205

Musluman ilim Onculeri - IsikYayinlari€¦ · ilim-din çatýþmasý yoktur, böyle bir çatýþma tarih boyunca da olmamýþtýr. Diger dinlerde zamana ve þahýslara baðlý olarak

  • Upload
    others

  • View
    26

  • Download
    1

Embed Size (px)

Citation preview

MüslümanÝlim Öncüleri

Yayýn Yönetmeni:Þeref YILMAZ

Editör:Kalender YILDIZ

Görsel Yönetmen:Engin ÇÝFTÇÝ

Kapak:Ýhsan DEMÝRHAN

Mizanpaj:Ýbrahim AKDAÐ

ISBN: 975-8775-49-9Yayýn Numarasý: 134

Emniyet Mahallesi Huzur Sok:No: 5 34676Kýsýklý-Üsküdar/ÝstanbulTel : (0216) 318 42 88Faks : (0216) 318 42 02http://www.isikyayinlari.com

BASKI : ÇAÐLAYAN A.Þ.Sarnýç Yolu No: 7 35410Gaziemir/Ýzmir Tel: (0232) 252 20 97/98

Copyright©Bu eserin tüm yayýn haklarýIþýk Ltd. Þti.ne aittir.

Baský TarihiÞubat / 2005

ÝÇÝNDEKÝLER

Müslümanlarda Ýlim Anlayýþý .............................................9Ýslam Dünyasýnda Ýlim ve Din Hiçbir Zaman Çatýþmadý....13Orta Çað’da Müslümanlarýn ve Hristiyanlarýn Bilime Bakýþýndaki Farklar ..........................16Orta Çað Kime Karanlýk?..................................................21Batýdan Çok Önce.............................................................28Orta Çað’ý Aydýnlatanlar ...................................................31Altýn Çað’da Bilim.............................................................36Ýslam Ýlim Tarihi’ne Türklerin Katkýlarý.............................44Endülüs Ýslam Medeniyetinin Avrupa’ya Tesiri ..................51Endülüs’te Geliþen Bazý Ýlim Dallarý ..................................55Cebir Ýlmi ve Harezmî.......................................................61Dünden Bugüne Matematik ve Ömer Hayyam..................64Matematiðin Geliþmesinde Müslümanlarýn Rolü ...............67Öklit’ten Sâbit Bin Kurrâ’ya ..............................................74

El-Kindî ..........................................................................761) Fizik ........................................................................772) Matematik ...............................................................783) Týp...........................................................................794) Jeoloji ve Mineroloji ................................................815) Diðer Dallar.............................................................81

Musa’nýn Oðullarý; “Beni Musa”.......................................82Su Mühendisi Ýsmail El Cezerî .........................................87Ýslam Ýlim Tarihi’nde Jeoloji ..............................................89Ýlk Modern Hastaneler......................................................97Gevher Nesibe Þifahanesi ...............................................109Orta Çað’da Tababet .......................................................113Anatomi ..........................................................................114Fizyoloji ..........................................................................115Bakteriyoloji....................................................................116Teþhis ve Tedavi ..............................................................116Orta Çað’da Tababet, Cerrahi .........................................118Tarihte Sabun ..................................................................121Eczacýlýk..........................................................................123Ýmmünoloji (Muafiyet, Baðýþýklýk Ýlmi)............................123Fikir Hürriyeti.................................................................124Tatbiki Eðitim..................................................................124Tarihte Týbbî Araþtýrmalar ...............................................126Orta Çað Cerrahîsinde Müslümanlarýn Yeri.....................131Zekeriya Razî (841-926) .................................................131Ebu Kasým el Zehrâvî......................................................132Tarihî Kaynaklarda Kalp ve Kan Dolaþýmý.......................136Tarihte Perhiz ve Diyet Tedavisi.......................................139Tarih Boyunca Yaþlýlýkta Beslenme...................................143Ýslamî Psikiyatri ...............................................................147Orta Çað’da Akýl HastalarýnaKarþý Avrupadaki Tavýr....................................................147

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 6

Ýslam’ýn Tavrý ..................................................................148Müslüman Hekimler ve Zihnî Hastalýklar Hakkýndaki Görüþleri....................................150Zihnî Hastalar Ýçin, Ýnþa Edilen Hastaneler.....................151Ýslam’ýn Diþçiliðe Kazandýrdýklarý ....................................153Ýlk Uçanlar ......................................................................157

1. Farablý Ýsmail Cevherî ............................................1572. Ýlk Paraþütçü ..........................................................1573. Ýbni Fernas .............................................................1584. Kartal Kanatlý Hezarfen Ahmed Çelebi ..................1595. Lâgarî Hasan Çelebi...............................................160

Büyük Veteriner Ebu Bekr ibni Bedreddin el-Baytar ........161Büyük Osmanlý Astronomu Takýyüddîn Rasýd ve Ýstanbul Rasathanesi..........................................16815. Asrýn En Büyük Astronomu Uluð Bey ve Zîci............174El Birûnî ........................................................................179Ýslam Âlimlerinin Fiziðe Katkýlarý ....................................184

Ýbnü’l-Heysem............................................................185El-Kindî .....................................................................187Abdurrahman el-Hazinî..............................................187Beni Musa Kardeþler ..................................................188Birûnî.........................................................................188Mevlâna .....................................................................189Ýbni Yûnus..................................................................189Kutbettin eþ-Þirazî ......................................................189Baðdadî ......................................................................189Ebu’l-iz (el-Cezerî) .....................................................190

Fatih ve Ýlim-Teknik.........................................................191Havan Topu ....................................................................193Haliç’te Ýlk Köprü ...........................................................194Bunlarý Biliyor muydunuz?..............................................199

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 7

Müslümanlarda Ýlim Anlayýþý

Ýslam âleminde, Hristiyan dünyada görülen manada birilim-din çatýþmasý yoktur, böyle bir çatýþma tarih boyunca daolmamýþtýr. Diger dinlerde zamana ve þahýslara baðlý olarakgörülen, görülebilen ilim-din çatýþmasýnýn Ýslam dininde ne-den görülmediðini kýsaca þöyle özetleyebiliriz:

1. Pek çok ayet ve hadislerde ortaya konduðu gibi Ýslami-yet aklý, maddi varlýk ve hâdiseler sahasýnda serbest býrakmýþve hatta bu varlýklarý ve hâdiseleri düþünmeyi ve akletmeyiteþvik etmiþtir. Ayrýca insana, getirdiði iman esaslarýnýn ka-bulünü teklif ederken de yine onun aklýný muhatap almýþ veakýl sahibi olmayanlarý mükellef tutmamýþtýr.

2. Ýslam dini, karakteri gereði, düþüncede geniþ bir esnek-lik saðlamýþ, fakat kesin ve tavizsiz mücadelelere meydanvermeden safiyetini de muhafaza etmiþtir. Hemen hicri ilkasýrda görülen çeþitli mezhep faaliyetleri, bunun açýk bir de-lilidir.

3. Ýslam dini, kul ile Allah arasýnda bir vasýta kabul etme-diði için, Hristiyanlýk âleminde görülen ruhban sýnýfý, Ýslamdininde teþekkül etmemiþtir. Teþekkül etmediði için de kötüniyetli kimseler, çok köklü ve çok derin bir nüfuza sahipolan din duygusunu istismar etme imkâný bulamamýþlardýr.

4. Ýslam’ýn müspet ilim ve hür düþünce ile çekiþmediðininmühim delillerinden biri de, onun kýsa bir zaman içinde fe-tih hareketleri neticesinde, kendinden çok deðiþik karakter-deki inanýþ ve kültürlerle karþýlaþtýðý halde, hem onlardan birþeyler alarak, hem de o kültürlere kendi orijinal hususiyetleri-ni katarak uyum saðlamýþ olmasýdýr.

5. Ýslamiyet’in ilmi teþvik edici oluþunu Yüce Beyan’da:“Kime ne hikmet verilmiþse ona büyük iyilik edilmiþtir.”(Bakara/ 269) “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zü-mer/9) “Ve onlardan bilgide derinlik kazanmýþ olanlara bü-yük bir mükâfat vereceðiz.” (Nisa/162) “Allah’dan ancakâlim kullarý korkar.” (Fatýr/28) “Allah sizden iman edenlerive kendilerine ilim verilenleri derecelere yükseltir.” (Müca-dele/11) “Rabbim, benim ilmimi artýr, de.” (Tâ-Hâ/11) ayet-leri de açýkça göstermektedir.

Yüce Rehberimiz de ilmi teþvik etmiþtir. “Âlimler enbiya-nýn varisleridir.” “Ýlim talebi her Müslüman erkek ve kadýnafarzdýr.” “Hikmetli ve bilgili sözler mümin kimsenin kaybol-muþ malýdýr. Onu nerede bulursa alýr.” “Ýlim öðrenen ve öð-reten sevabta ortaktýr.” “Yeryüzündeki âlimler gökteki yýldýz-lar gibidir.” “Hoþgeldin ilim öðrenmek isteyen. Meleklerilim öðrenene, sevgilerinden dolayý kanatlarýný açarak etra-fýnda göðe kadar yükselen bir halka meydana getirirler.”“Ýlim öðrenen kulun yaptýðý hayýrlý çalýþma geçmiþ günahla-rýna kefaret olur.” “Âlimin âbide üstünlüðü, benim sizin enaþaðý derecede bulunanýnýza üstünlüðüm gibidir.” Bu hadis-ler de Yüce Rehberimiz’in ilme verdiði ehemmiyeti göster-mektedir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 10

Ýsmail Hamdi Daniþmend’in “Ýslam Medeniyeti” veÝmam Nevevi’nin “Riyazü’s-salihin” isimli eserlerinde buhususta çok miktarda hadis tespit ettiklerini görmekteyiz.Yusuf Kandehlevi ise Peygamberimizin (s.a.s.) ashabýný ilmenasýl teþvik ettiðini teferruatlý bir þekilde ele almýþtýr. Gaza-li’nin “Ýhya-Ulumiddin” isimli eserinin birinci cildinde ilim-le alâkalý olarak çok geniþ bir bahis açtýðýný müþahede et-mekteyiz. Daha sonra birçok Ýslam büyüðünün müminleriilim öðrenmeye teþvik ettiðini görüyoruz.

Muhyiddin-i Arabî: “Bilgiden mahrum olmak, inkârcýlýðayol açar.” “Ýlim, cehaleti örten bir perdedir.” Ýsmail HakkýBursavî: “Kötü olan cehalet ile iyi olan hikmet, ayný yerdetoplanýp birleþemez.” “Kalbin gýdasý bilgidir.” “Hakikat il-mini bilmek, her þeyden güzeldir. Çünkü hakikat bilgisi Al-lah’ýn sýrlarýna ermektir. Gençlik günlerinde ilim tahsilindenyüz çeviren kimse ömrünün sonunda piþman olur. Kaybet-tiklerini elde etmek ister ama ömrü kâfi gelmez. Ýnsan, enkýymetli malý olan ömür parasýný, ilime sarf etmelidir.” Niya-zi-i Mýsrî: “Âlim, ilmi ile cahil de malý ile iftihar eder.” der.

6. Ýlim tahsilini her Müslümana farz kýlan, ilim tahsilinigeçmiþ günahlara kefaret kabul eden, ilim tahsili için yola çý-kan kiþiye cennet vaadinde bulunan Ýslam dininin ilmin büyükdestekçisi olduðu çok açýk bir þekilde ortaya çýkmaktadýr.

Bu teþvik neticesinde kurulan birçok Ýslam devletindedevlet büyüklerinin ilmin hamisi olduðunu görüyoruz. Yük-sek öðretim alanýnda, Ýslam’da ilk þöhretli müessese, Halifeel-Me’mun (830) tarafýndan baþþehirde kurulan Beytü’l-Hik-me (Hikmet, Fazilet Evi)dir. Beytü’l-Hikme; bir tercümemerkezi olarak faaliyette bulunmasýnýn yanýnda bu müessese,

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 11

bir akademi, halka açýk bir kütüphane olarak da vazife gör-müþ ve Beytü’l-Hikme’ye baðlý bir de rasathane kurulmuþtur.O devirde ortaya çýkýp yayýlan rasathaneler ayný zamanda as-tronomi öðretiminin de yapýldýðý okullar durumundaydý.

7. Benzer ilmî teþvikleri Abbasiler devrinde de görüyo-ruz. Halife Harun Reþid Ankara’yý ele geçirdiði zaman vehalife el-Memun Bizans imparatoru III. Michel’e karþý ezicibir üstünlük saðladýðý zaman her iki halife de savaþ tazmina-tý olarak karþý taraftan eski yazma kitaplar istemiþlerdi.

8. Endülüs Üniversitesi ise þu an dahi Avrupa tarafýndantakdir edilmektedir.

9. Anadolu Selçuklularý döneminde de birçok öðretim mü-essesesi kurulduðunu ve buralarda astronomi, matematik, ede-biyat, dilbilgisi ve týp öðretildiðini yayýnlardan öðreniyoruz.

Alparslan zamanýnda bugünkü üniversiteler mahiyetindemüesseselerin olduðunu; Osmanlý Ýmparatorluðu dönemin-de ise birçok eðitim müessesesi yapýldýðýný, burada yatýlý veburslu öðrencilerin olduðunu, mühendis, tabip, operatör,mimar ihtiyacýnýn bu kaynaklardan temin edildiðini görüyo-ruz. Fatih döneminde ise ilim teþvikinin mükemmel bir sevi-yeye eriþtiðini müþahede ediyoruz. Fatih, boþ zamanlarýnýdaima âlimlerle tartýþarak geçirmiþ, hayatý boyunca ilme bü-yük ehemmiyet vermiþtir. Ýlme yaptýðý en mühim katkýlar-dan birisi bugünkü Ýstanbul Üniversitesi’nin temelini atmýþolmasýdýr. Ayrýca, ilme raðbet edilmesi için, ilim adamlarýnaastronomik ücretler vermiþ ve bu teþvik neticesinde birçokilim adamý kýymetli eserler telif etmiþlerdir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 12

Ýslam Dünyasýnda Ýlim ve Din Hiçbir Zaman Çatýþmadý

Orta Çað Avrupasýnda bir hakikatin kabul edilebilmesiçok uzun zaman almasýnýn yanýnda, birçok deðerli âlimin dehayatýna maloluyordu. Hâlbuki Batýda bunlar yaþanýrken do-ðuda, Ýslam dünyasýnda, hakikatler hakikatbin âlimler tara-fýndan bir bir tesbit ediliyor ve hakikate susamýþ insanlar buhakikatleri açýk yüreklilikle ve güvenle kabul ediliyorlardý.Çünkü o insanlarýn hayat felsefesinde “Dolaþýn yeryüzündeyaratýlýþ nasýl baþlamýþtýr.” ayeti bir düstur olarak yer alýyor-du. Dünya, güneþ, ay ve yýldýzlarla alakalý yeni keþifler karþý-sýnda itiraz etmeyen bu dünyanýn “Hayat Kitabý”nda ise, ha-kikatler çok açýk ve sade bir þekilde insanlara sunulmuþtur:

“Ey cin ve insan topluluðu, göklerin ve yerin aktarýndan(çaplarýndan) gücünüz yetiyorsa, haydi çýkýnýz.” (Errahman/33) Bu ayette geçen aktar kelimesi “kutur”un çoðuludur.Kutur çap demektir. Çaplar ise küre gibi cisimlerde bulunur.Bu ayette göklerin ve yerin yuvarlak olduðu, yuvarlaklýðýnbir þartý olan “çaplar”la izah edilmiþ oluyor. Yer tam yuvar-lak olmayýp elipsoid olduðuna göre çaplar kelimesi çok uy-gun düþüyor.

“Biz, gece ve gündüzü iki ayet (alamet, niþan) yaptýk.Sonra gece ayetini (Ay’ý) silip gündüz ayetini (Güneþ’i) gös-

terici kýldýk.” (Ýsra/12) Görüldüðü gibi Ay’ýn da bir zaman-lar Güneþ gibi gösterici, ýþýk verici olduðu, fakat sonra onunsilindiði, yani soðuyup ýsý veremez hale geldiði ve artýk geceayeti, gece aydýnlatýcýsý olduðu açýkça ifade ediliyor. Güneþve Ay arasýndaki fark þu ayette de açýklanýr: “O Allah ki, Gü-neþ’i bir ziya, Ay’ý bir nur yaptý.” (Yunus/5) Ziya kelimesi ýsý-sý olan ýþýðý anlatýrken, nur kelimesi sadece aydýnlýk manasý-na gelen ýþýðý anlatýr. Demek ki güneþ ýsý ve ýþýk verici, ay iseaydýnlatýcý, yani ýþýðý yansýtýcý mahiyettedir.

“Geceyi gündüzün üstüne sarýp doluyor, gündüzü de ge-cenin üstüne dolayýp sarýyor.’’ (Zümer/5) Ayette geçentekvîr, sarýk sarar gibi yuvarlanmasýna, durup sarmak bohça-lamak manasýnadýr. Bu ifade dünyanýn sarýk sarýlan baþ gibiyuvarlak olduðunu gösterir.

“Sen daðlarý görür de onlarý durur zannedersin; hâlbukionlar bulutun geçtiði gibi geçer giderler.” (Neml/88) Buayetten iki hâdise anlaþýlabilir. Birincisi, daðlarýn yerküreüzerinde sabit olmadýðý, yavaþta olsa hareket ettiðidir. Ýkinci-si, dünyanýn kendi ekseni etrafýnda döndüðüdür. Çünküeðer dünya dönmüyor olsaydý ve düz olsa idi, daðlarýn hare-ketinden bahsedilemezdi. Sabit bir müþahede de ufukta insanýngözünden kaybolacak olan ilk yapýlar daðlar olacaðýna göredünyanýn dönmesi lazýmdýr.

Hiç þüphesiz, Yüce Beyan’da geçen bu gerçekler, o zaman-ki insanlarýn çoðu tarafýndan bilinmemekteydi. Bilmek ve tamanlamak yeni müþahedeleri de gerektiriyordu. Gerçi bu ha-kikatlerin bilinmemesi bir eksiklik deðildi. Çünkü bu Kitapbütün asýrlara hitap etmek üzere gönderilmiþti ve gayesi in-sanlarý her þeyi Yaratan’a yöneltmekti. Öyle ise ilmî hakikat-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 14

lere iþaretler yapacak, akla teþvik kamçýsý vurmak için “hay-di araþtýrýn” diyecek, fakat insanlarýn anlamakta güçlük çe-keceði mevzular üzerinde teferruat vermeyecekti. Ýnsanlarmüþahede vasýtalarýnýn geliþmesiyle, hakikatlere bu Kitaptarumuzlarla iþaret edildiðini görünce, Kitaba daha bir güven-le ve imanla baðlanacaklardýr. Hâsýlý, ilk gününden beri buinanç ve kültürün yerleþmiþ olduðu Ýslam dünyasýnda ilim vedinin hiçbir zaman çeliþmediðini, daha doðrusu ilmin din-den ayrý mütalâa edilmediðini, ilim adamý ve din adamý di-ye iki ayrý grubun olmadýðýný sadece âlimlerin olduðunu mü-þahede ediyoruz.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 15

Orta Çað’da Müslümanlarýn ve Hristiyanlarýn Bilime Bakýþýndaki Farklar

Ýnanç ve ilim, toplumlarýn bozulmadan ayakta kalabilme-lerini saðlayan birbirinden ayrýlmasý mümkün olmayan ikimühim unsurdur. Tarih boyunca insanlýðýn geliþmesi, olgun-laþmasý, dil, kültür ve sanatta tekâmül etmesi, hele son ikiasýrda teknolojinin doruk noktaya ulaþmasý, hep din ile il-min inkâr edilemez katkýlarýyla gerçekleþmiþtir. Bu hükmüverirken bazýlarýmýzýn aklýna “acaba?” sualinin gelmesini ya-dýrgamamak lazýmdýr. Çünkü 1789 Fransýz ihtilalinden son-raki Batý kaynaklý kitap ve neþriyatlarýn hemen hepsinde,inanç sisteminin yani kýsaca dinin, medeniyeti, ilmi ve kül-türü baltaladýðý, geliþmelere mani olduðu fikri hâkimdir.

Aslýnda neticeleri itibariyle mühim hükümlere varmadanönce meseleyi çok iyi tetkik etmeyi, hükmü verirken tarafsýzdavranmayý, cemiyetlerin yapýlarýný, kültür farklýlýklarýný vehususiyetle de inanç sistemlerini göz önünde bulundurmayýprensip edinmeliyiz. Þimdiye kadar kýyaslamanýn yanlýþ ya-pýlmasý, Batýya olan hayranlýðýn her fýrsatta neslimize telkinedilmesi, bu telkinle yetiþen günümüz aydýnlarýný hataya dü-þürmüþtür. Din ve kültür farklýlýðýmýz hiç göz önüne alýnma-dan yapýlan deðerlendirmeler, Batýya olan sempati ve baðlý-lýðýmýzýn gittikçe artmasý, inanç sistemimizin ve bin senelik

geçmiþimizin bir çýrpýda zihinlerden silinmesi ve yok sayýl-masý gibi bir tehlikeyi doðurmuþtur.

Bilindiði gibi Orta Çað’da Avrupa’nýn durumu içler acýsýy-dý. Belki de yeryüzünde insanlýk, Avrupa’nýn bu çaðda yaþadý-ðý hayat þartlarýna, yaþadýðý çileye, baskýcý inanç sistemine veonun getirdiði baðnaz ve barbar tutum ve davranýþlara dahaönce hiç þahit olmamýþtý. O devirde hemen bütün Avrupadevletlerinde Hristiyanlýk tamamen saptýrýlmýþ asliyetinikaybetmiþ; batýl kilise ile krallar kendi menfaatleri istikame-tinde birleþerek, halký sömürmek, sindirmek, için bütün yol-larý mubah kabul etmiþlerdir. Masum halkýn inanç ve duygu-larý suistimal edilmiþ, aldatýlmýþ, engizisyon mahkemelerininacýmasýzlýðý karþýsýnda fikir hürriyetleri tamamen ellerindenalýnmýþtýr.

Hristiyanlýðýn yozlaþtýrýldýðý bu tarihlerde kilise nazarýn-da ilim; Hristiyanlýðýn saldýrýp yok etmek istediði putperest-likle bir tutulmuþ, bu düþmanlýk 1233’de engizisyon mahke-melerinin kurulmasýyla âdeta resmi hale gelmiþ ve 1781 yýlýn-da bu mahkemelerin kaldýrýlacaðý güne kadar en cani usul-lerle devam etmiþtir. Mesela 390 yýlýnda Ýskenderiye’deyaklaþýk 400 bin kitap, yani o devrin bütün ilim ve bilgisiniiçinde toplayan kütüphanenin serapium adýndaki kýsmý,piskopos Theophios tarafýndan yaktýrýlmýþtýr. Hristiyanlýkhalk arasýnda yayýldýkça ilme karþý alýnan bu tavýr daha daþiddetlendi. 415 yýlýnda ünlü astronom Theon’un kýzý ma-tematikçi Hypatia (370-415) baþpiskopos Kyril’in kýþkýrt-masiyla Ýskenderiye’de halk tarafýndan parçalanmýþtýr. 6.yüzyýlýn ilk yarýsýnda yer alan çeþitli hâdiselerden þu iki hâdi-se bile bu karanlýk çað hakkýnda bize bir fikir verebilir; Jus-tinian’ýn Platon ile Aristo’nun Atina’daki okullarýný, Hristi-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 17

yanlýða aykýrý sayýp kapatmasý ve Romalý bir soylu olan Bo-ethius’un seküler vasýftaki yazýlarýndan dolayý kilise tarafýn-dan ölüm cezasýna çarptýrýlmasýdýr. Önceleri rahip olan Ro-ger Bacon da (1214-1294) talihsiz ilim adamlarýndan birisi-dir. Bacon, ilmi araþtýrmalarýný yýllarca gizli gizli sürdürmüþ,daha sonra yayýnladýðý Opus Macus adlý eseri sebebiyle, dinadamý olmasýna raðmen kilise tarafýndan hapse atýlmaktankurtulamamýþtýr. Yine bir hekim ve din adamý olan Aragon-lu Michel Servetus’un, Müslüman ilim adamý Ýbnü’n Ne-fis’in keþfettiði küçük kan dolaþýmý sistemini anlatan eseriniArapça’dan tercüme etmesi ve Avrupa’da bu düþünceyi sa-vunmaya baþlamasý ile de Servetus’un çilesi baþlamýþtýr. Zirabu görüþ o devrin ileri gelen papazlarýndan olan Calvin’in gö-rüþlerine uymamýþtýr. Ýþte bu yüzden Calvin, Servetus’u Ce-nevre’de hafif ateþ üzerinde yavaþ yavaþ yakýlmaya mahkûmetmiþ ve bunu canice uygulatmýþtýr.

Görüldüðü gibi Ortaçað Avrupasýnda Hristiyanlýk bütüngücüyle ilmin geliþmesine mani oluyordu. Artýk 18. yüzyýlagelindiðinde kilisenin baskýsý dayanýlmayacak seviyeye ulaþ-mýþtý. Bu birikmeler Avrupa çapýnda meydana gelen ihtilâlinetice veriyordu.

Doðuda ise durum çok farklýydý. Din ile ilmin hiçbir za-man çatýþtýðý görülmedi. Bilakis dinin ilimsiz, ilmin de din-siz olmasý düþünülemiyordu. Bu anlayýþtandýr ki ilim Ýslami-yet’le büyük bir ilerleme kaydetmiþtir. Ýlim tarihi incelen-diðinde bu gerçek açýkça göz önüne serilmektedir. Bu devi-rede ardý arkasý kesilmeyen keþif ve icatlarýn hemen hemenhepsi Müslüman ilim adamlarý tarafýndan gerçekleþtiril-miþtir. Acaba Müslümanlarý böylesine keþif ve icatlara sevkeden sebepler nelerdi? Bu sorunun cevabýný ancak Ýslam’ýn

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 18

ilim anlayýþýný ortaya koymakla bulabiliriz. Bilindiði gibiyeryüzünde þu anda mevcut hiçbir din ilme, Ýslamiyet ka-dar ehemmiyet vermemiþtir. Yüce Beyan’daki: “Hiç bilen-lerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer/9) ifadesi âlimlereverilen ehemmiyeti ortaya koymaktadýr. Ayrýca Yüce Reh-ber’in “Beþikten mezara kadar ilim öðrenmek kadýn, erkekher Müslümana farzdýr.” “Ýlim öðrenmek mukaddes bir ci-hattýr.” “Cahiller içinde bir âlim, ölüler içindeki diri gibi-dir.” ifadelerinden Ýslamýn ilme ne derece ehemmiyet verdi-ði açýkça anlaþýlmaktadýr.

Bilindiði gibi Yüce Beyan, Müslüman ilim adamlarýnýnkeþifleri için daima bir kaynak ve rehber olmuþtur. Bu yüz-dendir ki Batý, cehaletin karanlýðýnda yüzerken; Doðuda fi-zik-kimya, astronomi, týp, zooloji, botanik vb. gibi bütünmüsbet ilimlerin temeli atýlmýþtý. Meselâ astronomi sahasýn-da yapýlan keþiflerden birkaçýný belirtelim. Yazdýðý eserler700 sene boyunca Avrupa’da rakipsiz kalmýþ, sahasýnda oto-rite kabul edilmiþ Müslüman ilim adamý Fergani, 9. yüzyýl-da Güneþin yörüngesini ve üzerindeki lekeleri keþfetmiþtir.Dünyanýn yuvarlak olup döndüðünü Müslüman âlimler Av-rupalýlardan çok önce biliyorlardý. Beyruni Dünyanýn hemkendi etrafýnda hem de güneþin etrafýnda döndüðünü ispat-lamýþ ve Dünyanýn çapýnýn ölçülmesiyle alakalý olarak çoküstün bir görüþ ortaya atmýþtýr. Bugün bile matematik ölçü-leri bakýmýndan son derece doðru olan bu kanun Avrupa’da“Beyruni Kuralý” olarak adlandýrýlmaktadýr. Beni Musa ola-rak bilinen üç kardeþ de 9. yüzyýlda Dünyanýn çevresini ölç-meyi baþarmýþlardýr. Meseleyi 1400 küsür sene Yüce Be-yan’ýn vermiþ olduðu malumat ve jeolojinin elde ettiði sonbilgilerle kýyaslamaya çalýþarak tamamlayalým.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 19

Bilindiði gibi Orta Çað Avrupasýnda Dünyanýn silindirþeklinde mi veya bir tekerlek yahut ortasý çukur bir yelpazeþeklinde mi olduðu tartýþmalarý yapýlýyor, hatta Ýstanbul’unilmî otoritesi olarak kabul edilen açýk görüþlü patriði, altýnaðýzlý Yuhanna bile yerin yuvarlaklýðýný bir türlü kabul etmi-yordu. Baþka birçok kilise de yerin dört köþeli bir þekil oldu-ðunu ve bu þeklin dört tarafýnýn dört denizle çevrili olup de-nizlerin duvarlarla çevrilmiþ bulunduðunu ve bu duvarlarýngök kubbenin destekleri olduðunu söylüyorlardý. Saint Agus-tin Müslüman ilim adamlarýnýn savunduðu dünyanýn yuvar-lak olduðu görüþüyle adeta alay ediyor; kürenin alt tarafýn-daki insanlarýn nasýl ayakta durabileceðini soruyordu. Avru-palýlar bu ve benzeri saçma fikirlerini ileri süredursunlar, butartýþmalardan yüzlerce yýl önce Yüce Beyan, Dünyanýn küreþeklinde olup, Güneþle birlikte döndüðünden bahsetmekte-dir. Ve: “O Allah ki, yeri de ayný o yedi kat semayý yarattýðýgibi yarattý!” (Talak/12) ifadesiyle de yerin ve semanýn yedikat yaratýldýðýný bildirmektedir. Günümüzde jeoloji ilmindeulaþýlan seviyeyle bu ifade aynen teyid edilmiþtir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 20

Orta Çað Kime Karanlýk?

“Çað” kelimesini daha ilkokul yýllarýnda duymuþtuk. Sý-nýfýmýzýn bir duvarýnda boydan boya uzanmýþ çeþitli renk-lerle boyalý “Zaman Þeridi” Tarih Öncesi Dönem, Ýlk Çað,Orta Çað, Yeni Çað ve Yakýn Çað baþlýklarýný taþýyan dilim-lere bölünmüþtü. O yaþlarda çok fazla önemsemeden ez-berlediðimiz bu kelimeler aslýnda Batý dünyasýnýn medeni-yet dönemlerinin adlarýdýr. Batý; yani önce Yunan, sonraRoma ve son olarak da Avrupa medeniyeti. Ancak bu çað-lar, sanki bütün dünya tarihi ve bu arada bizim de tarihi-mizmiþ gibi öðretilmektedir. Diðer taraftan; özellikle kötübir üne sahip olan “Orta Çað”la ilgili bir konu geçtiðindebütün parlaklýðýna raðmen Ýslam tarih ve medeniyeti deonunla irtibatlandýrýlmakta ve karalanmaktadýr.

Ýnsanlýk tarihinde deðer ölçüsü olan, siyasî olaylar de-ðil, milletlerin akýl ve maharetleriyle meydana getirdiklerimedeniyetleridir. Batýlý tarihçiler de zaman þeridindekiçaðlarýn baþlama ve bitiþ noktalarýný medeniyetlerin yükse-liþ ve çöküþlerine göre isimlendirmiþlerdir. Ama kendi me-deniyetlerini esas alarak.

Þeridin ilk bölümü olan “Tarih Öncesi Dönem” bilin-meyen bir dönem olarak nitelenmiþ, insanlarý da kýyafet veeþyalarýyla ilkel ve vahþi olarak gösterilmiþtir. Batýlý egoizm

ve gururu burada da kendini bariz bir þekilde göstererekkendinden önceki Mýsýr, Mezopotomya, Hint ve Çin gibimedeniyetleri âdeta görmezden gelmiþtir.

Bilinen tarihin baþlangýcýndan Roma Ýmparatorluðu’nunparçalanýþ ve çöküþüne kadar ki dönem Ýlk Çað’dýr. Altýn birçað yaþadýklarý kabul edilen Yunan ve Roma medeniyetleridönemine Eski Çað veya Antik Çað denir. Sokrat, Aristo,Platon gibi fikir adamlarýnýn eserleriyle aydýnlanan Batýda,bu dönemde yazýlý felsefî eserlerin yanýnda resim, heykel, ti-yatro gibi sanat alanlarýnda da güzel örnekler ortaya kon-muþtur. Ancak ezelî ve ebedî hakikati bulamayan bu döneminsanlarýnýn ömürleri, Olemp tanrýlarýnýn ahlâk dýþý macera-larý ve haydutlarýn menkýbeleriyle geçmiþtir. Medeniyet adý-na güzel þeyler yapan Yunanlar ne yazýk ki, tabiattaki muci-zevî hâdiselerdeki gerçeði anlayamamýþlar ve onlara ulûhiyetisnat ederek güneþ, rüzgâr, ateþ ve ormanlarý ilâh kabul ede-bilecek basitliklere düþmüþlerdir.

380 yýlýnda Hristiyanlýk Roma Ýmparatorluðu’nun resmîdini olmuþtu. Ancak 395 yýlýnda bu devletin ikiye bölünme-si, bir müddet sonra da Batý Roma’nýn yýkýlmasý ile Ýlk Çaðsona ermiþtir. Bu olaydan sonra artýk yaklaþýk bin yýl sürecekolan Orta Çað baþlamýþtýr. Batýda Orta Çað’ýn baþlamasýylaÝlk Çað’da meydana getirilmiþ olan fikir ve sanat eserleri yokedilmeye, düþünce yasaklanmaya baþlamýþtýr. 529’da KiliseAtina’daki Platon Akademisi’ni kapatýp manastýr teþkilatýnýkurdu. Böylece Hristiyanlýk Yunan felsefesinin üzerine örtüçekmiþ oldu. Bu tarihten itibaren eðitim, düþünce ve medi-tasyon manastýrlarýn tekeline geçmiþtir. Sadece Kilise men-suplarýna, ruhbanlara söz hakký tanýyan bir sistemin yürür-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 22

lükte olduðu Orta Çað’ýn diðer bir adý da bu nedenle “Karan-lýk Çað” olmuþtur. Batýda bilim, kültür, sanat, edebiyat vedüþünce artýk karanlýklar içerisindedir.

Eþitlik, adalet, sevgi, saygý gibi deðerlerin artýk “eski”dekaldýðý bu dönemde insanlar çeþitli sosyal gruplara ayrýlmýþ-lardý. Hiç üretmeyen, sadece alan ama her þeyi yöneten ruh-ban sýnýfý; çalýþmayýp çalýþtýran, topraklarýn sahibi ve sömü-rücüsü asiller; hep çalýþan, fakat sadece karnýný doyurabilenköylüler ve insan bile sayýlmayan zavallý köleler.

Avrupa’da ortaya çýkan Rönesans hareketleriyle OrtaÇað sona ermiþtir. XIV. yy. sonlarýnda Kuzey Ýtalya’da baþla-yýp XV. ve XVI. yy. da Avrupa’ya yayýlan kültürel patlama“Rönesans” “yeniden doðuþ” anlamýna gelir. Yeniden do-ðan; Antik Çað’ýn düþünce, sanat ve kültürüydü. Adýna YeniÇað denen bu dönemin insaný, kendisini feodaliteden ve Ki-lise’den kurtardý. Antik ve Rönesans aydýnlanma çaðlarýnýnortasýnda kalan karanlýk çað tamamen tarihe gömüldü. Buhâdiseler; Ýspanya’da Müslümanlarla, doðuda Bizans kültü-rüyle daha yakýn bir iliþkiye girilmesi sonucunu doðurdu.

Bu kronolojik bilgiden de anlaþýlacaðý üzere; Antik Çað’dabaþlayan medeniyet süreci Orta Çað’da uzun bir kesintiye uð-ramýþ, takibeden Yeni Çað’da Rönesans’la yeniden canlanýp zir-veye çýkmýþtýr. Batý için Antik Çað ve Yeni Çað arasýndaki me-deniyetsizlik çaðý “Karanlýk Çað”dýr. Ancak bu gerçek, bazý-larýnca bilerek veya bilmeyerek çarpýtýlmakta ve bu bin yýllýkzaman diliminde yeryüzünde meydana gelen bütün geliþmeler“karanlýk çað olayý veya fikri” olarak nitelendirilmektedir.

Hâlbuki Orta Çað’da Batýda bu olumsuzluklar yaþanýr-ken, Doðuda hem din hem de medeniyet olarak yeni bir olu-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 23

þum ortaya çýkmaktaydý. 610 yýlýnda Mekke’de baþlayýpMedine’de geliþen Ýslamiyet, çaðýn karanlýðýnýn tersine, in-sanlarý aydýnlatmakla meþguldü.

Kendisinden önceki Yahudilik ve Hristiyanlýðýn da hak ol-duklarýný kabul eden en son din ve onun peygamberi, ilk ön-ce tek Allah inancýný yeniden tesis etti. “Dinde zorlama yok-tur.” düsturuyla dinin zorla, baskýyla deðil; kalp ve aklýn müþ-tereken iknasýyla kabul edilmesi veya edilmemesi toleransýnýgöstererek, din ve vicdan hürriyetini getirdi. Orijinalitesinihep koruyacak olan Kitab-ý Kur’an; insanlaþtýrýlmamýþ melek-lerden, iyi ve kötü her hareketin karþýlýðýnýn görüleceði, ahi-ret hayatýndan haberler verdi ve insanlara, Hristiyanlýktaki gi-bi, baþkalarýnýn günahýyla doðmadýklarýný müjdeledi.

Ýnsanlarýn can, mal ve ýrz emniyeti, temel insan haklarý ola-rak kabul edilip garanti altýna alýndý. Zengin-fakir, kadýn-er-kek, köylü-kentli herkes mülkiyet hakkýna sahip oldu. Baþ-kalarýnýn hakký; “haram ve helal” sihirli kelimeleriyle bekçi-siz olarak korumaya alýndý. Zekât ve sadakanýn saðladýðýsosyal yardýmlaþma, toplum içerisinde sýnýflar oluþmasýný vesýnýf çatýþmalarýný önledi.

“Ey insanlar...” hitabýyla onlarýn eþit olduklarýný ilâneden Kur’an-ý Kerim, Orta Çað Avrupasýnýn sýnýf ayrýmýnýreddetmiþtir. Ýnsanlar arasýndaki üstünlük ölçüsü; ahlâklý ol-mak ve diðer insanlara yararlý olmaktadýr.

Ýslam öncesi dönemde bir eþya gibi görülen kadýnlar vedünyaya gelmelerinden utanýlan kýz çocuklarý, artýk “ha-ným” ve “evlât” olmuþlardýr. Kadýnlara “ana” olarak erkek-lerden üstünlük, mülkiyet edinmede eþitlik, diðer hususlar-da ise adalet saðlanmýþtýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 24

Miladî VII. asra kadar her coðrafyada yaygýn olan kölelikuygulamasý Ýslamiyet tarafýndan da kaldýrýlmamýþtýr. FakatÝslam’ýn köleliðe getirdiði yaptýrýmlar o kadar yeni ve o ka-dar kölelerin lehinedir ki köleliðin kendiliðinden ortadankalkmasý kaçýnýlmaz olacaktýr. Batý dünyasýnda insan bile sa-yýlmayan kölelerin, “Yediðinizden yediriniz, giydiðinizdengiydiriniz.” emriyle her þeyden önce insan olduklarý hatýrla-týlmýþtýr. Ayrýca Allah, bazý dinî suçlarýn tazminatý olarak kö-le azat edilmesini emrederek, kendi hakkýndan köleler lehin-de feragat etmiþtir.

Kanun önünde herkesin eþit olduðu esasý ile Batýdaki sý-nýf ayýrýmýnýn yanlýþlýðý ortaya konmuþtur. “Beraet-i zim-met”, yani aksi ispatlanýncaya kadar herkesin aslen suçsuzolduðu esasý getirilmiþtir.

Bu sayýlanlarýn hepsi Ýslam dininin orijinalinde ilk gün-den beri var olan hususlardýr. Zaman zaman mensuplarýnýnyanlýþ uygulamalarý bile bu esaslarý deðiþtirememiþtir. Dininsahibinin müjdesine göre sonsuza kadar da deðiþmeyecektir.

Tevhit inancý; din-vicdan-fikir özgürlüðü, mülkiyet hakký,hukukî eþitlik gibi temel insan haklarý; kadýn ve kölelerin du-rumlarý konularýnda Batýda karanlýk çað yaþanýrken Doðuda-ki Ýslam güneþi tüm dünyayý aydýnlatmaya baþlamýþtýr. Böyle-ce dünyanýn bir yarýsýnda kesintiye uðrayan medeniyet yarý-þý, diðer yarýsýnýn bayraðý devralmasýyla devam etmiþtir. Do-layýsýyla karanlýk çaðýn kapsamýna Müslümanlarý da dâhil et-mek; eðer cahiliyet deðilse insanlýða karþý iþlenmiþ bir suçtur.

Ýslam âleminde 700’lü yýllarda gerçekleþen “tercüme faali-yetleri” medeniyet tarihi açýsýndan apayrý bir öneme sahiptir.Bu faaliyet sayesinde Batý medeniyetinin önderleri olan Aristo,

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 25

Eflatun, Sokrat’ýn felsefî eserleri, Hipokrat, Öklit, Galinos,Batlamyus, Arþimet’in ilmî eserleri Arapça’ya çevrilmiþtir.“Beytü’l-Hikme”de oluþturulan heyetler felsefe, riyaziyet,týp, astronomi, kimya gibi dallara ait pek çok eseri süzerekistifadeye sundular.

Bu tercüme hareketinin Batý dünyasý ve Rönesans içinçok büyük önemi vardýr. Çünkü Orta Çað’da kilise tara-fýndan Ýlk Çað medeniyetine ait eserler yok edilince, geri-ye sadece Müslümanlarýn elindeki nüshalar kaldý. Dahasonra bunlar tekrar Arapçadan tercüme edilecek ve Röne-sans’ýn doðmasýna sebep olacaktýr. Yani, Yunan medeniye-ti yok olmamayý, Rönesans ise yeniden doðmayý Ýslamdünyasýna borçludur.

Sonuç olarak, bize öðretilen tarihî “çað” mefhumu tama-men Batýya endeksli bir zaman taksimidir. Ýlk Çað’daki me-deniyet, insanlarca bozulmuþ olan Hristiyanlýk kisvesi altýn-da tahrip edilerek karanlýða gömülmüþtür. Bunun faturasýise dinlere yüklenmiþtir. Renan ve diðerleri Engizisyon’unkötülüklerini tenkit ede ede, her fenalýðý dine baðlama veher dini ayný özellikte vehmetme yanlýþlýðýna düþmüþlerdir.Batýnýn karanlýðý yaþadýðý çaðda Ýslamiyet önce Doðuda, da-ha sonra da Endülüs Emevi uygarlýðý ile Batýda aydýnlýðý ya-þatmýþ ve iki medeniyet çaðý arasýnda köprü olmuþtur.

Yunan medeniyeti; “güzel”i; Roma medeniyeti; “hu-kuk”u tesis etmiþtir. Sami medeniyetinin insanlýða katkýsý;“din”dir, Çin “faydalý”yý gerçekleþtirir, Hint’in armaðaný,“hayal” ile “tasavvuf ”tur. Avrupa medeniyetininki ise,“ilim”dir. Dünya medeniyetleri arasýnda yerini alan ve dü-þünce, ilim, sanat, kültür, edebiyat vs. alanlarýnda kendine

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 26

has bir tarz ortaya koyan Ýslam medeniyetini çaðlara ayýrmakgerekirse, bunu Batý kriterlerine göre deðil, kendi tarihine gö-re yapmak lâzýmdýr.

Ýslam medeniyeti; Ortadoðu, Ýran, Afrika ve Ýspanya’da ilkaltýn çaðlarýný yaþamýþtýr. Fakat Doðudaki yükseliþi Moðollar,Batýdaki yükseliþi ise, Avrupalýlar tarafýndan kesilmiþtir.

Batý, kurduðu medeniyeti yine kendi insanlarý sebebiylekaybetmiþ, daha sonra ise Doðulular sayesinde kavuþtuðu es-ki uygarlýðýn temelleri üzerinde daha mükemmelini inþa et-miþti. Ýslam medeniyetine de bir Rönesans yaþatmak; Batýörneðinde olduðu gibi, müspet ilim, düþünce, sanat, kültüralanlarýnda çok çalýþmak, en iyi olmak ve kendi tarzýný orta-ya koymakla mümkün olacaktýr. Geçmiþle kuru kuruya övün-menin hiçbir fayda vermeyeceði bu yarýþta, sorumluluk ina-nanlara düþmektedir. Yoksa tarih tekerrür edecek ve Batýkendi medeniyetini nasýl Doðudan aldýysa, Ýslam dünyasý dakendi medeniyetini Batýdan mý alacaktýr?

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 27

Batýdan Çok Önce...

“Bütün gök cisimleri kâinatýn yuvarlaklýðýna baðlý olarakkürevîdir.” diyen Einstein’e kadar, Batýda gök cisimlerininkürevîliðini bu açýdan kimse bilmiyordu. Gözlerimizi Batý-dan Ýslam âlemine çevirdiðimizde ise, yerin kâinata baðlý yu-varlaklýðý konusunda Müslüman ilim adamlarýnýn çok önce-den bilgi sahibi olduklarýna þahit oluyoruz.

Eðer bu konuda bir þüpheniz varsa “Fütuhat-ý Mekkiye”ile “Makâsýd” ve “Mevâfýk”a gidiniz. Maksada vakýf olacakve göreceksiniz ki, asýrlarca önce yaþamýþ ibni Arabî ile Sa-deddin-i Taftazânî ve Seyyid Abdülkadir Cürcanî top gibiküreyi ellerinde tutmuþlar, her tarafýný temaþa ediyorlar…

Eðer o kapý size açýlmadý ise, Ýmam-ý Râzî’nin “Mefâti-hu’l-Gayb” adlý tefsirine bakýnýz ve ders verdiði yerde, odâhî imamýn önünde diz çöküp dersini dinleyiniz. Eðeronun ile de tatmin olamadýnýz ve arzý küreviyet kabýna sýðýþ-týramadýnýz ise bir de Ýbrahim Hakký’nýn arkasýna düþünüzve Hüccetü’l-Ýslam olan Ýmam-ý Gazalî’nin yanýna gidip fet-va isteyiniz. Deyiniz ki: “Yerin yuvarlaklýðý konusunda âlim-ler arasýnda ihtilaf var mýdýr?” deyiniz. Cevap olarak elbet-te: “Kabul etmezseniz vardýr.” diyecektir. Zira ta kendi za-manýndan þöyle bir fetva göndermiþ: “Kim, yerin yuvarlak-lýðý gibi kesin bir delil ile sabit olan bir meseleyi, dini koru-

ma bahanesiyle inkâr ve reddetse, dine cinayet-i azim etmiþolur. Zira bu sadakat deðil hýyanettir.”

Eðer bütün bunlara itimat etmiyorsanýz, gelin o KocaPir’in (Piri Reis) gemisine binip okyanuslara açýlarak “Ha-ritât”ý birlikte çiziniz; ya da “Cihannüma” sahibinin peþinedüþüp, dünyayý beraber geziniz; yol üzerinde de Kazvinî’yeuðrayýp “Acâibu’l-Mahlûkat”ýna bir göz atýnýz.

Eðer yatmýþ olan fikr-i hakikatiniz bu yüksek sesle uyku-dan kalkmadýysa ve gözünüz açýlmadýysa, ibni Hümâm veFahru’l-Ýslam gibi zatlarýn ellerini tutup Ýmam-ý Þafi’ye gide-rek fetva isteyiniz ve deyiniz ki; “Dinde vardýr ki beþ vakit-te beþ vaktin namazý kýlýnýr; hem de bazý yerlerde, yatsý na-mazýnýn vakti bazý zamanlarda yoktur; hem de kutuplara gi-dildikçe güneþ birçok günlerde batmaz ve birçok gecelerdedoðmaz, nasýl oruç tutacaklar? Yani insanlar, kutup bölgele-rinde vakitlerini nasýl düzenleyip ibadetlerini yapacaklar?Hem de, namazýn þartlarýndan olan istikbal-i kýble konusun-da yüzün tam olarak Kâbe’ye dönük olmasý þart koþulmuþ-tur. Hâlbuki yalnýz kýyamda, yani ayakta iken ve otururkenyüzümüz Kâbe’ye dönmektedir.” deyip bu konuda açýklamaisteyiniz. Emin olunuz ki Ýmam-ý Þafiî; birinci soruya doðu-dan ve batýdan geçen ekvator dairesinin yuvarlaklýðý ile ce-vap verecektir. Ýkinci ve üçüncü soruyu, güneyden kuzeyeuzanan meridyen dairesinin kavisliðiyle açýklayacaktýr. Yani,günümüzden 12 asýr önce ‘dünya yuvarlaktýr’ deyip, bunuilmî olarak ispat edecektir. Hem de kýble konusunda: “Kýb-le ve Kâbe öyle nuranî bir sütundur ki, gökleri arþa kadartakmýþ ve düzenleyip yerkürenin tabakalarýný yeryüzüne ka-dar delerek kâinatýn muntazam nuranî bir sütunu olmuþtur.Eðer perde keþfolunsa, þakul istikametinde sizin gözünüzden

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 29

çýkan ýþýnlar namazýn herbir hareketinde ayný kýble ile temasve musafaha edecek.” diyecektir.

Eðer o muhteþem kitaplarý okuyup anlayamýyorsak, bilmi-yorsak, asrýmýzda yetiþmiþ olan Asrýn Bedî’i ile HüseyinCisrî’nin sözlerini dinleyelim. Zira o iki þahsýn, asrýn baþýndadurup yerin yuvarlaklýðýný inkâr edenleri tehdit ettiklerini, ha-kikat kuvvetiyle korkmadan: “Kim dine dayanarak himayetyolunda yerin yuvarlaklýðýný inkâr ederse, sâdýk-ý ahmaktýr; di-ne en þiddetli düþmandan daha fazla zarar vermiþ olur.” diyeavazlarý çýktýðý kadar haykýrdýklarýný iþitirsiniz.

Evet, nesillerimize, resimleri karþýsýnda Batýlý ilim adamlarý-nýn bugün dahi, ceketlerini düðmeleyip ihtiram ettikleri, fikirve sesleriyle yaþadýklarý çaðý aþmýþ, herbiri bir fazilet numune-si olan bu gözde ve güzîde þahsiyetleri deðil de, neden hâlâ sa-dece Batýlý bilim adamlarý öðretiliyor, anlamak çok zor!

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 30

Orta Çað’ý Aydýnlatanlar

Batýda M.S. 742-814 yýllarý arasýnda yaþayan en þöhretlihükümdar Þarlman, kendisi doðru dürüst okuma yazma bil-memesine raðmen Avrupa’daki koyu bilgisizlik ve taassuphâlini hafifletmeye çalýþtýysa da buna muvaffak olamadý. Mer-kezi Ýstanbul olan Doðu Roma Ýmparatorluðu’nda da durumparlak deðildi. Hâlâ Aristo’nun eserleri okutuluyor, antiktekieserler yeniden deðerlendirmeye tâbi tutulmuyordu. Bu ara-da, ilim, fen ve edebiyatý himaye eden Harun Reþid’in (763-809) Þarlman’a hediye olarak gönderdiði ve dillere destanolan marifetli çalar saat dikkate deðer tarihi bir hakikattir.

Ýnsanlýk âleminde yaygýn bir câhiliyyet ve ilme alâkasýz-lýk göze çarparken Ýslam medeniyyetinin kýsa zamanda ge-liþip yaygýnlaþmasý Müslümanlarý ilme yöneltmiþ, astrono-mi, matematik, felsefe, hatta coðrafya, yeni geliþmeler, yenibuutlar kazanmýþtýr.

EI-Me’mun (786-833), zamanýnda Baðdat’ta “Beyt’ül-Hikme” adýný verdiði bir kütüphane ve rasathane kurmuþ,burada bir ekip Güneþin eliptik eðilimini ölçme iþlemleriniyürütmüþtür. Ayrýca gezegenlerin hareketleriyle ilgili cetvel-ler hazýrlatmýþ, büyük bir dünya haritasý yaptýrmýþtýr. Aynýzamanda 1 derecelik meridyen yayýnýn boyunu 123300 m.

hesaplamýþ ki bu deðer bugün bilinen deðerinden sadece2360 m. büyüktür. Bu yaklaþýk % 2’lik bir hata demektir.

M.S. 800 yýllarýnda yaþamýþ olan iki büyük Müslümanilim adamý ve onlarýn 20. yüzyýl modern fizik anlayýþýna uy-gun görüþ ve buluþlarý þunlardýr. Kufe’de doðan Kindî; eser-lerinden birinde; cisim, zaman, hareket ve mekân’ýn birbi-rinden önce ve sonra olmadýklarýný, hepsinin özde bir olupayný anda yaratýldýklarýný, cisim gibi zaman ve hareketin desonlu olduðunu, dolayýsýyla Yaratýcýnýn bu kayýtlar dýþýnda,her þeyin sahibi olmasýnýn zaruretini izah etmeye çalýþmýþ-týr. Kindî’yi fizikten felsefeye kadar bütün ilimlerle meþgulettiren þey Kur’an ayetlerinin açýklamasýdýr.

Bundan 1160 yýl önce, Abbasiler zamanýnda kurulanHarran Medresesi’nde fizik ve kimya âlimi Câbîr ibni Hay-yan, dünyanýn çeþitli yerlerinden gelen talebelere bir fizikdersinde þu sözleri söyler: “Madde, yoðun enerjidir. Bu yüz-den Yunan fizikçilerinin, maddenin bölüne bölüne bölünüpparçalanmaz bir en küçük parçayla son bulduðuna ve kitle-nin bu sayýsýz parçacýklardan meydana geldiðine dair olan id-dialarý yanlýþtýr. Atom adýný verdikleri bu nesne de parçala-nýr ve bundan enerji hâsýl olur. Bu, öyle bir enerjidir ki, ben-zetmek gibi olmasýn, Allah kudreti gibidir ve bir habbeciðinbu þekilde parçalanmasý, Allah göstermesin, Baðdat gibi birþehri yok edebilir.”

Kur’an-ý Kerim’in cüz’ün de cüz’ü (en küçüðün de küçü-ðü, parçasý) vardýr hakikati ve modern atom teorisinin ilk sa-hibi diyebileceðimiz Türk asýllý ilim adamý Cabir ibni Hay-yan... Harran Medresesi’nde matematik, astronomi, fizik,kimya ve tabii ilimler de okutulmakta idi. Medresenin Doðu

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 32

ve Batýdan birçok talebesi vardý. Harun Reþid, Cabir’in de-rin ilmini takdir etmiþ ve ona “Reisü’l-Müderrisin” (rektör)unvanýný vermiþtir. Cabir, 112’si uygulamalý fizik, 70’i teo-rik kimya, 144’ü madenler fizik kimyasý ve izah edilemeyengüçler hakkýnda 500’ü teorik olmak üzere pratik fizik, kim-ya, matematik, astronomi, felsefe ve dinler tarihi konularýn-da 826 kitap yazmýþtýr.

Câbir, madenlerin birbirine dönüþebilmesinin atom de-ðerlerinin fiziki usûllerle deðiþtirildiði takdirde mümkünolabileceðini de belirtmiþtir. Cisimleri teþkil eden atomlarýnkontrol altýnda parçalanýp deðerlerinin deðiþmesi sonundaise metalleri birbirine, mesela gümüþü altýna deðiþtirmeninmümkün olabileceðini belirtmiþtir.

Câbir, ayný zamanda günümüz fiziðinde geçerli olan optikkanunlarýný bulmuþ ve mercekler teorisini kurmuþtur. Ýçbükeyaynalarla Güneþ enerjisinden faydalanmanýn yollarýný göster-miþtir. Batýlý bilginlerce dünyanýn gelmiþ geçmiþ 12 dâhisin-den birisi kabul edilen Câbir, cebir ilminin de kurucusudur.

Niþaburlu Ömer Hayyam ise (?-1123); þâir, hakîm, felse-feci bir âlimdir. Onun dine karþý olduðunu iddia ederler.Hâlbuki iddialara mesnet teþkil eden rubailer uydurmadýr.Ona ait gerçek rubailerin sayýsý 40’ý geçmez. Ve hiçbirindede dini yerdiðine rastlanmaz.

Ömer Hayyam, karekök ve küpkök içinde formüllerbulmuþ, kübik denklemlerin çözümünü 52 sayfalýk eserin-de halletmiþtir. Kübik denklemlerin çözümünde koniklerinkesiþtirilmesi metodunu kullanmakla geometri yoluyla ce-bir yapmýþ ve böylece matematiðin yeni kollarýndan biri

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 33

olan cebirsel geometrinin ilk adýmýný atmýþtýr. Görülüyor kiHayyam, Descartes’ten 500 yýl önce analitik geometrinintemellerini atmýþ ve onu sistematik bir düzene koymuþtur.Hayyam, Öklid’in oranlar teorisini eleþtirmiþ ve iki oranýneþitliðini bu oranlarý ifade eden iki sürekli kesrin karþýtteoremlerinin eþitliði ile ifade etmiþtir. Hayyam’ýn bu te-orisi ilk defa ileri sürülmüþ olmasý bakýmýndan önemlidir.Ömer Hayyam’ýn bu yeni tarifleri Türk matematikçisi Nas-reddin el Tüsi tarafýndan geliþtirilmiþ ve batý ülkelerine on-dan sonra geçmiþtir. Hayyam’ýn astronomi hakkýnda daeserleri vardýr.

Tarih birçok ilme alâka duyan, ilmi geliþmelere önceliktanýyan krallara, imparatorlara ve hakanlara þâhid olmuþ-tur. Fakat ilimle bizzat meþgul olan bir Hakaný ancak birkez görmüþtür.

Büyük Türk astronomu Uluð Bey (01394-1449), bir ha-kandý ayný zamanda Batlamyos’un Almagest adlý astronomikitabýnda verilen yýldýz katalogundan sonra 2. büyük katalogolarak kabul edilen Uluð Beyin ziycidir. 1018 yýldýzýn koor-dinatlarýný veren bu deðerli katalog 1437’de bitmiþ olduðuhâlde Avrupa’ya ancak 100 yýl sonra geçmiþtir. Ve 17. yüzyý-la kadar düzenlenmiþ kataloglarýn içinde en üstün olduðusöylenir. Hocalarý Kadýzâde Rumi (zamanýn Eflatun’u olaraktanýnýr) ve Ýyâseddin Cemþid ile kurup çalýþtýrdýklarý büyükbir rasathane ile Semerkant’ý zamanýn ilim merkezi haline ge-tirir. Bu rasathanede Merkür, Venüs, Yer, Mars, Jüpiter, Sa-türn ve Uranüs olmak üzere 7 büyük gezegen ile Ay ve Gü-neþin gözlemleri yapýlýyor, isabetli hesaplar çýkartýlýyordu.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 34

Memleketimizde XIII. yüzyýlda kurulan hastane sayýsý 2düzineye ulaþmýþtý. Öte yandan tekkeler ruh saðlýðý konula-rýný da ele almýþ ve imkânlarý nispetinde akýl bozukluklarýnaçare aramýþlardýr. XV. yüzyýlda Fatih Sultan Mehmet (1431-1481) o zamana dek daðýnýk, fakat önemli ilerlemeler saðla-yan hendese (geometri) ve týp konularýný 1453’te Ýstan-bul’da açtýðý üniversite programýna koymuþtur. Astronomiçalýþmalarý bu devirde yeni bir hýz kazanmýþtýr. Uluð Beyinyanýnda yetiþip beraber çalýþmýþ olan ve Uluð Beyin öldürül-mesiyle Semerkant’tan ayrýlmak durumunda kalan Ali Kuþ-çu, Fatih Sultan Mehmet’in daveti üzerine Ýstanbul’a gelipyerleþir. Artýk Ali Kuþçu, Fatih’in ilim adamlarýndan olmuþ-tur. Ali Kuþçu, astronomide birçok düzenleme ve yenilikler-le yeni eserler verir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 35

Altýn Çað’da Bilim

Baðdatlý bir kitapçýnýn oðlu olan ibni Nedim, Onuncuyüzyýlýn sonlarýna doðru, uzun ve faal hayatý boyunca elin-den geçen kitaplarýn kýsa açýklamalar ihtiva eden bir bibli-yografyasýný hazýrlar. Sýraladýðý kitaplarýn konularý bir yana,sadece adet olarak tuttuklarý yekûn, parmak ýsýrtacak cins-tendir: Bu yekûn içinde Denizci Sinbad’ý, Aristo’yu, Go-han’ýn hikâyelerinin yanýnda Öklid’i, Antare Ýbn Þeddad’ýnþiirlerinin yanýsýra Eflâtun’u görebiliriz.

Ýbni Nedim’in katalogunun en çarpýcý hususiyeti, bilimleralanýnda ihtiva ettiði kitaplarýn sayýsýdýr. Eski Yunan bilimi-ni tercüme yoluyla Ýslam âlemine aktarmada en mühim rolüoynayan Beytül-Hikmet’in kuruluþundan çok daha öncebaþlamýþtý bu sahaya duyulan alâka. Daha ikinci Abbasi hali-fesi el-Mansur zamanýnda, Galen ve Hipokrat’ýn eserleriArapçaya çevrilmiþ bulunuyordu. 809’da Halife Harun Re-þid Ýslam Âlemi’nde ilk hastaneyi yaptýrmýþ ve kýsa bir süresonra, hastanesi olmayan hiçbir önemli þehir kalmamýþtý.

Baþlangýçta, böylesi farklý zemin ve kaynaklardan gelenbilginler arasýndaki temasý, ortak bir dilin olmayýþý bir dere-ce sýnýrlýyordu. Halife Me’mun’un Beytü’l-Hikmet’i kurma-sýyla, ayný zamanda vahyin dili olan Arapça, beynelmilel ilim

dili olma hüviyetini de kazanýyor ve böylece Batýlý bilginler,uzun süren karanlýk çaðlardan sonra Doðu aracýlýðýyla Efla-tun ve Aristo’nun yazdýklarýný okuma fýrsatý buluyorlardý.

Abbasilerin ilk döneminde Ýslam ilim ve düþünce dokusu-na katýlan bir diðer akým da Ýran’dan gelmiþtir. 750 ve 803 yýl-larý arasýnda Abbasi halifelerine vezir ve müþavirler veren Ber-mekiler, Pehlevice yazýlmýþ tarihi ve bilimsel eserlerin Arapça-ya çevrilmesine ön ayak olmuþlardýr. Yine bu Pehleviceden ya-pýlan tercümeler yoluyladýr ki Müslümanlar Astronomi, Týpve Matematik sahalarýnda uzun bir geçmiþe sahip olan Hintilim dünyasýyla temas kurma imkânýný elde etmiþlerdir.

Bermekiler, Baðdat’ta ilk kâðýt imalâthanesini de kurmuþ-lardýr. 751’de Talas Savaþý’nda Çinli kâðýt üreticilerininMüslümanlarýn eline geçmesine kadar Kur’an-ý Kerim vekýymetli kitaplar parþümen kâðýda yazýlýrken, resmi belge veyazýlarda ise papirüs kullanýlýyordu. Parþümen kâðýt, fiyatýsebebiyle; papirüs de nemli iklimlerde çabuk bozulduðu içinfazla kullanýþlý deðildi. Kâðýt ise ucuz, uzun ömürlü ve heryönüyle cazip olduðu için, kâðýt imalathanesinin kurulup,seri kâðýt üretimine geçilmesinin ilim hayatý üzerinde çokmühim tesiri olmuþtur.

Klasik ilimlere þüpheyle bakan Bizanslýlarýn aksine, “Ýlim,Çin’de de olsa öðrenin; ilim, taleb etmek, her Müslümanafarzdýr; âlimlerin mürekkebi þehitlerin kanýndan daha de-ðerlidir.” mealindeki hadis ve ayetlerin teþvikiyle ilk Müslü-man nesiller, kendilerini büyük ölçüde ilme vermiþ ve Arap-çayý bilhassa Beytü’l-Hikmet’in kurulmasýyla birlikte bir ilimdili haline getirmiþlerdir. Yapýlan iþ öylesine büyüktür ki yal-nýzca antik dünyanýn ilmî ve felsefî geleneðinin aktarýlmasýy-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 37

la kalýnmamýþ, bu gelenekteki yanlýþlar düzeltildiði gibi, bü-tün ilmî geliþmenin temeli olarak deney ve tecrübe metodu-na müracaat edilmiþtir.

Müslüman bilim adamlarý, Aristo’ya uyarak matematik vemantýða baþköþede yer vermiþler ve önce Haccâc bin Yusufibni Matar, Ýshak bin Huneyn ve Sabit bin Kurrâ gibi müter-cimler yoluyla “Öklid’in Elementleri”ni, yine Öklid’e atfedi-len optik, müzik, ahlâk, mantýk ve ölçülerle ilgili daha baþkakitaplarý ve ayrýca Tripoli’li Teodosius, Perge’li Appollan veTeon ve Menalus gibi daha sonraki klasik matematikçilerineserlerini Arapçaya aktarmýþlardýr. Bunlara ek olarak Hintkaynaklý bazý eserlerin de tercümesiyle, Müslümanlar elindematematiðin altýn çaðý baþlamýþ, astronomi ve müziði de ya-nýna alan ilim geliþmesini sürdürmüþtür.

Matematik ilmindeki ilk büyük merhale, o zamana kadar1’den 9’a kadar bilinen rakamlara sýfýrýn eklenmesi ve sayý-larýn basamak deðerinin bulunmasýdýr. Bu buluþ yalnýzca he-sabý kolaylaþtýrmakla kalmamýþ, cebirin de geliþmesineimkân saðlamýþtýr.

Muhammed ibni Musa el-Harezmî, rakamlarýn sistematikþekilde kullanýmýný ilk ortaya koyan kiþidir. Hint Toledo’daLâtince’ye çevrilmiþtir. El-Harezmî, hem Yunan, hem de Hintkaynaklarýný kullanmýþ ve Cebir üzerindeki ilk eser kabul edilen“Kitâbü’l-Cebr ul-Mukabelesi”ni kaleme almýþtýr.

Geometri’ye alâka, Öklid’in Elementleri’nin tercümesiylebaþlamýþtýr. Ýslam âlemi, geometriye cebirden daha fazla sarýl-mýþ ve bu sahadaki çalýþmalar hem mimari, hem de süsleme sa-natlarýna tesir etmiþtir. Öyle ki ibni Haldun, mantýklý düþünce-nin geliþmesi için geometri öðrenmeyi tavsiye etmektedir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 38

“Musa’nýn Oðullarý”, yalnýzca Yunancadan tercümeleri or-ganize etmekle kalmayýp, kendileri de önemli çalýþmalardabulundular. Muhammed bin Musa’nýn geometri sahasýndakieserlerinden birkaçýnýn adý bile onlarýn bu alandaki çalýþmala-rýnýn önemini anlatmak için yeterlidir: “Kürenin Ölçümü”“Açý’nýn Üç Eþit Parçaya Ayrýlmasý” “Verilen Ýki Kemiyet Ara-sýnda Tek Ortak Bir Bolüm Teþkil Etmek Ýçin Ýki Vasati Tena-sübün Tesbiti” Muhammed bin Musa, yalnýzca geometriyle il-gilenmekle kalmamýþ, gök cisimlerinin mekaniði, atom, yer-yüzünün menþei ve Batlamyus’un kâinat anlayýþý üzerinde ça-lýþmalar yapmýþtýr. Kardeþi Ahmet, mekanik konusunda en te-mel eserlerden birini yazarken, döneminin belki de en baþarý-lý geometrisyeni olan Hasan, elipsin geometrik hususiyetleriüzerinde çalýþmýþtýr. Matematik ilminde Batýya en çok tesireden eser, “Musa’nýn Oðullarý” 12. asýrda Krimonalý Gerardotarafýndan tercümesi yapýlan “Düzlem ve Küresel ÞekillerinÖlçülmesi” adlý dev eseridir.

Musa’nýn Oðullarý, birkaç halifeye de hizmet etmiþler vekanal inþasý gibi projeler üzerinde de çalýþmýþlardýr. Ayrýca,Beytü’l-Hikmet’teki en büyük mütercim olan Süryanice, Yu-nanca ve Arapçayý çok iyi bilen ve kendinden önce yapýlan ba-zý tercümelerdeki hatalarý düzelten Sabit bin Kurrâ’yý da ilimâlemine kazandýrmýþlardýr. Sabit, çok iyi bir mütercim olmasý-nýn yanýsýra matematik, astronomi, astroloji, ahlâk, mekanik,müzik, týp, fizik, felsefe ve ilmi âletler yapýmý sahalarýnda yet-miþten fazla eser vermiþ ve Aristo, Batlamyus ve Öklid üzerineyorumlarda bulunmuþtur.

Musa’nýn Oðullarý’yla, Sabit bin Kurrâ ve oðullarý kendibaþlarýna çalýþmýþ deðillerdir þüphesiz. Beytü’l-Hikmet’ten

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 39

çýkan eserler, pek çok bilginin, dilcilerin, editörlerin, araþtýr-macý ve teknik müþavirlerin ürünleriydi. Beytü’l-Hikmet’innasýl çalýþtýðý konusunda herhangi bir bilgiye sahip deðilsekde burada çalýþanlarýn, ortaya tam ve saðlam bir metin koya-bilmek için, bir eserin bulunabilen bütün el yazmalarýný kar-þýlaþtýrma, lügatçe, þerh ve teknik terimler sözlükleri meyda-na getirme gibi usuller geliþtirdiklerini biliyoruz. Ýbni Ne-dim, Beytü’1-Hikmet’le münasebeti bulunan 57 müterciminismini verir ve kuruluþun cari giderlerinin ayda 500 altýn di-nara ulaþtýðýný söyler.

Beytü’l-Hikmet’te Sabit’in yaný sýra þöhret yapmýþ mü-tercimlerin en mühimlerinden biri de Huneyn bin Ýshak’tý.Huneyn, çok iyi bir mütercim olmasýnýn yaný sýra, týbbýn çe-þitli sahalarýnda 29 risale yazmýþ ve gözün anatomi ve fizyo-lojisi ve ayrýca görmeyi etkileyen çeþitli hastalýklarýn tedavi-sinden bahsetmiþtir. Ýbni Nedim’in Huneyn’den daha iyi birmütercim kabul ettiði Kuþta ibni Luka, tercümelerden baþ-ka siyaset, týp, “burning mirrors” “yakýcý aynalar” felç, saç-lara tesir eden hastalýklar, beslenme ve astronomi sahalarýn-da da eserler vermiþtir.

Dokuzuncu asrýn belki de en büyük hekimi Ebu BekirMuhammed bin Zekeriya er-Râzî idi. 11. asýrda el-Bi-runî’nin hazýrladýðý bir bibliyografyaya göre Râzî, 184 kitapyazmýþtýr. Bunlardan 56’sý týpla alâkalýdýr. Râzî, o güne ka-dar týp sahasýnda kabul edilen her doðruyu süzgeçten geçir-miþ ve daha çok kendi gözlemlerine dayanmýþtýr. El-Havîadlý dev eseri, Râzî’nin gözlem ve teþhislerini ihtiva eder. Bubüyük hekim, çiçek ve kýzamýk hastalýklarý konusunda da

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 40

önemli bir eser vermiþ olup, bu iki hastalýðýn semptomlarýnýilk defa ayýrt edebilme þerefini kazanmýþtýr.

Ýbni Nedim’in, “Kendi döneminde antik ilimler sahasýn-da rakipsiz” dediði ve Ýslam inanç esaslarýný desteklemekiçin Aristo mantýðýna baþvuran el-Kindî, mantýk, felsefe, he-sap, geometri, aritmetik, müzik, astronomi ve daha pek çoksahalarda eserler vermiþ biridir. Eserlerinden bazýlarýnýnisimleri þöyledir: ‘Hint Matematiðinin Kullanýmý’, ‘KüreninCisimsel Biçimlerin En Geniþi ve Dairenin Tüm Düz Tek Bo-yutlu Þekillerin En Büyüðü Olduðu Hakkýnda’, ‘Deniz Sathý-nýn Kürevî Olduðu Hakkýnda’, ‘Bir Küre üzerinde Asim-tot’un Hesaplanmasý’, ‘Müzik Sanatýna Giriþ’, ‘Iþýnlarýn Pro-jeksiyonu’, ‘Yýldýzlarýn Büzülmesinin Sebebi Hakkýnda BirAçýklama’, ‘Yaðmurun Bazý Yerlere Nadiren Yaðmasýnýn Sebe-bi’, ‘Tonozlu Odalarýn Alanlarý’. vb.

10. asrýn sonlarýna kadar bütün Ýslam âleminde, sonraki300 yýl boyunca da Hosaran ve Endülüs gibi belli merkezler-de devam eden bu ilimlerin altýn devri, pek çok müessesele-rin yapýlmasýný da beraberinde getirmiþtir.

Çok anlatýlan bir hâdise bize bu dönemin düþünce ve ilimhayatý hakkýnda bir bilgi verebilir. Dönemin halifesi, satrançoyununun mucidine, kendinden tek bir dilekte bulunmasýnýsöyler. Dilek basittir. Mucit, her bir kareye bir öncekinin ikikatý buðday koymak kaydýyla, satranç tahtasýnýn son, yani64. karesine kadar ulaþýlmasýný ister. Halife “hay hay” der;fakat sonunda anlaþýlýr ki ülkesindeki bütün buðdaylarý mu-cide verse de mucidin bu talebini karþýlayamayacaktýr.

On birinci asrýn önemli bilginlerinden el-Birûni, 1001 yý-lýnda Gazneli Mahmud’un Hindistan seferine katýlmýþ ve bu-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 41

rada Sanskritçeyi öðrenerek, asýl kaynaklara ve kendi gözlem-lerine dayanmak suretiyle Hindistan Tarihi’ni yazmýþtýr.Birûni, Baðdat’taki öncüleri gibi, hemen her sahaya ilgi duy-muþ ve günlük mes’elelerle de alâkadar olmuþtur. Tortul ka-yalarýn teþekkülü gibi bazý jeolojik, hâdiseleri ilk defa tesbitetmiþ olmasýnýn yaný sýra, ayný zamanda matematikçi ve Bat-lamyus’un kâinat anlayýþýný tenkitte, zamanýnýn asýrlarcaönündeydi Birunî. Küresel Trigonometri sahasýnda da en ay-rýntýlý kitabý Birunî yazmýþtýr.

Trigonometri, esasen Müslüman matematikçilerin icadýolup, sinüs, kosinüs, tanjant ve kotenjantý ilk bulanlar daMüslümanlar olmuþtur. Bir diðer matematikçi olan Nasirud-din et-Tûsi, tüm sahalarda matematiðe ait teoriler geliþtir-miþ; Batýda daha çok bir þair olarak tanýnan Ömer Hayyamise, cebir üzerine en açýk ve net kitabý yazmýþtýr.

Müslümanlarýn ilgilenip, dev adýmlar attýrdýðý bir diðersaha da astronomiydi. Her tarafta rasathaneler vardý; kâina-týn hem fizikî, hem de matematiksel modelleri çýkarýlmýþ vesabit yýldýzlarla gezegenlerin uzaklýklarýný veren tablolar de-vamlý gözden geçirilmiþtir. Daha sonra ancak bu asýrda ger-çekleþtirilebilen bir hâdise olarak, yeryüzünün büyüklüðüyanlýþsýz ölçülmüþtür.

Fizik’te el-Birunî ve Ömer Hayyam, özgül aðýrlýk konula-rýnda yazmýþ ve bir nesnenin hem özgül, hem de mutlakaðýrlýðýnýn tespiti üzerinde formüller geliþtirmiþlerdir. Aynave merceklere duyulan ilgi, geliþtirilmiþ optik teorilerine ka-pý açmýþtýr. En büyük Müslüman optikçi kabul edilen Ýbnü’l-Heysem, gözün anotomisini detaylarýyla açýkladýðý Optik Ki-tabý’ný yazmýþtýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 42

Daha sonraki Müslüman bilgin ve mütefekkirlerin icatcý-lýðý, ziraat ve sulama gibi pratik sahalara kaymýþtýr. Ýbnü’l-Heysem, daha onuncu asýrda Nil nehri üzerinde yapýlacakbir baraj projesi sunmuþ, fakat bu projenin gerçekleþmesi an-cak 20. asýrda mümkün olmuþtur. Müslüman mühendisler,su deðirmenini mükemmelleþtirmiþ, kol gücü, hayvan,rüzgâr, nehir ve küçük akýntýlarla çalýþan pek çok türlerinigeliþtirmiþlerdir. 16 metre derinliðe varan ve üst derecedemühendislik isteyen yeraltý su sistemleri (kanallar) inþa edil-miþ ve bu sistemlerde yer yer tamir ve temizleme için insa-nýn girebileceði delikler býrakýlmýþ, kanallarýn yeraltýna ya-pýlmasýyla da buharlaþmanýn getireceði su kayýplarý asgariyeindirilmiþtir.

Orta Doðu’da ziraat sulamaya baðlý olduðundan, topraðýnbileþimi, su ve nerede hangi bitkilerin üretilebileceði konula-rýnda eserler verilmiþtir. Aþýlama da yüksek bir hünerle yapýl-maktaydý.

Klâsik dönemde Ýslam âlemi, Baðdat’ý, Kahire’si, Anado-lu’su, Ýran’ý, Kuzey Afrika’sý ve Hint Yarýmadasý’yla çok can-lý, ilim ve düþünce hayatýnýn alabildiðine parlak olduðu birdünya idi. Canlýlýðýný ve parlaklýðýný beþ asýr koruyan bu dün-ya, modern çaðlara paha biçilmez miraslar sunup gitmiþtir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 43

Ýslam Ýlim Tarihi’ne Türklerin Katkýlarý

Türklerin, devlet iþleri ve askerî iþlerde olduðu gibi, ilimve kültür sahasýnda da faaliyetlere baþladýklarý dönem Ab-basîler devrine rastlamaktadýr. Bu devirde yetiþen ilk Türkâlimleri, Ýslam âleminde büyük ses getirecek kýymetli eserlervermiþlerdir. Hatta onlarýn çalýþmalarý birçok alanda ‘ilk bü-yük adýmlar’ olarak kabul edilmektedir. Orta Çað Ýslam dün-yasý ilim adamlarýndan birçoðunun Ýran’ýn kuzeydoðusundabulunan ve ahalisinin büyük bir kýsmý Türk olan Horasan veMaveraünnehir bölgelerinden olduðu bilinmektedir. Bu dö-nemde yetiþen ilim adamlarý arasýnda Türk veya Türk soyun-dan gelenlerin fazla olmasý bu sebepledir. Türk asýllý ilimadamlarý, genellikle isimlerinin sonunda bulunan ‘Türk’‘Türkî’ ve ‘ibni Türk’ gibi lâkaplarýndan tanýnmaktadýrlar.

Ýslam ilim ve kültür tarihinin ilk meþhur Türk âlimleriþunlardýr: Ýbni Süreyc Ubeydullah Ebu Yahya (… ö 743);Emevîler devrinde yaþayan dört büyük musikiþinastan birisiolup, Ýran udunu Hicaz’a getirmiþtir.

Ebu Yahya ile ayný dönemde yaþayan Ebu’l-Mu’temir Süley-man b. Tarhan et-Teymî el-Basri de -Tâbiûn- ilk hadis ve mega-zi âlimlerindendir. Zamanýnda Basra’nýn en büyük âlimlerindensayýlýrdý. Oðlu Muhammed b. el-Mu’temir de büyük hadis vemeðazi âlimlerinden ve Ahmed b. Hanbel’in hocalarýndandýr.

Abdullah b. Mübarek el-Mervezî et-Türkî ise, tefsir, ha-dis, tarih, nahiv âlimi, fakih ve lügat yazarýdýr. Ýlim için bir-çok seyahat yapan el-Mervezî, 798’de bir gazadan dönerkenvefat etmiþtir. Birçok eseri günümüze kadar ulaþmýþtýr.

Ebu Ýshak Ýbrahim b. el-Abbas b. Muhammed b. Sültiginise devrin en büyük þairlerinden olup, sýrasý ile Halife Mu’ta-sým, Vâsýk ve Mütevekkil dönemlerinde Divan-ý Ýnþa’da ça-lýþmýþtýr. Edebiyat, kimya, siyaset ve yemekler konusundaönemli eserleri bulunmaktadýr.

Diðer bir âlim olan Feth b. Hakan, Halife Mu’tasým veoðlu Mütevekkil dönemlerinde önemli hizmetlerde bulun-duktan sonra istihbarat teþkilâtýnýn baþýna getirildi. Dahasonra vezir, bir ara Þam ve Mýsýr valisi oldu. Feth; âlim,edip, hatip olup güzel þiir yazardý. Kýymetli, büyük bir kü-tüphanesi vardý. Arap fasihleri, Basra ve Küfe âlimleri bu kü-tüphaneden faydalanýrlardý. Okumayý çok severdi. Halife-nin meclislerinde dahi fýrsat buldukça kitap okurdu. EbuHiffan; Feth b. Hakan, el-Câhiz ve Ýsmail b. Ýshak el-Kâzý ileilgili olarak þunlarý söyler:

“Kitaplarý ve ilmi þu üç kiþiden daha çok seveni görme-dim. Bunlar el-Câhiz, Feth b. Hakan ve Ýsmail b. Ýshak el-Kâzý’dir. Câhiz, eline bir kitap geçince mutlaka onu bitirir-di, O kadar ki, kitapçýlarýn dükkânlarýný kiralar, kitap oku-mak için sabahlara kadar oralarda kalýrdý. Feth b. Hakan iseMütevekkil’in meclisinde bulunur, halife bir iþ için meclistenkalkýnca hemen bir kitap çýkarýp okumaya baþlardý. Hattatuvalette bile kitap okurdu. Ýsmail’e gelince; ne zaman yaný-na girdimse, onu ya bir kitap okurken veya bir kitabý karýþ-týrýrken buldum.”

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 45

Cebir ilmini metodik ve sistematik olarak ilk defa ortayakoyan, bu konuda ilk önemli eseri yazan ve bu ilme adýný ve-ren Muhammed b. Musa el-Harezmî (ö. 850 civarý) ise bü-yük bir Türk; matematik, coðrafya ve astronomi âlimidir.Harezmî’nin en meþhur eseri cebir sahasýnda yazdýðý “Kita-bu’l’-Muhtasar fý’l-Cebr ve’l-Mukabele”dir. Ýslam matema-tikçileri arasýnda benimsenen tanýma göre “Ýlmü’l-Cebr ve’l-Mukabele” denklem yoluyla bilinenlerden bilinmeyen nice-liklerin çýkarýlmasý yöntemini öðreten ilim olarak ilmü’l-hi-sabýn bir dalý þeklinde kabul görmüþtür. Cebir ve mukabeleterimlerinin matematik iþlem anlamlarý ise kaynaklarda þuþekilde verilmektedir: Cebir, eþitliðin herhangi bir tarafýndabulunan negatif bir terimin diðer tarafa aynýsý eklenmek su-retiyle izale edilmesidir. Mukabele ise eþitliðin her iki tara-fýnda bulunan benzer terimlerin çýkarma yoluyla izalesidir.

Harezmî’nin eseri kendisinden tam üç asýr sonra (12. yüz-yýlda) Avrupalýlar tarafýndan Latinceye tercüme edilmiþ, üni-versitelere temel ders kitabý olmuþ ve bunlarýn ötesinde Rö-nesans devri Ýtalyan matematikçilerinin çalýþmalarýnda esaskitap vazifesini görmüþtür.

Eserin, Batý dillerine tercümesiyle cebir kelimesi “algeb-ra” olarak muhafaza edilmiþ ve bu kelime bir ilim dalýnýn adýolarak yaþatýlmýþtýr. Harezmî’nin adý Latince’ye Alkhorizmi,Ýngilizce’ye de “Augrim” þeklinde geçmiþtir. “Düzenli HesapYapma Metodu” manasýna da kullanýlan bu kelime nihayetgünümüze Algoritma ve Logaritma olarak gelmiþtir. Ha-rezmî’nin matematikteki en büyük hizmetlerinden birisi deeserlerinde hem sýfýr hem de diðer rakamlarý kullanmýþ ol-masýdýr. Batýlýlarýn Arap rakamlarý, Müslümanlarýn Hint ra-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 46

kamlarý adýný verdikleri rakamlarý Avrupa’ya tanýtan daodur. Harezmî’nin Astronomi sahasýnda yazmýþ olduðu verasathane gözlemlerinden edindiði neticeleri ihtiva eden“Zic-ý Harezmî” adlý eseri Kopernik dönemine kadar Batýdakullanýlmýþtýr.

Cebir dalýnda eser veren ve Harezmî’nin çaðdaþý olup ce-bir ilminin kurucularý arasýnda yer alan bir diðer Türk âlimide Abdülhamid b. Vâsi ibni Türk’tür. Harezmî’den önce ya-þamýþ olmasý ihtimali bulunmakla birlikte, cebir dalýnda ilkeseri hangisinin yazdýðý konusu tartýþmalýdýr. Abdülhamid’incebir konusundaki eseri “Ez-Zarûrât fi’l-Mukterinât min Ki-tap el Cebr ve’l-Muhakele” (Katýþýk Denklemlerde MantýkîZaruretler) adýný taþýmaktadýr. Torunu Ebu Berze el Fazl b.Abdülhamid de tanýnmýþ matematikçilerdendir.

10. asýrda yetiþen diðer ünlü Türk âlimlerinden bazýlarý daþunlardýr, Ferganalý Ahmed b. Muhammed b. Kesir el-Fergânî,Ebu’l-Kâsým Abdullah b. Amacur ile oðlu Ebu’l-HasanAli’dir. Bu âlimler uzun astronomik gözlemler yapmýþlar vebu gözlemlerinin neticelerini çeþitli ziçlerde (Astronomi tab-losu) toplamýþlardýr. Özellikle Fergânî’nin ekliptiðin meylinitesbit eden çalýþmasý ile Güneþin yörüngesini tesbit eden çalýþ-malarýný ihtiva eden Astronomi kitabý, yedi asýr Avrupa ve As-ya’da kaynak olarak deðerini yitirmemiþtir. Eser 1573’deNürnberg’te tekrar basýlmýþtýr.

10. asýrda yaþayan ve astronomi sahasýnda yaptýðý uzunsüreli gözlemlerle dikkat çeken Türk âlimleri Ebu’l-HasanAli b. Amacur et-Türkî ve oðlu Ebu’l-Kasým Ali b. Amacuret-Türkî’dir. Ayný aileden Ali ibni Abdullah ibni Amacur daayný rasathanede çalýþmýþtýr. Amacurlar 887-934 yýllarý

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 47

arasýnda elli sene kadar rasad yapmýþlardýr. Meþhur astro-nom ibni Yunus onlarýn Ay gözlemlerinin Batlamyus’ungözlemlerinden daha doðru olduðunu belirterek çalýþmala-rýnda bu gözlemlerden istifade etmiþtir.

Ebû Nasr Muhammed el-Farâbî b. Muhammed b. Tarkanb. Uzluð (ö.950), Ýslam dünyasýnýn yetiþtirdiði en büyük fi-lozof, matematik ve fizik âlimlerinden biridir. Avrupa’da“Alfarahius” olarak tanýnmaktadýr. Baþta ibni Sina olmaküzere pek çok felsefeci Aristo’yu onun þerhleri sayesinde an-lamýþtýr. Sahasýnda birçok önemli eser yazan Farâbî, ömrü-nün büyük bir kýsmýný Irak ve Þam’da geçirmiþtir. Ýlimlertasnifinde Avrupa’da büyük tesir yapan “Ihsâu’l-Ulûm” Batý-da adeta bir reform etkisi yapmýþtýr. Diðer yandan felsefemantýk, matematik, botanik, týp ve musiki sahasýndaki eser-leri, Ýslam âleminin yanýnda, Avrupalý filozoflardan Bacon,Albert, Hobbes, JJ. Rousseau üzerinde önemli bir etki býrak-mýþtýr. Ses olayýnýn ilk fizikî izahýný yapan kiþi Farâbî’dir.Farâbî, titreþimlerin dalga uzunluðuna göre azalýp çoðaldýðý-ný tesbit etmiþ, bunu deneylerle göstermiþtir. Farâbî bu keþ-fiyle, musiki aletlerinin yapýmýnda gerekli olan kurallarý dabulmuþ oldu. Ayný asýrda yaþayan Ýshak b. Ýbrahim el-Farâbîde (ö.961) Arap ülkelerinde Arapça üzerine çalýþmalar yap-mýþ, “Divan el-Edep” adlý eseri yazmýþtýr.

10. asrýn son çeyreðinde doðan ve Ýslam dünyasýnýn enbüyük âlimlerinden biri olan Birunî, 973 yýlýnda Kaþ’ta doð-muþ ve dönemin meþhur ilim adamlarýndan dersler almýþtýr.Hocalarý Birunî’yi, asrýnýn ilmî problemlerine karþý çok iyiyetiþtirmiþtir. Her türlü ilim alanýnda çok kýymetli eserlerveren Bîrûnî, mükemmel bir Ýslam âlimi, büyük bir filozof

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 48

olarak meþhur olmuþtur. Hem Ýslam âleminde hem de Avru-pa’da tanýnan ve uzun yýllar eserlerinden istifade edilen Bi-runî’nin çalýþmalarý, yüzyýllarca kaynak olarak kullanýlmýþ-týr. Philip K. Hitti, onun “Tabiî ilimler alanýnda Müslüman-lar arasýnda yetiþen en orijinal ve en derin bilgin” olduðunusöylemektedir. George Sarton ise, yaþadýðý devre onun adýnývererek Birunî asrý diye anmaktadýr. Daha 17 yaþýnda ikençalýþmalara baþlayan, elinden kalem düþmeyen, kitaptan gö-zünü ayýrmayan, kalbî tefekkürden uzak kalmayan BirunîArapça, Farsça, Ýbranice, Rumca, Süryanice ve Yunanca bil-mekte idi. Hadiselerin deney ve tecrübelere istinad ettiril-mesi düþüncesini ortaya atarak, ilk defa metotlu ilmî çalýþmausullerinin düzenleyicisi olmuþtur. Birunî, matematik, asro-nomi, coðrafya fizik, kimya, jeoloji, týp, tarih, mukayeselidinler tarihi ve felsefe gibi birçok farklý sahada çalýþtý ve kýy-metli eserler kaleme aldý. 18’i astronomi sahasýnda olmaküzere, 180 kadar eseri bulunan Birunî’den günümüze sadeceyirmi küsur eser ulaþmýþtýr.

Farklý milletlere mensup Ýslam âlimleri, baðlý olduklarý me-deniyete her alanda önemli katkýlarda bulunarak Ýslam Mede-niyeti’ni tesis etmiþlerdir. Bu medeniyetin tesisine Araplardansonra en çok Türklerin katkýda bulunmasý, Türklerin Ýslam’ýseçtikten sonra onun getirdiði ‘Oku’ mesajýný çok iyi deðerlen-diren milletlerden olduðunu göstermektedir. Özellikle ÝslamBilimi’nin ilk teþekkül ettiði dönemde çok sayýda MüslümanTürk âliminin isminin geçmesi, yaptýklarý çalýþmalarýn orijinal-liðinden ve eserlerinin kýymetinden kaynaklanmaktadýr. Ýl-hamlarýný Kur’an’dan alan ilk Türk âlimleri Ýslam Bilim dün-yasýna kýymetli katkýlarda bulunup, deðerli eserler býrakarak,

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 49

kendilerinden sonra gelecek çaðlarýn ilim adamlarýna ýþýk tut-muþlardýr. Onlar büyük bir cihat saydýklarý ilmî faaliyetleri,dönemlerinin þartlarýný çok iyi deðerlendirerek en mükemmelbir tarzda yapmýþ olmanýn huzuruyla mezarlarýnda yatarken,bize de zamanýn en ileri imkânlarýný deðerlendirerek onlar gi-bi çaðýn ýþýk saçan ilim adamlarý olmak veya bu ilim adamla-rýný yetiþtirmek düþmektedir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 50

Endülüs Ýslam Medeniyetinin Avrupa’ya Tesiri

Mekke’de doðan Ýslam Güneþi’nin neþrettiði nurlar, bir-

kaç asýr geçtikten sonra doðuda Maveraünnehir ve Çin ön-

lerini, batýda da Avrupa’yý aydýnlatacak seviyeye ulaþmýþtý.

Hýzla ilerleyen Ýslam fatihleri (M. 711) de Ýspanya’ya çýkar-

ma yapmýþlar ve yaklaþýk 715 yýlýnda da Ýspanya’nýn bütün

büyük þehirlerini fethetmiþlerdi. Ardýndan Fransa içlerine

doðru akýnlarýný sürdürmüþler, diðer taraftan da Sicilya’dan

hareketle Roma önlerine kadar gelmiþlerdi.

Ýç dinamiklerini henüz kaybetmeyen Müslümanlar, ilk 25

sene içinde Kuzey Afrika’yý fethetmiþler, Endülüs’e, karþý ký-

yýdan bakmaya baþlamýþlardý. Endülüs’ün fethedilmesi için

teknik imkânlarýn elde edilmesi beklenecekti. Miladî 711’de

Tarýk b. Ziyad, gemilerle ilk defa karþý kýyýya geçmiþ; müthiþ

bir Ý’lâyý Kelimetullah aþkýyla dolu olan yedi bin askeriyle, 90

bin kiþilik Rodrik ordusunu yenmeyi baþarmýþtý. Ýþte Ýslam

medeniyetinin Avrupa’yý aydýnlatýþý, iki asra yakýn Ýslam

hâkimiyetinde kalmýþ olan ve bugün de birçok Ýslamî eserin

mevcut olduðu Ýtalya’nýn Sicilya Adasý ile sekiz asýr Ýslam

hâkimiyetinde kalan Ýspanya (Endülüs) vasýtasýyla olmuþtur.

Müslümanlar Ýspanya, Portekiz, Ýtalya, Kýbrýs ve Fran-sa’nýn bir bölümünü içine alan, Avrupa’nýn büyük bir kýsmý-ný fethettiklerinde buralarda çok önemli ilmî ve kültürel de-ðiþiklikler meydana gelmiþtir. Ýslam medeniyetinin Avrupa’yýaydýnlatmasý Rönesans’a kadar devam etmiþ, Rönesans’ýn veaydýnlanmanýn sebebi Ýslam kültür ve medeniyeti olmuþtur.Endülüs, II. Abdurrahman, el-Hakem ve Mansur’un idaresin-de iken (912-1002) bir milyondan fazla insanýn yaþadýðý Kur-tuba, Baðdat ve Ýstanbul ayarýnda medeni bir þehirdi. Þehirde200.000 ev, 60 saray, 600 cami, 700 hamam, 17 üniversite ve70 halk kütüphanesi vardý.

Endülüs þehirlerinde “Sokaklar taþ döþeliydi, bugünkü gibikaldýrýmlar vardý ve geceleyin de aydýnlatýlýrdý. Aralýksýz uza-yýp giden binalarýn önünden sokak lâmbalarýnýn ýþýðýnda on ki-lometre yürümek mümkündü. Arap mühendisler, GuadalNehri üzerinde on yedi kemerden meydana gelen bir köprüyapmýþtý. I. Abdurrahman’ýn ilk iþi suyolu yaparak Kurtuba’da,evlere ve bahçelere þebeke suyu getirtmek olmuþtur.

Halife el-Hakem, memurlarýný Ýskenderiye, Baðdat, Dýmaþkgibi þehirlere göndererek kitapçý dükkânlarýný gezdirir, satýn alý-nacak kitaplarý aldýrýr, istinsah ettirilecek olanlarý istinsah etti-rirdi. Böylece baþþehirde büyük ve en zengin bir kütüphane ku-rulmuþ bulunuyordu. Buradaki yazma eserlerin sayýsýnýn400.000’i bulduðu ifade edilmektedir. Bu kütüphanenin sadecekitap adlarýnýn bulunduðu kataloðu 44 cilt tutmaktaydý.

Endülüs fatihlerinin dil, edebiyat, din ve diðer içtimaî mü-esseselerinin tesir ve cazibesi o derece büyük oldu ki fiilen Ýs-lam dinine girmiþ olmamakla beraber þehirlerde yaþayanHristiyan ahalinin çoðu Müslümanvâri bir hayat yaþýyordu.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 52

Avrupalý krallar da memur ve müþavirlerini Müslümanlararasýndan seçiyor, Suriye ve Baðdat’tan gelen ulemaya bü-yük deðer veriyorlardý. Bilhassa II. Roger ve II. Frederick,Müslümanlara benzer bir hayat sürüyor, Müslümanlar gibigiyiniyor ve onlarýn hayat tarzýný taklit ediyorlardý.

Endülüs’teki Ýslam medeniyeti Avrupa’dan çok çok ilerdeolduðu gibi Doðu Ýslam dünyasýndan da geri deðildi. III. Ab-durrahman tarafýndan baþþehirde tesis edilen Kurtuba (Kor-dova) Üniversitesi, o devir dünya üniversiteleri arasýnda enyüksek mevkilerden birine ulaþmýþ bulunuyordu. Bu üniver-site hem Kahire’deki el-Ezher ve hem de Baðdat’taki Nizami-ye Medreseleri’nden daha önce kurulmuþtu. Sadece Ýspan-ya’dan deðil, Avrupa, Afrika ve Asya’nýn diðer bölgelerindende kendine Müslüman olsun, Hristiyan olsun çok sayýda öð-renci çekebilmekteydi.

Endülüs’te belli baþlý þehirlerde üniversite diyebileceðimizöðretim müesseseleri bulunuyordu ki bunlarýn en önemlileriarasýnda Kordova, Sevilla, Malaða, Granada ve Tuleytula’da ku-rulu olanlar vardýr. Avrupalýlar bu üniversitelere öðrenci gön-dermiþler ve bu öðrenciler Arapçayý öðrenerek Ýslam medeniye-tinin mahsulü olan eserleri Latinceye tercüme etmiþlerdir.

Ünlü Müsteþrik Dozy: “O devirde Endülüs’de hemenherkes okuma-yazma biliyordu.” demektedir. Müslüman Ýs-panya’da bütün bunlar olurken ayný asýrda Hristiyan Avru-pa’da çoðunluðu kilise mensubu pek az kimse ancak bazý bil-gi kýrýntýlarýna ulaþabilmiþti.

Kâðýdýn Avrupa’ya geçiþi Endülüs Müslümanlarý aracýlýðýy-la olmuþtur. Kâðýdýn Çin’de kullanýlmaya baþlanmasý M.S.105 yýlýna rastlar. Ýslam dünyasýnda ilk kâðýt fabrikasý 794’de

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 53

Harun Reþid’in Veziri Yahya b. Halil el-Bermekî tarafýndanBaðdat’ta kurulmuþtur. Fakat kâðýt imalatý sadece Baðdat’ahasredilmemiþ, imalat, Suriye ve Kuzey Afrika’dan Endülüs’ekadar her tarafa yayýlmýþtýr. Kâðýdýn bu þekilde yaygýnlaþmasýMüslümanlarýn kolayca kitap sahibi olmalarýný saðladý. Kâðý-dýn kullanýlmasý Mekke’de 797, Mýsýr’da 800, Ýspanya’da950, Ýstanbul’da 1100, Sicilya’da 1102, Almanya’da 1128,Ýtalya’da 1154, Ýngiltere’de 1309 yýllarýnda gerçekleþmiþtir.Müslümanlar kâðýt yapýmýný Sicilya ve Ýspanya’ya götürmüþ-ler, kâðýt daha sonra Sicilya ve Ýspanya’dan Fransa ve Ýtalya’yageçmiþtir. XII. asýrda Fransa’dan Kompostela’ya gelen Hristi-yanlar, kâðýdý büyük hayret ve merak içinde memleketlerinegötürdüler. Kâðýdýn kullanýlýþý, nihayet Endülüs ve Sicilya’dansonra Avrupa’ya geçti fakat kâðýt fabrikalarý Ýtalya ve Alman-ya’da XIV. asra kadar kurulamadý.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 54

Endülüs’te Geliþen Bazý Ýlim Dallarý

a) Tarih: Endülüs, Ebû Bekir b. Ömer, Ebû Mervan Hay-yan b. Halef, Abdülvahid el-Marrakuþî, Ýbnü’l-Faradî, ibniBaþkuval, Ýbnü’l Abbar, ibni Yahya, Said b. Ahmed el-Ende-lusî gibi meþhur tarihçiler yetiþtirmiþtir.

b) Coðrafya: Abdullah b. Abdülaziz el-Bekri çok tanýnmýþcoðrafyacý olup el-Mesalik ve’l-Memalik “Yollar ve Hüküm-dar Ülkeleri” adlý eseri ülkelerarasý yol gösterici bir kitapolarak kaleme alýnmýþ ve eser kýsmen de olsa günümüze ka-dar gelmiþtir. Çaðýn önemli coðrafyacýlardan bir diðeri iseel-Ýdrisî’dir.

Orta Çað’ýn dünyaca tanýnmýþ iki coðrafyacýsýndan biriolan Ebû Abdullah Muhammed el-Ýdrisî, Kurtuba’da okudu,Sicilya Kralý II. Roger’in isteði üzerine Palermo’da “Kitabü’l-Rucari” (Roger’in Kitabý)’ný yazdý. Müellif bu eserde, dün-yayý yedi iklim bölgesine; her iklim bölgesini de on bölümeayýrýyordu. Bu yedi bölümden her biri de etraflý bir harita ileresimlenmiþti. Bu haritalar Orta Çað haritacýlýðýnýn zirvesioldu. Haritalar doðruluk ve geniþlik bakýmýndan eþsizdiler.Ýdrisî, Müslüman coðrafyacýlarýn çoðu gibi, dünyanýn yuvar-lak olduðunu kabul ediyordu. “1081 yýlýnda Valensiyalý, es-Sahdî yeryüzünün ilk gök küresini yaptý.”

Ayrýca ibni Cübeyr, el-Mazinî ve ibni Batuta gibi seyyah-lar da Endülüs’te yetiþmiþ veya uzun müddet orada bulun-muþ kiþilerdir.

c) Astronomi: Ýspanya’daki Müslümanlarýn ortaya koy-duðu esaslar sayesinde Batý Hristiyan dünyasý, astronomi veastroloji konusunda Doðudan ilham almýþtýr. Böylece Müs-lümanlarýn astronomiye dair yazdýðý eserler, baþta Ýspan-ya’da olmak üzere Arapçadan Latinceye tercüme edilmiþler-dir. Ýspanyalý Müslüman astronomi âlimleri arasýnda Kordo-balý el-Mecritî, Toledolu ez-Zerkalî ve Sevillî ibni Eflah ola-rak gösterebiliriz.

Kurtubalý Ebû Ýshak el-Bitrucî de Batlamyus astronomisi-ne karþý olan görüþleriyle tanýnmaktadýr. El-Bitrucî, yýldýzla-rýn birbirine göre durumlarýný anlatan “Kitabü’l Hey’e” ad-lý eseriyle Copernic’e yol göstermiþtir.

“Mesleme b. Ahmed, el-Harezmî’nin astronomik tablolarý-ný Ýspanya’ya göre deðiþtirdi. Toledolu Ýbrahim ez-Zerkalî as-tronomik aletleri tekâmül ettirerek milletlerarasý bir ün kazan-dý. Copernic onun usturlab hakkýndaki eserlerinden bahseder.Astronomik müþahedeleri zamanýn en iyi müþahedeleriydi...Gezegenlerin hareketlerini gösteren ve “Toledo Tablosu” diyeanýlan tablo uzun zaman bütün Avrupa’da kullanýldý.”

d) Matematik: Cebir ve analitik geometri gibi “trigono-metri” ilmi de geniþ çapta Müslümanlar tarafýndan kurulupgeliþtirilmiþtir. Yine sýfýr rakamýnýn Avrupa’ya geçiþi de Müs-lümanlar vasýtasýyla Endülüs üzerinden olmuþtur.

e) Týp: Tarihte ilk dispanserleri, ilk eczaneleri açanlar Müs-lümanlardýr. Ýlk eczacýlýk okulunun kurucularý ve eczacýlýkhakkýndaki eserlerin yazarlarý yine Müslümanlar olmuþtur.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 56

Avrupa’da evveliyatý meçhul kalmasýna raðmen, ilk týpmektebinin Salerno’da kurulmuþ olduðu kabul edilmekte-dir... Ýlk týp mekteplerinden biri de muhtemelen Salerno’da-kinin bir þubesi olan Montpellier mektebi idi... Avrupa’da“Nöbetçi doktorlu” ilk hastane ise 1599 yýlýnda Stras-burg’da kurulmuþtur. Hastanede, talebelerle klinik öðretimiyapan, Müslümanlara ait diðer bir usul, Avrupalýlar tarafýn-dan, ancak 1500 yýlýndan sonra kopya edilebilmiþtir.

Endülüs’de yetiþen Ýslam týp âlimlerinin en meþhurlarýn-dan biri Ebû Mervan ibni Zühr’dür... Ebû Mervan Batý dün-yasýnda Avenzoar diye tanýnýr. Týp sahasýnda yazdýðý altý ki-taptan üçü günümüze gelebilmiþtir. Bunlardan en deðerlisi te-davi ve perhizle ilgili olan, dostu ibni Rüþd’ün isteði üzerineyazdýðý “et-Teysir fi’l-Müdâvât ve’t-Tedbir” adlý eseridir. ÝbniZühr’ün hususiyeti klinik tasvirlerinin üstünlüðündedir. Ese-ri Avrupa týbbýný çok etkilemiþtir. Ýbni Zühr, er-Razî’den son-ra Ýslam âleminde yetiþmiþ en büyük klinik mütehassýsýdýr.

Diðer bir hekim ise III. Abdurrahman’ýn saray hekimi olanEbû’l-Kasým ez-Zehravî’dir. En büyük Müslüman cerrahýolan ez-Zehravî’nin “et-Tasrif limen Aceze ani’t-Tealif ” adlýtýp ansiklopedisi üç cerrahi kitabýndan ibaretti ki Latinceyetercüme edilerek Ýspanya ve Avrupa’daki týp okullarýnda cer-rahî el kitabý olarak müessiriyetini devam ettirmiþtir. Eserdebazý cerrahî âlet ve edevatýnýn resimleri de verilmektedir.

Avrupa’nýn ilk kaynak eserlerinde bulunan birçok atýflar,Ýslam tesirinin Yunan tesirinden çok daha fazla olduðunu ar-týk kati olarak ortaya koymuþtur. Hülasa XV. ve XVI. asýr-lardaki Avrupa týbbý, hâlâ Ýslam týbbýnýn biraz geniþletilmiþþeklinden baþka bir þey deðildi.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 57

f) Botanik: Ebû Cafer el-Gafikî Ýspanya’da yetiþen bota-nikçilerden biridir. Ýlâç yapýlan þifalý bitkilerle ilgili “el-Ed-viyetü’l-Müfrede” adlý eseri vardýr. Yine Yahya b. Muham-med b. Avvam’ýn ziraat konusundaki “el-Filaha” adlý eseri585 bitki türünden bahsetmekte, aþý yapma tekniði, topraðýnyapý özellikleri, gübreleme usulleri, aðaç ve üzüm köklerineârýz olan çeþitli hastalýklarýn belirti ve görünüþleri ile bunla-rýn tedavi yollarýný açýklar.

Ahmed b. el-Baytar ayný zamanda bir botanikçidir. Onun“el-Muðnî fi’l-Edviyeti’l-Müfrede” adlý eseri, týbbî tedavi ile il-gili maddeleri anlatýr. Ahmed b. el-Baytar “El-Cami fi’l-Edviye-ti’l-Müfrede” adlý eserinde, þifa veren ve ilâç yapýmýnda kul-lanýlan, hayvan, ot ve minerallerden bahseder. 1400 konu iþ-lenen eserin kýsmen Latinceye tercümesi olan Simplicia1758 yýlýnda Kremona’da basýlmýþtýr.

g) Felsefe: Ýslam dünyasýnýn müsbet ilimlerle beraber,Endülüs vasýtasýyla, Batýya felsefî tesirleri de olmuþtur. Busayede Avrupa, eski Grek bilgi ve irfanýný yeniden tanýmafýrsatý bulmuþtur.

Ýspanya’da yetiþmiþ filozoflardan birkaçý olarak ibni Bac-ce, ibni Tufeyl, ibni Meymun ve ibni Rüþd’ü sayabiliriz. Ay-rýca Ýslam tasavvufunda büyük bir yeri olan ibni Arabî(ö.1240) de Endülüslüdür.

Ayrýca, Endülüs Ýslam medeniyeti, Batýyý; edebiyat, sanat,mimari, musiki, el sanatlarý gibi diðer hususlarda da etkile-miþtir. Zira “Donkiþot” adlý eser, eski bir Arapça hikâye ki-tabýndan baþka bir þey deðildir...

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 58

Ýslam’ýn ve Müslümanlarýn Avrupa’yý aydýnlýða çýkardýðý-ný bir Avrupalý þöyle itiraf eder: “Ýnsan, Müslümanlarýn tecrü-be, tefekkür ve yazdýklarýnýn azametine vâkýf olunca anla-maktadýr ki eðer Müslümanlarýn yardýmý olmasaydý, Avrupailim ve felsefesi, vaktinde terakki edemeyecekti. Müslüman-lar Yunan tefekkürünün sadece nakledicisi deðil ayný zaman-da hakiki sahibi oldular. Okuttuklarý bu ilimleri hem unutul-maktan kurtardýlar, hem de onlarý geliþtirdiler. Haçlý Sefer-leri sýrasýnda, takriben 1100 yýlýnda, Avrupalýlar, düþmanla-rý olan Müslümanlarýn ilim ve felsefesi ile ciddi bir þekildeilgilenmeye baþladýklarý zaman bu ilimler altýn devrini yaþý-yordu. Avrupalýlar bizzat kendi sýçrama hamlelerini gerçek-leþtirmeden önce her þeyi Müslümanlardan öðrenmek mec-buriyetinde kaldýlar.”

“Biz Avrupalýlar’ýn kör gözü, Ýslam kültürüne olan borcu-muzu görmeye manidir. Geçmiþten gelen mirasýmýza Ýslam’ýnyaptýðý tesirin kýymet ve kadrini bazen küçümsüyor, bazende tamamen görmezlikten geliyoruz... Onu saklamak veinkâr etmek, sahte bir gurur alametidir.”

Endülüs yeniden Hristiyanlarýn eline geçince her þey ya-kýldý, yýkýldý. Cami, kütüphane, hamam... gibi Ýslam medeni-yetinin iþareti olan her þey ya tahrip edildi ya da Hristiyanbinalarýna dönüþtürüldü. Hâlbuki Müslümanlarýn Endülüsü,hâkimiyet altýnda tuttuklarý 8 asýr boyunca Endülüs’te Hristi-yanlýkla ilgili ne bir yaptýrým ne de baský görülmüþtü. Avru-pa’yý aydýnlatan ve Rönesans’ýn temellerini hazýrlayan En-dülüs’de, 8 asýr gibi uzun bir müddet ayakta kalan Ýslam me-deniyeti, 10 yýldan daha kýsa bir zaman zarfýnda yok edildi.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 59

Endülüs, o parlak devrine bir daha ulaþamadý. Kurtuba,Saragossa, Sevilla (Ýþbiliye) gibi þehirler kültür ve bilim mer-kezi olmalarý sebebiyle Ýslam hâkimiyeti devrinde bütündünyaca tanýnan þehirlerdi. Bugün ise Müslümanlarýn býrak-týðý sanat ve kültür eserleri sayesinde birer turistik ve tarihîþehir olmaktan öteye geçememektedirler.

Þu da bir gerçek ki Ýspanya’nýn, Müslümanlarýn elindençýkýþý, Avrupa’nýn ilim ve teknolojide Müslümanlarý geçme-sinden ve askerî üstünlüklerinden olmamýþtýr. Bu parlakmedeniyeti kuran fatihlerin torunlarý, geçmiþlerine layýkolamadýlar. Eski fatih ruhu güç ve dinamizm kayboldu.Müslümanlar içten kokuþunca Rabbimiz de Sünnetullah’ýgereði diðerlerini Müslümanlar üzerine musallat etti. Böyle-ce Müslümanlarýn parçalanýþ ve daðýnýklýðýný gören Avrupa,Hristiyan birliðini kurarak Endülüs medeniyetini ortadankaldýrdý.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 60

Cebir Ýlmi ve Harezmî

Muhammed Bin Musa El Harezmî, 780 veya 795 tarihin-de Hazar denizinin doðusundaki Harzem’de (Aral gölününgüneyindeki bugünkü Hive) doðmuþtur. Doðum yerine iza-feten Harezmî diye anýlýr. Harezmî beþ fen dalýna tesirli þe-kilde hizmet etmiþtir.

Harezmî, matematiðin geniþ bir dalý olan cebirin temelle-rini atmýþtýr. Cebir mevzularýný içine alan eseri, bütün dün-yada cebir ilmine ad olmuþtur. Harezmî, cebir bakýmýndanÖklid’den 1000 yýl ileridedir. Cebirle ilgili meþhur eserininadý: “El’Kitab’ül-Muhtasar fi Hýsab’il-Cebri ve’l-Mukabe-le”dir. 12 asýr önce yazýlan bu eser cebir sistemlerine ait ka-ide ve teoremler ile yeni çözüm yollarýný mevzu edinir. Bueser Doðu ve Batý dünyasýnda ilk müstakil cebir kitabý olmaþerefini kazanmýþtýr.

El Cebr ve’l-Mukabeleyi Harezmî 830 yýlýnda Þark seya-hatinden döndüðünde Halife Memun’un isteði üzerineArapça olarak hazýrlamýþtýr. Eser ancak 1145 yýlýnda zama-nýn ilim dili olan Latince’ye çevrilmiþ ve Müþteþrik F. Rosentarafýndan “The Algebre Muhammed Bin Musa” adlý tercü-mesi 1831 yýlýnda Arapça metni ile birlikte Londra’da yayým-lanmýþtýr. Eser, medenî muamelat, arazi ölçümü, bina yapý-

mý ve kanal harfiyatýnda rastlanan pratik meseleleri cebir yo-lu ile hâlle yarayacak karakterde umuma mahsus olarak kale-me alýnmýþtýr.

Eser, bir önsöz ile beþ esas bölüm ve bir de ek bölümdenmeydana gelmiþtir.

Birinci Kýsým: Birinci ve ikinci dereceden altý ayrý tiptendenklemin (muadele) geometrik yolla çözüm metodunu ihti-va eder:

1) x2=a, 2) x2=bx, 3) ax=b,

4) x2+ax= b, 5) x2 +b = ax + b 6) x2 = ax +b

Bu bölümün ikinci kýsmýnda: (a(x) ve (b+x) gibi “BinomFormüllerinin” çarpým kaideleri de vardýr. Ayrýca, eserdeikinci dereceden tam olmayan üç ayrý tip denklemin (mu-adele) tamamen kendisine has deðiþik çözüm yollarý da be-lirtilmiþtir.

Ýkinci Kýsým: Ýkinci dereceden tam olmayan denklemleringeometrik çözümünü mevzu edinir. Her tip denklem için ikiayrý çözüm yolu göstermiþtir. Bu çözüm yollarýndan birinci-si geometrik çözüm yolu olup, bugünkü cebirde bu metoda“Kare ve dikdörtgen metodu” denmektedir. Bu çeþit bir çö-züm yolunu, ne eski Mýsýr ve Mezepotamya, ne de eski Yu-nan ve eski Hint matematiðinde görmek mümkün deðildir.Harezmî’nin bu çözüm þekli, matematikte cebir ile geomet-ri arasýnda yakýnlýk kurmayý hedefleyen bir araþtýrmanýn ilkmahsulüdür.

Üçüncü Kýsým: Birer terimi bilinmeyen iki terimli bir çar-panýn neticesinin nasýl bulunacaðýný mevzu edinir. Burada,

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 62

çarpanlara ayýrma ve “özdeþlik” nevinden hususiyetleri gör-mek mümkündür:

(x + a) (x+b), (x+a)(x-b), (x-a)(X+b), (x-a)(x-b)... çar-pým durumlarýný incelemiþtir.

Dördüncü Kýsým: ab=a2b, a. b=ab, ... gibi iþlemlerin çö-züm kaidelerini ve çözüm yollarýný belirtir.

Beþinci Kýsým: Cebirle çözülebilecek bazý problemlere ay-rýlmýþtýr. Ýki misal verelim:

a) 10 sayýsýný öyle iki kýsma ayrýnýz ki bunlarýn kareleritoplamý 58’e eþit olsun.

b) 10 sayýsýný öyle iki kýsma ayýrýnýz ki bunlarýn karelerifarký 40 sayýsýna eþit olsun.

Eserin son bölümünde de devri için gerekli olan, ameli vetatbiki hesaplama þekilleri, hükümet iþlerine ait hesaplarýnyapýlmasý, kanallarýn açýlmasý, bina inþaatý, esnaf, tüccar veölçme memurlarý için gerekli hesaplarýn cebirle çözüm yol-larý, Hint sayý iþaretleri, vasiyet memurlarý için gerekli olanKur’an-ý Kerim’deki miras hukuku uygulamasýný hem arit-metik hem de cebir yolu ile çözümlenecek þekilde gerekli çö-züm yollarý misalleriyle beraber gösterilir. Cebir kelimesiArapçada kýrýk olan bir þeyi doðrultmak manasýna gelir.Hatta kýrýk ve çýkýk olan bir uzva sarýlan tahtalara cebîre de-nilir. Matematikte cebir, bir kesri tam kýlma karþýlýðý olarakalýnmýþtýr. Harezmî ise, cebir ve mukabele tabirini þu mana-da almýþtýr: Cebir, bir eþitliðin bir tarafýndaki negatif iþaret-li terimleri diðer tarafa geçirmektir (eþitliðin her iki tarafýn-da pozitif iþaretli terimler kalacak þekilde.) Mukabele ise,benzer terimlerin irca’ ve ýslahýdýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 63

Dünden Bugüne Matematik ve Ömer Hayyam

Yirminci asrýn þu son yýllarýnda ilmi geliþmelerin baþ dön-dürücü bir seviyeye ulaþmýþ bulunmasý, þüphesiz geçmiþ asýr-lardaki ilmi keþif ve araþtýrmalarýn neticesidir.

Matematik ilminin geliþme seyri de ayný yolu takip ede-rek bugünkü hâlini almýþtýr. Matematik ilmi; düþünce siste-mini, görüþ tarzýný ve zihni çalýþmayý geliþtirdiðinden, diðerilmi araþtýrma ve keþiflerin de kaynaðý olmuþtur.

Batýda matematiðin geliþme ve yükselme seyrini iki bö-lümde inceleyebiliriz: Batýnýn ilk matematikçilerinin yer al-dýðý birinci dönem M. Ö. 650 - M. S. 400 yýllarý arasýný içi-ne alýr. Bu ilk dönemin en meþhur matematikçileri, ThalesPisagor, Euclides, Arþimed, Hipporhos, Zeno, Batlamyos,Claudis, Diappandos ve çaðdaþlarýdýr.

Batýda ikinci dönem matematikçileri, bu birinci dönem-den tam 1000 yýl sonra görünmeye baþlar. Bu ikinci dönemi1436’da Johann Müller’le baþlatýp bugüne kadar devam et-tirebiliriz. Bu dönemin en meþhur matematikçilerinden Jo-hann Müller, Cardona Descartes, Pascal, Newton, Leibniz,Bernoulili’ler (8 akraba matematikçi) Culer Poincare, Can-tor ve muasýrlarýný sayabiliriz.

400-1436 yýllarý arasýnda batýda Karanlýk bir on asýr ya-þandýðý için, matematik unutulmaya yüz tutmuþken, Ýslamâlemi, Cabir ibni Hayyan es-Sufi, El-Fezâri, El-Farâbî, ibniAtârî Ebu Mensur El-Hayyat, El-Mervezî, Said El-Gevherî,Harezmî, Ferganî, El-Kindî, El-Battanî, El-Râzî, Beyrûnî,Ömer Hayyam, Ýbn-il Heysem, Ebul-Vefa gibi yüzlerce ma-tematikçisiyle, yaþadýklarý 1000 yýlý aydýnlatýp daha sonra-ki asýrlara da ýþýk tutuyorlardý.

Yenidünyanýn muhteþem halinden ilham alan 15. asýr Ba-tý matematikçileri, matematiði ilmi seviyesine yükseltirken,ilham aldýðý hocalarýna karþý gösterilmesi gereken saygýyýgösteremiyor, yukarýda ismi geçen matematikçiler tarafýndanyapýlmýþ birçok keþiflere kendi isimlerini vererek -hýrsýzlýkyapýyor- haksýz bir þöhret sahibi oluyorlardý.

Bu duruma maruz kalanlarýn baþýnda cebirde birçok for-mül ve teoriyi ilk defa icad eden ve bu ilmin kurucularýndanolan Ömer Hayyam (?-1123) gelir.

Batýda Zeltmacher lâkabýyla tanýnan Ömer Hayyam ma-alesef bizde ilmi yönüyle hiç tanýnmamýþ, sadece rubaîleri ilemeþhur bir þair olarak isim yapmýþtýr.

Cebir, fizik ve astronomide mühim buluþlarý olan ÖmerHayyam’ýn El Cebr adlý cebir kitabýný, F.Weopcke 1851’deAlmanca’ya, 1857’de Fransýzca’ya, Story’de 1918’de Ýngiliz-ce’ye tercüme ederlerken; bizde ise 1940 lardan sonra en azon ilim adamýmýz(!) sadece rübâilerini tercüme etmiþtir.

Kýrk yýl boyunca (1052-1092 yýllarýnda) Sultan Melik-þah’ýn hizmetinde Niþabur rasathanesinin müdürlüðünüyaptýðý sýrada yazdýðý “El Cebr” kitabýnýn bizde henüz ter-cümesi bulunmamaktadýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 65

Ömer Hayyam denklemler konusuyla da uðraþmýþ, bukonuda deðerli çalýþmalar yapmýþtýr. Birçok cebir denklem-lerini geometrik yolla (çizim olarak) çözmeyi baþarmýþtýr.Ömer Hayyam’ýn 11. yüzyýldayken çözümünü gerçekleþtir-diði üçüncü derece denklemleri Avrupa ancak 16. yüzyýldaçözebilmiþtir.

17. yüzyýl Fransýz matematikçisi Pierre Fermat(1601-1663)’e atfedilen “Fermat Teoremi”nin özel bir hâliolan x3 + y3 = z3 denkleminin tam sayýlarla çözülmeyece-ðini Ömer Hayyam, P. Fermat’tan tam 550 yýl önce göster-miþtir. Onun bu konudaki çalýþmalarý Orta Çað matematik-çilerince temel kural olarak kabul edilmiþtir.

Ünlü Amerika’lý tarihçi Will Duront’un, medeniyet tari-hinde Ömer Hayyam için: “Ömer Hayyam’ýn mýsralarýna ba-karak hüküm vermek isteyenler yanýlýrlar, çünkü þiirleri ileifade ettiði fikirlerin 85 yýllýk hayatýndaki tesiri pek az olmuþ-tur. Onu sokaklarda gezinen bir insan olarak deðil de üçün-cü derece denklemler, burçlar, astronomik haritalar üzerindeçalýþma yapan bir âlim olarak tanýmalýyýz.” demektedir.

Bizler, zamanýnda, Ömer Hayyam gibi ilim adamlarýmý-zýn ilmi cepheleriyle tanýþýp bu bilgileri deðerlendirebilsey-dik, bugün Newton, Pascal veya Fermat olarak isimlendirdi-ðimiz formül ve teoremleri kendi insanlarýmýzýn adlarýylaanacaktýk.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 66

Matematiðin Geliþmesinde Müslümanlarýn Rolü

Matematik tarihine ait Batýlý kaynaklarda; bu ilmin, Yu-nan uygarlýðýnda ortaya çýktýðý görüþü ileri sürülmüþtür.M.S. 2. yüzyýlda sona eren bu uygarlýðýn ardýndan 12. yüz-yýlda tek örnek olan Fibonacci’den bahsedilir ve arkasýn-dan 17. yüzyýla ait örneklere geçilir. Matematik tarihine aitverilmek istenen bu bilgiler son derece eksiktir ve yanlýþlar-la doludur. Batý, son zamanlarda elde ettiði baþarýlarý geç-miþe de yaymaya çalýþmakta, geçmiþte insanlýðýn geliþme-sinde büyük emekleri olan uygarlýklarý görmemezlikten ge-lerek tarihi tahrif etmektedir. Gerçek þudur: Tarih boyun-ca birçok deðiþik yerlerde deðiþik uygarlýklar ortaya çýk-mýþ, birbirlerinden etkilenmiþ ve miras yoluyla aktarýlanbilgi, ilerlemeyi saðlamýþtýr. Matematik ile ilgili çalýþmalar-da bilebildiðimiz kadarý ile ilk olarak peygamberlerin zu-hur ettiði diyarlar olan Mezopotamya ve Mýsýr uygarlýkla-rý etkili olmuþtur. M.Ö. 8. yüzyýl ile M.S. 2. yüzyýl arasýn-da Yunan matematikçileri, eski Mýsýr ve Mezopotamya uy-garlýklarýndan öðrendikleri bilgileri geliþtirmiþ ve daha sis-temli hale getirmiþlerdir. M.S. 6. ve 8. yüzyýllar arasýndamatematik ilmi Hindistan’a doðru kaymýþtýr. Batý tarihçile-rinin görmemezlikten geldiði 8-16. yüzyýllar arasý ise Müs-lüman matematikçileri, Yunan ve Hint uygarlýklarýndan el-

de ettikleri bilgileri yorumlayýp yanlýþlarýný ayýklayarakkendi orijinal kaynaklarýný ortaya koyduklarý önemli birdevirdir. 17. yüzyýldan sonra ise Batýlýlar, Ýslam medeniye-tinden gelen büyük potansiyel üzerine yeni matematiðikurmaya ve onu daha da geliþtirmeye baþlamýþtýr.

Sayma ihtiyacý ile ortaya çýkan matematiðin ilk kolu olanaritmetik ile ilgili eserlerde Thales, Pisagor, Ýskenderiyeli He-ron, Diofantos ve çaðdaþlarýna ait bilgilere geniþ yer verilir. Böy-lece bu branþtaki temel bilgilerin Yunan, Roma ve Bizans ma-tematikçileri tarafýndan ortaya konduðu intýbaý verilmek iste-nir. Ancak son yüzyýlda yapýlan araþtýrmalar, Eski Mýsýr veMezopotamya’da, bu bilgilerin büyük kýsmýnýn var olduðunugöstermiþtir. Aritmetiðin geliþmesinde en önemli katký, hiçþüphesiz ki onluk sayý sistemi idi. Onluk sayý sistemi Hintliveya Arap matematikçiler tarafýndan geliþtirilmiþ olup Ro-men sayýlarýna göre büyük avantajlara sahib idiler. Romen ra-kamlarý ile büyük sayýlarý ifade etmek çok zordu. Ayrýca burakamlar yapý olarak dört iþleme de müsait deðildi. Sýfýr dadâhil olmak üzere onluk sistemle ilgili iþlemlerin eski Hint âli-mi Brahmagupta’nýn astronomi ile ilgili 632’de yazýlan Sidd-hanta adlý eserinde gösterildiði bilinmektedir. Müslümanlar buyeni sisteme çok çabuk adapte olmuþ ve bu sistemi kullanma-ya baþlamýþlardý. M.S. 830 yýlýnda el-Harezmî onluk sistemile ilgili iþlemlerin nasýl yapýlacaðýný gösteren bir kitap yaz-mýþtýr. Bu kitabýn tercüme edilmesi ile de Batý, bu yeni sis-temle tanýþma fýrsatýný elde etmiþtir. Ne var ki bu sistemin Ba-týda kabullenilebilmesi üç asýrlýk bir dönemden sonra müm-kün olmuþtur. Batý dünyasý, hem hiçbir deðeri olmayan hemde bir sayýsýnýn saðýna gelince onu on, yüz, bin… misli büyü-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 68

ten sihirli sayýyý anlamakta büyük zorluklar çekmiþtir. Onda-lýk sayýlarýn bulunuþu ve kullanýlýþý da tamamen Müslüman-lara ait orijinal bir buluþtur. 15. yüzyýlda yaþamýþ olan ünlümatematik ve astronomi âlimi Gýyaseddin Cemþid el-Kâþî,Risalet’ül-Muhitiyye adlý eserinde aritmetikte ondalýk sayýkavramýný hem ilk defa kullanmýþ hem de bu sayýlarda topla-ma, çýkarma, çarpma ve bölme olmak üzere dört iþlemi gös-termiþtir. Baðdat’ýn ünlü matematikçisi Ebu Bekir el Kerhî (?-1029) tümevarýmýn meþhur formülleri olan ve Gauss’a izafeedilen 1’den n’e kadar sayýlarýn karelerinin ve küplerinintoplamýný da göstermiþtir. Gýyaseddin Cemþid el-Kâþî ise,1’den n’e kadar sayýlarýn dördüncü kuvvetlerinin toplamýnýgöstermiþtir. Sayýlar teorisinin temelini atan Sâbit ibniKurrâ’nýn (?-943) bulduðu kardeþ sayýlar (amicable numbers)kavramý astroloji ve astronomi alanýnda uygulama imkânýbulmuþ ve günümüze kadar gelmiþtir.

Matematiðin diðer önemli bir kolu olan cebir ise baþlangýçitýparý ile tamamen Müslüman ilim adamlarýna aittir. Bu ko-nuda el-Harezmî’nin (780-850) “el-Kitabu’l-Muhtasar fi He-sabi’l-Cebri ve’l-Mukabele” isimli eseri cebir kitabý olarak ka-bul edilmekte ve ayný zamanda cebir ismi de bu kitaptan alý-narak günümüze kadar gelmiþtir. El-Harezmî isminin bizzatkendisi ise bugün çok kullandýðýmýz algoritma kelimesine kay-naklýk etmektedir. “Hibabu’l-Cebr ve’l-Mukabele” kitabý 17.yüzyýl baþlarýna kadar Avrupa Üniversitelerinde okutulmuþ-tur. Ýkinci dereceden denklemlerin çözümleri için gösterdiðigeometrik metotlar, bugün için bile çok orijinal bulunacak çö-zümlerdir. Üslü köklü ifadeler, çarpanlarla ilgili iþlemler ve di-ðer bazý cebir problemleri kitabýn içinde yer almaktadýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 69

Afganistan’dan bir Ýranlý Ebu’l-Vefa el-Buzcanî (940-988)yüksek dereceli denklemleri geometrik olarak çözümleyerekel-Harezmî’nin çalýþmalarýný tamamlamýþtýr. Ayrýca konikdenklemlerin bir eksen etrafýnda dönmeleri ile meydana ge-len hacimleri hesaplanmýþtýr. Daha çok edebi yönü ile taný-nan büyük matematikçi Ömer Hayyam (?-1123), binom açý-lýmý olarak adlandýrýlan açýlýmý bulmuþtur. Binom açýlýmý ve-ya daha doðru bir ifade ile Hayyam açýlýmýnda katsayýlarýbelirleyen ve Paskal üçgeni olarak bilinen üçgen, aslýndaÖmer Hayyam tarafýndan 500 yýl önce ortaya konmuþtur.Kübik denklemleri tasnif edip geometrik çözüm metotlarýnýgösteren Ömer Hayyam, ayný zamanda 17. yüzyýl Fransýzmatematikçisi Pierra Fermat’ýn (1601-1660) adýna atfedilenFermat teoreminin özel bir hali olan x3+y3=z3 denklemi-nin tam sayýlarla çözülemeyeceðini Fermat’tan 550 yýl kadarönce göstermiþtir. Gýyaseddin Cemþid, yüksek derecedendenklemlerin yaklaþýk çözümleri için yeni bir metod verereknümerik analize katkýda bulunmuþtur. “Miftahu’l-Hesap”adlý eserinde ise herhangi bir dereceden kök almayý göster-miþtir. Regula Falsi olarak meþhur olan nümerik metod iseHisabu’l-Hataeyn olarak el-Harezmî’ye aittir.

Matematikte önemli bir dal olan analitik geometrinin ori-jini, Fransýz Matematikçi Descartes’in 1637 yýlýnda yazdýðýLa Geometri adlý eserine dayandýrýlýr. Hâlbuki 830 yýlýnda el-Harezmî tarafýndan yazýlan Hisabu’l Cebr ve’l-Mukabele’debu konuyla ilgili ilk bilgiler verilmiþtir. Ömer Hayyam’ýn Ce-bir adlý eserinde de bu konuda bilgiler mevcuttur. Optik üze-rine araþtýrmalarýnda yeni bir teknik kullanan ünlü fizikçiÝbn’ul-Heysem (965-1039), cebir ve geometri arasýnda yakýnbaðýntýlar kurarak analitik geometri kurucularý arasýnda gir-miþtir. Descartes ise bunlarý alarak sistemleþtirmiþtir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 70

Müslüman matematikçiler geometri konusu ile de yakýn-dan ilgilenmiþ, cebir ile geometri arasýndaki koordinasyonukurarak önemli katkýlarda bulunmuþlardýr. Sabit ibni Kurrâ,Ebu’l-Vefa geometri ile ilgili önemli çalýþmalarý olanlardan-dýr. Ebu’l-Vefa, 7 ve 9 kenarlý düzgün çokgenlerin yaklaþýkçizimlerine dair yeni bir geometrik usül ortaya koymuþtur.Felsefî yönü ile meþhur olan büyük düþünür Farâbî’nin(870-950) yazdýðý ve Kültür Bakanlýðý tarafýndan tercümesiyayýnlanan Teknik Geometri kitabý birçok geometrik çizimprobleminin orijinal çözümlerini ihtiva etmektedir. Tecrübîilimlerin kurucusu ünlü ilim adamý el-Birûnî (973-1052) üçkenarý verilen bir üçgenin alanýný hesaplama formülünü ilkolarak vermiþtir. Kûfeli bir Arap olan Ebu Yusuf Yakup ibniÝshak el-Kindî (801-870) sayýlar teorisi ile modern aritma-tiðin temellerini atmasýnýn yanýnda, kürevî geometriyi ilkgeliþtiren kiþi olma ünvanýný da kazanmýþtýr.

Matematiðin diðer önemli bir disiplini olan trigonometriise orijin olarak tamamiyle Müslümanlara aittir. Trigonometri-deki temel kavramlardan olan sinüs, kosinüs, tanjant, kotan-jant tariflerini ilk yapan ve böylece trigonometrinin kurucusuünvanýna hak kazanan el-Battanî’dir (858-929). Trigonometrikmefhum, tarif, teorem ve formüllerin birçoðunu trigonometri-ye ve kürevî trigonometriye kazandýranlarýn baþýnda Ebu’l Ve-fa gelir. Sinüs teoremini genel uzay üçgeni için ispatlamýþ, sinüsdeðerlerini bulmak için yeni bir teknik ortaya koymuþtur. Si-nüs toplam fark formülünü, yarým açý formülünü ilk defa or-taya atmýþ, sekant kavramýndan ilk olarak bahsetmiþtir. Trigo-nometriye önemli katkýlarda bulunmuþ bir alim de ibni Yu-nus’dur (950-1009). Kosinüs toplam ve fark formüllerini çý-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 71

karmýþ, ters dönüþüm formülünü vererek logaritmanýn icadýnatemel teþkil etmiþtir. Birûnî ise, birim çember ve trigonometribaðýntýsýný göstermiþ, meþhur kosinüs teoremini göstererek,trigonometriye önemli katkýlarda bulunmuþtur. Cabir b. Eflah(?-1150) ise kürevî trigonometriye katkýda bulunan ayrý birmatematikçidir. Nâsirüddin Tusî (1201-1274) ise ilk defa tri-gonometriyi baðýmsýz bir ilim dalý olarak ele alýp sistematik ha-le getirmiþ, eser iki yüzyýl boyunca trigonometriye önemli kat-kýlarda bulunmuþtur. Sin 3 A’nýn sin A cinsinden karþýlýðýnýbulmuþ, trigonometri ile ilgili birçok yeni yaklaþýk hesap meto-du teklif etmiþtir.

Ýbni Sina, ta 6. yüzyýlda Newton ve Leibniz’in 17. yüzyýl-da ortaya koyduklarý sonsuz sayýlar hesap teorisine yakýn birteori ortaya koymuþ ve limit nazariyesini geliþtirmiþti. New-ton ve Leibniz’in ibni Sina’dan yararlanýp yararlanmadýðýkaranlýk bir nokta olarak kalmasýna raðmen bu hadise birkaçasýr içinde büyüyen parlak Ýslam medeniyeti hakkýnda bizeönemli ipuçlarý vermektedir.

Son olarak Ýslam dininin getirdiði esas ve prensiplerin ma-tematik üzerindeki tesirleri üzerinde durmak istiyoruz. Ýsla-miyet, getirdiði esas ve prensipler ile sadece görünen âlemindeðil, bunun yanýnda giremediðimiz fakat hissettiðimiz ma-nevî bir âlemin de varlýðýný beyan etmiþ ve böylece insanlýðýmüþahhas (somut) düþünme sisteminden mücerret (soyut)düþünme sistemine yükseltmiþtir. Mücerret düþünebilme isematematiðin temel þartlarýndan birisidir ve Ýslamiyet, insan-larý bu yönde hazýrlamýþtýr. Matematiðin vazgeçilmez mef-humlarýndan sonsuzluk, Ýslamiyet tarafýndan insanlara öðre-tilmiþtir. Ayrýca Kur’an-ý Kerim’in ýsrarla teþvik ettiði tefek-kür, astronomiyle ilgilenmeye sebep olmuþ, dolayýsý ile de

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 72

matematik geliþmiþtir. Kýble tayini, namaz vakitleri, takvimhesaplarý, miras gibi bazý temel dinî meseleler de matemati-ðin geliþmesinde rol oynamýþtýr.

Bütün ilim dallarý ile az veya çok yakýnlýðý olan matema-tik ilmi Ýslamiyet’in koruyucu, kollayýcý ve geliþtirici atmos-feri içerisinde büyük mesafeler katetmiþtir. Önceki medeni-yetlerden aldýklarý bilgileri büyük bir alçak gönüllülükle be-lirten ve bunlara büyük katkýlarda bulunan Müslüman ma-tematikçiler, hiç þüphesiz ki bugünkü matematiðin ulaþtýðýseviyede temel taþlarý olma rolünü üslenmiþlerdir. Ne var kiBatý medeniyeti eski Yunan medeniyetinde olduðu gibi herþeye sahip çýkmaya, baþkalarýndan öðrendiklerini kendi bu-luþlarý gibi takdim etmeye çok alýþmýþtýr. Objektif deðerlen-dirmeler yapan ve Batýlý kaynaklardan körü körüne etkilen-meyen yeni araþtýrmacýlar, hiç þüphesiz ki gerçekleri geç deolsa gün ýþýðýna çýkaracaklardýr. Ýslamiyet’ten kaynaklananbüyük dinamizm ile hareket edecek yeni matematikçiler isealdýklarý mirasý yeniden geliþtirmeye namzettirler.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 73

Öklit’ten Sâbit bin Kurrâ’ya

Sâbit bin Kurrâ, (834 Harran-901 Baðdat) ilk olarak dün-yanýn çevresini 360 meridyene bölünmüþ kabul ederek Ekva-tor’un uzunluðunu hesaplayan ve buna baðlý olarak da dün-yanýn yarýçapýný bulan Ýslam âlimidir. Onun bu keþfi Endülüsyoluyla Avrupa’ya geçmiþ, birçok kâþif bu hesaplamalardanfaydalanarak yollarýný tayin etmiþ ve dünyanýn küre biçimin-de olduðunu ve belli buutlarý bulunduðunu anlamýþlardýr.Kâmûs’ul-A’lâm’da belirtildiðine göre matematiðin bir koluolan “calculus”un keþfi de Sâbit bin Kurrâ’ya aittir “tefadul”denilen calculusu keþfi birçok buluþa yol açmýþtýr. Dr. M. Ce-maleddin Efendi, “Allah ve Kâinat” isimli eserinde diferansi-yel hesabýný Newton’dan daha önce Sâbit bin Kurrâ’nýn keþ-fettiðini söylemektedir.

Sâbit bin Kurrâ’nýn asýl üzerinde çalýþtýðý mevzu, O’nunmatematik ve geometri sahasýndaki en büyük hizmeti ve bu-günkü modern ilme en büyük katkýsý, “Pisagor teoremi” üze-rindeki çalýþmalarýdýr. Hatta bu hususta, Sâbit bin Kurrâ’nýnbir “Pisagor teoremi tamimi” vardýr. Bu tamim asýl metin ola-rak, Ayasofya Müzesi Kütüphanesi 4832 no’lu mecmuanýn39a ve 41a sayfalarýnda mevcuttur. Ayný zamanda Neyrîzî’ninÖklid’e yazdýðý þerhde bu konuda tafsilat vardýr.

834 senesinde sabiîliðin merkezi olarak bilinen Harran’dadünyaya gelen ve 901’de Baðdat’ta vefat eden Sâbit bin Kurâ;

matematik, týp, felsefe, astronomi gibi hemen hemen her tür-lü ilimle iþtigal etmiþ ve bunlara dair 150’den fazla eser ver-miþtir. Sinan b. Sâbit ve Ýsâ b. Esved en-Nasrânî gibi birçokbüyük âlim yetiþtirdi. Önce Kefertus’a gitti. Sonra da tanýþtý-ðý büyük âlim Muhammed b. Musa’nýn tavsiyesi ile Baðdat’a,saraya halifenin yanýna alýndý. Hâlife Mu’tasým, Sabit b.Kurrâ’ya çok büyük deðer vererek, ona bir ilim adamýnýn ye-tiþmesi ve çalýþmasý için gerekli her türlü vasýta ve kolaylýðýtemin etti. Hattâ Sabit’e, zengin olmasýna raðmen, güzel birtarla baðýþladý ve ona “Ebû’l-Hasan” lâkabýný verdi.

Günlerden bir gün Halife, Sâbit bin Kurrâ ile elele tutuþupgezerlerken Mu’tasým birdenbire elini Kurrâ’nýn elinden çekti.Sabit, Halifeye bu ani davranýþýnýn sebebini sorduðunda þu ce-vabý aldý: “Ey Ebû’l-Hasan! Unuttum da elimi senin elinin üstü-ne koydum ve eline dayandým. Hâlbuki ilim adamlarý her za-man el üstünde tutulmalýdýr. Onlarýn eli üzerine bile olsa el ko-nulmamalýdýr.” Ýþte devlet adamlarýnýn âlimlere karþý bu derecesaygýlý olmalarý neticesindedir ki Ýslam dünyasýnda ilim, gerek ogünkü hayatý gerekse gelecek asýrlarý aydýnlatacak þekilde neþ-vü-nemâ bulmuþ ve dünyanýn dört bir bucaðýna yayýlmýþtýr.

Müslüman âlimler, müsbet ilimlerin ana kaidelerini veesaslarýný teþkil eden temelleri atmakla bugünkü modern il-min temellerini de tesis etmiþ oluyorlardý. Kaderin ne acý bircilvesidir ki bugün kendi keþiflerimizin altýnda ezilip büzü-lüyor ve bir türlü kendi meselelerimizin künhüne inemiyo-ruz. Hele birçok aydýn ve bilim adamýmýz, kendi buluþumuzolan ilimleri ve onlarýn kâþiflerini dahi bilmiyorlar. Ýþin da-ha da trajik yaný; bütün bu ilimleri ve onlarýn gerçek âlim vekâþiflerini hep Batýdan biliyoruz.

Bir kendimiz olup kendi deðerlerimize sahip çýkabilsek!

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 75

El-Kindî

“Rabbinin adýyla oku ki, (her þeyi) o yarattý. Ýnsaný birkan pýhtýsýndan yarattý. Oku. Senin Rabbin nihayetsiz keremsahibidir. Ki O, kalem ile yazýyý öðretti. Ýnsana bilmediðiþeyleri öðretti. “ (Alak/1/5)

“Fakat onlardan ilimde derinleþmiþ olanlarla, sana indiri-len kitaba ve senden önce indirilen kitaba inanan müminle-re, namaz kýlanlara, zekât verenlere, Allah’a ve ahiret günü-ne inananlara elbette büyük ecir vereceðiz.”(Nisa/162)

Kur’an’daki bütün emir ve yasaklara itaatte büyük hassa-siyet gösteren Müslümanlar, ilme teþvik eden, hatta ilmi em-reden ayetlere itaatte de ayný titizliði göstermiþlerdir. Ýtaat-teki bu hassasiyet onlarýn fizik, kimya, týp, astronomi ve je-oloji üzerindeki araþtýrmalarýný baþlatan ve devam ettiren enbüyük muharriktir. Bu sayede Ýslam dünyasýnda dev isimleryetiþmiþtir. Bu dev isimlerden birisi de ilgi sahasýndaki konu-larýn çokluðu ve bu konulardaki derinliði ile nadide bir simaolan el-Kindî’dir.

El-Kindî 801-873 yýllarý arasýnda Kûfe þehrinde yaþadý.Tam ismi Ebu Yusuf Yakub ibni-Ýshak el-Kindî’dir. Ýsmi Batý-lý kaynaklarda Alkindus olarak geçer. Ailesi devletin önemlikademelerinde söz sahibi idi ve Kûfe þehrinin yöneticisiydi.

Kindî çalýþmalarýna, ilk olarak atalarýnýn, Kindî’nin Ýslami-yet’le þereflenip Efendimiz’in (s.a.s.) Ashabýna katýlan ilk hü-kümdarý el-Eþ’as zamanýndan beri, büyük bir mülk sahibi ol-duðu Basra’da baþladý. El-Me’mun (813-833) dönemindeKindî, devrin kültür merkezi ve Abbasi baþkenti olan Bað-dat’a geldi. Buradaki verimli çalýþmalarý sayesinde kýsa süre-de saray astronomluðuna yükseldi. 837 yýlýnda gök cisimlerikonusunda bütün muasýrlarýný geçmiþti. Kindî Samarra’daHâlife el-Mutasým’ýn oðlu Ahmet’e öðretmenlik yapmayabaþladý. Abbasilerle olan bu yakýn iliþkileri 847’de Hâlife el-Vasýk’ýn vefatýyla sona erdi. 861’den sonra Kindî tekrar kü-tüphanesine döndü ve 873 yýlýnda öldü.

Kindî 72 yýllýk hayatý boyunca birçok konuda araþtýrma-lar yapmýþ ve seviyeli eserler vermiþtir. Kitab fi Mahiyeti’l-Ýlim ve Aksamihi -Ýlmin mahiyeti ve kýsýmlarý- adlý eserindeilimleri sistematize etmeyi denemiþtir. Kindî’nin çalýþtýðý ko-nulardan bazýlarýna kýsaca temas edelim:

1) Fizik

El-Kindî’ye göre bütün varlýk ve varlýðýn fizikî hâdiseleriizafidir. Zaman, mekân ve hýz birbirine baðlý izafi olaylardýr.

Kindî þöyle der: “...Zaman ancak hareketle, cisim hare-ketle, hareket cisimle vardýr...” Ayný þekilde þunu da ilâveeder. “...O hâlde asla, cisim, hareket ve zamandan biri diðe-rinden esasta önce deðildir.”

Kindî’ye göre her þey birbiriyle izafidir. Ayný zamandaher þey gözlemciye göre de izafidir. Kindî’nin inip çýkan in-sanlar misaliyle açýklamaya çalýþtýðý þeyi Einstein, yürüyenvagonlar benzetmesiyle açýklamaya çalýþýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 77

El-Kindî Fiziði’ne göre zaman, cismin var olma süresidir.Hýz ve yavaþlýk ise hareketin modaliteleridir.

El-Kindî yavaþlýðý þöyle tarif eder: “Yavaþ diye isimlendir-diðimiz þey, uzun zaman içinde hareket etmektedir.”

Ayný þekilde hýzý þöyle tarif eder: “Hýz ise kýsa zamanýniçinde hareket etmektir.”

El-Kindî henüz erken bir dönemde, Öklid’i esas alarak op-tik üzerine bir eser kaleme almýþtý ve bu eserin Latince incele-mesi olan La Aspectus, Öklid Optiðinin Batýda tanýnmasýnýsaðlamýþtý.

2) Matematik

El-Kindî gerek aritmetikte gerekse geometride kayda de-ðer orijinal çalýþmalar yapmýþtýr. En önemli çalýþmasý ise ýþý-ðýn yansýmasý ve kâinatýn yuvarlaklýðý hakkýndaki tespitleri-dir. Kindî “Uzay Geometrisi” ile de ilgilenmiþ ve kainatýnkürevî olduðunu, sonsuz büyüklükte olamayacaðýný ispatla-mýþ, dünyanýn ve okyanus yüzeylerinin de mecburen yuvar-lak olacaðýný belirtmiþtir. El-Kindî sekizi sayýlar teorisi, ikisioran ve zaman ölçümü, birisi de izafi büyüklükler hakkýndaolmak üzere yazdýðý on bir kitapla modern aritmetiðin te-mellerini atmýþtý. Kindî’nin risaleleri þunlardýr:

1- Aritmetiðe Giriþ

2- Hint Rakamlarý Üzerine Risale

3- Sayýlarýn Ýzahý Hakkýnda Risale

4- Sayýlarýn Armonisi Üzerine

5- Sayýlar Zaviyesinden Ehadiyet Risalesi

6- Ýkiz Sayýlarýn Islahý Üzerine Risale

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 78

7- Sayýlar Zaviyesinden Tahmin Üzerine Risale

8- Doðrular ve Sayýlarla Çarpýmlarý Üzerine Risale

9- Ýzafî Büyüklükler Üzerine Risale

10- Oran ve Zaman Ölçümleri Üzerine Risale

11- Sayýlar, Ýþlemler ve Sadeleþtirme Üzerine Risale

El-Kindî ayrýca uzay geometrisinin de kuruculuðunu yap-mýþ ve bu dalda da aþaðýda adý geçen eserleri vermiþtir.

1- Kâinatýn Yuvarlaklýðý Üzerine

2- Basit elementlerin ve En Uzak Kütlelerin YuvarlaklýðýÜzerine

3- Kürevî Þekiller Üzerine

4- Bir Küre Üzerine Azimut Yapýmý Hakkýnda Risale

5- Deniz ve Su Yüzeyinin Yuvarlaklýðý Hakkýnda Risale

6- Kürenin Ayarlanmasý Üzerine Risale

7- Ekliptik Düzlemin ve Diðer Gök cisimlerinin ÝzafîVaziyetlerini Temsil Eden Küre Ýskeletinin YapýmýÜzerine Risale

3) Týp

El-Kindî, yoðun bir þekilde olmasa da týpla özellikle ecza-cýlýkla ilgilenmiþti. El-Kindî’nin bu konudaki uzmanlýðý “Ak-rabazim” adlý eserinden anlaþýlabilir.

Bileþimli ilâçlarýn pozolojisi üzerindeki çalýþmasý olan “Ri-sale fi Marife al-Kuvvet’il-Edviyye il-Mürekkeb” adlý eserin-de ilâçlarý tesir þiddetlerine ve kalitelerine göre sýnýflandýr-maya çalýþmýþtýr. El-Kindî, “Yunan hekimleri sadece basitilâçlarla uðraþtýlar ve yalnýz onlarý incelediler, ama çok dahaetkili olan bileþimli ilâçlarý açýklamayý baþaramadýlar.” diyor.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 79

El-Kindî, geometrik iþlem mantýðýný bir ilacýn basit bile-þenlerinin kalitesi ve miktarýný tayin amacýyla Galenik doktri-ne uyguladý. Daha sonra temel maddelerin toplam miktarýnýhesapladý.

El-Kindî, ayný zamanda Psikofizyoloji dalýnýn ilk temsilci-sidir. Psikofizyoloi genel olarak maddî âmillerin yani fizikî te-sirlerin, insan rûh, hissiyat ve iç duygularýnda meydana getir-diði etkiyi ölçme bilimi olarak tarif edilebilir. Bu tarif dahaçok modern psiko-fizyolojistlerin ilki kabul edilen Weber veFechner’in tariflerine uygundur. Ancak el-Kindî bu bilimi; týb-býn bir dalý, hastalýðýn þiddet ve tabiatýyla, ilâçlarýn dozajlarýarasýnda ilgi kurulabilecek bir alan ve ilâçlarýn bünyede mey-dana getirecekleri etkinin ölçülebileceði bir yöntem olarakdüþünür. Aslýnda böyle yapmakla basit bir pozoloji yerine il-mi psikolfizyolojiyi oturtmak ister.

El-Kindî, adý geçen eserde, ilâçlarýn, hastalýðýn þiddetine gö-re tayin edilebileceðini, böylece ilacýn hastaya verildiðinde hiç-bir yan tesir meydana getirmeden, hastalýðý iyileþtirilebileceði-ni söyler. El-Kindî ilk defa ilâçlar ve onlarýn vücuttaki tesirle-rini ölçmek ister ve bunun kanunlarýný tespit eder ki bu kanun-lar daha sonra iki Alman psikolofizyolojist tarafýndan aynentekrarlanacaktýr.

El-Kindî’nin tespit ettiði kanunlar þöyle özetlenebilir.

1- Her ilâç vücutta, doktor tarafýndan hissedilebilen birdalgalanma oluþturur ve bütün dalgalanmalarda hissedilebi-len minimum bir dalgalanma eþiði vardýr.

2- Dalgalanmalar, onlara âmil olan fizikî etkenlerden da-ha az büyür.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 80

Weber ve Fechner bu konularý matematiksel olarak dilegetirdi ve Fechner sansasyonun fizikî âmilin logaritmasýyladoðru orantýlý olduðunu buldu.

4) Jeoloji ve Mineroloji

El-Kindî’nin mineroloji konusunda “Risale fi Enva’il Ce-vahir il-Samina ve Gayriha” (Kýymetli taþlar ve diðer taþ tür-leri hakkýnda) ve “Risale fi Enva’il-Hýcare ve Cevahir” (Taþve cevher türleri üzerine risale) adlý eserleri meþhurdur.Kindî ayrýca metalurji ve kýlýç yapýmý hakkýnda Arapçada tü-rünün ilk örneði olan bir risale yazmýþtýr. Bu risale “Risale fiEnva es-Suyuf el-Hadid” (Çelik kýlýç türleri hakkýnda risale)adýyla anýlýr.

5) Diðer Dallar

El-Kindî coðrafyayla ilgili olarak matematiksel eserler deortaya koydu ve bu konuda Batlamyus modelini izledi. Kindîzooloji konusunda da birkaç risale kaleme aldý. Ayrýca“Kimya el-Itr ve Tesidat” adlý eserinde de aromatik ilaçlar vekozmetikler hakkýnda bilgi vermiþtir. Bu eser Kral Garberstarafýndan Almancaya tercüme edilmiþ ve “Buch über dieChemie der parfumchemie und Drogenkuke aus dem 9Fahrhundert, Leipzig, 1943” baþlýðýnda yayýmlanmýþtýr.

Büyük bir ilmi þahsiyete sahip olduðu eserlerinin seviye-sinden belli olan el-Kindî’nin ilmin hemen her sahasýnda270 âdet büyüklü küçüklü eseri kayýtlara geçmiþtir. Batý Or-ta Çað’ýna en çok tesir edenlerden biri olduðu için Cordanoona, insanlýðýn 12 büyük adamýndan biri unvanýný verir. Ençok tesir ettiði Batýlýlar Gerarde de Cremano, Roger Bacon,Witeldo ve Yahudi Isak el-Ýsraili’dir. Kindî; Farâbî, ibni Sinave diðer Ýslam düþünürlerine de tesir etmiþtir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 81

Musa’nýn Oðullarý; “Beni Musa”

Musa bin Þakir, Halife Me’mun’un hürmet gören astro-nom ve matematikçilerinden biriydi.

Baðdat valisi, Musa’nýn çocuklarýný Halifenin AstronomuYahya bin Ebu Mansur’un talim ve terbiyesine verir. Yahya,Halifenin kurduðu Bey’ül-Hikme isimli kültür merkezininmüdürlüðünü yapýyordu. Beyt’ül-Hikme’nin kütüphanesin-de, el Harezmî, Siddhanta’nýn icmalini hazýrlamýþ; Batlam-yus’un “Astronomi Cetvelleri”ni düzeltmiþ ve Rönesans’a ka-dar temel kitap olarak kalan “Hesap Sanatý” ile “El Cebr” ad-lý eserlerini yazmýþtý. Musa’nýn çocuklarý iþte böyle ilmin hersahasýnda geniþ bilgi sahibi kiþilerin yer aldýðý ve binlerce il-mi eser ve nadir cihazlarla süslenmiþ bir vasatta yetiþtiler.

Bu çocuklarýn en büyüðü Muhammed ibni Musa, kardeþ-lerinin en deðerlisi, büyük bir þahsiyet, ince ruhlu bir diplo-mat, babasý gibi Halifenin samimi bir arkadaþý idi.

Baðdat þehrinin en yüksek kýsmý bulunan Þemmasiye ka-pýsýnda, astronomlar için bir rasathane inþa eden Me’mun,burada, Yahya’nýn idaresinde, seyyarelerin gezegenlerin ha-reketlerini sistematik þekilde gözetletir. Bu rasathanenin as-tronomlarý ayný zamanda Cundiþapur’da ve kontrol için üçyýl Þam civarýndaki Kasiyun daðýnda tekrarlanan, takdire þa-yan doðru ölçmelerin de yardýmýyla; Batlamyus’un astrono-

mi cetvellerinde cesur bir revizyon yaparak, bu cetvelleri“Denemeler” veya “Me’mun Cetvelleri” adý altýnda iþlerler.Yahya’nýn yanýnda talebelik devresini henüz tamamlamamýþolan Muhammed ibni Musa, Halifenin emriyle dünyanýnçevresinin ölçümü faaliyetlerine katýlýr. Bir astronomlar gru-bu ile Musul’un batýsýndaki Sincar ovasýna gider.

Tarihte dünyanýn çapýný ölçme iþine ilk teþebbüs edenEratosthenes, güneþ ýþýnlarýnýn açýlarýndan faydalanmak iste-miþti. Muhammed ibni Musa’nýn içinde bulunduðu bir as-tronom grubu ise baþka bir yol denedi. Ayný noktadan kuze-ye doðru yürüyen bir grup, Teke Yýldýzý’ný (Kutup Yýldýzý)yükselirken; güneye doðru yürüyen diðer bir grup ise, onubatarken görünceye kadar ilerlediler. Böylece astronomlar,her iki rasat grubunun mesafesinden, meridyen dairesininbir derecesini, hayret verici bir sýhhatle hesaplarlar. Hemenbunu takip eden Muhammed ve kardeþleri, kendi hesap me-totlarý sayesinde, yalnýz Batlamyus’un hesap neticelerini de-ðil, daha büyük bir ismi, saray astronomu Maveruzi’yi göl-gede býrakýrlar.

Muhammed, yalnýz gayretli bir matematikçi ve astronomdeðildi, felsefe ve mantýkla da meþgul oldu. “Kâinatýn Ýlk Se-bepleri” adlý bir eser yazdý. Muhammed, meteoroloji ile de il-gilenir, rasatlarýný atmosferin üzerine yöneltirdi. Ýkinci kardeþiAhmed’in müptela bulunduðu makine inþaasýna karþý da heye-can duyardý. Kantara ait antik bilgileri eserinde geniþletmiþtir.

Ahmet ise, ailenin tekniðe en düþkün, ev ve el aletlerindedahi sayýlacak evladýdýr. O, iyi tertiplenmiþ konstrüksiyonlar-la kendi kendine harekete geçen aletlerin teorilerini, esaslý þe-kilde incelemiþ; mekanik sanatýnda ne kardeþi Muham-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 83

med’in ne de kendisinden çok önce gelen Heron gibi þahýsla-rýn elde edemedikleri neticeleri istihsale muvaffak olmuþtur.

Ahmed’in kaleme aldýðý “Kitab’ül Hýyet” adlý eserdemevcut bulunan yüz düzen arasýnda 7, 75, 76, 78, 79, 80,81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 95, 97, ve 98 numaralý olanlarotomatik kontrol sistemleridir. Bu otomatik kontrol sistemi-ni de umumi manada; su kaplarýnda seviye kontrolü, kandil-lerde yað seviyesi ve yön kontrolü gibi üç ana konu altýndatoplamamýz mümkündür. Kullanýlan yöntemler yönündenele alýnýrsa düzenleri; hava kontrollü, valf kontrollü, vanakontrollü ve kanatçýk kontrollü olarak sýnýflandýrmamýz ge-rekir. Bunlarýn içinden hava kontrolünün ve kapakçýk biçi-mindeki valfýn Filyon ve Heron tarafýndan kullanýldýðý bilin-mektedir. Ancak Ahmed’in düzenlerde kullandýðý valflarteknik yönden geliþtirilmiþ ve probleme uygun tasarlanmýþvalf türleridir. Otomatik kontrol sistemlerine ilk defa tatbikedilen bir eleman, bir þamandýra ve krank kolu vazifesi ilekonumu ayarlanan vanadýr. Kitapta bu yeni motifle alâkalýçeþitli uygulamalar ve özgün çözümler görülmektedir. Birkandilin yön kontrolüne iliþkin verilen kanatçýkta kontrolda ilk defa bu eserde verilmiþ olan bir çözümdür.

Ahmed, bilhassa Yunanlýlarýn semayý dokuzuncu bir küre-nin kuþattýðýna dair yanlýþ görüþlerini bir astronomi eseri ya-zarak çürüttü. Muhammed, mühim yýldýzlarýn gerek günlükhareketlerindeki, gerekse doðuþ ve batýþlarýndaki deðiþiklik-leri hesaplayýnca; Ahmed, kardeþinin bu karýþýk hesaplarýný,emsalsiz bir þaheser yaparak kayýt altýna aldý. Halifenin yenihükümet merkezinde hekimlik yaptýðý sýrada, aleti derin birhayranlýk içinde seyreden ibni Rabban et-Tabari; alet hak-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 84

kýndaki müþahedelerini þöyle belirtmektedir:

“Samara’daki rasathanenin önünde Musa’nýn astronomve mekanisyen oðullarý Muhammed ile Ahmed kardeþlerinyapmaya muvaffak olduklarý cihazý gördüm. Küre þeklinde-ki bu alet, zodyaklarýn (mýntakavî burç) sinyalleriyle yýldýzresimlerini tespit ediyordu. Alet su ile hareket ediyordu. Se-mada bir yýldýz batýnca, ayný anda resmi de cihazýn içinde uf-ku gösteren dairenin altýna doðru batarak kayboluyordu.Ayný yýldýz tekrar doðunca altta ufuk çizgisinin üzerinde res-mi görünüyordu.”

Üçüncü kardeþi el-Hasan, Arap kaynaklarýna göre: “Geo-metride kimsenin kendisine ulaþabilmesi mümkün olmaya-cak derecede emsalsiz, harikulade bir kabiliyetti. Zamanýnakadar kendisinden önce kimsenin çözemediði problemleriilk defa çözecek derecede öylesine kuvvetli bir muhayyile vemuhakemeye malikti. Kendi idraki ile bu güç meselelerin içi-ne dalýyor, anlatýldýðýna göre birçok þahýsýn bulunduðu birtoplantýda bile hiçbir þey iþitemeyecek, hiçbir þeye dikkat et-meyecek derecede kendinden geçiyordu.” Bazen bir prob-lem kendisini fazla meþgul edince, Hasan, hâlini bizzat þöy-lece anlatýr: “O zaman gözlerimin önünde dünyanýn karar-dýðýný görür, kendimi sanki baygýn veya rüyada gibi hissede-rim.”

Hasan’ýn, müstakil çalýþmalarý arasýnda, kardeþlerinin iþti-raki olmaksýzýn yazdýðý, konik kesitlere dair bir eseri vardýr.O, elips adý verilen bahçe þekillerinin de mucididir.

Muhammed, antik el yazmalarýný araþtýrmak için, bizzatYunanistan’la küçük Asya’yý baþtanbaþa gezmiþti. Harranüzerinden dönüþünde, Kafartula’da sarraf dükkâný iþleten,

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 85

kaþla göz arasýnda en farklý para sistemlerine göre para de-ðiþtirmekle kalmayýp, bunlarý muhtelif dillerle müþterilerinevermekte de mahir olan, zeki ve uyanýk bir gençle karþýlaþ-mýþtý. Ýsmi Sabit ibni Kurrâ olan bu genç, hesap sanatýndaonun arzuladýðý kadar mahir ve kabiliyetli bir mütercimdi.Muhammed, onu beraberinde Baðdat’a götürdü.

Sabit ibni Kurrâ, Musa’nýn oðullarý için, Hipokrat, Ga-len, Eflatun, Aristo, Theodosius, Öklid, Arþimed ve Aplono-ius’un astronomi, matematik ve týbba ait eserleriyle Batlam-yus’un coðrafyasýný tercüme eder.

“Üç Kardeþler” Yunanlýlardan sonra mütemadiyen gerile-miþ bulunan yýldýzlar ilmini; ilk defa yeni bir hayat ve olgun-luða kavuþturan, arkasýndan onu Batýnýn bilgi boþluðuna aký-tan Ýslam âlimlerinin geniþ anlayýþ ve temayüllerini temsilederler.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 86

Su Mühendisi Ýsmail El-Cezerî

Hayatý hakkýnda pek bilgi bulunmayan Ýsmail el-Cezerî -Ýbn-el Rezzaz- 1181 yýlýnda Mezopotamya’daki Amid -bu-günkü Diyarbakýr þehri- beyliðinin hizmetine girdi. 1206 yý-lýnda Amid beyine, “Hünerli Mekanik Aletler Bilgisi Kita-bý”ný takdim etti. Sonralarý Arapçadan Farsçaya daha sonrada Türkçeye çevrilen bu eseri günümüz bilginleri, OrtaÇað’da Ýslam dünyasýnýn mekanik sahadaki yerini gösterme-si adýna çok önemli bir geliþme olarak deðerlendirmektedir-ler. Baþka hiçbir Arap kaynaðýnda mekanik prensipler, böy-lesine geniþ biçimde anlatýlmamýþdýr.

El-Cezerî’nin yaptýðý makinalar Orta Çað’da Ýslam âlim-lerinin su mühendisliði sahasýndaki muvaffakiyetlerini barizbir þekilde ortaya koymaktadýr. Cezerî’nin tarif ettiði maki-nalardan biri; bir mil (eksen) boyunca yer alan diþlilerle ça-lýþan bir tulumbadýr. Tulumba bir dizi kepçeyi sýrasýyla hare-ket ettirerek suyu çýkarýr. Kitapta anlatýlan bazý cihazlarýn iseyalnýzca eðlendirici bir deðeri vardýr. Meselâ; içinde su var-mýþ gibi görünmesine karþýlýk, içinde su olmayan su kaplarýve içi boþ gibi görünen ama içinde su bulunan kaplar gibi.Bugün bu kaplarda kullanýlan prensiplerden hareket edile-rek günümüzde de bazý oyuncaklar yapýlmaktadýr. Hem eð-

lendirici, hem de faydalý olan bu cihazlara, çeþme ve su saatimisal verilebilir.

El- Cezerî’nin saatlarýnýn çalýþma sistemi, çoðunlukla aynýmil üstündeki bir gösterge ile üstünden, ucuna aðýrlýk asýlý birkayýþ geçen kasnak biçimindedir. Aðýrlýðýn düþüþ hýzý, yüzenbir cisimle kontrol edilir. Yüzen cisim, kayýþýn öteki ucunatutturulur ve içinde bulunduðu kap yavaþça boþaltýlýr. Bazýdurumlarda da devrilebilen bir kova, otomatik olarak dol-makta ve devrilince bir mandalý iterek, diþlinin bir diþ ilerle-mesini saðlamaktadýr.

El-Cezerî, çalýþmalarýnýn büyük bir bölümünü, zaman ara-lýklarýný deðiþik biçimlerde belirlemeye yöneltmiþtir. Yaptýðýbir makine de saatler, davul, zil ya da trampet çalan insanmaketlerinin teþkil ettiði bir orkestra ile belirtilir. Ayný çaðdaAvrupa’da yapýlan saatlerde böylesine teferruatlý ve ince iþçi-lik yoktur.

El-Cezerî tarafýndan aletlere adapte edilen mekanikprensiplerin çoðu oldukça eskidir. Onun makinalarý diþliler,mandallar, palangalar ve kaldýraçlardan oluþuyordu. Günü-müzde bütün motorlu vasýtalarda bulunan “krank mili”ni ilkdefa o kullanmýþtýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 88

Ýslam Ýlim Tarihi’nde Jeoloji

Ýslam ilim tarihine göz gezdirildiðinde jeolojinin; mete-oroloji, coðrafya ve kozmoloji gibi ilim dallarýyla birlikteele alýndýðý görülmektedir. Müslüman ilim adamlarýnýn bir-çoðu, üzerinde yaþadýklarý gezegenin yapýsýný, oluþum me-kanizmasýný, madenlerin meydana geliþini, yer kabuðunda-ki deðiþimleri ve tektonik hareketleri açýklamaya çalýþmýþ,yaptýklarý sayýsýz keþif ve müþahadelerin yanýsýra, Ýslam’ýntemel varlýk ve yaratýlýþ anlayýþýnýn ýþýðýnda Dünya ve dahagenel olarak kâinat hakkýnda esaslý görüþler ortaya koymuþ-lardýr. Burada enteresan olan husus, günümüzde saha jeolo-jisi çalýþmasý yapan bir jeologun kullandýðý pusula olup, alti-metre, mikroskop vb. âletlerden tamamen yoksun olunan,hele hele sondaj tekniðinin mevzubahis bile olmadýðý o dö-nemlerde ileri sürülen, temel açýklamalar getirmeye yönelikbu tesbit, görüþ ve teorilerin günümüzde kabul edilenlereyakýn ve yer yer onlarla ayný olmasýdýr.

Ýslam jeoloji tarihinin ilk dönemleri incelendiðinde, IX.yüzyýlýn baþlarýnda el-Câhýz “Kitabu’l-Hayavan ve Kitabu’lMaâdin” isimli eserleriyle dikkat çeker. Asýl adý Ebu OsmanAmr bin Bahr olan Câhýz (776-869) daha küçük yaþlarýndailim meclislerinde ortaya attýðý fikirler ve eserleriyle tanýn-

mýþ ve Halife Memun tarafýndan saraya kabul edilmiþtir. Da-ha sonra Basra’ya çekilen ve orada vefat eden âlim; edebiyat,ahlâk, psikoloji, botanik, zooloji, jeoloji gibi ilim dallarýndasöz sahibi olmuþ ve kendisinden sonra gelenlere Aristo ve es-ki Yunan etkisinden arýnmýþ bir düþünce temeline dayananölçüler býrakmýþtýr.

“Kitabu’l-Hayavan” adlý eserinin bir bölümünde daðlarýn,kayalarýn, deniz ve nehirlerin oluþumuyla ilgili ayrýntýlý bilgi-ler veren Câhýz, bazý kayalarýn baþlangýçta sývý hâlde bulunupdaha sonra katýlaþtýðýný ileri sürerken, Dünya’nýn oluþum saf-hasýndaki magma hâlini düþünüyor, “daðlar en son oluþtu”derken de gerek mekanik (çarpýþma-collision), gerekse temel(maðmatik yükselim) þekilde dað oluþum (orojenez) mekaniz-masýnýn, litosfer tabakasýnýn soðuyup katýlaþmasýn -bugünküdetay verileriyle olmasa bile- genel hatlarýyla tespit etmiþ ol-duðunu gösteriyor.

Ayrýca, denizlerin karadan nehirler yoluyla taþýnan mad-delerle dolarak kaybolduðunu (regresyontortul kara oluþu-mu), yer tarihi boyunca denizlerin coðrafik bir yer deðiþtir-meye uðradýðýný eserinde belirten Câhýz, deniz suyu ve kayakimyasý ile alâkalý bilgiler de vermektedir.

“Risale Fi Enva-il Cevahir’il-Samina ve Gayriha” ve “Ri-sale Fi Enva-il Cevahir” adlý eserlerin sahibi olan el-Kindîise özellikle mineroloji konusundaki enteresan tespitleriyledikkat çeker.

Madenlerin oluþumu konusunda Dinaveri, minerallerinfizikî ve kimyevî özellikleri hususunda Cabir ibni Hayyan ilkakla gelen isimlerdir. Sekiz ve dokuzuncu yüzyýllarda yaþa-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 90

yan Hayyan, irili ufaklý 2000’den fazla eser telif etmiþtir.Kendi çaðýna kadar kabul edilen Aristo’nun “MadenlerinAsli Unsurlarý” teorisinin tenkidini de yapan Hayyan, günü-müzde de geçerli olan asit-baz kanunlarýna kadar benimse-nen civa-sülfür teorisini ortaya atmýþtýr. Hayyan, teorisi ileilgili olarak eserinde þöyle demektedir: “Esas olarak bütünmetal ve madenler, pýhtýlaþmýþ sülfürle karýþýk civadan mey-dana gelmiþlerdir. Birbirlerinden sadece bazý ârýzî özellikle-riyle ayrýlýrlar. Bu farklýlýklar da sülfürün Güneþ’ten etkilen-mesinden ve yeryüzünün çeþitli yerlerindeki bulunuþ þekille-rinden kaynaklanmaktadýr. Civa ve sülfür bir element mey-dana getirirken, tabiatlarýný korurlar. Fakat birbirlerine o ka-dar yaklaþýrlar ki göz onlarý yeni bir þekilde görür. Eðer bi-risi onlarý kimyevî olarak ayýrýrsa, ikisinin de, kendilerinehas kimyevî ve fizikî özelliklerini kaybetmediklerini göre-cektir.” (Bayraktar, M.S. 164).

Onuncu yüzyýlda el-Birunî ve Mesudî jeolojide yeni birçýðýr açmýþlardýr. Açýlan kuyulardan aldýðý kesitlerle zeminyapýsýný ve tabakalanmayý inceleyen Birunî, kaya birimleri-nin oluþum ortamlarý hakkýnda yorumlarda bulunmuþtur.En önemlisi, bulduðu fosilleri inceleyerek, çalýþma sahasýnýnpaleosu -coðrafya- hakkýnda doðru tahminlerde bulunmuþ vemodern paleo-coðrafik çalýþma metotlarýnýn esaslarýný orta-ya koymuþtur. “Kitabü’l-Tahdid” isimli eserinde þunlarý söy-lemektedir: “Benzer þekilde, deniz karaya, kara da denize dö-nüþmüþtür. Arap yarýmadasý bir zamanlar denizdi, daha son-ra karaya dönüþtü. Kýtada kuyu açýldýðý zaman, bunun delil-leri halen izlenmektedir. Hatta çýkarýlan bazý taþlara yapýþýkolarak hayvan kavkýlarý, iskeletler ve “balýk kulaklarý” adý

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 91

verilen fosillerin bazen çok iyi korunmuþ olduðu gözlen-mekte veya yer çukurlarýnda halen þeklini koruyan, sýkýþarakçürümüþ hayvanlara rastlanmaktadýr...” (Bayraktar, M. Ýs-lam’da Bilim ve Teknoloji Tarihi, Ankara, 1985, s. 159).

Mesudî ise, “Murûcü’z-Zeheb” adlý eserinde yeraltý sula-rý ve deprem konularýndaki görüþleriyle hidrojeoloji ve sis-molojinin, delta ve yanardaðlar hakkýndaki tespitleriyle se-dimontoloji ve volkanolojinin temellerini atmýþtýr.

Ashâb-ý Kiramýn (r.a.) büyük âlimlerinden Hz. ibni Me-sud (r.a.) neslinden gelen Mesudî, vefatýna (956) kadar “sey-yar” denebilecek bir hayat yaþadý ve yüzlerce ilim merkezinidolaþtý. “Maâdinü’l-Cevahir” isimli müstesna eserin sahibiolan Mesudî, 18 ve 19. asýr Avrupa’sýnda dilden düþmeyenþahsiyetlerdendi.

Ýbni Sina günümüz jeologlarýnýn, kaya oluþumu hakkýn-da bildikleri “Sedi-manter (tortul) Kaya-Aþýnma-Taþýnma-Birikme-Sýkýþma” aþamalarýný “Þifâ” isimli kitabýnda, göz-lemlerine dayanarak açýklýyor, sedimantoloji ve stratigrafi-yi, temel ilkeler itibariyle, neredeyse günümüzdeki yapýsýnakavuþturuyordu.

Ýbni Sina, Amu Derya kýyýlarýnda ve Karakurum daðlarýndayaptýðý incelemelerde, özet olarak þu neticelere varmýþtýr: “Ka-yalar ya birikme ve taþlaþma sonucu veya çamurlarýn kuruma-sýyla, ya da suyun katýlaþmasýyla oluþurlar.” Burada, sudan ka-ya oluþumu ifadesini, suyun içindeki Si, Ca, Na, Mg, CO3 gi-bi iyonlarýn aþýrý doygunluða ulaþýp çökelmesi þeklinde anla-mak mümkündür, ibni Sina: “Yeraltýnda veya yer üstünde bu-lunan sular sýcaklýk ve topraklaþma nitelikleri sebebiyle taþla-þýrlar.” derken, muhtemelen bunu anlatmak istiyordu.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 92

Kilin taþlaþmasýný 23 senelik bir dönem içinde inceleyenibni Sina, fosilleþme olayýný taþlaþma, madenlerin oluþmasý-ný ise derinliklerdeki merkezi sýcaklýkla (magma) açýklamýþ,Mesudî gibi, fosilleri inceleyerek kayalarýn geçirdiði safhala-ra yorumlar getirmiþtir.

Voltair’in zamanýna kadar Avrupa’da fosil veya çürümüþkemikler uðursuz olarak kabul edildiðinden bunlara pek ya-naþýlmamýþ, iskeletlerin dev insanlarýn kemikleri olduðunainanýlmýþtý. Ýbni Sina bunlarýn yüzyýllarca önce yaþamýþ karave deniz hayvanlarýna ait olduklarýný eserinde belirtmiþtir.

Minerallerin sýnýflamasýný da yapan Sina, depremlerinesas sebebinin, derinlerdeki maðmatik faaliyet olduðunu be-lirtmiþtir. Yine deprem konusunda Dýmýþki (ö.1176), sebepve neticeleri geniþ olarak ele aldýðý “Kitab’üz-Zelazil” adlýeseri telif etmiþtir.

Orta Çað’da jeolojinin otorite kabul edilen isimlerindenbirisi de Batýnýn “Müslümanlarýn Pilinus’u” dedikleri Kaz-vinî’dir (1202-1283). Tahran’a 150 km. uzaklýktaki Kaz-vin’de doðan Zekeriya bin Muhammed çok kýsa zamandatarih, astronomi ve jeolojide söz sahibi oldu. “Acaibu’l Mah-lukat ve Acaibu’l Buldan” isimli ansiklopedik eserleri yazanKazvanî, Dünya’nýn küre þeklinde olduðunu belirtmiþ, hava,su, bitki, hayvan ve madenlerden detaylý olarak bahsetmiþ,dað, dere, ada, deniz ve nehirlerin oluþumu hakkýnda görüþ-ler serdetmiþtir.

Batýda ancak 1920’de inceleme konusu olan kaya manye-tizmasý ve fosil manyetizmasý yedi asýr evvel Kazvinî tarafýn-dan ele alýnmýþ, modern jeolojinin keþiflerinden sayýlan Re-versal Manyetizma (ters dönümlü manyetik alan) daha o za-man, bu Müslüman ilim adamý tarafýndan ortaya konmuþtur.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 93

Eserinde, daðlarýn oluþumunu da inceleyen Kazvinî:“Her 36.000 (otuz altý bin) yýlda, yýldýzlar dolaþýmlarýný ta-mamlarlar ve yeryüzünde büyük deðiþiklikler olur; karalardenizlere dönüþür, denizler kurur, daðlar ova, ovalar daðolur. Kuzey güney olur...” gibi modern bilimlerin vardýðý ne-ticelere uygun görüþler dile getirmektedir.

Ayrýþma, aþýnma, birikim alanýna taþýnma ve depolanma-yý: “Daðlar güneþ ýsýsýyla topraða ve kuma dönüþür kirüzgârlarýn tesiriyle nehirlere, buradan da denizlere taþýnýr vezamanýn geçmesiyle aralarda tepeler meydana gelir; böylecedenizlerde çýkýntýlar görürüz...” þeklinde ifade eden Kazvinî,1950’lerde Airy ve Pratt tarafýndan ileri sürülen “izostazi”yi(daðlarýn kabukta, yoðunluk farklarýna göre ovalýk kýsýmlar-la bir denge oluþturmasý); “Daðlar yeryüzünde doðrudandenge saðlarlar...” sözleriyle asýrlar öncesinden haber veri-yordu. (Zekeriya, el-Kazvinî, Acaibu’l Mahlukat, Beyrut,1976, s.298)

Depremleri volkanizma ve maðmatizmaya baðlayan Kaz-vinî, yeraltýndaki basýnç için buharý örnek vererek þunlarý yaz-maktadýr: “Buðular ve buharlar yeraltý çukurlarýnda su halin-de yoðunlaþmadýðý veya sýcaklýk sebebiyle daðýlmadýðý zamançýkýþ bulamazlarsa, bir kimsenin vücudunu ateþin titretmesigibi, onlar da yeryüzünü titretirler.”

On ikinci ve on üçüncü asýrda yetiþen birçok jeoloji âli-minden, eserleri günümüze kadar gelenler, “Kitabu Azhar-ilEfkâr fi Cevâhir-il Ahcâr” adlý eseriyle et-Tifa-þî (vefatý1254), “Kitabu Kenzi’l-Ticâr fi Marifeti’l-Ahcâr” isimli ese-riyle el-Kabucaki ve “Mebahic” adlý tabiat ilimleri ansiklo-pedisiyle el-Vatvat’týr. Bu üç âlim daha çok mineroloji üze-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 94

rinde çalýþmalarýný yoðunlaþtýrmýþ olup, o günün þart veimkânlarýnda ulaþýlmasý zor neticeler elde etmiþlerdir.

Osmanlýlar devrinde jeolojiyle ilgilenen ilim adamlarý,Kazvinî’nin eserlerini bu konuda rehber kabul ederek çalýþma-larýný sürdürmüþ ve yeni eserler ortaya koymuþlardýr. Ali binAbdurrahman’ýn “Acâibi Mahluka ve Durri Meknun”, SeydiAli Reis’in 16. asýrdan günümüze ulaþan “Kitabü’l-Muhit” veAli Sipahizâde’nin “Evzahu’l-Mesâlik” adlý eserleri, bu konu-da oldukça orijinal sayýlabilecek tespitler içermektedir.

On beþinci asrýn sonunda Yahya bin Muhammed el-Gaf-farî’nin yazdýðý “Kitabu’l-Yakuti’l-Mahazin fi Cevâhiri’l-Maâdin” ve 16. asýrda Ýznikli Ali Beyin telif ettiði “Dureru’l-Envar fi Esrâri’l-Ahcâr” adlý eserlerde ise, mineroloji için te-mel teþkil edecek fikir ve deðerlendirmeler dikkat çekmekte-dir. On yedinci yüzyýlda Farsçadan Türkçeye çevrilmiþ olanHint-Türk Sultaný Evrengzib’in zamanýnda yaþamýþ ZeynelAbidin’in “Mecmuatü’s-Sanayi” adlý mineroloji eseri kýymettaþýmaktadýr. Bunlarýn yanýsýra ayný yüzyýlda, deprem mev-zuunda geniþ araþtýrma ve tespitler ihtiva eden “Keþf-uz Zel-zele an Vasfi’z-Zelzele” adlý eser ise Celaleddin Suyuti tara-fýndan kaleme alýnmýþ ve ayný yüzyýlda “Zelzelenâme” adýy-la Farsçaya çevrilmiþtir.

Varlýk âleminin ve küllî varoluþun tek bir gayeye yönelik ol-masý diðer bir deyiþle, her bir eþya ve hâdisenin, ebediyyet içinyaratýlan insan için hazýrlanmýþ olmasý kâinat misafirhanesin-deki kýsa imtihan döneminde, ona musahhar kýlýnmasý, “birlikiçinde çokluðu ve çokluk içinde birliði” ortaya koymaktadýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 95

Ýþte, tek bir Zât-ý Kerîm’in ilim, kudret ve rahmet kale-miyle yazýlan Kâinat Kitabý’na bu gözle bakan Müslümanâlimler, tabiatýyla bölmeli bir kafa yapýsýndan uzak kalmýþlarâlemdeki “Tevhid Sikkesi”ni görmüþ ve göstermeye çalýþmýþ-lardýr. Onlar, Biyosferi Atmosferden, Litosferi Hidrosferdenayrý düþünmemiþler ve daha da önemlisi, bütün bunlarla,bunlarýn varoluþ gayesi olan insan arasýndaki irtibatý mükem-mel bir surette kurmasýný bilmiþlerdir. Zira onlar, Kur’an,kâinatý okurken dinlemesini bilenlerden olmuþlardýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 96

Ýlk Modern Hastaneler

“Dünyanýn henüz bir benze-rini görmediði hastaneler ve doktorlar.”

Onuncu asrýn ortalarýnda sadece Kurtuba þehrinde elli ta-ne hastane vardý. Daha Harun Reþid devrinde Baðdat, meþ-hur hastaneleriyle her açýdan örnek alýnabilecek üstün birseviyeye ulaþmýþtý. Esasen Baðdat’ýn, hýfzýssýhha bakýmýndanda mutena ve üstün bir durumu vardý. Baðdat’ta yeni birhastane inþa ettirmeye karar veren Sultan Adûduddevle, mü-nasip bir yer arayýp bulma vazifesini, tabib Er-Râzî’ye verdi.Er-Râzî evvelâ ayný yaþ ve cinsten koyunlar kestirti. Sonrabunlardan pirzola, fýlotalýklar, omuz kemikleri ve karýn par-çalarý ayýrtarak bunlarý adamlarý vasýtasýyla Baðdat’ýn muh-telif yerlerine astýrdý. Bu etler içinde 24 saat boyunca en azkokanlarýn bulunduðu yere Adûdî Hastanesi inþa olundu.

Halife ve sultanlar, vücuda getirdikleri hayýr müessesele-rini hükümdar saraylarýna has mobilyalarla tefriþ etmiþlerdi.Devletin en yüksek memuriyetlerindeki uyuma ve ikametemahsus odalarý süsleyen bütün konfor, halka tamamen açýkbulunan hastane tesislerinin hasta odalarýyla yatak ve banyo-larýna naklolunmuþtu.

Kahire’de Mansûrî Hastanesinin inþaatý tamamlanýnca,açýlýþ merasiminde Sultan el-Mansûr Kalavun, þöyle konuþ-

tu: “Bu hastaneyi, benzerlerimle küçüklerim için kurdum.Onu, hizmetçi, asker, emir, büyük, küçük, hür ve köle, ka-dýn ve erkek herkese tahsis ettim.”

Þam’daki doktorlar arasýnda gülüþülerek anlatýlan Ýranlýbir asilzadenin müthiþ iþtahý ile ilgili olay, hastanelerin baký-mý hakkýnda da bir fikir vermektedir. Hâdise þöyledir: Ýran-lý bir asilzade, Nuri Hastanesine yaptýðý bir ziyaret esnasýn-da güzelce kýzartýlmýþ bir tavuðun cazip kokusuna dayana-mayýnca hasta olmaya karar vermiþti. Hastanede inleyerekyürümeye baþladý. Obur asilzade, hastalýðýnýn hakiki sebebiile alâkalý birkaç sual ile gözlerini açýncaya kadar nöbetçidoktor, onu boþ yere muayene etti. Centilmen doktor artýkbir kelime konuþmadý. Onu dâhiliye kliniðine yerleþtirdi. Se-vinç içinde susan hastasýna günde iki defa ballý börek, tavukve kaz ciðeri, kýzartýlmýþ besili horoz, komposto ve þerbet ileher cins lezzetli yemekler tertip etti. Üç gün sonra bu yemek-ler hastanýn mukavemetini kýrdý. Midesinden rahatsýzlandý.Doktor: “Üç günlük misafirperverliðimiz sona erdi. Allahaþkýna git! Artýk iyileþtin.” diyerek, onu taburcu etti.

Daðýnýk birçok klinik içine kurulmuþ bulunan Baðdat’taAdûdî Hastanesi ve kendi esas binasýna çeþitli kliniklerinilâvesiyle vücuda gelen Þam’da Nuri hastanesi ile hastanele-rin incisi Kahire’de Mansuri Hastanesi, Ýslam Dünyasýnýn enmeþhur müesseseleri ve týp merkezleriydi.

Mýsýr ordusunun genç baþkumandaný Þam yakýnlarýndabir safra kesesi iltihabýndan dolayý aðýr þekilde hastalanýnca,Nuri Hastanesinden ona birkaç defa ilaç getirtildi. Kuman-dan el-Mansur iyileþince, hastaneyi ziyarete gitti. Bu ziyaret-ten sonra, savaþlarýn ortasýnda bile huzur vahasýnýn manzara-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 98

sýna, yumuþak yataklarda yatan hastalarýyla serin ve sevimlisalonlarýnýn hatýrasýný bir türlü unutamadýðýndan, Allah birgün kendisine saltanatý nasip kýlarsa, Kahire’de hastalar içinböyle bir bina inþa kýlacaðýný vaadetmiþti. Sultan olunca vadi-ni, hükümdarlýðýna lâyýk geniþlikte yerine getirdi. Muazzammasraflar sonunda, hakiki saray ihtiþamýna sahip, dünyanýnen mükemmel ve en zengin ve en iyi þekilde donatýlmýþ has-tanesi olan Mansuri Hastanesi halkýn hizmetine girmiþti.

Yalnýz Halife ve Sultanlar deðil, hususî servet sahipleriy-le, meþhur astronom Sabit ibni Kurrâ’nýn oðlu, Sinan ibniSabit, torunu Sabit ibni Sinan gibi doktorlar, köylere kadaruzanan seyyar saðlýk istasyonlarýnýn yanýnda umumî hastane-lerden baþka, hapishane hastaneleri de vücuda getirdiler. Veziribni Furat, memurlarýnýn parasýz muayene ve tedavileri için923 yýlýnda Baðdat’ta bir poliklinik tesis etti.

Meyafarýkýn’de valinin küçük kýzý, ölümle pençeleþiyor-du. Zavallý baba, kýzýný kurtaracak doktora aðýrlýðý nisbetin-de altýn vaadetti. Kýzcaðýzý iyileþtiren Doktor Zahid’ul-Ule-ma, altýnlarý almadý. Doktorun tavsiyesi üzerine bu altýnlarlabir hastane inþa ettiren vali, bununla da yetinmedi. ValiNasruddin, hastanenin idare ve bakým masraflarý için ayrýcakurulan vakfa büyük miktarda para tahsis ve tasarrufu altýn-daki arazilerin gelirlerini de vakfetti.

Hastanelerde ister zengin ister fakir olsun, herkese para-sýz bakýlýyordu. Tedavileri karþýlýðýnda hastalar, bir dirhembile masraf yapmýyorlardý. Yatma, yemek ve ilaçlar tamamenbedava olduðu gibi, ayrýca hastalar taburcu edilirken de ken-dilerine bir kat elbise ile bir aylýk iaþe masraflarýný karþýlaya-bilecek miktarda para veriliyordu.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 99

Bütün bunlar, hatta doktor, asistan, hemþire, hastabakýcý ve-sair hizmetlilerin maaþlarý, vakýf gelirlerinden ödenmekteydi.

Týbbî teftiþi ve kontrolü ise, baþhekim yapardý. Baþhekim,arkadaþlarý arasýndan esaslý bir ehliyet imtihaný neticesindeseçilirdi. Razî, kendisine baþhekimlik tevcih edilmeden önce,üstünlüðünü, yüzden fazla talip arasýnda isbata mecbur kal-mýþtý. Razî baþhekim olunca koðuþlarý idare ve hizmeti mun-tazam þekilde yürütebilmek için hastaneye dâhiliye, hâriciye,asabiye, ortopedi ve göz doktorlarýndan müteþekkil yirmidört kiþilik bir mütehassýs kadrosu daha ilave etti.

Bugün ancak devrimizde yazýlabilen, bir hastane baþheki-minin günlük iþlerinin seyir ve cereyanýnýn Þam þehrinde týptahsili yapan doktor ve þair Usaybia’nýn görgüye dayananaþaðýdaki bir raporundan öðreniyoruz. “Þam’da Nuri Hasta-nesinin baþhekimi, her sabah hastalarýný ziyarete giderek on-larýn düþüncelerini öðrenip, arzularýný dinlemeye itina göste-rirdi. Ona, asistan ve doktorlarla hastabakýcýlar refakat eder-lerdi. Hastalar için ilâç tertip ve diyet yazýnca, hemen venoksansýz yerine getirilirdi. Dolaþmasýný tamamlayýnca, sal-tanat ve hükümet ricali arasýnda hastalananlarý tedavi içinKazbah’a giderdi. Oradan döndükten sonra, büyük konfe-rans salonunda oturup, kitap okumaya ve derslerini hazýrla-maya baþlardý. Nureddin, büyük salondaki yüksek kitap do-laplarýna yerleþtirilen muazzam bir kitap ve el yazmalarý kol-leksiyonu ile bu hastanede geniþ bir kütüphane kurmuþtu.Doktorlarla talebelerin çoðu buraya gelir, baðdaþ kurarakotururlardý. Abul-Hakem, talebelerine ders verir, doktorlarda týbbî mevzularý ve tatbikatta karþýlaþtýklarý enteresan va-kalarý münakaþa ederlerdi.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 100

Büyük hastaneler, ayný zamanda birer yüksek týp okuluy-dular. Büyük doktorlarýn öðrettiklerini, doktorluða yeni baþ-layanlar, cami sütunlarýnýn arasýndaki umuma açýk dersler-de, özel mahallerde, doktorlar tarafýndan idare olunan týpmekteplerinde ve her þeyden ziyade kliniklerin geniþ hastave konferans salonlarýnda dinliyorlardý.

Ýslam dünyasýnýn hastanelerinde, hasta yataklarýnýn baþu-cunda devamlý þekilde müþahede ve tecrübe ile týp ilmi, in-san vücudunda inceleniyor, en mühim vakalarla tedavileri-nin münakaþalarý yapýlabiliyordu.

Usaybia, Þam’daki öðrenim devresinde, baþhekimin yaptý-ðý hasta ziyaretlerinde, öðrenci sýfatýyla ona nasýl refakat et-tiklerini, baþhekimin klinikteki hastalarla vaki konuþmalarý-ný, muayene ve tedavilerini, yazdýðý reçeteleri nasýl bir dikkatiçinde takip ettiklerini onun meþhur bir meslekdaþý ile “böy-lece bu hasta ziyaretlerinin, çeþitli vakalarý görmek ve tedavi-lerini huzurda münakaþa gibi iki deðeri vardýr.” þeklindekiçekiþmesini, nasýl sýk sýk dinlediklerini anlatýr. Talebeler, da-ha tahsile baþlarken, hasta yataklarýndaki günlük klinik tec-rübeler sayesinde, amelî hekimliðe alýþkanlýk kazanýrlardý.

Henüz -tahsil açýsýndan- sakalý çýkmamýþ bir genç iken,alelacele amelî hekimliðe koyulmak veya yeter bilgi edinme-den hasta tedavisine kalkmak bir nevi dolandýrýcýlýk, dokto-run yüksek vazifesiyle de telifi mümkün olmayan bir hareketsayýlmaktaydý. Doktor, vazife yapabilmek için resmi ehliyet-namesini göstermeye mecburdu. Bu, Ýspanya’da hükümdar-lýðýn koyduðu en yüce bir nizam olduðu gibi, Doðu Devle-tinde de Halifenin kanunu idi. Bu uygulamaya Baðdat’tabaþlanmýþtý.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 101

Halife el Muktedir doktorlarýn imtihana tabi tutulmasýnýve ehliyetlerinin bir pratik hekimlik sertifikasýyla tasdikini em-retti. Tabipler Odasýný kurarak, baþkanlýðýna Sinan ibni Sabit’igetirdi. Ona her doktorun, anlayýp vâkýf bulunduðu þubedeyalnýz tabiblik yapmasýna müsaade etmesi emrini verdi. O za-man Baðdat’ta serbest doktorlarýn yekûnu 860’a ulaþýyordu.Bu miktara resmi doktorlar dâhil deðildir.

Týbbýn ihtisas dallarýný tesbit ve mevzuun dýþýna çýkýlma-sýný önleme arzusu, týpda ihtisas imtihanýný meydana getirdi,cerrah namzedi, Aeginalý Paulus veya Ali ibni Abbas’ýn ana-tomisiyle cerrahisini inceleyip incelemediði, kýrýk çýkýk te-davisini, taþ, bademcik ve katarakt ameliyatýný, çýbanlarýn ya-

Þam’da 1154’te Nureddin Zengi tarafýndan tesis edilen birSelçuklu týbbiyesi olan Nuri Hastanesi

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 102

rýlmasýný, trapene etmeyi, bir uzvu kesmeyi bilip bilmediðihususunda hekimler tarafýndan imtihana tabi tutuyordu.

Doktor, hastanýn burnunu, rengini, nefes derinliðini, ciltve saç durumunu inceler, bugün için bile modern sayýlacaksualler yöneltir, hastanýn þahsiyeti, bünyesi ve yaradýlýþýhakkýnda fikir edinirdi. “Hastanýn ruhî durumunu öðren!Makul cevap verip vermediðini anlamak için ona çeþitli su-aller sor! Ruhî kapasite ve inkiyad derecesini denemek için,muayyen þeyler yaptýr. Acaba reçetelerini harfiyyen yerinegetireceðine güvenebilir misin? Karakterinin yöneldiði isti-kameti meydana çýkar! Onun hassas ve zayýf taraflarýný araþ-týr.”

Bunlarý, Kahire Tabibler Odasý Reisi ibni Rýdvan söyle-mektedir. Ve devamla: “Biraz uzaktan fýsýldamak suretiylekulaklarýnýn, yakýn ve uzak þeylere baktýrmak suretiyle degözlerinin durumunu incele! Yürüterek hareketlerini tetkiket! Nabzýný itina ile incelerken, kalp durumunu araþtýr. Kas-larýn yapýsýný öðrenmek için hastayý sýrt üstü yatýr; kol ve ba-caklarýný ger, el ile yoklamak suretiyle karaciðer ve böbrek-lerini, dikkatli bir muayene ile de idrar ve gaite durumunutesbit et.” demektedir.

Müslüman doktorlarýn en fazla hassasiyet gösterdiklerihususlardan biri de idrardý. Bir misal olarak ibni Sina’nýntavsiyesi: “Tamamen muayyen þartlar altýnda alýnmamýþ isetahlil neticelerine güvenmemeliyiz. Sabahýn ilk idrarý olmasýzaruridir. Uzun müddet, bilhassa bütün gece boyunca birik-tirilmiþ bir idrar da olmamalýdýr. Hasta çok su içmemeli, saf-ran ve nar gibi renkli maddeleri ihtiva eden þeyler de yeme-melidir.” Alýþýlan yaþama tarzý dýþýnda bir etkinlikte bulunul-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 103

mamalýdýr. Çünkü bunlar da açlýk ve üzüntü gibi idrara tesiredebilirler. Mide bulantýsý ve kusma idrarýn renk ve vasfýnýbozabilir. Hâlbuki idrardan alýnan endikasyonlar, onun ren-gine, berraklýk, bulanýklýk, kesafet, miktar, tortu, koku veköpüðüne baðlýdýr.

Yapýlan tetkiklerdeki en küçük bir inhiraf, hal ve vaziyette-ki cüz’i bir deðiþiklik, dikkati çeker ve not alýnýrdý. Bu notlarsayesinde, süratli karþýlýklý konuþma ve etraflý müþahadelerleirtibatsýz halkalar tesbit edilir ve birbirine baðlanýr, daha son-raki yorumlarý önleyecek belgeler vücuda gelmiþ olurlardý.

Hastanelerde, muayene, teþhis, ilâçlarýn müfredatý, tesir-leri, vakýanýn bütün geliþimi, hastalýðýn muntazam hikâyesi,itinalý bir þekilde protokola (müþahade defterine) geçilirdi.Baðdat’ýn büyük hastaneleriyle, daðlar arasýnda kurulu ReyHastanesi’nin bu nevi protokollarýndan, onuncu asrýn ilkçeyreðinde, asýrlarca Avrupa’da týp ilminin ders kitabý ola-rak hizmet veren devasa týbbî bir eser; Orta Çað’ýn en bü-yük doktorunun ve bütün devirlerin en büyük doktorlarý-nýn tecrübelerini, þahsî metotlarýný ve talebelerine verdiðiderslerini ihtiva eden bir arþiv meydana geldi.

Selçuklu Hastaneleri

Ýslam dünyasýnda hastane geleneði, diðer bir deyiþle, has-talarý hususi mekânlarda tedavi etme tarzý ta Hz. Peygamber(s.a.s.) dönemine kadar uzanmaktadýr. Hendek Gazvesi esna-sýnda yaralýlar için kurulan seyyar savaþ hastanesi günümüz-deki seyyar hastane anlayýþýnýn en eski örneði olarak kabuledilir. Ýslam dünyasýnda hastanelerin tarihi, oldukça eskidir.Bilinen ilk hastane Emevî halifesi Velid b. Abdülmelik tara-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 104

fýndan hicrî 88 (miladî 707) yýlýnda kurulmuþtur. Burada ol-dukça modern anlamda hasta tedavilerinin yapýldýðý, cüz-zamlý hastalarýn tecrid edilerek hastalýðýn yayýlmasýnýn önlen-diði ve hekimlere düzenli maaþ verildiði bilinmektedir.Emevîler döneminde kurulmaya baþlanan bu müesseselerinilk parlak devri, Abbasi halifeleri zamanýna rastlar. Bir yan-dan Ýran’daki ünlü Cündiþapur Hastanesi Baðdat’ta tekrarcanlandýrýlarak hayata geçirilmiþ, diðer taraftan da Mýsýr’dave çok geniþ bir coðrafyada hüküm süren Abbasi devletininbaþka þehirlerinde birçok hastaneler açýlmýþtýr. Böylece X.yüzyýlda Ýslam dünyasýnda hastanecilik ve týp oldukça parlakbir devir yaþamýþtýr.

Ne var ki, Selçuklular döneminden önce yaþanan bu par-lak devirden bugüne -neredeyse- hiçbir iz kalmamýþtýr. Bugünbu muhteþem hastanelerin harabelerine rastlamak bile zordurve bu hastaneler hakkýnda yazýlmýþ kitaplarýn sayýsý da olduk-ça azdýr.

Ýslam dünyasýný, iç ve dýþ tehlikeler karþýsýnda çökmektenkurtaran ve Anadolu’nun fethini ve Türkleþmesini saðlayanSelçuklularýn tarihî varlýðý, Türk-Ýslam tarihi ile birlikte Av-rupa tarihi için de bir dönüm noktasý teþkil etmektedir. Av-rupa’da Rönesansýn doðmasýnda Türklerin rolü dikkatliceele alýndýðýnda, özellikle Selçuklularýn Avrupa kültürünü,Avrupa týbbýný, hastanelerini ve üniversite kuruluþlarýný nekadar çok etkilediði daha bariz bir þekilde görülebilir.

Selçuklularýn ilk hastanesi ve týp medresesi Alparslan’ýn(1063-1072) veziri Nizamü’l-Mülk tarafýndan Niþâbur’da ku-rulmuþtur. Ne yazýk ki ne bu hastane ne de Selçuklularýn1055’ten itibaren Baðdat, Þiraz, Berdeþir, Kaþan, Ebher,

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 105

Zencan, Gence, Harran ve Mardin’de kurduklarý diðer has-taneler günümüze ulaþmýþlardýr.

Selçuklulardan günümüze ulaþabilen hastaneler; Þam’daNûreddin Hastanesi (1154), Kayseri’de Gevher NesibeDâruþþifâsý ve Gýyaseddin Keyhüsrev Týp Medresesi (1206),Sivas’ta Keykavus Dâruþþifâsý (1217), Divriði’de BehramÞah’ýn kýzý Turan Melik’in Hastanesi (1228), Tokat’ta GökMedrese denilen Pervane Bey Dâruþþifâsý (1275), Çankýrý’daAtabey Ferruh (1235) ve Kastamonu’daki Ali b. Pervane has-taneleridir (1272). Ayrýca, Selçuklulardan önce Anadolu’dainþa edilen ve Selçuklular tarafýndan da ayný maksatla kullaný-lan Amasya Dârüþþifasý gibi yapýlar da bulunmaktadýr. Beylik-ler devrinde de Anadolu’da bazý hastaneler inþa edilmiþtir. BuSelçuklu hastaneleri, günümüze ulaþan en eski Ýslam hastane-leri olmalarýnýn yanýnda, dünya hastane tarihi ve hastaneleringeliþimini araþtýranlar açýsýndan da büyük öneme haizdirler.

Selçuklular genel hastanelerin dýþýnda, cüzzamlýlarýn tec-rit edilerek bakýldýðý miskinler tekkesi veya cüzzamhânelerile akýl hastalarýnýn tedavileri için hususî merkezler de kur-muþlardýr.

Anadolu’da Selçuklular ve Beylikler devrinden kalan bumüesseseler, Osmanlýlar zamanýnda da vakfiye þartlarý vemevcut mütevellileri ile faaliyetlerini yakýn zamanlara kadaraynen sürdürmüþlerdir. Kayseri, Sivas ve Amasya’da bulu-nan büyük hastane ve týp merkezleri faaliyetlerini uzun süredevam ettiren yerlerin baþýnda gelir.

Selçuklular, savaþlarda yaralýlarýn tedavisi iþine çokönem verdiklerinden, büyük seyyar hastaneler vücuda getir-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 106

miþlerdir. Meselâ, Selçuklu sultaný Melikþah’ýn ordusundatabipleri, hastalarý ve âletleri taþýmak için 100 develik birseyyar hastane bulunmaktaydý.

Selçuklular halk saðlýðý ve týp eðitimi için genel hastane ni-teliðinde “bîmâristanlar” kurmuþlar ve týbbýn devamý ve ge-liþmesi için gerekli bütün imkânlarý tabiplerin kullanýmýnasunmuþlardýr. Meselâ, teoriye ve pratiðe dayalý týp eðitimininverildiði bir hastane olan ve Kayseri’de 1204’te, Anadolu Sel-çuklu hükümdarý Gýyaseddin Keyhüsrev ile kýz kardeþi Gev-her Nesibe Hatun’un yan yana yaptýrdýklarý, kendi adlarýylaanýlan týp medresesi, eski halini muhafaza eden bir müesseseolarak ve Osmanlýlar zamanýnda da ayný fonksiyonlarý devamettirerek, günümüze kadar gelmiþtir. Bu týp medresesindekullanýlmak üzere vakfedilen mallarýn 1584 yýlýndaki gelirtoplamýnýn 43.643 akçe tuttuðu görülmektedir. Burada týpeðitimi veren hocalara günlük 20 akçe maaþ, hekim adaylarý-na ise 8 akçe harçlýk verildiði bildirilmektedir. Selçuklularýnson dönemde Amasya’da kurulan ve faaliyetini sonraki asýr-larda da sürdüren hastane -1309- týp eðitiminin Ýlhanlýlardansonra Osmanlýlar’da da devam ettiðini gösteren güzel bir ör-nektir. Selçuklu hastanelerinde tedavinin yanýnda týp eðitimi-nin de verildiði ve bu derslerde ibni Sina, Râzi, Galen ve Hi-pokrat’ýn eserlerinden baþka Ýsmail b. Hasan el-Cürcânî’nin(?-1137) Zahîre-i Hârizmþâhî adlý Farsça ansiklopedik eseri-nin de ders kitabý olarak okutulduðu tespit edilmiþtir. Selçuk-lu týbbý ve hastane mimarisinin yanýnda, hastaneler üzerinde-ki týp eðitim sisteminin de Avrupa’daki týp eðitimini etkiledi-ði, Orta Çað’da Salerno, Montpellier ve Paris gibi Avrupa’nýnönemli þehirlerindeki týp fakültelerinde okutulan kitaplarýnlistelerine bakýldýðýnda açýkça görülmektedir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 107

Selçuklu döneminde ve sonrasýnda, Asya ve Avrupa’dakurulan hastanelerin sadece çeþitli mimarî özellikleri ve has-ta yataðý baþýnda klinik dersler verilmesi sahalarýnda deðil,akýl hastalarýnýn ilaç ve müzikle tedavi edilmeleri bakýmýn-dan da Avrupa’ya öncülük ettiði görülmektedir.

Anadolu’da Selçuklular ve Beylikler Dönemine ait týpmüesseseleri, imaret binalarý ve ibadet merkezleri Osmanlý-lar devrinde de aynen muhafaza edilmiþ ve kullanýlabilecekolanlar faaliyetlerini aynen sürdürmüþtür. Bu sebeple Ana-dolu’da, hastane olarak çok az sayýda Osmanlý yapýsý bulun-maktadýr. Mamur bir Anadolu teslim alan Osmanlýlar, bütünmesailerini Trakya, Balkanlar ve Avrupa topraklarý üzerindeyoðunlaþtýrmýþlardýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 108

Gevher Nesibe Þifahanesi

Selçuklular döneminde týbba büyük ehemmiyet verilmiþ,karantina ve hýfzýsýhha hizmetleri mükemmel bir þekilde yü-rütülmüþ, birçok hastaneler kurulmuþ, tabibler yetiþtirilmiþ-tir. Bu devirde tedavide hastanýn psikolojik yönüne aðýrlýkveriliyor, telkinden çok istifade ediliyordu. Hekim-hasta mü-nasebeti oldukça kuvvetliydi ve hastalar; dürüst ve ahlâk sa-hibi hekimlere her yönüyle itimat ediyorlardý. Yapýlan biraraþtýrmaya göre bu sýralarda yetiþmiþ hekimlerin üstün birkabiliyete haiz olduklarýný ve baþarýlý ameliyatlar yaptýklarýnýöðreniyoruz. Nitekim Dr. Sigrid Hunke’nin doktora tezi debu durumu teyid etmektedir.

Zengin vakýflarla yürütülen bu hastaneler birer þefkatsembolüydü. Zülkadiroðlu Hasan Bey cüzzamlýlara Kaysericivarýndaki Salkon mevkiinin yarýsýný vakfetmiþtir.

Ýslam medeniyetinin yayýldýðý topraklar üzerinde binlercehastane görmek mümkündür. Bu hastanelerde herkese eþitmuamele yapýlýrdý ve tedavi için ücret alýnmazdý. Kâhire’deKalavun Hastanesi’nin açýlýþ günü (1284) Sultan Mansur þöy-le demiþtir: “Buradan hükümdar, hizmetçi, asker, emir, bü-yük, küçük, kadýn, erkek herkes eþit olarak faydalanacaktýr.”

1396 yýlýnda Niðbolu Savaþý’nda esir düþen Shiltber-ger hatýralarýnda o zaman hükümet merkezi olan Bur-sa’da 8 hastanenin bulunduðunu ve bu hastanelerde Hristi-yan, Musevi, Müslüman gibi dinî ayýrýmcýlýk yapýlmadanhastalarýn tedavi edildiðini yazmaktadýr.

1206 yýlýnda inþa olunan Gevher Nesibe Þifahanesi devri-nin mühim týp merkezlerindendir. Hastane 32 metre enindeve kýrk metre boyunda büyük bir eserdir. Bina, medrese ilebirlikte altmýþ metre eninde ve kýrk metre boyundadýr. Eserüç büyük salon, bir büyük ve iki küçük eyvan ve on üç oda-dan ibarettir, tek katlýdýr ve kesme taþtan yapýlmýþtýr. Bina birtýp medresesidir, hastane ise bunun tatbikat merkezidir. Has-tanede dâhiliye mütehassýslarý, göz mütehassýslarý ve cerrah-larýn çalýþtýðýný hastane ile ilgili kayýtlardan öðreniyoruz.

Kapý üstünün þekli büyük ölçüde arý peteðine benzemek-tedir. Büyük kapýyý çevreleyen pervaz ile taç kemer arasýndaçeþitli nakýþlar ve güller vardýr. Beyaz mermer üzerinde isebir kitabe göze çarpar. Bu kitabede þöyle yazýlýdýr: “Kýlýç As-lan’ýn oðlu Keyhüsrev’in saltanatý zamanýnda Kýlýç Aslan’ýnkýzý Gevher Nesibe vasiyetnamesi hükmünce bu hastane in-þa edilmiþtir.” Tarih: Hicri 602 (1205-1206).

Medar-ý iftiharýmýz Gevher Nesibe þifahanesine karþýlýkBatý dünyasýnda müstakil hastane binalarý haçlý savaþlarýnýtakiben kuruldu. Dr. Max Nordau’nun etütlerine göre odevrin en mükemmel hastanesi Paris’teki Hotel Diev’nundurumu þöyleydi:

“Tuðla döþemeli zeminde kat kat samanlar... Hastalar, ze-mine serpili bu samanlara basarak itiþe kakýþa geziniyorlar-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 110

dý. Birinin ayaklarý diðerinin baþýna bitiþik; çocuklarla ihti-yarlar yan yana... Kadýnlarla erkekler birbirlerine karýþmýþvaziyette... Salgýn hastalýklara yakalananlarla hafif bir hasta-lýktan muzdarip bulunanlar bir arada. Doðum sancýsý çekenbir kadýn, göðüs göðüse sýkýþmýþ vaziyette inliyor; bir süt ço-cuðu ihtilaç içinde dönüyor, tifüslü bir hasta ateþ içinde tu-tuþuyor, bir veremli öksürüyor, bir cilt hastasý son derece ka-þýnan cildini öfkeli týrnaklarýyla koparýyordu. Son derece se-falet içinde yaþayan insanlara has yiyecekler, kifayetsiz mik-tarda verilmekteydi. Bazen þehrin hayýrsever insanlarý, onla-ra yiyecek getiriyorlardý. Bu maksatla gece gündüz açýk bu-lunan hastane kapýlarýndan herkes içeri girebilmekte, istedi-ðini getirebilmekteydi. Bir gün açlýktan baygýn düþen hasta,ertesi gün ölçüsüz derecede þarap içmekte ve þiddetli mideyorgunluðu neticesinde bu hastalarýn bazýlarýnýn öldüðü gö-rülmekteydi. Binada iðrenç haþereler kaynaþmaktaydý. Has-ta koðuþlarý o kadar mülevvesti ki hemþire ve hastabakýcýlarancak aðýzlarýnda sirkeli süngerlerle koguþlara girmeye cesa-ret edebilmekteydiler. Cesetler umumiyetle yirmi dört saatbazen daha da fazla bir zaman ölüm döþeðinde bekletiliyor,bu müddet zarfýnda mütebaki hastalar, cehennemî atmosfe-rin içinde hemen koku neþrine baþlayan ve etrafýnda yeþil atsineklerinin uçuþtuklarý yataðý, ölünün katýlaþan vücudu ilebirlikte paylaþýyorlardý.”

Dr. Max Nordau’nun yukarýdaki ifadelerinden sonra ec-dadýmýzý daha çok seviyor, dünya týbbýna yaptýklarý hizmet-ten dolayý onlara minnettarlýðýmýzý ifade ediyoruz. GevherNesibe Sultan’ýn þifahanesi 1969 senesinde Gevher Nesibe

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 111

Týp Fakültesi ismini aldý. Açýlýþ konuþmasýnda Gevher Nesi-be Sultan’a ithaf edilen mýsralar þöyleydi:

“Kurduðu þifaiye yeniden canlanýyor.

Ýlmin köklü yuvasý burada þahlanýyor

Aradan yedi yüz altmýþ üç yýl geçti.

Hacettepemiz seni bugün baþtacý seçti.”

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 112

Orta Çað’da Tababet

Týp ilmi, tarih boyunca sýrasýyla Eski Yunan, Ýslam ve Rö-nesans sonrasý Avrupa medeniyeti olmak üzere üç önemlidöneme ayrýlýr ve bu dönemler tababet sahasýnda sonrakidönemleri derinden etkilemiþtir. Batý, kendi felsefe ve dün-ya görüþüne yakýn bulduðu; Eski Yunan medeniyeti ve Rö-nesans’tan sonraki Avrupa medeniyetini tetkik edip Ýslammedeniyetinin ortaya koyduðu, eþya ve hâdiselere yeni bakýþaçýsýndan istifade etmiþtir. Batý, Ýslam âlimlerinin tarih bo-yunca yapýlmýþ ilmî keþiflerinin yekûnundan daha fazla olankeþiflerini kabullenip, bunlarý kendine mal etmiþtir. Fakatsahiplendikten sonra, sahiplendiklerinin hakiki sahipleriniaçýklama hususunda gösterdiði alâkasýzlýk ve haset sebebiy-le, Ýslam medeniyetini de kendi karanlýk çaðlarý arasýna dâhiletmiþtir.

Ýslam medeniyetini þekillendiren meþhur Ýslam âlimleri, Ýs-lam medeniyetinin ilk devresi olan tercüme devrinde, evvele-mirde o zamana kadar el atýlmamýþ ve unutulmaya yüz tutmuþEski Yunan klasiklerini tercüme edip gözü kapalý bir taklitçi-likten fersah fersah uzak ve taklitçiliðin en küçüðünden dahi ti-tizlikle içtinab ederek, bilhassa tababet sahasýna yepyeni bir ruhve canlýlýk getirdiler. X. asýrda yaþamýþ dünyanýn gelmiþ geçmiþen büyük dehasý kabul edilen büyük Ýslam âlimi ve hekimi ibni

Sina’nýn “El Kanun” isimli kendisi kadar meþhur kitabý, odevrin mahsulü olup, XVIII. asýr sonlarýna kadar Avrupa’nýnen büyük ve meþhur týp fakültelerinde mecburi ve temel derskitabý olarak tedris edilmiþ, 800 sene tazeliðini, canlýlýðýný vegeçerliliðini korumuþtur. Dünyada baþka hiç bir ilim adamý bukadar uzun soluklu bir eser ortaya koyamamýþtýr. Tek baþýnabu kitap bile Ýslam Medeniyeti’nin parlaklýðýný ve ihtiþamýnýgösteren örnek bir numunedir.

Anatomi

Kendi zamanýna kadar en büyük týp kitabý olarak kabuledilen Galen’in “Anatomi Kitabý” Ýslam âlimleri tarafýndantercüme edildikten sonra muhtevasý olduðu gibi kabul edil-memiþ, üzerinde tetkikler yapýldýktan sonra, içinden yanlýþkýsýmlarý çýkartýlmak suretiyle kabul edilmiþtir. Bu tercümekitabý üzerinde yapýlan çalýþmalardan baþka, birçok Ýslam he-kimi orijinal çalýþmalar yaparak, bizzat kendileri telif eserlermeydana getirmiþlerdir ki bu eserlerin Modern Tababete kat-kýlarý çok büyük olmuþtur. Ýslam hekimlerinden Yuhanna ibniMesaveyh (M.S. 857) insan vücudu hakkýnda Galen’in yaz-dýklarý ile iktifa etmeyerek, daha teferruatlý malumat edin-mek istemiþ, bu hususta devrin halifesi Mu’tasým Billah ken-disine çok büyük yardýmlarda bulunmuþ ve üzerinde çalýþ-mak üzere maymunlar tedarik etmiþtir.

Mansur ibni Muhammed’in (1396) “Teþrih el Mansu-ri”nin kitabýnda gösterilen vücut organlarýna ait teferruatlýbilgiye, modern týp ilmi ancak XX. yüzyýlda vakýf olabilmiþ-tir. Bu kitaptaki ilmî hakikatlerle alâkalý þema ve þekillere, Es-ki Yunan medeniyetine ait týp kitaplarýnda hiçbir zaman rast-lanýlmamýþtýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 114

Mikroskobun sitoloji-histoloji (histoloji-hücre doku ilmi)sahalarýnda kullanýlmasýndan sonra, ancak XX. asýrda keþfe-dilebilmiþ bir hakikat olan, atardamarlarýn çeperlerinin üç ta-bakadan müteþekkil olduðunu Ali ibni Abbas asýrlar önce or-taya koymuþtur. Ayrýca Ali ibni Abbas, orta kulakta iþitmeyikolaylaþtýrýcý rolü bulunan üç küçük kemikçikten bu kemik-çikler modern anatomi ilmince keþfedilmesinden asýrlarcaevvel bahsetmiþtir.

Fizyoloji

Burhaneddin, “Þerhe’l-Esbab” adlý kitabýnda kanýn üzümþekeri (glikoz) ihtiva ettiðini belirtmiþtir. Er-Razî ise midefonksiyonunda acý bir suyun rolünün bulunduðunu söyle-miþtir. Huneyn bin Ýshak ise açlýk hissine, midedeki acý su-yun sebep olduðuna inanýyordu.

Þamlý Alâeddin Ebu el-A’la Ali ibni ebi Hazm el-Kureyþi,kan dolaþýmý nazariyesini Sir William Harvey’den 300 seneevvel tafsilatýyla izah etmiþ, bu hakikat Manchester Üniversi-tesi’nden Prof. Dr. J. Blatham tarafýndan da teyit edilmiþtir.

Huneyn ibni Ýshak sinirler ile beynin yapýsýnýn benzer ol-duðunu söylemiþtir. Þamlý Alaeddine’l-Kureyþî vücut ýsýsýnýndevamý için gýdalarýn yakýt olarak kullanýldýðýný belirttiktenyýllarca sonra bu fikir Batýda kabul edilmiþtir. Ebu Sehl el-Me-sihî, gýdalarýn emiliminin, yaygýn inanýþýn aksine, midede de-ðil baðýrsaklarda vuku bulduðunu asýrlarca evvel izah etmiþtir.Ýbni Sina ise hazým faaliyetini tarif ederken, hazmýn aslýndaaðýzda gýdalarýn salya ile karýþmasýyla birlikte baþladýðýný mo-dern týp ilmi ile tam bir mutabakat içerisinde ifade etmiþtir.Ebu el-Farea, sinirlerin, içinde hislerin ve hareketlerin aktýðýkanallar olduðunu söylemiþtir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 115

Bakteriyoloji

Bugünkü týp ilmi bir manada mikrop araþtýrmalarýnýn ne-ticesidir. Mikrop ilk kez ibni Sina ile týp litaratürüne girmiþ-tir. ibni Sina, hasta insanlarýn vücut salgýlarýnýn pis canlýmahlûklar ile koentamine (bulaþýk) olduðunu açýkça belirt-miþtir. Ondan daha sonralarý yaþayan ibni Hatima ise insa-nýn çok küçük canlýlarla kuþatýldýðýný, bunlarýn vücuda giriphastalýk yaptýðýný açýklamýþtýr. Bu noktalara dayanarak Dr.Gruner, Müslümanlarýn mikrobiyoloji bilgilerinden tamamenhaberdar olduklarý kanaatine varmýþtýr.

Teþhis ve Tedavi

Dr. Parry’nin 1825’te tarif ettiði exoftalmus (göz yuvar-laðýnýn öne doðru fazlaca çýkmasý) ile guatr arasýndaki mü-nasebet 600 sene evvel El-Cürcani tarafýndan “Dakhira-iHavarazm-Þahi”de izah edilmiþtir. Kýzamýk ve suçiçeði üze-rine bir kitap yazýp, “Kitabü’l-Hasbati ve el-Cudari” de ikisiarasýndaki farký gösteren ilk hekim Er-Razî olmuþtur.1679’da Ýstanbul’da suçiçeði aþýlamasý baþlatýlmýþ ve bu ame-liye Türkiye’deki Ýngiliz elçisinin karýsý Lady Mantagu tara-fýndan (XVIII. asýrda) Avrupa’ya tanýtýlmýþtýr. Yunanlý he-kimler bu iki farklý hastalýðý tefrik edememiþlerdi.

Adude’l-Devla’nýn hekimi olan ebu el-Hassan, ekseri kanbasýncýna baðlý olarak meydana gelen beyin kanamasý filebo-tomi (kanatma) usulünü tarif etmiþtir.

Türkiye’de XV. asýrda yaþamýþ týp âlimi Þerafeddin Sabun-cuoðlu bir ilâcý hastaya vermeden önce bir horoza verip tec-rübe eden ilk ilim adamý olmuþtur. Ebu el-Kasým el-Zehravî(X. asýr) omurilik yaralanmalarýnýn felce yol açacaðýný mo-dern týp ilminin tanýmýndan dokuz-on asýr evvel izah etmiþtir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 116

Yine Müslümanlar tarafýndan opoterapil prensipleri ta-mamen bilinmekteydi. Zekâ bozukluðu tedavisinde hayvanbeyni, cinsî zaafiyette hayvan testisleri, prostat hepertrofi-sinde muhtemelen ihtiva ettiði hipofizer hormonlar sebebiy-le erkek arýlarýn baþlarý kullanýlýyordu. Bu mevzuda tafsilat-lý tarifler “Hiyatü’l-Hayavan”da verilmiþtir. Bu tedavi usulühaksýz olarak, bu usulü Batýda daha 50 sene evvel tatbikeden Dr. Brown Sequard’a atfedilmektedir.

Ýbni el-Vafid, hastalýklarda gýda rejimlerinin ehemmiyeti-ne temas etmiþtir. Razî zafiyet tedavisinde dengeli beslenme-yi tavsiye etmiþtir. Avrupa’nýn asýrlar sonra keþfettiði samannezlesini Bahae’d-Devle ilk olarak 1507 de tarif etmiþtir. Aliibni Rabban siyatiki sinir hastalýðý olarak ilk defa tarif etmiþve tedavisinde bazý sinirlerin koterizasyonunu (yakýlmasýný)tavsiye etmiþtir. Ebu eI-Hasan et-Taberi tüberkülozun yalnýzakciðerleri deðil, ayný zamanda diðer organlarý da tutabildi-ðini bildiren ilk hekim olmuþtur.

XVIII. asýrda Dr. Richard Bright’ýn adý verilen BrightHastalýðý, aslýnda asýrlar öncesinde Necib ed-Din el-Semer-kandî tarafýndan keþfedilmiþti. O, idrara proteinin geçtiðinive buna baðlý olarak vücutta þiþliklerin (ödem) ortaya çýktý-ðýný da izah etmiþti. Ebu el-Mansur el-Hasan el-Kamerî kita-bý “Gina ve Muna”da sadece belsoðukluðunu deðil; onu ta-kiben meydana gelen iltisaklarý ve neticelerini de izah etmiþ-tir. Ebu el-Hasan et-Taberi dünyaya sarcoptes scabiesi (uyuzamilini) tanýtan ilk hekim olmuþtur. Tüberküloz hastalýðýn-da týrnaklarda meydana gelen deðiþikliði, bulaþýcý sarýlýk has-talýðýnda ve mani hastalýðýnda makul miktarda afyon kulla-nýlmasýný ilk defa Müslüman hekimler tavsiye etmiþler vebunun uygulamasýný ilk kez onlar gerçekleþtirmiþlerdir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 117

Orta Çað’da Tababet, Cerrahi

Orta Çað’da cerrahi dalýnda da kýymetli eserler verilmiþ-tir. Ebu el-Kasým el-Zehravî kitabý “el Tasrif li men Acaz’enel Telif ”te gösterdiði birçok cerrahî âlet icat etmiþtir.

XV. asýrda Þerafeddin Sabuncuoðlu “el Tasrifi” kullan-makla kalmayýp ona kendi tecrübelerini ilave etmiþ ve ken-di gerçekleþtirdiði operasyonlarla týbbi aletlerde yaptýðý de-ðiþikliklerin þekillerle izahýný ihtiva eden geliþtirilmiþ yenibir telifini yapmýþtýr.

Ýbni Zühr, kitabý “el-Taysir fi el-Müdava ve el-Ted-bir”de trakeostominin tam bir tarifini vermiþtir. Hâlbuki Yu-nan kitaplarýnda buna ait hiçbir kayýt yoktur. Ýbni Sina lâkri-mal fýstül için bir tedavi teklif etmiþ ve bu kanal için týbbi birsondayý kullanýma sokmuþtur. Ameliyatlar için anestezi tat-bik ediliyor ve bazý büyük ameliyatlar için hasta yedi gün bo-yunca þuursuz tutulabiliyordu.

Cerrahlar göz cerrahisine deðerli ilâvelerde bulunmuþlar-dýr. Kataraktýn gözdeki merceðin matlaþmasý olduðu çok iyibiliniyordu. Görme kusuru için de gözlük teklif edilmiþti. Birkatarakt ameliyatýnýn tam raporunu veren ve pupil’in ýþýk ref-leksini ilk tarif eden er-Razî olmuþtur.

Bir yazýsýnda kanserden bahseden ibni Sina ameliyattamusab (hasta) kýsýmlarýn tamamen çýkarýlmasýný tavsiye et-miþtir. Kafatasý ameliyatlarýný tarif edenler uyula (küçük dil)ve nasal polip ameliyatlarýndan ilk bahsedenler yine Müslü-manlar olmuþtur. Tonsillektomi (bademcik ameliyatý) usulü-nü ve kulak zarý parasentezini de Ýslam âlimleri keþfetmiþtir.Dil kanserinde dilin tamamýnýn eksizyonunu (çýkarýlmasýný)tavsiye etmiþlerdir. Osteomyelit (kemik iltihabý) hâlinde has-talýklý kemiðin çýkarýlmasýný teklif etmiþlerdir. Yine ilk defa,periton boþluðunun ameliyatýný onlar gerçekleþtirip; trokarve kanül metodunu da onlar kullanmýþtýr. Bu hususi drenajusulü daha sonralarý Fowler ve Potin tarafýndan kabul gör-müþtür. Hâlbuki Baha ed-Devle bunu asýrlar önce tafsilatýy-la anlatmýþtýr.

Doðumda, Walcher Pozisyonu olarak tanýnan hareketi as-lýnda ilk olarak, ebu el-Kasým el-Zehravî kitabý “et-Tasrif ”tetarif etmiþtir. Ölü ceninin çýkarýlmasý için kranioklasti usu-lünü geliþtirmiþ ve tatbik etmiþtir. Edinburgh Üniversitesi Ki-taplýðý’ndaki “El-Atar u el-Bakiyyer” isimli bir kitapta bir se-zeryan ameliyatý þekilleriyle gösterilmektedir. Corci Zeydankitabý “Tarife el-Temeddün el-Ýslamî”de (cilt III) bu mevzu-ya ayrý bir bölüm ayýrmýþtýr.

Cerrahide daðlama usulünü ilk olarak Müslümanlar baþ-latmýþlardýr. Burun kanamasýnda baþa soðuk su dökülmesinionlar teklif etmiþlerdir. Keza litotomi usulü de ilk defa onlartarafýndan izah edilmiþtir. Týp ilminin kendilerinden önceki-lerin hiç bilmediði birçok dallarý üzerine kitaplar yazmýþlar-dýr. Bu açýdan Yuhanna ibni Mesaveyh’in cüzzam hakkýndakikitabý, er-Razî’nin çiçek ve kýzamýk hakkýndaki kitabý ve ebu

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 119

Musa ibni Ýsa’nýn hemoroid hakkýndaki kitabýyla, Kuþta ibniLuka’nýn ölüm hakkýndaki kitaplarý çok deðerlidir.

Apoplexi tedavisi için ýslak kupalamayý tanýtan ilk insaner-Razî’dir. Tifoda su yataðý kullanýlmasýný ilk tavsiye edenibni Sina’dýr. Bu metot daha sonralarý günümüzde kullanýlanLittel tüpü, buz kesesi ve soðuk süngerleme tatbiki þeklindegeliþtirilmiþtir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 120

Tarihte Sabun

Sabun, en mühim temizlik vasýtalarýmýzdandýr. Tarihtegerek temizlik ve gerekse sabun açýsýndan Doðunun Batýyaörnek olduðunu görmekteyiz. Ýbni Sina, Razî, Abdülkahir veSahir bin Nasrullah banyonun insan saðlýðýndaki yerini elealmýþ, bu hususu detaylý olarak incelemiþlerdir. Doç. Dr. Sa-rý’nýn Osmanlý el yazmalarýnda, bu hususun ne kadar detay-lý bir þekilde ele alýndýðýný gösteren bir çalýþmasý mevcuttur.

Saðlýk tesislerinde banyolar için hususi yerler ayrýldýðýnýgörmekteyiz. Evlerin çoðunda da hususi banyolarýn mevcu-diyetini gösteren yayýnlarla karþýlaþmaktayýz. Evliya Çelebi,Bitlis’i anlatýrken 600 evde hususi banyo olduðunu söyle-mektedir. Buna karþýlýk son asýrlara kadar Avrupa’da banyomefhumu meçhul bir þeydir. Avrupa’nýn ancak 19. asýrda yý-kanmaya baþladýðý malumdur. Kral saraylarýnda bile hamamve banyo yoktur.

Temizliðin menþei Doðu olunca, sabunun menþeinin deDoðu olmasý kaçýnýlmazdýr. Doðuda sabun çok kullanýlanbir meta olduðundan “Sabuncular locasý” ismiyle maruf birloca bile kurulmuþtu, bu loca ticaret hayatýnda en mühim lo-calardan biriydi. 1600 yýllarýna doðru Ýspanya’da Engizisyonmahkemeleri Müslüman Ýspanyollarla, Hristiyan Ýspanyolla-rý temizliklerine bakarak ayýrdediyorlardý.

Çarþýlarda da sabuncularýn maðazalarý bütün mahalleyegüzel kokular yayardý. Temizlik ve sabun Ýslam ülkelerinegelen yabancýlarýn dikkatini çekiyordu. Seyyah J. M. Taver-nier eserinde “Türkiye’de sofradan kalkýlýr kalkýlmaz mutla-ka ellerle aðýz yýkanýr. Önünüze sýcak suyla sabun getirilir,büyüklerin konaklarýnda ya gül suyu veyahut güzel kokulubaþka bir su da ikram edilir. Bunlarla da mendilinizin birucunu ýslatýrdýnýz.” demektedir.

Sabun kelimesi Batý dillerine, biraz deðiþiklikle; savonþeklinde geçmiþtir. Ýngilizcedeki soap kelimesinin kaynaðý dasabundur. Kelime Yugoslav (Sýrp-Hýrvat) dillerine ise safunþeklinde geçmiþtir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 122

Eczacýlýk

Kâfur, senna ve ravent otunun farmakolojisi de Müslü-manlarca çözülmüþtür. Hyoscyamus’un týbbî kullanýmý dailk kez Ýslam dünyasýnda baþlatýlmýþtýr. Hint keneviri de te-davi amaçlý olarak kullanýlmýþtýr. Yunanlý hekimlerin bilme-dikleri birçok faydalý bitkiyi de Müslüman hekimler keþfet-miþlerdir.

Er-Razî civalý merhemi imal etmiþtir. Þifalý bitkiler üzeri-ne yazýlan ilk kitap ibni el-Muvaffak’ýn Farsça kaleme aldý-ðý, 585 bitkinin tarifini ihtiva eden “Kitab el-Ebniya’en Ha-kaik el-Adviyye”dir. Bundan sonra ibni Baytar, kitabý, “el-Camý’fi el-Ad-viyye el-Müfredah” de beþ yüz seksen beþi1400’e yükseltmiþtir. Müslümanlar eczacýlýk ilmini çok ge-liþtirmiþlerdir. Bütün þurup ve macun çeþitlerini kompozeetmiþlerdir. “Ýtrifal” kullanýmýný týp pratiðine onlar sokmuþ-lardýr. Týp ilmine farmakope ilk olarak Müslümanlarla gir-miþtir. Yunanlýlarýn aþina olmadýðý farmakopeyi ilk baþlatanhekim Sabur ibni Sal’dir. Ýbni Sina da beþ ciltlik Kanun’ununbir cildini ilâçlara ayýrmýþtýr.

Ýmmünoloji (Muafiyet, Baðýþýklýk Ýlmi)

Ýslam hekimleri bir hastayý tedavi ederken, modern týbbýnancak çeyrek asýrdan beri bildiði baðýþýklýk sistemine hususiy-

le dikkat ediyorlardý. Onlar haklý olarak vücudun tabii mü-dafaa gücünün olduðuna ve hekimin vazifesinin ona yardýmetmekten ibaret olduðuna inanýyorlardý. Endülüslü ibni Zührbu nazariyeyi nefis bir ilmî üslupla izah etmiþtir.

Týbbî ilimlerde yapýlan en mühim yenilik, deðiþik branþ-larýn sistematizasyonu idi. Firdevs, el-Hikme, Kamil el-Sina,el-Kanun, el-Havi ve diðerleri bu mevzuyu gündemlerinealan ve bunu uygulayan emsalsiz hekimlerdir. Yunanlýlarýnbýraktýðý miras bu çalýþmalardaki bilgi ve metot zenginliðin-den mahrumdur.

Fikir Hürriyeti

Müslümanlar týp ilminde, bilhassa fikir hürriyetleri vepratik eðitim sistemleriyle meþhur olmuþlardýr. Yuhanna ibniMesaveyh “Kitab et-Týbbiye”sinde ecdadýndan kalma eskiprensipleri bilgi ve tecrübesi ile imtihan etmeden takip etme-yeceðini açýkça ifade etmiþtir. Tecrübelere ters düþen her þeyreddedilmiþti. Hibbetullah ibni Said Farmakope’sinin mu-kaddemesinde nazariyelerin tecrübeyle kontrollerinin yapýl-masýnýn mecburiyetine dikkat çekmiþtir. Er-Razî kitaplarý“El-Hâvî” ve “Kitab el-Fakir”de seleflerine (kendinden önce-kilere) karþý çýkar. Yunanlýlarýn ne dediðine aldýrmadan, týbbîdokümanlarý þahsî müþahedelerine dayanarak yeniden tasnifetmiþtir. Ayný metot, “El-Fusu’l-el-Mühimma fi Týbbe’l-Üm-me”nin yazarý ibni Sarabiyun baþta olmak üzere bütün Ýslamâlimlerince tatbik edilmiþtir.

Tatbiki Eðitim

Fikir hürriyeti ile birlikte pratik eðitim sistemleri de hýzlý birgeliþme göstermiþtir. “Tabakat el-Etýbba’a”nýn müellifi kendizamanlarýnda kullanýlan usullerin Ýslamiyet’ten evvel Ýskende-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 124

riye’deki týp okullarý dâhil, hiçbir zaman hiçbir yerde kabuledilmediðini ve uygulanmadýðýný yazar. Bu dönemde kullaný-lan usuller daha sonra Ýtalyan ve Fransýz hastaneleri için modelteþkil etmiþtir. Er-Razî’ye göre bir hekim mutlaka eski ve yenitýbbî literatüre tam manasýyla vakýf bulunmalý, ayrýca bir ailehekimi olarak talebeliðinde bir hastanede çalýþmýþ olmalýdýr.Ýbrahim ibni Raks, Adüde’l-Devle Hastanesi’nde muntazamanders veriyordu. Er-Razî’nin talebeleri, Rey Hastanesi’ndekihastalarýn vizitelerine devamlý katýlýrlardý. Orada, Mayyafari-kin Hastanesinde hastalarýn vaziyetlerini ve hastalýklarýný tar-týþmak üzere ilmî bir cemiyet teþekkül etmiþti. Zahide’l-Ulemao cemiyetin idarecisi idi. Netice olarak, klinik faaliyetlere gere-ken ehemmiyet tam manasýyla verilmekteydi. Hastalarýn vazi-yetleri ve iyileþme dereceleri muntazaman kaydediliyor, sonrada bu pratik hazýrlanýp ders kitaplarýna aktarýlýyordu, “Kita-be’l-Fusule’l-Mühimma” bu müþahede ve tedavilerin tam tarif-lerini ihtiva eden eserlerin baþta gelenlerindendir.

Kýsacasý, Müslümanlar modern týp ilminin yalnýz temel-lerini atmakla kalmayýp ayný zamanda müþahhas yeniliklerde ilâve etmiþlerdir. Öyleyse o muhteþem devirleri “karanlýkçaðlar” diye tarif ederken haksýzlýk etmiþ olmuyor muyuz?

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 125

Tarihte Týbbî Araþtýrmalar

Tarihte, týbbî araþtýrmalara dinler farklý bir þekilde yak-laþmýþlardýr. Orta Çað’da Hristiyanlýðýn bu noktada menfibir tutum içinde olduðunu görüyoruz. Bu husus için RobertBrifault’un “Making of Humanity” isimli eserine (s: 190-202)bakalým: “Roger Bacon, Arapça öðrenmiþ ve Arap ilimlerinitahsil etmiþtir. Roger Bacon, Ýslam ilim ve usulünü, Hristi-yan Avrupa’ya nakleden havarilerden biri sayýlmaktan dahaileri gidemez. Müslümanlarýn tecrübe usulü Bacon’un zama-nýnda Avrupa’da iyiden iyiye yayýlmýþ ve saðlamca yerleþmiþbulunuyordu. Roger Bacon Oxford’da bir iki ufak ilmî de-ney yapmaya kalkýþýnca bütün Oxford hocalarý öðrencileriy-le birlikte ayaklandý. Papazlar, keþiþler, öðrenciler Oxford’unsokaklarýnda cübbelerini sallaya sallaya; “Gebersin sihirbaz!”feryatlarýyla dolaþtýlar. Öte yandan Bacon, Arap eserlerineverdiði önemden dolayý yeni bir suçlama karþýsýnda daha kal-mýþtý; artýk hasýmlarý; “Roger Bacon Müslüman oldu.” diyebaðýrýyorlardý. Kilise, tatbiki fiziðin amansýz düþmanýydý,bunda da büsbütün haksýz sayýlmazdý. Çünkü kilise, o vaktekadar sýrf rahipler tarafýndan yapýlan bu iþe rakip istemiyor-du. Ekmek kavgasý, hayvanlara bile sirayet etmiþti. Adamýnbiri, beygirine bazý marifetler göstermeyi öðretmiþti. Beygiri160l’de Lizbon’da mahkemeye verdiler, vücuduna þeytan

girmiþ diyerek diri diri yaktýrdýlar.” Tecrübe metodunun te-melinde Müslümanlarýn olduðunu Sedillot þu sözlerle dilegetirir: “Baðdat medresesini diðerlerinden ayýran husus, ilmîmanadaki çalýþma metodudur. Bu da bilinenden bilinmeye-ne geçiþ, neticelerden sebepleri çýkarmak için inceleme yap-mak ve ancak ‘tecrübe’ ile sabit olan vakýalarý kabul etmek-tir.” demektedir. Abdullatif Baðdadî bu hususta: “Delilsiz vetutarsýz kýyaslar týp sanatýnda geçersizdir. Eðer tecrübe kýya-sý doðrularsa, kýyas kabul edilir, aksi takdirde kabul edilmez,reddedilir.” der. Tecrübenin önemli olduðu hususu için birde Emir Çelebi’nin “Emmucezü’t-týp” isimli eserine baka-lým. Bu hususta Emir Çelebi; yazanýn kendisinden önce ya-zýlan eserlerden, hiçbir þey katmadan, her þeyi almasýnýndoðru olmadýðýný ve kendi deneylerinin neticelerini de kay-detmesi gerektiðini söyler. Meselâ sakamonya (mahmudiyeotu) denilen ilâcýn miktarý, gerek iklim ve gerekse otun ye-tiþtiði yer sebebiyle deðiþeceðinden, onun için bu miktarýibni Sina’nýn Kanun’undan olduðu gibi alýp kullanmanýndoðru olmayacaðýný, öte yandan Antakya sakomanyasýnýnÝstanbul’da Basra sakamonyasý miktarýnda verilmesinin yan-lýþ netice verdiðini ifade eder.

Kanuni döneminde de Musa bin Hamun, eserinde ceset-lerin teþrihine dair bilgi vermektedir. Abdullatif Baðdadî deKahire’de vebadan ölen 2.000 kadar iskelet üzerinde çalýþa-rak Galen’in osteolojiye ait yanlýþlarýný düzeltmiþtir. ÝbniMaseveyh ve Razî’nin maymunlar, ibni Zühr’ün de keçilerüzerinde teþrih yaptýðýný biliyoruz. Bu durumda tababetteçok mühim olan anatomi ilminin tecrübeye dayalý temelleri-nin Ýslam hekimlerince atýldýðýný görüyoruz. Bu tecrübî þart-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 127

larýn ýþýðý altýnda ibni Nefs’in küçük kan dolaþýmýný buldu-ðunu görmekteyiz.

Biyo-kimyevî analizlerin temelinde ibni Sina’yý görüyo-ruz. Damýtma ve ekstraksiyon ameliyesinin de ilk defa ibniSina tarafýndan yapýldýðýný müþahede ediyoruz. Yayýn tarama-larý yaptýðýmýzda tarihte “deney” anlayýþýnýn babasý olarak kar-þýmýza Ebu-Bekir Razî çýkmaktadýr. Fakat gözlemek, dene-mek ve bunlarý bilinen nazariyeleri kaideleþtirerek yaymak daibni Sina’nýn önemli vasýflarýndandýr. Ýki yüzden daha çok ki-tabýn yazarý olduðunu söylemesi, bildiklerini, düþündüklerinive denediklerini yaymaya çalýþmasý bunu göstermektedir. Razîbulduklarýný uygun bir sýnýflandýrma ile tasnif ederdi. Birkaçyýl önce bir Hint prensinin kütüphanesinde bulunan Razî’yeait bir kitapta maddeler; nebatî, hayvanî ve mineral olaraktasnif edilmiþtir. Bu modern fenlerdeki tasnife de uygundur.Razî’nin hayvan deneylerine de önem verdiðini görüyoruz.Razî maymuna civa içirerek ondaki zehir tesirini araþtýrmýþ-týr. Bunun neticesinde hayvanýn elleriyle karnýný tutarak vediþlerini gýcýrdatarak karnýnýn aðrýdýðýný gösterdiðini gör-müþtür. Kalomel ve süblimenin, civanýn aksine daha zehirliolduðunu söyleyen ve kanlý ishaller verdiðini gösteren yineRazî’dir. Razî’nin farmakoloji alanýnda yaptýðý tecrübeler çokehemmiyetlidir. Bu çalýþmalarýnda, Razî, sülfirik asit, formikasit, sinameki, demirhindi gibi madenî ve nebatî maddeleriincelemiþtir. Lâboratuar çalýþmalarýyla meþhur olan bir ilimadamý da Ebu Mansur’dur. 968-977 de yazdýðý bir eserle sod-yum karbonat ve potasyum karbonat arasýndaki ayrýmý orta-ya koymuþtur. Bu ilim adamýnýn arsenik oksit, bakýr oksit, si-lisik asit ve antimonla ilgili bilgisi vardýr. Eseri, Seligman ta-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 128

rafýndan Avrupa’da farmakolojiye ait tercüme edilen ilk eser-lerdendir. Bu eser 1833’te Viyana’da da yayýnlanmýþtýr. Farma-kolojik sahada tecrübeye dayalý çalýþmalarla ünlü bir ilim ada-mý da Cabir’dir. Cabir 9. asýrda yaþamýþtýr. Antimon, bizmut,fosfor, çinko, amonyun, birçok civa bileþiði gibi önemli kim-yevî maddeleri ortaya koymuþtur, tedavi sahasýna metalik bi-leþiklerini sokmuþtur. Cabir buharlaþma, süzme, katýlaþma,eritme, damýtma, kristalleþtirme metotlarýný; zencifre, arse-nik oksit, þap, antimon, güherçile, civa oksit, kurþun asetatýnhazýrlanýþlarýný tarif etmiþtir. Tecrübî çalýþmalar neticesi Müs-lüman farmakologlar tedaviye birçok ilacý kazandýrmýþlardýr.Bazýlarý þunlardýr: Sinameki, kâfur, sandalwood, misk, myrrh(lavanta yapýmýnda kullanýlan bir çeþit sakýz), cassia (cin tar-çýný), demirhindi, nutmeg (küçük Hindistan cevizi aðacý) ka-ranfil, kubabe aconite (býldýrcýn otu), amber ve civadýr. Batý,terminolojik olarak da Müslümanlarýn tesiri altýnda kalmýþ-týr. Þurup (syrup), julep (ilâca karýþtýrýlan tatlý bir sývý), alkol(elkuhl), aldehit arapça kelimedir.

Fatih zamaný hekimlerinden tecrübî alanda meþhur birisim Þerafeddin Sabuncuoðlu’dur. Bu ilim adamý kullandýðýcerrahi aletlerini kendi bulmuþ ve imal etmiþtir. Sabuncuoð-lu’nun Mücerrabname adýný alan eserinden iki tecrübesinikýsaca anlatalým. Bunlardan ilk tecrübesi yýlan sokmasýnakarþý kendi hazýrladýðý antidotu kendisinde denemesidir.Önce tiryak adýný verdiði bu antidotu içmiþ, sonra sol elininorta parmaðýný yýlana ýsýrtmýþtýr. Kendi ifadesine göre; neparmaðý þiþmiþ, ne de vücudunda bir zehirlenme belirtisigözlemlemiþtir. Ýkincisi ise, Türk týp literatürünün en eski veenteresan örneklerinden sayýlýr ki bu da yýlan zehirinin tesi-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 129

rini anlamak gayesiyle yapýlmýþtýr. Bunun için bir horoz tec-rübe hayvaný olarak seçilmiþ, hayvanýn bir budunun tüyleriyolunarak çok zehirli bir yýlana çýplak derisinden ýsýrtýlmýþ-týr. Sonra, daha önce hazýrlanan ve zehirin tesirini yok edentiryak horoza içirilerek hayvan kontrol altýna alýnmýþtýr. Er-tesi gün deride yeþilimtýrak bir yara görülmüþ ve yeniden tir-yak verilmiþtir. Ýkinci gün bu belirti de kaybolmuþ ve hayvaneþleriyle birlikte gezinir hâlde bulunmuþtur. Osmanlý tababe-tinde ilâçlar önce hayvanlarda denenir sonra hastaya verilir-di. Bu tecrübeyi bazý hekimler kendi üzerinde tatbik etmiþ,ilâcýn yan tesirinin olmadýðýný, faydalý olduðunu anladýktansonra hastaya vermiþlerdir. Bütün bunlar Ýslam tababetindetecrübe mefhumunun çok ehemmiyetli bir yeri olduðu ger-çeðini gözler önüne sermektedir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 130

Orta Çað Cerrahîsinde Müslümanlarýn Yeri

Cerrahînin modern týbbýn neticesi olduðu gibi yanlýþ birkanaat vardýr. Hâlbuki cerrahi daima Ýslam týbbýnýn ayrýlmazbir parçasý olmuþtur. Müslüman hekimlerin cerrahîye olanilgileri Yunan týp klasiklerinin IX. yüzyýlda Arapçaya çevril-mesiyle baþlamýþtýr. Bu tercümeler Yunan týp bilimlerine kar-þý olan alâkayý da beraberinde getirmiþtir.

Derinlikten ve sistematik bir bakýþ açýsýndan mahrum ol-makla birlikte Orta Çað’da Müslümanlarýn cerrahînin geliþ-mesine katkýlarý ile ilgili birçok eser vardýr.

Zekeriya Razî (841-926)

Ebu Bekir Muhammed bin Zekeriya Razî, Batýda Rhazesolarak bilinir ve çaðýnýn en büyük hekimidir. George Sartonþöyle yazmaktadýr: “Razî Orta Çaðlarýn en büyük klinisyeniolmasýnýn yanýsýra iyi bir kimyager ve fizikçidir. Kadýn has-talýklarý ve doðum bilgisine ve göz cerrahîsine büyük katký-larda bulunmuþtur.”

Razî, yaranýn dikilmesinde ilk olarak ipek iplik kullan-mýþ; kýrýklar hakkýnda bir çalýþma hazýrlamýþ, cerrahî üzeri-ne bir eser yazmýþtýr. Eski yaralarý ve fistülleri baþarýlý bir þe-kilde iyileþtirmiþ, karýn bölgesi yaralarýnda kýl fitil kullan-

mýþtýr. Koyun baðýrsaðýndan mamul harp telinin dikiþ mater-yali olarak kullanýmýndan bahsetmiþtir.

Bir organ çýkarýlýrken yumuþak dokunun hasar görme ih-timali vardýr. Bunu önlemek için Razî levha kullanýlmasýnýtavsiye etmiþtir. Eklemler þiþ ve kemik hasta ise eklemlerinçýkarýlmasýný tavsiye etmiþtir.

Kanser dokusunun ya tamamen kesilip alýnmasýný veyabütünüyle yakýlmasýný tavsiye etmiþtir. Tamamen kesilip alý-namayacaksa yaraya cerrahi müdahale yapýlmamalý ve yarayakýlmalýdýr.

Ebu Kasým el Zehrâvî

Orta Çað’da rakipsiz bir kabiliyet. Diðer adýyla Abulcasis.Batýda modern cerrahinin babasý olarak anýlmaktadýr. DonaldCampbell’e göre: “Avrupa âlimlerinin Zehrâvî ile ilgili dikka-tini çeken þey, doðumda cenini kolaylýkla çýkarmasýdýr. Onunyöntemi Galen’in metodunu gölgede býrakarak Avrupa’da beþyüz yýl üstünlüðünü muhafaza etmiþ ve Hristiyan Avrupa’nýncerrahî standartlarýný yükseltmede tesirli olmuþtur.”

Kitabe’t-Tasrif, Batýda okutulan standart bir ansiklopediy-di. 30 kýsýmdan oluþan kitabýn ilk iki kýsmýnda anatomidenbahsedilmektedir. Cerrahî üzerine olan son kýsým üç kitaptýr.Ýlk kitap; yakma yöntemleri ve yaygýn olan özel aletleri anla-týr 56 bölümden meydana gelmiþtir. Kesme, delme ve yara-larla alâkalý olan ikinci kitap ise 93 bölümdür. 3. kitap ise ký-rýklar ve yer deðiþtirmelerle ilgilidir.

Zehravî cerrahî sanatýna birçok katkýda bulunmuþtur. Ya-ralarý deðiþik tipte ipliklerle dikmiþ, ameliyat esnasýnda ih-mal veya tecrübesizlik ile toplardamarlarýn yaralanabileceði-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 132

ni belirtmiþtir. Tarihte hemofiliyi ilk açýklayan hekim Zeh-ravî’dir. Boðaza kaçan maddeleri çýkarmada sünger uçlu mil,uretra araþtýrmalarý için yivli mil kullanma, kulak þýrýngasýönemli buluþlarýndandýr. Kulak þýrýngasýný kendisinden din-leyelim: “Kanülün pamuklu ucunu yerleþtirdikten sonra içi-ni yað veya münasip bir sývý ile doldurun. Sonra pamukluucu içeriye sokup sývý içeriye girinceye kadar itin.”

Zehravî’nin hayvan baðýrsaðýný yaralarý dikmede ilk kezkullanmasý, Batýlý bilim adamlarý tarafýndan da kabul edilenbir hakikattir. Bugünün modern steril paketleri içerisindebulunan katgütler bize Zehravî’den mirastýr.

Ortopedide Zehravî: Leðen kemiði kýrýklarýnýn tedavisiniilk yapan kiþidir. Omuz eklemi kýrýk ve çýkýklarý üzerine yaz-dýðý eserler kendisini eþsiz bir cerrah durumuna getirmiþtir.

Yara Yakýlmasýnda Zehravî: Zehravî, yakma hakkýndadetaylý araþtýrmalar yapmýþtýr, günümüzde elektrikle yapýlanyakma, bu uygulamanýn faydasýný göstermektedir. Daðlamahakkýndaki görüþleri þöyledir: “Ýki istisna hariç daðlamayý,fonksiyonel olsun organik olsun, bütün hasta bünyeler içinkullanabilirim, istisnalar ise: Fonksiyonel sýcak tabiat vefonksiyonel kuru tabiat.”

Göz Cerrahîsinde Zehravî’nin Yeri: Müslümanlarýn budaldaki yeri tartýþýlmazdýr. Bu konunun üstadlarýndan olanZehravî her türlü göz ameliyatýný yapmýþtýr. Büyük bir kabi-liyet isteyen bir katarakt ameliyatýný þöyle anlatmakta: “Has-ta önüne otursun ve bacak bacak üstüne atsýn. Yüzünü kuv-vetli ýþýða çevirip saðlam gözü tamamen kapayýnýz. Salgý solgözde ise sol elinizi, sað gözdeyse sað elinizi kullanarak göz

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 133

kapaðýný kaldýrýnýz. Sol göz hasta ise iðneyi sað elinize, saðgöz hasta ise sol elinize alýnýz. Sonra iðneyi küçük kantüs ta-rafýndan göz beyazýna batýrýnýz. Ýðneyi döndürerek sertçeileriye itiniz. Salgýyý içeren bölgenin üst kýsmýna iðneyi yer-leþtirdikten sonra salgýyý kazýyýnýz. Gözü dinlendirip, salgýtekrar gelirse tekrar kazýyýnýz. Salgý belli bir müddet sonragelmeyince iðneyi döndürerek çýkarýnýz ve gözü çözeltiyleyýkayýnýz. Çözelti kaya tuzu ihtiva etmemelidir. Gülyaðý ve-ya yumurta aký ile nemlendirilmiþ olan bir tamponu göz üze-rine uygulayýnýz.”

Kadýn Hastalýklarý ve Doðum Mütehassýsý olarak Zeh-ravî: Yunanlýlar ebelik konusunda herhangi bir materyal bý-rakmamýþlardý. Bu konu da Müslümanlarýn önde olduðudallarýn baþýnda gelmekteydi. Zehravî “Kitab et-Tasrif ”deþimdi Watcher pozisyonu olarak bilinen pozisyonu açýkla-mýþtýr. Ölü fetüsü çýkarmak için kronioktesi ameliyatýný yap-mýþtýr. Jinekoloji dalýnda zamanýnýn en modern cerrahýdýr.Kullandýðý bütün jinekolojik âletlerin resimlerini çizmiþtir.

Zehravî’nin Cerrahî Malzemeleri: 200’den fazla âlet kul-lanmýþtýr ve çoðunun plâný ve dizayný kendisine aittir. Buâletlerin farklý kullanýlmasýný detaylý olarak resmetmiþtir. Bucerrahî âletler Orta Çað’da öðrenciler ve cerrahlar için çokfaydalý olmuþtur. Donald Campbell’e göre; kullandýðý âletle-rin þekillerini verdiði için ameliyat tarifleri net ve pratik açý-dan deðerlidir. Zehravî cerrahî aletleri sistematik olarak sý-nýflandýran ilk hekimdir. Zehravî, hidrosel ve kese taþlarýameliyatlarý yapmýþtýr. Bu ameliyat tekniklerinin günümü-zün ameliyat tekniklerini andýrdýðýný söyleyebiliriz.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 134

Hidrosel: Zehravî tarafýndan sulu fýtýk olarak adlandýrýlanhidrosel, skrotumda sývý birikimidir. Bu ameliyatýn yapýmýhakkýnda geniþ bilgi vermiþ, kaç kiþiyle çalýþýlmasý gerektiðinisöylemiþ ve tedavi sonrasý yapýlacak iþlemleri yazmýþtýr.

Litotomi: Taþ çýkarmak anlamýna gelir. Bu metot Arapcerrahlar arasýnda yaygýndý, ameliyat teknik bakýmdan üstünbir seviyeye çýkarýlmýþtý. Bu ameliyatýn zorluðuna raðmenZehravî bu ameliyatýn nasýl yapýlmasý gerektiðini en incenoktalarýna kadar tarif etmiþ, ameliyat tekniðini iyi bir þekil-de uygulamýþtýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 135

Tarihî Kaynaklarda Kalp ve Kan Dolaþýmý

Kan dolaþýmý fizyoloji ilminin mühim bir kýsmýný teþkileder. Kan dolaþýmýnýn tarihçesi yazýlýrken ecdadýmýzýn hakkýçiðnenmiþ, týp tarihi açýsýndan büyük bir adaletsizlik yapýlmýþ-týr. Peygamberimizi takiben kan dolaþýmý sahasýndaki ilk mü-him sima ibni Sina’dýr. Kan dolaþýmý hususunda Harvey’dençok önce ilmi temelleri ibni Sina atmýþtýr.

Ýbni Sina’nýn damarlar hakkýnda asýrlar önce verdiði bil-gilerle bugünkü bilgiler birbirine çok yakýnlýk göstermek-tedir. Doç. Gürsel Örtüð ibni Sina’nýn çizimlerindeki el,kol, bacak, yüz ve baþa mensup damarlarýn resimlerini bu-günkü týp anlayýþýyla yeniden incelemiþ ve bu çizimlerinneredeyse günümüzdeki bilgilerle ayný olduðunu tesbit et-miþtir. Ýbni Sina: “Kalbin iki boþluðu vardýr. Büyük þiryansol boþluktan çýkar, kalýndýr, çift tabakalýdýr (aorta). Küçükþiryan sað boþluktan çýkar, ince ve tek tabakalýdýr (Arteriapulmonalis). Karaciðer veridleri ince cidarlýdýr (v. cava).Venaporta sistemini kendisi tanýmlamýþtýr. Gýdanýn emil-mesi için, ince baðýrsaklarda kýl gibi ince damarlar vardýr.Emilen gýda, buradan, damarlarla (vena porta) karaciðeriçine gider yayýlýr, oradan karaciðerin dýþ bükey yüzündençýkan damarlarla (Vena hepatica) birleþir.” Ýbni Sina’nýnkýlcal dolaþýmý bildiði anlaþýlmaktadýr.

Ýbni Sina sað ve sol kolda yapýlan kan basýncý ölçümleriarasýnda farklýlýk olduðunu da belirtiyor. Gerçekten sað vesol koldan alýnan kan basýnçlarý arasýnda bazý þahýslarda yak-laþýk 20 mm Hg’lik bir fark vardýr. Ýbni Sina’nýn bu farký eliile nasýl hissettiði hayret vericidir. Avrupalýlar, nabzýn çeþitle-rini, özelliklerini ve aritmik þekillerini isimlendirirken, ibniSina’nýn bulduðu nabýzlarýn Arapça isimlerini lâtin dillerineçevirerek kendilerine adapte etmiþlerdir. Ýbni Sina kalp vedamar hastalýklarýndaki nabýz çeþitlerini kesin olarak ayýr-maktadýr ki bu da modern düþüncelere açýlmýþ bir yoldur.

Kan dolaþýmý alanýndaki bir diðer önemli sima da ibni el-Nefis’dir (1210-1288). Þam’da doðmuþ, Kahire’ye yerleþerekKalavun Hastanesine baþhekim olmuþtur. Ýslam dünyasýndailk müstakil anatomi eserini ibni el-Nefis yazmýþtýr. “Þerh-iTeþrih-i ibni Sina” adýný verdiði bu eserinde ibni el-Nefis,Harvey’den 4 asýr önce küçük kan dolaþýmýndan bahsetmek-tedir. Ýbni el-Nefis bu kitabýnda Michael Servet’ten önce, 13.yüzyýlda ilk defa akciðer dolaþýmýný tarif etmiþtir. ÝspanyolMichael Servet’in Ýslam Tababeti ile meþgul olmasý ve akciðerkan dolaþýmýný keþfeden ibni el-Nefis’in bu eserinin Mad-rid’deki Escorial kütüphanesinde bulunmasý onun ibni el-Ne-fis’den faydalandýðýný gösterir bir mahiyet arzetmektedir.

Ýbni el-Nefis’in talebesi ibni el-Kuff (1233-1286) Þam’da-ki Nureddin hastanesinde 13. yüzyýlda yetiþen en deðerli cer-rahlardandýr. “Cerrahi Sanatýnýn Desteði” isimli cerrahiye aitçok deðerli bir eser yazan ibni el-Kuff, Harvey (1628) veMalpigi’den (1661) önce kýlcal damar sistemini keþfetmiþti.

Ýbni el-Nefis’in týbba kazandýrdýðý yenilikleri kýsaca özet-lemeye çalýþalým:

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 137

1) Kalp, þimdiye kadar sanýldýðý gibi sað atriumun içinde-ki kanla deðil, bilakis cüzlerine damarlar vasýtasýyla daðýlankanla beslenmektedir. Böylece ilk defa koroner deveranýibni Nefis fark etmiþti.

2) Kan akciðerlere temiz havayý almak için yayýlýr; yoksaakciðerleri beslemek için deðil. Daha sonra bu tez üzerindeHarvey de ehemmiyetle durmuþtur.

3) Vena pulmonalislerle arteria pulmonalisler arasýnda, ak-ciðerlerdeki deveraný tamamlayan irtibatlar mevcuttur. Batýlýtabip Colombo, ilk defa bunu kendisinin bulduðunu ileri sür-müþtü.

4) Vena pulmonalisler, hava veya is ile deðil, bilakis kan-la doludur. Galen’e göre ise venalar, birbirine zýt istikamet-te çalýþmaktadýrlar.

5) Arteria pulmonalislerin cidarlarý, vena pulmonalisle-rinkine nazaran daha sýktýr ve çift katlýdýr. Ýbn Nefis’in budevir açýcý keþfi de -þimdiye kadar- yukarýda adý geçen M.Servet’e atfolunmaktaydý.

6) Septumun mesamatý yoktur. Kan ise kalpte deveranýnýtamamlar. Kalbin iki kulakçýðý arasýnda delik olmadýðý gibiiki karýncýðý arasýnda da delik yoktur. Zira kalbin bir kýsmý,yani septum kapalýdýr. Kalpte bazýlarýnýn zannettikleri gibigörünebilen Galen’in düþündüðü þekilde de görünmeyen me-samat mevcut deðildir. Septumun yapýsý, kalbin diðer kýsým-larýna nazaran daha sýk nesiçlidir. Kanýn akciðerlere hava ilekarýþmak için arteria pulmonalisler vasýtasýyla da kalbin ikikarýncýðýna vardýðýnda þüphe yoktur. Ýbni Nefis bu kadar açýkve basit þekilde, küçük kan deveranýný açýklamýþtý. Ayný söz-ler daha sonra Michael Servet tarafýndan kullanýlýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 138

Tarihte Perhiz ve Diyet Tedavisi

Perhiz insan saðlýðýnýn devam ettirilmesinde, diyet ise has-talýðýn ilaç yerine daha tabii bir yolla (gýda ile) tedavisindeönemlidir. Perhiz koruyucu hekimlik açýsýndan mühimdir. Yü-ce Beyan’da: “Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz.” (Araf-31)buyurulmasýnýn tefsirini yapan Elmalýlý Hamdi Yazýr buradakoruyucu hekimlik mevzuunun ele alýndýðýný vurguluyor. Yü-ce Rehberimiz de: “Âdemoðlunun doldurduðu kaplarýn enkötüsü midesidir.” “Mideyi yemek ve içmekle týkabasa dol-durmaktan sakýnýn.” “Ümmetim hakkýnda endiþe duyduðumþey, göbek büyüklüðüdür.” “Çok yemekle saðlýk ve saðlamkalmak bir arada olamaz.” buyurur. Hz. Ömer de: “Çok ye-mek yemekten sakýnýnýz. Zira çok yemek, insanýn cismineaðýrlýk verir ve hastalýk meydana getirir.” demektedir. Ebu’l-Leys Semerkandî ise: “Týp yönünden perhiz kadar faydalý birþey yoktur.” ifadesiyle görüþünü açýklar.

Çeþitli hastalýklarda da Peygamberimizin diyet tedavisiniuyguladýðýný görüyoruz. Diyet tedavisinden tarihte çeþitli bi-lim adamlarýmýzýn da müspet bir þekilde bahsettiðini müþahe-de ediyoruz, Ýbn el-Nefis (1210-1288) diyetle tedaviye önemvermiþ; mide, baðýrsak hastalýklarýnda gýda rejimini uygula-mýþtýr. Bu bilim adamý: “Rejimle tedavi mümkün ise hiç ilâçvermemelidir.” demektedir. Gerçekten de bu fikir çok deðer-

lidir. Bilindiði üzere her ilâç belli bir seviyeden sonra zehirdirve normal þartlarda bile bazen yan etki yapmaktadýr. Bugünþeker hastalýðýnda önemli tedavilerden birisi þüphesiz diyettedavisidir. 1225 yýlýnda yazdýðý bir kitapta Abdüllatif Bað-dadî de þeker hastalýðýnda diyet tedavisini ele almýþtýr. Diyetalanýnda önemli bir sima da ibni Zühr’dür. Bu hususta RogerGaraudy þöyle demektedir: “Gýda rejimi üzerine dünyada ilkkitap XII. yüzyýlda Müslüman Ýspanya’da yazýlmýþtýr. EbuMervan ibni Zuhr’ un “Diyet kitabý” bu alandaki ilk örnek-tir.” Ýbni el-Vafýd: “Gerekirse en azýndan ilaç kullanýlmasýný,uygunsa diyet verilmesini tavsiye eder.” Ali bin Abbas da “Ki-tabu Meliki” isimli eserinin en önemli bölümünü perhizler(diyetler)’e ayýrmýþtýr. Endülüs’de ibni Meymun ise kabýzlýk-ta ve basurda daha çok sebze yemeklerine aðýrlýk veren bir di-yet uygulamýþtýr. Bugün biz de ayný uygulamayý yapýyoruz.Diyet alanýnda en önemli sima Ebubekir Razî’dir. Bu bilimadamý kitabýnda “Hastalarýn yemeklerine” de yer vermiþtir.Razî ilâçla tedavi yerine önce diyet tedavisini tavsiye etmiþtir.Bu hususta Razî þöyle diyor: “Hastalýðý gýdalarla tedavi edebi-leceksen ilaçlara baþvurma. “Tek bir ilâçla tedavi edebileceksenher ne olursa olsun mürekkeb ilâçlar kullanmaya kalkýþma.”

12. asýrda Muhammed bin Ali es Semerkandî de çeþitlihastalýklara karþý diyet tavsiye ediyor. Diyet alanýnda önemlibir isim de ibni Sina’dýr. Bu bilim adamý müzmin hastalýklar-da vücut direncini artýrmak için daha çok proteinli (et, yu-murta vs) gýdalarýn verilmesini tavsiye etmiþ, kendisi tatbiketmiþ, baþarýlý sonuçlar almýþtýr. Bu tedavi sistemi hâlen uy-gulanmaktadýr. Ýbni Sina’nýn aþýrý yemenin yaþlýlarda yüksektansiyona sebep olduðunu ve beslenmenin düzeltilmesiylebunun kontrol altýna alýnabileceðini tesbit ettiðini biliyoruz.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 140

Perhiz ve diyet anlayýþýnýn bilim adamlarýmýzda görülme-sinin yanýsýra bu anlayýþý toplum yapýsýnda da müþahede et-mek mümkündür. Bu hususta Fransýz seyyah Jean Thevenotþöyle der: “Türkler uzun ömürlüdürler ve az hasta olurlar(...) Bunun yeme içmedeki dikkatlerinden ileri geldiðini zan-nediyorum.” Fransýz seyyah Du Loir: “Türkler ihtiyaçlarýn-dan fazlasýný yemez.” Corneille Le Bruyn isimli seyyah ise:“Türkler güçlü kuvvetli olduklarý için uzun yaþarlar. Herhâlde bunun en tabii sebebi gayet sýhhi ve iyi gýdalar kullan-malarýnda ve mideyi bozmak suretiyle ciðerlere, kalbe ve di-maða ekseriya zarar veren, lezzetli ve mütenevvi yemeklereehemmiyet vermemelerindedir.” demektedir.

Toplum yapýsýna uygun olarak tedavi müesseselerinde dediyet anlayýþý vardý. “Dârüþþifalarda günümüzde olduðu gi-bi aþçýlar, tabiblerin isteklerine göre yemek piþiriyorlardý.”Burada çalýþan hekim için Abbas Vesim þöyle der: “Eðer gý-da ile tedavi ederse, devayý vermeye.” Pratik açýdan dadârüþþifalarda bu durum uygulanmýþtýr. Fatih dârü’þ-þifasýn-da hekim isteðine göre diyet ayarlanýrdý. Burada diyet hazýr-lamak için iki aþçý görevliydi. Fatih’in mutfaðýnda da perhizyemekleri yapýlýrdý. Haseki dârüþþifasýnda da diyet için ikiaþçý görevliydi. Valide Sultan hastanesinde de doktorlaragünlük giderler arasýnda bulunmayan birçok gýdanýn da ge-reðinde satýn aldýrýlmasý yetkisi verilmiþtir ki bu da birçokhastalýklarda bugün izlediðimiz gýda rejimi hakkýnda o za-manlar bile bir fikir bulunduðunu göstermesi açýsýndanönemlidir. Hastanelere tahsis edilen paralarda, doktorlarýntavsiye edeceði her türlü gýda maddesinin alýnmasý, ilâç vegýda üzerinde herhangi bir kýsýtlamaya gidilmemesi vakfiye-lerde þart kýlýnmýþtýr. Evliya Çelebi, Fatih ve Bayezid’in da-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 141

rü’þ-þifalarýnda hastalara kuþ eti ikram edildiðini belirttiktensonra; Bayezid’in Edirne’deki þifahanesinde hastalarýn gýda-sý konusunda þu bilgileri vermektedir: “Gece ve gündüz has-tane mutfaðýnda hastalara günde üç kere et’ime-i nefise ve-rilir. Keklik, turaç, sülün, güvercin, kaz, ördek ve bülbülevarýncaya kadar cemi kuþlar avcýlar tarafýndan avlanarakmütevelliye getirilip, hekimlerin arzusu ve hastanýn mizacý-na göre tabolunarak hastalara verilir.” Selahaddin Eyyubîdevrinde Dimaþk’taki hastanelerde 1285’de Kahire’de yapý-lan hastahanede de diyet mutfaðý vardý. Bu mutfaklarda per-hiz yemekleri yapýlýrdý.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 142

Tarih Boyunca Yaþlýlýkta Beslenme

Yaþlýlýk bütün canlýlar için kaçýnýlmaz bir hâdisedir. Buhususu izah açýsýndan birçok görüþ ortaya atýlmýþtýr. Hücrekaybý yaþlanmanýn belli baþlý biyolojik temellerinden biridir.Canlýlarda hücre kaybý çeþitli yollarla oluþabilir. Hücre kay-bý bünyenin yaþlanmasýndan ya da çevreden kaynaklanan et-kilerle (ionizan ýþýnlar, virüsler gibi) ortaya çýkabilir. Çevre-den fazla serbest kök hücumu (ionizan ýþýnlar, çevre kirlili-ðinden kaynaklanan serbest kökler besinlerle alýnanlar vb.)yaþlýlýðý hýzlandýrabilir. Ayrýca otoantikor yapýmý da yaþlýlýðýhýzlandýrmaktadýr.

Günümüzde DNA-RNA sisteminde zamanla husule gelenönceden programlanmýþ (yani ecelin kader-i ilâhi ile takdiri)bozulmalarýn ve bu bozulmalarýn kýsa ömürlü labil proteinle-re yansýmasýnýn yaþlanma olayýný açýklamada daha doðru birgörüþ olduðunu savunanlar çoðunluktadýr. Bu durumda yaþ-lýlýk hâdisesi her insan için kaçýnýlmaz bir vakýadýr. NitekimYüce Rehberimiz bu hususta: “Ey Allah’ýn kullarý, tedaviolun. Çünkü Allah, yarattýðý her hastalýk için mutlaka bir þi-fa veya deva yaratmýþtýr. Ancak bir dert müstesna. O da ihti-yarlýktýr.” buyurmaktadýr. (Tirmizi, Ebû Davud, ibni Mace)Ancak ihtiyarlýðý yavaþlatacak bir takým tedbirler alýnabilir

meselâ; oburluk yapmamak, acýktýktan sonra ölçülü yemek,alkol almamak, düzenli uyumak ve egzersiz yapmak insanýndinç kalmasýna ve yavaþ yaþlanmasýna yardýmcý olacaktýr. Al-kol alýnmasýnýn dinimizce yasak olduðu malumumuzdur. Yü-ce Rehberimiz açlýðý da tenkit etmektedir. Hergün oruç tutanve bütün geceyi ibadetle geçiren Abdullah b. Amr b. As’a þöy-le demiþtir: “Böyle yapma. Bazen oruç tut, bazen de tutma;geceleyin hem ibadet et, hem de uyu. Muhakkak ki vücudu-nun senin üzerinde hakký vardýr.” (Buhari, Müslim) Oburlukda Yüce Rehberimizce tenkit edilmiþtir. Bu hususta: “Hemenher hastalýk, çok yemekten ileri gelir.” buyururlar. Uyku dasýhhat açýsýndan önemli bir hâdisedir. Yüce Beyan’da: “Uyku-nuzu dinlenme yaptýk. Geceyi örtü kýldýk.” buyurulmaktadýr(En-Nebe: 9.10) Egzersiz de sýhhatin idamesi açýsýndan çokmühimdir. Peygamberimizin atýcýlýk, binicilik, koþu, güreþ veyüzmeyi teþvik ettiðini biliyoruz. Yani Yüce Rehberimiz yaþlý-lýðý yavaþlatacak tavsiyelerde bulunmuþtur.

Yaþlýlar posalý yiyecek yemeli, sývý yað almalý, kalsiyum veBg vitamini almalýdýr. Baðýrsak kanserleri 40-70 yaþlarý arasýn-da meydana gelmektedir. Kepekli ekmeðin yani posalý yiyece-ðin baðýrsak kanserlerini azalttýðýný istatistikler göstermektedir.Peygamberimizin kepekli ekmek yenmesini tavsiye ettiðini bi-liyoruz. Yüce Rehberimizin zeytinyaðý yediðini biliyoruz.Ýmam-ý Tirmizi rivayetinde ibni Ömer’den merfuan Peygambe-rimiz: “Üç þey reddolunmaz. Biri süt, biri yastýk, biri de yað.”buyurmuþtur. Bu yað yerden çýkan yaðdýr, bunu Ýmam-ý Kasta-lani’de görüyoruz. Yani Peygamberimiz sývý yað yenmesini tav-siye etmektedir. Yukarýdaki hadiste ayrýca sütü de tavsiye edi-yor. Sütün önemli bir kalsiyum kaynaðý olduðunu da biliyoruz.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 144

Yüce Beyan’da: “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye at-mayýnýz.” buyurulmaktadýr. (Bakara 2/195) Kendimizi tehli-keye atacak gýdalardan kaçýnmalýyýz. Yüce Rehberimiz: “Yað-lý yemekleri çok yemekten sakýnýnýz.” buyurmaktadýr. Yaðlýyiyeceklerin damar sertliðine sebep olduðu bu asrýn bilinenvakýalarýndandýr. Yaþlýlarýn çok yememesi ve þiþmanlýktan ka-çýnmasý gerekir. Hz. Ali: “Kalbin sýkýþýklýðý daralganlýðý tok-luktandýr.” der, þimdiler de þiþmanlýðýn koroner kalp hastalý-ðýna sebep olduðu kalp sýkýþýklýðý yaptýðý malumumuzdur.Yüce Rehberimizin de þiþmanlýktan kaçýnýlmasýný salýk verdi-ðini ve þiþman bir kimseye: “Keþke karnýn böyle (þiþman) ol-masaydý senin için daha hayýrlý olurdu.” diye tavsiyesiyedebulunduðunu görüyoruz. Þiþmanlýk, eriþkin tip þeker hastalý-ðý için risk oluþturur. Yukarýdaki ifadeler uygulandýðýnda burisk azalacaktýr. Þeker hastalýðý Ýslam âlimlerince malum birhastalýktýr. Dünyada ilk olarak ibni Sina, þeker hastasý olankimselerin idrarýnda þeker çýktýðýný belirtmiþtir. O devrin he-kimlerinin de çok detaylý olarak þeker hastalarýnýn ne yeme-si, ne yememesi hususunu tartýþtýðýný görüyoruz.

Yüksek tansiyon yaþlýlar için ciddi bir problemdir. Tuzkýsýtlamasýyla bu problem önemli ölçüde giderilebilmekte-dir. Fazla kilonun giderilmesi, alkolün býrakýlmasý da tan-siyon kontrolünde önemli faktörlerdendir. Þiþmanlýk ve al-kol kullanýmýnýn dinimizce nehyedildiðini yukarýda belirt-miþtik. Ýlginç bir tavsiyeyi de ibni Sina’da görüyoruz. ÝbniSina yaþlýlarýn az tuz yemesini tavsiye ediyor ve þiþmanlýðýnbirçok hastalýða sebep olduðunu söylemiþ, zayýflamayý te-min için sebze yemeklerinin çoðunlukta olduðu perhiz lis-teleri hazýrlamýþtýr. Bu listelerin benzerleri þu anda çaðdaþ

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 145

týp ilminde kullanýlmaktadýr. Bugün de dengeli zayýflamarejimi olarak sebze aðýrlýklý diyet tavsiye ediliyor. Ýbni Sinayaþlýlara saðlýklarýný muhafaza edebilmeleri için tuzlu, yað-lý yemek ve et yememelerini tavsiye etmiþtir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 146

Ýslamî Psikiyatri

Ýslam dini, insan hayatýný her yönüyle ele aldýðý için psi-kolojik veya somatik rahatsýzlýklara en tesirli çarelerin bu-lunmasýna dayelik yapmýþtýr.

Yaratanýn yarattýðýný daha iyi bildiðinin birer delili olarakÝslam’ýn fýtrata hitap eden karakteri, cihanþümûllüðü, enfüsîve afakî âlemde koyduðu kanunlar arasýndaki ahenginin birneticesi olarak bilhassa psikiyatrik hastalýklara karþý getirdi-ði tedavilerin tarihdeki müþahhas delilleri meydandadýr.Ama daha önce, bir karþýlaþtýrma yapabilmek için Orta ÇaðAvrupasýnýn psikiyatrik hastalara karþý tavrýna bir göz atmakyerinde olacaktýr.

Orta Çað’da Akýl HastalarýnaKarþý Avrupadaki Tavýr

Orta Çað Avrupasýnda, akýl hastalarýnýn kötü ruhlar tarafýn-dan esir alýndýðýna inanýlýrdý. Bu cinnet vakalarýnýn gerçek se-bebi olan habis ruhlara karþý gelmenin çoðu zaman imkânsýzolduðuna, ancak bazý durumlarda bir azizin cesedinin veya eþ-yalarýnýn bir parçasýyla bunlarý kovmanýn mümkün olabilece-ðine inanýrlardý. Deli olarak damgalanmýþ erkek ve kadýnlar,baþkalarýný rahatsýz etmedikçe kendi baþlarýna terk edilirlerdi.Etraftan geçenler tarafýndan taþlanýr ve dövülürler, çoðunluk-

la açlýk, baský ve kazalar yüzünden ölürlerdi. Kamu düzeniniveya huzuru bozanlar delilik ve saldýrganlýklarý bahanesiyle ba-lýk istifi halinde zindanlara doldurulup dövülürdü. O zaman-lar birçok insan dayak atmanýn terapik bir faydasý olduðunainanýrdý. Zira eðer þeytan hastanýn vücuduna yerleþmiþse buvücut alabildiðince nahoþ bir mesken haline getirilmeliydi, böy-lece þeytan belki de kaçýp giderdi. Bu amacý gerçekleþtirmeninen tesirli yollarý da dövmek, aç býrakmak ve ani olarak çok so-ðuk suyla duþ yaptýrmaktý.

Bu zalimce müdahaleye maruz kalan hastalar, çareyi göz-den ýrak yerlere kaçmada bulmuþlar, maðaralara sýðýnmýþ,bazýlarý hayvan derisi giymiþ, bazýlarý ise hiçbir þey giymedensaç ve sakallarý birbirine karýþmýþ bir halde yaþamýþlardýr. Birkýsmý kendilerini melek ve þeytanlarýn ziyaret ettiðini iddia et-miþ, azizlik dava edenler ise küfre girdikleri için öldürülmekgibi bir riskle yüzyüze gelmiþlerdir.

Ýslam’ýn Tavrý

Doðuda, Ýslam’ýn hâkim olduðu topraklarda, akýl hastala-rýnýn tedavisinde farklý bir yaklaþým mevcuttu. Müslümanla-ra göre mecnunlar da Allah’ýn kullarýydý, bu yüzden þefkatve merhametle tedavi edilmeliydiler.

Hristiyanlýk’taki þeytan korkusunun aksine, Müslü-manlar mantýki olarak, Yunan ve Roma kaynaklý klâsikterapi metotlarýný hadis ve ayetlerin ýþýðýnda yoðurarak,nezaketle bu hastalarýn birçoðunu iyileþtirmeyi baþarmýþ-lardýr. Müslüman mücahitlerin Asya, Afrika ve Avrupa’dayaptýklarý cihatlardan aldýklarý en helâl kazanç olan gani-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 148

metlerin içinde, Yunan ve Lâtin menþeli eserler de vardý.Bu eser sahiplerinin yeni tilmizleri olan Müslümanlar, ki-taplarý Arapçaya çevirmeye baþladýlar. Harun Reþid, Jo-hannitius ismindeki bir tercümana çevirdiði her kitapiçin, kitabýn aðýrlýðýnca altýn verdi. Sonunda bu tilmizlerüstatlarýný çok geride býraktýlar, çünkü vahiy kaynaklýmarifet huzmeleri, aklýn emeklediði yollarý bir anda kate-diverdi.

Ýfrit ruhlarýný, bütün psikiyatrik hastalýklarýn sebebi ola-rak görme gibi bir telakkiye sahip olmayan Müslüman he-kimler, rahatsýzlýklarý, týbbî metot ve vasýtalarla tedavi etme-ye çalýþtýlar. Yunan ve Romalýlara ait, birtakým salgýlarlaasabî aktivitelerin düzenlendiði teorileriyle, yazýlý halde bu-lunan, müshil kullanma, istirahat, perhiz metotlarýný kabulettiler. Hazýrladýklarý ilâçlar bilhassa yatýþtýrýcýlar, þöhretbulmuþtu. Asabi hastalarý teskin etmek için hususî hamamlarinþa etmiþlerdi. Fýskiyelerle donatýlmýþ, rengârenk çiçeklerlebezenmiþ, insaný büyüleyen bahçelerde, hastalara etkisine gö-re seçilen farklý müzik eserleriyle, çok yönlü telkine dayalýhuzur çevreleri tesis etmiþlerdir.

Müslüman hekimler yeni bir psikoterapi türü üzerinde deçalýþmýþlardýr. Doktorlarýn, hastayla korkularý hakkýndasohbet etmeleri ve ona, vehimlerini yenebilmesi için nasihat-larda bulunmalarý gerektiðine inanmýþlardýr. Bu çeþit rahat-sýzlýklarda avcýlýk, ata binmek, yürüyüþ yapmak gibi alterna-tifler de kullanýlýrken, aþýrý baský altýnda bulunan erotoman-lara, güce dayalý top oyunlarý ve sýk sýk banyo yapmayý tav-siye etmiþlerdir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 149

Müslüman Hekimler veZihnî Hastalýklar Hakkýndaki Görüþleri

Ýslam týbbýnda büyük bir yeri olan Razî’nin 226 kitabývardýr. Bu kitaplar arasýnda öne çýkan iki eser “Mansurî” ve“El-Havî”dir. Fizyonomi için çaplý bir rehber olan Man-surî’de, þahsiyetlerin tanýmý ve mahiyetleri ile asabi hâle te-sir eden iç salgýlara ait bilgiler bulunmaktadýr. El-Havî’de ise,vücudun fizikî halini etkileyen, “psikolojik hâdiselerin” öne-mi anlatýlmýþtýr. Fikrî düzensizliðin akýl hastalýklarýnda, ra-hatsýzlýklarýn ilk iþareti olduðunu, bununla beraber, saðlamzihne sahip olan her insanýn akýl hastasý olmamasýnýn garan-ti olmadýðýný söylemiþtir. Doktorlarýn, hastalarýna daimasaðlýklý bir gelecek ve emin olmasalar bile iyileþme ümidi tel-kin etmelerini tavsiye etmiþ, bedenî halin ruhî durum ile ir-tibat halinde olduðuna deðinmiþtir.

Ýbni Sina’nýn “Kanun”u teorik ve pratik týp alanýnda abi-devi bir eserdir. Ýbni Sina’nýn psikoloji hakkýndaki görüþlerive bu sahadaki tedaviye ait tavsiyelerinin, tarihte büyük birönemi vardýr. O zamanki kýsýtlý týbbî tekniklere raðmen ibniSina, kalp atýþý oranýndaki deðiþmelerle, manevî hisler ara-sýndaki irtibatý gösteren bir sistem geliþtirmiþtir. Orijinal kli-nik kayýtlarýnda, teþhislere götüren soru listeleri, bu sorula-rýn sebep olduðu kalp atýþý oranýndaki deðiþiklikler ve varý-lan neticeler mevcuttur.

Bir baþka Müslüman hekim Necibüddin bin Hammad,Farsçaya Muhammed Ekber tarafýndan “Týbb-ý Ekberi” þeklin-de tercüme edilen “Sebepler ve Emareler” ismindeki kitabýnda,bunaklýktan Kore hastalýðýna, psikonevrozdan amneziye kadardokuz bölüm halinde, otuz kadar zihnî hastalýðý sýnýflandýrmýþ-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 150

týr. Tedavileri hakkýnda düzenli bir perhiz, banyo, hava deðiþik-liði, huzur veren bir çevre, bazý durumlarda da kan aldýrmayýtavsiye etmiþtir.

Zihnî Hastalar Ýçin, Ýnþa Edilen Hastaneler

7. asýrda Ýslam’ýn Mýsýr’a kadar yayýlmasýndan sonra ilkhalifelerden biri, Kahire’de, Maristan hastanesini kurdu. Bu-rada hastalar özel olarak döþenmiþ geniþ salonlarda, musikiy-le, tedavi ediliyorlardý. 1173’de Baðdat’da kurulan ismi “Rah-met Evi” manasýna gelen baþka bir hastanede Ýran’ýn her tara-fýndan getirilen akýl hastalarýyla iyileþene kadar ilgileniliyor-du. 13. asrýn sonlarýna doðru, Kahire’deki bir hastane tama-men mesaisini bu hastalara ayýrmýþtý. Herbir hastanýn iki tanenezaretçisi vardý. Hekimler, þarkýn mümtaz kabiliyetleriydi.Uyumakta zorluk çeken hastalar, hafif bir müzik sesinin du-yulduðu ayrý odalara yerleþtiriliyor, arzu ederlerse kendilerinehikâyeler anlatacak kabiliyetli insanlar tahsis ediliyordu.

Selçuklular ve daha sonra Osmanlýlar, yerleþim birimle-rinde inþa ettikleri tekkelerde akýl hastalarýný tedavi ediyor-lardý. Bu kuruluþlar yüzyýllar boyunca hizmet vermiþlerdir.

1205 yýlýnda Kayseri’de, 1217’de Sivas’ta ve 1272 sene-sinde Kastamonu’da inþa edilen hastaneler, Selçuklular za-manýnda kurulan hastanelere birkaç örnektir. 1470’te Ýstan-bul’da inþa edilen bir akýl hastanesinin kalýntýlarýný 1842’deziyaret eden meþhur Fransýz psikiyatrist Morea de Tours, buhastanenin 19. yüzyýlda kullanýlan hastanelere bile misal teþ-kil edebilecek bir seviyede olduðunu beyan etmiþtir.

Manisa’daki Süleyman Hastanesi ise dünyada emsali ol-mayan bir hastaneydi. 16. yüzyýlda, Mimar Sinan tarafýndan

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 151

inþa edilen bu hastanede, yirmi kadar insan ile yüz elli kiþiilgileniliyordu. Hastalarýn temizliðine aþýrý itina gösteriliyor-du. Hastalar, taze balýk ve kuþ etiyle besleniyor, rengârenkçiçeklerle dolu muhteþem bir bahçede gezerken fýskiyeler-den etrafa saçýlan suyun sesini ve huzur veren müziði dinli-yorlardý. Isý tedavisi için, farklý sýcaklýklarda, üç odadanoluþmuþ muazzam bir hamam vardý. Hastalar, müzisyenler,taklitçiler ve soytarýlar tarafýndan eðlendirilirdi.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 152

Ýslam’ýn Diþçiliðe Kazandýrdýklarý

Peygamber Efendimizin (s.a.s.) diþleri temiz tutma tavsiye-lerini çýkýþ noktasý yapan hekimler, saðlýksýz diþlere sahip has-talara düzenli bir hizmet sunmuþlardýr. Hatta bazý hastalariçin birtakým hayvan kemiklerinden takma diþler yapmýþlar-dýr. Tecrübeli bir doktor ve seçkin bir cerrah olan Ebu’l-Ka-sým el-Zehravî (936-1013) ki Avrupa’da “Albucasis” olarakbilinir, diþçiliðin teorisyeni ve cerrahî pratiðinin de öncüsü-dür. Diþ bozukluklarýný düzeltmek için estetik ameliyatlaryaptýðý bilinmektedir.

Ýbni Sina, Birûnî ve ibni Heysem’in muasýrý sayýlabilecekZehravî’nin en önemli eseri “Et-Tasrif” bir týp ve hekimlik an-siklopedisidir. Eser iki ana bölüme ayrýlmýþtýr: Birinci bölümanatomi, fizyoloji ve beslenmeyle ikinci bölüm ise cerrahî ileilgilidir. Eserin oldukça raðbet gören cerrahî ile ilgili bölümle-ri 1187 yýlýnda Cremonalý Gerard tarafýndan Latinceye çevril-miþtir. Daha sonra bu bölümler üç cilt haline getirilmiþtir,ikinci ciltte litotomy (mesaneden taþ çýkarma), amputasyon(bir uzuv kesme), litority (mesane taþýný kýrma), optalmile (gö-ze ait) ve tental (diþe ait) cerrahi baþlýklarý bulunmaktadýr.

Orta Çað Avrupa üniversitelerinde “Et-Tasrif ” büyük birþöhret kazanmýþ, Ýtalya ve Fransa üniversitelerindeki cerrahîçalýþmalarda referans eser durumuna gelmiþtir. Bilinen ilk

Fransýz cerrah olan Guy de Chau diþ hekimidir. ChauZehravî’den etkilenmiþ, “La Pratique en Chirurgie” isimli ki-tabýnda 200’den fazla yerde kendisinden bahsetmiþtir. Chau,týpký Zehravî gibi merhem, yað ve yara pansumaný için gere-ken keten tiftiðini ameliyatlarýnda kullanmýþtýr. 13. asýrda ya-þayan baþka bir Latin cerrah Guillermo de Saliceto hidrose-falus (beyinde su toplanmasý) tedavilerinde el-Zehravî’nin te-sirinde kalmýþtýr. Bu Ýtalyan cerrah, el-Zehravî’nin 300 seneönce tarif ettiði sývýyý çýkarmak için daðlayarak kafatasýndadelik açma metodunu kullanmýþtýr.

850-1030 yýllarý arasýnda aðýz içi hastalýk ve cerrahisindeel-Zehravî dýþýndaki meþhur Müslüman hekimler þunlardýr:

* “Kanun” isimli eseriyle Ebu Ali ibni Sina ki Batýda Avi-cenna olarak bilinir.

* 850 senesinde halife Müvekkil için telif ettiði “Firdevsü’l-Hikmet” isimli eseriyle Ali ibni Sehl Ýbn-il Rabban el-Taberi.

* Ebu Bekr Muhammed ibni Zekeriyya-el Razî’dir.Razî’nin 22 Ciltlik muazzam eseri “el-Hâvi”nin üç cildi diþ-lere ait þikâyet, hastalýk ve tedavilerle ilgilidir.

Ýbni Sina diþlerin anatomisini þöyle anlatmaktadýr:”Alt veüst çenede toplam 32 diþ bulunur, 4 tane akýl diþinin olma-dýðý bazý durumlarda, bu sayý 28’dir. Her iki çenede düzmerkezi ön diþleriyle yanda bulunan kesici diþler olmak üze-re 8 tane diþ vardýr. Kesici diþlerden sonra, alt ve üstte ol-mak üzere her iki yanda birer köpek diþi yer alýr. Bu diþlerinucu sivrice olup ýsýrma iþleminde kullanýlýr. Bunlardan son-ra, üstte ve altta öðütmek için kullanýlan 4 veya 5 tane azýdiþi bulunur. Eðer 5 tane azý diþi varsa toplam 32 diþ eder.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 154

5. azý diþi olan akýl diþi çýkmamýþsa bu sayý 28 olur. Akýl diþ-leri sonradan, yaklaþýk 30 yaþlarýnda çýkar.

Diþlerin, çenelerin kenarlarýna gömülmüþ güçlü köklerivardýr. Diþler, kemik oyuklar içine yerleþmiþ ve fibröz (lif-li) baðlarla sýkýca tutturulmuþlardýr. Her diþ en azýndan birköke sahiptir, fakat alt çenedeki diþlerin ikiþer kökü vardýr.Akýl diþlerinin üçer kökü bulunmaktadýr. Üst çenede herbirazý diþinin bir tacý ve en azýndan üç tüberkülü (kabarcýðý)bulunur. Bu diþlerde taçlar vazifelerinin zorluðu yüzündendaha geniþtirler.”

Galen’e göre diþler dýþýndaki bütün kemikler hissizdir.Araþtýrmalara göre bazý diþler doðrudan doðruya beyinle ir-tibatlý sinirlerle donatýlmýþtýr. Bu da diþlerin sadece soðuðudeðil soðuk ile sýcak arasýndaki farký da nasýl hissettiðiniaçýklamaktadýr.

Beynin aþýrý soðuða maruz kalmasýnýn diþ aðrýlarýna sebepolabileceðini söyleyen el-Zehravî diþ aðrýlarý için daðlamatedavisini de þöyle anlatmaktadýr:

“Eðer diþ aðrýsý soðuktan kaynaklanmýþsa veya diþte birkurt varsa ve týbbî tedavi mümkün deðilse daðlama tatbikedilmelidir. Bunun da iki yolu vardýr: Yað ile ve daðlayýcý birmadde ile yapýlan daðlama ki þu þekilde yapýlýr: Hastanýn að-rýyan diþinin üzerine ateþin hararetini etkilemeyecek kalýn-lýkta, bronzdan veya demirden bir boru uzatýn. Daðlama ya-pacak sývýyý ýsýtýp bu boru ile diþe tatbik edin soðuyuncayakadar tutun. Bu iþlemi birkaç defa tekrarlayýn. Aðrý birkaçgün içinde geçecektir. Daðlama iþleminden sonra hasta, birmüddet için aðzýný yað ile doldurmalýdýr.”

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 155

Zehravî daðlama dýþýnda diþ çekim metotlarý, kök ve ký-rýk alt çene parçalarýnýn temizlenmesi, estetik diþ tedavisi,diþ doldurma ve bunlar için gerekli aletler üzerinde de dur-muþtur. Gümüþ veya altýndan takma diþlerden bahsederkengümüþ zamanla okside olup aþýnacaðý için altýn kullanmayýtavsiye etmiþtir.

Hekim Azam Han, Hicri 1289 senesinde telif ettiði “Ýk-sir-i Azam” adlý eserinde, Ýslamî Týp ve Cerrahi’nin üstatlarýolan ibni Sina, Râzî, Curcanî, Antakî, Teberî, Suudî ve diðer-lerinin bahsettiði gibi birçok diþ hastalýðý ve tedavisinin de-taylý ve karþýlaþtýrmalý bir çalýþmasýný yapmýþtýr.

Râzi ise, diþ tedavisinde mücmel formüllerle ilâç tedavi-sinden bahsederek bu alanda ayrý bir yere sahip olmuþtur.Daðlama, diþ doldurma, gargara ve yara lapasý tatbiki metot-larýndan da bahsetmiþtir. Kendisinden önce diþ çekme me-totlarýndan bahsedilmiþ olmasýna raðmen el-Zehravî takmadiþ fikir ve metodunu ortaya atan mümtaz bir hekimdir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 156

Ýlk Uçanlar

1. Farablý Ýsmail Cevherî

Asýl adý, Ebu Nasýr Ýsmail bin Humadu’l-Cevher’dir. Cev-her, Horasan’ýn Farab þehrinde, milâdýn onuncu asrýnda dün-yaya gelmiþtir. Ýlk tahsilini dayýsý Ýbrahim Farabi’den almýþtýr.Daha sonra Farab medreselerinde ilim tahsil etmiþtir. Niþa-bur’da yüzlerce talebeye ders vermiþtir. Derslerden sonra evi-ne çekilen Cevherî, birçok hesaplar yaparak uçmanýn yollarýnýaraþtýrmýþtýr. Sonunda bu maksadýna ulaþmak için birtakýmkanatlar yapmýþtýr.

Ýlk zamanlar, evinin bahçesinde tecrübeler yapýp sonra dahazýrladýðý birtakým tahtalarý, ipleri ve kanatlarý alarak Niþa-bur’daki ulu caminin minaresine çýkmýþtýr. Camiin kubbe-sinden havalanarak uçmaya baþlamýþtýr. Dünyanýn ilk uçaninsaný, insanoðlunun ilk tayyaresini yapan Farabi Cevherî,havada epeyce dolaþtýktan sonra yere inmek istemiþ, fakatbuna muktedir olamamýþtýr. Birdenbire yere çakýlarak parça-lanmýþtýr. (Miladi 1010)

2. Ýlk Paraþütçü

Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmýþ oðluSüleyman Þah’ýn oðlu Kýlýç Arslan’ý, Bizans Ýmparatoru Ma-nuel Komnen Ýstanbul’a davet etmiþti. Ýmparator, Kýlýç Ars-

lan þerefine hipodromda tantanalý þenlikler icra ettirmiþti.Bizanslýlar bu meydanda bütün hünerlerini gösterdiler. Buesnada Kýlýç Arslan’la beraber gelen bir Türk, Atmeyda-ný’ndaki Dikilitaþ üzerinden uçacaðýný bildirdi. Adam Dikili-taþ üzerine çýktý. Sýrtýnda gayet uzun, geniþ ve beyaz bir el-bise vardý. Bu beyaz elbise bir paraþüt gibi þiþiyordu.

Gerçekten bir müddet havada uçtu ancak biraz sonra ye-

re çakýlarak parça parça oldu. (M. 1159) Bizans vesikalarý onu

“Serakino” yani “Þarklý” diye kaydetmiþtir. Adý malum olma-

yan bu Türk de dünyadaki ilk paraþütçüdür.

3. Ýbni Fernas

Endülüslü olan ibni Fernas da kanatlar takarak uçmaya te-

þebbüs edenlerdendir. Prof. Hamidullah’ýn ifadesine göre ibni

Fernas (vefatý 388) bir cihaz icat etmiþ ve onunla uzun bir me-

safeyi uçarak katetmiþtir. Daha sonra o da bir uçuþ kazasýnda

ölmüþtür.

Ýbni Fernas (... 388)

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 158

4. Kartal Kanatlý Hezarfen Ahmed Çelebi

Bin fen bilen manasýna gelen “Hezarfen” vasýf ve þöhretinialan Ahmed Çelebi 17. yüzyýlda yaþamýþ bir Türk âlimidir. Ken-disinden önce yaþamýþ âlimlerin ilimlerinden, bilhassa Birunî veibni Sina ile ayný devirde yaþamýþ olan Farablý Ýsmail Cevhe-ri’nin uçuþ tecrübelerinden faydalanmýþtýr. Hezarfen AhmedÇelebi, Cevherî’nin baþarý akýmlarýný ve denge unsurlarýný he-sapladý; uçmak için kartalý örnek almak gerektiðini düþündü.Asýl büyük denemeye giriþmeden önce, o devirde çok büyük birspor alaný olan Ýstanbul’daki Okmeydaný’nda tam dokuz dene-me yaptý. Her denemede bir düzeltme yaparak kendisini uçura-cak kanatlara son þeklini verdi.

Nihayet bir gün Galata Kulesi’nden Boðaz’ýn sularýný aþ-tý. Üsküdar’da Doðancýlar adýný taþýyan semte bir kuþ gibisüzülerek indi. Bu hâdisenin görgü þahitlerinden biri olanEvliya Çelebi, bu uçuþun tarihini belirtmeden IV. Murat za-manýnda gerçekleþtiðini söylemekle yetiniyor. IV. Murat1623-1640 yýllarý arasýnda hükümdarlýk yaptýðýna göre uçu-þun bu tarihler arasýnda gerçekleþtiði kesindir. Konuyu araþ-týran tarihçiler bunun saltanatýn ilk yýllarýna rastladýðýndabirleþiyorlar.

Hezarfen Ahmed Çelebi hakkýnda bilinen baþlýca kaynakEvliya Çelebi Seyahatnamesi’dir, Evliya Çelebi ondan: “Ýlkolarak Okmeydaný’nýn minberi üzerinde, rüzgârýn þiddetiylekartal kanatlarýyla sekiz dokuz kere havada pervaz ederek ta-lim etmiþtir. Daha sonra Sultan Murat Han Sarayburnu’ndaSinan Paþa Köþkü’nden temaþa ederken Galata Kulesi’nin taen üst zirvesinden lodos rüzgârýyla uçarak Üsküdar’da Do-ðancýlar Meydaný’na inmiþtir.” diye bahsetmektedir. IV. Mu-rat, Hezarfen’i bir kese altýnla mükâfatlandýrmýþtýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 159

5. Lâgarî Hasan Çelebi

Lâgarî Hasan Çelebi Dördüncü Murat devrinde elli ok-kalýk barut macunu ile çalýþan 7 kollu bir roketin atýþ gücün-den istifade ederek dünyanýn ilk insan taþýyan roketini yap-mýþtý. Roket, yardýmcýlarý vasýtasýyla ateþlenip havalanacaktýve kendisi de denize ineceðini tasarlamýþtý ve bu tasarýsýndamuvaffak olmuþtu. Kendisi karadan havalanýrken denizde bir-kaç gemi, içinde dalgýçlar olduðu halde kendisini bekliyordu.Roketlerin ateþlenmesiyle fezaya doðru havalanmýþ dairevî þe-killer çizerek denize inmiþti.

Bu tarihten sonra Avrupa’da buna benzer tecrübeler ya-pýlmaya baþlamýþ, kimi kendine kanat takmýþ ve kimi de tay-yare yapmaya çalýþmýþtý... Bu sahada çalýþan Batýlýlar zikredi-lirken Endülüslü Abbas bin Fernas ve Farablý Ýsmail Cevhe-rî, Hezarfen Ahmed Çelebi ve Lagari Hasan Çelebi ismi hiçsöylenmez. Oysaki bu tür çalýþmalarý ilk tecrübe edenler buinsanlardýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 160

Büyük Veteriner Ebu Bekr ibniBedreddin el-Baytar

Ebu Bekr, Memlük Sultaný en-Nasýr Nasrüddin Muham-med b. Kalaûn (1293-1341) zamanýnda yaþamýþ, Orta Çaðýnve Ýslam medenîyetinin en büyük veteriner hekimidir. EbuBekr’in babasý Bedreddin el-Baytar da Memlük sarayýndaveteriner olarak çalýþmýþtý. Nasýr’ýn babasý Mansur el-Ka-laûn (1279-1290) at aþýðý bir hükümdardý. Sonradan meþhurolan hatta tanýnmýþ Türk hekimlerinin de gidip çalýþtýðýbîmaristaný (hastane) tesis etmiþti. Kalaûn’un oðlu Muham-med Nasýr da babasý gibi ilme ve ilim ehline muhabbeti olanbir hükümdardý. Babasýnýn kurduðu bîmarisitaný tamamla-mýþtý. Nasýr, hayvan yetiþtirilmesine ve ziraata çok ehemmi-yet vermiþtir. 1298-1340 yýllarý arasýnda Ebu Bekr saray ve-terineri olarak çalýþmýþtýr. Zaten bütün Ýslam devlet adamla-rýnýn at sevgisi fazladýr. Sarton bu mevzuda: “Zamanýmýzda,eski günler, bilhassa Ýslam memleketlerindeki kraliyet ahýr-larýnýn büyüklüðü tahmin ve tasavvur edilemez. Birkaç yýlönce (1947’den birkaç yýl önce) Moraka’da Meknes’i ziya-retimde 17. Asýrda Malay Ýsmail tarafýndan inþa edilmiþ olan12 bin at aldýðý söylenen ahýrlarýn içini ancak otomobille ge-zebildim.” demekle saraylarda ata gösterilen büyük alâkayýifade etmeye çalýþmýþtý. Ýþte Ebu Bekr, böyle bir atmosferiçinde yaþamýþ ve ilgi çekici vasýfta bir eser vermiþtir. Batýlý

tarihçilerce de devrinin en iyi veteriner hekimlik kitabý ola-rak kabul edilen eserinin adý “Kâmil’üs-Sýnaatayn el-Baytarave’z-Zýrtýka”dýr. Zýrtýka, zartaka’nýn cemi (çoðul) þeklidir vehayvanlarýn talim-terbiyesi ve diðer iþleri demektir.

Veterinerlikle ilgili beþinci makale otuz dört babtýr. Birin-ci babtan sonra hastalýklar baþtan itibaren vücudun kýsýmla-rýna göre ayrýlarak çok sistematik olarak incelenmiþtir. Gözve kulak hastalýklarý iyi anlatýlmýþtýr. Burun akýntýsý ile sey-reden gourme ve malleus’a (orta kulak kemiði) da dikkat et-miþtir. Boðaz ve çene hastalýklarýnýn baþýnda “sýraca” adý al-týnda malleus ve gourme’u anlatýrken bu iki hastalýðý birbi-rinden açýk bir þekilde ayýrmaktadýr. Hiçbir þekilde gour-me’nin malleus’a baþlangýç olacaðýndan söz etmemiþtir. Çe-ne altýnda soðuk apselerle beliren maleus’un bacaklarda daIymphangitislerle (lenf damarlarý iltihabý) seyrettiðini yaz-makla “deri ruamý”ný da bildirmiþtir. Bu satýrlarýn 14. yüz-yýlda yazýlmýþ olmasý çok mühimdir, çünkü daha sonralarý16. hatta 17. yüzyýlda bile veteriner yazarlar gourme’un es-kiyince malleus’u doðurduðunu, deri ruamýnýn ayrý bir has-talýk olduðunu, akciðer ruamý ile alâkasýna dikkat etmedenyazmýþlardýr. Gene çok mühim olan bir nokta da EbuBekr’in malleus’un insanlara geçtiðinden de bahsetmiþ olma-sýdýr ki biz bu tesbitin ilk kez Ebu Bekr tarafýndan yapýldýðý-ný görüyoruz. Hatta 17. yüzyýlda yaþamýþ ve malleus mevzu-unda en ileri görüþlere sahip olan Fransýz veterineri Solley-sel dâhi bundan bahsetmemektedir.

Ebu Bekr, boyun hastalýklarý arasýnda romatizma ve teta-nozdan, omuz topallýðýndan ve arpalamadan bahsetmiþtir.Atýn diz ve sinirlerinde hastalýklar baþlýðý altýnda exostose,(kemiklerde çýkýntý) hygroma, (mayi ihtiva eden kist) hydart-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 162

hrosse, (eklem boþluðunda su toplama) tendinîtis (kiriþleriniltihabý tendonlarýn (kiriþ) yara ve kopmalarý gibi hastalar-dan bilgi ile bahsetmektedir.

Týrnaklar için Ebu Bekr: “Atýn esasý týrnaktýr, at için týr-nak, evin temeli gibidir. Týrnak hastalýklarý her hastalýktandaha mühimdir.” demekle modern bir görüþe sahip olduðu-nu belirtmiþtir. Arka bacaklarýn dizlerden yukarý kýsýmlarýnpatelle (diz kapaðý kemiði) takýlmasý, kalça topallýðý, elep-hantiasis (fil hastalýðý) adý altýnda Iymphangitis maleosa’yabenzer arazla hastalýklardan bahsetmiþtir. Ebu Bekr, bu bö-lümlerde ne kendinden önce ne de yüzyýllarca sonrasýna(Solleysel’e) kadar hiçbir baytarla karþýlaþtýrýlamayacak ka-dar mükemmeldir.

Bu büyük yazarýn büyük ve üstün eseri üzerinde bizden ön-ce Batýlý yazarlar, Perron’un 1852-1860 yýllarýnda Fransýzcayayaptýðý tercümesinden faydalanarak incelemeler yapmýþlardýr.

Ebu Bekr bu eserini, Melik Nasýr’a ithaf ettiði için kita-býn meþhur ve maruf ismi: “Nasýrî’’dir. Kitap on makaleyeayrýlmýþtýr. Kitabýn birinci makalesi yirmi kýsma ayrýlmýþtýr.Kur’an’dan bir ayetle baþlar. Ýnsan ve at arasýndaki benzer-lik ve ayrýlýklarý ele almýþ, insan ve atta burun, nefes borusu,kalp, baþ, ciðer, mesane, böbrekler, erkeklik ve diþilik, ke-mikler, kýkýrdak, sinir, kaslar, deri kýllarý ve beþ duyu ayný-dýr, demiþtir. Her iki canlýda müþterek görülen hastalýklararasýnda kuduzu da saymaktadýr.

Genital organ hastalýklarýna ayrýlan bölümde derin (douri-ne) anlaþýlýr semptomlarla bilinmektedir. Metritislerin (rahimiltihabý) sonradan kýsýrlýk yaptýðýný doðru olarak yazmýþtýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 163

Bundan sonraki üç bab’da vücudun kuyruk, bel ve karýngibi yerlerindeki hastalýklar üzerinde durulmuþtur. Lumba-go, (bel aðrýsý) bazý yaralar, hydrops (safra kesesinin mayi iledolu þiþ hâli) ascites, peritonitis (iltihap sývýsý) exudativa her-nia abdominalis ve ventralis harnia umbilicalis ve evantras-yon doðru, anlaþýlýr seytonmlarla anlatýlmýþtýr. Karaciðer,akciðer ve böbrek hastalýklarý.

Ebu Bekr, tedavi bölümlerinde baþlangýçtan itibaren yarave apseler için uygun metotlar kullanýr. Kýrýk, çýkýk ve bur-kulmalarda durum aynýdýr. Omuz ve kalça topallýklarýndabugünkü gibi apse de fixation (tespit) yapar. Arpalama has-talýðý için kan almayý, bacaklarýn soðuk suya sokulmasý vefriksiyon gibi bugün de kullanýlan uygun tedavi þekilleri tav-siye edilmiþtir.

Prolapsus uteri ve vaginae (rahim ve haznenin dýþarý çýk-masý) olaylarýnda dýþarý çýkan organ kýsýmlarýný papatya su-yu ile yýkadýktan sonra yeniden yerine yerleþtirmekte ve vul-vaya alt kýsmý açýk kalmak üzere dikiþ koymaktadýr. Dahasonraki günlerde nar kabuðu (sýkýcý) ve alkol ile lâvajlar ya-par. Bu tedavi prolapsusun en uygun tedavisidir. Bazý sancý-larda rektal (son baðýrsak) muayeneyi tavsiye ederken bu iþ-teki tecrübesini göstererek veterinerin týrnaklarýnýn kýsa ol-masý gereðine dikkati çekmektedir.

Ebu Bekr’in en modern olduðu bölüm embriyotomi (ce-ninin rahimden çýkarýlmasý) operasyonudur. “Eðer yavru yaþa-mýyor ve bir uzvu çýkmýþsa önce o uzuv kesilir, sonra zikro-lunacaðý üzere kol uterusa sokularak embriyotomi yapýlýr.Üstad olan veteriner elini temizledikten sonra menekþe yaðý-na batýrýp kollarýný güzelce yaðlar, parmaklarý arasýna bir us-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 164

tura alýr, kolunu yavaþça uterus’a (rahim) sokar. Eðer yavrudoðru gelmiþ de baþý önde ise hazýr olan çengelleri gözünün,üst çenesinin ve alt çenesinin kemiklerine iliþtirip azar azardýþarý çeker. Çekmeden önce kýsraðýn vaginasý (haznesi) ko-yungözü otu ve eðrice yonca otunun kaynamýþ suyu ve me-nekþe yaðý ile kayganlaþtýrýlýr. Ölü yavrunun bütün çýkmasýiçin yollarýn kaygan olmasý gerekir. Eðer yavru devrilmiþ (dö-nük) ise veya boynu eðri olup doðrultulmasý mümkün deðil-se önce rastlanan uzuv kesilir. Bu kesilen uzuv tam olarak dý-þarý çýkarýldýktan sonra yavrunun diðer kýsýmlarý dýþarýya alý-nýr. Ondan sonra kunduz hayasý, kimyon ve tuz kaynatýlmýþzeytinyaðý ile lavaj yapýlýr.” Yukarýdaki hülasa edilmiþ ope-rasyon tarifinden Ebu Bekr’in bu mevzuda ne kadar bilgiliolduðu görülmektedir.

Kastrasyon (kýsýrlaþtýrma) bahsinde de Ebu Bekr çok ye-terli bilgi vermektedir. Bugün dâhi kullanýlabilecek ateþle ve-ya býçakla kesme, dövme ve serbest kastrasyon gibi dört usultavsiye eder.

Evantrasyon olaylarýnda çok uygun tedaviler tatbik et-mektedir. Baþka hiçbir yerde rastlanamayan bu operasyonuhülasa olarak anlatmak yerinde olacaktýr: Evantrasyona uð-rayan hayvan arka üstü yatýrýlýr, ayaklarý yukarý kaldýrýlýr; busuretle baðýrsaklar kolaylýkla yerine gönderilecektir. Gerigönderilmeden önce baðýrsaklarý ýlýk alkolle yýkanmalýdýr.Sonra karýn boþluðuna itilirler. Yarada iç derinin (kas taba-kalarýnýn) uçlarý paklaþtýrýlýr, kanatlý karýncalarla tutturulur.Karýncalarýn bir tanesi ele alýnýr, arka tarafý sýkýlýr, bu suret-le karýnca aðzýný açar. Aðýz açýlýnca iç derinin iki kenarý ka-rýncanýn aðzýna verilir, sonra makasla karýnca ortasýndan ke-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 165

silir, karýnca acýdan eti ýsýrýr. Daha sonra diðer bir karýncaalýnýp ayný þeyler tekrarlanýr. Yara baþtanbaþa karýncalarýnaðýzlarý ile kapatýlýr. Her iki karýncanýn aralýklarý bir parmakmesafede olmalýdýr. Bundan sonra dýþ tabaka (deri) pamukipliði geçirilmiþ iðne ile dikilir. Dikiþlerin aralarý ikiþer par-mak olup, aralýklarýndan hava ve rutubet çýkabilmelidir.Baþtanbaþa dikilince yara uzunluðunca sargý konup üstüuzun bir bað ile baðlanmalýdýr.

Tedavi müddetince, atýn yemi yaþ ve soðuk olmalýdýr. Hay-van kabýz olmalýdýr. Çünkü kontipasyonda defakasyon (dýþký-lama) esnasýnda karnýn sýkýlmasýndan dikiþler sökülebilir.Yaraya yakýn, sakýz yakýsý vurup üçüncü gün sargý deðiþtiri-lir. Yaraya hurma, zýft merhemleri gibi kavuþturucu ilâçlarsürülür. Evantrasyon tedavi operasyonu sýrasýnda Ebu Bekrbaðýrsaklarýn, karýn boþluðuna itilmeden önce, ýlýk alkolleyýkanmasýný ihmal etmemiþtir. Kas tabakasýnýn dikmek içinkatgüt yerine gene organik bir madde olarak karýncalarý kul-lanmasý ilgi çekicidir.

Ebu Bekr, hydrops ascides olaylarýnda karýn boþluðunabiriken sývýyý ponksiyon yolu ile boþaltmaktadýr. Zamanýn-dan çok ileri tedavi metotlarý ile dolu olan bu makaledensonra 9. makalede Ebu Bekr 12 bab’da materia medika vekoteriasyon þekillerinden bahsetmiþtir.

Ortopedi

Kitabýn 10. ve sonuncu makalesi 15 bab’a ayrýlmýþtýr. EbuBekr’in en rahat yazdýðý bölüm burasýdýr. Ýlk bablar çeþitli atnallarý, nal çivileri ve nallama tekniklerine ayýrýlmýþtýr. 360kadar nal çeþidi bildiðini yazmaktadýr. Bu nallardan büyük

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 166

bir kýsmý, ayak hastalýklarý ve kusurlarýný tedavi maksadý ilekullanýlmaktadýr. “Topuk çalma hâlinde týrnaðýn dýþ tarafý içtarafýndan daha fazla yontulduktan sonra, topuk çalan yerdüz olan bir nalla yükseltilerek nallanýr.” diyen yazar bazýla-rýnýn ökçeleri fazla sýkýþtýrarak nallanmalarýnýn ökçe darlýðý-na sebep olduðunu ve daralan ökçenin týrnak çatlaklarýnýdoðurduðunu büyük bir hazakatle yazmýþtýr.

Paytak bacaklýlýk olaylarýnda iç kenarlarý daha alçak nal-la; ayaðýn kavisli (bouleture) durumlarýnda ise tendolarýn ký-salmasýndan týrnak dik bir pozisyon alýr, bunu düzeltmekiçin ökçeleri düzeltir, alçaltýr ve sümbükte gagalarý bulunanbir nalla týrnaðý nallar ki, yalnýz bu bile bize Ebu Bekr’in or-topedi mevzuunda ne kadar modern olduðunu göstermeyeyeterlidir. Ýtellilik, kronik farbür ve krapo gibi ayak hastalýk-larýnýn tedavilerinde çok uygun nallar kullanmýþtýr.

Kitabýn son bölümünde katýr ve merkep nallarýndan dabahseder. Bu son makalede Ebu Bekr tarafýndan verilen bil-gilere ne daha önceki eski Yunan eserlerinde ne de sonrakikitaplarda rastlanmaktadýr. 17. hatta 18. yüzyýldan sonradýrki ayak hastalýklarýnýn nallarla tedavisi ve düzeltme metotla-rý Batýda veteriner hekimliðe girmiþtir.

Netice olarak Ebu Bekr 14. asýrda Ýslam veteriner hekim-liðinin Avrupa’ya nazaran çok üstün durumunu gösteren, za-manýnýn veteriner ansiklopedisi diyebileceðimiz pek deðerlieseri ile veterinerlik tarihinde parlak bir yer tutmaya hak ka-zanmýþtýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 167

Büyük Osmanlý Astronomu Takýyüddîn Rasýd ve Ýstanbul Rasathanesi

Türk-Ýslam âleminin son, Osmanlý Devleti’nin ilk ve tekrasathanesinin kurucusu, klasik Ýslam astronomisinin de enönemli ve son temsilcisi olan Takýyüddîn Rasýd, Ýstanbul Ra-sathanesi ile meþhur olmuþ bir Türk astronomudur.

Takýyüddîn Rasýd, Sidretü’l-Münteha adlý eserinin giri-þinde: “Ben mukaddes topraklarda doðdum ve yetiþtim.”demektedir. Bu kayýttan ve babasýnýn Þam medreselerindemüderris olmasýndan ayrýca bazý þecerelerindeki Dýmaþkîifadelerinden Þam’da 4 Ramazan 932/14 Haziran 1526’dadoðduðu anlaþýlmaktadýr. Takýyüddîn, Þam’da baþladýðý tah-sil hayatýnda önce klasik Ýslamî ilimleri tahsil etti. Arapça,Türkçe ve Farsça bilen Takýyüddîn Rasýd, eserlerinin hemenhemen hepsini Arapça yazdý. Bundan sonra baþta babasý ol-mak üzere önce Þam, daha sonra Kahire’deki âlimlerden ha-dis, tefsir, fýkýh, matematik, týp ve arstronomi gibi ilimlerokudu. Þam’daki Ümeyye Camii’nde hadis dersleri okudu ve“Buhari Okutma Ýcazetnamesi” aldý.

Mýsýr’daki tahsilini tamamladýktan sonra Þam’a dönerekNablus kadýlýðýnda bulundu ve buradaki bazý medreselerdemüderrislik yaptý. Bu esnada babasý ile birlikte 1552 yýlýndaÝstanbul’a geldi. Rumeli Kazaskeri Molla Abdurrahman

Efendi’ye mülazým ve Vesir Ali Paþa’ya hoca oldu. Ýstanbul’-da Çivizâde, Ebussuûd, Azmizâde, Ali Kuþçu’nun oðlu Meh-met ve torunu Kutbeddin, Saçlý Emir gibi dönemin önde ge-len ulemasýnýn meclislerine katýldý. Bir müddet burada kalanTakýyüddîn’e müderrislik teklif edildi ise de kabul etmeye-rek Nahcývan Seferi’nden (1553-1555) sonra Mýsýr’a dön-dü. Kahire’de Þeyhuniye Medresesi’nde yirmi beþ ve Sargýt-mýþýyye Medresesi’nde otuz akçe ile müderris oldu. Ayný seneMýsýr Beylerbeyi bulunan Semiz Ali Paþa ile yakýnlýk kuran Ta-kýyüddîn Rasýd, Ali Paþa’nýn Sadrazam olmasý üzerine kýsa birmüddet için Ýstanbul’a geldi.

Ýstanbul’da Edirnekapý’daki Kýrk Akçalý Bâlâ Medrese-si’nde müderrislik yaptý. Ýstanbul’da Sadrazam Ali Paþa’nýn(1561-1565) kütüphanesinden ve saat kolleksiyonundan is-tifade etti. Bu arada ailesinin Mýsýr’da olmasý ve Ali Paþa’nýnda Mýsýr valiliðine tayini üzerine Mýsýr’a döndü, müderrislikve kadýlýk yapmaya baþladý. Bir ara Mýsýr Kadýsý olan Çi-vizâde ve Niþancýzâde’nin naipliklerinde bulundu. Taký-yüddîn, Niþancýzâde’den sonra Mýsýr kadýsý olan KazaskerAbdülkerim Efendi ile babasý Kutbuddin’in teþvikiyle mate-matik ve astronomi çalýþmaya baþladý. Meþhur matematikçiAli Kuþçu’nun torunu olan Kutbuddin, çeþitli rasat aletlerive astronomi ile ilgili dedesinin, Gýyaseddin Cemþid’in veKadýzâde er-Rumî’nin kitaplarýný temin ederek Takýyüddîn’everdi. Hatta onun çalýþmalarýna yardýmda bulundu. Bu ara-da kendisini tamamen matematik ve astronomiye veren Ta-kýyüddîn, Tinnis kadýsý olduðunda bazý rasatlar yapabilmekiçin 25 metre derinliðinde bir rasat kuyusu kazdýrarak, sabityýldýzlarý gündüz gözlemeye çalýþtý. Mýsýr ve Filistin gibi ka-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 169

dýlýk yaptýðý yerlerde çalýþmalarýna devam eden TakýyüddînRasýd, bu arada çeþitli orijinal eserler de meydana getirdi.1567-1568 yýllarýnda Nablus kadýsý iken Reyhanetü’r-Ruhadlý eserini telif etti.

Daha sonra 978/1570 senesinde üçüncü defa Ýstanbul’agelen Takýyyüddîn Rasýd, Hoca Sadettin Efendi ile yakýnlýkkurup, himayesine girdi ve onun vasýtasýyla padiþahla, Sad-razam Sokullu Mehmed Paþa ve dönemin Ýstanbul ulemasýile tanýþtý. Ýstanbul’daki seçkin ulema meclislerinde tanýnanve takdir edilen Tayýküddîn Rasýd, geldiðinin ikinci senesi 2Mart 1571 tarihinde vefat eden Müneccimbaþý Mustafa b.Ali el-Muvakkýt’ýn yerine müneccimbaþý oldu. Daha sonra as-tronomi çalýþmalarýna hýz veren Takýyüddîn, yaptýðý takvimler-de ve diðer astronomi hesaplarýnda kullandýðý Uluð Bey zicininyeterli olmadýðýný, birçok hata bulunduðunu ve yaptýðý he-saplara kâfi gelmediðini belirterek yeni gözlemler ile bununtashih edilmesi gerektiðini düþündü. Böyle bir çalýþmanýnyapýlmasý sadece rasathane ile olacaðýndan Takýyüddîn Rasýd,Hoca Sadettin ve Sokullu vasýtasýyla bu düþüncesini tahta yenigeçen Sultan III. Murat’a bir layiha ile intikal ettirdi. Bununüzerine Padiþah Tophane tepesinde Rasathanenin inþasýnaizin verdi. Bu arada çalýþmalarýna devam eden Takýyüddîn1574 yýlýnda Galata Kulesi’nden basit aletlerle gözlemlerebaþladý. 1577 yýlýndan itibaren rasatlarýna rasathaneden de-vam eden Takýyüddîn Rasýd, rasathanenin, yeni yaptýklarýaletler ve toplanýlan kitaplarla güçlendirilmesine çalýþtý. Bu-rada yanýna birçok astronom toplayarak klasik Ýslam rasat-hanelerindeki aletleri imal etti ve bunlarýn yanýnda yeni ba-zý rasat âletleri geliþtirdi.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 170

Mýsýr’da baþlattýðý çalýþmalarýna burada devam etmeimkâný bulan Takýyüddîn Rasýd, ilk olarak Uluð Bey zicinintekrar hazýrlanmasý çalýþmalarýna baþlamýþtý. Bu arada diðerbazý gök hâdiseleri de rasat edilmeye çalýþýlmýþtý. Ancak bu-radaki bu yoðun ilmî çalýþma, Ýstanbul’daki bazý ulema vedevlet adamlarýnýn kýskançlýðý sebebiyle inkýtaa uðradý. Taký-yüddîn Rasýd, muhaliflerinin giriþimi ile yýkýlan rasathanesi-nin ardýndan evine küskün bir hâlde kapandý ve yarým kalançalýþmalarýna orada devam etti. Son yýllarýný sýkýntý ve üzün-tü içinde geçiren Takýyüddîn, 15 Sefer 993/18 Þubat 1585yýlýnda ellidokuz yaþýnda iken Ýstanbul’da vefat etti ve Beþik-taþ’ta Yahya Efendi Dergâhý haziresine defnedildi.

Takýyüddîn Rasýd, ilmî zihniyet, orijinal katký ve araþtýr-ma bakýmýndan Osmanlý ilim dünyasýnýn zirvesinde bir bilimadamýdýr. Þam ve Semerkant rasathanelerinde yapýlan çalýþ-malarý çok iyi tetkik etmiþ ve onlarýn eksik býraktýðý yanlarýtamamlamaya çalýþarak bu iki astronomi ekolünü þahsýndameczetmiþtir. Daha Mýsýr’da iken otomatik makinalar üzeri-ne aletler yapmýþtýr.

Takýyyüddîn’in ilmî zihniyet ile yaptýðý rasatlar ve yazdýðýeserler, bazý kimseler tarafýndan küçük ve basit þeyler gibigösterilmek istenmiþ ve hatta onu Yahudi bir müneccimdenders aldýðý söylenmiþtir. Onu ilmî açýdan tenkit eden kimse-lerin yanýnda Þeyhülislam gibi tamamen þahsî açýdan kötüle-yenler de bulunmuþtur. Birinci kýsýmda yer alanlar arasýndaTakýyüddîn’in döneminde yaþamýþ olan Avusturya elçisi VonUngand’ýn zamanýnda elçilik papazý olan Stephan Gerlach vehalefi Salomon Schweigger gibi þahýslar görülmektedir. On-lara göre Takýyüddîn, rasathaneyi sadece padiþahýn tali’ni ve

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 171

eþref saatini belirleme gibi astrolojik ihtiyaçlarýný karþýlamaküzere kurmuþ, astronomi bilen Selanikli bir yahudiden dersalmýþ deðersiz bir astronomdur. Hâlbuki Takýyüddîn, “Sidre-tü’l-Münteha” adlý eserinde üç güneþ tutulmasý ile ilgili rasa-týndan bahsederken, bunlardan birincisini Hoca SadettinEfendi’nin evinden, ikincisini Rasathaneden, üçüncüsünü isebulutlar yüzünden rasad edemediðinden; Kahire’de ve Sela-nik’te bulunan Davud er-Riyazî gibi astronom arkadaþlarýn-dan bilgi almak suretiyle takip ettiðini söylemektedir.

Stephan Gerlach ve “Tarih-i Ebu’l-Faruk” müellifi Sela-nik’ten bir yahudi müneccimin Takýyüddîn’e çalýþmalarýn-da öncülük etmek üzere geldiðinden bahsetmeleri ise doð-ru deðildir. Zira Takýyüddîn’in böyle bir hocaya ihtiyacýyoktur. Bu yahudi, muhtemelen rasathanede çalýþan diðergayr-i müslim kimseler gibi bir müneccimdir.

Schweigger hatýralarýnda Takýyüddîn’i deðersiz bir astro-nom olarak göstermekte ve Roma’da bir matematikçiye uþak-lýk ettiðini ve orada Euklides, Proklos ve Ptolemaisos gibi Yu-nan astronom ve matematikçilerinin eserlerini, sonradan gizli-ce saðladýðý bir yahudinin aracýlýðý ile tercüme ettirerek okudu-ðunu söylemiþtir. Ýslam kültür merkezleri olan Þam ve Kahiregibi yerlerde bu gibi eserlerin bulunmasý dolayýsýyla bu eserle-ri elde etmek için Takýyyüddîn’in Roma’ya ve yahudi müter-cimlere ihtiyacý olmadýðý aþikârdýr. Bu yönüyle de bu iki papa-zýn iddialarýnýn ciddiliði þüpheli görünmektedir. Bu iki papazýnayrýca rasathanenin kuruluþ ve yýkýlýþ tarihlerini yanlýþ olarakvermeleri ile Takýyüddîn’i tanýmadan onun Arap olduðunusöylemeleri iddialarýnýn gayr-i ilmî olduðunu göstermektedir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 172

Takýyüddîn’in, Ýslam astronomi tarihinde yeri çok büyükbir âlim olmasý, çalýþmalarýnýn orijinalliðinden ve yeni birta-kým tespitlerde bulunmasýndan ileri gelmektedir. Taký-yüddîn’in rasathanede kullandýðý mükemmellikteki araçlarýnBatýda ilk defa Tycho Brahe’nin rasathanesinde kullanýldýðýgörülmektedir.

Takýyüddîn Rasýd, yaptýðý çalýþmalar ve yazdýðý eserler ileastronomiye genel olarak þu katkýlarda bulunmuþtur: Güneþparametreleri hesabýnda yeni bir usül uygulamýþ, Tycho Bra-he gibi sabit yýldýzlarýn boylamlarýnýn tespitinde, Ay yerinebaþka gezegenlerin (Venüs vs.) kullanýlmasýný düþünerek bu-na göre gözlem yapmýþtýr. Astronomik çalýþmalarda ondalýkkesirlerin kullanýlmasýný geliþtirmiþ ve trigonometriye ve as-tronomiye ilk defa tatbik etmiþtir. Delos probleminin üç çö-züm yolu üzerinde durmuþtur. Sin 1º ve kiriþ problemleriüzerinde çalýþmýþtýr. Mekanik saatler üzerinde durmuþ, daki-ka taksimatýndan söz etmiþ ve saati bir astronomi aracý ola-rak ilk defa kullanmýþtýr. Ayrýca Takýyüddîn’in Mýsýr’da iken1551 yýlýnda yazdýðý otomatik makinalar ile ilgili eseri “Tu-ruk al-Seniyye fi’l-Alat al-Ruhaniye’si Osmanlýlar’da bu ko-nuda yazýlan ilk ve tek eser olarak görülmektedir. Taký-yüddîn’in astronomi eserleri yanýnda otomatik saatler, cebir,optik ve týp gibi konularda da kitaplarý bulunmaktadýr.

Takýyüddîn Rasýd’ýn en önemli eserleri þunlardýr:

Caridat al-Durar; Mizvelet el-Þimaliyye; Reyhanet el-Ruh fi Rasm el-Saat ala Mastava; Sidretü’l-Münteha el-Ef-kar fi Melekut el-Felek el-Devvar-al Zic el-Þehinþahi; Alat-ýRasadiye bi Zic al-Þehinþahiye.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 173

15. Asrýn En Büyük Astronomu Uluð Bey ve Zîci

1394 yýlýnda Güney Azerbaycan’ýn Sultaniye þehrindedoðan ve asýl adý Muhammed Turagay olan Uluð Bey, Ti-mur’un torunu ve M. Þahruh Mirza ile Gevher Þad’ýn oðlu-dur. Aslen Türk olan Uluð Bey çocukluðunu babasýnýn ya-nýnda geçirdi. Çok iyi bir saray eðitiminden geçtikten sonra,1407’li yýllarda Horasan, Mâzenderan, Türkistan ve Mave-raünnehr’i içine alan bölgenin hükümdarý oldu. Semer-kand’a yerleþtikten sonra burayý Ýslam medeniyetinin mer-kezi yaptý. 1447 senesinde de babasý Þahruh’un vefatýyla ye-rine hükümdar oldu. Ancak üç seneye yakýn bir süre hüküm-darlýk yaptýktan sonra elli beþ yaþýnda iken oðlu Abdüllatiftarafýndan öldürüldü (1449).

Hükümdar Uluð Bey, 11 yaþýnda Kur’an-ý Kerim’i ezberle-miþ ve yedi türlü kýraate göre okumada ihtisas kazanmýþ bir dinâlimi idi. Ayný zamanda tarih, þiir ve sanata meraklý olduðun-dan bu iþlerle uðraþanlarý da himaye ve teþvik etmiþtir. Büyükbir kitapsever olan Uluð Bey, geometri ve matematiðin en zormeselelerini çözen bir riyaziyecidir fakat bunlarýn ötesinde veüstünde iyi bir “astronomi âlimi”dir. Hatta batýlý bilim adam-larý onu “15. yüzyýlýn en büyük astronomu” olarak kabul eder-ler. Daha çocuk denilecek kadar küçük bir yaþta Meraga Ra-

sathanesi’nin harabelerini gezmesi astronomiye karþý duyduðuilginin çok erken yaþlarda baþladýðýný göstermektedir.

Gýyaseddin Cemþid’in ifadesine göre Uluð Bey’in zihnîhesaptaki mahareti ve istisnaî hafýza kuvveti çok yüksek idi.Astronomi sahasýnda yazýlmýþ en eski kitap olan Batlam-yus’un (85-165) Almagest adlý eserinin ve Meraga Rasatha-nesinde yapýlan zîc’in (yýldýz kataloðu) hatalý olduðunu gö-rerek düzeltmek istedi. Bunun için Semerkand’ýn kuzeyindebulunan Kühek tepesi üzerine 1420-1 senesinde çok büyük vemükemmel bir rasathane inþa ettirdi. Ýslam dünyasýnýn bir-çok yerinden ünlü matematikçi ve astronomlarý da Semer-kand’a davet etti. Bunlarýn baþýnda Bursa’dan giden Kadýza-de Rumî (1337-1430), Gýyaseddin Cemþit el-Kâþî (ö. 1429)gelmektedir. Daha sonra ise Uluð Bey’in ferzend-i ercümen-dim diye iltifat ettiði Ali Kuþçu (ö. 1474) bu çalýþmalaradâhil olmuþtur. Uluð Bey Semerkand Rasathanesi’nde yüzkadar seçkin ilim adamý ile birlikte çalýþarak, daha önce kuru-lan rasathanelerde kullanýlan aletleri imal ettirdi ve bunlarýnyanýnda yeni ve çok mükemmel bazý gözlem aletleri de îcad et-ti. Uluð Bey ve arkadaþlarý bu rasathanede 30 sene sürekli ça-lýþarak “Zîc Cedid-i Sultanî-Zîc-i Gürganî” adýyla bilinenmeþhur zîci hazýrladýlar. Uluð Bey devlet iþleri yanýnda, di-ðer ilim adamlarý ile birlikte uzun yýllar eserin hazýrlanmasýiçin bizzat rasatlar yapmýþtýr. Eserde 1022 yýldýzýn adý ve ko-numu tesbit edilmiþtir. Bu zîcten önce Ýslam dünyasýnda Na-siruddin Tûsî’nin (1201-1274) Zîc-i Ýlhanî’si kullanýlýrdý. An-cak bu yeni zîc ile Tûsi’nin zîci kullanýlmaz olmuþtur.841/1437 yýlýnda tamamlandýðý tahmin edilen zîc, Kur’an-ýKerîm’in, Furkan Sûresi’nin: “Alemlere uyarýcý olsun diye kulu

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 175

Muhammed’e Furkaný indiren, göklerin ve yerin hükümran-lýðý kendisine ait olan, hiç çocuk edinmeyen, mülkünde orta-ðý bulunmayan, her þeyi yaratýp ona bir nizam veren ve mu-kadderatýný tayin eden Allah yüceler yücesidir.” Mealinde-ki âyetleri ile baþlamaktadýr. Daha sonra ise Uluð Bey’in,kendisini bu zîci yazmaya sevk eden amiller ve arkadaþlarýhakkýndaki bir önsöz bulunmaktadýr. Dört bölümden oluþanzîcin diðer bölümlerinde ise þu konular bulunmaktadýr.

1. Farklý takvimler ve tarihleri. 2. Zaman hakkýnda yo-rum ve zaman bilgisi, trigonometrik fonksiyonlar, ekliptikelve ekvatoryal koordinatlar, enlem ve boylam tayini. 3. Gü-neþin, gezegenlerin, yýldýzlarýn hareketleri ve seyri, tutulma-lar ve astronomiye ait bazý bilgiler. 4. Sabit yýldýzlarýn mev-kileri, durumlarý ve astroloji. Bu bölümde astroloji çok geniþbir biçimde ele alýnmýþtýr.

Uluð Bey zîci, Ýslam dünyasýnda on altýncý, Batýda ise onyedinci yüzyýldan itibaren yaygýnlaþmaya baþladý. Batýda ku-rulan rasathaneler ve astronomlar uzun zaman bu zîcden is-tifade etmiþlerdir. Hatta teleskopun rasat için kullanýlmayabaþlanmasýna kadar, eser kendi alanýndaki en dakik eser ola-rak kullanýlmaktaydý. Farsça kaleme alýndýðý tahmin edileneser muhtemelen Osmanlýlar vasýtasýyla Batýya geçmiþtir.Avrupa’da da çok meþhur olan bu eser, çeþitli dillere tercü-me edilmiþ ve defalarca basýlmýþtýr. Ýslam dünyasýnda, husu-siyle Osmanlýlarda bu esere birçok þerh yazýlmýþtýr.

Avrupa’da özellikle astronomlar ve denizciler bu zîce çokbüyük önem vermiþlerdir. Avrupa’da meþhur olan bu cetvel-lere ilk dikkati Oxford’ta profesör olan John Greaves(1642-1648) çekmiþ ve eser 1648’de kendisi tarafýndan kýs-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 176

men Oxford’ta basýlmýþtýr. Ýki sene sonra (1650) Londra’dabirinci bölüm olan kronoloji kýsmý yayýnlanmýþtýr. Ýki senesonra tercümelere olan ilgiden dolayý eser ikinci baskýsýnýyaptý. Thomas Hyde 1665 yýlýnda eseri Latince’ye tercümeetmiþtir. G. Sharpe ise bu tercümeyi daha sonra tekrar göz-den geçirmiþtir. Eserin tamamý A. Sedillot tarafýndan iki cilthalinde Fransýzca olarak 1847-1853 yýlýnda tercüme edildi.Eser en son olarak Edward Ball Knobel tarafýndan Ýngilte-re’deki bütün yazmalarý gözden geçirilerek Farsça ve Arapçabir lügat ile birlikte Cataloque of Stars adýyla Washington’-da 1917 senesinde neþredildi.

Osmanlý Devleti müneccimbaþýlarý 1800 senesine kadarbütün takvim ve imsakiye hesaplarýnda Uluð Bey zîcini kul-lanmýþlardýr. Ancak bu tarihte Fransýz Astronom Jack Domi-nic Cassini’nin, Uluð Bey zîcinin hatalarýný tahsis ederekyaptýðý zîc önce Arapça’ya daha sonra da Türkçe’ye tercümeedilerek kullanýlmaya baþlanmýþtýr. Uluð Bey zîcindeki bazýküçük hesap hatalarýnýn, Güneþ ve Ay tutulmalarýnda bir sa-ate kadar varan zaman kaymalarýna sebep olduðu fark edil-ince bu zîc terkedilmiþtir. Esasen Uluð Bey zîcindeki bazý ha-talar, Osmanlýlarda ilk olarak Takiyüddin Rasid (ö.1585) ta-rafýndan farkedilerek düzeltilmek istenmiþ ancak Ýstanbul’daaçýlan ilk rasathanenin bazý siyasî sebepler neticesinde yýkýl-masýyla bu giriþim gerçekleþtirilememiþtir. Dolayýsýyla UluðBey zîcinin tashihi uzun yýllar sonra Cassini tarafýndan yapýl-mýþtýr. Cassini zîcinin Osmanlýlara gelmesiyle her ne kadarbu zîc kullanýlmaya baþlanmýþsa da Uluð Bey zîci tamamenterkedilmemiþ ve bazý müneccimler tarafýndan kullanýlmayadevam edilmiþtir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 177

Uluð Bey, yaþadýðý asýr itibariyle eski astronomi bilgisininve modern astronomi bilgisinin sahibi olarak bu iki bilgiyiþahsýnda meczetmiþ; eski astronominin son, modern astro-nominin de ilk temsilcilerinden birisi olmuþtur. Batý bilimdünyasý onu yaþadýðý yüzyýlýn en büyük astronomu, rasatha-nesini de o dönemin dünya harikasý olarak nitelendirmek-tedir. Hatta Amerika Uluslar arasý Astronomi Derneði, Aykraterlerinden birisine Uluð Bey adýný vermiþtir. Zîc’i Fran-sýzca tercümesiyle yayýnlayan Sedillot, onun için “Modernbilim ve araþtýrma fetihlerine en parlak katkýda bulunan üni-versal deha” demektedir. Asya tarihi ve coðrafyasý uzmanýFransýz elçi Fernant Grenand, Uluð Bey’i þu kýsa cümle iletarif etmektedir. “Ruh ve zekâ bakýmýndan þayan-ý dikkatbir insandý, usta bir þair, bir din adamý, yüksek bir matema-tikçi idi.” Onun zamanýmýzdan 550 sene önce yaptýðý rasat-lar halen bazý astronomi çalýþmalarýna ýþýk tutmaktadýr. Ogünün þartlarýnda bulduðu deðerler bugünkü deðerlerdençok farklý deðildi. Meselâ, 1 derecelik yayýn sinüs deðerini(X = sin. 1º = 0,0174520406437283571) bugünkü deðerleayný bulmuþtur. Diðer taraftan bazý gezegenlerin boylamaçýlarýnýn hesabýnda ise bir iki saniye hata etmiþtir. Bu ko-nuda Uluð Bey’in bulduðu deðerler ile gerçek deðerler ara-sýndaki fark þu þekildedir:

Uluð Bey’in bulduðu

deðerler Gerçek deðerler

Satürn 12º 13 39 12º 13 36 (d’Alambert’e göre)

Jüpiter 30º 20 34 30º 20 31 (d’Alambert)

Mars 191º 17 15 191º 17 10 (Lalande)

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 178

Uluð Bey ekvator ve ekliptik arasýndaki açýyý 32 saniyefarkla 23º 30 17 bulmuþtur.

Uluð Bey’in zîci bu gün dahi bazý araþtýrmalarda kullanýl-maktadýr. Meselâ en son Rus araþtýrmacý Shcheglov 1977 se-nesinde katýlarýn kaymasýný incelemek için Uluð Bey’in rasat-hanesinde, Uluð Bey zîci’ndeki bilgiler ile modern bilgilerikarþýlaþtýrarak gözlemler yapmýþtýr. Ayrýca Kandilli Rasatha-nesi’nde Fatin Gökmen Hoca ve oðlu tarafýndan yakýn za-manlara kadar kamerî ay baþlarýnýn hesaplanmasýnda da UluðBey zîci kullanýlmaktaydý.

El Birûnî

Ebu’r-Reyhan Muhammed b. el-Birûnî, milâdi 973 yýlýn-da Hârizm’in bir kenar mahallesinde doðdu. “TahdîdüNihâyâ’il-Emâkin” isimli eserinin mukaddimesinden kendi-sinin Türk olduðu anlaþýlmaktadýr. Mukaddimede þöyle birifade kullanmýþtýr: “Ben ne Arabým ne de Acemim. Arap veAcem dillerini ana dilimden sonra öðrendim. Ýlim dili olanArapça yerine benim ana dilim ile ilim tesbit etmiþ olsa idimoluk üzerine çýkmýþ deveye veya tarla sürmek için çifte ko-þulmuþ zürafaya þaþýldýðý gibi benim ana dilimle yaptýðýmilmî çalýþmaya da þaþýlýr ve hayret edilirdi.” Arapça, zenginbir dil olduðundan o devirde edebiyat ve ilim dili olarak kul-lanýlýyordu. Birûnî’nin eserlerinde Türkçe kelimelere rast-lanmaktadýr.

Müslümanlar o devirde ilim ve teknikte, bütün dünyada enileri seviyede idiler. Batýlýlarýn Müslümanlarýn seviyesine ulaþ-masý için asýrlarýn geçmesi gerekti. Çünkü Ýslam âlimleri elle-rine geçen teknik vasýtalarý inceliyor daha geliþmiþlerini elde

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 179

etmek için çalýþýyorlardý. Ýlmî görüþleri temel esaslara baðlayýpyeni buluþlarýn peþinde koþturuyorlardý. Meselâ Müslüman-lar, Ptolomeus’un tamamen basit kadranýný geliþtirerek yeniâletler imal ettiler. Duvar ve açý kadranýndan baþka, on sekiztaþýnabilir kadran vücuda getirdiler. Birûnî ise, yedi buçukmetre kuturlu bir kadrandan faydalanmýþtý. Asýrlarca dünyamihverinin nütasyonuna (eðikliðine) dair Müslümanlarýn ver-diði bilginin farkýna varýlmadý. Güneþteki lekelere ilk defa1610’da Müslümanlar dikkat çekmiþtir, fakat bu Müslüman-larýn müþahedeleri uzun zaman dikkate alýnmadý. Daha 1000senesinde el-Birûnî tarafýndan tamamlanan “KopernikvâriDönüþ”ün de farkýna varýlamadýðýndan, bu bilgiler sadece as-tronomiye ait tefekkür sahasýnda kaldý.

Bir zamanlar Sisamlý Aristo’nun ondan bir asýr sonra da Ba-bil’de Selenkos’un bildiði Rönesans Devrindeki bu dönüþü,Kopernik’ten 500 yýl önce el-Birûnî kavramýþtý. Gündüz-gecedeviniminde etkili olan Güneþin Dünya etrafýnda dönmesi de-ðildi. Bilakis, kendi mihveri etrafýnda dönen, gezegenlerle be-raber Güneþin etrafýný da dolaþan Dünyanýn kendisiydi. Dün-ya gezegenlerle birlikte yer deðiþtirmekte, Güneþin etrafýndabir devri tamamlamaktaydý. Bu ateþli iddia Kopernik’in eseri-nin ortaya çýkýþýndan çok evvel, elde teleskop ve rasat âletleriyokken ortaya atýlmýþtý.

Birûnî’nin mineroloji (madenler ilmi) ile ilgili eserleri, busahada þu gün için bile kullanýlabilecek durumdadýr. Mine-roloji, hem týp hem de kýymetli taþlar bakýmýndan yapýlanaraþtýrmalarla ilerlemiþtir.

Birûnî 1000 yýlýnda yani 27 yaþýnda iken meþhur eseri“El’âsâr’ul-Bâkýyetû an’il-Kurun’il-Hâliye”yi tamamladý.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 180

1017 yýlýnda, Türk Ýmparatoru Gazneli Mahmut’un da-veti üzerine Gazne’ye gitti. Hayatýnýn büyük bir kýsmýný Gaz-ne medresesinde çalýþmakla geçirmiþtir. Çok geniþ ilmî araþ-týrmalar yapmýþ, inanç ve anlayýþ olarak Hint ve Ýran’ý ayrýayrý kitaplarda incelemiþtir. “Kitâbû’t Tahkikî mâli’l-Hind”isimli eserinde, Hintlilerin örf ve âdetleri ile felsefî düþünce-lerinden, rakamlarýndan, astronomilerinden bahsetmiþtir. Bueser, 1887 yýlýnda “Al Birunis’s Ýndia” ismiyle Ýngilizceyeçevrilmiþtir.

Birûnî bir astronomi ansiklopedisi olan meþhur eseri“El’Kanun’ul-Mesudiyyü fi’l-Heyeti ve’n-Nücûm”u GazneliMahmut’un ölümünden sonra yerine geçen oðlu Sultan Me-sut b. Mahmut b. Sebûk Tekin adýna yazmýþtýr. Bu kitabýnkendisine sunulmasýndan çok duygulanan Sultan Mesut, el-Birûnî’ye bir fil yükü saf gümüþ göndermiþtir. Birûnî bu he-diye karþýsýnda ilim adamlarýnýn kulaðýna küpe olacak þu ce-vabý vermiþtir: “Bu armaðan beni baþtan çýkarýr, ilimdenuzaklaþtýrýr. Ýlim sahibi olan kimse, gümüþün hemen harca-nýp bittiðini fakat ilmin kalýcý olduðunu bilir. Ýlmin devamlýzenginliðini, gümüþün kýsa ömürlü bayaðý parýltýsýna hiçbirzaman deðiþmem.”

Birûnî 1025 yýlýnda Mâverâünnehir ile Sind’in tul (boy-lam) dairelerindeki hatalarý düzeltti. Birûnî, “Târih’ül-Hind”adlý eserinde Hind dini, ilmi, felsefesi edebiyatý, coðrafyasý veâdetleri hakkýnda geniþ bilgi verdikten baþka astronomiden vebahsetmiþtir. Bu eserinde Dünyanýn günlük hareketinin heli-osantrik (Güneþi merkez sayan) ve jeosantrik (arz küresinimerkez sayan) sistemin her ikisiyle de izah edilebileceðini ka-bul etmiþtir.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 181

1030 yýlýnda Sultan Mesud’a ithaf ettiði “Astronomi veYýldýzlar Hakkýnda Kanun” isimli eserini, matematik ve as-tronominin esas meselelerini aydýnlatmak için yazmýþtýr. Birçeþit ansiklopedi olan bu eserde birçok yeni buluþlar mevcudolup, trigonometriye ait geniþ bir bölüm bulunmaktadýr. Bueserde Gazne ve Ýskenderiye’nin enlem ve boylamlarý ileDünyanýn büyüklüðü hakkýnda malûmat bulunmaktadýr.

Birûnî “Makaletün fî istihrâci kadr’il-ardý bi rasadi inhý-tat’il ufký an kulel’il-cibâl” (Dað baþlarýndan yapýlan ufuk al-çalmasý rasadý yardýmý ile Dünyanýn boyutlarýnýn belirtilme-si hakkýnda bir makale)sinde, Dünya yarýçapýnýn hesabýnýilmî bir usulle izah eder. Diðer taraftan “Hind” adlý eserin-de Dünyanýn yarýçapýný R = 6324,66 km. olarak vermekte-dir. Bu deðer ise, gerçek yarýçap deðerine çok yakýndýr. Çün-kü günümüzdeki ölçmelere göre ekvatorda R = 6377,397km. kutuplarda ise, R = 6356,0759 km. dir. Birûnî, Ýslamdünyasýnýn en ünlü þehir ve kasabalarýndan 600 tanesininenlem ve boylamlarýný gösteren bir tablo da yaptý.

Ýlim dünyasý el-Birûnî ile çok yakýndan alâkadar olmakta-dýr. UNESCO tarafýndan 16 dilde yayýnlanan “Görüþ” dergisi1974 Haziran sayýsýný el-Birûnî’ye tahsis etmiþ ve kapak baþsayfasýnda þunlarý yazmýþtýr: “Bin yýl önce orta Asya’da yaþa-yan evrensel bir deha: El-Birûnî... Astronom, tarihçi, bota-nist, farmakolog, jeolog, þâir, filozof, matematikçi, coðrafya-cý ve hümanist...”

Carra de Vaux, astronomiyi tedkik ederken en mühimmevkii el-Birûnî’ye veriyor. Astronomiye dair pek çok eser-ler veren birçok usturlablar (yýldýzlar dünyaya göre yüksek-lik derecesini bulmakta kullanýlan âletler) vücuda getiren

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 182

Birûnî’den, bu Fransýz müsteþriki þöyle bahsetmektedir:“Hareketli olan arz mýdýr, yoksa Güneþ midir? Birûnî’nin, oakýcý ve yumuþak zekâsýnýn elastikiyetini, bütün aydýnlýðý ilebu mesele karþýsýnda görüyoruz. Arzýn Güneþ etrafýnda dön-mesi nazariyesi Copernic’ten iki bin yýl evvel Bâbilli Selen-cus ve Sisamlý Aristaroue gibi þahýslar tarafýndan da ileri sü-rülmüþtür. Birûnî pekiyi bilip tetkik ettiði bu iki faraziyenineksilerini artýlarýný olduðu gibi ortaya koydu. Birûnî ilmîgerçeði tesbit ederken itiraz olarak ileri sürülen görüþlere decevap verdi.” (Carra de Vaux, Les penseurs de L’Ýslame C. IIS. 215 - 217).

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 183

Ýslam Âlimlerinin Fiziðe Katkýlarý

Bilim tarihi kitaplarý umumiyet itibariyle; Mýsýr ve Babilmedeniyetlerine kýsaca deðindikten sonra Yunan ve Romamedeniyetleri üzerinde dikkatle durur. Hristiyan OrtaÇað’ýný ve Bizans’ý zikrettikten sonra Yeni Çað’a atlarlar.Böyle olunca da Orta Çað’da vukua gelen ilmî hâdiselere ge-reken ehemmiyet verilmez. Ýþte bu çaðda Müslümanlar, Ba-tý ile 750 yýl kadar devam eden yakýn komþuluklarý esnasýn-da dünyayý aydýnlatan taraf olmuþlardýr. Müslümanlar, Yu-nanlýlara nazaran teknik sahada en az iki misli geliþip Batýyadoðrudan tesir etmiþlerdir. Fakat Batýnýn, Ýslam’ýn; kendiler-ine alternatif olabileceði endiþesi içinde yaptýðý “kötü göster-me” veya “çok az bahsetme” politikalarý neticesinde bu ger-çek yýllarca gizli kalmýþtýr. Bu gerçeði çok iyi gören DoktorSigrid Hunke “Avrupa’nýn Üzerine Doðan Ýslam Güneþi” ad-lý eserinde taassub içindeki Hristiyan Avrupa’ya þöyle sesle-niyor: “Mühim olan artýk geçmiþin dini engellerinden sýyrý-lýp meselelerde; yüksek bir insaniyet ve müsamahaya doðruaçýlmak, dinî inançlarýn ötesinden insanlara bakabilmektir.Hristiyanlýktan dolayý oluþmuþ ihtiraslar yüzünden afakî vemünsif bir takdirden mahrum býrakýlan, harikulade hizmet-leri örtbas edilen, kültürümüzün medyun bulunduðu temeliþtirakleri gizlenen Ýslam âlemine karþý âdil olmak için vakit

hâlâ erken midir?” Hakikatte, Ýslam âlimlerinin çalýþmalarýYakýn Çað Avrupa bilimine temel teþkil etmiþtir. Yine Ýslamâlimlerinin fiziðe katkýlarý da modern fiziðin temelini oluþtu-racak mahiyettedir. Biz burada fiziðe ait çalýþma yapan Ýslamâlimlerinden ve çalýþmalarýndan kýsa kýsa bahsedeceðiz.

Ýbnü’l-Heysem

Bugünkü fiziðin optik (ýþýk bilimi) sahasýna, temel teþkileden nesi varsa bunlarý ilk kez ortaya koyan kiþi, Ýslam dün-yasýnýn ünlü fizik âlimi Ýbnü’l-Heysem’dir. Heysem 960-1039 yýllarý arasýnda yaþamýþtýr. Optik hakkýnda birçok esertelif eden Ýbnü’l-Heysem’in en önemli eseri “Kitabü’l-Mena-zir”dir (Görüntüler Kitabý). Orta Çað’da optik üzerine yazý-lan en saðlam eser sayýlan Kitabü’l-Menazir, 1270 yýlýndaLatinceye çevrilmiþ, daha sonra deðiþik tarihlerde Nürnberg,Lizbon ve Bazel’de basýlmýþtýr. Bu eser yalnýzca Witelo, Ro-ger, Bacon ve Peckham gibi erken dönem yazarlarýna tesiretmekle kalmamýþ, Kepler ve Newton’un optiðe dair eserle-rine de kaynak oluþturmuþtur. Onun “Alhazen” þeklinde ya-zýlan Latince ismi Batýdaki optik araþtýrmacýlarý için Öklidismi kadar tanýnmýþtýr.

Ýbnü’l-Heysem çalýþmalarýný daha çok parabolik ve kü-revî aynalar ve onlarýn ýþýðý kýrmalarý ile ilgili özellikler üze-rinde yoðunlaþtýrmýþtýr. Nitekim günümüze onun ismiyle ge-len Ýbnü’l-Heysem problemi (Alhazen Problemi) kürevî biraynayla ilgilidir. Problemde kürevî bir ayna, bir nesne veonun aynadan yansýyan görüntüsü verilmiþtir ve nesneninaynadaki yansýma noktasýnýn bulunmasý istenmektedir. O,bu problemi dördüncü dereceden denklem kullanarak çöz-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 185

müþtür. Ýbnü’l-Heysem’in çözdüðü bu problemi Huygensyýllar sonra ancak çözebilmiþtir. Alhazen problemi Ýbnü’l-Heysem’in yüksek riyazî kabiliyetini ortaya koyar. Ýbnü’l-Heysem, bir yansýmada gelen ýþýnla, normal ve yansýyan ýþýn-larýn ayný düzlemde olduðu þeklinde ifade edilen kýrýlma ka-nununu ilk olarak ortaya koymuþtur. Gariptir ki bu kanunyýllar sonra Snzell ve Royen tarafýndan kendilerinin bulduðuiddiasýyla Batý kitaplarýnda yer almýþtýr.

Ýbnü’l-Heysem ayrýca ýþýðýn sýnýrlý hýza sahip olduðunusöyleyen ilk insandýr. Yine ilk defa ýþýðýn düz bir çizgi üzerin-de yol aldýðýný ispatlayan bir deney gerçekleþtirmiþtir. Aynýzamanda, kürevî ve parabolik aynalarda görüntülerin oluþ-masýný saðlayan kanunlarý formüle etmiþ, kürevî aynalardaýþýðýn sapmasýný ve merceklerde meydana gelen büyütmeolayýný açýklayarak merceklerin gücünün nasýl artýrýlacaðýnýtespit etmiþtir. Yine okuma gözlüklerini de ilk defa o bul-muþtur. Ýbnü’l-Heysem Kitabü’l-Menazir’de gözün anatomive fizyolojisini de incelemiþtir. Retina tabakasýnýn gözün enhassas kýsmý olduðunu ilk defa o ileri sürmüþtür. Öklid veBatlamyus’dan beri süregelen, görme hâdisesinin çýkan ýþýn-larýn eþyaya ulaþarak gözün eþyayý görmesi inancýnýn ilmî ol-madýðýný söylemiþtir. Ýbnü’l-Heysem’e göre görme hâdisesi,eþyadan yansýyan ýþýnlarýn göze gelmesi ve gözün arka odaknoktasýnda birleþmesiyle gerçekleþir.

Ýbnü’l-Heysem, Astronomi ile de ilgilenmiþtir. Güneþ veAy’ýn, ufukta, gökyüzünün ortasýnda göründüðünden dahabüyük görünmesinin sebebi gibi hadiselerin optik sonuçlarý-ný ortaya çýkarmýþtýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 186

El-Kindî

El-Kindî, Küfe’de doðmuþtur. Birçok Ýslam âlimi gibiKindî de birçok sahada incelemeler yapmýþtýr. Daha çok fel-sefe, fizik, týp ve müzik sahalarýnda çalýþmalar yapanKindî’nin birkaçý latinceye çevrilmiþ, 260 eseri vardýr. Ýzafi-yet (rölativite) teorisini ilk olarak fizikî manada ele alan hiçþüphesiz Ýslam âlimi Kindî’dir. Kindî ilk defa düþünce tarihin-de zaman, mekân ve hareketin izafî olduðunu söylemiþtir. El-Kindî fiziðine göre zaman, cisim ve hareketten ayrý olarakdüþünülmez. Hýzlýlýk ve yavaþlýlýk, hareketin özel hâlleridir.El-Kindî yavaþlýðý þöyle tarif eder: “Yavaþ dediðimiz þey, uzunzaman içinde belli bir mesafenin katedilmesidir.” Ayný þekil-de hýzlýlýðý da þöyle tarif eder: “Hýzlýlýk ise kýsa zaman içindeyine ayný mesafenin katedilmesidir.”

Kindî’nin aynalar üzerine telif ettiði bir kitap da bilinmek-tedir. Dicle ve Fýrat ýrmaklarýnýn kanal plânlarýný yapmýþ olanKindî ayrýca göðün neden mavi göründüðüne dair bir risaleyazmýþtýr. Bunlardan farklý olarak müzikal sesler teorisini ilkdefa geliþtiren de Kindî’dir. Batý bilim tarihi uzmanlarý onunRoger Bacon (1214-1292) üzerindeki tesirinden özellikle bah-setmektedirler.

Abdurrahman el-Hazinî

Merv’li Ebu’l Feth Abdurrahman el-Hazinî, 12. yüzyýlýn endeðerli fizikçilerinden biriydi. “Kitabu Mizâni’l-Hikme”de me-kanik ve hidrostatik konularla ilgili mevzular yer almaktadýr.Hazinî’nin risalesi, Müslüman fizikçilerin basit bir cismin veyaiki basit maddeden mürekkep herhangi bir cismin mutlak aðýr-lýðý ve yoðunluðunu ölçebildiklerini göstermektedir. Hazinî, ýsý-nýn nesnelerin yoðunluðuna nasýl tesir ettiðini de biliyordu.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 187

El-Hazinî havanýn týpký sývýlar gibi kaldýrma gücüne sahipolduðunu ve havada bulunan bir cismin aðýrlýðýnýn, gerçekaðýrlýðýndan daha düþük geleceðini müþahede ederek hava-nýn aðýrlýk ve yoðunluðunu hesapladý. Sývýlarýn da yoðunluk-larýný ölçerek yüzey sürtünmelerini inceledi. Suyun yoðunlu-ðunun sýcaklýk ya da tuzluluk ile deðiþeceðini biliyordu.

Bugün 17. yüzyýlda Evangelist Toricelli tarafýndan yapýldýðýiddia edilen birçok deney sonuçlarý, el-Hazinî tarafýndan -hemde çok doðru bir biçimde- elde edilmiþti. O, sývýlarýn yoðunlukve ýsýsýný ölçebilmek için aerometre’yi kullanan ilk kiþiydi. Bircismin en ufak parçacýklarýný bir arada tutan çekici kuvvetlerin(sözde Van Der Weals gücü) ve (daha sonra Newton’a atfedi-len) kütle çekim kuvvetinin varlýðýna inanýyordu. El-Hazinî,düþen bir cismin hýzýný, bu cismin aldýðý yol ile geçen zamanarasýndaki gerçek münasebetleri ve 17. yüzyýlda Galileo tara-fýndan keþfedilen bütün kanunlarý daha 12. asýrda keþfetmiþti.

Beni Musa Kardeþler

Halife Me’mun devrinin ünlü astronom ve matematikçi-si Musa ibni Þakir’in üç oðlu Ahmed, Muhammed ve el-Ha-san 9. yüzyýlda birçok otomatlar yaptýlar. Baþta hidrolikler,fitili otomatik çýkan, yaðýný ve ateþini otomatik ayarlayanbirçok yað lambasý ve çeþitli otomatik çeþmeler icat ettiler.Bunlardan daha önemlisi, makinelerin, bizzat içinde maki-nenin bir parçasý olarak bulunan otomatik kontrol sistem-lerini icat etmiþ olmalarýdýr.

Birûnî

Ebu Reyhan el-Birûnî “Kitabü’l-Cevahir” isimli eserindebirçok maden ve minerallerin yoðunluk deðerlerini doðrubir þekilde hesaplamýþtýr. Basýnca dayalý çalýþmalarýný açýk-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 188

ladýðý artezyen kuyularý konusunda büyük bir eser yazanel-Birûnî, ýþýðýn hýzýnýn sese nispeten son derece büyük ol-duðunu kaydetmiþtir.

Mevlâna

Büyük Ýslam mütefekkiri Mevlâna, kendisi bir fizikçi olma-masýna raðmen, kalp gözü açýk ve âlemi böyle seyreden birmutasavvýf olarak bize, atomun parçalanabileceðini ve atomparçacýklarýnýn varlýðýný haber veriyordu. Mevlâna, sembolikolarak þöyle diyordu: “Bir zerreyi kesersen, içinde bir güneþ vegüneþ etrafýnda dönen gezegenler bulursun.” Ayrýca Mevlânabize atom (zerre) ve parçacýklarýnýn durgun hâlde olmadýklarý-ný ve her an hareketli olduklarýný da haber vermiþtir.

Ýbni Yûnus

“Ziyce-i Hakim” adlý eseri önemini hâlâ korumaktadýr. Fi-ziðin temel araçlarýndan olan sarkacý ve bununla ilgili temel fi-zik kanunlarýný buldu. Salýnýmý hesaplayýp onu Galileo’nunçaðýndan çok daha önce zaman ölçmede kullandý.

Kutbettin eþ-Þirazî

Atmosferle ilgili hâdiseler üzerinde çalýþan Ýranlý Kutbet-tin eþ-Þirazî (1236-1311) gökkuþaðý hakkýnda özel bir araþ-týrma yapmýþtýr. Gökkuþaðýnýn en doðru tanýmýný yapan ilkkiþidir. Kutbettin, Ýbnü’l-Heysem’in optiðini uygulayarakgökkuþaðýnýn oluþma sebebini, su damlacýklarýnda ýþýðýn ký-rýlma ve yansýmalarýnýn bir birleþimi olarak açýkladý.

Baðdadî

Aristo’nun kasri (eðik atýþ) hareket teorisine karþý tenkitgetirmekle kalmayýp ayný zamanda düþen cisimlerin hýzlan-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 189

masý meselesini de araþtýrdý. Zamaný yeni bir tarzda ele ala-rak onu yalnýzca yer deðiþtirme hareketinden ziyade meyda-na geliþ süreciyle ilgili bir kategori olarak deðerlendirdi.

Ebu’l-iz (el-Cezerî)

Batýlý kaynaklarýn, ‘’Çaðýn Harikasý Cizreli Bilgin” ya da“Çaðýn Doruðuna Ulaþmýþ Müslüman Mühendis” diye tarifettikleri Ebu’l-iz 1206’da Diyarbakýr’da yapmýþ olduðu ma-kinalarý anlatan “Kitabü’l-Hiydi’l Hendesiyye”sini yazmýþtýr.Bu kitap sahasýnda kaleme alýnmýþ kitaplarýn en önemlisidir.

Ebu’l-iz’in otomasyonun tarihi geliþimi içindeki önemli ye-ri kendisinden öncekilerin yalnýzca kendiliðinden çalýþan oto-matik sistemler kurduðu halde, onun, çalýþýrken ortaya çýkansonuçlara göre kendi kendine dengeler kuran, ayarlamalaryapan ve ona göre davranan sistemler kurabilmiþ olmasýdýr.

Kendisinden tam 800 yýl sonra ortaya çýkacak olan siber-netik bilimini ve otomasyon teknolojisini yüzyýllar öncesin-den fark etmiþ, böylesine sistemler kurulabileceðini tespit et-miþ ve bunu inþa ettiði makinelerle de ispatlamýþ bir Ýslamâlimidir. Yaptýðý çalýþmalarýn ehemmiyeti daha önce yaban-cýlar tarafýndan fark edilmiþ olacak ki kitabýnýn sayfalarý kü-tüphanelerimizden çalýnmýþtýr. Daha sonra çoðaltýlan bunüshalar Avrupa’da muhtelif kütüphanelerde saklanmýþtýr.Neyse ki son yýllarda bizde de bu tür eserlere gereken ehem-miyet verilmeye baþlanmýþtýr. Ebu’l-iz’in “Kitabü’l-Hiydi’lHendesiyye”si Ýstanbul Teknik Üniversitesi’nce basýlmýþtýr.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 190

Fatih ve Ýlim-Teknik

Tarih, Yeni Çað’a damgasýný vuran en muktedir þahsiyetolarak Fatih’i kaydeder.

Fatih, Osmanlý cihan devletinin baþýna geçtiðinde henüzyirmi bir yaþýnda olmasýna raðmen, Doðu ve Batý kültürü ileasrýnýn ilimlerine vâkýf çaplý bir liderdi.

Tarihçilerin çoðu onun Arapça, Farsça, Latince, Yunanca,Ýtalyanca ve Sýrpça olmak üzere altý lisan bildiðini kaydeder-ler. Ayrýca Çaðatay þivesini de bilmekte ve Uygur hurufatýy-la yarlýðlar (ferman) kaleme almaktaydý.

Cihan tarihinin seyrini deðiþtirip yeni bir çað açan Fa-tih’in, Önce kutlu Ýstanbul’un fethi sýrasýndaki harika buluþ-larýný gözden geçirelim.

Fetihten önce Boðazýn en dar ve hâkim yerine Bizans’ýnKaradeniz’le irtibatýný kesen Rumeli Hisarý’ný (Boðazkesen)inþa ettirdi. 31.250 m2 lik bir alaný kaplayan, stratejik de-ðerle birlikte sanat deðeri de yüksek olan bu dev abide 3.5ay gibi kýsa bir zamanda bitirildi. Eserin projesini genç padi-þah kendisi hazýrlamýþtý.

O tarihlerde Ýstanbul’un etrafýný çeviren surlarýn yüksek-liði 17 metre, kalýnlýðý da zirvede 4 metreydi. Papa’nýn tutu-mu ve Avrupa’nýn siyasî durumu da göz önüne alýnarak Bi-

zans’ý çevreleyen surlarýn kýsa zamanda tahribi gerekiyordu.Bu maksatla Fatih Edirne’de çok büyük toplar döktürdü. Sa-yýlarý 200’ü bulan bu toplar sadece bir kýþ sezonunda dökül-dü ve orduya teslim edildi. Ýçlerinde iki tonluk gülleler atan-lar vardý. Tarihin seyrini deðiþtiren bu çok güçlü toplarýnplânlarýný ve balistik hesaplarýný genç padiþah bizzat kendisiyapmýþ; imal ve döküm iþlerini de Edirne ve Bursa medrese-lerinden mezun Türk usta ve mühendisleri gerçekleþtirmiþti.Zannedildiði gibi Macar Urban bir mühendis deðildi. Urban,yüzlerce döküm ustasýndan biriydi sadece.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 192

Havan Topu

Haliç’te bulunan düþman donanmasý ile surlarýn içindekiBizans ordusu top atýþýndan pek etkilenmiyordu. O kanlý veçetin hengâmede Fatih “Havan Topu”nu icat ediverdi. Türkordusu muhasara boyunca Fatih’in icadý olan bu toplarla Ka-sýmpaþa sýrtlarýndan gülle aþýrýp Haliç’teki müttefik Haçlý do-nanmasýný etkisiz hâle getirmiþtir.

Bizans’ýn Türk askerine çok zarar verdiren o meþhur“Greguar” ateþine karþýlýk tahrip ve yangýn bombalarýný icatetti. Avrupalýlara göre bu buluþ ünlü Alman bombasý V-1’le-rin esasýydý. V-1’lerin ceddi olan uçan alev füzeleri, ilk defaTürkler tarafýndan Bizans’ýn fethinde kullanýlmýþtýr ki bu fü-zelerin iþleme prensibi asýrlardan beri kullanýlmamýþ ve an-cak 20. asrýn mühendisleri tarafýndan yeniden ele alýnmýþtýr.

22 Nisan gecesi 67 gemiden mürekkeb Türk donanmasýkaradan yürütülmek suretiyle Haliç’e indirildi. Bir gecedegerçekleþtirilen ve insaný hayrette býrakan bu muazzam teþeb-büs karþýsýnda Fatih’in düþmaný olan Bizans’lý tarihçi prensDukas dahi hayranlýðýný gizleyemez ve þöyle der: “Böyle birharikayý kim gördü ve kim iþitti? Mehmet, karayý deniz yap-tý ve Bizans’ý mahvetti.”

Haliç’te Ýlk Köprü

Fatih Ýstanbul surlarýnýn en zayýf ve alçak olan kýsýmlarý-nýn da kuþatýlmasý için Haliç’te, yine bir gece içinde büyükbir köprü kurdurdu. Takriben 650 metreyi bulan bu köprü-nün üstünde yan yana beþ asker rahatça yürüyor, toplar dakolayca taþýnabiliyordu.

Surlarýn önünde 9 metre derinliðinde ve 18,5 metre ge-niþliðinde büyük hendekler vardý. Surlara týrmanmakimkânsýzdý. Bizanslýlar surlarda açýlan gedikleri 24 saat çalýþ-mak suretiyle kapatýyorlardý. Fatih 18 Mayýs’ta bunun da ça-resini buldu. Yürüyen zýrhlý kuleler icat etti. Surlarýndanyüksek olan bu kulelere hafif toplar yerleþtirildi. Bu aradakuleler hendekleri doldurabilecek bir araç þeklinde imaledilmiþti. Böylece hem hendekler dolduruldu; hem de sur-larda ordunun geçebileceði mühim gedikler açýlmýþ oldu.

Hülasa Türk tarihinin bu en mesut aný, muasýr devletleregöre çok ileri bir seviyede bulunan Türk ilim ve tekniði ilegerçekleþti.

Fatih hayatý boyunca ilme ve âlimlere çok deðer vermiþ-tir. Sarayý ilmi münakaþa ve mubâhasenin yapýldýðý bir aka-demi halindedir. Huzurunda âlimler rahatça oturup konuþa-bildiði halde Vezir-i a’zam dâhil bütün devlet adamlarý ayak-ta beklerlerdi. Toplantýlara çok defa reisülulemâ sýfatýyle

Molla-Husrev baþkanlýk ederdi. Bazý toplantýlara baþýndaulema sarýðý, sýrtýnda da “biniþi” (âlimlere mahsus kýyafet)olduðu halde iþtirak ettiðini tarihçiler anlatýrlar.

Fatih ayrýca Ýstanbul’a Doðulu ve Batýlý âlimleri daveteder; bu hususta hiçbir fedakârlýktan çekinmezdi. Nitekim15. yüzyýlýn en büyük astronom ve matematikçisi olan bü-yük âlim Ali Kuþçu’yu Ýstanbul’a davet etmiþ ve kendisinigünde 200 akçe maaþla Ayasofya Medresesinde vazifelendir-miþti. Hâlbuki o devirde kýdemli bir âlimin yevmiyesi 50 ak-çeydi. Bu arada Batýlý bilginlerden filozof Amirutzes ile Ýtal-yan arkeologu Ancöna’lý Cyriacus davet edilenler arasýnda-dýr.

Fetihten sonra Ýstanbul’da iki üniversite kurulur. BunlarAyasofya ve Zeyrek medreseleridir. Her iki müesseseden dedeðerli ilim adamlarý yetiþmiþtir. Fatih’in Ýstanbul’da kur-durduðu üçüncü büyük ilim ve kültür yuvasý Fatih medrese-leridir. “Sahn-ý Seman” veya “Medrese-i Semâniye” diye deanýlan yüksek mektep, Fatih Camii’nin etrafýnda inþa edilensekiz fakülteden ibaretti. Medrese içinde Fen Fakültesi ileTýp Fakültesi de vardý.

Öðretim üyelerinin Fatih’in teveccühünü kazanabilmele-ri için ilmî eser vermeleri þarttý. Fatih, çalýþkan ilim adam-larýný taltif ederdi. Talebelere de çok ehemmiyet verir; gece-leri geç vakit medreseleri dolaþýr, talebelerin çalýþýp çalýþma-dýðýný teftiþ ederek çalýþkan olanlarý mükâfâtlandýrýrdý.

Fatih Medreseleri’nin etrafýnda; talebeler ve öðretim üye-leri için bir kütüphane, 70 yataklý bir dârüþþifa (hastahâne)gurbetten gelen âlimlerin ve yolcularýn barýnmasý ve beslen-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 195

mesi için bir Kalenderhâne (misafirhane) ile dârüþþifadan iyiolup da çýkan, fakat bünyesi zayýf düþen hastalarýn bakýlma-sý için bir de tâbhâne inþa edilmiþtir. Külliyede bir de akýlhastalarý için dârülmeccânin (akýl hastanesi) yapýlmýþtýr.

Fatih Hastanesi’nde bütün hastalýklarýn tedavisi ücretsizyapýlýyor; ilaçlar da halka bedava veriliyordu.

Hastanede nazarî ve pratik bilgilerle donatýlmýþ hazýk vedenenmiþ hekimler, göz mütehassýslarý, cerrahlar eczacýlar,hastabakýcýlar ve hizmetçiler vazife görüyordu.

Hekimler günde en az iki defa hastalarý ziyaret ve muaye-ne etmeye mecburdu. Hastabakýcýlarýn da hastalarla güzelkonuþan ve onlara iyi muamele eden kimselerden olmasý þart-tý. Hastanede her çeþit hasta tedavi edilir; ayný zamanda tale-beler hastalar üzerinde tatbikat yapardý.

Dârüþþifa’nýn vakfiyesinde bugün dahi ileri ülkelerde bilegerçekleþmesi zor olan þu bilgiler vardýr: “Haftada bir günvakýf nazýrý, hekimbaþý ve kâtip hastanede toplanacaklar. Ýs-tanbul’da evinde hasta olup da ilaç almaya kudreti olmayanve evine hekim çaðýrmaktan aciz ve muhtaç Müslümanlar ta-rafýndan yapýlan müracaatlar geri çevrilmeyecek; dilek sa-hiplerinin arzularý derhal yerine getirilecektir.”

Gerçekten Osmanlý Ýmparatorluðu 15. yüzyýlda týp ilmin-de de akýllara durgunluk verecek bir seyiyeye ulaþmýþtý. Bununen iyi isbatý muasýr hiçbir Avrupa ülkesinde göremediðimizTýp Akademisi’dir. Fatih’in kurduðu bu Akademide devrinönde gelen yedi bilgini vazife görüyordu. Akademinin baþ-kanlýðýna ayda ikibin akçe maaþla Ahmed Kutbeddin getiril-miþti. Bazýlarýnca Týp Þûrasý olarak da isimlendirilen Akade-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 196

mide Hekim Mehmed Þükrüllah-i Þirvanî, Hoca Ataullah-iAcemî, Hekim Yakub Paþa, Hekim Lâri-i Acemî, HekimArab ve Altunîzâde aza idiler. Hâlbuki o tarihlerde Avrupaülkelerinde deðil bir Týp Akademisi, hastanelerde hekim bileyoktu. Strasburg Hastanesi’ne ilk hekim 1500 yýlýnda, Leip-zig Hastanesi’ne 1517 yýlýnda, nihayet Paris Hastanesi’ne de1536 senesinde o da tek bir hekim tayin edilebilmiþtir. Helebir prevantoryum olarak vazife yapan Tâbhânelerle, bugün-kü darülacezelere benzer fonksiyonu olan Kalenderhânelergibi hayýr müesseseleri o çaðlarýn Avrupasýnda meçhuldü.

Sarayda bir de esaslarý Birinci Murat zamanýnda tespitedilen Enderun mektebi kurulmuþtu. Enderun mektebi Sa-ray Üniversitesi mahiyetindeydi. Tahsil müddeti 14 yýl olupvezirler, devlet adamlarý, subaylar ve sanatkârlar bu mektep-te yetiþtirilirdi.

Fatih, kitaba büyük deðer verirdi, sarayda bir kütüphanekurdurmuþ, baþýna da âlim Molla Lütfü’yü tayin etmiþti.1929 yýlýnda Topkapý Sarayý’ndaki bu kütüphanede incele-meler yapan Alman Prof. Adolf Diesman, Latince, Yunanca,Ýtalyanca ile diðer yabancý dillerde yazýlý 587 eser tespit et-miþtir. Bu kütüphane karþýsýnda heyecanlanan ve duygulananDiesman Fatih’e duyduðu hayranlýðý þöyle ifade eder: “Dün-ya tarihinde bir dönüm noktasý meydana getirmiþ; Doðu veBatýnýn kapýsýnda durmuþ, her iki âlemin kültürünü de nef-sinde toplamýþ bir insandý.” Fatih zamanýnda sadece Ýstan-bul’da 13 kütüphane kurulmuþtu.

Fatih devrinde Türk Donanmasý da büyük bir geliþmegösterir. Babasý II. Murat Han zamanýnda donanmada sade-ce 30 adet büyük harp gemisi vardý. Fatih büyük tersaneler

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 197

inþa ettirdi. 1470 senelerinde Osmanlý Devleti artýk denizci-likte de önderdir. Zira Osmanlý Donanmasý 250 gemidenmeydana gelen harp filosu ve 500 parçadan oluþan nakliyegemileri ile muazzam bir güce ulaþmýþtýr. Ünlü Alman tarih-çisi ve Türkoloð, Babinger, bu geliþmeyi “hayrete seza” sözüile över. Babinger’e göre Fatih döneminde Donanmayý Hü-mayun bütün Avrupa donanmalarýndan daha üstündü.

Hülasa üçü imparatorluk olmak üzere yirmiye yakýn dev-let ve 200 belde fetheden Fatih zamanýnda yüz ölçümü2.214.000 km2 yi bulan Osmanlý Devleti sadece askerî güceistinat etmiyor; ilim, insanlýk ve adaletle yeryüzünü süslü-yordu. Doðrusu, tarihin yüzünü aðartan Fatih ne güzel birsultan, silah arkadaþlarý olan yiðitler de ne güzel askerlerdi.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 198

Bunlarý Biliyor muydunuz?

* Ýbni Firnas’ýn (?-808) Wright kardeþlerden 1023 sene ön-ce uçaðý yapýp uçmayý gerçekleþtirdiðini.

* Cabir bin Hayyan’ýn (721-805) John Dalton, Otto Hahn,Enrich Fermi ve Albert Einstein’dan 1000 sene önceAtom üzerinde çalýþmalar yaparak ilk defa atomu tarifedip atom bombasýnýn þiddetinden bahsettiðini.

* Ýbni Nefis (?-1288) ilk defa kan dolaþýmýný bulmasýnaraðmen bunun 16. yy. da Michael Servitüs ve W. Her-vey’e mâledildiðini.

* Sabit bin Kurrâ’nýn (835-902) Anesteziyi ilk defa buldu-ðunu, Ali bin Ýsa’nýn (11.yy.) ise ilk defa onu göz ameli-yatlarýnda uyguladýðýný. Göz hakkýnda ilk defa müstakilbir eser hazýrladýðýný, fakat bunun 1850 yýlýnda Junkey’inbuluþu gibi takdim edildiðini.

* Kâþânî’nin (? -1436) binomal denklemleri kurup ilk de-fa çözmesine raðmen bunun kendisinden yýllar sonra ge-len Newton’a mâledildiðini.

* Gök cisimlerinin elips yörüngede hareket ettiðine dairfikrin el-Birûnî’nin (973-1051) fikri olmasýna raðmen

Kepler’e mâledildiðini, Kopernik’in güneþ teorisinin iseibni Þatir’den (1304-1376) týpatýp kopya edildiðini.

* Paleontoloji (Fosil ilmi) ve sedimentolojiyi (Tortul ilmi)tecrübî olarak ele alan ve bu konuda ilk kez eser verenâlim ibni Sina olmasýna raðmen bu alanda ilk çalýþmalarýyaptýðýný iddia eden Albert’e bu çalýþmalarýn (Büyük) Al-bert ünvanýný kazandýrdýðýný.

* Akþemseddin’in (1389-1459) mikrobu Pastör’den 400sene önce keþfettiðini.

* Ýbni Yunus (?-1009), saat kadranýnýn kâþifi olmasýna rað-men Galile’nin kâþif gösterildiðini, Newton’dan 700 seneönce fizik ve Astronomide oldukça önemli olan sarkacýda Ýbni Yunus’un keþfettiðini.

* Verem mikrobunu buldu diyerek kendisine Nobel týpödülü verilen R. Koçh’tan 150 sene önce verem mikro-bunun kambur Vesim (?-1761) tarafýndan bulunduðunu.

* Ýzafiyet teorisinin El Kindî tarafýndan ilk defa ortaya atýl-dýðýný, Einstein’in ise onu birkaç matematik formülüyleörterek sahiplendiðini.

* Hava basýncýný keþfeden kiþi Farâbî olmasýna raðmen onubulanýn Farâbî deðil de Toricelli olduðuna herkesin inan-dýrýldýðýný.

* Subap, otomatik silindir, otomatik çeþme ve sürahilerinilk olarak Cezerî (1136-1206) tarafýndan yapýldýðýný, ay-ný âlimin teorik olarak bilgisayar mantýðýný ortaya atarakonun mucidi olmasýna raðmen bunun günümüzde Char-

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 200

les Babaðe’ye mâledildiðini. Ayný âlimin sibernetiðin dekurucusu olduðunu.

* Günümüzde Genel Jeolojik derslerinde üniversitelerdeokutulan izosti teorisinin ilk olarak Kazvînî (1203-1283)tarafýndan ortaya atýlmasýna raðmen teorinin 1950’lerdeAiry ve Pratt’i meþhur ettiðini. Ayný âlimin volkanoloji bi-liminin de kurucusu olduðunu jeotermal alanlarla vemanyetik yüzeyin deðiþmesi ile ilgili ilk bilgilerin sahibiolduðunu.

* Yerçekimini, Dünyanýn hem kendi ekseni hem de Güneþetrafýnda döndüðünü, Dünyanýn yuvarlaklýðýný, delillerleisbat edip Dünyanýn dönüþ hýzýný hesaplayanýn Bîrûnî(973-1052) olduðunu, bu konularda Muhyiddin Arabî(1164-1240), Ebül Heysem (965-1039) gibi bilginlerinde eserleri bulunmasýna raðmen Newton ve Galile (1564-1642)’nin bunlarý sahiplendiðini.

* Bütün tabiat hâdiselerini enerjiyle açýklayan felsefe dok-trini olan Enerjitizm fikrinin bilindiði gibi Wilhem Ost-vald’a (1553-1632) deðil Davud-ül Kayseri’ye ait olduðu-nu.

* Atomun parçalanabileceði fikrinin ilk defa Mevlâna vePir Ali Nevi tarafýndan ortaya atýldýðýný.

* Jeodezinin kurucusunun Birûni olduðunu.

* Ýlk rasathane ve Astronomi merkezinin Hace NasuriddinTûsi (1201-1274) tarafýndan kurulduðunu.

* Sublimasyon, (katý halden buhar haline geçme) kalsinas-yon, (ýsý yardýmý ile parçalanma) eritme fýrýnlarý yanýnda

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 201

sayýsýz deney tüplerinin ilk defa Cabir b. Hayyan tarafýn-dan yapýldýðýný.

* Harezmî’nin (780-850) sýfýr, kök ve karekök kullanýp Ce-birîn temelini atarak Algoritmanýn mucidi olduðunu. Lini-er ve Kuadratik sistemleri kurarak çözümlerini ortaya koy-duðunu.

* Maden arama usullerinden biri olan marfoloji ve bitkiler-den faydalanarak ne çeþit bitkilerin hangi madenlere iþa-ret ettiðini ilk defa ortaya atanýn ibni-Kuteybe (829-889)olduðunu.

* Psikofizyolojinin kurucusunun Kindî olduðunu pozitifrasyonel sayýlarýn El-Kerhî (1019-1029) tarafýndan keþfe-dildiðini.

* Harezmî’nin Cebir ve Geometriyi ilk defa Astronomiyeuygulayarak yeni Astronomi tablolarý hazýrladýðýný, Fe-narî’nin Usturlabý icad ettiðini. Rasathanenin kurucusuve mucidinin ise Uluð Bey (1394-1449) olduðunu.

* Battani’nin (858-929) Trigonometrinin kurucusu olduðu-nu, yaklaþýk bin sene önce sinüs, kosinüs, tanjant ve ko-tanjant tariflerini ilk defa ortaya atýp yýlý 365 gün 5 saat46 dakika 22 saniye olarak hesapladýðýný.

* Ebu Ma’þer’in (785-886) gel-git (Med-cezir) hâdiseleri-ni ilk defa tesbit ederek kaleme alan bilgin olduðunu.

* Ali bin Abbas’ýn (?-994) 1000 sene önce kýlcal damarlarýkeþfederek ilk kanser ameliyatýný yaptýðýný, Ammar binAli’nin XI. yy. da katarakt ameliyatýný gerçekleþtirdiðini.

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 202

* Ayýn hareketlerindeki intizamsýzlýðý ilk defa tesbit edip se-kant ve kosekantý matematiðe kazandýran bilginin EbülVefa (940-990) olduðunu, sonradan bunun Kopernik’everildiðini.

* Lambert yamuðunun Lambert tarafýndan deðil, EbülHeysem tarafýndan teþkil edildiðini.

* Ýntegralin Hocendî tarafýndan bulunmasýna raðmenFransýz Fermat’a mâledildiðini.

* Pi sayýsýnýn gerçek deðerinin, ilk defa el-Kâþânî (?-1436) tarafýndan hesaplandýðýný ve kesin sonucu olma-yan problemlerin yaklaþýk çözümünü ve mükerrer loga-ritmayý (Ýterative Algorizm) icad edip hesaplamasýný ya-pýp kullanan ilk âlim olduðunu.

* Ýlk kaðýt fabrikasýnýn Abbasi vezirlerinden ibni Fazýl(739-805) tarafýndan kurulduðunu.

* Kübik denklemlerin Ömer Hayyam (?-1123) tarafýndankuadratik denklemlere indirgendiðini. F. Wopeke’nin bu-nun üzerine: “Cebiri geometriye geometriyi cebire uygu-lama þerefi Müslümanlara aittir.” dediðini.

* Ebül-Leys’in (9.yy.) parabol ve hiperbolü birleþtirerekdokuz kenarlý poligonu ilk icad eden bilgin olduðunu Ki-nematik (x2+a=y2) metodunun ise Ýbnül Hüseyin(10.yy.) tarafýndan bulunduðunu.

* Pusulanýn ilk defa Kabacaki (13.yy.) tarafýndan yapýldýðý-ný.

* Depremlere ait ilk kitabýn Dimýþkînin (?-1176) “Kitabüz-Zelazil”i olduðunu, Daha sonra ise 15.yy. da Celaleddin

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 203

Suyuti’nin “Zelzelename” olarak bilinen “keþfüzzelzel anvasfil zelzele” kitabýndan baþka sismoloji ile ilgili eserinolmadýðýný.

* Kimyada Kantitaf metodunun ilk kez Ebülkasým el-Kaþî(? -1436) tarafýndan bulunduðunu, günümüzde ise bumetodun altýnda Blanck ve Lovasler’in imzalarýnýn oldu-ðunu biliyor muydunuz?

M ü s l ü m a n Ý l i m Ö n c ü l e r i 204