28
Toplum Bilimleri Dergisi Ergun TEMİZKAYA (*) POSTMODERN İMGE TOPLUMU (**) öz Aydınlanma ve Sanayi Devrimleri modern toplumun kuruluşunda önemli kav- şak noktalarındandır. Akılcılık, bürokrasi, bireyselleşme, sekülarizasyon modern toplum analizinde önemli parametrelerdendir. Bireysel benliklerin farklı dünya tahayyüllerine sahip oluşu ve bu farklılıkların toplumsal plemeleri yansıtması da kaçınılmazdır. Bilgi toplumu, postmodern toplum, ağ toplumu, postendüs- triyel toplum vd. görülen, izlenen, yorumlanan dünya görüşlerine ait toplum tanımlamalarından olmaktadır. Toplumun kuruluşu ve yaşayışında imgelerin, kavramların yani düşüncenin yeri tarşılmazdır. İmgeler ve imgelem toplumsal eylemde içkindir. İmgeler toplumsal gelişime koşut aktarılırlar. Siyasal, kültürel, ekonomik değişime onlar da kalırlar. Farklı bireyselliklere ait olmaları, görsel ve işitsel ağırlıklı olarak çeşitlilik göstermeleri güvensizliklerinin kanıdır. Post- modern toplum imge toplumudur. İmgelerin sağanağı alndaki bu toplumun fenomenolojik incelemesi makalenin konusunu teşkil etmektedir. anahtar kelimeler Modernite, Postmodernite, İmge, İmge Toplumu © Toplum Bilimleri • Ocak - Haziran • 9 (17) : 195-222

POSTMODERN İMGE TOPLUMU - toplumbilimleri.comtoplumbilimleri.com/files/4a83d59f-c5e7-4b9f-b7bf-07155961c2f912 Ergun...Postmodern İmge Toplumu197 değiştirmiştir. Zihin değişimlerinin

  • Upload
    others

  • View
    20

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

ToplumBilimleriDergisi

Ergun TEMİZKAYA (*)

POSTMODERN İMGE TOPLUMU (**)

öz

Aydınlanma ve Sanayi Devrimleri modern toplumun kuruluşunda önemli kav-şak noktalarındandır. Akılcılık, bürokrasi, bireyselleşme, sekülarizasyon modern toplum analizinde önemli parametrelerdendir. Bireysel benliklerin farklı dünya tahayyüllerine sahip oluşu ve bu farklılıkların toplumsal tiplemeleri yansıtması da kaçınılmazdır. Bilgi toplumu, postmodern toplum, ağ toplumu, postendüs-triyel toplum vd. görülen, izlenen, yorumlanan dünya görüşlerine ait toplum tanımlamalarından olmaktadır. Toplumun kuruluşu ve yaşayışında imgelerin, kavramların yani düşüncenin yeri tartışılmazdır. İmgeler ve imgelem toplumsal eylemde içkindir. İmgeler toplumsal gelişime koşut aktarılırlar. Siyasal, kültürel, ekonomik değişime onlar da katılırlar. Farklı bireyselliklere ait olmaları, görsel ve işitsel ağırlıklı olarak çeşitlilik göstermeleri güvensizliklerinin kanıtıdır. Post-modern toplum imge toplumudur. İmgelerin sağanağı altındaki bu toplumun fenomenolojik incelemesi makalenin konusunu teşkil etmektedir.

anahtar kelimeler

Modernite, Postmodernite, İmge, İmge Toplumu

© Toplum Bilimleri • Ocak - Haziran • 9 (17) : 195-222

Toplum Bilimleri • Ocak 2015 • 9 (17)196

abstract

Society of Postmodern Image

Enlightment and Industrial Revolution are both crucial junction points of the foundation of modern society. Rationalism, bureaucracy, individualism, secularization are important parameters for analysis of modern society. It is inevitable that having different earth visions of individual selfs' and reflecting communal typings with respect to these differences. Information society, postmodern society, network society, postindustrial society etc. result from society definitions which are seen, observed, interpreted. The place of images, terms, in other words, the place of thoughts is indisputable during the foundation and existence of society. Images and imagination are in communal action. Images are transferred with communal development. They also affiliate with political, cultural, economic alteration. The proofs of their insecurities are being in different individualisms and having mainly audial diversity. Postmodern society is image society. The topic of this article includes that the analysis of phemenological society under the effect of images.

key words

Modernity, Postmodernity, Image, Image Society

GirişGeleneksel toplumdan modern topluma geçen insanlık, tarihsel şartlar içinde, zaman-mekân gerçekliklerini de yanında taşıyarak yeni bir inşa düzeneği oluş-turmuştur. Bu düzenek; akılcılığı, sekülerleşmeyi, düzeni ve ilerlemeyi ön kabul bileşenler olarak belirlemiştir. Ön kabullerin yaşamsal gerekler olarak uygula-maya sokulması dinde Reformasyon’la başlamış, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi aşamaları da bunu takip etmiştir. Bu gelişmeler, kesintili, keskin sınırlı olmayıp, birbirlerinin içinde, ayrılması zor sarmal süreçlerdir. Geleneksel döneme ait ya-şam dünyası modern adı verilen bu tasarımın hayat bulması ile değişime uğra-mıştır. Artan üretim ve buna koşut tüketim olgusu modernitenin getirilerinden-dir. İnsanın ‘birey’ olduğunun farkına varması, sorunların aşkın değerlere göre değil, ‘dünyada, yerde’ çözümlenmesi, öznenin nesneyle diyalektiği, düzenin kurumsallaşarak ‘bürokrasi’ olarak kendini göstermesi değişimin köşe taşları olmuştur. Bu nedenle modernleşme bir bilince sahiptir; bu bilincin bileşenleri bireysel bilinçte objektifleşmiştir.

Teknolojinin her geçen yıl devasa boyutlara ulaşması, tüketimin “göste-rişli” nitelikleri, televizyon, sinema, internet gibi kitle iletişim aygıtlarının ger-çeklikleri yorumlayış biçimleri, reklamların etkisi ve diğer nedenler zihinleri de

Postmodern İmge Toplumu 197

değiştirmiştir. Zihin değişimlerinin toplumsal karşılıklarını, sosyolojinin nesnesi olan kurumlarda da görmemek olanaksızdır.

Modernliğin son aşaması - tartışmalı da olsa- genel kabul gören postmo-dern çağda, birey ve toplumun kendine yabancılaştığı, şeyleştiği, risklerin kıska-cında olduğu, güven ve kaygı içinde bulunduğu, bireysel benliklerde narsisistik vetirelerin somutlaştığı görülmektedir. Postmodern çağ, imgelerin yoğun oldu-ğu bir dönem özelliğindedir. İmgeler her yerde bizleri sarıp sarmalarlar; yaşantı dünyalarında onların gerçeklikleriyle yaşarız. Sosyal gerçeklikler, hakikate ne kadar yakın olurlarsa onlara ait imgelem/tahayyül o kadar sağlıklı olur. Ama ço-ğunlukla imgeler çeldiricidirler. Onların güvensiz oluşları, toplum gerçekliğinin de modernleşme idealinden uzaklaşmasına neden olmuştur. Postmodern veya geç modern çağ, bireysel benliklerin mutasyonunu içeren bir dönemdir.

Zihinlerdeki kurulum, doğadan kaynağını alan nesnel gerçekliklerin imge-leriyle mümkündür. İmgeler, bilinçsel süreçlerin temel nesneleridir. İmge top-lumunun bilinci, modern ve postmodern süreçlerdeki bilincin gelişimidir. Mo-derniteyle beraber kentler, metropoller çoğalmış, demografik hareketlenme, gelişen kitle toplumunun kültürel gerilimleri bireysel kimliklerin tanımlarını değiştirmiştir. Teknolojinin olanaklarıyla zaman ve mekânın değişimi, kültürler arasındaki ton farklarını azaltmıştır. Bireyler biyolojik ve psikolojik metamor-foz içindedirler. Aşırı tüketme arzusu, haz duygularını tatmine yönelik uğraşlar postmodern toplumun niteliklerinden olduğu gözlenmektedir. Postmodernite aynı zamanda teknik ilerlemelerin, siyasi, kültürel, ekonomik kurumsallaşma-ların, küreselleşmenin, öznel bağlamda, bireysel kimliklerin dönüşüm dinamik-lerini içinde barındıran bir durumdur. Nesnelerin öznenin yaşamında egemen göründüğü, bilinçlerin imgesel düşünme yönünde “şartlandırıldığı, standartlaş-tırıldığı” postmodern imge toplumu analizi bu nedenle önem arz etmektedir.

Postmodern kapitalist politikaların çalışma yaşamına getirdiği esneklik, gü-vencesizlik, kaygı sorunları benliklerde de değişime neden olmuştur. Benlik de-ğişimlerindeki tezahürler bireylerin daha dışa dönük gibi görünerek nesnelere yönelmelerini sağlamıştır. Bireylerin nesnelerde aradıkları “verili gerçeklikler-dir”. Dış dünyanın var olan imgeleri ise medya, okul, iş/yaşam, eğlence dünyası gibi fenomenler tarafından üretilmektedir. Görünen ile istenen arasındaki veya başka bir söyleyişle özne ile nesne arasındaki uyumsuzluk bireylerde anlamla-rın zayıflamasına, kaybolmasına, imgelere bağımlı düşünmeye yol açmıştır. Ko-lektif bilinç ve bilinçaltı zayıflamıştır. Bu değişim toplumsal yaşamı derinden et-kilemektedir. Gösteren-gösterilen diyalogu “kopmuştur”. Sembolik dünyaların objektifliği ve nesnelleşmesi zemin kaymasına uğramıştır. Bireyler daha nihilist ve kinik olmakta; haz, arzu tatminini sonsuz tecrübe etmek istemektedirler. Bu nedenle imgelere sarılarak “yaşam dünyalarını” sürdürme eğilimindedirler.

Toplum Bilimleri • Ocak 2015 • 9 (17)198

Postmodern toplum, “imge toplumudur”. İmgeler, gerçekliklerin bilinç-te zihinsel süreçlerden geçerek düşüncenin oluşmasına, düşünceler de insa-nın eylemlerini sürdürmesine neden olur. İmgeler yaşam dünyamızda görsel ağırlıklı olarak kendilerini sunarlar. Görsel imgeler, görsel düşünme, fanteziler, rüyalar yanıltıcıdır. Akıl, bilim imgeler karşısında ikircikli biçim alırlar. Bilinçler imgelerin içerikleriyle oluştuklarından, düşünmeyi bırakan özneler benlik deği-şimine maruz kalırlar. “Kırılganlık, geçicilik ve gelişigüzellik şu ana kadar insanın doğal yaşam ortamının koşulları olmuştur ve belki de uzun süre olmaya devam edecektir”(Bauman,2013:214). Gerçek, Baudrillard’ın dediği gibi “hiper ger-çektir”. Toplum, imgeler ile gerçek dünyadaki, A. Schutz’un tabiriyle, “bilgi sto-kunu” değiş-tokuş etmiştir. Tüketim toplumunun sağladığı yeni benlik ve kişilik yapısı “narsisistik” karakterdedir. Richard Sennett’in deyimiyle bu bir “karakter aşınmasıdır”(Sennett, 2012:11).

Değişen benlikler imgesel, yani sanal benliklerdir. Makale bu benliklerin ait olduğu imge toplumunu konu almaktadır. İmge toplumu sorunlu bir top-lumdur. Gerçeklikler, hakikatler dolayısıyla düşünce sorgulandığından sorun-ludur. Günümüzün gerçek dışılığı, imgelerin yoğun olarak yaşamımızı işgal et-mesindedir.

Neden İmgeler?Gündelik yaşamın imgelerin ve simgelerin tezahürlerinin sosyolojisini yapmak, bireyin içinde bocaladığı, yeni benliğine giydirmeye/giydirilmeye çalıştığı/çalı-şıldığı kimliğinin gerek biçimsel gerekse içerik açısından “sosyal varlık” olarak incelenmesi anlamına gelmektedir. İmgelerle ilgili psikoloji, iletişim, sosyoloji, felsefe ve tarih yazınında oldukça fazla örnekler göze çarpmıştır. İmgeler özellik-le sanat tarihi ve iletişim disiplinlerinde önemli bir yer tutmaktadır. Psikolojide ve psikiyatride bilişsel süreçlerin incelenmesinde, psikanaliz ve psikoterapide imgelerin dinamik incelemesi ve yorumlamaları yapılmaktadır. Çeşitli sosyolo-jik başlıklar altında imge, imaj tarzında dağınık betimlemeler ve tespitler dı-şında sosyolojide, postmodern toplumun bir karakteristiği olarak imgeler başlı başına bir konu olarak incelenmemiştir. Dağınık, kısa paragraflar tarzında, im-gelerin özelliklerine değinilmesine karşın, imge toplumuna dönüşen postmo-dern dönem toplumların, bu dönüşüme neden olan sebepleri incelenmemiştir. Daha açık bir ifadeyle imge toplumu, postmodern çağın toplumsal özelliklerine sahip olduğundan, bu bağlamda, sosyoloji yazınında imgelerin mahiyetine göre bireylerin ve toplumların dönüşümüne neden olan parametreler belirlenerek sistemli bir eleştirisi yapılmamıştır.

Postmodern İmge Toplumu 199

İmge ve İmgelem Nedir?Raymond Williams, imgenins 13. yüzyıldan itibaren İngilizce’deki en eski an-lamının fiziksel bir suret veya benzerlik olduğunu, Latince’deki imago’dan da daha eski olduğunu söyler (Williams, 2012:190). Kelimenin taklit etme ile kök-sel ilişkisi olduğu düşünülmekle beraber, kopyalama, imagination (hayal gücü, imgelem, tahayyül) ve imaginary (hayalî, imgesel) sözcükleri ile de ilgisi vardır. Bu sözcüğün 16. yüzyıla kadar anlamı zihinsel kavramlarla ilgili olmasına karşın, 17. yüzyıldan itibaren fiziksel anlam da kazanmış ve özellikle edebiyat alanında çokça kullanılmaya başlanmıştır. İmge sözcüğü zamanımızda algıyla, ticari faali-yetlerle ilgili kullanım alanlarına kadar genişletilmiş anlamlarda kullanılmakta-dır (Williams, 2012:190).

Türk Dil Kurumu’na göre imge, zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özle-nen şey, düş, hayal, hülya biçiminde tanımlanmaktadır (TDK, 1998:1076). Di-limizde Batı dillerindeki “image” karşılığı olarak kullanılan “imaj” sözcüğünün “yanıltıcı sunuş değeri içeren bir anlamı vardır. Sözcüğün tam Türkçeleştirilmiş hali “imge” ise imleme işareti bağlamında “image” ın kasıtlı olarak yanıltıcı dü-zenlemeyle sunulmayan yanını da kapsamaktadır (Türkoğlu, 2000:19). İmago olarak kullanımını daha çok psikoloji yazınında görülmektedir. Öyle ki, Jung’un analitik psikolojisinde, çocuğun yaşamındaki önemli kişilerin (özellikle anne-nin) idealize edilmiş imajı şeklinde kullanılır ve Freud’un süperegosuna karşılık gelir. Psikanalizde ise başkalarına, özellikle de çocuğun özdeşleştiği bir ebevey-nin bilinçdışındaki karşılığı olur ve bu söz konusu kişinin gerçek özelliklerinden çok idealize edilmiş özelliklerini taşır ve bireyin ahlaki standartları ve idealleri üzerinde belirgin bir etkisi vardır(Budak, 2005:393).

İmge, dış dünyadaki nesnelerin zihinsel resim, kopya ya da tasarımı; ger-çek ya da gerçek dışı bir şey ya da olgunun zihindeki tasarımı; varolan şeylerin, zihinde oluşan sureti; resimsel niteliği olan tasarım; zihnin, duyusal bir niteliği, ya da dış dünyada varolan bir şeyin kopyasını, duyusal uyaranların yokluğunda meydana getirmesi sürecinin ürünü olan zihinsel nesne olarak tanımlanmak-tadır.

Zihinde bir imgenin oluşması, algı sonucunda olabileceği gibi, daha sonra bir algıyı düşünmek, çağrıştırmak, bir şeyi imgelemde (tahayyülde) kurmak yo-luyla da olabilir. İmgenin söz konusu anlamı içinde, duyusal imgelerde somut-laşmayan, imgelere dayanmayan ve tümüyle soyut olan düşünce tarzına ya da kavramsal anlamlara imgesiz düşünme denmektedir (Cevizci, 2005:503)). İmge hakkında bir tanım yapma zorluğu vardır. Bir kopya, benzerlik gibi değerlendi-rilirken fiziki gerçekliğin yansıması olduğu düşünülür. Kimi zaman algılamanın uzantısı, tüm düşünce sisteminin bir parçası, bir suret ya da temsil olarak öz-deşleştirilebilir (Yücel, 2013:16).

Toplum Bilimleri • Ocak 2015 • 9 (17)200

İmge ve İmgelemle İlgili Felsefi YaklaşımlarAntik Yunan’da sözcüğün bugünkünden farklı kullanılmadığını görürüz. Şöyle ki, eikôn, imge, kopya, yansı, sûret anlamına gelmektedir. Eikazio sözcüğü ise benzer kılmak, temsil etmek, tahmin etmek anlamına gelirken, eikazô, zannet-mek, tasvir etmek anlamını vermektedir. Eidolon, imge, imaj olarak karşılık bul-maktadır. Eidos görüntü, görünüş, şekil, form, biçim, doğa, tip, idea düşünce, tasavvur anlamlarını verir (Peters, 2004:85-85).

İnsan ve hayvanların yaşamlarındaki en önemli duyu görme duyusudur. Bu duyu daha fazla bilgi, zevk ve fayda verir (Aristoteles, 1996:75). Çünkü Aristo’ya göre görme, şeyler arasındaki birçok farkı gösterir. Hayvanlar, doğaları gereği, duyumlara daha fazla bağlı olduklarından, imgeler ve anılara sahip olarak ya-şarlar. Yalnız insandan farklı olarak deneye sahip olmadıklarından, sadece insan sanat ve akıl yürütme seviyesine kadar yükselebilir (Aristoteles, 1996:76). Aynı şeye ilişkin anı, sonunda bir deney meydana getirir. Aristoteles, duyumun ruhta alıkonulup içkin olduğu canlılarda bu alıkonulma sayesinde bellek ve belleğe sahip olanlarda imgelem dediğimiz yetinin (veya yetilerin) ortaya çıktığını, du-yumsamanın kalıcı olarak içselleşmediği canlılarda ise hafızanın oluşmadığını ileri sürer. Anımsanan anıların bir kısmını nesnelerin imgeleri oluşturur (Özcan, 2011:335).

Belleğin (hafızanın) nesnesi şimdiye ait olan anılar olduğundan, anımsama duyularla daha evvel düşünülmüş ve öğrenilmiş olan şeydir. Hafıza, duyumsa-ma/algılama değildir, kavrama, bilme de değildir (Özcan, 2011:336). Kesin bilgi ve duyulmama, nesneleriyle aynı tarzda bölünür, ruhtaki duyusal yeti ve bilme yetisi duyulur nesnelerdir. Bu nesnelerden biri düşünülürken, diğeri de duyulur olurlar (Aristoteles, 2014:20-21). Bu yetilerin, Aristo’ya göre nesnelerle ve en azından objelerin biçimleriyle özdeş olmaları zorunludur. Yetilerin objeler ol-maları imkânsızdır, çünkü zihinsel tasarımda nesne değil biçim vardır.

Duyumlama/algılama olmadan hiçbir şeyi öğrenemeyiz ve anlayamayız. Zekânın kullanılması da bir imgeyle birlikte olmalıdır, zira imgeler maddi içerik-li değildirler ve algılamaya benzerler (Aritoteles, 2014:183). Doğru ve yanlışın ayrılması kavramlarla olduğuna göre, kavramların da imgesiz var olmamalarına rağmen, kavramların imgeler olduğu sonucu tartışılmalıdır. Aristo bu konuda çı-karsamacı düşünce ile imgelemenin karıştırılmamasını önermekte, çıkarsamacı düşüncenin kavramların sentezini gerektirdiğini öne sürmektedir. Son tahlilde kavramların imgeler olmadan meydana gelemeyeceğini belirtmektedir (Arito-teles, 2014:184).

Aristo’ya göre imgeleme, duyumlama/algılama ve düşünmeden ayrı bir olgudur. Duyumlama olmadan algılama olmaz, imgeleme yoksa inanç da yok-tur (Aristoteles, 2014:154). Fakat imgeleme ne inançtır, ne de düşüncedir. Bu

Postmodern İmge Toplumu 201

durum bizim düşlememize bağlıdır. Bir nesnenin gözümüzün önünde canlandı-rılması ya da nesnenin duyularımızda oluşturduğu etkilere göre imgelemenin oyunuyla davranırız. İmgeleme, yalnız, yargımızın doğru ya da yanlış olduğunu ve olabildiğini düşünmemizi sağlayan yetidir veya bir durumdur. Duyumlama, kanı, bilim, idrak etme (intellection) böyledir (Aristoteles, 2014:156). İmgele-me duyumlama değildir, duyumlamalar her zaman doğru olurken, imgeler ço-ğunlukla yanlış olduklarından imgeleme, doğru veya yanlış olabilir.

Bazı insanların zekâları tutku veya hastalıklar tarafından karartıldığı için im-gelerin etkisiyle davranırlar: İnsanların durumu budur (Aristoteles, 2014:161). Postmodern tüketim toplumunda imgelerin çoğalışı, Aristo’nun bu saptama-sıyla uyumlu görülmektedir. Bireyler somut gerçekliklerin doğalarından uzak, nesnelerin “görünür yüzeyleriyle” imgelemlerini/tahayyüllerini kullanarak “dü-şünmeden” uzaklaşırlar. İmgelerin verdikleriyle düşünüp, tutum ve davranışla-rını belirlerler.

Aziz Augustinus (M.S. 314-430), kendisini “Yaratan Kişi”ye “her türlü du-yarlı nesnelerin algılanması sonucunda oluşan imgeler hazinesi içeren belle-ğin geniş saraylarına, ovalarına girmekle” ulaşacağını savunarak, imge-bellek birlikteliğini açıklar (Augustinus, 2007:224). Duyular aracılığıyla nesnelerden azaltarak, arttırarak ve değiştirerek oluşturulan düşünceler bellekte depolanır ve korunur. Belleğe başvurulduğunda uzun veya kısa bir araştırmadan sonra bu imgeler anımsanır. Yeni gelen düşünceler yenileri gelince silinirler, isteyince ye-niden ortaya çıkarlar. Belleğe giren nesnelerin kendileri değil, anımsandığında düşünceye görünen nesnelerin algılanabilir imgeleridir (Augustinus, 2007:225). İmgeler temsil ettikleri nesneyle benzerlik gösterirler. Hıristiyan öğretisine göre Tanrı insanı kendi imgesinde yaratmıştır ama ona benzemez. Burada oluşan karmaşayı Augustinus, “Bir yumurta başka bir yumurtaya benzemez” diyerek çözümler ( Yücel, 2013:17-18).

Augustinus, nesnelerin duyular aracılığıyla algılanıp içeriye (belleğe, zihne) taşındığının bilindiğini, ama imgelerin nasıl oluştuğunun bilinmediğini belirtir. İmgelerin bellekte ayrı ayrı dizildiklerini, birbirlerine karışmadıklarını da bildirir. Nesnelerin varlığını, görmemesine rağmen duyumsadığını bunu da belleğinde-ki imgelerle yapabildiğini önemle vurgular (Augustinus, 2007:226-227).

Kavramlar Augustinus’a göre bellekte dağınık ve düzensiz öğelerin düşün-ce yardımıyla toplanmasıdır. Bilgi bellekte bulunur ve kavramlardan meydana gelir (Augustinus, 2007:228-229). Augustinus’un bu ifadeleriyle kendisinin Yeni-Platoncu düşünceden etkilendiğini göstermektedir.

İslâm Dünyası’nda, Yunan Felsefesi’nin temsilcilerinden olan İbn Sînâ (980-1037), aklın bir mefhumu algılamasını takiben, ardından duyum (hissetme) gel-diğini belirtilerek, insanda fizikî durumlar ve ilintilerle birlikte bir suret hâsıl

Toplum Bilimleri • Ocak 2015 • 9 (17)202

olduğunu vurgular. Duyum yani hissetme, bir suretin maddeden ayrılması ve duyuma alınması gibidir. Bu ayrılma, madde ortadan kalkınca suret de ortadan kalkacağı gibi ama ilintisel olarak maddi bağ ve ilgilerle beraber bulunacak tarz-da olur. Bu durumda duyumlananın sureti elde edilemez (İbn Sînâ, 2004:117). İbn Sînâ hayal için, madde ortadan kalksa bile suretini muhafaza edeceğini be-lirterek, hayalin bir sureti ancak, his (duyum) ona nasıl iletmişse öyle tahayyül edeceğini söylemektedir (İbn Sînâ, 2004:117). O halde, İbn Sînâ’da hayal bu durumda imgeye karşılık gelmekte ve her duyumun oluşturduğu algının bilişsel sistemde, zihinde ayrı bir imgeye karşılık geldiği, biricikliğini koruduğu anlaşıl-maktadır. Tümel kavramların zihinsel tasavvurunun (İbn Sînâ, 2004:116) dön-güsünün son basamağı, algı aracılığıyla imgeler olmaktadır.

İbnü’l Arabî (1165-1240) ise imge ve imgesel düşünceye (imgelem) daha mistik bir perspektiften yaklaşır. Onda hayal sözcüğü ile görüntü anlaşılır. Bu-nun aslı insanların uykuda gördüğü şeydir; çünkü uykuda görülen şey renkten renge girer ve belirsizleşir (Hakîm, 2005:262). Hayal vakıada herhangi bir kıy-meti olmayan geçici ve değişken bir tahayyül olmadığı gibi, bilim adamlarının ileri sürdükleri gibi, yaratıcı bir şey de değildir. Hayal, gerçek ve olgusal boyuta sahip bir takat ve güçtür, bu güç daima duyuda gerçekleşmeye çalışır ve ken-dine özgü kıstasları ve orta âleme ait hakikatleri olan âleme dayanır (Hakîm, 2005:262). Hayal berzah özelliğine sahiptir, çünkü o, soyut anlamlar ile duyulu şeyler âlemi arasında orta mertebedir (Hakîm, 2005:265). İbnü’l Arabî, varlığı gerçek ve hayal olmak üzere iki kısma ayırır. Gerçek varlık Allah, hayali olan var-lık ise Allah’ın dışındaki her şeydir. Âlem hayaldir. Burada söz konusu olan yü-zeysel veya geçişken anlamda değil, olumlu, nesnel âlemde görülen bir etkinlik sahibi olarak hayalin içerdiği bütün güçleriyle hayaldir. İbnü’l Arabî hayali dört kısımda inceler: Mutlak hayal, kuşatıcı ve toplayıcı bir mertebedir. Gerçekleş-miş hayal, mutlak hayal veya varlıkların suretlerini kabul ettikten sonraki bizzat Âmâ’dır, âlemin aslıdır. Ayrık hayal kendine özgü mertebesi olan hayaldir. Histe zuhur eder ve tahayyül eden ve görenin şahsından ayrı idrak edilir. Bitişik hayal ise insandaki tahayyül gücüdür. Bu kuvvetin sahibiyle birlikte varlığını sürdüre-cek suretleri yaratma gücü yoktur (Hakîm, 2005:263-264).

İbn Arabî üzerine çalışmalarıyla dikkat çeken William Chittick, Hayal Âlem-leri adlı eserinde hayali üç temel düzeyde; birincisi âlemin kendisi olarak, ikinci-si berzahî bir makrokozmik âlem olarak, üçüncüsü ise berzahî bir mikrokozmik âlem olarak düşünülmesini önerir (Chittick, 1999:97). Hangi düzeyde görülürse görülsün hayal, her zaman iki gerçeklik ya da iki âlem arasında bulunan ve her ikisine göre tanımlanması gereken berzahtır. İmgenin hem gerçek hem de ger-çek olmadığı ispatlanabilir, çünkü bir anlama göre özel bir şey görülür, başka bir anlama göre de görülen o değildir (Chittick,1999:97). Kavramın en dar an-

Postmodern İmge Toplumu 203

lamıyla hayal, şekilleri ve suretleri olan, hislerle algılanabilen şeylerle şekle ve surete sahip olmayan, bilinci bir araya getiren nefsin özel bir yeteneğini temsil eder. Örneğin rüya imgeleri duyulur surette algılanır ama şekle sahip olmayan bir uyanıklık ile canlandırılır (Chittick, 1999:77).

İnsan, hayal gücüyle, yalnızca hayal gücünde var olabilecek şeyleri yaratır (İbnü’l Arabî, 2006:88). Hayal gücünün nefs-i nâtıka (düşünen nefs) üzerindeki otoritesinin bir tezahürü onu dilediği surete sokabilmesidir. Gerçi nefs-i nâtıka kendiliğinde bir surete sahiptir, fakat hayal gücü onu tahayyül edende dilediği bir surete sokar ( İbnü’l Arabî, 2014:54).

Özetlersek, İbnü’l Arabî’de mistik anlamlarından soyutlanmış olarak biti-şik hayal, imgeye karşılık gelmektedir. Manâlara ve cisimlere ait olan hayal ise ayrık hayal olup duyularla anlaşıldığına göre, insan da hayal kurma edimiyle zihinsel imgelerine bir “vücut” verebilir; bunu da kendi biçimlendirdiği soyut bir surette başarabilmektedir.

Thomas Hobbes (1588-1679) Leviathan adlı eserinde imgeler ve imge-lem/tahayyül üzerine düşüncelerini yazmıştır. Ona göre hareket eden bir nes-ne görme alanından çıktıktan sonra veya harekete neden olan unsur ortadan kalktıktan sonra, gözlemcinin gözleri önünde olmamasına rağmen görüntü-sünün kalması imge olmakta, duyulara uygulanan bu şeye Latinler tahayyül (imagination), Grekler ise görüntü anlamında hayal demektedirler ( Hobbes, 2008:25). Tahayyül zayıflayan algıdan başka bir şey değildir. Uyanık bir insan-daki algı zayıflaması hareketin zayıflaması değil, algının zayıflamasıdır. İmge or-tadan kaybolduktan sonra arkadan gelen nesnelere ait imgeler önceki imgenin zayıflamasına neden olacaktır. Nesnenin algılanmasından sonra ne kadar çok zaman geçerse o nesnenin imgesi de zayıflar. Geçmişe ait, zayıflamış bu tahay-yüle Hobbes “anı” adını vermektedir. Anıların tikel varlıkların görülmesine sı-nırlı durumu basit anı olurken; basit anılardan esinlenerek kendimizin yarattığı imgelere ait tahayyül bileşik olmaktadır (Hobbes, 2005:25-26).

Hobbes’da, algının zihinde nesnel ifadesi hayal/tahayyül olurken, İbnü’l Arabî’de hayal bambaşka bir anlama gelmekte soyut bir metafizik kavrama dö-nüşmektedir.

John Locke (632-1704) İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme adlı eserinde, zihnimizdeki idelerden söz eder. Ona göre doğuştan pratik ve kurgusal ilkeler yoktur. Bu yargı aynı zamanda idelerin de doğuştan olmadığına gönderme ya-par. Zihinde doğal olarak kazınmış olamazlar. Zihindeki her ide ya edimsel bir algıdır ya da eskiden öyle edimsel bir algı olmuştur. Bütün ideler, duyumdan veya düşünümden gelir; zihin doğuştan beyaz bir kâğıt olup onun donanımı deneyden gelir (Locke, 2004:67-90). Locke, ideleri “bir insanın düşünmesi sı-rasında anlığın nesnesi olarak ortaya çıkan her şeyin yerini tutacak en iyi terim

Toplum Bilimleri • Ocak 2015 • 9 (17)204

olduğu için, onu düşlem (fantasm), kavram (notion), tür (species), ya da dü-şünme sırasında, zihnin, üzerinde kullanıldığı her şey ne anlama geliyorsa” o şekilde kullanıldığını belirtir (Locke, 2004:71). Locke’un açıkça belirtmese de, “cisimlerin birincil niteliklerinin ideleri onların benzerleridir”, “nesne ideleri kopyalardır” ve biz onları “varolan şeylerin zihindeki resimleri ve tasarımları olarak düşünürüz” şeklinde çıkarımları “ide”yi özgül türden bir zihinsel varlık, yani zihinsel imge olarak düşündüğü söylenebilmektedir. O zaman nesnenin görünen nitelikleri birincil olurken, onlara ait imgeler ikincil nitelikleri olmakta-dır (Locke, 2004:33).

David Hume (1711-1776) ise idelerin insan zihninden bağımsız olamaya-caklarını, idelerin, duyumların ve izlenimlerin ancak deneyimle elde edilebile-ceğini savunmaktadır. İnsan zihninin bütün algıları, izlenim ve tasarım olarak adlandırılan iki türe ayrılır (Hume, 2009:17). Zihnimize büyük bir güç ve şiddet-le giren algılara izlenim denirken, bu adlandırmadan, ilk ortaya çıkışlarını ruhta gerçekleştirdikleri için tüm duyum, tutku ve duygular anlaşılır. Tasarımda ise düşünme ve akıl yürütmedeki soluk imgeler kastedilmektedir. Tasarım ve izle-nimler zaman zaman yakınlaşabildikleri gibi tasarım kimi zaman izlenimin önü-ne geçebilir. Buradaki esas faktör düşünme, akıl yürütmedir (Hume, 2009:17).

Deneyim yoluyla zihne sunulan bir izlenim, orada bir tasarım olarak ortaya çıkar. İzlenim görünüşteki canlılığını korursa bellekten, silinip kaybolursa imge-lemden bahsedilir. Bellekteki tasarımlar canlı, güçlüdür. Geçmiş bir olayı anım-sadığımızda, olayın tasarımı zihnimize güçlü bir şekilde akar; imgelemde ise algı silik ve durgundur; zihin tarafından uzun bir süre bir örnek olarak korunamaz (Hume, 2009:21). Bellek, olguları nesnelerin ilk sunuluş şekilleriyle anımsarken, imgelemde gerçekler çarpıtılarak tasarımlanır. İmgelemde tasarımların düzen-lenme ve değiştirilme özgürlüğü vardır. Belleğe sunulan nesneler özgün şeklin-den ayrıldığı zaman hata yapılır. Belleğin görevi yalın tasarımları değil, onların düzen ve konumlarını sağlamaktır. Yalın tasarımların karşılığındaki izlenimlerin imgeleri aynı olmasına karşın, karmaşık tasarımlardaki imgelere karşılık gelen izlenimlerini bulamazlar (Hume, 2009:18-22).

Hume’da izlenimlere ait imgelerin, bunların tahayyülden geçirilmeleri de-neyime dayandırılmaktadır. Bireysel deneyimin ötesine hiçbir tasarım geçemez. Bu da bize Aydınlanma Çağ düşünürlerinin zihnin işlevlerini, bilişsel süreçleri nesnel açıklama kaygısının ne kadar da şiddetli olduğunu göstermektedir.

İmgeler ve zihinsel imgeleme ile ilgili felsefi açıklamaların dışında nicel de-ğerlendirme ve nörobilimsel açıklamalar da vardır. Zihinsel imgelemede, nicel değerlendirmenin izleri imgesel süreçlerle ilgili olarak Galton’a kadar uzanır (Solso vd., 2007:350). Galton cinsiyet, yaş ve diğer bireysel farklılıklarla ilgili bir imgeleme ölçeği geliştirmiştir. İmgelemenin test edilebilmesi konusu, Tit-

Postmodern İmge Toplumu 205

chener (1909) ve Betts (1909) gibi birçok araştırmacının ilgisini çekmiştir. Bu testlerde bir nesnenin görselleştirme kabiliyetlerinin değerlendirilmeleri isten-mektedir (Solso, 2007:351).

Davranışçılığın psikoloji alanına girmesi ile içebakış yöntemin konusu olan bilinç, zihinsel durumlar, akıl, imgeleme adeta yasaklı sözcükler haline gelmiş-tir. İmgelemenin ve öznel içebakış konularının reddedilmesi, birçok psikologun ilgisini bu konulardan uzaklaştırmış ve davranışın objektif analizine yöneltmiş-tir. İmgeleme çalışmaları 1960’ların sonundan itibaren nicel değerlendirme ve terapi aracı olarak yeniden kullanılmaya başlanmıştır. Zihinsel imgeleme ile ilgili asıl soru bilginin nasıl depolandığı ve bellekten nasıl getirildiğidir. İmge hakkındaki görsel bilgi süzülmüş, özetlenmiş ve soyut “ifadeler” olarak depo-lanmıştır. Belleğin yeniden harekete geçirilmesi, bu soyut kodun bellekten geri getirilmesi anlamına gelmektedir. Bu soyut kod, eşleştirildiği öznel imgeyi or-taya çıkarır. Zihinde bununla ilgili birden fazla kodlama sistemi vardır. İmge ne kadar canlı da olsa zihinde gerçek olamaz. İmgelemede kullanılan temsillerin gerçekliği, görsel imgelerin gerçekten görsel mi, yoksa bilişsel süreçler tarafın-da mı yönetilmektedir? Bu tipten sorular, imgelemenin tartışılan ve yanıtı kesin verilemeyen sorularıdır (Solso, 2007:352-354).

Nörobilimsel çalışmalar, imgelerin ve imgelemin beynin hangi bölgelerin-de oluştuğuyla ilgilidir. Ayrıca Hume’da gördüğümüz üzere, imgelerin zihinde temsillerinin gerçek görüntü ile aynı ya da aynı olmadığı sorusuna yanıt arayan çalışmalardır. Zihinsel imgelemenin görsel ve mekânsal temsilleri de nörobilim-sel araştırmaların içeriğindedir.

İmgelerin Gerçekliği Üzerineİmgeler içerikleri itibariyle “bilgi” yüklü, niteliği, gerçekliği tartışılabilir parçacık-lardır. Madde, nesnel bir gerçekliği olan imgeler bütünüdür (Bergson, 2007:7). Sağduyu açısından nesne, kendi başına mevcut, bizim onu gördüğümüz haliy-le, kendinde bir varlıktır, özgündür (Bergson, 2007:8). İmge-nesne ilişkisini dü-şünürken maddenin gerçekliği ile imgelerin yanıltıcı olabileceği olgusunu göz önünde tutmak gerekir. Sartre’a göre imge olarak zihnimizde tahayyül ettiğimiz nesne ile gerçek olarak gördüğümüz veya işittiğimiz nesne iki farklı düzlem-de olmalarına karşın aynılıklarını sürdürürler (Sartre, 2009:9). Gerek Bergson gerekse Sartre, imge ile nesne arasında bir özsel aynılık keşfederler. Buradaki aynılık varoluşsal aynılıktır ve metafizik bir durum sergiler. Bu metafizik, imgeyi şeyin, kendisinde bir şey olarak var olan bir kopyası kılmaktan ibarettir. İmgeler bilinç dışında da var olmaya devam ederek varoluşlarını sürdürürler (Sartre, 2009:9-10) ve kaybolmazlar.

Toplum Bilimleri • Ocak 2015 • 9 (17)206

Nesnelerin farkındalığını görsel ve işitsel, temas gibi duyumlarla sağlayabi-liriz. Nesnelerin özellikle görme ile dokunmanın işbirliğiyle oluştuğunu ve bu iki duyumun algı içindeki uyumunun, algılanan nesnenin onların ortak eseri oldu-ğuyla açıklanabilir mi? İki farklı tür duyumun denkliğini sağlayan, ancak görsel duyumlar düzeniyle, dokunsal duyumlar düzeninin paralelliğidir. Bu bizi nesnel ve bizden bağımsız bir düzen, yani duyumdan ayrı bir maddi dünya hipotezine götürür (Bergson, 2007:47).

İmge sözcüğü kötü ünlenmiş bir sözcüktür (Ponty, 2006:36). Onun kötü ünü yanıltıcı doğasından gelir. Görsel düşünmeye alışan insan imgelerin tuza-ğındadır. İmgeler, gerçekliği yanlış olarak yansıtmaları özelliğine sahip anılar ol-duğuna göre, birbiri ardına yığılmaları, bireyin, aralarında ayrıma tabi tutarken yanılması olasılığını arttırır. Görüş, şeylerin kendilerinin görülüşlerine dönüşü-mü değildir. Görüş, vücutta verilen işaretleri çözen bir düşüncedir. Nesneler-deki benzerlik algıya ait olduğundan, düşünsel imge bize yok olanı var kılan bir görünürlük kılar (Ponty, 2006:48). İmgelerin görsel işlev üzerinden nesnelerle olan bağlamı modern/postmodern bireyin gerçeklik üzerine ikilemini doğur-muştur.

Modern/postmodern bireyin nesnelerin çok çeşitliliği altında yaşadığı, ilkel zamanları veya daha informel çağları deneyimlemiş homo sapiensin ras-yonalize olduğunu sabit bir veri olarak kabul ettiğimize göre, nesnelerde gizli imgesel tözün bellekteki tözsel karşıtlığını bulabilmek, onunla eşleştirebilmek daha da sorunlu olacaktır. Eş deyişle imgeler ne kadar inandırıcı veya gerçektir? Burada Platon’un epistemolojisine başvurmamız, konuyu daha fazla aydınlat-ma yolunda yardımcı olacaktır.

Platon, bilginin neden meydana geldiğiyle ve ona nasıl erişildiğiyle ilgili olarak, i) Mağara Benzetmesi/Metaforu, ii) Bölünmüş Çizgi Analojisi ve iii) İde-alar Öğretisini öne sürer (Cevizci, 2011:87).

Mağara Benzetmesi/MetaforuPlaton bu benzetmede, insanın dünyadaki halini, insanın genel beşeri duru-munu anlatır. İnsanların salt gördüklerine inanmaya sevk eden, onlara yanlış fikirler ve değerler aşılayan, insanları yanılsamalara mahkûm olacak şekilde yetiştiren kötü toplumları eleştirir (Cevizci, 2011:87). Platon’un Devlet adlı eserinde mağarada bulunan insanların edindikleri bilginin görme ve duymayla elde edildiğini vurgulamaktadır. Görsel bilgi duvardaki gölgelerin yani görünüş-lerin bilgisidir (Cevizci, 2011:87). Mağara dışına çıkan insanın gün ışığında ve güneşin ışınları altında gözleri kamaşmaktadır. O, “mağarada onun ve arkadaş-larının gördükleri her şeyin kaynağı olan güneşi” görmüştür. Platon düşüncede

Postmodern İmge Toplumu 207

derinleşmeyle, “ruhun düşünceler dünyasına yükselişiyle” (Eflatun, 1980:201) iyiye, güzele, kavranan dünyanın sınırlarında iyi ideasına varılacağını ileri sür-mektedir. Felsefenin insanı özgürleştirme gücüyle aydınlanan insan, manipüle edilemez, çaresiz kalamaz ve aktif insan vasfını sürdürür. Postmodern dönem insanı, görüntüler dünyasındadır. Görsel-işitsel ağırlıklı düşünerek, derinleme-sine, analitik felsefe doğrultusunda düşünme yeteneğini kullanamaması riski ile karşı karşıya kalmakta ve gittikçe homojenize kitlenin mensubu olmaktadır. Son tahlilde, Canetti’nin dediği gibi bu kitle, büyümesinin sınırlarını çizmekten iradesiz olarak, eşitlik idealini yakalama yanılgısıyla tektipleşir, ritmik, durgun bir şekilde maddi ve manevi unsurlarla evcilleşerek sürüleşir (Canetti, 2003:25-30).

Bölünmüş Çizgi AnalojisiPlaton’un epistemolojisinde ikinci uğrak, bölünmüş çizgi analojisidir. Bu analoji Mağara Benzetmesini/metaforunu tamamlar. Burada bütün varlık alanı tek bir çizgi ile gösterilir. Platon insanın en son gelen canlı, en iyinin en üstte olması gibi ön kabullerle kuramını geliştirir. Çizgi tam ortadan bölünerek, doğrunun üstte kalan yarısı mağaranın dışını yani gerçekler dünyasını, akılla anlaşılabilir İdealar dünyasını gösterirken, altta kalan diğer yarısı mağaranın içini, yani duyu yoluyla algılanabilir fenomenler dünyasını gösterir. Platon’da mimesis olarak sanat anlayışına karşı oluş bulunduğundan, bunu gerekçelendirmek için söz ko-nusu iki çizgiden her birini tam ortalarından yeniden ikiye böler. Böylece aşağı-da gösterildiği gibi bir tablo karşımıza çıkar (Cevizci, 2011:90-91):

Nesneler Düşünce ya da Bilme Tarzları İdealar Yetkin Bilgi (noesis) Matematiksel Nesneler Düşünme (dianoia) Doğal Dünyadaki Şeyler İnanç (pistis) İmge ya da Suretler Hayal (eikasia)

Tablo incelendiğinde İdealar akıl yoluyla bilinebilir varlıklar alanı olarak episteme, duyu yoluyla idrak edilebilir görünüşler dünyası olan fenomenlerin yani doxanın dünyasıyla karşılaşılır. Tarihselliği içinde modernlik koridorlarından postmodernin imgeler, hayaller havuzuna erişen homo sapiens, fenomenler dünyasında yaşamaktadır. Duyum, haz, “gösterişli tüketim”, formel veya infor-mel ritüeller, karnavalesk yansımalar bireysel eylemin amaçlarından olmuştur.

Biliş tarzı olarak en altta gösterilen hayalin, bilinçteki nesnel karşılığı olan imge ya da suretler bir algı yanılması olmaktadır (Cevizci, 2011:91). Birey post-

Toplum Bilimleri • Ocak 2015 • 9 (17)208

modern koşullarda önüne konulan seçenekler karşısında gerçek-gerçek olma-yan arasında bir ikilemde kalabilmekte, zihinsel bulanıklıkla kolay manipüle edilebilmektedir. Platon’a göre imgelerin deneyime dayanan bilgi türleri ol-ması yönü yanında, Mağara Benzetmesinde açıklandığı gibi, duvardaki gerçek olmayan hayaller olmaları yönleri de bulunması, imgelerin güvensiz bir bilgi türü olduğunu göstermektedir. Bu nedenle çağımızın medya, iletişim araçları aracılığıyla kitleye sunulan görsel, işitsel ağırlıklı imgeler yanıltıcı olmakta, son zamanlarda sıkça sözü edilen “bilgi kirliliğinin” bireylerin, dolayısıyla toplumun zihinsel imgelerinde değişime neden olabilmektedir. Bu değişim, aile, din, hu-kuk, boş zamanlar gibi sosyolojik kurumların geçmişteki zihinsel tahayyülleri-nin, zamanın ruhunda da (Zeitgeist) kalıcı mutasyonlara sebep olması kaçınıl-maz görülmektedir.

İdea KuramıPlaton’un felsefeye en büyük katkılarından olan İdealar Kuramı’nı da kısaca özetlemek, gerçek-gerçek olmayan arasındaki ayrımın epistemolojik argüma-nına katkı sağlayacaktır.

İdealar Kuramı hakkında oldukça geniş bir bilgi birikimi vardır. İdealar, göz-le görülür nesnelerin kendilerinin soluk kopya ya da suretleri olduğu değişmez, maddi olmayan, ezeli ve ebedi özler veya örüntülerdir (Cevizci, 2011:93). Örne-ğin güzel bir kız, Güzellik İdeasının bir kopyası olmaktadır. Güzel kız yok olarak kaybolurken, Güzellik İdeası kaybolmamaktadır. İdealar, her zaman vardır, ne varlığa gelir, ne de yok olup giderler, değişmezler, herkese aynı görülerek, sabit algılanırlar. İdealar birbirleriyle ilişkidedirler ve diyalektik yolla onların bilgisine ulaşılabilir. Her şey bir İdeayı taklit veya kopya edebilir (Cevizci, 2011:96-100).

İdeaların kökeni nedir diye sorulsa, ilk akla gelen yanıtlardan biri duyular olacaktır. Örneğin pencereden dışarıyı seyrettiğimizi düşünelim. Verili bir uzay ve zaman görürüz. Bir sokak, evler, insanlar vb.. Gözlerimiz sayesinde algıladı-ğımız bu imgeler zihnimize kazılır. Bu imgeleri bilinçli olarak yeniden zihnimizde canlandırabiliriz. Bu imge bir idea haline gelmiştir (Farouki, 2009:14). Zihnimi-zin içini dolduran bütün idealar anlama yetimiz sayesinde saklanırlar.

İdea ile imge arasındaki ayrım önemlidir. Akledilir idea ile onun “temsili”, yaşadığımız (duyulur) dünyada resmedilen acemi işi imge arasında aşılamayan bir engel, bir devasa ontolojik sıçrama vardır. İdea mutlaktır, imge izafidir; idea kendini empoze eder (dayatır), imge benim irademe bağlı oluşur; idea tam ve kusursuzken, imge hiç de öyle değildir. Platon’a göre idea reel/gerçek, ideanın temsili ise soluk ve taklittir (Farouki, 2009:101).

Postmodern İmge Toplumu 209

Görme ve İmge İlişkisi İnsan ırkının başlangıcından beri her toplumun kendi imajları vardır; her zaman görür ve imajlarla dolarız (Ellul, 1998:143). İnsanlar her dönem görsel ifade edecekleri sanat veya sıradan nesneleri yaratmışlar, onlara farklı boyutlarda değerler yüklemişlerdir. Bu değer yükleri, onların belleklerinden her zaman çağıracakları imgeler olmuştur. İmgeler bireysel üretildikleri gibi bilinçli veya bilinçsiz kitleler için de yaratılmışlardır (Ellul, 1998:144). Toplumun kendisine gereksinim duyarak yaratmış olduğu bu türden imgeler bireylerin de sembo-lik anlam evrenlerinin bir parçası olmuştur. İmgelerin artması “söz konusu fe-nomenin doğasını değiştirerek, nicelik değişiminin nitelik değişimine” (Ellul, 1998:144) sebep olmasını sağlamıştır.

“İnsanlığın, çağlar öncesine dayanan alışkanlığıyla hâlâ gerçeğin basit görüntüleriyle oyalanarak, akıl almaz bir şekilde Platon’un mağarasında otur-maya devam etmesi” (Sontag, 2011:1), bireyleri ve toplumları nostaljik anı parçacıklarını bireysel veya kolektif bilinçaltı belleğinden seçip ayıklayarak ara-ması ve bulmasıyla karşılaşılmaktadır. İnsanlığı çevreleyen doğa, “biricik imaj olması” (Ellul, 1998:144) özelliğiyle görme edimine en fazla başvurulan nesnel ambar olmuştur. Görme, görülme üzerine düşüncenin kurulması, “doğanın bo-yutlarına daha sonra yapılacak eylem” (Ellul, 1998:144) imgelerin harcı olma-dan gerçekleşmez.

Gerçekliğin, görüntülerin yansıttığı bilgiden karşılanması, görüntüsüz ‘ger-çek’ olanı bulmak Platon’dan beri filozofların uğraşları olmuştur. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren eski dinsel ve siyasal yansımaların gerilemesi beklenirken, beklenilen olmamıştır. Tam tersine, yeni inançsızlık çağı, görüntülere bağlılığı arttırmıştır. Eskinin görüntüler biçiminde anlaşılan gerçekliklere duyulan gü-venin yerini, görüntüler, yansımalar olarak anlaşılan gerçekliklere bırakmıştır (Sontag, 2011:180-181). Feurbach’ın yaşadığı çağın betimlemesi ile ilgili kaygısı güncelliğini korumaktadır:

“Gösterilenlerin yerine, işaretlerin; orijinallerin yerine kopyaların, gerçek-lerin yerine hayallerin, esasların yerine varoluşun tercih edildiği….Günümüz modern dünyasının inançları görüntüdedir, inandığını hayal ettiği şeye aslında inanmayan, kararsız, yüreksiz bir inançsızlık söz konusudur (Feurbach, 2004:14-15).”

Reel veya kurgusal imajlar, dünyanın sonunun geldiğiyle ilgili bir hisse ka-pılmamızı sağlarlar (Ellul, 1998:253). Sinema, televizyon, yazılı basın olarak gazeteler, firma ilanları ve reklamlar imgelerle yüklüdürler. Bireyler böylesi ‘enstrümanlarla evcilleştirildiklerinden’ Freud’un meşhur iki terimiyle bera-ber yaşarlar. Bunlar; eros adı verilen libidonun (yaşam enerjisi) olumlu yanıyla, erosun karşısında yer alan olumsuz nitelikteki, kaygılı, tanagos (ölüm korkusu)

Toplum Bilimleri • Ocak 2015 • 9 (17)210

duygularıdır. İmgeler belleklerde bilinmeyen bir ‘son beklentisi’ yaratarak, Me-sihçi eğilimlerin (Ellul, 1998:253) ve aktörlerinin üretilmelerine neden olurlar.

Görme duyusuna bu kadar önem verilmesi, görmenin konuşmadan önce gelmesindendir. Aynı sonucu verecek başka bir ifade de görme, sözcüklerden önce gelmiştir (Berger, 2014:7). Bilgiye ait gerçeklik arayışını görme duyusu ile yakalayabilmemiz her zaman mümkün olamaz. Düşündüklerimiz ya da inandık-larımız nesneleri görüşümüzü ve onları yorumlamamızı etkiler (Berger, 2014:8). Çocuk konuşmadan evvel tanımayı ancak görme duyusunu harekete geçirerek öğrenir. Görme ile nesnelerle ilişkiye geçerek, ona dokunamasak bile ulaşabile-ceğimiz bir alana getirmiş oluruz (Berger, 2014:8). Nesnelerle etkileşime geçe-riz, bu etkileşim karşılılık gösterir. Nesne, bizim bakışımızla ve nesnenin imge-siyle beraber bütünlük kazanır. Başka bir deyişle, nesne benim onu gördüğüm imgelerin yorumuyla cisimlenir. Yorum, bireyin düşünmesi sonucunda gerçek-leştireceği bir edim olduğuna göre, burada görsel düşünmenin önemi ortaya çıkar. Görsel düşünce, Freud’a göre, “yalnızca düşüncenin konusu olarak bilince çıkar. Bu konunun çeşitli öğeleri arasındaki ilişkiler -ki düşünceleri özellikle ni-teleyen de bunlardır- görsel bir ifade bulamamaktadırlar. O halde resimlerle düşünmek ancak çok eksik bir bilinçli olma biçimidir. Ayrıca bu, bilinçdışı süreç-lere sözcüklerle daha yakındır ve kuşkusuz ki birey oluş ve tür oluş açısından da ondan daha eskidir” (Freud, 2011:83). Freud, imgelerle düşünmenin evrimsel açıdan daha ilkel bir zihin aşamasına denk geldiği saptamasını yaparken, post-modern çağ bireyinin özellikle görsel, imgesel ağırlıklı bir yaşam süreceğini ve düşüneceğini, buna bağlı da “eksik bilinçli” olacağını sezmiş olmalıdır.

Kişilerarası ilişkilerde görme, karşımızdakini bir ‘nesne’ olarak görebilme-mizi sağlar. Goffman’ın dediği gibi “medeni kayıtsızlık” hali bile, Ben’im, Sen ile etkileşimi görme edimiyle gerçekleştirilir. Görme olmadan bireysel ve toplum-sal düzenin sürdürülmesi mümkün olamaz. O halde görme, insanın nöropsişik fizyolojisinin dışında anlam dünyasını oluşturan bir işlevdir.

İmgeler deneyime dayandıklarından tamamen insan yapısıdırlar (Berger, 2014:9). Her imgede bir ‘görme biçimi’ yattığından, imgeleri algılayışımız ya da değerlendirişimiz de görme biçimine bağlı olarak değişir (Berger, 2014:10). İm-gelerin içkin yapılarındaki düzen bilincin, egonun, anlam kazanmasına neden olur. Bu nedenle imgelerin gücü bireysel bilincin kolektif bilinç haline dönüşü-münde bir moment faktörü rolünü oynar.

Görme, gerçeklik olarak kabul edilen ve gerçeklikle özdeşleştirilen bir gerçeklik temsili oluşturur, imgeler gerçeğin yerine geçtiklerinden tahayyülü-müzde onları kullanır, gerçeklikten uzaklaşırız (Ellul, 1998:147). Bu gerçeklik, Marxist ifadeyle “yanlış bilince” aittir.

İmajlar her yerde bulunur. Bizler, ortasında seyirciler olarak konumlandığı-mız bir imajlar evrenindeyiz (Ellul, 1998:159). Zihinler gerçekliği düşünmeden

Postmodern İmge Toplumu 211

imgelere dayalı görüşlerin etkisi altındadır. Bu suni görüntü, bireyleri pasif bir kaydediciye dönüştürerek (Ellul, 1998:159), içinden çıkılması zor, kaygılı bir ha-let-i ruhiyeye sevk ederek nevrotik patolojinin sergilenmesini sağlar. Bu patolo-jide, narsisizmin, aşırı tüketimle doyuma ulaşmanın dolayısıyla nesne ilişkileri konusunda görüldüğü gibi, nesnel yetersizliğin semptomlarını görmek müm-kün olur.

İmge Toplumu’nda İmgelerin RolüJacques Ellul Sözün Düşüşü adlı eserinde toplumların imgelerin “muzaffer iler-leyişine” tanıklığını dile getirir:

“Bir imajlar evrenince (görsel imgeler) kuşatılmış durumdayız: fotoğraflar, filmler, televizyon, reklam, reklam panoları, yol işaretleri, resimlemeler vb… Alışkanlık icabı her şeyi görselleştiririz (…) Bir doğruyu global hakikate dönüş-türürüz (…) Bize gösterilen şey yine de zaruretten gerçeklik düzeniyle ilgilidir, hakikat düzeniyle değil. Temsilin, temaşanın ve enformasyonun dünyası, görsel dünyayla kaynaşmış durumdadır” (Ellul, 1998:145-146).

Hakikatlerin gerçekliğe, gerçekliğin görsel, dolayısıyla zihinsel imgelere ye-rini bıraktığı postmodern bir süreci idrak etmekteyiz. Bu süreçte, sembolik iliş-kilerin egemen olduğu, gerçekliklerin tartışıldığı, hatta kaybolduğu, yerlerine simulasyon ve simulakrların geçtiği ileri sürülür. Bu iddiaları sosyal bilimler ya-zınına kazandıran Jean Baudrillard (1929-2007) yaşanan çağda, bu kavramların geçerli olduğunu savunmuştur. Ona göre “bir köken ya da bir gerçeklikten yok-sun gerçeğin modeller aracılığıyla türetilmesi hipergerçek yani simulasyon”dur (Baudrillard, 2003:15-16). “Gerçek ve gerçek kavramına özgü bir ayna/yansıma (metafizik) kalmamıştır. Gerçek ve gerçek kavramı arasındaki düşsel beraberlik, atmosfer kaybolmuştur. Çünkü genetik minyatürleşme denilen şey simulasyon evrenine özgü bir boyuttur. Günümüzde gerçek artık minyatür hücreler, mat-risler, bellekler ve komut modelleri tarafından üretilmekte, bu sayede gerçeğin sonsuz sayıda yeniden üretimi mümkün olmaktadır. (…) Bu sentetik bir şekilde üretilmiş, atmosferden yoksun bir hiperuzamda birleşik modellere ait bir ışığı yaymaya çalışan bir gerçek diğer adıyla hipergerçektir” (Baudrillard, 2003:16-17). Simülakr ise postmodern düşüncede, orijinali olmayan bir kopyanın kop-yasına verilen ad olmaktadır. Gerçek ile model, orijinal ile kopya arasında hiçbir fark kalmamıştır.

Baudrillard, imajların dış gerçekliğe bağlanamayacağını, kopyanın oriji-naline götürülemeyeceğini savunmaktadır (Cevizci, 2000:851). Bu durumda bireylerin gerçeklikleri imgelerle, kavramlarla algılamaları ve düşünebilmeleri olanaksız olmaktadır. Baudrillard, fantastik simulasyon ve simulakrum kuramını

Toplum Bilimleri • Ocak 2015 • 9 (17)212

daha da ileriye götürerek imgelerin de ortadan kaybolduğunu savlamaktadır. Özellikle son zamanların teknolojik devrimi olan dijitalleşmeyle, zihinsel evren ve düşüncenin ulaşabildiği her yer sonunda sayısallaşmaktadır (Baudrillard, 2012). Dijital devrim, doğa ve insan bilimlerindeki, mühendislikteki araştırma-ların ve pratiklerin dokusunu değiştirmekte; kültür ve kimlik, imgeler ile anlam, zihin ile düşünce arasındaki görünürde saydam ilişkilere dair kanılara meydan okumaktadır (Burnett, 2012:20). İmge bu sayısal ve bilgisayar şiddetiyle yoktan var edilerek sentetik bir imgeye dönüşmektedir (Baudrillard, 2012:23). İnsanın “illüzyon duygusunu” bile hissetmesi elinden alınmıştır.

İmgelerin değişim sürecinden bahsettiğimize göre bu nasıl olmaktadır? İmgeler göstergelerde gizli olan tözler olduğundan gelenekselden moderne ve postmoderne geçişte, imgelerin tözsel nitelikleri de değişecektir. Baudrillard, imgeye özgü dört değişim aşamasının olduğunu belirtir:

* Derin bir gerçekliğin yansıması olarak imge,

* Derin bir gerçekliği değiştiren ve gizleyen imge,

* Derin bir gerçekliğin yokluğunu gizleyen imge,

* Gerçekliğin hiçbir çeşidiyle ilişkisi olmayan yani kendi kendinin saf simü-lakrı olan imge (Baudrillard, 2003:23).

Birinci durum, olumlu bir niteliğe sahip olup, bir hakikat ve sır teolojisine gönderme yapar. Bu evre sözcüklerle imgelerin, gerçekliğin yansımalarıdır. İkin-ci evre simülasyon ve simülakrlar çağına girildiğini müjdeler; nostaljinin ortaya çıktığı, hakikat, nesnellik ve doğruların sayısının aşırı arttığı, nesne ve tözün ortadan kaybolduğu, abartma ve çarpıtmanın olduğu evredir. Üçüncü ve dör-düncü evre, sembollerle göstergelerin gerçek olan şeylerle hiçbir ilişkisinin kal-madığı, insan ilişkilerinin bile sembolik olduğu evredir. Bu toplum tipi gerçekte bir imajlar ve göstergelerin dünyasını içeren, üretim tarzı yerine onun kodunun geçerli olduğu bir toplumdur (Baudrillard, 2003:23, Cevizci, 2011:1282).

Sembollerin ve göstergelerin toplumu haline gelen çağdaş toplumda her imge, her medyatik mesaj (Baudrillard, 2011:110), seçenekler yelpazesi kar-şısında kalan bireyi (Baudrillard,2012:111) seçme ikileminde bırakmaktadır. Toplumsal tabakalar arasında, Veblen’in Aylak Sınıfın Teorisi’nde gösterdiği gibi “gösterişçi toplum” bireylerinin nesnel tutkuları ve Simmel’in de Moda adlı makalesinde söz konusu ettiği taklit olgusu “göstergelerin kopyalanmalarını” (Baudrillard, 2012:88) zorunlu kılmıştır. Göstergeler, yaratıldıkları toplumdaki bireylerin hayali dünyalarla (Ellul, 1998:149), göstergelerin kopyalarıyla be-raber çoğalan imgelerin, bireyler tarafından paylaşılması ise moda olarak ad-landırılanın, özünde, beğeninin standartlaşmasını gösteren olguyu ifade eder (Simmel, 2003:107).

Postmodern İmge Toplumu 213

Moda, göstergelerin yeniden üretildiği, kopyalarının zorunlu olarak arttı-rıldığı, bireylere dayatıldığı bir taklit unsuru ve yabancılaşmanın çağdaş top-lumlardaki ideolojisidir. Simmel’e göre taklit, psikolojik kalıtım olarak, grup ya-şamının bireysel yaşama intikalidir (Simmel, 2003:105). Moda, insan eşitleriyle bağlantılandırılmasına, modayla karakterize edilen bir çevrenin birörnekliğidir (Simmel, 2003:107). Moda, mikroplar gibi bulaşıcı karakteriyle, dinselliği, bilimi, bireyi etkilemektedir. “Seyredilen sahte döngüsel zamanın önemsiz yüzeyinde kaybolan ve yeniden ortaya çıkan görünüşteki modaların altındaki zamanımız, Hegel’in de belirttiği gibi, zorunlu yabancılaşmadır, yani öznenin kendisini kay-bederek kendini gerçekleştirdiği, kendi hakikati olabilmek için başkası haline geldiği zamandır” (Debord, !996:89). Bu zaman toplumu, “bir gösteri”, görsel-lik üzerine kurulu, bireyi “bilinçsizleştirilmiş ve dondurulmuş” (Ellul,1998:146), imgelerin egemen olduğu ‘imge toplumdur’. İmgeler, doğası gereği durgun ve hareketsizdirler, canlı değildirler. Büründükleri, bulaştıkları statü endişesindeki insan bedenlerini de dondururlar. Bir imge toplumu olan bu ticari (tüketim) toplumda para ve şöhret birbirleriyle bağlantılıdır, çünkü imgenin popülaritesi en büyük değerdir (Lowen, 2013:249).

İmge Toplumu’nda Sanal BenliklerBenzeşim kültürü içinde yaşadığımız fikri düşüncesinden hareketle, Jean Baudrillard’ın benzeştirme ve benzetim, yersiz-yurtsuz hipergerçeklik, bir kökü ve gerçekliği olmayan gerçek imajları ve modelleri gibi tanımlamalar günlük yaşamın yabancı olmayan ifadelerindendir (Robins, 2013:86). İmgelerin her yerde karşımıza çıkması, modern yaşamı anlamlandırmada imgelerin gücün-den yararlanma zorunluluğu ile karşılaşılmaktadır. Kimlikler gerçekliklerle de-ğil, imajlarla sergilenmektedir (Robins, 2013:86). İnternet, televizyon ve cep telefonları gibi somut günlük kullanım araçlarında imaj teknolojileri; onlarda içkin benzeşim kültürü (Robins, 2013:86) bulunmaktadır. “İmajlar sisteminin meydana getirdiği bu sanal ortam içinde, sibernetik geri-besleme ve kontrol sistemlerinin gerçek nesnelerle etkileşimi taklit ettiği, kendisi gerçekmiş gibi görünen ve gerçekmiş gibi de kullanılan bir yapı vardır”(Robins, 2013:87). Bu yapı içindeki elektronik araçlarla dünyaya ve diğer insanlara bağlanan kişiler de sanal benliğe ait kişilerdir (Agger, 2011:13).

Sanal gerçeklik, tanım gereği bir simülasyondur (Ritzer, 2011:157). Kitle iletişim araçlarının her çeşidinde teknolojik olanakların denendiği ve gelişti-rilerek kullanıldığı video oyunları, sanal müze, kütüphane turları gerçeklikten uzaklaştıran bireylerin tahayyüllerini zorlayan uygulamalardır. Sanal simülasyon dünyalarının vermiş olduğu heyecan ve duyguların yoğunluğu somut âlemde yoktur. Siber uzayın baş döndürücü hızı bireylerin had safhada haz duyusunu almalarını sağlar.

Toplum Bilimleri • Ocak 2015 • 9 (17)214

Bilgi kaynakları olarak görülen görsel ağırlıklı teknolojileri kullanan iletişim araçları vasıtasıyla imgelerle oluşturulmuş bilgiye ulaşılarak, bunlarla inşa edil-miş bir gerçeklik (Melluci, 2013:7) ‘kafesinde’ sıkışıp kalınır. Melluci’nin dediği gibi,

“gerçekliği ve kendimizi kavrama şeklimiz bilişsel, algısal ve duygusal bo-yutlarda değişmiş durumdadır: Uzam ve zamanın temsili, olasılık ve gerçeklik arasındaki ilişki, doğal fenomen ve onun sembolik açılımı arasındaki bağlantı değişmiştir. Deneyim, koşulların, doğa yasalarının ya da olasılıkların değil; iliş-kilerin temsillerin ürünü olan yapay bir kurgu haline gelmiştir. Yaşamımızı, artık yalnızca birer nesne olmak yerine “zihnin süreçleri” haline gelmiş yapay mad-deler dünyasının ortasında (…) imgelerle yaşıyoruz (Melluci, 2013:8).

İmge toplumu gerçekliğinin yaşandığı bu dünyada hiçbir şey kesin değildir. Kesinliğin arandığı, somut, nesnel gerçekliklerin dağılıp parçalandığı gibi insan kimlikleri de –onların özimgeleri- de kendi anlamlarının icat edilmesi adına im-gelere bölünür (Bauman, 2011:111). Bu kimlik, Bauman’a göre öğrenmekten çok unutmanın revaçta olduğu, sabitlikten ziyade belleğin yeni imgeler alma-ya hazır, eskilerini rahatça silebileceği bir video kasetini andırır dünyaya uygun kimlik türüdür (Bauman, 2011:111). Kapitalizmin bu geç evresinde, “bolluk toplumu”, “refah toplumu” tanımlamalarıyla aşırı tüketime yönelen birey, kon-formist nitelikte bir birey olmuştur.

Sanal gerçeklik içinde bireyler dünyanın boyutlarını değiştirerek kendileri-ne mikro bir dünya kurarlar. Sanal âlemin koridorlarında ellerindeki kumanda aletleriyle zaman ve mekân kavramlarına dayanarak somut biçimde ulaşama-yacakları gerçekliklere, imgelerin zihinsel-görsel türleriyle, tahayyül sınırlarını zorlayarak ulaşabilmektedirler. Gerçek birey ve ona bu yetkeyi modern çağda vermiş olan toplum, gerçeklik hazzı yerine, sanal haz duygusunu yeğleyebil-mektedir. Bu sanal ortamın verdiği haz o kadar yüksek bir kerteye çıkabilir ki, sanal ortamla uğraşanlar “tıpkı Narcissus ve yansıması gibi, kendi oluşturdukla-rı dünyaya veya kendileri için başkaları tarafından yaratılan dünyalardaki kendi performanslarına kolayca âşık oluvermektedirler” (Robins, 2013:95).

“Sanal gerçeklik, imgeler, fantazyalar içindeki bireylere her şeye gücü ye-terlik yanılsamaları içinde neler olacaktır? “Dışarıdaki dünya” kendi gerçekliğini yitirirse neler olacaktır? Postmodern durum özneyi parçalamış ve çözülmesi-ne neden olmuştur. Kişisel benliğin zorunlu bütünlüğü ve tutarlılığına yönelik inancın, hatta imanın sürdürülmesi ideolojik, yanılsamalı ve nostaljiktir. Sanal teknolojiye, aşkın egonun kendisinin ve hayal gücünün intikamı olarak kucak açılır” (Robins, 2013:155). Bakiye kalmaya aday somut benliklerin, soyut, sanal benliklerle ikame edilmesi neticesi oluşan “yeni imge toplumu bireyinin kimli-ği”, postmodern durumda çözümlenmesi gereken bir sorun olarak durmakta-dır.

Postmodern İmge Toplumu 215

İmge Toplumu Bireyinin ÖzelliğiGeleneksel döneme ait kavramların ve onların öncüllerinin, moderniteyle “ye-rinden çıkarılarak” yerlerine yeni imge ve kavramların ikame edilmesi, değişim olgusunun, bir anlamda da kozmosun, evrimsel süreçlerden vareste olamaya-cağının delili olmaktadır. İmge ve kavramların beraberce, in toto, değişim ni-hayetine ermesi zihnin geçirdiği evrimsel sürecin başka bir ifadesi olmaktadır. Endüstriyel süreçten postendüstriyel sürece geçtiği ileri sürülen toplumsal eko-nomik düzenin bireysel algı, düşünme, eylem üçlüsünde değişime neden ol-muş, bunun neticesinde de bireysel benliklerin ve kişilik özelliklerinin yeniden tanımlanması gündeme gelmiştir.

Günümüzde gözlemlenen yaşam tarzı, narsisistik yansımalar gösteren ha-reket biçimleri, eylemleri, tüketim toplumunun gereklerinden olan üretimin artışına bağlı nesnelerin çoğalışı ile karakterizedir. Bireyselleşmenin bir öz-kim-lik inşası olarak anlaşılması, toplumsalın kolektifliğinden uzaklaşarak “Ben, ben olduğum ölçüde benim” (Funk, 2013:11) düsturunda somutlaşan kışkırtıcı bir algı ve özgüven sorunsalı vardır. Ben odaklılık bilinç düzleminde önceliği bir şeye karşı olmaya değil, bir şeyden yana olmaya verir. Ben odaklılık yeni bir yaşam tarzı olup kaynağı yeni bir kişilik tipidir. Postmodern ben-odaklılık özerk, doğal bir arzu içinde ekip çalışmalarına katılan, kendine özgü olmayıp, kimliği dağılmadan bir tür yamalı bohça gibi yaşamaktadır (Funk, 2013:12). Başka bir deyişle, postmodern ben-odaklı karakter, kendini kural ve ölçülerle sınırlama-yan, kendi yaşamını kendisinin kurduğu bir dünyadan zevk alan bir karaktere sahiptir. Funk’a göre postmodern ben-odaklı karakteri, kendini idealize etme, çevresini değersizleştirme, yadsıma ve yansıtma zorunluluğu olan narsisizm-den ayırmak gerekir. Postmodern ben-odaklı karakterde böyle dinamik süreç-ler görülmez. Postmodern ben-odaklı karakter egoist de değildir. Egoist karak-terde olan aç gözlülük postmodern ben-odaklı karakterde yoktur. Postmodern karakter gerçekliği kendisi üretir ve bundan keyif alır (Funk, 2013:12).

Postmodern ben-odaklılık aktif ve pasif olarak ikiye ayrılabilir. İkisi arasın-daki temel fark, aktif karakter yaşantıların ve yaşantı dünyalarının özgürce üre-tilmesini isterken, ikincisi yaşantı dünyalarına kendi belirlediği biçimde katılır.

Aktif ben-odaklı karakterin dinle ilişkisi, gündelik ve kaçınılmaz dünyayı, verili gerçekliği ve kendiliğini daha yüksek bir gerçekliğe ve manevi bir kendiliğe taşıyarak aşkınlaştırmak ister. Doğrudan deneyimlere açıktır, zamanın ve mekâ-nın sınırlarını dinsel ve spiritüel egzersizlerle, pratiklerle aşmak için, ezoteriğe, Zen Budizmi ve Sufizme yönelerek “mistik hazlar” arar (Funk, 2013:73).

Pasif ben- odaklı karakter ise kullanıcı tiptir. Yeni ve farklı yaşamayı ister. Aktif ben-odaklı karakter gerçekliği yeniden yaratıp kurgularken, pasif ben-odaklı karakter yaratılmış bu dünyalara erişmek ister. Aktif ben odaklı karakter arzcı olurken, pasif ben odaklı karakter talep eden olur (Funk, 2013:77-80).

Toplum Bilimleri • Ocak 2015 • 9 (17)216

Postmodern yaşam tarzının bireylerde meydana getirdiği postmodern ben-odaklılığa yol açan ortamlar: eğlence ve boş zaman endüstrisinin teşvik ettiği yaşam dünyaları, reklamlar, eğilim ve gelecek araştırmaları, ortam ve tü-ketim araştırmaları, medya sayılabilir (Funk, 2013:15).

Rainer Funk, postmodern ben-odaklılığın oluşumunda üç etken belirler: Birinci etken, kapitalist pazar ekonomisinin günümüz kültür kapitalizmine dek gelişimidir. İkinci etken teknolojik ilerlemedir; dijitalleşme ve medyadaki tek-nolojik yeniliklerin yol açtığı ve devasa boyutlara varan köklü değişimler, üçün-cü etken ise telkin gücü ve insanın telkin edilebilirliğidir (Funk, 2013:27).

Postmodern toplumda her şey pazarlanmaktadır. Pazar ekonomisindeki pazarlama tekniklerinin gelişimi, metanın kullanım değeri anlayışının etkisini kaybederek, değişim değeri anlayışının daha etkili olmasını, reklamların gücü, talebin arttırılarak tüketimin teşvikini sağlamıştır. “Tasarım ve ürün imajı asıl mesele haline gelmiş, işlevsellik ve kullanılabilirlik ikinci sırada düşünülmeye başlanmıştır” (Funk, 2013:29). Ürün odaklı satış stratejileriyle ürünler canlı kılınarak insanlaştırılmış (Funk, 2013:30), markalaştırılmıştır. Ürünlerin marka-laşması yanılsamalı olarak bireyin de markalaşmasıdır. Bireyin narsisistik özel-likleriyle ürün, bilinçdışındakilerin serbest kalmasını sağlamış, “Öteki”yi özgür-leştirmiştir.

Yaşam dünyaları ve yaşam tarzları üretimiyle bireyler yapay gerçekliği ve-rili gerçeklikle sınama gereği duymadan, gerçeklik yapılıp üretilmekte ve yara-tılmaktadır. Önceki bölümde incelendiği gibi sanal gerçeklik aracıları ve araç-ları bunun kaynaklarıdır. “Çağdaş pazar ekonomisinin başarı reçetesi: bireyin özlemini duyduğu dünyalar üretmektir. Herkes kendisini olduğu gibi algılamak yerine, özlemini duyduğu imgesiyle özdeşleştirerek kendi gerçekliğini yeniden üretebilmektedir. Bu dünyalar, kurgusal dünyalardır. Kurgusal dünyalar, tekni-ğin olanaklarıyla öyle geliştirilmişlerdir ki, transa benzer bilinç durumlarının or-taya çıkmasını sağlayarak hipnotik etki yaparlar (Funk, 2013:47). Postmodern toplum bireyleri telkine yatkın, telkin edilebilir bireylerdir. Kurgusal dünyalar sadece ekonomik alanda kendisini göstermez. Politik, kültürel, etnik ‘öncü kim-likler’’ olarak kavramsallaştıracağımız lider kimliklerinin davranışları, söylem-leri, eylemleri de ‘taklit’ edilerek, Tarde’nin dediği gibi, imgelere takılan imge toplumu aynı zamanda “taklit toplumu” olma özelliğini de göstermektedir.

Kitle iletişim araçlarının, medyanın “iyi sattığı” (Funk, 2013:40) şiddet, acı-ma, hayranlık gibi duygu yüklü görseller “duygu pazarlamasının” örnekleridir. Bu postmodern yazında bolca kullanılan “ne olsa gider” anlayışının başka bir ifadesidir. Kültür endüstrisi ürünlerinin geçmiştekinden daha farklı olmasının nedeni de simülasyon dünyalarının ve değişen bilinç durumlarının desteğiyle yaşantıların ve duyguların erişimini mümkün kılmasıdır (Funk, 2013:41).

Postmodern İmge Toplumu 217

Postmodern toplum imgelerle ve imge yüklü bilince sahip bir toplum ol-duğundan bireylerinin karakter yapıları da imgeler üzerinden şekillenmektedir. Funk’ın ayrımladığı gibi postmodern birey karakteri ben-odaklıdır. Aktif/arzcı ya da pasif/talepçi olması onun sorunsuz olduğu anlamına gelmez. Yanılsa-maya kapılma eğilimi, gerilimler, belirsizliklere dayanma yetisinden yoksun olmak postmodern toplumda yaygın psikiyatrik semptomlardır. “Postmodern ben-odaklılık, gerçekliği ve çatışmaları göz ardı etmesinin yanı sıra kaygıları, heyecanları, çatışmaları ve düş kırıklıklarını kaldırma becerisi ve itki denetimi gibi diğer ben işlevlerini görmezden gelmekte ve zayıf düşmektedir” (Funk, 2013:177).

İmge- Din İlişkisiİmgelerin yapay, kaygan karakterlerinden ötürü, dinlerin imgelerle ilişkisi so-runludur (Yücel, 2013:46). Kutsal imge olarak belirlenen Tanrı betimlemelerin ötesinde, tartışılmaması ve imgesinin yapılmaması gerekir. Mısır, Kızılderili ve Yunan tapınakları imgeler açısından oldukça zengin örnekler sunar. İmgeler, kimi zaman yasaklar konan, kimi zaman da başvurulan çareler olmuştur. Ör-neğin Budizm’de, Buda önce kendi imgesini yasaklarken, sonra kutsalla insan arasında bir aracı olarak görmüş ve serbest bırakmıştır (Yücel, 2013:47). Hindu-izm’ de ise Brahma’nın resmi neredeyse hiç yapılmazken, diğer tanrıların imge-si bolca tüketilir.

Tek Tanrılı dinlerde ise durum bazı farklılıklar gösterir. Örneğin İslâm ve Musevilik imgeye tamamen karşı olurken Hıristiyanlık daha fazla esneklik sağ-layan bir yaklaşım sergiler. Hz. İsa’nın, Hz. Meryem’in, azizlerin resimlerinin ikonlaşmaları bunun örnekleridir (Yücel, 2013:49). İkonların Kilise’nin vazge-çilmezlerinden olmasına rağmen, Bizans İmparatorluğu’nda ikonoklastik (ikon kırıcı) dönemler de görülmüştür. Gerçekte İncil öğretisi imge konusunda çok açıktır: İmgelere ve heykellere tapmamayı, hizmet etmemeyi buyurur (Yücel, 2013:50). Kilise içindeki imajlar, Ortaçağ’da mensupları için bir kutsallık, bir deruni duyguyu gösterirlerken, günümüzde sekülerleşme, rasyonelleşmenin etkisiyle farklılaşarak, İncil ve Kilise’nin sentezinden çıkarılan, insanın iktida-rını yücelten yeni bir toplumun modellemesi işlevini yüklenmişlerdir (Ellul, 1998:225-226).

Kurum, görselleşme ve imajların istilasından doğar (Ellul, 1998:230). Bu istila yeniden üretime olanak sağlar. İmajların gücü, kurum temeli üzerinde ku-rumsallaşır. Gösterilecek olan şeyleri bu kurum karşılar. Kurum, toplu ayinleri görkemli hale getirir (Ellul, 1998:230). Havra, Kilise, Cami içlerinde yapılan iba-detler törensel nitelikleriyle, ritüelleri ve sembolleri ile bir imgeler/semboller dünyası oluştururlar.

Toplum Bilimleri • Ocak 2015 • 9 (17)218

İslâm dini dinsellikten uzak imgelere ve bilime diğer dinlerden daha hoş-görülü yaklaşır ama Tanrı’yı ve Peygamberini görsel olarak betimlemek yasaktır. Bu yasak, hat, tezhip, cami duvarlarında ve Kuran sayfalarında zarif, güçlü, farklı imgeler üretilerek aşılmıştır (Yücel, 2013:50).

İmge Toplumu’nda, dinin geri döndüğü iddialarına rağmen, durum olduk-ça kaotiktir. Bireylerin zihinsel imgelerinde kurguladıklarıyla, görsel ya da işitsel olarak maruz kaldıkları imgeler ve simgeler inancın, dolayısıyla dinin objektif-leşmesinde farklı uygulamaları davet eder. Eskatolojik kaygılar, cennet müj-desi, cehennemden korkma gibi teolojik beklentiler ibadetin yöntemlerini de değişime zorlar. Dinin öğreti kaynaklarının dışına çıkma riskini içeren böylesi uygulamalar yeni bir din tanımını da davet eder. İmgelerin yanıltıcılığı böyle-ce Tanrı-din-kul/birey birlikteliğini bozar. İmgelerin bolca üretildiği televizyon, internet ortamı, sinema görsel-işitsel yollar bu işlevi yerine getirir. Görmeye alışkın birey, dinsel yaşamının ekranlar üzerinden düzenlenmesine izin vererek ‘kutsalını yaşadığı’ halüsinasyonuna kapılır.

Sonuç17. ve 18. yüzyılların felsefi, ekonomik, siyasal ikliminde gelişen olaylar gele-neksel toplumu, modern topluma taşımıştır. Aydınlanma ve Sanayi Devrimi bu iklimde gerçekleşen önemli kırılma noktaları olmuştur. Bireyselleşme, se-külerleşme, aklın öncülüğünde bütün informel yapıların tasfiyesi, geleneksel değerlerden kopuş, adına modernleşme denilen bu sürecin niteliklerinden ol-muştur. Toplumun, geri dönüşümsüz, kaçınılmaz değişimi, ihtiyaçlara göre yeni kurumsal mekanizmaların yaratılmasını gerektirmiştir. Geleneksel döneme ait imgelerin, kavramların, düşünce biçimlerinin yerinden çıkarılması, yerlerine yenilerinin konmasını zorunlu kılmıştır. Modern toplumun bilincine ait olan düzen, ilerleme, doğayı kendi tercihlerine göre tasarımlama isteği geçmişe ait olanla karşıtlığı davet etmiş, ontolojik ve epistemolojik arayışlara yönelinmiştir. Gelişen bu entelektüel ortamdan sızan birikimler, bireyin dolayısıyla toplumun mutluluğunu amaçlamıştır. Bireysel haz ve doyum duyguları sosyo-ekonomik ilerlemelerin ardında yatan itici güçler olmuşlardır.

Modernleşmenin seküler, akılcı, bürokratik toplumu, geçmişin üretim bi-çimlerini değiştirmiş, gelişen şartlarda da yeni üretim ilişkileri meydana gel-miştir. Montaj hattı, seri üretim, planlı ekonomik modeller, piyasa şartlarında gelişen üretici tüketici ilişkileri, değiş tokuşun yerini alan para, yetinmekten tü-ketmeye doğru bir toplum tipinin doğmasına neden olmuştur. Modern toplum, tüketimin arttığı bir toplum tipini bünyesinde barındırmaya başlamıştır.

Kentleşmenin, sanayinin artışı, toplumsal tabakalaşmanın belirginleşmesi modern toplumun karakteristiklerindendir. Yirminci yüzyılda yaşanan iki Dünya

Postmodern İmge Toplumu 219

savaşı, modernleşmenin ideolojisiyle özdeş kapitalizmin ekonomik beklentile-rine yanıt alamaması, ekonomik, sosyal ve kültürel eşitsizlikler modernitenin düşünümselliğini doğurmuştur. Postmodernizm önce kendini modern sanata karşı, eleştirel duruşuyla bu düşünümselliği başlatmış, özneyi ve toplumu ilgi-lendiren bütün kavramları yeniden tanımlama gibi bir uğraşın içine girmiştir. Postmodernite modernliğin ana gövdesinde gelişen, onunla iç içe, gittikçe fark-lılaşan ama hâlihazırda ondan kopmayan bir süreçtir.

Postmodernite, imgelerle yüklüdür. Modern zamanların var olan imgele-rine yeni imgeler katılmış, bireyler adeta imgeler sağanağı altında kalmışlardır. İmgeler, doğrudan duygulara gönderme yaptıklarından postmodern birey daha duygusal eylemde bulunmaktadır. Onun eylem biçimi, haz ve doyuma yönelik olduğundan her araç bir fırsat olabilmektedir. Bu nedenle postmodern toplum pragmatist toplumdur. İmgeler aracılığıyla düşünmenin rehaveti postmodern bireyi sarmıştır. Yüzeysel, günü birlik düşünme onun yaşam dünyasının soluk rengi olmaktadır. Buna karşın postmodernitenin yaşam renkleri modernite-ye göre daha çeşitli, fakat soluktur. Modernleşmenin doğduğu yıllarda sanat, edebiyat, felsefe gibi disiplinlerin keskin renkleri, geleneğe karşı duruşu gös-termekteydi. Buna karşın postmodern zaman bulanık, dağınık, somut ve soyut gerçeklikleri tartışılabilir epistemolojiye sahiptir. Bu nedenle postmodern bire-yin toplumsal gerçekliği soluklaşmış, imgelerin doluştuğu bir görüntüler dün-yası haline dönüşmüştür. Makalede, içine girerek anlamaya çalışılan bu mo-dernlik tablosunun çerçevesinde bulunan postmodernliğin, imgelerin gerçek dışılıklarıyla yapıldığı sonucuna varıldığından, postmodern toplumun bir imge toplumu olarak da adlandırılabileceği ileri sürülmektedir. Postmodern imge toplumu, modernitenin geldiği bu aşamada bir tespiti iddia etmekte, yeni bir toplum tipinden ziyade, modernitenin ve onun geç evresi olan postmodernite-nin yapısal unsurlarını deşifre etmeyi amaçlamaktadır.

Kitle iletişim araçlarının, ulaşım olanaklarının artışı zaman ve mekân iliş-kisini bozması; teknolojiye bağlı gelişen ekolojik tehditler; iş yaşamındaki es-neklik, güvencesizlik; tüketmek için üretmek postmodern imge toplumunun sorunlarındandır. Postmodern zaman, seçeneklerin ve risklerin çoğaldığı, on-tolojik güvenin azaldığı, bireylerin gelecek kaygılarını yaşadıkları bir zamandır. Seçenekler arasında seçme ikilemi, daha fazla doyuma ulaşma isteği çeşitli medya araçları vasıtasıyla tetiklenmektedir. Bilinçli seçim, yerini bilinç dışının isteklerine bırakmıştır. İd’e bağlı itkiler Ben tarafından çözümsüz bırakıldığın-dan postmodern zamanda nevroz, bir hastalık olarak yaygınlaşmıştır. Nevro-tik bedenlerin benlikleriyle ilgili sorunları olduğu bilinmektedir. İmge toplumu bireyi, kentleşmenin, sanayinin, teknolojinin dolayısıyla sanayi kapitalizminin getirdiği sorunlar nedeniyle nevrotiktir. Benliklerini farklı düzlemlerde oluş-

Toplum Bilimleri • Ocak 2015 • 9 (17)220

tururlar. Çevresel imgelerin duyulara seslenişleri, yapılarındaki yanıltıcılık bi-reylerin gerçekliği algılayışlarında hatalara yol açmaktadır. Yanlış bilinç, imge toplumunun bilinç yapısıdır. İmgelerin gerçeğin yerine geçişleri, onları simüle etmeleri, simulakrlar evreniyle oyun oynayan bireylerin benliklerini “oyuncu benlik” haline getirir. Medya, internet gibi görsel ve işitsel imge yüklü ortamla-rın yaşam biçimi olarak kabul edilmesi, imge toplumunun bireylerinin benlikle-rinin “sanallaşmasına” neden olur. Kısaca imge toplumu, sanal, oyun oynamayı seven, görsel ağırlıklı düşünen, telkine yatkın bireylerin toplumudur.

İmge toplumu, imgelerle yönlendirilen, tektipleşen bireylerden oluşmuş-tur. Öznenin modern zamanların iddiasında yerini bulan özgür, seküler, akılcı yapısı silinmektedir. “Tanrı’yı öldüren” modernlik şimdi kendini de yok etmek-tedir. Geleneksel dönemden boşalan aşkın değerler, etik unsurlar modern dö-nemde ikame edilemediğinden postmodern imge toplumu dinî arayışlar için-dedir. Yeni dinî hareketlerde gözlemlenen şifacılık, büyücülük, tarikatlar, yeni cemaat oluşumları bu arayışların örneklerindendir. Evrensel dinlerin ritüeller-den ibaret kalışı, dinin öznel boyuta indirgenmesi, dinin sosyolojik gerçekliğinin de görüntülere, yani imgesel biçim alışına neden olmaktadır. Tanrı, peygam-berler ve azizler gibi aşkın, metafizik âlemle ilişkisi olan kavramların da zihin-sel imgelerden ibaret olduğu görülmektedir. Bu zeminde gelişen tahayyüller, evrensel din anlayışında çeşitliliğe, dolayısıyla dinî gerçekliğin tanımlarının da değişmesine neden olmaktadır. İmge toplumunun dini, bu nedenle simülatif karakterdedir.

İmge toplumu, arzu bedenlerden teşkil etmiştir. Tüketim nesnelerinde benliğini arayan narsisist bireylerin toplumu olan imge toplumu, standartlaş-mıştır ve kitle özelliği göstermektedir. Bireyler kentlerin “yalnız kalabalıkların-da” birer flâneur olarak yaşantı sürerler. Tüketimin en geniş anlamıyla devasa boyutlara ulaştığı imge toplumu, philistini bir toplumdur. Toplumsal gerçekliğin imgelerden kurulu olmaya meylettiği postmodernitede, imgelerin doğaları dü-şünüldüğünde toplumsal gerçeklik realitesini yitirmiş olmayacak mıdır? İmge toplumunun en önemli açmazı burada yatmaktadır. İmgelerden ontolojik ola-rak kaçamayacağımızdan, felsefenin, sosyolojinin ve sosyal psikolojinin bu so-ruya cevap araması ve çözüm sunması gerekir.

Notlar(*) Dr. Din Sosyolojisi, [email protected] Bu makale 17.04.2015 tarihinde SDÜ İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Ana Bilim Dalında

savunulan doktora tezinden üretilmiştir.

Postmodern İmge Toplumu 221

KaynaklarAgger, Ben,(2011). Sanal Benlik, Çev. Volkan Hacıoğlu, İstanbul: Babil Yayınları.

Aristoteles,(1996). Metafizik, Çev. Ahmet Arslan, 2. Basım. İstanbul: Sosyal Yayınları.

—. Ruh Üzerine, (2014). Çev. Zeki Özcan, 4. Baskı. Bursa: Sentez Yayıncılık.

Augustinus, Saint,(2007). İtiraflar, Çev. Dominik Pamir, 2. Baskı. İstanbul: Kaknüs Yayınları.

Baudrillard, Jean,(2012). Neden Her Şey Hâlâ Yok Olup Gitmedi, Çev. Oğuz Adanır, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.

—. Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm, (2011). Çev. Oğuz Adanır, 3. Baskı. İstanbul: Boğaziçi Üni-versitesi Yayınları.

—. Simularklar ve Simulasyon, (2003), Çev. Oğuz Adanır, Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Bauman, Zygmunt, (2011) Bireyselleşmiş Toplum, Çev. Yavuz Alogan, 2. Baskı. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

—. Modernite, Kapitalizm, Sosyalizm Küresel Çağda Sosyal Eşitsizlik, (2013). Çev. F. Doruk Er-gun, İstanbul: Say Yayınları.

Berger, John, (2014). Görme Biçimleri, Çev.Yurdanur Salman, 21. Baskı. İstanbul: Metis Yayın-ları.

Bergson, Henri, (2007). Madde ve Bellek, Çev. Işık Ergüden, Ankara: Dost Yayınları.

Budak, Selçuk,(2005). Psikoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Burnett, Ron, (2012). İmgeler Nasıl Düşünür, Çev. Güçsal Pusar, 2. Baskı. İstanbul: Metis Yayın-ları.

Cevizci, Ahmet, (2000). Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayıncılık.

—. Felsefe Tarihi,(2011). İstanbul: Say Yayınları.

Chittick, William, (1999). Hayal Alemleri İbn Arabî ve Dinlerin Çeşitliliği Meselesi,Çev. Mehmet Demirkaya, İstanbul: Kaknüs Yayınları.

Debord, Guy, (1996). Gösteri Toplumu, Çev. Okşan Taşkent Ayşen Ekmekçi, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Eflatun, (1980). Devlet, Çev.Sabahattin Eyüboğlu ve M. Ali Cimcoz, 4. Baskı. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Ellul, Jaques, (1998). Sözün Düşüşü, Çev. Hüsamettin Arslan, İstanbul: Paradigma Yayınları.

Farouki, Nayla,(2009). İdea Nedir?, Çev. Atakan Altınörs, İstanbul: Say Yayınları.

Feurbach, Ludwig, (2004). Hıristiyanlığın Özü, Çev. Devrim Bulut, Ankara: Öteki Yayınevi.

Freud, Sigmund,(2011). Haz İlkesinin Ötesinde Ben ve İd, Çev. Ali Babaoğlu, 3. Basım, İstanbul: Metis Yayınları.

Funk, Rainer, (2013). Ben ve Biz Postmodern İnsanın Psikanalizi. Çev. Çağlar Tanyeri, 3. Baskı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Hakîm, Suad El (2005). İbnü'l Arabî Sözlüğü. Çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Hobbes, Thomas, (2008). Leviathan.,Çev.Semih Lim, 7. Baskı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Hume, David, (2009). İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme, Çev. Ergün Baylan, Ankara: Bilgesu Yayınları.

İbn, Sina, (2004). Risaleler. Çev. Alparslan Açıkgenç ve M. Hayri Kırbaşoğlu, Ankara: Kitâbiyât.

İbnü’l, Arabî, (2006). Fusûsu'l Hikem. Çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

—. Fütûhâtı Mekkiye, (2011). Çev.Ekrem Demirli, Cilt XIV. İstanbul: Litera Yayıncılık.

Toplum Bilimleri • Ocak 2015 • 9 (17)222

Locke, John, (2004). İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme. Çev. Vehbi Hacıkadiroğlu, 2. Baskı. İstan-bul: Kabalcı Yayınevi.

Lowen, Alexander, (2013). Narsisizm Gerçek Benliğin İnkârı, Çev. Tamer Çetin, İstanbul: Cem Yayınevi.

Melluci, Alberto, (2013). Oyuncu Benlik, Çev.Başak Kıcır, İstanbul: Sel Yayınları.

Merleau-Ponty, Maurice, (2006). Göz ve Tin, Çev. Ahmet Soysal, 3. Baskı. İstanbul: Metis Ya-yınları.

Özcan, Muttalip, (2011). Aristoteles Felsefesi: Temel Kavramlar ve Görüşler,ss Ankara: Bilgesu Yayınları.

Peters, Francıs E, (2004). Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü, Çev.Hakkı Hünler, İstanbul: Paradigma Yayınları.

Ritzer, George (2011), Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek, Çev. Şen Süer Kaya,2. Baskı. İs-tanbul: Ayrıntı Yayınları.

Robbins, Kevin (2013). İmaj Görmenin Kültür ve Politikası, Çev. Nurçay Türkoğlu, 2. Baskı. İstan-bul: Ayrıntı Yayınları.

Sartre, Jean Paul (2009). İmgelem, Çev. Alp Tümertekin, 2. Baskı, İstanbul: İthaki Yayınları.

Sennett, Richard (2012). Karakter Aşınması Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri, Çev. Barış Yıldırım, 6. Baskı. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Simmel, George, (2003). Modern Kültürde Çatışma, Çev. Nazile Kalaycı,İstanbul: İletişim Ya-yınları.

Solso, Robert, vd. (2007). Bilişsel Psikoloji, Çev. Ayşe Ayçiçeği-Din, İstanbul: Kitabevi.

Sontag, Susan, (2011). Fotoğraf Üzerine, Çev. Orhan Akınhay, 2. Baskı. İstanbul: Agora Kitap-lığı.

Türkoğlu, Nurçay, (2000). Görü-Yorum Gündelik Yaşamda İmgelerin Gücü , İstanbul: Der Yayın-ları.

Williams, Raymond, (2012). Anahtar Sözcükler, Çev. Savaş Kılıç, 5. Baskı.İstanbul: İletişim Ya-yınları.

Yücel, Halime, (2013). İmgeden Yoruma, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.