Upload
cuma-cicek
View
247
Download
10
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Sivil Toplum Orgutlerinde Yonetim, Turkiye Ornegi
Citation preview
i
ĐTÜ
Đşletme Fakültesi
Endüstri Mühendisliği Bölümü
Bitirme Tezi
KONU : Sivil Toplum Kuruluşlarında Yönetim
Öğrenci Numarası : 070970369
Adı ve Soyadı : Cuma ÇĐÇEK
Yöneten : Doç. Dr. Cengiz GÜNGÖR Teslim Tarihi : 29.12.2003
Ödev no: G-03-10
ii
ÖNSÖZ
Sivil toplum konusu daha önce de ilgi duyduğum bir konuydu. Bundan
sonraki yaşamımda da sürekli ilgi duyacağım konulardan biri olacak. Yeni bir
uygarlıksal gelişmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu uygarlıksal gelişmenin en
temel karakteri demokrasidir. Demokrasi deyince; halkın toplumsal yaşamda
yönetim süreçlerinin temel öznesi, halk iradesinin yönetim gücü haline gelmesi ilk
olarak akla gelmektedir. Bilimsel teknik devrimin etkisiyle merkezi, katı devlet
yapılanmalarının her geçen gün eridiğini, iktidar aygıtının merkezi yapıdan çıkıp
tabana doğru yayıldığını hep birlikte görüyoruz. Siyasetten, ekonomiye, kültür-
sanattan, sağlığa kadar çeşitli alanlarda kurulmuş sivil toplum örgütleri halkın iktidar
aygıtları, yaşama katılma, kendi geleceğini belirleme araçları olmaya adaydır.
Türkiye’nin temel sorununun demokratikleşme olduğunu düşünüyorum.
Demokrasinin gelişmesiyle siyasal, ekonomik, kültürel bir çok sorunun aşılacağına
inanıyorum. Türkiye’de çağdaş bir demokrasinin gelişmesi güçlü ve etkin sivil
toplum kuruluşlarıyla mümkündür. Bu da etkin bir yönetim anlayışıyla gelişecektir.
Sivil toplum bilinci ve sivil toplum kuruluşlarının fazla gelişmediği, var olanların
fazla etkili olamadığı ülkemizde, böyle bir çalışmayla daha etkin bir sivil toplum
pratiğine katkı sunmayı umut ediyorum.
Sivil Toplum konusunda, araştırma yapma imkanı sunan, araştırma sürecini
bitirme çalışmasının ötesinde bir öğrenim sürecine dönüştüren değerli hocam Sayın
Doç. Dr. Cengiz GÜNGÖR’e teşekkür ediyorum. Yine özellikle alan çalışması
sırasında zamanlarını bana ayıran, değerli arkadaşlarım Ahmet KAYA, Sebahattin
ALTUN, Derya GÖREGEN, Servin AYDIN, Đlke KARATAŞ ve Figen
ÖZTOPRAK’a teşekkürlerimi sunarım.
Aralık 2003 Cuma ÇĐÇEK
iii
ĐÇĐNDEKĐLER
Şekil Listesi
Tablo Listesi
Özet
Giri ş
I. SĐVĐL TOPLUM ve SĐVĐL TOPLUM KURULU ŞLARI
1. Sivil Toplumun Kısa Tarihi (Teorik Bir Çerçeve) 4
1.1. Sivil Toplumun Devletle Bölünmez Bütünlüğü 4
1.2. Hegel ve Sivil Toplum 7
1.3. Marks ve Sivil Toplum 9
1.4. Gramsci ve Sivil Toplum 11
1.5. Sivil Toplumun Yeniden Uyanışı 14
1.6. Modern Çağda Sivil Toplumun Tanımı 18
2. Sivil Toplum Kuruluşları (STK) 23
2.1. Sivil Toplum Kuruluşlarını Tanımlamak Đçin Kullanılan Kavramlar 23
2.2. Sivil Toplum Kuruluşlarının Özellikleri 25
2.3. Sivil Toplumun / Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü ve Önemi 28
II. SĐVĐL TOPLUM KURULU ŞLARINDA YÖNET ĐM
1. Sivil Toplum Kuruluşları için Yönetimin Önemi 38
2. Sivil Toplum Kuruluşlarında Stratejik Yönetim 40
3. Sivil Toplum Kuruluşları Açısından Bazı Temel Değerler 42
3.1. Katılımcılık (Participation) 42
3.2. Yenilikçilik/Yaratıcılık (Innovation) 44
3.3. Toplumsal Aktiviteler (Community-based action) 45
3.4. Hiyerarşinin Erimesi (Decentralization) 46
4. Yönetim Fonksiyonları Açısından Sivil Toplum Kuruluşları 48
4.1. Sivil Toplum Kuruluşlarında Planlama 48
4.2. Sivil Toplum Kuruluşlarında Organizayon 49
4.3. Sivil Toplum Kuruluşlarında Motivasyon 51
4.4. Sivil Toplum Kuruluşlarında Đletişim 53
iv
4.5. Sivil Toplum Kuruluşlarında Liderlik 55
5. Bir Model Olarak “Aşağıdan Küreselleşme Hareketi” Tartışmaları 56
III. TÜRK ĐYE’DE SĐVĐL TOPLUM/S ĐVĐL TOPLUM KURULU ŞLARI
1. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne Sivil Toplum 62
2. Cumhuriyetten Günümüze Sivil Toplum 64
3. Türkiye’de Sivil Toplumun Yaşadığı Sorunlar 69
3.1. Bürokratik Yönetim Geleneği ve Sivil Toplum 69
3.2. Halktan Kopuk Sivil Toplum Kuruluşları 70
3.3. STK’larda Örgüt Đçi Demokrasi ve Katılım Sorunu 73
4. Daha Etkin Bir Sivil Toplum Pratiği Đçin 75
IV. SĐVĐL TOPLUM KURULU ŞLARININ YÖNET ĐMĐ-TÜRK ĐYE ÖRNEĞĐ
1. Anket Bilgileri 82
2. Anket Sonuçlarının Analizi 90
2.1. Anketin Kodlanması 90
2.1.1. Soru Kodları 90
2.1.2. Cevap Kodları: 93
2.2. Anket Sonuçları 94
2.3. Anket Sonuçlarının Yorumlanması 114
2.3.1. STK’ların 1990 Sonrası Yükselişi 114
2.3.2. STK’ların Maddi Olanakları 114
2.3.3. STK’larda Đnsan Kaynakları 115
2.3.4. STK’larda Vizyon, Misyon ve Strateji 116
2.3.5. Yönetim Fonksiyonları Açısından STK’lar 116
2.3.5.1. STK’larda Planlama ve Kontrol 116
2.3.5.2. STK’larda Organizasyon 117
2.3.5.3. STK’larda Yürütme ve Koordinasyon 117
2.3.5.4. STK’larda Đletişim ve Đnsan Đlişkileri 118
2.3.5.5. STK’larda Motivasyon 119
2.3.5.6. STK’larda Karar Verme Süreçleri 119
2.3.5.7. STK’larda Liderlik 120
v
2.3.6. STK’ların Yönetim ve Organizayon Açısından Genel Durumu 121
Sonuç 123
Kaynaklar 126
Ekler
Ek 1: SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARINDA YÖNETĐM ANKETĐNE
KATILAN S ĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARI 131
vi
Şekil Listesi
Şekil 1: S7 STK’ların kuruluş tarihi (yıllara göre dağılımı)
Şekil 2: S12 STK’nızın büyüklüğü yaklaşık kaç metrekaredir?
Şekil 3: S13 STK’nızda profesyonel çalışan kişi sayısı:
Şekil 4: S15 STK’nızda ücretli çalışan kişi sayısı
Şekil 5: S16 STK’nızın üye sayısı:
Şekil 6: S17 STK’nızda üyelerin yaklaşık yüzde kaçı faaliyetlere katılıyor?
vii
Tablo Listesi
Tablo 1 : S2 Anket bilgilerini veren kişinin ünvanı:
Tablo 2 : S6 Sivil Toplum Kuruluşunun türü
Tablo 3 : S8 Sivil Toplum Kuruluşunun kuruluş dönemi
Tablo 4 : S10 STK’nızın Đnternet adresi var mı?
Tablo 5 : S11 STK’nızın kendisine ait bir yeri var mı?
Tablo 6 : S12 STK’nızın büyüklüğü yaklaşık kaç metrekaredir?
Tablo 7 : S13 STK’nızda profesyonel çalışan kaç kişi var?
Tablo 8 : S14 STK’nızda çalışanların düzenli çalışma saatleri var mı?
Tablo 9 : S15 STK’nızda ücretli çalışan kişi sayısı
Tablo 10 : S16 STK’nızın üye sayısı:
Tablo 11 : S17 STK’nızda üyelerin yüzde kaçı faaliyetler katılıyor?
Tablo 12 : S18 STK’nızın misyonunu/vizyonunu belirtten yazılı bir döküman var mı?
Tablo 13 : S19 STK’nızın kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirtten yazılı bir
döküman var mı?
Tablo 15 : S21 STK’nızın yöneticileri ortalama hangi sıklıkla toplantı yaparlar?
Tablo 16 : S22 STK’nızın çalışanlarını tümünün katıldığı toplantılar hangi sıklıkla
yapılır?
Tablo 17 : S23 Üyelerle toplantılar ortalama hangi sıklıkla yapılır (Genel Kurul
dışında)?
Tablo 18 : S24 STK’nızda iletişim aracı olarak telefon kullanılır mı?
Tablo 19 : S25 STK’nızda iletişim aracı olarak fax kullanılır mı?
Tablo 20 : S26 STK’nızda iletişim aracı olarak internet kullanılır mı?
Tablo 21 : S27 STK’nızda diğer iletişim araçları kullanılır mı?
Tablo 22 : S28 STK’nızın e-mail grup adresi var mı?
Tablo 23 : S29 STK’nızın organizasyonel yapısındaki hiyerarşik kademe sayısı:
Tablo 24 : S30 STK’mızda Yönetim Kurulu dışında, yapılan işlerin ve mevcut
görevlerin tanımları yazılı bir şekilde belirtilmiştir.
Tablo 25 : S31 STK’mızın yöneticileri kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve
uzun vadeli hedeflerini bilirler.
Tablo 26 : S32 STK’mızın yöneticiler dışındaki diğer üyeleri de kurumun
misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler.
viii
Tablo 27 : S33 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, iş hayatında da sürdürülür
Tablo 28 : S34 STK’mızda yapılan planlamalar kurumsal gelişmeyi sağlar.
Tablo 29 : S35 STK’mızda etkin bir kontrol sistemi vardır.
Tablo 30 : S36 STK’mızda bulunan kontrol sistemi kurumsal gelişmeyi sağlar.
Tablo 31 : S37 Projeler, projeleri yürütecek üyeler ile planlanır ve projenin her
aşamasında değerlendirilir.
Tablo 32 : S38 STK’mızın en üst yöneticisinden (lider, başkan, müdür…vb.)
habersiz hiçbir şey yapılmaz.
Tablo 33 : S39 Proje sorumluları, projeleri hakkında kendi başlarına karar alabilirler.
Tablo 34: S40 STK’mızın sorunlarının çözümü için üyeler ortak çaba içerisine
girerler.
Tablo 35 : S41 Proje ve faaliyetler arası koordinasyon çok iyi tasarlanmıştır.
Tablo 36 : S42 STK’mızda bilgi akışını sağlayan iyi bir iletişim mekanizması vardır.
Tablo 37 : S43 Projeler ve faaliyetler hakkında tüm üyeler düzenli olarak yazılı,
sözlü ya da elektronik haberleşmeyle bilgilendirilir.
Tablo 38 : S44 Üyeler, faaliyetler ve şubeler arasındaki eşgüdümü sağlamak için,
toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar düzenli ve sürekli yapılır.
Tablo 39 : S45 Üyelerde motivasyonu sağlayan temel faktör kuruluşun misyonu ve
vizyonudur.
Tablo 40 : S46 STK’mızın en üst yöneticisinin (lider, başkan, müdür..vb.), bireysel
olarak, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır.
Tablo 41: S47 STK’mızın üst yönetiminin, üyelerin motivasyonunda önemli bir
etkisi vardır.
Tablo 42 : S48 STK’mızın faaliyetleri çalışanlarına maddi bir fayda sağlar.
Tablo 43 : S49 Yöneticiler faaliyetlerin gerektirdiği iş yükünü paylaşırlar, kolektif
bir çalışma tarzını esas alırlar.
Tablo 44 : S50 Düzenli yapılan toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar üyelerin
motivasyonunu artırır.
Tablo 45 : S51 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, özel yaşamda, ailevi ilişkilerde
de sürdürülür.
Tablo 46 : S52 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkilerin, iş hayatında da sürdürülmesi
iş hayatındaki başarıyı artırır.
ix
Tablo 47 : S53 Yöneticiler ve diğer üyeler arasında formel (resmi) ilişkiler dışında
informel ilişkiler de vardır.
Tablo 48 : S54 STK’mızın yöneticileri, yönetim bilgisi ve becerisiyle ilgili bir eğitim
sürecinden geçmiştir.
Tablo 49 : S55 STK’mızın başarısında en üst yöneticinin (lider, başkan, müdür..vb.)
bireysel olarak, önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır
Tablo 50 : S56 STK’mızın başarısında üst yönetimin önemli bir rolü ve inisiyatifi
vardır.
Tablo51 : S57 STK’mızda bulunan düşünsel, kültürel, sosyal..vb. farklılıklar
kurumsal gelişmeye hizmet eder.
Tablo 52 : S58 STK’mızın başarısı düzenli olarak ölçülür.
Tablo 53 : S59 Yönetim Kurulunun seçiminde, üyeler etkin rol oynarlar.
x
Özet
“Sivil Toplum Kuruluşlarında Yönetim” konulu bu çalışma, teorik
incelemeler ve alan çalışması sonucu, sivil toplum kavramını inceleyerek, sivil
toplum kuruluşlarında var olan yönetim kültürü ve organizasyon yapısını analiz
etmeyi, daha etkin bir sivil toplum pratiği için, yönetim ve organizasyon ile ilgili
bilimsel veri ve yöntemlerin sivil toplum kuruluşlarında nasıl uygulandığını tespit
etmeyi amaçlamaktadır.
Bu amaçla ilk olarak, sivil toplum kavramı analiz edilmiştir. Sivil toplumun
hangi toplumsal değişimler sonucu açığa çıktığı, yine bu kavramın tarihten
günümüze kazandığı anlamlar gözden geçirilmiştir. Dönemin önemli filozoflarının
sivil toplum ile ilgili görüşleri kısaca ele alınmıştır. Yine bu bölümde sivil toplumun
1990’lı yıllar sonrası yeniden yükselişi gözden geçirilmiş, günümüzde sivil toplumun
kazandığı anlam, sivil toplum kuruluşlarını tanımlamak için kullanılan farklı
kavramlar, bu kuruluşların özellikleri, toplumsal yaşamdaki rolleri ve önemleri
incelenmiştir.
Đkinci bölümde, sivil toplum kuruluşlarında yönetim konusu ele alınmıştır. Bu
amaçla yönetim kavramının sivil toplum kuruluşları için neden önemli hale geldiği
sorusuna cevap aranmıştır. Bununla birlikte, belirsizliğin, sürekli ve hızlı değişimin,
toplumsal yaşamın temel karakterleri haline geldiği 21. yüzyılda önem kazanan
stratejik yönetim kavramı, sivil toplum kuruluşları açısından ele alınmıştır. Sivil
toplum kuruluşlarında önem kazanan katılımcılık, yenilikçilik, sosyal sermaye,
hiyerarşinin erimesi, hizmet sağlayan kuruluşlardan toplumsal hareketlere dönüşüm
gibi konular incelenmiştir. Bu bölümde son olarak, yönetim fonksiyonları; planlama
ve kontrol, organizasyon, yürütme-koordinasyon, motivasyon, iletişim ve insan
ili şkileri, yetki devri, karar verme ve liderlik açısından sivil toplum kuruluşları teorik
açıdan ele alınmış, bir model olarak gelişen “aşağdan küreselleşme hareketi”
tartışmaları gözden geçirilmiştir.
Üçüncü bölümde sivil toplumun Türkiye serüveni incelenmiştir. Osmanlıdan
Cumhuriyet dönemine, yine Cumhuriyetten günümüze sivil toplum kavramı ele
alınmıştır. Sivil toplumun bugünkü durumu, yaşadığı sorunlar, yine daha etkin bir
sivil toplum pratiği için yapılması gerekenler bu bölümde değerlendirilmiştir.
xi
Son bölümde, Türkiye’de sivil toplum kuruuşlarının yönetim kültürü ve
organizasyon yapısı incelenmiştir. Bu amaçla çoğunluğu (57 adet) Đstanbul’da olmak
üzere, vakıf, dernek, sendika, yurttaş girişimi, kooperatif birlikler, kamusal fayda
amaçlı ticari kuruluşlardan oluşan toplam 72 sivil toplum kuruluşuyla yapılan “Sivil
Toplum Kuruluşlarında Yönetim” konulu anket çalışması sonuçları analiz edilmiştir.
Anket sonuçlarından elde edilen veriler ışığında sivil toplum kuruluşları, kuruluş
dönemi, maddi koşullar, insan kaynakları (gönüllü, profesyonel, ücretli çalışan vb.)
ve yönetim fonksiyonları açısından istatistiki olarak değerlendirilmiş, sonuçlar
tablolar halinde raporlanmış ve yorumlanmıştır.
1
Giri ş
Çağdaş demokrasilerde siyaset, devlet ve toplum arasında koprü rolunu
oynamaktadır. Toplumdan devlete, devletten topluma doğru, diyalog alanlarının,
kanallarının gelişmesi ve kurumsallaşması önem kazanmaktadır. Demokratik siyaset
araçları olarak tarif edebileceğimiz, politik, ekonomik, kültürel, sanatsal, sosyal, dini,
sportif, bilimsel, çevresel, teknik vb. alanlarda faaliyet yürüten “Sivil Toplum
Kuruluşları”, çağdaş katılımcı demokrasinin gelişim tarihinde en önemli toplumsal
gelişme dinamikleri, demokratik yaşamın vazgeçilmez araçları olarak öne
çıkmaktadırlar.
Klasik devlet anlayışı ile kapalı toplumun aşılma ile yüzyüze kaldığı 21.
yüzyılda, bu iki alanın dışında bir üçüncü alan olarak sivil toplumun geliştiği,
etkinlik kazandığı görülmektedir. Đdeolojik, ekonomik, sosyal, etnik, cinsi, ırksal,
dini ve siyasi farklılıkların toplumsal zenginlik olarak algılanmaya başlandığı
modern dünyada, her grubun ifade özgürlüğüne sahip olması, özgür iradesiyle
örgütlenerek, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal yaşama aktif olarak katılımına
dayanan sivil toplum paradigması, çağımızın yükselen değeri haline gelmiştir.
Sivil toplum kavramının siyasal literatürde uzunca bir geçmişi vardır.
Bununla birlikte buğünkü anlamına, esasta batıda gelişen sanayi devrimi sonrası
açığa çıkan yeni toplumsal gelişmeler sonucunda kavuşmuştur. 18. yüzyıla kadar
devletle aynı anlamda kullanılan sivil toplum kavramı, J. Locke, Montesquieu, A.
Simith, A. Ferguson, Tocqueville, B. Constant, gibi liberal düşüncenin öncü
düşünürleri ile birlikte farklı algılanmaya, tanımlanmaya başlanmıştır. Bu düşünürler
burjuvazinin gelişimine parelel olarak, sivil toplumu devletten ayırmaya çalışmış,
devlet dışında bireylerin ekonomik faaliyetlerini yürüttüğü özerk alanlar olarak
tanımlamışlardır. 18. yüzyılda sivil toplum kavramında bir kırılma görülür. Barışçı
düzenin ve iyi yönetimin koşulu olan devlet ile aynı anlamda kullanılan sivil toplum
kavramını ilk olarak Hegel ve Marx doğrudan eleştirmiştir. Hegel, Marks ve daha
sonra Gramsci bu kavramı yeniden ele almış ve sivil toplumu tamamiyle devletten
ayıran farklı ve yeni bir bakış açısıyla ele almışlardır. Bugünkü anlamda sivil toplum
kavramının temellerini bu düşünürler atmıştır.
Uzunca bir dönem batı siyasal literatüründe yer almayan sivil toplum
kavramının, 1960’lı yıllardan sonra, özellikle dünya genelinde gelişen 1968 öğrenci
hareketlerinden sonra, yeniden tartışılmaya başlandığı görülmektedir. Mevcut siyasal
2
kurumları, normları kapsamlı eleştirilere tabi tutan bu hareketlerin bağrında daha
sonraları feminizm, çevrecilik, alternatif yaşamcılık, anti nükleer hareket gibi yeni
gruplar doğmuştur. Sivil toplum örgütleri, hem ulusal alanda hem de uluslar arası
alanda 1960 sonrası, özellikle 1968 yılında gelişen “yeni toplumsal hareketler” ile
yeniden güçlenme sürecine girmişlerdir. Bilgi ve iletişim teknolojisindeki devrimsel
gelişmeler, iki kutuplu dünyanın yıkılması, soğuk savaş döneminin sona ermesi ve bu
gün genel olarak “küreselleşme” ile ifade edilen gelişmelerle birlikte sivil toplum
kavramının günümüzde önemli bir yükselişi yaşadığı ve katılımcı çağdaş
demokrasilerde, temsili demokrasiden öteye, doğrudan demokrasinin, doğrudan
katılımın araçları haline geldikleri görülmektedir.
Türkiye’de sivil toplumun uzun bir tarihi vardır. Osmanlı ve Selçuklu
döneminde, dönemin koşulları itibarı ile sivil toplum kuruluşu olaral ifade
edebileceğimiz, vakıfların, tarikatların, cematlerin oldukları görülür. Yine Osmanlı
döneminde şehir yaşamında önemli bir yeri olan loncalar dönemin sivil toplum
kuruluşları olarak tanımlanabilir. Özellikle II. Meşrutiyetle birlikte sivil toplumun
ciddi bir gelişme yaşadığı görülür. Cumhuriyete geçişle birlikte sivil toplumun
gelişebileceği zemin oluşmuştur. Parlementer sistem sivil topluma geçişte önemli
fırsatlar sunmuştur. Bununla birlikte özellikle, tek partili dönemde sivil toplumun,
susturulduğu, gelişmesinin engellendiği görülmektedir. 1950’li yıllarla birlikte dünya
genelinde yaşanan gelişmeler sonucu Türkiye’de de demokratik dönüşümlerin
yaşandığı görülür. Tek partili dönemin kapanmasıyla başlayıp, 1980 askeri darbesine
kadar olan dönemde sivil toplumun Türkiye’de de yeniden canlanmaya, siyasetin
aktörleri haline gelmeye başladıklarını görülmektedir. 1980 askeri darbesiyle on
yıllık bir suskunluk dönemi yaşayan sivil toplum son 10-15 yılda önemli bir
canlanmasyı yaşamıştır. Dünyadaki gelişmelerin, bu canlanmada belirleyici bir
rolünün olduğu belirtilebilir.
Sivil toplum paradigmasına dair bir çok şey yazılıp, söylenmesine rağmen,
pratiksel ve yönetsel açıdan bu kuruluşların daha fazla etkin hale gelebilmesi için
yeterli düzeyde alan çalışmasının ve bu çalışmalara dayalı teorik çalışmaların
yapıldığı söylenemez. Dünya genelinde durum böyle iken Trükiye açısından durum
daha da kötüdür. Özellikle kar amaçlı sektörün yönetim teorisi ile ilgili yaşadığı
gelişmeler göz önünde bulundurulursa, kar amacı gütmeyen sektörün bu yönlü ne
kadar gelişmesi gerektiği daha fazla görülecektir.
3
“Sivil Toplum Kuruluşalarında Yönetim” konulu bu çalışma, daha etkin bir
sivil toplum pratiği için, bilimsel veri ve yöntemlerin sivil toplum kuruluşlarında
nasıl uygulandığını tespit edip, çözüm önerileri sunmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla
ilk önce literatür taraması yapılmış, daha önce bu konu hakkında yapılan bazı
çalışmalar gözden geçirilmiştir. Ayrıca yeni verilere ulaşmak için alan çalışması
(anket çalışması) yapılmıştır. Đlk bölümde genel olarak sivil toplum paradigması için
kavramsal bir çerçeve çizilmiştir. Đkinci bölümde ise sivil toplum kuruluşlarında
yönetim anlayışı ve organizasyon yapısı teorik olarak incelenmiştir. Üçüncü bölümde
sivil toplumun Türkiye’deki gelişim serüveni ele alınmıştır. Son bölüm de ise ilk üç
bölümden farklı olarak, alan çalışması (anket) yapılmıştır. Sivil toplum
kuruluşlarının yönetim kültürü ve organizasyon yapısını incelemek amacıyla “Sivil
Toplum Kuruluşlarında Yönetim” adlı bir anket hazırlanmış ve bu anket çalışması,
hem bire bir görüşmelerle hem de bu çalışma için tasarlanan internet sitesinde online
olarak hazırlanarak, sivil toplum kuruluşlarıyla yapılmıştır. Sivil toplum kuruluşları
ile yapılan 72 adet anketin sonuçları istatistiki olarak incelenmiş ve sonuçlar
raporlanmıştır.
Çalışmaya iki hipotez ile başlanmıştır. Bunlardan birincisi Türkiye’deki sivil
toplum kuruluşlarında etkin bir yönetim kültürünün olmadığıydı. Đkinci hipotez ise
sivil toplum kuruluşlarının, kurumsal düzeyi zayıf örgütlenmeler olduğuydu. Yapılan
literatür taraması sonucu bu iki hipotezin de geçerli olduğu görülmüştür.
Türkiyede’ki bir çok siyaset bilimcisi, akademisyen bu görüşü paylaşmaktadır.
Yazdıkları kitaplarda, makalelerde bunu ifade etmektedirler. Ancak yaptığımız alan
çalışması sonucunda bunların aksi yönde verilere ulaşılmıştır. Anket sonuçları analiz
edildiğinde, -sorularına verilen cevapların doğru olduğu varsayılarak- sivil toplum
kuruşlarında yönetim fonksiyonları olarak bilinen planlama-kontrol, organizasyon,
yürütme-koordinasyon, motivasyon, iletişim ve insan ilişkileri, karar verme, yetki
devri ve liderlik fonksiyonlarının belli düzeylerde var olduğu, hipotezde ifade edilen
düzeyden daha iyi olduğu görülmüştür. Yine bu kuruluşlarda kurumsallaşma
düzeyinin hipotezde ifade edilen düzeyden daha iyi olduğu görülmüştür. Anket
sorularına verilen cevapların doğruluğu varsayımı altında, iki hipotez de
yanlışlanmıştır. Literatür taraması ve alan çalışması sonucu elde edilen çelişkili
veriler, verilen cevapların doğruluğu varsayımını gözden geçirmemize neden
olmaktadır. Bu da, farklı bir araştırmada incelenmesi gereken bir konudur.
4
I. SĐVĐL TOPLUM ve SĐVĐL TOPLUM KURULU ŞLARI
1. Sivil Toplumun Kısa Tarihi (Teorik Bir Çerçeve)
Sivil Toplumun Devletle Bölünmez Bütünlüğü
Siyasal literatürde sivil toplum kavramının uzunca bir geçmişi olmasına
rağmen, bugünkü anlamına, esasta batıda gelişen sanayi devrimi sonrası, açığa çıkan
yeni siyasal-toplumsal arayışların sonuncunda kavuşmuştur (Çaha, 1997, s. 28).
Ortaçağda kentlerin doğuşu ile gelişen burjuvazi, sivil toplumun zeminini
hazırlamıştır. Avrupa’da, ekonomideki canlanma ile kentlerin gelişimi arasında bir
parelellik görülmektedir. Burjuvazi ekonomik olarak güçlendikçe, feodal ya da daha
sonraki iktidar anlayışına dayalı siyasi iktidar yapılarını bir engel olarak
gördüğünden, devletten özerk bir alanda kendi hareket alanını düzenleme eğilimi
içerisine girmiştir. Tüm bunlar sivil toplumun doğuşunu hazırlayan faktörlerdir
(Doğan, 2002, ss. 2-3).
Doğan, burjuvazinin ekonomik ve sosyal yaşamda etkinliğini artırmasının
ardından başlangıçta oluşan kral-burjuvazi birlikteliğinin anlamını artık kaybetmeye
başladığını belirtmektedir. Bu durum aydınlanma düşüncesiyle yeni bir siyasal
sistem anlayışının ortaya konmasıyla somut hale gelmiştir. Burjuvazi benimsediği
özgürlüklere saygının gelişmesi için, devlet otoritesini sınırlamaya ihtiyaç
duyuyordu. Bu sınırlama ile devlet karşısında toplumun özerk varlığının kabul
edilmesi amaçlanmaktaydı. Bunun için de devletin meşruluk sınırlarının çizilmesi
gerekiyordu. Liberal düşünürlerin, devletin meşruluğunun belirlenmesi konusunda
ortaya koydukları kuramlar yönlendirici olmuştur. Bu kuramlar aynı zamanda sivil
toplum için de kuramsal bir çerçeve ortaya çıkarmıştır (2002, s. 31).
Tosun (2001, s. 31), sivil toplumun doğduğu bu dönemi şöyle ifade
etmektedir: “Tarihsel bir olgu olarak Ortaçağ’ın sonlarında biçimlenmeye başlayan
sivil toplum, modern ticari merkezlerin ortaya çıkmasına bağlı olarak gelişen kentsel
unsurların (esnaf, tüccar gibi burjuvazinin habercilerinin) feodal sistem içinde
ekonomik özerkliklerini elde ederek feodalizmin kurallarından özgürleşmeleri
sonucu ortaya çıkan durumu tanımlıyordu. Bir başka ifade ile, batı toplumlarında
sivil toplum kavramı orta sınıfa kentsel yaşamda sağlanan bir takım sivil özgürlükler
5
temelinde ortaya çıkan, merkezi otoriteden bağımsız ve özerk kurumların şahsında
gelişme imkanı bulan toplumsal alanı belirtir”.
16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar siyasal yapı hakkındaki tartışmalar iki ana
grupta toplanabilir. Birinci grupta yer alan filozoflar, devlet ve toplum ayrımından
uzak, toplum ve devleti özdeş gören bir anlayışa sahiptiler. Machiavelli, J. Bodin, T.
Hobbes gibi düşünürler bu grubta yer alır. Đkinci grupta yer alan J. Locke,
Montesquieu, A. Simith, A. Ferguson, Tocqueville, B. Constant, gibi düşünürler ise
toplum-devlet ilişkisinde bireyi önceleyen, bireyi devlet karşısında özerkleştirmeyi
amaçlayan bir düşünce geliştirmişlerdir (Doğan, 2002, s. 39).
17. yüzyıl doğal hukuk okuluna mensup düşünürlerin, sivil toplum kavramı
ile devletin geleneksel-siyasal kimliğini aynı çerçevede değerlendikleri görülür.
Hegel ve Marx’a gelinceye kadar aydınlanma filozoflarınca bu terim, bilhassa
“devlet öncesi toplum” durumunun karşıtı olarak kullanılır. Burada doğa durumu-
sivil durum karşıtlığına dayalı açıklama söz konusudur. Sivil toplum, siyasal toplumu
yani devleti ifade etmek için de kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.
17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ve takip eden yüzyılda toplumun devletten
farklı bir sosyal düzey olarak değerlendirilmeye başlandığı görülmektedir. Sözleşme
teorisinde ise sivil toplum, orta sınıfın ekonomik ve siyasal faaliyetlerini serbest bir
şekilde yürüttüğü, siyasal alanın dışında bir alan olarak anlam kazanmaya başlamıştı.
19. yüzyıl başlarından itibaren ise sivil toplum terimi ile burjuvazinin feodal
egemenlik anlayışından uzaklaşması ve özgürleşmesinin kastedildiğine tanık olunur
(Doğan, 2002, ss. 32-34).
18. yüzyıla kadar “devlet” ve siyasal toplum” aynı anlamda kullanılıyordu.
Sivil toplum kavramı ilk olarak Aristo tarafından, siyasal toplumu tanımlamak için,
“politike koinonia” kavramı ile ifade edilmiştir. Daha sonra Çiçeron bunu “societas
civilis” kavramıyla Latinceye çevirmiştir (Tosun, 2001, s. 30; “Sivil”, 2001, s. 2).
Antik çağdan yeni çağa kadar, devlet ile toplum arasında henüz açık bir ayrımdan
sözedilemez. Böyle bir farklılaşma henüz belirginleşmiş değildi. Avrupa siyasal
düşünce tarihinde E. Kant’a gelinceye kadar “socieatas civilis” kavramı hem devleti
hem de toplumu ifade ediyordu. Bu döneme kadar devlet ve toplum kavramının aynı
anlamda kullanıldığı görülür (Doğan, 2002, ss. 9-10).
1750’li yıllardan itibaren, sivil toplum, giderek devlete eşdeğer nitelikte ayrı
bir kavram olarak tartışılmaya başlanmıştır. Liberal bir dünya görüşünü savunan
6
burjuvazi, bu dönemde sivil toplumu, “siyasi alandan bağımsız, toplumun özel
yaşamına ve ekonomik pazara ayrılmış bir sosyal alan” olarak tanımlamıştır
(“Sivil”, 2001, ss. 2-3). Özgürlüklerin ve hukukun üstünlüğünün iktidara (devlete)
karşı savunulmasını, düşüncesinin merkezine oturtan, siyasal liberalizmin temsilcisi
olarak kabul edilen Locke (Tosun, 2001, s. 33), burjuvazinin yükselme çağında, sivil
toplumu kendi kendini düzenleyen bir toplum olarak tanımlamıştır. Sivil toplumu
doğa karşıtı bir durum olmaktan ziyade, insanlar arasındaki uyumun geliştirilmesi ve
süreklileştirilmesi olarak tanımlayan Locke, devletin rolünün mümkün olduğunca
sınırlanması gerektiğini belirterek, sivil toplumu siyasal toplumun alternatifi olarak
gördüğünü gösterir (Tosun, 2001, ss. 32-33).
Locke ve Montesquieu sivil toplumu, devlete zıt bir toplum olarak algılandığı
anlayışın temellerini atsa da, bu yeni kavram, devlet-toplum ayrımını tam olarak
kendi içinde barındırmaz. Aksine, çelişkili bir şekilde, sivil ve siyasal olarak
toplumun devletle birlikte tanımlandığı geleneksel biçimi ile birarada bulunur. “Bir
başka ifadeyle devlet ile toplumun keskin bir ayrımından çok, yumuşak bir
birlikteliği söz konusudur” (Tosun, 2001, ss. 33-34).
John Keane, devletin meşruluğunun sınırlarını belirlemeye çalışan liberal
anlayışın beş farklı versiyonu olduğundan bahseder. Bodin, Hobbes, Spinoza ve
diğerlerince temsil edilin birinci versiyon, devleti, doğal durumun radikal
olumsuzlaması olarak düşünür. Devlet-öncesi dönemi ifade eden doğal durum, çoğu
kez, oldukça istikrarsız, sosyal olmayan, doğal bir savaşın olduğu durumu ifade eder.
Bu anlamda devlet, bu savaş durumuna, asosyal duruma bir son verme, bu durumu
ortadan kaldırma anlamına gelmektedir. Daha doğrusu devlet meşruluğunu bu
rolünden almaktadır. Sonuçta ortaya çıkan yeni durum sivil toplumdur ve bu durum
devletle eşdeğer görülür. Pufendorf, Locke, Kant, Fizyoratlar, Adam Ferguson ve
diğer Đskoç Aydınlanma düşünürlerin oluşturduğu ikinci versiyona göre, toplum
doğaldır. Bu doğal durum devlet tarafından korunmalı ve düzenlenmelidir. Devletin
rolü ve işlevi doğal durumun yerine geçmekten ziyade, tam tersine, toplumun
özgürlüğünü ve eşitli ğini tamamlamaktır. Bu ikinci versiyonda sivil toplum ve devlet
ayrımı bulanıklaşır. Tom Paine’in Burke’ün Reflection on the Revulation in France
(Fransa’da Devrim Üstüne Düşünceler) adlı kitabına verdiği yanıtta, üçüncü
versiyonu belirginleştirir. Sivil toplum devlete karşı bir kavram olarak ilk kez burada
belirginleşir. Bu versiyonda devlet zorunlu bir şekilde kötü olarak ve doğal toplum
7
da zorunlu olarak iyi kabul edilir. Devlet sadece, toplumun genel yararı için verilen
iktidar vekaletidir. Sivil toplum kusursuz, kendi işlerini kendisi yapan, devlete daha
az gereksinim duyan bir toplum olarak tanımlanır. Hegel’in temsil ettiği dördüncü
versiyona göre devletin görevi toplumu korumak ve aşmaktır. Devlet, tarihsel olarak
kurulmuş, doğal özgürlüğün aksine, ekonomiyi, toplumsal çıkar gruplarını ve medeni
hukuk ve refahı yürütmekle sorumlu kurumları kapsayan, etik kurallara dayalı bir
yaşam düzenidir. “Devlet, ne sürekli savaş halindeki toplumun sürekli
olumsuzlanmasıdır ... ve ne de toplumu tamamlayan bir araçtır”. Sivil toplum ideal
devlete ulaşmada, tarihsel koşullar sonucu oluşan bir ara duraktır. Sivil toplum, onun
bağımsızlığını koruyan ve öğelerini bir arada tutan, üst bir birliğe yönelten devlete
ihtiyaç duyar. John Stuart Miil ve Tocqueville’nin temsil ettiği beşinci versiyona
göre ise, sivil toplum, devlete doğrudan bağımlı olmayan, özörgütlü ve yasalarla
güvence altına alınmış alanı ifade etmektedir. Bu düşünürlere göre, demokratikleşme
ile güçlenen eşitlik anlayışının, devletin iktidar aygıtını kotüye kullanarak yurttaşları
özgürlükten yoksun bırakmasının nasıl önleneceği en temel tartışma konusudur
(1994, ss. 61-62).
18. yüzyıl düşünürleri, sivil toplumun üyelerinin, devletin de yurttaşları
olduğundan, devletin koymuş olduğu yasalara uymak zorunda olduğunu belirtmiştir.
Sivil toplumla devleti aynı kavram olarak tanımlamasalar da, tam anlamıyla bir
devlet toplum ayrımından da bahsedilmez (Tosun, 2001, s. 36). 18. yüzyıl filozofları
sivil toplumu özel olarak devlete karşı bir önlem olarak düşünmemiştir. Bundan
ziyade, mutlakiyetçi devletin iktidarını dengeleyecek bir alan olarak ele almışlardır.
19. yüzyılla birlikte devlet toplum ayrımından daha açık bir şekilde bahsedilecektir
(Doğan, 2002, s. 41).
1.2. Hegel ve Sivil Toplum
18. yüzyılda sivil toplum kavramında bir kırılma görülür. Barışçı düzenin ve
iyi yönetimin koşulu olan devlet ile aynı anlamda kullanılan sivil toplum kavramını
ilk olarak Hegel ve Marx doğrudan eleştirmiştir. Hegel, sivil toplumu, toplumun aile
ve devlet arasındaki parçası olarak görür ve bu anlamda devletten ayırmaya çalışır.
Hegel, sivil toplum kavramını geleneksel tanımından farklı tanımlayan ilk kişi olarak
kabul edilir (Tosun, 2001, s. 37). Hegel’e göre sivil toplum, ekonomik faaliyetlerin
icra edildiği alandır. Sivil toplumda herkes kendi gereksinimlerini karşılamak için
8
çaba sarf eder. Bununla birlikte bireyler karşılıklı birbirine gereksinim de duyarlar.
Sivil toplumda ekomomik işler bireysel kar amaçlıdır ve çıkar kendi başına amaçtır.
Bundan dolayı Hegel sivil topluma olumlu bir anlam atfetmez.
Hegel sivil toplumu ekonomik faaliyetlerin icra edildiği bir alan olarak
görmektedir. Sivil toplumda herkes kendi gereksinimlerini karşılamak için çaba
harcar. Bu aşamada bireyler birbirlerinin çalışmasına karşılıklı olarak gereksinim
duyarlar. Karşılıklı bir muhtaç olma durumu söz konusudur. Burjuva (sivil) toplumda
ekonomik ilişkiler salt kar amaçlıdır. Hegel, sivil toplumu burjuva toplumu
anlamında kullanır ve “karşılıklı bağımlılığa dayalı ekonomik gereksinimler sistemi”
olarak tanımlar. Çıkar elde etmenin kendi başına hedef olduğu sivil topluma, Hegel
olumsuz bir mana yükler (Doğan, 2002, ss. 116-117). Hegel’e göre sivil toplum,
ticari sektörü oluşturan pazardır. Pazarın sağlıklı şekilde işlemesi için var olan
kurumlar da sivil toplum kapsamına girer (Tosun, 2001, s. 37).
Hegel sivil toplumu, “özel ve politik olmayan bir alan” olarak ele almaktadır.
Buradan Hegel’in sivil toplumu siyasal toplumdan ayrı düşündüğü görülmektedir
(Doğan, 2002, s. 117). Hegel, devleti, “evrensel akıl” olarak betimleyerek, devleti,
burjuva toplumunun ulaşması gereken mutlak amaç olarak tanımlar. Hegel, devlete
kutsallık atfederek, onu, her türlü düzenlemeyi yapmaya hakkı ve gücü olan, mutlak
egemen, yüce bir amaç olarak tanımlar (Doğan, 2002, ss. 139, 146). Aile ve sivil
toplum, Hegel için, mükemmel devlete ulaşmak için tarihsel koşulların doğurduğu
zorunlu, ama aşılması gereken bir aşamadır. Hegel’e göre devlet bir araç değil, kendi
başına amaçtır (Doğan, 2002, ss. 1139, 143, 146, 149). Düşünüre göre devlet;
“evrensellik, rasyonellik ve nesnellik açısından işbirliğini sağlayan, herkes için uygar
bir yaşamı mümkün kılan tek sosyal varlık iken, sivil topum, bireysel çıkar ve
isteklerin, ihtiyaçların ilan edildiği alandır” (Tosun, 2001, ss. 38-39). Hegel’e göre,
sivil toplum-devlet ayrılığı ortadan kaldırılması gereken bir ayrımdır. Devletin,
kurumları ve memurlarıyla, sivil toplumu denetim altına alması gerekir (Doğan,
2002, ss. 150-151).
Hegel sivil toplumu “burjuva toplumu” kavramı ile ifade eder. Düşünüre
göre, sivil toplum “bir yandan bireysel, özel çıkarların, bencil arzuların ve
ihtiyaçların savaş arenası konumunu sürdürürken, diğer yandan ekonominin
gelişmesinin koşulu olan çelişkileri de içinde barındırır”. Bu bağlamda Hegel,
devlete dengeleyici rol verir. Hegel’e göre sivil toplumu düzenleyecek bir aygıta
9
ihtiyaç vardır ve bu aygıt devlettir. Hegel’in sivil toplum tanımında mülkiyet
sahipliği belirleyici bir faktördür. Sivil toplum mülkiyet sahipliğinin olduğu
toplumdur. Hegel’in bu kullanımı kendisinden sonraki sivil toplum tartışmalarını
ciddi şekilde etkilemiştir (Tosun, 2001, ss. 39-40).
1.3. Marks ve Sivil Toplum
Marks, kendinden önceki yazarların eleştirisini yaparak sivil toplum
kavramını tanımlar. Marks’a göre sivil toplum burjuva sınıfının ve sermayenin
doğuşunu sağlayan, burjuvazinin, ortaçağın sonlarında geliştirdiği toplumsal
hareketidir. Marks, sivil toplumun doğuşunda kentleşmenin önemine dikkat çekerek,
sivil toplumu, kapitalist toplum manasında kullanıp, bu konuda Hegel’ci görüşe
katılır. Marks’a göre sivil toplum medeniyet toplumundan ziyade, üretim araçlarını
elinde bulunduranların, mülksüzlere zorla dayattığı bir kavramdır. Toplumun
mülkiyet sahibi sınıflar ve mülksüzler sınıfı olarak bölünmesi sivil toplumun en
önemli özelliğidir. Marksist literatürde sivil toplum devlete karşı bir kavram olarak
kullanılmaktan ziyade, geleceğin devletsiz ya da az devletli toplumuna karşılık gelen
bir kavramdır (Tosun, 2001, ss. 41-43). Marks sivil toplumu, burjuvazinin kendi
imgesinin taklidi bir dünya yarattığı ekonomik biçim olarak değerlendirir (Keane,
1994, s. 91).
Marksist düşünceye göre, toplum yaşamını ve insanların yaşam biçimlerini,
tarihsel süreç içerisinde şekillenen somut ekomik sistem belirler. Bu anlamda
toplum, bu ekonimik sistemin belirlediği insan ilişkilerinin tümünü ifade eder.
Marksist paradigma, özgürlüğün tarihsel koşullar ve içinde yer alınan üretim ilişkileri
tarafından belirlendiğini söyler. Çeşitli aşamalardan ve süreçlerden sonra şekillenen
ekomik sistem, üretim araçlarını elinde tutan mülkiyet sahibi sınıf ile mülkiyetsizler
sınıfından oluşan sınıflı bir toplum yaratmıştır ve devlet bu sınıflı toplumun ürünüdür
(Doğan, 2002, s. 168). Yani Hegel’ci anlayışın belirttiği gibi devlet, sivil toplumdaki
çatışmaları ortadan kaldıracak, genel çıkarı hakim kılacak üstün bir güç olmadığı
gibi, “Akıl”ı gerçekleştirecek bir kurum da değildir (Tosun, 2001, s. 41).
Marks sivil toplumu tanımlarken, bir çok konuda olduğu gibi, altyapı-üstyapı
teorisinden faydalanır. Altyapı maddi üretim ilişkilerinin gerçekleştiği alandır.
Marks’ın alt yapı-üst yapı tezi alt yapının üst yapıyı belirlediği ön kabülüne dayanır.
Buna göre ekonomik alanda cereyan eden ilişkiler üst yapıyı biçimlendirir. Üst
10
yapıyı oluşturan hukuksal, dinsel, politik kurumların ortaya çıkışını ve biçimlenişini
bu ekonomik üretimin cereyan ettiği alandaki ilişkiler belirler. Marks da Hegel gibi
sivil toplumu, ekonomik ilişkilerin cereyan ettiği alan-altyapı alanı olarak tanımlar.
Bununla birlikte filozof, sivil toplumu tek bir anlamda kullanmamıştır. Marks’ın
kavramı, üç ayrı anlamda kullandığı görülür. Birincisi, “tarihsel anlamda özel bir
içerik yüklemeksizin yaşadığı döneme kadar üretim güçleri ve üretim ilişkileri
bağlamında toplumsal alt yapı anlamında sivil toplum”, ikincisi “eski toplumlardan
farklı olarak gelişen modern kapitalist üretim tarzı anlamında sivil toplum” ve son
olarak “kapitalist üretim tarzı ve buna göre biçimlenen burjuva siyasal devletinin
egemen olduğu ortamda sivil toplum (burjuva toplumu)” (Doğan, 2002, ss. 165,
167).
Marks’a göre sivil toplum, tarihsel gelişmeler sonucu ulaşılmış bir toplumsal
aşamadır. Her toplumsal şekilleniş belirli bir üretim biçiminin karşılığıdır. Sivil
toplum, feodal üretim ilişkilerinin aşılması sonucu doğmuştur. Bu anlamda Marks
sivil toplumu, 18. yüzyılda burjuva sınıfının oluşturuğu bir maddi üretim ilişkileri
organizasyonu olarak tanımlar. Ticaret ve sanayi alanındaki üretim ilişkilerinde özel
mülkiyetin egemen olması, bu toplumsal aşamanın en temel özelliğidir (Doğan,
2002, s. 170). Görüldüğü gibi Marks da Hegel gibi özel mülkiyeti sivil toplumun en
temel özelliği olarak ele alır.
Marks devleti Hegel’den farklı yorumlar ve Hegel’in aksine, devlete olumsuz
bir anlam yükler. O’na göre devlet egemen sınıfın hakimiyetini meşrulaştıran, bunu
sağlayan bir kurumdur. Marks çok daha net ifadelerle devleti, “bir sınıfın çıkarını
yineleyen ve geliştiren bir kurum” olarak tanımlar. Bu anlamda devletin, Hegel’in
iddia ettiği gibi, sivil toplumu aşma diye bir amacı olamaz. Tam tersine, sınıflı
toplum olan sivil toplumdaki mevcut ilişkilerin devam etmesini amaçlar. Bundan
dolayı Hegel’in iddia ettiği gibi, devletle beraber sivil toplum ortadan kalkmaz,
aksine kendisini yeniden üreterek süreklileşir. Bu da sömürüye dayalı ilişkilerin
devam etmesi anlamına gelmektedir (Doğan, 2002, s. 172).
Marks altyapı-üstyapı teorisinde alt yapı ile üst yapı arasındaki ilişkiye benzer
şekilde devlet ve sivil toplum arasında bağlantı kurar. Buna göre, “devlet siyasal
düzenin (üstyapının) aktörü iken, sivil toplum üretim süreci ve sosyal sınıfların
(altyapı) aktörü”dür. Yani Marks devletin sivil toplum üstüne oturduğunu ifade
ederek, sivil toplumun devlet aygıtı dışında kalan herşeyi kapsayacak şekilde
11
genişletir. Bu noktada, Hegel’i eleştirerek, sivil toplumu, “şahsi mutluluk, kazanç ve
bireysel statünün korunmasına indirgeyen, devleti de sivil toplumun dışında, ona
şekil veren bir çerçeve olarak gören” anlayışın yanlışlığını savunur (Tosun, 2001, s.
43).
Marks hem Hegelci anlayışı hem de liberal anlayışı eleştirerek, sivil toplum-
devlet çelişkisinin, ne devleti kutsallaştırıp sivil toplumun üstüne koymakla ve ne de
sivil toplumu kendi haline bırakıp devleti ona bagımlı kılmakla çözülemeyeceğini
belirtir. O’na göre çözüm, radikal bir devrimle sınıfların ve devletin ortadan
kalkmasıyla mümkün olacaktır.
1.4. Gramsci ve Sivil Toplum
Gramscigil “sivil toplum” anlayışını kavramak için öncelikle tarihsel blok
kavramının anlaşılması gerekir. Bu da altyapı ve üst yapının birliği anlamına gelir
(Texier, 1982, s. 49). Gramsci, ekonominin, marksist tabirle altyapının, tarihin
akışını, dini, ahlakı ve hukuku belirleyen tek faktör olarak alınmasını doğru kabul
etmez. Gramsci, sadece alt yapının üst yapıyı belirlemediğini, üst yapının da alt
yapıyı etkilediğini belirtir. Alt yapı ile üst yapının karşılıklı etkileşimini “tarihsel
blok” olarak niteleleyen Gramsci, bunun göz ardı edilmemesi gerektiğini belirtir.
O’na göre sadece alt yapı herşeyi belirlemez, belirleyici olan “tarihsel blok”tur
(Doğan, 2002, s. 179).
Gramsci’ye göre devlet, sadece zorlama aygıtı olarak da ifade edebilceğimiz
politik toplumdan oluşmaz. Bununla birlikte hegemonya aygıtı olan sivil toplumu da
kapsar. Devlet zorlama ve hegemonya aygıtları sayesinde tüm toplumu yönetir.
Gramscigil teoriye göre, tam devlet, politik toplum ve sivil toplumun toplamıdır
(Texier, 1982, ss. 49, 72-73). Gramsci’nin devlet sivil toplum ilişkisini, Tosun şöyle
ortaya koyar: “Marksist kuramın izleyicilerinden olan Gramsci’ye göre, sivil toplum
üretim ve ekonomik örgüt içinde değil, fakat devlet içinde bulunur. ... Gramsci’nin
sıkça kullandığı ‘Devlet = Siyasal Toplum + Sivil Toplum’ formülünde bu vurgu
açıktır. ... ‘Devlet = Diktatörlük + Hegemonya’ olup, açıklaması ise; devlet, baskıcı
aygıtları kapsayan siyasal toplum ile hegemonyayı sağlayan sivil toplumun bir
bileşimidir ya da devlet eşittir zor ile pekiştirilmi ş hegemonyadır” (2001, ss. 45-46).
Farklı bir ifade ile devlet, “zorlanmayla zırhlanmış hegemonya”dır (Portelli, 1982, s.
12
33, Doğan, 2002, s. 213). Gramsci burjuva hegemonyasının başlıca aracı olarak da
sivil toplumu görüyordu (Doğan, 2002, s. 190). Gramsci’nin bir ideolojik üst yapı
kompleksi olarak ele aldığı sivil toplum, bir toplumdaki egemen grubun bütün
toplum üzerinde hegemonya kurmasını sağlayan aygıtlar bütünüdür (Portelli, 1982, s.
10-11). Bu bağlamda, Gramsci’nin sivil topluma benzer bir anlam yüklediği
söylenebilir.
Bobbio’ya göre Gramscigil literatürde sivil toplum, karşılıklı olarak maddi
ili şkilerin tümünü değil, ideolojik-kültürel ilişkilerin tümünü; ticari ve sanayi
yaşamın tümünü değil, tinsel ve düşünsel yaşamın tümünü içermektedir (1982, s. 19).
Gramsci, Hapishane defterinde yazdıklarıyla, sivil toplumun yapısal değil, fakat
üstyapısal bir momente ait olduğunu belirtir: “Bu anda yapabileceğimiz, üst yapısal
iki büyük düzeyi ayırmaktır. Bunlardan birisi; “sivil toplum”, yani genellikle “özel”
diye anılan organizmalar bütünü, digeri ise; “siyasal toplum”, ya da “devlet” diye
adlandırılabilir. Bu iki düzey bir yanda yönetici grubun toplumsal yapının tümü
üzerinde uyguladığı, “hegemonya” işlevine, diğer yanda da, devlet ve hukuksal
iktidar yoluyla uygulanan “doğrudan egemenlik” ya da “konuta” işlevine tekabül
eder” (ss. 18-19). Gramsci, sivil toplumun sadece alt yapıya değil, üst yapıya ve hatta
altyapı ile üstyapının kesiştiği bir toplumsal alan olduğu belirterek Marks’tan ayrılır
(Doğan, 2002, s. 180).
Gramsci’de sivil toplum ve politik toplum arasındaki ayrım organik bir ayrım
olmaktan ziyade, metodolojik bir ayrımdır. Gerçekte sivil toplum ile politik toplum
arasında, bir başka ifadeyle onaşmayla zorlama arasında bir bütünlük vardır, bu iki
kavramın birbirinden ayrı olması mümkün değildir (Portelli, 1982, s. 29).
Gramsci’nin politik toplum ve sivil toplum ayrımı yöntembilimsel bir ayrımdır. Bunu
organik bir ayrım olarak ele almak, yanlış analizlere, teorik yanılgılara neden olur
(Texier, 1982, ss. 74). Sivil toplum, belirli üretim ilişkileri temeli üzerinde kurulan
ve yaşayan pratik ve ideolojik toplumsal ilişkiler bütünlüğüdür. “Bir yandan
‘hegemonya aygıtları’, öte yandan ‘zorlama aygıtları’ aracıyla, düzeylere ve
uğraklara göre çeşitli biçide uygulanan üstyapısal etkinliklerin nesnesi, konusu, ve
yeridir öyleyse, sivil toplum” (Texier, 1982, ss. 86-87).
Doğan, Gramsci’nin hegemonyayı, “toplumda egemen durumdaki grupların
diğer toplumsal kesimlere doğrudan egemenliği, diğer toplumsal kesimleri kumanda
13
etmesi” olarak tanımladığını belirtir. Başka bir deyişle hegemeonya “siyasal ve
kültürel önderlik” anlamına gelir. Bu bağlamda, Gramsci hegemonyayı, sadece yeni
bir devlet aygıtı ve sivil toplumu dönüştürme aracı olarak görmez, bununla birlikte,
yeni bir dünya görüşünün toplumda benimsetilmesi ve yaygınlaştırma aracı olarak da
görür. Bu araç parti, devlet, siyasal eğitim gibi kavramları aşan bir anlama sahiptir.
Gramsci’de hegemonya, üst yapı alanını biçimlendiren her türlü aktiviteyi ve kurumu
kapsar (2002, ss. 191, 194).
“Saint Simon’da askeri toplumdan sanayi toplumuna, Marx’da sanayi
toplumundan sosyalist topluma geçiş öngörülürken, Gramsci’de siyasal toplumdan
sivil topluma geçiş öngörülmektedir” (Şehsuvaroğlu, 1997, ss. 237-238). Gramsci,
Marksist öğretide özgün bir ekolü temsil eder. Nihai amaç olan sosyalizme ulaşmak
noktasında herhangi bir ayrılıktan bahsedilemez. Ancak sosyalizme geçişi kanlı bir
devrimle gerçekleştirmekten taraftar değildir. O, sosyalizme geçişin toplumu ikna
etme yoluyla sağlanabileceğini savunmaktadır. Bu, Gramsci’yi farklı kılan en önemli
özelliklerden biridir. Gramsci’ye göre sosyalizme geçiş çeşitli aşamalardan geçerek
olacaktır. Sosyalist aşamadan önceki aşamayı korporatif aşama olarak adlandıran
Gramsci, bu aşamada aydınların ve devletin sosyalist düşünceyi, eğitim, hukuk, parti
gibi araçlarla, toplum arasında yayacağını belirtir. Bu şekilde toplumsal destek
sağlanacaktır. Bundan sonra, toplumun sosyalizmi kabulendiği, sosyalizme olumlu
bakar hale geldiği “arınma” (katarsis) aşamasına geçilir. Sivil toplum arasında
arınma yaygınlaştıkça, kendi kendini üreten ve yöneten bir toplum oluşacaktır. Sivil
toplum aydınlar aracılığıyla ideolojik değişime, dönüşüme uğratılacak, yani sivil
toplum üzerinde egemenlik (hegemonya) kurularak, özgürleşme yaygınlaşacak ve
devlete olan gereksinim ortadan kalkacaktır. Bir başka ifade ile sosyalizm,
sosyalistlerin sivil toplum üzerinde kendi hegemonyalarını kurmaları ile
gerçekleşecektir. Böylece genişleyen sivil toplum içerisinde siyasal toplum eriyecek
ve devletsiz topluma, bir başka ifade ile “düzenlenmiş topluma” ulaşılacaktır
(Doğan, 2002, s. 38, 178, 180, 190, 196).
Buraya kadar sivil toplum kavramının geçirmiş olduğu evrim özetlenirse, üç
ayrı sivil toplum anlayışının var olduğundan söz edilebilir. Bu üç aşama şöyle
sıralanabilir:
1. 18. yüzyıla kadar devam eden bu aşamada, sivil toplum ve devlet
kavramlarının henüz ayrışmadığı görülür. Aydınlanma felsefesi,
14
burjuvazinin doğuşunu hazırlayan ekonomik gelişmeler ve bu perspektifte
oluşan siyaset anlayışı devlet sivil toplum ayrışmasını hazırlayan faktörler
olarak değerlendirilebilir.
2. Đkinci aşama devlet ve sivil toplum kavramının ayrışmaya başlandığı
görülür. Ancak devlet ve sivil toplumun sistematik bir ayrılmasından söz
edilemez. 1789 Fransız devrimi ideolojisiyle, devlet ile sivil toplumun
zihinsel anlamda kopuşundan bahsedilebilir. Serbest Pazar ekonomisi
anlayışı ile ekonomik faaliyetler devletten ayrı düşünülmeye, toplum,
özgürlükleri devletten ayrı bir alan olarak tanımlamaya başlamıştır. Kant
felsefik anlamda bu kopuşun temellerini atmıştır. Liberal ekonomi
anlayışını benimseyen A. Smith, A. Ferguson gibi düşünce adamları da bu
felsefeyi sahiplenmiştir.
3. Hegel, Karl Marx ve daha sonra Antonio Gramsci, sivil toplumu devletten
ayrı bir alan olarak tanımlayan filozoflardır. Bu üç düşünür de sivil
toplumun nasıl ele geçireleceği ve kontrol altına alınacağı konusunda
düşünceler geliştirmişlerdir. Dolayısıyla, sivil topluma totaliter bir bakış
açısıyla bakıldığı belirtilebilir (Doğan, 2002, s. 224).
1.5. Sivil Toplumun Yeniden Uyanışı
Sivil toplum kavramı yeni bir toplumsal siyasal sistem arayışları sonucu
gelişmişti. Bundan dolayı bu arayışların zayıflamasından olacak, 1960’lı yıllara
kadar bu kavramın batı siyasal literatüründe fazla kullanılmadığını görülmektedir.
Sivil toplum kavramı, özellikle dünya genelinde gelişen 1968 öğrenci hareketleri ile
birlikte yeniden tartışılmaya başlanmıştır. Mevcut siyasal kurumları, normları
kapsamlı eleştirilere tabi tutan bu hareketlerin bağrında daha sonraları feminizm,
çevrecilik, alternatif yaşamcılık, anti nükleer hareket gibi yeni gruplar doğmuştur
(Çaha, 1997, s. 29). Sivil toplum örgütleri, hem ulusal alanda hem de uluslar arası
alanda 1960 sonrası, özellikle 1968 yılında gelişen “yeni toplumsal hareketler” ile
yeniden güçlenme sürecine girmişlerdir (Sancar, 2000, s. 24).
1970’li yıllardan parlementer sistemin temsiliyet krizi yaşamasıyla birlikte
sivil toplum kuruluşları yeni toplumsal aktörler haline gelmeye başladılar.
Parlementer sistemin yaşadığı bu kriz, önceleri yeni toplumsal hareketlere, bu gün de
15
bu hareketlerle birlikte sivil toplum örgütlerine olan ilgiyi artırmıştır. Uluslara arası
alanda bu temsiliyet krizi daha fazladır. Uluslar arası sistemde ulus devletlerdeki gibi
yerleşik kurumların varlığı söz konusu değildir. Bu anlamda bu alanda daha büyük
bir boşluktan sözedilebilir. Bu gelişmeler sivil toplum kuruluşlarının bu boşluğu
doldurabileceği fikrinin gelişmesini sağlamıştır. Özne konusunda yaşanan bu boşluk,
genel olarak toplumsal hareketlerin, özel olarak da sivil toplum örgütlerinin,
üstekilerin yeni dünya düzeni karşısında alttakilerin/güçsüzlerin/tabanın global
demokratik bir alternatifin özneleri olabileceği yönündeki fikirlerin güçlenmesini
sağlamaktadır (Sancar, 2000, ss. 26-28, 32).
Gülgün Erdoğan Tosun, sivil toplum kavramının modern dönemdeki global
yeniden doğuşunun, birbirleriyle yakından ilişkili dört kriz bağlamında açıklanmaya
çalışıldığından bahseder. Bu yükselişe neden olan ilk kriz, sosyalist model olarak
bilinen “otarşik devlet kapitalizmi modeli”nin yaşamış olduğu genel krizdir. Đkinci
kriz ise, “...genel krize bağlı olarak mikro düzeyde Stanilizmin siyasal mirasçılarının
moral ve entelektüel yapısına, makro düzeyde ise siyasal kurumlara ilişkindir. Krizin
ortaya çıkışı, kriz bölgelerinde uzun süredir devam edegelen zorunlu ekonomik
kalkınma üzerine kurulu siyasal ve sosyal sistemlerin minimum düzeyde de olsa
rızaya dayalı egemenliğe izin vermediğinin ortaya konulmasıyla bağlantılıdır”. Batı
Avrupa’da uyanan sosyal demokrat partilerin, kapitalizmin işçi sınıfı üzerindeki aşırı
olumsuz etkilerini azaltmaya dönük projelerinin, dünya genelinde, ekonomik
globalleşemeden dolayı başarısız olması üçüncü kriz olarak belirtilir. Son kriz ise,
devlet temelli stratejilerin aşılmasına parelel olarak, muhalefet anlayışında yaşanan
değişimlerdir (2001, ss. 52-53).
Keane de Avrupa kaynaklı, bugünkü modern sivil toplum kavramını etkileyen
üç yeni gelişmeye dikkat çeker. Bunlardan birincisi, kapitalist ekonominin yaşamış
olduğu yeniden canlanmadır. Đkincisi, Keynesçi refah devlet anlayışa ilişkin yapılan
sorunlu siayasal tartışmalardır. Keynesçi iç politikanın, toplumdaki dayanışmayı
bozduğu, bürokrasi, profesyonellik ve uzmanlığa toplumun şüpheyle bakmasına
neden olduğu yönündeki eleştirilerdir. Mevcut sistemi eleştiren ve yeniden
tanımlamaya çalışan toplumsal hareketelerin yükselişi ise üçüncü yeni gelişmedir
(Tosun, 2001, ss. 53-54).
16
Bugün var olan bir çok sivil toplum örgütü (NGO) “yeni toplumsal
hareketlerin” doğrudan mirasçısı sayılırlar. Yine sivil toplum örgütlerinin bir
kısmının, bu toplumsal hareketlerin profesyonelleşmiş kesimi olduğunu da
savunulur. 1980’lı yılların ortalarından itibaren ve özellikle 90 sonrası yoğunlaşan
“globalleşme” sürecinin sivil toplum örgütlerinin gelişmesinde önemli bir etkisi
olmuştur. Sivil toplum örgütleri ile globalleşme arasında karşılıklı bir etkileşim,
diyalektik bir ilişki vardır. Ulaşım ve iletişim teknolojsindeki gelişmeler de
NGO’ların etkinliğin ve yaygınlığının artmasına önemli bir katkı sağlamıştır.
(Sancar, 2000, ss. 24-25). Temsili demokrasinin karşı karşıya kaldığı meşruluk krizi
ve sosyal refah devletinin karşı karşıya bulunduğu kriz, sivil toplum örgütlerine olan
ilginin artmasını önemi ölçüde sağlamıştır. Günümüz gelişmiş toplumları açısından
temsili demokrasinin artık yeterli gelmediği görülmektedir. “Medya ve iletişim,
haberleşme alanındaki yeni gelişmeler ile varılan noktada birkaç yılda bir oy
vermenin siyasal katılım açısından yetersiz görülmesine neden olmaktadır”. Yaşanan
tüm bu gelişmeler, sivil topolum kuruluşlarının, siyaseti bir kaç yılda bir katılımdan
öteye, sürekli etkilemenin araçları haline gelmelerini sağlamıştır (Doğan, 2002, ss.
243, 255).
Sivil toplum kavramı, Sosyalist Blok’un yıkılmasından sonra tüm dünyada
yeniden tartışılmaya başlandı (Çaha, 1997, s. 28). “Komünizmin dağılması, yoksul
ülkelerde demokrasinin yayılması, teknolojik değişim ve ekonomik entegrasyon,
kısacası küreselleşme, hükümet dışı kuruluşların yeşermesi için bereketli bir toprak
yarattı. Küreselleşmenin kendisi bir çok konu hakkında endişeleri daha da artırdı:
çevre, işçi hakları, insan hakları, tüketici hakları vs. Demokratikleşme ve teknolojik
ilerleme, yurttaşların hoşnutsuzluklarını dile getirmek üzere biraraya gelme
biçimlerinde de bir devrim yarattı” (Brecher, Costello & Smith, 2002, s. 117).
Batı toplumlarının modern tarihinde, siyasal yaşamın temel aktörü bireydir.
Bu hem teorik açıdan hem de pratik açıdan böyledir. 1980 sonrasında ise bireyden
ziyade grupların siyasal aktörler haline geldiğini görmekteyiz. Bu dönemle birlikte
temel insan hakları da artık grup hakları olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Nitekim
uluslar arası sözleşmelerde çocuk hakları, kadın hakları, yaşlı hakları, özürlü hakları
gibi düzenlemeler yapılmıştır. Grup eksenli yeni politik eğilimler mikro
milliyetçili ğin gelişmesine neden olmuş, bu da ulus-devlet anlayışında ciddi gedikler
yaratmıştır. Nitekim demokrasiye geçişle birlikte mikro ölçekli grupların kimlik ve
17
kültürel hakları daha fazla zikredilir olmuştur. Bu grupların duğuşu ve yükselişi
“grup eksenli” yeni bir politik anlayışın da doğmasına neden olmuştur. Grup eksenli
politik yaklaşımlar özellikle 1980 sonrası Sosyalist Blok’un yıkılmasıyla birlikte
gittikçe yaygınlık kazanmıştır. Grup eksenli bu yeni politik yaklaşım, sistemi bir
bütünen değiştirmekten ziyade, sistem içerisinde daha fazla özgürlük, daha fazla
katılım, daha fazla hak gibi temalar işlemiştir (Çaha, 1997, ss. 29-30).
Günümüzde sivil toplum örgütlerine sosyal devlete alternatif olmak olarak
ifade edebilebilecek bir rol biçilmektedir. Bu bağlamda devletin yapması gereken
birçok sorumluluk sivil toplum örgütlerine devredilerek özelleştirme politikalarının
önü açılmaya çalışılmaktadır. Örneğin başta Dünya Bankası olmak üzere bir çok
uluslar arası kuruluş, ABD ve Avrupa ülkeleri “kalkınma/gelişme yardımı” adı
altındaki ödeneklerini NGO’lar aracılığıyla dağıtmayı tercih etmektedir. Böylece
meşruluk krizine çare bulunmaya ve dünya neoliberal ideolojinin gereklerine göre
yeniden biçimlendirilmeye çalışılmaktadır. Tabi NGO’lara biçilen bu misyonlar tüm
NGO’ların “yeni dünya düzeni”nin piyonları olduğu anlamına da gelmiyor (Sancar,
2000, ss. 29-30).
Hem ulusal çapta hem uluslar arası çapta yoğunlaşan sivil toplum tartışmaları
özü itibariyle demokratikleşme tartışmalarını ifade ediyor. Bununla birlikte, 2.
Dünya savaşından 10-15 yıl öncesine kadar sayıları hızla artan “hükümet dışı
kuruluşların” (non-governmental organization – NGO) devletlerin ve devletlerarası
sistemin “tekel”ini kırmak bir yana bu yapıların sorgulanmasında dahi etkileri
olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu durum 90’lı yılların başından itibaren
değişmiş, bir yandan bu örgütlerin sayısı ve yaygınlığı çok önemli oranda artmış ve
bu örgütlerin rolleri, işlevleri ve misyonları ile iligili yoğun bir tartışma başlamıştır.
Haftalık Alman gazetesi Die Zeit’ın 25.8.1995 tarihli sayısının “hükümet dışı
örgütlere” tahsis edilen dosyasının başlığı “Yeni Enternasyonal” şeklindeydi. Yine
bazılarına göre çağımız tam anlamıyla “hükümet dışı örgütler çağı”dır (Sancar, 2000,
s. 19).
Buğün, NGO’ların, mevcut elverişli koşullardan faydalanarak hem ideolojik
hem de kurumsal açıdan güçlenen, motoru çok-uluslu şirketler olan, “sermayenin
enternasyonali” olarak da ifade edebileceğimiz uluslara arası sistem karşısında,
alternatif bir güç olabileceğini iddia etmek, gerçekleri aşırı zorlamak, aşırı iyimser
olmak demektir. Bununla birlikte ulus-devleti “muhalefet öznesi” olarak öne çıkaran
18
“milliyetçi” ya da “ulusal sol söylemler” de gerçeklikten uzaktır ve bu söylemler
mevcut uluslar arası sistemden daha demokratik ya da daha özgürlükçü bir proje
olarak da değerlendirilemezler (Sancar, 2000, ss. 31-32 ).
Sivil toplumun bugün kazanmış olduğu anlam buyük ölçüde Hegel’in sivil
toplum anlayışına dayanmaktadır. Bugünkü sivil toplum kavramının, Hegel’in sivil
toplum kavramıyla 1960 sonrası gelişen refah devlet, sosyal devletin anlayışının
sentezi olduğu belirtilebilir (Çaha, 1997, s. 28-29). Sivil toplumla ilgili bir çok
tartışma olmakla birlikte, bugünkü sivil toplum tartışmalarında üç ana yaklaşımdan
bahsedilebilinir. Bunlardan birincisi olan liberal yaklaşım, “vatandaşları, hak ve
ödevleri açısından tanımlanan ekonomik ve rasyonel unsurlar olarak görür”.
Yurttaşlar çıkar grupları olarak kendi kendilerini düzenlerler. Devleti ise bu
düzenlemelere müdahale etmeyen, evrensel olarak geçerli bireysel hakları güvence
altına alan, düzenleyici bir araç olarak algılanır. Sivil toplumun gelişimi bir anlamda
bireysel hakların hayata geçirilmesi ile mümkün olacaktır. Bir başka deyişle, sivil
toplum ile bireysel hakların parelel bir gelişim seyri içinde olduğu vurgulanır.
Toplumcu teoriye göre ise, vatandaşların, kendilerinin belirledikleri değerler
esasında kurulmuş olan bir toplumun üyeleri olduğunu ifade edilir. Bireyler kendi
işlevlerini yaparken, bireyle-devlet arasındaki ilişkiler sistemini dikkate almalı,
davranışlarını toplumsal hedeflerle birlikte ele almalıdır. Demokratik yaklaşıma göre
ise, sivil toplum ile sadece demokratik tartışmalar yürütülmemekte, bununla birlikte
çeşitli normlar yaratılarak, toplumda bir siyasi bilinçlilik yaratılmaktadır. Bu
anlamda, ortak değerler yaratılmakta, bilgilendirme süreci bir katılım sürecine
dönüşmektedir (“Sivil”, 2001, s. 3).
1.6. Modern Çağda Sivil Toplumun Tanımı
Sivil toplumla ilgili çok farklı, çelişkili tanımlar yapılmaktadır. Bununla
birlikte, sivil toplumun bazı ana özelliklikleri noktasında çok geniş bir konsenssüs de
olduğu belirtilmelidir. Sivil toplum kavramının tanımlamanın zorluğuna dikkat
çekmek için genelde “duvara fırlatılmış puding” benzetmesi yapılır. Türkçe tabirle
“nereye çekersen oraya gider” sözünü andıran bu tanımlama, sivil toplum
kavramının, tanımı üzerinde anlaşılması güç, çok farklı ve çelişkili tanımlamaları
barındıran bir kavram olduğunu gösteriyor (Doğan, 2002, s. 264).
19
Batı politika teorisyenleri toplumu üç alana ayırır; devlet, özel teşebbüs ve
sivil toplum. Bu ayrım mecazi bir deyim olan şu sözü hatırlatıyor; “yönetim
(governmental) gücünü elinde bulunduran prens, ekonomik gücü elinde bulunduran
tüccar, halkın gücünü temsil eden yurttaş” (Atack, 1999). Sivil toplum kavramının
literatürde burjuva toplumu kavramı karşılığı olarak geçtiğini belirten Doğan, bu
kavramın, ekonomik ve sosyal açıdan bir çok toplumsal öznenin rol oynadığı, devlete
karşı özerk ama onunla çoğu zaman iç içe olan toplumsal alan olarak anlaşıldığını
belirtmektedir (Doğan, 2002, ss. 2-3). Habermas sivil toplumu, “toplumsal alanda var
olan sorunları devlet dışı alanda çözme amacı güden ya da bu sorunları siyasal
sisteme yansıtmak amacı güden az ya da çok kendiliğinden ortaya çıkan gönüllü
kuruluşlar, kurumlar ve sosyal akımlar” olarak ifade etmektedir (Doğan, 2002, s.
244).
Sivil toplum kavramı askeri toplum kavramının karşıtı değildir (Yılmaz, A.,
1997, s. 86). Sivil toplum kavramsallaştırması, toplumların medenileşme
(civilization), sivilleşme süreci sonrasında vardığı noktayı ifade eder. Bu bağlamda,
Tosun, Shils’in sivil toplumu, toplum üyelerinin birbirine karşı davranışlarında
medeniliğin varolduğu toplum olarak belirtiğini yazar. Buradaki medenilik anlayışı
bireyler arası, bireylerle devlet arasındaki ve bireylerin topluma karşı davranışlarını,
topluluk ilişkilerini, topluluklar arası ilişkileri ve toplum-birey-devlet ilişkilerini
düzenler (2001, ss. 54-55).
Doğan, White’ın sivil toplumu, “...devlet ile –devletten ayrı, devletle ilişkide
özerkliğe sahip olan ve toplumun üyeleri tarafından kendi çıkarlarını ya da
değerlerini korumak ya da yaymak için gönüllü olarak kurulan örgütlenmelerin
oluşturduğu- aile arasında ara bir birliktelik alanı” olarak tanımladığını belirtir.
(Doğan, 2002, s. 264)
Harbeson ve Gallner’e göre sivil toplum, “...devlet toplum ilişkilerinin
karşılıklı bağımlılığını ifade eden analitik bir kavramdır. Bu analitik yaklaşım, devlet
açısından bakıldığında, devletin toplumdan ayrı olduğunu ima eder ve onun
özerkliğinin niteliğini, derecesini ve sonuçlarını inceler. ... Toplum açısından
bakıldığında ise kendine özgü gelişme dinamiği veya ilkesi, yerleşik karar alma ve
ihtilaf çözme yöntemleri anlamında kurumlaşmış yapıları bulunan, devletten
bağımsız bir toplumsal alanın var olma imkanıdır” (Doğan, 2002, s. 266).
20
Sarıbay’a göre sivil toplum, dört aşamalı bir geçiş sürecini ifade eder. Đlk
aşama, devletin üyesi olma, yani devletin bir parçası olma döneminden kurtulma
dönemidir. Đkinci aşama toplumun içinde bulunan farklı grupların, toplumsal
kimliklerin, kendilerini devlete karşı savunmalarının meşruluk kazanma sürecidir.
Üçüncü aşama, sivil toplum içinde bulunan özgürlüğün çatışmaların kaynağı,
devletin ise bu çatışmaları önleyici, düzenleyici bir güç olarak algılandığı süreci
ifade eder. Son aşama sivil toplumdaki özgürlük anlayışına karşı devletin müdahale
ederek sivil toplumu boğacağından korkulduğu aşamadır (Azaklı, 1997, s. 224).
Toplumda zamanla, sorunlar birikebilir ve bu bir değişim sürecini başlatabilir. Bu
sorunlardan etkilenen gruplar; cemaatler, uluslar, sınıflar, ırksal, etnik, din ve siyasi
oluşumlar, zaman içerisinde mevcut statükoyu sorgulamaya ya da redetmeye
başlayabilir. Đnsanlar, başkalarının da aynı sorunları yaşadıklarını, rahatsız
olduklarını, çözüm üretme eğilimi taşıdıklarını farkettiği an, bu arayışlar toplumsal
bir süreçe dönüşür. Bununla birlikte insanlar, kendilerini başkalarıyla
özdeşleştirmeye ve onlarla ilişkilenmeye başlarlar. Đnsanlar tek başlarına yapmayı
bile hayal edemedikleri etkinlikleri, başkaları ile birlikte kolaylıkla
gerçekleştirebileceklerini farkederler. Bu aynı zamanda, bireysel çıkarlarla, kolektif
çıkarın birleşme sürecidir. Bu süreç bireylerde meydana geldiği gibi, gruplarda,
örgütlerde, faklı kesimlerde de meydana gelebilir (Brecher, Costello & Smith, 2002,
ss. 42-43).
Sivil toplum, devletin toplum üzerindeki kontrolünü sınırlandıran, farklı
eksenlere göre örgütlenen kesimlerin birlikte yaşayabileceği çoğulcu yapıya sahip bir
sistem talebidir. Sivil toplum aynı zamanda siyasetin en temel sorunlarından biri olan
devlet toplum arasındaki temsiliyet sorununu, devleti bir anlamda devreden
çıkararak, daha doğrusu sınırlandırarak, farklı eksende örgütlenen grupların inisiyatif
kazanmasını sağlayarak ortadan kaldırmanın düşüncesidir. (Bostancı, 1997, s. 185).
Sivil toplum, bir başka deyişle, tam demokratik toplum, batı toplumlarında bazı
siyasi düşüncelerin hedefi olan devletin sonu ütopyasıdır. “Düzenlenmiş toplum”
olarak da ifade edilen devletin sonu kavramı, devletin ortadan kalkması anlamında
kullanılmamaktadır. Bundan ziyade “etik devlet” varlığına dayanmaktadır
(Şehsuvaroğlu, 1997, s. 237).
Yılmaz’a göre, üç tür sivil toplum kuramından bahsedilebilir. Bunlar; çoğulcu
sivil toplum, asgari devletçi sivil toplum ve katılımcı sivil toplum kuramıdır.
21
Çoğulcu sivil toplum kuramı, “...devletten ayrı bir toplum alanının varlığını tanırken
devletin asgariye indirilmesi yerine sivil toplumun kurumsal yapıyı etkileyerek
devlet faaliyetlerini yönlendirmesi...” gerektiğini savunur. Asgari devletçi sivil
toplum kuramı, devletin toplumsal yaşamın doğal ve kendiliğinden düzenini yani
sivil toplumu engellememesi, sadece bu düzenin işleyişini sağlaması gerektiğini, yine
hükümetin toplumu biçimlendirme ve bireylerin davranışlarına karar verme
konumunda olmaması gerektiği anlayışına dayanır. Son olarak, katılımcı sivil toplum
kuramı ise, katılımcı demokrasi düşüncesinden doğan, devlet ile sivil toplumun
içiçeliğine dayanan, devlete ve devletin toplum üzerindeki yetkisine karşı olmaktan
ziyade devleti demokratikleştirme ve yurttaşların siyasal faaliyetlere katılımını
artırmayı hedefleyen bir kuramdır (1997, s. 90).
Toplum yararına çalışan, demokrasinin gelişmesine katkıda bulunan, kar
amacı gütmeyen devlet dışı kuruluşlar olarak tanımlanan sivil toplum kuruluşları,
sivil topluma ilişkin bir tanımlamada başvurulması zorunlu kavramlardan biridir.
Sivil toplum kuruluşları, bireysel amaçlardan ziyade, ortak amacın gerçekleşmesini
hedefleyen, yatay ilişkilerin esas alındığı alanlardır. Baskı grupları olarak da bilinen
bu örgütler demokratik çoğulcu bir toplumun temel bileşenleridir. Doğrudan devlet
tarafından düzenlenmeyen, kendi dinamiğini oluşturan toplumsal ilişkiler alanı
olarak ele alınan sivil toplum, demokratikleşme, insan hakları, siyasal, toplumsal ve
kültürel çoğulculuk, yönetime ve karar alma sürecine katılım, iktidar paylaşımı gibi
kavramları içerecek biçimde kullanılmaktadır. Bu bağlamda, yaşamın her alanına
damgasını burmaya başlayan özerk, gönüllü toplumsal örgütlenmeler olarak sivil
toplum kuruluşları da, toplumsal sistemde yerlerini almaktadırlar (Doğan, 2002, ss.
237-240, 266).
Sosyal fayda gayesiyle oluşturulan ve Sivil Toplum Kuruluşu olarak
adlandırılan örgütlenmeler özellikle son 20 yıla damgasını vurmuştur. Devlet ve
ekonomi dışı bu gönüllü organizasyonlar, dini grupları ve cemaatleri, kültür
derneklerini, spor ve hobi klüplerini, vatandaş formlarını, yurttaş inisiyatiflerini,
mesleki birlikleri, siyasi partileri, sendikaları, alternatif kurumlar ve devlet ve
ekonomi dışı birlikleri kapsamaktadır(Çarıkçı & Acar, 2002, s. 17; Çetin). Bununla
birlikte sivil toplum ‘kanarya sevenler derneği’ olmayıp, yurttaşlık ve toplumsal
bilincine sahip kişilerin biraraya gelerek kurdukları dernek ve vakıflardan teşekkül
eder (Bali, 2000, s. 33).
22
Tosun, sivil toplumun, “belli amaçları gerçekleştirmek üzere, bir araya
gelmiş, örgütlü bireylerin oluşturdukları çeşitli türden sosyal hareketlerin genel bir
adı olarak” kullanıldığını belirtiyor. Sivil toplumu her yönüyle kapsayabilecek bir
tanımlama yapmak mümkün olmamakla birilikte çoğu zaman devlet tarafından
kontrol edilmeyen haneler, kitle iletişim araçları, piyasa, gönüllü kuruluşlar ve sosyal
hareketler gibi toplumsal ilişkiler alanına gönderme yapılarak, sivil toplum
tanımlanmaya çalışılır (Tosun, 2001, ss. 56-57). Yine sivil toplum, “...devlet dışı ve
merkezi devlet organlarınca yönlendirilmeyen, siyasi partiler, sendikalarında içinde
yer aldığı özerk kurumların hareket alanı” olarak da tanımlanabilir (Doğan, 2002, s.
266).
Siyasetten uzak konularda faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri olabileceği
gibi, grup çıkarlarını siyasal alanda koruma amaçlı, gönüllü olarak bir araya gelmiş
sivil toplum kuruluşları da olabilir. Baskı grubu olaral adlandırılan bu örgütler, kamu
yararı dengesini kurmaya, siyasal iktidarı demokratik siyasal mekanizmaları
etkilemeye çalışırlar (Doğan, 2002, ss. 248-249). Bu örgütler, “demokrasilerin sosyal
sigortası” olarak da tanımlanabilir. Kar amacı gütmeyen bu sivil toplum örgütleri,
kamu sektörünün yetersiz kaldığı alanlarda topluma hizmet götürmek amacıyla ortak
hedefe yönelmiş insanlar tarafından kurulmuştur. Bu kuruluşların faaliyet
yürüttükleri alan üçüncü sektör olarak tanımlanmaktadır (Tarhan).
Kamusal alan kavramı sivil toplum tartışmalarında başvurulan temel
kavramlardan biridir. Modern toplumlarda siyasal, kültürel ve ekonomik yaşamın
aile içinden çıkarak sosyal alana, yani kamusal alana kaydığı görülmektedir.
Günümüzde kamusal alan, özel şahısların toplumun tümünü ilgilendiren konuların,
toplumsal çıkarların tartışma alanı olarak anlaşılmakatadır. Yani kamusal olan
kamuya açık ve toplumun tümünü ilgilendiren olandır. Bu bağlamda toplumun
tümüne ait kurumlar, mekanlar, kamusal alanlar olarak değerlendirilebilir. Bu
bağlamda sivil toplum örgütlerinin faaaliyet yürüttükleri alanlar kamusal alanlar
olarak tanımlanabilir (Doğan, 2002, ss. 230-231, 235, 240).
Avrupa’da sivil toplum, örgütlü binlerce dernek, girişim, ajans ve sivil
toplum kuruluşunu temsil eder. Bu kuruluşlar, demokrasi, insan hakları ve hukuk
devleti kavramlarının yerleşmesiyle ilgili talepleri, ekonomiyle ilgili endişeleri
"toplum adına" gündeme getirir. En geniş anlamıyla sivil toplum, bireylerin ve
grupların devletten kaynaklanmayan ve devletçe yönetilmeyen her türlü toplumsal
23
faaliyeti için oluşturulan birliktelikler olarak tanımlanabilir. Bu kuruluşları
tanımlamak için Avrupa’da çoğu kez hükümet dışı kuruluşlar (non-governmental
organizaion-NGO) kavramı kullanılmaktadır. Sosyal refah örgütlerini, profesyonel
meslek odalarını, sendikaları, işveren örgütlerini ve pek çoğu Avrupa düzeyinde
örgütlenmiş ajansları içeren çok geniş bir yelpazedeki kar amacı gütmeyen STK’lar
ve ajanslar Avrupa’daki sivil toplumu oluşturur. Sivil toplum, kamu bilincinin
gelişebildiği, demokratik katılıma imkan veren ve iletişime açık bir alanlar olarak
tanımlanır. Sivil toplumun var olması için, dayanışma içinde hareket edebilecek ve
iletişim kurabilecek insanların var olması gerekir. Sivil toplumu oluşturan, sivil
toplum kuruluşları bu insanlarla açığa çıkar: “Sivil toplum, örgütlü toplumdur”
(“Sivil”, 2001, ss. 1-5).
2. Sivil Toplum Kurulu şları (STK)
2.1. Sivil Toplum Kurulu şlarını Tanımlamak Đçin Kullanılan Kavramlar
Sivil toplumun aktörleri olan sivil toplum kuruluşlarını tanımlama konusunda
bir kavram kargaşasının olduğunu belirtmek gerekiyor. Bağımsız bir şekilde ve diğer
örgütlerle işbirliği halinde, toplumun örgütlendirilmesi, demokrasi, eğitim,
yatırım/kalkınma, sağlık, iskan (housing), insan hakları, altyapı sistemi, politik
haklar, yoksullukla mücadele gibi alanlarda faaliyet yürüten sivil toplum örgütlerini
(“Keywords”, 2003), tanımlamak için bir çok kavram kullanılmaktadır. Kar amacı
gütmeyen bu gönüllü organizasyonlar için, Kim ve Hwang aşagıdaki kavramların
kullanıldığını belirtmektedir:
• Kar amacı gütmeyen kuruluşlar (non profit organization-NPO),
• Hükümet dışı kuruluşlar (non governmental organization-NGO),
• Sivil toplum örgütleri (civil society organization),
• Yurttaş hareketleri örgütlenmeleri (civic movement organization),
• Kamusal alanla ilgilenen örgütlenmeler (public interest corporation).
Bu terimlerin hiçbirisi açık bir şekilde tanımlanmamıştır ve bu terimler
birbirleri yerine kullanılmaktadırlar. Bununla birlikte hükümet dışı kuruluşlar (NGO)
ve sivil toplum örgütleri (CSO) daha çok medya ve akademik alanda
kullanılmaktadır. Kamusal alanla ilgilenen örgütlenmeler (public interest
corporation) daha çok yasal örgütlenmeler için kullanılmaktadır. Son zamanlarda,
24
Amerika’da kullanılan kar amacı gütmeyen kuruluşlar (NPO) kavramı
popülerleşmekle birlikte, şimdiye kadar akademik ve medya alanında NGO ve CSO
terimleri kullanılıyordu. Günlük dilde kullanılma şeklinden tutalım, yasal, sosyal,
toplumsal, ekonomik ve politik söylevlere kadar geniş bir alanda, kar amacı
gütmeyen kuruluşların (nonprofit sector), aynı şeyi ifade ettiği söylemek mümkün
değildir. Devlet ve iş alanı arasında kalan sektörü ifade etmek için farklı terimlerin
kullanılmasıyla birlikte, her terimin bu alanın alt niteliklerini belirtiğini vurgulamak
gerekir. (Kim & Hwang, 2002, ss. 1-5)
Global Kalkınma Araştırmaları Merkezi (The Global Development Research
Center), hükümet dışı kuruluşları (NGO) tanımlamak için kullanılan kavramlar şöyle
sıralamaktadır.
• Hükümet dışı kuruluşlar (non-governmental organization)
• Kar amacı gütmeyen kuruluşlar (non-profit organization)
• Gönüllü organizasyonlar (private voluntary organization)
• Hükümet dışı kalkınma örgütleri (non-governmental development
organization)
• Hümetlerin organize ettiği NGO’lar (government-organized
NGO/GONGO)
• Donörlerin organize ettiği NGO’lar (donor-organized NGO/DONGO)
• Sosyal hareketler (social movements)
• Sivil toplum (sivil society)
• Toplumsal örgütlenmeler (community-based organization)
• Halk örgütleri (People’s organization)
• Taban örgütleri (grassroots organization) (“Keywords”, 2003).
Bu örgütleri tanımlamak için en yaygın kullanılan terim NGO olmakla
birlikte, Non-Profit-Organization (Kar amacı Gütmeyen Organizasyonlar), Private
Organization / Sektor (Özel Örgüt / Sektör), Voluntary Orgnization / Sector (Gönüllü
Organizasyonlar), Private Foreign Aid (Özel Yardım Kuruluşları), Altruistic
Organization (Fedakarlığa Dayalı Organizasyonlar) vb. terimler de kullanılmaktadır
(Sancar, 2000, s. 20). Doğan, bu alanı tanımlamak için sivil toplum örgütleri, baskı
grubu ile birlikte “üçüncü sektör kavramının da kullanıldığını belirtmektedir. Buna
göre devlet “birinci sektör”ü, Pazar ekonomisi “ikinci sektör”ü, bu iki alan dışında
kalan alanını da “üçüncü sektör” ifade ediyor. Sivil toplum örgütü olarak ifade edilen
25
bir örgütlenme türü ise yurttaş girişimidir. Bireylerin, kamu yararına dönük veya
politik bir hedefe ulaşmak amacıyla bir araya gelerek, işbirliği yapmaları olarak
tanımlanmaktadır. Bu birliktelikler çelitli araçlarla olabilir. Bu araçlar siyasi partiler,
baskı grupları, sendikalar, siyasi çevreler veya derekler, olabilir. Benzer şekilde, bir
hastanede, okulda ya da herhangi bir yardım kuruluşunda gönüllü olarak faaliyet
yürütmek de birer yurttaş girişimi örneğidirler. “Yurtaş girişimi kısaca kamusal
fonksiyonların gönüllü girişimlerle üstlenilmesi ya da desteklenmesi olarak
adlandırılabilir. Karşı karşıya bulunduğumuz bu gönüllü girişimcilik yeni, kendine
has bir ahlaki anlayış ve mantıksal perspektifle kendini göstermektedir” (Doğan,
2002, ss. 242, 246, 248).
2.2. Sivil Toplum Kurulu şlarının Özellikleri
Sivil toplum örgütlerinin özellikleri konusunda çok çeşitli belirlemeler
yapılmaktadır. Bir çok düşünürün, yazarın ortaklaştığı noktalar olmakla birlikte,
tartışma konusu olan, farklı görüşlerin olduğu noktalar da sözkonusudur.
Doğan’a göre sivil toplum kuruluşlarının belirleyici özelliği, bireylerin özgür
iradeleriyle ve birlikte belirlediği ortak amaç etrafında bir araya gelmeleridir. Sivil
toplum örgütleri devlet ve ailenin aksine, kendiliğinden olmayan, bireylerin bilinçli
tercihlere dayanan oluşumlardır. Bir örgütün sivil toplum örgütü olabilmesi için
öncelikle devletle ve onun kurumlarıyla arasına mesafe koyması gerekmektedir. Yani
devletin dışında olmalıdır. Tabi bu faaliyetlerini rahat bir şekilde yürütmek için
devlet desteğini almamak anlamına gelmiyor. Demokratik olma, insan haklarına
saygılı olma, hem siyasette hem de diğer sivil toplum örgütleriyle dayanışma ve yarış
içinde olma, özgür düşünceyi benimsemiş olma, gönüllüğe dayalı sivil toplum
örgütlerinin taşıması gereken önemli değerlerdir. Bu değerler bir örgütün sivil
toplum kuruluşu olup olmadığının saptanması için temel kriterler olarak kabul
görmektedir. Doğan, sivil toplum örgütlerinin faaliyet yürüttüğü sivil toplum
alanında, özel mülkiyetin egemen olması gerektiğini, üretim araçlarının mülkiyet
konusu olduğunu, yine iş gücünün ekonomik alanda serbest dolaşımının esas
alındığını belirtmektedir (Doğan, 2002, ss. 240, 241, 246, 250, 258).
Sivil toplumun üç önemli özelliğinden bahsedilebilir: ilk olarak siyasal
toplumdan yani devletten ayrı olmaları, başka bir ifade ile özerk bir yapıya sahip
olmaları gerekmektedir. Bu özellik sivil topluma demokratik bir nitelik
26
kazandırmaktadır. Đkinci olarak, kamu yararı konusunda, siyasal otoriteden farklı bir
anlayışa sahip olabilmeleri gerekir. Üçünçü olarak, ki en önemli özelliktir, üyelerin
katılımına açık bir yapıya sahip olmaları gerekir. Üç özellik de sivil toplumun
demokratik niteliğine işaret etmektedir (Azaklı, 1997, s. 228).
Atack, sivil toplumun dört özelliğinden bahseder; temsiledilebilirlik
(representativeness), ayırt edici değerlere (distinctive value) sahip olma, etkili,
geçerli (effectiveness) olma ve yetkileri devretme (empowerment).
Temsiledilebilirlik (representativeness) NGO’lar için bazı standartların belirlenmesi
anlamına gelmektedir. Bir çok hükümet dışı kuruluşun devleti ve çeşitli kalkınma
programlarını eleştirmek için kullandığı bu standartlar şeffaflık, sorumluluk,
hesapverilebilirlik ve katılım olarak ifade edilebilinir. NGO’ların bir diğer özelliği
devlet ve özel sektörden farklı olarak, ayırt edici değerlere (distinctive value) sahip
olmasıdır. Gönüllülük (voluntary), sorumluluk (commitment) düzeyi, dayanışma
(solidarity) hükümet dışı kuruluşların ayırt edici nitelikleri olarak değerlendirilebilir.
Hükümet dışı kuruluşlarının bir diğer özelliği etkili, geçerli (effectiveness) olmasıdır.
Hükümet dışı kuruluşlar yaptıkları faaliyetlerde hedeflerini başarmaları
gerekmektedir. Yetkileri devretme (empowerment) hükümet dışı kuruluşların bir
diğer özelliğidir. Yetkileri devretme, bireylerin -en kötü durumda bulunanların, en
altakilerin dahi- kendi yaşamını kontrol edebilecği bir süreç olarak tanımlanabilir
(1999).
Sivil toplum örgütleri (NGO), adından da anlaşıldığı gibi sivil toplumun
önemli bir öğesidirler. Kiliseler, ticari birliktelikler, özel amaçlı dernekler, medya
gibi kuruluşlardan oluşan bu örgütler devletten ve özel teşebbüsten farklı olarak kar
amacı gütmeyen (nonprofit), hükümet dışı (nongovernmental) kuruluşlardır.
Hükümet dışı organizasyonlar arasında büyük bir çeşitlilik ve heterojenlik var. Bu
örgütlenmeler, coğrafik konum, büyüklük, motivasyon türleri, çalışma alanları
(eğitim, sağlık, insan hakları vb.), ideojik yaklaşım itibariyle çeşitlilik arz ederler.
Hükümet dışı kuruluşlar devletlerin politikalarını tarafsızca ve kalkınma süreçelerini
destekleyerek etkilemeye çalışırlar (Atack, 1999).
Sivil toplum örgütlerinin en belirgin özelliği, kendi amaç ve değerlerine
hizmet etmemeleri dışında toplumsal fayda için çalışmaları, devletten, hükümetten ve
devlet kurumlarından, bununla birlikte siyasi partilerden bağımsız olmaları, kar
amacı gütmemeleri ve merkezi otorite ile vatandaş arasında arabuluculuk
27
yapmalarıdır. Bu örgütler belli bir grubun veya toplumun tümünü ilgilendiren
konularda faaliyet yürütüp bu kesimin faydası için çalışırlar. “Başka araçlarla sesini
yeterince duyuramayanların sesi olarak hareket ederler” (“Sivil”, 2001, s. 4). Sancar
da, bir örgütün NGO olarak tanımlanablmesi için iki temel niteliğe sahip olması
gerekirtiğini vurgulamaktadır: Her şeyden önce “devlet-dışı” bir kuruluş olması
gerekir. Devlet dışı olmak devlet güdümü ve parelelinde hareket etmemeyi gerektirir.
Đkinci olarak, kar amacı gütmemeli ve “özel çıkarlar”a göre değil, “kamusal
gerekler”e yönelik faaliyet yürütmesi gerekir (Sancar, 2000, s. 21).
Fizikçi bilim adamı Hans – Peter Dürr sivil toplum kuruluşlarının entelektüel
ve zihinsel olarak üretken olması gerektiğini, bununla birlikte, etik ve moral
değerlere sahip olması gerektiğini ve özgür bireyler arasındaki dayanışmayı esas
alması gerektiğini vurgular (Doğan, 2002, s. 268).
Uluslararası “aşağıdan küreselleşme” hareketinin önemli düşünürlerinden
Michael Albert’e göre sivil toplum kuruluşlarının, “...arzu edilen normalardan biri
insanların kararları, karar verilen olayların onları etkileme derecesi oranında
etkilemeleridir.” Buna göre bir azınlık, başkalarının tercihlerini göz ardı ederek
kendisini dayatmamalıdır, bununla birlikte bir çoğunluk da örneğin bir protestonun
nasıl yapılacağını azınlıklara dayatmamalıdır. Çeşitlilik arzu edilen ikinci özelliktir.
O’na göre yeni toplumsal hareketler, farklılığı insanların bir hakkı olarak
algılamalıdır, farklı yaklaşımlar hoşgörüyle karşılanmalıdır. Bu gün doğru olmadığı
düşünülen bir yaklaşımın daha sonra doğru olabileceği, daha üstün bir düşünce
olabileceği ihtimali gözardı edilmemelidir. Farklılık daima tekdüzelikten daha iyi
sonuçlar verir. Arzu edilen üçüncü norm ise dayanışmadır. Hareketin üyeleri
arasında bir dayanışma olmalıdır. Farklı düşünceler doğru kabul edilmese de, ya da
daha az önemli de olsa, hareketin üyeleri arasında karşılıklı desteğin olması gerekir
(2002, s. 49).
Genel olarak sivil toplum kuruluşları, kamusal alandaki tüm bireylerin
katılımına açık kuruluşlardır. Bireylerin özgür iradeleri ile bu kuruluşlara katılmaları
en önemli özelliktir. Sivil toplum kuruluşları gönüllülük esasına dayalı kuruluşlardır.
Siyasi partilerden, devletten ve devlet kurumlarından bağımsız olma bir diğer önemli
özelliktiktir. Dernekler, vakıflar, sendikalar, siyasi partiler, siyasi çevreler, ajanslar,
bağımsız medya kuruluşları, baskı grupları, yurttaş girişimleri gibi örgütleri kapsayan
sivil toplum kuruuşlarının, bir diğer önemli özelliği kar amacı gütmemeleridir.
28
Kamusal alanda faaliyet yürütmek ve toplumu ilgilendiren konularda kamusal,
toplumsal fayda için faaliyet yürütmek bu kuruluşların en önemli özelikliklerinden
biridir. Tek renkli olmamaları, heterojen bir yapıya sahip olmaları bir diğer özellik
olarak değerlendirilir. Son olarak sivil toplum kuruluşları, toplumsal sorumluluğun,
yurttaş bilincinin hakim olduğu, insan haklarına saygılı, çağdaş demokratik
değerlerinin benimsendiği ve uygulandığı alanlar olarak değerlendirilir. Sivil toplum
kuruluşlarının bu değerlere sahip olması arzu edilir.
2.3. Sivil Toplumun / Sivil Toplum Kurulu şlarının Rolü ve Önemi
Sivil toplum kavramı konusunda olduğu gibi sivil toplumun aktörleri olan
sivil toplum kuruluşlarının rolü ve önemi konusunda da farklı görüşler
bulunmaktadır. Bu görüşler, demokratikleşme süreçlerinde sivil topluma farklı rol
biçip, sivil toplum kuruluşlarını, doğrudan demokrasinin olduğu, devletsiz toplumun
aktörleri, aygıtları olarak tanımlayan yaklaşımlardan; sivil toplum örgütlerini genelde
egemen sistemlerin hegemonya araçları, günümüzde ise yeni dünya düzeninin
piyonları olarak gören yaklaşımlara kadar farklılaşabilmektedir. Bununla birlikte,
günümüzde, demokrasi ve sivil toplum arasında doğrudan bir parelellik kurulmakta,
etkin ve gelişmiş sivil toplum örgütlerinin faaliyet yürüttüğü sivil bir toplum
demokratik bir toplum olarak algılanmaktadır. Öyle ki sivil toplum, örgütlü toplum
ile demokrasi çağdaş uygarlığın iki temel unsura olarak kabul görmektedir.
1980 sonrası sivil toplum tartışmaları daha çok demokratikleşme süreçlerinde
sivil toplumun rolü eksenli olmuştur. L. Diamond, demokratikleşme süreçlerinde
sivil toplumun, demokrasinin tabandan tavana doğru yaygınlaşması, politilk
kadroların yetişmesi, siyasal partilere sosyal bir taban teşkil edilmesi, bu şekilde
devlet üzerinde sınırlayıcı bir mekanizma rolü oynaması gibi gibi misyon ve rolünün
olduğunu belirtiyor (1997, s. 30). Sivil toplumun en önemli işlevi devleti
metafiziksel bir kurum olmaktan çıkarmasıdır. Sivil toplumun güçlü olduğu siyasal
ortamlarda devlet, birey ve grupların eleştiriği odağı haline gelmekte, sivil toplumun
devlet üzerinde ciddi bir denetimi bulunmaktadır. Devlet, ulaşılamaz, sorgulanamaz,
yarı-Tanrısal bir otorite olmaktan çıkmakta, sorgulanan, eleştirilebilen, teknik bir
örgüt ve hizmetçi bir kurum haline gelmektedir. Paul Q. Hirst sivil toplum
unsurlarının, demokrasilerde “çoğunluğun hegemonyası”nın önüne geçebilecek
yegane güç olduğunu belirtiyor. G. White güçlü bir sivil toplumun siyasal alanda
29
gücü elinde bulunduran yöneticilerin tiranlaşmasını önleyeceğini belirtmektedir
(Çaha, 1997, ss. 30-31).
Doğan, üçüncü sektörü oluşturan ve gönüllü birlikler olana sivil toplum
kuruluşlarının, demokrasinin daha da anlam kazanıp, çoğulcu toplumun oluşmasına
katkıda bulunabileceğini belirtir. Bu kuruluşlar, devletin uygulamaları ve serbest
Pazar ekonomisinin kötü uygulamaları karşısında, bir tür denetleyici rol
oynayabilirler. Ayrıca bu kuruluşlar ülke yönetimin kolaylaşmasına katkıda
bulunurlar. Sivil toplum kuruluşlarının desteklediği devlet politiikaları daha rahat
hayata geçirilebiliyorlar. Tersi şekilde bu kuruluşların karşı çıktığı politikaları hayata
geçermek oldukça zorlaşabiliyor, hatta kimi zaman tamamen uygulanamaz hale
gelebiliyorlar. Bununla birlikte toplumsal çıkarların gelişmesinde, toplumsal birliğin
ve bütünlüğün sağlanmasında, yurttaşların siyasal katılımının sağlanmaında sivil
toplum örgütleri önemli bir işlev görürler. Doğan’a göre, bilgi ve iletişim
teknolojilerinin geliştiği günümüzde, temsili demokrasi anlayışı zayıflamış, artık bir
kaç yılda bir oy vermekle siyasal yaşama katılma yetersiz gelmeye başlamıştır. Bu
bağlamda, sivil toplum kuruluşları, günümüzde, siyasal yaşama daha etkin ve sürekli
katılmanın aygıtları haline gelmişlerdir (2002, s. 239, 243, 244, 255). Doğan, sivil
toplumun varolduğu toplumlarda, düşünce özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü,
siyasal partilerin serbestçe kurulması ve faaliyet yürütmesi, basın özgürlüğü gibi
özgürlüklerinde gelişeceğini belirtir (s. 270).
Devlet merkezli sosyalizm anlayışını eleştiren ve demokratikleşmeyi
“sosyalizme giden yol” olarak tanımlayan John Keane (1994, s. 36-37), sivil toplum
devlet ilişkisini incelerken, sivil toplum kuruluşlarının devletin düşmanı olmadığını,
bununla birlikte koşulsuz bir şekilde dostu da olmadığını belirtir. Devlet sivil
toplumu ne çok fazla ne de çok az yönetmelidir. Keane’ne göre demokratikleşme
devlet iktidarı ile gerçekleşemez, bununla birlilte devlet olmadan da gelişemez. Sivil
toplum kuruluşları devletin yeniden tanımlanarak, her şeyi belirleyen, toplumu
biçimlendiren, güvenlik endeksli “koruyucu devlet”ten, kamuoyuna karşı sorumlu
olan “katalizör devlet”e geçişi sağlar (s. 48-49). Devleti kutsallaştıran Hegel’ci
anlayışı eleştiren Keane, devleti ve kurumlarını, “...yasa çıkarma, yeni politikaları
yürülüğe koyma, tikel çıkarlar arasındaki kaçınılmaz çatışmaları açık seçik bir
şekilde çizilmiş olan yasal sınırlar içinde tutma ve sivil toplumun yeni eşitsizliklere
ve tiranlıklara kurban gitmesini engelleme araçları...” olarak tanımlamaktadır. Öte
30
taraftan, öz yönetime sahip işletmeler, sendikalr, bağımsız medya kuruluşları vb. çok
çeşitli alanda ve formda faaliyet yürüten sivil toplum kuruluşları, bu devlet ve
kurumları üzerinde denetim rolünü oynamalıdır. Keane’ne göre bu örgütler güçlerini
öyle artırmalıdır ki bir anlamda, “siyasal iktidarın başından hiç eksilmeyen bir bela”
haline gelmelidir (s. 37). Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu, devletten bağımsız,
çoğulcu, ve özörgütlülüğe dayalı bir sivil toplumun var olmasıdır. Devlet ile sivil
toplumun birleşmesi demek, demokratik devrimi tehlikeye atmak demektir. Devleti
denetleyen sivil toplum örgütlerinin olmaması demek, despotizme davetiye
çıkarmaktır (s. 82). Keane bu konu hakkındaki görüşlerini şu sözlerle ifade
etmektedir: “...özerk kamusal alanlardan oluşan, güvenli ve bağımsız bir sivil toplum
olmaksızın, özgürlük ve eşitlik, katılımcı planlama ve toplulukların kendi kararlarını
kendilerinin almaları gibi hedeflerin içi boş sloganlar olmaktan öteye
gidemeyeceklerini savunuyorum. Ne var ki, devletin koruyucu, yeniden bölüştürücü
ve çatışmaları dolayımlayıcı işlevleri olmayınca da, sivil toplumu dönüştürmek için
verilen mücadeleler, gettolaşmış, bölük pörçük ve durgun bir hal alacak veya
kendilerine özgü, yeni eşitlik ve özgürllüksüz biçimleri yaratacaktır” (s. 37).
“A şağıdan küserelleşme” hareketinin önemli düşünürleri olan Brecher,
Costello ve Smith, aşağıdan küreselleşmenin tek bir amacı ifade etmediğini,
demokrasi sürecini temsil ettiğini belirtirler. Toplumsal hareketler öz
örgütlenmelerini yaratarak toplum üzerinde egemenlik kuran grupların kurallarını
değiştirebilirler, bu gruplara bazı normları dayatabilirler. Örneğin yükselen Avrupa
burjuvazisi, bir yandan kendi öz örgütlerini yaratırken, diğer yandan bu öz örgütleri
sayesinde politik sistemin yeniden yapılandırılması için savaştı ve sonuç olarak,
politik sistem pazarların daha serbest şekilde gelişmesine olanak sağlamak zorunda
kaldı. Aynı şekilde işçi hareketleri hem sendikarın örgütlenmesini sağladı hem de
işçilerin birtakım haklara sahip olması için hükümeti zorladı. Toplumsal hareketler
güç aygıtları olan ordulara, saraylara, zenginliğe, tapınaklara ve bürokrasiye sahip
olmaya bilirler, ama marjinal hareketlerin birleşmesini sağlayarak, ortak bir vizyon
ve program geliştirerek, mevcut kurumlara olan onayın geri çekilmesini
sağlayabilirler. Böylece güç odaklarına, hegemonya sahiplerine; devletlere, sınıflara,
ordulara ve hegemonyanın diğer öznelerine normlar dayatabilirler (2002, s. 49).
Sağlıklı bir demokrasi ve ekonomik gelişme için etkin ve yaygın sivil toplum
örgütleri zorunludur. Dünya barışının ve adaletin sağlanması için, temel hak ve
31
özgürlüklerin korunması ve güçlendirilmesi gerekmektedir. Bunların gerçekleşmesi
için hükümetlere önemli görevler düşmektedir, bununla birlikte asıl görev sivil
toplum örgütlerine düşmektedir. Güçlü, etkin ve örgütlü bir sivil toplum olmaksızın
bunların gerçekleşmesi mümkün değildir. Sivil toplum örgütleri devlet aygıtlarında
şeffaflığı sağlar, yönetimde sorumlulukları paylaşır, toplumsal yapıda ise uzlaşma
sağlayan araçlar olarak rol oynarlar. Avrupa’da sivil toplum örgütleri, bilgi ve
iletişim teknolojisindeki gelişmelerin ve küreselleşmenin getirdiği değişim
süreçlerine toplumun daha kolay adapte olmasını, yine kamu kuruluşlarının
yapamadığı işlerin yapılmasını, bıraktığı boşlukların doldurulmasını sağlamıştır.
Sivil toplum kuruluşları ayrıca doğrudan ya da dolaylı yollarla rekabetin artmasına,
ekonomik gelişmeye katkıda buunurlar. Eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler gibi kamu
hizmetlerinin sunumu, yerel ekonomik gelişmenin desteklenmesi, sosyal ve
ekonomik açıdan dışlanan birey ve grupların toplumla bütünleşmesinin sağlanması,
doğrudan faaliyetler olarak değerlendirilebilir. Toplumun, rekabet ve ekonomik
büyümeye, özürlülere, ırkçılığa, cinsiyet ayrımına ve yaşlılara yönelik tutumunun
ölümlü yönde etkilenmesi, sorunların giderilmesi, dolaylı faaliyetler olarak
değerlendirilebilir (“Sivil”, 2001, ss. 1-6).
Johns Hopkins Üniversitesi Sivil Toplum Merkezi’nde faaliyet yürüten
Inchonn Kim ve Changsoon Hwang, Güney Kore’de sivil toplum kuruluşları üzerine
yaptıkları çalışmalarda, Güney Kore’de, 1987 yılında otoriter rejimin egemenliğinin,
Büyük Demokrasi Hareketi tarafından sona erdirilmesi ile birlikte sivil toplum
açısından yeni bir dönemin başladığını belirtirler. Bu dönemde sivil toplumun
yaşadığı heyecan verici büyüme, 80’li yılların ortalarından itibaren yaşanan
demokratikleşme sürecini önemli oranda hızlandırmıştır. Bu dönemde genç
kuşakların liderlik ettiği sivil toplum örgütleri yurtaşlar gruplarının etkinliğini ve
niteliğini artırmıştır. Sivil toplum örgütleri, ayrıca kamusal tartışmaların gelişmesini
sağlamış, toplumsal sorunların formilasyonunda yurtaşların katılımını artırmış, insan
hakları alanını güçlendirmiş, ekonomik büyüme karşısında kamusal kaynakları
korumuştur (2002, s. 4). Birçok düşünür, Güney Kore’de demokrasiye geçiş
sürecinde ve demokrasinin pekiştirilip güçlendirilmesi döneminde sivil toplumun
önemini tartışır. Sivil gruplar yurttaşların paylaşımını, demokratik güçlenmenin
olasılığını artırmıştır. Sivil toplum, kamusal problemlerin sivil toplum örgütleri
tarafından ele alındığı ve çözüldüğü, demokratik pratiklerin sergilendiği bir tür
32
kamusal alandır. Sivil toplum kavramı gerçektir ve pozitiftir. Diğer yandan bazı
düşünürler, Güney Kore’de sivil toplumun olmadığını ifade ederler. Sivil toplum
hayali bir gerçektir ve bu hayali sivil toplum, ayrıcalıklı orta sınıfın ilgilerini,
ilgilendikleri alanı ifade etmektedir. Bu düşünceye göre sivil toplum batıya ait olan
ve evrenselleşen bir modeldir. Bundan dolayı batı tipi, evrensel bu modelin bir
kopyasının oluşturulması, Güney Kore için bir ihtiyaç olduğu bir gerçekse, Güney
Kore’nin böyle bir evrensel modele uygun sivil toplumunun olmadığı da bir o kadar
gerçektir. Son zamanlarda, bir çok Güney Kore’li düşünür, her ülkenin kendine özgü
bir sivil toplumu, farklı yöntemlerle sahip olması gerektiği konusunda ortak
görüş sahibidir. Bundan dolayı Güney Kore’de sivil toplumun var olduğunu iddia
ederler (s. 11).
Öncelikle, devlet ve onun gibi sivil toplum demokratik olmalıdır. M.
Walzer’in belirttiği gibi demokratik bir devlet ancak demokratik bir sivil toplumu
yaratabilir ve ancak demokratik bir sivil toplum demokratik bir devleti sürekli
kılabilir. Đkinci olarak, sivil toplum örgütleri devletin potansiyel aşırılıklarını kontrol
etme rolünü oynar, bunun mekanizmasını oluşturur. Ayrıca devlet sivil toplumun
başarılı olması ve sağlıklı bir gelişmeyi yaşaması için gerkli olan kurumsal, yasal
ortamı hazırlar (Kim & Hwang, 2002, s. 11). Devletin ve büyük ekonomik güçlerin
aşırılıklarını kontrol etmek ve önlemek için sivil toplum bir üçüncü güç (third power)
olarak işlev görürler (s. 17). Đdeal olan, devlet alanının ve ekonomik sektörün, sivil
toplumun üstünde yer almamasıdır. Her biri farklı fonksiyonlara sahip ve birbirlerini
tamamlıyorlar. Problemler sadece devlet tarafından çözülemezler. Üç gücün de bu
sürece katılması gerekir. Yeni yönetim modelin vizyonu, devleti, ekonomik alanı
(business) ve kar amacı gütmeyen alanı (nonprofit sector) kendi içinde barındırmalı
ve bunları güçlendirmeye dayalı bir dengeyi sağlamalıdır. Bu üç alan hiyerarşik bir
şekilde birbirinden ayrılmamalıdır. Sivil toplum en az devlet kadar güçlü
olabilmelidir ( s. 18). Sivil toplumun güçü demokratik niteliğine, çabasına dayanır.
Demokrasinin gelişmesi ve güçlenmesi büyümüş, güçlenmiş sivil toplumla
mümkündür. Son yirmi yılda demokrasinin, adaletin, iyi bir yaşam standartının
korunması sivil toplumun Gney Kore’de baskın bir ses haline gelmesiyle mümkün
oldu. Önümüzdeki yıllarda, yeni yönetim modelinde, sivi toplum geçmiş yıllardan
çok daha etkili bir rol oynayabilir (s. 19).
33
Sivil toplum, totaliter rejimlerde gelişemez, otoriter rejimlerde ise oldukça
güçsüzdür. Totaliter rejimler halk ile devlet arasında aracılık yapan bu kurumların
gelişmesine müsaade etmezler. Otoriter rejimlerde ise sivil toplum kuruluşları
tamamiyle engellenmemekle birlikte bu kurumlara sıcak bakılmaz ve
sınırlandırılmaya çalışılır (Akat, 1997, s. 100). Sivil toplum örgütleri, 1980
sonrasında Latin Amerika ve Doğu Avrupa ülkerinde otoriter rejimlerin geriletilmesi,
demokrasiye geçiş süreçlerinde önemli bir rol oynayan halk hareketlerinin
gelişmesinde, oynadıkları öncülük rolünden ötürü yeniden önem kazanmıştır. Sivil
topluma, demokrasinin kurulma süreçlerinden daha çok sürdürülmesi ve
güçlendirilmesi süreçlerinde ihtiyaç duyulur. Farklı çıkarlara dayalı örgütlerin
birlikte var olduğu çoğulcu bir sivil toplum, demokratikleşme süreçlerinin ana
öğesidir. Sivil toplumun, demokratik bir siyasal sistemin ve yönetişimin gelişmesine,
dört farklı şekilde katkı sağlayabileceği öne sürülmektedir: devletle toplum dengesini
toplum lehine değiştirerek dengeli bir muhalefet sağlamak, kamusal ahlaki değerli
oturmak ve bunların pratikleşmesini sağlamak, alternatif bir temsil sistemi yaratarak
örgütlü farklı toplumsal grupların taleplerinin sisteme aktarılmasını olanak sağlamak
ve bu grupların çıkarlarını birleştirmek, son olarak toplumsal yaşamda demokratik
değerleri yerleştirmek ve korumak (Gençkaya, 1997, ss. 102-104).
Rıfat N. Bali, iş adamlarının sivil toplum içerisinde yer almalarını hatta bu
örgütlere öncülük etmelerini ve sivil toplum örgütleri içinde yer doğal olarak gelişen
“seçkinçiliği” sivil toplum örgütlerinin iki önemli zaafı olarak görür. O’na göre
işadamları varlıklarını, büyümelerini sadece sadece devletle, bürokrasi ile olan
ili şkilerine borçludurlar. Devlet ve toplumun demokratikleşmesini hedefleyen, kendi
içinde muhalif kültürü barındıran sivil toplum örgütleri açısından bir tezatlık teşkil
etmektedir. Liberalizmin en ateşli savunucuları olan işadamlarının sivil topluma ilgi
duymalarının altında özelleştirme zihniyeti yatmaktadır. Bürokrasinin zayıflayıp,
özelleştime politilarının önünü açan sivil toplum anlayışının işadamları tarafından
desteklenmesi hatta bu işadamlarının sivil topluma öncülük etmeye kalkışması bu
anlamda şaşırtıcı gelmemektedir (Bali, 2000, ss. 34-35). Đşadamların sivil toplum
faaliyetlerine katılmakları, sivil toplumun en ateşli savunucuları olmaları, bir yandan
toplum tarafından saygınlık kazanmalarını, bir yandan da “fikir adamı” imajı
yaratmalarını sağlamaktadır. Đşadamlarının sivil toplum örgütlerine ragbet
etmelerinin bir diğer nedeni, bu hereketlerin kendi içinde kaçınılmaz bir şekilde bir
34
seçkinciliği içermesidir. Sivil toplum faaliyetlerine katılmak kentliliğin, yüksek
eğitimli olmanın, batı kültürü ile yetişmenin ifadesi haline geldi (ss. 37, 39). Gönüllü
ve idealist insanların çok kısıtlı olanaklarla başlattığı sivil toplum hareketleri,
günümüzde kamuoyuna mal olmuş, popüler insanların ya da seçkinci genç kuşak
gençlerin kamuoyu nezninde kendi imajlarını yaratmalarına hizmet eden bir araç
haline gelmeye başlamıştır. Bu da sivil toplum hareketlerinin gerçek misyonlarından
uzaklaşmalarına neden olmaktadır (s. 42).
Sivil toplumu, devletin olmadığı alan olarak tanımlayan Azaklı’ya göre,
“...sivil toplumu artık bu alanla sınırlı tutmak yetmemektedir. Bu nedenle modern
toplumda sivil toplumu, devletten farklı bir anlam sistemi, tanımlama, değer,
program ve söylemler geliştirebilecek yeterlilikte görmek gerekir. Ayrıca ekonomik,
ideolojik ve örgütsel kapasiteye sahip olan sosyal gruğların ile özdeşleştirmek daha
mümkün hale gelmiştir”. Günümüzde sivil toplumun gelişmesiyle, demokrasinin de
gelişeceğine inanılmaktadır. Sivil toplum günümüzde totaliter devleti aşmanın ve
demokratik bir yapıya gerçekleştirmenin aracı olarak ifade edilmektedir. Sivil
toplumun gelişmesi ile demokratik gelişme arasında parelelliğin olduğu belirtilebilir.
Bununla birlikte, sivil toplumun ve demokrasinin gelişmesi de, devletin sosyal,
politik ve hukuku olarak bu gelişmelere cevap verebilecek, bunun önünü açabilecek
bir yapıya sahip olmasına bağlıdır (1997, s. 229).
Birbirinden bağımsız çok sayıdaki vakıf, dernek, sendika, grup, cemaat ve
medya gibi kuruluşlardan oluşan sivil toplumun fonksiyonlarını şöyle sıralayabiliriz:
• Tam olarak işleyan bir sivil toplum çoğulcu ve katılımcı bir toplum haline
gelecektir.
• Sivil toplum kuruluşları daha geniş bir siyasal platformlarda çıkarların
savunulmasını sağlarlar.
• Siyasal kurumlar çeşitli projelerde sivil toplum örgütlerine danışabilirler.
Dolayısıyla sivil toplum örgütlerinin bu kurumların politikalarını etkileme
potansiyeli var, yine sivil toplum örgütleri bu konuda haklı
bilgilendirebilirler.
• Sivil kuruluşlar değişime karşı olan direnci zayıflatırlar.
• Sivil kuruluşlar siyasal kurumların halktan uzaklaşmasına mani
olabilirler.
35
• Sivil kuruluşlar birbirleriyle ve devletle yarışarak farklı toplumsal
çıkarları savunurlar, böylece demokrasinin gelişmesi için temel teşkil
ederler.
• Sivil toplum kuruluşları farklı düşünceler ve ideolojiler vasıtasıyla devlet
üzerinde bir kontrol islevi görürler ve devletin toplumu kontrol etmesi
karşısında bir alternatif oluştururlar. Bundan dolayı sivil toplumda tek
renk bir düşünceyi ya da ideolojiyi egemen kılmaya çalışmak demokrasi
ile bağdaşmaz (Atar, 1997, s. 99-100).
Sivil toplum kuruluşalarının etkileri global, ulusal ve yönetsel boyutlarıyla
tartışılması gerekir. Özellikle bilgi teknolojilerine yapılan yatırımlar sonucu, bu
alanda yaşanan gelişmeler, küreselleşme ile birlikte insanların STK’lara olan
ilgilerini artırmıştır. Açık sistemler olan STK’lar hem uluslararası gelişmelerden
etkilenmekte hem de etki alanlarıyla bu sistemlerde önemli roller oynamaktadır.
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve BM gibi kuruluşlar dönem dönem yaptıları
açıklamalar ve bu yönlü çalışmalarıyla, STK’ların bu önemli rolün farkındadır.
STK’lar benzer şekilde ulusal çaptaki etkinlikleriyle, mevcut hükümetlerin
politikalarını çok çeşitli düzeylerde etkileyebilmektedirler. STK’lar global ve ulusal
etkilerinin yanısıra, yoğun bir biçimde istihdam sağlayan bir sektör olarak da kabul
edilmektedir. Örneğin ABD’de bu tür organizasyonlarda 80 milyon kişi haftada en az
5 saat çalışmaktadır. Bu 10 milyon kişinin tam zamanlı çalışmasına karşılık
gelmektedir. Bu rakamlar bizlere STK’ların sosyal etkilerini ve toplumda oynadıkları
rolleri göstermektedir (Çarıkçı & Acar, 2002, s. 19).
S. Madon (London School of Economics & Political Science’ın Enformasyon
Departmanı üyelerinden), Wils ve Meyer’in, 1980 sonrasında uluslara arası hükümet
dışı kuruluşların (INGO) niceliği ve etkinliği dikkate değer bir biçimde arttığını
yazdıklarını belirtiyor. Uluslar arası kalkınma süreçlerinde merkez güç haline gelen
kuruluşlar yoksulluklar mücadele, sürdürülebilir kalkınma, insan hakları,
kadınınların eşit haklara sahip olması gibi alanlarda faaliyet yürütüyorlar. Bu
uluslararsı hükümet dışı kuruluşlar (INGO) büyük, çok katmanlı, koplike sistemelere
sahip örgütlenmelerdir. Örneğin Oxfam, Action Aid ve Save the Children gibi
kuruluşlar fonlarını yüksek gelirli ülkelerden sağlayan, fakat fakir, düşük gelirli
ülkelerin yararı için çalışan kuruluşlar. Giddens; Robertson ve Lash, 20. yüzyılın
sonlarında neo-liberalizmin ve globalizmin ideolojik egemenliği, üstünlüğü, yeni
36
sosyal toplumsal hareketlerin büyük, güçlü yükselişine neden olduğunu belirtiyorlar.
Yerel topluluklardan, marjinal gruplardan oluşan bu yeni sosyal hareketler bütün
dünya genelinde kendi kimliklerini (self-identity) yaratmaya çalışıyorlardı (1999).
Korten ve Hulme, 1970’li yıllara kadar uluslar arası hükümet dışı kuruluşların
(INGO), global politikaları etkileme potansiyelleri fazla olmadığını belirtiyor. Oxfam
ve Red Cross (Kzıl Haç) gibi, büyük örgütlenmelere sahip birinci kuşak INGO’lar,
dünyanın bir çok bölgeside fakir ve yardıma muhtaç insanlara yardım eden, çeşitli
hizmetler sunan, doğal afetlerden zarar gören insanlara yardım eden kuruluşlar olarak
geliştiler. Korten, ikinci kuşak INGO’ların, 1960’lar sonrası, yerel özgüce dayalı
örgütlenmelerin orta düzeydeki hükümet dışı kuruluşların yardımdan öteye
destekleriyle gelişmesi sonucu açığa çıktığını belirtiyor. 1980 yıllarından bu yana
uluslararası hükümet dışı kuruluşlar kavramının, politik bir hareket kavramı ile
eşanlamlı hale geldiğini belirten Clark, bu örgütlerin yerel topluluklar lehine politik
koşulları yaratmaya güvendiğini, ulus devlet sınırlarını aşan kanallar kurarak, global
sorunlar kakkındaki düşüncelerin yayılması sonucu oluştuğunu ifade ediyor. Bu
kuruluşlar, fonlarını yüksek gelirli ülkelerden sağlayan, fakat fakir, düşük gelirli
ülkelerin yararı için çalışan örgütlenmelerdir. Edward ve Matthews, yenilenmiş,
güçlenmiş ve birbiriyle ilişkilenmiş uluslararası hükümet dışı kuruluşların (INGO)
dünya politikarını belirlemede daha fazla rol oynayacağını belirtiyorlar. Örneğin
Dünya Bankası, 1973-1988 yılları arasında, uluslar arası örgütlerin projelerinin %
6’sına katıldığını, 1993 yılında ise bu katılımın üç katına çıktığını belirtiyor. Ekins
ve Dirlik, çağdaş sosyal bilimler terorisyenlerinin, yeni toplumsal hareketlerdeki bu
patlamayı “aşağıdan küreselleşme” (globalisation from below) olarak adlandırdığını
belirtiyorlar. Bu hareketler, hiyerarşik bir organizasyon yapısı kurmaktan ziyade,
yarattıkları ağ sistemi (nerworkin) üzerinden sokaktaki insanları birleştirmektedirler.
Spybey, bu global sosyal hareketlerin uluslar arası hükümet dışı örgütler olarak
(INGO) ifade ettiklerini söylemektedir (Madon, 1999).
Kanada’daki Dalhousie Üniversitesi’nin üyelerinden Elisabeth Mann Borgese
de global sivil toplum üzerine yaptığı çalışmada, 1980 sonrası sivil toplumun
yaşamış olduğu yükselişe dikkat çekmektedir. Sivil toplum, 1980 yıllarından sonra
inanılmaz bir yükselişi yaşadı. Uluslararsı önemli olaylar sonrasında hükümet dışı
kuruluşların rolleri ile ilgili ortaya atılan doktrinler, hukumet dışı sektörün
büyümesinde güçlü bir etki yarattı ve global sivil toplumun açığa çıkasını sağladı.
37
Rio’da bir araya gelen 30.000’den fazla hükümet dışı kuruluş temsilcisi, artık bu
hükümet dışı örgütlerin gz ardı edilemeyeceğini ortaya koyuyordu. Bu gün bu
örgütler Birleşmiş Milletler sisteminin tanınan, gerekli görülen bir parçasını
oluşturuyorlar. Globalleşme sadece politik kuruluşların, iş dünyasının tanımlaması
değildir. Bununla birlikte global sivil bir kültürü de ifade edebilir. Birincisi Coca
Cola kültürünü ifade ederken, ikincisi, global yönetimin demokratikleştiği, Güney-
Kuzey, zengin-fakir ayrımın azaldığı ve sürdürülebilir kalkınmanın yaygınlaştığı bir
kültürü ifade etmektedir. Global sivil toplumun beş temel öğeesinden bahsedilebilir;
hükümet dışı organizasyonlar (nongovernmental organisations), çokuluslu şirketler
(multinational companies), evrensel bilim toplulukları (worldwide scientific
community), uluslar arası medya kuruluşları (international communications media),
ve yerel topluluklar (local communities). Bunlar kompleks globalleşme sürecinn
önemli bileşenlerindir. NGO, endüstri, bilim ve medya kuruluşları, zengin ve fakir
arasındaki, merkez çevre arasındaki global boşluğu, genişletmektedirler. Sadece
yerel topluluklar kendi iç süreçlerini demokratikleştirerek bu global uçurumu
daraltabilirler. Bununla birlikte güçlü bir eğilim bu beş faktörün her birini değişime
de zorlayabilir. Çevresel ve ekonomik güvenlik gibi faktörler tüm sistem
belirleyecektir (1999).
II. SĐVĐL TOPLUM KURULU ŞLARINDA YÖNET ĐM
1. Sivil Toplum Kurulu şları için Yönetimin Önemi
Sivil toplum kuruluşlarının tanımı, toplumsal yaşamdaki rolleri ve misyonları,
olumlu ve olumsuz yönleri, kısacası sivil toplum paradigması ile ilgili bir çok
çalışma olması ve bu konuda ciddi bir literatürün oluşmasına rağmen, sivil toplum
kuruluşlarının daha etkin bir hale gelmesi için, pratiksel ve yönetsel konular aynı
düzeyde incelenmemiştir. Bu konuda geniş, kapsamlı bir literatürün oluştuğunu
söylemek mümkün değildir. Jo de Berry, London School of Economics and Political
Science’ın Sosyal Politikalar Departmanı’nda, sivil toplum kuruluşlarının yönetimi
konusunda vermiş olduğu seminerde aynı noktaya dikkat çekiyor: Hükümet dışı
kuruluşların rolü, devlet ve donörlerle olan ilişkileri üzerine çok miktarda literatür
olmasına rağmen, bu kuruluşların yönetimi konusunda bu derece bir literatürün
olduğnu söyleyemeyiz. NGO’ların yönetiminden ziyade politik rollerinin daha fazla
tartışılması, bu kuruluşlar pratiksel ve organizasyonel yapısı hakkında bilgiler de
38
sunmaktadır (s.1). Sivil toplum kuruluşlarının yönetimi konusunda çalışma yapan
Çarıkçı ve Acar da bu konuya dikkat çekiyorlar. STK’ların tanımı ve rolleri
konusunda bir çok çalışma yapılmasına, çok şey söylenmesine rağmen, STK’larda
etkin yönetim konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değildir (Çarıkçı & Acar,
2002, s. 17).
Hükümet dışı kuruluşların yönetimini konusuna dikkat çekmemizi sağlayan
iki nedenden bahsedilebilir. Birinci, gelişen, büyüyen hükümet dışı kuruluşlar,
karmaşıklaşan ve farklılaşan sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. Stratejik
planlamalar, bütçeleme, kadrolama (staffing), organizasyon yapısının yönetimi gibi
iç sorunlar, hükümet dışı kuruşları yönetim sorunu ile ilgilenmek zorunda
bırakmıştır. Bununla birlikte kuruluşun hükümetle, özel sektörle ve diğer hükümet
dışı kuruluşlarla olan ilişkileri gibi dış nedenler yönetim sorununu öne çıkarmıştır.
Hükümet dışı kuruluşlarının başarısını, tüm bu iç ve dış yonetim sorunlarının
üstesinden gelme düzeyi, daha doğrusu bu iç ve dış ili şkileri yönetme kabiliyeti
belirlemektedir. Hükümet dışı kuruluşlarda (NGO) yönetim kavramının
düşünülmesine neden olan bir diğer faktör, politikaların etkileyici, sonuç alıcı
eylemlere dönüşmesinin, ancak etkileyici ve sonuç alıcı bir yönetimle mümkün
olacağı düşüncesidir. Kritik bir gerçek var ki, politikaların uygulanması süreci
ideolik süreçlerden daha fazla pratiksel süreçlerdir ve ne yazık ki bu hükümet dışı
kuruluşlarda gözardı edilmektedir (Berry, s. 1).
Hükümet dışı kuruluşlarda yönetimin önemi genel olarak kavranmakla
birlikte, buğün yönetim ilkeleri konusunda bir konsensüsün olduğunu söylemek
mümkün değildir (Sheehan, s. 5). Bununla birlikte birtakım değerlerin, yaklaşımların
belirginleştiği ve bu gün artık bir çok sivil toplum örgütü tarafından kabul edilen
ilkeler haline geldiği belirtilebilir.
Günümüz dünyasının en önemli karakterlerinden biri olan belirsizlik ve hızlı
ekonomik ve politik değişimler tüm kurumlarda olduğu gibi STK’larında da etkin bir
yönetimi daha da gerekli kılmaktadır. STK’ları değişime zorlayan faktörler dört
grupta toplanabilir:
• Bütün dünya genelinde STK’ların sayısı hızla artmaktadır.
• Beyin gücü, bilgi ekonomisi baskın ve belirleyici olsa da, STK’lar için
önemli bir güç haline gelmiştir.
39
• Soğuk savaş sonrasında dünyada gelişen politik ve kamusal düşünceler,
STK’larla ilgili düşüncelerde radikal değişimlere neden olmuştur.
• Mali yapılardaki radikal değişimlerden dolayı, STK’ların
varlıklarını devam ettirebilmeleri için gerekli maddi kaynakların
elde edilmesi ve tutulması süreçleri oldukça zor hale gelmiştir
(Çarıkçı & Acar, 2002, s. 19).
Hükmet dışı kuruluşlar kendi alanlarrında profesyonel ve etkin, karmaşık
güçlü yapılara örgütlere dönüştü (Borgese, 1999). Organizasyonel büyüme ve
donörlerin beklentileri hükümet dışı kuruluşlara profesyonelleşmeyi dayatıyor.
Bununla birlikte artık projelerin başarısında yönetim anahtar bir kavram haline
gelmiş bulunmakta. Organizasyonel büyüme sürekli yeni sorunlara neden oluyor, bu
da yönetim kavramının önemini tekrar açığa çıkartıyor (Sheehan, s. 4).
Hükümet dışı kuruluşlarda farklı, özel bir yönetim tarzının geliştirilmesi
gerektiğine dair üç temel perspektiften bahsedilebilir. Birinci perspektifte hükümet
dışı kuruluşların gönüllü organizasyonlar olduğu ve gönüllü sektörün prensipleri
içeriside ele alınmasını savunur. Đkinci perspektifte, yönetim tarzını belirlerken
hükümet dışı kuruluşlarının ihtiyaçlarının, yönetim tarzını belirlemede belirleyici
olduğunu savunur. Üçüncü olarak kültürel perspektiften bahsedilebilinir. Bu
perspektifte, hükümet dışı kuruluşların bir kültürel çevre içerisinde bulunduğunu ve
hükümet dışı kuruluşların yönetim anlayışlarını bu çevreye göre belirlemesi
gerektiğini savunur (Sheehan, s. 5).
Hükümet dışı kuruluşlarda yönetim anlayaşına dair tartışmalar kutuplaşmaya
neden olmuştur. Bir kutupta, hükümet dışı kuruluşlarda kar amaçlı kuruluşlardan
farklı, kendine has bir yönetim anlayışının var olması gerktiğini savunur. Tabi bu kar
amaçlı kuruluşlarda var olan yönetim bilgisini bir bütünen red etmek anlamına
gelmiyor. Örneğin kar amaclı kuruluşlarda son dönemlerde önem kazanan “stratejik
yönetim”, kar amacı gütmeyen kuruluşlar için de geçerli olan bir yönetim tarzıdır.
Đkinci kutupta ise, yönetim ilkelerinin organizasyonun doğasından ve
fonksiyonlarından bağımsız olarak, kar amaçlı kurluşlarda olduğu gibi kar amacı
gütmeyen kuruluşlarda da geçerli olduğunu savunur. Dichter, yönetim ilkelerinn hem
kar amacı güden organizasyonlar hem de kar amacı gütmeyen organzasyonlar için
geçerli olduğunu, yönetim ilkelerinin organizasyonların doğasından ve
fonksiyonlarından bağımsız ele alınması gerektiğini savunur. Đnsanların katılımı
40
sadece batı tipi örgütler için başarı sağlamaz. Üçüncü dünya ülkelinde de geçerli olan
bir yönetim modelidir (Sheehan, s. 6).
2. Sivil Toplum Kurulu şlarında Stratejik Yönetim
Sivil toplum kuruluşlarında stratejik yönetim üzerine yazdıkları makalede
Çarıkçı ve Acar, gönüllü birlikteliğe dayanan STK’ların, etkin bir vizyon, sağlıklı bir
organizasyon yapısı ve yönetim anlayışına sahip olduğu takdirde gelecekte çok daha
etkili olabileceklerine dikkat çekiyorlar. Özellikle bilgi-iletişim teknolojilerindeki
gelişmelerle, bu kuruluşların koordinasyonu ve etkin yönetimi kolaylaşmış, etkin
eylem birlikleri ile etki güçlerini artırma imkanları artmıştır (2002, s. 19). Vizyon bir
örgütün hayalleri olarak tanımlanabilir. Bu anlamda etkin bir vizyon sahibi olabilmek
demek, hayal kurabilmek, etkin düşünceler üretebilmek, olağanın dışına çıkabilmek
anlamına gelmektedir. Etkin bir yönetim, gelecek perspektifine sahip bir vizyona
sahip olmayı gerekli kılar. Misyon ise bir örgütün varlık nedeni olarak ifade
edilebilir. Bir örgütün faaliyet alanını tanımlayan, bir örgütü diğer örgütlerden
ayıran, yegane varlık nedenidir. Üstün bir vizyona ve geçerli bir misyona sahip
olmak, çevresel değişimleri yönetebilmenin öncelikli şartıdır (s. 20).
STK’ların öncelikli amacı kendi kontrolleri dışında çevrelerinde meydana
gelen değişimleri etkin bir şekilde yönetebilmektir. Bir başka deyişle bu çevresel
değişimlerin organizasyon üzerindeki olumsuz etkilerini minimize, olumlu etkileri de
maksimize edebilmektir. Bu bağlamda stratejik yönetim, “...çevre ile örgütsel
amaçlar arasındaki etkileşimi görebilen ve buna uygun yapısal değişimleri
destekleyen bir yönetim yaklaşımıdır. ... Değişimin ve belirsizliğin hakim olduğu
ekonomik ve politik şartlar göz önünde bulundurulduğunda stratejik boyutu ön
planda tutulmuş bir yönetim yaklaşımı çevreye uyumu kolaylaştıran, dinamik bir
süreç olarak nitelendirilebilir”. Stratejik yönetim yaklaşımına sahip STK’lar,
kendileriyle ilgili stratejik unsurların tümünü –STK üyeleri, destek veren kurum ve
kuruluşlar, ulusal ve uluslar arası ekonomik ve politik organizasyonlar, devlet vb.-
tatmin ederek çevresel belirsizlik ve hızlı değişimlere karşı etkinlik sağlayabilirler
(Çarıkçı & Acar, 2002, s. 20).
Bir STK açısından stratejik yönetimden söz edebilmek için açıkça belirlenmiş
bir vizyona sahip olması ve çevre yönetimini amaç edinmesi gerekir. STK’larda
stratejik yönetim üç boyutta incelenebilinir.
41
• Stratejik formülasyonun oluşturulması
• Stratejik içeriğin belirlenmesi
• Stratejik uygulama ve performans değerlendirme boyutları
Stratejik formülasyon; STK açısından misyon, felsefe ve amaçlarının
belirlenmesi ve bu eksende uzun vadeli, esnek planlamaların yapılmasını ifade
etmektedir. STK’lar açısından stratejik formülasyonun oluşturulması hayati öneme
sahiptir. STK’larda stratejik yönetimin ikinci aşamasını, STK’ların çevresindeki olası
fırsat ve tehlikelerin tespit edilmesi ve bunların gelecekteki kuruluşun performansı-
verimliliği üzerindeki olası etkilerinin belirlenmesi ve buna bağlı olarak örgütün
güçlü ve zayıf yönlerinin ortaya çıkarılması sürecinin tamamını içeren, SWOT
(Strengths, Weaknesses, Opportunities, Threats) analizi oluşturmalıdır. Stretejik
yönetim sürecinin ikinci aşaması alternatif stratejiler belirleme ve STK’nın gücü ve
kaynakları ve amaçları doğrultusunda uygun olanları seçme sürecini ifade
etmektedir. STK’ların sosyal ve finansal verimlilikleri, etkin bir stratejik
formülasyon ve stratejik içerikle artabilir. Çevresel belirsizliğin ve değişimin hakim
karakterler olduğu bir ortamda, politik ve ekonomik dönüşümlerden olduğu kadar,
toplumsal dinamiklerden de fazlasıyla etkilenen, klasik yönetim anlayışıyla başarı
elde etme olasılığı oldukça düşük olan STK’lar ancak, stratejik yönetim anlayışı ve
stratejik planlamayla başarı elde edebilirler (Çarıkçı & Acar, 2002, ss. 21-24).
Organizasyonlar açısından, başarının ön koşulu uzun vadeli hedefleri açık bir
şekilde tanımlamaktır. Bu hem iyi bir başlangıç anlamına glecektir hem de ayakta
kalmayı sağlayacaktır. Bunun tersi de doğrudur, hedeflerini sık sık değiştiren, bir çok
amacı birden gerçekleştirmeye çalışan kuruluşların başarı şansları azdır.
Organizasyonel yaşam standardında ve organizasyonel yeteneklerde sağlam
gelişmeler, ilerlemeler kat etmek, sürdürülebilir değişimler için önemlidir. Sivil
toplum örgütlerinin performansını etkileyen bu iki anahtar kavram arasında mümkün
olduğunca erken bir zamanda, uygun bir denge kurmak, daha fazla başarı, sonuçların
daha fazla iyi olması anlamına gelmektedir (Edwards, 1999).
Sivil toplum örgütleri için her yerde geçerli olan evrensel, iyi bir strateji
yoktur. Bazı cevaplar bir takım örgütler için önemli iken bir başka örgüt için daha az
önemli olabilir, ya da önemsiz olabilir (Edwards, 1999). Bununla birlikte bazı gelişen
bir takım değerlerin tüm sivil toplum kuruluşları tarafından kabul edildiğini ve
42
stratejiler geliştirilirken bunların esas alınması gerektiği konusunda bir konsensüsün
olduğunu belirtebiliriz.
3. Sivil Toplum Kurulu şları Açısından Bazı Temel Değerler
3.1. Katılımcılık (Participation)
Katılımcı yönetim anlayışı kar amacı gütmeyen kuruluşlara özgü, farklı bir
yönetim anlayışı değildir. Đş dünyasında uzun bir dönemdir uygulanan ve karar
mekanizmalarına çalışnalar katılımını sağlamak anlamına gelen bir yönetim
teorisidir. Özellikle 1960’lı yıllardan sonra çalışanların karar mekanizmalarına
katılımında bir yükselişin olduğu görülür (Sheehan, s. 6).
Genel olarak yönetim modelleri, iş odaklı otoriter yönetim anlayışı ve çalışan
odaklı demokratik ya da katılımcı yönetim modelleri olarak tartışılır. Yetki
dağıtımına (empowerment) ya da katılımcılığa dayalı yönetim modelleri, iş
dünyasında ve kalkınma modellerinde ciddi anlamda öne çıkmaktadır. Örneğin Japon
firmaları Hitachi, Nissan, Honda, Mitsubishi ve Toyota gibi kar amacı güden
kuruluşlarda çalışanların katılımına dayalı bir yönetim modelinden bahsedilmektedir.
Yine son zamanlarda özellikle 1980 sonrası yıllarda çalışanların katılımına dayalı
yönetim anlayışının sağlıklı bir büyümeyi sağladığını, ve insan kaynakları
yönetimlerinin strateji oluşturken başvurdukları temel bir kavram olduğunu
görmekteyiz. Bugünlerde ise Japon firmalarından etkilenerek açığa çıkan takım
çalışması, toplam kalite yönetimi gibi yönetim anlayışlarının popüler hale geldiğini
görmekteyiz (Sheehan, s. 6).
Hükümet dışı kuruluşlarda yönetim modellerini tartışırken hangi yönetim
modellerinin hükümet dışı kuruluşlara uygun olduğunu sormak gerekir. Eğer bu
yapılırsa tartışmaların bir anlamı, değeri olur. Katılımcı yönetim anlayışının genelde
organizsyonlara, özelde kar amacı gütmeyen organizasyonlara ne gibi avantajlar
sağladığını tartışılırsa, bunun kar amacı gütmeyen kuruluşlar için daha fazla uygun
olduğunu anlaşılabilir. Kar amacı güden kuruşlarda katılımcılığın yükselmesi ile
ilgili birkaç perspektifin olduğu belirtilebilr. Guest ve Knight, endüstriel ve
ekonomik sorunların, değişen uluslararası pazar şartlarının, çalışanların artan
beklentilerinin üstesinden gelmek ve endüstriyel demokrasiyi sağlamak için katılımın
gerekli olduğunu savunurlar. Yine Lawler’a göre, değişen çevre şartlarına -sosyal,
43
ekonomik, iş dünyası ile ilgili, ürün ve iş gücü değişimi- verilecek en iyi cevaptır
katılımcı yönetim anlayışı. Wall ve Lischeron, katılımcılığı, çalışma yaşamının
kalitesini artırmak olarak tanımlar. Katılımcılığın artması sadece çalışma
dünyasındaki hümanizmle ilgili değildir. Bearwell ve Holden, daha fazla
katılımcılığın daha fazla verim, daha fazla etkinlik ve daha fazla kar olduğunu
söylemektedir. Ouchi, katılımcılıkla performans arasındaki bağlantıya dikkat
çekmektedir (Sheehan, s. 6).
Sivil toplum örgütlerinde katılımcılık genellikle hiyerarşik yapının
yumuşatılması, düzleştirilmesi, yönetimsel sorumlulukların pratik ihtiyaçlara ve
durumlara göre paylaştırılması olarak tanımlanıyor (Fyvie & Ager, 1999). Son
dönemlerde en çok ortaklaşılan popüler kavramlardan biridir katılımcılık. Buijs
insanların katılımını, bir proje grubundaki tüm üyelerin, organizasyondaki tüm karar
süreçlerinde kendi çabalarını katabildikleri bir değişim süreci olarak tanımlamaktadır
(Berry, s. 2). Organizasyonel büyüme açısından katılımcı yönetim, örgütler için
önemli hale gelmektedir. Holcombe, bugün bir çok sivil toplum örgütünün katılımcı
yönetim tarzını konuştuğunu bu yönetim tarzını; bu yönetim tarzında çalışanların,
kapasite ve yetenek kaynakları olarak algılandığını dile getirmektedir. Yine
Chambers, büyüyen, gelişen kurumsal yapıların hiyerarşiyi eritmeye, yumuşatmaya
çalıştığını, bunun için de katılımcı yönetim kültürünü geliştirerek, yeni insanları
kazanıp, onların disiplin içinde çalışarak kendini adamış insanlar haline gelmesine,
prosedürlere, normlara uyum sağlamalarına ve bu normları geliştirmelerine, bunun
için bütün kademelerde ve düzeylerde katılımı yükseltmeye çalıştığını dile getiriyor
(Sheehan, ss. 3-4).
Hükümet dışı organizasyonların uluslar arası kalkınma alanında önemi, her
geçen gün artmaktadır. Bu anlamda niteliğinde “katılım”ı barındıran bu kuruluşların
yönetimi, önemli hale gelmektedir. Katılımcı yönetim (participatory management)
kavramı hükümet dışı kuruluşlar için önemli bir hale gelmektedir, özellikle de
gelişme açısından bu böyledir (s. 2).
Mozambik’te, CONCERN Worlkwide adlı sivil toplum kuruluşu üzerinde,
katılımcı yönetim konusunda alan çalışması yapan James Sheehan, katılımcı yönetim
anlayışının herşeyden önce katılımcı gelişim paradigmasını gerektirdiğini ifade
ediyor (s. 4). Hükümet dışı kuruluşlar açısından katılımcı yönetim çoğunlukla
üzerinde durulmamış, araştırılmamış bir konudur. Bu, hükümet dışı kuruluşlarının
44
yönetiminde karmaşıklığın ve katılımın öneminin anlaşılması açısından bir şans
sunmaktadır. Bu, bir Kuzey hükümet dışı kuruluşu olan CONCERN Worlkwide’da
kapasite değişimini ve yeni düşünceler gelişimini sağlıyor (s. 2). Bununla birlikte
katılımcılık ile öğrenen organzasyonlar arasında da bağlantı kurulmaktadır. Senge,
gelecekte gerçekten çok iyi olmak isteyen organizasyonların, organizasyonel yapının
tüm kademelerinde, insanların sorumluluklarını, bağlılıklarını ve öğrenme
kapasitelerini artırmaları gerktiğini keşfettiklerini savunmaktadır (ss. 6-7). Sheeden,
CONCERN Worldwide üzerine yapılan çalışmada, hükümet dışı kuruluşların, kar
amaçlı kuruluşlardan katılımcı yönetim modelleri ile ilgili çok şey öğrenebileceğinin
görüldüğünü ifade etmektedir (s. 20). Sheeden’a göre katılımcı yönetim anlayışı ile
örgüt içi demokrasi arasında doğrudan bir bilişki vardır (s. 22). Katılımcılık, sadece
organizasyon yapısı ve aktiviteleri ile ilgili değildir. Katılımcılık aynı zamanda
kuruluşun politikalarını, stratejilerini belirleme süreçlerini de esas alınması gereken
bir perspektiftir (s. 23).
3.2. Yenilikçilik/Yaratıcılık (Innovation)
Yenilikcilik (innovation), özel sektöre ait, pazar payını büyüterek
organizasyonları geliştiren bir kavram olarak anlaşılmasına rağmen, kar amacı
gütmeyen ve yardım amaçlı kuruşlar arasında da fayda sağlayıcı bir kavram olarak
fark edilmeye başlandı. Bazı yazarlar hızlı değişen çevre şartlarından dolayı, kar
amacı gütmeyen kuruluşların en az devlet ve özel sektör kadar yenilikçiliğe ihtiyaç
duyduğunu tartışıyorlar (Drucker’dan alıntılanmıştır, Fyvie & Ager, 1999).
Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Konseyi (Economic and Social Research
Council) yenilikçiliği, yeni tekniklerin ve çalışma yöntemlerinin başarılı şekilde
yaratılması, geliştirilmesi ve uygulanması olarak tanımlıyor (Fyvie & Ager, 1999).
Kompleks örgütlenmelerde –üyelerinin bilgi düzeyi, mesleki özellikleri, eğitim
düzeyleri, profesyonellik düzeyleri açısından farklılık düzeyi vb. açıdan- yeni
düşüncelerin gelişme olasılığı daha yüksektir. Dolayısıyla bu kuruluşlarda yenilikçi
düşüncelerin gelişmesi daha kolaydır (Fyvie & Ager, 1999).
Peter Uvin (Brown Üniversitesi), Pankaj S. Jain (Hindistan Yönetim
Enstitüsü-Indian Institute of Management) ve L. David Brown (Harvard
Üniversitesi), hükümet dışı kuruluşlar (NGO) üzerine yaptıkları çalışmada,
yenilikçiliği, fiziksel açıdan büyümeden, hükümet dışı kuruluşlara büyüme yeteneği
45
kazandıran yeni paradigmanın en önemli değerlerinden biri olarak değerlendiriyorlar.
Sivil toplum örgütleri açısından iki temel gelişme, büyüme (scaling up)
paradigmasının olduğu belirtilebilir. Eski paradigmaya göre, sivil toplum örgütleri
için gelişmek demek, fiziksel açıdan büyümek, profesyonelleşme, daha etkin ve
proramatik kurumsallaşma demekti. Bu paradigmayı esas olan bir çok sivil toplum
örgütü hala başarılar elde ediyorlar. Yeni paradigma ise, tüm güçlerin etkileşimin
sağlanması ve bunların ortaklaştırılması, yenilikçiliğin ve yaratıcılığın sağlanması,
alternatif bilgilerin yaratılması ve diğer sosyal hareketlerin etkileme yeteneğine sahip
olması olarak tanımlanıyor (Uvin, Jain, & Brown, 2000).
Organizasyon formlarından ziyade, etkin birliktelik, kültürel hassaslık,
organizasyonel öğrenme düzeyi daha önemli faktörler olabilir ve bunların farkında
olmak, belki sivil toplum örgütleri açısından, talepler ve değişen çevre şartları
karşısında daha büyük bir yenilikçiliği sağlayabilir (Fyvie & Ager, 1999).
3.3. Toplumsal Aktiviteler (Community-based action)
Hükümet dışı kuruluşlar arasında önem kazanan bir diğer kavram ise,
toplumsal aktiviteler (community-based action) kavramıdır. Berry’ye göre, toplumsal
aktiviteler (community-based action) kavramı, stratejik bir değişimin parçasıdır.
Fowler bu stratejik değişimi, hükümet dışı kuruluşların (NGO), hizmet ve servis
sağlayan örgütlerden, halk örgütlenmelerini ve halk hareketlerini güçlendiren
örgütlenmelere dönüşmesi şeklinde tanımlamaktadır (s.1). Yapılan tüm
tanımlamalarda genellikle bu stratejik değişimine dikkat çekilir. Toplumsal
aktiviteler hükümet dışı kuruluşlar arasında gelişen politik söylemelerin merkezini
oluşturmaktadır. Hükümet dışı kuruluşlar toplumsal aktiviteleri ya bu iş için
kurulmuş örgütlerle ilişki kurarak, ya da bizzat kendisi bu örgütleri kurarak
sağlayabilir. Her iki yaklaşım da, hükümet dışı kuruluşların (NGO) farklı yönetim
sorunlarıyla karşılaşmasına neden olmaktadır (Berry, s. 1).
Toplumsal hareketlerin (Community-based organization) etkinliği, temel
amaçları geniş bir perspektifle sıraya koymasından, ve farklı toplumsal hareketler
arasında ağlar kurarak, bu hareketler arasında sosyal ve ekonomik alışverişi
sağlayarak, organizasyonların ve üyelerin güçlenmesini gerçekleştirmesi sayesinde
artmaktadır (Berry, s. 6).
46
3.4. Hiyerarşinin Erimesi (Decentralization)
Sivil toplum kuruluşlarının yeniden yükselişi döneminde, özellikle de 90’lı
yıllardan sonra kamu ve özel sektörde olduğu gibi, sivil toplum örgütlerinde de, tüm
yönetim süreçlerinde hiyerarşinin eridiği, adem-i merkeziyetçiliğin geliştiği
görülmektedir. Yönetim değerlerinde demokrasinin gelişimine parelel bir gelişimin
olduğu görülür. Demokrsinin 1950’li yıllarında, özellikle de 80’lerden sonra yaşadığı
yükselişin en önemli nedenlerinden biri bilgi ve iletişim teknolojisindeki heyecan
verici gelişmelerdir. Clark, Spybey ve Meyer, bir çok yazarın demokratik değerlerin
yükselişi ile iletişim teknolojilerindeki gelişmeler arasında bağlantılar kurduğunu
vurguluyorlar. Mansell ve Wehn, bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygın şikilde
kullanımının, güçlerinin insanların bağlılıklarından ve enerjilerini faaliyetlerinin
yaygınlığından alan uluslarasrası hükümet dışı örgütlenmelerin, toplumsal hareket
ağlarının organize olmalarını kolaylaştırdığına dikkat çekmektedirler (Madon, 1999).
Yakın zamanda bir çok yazar, katılımcı yönetim anlayışının hükümet dışı
kuruluşlar için uygun olduğunu savunmaktadır. Roche, deneyimlerin, yarı otonom,
özyönetim anlayışına dayalı federe unitelerden oluşan, enformasyonla bütünleşmiş,
kooperatif bir öğrenme süreçlerin olduğu, hiyerarşik olmayan bir yapının, micro-
kalkınma anlayışa dayalı organizasyonlar açısından daha iyi bir organizasyon dizaynı
olduğunu ifade etmektedir. Campbell ve Fowler, hükemet dışı organizasyonların
adem-i merkeziyetçiliği (decentralization) ve katılımcı karar verme makanizmaları
yaratmaya ihtiyaç duyduğunu belirtiyorlar. Bu şekilde, sorun çözme, çevreye uyum
sağlama yetenekleri artacak, esnek bir yapıya kavuşacaklardır. Yine Clark, sivil
toplum örgütlerinin çalışanlarının, genellikle bu kuruluşların sosyal değişim
misyonlarına olan inaçları ve kurumun değerlerini paylaşmalarından dolayı, işlerini
yüksek sorumlulukla yürüttüğünü söyler (Sheehan, s. 8).
Desantralizasyon, sivil toplum örgütleri açısından, yerel topluluklara
(coğrafik açıdan ve sosyal açıdan) daha kolay hizmet sunmayı, yerel kurumların
kurulmasını kolaylaştırmayı, yerelde yaşayan insanların katılımının artmasını ve
kurumsal ve entelektüel çeşitlili ğin güçlenmesini sağlar. Kısacası, desantralizasyon,
organizasyonel süreçlerin dinamik bir yapıya kavuşması, kalitenin artması ve
devamlılık için en iyi yoldur (Uvin, Jain, & Brown, 2000).
Wierdsma ve Swieringha, bir çok uluslararası hükümet dışı kuruluşun
(INGO), öğrenmeyi başarmak için, katı merkezi (centralised) organizasyon yapılarını
47
değiştirdilerini ve adem-i merkeziyetçi (decentralised) bir organizayon yapılarını
oluşturduğunu belirtiyorlar. Hiyerarşik, merkezi, kontrol anlayışına dayalı
örgütlenmeler, karar vericilerin gerçeklikten uzaklaşmasına, öğrenme ile yapma
arasındaki önemli ilişkinin kopmasına, zayıflamasına, tüm bunlar da öğrenme
süreçlerinin zayıflamasına neden olmaktadır (Madon, 1999). Deneyimler, insanlar
öğrenmeyi birilerinin düşünmesi ve birilerinin de yapması olarak algılandığı zaman
öğrenmekten hoşlanmadığını ve bu sürece dahil olmadığını göstermiştir. Uluslar
arası hükümet dışı kuruluşlar, bu geleneksel anlayışın dışında bir öğrenme
anlayışının gelişebileceği konusunda insanları cesaretlendirmeye özel bir önem
vermeye ihtiyaç duyarlar. Hiyerarşik olmayan iletişim mekanizmasıyla ve
öğrenmeye karşı açık olmakla, uluslararası hükümet dışı kuruluşlar, değişimleri
karşılama, yine karmaşık gelişim sorunları karşısında çözüm bulma konusunda daha
esnek bir yapıya kavuşmaktadır. Bu konu, birçok yazar tarafından katılım
(participation) kavramı çerçevesinde oldukça detaylı bir şekilde analiz edilmiştir
(Madon, 1999).
Hükümet dışı kuruluşların yönetiminde öne çıkan bir diğer kavram sosyal
sermaye (social capital) kavramıdır. Putnam sosyal sermayeyi, aktivitelerin
koordinasyonunu sağlayarak toplumun etkinliğini artıran, güçlendiren normlar,
sorumluluklar ve ağlar olarak, sosyal organizasyonların geleceği olarak tanımlar
(Berry, s. 2).
Sivil toplum örgütlerinde yükselen değerlen olan katılımcılık,
yenilikçilik/yaratıcılık, hiyerarşinin erimesi, toplumsal aktiviteler ve sosyal sermaye
kavramlarının, birbiriyleriyle doğrudan etkileşim içinde oldukları belirtilebilir. Bu
kavramlar, yükselen demokratik değerlerin farklı öğelerini ifade ediyorlar.
Demokratik bir sistemin başat aktörleri olan sivil toplum örgütlerinin bu değerlerle
bütünleşmesi, bir anlamda, bu kuruluşların hedeflediği ve gerçekleşmesi için çaba
sarfettiği demokratik sistemi, kendi içinde uygulaması, pratikleştirmesi anlamına
geliyor.
4. Yönetim Fonksiyonları Açısından Sivil Toplum Kuruluşları
4.1. Sivil Toplum Kurulu şlarında Planlama
48
Planlama, genel bir tanımla “...neyin, ne zaman, nasıl, nerede ve kim
tarafından yapılacagını önceden kararlaştırma sürecidir”. Başka bir deyişle planlama,
“...bir amacı geliştirmek için en iyi davranış biçimini seçme ve geliştirme niteligi
taşıyan bilinçli bir süreçtir” (“Planlama ve Kontrol”, 2002, s. 1). Planlama,
uygulamaya geçmeden önce düşünmeyi, tercih yapmayı ve karar vermeyi ifade
ettiğinden stratejik değeri ve önemi olan bir fonsiyondur (s. 2). Her planlamada, esas
olan belirlenen hedeflere ulaşmaktır. Planlar bu amaçları ve hedefleri
gerçekleştirmek için hazırlanır. “Amaçsız bir plan ve faaliyetten söz edilemez.
Kısaca plan ve planlama;
• Planlama bir seçim ve yegleme sürecidir.
• Planlama gerçekte bir karar sürecidir
• Plan geleceğe dönüktür
• Planlamada tahmınler büyük rol oynamaktadır
• Plan bilinçli bir seçim sürecidir.
• Planlama ve örgütlenme evreleri, yönetimin belirleyici ve yasalaştırıcı
nitelikte olan işlemleridir.
• Plan belli bir zaman süresini kapsar” (“Planlama ve Kontrol”, 2002, s. 1).
Planlama fonsiyonuna değer katan, organizasyona sağladığı yararlardır.
Zaman ve emek israflarını azaltma, yöneticinin dikkatini amaca yönelmek, çabaları
koordine etme, kaynakların amaç ve hedeflere yöneltilmiş olup olmadıgını kontrol
etmeyi sağlama planlama fonsiyonlarının yararları olarak değerlendiriliebilir. Önemli
zaman ve enerji harcamalarını gerektirmesi ve girişim gücünü sınırlandırması ise,
planlama fonsiyonunun dezavantajları olarak değerlendirilebilir (“Planlama ve
Kontrol”, 2002, s. 2).
Bir yönetim fonsiyonu olan planlama, genel olarak yukarıdaki gibi
tanımlansa da sivil toplum örgütlerinde nasıl bir planlama sürecinin olması gerektiği
konusunda detaylı çalışmaların yapıldığını söylemek mümkün değildir. Stratejik
yönetim anlayışı, yine önceki bölümde ele aldığımız katılımcılık, yenilikçilik,
yaratıcılık, sosyal sermeya gibi değerler tüm yönetim süreçlerinde, stratejik önemde
değerler olarak kabul görse de, sivil toplum kuruluşlarında planlama fonksiyonu ile
ilgili detaylı, alan çalışmaları sonucu açığa çıkmış kuramlardan, teorilerden
bahsedilemez. Bununla birlikte bir çok yönetim fonksiyonunda olduğu gibi planlama
49
konusunda da özel sektörde çok ciddi çalışmaların yapıldığı ve ciddi bir literatürün
oluşturulduğu belirtilebilir.
Stratejik planlar, STK’lar açısından içsel dinamikleri olumlu yönde etkileyen,
yapısal yeniden organize olamayı kolaylaştıran, çevreyi yönetmeyi ve verimliliği
artırmayı sağlayan yönetim aygıtlarıdır. Stratejik düşünebilen kadrolara sahip
STK’ların geçerli misyonlar oluşturma ve stratejik planlar yapabilme yeteneği daha
fazladır (Çarıkçı & Acar, 2002, ss. 20-21). Henry ve Walker, kuralların ve
prosedürlerin vurgulanması ve kayıt altına alınması olarak tanımlanan
formalizasyonu (resmileştirme), genel olarak organizasyon üyelerinin yenikçili ğini
engelleyen bir yaklaşım olarak değerlendirir (Fyvie & Ager, 1999). Edwards, yapmış
olduğu dört ayrı alan çalışması sonucunda resmi, formel planlama sistemleri ile etkin
bir performans arasında bir ilişkinin olmadığı; açık ve ortak bir duyguya dayanan
yönetimin, değişimlerin gereklerini karşılamadaki esnekliğin, öğrenme ve iletişimin
öneminin farkındalığının daha fazla önemli olduğunu belirtiyor (Edwards, 1999).
Sonuç olarak, sivil toplum kuruluşlarında, tüm bileşenlerin planlama sürecine aktif
katılımı etkin bir yönetimi geliştirir. Etkin yönetim için etkin planlama gerekir.
Gerçekte ise STK’larda bundan söz etmek mümkün değildir (Çarıkçı & Acar, 2002,
ss. 20-22).
4.2. Sivil Toplum Kurulu şlarında Organizayon
Sivil toplum örgütlerinde planlama ile ilgili yaşanan araştırma, kuram ve
teori eksikliği, bir diğer yönetim fonsiyonu olan organizasyon için de geçerlidir.
Bununla birlikte, hiyerarşi, bu kavramın tarihsel süreç içerisinde yaşasığı değişimler,
hiyerarşinin eridiği adem-i merkeziyetçi organizasyon konularına dair bazı
çalışmaların yapıldığını belirtmek gerekiyor. “Küresel ekonomi, küresel düşünüp
hızlı yerel çözümler üretebilme becerisine ve iletişim ağına sahip, toplumsal kabulu
ve etkinliği yüksek projeleri hayata geçirebilen organik örgütler gerektirmektedir.
Küreselleşme ve sonuçları çok boyutlu, karmaşık, iç içe geçmiş ve kaos tipi süreçler
ile desentralizasyon geliştirmeyi, beklenmeyene etkili ve süratli cevap verebilmeyi,
yani bürokrasiden uzaklaşmayı gerektirir”. Bürokratik örgütler de ise bunun tersi
geçerlidir. Bu örgütlerde, işler formalize edilmiştir, kaos ortamına uymayan
öngörülüğe dayalı karar süreçleri söz konusudur. Yine bu örgüt tiplerinde iletişim
mekanizması, ihtiyaca göre şekillenen, bilgi aktarımına dayalı, dinamik bir yapıya
50
sahip değildir, aksine talimat veren, yapılmasını gerekenleri bildiren, formal bir
yapıya sahiptir (Çetin).
Günümüzde, sivil toplumun tüm aktörleri arasında desantralizasyon,
demokratikleşme baskın kavramlar haline geldi. Endüstri sektöründe bu kendisini
endüstri sonrası yönetim teorileri (post-industrial management theory) olarak
göstermektedir. Tüm bunlara neden olanlar bilgi ve iletişim teknolojilerindeki
gelişmeler olarak ifade edilir (Borgese, 1999). Bir çok yazar, sivil toplum
örgütlerinin hem devletten hem de resmi donörlerden daha fazla rekabet sağlayıcı
avantajlara sahip olduğunu vurguluyor. Devletler yapıları gereği doğal olarak
merkezi, bürokratik ve kontrol anlayışına dayalı örgütsel yapıya sahipler. Diğer
yandan, sivil toplum örgütleri (NGO), esneklikleri, yenilikçiliğe olan isteklilikleri,
hiyerarşik olmayan değerlere ve ilişkilere vurgu yapmaları, birlikteliği ve katılımı
geliştirmeleri ile diğer kuruluşlardan ayırt edilirler, farklılaşırlar (Fyvie & Ager,
1999).
STK’lar aynı zamanda öğrenen organzasyonlardır (Çarıkçı & Acar, 2002, s.
23). Bürokratik örgüt modelinin aksine, takım çalışmasına, ekiplere dayalı,
profesyonelliğe daylı bu örgütlenmeler “organik ve birleştirici örgüt” olarak ifade
edilir. Bu örgütlenlemelerin en önemli özelliği, adem-i merkeziyetçi bir anlayışa
dayanmaları ve özyönetimi esas almalarıdır. Dinamik bir yapıya sahip olan bu
örgütlerde, kuruluşun elemanları sürekli bir etkileşim içerisindedir. Bu etkileşimler
sayesinde organizasyon sürekli yenilemekte ve kendisini yeniden üretmektedir
(Çetin).
4.3. Sivil Toplum Kurulu şlarında Motivasyon
Sivil toplum kuruluşlarını, kamu sektöründen ve özel sektörden ayrı ve
avantajlı kılan en önemli özelliklerden biri gönüllü kuruluşlar olmasıdır. Yani sivil
toplum örgütleri, bir anlamda gönüllü insanların birlikteliği anlamına gelmektedir.
Belli sayıda profesyonel çalışan olsa da üyelerin büyük çoğunluğu gönüllü
insanlardan oluşmaktadır. Kar amacı gütmeyen bu kuruluşlarda, insanların
motivasyonunu sağlayan unsurun para, kazanç olduğu da iddia edilemez. Formel
anlamda sivil toplum örgütü olan, ama işlevsel açıdan farklı amaçlar için faaliyet
yürüten, bu anlamda üyelerine, çalışanlarına maddi kazanç sağlayan kuruluşlar, her
ne kadar formel açıdan sivil toplum örgütü olsa da, gerçekte sivil toplum örgütü
olarak değerlendirilemeyeceğinden, bu saptama, yanlış sayılmaz. Başarıda insan
51
faktörünün belirleyici olduğu günümüzde, sivil toplum kuruluşlarında istekli, maddi
fayda beklemeksizin çalışan insanlara sahip olmak, bu örgütler açısından büyük bir
avantaj olarak değerlendirilebilir. Tabi tüm bunların yanında sivil toplum
kuruluşlarının amaçlarına uymayan, maddi çıkar elde etme, kariyer sağlama, mevki
edinme gibi ya da hobi, eğlence olarak değerlendirme, arkadaş, çevre edinme gibi
amaçlarla sivil toplum örgütlerine gelen üyelerin de olduğunu gözden kaçırmamak
gerekiyor. Bu insanların da kuruluşun amaç ve hedeflerine uygun şekilde
yönetilmesinde motivasyon önemli bir işlev görebilir. Literatür incelendiğinde, sivil
toplum örgütlerinde gönüllülerin motivasyonunun kalıcı kılmak, daha da geliştimek
için neler yapılması gerektiğine dair alan çalışmalarının, teorik çalışmaların fazla
olmadığı görülmektedir.
Betil, insanları sivil toplum kuruluşlarında gönüllü olmasını sağlayan
unsurları, “inanç” ve “umut” olarak belirtir. Betil, sivil toplum kuruluşlarının
gelişmesi için bu iki kavramın gelişmesine ihtiyaç duyulduğunu vurgulamaktadır
(2001). Bu değerler ancak, güven sağlanarak geliştirilebilir, bu da “şeffaflık”, “hesap
verebilir durumda olmak”, “insanların katılımına olanak sağlamak” ve “insanlar
arasında cinsiyet, düşünce, inanç, etnik köken ayırımı yapmaksızın herkese eşit
yakınlıkta olabilmek” gibi unsurların geliştirilmesiyle mümkün hale gelir.
“Hiç bir maddi çıkar beklemeden zamanını, fikirlerini, ilişkilerini kuruluşun
hizmetine sunan gönüllülerin ödülü manevi tatmindir. Đnandığı bir amaç için
güvendiği bir kurumda karşılıksız hizmet vererek toplumsal sorumluluğunu yerine
getirmek ve çözümün bir parçası olmak için çalışır. Gönüllüler ile sıcak, sağlam bir
bağ kurmak için profesyonel kadronun gönüllüleri ‘muktedir kılması’ çok önemlidir.
Bu ise ciddi bir çaba ve zaman gerektiriyor. Gönüllülük ruhunu yaratmak, korumak,
sürekliliğini ve etkinliğini sağlamak, doğru bir iletişim, eğitim ve denetim
mekanizması ile mümkündür. Gönüllünün sağladığı kaynak parasal kaynak kadar
hatta daha değerlidir” (Tarhan).
Betil insanların gönüllü olma nedenlerini şöyle sıralar:
• Zevk aldığı bir şey yapmak için
• Đnandıkları bir şeyi desteklemek için
• Can sıkıntısından kurtulmak için
• Becerilerini korumak için
• Kendisini ihtiyaç duyulan kişi olarak hissetmek için
52
• Eğlenceli bulabilir
• Yeni dost ve çevre edinmek için
• Kişisel gelişimine katkı sağlamayı hedeflediği için.
Betil, gönüllüğün insanlara bir takım avantajlar sağladığı gibi, çeşitli
dezavantajlara da neden olduğunu belirtir. Bunlar:
• Aile ve arkadaşlardan, meslekten, hobilerden uzak kalmak
• Ek masraflara girmek
• Gönüllü pozisyonu dolayısıyla ek zaman ayırmak (Betil, 2001).
Betil’in sivil toplum kuruluşlarında profesyonel-gönüllü ilişkisini,
motivasyonu etkileyen bir faktör olarak ele alır. O’na göre sivil toplum
kuruluşlarında profesyonel çalışanlarla, gönüllü çalışanların uyum sağlaması en
önemli unsurlardan biridir. Bu uyumun sağlanmasında profesyonel çalışanlara rol
biçen Betil, yapmaları gerekenleri şöyle sıralar:
• Gönüllünün yetenek ve ilgisine uygun görevler belirlemek
• En önemli çalışma olan gönüllü eğitimini yapmak
• Gönüllülerin kuruluşun amacını, misyonunu benimsemesi sağlamak
(2001).
Sivil toplum kuruluşlarında çalışanların ve üyelerin motivasyonunda
eğitimine önemli bir anlam biçen Betil, eğitimin;
• Kuruluşun amaç ve hedeflerinin kavratılması
• Gönüllüler arasında ortak dil, duygu, düşünce ve davranışın oluşması
• Bireylerin kendileriyle, birbirleriyle ve grupla ilgili farkındalık
kazanmaları
• Grup olma bilinci ve ortak dili oluşturmaları
• Bireylerin sorun çözme becerilerini fark etmeleri
• Đleriye yönelik hedeflerin gerçekleştirilmesinde bireylerin aktif ve etkili
hale gelmelerini
• Gönüllüleri tanıma ve hangi amaçla kuruluşa katıldıkarını anlama
• Kimlik yaratma
• Gönüllünün etki alanı ve yaptığı işin öneminin anlaşılması
53
• Sorumluluk ve ödevler belirlenmesi gibi faydalarla motivasyonu
artırdığını ifade eder.
4.4. Sivil Toplum Kurulu şlarında Đletişim
Sivil toplum örgütlerinin gelişimini sağlayan en önemli faktörlerden birinin,
bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan devrimsel gelişmeler olduğu daha öncaki
bölümlerde belirtilmişti. Bununla birlikte sivil toplum örgütleri, insan ili şkilerine
dayalı, sosyal dayanışmanın olduğu, toplumsal fayda amacıyla oluşan gönüllü
birliktelikler olarak ifade edildi. Hem çağımızın gelişmeleri hem de sivil toplum
örgütlerinin niteliği iletişim ve insan ilişkilerini bu örgütler açasından önemli
kılmaktadır. Buna rağmen planlama, organizasyon ve motivasyonda olduğu gibi, bu
konuda da yeterli çalışmanın yapılmadığı belirtilmelidir.
Dichter (1989) başarılı bir birlikteliği, güçlü insani ilişkilerin varlığı olarak
tanımlamıştır. Brown (1996), bunu sosyal sermaye olarak tanımlamıştır. Brown
güçlü insan ilişkilerinin güçlü sosyal sermaye anlamına geldiğini, bunun da sorun
çözme yeteneğini artırdığını ve çeşitli düzeylerdeki farklı güç kaynaklarının yaratmış
olduğu olumsuz ayrılıkların ortadan kalkmasını sağladığını belirtmiştir. Covey
(1989), toplumsal değişim örgütlerinin (social change organizations) genellikle yerel
bazda örgütlenmiş, insan ilişkilerine dayalı örgütler olduğunu, bunun da, bu
kuruluşlara, liderin değişmesi ya da sorunlu olması durumunda, esneklik
kazandırdığını savunmaktadır (Lister).
Sosyal bilimler alanında egemen bir kavram haline gelen ortaklık, birliktelik
(partnership), hükümet dışı örgütlerin (NGO) pratiklerinde ve retoriklerinde de
kolayca kabul gören bir kavram haline geldi. Literatürde birlikteliklerle ilgili
sorunların fazlasıyla bahsedilmesine rağmen, organizasyonel bir perspekiften, teorik
bir algılayışın sınırlı olduğunu belirtmek gerekir (Lister).
Birçok uygulayıcı ve gözlemci, başarılı bir ortaklığın, birlikteliğin
(partnership) içermesi gereken faktörleri tanımlamışlar;
• Karşılıklı güven, tamalayıcı güç, karşılıklı hesapverebilirlik, karar verme
süreçlerinde ortaklık, karşılılı bilgi alış-verişi (Postma, 1994, s. 451).
• Açık ve anlaşılır hedefler, maliyetlerin ve kazançların adaletli dağıtımı,
performansı ölçmeyi sağlayan mekanizmalar ve denetleyiciler,
54
anlaşmazlıklarda karar verebilmek için açık ve tanımlanmış sorumluluklar
ve süreçler (USAID, 1997, s. 1).
• Ortak bir anlayış ve karşılıklı hoşgörü (Tandon, 1990, s. 98).
• Karşılıklı destek, geliştirici, yapıcı taraf tutma (Murphy, 1991, s. 179).
• Finansal konularda şeffaflık, uzun vadeli birlikte çalışma sorumluluğu,
diğer ortakları tanıma (Campbell, 1988, s. 10).
Bir sosyal sistemdeki birimlerin ve bireylerin arasındaki ilişki ağının düzeyi
(interconnectedness), genellikle kuruluşun yenilikçi karakterini etkiler. Yeni bir
düşüncenin rahat ve hızlı bir şekilde organizasyon üyeleri arasında yayılması
yenilikçiliği, başarıyı artıran bir faktör olarak algılanır (Fyvie & Ager, 1999).
Sivil toplum örgütlerinde iletişim kavramı tartışılırken öne çıkan konulardan
biri de bu örgütler arasındaki ilişkilerdir. Bilgi ve iletişim teknlojisindeki
gelişmelerle birlikte bu ilişkilerde bir artışın olduğu görülür. Öyleki internet
arcılığıyla kurulan ağlar sayesinde bugün “aşağıdan küreselleşme” olarak da
adlandırılan dünya genelinde yaygın örgütlenmelere gidildiğini ve bu örgütlerin
uluslararası sistemde ciddi yankılar yaratttığı görülmektedir. Bununla birlikte bu
ili şkilerde ciddi sıkıntıların, sorunların yaşandığı da belirtilmektedir.
Hükümet dışı kuruluşlar açısından, organizasyonalar arası ilişkiler,
ekseriyetle özel, şahsi ilişkilere dayandığı, birçok hükümet dışı kuruluş çalışanı ve
gözlemcisi tarafından vurgulanır. Fakat yönetim teorilerinde bu gerçeklik dikkate
alınmamıştır. Organizasyonel düzeyde ilişkilenmelerin olmadığı durumlarda bireysel
aktörler ve ilişkiler kritik öneme sahiptir. Bu ilişkiler organizasyonel sınırlar aşarak
başkalarıyla doğrudan ilişkiler kurarak çeşitli faaliyetlerin olması açısından avantaj
olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte, bu ilişkiler dezavantaja da dönüşebilir.
Birliktelik, ortaklık çok yönlü ve organizasyon bileşenlerinin tümünü kapsadığı
sürece bir güçe dönüşebilir. Eğer tüm ilişkiler sadece lider tarafından yönetilirse, bu
tür bir ortaklık, birliktelik sorun yaratır (Lister).
Sivil toplum örgütleri arasında daima simetrik, dengeli ilişkiler bulunmaz,
asimetrik ilişkiler de yaşanır. Bu ilişkilerde totaliter yaklaşımların geliştiği
gözlemlenmektedir. Güçlü organizasyonların bu ilişkilerde belirleyici oldukları
vurgulanmaktadır. Organizasyonel ilişkilerde bireysel ilişkilerin belirleyiciliği, sivil
toplum örgütlerinin gelişimi için yapılan teorik tartışmaların bir diğer önemli
sorunudur. Eğer örgütler arasında birlikteliklerin oluşturulması düşünülüyorsa,
55
potansiyel bileşenlerin neleri zorunlu kıldıkları ile pratik için bunların ne anlam ifade
ettiği konusunda açık bir kavrayışın olması gerekmektedir. Kapasite düzeyi,
kurumsal güçlü yanlar, yenilikçiliğin ve yaratıcılığın büyümesi ve gelişmesi gibi
kavramlar organizasyonel süreçlerde değişim için temek dayanaklardır. Bir çok
faktörü birlikte değerlendiren yaklaşımlar ancak sivil toplum orgütleri teorilerini
geliştirebilir (Lister).
4.5. Sivil Toplum Kurulu şlarında Liderlik
Stratejik yönetim, katılımcılık, yenilikçilik, yaratıcılık, desantralizasyon,
sosyal sermaye gibi, sivil toplujm örgütlerinde egemen hale gelen değerler, bu
örgütlerde de yeni bir liderlik anlayışının gelişmesini sağlamıştır. Teorik açıdan bu
değerler öne çıkmakla birlikte bu değerlerle çelişen anlayışlar da devam etmektedir.
Şahıslardan çok kuralların ve misyonun yön verdiği ve profesyonel kadroların
güçlü olduğu kurumsallaşan örgütler çok daha iyi çalışır ve ömürleri çok daha uzun
olur (Tarhan). “Küresel ekonomi, küresel düşünüp hızlı yerel çözümler üretebilme
becerisine ve iletişim ağına sahip, toplumsal kabulu ve etkinliği yüksek projeleri
hayata geçirebilen organik örgütler gerektirmektedir. Küreselleşme ve sonuçları çok
boyutlu, karmaşık, iç içe geçmiş ve kaos tipi süreçler ile desentralizasyon
geliştirmeyi, beklenmeyene etkili ve süratli cevap verebilmeyi, yani bürokrasiden
uzaklaşmayı gerektirir”. Bu bağlamda günümüzde yaratacı lider anlayışının geliştiği
görülür. Belirsizlikleri azaltmak, vizyon ve misyon yaratarak, riskleri minimize
etmek bu yeni liderlik anlayışının unsurları olarak ele alınır (Çetin). Liderlerin,
çevresel değişimleri zamanında görerek, örgütü bir bütünen bu değişimlere uyarlama
yeteneğinde olması beklenir. Liderlerin, örgüt içerisinde farklı çıkarları bir araya
getirip birleştirerek, uzlaşmayı sağlamaları ve çevresel şartların dayattığı değişimi
gerçekleştirmaleri beklenir. Bunu da sivil toplum örgütü içerisinde ortak normlar,
değerler yaratarak başarılar (Bennis ve diğerleri, 1985 alıntılanmıştır, Çetin).
Lidere bağımlı sivil toplum örgütelerinde katılımcı bir yönetim anlayışından
bahsedilemez (Tarhan). “Liderin bu örgütteki görevleri örgüt elemanlarının kendi
kendilerini güdülendirecek koşulları sağlamasıdır. Ancak bu örgütlerde,
transformasyonel liderlik bir düşe bir vizyona yöneltme ve yönlendirme çabasını,
sadece tasarımsal-zihinsel değil, davranışlarla da özendirme liderliğidir, yani kreatif
transformasyonel liderliktir. Bu liderler, kendi örgütü dışındakileri de biz olarak
56
algılayan ve içte ve dıştaki kültür ve anlayış farklılıklarını görevdeş (sinerjik) olarak
yönetebilen liderlerdir” (Edinsel, 1997’den alıntılanmıştır Çetin).
Teorik açıdan bu değerler öne çıkmakla birlikte bu değerlerle çelişen
anlayışlar da devam etmektedir. Çetin, “kurucu lider” anlayışının olduğu sivil toplum
örgütlerinde, kurumsal yapının oturmadığını, gelişmediğini belirtir. Kızıl Haç gibi,
bazı sivil toplum örgütleri, bu liderlik anlayışının olumsuz etkilerinden kurtulmak
için tüzüklerine liderin yetkinliklerini tanımlamışlardır. “...Liderlik vasfı, toplum
bilinci ve bilgisi, çalışmalarında deneyim, duruma göre davranış ve diplomasi
yeteneği, kişiler arası iyi iletişim yeteneği, tarafsızlık, doğruluk ve gizliliğe uyum
yeteneği...” gibi yetkinlikleri tanımlayarak kurumsal gelişmeyi sağlamaya
çalışmışlardır (Çetin).
5. Bir Model Olarak “A şağıdan Küreselleşme Hareketi” Tartı şmaları
Yukarıdan küreselleşmeye karşı, hakim iktidar merkezlerine göre marjinal
konumda bulunan toplumsal mekanlarda ortaya çıkan hareketler, ulusal sınırları aşan
ağlar aracılığıyla ilişkiler geliştiryorlar, ağlar kuruyorlar. Bu ağlar sayesinde “ortak
bir inanç sistemi ve ortak bir program” geliştirmeye başlıyorlar. Ulusötesi şirketler,
hükümetler ve uluslar arası kuruluşlar bu ağların yaratmış olduğu güç karşısında bazı
normlara uymak zorunda kalıyorlar (Brecher, Costello & Smith, 2002, s. 49-50).
Aşağıdan küreselleşe hareketinin ana stratejisi, genel olarak kabul edilen
normları gözetmek, bu normlar ihlal edildiği takdirde bunu tespit etmek ve normları
ihlal eden güçlerin bu tutumlarından fazgeçmesi için toplumsal onayı ve rızayı geri
çekmek olarak ifade edilebilir. Đktidar sahiplerine, eğer şu normlara uymazsanız,
faaliyetlerinizi engeller, onaylamaz, egemenliğinizi ortadan kaldırırız, mesajı verilir.
Toplumsal hareketin popüler sloganı “Hallet ya da yok olacak” sloganı bu stratejiyi
özetliyor. Đyi bir strateji, hareketin bütün bileşenlerine kapsayan, belirli bir
örgütlenmeyi veya belirli bir kesimi aşan bütünsel bir vizyonu gerekli kılar. Yine iyi
bir strateji hızlı değişime ayak uymayı dağlayacak bir esnekliğe de sahip olmalıdır (s.
149).
Aşağıdan küreselleşme ancak, yukarıdan küresellemeden zarar gören
kesimlerin işbirliğini sağlayarak birleşik bir güç yaratabilirse başarılı olabilir. Bu
işbirliği, diyalog, karşılıklı yardım, ortak mücadeleler, ortak normlar, ortak
programlar, kültürel uyum, çatışmaların azaltılması gibi değerlerin
57
yaygınlaşmasıyla, ortak değerler haline gelmesiyle gerçekleşecektir (s.73-75).
Aşağıdan küreselleşmenin başarılı olabilmesi için, sadece kendi sorunları üzerinde
odaklanan, başkalarının sorunlarını görmeyen, birliği engelleyici yaklaşımlar
değişmek zorundadır. Kendi çelişkilerini çözüme kavuşturması gerekiyor. Bunu da,
bir bütün olarak hareket hakkında bir vizyon geliştirip, hareketin her bir bileşeninin
kendi perspektifini bu vizyonla bağdaştırmasını sağlayarak yapabilr. Ayrıca hareket
bu anlayışın pratik ifadesi olan bir “küresel dönüşüm programı” da geliştirmeye
ihtiyaç duyuyor (s. 87). Farklı gelenek ve deneyimlere sahip gruplar, ortak dünya
görüşleri, paradigmalar, vizyonlar veya çerçeveler ya da ideolojier aracılığıyla
birleşebilirler (s. 89).
Hareketler, insanların duygularını ifade etmelerinden öteye gidemedikleri
takdirde, statüko üzerindeki baskıların azalmasına, statükonun devamı için bir
emniyet sübabı işlevi görmesine de neden olabilirler, başka bir deyişle sistemin
yedeğine düşebilirler (s. 93). Bir hareketin, insanların duygularını ifade etmesinden
öteye gidebilmesi için program sahibi olması gerekir. Program sayesinde hareketler,
vizyonu somut hedeflere dönüştürerek förmüle eder ve bu şekilde insanların
duyguları, istekleri ile gerçek yaşam arasında aracılık rolü oynarlar (s. 94).
Mevcut sistemin yarattığı sorunları dile getirmek tek başına yetmez. Bununla
birlikte alternatif çözüm önerileri de geliştirmek gerekir. Bir toplumsal hareketin
başarısı için, programı bu alternatifleri de içermelidir. Bir program, bileşenlerinin
hem ortak hem de farklı ihtiyaçlarını kapsayan, toplumsal değişime ilişkin bütünsel
bir çerçeve çizmelidir. Bu şekilde bireysel çıkarların karşılandığı ortak bir çıkar inşa
eder. Program, bugün başarılması gerekenleri ele aldığı kadar, geleceğe dönük de bir
çerçeve çizmelidir. Gelecekte elde edilecek gücün nasıl kullanılacağını ortaya
koymalıdır (s. 95). Bir program, hareketin içindeki farklı unsurlar, daha geniş halk
kitleleri, kendisine karşı olan muhalefet ve değiştirilecek olan dünyaya ilişkin olarak
dört temel işlevi yerine getirmelidir. Đlk olarak, kareketin içindeki farlı unsurları
birleştirmek zorundadır. Đkincisi, hareketle ilişkisi olmayan daha geniş halk
kitlelerinin desteğini kazanmaya çalışmalıdır. Üçüncüsü, kendisine karşı olan
muhalefeti zayıflatmak, dağıtmak, tarafsızlaştırmak yapabiliyorsa bazı kesimlerini
kazanmak için çaba sarfetmelidir. Son olarak, gerçek dünyanın sorunlarına dair iyi
çözümler önermelidir (s. 96).
58
Egemenlerin en büyük zaafı başkalarının desteğine ve rızasına bağlı
olmasıdır. Toplumsal hareketin gücü ise bu onayı ve rızayı geri çekme potansiyeline
sahip olmalarıdır. Bu potansiyel gücün aktifleşmesi, somut eylemlere dönüşerek
değişimi zorlaması için stratejilere ihtiyaç var (s. 147).
Aşağıdan küreselleşme hareketi merkezi bir örgütlenmeden ziyade aşağıdan
özörgütlenmeye dayalı bir örgütlenmeyi gerektirir. Bu özörgütlenmeler uluslar arası
sivil toplum, hükümet dışı kuruluşlar ya da uluslar arası savunma ağları gibi
terimlerle adlandırılıyor (s. 115).
Ağ Tipi Organizasyon Modeli:
Siyaset bilimci Margaret Keck ve Kathryn Sikkink’in “belirli bir yaklaşımı
savunan ağlar” olarak adlandırdığı yeni örgütlenme biçimleri sadece hükümet dışı
kuruluşlardan oluşmaz; bununla birlikte yerel toplumsal hareketleri, kurumları,
medyayı, kiliseleri, sendikaları, tüketici örgütlenmelerini, entelektüel, bölgesel ve
uluslar arası hükümetler arası örgütlerin ve hüküetlerin yürütme ve/veya yasama
kollarının bazı kesimlerini de kapsayabilir. Aşağıdan küreselleşme hareketinin
örgütlediği kampanyalarda en öenmli örgütlenme aracı ağlardır. Ağlar klasik
örgütlenmelerden farklıdır; resmi olarak belki bazı kuruluşlar başını çeker ama
pratikte tüm planlamalar ağ üzerinden bileşenler tarafından birlikte çıkarılır (ss. 118-
119).
Ağ tipi örgütlenmelerin güçlü yanlarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
1. Örgütçüler ve sıradan katılımcılar arasında sert ayrımlar yoktur.
2. Statükodan kuşku duymaya başlayan insanları biraraya gelmesini
kolaylaştırır.
3. Onayı geri çekmenin çok çeşitli biçimlerini örgütleyebilir.
4. Farklı düzeylerdeki çeşitli grupları birbirine bağlama konusunda son
derece esnektir.
5. Ağlar içinde, iletişim akışını tekeline almak ya da iletişimin örgütsel
sınırlarını aşan akışını engellemek zordur.
6. Ağlar liderlik hakimiyetine karşı dirençlidir.
59
7. Liderleri, kıt örgütsel kaynakları denetimleri altına almaya ya da fiziksel
gücün belirli bir biçimine değil, büyük ölçüde iknaya dayanır. (Şu ana
kadar, aşağıdan küreselleşme hareketi saygı duyulan, ama otoriter olmak
şöyle dursun, karizmatik olmayan liderler yetiştirdi)
8. Otorite devredildiğinde çabucak eskir ve ancak aktif güven olduğunda
yenilenebilir.
9. Ağlar denetimin sekter tarzda ele geçirilmesine karşı, daha geleneksel
örgütlenme biçimlerine göre çok daha fazla dirençlidir.
10. Bu tür merkezsiz bir form deneyselliğe de izin verir; ki bu
başarısızlıkların bir bütün olarak hareket için bir felakete yol açmasının
düşük bir ihtimal olması anlamına gelir (s. 121-122).
Ağ tipi örgütlerin zayıf yanlarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Ağlar, geleneksel örgütlenmelerle karşılaştırıldığında yüksek düzeyde bir
kişisel sorumluluk gerektirir.
2. Bu örgütlenme biçiminin sadece yıllık bir katkı ya da aidat çeki
göndermekle kişinin ödevi yerine getirmiş sayılmasına izin verilmemesi,
hem zayıf hem de güçlü yönüdür.
3. Hükümet dışı kuruluşlar ve ağlar hiçbir şekilde eşitsizliği ortadan
kaldırmazlar.
4. Bir örgütlenmenin aksine, bir ağ anlaşmazlıkları çözmek için resmi bir
mekanizmaya sahip değildir.
5. Ağların ve dayanışma grubu konseylerinin, etkinliklerine bilerek zarar
verecek grupları kontrol etmelerini ya da kendilerini bu gruplardan
ayrıştırmalarını sağlayacak hiçbir resmi aracı yoktur.
6. Hükümet dışı kuruluşlar yeni bir elit işlevi görebilirler. Teknik deneyim,
örgütlenme ve finansmana sahipler ve büyük kaynakların dağıtımını
yapıyorlar. Hükümet dışı kuruluşlar şu anda, BM sisteminin tamamından
daha fazla yardım dağıtıyor.
7. Hükümet dışı kuruluşlar aynı zamanda kamusal işlevlerin özelleştirilmesi
için bir kılıf işlevi de görebilir.
60
8. Hükümet dışı kuruluşlar seçkinlerin çıkarları tarafından yaratılabilir veya
ele geçirilebilir, böylece onların çıkarlarının taşıyıcıları olarak hizmet
edebilirler.
9. Ağ formu temsil sorunlarını da barındırır: tek kişiyi temsil eden bir
örgütlenme, 10.000 kişiyi temsil eden bir örgütlenmeyle eşdeğer bir
statüde görünebilir.
10. Son olarak, hesap verebilme sorunundan bahsedilebilir. Bu örgütlenmeler
geniş halk kitleleri adına faaliyet yürütüyorlar ama bu kitlelerin hesap
sorma mekanizmaları yoktur (s. 122-124).
STK' ların amacını açık ve net ortaya koyabilmesi ve bu amaç etrafında
bağışçı ve gönüllülerini buluşturabilmesi, başarı için birinci koşuldur. STK' ların
hedef kitlesine sunduğu plan ve projeler de başarı için kritik bir faktördür. STK'lar
için diğer bir başarı faktörü insan unsurudur. “STK'larda profesyonel yönetim,
sağlam bir altyapı ve işleyen sistemler kalıcılığın sağlanması açısından olmazsa
olmazdır”. Performans değerlendirme sistemleri, sivil toplum kuruluşlarının
başarısını etkileyen bir diğer önemli unsurdur. “Kendi içinde değerleme sistemlerini
kurmak, yapılan çalışmaların sonuçlarını ölçebilmek, şeffaf olarak açıklayabilmek ve
hesap verebilmek çok önemlidir. ... Her STK gönüllüleri kadar güçlüdür. STK'lar
kişilere güvenle kurulur, kurumlara güvenle süreklilik ve kalıcılık kazanır” (Tarhan).
Sivil toplum örgütleri açısından büyüme, genişleme, daha büyük
organizasyonlar haline gelerek, daha büyük bütçeleri yöneterek ve daha fazla
insanlara ulaşarak sağlanabilir. Bu, hedeflere ulaşmak için bir yol ve yöntemi ifade
ederken, bununla birlikte sivil toplum örgütleri (NGO), amaçlarına ulaşmak için daha
farklı yol ve yöntemler de kullanıyorlar. Bu yollardan bazıları, organizasyonların
niceliksel büyümeyi yaşamadan da, gelişebileceğini göstermektedir. Sivil toplum
örgütleri, etkinliklerini fiziksel açıdan büyüyerek (quantitative scaling up), yeni
aktiviteler yaparak (functional scaling up), diğer organizasyonların hareketlerini
etkileyerek (political scaling up used) ve son olarak, kendi organizasyonel
sürdürülebilirliğini sağlamlaştırarak (organizational scaling up) artırabilirler,
geliştirebilirler (Uvin, Jain, & Brown, 2000).
Yeni paradigmada, sivil toplum kuruluşlarının başarılı bir şekilde genişleme
ve büyüme dereceleri, sadece fiziksel büyümeleri ile değil, ürettiklerinin düzeyi ile,
farklı aktörler tarafından geliştirilen proje sayıları ile, sivil toplumun entellektüel ve
61
sosyal çelitlilik düzeyi ile belirlenir. Burada ölçümün kriterleri, sadece para,
çalışanlar, makinalar, değil bununla birlikte kuruluşun sahip olduğu ağlar,
güvenilirliği, inanılırlığı, alternatif bilgiler üretmesidir. Sonuç olarak kuruluştan
kazanç elde eden kişi sayısı değil, daha çok yerel potansiyelleri açığa çıkarması,
sektörler arası ilişkileri geliştirmesi, birliğin ve doğruluğun normlarını güçlendirmesi
ve demokratik bir ortamı ve sosyal farklılıkları güçlendirmesi önemlidir ve
belirleyicidir. Yeni paradigma standartizasyondan daha çok çelitliliği, prolejelerden
daha fazla süreçleri, finansal güçten daha çok toplumsal gücü, bürokrasiden daha çok
sivil toplumu, rekabet ve ikameden daha çok sinerjiyi esas alır (Uvin, Jain, & Brown,
2000).
III. TÜRK ĐYE’DE SĐVĐL TOPLUM/S ĐVĐL TOPLUM KURULU ŞLARI
1. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne Sivil Toplum
Sivil toplumun temel aktörleri olan örgütleri tanımlamak için bir çok
kavramın kullanıldığı ilk bölümde incelenmişti. Bugün dünya genelinde bu
kuruluşları tanımlamada ve adlandırmada en çok kullanılan, başvurulan kavramın
Non-Governmental Organization (NGO) olduğu belirtilebilir. Đngilizce’deki "Non-
Governmental Organization" kavramı Türkçe’ye tam olarak “hükümet dışı
kuruluşlar” olarak çevrilmektedir. Türkiye’de ise bu örgütleri adlandırmak için daha
62
çok Sivil Toplum Kuruluşları (STK) kavramı kullanılmaktadır. Hükümet dışı
kavramı da Türkiye’de kullanılan bir adlandırmadır. Geçmişte cemiyetler, klüpler,
vakıflar olarak adlandırılan bu kuruluşlar günümüzde demokratik kitle örgütleri
olarak da adlandırılmaktadır (“Sivil”, 2001, s. 4). Doğan, bu örgütleri adlandırma ile
ilgili görüşlerini ifade ederken, sivil toplum kuruluşu kavramının yaygın olarak
kullanıldığı belirtmekte, bununla birlikte “baskı grubu”nun da bu örgütleri
tanımlamak için kullanıldığını ifade etmektedir (2002, s. 238).
Türkiye’de devlet dışı kuruluşları ifade etmek için, “sivil toplum örgütleri”,
sivil toplum kuruluşları”, “demokratik kitle örgütleri”, “gönüllü örgütler”, “üçüncü
sektör”, “yönetim dışı örgütler” gibi kavramlar kullanılmaktadır (Sancar, 2000, s.
20). Ahmet Đnsel, batı toplumlarında "hükümet dışı örgütler" olarak ifade edilmeye
başlanan bu tabiri Türkçe’ye sivil toplum kuruluşları olarak çevrildiğini, ancak
"idare/yönetim dışı kuruluşlar" veya "devlet dışı örgütler" kavramlarının daha doğru
bir tanımlama olacağını belirtmektedir. Đnsel, sivil toplum kavramının kullanılma
nedenini şöyle açıklıyor: “...Türkiye'de devlet dışında bulunmak zanlı olmak için
güçlü bir kanıt oluşturduğu için, daha yumuşak bir tabir tercih edildi. Üstelik sivil
toplum örgütü tabiri, bu kuruluşlara, o dönemde Türkiye'de yükselen sivil toplum
bilinçlenmesinin taşıyıcılığını yapma misyonunu üzerine aldıklarını ifade etmelerini
sağlıyordu” (2002).
Latince "civis" kökünden, Türkçe’ye “sivil” olarak çevrilen kavram "yurttaş
veya kenttaş" anlamına gelmektedir. “Sivil toplum” kavramı da yine Fransızca’daki
"societe civile" kavramından çevrilmiştir (“Sivil”, 2001, s. 9). Türkiye’de, siyasi
partiler, vakıflar, dernekler, sanayi ve ticaret odaları, meslek örgütleri, üniversiteler,
sendikalar, farklı platform ve yurttaş girişimleri sivil toplum kuruluşları kapsamında
değerlendirilir (“Sivil”, s. 4).
Türkiye’deki sivil toplum örgütleri, farklı alanlarda faaliyet yürütmektedir.
Yoksullukla mücadele, sağlık hizmetleri, aile planlaması, eğitim, çevre ve ekoloji,
kültürel ve etnik değerler, dini değerler, mesleki ve profesyonel örgütlenmeler sivil
toplum kuruluşlarının faaliyet yürüttüğü başlıca alanlardır (“Sivil”, 2001, s. 10).
Bununla birlikte fikir, felsefe, ahlak gibi alanlarda da bu kuruluşların faaliyet
yürüttüğü görülmektedir (Azaklı, 1997, ss. 228-229).
Türkiye’de ve dünyada 1990’lar sonrası popülerleşen, sosyal bilimlerin
önemli bir tartışma konusu haline gelen sivil toplum ve sivil toplum kuruluşu
63
kavramının, Türkiye’de oldukça uzun bir tarihe sahip olduğu görülür. Dünya
Bankası, "Türkiye’de STK’lar" konusunda hazırladığı raporda (1997), Türkiye’de
sivil toplumun, gönüllülük kavramı ile birlikte geliştiğini belirtilmektedir.
Gönüllülük kavramının, Osmanlı Đmparatorluğu’nun kuruluş yıllarına kadar uzanan,
700 yıllık uzun bir tarihi dönemi ifade ettiği görülür. Dünya Bankası, Osmanlı ve
Selçuklu dönemlerinde, kimi toplumsal hizmetlerin gönüllü kuruluşlarca yapıldığını
belirtmektedir. Özellikle eğitim ve sağlık hizmetlerini yürüten, gönüllülerden oluşan
dönemin vakıfları, Türkiye’de bugünkü eğitim ve sağlıktan sorumlu devlet
kuruluşlarının temellerini atmışlardır (“Sivil”, 2001, ss. 9-10). Mardin, Vergin ve
Sarıbay gibi pek çok sosyal bilimci islami akımları, başka bir ifadeyle cemaat ve
tarikat örgütlerini sivil toplum örgütleri olarak tanımlamaktadır. Bununla birlikte
yukarıda anılan sosyal bilimciler, sivil toplumun özünde bireyi etkin kılmayı
hedeflediği, bununla birikte cemaat ve tarikat örgütlerinde bireyin özgürlüğünün ve
inisiyatifin cemaat bilinci içinde önemsizleştiğini, bundan dolayı da bu örgütlerin
sivil toplum örgütleri olarak tanımlanamayacağını ifade etmektedirler (Azaklı, 1997,
ss. 228-229).
Selçuklu ve Osmanlı döneminde halka yönelik hizmetlerin vakıf adı verilen
kuruluşlar tarafından verildiği görülür. Bu kuruluşlar yerel idarenin araçları olarak
çalışan, merkezi idarenin yetersiz kaldığı durumlarda, merkezi idarenin yapamadığı
işleri; toplumsal hizmetleri, altyapı hizmetlerini yapan örgütlenmelerdi. Bu
örgütlenmelerin daha çok islami gelenekten gelen yardım anlayışına ve dini motiflere
dayandığı görülür. Medreseler, cemiyetler, tarikatlar Osmanlı döneminin sivil
unsurları olarak değerlendirilmektedir. Devletten bağımsız olarak gelişen vakıfların o
dönemde medreselere kaynak sağladığı görülür. Osmanlı döneminde bir diğer önemli
sivil oluşum da loncalardır. Devletten bağımsız faaliyet yürüten loncalar, şehirlerin
en temel ekonomik birimini oluşturuyordu. Bu örgütlerin yönetimleri devletten
bağımsız olarak esnaflar tarafından seçilmekteydi. Toplumsal dayanışma geleneğini
yaratan vakıf ve loncalar, Osmanlı döneminde önemli bir toplumsal boşluğu
doldurmuştur. Resmi kayıtlara göre, 19. yüzyılın başlarında Osmanlı
Đmparatorluğu’nda 15.000’den fazla vakıf bulunmaktaydı. Bu veriler o dönemde
kurulan vakıf ve loncaların Türkiye için önemli bir toplumsal dayanışma geleneği
yarattığını göstermektedir.
64
16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar devletten bağımsız olan, medrese, vakıf,
tarikat ve lonca gibi sivil kuruluşların yavaş yavaş merkezi idarenin etkisi altına
girdiği ve bağımsız olma özelliklerini kaybettikleri görülmektedir (“Sivil”, s. 10).
II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı’da sivil toplumun altın çağını yaşadığı
söylenebilir.Ancak hem Genç Osmanlıcılar hem de Jön Türkler akımı içerinde yer
alan aydınların tepeden inmeci, kurucu ve düzenleyici devlet felsefesinin temellerini
attığı görülmektedir, ki bu felsefik yaklaşım sivil toplumu yok sayan, gelişmesini
engelleyen bir düşünce sistemidir (Çaha, 1997, s. 36). Cumhuriyetin ilanından önce
merkezi idarenin sivil toplumu denetim altına aldığı görülse de, bu dönemde sivil
toplumun modern unsurlarla biraz daha canlandığı, güçlendiği görülmektedir. Siyasi
partiler, basın yayın organları, dernekler, ekonomik gruplar, bankacılık sektörü,
ticaret, hukuki ve idari düzenlemeler, sivil toplumun gelişmesine önemli katkılar
sağlayan faktörler olarak değerlendirilmektedir.
2. Cumhuriyetten Günümüze Sivil Toplum
Cunhuriyet ile birlikte sivil toplumun gelişiminin önü açılmıştır. Cumhuriyet
sistemini ve onun temellerini düzenleyen anayasanın ve sosyal düzenlemelerin
yapılması sivil toplumun gelişmesine imkan sunmuştur (Azaklı, 1997, s. 227,
Karaman’dan alıntı yapmıştır). Osmanlı Đmparatorluğundan Cumhuriyete geçişle
birlikte zayıf bir sivil toplum ve merkeziyetçi bir geleneğin alındığı görülmektedir.
Tek partili yıllarda karanlık dönemini yaşayan sivil toplumun, 1950 yıllarla birlikte
canlanmaya başladığı ve özellikle 1980’li yıllardan sonra bir gelişmeyi yaşadığı
görülmektedir (“Sivil”, 2001, s. 10).
Tarhan, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde, 1924 yılında kurulan Vakıflar
Genel Müdürlüğü’ne Osmanlı’dan devredilen vakıf sayısının 26.798 olduğunu,
bununla birikte, 1990 tarihine kadar kurulan vakıf adetinin 2817 olduğunu
belirtmektedir. Günümüz de ise bu rakamın 4800 civarında olduğunu belirtmektedir.
12-13 Aralık tarihinde Đstanbulda yapılan 14. Sivil Toplum Semozyumuna katılan
Fikret Toksöz ise buğün Türkiye’de 4.547 adet vakıfın, 152.369 derneğin (2001
verilerine göre), 59.144 kooperatifin bulunduğunu belirtmiştir. Meslek odaları,
sendikalar ile birlikte Türkiye’de toplam 22.803.728 kişinin sivil toplum örgütlerine
üye olduğunu belirtmiştir. Bu, Türkiye’de 18 yaşın üstündeki nüfusun neredeyse
yarısının br sivil toplum örgütü üyesi olduğu anlamına gelmektedir (2003). Tabi
65
Türkiye’deki mevcut toplumsal duruma bakıldığında, gerçekte bu rakamlara denk bir
sivil toplum bilinci ve etkinliğinin olmadığı görülmektedir.
Türkiye’deki merkeziyetçi-bürokratik devlet yapısının, hem tarihindeki
pratiklerinden hem de Cumhuriyet sonrası uzun bir süre devam eden otoriter
politikalardan dolayı sivil toplumun gelişmesini engellediği belirtilebilir (Çaha,
1997, s. 34). Türkiye’de batının tersine sivil toplum alanı yeterince gelişmemiştir.
Bundan dolayı Türkiye’de iktidarı sınırlandıran değişimler sivil toplumun zorlaması
sonucu gerçekleşmemiştir. Daha çok iktidarın kendi kendisini sınırlaması söz
konusudur (Yılmaz, A., 1997, s. 91). Türkiye modernleşme sürecinde devlet eliyle
sivil toplum yartılmaya çalışılmıştır. Ancak sivil toplumdan ziyade bürokratik
toplum denebilecek yeni bir model ortaya çıkmıştır (Tosun, 2002, s. 54).
1923-1946 yılları arası tek partili otorite yılları Türkiye’de sivil toplum
açısından en karanlık dönemi ifade etmektedir. Cumhuriyet, kötü de olsa bir sivil
toplum geleneğini Osmanlıdan devralmıştı. Medrese, tarikat, vakıf, özel teşebbüs,
ekonomik gruplar, siyasi partiler, dernekler, işçi hareketleri, kadın hareketleri gibi
sivil toplum oluşumlarının Osmanlı’da zayıf da olsa var olduğu görülmektedir.
Ancak tek partili dönemle birlikte “tek tipleştirme”, “homojenleştirme” politikaları
karşısında bu tür sivil toplum örgütleri işlevsizleşmiş, sivil toplumun var olma
koşulları ortadan kaldırılmıştır (Çaha, 1997, s. 36).
1950-1980 arası dönemde devletin toplum üzerindeki korku perdesi kalkmış,
sivil toplum unsurları uzun bir dönemden sonra tekrar toplumsal yaşamda yer
edinmeye başlamıştır. Bu dönemde yürütülen politikalar, tek partili dönemde
yürütülen “tek tipleştirme”, “homojenleştirme” politikaların aksine, bir yandan
toplumsal farklılaşmanın açığa çıkmasını sağlarken, diğer yandan bu farklıkların
toplumsal alanı, devlet alanına göre daha fazla zenginleştirmesini sağladı. 1950-1980
arası dönemde sivil toplumun ciddi bir gelişmeyi yaşamasıyla birlikte, bu grupların
siyasal yaşamın gerçek aktörleri olduğu söylenemez. Siyasal yaşamın temel aktörleri
devletin elit tabakası olmaya devam etmiştir. Bu dönemde sosyal grupların siyasal
partilerin yörüngelerine girdikleri görülmektedir (Çaha, 1997, s. 37).
12 Eylül askeri darbesi sonrası hazırlanan 1982 Anayasası devlet-toplum
ili şkisinde devleti esas alan, devleti koruyan bir anlayış ile hazırlanmıştır. Bununla
yetinilmeyip, siyasi rejim de tahkim edilmiştir (Yılmaz, M., 1997, s. 368). 12 Eylül
ile birlikte toplum siyasetten uzaklaştırılmış, siyasal akımlar dahil olmak üzere
66
devlet, toplumsal yaşamın her alanını kontrol altına almıştır (Azaklı, 1997, s. 227).
1982 Anayası, temelde devleti koruyan ve yücelten bir anlayışla hazırlanmıştır.
Gerek toplumsal ve siyasal farklılıkları tanımlarken, gerekse de temel insan hakları
tanımlanırken bu anlayışın esas alındığı görülmektedir. Anayasal anlamda Türk
devleti, Machiavelli ve Hegel’in formüle ettiği, her koşulda itaat edilmesi gereken
yarı-Tanrısal devlet anlayışınına dayanmaktadır (Çaha, 1997, s. 37).
1982 sonrası, teorik olarak “kutsal ve metafiziksel” bir devlet anlayışı
olmakla birlkte pratikte bunların kısmen aşıldığını da belirtmek gerekir. 24 Ocak
kararları ile liberal ekonomiye geçiş, dini haklar, kadın hakları, çevre , eğitim hakları,
etnik/kültürel haklar atılan bazı adımlar bu aşınmayı ifade etmektedir (Çaha, s. 38).
Türkiye’nin Anadolu’daki tarihine bakıldığında birçok değişimin dünya genelinde
yaşanan değişimlerden etkilenerek gerçekleştiği görülmektedir. 1980 sonrası
dünyada yaşanan gelişmeler adeta Trükiye’de sivil toplum kavramını kullanmayı
zorunlu hale getirmiştir. Bu yılların başlarından itibaren dünya genelinde
özelleştirme, liberal iktisadi politikalar, insan hakları, çevre hakları, sivil toplum gibi
konular gündem haline gelmiştir (Çaha, s. 34). 24 Ocak 1980 tarihinde başlayan yeni
ekonomik ve politik tercih ve uluslar arası sahada meydana gelen değişimler
Türkiye’de sivil toplum kavramının yeniden canlanmasını sağlamıştır. Uzun bir
dönem devletçi, planlamacı, karma ekonomi politikasından vazgeçip, serbest piyasa
ekonomisine geçiş Türk siyasal yapısının köklü değişimler yaşamasına neden
olmuştur (Çaha, s. 33).
1980 sonrası Türkiye’de tartışılan iki temel kavram sivil toplum ve
liberalizmdir. (Çaha, s. 39). Bostancı ise demokrasi ve sivil toplum kavramlarının bu
dönemde öne çıktığını dile getirmektedir (1997, s. 181). 1980 sonrası sivil toplumcu
ve liberal anlayışın gelişmesinde Turgut Özal’ın önemli bir rolü vardır. Özal’ın
vefatıyla Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Süleyman Demirel ile birlikte bu
eğilimlerin zayıfladığını ve devletçi anlayışın tekrar hakim gelmeye başladığını
görmekteyiz (Çaha, s. 61).
1990’lı yıllarda örgütsüz sivil inisiyatifler gelişmeye başlamıştır. “Barış için
bir milyon imza”, “Kocakulak aradan çekil”, “Aydınlık için bir dakika karanlık” ,
“Oy verdik sonra boş verdik. Boşvermeyin” gibi kampanyalarda toplumsal
hareketlere yoğun bir katılımın olması, vatandaşlar arasında yurttaşlık bilincinin
geliştiğine dair umutların büyümesini sağladı. Ancak bu hareketlerin bütünlüklü bir
67
toplum projesine sahip olmamalarından dolayı bu katılım zaman içerisinde düştü ve
bu hareketler kendi içinde daralmaya başladılar (Tosun, 2002, s. 54).
1980 sonrası Türkiye’de sivil toplumun başlıca cephelerini çevre grupları,
kadın grupları, Alevi grupları, etnik/kültürel haklar temelinde, özellikle Kürt sorunu
çerçevesinde gelişen gruplar, bu dönemde önemli bir açılım sağlayan insan hakları
bağlamında ortaya çıkan gruplar oluşturmaktadır (Çaha, ss. 48-53). Yine 1980 yılları
sonrası, geçmişte devlete göbekten bağlı olan aydınların, bu bağı kopararak, devletçi
anlayışa karşı, sivil toplum, liberalizm, demokratik katılım, insan hakları, islam,
sosyal demkrasi gibi değerlere yöneldiğini görmekteyiz (Çaha, 1997, s. 42).
Türkiye’de islami gruplar sivil toplumun en etkin ve yaygın cephesini
oluşturmaktadır. Özellikle 1980 sonrası islami grupların etkinliği ve yaygınlığı
artmakla birlikte, bu grupların yükselişi esasta 1950 sonrasına dayanmaktadır. Tek
partili dönemde bastırılan bu gruplar, çok partili sisteme geçişle birlikte yeniden
etkili olmaya başlamışlardır. 1980 sonrası islami uyanış, özel alandan ziyade artık
kamusal alanda büyümeye başlamıştır. Đslami uyanışa olan tepki de özünde bu
kamusal niteliğinden kaynaklanmaktadır. Bugün akonomik alandan, eğitim alanına,
siyasal alandan entelektüel alana kadar geniş bir alanda islami kesimler ciddi bir
etkinlik ve yaygınlık kazanmıştır (Çaha, 1997, s. 54).
Sivil toplumun sadece kamunun karşısında “özel” kesiminin tümünü
kapsamakla sınırlı kalmayıp, fikir, din, felsefe ve ahlakı da içinde barındırdığı, sivil
toplumun kökeninin dinsel özgürlük için verilen mücadelede olduğu gibi düşüncelere
dayanarak, Mardin, Vergin ve Sarıbay gibi pek çok sosyal bilimci islami akımları,
başka bir ifadeyle cemaat ve tarikat örgütlerini sivil toplum örgütleri olarak
tanımlamaktadır. Bununla birlikte yukarıda anılan sosyal bilimciler, sivil toplumun
özünde bireyi etkin kılmayı hedeflediği, bununla birikte cemaat ve tarikat
örgütlerinde bireyin özgürlüğünün ve inisiyatifin cemaat bilinci içinde
önemsizleştiğini, bundan dolayı da bu örgütlerin sivil toplum örgütleri olarak
tanımlanamayacağını ifade etmektedirler (Azaklı, 1997, ss. 228-229).
1980 sonrası, sivil toplum örgütlerinin varlığı bir anlamda siyasetin yokluğu
anlamına gelmeye başlamıştır. Sivil toplum ile siyaset zapturapt altına alındığından
bazı solcular sivil topluma muhalefet etmiştir (Tekin, 2000, s. 45). 1980-1983
döneminde toplumun politikadan, siyasetten uzaklaştırılması, ardından gelişen
ANAP iktidarı döneminde yürütülen piyasa yönelimli politikalar sonucu sivil toplum
68
toplumsal alandan çok piyasa ekseninde oluşturulmaya çalışılmıştır (Tosun, 2002, s.
54). Neoliberal fırtınanın etkisi altında kalan tüm coğrafyalarda olduğu gibi
Türkiye’de de siyasetin içi boşaltılmış, siyaset adeta siyasetsizleştirilmi ştir. “Bunun
silah ve güç zoruyla daha vahşi biçimde gerçekleştirildi ği Türkiye'de, ortaya çıkan
boşluğu kısmen STK'lar doldurmaya çalıştılar. Siyasete akamayan enerjiyi
kendilerine çektiler. Bu hem yeni tür bir siyasallaşmanın ön habercisiydi hem de
siyaset alanının boşalmasını kalıcı kılıyordu. Bu ikinci gelişme zaman içinde daha
baskın çıktı” (Đnsel, 2002). Bununla birlikte sivil topluma olumlu bir anlam yükleyen
sol kesimler de olmuştur. 1980 sonrası sol düşünceye sahip bazı aydınlar, sivil
toplum kavramını, gerçekleşemeyen sosyalizm projesinin yerine ikame edilebilecek
bir projeye olarak ele aldığı görülmektedir. Benzer yaklaşımın islami kesimlerde de
olduğu söylenebilir. Her iki kesim de sivil toplumu, mevcut siayasal yapıyı anlama
ve tanımlama aracı olarak görmekten çok, “ceberut” devlet geleneğinin aşıldığı bir
gelecek toplum projesi özlemi olarak ele almıştır (Çaha, 1997, s. 33).
Türkiye’de genel olarak sivil topluma ait iki farklı tezin olduğu söylenebilir.
Sivil toplum konusunda geliştirilen sol tezlere bakıldığında, -bazı solcular sivil
topluma siyasetin bitmesi anlamında olumsuz anlam yükleseler de-, Gramsci’nin
sivil toplum anlayışının etkisi görülür. Buna göre, sivil toplum genişleyerek siyasal
toplumun alanını daraltacak, bir noktadan sonra aşılmasını sağlayacaktır. Aslında
yukarıda da belirtildiği gibi sivil toplum örgütleri, sosyalizme giden yolda, sosyalist
düşüncenin toplumda yayılmasını sağlayan, toplum tarafından benimsenmesini
sağlayan araçlar olarak değerlendirilmektedir. Sol tez aynı zaman da liberal sağ tezin
sivil toplumun mülkiyet ilişkilerini ve sınıf çatışmasını gizleyen yaklaşımını da
eleştirmektedir. Sivil toplum ile ilgili sağ, liberal tezler ise, dikkatini daha çok
toplumsal düzeye çevirmiş bulunmaktadır. Liberal tezler, devleti yeniden ele
almamakta, devletle ilgili ideolojik ve yapısal yeni önermeler yapmamaktadır. Tabii
bunlar yapılmaksızın da sivil toplumun gelişebileceğini söylemek mümkün değildir
(Doğan, 2002, s. 280).
3. Türkiye’de Sivil Toplumun Ya şadığı Sorunlar
3.1. Bürokratik Yönetim Geleneği ve Sivil Toplum
69
Doğu toplumlarının tümünde olduğu gibi Türkiye’nin de en temel sorunu,
bireyi devlet karşısında koruyacak mekanizmaların olmayışıdır (Azaklı, 1997, s.
228). Bireyi devlet karşısında koruyacak mekanizmaları sivil toplum olarak
tanımlayan Murat Yılmaz, Türkiye’de demokrasinin gelişmesinin, sivil toplumun
gelişmesiyle parelel bir seyir izleyeceği anlayışının hemen hemen tüm siyasi
akımların ortak görüşü haline geldiğini vurgulamaktadır (1997, s. 368).
Türkiye’de devlet-toplum ilişkisi demokratik ülkerlerde olduğu gibi
gelişmemiştir. Mardin’e göre, herşeyden önce devlet seçkinleri, sivil toplumun etkili
olmasına ve yurttaşların siyasal faaliyetler katılımına olumlu yaklaşmamaktadır.
Đkinci olarak ekonomik alanda da devlete bağımlılık söz konusudur. Özel sektörde
dahi başarı, devletle iç içe olmayı gerektirmiştir. Son olarak, seçkinlerin halk
kültüründen farklı bir kültüre sahip olması, tepeden inme anlayışı pekiştirmiş ve
sürdürülmesini kolaylaştırmıştır (Yılmaz, A., s. 93). Türkiye’de sivil toplumun
devlete karşı olduğu anlayışı egemendir. Bu anlayış, Osmanlı’dan bu yana devam
eden merkeziyeçi, katı devlet yapısını devam ettirme anlayışından
kaynaklanmaktadır (Azaklı, 1997, s. 227).
Türkiye ve Latin Amerika örneğinde olduğu gibi, siyasi, özellikle de askeri
alanın toplum üzerinde bu denli etkili olması sadece ülkedeki ekonomik nedenlerden
kaynaklanmamaktadır. Bu bağlamda, askerin toplumsal yaşam üzerindeki etkin
belirleyiciliğinin nedenlerini toplumsal tarihte aramak gerekmektedir. Türkiye’deki
devlet baba imgesi kadar, askeri alanın temel toplumsal görevleri üstlenmesi, yine
askeri alanda doğal olarak demokratik kültürün zayıflığı, Türkiye’deki demokratik
kültürün, sivil alanın etkinliğinin zayıflığının nedenleri olarak değerlendirilebilir
(Yılmaz, A., 1997, s. 92). Đdris Küçükömer, Türkiye’de felsefenin yeterince
gelişmemesini, sivil toplumun yokluğunun önemli bir nedeni olarak
değerlendirmektedir. Küçükömer’e göre. “...Türkiye’nin de dahil olduğu Doğulu
toplumlarda felsefe geleneği yoktur ve ‘felsefesiz bir toplum, sivil toplumun
yokluğunun –hiç değilse önemsizliğinin- bir göstergesidir. Toplumlar ideolojisiz
yaşayamazlar, ama ideolojleri de derleyip toplayacak, birini öbürü ile ikame
edebilecek üst düzeyde bir ideoloji olarak felsefe geleneği gereklidir. Üst düzeyde
genel ilkeler üreten akıl ürünü felsefenin varlığı ya da yokluğu önemli bir
göstergedir’ (Türkeş, 2000, s.49).
70
Türk siyasal sisteminin oluşum süreçlerinde sivil toplumun etkili olduğu
söylenemez. Daha çok devlet katındaki gelişmeler bu süreci belirlemiştir. Türkiye’de
toplumsal yapının temel özelliği “Bürokratik yönetim geleneği” olarak
nitelenmektedir. (Heper’den alıntılanmıştır). Devleti kurtarma ve ulus yaratma gibi
söylemlerin güçlendirdiği bürokrasi, demokratik iktidara karşı olumsuz bir tavır
almış, demokratik gelişmeler karşısında direnç göstermiştir. Bürokrasi sivil ve asker
olmak üzere ikili bir yapıdan oluşmaktadır. Türk siyasal tarihine baktığımızda askeri
bürokrasinin daha etkin olduğu görülür (Yılmaz, A., 1997, s. 91).
Kongar’ın ordunun ideolojik ilkeleri adını verdiği hususlar da, Türkiye’de
sivil toplumun gelimesini, doğal olarak demokratikleşmeyi engellemiştir. Kongar’a
göre; Batılılaşma ve Anayasacılık hareketleri ordu içinde gerçekleştiğinden orduda
bir meşruiyet duygusu gelişmiş, padişaha karşı anayasa adına siyasete katılım
mümkün olmuştur. Bu Türkiye’de, ordunun iktidara karşı siyasete katılma geleneğini
yaratmıştır. Geçmişte yaşanan isyanlar ve bu isyanlarda ordunun aldığı tavır,
böylesine derin bir gelenek yaratmıştır. Batı tipi bir toplum yaratma ve batı modeline
inanç, yani batıcılık; Osmanlı dini toplumsal yapısını değiştirme yani laiklik veya
laikçilik anlayışı; yine Anayasacılık, Osmanlı daha sonra Cumhuriyetin kuruluş
döneminde halk tarafından desteklenmediğinden, kabul görmediğinden, bu
gelişmeler tepeden dayatılarak geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu da askeri bürokraside
tepeden inmeci bir anlayışın gelişmesine neden olmuştur. Bu tepeden inmeci anlayış,
beraberinde halka güvensizliği de getirmiştir (Yılmaz, A., 1997, s. 93).
3.2. Halktan Kopuk Sivil Toplum Kurulu şları
Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarında görülen en önemli sorunlardan biri de,
bu örgütlerin kitle desteğinden yoksun oluşudur, başka bir değişle halktan kopuk
olmalarıdır. A. Ömer Türkeş Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının halktan
kopukluğunu şu sözlerle değerlendirmektedir: “Avrupalı muhatapları tarafından
Batılı olma özellikleri, çalışma disiplenleri, teknolojiyi kullanma becerileri ve parlak
demokrasi bilinçleri takdirle karşılanan Türk STK’larının, “ötekine” karşı
tahammülsüz, şiddeti içselleştirmiş, devletle iç içe geçmiş ve militarize olmuş bir
toplumsal yapının temsili olmadığı çok açık”. Türkeş’e göre, sivil toplum kuruluşları
toplumun organik temsilcileri değildir. Bundan ziyade, Batılı bir sivil toplum
modelinin Türkiye’deki acenteleri konumundadırlar. Türkiye’de, gerçek bir sivil
71
toplum anlayışının olmaması, baskıcı ve merkezi bir yapıya sahip devletin
değişmemesi ve toplumu, kamusal yaşamı resmi ideoloji aracılığıyla
biçimlendirmeye çalışması, devletin sivil toplumu boğmaya çalışması, sivil toplum
örgütlerini bu şekilde değerlendirmemize neden olmaktadır (Türkeş, 2000, s.49).
Bir çok sivil toplum kuruluşu kendi aralarında yatay ilişki geliştireceğine,
siyasal partiler ya da resmi kurumlarla dikey ilişkiler geliştirmekte, bu da siyasal
gruplaşma ve çatışmaları körüklerken, sivil alanı daraltmaktadır. Sivil faaliyetlerin
belirli bir düşüncenin hele hele resmi ideolojinin eksenine girmesi demokratik sistem
açısından ciddi sakıncalar doğurur. Bu tarz ilişkiler sivil toplumu özünden
uzaklaştırıken, siyasal kurumların toplumu kontrol etme, toplumsal ilişkileri
belirleme arzusunu artırır (Akat, 1997, s. 100-101).
Sivil toplum kuruluşlarının ayakta kalabilmek için devlet yardımı peşinde
koşmaları, bu kuruluşların devlet yörüngesine girerek, amaçlarından sapmasına
neden olabilir. Bu anlamda sivil toplum kuruluşlarının en sağlıklı finans kaynakları
geniş kitlelerden alınan bağışlardır. Bu şekilde geniş kitleler, finanse ettikleri bu
kurumların faaliyetlerine daha fazla ilgi gösterecek, bu kuruluşları izleme ve
sahiplenme eğilimleri güç kazanacaktır (Akat, 1997, s. 101). Bununla birlikte
Türkiye’deki mevcut sivil toplum örgütlerinin kitlesel bir tabandan yoksun olduğu
görülmektedir. Bu dün de böyle idi, bugün de böyledir (Türkeş, 2000, s.48).
Türkiye’deki sivil toplumun meşruiyetini tartışan Ahmet Đnsel, sivil toplum
örgütlerinin demokratik kitle örgütlerinden en büyük farkının, bir iki istisna dışında
kitle örgütü olmamaları olduğunu savunmaktadır. Derneklerden ziyade vakıf türü
örgütlenmelerin tercih edilmesinin -vakıflar derneklerden farklı olarak kitlesel tabanı
olmayan, özel amaçlar için kurulmuştur-, bu gerçeği gösterdiğini ifade etmektedir.
Kitle desteğinden yoksun bu kuruluşlar, Đnsel’e göre, çoğu zaman ayakta kalabilmek
için gerekli asgari sermayeden dahi yoksundurlar ve bu vakıflar, ayakta kalabilmek
için proje avcılığına başlamış, tamamiyle dış desteğe muhtaç hale gelmişlerdir
(2002).
Sivil toplum örgütleri katılım, özveri gibi değerlere dayanan, ücret ve piyasa
dışı ili şkilerin egemen olduğu, dayanışmayı veya sosyal amaçlı bir hizmet üretimini
ön plâna çıkaran kuruluşlardır. Đnsel, Türkiye’de, sivil toplum kuruluşlarının kar
amacı gütmeyen ama gelir üretme amaçlı kuruluşlar haline geldiğini savunmaktadır.
Türkiye ortalamasının üstünde, kalifiye emeğe dayanan bu kuruluşlarda, gelir
72
beklentisi emek piyasasının ortalamasının oldukça üstündedir. Özellikle yurt
dışından mali destek gören kuruluşlarda bu gelirin oldukça yükek olduğu
görülmektedir. Tüm bunlar Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının, amaçlarından
saparak, “kendisi amaçlı kuruluşlar” haline gelmelerine neden olmuştur. Kamusal
yarar için, fedekarlığa, dayanışmaya dayanan örgütlenmeler görünümü altında, sivil
toplum örgütleri genellikle kendisi için çalışan, gelir elde etmeyi amaçlayan
kuruluşlar haline gelmiştir. Fon sağlayan kuruluşlar daha çok faaliyet bilançosunu
doldurmak için yardım etmekte, bundan dolayı ciddi bir denetim sağlamamaktadır.
Yine bu kuruluşlar kitle örgütleri olmadıklarından, içten bir denetim de mevcut
değildir. Tüm bunlar, elde edilen büyük miktardaki maddi kaynakların asıl
amaçlarının dışında kullanılmasına neden olmaktadır. Bu Türkiye açısından üzerinde
durulması gereken vahim bir durumdur (2002).
Arı Hareketi genel koordinatörü Kemal Köprülü, sivil toplum örgütlerinde
yaşanan amatörlüğü, bir diğer önemli sorun olarak tanımlar. O’na göre, Türkiye'de
sivil topluma, profesyonel değil, amatörce bir yaklaşım hakim. Köprülü, finansman
sıkıntısını bir diğer önemli sorun olarak ifade etmektedir. Fon geliştirme ve fon
sağlamada sivil toplum örgütlerinin oldukça yetersiz kaldığını ifade etmektedir. Bu
konuda Đnsel’den farklı düşünen Köprülü, Türkiye’de fon geliştirme ve fon temini
kültürünün zayıf olduğunu belirtmekte, faaliyetler için para talebinin ülkemizde ayıp
olarak algılandığını ifade etmektedir. Ülke içinde bu yönlü fon sağlama sorunları
yaşanırken, sivil toplum örgütleri, uluslar arası ilişkileri zayıf olduğundan, dışarıdan
fon sağlama konusunda da yetersiz kalmaktadır.
STK’larda Örgüt Đçi Demokrasi ve Katılım Sorunu
Birer “erdem okulları” olmaları gereken sivil toplum kuruluşlarının kendi iç
yapılarında katılım ve uzlaşma sorunları yaşanabiliyor. Yine gönüllü birliktelikler
olan bu kuruluşlar, üye tabanlarından koparak, kuruluş içerisindeki dar grupların,
sivil örgütleri kullanarak kendi dar menfeatlerini gerçekleştirmeye öncelik verdikleri
örgütler haline gelebiliyorlar. Bu sivil kuruluşlarda, oligarşik dar bir grubun
hakimiyetine de rastlanabiliyor. Devletin kontrolü altında olmakla, oligarşik bir
grubun yönetimi altında olmak arasında farkın olmadığı belirtilebilir. Tüm bu
73
sorunların giderilmesi görevi sivil toplum pradigmasının bir gereği olarak bu
kuruluşların üyelerine düşmektedir (Akat, 1997, s. 101).
Sivil toplum örgütlerinin kendi iç yapılarında tartışma, iletişim ve katılım
süreçlerinin demokratikleşmesi gerekmektedir (Tosun, 2002, s. 53). Sivil toplum
örgütleri kendi içlerinde demokratik diyalog ve müzakere mekanizmalarını
yaratmadığı sürece diğer örgütlerle ve devletle sağlıklı bir diyalog ve müzakere
mekanizmalarını yaratamazlar. Örgüt içi diyalog ve müzakere süreçleri
demokratikleşme süreçlerinin görünmeyen yüzüdür. Ancak, bu süreç
demokratikleşme ve demokrasinn pekişme süreçleriyle doğrudan ilgilidir ve mutlaka
dikkate alınması gerekmektedir (Tosun, 2002, s. 54).
Gülgün Erdoğan Tosun, sivil toplum üzerine yapılacak bir çalışmanın
birbirleriyle yakından ilişkili üç farklı düzlemde ele alınabileceğini dile getiriyor.
Bunlar; “sivil toplum alanındaki örgütlenme ve etkileşim”, “sivil toplum örgütleri
arasındaki iletişim ve etkileşim”, “sivil toplum ve devlet ilişkisi”. Tosun, sivil toplum
alanındaki örgütlenme ve etkileşimin diğer iki düzey üzerinde de belirleyici
olduğunu dile getiriyor (2002, s. 52). Tosun, sivil toplum kuruluşlarında örgüt içi
demokrasi ve katılım sorununu ortaya koymak amacıyla, Türkiye’nin üç büyük
metropolünden biri olan Đzmir’de bulunan dernekler arasından seçtiği 178 derneğin,
408 üyesiyle yaptığı alan çalışması (anket çalışması) sonucu, özelde dernekler,
genelde de sivil toplum örgütleri hakkında önemli verilere ulaşmıştır.
Ankette sorulan sorulara verilen cevaplar önemli veriler sunmaktadır. Tosun,
Türkiye’deki derneklerin çoğunlukla ekonomik ve mesleki dayanışma amacıyla
kurulduğunu belirtiyor. Örneğin, “STK’nın kurulmasında kim öncü oldu?” sorusuna
%35,3 başkan ve yönetim kurulu, %26 üyeler olarak cevap vermiştir. Yürütülecek
proje ve faaliyetleri kimin belirlediği sorusuna, %64,7 başkan ve yönetim kurulu,
buna karşılık, %9,8 üyeler cevabını vermiştir. Çeşitli faasliyet ve projelerde
kullanılacak mali kaynak miktarının bütçelendirilmesi ile ilgili soruya, %90’lar
düzeyinde, başkan ve yönetim kurulu ile genel merkez, %4’ler civarında ise üyeler,
cevabı verilmiştir. Tosun, üyelik aidatları gibi üyeleri doğrudan etkileyen bir konuda
dahi başkan ve genel merkezin yüzde 90’lar düzeyinde belirleyici olduğunun ifade
ediyor (s. 56).
Tosun, yapılan anket çalışmaları sonucu, derneklerde merkeziyetçi, yatay
ili şkiler ağı yerine dikey, hiyerarşik ili şkilerin hakim olduğu, karar verme
74
süreçlerininde üyelerin dışlandığı bir örgütsel yapının var olduğunu tespit etmiştir.
Tüm bu veriler, “...profesyonelleşmiş, bürokratik piramit tipi bir yapılanma ile karşı
karşıya olduğumuzu göstermektedir” (Tosun, 2002, ss. 56-57). Bununla birlikte,
daha fazla dikkat çeken ve ilginç olan nokta ise üyelerin mevcut durumdan rahatsız
olmamasıdır. Bu da Türkiyedeki sivil toplum örgütlerinde üyelerin sorumluluk
almama eğiliminde olduğunu göstermektedir (s. 59). Tosun, “Sizce üyesi
bulunduğunuz STK’nın örgüt içi demokrasi sorunu var mı?” şeklindeki soruya
üyelerin yüzde 61,8’inin hayır cevabı verdiğini, ancak yüzde 31,9’unun örgüt içi
demokrasi sorununun varlığına dikkat çektiğini ifade etmektedir. Tosun, örgüt içi
demokrasi sorununun varlığını kabul eden 131 üyeden yüzde 56’sının, genel olarak
katılım sorunu olduğunu, yüzde 17’si karar alma mekanizmalarıyla ilgili sorunun
olduğunu, yüzde 11’i ise kararların uygulanmasının takibiyle ilgili sorunlarların
yaşandığını, diğerlerin ise üye kabulü ve yönetimin değiştirilmesiyle ilgili konularda
sorunların yaşandığını belirttiğini ifade ediyor (s. 59).
Örgüt içi katılım ve demokrasi süreçlerini yorumlayabilmek için kavramsal
süzgece ihtiyaç olduğunu belirten Tosun, beş farklı katılım düzeyinden bahseder.
Bunlar, ilgililere tek yönlü veri veya bilgi iletme sürecini kapsayan “enformasyon
düzeyi”, hedef kişi veya grupların özelliklerine dikkat etmeyle tanımlanan
“duyarlılık düzeyi”, enformasyon verilen grupların düşünce ve görüşlerinin
alınmasını kapsayan “danışma düzeyi”, ilgili taraflarla eşitlik temelinde görüşme ve
tartşmaların yapıldığı “diyalog kurma düzeyi”, konuşmaların ötesinde herhangi bir
mekanın düzenlenmesi, bir faaliyetin gerçekleştirilmesi gibi konularda bireylerin
doğrudan müdahale imkanının olduğu “ortak yönetim düzeyi”dir. Tosun, yaptıkları
alan çalışması sonucu, üyelerin dernek içi katılım düzeylerinin gellikle tek yönlü
enformasyon iletme düzeyinde kaldığı ve nadiren duyarlılık ve danışma düzeylerine
erişildiği ifade etmektedir. Tosun’a göre, “diyalog kurma düzeyi” ve “ortak yönetme
düzeyi” henüz ulaşılması zor düzeylerdir. Üyelerin karar alma sürecinde görülen
zayıflığını, sivil toplum kuruluşlarının yapısının seçkinçi yapısına bağlayan Tosun,
sivil toplum kuruluşlarının örgütlenme modeli olarak -farklı bir model
görmediklerinden dolayı- devletin merkeziyetçi-bürokratik modelini esas aldıklarını
belirtmektedir (s. 59-60).
Müjgan Çetin, yaptığı alan çalışması (anket çalışması) sonucu, kaleme aldığı
Sivil toplum Kuruluşlarında Liderin Başarıya Etkisi ve Kurumlaşma adlı makalede,
75
Tosun’dan farklı veriler sunmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının liderlerinin çoğu,
örgütlerinin başarılı olduğuna inanmaktadır. Liderler, anket sorularına verdikleri
cevaplarda, sivil toplum kuruluşu içerisinde, yönetimin, çalışma ekiplerinin ve
üyelerin kuruluşun vizyon, misyon ve faaliyetlere inandıklarını bildirmektedirler.
Delegasyon, iş yükü ve kararları paylaşımın yüksek olduğuna ve üyelik
mekanizmasının katılımı teşvik ettiğine ile ilgili saptamaya da büyük oranda
katılmışlardır. Ankete verilen cevaplardan liderlerin %80’i başarıda rollerinin
olduğunu belirtmektedir. Çetin, ankete verilen cevaplarda, STK liderlerinin %50 si 5
yıldan beri STK lideri olduğunu belirtiğini, ayrıca liderlerin %40’ı diğer bir STK’da,
%20’si iki, %40’i ise üçten fazla STK’da lider veya üye olarak görev yaptığını
belirtmektedir (Çetin).
4. Daha Etkin Bir Sivil Toplum Prati ği Đçin
Türkiye’de sivil toplum ve demokrasi kavramları artık birlikte anılmaktadır.
Demokratik bir Türkiye için sivil toplum örgütlerinin varlığı bir zorunluuk olarak
görülmektedir. Etkin bir sivil toplum, aynı zamanda çağdaş demokrasiye kavuşmuş
bir Türkiye anlamına gelmektedir. Bu konuda her geçen gün artan bir konsensüsün
geliştiğini vurgumak gerekir.
Sivil toplumun niteliği, toplumdan topluma değişmektedir. Devletin
kurumlarının niteliği kadar, toplumun ekonomik, kültürel, zihinsel yapısı, değerler
sistemi de sivil toplumun niteliğini belirlemektedir (Yılmaz, A., 1997, s. 87). Sivil
toplum ancak demokratik bir yapıya sahip devletlerde, siyasal yapılarda var olabilir
(Çaha, 1997, s. 34). Sivil toplum ve devlet dengesi yeniden kurulduğu takdirde;
devlet siyasi ve hukuksal kurumları ile sivil toplumdaki karmaşayı ve sapmaları
önleyecek, sivil toplum da devletin oligarşiye dönüşmesini önleyecek, bu şekilde
daha özgürlükçü bir toplumsal sistem yaratılacaktır (Yılmaz, A., 1997, s. 96).
Doğan, siyasal, kültürel ve ekonomik düzeyde devletin iznine gerek
olmaksızın örgütlenebilmek ve faaliyette bulunabilmeyi, sivil toplumun ön koşul
olarak değerlendirir. Siyasal anlamda sivil bir toplum var olduğunu söyleyebilmek
için, siyasi katılım kanallarının açık olması gerekmektedir. Siyasi partilerin serbest
bir şekilde kurulabilmesi ve faaliyet yürütebilmesi gerekmektedir. Bu anlamda, sivil
toplum, bir hukuk devletini gerektirir. Kültürel anlamda sivil toplumdan
bahsedebilmek için, farklı kültürlerin kensini ifade edebilmesi, devletin resmi bir
76
ideolojisinin, dininin olmaması gerekir. Ekonomik anlamda sivil toplumdan
bahsedebilmek ise, özel mülkiyetin olduğu, serbest Pazar ekonomisinden
bahsedebilmeyi gerektirir (Akat, A. S., 1991, s. 215’ten alıntılanmıştır, Doğan, 2002,
ss. 277-278).
Demokrasi kavramıyla hukuk devleti kavramının birlikte ele alınmasının
tesadüf olmadığını belirtten Gülnur Malgil, katılımcı demokrasinin ancak etkin sivil
toplum örgütlerinin var olması ile mümkün olacağını belirtir. O’na göre Türkiye’de
sivil toplumun gelişmesi için birtakım yasal düzenlemelerin yapılması
gerekmektedir. Malgil’e göre, yasal düzenleme ile birlikte “katılımcı demokrasinin
ilerlemesi için gerekli yasal zemin sağlanacak”, “ülkemizdeki sivil toplum örgütleri
faaliyetlerini özgürce sürdürebilecek” ve “sivil toplumun güçlenmesiyle, bireylerin
toplumsal sorunların çözümüne aktif katkıda bulunmaları” mümkün hale gelecektir
(Malgil).
Dokuz Eylül Üniversitesi, Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi, Maliye
Bölümü ğretim Üyesi, Prof. Dr. Coşkun Can Aktan, sivil toplumun gelişmesi içim
ideal devletin yirmi özelliğinden bahseder. Aktan ideal devletin bu yirmi özelliğini
şöyle sıralar (önemli veriler içerdiğinden ve ilkeler arasında bağlantı olduğundan,
uzun bir alıntı yapılmıştır):
1. Devlet sosyal konsensüse dayalı bir kurum olmalıdır. ... Đdeal devletin bu
birinci boyutu Sözleşmeci Devlet olarak adlandırılır.
2. Devlet sosyal sözleşmeye dayalı bir kurum olmalıdır. ... Đdeal devletin bu
boyutunu Anayasal Devlet olarak adlandırılır.
3. Devletin sahip olduğu güç ve yetkiler tek bir elde toplanmamalı; yasama,
yürütme, ve yargı organları arasında dağıtılmalıdır. Đdeal devlet Kuvvetler
Ayrılığına Dayalı Devlettir.
4. Devletin sahip olduğu güç ve yetkiler merkezde toplanmamalı; bir kısım
güç, yetki, görev ve fonksiyonlar yerel yönetimlere ve diğer devlet
birimlerine aktarılmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Adem-i Merkeziyetçi
Devlet olarak adlandırlabilir.
5. Devletin sahip olduğu “siyasi” güç ve yetkilerin çerçevesi ve sınırları
mutlaka devlet anayasasının bir bölümünü oluşturan “Siyasal Anayasa”
içerisinde sınırlandırılmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Hukuk Devleti
olarak adlandırılabilir.
77
6. Devletin sahip olduğu “ekonomik” güç ve yetki, görev ve
fonksiyonlarının çerçevesi ve sınırları mutlaka devlet anayasasının bir
bölümünü oluşturan “Ekonomik Anayasa” içerisinde sınırlandırılmalıdır.
Đdeal devletin bu boyutu Sınırlı Devlet ya da Çerçeve Devleti olarak
adlandırılabilir.
7. Devlet halk egemenliğne dayalı bir kurum olmalıdır. Đdeal devletin bu
boyutunu Demokratik Devlet olarak ifade edebiliriz.
8. Devletin piyasa ekonomisinin işleyişine ve fiyat mekanizmasına
müdahaleleri ancak gerektiğinde ve çok sınırlı düzeyde olmalıdır. Đdeal
devletin bu boyutu Katalzör Devlet olarak adlandırılabilir.
9. Devlet, özel teşebbüsleri daha iyi ve etkin bir şekilde sunabilecekleri mal
ve hizmetleri üretmekten kaçınmalı, bunun yerine piyasa ekonomisinde
oyunun kurallarını tespit etmelidir. Đdeal devletin bu boyutu Hakem
Devlet olarak adlandırlabilir.
10. Devlet yönetiminde açıklık/şeffaflık sağlanmalıdır. Đdeal devletin bu
boyutu AçıkDevlet ya da Şeffaf Devlet olarak adlandırlabilir.
11. Devletin varlık sebebi bireylerin haklarının ve özgürlüklerinin
korunmasıdır. Đdeal devletin bu boyutu Özgürlükçü ve Bireyci Devlet
olarak adlandırlabilir.
12. Devlet, dinsel kurallara bağlı olarak değil, bireylerin özgür düşünceleri ile
oluşturdukları hukuk kuralları ile yönetilmelidir. Đdeal devletin bu boyutu
Tarafsız Laik Devlet olarak adlandırlabilir.
13. Devlet, insanlar arasında cinsiyet, ırk, din, dil, etnik köken farkı
gözetmeyen bir kurum olmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Çoğulcu
(Plüralist) Devlet olarak adlandırlabilir.
14. Devlet, tüm vatandaşlarının her türlü sorunlarını çözecek bir kurum değil,
gözetilmeye ve korunmaya muhtaç kimselere yardım ve destek
sağlayacak bir kurum olmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Sorumlu Devlet
olarak adlandırlabilir.
15. Devlet, gelir ve giderleri prensip olarak birbirine denk olan bir kurum
olmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Denk Bütçeli Devlet olarak
adlandırlabilir.
78
16. Devlet, uluslar arası siyasi ve ekonomik ilişkilere önem veren, uluslar
arası rekabete kenetlenmeyi ve dünya ekonomisi ile bütünleşmeyi hedef
alan bir kurum olmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu Global Devlet ya da
Küresel Devlet olarak adlandırlabilir.
17. Devlet evrensel değerlere sahip bir kurum olmalıdır. Đdeal devletin bu
boyutu Evrensel Değerlere Dayalı Devlet olarak adlandırlabilir.
18. Devlet, yönetiminde liyakat sistemi (merit system) geçerli olmalıdır. Đdeal
devletin bu boyutu Meritokratik Devlet olarak adlandırlabilir.
19. Devlet, katılıma dayalı bir kurum olmalıdır. Đdeal devletin bu boyutu
Katılımcı Devlet olarak adlandırlabilir.
20. Devlet yönetiminde kalitenin artırılması ve geliştirilmesi için Toplam
Kalite felsefesinin benimsenmesi ve uygulanması gerekmektedir. Đdeal
devletin bu boyutu Kaliteli Devlet olarak adlandırlabilir (Aktan, 1997, ss.
188-191).
Devletin düzenlenmesi sivil toplum kuruluşarının gelişmesi için zorunludur.
Bununla birlikte sivil toplumun gelişmesi için devlet dışında, bu örgütlerde de bir
takım gelişmelerin olması gerekmektedir. Sivil toplum örgütleri kendilerinde
başlatacakları değişim ile devletteki bu demokratik değişimi hızlandıracaktırlar.
Siyaset bilimcisi Doç. Dr. Aytekin Yılmaz, ekonomik gelişme ile birlikte sivil
toplumun gelişmesinin mevcut devlet anlayışını değiştireceğini, devletin toplumu
şekillendiren değil, karmaşayı önleyen ve düzeni sağlayan bir mekanizma halini
alacağını belirtmektedir (1997, s. 96). “Sivil toplum örgütleri, ülke yönetimindeki
sorumlulukların halkla paylaşım aracıdır”. Kurumsallaşmış, altyapısı iyi hazırlanmış,
örgütlü ve etkin bir sivil toplum, günümüz gelişmiş katılımcı demokrasilerin en
önemli ve vazgeçilmez aktörleridir (Köprülü). Türkiye Kalite Derneği (KalDer)
tarafından düzenlenen 10. Ulusal Kalite Kongresinde, Dr.Yılmaz Argüden, sivil
toplum kuruluşlarının ülke yönetimindeki önemine dikkat çekerek, iyi yönetişimi;
“...şeffaflığın, katılımcılığın, hesap verebilirliğin, verimliliğin, etkinliğin öncelikli
ilkeler olarak benimsendiği dinamik bir yönetim süreci” olarak tanımlmıştır.
Argüden, iyi bir yönetişimin en uygun organlarının sivil toplum kuruluşları olduğunu
belirttir.
79
STK’lar kendi iç işleyişlerinde, gelecek için tasarladıları demokratik yaşamı
pratikleştirerek, katılımı artırıp, kitleselleşmeyi amaçlayrak demokrasi okullarına
dönüşbilirler (Türkeş, 2000, s.51). Sivil toplumun gelişmesi, aynı zamanda kültürel
bir süreçtir. Sivil toplum “çoğulculuk”, “bağımsızlık”, “dayanışma”, “toplumsal
bilinçlenme”, “katılım”, “eğitim”, “sorumluluk” ve “yetki devri” gibi kavramların
gelişmesiyle parelellik arz eder. Bu değerler toplum içinde geliştikçe sivil toplum
kuruluşları da gelişecektir. Benzer şekilde Türkiye’de sivil toplum örgütleri
geliştikçe, bu değerler toplumsal yaşamda yer edinmeye başlayacaktır (“Sivil”, 2001,
s. 2). Tosun da, modern sivil toplumun taşıması gereken özellikleri yasallık,
çoğulculuk ve kamusallık olarak belirtir (2001, s. 61-62). Türkiye’de sivil toplum
örgütlerinin yeniden yapılanması gerektiğine vurgu yapan Kemal Köprülü, sivil
toplumun gelişmesi için yerel sivil toplum örgütlerin gelişmesine vurgu yaparak, bu
örgütlerin önemine dikkat çeker.
Türkeş, Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin gelişmesi için, örgüt içi katılım
ve demokrasi sorunlarının aşılması gerektiğine dikkat çeker. Örgüt içi katılım ve
demokrasi sorunlarını çözmüş, yerel sorunları ulusal ve uluslar arası platformalara
taşıma perspekifleri olan, kendi alanındaki diğer kuruluşlarla iletişim kuran ve
bunlarla ortak çalışmalar yürüten sivil toplum kuruluşlarının toplumsal yaşamdaki
rolleri artacaktır (Türkeş, 2000, s.51). Köprülü, sivil toplum örgütlerinin
etkinliklerini artırmaları için belli alanlarda uzmanlaşmaları gerektiğine dikkat çeker.
Konu bazında faaliyet göstermek, aynı zamanda söz konusu örgüt için sürekli ve
kapsamlı eğitim anlayışının gelişmesine, örgütün daha etkin hale gelmesine katkı
sağlayacaktır.
Türkiye’de sivil toplum örgütleri önemli gelişmeler kat etseler de, henüz
“emekleme dönemi”ndedirler. Sivil toplum örgütleri genelde kişilere bağımlı bir
görünüm arz etmektedirler. Türkiye’de sivil toplum kuruluşları kişilere bağımlı
kuruluşlardan, vizyon, misyon, amaç ve hedeflere dayalı, strateji sahibi kuruluşlara
geçiş sürecini yaşıyor. Bu anlamda “...var olan ihtiyacı doğru tespit edecek, bu zor
yolda yürümeyi göze alacak bireysel ve kurumsal öncülere ihtiyaç duymaktadır”
(Tarhan). “Demokrasi büyük liderler tarafından değil, yetkin ve sorumlu yurttaşlar
tarafından güvence altına alınabilir” (Barber, 1995, s. 18).
Günümüzde sivil toplum tatırtışmalarında, hemen hemen tüm kuruluşların
ortaklaştığı beş temel önkoşuldan bahsedilebilir. Bu önkoşullar; “toplumsal
80
farklılaşma”, “toplumsal örgütlenme”, “gönüllü birliktelik”, “toplumsal düzeyde
otonomileşme” ve “baskı mekanizması oluşturma” olarak ifade edilebilir. Sivil
toplumun gelişmesi öncelikle toplumsal farklılaşmanın gelişmesiyle sağlanabilir.
Toplumsal yaşamda, etnik, dinsel, ideolojik, siyasi, ekonomik ve cinsiyet bazındaki
farklılaşmalar, sivil toplumun gelişmesi için zorunludur. Bu farklılaşmalarla birlikte,
sivil toplumun gelişmesi için, bu farklılıkları politikalara dönüştürebilecek toplumsal
örgütlenmelerin oluşturulması gerekmektedir. Bu anlamda sivil toplum örgütlü olan
toplumdur. Buradaki örgütlülük vatandaşların gönüllü birlikteliğine dayanmalıdır.
Bireyin kendi rızasıyla ve iradesiyle üye olabildiği örgütlenmeler sivil toplum
oluşumudur. Dördüncü olarak sivil toplum örgütlerinin siyasete katılma kanallarının,
mekanizmalarının yaratılması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle sivil toplum
örgütlerinn siyasal mekanizmaları denetleyebileceği bir siyasal sistemin olması
gerekiyor. Bu elbette sivil toplum örgütlerinin gelişmesiyle bağlantılı olduğu kadar,
siyasal sistemin katılıma açık bir yapıda olmasını gerektiriyor. Son olarak sivil
toplum kuruluşlarının siyasal sistem üzerinde bir baskı grubu niteliği göstererek,
yasal, demokratik ve şiddet içermeyen demokratik yöntemlerle üyelerinin haklarını
koruması sağlanmalıdır (Çaha, 1997, ss. 31-32).
Sivil toplumun dünya ölçeğindeki yaşadığı gelişmeler ve devlet ile birey
ili şkisi açısından Türkiye’ye baktığımızda şunlar belirtilebilir:
Đlk olarak, devlet alanının sivil alana olumlu bakmamakta, sivil alanı kabul
etmekte isteksiz davranmaktadır. Halka ve sivil alana şüpheyle bakılmaktadır.
Bundan da öteye demokrasilerde halka ve sivil alana ait olan yetkilerin Türkiye’de
soyut ve belirsiz bir milli güvenlik kavramı adına siyasi temsil kurumları dışına
çıkarıldığı görülmektedir.
Đkinci olarak, anayasal yetkilerin kime ait olduğu ve nasıl kullanılacağı, güç
dengeleriyle belirlendiği bir ortamda hukuk devleti anlayışının da yerleşmesi
zorlaşmaktadır. Bu anlayış halka ve sivil alana güvensizlikle birlikte ele alındığında,
toplumda ifade ve örgütlenme özgürlüğünden siyasi özgürlüklere kadar bir çok hak,
soyut devlet düşmanlığı adına sınırlandırılmakta, bu hakları kullananlar
cezalandırılmaktadır.
Üçüncü olarak, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda ciddi şüphelerin
olduğu gözlenmektedir. Devlete karşı bireyi koruması gereken yargı, Türkiye’de
81
devleti korumayı esas almakta, tüm bunlar sağlıklı bir demokrasinin ve hukuk
devletinin kurulmasını engellemektedir.
Devleti dengeleyecek mekanizmaların olmadığı ortamda, iktidar ve rant
mücadelesi gelişmekte, bu da derin devlet gibi yapılanmaların, çetelerin ve hukuk
tanımaz mekanizmaların oluştuğuna dair şüphelerin artmasına neden olmaktadır.
Resmi bir ideolojiye sahip olan devlet, toplumu şekillendirmeye çalışmakta,
eğitimden giyim kuşama kadar toplumsal yaşamın birçok alanına müdahale etmekte,
toplumsal farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bu da özgürlükçü bir
ortamın yerine otorter bir ortam yaratmaktadır.
Son olarak, sivil topluma güvenilmemesi, sivil alanın zayıflığı ekonomik
alanda da sorunlara neden olmakta, serbest piyasa ekonomisinin gelişmesini
engellemekte, ekonomik alanı devlete bağımlı, devletin müdahalesine açık hale
getirmektedir (Yılmaz, A., 1997, ss. 95-96).
IV. SĐVĐL TOPLUM KURULU ŞLARININ YÖNET ĐMĐ
TÜRK ĐYE ÖRNEĞĐ
1. Anket Bilgileri
Bu bölümde Türkiye’de bulunan sivil toplum kuruluşlarının yönetim kültürü
ve organizasyon yapısı incelenmiştir. Bu amaçla ilk üç bölümden farklı olarak,
literatür inceleyerek veriler elde etme yerine, alan çalışması yapmak tercih edilmiştir.
Sivil toplum kuruluşlarında yönetim konusunda yeterli alan çalışmasının olmaması
ve bu çalışmalara dayalı teorik incelemelerin yetersiz olması, bir yönüyle alan
çalışması yapılmasını zorunlu kılmıştır.
82
Sivil toplum kuruluşlarının yönetim kültürü ve organizasyon yapısını
incelemek amacıyla “Sivil Toplum Kuruluşlarında Yönetim” adlı bir anket
hazırlanmış ve bu anket çalışması, hem bire bir görüşmelerle hem de bu çalışma için
tasarlanan internet sitesinde online olarak hazırlanarak, sivil toplum kuruluşlarıyla
yapılmıştır. Sonuç olarak 21’i internet aracılığıyla ve 65’i de birebir görüşmeler
yoluyla olmak üzere toplam 86 sivil toplum kuruluşuyla anket çalışması yapılmıştır.
Yapılan incelemeden sonra, 3’ü internet aracılığıla, 11’i de birebir görüşme yoluyla
yapılan anketler, verilen cevapların yeterli görülmemesi, aynı kuruluş türünün
(birden fazla şube) fazla olması gibi nedenlerden ötürü elenmiş ve toplam 72 adet
anket değerlendirmeye alınmıştır.
Ankete çalışmasına, 72 sivil toplum kuruluşunun, 1’i Eskişehir’den, 1’i
Antalya’dan, 1’i Kayseri’den, 3’ü Ankara’dan, 9’u Diyarbakır’dan ve geriye kalan
57’i de Đstanbul’dan katılmıştır. Anket çalışması yapılırken, sivil toplum
kuruluşlarının faaliyet alanları, düşünsel yapısı gibi konularda seçici davranılmamış,
mümkün olduğunca çeşitlilik artırılmaya çalışılmıştır. Đnternet aracılığıyla ankete
katılan kuruluşlara müdahale etme söz konusu değildir. Birebir görüşmelerle yapılan
anketlerde de bu hususa dikkat edilmiştir. Sadece anket çalışması yapılırken, vakıf,
dernek ve sendikalara ağırlık verilmeye çalışılmıştır. Anket çalışması yapılırken,
Vakıf, Dernek, Sendika, Meslek Odaları, Yurttaş Girişimi, Kooperatif Birlikler,
Kamusal Fayda Amaçlı Ticari Kuruluşlar (KFATK), sivil toplum kuruluşu
kapsamında değerlendirilmiştir. Anket çalışması yapılırken, yönetim kademesindeki
yetkililerle yapılmaya dikkat edilmiştir.
SĐVĐL TOPLUM KURULU ŞLARINDA YÖNET ĐM PROJESĐ
ANKET ÇALI ŞMASI
83
ĐSTANBUL TEKNĐK ÜNĐVERSĐTESĐ ĐŞLETME FAKÜLTESĐ
ENDÜSTRĐ MÜHENDĐSLĐĞĐ BÖLÜMÜ
Bu anket bilimsel bir çalışmaya veri oluşturmak amacı ile hazırlanmış olup, Türkiye’de daha etkin bir sivil toplum pratiği için, bilimsel veri ve yöntemlerin sivil toplum kuruluşlarında nasıl uygulandığını tespit etmeyi amaçlamaktadır.
Đstanbul, Ekim 2003
Açıklamalar
Bu anket, Đstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümünde
yapılan “Sivil Toplum Kuruluşlarında Yönetim” konulu bilimsel bir araştırma
kapsamında hazırlanmıştır.
Ankete verilen cevaplar sadece bilimsel araştırma amacı ile kullanılacak olup
toplu sonuçlar istatistiksel olarak değerlendirilecek ve kişisel bilgiler kimseye
84
verilmeyecek, yayınlanmayacaktır. Soruların cevaplandırılması sadece 10-15 dakika
gibi kısa bir sürenizi alacaktır.
Anketimiz www.students.itu.edu.tr/~cicekc ve
http://www.kaliteofisi.com/anket_sihirbazi/anketgor.asp?anketno=211 adresinde de
bulunmaktadır. Internet üzerinden de anket çalışmamıza katılabilirsiniz. Çalışmanın
sonuçları hakkında bilgi isterseniz, sonuçlar size e-posta vasıtası ile ulaştırılacaktır.
Araştırmamızın sonuçlarını, ayrıca araştırma tamamlandığında internet adresimizden
de temin edebilirsiniz.
Değerli zamanınızı bu çalışma için ayırdığınızdan ötürü teşekkür ederiz.
Doç. Dr. Cengiz GÜNGÖR Cuma ÇĐÇEK
[email protected] [email protected]
Kavramlar
Sivil Toplum Kurulu şu: Bu ankette, Vakıf, Dernek, Sendika, Meslek
Odaları, Yurttaş Girişimleri, Kooperatif Birlikler, Kültür Amaçlı Ticari Kuruluşlar,
Sivil Toplum Kuruluşları kapsamında değerlendirilmiştir.
Yönetim: Yönetim, organizasyon kaynaklarının etkin ve yeterli biçimde
planlaması, örgütlenmesi, yönetilmesi, koordine edilmesi ve denetlenmesi yoluyla
organizasyon amaçlarına erişilmesidir.
85
Misyon: Bir organizasyonu, benzerlerinden farklı kılan yegane var oluş
nedenidir.
Vizyon: Vizyon geleceği biçimlendiren, tanımlayan ve ifade eden bir
senaryodur. Vizyon, bir kuruluşun ne olmak istediğini, uzun dönemli amaçlarını ve
bunları gerçekleştirmek için gerekli aşamaları ve bu aşamaların birbiri ile
bağlantısını ortaya koyan bir gelecek tasarımıdır.
Planlama: Planlama, en basit şekilde neyin, ne zaman, nasıl, nerede ve kim
tarafından yapılacağını önceden kararlaştırma sürecidir. Diğer bir tanımla planlama,
bir amacı geliştirmek için en iyi davranış biçimini seçme ve geliştirme niteliği
taşıyan bilinçli bir süreçtir.
Kontrol: Kontrol, arzulanan amaçlara ulaşılıp, ulaşılmadığını ya da hangi
ölçüde ulaşıldığını araştırmak, gerekirse düzeltici önlemleri almaktır.
Gönüllü Çalışan: Belirli bir ücret almaksızın Sivil Toplum Kuruluşunda
belirli zamanlarda çalışan, kendi alanında belirli bir bilgiye sahip olan çalışanları
ifade etmektedir.
Profesyonel Çalışan: Belirli alanlarda uzmanlığı olan, belirli bir ücret
karşılığı ya da karşılıksız, Sivil Toplum Kuruluşunda çalışanları ifade etmektedir.
Hiyerar şik Kademe Sayısı: Organizasyonel yapının kaç kademeden
oluştuğunu ifade eder. Örneğin bir vakıfta en en üst karar organı Yönetim Kurulu
olsun. Yönetim Kurulundan sonraki organ, eğitim, dış ili şkiler gibi alt birimler olsun
ve bu birimler yönetim kuruluna bağlı olarak çalışsın. Bu birimlere bağlı olarak da
proje ekipleri faaliyet yürütsün. Böyle bir vakıfta yönetim kurulu birinci kademeyi
oluşturur. Yönetim kuruluna bağlı çalışan eğitim, dış ili şkiler gibi birimler de ikinci
kademeyi oluşturur. Bu birimlere bağlı çalışan proje ekipleri de üçüncü kademeyi
oluşturur. Bu organizasyonda hiyerarşik kademe sayısı üçtür.
SĐVĐL TOPLUM KURULU ŞLARINDA YÖNET ĐM ANKET Đ
Anket Bilgilerini Veren Ki şinin;
Adı ve Soyadı : Ünvanı (Başkan, Müdür, Üye..vb.) : Tel : E-mail :
Sivil Toplum Kuruluşunuzun adı :......................................................................
86
Sivil Toplum Kuruluşunuzun kuruluş tarihi :.................................................................
STK’nızın internet adresi (varsa) :.......................................................................
1. STK’nızın kendisine ait bir yeri var mı?
Evet Hayır
2. STK’nızın mekanının büyüklüğü yaklaşık kaç metrekaredir ?...................................
3. STK’nızda da profesyonel çalışan kişi sayısı: ...........................................................
4. STK’nızda çalışanların düzenli çalışma saatleri var mı?
Evet Hayır
5. STK’nızda ücretli çalışan kişi sayısı:……………………………………..................
6. STK’nızın üye sayısı :.................................................................................................
7. STK’nızda üyelerin yaklaşık olarak yüzde kaçı faaliyetlere katılıyor:.......................
8. STK’nızın misyonunu / vizyonunu belirten yazılı bir doküman var mı?
Evet Hayır
9. STK’nızın kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirten yazılı bir doküman var mı?
Evet Hayır
10. STK’nızın stratejik hedeflerini belirleyen komiteler (birimler, komisyonlar,
kurullar) var mı?
Evet Hayır
11. STK’nızın yöneticileri ortalama hangi sıklıkla toplantı yaparlar?
Her gün Haftada bir 15 günde bir
Ayda bir Đki ayda bir Diğer..............................................................
12. STK’nızın çalışanlarının tümünün katıldığı genel toplantılar ortalama hangi
sıklıkla yapılır?
Her gün Haftada bir 15 günde bir
Ayda bir Đki ayda bir Diğer...............................................................
13. Üyelerle toplantılar ortalama hangi sıklıkla yapılır (Genel Kurul dışında)?
15 günde bir Ayda bir 2 ayda bir
3 ayda bir 6 ayda bir Diğer.......................................
14. STK’nızda hangi iletişim araçları kullanılır?
Telefon Faks Đnternet Diğer................................................................
15. STK’nızın e-mail grubu var mı (varsa adresini belirtiniz)?
Evet........................................................................... Hayır
87
16. STK’nızın misyonunu / vizyonunu aşağıya yazınız (varsa):
…………………………………………………………………………………………
………………………..................................................................................................
………………………………………………..………………………………………
…………………………………....................................................................................
17. STK’nızın organizasyonel yapısındaki hiyerarşik kademe sayısı
(*Bak. sayfa 1, Kavramlar):................……....................................................................
Bundan sonraki soruları aşağıda belirtilen puanlama sistemine göre cevaplandırınız. Cevabınıza en yakın sayıyı yuvarlak içerisine alınız.
1 Kesinlikle Katılmıyorum
2 Katılmıyorum
3 Fiktim Yok / Kararsızım
4 Katılıyorum
5 Kesinlikle Katılıyorum
1 2 3 4 5
18. STK’mızda Yönetim Kurulu dışında, yapılan işlerin ve mevcut görevlerin tanımları yazılı bir şekilde belirtilmiştir.
19. STK’mızın yöneticileri kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler.
20. STK’mızın yöneticiler dışındaki diğer üyeleri de kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler.
88
21. STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, iş hayatında da sürdürülür.
22. STK’mızda yapılan planlamalar kurumsal gelişmeyi sağlar.
23. STK’mızda etkin bir kontrol sistemi vardır.
24. STK’mızda bulunan kontrol sistemi kurumsal gelişmeyi sağlar.
25. Projeler, projeleri yürütecek üyeler ile planlanır ve projenin her aşamasında değerlendirilir.
26. STK’mızın en üst yöneticisinden (lider, başkan, müdür…vb.) habersiz hiçbir şey yapılmaz.
27. Proje sorumluları, projeleri hakkında kendi başlarına karar alabilirler.
28. STK’mızın sorunlarının çözümü için üyeler ortak çaba içerisine girerler.
29. Proje ve faaliyetler arası koordinasyon çok iyi tasarlanmıştır.
30. STK’mızda bilgi akışını sağlayan iyi bir iletişim mekanizması vardır.
31. Projeler ve faaliyetler hakkında tüm üyeler düzenli olarak yazılı, sözlü ya da elektronik haberleşmeyle bilgilendirilir.
32. Üyeler, faaliyetler ve şubeler arasındaki eşgüdümü sağlamak için, toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar düzenli ve sürekli yapılır.
33. Üyelerde motivasyonu sağlayan temel faktör kuruluşun misyonu ve vizyonudur.
34. STK’mızın en üst yöneticisinin (lider, başkan, müdür..vb.), bireysel olarak, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır.
35. STK’mızın üst yönetiminin, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır.
36. STK’mızın faaliyetleri çalışanlarına maddi bir fayda sağlar.
37. Yöneticiler faaliyetlerin gerektirdiği iş yükünü paylaşırlar, kolektif bir çalışma tarzını esas alırlar.
38. Düzenli yapılan toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar üyelerin motivasyonunu artırır.
39. STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, özel yaşamda, ailevi ilişkilerde de sürdürülür.
89
40. STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkilerin, iş hayatında da sürdürülmesi iş hayatındaki başarıyı artırır.
41. Yöneticiler ve diğer üyeler arasında formel (resmi) ilişkiler dışında informel ilişkiler de vardır.
42. STK’mızın yöneticileri, yönetim bilgisi ve becerisiyle ilgili bir eğitim sürecinden geçmiştir.
43. STK’mızın başarısında en üst yöneticinin (lider, başkan, müdür..vb.) bireysel olarak, önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır.
44. STK’mızın başarısında üst yönetimin önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır.
45. STK’mızda bulunan düşünsel, kültürel, sosyal..vb. farklılıklar kurumsal gelişmeye hizmet eder.
46. STK'mızın başarısı düzenli olarak ölçülür.
47. Yönetim Kurulunun seçiminde, üyeler etkin rol oynarlar.
Anket ve içerdiği konularla ilgili belirtmek istediğiniz görüş ve önerileriniz varsa aşağıda belirtebilirisiniz.
.........................................................................................................................................
.........................................................................................................................................
.........................................................................................................................................
.........................................................................................................................................
…………………………………………………………………………………………
Anketimizi doldurduğunuz için teşekkür ederiz.
2. Anket Sonuçlarının Analizi
2.1. Anketin Kodlanması
Yapılan anket çalışmaları analiz edilirken, verilen cevapların doğru olduğu
varsayılmıştır. Analiz için “SPSS 11.5 for Windows” bilgisayar programı
kullanılmıştır. Đlk önce tüm sorular ve cevaplar kodlanarak, veriler programa
girilmiş, daha sonra sonuçlar analiz edimiştir.
90
2.1.1. Soru Kodları
S1 Anket Bilgilerini veren kişinin adı ve soyadı:
S2 Anket Bilgilerini veren kişinin ünvanı (Başkan, Müdür...vb.):
S3 Telefon:
S4 E-mail:
S5 Sivil Toplum Kuruluşunuzun adı:
S6 Sivil Toplum Kuruluşunun türü:
S7 Sivil Toplum Kuruluşunuzun kuruluş tarihi:
S8 Sivil Toplum Kuruluşunun kuruluş dönemi:
S9 STK’nızın internet adresi:
S10 STK’nızın internet kodu
S11 STK’nızın kendisine ait bir yeri var mı?
S12 STK’nızın mekanının büyüklüğü yaklaşık kaç metrekaredir ?
S13 STK’nızda da profesyonel çalışan kişi sayısı:
S14 STK’nızda çalışanların düzenli çalışma saatleri var mı?
S15 STK’nızda ücretli çalışan kişi sayısı:
S16 STK’nızın üye sayısı:
S17 STK’nızda üyelerin yaklaşık olarak yüzde kaçı faaliyetlere katılıyor?
S18 STK’nızın misyonunu / vizyonunu belirten yazılı bir doküman var mı?
S19 STK’nızın kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirten yazılı bir
doküman var mı?
S20 STK’nızın stratejik hedeflerini belirleyen komiteler (birimler,
komisyonlar, kurullar) var mı?
S21 STK’nızın yöneticileri ortalama hangi sıklıkla toplantı yaparlar?
S22 STK’nızın çalışanlarının tümünün katıldığı genel toplantılar ortalama
hangi sıklıkla yapılır?
S23 Üyelerle toplantılar ortalama hangi sıklıkla yapılır (Genel Kurul
dışında)?
S24 STK’nızda iletişim aracı olarak telefon kullanılır mı?
S25 STK’nızda iletişim aracı olarak fax kullanılır mı?
S26 STK’nızda iletişim aracı olarak internet kullanılır mı?
91
S27 STK’nızda telefon, faks ve internet dışında farklı iletişim araçları
kullanılır mı?
S28 STK’nızın e-mail grup adresi var mı?
S29 STK’nızın organizasyonel yapısındaki hiyerarşik kademe sayısı:
S30 STK’mızda Yönetim Kurulu dışında, yapılan işlerin ve mevcut
görevlerin tanımları yazılı bir şekilde belirtilmiştir.
S31 STK’mızın yöneticileri kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve
uzun vadeli hedeflerini bilirler.
S32 STK’mızın yöneticiler dışındaki diğer üyeleri de kurumun misyonunu,
amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler.
S33 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, iş hayatında da sürdürülür
S34 STK’mızda yapılan planlamalar kurumsal gelişmeyi sağlar.
S35 STK’mızda etkin bir kontrol sistemi vardır.
S36 STK’mızda bulunan kontrol sistemi kurumsal gelişmeyi sağlar.
S37 Projeler, projeleri yürütecek üyeler ile planlanır ve projenin her
aşamasında değerlendirilir.
S38 STK’mızın en üst yöneticisinden (lider, başkan, müdür…vb.) habersiz
hiçbir şey yapılmaz.
S39 Proje sorumluları, projeleri hakkında kendi başlarına karar alabilirler.
S40 STK’mızın sorunlarının çözümü için üyeler ortak çaba içerisine
girerler.
S41 Proje ve faaliyetler arası koordinasyon çok iyi tasarlanmıştır.
S42 STK’mızda bilgi akışını sağlayan iyi bir iletişim mekanizması vardır.
S43 Projeler ve faaliyetler hakkında tüm üyeler düzenli olarak yazılı, sözlü
ya da elektronik haberleşmeyle bilgilendirilir.
S44 Üyeler, faaliyetler ve şubeler arasındaki eşgüdümü sağlamak için,
toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar düzenli ve sürekli yapılır.
S45 Üyelerde motivasyonu sağlayan temel faktör kuruluşun misyonu ve
vizyonudur.
S46 STK’mızın en üst yöneticisinin (lider, başkan, müdür..vb.), bireysel
olarak, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır.
S47 STK’mızın üst yönetiminin, üyelerin motivasyonunda önemli bir
etkisi vardır.
92
S48 STK’mızın faaliyetleri çalışanlarına maddi bir fayda sağlar.
S49 Yöneticiler faaliyetlerin gerektirdiği iş yükünü paylaşırlar, kolektif bir
çalışma tarzını esas alırlar.
S50 Düzenli yapılan toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar üyelerin
motivasyonunu artırır.
S51 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, özel yaşamda, ailevi ilişkilerde
de sürdürülür.
S52 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkilerin, iş hayatında da sürdürülmesi
iş hayatındaki başarıyı artırır.
S53 Yöneticiler ve diğer üyeler arasında formel (resmi) ilişkiler dışında
informel ilişkiler de vardır.
S54 STK’mızın yöneticileri, yönetim bilgisi ve becerisiyle ilgili bir eğitim
sürecinden geçmiştir.
S55 STK’mızın başarısında en üst yöneticinin (lider, başkan, müdür..vb.)
bireysel olarak, önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır.
S56 STK’mızın başarısında üst yönetimin önemli bir rolü ve inisiyatifi
vardır.
S57 STK’mızda bulunan düşünsel, kültürel, sosyal..vb. farklılıklar
kurumsal gelişmeye hizmet eder.
S58 STK’mızın başarısı düzenli olarak ölçülür.
S59 Yönetim Kurulunun seçiminde, üyeler etkin rol oynarlar.
2.1.2. Cevap Kodları:
S1, S2, S3, S4, S5, S6 , S9 Metin ve Rakamlar olduğu gibi girilmiştir.
S7 Tarihler girilmiştir.
S8 1940-1979 arası için 1
1980-1989 arası için 2
1990-2003 arası için 3
S10 Internet adresi varsa 1
Internet adresi yoksa 0
93
S11, S15, S18, S19, S20,
S24, S25, S26, S27, S28 Evet 1
Hayır 0
S12, S14, S16, S17, S29 Sayısal değer girilmiştir.
S21, S22 Her gün 1
Haftada bir 2
Onbeş günde bir 3
Ayda bir 4
Đki ayda bir 5
Diğer 6
S23 Onbeş günde bir 1
Ayda bir 2
Đki ayda bir 3
Üç ayda bir 4
Altı ayda bir 5
Diğer 6
S30-S59 Kesinlikle Katılmıyorum 1
Katılmıyorum 2
Fikrim Yok / Kararsızım 3
Katılıyorum 4
Kesinlikle Katılıyorum 5
2.2. Anket Sonuçları
Anket sorularına verilen cevaplar, toplu halde, istatistiksel veriler halinde
tablolar ve şekiller halinde aşağıda verilmiştir. Kullanılan programın (SPSS 11.5 for
Windows) dili Đngilizce olduğundan, tabloda başlıklar Đngilizce olarak
görülmektedir. Bu bölümde kullanılan Đngilizce kavramların Türkçeleri aşağıda
belirtilmiştir:
Statistics : Đstatistik
Valid : Geçerli
94
Frequency : Frekans (Sıklık)
Percent : Yüzde (Yüzdelik)
Valid Percent : Geçerli Yüzde
Cumulative Percent : Birikimli Yüzde (Birikmiş Yüzde)
Missing System : Eksik Cevaplar
Count : Sayı
Total : Toplam
Mean : Aritmetik Ortalama
Std. Deviation : Standart Sapma
Tablo 1: S2 Anket bilgilerini veren kişinin ünvanı:
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid 3 4,2 4,2 4,2 Avukat 1 1,4 1,4 5,6 Başkan 18 25,0 25,0 30,6 Genel Sekreter 1 1,4 1,4 31,9 Muhasebe Sorumlusu 1 1,4 1,4 33,3 Müdür 10 13,9 13,9 47,2 Örgütlenme Uzmanı 1 1,4 1,4 48,6 Porje Koordinatörü 1 1,4 1,4 50,0 Sekreter 5 6,9 6,9 56,9 Sosyal Hizmet Uz. 1 1,4 1,4 58,3 Temsilci 1 1,4 1,4 59,7 Üye 13 18,1 18,1 77,8 Y. K. Üyesi 16 22,2 22,2 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 2: S6 Sivil Toplum Kuruluşunun türü
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Dernek 31 43,1 43,1 43,1 KFATK 1 8 11,1 11,1 54,2 Kooperatif 2 2,8 2,8 56,9 Oda2 2 2,8 2,8 59,7 Sendika 11 15,3 15,3 75,0
1 KFATK: Kamusal Fayda Amaçlı Ticari Kuruluşlar 2 Oda: Meslek Odası
95
Vakıf 13 18,1 18,1 93,1 Yurttaş Girişimi 5 6,9 6,9 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 3: S8 Sivil Toplum Kuruluşunun kuruluş dönemi
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid 1940-1979 8 11,1 12,1 12,1 1980-1989 5 6,9 7,6 19,7 1990-2003 53 73,6 80,3 100,0 Total 66 91,7 100,0 Missing System 6 8,3 Total 72 100,0
S7
2003
2001
1999
1997
1995
1993
1991
1989
1985
1972
1959
1949
Missing
Count
8
7
6
5
4
3
2
1
0
Şekil 1: S7 STK’ların kuruluş tarihi (yıllara göre dağılımı)
Tablo 4: S10 STK’nızın Đnternet adresi var mı?
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Hayır 37 51,4 51,4 51,4
Evet 35 48,6 48,6 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 5: S11 STK’nızın kendisine ait bir yeri var mı?
96
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Hayır 33 45,8 45,8 45,8
Evet 39 54,2 54,2 100,0 Total 72 100,0 100,0
S12
S12
5000
1000
600
500
400
250
185
170
150
135
100
80
60
20
Frequency
10
8
6
4
2
0
Tablo 7: S13 STK’nızda profesyonel çalışan kaç kişi var? N Valid 72 Missing 0 Mean 14,68 Std. Deviation 61,508
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid 0 20 27,8 27,8 27,8 1 15 20,8 20,8 48,6 2 9 12,5 12,5 61,1
N Valid 68 Missing 4 Mean 284,78 Std. Deviation 616,685
Tablo 6: S12 STK’nızın büyüklüğü yaklaşık kaç metrekaredir?
Şekil 2: S12 STK’nızın büyüklüğü yaklaşık kaç metrekaredir?
97
4 1 1,4 1,4 62,5 5 1 1,4 1,4 63,9 6 1 1,4 1,4 65,3 7 3 4,2 4,2 69,4 8 1 1,4 1,4 70,8 9 1 1,4 1,4 72,2 10 7 9,7 9,7 81,9 12 1 1,4 1,4 83,3 13 1 1,4 1,4 84,7 14 1 1,4 1,4 86,1 15 1 1,4 1,4 87,5 20 3 4,2 4,2 91,7 25 1 1,4 1,4 93,1 30 1 1,4 1,4 94,4 50 1 1,4 1,4 95,8 70 1 1,4 1,4 97,2 100 1 1,4 1,4 98,6 512 1 1,4 1,4 100,0 Total 72 100,0 100,0
S13
S13
512
70
30
20
14
12
9
7
5
2
0
Frequency
30
20
10
0
Tablo 8: S14 STK’nızda çalışanların düzenli çalışma saatleri var mı?
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Hayır 17 23,6 23,6 23,6
Evet 55 76,4 76,4 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 9: S15 STK’nızda ücretli çalışan kişi sayısı
Şekil 3: S13 STK’nızda profesyonel çalışan kişi sayısı:
98
N Valid 71 Missing 1 Mean 4,38 Std. Deviation 13,584
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid 0 24 33,3 33,8 33,8 1 23 31,9 32,4 66,2 2 7 9,7 9,9 76,1 3 1 1,4 1,4 77,5 4 4 5,6 5,6 83,1 5 1 1,4 1,4 84,5 6 1 1,4 1,4 85,9 7 2 2,8 2,8 88,7 8 1 1,4 1,4 90,1 9 1 1,4 1,4 91,5 13 1 1,4 1,4 93,0 14 1 1,4 1,4 94,4 20 1 1,4 1,4 95,8 25 1 1,4 1,4 97,2 35 1 1,4 1,4 98,6 106 1 1,4 1,4 100,0 Total 71 98,6 100,0 Missing System 1 1,4 Total 72 100,0
S15
S15
106
35
25
20
14
13
9
8
7
6
5
4
3
2
1
0
Frequency
30
20
10
0
Tablo 10: S16 STK’nızın üye sayısı: N Valid 71
Missing 1 Mean 1701,20 Std. Deviation 3877,68
0
Şekil 4: S15 STK’nızda ücretli çalışan kişi sayısı
99
S16
17000
6950
3170
2100
1000
780
600
400
240
120
90
75
52
36
20
Missing
Count
2,2
2,0
1,8
1,6
1,4
1,2
1,0
,8
Tablo 11: S17 STK’nızda üyelerin yüzde kaçı faaliyetler katılıyor? N Valid 69
Missing 3 Mean 40,88 Std. Deviation 33,259
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid 1 2 2,8 2,9 2,9
2 1 1,4 1,4 4,3 5 3 4,2 4,3 8,7 7 1 1,4 1,4 10,1 10 12 16,7 17,4 27,5 15 4 5,6 5,8 33,3 20 7 9,7 10,1 43,5 25 4 5,6 5,8 49,3 30 4 5,6 5,8 55,1 35 1 1,4 1,4 56,5 40 2 2,8 2,9 59,4 50 8 11,1 11,6 71,0 60 1 1,4 1,4 72,5 65 1 1,4 1,4 73,9 70 1 1,4 1,4 75,4 75 3 4,2 4,3 79,7 80 3 4,2 4,3 84,1
Şekil 5: S16 STK’nızın üye sayısı:
100
90 2 2,8 2,9 87,0 100 9 12,5 13,0 100,0 Total 69 95,8 100,0
Missing System 3 4,2 Total 72 100,0
S17
S17
100
90
80
75
70
65
60
50
40
35
30
25
20
15
10
7521
Frequency
14
12
10
8
6
4
2
0
Tablo 12: S18 STK’nızın misyonunu/vizyonunu belirtten yazılı bir döküman var mı?
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Hayır 10 13,9 13,9 13,9
Evet 62 86,1 86,1 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 13: S19 STK’nızın kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirtten yazılı bir döküman var mı?
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Hayır 12 16,7 16,7 16,7
Evet 60 83,3 83,3 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 14: S20 STK’nızın stratejik hedeflerini belirleyen komiteler (birimler, komisyonlar, kurullar) var mı?
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Hayır 20 27,8 27,8 27,8
Şekil 6: S17 STK’nızda üyelerin yaklaşık yüzde kaçı faaliyetlere katılıyor?
101
Evet 52 72,2 72,2 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 15: S21 STK’nızın yöneticileri ortalama hangi sıklıkla toplantı yaparlar?
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Haftada bir 27 37,5 37,5 37,5 Onbeş günde bir 21 29,2 29,2 66,7 Ayda bir 14 19,4 19,4 86,1 Đki ayda bir 3 4,2 4,2 90,3 Diğer 7 9,7 9,7 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 16: S22 STK’nızın çalışanlarını tümünün katıldığı toplantılar hangi sıklıkla yapılır?
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Her gün 1 1,4 1,4 1,4 Haftada bir 6 8,3 8,6 10,0 Onbeş günde bir 11 15,3 15,7 25,7 Ayda bir 23 31,9 32,9 58,6 Đki ayda bir 8 11,1 11,4 70,0 Diğer 21 29,2 30,0 100,0 Total 70 97,2 100,0 Missing System 2 2,8 Total 72 100,0
Tablo 17: S23 Üyelerle toplantılar ortalama hangi sıklıkla yapılır (Genel Kurul dışında)?
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Onbeş günde
bir 3 4,2 4,3 4,3
Ayda bir 13 18,1 18,6 22,9 Đki ayda bir 6 8,3 8,6 31,4 Üç ayda bir 12 16,7 17,1 48,6
102
Altı ayda bir 9 12,5 12,9 61,4 Diğer 27 37,5 38,6 100,0 Total 70 97,2 100,0
Missing System 2 2,8 Total 72 100,0
Tablo 18: S24 STK’nızda iletişim aracı olarak telefon kullanılır mı?
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Evet 72 100,0 100,0 100,0
Tablo 19: S25 STK’nızda iletişim aracı olarak fax kullanılır mı?
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Hayır 11 15,3 15,3 15,3
Evet 61 84,7 84,7 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 20: S26 STK’nızda iletişim aracı olarak internet kullanılır mı?
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Hayır 19 26,4 26,4 26,4
Evet 53 73,6 73,6 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 21: S27 STK’nızda diğer iletişim araçları kullanılır mı?
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Hayır 56 77,8 77,8 77,8
Evet 16 22,2 22,2 100,0 Total 72 100,0 100,0
Tablo 22: S28 STK’nızın e-mail grup adresi var mı?
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Hayır 55 76,4 76,4 76,4
Evet 17 23,6 23,6 100,0 Total 72 100,0 100,0
103
Tablo 23: S29 STK’nızın organizasyonel yapısındaki hiyerarşik kademe sayısı:
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid 0 9 12,5 14,5 14,5
1 8 11,1 12,9 27,4 2 19 26,4 30,6 58,1 3 17 23,6 27,4 85,5 4 7 9,7 11,3 96,8 5 2 2,8 3,2 100,0 Total 62 86,1 100,0
Missing System 10 13,9 Total 72 100,0
Tablo 24: S30 STK’mızda Yönetim Kurulu dışında, yapılan işlerin ve mevcut görevlerin tanımları yazılı bir şekilde belirtilmiştir.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 6 8,3 8,3 8,3
Katılmıyorum 9 12,5 12,5 20,8 Fikrim Yok /
Kararsızım 4 5,6 5,6 26,4
Katılıyorum 33 45,8 45,8 72,2 Kesinlikle
Katılıyorum 20 27,8 27,8 100,0
Total 72 100,0 100,0 Tablo 25: S31 STK’mızın yöneticileri kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 3 4,2 4,2 4,2
Katılmıyorum 6 8,3 8,3 12,5 Fikrim Yok /
Kararsızım 1 1,4 1,4 13,9
104
Katılıyorum 34 47,2 47,2 61,1 Kesinlikle
Katılıyorum 28 38,9 38,9 100,0
Total 72 100,0 100,0
Tablo 26: S32 STK’mızın yöneticiler dışındaki diğer üyeleri de kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Katılmıyorum 10 13,9 14,1 14,1 Fikrim Yok /
Kararsızım 7 9,7 9,9 23,9
Katılıyorum 34 47,2 47,9 71,8 Kesinlikle
Katılıyorum 20 27,8 28,2 100,0
Total 71 98,6 100,0 Missing System 1 1,4 Total 72 100,0
Tablo 27: S33 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, iş hayatında da sürdürülür
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 5 6,9 7,1 7,1
Katılmıyorum 8 11,1 11,4 18,6 Fikrim Yok /
Kararsızım 12 16,7 17,1 35,7
Katılıyorum 30 41,7 42,9 78,6 Kesinlikle
Katılıyorum 15 20,8 21,4 100,0
Total 70 97,2 100,0 Missing System 2 2,8 Total 72 100,0
Tablo 28: S34 STK’mızda yapılan planlamalar kurumsal gelişmeyi sağlar.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Katılmıyoru
m 4 5,6 5,6 5,6
Fikrim Yok / Kararsızım
2 2,8 2,8 8,3
Katılıyorum 33 45,8 45,8 54,2
105
Kesinlikle Katılıyorum
33 45,8 45,8 100,0
Total 72 100,0 100,0 Tablo 29: S35 STK’mızda etkin bir kontrol sistemi vardır.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 1 1,4 1,4 1,4
Katılmıyorum 17 23,6 23,6 25,0 Fikrim Yok /
Kararsızım 1 1,4 1,4 26,4
Katılıyorum 39 54,2 54,2 80,6 Kesinlikle
Katılıyorum 14 19,4 19,4 100,0
Total 72 100,0 100,0 Tablo 30: S36 STK’mızda bulunan kontrol sistemi kurumsal gelişmeyi sağlar.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 1 1,4 1,4 1,4
Katılmıyorum 11 15,3 15,3 16,7 Fikrim Yok /
Kararsızım 5 6,9 6,9 23,6
Katılıyorum 35 48,6 48,6 72,2 Kesinlikle
Katılıyorum 20 27,8 27,8 100,0
Total 72 100,0 100,0 Tablo 31: S37 Projeler, projeleri yürütecek üyeler ile planlanır ve projenin her aşamasında değerlendirilir.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 1 1,4 1,4 1,4
Katılmıyorum 3 4,2 4,2 5,6 Fikrim Yok /
Kararsızım 7 9,7 9,7 15,3
Katılıyorum 38 52,8 52,8 68,1
106
Kesinlikle Katılıyorum
23 31,9 31,9 100,0
Total 72 100,0 100,0 Tablo 32: S38 STK’mızın en üst yöneticisinden (lider, başkan, müdür…vb.) habersiz hiçbir şey yapılmaz.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 10 13,9 13,9 13,9
Katılmıyorum 23 31,9 31,9 45,8 Fikrim Yok /
Kararsızım 3 4,2 4,2 50,0
Katılıyorum 23 31,9 31,9 81,9 Kesinlikle
Katılıyorum 13 18,1 18,1 100,0
Total 72 100,0 100,0
Tablo 33: S39 Proje sorumluları, projeleri hakkında kendi başlarına karar alabilirler.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 8 11,1 11,1 11,1
Katılmıyorum 13 18,1 18,1 29,2 Fikrim Yok /
Kararsızım 3 4,2 4,2 33,3
Katılıyorum 35 48,6 48,6 81,9 Kesinlikle
Katılıyorum 13 18,1 18,1 100,0
Total 72 100,0 100,0 Tablo 34: S40 STK’mızın sorunlarının çözümü için üyeler ortak çaba içerisine girerler.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Katılmıyorum 7 9,7 9,9 9,9 Fikrim Yok /
Kararsızım 2 2,8 2,8 12,7
Katılıyorum 35 48,6 49,3 62,0 Kesinlikle
Katılıyorum 27 37,5 38,0 100,0
107
Total 71 98,6 100,0 Missing System 1 1,4 Total 72 100,0
Tablo 35: S41 Proje ve faaliyetler arası koordinasyon çok iyi tasarlanmıştır.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 1 1,4 1,4 1,4
Katılmıyorum 12 16,7 16,7 18,1 Fikrim Yok /
Kararsızım 10 13,9 13,9 31,9
Katılıyorum 39 54,2 54,2 86,1 Kesinlikle
Katılıyorum 10 13,9 13,9 100,0
Total 72 100,0 100,0
Tablo 36: S42 STK’mızda bilgi akışını sağlayan iyi bir iletişim mekanizması vardır.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 1 1,4 1,4 1,4
Katılmıyorum 10 13,9 13,9 15,3 Fikrim Yok /
Kararsızım 6 8,3 8,3 23,6
Katılıyorum 39 54,2 54,2 77,8 Kesinlikle
Katılıyorum 16 22,2 22,2 100,0
Total 72 100,0 100,0 Tablo 37: S43 Projeler ve faaliyetler hakkında tüm üyeler düzenli olarak yazılı, sözlü ya da elektronik haberleşmeyle bilgilendirilir.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Katılmıyorum 8 11,1 11,3 11,3 Fikrim Yok /
Kararsızım 3 4,2 4,2 15,5
Katılıyorum 37 51,4 52,1 67,6 Kesinlikle
Katılıyorum 23 31,9 32,4 100,0
108
Total 71 98,6 100,0 Missing System 1 1,4 Total 72 100,0
Tablo 38: S44 Üyeler, faaliyetler ve şubeler arasındaki eşgüdümü sağlamak için, toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar düzenli ve sürekli yapılır.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 3 4,2 4,2 4,2
Katılmıyorum 10 13,9 13,9 18,1 Fikrim Yok /
Kararsızım 4 5,6 5,6 23,6
Katılıyorum 35 48,6 48,6 72,2 Kesinlikle
Katılıyorum 20 27,8 27,8 100,0
Total 72 100,0 100,0
Tablo 39: S45 Üyelerde motivasyonu sağlayan temel faktör kuruluşun misyonu ve vizyonudur.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 2 2,8 2,8 2,8
Katılmıyorum 7 9,7 9,7 12,5 Fikrim Yok /
Kararsızım 9 12,5 12,5 25,0
Katılıyorum 28 38,9 38,9 63,9 Kesinlikle
Katılıyorum 26 36,1 36,1 100,0
Total 72 100,0 100,0 Tablo 40: S46 STK’mızın en üst yöneticisinin (lider, başkan, müdür..vb.), bireysel olarak, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 5 6,9 6,9 6,9
Katılmıyorum 7 9,7 9,7 16,7 Fikrim Yok /
Kararsızım 10 13,9 13,9 30,6
109
Katılıyorum 29 40,3 40,3 70,8 Kesinlikle
Katılıyorum 21 29,2 29,2 100,0
Total 72 100,0 100,0 Tablo 41: S47 STK’mızın üst yönetiminin, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 4 5,6 5,6 5,6
Katılmıyorum 7 9,7 9,7 15,3 Fikrim Yok /
Kararsızım 9 12,5 12,5 27,8
Katılıyorum 32 44,4 44,4 72,2 Kesinlikle
Katılıyorum 20 27,8 27,8 100,0
Total 72 100,0 100,0
Tablo 42: S48 STK’mızın faaliyetleri çalışanlarına maddi bir fayda sağlar.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 37 51,4 52,1 52,1
Katılmıyorum 21 29,2 29,6 81,7 Fikrim Yok /
Kararsızım 4 5,6 5,6 87,3
Katılıyorum 7 9,7 9,9 97,2 Kesinlikle
Katılıyorum 2 2,8 2,8 100,0
Total 71 98,6 100,0 Missing System 1 1,4 Total 72 100,0
Tablo 43: S49 Yöneticiler faaliyetlerin gerektirdiği iş yükünü paylaşırlar, kolektif bir çalışma tarzını esas alırlar.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 1 1,4 1,4 1,4
Katılmıyorum 7 9,7 9,7 11,1
110
Fikrim Yok / Kararsızım
6 8,3 8,3 19,4
Katılıyorum 35 48,6 48,6 68,1 Kesinlikle
Katılıyorum 23 31,9 31,9 100,0
Total 72 100,0 100,0
Tablo 44: S50 Düzenli yapılan toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar üyelerin motivasyonunu artırır.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 3 4,2 4,2 4,2
Katılmıyorum 2 2,8 2,8 6,9 Fikrim Yok /
Kararsızım 3 4,2 4,2 11,1
Katılıyorum 32 44,4 44,4 55,6 Kesinlikle
Katılıyorum 32 44,4 44,4 100,0
Total 72 100,0 100,0 Tablo 45: S51 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkiler, özel yaşamda, ailevi ilişkilerde de sürdürülür.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 4 5,6 5,6 5,6
Katılmıyorum 10 13,9 13,9 19,4 Fikrim Yok /
Kararsızım 13 18,1 18,1 37,5
Katılıyorum 35 48,6 48,6 86,1 Kesinlikle
Katılıyorum 10 13,9 13,9 100,0
Total 72 100,0 100,0 Tablo 46: S52 STK’mızın üyeleri arasındaki ilişkilerin, iş hayatında da sürdürülmesi iş hayatındaki başarıyı artırır.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 2 2,8 2,8 2,8
Katılmıyorum 4 5,6 5,6 8,5 Fikrim Yok / 18 25,0 25,4 33,8
111
Kararsızım
Katılıyorum 32 44,4 45,1 78,9 Kesinlikle
Katılıyorum 15 20,8 21,1 100,0
Total 71 98,6 100,0 Missing System 1 1,4 Total 72 100,0
Tablo 47: S53 Yöneticiler ve diğer üyeler arasında formel (resmi) ilişkiler dışında informel ilişkiler de vardır.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 2 2,8 2,8 2,8
Katılmıyorum 2 2,8 2,8 5,6 Fikrim Yok /
Kararsızım 5 6,9 7,0 12,7
Katılıyorum 41 56,9 57,7 70,4 Kesinlikle
Katılıyorum 21 29,2 29,6 100,0
Total 71 98,6 100,0 Missing System 1 1,4 Total 72 100,0
Tablo 48: S54 STK’mızın yöneticileri, yönetim bilgisi ve becerisiyle ilgili bir eğitim sürecinden geçmiştir.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 12 16,7 16,7 16,7
Katılmıyorum 21 29,2 29,2 45,8 Fikrim Yok /
Kararsızım 7 9,7 9,7 55,6
Katılıyorum 27 37,5 37,5 93,1 Kesinlikle
Katılıyorum 5 6,9 6,9 100,0
Total 72 100,0 100,0 Tablo 49: S55 STK’mızın başarısında en üst yöneticinin (lider, başkan, müdür..vb.) bireysel olarak, önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 6 8,3 8,3 8,3
Katılmıyorum 11 15,3 15,3 23,6
112
Fikrim Yok / Kararsızım
7 9,7 9,7 33,3
Katılıyorum 29 40,3 40,3 73,6 Kesinlikle
Katılıyorum 19 26,4 26,4 100,0
Total 72 100,0 100,0 Tablo 50: S56 STK’mızın başarısında üst yönetimin önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 2 2,8 2,8 2,8
Katılmıyorum 6 8,3 8,3 11,1 Fikrim Yok /
Kararsızım 4 5,6 5,6 16,7
Katılıyorum 38 52,8 52,8 69,4 Kesinlikle
Katılıyorum 22 30,6 30,6 100,0
Total 72 100,0 100,0
Tablo 51: S57 STK’mızda bulunan düşünsel, kültürel, sosyal..vb. farklılıklar kurumsal gelişmeye hizmet eder.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Katılmıyorum 3 4,2 4,2 4,2 Fikrim Yok /
Kararsızım 4 5,6 5,6 9,9
Katılıyorum 34 47,2 47,9 57,7 Kesinlikle
Katılıyorum 30 41,7 42,3 100,0
Total 71 98,6 100,0 Missing System 1 1,4 Total 72 100,0
Tablo 52: S58 STK’mızın başarısı düzenli olarak ölçülür.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 2 2,8 2,8 2,8
Katılmıyorum 13 18,1 18,1 20,8
113
Fikrim Yok / Kararsızım
10 13,9 13,9 34,7
Katılıyorum 35 48,6 48,6 83,3 Kesinlikle
Katılıyorum 12 16,7 16,7 100,0
Total 72 100,0 100,0 Tablo 53: S59 Yönetim Kurulunun seçiminde, üyeler etkin rol oynarlar.
Frequency Percent Valid
Percent Cumulative
Percent Valid Kesinlikle
Katılmıyorum 1 1,4 1,4 1,4
Katılmıyorum 7 9,7 10,0 11,4 Fikrim Yok /
Kararsızım 2 2,8 2,9 14,3
Katılıyorum 27 37,5 38,6 52,9 Kesinlikle
Katılıyorum 33 45,8 47,1 100,0
Total 70 97,2 100,0 Missing System 2 2,8 Total 72 100,0
2.3. Anket Sonuçlarının Yorumlanması
Anket sorularına verilen cevaplar toplu halde gözden geçirildiğinde, kuruluş
tarihleri, insan kaynakları, yönetim fonksiyonları -planlama ve kontrol, organizayon,
yürütme-koordinasyon, motivasyon, iletişim, insan ilişkileri, karar verme,
delegasyon (yetki devri) ve liderlik- ve mali durum açısından değerlendirilebilir.
2.3.1. STK’ların 1990 Sonrası Yükselişi
Herşeyden önce, sivil toplum kuruluşlarının çoğunun 1990’lı yıllardan sonra
kurulduğu görülmektedir. Tablo 3’e bakıldığında, kuruluşların 8’inin (%11,1) 1940-
1979 yılları arasında, 5’inin (%6,9) 1980-1989 yıllları arasında, 53’ünün (%80,3),
1990-2003 yılları arasında kurulduğu görülmektedir. Bu sonuçların dünya genelinde
ve Türkiye’de yaşanan gelişmelerle parelellik gösterdiği belirtilebilir. Önceki
bölümlerde incelendiği gibi 1950’li yıllardan sonra dünya genelinde sivil toplum
yeniden yükselişe geçmiştir. Yine bu yıllarda dünyadaki gelişmelere parelel olarak
Türkiye’de de tek partili dönemden çok partili döneme geçilmiş ve bununla birlikte
114
uzun bir sessizlikten sonra sivil toplumun yeniden canlandığı görülmüştür. 1980’li
yıllar ve özellikle 1990 sonrası yıllar, sivil toplumun gerçek anlamda doğuş yılları
olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla, anket sonuçlarından, 1940-1979 yılları
arasında sivil toplum kuruluşlarının kurulmaya başlandığı, 1980-1989 yılları arasında
1980 askeri darbesinden sonra bir düşüşe geçtiği ve 1990 sonrası büyük bir yükselişi
(%80,3) yaşadığı söylenebilir.
2.3.2. STK’ların Maddi Olanakları
Đkinci olarak STK’lar, maddi koşullar açısından incelenebilir. Anket
sonuçlarından STK’ların %54,2’sinin (39) kendisine ait bir yerinin olduğu,
%45,8’inin (33) ise kendisine ait bir yerinin olmasığı görülmektedir (Bak. Tablo 5).
Yine STK’ların genellikle, küçük sayılabilecek, 50-250 metrekarelik mekanlarda
faaliyet yürüttüğü görülmektedir. 1000, 5000 gibi büyük mekanlarda faaliyetlerini
sürdüren STK’lar olmakla birlikte bunların sayısı oldukça düşüktür (Bak. Şekil 2).
Bu sonuçlardan da, maddi olarak sivil toplum kuruluşlarının iyi durumda olmadıkları
belirtilebilir.
2.3.3. STK’larda Đnsan Kaynakları
Üçüncü olarak STK’lar, insan kaynakları açısından değerlendirilebilir.
STK’larda ciddi bir üye potansiyelinin olduğu görülmektedir. Ortalama olarak her
STK’nın 1701 üyesi var. Bununla birlikte standart sapmanın çok büyük olduğu
(3877,68) görülmektedir. Anket yaptığımız kuruluşlarda en yüksek üye sayısının
17.000, en düşük üye sayısının ise 10 olduğu görülmektedir (Bak. Tablo 10). Üye
sayısı yüksek olmakla birlikte, üyelerin faaliyetlere katılımının da normal düzeyde
olduğu görülmektedir. Anket sonuçlarından ortalama olarak üyelerin %40,88’inin
faaliyetlere katıldığı görülmektedir. Bununla birlikte standart sapmanın bu konuda da
yüksek olduğu (33,259) görülmektedir. Dokuz kuruluş bu oranı %100 olarak
değerlendirirken, en küçük değer ise %1 olarak tespit edilmiştir. Üyelerin katılımında
iyi bir görünümün olduğu belirtilebilir (Bak. Tablo 11). Yine STK’larda ortalama
olarak 14,68 kişinin profesyonel olarak çalıştığı görülmektedir. Bununla birlikte
standart sapma bu konuda da oldukça yüksek (61,5) çıkmıştır. Örneğin profesyonel
çalışanın olmadığı STK sayısı 20’dir. Bununla birlikte 512 profesyonel çalışana
115
sahip olan kuruluş da mevcuttur. Ama kuruluşların %81,9’unda 10 ve daha az sayıda
profesyonel çalışanın olduğu görülmektdir (Bak Tablo 7). STK’larda ortalama olarak
4,38 kişi ücretli olarak çalışmaktadır. Bu konudaki standart sapma da 13,584’tür.
STK’ların %84,5’inde bu rakam 5’in altındadır (Bak. Tablo 9). STK’nın yapmış
olduğu faaliyetlerin üyelere maddi kazanç sağlayıp sağlamadığına dair soruya
STK’ların %81,7’si hayır cevabını verirken, %12,7’si evet cevabını vermiştir.
STK’larda çalışma saatlerinin genellikle düzenli olduğu görülmektedir. Bu konuda
sorular soruya %76,4 oranında STK, düzenli çalışma saatlerinin olduğunu, geriye
kalanlar ise olmadığını belirtmiştir (Bak. Tablo 8).
Ankete katılan STK’lar, üyelerinin büyük oranda kuruluşun misyonunu,
amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bildiklerini ifade etmişlerdir.
STK’lardan %14,1’i olumsuz cevap verirken, %76,1’i olumlu cevap vermiştir (Bak.
Tablo 26). Yine STK’ların %87,3’ü, üyelerinin, kuruluşun sorunlarının çözümü için
ortak çaba içerisine girdiğini belirtmiş, bu konuda sadece %9,7 oranında olumsuz
cevap verilmiştir (Bak. Tablo 34). “Üyelerde motivasyonu sağlayan temel faktör
kuruluşun misyonu ve vizyonudur” ifadesine STK’ların %75’i katılırken, %12,5’i
katılmamıştır (Bak. Tablo 39). Yine, “Yönetim kurulunun seçiminde, üyeler etkin rol
uynarlar” ifadesine STK’ların %11,4’ü katılmazken, %85,7’si katıldığını ifade
etmiştir (Bak. Tablo 53). Sonuç olarak, anket sonuçlarından STK’larda üyelerin
genellikle faaliyetlere katıldığı, etkin olduğu, yine profesyonel çalışanların olduğu,
bununla birlikte ücretli çalışan kişi sayısının az olduğu belirtilebilir.
2.3.4. STK’larda Vizyon, Misyon ve Strateji
Sivil toplum kuruluşlarının %86,1’i kuruluşun misyonunu, vizyonunu belirten
yazılı bir dökümanın olduğunu belirtmiştir (Bak. Tablo 12). Yine %83,3’ü bununla
birlikte kuruluşun kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirtten yazılı bir dökümanın
olduğunu ifade etmiştir (Bak. Tablo 13). “STK’nızın stratejik hedeflerini belirleyen
komiteler (birimler, komisyonlar, kurullar) var mı?” sorusuna ise %72,2’si evet,
%27,8’i hayır cavabını vermiştir (Bak. Tablo 14). “STK’mızın yöneticileri kurumun
misyonunu, amaçlarını, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini bilirler” belirlemesine
%12,5 katılmadığını ifade ederken, %86,1 katıldığını ifade etmiştir (Bak Tablo 25).
Aynı şey üyeler için belirtildiğin de ise, bu oranların %14,1 ve %76,1 olduğu
görülmektedir (Bak. Tablo 26). “Üyelerde motivasyonu sağlayan temel faktör
116
kuruluşun misyonu ve vizyonudur” ifadesine STK’ların %75’i katılırken, %12,5’i
katılmamıştır (Bak. Tablo 39). Yukarıdaki rakamlardan STK’ların genelde vizyon,
misyon sahibi olduğu, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirlediği ve bunların
üyelerin motivasyonunu sağladığı belirtilebilir. Yine yöneticilerle birlikte üyelerin de
büyük çoğunluğunun kuruluşun vizyonunu, misyonunu, kısa, orta ve uzun vadeli
hedeflerini bildiği ifade edilebilir. Tüm bunların yaşam bulması için kuruluşlarda
genelde, strateji belirleyen kurullarının, komisyonlarının var olduğu görülmektedir.
2.3.5. Yönetim Fonksiyonları Açısından STK’lar
2.3.5.1. STK’larda Planlama ve Kontrol
Sivil toplum kuruluşlarının %86,1’i kuruluşun misyonunu, vizyonunu belirten
yazılı bir dökümanın olduğunu belirtmiştir (Bak. Tablo 12). Yine %83,3’ü bununla
birlikte kuruluşun kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirtten yazılı bir dökümanın
olduğunu ifade etmiştir (Bak. Tablo 13). “STK’nızın stratejik hedeflerini belirleyen
komiteler (birimler, komisyonlar, kurullar) var mı?” sorusuna ise %72,2’si evet,
%27,8’i hayır cavabını vermiştir (Bak. Tablo 14). Bunlarla birlikte STK’ların %
91,6’sı yaptıkları planlamaların kurumsal gelişmeyi sapladığını ifade etmiştir (Bak.
Tablo 28).
STK’ların %25’i kuruluşlarında etkin bir kontrol sisteminin olmadığını
belirtirken, %73.6’sı etkin bir sistemin olduğunu ifade etmiştir (Bak. Tablo 29).
Yapılan bu kontrollerin kurumsal gelişmeyi sağladığı belirlemesine %76,4’ü
katılırken, %16,7’si katılmamıştır (Bak. Tablo 30). STK’ların %84,7’si projelerin
projeleri yürütecek üyeler ile planlandığını ve projenin her aşamasında
değerlendirildiğini ifade ederken, %5,6’sı buna katılmamıştır (Bak. Tablo 31). Yine
STK’ların %20,9’u kuruluşun başarısının düzenli olarak ölçülmediğini ifade ederken,
%65,3’ü ise başarının düzenli şekilde ölçüldüğünü ifade etmiştir (Bak. Tablo 52).
Tüm bu veriler STK’larda genel olarak bir planlama ve kontrol fonksiyonunun var
olduğunu göstermektedir.
2.3.5.2. STK’larda Organizasyon
STK’ların organizasyon yapısı ile ilgili sorulan soruda, STK’ların fazla
hiyerarşik yapıya sahip olmadığı görülmektedir. STK’ların %14,5’inde hiyerarşik bir
117
yapılanma bulunmamaktadır. Yine tek kademeli hiyeraşik yapıdan oluşan STK’ların
oranı %12,9’dur. Hiyerarşik kademe sayısı 2 olan STK oranı %30,6’dır. Yine
hiyerarşik kademe sayısı 3 olan %27,4, bununla birlikte 4 olan %11,3 ve 5 olan ise
%3,2’dir (Bak. Tablo 23). Özellikle hiyerarşik bir yapılanmaya sahip olmayan
STK’ların %14,5 gibi bir oranda olması dikkat çekicidir. Tablo 31’deki veriler de bu
görüşü desteklemektedir. Elde edilen sonuçlardan STK’ların fazla hiyerarşik
olmayan, esnek yapılara sahip olduğu sonucu çıkarılabileceği gibi, STK’ların küçük
çapta, fazla kapsamlı, kompleks olmayan yapılara sahip olduğu sonucu da
çıkarılabilir. STK’ların maddi koşulları, ücretli, profesyonel çalışan sayıları göz
önünde bulundurulduğunda ikinci yorumun da geçerli olduğunu görülmektedir.
2.3.5.3. STK’larda Yürütme ve Koordinasyon
STK’ların %84,7’si projelerin projeleri yürütecek üyeler ile planlandığını ve
projenin her aşamasında değerlendirildiğini ifade ederken, %5,6’sı buna
katılmamıştır (Bak. Tablo 31). Yine STK’ların %68,1’i proje ve faaliyetler arası
eşgüdümün iyi tasarlandığını ifade etmektedir, %18,1’i ise buna katılmamaktadır
(Bak. Tablo 35). “Üyeler, faaliyetler ve şubeler arasındaki eşgüdümü sağlamak için,
toplantı, seminer, konferans…vb. çalışmalar düzenli ve sürekli yapılır” ifadesine
STK’ların %76,4’ü katılırken, %18,1’i katılmamıştır (Bak.Tablo 26). “Yöneticiler
faaliyetlerin gerektirdiği iş yükünü paylaşırlar, kolektif bir çalışma tarzını esas
alırlar” ifadesine ise STK’ların %80,5’i katılmış, %11,1 katılmamıştır (Bak. Tablo
43). Anket cevaplarından elde edilen veriler, STK’larda genellikle işlerin kollektif
tarzda yörütüldüğünü, proje ve faaliyetler arası koordinasyonun iyi tasarlandığını ve
mevcut durumu geliştirmek için sürekli ve düzenli şekilde toplantı, konferans,
seminer vb. çalışmaların yapıldığı göstermektedir.
2.3.5.4. STK’larda Đletişim ve Đnsan Đlişkileri
Anket yapılan sivil toplum kuruluşlarının hepsi iletişim aracı olarak telefonu
kullanıyorlar (Bak. Tablo 18). Bununla birlikte faksı kullananların oranı %84,7 (Bak.
Tablo 19) ve interneti kullananların oranı %73,6’dır (Bak. Tablo 20). Telefon, faks
ve internet dışında farklı iletişim araçlarını kullananların oranı ise %22,2’dir (Bak.
Tablo 21). Email grup adresi olanların oranı ise %23,6’dır (Bak. Tablo 23). Bununla
birlikte STK’ların %48,6’sının internet adresi vardır (Bak. Tablo 4).
118
“STK’mızda bilgi akışını sağlayan iyi bir iletişim mekanizması vardır”
ifadesine STK’ların %76,4’u katıldığını, %15,3’ü ise katılmadığını ifade etmiştir
(Bak. Tablo 36). Yine STK’ların %84,5’i projeler ve faaliyetler hakkında tüm
üyelerin düzenli olarak yazılı, sözlü ya da elektronik haberleşmeyle
bilgilendirildiğini ifade etmiştir (Bak. Tablo 37). STK’ların %62,5’inde, üyeler
arasındaki ilişkiler, özel yaşamda, ailevi ilişkilerde de sürdürülürken, %19,5’inde bu
ili şkiler sürdürülmemektedir (Bak. Tablo 45). Yine STK’ların %66,2’si, üyeleri
arasındaki ilişkilerin, iş hayatında da sürdürüldüğünü ve bu ilişkilerin iş hayatındaki
başarıyı artırdığını ifade ederken, %8,4’ü buna katılmamıştır (Bak. Tablo 46).
STK’ların %87,3’ünde resmi ilişkiler dışında informel ilişkilerin olduğu
görülmektedir (Bak. Tablo 47). Anket sonuçlarından elde edilen veriler, STK’larda
bilgi akışının iyi olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte resmi ilişkiler dışında
sosyal ilişkilerin hakim olduğu, bu ilişkilerin sosyal yaşamda ve iş ili şkilerinde de
sürdürüldüğü örgütler olduğunu ortaya koymaktadır.
2.3.5.5. STK’larda Motivasyon
Sivil toplum kuruluşları “Üyelerde motivasyonu sağlayan temel faktör
kuruluşun misyonu ve vizyonudur” ifadesine %75 oranında katılmaktadır, bununla
birlikte %12,5’i katılmamaktadır (Bak. Tablo 39). Yine STK’ların %69,5’i en üst
yöneticinin (lider, başkan, müdür..vb.), bireysel olarak, üyelerin motivasyonunda
önemli bir etkisi olduğunu ifade etmektedir. STK’ların %16,6 ise bu görüşe
katılmamaktadır (Bak. Tablo 40). Bununla birlikte STK’nın en üst yönetiminin
üyelerinin motivasyonunda önemli bir etkisinin olduğunu %72,2’si ifade ederken,
%15,3’ü buna katılmamaktadır (Bak. Tablo 41). Düzenli yapılan toplantı, seminer,
konferans…vb. çalışmaların da üyelerin motivasyonunu artırdığı görülmektedir. Bu
konuda olumlu görüş belirtilenler %88,8 gibi yüksek bir orandadır (Bak. Tablo 44).
Tüm bu verilerden, sivil toplum örgütlerinde üyelerin motivasyonunda kuruluşun
vizyonunun, misyonunun, liderin, yönetimin, ve yapılan toplantı, seminer, konferans
gibi ortak etkinliklerin önemli bir yerinin olduğu anlaşılmaktadır.
2.3.5.6. STK’larda Karar Verme Süreçleri
119
“STK’nızın yöneticileri ortalama hangi sıklıkla toplantı yaparlar?” sorusuna
STK’ların %39,5’i haftada bir, %29,2’si on beş günde bir, %19,4’ü ayda bir, %4,2’i
iki ayda bir ve %9,7’si bunların dışında sıklıkta toplantı yaptığı cevabını vermiştir
(Bak. Tablo 15). “STK’nızın çalışanlarını tümünün katıldığı toplantılar hangi sıklıkla
yapılır?” sorusuna ise STK’ların %1,4’ü her gün, %8,6’sı haftada bir, %15,7’si on
beş günde bir, %32,9’u ayda bir, %11,4’ü iki ayda bir ve %30’u bunların dışında
cevabını vermiştir (Bak. Tablo 16). Bununla birlikte “Üyelerle toplantılar ortalama
hangi sıklıkla yapılır (Genel Kurul dışında)?” sorusuna, STK’ların %4,3’ü on beş
günde bir, %18,6’sı ayda bir, %8,6’sı iki ayda bir, %17,1’i üç ayda bir, %12,9’ü altı
ayda bir cevabını vermiştir (Bak. Tablo 17).
Üyelerin katılımı sınırlı iken aktif çalışanlar arasında katılımcılığın olduğu
görülmektedir. “Proje sorumluları, projeleri hakkında kendi başlarına karar
alabilirler.” ifadesine STK’ların %66,7’si katılırken, %29,2’si katılmamıştır (Bak.
Tablo 33). Yine, “Yöneticiler faaliyetlerin gerektirdiği iş yükünü paylaşırlar, kolektif
bir çalışma tarzını esas alırlar” ifadesine, STK’ların %80,5’i katılırken, %11,1’i
katılmamıştır (Bak. Tablo 43).
Bu veriler yöneticilerin çok sık olmasa da toplantı yaptıklarını, ama bununla
birlikte üyelerle toplantıların çok sık yapılmadığını ortaya koymaktadır. Bir anlamda
üyelerin karar gücü haline gelmeleri için gerekli karar mekanizmalarının
yaratılmadığını ortaya koyuyor. Bu cevaplar aynı zamanda bundan önceki bir çok
analizle de çelişiyor. Bununla birlikte STK’larda yöneticiler ve diğer çalışanlar
arasında kolektif bir çalışma tarzının olduğu, karar süreçlerine etkin ve aktif
çalışanların katıldığı sonucuna varılabilir.
2.3.5.7. STK’larda Liderlik
Genel olarak STK’ların %72,2’si kuruluşun stratejik hedeflerini belirleyen
komitelerin (birimlerim, komisyonların, kurulların) olduğu ifade ediyor (Bak. Tablo
14). Yine STK’ların %86,1’i yöneticilerin kurumun misyonunu, amaçlarını, kısa,
orta ve uzun vadeli hedeflerini bildiğni ifade etmektedirler (Bak. Tablo 25).
STK’ların %50’si kuruluşun en üst yöneticisinden (lider, başkan, müdür…vb.)
habersiz hiç bir şey yapılmadığını ifade ediyor, bununla birlikte %45,8’si de tersini
ifade ediyor (Bak. Tablo 32). Yine “STK’mızın en üst yöneticisinin (lider, başkan,
müdür..vb.), bireysel olarak, üyelerin motivasyonunda önemli bir etkisi vardır.”
120
ifadesine STK’ların %69,5’i katılırken, %16,7’si katılmamaktadır (Bak. Tablo 40).
“STK’mızın başarısında en üst yöneticinin (lider, başkan, müdür..vb.) bireysel
olarak, önemli bir rolü ve inisiyatifi vardır” ifadesine ise STK’ların %66,7’si
katılırken, %23,6’sı katılmamıştır (Bak. Tablo 49). Elde edilen bu veriler STK’larda
liderlerin önemli bir yerinin olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte üyelerin
motivasyonunda, en est yönetimin rolü sorulduğunda olumlu cevap verenler
%72,2’dir (Bak. Tablo 41). Yine kuruluşun başarısında en üst yönetimin rolü
sorulduğunda olumlu cevap verenlerin oranının %83,4 olduğu görülür (Bak. Tablo
50). Bunlarla birlikte STK’ların %45,9’unda yöneticiler yönetim bilgisi ve
becerisiyle ilgili bir eğitim sürecinden geçmemiştir. Bu tür bir eğitim sürecinden
geçenlerin oranı %44,4’tür (Bak. Tablo 36). Tüm bu veriler STK’larda liderlerin
önemli bir yere sahip olduğunu ama bununla birlikte yönetimlerin en az lider kadar
rol sahibi olduğunu göstermektedir. Liderin ve yöneticilerin STK’larda önemli bir
rolünün olmasına rağmen, yarısından daha fazlasının, yönetim bilgisi ve becerisiyle
ilgili bir eğitim sürecinden geçmediği görülmektedir.
2.3.6. STK’ların Yönetim ve Organizayon Açısından Genel Durumu
Anket sonucunda elde edilen veriler genel olarak değerlendirildiğinde, 1940-
1979 yılları arasında sivil toplum kuruluşlarının kurulmaya başlandığı, 1980-1989
yılları arasında 1980 askeri darbesinden sonra bir düşüşe geçtiği ve 1990 sonrası
büyük bir yükselişi geçtiği söylenebilir. STK’ların genellikle, küçük sayılabilecek,
50-250 metrekarelik mekanlarda faaliyet yürüttüğü görülmektedir. 1000, 5000 gibi
büyük mekanlarda faaliyetlerini sürdüren STK’lar olmakla birlikte bunların sayısı
oldukça düşüktür. Bu sonuçlardan da maddi olarak sivil toplum kuruluşlarının iyi
durumda olmadıkları belirtilebilir.
STK’larda üyelerin genellikle faaliyetlere katıldığı, etkin olduğu, yine
profesyonel çalışanların olduğu, bununla birlikte ücretli çalışan kişi sayısının az
olduğu belirtilebilir.
STK’lar yönetim fonsiyonları açısından değerlendirildiğinde ise şu noktalar
vurgulanabilir:
• STK’larda genel olarak bir planlam ve kontrol fonksiyonunun var
olduğunu görülmektedir.
121
• STK’ların fazla hiyerarşik olmayan, esnek yapılara sahip olduğu, bununla
birlikte STK’ların küçük çapta, fazla kapsamlı, kompleks olmayan
yapılara sahip olduğu görülmektedir.
• Anket sonuçlarından elde edilen veriler, STK’larda bilgi akışının iyi
olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte STK’ların, resmi ili şkiler
dışında sosyal ilişkilerin hakim olduğu, bu ilişkilerin ailevi, sosyal ve iş
ili şkilerinde de sürdürüldüğü örgütler olduğunu ortaya koymaktadır.
• Sivil toplum örgütlerinde üyelerin motivasyonunda kuruluşun
vizyonunun, misyonunun, liderin, yönetimin, ve yapılan toplantı, seminer,
konferans gibi ortak etkinliklerin önemli bir yerinin olduğu görülmektdir.
• STK’larda genel olarak, yöneticilerin çok sık olmasa da toplantı
yaptıkları, ama bununla birlikte üyelerle toplantıların çok sık
yapılmadığını görülmektedir. Bir anlamda STK’ların üyelerin karar gücü
haline gelmeleri için gerekli karar mekanizmalarını yaratmadıklarını
ortaya çıkmıştır. Bu cevaplar aynı zaman da bundan önceki bir çok
analizle de çelişiyor. Bununla birlikte STK’larda etkin çalışan yöneticiler
ve diğer çalışanlar arasında kollektif bir çalışma tarzının olduğu, karar
süreçlerine etkin ve aktif çalışanların katıldığı sonucuna varılabilir.
• Son olarak, STK’larda liderlerin önemli bir yere sahip olduğunu ama
bununla birlikte yönetimlerin en az lider kadar rol sahibi olduğu
görülmektedir. Liderin ve yöneticilerin STK’larda önemli bir rolünün
olmasına rağmen, yarısından daha fazlasının, yönetim bilgisi ve
becerisiyle ilgili bir eğitim sürecinden geçmediği görülmektedir.
122
Sonuç
Sivil toplum paradigmasına ilişkin yapılan çalışmalar, genellikle sivil
toplumun devletle olan ilişkisi, yine bununla bağlantılı olaral sivil toplum
kuruluşlarının ulusal ve uluslar arası alanda gelişen demokratikleşme süreçlerindeki
rolü üzerinde odaklanmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde sivil toplumun gelişim seyri
de bu gerçeği ifade etmektedir. Yapılan literatür taraması sonucu, birey-toplum-
devlet ilişkisinin, yapılan çalışmaların ana odağını oluşturduğu görülmüştür. Sivil
toplum kavramı, politik, ekonomik, düşünsel gelişmeler sonucu yaşanan toplumsal
değişimlere parelel olarak bir değişim göstermiştir. Bununla birlikte genel olarak,
birey-toplum-devlet ilişkisinde her geçen gün bireyin biraz daha bağımsızlaştığı
görülmektedir. Birey toplum ilişkisinde, batı toplumlarında birey öne çıkarken, doğu
toplumlarında –sivil toplumun gelişmemesin bir sonucu ya da nedeni olarak- bireyin
fazla bağımsızlaşmadığı, toplumun öne çıktığı görülmektedir. Yine dünya genelinde,
toplumun devletten koptuğu, devlet aygıtının müdahale alanının her geçen gün biraz
daha daraldığı görülmektedir.
Sivil toplumun, modern dünyada 1990 yılları sonrası ciddi bir yükselişi
yaşadığı görülmektedir. Bilgi ve iletişim teknolojisindeki devrimsel gelişmeler, buna
123
parelel olarak ulus devlet kavramının aşılması, temsili demokrasinin yetersiz
görülmesi, doğrudan katılımcı demokrasi arayışlarının yükselmesi, uluslararası
etkileşimin geçmişle kıyaslanmayacak düzeyde artması, yine soğuk savaş döneminin
sona ermesi, genel olarak “küreselleşme” olarak ifade edilen gelişmeler, sivil
toplumun hem ulusal hem de uluslar arası alanda her geçen gün etkinliğinin
artmasının nedenleri olarak sıralanmaktadır.
Küresel çapta yaşanan bu gelişmeler sonucu, toplumsal yapının felsefik,
ideolojik, siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel etnik, dini, mesleki anlamda oldukça
farklılaştığı ve bu farklılaşmaların kendisini örgütleyerek, toplumsal yaşama katıldığı
görülmektedir. Sivil toplum kuruluşları bu sürecin ürünüdür. Bu sürecin sağlıklı
işlemesinde devlet yapılanmalarının da, bu farklılaşmaların kendisini ifade edebildiği
ve örgütlülüğe kavuşturabildiği bir yapıya sahip olması önem arz ediyor. Nasıl ki
sivil toplumun gelişmesi demokratikleşmeyi, devletin ve siyasetin demokratik bir
niteliğe kavuşmasını sağlıyorsa, devletin demokratikleşmesi de, sivil toplumun ve
siyaset araçlarının demokratikleşmesini sağlamaktadır. Dolayısıyla çağdaş
demokrasinin gelişmesi, sivil toplumun gelişmesine bağlı olduğu kadar devletin
demokratik bir dönüşüme uğramasını da zorunlu kılar. Tabi devlet doğası gereği,
merkezi, bürokratik, otoriter bir özellik arz etmektedir. Bu anlamda demokratikleşme
sürecinin asıl belirleyici unsurları sivil toplum kuruluşlarıdır.
Türkiye’de sivil toplumun oldukça eski bir tarihi vardır. Osmanlı ve Selçuklu
dönemlerinde vakıf, tarikat, cemiyet, lonca gibi, devleten alanının dışınca faaliyet
yürüten kurumlara rastlanır. Cumhuriyet ile birlikte sivil toplumun gelişmesi için
gerekli koşullar daha fazla olgunlaşmıştır. Parlementer sistemle birlikte, yurttaşlık
anlayışının gelişmesi, anayasanın hazırlanması gibi modern unsurlar sivil toplumun
gelişmesi için uygun zemini yaratmıştır. Bununla birlikte Cumhuriyetin ilk yılları
olan tek partili dönemde sivil toplumun yaşam alanının daraltıldığı görülmektedir.
1950’li yıllarla birlikte, dünya genelinde yaşanan gelişmelere parelel olarak
Türkiye’de de sivil toplum canlanmaya başlanmıştır. 1980 askeri darbesi, sivil
toplumun 1990’lı yıllara kadar tekrar toplumsal yaşamın dışına itilmesine neden
olmuştur. 1990 sonrası yıllarda, küresel gelişmeler Türkiye’yi daha fazla etkilemiş ve
sivil toplum kuruluşları dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir
yükselişi yaşamıştır. Bununla birlikte Türkiye’de geçmişten bu yana devam eden,
önemli bir tarihsel geleneğe sahip olan, sivil ve özellikle askeri bürokrsinin etkin
124
olduğu, tepeden inmeci, bürokratik yönetim anlayışı da devam etmektedir. Bu da
sivil toplumun -her ne kadar belli bir gelişmeyi yaşasa da- gerçek anlamda etkin
olmasını, toplumsal yaşamda asıl, belirleyici unsurları haline gelmelerini
engellemektedir.
Sivil toplum ile ilgili günümüzde bir çok çalışma yapılmıştır. Her geçen gün
sivil topluma olan ilgi artmaktadır. Ama bu ilginin genellikle sivil toplumun
paradigması ilgili olduğu, bu kuruluşların daha etkin hale gelmesi için pratiksel ve
yönetsel çalışmaların yeterince yapılmadığı görülmektedir. Bununla birlikte hem
genel olarak dünyada yaşanan gelişmeler hem de sivil toplumun yüzyılları bulan
pratikleri sonucu bazı değerlerin öne çıktığı söylenebilir. Stratejik yönetim anlayışı,
STK’larda öne çıkan en önemli düşüncedir. Belirsizliğin, sürekli ve hızlı değişimin
en temel karakter olduğu 21. yüzyılda, çevresel değişikliklere ve belirsizliklere uyum
sağlama ihtiyacı stratejik yönetim anlayışını öne çıkarmıştır. Katılımcılık, sivil
toplum kuruluşlarında öne diğer önemli husustur. Hem çağın getirdiği gelişmeler,
hem de sivil toplum paradigması, bu örgütlerde katılımcı bir yönetim anlayışını
zorunlu kılıyor. Bütün yönetim süreçlerinde hiyerarşinin erimesi, yenilikçilik,
yaratıcılık, sosyal sermaye, hizmet sağlayan kuruluşlardan toplumsal hareketlere
dönüşme, sivil toplum kuruluşlarının öne çıkan diğer önemli karakterleridir.
Türkiye’de bulunan sivil toplum kuruluşlarının yönetim kültürünü ve
organizasyon yapısını incelemek amacıyla bir alan çalışması yapılmıştır. Bu çalışma
kapamında “Sivil Toplum Kuruluşlarında Yönetim” konulu bir anket hazırlanmış ve
72 STK ile anket yapılmıştır. Daha sonra anket sonuçları istatistiki olarak analiz
edilmiştir. Literatür çalışması ve anket çalışmasının sonuçları bir araya getirildiğinde
çelişkili souçlara varılmıştır. Literatür taramasında, Türkiye’de sivil toplumun etkin
olmadığı, var olan sivil toplum kuruluşlarının, sivil toplum paradigmasına ters bir
şekilde, halktan kopuk, kitle desteği olmayan, hiyerarşik, anti demokratik unsurları
kendi içinde barındıran kuruluşlar olduğu yine, yönetim bilgisinden bihaber çalıştığı,
stratejik yönetim anlayışının olmadığı, planlama-kontrol, organizasyon, yürütme
koordinasyon, motivasyon, iletişim ve insan ilişkileri, karar verme ve sorun çözme,
yetki devri, liderlik gibi yönetim fonksiyonlarının gelişmediği, zayıf kaldığı
sonucuna varılmıştır. Sivil toplum kuruluşlarının yönetim kademesindeki insanlarla
yapılan anket sonuçları ise literatürden farklı veriler sunmuştur. Sivil toplum
kuruluşu temsilcileri verdikleri cevaplarda literatürün tersi yönde bir durumun
125
olduğu savunmuşlardır. Bu anlamda, çalışmaya başlarken, ortaya atılan;
Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarında etkin bir yönetim kültürünün olmadığı, ve
sivil toplum kuruluşlarının, kurumsal düzeyi zayıf örgütlenmeler olduğu hipotezlerini
yanlışlamışlardır. Literatür ve alan çalışması arasındaki bu çelişki anket çalışmasını
yaparken “sorulan sorulara verilen cevapların doğru olduğu varsayımı”nı gözden
geçirmeyi gerekli kılmaktadır. Literatürün mü yoksa sivil toplum kuruluşu
temsilcilerinin mi gerçeği ifade ettiği ise, Türkiye’de bu kuruluşların etkinlik
düzeyinin incelenmesi ile açığa çıkacaktır. Bu ise daha kapsamlı farklı bir çalışmayı
gerekli kılmaktadır.
KAYNAKLAR Aktan, C. C. (1997, Kasım-Aralık). Sivil Toplum Đçin Đdeal Devlet. Yeni Türkiye, 18. 188-191. Albert, M. (2002). Değişimin Yolu: Toplumsal Dönüşüm Đçin Aktivist Stratejiler. Đstanbul: Aram Yayınları. Atack, I. (1999, Mayıs), Four Criteria of Development NGO Legitimacy. World Development, Volume 27, Issue 5. ss. 855-864. Atar, Y. (1997, Kasım-Aralık). Demokratik Sistemde Sivil Toplumun Fonksiyonu ve Sivil Toplum-Devlet Düalizmi. Yeni Türkiye, 18. 98-101. Azaklı, S. (1997, Kasım-Aralık). Devlet-Sivil Toplum ve Türkiye. Yeni Türkiye, 18. 224-230. Balı, R. N. (2000, Şubat). Sivil toplum hareketinin iki zaafı: Đşadamları ve elitizm. Birikim, 130. 33-42.
126
Barber, B. (1995) Güçlü Demokrasi, Çev. Mehmet Beşikçi, Đstanbul. Ayrıntı Yayınları. Berry, J. D. (n.d.) Exploring the concept of community: implications for NGO management. CVO International Working Paper Number 8. 24 Ekim 2003 tarihinde http://www.library.bilgi.itu.edu.tr adresinden alınmıştır. Betil, Đ. (2001). Sivil Toplum Kuruluşlarında Gönüllülük ve Gönüllü Yönetimi. 26 Ekim 2003 tarihinde http://www.tegv.org/haber/kasim/yontem.htm internet adresinden alınmıştır. Bobbio, N. & Texier, J. (1982). Gramsci ve Sivil Toplum. Ankara: Savaş Yayınları. Borgese, E. M. (1999, Kasım). Global civil society: lessons from ocean governance. Future, Volume 31, Issues 9-10. ss. 983-991. Bostancı, N. (1997, Kasım-Aralık). Sivil Toplum, Devlet ve Türkiye. Yeni Türkiye, 18. 181-187. Brecher, J., Costello, T. & Smith, B. (2002). Aşağıdan Küreselleşme. Đstanbul: Aram Yayınları. Campbell, P. (1988) Relations between Southern and Northern NGOs in the context of sustainability, participation and partnership in development. Unpublished discussion paper prepared by International Committee for Voluntary Agencies (ICVA) Working Group on Development Issues. CVO International Working Paper Number 5. 24 Ekim 2003 tarihinde http://www.library.bilgi.itu.edu.tr internet adresinden alınmıştır. Çaha, Ö. (1997, Kasım-Aralık). 1980 Sonrası Türkiye’sinde Sivil Toplum Arayışları. Yeni Türkiye, 18. 28-64. Çarıkçı, Đ. H. & Acar, Đ. A. (2002). STK Stratejik Yönetim ve Yeni Yönelimler, Yeni Projeksiyonlar. Đ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi Sayı: 26. ss. 17-25. Çetin, M. Sivil Toplum Kuruluşlarında Liderin Başarıya Etkisi ve Kurumsallaşma. Sistem (Ortadoğu Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü E-dergisi). 26 Ekim 2003 tarihinde http://sistem.ie.metu.edu.tr/stklarda_liderlik.htm internet adresinden alınmıştır.
127
Doğan, Đ. (2002). Özgürlükçü ve Totaliter Düşünce Geleneğinde Sivil Toplum. Đstanbul: Alfa Yayınları. Edwards, M. (1999, Şubat). NGO Performance ¯ What Breeds Success? New Evidence from South Asia. World Development, Volume 27, Issue 2, ss. 361-374. Erkut, H. (2002). Planlama ve Kontrol Raporu. Yönetim ve Organizaayon Ders (2002-2003 Güz Dönemi) Notları. Fyvie, C. & Ager, A. (1999, Ağustos). NGOs and Innovation: Organizational Characteristics and Constraints in Development Assistance Work in The Gambia. World Development, Volume 27, Issue 8. August 1999, ss. 1383-1395. Gençkaya, Ö. F. (1997, Kasım-Aralık). Demokratikleşme ve Sivil Toplum Đlişkisi Üzerine Bir Not. Yeni Türkiye, 18. 102-104. Đnsel A. (2002, 10 Mart). Sivil toplum kuruluşlarının meşruiyeti. Radikal Đki. Đyi yonetişimin temel taşı sivil toplum. (2001, Aralık). Aktiveline Gazetesi, Sayı 21. 26 Ekim 2003 tarihinde www.activefinans.com/activeline/sayi21/iyiyonetisim.html intenet adresinden alınmıştır. Keane, J. (1994). Demokrasi ve Sivil Toplum: Avrupa Sosyalizminin Açmazları, Toplumsal ve Siyasal Đktidarın DenetlenmesiSorunu ve Demokrasi Beklentileri Üzerine. Đstanbul: Ayrıntı Yayınları. Kim, I., & Changsoon, H. (2002). Defining the Nonprofit Sector: South Korea. Working Papers of the Johns Hopkins Comparative Nonprofit Sector Project, no.41. Baltimore, The Johns Hopkins Center for Civil Society Studies. Köprülü, K. (2001, Kış). Trükiye’de Sivil Toplum ve AB’ne Üyelik Sürecinde Sivil Toplumun Önemi. Elegans, Sayı 52. 26 Ekim 2003 tarihinde, www.elegans.com.tr/52/haber034.html adresinden alınmıştır. Lister, S. Power in partnership? an analysis of an NGO’s relationships with its partners.
128
Madon, S. (1999, Eylül). International NGOs: networking, information flows and learning. The Journal of Strategic Information Systems, Volume 8, Issue 3. ss. 251-261. Malgil, G. Türkiye’de Sivil Toplum Örgütleri Đçin Hukuki Şartlar. Arı Bülten, Sayı 21. 27 Ekim 2003 tarihinde www.ari-tr.org internet adresinden alınmıştır. Murphy, B. (1991) 'Canadian NGOs and the politics of participation' in Swift, J and Tomlinson, B. (eds) Conflicts of interest Toronto: Between the Lines. [31] Portelli, H. (1982). Gramsci ve Tarihsel Blok. Ankara: Savaş Yayınları. Postma, W. (1994) 'NGO partnership and institutional development: making it real, making it intentional' Canadian Journal of African Studies vol 28, no 3. Sheehan, J. NGOs and participatory management styles: a case study of CONCERN Worldwide, Mozambique. CVO International Working Paper Number 2. 24 Ekim 2003 tarihinde http://www.library.bilgi.itu.edu.tr internet adresinden alınmıştır. Sincar, M. (2000, Şubat). Global sivil toplum mu?. Birikim, 130. 19-32. Sivil Toplum Đş Başında. (2001). 26 Ekim 2003 tarihinde http://www.deltur.cec.eu.int/sivil.rtf internet adresinden alınmıştır. Şehsuvaroğlu, L. (1997, Kasım-Aralık). Devlet Ana mı? Devlet Baba mı? Yeni Türkiye, 18. 235-239. Tandon, R. (1990) 'Partnership in social development evaluation: a thematic paper' ss. 96-113 in Marsden, D, and Oakley, P. (ed.) Evaluating social development Projects, Oxford:Oxfam. Tarhan, G. STK'ların Etkin Yönetimi. 26 Ekim 2003 tarihinde http://www.tegv.org/haber/kasim/tarhan_kalder.htm internet adresinden alınmıştır. Tekin, S. (2000, Şubat). Sivil toplumun devletiyle bölünmez bütünlüğü. Birikim, 130. 43-46. The Global Development Research Center. (2003). A Folder on Keywords and Cencepts on assoiated with NGOs. 26 Ekim 2003 tarihinde www.gdrc.org/ngo/ngo-keywords.html adresinden alınmıştır.
129
Toksöz, F. (2003, Aralık). Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşları. “AB Süreci ve Sivil Toplum Kuruluşları” Sempozyumuna (14. STK Sempozyumu) sunulan tebliğden alınmıştır, Đstanbul, Turkiye. Tosun, G. E. (2000, Şubat). Demokratikleşme-sivil toplum tartışmasının görünmeyen boyutu: Sivil toplum örgütleri içinde katılım ve örgüt içi demokrasi. Birikim, 130. 52-60. Tosun, G. E. (2001). Demokratikleşme Perspektifinden Devlet-Sivil Toplum Đlişkisi. Đstanbul & Bursa: Alfa Yayınları. Türkeş, A. Ö. (2000, Şubat). STK’lar ya da sanal toplum kuruluşları. Birikim, 130. 47-51. USAID. (1997) ‘New partnership initiative (NPI) resource guide: a strategic guide to development partnering’. Report of the NPI Learning Team. Washington DC: United States Agency for International Development. Uvin, P., Jain, P. S. & Brown, L. D. (2000, Ağustos). Think Large and Act Small: Toward a New Paradigm for NGO Scaling Up. World Development, Volume 28, Issue 8. ss. 1409-1419. Yılmaz, Aytekin. (1997, Kasım-Aralık). Sivil Toplum, Demokrasi ve Türkiye. Yeni Türkiye, 18. 86-97. Yılmaz, M. (1997, Kasım-Aralık). Sivil Toplumun Kısa Tarihi ve Aktüel Bazı Meseleleri. Yeni Türkiye, 18. 368-372.
130
Ek 1: SĐVĐL TOPLUM KURULU ŞLARINDA YÖNET ĐM ANKET ĐNE KATILAN S ĐVĐL TOPLUM KURULU ŞLARI
1. AEGEE-Ankara (Avrupa Öğrencileri Forumu Ankara Temsilciliği) 2. AEGEE-Eskişehir 3. AIESEC Turkiye 4. AKA Arama Kurtarma Araştırma Derneği 5. Akdeniz Genç Đşadamları Derneği-AGĐD 6. AK-DER (Ayrımcılığa karşı Kadın Hakları Derneği) 7. Amargi Kadın Kooperatifi 8. Anadolu Kültür / Diyarbakır Sanat Merkezi 9. Anadolu Kültür Merkezi 10. Balkanlar Dostluk ve Diyalog Derneği 11. Barış Anneleri Đnisiyatifi 12. Belediye Đş Sendikası Diyarbakır Şubesi 13. Bilim Eğitim Estetik Sanat Araştırmaları Vakfı 14. Büro Emekçileri Sendikası Aksaray Şubesi 15. Büro Emekçileri Sendikası Kadıköy Şubesi 16. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Vakfı 17. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği 18. Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği 19. Dicle Fırat Kültür Sanat Merkezi 20. Dicle Üniversitesi Öğrenci Derneği 21. Diyarbakır Verem Savaş Derneği 22. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Đstanbul 3 Nolu Şube
131
23. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Đstanbul 8 Nolu Şube 24. Ekonomik ve Teknik Dayanışma Vakfı 25. Gazi Cem Vakfı 26. Göç Edenler Sosyal Yardımlaşma veKültür Derneği Genel Merkezi 27. Gökkuşağı Kadın Derneği 28. Güneydoğu Sanayici ve Đşadamları Derneği (GÜNSĐAD) 29. Đnsan Hakları Derneği (ĐHD) Diyarbakır Derneği 30. Đnsan Hakları Derneği (ĐHD) Đstanbul Şubesi 31. Đstanbul Felsefe Kulüpleri Platformu 32. Đstanbul Fotograf ve Sinema Amatörleri Derneği (ĐFSAK) 33. Đstanbul Kürt Enstitüsü 34. Đstanbul Santranç Derneği 35. Đstanbul Umum Diş Protez Teknisyenleri ve Sanatkarlar Odası 36. Kadıkoy Bilim Sanat Kültür Dostları Derneği 37. Kadın Araştırmaları ve Dayanışma Merkezi 38. Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV) 39. Kimya Mühendisleri Odası 40. Lambda Đstanbul Eşcinsel Sivil Toplum Girişimi 41. Liberal Gençlik Derneği (LĐGED) 42. Lokantacilar Derneği 43. Marmara Üniversitesi Mezunları Derneği 44. Marmara Üniversitesi Öğrenci Derneği 45. Mezopotamya Kültür Merkezi 46. Muş Eğitim Vakfı 47. Pertevniyal Eğitim Vakfı 48. Pirinç Değirmencileri Derneği 49. Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı 50. S.S. Đskenderiye Bilimsel Kültürel Araştırmalar ve Üretim Kooperatifi 51. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Aksaray Şubesi 52. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Kadıköy Şubesi 53. Selis Kadın Danışmanlık Merkezi 54. Sosyal Araştırmalar Vakfı 55. Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) 56. Sosyal Ekolojist Dönüşüm Derneği 57. Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV) 58. Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat Đçin Vakıf 59. Tozkoparan Birlik Kültür ve Spor Kulübü Derneği 60. Tutuklu Aileleri ile Dayanışma Derneği 61. Tüketici Koruma Derneği 62. Tüketiciler Birliği 63. Tüketiciyi Koruma ve Dayanışma Birliği 64. Tüm-Bel-Sen Đstanbul 1 Nolu Şube 65. Tüm-Bel-Sen Đstanbul 5 Nolu Şube 66. Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu (TÜRÇEK) 67. Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı 68. Türkiye Motorlu Taşıt Đşçileri Sendikası (TÜMTĐS) 69. Türkiye Sağlık Đşçileri Sendikası Diyarbakır Şubesi 70. Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği 71. Zeytinburnu Müzisyenler Derneği
132
72. Zihinsel Engellilerin Eğitimi Rehabilitasyonu ve Đstihdamı Derneği