Upload
others
View
23
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
TARTIŞMALI iLMI TOPLANTİLAR DİZİ Sİ - 35
MODERNLEŞME, . ,.... .. .
ISLAM DUNYASI •• •
veTURKIYE
Milletlerarası Tartışmalı ilmi Toplantı
17-19 Kasım 2000
İstanbul
Prof. Dr. ŞerifMARDİN * Dr. İsmail KARA
Prof. Dr. Fred R. DALLMA YR * Prof. Dr. Beşir ATALAY
Prof. Dr. Grace DA VIE * Doç. Dr. Ömer ÇAHA
Prof. Dr. Ernest WOLF-GAZO * Yrd. Doç. Dr. Mustafa ÖZEL
Dr. Parvez MANZOOR * Prof. Dr. Mehmet Akif AYDIN
Dr. Oı.ısımre KANE * Prof. Dr. Ahmet DA VUDOGLU
. Türkiye Diyanet Vakfı IsHim Araştırmaları Merkezi
Kiltüp hanesi
Dem. No:
Tas. No:
EN SAR NEŞRİY AT: 68 İSLAMi İLİMLER ARAŞTIRMA V AKFI
Milletlerarası Tartışmalı İlm1 Toplantılar Dizisi: 7 Tartışmalı ilmi Toplantılar Dizisi: 35
Tebliğierin
muhteva ve dil bakımından sorumluluğu tebliğ sahiplerine aittir.
Editör Prof. Dr. Sabri ORMAN
Yayma Hazırlayanlar Dr. İsmail KURT
Seyit Ali TÜZ
Dizgi ve Mizanpaj Selahaddin UYGUR
Baskı
Step Ajans İstanbul-20'0 1
ENSAR NEŞRİY AT Süleymaniye Caddesi, 1 I Beyazıt/İstanbul Tel-~aks: +90 (0212) 513 43 41-527 46 02
Siyasi Modernleşme
TÜRKİYE'NİN SİYASİ MODERNLEŞMESİ
Doç. Dr. Ömer ÇAHA Fatih Üniversitesi
Modern siyası düşüncenin kaynağı genel olarak Machiavelli ile başlatılır. Bu başlangıcın Machiavelli ekseninde şekil bulmasının manidar bir tarafı vardır. Zira modern siyaset düşüncesinin içinde şekillendiği "ıılus devlet" kavramını· sistematik biçimde tartışan ilk düşün ür Machiavelli olmuştur1 • Aynı şekilde Machiavelli siyası otoritenin nötrleşmesi anlamında Kilisenin hükü.mranlığından kurtulmasını hararetle savunan ilk kuşak siyaset düşünürlerinin başında yer almaktadır. Modern siyaset düşüncesini başlatmış olmasına rağmen Machiavelli'nin otoriter bir siyasi yapı öngördüğü gerçeği de genel olarak bilinmektedir. O halde siyası modernleşmenin otoriter yapıyı da kapsayıp kapsamadığı hususu tartışılması gereken önemli bir noktayı oluşturmaktadır.
Bir adım daha ileri giderek siyasi modernleşmenin totaliter siyaseti de kapsayıp kapsamadığını sorgulayabilİriz. Zira Eski Komünist Blokun kendine özgü bir modernleşme tarzı ortaya koyduğunu düşünen düşünürler olmuştur. Bu düşünüdere göre
1 Machiavelli otoriter anlayışa dayalı görüşlerini daha çok Prens adlı çalışmasında dile getirmektedir. Bkz. Nicolo Machiavelli, Hükümdar, Çev. Selahattin Bağdatlı, İstanbul: Sosyal, ı985.
MODERNLEŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
modernleşmenin itici gücünü oluşturan aktörler ona aynı za- · manda kendi damgalarını da vurarak farklı modernleşme tarzları ortaya koyarlar. Bu görüşleri savunanlar İngiltere ve }aponya'da aristokrasi, Rusya'da proletarya, Kıta Avrupa'sı ve Amerika'da burjuvazi eksenli birer modernleşme tipiriin geliştiğini ileri sürmektedirler. Özellikle 1950 sonrasındaki modernleşme tartışmalarında farklı toplumların farklı modernleşme tarzları ortaya koydukları genel bir kanı olarak yaygınlaşmıştır. Bu düşünceden hareket eden S. N. Eisertstadt "Patterns of ModernİtY' adlı çalışmasını Batı'da ve Doğuda gelişen farklı modernleşme tarzıarına ayırmaktadır. Eisenstadt, Batı modernleşmesinin itici gücünü Weber'de olduğu gibi rasyonalitenin oluşturduğunu kabul ederken, Doğu toplumlarının itici modernleşme gücünü bu toplumların tarihsel dinamiklerinin oluşturduğuna dikkat çekmektedir. 2
Şayet her toplum kendisine özgü bir modernleşme tipi ortaya koyuyorsa o zaman demokrasinin ortak değerlerinden, kurumlarından ve kurallarından söz etmek mümkün olabilir mi? Demokrasiyi toplumların özgün tarih! ve sosyal şartları içinde anlamıandırmaya çalışan düşünürler demokrasiyi bir zamanlar "klasik", "sosyal" ve "Marksist" gibi etiketierin yanına koyarak farklı kategorilere ayırırlardı. Bu kategorileştirmede komünist rejimlerdeki devlet-toplum bütünlüğü dahi bir siyasi modernleşme tarzı olarak kabul görmekteydi.
"Farklı toplumlarda farklı siyası modernleşmeler" düşüncesini sempatik bulan Türkiye gibi bazı Üçüncü Dünya aydınları kendi ülkelerindeki otoriter veya yarı totaliter rejimleri kendi tarihsel evrimi içinde değerlendirerek bu yönetim biçimlerinin "bir tür siyasi modernleşme" olduğunu savunurlar. Türkiye'de son zamanlarda statükocu aydınların, yarı totaliter veya otoriter politikaları meşrulaştırma dayanağı olarak "tarihsel şartlara" ve "özgün koşullara" sıkça baş vurduklarını biliyoruz.
Kuşkusuz tarihsel dinamikler ve özgün koşullara dayalı bir anlayış metodolejik bir hareket noktası olarak kabul edilebi-
2 Bkz. S. N. Eisensdadt, "Introduction: Histarical Traditions, Modernization and Development", Patterns of Modernity (Vol. I: The West), ed. s. N. Eisensdadt, London: Frances Pinter Publishers, 1987.
266
TÜRKiYE'NiN SiYASI MODEANLEŞMESi
lir. Bir toplumun ortaya koyduğu sosyolojik ve siyasi kurumları en iyi tahlil etme, en iyi anlama yöntemi olarak bu toplumların tarihsel geçmişlerine bakıla bilir. 3 Zira toplumların tarihsel arka planları aynı zamanda toplumların bilinç arka pLanını da şekil_. lendirdiği için bilinç arka planını okumak için toplumların tariltinden başlamanın kabul edilebilir metodolojik bir tarz olduğu söylenebilir. Ancak mevcut kurumların, değerlerin, politikaların ve statükonun devamını sağlamak ve meşrulaştırmak bakımından tarihe ve özgün şartlara sığınılması kabul edilmez bir yanılgıya yol açar.
Siyasi modernleşme kavramını muğlak kılan anlayışlardan biri de bu kavramın zamansal olarak algılanmasında ortaya çıkmaktadır. Modernleşmeyi bir önceki döneme göre yeninin adı olarak kabul etme alışkanlığında olan bu anlayış gelenekseli aşan tüm yeni oluşumları modern olarak okuma eğilimindedir.
'Bu kalkış noktasından hareket eden yaklaşımlar modern olanı genel olarak geleneksel olanın karşısına yerleştirirler. Hatta bu literatürde moderni "geleneksel olmayan" şeklinde okumak bile mümkündür. Doğrusal tarih anlayışı ve Batı merkezli ilerlemeciliği bünyesinde barındıran modernist anlayışla didişen postmodern düşünce biçiminin isimlendirilmesi bile bu anlayışın bir ürünüdür. Yeniyi modern olarak okuyan düşünce biçimi yüzyılımızda meydana gelen köklü değişimleri, başka bir deyişle devrimleri hep "modern" olarak okuma alışkanlığında olmuştur.4
Fransız ihtilali, Rus Devrimi, Türkiye'deki Cumhuriyet Devrimi gibi devrimler ve köklü dönüşümler "modern" kavramı içinde . mütalaa edilmektedir.
Halbuki bu üç devrim de Batı'daki genel (mainstream) eğilimden farklı kurumları, tutumları, değerleri ve siyasi anlayışları
3 1970'li yıllara kadar siyasal modernleşme, modernleşmenin göstergeleri olarak kabul edilen kentleşme, okuma yazma oranı, GSMH gibi göstergelerin olgunlaşmasına paralel olarak gelişen bir süreç olarak kabul edilmekteydi. Türkiye'nin modernleşmesini bu yaklaşımla ele alan örnek bir çalışma için Bkz. Walter F. Weiker, The Modernization of Turkey. New York and London: Halmes and Meier Publishers, 1981.
4 Mesela bunlardan biri Bemard Lewis'in Modern Türkiye'nin Doğuşu adlı yapıtıdır. "Türkiye ne yaptı da modern oldu" sorusunu haklı olarak burada sormamız ger~kir.
267
MODERNLEŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
ortaya koymuşlardır. Fransız jakobenler Fransa'yı bir intikam, kin, nefret ve öfke arenası haline getirirken; Rus Devriminin kahramanları Rusya'da ve Doğu Avrupa'da terör havası estirmişlerdi. Türkiye'de Fransa'dakinden farklı olmayan politik bir tutum sergilenerek Osmanlı'nın son yüz yılında yakaladığı muazzam kültürel, siyası ve sosyolojik zenginlik Tek Parti diktatörlüğü kıskacına alınmış ve boğulmuştur. Yüz yılımızda dünyanın değişik bölgelerinde meydana gelen büyük dönüşümlerin bir çoğu modernleşme iddiasında olmalarına rağmen, bugünkü modem siyası pratikleri, kurumları ve değerleri ortaya koyamamıştır. Başka bir deyişle demokrasinin uzağında yer almışlardır.
o halde siyasi modemleşmeyi 'nasıl anlamalıyız? Batı' da gelişmiş olan siyasi modernleşme deneyimi dünyanın diğer bölgeleri için bir anlam ifade ediyor mu? Bu soruların cevabı, siyasi . modernleşmenin Batı'da nasıl bir seyir kazandığının aniaşılmasıyla mümkündür. Batı modemleşmesi, sanayi sonrası toplumunun ekonomiden sosyolojik alana, eğiüm alanından siyasi alana kadar uzanan geniş yelpazede ortaya çıkardığı bir gelişmedir.
Batı modemleşmesi belli başlı ve vazgeçilmez ayaklara dayalı olarak gelişmiştir. Piyasa ekonomisi Batı modemleşmesi-
. nin ekonomik ayağını, bireycilik ve farklılaşma sosyolojik ayağını, temel hak ve hürriyetler ekseninde şekillenen demokrasi ise siyasi ayağını oluşturmaktadır. O halde aslında siyasi modernleşme dediğimiz şeyin Batı'daki karşılığı demokrasiden başka bir şey değildir. Önceleri "milli egemenliği" ifade etmek üzere "çoğunluk" kavramı etrafında gelişen Batı' siyasi modemleşmesi, zamanla "eşitlik ve katılım" düşüncesi etrafında olgunluk göstererek bu yöndeki değerleri yaygınlaştırmıştır. ·.
Batı'da siyası modernleşme, on sekiz ve on dokuzuncu yüzyıllarda sınıfsal bazda talep edilen haklar etrafında şekillenmiştir. Demokrasinin itici gücünü o·tarihlerde sosyal sınıflar oluşturduğu için. demokratik değerler de bu sınıfların talepleri doğrultusunda gelişmekteydi. Ne var ki, İkinci Dünya Savaşı Batı siyasi modernleşmesinin hem dinamiklerinde, hem değerlerinde, hem de aktörlerinde ciddi bir kayma meydana getirdi. İkinci J?ünya Savaşı'ndan sonra sosyal sınıfların yerini alan sos-
268
TÜRKiYE'NiN SiYASI MODERNLEŞMESi
yal gruplar Batı'da siyası hayata kendi damgalarını basarak demokrasiyi kendi ihtiyaçlan ve talepleri doğrultusunda şekillendirdiler.
On dokuzuncu yüzyılın çoğunlukçu ve eşitlikçi söylemine ilave olarak "katılım" ve "çoğulculuk" düşüncesi 1950'den sonra demokrasinin temeline yerleşti. Öte ·yandan İkinci Dünya Savaşı'nı şekillendiren otoriter ve totaliter siyasetin gerilemesiyle birlikte Batı'da liberal değerler yükselişe geçti ve buradaki siyası modernleşme anlayışına kendi damgasını vurmaya başladı. Hukuk önünde eşitlik, sosyal farklılaşma, kanun hakimi- . yeti, serbest piyasa ekonomisi gibi değerler liberalizmin yükselişine paralel olarak günümüzün Batı dünyasmda demokrasinin vazgeçilmez değerleri arasmda yer almıştır.
Batı'da siyasi, iktisadi ve sosyolojik modernleşme el ele ve birbirlerini tamamlayacak şekilde bir gelişme trendi göstermiştir. Modernleşmenin siyası ayağının liberal siyaset tarafından şekillenmesine paralel olarak Klasik Liberal düşünce demokrasinin temel değerlerinin merkezine yerleşmeye başlamıştır. Klasik liberalizm sosyal ve siyası hayatm merkezine bireyi almış, birey üstü tüm varlık alanlarını da bireyin temel haklannın korunması için ortaya çıkan tarihsel zorunluluklar olarak kabul etmiştir. Batı demokrasisiniil, doğal evrimini liberal değerlerle bütünleşerek tekamül ettirdiği günümüzde birey ekseninde yer alan temel hak ve hürriyetler demokrasi düşüncesinin temeline yerleşmiş durumdadır.
Batı'da gelişen demokratik kurumlar, değerler ve süreçler bu nomos etrafında şekil bulmuştur. Sosyalist Blok'un çökmesinden sonra global tarzda yaygınlaşan demokrasinih ortak değerler etrafında evirUmesini zorunlu kılan temel husus, bireyin her toplumda, her mekanda aynı temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu düşüncesidir. Batı, demokrasiyi bireylerin temel hak ve hürriyetleri ekseninde bir kurum haline getirdiğine göre, o zaman demokrasinin "evrensel" bir nitelik kazanması kaçınılmaz olur. Başka bir deyişle demokrasi, tarihsel ve özgün şartlar çerçevesinde farklılık kazanabilen bir sistem olmaktan çıkar.
Bugün için siyası modernleşmenin iç içe geçmiş üçlü bir çember etrafında şekillendiğini söyleyebiliriz. Merkezdeki birinci
269
MODERNLEŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
çernberde birey, ikincisinde sosyal gruplar, dıştaki son çernberde ise devlet yer almaktadır. Bireylerin yer aldığı birinci çernber siyası modernleşmenin "asli" değerleri olan tabii haklar ve bunun uzantısı temel hakları ihtiva eder. Bireylerin tabii hukukun gereği olarak sahip oldukları yaşam, özgürlük ve mülkiyet haklarının uzantısı niteliğindeki inanç, vicdan, seyahat, düşünce, ifade ve teşebbüs özgürlüğü ile; kanun önünde eşit olma, istediği eğitime sahip olma, özel yaşarn ve aile kurma, istediği yaşarn biçimini seçme ve işkenceye maruz kalınama gibi temel bir takım haklar demokrasinin birinci çemberinde yer alan asil değerlerini oluşturmaktadır. 5 Demokrasinin aslı değerlerini ihtiva eden birinci çernber ona vazgeçilmez, temel ve evrensel bir mahiyet kazandırmıştır. Başka bir deyişle demokrasinin temelinde yer alan değerler Batılı olmaktan çok, bütün insanlığın ortak değerleridir. ·
Sosyal gruplarla devletin yer aldığı iki dış çernber ise demokrasinin "şekli" (yapısal) boyutunu oluşturmaktadır. Sosyal yaşarnın sosyal gruplar bazında farklılaşrnası, kültürel çoğulculuk, örgütlenme hakkı, piyasa ekonomisi, siyası katılım, çok partili sistem, serbest ve eşit şartlarda seçim, şekli şartların "sosyal" ayağını oluşturmaktadır. Şekli şartların "politik" ayağını oluşturan son çernberde ise devletinf herhangi bir dünya görüşü veya ideolojiden arınmış olarak tarafsızlığı, hukukun üstünlüğü, güçler ayırımı, siyasi ve idari kurumlarda farklılaşma gibi ilkeler yer almaktadır. Dernokrasin şekli şartlarının varlık sebebi asli şartlarını korurnaktır. Demokrasinin asli şartları ile şekli şartları birbirinin rnüternrnirn cüzleridir. Demokrasinin doğal evrimi daha çok şekli şartlarda bir değişim meydana getirirken, asli değerleri demokrasinin özü (substance) olarak korumuştur. Bununla birlikte demokrasinin şekli boyutunun değişik toplumlarda farklı bir rnahiyet kazanabileceğini, ancak asli değerlerinin toplurndan topluma değişineyen ortak ve vazgeçilmez değerleri oluşturduğunu belirtrnek gerekiyor.
5 Birleşmiş Milletler İnsan Haklan Beyannamesi onun üzerinde hakkı temel haklar olarak kabul etmiş ve bunlar vazgeçilmez olarak ilan etmiştir. Bk. James W. Nickel, Making Sense of Human Rights, Los Angeles and London: University of California Press, 1987, ss.181-186.
270
TÜRKiYE'NiN SiYASI MODERNLEŞMESi
Şimdi buradan hareketle dünyamızda özellikle son yüzyılda meydana gelen değişimleri daha iyi anlayabileceğimiz düşüncesindeyim. Demokrasinin asil değerleri ile şekil kurumları arasındaki bu ayırımdan hareketle siyasi modernleşmeyi "öze dönük" modernleşme ile "şekle dönük" modernleşme şeklinde rkiye ayırabileceğimizi düşünüyorum. Şekle dönük modernleşme biçimsel, zamansal ve mekansaldır. Dinamik ve evrensel değildir.
Her toplum modernleşmenin biçimsel boyutuna kendi tarihsel şartları ve özgün şartları içinde damgasını vurabilir. Mesela, Batı Avrupa'da genel olarak parlamenter sistem yaygın iken, Amerika'da Başkanlık sisteminin gelişmiş olması siyasi modernleşmenin şekli şartlarıyla ilgilidir. Yine demokrasinin bazı toplumlarda monarşik rejimlerle, bazılarında ise cumhuriyet rejimleri ile birlikte var olması şekli şartlada ilgilidir. Halbuki öze dönük modernleşme dinamik, devingen ve evrenseldir. Sahibi ve mekanı yoktur. Siyasi modernleşmeye insanlık tarihinde değişik toplumlar, dinler ve felsefi anlayışlar katkı sağlayabilmişlerdir.
Bugünkü siyasi modernleşmenin öze dönük değerlerini tarihte ilk defa Stoacılar sistemli bir öğreti haline getirdiler. Hıristiyanlık, Müslümanlık, Hinduizm, Budizm, Judaizm ve Konfüçyanizm gibi dinler bu değerleri takviye edici prensipler vaaz etmişlerdir. Ne var ki, bu değerler Batı'daki modernleşme ile birlikte vazgeçilmez demokratik değerler olmuş ancak bugün Batıyı aşarak tüm toplumların, başka bir deyişle tüm bireylerin temel vazgeçmezleri ve ortak değerleri olarak yaygınlık kazanmaktadır. Bu değerlerin objeleri bireylerdir; bireylerse değişik toplumların vatandaşı olsalar da tabii olarak her yerde insan olmaktan kaynaklanan tabii ve temel haklara sahiptirler.
Bir değişimin "siyasi modernlik" karakterini kazanıp kazanamadığını, bünyesinde asil değerleri barındırıp barındırmadığıyla ölçebiliriz. Şimdi bu argümandan hareketle geleneksel bir toplumda siyasi modernleşmenin asli değerlerinin pekala olabileceği sonucuna varılabilir. Ne var ki bu değerler geleneksel toplumlarda bulunsa da bunların mütemmim cüzü olan şekli şartlar bu toplumlarda tekamül etmediği için siyasi modernleş-
271
MODERNLEŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
menin daha çok modern toplumun bir ürünü olmak zorunda olduğunu söyleyebiliriz.
Osmanlı!fürk siyasi modernleşmesini analiz etmek ve sağlıklı biçimde anlamak için siyasi modernleşme ile ilgili yukarıda altını çizdiğim hususları göz önünde bulundurmak gerekiyor. Başka bir deyişle her değişimin bir modernleşme unsurunu teşkil etmediği savından hareketle Osmanlı!fürk siyasi modernleşmesini anlamamızın sağlıklı sonuçlar verebileceği kanaatindeyim.
Öze Dönük Modernleşme Çabası: Osmanlı Siyasi Modernleşmesi
Osmanlı siyasi modernleşmesini devletin ilk kez sosyal gruplardan Ayanlarla 1808'de gerçekleştirdiği müzakere ile başlatmak mümkündür. Kadir-i mutlak devlet anlayışını tarihi boyunca korumuş bir siyasi kültüre sahip Osmanlı Devleti, bu tarihe kadar sosyal gruplardan gelen talepleri meşru kabul etmemiş, toplumla ilgili tüm kararların başlatıcısı ve nihai mercii kendisi olmuştur. Başka bir deyişle, devlet-i aliyye kendi irade ve egemenlik hakkını sonuna !<adar kullanmış, bunu toplumla paylaşmaya yanaşmamıştır.
Osmanlı ..§.~l yapısında devlet, bütün toplumsal katmanlaq~nları kap'Sayıcı bir karakter taşımaktadır. Özellikle on al,tı:iıcı yüzyiliia:Q itibar~n kendi maslahatma dayanarak toplum/üstü ve/t:Öplumclı:ı:v ay'rı bir alan olu§turan siyasi otoritenin yani başın~a yer alan ~ivil toplum örgütleri de kendilerini devlette'Q. ayrıŞtıramamış, 1devlet iradesini toplumda gerçekleştiren birer sa~ay~k işlevi gg~müşlerdir. 6
Gen~l grupların işlevi, devletin yüce emir ve .·-..... r \ •
iradesini yerine getirmek .. _!J.Ştur. Halbuki Sened-i Ittifak ile başlayan yeni süreç,· devleti\sosyal grupların taleplerini göz önünqe bulunduı;maya mecbu~1 kılarken, sosyal gruplara da devlete karşı alternatif söylem (Ve arayışlara başvurabilme imkanı
. '-" . sağlamıştır. Bu yönüyle Sened-i Ittifakın Osmanlı siyasi mo-dernleşmesinin ilk adımını oluşturduğunu söylemek mümkün.
6 Osmanlı sivil toplumuyla ilgili detaylı bir analiz için Bkz. Ömer Çaha, Aş/an Devletten Sivil Topluma, İstanbul: Gendaş, 2000.
272
TÜRKiVE'NiN ~iYASI MODEANLEŞMESi
Osmanlı modernleşmesinin temel sacayağını hukuki modernleşme oluşturur. Tanzimat Fermanı ile başlayan hukuki modernleşme çabası daha sonra çok sayıdaki kanuni iktibas, Islahat Fermanı ve Kanun-i Esasi gibi köklü değişim öngören hukuk! reformlarla devam etmiŞTir. Osmanlı, daha. 1840 yılında Çransa'dan ithal ettiği Ceza Kanunu'nu müteakiben ticaretten ceza hukukuna kadar yayılan genişçe bir eksende çok sayıda farklı kanunlar iktihas etmiştir.
1840'tan İkinci Meşrutiyet'in ilanma kadar olan dönemde iktihas edilen kanunlar Cumhuriyet döneminde iktihas edilen kanunlardan daha fazla ve kapsamlıydı.7 Osmanlı bir yandan dünya ekonomisiyle bütünleşmenin getirdiği hukuksal alandaki boşluğu Batı'dan kanunlar ithal ederek doldurmaya çalışırken, bir yandan da geleneksel hukuksal normlarını revize etmeye çalışmıştır. On dokuzuncu yüzyılın ilk üç çeyreğinde daha çok Batı'dan değişik alanlarda kanunlar iktihas edilmiştir. Oysa son çeyrekte özellikle İkinci Abdülhamid'in çabasıyla kendi hukuksal normlarını modern toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde revize etme yoluna gitmiştir.
Osmanlı hukuksal alanda önemli modernleşme adımlan atarken bu adımlan destekleyici mahiyette ekonomik, siyasi ve sosyolojik alanlarda da önemli adımlar atmaktaydı. Ekonomik olarak en önemli adım 1838 Ticaret Anlaşmasıyla atılmıştır. Hatta Tanzimat Fermanının Ticaret Anlaşmasını müteakiben ilan edilmesinin tesadüfi olmadığı, hattı zatında ekonomik alanda atılan adımı siyasi ve hukuk! alanda destekleyici nitelikte olduğu söylenebilir: osmanlı'nın ekonomik alandaki modernleşme çabası Osmanlı ekonomisinin Batı ekonomisiyle entegrasyonunu sağlamıştır. Klasik Osmanlı ekonomisi kırsalda Tırnar sistemi, kentlerde ise geleneksel tezgahiara dayalı küçük imalat
7 1840 yılında Fransa'dan alınan Ceza Kanunu'nu diğer alanlardaki çok sayıda kanun takip etmiştir. Bunların bazıları şunlardır: 1847 karma mahkemeler, 1850 Fransız Ticaret Yasasının tercümesi olan Ticaret Kanunu, 1858 yine Fransız Ceza Yasası'nın tercümesi olan Ceza Kanunu, 1861 Fransa'dan alınan Ticaret Mahkemeleri Usul Kanunu, 1863 Fransa'dan alınan Deniz· Ticareti Kanunu, 1868 Fransız Eğitim Kanunu'ndan mülhem hazırlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, 1880 Fransız kökenli ceza Muhakemeleri Usul Kanunu.
273
\
MODERNLE_ŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
sanayiine dayalıydı. 1838 Ticaret Anlaşması Batı sermayesinin Osmanfı'ya akmasına ve Osmanlı ekonomisinin kent merkezlerinde yoğunlaşmasına yol açmıştır. Nitekim takip eden kısa bir süre içinde sanayi alanında önemli yatırımlar ortaya çıkmış, Osmanlı Üçüncü Selim tarafından temeli atılan fabrikalar zinciri ile tanışmaya başlamıştır.
Osmanlı'nın başlattığı ekonomik entegrasyon politikası aşağı-yukarı 1930'lu yıllara kadar devam emiştir. Bu ekonomik politikanın ana özelliği, yabancı sermaye akışını ön gören serbest piyasa, başka bir deyişi liberal ekonomi ilkelerine dayalı olmasıdır. Liberal ekonomi politikası Osmanlı'nın öteden beri önemli ticaret merkezi olan istanbul, İzmir ve Bursa gibi kentlerini önemli sanayi merkezleri haline getirmiştir. Bununla birlikte taşranın değişik köşeleri de dokuma ve tekstHe dayalı sanayi ile tanışma imkanı bulmuştur. Yabancı sermayenin merkezini oluşturduğu özel teşebbüsün yatırım ve_ pazarını yaygınlaştırma çabası sonucunda Osmanlı topraklarını birbirine bağlayan demir yolu ağları döşenmiş, Osmanlı böylece ekonomik anlamda bütünsellik arz eden büyük bir pazar haline gelmiştir.
Öte yandan Osmanlı'nın eğitim alanında attığı adımlar Osmanlı siyasi modernleşmesinde önemli dinamiklerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Eğitim alanındaki yatırımların sonucunda yurt içinde ve dışında edebiyattan teknik alana, siyasetten felsefeye kadar geniş bir alanda eğitim görme imkanına kavuşan kesimler Osmanlı'da yaygın bir aydın hareketi başlatmıştır. Genç Osmanlılar ile başlayan aydın hareketi diğer İslam ülkelerindekinin · aksine, Batı ile Osmanlıyı harmanıayan "sentezci" bir yaklaşım geliştirmiştir. Namık Kemal, Şemseddin Sami, Ziya Paşa, Fatma Aliye, Mithat Paşa, Cevdet Paşa gibi ilk kuşak Osmanlı aydınları Batının değerlerini ve kurumlarİnı Osmanlı/ İslam değerleri ve kurumları ile telif edecek sentezci bir yaklaşım geliştirmeye çalışmışlardır. Bu kuşak tarafından temeli atılan aydın hareketi matbaanın gelişmesiyle birlikte Osmanlı'nın en önemli sivil toplum unsurunu oluşturan bir yapıya dönüşmüştür.
Aydın hareketinin Osmanlı'da başlattığı en önemli adım meşruti monarşi y-önündeki çaba olmuştur. Osmanlı bürokratik
274
TÜAKiYE'NiN SiYASI MODEANLEŞMESi
eliti tarafından ilan edilen Tanzimat Fermanı, gerçekte Osmanlı hukuk sisteminde devrim niteliğinde bir değişimi içermekteydi. Müslüman ve zımm! aynınma dayalı Osmanlı hukuk sistemi ilk defa "eşitlik" fikri etrafında revize edilmekteydi. Bu yönüyle Tanzimat Fermanı, İslam tarihinde hukuki anlamda atılmış devJim niteliğinde bir adımdı.
Hiç kuşkusuz Tanzimat Fermanı, Osmanlı bürokratik elitinin bir başarısı idi. Ancak Osmanlı ulemasının ve genel olarak yaygın dini tabakaların da buna delaylı desteği söz konusu olmuştur. Başka bir ifade ile ulemanın bu yenilik karşısında direnmemesi delaylı bir destek anlamına gelmekte, dolayısıyla
Osmanlı kendi doğal evrimi içinde muazzam bir değişim hamlesi başıatmakta idi. Hukuki ve siyasi anlamda bu adımı tamamlayıcı diğer bir adım Kanun-i Esasi ile atılmıştır. Kanun-i Esasi Osmanlı aydın tabakasının siyasi anlamda Osmanlı'ya kazandırdığı en önemli yenilik olmuştur.
Tanzimat Fermanı hukuki bir devrim etkisine sahip iken Kanun-i Esasi siyasi anlamda devrim niteliğinde bir etkiye sahip olmuştur. Kanun-i Esasi ile gelen en önemli yenilik devletin mutlak bir otorite olarak algılanmasına son verilmiş olması ve Sultanın şahsındaki devlet iradesinin hukuk ile sınırlandırılmış olmasıdır. Kanun-i Esas i ilk defa Osmanlı yöneticisinin iradesini sınırlamakta, dolayısıyla devlet egemenliğini toplumla paylaşmaktaydı. Kanun-i Esasi'nin ikinci özelliği ise, Osmanlı'ya ilk defa bir Meclis kazandırmış olmasıdır.
Osmanlı'da ilk defa gerçekleştirilen bir seçime dayanarak oluşan, değişik dini ve etnik çizgileri içine alan Meclis, Osmanlı demokrasisinin sonraki dönemlere tevarüs eden ana dinamiğini oluşturmuştur. Birkaç yıl sonra askıya alınmış olmasına rağmen Meclis dinamiği etrafında oluşan toplumsal ve siyasi talep artık anayasa ve meclise dayalı monarşik bir sistemi Osmanlı siyasi yapısının kaçınılmaz bir özelliği haline getirmiştir. Bu dinamizm aynı zamanda Cumhuriyet fikriyatının da temelini atmıştır. Meclise dayalı anayasal bir sistemi Osmanlı tebaasına hibe eden 1876 tarihli Birinci Meşrutiyet Osmanlı{fürk demokrasisinin ilk adımını oluşturmuştur.
275
MODERNLEŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
Bir çok siyaset düşünürü Türk demokrasisini 1950 çok paitili hayatla başlatırlar. Halbuki Türk demokrasisini, o tarihlerde demokrasinin temel şartı olan meclis ve anayasal düzen gibi iki alandaki yeniliği başlatan Birinci Meşrutiyet'in ilanı ile başlatmak gerekiyor.8
Osmanlı'nın on dokuzuncu yüzyılın başında başlattığı eğitim reformu ve bu alandaki yatırımları sonucunda ortaya çıkan· aydın kesim _devleti öncelemiş olmakla birlikte önemli bir entelijensiya hareketi başlatmıştır. Bu entelijensiya batıdaki ak-· ranlarının aksine devlet-i aliyye saikiyle harekete geçmiş olsa da Osmanlı'da muazzam bir fikri zenginliğe ve farklılaşmaya öncülük etmiştir. Özellikle İkinci Meşrutiyet döneminin mümbit ortamı içinde Batı'da ortaya çıkan fikri akımların büyük bir kısmı bu aydınlar aracılığıyla Osmanlı'ya taşınırken, kökünü Osmanlı/İslam tarihinde bulan fikirler de gene aydınlar grubu tarafından hararetle savunulmaktaydı. Entelektüel alanda önemli bir düşünce zenginliği sağlamanın yanında Osmanlı aydını siyasi alanda da bürokratik elite denk bir elit tabaka oluşturmuştur. Meşrutiyet düşüncesi gibi Cumhuriyet fikri de bu· aydın grubunun bir ürünüydü. Osmanlı aydını değişik alanlarda fikir üretmekle sınırlı kalmamış, aynı zamanda entelektüel-bürokratik bir sınıf olarak iktidara da ortak olmuştur.
Eğitim alanındaki reformlar aydın kesim içinde yer alan başka bir hareketin daha dağınasına kaynaklık etmiştir. Bu hareket de Osmanlı kadın hareketiydi. Zira Osmanlı'nın en hassas konusu kadının eğitimi meselesi olarak ortaya konmuş ve buİmn etrafında fırtınalar kopartılmıştır. Ne var ki, devlet elitinin bu konuda attığı adımların revkalade önemli olduğunun altını
. çizmek gerekiyor. Osrridnlı, kadınını kamusal hayatta eğitme könıisunda Batılı akranlarının bir çoğundan daha erken adım atmıştır~ Osmanlı kadını 1842 yılında kamusal hayatta eğitim görmeye başlarken, Avrupa'yı sarsan bir devrime imza atmış olan Fransa'da kadınlar o tarihlerde böyle bir haktan mahrumdu.
8 Osmanlı'da Birinci Meşrutiyet'in ilan edildiği sıralarda Avrupa'da demokrasi, anayasaya ve meclise dayalı seçim sistemiyle sınırlıydı. Bu bakımdan Osmanlı, o zamanki demokrasinin asgari şartlarını yerine getirmeye çalışmıştır.
276
TÜRKiYE'NiN SiYASI MODERNLEŞMESi
Fransız kadını Osmanlı kadınından yaklaşık ·20 yıl sonra kamusal hayatta eğitim görmeye başlamıştır. Kadın konusundaki en büyük devrimi hiç kuşkusuz İkinci Abdülhamid yapmıştır. 9 İkin-
' ci Abdülhamid yurt sathında açtırdığı sanayi ve Muallime mektepleri sayesinde kız çocuklarının yetişmesini sağlamakla kalmamı.ş, bu okullarda yetişen bayanları muallime olarak yurdun dört bir yanında görevlendirerek Osmanlı kadınının eğitilmesine hizmet etmiştir. ·Eğitim görme imkanına kavuşan kadınlar Osmanlı'nın son yıllarında, özellikle İkinci Meşrutiyet döneminde önemli bir kadın hareketi meydana getirmişlerdi. Kamusal hayatla bütünleşmeyi ön gören kadınlar, hukuki ve sosyal statülerinde erkeklerle eşit olma yönünde önemli bir mücadele vermenin yanında, oy hakkı elde etmek için de ta 1930'lu yıllara kadar siyası iktidarla didişmiştir.
Kısaca, Osmanlı'nın on dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren başlattığı değişim hareketi ekonomiden eğitim alanına, sosyal hayattan siyası ve entelektüel hayata kadar geniş bir alanda önemli yeniliklerin ve açılımların sağlanmasına hizmet etmiş, böylece Osmanlı'da hatırı sayılır bir sivil toplum oluşumunun ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ulema, medrese, vakıf ve tarikat gibi geleneksel sivil toplum unsurlarına; siyası parti, demek, sosyal hareket, değişik fikri hareketler, farklı medya grupları gibi modern unsurların da ilave edilmesiyle Osmanlı'da dikkat çekici bir sivilleşme temayülü baş göstermiştir. Osmanlı topraklarının işgaline karşı ilk tepkiler de bu sivil dinamiklerden gelmiştir. Nitekim ilk mitingleri, protestoları ve gösterileri düzenleyenler İstanbul'un İkinci Meşrutiyet dönemindeki mümbit ortamı içinde yetişmiş, başını kadınların çektiği sivil toplum gruplarıydı. 10
Osmanlı son yüzyılındaki değişim çabaları Osmanlı toplumunu yeni bir takım modern kurumlarla tanıştırmıştır. Bunla-
9 İkinci Abdülhamid ile İkinci Mahmud Osmanlı modernleşmesinde kritik rol oynayan iki padişahtır. Ancak İkinci Mahmud tepeden inme bir değişim politik!lsı izlerken, İkinci Abdülhamid başını eğitimin çektiği modernleşmenin alt yapısı niteliğindeki alanlara ağırlık vererek toplumdan başlayan kademeli bir değişim politikası izlemiştir.
10 Osmanlı'yı Cumhuriyet'e götüren Müdafaa-i HukuK Cemiyetleri'nin sivil toplumsal bir hareket olarak toplumsal bazda geliştiği unutulmamalıdır.
277
MODERNLEŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
rm başında seçimler gelmektedir. Kanun-i Esasi'nin ilanını müteakiben yaşanan birinci Meclis, seçimlerini İkinci Meşrutiyet dönemindeki çok partili seçimler takip etmiştir. Osmanlı~top:: lumu bununla birlikte demokratik bir mekanizma olan protesto.
·- ve miting kavramı ile tanışmıştır. özellikle ikinci MeŞrutiyet' ii(· ilanını müteakiben baş gösteren gösteriler, fabrikalardaki işçi eylemleri dinamik ve katılım yönünde arzu belirten bii toplum- " sal profilin ortaya çıktığını göstermekteydi. Kısaca, Osmanlı'nın modernleşme tarihi içinde siyasi modernleşme yönünde ortaya çıkan değişimierin "eşitlik eksenindeki hukuki reformlar", "toplumsal katmanlara dayalı sosyal örgütlenme", "kadınları _kapsayan yaygın eğitim kurumları", "egemenlik ilkesini toplumla paylaşan ·siyasi katılım" ve "değişik kesimleri kapsayan siyası ve sosyal farklılaşma" gibi alanlarda geliştiğini söyleyebiliriz.
Osmanlı'daki modernleşme alanlarını bu şekilde özetledik-ten sonra şimdi "Osmanlı siyasi modernleşmesinin temel özellikleri nelerdir" sorusuna cevap arayabiliriz. Osmanlı modernleşmesinin dikkat çeken özellikleri birkaç noktada toplanabilir. 1\
Bunlardan birincisi bu modernleşme çabasının "ö_ze dönük" ol-/ \, masıdır. Osmanlı modernleşmesini Cumhuriyet dönemindeki modernleşme çabalarından ayıran en temel özelliği budur denebilir. Osmanlı, şekli bir takım değişiklikler yapmakla yetinmemiştir; başka bir deyişle kurumları, görüntüleri değiştirmekle yetinmemiş, aynı zamanda bu kurumların özünü ve ruhunu oluşturan değerlerde de önemli bir değişme meydana get~rmiştir.
:·~·
Osmanlı şekil değişimi özdeki değişimin arkasına aldıgi için Osmanlı toplumunda değişik toplumsal katmanları, düşünce sistemlerini,· toplumsal değerleri ve süreçleri kapsayan derinden derine bir değişim yaşanmıştır. Özdeki değişimin en önemli sonucu serbest piyasaya, hukukun üstünlüğü ilkesine, toplumsal farklılaşma sürecine ve siyasi tartışma ortamına açık, zengin ve pluraf bir kamusal alanın doğması-olmuştur. Sosyalist düşüncelerden, etnik taleplere, geleneksel ve muhafazakar düşüncelerden Batıyı temel alan düşünce çizgilerine kadar uzanan geniş yelpazede değişik düşünceler ortaya çıkmış ve taitışıla
bilmiştir. Bütün bu düşünceler Osmanlı'daki ifade özgürlüğüne dayalı "açık" kamusal alanın ürünü olduğu söylenebilir.
278
TÜAKiYE'NiN_ SiYASi MODEANLEŞMESi
,/·-ı
Osmanlı modernleşmesinin ikinci özelliği topluml~birlikte ') devleti de dönüştürücü olmasıdır. Yine cumhuriyet ·aönemiyie //
--kıyaslandığında aslinda Osmanlı modernleşmesinin devlet 'dil-' zeyindeki değişime, Cumhuriyet dönemindeki değişimin ise da-ha çok toplumsal düzeydeki değişime dayandığını söyleyebiliriz.
Osmanlı modernleşme arayışı içinde başlayan eleştirel tutum toplum ve toplumsal değerlerden çok, devlet ve devleti ayakta tutan siyasi değerlere yönelmiştir. Değişimin okları devlete yönelince devletin Cumhuriyet döneminde olduğu gibi bir "mahrem" ve "derin" alana sahip olması ve bu alanı eleştirinin ve değişimin dışında tutması durumu söz konusu olmamıştır. Siyasi modernleşmeye ayak bağı olduğu anlaşılan en temel kurumlar bile ya değişime tabi tutulmuş ya da lağvedilmiştir.
· Mesela Yeniçeri Ocağı'nın İkinci Mahmud tarafından lağvedilmesi devlet düzeyinde hangi çapta değişimlere kalkışılabildiğini göstermektedir. Devlet düzeyindeki değişimin sonucunda siyasi otoritenin tepe noktasında bulunan Sultan bürokratik elit karşısındaki ağırlığını yitirmiş, hatta demokrasilerdeki Cumhurbaşkanının yetkileri düzeyindeki sınırlı bir yetki ile donatılmıştır. Sultanın yetkilerinin kısıtlanmasına paralel olarak, mutlakıyetçi devlet yönetiminin meşrutiyete, hatta Cumhuriyete doğru evirilmesi kolaylaşmıştır. Değişim objesinin daha çok devlet olması Osmanlı siyasi modernleşmesi sürecinde devleti toplumun hizmetine sokucu nitelikte sonuçlar vermiştir. Daha doğrusu modernleşme arayışının kendisi bu yönde olmuştur. '
Osmanlı modernleşmesinin üçüncü özelliği ~vrimci bir-modernleşme modeline dayalı olmasidir: osmanlı aydınının referans ve ilham kaynağı büyük ölçüde Fransız ihtilali olmasına rağmen, bürokratik elitin iradesini üstten kuşatan aristokratik yapı değişimin sert ve radikal olmasını önlemiştir. Bunun yerine evrimci bir değişim modeli takip edilerek toplumsal kurumlarda ve değerlerde bir alt-üst oluş engellenebilmiştir.
Devrim geleneğine sahip toplumların sergiledikleri örnek şu tespiti yapmamıza imkan tanımaktadır: Devrim yoluyla devletin tepesindeki aristokratik yapı tasfiye edildiği zaman devlete mutlak anlamda hükmeden bürokratik eliti sınırlayan üst mekanizma yok olmakta bu da devletin otoriter hatta totaliter bir
279
MODERNLEŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
yapıya yönelmesine yol açmaktadır. Fransız, Alman, İtalyan ve Rus toplumlannda yaşanan örnekler bu tezimizi destekleyici mahiyettedir. Buralarda siyasi aristokrasinin tasfiyesi sonucunda bürokratik elit devlete mutlak anlamda hükmetmiş, böylece devleti otoriter politikaların kaynağı haline getirebilmiştir. Osmanlı'nın değişimini evrimci bir yöntemle sınırlı tutması, değişim hamlesinin ideolojik olmasını önlemiş, böylece değişimi devletin biraz hızlandırdığı qoğal bir süreç haline getirmiştir. Bu da değişimin tüm kesimleri kucaklayıcı nitelikte olmasını sağlamış ve tepki çekici olmasını önlemiştir.
Osmanlı siyasi modernleşmesinin evrimci özellik taşımasının en önemli sonucu yerel değerlerdeki doğal değişim olmuştur. Gerek Osmanlı'nın, gerekse genel olarak İslam dünyasının en önemli iki sorunu, "hukuk" ile "kadın" sorunu olmuştur. Geleneksel İslam hukukunun Müslüman-zımmi ayırırnma dayanması, İslam ile eşitlik ekseninde gelişen modern siyaset düşüncesi arasındaki en derin uçurumu oluşturmaktaydı. Aynı şekilde geleneksel olarak mahrem alanla özdeş tutulan kadının erkeğe göre ikinci konumda kalması İslam toplumlannın deyim yerindeyse yumuşak karnını oluşturmuştur. Evrimci değişim süreci Osmanlı'nın bu iki kritik alanda da devrim sayılacak nitelikte kendi değişimine imkan vermiştir.
Tanzimat Fermanı Osmanlı hukuk sisteminin eşitlikçi bir eksene oturmasına imkan veren ilk adım olmuştur. Bununla birlikte modern hukuk ihtiyacını telafi etmek üzere yaklaşık yirmi yıllık büyük bir emeğin ürünü olarak ortaya çıkan Mecelle, islam hukukunu Batı Medeni hukuku ile aynı paralelde bir çizgiye yerleştirmiştir. Gerçekte Mecelle ile Batı menşeli Medeni Hukuk arasında usul dışında önemli bir fark yoktur. İhtiva ettikleri değerler itibariyle aralannda büyük bir örtüşme vardır.
Evrimci değişim süreci Osmanlı'nın İslam dünyasının ikinci yumuşak karnı olan kadın konusunda da önemli adımlar atmasına yol açmıştır. Yukanda ifade edildiği gibi Osmanlı birçok Batılı ülkeden daha önce kadınianna kamusal alanda eğitim imkanı vermiş, kademeli olarak da kadın erkek eşitliğini öngö-
280
TÜRKiYE'NiN SiYASI MODEANLEŞMESi
ren düzenlemeler yapmıştır. 11 Evrimci değişim çizgisi Osmanlı'da aynı zamanda din-devlet ilişkisini kaotik olmaktan çıkararak, dini diğer İslam ülkelerinin bir çoğunun aksine (hatta Fransa gibi bazı Hıristiyan ülkelerin de aksine) reaksiyoner bir hareketin referansı haline getirmekten alıkoyrrıuşt\ur.
• Osmanlı modernleşmesinin ·dördünctı özelliği sentezci nitelikte olmasıdır. Osmanlı Batı'da 'ortaya çıkan değerlere karşı bir kompleks duygusu hissetmemiş, bu değerleri alarak kendi bünyesine aktarmıştır. Ancak bu aktarmayı yaparken kendi değerlerini de tamamen bir kenara bırakma tutumu içinde olmamıştır. Özellikle hukuk ve kadın konusunda Batı kaynaklı değerleri kendi değerleriyle harmanlayarak bir sentez, dolayısıyla bir zenginlik meydana getirmiştir. Bir yandan çok sayıda kanunu Batı'dan iktihas ederken, bir yandan da Mecelle örneğinde olduğu gibi kendi hukuki reformunu ve revizyonunu tamamlama tutumu içinde olmuştur.
Osmanlı kendi toplumuyla Batı arasında bir sentez arayışı içinde olmanın yanında, kendi unsurları arasında da bir sentez arayışı içinde olmuştur. Mesela 191 7 yılında yürürlüğe giren Aile Hukuku Kararnamesi üç kesimden oluşan bir komisyon tarafından formüle edilmiş ve Medeni Hukukun kadına verdiği tüm hakları Osmanlı kadınlarına vermiştir. Bu komisyonda yer alan üç grup gayri-müslim temsilciler, geleneksel ulema ve modern aydınlar olmuştur.
Osmanlı modernleşmesi farklı toplumsal kesimlerin ihtiyaçlarını göz önünde bulunduran tarzda bir seyir izlemekteydi. Osmanlı'nın sentezci modernleşme çabasının sonucunda değişik kesimden Osmanlı aydınları ortak değerlerde buluşma noktasına gelmişlerdir. Mesela Birinci Meşrutiyet aydınlarından Batı eğitimli Mithat Paşa ile medrese eğitimli Cevdet Paşa farklı çizgilerde olmalarına rağmen benzer şeyleri savunmuşlardır. Aynı şekilde İkinci Meşrutiyet aydınlarından birbirine son derece zıt iki kutupta yer alan Abdullah Cevdet ile Said Nursi Meşrutiyet fikri etrafında gelişen benzer siyasi projeleri savunabilmişlerdir.
11 Bunlardan en önemlisi Aile Hukuku Kararnamesidir. Bu kararname ile ilgili detaylı bir çalışma için Bkz. Orhan Çeker, Aile Hukuku Kararnamesi, İstanbul: Ebru Yayınları, 1985.
281
MODERNLEŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
Kısaca, Osmanlı siyasi modernleşmesi sürecinde. kurumsal, başka bir deyişle yapısal değişimler özdeki değişimle paralel gittiği için değişim alanları Osmanlı devlet yapısının ve bu yapının üzerinde odaklandığı değerler sisteminin tüm katmaniarına yansıyacak şekilde seyretmekteydi. Osmanlı, başlattığı değişimle kendisini herhangi bir ülkeye, bir topluma ispat etmek gayretinde olmaktan çok, devlet-i aliyyeyi ve toplumu içine düştüğü gerileme sürecinden kurtaracak yapısal ve değersel ;;ılanlarda gerekli gördüğü değişimi gerçekleştirme istidadında olmuştur. Böyle olunca Osmanlı siyasi modernleşmesi büyük ölçüde Batı'da yükselmekte olan liberal değerlerle örtüşme şeklinde olmuştur. Liberal değerlerle buluşma Osmanlı'da kamusal alanı örtüp ideolojik bir renge büründürmekten çok onu açıcı, genişletki ve zenginleştirici sonuçlar vermiştir.
Dışa Dönük Modernleşme Çabası: Cumhuriyet TürkiYe'si Siyasi Modernleşmesi
Cumhuriyet Türkiye'si hiç kuşkusuz Osmanlı siyasi kültür mirasının temeli üzerinde inşa edilmiştir. Osmanlı'nın asil unsuı:i:ınun bulunduğu topraklarda ulusal karakterli bir devlete dönüşen Cumhuriyet Türkiye'si hiç kuşkusuz sosyolojik, kültürel, siyasi ve iktisadi alanlarda modernleşme yönünde heyecan uyandırıcı bir hissiyat geliştirmiştir. 12
Modernleşme yönündeki hissiyatı, özellikle de siyasi mo-· dernleşme alanındaki duygu ve özlemleri Atatürk'ün söylemlerinde bariz biçimde görmekteyiz. Egemenliğin bi-la kayd u şart millete ait olması, kuvvet ve kudretin toplumun kendisinde olması gibi söylemler, Atatürk'ün Cumhuriyet Türkiye'sini daha çok Batı'da gelişmiş ohın siyasi modernleşme retasında görme arzusunda olduğunu göstermektedir. Atatürk'ün siyasi sisteme mutlak anlamda hükmettiği, başka bir değişle ağırlığının olduğu 1920.'li yıllardaki değişim hamleleri daha çok Osmanlı modern-
12 Gerek ·osmanlı, gerekse Cumhuriyet Türkiye'sinde modernleşme daha çok pejoratif anlamdaki batılılaşma ile eşanlamlı kullanılmaktadır. Halbuki modernleşmeyi ortaya çıkaran Batılı toplumlar olduğu için toplumun yüzünün oraya· dönük olması kaçınılmazdı. Sadece Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye'si değil, aynı zamanda Çin, Japonya, Hindistan ve Rusya gibi ülkelerin de modernleşme yönü Batıya dönük olmuştur.
282
TÜRKiYE'NiN SiYASi MODEANLEŞMESi
leşmesinin hızlı adımlarla seyreden bir devamı şeklindedir. Bu sürekliliği özellikle ekonomi, hukuk ve kültür alanlarında atılan adımlarda görmekteyiz. İzmir iktisat Kongresi liberal ilkeler ışığında dizayn edilmiş, serbest teşebbüse 'dayalı yabancı sermayenin akışını kolaylaştıran ve değişik kesimlerin kalkınma ham-
~~ lesine katkısın sağlamayı öngören kararlara imza armıştır. Osmanlı modernleşmesine hakim olan liberal değerlerin Atatürk'ün ağırlığının olduğu 1924 Anayasası'na da yansıdığını görmekteyiz. Mesela 1924 Anayasası'nda "özgürlük tabii hukukun bir gereğidir; birinin özgürlüğünün sınırı başkasının özgürlüğünün başladığı yerdir" ifadesi ile liberal bir tema işlenmiştir.
Atatürk 1920'lerde başta kadın ve köylü sınıfı olmak üzere, değişik kesimlere dayalı bir modernleşme hamlesi başlatma arzusunda olduğunu her vesileyle ortaya koymaya çalışmaktaydı. Ancak 1923-1950 yılları arasındaki Tek Parti döneminde siyasi iktidarın giderek sınırlı bir elit zümrenin tekeline girmesi ve muhalefetin kademeli olarak neredeyse siyasi arenadan çekilmesi siyasi modernleşmenin Batı'daki demokratik rotayı izlemesini engellemiştir. Atatürk, kafasındaki toplumsal projeyi gerçekleştirmek için karşısındaki muhalefeti tasfiye etmek ve sisteme damgasını mutlak anlamd.a basmak istemekteydi. Nitekim 1923 seçimiyle birlikte Meclisteki IL Grup neredeyse tamamen Meclisin dışında kalmıştır. Bu seçimde Meclise girmeyi başaran dört-beş kişilik bir çekirdek kadronun etrafında şekillenen Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılması ve arkasından Takrir-i Sükun Kanunu'nun devreye girmesiyle birlikte Türkiye'de muhalefet yok olma noktasına gelmiştir.
Sadece siyasi partilere dayalı siyasi muhalefet değil, aynı zamanda medya alanında, siyasi düşünceler alanında ve giderek toplumsal örgütl~re kadar uzanan genişçe ·bir alandaki sosyal muhalefet 4~:: t'i:ısfıye edilmiştir. Özellikle 1925 Takrir-i Sükun Kanunu ile bltiikte sadece geleneksel sivil toplum unsurları değil, aynı zamanqa modern sivil toplum unsurları da kamusal alanın dışına çıkmıştır. 1930'lu yılların ortasında Türkiye'de işçi kesiminden, işveren. kesimine, geleneksel kesimden modern eğitimli kesime hemen hemen hiçbir muhalefet unsuru kalmamış-
283
MODERNLEŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
tır. Yakup Kadri Karaosrnanoğlu, "devrimi üstlenmiş olan birkaç kişilik bir kadroydu; 'şayet onlardan birine bir şey olmuş olsaydı tüm devrimler yarı yolda kalırdı" dernektedir. 13 Bu korku gerçekte sınırlı sayıdaki devletçi elite hakim olduğu için, devletçi elit karşısındaki muhtemel tüm muhalif ve aykırı sesiere karşı aşırı duyarlılık göstermiş ve bunları siyası arenanın dışında tutmaya çalışmıştır.
1920'li yılların sonlarında Atatürk'le birlikte Kurtuluş Savaşı'nı sürdürrnüş olan arkadaşlarının önemli bir kısmı Atatürk'ün yanında yoktur. Muhafazakar, milliyetçi ve liberal çizgide yer alan aydınların yanı sıra, Atatürk'le omuz omuza Kurtuluş Savaşında yer alan Kazım Karabekir ile Ali Fuat Paşa gibi komutanlar da devleti idare eden dar çernberin içinde yer alamamışlardır.
Geleneksel ve modern muhalefetin tasfiyesinin iki önemli sonucu olmuştur: Bunlardan birincisi, devlet yönetimi sınırlı bir devletçi elit zürnreye kalmıştır, ikincisi ise bu zümre toplurnun genişçe bir kesiminin kendi iradesini taşımaya müsait bir yapıda olmadığını düşündüğü için sert politikalara başvurmak zorunda hissetmiştir kendisini. Bunun sonucunda da giderek toplurnun üzerine çıkan, topluma tepeden bakan ve toplumla arasına derin mesafe koyan bir devlet yapısı ortaya çıkmıştır.
Devletle toplum arasında önemli bir mesafenin varlığı
Osmanlı'nın on altıncı yüzyılından beri var ola gelen bir gerçektir. Ancak Osmanlı'da devlet siyası kültürün tepe noktasında bulunmasına rağmen, kendi meşruiyetini toplumsal katmanlar arasında yaygınlaştıracak sacayakların gelişmesine müsaade ettiği için devlet otoritesine olan bağlılığın korkudan çok "rıza", ve "sevgi" gibi değerler etrafında seyretrnesi mümkün olabilmiştir. 14
13 O döneme ilişkin crnılarıyla ilgili Bkz. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yil, İstanbul : İletişim Yayınları, 1984.
14 Demokratik toplumlarda rızanın göstergesi seçimlerdir. Bu bakımdan Osmanlı'da devlet otoritesine olan bağlılığın rızaya dayalı olduğunu iddia etmek gerçekte çok iddialı olabilir. Ancak Osmanlı'daki sivil toplum unsurlarının beslediği devleti içselleştiren siyasal kültürün devleti kutsayan, yücelten, böylece sempati besleyen bir duyarlılığa dayandığı bilinmektedir.
284
TÜRKiYE'NiN SiYASI MODERNLEŞMESi
Tarikatlar, medreseler. vakıflar, loncalar gibi geleneksel sivil toplum örgütleri Osmanlı'da devlete karşı bağlılığı besleyen önemli sacayaklardı. \)ysa Tek Parti Türkiye'sinde devlet, toplum içindeki sacayaklarını kesince kendisiyle toplum arasındaki aracı kurumlar yok oldu. Bu da devletin toplum üzerinde mutlak anlamda bir hakimiyet kurmasına yol açarken, toplumun devlete bağlılığını rızadan çok "korku" unsuruna dayandırmıştır.
Toplumun ikna mekanizmaları toplumsal ara katmanlardır. Dini kurumlar, eğitim kurumları, medya gibi araçlar devletle toplum arasındaki zımni müzakereyi sağlayan kurumlardır. Tek Parti yönetimi tüm ara katmanıari tasfiye ettiği için toplumun içine sirayet etmede, dolayısıyla toplumun değer sistemi içinde kök salma noktasında başarılı olamamıştır.
Sınırlı sayıdaki devletçi elit toplumla arasındaki tüm katmanları yok etmekten kaynaklanan boşluğu kendisi doldurmaya çalışmıştır. Devletin 1930'lu yılların hemen başında "devletçi" bir ekonomik model startı vererek ekonominin tüm dizginlerini eline geçirmesinin arkasında yatan temel neden budur.
Türkiye 1924 yılından beri İzmir İktisat Kongresi kararları ışığinda takip ettiği serbest teşebbüse dayalı ekonomik modelde son derece büyük başarı göstermiş iken, 1930'lu yıllarda ekonomik kaynakların tümünü kendi vesayetine alma isteğinin arkasında toplumdaki tüm alanlara hükmetme isteği yatmaktadır. Ekonomik kaynakların devletin güdümüne girmesinin sonucunda siyasi modernleşmenin alt yapısı olan ekonomik dinamizm yok olmuş, toplumun ekonomi eksenli muhalefetinin direnci kırılmıştır. Kuşkusuz Osmanlı'da da mülkiyet büyük ölçüde devlete ait idi. Ancak devlet ne klasik dönemde, ne de son yüzyılda üretimin ana unsuru değildi. Ana unsur devlet olmayınca Osmanlı ekonomisi özellikle son yüzyılda serbest teşebbüse dayalı olarak gelişmekte, bu da sivil toplumu güçlendirici mahiyette bir işlev görmekteydi.
Tek Parti döneminde, hatta bugüne kadar devam eden süreçte devletin mülkiyet ilişkisinde ciddi bir değişim söz konusu olmamıştır. Osmanlı'da üretim alanını daha çok toplumsal kesime ve yabancı sermayeye bırakan devlet, Cumhuriyet Türkiye'sinde üretimin ana unsuru olmakla birlikte mülkiyet üze-
285
MODERNLEŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
rindeki tekelini daha da pekiştirmiştir. Bunun sonucunda giderek durağan ve kendi akranlarıyla kıyaslanınca sürekli gerileyen bir toplum ortaya çıktı. 15
Ekonomik durağanlık ve gerileme yüksek vergileri kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu da toplumsal düzeyde üretilen ekonomik değerin (hatta salt yaşamaktan dolayı vergi vermek zorunda kalındığı için üretilemeyen değerin de) devlet tarafından emilmesine yol açmış, toplumu ekonomik anlamda üretkenlikten büyük ölçüde koparmıştır.
Kısaca, Tek Parti yönetimi, ekonomik anlamda 1924-1930 yılları arasındaki altı yıl istisna tutulursa 1950'ye kadar ülkeye büyük bir durağanlık yaşatmıştır. Ekonomik sermayenin devletin elinde yoğunlaşmasının sonucunda toplumsal mobilizasyon yaşanamamıştır. Tek parti döneminin yaklaşık 2 7 yıllık tarihinde devralınan köylü nüfus oranı yaklaşık olarak aynen korunmuştur. 1927'de yaklaşık yüzde ll düzeyinde olan kentli nüfus oranı 1950'de ancak yüzde 16'ya çıkabilİnişti. Yüzde beşlik artış, köylü nüfusun ·kentlere göçünden değil, devletin nüfus artış politikasından dolayı kentli nüfusun kendi içindeki artışından kaynaklanmıştır. Bu da tek parti yönetiminin Osmanlı'dan devraldığı köylü toplumu köylü olarak korumaya devam ettiğini göstermektedir. Devletçi elitin toplumu kent merkezli gayr-i müslim nüfustan da arındırmasıyla karşısında durağan bir köylü toplumu kalmıştır.
Bazı siyaset bilimciler Türkiye'deki Tek Parti döneminden hareketle "vesayetçi demokrasi" kavramiaştırmasım yapmaktadırlar.16 Hatta bazıları da gene bu dönemden ve Brezilya'daki
15 l920'li yıllarda kendisini yiyip ·bitiren çok sayıdaki savaşlara rağmen Türkiye dünyadaki bir kaç sayılı ülke arasındaydı. o tarihlerde Türkiye'nin akranları Fransa, Almanya, İngiltere gibi ülkelerdi. Türkiye ile bu ülkeler arasındaki mesafe bugün o günlerle kıyaslanamayacak kadar fazla açılmıştır. Hatta Türkiye'nin bugün bir çok yönden Nijerya gibi bazı Afrika ülkelerinin bile gerisinde seyrettiğini görüyoruz. Osmanlı'nın bireyaleti durumundaki Yunanistan Türkiye'yi üçe dörde katlarken, Bulgaristan Türkiye'yi sollayacak gelişmelere imza atmaktadır. Irak'la Suriye istisna tutulacak olursa bölgede Türkiye kadar yerinde sayan, (hatta yaklaşık yüzde 20'lik ekonomik küçülmeye yol açan 28 Şubat sürecinde olduğu gibi zaman zaman gerileyen) bir ülke daha yoktur.
16 Bu tür bir kavramlaştırmayla ilgili Bkz. Walter Weiker, Political Tuto/age
286
TÜRKiYE'NiN SiYASI MODEANLEŞMESi
örnekten hareketle "otoriter yoldan" demokrasi gibi yorumlar yapabilmektedirler. Halbuki gerçekte 1950 yılına kadar devam eden süre içinde demokrasiye, başka bir deyişle Türkiye'nin siyasi modernleşmesine katkı sağlayan çok az husus vardır. Bunlardan bir tanesi' "ulus devlet"tir, bir tanesi de "sekülerleşme" politikalarıdır. ı 7 Ne var ki Türkiye'de bu iki konuya yapılan aşırı vurgu gerçekte bu iki kavramın da demokrasinin sosyal tabana yayılmasına engel teşkil etmektedir. Zira bu iki kavram Batı'da olduğu gibi kamusal hayatı- bir özgürlük arenası haline getirmekten ziyade, tek tipleştirici ideolojik bir arena haline getirmektedir. Türkiye'de bugün bile demokrasinin karşısında bulunan değişik faktörlerin yanında bu iki faktörün önemli bir rolü bulunmaktadır.
Devletin Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde mülkiyetin mutlak anlamda sahibi ve ekonomik değerlerin kaynağı haline gelmesi sonucunda, çoğunlukla ideolojik maskeler altında bu kaynaklar üzerinde büyük bir mücadele verilmektedir. Devlete yakın durma dürtüsü aslında devletin elindeki ekonomik ranta yakın olma ve bu rantı paylaşma anlamına gelmeye başlamıştır. Bu noktadan bakıldığı zaman, Osmanlı'daki devlet-mülkiyet ilişkisi ve devletin elinde yoğunlaştırdığı ekonomik kaynakları kendisine sadakatı karşılığında bazı kesimlere lütuf olarak dağıtması mekanizması cumhuriyet Türkiye'sinde daha da pekişir hale gelmiştir. Hatta Osmanlı döneminde devletin resmi anlamda tanımladığı ve topluma mutlak anlamda empoze etmeye çalıştığı ideolojik bir referans söz konusu olmadığı için devlet kaynaklarını ele geçirmek için toplumsal kesimler arasında mücadeleden çok, devlete karşı sadakat konusunda rekabet yaşan-
and Democracy in Turkey:. The Free Party and /ts Aftermath, Leiden: E. J. Brill, 1973.
17 Türkiye'de cumhuriyet demokrasiyle özdeş kabul edildiği için cumhuriyetin ilanının başlı başına demokratik bir adım olduğu yaygın bir kanaat olarak kabul edilmektedir. Halbuki dünyanın bir çok yerinde demokrasi cumhuriyetlerle değil, monarşilerle daha fazla gelişmiştir. Mesela 1990'lı yılların başında dünyadaki 101 cumhuriyetten sadece 22 tanesi demokratik iken, 25'i monarşik, 13'ü demokratik sisteme sahiptir. Jan Erik Lane, Constitutions and Political Theory, Manchester and New York: Manchester University Press, 1996, s. 202. Aktaran Mustafa Erdoğan, Anayasal Demokrasi, 3. Baskı, Ankara: Siyasal Kitabevi, 1999, s. 243.
287
MODERNLEŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
mıştır.. Oysa Cumhuriyet döneminde devlet elindeki rantı kapışmak için sosyal grupların kendi aralarında da çatıştıklarına şahit olunmuştur.
Cumhuriyet Türkiye'sinin Tek Parti döneminde temelleri atılan siyasi modernleşmesinin özelliklerini dört noktada toplamak mümkündür.
Bunlardan birincisi, bu modernleşme tarzının Osmanlı'daki sentezci tarzın aksine "reddiyeci" bir özellik taşımasıdır. Osmanlı'dakinin aksine devletçi elitin özellikle geleneksel ve tarihsel olanla baglantısını kesme yönündeki siyasi modernleşme politikası, neticede devletin toplumla bağlarını kesmesiyle sonuçlanmıştır. Böyle olunca devlet, var olan toplumla işe koyulmak, var olan toplumla birlikte hareket etmek yerine, kafasındaki ulusa tekabül edecek hayali bir toplum üzerinden politikalar ·üretmiştir. Başka bir deyişle devletçi elit, gerçekte var olan reel, mevcut toplumu silip süpürmüş, onlardan gelen hiçbir tae lebi meşru olarak kabul etmemiştir. Devletçi elitin bu tutumu, toplumsal kesimleri ve tabakalan devletin modernleştirici projesine küstürdüğü gibi özellikle geleneksel muhafazakar kesimle-rin reaksiyoner bir tutum almasına da yol açmıştır. '
Devletçi elitin bu politik tutumu sonucunda Türkiye'de iki ana grup oluştu ve demokratikleşmeyle birlikte iyice belirginleşmeye başladı. Bunlardan birincisi merkeziyetçi, jakoben, planlamacı politik tutumu benimseyen ve gücünü devletten alan elitist blok. İkincisi ise gücünü ve kuvvetini tarihten, gelenekten, dinden, dolayısıyia toplumdan alan geleneksel muhafazakar blok. ıs
Birinci blokun cumhuriyet ve demokrasl söylemini de kullanarak devlet üzerindeki hegemonyası ve devleti kullanarak yürürlüğe soktuğu radikal politikalar, ikinci grubun demokratikleşmesini geciktirmiştir. 1990 sonrası dönemde ikinci grubun birinci gruptan daha fazla siyasi ·modernleşmenin bugün dünyada içerdiği değerleri idrak ettiği ve savunduğu gözlenmekte-
18 Özellikle çok partili demokratik yapı içinde bu iki grubun arasının bir sınır çizgisiyle çizilecek kadar net olduğunu söylemek mümkün olmayabilir. Ama 28 Şubat süreci bu ikili yapıyı bunlara ilave olan katmanlarla birlikte "cumhuriyetçilerle" "demokratlar" şeklinde bariz biçimde ortaya koymuştur.
288
TÜRKiYE'NiN SiYASI MODERNLEŞMESi
dir.19 Ancak ikinci grubun bu dönüşümünde birinci grubun, başka bir deyişle devletin bir katkısının olduğunu söylemek çok güç. Geleneksel muhafazakar kesimlerin yüzyılın sonunda siyası modernleşme ile başlayan yakıniaşması temel hak ve hürriyetleri dünyada yaygınlaştıran globalleşmenin özgürlükçü di-~namikleri ile başladığını söylemek mümkündür.
Cumhuriyet Türkiye'si siyası modernleşmesinin tepeden inmeci bir modernleşme modelini benimsemiş olmasıdır. Devletçi elit masa başında tasarladığı, kurguladığı değişim projesini toplumsal bir tecrübeye dayanmasına gerek bırakmaksızın topluma adapte etmeye çalışmıştır. Üretilen projenin doğruluğundan zerre kadar kuşku yoktur. Bütünleşmeye çalıştığı "muasır medeniyetin" temel harcı olan "kuşkuculuğu" görmezlikten gelen devletçi elit mutlak anlamda doğruluğuna inandığı kurgusal projeyi devlet otoritesini kullanarak topluma üstten benimsetmeye çalışmıştır. 20
Tepeden inmeci tutum devlet otoritesine hükmeden devletçi elitin bu projenin bekçiliğini üstlerrmesi gibi bir misyon yüklenmesine yol açmıştır. Gelişmiş ülkelerde modernleşme belki de her alanda kendi tekamülünü kendiliğinden bir evrimle, başka bir deyişle "öğrenme" süreciyle sağlamıştır. Halbuki devletçi elitin temel politikalara kumanda etme misyonu, toplumun öğrenme sürecini önemli ölçüde önlemiştir.
Toplumsal tercihlerde devletçi elitin öngördüğü istikametin dışında bir eğilim hissedildiği anda askeri darbeler yoluyla devletçi elit harekete geçmiş, her harekete geçişinde toplumun siyası tecrübeye dayalı ortak hafızasını adeta sıfırlamıştır. As-
19 Birinci grubun son zamanlarda Avrupa Birliği'ne karşı sesi duyulmaya başlandı. Bu sesin arkasında duran temel korku Avrupa Birliği'nin içerdiği demokratik değerlere karşı bir ürkeklikten kaynaklandığını tahmin etmek o · kadar güç değildir. Buna karşın ikinci grup adına konuşan aydınların Avrupa Birliği'ni daha çok içerdiği değerlerden dolayı savunduklan görülmektedir. örneğin Bkz. Ali Bulaç, "AB Süreci: Kimlik ve Gelecek", isJami Araştırmalar Dergisi, Cilt 13, Sayı 2 (2000).
2° Kemalist mutlaklık ve Batı'daki kuşkuculukla ilgili orijinal bir tartışma için Bkz. Reşat Kasaba, "Kemalist Certainties and Modern Ambiquities", Retbinking Modernity and National!dentity in Turkey, eds. Sibel Bozdoğan and Reşat Kasaba, Seattle and London: University of Washington Press, 1997.
289
MODERNLEŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
keri darbelerden hemen sonra toplumun yeniden eski politikacılarla, eski politikalarla yoluna devam etmesinin nedeni budur. Şayet devletçi elit toplumun gerekirse kaza geçirerek, hata yaparak öğrenme sürecini tekamül ettirmesine müsaade etmiş olsaydı, belki de bugün Türkiye'nin kaderine damgasını basan yaşlı politikacılar devri çoktan kapanmış· olacaktı. Askeri darbeler toplumun deneme yanılmadan geçen öğrenme sürecini askıya aldığı gibi, siyasi partilerin de toplumsal öğrenme süreci paralelinde kendi politikalarını gözden geçirmelerini, dolayısıyla demokratik bir değişim yaşamalarını engellemiştir. Başka bir ifade ile, siyasi partilerin de öğrenme sürecini kesintiye uğratmıştır.21
Cumhuriyet dönemi siyası modernleşmesinin üçüncü özelliği, devletle toplumun değişimini birlikte sağlamaya çalışan Osmanlı'nın aksine, devleti bir kenara bırakması, bunun yerine toplumu değiştirmeye çalışmasıdır. Cumhuriyet Türkiye'si Osmanlıdan tevarüs devletçi siyası kültürü "kutsal", "yüce" devlet anlayışıyla pekiştirmekle sınırlı kalmamış, aynı zamanda· osmanlı'dan tevarüs devletin Saltanatın dışındaki ana organlarını da korumuştur. Cumhuriyet döneminde değişim projesi toplum üzerinden yürütülünce, devlet bu değişim projesinin milımandarlığını yapma gereği görmüştür.
Devletçi elitin tahakküm ettiği devlet sorgulanmaz, yanılmaz, hata yapmaz, eleştiriden münezzeh, bir anlamda kurgulanmış ve bu yönüyle ele alınmıştır. Topluma düşen görev devleti irdelemek, sorgulamak, eleştirrnek değil; ona mutlak anlamda itaat etmektir. Batı modernleşmesinin en temel dinamiği olan kuşku, eleştiri, sorgulama yerine devletçi elitin toplumdan beklediği temel şey tüm akli mekanizmalarını bir kenara bırakıp, mutlak anlamda kendi iradesine sadakat ve sonsuz itaat göstermesidir. .
Devletçi elitin toplumdan bu yöndeki talepleri kışlaların kapısına konan "orduya sadakat şerefimizdir" ibaresiyle artık
21 Siyasal partilerin kesintiye uğramadığı son yirmi yıl içinde topluma karşı verdiği sınavı 18 Nisan 1999 genel seçimlerinde kaybeden CHP'nin kendi içinde başlatmış olduğu arayışın önemli bir örnek teşkil ettiğini düşünmek mümkündür.
290
TÜRKiYE'NiN SiYASI MODEANLEŞMESi
örtük bir talep olmaktan çıkmış, görünür olmaya başlamıştır.22
28 Şubat sürecinin ayyuka çıkardığı bu politika doğrudan doğruya toplumdan "aklını sınırla, düşüncelerini gizle, dilini tut" şeklindeki talepler dizisine dönüşmüştür. Aklına, düşüncelerine ve diline hakim olamayanlar, başka bir deyişle Batının siyasi
• modernleşmesinden ilham alanların geleneksel ya da modern olduğuna bakılmaksızın devletçi elit tarafından "hainler" listesine rahatlıkla alınabildiğini görmekteyiz. Kısaca,. öncelikleri, siyasi kültürü, rituelleri, referanslan ve projeleriyle devlet, değişimin dışında tutulunca, devleti toplumdan koruma refleksi gelişmiş, toplum adeta devletçi elit için bir korku kaynağı haline gelmiştir. Böyle olunca, demokratik rnekanizmaya rağmen toplum egemenliğin gerçek manada referansı haline gelememektedir.
Cumhuriyet dönemi siyasi modernleşmesinin dikkat çeken bir özelliği de şekli öze öncelemesidir. Cumhuriyet Türkiye' si, siyasi modernleşmenin temelinde yatan temel hak ve hürriyetlerle, düşünce, inanç, vicdan ve teşebbüs kavramları etrafında seyreden özgürlüklere karşı kayıtsız kalırken; çok partili sistem, anayasal sistem, parlamento, güçler ayırımı gibi şekli şartları teşekkül etmekle yetinmeye çalışmaktadır.
Şekli modernleşme ile Türkiye kendi coğrafyasında yaşamakta olan reel topluma ve bireylere hizmet etmek, başka bir deyişle onlara siyasi özgürlük, hak ve hürriyet kazandırmak yerine "birilerine" işte ben de varım mesajı vermeye çalışmaktadır. Şekli değişikliklerle rejimin temel hedefi olarak ortaya konan "muasır medeniyetler seviyesine" çıkma projesinin tekamülü öngörülmektedir. Şekli şartların abartılı biçimde sunulması yolunda geliştirilen üslup ile dışa kemale erdiğimiz mesajı verilirken; görkemli geçitler. ritueller ve seremonilerle de içe devletin kuwet, kudret ve azameti her defasında hatırlatılarak kendisinden beklenen sadakat duygusu pekiştirilmeye çalışılmaktadır.
Cumhuriyet dönemi siyasi modernleşmesinin dikkat çeken bu özelliklerinin önemli bir kısmının temelleri 1923-1950 yıllan
22 Bu politikanın, "aklı ve bilimi" temel referans olarak kabul etmekle doğal olarak eleştirel, sorgulayıcı tutumu tavsiye etmiş olan Atatürk'ten büyük bir sapma olduğunun altını çizmek gerekiyor.
291
MODERNLEŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
arasındaki Tek Parti döneminde atılmış olınakla beraber, Çok Partili hayata geçilen 19SO'den sonra da fazla bir şeyin değiştiğini söylemek biraz güç görünüyor. Çok partili hayat Tek Parti dönemindeki "devlet" ve "toplum" gibi iki kopuk ve yalın yapının arasına önemli bir ara kademe yerleştirmiştir. Fakat buna rağmen çok partili dönemin siyasi partileri devletçi elitin oluşturduğu devletin "mahrem" alanına hiçbir zaman tam anlamıyla etki edemedi. 23
Türkiye'nin temel poİitikalanna damgasını vurmaya devam eden seçilmiş siyasi elitlerden çok, atanmış devletçi elirler olmaya devam etmiştir. Çok partili siyasi hayat biri devletçi elit etrafında oluşan "mahrem kamusal alan", biri de siyasi elit tarafından oluşturulan "açık kamusal alan" gibi iki alanın kristalleşmesini sağlamıştır.
Açık kamusal alanın aktörleri siyasi partiler ve elitlerdir. Eleştirme, sorgulama gibi değerler bu alanda söz konusu olabilmektedir. Medyanın, gazetecilerin, aydınların bu alana ilişkin acımasız eleştirileri, değerlendirmeleri söz konusu olabilir. Bunun tabii sonucunda siyasi elitin sıradanlaştığı ve giderek yıprandığı (hatta bilinçli biçimde yıpratıldığı) gözlenmektedir. Oysa devletçi elitin merkezinde yer aldığı devletin mahrem kamusal alanına ilişkin bir eleştiriyi sorgulama söz konusu değildir. Böyle olunca devletçi elit kendinden menkul azameti, kuvveti ve kudreti ile devleti ve toplumu koruyucu, kollayıcı bir üst katman oluşturmaya devam etmektedir. Devletin elinde yoğunlaşan rantı paylaşmanın yolu da bu katmanla iyi ilişkiler kurmaktan geçmektedir. 28 Şubat süreci bu katmanın ekonomik çıkar çatışmas"ına ne kadar rahat bir şekilde alet edilebildiğini bariz biçimde ortaya koymuştur. 24
23 Demokrasilerde devlet tam anlamıyla şeffaf ilkeler ışığında işlerken, mahrem alan bireylerin vazgeçilmez temel hakları arasında yer almaktadır. Oysa Türkiye'de mahremiyet bireylere ait olmaktan çok, devlete ait kılınmıştır. Bireylerin kendilerine devlet karşısında bir mahrem alan açma şansları neredeyse yok iken, devlet kendisini toplumdan ve bireylerden soyutlayacak bir mahrem alana kavuşabilmiştir. ·
24 Son iki yılda batan bankaların büyük bir kısmında emekli askerlerin danışmanlık yaptıkları, özellikle 28 Şubat sürecinde aktif rol oynayan üst düzey askeri görevlilerin emekli olur olmaz bu süreçten ekonomik yarar sağlayan şirketlerle temasını sağır sultan dahi oilmektedir.
292
TÜRKiYE'NiN SiYASI MODERNL~ŞMESi
Türkiye siyasi modernleşmenin asli değerlerine ilişkin sağlıklı adımları 1980 sonrası dönemde atma sinyali vermeye başlamıştır. Toplumsal dinamiklerin harekete geçmesinde 1980 sonrasındaki iktisadi politikaların önemli bir etkisinin olduğu söyienebilir. Liberal iktisadi politikaların Türkiye'de sivil toplumım ayak sesinin gelmesine yol açtığını söylemek mümkün. Ancak sivil toplumun fiziki anlamda gelişmesine rağmen ruhi anlamda bir sivilleşmeye tam anlamıyla dönüşemediği görülmektedir.
Sivil toplum her şeyden önce sivil inisiyatif, bireysel bilinç ve toplumsal referans anlamında derin bir felsefeye dayanmaktadır. Türkiye'de sivil toplumun bu derin felsefeyi yakalamasını engelleyen bazı faktörler bulunmaktadır. Bu faktörlerden en önemlisi, devletin mülkiyet ilişkilelindeki belirleyici rolünün devam ediyor olmasıdır. Bu ilişki sosyal grupların sivil bir felsefeye yönelerek devletten ayrışması, dolayısıyla otonam ve özgün bir değerler sistemiyle buluşması yerine; devletle bütünleşerek oradan geçim temirı etmesine yol açmaktadır. İkinci olarak devletçi elitin "dahili ve harici ·düşman" mitosuna dayanarak bütüncül ve kolektif bir milli kültürü baki kılması, bu bekaya olan ihtiyaca binaen toplumu teyakkuz halinde tutması toplumsal grupların birbirine kuşkuyla bakmasına yol açmakta, bu da grupların devlete olan bağlılığını pekiştirmektedir.
Sonuç olarak şu söylenebilir: Globalleşmeyle birlikte bugün demokrasinin asli değerleri olarak temel insan hakları toplumsal farklılaşma, kültürel haklar, kültürel çeşitlilik, inanç, düşünce, vicdan, teşebbüs ve ifade hürriyeti gibi değerler yaygınlaşıyor. 25
25 Avrupa Birliği adaylığı Türkiye'nin bu yönde atacağı adımlara bağlanmış durumdadır. Türkiye'nin şu anda bu değerlere uzak bir noktada olduğu bilinen bir gerçek. Ancak bu uzaklığın altında Osmanlı'nın değil, Cumhuriyet Türkiye'sinin siyasal modernleşmesinin imzası bulunmaktadır. Avrupa Birliği'nin Türkiye'den atmasını istediği demokratik değerler konusundaki ihlallerin hemen hemen tümü Türkiye'nin Cumhuriyet dönemdeki siyasal modernleşme anlayışının ürünüdür. Bu husus bile Osmanlı'dan Cumhuriyete siyasal modernleşme konusunda ileriye değil, geriye doğru gittiğimizi göstermektedir.
293
MODERNLEŞME, iSLAM DÜNYASI VE TÜRKiYE
Bu değerlerin tümü devleti kutsal bir otorite, toplumu da aynı hedef ve istikamete kilitlenmiş yek vücut bir bünye olarak algılayan anlayışı bir kenara bırakınayı gerektirmektedir. Oysa Türkiye'de milliyetçilik fikri etrafında müthiş bir homojenleşme eğilimi gelişiyor. Devletçi elit bu homojenliği devletin merkezinde yer aldığı merkeziyetçi bir rotaya kanalize etmeye çalışmakta ve buna hizmet eden siyasi partilerin sırtını sıvazlamaktadır. Türkiye'deki siyasi modernleşmenin demokrasinin asil değerleri istikametinde seyredip ederneyeceği bu politikanın geçireceği değişimle yakından ilişkilidir.
294