyoruz, kaptıkaçtıcı değiliz, ama kazancım otuza inerse ne yapmalı, aklını toplayıp tek hamlede kalkmalı ve eğer Allah muhafaza gene kalkamayıp, koltuğuma çakılırsam ve gene kaybedersem, artık on beş gün, on gün, hiç değilse bir hafta gelmem, ki o günler, bilen bilir, lastik gibi uzarlar, çektikçe... Uzasınlar. Ayak basmamalı buraya. Merhabaya, muhabbete, karın doyurmaya, seyre dahi. O cinsi de var çünkü, “oynamayayım, yeminliyim ama hiç değilse bakayım, izleyeyim” hesabında, aşkta sadece seyretmeye razı olanlar gibi, ki bu da niçin fena olsun, niye küçümsensin, belki daha bile zevklidir, var mı yani bunun terazisi. Keşke beni de kesseydi.

Mesela dünkü kaybımın yüzde yetmişi geri geldiğinde, saat henüz bir dahi değil, gece vaatlerle dolu, sinir uçları ayaklanmış, gece kulüplerinde olabileceğinden fazla... Her şey iyi güzelken durmak kadar imkânsızı olmasın. Bari tapi olayım, öyle kalkayım dersin. Hadi az daha, hadi az daha... Yüzde yetmiş, sonra yüzde yetmiş beş ve hop, kim oturdu da rüzgâr döndü, hangi krupiye, hangi yeni oyuncu, arkaya dikilmiş hangi izleyici masaya uğursuzluk perdesini çekti, sertçe, bunları akla bile getiremeden

Page 86: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

hızlıca eksi yüze geçiş (yüksek bet’li iki double’lı kayıp, üç kötü el ve tamam). Artık en akıllıcası durmaktır, masayı terk etmektir, en efendicesi, sirke kokusu burna gelmeden bir âşığı terk etmesini bilmek gibi. Durulabilir; ne olacak, nihayet esrar değil; ne ki o an en son akla gelen şeydir durmak… Hangi iskambil kağıdına “double” yapmalı, hangi çiftler ayrılmalı vesaireler dışında, istiflenmiş bilgilerin olduğu gibi uçması, bilgisayarda yanlış düğmeye hafifçe dokunmuş gibi ya da sisteme en nadir virüs sızmış gibi... Bilgisayarlarda, kara sevdalılarda, uzay dizisi kahramanlarında, belki büyük şairlerde, bir de kumarbazlarda görülen tipte kazalardır bunlar. Depolanamayan tecrübe, kristalleşemeyen bilgi. Öğrenilenlerin beyin hücresindeki arka çekmecede saklanamaması, faize yatırılamaması, adamını korumasız bırakması. Her şeyin sadece hatırlanmamak üzere öğrenildiği tek aristokrat üniversiteydi belki, casino.

Ve inişte (ama inişin kaçınılmazlığını hatırlayabilen kim?), zar zor kazanılmış olanın ışık hızıyla ana rahmine, kumarhane kasasına geri gidişi... Meddücezirli deniz. Oynak toprak. Bir yüz, iki yüz dolar daha çıkarmalı ki hareket alanı doğsun, hareket alanı açamadın mı yapacak şey kalmaz, sadece akrep örgüsüne düşmüş sinek olunur. O da giderse, ki gidebilir, artık eyvallah, daha tek onluk (dolar) bozdurmamalı, uyku bizi terk etmiş, bir daha hiç adresimizi bulamayacak gibi olsa da... Azıcık meyve yerim. O da belki... Çuha yeşili gecelerin sabahlarında damaklar kururlar. Sonra kalkıp, son kere, makinede... Bir kez daha ve son defa, tiksinerek, titreyerek, beddualarla, yakarşılarla denemek. Çağırmak.

Neyi?İşte.Buraların hükümdarı, uçup kaçmasın diye ağıza alınmadığında

bile, şans değil mi o?Şans, insanı sevdiğinde, anasından babasından, herkesten çok

seven. Başka şeye benzer mi şansın sevgisi? Muhabbet kısa sürse, kısa

süreceği baştan bilinse de. Kalabalık, kibirli, zavallı bir gezegenin

Page 87: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

binlerce kentindeki milyonlarca adam, hayvan, ağaç arasında seçilmek, kırmızı tebeşirle işaretlenmek gibi... Bir kralın dikkatini çekmek gibi, ya da bir kazanın, hastalığın, şimşeğin. O kadar şaşırtıcı. Şansa, şansın en saf hâline dokunmak. Değil altın bilezik takmak, altının çekirdeği hâline gelmek. Bir öpüldünüz mü, bir daha öpülmek istemek. Hemen herkesin sabahlara kadar oturarak aradığı bu değilse ne, para kazanmanın çok çok ötesinde.

D

GENÇ penguenler aşağıda masalara koşarken, Vildan ağzının kenarında Kara Orman pastası kırıntıları, sırtına jimnastik çantasını vurmuş, üzerinde casino esvapları, merdiveni iniyordu.

Birinciydi, çoğunluk.Torbasını vestiyere bırakırdı. Vestiyercilerle hepimizden daha

Page 88: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

ahbap, beraber bulmaca çözerlerdi. Ama kültürel jeneratörü vestiyerci çocuklarınkinden cılızdı, bulmaca çözmeler uzun sürmezdi.

Vildan, kumarın her türüne yatkınlığını, sanıyorum sayemde keşfetti. Hoş, ben olmasam da... Nihayet, birkaç yıl sonra bulurdu buraların yolunu. Bu da benim suç savarım.

Kabul etmeli, Vildan çabucak başka biri oldu. Bir tür bilimkurgu kahramanı... Onlar, bilirsiniz, kayda değer karşılaşmalarda, sizin benim gibi sadece saç modeli, manikürcü, terzi, pastane değiştirmekle kalmazlar, bambaşka boyuta geçerler. Üstündeki yükü, içindeki kederi atmak, yeni moda hastalıklara karşı bağışıklık geliştirmek için beklediği, kendisinin, ailesinin yıllarca ummuş olduğu şey, meğer bir sanatsal faaliyetin kapısını itmek değil, şu casinodan içeri girmekmiş. Aynı aileden insanların ne cennetleri bir oluyor, ne cehennemleri.

Casino ahbaplarıma benden fazla yakınlaşmasını kıskandım belki, ama çok değil. O kadar evinde gibiydi ki burada.

Gündüzleri başka işi yoktu. Geceleri de... Yazlar, kışlar, sonbaharlar. Öyleleri var ki ülkede, işsizlik sigortaları olsa, memleket batardı. Bazen bir yerli prodüktörle (şu 20. yüzyıl peygamberi) randevulaşmaları (şu tarih öncesinden kavram), bestekâr delikanlıları düşük kiralı asfaltsız mahallelerde dinlemeye gitmeleri ve sonra, bağcıklı botları çamurlanmış, varla yok arası eğlenmiş, her anlamda adresini şaşırmış, cebindekileri borç bırakmış, icabında kaptırmış olarak geri dönmeleri, Adapazarı’ndan idealist gruplarla kabare, televizyon programı hazırlıklarına girişmeleri vesaire, onu bir süre sonra gene casino kapısı önüne bırakırdı, dalgaların şanslı kayıkları kıyıya bırakması gibi.

Jimnastikten sıkılınca diğer casinolara da uğrar oldu, sonra tam mesai takılmaya başladı. Sabah kahvaltısından itibaren, beş çayı, geceyarısı çorbası, tüm öğünlerde karnını kumarhanede doyuran, tabiri caizse evindeki ocağı toptan söndürmüş biri olarak kilo da alıyordu ve altı ay sonra bir rehber çıkaracak kadar bilgi sahibiydi:

Page 89: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Hangi casinoda krupiyelerin eli yavaş, hangisinde balık taze ve yağlı, hangisinin poker makineleri berbat, hangisinde masalar uğursuz (ya da sandalyeler), hangi dealer’larla mutlaka kasa kazanır (hele acemiyseler, hele meslekte yetişme dönemindelerse, bu nedenle kılıkları bile başkaysa, mesela cepkensiz, ve bunlarla bir kerecik dahi kâra geçmek rüyadır, ama acemilik hep şans demek değil midir, hayatta da), hangi casinoda müşteri helvalaşmasın diye salona durmadan temiz oksijen püskürtülür, Japonya barlarında ve Türkiye’nin pahalı jimnastikhanelerinde yapıldığı gibi, hangisindeki canlı orkestra kafa şişirme şampiyonudur, hangi şarkıda masaya muhakkak black jack’ler çıkar, hangi casinoda sabah kahvaltısı alaturkadır, hangisinde makrobiyotiktir. Doğuşundan beri uykuda tuttuğu gözlemciliğini buralarda yüksek voltajda harekete geçirmişti.İşten erken kurtulmuşsam, casino boşken, onunla barda oturup

insan avucunda sudan, havadan da kaygan olan şansı, kısacık bir müddet zapdetmenin sırrını, daha ötesi, teorisini arıyorduk. Kumar oynayanların çoğu gibi kendimizde bir tür mucitlik, medyumluk vehmederek.

Vildan bu buluşmalarda, gündüz vakti dolaştığı casinolardaki yeni ahbaplarını da anlatırdı.

Evlerin ruhani bekçisi kadınları, anneleri… O anneler, küçük maymunlarını ve maymunlarının babalarını hayatla boğuşmaya postaladıktan sonra, etrafı toplarlar, elektrikli robotları çalıştırıp kasaba, manava telefonla siparişler geçerler, telsizlerle annelerini, kaynanalarını yoklarlar, nihayet yuvanın dümenini hizmetçilere teslim edip casino minibüsüyle ta Asya yakasından gelirlermiş. Her gün aynı sokak köşesinde, İtalya’dan ithal dantelli sutyenlerle fantezi donlar satan mağazanın önünde buluşan, beraberce bekledikleri minibüs yaklaşırken sevinç çığlıkları atan kadınlar.Şoförün yanına oturmak için yarışırlarmış. Okuldan dönen

öğrenciler gibi bir ağızdan konuşup, fıkra kadar komik vakaları, şans gelgitlerini, masayı yakan oyun bilmez turistleri anarak. Birbirlerinin soyadlarından bile habersiz olsalar da kucaklaşırlar,

Page 90: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

birbirlerinin saçlarına, elbiselerine dokunurlar, neşelenirlermiş; şoföre, “Kaza yapacağım valla, kafam şişti valla,” dedirtecek kadar.

Gidiş yolunda, hep iyi şeyler beklerler… Hayattaki tüm masalardan herkesin kayıpla kalkacağını unutarak. Oyalanmayı beklerler… Heyecan fırtınalarını, eski açıkları kapatmayı, saatlerin hızlanmasını, kendini şişman, sıska, az okumuş veya fazla okumuş veya beyhude okumuş; kocanın, mahallenin, hayatın en antikasını seçmiş, çocuğunu antika büyütmüş bulmamayı. Şansı, hiç değilse bu kez, kaçırmamayı.

Ben de antenlerimi açıp şansı, şansın işaretlerini kollardım. Gazetedeki bilgisayarımda yazımı noktaladığımda, vuruşlarda kazara bir üçlü (mesela 4333), bir kare (mesela 4444), hatta dö per (mesela 6688 veya 5577) çıkarmışsam, şans benden yana demekti, akşamına casinoya gitmeye karar verir, bu gidişlerimde kazanırdım da.

O gün, hiç beklemiyordum, sıkı bir kent çıkardım (5678).Oysa yorgundum, canım sıkkındı, bir sübyan dedikoduları

dergisinin müstakbel yöneticisi olarak kendimi hırpalıyordum... Öğle kahvesi falında üç azılı köpek çıkmış genel yayın müdürümüz Çeto’nun huysuzluğu gazete koridorlarında dalga dalga yayılıyordu. İbrani bayramı tekerlemelerindeki gibi, patron kendisine bağırdığında o da yerine dönüp sekreteri Zümrüt’e bağırmıştı; Zümrüt ağlamış ve kat garsonunu azarlamıştı; kalbi kırılmış garson, elleri sinirden titreyerek Çeçen işçilere taşıdığı kaynar çayı olduğu gibi Lamia’nın üzerine dökmüştü.

Lamia gazetemizin Roma muhabiriydi. Gazetenin yarısı onu olağanüstü güzel bulurdu, diğer yarısı o kadar da güzel bulmazdı, çünkü karakter sahibi kadınların çevresinde çoğunluk böyle değil midir? Sabahtan beri oralarda dolanıyordu, tuhaf bir içgüdüyle sanki belasını arayarak. Bana kalırsa istediği Çeto’yla karşılaşıp zam işini konuşmaktı, ama gazetecilikte insanın başına hep tasarladıklarına en uzak şeyler gelir ya, o da bekleyişi sonunda kendini haşlanmış bir bacakla buldu.

Page 91: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Feryatlara yetişenler Lamia’nın etrafında toplanmıştı; yanıklarda en etkili acil müdahale konusunda birbirimizi yiyorduk. Zümrüt, iyi bir sekreter olarak inisyatif gösterip odacıyı gazetenin baş sağlık muhabiri Poyraz’ı çağırmaya gönderdi.

Ama Poyraz öğleden sonra gazeteden çıkmış, sekiz ottan elde ettiği kokulu merhemle parkinsonlu kayınvalidesini iyileştiren Fatih’li sigorta doktoruyla röportaja gitmiş.

“Poyraz’ın hırsı nah buramda...” dedi bir Dış Haberler elemanı, orası olarak alnını işaret edip. “Ot röportajının Çin’e kadar yolu vardır, söylemişti dersiniz” dedi, gene Dış Haberlerden biri. Dünyayı sadece Reuter ve Associated Press fakslarıyla tanıyan takım. “Biz çok şükür Edirne sınırını geçemedik,” dedi magazin servisinden biri.

Bu arada Roma muhabirinin bacağı filleşiyor. “Mamma, mamma!” dedi yıllarca televizyonda hep İtalyanca filmler izlemiş Lamia. Yazı işleri müdürü “Yanında diş macunu bulunduran yok mu?” diye sordu iyi yüreklilikle. “Diş macunu sürsek, şişmesi dururdu.” Kimsenin yanında diş macunu yoktu. “Bu bacaktan artık hayır gelmez, davullaştı, keserler mi acaba?” dedi çaycı, suçluluk duygusunu kötümserlikle bastırmayı umarak. “Mamma!” diye inledi bir kez daha Lamia ve o güne dek sadece Ramazan iftarlarında yan mahallelerdeki top atışlarıyla titreyen çift cam pencerelerimiz titrediler.

Bu çığlık üstüne Çeto’nun kapısı açıldı. “Nedir bu gürültü kapımın önünde!” diye bağırdı Çeto gözlerini döndürerek. “Lamia’nın bacağı Çeçenlere giden bir litre sıcak suyla haşlandı, sürekli şişiyor” dedi yazı işleri müdürü. Çeto gene tek güvendiği insana, sekreterine baktı, ve Zümrüt şişkin kurbağa gözleriyle ve kırgın bir kalple, yerdeki döşemeye... “Doğru mu duyduğum şu zırvalıklar?” diye sordu Çeto. “Poyraz röportajda,” dedi Zümrüt.

“Diş macunu harareti alırdı” dedi, gürültüye koşan bir köşe yazarı... “Şimdi Babıali’de olsaydık, hiç mesele değildi. Şoförü gönderirim, on kutu diş macunu alır gelir. Buralarda otoyola çıkıp bakkal arayın hadi. Kaç kez yazdım, İkitelli bizi hayatın her

Page 92: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

şeyinden koparıyor diye. Cağaloğlu sonrasında göz göze gelememek, karşılaşamamak, sonra köşelerimizden kudurmuşlar gibi hakaretleşmek, işte buna mahkûm olduk. Rezalet!”

“Bu mevzunun zamanı mı şimdi Fahri Bey? Bir kere, bu kadının burada işi ne? Lamia biz seni Roma’da biliyoruz, sen gelmiş kapımın önünde bacağını haşlatıyorsun, olacak şey mi? Kahve falımda üç azılı köpek çıkmıştı, anneciğim ne uğursuz gün!” dedi Çeto, belki sadece kendine acıyarak.

“Mammaaa!” diye inledi Lamia. Kafasındaki zamı sanıyorum tamamiyle unutmuştu... “Hâlâ şişiyor. Ramazan davulu oldu, herhalde keserler,” dedi çaycı.

“Bari buz getirin! Bu kadarını da mı düşünemiyorsunuz?” dedi Çeto. “Ben söyledim, dinletemedim” dedi Neslişah.

Arnavut annesine İtalyanca seslenmeye devam eden Lamia’yı koridorda yan yana yapıştırdığımız iki maroken koltuğa yatırdık. Çeto durmadan elini önce başına, sonra ağzına götürüyordu.

Odacımız patronun sekreterine buz istemeye koşarken, Lamia’nın bacağı şişmeye devam ediyor. “Buz artık işe yaramaz. Çok geç. Onu arabana at, doğru İnternational’e götür,” dedi Çeto, yazı işleri müdürüne dönüp.

Yazı işleri müdürü, çocuğunun doğumunda dahi hastaneye gidememiş bir hipokondriyaktı ve Çeto’nun önerisi üzerine yüzü ayva sarısına döndü. “Kerim de gelsin o zaman,” dedi. “Olur, o da gitsin. Ben gazeteyi bağlarım.”

Tatlı bir şiveyle İtalyanca inlemeye devam eden Lamia’nın pembe sağ bacağına (ki sol bacağından tamamen farklı bir hayat serüvenine atılmış sayılırdı) patronun şahsi buzdolabından buz torbası bastırdılar, sonra onu kucaklarda asansöre taşıdılar ve iki dakika sonra etrafa keder yüklü bir sessizlik indi.

Çeto’nun sekreteri telefonda Lamia’nın Roma’daki kocasını bulmaya çalışırken ben bilgisayarımın başına döndüm, yazımı açtım, vuruş sayan tuşa bastım, kentim orada duruyordu, şanstan umut kesilmemesi gerektiğini hatırlatarak. Çantamı kapıp kendimi dışarı attım.

Page 93: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

D

Vildan vestiyerde çocuklarla bulmaca çözüyordu. Bana, “Soldan sağa, futboldaki en yalnız adam kimdir?” diye sordu, bu edebiyatla alakalı bir soruydu tabii, ama Vildan’ın Handke’nin adını duymadığına eminim, “Galatasaraylı Hayrettin’di bir zamanlar ama şimdi kim, bilemem,” dedim. Çocuklar güldüler, Vildan espriyi anlamadı ve birlikte bara gittik.

“Öğleden sonra Casino Dilber’de komik şeyler oldu” dedi Vildan. “Sen jimnastiği toptan kestin mi?” dedim canını acıtmak

Page 94: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

için, çünkü aklım Lamia’nın sağ bacağında kalmıştı. Pembe ve davul hâli gözümün önünden gitmiyordu. “Beşlik masada oynadım,” dedi Vildan, başından geçen komiklikleri anlatmaya kararlı. “Bir ara iki Alman turist geldi, fukara mahallelerden. Bir kız bir erkek. Kız daha uyanık ama ikisi de bir şey bilmiyor, ne double, ne insurance, hiçbir şey! Adam heveslendi, millet yapıyor diye o da yapacak, on sekizi var, on ile sekizini ayırıp split’e kalktı, dealer Filiz tabii hayatında böyle şey görmemiş, hayretinden masanın üzerine yıkıldı, yahu bu ne böyle dedi, artık biz gül gül, öleceğiz, bunlar sonra her elde kâğıt istediler, 16’larına, 17’lerine kâğıt çekiyorlar, kasada on varken iki suratlarını ayırıyorlar, hadi hepimiz yanacağız sanıyoruz, ama her nasılsa kazanıyoruz! ‘Aman itiraz etmeyin, bir şey öğretmeye kalkmayın, biz bilerek oynadık da ne oldu, her gün veriyoruz, şimdi tam bir kumar çevirelim, şansımız dönsün,’ dedi Avukat Mükerrem Bey.

“İnanmayacaksın, o acemi Almanlar hepimizin şansını bir döndürsün, kasa hep too many oluyor, sanki black jack bir öyle oynanırmış gibi. Üç yüz dolar kazanıyordum, hadi bana eyvallah dedim, gidip kek yedim, makinelere baktım, oynamadım, taksiye atlayıp doğru buraya, çocuklarla bulmacaya... Mükerrem Bey yüz yirmi dolar kazanıp sarhoşladı iki viskiyle, saat beşlerde. Onu da buraya getireyim dedim, ama gece izni yokmuş, karısına sinema sözü vermiş. Hangi filme gidiyorsunuz Mükerrem Bey dedim. Hanıma sormadım güzelim dedi, sinema çıkışı karısı her şeyi baştan sona anlatıyormuş nasılsa. Film boyunca olay nerede cereyan ediyor, kim kimin katili, kim kimin baldızı, Mükerrem Bey hiç farkında olmazmış. Gözü önünde bir buçuk saat boyunca, damlar üstüne aslar düşürürmüş, bir şahsiyetli asın yanına hadi bir as daha, krupiyenin önünde bir yedili, Mükerrem Bey aslarını split yapıyormuş tabii, düşüyormuş tak diye birinin üstüne sinek onlu, diğerinin üstüne vale, onların arkasına bir yirmi beşlik, bir yirmi beşlik dolar daha konmuş zaten, buyurun size tek elde yüz dolar. ‘Bundan güzel film mi olur Vildan, kadıncağızın gönlü olsun diye gidiyoruz sinemaya,’ diyor.”

Page 95: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Viskimi bitirdim ama Vildan’ın cikcikine iştirak edecek havam yoktu. Bir içki daha söyledim. “Bizim Roma muhabirinin bacağına iki litre kaynar çay döküldü, kızın sol bacağı sütun gibi, diğeri tam Ramazan davulu, sence keserler mi?” dedim Vildan’ın kültür jeneratörünün zayıf olduğunu bile bile.

“Bacak nakli yapıyorlar mıdır Amerika’da?” diye sordu Vildan, aşina olmadığı konularda bile rahat. “Duymadım, yarın gazeteye gidip internette araştırırım,” dedim, çünkü bu da bir umuttu.

“En önemlisini anlatmadım,” dedi Vildan. “Bir kadeh daha içeyim, öyle.” “Yok, şimdi anlat,” dedim, bir an önce gidip iki yüzlük bir poker makinesi açmayı aklıma koymuştum. Ama Vildan “Boşver, ben henüz anlatmaya hazır değilim,” dedi.

D

Page 96: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

O AKŞAM yaşlı kadınlarda bir tuhaflık.Oyuna yemek molası vermişim. Lalezar Hanım peşimde;

kuyruğa girip tabaklarımızı soğuklarla doldururken haberi ondan aldım.

Kimi zaman aralıksız kaybettiğimiz, şanssızlığın sinir yağmurlar gibi hiç ara vermediği günlerde, zamandan, hayattan hakkımız olandan fazlasını (ama kim ölçüyordu ki hakkımızı) dilenirken oturduğumuz düşük betli black jack masasındaki ihtiyarcıklardan biri, ki pencerelerin çift camlar kadar kalın gözlüğüyle hemen her akşam oradaydı, ağır da işitiyordu, yani bizi masada fıtık edenlerdendi, her elde kararsız, ne yapsam, ne oynasamlarıyla, kaybedişlerindeki monoton sızlanmalarıyla, kurnaz hamlecikleriyle, yaşından beklenmeyecek yalanlarıyla, beş dolar uğruna (kızım ama no card dedim ya işte, card değil, bak masa şahidimdir, torunlarımın başı üstüne; yakışıyor mu hiç sana kızım, bu yaşta bu ağır kulak), o adını bile bilmediğimiz, hanfendiciğim dediğimiz (bir yaşın üstündekilere -tam hangisinin-, laubaliliğe varan bir yakınlıkla hanfendiciğim derdik), her gördüğümüzde hayatın herkese, dolayısıyla bize de mülayim eseceğine inanmamızı sağlayan, buralarda bir yirmi otuz dolarlık kaybedecek fişi her gün bulan (şahsi serveti mi vardı, çocuklarından mı isterdi?) eski kumarbaz, ölmüş... Çakı gibiyken hem. Hastalıksız, hastanesiz, ön işaretsiz, kazaya kurban gitmeden. Ölüm gelmiş teklifsizce ve sadelikle; açıklamalara, merasimlere gerek duymayacak kadar kendi evinde. En örfsüz, âdetsiz, yavuz hırsız konuk.İki gün önce şu masadaydı halbuki, şimdi iskemlesinde suskun

bir genç kız oturuyor... Kızın sarı saçları belinde, sinirlice bir şey, fişlerini tek elde toplamış. Onları küçük kule şeklinde dizmiş, kuleyi döndürüyor, bir aşağı bir yukarı, çakmağıyla oynarcasına ya da bir akrobasinin provasını yapmaktaymış da bu yeni harekete

Page 97: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

tam ısınamamış gibi. Oysa bir ölünün şansıyla kumar oynuyordu ve ne olabilir ki bir ölünün şansı?

Sarı Necdet’e göre, fişleri müteahhit hevesiyle üst üste dizen, onlarla saatlerce, saatlerce, bilekleri ağrıyana dek oynamaktan hoşlanan kızlar, sembolik mesaj da göndermiş oluyorlardı, insanlara değilse de uzaya, ya da Allah’a, ama hep aynı mesajı değil. Yarışma hevesini, bir şeyler kurma arzusunu (aile, iş, belki tarikat), bir aceleyi, hayalleri engellenenlerin heyheyini, kimi konularda (ama hangilerinde?) aşırı bir düşkünlüğü, veya korkutulmuşluğu, ya da sadece bir yüksek utangaçlığı.

Masaya yeni takılanlarla geçirdiğimiz suskun dönemler, favorilerimdi. Yüz kaslarını her kumarbaz gibi, ama gene de hepsinden farklı oynatışlarını, kağıt almayacağım veya “hadi, hadi ver bari, ver” deyişlerini (hep elleriyle), fişlerini masaya vurarak tutturdukları ritmi, çocukluktan kalma dudak büküşlerini, gece ilerledikçe gözlerinin ufalmayıp irileşmesini, iskemlelerini itişlerini, pes edişlerini, masaya kırgınlıkla veya sevinçle şans dileyişlerini tanıdığımız bu insanların, giderek, iş, bazen ev adreslerini, hayat özetlerini, ifadelerini de alırdık, taksitlerle, ama tercihim hep, hiçbir şey almadan durabildiğimiz o ilk günlerdi... İşte şimdi şu sarı kız, başının çevresindeki bilinmezlik halesiyle (her cins insanın en değerli çeyizi) ne ilgi çekici! Henüz bize yabancı. Kalıcı mı aramızda, yoksa tek gecelik ziyaretçilerden mi, yolu rastgele buradan geçmiş biri mi, nişanlı, öksüz veya hiçbiri; büyürken, okurken ve daha sonra ne kadar sevilmiş, hangi konuda hâlâ çocuk, hangi alanda çoktan allame. Kendine yer kapıp oyuna oturduğunda yedi saat kalkamayanlardan mı olacak, çişe gitmeyi bile kıyamayarak, yoksa vur kaççı mı, yüz dolar kazandığında arkasına bakmadan bana eyvallah diyebilen, ya da iki elde masa değiştiren, kutuları bir açıp bir kapayan. Araziye alıştığında krupiyelere çöp muamelesi mi yapacak, bahşişçilerden mi olacak, kayıpta iştahı kapanan mı, yemeklerle avunan mı, yükselişte mi şakacı yoksa -en nadiri- inişlerde mi? Hangi krupiyeler ona uğurlu, hangileri şeytansı gelecek, haftada kaç kereci olacak? Dışarıdaki

Page 98: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

hayatının çekmecelerini, sandığını burada ilk kime açacak?Bunlar bir kocaman meçhuldü ve o, fönlü sarı saçları beline inen

kız, bu gece bir ölünün yerini aldığından, onun şansıyla oynadığından habersizdi (ki ne olabilir bir ölünün şansı, ama onların bile şansa ihtiyacı yok mudur?). Herkesin (krupiyeler dahil) şimdi kendisine niçin böyle tuhaf baktığını bilmiyordu.

D

KÖTÜ haberi zilli kumarhaneye (buraya, bu ebedi Noel zilleri arasına ölümün adı, haberi, kendisi asla sızamaz sanırdık) hanımcığın mahalle komşularından biri yetiştirmişti, ucuzcu black jack masasından bir kumarbaz. Evdeki yardımcısından duymuş, o da sokaktaki kapıcılardan... Demişler ki, sizinkinin arkadaşı, Huzur Apartmanı’ndaki kalın gözlüklü Müzeyyen Hanım’ı dün, yetişkin iki çocuğuyla torunlarından büyüğü, daire kapısını anahtarla açtıklarında, cansız bulmuşlar. Yani hem orada hem orada değil; salondaki koltukların birinde, belki kapıya en yakın

Page 99: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

olanında; hâlâ üzerinde palto, elinde çanta... Casino dönüşü, asansörden çıkıp, kapısını açıp örttükten sonra, kılıfını değiştirmek isteyip değiştirmediği koltuğa kendini salıverdiğinde, belki soluğunu dizginlemek, korkusunu bastırmak umuduyla gecenin son ellerini düşünürken, ölüm, aslar, papazlar arasından sıyrılıp, ona ulaşmış: Kâğıt destesinden çıkan son joker. İhtiyarların çoğu gibi sonbahar oyalanmasını açık oturumlarda, arkası yarınlı tv dizilerde, faiz yarıştıran bankaların, gazetelerdeki güzel cinayetlerin takibinde, yeknesak torun azarlamalarında (“tükür şu sakızı”, “başka reklam şarkısı yok mu bildiğiniz”), değil, asil iskambillerde aramış kadını, hop, sırtlayıp. Ev ahalisi uyurken kız kaçırmaya gelen âşık gibi. Şövalyece: Komodini üstünde ne ilaç ne reçete. Evine hasta beden kokuları sızmamıştı, kaçak yapan borunun yorgun evlere zehirli gazlar sızdırması gibi. Su altı araştırma ekipleri, derisine ufak delikler açıp saçını kirpiğini dökmemişlerdi. Torunların, doktorların, diğer mahlukatın zulmüne (bunun bir başka adı da merhamet oldu şimdi) teslim edilmemişti.

“Hakiki jack pot. Allah’ım, hepimize inşallah böyle bir ölüm!” dedi Lalezar Hanım.

Birbirine en uzak, en hasım ülkelerde, saraylardan tek göz odalı teneke mahallerine, metro altlarından mağaralara, her şive ve lehçede fısıltılarla, çığlıklarla tekrarlanmış, durmadan tekrarlanan cümlelerden biri. “Bugün hava ne güzel, di mi?” gibi. “İçimde tuhaf bir sıkıntı var” gibi. “Anneme sinir oluyorum” gibi.

Pardon da, hiçbir şeyden değilse eserinin monotonluğundan usandığı olmaz mı, yüce Tanrı’nın? Özenerek yarattıklarının biteviye dilenciliklerine her gözü kulağı iliştiğinde. İlk çaresizlikte duydukları o dehşet... Düştükleri şaşkınlık, onursuz sırnaşmaları, en büyük felâketin ardından bir hiçle teselli bulmaları, kendini pansumanlama kabiliyetleri: kayma tehlikesi geçiren hayata hemen bir mana bulma. “Bunlar mıydı tantanayla yarattıklarım,” diyor mudur, en uzak komşumuz, villası göklerdeki? Tadıyor mudur, o da, yaratıcı güvensizliğini, yaptığını beğenmezliği, “onca gürültü

Page 100: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

bunun için miydi” iştahsızlığını? Başını her balkondan uzatışta, aşağılara doğru.

“Allah’ım, hepimize böyle ölüm!” Hadi ya. Köşedeki manava, “ben de ballı kavun isterim, şu hanıma verdiğinden, ortada duranlardan olmasın”, komşu masaya imrenerek garsona, “beye getirdiğinizin aynısından” der gibi, ya da mutfaktan kabak au gratin’in tarifini ister gibi.

Dünyanın en gürültücü, armonisiz korosundan füzeler misali fırlatılmış ricalardan bir rica daha hedefe doğru yol alırken, Lalezar Hanım’ın çatalından gömleğine bir yağ damlası düştü. O minnacık damla durmadı, büyüdü, nasıl Lamia’nın bacağı durmamışsa; olgun mehtap gibi yusyuvarlak bir yağ topu oldu. Seksilikten taksitlerle, gelgitlerle, nihayet tümden vazgeçip kibar görünmeye razı olmuş kadınların favorisi beyaz renkte, yarı ipek yarı akrilik gömlek üzerinde iki santimlik zeytinyağlı pırasa lekesi.

Bilgisayarımda çıkan kentime rağmen Lamia’nın bacağının haşlanması; otuz dolarlık fişle black jack’e koşarken ihtiyarcığın ölüm haberi, her ne kadar bu ölüm joker gibi yorumlansa da; uzun yıllar sefaret aşçılarına yüksük dolmalar sardırmış, millî bayramlarda kaç milletten taburlarla diplomat doyurmuş Lalezar Hanım’ın gömleğine ilk kez düştüğünü gördüğüm yağ lekesi, tek tek ve hep birlikte, havada kötü dalgaların dolaştığını vurgular gibiydi.İçimi black jack’e karşı bir tiksinti duygusu kapladı, sanki

sabırla beklediğimiz güzel kâğıtlar, yeryüzündeki, masallardaki hükümdarların topundan üstün tuttuğumuz mukavvadan krallar, kızlar, valeler, aslar, bizi kucağına çeken, bizimle oynayan şeyin atlılarıydı sadece. Birer ölüm elçisi.

Tadım kaçtı. Evin yolunu tutup yatmaya ve ertesi gün, ölümü ardından adını öğrendiğim Müzeyyen Hanım’ın cenazesine gitmeye karar verdim.

Page 101: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

D

TAKSİ beni Teşvikiye Camii’nin önünde bıraktı.İlk kez görülen kimi yerlerin, “ben bir başka hayatta, başka

zamanda buradaydım” hissini vermesi gibi, cami avlularının yarattığı tanıdıklık duygusu, bu kez geleceğe doğru bir atılımla “bir gün bu avluda yatacağım” dedirttiğinden mi? Kayan yıldızlara son görev için koşmuş Hıristiyana, Yahudiye dahi, “önceki serüvenlerimden birinde, veya bir ilerisinde, ben de burada yatmış oldum, olacağım” dedirtmesinden mi? Kendi cenazesinin kalkacağı yeri bir görüşte tanımak. Kendisini yutacak hastalığı, tutkuyu, düşmanı, akrabayı kimi geceler rüyasında, varla yok arası seçer gibi.

Konya’nın, İzmir’in, Fas’ın, Kahire’nin, New York’un 96. sokağındaki camilerde aynı tanıdıklık hissini duyabilir miyiz, biz İstanbullular? Tura yazılmalı: Beş yıldızlı otel, birinci sınıf cenaze, Kazablanka’da. Anlayalım, bir Afrika ülkesi ezanına mesela, ne ölçüde sığabilirmiş, bizim şehrin müezzinlerinin sesindeki alaturka ve ortodoks keder, ceza ve pişmanlık, yenilgi, zafercik ve avuntu öyküleri?

Ölçüp biçmeli, sadece aşina olduğumuz cenazelerde mi gidenler böylesine acizdir? Yoksa başka yerlerde de mi giden, yani lafın gelişi, belki taşın üzerinde cansız yatan demeli (niçin cansız, taşın

Page 102: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

dahi canlı olduğuna inananlar varken), ömrünce kovalayıp elde edemediği bir ağırlıkla, varlık, ciddiye, vakarla donanır? Hareket hâlindeyken tam sağlanamamış otorite, niçin ebediyen susulduğunda, kişiliğin yaşayan cazibesi, silahları artık harekete geçemezken, böylesine kolayca gelir?

Ölülerimiz ışık hızıyla soğuyorlar, bize ve kendilerine. Onları can havliyle, bu kadar uzağa iten belki bizleriz. Koca puntolu ilanlarla, çelenklerle, yetimlere bağışlarla, sessiz histeriyle, hatta coşkuyla (kopuşun), ilk “merhum”larla, “sizlere ömür”lerle, “rahmetli”lerle, “başınız sağ olsun”lar ve başlara bağlanan Hermès taklidi eşarplarla; gözlerdeki hayreti, ilk lakaytlığı gizleyen güneş gözlükleriyle -ölülere karşı ruha sürülen yüksek dereceli koruyucular- tehlikeli ışınlar saçan güneş, ölünün ta kendisiymiş gibi.

Sonra, alafranga av sahneleri, boru öttüren çizmeli delikanlılar, kaçan ceylanlarla bezeli Hermès taklidi, ya da hakiki Hermès eşarplar (namaza duracak camideki müminlerin bu eşarplara fırlattığı küçümseyici bakışlar)! Bizim erkeklerimizin bir duayı, hatta namaza durmayı bilmeğini, son yolculuğunda ölümüzü elinden tutmanın gene onlara düştüğünü alafranga usûl bağlanmış eşarplara çarpmaları. Başka zamanlar, cenaze günü dışında hemen her gün, sakallarını kesmek, kadınlarının başlarını, başlarının içindekileri “açmak” istediklerimize camii avlularında en sevdiklerimiz teslim edişimiz, tepside, pardon, musalla taşında; tartışmasız, hiç tanışmadan, henüz pazarlık etmeden cennet ve cehennem üzerine... En yakınların en uzak ellere bırakılışı. Ölülerimizden ilk vazgeçiş. Gerisi, artık çorap söküğü. (O acısız, hafif günlerdeki beğenmeyiş mi daha hakiki, yoksa kopuşun ezikliğinde dışa vurulan, ölünün müminler elinde belki daha rahat yolculuk edeceği konusunda tutunulan son dal mı?)

Kopuş anındaki “sizlere ömür”ler, az sonra kapanacak mezara (birkaç saat, birkaç gün daha beklenemez miydi, ne acelesi olabilir son ayrılığın?) atılan ilk toprak kürekleri ve her şey: Bizi tez elden onlardan koparmak, artık çok başka dünyaların varlıkları

Page 103: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

olduğumuzu vurgulamak için.Hem niye “bizlere” ömür? Asıl onların bir ikinci ömre ihtiyacı

varken; suya bile bir hafıza teslim edilmişken. Sudan da unutkan, hain mi olmalıydık, ölüler ardından?

Tenleri ve yastıkları soğumadan hayatımızı boşaltmaları için mırıldanan resmi sıfatlar, atasözleri, mimikler, alçak seslerle (ölü sanki ölü değil, bir bebek, bir gelişmemiş varlık, yahut bir tür deliymiş gibi), din ile ladin arasında bocalama içinde, hâlâ esas seçimleri sonraya, daha sonraya bırakmış bir tören ve töre. O ezbere laflar, istenmeyen yaratıklar üstüne püskürtülen, kalana koruyucu, gidene öldürücü maddeler gibi... Her cenazeye ortak sözcük bohçaları. Halbuki hayatın kiracılarına yakışacak, denenmiş, denenmeyi bekleyen ne çok laf dururken, sözlükler dolusu, şarkılar dolusu: Canavar, sivri dilli, tatlı cadı, marifetli, cimcime, şeytan, çapkın ve ciğerim.

Bu hafiflikler artık onların hakkı değil ki. Hepsi üzerlerindeki örtü gibi sökülmeli, onları çıplak bırakmalı. Düne dek kimliklerine yapışmış, biriktirip repoya yatırdıkları sözcük kolyelerini, benzetmeleri, iltifatları, sitemleri alıp götürür patiska kefen ve tek bir “iyi bilirdik”.

Nasıl yani, “iyi bilmek?” Usta tamircinin, elinden kaç kez geçmiş araba motorunu “bilmesi” gibi mi? Diyelim öyle, bu kadarı “iyi bilmeye” yeter mi? Makine favori tamircisine dahi sırrını tam vermemişken, yaşarken iyi, yani tam bilemedilerimizin bilgisine salt öldükleri için vâkıf olduğumuz iddiası, taze kurduğumuz üstünlükten başka ne? Ölünün artık, bizler gibi bir zapdedilemezliği olamayacağının, ebediyen bizden aşağıda kalacağının en yakınlarınca tescili,.

Yoksa bu “iyi bilirdik”, hiçbir özgün, şımarık sıfat, kapris yakıştıramadıklarımıza, yukarıdanlıkla lütfedilen iyi kadın, iyi adam mı?

Tanrı önünde verdiğimiz bu son bonservis, zararsız mı demek? Dipten yükselen bir ürküntüyle, ölünün geride bıraktıklarına karşı kötü davranmayacağına kendimizi inandırmak?

Page 104: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Doktorların edepli bir yas süresi ardından, kalanlara, bilime yaslanmışların nobranlığıyla “mahallenizi, evinizi, hiç değilse duvar kâğıtlarınızla kanepelerinizi değiştirin” tavsiyesi, kabul etmek değil midir şunu: Ölüler, hayatımızın köşelerine saklanarak bize tuzaklar kurabilirler, karşı durulmazsa rahat vermezler, temelde zararlıdırlar.

Bilim eliyle kalanların zararlılara karşı kışkırtılması. Bu kışkırtılmışlığın dehşete, ardından düşmanlığa dönüşmesi yoldadır; inşaat hâlinde. Hayatla ölüler arasına örülen yıkılmaz Çin Seddi.

Ölülerini hayatlarından kararlılıkla kovamayanlara, arsız bahar temizliğine direnenlere o yukarıdan muamele... Bilim, yazılı ve görsel medyanın da desteğiyle, bizleri en tanımadık kabilelere, komşu gezegen sakinlerine, Marslılara bile yer açmaya davet ederken (böylesine kalabalık bir uzayda tek olduğumuzu varsaymak ne saflık, ne kibir, ne düşük bir olasılık), ölülerimize mezarlıklar ve komodinin üzerindeki, duvarlardaki çerçeve içlerinden başka bir yaşam alanı bulunamaması. Ki onlar da birer minyatür mezarlık değil mi?

Sonra biz hiç beklenmezken, yeri değilken, boşluk bulup ani bir hamleyle sohbetin ortasına sızdıklarında, harekete geçen iç alarm. Davetsiz ziyaretçi kapıyı çalmış, gecenin, sofranın tadını kaçırır diye duyduğumuz rahatsızlık, nereden çıktı bu şimdi hâli... Acıya yuvarlanabilme ihtimali, hazırlıksız yakalanmışlık, bulaşıcı tedirginlik. Ayıp şeyler, densizlikler yaşamanın suçluluğu. Ses tonunun doğal ritmini kaybedişi. “Ah garibim”lerle, “vah canım”larla, bu hayıflanmaları izleyen susuşla, yüz buruşturmalarla önce ölüyü sakinleştirme çabası, onu canlılar arasına süzülüp sohbette kendine dinamik bir yer, bir dinamik rol aramaktan caydırma, onu “zavallıcık, rahmetli, sizlere ömür olmayan” canlı gruptan uzaklaştırma çabası. Alarm sistemini kapamayı, ölüye kucak açmayı, ona daha geniş yer açmayı bir başka güne, gene bir başka zamana öteleyerek. Daha yalnız, daha zayıf veya aksine daha güçlü olunacak bir zamana; daha az tatlı bir sohbet sırasında,

Page 105: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

başkalarına ayıp olmayacakken, günün tadını kaçırma tehlikesi ortadan kalkmışken.

En sevilmiş, en gurur duyulan ölüleri dahi insan içine çıkarmakta çekilen zorluk, kimi akrabaları arka odalara kapatıp salonu onlara yasak ediş... Yeter ki kalanların keyfi, hayatın ip üstündeki armonisi bozulmasın. İlla insan içine çıkarılacaklarsa, belleklerde varlıkları tazelenecekse, bunu törenle yapmak, yıldönümlerinde ve anmalarda, ona göre giyinip ona göre boyanarak, ona göre konuşmalar kaleme alarak, özel salonlar kiralayıp, ilânlar verip. Hiçbir zaman sadece canlıların hakkı olduğu düşünülen bir doğaçlamayla, programsızlıkla, senli benlilikle, “hadi bize gidelim şarap şişeleri açalım, eğlenelim, dolaptaki makarnayı pişirelim” der gibi bir teklifsizlikle ve sadece teklifsizlikle sürprizin verebileceği hazla değil.

D

Kİ bu cenazede beni birden fazla sürpriz bekliyordu.Kumarhaneden arkadaşlar, ama bu sürprize girmez. Başta,

Müzeyyen Hanım’ın ölümünü, cenaze gününü, saatini bize bildiren mahalle komşusu... Ve aynı masanın diğer gediklileri, gene hanımcığımız dediğimiz birkaç muhterem. Çalıştığı çocuk giysileri dükkânı camiye yakın olan Serap, ki aylardır yuttuğu lahanalarla kerevizlerin rengi o cami avlusunda artık iyiden iyiye yüzüne

Page 106: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

vurmuştu. Cenaze uğruna gündüz oyununu feda eden Vildan, çok şık. Karaköy’den kalkıp gelen Madam Melisa... Casino lokantasına zorla sürüklediğimiz gün gibi terliyordu. Dudağının üstünde ve alnında damlacıklar birikmişti ve cenazelerde de çatal bıçak kullanma âdeti olsa, muhakkak defalarca yerlere düşürmüş, belki yanındakinin gözüne sokmuştu.

Sonra Joan, Galata kulesi boyuyla ve pantolonlu.Onu bizim gruba ilk getiren Vildan’dı. Vildan’ın öğle vakti

takıldığı, bizim bilmediğimiz şehrin diğer güzel otellerinden birinin casinosunda tanışmışlar. Joan en gencimiz, ama mesleği gereği en yapılımız, güçlü kuvvetlimiz.İlk görüşte arkadaş olmamışlar. Genelde az konuşan, kendinden

neredeyse hiç söz etmeyen, bu hâliyle, nerelisin, kaç kardeşin var, dün nereye gittin gibi atak sorular sormaya can atanları durduran bir kızdı Joan. Önce onu turist sanmış Vildan, gündüz vakti Ayasofya’yı, Sultanahmet’i gezeceğine kapalı salonlarda Türklerle black jack çevirmeyi tercih eden bir turist (zaten niçin bu da memleketi başka bir katından tanımak olmasın?), ya da işadamı kocası randevulara koşarken otelde oyalanan bir genç kadın. Ama bir shuffeld time’da, Joan her zamanki gibi boş duramayıp kâğıtları karma teneffüsünde rulet masasına koştuğunda, masadakiler, Joan’ın mankenlerimizde bile görülmemiş sırık boyuna takılmışlar laf olsun diye ve krupiye o zaman “yanında söylemeyin, Türkçeyi az buçuk anlıyor” demiş. Vildan böyle öğrenmiş, Joan’ın Efes Pilsen kızlar takımında oynadığını.

Hem Amerikalıydı hem Türkiye’nin basket takımlarındaki ithal Amerikalıların çoğu gibi, siyah tenli ve inci dişli. Buralarda sandığından daha az geçici olduğunu öğrenince Vildan ahbaplığı süratlendirmiş, Hollywood ve Broadway prodüktörleri için hazırladığı ama Joan’a nasip olan İngilizcesiyle, isterse, basketsiz akşamlarında Grand Hotel casinosuna da gelebileceğini, orada tatlı bir grubu olduğunu söylemiş.

Akşamları antrenmanları oluyordu ama antreman sonrası Joan haftada bir iki düşerdi Grand Hotel’e; güzel bir kumar zekâsı

Page 107: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

olduğu için, bizimkiler ona çabuk ısındılar, en başta Madam Melisa... Joan epeyce sırık boyluydu ama hareketleri zarifti, hafifti, neşeliydi (kime black jack çıksa tiz bir sesle “huhu!” diye bağırırdı, bir süre sonra hepimiz, Lalezar Hanım ve öteki yaşlı muhteremler dahil, her black jack çıkışı ya da oyunun diğer heyecanlı anlarında, hele kasa too many yapmışsa, “huhu!” derdik, aynı orkestranın elemanları gibi).

Joan geç gelirdi, antrenman sonrası aç olurdu, tabii kolay olmasa gerek o upuzun kuleyi doyurmak, hele fenerin tepesindeki ışığı beslemek, titremeden yansın, bedene isabetli emirler göndersin diye. Doldurduğu tabağıyla masaya döner; tek el oyun kaçırmaya gölü razı olmaz… Tutkuda tartışmasız kardeşimizdi ve bizi en şaşırtan, Joan’un, upuzun bacakları, selülitsiz bedeniyle kolay doymaması değil, lakerdadan somonuna, biber dolmasından karides ve kalamar salatasına, çeşidi bol büfede gide gele tabağını hep aynı şeyle doldurmasıydı; tas kebabı, tepelemece, yanında patates püresi. Ne çerkes tavuğu ne patlıcan salatası ne kıymalı börek ne mantı. O düğün sofrasında, gönlüne göre, tas kebabıyla patates püresinden başka yiyecek bulamadığını gördüğümüzde, eksikliğini duyduğu, uzak kaldığı şeylerin, insanların, seslerin kim bilir daha ne çok olabileceği aklımızı hızlıca yoklardı.

Bir de pasta severdi, Vildan gibi. Tas kebaplardan sonra bir tabak pastayı lüpler, hem black jack masasına hem kâğıtlar karılırken rulete takılır, sonra gider elmasını alır, oynarken onu çekirdekleriyle birlikte ısırıp yutardı. Diplomat geçmişinde biriktirdiği bilgileri fırsat düştükçe satmayı seven Lalezar Hanım, “Ah bu natürellik Amerikalılardan başka kimsede yok” der.Şimdi Teşvikiye Camii’nde, birkaç farklı nesilden, ufuktan,

geçmişten, farklı elma yiyiş tarzına sahip kadınlardan müteşekkil “bizim grup”, bir köşede dikiliyoruz, Müzeyyen Hanım’ın hayatından gün ışığına çıkmamış tutku sayfasının kahramanları olarak; tabuta yakın aile grubuna baş sağlığına gitmeye cesaret edemiyoruz.

Sadece Lalezar Hanım, casino restoranındaki kadar vaziyete

Page 108: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

hâkim. Ölüm haberinin duyulduğu gece, onun girişimiyle para toplamışlar. Serap bana ve Joan’a düşen pay cebinden vermiş, yeşil parmaklıklara dayalı duran çelenklerden birini hepimiz adına o göndermişti.

Lalezar Hanım istermiş ki çelengin üstüne karanfillerle bir 21 yazılsın, ötekiler yanaşmamış, o zaman bari bir sinek figürü yaptıralım, değişiklik olarak siyah değil kırmızı olsun demiş Lalezar Hanım, sineğe kumarbazların duyduğu özel sempatiyle. Kadınlar ona da olmaz demişler, ölüden fazla geride kalanları düşünerek; her cenazenin şaşmaz kuralı. Ya çocukları, Müzeyyen Hanım’ın bir casino faresi, bir black jack müptelası olduğunu bilmiyorsa, ya bilip de yumurcaklarından, yumurcakların öğretmenlerinden, iş arkadaşlarından, bankalarından, dünürlerden, alacaklı ve vereceklilerden gizliyorlarsa... “Kupa yaptıralım, alt tarafı bir kalp, kimsenin aklı iskambillere gitmez,” demiş Lalezar Hanım. “Kuzum, kadının bu yaşta âşığı vardı sanırlar,” demiş Madam Melisa. “Sansınlar,” demiş Lalezar Hanım ve çelengimiz işte orada duruyordu, beyaz karanfiller üzerine kırmızı karanfillerden kocaman bir kalple ve üzerindeki yazıyla: “Şans arkadaşların.”

Cenazenin en göz alıcı çiçeğini göndermiş grup olarak kenarda kalmıştık; cami hıncahınç doluydu. Şaşıyorduk, Müzeyyen Hanım’ın iskambillerden başka bir hayat kurabilmiş, o hayatın bunca yer kaplar hâle gelmiş olmasına... Gerçi tahminimiz, burada asıl onurlandırılan, hatırına çelenkler (aralarında politikacılardan, sanayicilerden, bir televizyon patronundan, Sarı Necdet’in menajerlik yapmaya can atacağı birkaç ses sanatçısından çiçekler de vardı), gönderilen, her elde “ne oynayacağım şimdi, aldık mı başımıza belayı” diye yakınan Müzeyyen Hanım değil, onun oğlu, kızı, belki damadıydı, ama hepsi hayatının parçasıydılar ve bugünkü manzaraya bakılırsa, bizden kat kat fazla.

Yedi günün altı akşamı Müzeyyen Hanım Grand Hotel casinosuna takılırdı, bu saatleri iple çekmiş genç kız adımlarıyla uçarak gelirdi, ya iskemlelerin hepsi kapılırsa, ya başka hanımlar

Page 109: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

yakın mesafeden çekirgeler gibi yolunu keserlerse telaşıyla. Lalezar Hanım, Müzeyyen Hanımın o koşuşunu hatırlatıyordu bize cami avlusunda: “Deauville’deki kumarhanede görmüştüm, kapıdan girip tay gibi oyuna doğru koşturan Fransız yazarını. Meşhur, daha on sekiz yaşındayken servet edinmiş bir romancıydı. Spor arabalara, içmeye, gezmeye düşkün, deli kumarbaz. Casinolarda milyonlar batırmış... Canı çok yandığı bir gün, tövbe etmiş. Hatta bu savaşı tek başına kazanamayacağına karar verip ülkedeki tüm kumarhaneleri kendine yasak ettirmiş, kara listelere gönüllü girmiş. Bir süre sonra tövbesini bozmuş tabii. Londra’ya uçmaya başlamış oynamaya, Fransa’daki gönüllü yasak çünkü üç yıl sürüyormuş çünkü. Bizim karşılaşmamız bu yasak sonrası döneme denk geliyor. Keşke peşine takılsaydım, utandım. Gerçi utancımı bastırırdım da, kocam ayıp olur dedi.”

“Bunlar, bizler gibi masada neler kaybedebileceğini az çok bilen tayfadan değildir,” dedi Madam Melisa. “Bunlar, oynarken, çocuklarının adını, evlerinin yolunu, kim olduklarını akıllarından atabilenler.”

D

Page 110: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

İÇİMİZDE belki gene Madam’da vardı, o tohumdan. Kazanırken iskemlesiyle yekvücut oluşuyla, inişe geçerse iskemleye daha da sıkı yapışmasıyla, noktayı koymayı bilemeyişiyle, yokuşu bir kerecik daha tırmanmak, kaçan bahtı yoldan çevirmek için verdiği acıklı mücadeleleriyle. Yüzüne bakması ihtimal dışı bir adamı yoldan çevirmeye çalışırcasına. Ve bu hamlelerinin hep aleyhine dönmesiyle... Kayayı dağın tepesine zar zor sürükleyip şafakta tekmeyle aşağıya yuvarlayacak kertede serseri bir oyunbaz. Kumarhane kapısından dışarı kazançlı çıkmayı ayıp saydığından mı, eski içkicilerin kafayı bulmak için değil, karın doyurmak niyetiyle meyhaneye oturmayı çapsızlık saymaları gibi.

Madam Melisa’da takıklara has bir mucize yaratıcılığı vardı, şapkadan tavşan çıkarıcılığı. Kredileri tükendiğinde, borç isteyecek kimsesi kalmadığında yeni çipler bulmak, neredeyse yaratmak gerekmesin… Esrarkeşlerin, elâlem onları dünyadan fişi çekmiş sanırken, sadece ayıklara mahsus bilinen (ve ne yanlış yere) uyanıklıkla esrar parasını illaki bulmaları gibi. (Kumarbazların gece yarıları kamyoncuların dayanışmasıyla kirası aylardır ödenmeyen evi boşaltışları, kapıcıyı rüşvete boğarak seher vaktinin ilk serinliğinde geleceğe yeni bir iyimserlikle koşuşları, siyasi firariler gibi sık sık başka evlerde konaklamaları. Kışlık elbise bavulu birinde, sehpa bir diğerinde, büfe bir kazan dairesinde.)

Bu hikâyeler, kumarbazların sözlü İlyada’sındandır. Madam Melisa, kendisine yardım edebileceklerin yaydığı özel hormonun kokusunu uzaktan alırdı. Casino yönetimini dahi bir anlamda koruyucuları arasına katmış, yazışmalarını, tek tük tercüme işlerini üstlenmişti. Şimdi Lalezar Hanım’dı, ay sonları, bazen ay başı yardımına koşan sıfır faizli kredicisi.

Page 111: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Zamanında ödenmemiş borçlar, kırıcı laflar, Arap tüccarlarıyla, Rus müteşebbislerle işler çevirmeler, bavul ticareti, bir eski Sovyet köşesinde kumarhane müdürlüğü umutları ile başlayıp karton bavul gibi patlamış ilişkiler yüzünden Madam Melisa’nın artık selamlaşmadığı oyuncular da vardı... Onları gördüğünde başını çevirirdi: “İşte bie daha hayatta konuşmayacağım biri.” Biz de bir şey sormazdık.

Madam Melisa Rusçadan Rumcaya, Nuh gemisinin çeyreğini dolduracak kadar dil bilirdi. 21 oyununda profesördü ama esas otoritesini ben kumarının kalitesine bağlardım. Aşırı kaybettiğinde, yani şansın o gece ona hiç gülmeyeceği, pazarlıksız duruşu (şansın sonsuz duruşlarından biri) herkese malum olduğunda dahi, görülmemiş şeydi Madam Melisa’nın “bugün benden bu kadar, evli evine” paydosu... “Bana müsaade,” derdi gerçi kimi zaman, ama eve gitmek için değil, rulete, poker makinelerine transfer olmak, mekanik minik tayların koşturduğu at yarışlarına geçmek için... İş ki şans adres şaşırsın, azıcık yumuşasın. Hesabı buydu. Oralarda da kaybederse haydi black jack’e tornistan, bu yöntemler işe yaramazsa daha yüksek betli masalar, üç dakika uğur getirmiş dealer’ı gittiği her masada takipler, çocuğa afakanlar getirene dek; ve tüm kovalamacaların hep hüsranla bitişi, en uğurlu dealer’ın sonunda uğursuzlaşması, Madam Melisa’nın birkaç saat sonra gene ilk çıkış noktasına, yanımıza dönüşü... Eğlenmiş, pişmanlıktan yamulmuş bir yüzle, ateşten yanaklarla. Sıfırdan başlamaya hazır, şansın karşısındaki cesur asker. Ahlar vahlar çekmeden, oflayıp puflamadan.

Her oyun masasında onu bekleyen, şanssızlıktan çok öz tikleriydi. Kendine kurduğu, kendi düştüğü tuzaklar. Mesela black jack’in nasıl oynanacağını teorik olarak herkesten iyi bilir, hesap dâhisi olmasa da masaya açılmış kâğıtların sayılarını hepimizden iyi aklında tutardı; ne ki, kritik durumda olmayacak hamleden kendini alıkoyamaz... Black jack’e ilk oturmuş Litvanyalı bavulcuları aratmayarak. Kumarın sadece delicesinden, en kamikazesinden zevk alabilen, tahrik olma çıtası aşırı yüksek kimi

Page 112: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Japonlar gibi, kasada 6’lı varken kendi 15’ine kâğıt ister... Krupiyeyi garanti bir too many’lik durumundan kurtarır, hem kendini hem diğer oyuncuları yakar. Acemilerden farkı, onun herkesi batırırken mahcup olmak bir yana, bir bildiği olduğunu iddia etmesiydi. Sözde masada kimsenin kâğıt istemediğini dikkate almış da, hesap yapıp akıllar yürütmüş de, mantığıyla oynamış da... Laf! Mantık kullanmak değil, şımarık şansı bir kez daha kışkırtmak, hepimizden güçlü olan o kuvvetle boy ölçüşmekti hırsı. Biz yapsak kıyameti koparacağı yanlışlara tabii ağzımızı açmazdık. Bu susuşumuzla kumarın da nihayet bir hiyerarşisi, sınıfları, affedilebilir bir aristokrasi olduğunu kabul ederek.

Lalezar Hanım dedi ki, “Kenarda ezik hizmetkârlar gibi durmayalım, aileye başsağlığı dilemeli, arkadaşımızdı deriz, kâfidir, kimseye hayatımızı anlatmak zorunda değiliz.” Ve casinonun kıdemli, astraganlı hanımlarıyla birlikte emin adımlarla aileye doğru ilerledi... Madam Melisa, ezik hizmetkâr benzetmesinden de sarsılmamıştı: “Ben şurada beklerim, siz benim adıma da baş sağlığı dilersiniz.”

Yanında Vildan ve yüzü artık kerevize dönmüş Serap... Birkaç nüans, nesil, köken farkıyla aynı sıkılgan memeliler, “yabancı ortamda kabuğuma çekilirim”ciler sınıfından, üçü de.

Ben, Lalezar Hanım’a takıldım. Joan peşimizde. O gelmese de olurdu, ama ana tarafı üç nesildir New Yorklu Müslümanmış ve ortam müsaitken memleketine bir oryantal Müslüman cenaze anısı götürme hevesindeydi.

Hermès eşarplı, Versace gözlüklü hanımlar, az sonra tabutu omuzlayacak beyler, kaşmir paltolarıyla “bugün de sağız evlatlar” havasında, ferah after shave’ler sürünmüş, cenaze sohbetlerinin özel lezzetiyle konuşanlar (cenazeler niye iştahı en az deniz ve seks kadar açar?) kalabalığını yararak musalla taşı ve üstündeki yeşil esrar kutusuna yakın duran gruba yanaştık, yolun ucunda Fikri Bey’i, hemen yanında çocukluk arkadaşım Seza’yı, onun yanında futbol kulübü başkanı kocasını, birkaç tanımadığımız

Page 113: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

adamla kadını, kızlı erkekli kalabalık bir Benetton panosundan fırlama torunlar grubunu bulduk.

Fikri Bey, öğle yemeklerimizde üstünde görmeye alıştığım takım elbiseleri, mavi-beyaz çizgili gömlekleri, kravatları (tavşancıklarla, armalarla, koca çiçeklerle bezeli) fırlatıp atmış, annesini (perişanlığından Müzeyyen Hanım’ın oğlu olduğunu anlamıştım) Sırat Köprüsü başındaki turnikelere götürürken dik yaka kara kazak giymişti, blucin pantolon, blucin mont. Karaydı gözlükler de herkeste, Benetton torunlarda bile. Hiç değilse Fikri Bey’e bir katarakt kontrolünden geçirmeyi ne isterdim!

Gerçi kederinde debelendiğini okumak böyle de mümkündü. Dudaklarını ağzı içinde kemirişinden, onları mideye indirmek isteyişinden (bebeklerin öğrendiği ilk kendini teselli), başını zavallıların en zavallısı şeklinde tutuşundan... Kara gözlüklerinin altından ip gibi inen yaşlar tıraşsız yüzünü yıkarken, gayrı ihtiyari ayaklarına baktım, sivri uçları yukarı doğru kıvrılan garip âdem botlarını gördüm.

Ellerini iki elimle kavradım, ama cenazeden sonra onu aramadım. O da beni aramadı. Yeni tanıştığımız günlerde gittiğimiz sahte Savarona gemisi gibi hayatımda buharlaşacağını anlamıştım; razı oldum. Işık hızıyla ve biraz elektronik sesler çıkararak hayatımdan uzaklaşacak, ufukta bir kayığa, sonra tek noktaya dönüşecek, eriyip gidecekti. Tabii, Müşfikti Gece’deki Dick gibi, onunla birlikte bu kentte yaşamış, yeri, ağırlığı, hayat hikâyesi olan nice insan, mevzu, tutku ve bina gibi... Hafızadaki motoru soğutmak için yüksek volümle dinlediğimiz müziklerin de yardımıyla. Şamatanın volümü ne kadar yükselirse, narkozun o denli etkili olacağını umarak. Ezan sesine karışan göbek havaları, zurna, bateri soloları, çöpçü koroları, martı iniltileri, taksi klaksonları, vicdan frenleri, hanende Muazzez A. Hanım’ın televizyon stüdyolarını incecik iki bacak üstünde her geçen gün daha da balonlaşarak ziyaret edişi... Aynı amaca yönelik değil mi

Page 114: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Rumelihisar konserleri, havai fişekli düğünler, lüks otel rıhtımlarında çiklet balonu gibi patlatılan silahlar, saray kılığına girmiş tarihi hapishane? Hepsi, bozacı sesleriyle terli uyanışları unutturmaya yönelik. Elde silgi, kovalarla çamaşır suyu.

Unutmak mesela: 1) Üçünün birden (Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik) dudaklarıyla konuşmuş Adalet Cimcoz Hanım’ın genizden gelen sesini (Yeşilçam’ın o cömert, çalışkan sütannesi).

2) Biz Üç Güzel’e bayıldığımızı sanırken Adalet Hanım’ın sesine bayılırmışız meğer, filmlerin açık sinemalarda oynatıldığı Büyükada’da, Lalahatun Sokağı, Çelik Gülersoy eli değmeden yıkılacak ahşap evin avlusunda Sula’nın, komşular da duysun ve içlerinden “E bravo Sulakimu’ya” desinler diye Türkçe kükreyişini: “Yorgo, gel gene eve böyle sabah beşte, kapıyı açmayacağım, sonra terlikle döveceğim, çocukların önünde!”

Avukat Ekrem’in, oğluna rakı içirtmiş (sadece bu kadar mı) manav Vasili ve çarşıdaki tüm esnaf duysun, ötekilere anlatsın, adaya ibret olsun diye kükremesini: “Astodyavolo yahu! Oğlumu yoldan çıkaracak adamı ben şişlerim!” Ve çarşı ortasındaki bu kepaze çıkışla oğlunu iyice damgalayışını.

3) Sokrates ve Abdullah aşkında halbuki, kimin kimi yoldan çıkarttığının ne önemi var?

Page 115: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

D

BİR KERE, aynı yaştaydı onlar, Abdullah ve Sokrates; sübyancı tutuşmalardan apayrı bir şey.İki İstanbullu, ama ayrı mahallelerden. Biri, ikonalar ve

dantelalar, plastik ve işlenmiş çiçekler, kadife ve yaldız yastıklarla dolu, ipekten, mobilyadan geçilmeyen, zor kıpırdanabilen bir

Page 116: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Pangaltı evinde annesiyle oturuyor. Hayat onu bambaşka bir kente savurduğunda, eliyle kuracağı evi de biraz Pangaltı’dakine benzetecek. Yoksa şöyle mi demeli: Sokrates’in ana evi de, daha sonra Paris’te kurduğu ve benim de bildiğim ev gibiydi. Duvarlarında, Sokrates’in “Rus çar ailesi amcama hediye etmişti” diye övündüğü, Pangaltı’dan taşınmış ikonasıyla, yaldız çerçeveli aynalarıyla, masa üstü biblolarıyla, pencerelerin kadifeleriyle.İnsana hemen yayılma, okşanma, şımartılma arzusu veren eski

moda bir evdi bu ve sadece kedi Mestan’a değil... Şakacıktan azarlandığınız, itilip kakıldığınız bir ev: “Hadi iç, iç şu kafeyi kale, donuyorsun, yüzünü görmedin, sıçana döndün!” “Yemeyin artık börekten, dolma yiyemeyeceksiniz, görmemişler!” ve “Bu kadar gülmek yeter, komşu pijamalarıyla çıkacak, görürsünüz o zaman ne çirkin şey! Hadi uykum geldi, böyle uzun misafirlik olur mu canım?”

Pangaltı’da çok gençtir Sokrates... Pek de yakışıklı. Yoksa güzel mi demeli? Zamanla tombullaşan bedenini hesaba katmazsak, hatta hesaba da katsak, sonuna kadar klasik Yunan heykeli güzelliğinde. Hegel’in gözündeki estetik zirveye bir daha inmemek üzere kurulmuş... Bunu hem duvarda asılı Abdullah’ın elinden çıkma eski yağlıboya portrede görmek mümkündü, hem de gençliğine tanıklık etmiş “güvenilir kaynaklar”dan duymak.

Olgun yaşında dahi nasıl fiyakalı! Numaradan azarlamalarıyla, sekste şeytan, geri kalan her şeyde saf çocuk ruhuyla, ekşiliği tatmamışlığıyla, her kuruşunu şu kral sofralarına döküşüyle, evine gelenleri bir görünmez trenle Alisler diyarına, dertlerin ve kayıpların dahi şakadan olduğu bir boyuta sürüklerdi.İnsan oradan çıkıp sokağa indiğinde sersemlerdi... Bu eve bir

daha ne zaman çağrılacağız acaba da Mestan gibi sahte azarlarla okşanacağız derdine düşerdi.

Pangaltı’da Sokrates genç ve çekici... Zaten bu çekiciliğe karşı koyabilen pek yok; annesini ziyarete gelen kilisenin sivilceli papaz yavrusunu bile şipşak, parmağını oynatmadan tavlamış.

Sokrates papaz hikâyeleri anlatmayı severdi; hepsi birbirinden iç

Page 117: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

gıcıklayıcı, birer Bizans Decameron’u. Hele, ileride hiyerarşide tepelere yükselecek olanın, Sokrates ve onun yaşlarında bir diğer rahip önünde aletini çıkarıp masaya koyması, şrak diye, poker masasında rest çekercesine... Ölü bir rest.

Bu hikâyelerin en masumanesine dönersek, o gün annesi evde değil, Sokrates papazı buyur ediyor, şeytan nezaketiyle, bir imza mı istiyordu cüppeli, paket mi bırakacaktı, mektup mu; sivilceli papazcığı odasına götürmüş, kim bilir hangi bahaneyle ve ayakta, ensesine yakın o yabancı nefes işte nasıl hızlanıyor, hızlanıyor, yola çıkacak tren gibi, kimse henüz kıpırdamamış, tek harekette bulunmamış, hatta birbirlerinin yüzüne bakmamışlar ve sonra hop, yataktalar, alt alta üst üste...

Çiçekli kadife yastıklar arasında, bir kadınlar ordusunun (anne, hala, teyze, yayaka, yenge, komşu), yetiştirdiği Pangaltı güzeliydi Sokrates.

Abdullah halbuki, Fatih mahallesinden bir bıçkın. Yüksek memur çocuğu. Tüyleri bitmeden palamarı çözmüş, hem evden, hem cumhuriyet memuru baba otoritesinden. Serseri, çok aceleci. Sanıyor ki gençlikte her şey aynı anda kucaklanabilir: Pavyon kadınları, içine tütün ve başka şeyler sarılan sigaralar, kavga, kıyamet, ve henüz aklına bile getirmedikleri. Sokrates bunları ne bilsin veya belki hemen anladı da, bunlar belki ona daha da çekici geldi.

Ortak bir yanları var: Resim. Büyükada’da aynı kilisede iskeleler üzerine çıkıp süsler, aziz yüzleri çizip boyuyorlar.

Boş kilisede saatler geçiyor çalışarak, üç kollu Tek Tanrı’nın nefesiyle kutsanıp, ayrı iskelelerde... Birbirlerini tanımıyorlar, işe ayrı ayrı alınmışlar, öğle paydosunda ayrı köşelere çekiliyorlar, sefertasındaki yemeklerini yemeye (sandviç modası yok henüz), gazete kitap karıştırmaya, belki azıcık kestirmeye... Nihayet bir öğle paydosunda birlikte kestirecekler ama ilk adımı kim atmış, bir iskeleden diğerine o ufacık ve ne kadar büyük mesafeyi kim kapatmış, unuttum şimdi, belki hiç sormamıştım.

Âşık oldular (hatta birbirlerinin aynı boy yağlıboya portrelerini

Page 118: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

yaptılar), Abdullah’ın ayrıca Sokrates’e bir hayat borcu oldu, hemen.

Paris’teki turuncu evde, tereyağlı kıymalı böreklerle beslediği kedilerin en kolesterollüsü Mestan’ı kucağında okşarken ve kuzu tıpkı İstanbul’daki gibi hiç kokmadan fırında ağır ağır kızarırken, “Sana bir gün hayatımı anlatacağım, ne yaramazlıklar yaptıysam hepsini, yazarsın, belki ölümümden sonra basmalı, yoksa kıyamet kopar,” derdi Sokrates, ama o uzun çalışma bize nasip olmadı.

Fazlalık hâline gelen bir uşak gibi kovulduğu, yıllarca ayak basmayacağı İstanbul’a nihayet dönme cesaretini gösterdiğinde, Cihangir’deki deliğinde (o son evinde de Pangaltı’daki kadife yastıklardan, koruyucu atmosferden bir şeyler var mıydı? Orayı hiç görmedim, hayal etmeye çalıştım, içindeki genç konuklarıyla -belki biraz Abdullah’ın gençliğini hatırlatan- bir kere de oraya neredeyse metazori, telefonsuz damlamış Sinan’dan duydum, ama Sinan evin iç dekoruyla pek ilgili değildi), memleketle özel bir kucaklaşma yaşarken artık eskilere ayıracak zamanı kalmamıştı (sanırım kadim dostu İsmet’e bile).

Benim için de bitmişti, onunla çapkın ikindi sohbetleri, tereyağıyla yapılmış kimseninkine benzemez kıymalı, bol soğanlı böreği, onun çerkes tavuğu, ve şakacıktan azarlamalarla insanı uçurması... Artık arayı kapatma telaşındaydı, tam neyin arasını, bunu sanmam ki kimse bilebilsin, Abdullah bile. Hepimizin gökyüzünden bir Ufo gibi uzaklaşıyordu, kimse de engel olamıyordu.

Hem vakti hem sabrı olduğu Paris günlerinde, anlatırdı: “E zengin çocuğuydum. Allah’tan babam servetini kaybetti de kendimize gelebildik. Akademiyi bitirmiştim, otuz üç yaşımda aileme yardım etmem lazımdı, kiliselerde ressamlığa başladım.”

Abdullah’la, Kumkapı’daki büyük Rum kilisesinin restorasyonunda görev almışlar. İstanbul’daki kilise resimleri bir Amerikalı rahibin yazdığı kitapta ikisinin elinden çıkma aziz resimleri, İsa’nın hayatından sahneler olmalı. Niçin o Amerikalı rahibin adını bilmiyorum?

Page 119: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Taksim’deki Aya Triada’da, Vefa’daki Ayazma’da, Tarlabaşı’nda Aya Konstantinos’ta, Kurtuluş ve Şişli mezarlık kiliselerinde, Galata’da, Kınalıada’da beraberce ve ayrı ayrı çalışmışlar... Sormalıydım: Kilise ve mezarlıklarda başlamış seks daha mı keskin olur? Sonraya bırakılmış ne çok soru... Belki gereksiz bir soruydu zaten. Gazeteci sorusu.

Bayılırdım; öğleden sonraları, evde baş başa kalmışsak, İstanbul’daki gibi cam bardakta değil, gurbetteki gibi porselen fincanda açık çaylar içerek, Mestan ayaklar altında hazım hâlinde, Sokrates, güzel kokulu yumuşak bej angora hırkaları içinde anlatsın.

“Tarlabaşı’nda oturan Niko diye bir arkadaşım vardı... Amcası öldü. Şişli’deki kilise o sıralar yanmış, çünkü 6-7 Eylül olayları olmuş. Niko geldi ricaya. ‘Mezarlığın yanında depo var, gel içine birkaç aziz resmi yap, kilise diye kullanalım.’ Niko’yu kıramam. İş acele. Azizleri çizmek için model lazım... Ben o telaşla, tanıdığım kim varsa, kuyumcu Dudu, kendim, annem, Abdullah, Doğan, birkaç arkadaşım daha, kalktım onları çizip boyadım... İş bitti, güzel de oldu, iki gün sonra kapı çalıyor. Açtım, Niko karşımda. Matemli tabiatıyla; siyah kravat, siyah kolluk. Bir yandan ölüyor gülmekten... ‘Allah seni kahretsin Sokrates! Cenazede başımı bir kaldırdım Dudu karşımda, Abdullah, annen, sen, Doğan. Basacağım kahkahayı, rezil olacağım amcamın cenazesinde, kendimi dışarıya zor attım!’

“Abdullah’ı hangi aziz olarak çizmiştin Sokrates?”“Aziz Filip’ti, Abdullah...”

Sokrates’in eliyle Aziz Filip mertebesine çıkarılmış Abdullah, bu mertebeye yükselmeden hayli önce, annesini erken kaybetmiş bir çocuk olarak babası tarafından Adana’ya gönderildiğinde (2. Dünya Savaşı yılları), hayat hakkında çok şey öğrenmişti, süratle,

Page 120: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

sahte ekmek karnesi imal edip satmaya varıncaya dek. “Külhanbey olmuş bu!” diyordu Sokrates ağzına börekleri tıkmış gibi, kendisine hiç benzemeyen o çocuk için... Herkese Hanya’yı Konya’yı öğreten askerlik dahi Abdullah’ı uslandıramamış. Kokmuş yemek yüzünden, sanki Potemkin Zırhlısı’nın Adana uyarlaması çevriliyor, arkadaşlarını isyana teşvik edip hapishanede siyasiler bölümüne atılmış, askerliğini beş yılda tamamlamış. Hapishane de galiba Tophane’deki askeri hapishane; Türkeş ve şair Orhan Veli’nin casuslukla suçlanan ağabeyi Adnan Veli’yle birlikte yatmışlar. Övünürdü Abdullah, bu mahpus komşuluğuyla, çünkü insanın bir gün en çok neyle övüneceği belli olmaz.

Tıp öğrenimi kadar uzun askerliği nihayet bittiğinde, ablasının rüyasıydı Abdullah’ın bir iş, bir hayat kurması. Ablası ona yüklü paralar da vermiş, art arda üç beş kez. “Hepsini barda, sazda, kumarda yedim,” diyordu Abdullah, gene efelenerek ve Sokrates, o sahte azarlama tonuyla: “Yani serseriydi bu kale!”

Sabancıların fabrikasında otuz kişi arasından makine desinatörlüğüne seçilmiş. Dışarıya sipariş edilecek makinelerin çizimini üstlenecek… İki yıl sonra gene arkadaşlarını greve sürükleyince, gene kendini kapıda buluyor.

Adana’da kurulacak efendice bir hayattan abla dahil herkes umudu kestiğinde ver elini çocukluğunun şehri, gencecik bir annenin uyuduğu İstanbul.

Piyer Loti kahvesine yakın pansiyonun sahibinin yirmi sekiz yaşındaki oğlu Hilmi eroinci, ama Abdullah’ı ayartmaya çalışmamış... Aksine, Sakın kullanma, alışırsın, sakın alışma! dermiş. Bunu demek dahi hayatta her şeyi kucaklamak isteyen külhanbey adayının merakını fişteklemek değilse ne? Hilmi, her akşam Abdullah’ı bekleyerek çay demler... Ona gizlice âşık belki. Hilmi kapıyı açmaya gittiğinde, kiracısı Abdullah, burundan tek kere dahi çekilirse insanı teslim alacak sihirli tozu saklandığı yerde buluyor (bu yer gerçekten o kadar gizli miydi ki), bir minik torbaya boca ediyor.

Önce, tahtakurusu kadar çekmiş. Böyle böyle, elindeki miktar

Page 121: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

bittiğinde, artık o da Hilmi gibi vazgeçemez biri.Abdullah’a tozu satan, Hilmi’nin öz anası. Bu durumda para

yeter mi? Durmadan çalışmak şart ve Abdullah Cumhuriyet Gazinosu’nda sandalye boyamaya başlıyor.

“Gazinoya bir Yunanlı artist grubu gelmişti... Patron, önce dostunun resmini yaptırdı. Sonra sırasıyla gruptaki herkes kara kalem portresini istedi. Şef garson Koço yaptıklarıma bayılıyor, beni patrikhaneye yolladı. Bir baktım, Patrik Antinagoras’ın Fener’deki hususi kilisesinde restorasyon şefiyim. Eroine devam ediyorum. Para gene yetmiyor, kahve köşelerinde portre çiziyorum. Nuruosmaniye’de sol taraftaki bilardo salonuna takılıyorum, portrelerimle gecede on on beş lira kazanıyorum. Köşedeki yerime kimseyi oturtmuyorlar.”

Abdullah’ın Sokrates’le karşılaşması, paranın hiç yetmediği, azıcık toz için üç işte birden çalıştığı devresine rastlıyor, çünkü kader onu kurtarmaya karar vermişti.

Kilisede iskeleler üzerinde ayakta resim yapıyorlar, sanıyorum artık birbirlerinden bihaber değiller, sözün kutsal kitaplardaki anlamıyla. Bir öğle paydosunda, Sokrates rahatça okumak için (belki sadece Abdullah’a naz olsun diye) kule kısmına, çan dibine çıktığında Abdullah’ın burundan bir şeyler çektiğini görüyor. “Nezleyim, istersen sana da vereyim.” Ne de olsa Abdullah şeytanın tekiydi, Hilmi gibi melek değil.

Sokrates, Pangaltı güzeli olsa da, nezle ilacının eroin olduğunu anlamıştı. Abdullah’ı polise ihbar etmekle tehdit ediyor, ama taze bir aşkın polis tehdidinden kim korkar?

Başka çare düşünemeyince, Abdullah’ı annesine götürmüş; o halis ve yapma çiçekli, işlenmiş ve örülmüş çiçekli, sırmalı ve kalın kadife perdeli eve. Yolda bir görüşte tav olunan sokak kedisini ana evine taşır gibi. Niçin hastaneye değil? Baştabip tedaviye gelen eroinmanları polise bildirirmiş çünkü o tarihte.

Sokrates, Rum çevrelerde meşhur bir doktor tanıyor... Kumkapılı ve belki yüz yaşında. Antik Yunan kâhinlerini andıran bir doktor. Elleri tir tir. Sokrates’in teşhisiyle, “Değil hastaya bakmak,

Page 122: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

kendisine bakacak hâli yok.” Doktorun, bu titrek ellere karşılık, bir evladı var... Okumamış bir kız kurusu, diplomasız, her şeyi babasından öğrenerek pratisyen çıkmış. Ki o her şey, neredeyse kâhinlerin bilgisi gibi şeylerdi. O kız evlatmış, nicedir, Kumkapı’da hasta kabul eden, teşhis koyan, ilaç veren, sonra babasının elini tutarak reçete altına titrek imzasını attıran... Sokrates kapısına dayanıyor. Abdullah’ın durumunu dertli âşık gibi anlatışını dinliyor kızı ve diyor ki: “Getir bana.”

“Götürdüm Abdullah’ı, başka ne yapabilirdim? O zaman, eroinli uyku ilaçları var... Marilyn Monroe on adet içmiş, ölmüş. Doktorun kızı Abdullah’a o haplardan verdi. Günde beş değil, on değil, on altı adet. Krize karşı... Üç gün on altışar hap alacak, sonraki üç gün on beşer adet, böyle böyle giderek dozu azaltıp sıfıra kadar inilecek.”

Sokrates bunları anlatırken, zafer kazanmış doktor havalarına girerdi, sevdiğini yaşatabilmişlerin şişinmesiyle. Sonuçta onun da Lazarus’u vardı, tıpkı İstanbul kiliselerinde defalarca çizdiği bir Bizanten İsa gibi “Kalk ve yürü” diyerek dirilttiği.

“Vücudunda yaralar, çıbanlar çıkacak, saçları dökülecek demişti kadın, ne dediyse oldu. Elimize bir de kapkara çıban merhemi tutuşturdu. Abdullah her gece merhemi sürünüp uyuyor, sabaha çarşafları değiştiriyoruz. Annemin evinde, başka nerede olabilir? Haplı, merhemli, çıban dökmeli tedavi bir ay sürüyor... Ve Abdullah bütün bir yıl çalışmaktan aciz. Evde tutuyorum. Sanki veremli. İştahsızdı, zayıf, bembeyaz. Tabii ben yardım ettim, ama onun da korkunç iradesi varmış, yoksa mümkün müydü?”

Abdullah, Kumkapılı diplomasız doktorun hapları, kara merhemler, Sokrates’in damardan şefkati sayesinde dirildiğinde, artık ömrün hafif günleri başlıyor. Arkadaşları bol. Evlerde şiir günleri düzenliyorlar. Kavafis, Nazım Hikmet okuyorlar mum ışığında.

Çok sonra, artık Sokrates öleli iki yıl olmuş, İstanbul’dan uzakta, Houston Sokağı’na yakın, üç katlı bir evde, Amerikalı şair John

Page 123: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Ashbery’nin himayesindeki biri genç diğeri yaşlı, iki şairin okumasındayım. Orada da her yerde mumlar, aynalar, Cocteau filmlerini düşünerek dekoru kurmuşlar. Okumalardan sonra alt kattaki salonda Meksika birası içerken aynada genç şair Peter ile Yunanlı sevgilisi Yani’yi birbirine sarılmış gördüğümde, Sokrates aklıma geliyor. Yani Antik Yunan heykeller sınıfına girdiği için mi? Yoksa Abdullah ve Sokrates’in aksi bu aynaya, ışık yılı süratiyle yeni yansıyor diye mi?

Bu şiir okuması ve Yani’nin beyaz dişleri, minicik fotoğraf makinesiyle aynadan fırlayışı, belki Sokrates’in uzaktan göz kırpmasıydı, “her şeyi değil ama anlattıklarımın bir kısmını yazabilirsin” işaretiydi.

İstanbul’da da toplanırlarmış, aynen Huston Sokağı’ndaki gibi; dışarıya karşı korunabilmek için kurulan her grupta olmaz mı, çocukça âdetler? Hepsinde yoktur belki, demek onlarda vardı.

Sokrates, Abdullah, İsmet, Çerkes Güner, sevgilileri, Eli...Güner, “iniyor kayık, çıkıyor kayık”ı okurmuş ve sanırmış ki pek

güzel, tam gerektiği gibi okuyor. Bir de oyunları var, “tiyatro kabiliyeti” isteyen. Aktörlere imkân tanıyan etkileyici bir konu seçiliyor: Pencerede sevgilini bekliyorsun, sevgilin karşıdan karşıya geçerken, otomobil veya kamyon altında kalıyor. Ne yaparsın? Bu dramı canlandırınız... İçlerindeki tek profesyonel tiyatrocu İsmet ya, değişmez jüri başkanı da o. Gruptaki en iyi oyuncu Oscar’ını kazanan da aşağı yukarı hep Abdullah. Artık o derece dirilmiş, veremli hâlini üstünden atmış. “Bir arkadaşımız vardı,” diyor Sokrates, “İnanmazsın, bir ay sonra sevgilisi gerçekten kamyonun altında kalıp öldü.”

Gene arkadaş meclisinde, herkesin çekmecesindeki aşk mektuplarıyla, romantik sükseleriyle övündüğü bir akşam... Sokrates’in “tostoparlak arkadaşım, kardeşim” dediği Yahudi homo Eli de grupta. Eli, çirkin ve çirkinliğini bilenlerden; köşede somurtuyor. Sonra ortalıktaki övünmelerden, aşırı şerbetli havadan sıkılarak belki, somurttuğu köşesinden: “Ben de size aşk

Page 124: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

mektuplarımı göstereyim.” Şaşırıyorlar, Eli aralarında, çirkinliği kadar romantizmden uzaklığıyla da meşhur. Cebinden cüzdanını çekip çıkarıyor, yeni bir tiyatro sınavındaymış gibi, içinden yüzlükleri sıyırıp (herhalde bugünün milyonları) ortaya fırlatıyor: “İşte bunlar da benim aşk mektuplarım!”

Paris’teki muhabirimizin geçirdiği ağır trafik kazası ardından (üstelik sevgilisine kavuşmak için karşıdan karşıya koşmuyordu), gazete beni altı aylığına onun yerine gönderdiğinde Sokrates ve Abdullah ile söyleşimizi gerçekleştirdim, yazının ilk bölümü Eli’nin, “İşte bunlar da benim aşk mektuplarım!” cümlesiyle bitiyordu.

Dizinin başlığı Paris Türkleri gibi bir şeydi, Sokrates ile Abdullah’ı diziye katıp katmamakta tereddüt etmiştim; arkadaşlar röportaj konusu olabilir mi? Eğer bir röportaja konu edilirlerse, onlarla hâlâ arkadaş kalınabilir mi? Birlikte sahilde dururken, tek başına kayığa atlayıp küreklere asılmak, az önce bulunduğun kıyıya bu kez uzaktan bakmak (yabancı, seyirci kimliğiyle), arkadaşların bağışlayabileceği şey midir?

Sartre’ın Aziz Genet kitabından sonra Jean Genet’nin onunla selamı sabahı bıçak gibi kesmesini konuşurduk dostlarla. “İnsan, herhangi bir yabancı akademisyen ya da meraklı tarafından değil, arkadaşı tarafından nesneleştirilmeye katlanabilir mi?” diye bir soru atardık ortaya. ‘O nesne’ye imrenmeyle, hayranlıkla yaklaşılmış da olsa.” Daha sonra, Genet’nin “Sartre beni askervari soydu. Merasimsiz...” dediğini okuyacaktım.

Zaten Sartre, adeta bir arkadaş kaybetme ustası... Beauvoir’ın aktardığı bir selam sabah kesilmesi hikâyesi daha var. Sartre Giacommetti’ye hayran, malum. Heykelleri üstüne yazıyor, görüşüyorlar, birlikte içmeler, gezmeler... Giacometti’in karısı çaresizlik içinde Sartre’ı arıyor: “Kanser olduğunu kendisine söylemeli miyim, gizlemeli miyim?”

Sartre, gayet kendinden emin, net bir yanıt veriyor, sanki önüne bir tez sorusu gelmiş gibi: “O bir varoluşçu. Kaderiyle ilgili hakikati bilmek hakkı.” Bu minvalde bir cevap. Bu uzman (ölümün

Page 125: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

uzmanı olabilir mi?) yanıtı üzerine, Giacometti’nin karısı Sartre’ın tavsiyesine uyuyor, ağır yükünü üstünden atıyor. Beauvoir anılarında anlatır: O günden sonra heykelci ile Sartre arasında her şey değişti. Giacometti, öldüğü gün dek kaçtı ondan... Bu “nesnel ve tutarlı” kayığa binip kıyıdan hızla uzaklaşan arkadaş tavsiyesinden dolayı sanıyorum onu hiç bağışlamıyor.

Üçüncü dünya okurlarının çoğunun gibi Sartre’la özdeşleşmekten vazgeçtim, daha mütevazı çevrelerde dahi riski yüksek “arkadaş söyleşisi”ni yapmaya karar verdim. Belki Sokrates defalarca, İstanbul’dakilere bir işaret fişeği yollamaktan hoşlanacağını belli ettiği için.

Oturuyoruz üçümüz... Abdullah, Sokrates, ben. Yerine baktığım Paris muhabirimiz ayaklanıp görevi başına döndüğünde, bir yaz günü, diziyi gazeteye elimle götürüyorum.

Dizinin beş konusu, beş öznesi var. Her özneye bir gün ayırmışım. Tatlıyı sona saklıyorum. Yani Sokrates ve Abdullah’la söyleşiyi. O, diğerlerinden farklı olarak iki güne yayılacak, ki bu dahi az, yüreğimi dinlersem.İlk bölüm, Sokrates’in toparlak arkadaşı, kardeşim dediği Eli’nin

“ işte bunlar da benim aşk mektuplarım” cümlesiyle bitiyor, öyle yayımlanıyor ve sayfanın altına “sürecek” spotu konuyor, tüm heyecanlı hayat hikâyelerindeki gibi. Ertesi günkü bölümde, Sokrates’in Yunan pasaportlu diğer Rumlar gibi apar topar Türkiye’den sınır dışı edilişi, Pangaltı’daki evinden, süslediği kiliselerinden, mum ışığı altındaki şiir günlerinden, “Sevgilin kamyon altında kaldı, ne yaparsın?” konulu amatör tiyatro yarışmalarından koparılışı olacak. Beş kuruşsuz Paris’e varışı var, eroini kollarından söküp “Kalk ve yürü” dediği, hayatta Türkçeden başka dil konuşacağın hiç ihtimal vermemiş Fatihli bıçkın Abdullah’ın Sokrates’in peşinden gidişi var, sanki o da yurdundan sürülmüş, zira bir şeyler kanıtlama sırası şimdi ondaydı ve belki artık Sokrates’siz bir hayatı düşünemez olmuştu.İstanbul’un kiliselerinde beraberce çalışıp sevdiklerinin,

eşcinsel, içkici, eski eroinci yüzleri azizlere kondurdukları gibi,

Page 126: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Fransa’da da birlikte dekoratörlük yapmaya başlamaları var. Fransız tahtının varisi Paris kontunun kardeşinin evinde yaldızlı süsleme işleri,, fukaralık günlerini asla unutmayan, eli müthiş sıkı, sahte neşeli eski dost İzmirli Dario Moreno ile anıları.İkinci bölümün çıkacağı sabah pazardı, yazı gene “Bir Bizanslı

ve Bir Osmanlı” başlığıyla yayımlanacaktı. Erkenden Büyükada iskelesine indim, Sokrates ve Abdullah’la yapılmış söyleşiyi okumaya belki en uygun yerdi burası, çünkü ilk karşılaştıkları yer Prinkipo’ydu; gazeteyi açtım, sayfada bizim röportajın yerine bambaşka şeyler. Bir şok ve ardından, kendi kendime bir geçmiş olsun... Olur bizim meslekte.

Genel müdürümüz ortalarda yok, Güney’deydi, her hafta sonu gibi. Yazı işlerinde anlatılanlara göre, Eli’nin “İşte bunlar da benim aşk mektuplarım” cümlesiyle biten ilk bölümün yayımlandığı cumartesi sabahı, patron toplantıya girmiş. Müdürlere, şeflere de biz patron derdik, sevinsinler diye, ama gazetenin tek ve hakiki bir sahibi vardı tabii... Esas patron, yani gazetenin hakiki sahibi, oturmuş, tespihini döndürmüş, bir sağdan bir soldan ve demiş ki, “Paris’le ilgili dizi var ya, artık onu bitirelim, çok uzadı.”Şaşırmışlar önce, patronun toplantıya gele gele bunun için

gelmesine. Zılgıt yiyeceklerse bari dişe dokunur bir şey için olsun diye beklerlermiş.

“Sayfanın dibine ‘sürecek’ spotu koyduk, okura ayıp olmasın, yarın dizi zaten kendiliğinden bitiyor, artık son bölüm,” demiş yazı işlerindekiler, ya da bana aktardıkları buydu, sanmam ki bu kadar uzun bir cümle kurmaya cesaret etmiş olabilsinler. “Hayır, hayır; niye ayıp olsun?” demiş patron, çünkü neyin ayıp olup olmadığını herkesten iyi o bilirdi herhalde, “Bugün bitsin. Tamam?” Ve iş bir patronun “Tamam?”ına vardı mı, kimseye başka laf düşmez.

Gazetenin mutfağından sızan, bir subay aramış, ben inanmadım, o sırada askeri idare de olsa... Subaylara ne, sol sağ muhabbeti olmayan, bol papazlı, kadife perdeli, eroin savaşlı (üstelik kazanılmış), “karşıdan karşıya geçerken sevgilin eziliyor” konulu amatör tiyatro yarışmalarıyla dolu, Çerkes Güner’in Nazım’dan

Page 127: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

“İniyor kayık çıkıyor kayık” şiirini söylemeye bayıldığını dahi henüz aktarmadığım, Sokrates’in Rum olarak İstanbul’dan kapı dışarı edilişine bile sıra gelmemiş hayat hikâyesinden (daha ilk bölümde karar verilmişti dizinin bitmesi gerektiğine)...

Bu tür durumlarda kahramanca istifa edenler olur, ben etmedim, ufukta beni kapmak için bekleyenim yoktu. Ama o patronun yıldızı da gazetecilik semasında çabuk kaydı; elektronik seslerin refakatinden bile mahrum.

4) Askerler gazetelere telefon açmadan önce -Büyükada çarşısında, Pangaltı ve Kurtuluş mahallelerinde Rum esnafın neredeyse izi dahi kalmamıştı- Kocamansur Sokağı’nın iki sokak üstünde dişçi karı kocayı tarayan makineli tüfeğin takırtısını silmek, akıllardan, kulaklardan. Aç şoför efendi kasetin sesini. Sokrates’in annesi, eminim “şoför efendi” derdi.

D

Page 128: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Ö. İLE Kocamansur’a dönüyoruz, taksiyle. Korkuyu bastırmak için geç saatte, yani sınırdan az önce (hepimiz Sıkıyönetim Sinderellalarıyız, kanatlarında uçtuğumuz müşfik gece bulutunun bal kabağına döndüğü bir saat var), eve kafalar mor döndüğümüz gecelerden biri. İyi ki ayık değiliz, iyi ki vakitlice evin yolunun tutmamışız, meydandaki içi cephanelik denen parti merkezi önünden geçmeyelim diye dolmuştan üç durak ileride inmemişiz, mahallede gülünç turlar atmamışız, gün ışığında dönenlerin mecbur kaldığı gibi, Dev Sol mu Dev Yol mu onlardan birinin hâkimiyeti ve koruması altındaki sokağımıza varmadan önce... İyi ki her iki adımda kovalanıyormuşuz gibi arkamıza dönüp kimseler tarafından kovalanmadığımızı görüp kendi kendimize gülmemişiz, akşam haberlerinde “dört onlardan, beş bizlerden” dememişiz.

Valentino’ya gitmişiz gene, yoklaması yapılan barların sonuncusuna, ve hepsinden, gündüz yüklerini çakıl taşlarını serpercesine çıkmışız.

Yüksek sesle konuşuluyor, atılan kahkahaların yankısı katlanıyor, dünyada gülmeye daha müsait bir ortam olamazmış gibi. Müzik açılmış, maksimum.

Alkol, 12 Eylül öncesi ve sonrasında güzel bir direniş şurubuydu ama böyle şeyler kimseye anlatılamaz. Onlarda (alkollü şerbetlerde), insanı hemen aristokratlaştıran bir şeyler vardı, o günlerde. Polis, jandarma, tuhaf tuhafiyeci (ki o zaman cümle esnaf, hatta insanlar ikiye ayrılırdı, tuhaflar ve tuhaf olmayanlar ve tuhaf herkesin gözünde bir değildi), “düşman görüşten, muhtemelen makineli” bir zibidi karşısında insanı titremekten

Page 129: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

koruyan bir güçtü, alkol. Sadece alkolün verebileceği, dramatik ve vakur değil, neşeli bir kafa tutuş, bir enerji. Sonra “içki mücadele içgüdüsünü yok eder” demezler mi, kara çayları dikerek; hadi canım!

Taksideyiz, Valentino çıkışı... Ve ardımızda ne eğlence, ne eğlence. Valentino okulmuş bir zamanlar, mecazi anlamda değil, hakiki bir ilkokul, birkaç katlı... Arkadaşım G.B.’nin ilkokulu. O güzel ahşap merdivenler, üstü çıplak kırmızı dudaklı zenci erkek heykellerinin kolu ucunda buzlu karpuz lambalar. 12 Eylül öncesinin en eksantrik barı. Korumalar burada her yerden daha halterciydi, uzakdoğu sporlarında renkli kuşaklar kazanmış, bıyıklı, mafyozo tipte; insanın daha kapıdan girerken içi ısınırdı, mühim bir yere giriyorum güvencesiyle.

Evde oturarak titremeye, geceyi yırtan takırtıları beklemeye dayanamayanlar, içi daralan takım, geyler, boyalı kızlar, fotoroman yazarları, Libya’daki hapsinden yeni dönmüş patafizikçi aktörümüz, dönemin çapkın avukatı, o günlerde berberine ensesinde fiyonglu 16. Louis saçı yaptıran Zeki Müren, herkes dirsek dirseğe. Devrimciler olsa, “omuz omuza” derlerdi. Biz, her biri ayrı nedenle buraya sığınmışlar, sadece “dirsek dirseğe” diyoruz, hatta demeyip akıldan geçiriyoruz, hatta düşünmüyoruz bile, her şey neyse o. Dirseklerin en ucunda kadehler... Cin tonik çok moda, rakı klasik, cola-whisky’nin ise henüz zamanı değil.

Zaten o, yani Zeki Müren, 16. Louis atkuyruğuyla, fiyonguyla, Fransa’da ölen teyzeme bir gün çok benzeyeceğinin ilk ipuçlarını vermeye başlamış bedeniyle (tombul elleri, yüzükleri, gerdanının biçimi), en az birkaç kişiyi çenesinin kuvvetiyle koltuğa mıhlamayı umarak merdivenleri tırmanırken, Valentino’nun ilk kat barındaki teybe de son kasetini sürerlerdi. Bir arkadaşım buna illet olur, pusulalar döşenirdi: “Hem siz buradasınız, hem kasetiniz çalıyor. Bu bir faşizm değil mi?” Gündüzleri hangi lafları en çok duymuşsak gecenin cümlelerini de onlarla kurmaya teşneydik, olur olmaz yerlerde bile.

O gecelerde, havada, korkunun kapı dışında sadık şoför gibi

Page 130: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

beklediğinin, yahut bize biraz izin vermiş olduğunun bilinciyle yükselen bir seks ve nem oranı olurdu (arzunun, korkunun) ve insanlarda birbirine dokunma ihtiyacı.İşte Valentino’dan çıkmışız... Sadece bedenler değil, ruhlar da

salıncakta ve bir öksürüğün dahi silah sesi gibi yankılandığı, ayak seslerinin tank sesleri gibi büyüdüğü ışıksız boş sokaklara karşı nihayet aşılanmışız.Şoförümüz sarışınca, temiz yüzlü bir genç. Tüysüz on

yediliklerden değilse de, genç. Sanki askerliğini yeni bitirmiş, sanki yeni evlenmiş, bu mesleğe yeni girmiş. Çok da namuslu ki, Ö. ona arkadan bir ellilik uzattığında:

“Bu ellilik değil abi, bu beş yüzlük...”O berbat zamanlarda böyle bir namus gösterisine insan

inanamıyor. Ö.’den mor ötesi bulutu üzerinden “Hay Allah, teşekkürler kardeşim”, sonra kafasında kim bilir neler yazdığı bir sessizlikten sonra: “Sen kime oy verdin seçimlerde?”

Ve bu, Türkiye İşçi Partisi’nin yüzde 0,75 veya yüzde 0,50 gibi bir oy aldığı seçimdi. Darbeden önceki... “Ben,” diyor saçı açık kumral, namus abidesi şoförümüz, “MHP’ye oy verdim abi.” Bir sessizlik, hâliyle. Arananı böyle bulurlar.

“MHP’ye...” Hava kararmadan eve dönerken meydandaki binası önünden geçmemek için dolmuştan üç durak ileride indiğimiz... “Bak sen, bak sen!” diyor Ö., başka söz bulamayarak, belki bunu da gecenin artı sürprizi kabul ederek. “Ben, biliyor musun, bir sol partiye oy verdim.” “Abi, olabilir,” diyor kumral sürücümüz, beş yüzlüğü geri istemeden.

Beş yüzlüğü vermeye hazırım, yeter ki muhabbeti başlamamış sayalım. Cumhuriyet gazetesinin, bir kaşkolun, bir bıyığın, bir cins montun savaş ilanı sayıldığı, kendi duraklarımızda inmediğimiz, akşam televizyon karşısında “beş bizden, üç onlardan” diye saydığımız günler.

“Bitmedi mi bu muhabbbet?” diyorum Ö.’ye.“Ne yani? Güzel güzel tartışıyoruz ya işte,” diyor, coşkudan artık

kısamadığı bir sesle. “Efendice. Medenice konuşuyoruz.” “Tabii

Page 131: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

tabii,” diyor sürücü, kumral başını yukarıdan aşağı sallayarak, “Niye medenice konuşamayalım abi?”

Madem şoförümüzün namus abidesi, MHP seçmeni çıkacağını bilmeden sokağımızın adını vermiş bulunduk ya, şimdi bari oturmadığımız bir apartmanın önünde duruversek… Adres şaşırtması olsun, meydandaki parti binasına sabaha rapor gitmesin: “Kocamansur’un şu numarasında birileri var, hem düşmanlar hem sarhoş.”

Bildiğim ailelerde hesaplar insanların “medeniyeti” üzerine kurulmazdı. 11. emir: En yakının dahi medeniyetine güvenme, çünkü güvenilemez, özellikle en yakınının, bu nedenle aile toplantılarında siyaset muhabbeti yasaktı, kardeşler, bacanaklar, hatta baba oğul arasında dahi; beraberce aynı partiye oy verseler de. Kadınların zaten sanki çok umurlarıydı, siyaset konuşmak... Aile içinde yasakken, tabancaları sakız gibi patlatma zamanında “medenice” siyaset konuşmak? “Neee? Bıyığın üç santim kalın, tak tak tak tak”, “Sen o gazeteyi mi okuyorsun? Trak trak trak trak” günlerinde, sürtük kedilere bile melankoli verecek kertede ıssız sokaklardan geçerken medenice solculuk, sağcılık ve milliyetçilik mi konuşacakmışız, taksi içinde?

“Pes yani,” diyor Ö., hâlâ kendini oyalama peşinde, “Bu kadar namuslu birinin MHP’li çıkacağı aklıma gelmezdi.” Taksi artık sokağımıza giriyor... İki apartman arasında: “Vardık biz şoför bey, inelim.” “Yok canım, daha gelmedik ki!” diyor Ö. Zaten laf da bitmemiş. Kumral şoför, milliyetçi meseleyi en güzel anlatan kitapları sayıyor bize. Ne inançla! İşi vuruşmaya dökenleri tasvip etmiyormuş, hiç değilse bize söylediği bu. Apartman önünde resmen park etmişiz, farsız, motorsuz. Dizlerim istemsizce takır takır birbirine vururken, havada yeni kitap isimleri uçuyor. “Yarın biz bunları alıp okuyalım,” diyorum. Az sonra Dev Sol mu Dev Yol mu, iki gruptan birinin nöbet tutacağı ıssız sokakta, soğuk bir gece, herkesten gizli birbirini tanıma antrenmanı yapıyoruz. Birbirini hakikaten tanımak için daha ne uzun bir yol gerekeceğinden habersiz. Sonra, laf iyice tıkandığında bir el sıkışması ve gene

Page 132: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

herkes kendi kaderine.

Page 133: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Okul arkadaşım Seza aradı, gazeteden. Kebapçı randevularımızdan sonra ilk uzun görüşmemiz olacak.

Akşam Bebek Otel’in terasında buluşuyoruz. Fonda gene gürültü, “ev telefonumu şirket öder ama yurt dışındaki arkadaşlarla konuşurken işin şeysini çıkarmam” ve “İsmail Bey, mehtap bu ay tam hangi noktadan yükselir sizce?”, birkaç martı vokali, piyasaya yeni çıkmış genç mafyozonun yanındaki sarı lokuma “Önüne bak” uyarıları, ve her yaz hem aynı hem farklı duygularla dinlediğimiz ölümsüz “like a sex machine” arasında, Seza “Onu artık arama,” dedi. Kimi kastettiğini ikimiz de biliyorduk. “Yok öyle bir niyetim zaten,” dedim.

Seza’nın gemici düğümleriyle dolu, bir yere kadar getirip boşlukta sallandırdığı, az daha düğümlediği açıklamalarından gene de bir şey çıktı: Fikri Bey’in “proje” diye adlandırdığı, üzerine “çalıştığımız” Hüsamettin, yani Sarı Necdet, benim Sarı Necdet diye tanıdığım adam değilmiş. Esas Sarı Necdet, Müzeyyen Hanım’ın büyük oğluymuş... Benim Fikri Bey diye bildiğim, defalarca buluştuğum, kariyerimi çizsin diye danıştığım adam, kader terzim…

Bunu net cümlelerle kafamda kurmamış olsam da, bir süredir genel atmosfer olarak yüreğimde sezmiştim .

Fikri Bey değil, Sarı Necdet... İngiltere’den getirdiği bira lekeli, safranlı Basmati pilavı ve tavuk tikka kokan diplomaya rağmen ailenin yüzünü hiç güldürememiş, buralara geldiği andan itibaren oraları, oralarda hep İnegöl köfteleri özlemiş bir mızmız, bir doğuştan huysuz, bir hakiki sakar, bazılarının hakiki solak olması gibi... Bana nasıl görünmek istemişse, tam tersi. Telaşlı, kararsız,

Page 134: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

bir yerde kalamayıp giden, hiçbir fotoğraf çerçevesinin içine tam sığmayan, kimseye faydası dokunmaz.

Aklıselim sahibi kadına acele kaldırım değiştirecek biri. Kaldırım değiştirmeyen sadece Müzeyyen Hanım olmuş, o da aklıselim sahibi olmadığından değil, annesi olduğu için.

Seza sevmiş sevmesine, Müzeyyen Hanım’ın büyük oğlunu, herhangi bir reel maharete dönüşemeyen safran kokulu diplomasıyla, müzmin keyifsizliğiyle, fazlasıyla sevmiş, ta ki kan grubunu çözüp o tür kanın pıhtılaşamayacağını kendine itiraf edene kadar. O zaman enteresan bir karar almış, Müzeyyen Hanım’ın büyük oğlunu terk edip köşede sabırla bekleyen küçük oğluyla evlenmiş, ki o, ağabeyinin neredeyse zıddıydı.

Çıkardığım şu: Seza’nın hâlâ aklı, belki birazdan fazla, karşı kaldırımdaydı. “O da sanırım seni seviyor” dedim, gözlerindeki eski havailiği görmek için. “Hadi canım, hadi canım, o sadece kumarbaz,” dedi Seza, Rönesans’ını yaşayan Türk popu üslubuyla. “Onun derdi kazanmak değil, oynamak.”

Oynamak içindi ona göre, Sarı Necdet’in, kardeşine kaptırdığı Seza’ya kızgınlık dahi duymaması (ve tabii kardeşine de), bu isabetli seçimlerinden dolayı onları teselli, neredeyse tebrik etmesi. Seza’yı zamanla koruyucuya, sırdaşına dönüştürmesi; omuzunda ağlamalarla, haraca bağlamalarla, harçlık, sevgi, sadaka dilenmeleriyle, çöpçüler ve sütçüler saatinde kapıya dayanmasıyla... Yeni bir kumar kredisi peşinde ya da keşfettiği son bülbülü onlara tanıştırmak, öteki bülbüllere izini kaybettirmek, veya sadece karnını doyurmak, aile kucağında nasiplenmek gerektiğinde... Sahnelere hazırladığı güzel ya da hiç değilse tuhaf sesli kızları herkesten önce kardeşine göstermesi... “Bu seferki çok cins, bir de senin fikrini alayım Tufan. Ben âşık mı oldum nedir, objektifliğimi kaybettim. Sen soğukkanlılığını kaybetmezsin Tufi, değil mi?” Oynamak içindi, hepsi. Seza’nın canını acıtmak, hiç değilse canının yanmadığını, kocasını kıskanmadığını anlayarak teselli bulmak için bile değil.

Oyundu, onları Seza’nın evine, yemeğe, içmeye, havuzda

Page 135: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

yüzmeye sürüklemesi, kardeşinin aklını başından alacak kadın için gene Seza’ya danışması: “Nasıl? Hoş mu, şansı var mı bunun?”

Oynamak içindi, Seza ikinci oğlunu doğurmuş hastane odasında yatarken, eğilip ağzından dereceyi alması, kanı çekilmiş dudaklarından öpmesi; öpücüğün yarısını havaya savurarak da değil. Sonra bu öpücük Seza’yı narkoz çıkışı ziyarete gelen bir hayalmiş gibi davranması, gene borç para istemeleri, habersiz eve damlamaları, çamurlu çizmeleriyle kanepelerine uzanmaları, kardeşinin gardırobundan otlanmaya devam etmeleri ve bir daha hiç öyle bir öpücüğe kalkışmaması: “Bana kür lazım Seza, burada bir karantina odasında, gözüme siyah bant takıp, uzun uykular kürü, vejetaryen rejimle, bol bol da muzlu sütlerinden içerek.”

Seza’nın çocukları kovboyculuk oynama yaşına vardığında, kardeşiyle genç bir şarkıcı havuza yakın ceviz ağacı dibinde kedi dilinde hasbıhaldeyken yukarıda Seza’nın odasına dalması... Pencere önünde saçını fırçalayan Seza’ya kollarını açışı, derslerine çalışıp gene de ikmale kalmış kız kardeşe kucağını açar gibi. Oynamak içindi; Seza’nın başı omuzuna düştüğünde, saçlarını koklaması, şampuan formülünü çözmesi: “Vanilya, ahududu, biraz da galiba ıhlamur çiçeği...” Birlikte tüller ardından, Tufi ile kedi dilinde konuşan genç şarkıcıyı gözetlerken Seza’nın kulağını ısırması, bir bebeği beşiğinde sallar gibi.

Gene oyundu, bunlar, öğle sıcağında, zeytinyağlılarla şarabı kaçırdıktan sonra insanı ziyarete gelmiş, daha uyanmadan arka depoya itilen “aile içi” rüyalardan biriymiş gibi davranmak... “Sezacığım, bir haftalığına elli milyon borç ver, haftaya zarf içinde geri getireceğim, Tufi’ye söyleme sakın, ölümü öp.” Oyun, gene, Seza’yla paylaşılan ikinci sır, o saçma hayali şirket... Kadrosu yüz kişilik ideal Millet Meclisi.

Çünkü yedi nesil büyütmüş filozof Rum matmazel, ihtiyar bilge politikacı, ailesini trafik kazasında kaybedip eniştesine sığınmış girişimci çocuk, hepsi aynı adamdı. Hepsi, hepsi, kendisiydi. Her yaştan, her milletten, her din ve sınıftan tüm o hayat virtüözleri, bir baltaya sap olamamış Sarı Necdet’in kafasından çıkmış ideal

Page 136: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

kahramanlardı. Oyun kahramanları.Gene eğlenmek içindi, şansın yardımıyla, kudretlileri soğan gibi

soyacak hayali şirketini tanıtsın diye Seza’ya rica etmek: “Bana saftirik bir gazeteci bul lütfen.”

Seza tanıdığı en saftoş gazeteci olarak beni bulduğunda, Sarı Necdet’in, önüme getire getire proje olarak kendi kaderini getirmesi...

Eğlenmek içindi, başka bir casinonun müdavimi annesini Grand Hotel casinosuna casus olarak yollaması. Peşime takılmış dedektifti sonuçta, o mütereddit, “kağıt istesem mi istemesem mi” diye bizi acındıran, Teşvikiye’de cenazesini kaldırdığımız Müzeyyen Hanım.

Ben Grand Hotel’i seçince, Sarı Necdet oradan ayağını kesmişti. Ve hançer darbesi: Herkesin arasında beni seçti sandığım, kimseleri beğenmez kumarhane aristokratını, Madam Melisa’yı bile, bana karşı kurduğu komploya ortak etmişti. Zira Madam Melisa daima bir kumar kredisine muhtaçtı.

Page 137: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Madem bizim Fikri Bey aslında Sarı Necdet’ti, ya Vildan’ın diğer sivri botluyu Sarı Necdet sanıp âşık olmasına ne demeli?

O da oyun... Madam Melisa’nın anlattıkları gibi.Vildan âşıktı tabii ve çoktan, ama esas Sarı Necdet’e, sahtesine

değil. Onun hatırı için, onun ricasıyla aylar önce karşıma çıkmış, Grand Hotel’in lobisine, jimnastikhanesine, pastanesine bana rastlamak için dadanmış. Hepsi aynı çetenin üyeleri... Buralarda saatlerce Kara Orman pastaları yiyerek kendisini Şangay’a, hiç değilse Alma Ata’ya taşıyacak prodüktörleri beklemesi, Kız Kulesi’ne bakarak öz hapishanesini dışarıdan seyrediyormuş havaları, aşağıda casino olduğundan habersizmiş gibi yapması, yaratıcıları çarpan son moda hastalıkları, sahte Sarı Necdet’i görür

Page 138: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

görmez vurulmuş numarası, hepsi, hepsi, beni uyutmak için yazılmıştı.

Ne tuhaf şey, bu kadar insan tarafından işletildiğini anlamak! “Ama gazetecilikte bunlar size yabancı gelmemeli,” dedi Seza.

Benimle istişare seansları Fikri Bey’e, yani Sarı Necdet’e çok şey kazandırmıştı. Gazetedeki projemde ben santim ilerlememiştim ama, onun elinde artık peş peşe imzaladığı bir dolu anlaşma ve müşteri vardı artık. Bir gazozlu meşrubat fabrikası, bir belediye reisi, bir ilaç şirketi, bir tuvalet kağıdı üreticisi, müteahhit firmaları, iki şarkıcı... Hepsi, yüz kişilik hayali Millet Meclisi’yle akıl sattığı, yönlendirdiği müşteriler.

Müzeyyen Hanım’ın cenazesinde Teşvikiye Camii’nin dolup taşması bundandı. Sarı Necdet’in hatırına validesinin cenazesine çelenk, bağış gönderenler, kapısında bekleşenler, futbol takımı yöneticisi Tufan’ın biriktirdiği ilişkilerle atbaşı gidiyordu.

Aklımdan geçeni okuyarak, “Kendi haberini yalanlayabilecek misin?, onca zaman nasıl uyudun mu diye sormazlar mı?” dedi Seza. “Sen bilirsin. Zaten Sarı Necdet işi kapatıyor. Bunlara oyundan başka niyetle girişecek adam değildi. Kardeşine, annesine, hepimize bir şeyler kanıtlamak istiyordu; başardı. Bana sorarsan, annesinin ölümünden önce de sıkılmıştı. Şimdi hiç katlanamaz, belki oyun hevesini tümden kaybetti. O gün onu cenazede o kılıkta gören müşterileri şaşırmışlar, hepsi senin gibi Tufan’ın gardırobundan ödünç aldığı takımlarla tanıyordu onu. Bu oyunlara biraz benim için girişti sanıyordum ama şimdi eminim, hepsi annesini eğlendirmek içinmiş. Kumar bunların kanında. Tufan’ın bile... Yoksa niye futbol takımının yöneticisi olsun?”

Artık benden çok kendi kendine konuşan Seza’yı hayatımda ilk kez kuşkuların göbek taşına uzanmış görüyordum. Canını az daha acıtmak niyetine, “Sana Tevrat’tan bir inci aktarayım Seza,” dedim. “Ebeveyn üzümleri yedi, çocukların dişleri çürüdü.”

“Çocukken de böyle tumturaklı lafları severdin Emine. Sana acırdım. Şimdi seviniyorum, hiç değilse bu merakın sayesinde gazeteci oldun, değil mi?”

Page 139: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

D

Page 140: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Vildan’ı affettim. Bu hadiseler yumağına Sarı Necdet’e yaranmak üzere girmiş, başından itibaren beni uyutmuştu, evet, ama oynamak ile oynamamak arasındaki jack point’ta o da tutku değiş tokuşu yapmıştı. Kendini hâlâ aynı adamla alâkalı, ona deli âşık sandığında dahi, artık yeni âdetler, yeni teselliler edinmiş biriydi. Aramıza girerek bir kumar müptelası ve hatta, ötekine, yani sahte Sarı Necdet’e -beni kandırmak için ve numaradan değil, artık hakikaten- abayı yakmıştı.

Birkaç günlük aralardan sonra Grand Casino’ya her gidişimde, kaçırdığım yüksek voltajlı iletişimlerinin raporunu veriyordu (bunlar iki çift laftan öteye gitmese de manaları Vildan için katman katmandı). İki çift zavallı laf ne kadar uzatılabilirse o kadar uzatarak, bir omuz, bir kaş kaldırışa her zaviyeden, çölden ve buzuldan bakıyor, hepsi için bir daha, bir daha benim de yorumlarımı, tahminlerimi talep ediyordu. Gözlerimiz kan çanaklarına dönmüş, önümüzdeki bilmem kaçıncı şam fıstığı tabağını boşaltırken, ikisi arasında sessiz ve gerilimli ve müstesna alışverişin varlığına ben de ikna olmuştum, ona elimle dokunabilecek, avucum içinde hoplatacak kadar.

Sarı Necdet’i konuştuğumuz eski günlerle şimdikiler arasındaki fark, takıntısına artık Vildan’ın da benim kadar inanmasıydı.

Böylelikle, esas Sarı Necdet (benim Fikri Bey), elektronik seslerle hayatımızı terk ederken, bıraktığı yerde öteki, ona uzaktan benzeyen, onun gibi ucu kıvrık botlar ve blucin ceketlerle hayatımızın çerçevesine girmiş adam, her gün azıcık daha ehemmiyet kazanıyordu.

Vildan’a kalsa, seyrekleşmiş saçları, ucu yukarıya kıvrık botları dışında başka hiçbir ortak yanları yoktu.

“Sevmiş olduğun adamın dublörü gibi bir şey.”

Page 141: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Bir gölge, “proje” olarak girmişti zaten benim de hayatıma.Vildan diyordu ki, “Başta Sarı Necdet’e benziyor diye dikkatimi

çekti. Sonra, onu kimseye benzemiyor diye sevdim, ki bunu da biliyorsun yeni keşfettim, hepimize fazlasıyla sürprizler getirmiş son haftalarda.”

Vildan onu her ne için sevmişse, sahte Sarı Necdet ona eskisi kadar lakayt. Bir dublör esas aktörün hayatını yüklenmekte nasıl zorluk çekerse, biraz öyle.

“Böylesi de hoş,” diyordu Vildan, çünkü birini kafaya takmış kadının umutlarıyla kimseler baş edemez. “Bana ilk günden sinir olmuştu, milim değişmedi, hiç değilse kiminle dans ettiğimi biliyorum.”

Sarı Necdet’le hiç bilmezmiş.Sarı Necdet, ona kelebeğim sonra tavşanım demişti -defalarca-

ama bu laflar daha ağzından çıkarken, gözlerine bir bitkinlik, kararsızlık da otururmuş. Silkinmeye çalışırmış, iştahsızlık atakları sırasında; ama nafile. Yüksek sesle şarkı söyleyerek korkusunu bastırmaya çalışanlar gibi Vildan’a evlenme, suyun kuyudan çekildiği dağ başlarına yerleşme, bir çocuk çiftliği kurma teklifinde bulunurmuş; olmayacak şeyler. Sanırmış ki gevezelikle her tür tehlike uzaklaştırılır. Ama lafını daha bitirmeden yorgunluk ve tereddüt gene kapısına dayanırmış.

Sarı Necdet’in sıkılma kabiliyeti hayatının çekirdeğiydi: Karşı kaldırıma kolkola çıktıklarında, Vildan kendini kuyudan su çekeceği dağlarda tavşan gibi zıplar görürken, Sarı Necdet, zınk! dururdu. “Bak ne diyeceğim... Sözüm vardı ya benim. Belalı, hatta yarı mafyacı tiplerle buluşacaktım. Aklımdan uçuvermiş, önümüzden şu kara Mercedes geçmese, ben hâlâ uyuyorum. Surat asma, gitmezsem yarın bakkalın önünde menisküs kemiğimden vururlar, sabaha gazetelerde uzanmış bedenimi görürsün, ölmüşsem gazete kâğıtlarını üstümü sererler, âdetleri bu, kaç yıllık kültürü hatırım için değiştirecek değiller.”

Vildan’ın yanağına, çenesine, bol kükürtlü İstanbul havasına kondurulan jet bir öpücük ve gecenin karanlığına çivileme

Page 142: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

atlamaca; su yüzünde gene ne zaman belireceği meçhul dalgıç. Yarım saat sonra çıkabilir, iki hafta sonra da. Hatta bambaşka bir kıtanın kıyılarında.

“Böyleleriyle panik olunmaz mı? Akla neler üşüşmez ki!” Vildan bazen onun bir çıngıraklı yılan olduğunu düşünüyordu.

Mahlukat-ı âlemin en işe yaramazı, ve işin komiği, sanıyormuş ki bu yılan için tutuşuyor, belki ölecek... Geriye baktığında, şaşıyormuş, ne yakışıklı, ne efendiden, ne de komik olan, bozuk ütü fişini tamir etmekten aciz bir adam, nasıl böyle ayı oynatan Çigan usulleriyle tabanlarına kızgın tabaklar bağlayabilmişti?

Hele ki başta, Vildan ona neredeyse üşengeçlikten, hımbıllıktan yüz vermişti. Lütfederek, acıyarak. Hep daha iyi şeylerin ziyaretini bekleyen kızlar gibi... İşte acımanın sonu.

Bu minval sinir harpleriyle rollerde devşirme gerçekleşmiş; başlar ayak, ayaklar baş olana dek. Figüranlar esas karaktere dönüşmüş ve en silikler, iblise... Sonuçta Vildan bakmış, bir zamanlar fütursuzken, artık dertli insan olmuş. İki kaşının ortasında bir kilo kolajenle zor doldurulacak, uzunlamasına bir bıçak kesiği.

Kimi günler silkinmeye çalışırmış: “Hadi canım! O bir zavallı, bir masum, bir hasta. Hepsi senin uydurman. Vehimlerin, komplo teorilerin.”

Bırakırmış zaman miskince akıp gitsin.Ve bir sabah, kendisine verdiği bekleme süresi bile

dolmamışken...“Uyandım, her şeyin havası, tadı aynı. Kahvem, radyom,

yastıkları batırdıktan sonra gözümün rimelini silmeyi akıl edişim, banyo aynasına gündelik vaadlerim (sigarayı, karbonhidratı ve üç gazeteden ikisini hemen, kumarı sonra bırakırım, jimnastiğime giderim, lahana çorbasıyla akşama kadar bir buçuk kilomu atarım, Hatice gelince mutfak dolaplarını sileriz, içlerine yeni plastik kâğıtlar sereriz, okumayacağım kitaplar doğru kazan dairesini boylar, kendime yeni bir ufuk açarım, hatta Fatih’teki falcıyı ararım), kızlarla ilk telefon laklakları, ki bunlar ilk iştah

Page 143: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

açıcılardır, mutfakta hazırladığım sandviçler, Hatice’nin dolap temizlemeyi gene başka bahara bırakışı, çünkü onun da hayatında Macarena günleri ve Müslüm Gürses günleri var, gene jimnastikten kaytarış, sabah vaadlerine ilk ihanetler, o kronik rehavet, günün bu coğrafyaya bağışladığı elastiklik, siestalar, üç sesli ezanlar, divan üstü pasianslar, çikolata koması, kaldırımdan yükselen çocuk hindileşmeleri, her şey, her şey dünkü, her günkü gibi... Bir şey, tek şey hariç: Kafadaki kapı gıcırtısı, ev üzerine düşen Sarı Necdet’in melankolik gölgesi. Hayatın her lezzetini bozmaya teşne olan. Nerede o? Püfttt! Hava cıva olmuş. Daha doğrusu, sanki hiç olmamış.

“Bir akşam kapıyı çalıyor, açtım, içimde sıkıntı, ağlama isteği. “Bu gülüyor, geziniyor, yadırgamıyorum, ama biraz da

yadırgıyorum sanki. Şaşıyorum, nasıl böyle rahatça yayılabiliyor... Hep böyle mi yapardı yoksa? Ayaklarını herhalde yakan ucu kıvrık botlarını hemen sıyırıp atması... İşte televizyonumla oynuyor, kanalları zaplıyor, buzdolabımı açmış, boşalttığı bira şişelerini ortalıkta bırakıyor, ‘anlat hadi’, ‘kumarhanede neler oldu, dün, evvelsi gün’, ve seni soruyor, gene ciğerim diyor... Ben hıı hıı, aklım kayıyor, önemli şeylere değil, akşamüzeri sokaktaki çocuk çetesinden yükselmiş küfürlere, çünkü akşamcılar kadar veletler de birden asabileşir o saatte, güzel güzel top oynarlarken bir ‘yırtacağım ulan kulaklarını!’, şaşarsınız, kimin ağzından çıktı o doğuştan katil tehdidi, bizim kapıcının oğlundan mı, komşunun veledinden mi, yarın araştırmalı, kapıcı hanımlardan en yakın olanı kenara çekmeli, Esma Hanım, senin oğlunda, belki komşununkinde, ama ne fark eder, bir şiddet topu, şiddet kütlesi var, tam yüreğinde... Belki genetik bir şey, kim bilebilir, belki yukarı kattaki şımarık çocuklarla fazla bir arada bırakıyorsunuz bunları, şok mu geçiriyorlar ne, öyle yapmanız doğru mu acaba... Tabii Esma gülüp geçecek, adım gibi eminim, ‘Hadi canım sen de, benim oğlan onların hepsinden şımarık, sen üzülme, hayat çok değişti bu mahallelerde, çok’...

“Demek başka akşamlar Esma’nın cevaplarını değil, bu adamın

Page 144: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

zevzekliklerini dinlermişim ben, sonra o gittiğinde, konuştuklarımızın üstünden kafadaki kasetçalarımda bir daha, bir daha geçermişim. Çocukluğa bakar mısın? Çocuk işi, koskoca yıl tek kasetten, tek şarkıdan bıkmamak. Her öğle ve akşam aynı nakaratlar, aynı çizgi film. Sadakat çağı... Ama ben, kuş beynime rağmen büyümüştüm şükür, şimdi Kaf Dağı’mdan diyordum ki, şu dumanlı fotoğraftaki adam, hatta onun omuzuna başını dayamış turuncu çoraplı kızın kendisi bile bana nasıl yabancı, nasıl uzak. Dudaklarındaki o arsız, şapşal tebessüm. Hele adamdaki o demode kazak, o saç, o favoriler?

“Bu benim dünyaya balık, hatta belki hamsi şeklinde geldiğim günler olmalı. En az beş hayat önce.”

D

ÇALIŞMA masamdaki beni bekleyen diaların üstüne atladım. Saflık akıyordu zavallının yüzünden... Ana baba her taraftan kurnazlarla çevrilmiş çocukların çoğu gibi. Sübyan dergimizin ilk sayısının kahramanı, ceketi sol omuzundan kaymış, başını dengesizce kaldırıp göğüs kafesini şişiren bu oğlan, birkaç gün sonra şöhretin zirvesine tırmanıp kızlara imza dağıtacağına emin,

Page 145: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

kameraya neşeyle gülümseyen pembe yanaklı... Gözlerinde anasının çocukluğunu hatırlatan bir şeyler olsa da, bu yaşta annesi daha güzeldi. Genel havasında belki babaannesinden de bir şeyler.

Aman ne bülbül! Kabul etmeli, hiç değilse bu noktada Çeto haklı çıkmıştı. Velilerinden kopup adam yerine konuldular mı, yıllarca ekmeğini yedikleri, suyunu, cola’sını, terini içtikleri insancıkları nasıl harcamaya hazırlar! Ve en korkuncu: Saflıkla, doğallıkla. Vicdan nöbetlerine toptan yabancı. Acımasızların en acımasızları. Hakiki kötüler gibi, başlarını yastıklarına koydukları an, uykunun yedi kat dibine inerek.Şu karşımdaki de, süt kokan bir zalim. Evindeki çarşafların kaç

günde bir değiştiğini dahi anlatmış, hiç içinde tutmamış. “Selimlerde mesela her hafta değişir, biz on beş gün idare ederiz.” Babası nasıl yaka silkermiş, nasıl iğrenirmiş, annesinin evde herkesi (uşaklar hariç) uzun ve sağlıklı yaşamak için yemeğe zorladığı çiğ havuçlardan, ıspanak köklerinden, karpuz çekirdeklerinden, tahıllı kahvaltılardan, hatta soya fasulyesinden, Brüksel lahanasından, kara ekmekten ve cümle otlardan.

“Bizde kavgalar en çok yemekte kopar, babamın dediği gibi annemin mutfağı yavandır ve gelen aşçılar güzel şeyler yapmasını bilseler de annem onlara hemen kendi şeylerini öğretir, mesela hiç börek, dolma, sulu köfte pişmez bizim evde... Börek için babaanneme gitmeyi bekleriz, hatta o bize gönderir, ya da kendi getirir tepsi tepsi, benim tercihim kıymalı olanı, babamın tercihi ıspanaklısı ve her seferinde annem duysun diye ‘aç bu çocuklar, aç,’ der babaannem, yüksek sesle, biraz da ağlar, sanıyorum mahsuscuktan, çünkü yüreğinde, her pişirdiğine bayılmamıza seviniyordur. Annem bir keresinde babama dedi ki, ‘karısı herkesin karısından havalı olsun isteyen adam, bu yemeği de yer. Ben yağsız Japon çorbası içerken sen karşımda patlıcan dolması yutamazsın, yok öyle.’ O gün öğrendim; babam annemin herkesten güzel olmasını istermiş, rakip kulüp başkanlarını çatlatmak, gazetelere hepsinden çok çıkmak için... O zaten öğleleri dışarıda yer, bu nedenle azıcık şişmandır, annemin hakkı olan tüm

Page 146: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

kiloları kendisinde toplamış; çok da iştahlıdır. Haftada birkaç akşam iş icabı geç gelir, biz sofrada yeni bir patırtı derdinden kurtuluruz, kavgalar ara sıra eğlenceli olur gerçi, o zaman bizi unuturlar, okulda ne yaptın, kaç aldın, kaç almadın, ben severim annemle babamın birbirlerinin kusurlarını sofraya dökmelerini, her seferinde yepyeni kusurlar bulurlar, hiç sıkılmayız.

“Babamın yemeğe yetişemediği akşamlar -ve bunu bazen son anda telefon açıp bildirir- annemle sofraya baş başa otururuz. Kardeşimi yıkamış, yatırmış oluruz. Annemin cevizli, yeşil elmalı, turplu salatalarına artık alıştım, babam olmayınca hatırım için kızarmış patates bile yaptırır mutfakta, babama söylemeyiz, çünkü duysa o da ister, o zaman biz ikimiz, hatta kardeşimi de sayarsak üçümüz yağlı patatesler yiyelim de annem bizi izlesin mi?

“Bazı akşamlar, biz hiç beklemezken amcam damlar. Hele babam gene iş yemeğindeyse, o zaman büyük ziyafet, annem amcama çok acır, ister ki canının çektiği her şey pişirilsin... Canı mesela sucuklu omlet veya pastırmalı yumurta mı çekti, ki bu annem için artık hayatı belki en kısaltan yemektir, ona bile itiraz etmez, o saatte kalkar bakkaldan sucuk getirtir. Belki düşünüyordur ki amcam bir an önce ölürse, o da ona acımaktan kurtulmuş olacak.

“Amcam geldiğinde eğleniriz, sofradan kalkamayız, her söylediği anneme komik gelir. Onlar gülünce beni de gülme tutar. Amcamın bir fıkrasını birkaç gün sonra mesela babam anlatsın, anneme komik gelmez. Öyle der zaten, ‘Sakın sanma ki komik oldun.’ İlla amcam anlatmalı ki gülsün, yanakları fazla kırışmasın diye ağzını kocaman açarak, kesik kesik o-o-o’larla, eliyle de midesini tutarak, midesi buruşmasın diye.

“Bu kadar dertli bir insanın yüzüne annemin bu kadar gülmesi biraz saçma gerçi. Amcam hep dertlidir, babam ona ‘inleyen nağmeler’ der, habersiz damlayıp sofraya aç kurt gibi oturduğunda, insanların genel olarak ne kadar sıkıcı, üçkâğıtçı, ahmak ve yeteneksiz olduğunu anlatır, annem bunları duydukça kahkahayı basar, ince bir sigara bile yakar, o sefillerin şerefine, ve saatlerce elâlemi konuşurlar, sonra annemlerin kokteyl, davet resimlerinin

Page 147: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

boy boy çıktığı gazeteleri sehpanın üzerine sererler, artık her resmin karşısında, gül gül. Babam için bile: ‘Beyaz smokiniyle şef garsona dönmüş,’ filan... Bir tek annemin resmine gülmezler. Amcam gayet yağcı, ‘Ay Seza, şu elbiseni görmemişim. Ne zevkli şeysin kız sen! Yeminle, senin kadar zevklisine hiçbir yerde rastlamadım,’ der ya da o tip şeyler, ya da bazen daha inandırıcı olsun diye ‘Yok Seza, şu saçın seni hanım hanımcık yapıyormuş, iyi ki değiştirmişsin’... Güzel güzel eğlenilirken, amcam, aniden yorulup, ‘Ben beş dakika şuraya uzanayım, size daha anlatacaklarım var,’ der, ayakkabılarını çıkarmadan deri kanepemize boylu boyunca serilir. Tam kardeşim gibi, annem daha yastığı başının altına yerleştirmeden bakarız ki uyumuş.

“Annem kareli battaniyeyi getirir, ikindi vakti salonda kestirirken kendi üstüne örttüğü, salondaki ışıkları söndürürüz, gürültü etmeden çıkarız, ‘Bırakalım dinlensin garibim,’ der annem, çünkü amcamdan söz ederken hep garibim demeli. Sabahına kardeşimle kahvaltıya oturduğumuzda, üstümüz başımız, okula gitmek için her şeyimiz hazır, amcam hâlâ ayağında çizmelerle kanepede uyuyor, kalan beş tel saçı alnına yapışmış. Babam bu hâliyle dalga geçer ‘Haylaz Necdet, bitmiş, mahvolmuş, kardeşinin evine zor kapağı atmış,’ der.

“Mesela ben okuldan dönüşte kafam bozuksa arkadaşlarımın ahmak, sıkıcı, üçkâğıtçı olduğunu anlatayım, annem illet olur: ‘Arkadaşların hakkında böyle konuşman çok çirkin! Sadece budalalar kendilerini herkesten cin sanır, bilesin! Hiç, hiç beğenmiyorum şu kompeksli dedikocu hâllerini!’ Hem de bağırarak. Ellerini ileri geri sallayarak. ‘Demek Necdet Amca’m herkesten budala,’ demek isterim, demeye cesaret edemem. Bir gün diyeceğim.

“Annem iyi kalplidir, ama yani, aşırı derecede sinirli... Babam alay eder, ‘Ah Seza, evlendiğimizden beri bir tabur uşak kaçırdın, bir ben kaldım sana dayanan.’ Ve hakikaten, bizim evde annem her şeyden sıkılır. Önce hizmetçilerden. İşe girdiklerinde halbuki, onlara bayılır. Bayılmasa zaten eve almaz. Eğer beğenip işe

Page 148: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

almışsa, ilk zamanlar onlarla saatlerce oturur, kaç çocukları olduğunu, çocuklarının kaçıncı sınıfa gittiğini, kaç numara ayakkabı giydiklerini, kocalarının ne iş yaptığını ya da niçin hiçbir iş yapmadığını, İstanbul’a nereden geldiklerini, nerede oturduklarını, kendi elleriyle inşa ettikleri evi kötü kalpli belediyecilerin nasıl yıkmak istediğini, hepsini, hepsini dinler, bıkmadan ah ah’larla, vah vah’larla. Anlattıkları şeyler acıklıysa, ağlar da. Bize der ki, ‘Ne şanslısınız. Şansınızı bilin. Hatice sizin yediklerinizin, giydiklerinizin çok azını çocuklarına götürebilmek için bakın nasıl çalışıyor.’ Sonra onlara torbalarla bıktığı elbiseleri, bizim ufalmışları, eski oyuncaklarımızı verir. Mutfaktan kaplar, tencereler, babamın gardırobundan bile bir dolu giysi, fazlalık ajandalar, Atatürk posterleri, kartvizitlikler, hatta bir keresinde yepyeni bisikletimi bile verdi. ‘Ne iyi, ne iyi, hem dolaplar boşaldı hem sevaba girdik.’

Sonra, bir gün, o bayıldıklarına sinir olmaya koyulur... Ama her şeylerine. Karnabaharın sofraya istediğinden daha pişmiş gelmesine, pilava gizlice yağ katılmasına, bir şeyi en az üç kez tekrarlamak zorunda kalmasına, düşman komşunun hizmetçisiyle ahbaplık edilmesine, gece çocukların geç yatırılmasına ve tüm bunların mahsus yapılmasına. Bazen merak ederim, annem sevdiği, acıdığı, armağanlar yağdırdığı birine tam ne zaman düşman kesilmeye başlar? Yani hangi lafta, hangi soru veya harekette bardağı taşar? ‘Mahsus yapıyorsun’larına başladı mı, cinler tepesine üşüştü demektir. Komplo çevriliyordur evin içinde, ona kafa tutmak, onu sinirlendirmek, hatta delirtmek için... Babaannem, ‘Ananız heyheyli kadıncağız,’ der. Ama annem kimseyi kovmaz. Hep onlar giderler, illallah deyip, bu ‘mahsus’lar karşısında sinirleri anneminkinden de fazla yıpranarak, çoğu kez bizim apartmanda ya da sokakta başka bir iş bulup. Sonra kapı önünde ya da sokakta bizi gördüklerinde, kucaklaşırız.

“Annem sadece uşaklardan değil, elbiselerinden, arkadaşlarından, rujundan, saçından, ev döşemesinden de sıkılır, onları durmadan değiştirir durur. Küçüklüğümde sanırdım ki

Page 149: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

annem, ‘mahsus yapıyorsun’ dediği bir gün, dağıtmak için hazırladığı torbaların içine tıktığı oyuncaklar, görmekten bıktığı elbiseler arasına beni de sıkıştırabilir. Bu çok küçükkendi. Şimdi biliyorum, hayatta her şeyini atsa da bizi atmaz, kardeşimle bana aşırı bağırdığı zamanlarda bile. Bizi doğurdu, doğurana kadar karnında taşıdı. Biz karnındayken o ne yerse onun yediğinden, içtiğinden beslendik, öyle geliştik. Biz daha o zamanlar onun sevdiği yemeklere alışmışız galiba. Babamı karnında taşımadığı için tabii, o hâlâ alışamadı.

“Annem bizden bile sıkıldığında kendini mektup gibi ikiye katlar, haftada üç jimnastiğe gidiyor ya, kolaydır onun için, hatta ayağıyla kafasını tutmak, tabii köprü yapmak; keyfi olduğunda hepsini kardeşimle bana sırayla sergiler. Kanepede bildiklerini göstermek için değil, sadece keyifsizlikten iki büklümse, gözünü halıya diker, orada fark etmediği enteresan yeni şekiller keşfediyormuş gibi, konuşmadan, başını kaldırmadan. Ürkerim, annemi tanıyamam, bağırmasını, ellerini ileri geri sallayarak ‘mahsus yapıyorsunuz’ demesini bin kat tercih ederim, ama hayır; illaki kıpırdamadan duracak. Ben o zaman kardeşimi alıp odamıza götürürüm, annemin de bunu istediğini bilirim. Hakikaten öyle olur, halısını iyice ezberledikten sonra biz kardeşimle oynarken ya da güreşe tutuşmuşken odamıza girdiğinde, bakarım, değişmiş, gene eskisi gibi, artık halısıyla konuşan kadın değil: ‘Çocuklar, odanızın hâli ne böyle, oyuncaklar toplanacak, marş marş, sonra duşa, sonra ödevlere bakacağız. Hadi!’ Ben rahat nefes alırım. Kardeşimin haberi yoktur neler olmuş, neler bitmiş. Hem küçük hem açıkçası, biraz aptal.

“Annem eşyaların yerini değiştirmeyi sever... Babam akşam eve bir gelir, televizyon bambaşka yerdedir, Çin vazosu, büfe, her şeyin yeri değişmiştir! Sanki yeni bir eve taşınmışız. Bir kanepemizin yeri değişmez. Hepimiz seviniriz, başta onun üstünde uyuyan Necdet amcam.

“Arkadaşlarıyla da öyledir. Bir gün hayatımızda bir teyze... Okuldan döndüğümüzde bakarız annemle salona kurulmuşlar,

Page 150: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

laklaktalar, kahveler, birbirinin fallarına bakmalar... Yanaklarımızdan ıslak ıslak öpen, her lafımıza gülen, oyuncaklar getiren bir kadın. Bu teyzelerin hiçbirine fazla yüz vermem, annem sinir olur, gene ellerini sallayarak ‘mahsus yapıyorsun!’ der ve doğrudur mahsus yaptığım, bir süre sonra arkadaşı tamamen buharlaşacaktır çünkü, bir daha hiç görmeyeceğiz, getirdiği oyuncaklar evdeki hizmetçinin oğluna gidecek, sofrada adı geçse annem, ‘Bırakın şapşalı, o salağın adını bir daha duymayayım,’ diyecek... İyisi mi baştan mesafemi koyarım, annem ondan bıktı mı da üzülmem.”

Yazıyı bilgisayara döktüler. Kullanılacak fotoğrafları seçtim. Çeto memnundu: “Babıali’de bu devrimdir!”

Eşi görülmemiş bir derginin ilk sayısından ben de memnundum. Gene de kimi geceler uyandığımda “İyi ki Fellini yaşamıyor,” dediğim oluyordu, sanki hâlâ hayatta olsa ve bu dergi eline geçse okuyup anlayacak veya birine tercüme ettirecek de, yıllar önce beni Roma’da kabul ettiği için hicap duyacakmış gibi. Sanki, hayatta benim utanacağım Fellini’den başka kimsem yokmuş gibi. Tam zırvalık!

D

Page 151: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

ONUNLA, yani Fellini ile ilgili esas hayalim, başından itibaren, Sokrates’le Abdullah’ın aşkını film projesi olarak kendisine götürmekti. Ama hiçbir zaman çat kapı çat mektup, böyle bir projeyi sunamayacağımı biliyordum.

Bir gün, Paris’teki muhabirimiz trafik kazası yatağından doğruldu, bürosuna döndü... Bu yeni koşullarda, - gazeteyle birkaç ay daha Paris’te kalmak üzere anlaşmıştım, muhabirimizin çabucak ayaklanacağını onlar da tahmin etmemişti- boş durmayayım diye, yöneticilerini tanıdığım bir Fransız sanat dergisine ufak ufak çalışmaya başladım. Bana hemen ciddi bir dosya ısmarladılar. Profesyonel gazeteci işi istiyorlardı, kendileri daha çok yorumcu uzmandı. Kimseye hiçbir soru yöneltmeden her şeyi bilen takım. Yolları teperek, suratına telefonlar kapatılarak değil, kalemi ısıra ısıra yazanlardan. “Olur,” dedim, “Araştırmacı gazetecilik benim kalemim.” Dosyanın adı, “Sanatçının, öz yapıtı üzerindeki manevi

Page 152: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

hakkı” gibi bir şeydi. Bize epeyce yabancı bir konu ama egzotizme her zaman bayıldım. Başta “Mesele tam nedir?” diye sordum ve övünmek gibi olmasın, her şeyi hemen kavradım.

Manevî hakkı tanıyan hukuksal ilkeye göre, Fransa’da her vatandaş nasıl onurunu koruma hakkına sahipse (ekmeğini korumak tabii başka), sanatçıya da aynı tipte bir hak tanınıyor, bir “onur” addediliyordu. Bu hak ebediydi ve ölüm durumunda mirasçılara geçiyordu. Kısaca özetlersek, Picasso varislerinin, izinsiz Picasso tişörtlerine veya kötü basılmış, imzanın yer almadığı, kenarından kesilmiş röprodüksiyonlara karşı davalar açıp her gün dünyanın dört köşesinden milyarlar toplaması, Dali resminden izinsiz etiket üreten Porto tüccarının mahkemelerde süründürülmesi, hep bu “manevi hak”ka dayanarak mümkündü. Mesela bir heykelci zamanında bir işini satmış. Heykel artık onun mülkü değil. Olsun, televizyonu açıp bir zamanlar sattığı ahşap heykelini yer parkesi ve mobilya parlatan sıvı reklamında görürse, sıkı bir dava açıp beş milyar Türk lirası gibi bir tazminatı götürüyordu, hem de enflasyonsuz bir ülkede. Bu heykeli ben cilâ reklamında kullanılsın diye mi yaptım diyerek. Bir başka heykelci, yıllar önce sattığı işini bir sigara reklamının baş köşesinde görüyor, oysa kendisi tütün düşmanı. Haydi, hemen bir manevi hak davası... Bazen mahkeme önüne gitmeden, bir taraf için tatlı, diğeri için tuzlu anlaşmalara varılabiliyordu, elâleme rezil olmak istenmiyorsa.

Sonra bir ressam, iki parça hâlinde gerçekleştirdiği eseri tek parça hâlinde sergilenmiş gördü mü (diyelim ki öteki parçaya yer bulunamamış, veya daha önce tek başına satılmış), gene “Vay, eserimi sünnetlediniz, maneviyatıma halel geldi,” diye, tazminat davasıyla, doğru mahkemeye... Muhtemelen bir daha hiç işime yaramayacak bu malûmatlara araştıra araştıra ulaşıyorum, sanatçı haklarını koruyan kuruluşlarla, avukatlarla, sanatçılarla güzel muhabbetler kuruyorum.

Kafamdaki mucize sinyali o günlerde çaktı.Bu proje belki beni Fellini’ye götürmek için ayağıma gelmişti.

Page 153: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Bizim muhabir kız trafik kazası gereği yatakta yatarken, gazeteden Cannes Film Festivali’ne ben gönderilmiş, orada Fellini’nin son filmini izlemiştim. Alt yazıları Fransızcaydı ve çeviri Fellini’nin yakını, şair ve Dante uzmanı bir hanıma aitti; sonradan öğreniyorum. Bu arada dağıtım şirketi onları fazla edebi bulup, başka bir çevirmene yeni alt yazılar ısmarlamış.

Film, Paris’te hemen büyük başarı kazandı (on yedi günde yüz bin izleyici). Ancak onaylamadığı, beğenmediği yeni alt yazılar Fellini’nin tepesini attırmış; ortaya güzel bir skandalcık çıkmış. 11 Ocak 1988 tarihli Le Monde gazetesinde şu sözlerini buldum: “Bu, verilmiş bir sözün ırzına geçmektedir.” (Fellini’den, dağıtımcı Fransız şirketine.)

Gene Fellini’den ve hep Romalı diliyle: “Bana, filmim, kendisine ihanet eden, onu bayağı bir alt dille konuşturan bu alt yazıyı kaldırabilir denmesin. Hiçbir eser bu muameleye katlanabilecek güçte değildir. Başarı bir saadet olsa da bir suç ortağı sayılamaz.” Bu güzel cümleler hemen Fransızcaya çevriliyor, gazete matbaasında basılıyordu; ertesi sabah ben de onları titreyerek, neredeyse gözyaşları içinde okuduktan sonra kesip saklıyordum.

Fellini, kendisine karşı girişilmiş bu süper küstah olayda, sadece güzel cümleleri yan yana dizmekle kalmamış, gösterime giren altmış dokuz film kopyasına el konmasını istemiş, dağıtımcı şirketi dava etmişti. Ama Fellini bu. Moody. Birkaç gün sonra, kopyaların toplatılması talebinden caydı (filmin kariyerini mahvetmemek için), buna karşılık dağıtımcı şirkete açtığı davadan vazgeçmedi.

Davanın hâkimi bir kadındı... Davalının, yani Fransız şirketin avukatı, cumhurbaşkanının yakınıydı: Onunla her yıl dağlara kaşmir kazaklar ve kalın kadife fitil pantolonlarla çıkarken görüntülenmiş, adı bilinen bir kel. Yani konuştu mu neredeyse Fransız devleti konuşuyor sayılabilir. İşte bu avukatın, şu sözleri var, 7 Ocak 1988 tarihli Fransız gazetelerinde: “Dehaları kollayan terörizm artık bitsin.” Böyle bir gülle... Avukat daha da korkuncunu yapmış, “yaşlanmakta olan bir dehanın kaprisleriyle

Page 154: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

karşı karşıyayız” gibi bir şey de yumurtlamıştı ve bu da Le Monde gazetesinde koca puntolarla çıkmıştı. “Yaşlanmakta olan deha...” Çocukluk diyarının ebedi imparatoruna!

Fellini hakkında bu tür laflar sarfetmek o kel kafaya düşecekmiş demek ki, İsa’ya ihanet rolü Judas’a biçildiği gibi. Yıllarca aklımdan gitmiyor, “yaşlanmış deha kaprisleri” sözü. Mucize saatinde çekmeceden çıkıyor, ütülü, kolalı.Şimdi araştırma zamanı: Dava acaba nasıl sonuçlanmıştı?

“Sanatçının manevi hakkı” konusunu ısmarlayan Fransız dergisine, Fellini’yi dosyama katma hayalimi açtım, en azından şansımızı denememizi önerdim. Yazıişlerinde herkes bana yardımcı –çünkü ben bir konuğum, sürekli çalıştığınız yayının yazıişlerinde bu kadar destek olmazlar, dünyanın hiçbir yerinde, tecrübeyle sabit şeyler- bana filmin ilk Fransızca alt yazılarını hazırlayan Dante uzmanının Roma telefonunu buldular. Ona anlatıyorum: Sanatçının manevi hakları üzerine bir dosya üstüne çalışıyoruz, bu alanda Fellini’nin ibret verici bir davası olmuş, onunla konuşmak isteriz. İsteriz hafif laf da, telefonda, tanımadığınız birine başka ne denebilir? Romalı Dante uzmanı, ricamı Fellini’ye iletme sözü veriyor, umutlanmamamı da tavsiye ederek: “Röportaj kabul etmez o, tahmin edebilirsiniz, zaten şu sıralar çok da keyifsiz, babasını kaybetti.”

Fransız kel avukatın “Yaşlanan deha” dediği yetmiş bir yaşındaki Fellini’nin babası da mı vardı yani? Bu bir üvey baba mıydı? Yoksa Tanrı mıydı? Her neyse... Roma’daki Danteci Hanım, bir hafta sonra aramamı tembih etmişti, ben tatlı bir umudun ömrünü uzatmak için on gün sonra aradım. Telefonda büyük müjde: “Şanslısın. Sanatçı hakkı konusuna önem veriyor, görüşecekmiş.”

Bu cümle dahi, bir Roma mucizesi. İkincisi şu: artık elimde Fellini’nin ev telefonu var. Aracısız, Dante uzmansız, karşılıklı konuşacağız.

Roma’daki görüşme öncesinde, beş kez konuşuyoruz. Her seferinde bir başka sürpriz. İlki, Fellini’nin sesi. Bu bir çocuk sesi. Nasıl böyle bir sesle konuşur Cinecitta’nın ejderhası, senaryolarını

Page 155: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

aktörlerine bile okutmayan, rüya kahramanlarını -çok uzun, çok cüce, çok şişman- gizli mağaralarından bulup çıkarmış, papazlara paten giydirmiş, Casanova’yı başında şamdanlarla seviştirmiş, jelatinden bir deniz yapmış, Roma belediye reisine film için yol açtırmış adam?

Bu sesle, nasıl yapılabilir bütün bunlar?İlk telefonda, çocuk sesine ayak uydurmak için ben de sesimi

öylesine alçaltıyorum ki “Ama ben Papa değilim!” diyor gülerek. Roma’da, ilk görüşte idrak edeceğim halbuki: Esasen, “Ben tabii ki Papa’yım” demek istemişti. Katolik kilisesinin değilse de, Cinecitta’nın, belki Roma’nın hakiki Papa’sı.

Beş kez konuştuk; İşlerin azıcık uzaması, karşılaşmanın hemen olup bitmemesi, kendimi alıştıra alıştıra Roma’ya varmak işime geliyordu. Bavulumu güzelce doldurmalıydım önce. Gündüzleri Centre Pompidou’nun kütüphanesine gidiyorum, Fellini’yle alakalı matbuat olarak ne bulursam çıkarıp okumaya, yer yer ezberlemeye. Dergiye hazırladığım dosya artık gözümde tamamen gerilere düşmüş. O zaten sadece bir bahane değil miydi? Parke cilası reklamlarındaki heykeller, tişörtler, Porto şişeşi etiketleri, miras kavgaları...

Kütüphanede, birkaç ay önceki Fransız gazetelerin mikrofilmlerini buldum ve kel avukatın, Fellini’nin, olayda rol almış kim varsa hepsinin sözlerini defterime kaydettim.

Berduşların çekinmeden girip ısındığı, rütbeli akademisyenlerinkini aratmayan bir güvenle kulaklıklar takarak Avustralya Aborjinleri belgeseli izlediği, basın taraması yaptığı, biraz şekerleme, toksin atma ve kısa rüyalar arasında soğuk kış pazarlarını mülayimleştirdiği, içi de dış boruları kadar renkli Pompidou kütüphanesini hep uğurlu ve sempatik bulmuştum... Orada, az ötemdeki berduşlar, öğrenciler, matbuat müminleri, kitap oburları ile çevrili, kendimi insanlığın parçası kabul ederek not tutuyordum ve eve döndüğümde, eğer önceden sözleşmişsek, haydi Fellini’ye bir telefon.

Page 156: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Paris-Roma arası bu beş konuşma arasında yeni filminin hazırlıkları için bir kez Venedik’e gitti, öyle diyordu, ama o yeni ve son film çekilmedi, yetişemedi, oysa o sıralar bildiğim iki projesi vardı, biri Dante’nin Cehennem’i (Dante uzmanı arkadaşı söylemişti telefonda, “Cehennem’ini çekecek” ve belki bu nedenle sık görüşüyorlardı), diğeri, -ki birkaç kitapta izini bulmuştum-, belki Cehennem’in uğuru gitmesin diye ileri sürdüğü (çünkü uğura fazlasıyla inanan biriydi), Kafka’nın Amerika’sı... Kafka nasıl Amerika’yı görmeden yazmışsa, onun da tümüyle İtalya’da, Cinecitta’da çekeceği bir Amerika.

Cehennem’den çok Amerika’yı çekmeye yetişmiş olsun isterdim. Eğer böyle bir seçim hakkı hayal edilebilirse. Kim bilir ne olurdu Fellini’nin Amerika’sı... Belki sonuçta Dante’nin Cehennnem’i ile aynı film. Belki değil. Hem zaten, yeni kıtaya şan, şöhret, serserilik, tehlike, servet aramaya gidenlerin, hep gitmeyi tasarlayanların ve F. gibi gitmeyi hep reddetmiş olanların, yani tüm 20. asır sanatçılarının arka veya ön bahçesinde, iç avlusunda, mutlaka boy atmamış mıdır bir “Amerika”, kardeş ve düşman, anne ve üvey anne?

Bu beş konuşma sırasında, ne diyordum, bir kez Venedik’e gitti, şimdi hangisi olduğunu hâlâ bilmediğim yeni filmiyle alakalı toplantılara, bir kez Milano’ya, bir kez flew oldu... “J’ai un flew.” Tam böyle: Yarı Fransızca, yarı İngilizce. Ben cümleyi “kafam dalgalı” şeklinde anladım başta veya “boşluktayım” gibi, halbuki niçin hiç tanımadığı birine böyle şeyler söylesin? Nezleydi, sadece. Kafası dalgada veya nezle, her hâlükârda hele bir iyileşin, öyle görüşürüz dedim, ne acelemiz olacak, sağlık olsun, esas olan buydu, sevilenlerle hep olduğu gibi.

Telefonda bir iki kez sekreter hanım Fiammetta ile konuştum, randevu saati, yeri gibi hazırlıklarla ilgili... Fiammetta, ki küçük alev demek. Alevcik. Onunkiler, bambaşka iki telefon numarasıydı; kendi evi ve Fellini’nin bürosu. Bir dolu telefon numarası vardı şimdi defterimde, F harfli sayfada, F noktalı satırın karşısında. Atom bombam çalınmasın diye, telefonların karşısına

Page 157: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

tam adını yazamıyorum.Bir cuma sabahı, Roma’da kapısının önündeyim. Saat on bir.

Burası kentte herkesin bildiği Fellini’nin evinin sokağı Via Margutta değil... Neredeyse tüm Dolce Vita’nın geçtiği Via Veneto’yu kesen dev bir caddedeyim: Corso d’İtalia. Biraz, “a la tedesca” (İtalyanlardan başka kimin aklına gelirdi Almanlara böylesine cilveli bir ad takmak) bir cadde... Ya da, zamanında Almanların özenip işin çivisini çıkardıkları şekilde, à la romaine. Roma’ya indiğim akşam, Fellini’nin Via Margutta’da oturduğunu, o sokağın hangi yönde olduğunu bilmeden, evine on beş adımlık meydana varmıştım yürüyerek, uçak inişi, iç radarımın yönlendirmesiyle.

Çanlar Roma’ya Katolik bir akşamı daha indirirken bir kahveye oturuyorum. Birkaç saat sonra, haydi meydanın karşı tarafındaki kahveye...İçkim önümde, hep aynı şeyleri düşünüyorum: Yarınım nasıl

geçecek, iyi hazırlandım mı, içeride ne kadar kalabileceğim, Sokrates’le Abdullah’ı nasıl anlatmaya başlarım, Bizans ve İstanbul, Cinecitta’da yeniden inşa edilebilir mi, bu paralar kimden çıkar... Masama oturan Roma ragazzo’larına da söylüyorum, “Gazeteciyim, Paris’ten geldim, yarın sabah Fellini’yle görüşüyoruz.” Bilinsin, şu Roma kafesinde hangi misyonla bulunduğum. “İşte evi şu sokakta zaten,” diyorlar çenelerini uzatarak... “Ben bürosuna gideceğim. Herhâlde Guilietta olmayacak.”

Olağanüstü efendi adamlar, Roma’nın aylakları. Masama nazik bir teklifsizlikle kurulmuşlar; onları buyur etmekle ne iyi etmişim... Sokak senyörlerine içki ısmarlıyorum, onlar da ben de, saatler kayıp aksın istemiyor muyuz... Yarınki röportajımın şerefine kadeh kaldırıyoruz, ikincisini reddediyorlar, belki çok paralı bir gazeteci olmadığımı anladılar, ama kalkmıyorlar da, önlerinde boş bardaklarla tatlı tatlı oturuyorlar. Bir bakışta insanın ciğer röntgenini çekmeye alışkınlar. Yanımızdaki masada yalnız oturan genç adamı göstererek: “Bak, bu Milanolu. Alnının ortasında

Page 158: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

yazılı. Tek yabancı dil bilmiyordur.” Nasıl emin olunabilir, neresinden belli? “Biz anlarız işte.”

Halbuki hep birlikte gözümüzü diktiğimiz adamın üstü başı hepsinden şık ve temiz, tıraşı son moda, biraz yuppie’ce, bizde olsa yakasından tutulur, bir bankanın genel müdürlüğüne getirilir... Romalı aylaklarla her şey daha eğlenceli olsun diye, kafamın bulutuyla adama soruyorum: “Siz nerelisiniz?”

“Milanese.” Buyurun. Fransızca ve İngilizce konuşmuyor ve burada cidden biraz sürgünde gibi. Bizim masanın Romalılarında ise, Avrupa Topluluğu dillerinin çoğu mevcut. Meydanda herkesi adlarıyla tanıyorlar, turistler dahil. Normal sigaranın dörtte biri incelikte Capri sigaralarını ilk onlarda görüyorum. Tutuşu öyle şık ki, Capri ve Vogue içmeye o akşam alışıyorum.

Birkaç yıl sonra Kuzey İtalya’da Güney’den kopmak için koca mitingler düzenlendiğinde, anlıyorum ki, dünya Galileo’nun tahmininden de çılgın dönüyor... Allah’ın hesap defterleri dahil tüm mühim arşivleri barındıran Roma’nın yıllarca küçümsediği Milano ve çevresi, Güney’i beğenmiyormuş havası oynuyordu. Karıncanın cırcırdan intikamı... Dibinde herkes biliyor ki bu hikâyenin az seveni, yani çapkını, Güney’di. Milano’ya lokomotif değil, hamal muamelesi çeken... Romalı aylak çocuklar, turistlerin kulaklarına eğilerek, “Onlar tam İtalyan sayılmazlar. Bizim İsveçlilerimiz,” diye fısıldıyorlardı, tembelce gülerek, tembelliği müstakil, sanatkâr bir kata çıkarmış kentin çeşmeleri önünde.

Sabah saat on birde, Galileo’nun dünyası gibi kendi etrafında dönen bir kafayla zilini çaldığım daire, cırcırböcekleri bölgesinin imparotorluğu... Giriş katındaki dairenin kapısında kıpkızıl saçlı bir genç kadın duruyor; alevlerin rengi başka ne olabilirdi? Sanki patronun filmlerindeki artistlere özenmiş, bu loşlukta gözünde güneş gözlüğü... Otuzlarında, ayağında topuksuz ayakkabılar... Fellini’nin yanında on bir yıldır çalışan bir sekreterden çok, Kadınlar Kenti’nden fırlamış gibi duruyor.

Ben onun kedi adımları peşinde, incecik bir sesin “Kim geldi?” dediği geniş odaya girdik. Normal bir ev olsa salondu burası, şimdi

Page 159: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Fellini’nin bürosu... İçerisi loş, koca caddede önüne inşaat iskelesi kurulmuş tek apartman. Toz, gürültü, işçilerin şamatası, hayatın tüm diğer dayatmaları içeri sızmasın diye yüksek pencerelerin kepenkleri sıkıca örtülmüş. Sabah vaktinde bir siesta havası... Loşlukta ilk seçtiğim, masasındaki kâğıtları imzalarken bir yandan elimi sıkan adamın cüssesi, renkli kalemleri (keşke onları tek tek sayaydım), kitapları, resimleri (Arnavut bir ressamdan armağan gelen, hâlâ kendine bir yer aradığı için halı üstünde duvara dayalı) ve ayakta dikilmiş, kâğıt parçalarını Ölü Deniz’den çıkma kutsal belgelermiş gibi saygıyla uzatan iki dede, Fellini’yle yola çıktıklarında birer ateşli Roma delikanlısıydı belki onlar da; ortalıkta tuhaf bir merasim.

Hayalimdekinden yaşlı duran gözlüklü adam, etraftaki sessizliğe bakarsak (ki bizde saygı en az sevgi kadar gürültücü olmaz mı), bir kardinal, bir Katolik reis mi yoksa? Hatta Papa, niçin olmasın, telefonda “değilim” dediği... Cinecitta’nın Papa’sı.İlk şaşkınlığım, onu bu kadar yaşlı bulduğum için. Paris’teki

derginin kızları, Dolce Vita döneminin Fellini’sine gidiyorum, belki oralardan nişanlanarak döneceğim havalarına girmişlerdi. Yetmişlik bir adam bu (bunu tabii kütüphanede edindiğim bilgilerden biliyordum), üstelik on yıl daha yaşlı duruyor. Roma’nın gizli papası olursan, cılız vücudunu plajlara götürmezsen, mayo nedir bilmezsen, İtalya gibi bir ülkede futbol sevmezsen, değil oynamak, televizyonda maç seyredip gollerde kollarını havaya kaldırmaya dahi üşenirsen, “bu ülkede beni linç etmediklerine şükretmeli” dersen, bir espri uğruna buyrun tacım; bol makarna, sıfır jimnastik, daha ne olacaktı?

Masasında, sabırla, merasime hakkını vererek uzatılan kâğıtları imzalıyor (burnunun ucunda gözlükleri; öteki dedeler ayakta hazırolda), bir işaret üzerine kepenkleri kapatılmış pencerelerin dibindeki oturma grubuna doğru ilerliyorum.

Başka yer yokmuş gibi açık kahverengi geniş deri divanı seçiyorum. Üstüne ekose şal serilmiş... Fiammetta’nın gözleri parlıyor, potları kırmaya başlayacağımı önceden anlamış gibi:

Page 160: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

“Aaa, bak, onun yerine oturmuşsun, onun yerine kimse oturmaz!”Ne hırtlık, kimseye sormadan kendi kendime yer beğenmek...

Barbar mı aldık içeri demiştir şimdi. Karşı koltuğa zıplıyorum, ter içinde, yarı baygın, iki dilde özürlerle. Şimdi ne yapmalı da daha kaba, daha budala görünmemeli, yeni bir pot kırmamalı? Paris’te haftalarca topladığım notlarımı, sorular kağıdımı çantamdan çıkartıp, son bir hazırlığa girişiyorum... Gelen barbar ama, bari dersini iyi çalışmış bir barbar desin.İmza işleri bitince, ağır adımlarla bize doğru ilerliyor. Yürüyen

bir çınar ağacı. Öteki dedeler, patronun bir filmindeki gibi duvarı sessizce delip ruhlar dünyasına karıştılar. İşte, başka kimsenin oturma hakkı olmadığı, oturmaya cesaret edemeyeceği köşesine kuruluyor. Bacak bacak üstüne attı. Ve ilk hitap: “Aman aman, çok somut sorular istiyorum şimdi...” Paris’teki kütüphanede edindiğim istihbaratlar beynimde, çekmeceler dolusu.

“Merak etmeyin, hiç entelektüel biri değilim.”Bir gece önce bu kadar içmesem, öyle demezdim. İnsanı hemen

sinir gösterebilecek bir laf çünkü. Aceleci, iştahlı bir tavlama atağı. İştahlıları küçümsediğine eminim. Ama diyor ki: “Ne iyi, ben de öyle.” O anda aşikâr: Sinir olduğu çok şeye rağmen, yüreği merhametle doldu.

Osmanlı ve Roma usullerine uygun düşsün diye, teybimi çalıştırmadan sağlığını sordum, flew olmuştu çünkü... O da karşılığında, “Sana ne ikram edelim?” dedi. Sonra, sanki biraz geri vitese geçerek: “Hemen söyleyeyim, hiçbir şeyimiz yok. Likör hariç.” Sonra gene ileri viteste: “Ama bu likör çok tatlıdır, merak etme, tam çocuklara göre.”

“En güzeli,” diyorum; ne ikram etseler en güzeli olacaktı. “Dün gece biraz fazla içmişim, röportajın heyecanıyla. Şimdi azıcık alkol iyi gelir.” Çivi çiviyi sökeri de tercüme edebilirdim, değişik bir deyimdi, ama işi ağırlaştırma riskine girmedim.

Alkol muhabbeti üzerine, ki bu da tarafımdan bir merhamet dilenmesiydi sonuçta, “Bana sempatik geliyorsun Amina,” dedi, deri divandaki sol köşede. “İnşallah hep öyle gelirim,” dedim,

Page 161: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

aceleci bir hamleyle gene, sanki yeni bir pazarlığa girerek. Kızıl saçları belinde, yeryüzünün en az sekretere benzeyen sekreteri kara gözlüklü Fiammetta var, Allah’tan, tatlı sesli bekçi: “Ama onunla belli olmaz. On dakika sonra sıkılabilir de. Onunla, hep hazırlıklı olmalı. Ona göre...”

Fiammetta’nın sesindeki tatlı tını ile söylediklerinin içeriği arasında hep bir uçurum var, bu da tabii başlı başına bir sürpriz unsuru. İlk fırtınadan sonra kendimi rahatlatmak için, birkaç solunum egzersizi. Şu Fiammetta ne iyi ki açık konuşuyor, genel kanının aksine, korkunun her zaman ecele faydası var.

Elimde likör dolu beyaz fincanım (onu kendi eliyle doldurmuştu, ben de gözlerime o kadar inanamıyordum ki, likör servisini yaparken fotoğrafını çektim), F.F. deri divandaki köşesinde, yanında Kadınlar Kenti’nden fırlama kara gözlüklü Fiammetta, hazırladığım en somut soruları sormaya başladım.

Bir çocuk sesi ve hoş bir Fransızcası var, zengin, rahat, olağanüstü bir dil zekâsı, ama sorulara İtalyanca cevap vereceğini bildirdi, tartışmaya gelmez bir aksilikle, hatta alınganlıkla. Sanki onurlu her diplomatın sadece kendi dilinde konuştuğu bir Birleşmiş Milletler toplantısındayız ve bir ihtimal, beni hâlâ Fransız sandığı için. Fransızcası çok daha acemi görünen Fiametta üstlenecekmiş tercümanlığını, hayırlısıyla... Zaten ben Paris’te teyp kasetini bir İtalyan gazeteci arkadaşla çözeceğim. Telefonda da söz vermiştim: “Roma’ya gidene kadar dört beş günde İtalyancayı tamamen sökerim.” Bir bakıma sökmüş de sayılırım, söylediği her şeyi anlıyorum, onları bir kez de Fiammetta’nın Fransızcasından dinlemekte ne zarar var?

“Şimdi ben,” dedi, “düşüncelerimi felsefî kavramlarla anlatacağım, Fiammetta onları kendi insanî diliyle sana aktaracak. Zaten, röportajı bile belki onunla yapacaksın. Nasılsa her şeyi biliyor. Ben de ona destek olacağım”.

Böyle. Sinemanın ve Roma’nın şahıydı, mesleğinde önem verdiğini sandığım, uğruna davalar açtığı konuda somut sorular talep ediyordu ama sıkıntıya gelecek adam da değil. Ve asıl

Page 162: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

macera, bundan sonra.Casanova rolündeki Donald Sutherland’dan en biçare ifadeyi

sökmek için İngiliz aktörün psikolojisini nasıl püre makinesinden geçirmişse, karşısındaki gazeteciye de “Şimdi kalkıp giderim, kapıyı gösteririm ha!” ihtimalini hep hissettirecek, durmadan stres altında tutacak, onu kuru soruları dışında çabalara zorlayacak (hadi beni oyala!), hiçbir meslekte kimsenin haybeye bir şey isteyemeyeceğini hatırlatacaktı, özel usûlleriyle.

O ofiste iki buçuk saat kaldım. Bir ömürde nedir iki buçuk saat? Panik, endişe, ter dökme, sevinç, eğlence, masal ve eğitim havasıyla geçince, çok şey.

Sürprizler peşpeşe geliyor.Sadece somut sorular talep ediyordu ya, hukuksal, bürokratik,

teknik ayrıntıları hatırlamaya yanaşacak anlamına gelmiyordu bu (“somut sorular isterim”le ne demek istemişti kim bilir?). Hiç hesaba katmamıştım, telefonlarda kapısını aralamış konuyu Roma’da bir kez daha duyduğunda yüzünü buruşturacağını; sesindeki aksiliği, suratıma bakmamaları, sıkılmış insanlar gibi Fiammetta’nın kolunu mekanik jestlerle okşamasını, hayat kendisini yeterince oyalamadığında sergilediği çocuk küskünlüğünü, kapının gözümde durmadan yaklaşıp büyümesini.

Artık anlamıştım, dava nasıl bitti, kim kazanmış, kim kaybetmiş, adaletin terazisi ne yöne eğilmiş, ceza var mı, kime kesilmiş tarzı sorular, burada kimsenin umuru olmayan, kasvetli, zaman kaybı sayılan muhasebeci, bakkal muhabbetiydi.

Daha ilginci: Sözde öğrenmek için geldiğim davayla ilgili ayrıntıları, on bir yıllık sekreter hanım Fiammetta da hatırlamıyor... Ondan da hoşu, Fellini, bu sekreter unutkanlığına, lakaytlığına kızmak bir yana, şaşırmıyor bile. Birbirlerine bakıp, bi miktar acıma, bir miktar tiksintiyle “Non mi ricordo, non mi ricordo” (hatırlamıyorum, hatırlamıyorum) deyişleri... Sabahın ilk büyük ter atma hakkını rahatça kullanıyorum. Hani bu meseleyi çok önemsiyordu? İnsan nasıl kendi açtığı davanın sonucunu hatırlamaz? Bu koca ofisin çekmecelerinin birinde o davayla ilgili

Page 163: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

bir dosya yok mudur? Kara gözlüklü sekreterin görevi tam nedir? Bu umursamazlık hakikat mi, yoksa oyun mu? Hadi biz Bizans’a alışkındık ama bu Romalılık iyice tuhaf değil miydi? Daha da alttan alta, daha esrarlı, üstelik her şey bir masumiyet, bir saflık kisvesi altında...

Bu umursamazlık ve lakaytlık sadece kılıf, yabancıya karşı bir oyun olsa, daha mı az çarpıcı ve şaşırtıcı sayılmalı?

Madem Fellini filmlerindeki ambiansa bayılıyorsun, buyur! Telefon çaldığında ahizeyi sekreter hanım kaldırmıyor, tüm kıtaların tüm ofislerindeki gibi. Hayır, sekreter hanım kanapeye güzelce kurulmuş, ne demek kurulmuş, yarı yarıya uzanmış (bazen esniyor); bizimki atlıyor, hayattan kim bilir ne sürprizler bekliyormuş gibi, ve eğlenceye hazır çocuk sesiyle: “Siii, pronto...” Arayanlardan biri, güzel Nastassia’nın eski kocası Mısırlı prodüktör galiba, başka hangi İbrahim arasın Fellini’yi (“Si İbrahim!”)?

Artık ikisini birden esneten, kuruluğundan kendim de utandığım teknik sorularımı sıralıyorum (futbol maçındaymışız gibi, kim kazandı kim kaybetti, ceza kime kesildi), Fiammetta iki bacağını divana çekiyor... Yanlarında azıcık daha kalmak istiyorsam, plağı değiştirmeliydim, acele. Yoksa Sokrates’le Abdullah’ı mı anlatmalı? Ama o da hemen, arsızlık olmaz mı?

Ben ikinci büyük terimi atarken, gene telefonlar... Fiammettacık gene kıpırdamıyor. Sanki ziller komşu büroda çalıyor. Gene bizimki, yani Fiammetta’nın patronu, hevesle atlıyor: “Sii, pronto...” Arayanlar arasında bir de Philippe çıktı, her ikisini saat birde öğle yemeğine bekleyen. Gene de biri yirmi geçeye kadar birlikte kalabildik, ki başta esen buzlu havayı hatırladıkça buna hâlâ inanamam.

Üstelik, sohbet sonunda, hem ofis içinde resim çekmeme izin verdi hem odanın loşluğuna canım sıkılırken (flaşım yoktu), “Merak etme, avluda da fotoğraf çekeriz,” dedi.

“Duygularla akıl tarafından kontrol edilmediğini sandığımız şeylere, derinlerden gelen fikirlere, bilgilere, uyarılara, en sevgili

Page 164: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

ve en zeki dostumuzun bile bize veremeyeceği öğütlere” iç radarıyla kendini açık tuttuğunu, beklemede tuttuğunu kütüphanedeki kitaplardan öğrenmiştim. Uğuru uğursuzluktan ayırt etme yöntemleri, büyücülüğü, falcılığı vardı bir bakıma. Konuşmamız bitmişti ki, bana da iki soru sordu. Birinde, fotoğraflarını çekiyordum ve o deri divanında oturuyordu: “Sen hiç oynadın mı Amina?” İkincisi, koridorda pardösüsünü giyip şapkasını başına geçirirken: “Peki, senin hiç çocuğun var mı?”

Sadece sorulardan birinin cevabı evetti, ama güzel olan, insana aynı anda birden fazla hakiki sorular sorulması değil mi?

Ayrılık vakti, Türkiye’den onun için getirttiğim, başı gümüşten nazar boncuğunu verdim. Flew’lara karşı... Gene aşırı bi tavlama atağı sanmasın diye merasimi röportaj sonuna saklamıştım. Boncuğu Fiammetta’ya gösterdi ve gene çocukluklar: “Belki bunu göbeğime takmalıyım. Si, en iyisi bu, göbeğe!” Ve gülüyorduk. Yoksa Fiammetta’nın buradaki esas işi şu genç annelik miydi?

Avludaki veda öpücüğünde dedi ki: “Gene gel Amina. Umanasın.”

Şimdi İstanbul’da bu yeni sübyan dergimizin ilk sayısını hazırlamış, geceleri uyanırken, kendime soruyorum: “Umana mısın, Amina?”

Fellini ile Roma’daki konuşmamızdan (ben “dava nasıl bitti, kim ceza yedi, avukat neleri savundu” minvalde, Paris’te izlediğim ağır ceza davalarından kaptığım üsluptan vazgeçince) geriye şu metin kaldı:

— Rimini doğumlusunuz ama Roma’yı çok güzel anlattınız. Sizce, eski Roma’da nasıl biri olabilirdi Fellini?

F.— Cemiyet oyunlarında sorulabilir bu soru (gülerek). Güzel bir akşam yemeğinden kalktıktan sonra... Nasıl cevap verilebilir böyle bir soruya? Peki siz beni nasıl görürdünüz?

— Sanırım simyacı olarak. İmparatoru da düşündüm, sonra

Page 165: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

vazgeçtim.F.— Ya, simyacı-imparator? Olmaz mı?Fiammetta: Gladyatör?F.— Hayır, hayır...Fiammetta: Aslan?F.— Hayır. Çok esprili olmalı böyle bir soruyu cevaplamak için.— Zaten öylesiniz. Nasıl görürdünüz kendinizi?F.— Sanıyorum şiirler yazardım. İmparatorun hoşuna gidecek

şiirler... İmparatoriçenin portrelerini yapardım... Hükümdarların sempatisini kazanabilmek, beni korumaları altına almalarını sağlamak için elimden ne geliyorsa onu yapardım. Şimdi de yaptığım bu.

— Giovanni Grazzini’nin kitabında, derin bilgi gösterisini, kasıntıyı, sahte kültürü sevmediğinizi söylemişsiniz. Sahte kültür ile hakikisi arasındaki fark nedir sizce?

F.— Bütün sahte şeylerle hakikileri arasındaki fark.— Aşırı bilginin sanatçıya, sanata zarar verebileceğini mi

düşünüyorsunuz?F.— Haftasına göre değişir. Gazetecisine göre, gazeteye göre...— Bir özelliğiniz var: Dünyada pek çok sanatçı için Amerika’ya

gidip iş yapmak meslek hayatlarında bir zirvedir. Amerikalı prodüktörler orada bir film çekmeniz için size çok teklifte bulundular, önünüze kırmızı halılar serdiler, reddettiniz...

F.— Bunun gerçekçi ve pratik nedenleri var. Her şeyden önce, bütün bu imkânları bana çok geç sundular. Bence, 20 yaşımdayken Amerika’ya gitmem için bir vesile olsaydı, yani Rimini’den Roma’ya geleceğime, Rimini’den Amerika’ya gitseydim, büyük olasılıkla, yaşamsal tipte deneyimler edinecek koşullar içinde bulacaktım kendimi ve sonra onları anlatabilecektim. Orta Avrupa’dan giden meslektaşlarımın (Polanski, Forman) yaptığı gibi. Özellikle Avrupa’nın ortasından gelen ve çoğunlukla Yahudi olan bu kişilerin, özel bir eğilimleri, çeşitli koşullara ayak uydurmak konusunda neredeyse biyolojik bir yetenekleri vardır. Bir ülkenin acayip niteliğini, dilini, psikolojisini ve hatta rüyalarını

Page 166: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

bile kendilerine mal etmeyi başarabilirler ve Amerikalılardan daha Amerikalı olabilirler. Bu, belki İtalyanların da sahip olabileceği bir nitelik, bir hünerdir. Çünkü bizim tarihimiz hep, yabancı fatihlere yaranmak, onlara itaat etmek, onlarla birlikte yaşamak, onları anlamaya çalışmak zorunda kalmış birilerinin tarihi olmuştur. İspanyolları, Fransızları, Almanları, şimdi Japonları... Bu esneklik, bu yumuşaklık, Polonyalılarda, Çekoslovaklarda da vardı ve hakikaten, Amerikan sineması bu göçmenlerin pek çoğuna kucak açtı. Onlar da büyük sinemacı oldular.

Ben Amerika’ya gitmedim, çünkü yaşça ileri bir noktadaydım, bilemeyecektim, hep bir yabancı olarak kalacaktım, yapabileceğim ancak gazetecilik olabilirdi, yani izlenimlerimi anlatmak, bir hikâyeyi değil.

Heyecanları ifadeye dönüştürebilecek kadar dile hâkim olmanın imkânsızlığından ötürü.

Ama... Gene de bir gün, olabilir.— Kafka’nın romanı Amerika’yı sinemaya aktarmayı düşünüyor

musunuz hâlâ?F.— Çok sevdiğim projelerden biri bu. Çekmecelerimden

birinde, ama...— İlk çekmecede mi?F.— Yok, yok... Ama bu filmi orada çekmeyi düşünmem, burada

çekerim tabii.— Kafka da bu romanını Amerika’ya hiç gitmeden yazdı.F.— Tabii ya...— Siz Spielberg’den de önce bilimkurgu filmleri yaptınız bir

bakıma. Belki Amerikalılar size bu nedenle o kadar düşkün... Tasarladığınız olağanüstü makineler, özel efektler... Sette size “dottore” diyorlar ama, mühendis tarafınız da yok mu? Bir hayal mühendisliğiniz?

F.— Sanatın, ifadenin bilimsel bir yanı olmalı. Bir fanteziyi, bir rüyayı somutlaştırmak, insanın meydan okuyabileceği en titiz, en matematik işlemdir.

— Yeni bir filme başlarken sizinle birlikte çalışan mühendisler

Page 167: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

heyecan ve korku duymaz mı, “Gene bizden ne acayip makineler isteyecek” diye?

F.— Hayır, hiç. Dostluk içinde çalışırız. Mizah dolu bir hava içinde. Her şeyden önce onlar, uzun yıllardan beri birlikte çalıştığım, beni çok iyi tanıyan insanlar. Film çekimimiz bir yolculuk, bir bayram, kırda bir gezintiye çıkma havası içinde olur. Neşeli bir maceradır. Saygı ve sempati vardır, korku değil.

— Yabancı ülkelerde gösterilen filmlerinizin alt yazılarını ve dublajını çok önemseyen bir sinemacısınız. 1988 yılında Paris’te, İnterviste (Röportaj) adlı filminiz şahsen onaylamadığınız, denetiminiz dışında gerçekleşmiş alt yazılar ve dublajlarla gösterildi diye, Fransız dağıtımcıyı mahkemeye verdiniz. Bir Fellini filminin onu istemediği şekilde seyirciye sunulması ne büyük skandal!

F.— Bu olay, tüccarların başka bir ülke seyircisine gösterecekleri filme karşı nasıl bir ilgisizlik, budalalık ve şiddetle davrandıklarının en çarpıcı örneği.

— Böyle bir şey ilk defa mı başınıza geliyordu?F.— Böylesine bir skandal şeklinde, ilk defa. Ama her zaman

filmlerimin alt yazılarından ve dublajlarından şikâyetçi oldum. Suçun bir bölümü bana ait... Çünkü anlaşmaya göre alt yazılar ve dublajla şahsen ilgilenme ya da onları denetleme hakkına sahibim. Ama çoğu kez, yeni bir filmle meşgul olduğum ve bu iş büyük zaman gerektirdiği için, film biter bitmez çıkış tarihlerini saptamış olan Fransız, Alman, İngiliz dağıtımcı, bu olağanüstü nazik işlemi, genelde filmin anadilini bile bilmeyen çevirmenlere verir. Onlar da zaten hemen işi, kendi imzalarını atmadan çalışan bir takım isimsiz çevirmenlerin sırtına yıkarlar. Sonra dublaj, işsiz güçsüz yönetmenlere yaptırılır. Bu yönetmenler de çoğu kez, ne daha önceden filmi görmüşlerdir, ne filmin anadiline vâkıftırlar ve en önemlisi, bu işi çok kısa bir sürede yetiştirip karşılığında çok az para alırlar. Onların derdi, filmin çıkışıdır. Gösterim tarihlerine sadık olmak... Filmin nasıl mahvedilerek çıktığına aldırış etmezler.

Ben, anlaşmada yer alan hakkımı kullanarak birkaç kez dublaj

Page 168: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

sonuçlarını görmeye gittim. Her seferinde öyle bir felaketle karşılaştım ki, bu işe elimi sürmeyi reddettim. Yani, suçun bir bölümü bana ait... Birkaç kez dublaj için yönetmen adları önerdim. Mesela Fransa’da Patrice Chereau’yu (Casanova filmi için)... Sonuç mükemmeldi. Bir keresinde İngiltere’de işi Peter Brook üstlendi, Satyricon filmi için. İntervista’nın Fransızca çevirmeni Jacqueline Risset’ydi, şair ve Dante uzmanı... Mükemmel bir iş yaptı ve alt yazıları teker teker birlikte gözden geçirdik. Ama, dağıtımcı kandırıldı. Şu kadar zamanda, şu kadar parayla çalışma garantisi vererek bütün İtalyan filmlerine el koyan bir grup, bir çete tarafından... Bu yeni gelen insanın, yazar ve şairin, piyasaya girişini bir tehdit kabul ederek, çok sinsi ve kaba bir şekilde alt yazıların fazla edebî, fazla şiirsel olduğu ve seyirci tarafından anlaşılamayacağı konusunda prodüktörü ikna ettiler. Ismarlanan yeni dublaj ve alt yazılar öylesine budalaca ve bayağıydı ki, bir avukata başvurdum.

— Dağıtımcı ısmarladığı yeni alt yazılar ve dublajdan sizi haberdar etmedi mi?

F.— Hayır, katiyen.— Kurosawa, Bergman, Bunuel ve Truffaut gibi yönetmenlerle

bir ara bu kötü dublaj ve alt yazılara karşı işbirliği yapmayı düşünmemiş miydiniz?

F.— Bir gün, karşılaştığımız bir film festivalinde, Cannes’da ya da Venedik’te bu konuyu konuşmuştuk. Ama bu sadece bir hayal olarak kaldı.

— Niye gerçekleşemedi?F.— Hepimiz kendi işlerimizle meşgulüz, ondan. Çok güç şey,

tarihleri denk getirip Bergman’ın ya da Kurosawa’nın filminin çevirisiyle uğraşabilecek kadar özgür olmak. Çok duygulandığımızı, çok çok öfkelendiğimizi söyledik bu karşılaşmada, her birimiz diğerlerinin filmleriyle uğraşmaya söz verdik, ama bütün bunlar birer iyi niyet olarak kaldı.

— Böyle bir işbirliği mümkün değil demek...F.— Çok zor. Ama gerçekleştirilmesi mümkün olan, her filmin

Page 169: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

ruhuna, millî karakterine, diline saygı gösterecek alt yazılar ve dublajlardır. İnanıyorum ki, her film, herhangi bir başka dilde yeniden teklif edilebilir, konuşturulabilir; işin bilinçle yapılmasını mümkün kılacak parayı ve zamanı ayırmak koşuluyla. Çeviri için yazarlara başvurarak. Özellikle de filmin anadilini bilen yazarlara. Dublaj için, kahramanların karakterlerine en uygun aktör seslerini seçebilecek tiyatro yönetmenlerini görevlendirerek. Ve, filmin yönetmenine, bütün bu işlemleri eşgütme ve denetleme imkânı tanıyarak. Yani, zaman ve para... Tüccarlarda, satmak istedikleri şeye karşı saygı duygusu gelişmeli.

Çünkü, alt yazılar ve dublaj, son derece nazik bir işlemdir. Kalp nakli gibi bir şey. Yönetmen için üçüncü bir ifade biçimi, filmi anlatmanın üçüncü bir yoludur. Hem çok hafif ve ölçülü, hem çok sarih olmalı... Hem bir özetin özlüğünü taşıyacak, hem de aynı zamanda, edebî ağırlığından bir şey kaybetmeyecek... Çeviri ve özet ve kesin ifade ve seyircinin dikkatini dağıtmayacak şekilde aradan sızma arasında bir şey... Öylesine büyüleyici bir işlem ki, yönetmeni kendi filmine başka bir açıdan yeniden bakmaya teşvik edebilir. Sanki yönetmenin kendisi seyircinin yanı başına oturmuştur da, kulağına filmi fısıldamakta, filmi onun dilinde sunmaktadır, tabii çeviri yoluyla ama aynı zamanda, filmi daha özlü bir biçimde de anlatarak. Çok ince bir işlem... Uzmanlar gerektiren, zeki insanların, filme âşık, yapıta saygılı ve dağıtımcının acelesiyle yabancı seyircinin zevki hakkındaki bir sözümona bilgiyle koşullanmayacak insanların işi. Bugüne dek Chereau ve Jacqueline Bisset örnekleri dışında, sonuçtan her zaman şikâyetçi oldum.

— Sizin için ses düzeninin özellikle büyük bir önemi var. Filmin İtalyancasını bile baştan aşağı stüdyoda, kafanızdaki fikre en uygun şekilde seslendiriyorsunuz.

F.— Doğru. Ama her film için, yeni bir dilde sunulduğunda, anadiline, dilindeki ruha sadık kalınması önemli. Kendi filmlerimden söz edeyim: Ses düzeni, hep bölgesel diller, lehçeler, lehçe farklarıyla doludur ve bunlar dile özel niyetler yüklerler.

Page 170: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Öyle bir çokseslilik ki, aynı şeyi sadece yönetmen, çevirmenin yardımıyla, farklı bir geleneği ve farklı bir filolojik tarihi olan dile yeniden teklif edebilir. Ama, olmayacak şey değil. Bir kere daha, para ve zaman. Özellikle de tüccarın saygısı. Kendi yararına bir saygı.

— Alt yazılar ve dublaj konuları dışında, sanatçı hakkınıza hiç halel geldiği duygusunu taşıdınız mı?

F.— Evet, filmlerim televizyonda reklamlar tarafından kesildiği zaman. Berlusconi’nin yarattığı bir kıyım bu.

— Bir sinemacının yapıtı üzerindeki manevi hakkı, size, örneğin bir ressamınkinden daha mı kolay çiğnenebilir?

F.— Bir sanatçı, ister ressam olsun, ister sinemacı, seyircisinin karşısına yapıtının eksiksiz hâliyle, yapıtının halel görmemiş hâliyle çıkma hakkına sahiptir.

— Sanat yapıtına genelde hep dışarıdan zarar gelir. Bazı durumlarda bu zararı veren, sanatçının kendisi. Hemşehriniz, ressam De Chirico örneğindeki gibi. Mesela bir alıcının imzalatmak için getirdiği resmi, eğer resim artık hoşuna gitmiyorsa, adamın önünde yırtıyordu. Resimlerin altına sahte tarihler atıyordu...

F.— De Chirico’yu tanırdım. Yapıtının büyük bir hayranıyım ben. Büyük bir sanatçıydı ve hatta, çok eğlenceli bir entelektüeldi. Özel hayatta çok eğlendirirdi beni. Bu konuda bir yargıda bulunmak istemiyorum. O çapta bir sanatçı, böyle çılgın hareketlerden ötürü değerinden bir şey kaybetmez. Mühim olan, resimleri. Eğer hayatında insanları şaşkına çeviren bir takım hareketlerde bulunmuşsa, ne yapalım?

— Paris’te İntervista davasındaki dağıtımcı şirketi savunan avukat (Georges Kiejman) sonradan ne oldu biliyor musunuz?

F.— Hayır. Politikacı mı?— Adaletten sorumlu iki bakandan biri oldu, sonra da bu son

hükûmette, İletişim Bakanı...F.-...— Fransa cumhurbaşkanı François Mitterrand, bu davadan

Page 171: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

sonra, doğum gününüzü kutlamak için sizi Paris’e çağırmıştı.F.— (Çok şaşırarak) Doğum günüm için mi?— Evet. Televizyon haberlerinde bile verdiler bunu.F.— Ne zaman?— 70. doğum gününüzde.F.— Geçen yıl... Ama bilmiyordum. Haberim olmadı... Bir kere

daha tekrarlanabilir. İki yıl geriye giderim böylece. Gençleşirim. (gülerek)

— Size Mitterrand, ülkesi, sizi istemeden de olsa kırdı diye mi bu daveti yapmıştı?

F.— Kendimle ilgili böyle kutsallaştırılmış bir görüşüm yok... Hayır, haberim olmadı... Çok hoşuma giderdi... Cumhurbaşkanından gelen bu kadar nazik, bu kadar cömert bir hareketten haberim olmadığı için üzgünüm. Ona en azından teşekkür etmek isterdim. Böylece şimdi teşekkür etmiş oluyorum. Umarım, gelecek yıl gene tekrarlanır. 72. yıldönümümde.

(Bu noktadan sonra gene biraz sıkıldığını, elleriyle oynadığını, Fiammetta’nın kolunu okşayarak gözünü kapıya dikmeye başladığını göreceğim. Yeni bir ter atma ve sonra...)

— Hindistan hakkında ne düşünüyorsunuz?F.— İşte beklediğim soru. Hakikaten. Mersi Emine. Nasıl böyle

bir soru sorulabilir? Saat kaç? Akşam vakti sorulacak bir soru bu.— Fiammetta’ya rica etmiştim ben, akşam vakti görüşelim diye.

İyi röportajlar için akşam vakti çok daha uygun. Hava biraz kararınca...

F.— Niye sordunuz Hindistan’ı?— Bir arkadaşım filmlerinizi Hindistan’a benzetiyor. Renkleri,

imge bolluğunu... Hiç Amerika’ya gidip film çekmek istemediniz ama belki Hindistan aklınıza gelmiştir diye düşündüm.

F.— Hayır, hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm ama hiç Hindistan’a gidip film çekmeyi düşünmedim.

— Gezmek için de mi?F.— Hayır düşünmedim.— Şimdi bir İtalyan geçecek Hindistan’ın başına belki...

Page 172: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

F.— Kim?— Rajiv Gandhi’nin eşi...Fiammetta: Hayır, az önce reddetmiş.F.— Evet, az önce reddetmiş...— Peki ben hangi ülkeden geliyorum, biliyor musunuz?

Türkiye’den. Türk’üm ben.F.— (Bir sessizlik. Sonra çok alçak bir sesle) Bunu hissediyor

musunuz?— Tabii hissediyorum. Her gün.F.— Ne hissediyorsunuz, Türk ruhundan, Türk psikolojisinden?

Ne kadar sık? Günün hangi saatinde? Yani hangi durumda, kendi kendinize, “Aaa, işte ben burada Türk’üm” diyorsunuz?

— Mesela, Paris’teyim. İstanbul’dan bir arkadaşım, hatta bir tanıdığım üç günlüğüne Paris’e gelmiş. Sabah bana telefon açıyor “Hemen yarın görüşebilir miyiz?” diye soruyor. “Tamam,” derim, “ne zaman istersen.” Bir Fransız olsa, üç hafta sonrasına randevu verir. (Ne saçma bir cevap! Niçin, en çok, Türkçe konuştuğum ve Türkçe yazdığım zaman kendimi Türk hissediyorum demiyorum, sadelikle?)

F.— O zaman bu, Fransızlara karşı bir aşağılık kompleksi.— Niye? Telefon eden bir Fransız değil ki. İstanbul’dan gelmiş

bir Türk arkadaşım.F.— Aaaaa... Tamam, tamam, anladım. Nezakettir ama bu.— Türk olmak biraz da budur.F.— Peki, ben Paris’e gelsem. Ben bir Riminiliyim. Size telefon

edip randevu istesem, bana da evet der misiniz?— Tabii evet derim, size de. Sizi çok sevdiğim için, hatta yıldızlı

bir evet derim.F.— Sadece Paris’e bir Türk gelince mi kendinizi Türk

hissediyorsunuz?— Hayır tabii. Ama günün hangi saatinde diye sordunuz, ben de

sabahtan başladım.F.— Genelde neyi bir Türk özelliğiniz olarak kabul ediyorsunuz?— Genelde kendimi Doğulu hissediyorum. Biz zaten, Bizanslı

Page 173: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

da sayılırız.(Niye dertleri, sevinçleri, hastalıkları, yenilgi ve zaferleri

ağırlama farklılığımızdan, ritmimizden söz edemiyorum?)F.— Çok şehvetli bir şey öyleyse.— Ya sizin için ne demektir “Türk”?F.— İtalya’da biz “Türk şeyleri” deriz mesela. Beklenmedik, akıl

almaz, çılgınlığından, hatta sertliğinden ve kıyıcılığından dolayı akıl almaz şeylere... Büyük bir tehlikenin terörünü ifade edebilmek için, “Mamma li Turchi!” (Bağırıyor, anneciğim Türkler!) deriz. Türkleri her tür şeyi yapabilecek akıncılar olarak görürler. Öncelikle cinsel planda... Ama, İtalya’da “Mamma li Riminesi!” (Anneciğim Riminililer!) de derler. (Gülerek)

— Yapıtlarınızda sık sık Türk motiflerine rastlamak mümkün. Mesela Kadınlar Kenti filminde Türk dansözleri, Stayricon’da Türkçe konuşmalar var. Kitabınız Giulietta’da, Olaf adında bir ruh da var. Bu ruhu çağıran kadınlar, onun Türkiye’de doğup Türkiye’de öldüğünü düşünüyorlar. Ben de merak ettim, Fellini için “Türk” acaba ne ifade ediyor? Çok egzotik bir şey mi?

F.— Evet. Bunlar şematik inançlar. Çocukluğumuzda duyduğumuz ve bizi bütün hayat boyunca izleyecek şeyler. Tanımadığım şeyler hakkında beslediğimiz inançlar... Türk, biz İtalyanlar için, ne yapacağı kestirilemez, biraz kıyıcı alışkanlıkları olan bir tiptir. Çok güvenilemeyecek bir yabancı...

— Vay canına...F.— Hem, bir istilacıdır... Çünkü denizden gelir. Düşsel bir

dünyaya aittir. Bir efsane kahramanı... Bir lüks ve şatafat dünyasından çıkıp gelir. Bütün Doğu gibi. İşte böyle saçmalıklar... Doğduğum yer Rimini, Adriyatik üzerinde küçük bir köydü. Denize karşı bir köy... Denizden de Türkler gelebilir.

— Çocukken bunu duyar mıydınız? Türkler denizden gelecek derler miydi?

F.— (çok ciddi bir ifade ve sesle) Ama, gelirlerdi de... Ekim ayında...(gülmeler) Deniz, her zaman bilinmeyen bir ufuktur. Çok şey gelebilir bu ufuktan. Akıncılar, yabancılar, deniz canavarları

Page 174: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

ve... Türkler. Doğrusu, daha çok Türk kadınlarını beklerdik biz... Ve sonunda, Emine geldi...

— Ama belki tam böyle bir Türk beklemiyordunuz...F.— Evet, röportaj için gelen bir Türk kadınını değil...— Fizik olarak başka tipte bir kadın beklerdiniz belki demek

istedim.F.— Eh, Türk kadını esmerdir, ama sarışın bir Türk kadını da

çok çok uyarıcı olabilir.Şimdi Pakistan üzerine konuşacağız.(gülmeler) Çok önemli

şeyler söylemeliyim Pakistan üzerine...— Hindistan’ı düşünmüyorum diyorsunuz ama, büronuzun bir

duvarında geleneksel bir Hint resmi var. Çok sarılı ve turunculu...F.— Doğru, seviyorum bu resmi.— Çocukluğu da çok seviyorsunuz. “Bilginin altın çağı”

diyorsunuz hayatın bu dönemi için.F.— Çok fazla şey söyledim ben hayatımda...— Bir film projeniz vardı. Bir çevrekent apartmanında yaşayan,

iki üç yaşlarındaki otuz çocukla ilgili. Onların arasındaki sessiz ve telepatik alışveriş üzerine... Sadece bu çocukların gözüyle anlatılan bir apartman hayatı, aşklar, kinler... Buna karşılık, “gençler her şeyi bizden daha iyi bilir, onları cehaletimizle, hatalarımızla rahatsız etmeyelim” gibi bir düşünceyi, toplumun nazara gelmesi olarak kabul ediyorsunuz. Nedir o çok sevdiğiniz çocuklukla gençlik arasında gördüğünüz büyük fark?

F.— Çocuklarla yapmak istediğim film, çılgınlık üzerineydi. Mutlak özgürlük üzerine. Fantezi üzerine. Ama bu, küçük çocukların mutlak özgürlüğü ve fantezisi... Gençlikle hiçbir ilgisi yok. Yirmi yıl gibi büyük bir farktır söz konusu olan, çocuklukla gençlik arasında. Belki bu filmi yapacağım. Küçük Türk çocuklarıyla belki, ne dersiniz?

— Muhteşem olurdu... Şimdi yeni filminizi hazırlıyorsunuz...F.— Evet, 304 projemden birini gerçekleştireceğim.— 304 proje! Araba modeli gibi bir şey bu.F.— Daha tam kararımı vermediğim için, tabii film hakkında bir

Page 175: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

şey söylemiyorum.— Hazırlıklar için hem Venedik’e gittiniz, hem Milano’ya...F.— Venedik’e film hazırlıkları için gittim ama, Milano’ya

gitmemin nedeni başka... Saçlarım (gülerek)...— Ne demek, saçlarınız?Fiammetta: Milano’nun havası seyrekleşen saçlara iyi

geliyormuş. Fellini hep öyle der...

D

BİRKAÇ gün sonra Paris’te, ilk bulutlarımdan indiğimde işin çehresi bir miktar değişti. Kabul etmeliydim, Roma’ya kadar gidip gelmiştim ama F.’nin Fransızlara açtığı davası hakkında hâlâ elimde hiçbir somut bilgi yoktu. Yol masraflarını, oteli, çeşmeli meydan kahvelerinde Roma aylaklarına ısmarlanan içkileri ödemiştim, “somutluklar”a müthiş önem veren Fransız dergisine bu sonucu nasıl anlatmalı? Son çare Paris adliyesine koşmak, zira dava Paris’te görülmüştü.

Duruşma dosyalarını arşivden çıkarttım, önüme açtım. “Non mi ricordo” demekte haklıymışlar, ortada hatırlanabilecek

tek somut sonuç yoktu. Bir Fransız mahkemesinde neredeyse görülmemiş şey... Dava baştan aşağı Fellini filmivariydi. Bir masal. Bir fantezi. Tabii, davacı taraftan ötürü... Yoksa davalı Fransız şirket, Fellini’ye “yaşlı deha” demeye çekinmeyecek kurt, şirret ve

Page 176: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

de cumhurbaşkanının arkadaşı avukatı seçmesini iyi bilmişti.Kurdun karşısında kim varmış diye tutanaklara bakıyorum,

kimmiş Fellini’nin sanatçı hakkını savunacak? Bir İtalyan avukat. Sonradan öğreniyorum, F.’nin ahbabı, dostu... O dost avukat ayağa kalkıyor, yargıç hanımın ve yardımcılarının meraklı bakışları karşısında, salonda kimsenin fazla bir şey anlamadığı, kediler üzerine (ne alâkası varsa bu davanın kedilerle) upuzun bir edebi metin okuyor, önce İtalyan diyalektinde, sonra Fransızca çevirisinden... Besbelli değer verdiği bir öykü bu. Yani, diyalektlerle dolu bir metni orijinal lezzetini kaybettirmeden çevirmenin nasıl güç, çetin bir iş olduğunu kanıtlamak istiyor ve bunu, kendisi gibi sanatsal duyarlılığa sahip olmaktan muhtemelen çok uzak bir mahkeme önünde yapıyor.

Taktik bir savunmaydı denebilir. Somut etkisi olmasa da gösterişi var. Bu şaşırtıcı davanın tutanaklarını okuduktan sonra aklım daha da karışmış hâlde, Dante uzmanı hanımı aradım. O da anlattı (oysa o güne dek o da hiçbir şey hatırlamıyordu): Mahkeme, gözlerini aça aça dinlemiş, kediler üstüne bir İtalyan diyalektte kaleme alınmış uzun metni, hem orijinal dilinde hem Fransızca çevrisiyle... Sonra, İtalyan avukat, belki mahkemenin edebi sorunlardan ne denli uzak olduğunu fark etmenin bıkkınlığıyla, bir dahaki duruşmaya gelmemiş, duruşma tarihini unuttuğu için ya da. Dava düşmüş... Kendiliğinden. Kazanansız, kaybedensiz. Hayatta sanıldığından çok daha sık olduğu gibi.

On bir yıllık sekreteri nasıl tam Fellini’ye göreyse, avukatı da besbelli onun havasını kapmaya çalışmış bir avukattı. Bir masalcı. İşin teknik ayrıntıları yerine, özle alâkalı. Onların “somut”u da buydu. Yoksa, F., işler fazla çamurlaşmasın diye, bilerek, mahsus mu seçmişti o avukatı?

Fransız cumhurbaşkanının davetini ilk benden duyduğuna tabii artık inanmıyordum. “Haberim olmadı... Çok hoşuma giderdi... Cumhurbaşkanından gelen böylesine nazik, böylesine cömert bir jestten haberim olmadığı için üzgünüm. Ona en azından teşekkür etmek isterdim. Böylelikle, şimdi teşekkür etmiş oluyorum.”

Page 177: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Anneciğim, ne Romalı!

Yazışmaya başladık... Belleğimde lastik gibi uzayacak o iki buçuk saatten ötürü teşekkür ettim. Tabii bu iki buçuk saatin sihrine çok şey katmış Fiammetta’ya da. Birlikte bana sıcak bir cevap gönderdiler. Mektup İtalyanca “Sevgili arkadaşım” diye başlıyor, hakikaten artık arkadaşmışız gibi F.’nin küçük adıyla bitiyordu: Federico. Tüm sinema dünyasını titreten soyadını kondurmamıştı. Onun bir Roma imparatoru, benim ancak mahallesinde (o da kim bilir nasıl) tanınan bir gazeteci olduğumu unuttuğum oluyordu. Bir keresinde, Cinecitta’da ufacık bir reklam filmi çekmeye hazırlandığını yazdı, sinemaya yeni girmiş ve çok şükür nihayet iş bulmuş genç bir yönetmen gibi.

Bu olağanüstü alçakgönüllü tondan (dibinde ince ve tabii çok yukarıdan bir koketlik de olsa) güç alarak, üçüncü veya dördüncü mektubumda, ona Sokrates ile Abdullah’ı anlatmaya başladım... Bu böyle sürdü gitti. Açıkça, “Siz bu çiftin filmini çeker misiniz” demeye cesaret edemiyordum ama onu oyalayabileceğini umduğum Doğulu, yani Bizanten ve Türk, kendi tanımıyla “şehvetli” bir hikâyeyi anlatmaya çalıştığımı söyleyebilirdik.

Bayıltmamak için, o uzun hayat serüveninden her mektupta bir bölüm... Bazen sadece Sokrates’in mutfağından bir yemeğin tarifi. Ya da, Sokrates’in, tüm kış evinin hanımı gibi oturup bize dolmalar, börekler yapıp yaz ayında Atina’ya tek başına tatile kaçması, orada yaşadığı ateşli bir çapkınlığı... Gene yuvasına dönüşü... Kimi zaman, Paris-Atina arası hararetli telefon konuşmalarıyla, ağustos aşklarının kış mevsiminde suni teneffüsle yaşatılmaya devam edişi.

F. de sanıyorum Sokrates ve Abdullah’a ısınmıştı. Onlarla ilgili kimsenin aklına gelmeyecek, “günün hangi saatinde kendini Türk hissediyorsun” türü sorularından sormasaydı, hikâyeyi sürdürmeye cesaret edemezdim. Mektubunun bir yerinde mevzuyu açan hep o oluyordu. Mesela şöyle: “Sokrates Bizans’a dönmeden mi ölecek?”

Sokrates nihayet bir gün, doğup büyüdüğü ve kovulduğu şehre

Page 178: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

dönmeye razı oldu. Gerçi isteksizce, sırf İstanbul patlıcanını rüyalarında görmeye başlayan Abdullah’ın hatırına... Korkularını, alınganlıklarını bastırıp, ona bir sevgi kanıtı olarak.

O dönüş yazıyla alakalı, ummadığımız gelişme: Abdullah, yıllarca rüyalarına girmiş gençliğindeki patlıcanın tadını İstanbul’da asla bulamadı. Ne domatesin, ne çirozun, hatta ne rakının, ne de arkadaşlıkların... Hayalinde hepsini öylesine masallaştırmıştı ki, hakikileri onu irkiltti. İrileşmiş patlıcanlar, çirkin apartmanlar, fazlasıyla yaşlanmış arkadaşlar, zor beyazlanan rakı... Hayalleri, onu İstanbul’dan ebediyen koparmış bir hapishaneydi.

Sokrates bu tür bir hapishaneden yoksundu. Abdullah’ın aksine, hatırasız bir genç adam gibiydi... İstanbul’u tahayyül etmeyi yıllarca kendine yasaklamış, küçümseme, öfke, alınganlık geliştirerek hasretten korunmuştu.

Tüm bu negatif yükten ötürü belki, Sokrates o yaz İstanbul’a hemen bayıldı. Çocukluğunun, gençliğinin şehrine benzemeyen Rumsuz, silme Anadolulu, çilek yerine ucuz vernik, yer yer çiş kokan, nemli, sıkışık İstanbul’u sevdi. Mehtaplı gecelerde papazlarla cilveleşmelerini anlatıyordu, hatta o güne dek duymadıklarımızı da. Paris’teyken “bir gün anlatırım, ama her şeyi anlatırsam kıyamet kopar” dediklerinden... Zaten Paris’te herkesi saat on ikide kapı önüne koyarken, İstanbul’da sabahlara kadar oturup sohbet etmek istiyordu.

Yemekte bir kadeh rakı da içiyordu ve gevezeleşmişti. Abdullah şaşıyordu, ama ne yapsın... Sırf Sokrates istiyor diye, Cihangir’de ufak bir daire satın aldılar. Abdullah, başına neler geldiğini anlayamadan veya anlamak da istemediği için, sonbaharda Paris’e döndü, Sokrates evi döşeme bahanesiyle İstanbul’da kaldı. Ev döşeyecek vakti hiç buldu mu? Otomobiliyle onu Cihangir’e bırakmak isteyen arkadaşlarına diyormuş ki: “İstemez. Ben her yere otobüsle gidiyorum. Ayakta. Otobüs tıklım tıkış oluyor. Yapışık nizam gidiyoruz. Gençliğime dönüyorum, Taksim’e nasıl vardığımı anlamıyorum. Sen ihtiyarsın tabii, otomobilinde

Page 179: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

geziver.”Bir sonraki yaz, Sokrates gene İstanbul’a geldi, bu kez yalnız,

bir zamanlar Atina’ya kaçtığı gibi.Atina’yı artık unutmuştu.İstanbul’da eski tanıdıklarını da aramıyor. Cihangir’de başka bir

muhiti var. Buna muhit denilebilirse. Hep yeni delikanlılar, Sinan’ın söylediğine bakılırsa... Evde paltoyla oturup cigara tütüren ve hiç konuşmayan adamlar.

Sokrates’in ışık hızıyla bizden uzaklaştığını, tanımadığımız bir telaşa kendisini kaptırdığını telefonda da anlıyordum. Geldiğini duyduğumda arayan hep benim, nasılsın iyi misin, ama ondan hiç birlikte oturmak için bir çaba, bir arzu gelmiyor ve konuşmanın bir yerinde, “e yakında görüşürüz...” Yazı sonbahar, sonbaharı İstanbul’un çamurlu kışı izledi. Duyuyorduk, Sokrates hâlâ Cihangir’deydi (oysa yüreği yansa, Atina’dan muhakkak bir ay sonra dönerdi); kadife yastıklı, yaldızlı, aynalı, Mestan’lı Paris’teki evine bir türlü gidemiyor, en olmayacak zamanda yuvalarının adresini şaşıranlar gibi. Eski şiir seanslarını, “sevgilin karşı karşıya geçerken kamyon altında kaldı, ne yaparsın şimdi” oyunlarını onunla hatırlamak isteyenleri, yani gençlik arkadaşlarını aramıyor, sanki burada hiç geçmişi olmamış bir çılgın, bir heyheyli gâvur.

Hepsini F.’ye rapor ettim. Sanıyorum artık aşikârdı, Sokrates’in kendini bir girdaba kaptırdığı, eski âdetlerine, çörekli çaylarına, tereyağlı böreklerine bir daha dönmeyeceği, hiç değilse onları izim için hazırlamayacağı, geçmişiyle birçok bağını tam da burada, geçmişinin şehrinde kesip attığı. “Bunlar anlatılabilir, yazılabilir Amina,” dedi bana F. bir mektubunda, “Hatta çok renkli, neşeli ve kederli bir film olabilir.”

Nihayet! O cümleyi belki yüz kez okudum.F. de, artık yüksek acelesi olan bir adamdı. Çekmecelerindeki

projelerden birkaçını daha gerçekleştirebilmek umuduyla “paramı bu çılgın ihtiyara mı yatırsam, borsaya mı” hesaplarındaki prodüktörlerle boğuşan, jimnastik görmemiş cüssesine, keltoş

Page 180: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

başına, elleri üzerindeki yıldızlara rağmen onları hâlâ bir sihirbaz olduğuna ikna etmeye çalışan bir adam... Yeni dünyanın hükümdarlarına, hâlâ, onları umanolaştıracak güzel şiirler yazıyordu. Sokrates’in acelesini de anlatmak gerektiğini söylüyordu bana. Yazıyla veya filmle.

Bunların hiçbiri olmadı, çünkü esas istenen şeyler için hep, hep geç kalınmıştır.

F.’nin gidişi, Sokrates’ten önce oldu... İlk hastaneye kaldırılışında, ki henüz bilinci yerindeydi, Şişli postanesinden mektup uzunluğunda bir telgraf çektim. Haberleşmemizin artık telgraf safhasına geçmesi bile, berbat bir işaretti. Zaman iyice cimrileşmiş, ortalığı sis basmıştı. Zamanın cimrileşmesi insanların en berbat cimriliklerinden daha korkunç değil mi?

F. öldü. Bunu televizyonda duyduğum gün otit oldum. Çocukluğunda hiç otit olmamış bir insanın kulak yolunu nasıl onca derin deldiğine doktor şaştı. Bir şişi Hint cambazları gibi can havliyle yanağımdan, ya da göğsümden çıkarıp kulağıma daldırmışım gibi. Fiammetta’ya yazmalıydım, hiç yazamadım, hep yarına erteledim.

Sokrates’in gidişi, iki yıl sonraya denk geldi... Ona da hazırlıklı değildim. Sevdiklerinin ölümüne hazırlanmak, zaten hikâye.

Cihangir’den bir türlü sökülemeyen Bizanslı, bir gün Paris’e bitkin döndü, çok hastaydı ve Abdullah’ın yanında öldü. Geç kavuştuğu İstanbul’da, çok geç tanıştığı Anadolululara karşı duyduğu ani ilgiye, belki tutkuya rağmen, bu kadarını Abdullah’tan esirgemek istememişti sanıyorum.

Page 181: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

D

DERGİ bilgisayarlarda dizilip bağlanmış, makine dairesine inmeyi bekliyor. Sosyal devrim yaratacağını düşündüğümüz, ilanları kuytularda hazırlanan ilk sayı matbaaya iner inmez ikinci sayının derdine düşeceğiz, ama şimdi soluklanma zamanı... Uzun bir aradan sonra kendimi casinoya atıyorum.

Bahar gelmiş. Bir bahar daha. Ağaçlar, kaldırımı döven kadın ayakkabıları, çocuk yanakları hep beraber renklenmiş, çamurlar kurumuş, rüzgârlar İstanbul’un tepesinde devasa bir uçan daire gibi

Page 182: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

duran kükürdü Karadeniz’e süpürüp atmış. Fukaralar, hiç değilse görünüşte daha az fukara, efkârda indirim herkese: İstanbul her zamanki çevikliğiyle bir iki çağ birden atlıyor. Bir sonraki soğuklara kadar Avrupa Birliği üyeliği, ama bu da az şey değil.

Ben de bu yeniden doğuşun, ileriye fırlayışın tadını, adam olan herkes gibi çıkarabilir, dergiyi sırtımdan atar atmaz buzlu, iyotlu biralar içmeye koşabilirim, açık teraslara kurulabilirim; işim, maaşım, itibarım, porselen fincanda çayımı getiren sekreterim olduğuna göre, göğsümü gerebilirim... Koşmak istiyorum, özeniyorum gün ışığına çıkanlara, kendilerini doğa temaşasına teslim edebilenlere. “Şimdi ne cennet olur Bebek Otel’in terası! Ön sıradaki masada, de ki vapur güvertesindesin, Rus isimli gemilere el salla, buzlu birkaç bira veya cin tonik yuvarla, canın çektiğine aleykümselam, istediğine hava püskürtme, sonra Güneş’te yemek...” Bir zamanlar, üstelik şu an sahip olmakla övündüklerimin çoğuna sahip değilken, ne sık yaptığım şeylerdi.

Daha bunu düşünürken Bebek terasına oturmuşum gibi bir doymuşlukla, hatta “Hava şerbet! Karşıdaki mor ağaçlar şeridine bakınız, rica edeceğim”, “Şu İstanbul, olağanüstü şehir. Zaten, ne diyorum: Kim gelse bozamadı, kim gelse bozamayacak” demiş kadar, arkadaşım Filiz’in narkozunu yemiş kadarım... İşkencecisi vardı onun da, herkes gibi, Murat’ı, insan içine çıkartılamaz, çıkartırsa havada kapılabilirmiş, ya da konuşmalarımızın seviyesi onu hemen kaçırtabilirmiş gibi (baş başa hangi derinliklere dalıyorlarsa, yahut bizim kız kendini ona hangi tepside takdim etmişse...) Bukalemun şu kızların topu. Bir cinsle sarışın ruhlu, diğeriyle esmer.

Nasip değil bize Filiz’in işkencecisi Murat’ı, hatta fotoğrafını dahi görmek, ve çıkardığım sonuç: Filiz belki nazardan korkuyor... Göstermiyor, ama adamı tanıyoruz, enine boyuna, sevapları ve günahlarıyla. Kız tabiatı değil mi, duyduğu her sesi, gürültüyü kaydetmek, terzi atölyelerinde ayrı ayrı hoş duran ama art arda eklesen bir mendil çıkmaz kumaş artıklarını toplar gibi, çöplerden sarkmış malumatları kucaklamak. İzmaritçi berduşlar gibi... En

Page 183: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

gereksiz insanlarla ilgili kütüphaneler dolusu gereksiz bilgi. Sabah kalkışları, kahvaltı âdetleri, küllük dökme zahmetine katlanamayışları, sorgusuz sualsiz garsona rakı ve iki lüfer, bir de yeşil salata getir deyişleri, sen ne alacaksın diye sormayışları, toz bezleri dolabının yerini bilmeyişleri, Aygaz tüpü bayii telefonunu bulmaktan aciz oluşları, elektrik süpürgesine alerjileri...

Eve hep eli boş gelişleri, hep aç.Fotoğrafını görmeden ciğerine kadar tanıdığım en az on beş,

yirmi adam olmalı böyle, kendiminkiler hariç. Bu yoğun arşivcilikten sonra, hâlâ “erkekleri anlamak güç” diyenlere gülerim.

Yemekte şarabın etkisiyle, neredeyse jinekoloji, psikoloji kongresindeyiz... Kim daha tecrübe sahibi yarışına girip hindileşiyoruz, birbirimizin lafını keserek. “Diplere dalış”, tüplü, en az birkaç saatliğine.

Sorarım: Niye en sevdiğim kızlarla hayalimdeki tonu bir türlü tutturamam? Ya böyle aşırı bir histeri, komik olmayan şeylere olur olmaz gülmeler, herkesin bize dönüp bakması, ya da işte şu kasvetli kongre konuşmaları... Niye ortası yok? Bisküvili çay saatinde alttan alta bir mizah, sigarasız, yarım ağız gülümsemeler, fiilsiz kısa cümleler, satıhta yüzüşler, göze hoş gelen kulaçlarla... Hayır; illa şu muharebe, şu açık kalp ameliyatı stili, ya herru ya merru, üç paket sigara dumanı altında.

Kalkan tava yiyoruz, Allah’ın yarattığı en güzel mahluk, saygıdan susabiliriz, gene masa ortasına salata tabağı gibi çöken gerçekçilik, hak bilirlik, çırılçıplak dil, oysa hiç değilse şu kalkandan utanmalı, çünkü her şey sonuçta mide meselesi değil mi?

Bebek’teki ilk biralardan Güneş’teki kalkan düğmelerine, tüm geceyi yaşamış kadar olmuştum, taksi çağırttım, doğru casinoya.

Suni dekoruyla, dondurma pembeleri ve dondurma sarılarıyla, İstanbul ağaçlarınkinden farklı morlarıyla, gökten üç elma yahut üç armut yan yana düşsün diye önünde ağaç olunan jetonlu makinelerin zilleriyle, çuha masada dirsek dirseğe oynayanların,

Page 184: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

gün ağarırken aynı taksiyi paylaşanların, asla kongre muhabbetine girmedikleri, kibar dertlilerin ini, benim asil casinom... Kalkan tava da artık eksik kalsın.

D

BENİ görünce Madam Melisa’nın yanaklarını al bastı. “Hiç beklemiyordum” ifadesiyle, kâğıt destesinden 10 umarken 3 çıkmış gibi. Cenazeden sonra her şeyi çözdüğümü bilerek, hesap soracağımı sanıyor olmalı. Rusya’da ticarethane kurmayı planlayıp işler karışınca ölümüne küstüğü insanlar gibi, kısa bir ağız dalaşından sonra benimle de ebediyen küseceğini düşünüyor.

Oysa hesap sormak hiç derdim değil... Kendi kendime günlerce

Page 185: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

geviş getirdikten sonra bir sayfayı kapatarak buraya geldim. Herkes kendi usulleriyle ayakta kalmaya çalışıyordu, ben dahil, ve şimdi İkitelli’de bilgisayarımda uyuyan, yakında patlayacak bombamla, intikamımı yeterince almış sayıyorum kendimi. Tek canımı yakmış saydığım insan Seza’ydı. Vildan, Madam Melisa bu hikâyede sadece piyonlar… Kırık zarlar.

Madam Melisa’nın omuzunu okşadım, oyun ortasındayken hiç yaptığını görmediğim şeyi yaptı ve iskambil kağıtlarına, krupiyeye, yeşil masaya, hepsine sırtını verip tüm bedeniyle, bana döndü. Yanağıma hızlı bir öpücük kondurdu: “Yanıma otur, burası boş.” Eliyle yanındaki tabureye vurarak, pat pat... Ben de ona: “Özlemişiz sizi!” Yanaklarından kızarıklık gitmemişti, olsun, birazdan gideceğine emindim.

“Buralarda ne var ne yok?” Havai şeylere sıçrayalım istiyordum bir an önce, Sarı Necdet lafını aramızda gömelim, anasını gömdüğümüz gibi. Vildan’ı yüreğimde bağışlamışsam, Madam Melisa’yı haydi haydi bağışlardım. Sonuçta ne hoş vakitler geçirmiştik birlikte.

“Son günlerde buralar tatsızdı,” dedi Madam Melisa, bu da onun seni özledim deme şekliydi. “Başka şeyler de var. Canını sıkmayayım ilk günden, ama söylememek olmaz. Serap burada öksürdü, öksürdü, dışarıda da öksürüyormuş, doktorlar kontrol için yatırdılar.”

Çok istediğim bir karşılaşmayı hayal etmeyeyim, çeşitli ihtimallerini, kazalarıyla, sakarlıklarıyla kafamda yazmayayım, muhakkak on ihtimalden hiç aklıma gelmemiş olan on birincisi gerçekleşir, ama hep; hayat mutlak bir sevinci esirgemeye yeminliymiş gibi. Bu kez de tüm şıkları aklımdan geçirmiştim, salona girdiğimde dördünün ayrı masalarda oturuşunu, Madam Melisa’nın kumarda aşırı kaybediyor oluşunu, babasının hayaleti gelip karşısına dikilse gene başını kaldıramasına engel, hiçbir şeye benzemez kumar aksiliğini, sanki her şey kendisine düşmanmış gibi, krupiye, iskemle, arkasına dikilen oyuncu, hatta benim o gün çıkıp gelişim; sonra bu ağırlanma karşısında düştüğüm alınganlık,

Page 186: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Lalezar Hanım’ın diplomatik atakları, o depresif hâlle Serap’ın yüksek bet’li masasına takılışım, bir iki saatte bir aylık maaşı kaybedişim, Vildan’ın Sahte Sarı Necdet’i nihayet tavlamış olması, Lalezar Hanım’ın kasada 6 varken kendi 12’sine nihayet kağıt istemeyişi ve tabii en güzeli, beni görünce oyunu bırakmaları... Madam Melisa, Lalezar Hanım, Vildan, Serap, ben, birlikte restorana gidişimiz, şerefime kırmızı şarap açtırmaları, merasimi uzatarak, black jack’e dönmek için lokmaları boğazımıza dizmeyişimiz, yerimiz kapılacak stresinden kurtulmuş, tatlılara kadar sofrada kalışımız... Her ihtimali planlamış, diyalogları cilalamıştım, Serap’ın şu saçma öksürüğüyle hastaneye yatırılışı hariç. Hayatın bayağılığı karşısında başım döndü.

“Ben oyunu bırakacağım Madam Melisa. Bara gideyim. Belki ağlarım.”

“Şu iki ası ayır önce, sonra gidip ağlarsın, hadi kızım.”Sevmezdi gevşekleşmeleri... Sonuçta bara gitmedim. “Vildan

şimdi hastaneden haber getirir,” diyordu Madam Melisa. “Her gün ona kolonya, meyve, dergi taşıyor, gündüz kumarını da bıraktı. Burada çok şey değişti... Casinolar böyledir. Yıllarca yaprak kıpırdamaz, bir hafta işin çıksın gitme, döndüğünde her şeyi apayrı havalarda bulursun. Oynadığın masanın yeri değişmiştir, casino rakip firmaya satılmıştır, sana en uğurlu krupiye başka otele transfer olmuştur… Maskot oyuncularından biri iflas bayrağını çekmiştir, biri aşırı borçlandığı için ortalığa çıkamaz. Lalezar Hanım da artık gelmiyor, telefonda konuşuyoruz. Belki Ankara’ya kocasına dönecek. Adam İstanbul’a gelip dizlerine kapanmış. Yeni karısıyla anlaşamamışlar, ayrılmışlar... Adam ağlıyor. ‘Depresyondaydım, her şey ondan. Ben eşeğim, senin gibisi yok,’ diyormuş Lalezar Hanım’a. E hoşuna gidiyor bu laflar, yalvarmalar, ama eski diplomat karısı, işi ağırdan alıyor. Sen git, düşüneyim demiş. Hemen eşyasını toplayıp kamyona yükleyecek değil... Gider sanıyorum. Black jack’i doğru dürüst çözememişti zaten. Sonra orada geniş muhiti var, burada ne yapsın ki...”

O gece oyunu her zamankinden erken bıraktım. Ben çıkarken

Page 187: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Madam Melisa, yere yuvarlanmış kayayı tepeye ittirmekle meşguldü. Masasında gecenin bilmem kaçıncı oyuncu vardiyası... Bir kutuda sadece kendi şansıyla, diğerinde kendi şansını Beşiktaş’ın yeni golcüsününkiyle harmanlayıp oynuyor, yirmilik bir delikanlıya azarlamalar eşliğinde hızlandırılmış black jack kursu veriyordu: “Kuzum sen sporcu adam değil misin! Hakiki sporcunun kafası her oyuna ermeli, sadece topa değil. Kasada 10 dururken iki suratla split yapanı başka masada kovarlar!”

Birkaç haftadan beri geç saatte futbolcular dadanıyormuş bizim casinoya, gruplar hâlinde. Birbirlerine caka satmak için olur olmaz spleet’ler, double’lamalar... Krupiyeler onlara bayılıyordu, güzel bahşiş bırakıyorlar diye, Madam Melisa da bayılıyordu, bu saatte bu denli munis, istediği gibi yönlendirebilecek oyuncu kolay bulunmadığı için.

Hakikaten Grand Hotel casinosunda her şey değişmişti, kendi hayatımda da olduğu gibi.

Sabaha karşı uykuyu zor buldum, Çeto’yu, Serap’ı, Lalezar Hanım’ın kocası bellediğim uyuzu, Roma muhabirimizin bacağına kaynar çay dökmüş bizim katın çaycısını aynı rüyada gördüm, esas hayattaki en saçma kokteyllerdeki gibi... “Sen de bir denek olarak fazla çay içiyorsun, bu adama dikkat, felaket sakar,” diyordum Serap’a, çaycımızı göstererek, hem de black jack masamızın başında.

Ertesi gün gazetede fark ettim: Madam Melisa, Serap, Lalezar Hanım, hiçbirinin telefon numarası bende yoktu. Vildan’ı her gün refakatçiliğe gittiği İstanbul Sağlıklı ve Güzel Yaşam İçin Araştırma Merkezi’nden aramaya çalışabilirdim ama korktum, kötü haberler duyma arifesinde olanların sünepeliğiyle.

Sübyan dergimizin reklam kampanyası hazır değil. Çeto’ya göre patron önüne getirilen her projeyi geri çeviriyor. “Tabii konu özellikle nazik. Her tür yayında ilk sayı hata affetmez. Sabırlı olmalı,” diyordu her zamanki gibi önce kendini ikna etme derdinde.

Page 188: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

Benim sabrım Çeto’nunkini katlardı, tapi olacağım diye 21 masalarında sabaha kadar oturan ben değil miyim? Asıl Çeto’nun sabrı taşarsa gene kahve seanslarına başlarız diye tedirginim. Beni bulmasın diye bina içinde hep hareket hâlindeyim. Katlar arası ziyaretler, berber, kafeterya, kazan dairesi... Patronun start işaretini beklerken, gazete hayatının hakiki tadını çıkarıyorum.

Bu arada İnternational’dan iyi haberler geliyor. Çaycının ilk gün ortalığı dağıtan karamsar teşhisine rağmen, Lamia’nın güzel bacağını kesmek hiç söz konusu olmamış, sadece defalarca sarmışlar, bileğine kadar, tavandan sarkan bir kancaya takmışlar, kocası uçaktan koşup İnternational’da onu bu hâlde görünce fenalık geçirmiş, karısına fevkalade düşkünmüş ve saatlerce Lamia’nın kalın sargılı bacağını okşuyormuş, bir an önce iyileşsin diye... Buralıydı Lamia’nın kocası da, ama karılara yağ çekme konusunda, Dış Haberler’in genç mikroplarına göre, tamamen İtalyanlaşmış.Şoför İbrahim bombası, İnternational’den gelen güzel haberden

hemen sonra patladı. Ve ne bomba! Binayı hiç tanımadığımız, o güne dek duymadığımız bir uğultuyla ayağa kaldırdı. Kaç katlık bina, şehir hatları vapurunun kazan dairesine dönüşmüştü. Takatak, takatak, takataka takataka tak... Üçlü dörtlü gruplar hâlinde toplaşmalar, koridorlarda koşuşturmalar, çarpışmalar, ter atmalar, ağlamalar gırla gitti.

Bomba sabahtan itibaren, hatta bir gece öncesinden üst katların eline düşmüş. Öylesine tuhaf, tahrip gücü öyle yüksek bir bombaydı ki bu, öğlene dek çekmecelere kitlenmişti. Zapdedilmesi daha fazla mümkün değildi, çünkü haber ertesi gün gazetede çıkacak; yemekten sonra bombayı koridora salıverdiler ve yok oldular... Hiç alışık olmadığımız bu yeni uğultu bina içinde yükselirken, yöneticiler arazi. Yazı işleri toptan toz olmuş. Hep birlikte en üst katta patronun odasındaydılar sanıyorum. Haberin asgari ayrıntıyla kaleme alınması konusunda yüksek konsültasyonda.

Bu konsültasyonlar sonucu, ertesi sabah, masum okurların bir

Page 189: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

bölümü kaza haberinin ardındaki skandala uyanmayacaktı ama, meslektaşları, mesleği yakın takibe almış odakları uyutmak mümkün olmadı. Bir deprem, deniyordu. Tayfun belki. Yolunda neleri, kimleri süpüreceği henüz tam kestirilemeyen.

Hemen değil, ama ilk şoku atlattıktan sonra, aylar önce Çeto’ya baktığım falı hatırladım. O koca başlı, zavallı Çeto’nun yukarılardaki birilerine benzetmeye çalıştığı, benim “şoförün İbo olmasın” dediğim adamı... Çeto şaka yapıyorum sanmıştı, ne gülmüştük! Sonra Çeto’nun, bu kez rüyasında gece yarısı ırmak kenarında oturarak, içinde tarifsiz bir huzurla, fırından yeni çıkmış sıcak ekmeği yiyişini anımsadım... Duyduğu huzura rağmen, o gün söylememiştim, ölüme yakın bir felaketin habercisiydi o yenen taze ekmek.

Sonuçta şoför İbrahim, patronu Çeto’yu belki öldürmedi ama bir açıdan öldürmüş kadar oldu.

Kamyon çarpmıştı hem Çeto’nun hayatına hem mesleğe. İkitelli’ye yakın, tam olarak Çekmece yolunda... Geceymiş, kamyon son süratle geliyormuş, sürücüsü belki sarhoştu, belki aşırı yorgun, muhtemelen direksiyon başında hafiften kestiriyordu. Karşıdan gelen arabayı, Mercedes’i altına almış.

Kazadan sonra Mercedes’in direksiyonu başında bir şoför çıktı ve arkada iki mühim adam... İki gazeteci. İkisi de karşı kaldırımdaki baş rakibimiz gazeteden. Biri, Çeto’nun eski patronunun yeni veliahtı. Diğeri onun yardımcısı... Kamyon kazasını skandala dönüştüren şuydu: Mercedes’in ön tarafında, sürücünün hemen yanında oturan, İbrahim’miş. İbrahimler çok, ama bu “bizimki”ydi. Çeto’nun özel şoförü! Takım elbiselerini temizleyiciye götürüp getiren, BMW’sini kullanan, onu oraya buraya taşıyıp bekleyen, dertlerini dinleyen ve anlaşılan pek çok şeyini bilen. Nobran adam değildi Çeto. Epeyce gevezeydi.

Kulaktan kulağa dolaşan haberlere göre, İbrahim kaza anında ölmüş. Otomobilin sürücüsü de öyle... Arkadaki rakip gazete yöneticileri ağır durumda hastaneye kaldırılmıştı. Gazete içindeki uğultuya göre, işi skandala dönüştüren bir ayrıntı daha vardı. Olay

Page 190: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

yerine gelen polis, arka koltukta gazete provaları bulmuş. Bir dergi provası. Daha doğrusu, bizim yeni çocuk dergisinin provasından birkaç sayfa... McDonald’s’larda oturmuş, sinemalarda frigo yiyen, birbirinin saçlarını çeken velet fotoğrafları... Onlar arasında ayın portresi, yani Seza’nın oğlunun büyük boy fotoğrafları var mıydı acaba? Röportaj polisin eline geçmiş miydi? Ya bu çocukların ana babalarına haber uçurulursa, ya hepsi birlikte harekete geçerse? Bu soruları durmaksızın kendime soruyor, kimseyle paylaşamıyordum. Sonuçta, yöneticilerin tasası. Ben bu işe aşırı isteksizce bulaşmış bir maaşlı değil miyim?Şoför İbrahim casusmuş! Başından itibaren değilse bile yarı

yolda casus olmuştu. Yakın sayılacak çevremdeki kaçıncı casus... Patronuna ihanet etmiş, yeni projelerimizi karşı tarafa satmıştı. Kim bilir kaça... Ölmese, karşıdan gelen kamyonun şoförü direksiyonda uyumasa, o da artık bir BMW satın alabilecek durumdaydı belki.

Gazetedeki genel kanaat şuydu: Skandala adı karışmış iki gazete, yani biz ve rakibimiz, kamyon kazasını mümkün olduğunca örtbas etmek konusunda anlaşacaktık. Ama aynı bilgiler öteki gazetelerin, televizyon merkezlerinin elinde mevcuttu, bu konuda camiada ortak tavır almak sanıldığından güç olabilirdi.

Meslekte tanık olduğum en büyük gürültü koparken, Zümrüt Hanım’ın yanına defalarca çıktım, Çeto’ya ulaşmam için kılını kıpırdatmadı. İyi bir sekreter olarak yüzünün kepenklerini indirmiş, genel vaziyet hakkında asla renk vermiyordu.

Gazetedeki belirsizlik dayanılır şey değildi. Akşamı zor ettim, henüz ortalık aydınlıkken, Boğaz teraslarındaki ilk soğuk biralar saatinde kendimi Grand Hotel casinosuna attım. Dışarıdaki bahar buraya sızmamıştı, burası her mevsim bahardı. Sunisinden bir bahar. En güzeli... En ebedisi.

Bizimkiler ortalıkta yoktu. Bara gidip tek başıma cin tonikleri diktim. Vildan’ı karşımda bulduğumda üçüncümdeydim, belki dördüncümde ve hiç heyecanlanmadım. Halbuki Vildan müjdesiyle geliyordu:

Page 191: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

“Serap yarın taburcu oluyor. Doktorlar her tarafına baktılar, bir şeyciği yokmuş. Feci öksürüğü sadece korku... Kendi kendini ikna etmiş, ben kanser oldum diye. Psikolog kessin artık dedi, sadece sigaraları değil, tüm öteki deneklikleri, kerevizi, çayı, brokoliyi de. Yoksa buhrana düşecek, belki aklı uçacak. Deneklerde olurmuş böyle, beyin bir an “yetti artık, buraya kadar” noktasına gelirmiş. “Yorgun bir evlilikteki gibi” dedi adam, Serap daha iyi anlasın diye, ama Serap ne bilsin, daha hiç evlenmemiş ki. Tabii doktorlar bu kadar namuslu, ciddi bir denek kaybettiklerine üzülüyorlar, herkes meseleye kendi açısından bakıyor. Fazla yüklendik kıza, hata ettik, diyorlar şimdi, Serap’a acıdıkları için değil, sayesinde varılan sonuçlardan mahrum kalacak insanlığa acıdıklarından. Hiç değilse lahanaya devam etsin diye psikologla pazarlık hâlindelermiş, zira bilimin pençesinden kurtulmak da ayrı mesele. Açıkçası, Serap da her şeyi toptan bırakmak istemiyor, tezgâhtar maaşıyla buralara nasıl gelsin? Kurup kurup yatağında kendini yiyor, ama ne, sonuçta kanser olmasından iyidir.”

O gece, Madam Melisa, Vildan, Lalezar Hanım, ben, birlikte restorana gittik, yemeğimiz saat on birlere kadar sürdü. Kumarı bir kereliğine tamamen unutmuştuk. Bir akşam önce benim dönüşüm için tasarladığım kutlamayı, Serap’ın geri dönen sağlığı ve onu Araştırma Merkezi’nin elinden kurtaran psikolog şerefine yapıyorduk. “Yok canım,” dedi Madam Melisa, “İyi oldu. Sigaracı yapısı yok o kızın. Kereviz de istemez, hepsini kessin. Haftada bir oynar, diğer günler gelir, yanımızda oturur. Bakması da zevklidir 21’in, onu buraya oynamadan da alırlar.”

Durmadan şarap içiyorduk, ne yani, hayat bize birkaç joker daha dağıtmıştı. Zarlarımız hiç de kırılmış değildi. Serap cesur bir tezgâhtar kız olarak tek zaafı için korkunç bir bedel ödemiyordu, Sarı Necdet’i hayatımızdan uçurmuştuk, doğru tuşa basma iradesini gösterdiğimizden değil, sadece hayat öyle getirdiği için, ama olsun. Vildan’la, Madam Melisa’yla aram o adama rağmen bozulmamıştı, Lalezar Hanım Ankara’ya eski kocasına dönmeme

Page 192: kırık zarlar-vivet kanetti - WordPress.com“O gün rezil olmadım ya, artık hiç olmam”, dedi Çeto. Hayatta ufacık bir işaret fişeğinden kocaman bir güven çıkarabilenler

kararı almıştı: “Burada yeni bir hayat kurdum. Kasada 5’li dururken 12’me kart çekmemeyi öğrenemedim ama, bir gün onu da öğrenirim. Yüksük boyu dolmalar yapmayı da unuttum... Valla artık Ankara’yı çekemem.”

Çok şey değişmişti casinoda, ama değişmeyenler de vardı. Sahte Sarı Necdet gene orada oturuyor, Allah’a bakan çizme uçlarıyla, 25’lik black jack masasında, tatlı bir krupiye kızla teke tek.

“Hâlâ öğrenemedin mi, şu bayıldığın adamın adını?” diye sordum Vildan’a.

“Emin mi, Kerim mi, öyle bir şey... Bana sorarsan, o da takma ad,” dedi Madam Melisa, Vildan’ın yerine, çünkü burada her şeyi en iyi gene o bilirdi. Bunu da kimse ve hiçbir şey değiştiremezdi.