Click here to load reader
View
3
Download
0
Embed Size (px)
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM
FAKÜLTESİ
Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesine aittir. Hiçbir şekilde
kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Ders notlarının
içeriğinden yazarları sorumludur.
2 / 24
BÖLÜM: ORTAK DERS
DÖNEM (GÜZ / BAHAR): BAHAR
EĞİTİM ÖĞRETİM YILI: 2015-2016
DERSİN ADI: TÜRK DİLİ II
DERS NOTU YAZARININ
ADI-SOYADI: PROF. DR. MUSTAFA ÖZKAN
3 / 24
6. HAFTA
DERS NOTU
4 / 24
İÇİNDEKİLER
ANLATIM BİÇİMLERİ
1. Açıklayıcı Anlatım
2. Hikâye Edici Anlatım
3. Tasvir Edici Anlatım
4. Tartışmacı Anlatım
5 / 24
ANLATIM BİÇİMLERİ
Zihinde tasarlanan bir konuyu söz ya da yazı ile ifade etme işine anlatım diyoruz.
Yazılı ve sözlü anlatımda duygu ve düşünceler, gelişigüzel anlatılamaz. Yazıya veya söze
başlarken belli bir amacımızın olması gerekir: Söz gelimi okuyucuda veya dinleyicide
heyecan uyandırmak istiyorsak anlatımımızı bir “olay”a bağlar ve onları bu olayın içine
çekmeye çalışırız. Anlattıklarımızın bir tablo gibi gözler önünde canlanmasını istediğimizde
de tasvir yaparız. Bize yabancı gelen ve anlaşılması güç durumlar hakkında bilgi ve haber
vermek gerektiğinde bunları açıklama yoluna gideriz. Eğer amacımız karşımızdakini belli bir
düşünce ve davranışa yöneltmek ise o zaman da konuyu tartışma havası içinde ele alırız.
İşte bu amaçlar, anlatıma bir yön vermenin yanında, aynı zamanda anlatım biçimini de
belirlemektedir. Buna göre, dört anlatım biçiminden söz edilebilir:
1. Açıklayıcı Anlatım
Bir konuyu, ayrıntıları ve nedenleriyle birlikte kavranabilir bir biçimde anlatarak
aydınlatmaya, açıklayıcı anlatım denir. Bu anlatım türü, öncelikli olarak bilgi ve yoruma
dayanır. Herhangi bir eser, metin ya da kavram hakkında bilgi ve görüşlerimizi dile getirirken
bu ifade türünden yararlanırız. Açıklamalı ifadeyi fıkra, makale, roman gibi pek çok yazı
türünde görebiliriz. Atasözü ve özdeyişlerin açıklanması da yine bu anlatım yoluyla olur.
Açıklama yapılırken tanımlama, sınıflama, karşılaştırma ve örneklendirme gibi yöntemlerden
de yararlanılır.
TAC MAHAL
Hindistan’a her gidene sorarlar:
- Tac Mahal’i gördünüz mü?
Çünkü Hint denince her Hintli ve Hind’i görmüş veya okumuş her yabancı için “Tac
Mahal”i görmek ve göstermek; hiç olmazsa masalını anlatmak bir tiryakiliktir.
“Agra”daki bir günlük ikametimizde bu şehirde Moğol imparatorları adıyla hüküm
sürmüş olan Türk imparatorlarının yaptırdıkları nefis abideleri gezerken “Tac Mahal”, şeref
mevkiini aldı.
O gün beş çayını Agra’daki İngiliz siyasi komiseri ile birlikte, konağının ılık
bahçesinde Fransızcayı kekeleyerek konuşan zarif birkaç İngiliz lady’sinin refakatinde içtik.
Bu hanımlar Fransızca konuşurlarken dillerinin ucuna daima “Hindustani “ dedikleri ordu
dilinden bir kelime geldiğini yarı özür, yarı şikâyet olarak söylediler. (İşin tuhafı şu ki bütün
Hindistan’da Fransızcası zayıf olan İngilizler, sanki ağız birliği yapmışlar gibi, hep aynı
hadiseden şikâyet ettiler. Garip bir müşahededir. Dilcilerin dikkat nazarına sunarım.)
O gün akşam üzeri altıya doğru “Tac Mahal”i görmeye gittik.
Tac Mahal nedir?
6 / 24
Efendim, Tac Mahal, yakın tarihe ait Hint efsanesinin başında gelen bir sevda
destanının taştan oyulmuş zarif ve murassa bir abidesidir.
Bu türbe muazzam ve latif bir bahçenin ortasındadır. Etrafı kırmızı Hint taşından
yapılmış yüksek bir duvarla çevrili olan bu bahçenin cümle kapısından girince karşınıza
bütün zarafet ve sanatıyla dört minarenin muhafazası altında, bir büyük ve yanlarında iki
küçük beyaz mermer kubbesi ve büyük kubbenin altında bütün bina boyunca yükselen Türk
stili kapısıyla “Tac Mahal” çıkar.
Yanları dışarıda yüksek ağaçlarla ve daha içte bodur ve muntazam sıra servilerle
süslenmiş, ortasında yüzlerce fıskiye bulunan, dar, sığ ve uzun havuzun iki kenarındaki
mermer yoldan türbeye doğru giderken bu havuzu, kapı ile türbe arasında daha yüksek ve
daha derin mermer bir küçük havuz ikiye böler ve dar havuz buradan tekrar aynı resimle
türbe yakınına kadar devam eder. Bu ince uzun havuz sade bahçeyi süslemek ve türbenin
heyet-i umumiyesine nefaset ilave etmekle kalmaz; bu mimari inciyi ayna gibi sularına
aksettirerek seyredenlere peri masallarındaki gibi sudan binalar çıkıyormuş tesiri yapar. Çok
ama çok güzel bir şeydir.
Bina, bahçe zemininden beş altı metre kadar yüksekte kâmilen mermer döşeli geniş bir
teras üzerine sekiz köşeli olarak yapılmıştır. Türbenin kapısı, iç ve dış cidarları hep beyaz
mermere kakılmış kıymetli ve renkli taşlardan işlenmiş çok güzel çiçekli mozaiklerle süslüdür.
Üç şerefeli minarelerin vazifesi sadece süsleyicidir. İmparatoriçenin sandukası (ve
sonradan gömülen imparatorunki) fevkalade hünerle oyulmuş paravana şeklinde sekiz köşeli
bir parmaklığın ortasında ve bütün bu oyma mermer nakışlardan süzülen loş ve ketum bir ala
ışık içindedir.
Büyük kapının dış kenarında çepeçevre ve sülüs sureler yazılıdır. Kapıdan girene
nazaran imparatoriçenin sol tarafında kocası “Şah-ı Cihan”ın sandukası vardır.
Her iki sanduka yarım metre kadar yüksek geniş ve çiçekli mozaiklerle yapılmış
mermer birer sedir üzerinde yekpare mermerdendir. İmparatorun sandukası karısınınkinden
biraz daha büyüktür, fakat aynı resimde mermerden, müstatil bir bloktur ve üzerinde erkek
alameti olarak küçük yarım bir üstüvane vardır. Şah-ı Cihan’ın sandukası üzerinde yalnız
ismi yazılı olduğu hâlde “Mümtaz-ı Mahal”in sandukası üzerinde esmayıhüsna yani Allah’ın
doksan dokuz ismi ve cephesinde de Arapça sülüs hat ile:
Merkad-i münevver-i Ercümend Bânû
Bîgüm Muhatab be-mümtaz-ı Mahal
yazılıdır.
İki sandukanın üzerindeki haşhaş çiçekleri resimlerine bakarsanız Şah-ı
Cihan’ınkindeki çiçeklerin yaprakları ve çiçekleri soluk ve düşük olarak resmedilmiş
7 / 24
olduğunu görürsünüz. Bu elem alameti “Mümtaz-ı Mahal”in vefatından sonra yapılmış olan
bütün bina tezyinatında göze çarpar.
“Tac Mahal”e 1632 tarihinde başlanmıştır. Şah-ı Cihan o tarihte inşa hâlinde
bulunan bütün Hindu mabetlerinin durdurulmasını emretmiş ve imparatorluğun her
tarafındaki sanatkârları Agra’ya getirtmiştir.
Cizvit cemiyeti azasından Hindistan’da senelerce misyonerlik etmiş olan papaz
“Väth” Hint Tarihi adlı eserinde bu binanın planını Venedikli Geromino’nun yapmış olması
ihtimalinden bahsetmekte, fakat herhâlde planı tatbik eden ustalardan birinin Bordolu
Augustin olduğundan şüphe etmemektedir.
(Burhan Felek, Gezi-Hatıra)
CÖMERTLİK VE ADALET
Cömertlik, elindeki parayı, malı ve mülkü esirgemeyip gerekli yerlere ve kimselere
vermekten zevk duymak ve eli açık olmaktır. Cömert kişi, başkalarına verdiği para ve malın
değeri üzerinde çıkar düşüncesinden uzaktır. Onun amacı, dağıttığı servetin karşısındakilere
verdiği mutluluğu izlemektir. Adalet de haklı olana hakkını vermek olduğuna göre,
cömertlikle temelde birleşir. Cömert olmayan kişinin adaletli olması olanak dışıdır. Çünkü
parayı ve malı, yararlanmamak ya da başkalarını yararlandırmamak için elinde tutan kişi,
haklı olmasa da bir şey dağıtmak zorunda kaldığında daima çıkarını düşünür. Onun için de
adaletten ayrılmak zorunda kalır.
Cömert insanın adaletinde bir başka incelik ve soyluluk vardır. Çünkü verdiğini zevk
duyarak verir, haklının hakkını kimi durumlarda kendinden kattıklarıyla daha da
zenginleştirerek dağıtır. Onun için yazar Hawthorne “Cömertlik adaletin çiçeğidir” derken
cömertliğin adaleti süslediğini, ona estetik bir değer kazandırdığını söylemek istemiştir.
Cömertlik adaleti süsleyen, ona insancıl değerler katan bir çiçek olarak kaldıkça hem
cömert için hem de cömertlikten payını alanlar için değerli bir kaynak olur.
Ancak cömertliği de yerinde, zamanında ve gerektiği ölçüde göstermelidir. İsraf ile
cömertliğin sınırını ayırırken çok dikkatli olmalıdır. İsraf yolunu açan cömertlik insana
zevkten çok acılı sonuçlar getirebilir. Param ve malım çok diye ona buna gösteriş