Upload
kapsul-plus
View
262
Download
4
Embed Size (px)
DESCRIPTION
KAPSUL PLUS
Citation preview
G Ü N C E L B İ L İ MD E R G İ S İ
YIL 4 ŞUBAT 2015
27
RAHATSIZ EDİCİ ANILARI
SİLEBİLİRİZ
AMA
NASIL ?
ALTIN ORAN A AŞ SKIN MKİ Y I KANGURU ANNELİK
Editörden
Değerli Kapsül Plus Okuyucuları;
Bir bilim dergisi olarak günümüz koşullarında sizlere en iyi bilgileri sunmak için ekip olarak her an yeni araştırmaları takip ediyor ,
sayfalarımızı bir bir dolduruyoruz. Sizler için seçtiğimiz güncel konular ve bilim dünyasındaki yeni araştırmalarla Şubat sayımızda
karşınızdayız. Bu ay da sizler için ilgi çekici olarak gördüğümüz konular şu şekilde;
Her insan geçmişte yaşadığı kötü anıları unutmak ister.Peki geçmişte yaşanan kötü anıları bilinçaltımızdan silmek mümkün mü? ''Bilinçaltı
nasıl temizlenir?'' yazımızda tüm sorularınız cevap bulacak. İnsan vücudu kimyasal olayların gerçekleştiği mükemmel bir
makinedir.Hayata birde biyokimyasal olarak bakarsak hangi şaşırtıcı bilgilerle karşılaşırız. Tüm canlıları inceleyen biyoloji bilim dalı
uzaydaki yaşamıda inceliyor. Yeni bir alanla tanışın :Astrobiyoloji.Her sabah soframızdan eksik olmayan peynirin mikroorganizmalarla olan
ilgisi nedir ? , Prematüre bebekler için Kanguru bakımı nasıl yapılmalıdır ? Ölümsüzlük mantarı nedir? Sorularımızın cevaplarını
merak ediyor ve daha fazlasını öğrenmek istiyorsanız dergimizin sayfalarını büyük bir heyecanla çevirmeye başlayın.
Geleceğe daha aydınlık bakmanız dileğiyle…
Kapsül Plus Ailesi
içind
ekile
riçi
ndek
iler
içind
ekile
r5>
10
BİLİNÇALTI NASIL
TEMİZLENİR? 11>
12
HAYATA BİYOKİMYASAL
BAKIŞ
13>
16
BEYİNGPRSİ
17-2
0
ASTROBİYOLOJİ
21>
26 ALTIN ORAN
27>
28
ÖLÜMSÜZLÜK MANTARI
29>
32 KANGURU ANNELİK
37>
42
BÖCEKLER
43>
46
GİZEM SİNEMASI PEYNİR
47>
48
STEVE JOBS
49
DÜNYANIN EN
ZEHİRLİ TIRTILI
50 AŞKIN
KİMYASI
51>
52
HABERLER
KAPSUL PLUS YAYINCILIK adına İMTİYAZ SAHİBİA. Tuna [email protected]
KÜNYE
GENEL YAYIN YÖNETMENİAnıl TUNA
DANIŞMANDoç.Dr.Fulya Dilek Gökalp MURANLI
YAYIN KOORDİNATÖRÜTayfun GÖZLER
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜMete Arslan [email protected]
GÖRSEL YÖNETMENLERAslıhan DİKMEN
Özge BİÇEROĞ[email protected]
HABERLER EDİTÖRÜEmine Ceyda SÖZÜER
İLETİŞİM BİLGİLERİ[email protected]
https://www.facebook.com/KapsulPlus2013
https://twitter.com/kapsulplus
http://issuu.com/kapsulplus2013
http://kapsulplus.blogspot.com/
Telefon:05078313473
BİLİNÇ ALTI NASIL
TEMİZLENİR ?rued bilinçaltı kavramını ortaya attığından beridir bir çok
F teori türedi. Bilinçaltı kayıtları derken ise genel olarak kastedilen şey bilinçli olarak hatırlayamadığımız, farkında
olmadığımız ama bizim hayatımızı etkileyen kayıtlardır.En çok aldığım maillerden biri, 'Bilinçaltımı nasıl temizlerim?'
sorusu. İnsanın aklına bir elektrik süpürgesi ile sanki bütün toz, kirin temizlenmesi ve böylelikle rahatsızlık veren tüm
sıkıntılardan kurtulmak geliyor. Maalesef bilinçaltını temizlemek evimizi temizlemek gibi değildir. Çünkü zihnimizde duygular çok
karmakarışık bağlantılar oluşturur. Örneğin küçükken yaşadığınız bir dayak yeme olayı, hem sizde otoriteye karşı bir ürkeklik, korku oluşturabilir fakat bunun yanında o olaydan
ötürü başka konularda çok güçlü bir kişilik geliştirmenize de yol açabilir. Bu yüzden yaşadığınız rahatsızlık veren olayın
hafızanızdan silinmesi sadece acıyı değil, kişiliğinizi de yok edebilir. Ayrıca silme diye bir durum da yok. Jim Carry ile Kate
Winslet'ın oynadığı 'Sil Baştan' filmi aşk acısını hafızasından sildirmeye çalışan iki kişinin hikayesini ve daha sonra nelerle karşılaştıklarını anlatıyor. Film boyunca silme denilen olayın
aslında gerçekten olmadığını görüyoruz. Hatta filmin sloganı şu; 'Onu aklından çıkardın, peki ya kalbinden?’
Ben hep derim ki, 'Geleceğimizi yaşadığımız olaylar değil, o olaylara verdiğimiz anlamlar şekillendirir.' Bu yüzden geçmişte
yaşadığımız kötü anıları silemeyiz ama onların anlamlarını değiştirebiliriz.
5>
6
Peki Geçmişte Bizi Rahatsız Eden Bir Olayı Nasıl
Değiştirebiliriz?
1) Yüzleşme Bir olayla ne kadar fazla karşılaşırsanız,
duygusal yoğunluğu o kadar azalacaktır.
Sözgelimi denize hayran biri deniz
kenarına taşındıktan 1-2 ay sonra artık
deniz ona sıradan gelmeye başlayacaktır.Ya
da yüksek sesli bir yerde uzun bir süre
kalırsanız o ses artık sizi rahatsız
etmeyecektir, sıradanlaşacaktır. (Psikolojide
buna hedonik adaptasyon denir.)
Köpekten korkan insanları 'kendi
kontrolüm' altında köpeklerin yanına
sokarım ve bir süre sonra köpeklerle ilgili
korkuları duyarsızlaşır ve tamamen yok
olur.
Hayattaki korkularımızla yüzleştiğimizde
onların aslında korkulacak bir şey
olmadıklarını çoğu zaman keşfetmişizdir.
2) Güçlü Bir Kimlikle Anlam Değiştirme Güçlü Bir Kimlik metodu ile geçmişe dönüp o
olayla yüzleşebilirsiniz. İlk önce hayran
olduğunuz güçlü bir kişiyi düşünün ya da bir
hayvanı… Şimdi onun tüm özelliklerini alıp,
hatta o olup sizi rahatsız eden o anıya gidin.
Tam o anının içine girdiğinizde şu soruyu
sorun: Bu olay …… (kendi isminiz) ne öğretti?
(Fakat bu soruyu rol modeliniz veya seçtiğiniz
güçlü bir hayvan olarak soracaksınız.)
Bu yöntem yüzleşmeye korktuğunuz bir
anınızın karşısına güçlü bir kimlikle çıkmayı
sağlar. Bir aslanda korktuğunuzu varsayalaım
ama Yeşil Dev (Hulk) olsaydınız muhtemelen
korkmazdınız :)
Güçlü bir kimlikle anlam değiştirme güçlü bir
şekilde olaylarla yüzleşmenizi sağlamaktadır.
3) Resimlerin Boyutları ve Seslerini Değiştirme Zihnimizdeki tüm kayıtlar beş duyumuzdan gelen verilerle oluşur. (Resim,ses,koku,tat,dokunma)Geçmişe ait tüm yaşanan olaylar beynimizde bir film dosyası şeklinde depolanıyor. Bazıları HD
kalitesinde depolanırken bazılarının görüntü kalitesi çok bozuk oluyor. Bazılarının sesleri 5+1iken bazılarının sesleri çok bozuk çıkıyor. Bazı görüntüler 100 ekranken bazıları 37 ekran
olarak kaydediliyor. (Koku ve tatları şimdilik katmıyorum)
Genellikle bir fobi (yoğun duygusal olay) oluşurken, beynimiz yaşanan olayı ve beraberinde yoğun duyguları o kadar net bir şekilde kaydediyor ki, adeta 200 ekran,HD kalite 5+1 ses sistemi gibi ve ne zaman o fobi ile ilgili bir uyaran görse (mesela örümcek, yılan vs.) yaşadığı
olay hemen tüm canlılığı ile gözünün önüne geliyor ve aynı korkuyu yaşıyor.10 senedir, dar kapalı alanlara karşı fobisi olan bir arkadaşımla çalışıp bu fobisini tam 5 dk.'da
yok etmesini sağladım. Üstüne bir yorgan attığınızda daha 1. saniyesinde çığlık atıp bağırıyordu.İlk önce onunla görüntüsü hakkında konuştum, tabii ki bu gördüğü görüntü aynen yukarıda
bahsettiğim gibi çok canlı bir görüntüydü. İlk önce korkma anını bir film gibi izledik ve ona bazı komik detaylar koyduk. Böylece absürd bir komedi gibi olacaktı. (Korkunç Bir Film serisi gibi)
Filme o kadar çok saçma sapan ayrıntı koydum ki gülmeye başladı. Sonra görüntüyü 100 ekrandan 37 ekrana indirdim, sesleri de bulanıklaştırdım. Ve bir kaç düzenleme daha yaptıktan
sonra, aynı şeyi bir kaç defa daha yaptırdım.Şimdi deneme zamanı gelmişti. Yorgan ve pike gibi şeyi tekrar üstüne atacak 20 saniye tutacaktım. Yorganı üstüne attım, atar atmaz kahkahalarla gülmeye başladı. “Yahu senin
korkman gerekiyor, niye gülüyorsun” dedikçe daha fazla gülmeye başladı, hatta gözlerinden yaşlar geldi. Dedim ister gül ister gülme 20 saniye tutacağım bunu :) 20 saniye tuttum ve hiç bir
korku hissetmeden, çok rahatlamış bir şekilde kalktı.Not: Organizmanın hayatta kal komutuna giren ve duygusal yoğunlukla tekrarlanmış olaylarda
bu teknik işe yaramayabilir. Bir Psikiyatr'a danışmanız tavsiye edilir.Aynı zamanda kişi bundan ikincil bir kazanç sağlıyorsa doğal olarak bunu yapmak istemeyecek,
yapmak istese bile zihninde canlandıramayacaktır.
7>
8
4) Hipnotik Trans Durumlarından YararlanmaKişi eğer bilinçliliğini kontrol edemiyorsa ve yukarıdaki teknikleri
uygulayamıyorsa, kendisi hipnotik trans durumlarından yararlanabilir. Hipnotik trans durumları hepimizin gün içinde aralıklarla girdiği bir
durumdur. Bunu kullanmayı bildiğinizde değişim sorunu yaşamazsınız.Ayrca kişi sorununun kaynağını hatırlamayabilir. Bu durumlarda ise bir profesyonel yardımı ile bu resmi değiştirebilirsiniz. EN İYİSİ İSE BUNU
KENDİNİZİN yapacak bir yeteneğe gelmenizdir. (Kendi kendine meditasyon ve oto-hipnoz kitaplarından yararlanabilirsiniz.)
Research Quarterly'de yayınlanan çok ilginç bir araştırma var. Bu araştırmada basketbol oynayan öğrenciler üç guruba ayrılıyorlar. İlk gurup basketbol topunu fileye sokabilmek için 20 gün boyunca fiziksel antreman
yapıyor. Ter döküyor. İkinci gurup hiçbir şey yapmıyor,yan gelip yatıyor. Üçüncü gurupsa 20 gün boyunca her gün zihinsel antreman yapıyor. Yani zihinlerinde hayali olarak topu tutuyorlar, paslaşıyorlar, çok güzel atışlar
yapıyorlar, terlediklerini hissediyorlar, inanılmaz güzellikte bir maç çıkararak seyircinin alkış seslerini duyuyorlar, maç bitiminde gelen
tebrikleri kabul ediyorlar. 20 günün sonunda her gün antreman yapan ilk gurubun performansında % 24'lük bir artış oluyor. Yan gelip yatan ikinci gurupta, beklenilebileceği gibi, hiçbir değişiklik yok. Zihinsel antreman
yapan üçüncü gurubun performansında da % 23'lük bir artış oluyor. Dikkat edin! Topu ellerine bile değdirmeden hemen hemen ilk gurup kadar başarı
sağlıyorlar. Yani bilinçaltı beş duyunun etkili bir şekilde kullanıldığı ve canlı hayallerin kullanıldığı bir senaryonun sürekli tekrarlanmasıyla, aslında henüz gerçekleşmemiş şeyleri gerçekmiş gibi kabul etmeye
başlıyor ve beyne bu sinyali gönderiyor. Ne müthiş bir güç öyle değil mi? Maalesef korkularımız da bu yolla oluşuyor. İnsanoğlunun doğuştan sahip
olduğu iki temel korku var. Düşme ve ses korkusu. Diğer bütün korkularımızı süreç içerisinde öğreniyoruz…
Ruhsal ÇalışmalarEski kadim bilgilerde zihin-beden-ruh dengesinden bahsedilir. Spor
yapmak, psikolojinizi disipline etmek ve rahatlatıcı meditatif çalışmalar yapmak mutluluğu destekleyici en önemli etmenlerden
biridir.Her sabah yapacağınız on dakikalık meditasyon etkisini bir hafta içinde gösterecektir. Meditasyon teknikleri içinde zazen tekniğini tavsiye ederim. Türkiye'de bu konuda bir çok kitap bulabilirsiniz.
Özet Olarak yukarıdaki tekniklerden birini veya bir kaçını kendiniz için uygulayabilir ve denemeler yapabilirsiniz. Unutmayın hiç bir şey
emek sarfetmeden kolayca olmuyor ama doğru teknik kullanılmadığında ise ne kadar emek sarfetseniz amaca
ulaşamıyorsunuz. Batıya doğru yürüyüp güneşin doğuşunu göremeyiz.
Yardımcı olabildiysem ne mutlu...
KAYNAK
http://hakanmenguc.org/bilincalti-nasil-temizlenir/#.VLgl09KsU8p
HAKAN MENGÜÇPsikoterapist , Yaşam Koçu ,Yazar
9>
10
N L A ?A Y RS A II Ş ZYAŞAMA DAİR
BİYOKİMYASAL BİR BAKIŞ
Yaşam nedir? Bu soru belki de ilk filozoflardan bu yana sorulan ve hala da popülerliğini yitirmemiş bir
sorudur. Birçok kitap, deneme, şiir ve diğer sanat eserleri bu soru üzerine ortaya çıkmıştır.
“Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak.”
Nazım Hikmet
Bizim bu yazıda ilgileneceğimiz kısım ise sorunun biyolojik ve biyokimyasal anlamı.Dünyamızdaki yaşamın temeli hücrelerdir. Hücreleri keşfetmemizden bu yana yaşam ve canlılık üzerine pek çok fikir üretilmiştir. Hücre biyolojisiyle ilgili çalışmalarıyla bilinen Henri Dutrochet 1824'te: “Yaşam, fiziksel düzen söz konusu olduğu müddetçe hareketten başka bir şey değildir ve ölüm de, bu hareketin kesilmesidir.” demiştir. Yaşamın kapsamlı tanımı bir kenara, yaşamın temel karakteristiklerini inceleyeceğiz. Bunlardan ilki, hücrelerin kendilerini kopyalayabilmesi; yani bir hücrenin büyüyerek iki yeni hücreye bölünmesi ve kendinden daha fazla hücre yaratması. İkincisi, düzeni sürdürebilmeleri. Böylece hücrelerinin içindeki hareket ve molekül sentezi gibi bütün aktiviteler için enerji üretebilmeleri. Üçüncüsü gelişebilmeleri. Sonuncusu ise ölmeleridir.
Hücreler bölünerek kendilerini kopyalayabilirler. İki çeşit bölünme vardır, mitoz
ve mayoz bölünme. Bu şekilde hücre kendi genini yeni oluşan hücreye aktarır. Hücre bu işlemi yaparken onu sınırlayan bir şey vardır: telomer. DNA'nın ucunda telomer adı verilen
bölgeler bulunur. Belirli uzunlukta olan telomerler, hücre bölündükçe kısalır. Bu
kısalmanın ne olduğunu hepimiz gözlemliyoruz aslında: Hücre, telomerler kısaldıkça yaşlanma.yaşlanır ve bitince artık kendini kopyalayamaz. Eğer telomerleri onaracak proteinlere sahipse iş
değişir, hücre sonsuza dek bölünebilir.
Yaşamın ikinci temel prensibi, büyümeyi ve yeni moleküllerin sentezini de kapsayan hücrenin
içindeki düzeni devam ettirmek, bunun için de enerji tedarik etmektir. Hücre,
hem şekerler ve lipitler gibi küçük moleküllerle ilgili çok sayıda kimyasal
reaksiyonun gerçekleştiği, hem de protein ve nükleik asitler gibi büyük
moleküllerin yapıldığı küçük bir kimya fabrikasını andırır.
Hayatın üçüncü özelliği, yaşamın ve bakteriden bitkiye
kadar bütün yaşayan organizmaların kendini var
etme yolu olan evrimdir. Darwin'in muhteşem keşfinin
temeli, özelliklerin bir nesilden diğerine
aktarılabileceği ve bu kalıtımın, organizmaların
ebeveynden farklı yavrular doğurabilmesine imkan
tanıyacak şekilde farklılaşabileceğidir.
Son olarak, hücrelerin ölmesi. Nihayetinde ölüm de yaşamın önemli bir
özelliğidir. Bu tuhaf görünebilir ama birinin ölebilmesi için önce yaşıyor
olması gerekir. Hücre ölümü bütün temel işlevler durunca gerçekleşir.
Yaşamın bu temel karakteristiklerini bir dahaki sayımızda daha derinlemesine inceleyeceğiz. Hücre bölünmesi hangi yapılar kullanılarak gerçekleşir? Enerji
nasıl tedarik edilir? Evrim kalıtım bazında kendini nasıl gösterir? Hücreler neden ölür? Bu soruların cevapları için
bir dahaki sayımızda görüşmek üzere! :)
(Lewis Wolpert, Nasıl Yaşarız Neden Ölürüz kitabından
baz alınarak yazılmıştır.) 11
>12
BİLİME DAİR HERŞEY EKİBİhttps://www.facebook.com/bilimedairhersey
B EYİN GPS' İBeynin Navigasyonal Yeri ve
Grid Hücre Sistemi
2014 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü Dr. John M. O'Keefe, Dr. May-Britt
Moser and Dr. Edvard I. Moser
onum duyusu, bedenin çevredeki ve ortamdaki
Kobjelere göre pozisyon algısını verir.Navigasyon sırasında, önceki pozisyon bilgisi ve hareketin
entegrasyonuna dayanan mesafe ve yön duyusuyla bağlantılıdır.
Nerede olduğumuzu nasıl biliyoruz?Bir yerden bir yere giderken yolumuzu nasıl buluyoruz?Nasıl oluyor da bu bilgiyi tekrar aynı rotayı izleyerek yolumuzu bulmamızı sağlayacak biçimde saklayabiliyoruz?
18. yüzyılda Alman filozof Immanuel Kant (1724-1804)
Bazı mental kabiliyetlerin deneyimden bağımsız oluştuğunu tartışmıştır. Konum algısını, dış dünyanın organize edilip algılanmak zorunda olması nedeniyle doğuştan gelen bir yetenek olarak
düşünmüştür.Konumun beyindeki haritaya benzer temsili fikri, deneysel psikolog Edward Tolman tarafından savunulmuştur . Hayvanların konum ve olaylar arasında ilişki kurabildiklerini ve bu çevre keşiflerinin yavaş yavaş hayvanların yönlerini ve çevrede uygun yolu bulmalarını sağlayan bilişsel haritanın oluşumuyla sonuçlandığını önermiştir. Etrafta yaygın olan ve kronik olarak vücuda yerleştirilen mikro teller kullanılarak ), hayvanların beynindeki hücrelerden kayıt alınması tekniklerinin ortaya çıkması, bu sorulara yaklaşmayı mümkün hale getirdi.
John O'Keefe 1971' de bir sıçanın beynindeki belirli sinir hücrelerinin, sıçan ortamdaki belirli bir yerdeyken etkinleştiğini keşfetti.O' Keefe bu yer hücrelerinin çevrenin içsel bir haritasını oluşturduğunu öne sürdü.
Konum Hücrelerinin BulunmasıJohn O'Keefe, Dostrovsky ile birlikte, CA1 diye adlandır ı lan dorsal bölmedeki hipokampusun nöronlarını kaydederek, sınırlı bir alanda serbestçe hareket eden sıçanlardaki konum hücrelerini keşfetmişti Konum hücreleri, daha önce beyindeki hiçbir hücrede görülmeyen bir şekilde aktif oluyordu.Belirli konum hücreleri, hayvan ortam içinde belirli bir yerdeyken aktif oluyordu. O'Keefe, sistematik bir şekilde çevreyi değiştirerek ve konum sahalarının oluşumu için farklı teorik olanakları test ederek, ateşleyen konum hücresinin tam olarak duyu nöronlarında aktiviteyi yansıtmadığını fakat çevrenin karmaşık bütününü temsil ettiğini gösterdi. Farklı konum hücreleri farklı yerlerde aktif olabilir ve birçok konum hücresi aktivasyonlarının birleşimi, belirli bir çevreyi temsil eden iç nöral harita oluşturur . O'Keefe, Nadel ile birlikte konum hücrelerinin beyne uzamsal bir referans harita sistemi ya da konum duyusu sağladığını sonuçlandırdı
Hipokampusun, farklı zamanlarda ve farklı çevrelerde aktif olan farklı konum hücrelerinin aktivitesinin birleşimi tarafından temsil edilen çoklu harita içerebildiğini gösterdi. Aktif konum hücrelerinin belirli bir kombinasyon serisi bu yüzden eşsiz bir çevreyi temsil ederken, öte yandan diğer kombinasyonlar diğer çevreleri temsil eder. O'Keefe' in keşifleri sayesinde, bilişsel harita teorisi beyindeki temsilcisini bulmuş oldu.
Neden O'Keefe O'Keefe' in deneylerindeki bir ön koşul, serbestçe hareket eden hayvanlarda uygun kayıt tekniklerinin geliştirilmesiydi. O'Keefe bu teknikleri ilk kullananlardan olmasına rağmen, sağlam hayvanların hipokampal ya da sinir hücrelerinden kayıt alan ilk kişi olamamıştır.Ama araştırmacılar çoğunlukla kısıtlı davranışsal görev ya da katı uyarıcı-uyaran protokolleri kullanmıştır. Bunun aksine O'Keefe, hücresel aktiviteyi doğal davranış süresince kayıt etmiş ve bu da onun, eşsiz konum sahalarını gözlemlemesini ve bunların konum duyusunu temsil eden konum hücrelerindeki nöral aktiviteyle ilişkilendirmesini sağlamıştır.
Bundan sonraki deneylerde O'Keefe, konum hücrelerinin bellek işlevlerine sahip olabileceğini göstermiştir Birçok konum hücresinde farklı çevrelerde aynı anda yeniden düzenlemeye yeniden haritalama denir.
Konum hücrelerinin BulunmasıO'Keefe yeniden haritalamanın öğrenildiğini ve bir kez yapıldığında her daim sabit kalabileceğini göstermiştir . Bu yüzden konum hücreleri, bellek süreçleri için hücresel bir alt yapı sağlayabilir ve burada bir çevrenin belleği konum hücrelerinin belirli kombinasyonlarıyla depolanabilir. 1980 ve 1990'lar boyunca genel teori, konum sahalarının oluşumunun bizzat hipokampusun kendi içerisinde oluştuğuydu.Bilim insanları olarak şunu merak ediyorlardı;ateşleyen konum hücreleri hipokampusun dışındaki aktiviteyi nasıl meydana getiriyor?.
13
>14
May-Britt Moser ve Edvard Moser
2005' te beynin hipokampusa yakın entorinal korteks adlı bölgesinde, sıçan
belirli konumlardan geçtiğinde etkinleşen başka sinir hücrelerini
keşfetti.Hipokampusteki asıl girdi, sıçanın beyninin dorsal ucundaki bir yapıdan yani entorinal
korteksten geliyor.Entorinal kortekste çıktının büyük kısmı hipokampusun içindeki dentat girusa, oradan sırasıyla hipokampusun CA3
bölgesine bağlanır ve sonra da dorsal hipokampusteki CA1 bölgesine yönelir. İlginç şekilde bu bölge, John O'Keefe'
in konum hücrelerini bulduğu bölgeyle aynı yerdir.
2002' de, Moser' lar entorinal korteksten CA3' e yönelimde bağlantı
kopukluğu olmasının CA1 konum hücrelerini durdurmadığını buldu Bu buluşlar ve medial entorinal
korteksin direk olarak ve karşılıklı olarak CA1 bölgesine bağlandığı bilgisi, May-Britt Moser ve Edvard
Moser' ın konum kodlama hücreleri için medial entorinal kortekse
bakmalarına sebep oldu.Yaptıkları ilk çalışmada, diğerlerinin
gösterdiklerine benzer olarak, medial entorinal korteksin hipokampusteki
konum hücrelerinin özelliklerine benzer hücreler içerdiklerini saptadılar.Ancak hayvanların hareket etmesi için daha büyük karşılaşmalar kullanılarak yapılan sonraki çalışmada alışılmadık özelliklere sahip yeni bir hücre tipi;
grid hücrelerini keşfettiler .
Medial entorinal korteksin aynı bölgesindeki grid hücreleri aynı zamanlama ve koordinat
oryantasyonuyla ama farklı aşamalarla ateşliyor.
Bu şekilde de çevrenin her noktasını kaplıyor.
Moserlar korteksin ventral kısmındaki en büyük sahalarla birlikte, medial
entorinal korteksteki koordinat sahası mesafesinin farklılık gösterdiğini
buldular. Ayrıca grid oluşumunu duyu ya da motor
sinyallerin basit iletiminden değil karmaşık bir ağ aktivitesinden doğduğunu göstermişlerdir.
Moserlar grid hücrelerinin bir navigasyon ya da entegrasyon sistemi yolunun parçası
olduğunu sonuçlandırdılar. Grid sistemi, hareket mesafesini
ölçmede bir çözüm sağlamış ve de hipokampusteki uzamsal haritaya bir
metrik eklemiştir. Moserlar daha sonra, grid hücrelerinin ana yön hücrelerinin, sınır hücrelerinin
ve hatta birçok durumda birleşik fonksiyondaki hücrelerin medial
entorinal kortekste bir ağa tutunduklarını göstermiştir .
Ana-yön hücreleri ilk kez James Ranck (1985) tarafından beynin başka bir
bölgesinde; subikulumda tanımlanmıştır. Bu hücreler, bir pusula işlevindedir ve hayvanın başı belirli bir yöne işaret
ettiğinde aktif olurlar.
Grid hücreleri şaşırtıcı bir ateşleme seyri
gösterdi. Arı kovanının altıgen deliklerine
benzer şekilde, hücreler bir aradayken
genişletilmiş nodlardan altıgen şeklinde
koordinat oluşturdukları açık kutunun
içinde birçok konumda aktiflerdi.
Sınır hücreleri hayvan kapalı bir ortamda hareket ederken duvara nazaran aktifti.
Sınır hücrelerinin varlığı O'Keefe ve iş arkadaşlarının teorik modellemesiyle tahmin edildi .
Moserlar grid, ana-yön ve sınır hücrelerinin hipokampal konum hücrelerine yönlendiğini
göstermiştir.Moserlar ayrıca entorinal korteksin farklı bölgelerindeki çoklu grid hücre kayıtlarını
kullanarak, bu hücrelerin farklı koordinat zamanları arasında değişen işlevsel modüllerde birkaç
santimetreden metreye, böylece küçükten büyük her ortamı kapsayarak organize olduklarını göstermiştir.
Moserlar daha sonrasında, grid hücreleriyle konum hücreleri arasındaki ilişkiyi teorik
modellerle , lezyon çalışmalarıyla ve yeniden haritalama deneyleriyle keşfetti.
Moser' lar ve O'Keefe' in bu ve diğer çalışmaları, diğer araştırmacılarınki gibi, medial entorinal korteksteki grid hücreleriyle hipokampusteki konum hücreleri ve entorinal korteksteki diğer
uzamsal-ayarlanmış hücreler olan sınır hücreleri arasında karşılıklı etkileşim olduğunu ve bu
etkileşimin konum hücrelerinin ateşleme seyrinin oluşumuna katkı sağlayabileceğini göstermiştir .
Grid Ve Konum Hücre Sistemleri İnsanlar Da Dahil Birçok Memeli
Türünde Bulunmuş
İnsanlar büyük hipokampal-entorinal beyin yapısına sahiptir ve bu yapıların uzamsal öğrenme ve epizodik
bellekle bağlantılı olduğu uzun zamandır bilinmektedir .
Araştırmacılar operasyon öncesi araştırma yapılan insan epilepsi hastalarının beynindeki sinir hücrelerinin direk olarak kaydı alındığında
hipokampuste konum-benzeri hücrelerini ve entorinal kortekste grid-benzeri hücreleri
bulmuşlardır.Fonksiyonel görüntülemeyi kullanarak Doeller ve ark. (2010) insan entorinal korteksinde grid hücrelerinin
var olduğuna dair destek sağladı.
Bilişsel Sinirbilim Araştırmalarında Konum Ve Grid Hücrelerinin Keşiflerinin Önemi
Konum-kodlama hücrelerinin hipokampal yapılarda uzamsal belleğin depolanma veya geri
çağırma ile ilgili olduğu yeni bir temadır.1950'lerde Scoville ve Milner (1957), epilepsi
tedavisi için cerrahi operasyonla iki hipokampusu çıkarılan hasta Henry Molaison (HM) hakkında
kendi raporlarını yayınlamıştır. HM'in klinik gözlemlerde yeni bilgileri kodlayamadığı gerçeğine dayanarak,
hipokampinin kaybı uzak belleğindekileri geri çağırabildiği halde, ciddi bellek bozukluklarına
sebep olmaktadır. HM sonraları epizodik bellek ) denilen, kendi deneyimlediğimiz olayları hatırlama becerisini
kaybetmiştir. Konum hücrelerinin epizodik belleği kodladığına
dair doğrudan bir kanıt yoktur. Ancak, konum hücreleri sadece güncel uzamsal konumu değil, ayrıca hayvanın anlık bulunduğu
ve bir sonraki gideceği yeri kodlayabiliyor.Hayvanlar iki farklı fiziksel ortam arasında hızlıca
tele-transport yapılırken konum hücrelerinde zamanla geçmiş ve günümüz örtüşebilir .
Geçmişte ve günümüzde konumların kodlanması, epizodik bellekte olduğu gibi beynin geçici olarak düzenlenen olayların temsillerinin hatırlanmasını
sağlayabilir. Bir bellek kodlandıktan sonra, uyku sırasında olduğu gibi ileriki konsolidasyon aşamasına
uğrar.Uyuyan hayvanlarda çoklu elektrot ile kayıt grubu, aktif navigasyon pekiştirildiği sırada
uzamsal rota belleklerinin nasıl meydana geldiği çalışmasını mümkün kıldı.
Davranış gösterildiği sırada belirli bir sekansta aktif olan konum hücre grupları, sonraki uyku
sırasında epizotlarda aynı aktivasyon sıralamasını gösteriyor.
Konum hücrelerinin aktivitesi hem herhangi bir zamanda ortam pozisyonunu tanımlamak hem
de ortamın geçmiş deneyimlerini hatırlamak için kullanılabilir.
Harita olmadan şehirdeki milyonlarca konum arasında nasıl yön bulacaklarını uzun yıllar eğitim
dönemi sayesinde geliştiren ve bu eğitim periyodundan sonra Londra taksi şoförlerinin
kontrol grubuna kıyasla daha büyük hipokampal hacme sahip oldukları buluşu bu düşünceyle
ilişkili olabilir.
ReferansThe 2014 Nobel Prize in Physiology or Medicine – Press Release.Nobelprize.org.Nobel Media AB 2014.Web.24 Oct 2014. 1
5>
16
DUYGU İNCE KALENörobilim Yüksek Lisans
EVRENİN BİYOLOJİSİ :
ASTROBİYOLOJİ
''Astrobiyoloji terimi, eski Yunanca'daki “yıldız, takımyıldız” anlamına gelen astron “yaşam” anlamına gelen bios ve “çalışma, inceleme” anlamına gelen -logia sözcüklerinin birleştirilmesinden oluşmuştur. Astrobiyoloji kısa zaman önce ortaya çıkmış ve hâlen gelişmekte olan bir alandır. Evrenin başka yerlerinde yaşamın olup
olmadığı meselesi, doğrulanabilir bir varsayım içerdiğinden, bilimsel sorgulamanın geçerli olduğu bir konudur. ''
strobiyoloji ya da egzobiyoloji, disiplinler arası
Abir bilim olup, özellikle evrende yaşamın ortaya
çıkmasını ve evrimini sağlayan jeokimyasal ve
biyokimyasal etken ve süreçleri konu alır; bir başka deyişle,
evrende biyolojik kökenin, evrimin, dağılımın ve canlıların
geleceğinin incelenmesidir. Bilimsel disiplinler arası alan Güneş
Sistemi'miz içinde ve dışında kalan "yaşanabilir gezegen"lerdeki
yaşanabilir ortamların araştırılmasını, abiyogenez kanıtlarının
araştırılmasını, Mars'ta ve Güneş Sistemi'mizde yaşamı, Dünya'daki
yaşamın evriminin kökenleri ve erken dönemleri üzerine
laboratuvar çalışmalarını ve alan araştırmalarını ve yaşam
potansiyelinin Dünya ve uzaydaki zorluklara uyarlanması
Astrobiyolojinin ilgilendiği konular şu sorular üzerine kurulmuştur:
Canlı sistemleri nasıl ortaya çıkmıştır? Yaşanabilir çevreler nasıl oluşmuş ve nasıl
evrimleşmiştir? Dünya dışındaki ortamlarda yaşam var olabilir
mi? Gezegenimiz dışında bir karasal yaşam nasıl var
olur ve adaptasyon ne şekilde gerçekleşir?
Astrobiyolojinin NASA tarafından belirlenen 7 temel amacı ve bunların içerdiği, araştırma
alanlarının neler olduklarını gösteren konular şunlardır:
1)Evrende yaşanabilir ortamların tabiatını ve dağılımını anlamak.
Yaşanabilir gezegenlerin oluşum ve evrim modellerinin oluşturulması.
Güneş Sistemi'miz dışındaki yaşanabilir gezegenlerin doğrudan ve
dolaylı astronomik gözlemleri.
2)Yaşanabilir ortamları, prebiyotik kimyayı ve Güneş Sistemi'mizdeki yaşam belirtilerini şimdiki ve geçmiş
halleriyle keşfetmek. Mars'ın keşfi
Güneş Sistemi-dışı'nın keşfi.
3)Kozmik ve gezegensel belirtilerden yola çıkarak yaşamın nasıl meydana gelebileceğini anlamak.
Dünyadaki bütün suların kuyruklu yıldızların dünyaya düşmesiyle
oluştuğu düşünülüyor.
Prebiyotik materyel ve katalizör kaynakları
Fonksiyonel biyomoleküllerin kökenleri ve evrimi
Enerjetik aktarımın kökenleri
Hücreselliğin (selülarite) ve protobiyolojik sistemlerin kökenleri
Varsa, evrendeki zeki canlılara bir mesaj iletmek üzere, 3 Mart 1972'de
fırlatılan Pioneer 10 uzay aracına eklenen sembolik resim plakası
4)Dünya'daki yaşamın geçmişte gezegensel sistemdeki ve Güneş Sistemi'ndeki
değişimlerle nasıl bir etkileşim içinde bulunmuş olduğunu anlamak.
Dünya'nın erken biyosferi
Karmaşık yaşamın oluşması
Dünya-dışı olayların biyosfer üzerindeki etkileri
5)Yaşamın çevresel sınırlarını ve evrim mekanizmalarını (işleyişlerini) anlamak.
Mikroorganizmalardaki moleküler evrim ve çevreye
bağımlılık
Mikrobik toplululukların toplu evrimi
Aşırılık gösteren sistemlere biyokimyasal
adaptasyon.
6)Dünya'da ve diğer ortamlarda yaşamın geleceğini biçimlendiren ilkeleri anlamak Çevresel değişimler, element ve unsurların biyota
tarafından çevrimi, topluluklar ve ekosistemler
Yaşamın Dünya-dışı ortamlarda adaptasyonu ve
evrimi
7)Dünya'daki ve diğer dünyalardaki yaşam işaretlerinin nasıl farkına varılacağını
tanımlamak Güneş Sistemi materyellerinde aranacak "canlılık
işaretleri"
Yakın gezegen sistemlerinde aranacak canlılık
işaretleri.
Astrobiyoloji, doğal olarak, yaşamın, yeryüzünde ortaya çıktığı gibi, Güneş
Sistemi'miz içinde veya dışında bulunan başka yerlerde, başka gezegenlerde de
ortaya çıkmış olabileceği kabulünü içerir. Bizimkinden "kökten farklı ortamlar"
içeren diğer kozmik cisimler üzerinde de yaşam izleri mevcut olabileceğinden,
astrobiyolojide "basit organik madde"den (biyomoleküller, peptidik, nükleik ya da
lipidik zincirler) daha karmaşık yapılara (ilk hücreler, ilk genetik sistemler) doğru
uzanan evrime hükmeden olası süreçlerin araştırılması söz konusudur. Dolayısıyla
bu süreçlerin araştırılmasında, organik kimya, inorganik kimya, biyokimya, hücre
biyolojisi, iklimbilim, jeokimya, gezegenbilim ve enformatik modelizasyon gibi
çeşitli bilimsel alanların, bir bütünü tamamlayacak tarzda, derin bir etkileşim
içinde olmaları kaçınılmaz hale gelir. Örneğin, astrobiyologlar yeni gezegenler keşfetmek ve bunların yaşanabilirliğini
saptamak üzere astronomlarla, moleküler etkileşimlerden yaşama geçişi anlamak üzere
kimyacılarla, diğer gezegenler üzerindeki anahtar mineraller ve suya ilişkin kanıtları incelemek üzere jeologlarla, en erken yaşam türlerini araştırmak ve
anlamak üzere paleontologlar ve moleküler biyologlarla ve bunların yanı sıra, iklimbilimcilerle,
gezegenbilimcilerle ve diğer çeşitli bilim dallarındaki bilim insanlarıyla iş birliği içinde çalışırlar. Günümüzde gitgide
genişleyen astrobiyoloji aynı zamanda, hangi türde olursa olsun Dünya-dışı
yaşama ve varsa Dünya-dışı zeki yaşama ilişkin araştırmayla da (Dünya Dışı Akıllı
Yaşam Araştırması) da ilgilenmektedir. Fakat olası gelişmeleri beklemekte olan
bu son değinilen araştırma sahası (Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması) şimdilik
çok marjinal durumdadır.
17
>1
8
Astrobiyoloji 21.yy.'da NASA'nın ve ESA'nın
(European Space Agency) Güneş Sistemi keşif projelerinde
giderek artan bir önemle odak haline gelmiştir. Bu alanda
Avrupalılar'ın astrobiyolojiyle ilgili ilk uygulaması Mayıs
2001'de İtalya'da yer almış, ardından Aurora Programı
uygulamaya konulmuştur.Halihazırda NASA bünyesinde
NASA Astrobiyoloji Enstitüsü bu alanda çalışmalarını
sürdürmekte ve gerek ABD üniversitelerinde (University of
Arizona, Penn State University) gerekse Britanya (University
of Glamorgan) Kanada, İrlanda gibi diğer ülkelerin
üniversitelerinde okutulan astrobiyoloji, üniversitelerde
giderek yaygınlaşmaktadır.
Günümüzde astrobiyolojinin özel bir araştırma alanı
da Dünya'ya yakınlığı ve jeolojik tarihi nedeniyle Mars
gezegeninde yaşamın araştırılmasıdır. Mars'ın yüzeyinde
geçmişte bol miktarda sıvı su bulunduğuna ilişkin olarak
günümüzde yeterince kanıt bulunmaktadır. Bilindiği gibi,
su, karbon temelli yaşamın oluşmasını haber veren bir ön
belirti sayılır. Viking Programı ile Beagle-2 sonda
araçlarının her ikisi de özellikle Mars'ta yaşamın
araştırılmasına yönelik çalışmalarla görevlendirilmişti. Bu
konuda Viking Programının sonuçlarının yetersiz olduğu
kabul edilir.
Astrobiyolojinin baş rolde olacağı bir başka proje Jüpiter'in su içerdiği sanılan
uydularına uzay gemisinin gönderilmesinin planlandığı Jupiter Icy Moons Orbiter
Projesi idi. Fakat NASA'nın tercihlerindeki değişmeler ve 2005'te finansmanın
kesilmesi sorunu projenin iptalini getirdi. Hali hazırda Phoenix, Mars'taki mikrobik
yaşamın geçmişteki ve şimdiki durumunun anlaşılması için çevreyi ve gezegendeki
suyun tarihini araştırmaktadır. NASA bu araştırmanın daha değişik bilim araçlarıyla
sürdürülmesi için 2009'da da Mars Science Laboratory adlı uzay keşif aracını
fırlatmayı planlamıştır.
Ksenobiyoloji Dünya-dışı yaşama ilişkin sistemli araştırma, çok disiplinli bir bilimsel
çalışma olup İngiltere, ABD ve Kanada gibi birçok ülkenin
üniversitelerinde okutulmaktadır; Amerikan hükûmeti ise bu alanda
NASA Astrobiyoloji Enstitüsü'nü kurmuştur. Bununla birlikte Dünya-dışı
yaşamın nitelenmesinin yerine oturmuş olduğu pek söylenemez.
Muhtemel Dünya-dışı yaşamın nasıl bir şey olduğu, türleri ve mahiyeti
hakkında bir uzlaşma yoktur. Bu alandaki hipotezler ve tahminler büyük
bir çeşitlilik göstermektedir.
Kimilerine göre ksenobiyoloji ve astrobiyoloji yanlışlıkla
eşanlamlı olarak kullanılan iki terimdir. Böyle düşünenlerden
biyolog Jack Cohen ve matematikçi Ian Stewart ksenobiyojiyi
astrobiyolojiden ayırt ederler. Onlara göre, astrobiyoloji yalnızca Güneş
Sistemi dışında Dünya-benzeri yaşam araştırmasıdır. Evrende yaşam
konusuna daha geniş bir perspektiften bakan ve evrendeki yaşamın
Dünya'daki yaşama benzer olmayabileceğinden yola çıkan
kseonobiyologlar ise, “karbon şovenizmi “adı verilen yaşamın muhakkak
karbon temelli olduğu görüşüne karşı çıkarlar ve çalışmalarında karbon
ve oksijene gerek duymayabilecek canlı türleri de olabileceği olasılığını
gözden uzak tutmazlar.
19
>20
KAPSUL PLUS
ALTIN ORAN VE
Phİ SAYISI
1,618
Altın oran, Fi (phi) sayısı olarak bilinir. Neticede matematiksel bir kavramdır ve değeri de 1,618 dir. Fibonacci sayıları ve
altın oran matematiğin en ilgi çekici konuları arasındadır. Leonardo Fibonacci 13. yüzyılda yaşamış bir İtalyan matematikçisiydi.
Leonardo Fibonacci İtalya'nın Pisa şehrinde doğmuş olan İtalyan bir matematikçidir, bu nedenle Pisalı Leonardo olarak da anılmaktadır. Fibonacci bir problemi araştırırken bu sayıları buluyor ve kendi adını veriyor. 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987.. dizisi Fibonacci dizisi olarak geçiyor. Fibonacci dizisinin özelliği kendinden önceki iki ardışık sayının toplamının kenisinden sonraki sayıya eşit olmasıdır. Dizilim içinde bir sayıyı kendisinden önce gelen sayıya bölerek ilerlersek ulaşacağımız sonuç 1,618 rakamına sürekli yaklaşacak şekilde oluşacaktır.
Altın Oran'ı eski mısırlılar ve yunanlılar bulmuş ve daha çok mimaride kullanmışlardır, basit anlamıyla altın oran; bütünün parçaları arasında olan geometrik ve sayısal bir oran bağlantısıdır. Allahû Tealâ, kâinatı kusursuz bir düzen içinde yaratmıştır. Uzayda, yeryüzünde, canlılarda, bitkilerde olağanüstü bir uyum, insanı hayrete düşüren ve hayranlık uyandıran harikalıklar vardır. Altın oran, dünyanın, insanların, bitkilerin, ağaçların…, kısacası kâinatın yaratılışında yaratıcının kullandığı orandır.
21
>22
oğada bir bütünün
Dparçaları arasında
gözlemlenen, yüzyıllarca
sanat ve mimaride uygulanmış,
uyum açısından en yetkin
boyutları verdiği sanılan
geometrik ve sayısal bir oran
bağıntısıdır. Doğada en belirgin
örneklerine insan vücudunda,
deniz kabuklularında ve ağaç
dallarında rastlanır.
Platon'a göre kozmik fiziğin
anahtarı bu orandır. Altın oranı
bir dikdörtgenin boyunun enine
olan "en estetik" oranı olarak
tanımlayanlar da vardır. Aynı
zamanda insanlar da teknolojide
ve hayatta bu oranı
kullanmaktadırlar. Kısaca biz altın
orana“göz nizamının oranı”
diyebiliriz. Çoğu zaman doğayı
gözlediğimizde bu oranın
varlığını görebiliriz.
Bazı kaynaklarda ise Allah'ın
“yeryüzündeki imzası” olarak
da bilinir.
Şöyle ki; yeryüzündeki en küçük
nano nesneden devasa yapılara,
devasa doğal varlıklara kadar
herşeyde 1,618... oranı
mevcuttur.
Eski Mısırlılar ve Yunanlılar
tarafından keşfedilmiş, mimaride
ve sanatta kullanılmıştır. Göze
çok hoş gelen bir orandır. Altın
orana ilişkin matematik bilgisi ilk
kez İ.Ö. 3. yüzyılda Öklid'in
Stoikheia ("Öğeler") adlı
yapıtında "aşıt ve ortalama
oran" adıyla kayda geçirilmiştir.
Eldeki veriler, bu bilginin
geçmişinin aslında Eski Mısır'da
İ.Ö. 3000 yılına kadar
dayandığını göstermektedir.
İNSAN VÜCUDUNDA ALTIN ORANİnsan Yüzü
Yüzümüzde altın oranı bulabileceğimiz bir çok yer vardır. Bunlardan biri kaşların
arasındaki boşlukla, gözbebekleri arasındaki boşluğun oranıdır. Bunun gibi
üst damaktaki ön iki dişin enlerinin toplamının boyların toplamına oranı, 1,618'i vermektedir. Bunlar kuşkusuz
standart olarak kabul edilen insan yüzleri için geçerlidir.
El ParmaklarıParmaklarımızın tam orta kısmındaki boğumu, altın
oran doğrusundaki B noktası olarak kabul
edersek; elimize doğru olan kısa parçanın
tırnağımıza doğru olan uzun parçaya oranı ile
tırnağa doğru olan uzun parçanın tüm parmağımıza
olan oranı eşit olacaktır. Ayrıca büyük parçaların küçük parçalara oranı
1,618' i verecektir.
Kollar Kolumuz dirseğimizden iki parçaya ayrılmaktadır. Kolumuzda omzumuza
doğru olan kısa parçanın elimize doğru olan uzun parçaya oranı ile elimize
doğru olan uzun parçanın tüm kolumuzun
uzunluğuna oranı eşittir. Ayrıca büyük parçaların küçük parçalara oranı
1,618 i ( ) vermektedir.
Akciğer Akciğerlerimizin içinde kas
ve bağ dokusundan meydana gelen bronşlar ve bunların sıralı olduğu bronş ağacı bulunmaktadır. İşte bu ağacın dallarının uzunlukları arasındaki oran, altın orana
eşittir.
DNA İnsan vücudundaki en küçük
elementlerde bile altın orandan bahsedilmektedir. DNA, düşey doğrultuda iç içe açılmış iki ayrı sarmaldan oluşmaktadır ve bu
sarmalların uzunluğu 34 angström, genişlikleri 21
angtröm'dür. 21 ve 34 sayıları, Fibonacci sayı dizisinde arka arkaya gelen iki sayıdır ve
bunların birbirine oranı altın orandır.
23
>24
Kar Kristalleri Kristallerin
kollarındaki
kısa uzantılarla,
uzunlar
arasında her
zaman altın
orana uyan bir
ölçü
bulunmaktadır
Mısır Piramitleri Milattan önce yapıldığı
düşünülen bir yapı olduğu
bilinmesine rağmen, altın oranı
birebir görebildiğimiz Keops
Piramidi'nin taban uzunluğu ile
yüksekliğinin birbirine oranı altın
oranı vermektedir.
Selimiye Camisi Mimar Sinan,
altın oranı
Edirne'deki
Selimiye
Camisi'nde
kullanmıştır.
Caminin
minarelerindeki
ışıklı bölmelerin
oranı, altın
oranına eşittir.
Bu durum
Süleymaniye
Camisi'nde de
geçerlidir.
Çam Kozalağı Kozalağın içindeki merkez
noktadan dışarıya doğru spiral
biçiminde uzayan her bir tanenin
eğrilik açısı, bize altın oranı
vermektedir.
Ayçiçeği Tıpkı papatyadaki gibi,
çiçeğin merkezinden sağa
doğru gidenlerle sola doğru
giden taneciklerin oranı altın
orana eşittir. Papatyaya
benzeyen çiçeklerin
neredeyse tamamında bu
oran geçerlidir.
Salyangoz Salyangozların sırtlarındaki
sarmal kıvrımlar, onların
korunarak büyümeleri için en
uygun yöntemdir. Bu sarmal
kıvrımlar bir kağıda
aktarıldığında bir altın
dikdörtgen elde edilmektedir.
Yani bunun kısa kenarının uzun
kenarına oranı altın orana eşittir.
DOĞADA VAR OLAN
ALTIN ORAN
Kaynaklar:
http://www.altinoran.org http://goldennumber.net
http://www.itusozluk.com http://www.levocan.com
http://technorati.com http://www.bilgiustam.com
25
>26
FARUK YALÇINMatematik Yüksek Lisans
27
>28
Reishi veya lingzhi (Ganoderma lucidum), Polyporaceae familyasından geleneksel Çin tıbbında yaklaşık 4000 yıldır ilaç olarak kullanılan sıvı olarak özünün tüketildiği bir mantar türüdür Kansere karşı Japonya Sağlık Bakanlığınca ilaç olarak kabul gören Reishi,
Japoncada “Ölümsüzlük” anlamına gelmektedir..Yenilebilir bir mantar değildir. Genellikle meşe ve erik ağacı kütüklerinde, üzerlerinde yaklaşık 9 aylık gibi bir sürede yetiştirilir. Reishi mantarı yumuşak, altı odacıksız, belirgin bir sapı olmayan yumuşak, düz ve kırmızı cilalı bir şapkaya sahip olan bir mantardır. Mantarın yaşına göre alt kısmı kahverenginin çeşitli tonlarındadır. Altında odacıkları bulunmaz ve sporlarını çok ince gözeneklerden yayar. Buruk bir tadı vardır.
Yapısının %90 su olan mantarların aksine Reishi mantarı (Ganoderma Lucıdum) sadece %75 su içerir. Bunun da iki sonucu vardır. İlk olarak yapısındaki su miktarının diğer mantarlarınkinden az olmasından dolayı, aktif bileşen miktarı daha fazladır. Öte yandan, su içeriğinin az olmasından ve yapısında kitin içermesinden dolayı, Ganoderma Lucıdum' un gövdesi sert bir yapıya sahiptir. Bu nedenle kimse bu mantarı işlem görmeden yiyemez.Ganoderma Lucidum'daki anti kanser ajanları Polysaccharid'ler ve Germanium'dur. Ganoderma'nın Polysaccharid fraksiyonu geniş olarak anti tümor tesirinden sorumludur.
ETKİLERİ VE YAN ETKİLERİ*Ganoderma lucidum, kemoterapi veya radyoterapi sonrasında oluşan yan etkiler olan saç dökülmesi, iştah kaybı, yorgunluk, kemik iliği supresyonu ve enfeksiyon riskini ortadan kaldırır. *Ganoderma lucidum'un ana niteliği kanser ile savaştır.İn vitro testlerle kanser tümörlerine karşı Ganoderma lucidum bileşenlerinin etkili olduğu gösterilmekle kalmayıp Reishi den izole edilen ve Ling zhi -8 adı verilen bir proteinin transplant reddini engellediği de gösterilmiştir. * Bağışıklığın arttırılmasına ve endokrin sistemin düzenlenmesine yardım eder. Tümorleri engeller, zararlı serbest radikallerin oluşumunu elimine eder. * Kanserli hücrelerin DNA sentezini bozar, tümörlü hücrelerin terminal enzim aktivitesini yok eder, T ve B lymphocyt'lerindeki macrophage'ı düzenler ve arttırır böylelikle kanser hücrelerinin yayılmasını kontrol altında tutar. * Karaciğer detoksifikasyonunu arttırır ve böylelikle karaciğer fonksiyonunu geliştirerek karaciğerde yeni hücre üretimini tetikler. * Özellikle böbrek rahatsızlıklarında verimlidir.*2000 yılı aşkın süreden beri Çin ve Japon halklarının sağlıklı yaşam ve uzun ömür için
kullandığı Reishi mantarı, özellikle karaciğer bozuklukları, artrit ve hipertansiyon gibi rahatsızlıklar için tercih edilmiştir. Günümüzde insanlarla yapılan araştırmalarda da
Reishi'nin antiallerjik, antiemflamatuar, antiviral, anti bakteriyel ve özellikle antioksidant (yaşlanmayı geciktirici ) özellik taşıyan bileşikler içerdiği bulunmuştur.
* Reishi metabolik ve psişik yorgunlukları (kendini hasta hissetme veya mutsuzluk gibi) yaşam sevincine ve sağlıklı bir psikolojiye dönüştürmede büyük ölçüde yardımcı olmaktadır. Bağışıklığını güçlendirme, fiziksel canlılığını koruma ve geliştirme ve her türlü asabi yorgunluktan korunabilme yönünde kendine yüksek düzeyde yardımcı olabilir.
CANLILAR DÜNYASICANLILAR DÜNYASI(Ganoderma lucidium , Red Reishi )
ÖLÜMSÜZLÜK MANTARIÖLÜMSÜZLÜK MANTARI
Yapılan araştırmalarda Ganodermanın bitkisel destek olarak kullanıldığında;
a) Kemoterapi ve radyoterapi sonrasında oluşan yan etkileri asgari düzeye indirdiği,
b) Tümörlü organın hayatta kalma süresini uzattığı ve başka organlara sıçrama olasılığını
azalttığı, c) Yaşam kalitesini geliştirdiği,
d) Vakanın kendini tekrarlamasını engellediği ortaya çıkmıştır.
Kaynaklar
http://ganodermamantar.blogspot.com.tr/
www.healthcastle.com/herb_mushroom_reishi.shtml
A Ajitih T, K janardhanan K. Indian medicinal mushrooms as a source of antioxidant and antitumor agents. J Clin Biochem Nutr. 2007;40(3):157-62
Burçak G. Andican G. Oksidatif DNA hasarı ve yaslanma Cerrahpaşa Tıp Dergisi. 2004; 35 (4)
Berger A, Rein D, kratky E, Monnard I, Hajjaj H, Meirim I, Pigeut-Welsch C, Hauser J, Mace K, Niederberger P. Cholesterol – lowering properties of ganoderma lucidum in vitro, ex vivo. And in
KAPSUL PLUS
KAN NG NUR LU İ A E K
Özellikle prematüre doğan bebeklere anne vücudunun doğal bir kuvöz olarak kullanıldığı kanguru bakımı
öneriliyor.
Kangru bakımı nedir?
Kanguru bakımı (KB), anne ve bebek
bağlanmasını sağlayan, yenidoğanın
dış ortama uyumunu kolaylaştıran ten
tene temasa denir. Özellikle bakım
kaynakları sınırlı olan ülkelerde düşük
doğum ağırlıklı bebeklerin geleneksel
bakımına ek olarak öne sürülen etkili
ve güvenli alternatif bir yöntemdir.
Bebek sırtını kaplayan bir parça
battaniye dışında tamamen çıplak dik
bir şekilde annenin göğsüne temas
eder pozisyondadır, bebek annenin
tişörtü içinde oldukça fazla bir kangru
torbasını andıran bir şekilde
durmaktadır. Bu benzerlik “kangru
bakımı terimi” ni ortaya çıkarmıştır.
Kangru bakımı nasıl ortaya çıktı?
Kanguru bakımı vücut direnci düşük
olan tam gelişmeden doğan prematüre
bebekler için geliştirildi. Kangru bakımı
1970'lerde Colombia'da hastanelerde
enfeksiyon hastalıklarının artması ve
yeterli bebek ekipmanının ve
malzemenin olmaması nedeniyle
gelişen yenidoğan bebeklerindeki
yüksek ölüm oranını önlemek için
doğdu. Böylece erken doğan bu
bebeklerin ölüm oranlarında % 70"den
% 30" a bir düşüş gerçekleşmiştir.
Bebekler enfeksiyondan, solunum
problemlerinden ve ilgisizlikten
ölüyordu. Araştırmacılar annelerinin
vücuduna uzun süre yakın temasta
olan bebeklerin hem uzun süre
yaşadığını hem de korunduğu
gerçeğini buldular. Amerika'da
hastaneler ten-ten temasını yenidoğan
bebeklerin anne ve babalarıyla
sağlayarak kangru bakımını
desteklemektedir.
Kangru bakımının yararları nelerdir ?
Bebeği kapsayan yararları:
Düzenli kalp atışları
En uygun solunum alışkanlıklarını
geliştirir
Gelişmiş oksijen satürasyonu seviyesi
(Oksijenin bebeğin doku ve
organlarına ne kadar iyi ulaştığını
gösterir)
Uyku zamanında artma
Daha hızlı kilo artışı
Ağlamada azalma
Emmede daha çok başarı
Erken dönemde taburculuk
Aileyi kapsayan yararları:
Ailenin bebekleriyle olan bağlarında
duygularında gelişme
Anne sütünde artma
Annenin bebeği emzirmede güveninde
artma
Ailenin bebeğin iyi bakıldığı konusunda
güven duygusunda artma
Kontrol duygusunda artma
29
>30
Anne-bebek bağlanmasına etkileri
* Anne- bebek ilişkisinin başlatılması için etkili ve güvenli bir alternatiftir. * Ten tene temasın sağlanmasıyla
birlikte anne bebek etkileşimi olumlu etkilenir.
* Annenin yeterlilik duygularını artar ve annelik rolüne erken uyum sağlar. *Anne memnuniyeti ve anne bebek bağlanmasının artmasında pozitif
etkileri vardır. * Anne bebek çifti arasında düzenli
etkileşim olduğu gözlenir.
Psiko-sosyal Etkileri
Anne karnındaki ortamdan farklı bir ortama geçmede yapay ısı
düzenleme, besleme ve fiziksel temas eksikliği, preterm yenidoğanın; hatta term yenidoğanın üzerinde önemli
zararlı etkileri olabileceği bildirilmiştir. Hastane rutinlerinde anne bebeğin ayrılması annelerin bebeklerine dokunmalarına engel oluşturmaktadır. KB ebeveynlerin bebeklerine doğrudan dokunma,
giyiminde ve emzirilmesinde etkin bir rol almasına ortam sunar. Böylece
bebekler daha az yenidoğan stresine maruz kalarak, dış ortama uyumları kolaylaşmış olur. 2018 yenidoğanı
içeren 60 çalışmada KB ilk 24 saatte başlatılan ve 24 saatten sonra
başlatılan grup karşılaştırılmış. İlk 24 saatte başlatılan grupta anne-
yenidoğan etkileşiminin daha iyi oldu gözlenmiştir.
Davranışsal Etkileri
Ten tene temas sağlanan bebekler * Vücut ısılarını korurlar.
* Daha az ağlarlar. * Daha çabuk uykuya geçerler.
* Daha uzun süre uyurlar. * Daha sakin olurlar, ağlama ve
huzursuzluk süreleri kısalır. * Salgıladıkları endorfin sayesinde
ağrı ile daha iyi başederler. * Yoğun bakım stresi ile daha iyi
başeder * KB ailelerin, bebekleri ile ilgili korku ve anksiyetelerini azaltır.
Kangru bakımı neden işe yarıyor?
Kangru bakımının yukarıda yazılı yararları
çalışmalarla gösterilmiştir. Aslında
çalışmalarda cil-cilt temasıyla tutmanın
bebeğin kalp atışlarını ve solunumunu
düzenlediği, oksijen satürasyonununun
geliştiği ve bebek vücut ısısının ve kalorisinin
daha iyi sonuölar gösterdiği bulundu.
Bir anne bebeğini kangru metoduyla
tuttuğunda yeni doğan tioik olarak anne
göğüslerine sokulur ve 2-3 dakika içinde uyur.
Anne göğüsleri bebeğin ihtiyacına göre ısıda
değişiklik gösterir. Diğer bir ifadeyle bebek
soğuksa göğüs ısısı artarak bebeği ısıtır,
bebek sıcaksa göğüs ısısı düşerek bebei
normal vücut ısınsa getirir. Bu temas
sırasındaki ekstra uyku ve vücut ısısındaki
düzenleme bebeğin gelişimi ve gerekli kilo
alması üzerine yarar sağlar. Anne teni
üzerinde olmak bebeğin aynı zamanda
solunum ve kalp atışlarını düzenler. Sonuç
olarak, çalışmalar kangru bakımının bebeğin
beyin gelişimi üzerinde de pozitif etkileri
olduğunu göstermektedir.Düşük kilolu yeni
doğanlarda Kangru Bakımının güvenliğini ve
etkinliğini değerlendiren çalışmaların
sonucunda elde edilen bulgular, Kangru
Bakımı Tekniği anne sütünü, bebeğin
emmesini artırmada, büyüme ve kilo alımını
geliştirerek bebeğin hastane kalma süresini
kısaltmaktadır.
Kangru bakımına nasıl başlıyoruz?
Kangru bakımı konusunda aileye yol
gösterecek genel talimatlar aşağıda
belirtilmiştir.
Sutyeninizi çıkarınız, önü rahatça
açılabilecek bluz veya tişört giyinin.(
Hastane gömleği de kullanabilirsiniz).
Bebek sadece alt bezi veya şapka giyecek,
göğsünüze dik bir konumda
yerleştirilecek.
Bebeği tişörtünüzle, hastane gömleğiyle
veya battaniyeyle arkadan sarın.
Artık sadece rahatlayın ve bu eşsiz
deneyimden yararlanın.
Bu şekilde bebeğinizi tutmak için haftada
3–4 kez 1 saatlik bir zaman planlayın.
Bebeğinizin dinlenmesine izin verin.
Bebeğinizle oynamanız için bu uygun
zaman değil.
Babalar da bebeklerine kangru bakımı
verebilir. Babanın vücusundan farklı
hisler alan bebek farklı tepkiler
verecektir. Ayrıntılı bilgi için hemşireye
başvurulabilir.
31
>32
KAPSUL PLUS
9 ŞUBAT DÜNYA SİGARA
BIRAKMA GÜNÜ
ünya üzerinde yaşayan insanların sağlığını tehdit eden en önemli etkenlerden biri sigara
Dkullanımıdır. Önemli bir halk sağlığı sorunu olan sigara kullanımı aynı zamande birey ve
ülke ekonomisini olumsuz yönde etkileyen bir alışkanlıktır. “9 Şubat Dünya Sigarayı Bırakma
Günü” adı altında tertip edilen etkinliklerin amacı; sigara kullanma alışkanlığı olan insanların
sigaranın zararları konusundaki bilgilerini artırmak suretiyle, insanların sigara kullanma
alışkanlığından uzaklaşmasına sebep olacak birtakım davranış değişikliklerine sebep olmaktır.
Başka bir ifade ile, “9 Şubat Dünya Sigarayı Bırakma Günü” sigaranın zararları konusunda
toplumsal farkındalık oluşturmaktır.
Sigara içildiği anda vücut olumsuz yönde etkilenmeye başlar, nabız sayısı yükselir, kişi daha hızlı
nefes alıp vermeye başlar, kan dolaşımı yavaşlar. Sigara, içinde yaklaşık 3700 zehirli madde
barındıran bir karışımdır. Bunların büyük bir bölümü kanserojendir. Bu maddelerin en zararları
karbonmonoksit, hidrojen siyanid ve amonyaktır ve bu zehirli kimyasal maddeler, bir nefes sigarayla
kan dolaşımına karışır. Bunun sonucunda zaman içinde birtakım akciğer ve diğer organlarla ilgili
rahatsızlıkları başlar. Sigara kullanan kişiler daha sık grip ve soğuk algınlığı gibi hastalıklara maruz
kalırlar.
Tüm bu olumsuz etkilerine rağmen sigara bırakıldığı andan itibaren vücut kendi kendini tamir etmeye başlar.
Ancak on yıl içinde vücut hiç sigara içmemiş bir insanın vücudu haline gelebilmektedir. Sigarayı bırakmak için
kanser ya da kalp hastası olmayı beklememeliyiz, zira böyle bir durumda vücudunuzun kendini tamir etmesi
için yeterli vaktimiz olamayabilir.
Sigara içilen bir ortamda bulunmak ve bu ortamdaki kirli havayı teneffüs etmek pasif sigara kullanımı olarak
ifade edilir. Pasif sigara kullanımı, yani sigara içilen bir ortamda bulunmak ta, aktif sigara kullanımının
sebep olduğu hastalıklara hemen aynı oranlarda yol açabilmektedir.
Sigara, günümüzde yaygın olarak tütünün kağıda sarılmasıyla yapılarak kullanılan bu
içeceğin M.S ve 18. yüzyılda Avrupa'ya İspanya yoluyla Amerika Kıtası'ndan geldiği
sanılmaktadır. İlk yıllarda tütün yaprağına daha sonra da ince kağıda sarılarak içilmeye
başlanmıştır.
Dünya Sağlık Örgütü tarafından sigara ile mücadele kapsamında 1987 yılından bu yana 9 Şubat Dünya Sigarayı
Bırakma Günü olarak anılmaktadır.
Her yıl dünyada yaklaşık 2.500.000 kişi sigaranın sebep olduğu hastalıklar yüzünden hayatını
kaybetmektedir. Sigaranın sebep olduğu en önemli ölüm sebebi akciğer kanseridir, bunu kalp
hastalıkları ve diğer kanser türleri takip etmektedir.
Sigara içme yasağı65 ülke sigara içimine çeşitli sınırlamalar getirmiştir.Dünya üzerinde
bilinen ilk uygulama 1993 yılında ABD'nin Kaliforniya eyaletinde
başlamıştır. Hollanda ve İrlanda'da 1 Ocak 2004, Fransa'da 1 Şubat
2007, İngiltere'de 1 Mayıs 2007, Almanya'da 1 Ocak 2008, İspanya'da
1 Ocak 2006, Norveç'te 1 Haziran 2004, İsveç'te 1 Mayıs 2005 ve
Kosova'da 1 Mart 2011 tarihinde kapalı yerlerde sigara içilmesi
yasaklanmıştır.
Türkiye'de sigara tüketimine ilişkin ilk yasal kısıtlama, 26 Kasım 1996
tarih ve 22829 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 4207 sayılı Tütün
Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun ile öngörülmüştür.
Bu Kanun ile sigara başta olmak üzere tütün ürünlerinin zararlarının
anlatılması ve tüketiminin önlenmesine ilişkin tanıtım, vb. uygulamalar
gündelik hayatta yer bulmaya başlamıştır.
9 Şubat tarihi, sigaradan kurtulmak isteyen bireyler için önemli bir başlangıç olabilir. Bir bağımlılık türü olan sigaradan kurtulma yönündeki en önemli adım, kişinin sigarayı bırakma konusundaki kararlılığıdır. Bu konudaki
kararlılık en önemli adım olmakla birlikte, bir hastalık olarak kabul edilen sigara kullanma alışkanlığından kurtulabilmek için sağlık çalışanlarının desteğine de çok ihtiyaç duyulabilir. Bu durumda en yakın sağlık kurum ve kuruluşlarına
müracaat edilerek veya Bakanlığımızın “Alo 171 Sigara Bırakma Hattı” aranarak destek istenmelidir.
33
>34
Sigarayı bırakmada öncelikli olarak yapılacak
işlemleri sıralayacak olursak;
· İradenizi sonuna kadarkullanmayı göze alınız.
· İş ve iş çevresinde sigara
içen arkadaş ve
çevrelerden kesin olarak
uzaklaşınız .
· Size sigarayı hatırlatan her
şeyi hayatınızdan
uzaklaştırınız.
· Kendinizde sigara arzusu
uyandıran yiyecek ve
içeceklerden uzak durunuz
.
· Özellikle kendinizde sigara
arzusu şiddetlenince bir
bardak su içiniz .
· Sizi strese sokacak
konulardan ve
tartışmalardan uzak
durunuz.
· Boş zamanlarınızda sportif
faaliyetlere hiç olmazsa
uygun yürüyüşler yapınız.
Mümkünse birkaç
arkadaşla grup halinde
bırakınız ve bu savaşta
mistik ve manevi
duygularınızı da devreye
sokunuz.
Sigarayı bıraktıktan sonra
Sigarayı bıraktıktan 2 saat
sonra nikotin vücudunuzu
terk etmeye başlar.
6 saat sonra kalp atış hızı ve
kan basıncı düşmeye başlar.
12 saat sonra sigara
dumanından kaynaklanan
zehirli karbonmonoksit kan
dolaşımınızdan temizlenir ve
ciğerlerinizin daha iyi
çalışmasını sağlar.
2 gün sonra tat ve koku
duyularınız keskinleşir.
2-12 hafta içinde kan
dolaşımı iyileşir, bu da
yürüme, koşma gibi fiziksel
aktiviteleri kolaylaştırır.
3-9 hafta sonra öksürme,
nefes darlığı, hırıltı gibi
problemler azalır ve
akciğerleriniz güçlenir.
5 yıl içinde kalp krizi riski yarı
yarıya azalır.
10 yıl sonra akciğer kanseri
riski yarıya inerken kalp krizi
riski hiç sigara içmemiş bir
kişinin riskiyle aynı orana
düşer.
Kaynaklar
http://sakaryahsm.gov.tr/detay/242/9-subat-dunya-sIgarayi-birakma-
gunu.aspx
http://www.tapdk.gov.tr/tr/duyurular/9-subat-sigarayi-birakma-gunu.aspx
http://www.duzcesaglik.gov.tr/index.php/haberler/90-9-subat-dunya-
sigara-birakma-gunu
http://www.yesilay.org.tr/tr/bagimlilik/sigara-ve-tutun-bagimliligi 35
>36
KAPSUL PLUS
Eski Dostlarımıza Merhaba Deyin: BÖCEKLER
Böcekler dünyanın birçok yerinde insanlar
için zararlı, iğrenç ve korkutucu olmaktan çok, hayatlarının önemli bir kısmını meşgul eden ve derin etkiler bırakan canlılar olmuşlardır. İnsan hayatında önemli bir payı olan böceklerin bu rolleri birçok insan tarafından bilinmemektedir.
Böceklerin insan kültüründeki
rolleri hakkındaki çalışmalar genellikle
E n t o m o l o j i b i l i m i n i n a l t ı n d a
yürütülmektedir. Bu roller araştırıldıkça
ortaya çıkan ilginç sonuçlar insanları
şaşırtmış ve heyecanlandırmıştır.
İnsanlar için böcekler faydalı keşiflerin
yapılmasına ilham kaynağı olmuştur.
İnsan hayatında yiyecek, ilaç, uğur, süs
eşyası, sembol, eğlence, edebiyat,
roman, şiir, film ve oyun, eğlence ve
müzik, çocuk edebiyatı ve çizgi filmler,
halkbilimi, rüya tabirleri, el sanatları ve
mücevherler, tarih, din, halk sağlığı,
adli davalara ip uçları bulma (Forensic
entomoloji), besin kaynağı olarak yer
almıştır.
İ n s a n o ğ l u v e b ö c e k l e r
arasındaki ilişki uygarlıktan oldukça
önce başlamış ve günümüze değin
devam etmiştir. Kuşkusuz ki insanlık var
olduğu sürece devam edecektir. Bu ilişki
hem insanın hem de bazı böceklerin
sürekli olarak aynı zamanda aynı şeyleri
istemesinden kaynaklanmaktadır.
Genelde insanoğlu kendini doğanın
sahibi ve hâkimi kabul ederse de
aslında böcekler dünyanın asıl sahibi
o lmuşlar ve insanın meydana
gelişinden çok önce ortaya çıkmışlardır.
37
>38
İnsanoğlu ve böcekler arasındaki
ilişki uygarlıktan oldukça önce başlamış
ve günümüze değin devam etmiştir.
Kuşkusuz ki insanlık var olduğu sürece
devam edecektir. Bu ilişki hem insanın
hem de bazı böceklerin sürekli olarak
aynı zamanda aynı şeyleri istemesinden
kaynaklanmaktadır. Genelde insanoğlu
kendini doğanın sahibi ve hâkimi kabul
ederse de aslında böcekler dünyanın asıl
sahibi olmuşlar ve insanın meydana
gelişinden çok önce ortaya çıkmışlardır.
Tarih boyunca insanlarla böcekler
arasındaki ilişkilerin kaynağında doğa
nimetlerinden yararlanma gayreti
gelmektedir. İnsanlar ve böcekler bu
nimetlere sahip olmak için büyük caba
s a r f e t m i ş v e e t m e y e d e v a m
etmektedirler. Dünya var olduğu sürece
de bu ilişkiler devam edecektir. İnsan
böcek ilişkilerini ya da insan böcek
savaşının hakiki galibi bugüne kadar
daima böcekler olmuştur. Zaten
insanoğlunun savaşını kaybettiği tek
canlı da böceklerdir.
Yaklaşık olarak 50 milyon yıldan beri
yaşayan böcekler yeryüzüne iyi bir
şekilde yerleşmişlerdir.
Böcekler dünyada en çok çeşitliliğe sahip olan
hayvanlar olup, canlılar âleminin en kalabalık sınıfıdır.
Dünya da tanımı yapılan hayvan türlerinin 4/5 ini böcekler
oluşturmaktadır. Doğada yaşayan böceklerin %99'dan
fazlasının insanlar için faydalı olduğu bilinmektedir. Bilinen
yaklaşık 1 milyon 300 bin böcek türünün sadece %1'nden
daha azı doğaya zarar vermektedir. Sayısal olarak az
olmalarına rağmen bu zararlıların etkileri oldukça büyük
olmaktadır (Demir ve ark. 2008).
İnsanların büyük çoğunluğu, sözcüğün tam
anlamıyla böceklerden tiksinir ve korkarlar. Bazılarında bu
korku, fobi derecesine kadar ileri gider. Oysa birkaç türünü
saymazsak, böceklerin insana hiçbir zararı yoktur. Tam
tersine yararları çok fazladır. Çünkü böcekler, yeryüzünde
''yaşam'' denilen altın zincirin en önemli parçalarından birini
oluştururlar.
Dünyada insan nüfusu giderek artmakta ve buna paralel
olarak gıda talebi de yükselmektedir. İşte tam da bu nokta
da devreye böcekler girer. Yaşamın temelinde böcekler
vardır. Başta tozlaşma, ürettiği metabolik oluşumlarla
ekonomik değer, temel besin üretimi ve bu alandaki
kullanımları, bunun yanı sıra farklı zararlı böceklere ya da
bitki gruplarına karşı savunma mekanizması olarak
kullanımı, toprağın havalanmasını, topraktaki leşlerin
sindirilmesi gibi doğal ve yararlı faaliyetlerde bulunurlar.
Bunlardan farklı olarak zaman zaman sanatçılar, yazarlar,
kuyumcular, takı tasarımcılar vb. meslek grupları da
böceklerin estetik yanlarından faydalanabilirler
Forensic entomolojide kullanılmaları
Böceklerden, bazı suç olaylarını çözmede
yararlanılmaktadır. Cesetler üzerinde
bulunan böceklerin gelişmesine bakılarak
cesedin kaç günlük olduğu, nasıl öldürüldüğü ve cesette
bulunan böcekler ile ortamda bulunan böcekler
karşılaştırılarak cinayetin aynı yerde mi yoksa farklı bir
alanda mı işlenip bu ortama getirildiği hakkında bilgiler
edinilmektedir. Bu metotlar ile özellikle yurt dışında ve
ülkemizde de cinayetler aydınlatılmıştır.
Ölümden hemen sonra, hayvan veya insan
cesetlerinin dokularından yayılan kokular, sinekler ve
diğer omurgasızlar için çok çekicidir. Cesede ilk gelenler Calliphoridae familyasına ait olan mavi ve
yeşil şişe sinek türleri ve bunu takiben Sarcophagidae familyasına ait leş sinek türleridir. Cinayet veya
şüpheli ölüm vakalarında ölümün gerçekleşmesinden sonra geçen zamanın saptanması pek çok
olayın aydınlatılabilmesi için gereklidir ve larvaların büyüme hızlarına dayalı tahmini saatlerle ifade
edilebilir doğruluktadır.
Çürümüş cesetler farklı canlı türleri için geçici, değişen bir besin kaynağı oluşturur. Bunun yanında
cesedin bulunduğu ortama bağlı olarak etçiller, kemiriciler, balıklar ve diğer canlılar da cesede
saldırarak cesedin parçalanmasına katkıda bulunur. Bu canlıların içinde en büyük zararı veren
böcekler, sadece açıkta kalmış cesedi harap etmekle kalmayıp aynı zamanda gömülmüş cesetlerin yok
olmasında da etkin rol oynarlar
Besin kaynağı olarak
kullanılmaları
Böcekler büyük bir protein kaynağı
olup yağ ve diğer besin öğelerince
zengindir. İnsan gıdası olarak 500
kadar böcek türünün yenildiği bilinmektedir.
Bun lar ın %40 ' ı Meks ika l ı la r tara f ından
tüketilmektedir.
Böcek yemek düşüncesi bugün ve geçmiş
yıllarda birçok insan tarafından hoş görülmemiştir.
Fakat çoğu kültürde de böcekler ve diğer
Arthropodalar yiyecek olarak kullanılmaktadır.
Böcekler Paris ve Londra'daki birçok lüks
restoranlarda özel bir yemek olarak servis edilmektedir. Bugün dünyanın birçok yerinde böcekler insan
besininin bir bölümünü oluşturmaktadır. Bunun başlıca sebepleri: Böceklerin protein, karbonhidrat,
mineral ve vitaminler bakımından zengin buna karşın yağ oranı düşük iyi bir besin olmaları, kolay bulunur
olmaları ve fazla yer kaplamamalarıdır. Böcekler besin değeri bakımından geleneksel olarak tükettiğimiz
etlerden daha değerlidir. Dünyanın değişik ülkelerinde böcek yiyen insanlar böceklerin çok lezzetli
olduklarını ve bütün insanlara böcek yemeyi tavsiye ettiklerini bildirmektedirler.
Java'da termitler, Arabistan ve Afrika'da çekirgeler, Güney Amerika'da karınca gibi böcekler
insanlar tarafından besin olarak alınırlar.
39
>40
Esin kaynağı olarak
(Biyomimikri) kullanılmalarıCanlıların birçok biyolojik ve morfolojik
özellikleri insanlar tarafından incelenerek, taklit
edilmeye çalışılmıştır (Biyomimikri). İnsanların
bu keşifler için en çok kullandığı canlı grubu ise
böceklerdir. Örneğin; NASA'nın kullandığı uzay
aracı örümceklerden esinlenmiştir. Ayrıca,
helikopter'in keşfinde Yusufçuklardan
esinlenilmiştir.
Oyun ve böcekler
Cricket oyunu; on birer kişilik iki takımın
arasında oynanmaktadır. Oyunun amacı küçük ve
ağır bir topu, ucu kıvrık sopalarla vurarak karşı kaleye
sokmaktır. Birçok ülkede federasyonu vardır ve resmi
bir ligi oluşturulmuştur. Avrupa'da birçok okulda
tercih, edilen bir bahçe spor dalıdır. Oyuna ismini
veren “Criket” cırcır böceği anlamındadır. Ayrıca,
çocuk oyunu olarak “Beyaz kelebekler” diye bir oyun
bulunmaktadır. Çocuklar kol kola girerek bir halka
oluşturmakta ve dönerek “Beyaz kelebekler nereye
uçtunuz, sonunuz geldiyse, bir eş bulunuz” şarkıyı
söyleyerek dairenin içinde bulunan bir çocuğun eş
seçmesini isterler. Plastikten yapılmış böcekler,
çocuklar için oyuncak olmuşlardır. Bu plastik böcekler
çocukların ilgisini çok fazla çekmektedir. Plastik olarak
yapılan böcekler daha çok Yusufçuk, kelebek, tırtıl ve
arılardır. Ayrıca çocuk eşyalarının bir parçası böcek şeklinde olabilmektedir. Örneğin; bir çocuk saatinin
akrep ve yelkovanı böcek seklinde yapılabilmektedir.
Halk bilimi ve böcekler
Böcekler insanların efsanelerinde,
inanışlarında ve masallarında da önemli bir yer
almaktadır. Örneğin; Afyonkarahisar ili, Çay
ilçesi, Elbiz deresi ağzında Bambul Tekkesi diye
anılan yerde 2 kabir bulunmaktadır. Bu
kabirlerin birinde bulunan şahısın kerameti
olarak şöyle bir inanış vardır; mahsullere (arpa,
buğday vb.) bambul böceği saldırdığında
tekkenin yanından biraz toprak alarak tarlaya
serpildiğinde bambul böceklerinin bu araziyi
terk ettiğine inanılmaktadır
Sivas ili, Kangal ilçesi, Etyemez köyünde,
Etyemez baba diye bilinen bir türbe
bulunmaktadır. Bu türbeye yurdumuzun her
tarafından binlerce insan gitmekte ve türbeyi
ziyaret etmektedir. Türbeyi ziyaret etmelerindeki
amaçlardan biri böcek sokmalarına karşı önlem
almaktır. Ayrıca uğur böceği, üzerinize konarsa
yıl boyunca uğur sayılır. Ancak, hiçbir zaman için
öldürmemek ve ezmemek gerekir. O zaman
uğursuzluk getirdiğine inanılmaktadır.
Edebiyat, roman ve şiirlerde kullanılmaları
Böcekler ülkemizde ve dünyada romanda, hikayede, şiirde, atasözlerinde ve deyimlerde sık sık kullanılmıştır.
Örneğin; İngiltere'de böcekler yüzden fazla modern romana isim olmuşlardır. Ayrıca, “Anlayana sivrisinek saz,
anlamayana davul zurna az” ve “Çanakta balın olsun Bağdat'tan sinek gelir” gibi atasözlerinde, “Dilini eşek arısı
soksun” , “Sinek avlamak” ve “Sinekkaydı tıraş” gibi deyimlere de halk arasında sıkça yer verilmiştir.
Böcekler, çocuklar için yazılmış bir çok masal ve hikayede önemli roller üstlenmişlerdir. Örnek olarak;
“Canavar Otu ile Kahraman Minik Böcek”, “Küçük Tırtıl”, “Ağustos Böceği ile Karınca” gibi hikayeler verilebilir.
Böcekler fıkralarda ve bilmecelerde yer bulmaktadır. Örneğin; Bir ağaçtan bir zencinin koluna düşen böcek ne diye
feryat eder? (Eyvah karakola düştüm).
Din ve böcekler
Böcekler mitolojide sadece dünyayı yaratan tanrı olarak görülmemektedir. Aynı zamanda tanrıdan mesaj
veren, yaratıcının temsilcisi olarak bazen görev yapan ve sık sık insan ruhunda sembolik olarak görev aldığına inanılan
yaratıklar olarak algılanmaktadır. Bununla beraber Ağustos böcekleri, Gübre böcekleri ve bazı böcekler genellikle
yeniden doğuşun, yeniden dirilişin ve olumsuz bir hayatın sembolü olarak görülmüşlerdir. Japon mitolojisinde
örümcekler, tanrıların cennette boyun eğdirerek baskı yaptığı şeytanın sembolü olarak görülmektedir.
İsim ve simgelerde böcekler
Böceklerin bazıları, çalışma alanları kendileri ile pek alakalı olamayan şirketlere isim olmuşlardır. Örneğin;
Böcek yapım, Arı gıda, Sinekli bakkal vb. Ayrıca birçok aileye soy isim olmuşlardır. Örneğin; Neşe Karaböcek,
Böcekler çalışkan olmaları ve uğur getirdiklerine inanmalarından dolayı partilerin bayraklarını amblem olarak
süslemişlerdir. Örnek olarak; Arı, uğurböceği , kelebek vb.
Buprestidae ve Scarabaeidae II. Tarih öncesi çağda Mısır'da kutsal böcek olarak tanınmış ayrıca krallara isim
olarak kullanılmıştır.
Tarih ve böcekler
Türk tarihinde, Çekirge istilaları iç göçe sebep olmuştur. 1826 tarihinde Beyşehir sancağında meydana
gelen çekirge istilası sebebi ile 100 kadar aile diğer yerleşim yerlerine göç etmiştir. 1828 yılında Bergama'da
yaşanan benzer bir durumda halk başka yerlere göç etmek zorunda kalmıştır. Tanzimat Döneminde Kıbrıs adasında
1845'den 1869'a kadar belirli aralıklarla süren çekirge saldırıları tarihte “çekirge istilası” olarak geçmektedir. Bu
olay, adada bazı sosyo-ekonomik sonuçlar meydana getirmiştir.
41
>42
OZAN ÖZTÜRKBİYOLOG
KaynaklarAktaç, N., (2003): Entomoloji Ders Notları, EdirneDemirsoy, A., (2006): Yaşamın Temel Kuralları, Omurgasızlar/Böcekler (Entomoloji), Cilt –II, Kisim-II, Dokuzuncu Baskı, AnkaraÖzbek, H., (2002): Arılar ve Doğa (Derleme), Atatürk Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, Erzurum, Uludağ Arıcılık Dergisi Ağustos.
Bizim sofralarımızdan ve hatta bizden binlerce yıl
önce yaşamış atalarımızın sofralarından
bile eksik olmayan peynirin, bakterilerin ve
mantarların başrol oynadığı bir
mikroorganizmalar sineması olduğunu biliyor muydunuz?
GİZEM SİNEMASI :PEYNİR 43
>44
undan yıllar önce peynir,
Binsanların muhafaza etme sıkıntısı yaşadıkları sütün,
kullanım süresini uzatmak istemeleri sonucu ortaya çıktı. Günümüzde ise bir çok çeşide sahip olmakla birlikte, çeşitlendirilmede sınır tanılamayan, sofralarımızda çeşitlerini görmekten mutluluk duyduğumuz bir besin kaynağı. Hatta bu çeşitlendirme de koltuk altı ve ayak parmakları arasında ki bakterileri bir seçenek olarak görüp deneme yapanlar bile var. Peynir için bir gizem sineması demiştik. Peki, bu sinemanın oyuncuları kimler? Ve ya oyunu her seferinde farklı bir gizeme, farklı bir tada götüren başroller nelerdir? Peynir, bakteri ve mantarların yardımıyla oluşurken onların özelliklerine göre de çeşitleri bulunuyor. Süte asidik bir ortam yaratmak için katılan laktobasil ya da streptokok, bakterilerin bu yolda ki en önemli rolünü başlatıyor. Ardında oyuna dahil olan yardımcı oyuncu enzim, süt proteinlerini parçalıyor. Bu olaydan sonra proteinler yağıda aralarına alarak bir topak oluşturmaya başlıyorlar. Eğer halk dili ve halk gözlemine dönersek biz buna 'sütün kesilmesi' diyoruz. İkinci temel sahne olarak bu topaklar süzülüp üzerine baskı konularak beklenildiğinde peynir ortaya çıkıyor.
Bir peynir kalitesi: Küfler
Böyle bir bekleme de dahil olmak isteyen bir sürü
oyuncu mikroorganizma çıkıyor ortaya.
Kendi özelliklerini peynire geçirmeye
başlıyorlar. Mesela Fransa'da
ki mağarada bulunan Penicillium roqueforti adlı mantarın 'rokfor' peynirine, cam göbeği renkli
dokuyu kazandırdığını biliyor muydunuz? Bu peynire istenilen dokuyu kazandırmak için bu
mağaralarda olgunlaştırılır. Uygun koşullar sağlayamayan ülkeler, aynı özellikleri sağlayacak
bakterileri dışarıdan ekleyerek de üretim yapabiliyorlar. Yalnız bu işlemler sırasında
mantarın gelişiminin büyük bir önemi var. Örneğin; Penicillium roqueforti
Havaya ihtiyaç duyduğu halde fazla oksijenli ortamlarda ölme tehlikesi çok yüksektir. Üreticiler bu nazlı oyuncunun oynama koşullarını da peynir kabına metal çubuklar sokarak açtıkları deliklerle sağlamışlar. Küf, peynirde ki yağı, yağ asitleri ve metil ketonlara dönüştürerek o sabunumsu tat ve belirgin kokuyu ortaya çıkarmış olur. Normalde vücuda alındığında toksin üreterek sağlığa zarar
veren hatta ölüme yol açan bu küfler, peynir dokusunda bu tehlikeleri kaybederler.
Senaryo da sınır tanımayanlar için ayak kokulu peynir:
Siz hiç peynirli cips yedikten sonra odaya giren insanların 'Burası ayak kokuyor' dediğini duydunuz mu? Ya da peynirli bir ürünün
paketini açtığınızda ayak kokusu aldınız mı? Epoisses ya da Limburger gibi olgunlaştırılırken
bir çok kez tuzlu su ile yıkanan kabuklu peynirlerin başrol oyuncusu Brevi bakterilinen
adlı bakteridir. Bu oyuncumuzun yaydığı butrik asit ve izovalerik asit gibi karakteristik özellikler
peynire 'ayak kokusu' özelliği veriyor. Bu bakterinin bize oyunu insanlarda ayak
kokusunu yapan bakterinin de bu olmasıdır.
Bilim insanları yüzyıllardır peynirler üzerinde bir sürü senaryo uygulamışlar. Başrolleri
senaryoda değiştirerek bir çok çeşit peynir üretimi sağlamışlar. Oyuncuların,
mikroorganizmaların etkileri ve karakteristik özellikleri hakkında ki çalışmalar bu işi daha
da gizemli hale getirmekte. Size bundan sonra ki yaşamınız da gizem
sinemasında iyi seyirler diliyoruz.
45
>46
AYŞE BEYZA SÖZÜERGIDA MÜHENDİSLİĞİ
S TEVE JOBSSteve Jobs, Amerikalı Joanne Carole Schieble ve Suriye asıllı Abdulfattah John Jandali'nin
oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Biyolojik annesi evlenmemiş bir üniversite mezunuydu ve
Steve'i evlatlık vermeye karar vermişti. Steve'in öz annesi yeni ailenin anne ve babasının
üniversite mezunu olmadıklarını gördüğünde Steve'i evlatlık vermekten vazgeçmişti ama,
Steve'in üniversiteye gönderileceği sözü üzerine evlatlık verme işlemlerindeki kâğıtları
imzalamayı kabul etti. eve Jobs 1972 yılında 17 yaşındayken, Cupertino, Kaliforniya'da
bulunan Homestead High School'dan mezun olmuştu ve sonunda Portland, Oregon'daki Reed
College'e başvurmuş ve kabul edilmişti.
Fakat ailesinin tüm birikiminin üniversite eğitimine harcandığını gören Steve, üniversiteyi 1.
dönem sonunda terk etmiştir. Steve, geçmişe baktığında hayatında vermiş olduğu kararların
en etkilisinin bu olduğunu söylemektedir. Çünkü okuldan ayrılarak hem almakla yükümlü
olduğu ilgisini çekmeyen derslere katılım zorunluluğunu ortadan kaldırmıştır ve ailesinin
birikimlerini harcamayı bırakmıştır hem de ilgi duyduğu alanlara yönelebilmek için gerekli
olan zamanı yaratmıştır.
Steve Jobs üniversiteden ayrıldıktan sonra bir yurt odası bulunmadığı için arkadaşlarının
odasında yerlerde yatmıştır. Kola şişelerinin depozitoları ile yemekler almış ve her pazar iyi
bir yemek yiyebilmek uğruna 7 mil uzaktaki bir kiliseye gitmiştir. Aynı zamanda Steve, kendi
ilgi alanına giren kaligrafi derslerine o zamanların en iyi kaligrafi eğitimi veren ve aynı
zamanda ayrıldığı üniversite olan Reed üniversitesinde girmeye başlamıştır. Steve, o günlerde
öğrendiklerinin sanatsal ve tarihsel yönünü o kadar güzel ve harika bulmuştur ki bilimin hiçbir
zaman bu derece de bir ilerleme yapıp bunu yakalayamayacağını ileri sürmüştür.
Jobs'a göre içine düştüğü ve paha biçilemez dediği her olay merakı sayesinde gelişti.
APPLE'IN KURULUŞU
Jobs liseden arkadaşı Steve Wozniak ile birlikte 1976 yılında Jobs 21, Wozniak 26
yaşındayken Apple Computer Co.'yu Jobs'ın ailesinin garajında kurdular. İlk piyasaya
sürdükleri bilgisayarın adı Apple I'dı. İlk bilgisayarları fazla dikkat çekmemiş fakat 1977'de
piyasaya sürdükleri Apple II ev piyasasında sağlam bir yer elde etmiş ve Apple'ın yerini
sağlamlaştırmıştı. Artık piyasada büyük bir değere sahip olan Apple, Jobs önderliğinde
kendini yenilemeye sürekli devam etti.
APPLE'DAN KOVULMASI
Apple artık büyük bir şirketti ve şirketi kendisiyle yönetebilecek yetenekli olduğuna inandığı
John Scully'i (O zaman Pepsi-Cola'nın CEO'su) “Ömrünün sonuna kadar sadece şekerli su mu
satmak istiyorsun yoksa dünyayı değiştirmek mi istiyorsun?” sözleriyle ikna ederek Apple'ın
yeni CEO'su haline getirdi. İlk seneden sonra fikir konusunda zıtlık yaşadılar ve bir noktadan
sonra fikirleri birbirinden tamamen ayrıldı. Yönetim kurulunun karşı tarafta yer alması sonucu
Jobs Apple'dan ayrılmak zorunda kaldı.
APPLE'A DÖNMESİ
1996 yılında Apple Jobs'u geri getirmek için NeXT'i satın aldı ve Apple artık NeXT'te geliştirilen
teknolojiyle son halini almıştı. MAC OS X işletim sistemi de temellerini NeXT'ten almıştır.Jobs
artık şirketi sadece bilgisayar şirketi olmasının ötesinde ürün yelpazesini genişleterek iPod'u
piyasaya sürdü. Jobs önderliğindeki Apple daha sonra iPad, iPhone gibi alanında lider
ürünleri piyasaya sürdü.Tüm bunların sebebinin Apple'dan kovulması olduğuna inanan Jobs,
kendisini acı da olsa bu ilaca ihtiyacı olan bir hasta olarak değerlendiriyor.
Kaynaklar
http://fullbilgi.blogspot.com.tr/2011/10/applei-kuran-adam-steve-jobsin-siradisi.html
http://e-bergi.com/y/Steve-Jobs
“Asla yılmayın, vazgeçmeyin, inanın, kalbinizin sesini dinleyin ve yaptığınız işi sevin!” 4
7>
48
KAPSUL PLUS
49
>50
DÜNYANIN EN TEHLİKELİ TIRTILI
Lonomia obliqua
ünyada sadece Güney
DAmerika'da yaşayan Lonomia obliqua adıyla bilinen bu
tırtılların olağanüstü güzel bir görüntüsü var.Bir canlıdan çok ağaç dalına benzeyen sevimli tırtıllar, diğer akrabalarının tersine ölümcül bir zehir
taşıyor.
Zehirleri o kadar etkili ki, dokunduğunuz anda önce müthiş bir
acı hissediyorsunuz.Ardından dokunduğunuz bölge kısa süre içerisinde morarıyor ve insana
dayanması zor bir acı veriyor.Bu şiddetli acı günlerce geçmiyor.
Dünyanın en tehlikeli tırtılı kabul edilen Lonomia obliqua, süper bir kamuflaj özelliğine sahip.Bukelamonlar gibi bulunduğu ortamın rengine uyum
sağlayan bu zehirli tırtıllar, ağaçların gövdesinde adeta görünmez oluyor.
Her yıl binlerce kişi bu tırtılların zehirleri nedeniyle hastanelik oluyor.İç kanama ve bazı durumlarda ölüme sebep olan
bu küçük zehir torbası Brezilya'da bulunuyor.
KAPSUL PLUSKAYNAKhttp://www.forumlordum.net/bocekler/24743-dunyanin-en-tehlikeli-tirtili-zehirli-tirtil.html
Aşk, uyuşturucu bağımlılığı, obsesif-kompulsif bozukluklar ve diğer bilişsel sorunların meydana geldiği bölgelerdeki moleküllerin etkileşimi sonucunda
meydana gelir. “Aşk kimyasalı” olarak bilinen
Dopamin beyinde mutluluk hissi
yaratmaya başlıyor. Yüksek
miktarlardaki dopamin aynı zamanda
noradrenalin denilen ve dikkati, kısa
süreli hafızayı, hiperaktiviteyi,
uykusuzluğu ve hedef amaçlı
davranışları tetikliyor. Yani aşk
evresindeki çiftlerin gözü birbirlerinden
başka hiçbir şey görmüyor.
Testesteron Yükseltir
Her ne kadar testesteron maço bir
hormon olarak düşünülse de, iki kişide
de ateşi yükseltmeye yarar.“Romantik
bir aşk için gerekli birçok parçadan
sadece biri” diyor Fisher. “Seks
testesteron seviyesini yukarıya
çekebilir.”Erkekler doğal olarak daha
yüksek testesteron seviyesine sahiptir.
Ayrıca tükürükte de eser miktarda
vardır. Bir teoriye göre dudaklar
birleştiği zaman, bu hormonun diğer
partnere geçişi cinsel isteği artırır.
Diliniz dolanır
Aşk iksirinin bir diğer bileşeni ise
nöroepinefrin.Bu stres hormonu
kalp hızını artırıyor. Sizin için özel
bir insan sizi fark ettiğinde daha
sıcak ve heyecanlı hissetmenizin
nedeni bu olabilir.Fisher
midenizde kelebeklerin uçmasına
benzer duyguya sebep olan şeyin
de nöroepinefrin olabileceğini
söylüyor. “O garip duygunun
kaynağı nöroepinefrin olabilir.
Terleyen avuçlar, kuruyan ağız,
çıkmayan kelimeler.”
Burnunuzu Takip Edin
İlk bakışın önemli olduğu söylenir,
ama burun da önemli bir rol oynuyor.
Kimyasal taşıyıcı olan feromonlar
cinsel çekimde büyük rol
oynuyorlar.“Birine aşık olduğunuzda,
onun kokusu güçlü bir şey” olabilir
diyor Fisher. “Kadınlar erkek
arkadaşlarının t-shirt'lerini giyerler ve
tarihteki hikayelerde hep sevdiğinin
mendilini tutan erkekler vardır.”
Serotonin , barsak duvarındaki
hücrelerde, kanda pıhtılaşmaya
katkıda bulunan hücreler olan
trombositlerde ve beyinde bulunan bir
maddedir. İnsanın kendini iyi
hissetmesine yol açtığına
inanılmaktadır.Aşkın alevli evresinde,
bu olaylar gelişirken beyindeki
Serotonin azalır. Pisa Üniversitesinden
Dr Donatella Marazzitti, bu evre aşkta,
serotoninin azaldığını saptamış ve bu
azalışın, “obsessive-compulsive
“bozukluğu gösteren hastalarda da
görüldüğüne dikkati çekmiştir.
Kaynaklar :http://selcukerez.com/wordpress/?p=851 http://multiyasam.com/ask-vucut-kimyanizi-nasil-degistirir/
A IŞ SKIN K AİMY
KAPSUL PLUS
51-5
2
HABERLER
DOĞUM YAPAN KURBAĞA
Bilinen tüm kurbağa türleri arasında tek doğum yapan Sulawesi kurbağası keşfedildi. Yeni kurbağa türü Limnonectes larvaepartus dişileri
yumurtlamak yerine canlı iribaş doğuruyor. California Üniversitesinden Jim McGuire, "Dünyada bilinen 6,000 kurbağa türünün tamamı harici dölleme sistemi kullanır. Erkek dişiyi yakalar ve dişi yumurtalarını bırakırken erkek de eş zamanlı olarak döller. Çiftleşme şekli kurbağalar arasında değişiklik gösterebilir. Bu
yeni kurbağa türü yumurtalarını içeride dölleyecek şekilde evrimleşmiş sadece 10-12 türden birisi ve aralarında doğum yapan tek kurbağa
türü. " diyor.Resim Bilgisi : ( a ) Solda ki erkek, Sağda ki dişi. (b) Tetalar ile Dişi (c)
Erkek ve sarı daire için de iki tane L. larvaepartus yavrusu (d) Yavrunun 25. evrede sırt ve karın kısmı
Haberin devamı ;http://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0115884
DÜNYA'NIN İKİNCİ EN UZUN BÖCEĞİ VİETNAM'DA KEŞFEDİLDİ
Değnek böceği olarak bilinen etkileyici canlının vücut uzunluğu 32 cm ulaşıyor, ön kollarını açtığında bu uzunluk 52 santimetreye kadar büyüyor. Bu canlıların Vietnam'ın kuzeyinde yaşadığı rapor edildi.
Vietnam ormanlarında Biyolog Dr Joachim Bresseel ve Dr Jerome Constant tarafından keşfedilen canlı değnek böceklerinin üyesi olduğu Phasmatodea ailesinin alt türü. Phryganistria heusii yentuensis olarak
isimlendirilen canlı bilinen ikinci en uzun böcek.Haberin devamı;
http://www.bilimnedir.com/bitkiler-ve-hayvanlar/dunyanin-ikinci-en-uzun-bocegi-vietnamda-kesfedildi
İLK DEFA GÜNEŞ'TEN GÖRÜNTÜ ALINMAK İÇİN NUSTAR KULLANILDI
Kara delikleri ve güneş sistemimiz dışındaki diğer cisimleri araştırmak için tasarlanan görevde, güneş sistemimize dönüp güneşin görüntülerini aldı. NASA'nın Nuclear Spectroscopic Telescope Array, yada NuSTAR olarak bilinen teleskop dizisi güneşin ilk defa detaylı yüksek enerjili X-ray portresini çekti. Fizikçi David Smith,
"NuSTAR bize güneşin atmosferinin derinliklerinden eşsiz görüntüler sunuyor." dedi.Haberin devamı ;
http://www.nustar.caltech.edu/news/nustar141222
YENİ ARAŞTIRMAYA GÖRE RASTGELE MUTASYON KANSERDE BASKIN ROL OYNUYOR
Johns Hopkins Kimmel Kanser Merkezinden bilim insanları kök hücreler bölündüğünde meydana gelen rastgele mutasyonların neden olduğu kanser olaylarını hesaplayan istatistiksel bir model geliştirdi. Yetişkin dokularda meydana gelen kanser oranının üçte ikisi "kötü şans" olarak açıklanabilir, genlerde meydana gelen mutasyon kanserin büyümesine neden oluyor, geriye kalanlar ise mirasla kalmış gen ve çevresel
faktörler.Haberin devamı ;
http://www.sciencemag.org/content/347/6217/78
EN ŞANSLI KAN GRUBU55 bin kişi üzerinde yapılan araştırma, 0 kan grubuna sahip olanların kanser ve bir dizi önemli hastalık için daha az risk taşıdığını gösterdi.
Araştırma, kan gruplarıyla hastalıklar arasında önemli bağlantı olduğunu gösteriyor.A,B, AB grubu kana sahip olanların, 0 grubu kana sahip olanlara göre daha fazla sağlık riski taşıdığı ortaya
çıktı.Bu durum, 0 grubu dışındakilerin kesinlikle hastalık riski taşıdığı anlamına gelmiyor. Beslenme, spor alışkanlığı gibi bir dizi önemli faktör de söz konusu fakat, kan grubu 0 olanların bir dizi önemli
hastalığa yakalanma riski daha düşük.üHaberin devamı ;
http://www.ntv.com.tr/saglik/en-sansli-kan-grubu,yk7pDJbAhU-eMZ3HzfQFNQ
BAKTERİLERDE DİRENCİ ÖNLEYEN ANTİBİYOTİK BULUNDUNortheastern Üniversitesi'nden Kim Lewis ve ekibinin, Alman ve İngiliz meslektaşlarıyla fareler üzerinde yaptığı araştırma, "teixobactin" adlı
antibiyotiğin ağır enfeksiyonları dirence yol açmadan yok edebildiğini gösterdi.
Bir toprak örneğinde bulunan antibiyotiğin, hücre duvarlarının yıkılmasını sağlayarak bakterileri öldürdüğü belirtildi.
Haberin devamı ;http://www.trthaber.com/haber/saglik/bakterilerde-direnci-onleyen-
antibiyotik-bulundu-160831.html
'ISMARLAMA BEBEKLER' YOLDA MI?
İngiliz bilim adamlarına göre, son yıllarda kaydedilen hızlı gelişmeler, "genetik yapısı değiştirilmiş bebek" yapılmasının yolunu açabilecek düzeye
geldi. Bilim adamları toplumun artık buna hazır olması gerektiğini söylüyor.Gen kopyalama, bir başka deyişle klonlama dalındaki öncü çalışmalarıyla
tanınan Prof. Dr. Tony Perry, artık farelerde DNA'nın döllenme anında neredeyse hata payı olmadan değiştirilebildiğini bildirdi.
Perry, son iki yıl içinde kaydedilen ilerlemeyle, isteğe göre bebekler üretmenin artık bilim kurgu olmaktan çıktığını kaydetti.
Haberin devamı ;http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2015/01/150119_designer_babies
BULGARİSTAN VE TÜRKİYE'DE: Temnothorax flavicornis'in İLK KAYITLARI
Formicidae-Hymenoptera familyasında bulunan Temnothorax flavicornis karınca
türleri son zamanlar da Bulgaristan ve Türkiye' de bulundu. Bulgar örnekleri ülkenin güney
kesimlerinde, Türkiye'de ise üç yerleşim türlerinin Avrupa kısmında ve Batı Anadolu'da
tespit edilmiştir.Haberin devamı ;
https://www.academia.edu/10085356/First_Records_of_Temnothorax_flavicornis_Emery_1870_Hymen
optera_Formicidae_in_Bulgaria_and_Turkey