Upload
others
View
6
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
2
3
İÇİNDEKİLER ‘’Ve İtretim’’ Tabiri Mi Doğrudur,Yoksa ‘’Ve Sünnetim’’ Tabiri Mi?.........................................................5 Ehlibeyt kimdir,kimler bu lafzı kapsamına girer?.......................................................................................15 On iki halife-imam kimdir?...........................................21 Niçin Ehl-i Sünnet uleması Ehl-i Beyt ulemasından(12 imamdan) hadis almıştır ?........21 Velâ-i muhabbet(sevgi velâsı) bütün İslâmi fırkalara hastır……………….……………………………….37 Ehlibeyt’e alimlerine göre Ehl-i Sünnet fakihleri güvenilir mi?........................................................................43 Allah'ın velilerinin makamı nasıldır?.......................51 Velilerin velisi Hz. Hüseyin’in kıyamını kimler ve niçin eleştiriyor?................................................................55
4
Hz. Hüseyin savaşı kazanamayacağını bilmesine rağmen kendisini ve ailesini niçin tehlikeye attı?..........................................................................................65
Ehlibeyt İmamları Allah’ın rızasına nail olmak için
kendilerini feda etmişlerdir…………………………….69
Ehl-i Beyt Ve Seyyidler Cemaatinin, İslâm Birliği’nin Teşekkülündeki Vazifesi…….……………79 Sahabe Kimdir?..................................................................83 Ehlibeyte buğzeden ve düşmanlık edenler de Sahabe midir?.....................................................................93 Ehlibeyt düşmanlık etmek niçin tehlikelidir?....101 Ehlibeyt İmamlarının halife’lere yaklaşımı nasıldır?..............................................................................107 Ehlibeyt Alimlerinin halife’lere yaklaşımı nasıldır?.............................................................................113 Ehlibeyt Alimlerinin sahabelere yaklaşımı nasıldır?.............................................................................119 Ehl-i Sünnet Alimlerine göre Ehl-i Şia……..……..127
5
Şer'i Açıdan Şia'ya Göre Sünnilerin Konumu…..133 İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamaney Açısından Ehli Sünnet ve Şia Müslümanları Arasındaki Vahdet………………………………………………………….145 İttihad-ı İslam (Bediüzzaman)……………………….151 Terikayı kim ve neden çıkarmak istiyor?.........159
6
‘’VE İTRETİM ’’ TABİRİ Mİ DOĞRUDUR,YOKSA ‘’VE SÜNNETİM’’ TABİRİ Mİ? Sahih rivayetleri zayıf rivayetlerden ayırmak ve tesbit etmek ‘Rical’ ve ‘Cerh-Tadil’ ilmine aittir. Muhaddisler,meşhur Sakaleyn hadisini iki şekilde nakletmiş, hadis kaynaklarında ona yer vermişlerdir.Şimdi hangisinin doğru olduğuna bakalım: a)’’Allah’ın kitabı ve itretim Ehlibeyt.’’ b)’’Allah’ın kitabı ve sünnetim.’’ Cevap: Hz.Peygamber’den (s.a.a) nakledilen sabit hadis ,’’ve Ehlibeyt’im’’lafzıdır.’’Ehlibeyt’im’’ yerine ‘’sünnetim’’ lafzının geçtiği rivayet,senet açısından batıldır,kabul edilemez.Buna mukabil, ‘’ve Ehlibey’im’' tabirinin geçtiği hadis,senet açısından sıhhatin en üst seviyesindedir.
‘’Ve Ehlibeyt’im’’ Hadisinin Senedi Bu metni iki büyük muhaddis nakletmiştir: 1-Müslim kendi Sahih’inde Zeyd b. Erkam’dan şöyle nakleder: Allah Resulü (s.a.a) bir gün Mekke ve Medine arasındaki Hum göletinin yanında bir hutbe okudu ve bu hutbede Allah’a hamd-u senada bulunduktan ve insanlara nasihat ettikten sonra şöyle buyurdu: ‘’Bilin ki ey insanlar!Şüphesiz ben de bir insanım. Yakında Rabbimin elçisi bana gelecek ve ben de onun
7
davetine icabet edeceğim.Ben sizin aranızda iki değerli şey bırakıyorum.Onların birincisi,içinde hidayet ve nur bulunan Allah’ın kitabıdır.O hâlde Allah’ın kitabını tutun ve ona sarılın.’’ Hz.Peygamber,insanları Allah’ın kitabına sarılmaya terğib ve teşvik ettikten sonra şöyle buyurdu: ‘’(Ve ikincisi ise) Ehlibeyt’imdir.Sizlere Ehlibeyt’im hakkında Allah’ı hatırlatırım. Sizlere Ehlibeyt’im hakkında Allah’ı hatırlatırım. Sizlere Ehlibeyt’im hakkında Allah’ı hatırlatırım.’’ (Sahih-i Müslim, c.4, s.1803, h.2408. Abdulbaki basımı) Bu metni Daremî de kendi Sünen’inde nakletmiştir. (Daremî Sünen, c.2. s.431-432.) Hemen belirtmeliyiz ki, her iki naklin senedi güneş gibi açık ve ortadadır ve hiçbirinin senedinde en ufak bir şek ve şüphe bulunmamaktadır. 2-Tirmizî,bu metni ‘’itretim ve Ehlibeyt’im’’ lafzıyla nakletmiştir.Hadisin metni şöyledir: ‘’Ben sizin aranızda,sarıldığınız müddetçe benden sonra asla sapmayacağınız iki şey bırakıyorum.Biri diğerinden daha büyüktür.(Bu iki şey) gök ile yer arasında sarkıtılmış bir ip olan Allah’ın kitabı ve itretim Ehlibeyt’imdir.Bu ikisi havuzda yanıma gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar.O hâlde o ikisine karşı nasıl davrandığınıza iyi bakın.’’(Sünen-i Tirmizî, c.5, s.663, hadis:37788)
8
Görüldüğü gibi ‘’Sihah’’ ve ‘’Sünen’’ yazarlarından olan Müslim ve Tirmizî,bu hadisi ‘’Ehlibeyt’’ lafzıyla nakletmiştir.Bu da,bizim görüşümüzü ispatlamaya yeter. Ayrıca her ikisinin senedi de, tartışma götürmeyecek kadar sağlam ve muteberdir.
‘’Ve Sünnetim’’Metninin Senedi ‘’Ehlibeyt’’ lafzı yerine ‘’sünnetim’’ lafzının yer aldığı rivayet, senedinin zayıf olmasının yanında Emevîlerin uşakları tarafından uydurulduğu ortada olan uydurulmuş bir hadistir. 1-Hâkim Nişaburî el-Mûstedrek adlı kitabında aşağıdaki senetle mezkur metni nakletmiştir: İsmail b. Ebî Üveys, Ebî Ûveys’ten, o Sevr b. Zeyd ed-Deylemî’den, o İkrime’den, o da İbn-i Abbas’tan nakleder; Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: ‘’Ey insanlar!Şüphesiz ben sizin aranızda iki değerli şey bırakmış bulunuyorum.Onlara sarıldığınız müddetçe asla sapmazsınız:Allah’ın kitabı ve Peygamberi’nin sünneti.’’(Hakîm, el-Mûstedrek, c.1, s.93)
9
Bu metnin senedinin afeti,senedin başında yer alan baba ve oğuldur.Bu iki kişi, İsmail b. Ebî Üveys ile Ebu Üveys’dir.Bu baba ve oğlun güvenilir oldukları söylenmediği gibi yalan söylemek ve hadis uydurmakla da suçlanmışlardır.
Bu ikisi Hakkında rical Âlimlerinin Söyledikleri Hafız Mezzî, Tehzib’ul kemal adlı kitabında İsmail ve babası hakkında rical ilminin araştırmacılarından şöyle nakletmektedir:’’Yahya b. Muin (ki rical ilminin büyük alimlerindendir) şöyle diyor: ‘Ebu Üveys ve oğlu zayıtırlar.’ Yine Yahya b. Muin’den şöyle dediği nakledilmiştir: ‘Bu iki kişi, hadis çalarlar.’ Yine İbn-i Muin, Ebu Üveys’in oğlu hakkında,’Ona güvenilmez.’ Demiştir.’’ ‘’Nesaî, oğul hakkında, ‘O zayıftır ve güvenilir değildir.’ demiştir. Ebu’l –Kasım Lalekaî şöyle demiştir:Nesaî onun aleyhinde çok şey söylemiştir ve hadisinin terk edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.’’ ‘’Rical âlimlerinden olan İbn-i Adiy şöyle demiştir:İbn-i Ebî Üveys, dayısı Malik’ten hiç kimsenin kabul etmediği ilginç hadisler rivayet etmiştir.’’(Hafız Mezzî, Tehzib’ul- Kemal, c.3. s.127) İbn-i Hacer, Feth’ul-Barî adlı eserinin önsözünde şöyle demiştir: ‘’Nesaî’nin kendisi hakkındaki cerhinden dolayı İbn-i Ebî Üveys’in hadisine asla itibar edilmez.’’(İbn-i Hacer Askalanî,Feth’ul-Barî’nin Önsözü, s.391, Dar’ul-Marife basımı)
10
Hafız Seyyid Ahmed b. Sıddık, ‘’Feth’ul-Melik’il-Aliyy’’ adlı kitabında, Seleme b. Şeyb’den şöyle nakletmektedir: ‘’İsmail b. Ebî Üveys’ten şöyle dediğini işittim:Medine ehli bir konuda iki gruba ayrılınca, ben hadis uydururdum.’’(Hafız Seyyid Ahmed, Feth’ul-Melik’il-Aliyy, s.15) Buna göre oğul (İsmail b. Ebî Üveys) hadis uydurmakla suçlanmıştır.Nitekim İbn-i Muin, onun yalancı olduğunu söylemiştir.Bundan da öte, onun naklettiği hadisler Sahih-i Müslim, Tirmizî ve diğer sahih kitapların hiçbirinde nakledilmemiştir. Baba (Ebu Üveys) hakkında ise Ebu Hatem Râzi’nin el-Cerhu ve’t-Ta’dil adlı kitabında söylemiş olduğu şu söz yeterlidir: ‘’Onun naklettiği hadis yazılır, ama delil ve hüccet olarak kabul edilmez.Hadisi sağlam ve güçlü değildir.’’(Ebu Hatem Razî, el-Cerh-u ve’t-Ta’dil, c.5. s.92) Yine Ebu Hatem, İbn-i Muin’den, Ebu Üveys’in güvenilir olmadığını nakletmiştir. Dolayısıyla, senedinde bu iki kişinin bulunduğu rivayet (‘’ve sünnetim’’ hadisi )sahih değildir.Kaldı ki bu rivayet, sahih ve sabit olan öteki hadisle muhalefet içindedir. Dikkat edilmesi gereken bir konu da, bu hadisi
nakleden Hakîm Nişaburî’nin, hadisin zayıflığını itiraf
etmiş olmasıdır.Bu yüzden hadisin senedini
düzeltmeye kalkışmamıştır.Sadece içeriğinin sıhhati
hususunda bir şahit zikretmiştir ki, o şahit de senet
açısından zayıftır ve itibar edilecek gibi değildir.Bu
açıdan hadisi güçlendireceği yerde onu daha da zayıf
11
kılmaktadır. Şimdi Hakîm Nişaburî’nin zayıf senedine
bir bakalım:
‘’Ve Sünnetim’’ Hadisinin İkinci Senedi
Hakîm Nişaburî, aşağıda zikredilecek olan senetle,
merfu (Ravisi tarafından masuma isnat edilmeyen
hadise ‘’merfu’ hadis’’ denir) olarak Ebu Hureyre’den
şöyle nakletmektedir:
‘’Şüphesiz ben sizin aranızda öyle iki şey bırakmışım
ki, onlardan sonra asla sapmazsınız:Allah’ın kitabını
ve sünnetimi.Bu ikisi, havuzda yanıma gelinceye
kadar asla birbirinden ayrılmazlar.’’(Hâkim, el-
Müstedrek, c.1, s.93)
Bu metni Hâkim şu senetle nakletmiştir: Zabbî (Dabbî) Salih b.Musa et-Talhî’den, o Abdulaziz b. Refî’den, o Ebu Salih’ten, o da Ebu Hureyre’den. Bu hadis de, önceki hadis gibi uydurma bir hadistir.
Hadisin senedinde Salih b.Musa et-Talhî yer almış
ki,rical âlimlerinin büyükleri onun hakkında hiç de iyi
şeyler söylememişler.
Yahya b. Muin onun hakkında şöyle diyor:’’Salih b.
Musa, güvenilir birisi değildir.’’
12
Ebu Hatem Râzî şöyle diyor: ‘’Onu hadisi zayıf ve
münkerdir. O birçok münker (yadsınan) hadisi
güvenilir kimselerden nakleder.’’
Nesaî şöyle diyor:’’Onun hadisi yazılmaz.’’Başka bir
yerde ise şöyle diyor:’’Onun hadisi terk
edilmiştir.’’(Hafız Mezzî, Tehzib’ul-Kemal, c.13, s.96)
İbn-i Hacer, Tehzib’ut-Tehzib adlı kitabında şöyle
yazıyor:’’İbn-i Hibban der ki: ‘Salih b. Musa, güvenilir
kimselere öyle sözler isnat eder ki, asla onların
sözlerine benzemez.’Sonunda da şöyle der: ‘Onun
hadisi hüccet değildir.’ Ebu Nuaym de, ‘Onun hadisi
terk edilmiştir. Sürekli münker hadisi
nakleder.’der.(İbn-i Hacer, Tezhib’ul-Tezhib, c.4,
s.255)
Yine İbn-i Hacer, et-Takrib adlı kitabında şöyle diyor:
‘’Onun hadisi terk edilmiştir.’’(İbn-i Hacer, et-Takrib,
tercüme, no:2891)
Zehebî el-Kaşif adlı kitabında şöyle diyor: ‘Onun
hadisi zayıftır. (sağlam değildir)’’(Zehebî, el-Kaşif,
tercüme, no:2411)
Zehebî, Mizan’ul-İtidal adlı esrinde söz konusu hadisi
ondan nakletmiş ve şöyle demiştir: ‘’Bu hadis, onun
münker (yadsınan) hadislerindendir.’’(Zehebî,
Mizan’ul-İ’tidal, c.2, s.302)
13
‘’Ve Sünnetim’’ Hadisinin Üçüncü Senedi
İbn-i Abdulbirr, et-Temhid (et-Temhid, c.24, s.331) adlı kitabında, bu metni aşağıda zikredilen senetle nakletmiştir: Abdurrahman b. Yahya, Ahmed b.Said’den, o Muhammed b. İbrahim ed-Dubeylî’den, o Ali b. Zeyd el-Feraizî’den, o El-Huneynî’den, o Kesir b. Abdullah b. Amr b. Avf’dan, o Babasından, o da dedesinden. İmam Şafiî,Kesir b. Abdullah hakkında şöyle diyor: ‘’O yalanın temellerinden biridir.’’(İbn-i Hacer, Tezhib’ul-Tezhip, c.8, s.367, Dar’ul-Fikr basımı, Tehzib’ul-Kemal, c.24, s.138) Ebu Davud şöyle diyor: ‘’O yalancılardan
biridir.’’(age.)
İbn-i Hibban şöyle diyor:’’Abdullah b. Kesir,
babasından ve dedesinden temelden yalan olan bir
hadis mecmuası nakletmektedir.O mecmuadan ve
Abdullah’tan hadis nakletmek haramdır.Ancak
şaşkınlığı ifade etme veya eleştirme amacıyla olursa, o
başka.’’(İbn-i Hibban, el-Mecruhin, c.2, s.221)
Nesaî ve Darekutî şöyle diyorlar: ‘’O’nun hadisi terk
edilmiştir.’’
14
İmam Ahmed şöyle diyor: ‘’O hadisleri yadsınan ve
itimat edilmeyecek bir şahıstır.’’ İbn-i Muin da aynı
görüştedir.
Ne ilginç ki İbn-i Hace, et-Takrib adlı kitabında onun
hakkında sadece, ‘’zayıftır’’ cümlesiyle yetinmiş ve
onu yalancılıkla itham eden kimseleri aşırılıkla
suçlamıştır. Oysa rical ilminin önde gelenleri, onu
yalancılık ve uydurmacılıkla itham etmişlerdir.Hatta
Zehebî, ‘’Onun hadisi zayıf ve temelsizdir.’’demiştir.
Senetsiz Nakil
Malik, el-Muvatta adlı kitabında bu metni senetsiz
olarak ve mürsel bir şekilde nakletmiştir.Bilindiği
üzere böyle bir hadis hiçbir değer
taşımamaktadır.(Malik, el-Muvatta, s.889, hadis:3)
(Mürsel hadis, senedinde sahabenin zikredilmediği
hadis.)
Bu inceleme, açıkça şu gerçeği ispat etmektedir:
‘’Ve sünnetim’’ hadisi, uydurmacadan başka bir şey
değildir. Emevî sarayına bağımlı ve yalancı raviler,
onu, Salih olan ‘’ve itretim’’ (ve Ehlibeytim) hadisinin
karşısında uydurmuşlardır. Bu yüzden din bilginleri,
hatipler ve cami imamlarının Hz. Peygamber’in
söylemediği bir hadisi terk edip, onun yerine insanları
15
Hz. Peygamber’in doğru hadisiyle, yani Müslim’in ‘’ve
Ehlibeyt’im’’ şeklinde, Tirmizî’nin ise ‘’ve itretim ve
Ehlibeytim’’ şeklinde naklettiği sahih hadisle
tanıştırmaları, dinî öğrencilerin de hadis ilmini
öğrenmeye yönelmeleri, sahih hadis zayıf hadisten
ayırt etmeleri gerekir.
(Kaynak: Cevaplıyoruz Kitabı, s.107-114, Seyyid Rıza
HÜSEYÎNNESEP ‘Üstad Cafer Sübhanî’nin
Gözetiminde’ ,Kevser yay.)
16
Ehlibeyt kimdir,kimler bu lafzı kapsamına
girer?
Hz.Peygamberin ‘’Ehlibeyt’im’’ lafzıdan maksadı, onun
soyudur ve bunlar;Hz. Fatıma,Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin
gibi kişilerdir.Zira Müslim, Sahih’inde ve Tirmizî,
Sünen’inde Ayşe’den nakletmişlerdir:
‘’Allah ancak siz Ehlibeyt’ten her türlü pisliği
gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.’’ Ayeti,
Ümmü Seleme’nin evinde Peygamber’e (s.a.a) nazil
oldu.Peygamber (s.a.a), Fatıma,Hasan ve Hüseyin’i
çağırdı.Onların üzerine bir örtü örttü. Ali de, Hz.
Peygamber’in arkasında duruyordu.Hz. Peygamber,
onu da örtüyle örttü ve şöyle buyurdu: ‘’Allah’ım!
Bunlar, benim Ehlibeytimdir; onlardan her türlü
pisliği gider ve onları tertemiz kıl!’’Ümmü Seleme;
‘’Ben de onlardan mıyım ey Allah’ın Resulü?’’ dedi.Hz.
Peygamber; ‘’Sen yerinde dur (örtünün altına
girme)!Sen hayır üzeresin.’’buyurdu.
Konuyla ilgili Tathir (Ahzab: 33) ayetinde,Peygamber Efendimiz'in (as) zevceleri için gelen zamirler müennes (künne) olarak gelmiş, Ehl-i Beyt'e
17
hitap eden, onların temizliğini ifade eden bölümde gelen zamirler ise müzekker (küm) diye gelmiştir. Bu zamirlerin de, ya tamamı erkek, veya erkek-kadın karışık eşhas için kullanıldığı, konuyla ilgilenen herkes tarafından bilinmektedir. Tathir ayetinin tefsirini ve izahını, bizzat Resul-ü Ekrem (sav) yapmış, Ehl-i Beyt'in, Ali-Fatıma-Hasan-Hüseyn (as) olduklarını, ısrarla ve üzerlerine örtü atıp müşahhas şekilde gözlere göstere göstere.. söylemiştir! Ki, "İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için sana da bu Kur'an'ı indirdik!.. Umulur ki düşünüp anlarlar!.." [Nahl(16): 44] ayetinin tasrihi muvacehesinde, Kur'an'ı açıklamakla görevli bulunan Yüce Resul'(as)ün, bu ayetteki Ehl-i Beyt, Ali-Fatıma-Hasan ve Hüseyn(as)'dir, dediği ve sürekli olarak bunu vurguladığı rivayet edilmiştir. Hatta bir rivayette tam altı ay, diğerine göre de yedi ay boyunca, her sabah namazı öncesinde, Hazret-i Ali'nin ve Fatıma'nın evlerinin kapısında durup, "Ey Ehl-i Beyt, namaz!, namaz!, diyerek tathir ayetini okumaya devam etmiştir!..." (Tirmizî: 5/324; İbn-i Kesir, Ahmed İbn-i Hanbel'den naklen: 12/6520- 6521) Bu kadar açık deliller karşısında, Yüce Resul'ün (as) sarih beyanlarına rağmen, hâlâ inat ve taassubla hareket ederek Yüce Resul'ün (as) izahının-beyanının aksine ve zıddına beyanlarda bulunanlar için, hiçbir söz söylenemez!
18
"Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda tartışanlara; 'Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, karşılıklı olarak çocuklarımızı ve kadınlarımızı çağıralım, sonra da 'duâ' edelim de Allah'tan 'yalancılar' üzerine la'net dileyelim!' de." [Al-i İmran: 61] Bunun üzerine Resulullah (sav), Hz. Ali'yi, Hz. Fatıma'yı, Hz.Hasan'ı, ve Hz. Hüseyn'i çağırdı, onlar gelince, hep beraber, mübahele için Necran heyetinin karşısına çıkarlar, Ehl-i Beyt-i Resul'ün bu mübarek şahsiyetlerini gören Necranlıların kalpleri titremeye başlamış; "Bunlar öyle yüzlerdir ki, eğer Allah'tan, dağları yerinden oynatmasını isteyecek olsalar, kesinlikle yerinden oynatır!..." diyerek, mübahele yapmaktan sarfı nazar ederek, Resul-ü Ekrem ile anlaşma imzalayarak ülkelerine dönmüşlerdir.( Olayın vuku için, bakınız; El-Mizan: 3/223-244; Mefatih'ül Ğayb (Fahri Razî):6/370-371;İbn-i Kesir: 4/1271; Dürr'ül Mensur: 2/39; İbn-i Esir-El Kâmil (terc): 2/270; Keşşaf:1/369; Müslim (terc): 10/245) Bu ayette geçen ebnaena (oğullarımız) ifadesi ile, Hz. Hasan ve Hüseyn'in, enfüsena (kendimiz) ibaresi ile, Resulullah (sav)'in ve Hz. Ali'nin müştereken, nisaena (kadınlarımız) kelimesiyle de sadece Hz. Fatıma'nın kastedildiği, Cabir İbn Abdullah (ra) tarafından rivayet edilmiştir. (İbn-i Kesir: 4/1271) Olayla ilgili olarak, Fahr-i Razî de şunları nakletmektedir: "Bu esnada, Hz. Peygamber (sav) de,
19
üzerinde siyah kıldan bir örtü, futa olduğu halde evinden dışarı çıkmıştı. Hz. Hüseyn'i kucağına almış, Hz. Hasan’ın elinden tutmuş, Hz. Fatıma, Hz.Peygamber'in (sav), Hz. Ali de, Hz. Fatıma'nın peşindeydi... Hz. Peygamber (sav) şöyle diyordu: "Ben duâ ettiğim zaman, siz 'amin!' deyiniz!..." Bunun üzerine, 'Necran'ın Piskopos'u (kendi kavmine): "Ey hristiyanlar! Ben karşımda öylesine yüzler görüyorum ki, onlar, Allah'dan bir dağı yerinden oynatıp yok etmesini isteseler, muhakkak ki Allah, o dağı yerinden götürür. Binaenaleyh, (onlarla) la'netleşmeyin, aksi halde helak olur, yok olursunuz. Ve yeryüzünde, kıyamete kadar tek bir hristiyan kalmaz!" dedi. (Mefatih'ül Ğayb: 6/370); Burada şu hususu arzetmek gerekir. Ki; Al-i Muhammed (as) olarak, Al-i İmran’ın munharif mensuplarının huzuruna mübahele için çıkan Resul-ü Ekrem (as), sair ayet ve hadislerde de belirlenmiş olan ve ıtretim, Ehl-i Beyt’im diye tavsif ettiği mümtaz zevatla çıkmış, yanına ne zevcelerini ne de amcasını (Abbas'ı) ve çocuklarını almamış, böylece; Ehl-i Beyt'in ve Al-i Muhammed'in Kim? olduğunu bil-fıil-müşahhas olarak göstermiştir. Üstelik, nisaena (kadınlarımız) ta'bir ve ibaresinin içerisine, zevcelerini dahi dahil etmemiştir. Buna rağmen bir kısım ehl-i haset ve taassub tarafından Ehl-i Beyt kavramının içerisine, alâkası olmayan nice kimseler sokulmak istenmiş, akıl ve hayale
20
gelmeyecek hile-te'vil ve tahrif yollarına başvurulmuştur. Ve yine; aynı tathir ayetinin tefsirinde gelmiş olan bu Kisa (Aba) hadisesinde geçen 'Ehl-i Beyt'in, zevceler mi?' olduğunu soran kişiye (Hasin bin Semure) hadisin başka bir ravisi olan Zeyd b. Erkam, şu kesin ve net cevabı vermiştir: "Hayır! Allah 'a yemin olsun! Hakikaten kadın, zamanın bir kısmında erkekle beraber olur. Sonra onu boşar da, kadın babasına ve kavmine döner!..." (Sahihi Müslim, c.5, s.27,h.2409 ve Cami’ul- Usul) ; zaten, mezkur hadis-i şerifte: "Ben size iki ağır (Sekaleyn) emanet bırakıyorum!... Bunlar kıyamete kadar,birbirinden ayrılmaz!... Bunların biri, Kur'an-ı Kerim, diğeri ise ıtretim olan Ehl-i Beyt'imdir!..." ibareleri geçmektedir. Ki; Yüce Resul-ü Ekrem (sav) zevcesi, kıyamete kadar!.. hayatta mı kalacak? Ki, ümmet onların hukukuna riayet ve onlara itaat edebilsin?... (Bunun ne kadar basit ve kuru bir mantık olduğu apaçık meydandadır.) Keza, mezkûr [Al-i İmran: 61]'de geçen ebnaena (oğullarımız) ile de, Hz. Hasan ve Hüseyn'in kast edildiği, güneş gibi açık olmakla beraber; "...Bunlar benim oğullarım ve kızımın oğullarıdır. Allah'ım, ben onları seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri de sev!"; "..Bana oğullarımı çağırın!.."; "Oğullarımın
21
adlarını ne koydunuz?..." (Tirmizî: 6/304, 306; Hakim: 3/165-166; Buharî-Edebü'l-Müfred (terc): 2/180-181; Müsned-i Ahmed: 1/98) gibi.. pek çok hadis-i şeriflerle de konu, daha da pekiştirilmiş bulunmaktadır.) Enfüsena (kendilerimiz) lafzıyla da, Hz. Ali'nin, Peygamber Efendimiz'le (sav) birlikte ve O'nunla iç-içe olarak kullanıldığı açıktır. Bununla birlikte; "Ali, bendendir, ben de ondanım; Ali, benim dünya ve ahirette 'kardeşim'dir!..." (İbn-i Mâce: 1/205; Tirmizî: 6/272-273) gibi hadis-i şerifler de, bunu ayrı kanaldan tasrih etmekte, gerçek mü'minler için gafletten-cehaletten ve taassubdan kurtulmaya aklî ve şer'i kapılar açmaktadır. Ayrıca; Resul-ü Ekrem (as)' in özel terbiyesinde bulunması, yüce neslinin onunla devam etmesi.. gibi hususiyetlerle de, Hz. Ali'nin (as) ebnaena sınıfına da dahil olacağı, nazar-ı itibara alınmalı, meselenin bu yönü de gözden uzak tutulmamalıdır.
22
On iki halife-imam kimdir? Peygamber efendimiz (as), şu hadis-i şerifleriyle bunları dile getirmişlerdir: "Benden sonra, hepsi Kureyş'ten olmak üzere 'oniki' halife gelecektir..." '"Her peygamberin, 'oniki naibi-nakibi' vardır. Benim de, benden sonra 'oniki halifem' (veya oniki emirim-naibim) çıkacak ve hepsi de Kureyş'ten olacaktır! " (Tirmizî (terc): 4/86; Müslim (terc): 8/674-677; Buharî(Arapça): 9/101; Tecrid-i Sarih(terc): 12/365; (Zübde): 1006; Müsned-i Ahmed -İbn-i Hanbel: 1/398, 406; 5/86, 90, 92, 93, 98, 99, 101,106, 107; E. Davud: 5/89; T.Hulefa.) Hadis-i şerifi ile de, bu oniki halifenin-imamın; Ehl-i Beyt'in ve Ben-i Haşim'in, en öz ve en asil kolunu
23
oluşturduğu ve Arab kavminin öncüsü durumunda olan Kureyş'ten olacağı ve oniki ile sınırlı bulunacağı da açıklığa kavuşturulmuş bulunmaktadır.
Niçin Ehl-i Sünnet uleması Ehl-i Beyt ulemasından(12 imamdan) hadis almıştır? Şu ana kadar Ehl-i Sünnet buna doğru dürüst bir cevap vermemiştir; çünkü hakikaten makul bir gerekçesi yok. Büyük ihtimalle almamalarının sebebi siyasi. Bediüzzaman şöyle diyor: ‘’Sünnet-i seniyyenin menba-ı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir.’’ Şimdi bu kaynaktan yani sünnetin menbaı ve muhafızlarından ne derece istifade edildiğine bakalım: Örnek1: Meşhur Ravilerden Kutubi sittedeki hadis sayıları
MEŞHUR RÂVİLERDEN NAKLADİLEN HADİS SAYISI
1- Ebû Hureyre: 5374 2- Abdullah b. Ömer: 2630 3- Enes b. Mâlik: 2286 4- Ümm-ül Mu’minin Âişe: 2210 5- Abdullah b. Abbâs: 1660 6- Câbir b. Abdullah: 1540
24
7- Ebû Saîd el-Hudrî: 1170 8- Abdullah b. Mes’ûd: 848 9- Abdullah b. Amr b. el-Âs: 700
10- Hz. Ali (a.s.): 537 11- Ömer b. Hattâb (2. Halife): 527 12- Ümm-ül Mu’minin Ümm-ü Seleme: 378 13- Ebû Musa Eş’ari: 360 14- Bera b. Âzib: 305 15- Ebuzer-ül Gıfârî: 281 16- Sa’d b. Vakkâs: 271 17- Ebû Emâmet-il Bâhilî: 250 18- Hüzeyfe b. Yemân: 200 19- Sehl b. Sa’d: 188 20- Ubâde b. Sâmit: 181 21- İmrân b. Husayn: 180 22- Ebu-d Derdâ: 179 23- Ebû Katâde: 170 24- Büreydet-ül Eslemî: 167 25- Übey b. Ka’b: 164 26- Muâviye b. Ebî Sufyân:163 27- Muâz b. Cebel: 155 28- Osmân b. Affân (3. Halife): 146 29- Câbir b. Semure: 146 30- Ebû Bekir (1. Halife): 142 31- Hz. Fâtimet-üz Zehrâ (s.a): 19 Kaynak: Subhî es-Sâlih’in “Hadis İlimleri Ve Hadis Istılahları” adlı kitabı (Türkce Tercüme) S.296-314, İbn-i Hazm’ın “Sahabi Raviler Ve Rivâyet Sayıları” adlı kitabının arapça metni.
25
Peygamber efendimiz (as): "Ben ilim (ve hikmet) şehriyim, Ali de (o şehrin ) kapısıdır! "(Müsned- i Ahmed: 3/17; Hakim (Müstedrek): 3/127; Tirmizî: 6/274; Tarih-i Bağdat: 11/204; Tehzib'ül-Asar (İbn-i Cerir): 1/89.) dediği ve sımsıkı sarılın(sakaleyn hadisi) dediği İmam Ali’den 537 hadis nakledilmiş ve diğer imamlardan ise hadis alınmamıştır.
Halbuki ehli sünnet alimlerinden ibni Abdilberr el-
Kurtubi‟nin “Camiul Beyanil ilm ve fazlihi” adlı
kitabında Ģu ifadeler var:
أدذ دذث رخ، ت ال ف ا : ل دضج دذث ال يذذ، ت :ل
ا عذاق دذث إ ى، ت شا ال إت ا :ل يذذ دذث ثذ ت هى، ع األع
ال ا :ل دذو دذث س، ت ة ع يعش، ع ث ثذ ت ، ع ع هللا
م أت ف ط ال ان ذخ : ل ش ض عها هللا س ع خطة
مل : ه ع هللا ف ال غأن شء ع ذ ك ى إن
و ايح م كى إال ان ، دذث ت ه ع راب ع ، ك هللا هللا ف
يا ح ي ال آ ا إ هى أ م أع ه د ت ضن اس أو م أو ت غ د ت ضن أو
ثم ج ت
…Ebu Tufeyl dedi ki: Ali r.a‟ın şöyle dediğine Ģahid
oldum: “bana sorun! Allaha yemin ederim ki,
Kıyamete kadar olacaklar hakkında sorduğunuz her
şeyi size haber veririm. Benden Allahın kitabını sorun.
Allaha yemin ederim ki,her bir ayetin gece mi gündüz
mü,sahrada mı dağda mi indiğini biliyorum”
Hadisten sonra bu kitabın muhakkiki Ebul EĢbah ez-
Zuheyri diyor ki:
26
اد ع خ إ صذ ماخ سجان ث
isnadı sahih ve ricalleri sikattan (güvenilirlerden)dir.
ibni Abdilberr, “Camiul Beyan il ilm ve fazlihi”, 1/464
Aynı hadisi bir diğer ehli sünnet alimi Hatib el-Bağdadi
de rivayet etmiĢtir:
Ehli sünnet tarih, hadis ve rical alimi Hatib el-
Bağdadi‟nin “el-Fakih vel mutafakkıh” adlı kitabında Ģu
ifadeler var:
ا ثش أخ أت غ ذ أدذ ان عش ت سح ت ه أت غ ع ذ ان
ت ا دف شا ا ان ال ، ت ا ا : ل أ أت غ ذ يذذ ان ت
ى شا إت ح ت ه غ ه ي ذت ح ان كف ان ا ، ت يذذ أ ثذ ت هللا ع
ا ت ه ع ضشي ذ ا ، ان عذاق إ ى ت شا شصي إت ا ، ان
ثذ شصاق ع ا ، ان ة ع يعش ثذ ت هللا ع ت أت ع دت
م أت ف ط ال ان ذخ :ل ش عها خطة م :ل ه ع
هللا ال غأن شء ع ذ ك ى و إن ايح م إال ان
كى ر دذث ت
…Ebu Tufeyl dedi ki: Ali„nin şöyle dediğine Ģahid
oldum: “bana sorun! Allaha yemin ederim ki,
Kıyamete kadar olacaklar hakkında sorduğunuz her
şeyi size haber veririm”
hadisten sonra bu kitabın muhakkiki Adil b. Yusuf el-
Azazi diyor ki:
اد ع خ إ صذ
isnad sahih
Hatib el-Bağdadi, “el-Fakih vel mutafakkıh”, 2/351
27
Ve bir baĢka ehli sünnet alimi olan Hakim en-NiĢaburi de
bu hadisi rivayet etmiĢtir:
Hakim en-NiĢaburi‟nin “Müstedrek” adlı kitabında Ģu
ifadeler var:
ا ثش أخ غ أت ذ ه ان ع يذذ ت ثح ت م ا ع غ ث ذ ان ت
ه ع فا ت ا ع يذذ ث ذ ت ث غ ع اف ط ا ان غاو ث ت ت
ثذ شد ع ان شف ص ا ان ث م أت ف ط ال ان د :ل ش سأ أي
ؤي ه ان ع ت ة أت ض طان هللا س ال ع هى ل ع
ثش مال ان :ف ه ع ثم ال أ ل ذ غأن ذ ا ن غأن ذ
عذي ه ت ث ي
…Ebu Tufeyl dedi ki: Emirelmuminin Ali b. Ebu Talib‟i
şöyle derken gördüm: “sorun bana! sorduğunuz her
şeye cevap veririm, benden sonra bunu söyleyecek
birisi olmayacak”
hadisten sonra müellif Hakim en-NiĢaburi ve kitabı
tahkik eden ez-Zehebi diyorlar ki:
زا ث خ دذ صذ اد ع ى اإل خشجا ن
ك ه ع ث ذ ز ان ص ل هخ ر خ :ان صذ
(Hakim): bu hadisin isnadı sahihtir ve tahriç
edilmemiĢtir.
ez-Zehebi: hadis sahih
Hakim, “Müstedrek”, 2/506, hadis 3736
Yine bu hadis Ģu ehli sünnet kaynaklarında da rivayet
edilmiĢtir:
28
Abdurrezzak Sanani, “Tefsiri Sanani”, 3/241
Taberi, “Camiul Beyan fi Tefsir el-Kuran”, 13/289
Örmek2: Muhaddislerin imamı Buharî,Ehlibeyt İmamları izleyicilerinin kendisinden binlerce hadis rivayet ettiği, Ehlibeyt imamları’nın altıncısı İmam Cafer Sadık’tan(a.s) bir tek rivayet bile nakletmemiştir!Oysa Haricî İmran b.Hittan’dan Buhari,Ebu Davud ve Neseî kendi sahihlerinde hadis rivayet etmişlerdir.Bakınız İmran b. Hittan, Abdurrahman b. Mülcem’in Emirü’l-Müminin Ali’yi(a.s) öldürülmesini nasıl da övmüştür: Ya darbeten min takiyyin mâ erâde biha, İllâ li-yebluğa min zi’l-arşi rıdvana. İnnî le-ezkuruhu yevmen ve ehsibuhu, Evfe’l-beriyyeti indellahi mîzana. Bu, takvalı birinden öyle bir vuruştur ki, Bununla ancak Arş’ın sahibinin rızasını istedi. Anlatarak öveceğim onu her an;sayacağım Allah’ın katında, varlıklar içinde terazisi en ağır olan. (İmran b. Hittan Haricî şairlerdendir.Hayatı için bakınız. Eğanî, c.16, s.147-152.)
29
Ehli sünnet alimi ez-Zehebinin “Siyer” adlı rical
kitabının 4‟cü cildinin 214‟cü sayfada Ģu ifadeler var:
عشا دطا ات ا ات ث ض ع غذ ا ي ان اء اع ه ع ان
ك خاسج سط ي ن ان
68‟ci ravi: İmran b. Hittan b. Zibyan es-Sedusi
ulemadandır fakat haricidir.
215‟ci sayfada ez-Zehebi diyor ki:
عش ي ش صشع ف ه ي ع
حي ضشت ا م ا ذ هغ يااسادت ث عشػ ري ي االن ا ان ضا س
ش ا ا الرك ث د غ اد ى ف اف ثش هللا ان ذ ا ع ضا ي
(İmran b. Hittan) Ali r.a-ın katili hakkında Ģu Ģiiri
yazmıĢtır:
1- Ey haĢyet dolu (darbeyi indiren) darbesi! Bu darbe ile
ArĢ‟in sahibinin rızasına ulaĢmaktan baĢka bir arzusu
olmadı.
2- Ben onun mazisini Ģimdi hatırlıyorum ve kesin
inanıyorum ki Allah katında terazide halkın eni iyi
görevini yerine getirenin o olduğu anlaĢılacak.
Buhari bu adamdan yani Ali a.s-ın katili için Ģiirler
yazan, Ali a.s-ın kafir olduğuna inanan Ģahıstan aldığı
hadis Ģudur:
ث ذ دذ يذ اس ت ثا تش دذ ا عث ش ت ثا ع دذ عه ثاسن ت ان ع
ذى عائشح عأند قال حطان به عمران عه كثش أت ت انذشش ع
ائد فماند عم فمال فغأنر لال فغه عثاط ات ش ات فغأند لال ع ات
ش ش ع دفص أت أخثش فمال ع ع انخطاب ت سعل أ صهى هللا
هللا عهى عه اإ لال ا ف انذشش هثظ انذ خشج ف ن خلق ال ي ا
30
يا صذق فمهد سعل عهى دفص أت كزب صهى هللا هللا عهى عه
…Bize Ali b. Mübarek, Yahya b. Ebi Kesir‟den tahdis
etti ki, İmran b. Hittan şöyle demiştir: Ben AiĢe‟ye
ipekten sordum. AiĢe: “Ġbn Abbas‟a git, ona sor” dedi…
(Buhari, “es-Sahih”, Libas kitabı, 25-ci bab, hadis
5497)
Nesaî kendi Sahih’inde,İmam Hüseyin’in (a.s) katili Ömer b. Sad’dan rivayet almıştır. Acaba neden ehlibeyt düşmanı olan bu şahısların rivayetleri alınmış da İmam Cafer Sadık’ın bir tek rivayeti alınmamış? Oysa ehlisünnet fakihleri O’nun için şöyle demişlerdir: İmam Malik bin Enes İmam Cafer Sadık hakkında
şunları söylüyor:
“Cafer b.Muhammed(as)’in yanına bir süre gidip-
geldim,bu müddet zarfında onu daima şu üç halden
birinde gördüm;Yanamazdaydı,yo oruçluydu ya da
Kur’an tilavet etmekteydi.Bence ilim ve ibadette Cafer
Sadık b.Muhammed (as)’den daha faziletli birini
kimse ne duymuş, ne de görmüş değildir.”(Tehzib-ut
Tehzib,c.2,s.1004)
“Ben bazen Cafer İbn-i Muhammed(as)’ın huzuruna
çıkıyordum.O’nun üzerine oturup yaslandığı bir yeri
vardı,ısrarla beni oturduğu yere oturtuyordu,bana
31
sevgi ve muhabbet gösteriyordu,ben onun bu
davranışından oldukça hoşnut oluyordum.”
“Abitlerin ve zahidlerin en büyüklerindendi o,yüce
Allah korkusu onun kalbinde yer
etmişti,Peygamber’in hadislerini çok bilirdi,onun
huzurunda olmak çok güzel ve çok faydalıydı.”
Hafız Askalani, Tehzib el-Tehzib adlı esrinde şunları
söylüyor:
‘’İmam Malik Emeviler zamanında İmam Cafer es-
Sadık’tan hadis rivayet etmeye cesaret edemiyordu.
Ancak Emevi devleti yıkılıp Abbasi devleti kurulunca
İmam Cafer’den iki rivayeti Muvatta’sına ilave
etmiştir. Fakat emniyeti sağlamak için konuyla ilgili
diğer şahıslardan rivayetler eklemiştir.’’(Tehzib el
Tehzib,Darus-sadr bas. c.3, s.103)
Ebu Hanife ,İmam Cafer Sadık’ın öğrencisiydi ve
O’nun hakkında şöyle demiştir:
“Bu iki yıl olmasaydı Numan helak olurdu.”
“Vallahi Cafer Sadık’dan daha fakih birisini
görmedim”demiştir. (Tezkiretu’l Huffaz, Zehebi, c.1,
s.166)
Ebû Cafer Mansur,bir defasında Cafer Sâdık’ın ilmi
dirayetini tesbit etmek için Ebu Hanife’ye 40 adet
32
soru hazırlatıp,bir mecliste ona sordurur.Daha
sonrasını Ebu Hanife şöyle anlatıyor:
“Ben hazırladığım soruları sormaya başladım.Ben
soruyordum,o cevap veriyordu.Bu arada siz (Kufe
Ekolü) şöyle dersiniz,Medine ehli şöyle der,’Biz ise
böyle deriz diyerek bütün ihtilafları naklediyor,bazen
bizim görüşümüzü benimsiyor,bazen de Medine
ehlinin görüşlerini kabul ediyordu.Bazen de her iki
ekole de muhâlefet ediyordu.Kırk sorunun hepsini
böyle bütün tafsilatıyla cevaplandırdı,bir tanesini bile
cevapsız bırakmadı.”
Ebu Hanife yukarıda arz edilen olayı naklettikten
sonra Cafer Sâdık’ın ilmi gücünü belirterek,şunları
söyledi:
“Cafer Sâdık insanların en alim olanı,meseleler
etrafındaki ihtilâfları en iyi bilendir.”
Hafız El Mızzi de Ģöyle bir olayı anlatıyor:
“Bir ara Hasan el Basri hadis rivayet ederken ravi
sahabeyi atlayarak direk‟Kale Resulullah‟ yani
„Resulullah Ģöyle buyurdu…‟demiĢ.O sırada birisi „Ey
Hasan sen tabiindensin, Resulullah‟ı görmemiĢsin, buna
rağmen nasıl olur da rivayeti direk Resulullah‟a
dayandırıyorsun.‟ demiĢ.Bunun üzerine Hasan el Basri de
Ģöyle cevap vermiĢ.Ben öyle bir zamanda yaĢıyorum
ki,Hz.Ali‟nin ismini bile,dile getiremiyorum.Ben ‟Kale
33
Resulullah… dediğim zaman o rivayeti Hz.Ali‟den
aldığımı bilin.”(El Feteva el Hadisiye,Ġbn-i Hacer el
Haytemi)
İmam Şafii ehlibeyt taraftarlarındandır.Ehl-i beyt’e olan sevgisi Necran kadılığı döneminde Abbasiler’i ürkütmüş.Harun er-Reşid’e ; -O diliyle,savaşçıların kılıçlarıyla yapamadığını yapıyor. Sözleri ile şikayet edilmiş.Bu uğurda nice sıkıntılar çekmiştir.Ama o doğru bildiğinden şaşmamış ve bu öncüleri hayatı pahasına da olsa seveceğini haykırmıştır. İşte şiirleri;
PEYGAMBERİN AİLESİ Vesiledir hayra peygamberin ailesi İhmal etmem esbâba tevessül etmeyi Dilerim ki yarın verilir Onların hatırına Sağ elime alırım defterimi (el-Beyhaki,Menâkıbu’ş-ŞafiÎ c.2,s691) EHL-İ BEYT SEVGİSİ Fırat’ın çırpınan dalgaları gibi coşkun Akarken seher vakti hacılar Mina’ya Dur ey süvari Mina’nın çakıllığında Seslen,duran ve oturanlara dağın eteklerinde Muhammed Ehli’ni sevmek, Râfızilikse eğer İnsanlar ve cinler şahit olsun Râfıziyim ben de.
34
(el-Beyhaki,Menâkıbu’ş-ŞafiÎ c.2,s.71/Fehreddin er-Râzi, Menâkıbu’ş-ŞafiÎ,s.51/İbn Asâkir,Târih,c.4,s.401) RÂFİZÎLEŞMEK Râfızileştin dedilir,asla! Râfızilik ne itikadım,ne de dinimdir Olsa olsa hayırlı bir imamı ve mürşidi Şeksiz dost edinmişimdir. Veli’yi sevmek RâfızilİKSE Bütün kullar bilsin ki Râfıziyimdir. (Abdulmu’min eş-Şeblencî Nûru’l Ebsâr,s.216/Husnî Nâisa,Şi’ru’l-Fukahâ,s.9) EHL-İ BEYT’İ SEVMEK FARZDIR Ey Resûllah’ın Ehl-i Beyti İndirdiği Kuran’da Allah Farz kıldı sevginizi(Ahzab Sur.33) Yeter şeref olarak size,böyle övünç bulunmaz Size salat getirmeyenin Namazı olmaz (Neseî,Sünen,Kitabu’s-Sehv,Bâb 49) ALİ,TORUNLARI VE FÂTIMA Bir mecliste söz ettiysek ne zaman Ali’den,iki torundan Ve temiz Fâtıma’dan Şöyle denilir; “Bunları geçin efendiler Busözler Râfizilerindir.” Muheymin’e sığınırım(Her şeye hükmeden,yöneten)
35
Fâtıma sevgisini Râfizilik sayan Böylesi insanlardan (el-Kundûzî el-Hanefi,Yenâbîu’l-Mevedde,s.356/Abdulmu’min eş-Şeblenci,Nûru’l-Ebsâr,s.127) ‘’İnsanların sapıklık deryasında gark olduklarını görünce, Bismillah diyerek kurtuluş gemileri olan Ehl-i Beyt’e sarıldım. Hablullah olan Ehl-i Beytin dostluğuna, emr olunduğumuz için temessük ettim. Hadisler beyan ettiği gibi din yetmiş üç fırkaya bölündüğünde, Onlardan sadece biri hak üzere idi. Söyle bana ey akıl ve ilim sahibi! Acaba Âl-i Muhammed batıl fırkaların içinde midir? Yoksa kurtuluşa eren fırkanın içinde midir? Eğer kurtuluşa eren fırkanın içindedir dersen, sözümüz birdir. Ama eğer batıl fırkanın içindedir dersen, adaletten sapmışsındır. Kavmin efendisi onlardan ise, ben de onlara razı oldum. Allah onların gölgesini (üzerimden) eksik etmesin. Ben Ali ve evlatlarının imametine razı oldum. Sen de hakikatin ortaya çıkacağı güne dek batıl fırkalarda baki kalanlarla ol.
36
( Allame Fazıl Acili de bu şiiri “Zahiret’ul- Meal”da nakletmiştir) Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: “Şüphesiz ki Ehl-i Beyt’imin sizin aranızdaki misali (konumu), Nuh’un gemisinin misali (konumu) gibidir. Kim ona bindiyse kurtuldu,kim de ondan uzaklaştıysa helak oldu.”(Sefine Hadisi) (Müslim bin Haccac “Sahih”de, (Sahih-i Müslim), Ahmed bin Hanbel “Müsned”de, Hafız Ebu Naim İsfehani “Hilye” de, İbn-i Abdulbirr “İstîab”da, Ebubekir Hatib-i Bağdad-i “Tarih-i Bağdadi”de, Muhammed bin Talha Şafii “Metalib’us- Süul”da, İbn-i Esir “Nihaye”de, Sibt bin Cevzi “Tezkire” de, İbn-i Sabbağ Maliki “Fusul’ul- Muhimme”de, Allame Nuruddin Semhudi “Tarih’ul- Medine”de, Seyyid Mümin Şeblenci “Nur’ul- Ebsar”da, İmam Fahr-u Razi “Mefatih’ul- Gayb” tefsirinde,Celaluddin Süyuti “Dürr’ül- Mensur”da, İmam Sa’lebi “Keşf’ul- Beyan” tefsirinde, Taberani “Evset”te, Hakim “Müstedrek”in c. 3, s.151’inde, Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Mevedde”nin 4. babında, Mir Seyyid Ali Hemedani “Meveddet’ul- Kurba”nın ikinci Mevedde'sinde, İbn-i Hacer-i Mekki “Savaik”te, Taberi Tefsir ve Tarihinde, Muhammed bin Yusuf Genci “Kifayet’üt- Talib”in yüzüncü babanın 233. Sayfasında…) Bu hadisi birçok büyük alimleriniz tevatür haddinde nakletmiştir.
37
Ellerimizi vicdanımıza koyarsak,şimdi var olan ehlisünnet hadis mecmualarında ehlibeytten gerektiği kadar istifade edilmediğinin güneş gibi açık olduğunu itiraf ederiz.
Velâ-i muhabbet(sevgi velâsı) bütün Ġslâmi
fırkalara hastır.
MUTAHHARİ:
Acaba,velâ-i muhabbet(sevgi velâsı) Şiîlere mi
hastır,yoksa diğer İslâmi fırkalar da ona inanıyorlar
mı?
Cevapta şunu demek gerekmektedir ki, sevgi velâsı
Şia’ya has olmayıp,diğer Müslüman fırkalar da ona
önem vermektedirler.Ehl-i Sünnet’in dört imamından
biri olan İmâm Şafi’î meşhur şiirinde şöyle diyor:
38
“Ey süvâri!Hacılar,coşup taşan ve dalgalanan Fırat
nehri gibi büyük bir toplulukla Mina’ya hareket ettiği
zaman,
Minâ’nın çakıl taşlı toprağında dur.Seher vakti
Mina’nın tepesinde durana ve hareket edene feryat et.
Eğer,Al-i Muhammed’i sevmek Râfizîlik ise,ohalde,cin
ve insanlar şahid olsunlar ki,ben Râfizîyim.”
Yine,İmam Şâfi’î şöyle diyor:
“Ey Resûlün Ehl-i Beyt’i,sizi sevmek Allâh’tan bir
farzdır. Allâh bu farzı Kur’an’da indirmiştir.Büyük bir
iftihâr olarak bu size yeter.Size selâm vermek,duâ
etmek namazların bir parçasıdır.Size salât etmeyenin
namazı batıldır.”
İmam Şâfi’î ayrıca şöyle diyor:
“İnsanları gördüm ki,yolları(mezhepleri)onları
sapıklık ve cehalet denizlerine atmıştır.
Allâh’ın Kurtuluş Gemileri’ne bindim.O’Kurtuluş
Gemileri’ ise,Peygamberin sonuncusu Mustafâ’nın
Ehl-i beytidir.
Bize emredildiği gibi Allâh’ın ipine tutundum.O ip
ise,Ehl-i Beyt’i sevmektir.”(El-Künâ ve’l-
Elkâb,Muhaddis Kûmî)
39
Hilafet konusunda,Şîa ile mücadelede bulunan
Zamahşerî ve Fahru’r-Râzî’nin,vela-i muhabbet
konusunda bir rivâyetleri vardır. Fahru’r-Râzî’nin
Zamahşerî’den naklettiğine
göre,Hz.Peygamber(s.a.v)şöyle buyuruyor:
“Al-i Muhammed sevgisi üzere ölen,şehid olarak
ölmüştür.Dikkat edin,âl-i Muhammed sevgisi üzere
ölen bağışlanmış olarak ölmüştür.Dikkat
edin,Muhammed âlinin sevgisi üzere ölen mü’min
olarak ve îmân-ı kâmil ile ölmüştür.”( Et-Tefsîru’l-
Kebîr,Fahru’r-Râzî,c.27,s.166;El Keşşâf,
Zemahşerî,c.4,Şûrâ Sûresi 32.âyetinin açıklaması)
Ve şöyle diyor:
“Ey Allâh’ım!Eğer,senin vuslatına nail
olamazsam,ömrüm zayi’ ve batıl geçmiştir.Şimdi
elimde,bir şeyin dışında,başka hiçbir şeyim yok.O da
Kusay’ın çocuklarından gönderilmiş olan
Peygamberin itretinin velâsına bağlanmış olduğum
bağdır.”
Burada velâdan maksadın,daha yüce bir anlam
olması mümkündür. Fakat,şairin muhabbet
velâsını(velâ-i muhabbet)söylediği açıktır.
Molla Abdurrahman Câmî- Kâdî Nurullah onun
hakkında şöyle diyor:İki tane Abdurrahman,Ali’ye
40
eziyet etmiş ve O’nu incitmiştir.Birisi,Abdurrahman
bin Mülcem Murâdî,diğeri ise Abdurrahman Câmî’dir.-
Farazdak’ın,İmâm Seccâd’ı(A) metheden meşhur
kasidesini nazım halinde Farsçaya çevirmiştir:
“Şöyle diyorlar:Şöyle bir rüya nakletmiş;Farazdak’ın
ölümünden sonra onhu rüya aleminde,’Allâh sana ne
yaptı?’diye sordular.Şöyle cevap verdi:’Allâh,beni Ali
bin Hüseyin’i methetmek için söylediğim bu kaside
yüzünden afetti.” Abdurrahman Câmî’nin kendisi
şöyle ilave ediyor:
”Allâh,bütün insanları bu kasidenin hatırına afetse
şaşırtıcı olmaz.”
Câmî,Farazdak’ı hapsedip ona işkence eden Hişam bin
Abdulmelik hakkında şöyle diyor:
“Eğer,doğru gören gözlü olsaydı,doğru iş yapar ve
dininde doğru olurdu.
Adaletsiz olmazdı,zulüm de etmezdi.Yerine,ona
kaftanını verirdi.”(Silsiletü’z-Zeheb)
Dolayısıyla,vela-i muhabbet meselesinde,Şîa ile Ehl-i
Sünnet arasında ihtilaf yoktur,yalnız Ehl-i Beyt’e
buğzeden, İslâm câmiasından atılıp kovulan ve
kâfirler gibi necâsete mahkum olan Nasıbîler (
Nasıbîler,Hz.Ali ve Ehl-i Beyt’e düşmanlık eden bir
fırkadır) hariç.Elhamdülillah,içinde bulunduğumuz
41
çağda yeryüzü onların pisliğinden
arınmıştır.Fakat,parmakla sayılabilecek kadar az
müntesibiörülüyor ki,bazı kitaplar
yazıyorlar.HEPSİNİN AMACI VE
ÇABASI,MÜSLÜMANLAR ARASINDAKİ AYRILIĞI
ARTIRMA NOKTASINDA
BİRLEŞİYOR.BİZİMKİLERDEN BİRKAÇ KİŞİNİN
YAPTIĞI GİBİ.İŞTE BU ONLARIN ASALET
TAŞIMADIKLARININ VE TIPKI BİZİMKİLER
GİBİ,SÖMÜRÜNÜN PİS ALETİ OLDUKLARININ EN İYİ
DELİLİDİR.
Zamahşerî ve Fahru’r-Râzî,yukarıda geçen
rivayetlerin zeylinde Resûl-i Ekrem’den(s.a.v.)
naklettiklerine göre,Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
“Dikkat edin!Kim Muhammed ehline buğzederek
ölürse,kafir olarak ölür.Dikkat edin!Kim Muhammed
ehline buğzederek ölürse cennetin kokusunu
koklamayacaktır.”
İmam Sâdık(as) şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz Allâh Tebâreke ve Teâlâ köpekten daha
necîs bir mahluk yaratmadı.Kuşkusuz biz Ehl-i Beyt’e
buğzeden ve düşman olan köpekten daha necistir.”
(Kaynak:Altı Makale s.151-152-153-154)
42
Ehlibeyt’e alimlerine göre Ehl-i Sünnet fakihleri güvenilir mi? Ehli beyt alimleri ehl-i sünnet fakihleriyle iftihar etmektedirler.Ehl-i sünnet fakihleri tarih boyunca hep haktan yana olmuş, ehlibeyte saygıda kusur etmemiş ve ehlibeyt alimlerine tüm tehlikeleri göze alarak destek vermişlerdir. Muhammedi Sunniliğin temsilcileri
olan bu fakihlerin tarihe iz bırakan örnek duruĢları bizi
onurlandırmaktadır.Örneğin:
1)Ali Şeriati, İslam Ekonomisi’nde Tarih-i Belh’te geçen bir rivayeti aktarır ve Ahmed b. Hanbel’in bu duruşunu överek zikreder. Ahmed b. Hanbel’in oğlu Salih, Âbbasî döneminde bir yıl Belh’te Kadılık yapmış, daha sonra istifa etmiştir. İmamın oğluna karşı tutumu, bugün muktedirlerin sofrasına oturanları mahkûm eden cinstendir. Tarih-i Belh’te şu bilgilere rastlıyoruz: “Salih o kadar fakih, zahid ve
43
Kadılıkta ustaydı ki, geceleri evinin kapısını açık bırakarak uyurdu. Bunu, zulme uğramış birisi gece yarısı muhtaç olursa gelebilsin diye yapardı. Ancak istifa etti ve Kadılık yapmaktan tevbe etti. Ahmed b. Hanbel’in evinde ekmek pişirilmişti. Ahmed sordu: ‘Bu ekmek nasıl yapıldı?’ Onlar ‘Salih’in evinden hamur mayası alınarak yapıldı’ dediler. Bunun üzerine Ahmed, ‘Salih geçen yıl İsfahan Kadısı değil miydi?’ dedi ve ekledi, ‘Bırakın, o ekmeği yemeyin!’ Dediler ki, ‘Bir zamanlar İsfahan Kadısı olmuşsa ne olur, şimdi Kadı değil ya.’ Ahmed şöyle dedi: ‘Ekmeğin hamur mayası oğlumun evinden alınmış ise, o, bir zamanlar Kadı’ydı.’ ‘Ne yapalım?’ dediler. Dedi ki, ‘Saklayın, bir dilenci gelince ona verin. Ama ona hamur mayasının Salih’in evinden olduğunu söyleyin.’ Ekmek evde kırk gün durdu ve bozuldu. Belh’te hiçbir dilenci istekte bulunmadı. Bir müddet sonra Ahmed tekrar sordu: ‘Ekmeği ne yaptınız?’ Dediler ki, ‘Dicle’ye attık.’ Ahmed b. Hanbel o günden itibaren ömrünün sonuna kadar Dicle’nin balığını yemedi.” (Ali Şeriati, İslam Ekonomisi, Dünya Yay., s. 62-63) 2) Ebu Hanife Emevî idaresine karşı Zeyd b. Ali’nin kıyamına destek oldu ve onu mali açıdan destekledi. Zeyd b. Ali’nin savaşını Bedir günü Hz. Peygamber’in müşriklerle savaşına benzeten Ebu Hanife, onun yenilişine ve kendisiyle birlikte oğullarının şehid edilişine tanık oldu. Zeyd b. Ali’nin mağlubiyetinden sonra sözlü muhalefetini daha da sertleştirdi ve Emevî idaresinin teklif ettiği görevi reddetti. Vali İbn-i Hubeyre tarafından teklif edilen görevi reddettiği için Ebu Hanife tehditlere
44
maruz kaldı. Kendisini ikna etmeye çalışan ulemâya verdiği cevap meşhurdur: “O adam benden Vasıt Mescidi’nin kapılarını saymamı dahi isteseydi yine kabul etmezdim. Nasıl olur da benden boynu vurulacak bir adamın yazısını imzalamamı istiyor? Allah’a yemin olsun ki, bu işe ebediyen girmeyeceğim!” ( Muhammed Ebu Zehra , Mezhepler Tarihi, Çev: Sıbgatullah Kaya, Anka Yay., s. 362) İkna edilemeyen İmam, günlerce hapsedildi ve dövüldü. İbn-i Hubeyre, hapiste kaldığı süre içerisinde kararından döndürülemeyen Ebu Hanife’yi sonunda serbest bırakmak zorunda kaldı. İmam, serbest bırakılmasının ardından Hicaz’a gitti ve Abbasîler idareyi ele geçirinceye kadar orada kaldı. Başlangıçta biat eden Ebu Hanife, Abbasî idaresinin bir müddet sonra Ali oğullarına zulmetmeye başlaması üzerine yeniden muhalefet bayrağını açtı. İmam, Irak’ta açıkça Muhammed Nefsu’z-Zekiyye’nin kardeşi İbrahim’e yardım edilmesi gerektiğini, bunun vacip olduğunu söylüyordu. Hatta El-Mansur’un komutanlarından bazılarını İbrahim’le savaşmaktan caydırmıştır. Yaşanan bir dizi olaydan sonra Emevî idaresi gibi Abbasî idaresi de Ebu Hanife’nin fetvalarını takibe aldı ve onu göz hapsinde tuttu. El-Mansur’un kurnazca bir plan yaparak görevi kabul etmeyeceğini bile bile Ebu Hanife’ye Kadılık teklif etmesi İmam için sonun başlangıcıydı. El-
45
Mansur’un ısrarı karşısında direnen İmam’ın verdiği cevap ibret vericidir: “Kadılık teklifine karşılık beni Fırat’ta boğmakla tehdit etsen, boğulmayı tercih ederim!” ( Muhammed Ebu Zehra, a.g.e, s. 366; El-Hatibu’l-Bağdadî, Tarih-u Bağdad, 13/329) Bunun üzerine El-Mansur, en azından hükümleri inceleyip isabetli olanları onaylamasını, isabetli olmayanları ise iptal etmesini istedi, ancak Ebu Hanife bunu da reddetti. Böylece İmam’a zindanın yolu görünmüş oluyordu. Ebu Hanife’nin zindanda işkence gördüğü konusunda ihtilaf yoktur. Ancak zindan da işkence altındayken mi, yoksa salıverilmesinden kısa bir süre sonra mı öldüğü konusunda çeşitli rivayetler mevcuttur. Onun vasiyeti de başlı başına bir mesaj niteliğindedir: “Beni Halife’nin gasp ettiği ileri sürülen bir toprağa gömmeyin!”( Muhammed Ebu Zehra, a.g.e, s. 366) 3)Necran Valisi, Harun Reşid’e yazdığı mektupta şunları söyler: “Alevîlerden dokuz bin kişi harekete geçti. Ben bunların ayaklanmalarından korkuyorum. Ayrıca burada Muttalib soyundan gelen eş-Şafiî’nin torunlarından bir adam var ki, benden ne emir dinliyor ne de yasak. Bir savaşçının
46
kılıcıyla yapamadığını o diliyle yapıyor.” (Muhammed Ebu Zehra, a.g.e, s. 429) Mutahhari şöyle diyor: ‘’Şunu unutmayın, biz Şii olduğumuzdan dolayı şunu göz ardı etmemeli ve bu imamların Emevi ve Abbasi halifelerinin oyuncağı olduğunu ve halifelerin her söylediklerini yerine getirdiklerini düşünmeyelim. Kesinlikle böyle değildir.Onlar kendi yollarında azimli ve karalıydılar.Ebu Hanife’den cezaevinde Abbasi hükümetinin meşru bir hükümet olduğuna dair fetva istiyorlardı.Fakat o kesinlikle böyle bir fetva vermeye yanaşmıyordu.Ve halkın daha önce beni Hasan’a(İmam Hasan’ın çocukları) biat ettiğini, bu biat doğru olduğundan Abbasilere yapılan biatin yanlış olduğunu söylüyordu.Çokça kırbaçlandı ama o kendisinden istenilen fetvayı vermedi.Malik bin Enes de böyle.O da cezaevine atıldı,halifeler aleyhine verdiği fetvadan vazgeçmesi için kırbaçlandı ama fetvasından vazgeçmedi.BUNLAR İSLAM’IN İFTİHAR VE ONURUDURLAR. Şunu da iyi biliniz ki İslam,halifelerin elinde oyuncak olacak insanlar yetiştirmez.’’ (İslam ve Değişim kitabı, s.62)
Emevi halifesi Ömer b. Abdulaziz’i diğer hükümdarlardan,meliklerden ayırt eden,farklı kılan en belirgin özellilerinden biri Âl-i Beyt’e olan sevgisidir.Nitekim O, daha halife olmadan Medine
47
valisi iken, Hz. Ali’nin (r.a.) kızı Fatıma huzuruna gelince, O’nu hususi bir karşılama ile iltifat etmiş ve şöyle demiştir: ‘’Yeryüzünde bana sizden daha sevgili bir şey yoktur. Şüphesiz sizler (Ehl-i Beyt) bana, kendi Ehl-i Beytimden daha sevgilisiniz.’’dedi. (es-Savâ’ik, s.178,236 ;eş-Şifâ, s.435.) Ömer b. Abdulaziz O’nu, Resulullahın sevdiği kimsenin kızı olduğundan dolayı seviyor, böylece onun sünnetine de uyuyordu.Bir keresinde Ömer b. Abdulaziz : ‘’Eğer bana Ebû Bekir, Ömer ve Ali (r.a) bir iş için gelseler, Resulullah’a (s.a.a) yakınlığından dolayı ilk önce Ali’nin işini bitirirdim.Yüksek bir yerden düşüp (parçalanmak) bana Onların işini Ali’nin işinden önce görmekten daha hoş gelir’’ demişti.O’nun, Resulullah’a (s.a.a) olan ilgisinden dolayı Âl-i Beyte sergilediği bu tavırlar Hz. Peygambere ve nesline olan hürmet, tazim, ikram ve ihsanın örnekleridir. Çünkü ‘’kişi sevdiği ile beraberdir’’ (eş-Şifa, s.436; es-Sevâ’ik, s.178) hem de ‘’Yıldızlar sema ehli için emân olduğu gibi, Ehl-i Beyt de Ümmet-i Muhammed için emândır.’’(Feyz. Kadîr, VI, 297, 365) Bir gün Hz. Hasan’ın oğlu Hasan’ı Müsennâ’nın Abdullah adlı oğlu, Ömer b. Abdulaziz’in huzuruna girmişti. Daha küçük yaşlardaydı. Ömer b. Abdulaziz hemen O’nu meclisine kabul etti ve güzel şekilde
48
karşıladı. Bunun üzerine Ümeyye soyundan olanlar O’nu kınadılar. O da onlara: ‘’Fatıma benden bir parçadır. O’nu sevindiren beni sevindirir.’’ hadis-i şerifini nakletti ve şöyle ilâve etti: ‘’Ben iyi biliyorum ki, eğer Hz.Fatıma (r.a) (şimdi) sağ olsaydı, oğluna yaptıklarıma sevinecekti.’’ (es-Savâ’ik, s.178)
Bir keresinde yanına Hz.Hüseyin’in torunu Abdullah b. Hasan birihtiyacı için uğradı. Ömer b. Abdulaziz , Âl-i Beytten birinin kapısına gelip ihtiyaç arzetmesinden utanmış olacak ki, ona şöyle dedi:’’Eğer bir ihtiyacın olursa, bana haber gönder yerine getireyim, yahut bana bir kâğıt yaz. Çünkü ben, seni kapımda görmekten dolayı Allah’tan haya ediyorum.’’(es-Sevâ’ik, s.178) Bir sohbettoplantısında, Ömer b. Abdulaziz’e sordular: ‘’Neden Ehlibeyt sülalesine yakınlık gösteriyorsun? Halife’nin cevabı şu oldu: Babam, toplantılarda konuşurken Hz. Ali kelimesini söylerken dili tutulurdu.Ben de neden böyle oluyor diye sorduğumda cevabı şu oldu.Oğlum bizim çevremizde olanlar, bizim kadar Ali hakkında bilgileri olsaydı, çevremizde kimse kalmaz, bizi terk ederlerdi. Ali’nin evlatlarına giderlerdi.’’
49
(el-İmamu’s-Sadık ve’l-Mezahibu’l-Erbaa, Esat Haydar, c.1, s.119)
Allah'ın velilerinin makamı nasıldır? Hak Dini Kuran Dili - Elmalılı Hamdi Yazır'ın
Kaleminden:
Yunus suresi
62- Açın gözünüzü! Allah'ın dostları üzerine ne korku vardır ne de onlar mahzun olurlar. 63- Onlar ki iman etmişler ve Allah'a karşı gelmekten sakınmışlardır. 64- Onlara dünya hayatında da ahiret hayatında da müjdeler vardır. Allah'ın sözlerinde değişiklik yoktur. İşte bu en büyük kurtuluştur.
50
62- İyi bil ki hakikaten Allah'ın velileri o Allah dostları üzerlerine korku yoktur üstelik onlar mahzun da olmazlar. Allah korkusu her korkuyu silmiş olduğu için başka korku kalmamıştır müjdeler vardır. İlerisi daha güzel olduğu için de geçmişle ilgili hüzün yoktur. Evliyaullah ünvanı Allah'a dost olanlar Allah için dost olanlar Allah için birbirlerine destek olanlar gibi mânâlara gelebilir. Velayet muhabbet dostluk yardım ve vekaleten onun işine bakmak gibi anlamlar ifade eder. Bu ünvana kimlerin layık oldukları hakkında tefsir âlimlerinin naklettikleri bazı rivayetler vardır. Senedleri Taberi'de yer almış olduğu üzere Saîd b. Cübeyr'den rivayet olunmuştur ki Resulullah'a evliyaullahın kimler olduğu sorulmuş o da şöyle buyurmuştur: "Onlar öyle kimselerdir ki görüldükleri zaman Allah zikrolunur yad olunur".(İbn-i Mace, Zühd, 4) Başka bir rivayette ise "Görülüvermelerinden dolayı Allah hatırlanır".(Süyûti, ed-Dürrü’l-mensûr, IV, 370) Yakınlarında bulunmak halleri duruş ve davranışları derhal Allah'ı hatırlatır. Ki Abdullah b. Abbas "semt ve hey'et"leri yerine "ihbat ve sekinet" yani duruşları ve yürüyüşleri şeklinde tefsir etmiştir. Bunların dünya malına kazanç yollarına sevgi ve düşkünlükleri yoktur. Ancak Allah için Allah'da sevmek ile birbirlerine sevgi ve dostluk gösterirler. (Ebu Davud, Sünnet, 2)"Allah uğrunda birbirini seven kimseler" oldukları da rivayet olunmuştur.(Müslim, Birr, 38; Tirmizî, Zühd, 53; Dârimî, Rikak, 44; Muvatta, Şiir, 13; Ahmed b. Hambel, II, 237, 328, 338, 370, 533,
51
535 III, 87, IV, 128, 386) Nitekim Ömer b. Hattap (r.a.)'tan rivayet olunmuştur ki Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın kullarından bir takım insanlar vardır ki enbiya değiller şehidler de değiller amma kıyamet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebiler ve şehidler imrenerek bakacaklardır". "Bunlar kimler? Ve ne gibi hayırlı ameller yapmışlardır? Bize bildir de biz de onlara sevgi ve yakınlık gösterelim ya Resulallah!" dediler. Resulullah: "Bunlar bir kavimdir ki aralarında ne akrabalık ne de ticaret ve iş ilişkisi olmaksızın Allah ruhu ile Allah'da sevişirler. Vallahi yüzleri bir nur ve kendileri de nurdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman bunlar korkmazlar insanlar mahzun oldukları zaman bunlar hüzünlenmezler."(Hakim,el-Müstedrek, IV, 170.) buyurdu hemen bu âyeti okudu: Ebu Hüreyre'den ve Ebu Malik Eş'ari'den de ayni meâlde rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlerin her biri bir başka özellikte tarif demek olduğundan hepsinin toplam olarak anlamını içine alan geniş bir tarif ortaya konmuştur: "Allah'a ibadet ve taatle sevgi gösterisinde bulunur Allah da kendilerine keramet insan ederek dostluğunu gösterir". Onlar işte böyle kimselerdir ki bu âyette daha açık bir surette şöyle beyan ve tefsir buyuruluyor: 63-Yani evliyaullah onlar ki iman etmişlerdir ve ittika eder dururlar tam bir iman ile ilâhî emirleri ve hükümleri ifa ve icraya devam ederler. Kendilerinden
52
Allah rızasına aykırı bir hâl bir durum sadır olmaması için dikkat ederler her türlü haramdan ve şüpheli şeylerden sakınırlar. İşte evliyaullahın hakiki tarifi budur. Birinci derecesi mümin cinsinden olmak ikinci derecesi de Allah korkusundan dolayı ittika hasletine sahip olmaktır ki bunlar onların Allah'a yönelmeleridir. 64- Dünya ve ahiret hayatında müjde onlarındır. Bu da onların özellikleridir ki Allah'ın kendilerine karşılık olarak teveccühü ve ikramıdır. İşte "evliyaullah'ın kerâmeti haktır." meselesinin temeli de budur. Allah'dan başka dost ve veli tanımadıkları Allah'a aykırı düşmekten korkup sakındıkları ve ondan başka hiçbir şeyden çekinmedikleri Allah da kendilerine dost olduğu için artık onlara ne korku vardır ne de hüzün. Dünyada da müjdelenmişler ahirette de müjdelenmişlerdir. Bu cümleden olarak dünyada. "Muhakkak ki "Rabbimiz Allah'dır" deyip de sonra doğrulukta ve dürüstlükte devam edenler üzerine melekler şöyle diyerek inerler: "Korkmayın mahzun da olmayın vaad olunduğunuz cennetle sevinin." (Fussilet 41/30). Ayrıca yine ahirette "Size selâm olsun size hoş geldiniz cennete ebedi kalmak üzere buyurun girin içine." (Zümer 39/73) müjdesine mazhar olacaklar. Allah'ın kelimelerinde tebdil yoktur. Yani Allah'ın bu vaadlerinde bu müjdeli sözlerinde hiçbir değişme olmayacaktır. Allah'ın sözünü değiştirecek O'nun verilmiş hükmünü kararını uygulamadan kaldıracak
53
hiç bir kuvvet yoktur olması ihtimali de mevcut değildir. Mesela: Allah'ın korkma mahzun olma dediğini korkutacak mahzun edecek hiç bir güç ve geçerli engel yoktur. Allah da asla verdiği sözden dönmez verdiği sözü yerine getirir. Bundan dolayı "Allah hiçbir kavmi o kavim kendi kendini değiştirip bozmadıkça değişikliğe uğratmaz." (Ra'd 13/11) âyeti uyarınca evliyaullah dahi kendilerindeki o velayet hasletini o iman ve ittikayı değiştirip bozmadıkça Allah Teâlâ'nın bu dünya ve ahiret için verdiği sözü verdiği müjdeyi değiştirmesi ihtimali yoktur. Bunlar ebedi müjdelerdir. "İşte bu da büyük kurtuluşun kendisidir."
Velilerin velisi Hz. Hüseyin’in kıyamını kimler ve niçin eleştiriyor? Bu hususta küçük bir örnek olarak; "...Hazret-i Hüseyn'in Yezid'e karşı çıkışını hatalı ve galat olarak(?) mütalaa eden.." İbn-i Haldun, bunu; ".. Sahabenin ekseriyetinin Yezid'in yanında yer alması ve bunların, Yezid'e karşı ayaklanmanın gerektiği kanaatinde olmamaları" ile açıklamıştır. (Mukaddime (terc.)): 1/592) İslam Tarihi'nin en canî zalimlerinden olan ve ünlü Haccac (İbn-i Yûsuf es-Sakafi) eliyle yüzbinlerce mazlum, gerçek mü'minlerin ve İslamî şahsiyetlerin
54
oluk oluk kanlarını akıtan Abdulmelik b. Mervan b. Hakem ile alâkalı şu ifadeleri de gayet ibret-âmizdir: "... Abdulmelik, 'adalet' bakımından insanların en büyüğü idi. İmam Malik'in, O'nun fiilini 'hüccet' sayması, adaletini göstermeye fazlasıyla yeter.'..." (Mukaddime: 1/593);... İşte, tarihî İslamî inhirafın nirengi noktası!... Eshab, Tabiîn, Etbe-i Tabiîn.. diye isim yapmış zevatın, bâhusus Ehl-i ilim ve fıkh'ın, her nevi söz-fiil-tarz ve tavırlarını İslamî nokta-i nazardan hüccet bilen ve meşruiyet için tek ölçü bilen büyük halk kitleleri, hatta sıradan ilim adamları, böylece büyük bir inhiraf içerisine girmiş, tağutî düzenleri ve onların yandaşlarını-tabilerini Fırka-i Naciye, muhaliflerini de Ehl-i Bağy ve Fırak-i Dalle diye itham etmiştir... Evet;.. Seyyid'üş-Şüheda ve Mazlum-u Kerbela olan Gül-ü Muhammedî'nin (as) ve yaranlarının mübarek başları, Küfe'ye, İbn-i Ziyad'ın önüne atılırken, sarayda bulunan Zeyd b. Erkam gibi ünlü bir sahabe, Kadı Şureyh diye nam yapmış bir alim vs..., müslüman toplumun vicdanlarında meknuz bulunan gerçek imanın üzerine küller atılmasına, hak ve batıl’ın temyiz ve tefrikinde şüphe ve evham bulutlarının oluşmasına sebep olmuş; aynı ruhî-psikolojik atmosfer, Şam'da, Yezid'in yanı başında bulunan Enes b. Malik gibi.. hadim-i Nebî diye şöhret-şiar olmuş zevat vesilesiyle de tekrarlanmıştır...
55
Ebu Hureyre gibi, Suffe ehlinden olan bir şahsiyetin, fitne-fesat ve nifak timsâli olan Mervan b. Hakem'in Medine vali yardımcılığını yapması ve Emir'el-Mü'minin Hazret-i Ali'ye (as) karşı fiilî ve harbî tavır alışı, İslam ümmetinin büyük bir kesimi nezdinde, hak ile batılın büyük ölçüde iltibas edilmesine, cephelerin tam ters görülmesine sebep teşkil ederken, bu inhirafî akım gitgide kendisini fıkıh ekollerinde ve hadis tedvinlerinde hatta hadislerin naklinde ve Kur'an-ı Kerim tefsirinde de hissettirmeye başlamış, koca bir İslamî camiayı inhiraflara sürüklemiştir... Muhaddislerin başvurduğu uzman durumunda bulunan İbn-i Şihab ez-Zühri gibi zevatın, Abdülmelik bin Mervan gibi habislerin müşavirliğini deruhte etmesi, Ebu Yûsuf ve Muhammed bin Hasan eş-Şeybani gibi.. nice fıkıh üstadlarının, İmam Musa Kâzım'ı ve nice muttakî ulemayı zindanlarda çürüten Hârun Reşid'in kadılık makamlarında bulunmaları ve onun ulûfeleriyle ğaniy olmaları, bir kısım fıkhî prensiplerini (Hiley-i Şer'iyye adı altında) kezâ onun pratik hayatına göre vaz' etmeleri..vs.. vs..., İslam ümmetinin büyük çoğunluğunun, Kur'an-ı Kerim'in timsâli ve canlısı olan Ehl-i Beyt'in Öz Muhammedî İslam mektebinden (büyük ölçüde) mahrum kalmalarını ve gerçek İslam'dan inhiraf etmelerini intaç etmiştir...
56
Bu menfî ve münharif etkidir ki; başta İmam Buharî (Muhammed bin İsmail el-Buharî) olarak, muhaddislerin büyük çoğunluğu tarafından Ehl-i Beyt, sürekli olarak gözardı edilmiş, hatta haricî-nâsıbî-mürciî-mu'tezilî.. öncülerin hadis rivayetleri alınmış, İmam Ca'fer gibi.. bir hakikat güneşine itimad edilmeyerek (Ali evladından olmasından dolayı, tarafgir olabilir(?) iddiasıyla..) tüm rivayetleri terk edilmiştir. Fakat bu duyarlılıkları(?), diğer (bâ-husus Ehl-i Beyt muhalifi) fırkalar için asla söz konusu olmamıştır... Hazret-i Ali'ye bile gözlerini-kulaklarını-kalplerini kapayan bu zevat, kitaplarını; Amr bin As, Muaviye bin Ebi Süfyan, Mervan bin Hakem, Seleme İbn Ekva, Muğire bin Şu'be, Muaviye bin Hadic (yahud, Hudeyc), Vail bin Hucr, vb.. Ehl-i Beyt düşmanlığı yanında, İslamî takva ve ahlâktan da çok uzak oldukları, bir sürü fiilleriyle şöhret bulmuş eşhâsın -güya- hadis rivayetleriyle doldurmuş, böylece; Öz Muhammedi İslam'dan inhirafa ve İslam'ın ruhsuz bir şekilcilik olarak algılanmasına sebeb olmuşlardır. Ve hâkezâ !!!... İbn-i Teymiyye : ‘’Hüseyin evinde otursaydı,meydana gelecek olan fesat elbette daha az olacaktı. Üstelik Hüseyin’in(r.a) niyetinde olan iyiliği celp ve kötülüğü bertaraf etme arzusu, hiçbir fayda vermedi.Aksine Irak’a gitmekle ve şehit edilmekle fitneler arttı.
57
Bütün bunlar gösteriyor ki, Resulullah(s.a.a)’in emrettiği gibi, zâlim idarecinin zulmüne karşı sabredip onlarla savaşmamak hem dünya hem ahiret için hayırlıdır. Bilerek veya yanılarak buna muhalefet edenin hareketinden fayda değil zarar gelir. Resulullah bir fitnede çarpışan, idarecilere karşı gelen, onlara itaat etmeyen ve cemaatten ayrılan bir tek kişiyi medhetmemiştir.’’ İbn-i Teymiyye aşağıdaki hadisi de delil göstererek Yezidin tüm yaptığı kötülükleri perdeleyerek affedildiği söylüyor. (haşa) Peygamberin işaretleri bu yöndeymiş. Resulullah şöyle buyurmuştur: ‘’Konstantiniyye’ye (İstanbul) savaşaçacak ilk ordu affedilmiştir.’’ İbn-i Teymiyye, Konstantiniyye’yi fethetmek için ilk çıkan ordu, Muaviye’nin techiz edip başına oğlu Yezid’i tayin ettiği ordudur,diyerek Yezid’i bu hadise binaen temize çıkarıyor.Çünkü onun nezdinde Yezid ululemr, Hüseyin ise bir bağidir(haşa)! Yine İbn-i Teymiyye: ‘’Yezid ve başkasının imam olması manası onun güçlü, ta’yin ve azle yetkili olması, cezaî müeyyideleri tatbik
etmesi,kafirlere karşı cihat edip ganimetleri
58
bölüştürmesi denektir ki bu durum malûm ve mütevâtir olup inkarı mümkün değildir.’’ Bakalım Yezid kimlerle ve cihat etmiş: Prof. İhsan Süreyya Sırma Emeviler dönemi kitabının 48-49. Sayfasında diyor ki: ‘’Yezid Şam’da bu melanetleri işlemeye devam ettiğinden (Kerbela olayı ve sonrası) Medineliler onu hal’ ettiklerini ilan ettiler ve onun Medine’deki valisi Osman b. Muhammed’i Medine’den çıkardılar. Bunun üzerine Yezid tarafından Mervan ibnu’l Hakem’in Medine’deki evinde toplanarak durumu bir elçi ile Yezid’e bildirdiler.(el- Kamil) Yezid hemen Muslim b. Ukbe komutasında, on bin atlıyı (Ebu’l-Fida, Tarih ,I,192) Medine’ye gönderdi. Ordu yola çıkmadan önce Yezid, komutanı olan Müslim’e şu emri verdi: -Medinelilerle savaş!Şayet zafer elde edip, onları yenersen, üç gün milleti katledin, mallarından ne varsa alın, her şeylerini talan edin ve onların Yezid’in kulları ve köleleri olduklarına dair onlardan biat alın. Meddine’nin işini bitirince da Mekke üzerine yürü!( Ebu’l-Fida, Tarih ,I,192) Yezid ordusu Medine’ye varınca, ordunun komutanı olan Muslim, Medinelileri Yezid’e kul-köle olmaya ve bu konuda biat etmeye çağırdı.Medine’liler kabul
59
etmeyince,Muslim savaş emri verdi ve Şam’dan gelen askerler Müslümanları öldürmeye başladı. Aralarında sahabenin de bulunduğu binlerce Müslüman katledildi.Ensar ve Muhacir’in ileri geleni ile birlikte 10.000 müslüman öldürüldü Yezid adına… Katliamdan sonra Yezid’in komutanı olan Muslim, Medine’yi yağmalamaları, canlarının istediğini öldürmeleri ve kadınlardan istediklerine tecavüz etmeleri için askerlerine üç gün mühlet verdi. ( Ebu’l-Fida, Tarih ,I,192) Medine’nin altı üstüne getirildi. Yağmalanıyordu, peygamberin Medine’si…Müslümanların ulu’l emri(?) Yezid adına,onun Müslüman(!) askerleri, sahabileri öldürüyor, evlerini talan ediyor, kızlarına tecavüz ediyorlardı… Ulu’l emr adına, sahabi kızları peşkeş çekildi, devletin askerlerine.Üstelik bu devletin adı İslam devleti; başkanının sıfatı da müminlerin emiri (emiru’l müminin)’ydi. Bin Müslüman kızının bekaretinikirletti.(Suyuti, Tarih’ul-Hulefa, s.209;İbn Kesir,el-Bidaye VIII, 221) Bütün bunlar Yezid’in saltanatının devamı içindi…Padişah başta kalsın, keyfini sürsün de ;dini ahkam çiğnenmiş, Müslüman kızların bekaretine
60
tecavüz edilmiş, Peygamber’in Medine’si yağmalanmış, önemli değil!... İşte: o gün bugüne kadar, Müslümanların İslam’ı yanlış anlamaya, Yezid ve bugüne değin,-çok azı müstesna- onun halifelerine kul-köle olmalarına, her türlü melaneti yapsa bile ulu’l emr aleyhinde konuşmayıp itaat etmelerine, ecdadın (?) saltanatı uğruna, İslam şura anlayışını katletmelerine sebep bu zihniyettir.’’
Hatib-i Harezmi “Menakıb” kitabında, Mir seyyid Ali Hemedani eş- Şafii “Meveddet’ul- Kurba”da , İmam Ahmed bin Hanbel “Müsned”inde ve Süleyman-i Hanefi el-Belhi “Yenabi’ul- Meveddet”de (az bir farklılıkla Resul-u Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyorlar: “Bu iki oğlum (Hasan ve Hüseyin) dünyadan iki reyhandırlar. Yine bu iki oğlum ister (imamet işi için) kıyam halinde olsunlar, isterse otursun (sussun)lar İmamdırlar.” Kerbela vakasında sonra ümmet Yezid’e tavır almıştır.Bu kubangahların Allah’a sunulması ölü bedenlere şok etkisi yapmış ve ümmet tekrar hayat bulmuştur.Medine’deki müminlerin baş kaldırışı da zaten bu vakıadan sonra olmuştur.Bu olaya kadar İbn-i Ziyadın hükümet binasına bulunan Zeyt b. Erkam kesin tavırını şu olaydan sonra ortaya koymuştur:
61
Tarihin kaydettiğine göre, İbn-i Ziyad, İmam Hüseyin’in başını önüne koymuş ve elindeki ağaç parçasıyla gözüne, burnuna ve ağzına dokunuyor ve şöyle diyordu: “Ne kadar güzel dişleri var!” Zeyd b. Erkam ağlayarak feryat etti ve şöyle dedi: “Elindeki ağaç parçasını Hüseyin’in dudak ve dişlerinin üzerinden kaldır! Ben kendi gözlerimle Allah Resulü’nün bizzat kendi dudaklarını, onun dudakları ve ağzının üzerine koyduğunu gördüm.” İbn-i Ziyad: “Eğer sen aklını yitirmiş yaşlı bir adam olmasaydın senin kafanı keserdim.” Diye çıkıştı. Ardından Zeyd b. Erkam kalkıp toplantıyı terk etti. ( Tarih-i Taberi, c.5, s.230) Resul-u Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyorlar : “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridirler; babaları ise onlardan daha üstündür.” hadisidir. Bu hadisi Hatib-i Harezm “Menakıb”da, Mir Seyyid Ali Hemedani “Meveddet’ul- Kurba”nın 8. Meveddesinde, imam Ebu Abdurrahman Nesai “Hasais-i Alevi”de, İbn-i Sabbağ el-Maliki “Fusul’ul- Mühimme”nin 159. sayfasında, Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Mevedde”nin 54. Babında Tirmizi, İbn-i Mace ve Ahmed bin Hanbel’den, Sibt bin Cevzi “Tezkire”nin 133. sayfasında, imam Ahmed bin Hanbel “Müsned”de,
62
Tirmizi “Sünen”de, Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet’ut-Talib”in 97. babında nakletmişlerdir. Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet’ut- Talib”in 97.babında bu hadisi naklettikten sonra şöyle diyor: Hadis ilminin imamı Ebu’l- Kasım Taberani “Mu’cem’ul- Kebir”de İmam Hasan (a.s)’ın hayatını anlatırken bu hadis-i şerifi nakleden ravilerin adlarını yazmıştır. Bu hadisi nakleden sahabelerden bazılarının isimleri şunlardır: “Emir’ul- Müminin Ali bin Ebi Talib, ikinci halife Ömer bin Hattab, Huzeyfe Yemani, Ebu Said Hodri, Cabir bin Abdullah-i Ensari, Ebu Hureyre, Usame bin Zeyd ve Abdullah bin Ömer.” Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii daha sonra şöyle diyor: “Resulullah (s.a.a)’in buyurduğu; “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridirler; babaları ise onlardan daha üstündür.” hadisi “hasen” bir hadistir. Bu hadisin senetlerini birbirlerinin yanına koyduğumuzda, hadisin sahih bir hadis olduğu ortaya çıkmakta Ebu Naim İsfehani “Hilye”de, İbn-i Asakir “Tarih-i Kebir”in 4. cildinin 206. sayfasında, Hakim “Müstedrek”te, İbn-i Hacer-i Mekki “Savaik”in 82. sayfasında, kısacası Ehl-i Sünnet’in büyük alimleri bu hadisin Resulullah (s.a.a)’in mübarek ağzından çıktığı konusunda ittifak içerisindeler.
63
Şura suresinin 23. ayeti; “De ki: Ben bu tebliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir. Ve kim güzel ve iyi bir iş yaparsa, onun güzelim mükafatını artırırız.” Nazil olduğunda sahabeler şöyle dediler: “Ya Resulullah! Allah’ın, sevgisini üzerimize farz kıldığı yakınların kimlerdir?” Resulullah (s.a.a) cevaben: “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’dir.” buyurdular. Bazı hadislerde de Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğu naklediliyor: “Ali, Fatıma ve onların iki oğludur.”(Ehlibeyt kimdir bölümüne bakınız.)
Resulullah (s.a.a); “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim.” buyurmasıyla, dinin Hüseyin vasıtası ile hayat kazanacağına işaret etmektedir. Hz. Hüseyin (a.s) canını İslam yolunda feda ederek, İslam’ın kökünü kazımak isteyen Emevilerin kökünü kendi mazlumiyetiyle kazıdı.
Hz. Hüseyin savaşı kazanamayacağını bilmesine rağmen kendisini ve ailesini niçin tehlikeye attı?
Aslında Kur’an kendisini tehlikeye atanların, Yezid gibi bir fasıkla savaşmayan ve cihadı terk edenlerin
64
olduğunu belirtmektedir.Muhammedin dini yeryüzünden kaldırılma tehlikesi ile karşı karşıya iken hiçbirşey yapmamak hem dinimiz hem de dünyamız için büyük bir tehlikedir.Bu durumda pasif kalmak,mücadele etmemek kendi eliyle kendini tehlikeye atmak olur.İslam gemisi karaya vurduğunda Ehlibeyt ailesi (kadın,çocuk,hasta …) kendilerini feda ederek,kanlarıyla o gemiyi tekrar harekete geçirmesi cihadın en büyüğüdür.Ve bu fedakarlık dünyada eşi az bulunur veya müstesna bir özveride bulumaktır.Tüm aile fertlerini Allah yoluna bağışlamak,kurban vermek…Derin bir uykuya dalan ümmet ancak bu şok sayesinde kendilerine gelebilerdi.Çünkü ümmet-i Muhammed uçurumun kenarındaydı.Kendilerine gelmediğinde, uyanmadıklarında o zaman telafisi mümkün olmayan büyük tehlike meydana gelir ve islamın fatihası okunmuş (Allah etmesin) olurdu.
Allah Yolunda İnfak Edin, Kendinizi Tehlikeye Atmayın (Bakara-195)
Elmalılı M.H.Yazır’ın ayeti izahı ise şöyle:
Bu âyetin gelişi ve nüzul sebebi, Allah yolunda harb ve çarpışmadan ve o uğurda mal harcamadan kaçınmanın bir tehlike olduğunu hatırlatmak içindir. Tirmizi ve Ebu Davud’da da tahric olunduğu üzere rivayet ediliyor ki: “Emeviler devrinde Abdurrahman b. Velid kumandasında bir İslâm ordusu, Kostantiniye yani İstanbul şehrine gaza etmişti. Ebu Eyyub el-Ensarî hazretleri de bu askerler arasındaydı. Rumlar
65
şehrin surlarına arkalarını dayamışlardı. O sırada müslümanlardan bir zat, kaledeki düşman üzerine açıktan hücum etmiş, bunu gören İslâm cemaati: ‘Bırak, bırak! Lâilahe illallah, kendi kendini tehlikeye atıyor.’ demişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ebu Eyyûb el-Ensarî: ‘Ey müslümanlar! Bu âyet biz Ensar topluluğu hakkında nazil oldu. O vakit ki Allah Peygamberine yardım etti ve dini olan İslâm’ı galibiyete mazhar kıldı. O zaman biz artık mallarımızın başında durup onların ıslahı ile meşgul olalım mı? demiştik. Allah Teâlâ: ‘Allah yolunda sarfediniz. Kendi kendinizi ellerinizle tehlikeye bırakmayınız.’ (Bakara, 2/195) âyetini indirdi. Bundan dolayı kendini tehlikeye atmak, mallarımızın başında durup, onları ıslah ile uğraşmamız ve cihadı terketmemizdir.’ demiştir. Bunun üzerine hiç durmayıp Allah yolunda cihada girişmiş ve nihayet şehid olup, İstanbul’da defnolunmuştur.”
Ebu Eyyub el-Ensarî böylece kendini tehlikeye atmanın, Allah yolunda cihadı terketmek demek olduğunu ve âyetin bu hususta nazil olduğunu haber vermiştir. İbnü Abbas’tan, Huzeyfe’den, Hasen, Katâde, Mücâhid, Dahhak’tan da böyle rivayet edilmiştir. Bera’ b. Âzib ve Ubeyde es-Selmanî hazretlerinden, “Elleriyle kendini tehlikeye atmak, günah işlemekle mağfiretten ümidi kesmek” demek olduğu da rivayet edilmiştir. Bunun, infak karinesiyle: “Harcamada israf edip, yiyecek, içecek bulamayacak dereceye vararak telef olmak” mânâsına olduğu da söylenmiş, “Düşmana tesir etmeyecek bir şekilde
66
harbe atılmak” demek olduğu da belirtilmiştir ki Ebu Eyyub’un itiraz ettiği ve nüzul sebebini söylediği cemaatin görüşü de bu idi.
“Sebebin özel oluşu, hükmün genel oluşuna engel olmayacağından” ve bu mânâların toplanmasında da çelişki ve terslik bulunmadığından âyetin tamamına şamil olması da caizdir. Bunun için İmam Muhammed, “Siyer-i Kebir”inde der ki: “Tek başına bir adam, bin kişiye hücum edecek olsa, eğer kurtulma veya düşmanı kırma ve tesir etme ümidi varsa, sakınca yoktur. Kurtulma veya düşmanı kırma ümidi yoksa mekruhtur. Çünkü müslümanlara bir faydası olmaksızın kendini ölüme atmış olur. Bunu yapacak olan kimse ya kurtulmak veya müslümanlara bir faydası bulunmak ümidi olursa yapmalıdır. Kurtulma ve düşmanı kırma ümidi olmadığı halde diğer müslümanlara cesaret versin ve böylece düşmanı tepelesinler diye misal gösterilecek bir örnek olmak üzere yaparsa sakınca yoktur…”
Bu yasaklama sahihtir. Bundan dolayı dine veya müminlere hiçbir menfaati olmaksızın kendini öldürmek uygun değildir. Fakat kendini öldürmede dine ait bir menfaat varsa; o zaman da bunu yapmak, pek şerefli bir makam olur ki Cenab-ı Allah, Resulullah’ın ashabını bununla övmüştür: “Allah, müminlerden canlarını ve mallarını kendilerine cennet vermek üzere satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar da öldürürler ve öldürülürler.” (Tevbe, 9/111). Yine: “Allah yolunda
67
öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler. Rableri yanında rızıklanırlar.” (Âl-i İmrân, 3/169) buyurmuştur. Ebu Eyyûb el-Ensarî hazretleri de bu makamı göstermiştir. Bundan dolayı sırf huzura düşkünlükte tehlike bulunduğu gibi, harp bakımından da tehlike bulunabilir. O da düşmana tesir icra etmeyecek, boş yere bir müslümanı yok edecek olan husustur.
Müslümanlara faydası olmadığı gibi aksine zararı bilinirse, o zaman harbe atılmak ve kendini öldürmek hiç caiz olmaz. Fakat insanlık gafleti, harbi, mutlak bir tehlike zannedebileceği için; bu âyet mal kazanacağız, rahat edeceğiz diye dalıp, cihadı terketmenin tehlike olduğunu hatırlatma hususunda nâzil olmuş ve o şerefli makamı göstermiştir.
Ehlibeyt İmamları Allah’ın rızasına nail olmak
için kendilerini feda etmişlerdir.
Ehlibeyt İmamlarının hepsi,Allah rızası nail olmak
için zamanın zalimine,tağutuna karşı mücadele edip
68
şehit olmuşlardır.Allah (cc) bu fedakar önderlerin,
rehberlerin, serdengeçtilerin ve gerçek muvahhidlerin
davranışını kendi kitabında övmüştür.
Bakara-207 :
‘’İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın rızasını
kazanmak için kendini feda eder. Allah kullarına çok
şefkatlidir.’’
207-Bununla beraber insanların bütün bunlardan
başka seçkin bir kısmı vardır. Şöyle ki: İnsanlardan
bazısı da vardır ki Allah'ın rızasına ermek için canını
bile verir yahut Allah rızası için dünyasını ve hatta
canını bile verir de kendini ebedî olarak satın alır. O
bilir ki mülk kendisinin değil Allah'ındır. En üstün
gaye mal değil Allah'ın rızasıdır. Allah rızası için
canını veren kendini ebedî acılardan kurtarmış ve en
büyük ticarete ermiş olur. Bunlar Allah'ın hâs
(seçkin) kullarıdır. Din ve ibadet uğrunda sıkıntılara
katlanırlar Allah yolunda harp ve cihad alanlarında
canlarını ortaya atarlar veya öldürüleceğini de bilse
iyiliği emredip kötülükten menederler. Bunların
bütün gözettikleri nokta Allah rızasıdır. Yaptıklarını
Allah için yaparlar istediklerini Allah için isterler.
Bunlar kendilerini ne dünyaya ne ahirete değil;
ancak Allah'a satarlar ve Allah'ın rızasını almakla da
69
kendilerini Allah'tan başka bütün şeylerden ve nefs-i
emmârelerinden (kötülüğü emreden nefislerinden)
satın almış âzâd etmiş olurlar. Bunlar "Ey Rabbimiz!
Bize dünyada bir iyilik ahirette de bir iyilik ver ve
bizi ateş azabından koru!" (Bakara 2/201)
diyenlerden daha mutludurlar. Nefs-i râdiye
(Allah'tan razı olan nefis) makamından da geçip nefs-
i merdıyyeye (Allah'ın kendisinden razı olduğu
nefse) ererler. Allah da kullarına çok şefkatlidir.
Büyük şefkatinden dolayıdır ki onlara takvayı teklif ve
tavsiye etmektedir. Kulların kendi rızaları onları
Allah'ın rızası kadar esirgemez. Kendi rızasını Allah'ın
rızasında kendi iradesini Allah'ın iradesinde fâni
kılmış (yok etmiş) olanlar selamet ve saadetin en
yüksek derecesine ererler. Fakat şurası da
unutulmamalıdır ki bazı insanlar şeytanî bir gururla
kendi gönüllerinin eğilimlerini sırf Allah'ın rızası
zannederek taassub ve cahiliye gayreti ile Allah'ın
şeriatının aksine hareket eder ve kendilerini faydasız
yere tehlikeye atarlar. Allah'ın emrettiği yerde ölmeyi
istemez yasakladığı yerde gönlünün zorlamasına
uyarak intihar etmeye kalkışır. Bu iki durumu ayırd
etmek için Resulullah'ın ashabının hâlleri ile
hâricîlerin hallerini karşılaştırmak yeterlidir.
Meselenin ruhu sırf Allah rızası için olmaktır ki bu da
Allah'ın şeriatına bakarak hareketleri Allah'ın
emirlerine uydurmakla olur. "Kendinizi ellerinizle
70
tehlikeye atmayınız." (Bakara/ 2/195) âyetine bak.
Bu âyetin nüzul sebebi hakkında üç rivayet vardır:
Birincisi: İbnü Abbas'tan Süheyb b. Sinanı Rûmî
hazretleri hakkında indiği rivayet edilmiştir. Mekke
müşrikleri bu zatı tutmuşlar dininden döndürmek
için işkencelerle azab etmişlerdi. Suheyb Mekkelilere
karşı: "Ben ihtiyar bir adamım malım ve servetim de
var. Benim sizden veya düşmanlarınızdan olmamın
size hiç zararı olmaz. Ben bir söz söyledim ondan
caymayı iyi görmem. Malımı ve servetimi size
veririm dinimi sizden satın alırım." demişti. Onlar da
buna razı olmuşlar salıvermişlerdi. Oradan kalkıp
Medine'ye gelirken bu âyet inmişti. Medine'ye
girerken Hz. Ebu Bekir rast gelmiş: "Alışverişin kârlı
olsun ey Suheyb!" demişti. O da: "Senin alışverişin de
zarar etmesin." demiş "O ne?" diye sorduğunda:
"Allah Teâlâ senin hakkında bir âyet indirdi." deyip
bu âyeti okumuştu.
İkincisi: Hz. Ömer ve Ali'den iyiliği emredip
kötülükten meneden bir zat hakkında inmiştir diye
rivayet edilmiştir.
Üçüncüsü: Hicret gecesi Resulullah'ın yatağında yatan
Hz. Ali hakkında indiği rivayet
edilmiştir.(Kaynak:Hak Dini Kur’an Dil Tefsir)
71
Soru: İbn-i Teymiyye, bir kitabında Hz. Ali’in hicret gecesi Resulullah’ın yatağına yatması olayını kastederek bunun bir fazilet olmadığını öne sürerek, zira diyor, Hz. Ali o gece kendisine bir şey olmayacağını iki yoldan biliyordu:
1- Bunu Peygamber’in kendisinden duymuştu. Zira Peygamber (s.a.a) o gece Ali’ye şöyle demişti: “Ya Ali bu gece benim yatağımda yatman icap ediyor. Onlar sana hiçbir şey edemeyeceklerdir.
2- Peygamber (s.a.a), yanındaki emanetlerin sahiplerine iade edilmesini, alacaklıların alacaklarının ödenmesini Ali’nin üzerine bırakmıştı; dolayısıyla o da bundan kendisine bir şey olmayacağını anlamıştı. Yoksa Peygamber bu işi ona değil, başka birisine bırakırdı.
Bu eleştiriyi nasıl yanıtlayabiliriz acaba?
Cevap: Bize göre İbn-i Teymiye bir fazileti inkar etmek isterken, farkında olmadan daha üstün bir fazileti ispat etmiştir. Zira Ali’nin, Peygamber’in sözüne olan imanı, ya normal olan bir iman idi veyahut da çok kuvvetli bir iman idi. Eğer imanı, normal bir iman idiyse, demek ki öldürüleceğine ihtimal verdiği halde buna rıza göstermiştir; sağ ve salim kalacağını bilerek değil. Çünkü normal bir iman insana yakin getirmez; normal bir imana sahip olan kişiler için (ki Ali (a.s) yüzde yüz bunlardan değildir) Peygamber’in sözünden yakin hasıl olmaz; zahirde
72
kabul etseler de kalpleri hiçbir zaman tam olarak mutmain olmaz. Yok eğer, imanı, fevkalade kuvvetli bir iman idi de Peygamber’in sözünden, kendisine bir şey olmayacağına yakin etmiştiyse, o zaman Ali için daha üstün bir fazilet ispat etmiş olur. Çünkü kişinin imanı, Peygamber’den duyduğu şeye apaydın gün gibi yakin edecek bir derecede olursa, böyle bir iman hiçbir şeyle mukayese edilmez. Böyle bir imana sahip olmanın neticesi olarak Peygamber ona: “Benim yatağımda yat; düşmanların saldırısından sana hiçbir zarar gelmez” dediği zaman her hangi bir şüphe ve vesveseye kapılmadan mutmain bir kalp ile gidip onun yerinde yatıyor. Böylece İbn-i Teymiye “Ali kendisine hiç bir şey olmayacağını biliyordu; sadık ve musaddak olan Peygamber bunu ona haber vermişti” derken farkında olmadan Ali için imanın en üstün derecesinden ibaret olan bu en büyük fazileti ispat etmiş bulunuyor.
Arıntılı Cevap:
Şimdi gelelim onun ortaya attığı delillerine. İbn-i Teymiye’nin birinci delilinin cevabında diyoruz ki: “Bir kere ‘Sana hiçbir şey olmayacaktır, kötü bir durumla karşılaşmayacaksın’ cümlesini büyük tarihçilerden bir kısmı nakletmemiştir.( Et- Tabakat’ın sahibi İbn-i Sa’d, El-Emta’nın yazarı Makrizi gibi tarihçiler böyle bir şey nakletmemişlerdir. ) Sadece İbn-i Esir(El-Kamil (İbn-i Esir), C.2, S.72. ) (ölümü H. 630) ve Taberi(Tarih-i Taberi, C.2, S.99.) (ölümü H.310) mezkur cümleyi
73
nakletmiştir. Zannımız o ki onların bu konudaki kaynağı İbn-i Hişam Sire’sidir. ( Siret-u İbn-i Hişam, C.1, S.483.) Çünkü konuyu aynen onun gibi anlatmışlardır. Hatta bu konudaki cümleleri de İbn-i Hişam’ın cümlelerinin aynısıdır.
Üstelik Şia alimleri, hadiseyi bu şekilde nakletmemişlerdir. Şeyh Muhammed b. Hasan et-Tusi, (Ölümü: 460) “El-Emali” adındaki kitabında hicret hadisesini geniş bir şekilde anlatmıştır. Mezkur cümleyi de az bir değişiklikle nakletmiştir. Fakat hadisenin şekli Ehl-i Sünnet kitaplarındakinden farklıdır. Şeyh Tusi, açıkça naklediyor ki: “Ali (a.s), “Leylet-ül Mebit”ten sonraki iki gecede, gece yarıları Hind. b. Ebi Hale ile beraber, Resulullah’ın huzuruna vardı. O iki geceden birinde Peygamber (s.a.a) Ali’ye şöyle buyurdu: “Ya Ali bu andan itibaren onlar sana bir şey yapamayacaklar.”
Bu cümle İbn-i Hişam, Taberi ve İbn-i Esir’in naklettiği cümlenin takriben aynısıdır. Ne var ki Şeyh Tusi’nin nakline göre Peygamber (s.a.a) bu cümleyi ikinci veya üçüncü gece buyurmuştur, birinci gece değil.
Bir de bu konuda bizim için en iyi delil, Hz. Ali’nin kendi sözüdür. Ali (a.s) açıkça bu işini, hakikat uğruna yaptığı bir fedakarlık olarak nitelendiriyor. Nitekim tercümesini aktaracağımız şiirlerinde Hz. Ali (a.s) bu hakikati açıkça ortaya koymaktadır. Bu şiirler, “El-Füsul’ül-Mühimme” ve diğer bir çok kaynakta naklolunmuştur.
74
O şiirden üç beytin tercümesi özetle şöyle: “Ben kendi canımı tehlikeye atarak yer yüzüne ayak basanların en iyisini, Muhammed’i kurtardım. Müşrikler onu öldürmek için bir plan hazırlamışlardı; fakat Allah-u Zülcelal onu, onların bu iğrenç hilesinden korumayı irade etmiştir. Ben her an düşmanın saldırmasını beklediğim, ölüm ve esareti göz önüne aldığım bir halde onun yatağında sabahladım.”(El-Fusul-ül Muhimme, S.48.)
Hz. Ali’nin bizzat kendisi her şeyi böyle açıkça beyan ettikten sonra artık İbn-i Hişam’ın sözünü -ki yanlış olduğuna dair bir çok delilimiz vardır- kabul etmenin hiçbir anlamı kalmaz.
İbn-i Hişam, İbn-i İshak’ın “Sire”sini özetlediğine göre, bu yanlışlık, büyük bir ihtimalle özetleme sırasında vücuda gelmiştir. İbn-i Hişam, hadiseleri özetle nakletmek istediğine göre sadece o cümleyi nakletmiştir. Cümlenin ne zaman denildiği onun için önemli olmadığı için de zamanını beyan etmemiştir. Sözümüzün diğer bir delili de hem Ehl-i sünnet hem de Şia alimlerinden bir çoğunun naklettiği meşhur bir hadistir; hadis şöyledir:
“Allah-u Teala “Leylet-ül Mebit”te Cebrail ve Mikail’e hitaben: “Ben sizin ikinizden birisi için ölümü, diğeri için hayatı mukadder edersem, hanginiz gönüllü olarak ölümü seçer, hayatı ötekisine bırakırsınız?” diye sordu. Hiç biri gönüllü olarak ölümü kabul etmeyince, Allah-u Teala: “Şu anda Ali, kendisi için
75
ölümü, Peygamber için de hayatı seçmiştir” buyurdu ve daha sonra onlara yeryüzüne inip Ali’yi korumayı üstlenmelerini emretti.”( Bihar-ül Envar, C.19, S.39, Gazali’nin İhya-ül Ulum’undan naklen.)
İbn-i Teymiye’nin ikinci deliline gelince… biz zannediyoruz ki, hicret hadisesinin devamı açıkça anlatılırsa bu meselede hallolacaktır.
Hicret Hadisesinin Devamı:
Peygamber’in (s.a.a) müşriklerin elinden kurtulmasının ilk aşamaları, başarıyla gerçekleşti. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) gece yarısı, Sevr mağarasına sığınarak onların planlarını suya düşürdü. Peygamber (s.a.a) en korkunç ve tehlikeli anlarda bile çok sakin ve mutmain idi.
Allah Resulü (s.a.a) üç gün mağarada kaldı. Bu üç gün içerisinde Şeyh Tusi’nin nakline göre Hz. Ali ve Hind b. Ebi Hale, tarihçilerin bir çoğunun nakline göre de Ebu Bekir’in oğlu Abdullah ve çobanı Amir b. Fuheyre, Resulullah’ın huzuruna varıyorlardı.
İbn-i Esir şöyle yazıyor kitabında: “Ebu Bekir’in oğlu, gündüz Kureyş’ten duyduklarını geceleyin Resulullah’a ve babasına iletiyordu. Çobanı da koyunları mağaranın yakınlarına getiriyor, koyunların sütünden onlara veriyordu.
76
Geceleyin Mekke’ye dönerken de Abdullah ayak izlerinin kaybolması için sürünün önünde yürüyordu.”( El-Kamil, C.2, S.73. )
Şeyh Tusi El-Emali kitabında şöyle yazıyor: “Leylet-ül Mebit”ten (Hz. Ali’nin Resulullah’ın yatağına yattığı ilk geceden) sonraki gecelerin birinde Ali ve Hind b. Ebi Hale, Peygamber’in yanına gittikleri bir sırada Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali’ye iki deve hazırlamasını emretti. Ebu Bekir: “Ben önceden ikimiz için de deve hazırlamışım” dedi. Resulullah (s.a.a): “Ancak develerin parasını alırsan, bu teklifi kabul ederim” buyurdu. Sonra Ali’ye develerin parasını ona ödemesini emretti.
Resul-i Ekrem o gece Ali’ye bir de şunu buyurdu: “Yarın Mescid-ül Haram’da yüksek bir sesle ilan et ki: “Kimin Muhammed’in yanında bir emaneti veya bir alacağı varsa, gelsin alsın.” Daha sonra Fatımalar (yani kızı Hz. Fatıma, Hz. Ali’nin annesi Esed kızı Fatıma ve Zübeyr’in kızı Fatıma) hakkında bazı tavsiyelerde bulunarak, onların ve Beni Haşim’den gönüllü olanların hicret etmeleri için gerekli hazırlıkları yapmasını buyurdu.
İşte bu sırada İbn-i Teymiye’nin kendine delil olarak aldığı “Onlar bundan böyle, sana hiçbir şey yapamazlar” sözünü buyurdu.
77
Gördüğünüz gibi Allah Resulü (s.a.a), Leylet-ül Mebi’ten sonraki gecelerde, kendisi mağaradan çıkmaya hazırlandığı sırada bu cümleyi buyurmuştur.
Halebi, kendi Siyer kitabında, “Ali’nin Sevr mağarasında Peygamber’in huzuruna vardığı gecelerden birinde Ali’ye buyurduğu sözlerden biri de emanetlerin sahiplerine verilmesi ve borçların ödenmesine dair idi “ dedikten sonra, Ed-Dürrül Mensur kitabının yazarı Suyuti’den naklen “Ali hicret gecesinden sonra da Peygamber ile görüşüyordu” diye eklemiştir.( Sire-i Halebi, C.2, S.37.)
Sözün kısası, Merhum Şeyh Tusi’nin muteber senetlerle emanetlerin sahiplerine verilmesi emrinin, Leylet-ül Mebit’ten sonraki gecelerde sadır olduğunu ortaya koyan naklinden ve Halebinin, Suyuti’nin bunu destekler mahiyetteki sözlerinden sonra, bu sahih rivayeti görmezlikten gelip boşu boşuna ve bir takım ihtimallerle insanların zihnini bulandırmanın bir alemi olmadığını düşünüyoruz.
Zahirlerinden “Resulullah’ın Hz. Ali’ye yaptığı bütün tavsiyelerin Leylet-ül Mebit gecesinde yapıldığı izlenimi çıkan Sünni rivayetlere gelince, bunu şöyle yorumlayabiliriz: “Bu tavsiyelerin edildiği zaman zarfı, o yazarları ilgilendirmediğinden dolayı onlar, sözlerin söylendiği zaman zarfına değinmeden sadece sözlerin kendisini nakletmişlerdir.
78
Allah’ın kitabında övdüğü,peygamberin onlara sımsıkı
sarılın ki sapmayasınız dediği Ehlibeyt İmamlarının
davranışlarını yadırgamak (İ.Hüseyin ulu’l emr
Yezid’e biat etmeliydi,yanlış yaptı,fitnelerin artmasına
sebep oldu(haşa) gibi.),faziletlerini düşürmeye çalışan
bir insanın ise hiçte övülecek bir yanının olmayacağı
malumdur.
EHL-İ BEYT VE SEYYİDLER CEMAATİNİN, İSLÂM
BİRLİĞİ’NİN TEŞEKKÜLÜNDEKİ VAZİFESİ
«Mehdi-i Âl-i Resul'ün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı manevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cem'iyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi'nin o vazifesini bizzât kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünki hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tedkikatı ile
79
yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.
İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.
Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta'tile uğramasıyla o zât, bütün ehl-i imanın manevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ülema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beyt'in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.» (Emirdağ Lâhikası-l sh:266)
Peygamberimiz (A.S.M.) buyurur ki:
«"Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i
80
Beytim." Çünki Sünnet-i Seniyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir.
İşte bu sırra binaendir ki; Kitab ve Sünnete ittiba ünvanıyla bu hakikat-ı hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı: Sünnet-i Seniyesidir. Sünnet-i Seniyeye ittibaı terkeden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz» (Lem’alar sh: 21)
«Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a'sarın mecma'larında o nuranî zâtlar kumandanlık ediyorlar. (Haşiye) Ve öyle bir kesrettedirler ki; o kumandanların mecmu'u, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte o pek kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır ve Hazret-i Mehdi'nin en has ordusudur.
Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senedlerle ve an'ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âlî haseb ve asil neseb ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt'ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski
81
zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemmiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar. Böyle bir cemaat-ı azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip, tarîk-ı hak ve hakikata sevkedecek. Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlahiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.» (Mektubat sh: 441)
82
Sahabe Kimdir? ve tavsiyelerini can kulağıyla dinleyip yerine getiren ve
îman ile vefât eden Mü‟minlerdir.
Sahabeler özel anlamda ’Muhacirlerin ve Ensar'ın ilk
öncüleri’ ,genel anlamda ’Muhacirlerin ve Ensar'ın ilk öncülerine iyilikte uyanlardır.Peygamberin , ‘Sahabilerimi bana bırakın, onlara ilişmeyin’ dediği
topluluğun ,Muhacirlerin ve Ensar'ın ilk öncüleri’dir.Ayetlerin tefsiri açık-net bir şekilde bu sonuca ulaşmamızı sağlamaktadır. Allah’ın ve peygamberin övdüğü sahabelerin kimler olduğu kuran ve hadisler ışığında inceleyelim: 1- ‘’İçinizden Mekke fethinden önce mal harcayanlar ve savaşanlar, daha sonra mal harcayanlar ve savaşanlarla bir değildirler.
83
Onların derecesi daha sonra mal harcayıp savaşanların derecesinden daha üstündür. Bununla birlikte Allah her iki gruba da en güzel ödülü vadetmiştir. Allah sizin neler yaptığınızı bilir.’’(Hadid 10)
İslam inancı ağır baskılar altındayken, taraftarları az sayıdayken; ufukta çıkar, mevki ve servet belirtileri yokken mal harcayanların ve savaşanların fedakârlıkları, güvenli günlere kavuşulduktan, yeni dinin taraftarları çoğaldıktan; zafer, üstünlük ve başarı elle tutulur yakınlığa geldikten sonra mal harcayanların ve savaşanların fedakârlıkları ile aynı değerde değildir. Birinci grubu oluşturan öncülerin fedakârlıklarında tek etken doğrudan doğruya yüce Allah'a bağlılıktır. Bu fedakârlık her türlü kuşkudan yüzde yüz uzaktır. Sadece Allah'a duyulan köklü güvenin ve bağlılığın eseridir. Her türlü dış beklentiden ve yakın vadeli hesaptan tamamen uzaktır. İnanca bağlılıktan başka hiçbir dayanağı, hiçbir özendirici unsuru yoktur. Oysa ikinci grubu oluşturan müslümanların yaptıkları fedakârlıkların yardımcı ve özendirici faktörleri vardır. onlar da ilk gruptakiler kadar temiz niyetli ve içtenlikli olsalar bile aralarında bu açıdan büyük fark vardır.
Nitekim İmam-ı Ahmed'in Ahmed b. Abdülmelik, Zübeyr ve Humeyd Tavil kanalı ile verdiği bilgiye göre sahabilerden Hz. Enes diyor ki: "Birgün Halid b. Velid ile Abdurrahman b. Avf arasında tartışma çıktı. Tartışma sırasında Halid, Abdurrahman'a `Eski
84
günlerdeki hizmetlerinizi öne sürerek bize karşı üstünlük taslıyorsunuz' dedi. Duyduğumuza göre bu söz Peygamberimizin kulağına varınca şöyle buyurdu:
"Sahabilerimi bana bırakın, onlara ilişmeyin. Nefsimi elinde tutan Allah adına yemin ederim ki, eğer siz Uhud dağı -ya da dağlar- kadar altın harcasanız onların yaptıkları bağışların derecesine eremezsiniz." ( Bu hadisten anlaşılıyor ki, Peygamberimizin kendilerine dil uzatılmasını sık sık yasakladığı "sahabilerinin" özel bir anlamı vardır. Bu sahabiler işte o ' `öncü" müslümanlardır. Çünkü Peygamberimiz çevresindekilere, yakınında yer alanlara "benim sahabilerime ilişmeyin" dediğine göre bu sözü ile özel bir sahabi kesimini kastettiği ortaya çıkıyor. Nitekim bir defasında Hz. Ebu Bekir'i kastederek "Benim dostuma, (sahabime) ilişmeyin" buyurmuştu.)
Öte yandan Buharî'nin verdiği bilgiye göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Sahabilerime dil uzatmayın. Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, içinizden biri Uhud dağı kadar altını Allah yolunda harcasa onlardan birinin bir dirhemlik bağışının, hatta onun yarısının derecesine eremez."
Bu iki grup müslüman mücahidin yüce Allah'ın terazisindeki değerleri belirlendikten sonra her iki gruba da ödüllerin en güzelinin verileceği açıklanıyor.
85
"Bununla birlikte Allah her iki gruba da en güzel ödülü vadetmiştir." Çünkü aralarındaki derece farkına rağmen her iki grup da iyi iş yapmıştır. Gerek bu iki grup arasındaki derece farklılığı ve gerekse her iki gruba en güzel ödülün verilmesi, yüce Allah'ın onların durumlarını değerlendiren bilgisine, davranışlarının arkasındaki niyetlerine ve amaçlarına ilişkin gözlemine ve yaptıkları işin içyüzünden haberdar oluşuna dayanır.
"Allah sizin neler yaptığınızı iyi bilir."
Bu açıklama, görünen davranışların ardındaki gizli niyetler alemine dikkatleri çeken kalpleri uyarıcı bir dokunuştur. Çünkü değerlerin dayanağı olan ve terazide ağırlık oluşturan temel faktör, davranışların gerisindeki bu niyettir. (Fizilal-i Kuran Tefsiri)
2- „‟Muhacirlerin ve Ensar'ın ilk öncüleri ile iyilikte onlara tam uyanlardan Allah hoşnut olduğu gibi onlar da Allah'dan hoşnut olmuşlardır. Allah onlara altlarından nehirler akan ve içlerinde ebedi olarak kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş, büyük başarı budur.’’(Tevbe 100)
Bu üç grubun -yani Muhacirler'in ve Ensar'ın öncüleri ile bu iki grubun duyarlı izleyicilerinin- oluşturduğu zümre, bu surenin tanıtma sayısında belirttiğimiz gibi, Arap Yarımadası'nda, Mekke fethinden sonraki islâm toplumunun sağlam zeminini, omurgasını meydana
86
getiriyordu. Bu toplumu gerek zor anlarda, gerekse bolluk ve rahat anlarında ayakta tutan, bu zümre idi. "Bolluk ve rahat anlarda" dedik. Çünkü çoğu zaman bolluk ve rahat sınavından geçmek, zorluk sınavını aşmaktan daha zor ve daha tehlikelidir.
"Muhacirlerin öncüleri" bizim eğilimimize göre Bedir savaşından önce Medine'ye göçedenlerdir. "Ensar'ın öncüleri" de Bedir savaşı öncesinde müslüman olanlardır. "İyilikte bu iki gruba tam uyanlar"a gelince, Tebük savaşı öncesinin olaylarını konu edinen bu ayetin ana amacını gözönünde tutarsak, bu grubun önceki iki grubu duyarlıkla izleyenlerden, onlar gibi iman ederek daha sonraki yıllarda onların verdikleri sınavları aynı başarı ile geçenlerden ve böylece ilk iki örnek grubun iman düzeyine yükselenlerden oluşmuş olmalıdır. Ger i ilk iki grubun "öncü olma" ayrıcalığı vardır. Çünkü onlar islâm toplumunun en sıkıntılı dönemi olan Bedir savaşı öncesinin yükünü taşımışlardır.
Elimizdeki belgelerden öğrendiğimize göre, "öncü Muhacirler" ile, "önce Ensar"ın kimler olduğu konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Kimi bilim adamlarına göre bunlar Bedir savaşından önce Medine'ye göçedenler ile yine bu savaş öncesinde göçmenlere yardım ellerini uzatan Medineliler`dir. Kimi bilim adamlarına göre bunlar islâm tarihinde "Rıdvan Biatı" adı ile anılan Peygamberimize bağlılık sözü verme törenine katılanlardır. İslâm toplumunun oluşum aşamalarına ve bu toplumun iman
87
katmanlarının yapılanmasına ilişkin araştırmalarımıza dayanarak az yukarda tercih ettiğimizi belirttiğimiz görüşün diğerlerine göre daha doğru olduğuna inanıyoruz. Doğrusunu bilen Allah'dır kuşkusuz.(Fizilal-i Kuran Tefsiri)
3-"Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ile mükâfatlandırmıştır." (Fetih, 18) Bir ayeti yorumlarken bir taraftan ayette bulunan karineler dikkate alınmalı, diğer taraftan yapılan yorumun kesin kabullere ve akli ölçülere ters düşmemesine dikkat edilmelidir. Ehlisünnet ön kabulleri olan "Sahabenin hepsinin istisnasız adil olduğu" görüşüne gerçi bazı ayetleri de delil olarak göstermektedirler. Ama maalesef bu ayetleri yorumlarken hem ayetteki bazı karineleri görmezden geliyorlar, hem de bunların bir çok kesin kabullere ve akli ölçülere ters düştüğüne dikkat etmiyorlar.Bu ayete dayanarak ağaç altında Allah Resulü'yle biat eden her kesin Hakk'ın rızasına mahzar olduklarını iddia etmektedirler. Oysa eğer dikkat edilirse, ayetin içindeki "mu'min" kavramı bunu yeteri kadar açıklamaktadır. Evet biz de gerçek anlamda mu'min olan ve bu imanlarını sonuna kadar devam ettiren sahabeden razı olduğunu kabul ediyoruz. Aksi de düşünülemez zaten. Ancak orada bulunup, hatta zahirde biat bile eden, ama batında bu sıfata (iman) sahip olmayan kimseleri kapsaması ne şer'an ve ne de alken mümkün değildir. Tarihler bize nifakları hemen
88
herkes tarafından bilinen Abdullah İbn-i Ubeyy gibi bazıları da oradaydı ve zahirde biat bile ettiler! Oysa hiçbir insaf ve iz'an sahibi olan, onların ayette zikredilen razı olunanlardan olduğunu söyleyemez.
Acaba sahabelerin hepsi cennetlik midir?Bu sorunun en
iyi cevabını bizzat peygamber efendimiz vermiĢtir.Ve
kendinden sonra birçok sürçmelerin olacağını
belirtmiĢtir.
Örneğin; İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet edilmiştir: "Resul-ü Ekrem (sav), aramızda öğüt vermek için ayağa kalktı ve; 'Ey insanlar! Siz muhakkak yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah'(ın huzurun)a toplanacaksınız! İlk yaratılışa nasıl başladıksa, üzerimize va'd olarak, yine onu iade edeceğiz, hiç şüphesiz failler biziz! (Enbiya: 104) haberdar olun! Kıyamet günü insanların en önce giydirileni, Hz. İbrahim'dir. Haberiniz olsun! Ümmetimden birçok kimseler yakalanarak sol taraf (daki cehenneme doğru) getirilir. Ben: - Ey Rabb'im! Bunlar benim eshabımdır! Derim. Bunun üzerine: - Sen, bunların senden sonra neler ihdas ettiklerini bilemezsin! Denilir. Bunun üzerine ben, Salih kulun (Hz. İsa'nın) dediği gibi derim: "... Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerine şahid (gözetleyici) idim. Fakat, vakta ki sen beni (huzuruna) aldın, üzerlerinde gözetleyici sen oldun. Zaten sen, herşeyin üzerine
89
şahid olansın! Eğer onları azaplandırırsan, şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Aziz olan, Hakim olan da sensin, sen!..." (Maide: 117-118)!.. "(Sonra) Bana denilir ki: Onlar, sen onlardan ayrıldıktan itibaren topuklarının üzerine mürtedliğe devam ettiler!..." (Riyaz'us-Salihin : 151-152; Z. Buharî: 572; Tecrid-i Sarih : 9/104-105; Tirmizî : 4/233); Ebu Hureyre'den rivayete göre, Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Bir ara ben (havuzumun başında) duruyordum. Birden orada bir zümre gördüm. Hatta onları tanıdım. Benimle onlar arasında bir melek belirdi; ve onlara, 'Haydi geliniz!' dedi. Ben ona: 'Bunları nereye götürüyorsun?' dedim. O da, 'Vallahi cehenneme!..' dedi. Ben de: 'Bunlar ne yapmıştı ki?..' dedim. O da: 'Ya Resulalllah! senden sonra bunlar, arkaları üzere gerisin geri (dinden) dönüp irtidat ettiler!' dedi!...Sonra, (havuz başında) bir zümre daha gördüm. Hatta onları da tanıdım. (Yine) benimle bunlar arasında bir melek çıktı da bunlara: 'Haydi, geliniz!' Dedi: Ben ona: 'Bunları nereye götürüyorsun?' Dedim. O da: 'Vallahi cehenneme!' Diye cevap verdi. 'Bunların günahı nedir ki?' Dedim. Melek: 'Senden sonra, bunlar (da) arkaları üzerine gerisin geri dönerek irtidad ettiler!' Dedi!... (Bunun üzerine de, Resul-ü Ekrem (sav)): Sanmam ki bunlardan (havuza yaklaşıp da geri
90
çevrilenlerden) cehennemden kurtulanlar olsun! Ancak çobansız, yolunu şaşıran deve sürüsünden yolunu bulanlar misali, bunlardan da (tek tük) cehennemden kurtulanlar olsun! Buyurdu!...!" (Z. Buharî: 1017-1018; Tecrid-i Sarih: 12/217- 218; yaklaşık Cami'üs-Sağir(terc): 2/264; Müslim: 10/66-69); "Ben havzın başına sizden önce varacağım. Ve bir takım kavimler hakkında münazaa edeceğim! Sonra, onlar üzerine bana galebe çalınacak. Ben: 'Ya Rabbi! (bunlar benim) eshabım! Esbabım!..' diyeceğim. Bunun üzerine: 'Sen, onların senden sonra neler ihdas ettiklerini bilmezsin!' Denilecek!... " (Müslim: 10/73); "Havuz başında benim yanıma, bana sahabilik etmiş kimselerden bir takım adamlar muhakkak geleceklerdir. Ta ki, onları gördüğüm ve bana arz olundukları zaman benden ayıracaklar. Müteakiben ben de: 'Ya Rabbim! Sahabeciklerim! Sahabeciklerim!' Diyeceğim'. Fakat bana: 'Hakikaten sen onların senden sonra neler ihdas ettiklerini (neler yaptıklarını) bilmiyorsun!' Denilecek... " (Müslim: 10/77) İşte; bu sahih-kesin hadisler muvâcehesinde, bir kısım sahabe unvanına sahib kimselerin, dünya-mal-mülk-makam gibi., hevaî ve nefsanî amaçlar doğrultusunda hareket ettiklerini-edeceklerini öğrenmiş, tarihen de bunun bil-fiil vuku bulduğuna şahid olmuş bulunuyoruz!
91
Ehlibeyte buğzeden ve düşmanlık edenler de Sahabe midir? İbn-i Esir şöyle yazıyor:
"Muaviye her kunut duasında Ali'ye, İbn-i Abbas'a, Hasan'a, Hüseyin'e ve Malik Eşter'e lânet ediyordu."(En-Nesayih'ul-Kâfiye, İbn-i Akil, s.19-20 )
92
Ebu Osman el-Cahiz, er-Redd-u Ale'l-İmamiyye kitabında der ki:
"Muaviye hutbesinin sonunda şöyle derdi: 'Allah'ım! Ebu Turab (yani Ali) senin dininden çıkmış ve halkı senin yolundan alıkoymuştur. Öyleyse ona lânet et ve elim bir azapla azaplandır.' Bu cümleyi bütün şehirlere de yazdı ve bu sözler minberlerde söylenmeye başladı." (En-Nesayih'ul-Kâfiye, İbn-i Akil, s.19-20)
Mervan'a dediler: "Neden minberlerde ona küfrediyorsunuz?" O şöyle dedi: "İktidarımızı ancak bu şekilde ayakta tutabiliyoruz."
Muaviye'nin bu yöndeki faaliyet ve çabaları, biyografi ve tarih kitaplarını doldurmuştur. Buna göre o, Peygamber'in sahabesine açıkça küfredilmesi bidatinin temelini atan ve bu uğursuz kapıyı gelecek nesillere açan kimsedir.Eğer Muaviye, örnek alması gereken Peygamber ailesinin fertlerine dil uzatmaktan, onlara küfretmekten dilini koruyabilseydi, halk da, Muaviye ve onun gibi zalimlere lânet okumaktan sakınırdı; mutaassıp sesler susar ve barış, Müslümanların yararına sonuçlanırdı. Fakat bu, Muaviye'nin bilinçli olarak ektiği, yakınları aracılığıyla beslenen ve sonuçta İslâm tarihinde köklü bir diken hâline gelen pis bir tohumdu.Muaviye'nin, Allah katında ve Müslümanlar nezdinde, bu davranışlarına neden oluşturacak hiçbir mazereti yoktur.
93
Hadislerde şöyle buyurulur: "Mümin hiçbir zaman kötü söz söyleyen, küfreden, rahatsız edici göndermelerde bulunan ve lânetleyen biri olamaz."
Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Ebi Yusuf el-Medainî, el-Ahdas kitabında şöyle yazar: "Cemaat Yılından sonra Muaviye, bütün şehirlere şu fermanı yolladı: 'Ebu Turab ve ailesinin faziletleri hakkında hadis nakledenlerin can güvenliği kalmamıştır.' Bu fermanın ardından, hatipler her bölge ve şehirde, her minberde Ali'ye lânet edip, onun ve ailesi hakkında kötü sözler söylemeye başladılar. Bu dönemde en çok zor durumda kalanlar Kûfelilerdi. Zira bu şehirde birçok Şiî yaşıyordu."( Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.3, s.15 )
"Barıştan sonra, Muğiyre b. Şu'be'yi Kûfe valiliğine atamak istediği zaman, kendisini çağırıp şöyle dedi: Bu günden önce, gördüğün şu ilim sahibi, birçok badireler atlattı ve sana birkaç nasihattan başka vereceği bir ödül yoktur. Sana birçok tavsiyelerde bulunmak istiyordum; fakat sana güvendiğim için gerek görmüyorum. Sadece bir tavsiyede bulunacağım; Ali'ye sövmeyi ve kötülemeyi asla terk etme!"( İbn-i Esir c.4, s.187 ve Taberî, c.6, s.141)
"Muğiyre'den sonra da Ziyad'ı Kûfe'ye atadı ve o da, halkı sarayının kapısının önünde toplayıp, Ali'ye lânet etmeye zorluyor, bundan kaçınanları kılıçtan
94
geçiriyordu."( Mes'ûdî (İbn-i Esir'in hamişinde), c.6, s.99)
Basra'da, Busr b. Ertad'ı göreve getirdi. Bu adam minberde hutbe okuyor, İmam Ali'ye sövüyor ve şöyle diyordu: "Allah'a yemin ediyorum ki, her kim beni bu sözümde doğru biliyorsa, sözümü onaylasın ve her kim yalan biliyorsa yalanlasın." Taberî, Tarihinde şöyle yazar: "Ebu Bekre haykırdı: 'Biz seni yalancı olarak tanıyoruz!' Busr emir verdi: 'Susturun onu!' Birkaç kişi onu Busr'un adamlarının elinden ancak kurtardı!!" (Taberî, c.6, s.96 ve İbn-i Esir, c.3, s.105)
Medine valisi olan Mervan b. Hakem, hiçbir cuma günü minberde Hz. Ali'ye sövmeyi terk etmedi. İbn-i Hacer el-Mekkî şöyle yazıyor: "Hasan bunu bildiği için, namaz başladığı vakit camiye gelirdi. Mervan bununla yetinmedi ve birini kendisine ve babasına küfretmesi için Hasan'ın evine gönderdi!!"( en-Nesayih'ul-Kâfiye kitabına bakın, s.73, 1.baskı)
"Barıştan sonra Muaviye hacca gitti. Bir gün Sa'd b. Ebi Vakkas'la tavafta birlikteydi. Tavafı bitirince, Dar'un-Nedve tarafına hareket etti. Sa'd'a da kendi yanında sedirde yer verdi ve ardından Ali'ye sövmeye başladı. Aniden Sa'd ayağa kalktı ve oradan uzaklaşırken şöyle dedi: Beni yanında oturtuyor ve Ali'ye küfür mü ediyorsun?! Allah'a andolsun eğer Ali'nin hasletlerinden biri bende olsaydı, güneşin üzerine doğduğu her şeyin benim olmasından daha mutlu olurdum: Eğer Resulullah'ın (s.a.a) damadı
95
olsaydım ve Ali'nin evlâtları gibi evlâtlarım olsaydı, bu benim için güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha değerli olurdu. Eğer Resulullah (s.a.a) Hayber Savaşı'nda Ali için söylediği sözü benim hakkımda söyleseydi ('Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki, Allah ve Resulü onu sever, o da Allah ve Resulü'nü sever. Asla kaçmaz ve Allah onun eliyle zafer kazandırır.'), benim için güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha sevimli olurdu. Eğer Allah'ın Resulü, Tebük Savaşı'nda Ali'ye söylediği sözü benim hakkımda deseydi ('Razı olmaz mısın? Ben ve sen, Harun'la Musa gibi olalım; şu farkla ki benden sona peygamberlik yok.'), benim için güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha değerli olurdu. Yemin ediyorum ki, artık yaşadığım müddetçe evine adım atmayacağım."( Mes'ûdî (İbn-i Esir'in haşiminde), c.6, s.81-82)
Mes'ûdî, Muaviye'nin Sa'd'a cevabını da nakletmiş; fakat o kadar çirkin ve nahoş ki, kalemi bunlarla kirletmekten imtina ediyorum. Her hâlükârda bu da, onun halet-i ruhiyesinin ve ahlâkî çöküntüsünün başka bir delilidir.
Sıffin savaşında şehit olan Hz.Ammar’ı katledenlerin nasıl bir konumda olduğunu bizzat peygamberimiz belirtmiştir:
96
(Sened-i muttasıl ile) rivayet olunur ki, "Ebu Said-i Hudri (ra) hadis söylemekle meşgul idi. Derken, mescid (-i Nebevî'nin) binası bahsine geçip dedi ki: 'Biz birer kerpiç taşıyorduk. Ammar ise, kerpiçleri ikişer ikişer taşırdı. Nebî-yi Ekrem (sav) onu (öyle) görünce üzerindeki toprağı silkerek: 'Vah Ammar!... Vah Ammar!.. kendisini bir fie-i bağiye katledecektir. (Ammar), onları cennete, onlar ise onu cehenneme davet ederler!' diye buyurdu. Ebu Said der ki: 'Ammar da (her zaman) fitnelerden Allah'a sığınırım!' derdi!..." (Tecrid-i Sarih: 2/391-392;Zübdet'ül-Buharî: 84; (Hazret-i Ammar, Sıffin ehlince şehid edilmiştir.) Hz. Ammar'ı şehid eden Ehl-i Sıffin'in mahiyetini de açıklamış bulunan Resulullah (sav) Efendimiz, olaylar olmadan önce ümmetini uyarmaya, hak ve batıl cepheyi iyice tespit etmeye ve hakkı esas almalarına yardımcı olmaya çalışmıştır. Fie-i Bağiye ise, Hizbuşşeytandır (Savaik: 142); Şu ayet-i kerimeler de, konuyla irtibatlı bulunmaktadır. Her ne kadar itiraz eden zevat bulunsa da: "Eğer doğru söylüyorsanız, bu fetih hani ne zaman? Derler! De ki: 'Fetih günü'nde, kâfirlere imanları fayda vermeyecek ve kendilerine nazar edilmeyecektir. O halde, artık sen de onlardan yüz çevir! (neticeyi) bekle! Zaten onlar da beklemektedirler!" [Secde(32): 28-30];
97
Ben-i Ümeyye'nin nerede ise tamamı, Mekke fethinden de sonra Yüce Resul'e (sav) teslim olmuş, doğrusu teslim (müslüman) olma zorunda kalmışlardır. Müslüman olmaları için, Resul-ü Ekrem (sav) Efendimiz tarafından kendilerine mühlet verilmiş, bu süre içerisinde de (başka çıkış yolları olmadığından dolayı) müslüman olmak zorunda kalmışlardır. Çünkü, müslüman olmayanların öldürülmeleri söz konusu olacak, müşrik Arapların zımmî statüsüne geçişleri (şer'an) mümkün olmayacaktır. "Ben insanlarla, onlar Lailahe İllallah deyinceye kadar, savaşmakla emrolundum! Bunu derlerse (ve namazı kılarlarsa) diğeri (içleri) Allah'a kalmıştır!..." [Yaklaşık olarak, Müslim: 1/181-195; Tecrid-i Sarih (Buharı): 1/38-39; (Zübde): 21;...]; Şu halde, mezkûr ayette fetih gününde, kâfirlere imanları fayda vermeyecek! İbaresi, uhrevî olup, dünyevî değildir. Zira, ayette, imanlarını kabul etme! Denmemiş, imanları kendilerine fayda vermez! Denmiştir. Ki, aradaki farkı, İbn-i Kesir'in farketmesi gerekirdi... Üstelik; 'Celâleyn, Medârik, Beyzavî...' gibi müfessirler, fetih ne zaman? İbaresini zafer, nusret fiilî durum hüküm ve kaza gibi .. anlamlara tefsir etmişler, fetih günü ile de, kıyamet ile beraber Bedir ve Mekke'nin fethinin de kastedildiğini bildirmişlerdir. Ki böylece; mezkür ayetler, Ben-i Ümeyye'nin mahiyetine (istisnaları olmak kaydıyla) dikkat çekmekte, hâbis durumlarını-yapılarını gözler önüne sermektedir.
98
Bütün ümitlerinin kesildiği bir durumda ister-istemez İslam'a boyun eğen Ben-i Ümeyye'nin ve sairenin (Kureyş'in) Mekke fethinden sonraki İslam'a girmiş olanları, İslam için en büyük tehlikeyi oluşturdukları ve tüm fitnelerin baş kaynağı oldukları..! kesinkes bilinmektedir. Bu ve benzeri daha nice ayet-i kerimeler böylece, kılıç zoru ve korkusuyla iman etme veya öyle görünme durumunda kalan, başta Ben-i Ümeyye olarak, Mekkeli Kureyş müşriklerinin öncüleri ve ileri gelenleri, Resul-ü Ekrem (sav)'in ahirete irtihâlinden sonra ikâ ettikleri fitne-fesat-nifak ve şikak, İslam'ın ve ümmetin uzun asırlar devam edecek olan maddî ve manevî za'fiyetinin ve esaretinin baş âmili olmalarının asıl illetini tasrih etmiş oluyor. "Ya Ali! Ben Kur'an'ın tenzili için savaştım, sen ise Kur'an'ın te'vili için savaşacaksın..." (Bediüzzaman Said Nursi-Mektubat: 91; Kenz'ül-Ummal: 6/155; El-Müracaat: 48. Mektup.) buyurarak, kendilerinden sonraki bir kısım süfehânın, Kur'an'ı, mana-anlam ve te'vili kanalıyla tahrif etme hevesine kapılacaklarını, ancak Hz. Ali'nin ve pâk evladının (as) şanlı ve kahramanâne mukavemetleri vesilesiyle bunun akamete uğrayacağını tebşir etmiş, böylece; gerçek eshabın ve etbaının etrafında toplanacağı İslamî önderlik (Ehl-i Beyt) kurumunun ve mektebinin (ta'bir caiz ise) adresini göstermiştir.
Ehlibeyt düşmanlık etmek niçin tehlikelidir?
99
Ehlibeyt (aleyhisselam)"a buğzetmek, Onları sevmeye, onların ipine sarılmaya, hidayetlerine uymaya hükmeden Allah"ın ve Resulünün (sallallah"u aleyhi ve âlih) emrine isyan etmektir ve bu da Allah ve Resulüne buğzetmektir. Ehlibeyt Ehlibeyt aleyhisselam"ı sevmek dünya ve ahiret saadetini tazmin ettiği gibi onlara buğzetmek ve düşmanlık beslemek de dinden çıkmaya, cehenneme girmeye, Allah Teala"nın gazabını ve ebedî şekaveti almaya neden olur; nitekim bu husus aşağıdaki sahih hadislerden net bir şekilde anlaşılmaktadır: Resulullah; "Ali'ye küfreden, bana küfretmiş olur; bana küfreden de Allah'a küfretmiş olur." (Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 121 (Hadisin Buhari ve Müslimce sahih olduğunu yazar. ); Müsned-i Ahmed, c. 6, s. 323; Hasais-i Nesei, s. 93, h. 88.) "Ali'yi ancak mü'minler sever, ancak münafık olanlar ona buğzeder.." (Bakınız: İbn-i; Mâce (terc): 1/192; Müslim (terc): 1/346; Tirmizî: 6/270, 282) Ebu Said el-Hudri (ra)'den rivayet edilmiştir; dedi ki: "Biz ensar topluluğu, münafıkları, Ali b. Ebi Talib'den nefret etmeleriyle tanırdık." (Tirmizî: 6/270)
100
Ümm-ü Seleme (ra)'den; "Resul-ü Ekrem (sav) şöyle buyurdu: 'Münafık olan Ali'yi sevmez ve mü'min olan da Ali'den nefret etmez!" (Tirmizî: 6/271) Ali Bin Ebi Talib'den (as) rivayet edilmiştir: "Gerçekten, mü'minden başkasının beni sevmeyeceğine ve münafıktan başkasının bana buğzetmeyeceğine Nebî-yi Ümmî (sav) bana kesin bir ahid ve teminat verdi. " (İbn-i Mâce(terc): 1/192; Tirmizî:(terc): 6/282) "Bana itaat eden Allah'a itaat etmiştir; bana isyan eden Allah'a isyan etmiştir. Ali'ye itaat eden bana itaat etmiştir; Ali'ye isyan eden bana isyan etmiştir. Ya Ali! Sen dünyada Seyyid'sin, ahirette de!... Senin sevdiğin, benim sevdiğimdir; benim sevdiğim de Allah'ın sevdiğidir. Senin düşmanın, benim düşmanımdır; benim düşmanım da Allah'ın düşmanıdır. 'Veyl', benden sonra sana buğz edenlere olsun! (Hakim-Müstedrek: 3/121, 130, 135; El-Müracaat: 48.mektup, sah. 190-191;Nehc'ül-Belağa: 317) Resul-ü Ekrem (sav)) Hazret-i Ali'ye işaretle: '’Bu bana ilk iman eden, kıyamet günü benimle ilk müsafaha edecek olan kişidir; bu Sıddık-ı Ekber'dir; bu,şu ümmetin hak ile batılı ayıran Faruk'udur; bu,
101
mü'minlerin hidayet imamı'dır, önderidir!' buyurmuştur..." (Taberanî'den Kenz'ul-Ummal: 6/156'dan..; El- Müracaat: 48.mektup sah. 187; Nehc'ül-Belağa: sah.: 317) Bu kadar açık terhib ve terğibleri ihtiva eden hadislere rağmen, Hz. Ali'nin,Hasan ve Hüseyn'in ve sair eimmenin (as), ma'ruz kaldıkları zulüm-eza-cefa ve cinayetler, mü'min kalbleri dîl-hûn etmektedir. Bu yetmezmiş gibi; Muaviye b. Ebi Süfyan tarafından cami ve mescidlerde ve Cum'a hutbelerinde Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'e -haşa- sebb-ü şetm edilmiş ve -haşa- la'netler okunmuş ve okutulmuştur. (Örnek olarak, bkz.; Müslim: 10/245, 255; İbn-i Esir: 3/413,421,478-489)
Nesainin “Hasis” adlı hadis kitabının 79’cu sayfası:
ا ثش ثاط أخ ع ان ذسي يذذ ت ال ان ا ل ى دذث ذ ت أتش ك ال ت ا ل م دذث عشائ ع إ عذاق أت ع إ ثذ أت هللا ع جذن ال ان هد ل ح أو دخ ه ع د مان غة ف عل أ هللا س كى فهد م ثذا ف ع هللا هللا يعار أ د ان عد ل ع عل م س مل ان عة ي ا ه مذ ع ف ث ع …Ebu Abdullah el-Cedeli şöyle rivayet etmiştir: Ümmü Selemenin yanına gittim. O bana “İçinizde Allahın Rasulünü s.a.a sövüyorlar mı?” diye sordu. Ben “SubhanAllah” dedim. Ümmü Seleme dedi ki: Rasulullah s.a.a-dan şöyle duydum: “Kim Ali’ye söverse şüphesiz bana sövmüştür”
102
hadisten sonra kitabın muhakkiki Ebu İshak el-Huveyni diyor ki:خ ادصذ ع إisnadı sahihdir.
(Hanbeli mezhebinin imamı Ahmed b. Hanbelin “Fezail es-Sahabe” kitabının 735’ci sayfasında, 1011 numaralı hadis yukarıda Nesai’nin “Hasais” kitabından aktardığım hadisin aynısı bulunmaktadır.Bu kitabı tahkik eden ehli sünnet alimi Vasiyullah Muhammed Abbasın hadisten hemen sonra not düşerek diyor ki: خ ادصذ ع إisnad sahih. yine bu hadis şu ehli sünnet kaynaklarında da geçiyor:Ahmed b. Hanbel, “Müsned”, 6/323, hadis 26791 Hakim en-Nişaburi, “Müstedrek”, 4/211, hadis 4615 İmam Ahmedin “Müsned” adlı kitabını tahkik eden Şeyh Şueyb el-Arnaut hadisten sonra not düşerek diyor ki:اد ع خ إ صذ isnad sahih. Yine ehli sünnet alimi imam Hakim “Müstedrek”te hadisi akardıktan sonra diyor ki:
زا ث خ دذ صذ اد ع ى اإل خشجا ن bu hadis sahihdir fakat tahriç etmemişlerdir. İmam Hakimin “Müstedrek” adlı kitabını tahkik eden ez-Zehebi hadisten sonra not düşerek diyor ki:خ صذ sahih)
Resulullah sallallah"u aleyhi ve âlih buyuruyor ki: Canımı elinde bulunduran Allah"a andolsun ki, biz Ehlibeyt"e buğzedeni Allah cehenneme sokacaktır.
103
( Müstedrek -Hakim-,c.3, s.162/4717; ve Sahih-i Müstedrek; Durr-ul Mensur, c.6, s.7; Sevaik-ul Muhrika, s.143; Hasais-ul Kubra, c.2, s.266; Siret-u E"lam-in Nebla, c.2, s.123 vs.)
Resulullah sallallah"u aleyhi ve âlih Hasan ve Hüseyin"e aleyhisselam işaret ederek şöyle buyurdular: Kim bunlara buğzedecek olursa bana buğzetmiş olur, bana buğzeden Allah"a buğzetmiş olur ve Allah"a buğzedeni de Allah cehenneme sokar.
( Müsned-i Ahmed, c.2, s.288; Müstedrek -Hakim-, c.3, s.166; Sünen-i Tirmizî, c.2, s.24 ve 307; Mu"cem-ul Kebir, s.133; Kenz-ul Ummal, c.13, s.105; Mecma-uz Zevaid, c.9, s.181; Zehair-ul Ukba, s.123; Tarih-u Bağdad, c.1, s.141.)
Resulullah sallallah"u aleyhi ve âlih buyurmuştur ki: Onlara buğzeden Allah"a buğzetmiş olur.
( Kenz-ul Ummal, c.12, s.98/34168; Beşaret-ul Mustafa, s.40.)
Emir"ul Müminin Ali aleyhisselam"dan şöyle rivayet edilir: Bize buğzedenler Allah"ın dalga dalga gazabına uğrayacaklardır.
( Tuhef-ul Ukul, s.116; el-Hısal, s.627/10; Ğurer-ul Hikem, s.7342.)
104
Resulullah sallallah"u aleyhi ve âlih şöyle buyurmaktadır: ‘’Ey Ali! Sende İsa b. Meryem"den bir misal var; bir grup onu sevdi ve onu sevmekte aşırı giderek helak oldular; bir grup da ona buğzetti ve buğzetmekte aşırı giderek helak oldular; bir grup da ifrat ve tefritten sakınarak kurtuluşa erdi.’’
Ömer b. Abdulaziz, hilafete gelince Âl-i Beytin yüksek
makamını bilenleri gönülden yaralayan, hutbelerde
Hz.Ali (a.s)‟ye sebbi (kötü söz ve hareketi) kaldırmıĢ,
onun yerine Nahl Süresi 90. Âyetin hutbelerde
okunmasını emretmiĢti.Ömer b. Abdulaziz, Âl-i Beyt‟e
derin bir saygı,muhabbet duyuyor ve O‟nlarahürmette
kusur etmiyordu.
Ehlibeyt İmamlarının halife’lere yaklaşımı nasıldır?
1) Ġmam Ali, Hz. Ebû Bekir‟e biat iĢlemi sona erdikten
sonra burada bir hutbe irad etti. Hutbesinde
105
Müslümanları fitneye düĢmemeleri hususunda uyaran
Hz. Ali Ģöyle demektedir:
“Ey insanlar! Fitne dalgalarını kurtuluş gemisiyle
aşın, birbirinizden nefret etmeyin. Öğünme taçlarınızı
başınızdan çıkarın…” Nehc ül Belağa (Ferec
Yayınları,Çeviri:Kadri ÇELĠK,s.48,5.Hutbe)
2)6.Mektup
Muaviye’ye yazdığı mektup
Şüphesiz Ebubekir’e,Ömer’e,Osman’a biat
edenler,onlara biat ettikleri şekilde bana da biat
ettiler.Orada bulunanların(başkasını) seçme hakkı
olmadığı gibi,bulunmayanın da reddetme hakkı
yoktur.ŞURA,ANCAK MUHACİR’E VE ENSAR’A
AİTTİR;ONLAR,TOPLANIP BİRİSİNE UYAR VE İMAM
OLARAK NİTELENDİRİRSE,BU ALLAH’IN DA HOŞNUT
OLDUĞU BİR İŞTİR.Kim,onların hükmüne razı
olmayıp kınayarak veya bidate uyarak onların işlerini
terk ederse,onu geri çevirirler.Kabul
etmezse,müminlerin yoluna tabi olmadığı için
onunla savaşırlar ve döndüğü şeyin vebalini de
Allah,onun boynuna yükler.
Ey Muaviye,ömrüme yemin olsun,eğer heva ve
hevesine uymadan aklınla düşünürsen,beni Osman’ın
kanına girenlerden en uzak(ve tertemiz) bulursun.Sen
çok iyi biliyorsun ki ben ,bu işin dışındayım.Ama yok
106
bu işi benim üzerime yıkmak istiyorsan ve bildiğini
(gerçekleri) gizliyorsan başka…Ve’s Selam.
(Nehc ül Belağa, Ferec Yayınları,Çeviri:Kadri
ÇELİK,s.340,6.Mektup)
3)’’…Hz.Ali’nin kendisinden önce halife olanların
HİLAFETİNE RAZI OLDUĞU,onların peşinde namaz
kıldığı,onlarla hısım olduğunu ve onların yemeklerini
yediğini yediğini görüyoruz.Hz. Ali’nin yaptıklarına
karşı çıkmaya ve ondan nakledilen meselelerde aşırı
gitmeye hiç hakkımız yoktur…’’
(Şerh-i Nehc ül Belağa,İbn-i Ebil-Hadid c.3)
(Mezhepler Tarihi,Prof.Muhammed Ebu Zehra s.40-
41)
4)Peygamberin vefatından sonra, meydana gelen sıkıntılar İmam Ali’nin tedbiriyle giderildi ve Medine’de siyasi hava duruldu. İşlerin kontrolünü ele alan Ebu Bekir, Peygamber’in (Rumlarla savaşma) emrini uygulama konusunda tam anlamıyla tereddüt içindeydi. Bu nedenle bazı sahabelerle meşveret etti. Hiçbirisinin sunduğu görüş halifeyi ikna etmedi. Sonunda İmam ile meşveret etti. İmam kendisini, Peygamber’in emrini uygulama konusunda teşvik ederek: savaşırsan galip gelirsin diye de ekledi. Halife İmam’ın teşvikinden memnun kalarak; iyi söyledin ve hayırla müjdeledin, dedi.
107
(Tarih-i Yâkubi, İbni Vazih Yâkubi, C.3, S. 39.)
5)240.Hutbe:İmam Ali’nin Osman’ı Savunması
…Allah’a andolsun GÜNAHKAR OLMAKTAN
KORKACAK KADAR ONU(OSMAN’I) SAVUNDUM.
(Nehc ül Belağa)
6)FADLALLAH:
‘’Bizim İmamlarımız (Ali isteğiyle) Hasan ve Huseyin
de Osmanın kapısında durup onu koruyorlar.’’
(İslami Hareket İlkeler ve Sorunlar -2 sayfa:214 .ekin yay.) 7)İmam Hasan’nın Osman’ı Savunması ….Muaviye şimdi İmam Hasan’ın,yani Osman’ın
öldürüldüğü gün,evinin kapısında durarak onu
savunan ve bu yolda-tarihçilerin tümünün söylediği
gibi-bedeni kana boyanan kişiyle karşı
karşıyaydı.Taktakî İmam Hasan’ın Osman’ı savunması
hakkında şöyle diyor:
‘’…Osman’ı savunmak için amansız bir savaş
verdi;hatta Osman’ın kendisi ona engel oluyordu.Ama
o savaşa devam ediyor ve kendi canını tehlikeye
atıyordu…’’
108
İnsanlar Osman’dan kaçtıkları,akrabalarının bile onu
bırakıp kaçtığı bir sırada oluyordu bütün bunlar.
(İmam Hasan’ın Barışı s.105)
Dipnotunda ise;
…Halkın Osman’ın evini kuşatıp onun suyunu kestiği
haberini alınca ,(İ.Ali) onun için iç kırba su gönderdi
ve Hasan’la Hüseyin’e dedi ki :
’’Kılıçlarınızı alarak Osman’ın evinin kapısında
durun ve hiç kimsenin ona bir zarar vermesine
müsaade etmeyin.’’
Bu olayda İmam Hasan b.Ali’nin vücudu kana boyandı
ve Kamber –Hz. Ali’nin kölesi-yaralandı.
(İmam Hasan’ın Barışı s.106)
8) Ġnsanlar Ġmam Ali‟ye biat etmek istediklerinde Ģöyle
diyor:
„‟Beni kendi hâlime bırakın;Ģimdilik emir olmaktansa
daha önce OLDUĞUM GĠBĠ VEZĠR OLMAM DAHA
ĠYĠDĠR.‟‟(Nehcu‟l Belağa,92.Hutbe) ya da Elibeyt
Ġmamları‟nın Siyasi Tutumları,Murtaza
Mutahhari,Kevser yay. ,s.24‟de de bu hutbeye
bakabilirsiniz.
109
Ömer hep şöyle derdi:
“Ali’nin çözmek için hazır bulunmadığı bir sorunla
karşılaşmaktan Allah’a sığınırım.”
(Hakim Nişaburi, el-Müstedrek, 1. baskı, Beyrut, Darü'l-Marifet 1406 H. C.3, S.14)
Ehlibeyt Alimlerinin halife’lere yaklaşımı nasıldır?
110
1)Kaşifu’l-Gıta;
‘’…halifelerin yerilip lanetlenmesidir ki ,Şiilerin
çoğunluğu buna karşıdır…’’
(Ali Şiası Safevi Şiası s.73)
2)‘Onlar,Şeyheyn’e küfrederler.’
Cevap:’’….Hemen belirtmeliyim ki ben,birinci hususta
bahsetmeyi abesle iştigal görüyorum.Çünkü
biz,Kâbe’nin Rabbine yemin etsek ve bin bir delil
getirsek de hasmımız ,Şiîlerin bundan beri olduğuna
inanmayacak ,sözümüzü dinlemeyecek bile.Eğer
dinleyecek olsaydı,zaten İmamiye Şiası,asırlardır
hiçbir kimseye küfretmeyi tasvip etmediğini
,bunu doğru bulmadığını bas bas bağırmaktadır.Fakat
buna rağmen yine de bu gibi ithamlara maruz
kalmaktadır…’’
(Gerçekler Işığında Birliğe Doğru s.235-236,Allâme
Şerefüddin)
3)Ayetullah Burucerdi’den halifelere hakarete sert tepki
111
Ayetullah Burucerdi, bir kitapta halifelere HAKARET içerikli bir şiirin yer alması üzerine kitabın toplatılarak ortadan kaldırılması emrini vermişti.
Ayetullah uzma Burucerdi (İmam Humeyni’nin üstatlığını da yapmış zamanın en büyük ve tek söz sahibi taklit mercisi)
“İran’da İslam’ın yirmi yıllık çabası” adlı kitabın 390’nıncı sayfasında şöyle bir paragraf yer almaktadır: “Kum ulemalarından biri iki ciltlik bir fıkıh kitabını yayınlattı, kitabın bir nüshasını Ayetullah Burucerdi’ye gönderdi. Kitapta halifelere hakaret içerikli bir şiir yer almıştı. Ayetullah Burucerdi sinirlenerek şöyle buyurdu: “Bu şartlarda bu tür lafların yeri mi? O da yazılı bir İslami eserde?” daha sonra Ayetullah Burucerdi’nin emriyle kitap toplatılarak, ortadan kaldırıldı. Daha sonra kitaptaki halifelere hakaret içerikli şiir silinerek yeniden Ayetullah Burucerdi’nin masraflarını üstlenmesiyle basıldı.
İmam Humeyni’nin kitaplarından elde edilen bilgilere göre de bu tür fitne içerikli unsurların Bahailer tarafından yazıldığı ve bastırıldığı alenen anlaşılmaktadır.
4) Ayetullah uzma Vahit Horasani, bugünkü fıkıh
dersinde ehli sünnet halifelerine SAYGISIZLIĞIN
112
kabul edilir bir durum olmadığını ve
öğrencilerinden bu tür davranışlardan uzak
durmasını istedi.
Ehl-i Beyt Haber Ajansı ABNA – Ayetullah uzma Vahit
Horasani’nin bu sabah verdiği fıkıh hariç dersinde ehli
sünnetin saygı duyduğu ikinci halifeye saygısızlıktan
sakındırarak, öğrencilerinden önceden olduğu gibi
ehli sünnetin halifelerine saygısızlıkta
bulunmamalarını istedi.
Olay şöyle gerçekleşti: Ayetullah Vahit Horasani, ders
esnasında ehli sünnet ulemalarından Fahri Razi’nin
“Tefsir-i Razi” kitabından bir hadisi okudu. Bu hadisi
okuduğu sırada ehli sünnetin ikinci halifesi Ömer İbn
Hattab’ın adı geçti. Adı geçtikten sonra “Radıyallahu
anh” cümlesi geçti. Cümle geçtikten sonra bazı
öğrenciler buna yüksek sesle bazı kelimelerle itiraz
ettiler. Bu durum Ayetullah uzma Vahit Horasani’nin
onlara karşı açık ve net bir tepki göstermesine sebep
oldu.
Bu esnada Şii taklit mercii, sinirli bir şekilde itirazda
bulunanlara bağırarak “Ben size söylememiş miydim
benim dersimde böyle cümleler kullanmayın diye”
tepki gösterdi!*
*Bu tür haberlerde bazı ehli sünnet kardeşlerimiz
Şiiler takiye yaptıklarından böyle diyorlar, ama
113
gerçekte böyle değillerdir diye yorumlarda
bulunmaktadır. Bu kardeşlerim bunu bilmelidir ki bu
ders Şia’nın merkezi olan Kum kentinde o da
Ayetullah Vahit Horasani’nin has dersinde
gerçekleşmektedir. Yani takiyye konusu söz konusu
bile değildir. Zaten bazılarının iddia ettikleri gibi
olsaydı öğrenciler takiyye babından yüksek bir sesle
böyle itirazda bulunmazlardı.
5)İmam Humeynî: -’’Müminlerin Emiri(selâm üzerine olsun), HALİFELERLE İŞBİRLİĞİ YAPIYORDU.Zira görünüşte dinin emirlerine uygun hareket ediyorlardı ve işin içinde bir tezelzül yok idi.’’ -’’Resulullah’tan sonra İslâm halkları uzun zaman onun kumandalığından mahrum kaldıysa da o,bir kenara çekilmedi.Hz.Emir ,Müslümanların maslahatı için sabredip İŞBİRLİĞİ YAPTI.O dönemde HİÇBİR ZAMAN MUHALEFET ETMEDİ.Onlar yönetim işlerini uhdelerine alınca O,ONLARA MÜŞAVİRLİK YAPTI,YOL GÖSTERDİ.ÇOCUKLARINI SAVAŞA GÖNDERDİ.’’ -‘’İmamlar’ın Babası,Resululah’tan (Allah’ın selâmı onun ve ailesinin üzerine olsun) sonra İslâm’ın birinci şahsiyeti Hz.Emir ( Allah’ın selâmı üzerine olsun),bütün hayatı boyunca cihat etti.Görüş ayrılıklarının ortaya çıktığı dönemde O,HUZUR
114
ORTAMINI MUHAFAZA ETTİ.Zira İslâm,HUZUR ORTAMINA İHTİYAÇ DUYAR.’’ -’’Yirmi küsur sene boyunca İslâm’ın MASLAHATI için muvafakat etti,ÇOCUKLARINI SAVAŞA GÖNDERDİ.’’
6)MUTAHHARİ:
‘’…İslam’ın maslahatı,emiru’l müminin Ali (as) ‘nin
Ebu Bekir’e iktida edenlerin safında yer alması ve
Ömer’e karşı da aynı tavrı sergileyerek,halkın
sorunlarına cevap verip bir takım zor olan yargıları
yapmasını gerekli kılıyordu.Ali açısından asaleti olan
tek şey İslam’ın haysiyet ve izzetinin muhafazasıdır.
İşte bu hassas zaman dilimimde öfkeyi yutup özveride
bulunmak ,İslâm’ın haysiyet ve izzetinin daha iyi
korunması veya en azından daha az sarsılmasına
sebep olacaktı.
Bu badire bilahare atlatılmış,zaman değişmiş,İslâm
cihanşumulleşmiş ve nitekim Muaviye’nin dönemi
başlamıştı.İlk önce Muaviye,EBUBEKİR VE ÖMER’İN
SAHİP OLDUĞU ONUR VE HAYSİYETE sahip
değildi.O babasıyla senelerce islâm’a karşı savaşan bir
kimseydi…’’ (İslam ve Değişim,Fecr yay.,s.123)
Biz Ehlibeyte uyanlardanız diyenler söz ve davranışta,
yazı ve konuşmada ve herşeyde Ehibeyte uymalı ve
onları izlemelidirler.
115
Ehlibeyt Alimlerinin sahabelere yaklaşımı nasıldır?
1)Muhammed Hüseyin Kaşiful-Gıta Şöyle diyor:
"Peygamberin ashabı o zamanda yeryüzünde
bulunan en seçkin insanlardı." (Asl'uş-Şia ve
Usuluha)
Şeyh Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşiful-Gıta şöyle yazar: ‘’ Ehl-i Beyt.in (a.s) velayetine itaat etmeyen sahabenin çoğunun Hz. Resulullah.a (s.a.a) muhalefet edip onun emir ve tavsiyelerine önem vermediğini söyleyemem; asla böyle değildir ve onlar hakkında böyle bir zanna kapılmaktan Rabbime sığınırım; zira onlar yeryüzünün seçkin insanlarındandırlar. Ama onların hepsinin Hz. Resulullah.ın (s.a.a) sözlerini duyup işitmemiş olması da muhtemeldir, ya da bazıları onun sözlerini duymuş ama o hazretin maksadını tam olarak anlayamamış olabilirler.Hz. Resulullah.ın (s.a.a) sahabesinin efdaliyet ve büyüklüğünü hayale sığdırabilmek mümkün değildir.’’ (Aslu.’ş-Şia ve Usulihâ, s.84-85)
116
2) Seyyid Fadlullah:
‘’ Biz halifeler konusuda Ali bin Ebi Talip’in davrandığı
gibi davranmayı yerinde buluyoruz.Ali bin Ebi Talip
onlarla diyalog halinde idi, onlarla istişare ediyordu,
onlara yardım ediyordu.Yine İmam Cafer’den şu
hadisi naklediyorum ‘’İnsanların sizden razı olmasının
en kolay yolu ağzınızı onlar konusunda kapalı
tutmanızdır’’ başka bir hadiste ‘’Müminlerin annesine
lanet etmek ,onlar hakkında kötü söz söylemek
haramdır.Her ne kadar Cemel savaşında yanılmış olsa
da.Onlara ikramda bulunmak Hz. Peygamber (a.s)’ye
ikramda bulunmaktır.’’Yine bu konuda yüz sene önce
yaşamış bir Şii alimden bir beyit naklediyorum.Onun
adı Hüccetül İslam Muhammed Bakır idi.
Ey Hümeyra sana kötü söz söylemek haramdır.
Çünkü aşina olunacak göz, ikram edecek gözdür.
Bu nedenle biz Müminlerin annesine ve sahabelere
lanet etmeyi ve kötü söz söylemeyi haram bildik.
Böyle fetva verdik ve bu fetvalarımız dünyanın her
yerinde yayılmış vaziyette.
Sadece sahabeye değil, herhangi bir Müslüman’a lanet
etmek temel İslami değerler acısından doğru değil.’’
117
3) İmam Hamaney:
Soru: Bazı internet saytlarında ve uydu kanallarında
açıkca Rasulullahın bazı eşleriyle ilgili aşağılayıcı
sözler sarf edilmesi ve onların iffetine ters düşecek
bazı nisbetlerine onlara verilmesi hakkındaki
görüşünüz nedir?
Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi insanları tahrik edici
nitelikte olan bu tip hakaretler ister şia ve isterse
sünni olsun müslümanların endişelenmesine ve
duygusal baskılara kapılmalarına neden olmaktadır.
Cevap:Ehli sünnet kardeşlerimizin dini senbollerine
dil uzatmak haramdır, nerede kaldı peygamberin
hanımları hakkında iffete aykırı sözler sarf etmek.
Bütün peygamberlerin hanımları özelliklede
Rasulullahın hanımları hakkında bu tip sözler sarf
etmek yasak ve mümkün olmayan şeylerdir.
İmam Hamaney'den Hz.Aişe Fetvası
Bir çok konuşmasında Şii Müslümanlardan, Ehli Beyt'i savunma adına Ehli Sünnet'e saldırmamaları çağrısında bulunan Hamanei, şimdi de Hz. Aişe için uyarıda bulundu.
118
Hamanei, Hz. Aişe'yi hedef saldırının kendisine sorulması üzerine yayınladığı fetvada Mü'minlerin annesi Aişe'nin apaçık aşağılandığı ve hakarete maruz kaldığını belirterek “Mü'minlerin anneleri olan Hz. Peygamber'in eşleri ve Ehli Sünnet'in sembol isimleri hakkında aşağılayıcı, hakarete varan ifadelerin kullanılması haramdır” dedi. İslam Devrimi Lideri Hamanei daha önce de Gadiru Hum etkinlikleri sırasında yaptığı konuşmasında "Ehli Beyt'i savunmak için Ehli Sünnet'e mensup kardeşlerimize hakaret ve ithamlarda bulunanlar, esasında Ehli Beyt-i değil Amerika'yı ve Siyonizm'e savunmaktadırlar” demişti. Lübnanlı dini şahsiyetler, İslam inkılabı rehberinin sahabeye ve Resulüllah’ın –s- eşlerine ve Ehl-i Sünnet simgelerine saygısızlığı haram sayan fetvası, düşmanların fitne yolunu kapattığını belirttiler. Lübnan Ümmeti Hareketi Genel Sekreteri Cebri, Ayetullah Hamanei’nin sahabeyi ve İslam Peygamberi’nin eşine yönelik hakaret içeren sözler sarf edilmesini haram sayan fetvasını takdirle karşıladıklarını belirtti. Cebri, bu fetva İslam düşmanlarının her türlü fitne ve tefrika çıkarma yolunu kapattığını vurguladı. İslami Amel Cehpesi de bu tür fetvaların Şii kardeşlerimizin en üst düzey dini makamı tarafından
119
verilmesinin, İslam ümmetinin sağlıklı bir ümmet olduğunun işareti olduğunu belirtti. FHA Hizbullah'tan "Hz. Aişe'ye Hakaret" Açıklaması
Hizbullah, Kuveytli din adamı Yasir Habib'in Hz.
Aişe'yi hedef alan çirkin açıklamalarını şiddetle
kınadığını ilan etti.
Ehl-i Beyt Haber Ajansı ABNA- Yasir El Habib adlı din
adamının Hz. Aişe hakkında sarfettiği sözlerin
yankıları sürüyor. Lübnan İslami Direnişi Hizbullah
Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım, Kuveytli
bir din adamının Hz. Aişe’yi hedef alan çirkin
hakaretlerini kınadı.
Şeyh Kasım, bugün yayınladığı mesajında “Nebi’nin
(s.a) eşlerine ve mü’minlerin annelerine saldırı şer'en
caiz değildir. Bu saldırılar mantıklı olmadığı gibi haklı
ve gerekçeli bir yanı da yoktur. Bizim tarafımızdan bu
saldırı, tamamen reddedilmiştir.. Resul’ün eşinin
maruz kaldığı saldırıyı şiddetle kınıyorum.” dedi.
Habib’in açıklamalarının genelleştirilerek mezhebi
fitne ve çatışma ortamı yaratılmak istenmesine de
tepki gösteren Şeyh Kasım “Bu suçu işleyen, sadece
kendisi cezalandırılmalı ve sorumlusu da kendisi
olmalıdır. Bu mezhebe bağlı olan kişiler de işlenen
120
suçtan sorumlu tutulmamalıdır. Herkesi, bu soruna
hikmetle yaklaşarak grubun tamamını sorumlu
tutmamaya davet ediyorum” dedi.
Şii Ulema da Habib’i Kınadı
Yasir Habib'e Hizbullah'ın ve Sünni dünyanında yanı
sıra diğer Şii ulemadan da tepki gelmiş, Habib
kınanmıştı. Şii alimler, Habib’i sapkın inaçlara sahip
olmakla suçlamışlar, Habib’in Ehli Beyt öğretilerine
zıt bir duruş sergilediğini söylemişlerdi.
Bu alimler Şeyh Hüseyin Matuk, Habib ve Mucteba
Şirazi’nin dış mihraklar tarafından kullanılan birer
maşa olduğunu belirterek, onların Hz. Aişe’ye
hakaretinden tüm Şiilerin sorumlu tutulamayacağını
söylemişti. Habib'i, Müslümanlar arasına düşmanlık
ve fitne sokmakla suçlayan Şeyh Matuk “Bu tür
ahlaksız ve sapkın tutum sergileyen kişilerin Şiilikle
hiçbir alakaları yoktur” demişti.
Şeyh Muhammed Atiye de Habib’in yaptığı
açıklamaların, Şiiler tarafından düzenlenen dini
törenler ile hiçbir şekilde alakasının olmadığını
söylemişti. Şeyh Atiye “Tekrar yineliyorum sahabe ve
müminlerin annesi gibi İslam’ın sembollerine sövmek
haramdır. Hz Aişe’ye yapılan hakaret içerikli sözlerle
bizim alakamız yoktur. Londra’da yaşayan bu kendini
bilmez kişiler ne Şii alimlerini ne de Şiiliği temsil
121
ediyor bilakis kendi şahsiyetlerinin temsilcileridirler”
demişti.
Şeyh Hasan En Nemr ve Şeyh Hasan el Asfar da
Habib’in açıklamalarını kınarken, Habib’in işlediği
hatanın tüm Şiilere mal edilmemesi çağrısında
bulundu. El Asfar, Şii ulemaya çağrıda bulunarak
Habib’i kınamalarını istemişti.
“Ayetullah Hamanei'nin fetvası, fitne ateşini
söndürdü”
Kuveytli Milletvekili Seyyid Yusuf Zilzile: "Ayetullah
Hamanei'nin fetvası, fitne ateşini söndürdü”
Kuveytli parlamenter ve ünlü yazar Seyyid Yusuf
Zilzile, imam Hamanei’nin fetvasının, bölgede mezhep
savaşları çıkmasını engellediğini vurguladı.
İran’ı ziyaret eden Kuveytli parlamenter Zilzile, İslam
inkılabı rehberi Ayetullah Hamanei’nin Ehl-i Sünnet
simgelerine hakarette bulunmanın haram olduğuna
dair fetvasının, fitne ateşini söndürdüğünü ve İslam
dünyasında daha fazla dayanışmaya vesile olduğunu
kaydetti.
İmam Hamanei’nin fetvasının Kuveyt medyasında
büyük yankı uyandırdığını belirten Zilzile, bu fetvanın
122
çok cesurca ve uygun zamanda verildiğini ifade etti.
Zilzile Ayetullah Hamanei'nin, İslam dünyasında çok
etkili bir şahsiyet olduğunu da sözlerine ekledi.
İran İslam İnkılabı rehberi Ayetullah Hamenei, İmam
Humeyni'nin -ks- ilan ettiği Sünni-Şiii kardeşliğini,
İslami inancın temellerinden, hatta imanın
şartlarından sayan ve bu kardeşliği kaale
almayanların yüce İslam dinine zarar verdiklerine
inanan nadir İslam ulemasından biri olarak bütün
Müslümanlar tarafından en sevilen İslam alimleri
arasında yer alıyor.
123
Ehl-i Sünnet Alimlerine göre Ehl-i ġia
ġia‟ya yapılan suçlamaların çoğu ġia‟yı iyi
tanımamaktan kaynaklanmaktadır. ĠnĢaAllah aĢağıdaki
Ehl-i Sünnet alimleri tarafından ġia hakkında verilen
bilgiler Müslümanların vahdeti, birlik ve beraberliği
yönünde etkili olur.
Allah'ım bize yardım et.
Kafirlere karĢı bizi çetin birbirimize karĢı ise merhametli
kıl.
1-ġeyh Muhammed ġeltut fetvasında Ģöyle diyor:
"Ġmamiyye Ġsna AĢeriye mezhebi olarak bilinen Caferi
mezhebi‟ne göre amel ve onu taklit etmek, Ehl-i Sünnet
meshepleri gibi Ģer‟an caizdir. Müslümanların bu
mezhebi tanıması ve mezhepleri birkaç mezheple sınırlı
bilme taassubundan kurtulmaları gerekir."
Ġslamuna, Yafii, 59 ve Mecelle-i Risaletu‟l Ġslam, Mısır
basımı, Tarih: Rebiulevvel ayının on ikisi, yıl 1387
h.Kahire
2-Doktor Muhammed Fehham (el Ezher Ģeyhlerinden)
ġeyh ġeltut‟un fetvasına yazdığı takrizde Ģöyle diyor:
"Ben ona, ahlakına, ilmine, bilgisinin geniĢliğine; Arap
lügatine, Kuran tefsirine ve Usul-u fıkha olan tasallutuna
hayran olanlardanım. O, ġia imamiyye mezhebine göre
124
amel etmenin caiz olduğuna dair fetva vermiĢtir ve
benim, onun verdiği bu fetvayı sahih esaslara ve
inancıma göre verdiğine dair hiç Ģüphem yoktur."
Yine bu hususla ilgili Ģöyle demiĢtir.
"Yüce Allah‟tan alimlere, yücelik dolu anlamı fark eden
ve iki sağlam delil olan Kuran ve sünneti esas alması
itibari ile ġia imamiyye meshebine göre amel etmenin
caiz olduğuna dair hiç çekinmeden fetva veren ġeyh
Muhammed ġeltut‟un attığı bu adımdan ve
gerçekleĢtirdiği bu fetihten hak islami inançlarda
kardeĢler arası yakınlaĢtırmayı pekiĢtirme yönünde
yararlanma baĢarısı vermesini niyaz ederim."
Fî Sebili‟l Vahdeti‟l Ġslamiyye s. 64
3-Abdurrahman Neccar Mısri (Kahire‟deki mescitlerin
müdürü) Ģöyle diyor:
"Biz Ģimdi de aynen Ģeyh ġeltut‟un verdiği fetvayı
savunuyoruz. Bizden imamiyye ġiası hakkında
sorulduğunda, halkı dört mezheple kısıtlamıyoruz. Çünkü
Ģeyh ġeltut‟da, müçtehit bir imam olup onun görüĢü
hakkın ta kendisidir. Ġmamları birer müçtehit olan
mezhepler konusunda niçin baĢkalarını tekfirle yetinelim
ki?"
Fî Sebili‟l Vahdeti‟l Ġslamiyye s66
4-Muhammed Gazali (büyük el Ezher Ģeyhi) Ģöyle diyor:
"Bana göre büyük üstad Ģeyh Muhammed ġeltut,
Müslümanların vahdeti yolunda büyük bir adım atmıĢtır.
Bu fetva, Ġslam ümmeti arasında ki düĢmanlığın sonunda
onları, bir bayrak altına gelmeden yok edeceğini
söyleyen doğu bilimcilerini yalanlamaktadır. Bana göre
125
bu fetva yolun baĢlangıcı ve atılan ilk adımdır."
Difaun Ani‟l Akaide ve‟Ģ ġeria s257
5-Mısırlı Üstat Ahmed bey (ġeltut ve Ebu Zühre‟nin
üstadı) Ģöyle diyor:
"Ġmamiyye ġiası kesinlikle Allah‟a ve Resulüne iman
getirir. Kuran ve Hz. Peygamberin haber verdiklerine
inanırlar. Ġmamiyye ġiası arasından, geçmiĢte ve
zamanımızda, büyük fakihler ve her dalda ve ilimde
büyük alimler çıkmıĢtır. Onlar derin düĢünce ve geniĢ
bilgilere sahip olmuĢlar. Telifleri yüz binlere ulaĢıyor ve
o teliflerin bir çoğu hakkında bilgim vardır."
Tarihu‟t TeĢrii‟l Ġslami
6-ġeyh Muhammed Ebu Zühre Ģöyle diyor:
"ġianın Ġslam ümmetinden bir fırka olduğunda hiçbir
Ģüphe yoktur…Yine onların Kuran ve Hz Peygamber‟e
(s.a.a) mensup hadislere istinat ettiği hususlarda da Ģüphe
yoktur. Onlar Ehl-i Sünnet komĢularına karĢı dürüsttürler
ve onlardan uzak kaçmazlar. "
Tarihu‟l Mezahibi‟l Ġslamiyye s39
7-Üstad Muhammed Sertavi (Ürdün‟ün fetva ehli
büyüklerinden) Ģöyle diyor:
"Elbette ben geçmiĢ Salihlerimizin dediğinin aynısını
söylüyorum: Ġmamiyye ġiası bizim din kardeĢlerimizdir
ve bizim üzerimizde kardeĢlik hakları vardır."
Mecelle-i Risaletu‟s Sakaleyn,sayı 72,yıl:1413 h.ks252
8-Üstat Abdulfettah Abdulmaksut Ģöyle diyor:
"Bana göre ġia, doğru Ġslam yolunda olan kimselerdir,
onlar Ġslam‟ın Ģeffaf aynasıdırlar. Kim doğru Ġslam‟a
126
bakmak isterse ġia‟nın inanç ve amellerini araĢtırsın.
Tarih, ġia‟nın Ġslam inançlarını savunma meydanında
verdiği büyük hizmetlerin en iyi tanığıdır."
Fi Sebili‟l Vahdeti‟l Ġslamiyye
9-Üstat doktor Hamit Hafni Davut (Mısır büyüklerinden)
Allame Askeri‟nin Abdullah b. Saba isimli kitabına
yazdığı takrizde Ģöyle diyor:
"Ġslam tarihinin, ömründen on üç asır geçiyor. Bu müddet
içinde alimler ġia aleyhine, duygu ve nefsani heveslere
karıĢık bazı hükümler vermiĢler. Bu yanlıĢ yol, Ġslam
ümmeti arasında büyük ayrılıklara yol açtı ve yine Ġslam
ümmeti bu fırkanın büyüklerinin sahip olduğu geniĢ
bilgilerden mahrum kaldı.
ġia fırkasına nispet edilen yakıĢıksız Ģeyler hususunda
Ģunu bilmek yeterli ki: Ġmam Cafer-i Sadık (as) ġia
fıkhının bayraktarıdır. O Ehl-i Sünnet‟in imamı Ebu
Hanife ve Ebu Abdullah Malik b.Enes‟in üstadı idi. Bu
konuda Ebu Hanife Ģöyle diyor: "Eğer o iki yıl olmasaydı
Nu‟man helak olurdu "(O iki yıldan kasıt Ebu Hanife‟nin
Ġmam Cafer-i Sadık yanındaki iki yıllık talebelik
dönemi).. Malik b. Enes Ģöyle diyor: "Ben fıkıhta Cafer
b.Muhammed‟den daha üstününü görmedim." "
Abdullah b. Sebe c1 s13
10-Üstad Ganimi (Kahire üniversitesinde Ġslam felsefesi
üstadı) Ģöyle diyor:
"Doğulu ve batılı birçok yazar dünden bugüne ġia
hakkında muteber olmayan delillere dayanarak bir çoğu
yanlıĢ görüĢler vermiĢlerdir. Halk da bu nispetlerin
doğruluğu veya yanlıĢlığı hakkında kendinden hiçbir soru
127
sormadan, bu görüĢleri kendi aralarında yaymıĢlardır. ġia
konusunda yazarların yanlıĢ görüĢlerinin kaynağı
bilgisizliktir. Onlar ġia kaynaklarına bakmaları
gerekirken düĢmanların kaynaklarıyla yetinmiĢlerdir."
Mea Ricali‟l Fikr Fi‟l Kahire s40
11-Üstat Abdurrahman Bitar (el Ezher‟in muasır
Ģeyhlerinden) Ģöyle diyor:
"Her Müslüman yüce Allah‟a yakınlaĢmaya çalıĢırken
dört mezhebe göre amel edildiği gibi Ġmam Cafer-i Sadık
mezhebine görede amel edilebilir. Bu gurubun, ġiaya
saldırmanın caiz olduğu konusunda ileri sürdükleri bir
takım ihtilafların aslı ve esası yoktur. Hanefi ve Hanbeli
mezhebi arasında olan doğal farklar dıĢında ġii ve diğer
mezhepler arasında hiçbir fark yoktur…"
Ed Destur dergisi, Kahire basımı 3.yıl
128
Şer'i Açıdan Şia'ya Göre Sünnilerin Konumu
Lübnan Hizbullah hareketinin önde gelen liderlerinden Şeyh Muhammed Yezbek, Şiilere Göre Sünnilerin Konumunu yazıyor Bütün hamd edenlerin hamdinin üzerinde Allah’a hamd olsun. Bize ikram ettiği hediye ettiği nimetler için, sancağını bizim ellerimize verdiği için Allah’a şükürler olsun. Salât ve selam Allah’ın varlığın özü olarak, tamamlanmış bir kılındığı, âlemlere rahmet ve insanlara yol gösterici seçtiği arınmış habibi, son peygamber Muhammed bin Abdullah’ın üzerine olsun. Salât ve selam Hz. Peygamberin temiz soylu, insanlara verilmiş Kevser, kıyamet gününe kadar onun halefi olan arınmış Âline, onun yolundan yürüyen ashabına ve tabiinin üzerine olsun. Değerli âlimler, değerli konuklar Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsu. Hoş geldiniz. Burada Lübnanlı âlimler birliğine böyle zor bir zamanda ‘’Tekfircilik fitnesi karşısında İslami Vahdet’’ isimli konferansın düzenlenmesi için gösterdikleri
129
cabadan dolayı teşekkür ediyorum. Bu zamanda âlimlerin ilmi bir şekilde ümmetin birliği yönünde ortak bir dil oluşturmaları gerekmektedir. Bu konferansta sizlere ‘’ Şeri bakış acısıyla Şiilere göre Sünnilerin konumu’’ başlıklı bir konuyu anlatmak benim için büyük bir şeref. Ümit ediyoruz ki bu sunumla istenilen hedefe ulaşılır ve konu etrafındaki evhamlar ortadan kalkar. Haktan başka bir şey istemiyoruz zan ve vehim hakikat adına bir şey ifade etmezler. Buradan bulunan değerli âlimler sizlere bu konuda çeşitli zamanlarda yaşamış Ehli Beyt mektebine mensup âlimlerin görüşlerini nakletmeden önce, onların fikirlerinin mesnedi olan Ehli Beyt imamlarının bu konudaki görüşlerini nakletmek istiyorum.Ben Şia,Sünni kavramlarını kullanmaktan hiç hazzetmiyorum aslında ama mecburiyetten kullanıyorum.Ama ben ümmetin değerli alimlerinin hepsine büyük saygı duyuyorum.Burada şunu da belirtmek istiyorum ki;çok keskin bir silah olan bölünme ve guruplaşma fitnesine hayat bulacağı bir ortam bırakmamalıyız.Fakat maalesef ümmet bu günlerde böyle bir alana yitilmek isteniyor.Özellikle Irakta görülmüştür ki tekfir kavramı etrafında şekillenen bir hareket büyük düşmanımız Amerika’ya ve evlatlığı İsrail’e fayda salmaktan başka bir işe yaramıyor.Burada şu açığa çıkacaktır ki bizler Şia olarak bu kavram üzerinden konum belirlemiyoruz.Bu gerçek alimlerimize referansla
130
konu değerlendirildiğinde çok daha belirgin hale gelecektir. Ehli Beyt imamlarının(r.a) hayatlarından örnekler; İlk olarak; İmam Ali’den kendisine halife olarak beyat ettikten sonra bazı nedenlerden dolayı onunla savaşanlar hakkında sorulduğunda ‘’Onlar bizim kardeşlerimizdir fakat bize karşı gelmişlerdir’’ şeklinde cevap vermiştir. Ve arkasında şimdi söyleyeceğim ayete atıfta bulunmuştur. ‘’ Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah'ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, âdaletli davrananları sever. Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.(Hucurat/9-10) İmam onlar için kâfir olmuşlardır onlara İslam’ın hükmünü uygulamak gerekir dememiştir. Kadınları ve malları size helaldir dememiştir. İmam ‘’onlar Ehli Kıbledir’’ diyince İmam’ın tutumunu garipsediler. İkinci olarak; Hamran bin Iyn, İmam Muhammed Bakır’dan şu şekilde rivayette bulundu. ‘’İman kalbe yerleşir, insan onunla Allah’a ulaşır. Onu yapıp
131
etmeleriyle doğrular. Namaz, Zekât, Oruç ve hac üzere ittifak edenler kâfir değildir. Kim sözle ve yapıp etmeleriyle Müslüman olduğunu idea ediyorsa, onun kanı haramdır miras düşer ve onunla nikâhlanmak caizdir ‘’(El Kafi/56.sayfa/İman ve Küfür bölümü 5.hadis) İmam bu hadisiyle bütün guruplardan insanların içerisinde bulunduğu hal İslam’dır. Ve onun kanı haramdır ve saydığı hükümler onun için caridir. İslam olmak kâfir olmamaktır. İslam olmak iki şahadeti ikrar etmektir.’’ Ben şahadet ederim ki Allah’tan başka İlah yoktur. Ve ben yine şahadet erdim ki Muhammed onun kulu ve elçisidir.’’Bütün bunlardan sonra herhangi biri kalkıp da Ehli Kıbleden birini nasıl tekfir eder. Muaviye bin Vehp’den nakledilen hadis şu şekildedir; ‘’Ona sordum, bizimle aynı fikirde olmayan, kavmimizle arkadaşlarımızla nasıl bir ilişki kuralım? Dedik ki; İmamlarınıza bakın ve onlara uyun. Onlar ne yapıyorsa siz de aynısını yapın. Zira İmalar diğerlerinin hastalarını ziyaret eder, cenaze törenlerinde bulunur, onlara şahitlik eder ve onlara emanet eslim ederlerdi.’’(El Kâfi/2.Cüz/636/1.hadis) Üçüncü olarak; İmam Es Sadıktan rivayet olunan hadis şu şekildedir; ‘’Müslüman’ın kanı haramdır, ona emanet teslim edilir
132
ve onlarla nikâhlanmak caizdir’’ Burada Ehli Beyt imamlarının hadislerinden yaptığımız iktibaslar sonucunda Ehli Kıble ile ne şekilde alaka kurulacağı ortaya cıkmış oluyor. Onların takipçilerinin onların yaşam biçimlerine ve sözlerine karşı çıkmaları nasıl düşünülebilir. Ehli Beyt mektebine mensup âlimlerin bazılarının bu konudaki görüşleri 1.El Muhakkik Hilli Eş Şeyh Ebi Kasım Necmeddin Muhammed bin Hasan Huzeyli; Şeyh Şerai Ül İslam’da( 4.Bölüm/175-176.sayfa/Kitabul Hudud) İslam demek, Ben şahadet ederim ki Allah’tan başka İlah yoktur. Ve ben yine şahadet erdim ki Muhammed onun kulu ve elçisidir, demektir. Cenaze namazı bahsinde(1.cilt/103.sayfa) ‘’İki şahadeti ikrar ve izhar edenin cenaze namazı kılınır’’ demiştir. Nikâh bahsinde(Kitabun nİkah/2.cild/299)’’Nikâhın şartı iki tarfın da Müslüman olmasıdır’’ demiştir. Miras bahsinde(Kitab ul Faraiz/3.Cilt/13)’’Müslümanlar farklı mezheplere mensup olsalar da birbirlerine varis olabilirler’’demiştir.
133
Muhakkik Hilli Hicir 602 ‘de dogdu ve 73 sene yaşadı ve büyük bir âlimdi. Muhakkik Hilli (k.s)’’ Şerai ül İslam Fi Mesail ül Helal Vel Haram’’ isimli bir kitap yazdı. Bu kitap yazıldığı günden bu yana büyük ilgi görmüş, üzerine onşlarcaşerh ve haşiye yazılmıştır. Hatta şeyhimiz Muhakkik Razi ‘’Kitabuz Zeria’da’’ haşiye ve talikler hariç 82 tane şerh saymıştır. Ben yaptığım nakilleri ‘’Şerai ul İslam’dan’’ yaptım ki Ehli Sünnet kardeşlerimiz Şia’nın Ehli Sünnetle alakadar ne düşündüğü açıkça ortaya cıksın diye. 2.İmam Seyid Abdulhüseyin Şerüfiddin(k.s) Seyyid ‘’Fusul El Mühimme fi Telif Ul Ümme ‘’isimli kitapta Ehli Sünnet’in Müslüman olduğuna dair imamlardan nakiller yaptıktan sonra ‘’Onlara tıpkı Şiiler gibi İslam’dan kaynaklanan bütün hükümler uygulanır’’şeklinde devam etmiştir. ‘’Mısıra gittim ve büyük âlimlerden Ezher Şeyhi, Şeyh Selim Beşri Maliki ile görüştüm. Ona derim üzüntümden dolayı serzenişte bulundum, o da aynı dertle muzdarip olduğundan bana dert yandı. Allah bu Kitabı bu ümmeti birleştirmek için gönderdi, şimdi bu insanlar bu kitap üzerinde ayrılığa düşüyorlar diye düşünürken sanki saatler durmuştu. Esasında biz Ehli Sünnet ve Şia’nın aynı şekilde hanif İslam dinine inandıklarını ve Resul’ün getirdiklerini kabullendiklerini, aralarındaki ihtilafın şerefli İslam dinine zarar verecek asla dair bir ihtilaf olmadığını
134
biliyoruz.’’ Bu sözler Seyitten nakledilmektedir. Seyyid Beyrut’taki ‘’Cami Ül Amri’nin’’ minberine çıktığında şu sözleri söyledi; ‘’Bu ümmet görüşlerini, hedeflerini, mezheplerini ve İlay-ı Kelimetullah yolunda planlarını birleştirmediği sürece ona hayat hakkı yoktur. Ümmet öyle bir hale gelmeli ki doğudan batıya tek vücut haine dönüşmelidir. Herhangi bir uzvunun bitkin düştüğü yerde diğerine yardım etmelidir. Ancak bu şekilde aldatılmaktan, kandırılmaktan, teslim alınmaktan kurtulabilir.’’ 3.İmam Şeyh Al Kâşif Ul Gıta (k.s) ‘’Müslümanlar her ne kadar usul ve füruda ihtilafa düşseler de şimdi zikredeceğimiz hadisin kesinliğinde müttefiktirler. Her kim iki şahadeti ikrar eder ve İslam’ı din olarak kabul ederse onun kanı, malı, ırzı haramdır. Kim biz kıblemize dönüp namaz kılarsa, kestiğimizi yer ve dinimiz kabullenirse o bizdendir, bizim olan onundur, zararımıza olan onun da zararınadır. Bu zikrettiğimiz sözler ‘’ Risaletül İslamiye/3. Aded/51) 4.Seyyid Muhsin el Emin ‘’İslam ümmeti tek bir ümmettir. Tek bir dindir, tekbir
135
kitabı vardır, tek bir peygamberi vardır bu nedenle heva ve taassup nedeniyle parçalanmamalıdır’’ Bu zikrettiğimiz sözleri Seyyid ‘’ Sekafet ul İslamiye ‘’ nin 11. Sayısında dillendirmiştir. 5. Büyük Üstad Seyyid Muhammed Sadı Es Sadr (k.s) Dedi ki; ‘’Şia’yı ve Ehli Sünnet’i siyaset ayırmıştır bu gün onları siyaset birleştirebilir.Dün Şia ve Ehli Sünnet’i siyaset saflara ayırmıştı bu gün onların kalplerini birleştirebilir.Bu iki gurup arasında öze dair bir ayrılık yoktur kardeşliğin geliştirtmesi ,ihtilafların ise anlam bulduğu tarihin içinde terk edilmesi gerekmektedir.Çünkü Allah biridir,Kuran biridir,Peygamber biridir ,fıkhi ihtilaflar ise içtihat farklılıklarından ibarettir.Bu tip farklılıklar Ehli Sünnet’in kendi mezhepleri içerisinde de vardır.’’ 6.Allame Seyyid Cemalettin El Afgani Dedi ki; ‘’İslam dini u güm Muhammed Bin Abdullah(s.a)’in inşa ettiği bir gemidir ve bu mukaddes gemiye binmek özel ve genel anlamda bütün Müslümanların hakkıdır.’’ 7.Allame Şeyh Muhammed Cevat Muuğniye
136
Dedi ki; ‘’İslam’ın usul be Furua dair bürün söylediklerini kabullenen kişi Müslüman’dır. Usul’e dair olanlar Tevhit, Nübüvet ve Mead’dır bürün bunla şüphesiz iman eden kesinlikle Müslüman’dır. Bunlardan şüphesi olan ise Müslüman değildir.’’ Dedi ki; Şia’nın mezhebine dair zorunlu saydığı iki şey vardır. Birincisi; Usule dair olandır ki Bu İmamettir. On İki İmam Şia’sına mensup bir kişinin On İki Ehli Beyt İmamının imametini kabul etmesi gerekir. Herhangi bir kişi bilerek veya bilmeyerek On İki İmam’ın imametini kabul etmezse Şia değildir, fakat Müslüman’dır. O kişi için İslam’ın öngördüğü bütün hükümler geçerlidir. İkincisi; Furua dair olanlardır. Boşanma için şahit gerekliliği, içtihat kapısının acık olması vb konular furuatın içinde zikredilebilir. Yani diğer İslam mezheplerin de olmayıp da Şia da olan hükümler Şia’nın furuatıdır kendisi için bunlar acık bir gerçeklik halinde iken bunu halen inkâr eden Şia değildir.(Risaletül İslam/4.sayı) İmam Eş Şehit Muhammed Bakır Es Sadr(k.s)
137
Dedi ki; ‘’Aziz Irak Halkı, Sizlere, hayatınızı cihada adadığınız ve zor şartlar içerisinde olduğunuz bir dönemde, Arap, Kürt, Sünni, Şia bütün guruplarınız ve cemaatlerinizi kastederek söylemek istiyorum ki; bu gün başımıza musallat olan bela sadece bir mezhebi veya ırkı hedef almış değil bütün Irak halkına musallat olmuş bir beladır. Bu nedenle sizlerin bu belaya karşı cihadi bir tavır takınarak aranızda ayrım yapmadan birlikte değerlerinizi savunmalı ve onun için cihat etmelisiniz. Ben kendimi bildim bileli varlığımı Şia ve Ehli Sünnet’i bir tutarak İslam uğruna cihat etmeye adadım. Sürekli olarak onları birleştiren ve onların hepsini kapsayan bir risalet anlayışını savundum. Ben kendi içimde tek bir hedefi olan halis İslam anlayışından başka bir şey yaşamadım. Aziz Şia ve Sünni kardeşlerim ben sizinle İslam’a bağlılığınız ölçüsünde aranızda bir ayrım yapmadan birlikteyim.’’ (Senavat Ul Mihne ve Eyyam Ul Hasara/Şeyh Muhammed Rıza Nimani/305) İmam Seyyid Humeyni (k.s) Dedi ki; ‘’ Ey İslam hakikatine iman etmiş dünya Müslümanları ayağa kalkın ve İslam’ın mesajının gölgesinde toplanın, müstekbirlerin ülkeniz ve mallarınız üzerindeki tahakkümünü kırı. Aranızdaki ihtilafları ve nefsi çekişmelerinizi bir kenara koyun ve İslam’a dönün zira
138
sizler gerekli olan her şeye sahibisiniz.’’ (12.9.1980 tarihli beyanı) ‘’Bu gün tıpkı geçmişte de olduğu gibi İslam’ın maruz kaldığı tehlike şerefli İslam dininin bayrağı altında toplanmak yerine guruplaşmak ve bölünmektir.’’ (10.4.1982 tarihli beyan) 10.İmam Seyid Ali Hamenei Dedi ki; ‘’Biz İslami değerleri, insanı insanlığından eden, dünya değerleri gibi karartmak istemiyoruz ve İslami değerleri onlarla değiştirmek istemiyoruz. Biz Müslümanlar olarak aynı sözde buluşmalı ve ihtilaflardan uzak durmalıyız zira ihtilaf ancak düşmanlık doğurmaktadır. Biz Müslümanlardan kendi mezheplerine özgü inançlarını terk etmelerini istemiyoruz fakat onlardan ihtilaf noktalarının üzerinde ittifak edebileceğimiz noktaların var olduğunu anlamalarını anlatmak istiyoruz. Bu nedenle Şia ve Ehli Sünnetin kardeşlik ve sevgi duygularıyla bu iki mezhebin yakınlaşması ve aralarındaki sorunları halletmeleri için ellerinden geleni yapmaları gerekmektedir.’’(Hadi el Velaya/1.cilt138) Buraya kadar Şia âlimlerinden naklettiğimiz bu sözler Ehli Sünnet ve Şia’nın aynı dine inanan kardeşler olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyenler Şia’nın akaid ve fıkıh kitaplarına başvurabileler. Görülecektir ki âlimler Şia ve Ehli Sünnet arasında içtihat farkından öteye giden bir fark olmadığını söylüyorlar. Bunu söylerken o kadar acık bir şekilde söylüyorlar ki ortalığı karıştırmak isteyecek kimselere hiç fırsat kalmasın. Zira kötü resmedilmek istenen kimseler
139
ancak evrensel adaletin sağlanacağı İslami bir devletten başka bir şey arzulamıyorlar. Elhamdulillahirabbilalemin Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahl
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamaney Açısından Ehli Sünnet ve Şia Müslümanları Arasındaki Vahdet 24/07/2008
Günümüzde emperyalizm ve Amerika'nın temel hedeflerinden biri dünyanın çeşitli yerlerinde ihtilaflar çıkartmak olup, bunun en önemlisi şii ve sünni müslümanlar arasındaki ihtilaflardır. Dünyayı sömürmekte olan güçlerin Irak meseleleriyle ilgili olarak neler söylediklerini, kamuoyunu nasıl zehirlediklerini ve ne gibi nifak tohumları ekmeye çalıştıklarını görmektesiniz. Uzun yıllardır, kudret ve aşırılığa susamış Batı'lı güçlerin müslümanlar arasında ayrılık ve gayrılıklar çıkarmakla meşgul oldukları bilinmektedir. Dikkatli ve uyanık olmak gerekir. Yılın her mevsiminde ve her alanda dikkatli davranmalıyız. Şii ve sünni müslümanlar arasında
140
çıkabilecek bir savaş, Amerika'nın gerçek arzusudur. Müslüman halklar uyanmak ve düşmanın entrika ve eylemlerini küçümsememek zorundadırlar. Uyanış ve dikkatli davranış süreci korunmalıdır. Bugün, müslüman halklar ve İslam ülkelerinin dayanışma günüdür. Ben buradan kendi halkımı ve Irak, Pakistan ve diğer müslüman ülkelerdeki halkları uyarıyorum, mezhebi anlaşmazlıkları, şii-sünni ihtilaflarını gemlemelisiniz. Ben bugün, bazı ellerin belirli bir program içerisinde Şia ve Ehli Sünnet adına müslümanların arasını bozduklarını gözlemlemekteyim.Katliamlar, camilere, huseyniyelere, Cuma namazlarına, cemaat namazlarına saldırılar, kesinlikle emperyalizm ve siyonizmin maşaları vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. Bu eylemleri hiç bir müslüman yapmaz. Hem Irak'da, hem İran'da, hem Afganistan'da, hem Pakistan'da ve hem de dünyanın çeşitli bölgelerinde... Elimizdeki bilgiler, İslam düşmanları ve siyonistlerin kirli ellerinin, dolaylı veya dolaysız olarak İslam dünyasının çeşitli köşelerindeki olaylara karıştıklarını göstermektedir. Elbette biz, bu sözlerimizle ne şiilerin sünni olmasını ve ne de sünnilerin şii olmasını istemekteyiz. Amacımız, bir mezhebin diğer bir mezheb içerisinde erimesi değildir, çeşitli mezheplere mensup müslümanların inançları doğrultusunda ilmi çalışmalarda bulunmamaları değildir. İlmi faaliyetler, çok iyidir. Ancak, kimileri müslümanların birliğini sağlamak amacıyla mezhepleri inkara kalkışıyorlar. Bu, problemi çözemez. Tam tersine mezhebin isbatı,
141
problemlerin çözüme kavuşturulmasında yararlı olmaktadır. Mevcut mezheplerin her biri kendi bölgelerinde hayatın akışını düzenlemektedir. Ancak birbirleri arasındaki ilişkilerin dostça olması gerekir. Bilimsel çevrelerde bilimsel kitaplar yazsınlar; bilimsel olmayan muhitlerde değil... Bu yüzden eğer bir kimse kendi mantığını ispatlamak isterse, bizler onu önlememeliyiz. Ancak bir kimse, söz ve eylemiyle, çeşitli yöntemlerle ihtilaf oluşturmaya kalkışırsa, onun düşmana hizmet ettiğini düşünürüz. Hem sünniler ve hem de şiiler bu konuda dikkatli olmalıdırlar. Bir mezhebe mensup olan herkes, kendi inanç ve değerlerine saygı duymaktadır ve bu onun hakkıdır. Ancak, bu saygı duyma biçimi, farklı itikadlara sahip olan başka müslümanların oluşturduğu toplulukların değerlerine hakarete dönüştürülmemelidir. Biz hepimiz, ittifak halinde aynı İslam'a, aynı Kabe'ye, aynı peygambere, aynı namaza, aynı hacca, aynı cihada, aynı şeriate inanıp amel etmekteyiz. İhtilaf konuları, kesinlikle ortak noktalardan daha azdır. İslam düşmanları şii ve sünni müslümanlar arasında yalnızca İran'da değil, tüm İslam dünyasında ihtilaf çıkartmak peşindedirler. Şu noktaya da değinmek istiyorum. Müminlerin emiri Hz. Ali'yi şii ve sünni müslümanlar ve çeşitli fırkalar arasında bir ayrılık noktası olarak göstermeye çalışmayın. Hz. Ali, birlik ve dayanışma vesilesidir, ayrılık ve ihtilaf vesilesi değil... Ülkenin tüm yörelerindeki kardeşlerimiz, Hz. Ali'nin birlik ekseni olduğundan kuşku duymasınlar. İslam dünyasının
142
tamamı şiisiyle sünnisiyle bu büyük şahsiyeti sevmekte ve saygı duymaktadır. Nevaseb adlı küçük bir grup, Hz. Ali'ye düşman idiler. İslam tarihinde de hem Emeviler ve hem de Abbasiler döneminde Hz. Ali'ye düşmanlık besleyen gruplar mevcuttu. Ancak, ister şii ve isterse sünni olmak üzere İslam dünyasının geneli, Hz. Ali'yi övgüyle anmaktadır. Ehli Sünnetin fıkıh imamlarının Hz. Ali hakkındaki methiyelerini bilmektesiniz. Bu şiirlerin meşhur olanları İmam Şafii'ye aittir. İmam Şafii'nin Hz. Ali hakkındaki övgülerini içeren şiirleri vardır. Mezhep imamlarının hemen hepsi aynı bakış açısına sahiptir ve biz şiiler için bu büyük şahsiyetlerin konum ve tavırları açık, net ve şeffaftır. Maalesef İslam dünyasında öylesine insanlar yaşamaktadırlar ki Amerika ve diğer emperyalist güç odaklarına yakınlaşabilmek için her türlü aykırı hareketi kabullenmekte ve bu bağlamda şii ve sünniler arasında ihtilaflar oluşturabilmek için her yola başvurmaktadırlar. Ben bugün, bazı komşu ülkelerde hesaplı olarak şii ve sünniler arasında ayrılıklara yol açmak, kavimler ve mezhepleri birbirne düşürmek, siyasal akımları çatışmaya sevketmek ve böylece bulanık suda balık avlayarak İslam ülkelerinde gayri meşru çıkarlar elde etmek isteyen kimi gizli elleri görmekteyim. Dikkatli ve uyanık olmalıyız. Şiileri sünniler aleyhine ve sünnileri de şiiler aleyhine kışkırtanlar ne şiileri sevmektedirler ve ne de sünnileri... Onlar İslam'a düşmandırlar. ‘Kendi aranızda merhametli olunuz...' Yani müslüman
143
kardeşler kendi aralarında merhamet ve nezaketle davranmalıdırlar. Düşman her iki taraftan çalışmaktadır. Sünnilerin gözünde şiileri ve şiilerin gözünde de sünnileri asıl düşman olarak göstermekte ve maalesef kimi kaba softalar da buna inanmaktadırlar. Ayrıca şiileri ve sünnileri birbirlerinin mukaddes bildikleri değerlerine hakarete yöneltmektedirler. Düşmanın entrikası bu iki mektebi birbirinin karşısına dikmektir. Düşmanın denediği oyunlar karşısında gaflete düşmeniz mümkündür. Bu yüzden dikkatli davranmak ve düşmanı hangi kisveye girerse girsin tanımak zorundasınız. Onları, sözlerinden bile tanımak mümkündür... Bizim iftihar ettiğimiz konulardan biri, halkımızın kavmi ve mezhebi çeşitliliklerin hakim olduğu bölgelerde, yani ihtilaf ortamı mevcut yörelerde ihtilaf ve çatışmalardan kaçınmalarıdır. Elbette düşman, bundan hoşlanmamaktadır. Şii ve sünni müslümanlar arasındaki çatışmalar düşman için büyük değere sahiptir. İslam Ümmeti içerisindeki tefrikalar, maneviyat, kudret ve görkemli dayanışmanızı kırmakta ve Kur'an'da buyrulduğu üzere, güç kaybına uğramaktasınız. Bu bağlamda merkez rolü oynayabilecek faktörlerden biri, Resul-ü Ekrem (S)'in mukaddes varlığıdır. Müslümanlar, müslüman aydınlar bu büyük şahsiyetin öğretileri ve ona duyulan muhabbete dayanarak kapsamlı ve kuşatıcı bir bakış açısıyla İslami faaliyetlerini sürdürmelidirler. Müslümanların dayanışması meselesini şii ve sünni
144
tüm mezhepler, çeşitli Ehli Sünnet mezhepleri ile Şia'ya bağlı mezhepler ciddiye almak zorundadırlar. Günümüz müslümanları İslami vahdet konusunu ciddiye almalıdır. İslami birliğin anlamı açıktır. Müslümanlar arasındaki vahdet, bir zarurettir. Bu konuya bir şaka veya bir slogan olarak bakmak doğru değildir. Gerçekten de müslüman toplumlar, birbiriyle dayanışma içerisinde olmalı ve aynı istikamette hareket etmelidirler. Elbette vahdet konusu, karmaşık bir konudur. Dayanışmanın sağlanması kolay değildir. Müslüman halklar arasında dayanışma sağlanabilmesi için, mezhebi ihtilaflar, hayat biçimi farklılıkları ve fıkhi farklılıklar karşısında esneklik gösterilmesi gerekir. Müslüman halklar arasında dayanışma sağlanması, İslam dünyasının problemleriyle ilgili konularda birlikte hareket etmek, birbirine yardımcı olmak ve sermayelerini birbirleri aleyhinde kullanmamak demektir.
İTTİHAD-I İSLÂM (Bediüzzaman)
A)Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mü'min kardeşine
kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünkü, nasıl ki sen
âdi, küçük taşları Kâbe'den daha ehemmiyetli ve
Cebel-i Uhud'dan daha büyük desen, çirkin bir
akılsızlık edersin. Aynen öyle de, Kâbe hürmetinde
olan İmân ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet
gibi çok evsâf-ı İslâmiye muhabbeti ve ittifakı istediği
hâlde, mü'mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi
taşlar hükmünde olan bazı kusurâtı İmân ve
145
İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve
akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın
varsa anlarsın.
İşte bu müthiş sebebin verdiği vahîm neticeleri
görmemenin yegâne çaresi, Dokuz Emirdir.
1. Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin
muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin
adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine
müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın.
2. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte
olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak
olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp
ittifak ederek,
3. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine
ilişmemek cihetinde hakkı ise, "Mesleğim haktır,"
yahut "daha güzeldir" diyebilir. Yoksa, başkasının
mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden
"Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel
benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu
rehber etmek,
4. Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve
diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle,
146
5. Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle,
cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin
dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye
karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp
düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir
şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i
dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek,
6. Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için,
7. Nefsini ve enâniyetini,
8. Ve yanlış düşündüğü izzetini,
9. Ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk
etmekle ihlâsı kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder.
B) “Bu zamanın en büyük farz vazifesi İttihad-ı
İslâmdır.”
“Bu ittihad âdet değil ibadettir ve bu zamanın en
büyük farz vazifesidir”
C) “Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir
devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; İttihad-ı
İslâmdır.”
Ç) “Ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve düşmanca taraf
tutmanızdan kuvvetiniz hiçe iner. Az bir kuvvetle
ezilebilirsiniz. Sosyal hayatla alakanız varsa, ’Mümin
mümin için sağlam bir binanın birbirine kuvvet veren
taşları gibidir’ yüksek prensibini, hayat prensibi
147
yapınız. Dünya sefilliğinden ve ahiret sıkıntısından
kurtulunuz.”
D) Şeair-i İslâmiyenin (İslâmı sembolize eden
unsurların) serbestiyeti ve korunması İttihad-ı İslâm
ile mümkündür.
E) İttihad-ı Muhammediye’ye dahil misin sualine:
‘Maaliftihar! En küçük efradındanım. Fakat, benim
târif ettiğim vecihle ve o ittihaddan olmayan,
dinsizlerden başka kimdir, bana gösterin’ şeklinde
cevap vererek İttihad-ı İslâmın bütün Müslümanları
içine aldığını belirtmiştir.
F) ‘Evet Ümitvar olunuz şu istikbal inkılâbı içinde, en
yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır’
O halde fert ve toplum düzeyinde mü’minlerde nifak
ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve
inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i
kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı
içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve
merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için
zehirdir.
Yaşasın sıdk!
Ölsün yeis!
Muhabbet devam etsin!.
Şûra kuvvet bulsun!.
148
Bütün levm ve itab ve nefret, heva ve hevese tâbi
olanlara olsun.
Selâm ve selâmet Hüda'ya tâbi olanlar üstüne olsun.
G) "Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-
i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler!
Çabuk bu mânâsız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan
nizâı aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir
surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri
aleyhinde âlet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu
mağlûp ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i
tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden
yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mâbeyninizde varken,
iftirakı iktiza eden cüz'î meseleleri bırakmak
elzemdir."
Ğ) uhuvvet risalesinden bölümler,
Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir,
Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir,
bir.
Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir,
bir, yüze kadar bir, bir.
Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir-
ona kadar bir, bir.
149
Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı,
muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve
küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler
bulundukları hâlde,şikak ve nifâka, kin ve adâvete
sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve
sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî
adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i
vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete
karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne
derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu,kalbin
ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.
1- "Mü'minler ancak kardeştirler." (Hucurat Sûresi:
49:10.)
2- "Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini
tutan binâ gibidir." Buharî,
Üçüncü Düstur: Adâvet etmek istersen, kalbindeki
adâvete adâvet et, onun ref'ine çalış. Hem en ziyade
sana zarar veren nefs-i emmârene ve hevâ-i nefsine
adâvet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için
mü'minlere adâvet etme.
Eğer düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar
çoktur; onlara adâvet et.
Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı muhabbete lâyıktır.
150
Öyle de, adâvet hasleti, her şeyden evvel kendisi
adâvete lâyıktır.
H) Mevcut dünya şartları müvacehesinde İttihad-
İslâm’a sâik olacak pek çok esbaba rağmen, Âlem-
İslâm’da ihtilafın kısmen de olsa devam etmesine,
Bediüzzaman Hazretler’i şöyle teessüfte bulunur:
« Cây-ı teessüf bir halet-i içtimaiye ve kalb-i İslâmı
ağlatacak müdhiş bir maraz-ı hayat-ı içtimaî:
"Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dâhilî
adavetleri unutmak ve bırakmak" olan bir maslahat-ı
içtimaiyeyi en bedevi kavimler dahi takdir edip yaptıkları
halde, şu cemaat-ı İslâmiyeye hizmet dava edenlere ne
olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz
düşmanlar varken, cüz'î adavetleri unutmayıp,
düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir
sukuttur, bir vahşettir. Hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir
hıyanettir.’’ (Mektubat sh: 269)
‘’Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek
isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade
eden zalimlere karşı innemel mu’minune ihvetun kal'a-i
kudsiyesi içine giriniz; tahassun ediniz. Yoksa ne
hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa
edebilirsiniz. Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle
151
boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mizanda
iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa; bir küçük
taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini
yukarı, birini aşağı indirir.
İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane
tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle
ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, el
mu’minu lil mu’mini kel bunyanil mersus yeshuddu
ba’duhu ba’den düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız,
sefalet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden
kurtulunuz!..’’ (Mektubat sh: 270)
‘’İttihad-I İslâm’ın nokta-ı istinadı olan Âlem-i İslâm’daki
dinî meslek ve cemaatler, esasat ve zaruriyat-ı diniyeyi
esas alıp, mesail-i fer’iyeyi ve meslekiyeyi medar-ı niza
etmemeleridir.’’
«Evet o ecnebilerin, canavarlar gibi yaptıkları muamele
ve zulümler, İslâm dünyasında, hürriyet ve istiklal ve
ittihad-ı İslâm cereyanını da hızlandırmıştır. Nihayet,
müstakil İslâm devletlerinin teşkilini intac etmiştir.
İnşâallahü Teâlâ, Cemahir-i Müttefika-i İslâmiye de
meydana gelecek ve İslâmiyet, dünyaya hâkim ve
hükümran olacaktır. Rahmet-i İlahîden kuvvetle ümid ve
niyaz ediyoruz.’’ (Konferans sh:54)
152
Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize
düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider.
Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.
(Enfal Suresi, 46)
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu
yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost
olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir
bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73)
“Şüphesiz Allah,Kendi yolunda, sanki birbirlerine
kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele
edenleri sever.” (Saff Suresi,4)
Tefrikayı kim ve neden çıkarmak istiyor?
İslam tarihine baktığımızda tefrikanın Müslümanların
düşmanları ve onlara hizmet eden münafıklar tarafından
çıkarıldığı görülecektir.
Rivayet olunur ki, Şemmas b. Kays isminde bir yaşlı
Yahudi varmış.Küfrü ve Müslümanlara karşı hiddeti, kini
ve çekememezliği pek şiddetliymiş.Bir gün Evs ve Hazreç
kabilelerinden bir takım ashab-ı kiram bir mecliste
oturmuş konuşurlarken bu Yahudi yanlarından geçmiş,
cahiliye zamanında aralarında şiddetli düşmanlık ve
hasımlık bulunan bu kimselerin İslâm’dan sonra
153
aralarındaki bu ülfeti, toplanmayı, düzelmeyi ve sevgiyi
görünce:
‘’Allah’a yemin ederim ki bunlar böyle toplandıkça, bizim
buralarda rahatımız kalmaz.’’ demiş ve yanındaki bir
Yahudi delikanlısına:
‘'Haydi şunların yanlarına otur, yevm-i bûâsı (buas
günü) ve daha öncekilerini hatırlarına getir ve o zaman
söyledikleri şiirlerden bazı parçalarda okuyuver.’’ diye
tembih etmişti.’Buas günü’ ise İslâm’dan yüz yirmi sene
kadar birbirleriyle düşmanlık ve hasımlık üzere yaşamış
olan Evs ve Hazrec kabilelerinin savaş yaptıkları ve Evs’in
Hazrec’e galip geldiği son bir gün idi.Delikanlı dediğini
yapmış ve derken bir münakaşa kapısı açılmış.İki taraf
öğünmeye başlamışlar, nihayet bir çekişme, ağız kavgası
olmuş, Evs’ten Evs b Kayzî,Hazrec’den Hübar b. Sahr
sıçramışlar, birbirlerine söz atmışlar, birisi diğerine:
‘’İsterseniz bugün yine öyle bir gün yaparız.’’demiş.İki
taraf öfkeyle gelmiş:’’ Haydi yaptık,silâh silâh, haydi
zahireye, harre meydanına!’’ demişler, sözün kısası Evs
kabilesi birbirleriyle,Hazrec de birbirleriyle birleşmişler, o
sırada durum Peygamberimize ulaşmış, O da yüce
huzurlarında bulunan Muhacir ashabı kiramla birlikte
onların yanlarına gelmiş:’’ Ey müslümanlar
topluluğu!..Allah Allah! Ben aranızda bulunurken de
154
cahiliye davası mı yapıyorsunuz? Cenab-ı Allah sizi
İslâm’a hidayet ettikten ve küfürden kurtarıp kerem
(cömertlik) ve yardımıyla cahiliyyenin kökünü kestikten
ve aranızı bulduktan sonra, yine eski küfre mi
dönüyorsunuz?’’ diye nasihat edince, hepsi düştükleri
tehlikenin bir şeytan tuzağı olduğunu anlayarak derhal
ellerindeki silahlarını bırakmışlar, gözlerinden yaşlar
dökerek birbirlerine sarılmışlar, kucaklaşmışlar ve
Resulullah’a itaat ederek beraberce gitmişler. Cenab-ı
Allah bu şekilde Şemmas’ın fitne ateşini sürdürmüş, bu
sebeple hem Ehl-i Kitaba bir öğüt, hem de müminleri
onlardan herhangi birine uymaktan yasaklanmak
maksadıyla hükmü (98-101 Al-i İmran) ayetleri
inmiştir.(Hak Dini Kur’an Dili Tefsir)
‘’….Arkadaşlarından biri:’’Bu makama herkesten daha
lâyık olduğun hâlde seni bu makamdan nasıl
alıkoydular?’’diye soruca buyurdu ki(İmam Ali):
‘’Bu,bir grubun ona hırsla yöneldikleri bir tür
tekelciliktir ve bir grup da izzetle ondan vazgeçti,bu
konuda HÜKÜM Allah’ındır;dönüş yeri ise
KIYAMETTİR.SEN ŞİMDİ SENİ İLGİLENDİRMEYEN ŞEYLE
UĞRAŞMA.’’
İmam Hasan’ın Barışı,s.55
155
İmam Hamaney ise yukarıdaki İmam Ali’nin buyruğu için
şöyle bir açıklama yapıyor:
‘’İmam’ın buyruğunda geçen bu meşhur misalin
devamının tercümesi şöyledir:ŞİMDİLİK GÜNÜN
KONUSU OLAN MUAVİYE’YLE UĞRAŞ,HERHALUKÂRDA
GEÇEN VE BUGÜN DÜŞÜNÜLMEYECEK VE HAKKINDA BİR
ŞEY YAPILMAYACAK ŞEYLE DEĞİL.BU EHLİBEYT
SÖZÜNDE GÖNÜL SAHİPLERİ İÇİN BÜYÜK VE EĞİTİCİ BİR
DERS VAR’’
Ali Şeriati şöyle diyor:
"Şu anki Şia ve Sünni savaşı, Safevî Şiası ve Emevî
Sünniliği savaşı olup İslam ile sömürü ve Müslüman ile
siyonist arasındaki savaştan gafil kılmak için
çıkarılmıştır. Bu iki savaşın birbirine bağlılığı, bu iki
cephenin aynı zamanda ortaya çıkması, dünyadan haberi
olan herkesçe açıkca bilinmektedir. "Fedek gasbı"nın (Şii
ve Sünni camiasında hala süren bir tartışma konusudur.)
diri ve şu anda olan bir olay gibi kışkırtıcı ve olağandışı
bir biçimde ortaya getirilmesi, "Filistin'in gasbı"nın
unutturulması içindir." (Ali Şiası Safevi Şiasıs, 234)
İlmi tartışmalar son haddine de varsa ilim ehli
Müslüman hiçbir zaman tefrika çıkarmaz,her zaman
birlik ve beraberlikten yana tavır sergiler.
Örnek:
156
‟‟…Ebuzer haccı tamamlayaıp Mina‟ya geçti.Ona
Osman‟ın yolculuk esnasında da dört rekat namaz
kıldığını söylediler.Çehresinde öfke belirdi.ġiddetle
Osman‟a saldırdı ve ardından Ģöyle dedi:Ben Allah
Resulü‟yle yolculukta namaz kıldım,o iki rekat
kılıyordu.Ebubekir ve Ömer‟le de bu Ģekilde namaz
kıldım.Osman nasıl onu tam kılar?
Ardından namaza durup kendisi de dört rekat kıldı.
Oradakilerden bazıları bu manzarayı görünce
ĢaĢırdılar.Ebuzer namazı bitirince de ona Ģöyle dediler:
„Sen Emir‟el Mü‟minin‟nin ,bunu yapmasını eleĢtirdiğin
halde kendin neden aynısını yaptın?
-BOZGUNCULUK DAHA KÖTÜDÜR!
Ebuzer Rebeze‟ye döndü…‟‟
Kaynak:Zulme ve Sosyal Adaletsizliğe KarĢı Bir Kez
Daha EBUZER,sf.185-186,Söylem yayınları,Ali ġeriati
SONUÇ:
Ġ.Hamaney:
„‟BAŞKALARINI SİLEREK KENDİMİZİ İSPAT
GİBİ BİR YAKLAŞIMIMIZ YOK.‟‟
Pieta „nın dediği gibi:
157
" Söyledim... duydu anlamına gelmez
Duydu... doğru anladı anlamına gelmez
Anladı... hak verdi anlamına gelmez
Hak verdi... inandı anlamına gelmez
Ġnandı... uyguladı anlamına gelmez,
Uyguladı... sürdürecek anlamına gelmez.”
“Hayat pamuk ipliğine bağlıdır, tek ilaç duadır.”
Selam ve dua ile.
158