130
SAĞLIK SOSYOLOJİSİNİN TEMEL KAVRAMLARI LU Û z ’u * Sağlık Kavramı Hastalık Kavramı Sapan Bir Davranış Olarak Hastalık ve Hasta Rolü Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Sağlık-hastalık ve toplum arasındaki ilişkiyi kurabilecek, • Sağlık ve hastalığın sosyokültürel boyutunu kavrayabilecek, • Sapan bir davranış olarak hastalığı sosyolojik perspektiften değerlendirebileceksiniz.

SAĞLIK SOSYOLOJİSİNİN TEMEL KAVRAMLARI - egitim.clubŸlık-Sosyolojisi-1-7.pdf · Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları ED Sosyal Modele göre sağlık ve hastalık toplum

  • Upload
    others

  • View
    62

  • Download
    1

Embed Size (px)

Citation preview

SAĞLIK SOSYOLOJİSİNİN TEMEL

KAVRAMLARI

LUÛz

’u *

Sağlık Kavramı Hastalık Kavramı Sapan Bir Davranış Olarak Hastalık ve Hasta Rolü

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;• Sağlık-hastalık ve toplum

arasındaki ilişkiyi kurabilecek,• Sağlık ve hastalığın sosyokültürel

boyutunu kavrayabilecek,• Sapan bir davranış olarak hastalığı

sosyolojik perspektiften değerlendirebileceksiniz.

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

GİRİŞ

Günümüzde sağlık ve hastalık konuları,

sadece tıbbın değil diğer bilimlerin de

çalışma alanına dönüşmüştür.

İlk bakışta tıbbın alanı olarak algılanan ve sosyal bilimcilerin uzun yıllar uzak durduğu sağlık ve hastalıkla ilgili konular günümüzde pek çok bilim dalının ilgi gösterdiği çalışma alanlarına dönüşmüştür. İlk başlarda sağlık ve hastalık kavramları biyomedikal model çerçevesinde tıbbi boyutta ele alınmış ancak bu modele yöneltilen eleştiriler bağlamında sağlık ve hastalığın sosyokültürel boyutu dikkate alınmaya başlanmıştır.Bu bölümde sağlık sosyolojisinin temel kavramları olan sağlık ve hastalık kavramlarının sınırları çizilmeye çalışılmakta sağlık ve hastalığın göreliliğinden yola çıkılarak her toplumun kendi kültürel değer ve normları çerçevesinde sağlık ve hastalığın nasıl sosyal olarak inşa edildiği irdelenmektedir. Ayrıca hastalığın sosyolojik olarak kavramsallaştırılmasının gelişiminde önemli bir rol oynayan sapan davranış kavramı da ele alınarak, Parsons'ın hasta ve hekim rolü kavramsallaştırması tartışılmaktadır.

^ »Sağlık ve hastalığın tanımlanmasındaki görelilik nedeniyle farklı £ kültürel değer ve normlara sahip toplumlarda ya da aynı toplumda

zaman içerisinde sağlık ve hastalık tanımlamalarının nasıl p değiştiğini örneklerle tartışınız.

.ro

Sağlık

Sağlık evrensel bir kavram olmasına karşın herkesin kabul ettiği ortak bir sağlık tanımı yapmak oldukça güçtür. Sağlık kavramının hastalık kavramına bağlı olarak tanımlanması, sağlık ve hastalığın birbirinin simetriği olamayacağı gerekçesiyle eleştirilse de sağlık ve hastalık bir kavram çifti olarak sıklıkla birlikte kullanılmaktadır. Sağlık ve hastalığa ilişkin çalışmalar yakın zamana kadar sağlık bilimciler tarafından Biyomedikal Model çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Biyomedikal modelde insanı oluşturan hücre, doku, organ ve sistemler özdenge (homeostasis) olarak adlandırılan bir uyum ve düzen oluşturacak şekilde etkileşim içindedirler. Biyolojik özdenge sağlıklı olma hali, bu dengenin bozulması ise hastalık ya da tıbbi bir duruma gidiş olarak değerlendirilir (Pearson ve ark., 2005: 44). Sağlık ve hastalığı tıbbi boyutuyla ele alan bu model çeşitli eleştirilere maruz kalmıştır. Gönç Şavran'a (2010: 14) göre bu eleştiriler şu şekilde özetlenmektedir: Bireyin bütünlüğü bozulmakta, birey bedeninden soyutlanmakta, hastalığın toplumsal nedenleri görmezden gelinmekte, sağlık ve hastalık hakkında tıbbın kendisinin ürettiği "bilimsel" bilgi dışındaki bütün bilgi ve değerlendirmeler geçersiz kabul edilmektedir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

EDSosyal Modele göre

sağlık ve hastalık toplum tarafından

sosyal ve kültürel olarak inşa edilmektedir.

Biyomedikal modele yönelik yukarıdaki eleştiriler sonucunda yirminci yüzyılın ortalarında sağlığı sosyoekonomik ve kültürel açıdan çok boyutlu olarak ele alan sosyal model önem kazanmaya başlamıştır. Sosyal Model bağlamında sağlık ve hastalığın toplum tarafından sosyal ve kültürel olarak inşa edildiği görüşü öne çıkmıştır. Bu modelin günümüzde kabul görmesi biyolojik unsurların ve tıbbi boyutun inkâr edilmesi anlamını taşımamakta sağlık ve hastalığın tüm boyutlarıyla bütüncül olarak incelenmesi hedeflenmektedir.

Bircher'e göre (2005:336) sağlık yaş, kültür ve kişisel sorumluluk ile orantılı yaşam taleplerini karşılayan fiziksel, zihinsel ve sosyal bir potansiyel ile karakterize dinamik bir iyi olma durumudur. Potansiyelin bu talepleri karşılamak için yeterli olmadığı durum ise hastalıktır. Ona göre potansiyel biyolojik olarak verilmiş ve bizzat edinilmiş kısmi potansiyel olarak iki grupta ele alınmakta ve onların oranları yaşam döngüsü boyunca değişmektedir. Bireylerin biyolojik olarak verilen kısmi potansiyeli başlangıçtaki genetik yapılarından ve doğum öncesi gelişiminden kaynaklanmakta ve biyolojinin adaletsizliğinin bir parçası olarak kişiden kişiye değişmektedir. Engelhardt (1984: 66-71) bu durumu doğal piyango olarak adlandırmaktadır. Bireyin diğer kısmi potansiyeli ise immünolojik yetkinlik, fiziksel yetenekler, öğrenme ve diğer beceriler, psikolojik ve ruhsal gelişim, sosyal sermaye gibi yaşamı boyunca bizzat elde ettiği potansiyeldir. Bu bakış açısına göre sağlık doğuştan getirilen potansiyel ile sonradan edinilen potansiyelin bileşiminden oluşmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütünün (1947) "sadece hastalık ve sakatlığın olmaması değil; fiziksel, ruhsal ve sosyal tam iyilik hali" şeklindeki sağlık tanımı sağlığın çok boyutlu ve bütüncül olarak ele alınması ve sağlığı pozitif göstergelerle tanımlamak açısından oldukça önemli bir adımdır. Dünya Sağlık Örgütünün yukarıda yer alan tanımına kadar sağlık, ölüm ve hastalık gibi sürece negatif yönden yaklaşan parametrelerin olmayışı olarak ve daha çok tıbbi boyutla tanımlanmaktaydı. Ancak DSÖ'nün bu tanımı da yıllar içerisinde bazı eleştirilere maruz kalmıştır. Örneğin, bazı kültürel durumlarda bireylerin bedensel rahatsızlıkları olmasına rağmen kendilerini ruhsal ve sosyal anlamda rahat hissetmeleri açıklanamamaktadır (Uz, 2001: 321-322). Eleştiriler nedeniyle DSÖ sağlık tanımına sonradan; "sosyal ve ekonomik olarak üretici bir yaşam sürebilme" ifadesini eklemiştir (Kesgin ve Topuzoğlu, 2006: 47). Dünya Sağlık Örgütünün sağlık tanımının eleştirilen bir diğer yönü de bu tanımda "iyilik" kavramını açıklama güçlüğünün yanı sıra, "tam"ın nasıl ölçüleceği sorusudur. Machteld Huber ve arkadaşları (2011) DSÖ'nün sağlığı tam iyilik hali olarak tanımlamasının kronik hastalıkların arttığı günümüzde amaca uygun bir tanımlama olmadığını belirterek sosyal, fiziksel, duygusal meydan okumalar karşısında kendini yönetme ve uyum sağlama yeteneğine yönelik değişen vurguya dikkat çekmektedir. Huber vd. (2011: 2) ayrıca sağlığın bazı boyutlarının, tıbbi bir koşula rağmen belli bir bağımsızlık derecesinde yaşamlarını yönetme ve işi içeren sosyal aktivitelere katılma yeteneğini kapsayan insanların yükümlülük ve potansiyellerini yerine getirme kapasitelerini içeren sosyal alanda tanımlanabileceğine vurgu yapmaktadır. Bu bağlamda Parsons sağlığı sosyal alanda, İşlevsel Model çerçevesinde tanımlamaktadır. Parsons'a göre sağlık, "bireylerin işlevsel olma yeteneği" demektir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

E )İşlevselcilikte sağlık,

sıklıkla günlük aktivitelerle başa

çıkma yeteneği olarak tanımlanır.

EKapitalist toplumlarda sağlık, üzerinden kâr elde edilebilecek bir

kurum hâline gelmiştir.

Toplumsal yaşam içinde her birey belirli rol ve sorumluluklara sahiptir. Bireyin bu rol ve sorumluluklarını tam olarak yerine getirmesi sağlıklı olduğunu göstermektedir. İşlevselcilikte sağlık, sıklıkla günlük aktivitelerle başa çıkma yeteneği olarak tanımlanır (Macran, Clark &Joshi, 1996:1204).

Kızılçelikde (1996: 80) Parsons'ın tanımını daha fazla detaylandırarak sağlığı; "yalnızca belirli bir toplumdaki fertlerin hastalık, sakatlık ve rahatsızlığın olmayışı değil, aynı zamanda, o toplumdaki fertlerin akılsal, ruhsal, fiziksel, ekolojik, ekonomik, kültürel, siyasal ve toplumsal bakımdan tam bir huzur, harmoni, denge, uyum ve iyilik içinde bulunma durumu" şeklinde tanımlamaktadır.

Illichde (2011:182) sağlığın kavranmasında sosyokültürel faktörlerin belirleyiciliğine dikkat çekerek sağlığı bir uyum sağlama meselesi olarak tanımlar. Ona göre sağlık, “toplumca yaratılmış gerçekliklere karşı içgüdüsel değil, otonom, ama yine de kültür tarafından şekillendirilmiş bir tepkidir."

Kültürel değer ve normlar değiştikçe sağlık tanımlaması da değişmektedir. Capra (1989: 138) sağlık kavramındaki bu dinamizme ve göreliliğe vurgu yaparak sağlık anlayışının bir kültürden diğerine, bir çağdan öbürüne değişebileceğine dikkat çeker. Capra'nın sağlığı süregiden bir süreç olarak ele alan bu görüşüne göre:

"...Son zamanlarda, sağlık tam iyi olma hâlinin statik bir durumu olarak tasvir edilirken, çoğu tanımlara göre sağlığa sistemler açısından yaklaşma, organizmanın çevresinin meydan okumalarına yaratıcı cevabını yansıtan sürekli etkinlik ve değişmeyi ifade eder. Mademki, bir kişinin durumu daima önemli ölçüde doğal ve toplumsal çevreye dayalıdır, öyleyse bu çevreden bağımsız hiçbir mutlak sağlık düzeyi mevcut değildir. Organizmanın değişen çevresiyle ilişki içindeki kesintisiz değişmeleri tabii olarak sağlık bozukluğunun belirli aşamalarını içerecek ve çoğu kez de sağlık-hastalık arasında keskin bir çizgi çizmek imkânsız olacaktır..."

Bu tanım, sağlığın fiziksel yönünün ön plana çıkarılmasının yanında sosyokültürel yönlerine de vurgu yaparak sağlık ve hastalık arasındaki sınırların belirsizliğine dikkat çeker. Baudrillard da (2010: 177) sağlığın sosyal belirleyicilerine vurgu yaparak “Sağlık günümüzde hayatta kalmaya bağlı biyolojik bir buyruktan daha çok statüye bağlı toplumsal bir buyruktur. Sağlık temel bir 'değerden' çok bir yüklemedir “ şeklinde sağlığı tanımlar.

Günümüz kapitalist toplumlarında uygulanan neoliberal politikaların bir sonucu olarak sağlık ulaşılması gereken bir hedef olmanın ötesinde üzerinden kâr elde edilebilecek bir kurum hâline gelmiştir. Tüketim toplumunda artık hastalıkların tedavisinden çok sağlığı korumak ve geliştirmek önemlidir. Sağlığın korunup geliştirilmesi de diyet ve spor yapmak, vitamin ve besin takviyesi almak, koruyucu tıptan yararlanmak gibi piyasada belli karşılıkları olan davranışların yerine getirilmesine bağlı olarak gerçekleşen bir olasılıktır (Karakuş ve Adak, 2015: 49).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

Hekime giderken bireyin hissettiği

rahatsızlık durumu “illness", doktordan

eve dönerken bireyin saptanan rahatsızlık

durumu “disease" dir.

Hastalık

Sağlık ve hastalık arasındaki ince çizgi nedeniyle sağlık kavramı gibi hastalık kavramının tanımlanmasında da çeşitli sıkıntılar vardır. Hangi durum ve koşulların sağlığın hangilerininse hastalığın göstergesi olduğu toplumdan topluma değişiklik gösteren göreli bir durumdur. Modern tıbbın ortaya çıkışına kadar hastalık; ruhsal ve mekanik güçlerin bir ürünü olarak düşünülmüştür. Hastalık, vücudu meydana getiren öğelerdeki dengesizlikten ya da kişilerin günahkâr davranışları nedeniyle Tanrının kendilerine verdiği ceza şeklinde ele alınmıştır. Örneğin, 14. ve 15. yüzyıllarda Avrupa'da "kara ölüm" olarak adlandırılan ve milyonlarca kişinin ölümüne neden olan veba hastalığı günahların bedeli olarak değerlendirilmiştir (Çınarlı, 2008: 10).

Hastalık kavramı da sağlık kavramı gibi önceleri Biyomedikal Model çerçevesinde tanımlanmıştır. Ancak artık hastalıkların sadece fiziksel ve tıbbi boyutunu önceleyen bakış açısı eleştirilmekte, hastalıkların oluşumu ve tanımlanmasında etkili olan sosyal sınıf, toplumsal cinsiyet, eğitim, ekonomik koşullar vb. sosyokültürel faktörlere dikkat çekilmekte ve hastalık daha geniş perspektifte çok boyutlu olarak incelenmektedir. Bu bağlamda öncelikle hastalık (disease) ile bireyin kendisini hasta hissetmesi (illness) arasındaki ayrımı ortaya koymak kavram karmaşasına engel olmak açısından önemli gözükmektedir. İngilizce kökenli olan bu iki sözcük, hastalıkların "fizyolojik" kökenleri ile "psiko- sosyal" kökenlerini birbirinden ayırmak için kullanılmaktadır. Biyomedikal anlamda ele alınan hastalık (disease) ile bireyin ve toplumun bakış açısını yansıtan rahatsızlık (illness) kavramları farklı anlamlar taşımaktadır:

1) Biyomedikal anlamda hastalık (disease): Hekimin bakış açısından veya nesnel anlamda hastalık, belirli fizyolojik işaret ve semptomlarla kendisini gösteren patolojik bir anormalliği ifade eder. Rodney'e göre (1978: 96) modern tıbbın anlayışında hastalık (disease), vücudun içsel çevresini etkileyen değişikliklere veya bazı sakatlık durumlarına verilen biyolojik tepkilerdir.

2) Sosyokültürel içerikli bir kavram olarak birey açısından hastalık (illness): Sağlıksızlığın veya patolojik sürecin sonuçlarının öznel deneyim içinde bireyce algılanması, bireyin acı rahatsızlık hissetmesi durumudur (Oskay, 1993: 97).Cassell (1976: 47-83) medikal açıdan hastalık anlayışıyla (disease), hastanın bakış açısından hastalık (illness) arasındaki farkı şöyle ifade eder: Hekime giderken bireyin hissettiği rahatsızlık durumu "illness", doktordan eve dönerken bireyin saptanan rahatsızlık durumu "disease" dir. Buna göre nesnel anlamda hastalık kavramı herhangi bir organdaki bozukluğu, uyumsuzluğu ifade ederken, öznel anlamdaki ise bireyin kendini rahatsız hissetmesi ve bu rahatsızlık durumuna kendisinin ve çevresindekilerin tepkilerini yansıtır. Böylece hekim ve hastanın hastalığa yaklaşımı farklılaşır. Bu farklılığa rağmen klinik ortamda iki farklı bakış açısının belli noktalarda kesişerek iletişim kurması hastalığın teşhis ve tedavisi açısından önem taşır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

E lGrup ve toplumun

normatif beklentilerine

uymayan genel bir davranış sapkın olarak

düşünülür.

Hastalığın tanımlanma süreciyle ilgili olarak Turner (2011: 11) Foucault'nun Şeylerin Düzeni'nde (1974) ortaya koyduğu epistemolojik iddiaya dikkatleri çeker. Foucault'ya göre şeylerin ne oldukları onların nasıl tanımlandıklarına bağlıdır ve şeylerin nasıl tanımlandıkları da genel kültürün olguları, âdetin alanları içine nasıl yerleştirildikleriyle ilgilidir. Bu bilgi kuramı benimsendiğinde, hastalığın doğada yer alan patolojik bir varlık değil, aksine toplumsal tarihsel süreçlerin sonucu oluştuğu bilgisine ulaşılır. Böylece Turner (2011: 105) hastalığın kavramsallaştırılma biçiminin yaygın kültürel sistemin ve egemen söylemlerle ilişkili güç yapısının yansıması olacağına vurgu yapar. Sonuç olarak hastalık kavramsallaştırması mevcut kültürel sistem ve iktidar ilişkilerinden bağımsız olarak gerçekleştirilemez ve sosyolojik perspektifte hastalık normalin dışında olan sapan bir davranış olarak kavramsallaştırılır.

| »Hasta-hekim etkileşimi çerçevesinde hasta ve hekimin hak ve ^ sorumluluklarını sosyolojik perspektifte tartışınız, ra

Parsons'a göre hasta, sosyal rollerini yerine

getirmediğinden sapkın olarak

değerlendirilir.

Sapan Bir Davranış Olarak Hastalık ve Hasta Rolü

Sosyal normlara uymayan davranış sapma (deviant) olarak düşünülmektedir. Sosyolojik perspektiften sapkın (anormal) terimi ne değer ne de ahlaki anlamlar taşımaz. Ayrıca kasıt da içermez. Grup ve toplumun normatif beklentilerine uymayan genel bir davranış sapkın olarak düşünülmektedir (Kurtz ve Chalfant: 1991:13). Sapan davranış kavramı hastalığın sosyolojik olarak kavramsallaştırılmasının gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Hastalığı en genelde bireyde farklı düzeylerde sıkıntı, ağrı, acı vs. yaratması nedeniyle istenmeyen sonuçlara sahip, normal işlevlerden bir sapma şeklinde tanımlayan Mechanic (1978: 25) hekim açısından hastalığın belirli işaret ve belirtilerle ortaya çıkan bir “anormalliği" işaret ederken birey açısından hastalığın toplumsal/kültürel içeriğiyle patolojik sürecin sonuçlarının öznel deneyimler içinde algılanarak yansıtılması durumuna vurgu yapmaktadır.

Aho ve Aho'ya (2008: 55) göre de toplumun bakış açısından bedenle ilgili zayıflıklar, güçsüzlükler, sağlık ve normalliği tanımlayan standartlardan sapma olarak yani hastalıklar olarak gösterilirler. Hastalık normal fiziksel ve psikolojik işlevleri niteleyen kuralları ihlal etmenin ötesinde günlük rutinleri alt üst eder, beklentileri bozar, düzensizliği teşvik eder. Sonuç olarak hastalık toplumda istenmeyen, toplumsal işleyişi bozan bir unsur olarak değerlendirilebilir.

Turner'e (2011: 04-105) göre sağlıklı olmak huzurlu olmak anlamına geldiği için, hasta veya sapkın olmak toplumun merkezi kültürel aygıtından veya rutin pratiklerinden uzak kalmak demektir ve Ona göre Parsons'ın hastalık-rolü kavramının sürekli geçerli olan yönü hastalık durumunu kesinlikle normal toplumsal etkileşim beklentilerinden sapma olarak tanımlamasıdır. Hasta kişinin

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

statü-rolünü kasıtlı olmayan bir sapma olarak tanımlayan Parsons The Social System (Sosyal Sistem) (1951) adlı eserinde hekim ve hasta rolünü ve bu roller arasındaki etkileşimi incelemiştir. Parsons'a göre hasta statüsünü işgal eden kimse sıradan sosyal rollerini yerine getiremediği için sapkın olarak düşünülür. Parsons öncelikle birbirine bağlı sosyal roller sistemiyle ve toplumdaki durağanlığı ve dengeyi açıklamakla ilgilenmiştir. Sosyal sistemin dengesi, bireylerin toplumda kendine düşen rolü oynamasına bağlıdır. Bu nedenle insanlar sosyal ilişkilerinde güçlü bir şekilde görev ve sorumluluk duygusu ile motive edilmek zorundadır. Parsons hasta rolüne bağlı dört normatif beklenti tanımlar. Bunları Kurtz ve Chalfant (1991: 69-71) aşağıdaki gibi özetlemektedir.

Haklar

• Normal sosyal işlevlerden ve sorumluluklardan affedilme, hasta rolüne geçmiş bireye tanınan haktır. Bu hakkın sınırı ve kapsamı hastalığın türüne ve şiddetine göre değişir.

• Birinci hakla bağlantılı olarak bireyin hastalık durumundan sorumlu tutulmaması gerekir. Tıpkı bunun gibi, sağlık durumuna geçişte salt bireyin kendi karar ve ifadesiyle mümkün değildir. Gerekli olan bakım ve desteğin kendisine verilmesi onun için bir haktır; uzman medikal öneriye yönelme ise onun için bir sorumluluktur.

Sorumluluklar

• Hasta statüsüne geçmiş olan bireyin en kısa zamanda iyileşme istemi göstermesi beklenir. Bu statünün toplumsal sorumluluklardan kaçmak için bir araç olarak kullanılmadığı sağlık sistemi içinde onaylanmalıdır.

• Birinci sorumlulukla bağlantılı olarak, bireyin sağlık sistemi içinde çözüm aramaya yönelerek hekim ile sıkı bir iş birliği içine girmesi söz konusudur. Hasta rolünün somutlaşması bu iş birliği içinde gerçekleşir.

Kasıtlı olmayan bir sapma olarak hastalık durumunda birey toplum içerisinde yerine getirmek zorunda olduğu belli görev ve sorumluluklarından affedilebilmektedir. Örneğin; çalışıyorsa işe, öğrenci ise okula gitmesi gerekmediği gibi toplumda hastalık kasıtlı olmayan ve istenmeyen bir durum olduğu için bu durumdan da sorumlu tutulmaması gerekir. Ancak hasta statüsüne geçen birey sağlık sistemi içinde çözüm arayarak bir an önce iyileşip normal sosyal rollerine dönmek için çaba göstermelidir. Çünkü toplumda pek çok insanın eş zamanlı olarak hasta olması ve bu nedenle sosyal rollerinin gereklerini yerine getirmemeleri sosyal sistemde uyum ve dengenin bozulmasına neden olabilir. Örneğin, bazı bireyler hastalık rolünü sıradan sosyal sorumluluklarından kaçmak için kullanabilirler.

Hastalık statüsü sayesinde bazıları çaba gerektirmeyen bir yaşam tarzı sağlayabilir ve başarısızlıklarını diğerlerine kabul ettirmede makul bir özür sayabilir. Parsons hasta statüsünün böyle kullanımına “ikincil kazanç", bunun karşısında hastalığın iyileşmesi rolüne “birincil kazanç" olarak işaret eder (Kurtz ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

Chalfant, 1991:74). Sonuç olarak toplumlar bireylerin ikincil kazanç sağlamalarını engelleyebilmek için sosyal kontrol mekanizmaları geliştirmişlerdir. Bu kontrol mekanizmalarında en etkin aktörler ise hekimlerdir. Parsons'ın kuramında sosyal kontrol ajanı olarak hekimler bireylerin toplumda yerine getirmeleri gereken sorumluluklarından kaçmalarını ve hastalığın sosyal olarak bulaşmasını engellemek için mesleki bilgi ve becerilerini kullanarak toplumda kimlerin hasta olup kimlerin olmadığına karar verip, hasta olanları ivedilikle iyileştirerek sosyal rol ve sorumluluklarına geri dönmelerini sağlamakla görevlidir. Tablo1'de Parsons'ın kuramında hekim ve hastalara önsel olarak belirlenen bazı rol ve sorumluluklar verilmektedir.

Tablo 1: Parsons'a Göre Hekim ve Hastaların Rol ve Sorumlulukları

E lParsons'a göre hasta

rolü toplum düzeyinde kurumlaştırılmış geçici bir sosyal statü olarak

değerlendirilmiştir.

Hasta: Hastalık Rolü

Sorumluluklar ve Ayrıcalıklar

Hekim: Mesleksel Rol

Beklentiler

1) Hasta mümkün olduğu kadar çabuk iyileşmek isteyecektir.

1) Hekimler, hastalığı iyileştirmek için, yüksek düzeyde ki bilgi ve becerilerini kullanacaklardır.

2) Hasta, hekimlere başvuracak ve yardım talep edecektir.

2) Kendi çıkarları ya da para için değil, kamunun çıkarı ve hastanın iyiliği için hareket edecektir.

3) Bazı etkinlikleri ve sorumluluklarını (iş ve evle ilgili görevler vb.) yerine getiremeyecektir.

3)Tarafsız olacaklar ve duygusal davranmayacaklardır. Hastanın davranışlarını kendi değerleri ile değerlendirmeyeceklerdir.

4) Bakıma ihtiyacı olacaktır, iyileşmek kendi kararı ve isteğine bağlı olmayacaktır.

4) Meslek kurallarına göre hareket edeceklerdir.

Hekimlerin Hakları

1. Hastanın fiziksel ve kişisel hayatın en ücra köşelerini bilmeye hakkı vardır.

2. Çok ciddi bir şekilde, mesleksel bir özerkliğe sahiptirler.

3. Hasta ile olan ilişkilerinde hakimiyet ellerindedir.

Parsons'a göre hasta rolü toplum düzeyinde kurumlaştırılmış geçici bir sosyal statü olarak değerlendirilmiştir. Bu kurumlaştırmanın amacı, hastalık durumundan sağlık durumuna geçişi sağlayarak bireylerin toplumsal sistem içindeki işlevsel konumlarını güvence altına almaktır. Özçelik Adak'a (2015: 14) göre sadece, kişiler rollerini uygun bir şekilde yerine getirdiğinde düzgün olarak işleyen sosyal sistem içinde, bu rollerin normal performansından sapması toplumun stabilitesi için tehlike haline gelebilmektedir.

Parsons'ın oldukça detaylı bir şekilde incelediği hasta rolü analizi bazı yönlerden eleştirilmiştir. Turner'ın (2011: 55-59) ayrıntılı olarak ele aldığı konunun ana hatları aşağıdaki gibi özetlenebilir:

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

• Parsons'ın iddia ettiğinin aksine insanların hastalandığında, iyileşmek için hemen profesyonel yardım almak üzere hekime değil uzman olmayan kişilere başvurduğu, bu anlamda da "sokaktaki insanın referans sistemi" nin önemli olduğu vurgulanmaktadır.

• Parsons'ın hasta-hekim ilişkisinde hasta ve hekimi ideal tip olarak sunması eleştirilmiştir. Bu modelde hasta, gerçek rahatsızlığını hekime getiren, tedaviyi harfiyen uygulayan, iyileşmeyi arzu eden birisi olarak, hekim de tüm hastalarına ilgi gösteren, hastanın tıbbi ve toplumsal bağlamına bakarak sorununa etkin bir tanı koyan ve hastasının hızlı bir biçimde iyileşmesini sağlama düşüncesine sahip biri olarak gösterilmektedir. Ancak çoğu araştırmada hekim ve hastalar bu özelliklere sahip görünmemektedir.

• Hastalık türü de eleştirilmektedir. Şöyle ki hangi durumlarda birey hasta kabul edileceği ve hastalık statüsüne geçerek belli haklardan yararlanacağı belirsizdir. Örneğin tansiyon ve şeker hastalığı gibi kronik hastalıklarda bireylerin hasta rolüne geçerek bazı sorumluluklarından affedilip affedilmeyeceği net değildir.

• Parsons'ın hasta rolünü açıklama biçiminde hekimlerin hastaya belirli özelliklerine bakmadan evrensel normlar temelinde yöneleceği varsayımı da eleştirilmektedir. Pek çok çalışma hastaların tedavisinde cinsiyet, sınıf ya da statünün tedavilerinde farklılık yarattığını göstermektedir.

Parsons'ın hasta ve hekim rolü kavramsallaştırması çok sayıda eleştiri alsa da sağlık sosyolojisi alanında hâlâ en kapsamlı çalışmalardan biridir.

Zaman içinde sağlık ve hastalığın algılanması da değişmiştir. Sağlık alanındaki yeni gelişme ve değişmelerin beraberinde getirdiği çağdaş dönüşümler sonucunda hastalık yerine sağlık; hastane yerine topluluk içinde bakım; akut yerine kronik; tedavi yerine koruma; müdahale yerine izleme/gözetim; tedavi yerine bakım ve doğal olarak hasta yerine kişi kavramları bilinçli tercihlerle kullanılmaya başlamıştır (Nettleton, 1995: 12). Bu bağlamda günümüzde artık hastalıkların tedavisinden ziyade sağlığın korunması ve geliştirilmesi daha çok vurgulanır olmuştur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

cu

•Ekonomik, tıbbi, psikolojik, sosyolojik boyutlara sahip olan ve değişen sosyokültürel koşullara bağlı olarak değişen sağlık ve hastalık kavramlarını tanımlamak oldukça güç gözükmektedir. Her bilim dalı kendi perspektifinden kavramı tanımlamaya girişmektedir. Sağlık ve hastalığı anlama girişimi öncelikle sağlık bilimciler tarafından Biyomedikal Model çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Biyomedikal modele yönelik eleştiriler Sosyal Modelin gelişmesini sağlamıştır.

•Sosyal Modele göre sağlık ve hastalık toplum tarafından sosyal olarak inşa edilmekte ve sağlık ve hastalığın tanımlanmasında her toplumun kültürel değer ve normları etkili olmaktadır. DSÖ'nün sağlığı sadece hastalık ve sakatlığın olmaması değil; fiziksel, ruhsal ve sosyal tam iyilik hâli şeklindeki tanımı sağlığın çok boyutlu ve bütüncül olarak ele alınması ve sağlığı pozitif göstergelerle tanımlamak açısından oldukça önemli bir adımdır. Ancak tanımdaki “tam iyilik hâli" nin eleştirilmesi üzerine DSÖ tanıma sonradan; “sosyal ve ekonomik olarak üretici bir yaşam sürebilme" ifadesini eklemiştir.

•Sağlık işlevsel perspektife göre bireyin toplumsal rol ve sorumluluklarını tam olarak yerine getirmesi olarak tanımlanırken Capra sağlık kavramındaki dinamizme ve göreliliğe vurgu yaparak

M sağlık anlayışının bir kültürden diğerine, bir çağdan öbürüne değişebileceğine dikkat çekmektedir.

•Hastalık (disease) ile bireyin kendisini hasta hissetmesi (illness) arasındaki ayrım hastalıkların “fizyolojik" kökenleri ile “psikososyal" kökenlerini birbirinden ayırmak açısından önem taşımaktadır. Nesnel anlamda hastalık (disease), belirli fizyolojik işaret ve semptomlarla kendisini gösteren patolojik bir anormalliği ifade ederken, sağlıksızlığın veya patolojik sürecin sonuçlarının öznel deneyim içinde bireyce algılanması, bireyin acı rahatsızlık hissetmesi durumu sosyokültürel açıdan hastalıktır (illness). Foucault ve Turner de hastalığın kavramsallaştırılma biçiminin yaygın kültürel sistem ve egemen söylemlerle ilişkili güç yapısını yansıtacağına dikkat çeker.

•Hastalık bireyde farklı düzeylerde sıkıntı, ağrı, acı vs. yaratması nedeniyle istenmeyen sonuçlara sahip, normal işlevlerden bir sapma şeklinde tanımlanmaktadır. Bu bağlamda Parsons hasta kişinin statü rolünü kasıtlı olmayan bir sapma olarak tanımlamakta, hekim ve hastalara önsel olarak belirlenen bazı rol ve sorumluluklar belirlemektedir. Hasta rolünü kabullenerek hekime başvuran birey, sosyal tanınma sağlamaktadır. Toplumun uyum ve düzen içerisinde devamlılığının saylanabilmesi hasta statüsüne geçmiş bireyin sağlık sistemi içerisinde tüm mesleki bilgi becerisini kullanan tıp profesyonelleri olarak hekimlerden yardım alıp iyileşmesi ve toplumdaki işlevlerini yerine getirmesine bağlanmaktadır. Parsons'ın konuya ilişkin yaklaşımı eleştirilmekle beraber bu konudaki en kapsamlı çalışmalardan birisidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite

başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi"

bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz.

's J

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Parsons'a göre aşağıdakilerden hangisi birincil kazançtır?

a) Bireyin yerine getirmesi gereken rol ve sorumluluklarından kaçmada hastalığı kullanmasıdır.

b) Bireyin hasta olmadığı hâlde hasta statüsüne geçmesidir.

c) Hastalığı, bireyin başarısızlıklarını diğerlerine kabul ettirmede makul bir özür olarak kullanmasıdır.

d) Hastalığın iyileşerek bireyin eski rol ve sorumluluklarını yerine getirmeye başlamasıdır.

e) Bireyin hastalık statüsü sayesinde çaba göstermeden kazanç sağlamasıdır.

2. Parsons'a göre aşağıdakilerden hangisi hastanın sorumlulukları arasındadır?

a) Normal sosyal işlevlerden ve sorumluluklardan affedilme

b) Bireyin sağlık sistem içinde çözüm aramaya yönelerek hekim ile sıkı bir iş birliği içine girmek.

c) Bireyin hastalık durumundan sorumlu tutulmaması

d) Gerekli olan bakım ve desteğin kendisine verilmesi

e) Hastanın normalde yapması gereken işleri yerine getirmemesi

3. Aşağıdakilerden hangisi DSÖ'nün sağlık tanımlamasıdır?

a) Sağlık, bireylerin işlevsel olma yeteneği demektir.

b) Sağlık, dünyanın yapısını oluşturan ve çeşitli zıt kutuplar olarak kavramsallaştırılan pişmiş ve çiğ, kuru ve yaş, sıcak ve soğuk gibi güçler ya da durumlar arasındaki doğru dengenin sürdürülmesine bağlıdır.

c) Sağlık, bir insanın canlı organizmaya ve onun çevresiyle ilişkisine bakış açısına bağlıdır. Bu bakış bir kültürden diğerine, bir çağdan öbürüne değiştikçe, sağlık anlayışları da değişir.

d) Sağlık, yalnızca hastalıkların olmayışı değil; fiziksel, mental ve sosyal yönden tam iyilik halidir.

e) Sağlık bir uyum sağlama meselesidir. Toplumca yaratılmış gerçekliklere karşı içgüdüsel değil, otonom, ama yine de kültür tarafından şekillendirilmiş bir tepkidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

4. Aşağıdakilerden hangisi Parsons'a yapılan eleştiriler arasında yer almaz?

a) Parsons'un ifade ettiği gibi rahatsızlığın anlamını belirleyen hekimin profesyonel değerleri değil sokağın kültürüdür.

b) Parsons'ın, hasta-hekim ilişkisinde hekim ve hastayı ideal tip olarak sunmasıdır.

c) Parsons'ın hasta rolü analizinde hangi durumların normal davranış örüntülerinden sapma kabul edilerek bireyin hasta statüsüne geçeceği belirsizdir.

d) Parsons'ın hasta olma rolünü açıklama biçiminde hekimlerin hastaya belirli özelliklerine bakmadan evrensel normlar temelinde yöneleceği varsayımıdır.

e) Parsons'un hasta rolü tartışması hasta-olmanın sorumluluğu ve rahatsızlığa karşı tepki sorunlarını ön plana çıkartmıştır.

5. Parsons'a göre aşağıdakilerden hangisi hekimlerin haklarındandır?

a) Hekimler, hastalığı iyileştirmek için, yüksek düzeyde ki bilgi ve becerilerini kullanacaklardır.

b) Kendi çıkarları ya da para için değil, kamunun çıkarı ve hastanın iyiliği için hareket edecektir.

c) Hastanın fiziksel ve kişisel hayatın en ücra köşelerini bilmektir.

d) Tarafsız olacaklar ve duygusal davranmayacaklardır.

e) Hastanın davranışlarını kendi değerleri ile değerlendirmeyeceklerdir.

6. Sağlık ve hastalığa ilişkin aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?

a) Sağlık ve hastalık kavramları her toplumun sosyal ve kültürel özelliklerine göre tanımlanmaktadır.

b) Durkheim medikal açıdan hastalık durumuyla, hastanın bakış açısından rahatsızlık durumunun farklılığına işaret eder.

c) Parsons'a göre sosyal sistemin dengesi bireylerin toplumda kendine düşen rolü oynamasına bağlıdır.

d) Toplumsal yaşam içinde her birey belirli rol ve sorumluluklara sahiptir. Bireyin bu rol ve sorumluluklarını tam olarak yerine getirmesi sağlıklı olduğunu göstermektedir.

e) Sağlık ve hastalığa ilişkin çalışmalar önceleri sağlık bilimciler tarafından biyomedikal model çerçevesinde gerçekleştirilmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

7. Aşağıdakilerden hangisi hastalık (disease) durumunu anlatmaktadır?

a) Sağlıksızlığın veya patolojik sürecin sonuçlarının öznel deneyim içinde bireyce algılanması

b) Bireyin sahip olduğu rahatsızlık durumunu, bu duruma kendisinin ve çevresindekilerin tepkisinin yansıması

c) Sübjektif anlamdaki, bireyin sahip olduğu rahatsızlık durumu

d) İnsan organizmasının nasıl çalıştığına dair anatomi bilgisiyle alakalı, sadece gözlenebilir işaretlerle anlaşılabilen gizli bir süreç

e) Bireyin öznel deneyim içinde kendini rahatsız hissetmesi, ağrı ve acı duyması

8. Sosyolojik açıdan sapma ya da sapkın davranış kavramıyla ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?

a) Sosyal normlara uymayan davranış sapma olarak düşünülmektedir.

b) Sapma hiçbir yargı belirtmemesi ve ima etmemesiyle nötr bir terimdir.

c) Sosyolojik perspektiften sapkın terimi hem değer yargısı taşır hem de ahlaki bir anlama sahiptir.

d) Hastalık sapan bir statü olarak algılanır ve birey özel problemlerini halletmek için sapan bir rol oynar.

e) Grup ve toplumun normatif beklentilerine uymayan genel bir davranış sapkın olarak düşünülmektedir.

9. Hasta rolüyle ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?

a) Kasıtlı olmayan bir sapma olarak hastalık durumunda birey hasta rolü ve statüsüne geçer.

b) Hasta rolünü kabullenerek doktora giden birey, sosyal tanınma sağlar.

c) Parsons öncelikle birbirine bağlı sosyal roller sistemiyle ve toplumdaki dinamizmi ve değişmeyi açıklamakla ilgilenmiştir.

d) Hasta rolü vasıtasıyla sorumluluklardan kaçma toplumda diğer bireylere de bulaşabilir.

e) Parsons, genel olarak, toplumun, hem hekimlere hem de hastalara belirli bir rolü önsel olarak biçtiğini ve bireylerin hastanelerde sadece bu tür rolleri oynadıklarını belirtmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

10. Sosyal sistem (The Social System) eserinin yazarı aşağıdakilerden hangisidir?

a) Durkheim

b) Comte

c) Blackwell

d) Parsons

e) Mechanic

Cevap Anahtarı

1.D, 2.B, 3.D, 4.E, 5.C, 6.B, 7.D, 8.C, 9.C, 10.D

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

YARARLANILAN VEBAŞVURULABİLECEK DİĞER

KAYNAKLAR

Aho, J. ve Aho, K. (2008). Body Matters A Phenomenology O f Sickness, Disease,

And Illness. Lanham, MD:Lexington Books.

Baudrillard, Jean (2010), Tüketim Toplumu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Bircher, J. (2005). Medicine, Health Care and Philosophy. Vol. 8 (335-341).

Capra, F. (1989). Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası, Çev. M. Armağan, İstanbul:

İnsan Yayınları.

Cassel, E.J., (1976), The Healer's Art: A New Approach to the Doctor-Patient

Relationship, New York: Lippincott

Coe, R. (1978). Sociology o f Medicine, Mc Braw Hill Book Company.

Çınarlı, İ. (2008). Sağlık İletişimi ve Medya, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.

Engelhardt Jr. H.T. (1984). "Allocating Scarce Medical Resources and the

Availability of Organ" New England Journal o f Medicine Vol. 311 No. 1, 66

71

Gönç , Şavran, T.( 2010). Toplumsal Eşitsizlikler ve Sağlık: Eskişehir'de Sosyolojik

Bir Araştırma, Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji

Anabilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi, Eskişehir.

Illich, Ivan, (2011). Sağlığın Gaspı, İkinci baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Karakuş E., Adak N. (2015). "Sağlık-Hastalığın Değişen Görünümü Ve Tüketim

Toplumunda Tıbbileşme", Hasta Toplum Cinsiyetçilik, Tıbbileştirme ve

Tüketime Dair Sağlık Çözümlemeleri, Alptekin. Duygu, Ed.Ankara: Nobel

Yayınları. ss.39-53

Kesgin, C. ve Topuzoğlu, A. (2006) Sağlığın Tanımı: Başaçıkma. Jounal O f İstanbul

Kültür University, (3), 47-49.

Kızılçelik, S. (1996). Türkiye'nin Sağlık Sistemi Bir Medikal Sosyoloji Denemesi,

İzmir: Saray Kitabevleri.

Kurtz ve Chalfant, (1991). The Sociology of Medicine and Illness, Allyn-Bacon,

Boston.

Huber M. and colleagues. (2011). "How should we define health?" BMJ 343:d4163

doi: 10.1136/bmj.d4163

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Sağlık Sosyolojisinin Temel Kavramları

Macran, S., Clarke, L., Joshi, H. (1996). "Womens Health: Dimensions And

Differentials", Social Science And Medicine, vol.42(9).

Mechanic, D. (1978). Medical Sociology, New York :The Free Press.

Nettleton, S. (1995) The Sociology O f Health and Illness, Polity Press, Cambridge.

Oskay, Ü (1993). "Medikal Sosyolojide Bazı Kavramsal Açıklamalar", Sosyoloji

Dergisi, E. Ü. Edebiyat Fakültesi Yayını, sayı: 4, İzmir.

Özçelik Adak, N. (2015) Sağlık Sosyolojisi Kadın ve Kentleşme, II. Baskı, Siyasal

Kitabevi Ankara

Parsons,T. (1951). The Social System, London: Routledge and Kegan Paul.

Pearson, A., Vaughan, B., & Fitzgerald, M. (2005). The traditional model for

nursing practice. In Nursing models for practice (3rd Ed., pp. 43-55).

London: Butteworth Heinemann.Transplantation.

Rodney, C. (1978). Sociology of Medicine, Mc Braw Hill Book Company.

Turner, B. S., (2011). Tıbbi Güç ve Toplumsal Bilgi, Çev. Ümit Tatlıcan, Bursa:

Sentez Yayıncılık.

Uz, M. H. (2001) Sağlığı Tanımlamak, Dünya Sağlık Örgütü'nün Tanımı Üzerine

Düşünceler. Yeni Türkiye, (39) Sağlık Özel Sayısı, Mayıs-Haziran, 321-322.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

TIP TARİHİ VE KURUMU

LUÛz

•Tıbbi Etkinlikler ve Tıbbi Bilginin Kökeni• Modern Tıbbın Ortaya Çıkışı •Yeni Buluşlar ve Tıbbın Kurumsallaşması•Tıbbın Toplumsal Boyutu ve Etik tartışmaları

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;•Tıp tarihi ve kurumunun gelişim süreci hakkında bilgi edinebilecek,• Farklı uygarlıklardaki tıbbi etkinliklerin nasıl yürütüldüğünü anlayabilecek,• Modern tıbbın kurumsallaşma sürecini açıklayabilecek,•Tıbbi yeniliklerin toplumsal hayatı nasıl dönüşüme uğrattığını tartışabileceksiniz.

lA-A&fSAĞLIK SOSYOLOJİSİ

Dr. Meral TİMURTURKAN

ÜNİTE

2

Tıp Tarihi ve Kurumu

Eski çağlarda insanlar;doğadan ve dini

etkinliklerden aldığı güçle acıyı azaltma ve

çeşitli hastalıkları iyileştirme çabasına

girmiştir.

GİRİŞ

İnsan yaşamının doğum-ölüm gibi belli süreçlerden oluşması ve bu süreçlerin kontrolünü sağlama isteği, modern tıbbın temelini oluşturur. Modern tıp gelişmeden önce, Turner'ın (2011: 249) ifadesi ile Mikrop Teorisi ortaya çıkmadan, aşı geliştirilmeden, sağlık önlemleri ve su arzındaki iyileştirmelerle salgın hastalıkların kontrol kapasitesi artmadan önce; ortalama ömür ve yaşam beklentisi oldukça düşüktü ve temel ölümlülük nedeni bulaşıcı hastalıklardı. Tıbbı etkinlikler bu dönemlerde de insanlığın temel uğraşlarından biri hâline gelmiş ve toplumda önemli bir güce sahip olmuştur. Hastalık, kötü ruhlardan ve tanrıdan gelen bir ceza olarak algılanmış ve şifa verici doktor ya da iyileştirici rahip toplumda önemli güce sahip olan topluluğu oluşturmuştur.

Hastalıkların kökeni ne olursa olsun onu bulmak ve iyileştirmeye çalışmak hep insanlığın temel uğraşlarından biri olmuştur. Kurumsal ve sistematik bir şekilde yürütülmeyen çoğu tıbbi çalışmalar, belli bir kesimin ve zümrenin elinde güç kaynağına dönüşmüştür. Yegâne bilginin tanrısal bilgi olduğu gerçeğinin yerini bilimsel bilgiye bırakmasına paralel olarak, tıp da sistematik bilimsel gözlem ve teknikler ışığında kurumsallaşmaya başlamıştır. Özellikle teknolojik yeniliklerle birlikte tıp, bireylerin ve toplumların sağlığı açısından önemli bir kuruma dönüşerek, sosyal kontrol gücünü artırmıştır.

Bu bölümde tıbbi bilginin ve etkinliklerin tarihi irdelenerek; farklı uygarlıklardaki tıbbi çalışmaların nasıl yürütüldüğü, modern tıbbı ortaya çıkaran ve onun kurumsallaşmasını sağlayan yenilik ve gelişmelerin neler olduğu tartışılacaktır.

TIBBİ ETKİNLİKLER ve TIBBİ BİLGİNİN KÖKENİ

İnsanoğlu eski çağlardan beri sistemli olmasa da, gerek doğadan gerekse dinî etkinliklerden aldığı güçle acıyı azaltma ve çeşitli hastalıkları iyileştirme çabasına girmiştir. Bu dönemlerde özellikle acı, hastalık, ölüm gibi süreçler sağlık olgusu ve tıbbi pratikler üzerinde düşünmeyi gerekli kılmıştır. Bu pratikler hakkında edindiğimiz bilgiler çeşitli duvar resimlerine, heykellere ve gömülme ritüellerine dayanmaktadır. Ancak insanlık tarihine ışık tutan yazının bulunuşundan sonra insanların çeşitli faaliyetleri hakkında bilgi edinme şansı doğmuştur (Ersoy, 1996: 7-8).

Tıbbın ilk dönemlerine ait kesin kanıtlar olmamakla birlikte çeşitli varsayımlar ve mağara resimleri doğrultusunda, kökenlerinin büyüye ve dinsel pratiklere dayandığı ifade edilmektedir (Lewis, 1998: 8). İnsanın doğa karşındaki çaresiz tutumu, acı ve hastalıklar karışışında da sürmüş; hastalık, ölüm gibi olayların kökeninde kötü ruhların etkisinin olduğu ve bu tür olayların ancak büyü ya da çeşitli ayinlerle düzeltilebileceği fikrine inanılmıştır. Toplum içinde büyücülerin insanı hasta edecek ve onları iyileştirecek güce sahip olduğu da yaygın bir inanış olmuştur (Çelik, 2012: 95).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

Tıp Tarihi ve Kurumu

pırHastalıkların kötü

ruhların cezası olduğu inancı din adamlarının

doktor işlevi görmesine neden olmuş,

tapınaklarda hasta ve düşkün olarak

nitelendirilen insanlar için özel yerler kurulmuştur.

Mezopotamya Uygarlığında tıbbi

çalışmalar, dini pratiklerle birlikte

yürütülmüş ve rahipler bu pratiklerin taşıyıcısı

olarak toplumsal gücün simgesi haline gelmiştir.

' J

O dönemin din adamları ya da büyücüleri, günümüz doktorları ile aynı işlevsel güce sahipti. Fransa'da, Les Trois Frères adı verilen bir mağarada bulunan yaklaşık 17.000-20.000 yıl öncesine ait bir kaya kabartması bize doktorun herhangi bir çağdaki ilkel bir topluluğun büyücü modelini temsil ettiğini göstermektedir. Söz konusu kabartmada kafasına korkunç bir geyik maskesi takan bir doktor resmedilmiştir. O dönemlerde hastalığa neden olduğuna inanılan kötü ruhları kovmak için çeşitli hayvan maskeleri takılarak hastanın; ilaçlar ve bir takım teatral ayinler yoluyla, büyülerle iyileştirilmesi amaçlanırdı (Lewis, 1998: 8). Hastalıkların kötü ruhların cezası olduğu inancı, din adamlarının doktor işlevi görmesine neden olmuş; tapınaklarda hasta ve düşkün olarak nitelendirilen insanlar için özel yerler kurulmuştur. Tıp tarihindeki ilk hastanelerin bu tapınaklar olduğu ifade edilmekte ve bu tapınakların en ünlüsünün Yunan Asklepios Mabetleri olduğu ifade edilmektedir (Arabacıoğlu, 1991: 6).

Uygarlıkların doğuşu, yazının bulunuşu ve özellikle tek tanrılı dinlerin ortaya çıkması; tıbbi pratiklerin, acı, hastalık gibi kavramların çeşitli kurallar, tabular ve yasaklar çerçevesinde örgütlenip tanımlanmasına neden olmuştur. İnsanlar ahlaki ve dini gereklilik çerçevesinde çoğu kez hastalıklarını saklamak zorunda bırakılmıştır (Ersoy, 1996: 8). Turner'a göre (2008: 79) modern öncesi dönemde sapkınlık ve hastalık arasında herhangi bir ayrım gelişmemiştir. Fiziksel bir hastalığın etiyolojisi ve sosyal sapkınlık bireyin içinde bulunduğu şartlarda ve ahlâki geçmişinde aranmaktadır. Dolayısıyla bireyin sağlığına ilişkin yürüteceği pratikler; ahlâki bir zorunlulukla hastalıktan kaçınma, sapkınlıktan ve günahtan uzak durma amaçları doğrultusunda gerçekleşir. Hastalığın tanrı tarafından verilen bir ceza olarak görülmesi, iyileştirilmesine yönelik pratiklerin de tanrının elçisi olarak görülen din adamaları tarafından yürütülmesine neden olmuştur.Dolayısıyla din adamları toplumda ayrıcalıklı konum elde ederek, iktidarın temel yürütücüsü haline gelmiştir. Ersoy'a göre (1996: 8) modern öncesi dönemde yegâne bilginin tanrıya ait olduğuna inanıldığı için insanoğlu, sadece yaşamın pratiklerinin getireceği metafordan sakınmaya çalışmaktadır. Günümüzde ise bu bilgi yegâne olmaktan çıkıp, çok farklı iktidar odaklarının sahip olduğu bir güce dönüşmüştür.

Tarihsel süreç içinde tıbbi etkinliklerin kökenine ve bu etkinliklerin kimler tarafından yürütüldüğüne bakıldığında; Mezopotamya, Mısır ve Antik Yunan uygarlıklarındaki gelişmelerin konuya ışık tuttuğu görülür. Bu uygarlıklardaki gelişmeler, modern tıbbın temelini oluşturarak günümüzde yapılan bir çok çalışmanın öncüsü olmuştur.

Mezopotamya Uygarlığı

Tıbbi etkinliklerin tarihinin eski olduğu bilgisi Mısır Papirüslerine ve Mezopotamya'daki kil tabletlere dayanmaktadır (Güntüre, 2005: 2). Aynı zamanda Mezopotamya Uygarlığı'nın ünlü Kralı Hammurabi döneminde yazılan ve Hammurabi kanunları olarak bilinen ilk hukuki yazıt da, bize bu uygarlık içindeki tıbbi etkinlikler hakkında bilgi vermektedir (Kelly, 2009: 25, Lewis, 1998: 9).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Tıp Tarihi ve Kurumu

Mısır Uygarlığında mumyalama çalışmaları

anatomi bilgisinin gelişmesine katkıda

bulunmuştur.

Mezopotamya Uygarlığının kurucusu olan Sümerler tarafından yazının bulunması geçmişten günümüze önemli bilgilerin aktarılmasını sağlamıştır. Bunlardan biri de tıbbi bilginin üretimi ile ilgilidir. Rahiplerin tedavi edici reçeteler yazmak amacıyla kullandığı kil tabletler, tıbbi ekinliklerin nasıl olduğuna ilişkin bize çeşitli kanıtlar sunmaktadır (Lewis, 1998: 10).

Doğanın gözlemlenmeye başlanması, bilimin çeşitli alanlarda özellikle astroloji, matematik ve tıp alanında ilerlemesini sağlamıştır. Mezopotamya Uygarlığında tıbbi çalışmalar, dini pratiklerle birlikte yürütülmüş ve rahipler bu pratiklerin taşıyıcısı olarak toplumsal gücün simgesi haline gelmiştir. Bu dönemde çeşitli cerrahi uygulamalara da rastlandığı bilinmektedir. Özellikle büyük Kral Hammurabi zamanında doktor-rahipler tanrılara karşı, cerrahlar ise sivil otoritelere karşı sorumluydu (Lewis, 1998: 10). Hastalık ve sağlığı kontrol ettiğine inanılan birçok tanrı ve tanrıçanın hizmeti altında rahipler, üst sınıflara hizmet verirken; cerrahi hizmetin uygulayıcısı olarak görev yapan diş berberleri ve köleleri damgalayanlar ise alt kesime hizmet vermekteydi (Güntüre, 2005:5). Hammurabi döneminde bir mesleğin sorumlulukları yasalar çerçevesinde belirlenmişti. Bir doktorun görev sorumlulukları bu bağlamda tanımlanmış, ceza ve ödüller de bu yasalara göre uygulanmıştır. Örneğin, herhangi bir cerrahi işlem sonunda yüksek sınıftan biri hayatını kaybederse doktorun eli kesilmekte, ölen kişinin köle olması durumunda da aldığı iyileştirme ücreti geri ödenmekteydi (Kelly, 2009: 25). Mezopotamya Uygarlığı içinde hasta olan kişiye toplumun yaklaşımı, etik ve dini normlar çerçevesinde gerçekleşmekte, hastalığın günah ve tanrıyı kızdırmanın bir sonucu ortaya çıktığına inanıldığı için; hasta olan kişi suçlu, günâhkar, kabahati olan kişi olarak ilan edilmekteydi (Güntüre, 2005: 5). Bu durum aynı zamanda tıbbi etkinliklerin hem mesleki, hem de hasta boyutunda sınıfsal bir hiyerarşi içinde yürütüldüğünü ve uygulandığını bize göstermektedir.

Mısır Uygarlığı

Erken dönem uygarlıklarından biri olan Mısır'da da çeşitli tıbbi çalışmalar yapılmış olup özellikle kültürel ve dini birtakım faaliyetler; bu çalışmaların temelini oluşturmuştur. Özellikle mumyalama çalışmaları önemli ölçüde tıbbi etkinliklerin gelişmesine neden olan uygulamalardı. Uygarlıktaki tıbbi etkinlikler hakkında bize kanıt sunabilecek önemli buluntular Georg Ebers ve Edwin Smith'in ortaya çıkardığı papirüsler olup, bu papirüslerde günümüzde de tıp alanında kullanılan pek çok uygulamadan ve çeşitli cerrahi işlemler ve tedavi yöntemlerinden bahsedilmiştir (Kelly, 2009: 32-40; Lewis, 1998: 12). Genel olarak Mısır Uygarlığı'ndaki tıbbi etkinlikler de önemli ölçüde dini pratiklerle birlikte yürütülmekte, hastalığa neden olduğuna inanılan kötü ruhlardan söz edilmektedir. Ölümün doğal yaşamsal sürecin bir parçası olarak görülmesi, mumyalama sanatının gelişmesini sağlamıştır. Bu da önemli ölçüde anatomi bilgisinin gelişmesine katkı sağlayarak, günümüz modern tıp disiplininin temellerini oluşturmuştur (Güntüre, 2005: 3.).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Tıp Tarihi ve Kurumu

Tıbbi etkinliklerin daha bilimsel ve sistemli bir

şekilde yürütülmesinde Antik Yunan'da

yürütülen çalışmalar ve özellikle Hipokrat

dönemi önemli bir yere sahiptir.

■ _ J

Mısır Uygarlığı'nda doktorlar da ayrıcalıklı bir güce sahipti. Çünkü o dönemde hastalık tanrı tarafından verilen bir ceza olarak görüldüğü ve ancak onun kanalıyla tedavinin sağlanacağına inanıldığı için doktorlar bir çeşit rahip işlevi görmekteydi (Atmaca, 2011: 246, Güntüre, 2005: 3). Tarih öncesinden gelen güç ve iktidar, tarih sonrasında artarak devam etmiş, modern tıbbın doğuşu buna kaynaklık etmiştir.

Antik Yunan Uygarlığı

Erken dönem tıbbi etkinlikler içinde Antik Yunan ve özellikle Hipokrat dönemi önemli bir yere sahiptir. Antik Yunan kültüründe tıbbi etkinlikler, felsefe çalışmalarıyla birlikte ortaya çıkmış ve tıp, bir bilim olarak görülmeye başlanmıştır

(Lewis, 1998. 22). Bu ise felsefe etkinliğiyle başlayan; insanı doğayı ve evreni sorgulamaya çalışan sürecin doğal bir sonucudur. Her şeyin büyü ve din ile açıklanmaya çalışıldığı bir çağda, doğayı ve insanı sorgulama; yeni bilgilerin gelişimi ve doğuşu açısından önemli bir adımdır. Artık mistik olan birtakım olaylarla değil; aklın, bilimin ışığında doğa ve evren sorgulanıp açıklanır olmuştur.

Antik Yunan'da tıbbi bilgi ile ilgili kaynaklar; ünlü filozofların çalışmaları, çeşitli destanlar ve mitolojik öykülerdir. Tıp okulunda çalışan ve insan bedenini, doğayı açıklamaya çalışan filozoflar, geliştirildikleri töz ilkesiyle günümüz anatomi çalışmalarına, sağlık ve hastalık gibi kavramaların açıklanmasına kaynaklık etmiştir. Aynı zamanda dönemin mitolojik öyküleri ve destanları da tıbbi çalışmalar ve tıbbi bilgiye sahip olan kişilerin toplum içindeki statüsü hakkında bize bilgi sunmaktadır. Dönemin tıp tarihine kaynaklık eden ve bize tıbbi faaliyetlerin nasıl yürütüldüğüne ilişkin açıklamalarda bulunan önemli destanlardan biri Homeros'un "İlyada" adlı eseridir (Lewis, 1998, Güntüre 2005, Arabacıoğlu, 1991). Homeros, bu eserinde tıbbi etkinlikler ve doktorlar hakkında çeşitli bilgiler vererek; ok ve cirit çıkarılmasından, bandajlamadan, kompreslerden, kanamayı durdurmadan, yararlı balmumu yöntemiyle iyileştirme yöntemlerinden, bitkisel özlerle yapılan ilaçlardan ve hastaları hayata döndürmede yararlanılan şarap ve diğer sıvılardan söz etmektedir (Lewis, 1998: 22). Aynı zamanda doktorluk mesleğinin önemi ve doktorların toplumda nasıl güçlü bir konuma sahip olduğu da söz konusu eserde yer alır. Doktorlar, halkın iyiliği için çalışan kişiler olarak görülmekte; kâhinler ve rahipler ile aynı sınıfa sokulmaktadır (Jackson, 1999: 6). Aynı zamanda söz konusu eserde yer alan Asklepios mitolojik kahramanı da günümüz modern tıp doktorunun sahip "olduğu olacağı" gücün habercisi niteliğindedir. Asklepios, Eski Yunan tıp tanrısıdır ve "bilge, bilgili, ölüleri dirilten adam" olarak kendisinden söz edilmektedir (Arabacıoğlu, 1991: 15). Asklepios günümüz tıp doktorunun sahip olduğu gücün ve iktidarın sembolü olarak sunulur.

Bilimsel tıbbın temelini oluşturan ilk etkinlikler Pisagor (Phthagoras) tarafından kurulmuş olan Greko-İtalik Okulu'nda yürütülür. Özellikle doğanın doğrudan gözlemlenmesi ve tümevarıma dayalı mantık, yaşamın nedeni ve anlamı konusundaki araştırmalara verilen önem, tıp biliminin de gelişmesini sağlamıştır Lewis, 1998: 24-25).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Tıp Tarihi ve Kurumu

Bu dönemde, hastalıklar dini bakış

açısıyla açıklanmış, tıbbi uygulamalar kilise

tarafından denetlenmiş ve "manastır tıbbi

devresi" olarak adlandırılan bir dönem

yaşanmıştır.

Bu ise hastalıkların dinî bakış açısıyla değil, daha bilimsel ve fizyolojik süreçler dikkate alınarak tanımlanmasını beraberinde getirmiştir. Pisagor'un etkisi altında gelişen Kroton Okulu da, tıbba kaynaklık edecek çeşitli teoriler geliştirmiştir. Özellikle Sıvılar Teorisi bunların en önemlisidir. Krotonlu Alkmaion anatomik gözlemlerden yola çıkarak, çeşitli insan bedeni sıvılarına dikkat çekmiş, bu sıvılar ve bedenin dengesi arasındaki ilişkiye vurgu yapmıştır. Ona göre sağlıklı olma durumu, bedensel güçlerin ve temel sıvıların uyumuna bağlıdır. Bu sıvılar dengedeyse beden sağlıklıdır, eğer sıvılardan biri artış ya da azalış gösterirse bu denge bozulur ve hastalıklar ortaya çıkar (Jackson, 1999: 10). Sıvılar Teorisi'ne benzer şekilde gelişen Elementler Teorisi de modern tıptaki gelişmelerin temelini oluşturacak bilgiler içermektedir. Empodekles'e göre (/Ö.455) evrende dört temel element vardır. Bunlar; ateş, toprak hava ve sudur. İster canlı ister cansız varlıklar olsun bu dört temel elementin birleşiminden oluşur. Her elemente karşılık gelen bir özellik - sıcak, soğuk, kuru ya da nemli - vardır. Sağlık da bu elementlerin dengesine bağlı olduğu düşünülmekte, denge bozulduğunda ise hastalık ortaya çıkmaktadır (Lewis, 1998: 24, Jackson, 1999: 10).

Eski Yunan döneminde tıp ve gerçek hekimliğin Hipokrat'la başladığı söylenmektedir (Yayla, 2002: 298). Çünkü daha önceki etkinlikler daha çok düşünsel nitelikte olup, pratik uygulamalar ve çeşitli tedavilerden uzaktı. Sadece düşünsel, tahmini ve birtakım hayal ürünlerinden yola çıkarak tıbbi bilginin ve etkinliğinin gelişmeyeceğini savunan Hipokrat'a (460-380) göre; tıp spekülatif bir etkinlik değildir (Güntöre, 2005:15). Hipokrat ve Hipokrat Okulu'nun üyeleri dinin etkisi altında kalmayarak çalışmalarda bulunmuş, daha çok neden-sonuç ilişkisine, gözlem ve deneye dayalı çalışmalar yapmıştır (Yayla, 2002: 298). /lk sistemli tıp uygulamalarını başlatan ve tıp tarihinde önemli bir yer edinen Hipokrat, sadece tıbbın biyolojik uygulamalı yönüyle değil hasta ve doktor ilişkisinin nasıl olması gerektiği konusunda da önemli adımlar atmıştır. Doktorun ahlaki ilkelerini belirlerken, güven, gözlem ve hasta takip ilkelerinin göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamış, özellikle "hekim, her şeyden önce iyi bir gözlemci olmalı, hastasını izlemeli ve ona güven vermelidir" ifadesini kullanmıştır (Arabacıoğlu, 1991: 298). Böylelikle doktorun hastası ile olan ilişkisinin esasları belirlenirken, doktorun sahip olduğu güç ve bilginin hangi yönde kullanılacağı da belirlenmektedir. Doktorun sahip olduğu bilgiyi ve gücü hastalıkların iyileşmesi yönünde kullanması ve o doğrultuda hareket etmesi gerektiği düşünülmektedir.

Hipokrat'ın öğretilerini geliştirip tıbbi bilgiyi gözleme ve deneye dayandırarak sistematize eden ve tıp tarihinde önemli bir yere sahip olan Galen'e göre; insan beden işlevlerindeki her değişim, bedene gelen bir zarar sonucunda oluşmakta ve her zarar da bir işlev değişikliğine yol açmaktadır. Gladyatörlere yaptığı ameliyatlardan edindiği deneyimlerden ve hayvan kadavraları üzerinde yaptığı incelemelerden yola çıkarak, 16 ciltlik bir çalışma yayınlamıştır. Yaşadığı tarihte önemli gelişmelerin kaynağı olan Galen'in, bin yılı aşkın süre rakipsiz kaldığı ifade edilmektedir (Lewis, 1998: 40-42).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Tıp Tarihi ve Kurumu

İbni- Sina'nın eserlerineDoğu ve Batı

ülkelerinde yüzyıllarca en yetkin kaynaklar olarak başvurulmuş,

çalışmaları pek çok dile çevrilerek

okutulmuştur. )

Orta Çağ'da TıpBatı tarihinde düşünsel anlamdaki sorgulamalar, tıbbi etkinliklere olan ilgi

ve katkıyı artırmış; dinin etkisinin toplumsal yaşamın her alanına nüfuz etmesiyle birlikte bu etkinliklerde hızlı bir düşüş yaşanmıştır. Bu süreçte gerek sosyal kurumlar, gerekse tıp bilimi ruhani bir tutum içine girerek iş görmeye başlamıştır. insan için düşünmek, araştırmak, deney yapmak gibi doğayı anlama tanıma, insanı

araştırma gibi etkinlikler son bulmuştur. Bu dönemde hastalıklar, dini bakış açısıyla

açıklanmış, tıbbi uygulamalar kilise tarafından denetlenmiş ve "manastır tıbbi devresi" olarak adlandırılan bir dönem yaşanmıştır (Aksoy, 2010: 41). Orta Çağ aynı zamanda dünya tarihine bulaşıcı hastalıklardan dolayı kitlesel ölümlerin yaşandığı bir çağ olarak da geçmiştir. Bu dönemde, kara ölüm ve frengi, cüzzam,St. Anthony ateşi (ergotizm), iskorbüt, dancing mania (epidemik korea), terleme hastalığı gibi bulaşıcı hastalıklar kitlesel ölümlerin nedeni olmuştur (Hot, 2012: 92). Emiroğlu'na göre (2015: 302) bu hastalıklar, eski dünyanın dönem dönem nerdeyse tamamını kapsayan salgınlarla dehşetin simgesi hâline gelmiş, hastalarla- sağlamların; yönetimlerin ve halkların tıp bilimine olan inançlarının alt üst olmasına yol açmıştır.

Bu hastalıkların içinde kara ölüm olarak adlandırılan veba hastalığı, Avrupa nüfusunun üçte birini yok etmiş, iktidarları bir dizi denetleyici, gözetleyici önlem almaya sevk etmiştir (Turner, 2011; Emiroğlu, 2015: 302). Kalabalık ve ticaret yolları üzerinde olan Avrupa kentlerinde nerdeyse sosyal ve ekonomik hayat durmuş, bu etki bütün diğer kentleri de etkisi altına almıştır. İlk olarak 540'lı yıllarda görülen veba salgını, daha sonra Orta Çağ Avrupa'sında ortaya çıkmış; kentlerin düzensizliği ve kirliliği, insanların hijyen koşullarının kötü olması, uzun süren savaşların yol açtığı kontrolsüz kitle hareketleri, bakımsızlık, şehirlerinin çok kalabalık oluşu, batıl inançlar, sefalet, salgınların ve hastalıkların önemli etkenleri olmuştur (Ersoy, 1996: 69-73; Garrison, 1929: 178). Turner'a göre (2011: 105) bu ölümcül salgınlar, Orta Çağ'ın tasavvur dünyasında aynı anda hem fiziksel hem de metaforiktir. Çünkü o dönemde toplumsal, siyasi ve tıbbi rahatsızlıklarla ilgili metafor; denge metaforuydu. Toplumsal bedenin salgına hastalığa yakalanması her anlamda dengenin bozulması anlamına gelmekteydi.

Batı tıbbi, karanlık dönem olarak adlandırılan Orta Çağ'ın başlangıcıyla ile birlikte etki ve gücünü yitirmiş, tıbbi etkinlikler kilesinin denetimi altında yürütülmüştür. Öte yandan İslamiyet bu dönemlerde Ortadoğu'da yayılmış, o döneme kadar oluşan Yunan ve Roma'lı düşünürlere ait ünlü eserler çevrilmeye başlanmıştır. Gerek tıp gerek bilimin diğer alanlarında pek çok çalışmalar yapılmış, bilim ve düşünce dünyasının altın çağı yaşanmıştır. Özellikle dönemin düşünürlerinden İbni-Sina, tıp alanında önemli çalışmalar yaparak, kendini rakipsiz kılmıştır. İbni- Sina'nın eserlerine Doğu ve Batı ülkelerinde yüzyıllarca en yetkin kaynaklar olarak başvurulmuş, çalışmaları pek çok dile çevrilerek okutulmuştur. Arapça yazdığı "Kanun fi't-tıb" (Tıbbın Kanunu) adlı tıp eseri daha sonra pek çok dile ve Latince'ye çevrilmiş ve Batı'da 16. yüzyılda başlıca ders kitabı olarak okutulmuştur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Tıp Tarihi ve Kurumu

Tıbbın genel prensipleri, tıp felsefesi, anatomi, fizyoloji, hijyen ve hastalıkların tedavisi, basit ilaçlar (Müfret devalar), İç ve dış organların hastalıkları, tüm vücudu etkileyen ve tek bir organla sınırlı kalmayan hastalıklar, bileşik ilaçlar (Mürekkeb devalar) konusunda olan bu beş ciltlik kitap Batıda da önemli bir tıp kaynağı olarak görülmüştür (Dinç, 2007: 46-47).

Modern tıbbın gelişmesi ve ortaya çıkması ise dinin etkisinin yıkılması ve düşünsel ilerlemenin sağlanmasıyla mümkün olmuştur. Sekülerleşen toplumsal pratikler ve ortaya çıkan düşünsel hareketler; yeni bilgi türlerini ortaya çıkarmış, tıp da bu süreçte gelişerek toplumda önemli bir güce sahip olmuştur.İnsanoğlunun hayatının anlamı ve oluşumu üzerine kafa yorması, hem doğa kanunlarını hem de insan bedenini keşfetme isteğini de ortaya çıkarmıştır. Bedeninin işleyişine ilişkin merak ve ölümü yenme isteği insanlık tarihi boyunca var olmuş, modern dönemle birlikte bu istek daha da derinleşmiştir (Gelis, 2008: 73). Bu ise modern tıbbi etkinlikleri ortaya çıkarak ilerlemesine daha meşru bir zemin hazırlamış, gelişen disiplinler ışığında insan bedeninin tekrar keşfedilmesini sağlamıştır.

(O Eski uygarlıklardaki tıbbi çalışm aların ortak noktalarını ve£ nasıl yürütüldüğünü kısaca tartışınız

• D üşüncelerinizi sistem de ilgili ünite başlığı altında yer alan tartışm a forum u" bölüm ünde paylaşabilirsiniz.

Tıpkı makinenin birer parçaları gibi bedeninin

her bir hücresi ve organın araştırmaya ve

keşfetmeye değer görülmesi; tıbbın

toplum içinde git gide kurumsallaşmasına

neden olmuştur.

MODERN TIBBIN ORTAYA ÇIKIŞI

Tıbbi etkinliklerin büyük ölçüde sistematikleşmesi ve bilimsel etkinlikler ışığında yürütülmesi, modern dönem ve bu dönemde yaşanan bilimsel devrimle yakından ilişkilidir. Karanlık dönem olarak adlandırılan Orta Çağ'ın sona ermesiyle birlikte hızlı bir toplumsal, ekonomik ve bilimsel değişim sürecine girilmiş; dinin otoritesinin sarsılmasıyla birlikte yasaklanan bilimsel etkinlikler, Rönesans ve Reform hareketleri ile birlikte hızlanarak toplumu değiştirme gücüne sahip olmuştur.

Tüm dünyayı sarsan gelişmeler; kilise ve din merkezli bir dünya görüşünden akılsal ve bilimsel bir dünya görüşüne doğru geçişi sağlamış, bu ise doğa ve beden üzerinde var olan algıların da değişmesine neden olmuştur. "Besleyip büyüten, organik/canlı/manevi yeryüzü ve evren anlayışı, 16. ve 17. y.y da tamamen değişmiş ve 'organik doğa' anlayışı yerini 'mekanik/makine dünya anlayışına bırakarak, bilimsel devrim ile birlikte etkisini oldukça yitirmişti" (Nazlı, 2008: 4). Bu düşüncenin dönemin temel paradigması haline gelmesinde, Descartes'in kartezyen düşüncesinin etkisi büyüktür. Descartes'in akıl ile bedeni birbirinden ayırarak bedeni bir makineye benzetmesi; bedenin maddi bir cisim gibi incelenebilir, araştırabilir bir nesneye dönüşmesine neden olmuştur (Gökalp, 2004: 21). Bu düşünce modern tıbbın düşünsel temellerinin oluşmasına ve bilimsel

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Tıp Tarihi ve Kurumu

Modern dönemin pozitivist anlayışı; tıp

biliminde de temel alınarak, gözlemin öteki

bilimlerde olduğu gibi önemli bir yöntem

olarak benimsenmesine kaynaklık etmiştir.

>

çalışmaların hız kazanmasını da sağlamıştır. Tıpkı makinenin birer parçaları gibi bedeninin her bir hücresi ve organın araştırmaya ve keşfetmeye değer görülmesi; tıbbın toplum içinde git gide kurumsallaşmasına neden olmuştur. Bu kurumsallaşma hem beraberinde uzmanlaşmayı, hem de tıbbın genel olarak tüm kollarıyla (ilaç endüstrisi, tıp teknolojisi, hastaneler vb...) büyümesini getirmiştir. Özellikle William Harvey ve Vesalius gibi isimlerin çalışmaları ve bilimsel gelişmeler ışığında tıp, hem uygulamalı, hem teorik, hem de söylemsel olarak eğitim sürecinin bir parçası haline gelmiş ve hızlı bir şekilde kurumsallaşıp, toplumda sahip olduğu gücü pekiştirmeye başlamıştır (Kelly,2010:2). Vesalius, tıbbi alanında araştırmaların derinleştirilmesine ve anatomi araştırmalarının gözleme dayalı olarak yenilemesiyle modern tıbbın gelişmesine öncülük etmiştir (Porter,; Vigerello, 2008, 279).

Bilimsel devrimler, tüm bilimlerdeki gelişmeleri hızlandırdığı gibi tıbbi çalışmaların da, bu gelişmeler ışığında artmasını ve olağan bir şekilde yürütülmesini sağlamıştır. Modern dönemin pozitivist anlayışı; tıp biliminde de temel alınarak, gözlemin öteki bilimlerde olduğu gibi önemli bir yöntem olarak benimsenmesine kaynaklık etmiştir.

Modern dönemde yaşanan gelişmeler aynı zamanda toplumdaki temel beklenti ve isteklerin de değişmesine neden oluştur. Faure'ye göre (2011: 18) yaşanan gelişmeler ışığında bunalımların geçici de olsa yatışması, birtakım insanların zenginleşmesi ve dinsel etkinliklerin gerileyerek önemini kaybetmesi; dünyevi yaşama ve bireysel varoluşa daha fazla önem verilmesini sağlamıştır. Bu ise beraberinde hastalıktan uzak durma ve ölümü öteleme düşüncesini getirerek, eski dönem tıbbi etkinliklerin tam olarak cevaplayamayacağı toplumsal bakım ve tedavi istemini ortaya çıkarmıştır. Böylelikle modern tıp yaşanan bilimsel, toplumsal ve kültürel gelişmelere paralel olarak etkinliklerini hem bilimsel hem de klinik düzeyde kurumsallaştırmaya başlamıştır. Bu bağlamda Faure'ye göre (2011) modern tıbbın merkezinde hastalardan bilgi almak, onları dikkatle muayene etmek (klinik), belirtilerle organik hasarlar arasında bağlantı kurmak (anatomik-klinik yöntem), insan bedenin sağlıklı ya da hasta (anatomi ve patolojik anatomi) farklı öğelerini incelemek (organlar, Dokular, hücreler) yer almaktadır.

YENİ BULUŞLAR ve TIBBIN KURUMSALLAŞMASIBilimsel gelişmeler, yeni tıbbi buluşlar ve keşifleri de hızlandırarak; modern

tıbbın itibarını artırmıştır. Özellikle farmakolojik ve teknolojik gelişmeler bunlardan sadece bir kaçıdır. 1910 yılında frengi hastalığının tedavisinin bulunması, 1935 yılında ilk sulpha ilaçlarının bulunması ve 1942 yılında penisilinin bulunmasıyla birlikte hekimlerin, çeşitli bulaşıcı hastalıkları tedavi etmesinin mümkün hale gelmesi tıbbın kurumsallaşmasına büyük etken olmuştur. 1950'lerde başlayan farmakolojik devrim, kortizonun, plastik cerrahinin, kardiyolojik müdahalenin gelişmesi, DNA kodunun çözülmesi ve bağışıklık sistemin daha iyi anlaşılması, tıbba ve onun aktörlerine etkinliklerini ve sosyal statülerini sağlamlaştırma şansı vermiştir (Bamforth, 2004: xxii).

Tıp alanında teknolojik yenilikler ve yeni farmakolojik buluşlar arttıkça hekimlerin gücü ve bilgi düzeyi de artarak sorgulanmaz hâle gelmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Tıp Tarihi ve Kurumu

Biyoteknolojide yaşanan gelişmeler,

tıbbın beden üzerindeki kontrol alanını ve

gücünü genişletmiş ve toplumla olan ilişkisini

de bu bağlamda dönüştürmüştür.

s J

Sahip oldukları bilgi onların toplumdaki statüsünü ayrıcalıklı kılarak, onlara ayrı bir güç kazandırmıştır. Bu ayrıcalıklı konum; modern dönemle birlikte ortaya çıkan seküler, laik bir toplum modelinden ve yaşanan teknolojik gelişmelerden kaynaklı oluşan boşluğun tıp tarafından doldurulmaya çalışılmasından ileri gelmektedir (Illich, 1995, Turner, 2011, Çınarlı; 2008: 16). Yaşanan bu gelişmelere paralel olarak önceki tıbbi etkinlikler tamamıyla yok olmamış, ama modern tıbbın toplumsal güç bağlamında en üst konuma yerleşmesine neden olmuştur (Faure, 2011; Turner, 2011). Dünyanın değişik yerlerinde bir yandan alternatif tıbbi etkinlikler sürdürülürken; modern tıp, kendi gücü ve iktidarını yaşanan buluş ve gelişmeler ışığında sarsılmaz kılmıştır.

Modern tıbbın kapsayıcılığı da onu diğer tıbbi etkinliklerden ayıran ve gücünü gösteren önemli bir göstergedir. Modern tıp "her biri sağlık ve hastalıkla ilgili kendine has özel bir anlayışa sahip, belirli bir alanda yetkin olan, içsel hiyerarşi, teknik jargon ve profesyonel örgütleri olan medikal uzmanları kapsar" (Adak, 2002:105). Bu kapsayıcılık, modern tıbbın profesyonel ölçütler ışığında örgütlenmesini ve kendine ait terim ve jargonlarla hastalık sağlık ve insan bedenini yeniden tanımlanmasını beraberinde getirmiştir.

TIBBIN TOPLUMSAL BOYUTU ve ETİK TARTIŞMALARI

Modern tıbbi ilerlemenin bu şekilde sunulması, aynı zamanda tıbbın sahip olduğu gücü ve bu gücün kullanım alanını da genişletmiştir. Çünkü tıp, sadece hastalıkları iyileştirme ve onlara çare arayan bir etkinlik ve kurum olmaktan çıkmış, aynı zamanda birtakım davranış kurallarına karar veren, zevkleri yöneten ve gündelik hayatı kendi pratikleri doğrultusunda düzenleyen önemli bir güce de dönüşmüştür (Moulin, 2013:15). Dolayısıyla modern tıp ilerledikçe beden üzerindeki müdahale alanı da genişlemeye başlamaktadır. User'e göre (2010: 139) tıbbın müdahale alanı genişledikçe bedenin sınırları da tartışmalı hale gelmiştir.Tıp bedenleri yeniden kurarak, tasarlayarak bedeninin toplumla ilişkisine de yeni boyut kazandırmıştır. Özellikle biyoteknolojide yaşanan gelişmeler, tıbbın beden üzerindeki kontrol alanını ve gücünü genişletmiş ve toplumla olan ilişkisini de bu bağlamda dönüştürmüştür.

Günümüzde tıp hastalıkları tedavi eden, bireylerin sağlığını korumada yönlendirici ve düzenleyici rol üstelenen bir kurum olmanın yanı sıra, bedenlerin yeniden biçimlenmesini, keşfedilmesini sağlayan ve bu yüzden biyolojik beden ile toplumsal beden arasında bağ kuran bir kuruma da dönüşmüştür. Bunun en önemli örnekleri; estetik cerrahinin gelişmesine paralel olarak bedenin yeniden şekillendirilmesinin mümkün olduğuna inanılması ve bu alandaki cerrahi işlemlerinin artarak toplum içinde kabul görmeye başlanması, artık yeni bir yüz yaratmanın ve cinsiyet değiştirmenin mümkün kılınmasıdır.

Organ naklinde yaşanan gelişmeler, sadece ölen bedenlerle yaşayan beden arasında organ naklini mümkün kılmamış; yaşayan bedenler arasındaki nakli de gerçekleştirerek biyolojik ve toplumsal bedenler arasında bağ kurmasını sağlamıştır (Moulin, 2013: 39).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Tıp Tarihi ve Kurumu

Aynı zamanda gerek bilim çevrelerince, gerekse toplum içinde genetik alanında yapılan çalışmaların etik boyutunun tartışılması, tıbbın kapsamını ve otoritesini de tartışmaya açmıştır.

Çeşitli genetik araştırmaların yürütülmesi ve insan genom haritasının çıkarılması gibi gelişmeler; tıbbın hem toplumsal ilişkileri yönlendirmesinin, hem de yeni toplumsal bedenler yaratmasının önünü açmıştır. Çünkü genetik çalışmalar, hastalıkların genetik potansiyeli, hastalığın ileriki kuşaklara aktarılma sıklığını, "iyi", "kötü" genin ayrımını ve buna bağlı çözümlerin önünü açmaktadır. Bireyin sahip olduğu genler ışığında hangi hastalıklara eğilimi olduğu anlaşılabilmekte ve bu eğilime göre bazı tedbirler alınabilmektedir. Keck ve Rabinow (2013: 67) bu durumu şöyle örneklendirmekte: Kalp-damar hastalığı olan biri beslenme düzenini değiştirebilir, akciğer kanserine yatkınlık teşhis edildiyse sigara bıraktırabilir, ceninde önemli bir hastalık teşhis edilirse kürtaja karar verilebilir. Araştırmalar sonucunda kişinin bedenin kaslanmaya müsait veya müzik kulağının kuvvetli olduğunun başta bilenebileceğini, bunun da her bireyi yeteneklerini geliştirmeye teşvik edebileceği düşünülebilir. Dolayısıyla genetik çalışmalar sağlıklı bir beden yaratma projesini içerirken, aynı zamanda daha güçlü daha güzel ve daha akıllı bir beden yaratma düşüncesini de içerir. Keck ve Rabinow'a göre (2013: 60) böyle şekillenen beden, varlığını kesin bildiği bir hastalığa karşı mücadele eden bir bireyin bedeni değil, artık değerlendirmeler ve istatistiki istikrarla çerçevesi çizilen kolektif bir bedendir. Çünkü onlara göre, "genetik beden" normların ve düzenlemelerin etki alanında ki bir kontrol mecrası ve öznenin kendini oluşturduğu bir mecra olarak, toplumun ölçekli bedenidir. Bu görüş, genetik bedenin nasıl toplumsal bir bedene dönüştüğünü de bize göstermektedir. Toplumsalın sağlığı için yaratılmaya çalışılan dengeli ve ölçülü beden anlayışı, tarihsel süreç içinde her geçen gün yaşanan gelişmeler ışında daha da arzulanır olmuş ve olasılığı daha da mümkün kılınmıştır

• G enetik alanında yapılan çalışm aların toplum sal sonuçları üzerinde düşününüz.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Tıp Tarihi ve Kurumu

•Hastalıkların kökeni ne olursa olsun onu bulmak ve iyileştirmeye çalışmak hep insanlığın temel uğraşlarından biri olmuştur.•Modern öncesi dönemde hastalık, kötü ruhlardan ve tanrıdan gelen bir ceza olarak algılanmış ve şifa verici doktor ya da iyileştirici rahip toplumda önemli güce sahip olan topluluğu oluşturmuştur.• Tıp tarihi ve kurumu incelendiğinde Mezopotamya, Mısır ve Antik Yunan uygarlıklarındaki gelişmelerin önemli bir bilgi kaynağı olduğu görülmektedir.•Mezopotamya Uygarlığında da tıbbi etkinlikler dinî pratiklerle birlikte yürütülmekte, rahipler bu pratiklerin taşıyıcısı olarak önemli bir güce sahip olmaktadır.•Erken dönem uygarlıklarından olan Mısır Uygarlığı da önemli

(D tıbbi etkinliklerin başladığı uygarlıklardan biridir. MumyalamaM çalışmaları önemli ölçüde tıbbi etkinliklerin gelişmesine neden

O olan uygulamalardır.•Mısır Uygarlığındaki tıbbi etkinlikler de önemli ölçüde dinî pratiklerle birlikte yürütülmekte, hastalığa neden olduğuna inanılan kötü ruhlardan söz edilmektedir. Ölümün doğal yaşamsal sürecin bir parçası görülmesi, mumyalama sanatının gelişmesine neden olmuştur. Bu da önemli ölçüde anatomi bilgisinin gelişmesine katkı sağlayarak, günümüz modern tıp disiplininin temellerini oluşturmuştur.•Erken dönem tıbbi etkinlikler içinde Antik Yunan ve özellikle Hipokrat dönemi önemli bir yere sahiptir. Bu dönemde aklın ve bilimin ışığında evren ve doğa sorgulanmaya başlanmıştır. Bu ise tıbbi çalışmaların da bilimsel bir zeminde yürütülmesini sağlamış, Hipokrat ve Hipokrat Okulu'nun üyeleri dinin etkisi altında kalmayarak çalışmalarda bulunmuş, daha çok neden-sonuç ilişkisi, gözlem ve deneye dayalı çalışmalar yapmıştır.•Orta Çağ'da ise insan için düşünmek, araştırmak, deney yapmak gibi doğayı anlama tanıma, insanı araştırma gibi etkinlikler son bulmuş ve bu dönemde hastalıklar dini bakış açısıyla açıklanmış, tıbbi uygulamalar kilise tarafından denetlenmiştir.•modern dönem ve bu dönemde yaşanan bilimsel devrimlerle birlikte, tıp bilimi de kurumsallaşmış ve profesyonel ölçütler ışığında yürütülmeye başlanmıştır. Bu kurumsallaşma hem beraberinde uzmanlaşmayı hem de tıbbın genel olarak tüm kollarıyla (ilaç endüstrisi, tıp teknolojisi, hastaneler vb...) büyümesini getirmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Tıp Tarihi ve Kurumu

• Tıbbi çalışmaların sistematikleşmesini ve bilimsel etkinlikler ışığında yürütülmesini sağlayan temel toplumsal ve bilimsel gelişmelerin neler olduğunu 200 kelimeyi geçmeyecek şekilde özetleyiniz.

• Hazırladığınız ödevi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan "ödev" bölümüne yükleyebilirsiniz.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Tıp Tarihi ve Kurumu

Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan "bölüm sonu testi" bölümünde etkileşimli

olarak cevaplayabilirsiniz.

DEĞERLENDİRME SORULARI1. Erken dönem tıbbi etkinliklerle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi

yanlıştır?

a) Sistematik bilgiye dayanması

b) Kurumsal olması

c) Din ve büyüye dayanması

d) Deney ve gözleme dayalı olması

e) Hastalıkların tedavisini yalnızca doktorların yapması

2. Aşağıdakilerden hangisi Mezopotamya Uygarlığı içinde yürütülen tıbbi çalışmaların özelliklerinden biri değildir?

a) Sınıfsal bir hiyerarşi içinde yürütülürdü.

b) Hastalıklar tanrıdan gelen bir ceza olarak görülürdü.

c) Cerrahi uygulamalara rastlanırdı.

d) Sadece rahipler hastaları tedavi edebilirdi.

e) Hastalık ve sağlığı birçok tanrı ve tanrıçanın kontrol ettiğine inanılırdı.

3. Aşağıdakilerden hangisi Antik Yunan Uygarlığı'nda tıbbi çalışmalara katkıda bulunan düşünürlerden biri değildir?

a) Krotonlu Alkmaion

b) Empodekles

c) Vesalius

d) Galen

e) Hipokrates

4. Hekim, her şeyden önce iyi bir gözlemci olmalı, hastasını izlemeli ve ona güven vermelidir" diyerek sadece tıbbın biyolojik uygulamalı yönüyle değil, hasta ve doktor ilişkisiyle ilgilenen bilim adamı aşağıdakilerden hangisidir?

a) Galen

b) Hipokrates

c) Farabi

d) İbn-i Sina

e) Platon

5. Aşağıdakilerden hangisi Orta Çağ dönemi için söylenemez?

a) Tıbbı çalışmalar Kilise tarafından desteklenir.

b) Hastalıklar dini bakış açısıyla açıklanır.

c) Bulaşıcı hastalıklar temel ölüm nedenidir.

d) Manastır tıbbi devresi olarak bilinir.

e) Yoğun nüfus ve kirlilik hastalıkların başlıca nedenlerindendir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Tıp Tarihi ve Kurumu

6. "Tıbbın Kanunu" adlı eseri Batıda 16. yüzyılda başlıca ders kitabı olarak okutulan ve tıp alnında öncü çalışmaları olan İslami düşünür aşağıdakilerden hangisidir?a) İbn-i Haldunb) İbn-i Sinac) Farabid) Birunie) İbn-i Hatip

7. Aşağıdakilerden hangisi tıbbın bir bilim olarak ortaya çıkmasını sağlayan ve kurumsallaşmasını hızlandıran etkenlerden biri değildir?

a) Rönesans ve reform hareketleri

b) Bilimsel devrimler

c) Dinin etkisinin azalması

d) Farmokolojik ve teknolojik gelişmeler

e) Tıbbın etik boyutunun tartışmaya açılması

8. Aşağıdakilerden hangisi modern tıbbın amaçları arasında yer almaz?

a) Hastalardan bilgi almak

b) Tedavi etmek

c) İnsan bedenini incelemek

d) Geleneksel yöntemleri kullanmak

e) Belirtilerle organik hasarlar arasında bağlantı kurmak9. Aşağıdakilerden hangisi modern tıbbın etik boyutunu tartışmaya açan

gelişmelerden biridir?

a) Genetik alanda yapılan çalışmalar

b) Kortizonun bulunması

c) Anatomi araştırmaların geliştirilmesi

d) Geleneksel yöntemlerin kullanılması

e) Sağlığı korumanın önemli hale gelmesi

10. Aşağıdakilerden hangisi bilimsel tıbbi diğer tıbbi etkinliklerden ayıran özelliklerden biri değildir?a) Sağlık ve hastalıkla ilgili bilimsel anlayışa sahiptirb) Profesyonelleşen uzmanları vardır.c) Deney ve gözleme dayalı pozitivist bir yöntem benimser.d) Tedavi korunmadan daha önemlidir.e) İnsan bedenin sağlıklı ya da hasta farklı öğelerini incelemek

Cevap Anahtarı

1.C, 2.D, 3.C, 4.B, 5.A, 6.B, 7.E, 8.D, 9.A, 10.D

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Tıp Tarihi ve Kurumu

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR

Adak N. (2002). Sağlık Sosyolojisi Kadın ve Kentleşme, İstanbul: Birey Yayıncılık.

Aksoy Ş. (2010). Tıp Tarihi Ders Notları.http://tip.harran.edu.tr/ogrenci/ders_notlari/tip_tarihi/tip_tarihi.pdf (Erişim Tarihi: 22.05.2012)

Arabacıoğlu C. (1991). Hekimlik ve Hastanecilik, Adana: Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınları.

Atmaca V. (2011). Tarih Boyunca İnanç ve Tıp İlişkisi, İstanbul: Gerekli Kitap.

Bamforth I. (2004). Kütüphanedeki Beden, Çev. Begüm Kovulmaz, İstanbul: Agora Kitaplığı.

Çelik F. (2012). "Tıbbın ve Cerrahinin Felsefesi", Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi, Sayı: 21(2012), ss. 94-98.

Çınarlı İ. (2008). Sağlık İletişimi ve Medya, Ankara: Nobel Yayınları.

Dinç G. (2007). "Orta Çağ'da İslam Tıbbı", Sarı N., Altıntaş A., Başağaoğlu İ.,Özaydın Z., Doğan H., Ülman Y. I., Dinç G., Hot İ., Tıp Tarihi ve Tıp Etiği Ders Kitabı, İstanbul: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları.

Emiroğlu K. (2015). Gündelik Hayatımızın Tarihi, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.

Ersoy T. (1996). Tıp Tarih Metafor, Ankara: Öteki Yayınevi.

Faure O. (2011). "Hekimlerin Bakışı", Corbin A., Courtine J. J., Vigarello G. (Ed.) Bedenin Tarihi-2, Çev. Orçun Türkay (ss. 15-40). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Garrison F H. (1929). An Introduction to History of Medicine, Toronto: W.B.Saunders Company.

Gelis J. (2008). "Beden, Kilise ve Kutsal", Corbin A., Courtine J. J., Vigarello G. (Ed.) Bedenin Tarihi-1, Çev. Saadet Özen (ss. 17-82) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Gökalp N. (2004). "Descartes ve Spinoza Düşüncesinde Gerçek İyi Kavramı", Felsefe Dünyası, Sayı: 40 ss. 40-50.

Güntüre Öztürk S. (2005). Tıp ve Felsefe, İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri.

Hancı İ.H. (2005). "Yılan Hikayesi", STED (Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi), Cilt:14, Sayı:8 ss. VI-IX.

Hot İ. (2012). "Orta Çağ Avrupa'sında Salgınlar", Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi, Sayı: 23, ss. 92-96.

Illich I. (1995). Sağlığın Gaspı, Çev. S. Sertabiboglu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Jackson R. (1999). Roma İmparatorluğu'nda Doktorlar ve Hastalıklar, Çev. Şenol Mumcu, İstanbul: Homer Kitabevi.

Keck F., Rabinow P. (2013). "Genetik Bedenin Keşfi ve Temisli", Corbin A.,Courtine J. J., Vigarello G. (Ed.) Bedenin Tarihi-3, Çev. Saadet Özen, (ss. 5972). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Tıp Tarihi ve Kurumu

Kelly K. (2009). The History of Medicine, Early Civilizations, Pre Historic Times to 500 C.E. New York: Infobase Publishing.

Kelly K. (2010). The History of Medicine, Old World and New, Early Medical Care, 1700-1840. New York: Infobase Publishing.

Lewis P.(1998). Tıp Tarihi, Çev. Nilgün Güdücü, İstanbul: Khalkedon.

Moulin A.M. (2013). "Tıbbın Karşısında Beden", Corbin A., Courtine J. J., Vigarello G. (Ed.) Bedenin Tarihi-3, Çev. Saadet Özen, (ss. 15-57). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Nazlı A. (2013). "Bedenin Ölümü ve Tıp", Osman Elbek (Ed.) Kapitalizm Sağlığa Zararlıdır, (ss. 193-203). İstanbul: Hayy Kitap.

Porter R., Vigarello G., "Beden, Sağlık ve Hastalıklar", Corbin A., Courtine J. J., Vigarello G. (Ed.) Bedenin Tarihi-1, Çev. Saadet Özen, (ss. 273-300), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Turner B. S. (2011). Tıbbi Güç ve Bilimsel Bilgi, Çev. Ümit Tatlıcan, Bursa: Sentez Yayınları.

Turner B. S. (2008). Body and Society, london: Sage Publications.

User İ. (2010). "Biyoteknolojiler ve Kadın Bedeni", Yasemin İnceoğlu, Altan Kar (Ed.) Kadın ve Bedeni, (ss. 133-169). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Yayla G. (2002). "Imhotep'den Leonardo'ya: Hekimlik", Perinatoloji Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 4, ss. 297-299.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

SAĞLIK SOSYOLOJİSİNİN DOĞUŞU VE GELİŞİMİ

LUÛz

‘ u -

Giriş19.Yy. Avrupasında Sağlık Sosyolojisinin Kökleri Birleşik Devletler'de Sağlık Sosyolojisi20.yy.Avrupasında Sağlık SosyolojisiTürkiye'de Sağlık Sosyolojisi Sağlık Sosyolojisinin Konusu

•Bu üniteyi çalıştıktan sonra;•Sağlık sosyolojisinin klasik dönem öncüleri Friedrich Engels ve Emile Durkheim'ın düşüncelerinin sağlıkla kesişme noktalarını,•Tıpta sosyoloji ve Tıbbi sosyoloji ayrımının nereden kaynaklandığını,•Türkiye'nin sağlık sosyolojisi alanındaki ilgi odaklarını ve bunlarla ilgili olarak ortaya konan çalışmaları •Ve genel olarak değerlendirildiğinde sağlık sosyolojisinin konu başlıklarını öğrenebileceksiniz.

K iA -A & tSAĞLIK SOSYOLOJİSİ Yrd. Doç. Dr. İsmail

• •

OZ

ÜNİTE

3

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

Toplumbilim açısından sağlığa

yönelik ilk önemli ilgi Friedrich Engels'in

"İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu"

adlı eserle gelmiştir.

- ^

GİRİŞ

Sağlık sosyolojisi iki farklı akademik disiplinin -çok eski zamanlardan beri hastalığın tedavisiyle ilgilenen tıbbın ve on dokuzuncu yüzyıl düşüncesinin bir ürünü olan sosyolojinin- bir noktada birleşmesini içerir. Bu birliktelik, yirminci yüzyılın ortalarına doğru bağımsız bir disiplin hâline dönüşse de, sürecin erken aşamaları sağlığın, klasik dönem sosyolojisi içerisinde de ele alındığını gösterir (Riska, Annandale vd., 2009: 125-126). Bu noktada ünite öncelikli olarak söz konusu köklerin yer aldığı Avrupa'daki gelişmeler, bir disiplin hâline geldiği Birleşik Devletleri'ndeki gelişmeler, sonrasında yine Avrupa'ya yönelerek 20.yy.daki gelişmeleri ve son olarak Türkiye'de bu disiplinin nasıl bir gelişim yaşadığı belirlenmeye çalışılmıştır. Gelişmelerin sonunda mevcut çalışmalar kategorilendirilerek sağlık sosyolojisinin konuları içine nelerin girebileceği gösterilmiştir.

19.YÜZYIL AVRUPASINDA SAĞLIK SOSYOLOJİSİNİN KÖKLERİ

Auguste Comte'un "sosyoloji" terimini icat etmesinden sonra, toplumbilim açısından sağlığa yönelik ilk önemli ilgi Friedrich Engels'den gelir. 1845'te Engels "İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu" adlı eserini yayımlar. Endüstri devrimi ve sonuçlarının ilk kez deneyimlendiği ülke olarak İngiltere, pek çok kentinde yoğun bir nüfus ortaya çıkarır. Nüfusun büyük bir çoğunluğu endüstrinin sunduğu iş imkânlarından yararlanmak üzere gelen kişilerden oluşur. Bu dönemde yaşamak için gerekli olan en önemli şey ise emek gücünü satabilmektir. Ancak emek arzının yüksek olduğu bu koşullarda işçiler birbirleri için birer rakip hâline dönüşür. Rekabet kapitalist işletmecilere emeğin değerini daha da aşağıya çekebilmesine imkân tanır. Bu noktada pek çok kişi kapitalizmin vahşi yüzüyle tanışır. Engels'in de şahit olduğu gibi insanlar süreklilik arz etmeyen işler neticesinde edindikleri kazançla doğru dürüst beslenemedikleri için açlıktan ve bunun bir sonucu olarak yakalandıkları basit hastalıklara karşı dirençsizlikten ölmektedir (2013: 63).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

Durkheim intiharı toplumsal birlik

problemi ve toplumsal bağlarla

ilişkilendirir.

- /

Engels tüm bunlar kadar işçilerin yaşamlarını sürdürmek için ikamet ettikleri yerlerin de sağlık üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri olduğunu belirtir. Eserinde Engels, dönemin bir gazetesinden alıntıladığı haberden şunları aktarır. "Kentin bu bölgesinde evlere ait ne bir su kanalı, ne bir lağım, ne de bir tuvalet vardır. Sonuç olarak elli bin kişinin dışkısı her gece hendeklere atılır. Tüm sokaklar süpürülmesine rağmen sadece rahatsızlık verici olmakla kalmayıp burada yaşayanların sağlıklarını da ciddi bir biçimde tehlikeye düşüren bir durum, görüntü ortaya çıkar...burada yaşayanların koşullarıyla yakından ilgili olan herkes, bu insanların içinde bulunduğu sağlığa aykırı koşulların, sefaletin ve moral bozukluğunun ne dereceye ulaştığını anlatabilir." (Engels, 2013: 72). Ancak Engels'in klasik döneme ait bu görüşleri, sağlığı, sosyal bir kurum olarak değil, sınıfsal açıdan modern toplumdaki kaynakların dağılımının bir göstergesi olarak ele alır.

Sağlığı konu edinen diğer bir klasik sosyoloji düşünürü de Emile Durkheim'dır. 1897'de yayımlanan "İntihar" adlı eseri bu noktada önem taşır. A. Comte (pozitif toplum evresi) ve Saint-Simon'un (sanayileşmenin karakteristikleri) görüşlerini uzlaştırma çabası içinde bulunan Durkheim intiharı toplumsal birlik problemi ve toplumsal bağlarla ilişkilendirir. Bu bağlamda Durkheim'ın 'mekanik' ve 'organik' olarak ortaya koyduğu iki dayanışma türünü incelemek intiharı anlamamızda daha açıklayıcı olur.

Mekanik dayanışma bireysel bilinçlerin birbirine benzediği hâllerde söz konusudur. Burada birey, kendisine benzeyen diğerleriyle birleşerek toplumsal bir varlık meydana getirir ve kendisi de bu varlığın bir parçası hâline dönüşür. Geleneksel toplum yapısını vurgulayan bu dayanışma, toplumsal iş bölümünün ve farklılaşmanın baş gösterdiği modern toplum yapısında ise yerini organik dayanışmaya bırakır (Kongar, 2002: 102). Modern toplum Aydınlanma düşüncesinin ortaya çıkardığı doğru bilginin ve gerçekliğin tanrısal olanla değil, deneyim ve ampirik olanın irdelenmesiyle edinileceği noktasındaki temel görüşleri nedeniyle mevcut dinî kurumların irrasyonel olarak dışlanmasına ve bunun neticesinde de bireyi baskılayan ve kuşatan ilahi kuralların çözülmesine yol çar. Bu

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

durum Durkheim'ın saptadığı dört intihar türünden olan bencil ve anomik intiharın (diğerleri diğerkam ve kaderci intihar) gerçekleşmesinde rol oynayan gerek ahlaki ve gerekse toplumsal bağların eksikliğini gözler önüne serer (Swingewood, 2010:128).

<DC

• Dukheim'a göre Katolik ülkelerdeki intihar oranı Protestan ülkelere göre daha düşüktür. Bunun nedeni Katolik toplulukların, sanayi toplumunda eğilimlerini sınırlayan, bütünleşmiş bir toplum durumuna ve kolektif bir yaşama neden olan daha güçlü gelenekleri ve ortaklaşa paylaşılan inançlarının olmasıdır (Swingewood, 2010:130).

Durkheim'ın modern ve geleneksel toplumlarda sosyal düzen ve bütünleşmenin derecesini gösteren bir olgu olarak intiharı ele alması Engels'de olduğu gibi sağlığa yönelik dolaylı bir ilgi oluşturur.

Tablo3. 1. Değişik ülkelerde her dinsel inançtan nüfus içinde milyon kişiye düşen intihar oranları

Ülke YıllarArası

Protestan Katolik Yahudi

Avusturya 1852-59 79,5 51,3 20,7Prusya 1849-55 159,9 49,6 46,4Bade 1852-62 139 117 87Bavyera 1844-56 135,4 49,1 105,9Vürtem berg 1846-60 113,5 77,9 65,6

BİRLEŞİK DEVLETLER'DE SAĞLIK SOSYOLOJİSİ

Avrupa kaynaklı yukarıdaki bu yayınlar dolaylı da olsa sağlık sosyolojisinin temellerini atarken, Birleşik Devletler'de tıpçıların sosyoloji ile ilgilenmeye başladığı görülür. Bu ilgi o an için henüz teorik zeminden uzak bir şekilde, sağlık sosyolojisi disiplininin oluşmasında belirleyici bir rol oynarken, tıbbın vakalar karşısında izlenecek uygulamada, bireyin içinde yer aldığı sosyal düzeni de göz önünde bulundurması gerektiğini düşünen bir anlayışı yansıtır. Bunun bir sonucu olarak "sağlık sosyolojisi" ya da medikalsosyoloji ifadesi, sosyologlardan önce ilk kez tıpçılar tarafından kullanılır. 1894'te Charles McIntire'ın "Medikal Sosyoloji Çalışmasının Önemi'"adlı makalesi, bunun ilk örneğini oluşturur (Hollingshead, 1973: 531). Yirminci yüzyıla gelindiğinde medikal sosyoloji ifadesini içeren tıp kökenli çalışmaların sayısı artar. 1902'de Elizabeth Blackwell'ın cinsellik, gençlerin cinsellikle ilgili ahlak eğitimleri, hayat kadınları ve bulaşıcı hastalıklar gibi konuları içeren "Medikal Sosyolojide Denemeler" adlı kitabı yayımlanır (1902: 1). Bunu 1909'da James Peter VVarbasse'in "Medikal Sosyoloji" adlı kitabı takip eder. Sağlık sosyolojisi ve tıp bilimi olmak üzere iki bölümden oluşan kitap, sağlık eğitimini savunan bir görüş ortaya koyar (Warbasse, 1909: xv-xvi).

Medikal sosyoloji ifadesi sosyologlardan

önce ilk kez tıpçılar tarafından

kullanılmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

Bu eserlerin yanında örgütsel olarak tıp ve sosyolojinin bir araya getirilmesi için adımlar atıldığı da görülür. Bu doğrultuda 1910'da Amerika Halk Sağlığı Derneği üye olarak doktorlar ve sosyal hizmet uzmanlarının yer aldığı sosyolojiye yönelik bir bölüm kurar. Kısa ömürlü olan bu bölüm 1921'de kapatılır. 1935'te Lawrence Henderson, "Sosyal Bir Sistem Olarak Doktor ve Hasta" adlı makalesini yayınlar; ki bu çalışma Amerikan sosyolojisinin önde gelen isimlerinden Talcott Parsons'ı da oldukça etkiler ve onun sistem teorisinde yerini alır (Cockerham-Ritchey, 1997: xiv). 1930'larda ve 1940'ların başında ise sosyologların, sağlığı merkeze alan doğrudan ilgileri başlar. Bu noktada Michael M. Davis ve Bernard J. Stern sağlık, hastalık, doktorlar ve diğer tıbbi konularla ilgili çalışmalar ortaya koyar (Hollingshead, 1973: 532).

II.Dünya Savaşı'ndan sonra 1940'ların sonu ve 1950'lerin başlarında Amerika Birleşik Devletleri'nde sağlık sosyolojisi bağımsız bir disiplin hâline dönüşür. Sağlığın din, hukuk, siyaset ve ekonominin aksine toplumu şekillendiren bir kurum olmaması, sosyolojinin merkez alanlarına nazaran bu disiplinin farklı bir yönelimle ortaya çıkmasına neden olur. Sağlık sosyolojisi tıbbi uygulama, kamu sağlık mücadeleleri ve sağlık politikası düzenlemelerinde kullanabilir sosyal bilgiyi üreten bir uygulama alanı için fon destekleyicileri ve siyasetçiler tarafından ön plana çıkarılır (Cockerham-Ritchey, 1997: xi-xii). Bu bağlamda savaş sonrası dönemin ilk yıllarında Milbank Memorial Fund ve Russell Sage Vakfı gibi fon destekleyicilerinin çalışmaları göze çarpar. Milbank Memorial Fund'un 1947'deki sosyal hekimlik ve 1949'daki akıl sağlığını merkez alan konferansları ve yine aynı yıl Russell Sage Vakfı'nın sağlık alanındaki mesleki uygulamalarda sosyal bilimlerin kullanımını artırmaya yönelik programları, bu çalışmalar arasında yer alır. 1940'ların sonlarına doğru bu fon destekçilerine kamusal bir kurum olarak Birleşik Devletler'de kurulan Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü de eklenir (Hollingshead, 1973: 532). Destekçilerden gelen tüm bu fonlar, farklı akademik disiplindeki tıp bilimleri ile sosyal bilimlerin birlikte çalışmaları için fırsat sağlar. Bu noktada sosyolojinin tıp alanındaki ilk ortağı psikiyatri olur. Sosyolog August B. Hollingshead ve psikiyatr Frederick C. Redlich'in "Sosyal Tabakalaşma ve Şizofreni" (1954) adlı uygulamalı bir çalışmayı içeren makalesi, bu ortaklığın sonuçlarından biri olarak yayımlanır. Makale, bireyin içinde yer aldığı toplumsal konumla şizofreniye yakalanan hastaların yaygınlığı arasında yüksek derecede anlamlı bir ilişkinin var olduğunu gösterir (Hollingshead-Redlich, 1954: 306).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

Robert Straus sağlık sosyolojisini sosyologların konumu ve bu konumun ortaya çıkardığı eyleme

göre iki alana böler: Tıbbi sosyoloji ve tıpta sosyoloji.

v -

Farklı disiplinlerle ortaklaşa gerçekleştirilen söz konusu bu ve benzeri çalışmalar, Robert Straus tarafından sağlık sosyolojisinin, sosyologların konumu ve

bu konumun ortaya çıkardığı eyleme göre iki alana bölünebileceği önermesini doğurur: tıpta sosyoloji ve tıbbi sosyoloji (1957:203). Tıpta sosyoloji birçok farklı disiplinden gelen kavramların, tekniklerin ve personelin bütünleşmesini içeren ortaklaşa araştırma ya da öğretimden oluşur. Burada sosyolog, belirli bir sağlık sorunuyla ilgili etkenleri çalışırken doktor ve diğer sağlık personeliyle doğrudan iş birliği içerisinde bulunur, ancak bu ilişkide ikincil bir konumda yer alır. Bu noktada tıpta sosyoloji, sosyolojik bir sorundan ziyade öncelikle tıbbi bir sorun tarafından harekete geçirilmiş uygulamalı araştırma alanı olarak ayrışır. Tıptaki sosyolog tıp okulları, hemşirelik okulu, hastaneler ve sağlık departmanlarında görev alır. Tıbbi sosyoloji ise örgütsel yapı, rol ilişkileri değer sistemleri ve bir davranış sistemi olarak tıbbın işlevleri gibi etkenlere odaklanır. Bunu yaparken de sosyolojik bir perspektiften tıbbi çevrenin analiz ve araştırmasına yönelir. Tıbbi sosyoloji alanı

içindeki sosyologlar sağlık kurumlarında çalışabilir, ancak çoğunluğu üniversitelerin sosyoloji bölümlerinde yer alır.

Straus'un ortaya koyduğu bu ayrım, kimin çalışmasının en iyi olduğu konusunda geçici bir gerilim de ortaya çıkarır. Bu noktada tıbbi sosyologlar "faydalı sosyoloji" olarak diğer sosyologları hoşnut edecek çalışmalar ortaya koymada üniversite kimlikleriyle güçlü bir konumda yer alırken; tıptaki sosyologlar, içinde bulundukları sağlık kurumlarının avantajlarıyla ön plana geçerler (Cockerham- Ritchey, 1997: xiii). Günümüzde artık böylesi bir ayrım yapılmasa da, 1950'den sonra sağlık sosyolojinin gelişiminin akademide yer alan sosyologlarca teorik olarak da zenginleştirildiği görülür.

Straus'un sağlık sosyolojisini, tıpta ve tıbbi sosyoloji olarak ikiye ayırdığı görüşlerinin izinde bu alana yönelik çalışmaların 1940'lar ve 1950'ler boyunca uygulamalı sosyoloji yönünde gelişme gösterdiği görülür. Teori oluşturmaya yönelik uğraşlar, değişen toplumsal koşullar karşısında elde edilen deneysel bulguların açıklayıcı gücünü arttırır. Bunun yanı sıra teori, genellikle kamu sağlığı ve sağlık hizmetleri araştırması gibi toplumsal yönelimli çalışmalardan sağlık sosyolojisindeki araştırmayı ayıran en önemli unsur olur (Cockerham, 2001: 3-4).

Talcott Parsons'ın sistem kuramıyla birlikte sağlık sosyolojisi teorik bir yönelim içine girer. 1951'de yayımlanan "Sosyal Sistem" adlı eserinde Parsons, tıbbın işlevine yönelik analizlerde bulunur. Eser, toplumun yapıları ve bunların birbirleriyle olan karşılıklı ilişkisine değinerek, bunlar arasındaki düzenin nasıl devam ettirildiğini açıklamaya çalışır. Bu düşünceye göre düzenin devamlılığı, sistemin dengede tutulmasıyla sağlanır. Sistem içerisinde dengeyi bozacak herhangi bir sorun, toplumsal bir konuma sahip aktörler tarafından toplumca kendilerine biçilen rolleri yerine getirmeleriyle önlenir. Hastalık gibi sistemin işleyişini bozabilecek bir sorun da doktor-hasta ilişkisi bağlamında karşılıklı rollerle giderilir. Sağlık sosyolojisine yönelik yapısal işlevselci bu bakış, Parsons'ın öğrencisi Robert K. Merton ve meslektaşları tarafından gerçekleştirilen "Öğrenci Hekimler" adlı çalışmayla devam ettirilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

Amerikan sosyolojisi içerisinde yapısal işlevselciliğe yönelik ilk eleştiriler 1960'ların başında sembolik etkileşimci düşünürler tarafından yapılır. Sembolik etkileşimciler yapısal-işlevselci düşüncenin ileri sürdüğü gibi insanların, içinde bulundukları toplumun ürünleri değil; toplumsal yapının, etkileşimde bulunan kişilerin bir sonucu olduğunu belirtir (Poloma, 1993:227). Bu noktada sosyal gerçeklik, paylaşılan sembolik anlamların temeli üzerinde bireylerin karşılıklı ilişkileri tarafından mikro düzeyde inşa edilir. Bu noktada Anselm Strauss ve meslektaşlarının 1961'de yayımladıkları "Beyaz Gömlekliler" adlı çalışma dikkat çeker. Tıp öğrencilerini ele alan eser, doktor olma sürecinin zorluğu ve bu noktada tıp öğrencilerinin eğitimleri, birer doktor olan öğretmenleri ve içinde yer aldıkları bu meslek hakkında ne hissettikleri gibi soruların cevaplarını aramaya çalışır (Strauss-Becker vd.,1992: 4). Aynı yıl Erving Goffman "Tımarhaneler" adlı çalışmasını yayımlar. Birer aktör olarak tımarhanedeki hastaların dünyasına ve davranışlarının çözümlenmesine odaklanan Goffman, hastaneye kabul edilmelerinden başlayarak, onların buradaki toplumsal işleyişi öğrenecekleri zamana kadar ki geçen süreç üzerinde durur (Goffman, 1990:13). Son olarak 1963'te bir diğer sembolik etkileşimci Howard S. Becker "Hariciler" isimli çalışmasını yayımlar. Becker çalışmasında grup normunun dışına çıkarak, bu grubun geneli tarafından sapkın davranış sergilediği için etiketlenen insanları ve bu etiketleme sürecini işler (1966: 3-5).

1970'lerde Amerikan sağlık sosyolojisi kendine çalışma alanı olarak hekimliği ve hekimlerin toplumsal statülerinin incelenmesini belirler. Bu noktada ilk örnek Eliot Freidson'un "Hekimlik Mesleği" isimli çalışmasıdır. Çalışmasında Freidson Birleşik Devletler'de profesyonel bir iş olarak tıbbın hastalar üzerinde kurduğu egemenliği ve toplumsal statü açısından hekimlerin zirvede ya da buraya yakın bir şekilde konumlandırıldıklarının altını çizer (Freidson, 1970: xv). 1973'te Maria R. Haug "Profesyonelleşememe" ve Martin Oppenheimer da "Profesyonelin Proleterleşmesi" isimli çalışmalarıyla literatüre katkı sağlarlar. Söz konusu çalışmalar Friedson'ın çalışmalarının aksine doktorların statülerinde görülen kayıplar üzerinde durur. Buna göre Haug, bilgisayar teknolojisinin gelişmesiyle profesyonelin (yani doktorun) zihninde yerleşik olan tekelleşmiş bilginin depolanabilir ve gerektiğinde yeniden kullanılabilir bir hale gelmesinin altını çizer (1996: 131). Böylece doktorun deneyimlerine dayalı bireysel tanımı yerini bilgisayar tanılarına bırakır. Ayrıca genel olarak eğitim düzeyinin artması doktorların sahip oldukları bilgilere yönelik gizemin kalkarak eleştiriye tutulmasına neden olur. Oppenheimer ise doktorların kendi iş yerlerini açmaktan ziyade başkalarının yanında istihdam edilmeye çalıştıklarını ve özel ya da kamusal örgütler içerisinde daha fazla yer aldıklarıdır (1996:151). Bunun bir sonucu olarak iş yeri bürokrasisinin gerekleri onları proleter koşullar içine doğru çekmektedir.

1980'lere gelindiğinde sembolik etkileşimciler kadar çatışmacılar da yapısal-işlevselciliğe yönelik eleştiriler ortaya koyar. Özellikle yapısal işlevselciliğin toplumsal sistemlerin işleyişinde çatışmayı reddetmesi ve onun yerine oluşturdukları sistem anlayışı içerisinde böylesi durumları sapma ve işlevsel yönden bozuk olarak tanımlaması çatışmacı düşünürlerin tepkisiyle karşılaşır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

Amerikan sosyolojisi içerisinde sağlık noktasında çatışmacı yönelimli önde gelen çalışmalardan biri Howard Watzkin'in 1983 tarihli “İkinci Hastalık: Kapitalist Sağlık Hizmetlerinin Çelişkileri" adlı eseridir. Eserinde Watzkin, ilaç ve tıbbi malzeme üreten şirketlerin hasta bakımından faydalar sağlayacağı iddiasıyla sürekli olarak ortaya koydukları yeniliklerle devasa karlar elde ederken, fakir ve azınlık gruplarına yönelik en basit hizmetleri bile sağlayamayan bir sağlık sisteminin çelişkileri üzerinde yoğunlaşır (2000: xv). Benzer bir şekilde 1990'ların başlarında Vicente Navarro “Sağlığınıza Yönelik Tehlike: Sağlık Hizmetlerinde Kapitalizm" adlı çalışmasıyla Birleşik Devletler'de dünyanın en iyi sağlık bakım sistemine sahip olmalarına karşın, vatandaşların buna ulaşmalarında yaşadıkları sorunları dile getirir. Sağlık sigortası olmadan çalışan insanlar, sağlık sigortasının kapsamı kısıtlı olanlar ya da işten çıkarıldığı için sigorta parasını ödeyemeyenlerin yaşadıkları ve bunun gibi pek çok sorun sınıf kavramı üzerinden çözümlenmeye çalışılır (Navarro, 1993: 10-11).

20.YÜZYIL.AVRUPASINDA SAĞLIK SOSYOLOJİSİSağlık sosyolojisinin 1950'lerin ikinci yarısından itibaren kazandığı teorik

çerçeveden sonra, Avrupa'da dikkate değer ilk önemli çalışmalar 1960'ların başında Fransız düşünür Micheal Foucault tarafından gerçekleştirilir. Post-yapısalcı düşünce çerçevesinde Foucault'un çalışmalarının sağlık sosyolojisi açısından önemi “beden" üzerinde toplanır. Sağlık sosyolojisi literatürüne kattığı eserler ise 1961'de “Deliliğin Tarihi", 1963'te “Kliniğin Doğuşu" ve 1976'da “Cinselliğin Tarihi"dir.

Foucault hastalıkları doğada yer alan patolojik bir durum olarak değil, toplumsal ve tarihsel süreçlerin bir sonucu olarak görür. Bu noktada eşcinsellik dinsel inanç sisteminde günah, psikolojide bir davranış bozukluğu ve modern tıpta bir cinsel tercih olarak görülür.

Güç ve bilgi arasındaki yakın ilişkiye de değinen Foucault, bilgiyi bilimsel bir sistem içerisine yerleştirmenin 19.yüzyıl'ın sonunda doktorlara büyük bir saygınlık ve nüfus kazandırdığını belirtir. Ona göre klinik incelemeler tıpçıların gerçekliği tanımlamasında önemli ölçüde toplumsal güç uygulayabilmelerini sağlar (2014: 51-53). Sosyolojiyi sosyal tıbbın bir alt dalı olarak gören Foucault, insanların sosyal bilimlerin yardımıyla yeniden tasarlanmasını bu bilgi/güç ilişkisi içinde açıklar. Ona göre modern ıslahevi, hastane, cezaevi ve okul gibi panoptik denetim aygıtları bilgi/güç ilişkisini en iyi şekilde yansıtarak, şiddet olmaksızın düzenin kontrol altında tutulmasına yardımcı olur.

Foucault ile aynı dönemde çalışmalarda bulunmuş Pierre Bourdieu da dolaylı yollardan sağlık sosyolojisi çalışmalarına kaynaklık eder. Bu noktada özellikle Jean-Claude Passeron ile birlikte 1964'te yayımladıkları eğitim merkezli “Varisler" isimli çalışması dikkat çeker. Bourdieu ve Passeron çalışmalarında Fransız yüksek öğretim kurumlarında temsil edilen öğrencilerin daha çok üst sınıf çocukları olduğu gerçeğini çok keskin bir sol eğilime yönelmeden kültürel sermaye aktarımı üzerinden anlatır. Aynı yıl söz konusu çalışmanın bulgularından Passeron ve Saint Martin tıp öğrencileri ile ilgili ayrıntılı bir başka çalışma ortaya koyarlar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi s

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

Türkiye'de sağlık sosyolojisi açısından ilk önemli çalışma Prof. Dr.

Orhan Türkdoğan tarafından yapılmıştır.

Bordieu'nun kültürel sermaye aktarımı sosyal inşacılık bağlamında da bedeni merkeze alan çalışmalara kaynaklık eder. Bu noktada beden, aileden gelen kazanımlar ve alışkanlıkların gölgesinde şekillenir.

r t /

cucO

• Spor yapmanın önemi yönünde ailesinden kültürel sermaye aktarımı alan bir kişi, bunu alışkanlık haline getirerek kendi gündelik yaşamının ayrılmaz bir parçasına dönüştürür.

Bourdieu'nun bedene yönelik en önemli çalışması ise 1998'de yayımlanan "Eril Tahakküm"dür. Toplumsal cinsiyete (gender) odaklanan eser erkek egemenliğinin tarihsel yapılarını algılamamıza yardımcı olur. Bu bakış feminist teorilerin yanın da sağlık sosyolojisi açısından hemşireliğin neden genellikle bir kadın işi olarak görüldüğünün cevaplanmasına yardımcı olur.

Son olarak 1986 yılında Alman sosyolog Ulrich Beck "Risk Toplumu" adlı çalışmasıyla sağlık sosyolojisi çalışmalarına farklı bir yönelim getirir. Modernlikten kopuşu ve yeni bir toplumsal biçimi ifade etmek için kullanılan risk toplumu, klasik sanayi toplumunun bilim ve teknoloji anlayışının değişmekte olduğunu ve modern dönemin en önemli parçası olan güven kavramının yerini kaygıya bıraktığını belirtir. Küreselleşmeyle birlikte söz konusu kaygılar dünya coğrafyasının her noktasında bireyler tarafından yaşanır. Kuş gribi, küresel ısınma ve nükleer tehditler gibi riskler artık sağlık sosyolojisi çalışmaların gündemine taşınır.

TÜRKİYE'DE SAĞLIK SOSYOLOJİSİ

Batı Sosyolojisi'nin gelişim sürecinde sağlığa yönelik bir alt disiplinin gecikmeli olarak ortaya çıkışı, imparatorluktan cumhuriyete dönüşen Türkiye açısından da benzer bir durum oluşturur. İronik bir şekilde Avrupa tarafından "hasta adam" olarak görülen Osmanlı İmparatorluğu'nun içinde bulunduğu kötü gidişe bir çare bulma düşüncesinin sonucu olarak temellenen Türk Sosyolojisi'nin (Kaçmazoğlu, 2010: 8) sağlığı merkeze alan çalışmaları yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren şekillenmeye başlar. Bu şekillenişin ilk evreleri Mahmut Tezcan tarafından hazırlanan sosyoloji bibliyografyasında, tıp sosyolojisi başlığı altındaki 43 akademik yayınla gerçekleşir ( 1969:1057-1065). Ancak Robert Straus'un tıpta sosyoloji ve tıbbi sosyoloji ayrımı burada da söz konusudur. Tezcan'ın listesinde yer alan çalışmalar çoğunlukla tıpçılar tarafından ortaya konur. Hamdi Dilevurgun, Rasim Adasal, Nusret Fişek gibi tıpçılar bu isimlerden bir kaçını oluşturur. Tıpçılar tarafından ortaya konan söz konusu yayınlar göz önüne alındığında, Batı'dakine benzer bir şekilde Türk Sağlık sosyolojisi'nin bu dönemdeki önde gelen ilgi alanının akıl sağlığı olduğu görülür. Listede sosyolog kimliğiyle yer alan Orhan Türkdoğan ise Türkiye'de sağlık sosyolojisi açısından ilk önemli çalışmayı gerçekleştirir. Bu çalışma 1966 yılında "Erzurum Bölgesinde Sağlık-Hastalık Probleminin Sosyal Yönden Araştırılması" adlı doçentlik teziyle ortaya konur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

Yine aynı yıl Türkdoğan'ın "Türk Köy Sosyolojisine Yardımcı Olması Bakımından Medikal Sosyoloji, Saha ve Problemleri" adlı makalesi sağlık sosyolojisi disiplininin sınırlarını belirlemeye yönelik bir deneme olması açısından önem taşır.

1970'lere gelindiğinde bu disiplinde herhangi bir çalışma ortaya konmazken 1982'de Aytül Kasapoğlu, "Sağlık Örgütlerinde Personelin Sosyal İlişkileri" adlı doktora teziyle literatüre katkı sağlar. Kasapoğlu'nun teziyle birlikte 1990'lı yılların başına kadar sürecek bir zaman diliminde ortaya koyduğu bir dizi çalışma da 1999'da Mehmet Ecevit tarafından yayına hazırlanan, "Sağlık Sosyolojisi- Türkiye'den Araştırmalar" başlığı altında toplanarak bir araya getirilir.

1989'da Bahattin Akşit ve Belma Akşit'in "Bebek ve Çocuk Ölümlerinin Sosyo- kültürel Belirleyicileri" adlı çalışması yayımlanır. Bunu UNlCEF'in desteğinde yayımlanan "Temel Sağlık Hizmetlerinde Toplum Katılımı: Antalya'nın Bir Gecekondu Bölgesinde Hızlı Antropolojik Bir Araştırma" (1994) adlı çalışma takip eder.

1996'da Sezgin Kızılçelik'in "Türkiye'nin Sağlık Sistemi-Bir Medikal Sosyoloji Denemesi" ve 2002'de Nurşen Özçelik Adak'ın "Sağlık Sosyolojisi- Kadın ve Kentleşme" adlı sonradan kitaplaştırdıkları doktora tezleriyle de literatüre katkı sağlanır. Makrososyolojik bir bakış açısına sahip olan Kızılçelik'in çalışması, kuram olarak Parsons'ın geliştirdiği genel sistem teorisine dayanır. Bu noktada çalışmasında bir alt sistem olarak sağlığı ele alan Kızılçelik, uygulamalı bir sosyolojik çözümleme sunar. Adak da kadını merkez alan çalışmasında Kızılçelik gibi uygulamalı bir çözümleme gerçekleştirir.

Türkiye'de sağlık sosyolojisinin gelişiminde önemli safhalardan biri de 1998'de Sağlık İçin Sosyal Bilimler Derneği'nin kurulmasıyla yaşanır. Kuruluş amacını, "Sosyal Bilimler bilgi ve yöntemlerini sağlık alanına uygulayarak bireylerin ve toplumun sağlık düzeyinin yükseltilmesine katkıda bulunmak" şeklinde ifade eden dernek, sağlık bilimleri ile sosyal bilimlerin kuramsal ve uygulamalı çalışma alanları arasında köprü oluşturmaya çalışır.

Sağlık sosyolojisinin akademik yönden genişleyen popülaritesi, 2001 Temmuz ayında Toplumbilim Dergisi'nin 13. sayısının bu alana yönelik özel bir sayıyı da çıkarmasına neden olur. Dergide halk sağlığı, geleneksel ve modern tıp ayrılığı, halk hekimliği, sağlık ve antropoloji ilişkisi, sağlıkta eşitsizlik, kadın ve ruh sağlığı, tımarhane ve rasyonelleşme ilişkisi, ötenazinin ele alınmasının yanı sıra Michel Foucault ve Talcott Parsons gibi isimlere ait çevirilere de rastlanır. Bu noktada çevrilmiş çok fazla eseri olmayan Parsons'ın "Sağlık ve Hastalık: Sosyolojik Bir Eylem Perspektifi" adlı makalesi, önem taşır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

Sağlık multidisipliner olarak pek çok sosyal bilim araştırmalarının

merkezindedir. Bu noktada özellikle

bedenini merkeze alan çalışmalara yönelik

yoğun bir talep vardır.

2001 yılı içerisinde yayımlanan diğer bir çalışma ise Zafer Cirhinlioğlu'nun "Sağlık Sosyolojisi" isimli ders kitabıdır. Söz konusu çalışma, yaklaşık olarak beş yıl alanındaki tek ders kitabı olur. 2006'da Burhan Baloğlu'nun "Ekonomik ve Sosyolojik Bakış Açısıyla Sağlık ve Hastalık" ve 2012'de Sosyolog Özgür Sarı ve Doktor Kadir Gökhan Atılgan'ın birlikte kaleme aldıkları "Sağlık Sosyolojisi- Hastalık ve Sağlığa İlişkin Kavramsal Tartışmalar" isimli çalışmalar da literatüre eklenen diğer ders kitaplarıdır.

2008'de Aytül Kasapoğlu'nun editörlüğünde "Madalyonun İki Yüzü: Hastalık ve Sağlık" adlı çalışma yayımlanır. Kanser, AIDS, diyabet, hepatit C, böbrek yetmezliği, MS, kronik bronşit ve astım gibi kronik hastalıkların yanı sıra menopoz ve hamilelik dönemine ilişkin uygulamalı çalışmaları içeren kitap, biyopsikososyal yaklaşım eşliğinde Aktör İlişkiler ağı Kuramı'na dayanır. Derinlemesine mülakatlarla toplanan veriler ise hastalardan, hastalıkları ve kendileriyle ilgili istenen çizimlerle görsel bir sosyoloji denemesine dönüşür.

2011'de Sosyoloji Araştırmaları Dergisi'nin güz ve bahar dönemlerine ait her iki sayısında sağlığa yönelik çalışmalar yayımlanır. Bunlar Zuhal Yonca Odabaş ve Günnur Ertong'un "Kuş Gribinin Sosyal Etkileri: Türkiye ve Endonezya Karşılaştırması" ve Şehriban Şahin Kaya'nın "Televizyonda Kadın, Sağlık ve Hastalık" adlı çalışmalardır.

Buraya kadar sıralan çalışmalar sosyologlar tarafından ortaya konmuş olmakla birlikte, ortak payda olan "sağlık" multidisipliner olarak pek çok sosyal bilim araştırmalarının merkezindedir. Bu noktada özellikle insan bedenini merkeze alan çalışmalara yönelik yoğun bir talep olduğu görülür. Cenk Özbay, Ayşecan Terzioğlu ve Yeşim Yasin'in gözetiminde hazırlanan 2010 tarihli "Neo-liberalizm ve Mahremiyet" ve Kadir Canatan'ın editörlüğünü yaptığı 2011 tarihli "Beden Sosyolojisi" isimli çalışmalar bunlara örnektir. İletişimci gözüyle Deniz Sezgin'in "Tıbbileştirilen Yaşam Bireyselleştirilen Sağlık" (2011) adlı çalışması, işletmeci ve ekonomistlerin sağlığı sosyal politika düzleminden ele alan çok sayıda çalışması, Ayşe Buğra- Çağlar Keyder'in derleyenler arasında yer aldığı "Sosyal Politika Yazıları" (2011) ve yine Çağlar Keyder'in "Avrupa'da ve Türkiye'de Sağlık Politikaları" (2007) adlı derleme çalışması pek çok toplumbilimcinin sağlık ilgisini bir araya getiren örnekler arasındadır.

Son olarak tıpçılardan da sağlık politikalarını, doktorları, doktor-hasta ilişkilerini, özel sermaye ve tıp ilişkisini eleştirel bir şekilde ele alan çalışmalar yayınlanmaktadır. Ahmet Rasim Küçükusta'nın "Bir İki Üç Tıp" (2011) ve "Kalbime Koy Başını Doktor" (2011); Şükrü Hatun'un "İnsancıl Bir Tıp İçin" (2012); İlknur Arslanoğlu'nun editörlüğünü üstlendiği "Tıp Bu Değil 1" (2012) ve "Tıp Bu değil 2" (2013); İsmail Hakkı Aydın'ın "Rabbim Beni Doktorlardan Koru" (2013) ve Selda Ökten'in "Kırmızı Alarm" (2014) adlı çalışmaları bunlara örnektir. Hatta kronolojik bir şekilde takip ettiğimiz bu bibliyografyanın dışında yer alacak şekilde 2006'da tıpçılar tarafından "Eleştirel Bir Sağlık Sosyolojisi Sözlüğü" yayımlanır. Sol bir bakış açısının hâkim olduğu sözlük, Marksist kavramlar ve sağlıkta eşitsizliği ön plana alan maddeleri içerir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

SAĞLIK SOSYOLOJİSİNİN KONUSU

m

Genel olarak değerlendirildiğinde

Bryan S. Turner sağlık sosyolojisini birey,

mikro ve makro olmak üzere üç analiz

düzeyinde incelenebileceğini

belirtir.

Sağlık sosyolojisinin konusunun ne olduğuna yönelik ilk girişim Aytül

Kasapoğlu'nun aktarımıyla Kerdal ve Merton tarafından yapılır. Bu sınıflamaya

göre sağlık sosyolojisi dört noktada araştırmalarda bulunur. Bu noktalar şunlardır:

• Hastalık nedenleri ve çevre bilim

• Sağlığın korunması ve hastalığa tepkiler

• Sağlık olanaklarının örgütlenmesi

• Mesleki eğitim

Bu sınıflandırmanın daha geniş bir versiyonu ise David Mechanic tarafından yapılır.

Hastalıkların dağılımı ve nedenleri

Hastalığa toplumsal ve kültürel tepkiler

Sağlık hizmetinin sosyokültürel yanı Ölüm oranları

Nüfus içerisinde hastalıkların görülme sıklığı

Sağlık uygulamalarının örgütlenmesi

Tedaviye yönelik mesleklerin sosyolojisi

Hastane sosyolojisi

Toplum sağlığı örgütlenmesi

Toplumsal değişim ve sağlık hizmeti

Sağlık hizmeti örgütlerinin karşılaştırılması

Tıbbi eğitim

Sağlık hizmetlerinin kullanımı

Halk sağlığı

Stres, hastalık ve bunlarla baş etme

Değişen toplumsal davranışlara yönelik yeni teknolojiler

Toplumsal psikiyatri

Hukuksal ve etiksel konular

Sağlık ekonomisinin toplumsal yönleri

Davranış sorunları ve sağlık hizmeti

Yarı profesyoneller

Sağlık politikaları ve siyaset

Tüm bu konu başlıkları genel olarak değerlendirildiğinde Bryan S. Turner

sağlık sosyolojisinin üç analiz düzeyinde incelenebileceğini belirtir. Bunlar sırasıyla

birey, mikro ve makro düzeylerdir. Birinci düzeyde rahatsızlık deneyimi birey

açısından ele alınır. Bunu yaparken de fenomenoloji ve sembolik etkileşimcilik gibi

farklı sosyolojik perspektiflerden konuya yaklaşılır. İkinci düzey uzman meslek

gruplarının bireyleri sınıflandırmak ve düzenlemek için kullandıkları hastalık

kategorilerinin sosyal inşasına odaklanır. Son düzeyde ise sağlık hizmetlerinin

toplumsal organizasyonları, devlet ve ekonomiyle ilişkileri ele alınır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

Tablo3. 2. Analiz Düzeyine Göre Sağlık Sosyolojisi Araştırma Konuları

DÜZEY ARAŞTIRM A KONUSU PERSPEKTİF

Birey Rahatsızlık deneyim i Fenom enoloji

M ikro "Kültürel" rahatsızlık

kategorileri

Roller, norm lar ve

sapm a sosyolojisi

M akro Sağlık hizm etleri

sistem leri ve sağlık

politikaları

Rahatsızlığın ekonom i

politiği

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

(DM

O

•Friedrich Engels ve Auguste Comte, sağlık sosyolojisi bağımsız bir disiplin hâline dönüşmeden önce sağlık üzerine dolaylı ilk yazıları yazan sosyologlardır.

•Engels "İngiltere'de İşçi Sınıflarının Durumu" adlı incelemesinde, Durkheim ise "İntihar" adlı çalışmasında sağlık konusuna değinmiştir.

•Sağlık sosyolojisi ifadesi ilk kez tıpçılar tarafından kullanılmıştır.•II.Dünya Savaşı'ndan sonra 1950'lerin başlarında sağlık sosyolojisi ABD'de bağımsız bir disiplin haline gelmiştir.

•Robert Straus sağlık sosyolojisini sosyologların konumu ve bu konumun ortaya çıkardığı eyleme göre iki alana böler: tıpta sosyoloji ve tıbbi sosyoloji

•Genel olarak uygulamalı sosyoloji yönünde gelişme gösteren sağlık sosyolojisi Talcott Parsons'ın sistem kuramıyla birlikte teorik bir yönelim içine girer.

•2.yy.Avrupasının sağlık sosyolojisine katılımları genellikle bedeni merkeze alır.

•Türkiye'de sağlık sosyolojisi açısından ilk önemli çalışma Prof. Dr. Orhan Türkdoğan tarafından 1966 yılında "Erzurum Bölgesinde Sağlık-Hastalık Probleminin Sosyal Yönden Araştırılması" adlı doçentlik teziyle ortaya konulur.

•Sağlık günümüzde multidisipliner olarak pek çok sosyal bilim araştırmalarının merkezindedir. Bu noktada özellikle bedenini merkeze alan çalışmalara yönelik yoğun bir talep vardır.

•Bryan S. Turner söz konusu sağlık çalışmalarını üç düzeyde ele alır. Birey, mikro ve makro.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

• İnternet üzerinden herhangi bir kitap satış sitesine giriş yaparak, sağlık sosyoloji ile ilgili olabilecek yayınları, yılı ve konuları açısından kontrol ederek mevcut sağlık sosyolojisi akımının hangi yönde eğilim gösterdiğini tespit ediniz.

• Hazırladığınız ödevi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan "ödev" bölümüne yükleyebilirsiniz.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan "bölüm sonu testi" bölümünde etkileşimli

olarak cevaplayabilirsiniz.

N_________ ^

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. "İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu" adlı eser aşağıdaki düşünürlerden hangisine aittir?

a) Emile Durkheimb) Friedrich Engelsc) Karl Marxd) Georg Simmele) Saint Simon

2. Medikal sosyoloji (sağlık sosyolojisi) ifadesi ilk kez kim tarafından kullanılmıştır?

a) Emile Durkheimb) Charles McIntirec) Talcott Parsonsd) August B. Hollingsheade) Michael M. Davids

3. Birleşik Devletler'de sağlık sosyolojisi ilk olarak hangi meslek temsilcilerince kullanılmıştır?

a) Sosyologlarb) Hukukçularc) Tarihçilerd) Tıpçılare) Felsefeciler

4. Tıpta sosyoloji ve tıbbi sosyoloji ayrımı aşağıdaki düşünürlerden hangisi tarafından yapılmıştır?

a) Talcott Parsonsb) William C. Cockerhamc) Robert Strausd) Frederick C. Redliche) Bernard J. Stern

5. Aşağıdakilerden hangisi Kerdal ve Merton'un belirlediği sağlık sosyolojisi konularından biri değildir?

a) Hastalık nedenleri ve çevre bilimb) Mesleki eğitimc) Sağlığın korunmasıd) Sağlık olanaklarının örgütlenmesie) Yarı profesyoneller

6. Bryan S. Turner'a göre araştırma düzeyi birey olan sağlık sosyolojisinin konusu ve perspektifi ne olur?

a) Rahatsızlık deneyimi- Fenomenolojib) Rahatsızlık deneyimi- Rahatsızlığın ekonomi politiğic) Fenomenoloji- "Kültürel" rahatsızlık kategorilerid) Sağlık politikaları- Fenomenolojie) Sağlık politikaları- Roller, normlar ce sapma sosyolojisi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

7. Türkiye'de sağlık sosyolojisi açısından ilk önemli çalışmayı yapan kişi aşağıdakilerden hangisidir?

a) Orhan Türkdoğanb) Sezgin Kızılçelikc) Mahmut Tezcand) Aytül Kasapoğlue) Bahattin Akşit

8. Aşağıdaki düşünürlerden hangisi sağlık sosyolojisini uygulamalı çalışmalardan teorik nitelikli çalışmalara taşımıştır?

a) Robert Strausb) David Mechanicc) Bryan S. Turnerd) Emile Durkheime) Talcott Parsons

9. "İntihar" adlı eser aşağıdaki düşünürlerden hangisine aittir?a) Max Weberb) Karl Marxc) Bryan S. Turnerd) Emile Durkheime) Talcott Parsosns

10. "Tıpta ve tıbbi sosyoloji" kavramları hakkında aşağıda verilenlerden hangisi yanlıştır?

a) Tıpta sosyoloji birçok farklı disiplinden gelen kavramların, tekniklerin ve personelin bütünleşmesini içerir.

b) Tıpta sosyoloji belirli bir sağlık sorunuyla ilgili etkenleri çalışırken doktor ve diğer sağlık personeliyle doğrudan iş birliği içerisindedir.

c) Tıpta sosyoloji sosyolojik bir sorundan ziyade öncelikle tıbbi bir sorun tarafından harekete geçirilmiş uygulamalı araştırma alanıdır.

d) Tıbbi sosyoloji örgütsel yapı, rol ilişkileri, değer sistemleri ve tıbbın işlevleri gibi etkenlere odaklanır.

e) Tıbbi sosyologlar içinde bulundukları sağlık kurumlarının avantajlarıyla tıptaki sosyologlardan daha faydalıdırlar.

Cevap Anahtarı1.B, 2.B, 3.D, 4.C, 5.E, 6.A, 7.A, 8.E, 9.D, 10.E

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR

Beck, U. (2011). Risk Toplumu. (Çev. Ersin Kuşdil), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Becker, H. S. (1966). Outsiders: Studies in the Sociology o f Deviance. New York:The Free Press.

Blackwell, E. (1902). Essays In Medical Sociology. London: Ernest Bell.

Cockerham W.C. (2001). "Medical Sociology and Sociological Theory", (ss.3-22).The Blackwell Company to Medical Sociology, USA: Blackwell Publishers Ltd.

Cockerham, W.C.-Ritchey, F.J. (1997). Dictionary o f Medical Sociology. London: Greenwood Press.

David, M. (1978). Medical Sociology. (2.Edition), New York: The Free Press.

Durkheim, E. (2002). İntihar. (Çev. Özer Ozankaya), İstanbul: Cem Yayınevi.

Engels, F. (2013). İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu. (Çev. Oktay Emre), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Foucault, M. (2014). Kliniğin Doğuşu. (Çev. Şule Ünsaldı), Ankara: Epos Yayınları.

Freidson, E. (1970). Profession of Medicine. Chicago: The University of Chicago Press.

Goffman, E. (1990). Stigma: Notes on the Management of Spoiled Identity.London: Penguin Books.

Haug, M. R. (1996). "Profesyonelleşememe: Gelecek İçin Alternatif Bir Hipotez", (Çev. Zafer Cirhinlioğlu), Meslekler ve Sosyoloji. Ankara: Gündoğan Yayınları.

Hollingshead, A.B. (1973). "Medical Sociology: A Brief Review", (ss.531-542). The Milbank Memorial Fund Quarterly. Health and Society. 51(4).

Hollinhshead, A.B.-Redlich, F.C. (1954). "Social Stratification and Schizophrenia", (ss.302-306). American Sociological Review. 19(3).

Kaçmazoğlu, H.B. (2010). Türk Sosyoloji Tarihi I- Önkoşullar. İstanbul: Kitabevi Yayınları.

Kasapoğlu, A. (1999). Sağlık Sosyolojisi- Türkiye'den Araştırmalar. Ankara:Sosyoloji Derneği Yayınları.

Kongar, E. (2002). Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Navarro, V. (1993). Dangerous To Your Health: Capitalism in Health Care. USA: Monthly Review Press.

Oppenheimer, M. (1996). "Profesyonelin Proleterleşmesi". (Çev. Zafer Cirhinlioğlu), Meslekler ve Sosyoloji. Ankara: Gündoğan Yayınları.

Parsons, T. (1991). The Social System. London: Routhledge & Kegan Paul Ltd.

Poloma,M.M. (1993). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. (Çev. Hayriye Erbaş), Ankara: Gündoğan Yayınları.

Riska, E.-Annandale, E.-Dingwall, R. (2009). "Health Sociology: Conflict, Competition, Cooperation", (ss.124-139). The ISA Handbook in Contemporary Sociology. London: Sage Publication.

Straus, R. (1957). "The Nature and Status of Medical Sociology", (ss.200-204). American Sociological Review. 22(2).

Swingewood, A. (2010). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi. (Çev. Osman Akınhay),3.Baskı, İstanbul: Agora Kitaplığı.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

Sağlık Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi

Turner, B.S. (2011). Tıbbi Güç ve Toplumsal Bilgi. (Çev. Ümit Tatlıcan), Bursa: Sentez Yayıncılık.

Tezcan, M. (1969). Türk Sosyoloji Biblografyası: 1928-1968. Ankara: Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları.

Warbasse, J.P. (1909). Medical Sociology. London: D.Appleton and Company.

http://www.sosbil.org/content/tüzük

Watzkin, H. (2000). The Second Sickness: Contradictions o f Capitalist Health Care.USA: Rowman and Littelfield Rublishers Inc.

Kaynak: Bryan S. Turner, Tıbbi Güç ve Toplumsal Bilgi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

SAĞLIK SOSYOLOJİSİNDETEMEL YAKLAŞIMLAR VE

TEORİLER

LUÛz

’ u *

Girişİşlevselci Yaklaşım •Toplumsal sapma olarak hastalık

ve hasta rolü• Parsons'ın tıp mesleği analizi Çatışmacı Yaklaşım• Kapitalist tıp •Sağlığın metalaşması •Toplumsal sınıflar ve sağlık• İatrojenez Yorumlayıcı Yaklaşım •Toplumsal inşacılık •Sembolik etkileşimcilik Post Yapısalcı Yaklaşım Feminist Yaklaşım Postmodern Yaklaşım

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;• İşlevselci yaklaşıma göre tıbbın

toplumsal işlevini değerlendirebilecek,• Hasta rolü kavramını açıklayabilecek,• Çatışmacı yaklaşıma göre kapitalist

tıbbın özelliklerinin neler olduğunu sıralayabilecek,

• İatrojenez kavramını açıklayabilecek,• Yorumlayıcı yaklaşımın sağlık

sosyolojisine katkılarını değerlendirebilecek,

• Medikalizasyon kavramını açıklayabilecek,

• Feminist yaklaşımın sağlık sosyolojisine katkılarını değerlendirebilecek,

• Postmodern yaklaşımın sağlık sosyolojisine katkılarını değerlendirebileceksiniz.

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

'Sağlık sosyolojisi' terimi ilk olarak 1894'te

Charles McIntyre tarafından, sağlığın

toplumsal belirleyicilerinin incelendiği bir

çalışmada kullanmıştır.■_____________ J

GİRİŞ

Sosyolojinin bilim olarak ortaya çıktığı ilk dönemde sosyologlar sağlıkla görece az ilgilenmiş, ama 1960'lardan sonra bu konudaki sosyoloji çalışmaları artmış ve çeşitlenmiştir. Sağlığa duyulan sosyolojik ilginin artmasında sağlığın sosyal ve ekonomik belirleyicilerinin ortaya konması, tıbbın bilimselliğinin sorgulanması, tıp ve ecza endüstrilerindeki ilerlemeler ve toplum sağlığını tehlikeye atan risklerin artması etkili olmuştur. Sosyoloji teorilerinin her biri sağlık ve toplum ilişkisinin farklı yönlerine odaklanmıştır. Bu ünitede sosyolojide İşlevselci, Çatışmacı, Yorumlayıcı, Feminist ve Postmodern yaklaşımların sağlığı ele alma biçimleri ve sağlık sosyolojisi açısından katkıları değerlendirilecektir.

İŞLEVSELCİ YAKLAŞIM

İşlevselci Yaklaşım toplumda istikrar ve dayanışmayı vurgulayan ve sağlığı toplumun işleyişi için önemli bir kaynak olarak ele alan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın en önemli temsilcisi olan Talcott Parsons (1951) tıp mesleğinin toplumsal işlevini incelemiş ve sağlık sosyolojisinde oldukça önemli bir kavram olan "hasta rolü" kavramını geliştirmiştir.

Toplumsal Sapma Olarak Hastalık ve Hasta Rolü

Sağlık, Parsons'a göre değerli bir toplumsal kaynaktır ve bireylerin toplumsal rollerini yerine getirmeleri ve toplumun düzgün şekilde işleyebilmesi için gereklidir. Bu nedenle insanların sık sık hastalanması ve toplumda çok fazla insanın hasta olması disfonksiyoneldir, çünkü hastalıklar toplumsal rollerin yerine getirilmesini engeller. Diğer bir deyişle insanların hastalık nedeniyle işlerine veya okullarına gitmemeleri ve rollerini yerine getirmemeleri toplumsal düzeni bozacaktır. Bu nedenle Parsons hastalığı bir toplumsal sapma olarak görür. Peki, insanların ne kadar hasta olacağı insanlara mı bağlıdır, biyolojik nedenlerle ilgili değil midir? Parsons (1951) bu soruya, bütün hastalıkların bir dereceye kadar fiziksel veya biyolojik olduğu, ama aynı zamanda insanların hasta olmayı tercih edebilecekleri, yani hastalığın bir tercih meselesi de olduğu yanıtını verir.Amerikan toplumunu inceleyen Parsons, toplumun insanlardan bireysel, aktif ve başarılı olmalarını beklediğini ve bu yönde bir baskı uyguladığını gözlemlemiştir. Ancak insanlar her zaman aktif ve başarılı olamamakta, üstelik bu nedenle başarısız görülmekten endişe etmekte, gerilim ve stres yaşamaktadırlar. Parsons'a göre insanlar günlük hayattaki bu gerilimlerle baş edemedikleri zaman hastalığı bir kaçış alanı gibi görüp hasta olmayı tercih edebilmektedirler, çünkü hasta oldukları zaman toplumsal rollerinden bir süreliğine muaf tutulacaklardır. Parsons bu durumu "hasta rolü" kavramıyla açıklar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Parsons'a göre doktorların toplumsal

işlevi, çok sayıda insanın hasta rolüne girerek

toplumsal görevlerinden kaçmalarını

engellemektir.

<DC

• Hastayım diyen herkesin hasta olduğuna inanıyor muyuz? Örneğin sabah okula gitmek istemeyen bir öğrenci karnının ağrıdığını veya hasta olduğunu söylerse, okula göndermemek için yeterli bir neden olarak kabul ediyor muyuz? Doktora gitmeyi reddettiği halde hasta olduğu konusunda ısrar eden bir arkadaşınıza nasıl davranırsınız?

Hasta rolüne giren kişinin iki hakkı ve iki zorunluluğu vardır, hakları normal sosyal rollerden muaf tutulmak ve hastalığından veya sağlığının bozulmasından ötürü kişisel olarak suçlanmamaktadır. Buna karşılık kişi iyileşmeyi, yani mümkün olan en kısa sürede hasta rolünden çıkmayı istemeli, iyileşmek için profesyonel yardım aramalı ve tedavi sürecinde doktorlarla iş birliği yapmalıdır. Parsons (1951) hastalar gibi doktorların da iki hakkı ve iki zorunluluğu olduğunu söyler. Doktor rolü çerçevesinde doktorların hakları hastanın güvenine sahip olma ve bedenine erişebilmektir, zorunlulukları ise hastaya bakarken en yüksek düzeyde ehliyet uygulamak ve kendi çıkarına değil, hastanın çıkarına yönelik davranmaktır.

Hasta ve hekim rollerinde haklar ve zorunluluklar

Zorunluluklar Haklar

Hastarolü

1. İyileşmeyi istemek 1. Hastalık süresince normal sosyal rollerden muaf tutulmak

2. Doktorlarla iş birliği yapmak 2. Hastalıktan ötürü kişisel olarak suçlanmamak

Hekimrolü

1. Hastaya en yüksek ehliyetle bakmak

1. Hastanın güvenini kazanmak

2.Kendi çıkarını değil, hastanın çıkarını düşünmek

2. Hastanın bedenine erişim hakkına sahip olmak

Hasta rolüne giren kişi toplum tarafından meşru olarak hasta kabul edilir, ancak bu role girebilmek için rolün zorunluluklarını yerine getirmek gerekir. Yani hasta olmak bitkin veya yorgun hissetmek gibi öznel duygularla değil, diğer insanların verdikleri tepkilerle, doktorların ve toplumun bireyi meşru olarak hasta kabul edip etmemesiyle ilgilidir. Parsons'a (1951) göre çok sayıda insan hasta rolüne girerse toplumun işleyişi bozulacaktır, bu nedenle her isteyenin hasta rolüne girmesi engellenmelidir. İnsanların hasta rolüne girmesini engelleyecek olanlar da doktorlardır, çünkü hasta hissetmek ile hasta olmak, yani hasta rolüne girip toplum tarafından hasta kabul edilmek arasında doktorların koyacağı teşhis bulunur. Bu nedenle Parsons'a göre tıbbın en önemli işlevi çok sayıda insanın hasta rolüne girmesini engelleyerek insanların toplumsal rollerine etkin bir şekilde devam etmesini sağlamasıdır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Parsons'a göre doktorlar evrenselci, özgeci, kendi

çıkarlarından çok toplumun çıkarlarını düşünen bir meslek

grubudur.

Hasta rolüne yönelik eleştirilerParsons'ın geliştirdiği hasta rolü bazı açılardan eleştirilmiştir. Bu eleştiriler

özetle (Annandale, 1998) şunlardır:

• Hasta rolüne girmek, Parsons'ın düşündüğü kadar basit değildir; farklı hastalıklar, hastalığın ne kadar ciddi olduğu, hastanın toplumsal sınıfı, cinsiyeti, yaşı gibi faktörler hasta rolüne girmeyi daha karmaşık bir hale getirir. Örneğin, iş güvencesi olmayan, işe gitmediği takdirde işten çıkarılacağından korkan biri günlük yaşamın geriliminden kaçmak için hasta rolüne girmek istemeyecektir.

• Hastalıklar ahlaki açıdan yansız değildir ve Parsons'ın düşündüğünün aksine doktorlar ahlaki yargılarını teşhis ve tedavi sürecine dahil edebilmektedir. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar, bazı zihinsel hastalıklar veya madde bağımlılığı gibi pek çok hastalık damgalanmış hastalıklardır.Bu tip hastalıklarda hem doktorların hem de toplumun hasta haklarına, hatta insan haklarına aykırı bir şekilde ayrımcı davrandığı, hastalık için hastayı suçlayan bir tutum içine girdiği bilinmektedir.

• Hasta rolüne giren kişi sosyal rollerden bir süreliğine muaf olabilir, ancak sorumluluktan kaçamaz. Örneğin hasta olduğu için ödevlerini yapmayan bir öğrenci veya rapor hazırlaması gereken bir memur iyileştiğinde, hastayken yapamadığı işleri yapmak zorunda kalacaktır.

• Hasta rolü akut durumlara mahsustur, kronik hastalıklara ait olamaz. Örneğin diyabet (şeker), kalp hastalığı gibi kronik hastalıklarda hasta rolünün hastaya sağladığı haklar geçerli değildir.

• Parsons hastanın gönüllü olarak hekime itaat edeceğini belirtmiştir ama hastalar pasif değildirler, doktorlarla çatışabilirler.

Parsons'ın Tıp Mesleği AnaliziKapitalist toplumda toplumsal yaşamın temeli insanların piyasada kendi

çıkarlarını gerçekleştirmelerine ve kârlarını artırmaya çalışmalarıdır ve Parsons'a göre böyle bir toplumda toplumsal dayanışma da toplumsal yaşam da mümkün değildir. Toplumun bir arada kalması için kâr güdüsüne ve bireyci fayda anlayışına direnecek toplumsal kurumlara ihtiyaç vardır. Parsons için bu kurumlar profesyonel mesleklerdir ve en önemlileri de tıptır. Bu sayede Parsons modern toplumun genel olarak kapitalist olarak adlandırılamayacağını, ekonomisi kapitalist olsa da profesyonel meslekler sayesinde toplumsal yapısının kapitalist olmadığını ileri sürer. Tıp mesleğinin piyasa ilişkilerindeki rekabetçiliği ve bencilliği kırdığını düşünen Parson'a göre bu mesleğin dört temel özelliği vardır (White, 2002:106):

• Doktorlar hastaların toplumsal sınıfına, cinsiyetine, etnik grubuna veya dinine bakmaz, kimseye ayrımcılık yapmaz, uygulamalarını evrensel bir şekilde gerçekleştirirler.

• Doktorlar duygusal açıdan yansızdırlar, ilgilendikleri bireyler hakkında ahlaki yargılarda bulunmazlar.

• Doktorların eylemleri kendi çıkarlarına değil, toplumun iyiliğine yöneliktir.

• Doktorlar işlevsel olarak spesifiktirler, yani sadece var olan sorunla ilgilenir ve diğer faktörleri incelemezler. Örneğin, hastanın sadece doktora sorun olarak gösterdikleri konuyla ilgilenir, ahlakıyla, değer yargılarıyla, hayatıyla, yani o sırada tıbbi bir sorun oluşturmayan konular ile ilgilenmezler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Parsons'a göre bu özellikler sayesinde doktor-hasta ilişkisi, ekonomik sözleşmeye dayalı iş ilişkisinin aksine ekonomik olmayan bir ilişkidir. Böylece hasta doktorun kendisini yargılamadan tedavi edeceğine güvenir ve iyileşme gerçekleşir. Parsons'ın tıbba büyük önem vermesinin nedeni tıbbın bilimselliği değil, doktorların mesleki özellikleri ve tıbbın toplumsal işlevi, yani çok fazla sayıda insanın hasta rolüne girmesini engelleme görevidir. Tıbbın bilimsel temelleri Parsons'a göre şüphelidir. Bu şüphe şu düşüncelere dayanır:

• İlk olarak, Parsons çeşitli toplumlarda şamanların veya din adamlarının da hastaları tedavi ettiğini hatırlatır. Tarihsel ve antropolojik çalışmalar dikkate alındığında hastalığın sihirle mi, dinle mi yoksa bilimle mi tedavi edileceği önemli değildir. Parsons (1951) için iyileştirme, sistemin meşruluğu ile ilgilidir. Bütün sistemlerde tedavi başarılı olur ve hasta iyileşirse sistem meşrulaştırılmış olur, eğer hasta iyileşmezse bu durumun doğadan, şeytandan veya bilgi eksikliğinden kaynaklandığı düşünülür ve sistemin meşruluğu sorgulanır.

• İkinci olarak Parsons'ın (1951) tıbbın bilimselliği ile ilgili şüpheleri vardır.Bu şüpheleri desteklemek için Parsons çeşitli kanıtlar sunar. Bunlardan biri tıp alanındaki yeni keşif ve uygulamaların keşfedildiği ilk zamanlarda bilimsel olmayan nedenlerle reddedilmesidir. Örneğin, Harvey'in Kan Dolaşımı Teorisi, dönemin dinî anlayışına aykırı olduğu için doktorlar tarafından reddedilmiştir. Benzer şekilde doktorların ekonomik ve toplumsal statüsünü zedeleyeceği için aşılama, mikropsuzlaştırma ve enfeksiyonla ilgili çeşitli düşünceler de reddedilmiştir. Daha sonra kabul edilen bu uygulamalar ve teorilerin başlangıçta reddedilmesi Parsons'a göre tıbbi kararların sadece bilimsel temellere dayalı olarak verilmediğinin bir göstergesidir. Parsons tıbbın bilimsel statüsünün sorunlu olduğu bir diğer alan olarak placebo etkisini gösterir. Placebo, ilaç almadığı halde ilaç aldığını zanneden hastaların, ilaç alan hastalarla aynı şekilde iyileşme göstermesidir. Parsons bu duruma "modern tıptaki sihir faktörü" adını verir. Placebo, tıbbın uyguladığı bilgide boşluklar olduğunu ve iyileşme sürecinde hastaların da etkili olduğunu göstermektedir. Parsons insanların iyileşmeyi umdukları için iyileştiklerini, tedaviyle iyileşme arasında her zaman bir ilişki olmayabileceğini ileri sürer.

Tıbbın bilimsellik iddiasına yönelik bu sorunlar ışığında Parsons hasta olmanın öncelikle biyolojik veya psikolojik bir durum değil, bir toplumsal rol olduğu sonucuna varır. Hastalığın sadece biyolojik olduğu anlayışına karşı çıkar, neyin hastalık sayılacağını ve nasıl tedavi edileceğini kültürün ve toplumsal rollerin belirlediğini savunur.

Parsons'ın tıp analizine yönelik eleştirilerParsons'ın tıp mesleği analizi, tıbbın toplumsal kontrolü nasıl sağladığını

göstermesi açısından güçlü bir analizdir, ancak bazı açılardan eleştirilmiştir. Bu eleştiriler şu şekilde özetlenebilir:

• Çalışmalar bazı doktorların hastaların toplumsal sınıflarına, cinsiyetlerine ve etnik gruplarına göre ayrımcılık yaptığını göstermektedir. Örneğin; kadınlar, yoksullar, etnik azınlıklar ihmal edilmekte, tıbbi konsültasyonun süresi bile hastanın sınıfına, cinsiyetine ve etnik durumuna göre değişmektedir (White, 2002). Bazı çalışmalar cerrahların ameliyattan önce hastanın ameliyatı hak edip etmediği hakkında varsayımlarda bulunduklarını ve hastaları seçtiklerini göstermektedir (Hughes ve Griffiths, 1996).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Engels'e göre hastalıkların nedeni kapitalistlerin barınma ve yiyecek

pahasına kâr peşinde olmaları ve bunların sonucunda oluşan

yoksulluk ve kötü yaşama koşullarıdır.

s >

Bu bulgular doktorların davranışlarının Parsons'ın ileri sürdüğü gibi yansız ve teknik olmadığını, ahlaki yargılar içerdiğini göstermektedir.

• Tıp mesleğinin Parsons'ın ileri sürdüğü gibi homojen olmadığı, kendi içinde bölündüğü, uzman doktorlar ile genel pratisyenler arasında önemli farklılıklar ve çatışmalar olduğu ileri sürülmüştür. Bu görüşe göre tıp mesleği içindeki çeşitlilik nedeniyle, doktorların davranışları hakkında tek bir genellemeye varılamaz.

• Hastaların Parsons'ın ileri sürdüğü gibi pasif olmadığı vurgulanmıştır. Toplumun, aşırı ilaç reçetelenmesi ve teknolojinin gereğinden fazla kullanımı nedeniyle modern tıbba olan inancını yitirdiği ve bu nedenle alternatif tıp sektörünün ortaya çıktığı belirtilmiştir.

• Doktorların aynı durumları veya semptomları aynı şekilde değerlendirmedikleri, hem teşhiste hem de tedavi sürecinde büyük farklılıklar gösterdikleri ve bu farklılıkların doktorların eğitim düzeyi, hastanın özellikleri gibi nedenlerden kaynaklandığı belirtilmektedir (Davis ve Lee, 1990). Sosyolojik olarak burada önemli olan tedavinin doğru olup olmaması değil, çeşitlilik göstermesi ve bu çeşitliliğin hastanın ve doktorun toplumsal özelliklerine bağlı olmasıdır.

ÇATIŞMACI YAKLAŞIM

Çatışmacı yaklaşım sağlığı ve hastalıkları kapitalist sistemle ilişkilendirerek inceler. Yoksulluğun, kötü yaşama ve çalışma koşullarının hastalıklara neden olduğunu ve kapitalist sağlık sistemlerinin sağlıktan çok kârı hedeflediklerini vurgular. Çatışmacı sosyoloji içinde sağlık sosyolojisine en çok katkıda bulunan yaklaşım Marxist yaklaşımdır.

Kapitalist Tıp

Marxist Yaklaşım'ın temel ilkesi, sağlık hedefiyle kâr hedefi arasında bir çelişki olduğu ve aynı anda ikisine birden ulaşılamayacağıdır. Bu yaklaşıma göre hastalık toplumun kapitalist örgütlenmesinin bir sonucudur ve bu sistem içinde kapitalizmi yeniden üretecek şekilde tedavi edilmektedir. Bu yaklaşım içinde verilen ilk eser, Engels'in 1844 yılında yayınladığı "İngiltere'de İşçi Sınıfının Durumu" adlı eseridir. Engels bu eserde tifo, verem, raşitizm gibi hastalıkların nedenlerini ve nüfus içindeki dağılımını incelemiş, bu hastalıkların doğrudan kapitalist üretim koşullarıyla ilişkili olduklarını ortaya koymuş, bu nedenle hastalıkların ortadan kaldırılabilmesi için tek başına tıbbi müdahalelerin yeterli olmayacağı sonucuna varmıştır. Engels'e göre hastalığa neden olan kader, önlenemez nitelikte biyolojik olaylar veya bireylerin psikolojik veya sosyal özellikleri değildir. Hastalık insanların uzun saatler boyu ağır ve kötü çalışma koşullarında çalışmalarından, bu koşulları düzeltmeyen dayatmacı yönetim tekniklerinden, barınma ve beslenme için yetersiz olan düşük ücretlerle

çalışmalarından, kısacası endüstriyel örgütlenme biçiminden kaynaklanmaktadır. Böylece Engels hastalıkları bireyi suçlayan bir yaklaşımla değil, toplumsal örgütlenme biçimiyle ilişkilendirerek açıklar. Sonraki yıllarda yapılan çeşitli çalışmalar Engels'in görüşlerini desteklemiş, toplumda sağlık standartlarının yükselmesinin yeni tıbbi keşiflerden çok barınma ve beslenme koşullarındaki iyileşmelerden kaynaklandığını göstermiştir (Cochrane 1972; McKeown, 1976).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Marxist Yaklaşım'a göre çağdaş toplumda tıp, kapitalist niteliktedir.Kapitalist tıbbın özellikleri şunlardır (Navarro, 1976; Doyal ve Pennell, 1979, Waitzkin, 1986, Renaud, 1975):

• Sağlığı fiziksel, zihinsel, duygusal bir iyilik hâli olarak değil, sadece iş gücü piyasasında çalışmaya devam etmek için yetecek fiziksel zindelik olarak tanımlar. Sağlığın duygusal, zihinsel, sosyal yönlerini görmezden gelerek sadece fiziksel sağlığa odaklanır.

• İyileşmeyi tıbbi tüketime, tıbbi cihazların kullanımına, test ve ilaçların satın alınıp tüketilmesine indirger.

• Hastalıkların sermaye yoğun ve hastane merkezli şekilde tedavi edilmesini destekler. Bu kurumlarda kullanılan yüksek maliyetli teknolojik tedaviler hastaların ihtiyaçları açısından irrasyonel olsa bile kapitalist sistemin kâr ihtiyacı açısından rasyoneldir.

• İş gücünü geleneksel tıbbın yaptığı gibi insanı merkeze alarak değil, kapitalist toplumun ihtiyaç duyduğu niteliklere sahip olacak şekilde tedavi eder. Diğer bir deyişle tedavinin amacı bireyin bir bütün olarak çevresiyle uyum ve denge içinde yaşamasını sağlamak değil, sistemin içine geri dönmesini ve üretime katılmasını sağlamaktır. Tıp, özellikle hasta raporları üzerindeki hakimiyeti sayesinde emeğin kontrolünde önemli bir yere sahiptir. Ekonomik üretkenliği sağlamak için kendini hasta hisseden işçilere hasta raporu vermez, fiziksel olarak çalışabilme koşulunu iyilik hâli için yeterli bulur.

• Hastalıklara neden olan toplumsal, politik, ekonomik, mesleksel, çevresel ve sosyal nedenleri görmezden gelir, hastalıkların nedeninin sadece yeme içme, tütün kullanımı veya hareketsizlik gibi bireysel yaşam tarzı faktörleri olduğunu ileri sürer.

• Özellikle sosyal refah devleti döneminde işçi ücretlerinin yükselmesi ve toplum sağlığının önemsenmesi ile birlikte yaşama, barınma, beslenme ve çalışma koşulları iyileşmiş, toplum sağlığı da bunlara paralel olarak daha iyi hâle gelmiştir. Kapitalist tıp ise sağlığın iyileşmesindeki bu faktörleri görmezden gelerek sağlıktaki iyileşmeyi ilaçlardaki ve tıbbi teknolojilerdeki iyileşmeye borçlu olduğumuzu ileri sürer.

• Toplumsal problemlerden kaynaklanan hastalıkları bireysel gösterdikten sonra topluma yetersiz de olsa sağlık bakımı sağlayarak statükoyu meşrulaştırır. Böylece insanlar hastalıkların ardında toplumun kapitalist örgütlenişinin olduğunu görmezler, hastalık deneyimleri depolitize olur.

u ,gj i= • Hasta raporu verm e konusunda tıbbın yetkisini İşlevselci ve 5T 2 Çatışm acı yaklaşım lar açısından karşılaştırınız,m E

Sağlığın Metalaşması

Metalaşma, günlük yaşamın parçalarının piyasada satılık nesneler hâline getirilmesi sürecidir. Sağlığın metalaşmasını, sağlığın parayla satılan bir mal haline gelmesini ve daha iyi sağlığa kavuşmak için daha fazla tıbbi hizmet satın alma ihtiyacını ifade eder.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Sağlığın metalaşması süreci özellikle 1970 sonrasında sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ile hızlanmış, sağlık alanında bireylerin ücretsiz olarak erişebilecekleri alanlar azalmış ve "tıbbi-endüstriyel kompleks" (Relman, 1980) ve 'şirketleşmiş tıp' olarak adlandırılan yapılar ortaya çıkmıştır. Tıbbi-endüstriyel kompleks kavramı, sağlık bakım sisteminin en önemli ve öncelikli işlevinin kâr elde etmek, yani ticaret olduğunu ifade eden bir kavramdır ve sağlık hizmetlerinin neredeyse tamamen özel sektörün elinde olduğu ABD'de geliştirilmiştir (Ehrenreich ve Ehrenreich, 1971). Sağlık hizmetlerinin özel sektör tarafından verildiği ülkelerde sağlık endüstrisi; hastaneleri, doktorları, hemşireleri, sigorta şirketlerini, ilaç üreticilerini, tıbbi cihaz ve ekipman üretenleri hastanelerle ilgili olarak inşaat, emlak, danışmanlık, muhasebe şirketlerini ve bankaları içeren muazzam büyüklükte bir endüstriyi ifade etmektedir. Bu endüstrinin önde gelen şirketleri, ulusal ve uluslararası düzeyde zincir hastaneler işletmektedir. Kapitalist şirketlerin amacı kâr elde etmektir ve tıbbi endüstriyel kompleks içindeki özellikle çokuluslu şirketler kendi hissedarlarından başka kimseye karşı sorumluluk duymadıkları için kârdan önce insan sağlığını düşünmelerini sağlayacak bir mekanizma yoktur (Klein, 2002). Tıbbın, hastanın ihtiyaçlarından veya sağlığından önce kendi kârını düşünen şirketler içinde uygulanıyor olması "şirketleşmiş tıp" kavramıyla ifade edilmektedir. Bu sistem içinde sağlık için gerekli ücreti ödeyemeyenler sağlık hizmetlerinden mahrum kalmaktadır.

Hastalıkları önleme veya hastalıkları tedavi etme süreçlerinde ilaçlar veya tıbbi cihazlar gibi mallar kullanılsa da sağlığın kendisi piyasada satılacak bir meta olamaz. Sağlığın bir meta/mal olmamasının nedenleri şu şekilde özetlenebilir (Pellegrino, 1999:249):

• Mallar önceden var olan maddelerden üretilen ve mülkiyeti başkasına sunulan ürünlerdir. Sağlık, doktorların ürettiği ve hastalara tüketmeleri için sundukları bir ürün değildir.

• İyileşme, sadece doktor müdahalesinin veya ilaçların sonucu değildir, bunlarla hastanın bedeninin iyileştirici gücünün bir bileşimidir.

• Malların satışında alım satım bitince talep eden ve arz eden arasındaki ilişki de sona erer, ama doktor ve hasta arasındaki ilişki güvene dayalı, kişisel ve uzun süreli bir ilişkidir.

• Sağlık hasta için çeşitli seçenekler içinden birini seçerek satın aldığı bir mal değildir. Malın birazını almak veya satın almayı başka zamana ertelemek mümkünken hasta sağlık hizmetinin sadece bir kısmını alamaz.

• Sağlık sadece kişisel olarak hasta için değil, toplum için de önemlidir ve insanların toplumun bir üyesi olarak uygun bir şekilde yaşamaya devam etmek için ihtiyaç duyduğu, toplumun devam edebilmesi için gerekli olan bir koşuldur. Yani sağlık, insandan ayrıştırılabilecek nitelikte değildir ve bu nedenle kolektif bir gerekliliktir. Adalet nasıl sadece suç mağduru olmuş birey kadar toplum için de gerekli ise, sağlık da aynı şekilde hem birey hem de toplum için ihtiyaç duyulan bir durumdur, mal değildir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

• ABD'de 1963 yılında kurulan Dow Corning şirketinin hikayesi sağlığın nasıl metalaştırıldığının ve sağlık ve kâr arasındaki çelişkinin iyi bir örneğidir. Bu şirketin ürettiği silikon göğüs implantların sağlığa zarar verdiği 1970'lerden itibaren ortaya çıkmış, doktorlar üretimin durdurulmasını istemiş, ancak şirket devleti ikna ederek üretime devam etmiştir. 1990'lara dek yarısından fazlası göğüs kanseri olan yaklaşık bir milyon kadın bu implantlardan taktırmış, bu kadınların otuz altı bini implantların yan etkileri nedeniyle ömür boyu sürecek hastalıklara yakalanmış ve bazı kadınlar ölmüştür. 1980'ler boyunca hastalar şirkete pek çok dava açmışsa da şirket hastalara mahkeme dışında ödeme yaparak şikayetlerinden vazgeçmelerini sağlamış ve tıbbi kayıtları kamuya açıklamamıştır. Ancak 1988 yılında kendisine teklif edilen parayı redderek dava açan bir hasta sayesinde mahkemeye gidilmiş, uzun yıllar süren dava sonucunda şirket dolandırıcılık, kötü niyet, sağlık risklerini kasten saklamak ve hastaları kasten aldatmak suçlarından suçlu bulunmuştur (Annandale, 1998:14). Bu örnek bazı tıbbi uygulamaların kâr getirdikleri sürece, taşıdıkları sağlık risklerine bakılmaksızın kullanıldığını göstermektedir.

Toplumsal Sınıflar ve Sağlık Eşitsizlikleri

Çatışmacı Yaklaşım toplumsal eşitsizliklere ve bu eşitsizliklerin sağlık üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çeker. Toplumdaki sınıfsal ve ekonomik eşitsizlikler, sağlıklı olmak için gerekli olan kaynakların toplumda eşitsiz bir şekilde dağılmasına neden olur. Yapılan çalışmalar, insanların ortalama yaşam sürelerinin de sağlık düzeylerinin de toplumsal sınıflarına göre farklılık gösterdiğini ortaya koymuştur. Üst sınıflara mensup olanlar yaşamları boyunca alt sınıflara mensup olanlardan hem fiziksel hem de psikolojik olarak daha sağlıklıdırlar ve ortalama olarak daha uzun süre yaşarlar. Sınıfsal eşitsizlikler, işsizlik, olumsuz çalışma koşulları, yoksulluk, eğitim olanaklarının sınırlılığı, şiddete veya zehirli maddelere maruz kalarak çalışmak veya yaşamak gibi sonuçlar üzerinden sağlığı etkilemektedir. Yaşama koşulları iyileştikçe dünya genelinde ortalama yaşam süresi uzamaktadır. Örneğin İngiltere'de 1977-1981 arasında en üst sınıftaki erkeklerin ortalama yaşam süresi 74,7 iken en alt sınıftakilerin 69,9'dur, 20072011 arasında en üst sınıftaki erkeklerin ortalama yaşam süresi 82,5'e, en alt sınıftakilerin ise 76,6'ya yükselmiştir. Diğer bir deyişle ortalama yaşam süresi herkes için artsa da toplumsal sınıfların ortalama yaşam süreleri arasındaki farklılık sürmektedir, üstelik 1970'lerin sonlarında aradaki fark 4,8 yıl iken 2000'lerin sonunda bu fark 5,8 yıla yükselmiştir (ONS Longitudinal Study, 2015).

d)c

O

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Ivan Illich tekniğe ve doktorlara dayalı tıp

endüstrisinin insanlara verdiği zararı açıklamak

için "iatrojenez" kavramını kullanır.

■ >

:g • "Silikozis" hastalığı hakkında internette araştırm a yapınız. i Bazı m esleklerde insanlar hasta olacaklarını bildileri hâlde+■>

neden çalışm aya devam etm ektedir? Konuyu Çatışm acı > Yaklaşım açısından değerlendirin iz.i-¡5

Ortalama yaşam süresini ülkeler açısından karşılaştırdığımızda da eşitsizlikleri görmek mümkündür. Örneğin; 2015 yılında doğumda beklenen ortalama yaşam süresi Japonya'da 84, İspanya'da 83, Yunanistan'da ve Birleşik Krallık'ta 81, ABD'de 79, Türkiye'de ve Çin'de 75, Hindistan'da 66, Çad'da 51,Sierra Leone'de 46'dır (DSÖ, 2015a). Alt ve orta gelir grubundaki ülkeler dünya nüfusunun beşte dördünden fazlasını oluşturduğu hâlde dünyada sağlık araştırmalarına ve tedavilere yapılan harcamaların sadece %10'u bu ülkelerdeki sağlığı iyileştirmeye yöneliktir (DSÖ, 2002). Afganistan, Bangladeş, Sierra Leone, Çad gibi düşük gelir grubundaki ülkelerde doğan her bin çocuktan 52,9'u bir yaşına, 76,3'ü beş yaşına gelmeden ölmektedir, ABD, Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi yüksek gelir grubundaki ülkelerde ise her bin çocuktan 53'ü bir yaşına gelmeden, 6,3'ü de beş yaşına gelmeden ölmektedir (DSÖ, 2015a). Düşük gelir grubundaki ülkelerde toplumun %69'u temiz içme suyuna, %37'si temiz kanalizasyona sahiptir. Yaşama koşullarındaki bu olumsuzluklar hastalıklara yol açmaktadır. Beslenme, eğitim, çevre kirliliği düzeyi, gelir düzeyi, temiz su ve hijyenik kanalizasyona erişim, barış ve insan hakları güvencesi, etkili sağlık hizmetlerine erişim, iyi barınma koşulları gibi sosyal faktörler sağlığı yaş, cinsiyet ve genetik faktörlerden daha fazla etkilemektedir (OECD, 2003).

İatrojenezÇatışmacı Yaklaşımın sağlık sosyolojisine katkılarından biri de Ivan Illich'in

tıp kurumunun kendisinin sağlığa zarar verdiği iddiasıdır. Illich (1995) bu durumu Yunanca "doktor, hekim" anlamına gelen '"atros" ve "köken" anlamına gelen "genesis" sözcüklerinden oluşan iatrojenez kavramıyla açıklar. Illich'e göre (1995) doktorlardan ve tıbbın örgütlenme biçiminden kaynaklanan sorunlar bireylerin de toplumun da sağlığını bozmaktadır. Profesyonel, doktora dayalı ve fazla büyümüş bir sağlık sitemi üç nedenden ötürü hasta edicidir. Bu üç neden, aynı zamanda iatrojenezin üç boyutunu oluşturmaktadır (Illich, 1995:21-145):

• Klinik iatrojenez: Illich'e göre doktorların sağlık üzerindeki olumlu etkisi abartılmaktadır. Belirli hastalıkların daha az görüldüğü yerlerde doktor nüfusu daha yüksektir ama bunun nedeni doktorların bu hastalıkları engelleyebilmesi değildir. Bunun nedeni doktorların; iklimin sağlıklı, suyun temiz, insanların doktorlar içi para ödeyebilecekleri yerlerde çalışmayı tercih etmeleridir ki zaten bu koşullar sağlığı iyileştiren koşullardır. Buna ek olarak Illich, yararsız ve etkisiz olduğu bilinen tedavileri uygulayan, olumsuz yan etkisi olumlu etkisinden fazla olan ilaçlar reçeteleyen ve gereksiz müdahalelerde bulunan doktorların, hastalığa ve acıya neden olduğunu ileri sürer. Illich'e göre toplum reçeteli ilaçlara bağımlı hâle getirilmiştir, ancak ilaçların fazladan reçetelendiğini, yararsız olduklarını ve yan etkileri nedeniyle yarardan çok zarar verdiğini gösteren pek çok çalışma vardır. Sağlığın bu gibi klinik nedenlerle, yani tıbbi müdahale ve tedaviler nedeniyle kötüleşmesi klinik iatrojenez olarak adlandırılır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

• Sosyal iatrojenez: Illich sağlık hizmetinin bir mala dönüştüğünü, tıbbi bakım almak isteyenlerin karşılaştığı bürokrasinin stres kaynağı olduğunu, tıbba büyük bütçe ayrıldığı hâlde bu bütçenin sağlığı iyileştirmek için değil pahalı ve gereksiz tıbbi teknolojiler için kullanıldığını belirtir. Illich'e göre ayrıca doğum gibi ölüm de tıbbileştirilmekte ve insanların ölümle başa çıkma konusunda özgürlükleri ellerinden alınmaktadır. Tıp insanları doktorsuz, hastanesiz bir ölümden korkutmakta, ölümün bile kendi belirlediği şekilde gerçekleşmesi için uğraşmaktadır. Ölecek olanların evlerinde ölmeleri yerine düşük yaşam kalitesiyle kablolara bağlı olarak mümkün olduğu kadar uzun yaşatılmaya çalışılması Illich'e göre (1995:70) yaşam umudunun bir meta gibi satılması anlamına gelmektedir. Sağlık hizmetlerinin kurumsal biçimleri, hastanelerin işleyişi, tıbbi bütçelerin yanlış kullanılması gibi nedenlerle sağlığın bozulması sosyal iatrojenez kavramıyla ifade edilir.

• Kültürel iatrojenez: Illich, bütün kültürlerde acıyı katlanılır kılacak, hastalığı ve sakatlığı anlayışla karşılayacak ve ölüme anlam kazandıracak yöntemler olduğunu, ancak tıbbın insanların elinden bu anlamları aldığını ileri sürer. Tıbbileştirme (medikalizasyon) her insanın ağrıyı, ölümü ve hastalığı göğüsleyebilme ihtiyacını inkar eden bir bürokratik sistem oluşturur. Illich özellikle acı çekme ve ağrı duymanın kültürel anlamına dikkat çeker. Geleneksel kültürlerde acı ve ağrıyla baş etmek sabır, kendini tutma, cesaret, tevekkül, sebat gibi anlamlara sahiptir ve dinle, eğitimle, yaygın inançlarla ilişkilidir. Örneğin insanlar bir kahramanlık sırasında alınan yaranın acısına daha kolay tahammül ederler, ama aynı yarayı sıradan bir günde alırlarsa acıyı daha fazla hissederler. Ancak günümüzde tıp, ağrıyı nesnelleştirmiş ve sayısallaştırmış, üstelik hangi ağrının gerçek, hangisinin gerçek olduğuna kendisi karar verir hale gelmiştir. Diğer bir deyişle bedensel ağrılar ağrıyı hisseden kişinin bilinci ve toplumsal durumuyla ilgili olduğu halde tıp bütün ağrıları dindirilmesi gereken nesnel bir semptoma indirger. Illich böylece tıbbın hastalık, acı ve ölüme karşı sağlıklı toplumsal tepkileri felç ettiğini ileri sürer ve bu durumu kültürel iatrojenez kavramıyla ifade eder.

Kısacası ağrı, hastalık ve ölüm tıbbi hizmetlerin verilme biçiminden kaynaklanıyorsa bu durum klinik iatrojenezdir. Sağlık politikaları sağlıksızlık yaratan endüstriyel örgütlere destek oluyorsa bu durum sosyal iatrojenezdir. Tıbbın desteklediği davranışlar nedeniyle artık insanların acı, hastalık ve ölüme yükledikleri kültürel anlamlar ortadan kalkıyor ve insanların bu sorunlarla baş etme özgürlükleri ellerinden alınıyorsa bu da kültürel iatrojenezdir.

YORUMLAYICI YAKLAŞIM

Yorumlayıcı Yaklaşım içinde sağlık ve hastalık sosyolojisine en önemli katkıyı Toplumsal İnşacılık ve Sembolik Etkileşimcilik yaklaşımları sağlamıştır.

Toplumsal İnşacılık

Toplumsal İnşacı Yaklaşım gerçeklerin toplumsal etkileşim ve bu etkileşimin yorumlanışı aracılığıyla yaratıldığını vurgulayan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre hastalıklar basit biyolojik gerçekler değildir, toplumsal değer yargılarını içerecek şekilde inşa edilmişlerdir. Bu düşünce, medikalizasyon kavramıyla yakından ilişkilidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Medikalizasyon (Tıbbileştirme)

Daha önceleri gündelik yaşamın parçaları

olarak görülen durumların zamanla tıbbın alanına giren

durumlar, özellikle de hastalıklar olarak

görülmeye başlanması medikalizasyon /tıbbileştirme

kavramıyla ifade edilir.

Son 150 yıl içinde temel toplumsal kontrol mekanizmaları önce dinsel kurumlarken sonra yasal kurumlar, sonra da tıp kurumlan hâline gelmiştir. Bu gelişim içinde bir zamanlar günah olarak görülen ve dinin alanına giren (oburluk gibi) ya da suç olarak görülen ve yasaların alanına giren (intihar gibi) durumlar artık tıbbi konular olarak görülmeye başlanmıştır (White 2002:43). Önceden tıbbi konular içinde değerlendirilmeyen konuların, tıbbileştirilerek tıbbın bu konularda uzman olduğunun iddia edilmesi süreci medikalizasyon olarak adlandırılır. Medikalizasyonla birlikte yeni tıbbi kategoriler yaratılarak gündelik yaşamın önceden tıbbi sayılmayan normal yönleri tıbbi/medikal problemler olarak görülür ve yeniden tanımlanır. Neyin hastalık sayılacağı, neyin normal bir durum olarak görüleceği konusunda söz hakkı tıbbın kendisindedir ve tıp da mümkün olduğu kadar çok konuyu kendi alanına dahil etmeye çalışır. Çünkü bir durum hastalık olarak tanımlanırsa doktorlar bunu izlemek, müdahale etmek ve yargılamak konusunda otorite olacaklardır (Nettleton, 2006). Alzheimer, hipoglisemi, hipertansiyon, disleksi gibi çeşitli hastalıklar üzerine yapılan çalışmalar sonucunda bir durumun hastalık olarak kabul edilip edilmemesinin kültüre ve çeşitli gruplar arasındaki etkileşime bağlı olduğu sonucuna varılmıştır.

Örneğin, kleptomani kültürel koşullar sonucunda bir hastalık olarak kabul edilmiştir. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında büyük mağazalardan çeşitli mallar çalan üst sınıf mensubu kadınların (O'Brien, 1983) hırsız olarak görülmeleri toplumsal açıdan sorun yarattığında, burjuva kadınlarının yakalandığı bir hastalık olarak kleptomani icat edilmiştir. Ancak alt sınıftan kadınlara kleptomani teşhisi konmayarak hırsız olarak görülmeleri sürdürülmüştür. Doğum da yüzyıllar boyunca kadınların gündelik yaşamda kendi başlarına deneyimledikleri bir durumken modern tıp gebeliği ve doğumu tıbbi bir sorun hâline dönüştürmüş, tıbbi gözetim ve kontrol gerektiren bir durum olarak algılanmasını sağlamış ve kadınları doğumlarını hastanelerde gerçekleştirmeye yönlendirmiştir. Bir başka örnek de alkolizmin bir hastalık olarak kabul edilmesidir. Tıp alkolizmi bir hastalık olarak kabul etmeden önce alkollü içkilerin İngiltere'de ve Avustralya'da hastalara reçete ile verildiği ve tıbbi tedavilerde kullanıldığı bilinmektedir. Ancak 1900'lerden itibaren artan endüstrileşme, fabrikalarda çalışacak geniş bir işçi sınıfına ihtiyaç duyulmasına neden olmuştur. İşçilerin itaatkar olmaları ve hareketlerinin kontrol edilebilmesi gerekmektedir ve alkol bu açıdan sistemin işleyişine yönelik bir tehdit olarak görülmeye başlanmıştır. Dolayısıyla 1800'lerde alkolü bir hastalık olarak görmeyen tıp bir yüzyıl sonra, toplumsal nedenlerle bu durumu hastalık olarak görmeye başlamıştır. Bu da göstermektedir ki bir durumun hastalık olarak kabul edilip edilmeyeceği toplumsal etkileşim sonucunda verilen bir karardır (Tesh 1988).

Medikalizasyon, tıbbın toplumu kontrol etme gücünü pekiştirmektedir. Bir davranış eğer hastalıksa, doktorların bireyi izleme, gözetim altında tutma ve yargılama otoriteleri olacaktır. Bu nedenle neyin hastalık olduğunun belirlenmesi önemli bir süreçtir. Toplumda neyin normal kabul edileceği, hastalıkların inşasıyla gerçekleşmektedir. Tıp normal veya düzgün davranışın ne olduğu konusunda politik kararlar vermekte, kendi koyduğu normlara uymayanları hasta olarak adlandırmakta ve tıbbi müdahalelerle normal olmaya zorlamaktadır (White, 2002). Bir durum hastalık olarak tanımlandığı andan itibaren, bireyler teşhis ve tedavi konusunda tıbba ve doktorlara bağımlı hâle gelmektedirler. Örneğin, eşcinselliği bir zihin hastalığı olarak kabul eden tıp yirminci yüzyılın ortalarında pek çok eşcinsel bireye zorla kimyasal tedavi veya elektroşok tedavisi uygulamıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Ancak 1975 sonrasında pek çok ülkede tıbbi örgütler eşcinselliğin hastalık değil, bir cinsel yönelim olduğunu kabul etmişlerdir (Goode, 2015).

Medikalizasyona verilebilecek bir diğer örnek de bir öğrenme güçlüğü olarak tanımlanan disleksi hastalığıdır. Sağlık sosyologlarına göre bu hastalığa neden olan toplumun beklentileri ve eğitim sisteminin bozuk yapısıdır. Günümüz toplumundan farklı olarak geleneksel toplumda eğitim kitlesel standartlarda değil, çocukların yetenek ve becerilerine göre verilmekteydi ve bir işte çalışabilmek için kurumsal eğitim görmek şart değildi. Bu nedenle bütün çocukların aynı sürede aynı miktarda bilgiyi öğrenmesi gerekmiyordu. Ancak modern toplumda eğitim standart hâle geldi, çok sayıda çocuğun öğrenmeyi aynı hızda ve aynı düzeyde başarması beklenmeye başladı. Üstelik modern toplumda eğitim istihdam için bir ön koşul ve önemli bir statü göstergesi hâline geldi. Bu nedenle günümüzde çocukların okulda başarısız olması hem anne babaların hem de eğitimcilerin başarısızlığı olarak algılanmaya başlandı. Öğrenme güçlüğü olan çocukların başarısızlığından anne babalar eğitimcileri, eğitimciler ise eğitim sistemini sorumlu tuttular. Giderek büyüyen bu sorun, öğrenme güçlüğünün bir hastalık olarak (disleksi) inşa edilmesiyle çözülmüş oldu. Eğer bu bir hastalıksa, biyolojik veya biyokimyasal nedenlerden kaynaklanıyor demektir ve ne anne babalar ne de eğitimciler bu durumdan sorumlu tutulup başarısız sayılamazlar. Böylece bu hastalığın icat edilmesiyle toplumsal bir ihtiyaç karşılanmış oldu, ama bunun karşılığında çocukların tıbbi tedavi görmesi gerekmekteydi (White, 2002:50).

Bir toplumda gündelik yaşamdaki durum veya sorunların çoğunun tıbbi terimlerle açıklanması, toplumun medikalize olduğunu gösterir. Örneğin yaramazlık yapan çocukları hiperaktif olarak, öğrenme güçlüğü çekenleri dislektik olarak, hırsızlık yapanları kleptoman olarak açıklamak, medikalizasyon sürecinin başarılı olduğunu, tıbbın toplumsal kontrolün merkezi kurumu haline geldiğini göstermektedir. Bu durum sosyolojik açıdan sorunludur çünkü böylece toplumsal değerlerle veya toplumun örgütlenme biçiminden veya politikalardan kaynaklanan sorunları teknik sorunlar hâline indirgemiş oluruz (White, 2002:49).

Tıbbi Kozmolojiler

Toplumsal inşacı yaklaşımın sağlık sosyolojisine katkılarından bir diğeri de tıbbın hastayı ve hastalığı her zaman aynı şekilde görmediğini, içinde bulunulan kültürden ve toplumsal ilişkilerden etkilendiğini ortaya koymasıdır. Tıp, hastayı ve hastalığı farklı algıladığı beş dönem geçirmiştir. Kendine özgü özelliklere sahip bu dönemler tıbbi kozmolojiler olarak adlandırılır (Jewson, 1976; Armstrong, 2002, Nettleton, 2006). İlk kozmoloji 1700'lerin sonundan 1800'lere kadar süren yatak yanı tıbbıdır. Bu dönemde sadece doktorun ücretini ödeyebilecek küçük ve zengin bir kesim doktorun hizmetlerinden faydalanabilir. Doktorlar ücretlerini ödeyen hastalar tarafından değerlendirilirler ve rakip doktorları saf dışı bırakabilmek için hastalarının özel isteklerini keşfetmeye çalışırlar. Bu dönemde hasta fiziksel ve duygusal bir bütün olarak görülmektedir. Hastalık da sadece bedene olan bir şey değil, bir bütün olarak insanın çevresiyle kurduğu dengenin bozulması, yani genel bir rahatsızlık olarak görülmektedir. İkinci kozmoloji, 1800'lerde hastanelerin doğuşuyla başlayan hastane tıbbıdır. Daha önce sağlık hizmetlerine erişimi olmayan fakir hasta kitleleri, artık hastanelerde doktorlara erişebilmektedir. Hastane tıbbı kozmolojisinde doktorların ücretlerini devlet ödemektedir. Hasta ve doktor arasında maddi bir ilişki yoktur. Bu durum doktorların hastalar üzerindeki otoritesini artırmıştır, hastalar doktora itaat etmedikleri takdirde sağlık bakımı haklarını kaybedebilirler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Bu kozmolojide hastalık artık bir bütün olarak insana olan bir şey olarak değil, belirli bir organın bozulması veya yaralanması olarak görülür, yani fiziksel ve sınırlı bir hâl alır. Artık hasta da bir insan olarak değil, bir vaka olarak görülmeye, tedaviye konu olan fiziksel organdan ibaretmiş gibi algılanmaya başlanmıştır. Bir sonraki kozmoloji olan laboratuvar tıbbı kozmolojisinde fiziksel muayenenin yerini biyokimyasal testler almıştır. Böylece artık hasta "analiz edilecek maddesel bir şey" hâline, hastalık da 'biyokimyasal bir süreç' haline gelmiş, hem doktorun hem de hastanın yerini bilimsel testler almıştır. Yirminci yüzyılda gözetim tıbbı kozmolojisi ortaya çıkmıştır, bu kozmoloji hastalıklar ve salgınlarla ilgili bilgilerin istatistiksel olarak toplanıp işlenmesine ve klinik bilginin büyük ölçüde sağlığa yönelik risklere odaklandığı bir kozmolojidir. Son kozmoloji ise yeni bilgi ve iletişim teknolojilerin tıbbi ilişkilerde merkezi olduğu internet tıbbı kozmolojisidir.

Tıbbi Kozmolojiler

Hasta Hastalık Doktorun göreviYatak yanı tıbbı İnsan İnsanın çevresiyle

dengesinin bozulmasıTahmin ve tedavi

Hastane tıbbı Vaka Organik yaralar, lezyonlar

Teşhis ve sınıflandırma

Laboratuvar tıbbı Hücrekompleksi

Biyokimyasal süreç Analiz ve açıklama

Gözetim tıbbı Risktopluluğu

Normdan sapma Salgın risklerini kontrol altına alma

İnternet tıbbı Uzmanhasta

İletişim kopukluğu Risklerden haberdar olmayı, riskleri değerlendirmeyi sağlama

Sembolik Etkileşimcilik

Sembolik Etkileşimci Yaklaşım sağlık ve hastalık sosyolojisi çerçevesinde insanların doğum, ölüm, ameliyat gibi toplumsal olaylara anlam verme biçimleri, sağlıkları bozulduğunda kimliklerinin değişimine ne tepki verdikleri ve doktor- hasta etkileşiminin analizi gibi konularla ilgilenir. Bu yaklaşım içinde sağlık sosyolojisi açısından öne çıkan çalışma ve iddialar şunlardır:

Doktor-hasta etkileşimi üzerine yapılan çalışmalar etkileşimin anlamını ağırlıkla doktorların belirlediğini ortaya koymuştur. Hastaların kendi hastalıkları ile ilgili betimleme ve tanımlamalarının önemsenmediğini ortaya koyan bu çalışmalar, hastanın bakış açısının kabul edilmesi gerektiğini ileri sürer. Diğer bir deyişle hastanın benlik duygusu doktorlar tarafından geçerli kabul edilmeli ve hastalar tedaviyle ilgili kararlarda daha fazla söz sahibi olmalıdır (Annandale, 1998:22).

Bireylerin sağlığa ve hastalığa verdikleri anlam önemlidir. Yapılan çalışmalara göre insanlar, hastalık nedeniyle çalışamayacak ve topluma katkıda bulunamayacak duruma gelmenin kendilerini ahlaki olarak sorunlu göstereceğini düşünmektedirler. Sağlıklı olmak ahlaki olarak doğru kabul edildiği için birçok insanın ciddi sağlık sorunları olduğu hâlde hastalıklarını reddettikleri ve kendilerini "sağlıklı" olarak tanımladığı ortaya konmuştur (Cornwell 1984:124).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Tıbbın özellikle zihinsel hastalıklar üzerinden insanları etiketlediği ileri sürülmüştür. Etiketleme Teorisi'ne göre sapkın davranış olarak adlandırılabilecek bir davranış yoktur. Bu durum çoğunluğun standart kültürel normlarına uymayan azınlıkların olumsuz bir şekilde etiketlenmesinin sonucudur. Akıl hastalıklarının da tıbbın insanları etiketlemesi sonucunda meydana gelen bir toplumsal olgudan ibaret olduğunu düşünen David Rosenhan (1973) bu görüşünü desteklemek için bir deney yapmıştır. Deneyde sekiz sağlıklı denek ABD'de on iki farklı sağlık kurumuna başvurarak psikiyatristlere işitsel halüsinasyonları olduğunu, bazı kelimeler duyduklarını söylerler. Denekler aslında bu kelimeleri duymamaktadır, ama bunun dışında hiçbir yalan söylemez, kişisel hayatlarını ve kendileri hakkındaki bilgileri psikiyatristlere olduğu gibi anlatırlar. Deneklerin yedisi şizofreni, biri manik-depresif teşhisiyle hastaneye yatırılır. Hastaneye yattıktan sonra denekler rol yapmaz, doğal davranırlar, hatta artık sesler veya kelimeler duymadıklarını söylerler. Buna rağmen normal davranışlarının bir kısmı tıbbi kayıtlara hastalık belirtisi olarak geçirilir ve deneklerin taburcu edilmesi iki ayı bulur. Üstelik kayıtlarda iyileştikleri değil, semptomlarının hafiflediği yazmaktadır. Bu deneyin sonuçlarını öğrenen bir hastane, kendi kurumlarında bu tip hataların olmayacağını iddia edince deneyin ikinci bölümü başlamıştır. Rosenhan bu hastaneye üç ay içinde sahte hastalar göndereceğini söylemiştir, bu süre sonunda hastane kendilerine başvuran hastalardan 41'inin sahte hasta olduğu sonucuna varmıştır, halbuki hastaneye hiç sahte hasta gönderilmemiştir. Bu deney Rosenhan'a göre (1973) psikiyatristlerin akıl sağlığı yerinde olanlarla olmayanları birbirinden ayırt edemeyeceklerini ortaya koymuş ve Etiketleme Teorisini desteklemiştir.

POST YAPISALCI YAKLAŞIMPost Yapısalcı Yaklaşım içinde sağlık sosyolojisine en önemli katkı

Foucault'nun tıp analizidir. Foucault Marxist Yaklaşım gibi ekonomiye ya da İşlevselci Yaklaşım gibi toplumsal sisteme değil, bürokratik devletin gelişimine odaklanmış ve tıbbı da modern yönetici devletle ilişkisi üzerinden analiz etmiştir.

Michel FoucaultFoucault tıbbın modern toplumu yönetmek ve planlamak için gerekli olan

bilgiyi toplayan disiplinlerden biri olduğunu, bu bilgiye dayanarak normalin sınırlarını çizdiğini ve bu sınırların dışında kalanları normalleştirdiğini ileri sürer. Geleneksel topluma oranla modern toplumda nüfus ve kentleşme artmış, yönetilmesi zor hâle gelmiştir. Yönetici devlet, modern toplumu yönetmek ve planlamak için nüfus hakkında bilgiye ihtiyaç duyar ve bu bilgiyi devlete tıp, kriminoloji, penoloji, psikoloji, sosyoloji ve psikiyatri gibi disiplinler sağlar. Bu disiplinler insanların kabul etmeleri gereken davranış normlarını ve benimsemeleri gereken yaşam tarzlarını oluşturup bu normlar üzerinden insanlara nasıl davranmaları gerektiğine dair kuralları bildirirler. Bu disiplinlerden amaçları bireylerin davranışlarını tahmin ve kontrol etmek ve devlete bu bireyleri izlemesi ve kontrol etmesi için gerekli bilgiyi sağlamak olan meslek grupları doğmuş ve bu gruplar devlet lehine insanları hasta, deli, suçlu, sapkın gibi çeşitli kategorilere sokmaya başlamışlardır. Bu bilgiyi disiplinlerin kendisi üretir, ancak kategorilerin bilimsel kriterlere göre oluşturulduğunu ileri sürerek insanlar tarafından gerçeklikler olarak kabul edilmesini sağlarlar. Böylece insanlar disiplinlerin ürettikleri toplumsal kontrol bilgisini içselleştirecek ve suçlu, hasta, deli veya sapkın sayılmamak için kendi kendilerini disipline edeceklerdir (Foucault, 2006).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Foucault'ya (1976) göre modern toplumda devlet, nüfus üzerinde kontrolünü, gözetimin disipline edici gücü ile sağlar. Gözetim, bir yandan nüfusun yönetilmesi için bireyler hakkındaki bilgilerin toplanması, örgütlenmesi ve kullanılmasını, diğer yandan fabrika, hastane, okul gibi kurumlar içinde astların üstleri tarafından doğrudan denetlenmesi ya da kontrol altında tutulmasını içerir. Gözetimin gerçekleşmesini mümkün kılan ise bedenin anatomopolitiği ve nüfusun biyopolitiğidir. Bedenin anatomopolitiği, bedenin disipline edilmesi ve normalleştirilmesidir. Örneğin, ilkokullarda sol eliyle yazı yazan çocuklar sağ elle yazmaya teşvik edilir, çünkü yönetici devletin yapacağı düzenlemeler için herkesin aynı elini kullanması daha pratik ve düşük maliyetli bir sonuç verecektir. Nüfusun biyopolitiği ise üreme, doğum, ölüm, sağlık düzeyi, ortalama yaşam süresi ve bunlarda değişim yaratacak olan koşulların denetlenmesini sağlayan müdahaleler ve düzenlemeler toplamıdır (Foucault 1976:139). Örneğin, yönetici devlet iş gücü ihtiyacı varsa doğumları, iş gücü fazlası varsa aile planlamasını teşvik eden politikalar izleyebilir. Başka bir deyişle anatomopolitik, bilimsel bilgiye sahip olduklarını iddia eden modern disiplinlerin meslek grupları tarafından üretilip yönetilen bilimsel sağlık ve normallik kavramlarının içselleştirilmesi, biyopolitik ise insan bedeninin, toplumsal kontrole ulaşmak amacıyla örgütlü bilgiye bağlanmasıdır, Foucault bu iki kavram sayesinde birey ve toplumsal yapılar arasında bir bağlantı kurar.

Foucault, bedenin sadece fizyolojik kurallara uymadığını, çeşitli tarihsel dönemlerde birçok rejim tarafından kalıplara sokulduğunu savunur ve bedenin kontrolünü iki tarihsel dönemde inceler. Bunlardan birincisi merkezi iktidarların egemen olduğu, 16.-17. yüzyıllarda geçerli olan bedenin anatomik-metafizik kaydıdır. Burada amaç bedeni fiziksel olarak disipline etmek ve normal olmaya zorlamaktır. İkincisi ise modern tıbbın egemen olduğu ve bedenin teknik-politik kaydının yapıldığı dönemdir. Burada amaç bedeni fiziksel olarak hapsetmek değil, bedenin ve zihnin fabrika, hapishane, hastane gibi düzenlenmiş kurumlarda doktorlar, kriminologlar, sosyologlar ve psikiyatrlar gibi uzmanlar tarafından rehabilite edilmesi, uysallaştırılması ve ahlaki olarak yeniden bütünleştirilmesidir. Bu amaç, "sağlık" ve "normallik" hakkında profesyonel grupların ürettiği kavramların bireyler tarafından içselleştirilmesini sağlamakla gerçekleşir. Artık bedenler normalin sınırlarına girmek için zorlanmamaktadır, normal özneler tarafından kabul edilip içselleştirildikten sonra herkes kendi gardiyanı hâline gelir, kendi kendini disipline eder.

Bireyler kendilerini "doğal" bir şekilde algılamazlar, etraflarını saran söylemlerin imajlarını ve hatta kelime haznelerini içselleştirerek verili kabul eder ve kendilerini bu imaj ve kelimeler çerçevesinde algılarlar. Diğer bir deyişle bireylerin kendilerini algılama biçimleri, üretilmiş söylemlerin sonucunda şekillenir. Ancak bu şekillendirme baskı ve zorla gerçekleşmez, tıp, psikiyatri ve sosyoloji gibi disiplinlerin söylemleri aracılığıyla ve bu söylemlerin ürettiği gerçekliklerin bireyler tarafından içselleştirilmesi ile gerçekleşir (Foucault, 1976:33). Tıp da normalin sınırlarını çizen bir toplumsal kurum olarak modern toplumda merkezi bir yere sahiptir.

FEMİNİST YAKLAŞIM

Sağlık sosyolojisi açısından feminist çalışmaların en önemli katkıları sağlık alanında cinsiyete dayalı eşitsizlikleri ortaya koyması ve tıbbı analiz ederek ataerkil bakış açısını nasıl yeniden ürettiğini göstermesidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Dünya genelinde kadınların ortalama yaşam süresi erkeklerden uzundur ve bu nedenle kadınların kronik hastalıklara yakalanma oranı da erkeklerinkinden yüksektir. Ancak kadınların sağlıklarının erkeklerden kötü olmasının tek nedeni daha uzun yaşamaları değildir. Örneğin ana ölüm oranları, gelişmekte olan ülkelerde oldukça yüksektir. "Ana ölüm oranı" her yüz bin canlı doğumda görülen ana ölümü sayısını ifade eden bir kavramdır ve eğitimle, temiz içme suyu ve temiz kanalizasyon sistemine erişimle, kişi başına düşen milli gelirle ve devlet bütçesinden sağlık için yapılan harcamalarla ilişkilidir (Alvarez vd., 2009). Örneğin; 2013 yılında ana ölüm oranı Somali'de 850, Zimbabwe'de 470, Kenya'da 400, Sudan'da ve Uganda'da 360, ABD'de 28, Türkiye'de 20, Birleşik Krallık'ta 8, İsveç'te ve Finlandiya'da 4'tür. Gelişmekte olan ülkelerde bu oranın azaltılabilmesi için gerekli bilgi ve donanım mevcuttur (Östlin vd., 2001), üstelik oranlar yıllar içinde biraz azalmıştır. Ancak kadınların sorunu olarak görülen bu duruma yeterince önem verilmemesi nedeniyle hâlâ her yıl binlerce kadın önlenebilir nedenlerle doğum yaparken ya da doğumun ardından ölmektedir. Ayrıca 15-19 yaş arasındaki her bin kadının içinde doğum yapanların oranını ifade eden "adölesan doğurganlığı" da önemli bir sağlık sorunu olarak kabul edilmektedir ve özellikle azgelişmiş ülkelerde oldukça yüksektir. Kadınların eğitim almasını ve istihdam edilmesini sınırlayan adölesan doğurganlığı oranı 2013 yılında Uganda'da 146, Sudan'da 102, Afganistan'da 90,Türkiye'de 32, ABD'de 34, Birleşik Krallık'ta 22, Finlandiya'da 8, Japonya'da 5, İsviçre'de 3'tür (DSÖ, 2015b).

Dünya genelinde kadınlar erkeklere oranla daha düşük düzeyde istihdam edilmekte, çalıştıkları zaman da erkeklere oranla daha düşük ücretle, sıklıkla iş güvencesi olmadan çalışmaktadırlar. Bu durum hem sağlıklarını olumsuz etkilemekte hem de sağlık sigortasına erişimlerini sınırlandırmaktadır. Çalışmalar sağlık bakımı almayan erkeklerin daha çok işleri ve zaman ayıramamaları nedeniyle doktora gitmediklerini, kadınların ise daha çok ekonomik nedenlerle doktora gitmediklerini göstermektedir (Xu ve Borders, 2003). Özellikle sağlık bakımı almak için cepten harcama yapmanın gerekli olduğu ülkelerde kadınların sağlık hizmetlerinden erkekler kadar faydalanamadığı görülmektedir. Çünkü kadınların hane bütçesini kullanımı sınırlandırılmaktadır. Sağlık hizmetlerine ulaşsalar bile pek çok çalışma doktorların kadın hastaları erkeklerden daha kısa süre dinlediğini, kadın hastalara daha az özen gösterdiğini, cinsiyetçi ve ayrımcı davranışlarda bulunduğunu göstermektedir (Vlassoff ve Bonilla, 1994; Raine vd., 2003).

Tıbbi araştırmaların planlanıp yürütülmesinde de kadınların erkekler kadar dikkate alınmadığı görülmektedir. Örneğin koroner kalp hastalığında kullanılan bazı teşhis testleri erkeklere göre tasarlandığı için kadınlardaki hastalığı teşhis etme oranı düşük kalmıştır (Shaw vd., 2000). Afrika kıtasındaki AIDS hastalarının yaklaşık üçte ikisi kadın olduğu halde 1985-95 yılları arasında AIDS ile ilgili tıbbi araştırmalara katılan deneklerin %94'ü erkektir (Rogers, 2004). Bu gibi örnekler tıp araştırmalarında kadının ikincil konumunu ortaya koymaktadır.

Feminist çalışmalar tıbbın ataerkiyle iş birliği içinde olduğunu ve kadınları bedenleri üzerinden kontrol ettiğini savunur. Tıbbın kadınsılığı hastalıkla eş anlamlı kıldığı, kadınların yaşamdaki tek amaçlarının üremek olduğunu varsaydığı, kadınların her tür şikayetini bir şekilde rahim ve yumurtalık bozukluklarına bağladığı ileri sürülmüştür (Ehrenreich ve English, 1978:132). Doğumun medikalizasyonuna karşı çıkan feminist çalışmalara göre tıp kadınların kendi kendilerine doğum yapabileceklerini inkâr etmektedir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Örneğin anneliğin özelleştirilmesine ve izole edilmesine direnilmesi gerektiğini savunan Yeniden Üretim ve Genetik Mühendisliğine Direniş Uluslararası Feminist Ağı (FINRRAGE), suni dölleme teknolojilerinin gelişiminin durdurulması ve yeniden üretimin bilimsel kontrolden uzaklaştırılarak, bunların yerine feminist özyardıma ve ev doğumlarına yönelik bir öz bilinç geliştirilmesi gerektiğini savunmaktadır (Sawicki, 1991:72, 78).

POSTMODERN YAKLAŞIM

Postmodernizmin sağlık ve hastalık sosyoloji açısından en önemli ilkelerinden biri, doğru ve gerçek olanın dil aracılığıyla yaratılmış yapay kategoriler olduğudur. Genç, yaşlı, hasta, engelli, sağlam ya da sağlıklı gibi özne pozisyonlarının söylemsel olarak yaratıldığını savunan postmodernizmin amacı dünyayı zıtlıklar aracılığıyla tanımanın yetersiz olduğunu göstermektir.

Postmodern Yaklaşım'da Baudrillard'ın (1983) hiper-gerçeklik tartışması sağlık sosyolojisi açısından önem taşır. Baudrillard (1983) endüstriyel üretimin hakim olduğu modern toplumdan yüksek teknolojili postmodern dünyaya geçişle birlikte 'hiper-gerçeklik' dönemine girildiğini, bu yeni dünyada imaj ve gerçek arasındaki sınırın çözüldüğünü ve taklidin gerçekten daha gerçek hâline geldiğini ileri sürer. Bu görüşü tıp uygulamalarındaki görüntüleme ve görselleştirme tekniklerine uygulayan Frank (1992) artık teknolojik olanla insan olanı birbirinden ayıracak hiçbir sınırın olmadığını belirtir. Artık tıp merkezilerinde teknolojik-insan karışımı hiper-gerçek bedenler yaratılmakta ve tıbbi bakımın merkezinde hastanın bedeni değil, hastanın bedeninin imajı yer almaktadır. Postmodern dönemde tıp fiziksel bedenlerle değil, bedenlerin taklitleri veya imajlarıyla ilgilenmektedir. Hastanelerde artık yataktaki bilinçli hasta değil; ultrason, elektrokardiyograf gibi cihazların video ekranları ve bu ekranlara yansıyan beden imajları önemli hâle gelmiştir. Modern tıptaki geleneksel doktorlar hastayı doğrudan değil, dolaylı olarak ekrandan izlemektedirler. Frank'e göre (1992:83) doktorlar ve hastalar birbirlerini artık daha az görür ama birbirlerinin hâlâ orada olduğunu varsayarlar. Teşhiste, hatta tedavide bile ekrandaki imaj "gerçek" hasta haline gelir, yatakta yatan beden artık kusurlu bir taklittir ve ekrandaki imaj kadar dikkate değer değildir.

Postmodern düşüncenin sağlık alanındaki yansımalarından biri de alternatif veya tamamlayıcı tıp adıyla anılan ve modern tıbba alternatif olduğu ileri sürülen uygulamaların yaygınlaşmasını sağlamasıdır. Postmodernizme göre bilgi türleri arasında hiyerarşi yoktur. Bu nedenle modern bilim anlayışının dışında kalan çeşitli uygulamaları ve farklı kültürel tedavi yöntemlerini bilimsel tıptan farklı görmez. Modern tıp da egemenliğini başka kurumlarla paylaşmamak için bu uygulamaları kısmen desteklemektedir. Örneğin, Batı ülkelerinde birçok tıp fakültesinde doğu tıbbı, tamamlayıcı tıp ya da alternatif tıp adıyla bilimsel tıbbı tamamladığı ileri sürülen bölümler açılmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

(DM

O

•İşlevselci Yaklaşım'ın, özellikle T. Parsons'ın sağlık sosyolojisine en büyük katkısı hasta rolü kavramı ve tıbbın toplumsal işlevi konusundaki analizidir. Hasta rolü, gündelik yaşamın gerilimlerinden kısa süreliğine kurtulmak için hasta olmayı tercih eden insanların girmeye çalıştığı roldür ve bu role girebilen bireyler toplum tarafından meşru olarak hasta kabul edilirler. Hasta rolüne girmek için bireyin iyileşmeyi istemesi ve doktorlarla iş birliği içinde olması gerekir. Bu zorunluluklara karşılık hasta bir süreliğine toplumsal rollerinden muaf tutulma ve hastalığından kişisel olarak sorumlu tutulmama haklarını kazanır. Ancak çok fazla insan hasta olursa toplumun işleyişi aksayacaktır. Bu nedenle doktorların görevi hasta rolüne girmeye çalışan herkesin bu role girmesini engellemektir ve Parsons'a göre tıbbın en önemli toplumsal işlevi budur.

•Çatışmacı yaklaşımın sağlık sosyolojisine katkıları sağlık alanındaki eşitsizlikleri ve bu eşitsizliklerin maddi koşullarını ortaya koymasıdır. Kapitalist tıp, sağlığı fiziksel zindeliğe, tedaviyi ilaç satın alıp tüketmeye indirgemekte, hastalıklara neden olan sosyal, ekonomik, politik koşulları gizlemekte, pahalı tıbbi teknolojilerle hastanelerde yapılan tedavileri destekleyerek hastaların yaşam koşullarını görmezden gelmektedir. Tıp, yetersiz veya kötü tedaviler, toplumun yararına olmayan sağlık politikaları, insanların ölüme, acıya ve hastalığa verdikleri kültürel tepkilerin önlenmesi gibi yollarla sağlığı iyileştirmekten çok kötüleştirmektedir.

•Yorumlayıcı yaklaşım hastalıkların basit biyolojik gerçekler olmadığını, toplumsal değer yargılarını içerecek şekilde inşa edildiklerini savunur. Tıp önceden yaşamın doğal süreçleri olarak görülen durumları hastalıklar olarak yeniden tanımlamakta, böylece bu alanlarda da kendisi otorite hâline gelmektedir. Medikalizasyon olarak adlandırılan bu süreçle normalin ne olduğunu belirleyen temel güç hâline gelen tıbbın toplumsal kontrol mekanizması olarak işlemesi mümkün olmaktadır.

•Post yapısalcı yaklaşıma göre tıp, toplumsal normlara uymayanları hasta olarak sınıflandırmakta ve normalleştirmeye çalışmaktadır.Bir yandan nüfus hakkındaki bilgileri toplar, diğer yandan hastane gibi kurumlarda bireyleri denetler ve kontrol altında tutar. Bilimsel bilgiye dayandığını iddia ederek normalin ne olduğunu tanımlar ve toplum da normalliğe dair bu tanımları içselleştirerek kendi kendini disipline eder.

•Feminist yaklaşımın sağlık sosyolojisine katkısı bir yandan sağlık alanında cinsiyete dayalı eşitsizliklerin, diğer yandan tıbbın ataerkil bakış açısını ortaya koymaktır.

•Postmodern yaklaşımın bu alana en önemli katkısı ise tıbbın artık fiziksel bedenlerle değil, bedenlerin hastanelerdeki ultrason, elektrokardiyograf gibi video ekranlarındaki imajlarıyla ilgilendiğini vurgulamasıdır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Ödev konusu "Kimse mükemmel bir bedene sahip olmak için zorlanmadığı hâlde toplumda pek çok insan mükemmel, kusursuz bir bedene sahip olmak için çaba göstermektedir. Çocuğu olmayan kadınlara da dışarıdan baskı yapılmadığı hâlde pek çok kadın, tüp bebek gibi üreme teknolojileriyle çocuk sahibi olmaya çalışmaktadır. Bu olguları sağlık sosyolojisinin bakış açısından değerlendirmeye çalışınız. Bu şekilde davranan insanların mükemmel bedenler veya doğurgan kadınlar ile düşünceleri neler olabilir?"Hazırladığınız ödevi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan "ödev" bölümüne yükleyebilirsiniz.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

><D

T 3O

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan "bölüm sonu testi" bölümünde etkileşimli

olarak cevaplayabilirsiniz.

DEĞERLENDİRME SORULARI1. Aşağıdakilerden hangisi Parsons'a göre tıp doktorlarının özelliklerinden

biri değildir?

a) Mesleklerini ayrımcılık yapmadan, evrensel bir şekilde uygulamaları

b) Ahlaki açıdan yansız olmaları, hastaları yargılamamaları

c) Hastalarla ekonomik olmayan, güven temelli bir ilişki kurmaları

d) Maddi çıkarlarını hastaların çıkarlarından fazla düşünmeleri

e) Toplumdaki bireyci fayda anlayışına direnen özgeci bir meslek grubu oluşturmaları

2. Parsons'a göre tıbbın toplumsal işlevi aşağıdakilerden hangisidir?

a) İnsanların hastalanmalarına neden olan çevresel koşulları iyileştirmek

b) Hastalığa kültürel olarak kabul edilebilecek açıklamalar getirmek

c) Kendini hasta hisseden herkesin meşru olarak hasta kabul edilmesini engellemek

d) Daha yüksek teknolojili hastanelerin açılmasını sağlamak

e) Daha fazla sayıda doktor yetiştirilmesini sağlamak

3. Çatışmacı Yaklaşıma göre aşağıdakilerden hangisi kapitalist tıbbın özelliklerinden biri değildir?

a) İnsan sağlığını kârdan daha önemli kabul etmesi

b) Sağlığı sadece fiziksel sağlığa indirgemesi

c) İyileşmeyi tıbbi teknoloji ve ilaç tüketimine indirgemesi

d) Hastalıklara neden olan sosyal, ekonomik ve politik faktörleri gizlemesi

e) Kâr amacıyla yüksek maliyetli teknolojik tedavileri desteklemesi

4. Aşağıdakilerden hangisi "tıbbi-endüstriyel kompleks" kavramının tanımıdır?

a) Kozmetik ameliyatlar yapan tıbbi şirketler

b) Öncelikli amacı kâr ve ticaret olan sağlık bakım kurumları

c) Endüstri toplumunun hastalıklarıyla ilgilenen tıp dalı

d) Tıp ve endüstri işbirliğini vurgulayan bir yaklaşım

e) Ortakların doktorlardan oluştuğu özel hastane modeli

5. Ivan Illich'in tıbbın sağlığa verdiği zararı ifade etmek için kullandığı kavram aşağıdakilerden hangisidir?

a) İatrojenez

b) Şirketleşmiş tıp

c) Medikalizasyon

d) Tıbbi kozmoloji

e) Disleksi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

6. Tıbbın önceden yaşamın doğal süreçleri olarak görülen durumları hastalık olarak tanımlaması ve bu alanlarda otorite haline gelmesi aşağıdaki kavramlardan hangisiyle ifade edilir?

a) Metalaşma

b) Bilimselleştirme

c) Etiketleme teorisi

d) İatrojenez

e) Medikalizasyon

7. Tıp kozmolojilerinde kronolojik olarak yatak yanı tıbbından sonra gelen kozmoloji aşağıdakilerden hangisidir?

a) Klasik tıp

b) Laboratuvar tıbbı

c) Hastane tıbbı

d) Gözetim tıbbı

e) İnternet tıbbı

8. Ana ölüm oranı aşağıdakilerden hangisiyle ilişkili değildir?

a) Eğitim

b) Temiz içme suyuna erişim

c) Kanalizasyon sistemine ulaşım

d) Özel hastane sayısı

e) Kişi başına düşen milli gelir

9. Günümüzde hastaların bedenlerinin teknolojik ekranlardaki imajının hastanın kendisinden daha önemli ve dikkate değer hale geldiğini ve tıbbın fiziksel hastadan çok ekrandaki veri ve görüntülerle ilgilendiğini savunan yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir?

a) Post yapısalcı

b) Postmodern

c) Feminist

d) Çatışmacı

e) Yorumlayıcı

10. Aşağıdakilerden hangisi sınıfsal eşitsizliklerin sonucunda sağlığı olumsuz etkileyen koşullardan biri değildir?

a) Kötü barınma koşullarında yaşamak

b) Eğitim olanaklarının sınırlanması

c) Zehirli maddelere maruz kalarak çalışmak

d) Yeterli ve dengeli beslenememek

e) Genetik faktörler

Cevap Anahtarı

1.D, 2.C, 3.A, 4.B, 5.A, 6.E, 7.C, 8.D, 9.B, 10.E

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR

Alvarez, J. L.; Gil, R.; Hernandez, V. ve Gil, A. (2009). Factors associated with maternal mortality in Sub-Saharan Africa: an ecological study. BMC Public Health. 9, 462.

Annandale, E. (1998). The Sociology of Health and Medicine: A Critical Introduction. Cambridge: Polity Press.

Armstrong, D. (2002). The Rise of Surveillance Medicine. The Sociology o f Health and Illness Reader. (Ed:S. Nettleton and U. Gustaffson. Cambridge: Polity Press, ss.112-118.

Baudrillard, J. (1983). Simulations. New York: Semiotext(e).

Cochrane, A. L. (1972). Effectiveness and Efficiency: Random Reflections on Health Services. Leeds: Nuffield Provincial Hospital Trust.

Conrad, P. (2004), 'The Shifting Engines of Medicalization', p!enary presented at the British Sociological Association, Annual Medical Sociology Conference, York, September.

Cornwell, J. (1984). Hard-Earned Lives: Accounts o f Health and Illness from East London. London: Tavistock.

Davis, P. ve Lee, R. (1990). Patterns of Care and Professional Decision Making in a New Zealand General Practice Sample. New Zealand Medical Journal. 103, 309-12.

Doyal, L. ve Pennell, L. (1979) The Political Economy of Health. London: Pluto Press.

DSÖ (2002). Sağlık Araştırmaları Küresel Forumu. http://www.who.int/director- general/speeches/1999/english/19990609_geneva_global_forum.html (Erişim:23.06.2009)

DSÖ (2015a) World Health Organization World Health Statistics, 2015. WHO.

DSÖ (2015b) Who 2015 Global Health Observatory Data Repository: Lifeexpectancy - Data by country" (CSV). Geneva, Switzerland: World Health Organization.

Ehrenreich, B. (1971). The American Health Empire:Power, Profits and Politics. New York: Random House Inc.

Ehrenreich, B. ve English, D. (1978). For Her Own Good: 150 Years o f The Experts' Advice to Women. London: Pluto Press.

Foucault, M. (2006 [1967]). Madness and Civilisation. Routledge.

Foucault, M. (1976). The History of Sexuality. Volume 1: An Introduction. Harmondsworth: Penguin.

Frank, A. (1992). Twin nightmares of the medical simulacrum: Jean Baudrillard and David Cronenberg. Jean Baudrillard: The Disappearance o f Art and Politics. (Ed: W. Stearns ve W. Chaloupka). London: Macmillan, ss. 82-97.

Goode, E. (2015) The Medicalization of Deviance: From Badness to Sickness. E. Goode (ed.) Handbook on Sociology of Deviance, Wiley-Blackwell.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Hughes D. ve Griffiths, L. (1996) Risk and rationing in cardiac surgery. Sociology of Health & Illness, 18, 172-97.

Illich, I. (1995 [1975]) Sağlığın Gaspı. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Jewson, N. (1976). The Disappearanee of the Sick Man from Medical Cosmology 1770-1870. Sociology. 10(2), 225-44.

Klein, Naomi (2002). Fences and Windows. London: Flamingo.

McKeown, T. (1976), The Role of Medicine: Dream, Mirage, or Nemesis?, London: Nuffield provincial Hospitals Trust.

Navarro, V. (1976). Medicine Under Capitalism. New York: Prodist.

Nettleton, S. (2006). The Sociology o f Health and Illness. Cambridge: Polity Press.

O'Brien, R.; Hunt, K. ve Hart, G. (2005). It's caveman stuff, but that is to a certain extent how guys still operate: Men's accounts of masculinity and help seeking. Social Science and Medicine. 61(3), 503-516.

OECD (2003). Poverty and Health. http://whqlibdoc.who.int/publications/2003/ 9241562366.pdf (Erişim:21.11.2015)

ONS Longitudinal Study (2015). ONS Dinamik Sorgulama http://www.ons.gov.uk/

Östlin, P.; Asha, G. ve Sen, G. (2001). Gender, Health, and Equity:TheIntersections. Challenging Inequalities in Health: From Ethics to Action. (Ed: Timothy Evans, Margaret Whitehead, Finn Diderichsen, Abbas Bhuiya ve Meg Wirth). Oxford: Oxford University Press, ss.174-189.

Parsons, T. (1951). TheSocial System, Glencoe, III: Free Press.

Pellegrino, E. D. (1999). The Commodification of Medical and Health Care: TheMoral Consequences of a Paradigm Shift from a Professional to a Market Ethic. Journal o f Medicine and Philosophy. 24(3), 243-266.

Raine, R.; Hutchings, A. ve Black, N. (2003). Is publicly funded health care really distributed according to need? The example of cardiac rehabilitation in the UK. Health Policy. 63, 63-72.

Relman, A. (1980). The New Medical-Industrial Complex. New England Journal of Medicine. 303, 963-970.

Renaud, M. (1975). On the Structural Constraints to State Intervention in Health. International Journal o f Health Services. 5(4): 559-572.

Rogers, W. (2004). Evidence based medicine and women: do the principles and practice of EBM further women's health?. Bioethics. 18(1), 50-71.

Rosenhan, D. (1973). 'On Being Sane in Insane Places', Science, 179: 250-8.Rosenstock, ı. M. (1974), 'Historical Origins of the Health Belief Model', Health Education Monographs, 2: 409-19.

Sawicki, J. (1991). Disciplining Foucault: Feminism, Power and the Body. London: Routledge.

Shaw, L.; Hachamovitch, R. ve Redberg, R.F.(2000). Current evidence on diagnostic testing in women with suspected coronary heart disease: choosing the appropriate test. Cardiology in Review. 8(1), 65-74.

Tesh, S. (1988). Hidden Arguments. New Brunswick: Rutgers University Press.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24

Sağlık Sosyolojisinde Temel Yaklaşımlar ve Teoriler

Vlassoff, C. ve E. Bonilla (1994). Gender related differences in teh impact of tropical diseases on women: what do we know? Journal o f Biosocial Science. 26, 37-53.

Waitzkin, H. (1986). A Marxian Interpretation of the Growth and Development of Coronary Care Technology. The Sociology o f Health and Illness. (Ed: P. Conrad ve R. Kern). New York: St Martin's Press, ss. 247-257.

White, K. (2002). An Introduction to the Sociology o f Health and Illness. London: Sage.

Xu, K. ve Borders, T. (2003). Gender, Health and physician visits among adults in the United States. Amercan Journal o f Public Health. 93(7), 1076-79.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25

HEDE

FLER

İÇ

İND

EKİL

ERSAĞLIĞIN SOSYAL

BELİRLEYİCİLERİ

• Cinsiyet ve ToplumsalCinsiyet

• Medeni Durum• Eğitim• Ekonomik Durum ve

Meslekler• Yoksulluk• Kültürel Değer ve

Alışkanlıklar• Küreselleşme ve Medya

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;• Cinsiyetin biyolojik /toplumsal

yönünün ve bireylerin medeni durumunun sağlığı nasıl etkilediğini açıklayabilecek,

• Eğitim ve gelir düzeyi ile sahip olunan mesleklerin birey sağlığına etkilerini değerlendirebilecek,

• Kır ve kentlerdeki bireylerin sağlık durumlarını ayırt edebilecek,

• Yerel ve kültürel farklılıklar ile birlikte küreselleşme sürecinin sağlık üzerindeki etkilerini kavrayabileceksiniz.

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

Yalnızca kadına ya da erkeğe özgü hastalıkların

olması, cinsiyetin biyolojik yönünün sağlığı

belirlediğini gösterir.

GİRİŞ

Sağlıklı olmak, sadece fiziksel ve ruhsal açıdan iyi olmanın yanı sıra sosyal bağlamda iyilik hallerini de içeren bir durumdur. Fiziksel rahatsızlıkların ve hastalıkların oluşum süreci incelendiğinde, bunda birçok sosyal ve kültürel faktörün etkili olduğu görülür. Bir başka ifadeyle hasta olan bireyin, sağlığını kaybetme nedenleri birçok sosyal faktörle açıklanabilir. Sağlıklı olmayı belirleyen bu faktörler, bireylerin sahip olduklarıyla, ekonomik durumuyla, toplumsal statüleriyle ve yaşam tarzlarıyla ilgilidir.

Makro sosyolojik bir bakış açısıyla bu faktörlerin aynı zamanda toplumların gelişmişlik düzeyleriyle, politikalarıyla ve sosyal hizmet uygulamalarıyla ilişkili olduğu söylenebilir. Sağlıkla ilgili nicel veriler, toplumlar arasındaki farklılıkların bireylerin yaşam kalitesine ve dolayısıyla sağlık ve hastalık durumlarına olan etkilerini gözler önüne sermektedir. Bununla birlikte bireylerin yerel ve kültürel düzeydeki yaşam biçimi farklılıkları ve sağlıklı bir şekilde yaşama imkânları aynı toplumdaki bireyleri dahi farklılaştıran bir öneme sahiptir. Kitabın bu bölümünün içeriği bu çerçevede hazırlanarak, toplumsal yaşamda birey sağlığının belirleyicileri yedi başlık altında toplanmıştır.

CİNSİYET VE TOPLUMSAL CİNSİYET

Kadın ve erkeklerin sağlığına ilişkin dünya genelinde önemli farklılıkların gözlemlenebildiği bir değişken olarak cinsiyet kavramı, biyolojik bir ayrıma işaret eder. Tıbbi açıdan yalnızca kadına ya da yalnızca erkeğe özgü hastalıkların olması ve tıbbi dalların bu yönde ayrılması, cinsiyetler arasında biyolojik yapıya bağlı olarak oluşan farklılaşmalardan kaynaklanır. Prostatın yalnızca erkeklerde görülmesi ya da jinekoloji adı altında kadın hastalıklarına yönelik tıbbi bir alt dalın varlığı bu farklılaşmayla ilgilidir. Ayrıca bazı nicel sağlık göstergelerinin cinsiyete dayalı karşılaştırmalarını yapmak da mümkündür. Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) 19902013 yılları arasındaki döneme ait verilerine göre ortalama yaşam beklentisi, tüm bireylerde genel bir artış göstermiştir. Ancak hangi gelişmişlik düzeyinde olursa olsun her ülkede, kadınların yaşam beklentisi erkeklerden daha yüksek ortalama değere sahiptir. Aşağıdaki tabloda Türkiye ve bazı ülkelerdeki ortalama yaşam beklentisi değerleri yer almaktadır (WHO, 2015).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

Toplumsal cinsiyet rolleri, sağlıkla ilgili

bireysel ve toplumsal tutum ve davranışların

belirleyicisidir.

Tablo 1.1. Bazı Ülkelerdeki Ortalama Yaşam Beklentisi DeğerleriÜlke Ortalama Yaşam Beklentisi

Genel Kadın Erkek

Türkiye 75 79 72

Fransa 82 85 79

İngiltere 81 83 79

Almanya 81 83 79ABD 79 81 76

Kanada 82 84 80Çin 75 77 74Brezilya 75 79 72Hindistan 66 68 65Japonya 84 87 80Bulgaristan 75 78 71

Romanya 74 78 71Mısır 71 74 69

Somali 54 56 53

Cinsiyetin biyolojik ve sosyal yönleri çoğu alanda iç içe geçmiştir ve bu alanlardan biri olan sağlık, cinsiyetin toplumsal görünümlerinin çözümlenmesinde önemli vurgulara sahiptir. Cinsiyetin sosyal yönüne işaret eden bir kavram olarak toplumsal cinsiyet, sağlık ve hastalık konularının sosyal bilimlerce ele alınmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu çerçevede cinsiyete ilişkin benimsenen rollerin, atfedilen görev ve sorumlulukların, sağlıkla ilgili davranışların oluşumunda ve sağlık sektöründeki mesleki ayrımlaşmada etkili olduğu söylenebilir.

; .

\y »Doktorların çoğunlukla erkek olması ve kadınlık rolleriyle uygun <U olduğu düşünülen ebelik ile hasta bakımıyla ilgili olan hemşireliğin £ kadın mesleği olarak algılanması, sağlık ve toplumsal cinsiyet

: Q konuları arasındaki ilişkilere dair önemli örneklerdir.

Ortalama yaşam beklentisinin kadın ve erkeklere göre farklılaşmasının nedenlerini, cinsiyete ilişkin sosyal beklentilerde ve kabullenişlerde aramak mümkündür. Bir görüşe göre kadınlar, hastalıklarını kabul etme ve hasta rolünü benimsemede erkeklere göre daha rahattır ve buna bağlı olarak hastalıkları konusunda daha duyarlı ve titiz davranır. Kadınlar hastalıklarını erken teşhis ettirebilmekte, ölümle sonuçlanabilecek hastalıklardan erkeklere göre daha çok korunabilmektedir. Bu bağlamda yapılan pek çok çalışma, kadınların erkeklerden daha fazla sağlıkla ilgili kişi ve kurumlara başvurduğunu, bir başka deyişle daha fazla doktora gittiğini desteklemektedir. Diğer bir görüş ise, doktora gitme sıklığını doğurganlıkla ilişkilendirir. Kadınlar hamilelik ve doğum kontrolü için belli yaşlarda belli aralıklarla doktora görünme ihtiyacı ya da zorunluluğu duymaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

Ayrıca kadınların erkeklerden daha fazla hastalanma riski taşıdığına, biyolojik olarak daha zayıf ve dirençsiz olduklarına ve bu nedenle daha fazla tıbbi tedavilere ihtiyaç duyabileceklerine ilişkin bir görüş de mevcuttur. Bu çerçevede yoğunlaşan eleştirel tartışmaları ise tıbbileşmenin cinsiyet ayrımcılığına neden olduğunu kabul eden çalışmalarda görmek mümkündür.

Kadınların günlük deneyimleri olan yemek yapmak, bulaşık yıkamak, çamaşır yıkamak, ütü yapmak, evi temizlemek ve çocuklara bakmak gibi ev içinde gerçekleştirdikleri eylemler kadın sağlığı ile yakından ilgilidir.

Dikkat edilmeden yanlış pozisyonlarda yapılan ev işleri, sırt, bel, kol ve bacak ağrıları gibi fiziksel rahatsızlıklara yol açmaktadır. Kadınlar; temizlik için kullanılan deterjan, çamaşır suyu gibi insan sağlığını olumsuz etkileyen kimyasal maddelerin yanı sıra oda içi hava kirliliği, kesik, yanık, düşme, kayma ve ergonomik problemler gibi sağlık riskleri altındadır.

Kadına yönelik şiddetin hem fiziksel hem de

ruhsal sağlık üzerinde olumsuz sonuçları

vardır.

Diğer yandan çalışan kadınlar, hem dışarıda hem de evde yoğun emek harcadıkları için çift yönlü bir mücadele içinde fiziksel ve psikolojik olarak yıpranmaktadır.

Son olarak cinsiyete dayalı gerçekleşen önemli bir sağlık sorunu olarak kadına yönelik şiddetin önemine değinmek gerekir. Dünya Sağlık Örgütünün tanımlamasına göre kadına yönelik şiddet, "Cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında kadına baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır." (WHO, 2002) İtip kakmak, tartaklamak, ısırmak, tekmelemek, tokat atmak, kesici ve vurucu aletlerle ya da yakıcı maddelerle bedene zarar vermek, sağlıksız koşullarda yaşamaya mecbur bırakmak, sağlık hizmetlerinden yararlanmasına engel olmak suretiyle bedensel zarara uğratmak, ensest, cinsel taciz, tecavüz gibi sonu öldürmeye kadar uzanabilen davranışlar kadına yönelik şiddetin görünen boyutudur. Bununla beraber; aşağılama, küfür ve hakaretin yanı sıra bazen kadına takılan aşağılayıcı bir isimle, bazen de kadının önem verdiği şeylerle, kadının bedeniyle, dış görünüşüyle alay etme gibi şiddet içerikli ama görünür olmayan davranışlar da söz konusudur. Bu davranışlar kadınların öz güvenini yitirmesine, düşünce sistemlerinin yıpranmasına, dolayısıyla sağlıklı düşünmesinin ve karar almasının engellenmesine, duygusal olarak çökertilmesine ve ruhsal sağlığının bozulmasına yol açmaktadır.

Kadına yönelik şiddetin fiziksel sağlık üzerine olumsuz sonuçları; yaralanmalar, incinmeler, diş kırıkları, burun-dudak yaralanmaları, morarmış göz, yanıklar, kırıklar, bıçak izleri, iç organlarda yaralanmalar, beyin hasarı (konsantrasyon güçlüğü, bilinç kaybı vb), görme ve işitme kaybı, çeşitli kronik ağrı sendromları, sindirim sistemi bozuklukları ve düşükler olarak sıralanabilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

Eğitim düzeyi yükseldikçe, sağlıklı bir

yaşam tarzına sahip olma imkanı da artar.

Gerçekleştirilen çalışmalarda, şiddeti deneyimleyen kadınlarda cinsel yolla bulaşan hastalıkların, idrar yolu enfeksiyonlarının ve gebelikte kanamanın daha sık görüldüğü sonuçlarına ulaşılmıştır. Gebe kadınlara uygulanan şiddetin düşüklere, erken doğumlara, zihinsel ve fiziksel engelli bebek doğumlarına yol açtığı bilgisine yer verilmiştir.

MEDENİ DURUMBireylerin evli, bekâr, dul veya boşanmış olması ya da çocuk sahibi olup

olmaması sağlık durumlarını etkileyen durumlardır. Evlilik içinde etkin olan sosyal kontrol ve düzenlemelerin, sosyal rol ve sorumlulukların daha belirgin olmasına neden olduğuna ve bu durumun sağlıklı yaşamı ve riskten kaçınmayı beraberinde getirdiğine dayanan yaygın bir görüş mevcuttur. Bu görüşe göre evli olanların sosyal destek bulma ve düzenli yaşam tarzına sahip olma olasılıkları daha fazladır. Bu görüş evli olanların hastalıklara yakalanma risklerinin daha az olduğunu, hastalıklara yakalandıklarında daha çabuk iyileştiklerini savunmaktadır.

Bununla beraber evli olmayan kişilerin evli olanlara göre genellikle daha düşük sosyoekonomik statüye sahip olmalarının, hem hastalıklara yakalanma riskleri hem de sağlık harcamalarını karşılayabilme açısından, sağlık durumlarını etkilediği söylenebilir. Evli kadınlarla karşılaştırıldığında bekâr ve boşanmış kadınların hastalığa daha yatkın oldukları gözlenmektedir. Bunun nedeni genel olarak evlilere göre ekonomik durumlarının daha kötü olması, sosyal bağlara daha az düzeyde sahip olmaları, sosyal rol ve sorumluluklarının daha az olması, sosyal desteğin daha az sağlanmasıdır. Özetle, medeni durum sağlığın sosyal belirleyicilerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Evli bireyler bekar olanlara, dul ve boşanan bireylere göre daha sağlıklı olmaktadır.

EĞİTİMEğitim düzeyi yüksek bireyler, daha az işsiz kalmakta ve genellikle iyi gelir

getiren, sosyal güvenceli ve yüksek standartlı mesleklerde çalışmaktadır. Gelir durumlarına paralel olarak daha iyi bir yaşam kalitesine ve yüksek yaşam doyumuna sahip bu bireylerin, hastalıklara yakalanma riskinin diğer düşük eğitim düzeyindeki bireylere kıyasla daha az olduğu, yaşam koşullarına dayalı olarak daha sağlıklı olduğu söylenebilir. Eğitimin bireylerin istihdam durumları ve gelir düzeyleri üzerindeki etkilerinin yanı sıra, sağlıklı olma ile ilgili düşünceleri biçimlendirme işlevi de vardır. Sağlık sorunlarının giderilmesinde tedavi hizmetlerinden yararlanmak bireylerin ekonomik durumlarıyla ilgilidir. Ancak sorunların ortaya çıkış koşullarını çözümleme noktasında bireylerin sağlıklı bir yaşam tarzını benimseyip benimsemedikleri büyük önem taşır. Bu bağlamda eğitimli kişiler daha sağlıklı bir yaşam tarzına sahiptir; daha çok egzersiz ve spor yapmaya eğilimlidir, sağlıklı beslenebilme imkânları daha fazladır, düzenli ve dengeli beslenme konusunda daha bilinçlidirler.

Nitekim egzersizler, kalp damar hastalıkları, sırt ağrıları, damar sertliği, kolon kanseri, obezite ve yüksek tansiyon gibi sağlık sorunlarının gerilemesini sağlarken, sağlıklı beslenme tarzı ile bireylerin kötü beslenme alışkanlıklarından uzak kalması mümkün olmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

m

Sahip olunan meslek ile iş ortamının fiziksel ve

sosyal koşulları bireylerin sağlığını

etkiler.

EKONOMİK DURUM VE MESLEKLERToplumların ekonomik düzeyi ve kalkınmışlık durumu bireylerin sağlık ve

hastalık durumunu doğrudan etkilemektedir. Güçlü ekonomiye sahip toplumlarda, herkesin ulaşabileceği donanımlı sağlık kuruluşlarının mevcut olması nedeniyle hastalanan ve ihtiyaç duyan bireyler her türlü teknik imkândan ve sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektedirler. Ancak ekonomik gelişme düzeyi düşük toplumlarda, sağlık alanına çok fazla yatırım yapılamaması nedeniyle bireyler sağlık hizmetlerinden ve sağlık teknolojilerinden yeterli ve kaliteli bir şekilde yararlanamamaktadır.

Hastalığa yatkınlığın ve sağlığı olumsuz etkileyen kötü yaşam koşullarının nedenlerinden biri de işsizliktir. İşsizlik bireylerin yaşam standartlarını düşürmekte ve toplumsal rollerini yerine getirememeleri sonucu ortaya çıkan kronik stres, onları hastalığa daha yatkın hâle getirmektedir. İşsizlik nedeniyle yeterli ekonomik kaynağa sahip olmayan bireyler daha fazla hastalanmakta ve sağlık kuruluşlarından daha az oranda yararlanmaktadırlar. Buna göre işin, bireylere maddi destek sağlama dışında görünmeyen faydalarının da olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Jahoda'nın (1979) "gizlisonuçlar" adını verdiği bu faydalar, öz saygı, başkalarına saygı duyma, günün belirli zaman dilimleri halinde düzenlenmesi gibi kazanımlardır. Warr' da (1987) benzer şekilde bir işte çalışmanın akıl sağlığına olan faydalarını ifade eden "Vitamin Teorisi"ni geliştirmiştir. Bu faydalar, fiziksel ve zihinsel aktivite sağlama, kişisel becerilerin kullanımı, karar verme serbestliği, bireylerarası temas, toplumsal statü sağlama ve "çekiş gücü"nü (gün boyunca ve bir günden diğerine ilerleme nedenini) oluşturmadır.

Çalışılan meslek ve karşılığında elde edilen gelir, bireylerin sağlıkları üzerinde önemli etkilere sahiptir. Türkiye'ye ilişkin istatistiklere bakıldığında, her yaş grubunda gelir düzeylerinin artmasına paralel olarak sağlıklı olmanın daha mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim sayısal bulgular, hane gelirinin artışıyla kronik hastalığa sahip olan bireylerin oranının azaldığını göstermektedir (Arun, 2015: 130). Gelir düzeyi yüksek olan bireylerin sağlık hizmetlerine ulaşabilmeleri daha rahattır ve aldıkları sağlık hizmetlerinin kalitesi de daha yüksek olabilmektedir. Resmî bir işte sosyal güvenceli olarak çalışmak, sağlık hizmetlerinden yararlanmak için maddi imkân sağlayan sosyal destek mekanizmasıdır.

Bununla beraber yapılan işin niteliği ve iş ortamı bireylerin sağlık durumlarını etkileyebilmektedir. Çalışma hayatı bireyin sosyal çevresini genişleterek sosyal psikolojik sağlığını olumlu yönde etkileyebileceği gibi, iş yerinde statüye dayalı gerçekleşen mobbing (psikolojik şiddet ve baskı) durumları, bireylerde strese ve üzüntüye dayalı çeşitli psikolojik rahatsızlıkların ortaya çıkmasına ve olumsuz psikolojinin fiziksel rahatsızlıklara dönüşmesine neden olabilmektedir. Çok sık ve uzun süreli strese maruz kalmak, birçok sağlık sorunlarına neden olabilmektedir. Bu sorunlar, depresyon, enfeksiyonlara yatkınlığın artması, diyabet, yüksek kan basıncı ve damar duvarlarında kolesterol birikimi ile beraberinde gelen kalp krizi ve inmedir. Ayrıca bir bireyin çalıştığı mesleğe göre bazı hastalıklara daha fazla yakalanma riski vardır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

Bu durum iş sağlığı ile ilgili çalışmalarda "meslek hastalığı" kavramı ile anılmaktadır.

(DC

O

• Üst düzey yöneticilik yapan bireylerde yoğun çalışma temposu ve yüksek sorumluluğun yol açtığı strese bağlı olarak gelişen kalp- damar hastalıkları sıklıkla görülürken, bilgisayar mühendislerinde göz rahatsızlıklarına sık rastlanmaktadır. Maden ocaklarında ya da kimyasal madde solunan yerlerde çalışan işçilerde akciğer hastalıkları görülmekte, uzun süre ayakta kalan ve yüksek tonda sürekli konuşan öğretmenler varis ve faranjit hastalıklarına, sırt, bel ve bacak ağrılarına yakalanmaktadır.

Kendini gerçekleştirme, daha geniş sosyal ağlara sahip olma, öz güvenin

artışı gibi bir işte çalışmanın sağladığı faydalar, bireylerin sağlığını da olumlu

yönde etkiler.

s J

Meslekler, toplumsal cinsiyete dayalı cinsler arasında oluşan sosyal ayrılıkların görüldüğü alanlardan biri olarak da değerlendirilir. Toplumun kadın ve erkek cinsine uygun bulduğu ya da "yakıştırdığı" mesleklerde toplumsal cinsiyet rolleri etkilidir. Hemşirelik, öğretmenlik, sekreterlik, çocuk ve yaşlı bakıcılığı, temizlikçilik gibi mesleklerde kadınların yaygın olarak çalıştıkları görülürken, politikacıların, yöneticilerin, doktorların ve mühendislerin çoğunluğu erkektir. Meslek dağılımlarına bakıldığında, kadınların düşük ücretli, kayıt dışı çalışan sayısı fazla olan, daha çok ev içinde beklenen rollerine benzer çalıştıkları ya da ev işlerine daha fazla vakit ayırabilecekleri mesleklerde çalıştıkları anlaşılmaktadır. Erkekler ise daha yüksek statülü ve ücretli, çok fazla eğitim ve uzmanlık gerektiren, karar alma süreçlerine katılımlı mesleklerde yoğunlaşmaktadır. Kadınların sağlıklı bir yaşam sürme ve hastalıklardan korunma olanaklarının daha az olduğu mesleklerde çalıştığını ifade etmek mümkündür. Ancak kadınların çalışma koşullarının sağlık durumlarına olan etkilerini çözümlemek için, sahip oldukları mesleklerle birlikte çalışmanın birey üzerinde yarattığı olumlu ve olumsuz etkileri de göz önünde bulundurmak gerekir. Kendini gerçekleştirme, kendi gücünü hissetme, daha geniş sosyal ağlara sahip olma ve özgüvenin artışı kadınlar için iş hayatının olumlu etkileri olarak sayılabilirken, kadın çalışanların erkeklere göre daha fazla psikolojik baskıya maruz kalmaları, sağlığı olumsuz etkileyen bir durumdur. Tüm bu bilgiler doğrultusunda kurulabilecek nedensellik ilişkisi şudur: Kadınların gelir düzeyleri düştükçe, çalışma koşullarının potansiyel faydaları azalmaktadır.

Dolayısıyla çalışma ve meslek koşulları insanların sağlıklarını kötü yönde etkilese de, bir işe sahip olmanın sağlıklı olmaya önemli katkıda bulunduğunu ifade edebiliriz. Bireyler sahip oldukları mesleklere bağlı olarak fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan çeşitli problemler yaşamaları sonucunda bazı hastalıklara daha yatkın hale gelebilmektedir. Ancak çalışan insanların elde ettikleri gelir ve işlerinin onlara sağladığı sosyal ve psikolojik tatmin sağlıklı bir yaşam sürme konusunda gerekli desteği sağlamaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

Yoksulların kötü ve yetersiz koşullarda

çalışmaları ve barınmaları, sağlık

risklerinin ve sorunlarının artmasına

neden olur.

YOKSULLUK

Toplumların birbirinden farklı, eşit olmayan sınıfları içeren hiyerarşik yapısı, bireylerin yaşam kalitesini ve dolayısıyla sağlık durumlarını belirleyen önemli faktörlerden biridir. Genellikle ABD'de yapılmış olan çalışmaların çoğu, sınıflar arasındaki farklılıkların bireylerin sağlıklı bir yaşam sürmelerini ve sağlık hizmetlerinden yararlanma durumlarını etkilediği sonucuna varmıştır. Buna göre alt sınıflar en düşük ekonomik düzeydeki bireyleri kapsar ve alt sınıflardaki bireylerin üst sınıflardaki bireylere göre genel olarak hastalıklara yakalanma riskleri daha fazladır. Alt sınıfların düşük gelir düzeyinde olması, yaşamlarının her alanında etkilidir. Yoksul bireyler daha tehlikeli ve olumsuz şartlarda çalışmak zorunda kalmanın yanı sıra, fiziksel olarak yetersiz ve kötü bir ev ortamında ikamet etmektedir. Kalabalık, nemli ve ısıtma problemi olan ev ortamlarında yaşayan yoksulların, uygun hijyen koşullarında barınamaması ve böylelikle enfeksiyona yakalanma riskinin artması söz konusudur. Nemli, soğuk ve küf içerebilen ev ortamlarında bulunan yoksulların, nefes darlığı, hırıltılı solunum, öksürük, astım ve solunum sistemi hastalıklarına yakalanma olasılıkları yüksektir. Aşırı kalabalık ev halkı ise bu bireyler için enfeksiyon riskini artırmanın yanı sıra, yüksek ses seviyeleri, gürültü ve gizliliğin kalmaması gibi etkenler aracılığıyla ruh sağlığına da zarar verebilmektedir. Aynı zamanda kötü ev koşulları, yangın ve kaza risklerini de beraberinde getiren ortamlardır.

Bu bireyler, yaşadıkları yerleşim bölgesi itibariyle, toplum içinde çevre kirliliğine de en fazla maruz kalanlardır. Tüm bu olumsuzluklar, yoksul bireylerin sağlıklarını olumsuz etkilemektedir. Beslenme alışkanlıkları ve beslenme yetersizlikleri, özellikle çocuklarda beslenmeye bağlı sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Ayrıca strese bağlı ortaya çıkan sağlık sorunları da sosyal hiyerarşi basamaklarının aşağısına doğru gittikçe artış göstermektedir.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sağlık alanında da yaşandığına dair yapılan birçok çalışmada ise özellikle yetersiz beslenen ve kötü koşullarda yaşamını sürdüren yoksul kadınların tüm kadın nüfusu içinde daha dezavantajlı olduğu kabul edilmektedir. Ecevit'e (2003: 83, 87) göre; aile, siyaset, hukuk, eğitim gibi toplumsal kurumlar içinde mevcut kaynakların, fırsatların ve gücün kullanımlarındaki toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri kadın yoksulluğunun en temel nedenlerinden biri olmakla birlikte kadın ile erkeğin aynı hanede bile yoksulluğu farklı bir biçimde deneyimlemesine ve daha şiddetli yaşamasına yol açmaktadır.

Yoksulluk içinde yaşayan kadınlar, erkeklerden farklı olarak, hamilelik sürecinde ve çocuk bakımında yaşam kalitesinin düşüklüğünden kaynaklanan önemli sorunlarla boğuşurlar. Yoksul kadınlar erken yaşta bebek sahibi olurken bu kadınların çoğu birden fazla hamilelik süreci geçirmektedir. Diğer yandan eğitim imkanına da sahip olamadıkları için hamilelik sürecinde daha fazla risk taşıyan sigara, alkol ve uyuşturucu kullanımının zararları konusunda da bilinçli davranmamaktadır. Bununla birlikte yoksul kadınlar, hamilelik sürecinde bebeğin gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek mikrobik hastalıklara karşı da savunmasızdırlar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

Yoksulluk, bireylerde psikolojik baskıya,

kronik strese ve depresyona yol açar.

Kır ve kente özgü yaşam biçimleri, bireylerin

sağlığını etkiler.- J

Bu bağlamda, mikrobik hastalıklara, şeker hastalığına, kalp ve damar hastalıklarına yakalanma oranlarının yüksek olması ile çoğunlukla yeni doğan bebeklerin düşük kilolu ve fiziksel olarak kırılgan olması da yoksulluk verilerinde gözlemlenen, yoksul kadınların yaşamlarına dair önemli bulgulardır (Newman ve Newman, 2009: 111).

Kadın yoksulluğunun gelişmiş ya da az gelişmiş birçok toplumun ortak sorunu olduğu bir gerçektir. Ancak az gelişmiş ülkelerdeki kadınlar yoksullukla daha zorlu bir mücadele içindedirler. Gelişmekte olan ülkelerde kadınlar erkeklerden daha kötü, kız çocuklar daha da kötü beslenmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve UNICEF raporları yetersiz beslenmenin sonucu olan aneminin bu bölgelerdeki kadınların çoğunu özellikle Afrika, Güney ve Güneybatı Asya'daki hamile kadınların (bu dönemlerinde erkeklerin üç misli demire ihtiyaçları vardır) üçte ikisini-olumsuz etkilediğini belirtmektedir. Birçok geleneksel toplumda yemeği ilk önce erkeklerin yemesi ve yiyeceğin daha fazlasını tüketmesi gelenek halindedir; böylece ancak geriye kalan daha az besleyici kısımlar kadınlar ve çocuklar arasında paylaşılır. Bu tür sağlıksız ve olumsuz yaşam koşullarıyla mücadele eden kadınlar çocuk bakımı ve ev işlerinin çok ağırlaşması, ailelerini besleyememe gibi nedenlerle ezilirken, erkekler ise ailenin geçimini sağlamakta yetersiz kalmaları nedeniyle ezilmektedirler. Yoksulluk içinde kadınlar ve erkekler, çocuklarını iyi besleyememek, okula gönderememek, istediklerini alamamak ve yapamamak gibi annelik ve babalık görevlerini yerine getirememekten kaynaklanan suçluluk duygusuyla boğuşurlar. Tüm bu olumsuz duygulara ve strese bağlı olarak bireylerde psikolojik baskı ve depresyon durumlarının ortaya çıkması kaçınılmaz olmaktadır. Yoksul kadın ve erkeklerdeki bu olumsuz duygular, kronik strese, ruh sağlığının bozulmasına, saldırgan ve şiddet içerikli davranışların artmasına yol açar.

Yoksulluk, şiddeti artıran etkenlerin başında gelir ve hatta kadının yoksunluklarını artırır. Hatta yoksulluk ve işsizlik sorunu, aile içinde kadına yöneltilen şiddetin sosyoekonomik nedenlerinin de başında gelir. Burada dikkat edilmesi gereken husus ise yoksul insanın şiddet uygulamasından ziyade, yoksulluğun şiddeti ortaya çıkarma potansiyelini taşımasıdır.

KIR VE KENT ORTAMINDA YAŞAM

Kırsal ve kentsel bölgelerde yaşam koşullarının farklılığı, bireylerin sağlık durumları üzerinde oldukça etkilidir. İklim, nüfus yoğunluğu, beslenme ve barınma koşulları, ekonomik faaliyetler, gelir düzeyi, çalışma alanları, boş zaman faaliyetleri, ulaşım ve sağlık hizmetlerinin sayısı ve nitelikleri gibi faktörler kır ve kent bölgeleri arasındaki yaşam farklılıklarının nedenleridir. Kırsal bölgelerde yaşayan bireyler kentlerde ikamet eden bireylere göre daha düşük düzeyde gelire sahiptir. Aynı zamanda kentlerde kalabalık nüfusla birlikte ulaşımın sıkıntılı olması, kırda ise sosyal hizmetlere ulaşımın zorluğu gibi özgün ihtiyaçlara bağlı olarak oluşan özgün sorunlardan da bahsetmek mümkündür. Kır ve kent arasındaki bu toplumsal yaşam farklılıkları, çoğunlukla yakalanılan hastalıkların farklılaşmasına da yol açmaktadır. Kırsal kesimde tarım ve hayvancılıkla uğraşan bireyler, hayvanlardan bulaşan hastalıklara, sıtma, sarılık gibi salgın hastalıklara; tarlada çalışırken meydana gelen iş kazalarına: sırt, bel ve eklem ağrılarına sıklıkla yakalanmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

Kentte yaşayan bireyler, hiçbir hastalık belirtisi olmadan bile

sağlık kontrolüne giderlerken, kırsal

kesimde yaşayanlar genellikle bir ağrı ya da

rahatsızlık olmadığı sürece sağlık kuruluşuna

başvurmamaktadır.

Tarım ve hayvancılık sektöründe fiziksel olarak zorlayıcı ağır işlerde çalışma durumu, kadınlarda, rahim sarkması, çocuk düşürme ve erken doğum gibi sağlık sorunlarına neden olmaktadır. Kentlerde sık görülen hastalıklar ise, sanayileşme sonucu artan çevre ve hava kirliliğine, radyasyona, işlenmiş gıda tüketiminin yaygınlığına bağlı olarak ortaya çıkan kanser türleri, solunum yolları sorunları, psikolojik rahatsızlıklar, obezite ve diyabet hastalıklarıdır.

Kentlerde sağlık risklerini yükselten önemli faktörlerden biri ise kent yoksulluğudur. Gelir düzeyinin düşüklüğüne bağlı olarak beslenme yetersizlikleri, kötü barınma koşulları ve yaşam kalitesinin düşüklüğü, bireylerin yaşam mücadelesini daha da zorlaştıran fiziksel ve ruhsal rahatsızlıkların oluşumuna da zemin oluşturmaktadır. Sağlık hizmetlerinin yetersizliği ya da bu hizmetlere ulaşabilirlik, diğer bireylere göre yoksulları daha fazla etkilemektedir. Kent yoksulları içinde kırdan kente göç eden ve dolayısıyla her iki bölgede yaşamı deneyimlemiş olan bireylerin payı büyüktür. Göç eden bireyler, iklim, yer ve ev değişikliği bir yana, çalışma alanı ve koşullarının değişimine de uyum sağlama çabası içerisindedirler. İş bulma zorluğu ve sosyal ilişkilerdeki farklılaşmalar ise bireylerin yaşadıkları stresi daha da artırmaktadır. Aile içindeki dengeler bozulabilmekte, stresin şiddet içeren davranışlara dönüşmesine neden olabilmektedir.

Kırsal ya da kentsel bölgede yaşıyor olmak, bireylerin hastalığın varlığını kabullenme ve sağlık hizmetlerinden yararlanma durumlarını da etkileyebilir. Kentte yaşayan bireyler kırsal kesimde yaşayan bireylere göre sağlık kuruluşlarına daha kolay ulaşabilmektedirler. Bu ulaşılabilirlik düzeyine göre ise kentteki bireyler, hiçbir hastalık belirtisi olmadan zaman zaman sağlık kontrolünden geçebilmelerine rağmen kırsal kesimde yaşayanlar genellikle bir ağrı ya da rahatsızlık olmadığı sürece sağlık kuruluşuna başvurmamaktadır.

KÜLTÜREL DEĞER VE ALIŞKANLIKLAR

Yer ve zamana dayalı oluşan kültür farklılıklarını, bireylerin sağlığa ilişkin algılayışlarında, hasta bireylerin tutum ve davranışlarında, tedavi biçimlerinde, dinsel yaşam tarzlarında ve beslenme alışkanlıklarında gözlemlemek mümkündür. Geçmişten günümüze farklı kültürlerdeki bireyler, sağlıklı olmak konusunda farklı düşüncelere sahip olmakla birlikte hastalıkların kaynaklarını farklı nedenlere dayandırmışlardır.

v »Şişmanlık eskiden birçok toplumda bir sağlık göstergesi olarak QJ görülür ve istenilirken, günümüzde birçok hastalığın nedeni olarakP kabul edilmektedir. Geçmişte büyü, cadı, kötü ruh gibi mistik güçler

hastalıkların kaynağı olarak görülürken, günümüzde sağlık ve hastalık durumlarının değerlendirilmesinde tıbbi bulgular önem kazanmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

Beslenme kültürü, bireylerin sağlık

durumlarını belirleyen etmenlerden biridir.

s /

Hastaneye müracaat eden hasta bireylerin hastalıklara ve hastane personeline karşı tutum ve davranışları da toplumdan topluma farklı olabilmektedir. Bu konu üzerinde yoğunlaşan araştırmacıların ulaştığı bilimsel sonuçlar, bazı toplumlarda genellikle hastaların daha soğukkanlı ve sakin bir tutuma sahip olduklarını vurgularken, bazı toplumlardaki hasta bireylerin saldırgan ve şiddetli tepki gösterme eğilimlerinin yüksek olduğuna işaret etmiştir.

Beslenme ile sağlık arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Daha önce değinilen yoksul bireylerin yeterli ve düzenli beslenememelerinden kaynaklanan sağlık sorunlarını bu kapsamda değerlendirebileceğimiz gibi; yemeklerin nasıl hazırlandığı, nasıl korunduğu, yemek pişirme şekilleri, kullanılan araç-gereçler, besin değerine ilişkin anlayışlar, et yeme veya yememe alışkanlıkları ile sağlık ya da hastalık durumu arasında da bağlantı vardır. Diğer bir ifadeyle, yemek yeme kültürü ile sağlık ve hastalık durumu arasında bir ilişkiden söz etmek mümkündür. Yemek yeme kültürü, toplumları birbirinden ayıran bir özellik olduğu gibi aynı toplum içerisinde bulunan bireyler arasındaki yaşam biçimi farklılıklarının da nedeni olabilmektedir. Bazı toplumlarda böcek, domuz, çiğ et, yılan gibi yiyecekler tüketilirken, bu yiyecekler bizim toplumumuzdaki bireylerin yeme alışkanlıklarına çok uzaktır. Bununla birlikte toplumumuz içerisinde bölgeler arası tarım faaliyetlerinin ve ürünlerinin çeşitliliği ve farklılıkları, bazı gıdaların daha fazla tüketilmesine dayalı farklı beslenme alışkanlıklarını da ortaya çıkarmıştır.

Hayvansal yağ ve et ürünleri tüketiminin fazla olduğu İç ve Doğu Anadolu Bölgeleri'nde kalp-damar hastalıkları ve yüksek kolesterol sık görülürken, zeytinyağı ağırlıklı ve çoğunlukla sebze ile beslenen Ege ve Akdeniz sahil kesimlerinde bu hastalıklar daha azdır. Tuz ve karalahana tüketiminin fazla olduğu Karadeniz Bölgesi'nde ise bireyler tiroit sorunları ile sık karşılaşırlar.

Bireylerin sağlığı, hem yerel hem de küresel

boyutlarda ele alınmalıdır.

Beslenme alışkanlıkları bir taraftan bireysel, diğer taraftan toplumsal ve kültürel bir boyuta sahiptir. Beslenmenin fiziksel sağlığa olan doğrudan etkilerini çözümleyebilmek için, temel bir fizyolojik ihtiyaç olmanın yanında birçok ekonomik, dinsel ve sosyal içeriklere sahip olduğunu da göz ardı etmemek gerekir.

KÜRESELLEŞME VE MEDYABireyler arasında her türlü bilgi, duygu ve düşünce alışverişi olarak

tanımlayabileceğimiz iletişim kavramı, her alanda yerel düzlemlerle sınırlı kalmayıp küresel ölçekte etkili olmaya başlamıştır. Sağlık konularına ilişkin bilgi toplamak için internet kullanımı, özellikle sosyal medya ve bloglarda gerçekleşen sağlıkla ilgili görüş, tavsiye ve bilgi alışverişi, giderek artış göstermiştir. Bilgiye hızlı ve kolay bir erişim sağlama imkânı sunan internetin, hasta bireylerin tedaviye yönelik çözüm arayışlarında, hangi belirtilerin hangi hastalıklara ait olduğunun saptanmasında, sağlıklı bir yaşam tarzına sahip olmakla ilgili merak edilenlerin öğrenilmesinde sıklıkla kullanıldığı söylenebilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

Küreselleşme süreci bireylerin sağlığı etkileyen boyutlara sahiptir. Bireyler arasında etkileşimde olduğu gibi hastalıklar da ulus sınırlarını aşarak yayılmaktadır. Bir ülkede patlak veren bulaşıcı bir hastalığın, diğer ülkelerdeki bireylerde görülme olasılığı vardır. SARS, kuş ve domuz gribi gibi değişik tipte grip salgınları, deli dana hastalığı gibi örnekler, Türkiye'de de bir dönem çok konuşulan, dünya genelinde korku salan hastalıklardır. Bu durum bireylerin sağlıklı bir yaşama sahip olmasının küresel ölçekte sağlanabileceğini göstermektedir. Ülkeler arası iş birliği içerisinde sağlığa dair risklerin belirlenmesi ve bu risklere karşı oluşturulacak politikalar ve uygulamalar aracılığıyla önlemlerin alınması önem kazanmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

•Bazı nicel sağlık göstergelerini cinsiyete göre karşılaştırmak mümkündür. Kadınların ortalama yaşam beklentisi değerleri, gelişmişlik düzeyleri farklı birçok ülkede, erkeklerin ortalama değerlerine göre daha yüksektir. Ancak kadınlar erkeklere göre sağlıkla ilgili kişi ve kurumlara daha sık başvurmaktadır. Kadın ve erkeklerin toplumsal konumları ve rolleri gereği oluşan farklılıklar da bireylerin sağlık durumlarını etkiler. Bireylerin hasta olduklarındaki takınacağı tutum ve davranışlar, sağlık riskleri ve sorunları, sağlık sektöründeki çalışma alanları nicel ve nitel olarak cinsiyete göre değişebilmektedir. Bununla birlikte kadın ya da erkek olsun medeni durum da tüm bireylerin sağlıklarını etkileyen bir faktördür. Evli bireylerin bekâr olanlara, dul ve boşanan bireylere göre hastalıklara yakalanma riski daha azdır ve evliler diğer

(D bireylere göre daha sağlıklıdır.•Eğitim düzeyinin artışına paralel olarak gelir düzeyi yükselmekte,

O daha iyi bir yaşam kalitesine ve dolayısıyla daha yüksek bir yaşam doyumuna sahip olma olasılığı da artmaktadır. Eğitimli bireyler, daha çok egzersiz ve spor yapmaya eğilimlidir, sağlıklı beslenebilme imkânları daha fazladır, düzenli ve dengeli beslenme konusunda daha duyarlıdır. Bireylerin işsiz ya da çalışan olup olmama durumu ile çalışılan meslekler de bireylerin sağlık risklerini farklılaştırır. Bir işte çalışmak bireyin sosyal yaşama daha aktif katılmasını sağlarken, çalışma ortamındaki diğer bireyler tarafından uygulanan psikolojik baskı bireyin ruhsal sağlığını olumsuz etkileyebilir. Bununla beraber bireyler sahip oldukları mesleklere bağlı olarak bazı hastalıklara yatkın hâle gelebilir.

•Kırsal ve kentsel bölgelerde yaşam koşullarının farklılığı, bireylerin sağlık durumları üzerinde oldukça etkilidir. Bu farklı yaşam koşulları, iklim, nüfus yoğunluğu, beslenme ve barınma koşulları, ekonomik faaliyetler, gelir düzeyi, çalışma alanları, boş zaman faaliyetleri, ulaşım ve sağlık hizmetlerinin sayısı ve nitelikleri olarak sayılabilir. Kır ve kentlerde yaşayan bireylerin yakalandıkları hastalıklar ve sağlık hizmetlerinden yararlanma durumları farklıdır.

•Geçmişten günümüze farklı kültürlerdeki bireyler, sağlıklı olmak konusunda farklı düşüncelere sahip olmuş, hastalıkların kaynaklarını farklı nedenlere dayandırmışlardır. Beslenme kültürü ile sağlık arasında bir ilişki mevcuttur. Yerel farklılıkların yanı sıra küreselleşme süreci de bireylerin sağlığını etkileyen boyutlara sahiptir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan "bölüm sonu testi" bölümünde etkileşimli

olarak cevaplayabilirsiniz.

\_________ J

DEĞERLENDİRME SORULARI1. Aşağıdakilerden hangisi cinsiyetin sağlık üzerinde belirleyici olduğunu

göstermez?a) Yalnızca kadına ya da erkeğe özgü hastalıkların olmasıb) Kadınların ortalama yaşam süresinin erkeklere göre daha yüksek

olmasıc) Kadınların sağlıkla ilgili kişi ve kurumlara daha sık başvurmasıd) Bekar bireylerin evli olanlara kıyasla hastalıklara daha yatkın olmasıe) Kadına yönelik şiddet sorunu

2. Aşağıdakilerden hangisi eğitim düzeyine bağlı olarak açıklanamaz?a) Egzersiz ve spor yapma eğilimib) Kalıtımsal hastalıklara yakalanmac) Sağlık hizmetlerinden yararlanmad) Kötü beslenme alışkanlıklarından uzak durmae) Sağlıklı ve düzenli yaşam tarzı

3. Sağlığın sosyal belirleyiciliği ile ilgili aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?a) İşsizlik, hastalığa yatkın olmanın nedenlerinden biridir.b) Sahip olunan meslek bireylerin sağlığını etkiler.c) Kadınlar erkeklerden daha yüksek oranda iş yerinde psikolojik şiddete

ve baskıya maruz kalmaktadır.d) Gelir düzeyi yüksek olan bireylerin sağlık hizmetlerine ulaşabilmeleri

daha rahattır.e) İşin bireylere maddi destek sağlama dışında hiçbir faydası yoktur.

4. Aşağıdakilerden hangisi yoksul bireylerin sağlık risklerinin yüksek olmasının nedenlerinden biri değildir?

a) Nemli, küflü ve ısıtma sorunu olan evlerde yaşamalarıb) Yetersiz ve kötü beslenmec) Ailelerinde birey sayısının az olmasıd) Gelirlerinin çok düşük olmasıe) Kötü çalışma koşulları

5. Aşağıdakilerden hangisi kadına yöneltilen şiddetin fiziksel sağlık üzerindeki olumsuz sonuçları arasında yer almaz?

a) Erken doğum ve düşüklerb) Yaralanmalar ve kırıklarc) Öz güvenin yitirilmesid) İç organların hasara uğramasıe) Görme ve işitme kaybı

6. Aşağıdakilerden hangisi Warr'ın "Vitamin Teorisi"nde yer alan bir işte çalışmanın birey sağlığına olan faydalarından biri değildir?

a) Yüksek gelir düzeyib) Fiziksel ve zihinsel aktivite sağlamac) Bireylerarası temasd) Toplumsal statü sağlama

e) Kişisel becerilerin kullanımı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

7. Aşağıdakilerden hangisi yoksulluğun sağlık üzerindeki olumsuz sonuçlarından biri değildir?

a) Aile içi şiddetin artması

b) Göz rahatsızlıkları

c) Kronik stres ve depresyon

d) Solunum sistemi hastalıkları

e) Yeni doğan bebeklerin düşük kilolu olması

8. Aşağıdakilerden hangisi yer ve zamana dayalı kültür farklılıkları ile birey sağlığı arasındaki ilişkiye örnek olarak gösterilemez?

a) Hasta bireylerin hastalıklara karşı tutum ve davranışları

b) Geçmişte büyü, cadı, kötü ruhlar gibi mistik güçlerin hastalıkların kaynağı olarak kabul edilmesi

c) Bazı bölgelerde hayvansal yağ ve et ürünlerinin fazla tüketilmesi

d) Yoksul bireylerin yetersiz beslenmeleri

e) Şişmanlığın geçmişte olmasa da günümüzde birçok hastalığın nedeni olarak kabul edilmesi

9. Aşağıdakilerden hangisi bireylerin sağlığını etkileyen kır ve kente özgü yaşamı ayrıştıran özellikler arasında yer almaz?

a) Yakalanılan hastalıklar

b) Beslenme ve barınma koşulları

c) Ekonomik faaliyetler

d) Ulaşım

e) Nüfus yoğunluğu

10. Aşağıdaki kavramlardan hangisi maden ocaklarında çalışanların akciğer hastalıklarına, öğretmenlerin faranjit hastalığına sıklıkla yakalanmaları gibi örneklerle açıklanabilir?

a) Yoksulluk

b) Toplumsal statü

c) Vitamin Teorisi

d) Gizli sonuçlar

e) Meslek hastalıkları

Cevap Anahtarı1.D, 2.B, 3.E, 4.C, 5.C, 6.A, 7.B, 8.D, 9.A, 10.E

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR

Adak, N. (2002). Sağlık Sosyolojisi Kadın ve Kentleşme, İstanbul: Birey Yayıncılık.

Adak, N. (2009). "Sağlıkta Sosyal Problemler". Ed.: N. Adak, Sosyal Problemler Sosyolojisi, Ankara: Siyasal Kitabevi, s. 99-133.

Alptekin, D. (2014). "Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Örüntüsünde Kadının Yoksulluğu ve Yoksunlukları". Ed.: A. Topçuoğlu, G. Aksan & D. Alptekin, Yoksulluk ve Kadın, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 15-33.

Alptekin, D. (2015). "Patolojikliğin Cinsiyeti: Tıbbileştirme ve Kadın Bedeni". Ed.: F.Z. Fidan & D. Alptekin, Kadın Bedeni ve İstismarı, İstanbul: Opsiyon Yayıncılık, s. 242-265.

Alptekin, D. (2015). "Sağlık Hareketlerinin Toplumsallığı ve Kadın SağlığıHareketleri". Ed.: D. Alptekin, Hasta Toplum - Cinsiyetçilik, Tıbbileştirme ve Tüketime Dair Sağlık Çözümlemeleri, Ankara: Nobel Yayıncılık, s. 81-100.

Akın, A., Paksoy, N. (2007). "Kadına Yönelik Şiddete Sağlık Boyutundan Bakmak". Kadın Çalışmaları Dergisi Aile İçi Şiddet Özel Sayısı, Cilt: 2, Sayı: 4, İstanbul, s. 107-110.

Arun, Ö. (2015). "Eşitsizliklerin Kavşağında: Çağdaş Türkiye'de Yaşlılık ve Sağlık". Ed.: D. Alptekin, Hasta Toplum - Cinsiyetçilik, Tıbbileştirme ve Tüketime Dair Sağlık Çözümlemeleri, Ankara: Nobel Yayıncılık, s. 125-144.

Bartley, M., Ferrie, J. & Montgomery, S. M. (2009). "Sağlık ve Emek PiyasasıDezavantajı: İşsizlik, İş Yokluğu ve İş Güvencesizliği". Ed.: M. Marmot & R. G. Wilkinson, Sağlığın Sosyal Belirleyicileri, İstanbul: İnsev Yayınları, s. 98-118.

Bolsoy, N., Sevil, Ü. (2006). Sağlık, Hastalık ve Kültür Etkileşimi, Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 3, Erzurum.

Bora, A. (2007). "Kadınlar ve Hane: 'Olmayanın Nesini İdare Edeceksin?'". Ed.: N. Erdoğan, Yoksulluk Halleri / Türkiye'de Kent Yoksulluğunun Toplumsal Görünümleri, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 97-132.

Brunner, E., Marmot, M. (2009). "Sosyal Yapı, Stres ve Sağlık". Ed.: M. Marmot & R. G. Wilkinson, Sağlığın Sosyal Belirleyicileri, İstanbul: İnsev Yayınları, s. 18-44.

Cirhinlioğlu, Z. (2012). Sağlık Sosyolojisi, 3. Basım, Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.

Ecevit, Y. (2003). "Toplumsal Cinsiyetle Yoksulluk İlişkisi Nasıl Kurulabilir?: Bu İlişki Nasıl Çalışılabilir?". Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 25(4), Sivas, s. 83-88.

Eryiğit Günler, O. (2011). "Hemodiyaliz Hastalarında Hastalığa Bağlı Toplumsal Rol Değişimi Beklenti ve Sorunları: Bir Sağlık Sosyolojisi Çalışması". Danışman: Ramazan Yelken, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Ana Bilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya.

Gönç, T., Suğur, N. (2015). "Güneş Girmeyen Eve Doktor Girer (mi?): SağlıkHizmetlerinde Koşullar, Tercihler ve Nedenler Üzerine". Ed.: D. Alptekin,Hasta Toplum - Cinsiyetçilik, Tıbbileştirme ve Tüketime Dair Sağlık Çözümlemeleri, Ankara: Nobel Yayıncılık, s. 1-37.

Güneş, F. (2011). "Farklı Emek Kategorileri Açısından Kadın Yoksulluğu". Çalışma ve Toplum, Cilt: 2, Sayı: 29, s. 217-248.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Sağlığın Sosyal Belirleyicileri

Jahoda, M. (1979). "The Impact of Unemployment in the 1930s and the 1970s". Bull Br Psychol Soc, 32, s. 309-314.

Karal, D., Aydemir, E. (2012). Türkiye'de Kadına Yönelik Şiddet, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Rapor No: 12-01, Ankara: USAK Yayınları.

Kasapoğlu, A. (1999). Sağlık Sosyolojisi, Ankara: Sosyoloji Derneği Yayınları.

Kasapoğlu, A. (2001). "Güncel Sosyal Sorunlar ve Sağlık". Toplumbilim Dergisi Sağlık Sosyolojisi Özel Sayısı, Sayı: 13, Ankara.

KSGM. (2009). Türkiye'de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet, TC Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara.

Newman, B. M., Newman, P. R. (2009). Development Through Life: A Psychosocial Approach, Wadsworth Cengage Learning, USA.

Özgüç, N. (1998). Kadınların Coğrafyası, İstanbul: Çantay Kitabevi.

Ross, C. E., Wu, C. (1995). "The Links Between Education and Health". American Sociological Review, Vol. 60.

Sallan Gül, S. (2005). "Türkiye'de Yoksulluğun Kadınsılaşması". Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 38, Sayı: 1, s. 25-45.

Sallan Gül, S. (2013). Türkiye'de Kadın Sığınmaevleri / Erkek Şiddetinden Uzak Yaşama Açılan Kapılar mı?, İstanbul: Bağlam Yayınları.

Sallan Gül, S. (2014). "Türkiye'de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve YoksullukArasındaki İlişkiyi Sorgulamak", Ed.: A. Topçuoğlu, G. Aksan & D. Alptekin, Yoksulluk ve Kadın, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 182-214.

Sarı, Ö., Atılgan, G. (2012). Sağlık Sosyolojisi / Hastalık ve Sağlığa İlişkin Kavramsal Tartışmalar, Konya: Karatay Akademi Yayınları.

Shaw, M., Dorling, D. & Smith, G. D. (2009). "Yoksulluk, Toplumsal Dışlanma ve Azınlıklar". Ed.: M. Marmot & R. G. Wilkinson, Sağlığın Sosyal Belirleyicileri, İstanbul: İnsev Yayınları, s. 226-256.

Türkdoğan, O. (2006). Toplumsal Yapı ve Sağlık-Hastalık Sistemi, İstanbul: IQ Kültü r- Sanat Yayıncılık.

Warr, P. (1987). Work, Unemployment and Mental Health, London: Oxford University Press.

White, K. (2009). An Introduction to the Sociology of Health and Illness, London: Sage Publications.

Yanıkkerem, E., Kavlak, O. & Ümran, S. (2007). "Şiddetin Kadın Sağlığına Etkileri ve Sağlık Çalışanlarının Rolü". Kadın Çalışmaları Dergisi Aile İçi Şiddet Özel Sayısı, Cilt: 2, Sayı: 4, İstanbul, s. 32-47.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

BEDEN, SAĞLIK VE TOPLUM

LUÛz

‘u -

GirişAntik Yunan'dan Klasik Sosyolojiye Beden ve Sağlık Klasik Sosyoloji Teorisyenleri Açısından Beden ve SağlıkGünümüzde Beden ve SağlıkTüketim Nesnesi Olarak Beden ve SağlıkToplumsal Cinsiyet Bağlamında Beden ve Sağlık

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;• Beden, sağlık ve toplum arasındaki

ilişkiyi kurabilecek,• Beden ve sağlığın farklı teorisyenler

açısından farklı yorumlanışını anlayabilecek,

• Tarihsel ve sosyolojik açıdan bedene bakış açılarını değerlendirebilecek

•Cinsiyetin beden ve sağlık üzerindeki etkisini kavrayabileceksiniz.

AÎA-A&tSağlık Sosyolojisi

Prof. Dr. Nurşen Adak

Uzman Sosyolog Esra

Karakuş

ÜNİTE

6

Beden, Sağlık ve Toplum

Beden ve sağlığa

ilişkin tan ım lam alar

tarihsel ve kültürel

o larak inşa

edilm ektedir.

GİRİŞ

Sosyal bilimler tarafından uzun süre ihmal edilen beden, sosyoloji için 1980'lerden sonra tartışılan bir konu olmuştur. Bedenin sosyoloji için tartışmaya yeni açılması bedenin tarihteki anlamıyla ilişkilendirilir. Ruh karşısında ikincilleştirilen bedene Antik Yunan felsefecileri gibi klasik sosyologlar da sosyale vurgu yapmak ve doğadan sakınmak adına yeterince ilgi göstermemelerine karşın beden son yıllarda sosyal bilimlerin merak uyandıran önemli alanlarından biri haline gelmiştir.

Farklı disiplinler tarafından bedenin incelenmesi kavramın tanımlanmasını güçleştirse de sağlık, tüketim, güç, iktidar ve kontrol bağlamlarında beden ciddi tartışmalara konu olmaktadır. Bu çalışmada bedenin sağlık ve hastalıkla olan ilişkisi söz konusu bağlamlar çerçevesinde irdelenmektedir. Bu bölümde tarihsel olarak toplumsal ilişkiler içerisinde sosyokültürel bağlamda üretilen ve yeniden üretilen beden ve sağlığa ilişkin sosyolojik argümanların tartışılması amaçlanmaktadır.

ANTİK YUNAN'DAN KLASİK SOSYOLOJİYE BEDEN VE

SAĞLIK

Beden ve sağlığın tanımlanması tarihsel ve kültürel ortamda belirlenir ve her toplum kendi sosyal bağlamında beden ve onun sağlıkla olan ilişkisini inşa eder. Tarihte doğa ile ilişkilendirilerek sosyalden ayrıştırılan bedenin görmezden gelinmesi, Klasik Yunan felsefesinin beden ruh ayrımında temellenmektedir. Ruhu açıklamaya çalışan ve bedeni ruhun gerisine iten anlayışla birlikte beden, ruhun taşıyıcısı olarak görülmüştür. Eski Yunan filozoflarından Sokrates, bedenin güzelliğine değil ruhun güzelliğine ve temizliğine önem verilmesi gerektiğini vurgular. Böylelikle düşüncenin arındırıcı gücü ile beden, sağlığına kavuşabilecektir (Güzel, 2003; 110-111).

Skolastik tıbbın hâkim olduğu Orta Çağ'da da beden aklın gerisindedir. Hatta beden o kadar zavallıdır ki insanı hataya sürükler (Augustinus, 354-430). Tanrıya yönelmeyi engelleyen şey, bedensel istek ve arzuların peşinde koşmaktır (Cevizci, 2001; 53). Beden, şeytanın arazisidir ve ruhun saflığına bir tehdittir (Fiske, 1999:114). Orta Çağ'ın bu görüntüsünün yanında aynı dönemde İslam tarihinde bedene ilişkin müdahaleler dikkat çekicidir. Tanrının kutsal varlığı olsa da yine bu kutsal varlığı sağlıklı kılmak için beden, tıbbi müdahalelere açılmış ve tıbbi müdahalelerin ve deneyimlerin alanı olmuştur.

Beden ve ruh ayrımı, 17. ve 18. y.y. ile birlikte netleşir. Aydınlanma düşüncesinde ruh kavramının yerine akıl kavramı geçmiştir. Özellikle de beden ve akıl düalizmi, bedeni diğer fiziki nesnelerle aynı şekilde değerlendirir. Akıl ile her şey kavranabilirken beden, maddedir ve cansızdır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

Beden, Sağlık ve Toplum

Hume, bedeni bir

adım ileriye taşıyarak

insanı saran bu

yapının konusunun

duygular, arzular yani

beden üzerinden

oluştuğuna dikkat

çeker.

s )

Kartezyen düşünce olarak da adlandırılan Düalist Yaklaşım ile bedene bakış açısı moderne ilişkin bir başlangıç noktası olarak da değerlendirilebilir. Akıl, bedene göre önemli olandır, ancak akıl ile beden arasında kopmuş bir bağlantıdan ziyade bir birliktelik ve etkileşim söz konusudur. Edilgen beden, etkin bir hâl almaya başlar ve ruhun taşıyıcısı pozisyonundan ayrılırken eylemi yönlendiren bir hal alır. Toplumsal yasalar konusuyla yakından ilgilenen Hume, bedeni bir adım ileriye taşıyarak insanı saran bu yapının konusunun duygular, arzular yani beden üzerinden oluştuğuna dikkat çeker (Hançerlioğlu, 2007:218). 17. ve 18. y.y düşünürleri, insan davranışının toplumu şekillendirmekdeki önemini kavramaya başlamışlardır. Onlar için sadece akıl, toplumu ve yasalarını oluşturmaya yetmeyecek, toplumsal alana çıkan insan, davranışlarıyla toplum yasalarını oluşturacaktır. Fakat beden halen daha mekanik olarak görüldüğünden ona ilişkin hastalıklar da doğa bilimlerinin yaklaşımıyla çözülmeye çalışılır. İşlevsel bir bakış açısıyla beden hastalandığında, makine gibi tamir edilecektir. Neticede Nazlı'nın (2008:4-5) da belirttiği gibi önemli olan beden değil hastalığın kendisinin tedavisidir. Dolayısıyla beden hala ön plana çıkmamıştır ve nesne konumunda doğaya ait olandır.

Bedenin nesne olmaktan çıkmasında Fenomenolojik Yaklaşımın ve özellikle M. Ponty' nin duruşu dikkat çekicidir. Ponty, düalist yaklaşımlara ciddi bir eleştiri getirir. Varoluş bedenlidir. Beden, her bölümü ile birbirine bağlı bir bütünü temsil etmektedir. Ruh ve beden birbirinden ayrı düşünülemez, onlar ancak birbiri ile var olabilirler (Savaşçın, 2003:112). Fenomenoloji, bedene ilişkin geliştirdiği ruh beden ayrımının ortadan kalkması anlayışı ile bedeni, sosyolojik zeminde tartışmaya açar. Burada beden artık yok sayılmamaktadır. Birey, bedeni ile toplumsal alanda var olmaktadır. Dolayısıyla sosyal dünyaya ilişkin geliştirilecek bir yaklaşımda bireyin eylemleri, bedeni ile ilişkisi çerçevesinde anlaşılabilir.

KLASİK SOSYOLOJİ TEORİSYENLERİ AÇISINDAN BEDEN

VE SAĞLIK

Klasik sosyoloji kendini doğa bilimlerinden farklı kılmaya çalışırken bedeni doğa/toplum ayrımında, doğanın içinde kabul etmiştir. Doğal olana karşı sergilenen tavır, bedene de sergilenmiştir. Beden yok sayılmamış ancak aklın karşısında görünmez bir hâl almıştır (McCulloh, 1995; Nazlı, 2009: 61).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

Beden, Sağlık ve Toplum

Klasik sosyoloji,

bedeni yok saym am ış

ancak görünm ez kabul

etm iştir.

Bedenin varlığını kabul eden, ancak görünmeyen şeklinde tanımlayan klasik sosyoloji teorisyenlerinden Emile Durkheim (1858-1917), aklın belirleyiciliğini kabul etse de birey üzerindeki toplumsala vurgu yaparak sosyolojizm yapar. Birey, onu çevreleyen toplumsal ortamın etkisinde kararlar vermektedir. Toplum ve o toplumda yaşayan birey denge hâlindedir ve dengeyi bozan bedenin arzu ve hazları değil, alışkanlıkları ve önyargıları gibi toplumsala ait olan unsurlardır (Swingewood, 1998). Yapısal işlevselci bir bakış açısı ile toplumsal örgütlenmenin normal olduğu durumlarda toplumun, sağlıklı olduğunu vurgular. Toplumsal gelişmenin engellendiği durumlar, anormal ve patolojik olarak tanımlanmıştır.

Bedeni ikinci plana atan diğer klasik sosyoloji teorisyeni Marx, "Toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir." ifadesiyle tarihi belirleyenin insan olduğunu belirtse de Durkheim gibi toplumsal eyleme vurgu yaparak bireyin tercihlerini önemsizleştirmektedir. Birey ancak toplumsal eylemleriyle var olabilmektedir (Işık, 1998; 91). Ancak yabancılaşma kavramı, Marx'ın bireyin doğasına dönmesi gerektiğine inancını göstermektedir. Doğasına yani bedenine dönüş, bireyin sömürünün farkında olması ve bunun için de harekete geçmesi ile gerçekleşebilir. Neticede birey üzerinde yaratılmış denetim ile doğasından uzaklaşmaktadır. Turner (2011), marksizmin bireyin doğasına dönmek fikrinden hareket etmesine rağmen bedenden uzak durmasını ve ihmal etmesini eleştirir.

Weber, "demir kafes" kavramı ile Marx gibi bireyin içselleştirdiği bir yabancılaşma sürecinden bahseder. "Rasyonalizasyon" kavramı ile de bu denetim sürecinde aklın çıkarlar için kullanılmasına değinir. Ancak diğer sosyologlara göre Weber'in özneye önem verdiği görülmektedir. Birey her durumda akılcılık içeren eylemlere yönelecektir ancak önemli olan bireyin kattığı anlamdır (Bottomore- Nispet, 1997; 174-175). Weber yaklaşımında bir anlamda bedene atıf yapar. "Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu" çalışmasında Weber, Protestan ahlakının insan davranışı üzerindeki etkisini tartışırken beden üzerindeki etkisini de düşünmeye iter. Kalvenist öğretinin bütün bedensel zevklere savaş açtığını söylemek suretiyle bedene çeşitli göndermelerde bulunur (Kaya, 2013: 121). Prüten ahlak bedensel zevklere savaş açarken çalışmayı yani bedeni kullanmayı da emreder. Çalışmamak, fordist dönemde bireylerin dışlanmasına neden olacak derecede önemlidir. Kapitalist sistem, bireyi çalıştırarak denetim altında tutmaktadır (Bauman, 1999).

ro • VVeber'in bireye atıfta bulunm ası diğer klasik dönem ^ sosyologlarından farklılaşm asına neden olm uştur. Bugün£ bedene ilişkin çözüm lem elerde VVeber'in bireye ilişkin

düşüncelerin in katkısı nasıl yorum lanabilir?

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Beden, Sağlık ve Toplum

Bedenin tarihi, üzerinde kurulan güç ilişkileriyle şekillenir. Günümüzde

bu güç ilişkileri sorgulanmakta ve eleştirilmektedir.

Klasik sosyolojide temel görüş bütüncül bakış açısından ileri gelir ve yapı bireyin davranışları üzerinde etkilidir. Bireyin bedeni ve sağlığını konuşmak için bir alan yaratılmamıştır çünkü bireyin belirleyiciliği kabul edilmemektedir. Ancak Nazlı (2005: 83) bedenin, klasik sosyolojide görünmez bir nitelikte de olsa, klasik sosyolojinin bir artısı olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bunun için 1980 sonrası dönem, sosyoloji için bedenin ve sağlığın konuşulduğu dönem olması açısından önemlidir.

Klasik sosyolojide bedenin tartışm aya açılam am ası nasıl yorum lanabilir?

GÜNÜMÜZDE BEDEN VE SAĞLIK

Bedenin felsefi yaklaşımlarda aklın gerisinde tutulması Kartezyen felsefenin eleştirisi ile aşılır. Beden artık sosyal alanda da yorumlanır hale gelir. 1980 sonrası dönemle birlikte değişen ekonomik düzen bedene ilgiyi artırır. Yeni düzen içerisinde beden, yeni kimliklerin alanı olur. Beden, tüketimin nesnesi olarak görülmesi açısından eleştirilirken tüketimin neden olduğu sağlık problemleri ile de mücadelenin merkezidir. Söz konusu süreçle bedenin, toplumsal etmenler aracılığıyla şekillendirildiği düşüncesi yaygınlaşırken aynı zamanda beden üzerinde kurulan denetim sosyal bir problem olarak eleştirilir. Beden artık tarihsel açıdan hiç olmadığı kadar eleştirilmeye ve şekillendirilmeye açık hale gelmiştir. Neticede bedenin tarihi, onun üzerinde kurulan iktidar ile kendini gösterse de günümüzde bu denetimin farkına varılması sağlık, beden ve güç ilişkileri üzerinde düşünmeye ve konunun eleştirel olarak incelenmesine neden olur.

Elias ve Bourdieu'nun özne arayışı çerçevesinde bedene yoğunlaşmasıyla kuramsallaşma sürecine giren beden sosyolojisi, B. S. Turner, M. Foucault, P. Bourdieu ve I. Illich gibi kuramcılar aracılığıyla da bedenin sosyokültürel konumunun analitik bir yolla çözümlenmesine doğru genişlemiştir. Söz konusu düşünürler beden ve sağlığa ilişkin sosyolojik tartışma ve kavramsallaştırmalara önemli katkılar sunarak bedeni tüm sosyal, kültürel ve ekonomik süreçlerle birlikte değerlendirirler. Tüm bu çalışmalar günümüzde de tam bir beden sosyolojisi kuramı oluşturmasa da, bedene ilişkin önemli bir bakış açısı geliştirilmesine aracı olur.

Bir beden kuramı geliştirmek adına çalışmaya başlayan Bryan S. Turner (2011: 272), genel ancak sistematik bir beden kuramının taslağını ortaya koymaya çalışır. Bedene ilişkin bir yaklaşım çok yönlü olacağından geliştirilebilecek bir taslak da güç olacaktır. Bu açıdan dört öneri ile bedene ilişkin geliştirilebilecek kuramın gerektirdiklerini belirler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Beden, Sağlık ve Toplum

Bedenleşme kavramı, bedenin tarihsel bir inşa

sürecinde oluştuğu kabulüne

dayanmaktadır.

İlk olarak maddesel, duyarlı ve nesnel anlamda bedenin muğlaklığını ortaya koyacak bir yöntem sağlayacak bedenselleşme anlayışının geliştirilmesidir. İkinci olarak bedenselleşmiş insan aktör anlayışı ile beden imgesinin toplumsal uzayda nasıl işlediğini açıklayan görüşün varlığıdır. Üçüncü olarak bedenleşmenin tarihsel sosyolojik bir değerlendirmesi ve bedenin toplumsal doğası hakkında anlayışı içermesi ve son olarak da bir tarihsel beden ve kültürel oluşum anlayışını yani uygarlaşma süreci ve beden teorisini gerektirir.

Genel bir beden kuramı genel hatlarıyla "bir süreç olarak bedenleşme" fikrinden hareket eder. Bedenleşme kavramı, bedenin tarihsel bir inşa sürecinde oluştuğunun kabulüne dayanmaktadır. Bedenleşme süreç içerisindedir ve statik değildir. Turner, beden sosyolojisi yerine bedenleşmenin, sosyolojisinden bahsetmenin daha uygun olacağını ifade eder. Bedenleşmede toplumsal aktör; toplumsal alanda eylem ve etkileşimleri ile düşünülür. Böylelikle bedene ilişkin kuramsal bir yaklaşımda bireyi bulunduğu tarihsel ve kültürel form içinde değerlendirmek gerekecektir.

Turner, bedeni gündelik hayatta üretilen ve yeniden üretilen olarak değerlendirirken "iç beden ve dış beden" ayrımı ile beden konusuna farklı bir bakış açısı sağlar. İç beden, fizyoloji ile sosyolojinin ilişkisine konu olurken dış beden, kamusal alandaki bireyi temsil etmektedir (Turner 2011). Üretim sürecindeki bedenin incelenmesi hem iç beden hem de dış bedenin incelenmesidir. Beden, üretilen yönetilen ve kontrol altında tutulan olarak görülür. Foucault'a çoğu kez atıfta bulunan Turner, iktidar ilişkileri ve bedenin konumu ile ilgili eleştirileri ile dikkat çeker. İktidar ilişkileri ile beden, kontrol altında tutulmakta ve bedene müdahale edilerek bireyler hem fizyolojik anlamda hem de kamusal alanda denetim altında tutulmaktadır.

Beden ve sağlık kavramlarına eleştiriler Foucault'nun çalışmalarında farklı kavramlarla şekillenir. Özellikle sağlık uygulamalarına ilişkin yaptığı açılımlarla Foucault beden ve sağlığa eleştirel bir açıdan bakmamızı sağlar. Burada sağlık ve hastalığın modernle birlikte tıbbi bir çerçeveden yorumlanması söz konusudur.Tıp, hastalıkları tedavi etmek için hastaları denetim altında tutmaya başlamıştır. Hastaneler, bireyleri denetim altında tutan kurumlar gibi değerlendirilmiştir. Hastanın tıbbi tedavi için kuruma gelmesi ile süreç başlar. Hasta sınıflandırılır. Burada normalin/anormalin sınırları keskin şekilde belirlenmiştir. Belirli anlamlar çerçevesinde kurumsal ve akılcı normlarla sınır dışında kalanlar denetim altında tutulur. Bu aslında bir dönüşüm sürecidir. Burada bireylerin hem bedenleri hem de zihinleri "sapan/anormal" belirleme yetkisini elinde bulunduran hekimin kararına bağlıdır. Hekimin kararı ise tıbbileşmiş hastalığın içeriği ile belirlenir. Beden, burada bireyselleşmiştir. Toplumsal alandan kopartılmış ve bireyin sorumluluğunda olan uygulamalar alanı durumuna getirilmiştir. (Nazlı, 2004; 120).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Beden, Sağlık ve Toplum

Foucault ve Illich çalışmalarında beden ve

sağlığın toplumlar için sosyal kontrol ve

sömürü aracı olarak kullanıldığını vurgular.

- )

Illich (2011:16), de Foucault gibi eleştirel bakış açısıyla beden ve sağlığı ele alır. "Sağlığın tıbbileştirilmesi" terimi ile sağlığın bütünüyle tıbbileştirildiğine "tıbbi sömürgeciliğin" ortaya çıktığına çalışmalarında vurgu yaparken aslında beden ve sağlığın toplumlar için sosyal kontrol ve sömürü aracı olarak kullanıldığını vurgulamaktadır. Tıbbileştirme terimi sağlığın ve bedenin toplumdaki yerini sorgulayan önemli bir kavramdır. Tıbbileştirme terimi, 1979'larden sonra kullanılan tıbbi olmayan konunun tıbbi bir dille yorumlanması ve tıbbi müdahale ile tedavi edilecek bir durum gibi tanımlanmasıdır (Sezgin, 2015: 60). Menopoz ve hamilelik gibi durumlar, günümüzde tıbbi tedaviye ihtiyaç duyulacak süreçler olarak tanımlanmaktadır.

Beden ve sağlık, toplumsal ürünlerdir. Sadece fiziki bir nesne değil içinde bulunulan toplumsal yapıdan birebir etkilenen ve şekillenen modern dünyanın yaratımları olarak değerlendirilir. Bu değerlendirmeye katkısı olan Bourdieu, beden sosyolojisine "habitus" kavramı ile yeni bir soluk getirir. Bourdieu'ya (1997:122) göre habitus kavramı "Edinilmiş olan ama sürekli yatkınlıklar biçiminde vücutta kalıcı şekilde cisimleşmiş olan şeydir". Tarihsel ve kültürel birikimin cisimleştiği yer, bireyin bedenidir. O hâlde beden, kabullerin ve algılamaların alanıdır. Wolf ve Wallace (2004:437), cilt renginin koyulaşmasını beden üzerinden yaratılan kabule örnek göstermiştir. Tatillerde oluşan bronz cilt istenen bir durum iken birçok insanın solaryuma ulaşması ile bronz ten, cazibesini yitirmiştir. Bugün solaryum kanser yapar algısı sebebiyle kaçınılan bir durum olmuştur. Bourdieu, bedenin şekillendirilmesini iki taraflı düşünür. Birey toplumsal yapıyı etkilerken toplumsal yapı da birey üzerinde tahakküm kurmaktadır. Örneğin; bronz ten, yanık bir cilt zenginliğin göstergesi ise bu göstergenin yerine getirilmesi bireyler üzerinde tahakküm oluşturmaktadır. Bugün tüketim toplumunda dayatılan ideal beden ölçülerine ulaşmak adına yapılan diyetler ile bu diyetleri bilinçsizce uygulayanlar, risk almakta sağlıklarını tehlikeye atmaktadır. Buna rağmen söz konusu bireyler, ideal beden algısının tahakkümü altında yaptıklarının sağlıklı olduğunu ve sağlıkları için gerekli olduğunu düşünebilmektedir.

Günümüzde medya, bu tür içeriklerle ideal bedenin ulaşılması gereken bir amaç olduğunu sunmaktadır ve bu tahakkümü desteklemektedir. Fakat tahakkümü kimin ve neden yarattığı sorgulandığında "biyopolitik" kavramı karşımıza çıkmaktadır. Biyopolitik kavramı, insan yaşamını denetim altına almanın artık politik bir mesele olduğunu vurgular. Bu politik mesele öyle bilinçli bir şekilde yaratılır ki birebir bireylerin sağlığını ve bedenini hedef alır. Bu politikaların oluşmasına ve desteklenmesine neden olan ise modern iktidar olarak isim lendirm ektedir. Burada iktidar bedeni düzenleyen bir anlayışa sahip olmuştur. Bu düzenleme arayışı daha da ilerledikçe bireylerin birbirlerini mikrop saçan varlıklar olarak görmesi, birbirinden uzaklaşması ve toplumsal gücünü, birliğini iktidara karşı kaybetmesi gözlenecek ve iktidara karşı mücadele edecek bir birlikten söz edilemeyecektir. Ancak bu güçsüz yapının iktidar için farklı bir özelliği de tüketim üzerinden okunabilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Beden, Sağlık ve Toplum

Toplum bedenleri üretmez; ama onları

etkileme, biçimlendirme ya da biçimlerini bozma

olanaklarına sahiptir.

Timurturkan (2013: 239) tüketim toplumunda ticari, politik ve kültürel amaçlar doğrultusunda bedenin görünümüne ve sağlığına ilişkin anlayışın değiştiğini özellikle sağlıklı, formda olan bir beden anlayışının yüceltilmeye başlandığına dikkat çekmektedir. Sonuç olarak beden sosyokültürel olarak inşa edilir ve bedene yüklenen anlamlar da değişir. User'e göre (2010: 135) toplum bedenleri üretmez; ama onları etkilemek, biçimlendirmek ya da biçimlerini bozmak olanaklarına sahiptir. Sanayi atıkları ile kirlenmiş bir çevrede yaşamanın yol açtığı sorunlar, çeşitli iş ve meslek hastalıkları, trafikte veya şiddet olaylarında sakatlanmak gibi örnekler, toplumsal yaşamın insan bedenlerinin bütünlüğüne nasıl müdahale edildiğini gösterir.

TÜKETİM NESNESİ OLARAK BEDEN VE SAĞLIK

Günümüzde sağlık ve hastalık konusundaki tartışma sağlık ve hastalığın görünüm kazandığı beden üzerinden yürütülmekte ve hastalıklardan korunmak, zinde ve sağlıklı olmak, sağlığı geliştirmek vb. kavramlar neoliberal ekonominin uygulandığı günümüz kapitalist toplumlarında yeni bir pazar yaratarak tüketimin yeni araçlarını oluşturmaktadır (Karakuş ve Adak 2015: 50). Birey üzerindeki

küresel ekonomik baskı tüketici bireyin doğmasına ve onun bedeninin tükettiği ve tüketildiği birçok simgesel anlam içeren kavramların oluşumuna neden olmuştur. Öngören'e göre (2015: 32) bu kavramlardan biri olan sağlıklı beden; giyimden beslenme alışkanlıklarına, günlük hijyen ve kurallardan egzersize, genel sağlıktan estetik-kozmetiğe, çevresel korumadan vücut bakımına ve hastalığın tıbbi boyutlarından hastalığın birey tarafından algılanış faktörlerine kadar uzanmaktadır.

Günümüzde Baudrillard'a göre (2010: 163) tüketilen şeyler arasında diğer nesnelerden daha güzel, daha kıymetli, daha eşsiz bir nesne vardır: Bu nesne bedendir. Beden ruhun yerini almış, bedenin etrafı; sağlık, perhiz, tedavi, arzu gibi söylemlerce kuşatılmış, çeşitli emirleri yerine getiren bir nesneye dönüşmüştür. Tüketimin nesnesi olarak bedenin sorgulanması sağlıkla ilişkisi anlamında düşünülür. Neticede tüketim toplumunda beden odaklı tüketimde hedef sağlıklı olmaktır. Sağlıklı olmak, iç bedenden dış bedene kadar uzanan bir listede yerine getirilmesi gerekenleri içermektedir. Ancak bu tanımlamalar günümüz için geçerli olmakla birlikte tüketim kültürünün geçirdiği süreci tarihsel olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü tüketim kültürü içinde bulunulan dönemin özellikleri ile değişmekte ve dönüşmektedir. Modern dönemde birey ve üretimin ilişkisi ile geç modern dönemde birey ve tüketimin ilişkisi bizlere iki farklı bakış açısını sunmaktadır.

Modern dönem, aydınlanma ile başlayan ve Berlin duvarının yıkılması ile sona eren dönem olarak düşünülebilir (Bauman, 2000: 14). Modern dönemde aklın hâkimiyeti, deney ve gözlem ön planda iken bu dönemin sağlık anlayışı, biyomedikal olarak kavramsallaştırılmaktadır. Beden, küçük parçalar halinde çalışan bir nesne gibi görülmektedir. Doktorlar da bu makine üzerine yoğunlaşan iktidarı elinde bulunduran kişiler olarak düşünülür.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Beden, Sağlık ve Toplum

Bedenin etrafı sağlık, perhiz söylemleriyle

kuşatılmış ve tüketim nesnesi hâline gelmiştir.

s )

Buraya kadar Kartezyen beden anlayışının halen daha yaşadığı söylenebilir. Biyomedikal yaklaşımın temelinde beden merkezli anlayış olduğundan hastalıkların sebebi bedende aranır ve çevrenin etkisi geri planda kalır.

Biyokültürel Model ise önemli bir geçişi simgeler. Bugün post modernizm ya da geç modernizm olarak kavramsallaştırılan dönemin kabul ettiği sağlık anlayışına tekabül eder. Beden, hastalığın alanı olarak pasif olmaktan çıkar ve hisseden bir anlayışa sahip olur. Hastalıktan ziyade sağlık ön plana çıkar. Sağlıklı olmak tanımı da genişler ve genel bir çerçevede tanımlanması zor bir hal alır. Burada Biyomedikal Modelin keskin tanımları yerini geniş bir anlamda sağlıklı olmak vurgusuna bırakır. En önemlisi ise birey, üreten bireyden tüketen bireye geçer. Sağlıklı olmak adına, sağlıklı beslenmek adına tüketilen gıdalardan plastik cerrahi ile tercih edilmeyen vücut hatlarının değişimi de tüketilecekler arasındadır.

Tüketim modern dünyada tek tipliliği desteklerken geç modernlik anlayışında tüketim farklılıkları dikkati çeker. Üretim biçimdeki esnekleşme, tüm alanlara yayılır. Burada altı çizilmesi gereken kavram "bireyselleşme" kavramıdır. Birey, özgürdür ve kendi seçimlerini yapabilir. Yaşamak için tüketmez, tüketmek bir amaç hâline geldiğinden ona eşlik eden bir yaşam tarzıdır. Yapacağı seçimlerle kendi özgürlüğünü düşünürken büyük bir sorumluluğun da altına girmektedir. Bedeni ve sağlığı artık kendi ellerindedir. Verdiği kararlar sonucunda birey, sisteme daha bağımlı hâle gelir. Kendi seçimleri ile başına geleceklerden kendisi sorumludur (Baudrillard, 2010; 90-99).

Bauman'a (1999:95) göre günümüzde "tüket, kendini iyi hisset" düşüncesi yaygınlaşmıştır. Tüketim, önceki döneme nazaran tek tip olmak yerine değişik gıdaların deneyimlenmesi olarak hayat bulur. Heyecan verici olduğu ifade edilen yeni deyimler, tüketim kültürünün dayatmasından başka bir şey değildir. Sosyoloji literatüründe tüketim, beden ve sağlık üçgeninde fikirlerini yansıtan Baudrillard (2010:45) ise yeme içme üzerine yaptığı değerlendirmesinde bugüne kadar hayatta kalmak adına yapılan bu eylemlerin tüketim kültürünün etkisi ile daha değişik deneyimlere ulaşmak adına tercih edilen eylemler olduğunu vurgular.Farklı spor dallarının ortaya çıkması ve bu spor dallarında kullanılan yeni aletler bunlara örnek gösterilebilir. Yine zayıflamak adına yapılan diyetlerinin içeriklerinin değişmesi ve farklı kıtalardan getirilen ithal gıdalar da bu farklılaşmanın göstergeleridir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Beden, Sağlık ve Toplum

Tüketim, modern dünyada tek tipliliği

desteklerken geç modernlik anlayışında

tüketim farklılıkları oluşmuştur.

Gür (2009: 120-121), tüketim kültürünün beden üzerinden yarattığı imajların tüketilmesini "beden manipülasyonu" olarak açıklar ve bedenin manipüle edilmesi için altı ayrı yolu kullandığını belirtir. Bu yollar; yeni hastalıkların belirlenmesi, bireyin bu hastalıkları anlayıp önlemini alması, sık sık kontrollere gitmesi böylelikle sistemi sorgulayamaması, sistemin ona sunduğu sağlıksız ürünleri tüketmesi ve boş zamanını da bu alanın ona sunduklarıyla geçiştirmesi şeklinde açıklanabilir.

Beden ve sağlık-hastalık ilişkisinde Baudrillard (1999:165), iki farklı bakış açısını birleştirir. Baudrillard tüketim oranının artmasının bazı sağlık problemlerine sebep olduğunu vurgular ve obezite, fazla tüketimin bir sonucu olarak düşünüldüğünde şişman bireyin sosyal alandan kaybolduğu görülebilir. Birey, toplumsal alandan uzaklaşarak içine kapanır. Ancak aynı birey, farklı bir sosyal alanda bu kez de zayıflamak için görülecektir. Spor salonlarında diyet merkezlerinde yine tüketerek sosyal alana dahil olma çabasını taşıyacaktır. Sağlık ve beden bağlamında tüketim, bireyin belli bir sosyal alandan kaybolmasına neden olabileceği gibi başka bir sosyal alanda ortaya çıkmasını sağlayabilecektir.

fO • Tüketim toplum unda kadın bedenine ilişkin tıbbi söylem in £ oluşum da m edyanın rolünü tartışınız.

,ns

TOPLUMSAL CİNSİYET BAĞLAMINDA BEDEN VE SAĞLIK

Kadın ya da erkek olmak eğitim, siyaset, aile, sağlık gibi toplumsal kurumlarda farklı kabullerle karşılaşmayı beraberinde getirir. Diğer toplumsal kurumlar gibi sağlık ve bedene ilişkin algılamalarda da toplumsal cinsiyet belirleyicidir. Bu durum özelde toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin bir sonucu olarak okunabilir. Beden-ruh, duygu-mantık, sağlık-hastalık dikotomilerinde genellikle olumsuz anlam yüklenen ve daha az değer verilen özellikler kadınlarla, olumlu olanlar ise erkeklerle anılmaktadır. Bu bağlamda beden ve hastalık söz konusu olduğunda kadınlar akla gelmektedir. Ancak Moore (2010), 1980'li yıllarla birlikte geliştirilen yeni sağlık anlayışında sağlığın bilinenin aksine kadınsılaştığından bahseder. Modern anlayışın sağlığı erkeğe ve hastalığı, hasta bedeni kadına yükleyen bakış açısı yerini sağlıktan sorumlu olan kadındır düşüncesine bırakır. Kadın, ailenin sağlığından sorumlu iken rollerini yerine getirmediğinde ortaya çıkacak sonuçlardan da sorumlu olan kişi olur (Nettleton, 1995).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Beden, Sağlık ve Toplum

Nettleton'a göre modern anlayışın

sağlığı erkeğe, hastalığı ve hasta bedeni kadına yükleyen bakış açısı

yerini sağlıktan sorumlu olan kadındır düşüncesine bırakır.

Kadın, tıbbi müdahaleler karşısında da erkeğe göre ikincil konumdadır. Bilim tarihinde tek cinsiyet kuramı çerçevesinde "eksik erkek" olarak tanımlanan kadın bedeni çeşitli hastalıkları üreten olarak görülmüş ve tıbbi müdahalelere maruz kalmıştır. Bu sebeple de üretilen hastalıklar kadın bedeni üzerinden tarif edilmiş ve tedavi edilmeye çalışılmıştır. Günümüzde de geçmişte olduğu gibi kadın bedeni, yargılanır ve eleştirilir. Eleştiriler de erkek zihniyetin koyduğu kurallar bütünü olarak dikkat çeker. Neticede bedenin bilimsel açıdan denetlenmesi için gerekli olan tıp ve biyoloji de erkek egemen zihniyetin hâkim olduğu alanlardır (User, 2010: 139). Kadının erkek egemen bir zihniyet tarafından gözlemlenmesi ve düzenlenmesi, kadının kendi kendini de gözlemlemesi ve düzenlemesine neden olur. Kadın, gözlemlenirken bir anlamda kendini de gözlemleyen olur. Kadının aklı görünüşünde, duruşunda yani hep kendisinin nasıl olduğuyla meşguldür (Berger, 1988: 46).

Kadının kendisi ile meşgul olması, estetik kaygısı ile ilişkilendirilir. Bir "güzellik deneyimi" olarak kavramsallaştırılacak bu sürecin inşasında medyanın yeri önemlidir. "Özgürleşin" söylemiyle yola çıkan iletilerinde kadının bedenini kuşatan bir söyleme yer verilir (Giet, 2006). Kadın, özgürleşmek için ideal beden ölçülerine ulaşmalıdır. Ancak bunun için bedenini keşfetmeli, onu sevmeli ve bedenine sahip çıkmalıdır. Böylelikle nesneleşen bedenin güzellik ideali çerçevesinde kapitalizme hizmet etmesi artık kaçınılmaz hâle gelir (Baudrillard, 2010: 175-176).

Tüketim pratikleriyle ilişkili olarak beden sosyolojisinde bugün özellikle "cinsiyetleştirilmiş tüketim" kavramına dikkat çekilmektedir. Kadın bedeni ile ilişkili tüketim, popüler kültürde özellikle medya aracılığıyla kadınlara sağlıkları pahasına dikte edilmektedir. Medyada yer alan, çoğunlukla sağlıklı kabul edilen vücut ağırlığının altında olan sıfır beden modeller, kadınlara toplumda çekici olmaları ve beğenilmeleri için sağlıklarını feda etmeleri yönünde güçlü mesajlar verirler. Reklamlar ve ürünler aracılığıyla kadınlara güzel kabul edilebilmeleri için ince ve zayıf "ideal" kadın bedenine ulaşmaları gerektiği yönünde mesajlar iletilir. Sonuçta sağlık ve hastalığın tanımlanması toplumda kadın bedeni ile yakından ilgilidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Beden, Sağlık ve Toplum

(DM

O

•Doğa ile ilişkilendirilerek sosyalden ayrıştırılan ve görmezden gelinen beden kavramsallaştırmasının kökleri Klasik Yunan felsefesine kadar uzanır. Birbirinden ayrı düşünülen ruh ve beden zaman içinde bedenin nesne olmaktan çıkmasıyla sosyolojik perspektifte tartışılmaya başlanır. Klasik sosyoloji geleneğinde özellikle de Durkheim'de sosyal olana vurgu doğa ve biyoloji ile ilgili olarak düşünülen bedenin görünmezliğine katkı sunar. Durkheim gibi Toplumsal eyleme vurgu yapmasına karşın Marx, yabancılaşma kavramı ile bireyin doğaya yani bedenine dönerek sömürünün farkına varıp harekete geçmesini ister. Özneye önem veren Weber ise "Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu" çalışmasında Kalvenist öğretinin bütün bedensel zevklere savaş açtığını belirterek bedene atıfta bulunur. Sonuç olarak klasik sosyologlar olarak Durkheim, Marx ve Weber bütüncül yaklaşımlarıyla birey ve doğadan ziyade topluma odaklanarak beden ve sağlığı göz ardı etmişlerdir.

•1980 sonrası dönemde bedene olan ilgi artarak bedenin sosyokültürel ve tarihsel bağlamda inşa edildiği vurgulanmaya başlanmıştır. Tüketimin nesnesi olarak beden bir taraftan eleştirilirken diğer taraftan da "ideal" bedenlere ulaşmak adına yarattığı sağlık problemleri ile de mücadelenin merkezindedir. Turner, Foucault, Bourdieu ve Illich gibi düşünürler beden konusundaki sosyoloji literatürüne önemli katkılar sunarak bedeni sosyal, kültürel ve ekonomik süreçlerle birlikte değerlendirmişlerdir.

•Üretilen yönetilen ve kontrol altında tutulan bedeni "iç beden ve dış beden" şeklinde ayıran Turner'a göre iç beden fizyoloji ile sosyolojinin ilişkisine konu olurken dış beden, kamusal alandaki bireyi temsil etmektedir. Beden ve sağlığı eleştirel değerlendiren Foucault güç ve İktidar ilişkileri ile bedenin denetlenip kontrol altında tutulduğunu vurgulamaktadır. Bourdieu ise "edinilmiş olan ama sürekli yatkınlıklar biçiminde vücutta kalıcı şekilde cisimleşmiş olan şeydir" şeklinde tanımladığı habitus kavramı ile tarihsel ve kültürel birikimin cisimleştiği yerin bireyin bedeni olduğunu ve bedenin kabullerin ve algılamaların alanı olduğunu vurgular.

•Baudrillard'a göre günümüz tüketim toplumunda beden ruhun yerini almış, bedenin etrafı sağlık, perhiz, tedavi, arzu gibi söylemlerce kuşatılmış, çeşitli emirleri yerine getiren bir nesneye dönüşmüştür. Ayrıca ona göre fazla tüketim sonucu şişmanlayan birey bazı sağlık problemleri nedeniyle belli sosyal alanlardan kaybolurken diyet merkezleri ve spor salonları gibi alanları tüketerek farklı mekanlarda ortaya çıkar.

•Postmodern dönemde beden, hastalığın alanı olarak pasif olmaktan çıkar ve hisseden bir anlayışa sahip olur ve hastalıktan ziyade sağlık ön plana çıkar. Sağlıklı olmak adına, sağlıklı beslenmek, spor yapmak, zayıf olmak amacıyla bir dizi ürün ve hizmet tüketilir hâle gelmiştir. Nesneleşen kadın bedeni ile ilişkili tüketim, medya aracılığıyla kadınlara sağlıkları pahasına reklamlar ve pazarlanan ürünler aracılığıyla dikte edilerek güç ve iktidar tarafından kadın bedeni denetlenmektedir. Sonuç olarak ilk bakışta insanın doğal, biyolojik yanı olarak algılanan beden sosyokültürel ve tarihsel bağlamda inşa edilmektedir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Beden, Sağlık ve Toplum

Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite

başlığı altında yer alan "bölüm sonu testi"

bölümünde etkileşimli olarak

cevaplayabilirsiniz.

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Bedenin sosyolojik anlamda değerlendirilmesindeki gecikmenin nedeni aşağıdakilerden hangisi değildir?

a) Bedeni aklın gerisinde gören anlayışın hakimiyetib) Bedenin ruhun taşıyıcısı olarak görülmesic) Bedenin insanı hataya sürüklemesi ve ruhun saflığına bir tehdit

olarak değerlendirilmesid) Bedenin diğer fiziki nesnelerle aynı şekilde düşünülmesie) Bedenin akıldan üstün görülmesi

2. Tüketilen şeyler arasında bedenin de olduğunu öne süren ve onu diğer nesnelere göre daha güzel, kıymetli ve eşsiz olarak tanımlayan anlayış kime aittir?

a) MaxWeberb) Karl Marxc) Emile Durkheimd) Bryan S. Turnere) J. Baudrillard

3. Aşağıdakilerden hangisi bedeni sosyolojik zeminde tartışmaya açan düşünce akımlarından biridir?

a) Alış Veriş Kuramıb) Fenomenolojic) Kartezyen Düşünced) Yapısal İşlevselcilike) Çatışmacılık

4. Aşağıdakilerden hangisi bir beden kuramı geliştirmek adına yola çıkar ve "bir süreç olarak bedenleşme" fikrinden hareket eder?a) MaxWeberb) Karl Marxc) Emile Durkheimd) Bryan S. Turnere) M. Foucault

5. Aşağıdakilerden hangisi, Foucault'un bedene ilişkin yorumlarında yer alır?a) Hastaneler bireyleri sınıflandıran ve denetim altında tutan

kurumlardır.b) Beden, iç beden ve dış beden şeklinde değerlendirilir.c) Bedenleşme süreç içerisinde oluşur ve statik değildir.d) Tüketim toplumundaki beden odaklı tüketimde hedef sağlıklı olmaktır.e) Beden sosyolojisine Habitus kavramı ile yeni bir soluk getirir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Beden, Sağlık ve Toplum

6. Bourdieu, "Edinilmiş olan ama sürekli yatkınlıklar biçiminde vücutta kalıcı şekilde cisimleşmiş olan şeydir." tanımlaması ile bedene ilişkin hangi kavramı tanımlar?a) Tıbbileştirmeb) Bedenleşmec) Klasik bedenlerd) Habituse) Tıbbi sömürgecilik

7. Bedeni küçük parçalar hâlinde algılayan ve bir makine gibi tamir etmeye çalışan tıbbi yaklaşım nasıl tanımlanır?

a) Biyomedikalb) Tıbbi sömürgecilikc) Biyokültüreld) Tıbbileştirmee) Habitus

8. Tüket kendini iyi hisset düşüncesinin günümüzde yaygınlaştığını söyleyen sosyolog kimdir?

a) J. Baudrillardb) Z. Baumanc) M. Foucaultd) I. Illiche) E. Durkheim

9. Bedenler üzerinde kurulan denetimin politik bir mesele olduğunu anlatan kavram hangisidir?

a) Toplumsal cinsiyet eşitsizliğib) Biyopolitikc) Tıbbi sömürgecilikd) Habituse) Tıbbileştirme

10. Bedenin güzelliğine değil, ruhun güzelliğine ve temizliğine önem verilmesi gerektiğini vurgulayan Antik Yunan düşünürü aşağıdakilerden hangisidir?

a) Platon

b) Epikuros

c) Sokrates

d) Zenon

e) Herakleitos

Cevap Anahtarı

1.E, 2.E, 3.B, 4.D, 5.A, 6.D, 7.A, 8.B, 9.B, 10. C

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Beden, Sağlık ve Toplum

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER

KAYNAKLAR

Bauman, Z. (1999). Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar.(Çev) Ümit

Öktem.İstanbul: Sarmal Yayınları.

Bauman, Z. (2000). Siyaset Arayışı. (Çev.) T. Birkan. İstanbul: Metis.

Berger, J. (1988).Görme Biçimleri. İstanbul: Ayhan Matbaacılık.

Bourdieu, P. (1997). Toplum Bilim Sorunları.(Çev.) Isık Ergüven. İstanbul:Kesit

Yayıncılık.

Baudrillard, J. (1999). The Revenge Of TheCrystal, U.K: PlutoPress.

Baudrillard, J.(2010). Tüketim Toplumu, 4. Basım, İstanbul:Ayrıntı Yayınları.

Bottomore, T.,Nispet, R. (1997).Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi I. (Yay. Haz: Mete

Tunçay-Aydın Uğur). İstanbul: Kırmızı Yayınları.

Cevizci, A. (2001). Felsefe Sözlüğü. İstanbul: Paradigma Yayınları.

Fiske, J. (1999).Popüler Kültürü Anlamak. (Çev.). Süleyman İrvan. Ankara: Ark

Yayınları.

Güzel, C. (2003). Platon'un Bilgi Görüşü. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Edebiyat

Fakültesi Dergisi.Cilt:20(2). ss.105-115.

Giet, S. (2006). Özgürleşin Bu Bir Emirdir. İstanbul:Dharma Yayınları.

Gür, G. E. (2009).Tüketim Kültürü Bağlamında Sağlık Haberleri. (Yayımlanmamış

Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Üniversitesi SBE.

Hançerlioğlu, O. (2007). Düşünce Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Işık, E. (1998).Beden ve Toplum Kuramı. İstanbul: Bağlam Yayınları.

Illich, I. (2011).Sağlığın Gaspı.(2. Baskı). (Çev.). Süha Sertabiboğlu. İstanbul: Ayrıntı

Yayınları.

Kaya, İ. (2013)."Klasik Sosyolojide Beden Problemi ve Birer Bedensel Deneyim

Olarak Sağlık-Hastalık Çözümlemeleri". G.O.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi.

Cilt: 1(1). ss. 117-131.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Beden, Sağlık ve Toplum

Karakuş E., Adak N. (2015). "Sağlık-Hastalığın Değişen Görünümü Ve Tüketim

Toplumunda Tıbbileşme". Hasta Toplum Cinsiyetçilik, Tıbbileştirme ve

Tüketime Dair Sağlık Çözümlemeleri, Alptekin. Duygu, Ed.Ankara: Nobel

Yayınları.ss.39-53

McCulloh, G.(1995). The Mine andlts World. London: RoutledgePub.

Moore, S. E. (2010)."Is theHealthy Body Gendered? Toward a Feminist Critique of

the New Paradigm of Health". Body &Society. Vol: 16 (2). pp.95-118.

Nazlı, A.(2004). 'Beden ve Tüketim: Tüketim Kültürü İçinde Kadın Bedenine Bir

Bakış'. Sivil Toplum. No:8.

Nazlı, A. (2005). "Görünmeyen' Bedenden 'Görünen Beden'e: Bedenin

Sosyolojisi", Sosyoloji Araştırmaları Dergisi. ss. 71-87.

Nazlı, A. (2008).Hastalık ve Hasta Bedenin Sosyal İnşası: Meme Kanseri

Örneği.İzmir: Güven Yayınevi.

Nazlı, A. (2009)."Sosyolojik Bakışın Eşiğindeki Beden".Toplumbilim Beden, Özel

Sayısı. Sayı:24.ss.61-68.

Nettleton, S. (1995). TheSociology of Health&lllness. Cambridge: PolityPress.

Öngören, B. (2015)."Sosyolojik Açıdan Sağlıklı Beden İmgesi". Sosyal ve Beşeri

Bilimler Araştırmaları Dergisi. issue:34. pp.25-45

Savaşçın, Z. (2003). "Algısal İnanç". Dünyanın Teni. (Ed.).Zeynep Direk. İstanbul:

Metis Yayınları.

Sezgin, D. (2015). "Toplumsal Cinsiyet Perspektifinde Sağlık ve Tıbbileştirme",

Hasta Toplum, (Ed.).Duygu Alptekin. Ankara: Nobel Yayınevi.

Swingewood, A. (1998). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi. Ankara:Bilim ve Sanat

Yayınları.

Timurturkan, M. (2013)."Tıbbi Söylem ve İktidar: Medyada "Diyet-Zayıflık-Sağlık"

İlişkisi Etrafında Bedenin Denetimi", MJH, 3/1. ss. 237-252.

Turner, B.S.(2011). Tıbbi Güç ve Toplumsal Bilgi.(Çev.). Ümit Tatlıcan. Bursa:Sentez

Yayıncılık.

User, İ. (2010)."Biyoteknolojiler ve Kadın ve Bedeni". (Ed.). Y. İnceoğlu, A.

Kar.Kadın ve Bedeni.İstanbul:Ayrıntı Yay.

Wolf, A.,Ruth A. Wallace. (2004). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. (Çev.). Leyla Elburuz,

Rami Ayas. İzmir:Puntu Yayıncılık.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

GÜNDELİK YAŞAMIN TIBBİLEŞTİRİLMESİ

LUÛ

GirişTıbbileştirme Nedir? Tıbbileştirme ile İlgili Öncü ÇalışmalarTıbbileşmenin Gündelik Yaşama YansımalarıTıbbileştirmenin Arka Planı Tıbbileştirmeyi Sınıflandırmak Tıbbileştirmeme Nedir? Tıbbileştirmenin Sonuçları

Bu üniteyi çalıştıktan sonra; •Tıbbileştirme kavramını

tanımlayabilecek,•Gündelik yaşamın

tıbbileştirilmesini konumlandırabilecek,

•Tıbbileştirmenin özelliklerini sıralayabilecek ve anlamlandırabilecek,

•Tıbbileştirmeye neden faktörleri açıklayabileceksiniz.

A1A-AtSAĞLIK SOSYOLOJİSİ

Doç. Dr. Deniz Sezgin

ÜNİTE

i 7

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

GİRİŞ

Günümüz toplumlarının birçoğunun sağlık ve hastalık kavramını tanımlayış ve algılayış yönünden değişim geçirdiği ve bu değişimin ortak noktasının yeni bir sağlık anlayışının yapılandırılması olduğu söylenebilir. Günümüz toplumlarında, hastalık kavramından çok, hastalıktan korunma, iyi yaşam, iyilik hâli (wellness) kavramına doğru bir kültürel geçiş yaşanmaktadır.

Bireyden bireye farklılık gösteren gündelik yaşam pratikleri, bireylerin kendi yaşam gerçeklerine uygun olduğunu düşündükleri strateji ve taktiklerle sürmektedir. Sağlık konusu bu pratikler içinde önemli bir yere sahiptir. Her bir birey için önemli olan sağlık konusu, çok daha değerli bir metaya dönüştürülmekte ve bireye yeniden sunulmaktadır. Bu sunumun payı her geçen gün sağlıklı yaşam endüstrisinin de etkisiyle artmaktadır. Sağlık konusu ile birlikte sağlıkla ilişkili olan ve olmayan konular, sağlıkla ilişkilendirilerek tıbbi bir nitelik kazanmaktadır. Sağlığın ciddiye alınan bir konu olması, kıymetli ve vazgeçilmez bulunması ve bireylerin harcama yapmaktan kaçınmadıkları bir alan olması nedeniyle, sağlık ve sağlığa ilişkin konular tıbbileştirilmektedir.

TIBBİLEŞTİRME NEDİR?

Tıbbileştirme (medicalization) terimi, 1970'lerde sosyal bilimler literatürüne girmiş; terimin anlamı, "tıbbi yapmak, tıbbi etmek" olmasına rağmen, daha geniş ve daha derin anlama sahip olmuştur. Bu terim temelde, düz anlamının ötesinde tıbbi hâle gelmiş bir şeyi anlatmaktan çok, tıbbileştirmenin ya da gereğinden fazla tıbbileştirmenin bir eleştirisi olarak kullanılmıştır. Conrad, tıbbileştirmeyi,"Tıbbî olmayan problemlerin, tıbbi problem gibi tanımlandığı ve bu şekilde davranıldığı; bunun da genellikle, hastalıklar ve bozukluklar yönünden tanımlanan, bir süreç" olarak ifade eder (1992: 209).

Resim 7.1. Peter Conrad

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

Szasz'ın tıbbileştirme tanımı, Conrad'ın tanımına benzerlik gösterir; bazı olayların tıp alanına girdiği, bazılarının ise girmediği varsayımına dayanır. Szasz, hastalık veya tıbbi problemin ne olduğu konusunda mutabakata varılmasının gerekli olduğunu düşünür; sosyal problemlerden kurtulmak isteyenlerin onları tıbbileştirdiğini ifade eder (2007: xii).

Irving K. Zola ise, Conrad ve Szasz'ın tanımlarından farklı olarak, günlük hayatın gün geçtikçe daha fazla tıbbi egemenlik, etki ve denetime girdiğini ifade eder (Zola, 1994: 43). Bu konudaki diğer önemli isimlerden biri olan Illich ise, sağlık kavramının bütünüyle tıbbi bir kavram haline gelişini, sağlığın tıbbileştirilmesi olarak tarif eder (1995: 16).

Özetle, tıbbileştirme, bir konu, problem ya da durumun, tıbbi terimler ve tıbbi dil ile tıbbi çerçeve içinde, tıbbi müdahale ile tedavi edilecek bir durum olarak ifade edilmesidir (Sezgin, 2011: 59).

Burada vurgulanması gereken nokta, tıbbileştirmenin bir süreç olduğudur. Asıl konu, tıbbileştirmenin gerçekten bir hastalık veya tıbbi bir sorun olması değil, bunun bir kabul olmasıdır (Sezgin, 2011: 59; Sezgin, 2015: 162; Rosenfeld ve Faircloth, 2006: 6). Bu kabul, hekim ve sağlık profesyonelleri, ilaç endüstrisi, medya ve farklı alanların katkılarıyla oluşturulmakta ve alanı genişlemektedir. Gündelik yaşamın tıbbileştirilmesiyle; daha çok birey, tıbbın söylediklerine göre hareket etmekte; bireyler de "sağlıklı" ve "hasta" olarak tanımlanarak, bir tür tıbbileştirilmektedir. Tıbbileştirmenin, bir süreç olarak, sosyal kontrol ve bedensel denetime neden olabileceği eklenmelidir.

Conrad'a (1992) göre, tıbbi sosyal kontrol tıbbileştirme açısından, önemli bir sosyal kontrol gücüdür. Tıbbileştirme olduğu veya gerçekleştiği sürece, tıbbi sosyal kontrolün de olacağı; aksi takdirde, tıbbi sosyal kontrolü sağlamanın güçleştiği söylenebilir. Tıbbileştirme bu noktada, tıbbi sosyal kontrolün önüne geçmektedir. Foucault'ya göre, gücün disiplin biçimi, diğer her şeyin yerini aldığı için değil; diğerlerinin arasına gizlice sızdığı, bazen onlara zarar verdiği için; ama aralarında bir arabulucu gibi çalışıp; onları birbirine bağlayıp, büyütüp ve en önemlisi de, gücün etkilerini en önemsiz ve uzak unsurlara kadar getirmeyi mümkün kıldığı için, panoptisizm disiplinli bir toplumu genişletir (1992: 269-271). Foucault'nun görüşünden hareketle; günümüzde çoğunlukla Batı toplumlarının, tıbbi sosyal kontrol altına alınmalarındaki yaygın genişlemenin; tıbbileştirmenin görünmez ve dolaylı yoldan gerçekleştirilebilmesinden kaynaklandığı söylenebilir. Üstelik bu kontrol, gündelik yaşamın tüm alanlarına kolaylıkla sızmakta, bu alanlar ve tıp arasındaki bağı sağlayarak, genişlemektedir. Aynı zamanda, alanlar arası iç içe geçiş, ilaç, tıbbi teknoloji, kozmetik ve diğer farklı endüstri ve sektörleri de beslemekte ve güçlendirmektedir. Ayrıca, tıbbileştirilen gündelik yaşamın, kimin tarafından tıbbileştirildiği de belirsizdir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi B

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

İktidar bireysellikten çıkarılırken, kontrol bireylerin kendi bedenlerine doğru yönlendirilerek; iktidarın bireylerin ellerinde olduğu izlenimi de yaratılmaktadır.

Tıbbileştirme İle İlgili Öncü Çalışmalar

Tıbbileştirme hakkındaki ilk çalışmaların, hekimlerin, tıbbileştirmeyi anlamlandırma çalışmaları olduğu söylenebilir. Konuya dikkat çekilmesi, bu konuda ilk çalışmaların yapılması, 1950'lere dayanır. Parsons'ın (1951), tıbbileştirmeyi, bir sosyal kontrol kurumu olarak, ilk kavramlaştıran kişi olduğu söylenebilir. Szazs (1963), terim kullanmasa da, tıbbileştirme konusuna ilgiyi ilk çeken, bu konuda önemli açıklamalar yapan kişilerden biri olarak kabul görür. Pitts (1968), Freidson (1970) ve Zola (1972), tıbbileştirmenin ve tıbbi sosyal kontrolün, ilk incelemelerini yapan araştırmacılar olarak anılabilir.

Zola, geleneksel din ve hukuk kurumlarının sahip olduğu gücü, tıbbın kendi bünyesinde birleştirip önemli bir sosyal kontrol kurumu haline geldiğini belirtir. Zola'ya göre, etik olarak; tarafsız ve objektif olduğu varsayılan uzmanları ile tıp, son kararı verme yetkisiyle donanmış bir yapı hâline gelmiştir. Bu güç ise, günlük yaşamın parçası olan bölümleri tıbbın ilgi alanına çekerek; sağlık ve hastalık kavramlarını bireylerin hayatının en önemli parçası hâline getirmek üzere kullanılmıştır (1994: 43).

Zola'nın "tıbbın sosyal kontrol mekanizması haline gelmesi" saptaması kadar

önemli bir saptama da, Illich'den gelmiştir. Tıbbileştirme konusunda Illich ([1976],

1995: 91), "tıbbi söm ürgecilikl" (medical imperialism) ile dikkat çekmiştir. Illich'in

bu tanımlaması, önceleri yanıltıcı olarak kabul edilmiş ve uzun zaman

anlaşılmamıştır. Ancak Illich'in 1970'lerde yapmış olduğu vurgu, günümüzde

yaşamın, hemen her alanının tıbbileştirildiği ve tıbbileştirilmeye devam ettiği bir

dönemde, daha da anlamlı hâle gelmiştir.

Yaşamın doğal süreçleri, bürokratik bir sürece dönüştürüldükçe; birey kendi bedeni hakkında düşünemez, karar veremez hale gelir ve sistem gereği, kendi bedenine ait özgürlüğünü, tıbbın eline teslim eder. Yaşam alanlarının tıbbileştirilmesi nedeniyle tıbbın alanı dışında kalma şansı ise bireyin elinden uzun bir dönem önce alınmıştır.

1 Ivan Illich'in Sağlığın Gaspı (1976) adlı eserinin orjinalinde medical imperialism olarak ifade edilmesine karşın, Süha Sertabiboğlu'nun Türkçe çevirisinde tıbbi sömürgecilik ifadesi kullanıldığından, metinde Türkçe çevirideki gibi kullanılmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

Resim 7.2. Ivan Illich

Tıbbileşmenin Gündelik Yaşama Yansımalar

Conrad, tıbbileştirme ile gündelik yaşamın, önce alışılandan sapma olduğunu ancak daha sonra normalleştiğini; tıbbileştirmenin toplumlar aracılığıyla, geniş bir alana yayıldığını söyler. Alkolizm, ruhsal bozukluklar, uyuşturucu bağımlılığı, yeme bozuklukları, cinsel işlev bozukluğu, çocuk ve cinsel istismar, öğrenme bozukluğu tıbbileştirilmiş kategoriler olarak sıralanabilir.

Geçmişte, günah ya da suç olarak kabul edilen davranışlar tıbbileştirilmekte gün geçtikçe mevcutlara yeni kategoriler eklenmektedir. Adet öncesi sendromu, duygu durumu bozukluğu, endişe, doğum kontrolü, kısırlık, menstrasyon, doğum, menopoz, yaşlanma ve ölüm gibi hayatın doğal süreçleri tıbbileştirilirken tıbbileştirilmiş sapkınlık olarak ifade edilen delilik, kumar bağımlılığı, transseksüellik bu bağlamda ele alınmaktadır (Conrad, 1992: 213; 2007: 6).

Buradaki sorun, nelerin hastalık olduğu nelerin olmadığı konusunda, çizginin nereye çekileceğidir. Hangi durumlara doktor ve sağlık profesyonelleri tarafından müdahale edilmesi, hangi durumlara müdahale edilmemesi gerektiğine yönelik ortak bir anlayış bulunmamaktadır ve böyle bir anlayışın sağlanması da güç görünmektedir. Anlayış geliştirilmesindeki güçlüklerden biri, bu ortak yapının kimler ya da hangi kurumlar tarafından geliştirileceğidir. İkinci güçlük ise, tıp ya da sağlık gibi çok güçlü bir mücadele alanında karar vericilerin çokluğu ve fikir ayrılıklarıdır. Burada en zayıf durumda olan elbetteki bireylerdir (Sezgin, 2011: 66).

Günümüzde, tıbbileştirilen alanlar doğrudan tıbbın ilgi alanına giren konulardan, tıpla doğrudan ilgisi olmayan, gündelik yaşamın diğer alanlarına doğru genişlemektedir. Örneğin; beslenme konusu, gündelik yaşamın parçası olduğu gibi, aynı zamanda sosyal bir konudur. Geçmişten gelen alışkanlık ve bilgiler yerini, tıbbileştirilmiş beslenme önerilerine bırakmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

Çoğu gıdanın bilinen faydaları yerini, birtakım, tıbbi olan ve olmayan terimlere bırakmış; yemekler bu terimler eşliğinde yenilir hâle gelmiştir. Ayrıca, beslenme konusunda, tıbbileştirilen gıdaların, bir dönem yüksek talep görmesi ve daha sonra o gıdanın terk edilerek bir diğerine geçilmesi de "tıbbileştirilen gıdanın modası" olarak ifade edilebilir.

Kısaca birey, hiç aşina olmadığı, olması da gerekmediği terimlerle gündelik yaşamını sürdürür hâle gelmiştir. Bir uzmanın bilmesi, mesleğini uygularken kullanması gereken terimler, uzmanlar ve medya tarafından tekrarlanmakta, bireylerden bunları anlamaları beklenmektedir. Terimler ve uygulamalar artmakta alan genişletilmekte, tıbbileştirilme normalleştikçe edinilen terimlerle dolu bilgilerin yanına, yanlış bilgiler de eklenmektedir.

Özetle, tıbbın gücünden yararlanarak, ürün ya da hizmetlere tıbbi terimler eklenerek; bu ürün ve hizmetler tıbbileştirilerek ya da tıbbileştirilmeye çalışılarak bir pazarlama stratejisi kurulmaktadır. Bu strateji, Foucault'nun (1993) kapitalizmin temel ögelerinden biri olarak ifade ettiği biyoiktidarın, tıbbi sosyal kontrolü sağlamanın önemli bir yolu olarak kullanılmasıdır. Burada sağlıklı yaşam söyleminin sağlıklı yaşam endüstrisi tarafından etkin olarak kullanılması, sağlığın kaybedilmemesi gereken bir değer olarak yeniden sunulması etkili olmaktadır (Sezgin, 2011: 65).

TIBBİLEŞTİRMENİN ARKA PLANI

Tıbbileştirmenin arka planına bakıldığında, dinin toplumsal yaşam içindeki rolünün azalması, bilime olan inanç, tıbbi uzmanlığın artan itibarı ve gücü, problemlere bireysel ve teknolojik çözümler konusunda batı toplumlarındaki genel bir hümaniter eğilimin neden olduğu söylenebilir. Burada sıralanan nedenler, tıbbileştirmenin gelişimini tamamen açıklamamakla birlikte, kapsamını belirlemiştir. Conrad tıbbileştirmeyi, sekülerleştirme (secularization) -dinin, baskın sosyal kontrol kurumu olarak kenara itildiği; geçmişte, günah kabul edilen durumların, hastalık olarak kabul edildiğinin kabulünün, tıbbileştirmeyi arttırdığı anlayışı- ve tıbbi uzmanlığın değişen statüsü -profesyonel güç ve otorite sayesinde, sağlık ve hastalık olarak tanımlanabilecek durumlar için, söz hakkına sahip olma durumu- gibi, iki önemli kavramsal yönün etkilediğini belirtir (1992: 213).

Conrad'ın tıbbileştirmenin arka planını sınıflandırması, Zola'nın fikirlerinin ışığında gerçekleşmiştir. Zola, bu kuramsal geçmişi 16. yüzyıldan itibaren inceleyerek günümüze getirir ve bugüne getiren koşulları anlatır.

Tıbbın, hümanizm hareketi ile kendini bütünleştirdiğini belirten Zola bir yandan otorite ve gerçek sorunlarla ilgilenirken; öte yandan kendine farklı bir üstünlük sağladığını ekler. Hayat standardı yükselip, daha iyi beslenildikçe; ölüm oranları düşmüş, bireyler daha uzun ömürlü olmuştur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

Yaşam süresi uzayınca, çeşitli hastalıklarla mücadele edilmesi gerekmiş ve sahip olunan bedenin önemle korunması gerektiğinden, tıbbın önemi artmıştır (1994: 49).

Günümüzde sosyal hareketler, hasta/hastalık örgütleri ve hasta bireyler tıbbileştirmenin artmasında önemli bir role sahiptir. Son yıllarda, sağlıklı yaşam endüstrisinin alanını genişleterek büyümesi ve hastaların tüketici gibi görülmesi anlayışı da, tıbbileştirmenin artmasına neden olmuştur.

Resim 7.3. Irving Kenneth Zola

Zola tıbbileştirmenin ardındaki, tıp ve bireyler arasındaki ilişkinin kurulmasında rol alan faktörleri dört ana grupta sınıflandırmıştır (1994: 54).

Zola öncelikle, yaşamın tıpla ilgili olabilecek her parçası tıbbın ilgi alanına dâhil edildiğini belirtir. Teşhis ve tedavi sırasında, hastanın sadece şikâyetlerini değil, yaşam tarzının da doktora anlatması beklenir hâle geldiğini; bu sebeple, doktorun yaşamın her alanına ilişkin öneride bulunmasının yanında hastanın bu tür önerileri beklediğini ifade eder. Gündelik yaşama dair önerilerin yanı sıra, daha önceleri doktorun hafızasına kaydedilen hasta bilgilerinin, bilgisayarlara kaydedilerek saklandığını, böylece her tür özel bilginin kayıt altına alındığını ve mahremiyetin kalktığını söyler.

İkinci olarak; belirli bazı teknik prosedürlerin mutlak kontrolünün tıbbın tekelinde bulundurulmasına değinir. Ameliyat yapma ve reçete yazma hakkının yalnızca doktorlara tanınmış olmasının; tıbbın gücünü, tedavi etmenin ötesine taşıdığını iddia eder (Zola, 1994: 56). Tabu sayılan bazı alanlara girme hakkının ele geçirilmesi, Zola'nın ele aldığı bir diğer konudur. Teşhis ve tedavi amacıyla, özel hayata dair bilgileri edinme hakkının doktorlara verildiğini; bedenin muayenesi ve zihnin derinliklerindeki tüm bilgilerin doktorlara sunulmasının tıbbın gücü olduğunu vurgular. Zola'nın dördüncü ve son sınıflandırması, tıbbın ilgi alanında kalan her şeyin sağlıklı yaşam ile bağlantılandırılmasıdır. Zola, sınıflandırması içinde son olarak bahsettiği konunun, toplumlar üzerinde tıbbın gücünü artırmanın en etkili yolu ve en etkili aracı olduğunu düşünür.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

Ek olarak, tıbbın, gündelik yaşam pratiklerini de içine alarak, alanını genişletmesinde bencil yaklaşımının rolü kadar, bireylerin teslimiyetçiliğinin etkisini vurgular (1994: 61).

Conrad, Zola'nın (1994) da ifade ettiği, tıbbın dışında kalan, yaşamın diğer alanlarının tıbbileştirilmesine dikkat çeker. Conrad, daha önceden tıbbi olmayan problemler için tıbbi tanımların ortaya çıkmasını; çeşitli davranış kalıplarının tıbbi risk oluşturması durumuna ve bu duruma günümüzde daha sık rastanmasına bağlar. Ancak, Conrad bunları, tıbbileştirme olarak kabul etmez "sağlıklaştırma" (healthism) olarak adlandırır.

Kavramlaştırmaları farklı olsa da Zola, Conrad, Szsaz ve Illich'in de görüşleri doğrultusunda tıbbileştirmenin, hem tıbbın ilgi alanına giren konularda hem de gündelik yaşam pratiklerinde genişleyerek yeni bir söylem, yeni bir bakış oluşturduğu ve oluşturmaya devam edeceği söylenebilir. Hayatlarında hemen hiçbir şeyi denetleyemediklerini ve kontrol edemediklerini düşünen bireylerin, kendi bedenleri ve sağlıklarının kontrolünün, kendilerinde olduğu "illüzyonu" ancak tıp gibi gücünü belli etmeden yayılan, otoritesine karşı koyulmayan bir alan aracılığı ile yapılabilir.

TIBBİLEŞTİRMEYİ SINIFLANDIRMAK

Conrad'a göre, tıbbileştirme kavramsal, kurumsal ve etkileşimsel olmak üzere üç ayrı seviyede gerçekleşebilir: Kavramsal seviye, bir problemi tanımlamak veya düzenlemek için, tıbbi bir terimin kullanılmasıdır.Bnun için az sayıda tıbbi uzmana gerek duyulur ve buna tıbbi müdahalelerin uygulanması gerekmemektedir. Kurumsal seviyede, kurumlar organizasyonun uzmanlık alanı içerisine giren, belirli bir problemi çözmek için tıbbi bir yaklaşım benimseyebilirler. Etkileşimsel seviyede, doktorlar direkt olarak işe dâhil durumdadır. Tıbbileştirme burada bir doktorun, bir problemi tıbbi olarak tanımladığında, örneğin tıbbi bir teşhis koyduğunda veya bir sosyal probleme, tıbbi bir tedavi şekli ile yaklaştığında, mutsuz bir aile yaşantısı için yatıştırıcı ilaçlar yazdığında; doktor-hasta etkileşiminin bir parçası olarak ortaya çıkar (1992: 211).

Conrad bir başka çalışmasında, genel bir tıbbileştirme olması gerekmediğini; tıbbileştirmenin dereceleri olduğunu, bu dereceleri nelerin etkilediği ve belirlediği konusunda bir bilgi olmadığını vurgular. Bununla beraber, bazı durumların tıbbileştirilemeyeceğini ancak, rekabetin ya da geçmişteki durumların bir parçası olabileceğini; tıbbileştirilen konularda, tıbbi uzmanlığın desteği, müdahale ya da tedavilerin mevcut olması, rekabet halindeki tanımların olması, tıbbi sigortanın kapsamı ve tıbbi tanımları karşısına alan grupların varlığının önemli faktörler olabileceğini ekler (2007: 6).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

Resim 7.4. Thomas Szasz

Szasz ise, tıbbileştirmeyi aşağıdan, güçsüzlerden gelen tıbbileştirme (hastalık taklidi yapma veya kendi kendini tıbbileştirme) ve yukarıdan, güçlüden gelen tıbbileştirme (kontrol ve cezalandırma amaçlı diğerlerini tıbbileştirme) olarak ikiye ayırır. Szazs geçmişte, bireylerin kendilerini "depresif hissettiklerini" veya "depresif olduklarını", günümüzde ise "depresyon geçirdiklerini", bunun da, tıbbileştirmenin sonucu olduğunu düşünür. Ayrıca, depresyon konusundaki örneğinde, geçmişte depresyonda olan kişilerin, kendilerine zarar verdikleri ya da kendilerini öldürdüklerini, başkalarını öldürmediklerini; günümüzde ise, kendini öldürenlerin neredeyse tamamının, depresyonda olduğunun söylendiğini vurgular (2007: xxvi). Burada Szasz'ın görüşüne ek olarak, kendini değil, başkalarını öldürenlerin depresyonda olduğu söylenerek ifade verilerek hafifletici sebepler bulunmaya çalışılmakta olduğu eklenmelidir. Durum tıbbileştirildiğinde, yapılan hata "hafiflemektedir". Kısacası tıbbileştirme, Szasz'ın da ifade ettiği gibi, bazı bireylere yararlı, diğerlerine ise zararlı olan semantik bir sosyal stratejidir.

Tıbbileştirmenin dereceleri konusunda bir başka boyut ise her geçen gün daha fazla alanın tıbbileştirilerek, bireylerin hasta olarak etiketlenmesidir. Örneğin, geçmişte, afacan, yaramaz, gereğinden fazla hareketli, dikkati hızla dağılabilen çocuklara -genellikle erkek çocuklara- sadece "yaramaz" denilirken; bugün "hiperaktivite" veya "dikkat dağınıklığı" teşhisleri konmaktadır. Bu teşhis konulan çocukların yıllar boyu süren tedavileri, kendilerini küçük yaşlardan itibaren hasta olarak algılamalarına da neden olmaktadır.

Tıbbi bir tedavinin gerekli olup olmadığı kararı tarihsel olarak hekimlere aittir. Bugün tedavi gerekli olan bir sorun, gelecekte tedaviyi gerektirmeyebilir. Ancak, uzun bir geçmiş göz önünde bulundurulacak olursa, hiç tedavi almamış çocukların, yetişkin olduklarında karşılaştıkları sorunlar ve sıkıntılar da ortaya konulmalıdır. Aksi takdirde bu tedavilerin gerekliliği konusunda, özellikle ebeveynlerin şüpheleri devam edecek gibi gözükmektedir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

Çocukluk dönemi gibi ergenlik dönemi de tıbbileştirilmiştir. Bireylerin her yaş dönemleri, tüm doğal süreçleri ve yaşam pratikleri ile ilgili tıbbileştirmeden söz edilebilir. Illich, daha uzun yaşayabilme olanağının olmasının, bazı hastalıkların, tedavilerle seyrinin değiştirilebileceği gerçeğinin, yaşlıların özlem duyacağı bir sağlık anlayışını beraberinde getirdiğini düşünür. Bu uzatılmış yaşamın ve iyileşme ümidinin, daha çok ekonomik gücü elinde bulunduran seçkinlerin olanağı olduğunu da ekler (1995: 131). Yaşlılık da geçmişte, işe yaramazlık ve pasiflik olarak görülürken uzayan yaşam süresi ile yaşlılık, keyifli geçirilmesi gereken bir dönem olarak tıbbileştirilmiştir.

Günümüzde, tıbbi risklerin de tıbbileştirildiği söylenebilir. Risk faktörleri, hastalıklar açısından büyük önem taşır ve hastalık için potansiyel anlamına gelir. Ancak risk faktörlerinin hastalık olarak belirtilmesi, neyin risk faktörü neyin hastalık olduğunun arasındaki ayrımı bulanıklaştırır. Risk faktörlerinin tıbbileştirilmesinin sonucu olarak, hastalıkların önlenmesinin mümkün olabileceğinin gibi daha fazla bireyin risk faktörleri nedeniyle, tıbbi gözetim altında tutularak, takip edilebileceği belirtilmelidir.

Resim 7.5.

Illich'e göre tıp hastalıkları araştırken yeni hastalıklar keşfeder ve bu hastalıkları bireylere yükler. Hastanın geçmişte raporla belgelenmesinin yerini, bireylerin kendi sağlıklarını koruyacakları, erken tetkiklere, koruyucu tedavilere ve iyileşmeyecek kişilerin tedavisine bırakmıştır. Illich'in ifadesiyle, sağlığın tıbbileştirilmesi sonucu, hasta olmayan bireyler, gelecekteki sağlıklarının uğruna, profesyonel tedavilere kendilerini teslim etmişlerdir (1995: 68-86). Genel eğilim, tanımlanmış ve teşhis edilmiş kötü sağlığın, bilinmezliğe yeğlenmesidir. Bireyler boş vakitlerini, sağlıklarına da iyi gelebilecek şekilde değerlendirmemelerine ve bu nedenle, kendilerini hasta hissetmelerine rağmen; Illich (1995) ve Szazs'ın (2007) da düşündüğü gibi, insanlar hasta olmanın kendilerini toplumsal, politik ve psikolojik sorumluklardan, muaf tuttuğunu duymak ve düşünmek istemektedir.

Günümüzdeki ağır yaşam koşulları ve stresini taşımakta güçlük çeken bedenler bozulup, arızalandıkça yaşanan sıkıntılar, yeni hastalıklar olarak adlandırılmaya başlanmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

Tıbbileştirilen alanların genişlemesinde sağlıklı yaşam endüstrisinin etkisi büyüktür. Burada özellikle yeni hastalıkların keşfedilmesinde ilaç endüstrisinin payı fazladır. Mevcut ve gelişen hastalıklara karşı ilaç geliştirmelerinin insani faydaları malumdur. Bununla beraber dünya genelinde, büyük bir gücü elinde bulunduran ilaç endüstrisi, araştırma ve geliştirme faaliyetlerini geleceğin hastalıklarını belirleme yönünde genişletmektedir.

Toplumsal Cinsiyet Rolleri Açısından Tıbbileştirme

Tıbbileştirme sürecine toplumsal cinsiyet rolleri açısından bakıldığında kadınların yaşam süreçleri, erkeklere göre daha fazla tıbbileştirilmeye müsaittir. Bu nedenle, tıbbileştirme konusunda cinsiyetin önemli bir faktör olduğu söylenebilir. Lupton, yüzyıllar boyu kadınların tıbbi söylemde geleneksel olarak "diğer", "hasta" ya da erkeklerin tamamlanmamış çeşidi diye adlandırıldığını, daha zayıf, dengesiz, hastalık kaynağı, kirli ya da cinsel hastalık taşıyıcısı olarak adlandırıldığını belirtir (1994a: 132).

*

Günümüzde global bir formatta kadın ve erkek konsepti belirlenmektedir. Sağlık da bunun üzerinden çerçevelendirilmektedir. Çerçeve global olarak çizilse de uygulamalar ülkeden ülkeye, toplumdan topluma farklı sonuçlar vermektedir. Bu sunulan kavram, kadın bedenleri için uzun yıllardır yaratılan ve yeni düzenlemelerle sürekli pekiştirilen "hayal kadınlık" çerçevesinin bir benzeri olarak, Boni'nin (2002: 476) görüşüyle paralel, bir tür "hayal erkeklik" yaratmaktadır.Kadın sağlığına ilişkin sunumlar, üreme fonksiyonu tam, genç-güzel, formda, zayıf iken; erkek sağlığına ilişkin sunulanlar maskülen bedensel görünüm ve yaşam tarzının faydaları çerçevesindedir. Buna karşın, toplum sağlığının ve kadın ve erkek sağlığının geliştirilmesine yönelik, bilgilendirici, yönlendirici bilgi ve sunumlar yetersizdir. Mevcut pozisyon toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle risk altında olan kadın sağlığının risklerinin katlanarak artmasına; sağlıkla ilgili çözümlerin uzaklarda aranmasına ve sağlığın ticarileşmesinin hızla genişlemesine olumsuz yönde katkı sağlamaktadır.

Resim 7.6.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

Tıbbileştirmeme Nedir?

Tıbbi olmayan problemler tıbbileştirildiği gibi, daha önceden tıbbileştirilmiş konuların artık tıbbi tanımını korumaması, tıbbileştirmeden çıkarılması ya da uzaklaştırılması, gayri tıbbileştirme ya da tıbbileştirmeme (demedicalization) olarak ifade edilebilir. Tıbbileştirmeme süreci, problemin tıbbi terimlerle tanımlanmasına son verilmesi ve tıbbi müdahalenin, uygun çözüm olarak kabul edilmemesi olarak düşünülmemelidir.

Tıbbileştirmemenin en önemli klasik örneği, eşcinselliktir. Eşcinselleri özgürleştirme protesto ve grevlerinin sonucu olarak 1973 yılında, Amerikan Psikiyatri Derneği (American Psychiatric Association) eşcinselliği, artık bir hastalık olarak görmeme konusunda, resmi olarak oy birliğine varmıştır. Bu durum en azından sembolik bir tıbbileştirmeme durumunu temsil etmektedir. AIDS'in yoğun olarak gündemde olduğu dönem, eşcinselliğin tekrar, kısmen tıbbileştirilmesine neden olmuştur. Bir başka örnek de, 19. yüzyılda, hastalık olarak kabul edilen mastürbasyonun, artık hastalık olarak kabul edilmemesi ve tedavi edilmemesidir.

TIBBİLEŞTİRMENİN SONUÇLARI

Konulan teşhis ve tedavilerden bağımsız olarak, tıbbileştirmenin toplumsal sonuçları vardır. Bu sonuçları, Conrad ve Schneider, "aydınlık" ve "karanlık" taraflar olarak ayırmaktadır (akt., Conrad, 1992: 223). Birçok araştırmacı tıbbileştirmenin "karanlık" tarafını vurgulamaktadır: Tıbbi tarafsızlığın etik boyutu, uzmanlar tarafından egemenlik kurulması sosyal problemlerin bireyselleştirilmesi davranışın depolitikleştirilmesi sorumluluğun yerinden oynatılması ve farklı bir yere yüklenmesi ve güçlü tıbbi teknolojilerin kullanılması gibi konuları sıralamaktadır.

Tıbbileştirilmenin eleştirisi, temel olarak, tıbbi modelin sosyal problemleri nasıl kapsamdan çıkarttığı ve bununla birlikte, bunları nasıl tıbbi kontrol altına aldığı yönündeki sosyolojik endişeler üzerine kuruludur. Bu süreç diğer türlü kolektif sosyal problemler olarak görülebilecek şeyleri bireyselleştirmektedir.

Günümüzde sağlığın değerli bir mal hâline geldiği toplumlarda, yaşamın farklı alanlarının tıbbileştirilmesi çok şaşırtıcı değildir. Ayrıca, tıbbın ve tıbbileştirmenin bazı türlerinin, insan sağlığına katkılarının büyüklüğü aşikârdır. Burada üzerinde önemle durulan nokta; tıbbileştirmenin geniş bir alana yayılması, yayılmaya devam etmesi ve bazı konuların gereğinden fazla tıbbileştirilmesidir. Kısaca, Conrad'ın da ifade ettiği gibi, "tıbbileştirme salgını" yaşamın geniş bir alanına yayılmıştır (2007: 146). Özellikle de, tıbbın ilgi alanına girmeyen konular ve gündelik yaşam pratiklerinin tıbbileştirilmesi, yakın gelecekte hemen her alanın tıbbi hale gelebileceğinin habercisidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

Resim 7.7.

Burada, tıbbileştirilen alanların farklı toplumlarda ne ölçüde etki ettiği, benimsendiği gibi sorular sorulabilir bununla beraber, toplumların sağlığı açısından tıbbileştirmenin yararlı olduğu görüşü ortaya atılabilir.

Tıbbileştirme sayesinde, bazı sorunlar bireyin sorunu olmaktan çıkıp, hastalık olarak kabul görmektedir. Bu sayede bireyler, toplum içinde sadece kendine ait bir sorunla mücadele etmediği bilgisiyle daha rahat davranabilmektedir. Bir sorunla kendi başına mücadele etmektense, mücadele eden başka kişilerin varlığından haberdar olmak bile psikolojik olarak iyileşme sürecini başlatabilir. Tıbbileştirmenin bir başka olumlu yanı olarak, bireylerin tedavi olmaları, iyileşmeleri veya geçirdikleri operasyonlarla kendilerini daha iyi ve güvenli hissetmeleri söylenebilir.

Son yıllarda tıbbileştirmenin sonucu olarak yaşanan büyük değişimlerden biri, tüketicilerin ve tıbbi piyasaların ortaya çıkışıdır. İlaç ve tıbbi teknoloji firmalarıyla, diğer girişimciler tıbbi çözümler pazarlamaktadır. Conrad'a göre, "X ilacın sizin için uygun olup olmadığını doktorunuza danışın" mesajı ilaç üreticileri, tüketiciler ve doktorlar arasındaki yeni ilişkiyi yansıtmaktadır (2007: 154). İlaç endüstrisinin uzun yıllardan beri tıbbileştirmenin bir parçası olmasına rağmen; günümüzde payının giderek büyüdüğü söylenebilir.

Bireylerin, sağlıkla ilgili geri ödemeleri, devletten ya da sigorta şirketlerinden alabilmelerinin yolu, konunun tıbbi bir problem olarak tanımlanması ile gerçekleşebilir. Bu nedenle, bazı problemlerin geri ödemesinin yapılabilmesi için tıbbi olarak tanımladığı söylenebilir.

Özetle, tıbbileştirmenin genişlemesi, "sağlıklı yaşam endüstrisi" olarak ifade edilen ilaç endüstrisi, sigorta şirketleri, özel hastane ve klinikler kozmetik sektörü gibi geniş bir sektörün lehine genişleme sağlamaktadır. Ticari kaygıların yoğun olduğu durumlarda, insan sağlığının "objektif' olarak savunulduğu ve korunduğu konusu kuşku ile karşılanmalıdır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

Resim 7.8.

İÜ •Tıbbileştirmenin gelecek 10 yılda yeni aktörlerinin kimler olacağını; sürecin £ nasıl ve hangi yönde gelişeceğini düşünüyorsunuz? Uluslararası ve ulusalt/b ölçekte tartışınız.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

(DM

O

•Bireyden bireye farklılık gösteren gündelik yaşam pratikleri, bireylerin kendi yaşam gerçeklerine uygun olduğunu düşündükleri strateji ve taktiklerle sürmektedir.

•Sağlık konusu bu pratikler içinde önemli bir yere sahiptir.•Her bir birey için önemli olan sağlık konusu, çok daha değerli bir metaya dönüştürülmekte ve bireye yeniden sunulmaktadır. Bu sunumun payı her geçen gün sağlıklı yaşam endüstrisinin de etkisiyle artmaktadır.

• Sağlık konusu ile birlikte sağlıkla ilişkili olan ve olmayan konular, sağlıkla ilişkilendirilerek tıbbi bir nitelik kazanmaktadır.

•Sağlığın ciddiye alınan bir konu olması, kıymetli ve vazgeçilmez bulunması ve bireylerin harcama yapmaktan kaçınmadıkları bir alan olması nedeniyle, sağlık ve sağlığa ilişkin konular tıbbileştirilmektedir.

•Tıbbileştirilmenin eleştirisi, temel olarak, tıbbi modelin sosyal problemleri nasıl kapsamdan çıkarttığı ve bununla birlikte, bunları nasıl tıbbi kontrol altına aldığı yönündeki sosyolojik endişeler üzerine kuruludur. Bu süreç diğer türlü kolektif sosyal problemler olarak görülebilecek şeyleri bireyselleştirmektedir.

•Günümüzde sağlığın değerli bir mal hâline geldiği toplumlarda, yaşamın farklı alanlarının tıbbileştirilmesi çok şaşırtıcı değildir. Ayrıca, tıbbın ve tıbbileştirmenin bazı türlerinin, insan sağlığına katkılarının büyüklüğü aşikârdır. Burada üzerinde önemle durulan nokta; tıbbileştirmenin geniş bir alana yayılması, yayılmaya devam edeceği ve bazı konuların gereğinden fazla tıbbileştirilmesidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

><D

"OO

• Szasz'ın ifade ettiği şekilde, "Tıbbileştirme bazı bireylere yararlı diğerlerine zararlı olan semantik bir sosyal stratejidir." ifadesini açıklayınız.

• Hazırladığınız ödevi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan "ödev" bölümüne yükleyebilirsiniz.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

KMDeğerlendirme

sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan "bölüm sonu testi" bölümünde etkileşimli

olarak cevaplayabilirsiniz.

DEĞERLENDİRME SORULARI

1) Aşağıdakilerden hangisi tıbbileştirme kavramını açıklar?

a) Tıbbiye

b) Tıbbi yapmak, tıbbi etmek

c) Tıpla ilgili olan

d) Tıbbi terminoloji

e) Tıbbi birim

2) Tıbbileştirme kavramı sosyal bilimler literatürüne hangi yıllarda girmiştir?

a) 1940'lar

b) 1950'ler

c) 1960'lar

d) 1970'ler

e) 1980'ler

3) Tıbbileştirme kavramı hekimler tarafından hangi yıllarda tartışılmaya başlanmıştır?

a) 1940'lar

b) 1950'ler

c) 1960'lar

d) 1970'ler

e) 1980'ler

4) Tıbbileştirme konusunda öncü çalışmalar yapan kişiler kimlerdir?

a) Illich, Feathersone, Kreps, Conrad, Foucault

b) Conrad, Lupton, Kreps, Turner, Parsons

c) Illich, Foucault, Turner, Bauman, Conrad

d) Conrad, Zola, Bauman, Szasz, Kreps

e) Parsons, Conrad, Szasz, Illich, Zola

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

5) Tıbbileştirmenin doğru tanımı aşağıdakilerden hangisidir?

a) Tıbbileştirme, bir konu, problem ya da durumun, tıbbi terimler ve tıbbi dil ile tıbbi çerçeve içinde, tıbbi müdahale ile tedavi edilecek bir durum olarak ifade edilmesidir.

b) Tıbbileştirme, bir konu, problem ya da durumun, tıbbi birimlerle, tıbbi müdahale ile tedavi edilecek bir durum olarak ifade edilmesidir.

c) Tıbbileştirme, bir hastalığın, salgının ya da rsikin, tıbbi terimler ve tıbbi dil ile tıbbi çerçeve dışında, tıbbi müdahale ile tedavi edilecek bir durum olarak ifade edilmesidir.

d) Tıbbileştirme, kaygı verici bir durumun tıbbi çerçeve içinde, tıbbi mücadele ile tedavi edilecek bir durum olarak ifade edilmesidir.

e) Tıbbileştirme, tıbbi problemlerin, tıbbi olmayan problem gibi tanımlandığı ve bu şekilde davranıldığı durum olarak ifade edilmesidir.

6) Aşağıdakilerden hangisi Zola'ya göre tıbbileştirmenin ardındaki, tıp ve bireyler arasındaki ilişkinin kurulmasında rol alan faktörlerden değildir?

a) Tıbbın ilgi alanında kalan herşeyin sağlıklı yaşam ile bağlantılandırılması.

b) Organizasyonun uzmanlık alanı içerisine giren, belirli bir problemi çözmek için, tıbbi bir yaklaşımın benimsenmesi.

c) Belirli bazı teknik prosedürlerin mutlak kontrolünün tıbbın tekelinde bulundurulması.

d) Tabu sayılan bazı alanlara girme hakkının ele geçirilmesi,

e) Yaşamın tıpla ilgili olabilecek her parçasının tıbbın ilgi alanına dahil edilmesi

7) "Gücün disiplin biçimi, diğer her şeyin yerini aldığı için değil; diğerlerinin arasına gizlice sızdığı, bazen onlara zarar verdiği için; ama aralarında bir arabulucu gibi çalışıp; onları birbirine bağlayıp, büyütüp ve en önemlisi de, gücün etkilerini en önemsiz ve uzak unsurlara kadar getirmeyi mümkün kıldığı için, panoptisizm disiplinli bir toplumu genişletir." görüşü aşağıdaki isimlerden hangisine aittir?

a) Peter Conrad

b) Ivan Illich

c) Irving Kenneth Zola

d) Michel Foucault

e) Thomas Szasz

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

8) Aşağıdakilerden hangisi tıbbileştirilen konulardan biri değildir?

a) Yaşlılık

b) Eşcinsellik

c) Çocukluk

d) Menopoz

e) Hipertansiyon

9) "Hayatlarında hemen hiçbir şeyi denetleyemedikleri, kontrol edemediklerini düşünen bireylerin; kendi bedenleri ve sağlıklarının kontrolünün, kendilerindeolduğu ancak, tıp gibi gücünü belli etmeden yayılan, otoritesine karşıkoyulmayan bir alan aracılığı ile yapılabilir."

Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hagisi getirilmelidir?

a) çerçevesi

b) kararı

c) iktidarı

d) mekanizması

e) illüzyonu

10) Conrad gereğinden fazla tıbbileştirme yapılmasını aşağıdaki kavramlardan hangisi ile açıklmaktadır?

a) Tıbbileştirme modası

b) Tıbbileştirme salgını

c) Tıbbileştirme sıklığı

d) Tıbbileştirme bozukluğu

e) Tıbbileştirme deformasyonu

Cevap Anahtarı:

1.B, 2.D, 3.B, 4.E, 5.A, 6.B, 7.D, 8.E, 9.E, 10.B

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

Gündelik Yaşamın Tıbbileştirilmesi

YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR

Boni, F. (2002). Framing Media Masculinities. European Journal of

Communication. Vol 17(4): 465-478.

Conrad, P. (1992). Medicalization of Social Control. Annual Review O f Sociology.

18: 209-232.

Conrad, P. (2007). Medicalization of Society. USA: The Johns Hopkins University

Press.

Foucault, M. (1992). Hapishanenin Doğuşu. Çev., Mehmet Ali Kılıçbay. Ankara:

İmge Kitabevi Yayınları.

Foucault, M. (1993). Cinselliğin Tarihi 1. Çev., Hülya Tufan. İstanbul: Afa Yayınları.

Illich, I. (1995). Sağlığın Gaspı, Süha Sertabiboğlu (Çev.). İstanbul: Ayrıntı

Yayınları.

Lupton, D. (1994). Medicine As Culture, Illness, Disease And The Body in Western

Societies. London: Sage Publications.

Parsons, T. (1951). The Social System.Glencloe III.: Free Press.

Rosenfeld, D. ve Faircloth, C. A. (2006). Medicalized Masculinities: The Missing

Link. Medicalized Masculinities. Rosenfeld, D. ve Faircloth C. A. (Ed.).

Temple University Press. USA: 1-20.

Szasz, T. (2007). The Medicalization of Everyday Life.USA: Syracuse University

Press.

Sezgin, D. (2015). "Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Sağlık ve Tıbbileştirme".

Sosyoloji Dergisi. Cilt. 18. Sayı.1. Nisan: 153-186.

Sezgin, D. (2011). Tıbbileştirilen Yaşam Bireyselleştirilen Sağlık. İstanbul: Ayrıntı.

Zola, I. K. (1994). Sağlık ve Köreltici Tıp. Profesyoneller İktidarı içinde (s. 43 - 68). I.

Illich, vd. (Der.). Cevdet Cerit (Çev.). İstanbul: Pınar Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20