16
20 GÜNLÜK EDEBİYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ 2 Kasım 2019 Cumartesi SAYI: 270 Politik Renklerin ruhu Resim: Sinan Hezer

Resim: Sinan Hezer Renklerin ruhu...sınırlanamayan özelliğiyle bir tılsım, bir büyü ve hiçbir silahta bulunma-yan, menzili sonsuz kudrettir. İhtiyaç duyduğu şey, sadece

  • Upload
    others

  • View
    14

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

20 GÜNLÜK EDEBİYAT SANAT VE DÜŞÜN DERGİSİ

2 Kasım 2019 Cumartesi

SAYI: 270Politik

Renklerin ruhuResim: Sinan Hezer

Medya Presse-und Werbeagentur GmbH [email protected]: Geschäftsführer: Ahmet Yücedağ Ver. Redakteur: Özgür ReçberlikHans-Böckler-Str. 16 63263 Neu-Isenburg

Sanatın Kürdistan’daki tarihini başkaların-dan okuyoruz. Nedeni basit, çünkü bir sö-mürge coğrafyasından söz ediyoruz. 

Kürdistan’ın yaklaşık 400 yıl önce ikiye bölün-mesinin politik sonuçları bir yana toplum-tarih-sel bir travmanın başlangıcı yaratıldı. Sünni idealibenimseyen Osmanlı İmparatorluğu ve Şia yapı-salcılığıyla dizayn edilen yeni İrani Devlet geleneği-nin ayrıldığı yer Zagros dağlarıydı. Bu olaydanbinlerce yıl daha eski kaynaklardan aldığımız refe-ranslara baktığımızda bu dağlarda ve eteklerinde birKürt kültürleşmesi çoktan oluşmuştu. Buranın ikiyebölünmesi dönemin en belirleyici topluluklarındanbirinin ulusal geleceğine ağır darbe vurmuş oldu.Bunu yüz yıl önceki dörde bölünme takip etti.

Semboller coğrafyasıEn eski hegemonların (Sümer, Akad, Babil) kaynak-

larında bu dağlardan üreyen sembollere sıkça rastla-rız. Sümer tanrıçaları ve sembolleri kuzeydekidağlardan gelirdi. Kuzeyin Sümer’e gelen zeki yıldızıİştar bugün feminist hareketin önemli sembollerin-den. Semboller önemliydi. Her çağın belirleyici vetoplulukların düşünce dünyalarını hakimiyet altınaaldığı “negatif-pozitif” sembolleri vardı. İlk uygarlık-lar çeşitli sembollerin etrafında birleşip şehirler veonları koruyup besleyen ordular kurdular.

Bilindiği üzere en eski semboller mühendisliği deZagros halklarının nüfuz ettiği -multikültürel tapınakolma özelliği de taşıyabilecek olan- Xerabreşkê (Gö-beklitepe) tarihi alanıdır. Orada gördüğümüz ka-bartma resimler Zagrosların etkisinde kalantoplulukların sembollerini yansıtıyor. Her topluluğunayrı fablı var ve muhtemelen yaşadıkları bölgelerdezihinlere fiziksel veya metaforik olarak yerleşmişcanlılar resmedilmiş. Burada bir varoluş ifadesi var vebu semboller hayatta kalmanın ve doğayla sürdürü-len birlikteliğin tezahürüne benziyor. Güneybatı Ak-deniz’deki mağara resimleri de benzer kontekste,fakat daha küçük avcı grupların varoluşsal sembol-leri olarak düşünülebilir. 

Sembollere neden ihtiyaç duyuldu?Peki semboller ve direniş kültürü arasındaki tarih-

sel ve felsefi bağ nasıl oluştu? Her düşünsel varlığınneden bir sembolü oluştu? Her olgu neden geridebir sembol bırakma isteği duydu? Neden mezar ta-şına ihtiyaç duyulduğundan tutalım, modern sanatın

bugün vardığı anlam karmaşasının doğurduğu soru-lar ağına kadar, insanın sembolleşme isteğinin kay-nağını ve sürecini tartışmak her daim ufuk açıcıdır. 

İstilaya karşı direnişBir şey düşünürsün ama senden önce başkası

yapar. Ortadoğu insanının kaderi tam da budur.Böyle gelişti. Düşünülen sembolün veya kurgulananyaşam biçiminin başka eller tarafından hayata geç-miş olmasının iki temel ayrımı vardır. Birincisi; kafa-mızdaki düşünceyi sembollere dönüştürmeyiz,çünkü o sembolü yaşıyoruzdur. Sembollerin pers-pektif sunma özelliği vardır. Açıkçası yolunu gördü-ğün için ışığa ihtiyacın yoktur. İkincisi; zengin zihindünyasının sembolleştirme potansiyeli yüksek top-luluklar, görece daha az uygarlıksal üretim sahibi vedaha renksiz zihin dünyasına sahip diğer topluluklartarafından istilaya uğrar. Buradaki istiladan kasıt yal-nızca yağmalanan şehirler ve katledilen insanlardeğil, aynı zamanda çalınan kültürdür. 

Tam da burada direniş kültürü doğuyor. Artık saltdoğaya karşı -çoğunlukla fiziki- değil, her çağın he-gemonyasına karşı zihinsel, kültürel, sanatsal direnişde başlıyor. Kürtler ontolojik olarak daha çok ikincinoktadaki sömürülen pozisyonunda duruyor. Kürtle-rin, uygarlığa karşı ulaşılmaz ve “dost” olan dağlardakonumlanması bir yenilgi değil, doğal yaşam biçi-miydi. Ancak 21. yüzyıl dünyasındaki merkezi uygar-lığın artık tek tuşla dağlara ulaşabiliyor olması teorikaltyapısının çok güçlü olduğu, çok alanlı stratejik birdireniş biçimi gereksinimi doğurdu. Kürt’ün, kapita-list uygarlığa karşı en basit haliyle ismini var etmesibile kolay olmadı. Ancak fiziki varlığını koruma mü-cadelesi devam ederken sembolik varlık oluşturmarefleksleri, karşılaştığı sömürgeci baskı mekanizma-ları tarafından sert bir biçimde bastırıldı. 

Kültürel savaşta gerillaUlus-devletin klişesi haline gelmiş “bir halkı yok

etmek istiyorsan, önce dilini ve kültürünü yok ede-ceksin” tezi belki de en çok Kürtler üzerinden çokboyutlu şekilde pratiğe geçirilmek istendi. Kürtlerin

oluşturduğu bütün sembollere karşı savaş ilanedildi. Müzikler, hikayeler, bayraklar, resimler, hey-keller, keşifler, hatta kıyafetler ve yemekler bileyok sayıldı. Yok edilemeyen unsurlar da milyondolarların harcandığı asimilasyon programlarıylahegemon kültürün üretimiymiş gibi sunuldu(Türkiye, İran, Irak, Suriye). Kürtlerin merkezi sis-temde bir ulusal statüsü ve resmi tarihi kabuledilmediği için bu coğrafyadan çıkan çoğu şey

sömürgeci rejimlerin arşivlerinde “gelenek-görenek”olarak yer aldı. Fakat bütün bunlar teknolojinin vebilgi dünyasının önüne geçilemez büyümesiyle be-raber farklı bir hal almaya başladı. Bu yeni kültürelsavaşta -belki de gerilla fenomeninden kaynaklı-stratejik düşünmenin yanında hızlı ve taktiksel olanda daha görünür ve başarılı olacaktı. 

Sanatta yok sayılan KürtlükÖzverili bir yaklaşımla Kürt resim sanatının tarihi

üzerine açıklayıcı işler ortaya konabilir. Arşiv sömür-geci rejimlerin şifresi kaybedilmiş kasalarında olsada -sözlü tarih hariç- genel geçmişin büyük bir kıs-mına ulaşamıyor oluşumuz, geleceği inşa edemiyo-ruz anlamına gelmiyor elbette. Türkiye bazında elealdığımızda aslında herkesin bildiği üzere etkili res-samların çoğu “Türk sanatçı” diye anılıyor. Bu, bütünsanat dalları için geçerli. “Kürt diye bir şey yoktur”,“doğulu vatandaşlar”, “Kürt kökenli vatandaş”, “terö-rist Kürt”, “benim Kürt’üm”. Bunlar Kürt kültürel üre-timinin önündeki engel söylemlerin çok azı. Belki debu yok sayma politikaları “bana bir parça ekmekveren Kürt”e evrilmeden önce Kürt sömürgecilikkarşıtı sanatçılar bu dışlayıcı politikaları tarihe göme-cek. Bu “herkes” için en hayırlısı olabilir.

Kürtler kendi sembollerini oluşturuyorTüm bu hikayenin içinde Kürt resim sanatı, dire-

niş kültürünün temel taşlarından olma misyonunualmış oluyor. Kürt resmi son yıllarda Güney Kürdis-tan’da ve Rojava’da daha özgür bir üretim zeminibuldu. Dijitalleşme çağıyla birlikte hareket alanınıevrensel düzleme taşımaya başlıyor. Özellikle Ko-banê direnişinden sonra Rojava direnişine odaklıbir üretim göze çarpıyor. Yaşanan hemen her olayKürt ressamlar tarafından bir şekilde belgeleniyor.Ve nihayetinde Kürtler kendi sembollerini oluştur-maya başladıkça ve var olanı koruyacak mekaniz-mayı geliştirdikçe “geleceğin tarihi”nde söz sahibiolmaya başlıyor. 

* Master in Zurich University of the Arts

Serdar MUTLU*▼

Kürt resim sanatının sembolik varlığı◗ Kuzeyin Sümer’e gelen zeki

yıldızı İştar, bugün feministhareketin önemli sembolle-rinden. Semboller önemliydi.Her çağın belirleyici ve toplu-lukların düşünce dünyalarınıhakimiyet altına aldığı “nega-tif-pozitif” sembolleri vardı. İlkuygarlıklar çeşitli sembollerinetrafında birleşip şehirler veonları koruyup besleyen or-dular kurdular.

◗ Türkiye bazında ele aldığı-mızda aslında herkesin bildiğiüzere etkili ressamların çoğu“Türk sanatçı” diye anılıyor.Bu, bütün sanat dalları içingeçerli. “Kürt diye bir şey yok-tur”, “doğulu vatandaşlar”,“Kürt kökenli vatandaş”, “terö-rist Kürt”, “benim Kürt’üm”.Bunlar Kürt kültürel üretimi-nin önündeki engel söylem-lerden sadece birkaçı.

3

Hayal ettikleri-mizi gerçe-ğine en yakın

şekliyle dışarıya çıkar-tıp başkalarının zih-ninde sarsıntıyadönüştürebilmek diyetarif ediyorum ken-dimce, sanatı. Zira içi-mizde yarattığımızresmi, sesi ya da hissi aktarabilmekikinci bir yaratma eylemidir ve şaşır-tan, mucizevi bir gelişmedir.

Genlerimizle taşınan bu gücün, ya-şamdan topladığımız sayısız veri ilekarılıp öğütüldükten sonra aldığı sonşekil, pekala bir canlının doğuşu gibi-dir ve en güçlü ölümsüzlük eylemidir.Tek cümlelik anlatımla, ölüme diren-mektir.

İçinde iyi ile kötüyü aynı anda taşı-yan ve bunlardan birini daha çokbesleyen insanların yol ayrımındayönlerini belirleyen olumlu enerjidir.

Kötülüğü seçenlerin taşları haksız-lıkla döşenirken diğerlerine şüphesizki direnmek düşecektir. Öyle ya daböyle, ufak ya da büyük, geçmiş ya daşimdi hiç farketmez; yok edilen hergüzel şeye karşı sesli, sessiz, güçlü,güçsüz direnmek, doğamızda olanbir şeydir, bilincimizle yükselir.

Direnmenin en soylusu olan sanat;derinliği, yüksekliği, ağırlığı, etkinliğisınırlanamayan özelliğiyle bir tılsım,bir büyü ve hiçbir silahta bulunma-yan, menzili sonsuz kudrettir. İhtiyaçduyduğu şey, sadece nota, renk, mi-neral ve kelimelerden ibarettir. Jean-luis Jaubertt’in dediği gibi”Sanatçının dünyayı değiştirmek içinsözlerden, renklerden notalardanbaşka bir gücü yoktur.” Ama bu güçhafife alınmamalıdır. Çünkü insanındiğer güç ve araçları kullanabilmesi-nin koşullarından biridir.

”Gerçekliğin sanat aracılığı ile bi-lince çıkarılması yaşamın tüm alanla-rını kapsar.”

Tarih öncesinden bu yana, mağaraduvarlarından günümüzün kilise, hanve saraylarına dek sadece bir süslemedeğil, uzun uzun şeyler söyleme üze-rine işlenmiş nice eser, taş tabletler-den saten sayfalara yazılmış nice sözve iliklerimizle bir nesilden diğerine

taşınmış nice ezgi bir tekdevrine direnmekle kal-mamış; tüm zamanlarameydan okuyarak o her-keste farklı tercüme edi-len dilini de hiçkaybetmemiştir.

Edebiyat da, müzik debirbiriyle kıyaslanamaya-cak kadar eşsiz güzelliği

barındıran iki daldır kesinlikle. Fakathalen emekçisi olduğum resim sa-natı, renklere bezenmiş diliyle umu-dun ve karşı duruşun da rengidir.

Özgürlük ve demokrasi mücadele-siz olmuyor ne yazık. Sanat bu müca-delenin önemli bir parçasıdır. Çünküsanat bir yanıyla çağına tanıklıktır.Hafıza oluşturmaktır. Bugün on bin-lerce yıl öncesine dayalı bilgilerimizbu tür hafıza oluşturma etkinliklerin-den de beslenmektedir.

Michelangelo ”Ademin Yaratılışı”nıresmettiği tavanda, Tanrı’yı insanbeyninin içine yerleştirirken yaratanıyarattığımıza dair bir şey mi demekistemiştir?

İspanya iç savaşını ve faşizmin yıkı-mını anlatan Guernica tablosu için”Bunu siz mi yaptınız?” diye soranNazi subayına; ”Hayır siz yaptınız”diyen Picasso’nun tablosu kadar, ver-diği cevap da bir direniş ve sanatdeğil midir?

Görmenin, hissetmenin, mantığın,aklın ve vicdanın tuvale dökülmüşhalidir...

Gezi Direnişini dev boyutlu duvararesmeden ressamın ayni boyuttakiduyarlığıdır.

Bu tür örnekleri çoğaltmak müm-kün. Sanatçılar her zaman otoriteye,zulme baskıya savaşa karşı durmuş-lar, haksız zulümler ve ölümler karşı-sında ağırlığını koymuşlar, çağınatanıklık ederken, özgürlüğünü ve öz-günlüğünü kontrol altına almaya ça-lışanlara karşı muhalif tutumizlemişlerdir.

Çünkü; sanatçının bizzat kendisiüretim araçlarının sahibidir, başındansonuna üretim sürecini kendisi belir-ler kendisi yönetir. O nedenle kendiürettiğine yabancılaşmaz. Hiç bir oto-riteye de boyun eğmez.

* Ressam

◗ Direnmenin en soylusu olan sanat; derinliği, yüksek-liği, ağırlığı, etkinliği sınırlanamayan özelliğiyle bir tıl-sım, bir büyü ve hiçbir silahta bulunmayan, menzilisonsuz kudrettir. İhtiyaç duyduğu şey; sadece nota,renk, mineral ve kelimelerden ibarettir.

◗ Kötülüğü seçenlerin taşları haksızlıkla döşenirken di-ğerlerine şüphesiz ki direnmek düşecektir... Öyle yada böyle, ufak ya da büyük, geçmiş ya da şimdi hiçfarketmez; yok edilen her güzel şeye karşı sesli, ses-siz, güçlü, güçsüz direnmek, doğamızda olan bir şey-dir... Bilincimizle yükselir.

Gülizar KILIÇ*

Sanat ve direnis

P. PICASSO/GUERNICA

4

Günlerdir yazmaya çalışıyo-rum ama tek bir kelime bileyazamadım. Benim için bir

ifade biçimi olan sanatı ben genel birdeğerlendirmeyle anlatamam. Buyüzden, bu yazıyı yıllar yılı sanatokullarında konuştuğumuz kavram-lara boğmadan, entelektüel sevi-yemi kanıtlarcasına cümle başıverilen referanslara ve onların pekkıymetli sözlerine yer vermedendüşüncelerimi yazmak istiyorum. 

Yağmurlu bir Londra sabahı.Beyrut’tan yeni döndüm. Minik birbahçeye bakan pencereye değenyağmurun ritmi eşliğinde konuşu-yoruz gazeteci arkadaşımla. Ona Beyrut’taki geceningösterilerini anlatıyorum. Ödül alan iki gazeteci hariçherkes inanılmaz pahalı giyinmişti. Bambaşka birdünyaydı ve ben bu dünyada kendimi hiç iyi hisset-medim. Ardından ödüller büyük gösteriler eşliğindeverildi. Ödüller savaş alanlarında çalışan ve mesleğinedeniyle tutuklananlara verilmişti. Sanki gerçek acıve savaş dolu bir dünyada yaşayan gazetecileri bir an-lığına bambaşka bir gezegene ışınlayıp ödülleriniverip geri göndermek üzere hazırlanmış bir gece gi-biydi. Gecenin sonunda ise bambaşka bir an başladı,büyük şovlar eşliğinde açık artırmayla sanat eserlerisatışa çıkarıldı. Zengin insanlar birbiriyle yarışmayabaşladı, bir anda birkaç resim ve heykel binlerce do-lara satılmış oldu. Orada aslında hiç birimiz o dev sah-nede satışa sunulan resimleri tam olarakgörmemiştik. Ama her nedense yine de göremedik-leri o şeye sahip olmak için salya akıttı salondakiler.Ben bunları anlatırken, ”Sergi gezerken çok şeyi anla-mıyorum” diyor arkadaşım. ”Ben de” diyorum. Yü-zünde tuhaf bir şaşkınlık beliriyor. Bir süre sonravedalaşıp dışarı çıkıyorum evden.

Birkaç günlüğüne Londra’dayım yine. Oldukçasıcak bir sanat çevresi var bu kentin. Anarşist ruhuhala yaşatan sanatçıların oluşturduğu sıcak bir ortamvar. Ama yine de tepede başka bir sanat sınıfı hakimburada da, hatta en çok burada. İki büyük zıtlığın birarada yürüdüğü yerdir Londra. 

Sabahın erken vakti, bir sergiyi birlikte gezme sö-züyle dünyanın en prestijli sanat akademilerindenRoyal Academy of Arts’da akademisyen arkadaşımlabuluşuyoruz bir kafede. Yoğun bir Avrupa sergi se-

yahatinden sonra bir süredir Londra’da oda. Arkadaşım dünyada birçok yerde sergiaçmış ama Türkiye’den şu ana kadar hiçdavet almamış. Dün İstanbul’dan bir küra-törle konuşmuş, konu bana gelmiş. Bende hiç davet almadım. Hoş ben de yanaş-madım zaten. Küratörün dostça tavsiye-sini iletiyor: ”Çok doğrudan veriyorbağlamını. İşlerini kodlamayla yaparsa bu-rada onunla çalışmak isteyen sanatçılarvar.” İyi de kodlama nasıl yapılır? İçindeki

derdi anlatmaktan çok, anlatımı dolambaçlı yollar-dan anlatıp, bir de altına usulünden cilalı bir kav-ramsal metin döşeyip mi sunayım? Bir de bunafelsefik bir değer havası katıp ”ürünü” pazarlamammı gerekiyor? Anlaşılmadığında ise ”siz anlamazsı-nız” mi diyeyim? Sanırım piyasa sanatçısı böyle do-ğuyor diye düşünüyorum bir an.

Ama baktığında kendine muhalif denen sanatçı daazımsanmayacak derecede. Bir ülkede kendine bukadar çok ”muhalifim” diyen sanatçının olmasıdemek, o ülkede devrimin kaçınılmaz olması demekdeğil midir? Ama manzara tam tersini söylüyor bize.Burada tuhaf giden bir şey var. 

Şaşkına uğratan manzara…Son zamanlarda Avrupa’da katıldığım birçok prog-

ramda sözde muhalif diye tanıtılan Türkiye’den sanat-çılarının ismini duyuyorum. Madem bu kadarmuhalifler, nasıl olur da Türkiye’de bu kadar iyi biryaşam sürebiliyorlar? Üstelik bu tip kişilerin sergile-rinde hep konsoloslar, hükümetten siyasetçiler, içişleribakanından, ticaret dünyasından birçok insan boygösterebiliyor. Sadece bu manzara bile insanı şaşkınauğratıyor. Ya gerçekten onlar muhalif ve benim ülkemçok demokratik ya da onlar yalaka diğerleri de yalakasevicisi. 

Sanat piyasası denilen bir piyasanın olduğunu bilir-dim ama bir gün dönüp dolaşıp bana da dokunaca-ğını hiç bilemezdim. Hayatımda hiç bu kadar temkinlihareket etmemiştim. Her yanı bataklık. İyiyi doğruyu,ilkelisini, piyasacısını ayırt etmek çok zor. Öyle birortam ki ben bu camiayı hiç tanımıyorum. Kendimi

bildim bileli resim yapan ben, hiç bu kadar yalnız ol-mamıştım. Her taraf sahtelik kokuyor. Yıllardır yaptı-ğım sanata karşı ne oldu da kendimi bu kadaryabancı hissediyorum? 

Bu gün bana sanatın ne demek olduğunu sorarsa-nız buna cevap veremem. Hiç kimse buna cevap ver-mek istemiyor gibi. Bunu söyleyecek cesaretikendinde bulamıyor kimse. Düşünün ki bir insan sa-natın kendisi için ne demek olduğunu söyleyemesin.Bu tanrısal güç ve hiyerarşi nereden geliyor? Sanatı azbuçuk değerlendirmeye kalkalım, sanırım hepimizdebir süreden sonra kem küm başlar. Nasıl da uhrevi birkavram haline gelmiş sanat! Çok ünlü bir sanatçınıneserlerini izlerken bir şey anlamadığımızda birilerininbize birşey demesine de artık gerek yok, biz kendi-mizi hemen anlamaz olarak görmeye başlıyoruz. Ese-rin bizim için bir anlam ifade etmediği gerçekliğini birtürlü göremiyoruz. Hep suçu kendimizde arıyoruz.Tıpkı açlıktan kırılan insanların herkesten önce onla-rın de kendini günahkar görüp sürekli günah çıkar-ması gibi. 

Oysa insanın kendisi için bir ifade biçimi, bir haki-kati arama yolu değil miydi sanat?

◗ Sanat piyasası denilen birpiyasanın olduğunu bilir-dim ama bir gün dönüpdolaşıp bana da dokuna-cağını hiç bilemezdim.Hayatımda hiç bu kadartemkinli hareket etme-miştim. Her yanı batak-lık. İyiyi doğruyu,ilkelisini, piyasacısını ayırtetmek çok zor. Öyle birortam ki ben bu camiayıhiç tanımıyorum. Hertaraf sahtelik kokuyor.

Sanatta iktidar ve benim dünyam

ZEHRA DOĞAN

◗ Yaratım süreci çok özel bir süreç-tir, kendini hissedersin, çizgilerleakarsın, bir bağlamın bir derdinvardır. Onu o yaratım sürecindeyaşayarak yaparsın. Ben başka-ları beğensin diye iş yapmadım.Cezaevindeki işlerimin hepsikendimi ifade etme çabamdı.Sadece bu, bu kadar basit, basitolduğu kadar kendi ve bu basit-liği yaşamak için geçen uzun birsüreç. Düşünceleri serbest bırak-mak zorlu bir süreçtir.

Sanatta iktidar ve benim dünyam

Bir sanat diktatörlüğü var! Birileri kimlere sanatçı diyeceğimize, hangi eser-

lere hayran kalmamamız gerektiğine, hangilerinemilyonlar dökmemiz gerektiğine karar veriyor, oluş-turdukları algı oyunlarıyla beğenimizi yönlendiri-yorlar. Yani bir pazar oluşturuyorlar. Eserleri biryatırım gibi görüyorlar. Eserlerin birçoğu evlerindebir değil bankalarındaki kasalarında duruyor. Bir ço-ğunu kendileri bile görmüyor. Türkiye’de çok ünlübir ailenin evine kuaförlüğe giden bir arkadaşımanlatmıştı, ”Kadın bir yandan saçlarını yaptırırkenbir yandan da satışa sunulan resimleri takip ediphızlıca almak adına eserin yüzüne bile bakmadanüst üste alım yapıyordu. Satıştan sonra ‘paketi boz-madan depoya kaldırın’ diyordu. Bankasının depo-sunda kendinin bile bilmediği kadar çok eservarmış” demişti. Bir sanatçı için korkunç bir durumbu. Ellerinde parayı tutan bu insanlar köle paza-rında köle alır gibi eser alıyorlar. Alırken kıstasları iseçok bilindik; sanatçının isminin olması, piyasasınınolması. Genç ise piyasaya gelecek vaadediyor ol-ması. Biraz şüphe varsa ona da çözüm var; koleksi-yonerlerin çoğu kendisinden iş aldığı sanatçınındeğerini artırmak için sanat dergilerine para veriphakkında yazı yayınlatıyorlar. Bu kadar acımasız veruhsuz bir camiaya tamamen duyguya dayalı bir işsatan sanatçı için hayat aslında çok zor olmalı. 

Daha geçen ay bir olay yaşadım. Amerika’nın enünlü koleksiyonerlerinden bir mail aldım: ”Bana dos-yanı ve fiyatını yolla!” Bunca çabanın böylesi bir ma-ille hüsrana uğraması kadar kötü bir şey olamaz.Hakaretlerin en büyüğünü yapar bunlar. Bu koleksi-yonerin 30 milyon dolarlık bir koleksiyonu varmış.Herhalde en az otuz bin kere ”fiyatın nedir” demeukalalığını yapmıştır bu adam. 

Lafı dolandırmaya gerek yok; bin yıllar öncesindesanatın bu hale gelmesine neden olan tohumlarınnasıl atıldığı hikayesini hepimiz biliyoruz. Sadece ye-tenekli ya da deha sahibi bazılarının tekelinden çıka-rak, insanlığın bir (boyutuna) çehresinedönüştüğünde, sanatın kendisi bambaşka bir hal ala-biliyor oysa. Resmin, heykelin, müziğin, edebiyatın vetüm diğer duygusal ifadelerin, rollerini güç sınıf vecinsiyet hiyerarşilerinden arınmış bir toplumda yaşa-ması gerek. 

En kötü şartlarda bile hayata karşı duyulan çokbüyük bir aşk ve ruhsal yoğunluk benim için çokönemlidir. Bartol’un Alamut adlı romanında geçenşu cümlesi çok çarpıcıdır: ”Hiçbir şey doğru değil,herşey serbest”. Romanın bu cümlesindeki doktri-nin maddi şeylere ve iktidara yöneldiğinde yokedici olan gücünü gösteriyor. Ancak bu doktriniruh/düşünce dünyasına uygularsak, sonsuz bir de-neyüstülük (transandans) alanı açıyor: Eğer hiçbirşey doğru değilse, araştırma sonsuzdur,. Çünkübizim hayat süremiz ve bedenlerimizin sınırlarındanöteye giden bir alanı açıyor bu ve hayal dünyasındaher şey serbesttir. 

O an akıldışı bir biçimde her şeyi öğrenmek istersi-niz ve bana göre bu sanatsal işin yapım aşamasınıbaşlatan şeydir. 

Ben sıkça, sanat icra etmenin çok basit bir durumolduğunu söylüyorum. Ama bunu söylerken, bizesunulan yaratımdan uzak, milyonların harcandığıbasitlikte işlerden söz etmiyorum. Aslında tümbunlar yüzünden, sanatın piyasa haline gelmesi yü-zünden sanat zorlaşıyor. Tüm bu deli saçması şeylerdoğru değil. Benim basit dememdeki sebep, yaratı-mın uhrevi görmediğimdendir. Yaratım süreci çoközel bir süreçtir; kendini hissedersin, çizgilerle akar-sın. Bir bağlamın, bir derdin vardır. Onu o yaratımsürecinde yaşayarak yaparsın. Ben başkaları beğen-sin diye iş yapmadım. Cezaevindeki işlerimin hepsikendimi ifade etme çabamdı. Sadece bu, bu kadar

basit, basit olduğu kadar kendi ve bu basitliği yaşa-mak için geçen uzun bir süreç. Düşünceleri serbestbırakmak zorlu bir süreçtir. Hepimiz kendimizdekibasitliği büyüdükçe yitiriyoruz. Her işin bir alıcısı,pazarlayanı ”bileni” var. 

Peki nedir bizim bilmediğimiz şey? Kim biliyor? Biliyorsa ne yapıyor? Sanat dünyasında itaatkar bir ”sanatsever top-

lumu” yaratılmış gibi. Ünlü bir sanatçının işi kapışkapış gidiyor. Diyelim ki iyi bir sanat gerçekten rağbetgörüyor, acaba gerçekten ona iyi bakıyor muyuz, onuözümsüyor muyuz? Onu dinliyor ve kendimizi ondabuluyor muyuz? Onu bir bağlama oturtuyor muyuz?Yoksa herkes aldı, sanatçı ilerde çok para edecek diyeyatırım amaçlı mı alıyoruz eseri? O zaman sanatçınınbir kuyumcudan ne farkı kaldı? İçimizdeki hayatınkendisinin sanat olduğunun basitliğini yitirdikçezombileşiyoruz. Her alanda zombileştiriyorlar bizleri.Sanatın iktidarla benzer seyir göstermesi beni korku-tuyor. Bu yüzden sanatımda eylemin olmasından ya-nayım ben.

Neyse ki bu kadar zorluğun içinden dik duran sa-natçıların sayısı hala fazla. Bu günlerde Rast TiyatrosuSanat Yönetmeni Celil Toksöz’ün yönetiminde Gia-como Puccini’nin “Tosca” adlı operası Amed Şehir Ti-yatrosu sanatçıları tarafından Amsterdam’da Kürtçesahneleniyor. Kayyumdan dolayı sahneleri Amed’desahnesiz kalan Amed Şehir Tiyatrosu sanatçıları, üçyıldır küçük bir sahnede dur-madan çalışıyorlar. O sahnedendünyaya açıldılar şimdi. Söyle-nenler Kürtçe ama Kürtçe bil-meyen izleyici onları anlıyor,performanslarını, sanatlarınıdeğerlendiriyor. 

Arkadaşımla nihayet galeriyegiriyoruz. Kürt ressamların işlerisergileniyor. Karanlık bir odadaise Khadija Baker’in bir vide-oartı gösteriliyor. Tekneye attığıebru boyalarıyla suya durma-dan bir şeyler yazıyor. Yazdıklarıokunmuyor. Ne bir kalıcılığı varne de yerini bulabiliyor yazdık-ları. O yazdıkça renkler yenidenbirleşiyor, yazdıkları aniden kay-boluyor. Oturup dakikalarcabunu izliyorum. Hiçbir şey de-meden ne de güzel demiş sev-gili Khadja. 

◗ Sanat dünyasında itaatkar bir”sanatsever toplumu” yara-tılmış gibi. Ünlü bir sanatçı-nın işi kapış kapış gidiyor.Diyelim ki iyi bir sanat ger-çekten rağbet gören, acabagerçekten ona iyi bakıyormuyuz? Onu özümsüyormuyuz? Onu dinliyor vekendimizi onda buluyormuyuz? Onu bir bağlamaoturtuyor muyuz? Yoksa her-kes aldı, sanatçı ilerde çokpara edecek diye yatırımamaçlı mı alıyoruz eseri?

5

6

Sanat sadece bir toplumun medeniyet seviye-sini yansıtmaz, bilakis sanatçının ve toplumunözgürlük seviyesini de yansıtan bir aygıttır. Sa-

natçı eserleriyle kendisine bir yaşam felsefesi oluştur-duğu sürece bu felsefenin ışığında eserleriyleduygusal ve mantıksal bir evre yaratabilir. Dolayısıylatoplumun duygusal tonlarını ve dinamiklerini açığaçıkarabilme, devamlı kendini aşabilme yetisini tetik-ler. Beraberinde toplumsal değerlerle bağ kurabilir. Bubağın ifade biçimi yaşamın gerçeklerini irdelemektir.Bir film şeridi gibi bu gerçeklik üzerinden toplumsaldeğerleri eleştirebilir ve tartıştırmaya açabilme gü-cünü kendisinde bulabilir. Burada anlatmak istediğim,sanat asla korku ve kaygılardan değil, bilinç ve cesaretile toplumsal gerçeğin bir aynası olabilmesidir. Sanat-çının kendi sınır ve tabuları olmadığı sürece, elindekifırçası kendi cesareti ve vicdanıyla halaya durabilir,önüne konulan engelleri ve tabuları aşabilme gücünübir hak olarak kendisinde hissedebilir. Sanatsal bir

esere değerini ve anlamını yükleyen tam da budur.Sanatın özgürlüğü ve toplumsal konumu üzerine

bir tartışmayı ateşlemek için toplumsal dokuların iyiokunması gerekir. Yasak ve toplum vicdanını yarala-yan yaptırımlara karşı tepki koyabilmesi gerekir. Yanisanatçı politikacı değildir, ancak devlet erki ve politizeolmuş kurumların yaptırımlarına karşı toplumsal de-ğerleri savunmak ve üzerinde çalışmaktan asla geriadım atmamalıdır. Politik bir kurumun rüzgarındasavrulmak kendi vicdani terazisinin dengesini yitir-mesine yol açar. Dolayısıyla bir siyasi aygıtın elemanıgibi hareket etmesinin önüne geçemez. Kendi özgün-lüğünü yitirir.

Sanatçı kendi duruşunu ortaya koyabildiği süreceeserindeki güç ve kalite o kadar anlam ifade eder. Oyüzden her resim yapan ”ressam”, her şiir yazan ”şair”belki kendisini geliştirerek kaliteli bir şair ve ressamolabilir; ancak gerçek anlamda bir ”sanatçı” tavrı veyaklaşımını maalesef ortaya koyamaz. Hatta mesle-ğini iyi icra etmekte bir ölçü değildir. Bir sanat eseri debir bakıma sosyolojik açıdan birden fazla aktörüniçinde bulunduğu belli başlı toplumsal dokuları ve

yaşanan süreçleri işleyebilir.

Merkel çalışmam ve Merkel’e mektup Özgür sanat icra etmek isteyenler kuşkusuz dünya-

nın neresinde olursa olsun sansür ve baskılara maruzkalıyor. Benim yaşadıklarım da buna bir örnektir. Erdo-ğan, Almanya gibi ”demokrasinin beşiği” denilen ül-kelere konsoloslukları aracılığıyla müdahale ederken,sansürlemek istediği eserlere ve sanatçılara yapılanbaskıları da artırdı. Yaşanan sansür olaylarına karşıAlman hükümeti bir bakıma iki sebepten ötürü kendianayasasının 5. maddesinin çiğnenmesine gözyumdu. Ciddi bir tutarlı tavır alamadı. Erdoğan’ın herzaman dillendirdiği ”3,6 milyon ilticacı” ve ”askeri si-lahların” satışından dolayı sessiz kaldı. Bu siyasal işbir-liğini bir tabloda bir araya getirdim. Bakalım Almanyakamuoyu nasıl yorumlayacak. Eser ismini Merkel’in”Wir schaffen das – Bunu başaracağız” sloganındanalıyor. Sonrasında da Merkel’e ”Artık hiç kimse ağla-masın” diye bir mektup gönderdim.

Konser iptal edildiAlmanya’nın tanınmış simalarından komedyen Jan

Böhmermann’ın 2016 yılında yaşadıklarından sonramüzik grubu Feine Sahne Fisch Fillet de benzer birolayla gündeme gelmişti. Stiftung Bauhaus, sağcılarınkonseri basma ihtimaline karşı yapılacak olan konser-lerini iptal etmişti. Bu olayın akibetinde 4 metrelikaltın renkli Erdoğan heykeli, Wiesbaden Bienali kap-samında büyük tartışma sonucunda güvenlik riskioluşturduğuna karar verilerek, Alman Birliği Meydanısergi alanından taşınmıştı.

Türkiye-Almanya siyasal işbirliğini bir tablodabir araya getirdim. Eser ismini Merkel’in ”Wirschaffen das – Bunu başaracağız” sloganın-

dan alıyor. Sonrasında da Merkel’e ”Artık hiç-kimse ağlamasın” diye bir mektup gönderdim.

◗ Sanatçının kendi sınır ve tabuları olmadığı sürece elindeki fırçası kendi cesa-reti ve vicdanıyla halaya durabilir, önüne konulan engelleri ve tabuları aşa-bilme gücünü bir hak olarak kendisinde hissedebilir. Sanatsal bir eseredeğerini ve anlamını yükleyen tam da budur.

ALİ ZÜLFİKAR▼

Sanat ve sansür

7

Yoğun eleştirilere yanıt veren Bienal Direktörü veWiesbaden Kent Tiyatrosu Müdürü Uwe Eric Laufen-berg ise şu açıklamayı yapmıştı: ”Heykeli ifade özgür-lüğünü vurgulamak ve Erdoğan hakkında tartışmabaşlatmak amacıyla diktik. Böyle aksiyonlar heryerde oluyor. Sanat olduğu gibi göstermek için var-dır. Bunu anlamak her zaman kolay olmaz. Ancak de-mokrasilerde her türlü görüşe açık olmalı vekatlanmak gerekir.”

Eser sergiden çıkarıldıAkibetinde sanatçı arkadaşım Thomas Baumgar-

tel’in Erdoğan’ı eleştiren eseri Erdoğan taraftarlarınıntepkileri sonucunda Art Karlsruhe Sanat Fuar’ındakisergi standından kaldırılmıştı. Aynı eser, 2018 yılındaCubus Kunsthalle Duisburg’da yoğun tepkilere rağ-men sergilenmişti. Erdoğan yanlılarını öfkelendirenbu provokatif çalışmasıyla tartışmaların odağına otu-ran sanatçı, bir bakıma kanayan toplum üzerinde ku-rulan korku hissiyatını tartışmaya açmış, meseleyigörünür hale getirmişti.

Bu olaylar ışığında ”Made in Turkey” eserimiLinz’deki sergime hazırladım. Eserimin Türkiye bası-nında yer alması sonrasında Linz Belediye BaşkanıHans Georg Faust, Türkiye’nin Mainz BaşkonsolosuSibel Müderrisoğlu, ”Erdoğan’ı ve Türkiye’yi inciticive küçük düşürücü” olduğu gerekçesiyle bu eseri-min sergiden kaldırılmasını istemişti. Belediye Baş-kanı Faust, yoğun kamuoyu tepkileri sonucundaeserin sanat özgürlüğü kapsamında sergileneceğinisöyledi ve benden özür diledi. Bir politikacının bir sa-natçıdan özür dilemesi daha önce kamuoyu önündeyaşanmamıştı.

Neden Erdoğan tablosunu yaptım?Hepimizin izlediği gibi Erdoğan Türkiye’de uygula-

makta olduğu baskı ve sansür sistemini Almanya’yataşıyarak, kendi gücünü göstermek istiyordu. Av-rupa’da yaşayan sanatçıların özgürlüğüne, basın veifade özgürlüğüne istediği gibi müdahale etmek isti-yor, böylelikle gündemde kalmayı hedefliyordu. Buolayları irdeleyerek hem sanatçı arkadaşlarıma des-tek vermek, hem de Erdoğan’ın uluslararası alandauygulamak istediği baskı ve sansürü kırmak adına buçalışmayı yapmıştım. Hiçbir sanatçı sanıyorum birdiktatörün eserini yapmayı asla istemez. Benimki, as-lında kendi içimde biriken son 25 yılın tarihsel biriki-miyle birleşti. Bu acıların bende yansımalarıdır.Sorunlarımızı tartışmak için böyle bir eseri yapmayakarar verdim.

Bir bakıma sanatçının yaptığı eserler, yaşanan so-runların tartışıldığı bir platform görevi de görmelidir.Zaten sanat, bu devasal gizemiyle kendini ifade eder.Bu açıdan bakıldığında sanat, yaşanan sorunları bellibir form çerçevesinde anlatabilme kabiliyeti olan si-hirli bir değnektir. Her insanın ruhuna inebilen, için-deki çocuksu duygularıyla birleşebilen, oluşansorunları konuşmak için zemin hazırlayandır. Bu etki-sinden dolayı sanat bütün sınırları kaldırabilen keşfe-dilmemiş bir güce sahiptir.

Almanya’da sanata otosansür Almanya’da sanat ve fikir özgürlüğü anayasanın 5.

bendinde güvence altına alınmıştır. Bu yasal güven-ceyle sanatçılar eserlerini özgürce icra edebilir. Ge-rektiğinde güvenlik desteği de alabilir. Ancak bazısanatçı dostlarımız, politikacılar ve sergi düzenleyen-ler tarafından sansüre maruz kalıyor. Bu haklarını kul-lanan sanatçılar sonuç alabilir. Burada sanatçınıntavrı belirleyici oluyor.

Almanya’da yaşayan sanatçılar genelde birlikte ça-lıştığımız sanat galerisi sahipleri üzerinden dolaylıolarak sansürü yaşıyorlar. Galerist, hangi eserleri ser-gilemek istiyorsa onun için bir ”öneri” sunuyor, sa-natçıdan bu istenilen konularda eserler üretmesini

”sipariş” ediyor. Buna benzer durumlarda çalışansanat galerileri bazen ”ticari” denilen eserleri tercihediyor. Sanatçıya direkt olarak kritik içerikli sanateserlerini sergilemek istemediklerini söyleyebiliyor-lar. En son çalıştığım galeri sahibinin bu türden bek-lentileri olmuş ve planlamakta olduğumuz sergiyiiptal etmek durumunda kalmıştım.

Müzeler eserleri sansürlüyorEkonomik kaygılarla sanat yapılmaz, galeriler tabii

ki ekonomik açıdan hareket eder ve kendilerine görebir müşteri ağı yaratırlar. Vizyonu olan galeriler dahaçok güçlü sanatsal anlatımlara yönelirler. Bazen pro-vakatif eserlerle de gündeme gelmek isterler. Hiçbirgaleri sahibi, Erdoğan gibi bir diktatör karakterli kişi-lerle sorun yaşamak istemez. İkinci bir durum isesanat müzeleri, uluslararası bienaller ve sanat fuarlarıyöneten sergi küratörülerinin seçici projeleridir. Enson yapmak istediğim ”Hiç kimse ağlamasın” perfor-mansı bu gerekçelerle reddedilmişti. Bazen bir üstdüzey yetkili eserin müzede sergilenmesini istemi-yor. üzelerde sansürlenen eserler, sanatçıya bile da-nışılmadan sergiden çıkarılıyor. Sanatsal sergisalonlarının bir kısmı devlet düzeyinde olmasınahatta anayasal güvencedeki sanat özgürlüğüne rağ-men,ü sergi alanı sorumluları sergiyi hazırlayan küra-törlere müdahale ediyor, devlet adamlarını eleştireneserlerin siyasal baskılardan dolayı sergilenmemesiniarzu ediyorlar.

Kurumlarımız ve sanatsal duruşAlmanyada faaliyet yürüten sadece Alman kurum-

ları değil, kendi kurumlarımız da bu baskıların etki-siyle farkında olsun ya da olmasınlar, sanatçılaraotosansür uyguluyorlar. Sanatta özgürlük tartışma-ları, sadece gelişmiş batı ülkelerinin meselesi değil,bilakis bizim gibi ezilmiş halklar ve özgürlük müca-delesi veren kurumların da meselesidir. Erdoğan hü-kümetinin yarattığı korkudan çekinerek, ne bir yayın

organında ne de bir etkinliğinde eserlerimi sergi-leme imkanı bulamamak ne kadar acı değil mi? Al-manya’nın yoğun bir şekilde gündeminde ”sanatözgürlüğü ve sanatçılar” tartışılırken, kendi kültürü-mün bir parçası olan kurumlarımız, maalesef adeta”üç maymun”u oynadılar.

Sanatçılara düşen görevlerAlmanya’da sanatçıların yaşadığı sorunlarını ger-

çek anlamda masaya yatırmak, tartışmak zorundayız.Her sanatçı arkadaşımız hakkı olan, anayasanın 5.bendince güvence altına alınan Almanya’da sanat vefikir özgürlüğünü içselleştirmeli ve bu haklarını sa-vunmalıdır. Bu yasal güvenceyle sanatçılar hiçbirbaskıya maruz kalmadan eserlerini özgürce icra ede-bilmeliler. Genç sanatçılara da eserlerini sergilemealanları başta olmak üzere toplumun kültürel değer-lerine katkı sağladıkları için devlet tarafından yıllıkbir ödeme yapılması gerektiğine inanıyorum.

[email protected]

Hiçbir sanatçı sanıyorum bir diktatörün eserini yapmayı asla istemez. Benimki, aslındakendi içimde biriken son 25 yıllın tarihsel birikimiyle birleşti. Bu acıların bende yansı-malarıdır. Sorunlarımızı tartışmak için böyle bir eseri yapmaya karar verdim.

Kürt ressamların, resim sanatıyla olan ilişkileri,Kürt kimliğinin yaşadıkları ülkelerde yasakoluşu ve bu kimliğin politizasyonu nedeniyle,

meslektaşlarından bir nebze de olsa farklıdır. Yaşamla-rındaki sanatsal izlekler politikadan ve Kürt kültürün-den etkilendiği kadar, farklı ülkelerde yaşamakzorunda kalmaları da onların sanat deneyimini zen-ginleştiren bir olgu olarak karşımıza çıkar. Şimdiyekadar Kürt basınında bu ressamların daha çok 'Kürt

oluş’ları ön planda tutuldu ve dolayısıyla sanatları çokfazla irdelenmedi ya da 'kimlik’lerinin gölgesindekaldı. Bu yazıda birkaç başarılı Kürt ressamın hayatın-dan kısaca bilgilerin yanı sıra onların resimde kullan-dıkları stilleri, yakın oldukları akımları, yenilikçiyönlerini, hangi tekniğe daha çok yakın durduklarıgibi konuları işlemeye çalışacağız.

Fewzi BilgeGenel olarak soyut resimler ile karşımıza çıkan

Fewzi Bilge, aynı zamanda bir edebiyatçı. Bilge’ninbirçok Kürtçe şiir ve öykü kitabı var. Farklı konuları

tema ettiği resimlerinin bir kısmı yağlı ve pastel boyabir kısmı ise sulu boya ve mürekkep ile soyut veya so-yutlaştırılmış bir stilde karşımıza çıkıyor. SanatçınınKürt kültüründe sık sık rastlanan motifleri, kendi sti-liyle harmanlayarak yeniden canlandırdığını görüyo-ruz. Örneğin ateş, güneş ve tavuskuşu motifleriresimlerinde sıklıkla rastladığımız motiflerden bazı-ları. Sanatçının temel olarak canlı renklerle donatılmışbir paleti var. Ancak bazı eserlerinde monokrom (aynıtonlarda) bazı eserlerinde ise soğuk bir palet görmekde mümkün. Fewzi Bilge'nin heyecan verici eserlerin-den birkaçını kısaca inceleyelim.

Kürt ressamların sanatsal izlekleri

Roza KORKMAZ▼

Bu eserde de diğer eser ile benzeyen unsurlar bulmak mümkün. Sa-natçının odağında yine insanlar var arkalarında ise bir dolunay. Ancakbu noktada ay ve güneşin yer değiştirdiğini görüyoruz. Eserin yukarıdagördüğümüz eser ile kontrast halinde olduğunu söylemek yanlış olma-yacaktır. Yukarıdaki resim güneşi, sabahı ve sıcaklığı temsil ederken buresim ayı, geceyi ve soğukluğu temsil ediyor. Ancak bu resimde de bir-çok ortak nokta var. Örneğin nesnelerinin renklerinin doğa da rastladığı-mız gibi olmaması.

Sanatçının kullandığı renkler, sadece renk olmaktan çıkıp resime yüklübir anlam katan derin efektleri oluşturuyorlar. Örneğin arka plandaki renkboğuk bir mor tonunda, bu da resme bir parça soğukluk katıyor. Diğer res-min aksine bu resim son derece ince örtüşlü bir boya tekniği ile yapılmış.Yağlı boya yerine sulu boya ve mürekkep kulanıldığını görüyoruz. Bu inceörtüşlü boya tekniği resime uzaklık katıyor. Sanatçının bu stilde yaptığı re-simlerin neredeyse hepsinde gökyüzünde karışık bir biçimde duran iplik-lere rastlamak mümkün. Belki de bu iplikler dünyayı bir arada tutan bağları sembolize ediyordur. Ressamınmistik stili diğer çalışmalarında olduğu gibi bu çalışmalarında da bizleri sırlarla dolu bir hikayeye davet ediyor.

Bu eser neredeyse kare biçimde olan dik-dörtgen bir formatta yapılmış. Yağlı boyanınkullanıldığı resimde en çok dikkat çeken un-surlardan biri, resmin yarattığı canlılık hissi.Güneşin etrafında sıralanmış insanlar sanki tu-valden fırlayacakmış gibi görünürler. Bu, canlırenklerin ve renk kontrastlarının doğurduğubir his. Ancak resme heyecan katan ve canlıkılan öğelerden bir diğeri ise spatula darbele-riyle kalınca yayılmış boyalar. Zira resmin kalınboya katmanı ile hayat bulduğunu söyleyebi-liriz. Sonsuzluk hissi uyandıran resim aynı za-manda çeşitli soruların oluşmasına da nedenoluyor. Resimde kaç kişi var? Kim bu insanlar?Bizler sanatçının paletinde saklı mistik bir sırperdesinin peşinden koşuyoruz. Bu durumFewzi Bilge’nin neredeyse tüm eseri için ge-çerli olduğunu düşünüyorum.

Hepimizin aşina olduğu Kürt motifleri sırlıbir şekilde tekrar önümüze çıkıyor. Ressamıneserinde kendimizi buluyoruz. Kendi kargaşa-mızı, endişelerimizi ve köklerimizi görüyoruz.Spatula darbelerinin ardında bıraktığı çizgi-lerde bize bizi anlatan motiflere rastlıyor, birnevi öz arayışımıza çıkıyoruz. Bu resimdeönemli bulduğum bir diğer unsur, kullanılanrenkler ve kontrastlar. Oldukça canlı renklergözlerimize işliyor ve bizleri farklı bir dünyaylatanıştırıyor. Gerçek hayatta karşılaşmadığımızkadar parlak renkler kullanılmış. Resmi do-mine eden sıcak renkler arasında bazı soğuktonlara rastlıyoruz ve bu renkler gözümüzüoraya odaklamamıza neden oluyor.

◗ Kürt ressamların yaşamlarındaki sanatsal izlekler politi-kadan ve Kürt kültüründen etkilendiği kadar, farklı ül-kelerde yaşamak zorunda kalmaları da onların sanatdeneyimini zenginleştiren bir olgu.

◗ Şimdiye kadar Kürt basınında bu ressamların dahaçok 'Kürt oluş’ları ön planda tutuldu ve dolayısıylasanatları çok fazla irdelenmedi ya da 'kimlik’leriningölgesinde kaldı.

◗ Fewzi Bilge’nin resimlerindeKürt kültüründe sık sık rast-lanan motifleri, kendi sti-liyle harmanlayarak yenidencanlandırdığını görüyoruz.Örneğin ateş, güneş ve ta-vuskuşu motifleri resimle-rinde sıklıkla rastladığımızmotiflerden bazıları.

Serhad Bapir1964 yılında Tatvan'da doğan Serhat Bapir, 1984 yıllında politik fikirleri nedeniyle ülkeyi terk

etmek zorunda kalır. Yunanistan’a iltica eden Bapir, burada resim eğitimi alarak sanat kariyerine baş-lar. Fewzi Bilge’de olduğu gibi Serhad Bapir’de de Kürt kültüründen tanıdığımız sembolleri ve motif-leri görüyoruz. Aynı zamanda eserlerin çoğu politik mesajlar içeriyor. Ressamın genellikle aynırenk-paletiyle eserlerini yaptığını görüyoruz. Resimler genellikle aynı tonda ilerliyor (monokrom).Özgürlük, barış ve ülke sevdası resimlerin çoğunda rastlanan temalar. Bu temaları canlı kılan miniksemboller resimlerinde sık sık rastlanmakta. Örneğin resimde çizilen objelerin genelikle 4 tane ol-ması, Kürdistan’ın dört parça oluşuna gönderme yapan bir sembol olabilir. Bunu eserlerinden birine'4=1' ismini vermesinden de çıkarabiliriz.

Serhad Bapir'in stili ile ilgili ilginç bulduğum unsurlardan biri gravür ve linol baskı adı verilen teknik-leri kullanması. Özellikle linol baskı tekniği empresyonistlerden, sürrealistlere kadar çok sayıda ressa-mın kullandığı oldukça ilginç bir tekniktir. Sert bir madde oyularak bir grafik oluşturulur, ardındanoluşan grafiğin üstüne boya veya mürekkep uygulanır ve bu grafik kağıda basılarak resimler elde edilir.Sanatçının bu teknikle çalışarak son derece enteresan eserlere imza attığını gözlemleyebiliriz.

8

1. Stil dekoratif natürmortlar Belki bu resimleri size Claude Monet’i hatırlatabi-

lir. Eğer gözlerinizin önünde Monet veya Manetcanlandıysa ya da resimlere göz gezdirirken PaulCézanne aklınıza geldiyse, yalnız değilsiniz ozaman. Zira Omar Hamdi bu eserlerini ışık ve renkuyumunu en derinden analiz eden ve anlık gizem-leri ışık huzmelerinde arayan empresyonistlerin sti-linde çizmiştir. Eserlerde anı yakalamak için hızlıfırça darbeleri, canlı yaşam dolu renkler, impastotekniği (boyanın kalın kullanılması) kullanılmış,motif olarak ise genelde her yerde rastlayabileceği-miz nesneler resmedilmiştir. Empresyonistlerinçoğu, resimlerinde derin bir anlam katmayı hedef-lemeden görsel estetiği anlık hareketleri ve ışıkhuzmeleri en doğru şekilde tuvale yansıtmayı amaçedinseler de Omar Hamdi’nin çizdiği natürmortla-rın çoğunda bu düşünceden fazlasının olduğunudüşünüyorum. Örneğin; masaların yer aldığı 3 farklınatürmort portesinde yuvarlak formda 3 meyveyerastlıyoruz. Bu bağlamda ressamın barok döne-minde olduğu gibi masanın üzerinde duran nesne-lerin sayısının ve dizilişinin sembolik bir anlamtaşıdığı düşünülebilir. Fakat bu potansiyel sembol-ler ve anlamları ya da resimlerin geneli hakkındadetaylı bilgiler içeren kaynaklar yok. Ayrıca bu de-koratif resimlerin Omar Hamdi’nin gerçek hislerinive sanatçı kimliğini yansıttığını söyleyemeyiz. Zirabu eserlerin daha çok maddi sebepler nedeniyleyapıldığı biliniyor. Öyle ki ressama bu eserlerineneden imza atmadığı sorulduğunda “ekmekparam, ben ekmeğimin üzerine imza atmam” ceva-bını vermiş.

Ancak sonuç olarak ressamın bu stilde çizdiği eser-lerin, onun sanat tarihi hakkında teorik bilgilerini iyişekilde sergilediğini ve fırça darbelerinin profesyo-

nelliğini gösterdiğini söyleyebiliriz. Belki de döneminsanatçılarınca hommage olarak bu çizilmiş eserler,son derece usta teknikler ve potansiyel semboller ilesüslenmiş. Örneğin yukarıdaki resime kısaca bakacakolursak; vazoya yansıyan ışık huzmelerinin en inceayrıntısına kadar eklendiğini gözlemleyebiliriz. Ayrıcakullanılan renk kontrastlarının resme canlı bir har-moni kattığını görüyoruz. Pencerenin dışında gördü-

ğümüz sonbahar yapraklarının sarısı ve vazodaki çi-çeklerin mor alt tonu, masanın üzerinde duran tu-runcu şeftalilerin ve vazodaki maviliğin kontrastı,resmi daha ilginç kılarken canlı bir efekt de sağlıyor.Leonardo da Vinci’nin de söylediği gibi güneşin çi-çekleri renklendirmesi gibi sanat da hayata renkverir. Malva’nın bu eserleri birçok kartpostalı süsleye-rek, çok sayıda hayata renk vermiştir.,

9

Omar Hamdi (Malva)Omar Hamdi ya da diğer adıyla

Malva, empresyonist natürmortlardansoyutlaştırılmış resimlere kadar farklıstillerle karşımıza çıkıyor. Dünyaca ünlübir ressam olan Malva’nın resimlerinebelki kartpostallardan aşinayızdır. ZiraHamdi’nin birçok eseri kartpostallarısüsleyerek dünya turuna çıkmış. Eldenele uzanan onca kartpostal, onun de-koratif natürmortlarını, fırçasındaki gi-zemi taşıyor.

1952 yıllında Rojava’nın Hesekê ken-tinde doğan Kürt ressam Omar Hamdi

(Malva) tüm dünyanın şahit olacağısanat kariyerinin ilk adımlarını Suri-ye’de atar. Ressamın okul çağında baş-layan sanat tutkusu, ilerleyen yıllardaçeşitli dergilerde yayımladığı sanateleştirisi yazılarında ve çizimlerindehayat bulur. Aynı zamanda özel birokulda resim öğretmeni olarak çalışanMalva, buradan kazandığı parayla çiz-meye devam eder. 1978 yılında Vi-yana’dan aldığı davet üzerineçalışmalarını orada sürdürmeye başlar.Bu davet, onun sanat kariyerinde birdönüm noktası olur. Zira Malva, Künst-lerhaus-Wien ve UNESCO gibi dünya

çapında tanınan derneklerle çalışıpçok sayıda ülkede sergiler açar. Çalıştığıvakıflar tarafından Suriyeli sanatçı ola-rak adlandırılsa da 2002 yılında "Kur-distan" isimli bir sergiye öncülük eder.

Başta belirttiğimiz gibi OmarHamdi’nin eserlerine farklı stillerderastlamak mümkün. Özellikle empres-yonist stilde çizilmiş natürmortları ençok karşımıza çıkan eserler. Ancak sa-natçının aynı stildeki eserlerini değer-lendirerek sanatı hakkında doğru birkanıya varamayacağımız için temel 3stilini en iyi şekilde yansıtan eserlerinegöz atacağız.

2- İnsan portreleriMalva’nın, bu tarz resimlerini analiz etmeden önce, görüneni olduğu

gibi yansıttığı eserlerin de bile belirli bir soyutlaşma olduğunu söylersekyanılmış olmayız. Fakat bu eserlerin diğer eserlerine oranla daha natüra-list bir biçimde yaptığını ve genel olarak insan silüeti üzerine konsantreolduğunu görüyoruz. Malva, insan yüzünde saklı duygular üzerinde yo-ğunlaştığı bu eserlerinde detaylara daha fazla yer vererek karmaşık hiss-leri göz önüne getiriyor. Bu eserler bizlere adeta bir hikayeyi anlatır.Hepimizin bildiği, çoğumuzun yaşadığı bir hikayeyi… Bu portrelerin ses-siz çığlıkları her baktığımızda kulaklarımızda yankılanır.

Ayrıca bu resimler otobiyografik motifler de içerir. Şiddet, baskı vehüznü aile içerisinde sıklıkla gören Malva, bizlere bu eserlerle acının çe-şitli hallerini anlatıyor. Bu hikayeleri anlatmak için kullanılan resimselteknik ve stratejilerin son derece dikkat çekici ve ustaca olduğunu be-lirtmeliyim.

Zaman zaman, resmin belirli kısımlarına soyutlaştırılmış öğeler ekleye-rek resme derinlik kattığını ve aynı zamanda insan doğasında da yatanson derece karmaşık ve çetrefilli hislerini en iyi bir biçimde öne çıkarttı-ğını gözlemleyebiliriz. Portre içinde portre ya da daha doğru bir tanımlaresim içerisinde resimleri de görebiliriz.

Malva’nın(Omar Hamdi) birçok

eseri kartpostalları süs-leyerek dünya turunaçıkmış. Elden ele uza-nan onca kartpostal,onun dekoratif natür-mortlarını, fırçasındaki

gizemi taşıyor.

10

Rıza TopalRıza Topal, 1934'te Dersim’in küçük bir köyünde dünyaya gelmiş. Kendisini destekleyen ve

yeteneğini keşfeden bir öğretmeni sayesinde okullarının atölyesini ve malzemelerini kul-lanma fırsatını yakalar. O yıllar Dersim’de bir çocuğun sanat eğitimi alması açısından oldukçazor bir dönem olsa da bu küçük atölye sayesinde sanat ile bağları gelişmeye başlar.

Ressam Topal, sanat dünyasına adım atmaya başladığında sonsuz bir merakı ve ilgisi vardı.Eğitimini tamamlayıp öğretmen olduğunda, “Akaizm” olarak adlandırdığı kendi stilini gelişti-rir. Stilini Mezopotamya ve Mısır sanatından ilham alarak oluşturan ressam, aynı zamanda ken-disini tek bir formda sınırlı tutmak istememiş. Gerçekçilik (Realizm), Gerçeküstücülük(Sürrealizm), İzlenimcilik (Empresyonizm) gibi birçok dönemi ve topikal teknikler yağ, suluboya, pastel, yağlı pastel, kalıp işi, plastik modelleme ve mozaik işleri gibi birçok tekniği kullan-mış. Rıza Topal şimdi 84 yaşında ve hala yaratıcı sanatsal fikirlerle iç içe.

Kırılan düşünceleri, farklı zaman ve mekan algısını vebu algıların bağlarını veya çok perspektifli düşünmeyigöstermek için kullandığı bir teknik olabilir. Renkli ton-lar yerine genellikle koyu ve birbirine yakın tonlarınkullanıldığı resimlerde sıcak ve soğuk renk kontrastınasıkça rastlıyoruz. Bu eserler aynı zamanda yıllardır varolan acıları farklı bir biçimde sunuyor. Hepimizin tanı-dığı, kimimizin sırtını çevirdiği acılar, tuvalin üzerindeyağlı boyalarla hayat buluyor. Böylelikle aslında bir par-çası bize ait olan hikaye, kartpostallar gibi dünyayı ge-ziyor ve var olduğunu bize hatırlatmaya çalışıyor.

◗ Hamdi, insan yüzünde saklı duygularüzerinde yoğunlaştığı bu eserlerindedetaylara daha fazla yer vererek kar-maşık hisleri gözönüne getiriyor. Bueserler bizlere adeta bir hikayeyi anla-tır. Hepimizin bildiği, çoğumuzun ya-şadığı bir hikayeyi.

3- Soyutlaştırılmış resimler Acı en doğru nasıl anlatılır? Kelimeler, şiirler, şarkılar, çizgiler

nasıl tarif edebilir acıyı? Malva’nın resmettiği portrelerde de rast-ladığımız hüzün ve acı duygusu bu resimlerde daha yoğun bir şe-kilde karşımıza çıkıyor. Artık bir hikayeyi değil, hikayedeki acıyıaçıkça görüyor ve daha derin, daha kapsamlı hissediyoruz. Resim-lerde saklı temalar zaman zaman değişse de bu soyutlaşmış re-simlerin hepsi büyük bir kargaşayı ve acıyı en içten biçimdegösterir. Bu resimler sert kontrastlar, hüzünlü veya yakıcı renklerledonatılmıştır. Yine bu resimlerde de zaman zaman impasto renkuygulamaları, hızlı fırça darbelerini gözlemleyebiliyoruz. Bu öğe-ler diğer resimlerde olduğunun aksine resme canlı bir hava kat-mak yerine bir kargaşa ve telaş hissi uyandırıyor. Aynı zamandaimpasto renk uygulaması ve glaze tekniği (ince renk kullanımı)bir kontrast yaratarak resimde yeni bir boyut oluşturuyor. Sankihiçbir kelime kullanmadan, sadece melodilerle oluşturulmuş birkompozisyon misali acı ve hüzünü anlatıyor. Hikaye son buluyor,duygular ve hisler tamamen görünür kılınıyor. Bir kat daha içinegiriyoruz ve aşina olduğumuz acılarla baş başa kalıyoruz.

Bizden kilometrelerce ve yıllarca uzak olan patlama tekraroluyor. Şiddeti hem evimizde hem sokaklarda görüyoruz. As-kerlerden kaçıyoruz ya da en azından bu manzara derimizinaltına işliyor. Barut ve kanın kokusu birbirine karışıyor. Yasaklıbir hikayenin içinde kayboluyoruz. 50’li yaşlarında kanserdenhayatını kaybeden ressamın ve onunkine benzer acılar yaşa-mış herkesin acıları beliriyor gözlerimizde.

◗ Stilini Mezopotamya ve Mısır sanatından ilham alarak oluştu-ran ressam, aynı zamanda kendisini tek bir formda sınırlı tut-mak istememiş.

11

Zoro MettiniRojava’nın Amûdê kentinden olan Mettini,

1969 yılında Beyrut Güzel Sanatlar Akademi-sinde ressam ve heykeltıraş olarak eğitimini ta-mamladı. Eğitiminden sonra resim öğretmeniolarak çalışan Mettini, 1972'de Amerikan SanatAkademisi'nin düzenlediği ve yüzlerce sanatçı-nın katıldığı yarışmada ikincilik ödülünü aldı.1973'te Weekend adlı gençlik dergisinde sanatyönetmeni olarak, Worldtrade isimli reklamajansında ise grafik tasarımcısı olarak çalıştı.

Kendisi 1976'dan beri Berlin'de yaşıyor ve çalı-şıyor. Profesyonel Görsel Sanatçılar Derneğiüyesi olarak 1985'ten 1987'ye kadar SteglitzGörsel Sanatçılar Derneği yönetim kurulundaçalıştı. Aynı zamanda Volkshochschule Steg-litz'de resim ve heykel derslerinde öğretim gö-revlisi olarak çalışıyor. Birçok başarıya imza atmışZoro Mettini’nin sanat stilini kısaca değerlendi-relim. Mettini’nin detayları en ince ayrıntısınakadar eklediği natüralist resimleri olduğu gibi1920’li yıllarında Avrupa’da ortaya çıkmış sür-realist akımına yakın bir stili de var. Öyle ki 1992yılında “Surreale Schöpfungen” (Sürreal Kreas-yonlar) isimli bir sergi düzenlemiş ve sonrasındada bu sergiye benzeyen 3 sergi daha açmış.Sanat konusunda son derece titiz çalışan Metti-

ni’yi Belçikalı sürrealist ressam René Magrite'ebenzetmemek elde değil. Eserlerindeki bilmece-ler, renklerin kullanımı, natüralist fakat aynı za-manda illüstrasyonları hatırlatan çizgi akışlarıRené Magritti ve tablolarını çağrıştırıyor. İnsanvücudu ve organlarının sık sık resimlerindetema olduğunu görmek mümkün. Renklerinbüyük bir şölen verdigi eserleri genellikle büyükformatlarda yer alıyor.

'Beethoven'ın 9. Senfonisi' isimli eserine kı-saca göz gezdirken sayısız bilmece ile karşıla-şırız. İlk soru, oda algımızla başlar. Odanınnerde başlayıp nerede bittiğini kestirmekmümkün değildir. Aynı zamanda odadaki nes-nelere bildiğimiz kontekstlerin dışında rastla-rız. Örneğin; kulağı insan vücudunun parçasıolarak değil masanın üzerinde duran devasabir obje olarak görürüz. Resim adeta yorum-lanması gereken bir rüyayı andırır. 'Neden' so-ruları etrafta uçuşur ve bilmece gittikçederinleşir. Keman gölgesi neden ait olmadığıbir yerdedir? Sanatçı bu resimlerle bize nesöylemeye çalışır? Bir parça mizahın hiç eksikolmadığı resimlerin bizleri çetrefilli düşünce-lere sevk ettiğini inkar edemeyiz. Her baktığı-mızda farklı ayrıntılarla karşılaşıp herseferinde farklı bilmeceler görmeye başlarız.

Lukman AhmadRojavalı bir ressam olan Lukman Ahmed oldukça renkli

eserleri ve uyuyan insan motifleriyle göze çarpıyor. Ressa-mın kendine has oldukça başarılı bir tarzı var. Kendisi suluboyadan, pastel boyaya kadar birçok boya çeşidi ile çalışı-yor, fakat genellikle aynı teknikleri kullanıyor: Birçok Kürtressamında olduğu gibi onun eserlerinde de acıyı ve kat-liamları bulmak mümkün. Aynı zamanda çok renkli Kür-distan doğasının etkileri de eserlerinde yerini buluyor.Resimlerin içinde hayat dolu ve hareketli unsurlar ile kar-şılaşıyoruz. Renklerin canlılığı ve özellikle sulu boya ileyaptığı eserlerinde salaş ama bir o kadar da zarif bir havakatan dağınık boya damlaları son derece dikkat çekici.Lukman Ahmad, aynı zamanda VOA (Voice of America)radyosunda çalışıyor. Suriye, Türkiye, Güney Kürdistan, İs-viçre, Lübnan ve ABD gibi birçok ülkede 45'ten fazla sergiaçmış. Kürt ressamın otobiyografisinde stili şu şekildetabir ediliyor (kendi internet sayfasında):

"Hayal gücü ve ekspresyonizm sayesinde izleyicilere birinsan deneyiminin spektrumunu sunuyor ve başka birkültürü tanımaya davet ediyor. Fırçadan, müziğe, dansa,kahkahaya, acıya, şefkate ve tutkuya, bir halkın hikayele-rini anlatıyor. Unutulmuş ve milletsiz fakat güçlü bir kül-türe sahip bir halkın hikayesi […] Hayal gücünü vedeneyimlerini kendine has bir şekilde ifade eder. Renk vehareketin hikayeyi anlatmasına izin verir, acıdan veyamutluluktan, tefekkür veya tutkudan biri olur. İzleyiciyiyaşadığı dünyaya ve tanık olduğu duygulara taşımak içinsembolizm ile hayal gücü, renk ve ritmi birleştirir.”

Mîrê Hêkan (Jamal Abdo)Rojava’nın Dirbêsiyê kentinde

doğan ve 1995'ten beri Almanya’dayaşayan sanatçı, eserlerini yumurtakabukları ve tellerle yapıyor. Kendi-sini “Mîrê Hêkan“ (Yumurtar Kralı)olarak adlandıran ressamın eserlerialışılmadık tarzda. Öyle ki onları yo-rumlamak neredeyse imkansız. MîrêHêkan ise sanatını şu şekilde anlatı-yor: "Yumurta tüm yaşamın kökeninitemsil ediyor."

Almanya’da mimarlık eğitimini ta-mamlayan sanatçı için sanatı halkaulaştırmak önemli unsurlardan biri.Sanatın müzelere sıkışmasını istemiyor. Sanatınaolan ilgisinin küçüklükten geldiğini belirten sa-natçı, bir Alman gazetesine (Aachener Zeitung)verdiği röportajda, “Küçük bir çocukken anneminpensesini sık sık çalardım ve oyuncak yapmak içinsınır telinden bir parça dikenli tel keserdim” diyor.‘İnsanlar mı sanat eserlerine gitmelidir, yoksasanat mı insanlara’ sorusu, sanat tarihinde birçok

sanatçının üstünde durduğu sorulardandır. Kimisanatı sokaklara taşımaya çalışırken kimi ise sana-tın ilgili olan küçük gruplarla paylaşılması gerekti-ğini savunur. Ancak belirttiğim gibi sanat vehayat arasındaki boşluk her sanatçı tarafındanfarklı şekilde değerlendirilir. Mîrê Hêkan ise buboşluk arasında köprü olmak sanatı, halka ve so-kağa çıkartma taraftarı.

◗ Detayları enince ayrıntısınakadar eklediğinatüralist resim-leri olduğu gibi1920’li yıllarındaAvrupa’da or-taya çıkmış sür-realist akımınayakın bir stili devar Mettini’nin.

◗ Rojavalı bir ressam olan Lukman Ahmed, oldukça renkli eserlerive uyuyan insan motifleriyle göze çarpıyor. Kendine has ol-dukça başarılı bir tarzı var.

Leyla Qasım

12

İçerisinde renkli resimlerin ol-duğu bir masal kitabını çeviri-yormuş hissi veren

Mardin’deyiz. Mardin müzesininarka tarafından sanat galerisi ola-rak kullanılan eski bir taş yapınınönüne geldiğimde kalabalık bir sa-natçı grubuyla karşılaşıyorum. Ha-yatlarını Amed, Mardin veBatman’da sürdüren sanatçılarsergi için konuklarını bekliyor. İçten ve sıcak gülümse-mesiyle ressam Hêlîn karşılıyor beni. Önce sergiyi do-laştırıyor. Ardından çalışmalarını anlatmaları içinarkadaşlarını çağırarak yardımcı oluyor.

Merkezkaç Sanat Kolektifi’nin “Karşılaşmalar” başlı-ğını taşıyan sergisiydi bu. Amed’den sonra MardinMüzesi Sanat Galerisi’nde izleyicileri ile buluşmak içinburadaydılar. Önce Merkezkaç Sanat Kolektifi’nin neolduğunu nasıl bir araya geldiğini merak ediyorum.2015 yılında bölgedeki sanatçıların görünür olmala-rını sağlamak amacıyla 7 kişilik bir grupla bu kolektifioluşturmuşlar.

Murat Kartal süreci şöyle anlatıyor: “Amacımız bu-radaki sanatçıların potansiyelini ortaya çıkartma veuluslararası anlamda söz sahibi olmaya çalışmaktı.2017 yılında Diyarbakır’da yurtiçi ve yurtdışındanakademisyenlerin katıldığı çağdaş sanat dersleri ve-rildi. Ertesi yıl bu dersler video, enstelasyon, fotoğrafve performans disiplinleriyle workshoplara evrildi.Sergiyi İstanbul’daki TÜYAP’a götürdük. Bir üst seviye

olarak da aynı katılımcılarla üretime çevir-mek istedik. Mart ayından beri hazırlıkları-mız sürüyordu. Mayıs ayında çağrı yaptık.Başvuruları alırken Mardin, Diyarbakır veBatman’dan olmasına dikkat ettik. Genç sa-natçılarımıza 8 mentör eşlik etti. Eylülayında işler bitmiş oldu. İsminin ‘Karşı-laşma’ olması da jenerasyonların karşılaş-ması, izleyicilerin karşılaşması…”

İki kuşağın karşılaşmasıRemzi Sever, “Karşılaşmalar” adlı bu projeyi

Amed’de iki farklı kuşağı bir araya getirmek için yap-tıklarını söylüyor. Sever, “2000’li yılların başından iti-baren sanata bir şekilde dahil olan arkadaşlarla şuanda üniversitelerden yeni mezun olmuş, genç ku-şağı bir araya getirmeye çalıştık. 90’lı yılları yaşamış,işlerini o bilinçle yapan bir kuşak ile bir de Sur döne-mini yaşayanlar. Aslında bölgede iki farklı süreci farklıyaşlarda yaşamış iki kuşak. O ara süreçte sanat anla-mında ciddi bir boşluk var. Bu boşluk hem eğitim sis-teminden hem yereldeki dinamiklerden hem deevrensel anlamda da dünyadaki konjonktürün yetiş-tirdiği yeni bir genç karakterinden kaynaklanıyor.Bunların tamamının birbiriyle ilişkisi var ve bu ilişkilersonucunda bir boşluk yaratılıyor. Sanata ilgi azalıyor,sanatla kendini ifade etme arayışları azalıyor” diyor.

Adından da anlaşılacağı gibi sanat dünyasının“merkez” addedilen konumları dışında var olma im-kanlarını tartışan Merkezkaç Sanat Kolektifi’nin girişi-

miyle gerçekleşen “Karşılaşmalar” adlı sergi, Kürtkentlerinde yaşamakla beraber uluslararası sanatgündemine yönelik söz üretmek isteyen bir grup sa-natçının Mart ayından bu yana sürdürdüğü hazırlıkla-rın bir sonucu. Sergide yer alan sanatçılar“karşılaşmalarına” sanat izleyicilerinin tanıklığını veetkileşimini de katmayı hedefliyor.

Alternatif bir buluşma olabilmeyi amaçlayan “Karşı-laşmalar” atölye ve söyleşileri de içeren bir programla8 ayrı alt grubun çalışmalarını sergiliyor. Sergi kapsa-mında Remzi Sever, Sinem Yaşar, Eylem Kaya, ÖmerAydın, Uğur Orhan, Revan Yaşar, Rojda Serin, DilanEroğlu, M. Ali Boran, Mizgin Uçar, Hasan Atılgan, BeratIşık, Fatoş Güneri, Hêlîn, Serhat Özcan, Berçem Yıldı-rım, Murat Gök, Eren Kara, İbrahim Yamaç, Barış Seyit-van, Mehmet Yazıgan, Şefik Özcan, Büşra Dilek veŞilan Doğan’ın çalışmaları yer alıyor.

Derdime yanak yokGözümüze duvarda bulunan bir yelpaze çarpıyor.

Hêlîn’in yaptığı bu çalışma; izleri, belirsizlikleri ve ka-yıplarıyla Türkiye tarihinin yüzleşilemeyen en önemliolaylarından biri olan Dersim katliamını anlatıyor.Dersim’in isminin değiştirilmesine gönderme yapıla-rak tunç bir levha kullanılmış. Yelpazenin üzerindekirenkler ve şekillerde ise Dersim’i simgeleyen Munzur,gözeleri, tren rayları, ayak izleri gözüküyor. Hêlîn,“Çayan Demirel’in ‘Dersim 38’ adlı belgeselindeDünya Ana ağlayarak konuşurken, ‘Kimse bizi anlamı-yor. Derdime yanak yok’ diyordu.

Bircan DEĞİRMENCİ

◗ Merkezkaç Sanat Kolek-tifi’nin “Karşılaşmalar”başlığını taşıyan sergisiAmed’den sonra MardinMüzesi Sanat Galerisi’ndeizleyicileri ile buluştu.Mardin, Amed, Bat-

man’dan sanatçıları bu-luşturan sergide 20’yi

aşkın sanatçınıneserleri yer aldı.

Kürt sanatçıların ‘KARŞILAŞMALAR’ı

13

Çok etkilendim ve o cümleden yola çıkarak çalış-manın adını ‘Derdê mi rê Alişke Çin a’ (DerdimeÇare Yok) koydum. Dersim’de hem katliam olduhem kızlar kaybedildi. Kimisi istediğinde gelip busorunu açıyor, isteyen kapatıyor. Yelpaze espriside o yüzden. Türkiye’nin ve kalbimizdeki sızılar-dan biridir Dersim” diyor.

Hêlîn’i 2011’de Suriçi’ndeki eski bir evde MusaAnter’in ölüm yıldönümünde bir ses enstelasyonuyaparken tanımıştım. Dicle Üniversitesi Resim Bö-lümü’nden mezun olan Hêlin, 2008’de ilk kişiselsergisi Kargaşa’nın yanı sıra pek çok karma sergideyer almış. Batman’da yaşayan sanatçı, 3 yıl önce 15yıllık öğretmenlik görevinden ihraç edilmiş.

Kürt sanatçı olmanın dezavantajlarını şöyledile getiriyor: “Bir kere ötekisiniz, bu çok önemlibir şey. Öteki olduğunuz için her zaman önyar-gıyla yaklaşılıyor. Çünkü görünürlüğünüz çok az.En azından kendi adıma söyleyeyim. Mesela yaptı-ğım birçok çalışma pek çok kişi tarafından fazla ra-dikal bulunuyor. Bir başkası yapsa belki takdir alacakama Kürt olduğumuz için görmezden geliniyor, be-ğenilmiyor. Bana göre sanatçının çevresine, top-luma, insanların yaşadıklarına karşı duyarlı olmasıgerekiyor. Bunun Türklük ve Kürtlükle ilgisi yok. Ça-lışmalarım devam edecek. Atölyem var ve sürekliokuyup, takip edip, çalışıyorum. Bu benim yaptığım,kendimi ifade ettiğim tek iş.”

Geçmişten kalan yadigarlarArdından başka bir duvarda küçük bir heybe, bir

taş, içerisine kokulu yağlar konulan gümüş bir esanskutusu, siyah boş bir çerçeve görüyoruz. Genç sa-natçılardan Revan Yaşar’ın çalışması bu. Revan Yaşar,”Ji duh / dünden beri” adlı enstelasyon çalışmasıyla,kendinden önceki kuşakların geçmiş yaşantılarıylayüzleşerek topladığı yadigârları gözler önüne seri-yor. Revan 55-90 yaş arasındaki kişilerle röportajyapıp onlara ait hatıra olarak sakladıkları objeleritoplamış. Siyah boş çerçeveyi ise kendi hikayesi içinyerleştirmiş.

Halatlarla bağlanan güvenMurat Gök mentörlüğünde Resim Bölümü mezunu

İbrahim Yamaç’ın “Müsaadenizle” adlı videosundaapartman boşluğunun korkuluğuna halat gererek,1980 ve 1990 öncesi Amed’de doğal ve yaygın olanyatay mimarinin yerine günümüzde dikey mimarinin(apartman tarzı) tercih edilmesinin beraberinden ge-

tirdiği olumsuz sonuçlara dikkat çekiyor.

Yamaç, çalışmasını şöyle anlatıyor: “2000’li yıllardanönce yatay bir mimari söz konusuydu. Herkes komşu-sunun kapısını müsaade istemeden güvenle çalabi-lirdi ama günümüzde siteleşmeyle apartman tarzıyapılaşma güven kırılmasına yol açtı. Bu duruma dik-kat çekmek için halatlarla tekrar bir bağ oluşturarak,düğüm atıp yeniden güçlendirmeye çalıştım.”

Mardin Artuklu Üniversitesi Güzel Sanatlar mezunuEren Kara da, ”This is a …” videosunda özenle kurulanbir masayı bilinçsizce devirirken yıkım ve kurulumunkeskin yüzünü siyah ve beyazın zıtlığını bireysel vetoplumsal olanın ayrımına dayandırıyor. Kara, tarihboyunca insanların toplumsal hayat içerisindeki üre-timlerinin ve edindiği deneyimlerinin dönüşümününyapısal olarak uzun sürdüğünü, fakat bu yapılaşmışbirikimin çabuk yıkıldığının ayrımını videosuyla dilegetiriyor. Kara, ”Çalışma, yapıcılık ve yıkıcılığı anlatıyor.Bir şeyleri yapmak çok zorken yıkmak çok daha kolay.Kendi elimizle yıkıyoruz” diyor.

Binaların gölgesinde tandırSergide büyük binaların gölgesinde kalan tandır çi-

zimlerini görüyoruz. Amed’den katılan sanatçı SerhatÖzcan bu çalışmasında yaklaşık 5000 yıllık bir geç-mişe sahip olan Tandır’ı konu olarak seçmiş. Amed’de75 metrelik yol olarak bilinen Mahabad Bulvarı’ndaoturan Özcan, tarlaların arasındaki tandırlar dikkatiniçekmiş. Bu tandırlarda pişirilen ekmeklerin lüks site-lere satıldığını görmüş. Daha sonra tandırla ilgili araş-tırma yapmış. Özcan şunları anlatıyor: “İlk olarakısınma amaçlı düşünülerek toprak evlerin altına di-zayn edilirmiş. Evin ortasında bulunan tandır aynı za-manda ekmek fırını olarak da kullanılmaya başlanmış.Başlangıçta tandır, tavanda bacası olan evlerde kulla-nılırmış, daha sonraları evin dışına da yapılmaya baş-lanarak içinde et ve ekmek pişirilmesine uygunduruma gelmiş. Bölgede yaygın olarak devam edentandırda ekmek pişirme geleneği, özellikle sofra kül-türünün vazgeçilmezleri arasında yer alıyor. Kürtlerin,Fasların, Arapların, Azerilerin genel kültürünü yansı-tan tandır ekmeği veya nanê tenûrê, asırlardır insanla-rın sofrasındaki yerini koruyor.”

Kentleşmeyle birlikte yok olmaya yüz tutan tandırekmeğinin şimdilerde şehirlerin yoksul mahallelerin-den çıkıp marketlerde, sokaklarda, insanların yoğunolduğu yerlerde satılmaya başlandığını hatırlatanÖzcan, “Ticari amaçla kullanılmaya başlanan bu tan-dırlar, metropol şehirlerde, lüks binaların arasındakendine yer edinerek postmodern bir görüntüyedönüştü. Bu duruma dikkat çekmek için bu çalışmayıyaptım” diyor.

Mardin Artuklu Üniversitesi’nden mezun ÖmerAydın ise “Drutina Yadé” (Annemin Dikişleri) adlıişinde Röntgen film üzerine yaptığı yağlı boya müda-halelerle oluşturduğu eksik anne figürünü annesinindikişleriyle bir araya getirerek, erkek olarak kendisinivar eden kadının ölüm-ölümsüzlüğünü göstermeyeçalışıyor. Aydın, “Kendimden yola çıkarak anlatmayaçalıştım. Hasta psikolojisi üzerine kadın imgelerinikullanarak eksik deforme bir kadın görüntüsüyle tas-vir ettim” diyor.

Gözümüze duvarda bulu-nan bir yelpaze çarpıyor. Hêlîn’in yaptığı buçalışma; izleri, belirsizlikleri ve kayıplarıyla Türkiye tarihininyüzleşilemeyen en önemli olaylarından biri olan Dersim katliamını anlatı-yor. Dersim’in isminin değiştirilmesine gönderme yapılarak tunç bir levhakullanılmış. Yelpazenin üzerindeki renkler ve şekillerde ise Dersim’i simge-leyen Munzur, gözeleri, tren rayları, ayak izleri gözüküyor.

14

Kadın aklıyla sorunlara yaklaşmalıGalerinin başka bir köşesinde ise çiçek desenli bir

kadın kıyafetinin asıldığını ve yanındaki videoda ha-rabe halindeki bir yapının aynı kumaştan bir par-çayla yamalandığını görüyoruz. Dicle ÜniversitesiResim Bölümü’nün 2001 mezunlarından RemziSever, ”Yama” adlı çalışmasında toplumsal yaralarakarşın yine kadının varoluşsal duruşuyla adeta bir tıl-sım etkisiyle iyileştirdiği, koruduğu ve sakladığı trav-malara dikkat çekerken, kadının bir tanrıça gibiyeniden etrafını şekillendirdiği, yarattığı gerçeğinedeğiniyor. Sever, annesinin giydiği kıyafetten bir par-çayla yıkık bir duvarı yamalayarak onarmayla kadınıniç tepkisini gösterirken, izleyiciyi ana sıcaklığında biryolculuğa çıkarıyor.

Sanatçı Sever, nasıl yola çıktığını şöyle anlatıyor:“Ben küçükken çok top oynardım. Sürekli pantolo-num ayakkabım yıpranırdı. Annem de pantolo-numu yamayarak bir çözüm buldu. ‘Bundan sonratop oynarken bu pantolonu giyeceksin’ dedi. Tabizaman içerisinde o pantolonun her tarafı yama-larla doldu. Çünkü sürekli pantolon yırtılıyordu.Tarih boyunca bölgede yaşanan olayların savaşla-rın hepsinin erkek kafasının bir ürünü ve erkeğinyarattığı bir dünya olduğunu düşünüyorum. Geldi-ğimiz noktada artık erkeğin aklının işin içinden çe-kilip kadın aklıyla olaylara, sorunlara yaklaşmamızgerekiyor. Bir anne elbisesinin kumaşından yaptığıbir yamayla nasıl çözüm bulmuşsa insanlık açısın-dan artık kadının daha aktif bir rol alması gerekti-ğini düşünüyorum.”

Kadının ‘sessiz’ çığlığıFatoş Güneri’nin yaptığı Silent/Sessizadlı video

ise Amed Sur’larını gördüğümüz, çok uzakta siyahbir dumanın tüttüğü sessiz bir Amed manzarasıylaaçılıyor. Bir süre sonra görüntüye, belli aralıklarla rit-mik bir şekilde ilerleyen top sesine benzer bir seseşlik ediyor. Kameranın hareketiyle aslında sesin, birkadının elindeki tokmağı var gücüyle vurduğu halı-dan geldiğini anlıyoruz. Her vuruş dalga dalga ev-rende kaybolmayan ses dalgaları arasındaki yeriniusulca alıyor ve yine her vuruşta çıkan ses, bu coğ-rafyada sesini ancak doğurganlığını kaybedip, dulkalıp ve birkaç çocuğunu gömdükten sonra duyu-rabilen kadınlara selam gönderiyor. Bizlere ise bir

çağrı, durmayın ayağı kalkın, bahar temizliği başlasın. Güneri, videonun daha çok tepki niteliğinde oldu-

ğunu söyleyerek, “Amacımız bir kadının sessiz çığlı-ğını yansıtmaktı. ‘Modern’ bir kadınının onayakıştırılan kimliğine karşı tepkisini halıyı döverek vargücüyle boşalımını anlatıyor.”

Derin YarıklarSanatçı Barış Seyitvan’ın ekibiyle birlikte yürüt-

tüğü karşılaşmalar sergisinde ele aldığı göç, yersiz-yurtsuz, zedelenen kimlik ve travma gibi kavramları‘Derin Yarıklar’ başlığıyla ortak bir noktada topluyor.Bir çocuğun hızlıca alçaktan uçan bir jetin verdiğirahatsızlığa duyduğu tepkisi ve onda yarattığı derintravmatik durumun temsiline odaklanan Barış Seyit-van, halen Ortadoğu coğrafyasında şiddetle devameden, savaş ve çatışma durumlarının etkilerini de

çocuklar açısından ele alıyor. Genç sanatçı Meh-met Yazıgan ise çatışma durumlarının etkilerinigöç ve göçün kalıcı bellek üzerindeki tahribatınıvideo olarak anlatıyor.

Biz neden beraber iş üretemedikÜzerinde tunç harflerden oluşan bir dükkan ta-

belası dikkatimizi çekiyor “Biz Neden Beraber İşÜretemedik” diye yazıyor. Mehmet Ali Boran veHasan Atılgan ”Meskun Mahal” adlı bir proje içeri-sinde yer almışlar. Son iki yıldır gözetledikleri vesoyu tükenmek üzere olan Anadolu parsının çizgiroman karakterini çizmeye başlamışlar. Mehmet AliBoran, “Birçok hayvanı da bu bir çizgi romanda top-ladık ama sanatın estetik anlatımı bağlamında ara-mızda tartışmalar çıktı. O işi tamamlayamadık. Biraraya gelememiş iki sanatçının işin içerisinden çıka-mama durumu. Bir araya gelme, demokratik tepki-ler oluşturma, ve bir araya geldiğimiz zamanvoltranı oluşturabiliriz söylemi dayatılmakta. Bununbir yerde bizim omuzlarımıza yüklenen bir yük ol-duğunu gördük ve kolektif olmanın aslında biryerde üretememeyle sonuçlandığını gördük. Bu-rada amacımız ‘biz beraber neden iş üretemedik’sorusunu siz izleyicilere sordurtmak ve kendimizeözeleştiri yapmak” diyor.

Karşılaşmalar sergisi Kasım ayında yapılacak birsöyleşi ve sergi ile İstanbul’daki sanat izleyicile-riyle de buluşacak.

◗ Remzi Sever, “Karşılaşmalar” adlıbu projeyi Amed’de iki farklı ku-şağı bir araya getirmek için yap-tıklarını söylüyor. Sever, “2000’liyılların başından itibaren sanatabir şekilde dahil olan arkadaş-larla şu anda üniversitelerdenyeni mezun olmuş, genç kuşağıbir araya getirmeye çalıştık. 90’lıyılları yaşamış, işlerini o bilinçleyapan bir kuşak ile bir de Surdönemini yaşayanlar” diyor.

15

Kış kapıya dayanmış,tedarikini göreme-miş, kanadı kırık bir

göçmen kuşa sığınmıştı. Fenahalde yoksul ve zaruriydi.Vakit erişti mi, yarasını yara-sıyla saracak, iç seslerini de-runî dilden dinleyipanlayacak, kadirşinas, bilgebir erkeğin geleceği ve ken-disiyle can ciğer bir yaşam kuracağı umudun-daydı hala. Son otuz yıldır yoğun okumuş, hayaliçinde hayal kurmuş, hayalini hiçleştirmiş, yaz-mış, yırtmış, kaşınmış, esnemiş ama sevdiği birürün ortaya çıkaramamıştı. Artık bıkmıştı. Elinealdığı kitabı okuyamadığı gibi kitap da onu oku-yamıyordu. ‘Ömrünü boş şeylere hasretmeyenedebi yaratımı yakalayamaz,’ diye düşünüyor,boş ayrıntılara yediriyordu zamanını. Duygularınıimbikten geçirme ihtiyacı duyduğunda ise şiirokuyordu bazen.

Dünyanın müzmin ilgisiz bir adamı olmamarağmen, ilgimi esirgemiyordum ondan. Dolu birkadındı. Ruh güzelliği fiziğinde de gülümsü-yordu. Zekası itiraza oldukça mütemayildi. Queereğilimleri vardı. Tarihsel cinsiyet hiyerarşisininkendi özelinde işlemediğini söylüyordu. Tabiibunlar benim için sorun değildi. Sorun kendi kal-bimdi. Kadının kalbimi kalbiyle özümlemesini,bunu bir yaşam tarzı haline getirmesini istiyor-dum ama hiç ilgi duymuyordu. 

Yazdığım öyküleri sanırım okumuştur diyerekkalkıp kaldığı yere gittim. Çatı katında köpek ku-lübesini andıran basık bir yerde evin yaşlı kadı-nına hizmet karşılığında kalıyordu. 

Kapıyı çaldım, “gir” dedi, “defol” dercesine. Çö-melmiş bez torbalara dolduruyordu kitaplarını.Doğruldu, gülümsedi, tokalaştık. İçinde fıstık,incir ve elma bulunan bez torbayı, sekinin yanın-daki masaya bıraktım. Ben sekide, o da yerde, so-kaktan bulduğu eski bir halının üzerinde oturdu.Odada seki, masa, kitaplar ve küçük bir elektrikocağı ile kap kacak dışında bir şey yoktu.

Hal hatırdan sonra, “öykülerimi okudun mu?”dedim.

“Okudum,” dedi, ‘hay okumaz olaydım’ derce-sine.

“Nasıl buldun? Eleştiri ve önerilerin benim içinönemli.”

“Sen huzur ve varlık içinde yazıyorsun bu öy-küleri,” diye başladı. “Kazı yapmıyorsun. Kazıyapıp derinlere insen, edebiyatın asıl kaynağıyla,huzursuzluk ve yoklukla karşılaşacaksın. Sen yü-

zeyde arıyorsun de-rinliği. Huzurdan vevarlıktan derinlik çık-maz. Her ikisi deyazar için tehlikeli-dir. Yazarın kazan-dım dediği,kaybettikleridir. Bul-duğum dediği de-rinlik, bulamadığıdır.

“Bu öyküler huzurlu ve varlıklı insanlarla hem-hal olduğu için yaşamın tebessüm ve itiraz dilinibilmiyor. İnsanın acısını, dilsiz isyanını hissettir-miyor, homurdanmıyor, sayıklamıyor. Öykününen güçlü dili, parçalanarak acıyla sayıklamasında-dır. Sabaha kadar dinlerim o sayıklayan dili, do-nanırım. Ben, yitirdiğim zamanların çığlıklarındanoluşan bir kadınım, anlarım o dili.”

Kadın daha önce de beni eleştirirken sık sık dil-den söz etmiş, bunun üzerine dilin ne olduğumerakı uyanmıştı bende. Araştırayım derkenKant ve Hegel’in tarih anlayışları takılmıştı ayak-larıma, vazgeçmiştim. Lanet olsun.

“Sen yazara bunları söylemekle kendi dünyanı,kendi dilini dayatmış olmuyor musun?” dedim.

Çehresini güzelleştiren ince çizgiler gerildi. Ba-kışlarındaki mülayim renklerin yerini sert renkleraldı.

“Her okur, her eleştirmen gibi ben de kendigörüşümü söylüyorum, ne var bunda? Huzurlu,sorunsuz bir dünyanın öyküleridir bunlar. Benböyle bir dünyada yaşamıyorum. Ana dilininmevzisinden tanka taş atan çocuğun dünya-sında yaşıyorum. Kuşatıldığımı ve kokmasın diyecesedimin katlanarak buzdolabına tıkıldığını his-sediyorum. Merakım, çocuğun attığı taşın kaderi-mizi nasıl biçimlendireceğine yöneliyor. Farklı birdünyadan bakıyorum öykülerine, normal değilmi bu?” 

Çatışmadan hoşlanan bir kadın olduğunu bili-yordum. Çatışmayla var ediyordu kendini. Kadı-nın, çatıştığı insanlara daha çok ilgi duyduğunusöyleyen insanlar da vardı.

“Bu öykülerin konuları Roza’nınkilerle hemenhemen aynı. Bunlara yönelttiğin eleştirileri on-lara niçin yöneltmiyorsun?”

“Roza anasından ilticacı olarak doğmuş, yoklukiçinde büyümüş ve Kobanê’de direnirken yara-lanmış asi bir kadındır,’ dedi. 

“Bundan dolayı mı eleştirmiyorsun onun öykü-lerini?”

“Hayır. Hiç alakası yok. Roza’nın her öyküsümültecidir ve dünyanın gurbet olmadığını söylü-

yor. Zorlanmadan okuyorum. Seninkiler, zor ilerıza dikotomosi arasında soluk almaya çalışan birokur konumuna düşürüyor beni. “Felaketler iyi-dir,” diyor, Roza’nın öyküleri sessizliği düğümlü-yor, kuşkunun korkuyu oymasına yol açıyor, sancıüflüyor, çıkış arayışı çabalarıyla renklendiriyor, sa-nata dönüştürüyor yaşamı. Seninkiler öyle değil.”

“Sen öykülerin konularına, neyi anlattıklarınatakıyorsun kafayı” dedim. “Önemli olan dil değilmidir? Anlatılanın nasıl anlatıldığı, öykünün de-rinliği, estetik yapısı değil midir?”

“Evet, işin esası bu saydıklarındır. Senin öyküle-rinin çoğunda imge, metafor, humor ve dil ince-likleri pek görünmüyor. Okurunu farklı birşekilde yaratıyor Roza’nın öyküleri. Sen estetiğitepeliyor, beylik bir anlatımla sıradan ayrıntılarateslim ediyorsun okurunu. Roza’nın öykülerindeot, taşın altından gün ışığına çıkıyor. İnsanı mal-laştıran verili koşullara karşı bir itiraz dili kurmaçabası var o öykülerde. Sende yok böyle birçaba.”

Dilini heceleyen, yarım bakan ilticacı bir kadın,Roza canlanıyor gözlerimin önünde. Roza’yı dur-madan övüyor kadın. Cevap veremiyorum. Kadındeğil sanki, tam bir itiraz dili. Karşı dil. Uzatıyor.Kibarca da olsa itiraz edemiyorum. Duyguları-mızda açtığımız kara delikleri kapatacağımıza,daha da genişlettiğimiz kanısı oluşuyor bende.Görüş ve eleştirilerini dinleyip bir çay içtiktensonra çıkıyorum. 

Tüyleri piltiklenmiş yaşlı bir Van kedisi duruyorevin önünde. Bakışlarıyla karşılaşıyor bakışlarım.Zamanı yer yer kırılmış, çilelenmiş bir çizgi gibihissediyorum. Anamın, ekilmiş tarlalara bakıncamiyavlayan ve kalbimi gizeme yönlendiren karakedisi canlanıyor hayalimde. “Kadının her yeregiden bir yolu var, bir de kendine giden bir yoluolsa” diye iç geçiriyorum. Önümden geçen hır-pani kılıklı, sakallı bir adam, iç geçirişimi duymuşgibi “yau bu ne biçim dünya abi yau, hiç kimsekendinde değil, bir soysuz çıksa da kendimizegelsek” diye söylenip gidiyor.

◗ Dilini heceleyen, yarım bakan ilticacı bir kadın, Roza canlanı-yor gözlerimin önünde. Roza’yı durmadan övüyor kadın.Cevap veremiyorum. Kadın değil sanki, tam bir itiraz dili.Karşı dil. Uzatıyor. Kibarca da olsa itiraz edemiyorum. Duygu-larımızda açtığımız kara delikleri kapatacağımıza, daha dagenişlettiğimiz kanısı oluşuyor bende…

Muzaffer ORUÇOĞLU

İtiraz diliİtiraz dili

Resim: ERCAN ALTUNTAŞ

“Min di bîreke miçiqandî de bibîne,Min bibîne tazî li peravekê,di keştiyeke êşkenceyê de

bi elektrîkê hişyar,di qişleyekê de wenda,dayik, li serê kolanekê,

bê nav û nîşan li goristaneke bêkesan,di gorekê de li ser kêla wê nivîsandî

yên têkçûyî têkçûn,min bibîne.”