992
ŞERH-İ DÎVÂN-I HÂFIZ Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi SÛDÎ-İ BOSNEVÎ 1. Cilt

Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhiekitap.yek.gov.tr/Uploads/ProductsFiles/2cc7c1a2-e54d... · 2020. 10. 5. · TAKDİM 4 ÖNSÖZ 31 KISALTMALAR 37 TRANSKRİPSİYON ALFABESİ 39

  • Upload
    others

  • View
    19

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • ŞERH-İ DÎVÂN-I HÂFIZ

    Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi

    SÛDÎ-İ BOSNEVÎ

    1. Cilt

  • Copyright © Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı. Her hakkı mahfuzdur.Bütün yayın hakları Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’na aittir. Başkanlığın izni olmaksızıntümüyle veya kısmen, hiçbir yolla ve hiçbir ortamda yayınlanamaz ve çoğaltılamaz.

    T.C. Türkiye Yazma Eserler Kurumu BaşkanlığıSüleymaniye Mh. Kanuni Medresesi Sk. No: 5 34116 Fatih / İstanbulTel.: +90 (212) 511 36 37Faks: +90 (212) 511 37 [email protected]

    KÜTÜPHANE BİLGİ KARTILibrary of Congress A CIP Catalog RecordSûdî-i Bosnevî,Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi, Şerh-i Dîvân-ı Hâfız

    1. Hâfız, 2. Sûdî-i Bosnevî, 3. Şerh, 4. Dîvân, 5. Fars Edebiyatı, 6. Türk Edebiyatı ISBN: 978-975-17-4570-5 (Tk), 978-975-17-4571-2 (1. c)

    TÜRKİYE YAZMA ESERLER KURUMU BAŞKANLIĞI YAYINLARI: 155Edebiyat ve Sanat Serisi : 35Kitabın Adı : ŞERH-İ DÎVÂN-I HÂFIZ Sûdî’nin Hâfız Dîvânı ŞerhiMüellifi : Sûdî-i Bosnevî (ö. 1008/1599-1600)Özgün Dili : Farsça - Osmanlı TürkçesiHazırlayan : Prof. Dr. İbrahim Kaya Iğdır Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi (Türk İslam Edebiyatı)Proje Koordinatörü : İsmet İpekSon Okuma : Uğur Öztürk, Emine AltayArşiv Kayıt : Topkapı Sarayı Müzesi Ktp., Koğuşlar, nr. 933, 934 Millet Yazma Eser Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 1641 Süleymaniye Yazma Eser Ktp., Nafiz Paşa, nr. 965 Şerh-i Dîvân-ı Hâfız (3 cilt), İskenderiye Bulak Baskısı, 1250/1834Kapak Görseli : Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Yazma Bağışlar nr. 3968’de kayıtlı Hâfız DîvânıYapım : Yüksel YücelBaskı : Bilnet Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş. Dudullu OSB 1. Cadde No. 16 Ümraniye / İstanbul Tel: 444 44 03 www.bilnet.net.tr / Sertifi ka No. 42716Baskı Yeri ve Yılı : İstanbul 2020Baskı Miktarı : 1. Baskı, 1500 adet

  • ŞERH-İ DÎVÂN-I HÂFIZSûdî’nİn Hâfız Dîvânı Şerhİ

    (İNCELEME - TENKİTLİ METİN)

    1. CİLT

    SÛDÎ-İ BOSNEVÎ (ö. 1599-1600)

    Hazırlayanİbrahim Kaya

  • TAKDİM

    İnsanlık tarihi, akıl ve düşünce sahibi bir varlık olan insanın kurduğu me-deniyetleri, medeniyetler arasındaki ilişkileri anlatır. İnsan, zihnî faaliyetlerde bulunma kabiliyetiyle bilim, sanat ve kültür değerleri üretir, ürettiği kültür ve düşünce ile de tarihin akışına yön verir.

    Medeniyetler, kültürler, dinler, ideolojiler, etnik ve mezhebî anlayışlar ara-sındaki ilişkiler kimi zaman çatışma ve ayrışmalara, kimi zaman da uzlaşma ve iş birliklerine zemin hazırlamıştır.

    İnsanların, toplumların ve devletlerin gücü, ürettikleri kültür ve medeniyet değerlerinin varlığıyla ölçülmüştür. İnsanoğlu olarak daha aydınlık bir gelecek inşâ edebilmemiz, insanlığın ortak değeri, ortak mirası ve ortak kazanımı olan kültür ve medeniyet değerlerini geliştirebilmemizle mümkündür.

    Bizler, Selçuklu’dan Osmanlı’ya ve Cumhuriyet’e kadar büyük devletler ku-ran bir milletiz. Bu büyük devlet geleneğinin arkasında büyük bir medeniyet ve kültür tasavvuru yatmaktadır.

    İlk insandan günümüze kadar gök kubbe altında gelişen her değer, haki-katin farklı bir tezahürü olarak bizim için muteber olmuştur. İslam ve Türk tarihinden süzülüp gelen kültürel birikim bizim için büyük bir zenginlik kay-nağıdır. Bilgiye, hikmete, irfana dayanan medeniyet değerlerimiz tarih boyun-ca sevgiyi, hoşgörüyü, adaleti, kardeşlik ve dayanışmayı ön planda tutmuştur.

    Gelecek nesillere karşı en büyük sorumluluğumuz, insan ve âlem tasav-vurumuzun temel bileşenlerini oluşturan bu eşsiz mirasın etkin bir şekilde aktarılmasını sağlamaktır. Bugünkü ve yarınki nesillerimizin gelişimi, geçmi-şimizden devraldığımız büyük kültür ve medeniyet mirasının daha iyi idrak edilmesine ve sahiplenilmesine bağlıdır.

  • Felsefeden tababete, astronomiden matematiğe kadar her alanda, Medi-ne’de, Kahire’de, Şam’da, Bağdat’ta, Buhara’da, Semerkant’ta, Horasan’da, Kon-ya’da, Bursa’da, İstanbul’da ve coğrafyamızın her köşesinde üretilen değerler, bugün tüm insanlığın ortak mirası hâline gelmiştir. Bu büyük emanete sahip çıkmak, bu büyük hazineyi gelecek nesillere aktarmak öncelikli sorumluluğu-muzdur.

    Yirmi birinci yüzyıl dünyasına sunabileceğimiz yeni bir medeniyet proje-sinin dokusunu örecek değerleri üretebilmemiz, ancak sahip olduğumuz bu hazinelerin ve zengin birikimin işlenmesiyle mümkündür. Bu miras bize, ta-rihteki en büyük ilim ve düşünce insanlarının geniş bir yelpazede ürettikle-ri eserleri sunuyor. Çok çeşitli alanlarda ve disiplinlerde medeniyetimizin en zengin ve benzersiz metinlerini ihtiva eden bu eserlerin korunması, tercüme ya da tıpkıbasım yoluyla işlenmesi ve etkin bir şekilde yeniden inşâ edilmesi, Büyük Türkiye Vizyonumuzun önemli bir parçasıdır. Bu doğrultuda yapılacak çalışmalar, hiç şüphesiz tarihe, ecdadımıza, gelecek nesillere ve insanlığa suna-cağımız eserleri üretmeye yönelik fikrî çabaların hasılası olacaktır. Her alanda olduğu gibi bilim, düşünce, kültür ve sanat alanlarında da eser ve iş üretmek idealiyle yeniden ele alınmaya, ilgi görmeye, kaynak olmaya başlayan bu ha-zinelerin ülkemize ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini temenni ederim. Aziz milletimiz, bu kutsal emaneti yücelterek muhafaza etmeyi sürdürecektir.

    Recep Tayyip Erdoğan

    Cumhurbaşkanı

  • TAKDİM 4ÖNSÖZ 31KISALTMALAR 37TRANSKRİPSİYON ALFABESİ 39GİRİŞ 39İNCELEME 41

    HÂFIZ-I ŞÎRÂZÎ 43Hâfız ve Tasavvuf 47

    SÛDÎ’NİN HAYATI, ŞÂRİHLİĞİ VE ESERLERİ 50HAYATI 50

    Seyahatleri 51Sûdî’nin Emekli Edilerek Görevinden Uzaklaştırılması 58Sûdî’nin Evlenmemiş Olması 61Hayatının Son Demleri 61Vefatı 61

    ŞÂRİHLİĞİ 62Araştırıcılığı, Sorgulayıcılığı ve Gözlemleri 66Bilim Ahlâkı ve Kaynak Göstermesi 67

    ESERLERİ 68Şerh-i Dîvân-ı Hâfız 68Şerh-i Gülistân 69Şerh-i Bostân 69Şerh-i Mesnevî 69Şerhu’l-Kâfiye (Tercemetü’l-Kâfiye) 69Şerhu’ş-Şâfiye 70Şerh-i Lügat-i Şâhidî 70Muhtasar-ı Şerh-i Dîvân-ı Hâfız-ı Şîrâzî 70Müntehab-ı Şerh-i Bostân 70Risâleler 70

    Risâle-i Sûdî (Hâfız’ın Matla-ı Dîvân-ı Gazelinin Beyt-i Sânîsinin Şerhi) 70Şerh-i Gazel-i Hâfız 70Risâle-i Sûdî (Gülistân’ın Bir Beytinin Tercümesi) 70Terceme-i Müntehâb-ı Gülistân 70Risâle fî Beyâni Kavâid-i Çu ve Çun 71

    Yazmalar Kataloğunda Adı Geçen Diğer Eserler 71Terceme-i Gülistân 71 Muribu’l-Kâfiye 71Şerh-i Kavaidu’l-İrâb 71

    İÇİNDEKİLER

  • Terceme-i Şâfiye 71Hikâye-i Edhem 71 Muammeyât 71Şerhu Mukaddemeti’l-Cezeriyye 71 Terceme-i Kâmilü’t-Tabîr 72

    Yazma Nüshası Bulunamayan Eserler 72ed-Dav Tercümesi 72Tercüme-i Takrîrât alâ Hutbeti Ferîdüddîn 72Hâşiye alâ Şerhi Hidâyeti’l-Hikme 72

    ŞERH-İ DÎVÂN-I HÂFIZ’IN İNCELENMESİ 73ŞEKİL YÖNÜNDEN İNCELEME 73Sûdî’nin Şerhe Esas Aldığı Hâfız Dîvânı’ndaki Nazım Şekilleri 73

    a. Gazeller 73b. Kıtalar 73c. Rubâîler 74d. Mesneviler 74e. Kasideler 74f. Muhammes 74

    Sûdî Şerhi ile Sürûrî Şerhinin Şekil Yönünden Karşılaştırılması 74Sûdî’nin Şerhte Kullandığı Gramatikal Açıklamalar 74

    Fonetik Bilgiler 74İÇERİK YÖNÜNDEN İNCELEME 91

    Kişiler 91Gruplar 103Yer ve Nehir Adları 104Eser Adları 109Sûdî’nin Hocaları 113Arapça Unsurlar 113

    a. İktibaslar 113b. Kısa Cümleler 114c. Edebî Sanatlara Atıfta Bulunulması 116

    Türkçe Unsurlar 117a. Türkçe Sözlük 117b. Bazı Çekim ve Yapım Ekleri 154c. Bağlama Edatları 156d. Türkçe Kelimelerin Farsça Tamlamada Kullanılması 158

    Şerh-i Dîvân-ı Hâfız’daki Cümle Yapısı 159Sûdî Şerhindeki Eleştiriler 165Şârihlerle İlgili Eleştiriler 165

    a. Kemâl Paşazâde ile İlgili Eleştiriler 165b. Sürûrî ve Şemî ile İlgili Eleştiriler 168c. Hâfız Hakkında Eleştiriler 177

    Başkalarının Eleştirilerini Nakletmesi 188

  • NÜSHALARIN TAVSİFİ VE TENKİTLİ METİN TESİSİ 190YAZMA NÜSHALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ 190

    Şerhin Telif Sebebi ile İlgili Kısım 190Hâfız’ın Hayatıyla İlgili Kısım 192Müstensihlerin Anlamını Bilmediği Kelimeleri Değiştirmesi veya Metinden Kaldırması 197Müşkle İlgili İlâve Açıklamalar 199Şerhin Telif Tarihini Gösteren Kıta 202Tarihî Şahsiyetlerle İlgili Farklılıklar 204Gramatikal Açıklamalarla İlgili Farklılıklar 205Derkenardaki Notlar 205

    NÜSHALARIN TAVSİFİ 209İstinsah Kayıtlı Tam Nüshalar 209İstinsah Kaydı Olmayan Tam Nüshalar 215İstinsah Kaydı Olan Eksik Nüshalar 219İstinsah Kaydı Olmayan Eksik Nüshalar 221Metin Tenkidinde Esas Alınan Nüshalar 225

    F Nüshası 226T Nüshası 234S Nüshası 240M Nüshası 246

    Nüshaların Kontrolü 251TENKİTLİ METİN TESİSİNDE DİKKAT EDİLEN HUSUSLAR 253

    Hemze-i Müctelibenin Gösterilmesi 254“y” Harfiyle Biten Kelimelerde Hemzenin Gösterilmesi 255Yazma ve Matbû Nüshalardaki Fazlalıkların Gösterilmesi 255Bazı Kelimelerin Farklı Şekilde Yazılması 256Farsça Metnin Çeviriyazısında Takip Edilen Yol 256Dipnot Göstermede Takip Edilen Usûl 258İtalik ve Koyu Karakterlerle Gösterilen Yerler 258Kesme ve Tire İşaretinin Konulması 259Türkçe Kelime veya Eklerin Yazılışıyla İlgili Bazı Özellikler 260Eski Türkiye Türkçesinde Görülen Yuvarlaklaşmaya Aykırı Durumlar 261Ünsüzlerin Yazımı 263Birbirinin Yerine Kullanılan Yakın Anlamlı Kelimeler 264

    SONUÇ 267KAYNAKÇA 269TENKİTLİ METİN 275EKLER 2961

  • [Elif Harfi] 281א אو א و א ادر כ א ا א ا ا 281א אن אه از روی ر وغ ای 296א אم وز ا אده ر א 308אم را א א כ آ 314אم را א و درده א 320ا را ن א د ود ز د دل 324אن را א د رو 333א را ازی آرد دل ك ا آن 340א را ال ر א آن 346א א آ ی دوش از 352א را א ا د אن כ ر אن ز 356א اب כ א و ح כאر כ 360א ر א دا و دل 366א روت را ا א از 371

    د אن را زد א א א 374[Bā Harfi] 377

    אن ر כ ا אن 377 ای אب 382 د و כ אب ن آ אم 386 دو د כ ان آب אض ر א ر אغ و ز 390[Tā Harfi] 397

    ا و و در אن 397א رواق آ 403دۀ او ا دل 408ت دو אن א و آ 413 ارادت א او א ده כ آن 418אب دو א از دارم ا 422

    ت ا ری כ ا آن 427ح از אن و א و 432אه א آ אل א از زا 437

    אر دو א כ ر از د כ آن 443

    CİLT 1

  • אم دو ه אن א כ א ای 448ر دو כ ت ری ا א ا 451אد א כ ا 455אد א ز در د ا 461כא 466 در و כ و

    و و א ا אغ 471א ت درو رو 477אرم در د אن آ در د 483ی אن اب آن 486

    אد د ای وا ا כאر و 489אر ن اب 492אن د دای אر כ روز 497אه א א 501 כ ا و כ 505ان و ده و ی ز آ و 510אر כ ار دل ز 514אی وی د رت ا ا 519

    א از א ر כ در ز 523ا وای אل א را ز 526א אدۀ אم ن כ כ כ 534א ا ا ا 539א א א ه را ت 545

    אران אن ذوق و 550א כ وز ز כא א رب آن دل ا 555אر اد ض ا 560אر אغ و 567 ز و א א ا از و 572

    אد ح و אده ا 575ر כ א 575

    אر א אل ا 580ه אכ כ ای زا ان 586 ر

    אن ن כ د از כ 593ی כ ت و ای زا و د 597

    א אر כ ای آرا 600ا אن ا خ در כ وی 605 כ ا

  • כ כ ره دا א ه כ ی כ 610א א 616 ام زآ دل در

    א دا אرف از راز 621אن אق א 626

    ده אر ز رخ א כ א 632אر دا ش ر در گ 637ا ر و אر ی כ د 643א ر ا 647 ر روز

    دم در ز 652א א ۀ دم د 656אره را راه כ כ 660

    אدت אرك ن א آ א 663אن ش כ כ ه ام 668א א غ م 673א دل و د و د 678ارت ر روی כ و 681

    ی ام ز دل 685א אل دل 689א א ای 692

    אر ا א از ای 697אرم אز כ א رب 704

    כא א כ ازم אر د زان 708ا دارد 714

    אز ه כ ا כ در 718כאن ا ن و א כאر כ 723אه ر א د כ 728

    א א כ כ ای 734א ر ه כ دوش از ی ك آن 739

    א אن ام در אن 744 آאم ر אه אده כ אر א 748

    وی א در د 753א ا ر وی כא ش 756

    א אن دای او در 760 כא א ه אل روی در 763א ر ر כ 766 ز د ز

  • אدت ر 770 آن כ 774 از و

    א و ر אر در و دردم دردا כ 778א אدۀ آن ز دو כ כ ا 781ی כ رو از رو 789

    אن و 795799 ز دام כ و د

    א א כ و آ و د روزه 803אن و درو ل از د 807א دو و כ 810א א ا ا אس د 813

    [�e Harfi] 819אث אن ا א را در درد 819[Cīm Harfi] 822אج א ان د כ از د 822[Ḥā Harfi] 827אح א ن ا 827א راح اه م ل 832[Ḫā Harfi] 836خ ای روی دل در 836[Dāl Harfi] 840د אر כ ی ای دل כ د د 840د א כ א כא 844د א כ رد و ن 849د אرت כ ان روزه כ ك א כ 852د אرت כ אر ب رو 857د ا כ אر ی م כ אد 860د م ن כ در آ از כ 863د אز כ אد دام و 870د א כ אم از א دل א 877د ری כ אن د رز ز دو 885د ا כ אم آ 890

    و 897 از د و دا آن د ان כ א د در آن ز دو 903

  • د אن כ د و روی از دل از 908د כ אد א و אد آن כ ز אد 912د כ אن را د و د 919د כ ر אدم و رو ر 923

    اب و כ ه در אن כ وا 928د כ دا כ و 936א כ אك را כ אن כ آ 942אن כ ی ز ان د א 949ان כ אن و כא 956 כ دارا א م 960א אر אن 966ش دو دام ر א اب و 972

    א آورد ا כ رو 977א א و ا 983

  • כ ارزد אن دن א د 1003د אن د رو 1009אن دارد א د ز 1016 دارم כ אم دارد א و د כ 1024ا دارد א ا 1031 آن כ א دارد א آن כ و 1035א رود ن دل روی ه از د 1041אب رود 1045 د در ز ز د ا و د אن א 1050د ح אرم 1054

    א ر ق ا ا כ در 1056ازد אم ا אده از د א ار 1061

    אز آ א אد ده ای دل כ د 1066א ش אر 1069 رخ

    אد ده داد כ אر دوش آ ز 1072אد אن כ در ی وا 1075ود و و و א 1079آ 1085 آ כ ز د

    אد אب א آ 1090אد ون 1094 در אد אز אن אز 1097אم دارد آن כ כ 1101כ כ دو در دارد 1105א دارد א آن כ از او 1111

    אرت آ כ אب آ دوش از 1115א دو آ آورد אد 1121ا ر و داد אر آن כ ر 1126د ا א ا روم ز 1130ارد אن אن א אل אن 1134ارد אه رو 1139د א و א در א د א 1144د ی א دوش در 1151

    CİLT 2

  • د ل ام ی אد آن כ כ אد 1155د ا אن אم و א و א ز 1160א ا אم ده כ ا ر 1164א אر م م دل در 1169 כ

    د אق 1174 از از ا אد אم ا כ روی در آ 1179

    א א 1183آ و כאم از آ 1187م و כאر آ ز دل آ 1190

    ود ام از א د כ 1193אم و د כאر دل אن כ ا 1199ا ون אن ز ا 1205

    در ازل ز دم زد 1209د א א ی א אد آن כ אد 1213

    א א כ א ای دل כ در 1217א אر אر ت ا 1221א כא اب ا כאر 1224 و ا

    د ده در א כ در 1227 כ اאر آ ان و روز 1233

    د אن 1238 وا ا آא آ 1242 دارم א دا ت א ا 1247 כآ א ق אب از 1251 آا כ אن و 1254

    اغ دارد ور رو ز א دل 1260אد אن כאر اب و 1265د در ازل כ دو ارزا 1271د א אد אده دل ز ا 1276ل כ ی و آن ا 1280כ اری אز א دو ا 1284א ش آ و زان 1289אد آر א ان ز א 1295א آ ده ای دل כ 1298ه د אر و ده כ آ ر 1302

  • ان روا כ א ر وش 1308אری א כ د آ א را 1311

    د א ش כ اب م د 1315ی دا و د ا ه 1320 כ

    א אر א כ 1326 و وا אن כ א אد 1330אد כ א כ روزی כ ز כ כ 1334

    א אد ش כ ز ی 1337د ت א و אن را 1342

    א ا ام אدت אی اوج 1346א داد دوش و از 1350

    د א כ ار ن ا 1355אر آرد אن כ כאم دل در دو 1358

    ا ان א אزئ در 1363א زد כ در م כ دوش د 1368אران را ر כ אری ا 1372

    ان زد אز آن ن כ آ را 1377د אره از د ا د 1383

    א א כ د כ ا 1387د ی אی א א و אر כ آن 1390

    א د אن دو 1395 از دא آ ار م دو 1398אد آ א وی אزم ا در 1402אز כ אر ه از ز ان א 1406

    אد ا ا م ا 1410د ه כ אغ 1415 از כ א ز כאر ز כ د 1418وش آ א 1420روزی وز אد آ ا آزاری 1424

    אد رد ازه א אده 1428 ار د א رب ه כ ی כ 1434د אده אق ا א در ا כ دو 1438אز آ א ز درم ا آن 1441אه ر و אرۀ 1444

  • א داری כ א و א م آن כ כ روی כ 1448א כ د כ אدۀ ا 1452

    ود ی כ از כ 1457אر آورد א و ز ز 1461אز دارد אر ع و א 1466 آن כ אد א ار د כ د 1470

    ه زده ای 1473آ א כאم ارم د از 1476ده ا و כ אه א 1481 رو ا ش ا אرا رت 1486א آ אد כ از ی 1490

    אد אد اران روز و دو 1493ا دارد אز و ب 1496د א אری כ دل 1501 در

    ل و כ وی از אن ا 1505א ت دوش א 1510

    ود אن ح دل و م از 1514ت آ אل 1517

    د و אره ا دوش آ و ر 1519د 1523 ا ام دارد ق دل 1526د אن ح و כ ا 1529 و אد ش وش כ ذכ دی 1532

    אش د א אم ا כ آ 1535אن ر א خ כאرم ز دور 1537אز آ אر א כ ز ز 1541אدا ز אزان א אزار 1545

    א داد ش 1548 دوش و د ر 1551 כ از د אه ای כ را ا 1554دد א ر دای ا 1557אد ا 1561 ز از د

    א س ا زان כ د 1563د ا אرم אد س 1566

  • אران زد אور כ و ن 1570אه ر אد ر א כ را 1578

    אد א כ כ ا ا داد 1582د אن ی א ه دم כ 1587א א اوان د 1605 ز ر

    د دی و ا א כ 1609 כ [Rā Harfi] 1613ار אی ا ا ای 1613

    אر د א ر د و 1619ر אن כ אزآ 1623

    אد دم از د אی و و روی 1627אر אر אك ره כ از א ای 1631ی آر כ از כ א ای 1636

    وغ ر زار م از ای 1639אر אران در ا 1643 و آ و ار ر در אن א ل א ز 1647

    אن دل ا כ ز א و روی 1651ر و אخ د ز 1656

    א ر و 1659א 1661 כ و

    م دار آ ه ن ز د ی م د 1667אر אب א א א 1670אر ش ر א و 1673[Zā Harfi] 1675אز دم ار دو כ ه 1675 כ دאز כאم م כ כ د ار 1679אز ش آن כ در آ و 1682אز כ و אق را در ه כ اه 1685אز م وس د آ 1687אز ان درآ درآ כ در دل 1689אز ش روی אز כ و ای 1692ز אی כא א از 1695אز ن כ אل د 1698

  • از אك ا 1701 و در כא زر آب را دۀ د ر 1705

    [Sīn Harfi] 1708از اب ا א در א و כ 1708א رود ارس ری א ای 1712س א ال ا כ כ ا א א 1716س ان כ א دارم از ز 1719س ه ام כ درد כ 1722

    ا כ د ر 1724א را אن אن اری ز 1727

    [Şīn Harfi] 1730אش אن ا ر در 1730ش אی ع و כ ای 1733אرش כ آ כ 1735אش אن ا אز آی و دل 1738אش א ح و ر ور 1741ش א אن روزی א 1743

    א از و و א 1746ش א و ار و د از 1749

    א درو ه و د ر 1751ش אن כאردا א دوش 1755ش م א אه אد در 1758ش ده א ر 1762 ز د زورش כ د ا ا כ اب 1766

    אر 1769 و ش אری אی و و אر آب و כ 1773

    ار 1776 و ده ا در א آز 1778

    א دوش א از 1781دی ان כ א رب آن 1785

    א א ز ا כ 1788א ا אر ا ز 1792

    ش א א אم כ 1794

  • [Ṣād Harfi] 1798ص 1798 כ را ز כ ز ص א از ر د 1801[Ḍād Harfi] 1804ض ل و אن אل 1804 و אرض אن از آن ی م א כ 1806[Ṭā Harfi] 1809

    א دور א אر ار د 1809[Ẓā Harfi] 1812

    א ا ا ب ز رخ 1812[Ayn Harfi] 1815אع אه ل אه و 1815 و אع אه وز 1817 دو اع ادان כ ز כאخ ا א 1820

    א ر אی در و 1824[Ġayn Harfi] 1829אغ م در אن ی 1829[Fā Harfi] 1832

    כ د د دا آورم א ا 1832[Ḳāf Harfi] 1836

    אم ا و و ر 1836اق אن ارد א אن ز 1839اق ی אد כ 1844[Kef Harfi] 1847כ א ا ای دل ر 1847אك אن ری اب ا 1850ك ار د ار כ 1853[Lām Harfi] 1856ل אل و ا א ی כ ا 1856

    اب م از 1859ن و ای ر 1863

  • א د وان را ر 1865אل אدی ای ش 1869

    א כ و ده د را ای 1874אل 1877 ای

    و כא ت د אن دارای 1880אل ق و 1884 روح وداد و

    א כ כ در و آن 1888[Mīm Harfi] 1893

    ار א د د از د כ ا 1893ر א אرع א ز ار 1897

    ا אب ان ن ا 1901אره כ م ا 1908از א ا א و در ا א א 1912

    אر د א ام و אر 1915اران ر در د دی אن כ 19191922 از آن כ د و دا از د

    اه ا א כ א אز آی 1924ی ی اذ ا 1928

    א و כ و روان 1933 ای م 1938 כ د م ت 1940 و م אد אرכ ا א א 1943م ا א אد زا 1946

    א د אر م د ا در 1956אن را א כ ح از 1959

    ف ز אل ر و כ 1961ك כ א כ א 1965אر د אن ۀ אب 1968

    אرم אی אك כ 1971 د د א و در آن א 1975

  • אت ا א 1995אدی א א از در 2001رد ن אل روی 2005

    وم ان ل و م آن روز כ ا 2009ا ر אن אت ا در 2013ت כ אن و آن כ دو 2017

    اب زدم כ ره دی ا 2020ون כ دای ر ز دوش 2024כ ا א כ و ه در د 2027د از د אر دوش 2030

    אن אر و در دردم از 2035ش دارم ت א א در 2038

    אر س و כ ار و د 2041א כ אری כ در روز 2047

    אرم د ز ز د כ 2052אزم ر ا אن אت ا در 2056אدم א ه אد ز 2060א כ א 2063

    אزم 2067 د ر در ز دم ان כ وئ ر א א 2070

    א م و 2075כ س א א כ 2079

    א ز א در روز 2083م وز در آن روز و ا 2087אم اب ا و אزی و 2090אده ا אی رو אك א 2094

    א ام ش ا א روی 2098ان א כ כ 2101 ز

    אدم د د אش و از 2105אن دارم و 2109אد אن א 2113

    אك را د א כ אل א آن כ 2117ن در 2120 از آ دل אن ا ز 2124 از

    א روم ی ل 2128 از

    CİLT 3

  • אد ز ز در כאرم 2130 اכ ی د ش و ار روی 2134 دوכ א א آر د و د 2138אری دا אران א ز 2141

    אم ه خ א א 2144אن دل از د داده ا א 2147

    م ه ك ن دل ز 2150א כ א و ك و 2154אد א א درس در ره 2157

    م ه כ אه د אل روی در כאر 2160ه ا אه آ א در و 2163כ א א و 2166

    ن دارم אن در א אن כ א א ا 2172رم א א א כ آن 2178 כ אدت כ در دم ا و دردم ز 2182א כ א و ك م כ 2187 آن ر

    م אن دۀ و כ כ 2194אزم אن آ אم אز 2197م ان א 2201 و دل و

    ر כ در دور ا 2204[Nūn Harfi] 2206

    ف ا از אن ا 2206ش כ ر ای 2212אز ۋ א 2216

    אن א ان כ 2221אر אه ای روی 2224

    כ ب ا و אر و 2227א در 2230 دم א ز אك ر دا م ن 2233

    אن א ا را כ 2236دن ا אم כ و 2239 از ن אر د ار دا כ دو د 2242ر כ א אن ز در درآ و 2245אن اب כ و روی 2251אل آن رو כ כ د 2254

    אن و د ان אد אه 2258אب כ כ گ را ز 2261

  • اب כ א א 2265ان ی א آ 2267ن م ورز ۀ 2270 כ

    ی از ان כ ر 2274دان א ا روی از زم از 2277כ ی א אزار 2280 כ و

    אن ش آ א غ د 2283אن אز ر כ ی א رب آن آ 2286ون אن ا از آ در 2288[Vāv Harfi] 2290

    ی א א را אد אی ای 2290אك راه א אی ای 2294אل אب آ دار ای آ 2297

    אت و او ا אن 2302אی כ ۀ אب د 2305

    אه ازو אر כ ار 2310ار כ א 2314 د

    و אن ا אن ز د آن כ ن ا ا 2317א אر אن כ را ای 2320

    م و داس כ د رع 2324אه אی א ی ون א 2329

    [He Harfi] 2332ۀ א ز دراز آ ای כ 2332א אر כ د ن دل از 2335

    ۀ ر د ام ا כ از 2339ه اغ د وغ رو رو ای از 2341اه א د כ 2346د و آب زده אن ر ای در 2349ده اب آ ه כ ر دوش ر 2354ه ب زرכ אن ر در دا כ 2359א ر אن כ א 2363وا ا اغ روی 2367

    اه ا از د 2371אه ی آن אرد در כ 2375אده אر א 2378 و دۋا ا אت כ ا 2381ا ا ده אن א 2384

  • אودان אل او ز و 2386[Lām - Elif Harfi] 2390[Yā Harfi] 2391

    اری כ ی دو כ ای دل 2391א ن اب از ای دل آن دم כ 2395א ا ا ا 2399א אن داد از אد ای 2404ا ا روا ر ا و زاد 2409ر آ ان אه ز ای دل از آن 2416

    א א ی א آن 2420אق روا داری رئ ای כ 2426وری ای כ دا 2429א داری אت ا ی ای כ در כ 2431

    ا אب ا כ אه از ای כ 2435א אد ار ا ا ای در رخ 2442כא ای ز כ 2451اب او ا כ دارم در ر 2455כ ارا א ای כ در כ 2458

    ی א ش כ כ ای 2461ار و א ا 2464כ دم ز و א אش ای دل 2467

    د را ز آزاده כ כ כ 2470 ا ی ا ت و 2474و א ی א اغ دل ز 2479א ن כ 2482 כאر

    ی א و אخ 2485 ز رز ا כ داری א א א 2491

    א אه وی ده ام ا 2494 כدی אن س م د אن او כ 2499دی אن אر دی ار دل آن 2502

    س 2505 آ כ روز داوری אوری د ش כ 2511

    אدۀ כ دو ك و از אر ز دو 2515ا אن در د 2520

    ی آ א اب دوش כ م د 2524ان داری א را אر כ روز 2529

    א אغ ر 2535

  • אر כ ش ر כ ر ز 2537ازش א م כ ر ز د 2542

    روزی אد אر آ ی ز כ 2547א د و زان כ 2553وی در ز 2557 ر

    ا א 2562ی אد آرزو א 2571ی אر و א ا و א א 2576

    א א כ ا م ا 2580א ش آ ی 2587ا و א א م 2591

    א אل درد ای در א 2596ح ز א כ א 2601

    אری ف אن وز 2607כ داری כ آن ز א 2610ی 2614 آد و

    ا א را א ای 2621ی ق אر م ای ز 2624ری אن ز אزم ر אده و אر 2628אر داری אد ای 2631

    א م و 2633 آ ری כ داری א و زا 2636אن داری اد در ا כ 2639اری ا د و ا 2643

    א א א و ای כ אن 2646אری وز כא אن ا ن در 2649

    א ا ت א ا 2652א א אت ا ی 2655 از כ

    כ از ا 2658 و ژا ا א و 2660

    אכ כ و 2664א ا אن ز א د د כ 2669א 2674 כ 2677 و در כ ا ه א אم ر 2681

    אن כ از د اه و ا 2683א ل ش כ אر در آن כ 2686אن כ دا ان אدت 2689

  • כ اب אم ش כ 2692ا ر כ و را دان آن 2694א و دا כ دا א ام اه ا 2701א אر دم כ כ ار 2705א ا אכ در א א 2708

    ادی א 2715دی ت آ א ا ر 2720[KITALAR] 2723אب او دل د و ا 2723אر א אده כ اכ א א 2727ا در داد ش ر ش 2729و و ز אی د د دل ای 2730

    خ وش س آن روح ا 2732אق ا אه ا 2734

    אك دا در ا ا ا 2737אس אن ای و ا ر 2739س د د از כ و 2741ق ا ز د ا 2742אق و رواق ر و و ای 2744

    א را כ ا د 2745ه ا ی ز ر א א 2747

    ی دو א כ ا 2749א כ א כ زا א א 2751

    اه ا כ א א אد 2753ص ت از و א ا ا ای 2755

    אن 2756 ا از א د כ ا وا داد 2757

    ل ط ۀ از א ت 2760خ و אد 2762

    אد دو دی روز אم 2765א כ ر 2768 ز

    ادر 2770 ای אدس ر אح و 2770

    אن ۀ כ ای آن 2771اه אب אدل ا ادر 2772אه را אد ت ا ر 2774אه ران אن אن אن آ دور ز 2775

  • اه אب אء ا و ا 2776א אت ا אن ور 2777 د

    כ درش ام دو و د آ ا 2778אر و و و אم ا 2779

    אن ادا כ ت א آن כ 2780כ ر כ روی ا زان 2782

    אل و ا و و و אل و אل و אل و 2783م ا א ور ا 2784

    אن כ כ כ 2786ال د כ از دوش כ כ 2787

    ا א روز در 2788ا א ا אد ای 2790

    אن 2791 آد ا[RUB‘ÎLER] 2793

    ارم د א 2793س ۀ در دی ز כ 2794ی אدۀ ا دام 2795 اאز در آو از روی 2796د داز ا ن 2797ورد אن אدۀ د د زان 2798

    כ אه از ای آن כ و 2799אم אدۀ א دو و 2800

    א א אی آ כ א 2801א ارزد 2802 دو د

    ا ن אن ا ز 2803دم אرت س و כ در آرزوی 2804وز آوردم א א א 2805

    دن א כ ر و د ا א כ 2806אم אن از כ ز אز 2806

    ار ا م ا 2807 כ אر زار 2808 رخ ان 2809 آن

    ر د ان כ אن אن 2810א را و ش א כ 2811

    אی ه אم و دوزخ آن 2812א را א 2813 در אرد ازو ن و ر 2814 כ

    א د 2815 دو כ دم زد ز و

  • א אد ای 2816אت 2817 כ آب

    ر א כ ر رو 2818אل כ כ آن א ز ن 2819

    ا د و ب 2820خ دار ا از 2821

    אدش א ا 2822 כ د א ی אر כ א 2823

    ر از ده ای 2824א در داد א و اول 2825د א כ دم א 2826ورده א ای 2827

    אر د 2828 روز د ن ت א אده ز ن 2829

    اب او א אم ا 2830ا א א אز آی כ 2831

    א ب ا و اب 2832אن درو آ ت כ 2833

    אن א אن 2834 دאب از ز و و 2835

    א دارد אر راه 2836ز אدر د ای 2837 دار دل از

    دم د אن כ אכ در 2838ام ر اص و ل دل 2839م ب غ آواز 2840

    ب و א خ و א א 2841ون در ز ا 2842

    د را ن 2842 כد ای آن כ او ا א 2843دن אون אق א آ 2844د وح כאم دل א כאر 2844

    אی د درכ ای دو دل از 2845دی אری כ אز ای כאج כ 2846א دارم اد ی ز 2847

    ش כ אران د در آ 2848כ א وز در ز ا 2849

    دی א כ כאم د ای دو 2850כ ی و و א از 2851

  • אر از آه א ای 2852א כ داری אر 2853 دل روزאی در دل כ 2854

    א 2854 כ ن אر כ رخ ا 2855א א در ا כ 2856אت א ۀ א رب آر 2856

    [MESNEVÎLER] 2859א ی و כ ا ای آ 2859

    אل آورد א آن כ א 2871א رود א 2909 כف دارد 2920 آن آد

    א כ א ر ا ا 2921ر אن ز 2924 כ آ در [KASÎDELER] 2929ان אط ارم 2929 ز

    א ف زد ان ی ز د 2941[MUHAMMES] 2955א در ای 2955

    EKLER 2963

  • ÖNSÖZ

    Klasik edebiyatımızı birinci derecede etkileyen kaynaklardan biri de kuşku-suz Fars edebiyatıdır. Dolayısıyla klasik edebiyatımızın daha iyi anlaşılması ve değerlendirilmesi için Fars edebiyatının temel klasiklerine yapılan şerhlerin de günümüz araştırıcıları ve okuyucularının kolaylıkla ulaşabileceği bir konumda bulunması gereklidir. Ortak bir remiz ve mazmunlar dünyasına sahip olan bu iki edebiyatta şiirleri en çok okunan ve sevilen şairlerden biri de lisânü’l-gayb lakabıyla anılan Hâfız-ı Şîrâzî’dir. Hâfız’ın büyük bir lirizm ve coşku ile söy-lediği şiirleri asırlar boyu Farsçanın bilindiği ve konuşulduğu üç kıtalık bir coğrafya üzerinde derin bir etki bırakmıştır. Hayatta iken Fars edebiyatında gazel sahasının zirvesine yerleşen bu şair, yüzyıllar geçmesine rağmen yerini korumuş ve bu husus bütün edebiyat araştırıcılarının üzerinde ittifak ettiği tartışmasız bir gerçek olarak kabul edilmiştir. Hâfız da şiirindeki ayrıcalığın farkındadır. Bir gazelin makta beytinde şöyle söyler:

    Irâk u Fars bi-giriftî be-şir-i hod HâfızBiyâ ki nevbet-i Bağdâd u vakt-i Tebrîz’est (ŞDH 1/162)

    “Hâfız, kendi şiirinle Irak ve Fars ülkesini baştanbaşa zapt ettin. Gel, şimdi Bağ-dat’la Tebriz’i feth etmenin sırasıdır.”

    Henüz hayatta iken şiirleri kısa sürede kıtaları aşarak ta Hint diyarına kadar ulaşan Hâfız, kendi şiirinin diğer şairlerin şiirlerini gölgede bıraktığını şöyle ifade etmektedir:

    Şekker-şiken şevend heme tûtiyân-ı HindZîn kand-ı Pârsî ki be-Bengâle mî-reved (ŞDH 2/5)

    “Hint ülkesinin bütün şairleri (papağanları) Bengale’ye giden bu Fars şekeri (Farsça şiir) yüzünden bu şekeri kırıp yemeye başlarlar. (Yani sadece benim şiirime itibar eder-ler, başkalarının şiirlerine değer vermezler.)”

    Farsçaya hâkim olan, çoğunun Farsça gazelleri, hatta bir kısmının Farsça di-vanı olan Türk divan şairleri böylesine lirik ve coşkulu bir şairin şiirlerine kayıt-sız kalmadıkları gibi, şerh vadisinde kalem oynatan şârihler bu eserin daha ge-niş bir okuyucu kitlesi tarafından anlaşılması için Türkçe şerhler yazmışlardır.

  • 34 ÖNSÖZ – Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi

    Bu şerhler arasında dikkatli bir zekâ ve sağlam bir mantık ürünü olmasıyla emsallerinden temayüz eden ve kendinden önce yazılan iki şerhi gölgede bıra-kan bir şerh vardır. Bosnalı Sûdî tarafından telif edilen bu şerh hem Farsçaya hem de Batı dillerine çevrilmiştir.

    Bu çalışma genel olarak “İnceleme” ve “Tenkitli Metin” olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. “İnceleme” bölümünde Hâfız’ın hayatı Diyanet İs-lâm Ansiklopedisi’nde Tahsin Yazıcı tarafından kaleme alınan “Hâfız-ı Şîrâzî” maddesi kısaltılarak verilmiştir. Daha sonra “Hâfız ve Tasavvuf” başlığı altında onun herhangi bir tarikata intisabının olup olmadığı ele alınmış ve Hâfız’ın tasavvufî yönü incelemeye tâbi tutulmuştur. Akabinde, Sûdî’nin hayatı, şârih-liği ve eserleri hakkında bilgiler verilmiştir. En son, Türk edebiyatında Hâfız Dîvânı şerhleri hakkında kısaca bilgi verildikten sonra çalışmanın ana unsuru-nu teşkil eden Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi şekil ve muhteva açısından geniş ve kapsamlı bir şekilde tahlil edilmiştir.

    “Tenkitli Metin” kısmında Şerh-i Dîvân-ı Hâfız’ın çeviriyazıya aktarılmış metni verilmeden önce imlâ ile ilgili bazı özellikler ve metnin oluşturulmasın-da takip edilen usul ile ilgili bazı açıklamalarda bulunulmuştur. Bu kısımda, Hâfız’ın şiirleri eski yazıyla dönemin imlâ özelliklerine göre metnin oluştu-rulmasında esas alınan üç yazma nüshada görüldüğü şekilde yazılmış, hemen altında ise çeviriyazı metin verilmiştir. Metin içinde geçen Arapça ibare ve şi-irlerin tercümesi dipnotta belirtilmiş, sıkça kullanılan bazı Arapça ibarelerin anlamı “İnceleme” kısmındaki “Arapça Unsurlar” başlığı altında verildiği için dipnot olarak gösterilmemiştir.

    Metnin tespitinde kaynak olarak Millet Yazma Eser Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 1641; Topkapı Sarayı Müzesi Ktp., Koğuşlar, nr. 933, 934; Süleymaniye Yazma Eser Ktp., Nafiz Paşa, nr. 965 ve İskenderiye-Bulak’ta 1250/1834’te 3 cilt hâlinde basılmış olan Şerh-i Dîvân-ı Hâfız baskısı esas alınmıştır.

    Şerh-i Dîvân-ı Hâfız’da geçen kişiler, eser ve yer adları “İnceleme” kısmında ayrı ayrı ele alındığı ve bunların eserde hangi varaklarda kaç kere geçtiği ayrın-tılı olarak gösterildiği için ayrıca bir dizine gerek duyulmamıştır.

  • 35Şerh-i Dîvân-ı Hâfız

    Doktora hayatımın başlangıcından bu eserin telifine kadar geçen süre için-de her zaman değerli yardımlarına ve yol göstericiliğine başvurduğum Prof. Dr. Hasan Kavruk hocama, şerhteki Arapça unsurların doğru tespiti için katkıla-rından dolayı Doç. Dr. İsmail Bayer’e teşekkür etmek benim için bir borçtur.

    Kültür ve edebiyatımızın en güzel hazinelerinden biri olan bu eserin ba-sılması hususundaki destekleri için Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanı Sayın Prof. Dr. Muhittin Macit ile Çeviri ve Yayım Dairesi Başkanı Doç. Dr. Ferruh Özpilavcı beylere teşekkür ederim. Özellikle eserin basım sürecindeki emekleri ve katkıları için Kurum uzmanlarından Uğur Öztürk, Emine Altay, Evşen Yıldız ve İsmet İpek’e ayrıca teşekkür ederim.

    Bu çalışma ile şerh dünyasında büyük bir yeri olan Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi’nin okuyucuların ve araştırıcıların istifadesine sunulması hedeflenmiştir. Sağlam ve tutarlı bir metin tespiti için gösterilen çabaların hedefine ulaşmış olması en büyük temennimizdir.

    İbrahim Kaya

    Iğdır, 2020

  • KISALTMALAR

    bk. : bakınızBö. : bölgec. : ciltçev. : çevirenÇN : çevirenin notuÇÜSBED : Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisid. : doğumuDİA : Diyanet İslâm AnsiklopedisiET : Erişim TarihiF : Millet Yazma Eser Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 1641h. : Hicrîhaz. : hazırlayanİA : MEB İslam AnsiklopedisiİÜ : İstanbul ÜniversitesiKTBY : Kültür ve Turizm Bakanlığı YayınlarıKtp. : KütüphanesiM : Şerh-i Dîvân-ı Hâfız’ın 3 cilt hâlinde basılan matbu nüshasımad. : MaddesiMEB : Milli Eğitim BakanlığıMüd. : Müdürlüğüö. : ölümüs. : sayfaS : Süleymaniye Yazma Eser Ktp., Nafiz Paşa, nr. 965sy. : sayıSBE : Sosyal Bilimler EnstitüsüŞB : Şerh-i Bostân matbu nüshaŞG : Şerh-i Gülistân matbu nüsha

  • 38 KISALTMALAR – Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi

    T : Topkapı Sarayı Müzesi Ktp., Koğuşlar, nr. 933, 934TDK : Türk Dil KurumuTDVY : Türkiye Diyanet Vakfı YayınlarıTSMK : Topkapı Sarayı Müzesi KütüphanesiTTK : Türk Tarih KurumuTYTK : Türkiye Yazmaları Toplu KataloğuÜ. : Üniversitevb. : ve benzerivd. : ve diğerlerivol. : Volumevr. : varakyay. : Yayınlarıyy. : yüzyıl

  • TRANSKRİPSİYON ALFABESİ

    (ا (آ a, ā, e ش ş

    ٴ ’ ص ṣب b, p ض ḍ, ż

    پ p ط ṭ

    ت t ظ ẓ

    ث ẟ ع ‘

    ج c, ç غ ġ

    چ ç ف f

    ح ḥ ق ḳ

    خ ḫ ك k, g, ñ

    د d ل l

    ذ ẕ م m

    ر r ن n

    ز z و v, o, ö, u, ü, ū

    ژ j ه h, a, e

    س s ی y, ı, i, ī

  • GİRİŞ

    Klasik edebiyatımızda oldukça büyük bir yer tutan şerhin tanımı, çerçevesi ve işlevi hakkında geniş ve kapsamlı bilgiler geçmişten günümüze kadar değerli bilim adamları tarafından muhtelif eserler ve makalelerde ortaya konulmuştur. Bütün bunlarla birlikte şerhin sınırlarını kesin olarak belirleyen bir tanım üze-rinde uzlaşma sağlandığı da söylenemez. Kâtib Çelebi’nin şerhin sebepleriyle ilgili kapsamlı bakış açısını burada hatırlamak gerekir.1 Genel bir ifade ile “Bir metnin daha iyi anlaşılabilmesi için o metni başkalarından daha iyi anladığı kanaatinde olan kişilerin metni açıklaması”2 şeklinde tanımlanan şerh terimi ve bu terim etrafında oluşan şerh edebiyatı ve bu edebiyatın tarihî seyri hakkın-da kaynaklarda yeterli bilgi verildiği için burada bunlar tekrar edilmeyecektir. Okuyucuların bu hususta başvurabileceği eserler “Kaynakça”da gösterilmiştir.

    Hâfız Dîvânı’nın tamamına Sûdî’den önce iki şerh yazılmıştır. Bunlar Sürûrî (ö. 969/1561-2) ve Şemî (ö. 1012/1603-4) tarafından yazılan şerhler-dir. Her ne kadar Şemî Sûdî’den yaklaşık altı yıl sonra vefat etse de3 onun şerhi Sûdî’den neredeyse kırk yıl önce kaleme alınmıştır.4 Yine eserin tamamına şerh yazan Konevî (ö. 1244/1828) ise Sûdî’den yaklaşık iki yüzyıl sonra yaşamıştır. Sûdî şerhi dışındaki bu üç şerhin ortak özelliği, Hâfız Dîvânı’nın neredeyse ta-mamına tasavvufî anlam yüklemeleridir. Bu tarz yorumlar zaman zaman dilin kurallarını bertaraf edecek seviyeye ulaştığı için bir kısım araştırıcılar tarafın-dan eleştirilmiştir. Bu şerhler sadece tasavvufî yorumları dolayısıyla eleştiriye hedef olmamışlar, ayrıca bünyelerinde barındırdıkları diğer yanlışlar sebebiyle de tenkit edilmişlerdir. Bütün bu hususlar bu çalışmada “Şârihlerle İlgili Eleş-tiriler” başlığı altında geniş bir şekilde ele alınmıştır.

    Bunların dışında Musa Bigiyef (1875-1949) tarafından yazılan ve 1910 yılında basılan bir şerh vardır. Bu şerh Hâfız’ın bütün gazellerini içermez, sa-dece 133 gazelinden beyitler seçilerek hazırlanmıştır.5 Hâfız Dîvânı Türkçe-ye ilk olarak Abdülbaki Gölpınarlı tarafından tercüme edilmiştir. Daha sonra

    1 M. A. Yekta Saraç, “Şerhler”, Türk Edebiyatı Tarihi, KTBY, İstanbul 2006, c. 2, s. 123.2 Tunca Kortantamer, “Teori Zemininde Metin Şerhi Meselesi”, Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı

    Dergisi, 1994, sy. VIII, s. 1.3 Şeyda Öztürk, “Şemi”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 2010, c. 38, s. 503.4 06 Mil Yz b 132’de kayıtlı Şemî’ye ait Hâfız Dîvânı Şerhi’nin sonunda, şerhin telifinin 966 yılının

    Zilhicce ayının çarşamba gününde tamamlandığı yazılıdır. 5 İ. Çetin Derdiyok, “Kazak Türkçesiyle Yazılmış Musa Bigiyef Divanı Üzerine”, ÇÜSBED, 2004, vol.

    13, Issue: 2, s. 105.

  • 42 GİRİŞ – Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi

    Mehmet Kanar Hâfız Dîvânı’nı manzum olarak, Hicabi Kırlangıç ise düzyazı şeklinde tercüme etmişlerdir.

    Sûdî şerhinin karakteristik özelliği hakkında ilerleyen kısımlarda ayrıntılı açıklama verileceği ve Şerh-i Dîvân-ı Hâfız metninde görülebileceği için şim-dilik bu kadar bilgi ile yetinilecektir.

  • İNCELEME

    HÂFIZ-I ŞÎRÂZÎ

    Hâfız’ın hayatı ve edebî şahsiyeti hakkında muhtelif kitap ve makalelerde kapsamlı bilgiler bulunmaktadır. Özetle şunlar söylenebilir:1

    İran’ın önde gelen lirik şairlerinden olan Hâfız Şîrâz’da dünyaya gelir. Doğum tarihinin 717 (1317) ile 726 (1326) yılları arasında olduğu söylenir. Hayatı hakkında pek az bilgi vardır. Hâfız’ın iyi bir öğrenim gördüğü oku-duğu kitaplardan belli olmaktadır. Zemahşerî’nin el-Keşşâf, Sekkâkî’nin Miftâ-hu’l-Ulûm, Mutarrizî’nin el-Misbâh, Urmevî’nin Mefâtîhu’l-Envâr, Adudüddin el-Îcî’nin el-Mevâkıf isimli eserlerini okuyan Hâfız, öğrenimi sırasında Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlediği için Hâfız mahlasını almıştır. Dinî ilimlerin yanı sıra başta Arap edebiyatı olmak üzere çok iyi bir edebiyat eğitimi de aldığı şiirlerinden anlaşılmaktadır.

    Hâfız, 1303-1357 yıllarında Şîrâz’da hüküm süren İncû hânedanının son hükümdarı Ebû İshak’a intisap etti. Şiiri ve içkiyi çok sevdiği bilinen Ebû İs-hak döneminde Hâfız büyük bir şair olarak tanınıyor, şiirleri elden ele ve hatta ülkeden ülkeye dolaşıyordu.

    Ebû İshak’ın son zamanlarında ayak takımı ve serseri güruhu Şîrâz’a tamamen hâkim olmuştu. Muzafferîler’den “muhtesib” lakabıyla anılan Mübârizüddin bu kargaşayı şiddet kullanarak bastırdı. Sadî’nin kitaplarının bile yasaklandığı bu günler Hâfız’ın da şikâyetçi olduğu bir dönemdir. Mübârizüddin’i gözlerine mil çektirerek tahttan indiren ve Ebû İshak devrine benzer bir yönetim kuran oğlu Şah Şücâ büyük bir ihtimalle Hâfız’ı da divanda görevlendirdi. Hâfız bu dönem-de, özellikle şiirlerinde birçok defa adı geçen hâmisi vezir Kıvâmüddin sayesinde müreffeh bir hayat sürüyordu. Önceleri halka Ebû İshak gibi davranan Şah Şü-câ, daha sonra Kirman ulemâsının telkinleriyle babasının yolunu takip etmeye başladı; bu arada vezir Kıvâmüddin’i de öldürttü. Buna çok üzülen Hâfız, Yezd’e gitmeye mecbur oldu ve hakkında kasideler yazdığı Hâce Celâleddin Turan Şah’a sığındı. Şah Şücâ şiirlerinden ve kendisine gönderilen hediyelerden dolayı onu kıskanıyordu. Hâfız Yezd’de umduğunu bulamadığı için Şîrâz’a geri döndü. Tu-ran Şah sayesinde Şah Şücâ ile arası düzeldi.

    1 Burada Tahsin Yazıcı tarafından DİA için kaleme alınan “Hâfız-ı Şîrâzî” maddesi cümleler kısaltılıp birleştirilerek ve kısmen değiştirilerek geniş bir özet şeklinde verilmiştir. Bk. Yazıcı, “Hâfız-ı Şîrâzî”, DİA, c. 15, s. 103-106, İstanbul 1997.

  • 44 İNCELEME – Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi

    Şah Şücâın ölümünden sonra yerine geçen Zeynelâbidîn de Hâfız’a karşı iyi davrandı. Ancak onun ölümü üzerine maddî durumu bozuldu. Bir rivayete göre Timur Şîrâz’ı aldıktan sonra yeni vergiler koymuş, Hâfız’a da küçük bir miktar vergi isabet etmişti. Hâfız bu miktarı da veremeyecek hâlde olduğu için Timur’a başvurup durumunu arz etmiş ve Timur’un kendisine,

    Eger ân Türk-i Şîrâzî be-dest âred dil-i mâ-râBe-hâl-i hinduyeş bahşem Semerkand u Buhârâ-râ

    beytini okuyup, “Sevgilisinin yüzündeki bir ben için Semerkant’ı ve Buhara’yı veren insan nasıl yoksul olur?” demesi üzerine, “Bu kadar cömert olduğumuz için bu hâle düştük.” cevabını vererek hükümdarın sempatisini kazanmış ve vergi ödemekten kurtulmuştur. Bir daha eski müreffeh günlerini bulamayan Hâfız, 791/1389 veya daha kuvvetli bir ihtimalle 792/1390 yılında Şîrâz’da öl-müş ve bugün türbesinin bulunduğu Hâfızıye semtine gömülmüştür. Gazelle-rinin sadece birinde karısının, birinde de bir oğlunun ölümüyle ilgili ifadelere rastlanır.

    Hâfız’ın tasavvufla ilgisi olmakla birlikte kaynaklarda tarikatı ve şeyhi hak-kında kesin bilgi verilmemektedir. Ancak Şemseddin Abdullah-ı Şîrâzî, İmâd-i Fakîh-i Kirmânî, Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi mutasavvıf ve âlimlerden istifade ettiği, Nimetullah-ı Velî, Hâce Ebü’l-Vefâ el-Bağdâdî, Kemâl-i Hucendî gibi şeyhlerle görüştüğü tezkirelerde kayıtlıdır. Hakikat yoluna kılavuzsuz gidile-meyeceğini söyleyen ve tasavvuf neşvesine sahip olan Hâfız’ın zamanındaki şeyhlerden birine intisap etmemiş olması uzak bir ihtimaldir.

    Kaside, rubâî ve kıtalar da yazmış olmasına rağmen Hâfız şöhrete gazel-leriyle ulaşmıştır. Daha önce gazel söyleyen bütün üstatların meziyetlerini kendinde toplaması sebebiyle gazelleri Fars edebiyatında türünün en gelişmiş örnekleri sayılır. Önceki şairler gibi gazellerinde mecazi anlamlar da taşıyan aşk ve şarap meclislerini terennüm etmiş ve bazen başka şairlerin beyitlerini kendi gazellerinin arasına serpiştirmiştir.

    Hâfız’ın şiirlerindeki âhenk ve akıcılık yanında dilinin sade, tekellüfsüz ve veciz olması şöhretinin en önemli sebeplerinden biridir. Onun bu özellikleri tez-kirelerde de ifade edilmiştir. Abdurrahman-ı Câmî, Hâfız’ın gazellerinin âhenk ve akıcılıkta Zahîr-i Fâryâbî’nin kasideleri değerinde, üslûbunun da Nizârî-i Kuhistânî’nin üslûbuna yakın olduğunu, ancak Nizârî’nin şiirinin zayıf tarafları olmasına karşılık Hâfız’ın şiirlerinde hiçbir sunîlik görülmediğini söylemektedir.

  • 45Şerh-i Dîvân-ı Hâfız

    Birçok şair gibi Hâfız da kendinden önceki veya dönemindeki bazı şair-lerin etkisi altında kalmıştır. Bunların başında, büyük bir ihtimalle ömrü-nün son yıllarını Şîrâz’da geçirmiş olan Hâcû-yi Kirmânî gelir. Onu yine bu dönemin şairlerinden Selmân-ı Sâvecî takip eder. Hâfız’da Hayyâm’ın etkisi de görülür. Bu şairlerin dışında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sadî-i Şîrâzî ve Kemâleddîn-i İsfahânî gibi şairlerden de iktibaslarda bulunmuş, onların şiirlerine cevaplar yazmış veya onları tazmin etmiştir. Ancak ister nazîre ister iktibas şeklinde olsun yazdığı şiirlere daima kendi damgasını vurmuştur. Bi-linmeyen veya görülmeyen dillere ve sırlara tercüman olduğu için kendisine “Lisânü’l-gayb” ve “Tercümânü’l-esrâr” lakapları da verilen Hâfız’ın divanı İran dışında Ortadoğu, Hindistan, Türkiye ve bazı Avrupa ülkelerinde de tanınmıştır. Hâfız’ı Hammer’in çevirisinden okuyan ve onun şiirlerine ola-ğanüstü ilgi duyan Goethe, bu etki altında yazdığı ve her biri Farsça başlık taşıyan on iki bölüm hâlinde topladığı lirik, mistik şiirlerini West-Oestlicher Divan adıyla yayımlamıştır.

    Hâfız Dîvânı, Türkiye’de Mesnevî ve Gülistân’dan sonra en çok okunan Farsça metinlerin başında gelir. Hem Fars dilinin hem de belâgat konularının öğretiminde ezberletilen şiirler arasında Hâfız’ın şiirlerinin önemli yeri var-dır. Hâfız’ın Türk divan şiirine de geniş ve sürekli etkisi olmuştur. Köprülü, saz şairlerinin bile Sadî gibi Hâfız’a da yabancı kalmadıklarını söyler. Divan edebiyatının İran tesiri altında kalmış olmasıyla ilgili tenkit ve değerlendir-meler çok defa Hâfız tesirine bağlanır. XIV. ve XV. yüzyıl divan şiirinde Hâ-fız’dan tercüme denilecek kadar büyük benzerlikler gösteren gazeller vardır. Bu benzerlik Şeyhî’de açık bir şekilde görülürken Ahmed Paşa’da tazminlerle veya farklı söyleyiş tarzlarıyla değişmeye uğrar. Fuzûlî’nin şiirlerinde öteden beri Hâfız tesirinden bahsedilmişse de bu tesirin açıkça görüldüğü, hatta ilham kaynağı teşkil ettiği beyitlerinin sayısı çok sınırlıdır. Bunun dışındaki benzerlikler ise İran ve Türk edebiyatlarında konuların ve şiir telakkilerinin ortaklığından kaynaklanır ve Fuzûlî’yi Hâfız’dan ayıran orijinallik ve sanat-kâr şahsiyeti dikkati çeker. Bâkî, Hâfız’ın gazellerine Farsça tahmîs ve nazî-reler yazar. Nef‘î’de ise usta bir şair olmak için Hâfız gibi büyük bir engeli aşmak gereğini ima eden mısralar vardır. Nedîm ve Şeyh Gâlib’de Hâfız tesiri bulunmamakla beraber Doğu şiir geleneğinin bu büyük üstadına nazîreler ve takdir mısraları yer alır.

  • 46 İNCELEME – Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi

    Hâfız hayatta iken şiirlerini bir divan hâlinde tertip etmediği için dil-den dile ve ülkeden ülkeye dolaşan bütün bu şiirlerin ona ait olup olmadığı tartışma konusudur. Bugüne kadar içindeki şiirlerin tamamının Hâfız’a ait olduğu kabul edilen bir divan nüshası bulunamamıştır. Mevcut nüshalar arasındaki farklar ve bu nüshaların özellikleri de ona ait şiirlerin tesbiti-ni imkânsız kılmaktadır. Yakın zamana kadar şiirlerinin, bir rivayete göre kendisiyle de görüşmüş olan ve divanın çeşitli nüshalarının önsözünde sa-dece “Câmî” olarak anılan Gülendâm adlı bir kişi tarafından derlendiği kabul edilmekteydi.

    Yeni tesbit edilen eski tarihli üç divan nüshası, şiirlerin derlenmesine Hâfız daha hayatta ik en başlandığını ortaya koymuştur. Bunlardan biri, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi’nde bulunan (Ayasofya, nr. 9945) ve Fars’ta hüküm süren İskender Mirza’nın emriyle 813-814 (1410-1411) yıllarında istinsah edilmiş olan nüsha; diğeri, Kâsım-ı Ganî ve Muhammed Kazvînî’nin faydalan-dıkları Tetimme-i Dîvân-ı Hâfız adlı nüshadır. Bu nüsha Ayasofya nüshasından sonra istinsah edilmiştir. Muhammed-i Kazvînî ve Kâsım-ı Ganî, eski olmasına rağmen birçok yanlışı bulunan bu nüsha ile yirmiye yakın nisbeten eski nüs-haya ve matbu nüshalara dayanarak divanın yeni bir baskısını yapmışlardır (Tahran 1320).

    Bütün gazelleri sehl-i mümteni gibi görünen Hâfız’ın şiirlerini anlamak için daha başlangıçtan itibaren çeşitli şerhler yazma gereği duyulmuştur. Bu konudaki en eski şerh Sürûrî’ye aittir. Daha sonra Şemî ve Sûdî’nin şerhleri telif edilmiştir. Sûdî şerhi, İsmet Settârzâde tarafından Şerh-i Sûdî ber Hâfız adıyla üç cilt hâlinde Farsçaya çevrilmiştir. Bu şerhin I. cildi aynen, diğer iki cildi sadece gazelleri seçilerek Hermann Brockhaus tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca Mehmed Vehbi Efendi, şiirleri ilk defa tasavvufî bir görüşle şerh etmiş-tir. Hâfız’ın hemen her sözünü tasavvufî açıdan yoruma tâbi tutan bu şerh onun gerçek düşüncelerini ve sanatını yansıtmamaktadır.

    Hâfız Dîvânı Türkçeye ilk defa Abdülbaki Gölpınarlı tarafından tercüme edilmiştir. Hâfız’ın divanı ve şiirleri üzerine Batı’da çeviri ve metin neşri olarak çok sayıda çalışma yapılmıştır.

  • 47Şerh-i Dîvân-ı Hâfız

    Hâfız ve Tasavvuf

    Kaynaklar Hâfız’ın herhangi bir tarikate intisabı bulunduğuna dair bilgi vermez. Her ne kadar Konevî bir beyitten yola çıkarak Hâfız’ın Mevlevî oldu-ğunu iddia etse de bu iddia sağlam delillere dayanmaz.1 Ayrıca Konevî eserinin girişinde Hâfız’ın zâhiren herhangi bir şeyhe intisabının bilinmediğini söyle-mektedir.2

    Gölpınarlı, Hâfız’ın Şah Ni‘metullah-ı Velî’nin “Biz yoldaki toprağı bile bakışımızla kimya hâline getirir, bir göz ucuyle baktık mı her derdi tedavi ede-riz.” mealindeki,

    Mâ hâk-i râh-râ be-nazar kîmyâ konîmSad derd-râ be-gûşe-i çeşmî devâ konîm

    matlaıyla başlayan gazeline karşılık Hâfız’ın bir gazel söyleyip ondan himmet dilediğini belirtir.3

    Sûdî, Menâkıb-ı Hâce isimli eserden Hâfız’ın bağlı bulunduğu tarikat hak-kında şöyle bir iktibasta bulunmaktadır:

    “Nisbet-i hırka-i Hâce Şemseddin Muhammed Hâfız-ı Şîrâzi be-pîr-i irşâd u bîat-ı û Şeyh Mahmûd Attâr-ı Şîrâzî’st ki meşhûr’est be-Pîr-i Gülreng u û murîd-i Şeyh Abdusselâm’est u û murîd-i Şeyh Fahreddîn Ahmed veled-i Şeyh Rûzbihân Baklî vu û hırka ez-peder-i hod Şeyh Şat-tâh dâred. Va’llâhu alem.” (182b)

    “Hâfız’ın irşad için bağlı bulunduğu ve biat ettiği pir Pîr-i Gül-reng lakabıyla meşhûr olan Şîrâz’lı Şeyh Mahmûd Attâr’dır. Şeyh Mahmûd Attâr ise Şeyh Abdüsselâm’ın mürididir. Abdüsselâm ise Şeyh Rûzbihân Baklî’nin oğlu olan Şeyh Fahreddîn Ahmed’in müri-didir. Rûzbihân Baklî ise icazet hırkasını kendi babası Şeyh Şattâh’tan devralmıştır. Her şeyi en iyi bilen Allah’tır.”

    Gölpınarlı, Hâfız’ın bir pîre bağlı olduğunu gösteren bu Farsça metin hak-kında, “Bizce bu rivayete inanmamak için hiçbir sebep yoktur. Sûdî, Hâfız’ın Halvetî olduğunu söyleyerek şeyhi Pîr-i Gülreng’in de Halvetî olduğunu bil-dirmiş oluyor.”4 demektedir.

    1 Mehmed Vehbî Konevî, Şerh-i Dîvân-ı Hâfız, İstanbul 1288-1289/1871-1872, c. 2, s. 367.2 Konevî, Şerh-i Dîvân-ı Hâfız, c. 1, s. 3. 3 Abdülbaki Gölpınarlı (çev.), Hâfız Dîvânı, MEB Yayınları, İstanbul 1989, s. XI.4 Gölpınarlı, Hâfız Dîvânı, s. XXIII.

  • 48 İNCELEME – Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi

    Şerh’te Hâfız’ın kendisinin değil bilakis zıtlaştıkları Hasan-ı Ezrakpûş’un müritlerinin Halvetî olduğu (182b) söylenmektedir. Bununla beraber Hâfız’ın Halvetî olduğunu ihsas edecek bir şekilde eserin başka bir yerinde bir beytin şerhinde bazı ifadeler bulunmaktadır. Beyit ve anlamı şöyledir:

    Mujdegânî bi-dih ey halvetî-i nâfe-guşâyKi zi-sahrâ-yı Hoten âhû-yı muşkîn âmed (241a)

    “Ey nâfe açan (ey misk kokusunu kapalı yerde açan) halvetî! Müjde, Hoten sahra-sından misk geyiği geldi, yani Hâfız’ın şiirleri geldi.”

    Beytin şerhinde şu açıklamalar bulunmaktadır: “Nâfe-guşâyı halvetîye is-nâd anınçündür ki ibtidâ’en nâfeyi bir halvetde açarlar ki hîç baca ve penceresi küşâde olmaya, tamâm kapanık ola, zîrâ şiddet-i râyihası böyle yerde malûm olurmuş. (…) Halvetî buyurduġı anınçündür ki Hâce dervîşân-ı halvetîdendir ve nâfe-güşâlıġı, andan misk gibi makbûl ve muazzez ebyât ve eşâr sâdır ol-duġıçündür, yanî sahrâ-yı Hoten’den müşk âhûsı geldi.” (241a)

    Şerhte bundan başka Hâfız’ın Halvetî olduğuna dair bir ifadeye rastlanmaz. Hasan-ı Ezrakpûş’un müritlerinin Halvetî olduğu şerhte açıkça zikredildiğine göre bu beyitten yola çıkarak Hâfız’ın Halvetî olduğu sonucuna ulaşmak doğ-ru olmaz. Zaten Gölpınarlı da son tahlilde Hâfız’ın Halvetî olmasını kabule yanaşmaz ve “Hâfız’ın rindâne edasına, zaman zaman bütün kayıtlardan sıy-rılıp çıkmasına bakarak onu ve şeyhini, Halvetîlik gibi halvet, esma, zikir, tac, hırka gibi birçok kayıt ve şartlara bağlı bir tarikata değil, sevdiği ve övdüğü Kalenderliğe daha yakın görüyoruz.” der.1

    Şerh için esas alınan Hâfız Dîvânı nüshasında kalender kelimesi 11 yerde geçmekte ve bunlar da genellikle olumlu anlamda kullanılmaktadır. Sûdî’nin Kalenderîler hakkındaki kanaati ise olumsuzdur. Onlar için çok ağır ifadeler kullanır. Kalenderîler başlığı altında bu konu ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Sûdî, Hâfız Dîvânı’nda geçen bütün kalender kelimelerinin aynı anlama gel-mediğini belirtir. Bu kelimeden kimi zaman dervişler ve rindlerin kastedildiği-ni, kimi zaman da Hâfız’ın kafiye zorunluluğundan bu kelimeyi kullandığını söylemektedir. (500a)

    Hâfız’ın tasavvufî cephesiyle ilgili Molla Câmî’nin Nefehâtü’l-Üns isimli eserinde geçen şu kısmı iktibas ederek konuyu bitirelim:

    1 Gölpınarlı, Hâfız Dîvânı, s. XXIII-XXIV.

  • 49Şerh-i Dîvân-ı Hâfız

    “Vey lisânu’l-ġayb u tercemânu’l-esrâr’est. Besâ esrâr-ı ġaybiye vu maânî-i hakîkiye ki der-kisvet-i sûret u libâs-ı mecâz bâz numûd’est. Her çend malûm nîst ki vey dest-i irâdet-i pîrî girifte vu der-tasavvuf be-yekî ezîn tâyife nisbet-i durust kerde, ammâ suhanân-ı vey çunân ber-meşreb-i în tâyife vâki şude-est ki hîç kes-râ ân ittifâk ne-y-uftâ-de. Yekî ez-azîzân-ı silsile-i hâcegân kaddese’llâhu Te�âlâ esrârehum fermûde-est ki hîç dîvân bih ez-dîvân-ı Hâfız nîst eger merd-i sûfî bâşed.”

    “Hâfız gaybın dili ve sırların tercümanıdır. Bir hayli gaybî sırları ve gerçek/soyut anlamları mecaz elbisesiyle göstermiştir. Her ne ka-dar bir pîrin elini tuttuğu ve tasavvufta bir tarikate intisabı olduğu sağlam bir şekilde bilinmiyorsa da sözleri mutasavvıfların sözlerine son derece benzerlik arz etmektedir. Başka bir şairin şiirinde böyle bir özellik görülmez. Hâcegân silsilesine mensup değerli biri, Şayet Hâfız sûfî olsaydı hiçbir divan Hâfız’ın divanından daha değerli olmazdı, diye buyurmuştur.”

  • 50 İNCELEME – Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi

    SÛDÎ’NİN HAYATI, ŞÂRİHLİĞİ VE ESERLERİ

    HAYATI

    Sûdî hakkında kaynaklardaki bilgiler sınırlıdır. Birinci derecede kaynaklar-dan Atâyî Zeyl-i Şakâyık isimli eserinde “el-Mevlâ Sûdî Bosnevîdir. Muâmele-i kâlâ-yı ilm u irfânla re’sü’l-mâl-i kemâlden vâye-dâr ve bâzâr-ı itibârda maz-har-ı sûd-ı bî-şumâr olup tarîk-i saâdet-i refîka sâlik ve reh-burde-i akabât-i mesâlik oldukdan sonra bir mikdâr vazîfe-i tekâud-ile kanâat itmiş-idi. İbrâ-him Paşa sarâyında olan gılmân-ı hâss-ı şehinşâhîye muallim tayîn olunup ol meşġale-i şerîfe ile bin hudûdında sermâye-i ömri itmâm ve azm-i râhat-ke-de-i dâru’s-selâm eyledi. Mevlânâ-yı merkûm sevdâger-i cins-i fâhir-i ulûm-ı mebânî mukaddimâtı sedîd muallim-i müfîd idi. Mesnevî-i Şerîf’e şerhi ve Kâ-fiye ve Şâfiye’ye tercümesi vardır.” şeklinde bilgi vermektedir.1 Kâtib Çelebi’nin Fezleke isimli eserindeki ifadeler2 bazı terkip ve tamlamalara varıncaya kadar Atâyî ile aynıdır. Sûdî’nin çok kısa bir hâl tercümesi ve dört eseri verilmekte-dir. Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin Efendi Mecelletü’n-Nisâb’da Atâyî’nin sanatkârane ifadelerini daha sade ve kısa olarak Arapça ifade etmektedir.3

    Asıl adı Ahmed olan Sûdî, Bosna’nın Foça şehrine yakın Çayniça kasa-basına bağlı Sûdiçi köyünde doğmuştur. Bosnalı müelliflerden Şakir Sikiriç, Prilozi adlı eserinde onun bu köyde doğduğunu belirtmektedir.4 Sûdî nisbet ismi onun doğum yerini göstermektedir. Osmanlı Müellifleri’nde5 Foçalı olarak gösterilmesi büyük bir ihtimalle Çayniça kasabası ile Sûdiçi köyünün Türk müelliflerince daha çok tanınmış olan bu şehre (Foça’ya) bağlı zannedilmesi-nin neticesidir.6 Doğum tarihi tam olarak bilinmeyen Sûdî’nin ailesi hakkında da herhangi bir bilgiye kaynaklarda rastlanmaz. Son zamanlara kadar sadece Sûdî veya Sûdî-i Bosnevî olarak tanınmakta idi. Kaynaklar adını zikretmez. Sadece Atâyî Zeylü’ş-Şakâyık’ın metin değil fihrist kısmında adının Ahmed ol-duğunu söylemektedir.7

    1 Atâyî, Zeyl-i Şakâyık, Dâru’t-Tıbâati’l-Âmire, 1269, s. 332.2 Kâtib Çelebi, Fezleke, İstanbul 1286/1869, c. I, s. 7.3 Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin Efendi, Mecelletü’n-Nisâb (Tıpkıbasım), Kültür Bakanlığı Yayınları,

    Ankara 2000, s. 262a.4 Nazif M. Hoca, Sûdî, Hayatı, Eserleri ve İki Risalesinin Metni, İÜ Şarkiyat Enstitüsü, İstanbul 1980, s. 11.5 Mehmed Tahir (Bursalı), Osmanlı Müellifleri, (sad. Fikri Yavuz-İsmail Özen), Meral Yay., İstanbul

    1972, c. 1, s. 402.6 Hoca, Sûdî, Hayatı, Eserleri ve İki Risalesinin Metni, s. 11.7 Atâyî, Şakâik-ı Nu�maniyye ve Zeyilleri, (haz. Abdülkadir Özcan), Çağrı Yayınları, İstanbul 1989, c. 2,

    s. 332.

  • 51Şerh-i Dîvân-ı Hâfız

    Şerh-i Gülistân adlı eserinin kendi el yazısı ile yazılmış bir nüshasından 1037/1627-28 tarihinde istinsah edilmiş ve Bosna Hersek Gazi Hüsrev Paşa Kütüphanesi’nde bulunan yazma nüshadaki kayıt da asıl adının Ahmed oldu-ğunu göstermektedir.1

    Tahsil hayatına önce Foça, daha sonra da Sarajevo’da başladığı tahmin edil-mektedir. Şerh-i Gülistân’da geçen “gil-i hoş-bûy” hakkındaki “Hazret-i Şeyh’in buyurduğını biz Bosna sarayında müşâhede eylemişiz ki mezkûr balçığı bir küçük fuçıya, İstanbul’da bal fuçısı gibi, korlar ve ana gül yaprağı yolup dö-kerler. Ve nice zaman ol fuçıda gül ile âmîhte gili dögerler, andan sonra pâre pâre kurudurlar ve lâzım oldukça hamâmda hatunlar istimâl iderler.” ifadeleri, onun Bosna sarayında bir süre kaldığını göstermektedir.2

    Bosna asıllı Sokollu Mehmed Paşa’nın Kanûnî, II. Selim ve III. Murad döne-minde sadrazam olarak görev yapması birçok Bosnalının eğitim için İstanbul’a gelmelerine sebep olmuştur. Sûdî de bunların arasındadır. İstanbul’daki tahsil ha-yatı hakkında kaynaklarda bilgi bulunmaz. İstanbul’dan ayrılarak Diyarbakır’a ve Şam’a giden Sûdî’nin bu esnada 20-25 yaşlarında olduğu tahmin edilmektedir.3

    Şerhte geçen “Nergisîn kabâ bir cins kaftandır. Kırk yıla karîbdir ki birisini bir Gürci beg-zâdesinin üzerinde arz-ı Rûm’da gördüm ve âdemîsinin birine su’âl eyledim ki bu cins kaftana ne dirler didim. Didi ki buna kabâ-yı nergisî dirler.” (56b) ifadelerinden bu seyahate giderken Erzurum’a uğradığını Nazif Hoca söy-lerse de bunun dönüş yolunda olması daha mantıklı görünmektedir.4 Çünkü daha önce hocasından “nergisîn kabâ” hakkında bazı bilgiler işittiğini söylemek-tedir. Ayrıca o dönemde “arz-ı Rûm” kavramının sadece Erzurum için mi kulla-nıldığını doğru tespit etmek gerekmektedir. Bu seyahatleri esnasında bulunduğu yerler ve bunlarla ilgili gözlemleri ayrı başlıklar hâlinde gösterilmiştir:

    SeyahatleriŞam

    Şam’da muhtelif hocalardan ders alan Sûdî bunları şerhlerinin muhtelif yerlerinde belirtmektedir. Mevlânâ Halîmî-i Şirvânî’nin kendisine Şam’da Gü-listân’ı okuttuğunu5 söylediği yerde onun için “nâdire-i zaman ve ucûbe-i dev-1 Hoca, Sûdî, Hayatı, Eserleri ve İki Risalesinin Metni, s. 11.2 Ozan Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2012, s. 37.3 Hoca, Sûdî, Hayatı, Eserleri ve İki Risalesinin Metni, s. 12.4 Hoca, Sûdî, Hayatı, Eserleri ve İki Risalesinin Metni, s. 12.5 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 321.

  • 52 İNCELEME – Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi

    rân, sahib-i tesânîf-i râ’ika ve mâlik-i kasâ’id-i masnûât-ı fâ’ika, efendimiz ve veliyy-i nimetimiz ve üstâdımız” ifadelerini kullanır. Şerh-i Dîvân-ı Hâfız’da ise “pîrim ve üstâdım Mollâ Halîmî-i Şirvânî sâhib-i kasâyid-i acîbe ve muhte-reât-ı ġarîbe” (248a) nitelemeleri kullanılmaktadır.

    Kanûnî’nin yüz akçe emekli maaşı bağladığı Molla Ahmed-i Kazvînî, Mev-lânâ Câmî’nin kızkardeşinin oğlu Molla Muhammed Emîn ve divan sahibi Mevlânâ Sabûh-i Bedahşî (248a) de Şam’da ders aldığı ve görüştüğü kişiler arasındadır.

    Burada eğitim gördüğü medreseye sadece Anadolu’dan değil Semerkant’tan da öğrenciler gelmekteydi. Sûdî medrese hayatından bazı kesitleri Gülistân’da geçen “muşt-zen” kavramını açıklarken şöyle ifade eder:

    “Tahsîlim zamânında Şâm-ı Şerîf ’e birkaç Semerkandî tâlib-i ilim geldi ve bazının bu fende bir mikdâr mahâreti var idi. Misâfirlerdir diyü bunları Mencîk hamâmına iletdik. İçeride bir mikdâr terledikden sonra hamâmın dîvârına ol kadar muşt urdılar ki kâbil-i tabîr degil. Meger envâ-ı idmânlarından bu bir nevi idmân imiş. Ve bir kere bunları Reb-ve cânibine seyre çıkardık, hîn-i musâhabetde bir dizmânî bir zaîfcesine kalk bir mikdâr oynayalım didi. Kalkdılar ve oynayarak ol zaif, tuvânâ-nın kulaġı tozına bir muşt urdı, hemân depesi üzere geldi ve gömgök oldı. Biz birkaç Rûmî tâlib-i ilimler havf eyledik ki öldi diyü. Ammâ an-lar hîç alınmadı ve kalkdılar ve ol madrûbı oġdılar aklı başına gelince.”1

    Gülistân’da geçen ve Şam’da Dımaşk Camii’nde Hz. Yahya peygamberin tür-besinin olduğu yerde Sadî’nin itikâfa girdiğini anlatan kısımları şerh ederken bu türbe hakkındaki kendi gözlemlerini de zikrederek şu bilgileri vermektedir:

    “Kabr-i şerîflerinin başı ve ayaġı ucında hacer yokdur. Hemân şöyle müsennem bir kabirdir, yeşil sûf ile mestûr. (...) Kabr-i şerîf-leri ol zamânda küşâde imiş, yanî câmi ortasında etrâfı açık bir ka-bir imiş ve Âl-i Osmân beglerbegilerinden Lütfî-nâm beglerbegi ki Şam’da müteveffâ olup Deniz Câmii kurbında medfûndur. İstân-bul’dan servi aġacı getürdüp üzerini parmaklı bir maksûre eylemiş. Malûm ola ki duâ-gûyun seyâhati zamânında bu kadar kubûr ki ziyâret eyledim Hazret’in kabri gibi bülend kabir görmedim. Bende ki atvel-i nâsdanım, benim kâmetimden yüksekdir.”2

    1 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 457.2 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 156.

  • 53Şerh-i Dîvân-ı Hâfız

    Bu kısmın geçtiği yerde yazma nüshada derkenarda Deniz Camii hakkın-da “Deniz Câmii Şâm’da bir câmidir ki ortasından yanî haremi ortasından bir ırmak akar ki fukarâ andan esvâbın yur, ġâyetle makbûl yerdir İstanbul’da Kâġıdhâne gibi. Ol zamânda vakıf cânibinden esvâb yuyana sabun virürler imiş, ammâ şimdi virmezler.” şeklinde bilgi bulunmaktadır. Bu bilgiler müs-tensihin kendi açıklamaları olmalıdır.

    Sadî’nin Gülistân’da bir zamanlar itikâfa girdiğini söylediği Balbek Camii münasebetiyle hem bu cami, hem de bu caminin bulunduğu kasaba hakkında Sûdî’nin verdiği bilgiler, gözleme dayanan bilgiler olmalıdır:

    “Câmi-i Balbek buyurdıġı kasabanın ortasında bir büyük câmidir ki cemî kasabayı alur yanî hepsi ana sıġar, Hâlid bin Velîd binâsıdır dirler. Ve Balbek Şâm’ın beri yanında bir buçuk günlük yolda bir şîrîn kasabadır ki ol vilâyetde andan ucuzluk yer yok, her nesnesi vefret üzeredir, husûsen suyı.”1

    O dönemde Şam’a bağlı bir nahiye olan Trablus şehri hakkında “Trâblus Akdeniz kenârında Şâm nevâhîsinde bir şehrin ismidir, hisârı da var, şehri ve hisârı deryâdan bir mîl yer ırakdır, lâkin leb-i deryâda câ-be-câ burclar var ki deryâ cânibini hıfz ider.” şeklindeki ifadeler civar yerlere seyahatlerindeki göz-lemlerini yansıtmaktadır.2

    Bağdat

    Sûdî’nin tahsil serüveninde bulunduğu yerlerden biri de Bağdat’tır. Şerhle-rinde yeri geldikçe bu vilayetle ilgili bazı gözlemlerini anlatır:

    “Tahsîlimiz zamânında Baġdâd’a düşüp Acâmın bazı ekâbir-i tüccârıyla musâhabet iderek ve aralarında ilm u marifetle ârâste ve pîrâste kimseler var idi. Bu takrîb ile gâhî Gülistân’dan ve Bostân’dan ve Dîvân-ı Hâfız’dan şübhemiz olan yerleri bunlardan su’âl ider-dik. Bir kerre mezkûr çeşmârı bunlardan istifsâr eyledik. Didiler ki nevâhî-i Hemedân’da bir taġ vardır ki bir cânibinde dîvâr gibi bir yalın kaya vardır ki yüksekligi kırk arşın ve uzunlıġı iki ol denlü var ve ol kayanın depesine ve toruġına yakın yerinden bir vâfir su çıkup aşaġa dökülür. Ol taġa Çeşmâr ve ol suya âb-ı çeşmâr dirler didiler.” (ŞB 1/482)

    1 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 309.2 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 359.

  • 54 İNCELEME – Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi

    Bağdat’ta ziyaret ettiği Marûf-ı Kerhî’nin türbesi ve bu türbeye yakın bir yerde bulunan Cüneyd-i Bağdâdî ve Serî es-Sakatî’nin türbeleri hakkında şun-ları söyler:

    “Marûf bunda ehlullâhdan bir azîzin ismidir ki eski Baġdâd’ın ki şimdi Baġdâd’ın karşusındadır yanî cûy-ı Şatt’ın öte yakasındadır, Kerh adlı bir mahallesindedir. Türbe-i şerîfleri el-ân mamûrdur, yuzâru ve yuteberreku bihi (ziyaret edilir ve uğurlu bir yer sayılır). Cüneyd-i Baġ-dâdî ve Serî-yi Sekâtî ki ikisi bir türbede medfûndur Marûf türbesine karîb. Lâkin bizim tahsîlimiz zamânında Marûf ’un türbesi mamûr ve mahfûz idi, ammâ anların mamûr ve mahfûz degil idi. Ammâ şimdiki hâlde ne sûretde oldukları malûmumuz degildir.”

    “Şimdiki hâlde” ifadesiyle İstanbul’da ömrünün son zamanlarında Bostân’a şerh yazdığı zamanı kastetmektedir.

    Bostân’da geçen “Sadî âşıklık yolunu ve usûlünü Bağdat’ta olanların Arap-çayı iyi bilmesi gibi mükemmel bilir.” anlamındaki beytin şerhinde Sadî’nin yaşadığı zamanda Bağdat’takilerin Arapça ve Farsçayı fasih konuştuklarını söy-ler, fakat kendi zamanında Bağdat’ta yaşayanları “İkisinden de bî-behre bir bölük ceheledir.”1 diye niteler.

    Abbâsî hilâfetinin Hülâgû eliyle yıkılmasından sonra Bağdat’ta yönetimi elinde bulunduranlardan, “Baġdâd’da ibtidâ selâtîn-i İlhaniye hâkim oldı Ak-koyunlı zamânına dek, andan sonra Kızılbaş, andan sonra Âl-i Osmân.” şek-linde sayan Sûdî, “İlâhî, devlet ve şevketleri kıyâmete dek mümtedd olsun, âmîn.” şeklinde söz ederek Osmanlıların hâkimiyetinin kıyamete kadar sür-mesini Allah’tan niyaz etmektedir.2

    Kûfe

    Sûdî’nin Kûfe ile ilgili gözlemleri de şerhlerinin muhtelif yerlerinde gö-rülmektedir. Gülistân’da baş açık ve yalın ayak birinin Kûfe şehrinden hacılar kafilesine katılarak yola çıkmasından bahsettiği kısımda Kûfe ile ilgili bilgi ve gözlemlerini aktarır.3

    1 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 591.2 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 781.3 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 322.

  • 55Şerh-i Dîvân-ı Hâfız

    Kûfe Camii ile ilgili “Câmi-i Kûfe Hazret-i İmâm-ı Alî imâmet eyledigi câmidir ki Kûfe şehrinin andan ġayri câmii yokdur. Hazret-i Şeyh’in buyur-dıġı zamânda mamûr imiş, ammâ bu zamânda cudrân-ı erbaası kalmışdır, bâkîsi şehr-i Kûfe gibi harâb u yebâbdır, şöyle ki eser-i binâdan nâm u nişân kalmamışdır.” şeklindeki bilgilerde caminin bütünüyle harap olmasından bah-seden kısım orada bulunduğu dönemdeki gözlemleridir.

    Sûdî’nin Hâfız Dîvânı’nda geçen bir beyitteki kapalı kısmı “Hazret-i Ali’nin türbesi mücavirlerinden” diye nitelediği Mevlânâ Efdalüddin’den sorduğunu bahsettiği kısımda “mâdâm ki İmâm-ı Alî’de mücavir idim, meclis-i şerîfiyle müşerref idim.” (248a) ifadeleri de Kûfe’de bulunduğu zaman dilimiyle ilgilidir.

    Hac Yolculuğu

    Sûdî’nin hacca gittiği ile ilgili görüş Nazif M. Hoca tarafından ortaya atıl-mıştır.1 Hoca bu görüşüne biri “Hevdec bir nevi mahfedir ki devenin üzerine ururlar ancak, üsti örtülü olur, avretlere mahsûsdur, erler içinde oturamaz. Mekke halkı Arafât’a çıkdıkda kızlar ve gelinleri hevdeclerle çıkarur. Hac ey-leyenler bilür.”2 diğeri “Kecâve üsti açık mahfedir ki Mısır’dan ve Şâm’dan hâ-cılar ana binerler, ammâ hevdec üsti örtüli yanî mukabbeb mahfedir ki deve üzerine korlar ancak, Kabe’ye varan bilür.”3 şeklindeki Gülistân şerhinde iki yerde geçen ifadeleri sadece sayfa numaralarını dipnotta göstererek delil olarak göstermektedir.

    Gülistân şerhinde hac yolu güzergâhı, Mekke halkının kıyafeti ve hac yol-culuğunun meşakkatlerinden bahseden kısımlar da bu görüşü destekler mahi-yettedir. Bunların bir kısmı şu şekildedir:

    “Kenân Hazret-i Yakûb’un memleketi. Ve sarâyından kuyının ıraklıġı iki fersah yer mikdârı ancak var ve el-ân mezkûr çâh müs-tameldir, yanında bir mescid var yolun üstinde bir küçük köyün ya-nında, hâsılı, Şâm’dan Kudüs-i Mübârek’e varan yolun üstindedir.”4 “Seferlerin şedâyid u âlâmı bedîhiyyâtdan oldıġı herkesin malûmı ve mahûdıdır, tarîfe ihtiyâc yok. Ve ale’l-husûs ki Mekke-i Mükerreme seferi ne mertebe sab u şedîd oldıġını gören ve çeken bilür ancak.”5

    1 Hoca, Sûdî, Hayatı, Eserleri ve İki Risalesinin Metni, s. 14.2 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 682.3 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 636.4 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 307.5 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 314.

  • 56 İNCELEME – Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi

    Mısır’a Seyahat

    Sûdî’nin Mısır’a gittiği “Zakkûm bir zehrnâk aġaçdır ki ziyâde boylı olmaz ve yemiş virmez, Mısır’da erbâb-ı devletden birinin baġçesinde gördüm.” (ŞB 1/261) ifadelerinden anlaşılmaktadır.

    “Kasb-ı Mısrî arışı ipek ve arġacı ketândan tokunur bir dürlü alaca bezdir ki Mısır’ın tâze civânları ve levendânı başına sararlar, el-ân aralarında müsta-meldir.”1 ifadelerinde bu giyim tarzının “el-ân aralarında müstameldir” diye yaşadığı zamanda geçerli olduğundan bahsetmesi, yine “Bûriyâ bir dürlü ha-sırdır ki karġu kamışından örilür, diyâr-ı Arabda ve şark memleketinde çok olur, ucuz oldıġı içün fukarâ istimâl ider, ol bir hasırlar gibi divşirilmez yanî Rûm’un ve Mısır’ın hasırları gibi, belki hemân tahta gibi döşenür.”2 ifadeleri Mısır’la ilgili gözlemleri olarak da yorumlanabilir. Ayrıca, “Nîl ırmağına deryâ ıtlâkı anınçündür ki diyâr-ı Arab’da andan azîm su yokdur, ve illâ hakîkatde Tuna ırmaġı andan azamdır, lâkin Arabistan’da olmamaġla bahr dimezler.”3 diye küçüklüğünde etrafında yaşayıp büyüdüğü Tuna nehri ile Nil nehrini kar-şılaştırması da bu seyahatle ilgili gözlemler arasında sayılabilir.

    Diyarbakır’da Görevli Olarak Bulunması

    Tahsil hayatından sonra görevli olarak Diyarbakır’da bulunduğu “Birkaç yıldan sonra Diyârbekir’de, Âmid şehrinde Mesûdiyye Medresesi’nde bizi dâ-nişmend eylediler.” (ŞB 1/482) ifadelerinden açıkça anlaşılmaktadır. Diyarba-kır’daki görevi esnasında Muslihuddîn-i Lârî de Diyarbakır’da bulunmaktadır. Sûdî aynı yerin devamında onun hakkında “Ol zamânda fuzalâ-yı Acâmdan Muslihuddîn Lârî-nâm bir fâzıl tavattun eylemişdi.” ifadelerini kullandıktan sonra ona zaman zaman okuduğu kitaplardaki müşkil yerleri sorduğunu “Ah-yânen meclis-i şerîfiyle müşerref olup mezkûr kitâblarda vâki olan şübehâtı anlara arz iderek birgün ana çeşmârı su’âl eyledim. Hemân tüccârın takrîri gibi beyân eyledi.” ifadeleriyle belirtmektedir.

    Diyarbakır’da ne kadar kaldığı hakkında da eserlerinde herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.

    Sûdî’nin İran’a gitmediği Şerh-i Dîvân-ı Hâfız’da geçen ifadelerden anlaşıl-maktadır. Hâfız’ın türbesi hakkındaki bilgileri duyup okuduğunu şerhte yaz-ması (210a, 333b) bizzat bu yerlere gitmediğini göstermektedir.

    1 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 454.2 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 398.3 Yılmaz, Gülistân Şerhi (Sûdî-i Bosnevî), s. 227.

  • 57Şerh-i Dîvân-ı Hâfız

    İstanbul’a Dönüş

    Sûdî bu seyahatlerden sonra tekrar İstanbul’a döner. İstanbul’a ne zaman döndüğü hakkında kesin bir tarih söylenemezse de bazı bilgilerden yola çıka-rak bunun en azından 982/1573 yılından önce olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Şerh-i Bostân’da Şemî ile tartıştığı ve kendisinden yirmi bir yıldır delil bekledi-ği söylenmektedir. Bu şerhin telifine de 1004 yılından sonra başlandığına göre bu karşılaşma 984/1575 yılı civarında vuku bulmuştur. Bu görüşme İstanbul’da gerçekleştiğine göre Sûdî’nin de bu tarihlerde İstanbul’da olması gerekmektedir.

    İstanbul’da dönemin meşhur bilginlerinin muhtelif bilimlerle ilgili vermiş oldukları derslere katılır. Bunlardan biri Sultan III. Murad’ın kurduğu yeni rasathânede görevli olan bir kişidir.1

    Ayrıca hâce-i sultanî ve şeyhülislâm sıfatı ile Osmanlı sarayında bilim, yö-netim ve siyaset sahasında söz sahibi olan Tâcü’t-Tevârîh müellifi Hoca Saded-dîn’den (ö. 1008/1599) ders aldığı bilinmektedir.2 Bütün bu eğitim hayatından sonra II. Sultan Selim’in saltanatının başlangıcında, hemşehrisi olan Sokollu Mehmed Paşa’nın (ö. 1579) sadarette bulunduğu sırada At Meydanı’nda, bu-günkü Sultanahmet civarında bulunan İbrâhim Paşa Sarayı’ndaki has oğlanlara (ġılmân-ı hâssa3) hoca olarak tayin edilir.4

    Osmanlı saray ve devletinin yüksek mevkilerinde vazife alacak olan seç-kin gençlere ders veren Sûdî’nin bu gençler arasında Bosna-Hersekli olan bir-çok talebesi de vardı. Nitekim meşhur şair Mostarlı Derviş Paşa’nın (ö. 1603) Murâd-nâme adlı eserinin mukaddimesinde “Sûdî benim en saygıdeğer hocam üstâd-ı ekremim idi.” dediğini H. Şabanoviç eserinde kaydetmektedir.5

    Şerh-i Dîvân-ı Hâfız’da geçen (24b) “Sincap toprak renginde bir hayvan-dır, bu hayvanın kürküne de sincap derler. Acem şahları kışın bu kürkü gi-yerler. Duacınız Sûdî bu kıssayı hamselerde ve bazı kasidelerde gördüğümden 1 Hoca, Sûdî, Hayatı, Eserleri ve İki Risalesinin Metni, s. 3-4. (Bu kişinin Takiyyüddîn er-Râsid olduğu

    anlaşılmaktadır.)2 Hoca, Sûdî, Hayatı, Eserleri ve İki Risalesinin Metni, s. 15.3 “Padişahların hususi köleleri hakkında kullanılan bir tabirdir. Bunlara ilk zamanlarda iç oğlanları, daha

    sonra iç ağaları da denilirdi. Gılmân-ı Enderûn tabiri de bu makamda kullanılırdı. Bunlar Enderûn-ı Hümâyûn denilen ve sarayın Bâbu’s-Saâde’den içeri bulunan kısmında hizmet ederler, derece ve hizmet itibarıyla başka başka odalarda dururlardı. Bu odalar büyük ve küçük odalar, doğancı koğuşu, seferli odası, kiler odası, hazine odası adını taşırlardı. Bunlar hizmetten başka tahsil de görürlerdi. İçlerinden kabiliyet gösterenler derece derece yükselirler, mühim mevkiler işgal ederlerdi.” M. Zeki Pakalın, Os-manlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB, İstanbul 1993, c. I, s. 665.

    4 Atâyî, Şakâik-ı Nu�maniyye ve Zeyilleri, (haz. Abdülkadir Özcan), c. 2, s. 332.5 Hoca, Sûdî, Hayatı, Eserleri ve İki Risalesinin Metni, s. 15.

  • 58 İNCELEME – Sûdî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi

    padişahın hususi haremine hizmet edenlerden, padişah kışın samur, vaşak veya diğer kürklerden giyer mi diye sordum, yok diye cevap verdiler.” şeklindeki ifadeler, yine “nergisîn kabâ” hakkında söylenen “Bizim gördüğümüz kafta-nın kuşağının uçları has oda oğlanlarının mendilleri gibi saf altınla işlenmiş idi.” (56b) ifadeleri, yine sarayla ilgili bazı gözlemlerini anlatan “Eski zaman-da kaftanların omuzlarına ipek ile bazı çiçek ve hayvan nakışları yapılırdı. Bu zamanda padişahımızın sarayında iç oğlanları aynı şekilde yaparlar. Yapılan o nakışlara tıraz derler. Eski zamanda böyle nişanı olmayan kaftan olmazmış.” (383a) şeklindeki ifadeler de buradaki görevi esnasındaki müşahedelerine da-yanmaktadır.

    Sûdî’nin Emekli Edilerek Görevinden Uzaklaştırılması

    Sûdî’nin ġılmân-ı hâssadaki hocalık görevinin ne kadar sürdüğü belli değil-dir. Kaynaklarda sadece onun az bir emekli maaşıyla vazifesinden uzaklaştırıl-dığı kaydı vardır.1

    Dönemin padişahı Sultan III. Murad’la ilgili söylediği “Sultan Murad (III. Murad) Sûdî-i duâ-gûyını unutdığı gibi.” (441b) cümlesi görevden ay-rılmasının iç dünyasında oluşturduğu kırgınlığı göstermektedir. Muhtemelen bu görevden uzaklaştırılması, hemşehrisi Sokollu Mehmed Paşa’nın ölümü üzerine vuku bulmuştur. Sultan III. Murad’ın tercihini Şemî’den yana kul-lanmasının bu kırgınlığa sebep olduğunu söylemek mümkündür. Sûdî eserle-rinde Şemî’nin adını açıkça zikretmekten kaçınmaktadır. Yazdığı şerhlerinde eleştiriye tâbi tuttuğu birçok şahsiyetin ismini zikrettiği hâlde bu eleştirilerin hedefindeki ana şahsiyetlerden biri olan Şemî’nin isminin zikredilmemesi her iki şârih arasında bazı nahoş olayların yaşandığını göstermektedir. Bu olaylara hem Sûdî hem de Şemî şerhlerinde temas edilir.

    Şemî’nin 21 Safer 1009/1 Eylül 1600 tarihinde tamamladığı Şerh-i Subha-tü’l-Ebrâr isimli eserinde Sûdî’den “merhûm” diye bahsetmesi2 ve aynı eserde Sûdî’yi “ġaflet ü inâd u taassub sahibi” olarak nitelemesi Sûdî’nin şerhlerinde kendisine yöneltilen ağır eleştirilerden Şemî’nin haberdar olduğunu göster-mektedir. Bununla beraber eleştirilere cevap vermemesi ve genel bir ifadeyle kendi eserindeki sehivlerin müstensih hatasından kaynaklandığını söylemesi pek inandırıcı değildir. Müstensih hatalarına sadece Şemî şerhi değil bütün 1 Hoca, Sûdî, Hayatı, Eserleri ve İki Risalesinin Metni, s. 15.2 Bedriye Gülay Açar, “Sûdî-i Bosnevî’nin Ölüm Tarihi Meselesi”, Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Dergisi,

    Sakarya 2016, c. II, sy. IV, s. 193.

  • 59Şerh-i Dîvân-ı Hâfız

    şerhler maruz kalmaktadır. Ayrıca bir kısım eleştirilerin bu hatalar dolayısıyla şârihlere yöneltilmesi mümkündür. Fakat oldukça büyük bir yekûn teşkil eden bu hataların tamamını müstensihlere atfetmek de makul gözükmez. Meselâ Subhatü’l-Ebrâr şerhinde geçen “Buv ki1 buvedden muhaffefdür, Sûdî bunı bil-medi.”2 ifadesi müstensihin metne bir eklemesi olarak da düşünülebilir. Çünkü Sûdî Şerh-i Dîvân-ı Hâfız’da tam dört yerde bu şeklin “buved”den tahfif edile-rek teşekkül ettiğini söylemektedir.

    Mesnevî, Bostân, Gülistân da dâhil olmak üzere 12 esere ser