62
1

TARTIYA KALAN DÜŞLER - ABDULLAH KARABAĞ

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

1

2

3

Tartıya Kalan DüşlerTartıya Kalan DüşlerTartıya Kalan DüşlerTartıya Kalan Düşler

—Şiirler—

Abdullah Karabağ

Emeğğğğin Sanatı E-Yayınları

Emeğin Sanatı E-Kitaplığı

Eylül / 2013

Şiir Dizisi – 31

4

TARTIYA KALAN DÜŞLER Abdullah KARABAĞ Kitap Kapağı Düzenleme : A.Z.ÇAMUR Yayın, Tasarım ve Düzenleme: A.Z.ÇAMUR Emeğin Sanatı E-Yayınları Emeğin Sanatı E-Kitaplığı 41. E-Kitap Şiir Dizisi: 31 Eylül 2013

Emeğin Sanatı E-Yayınları Emeğin Sanatı E-Dergisinin yan kuruluşudur. Đlgili web adresleri: http://emeginsanatie-yayinevi.blogspot.com http://emeginsanati.blogspot.com http://issuu.com/emeginsanati Emeğin Sanatı E-Yayınları e-posta adresi: [email protected]

© Bu e-kitabın tüm hakları Abdullah Karabağ’a aittir. Bu kitap ve kitabın özgün özellikleri Emeğin Sanatı kolektifine aittir. Abdullah Karabağ’ın izni olmadan hiçbir biçimde taklit edilemez, kopyalanamaz, çoğaltılamaz. Ancak kaynak belirtilerek alıntı yapılabilir.

5

ĐÇĐNDEKĐLER

7. Büyülüsün Sevgilim Büyülüsün 8. Sözlerin Köprüsündeydim

10.Kaç Güneşle Doğdun Pencereme Bilmiyorum. 11.Nisanın On Yedisinde De Kar Koparmış Göklerden

12.Büyük Servetli Yalnızlık 13.Bin Çift Kanat Đsterim Hayalleri Đçin

14.Ayna Tutma Bana Gönül 15.Ne Bir Eksik Olsun Ne Bir Fazla 16.Kurbağalı Park’ına Bir Dümenci

17.Söyleşir Gider Gölgelerimiz Duvarlara 18.Bir Kahve Davettir Bir Şeylere Bu Vakitlerde

19.Birçok Yakınmaya Bir Tek Yanıt Yeterlidir 20.Tabaktaki Ufkun Kızartılmışlığı

21.Bir Kara Kalemdir Kâğıdın Üzerindeki 22.Güzelin Güzel Gününde

23.Evlat Edinmişti Kimsesiz Çocuğu 24.Eğer Fırtına Bir Bulut Olabilseydim

25.Hasretini O Ana Kadar Saklayacak mısın 26.Kırlangıçların Yavrulanma Mevsimiydi 27.Çocuk Kalan Yüreğimle Özür Dilerim

28.Ondörtler’in Resimleriyle Göz Göze Gelmek 29.Bayılırım Böyle Hayaller Kurmaya

30.Açlığa Ve Susuzluğa Karşı El Ele Durmak 31.Dağ Gibidir Bizim Demokratlarımız

32.Söz Var Sözden Đleri 33.Bir Çift Ağlayan Göz Koyar Geceme

34.Serabî Pazarında Aradım Sordum Seni 35.Şairden... Şiirden... Sıfırlı Kalandan... 36.Bu Yürek Aşılmaz Bu Beyin Satılmaz

38.Kalemin Đşlek Işıltısından Bakabilmek Sana 39.Şair Aitliğinin Sesidir Şiir de Yankısıdır

40.Bir Yanlıştı Sevginin Diplomalı Sözleşmesi 41.Biriyle Đşim Görülür Diğeriyle Hesabım 42.Bizim Barış Delisi Öğrencilerimiz Var

43.Erbabı Değilsen Aşkı Nakşetmez Gönül Yolu 44.Kendi Dünyasından Işık Tutmak

45.Anılardan Bir Demet Bazan Yağmur Olur 46. Geceleri Mutluluk Verir Trenler

47.Güçle Çekicin Đşine Benzemez Ezincin 48.Kulaklarımda Gitar Sesleri

49.Böyle Kendi Başına Gezip Dolaşırken 50.Bir Karacaoğlan Çıkar Karşımıza

51. Karanfilli Bir Gemi Kaçırdı Bu Deniz 52.Orada Her Şey Sizler Đçindir

53.Yoluna Mahkûmluklara Vurulduğum 54.Umursamadığımız Manzaralar 55.Bazı Bayramlaşmalar Var ki

56.Kelimesine Yandığım Zevkler 57.Bir Resimden Okudum Güncesini 59.Gönül Örücüsüne Pazarlandım

6

7

Büyülüsün Sevgilim Büyülüsün

Çöz dedin saçlarımı, dökülsün omuzlarıma! Sesini çaldım aynaya gülen dudaklarından Kadın kokusunu, ten kokusunu aldım içime. Çöz diyorsun çöz! Nasıl çözebilirim sevgilim Aynada nefesini, aynadan bakışlarını, iç çekişlerini Büyülüsün sevgilim büyülü…Đçimde bir büyüsün. Çöz dedin düğmelerimi, açılsın gül göğsüm! Özlemini aldım sesinle, sürdüm dudaklarıma Gözlerin çöl fırtınası, kumsuz boransız vuruyorsun. Çöz diyorsun çöz! Nasıl çözebilirim sevgilim Gözlerindeki fırtına, içinden gözlerime vuruyor. Büyülüsün sevgilim büyülü…Đçimde bir büyüsün.

Hâlâ çöz diyorsun çöz kalbimdeki anıları! Sesini aldım sesime, kattım nefesime Bir şey var ki dedim sana, asla solmaz Sen ve ben; resmin diliyle seslendim sana: Büyülüsün sevgilim büyülü…Đçimde bir büyüsün.

8

Sözlerin Köprüsündeydim Eridim sorgu köprüsünde. Suyum karıştı suyuna, teknesi hazır, dümeni nazar. Bekçisi görünmedi gözüme, alındım sözlü köşküne, birçok levha dikilmişti karşıma. I. Dolaştım çiçek ile, çoğaldım çocuk ile, bağlaştım kadın ile; yüzüm yüzünleydi, bakabildin mi bizce dönen evrene çok göz ile? II. Yürek çürüklüğü bağrımızda barınmaz, zamanla görülürse eğer; uyar, eleştir, merhemi sensin, iyileştir. III. Đnanç mı; ne olursan ol, kim olursan ol, inancından âşık olana özlü davran; o sendeki yüceliktir. IV. Đnsandaki insanın ışıldadığı, derisinin küçüldüğü bir yere mi kondu cismim, deme; cismin nefesi pahalı servettir.

9

V. Sözü ile özü bir olmayanı ne mi yapacaksın, dinlersen, yoluna devam edersin. VI. Kıyıcıdan, haksızdan, yalancıdan, ikiyüzlüden, kara çalıcıdan korkma; al tedbirini, uzak dur. VII. Bazı şeyler vardır ki kurulu okulları yoktur, hayat öğretir onları; testisini doldurabilene aşk olsun! VIII. Aslına hor bakan, üstüne de hordur, farkı; duruşun içindeki farkındadır. IX. Her ağaç, köküyle ormanda bulunur. Kökü üzerinde yetişip kardeşleşemeyen kırılmaktan, güdülmekten kurtulamaz. X. Đş mi, işve mi; çalışmayan sevilmez, kazanmayan sayılmaz. XI. Yokluk, yoksunluk, yoksulluk; bir afettense çekilir, başka türlüsü: bilinir/bilinmez çiledir, katlanır. XII. Levhaların sonuncusu muydu karanlıktan aydınlığa gülen: Gecem sorar, gündüzüm sorar, mezar taşında neyi okuyacağız? Doldum…duruldum…ayaklandım ve dedim ki: Hak, öyle ağır bir yüktür ki altında ezilmediğim için burada değilim.

10

Kaç Güneşle Doğdun Pencereme Bilmiyorum Kaç güneşle, kaç düşle doğdun pencereme, mutlu musun? Dondum odamdaki aynanın karşısında sana bakarken Bir kabahat mi işledim bu sabah, söz mü getirdim hatırana? Çerçeveli resmini aynanın sağına koymuş kızın Güzelyüz Öyle ayıpsar yüzle bakma bana, biraz sonra işte olacağım Kahvaltı bile yapamadım, geç uyandım uykudan, hastayım Hasta dediysem, ciddi değil, soğuk algınlığı gibi bir şeydir Öyle dolu gözlerle bakma bana, bu halimle de çalışabilirim. Kaç baharla estin, kaç ayla doğdun pencereme, mutlu musun? Saçlarım ağarmış, biraz da seyrelmiş; takma, böyle de yakışıyor Öyle bakma yüzüme, kuaföre gidip boyanmayı düşünmüyorum! Dedim ya, işe geç kalıyorum, çok çalışmak zorundayım kızımız için Şimdi yatakta, uyuyor, bugün pazar, ek işim terzilik, becerebiliyorum Güzelyüz biraz sonra kalkacak, buraya gelecek, dişlerini fırçalayacak, Yüzünü yıkayacak, saçlarını tarayacak, aynaya bakıp başını sallayarak Bu, babam diyecek sana, bana baktığın gibi ona da bakarsan darılırım!

11

Nisanın On Yedisinde De Kar Koparmış Göklerden -Görülmüş şey mi! dedi kahvesini yudumlayan yaşlı hasta Hayretle bakarken yoksullar yurdunun avlusundaki kiraza, Nisanın on yedisinde de mi kar koparırmış salkım çiçekleri Bakım bezinden bir hafta önce soymuştum nazlı gövdesini. Salona çıkan gözlüklü kadın, onun sesiyle kapıya yürüdü: -Đlkyazın ortasında lapa lapa kar, mevsim çıldırmış olmalı Üşüyor ne demek yanıyor, dedi kirazımız, çadır germedik Bu yaz kirazını yedirmeyecek bize; gün bitti, kar durmadı Çiçeksiz, meyvesiz bir kiraz olacak yoksullar yurdunun Utancına nasıl katlanabilecek ertesi yıla kadar ağacımız? Bir başka yaşlı adam baş yukarı izliyordu kar yağışını: -Yaprağı yeniden yeşillendirir de ama meyve çiçeğini... -Onu bu sene kara yatardı ya, dedi kahve içen yaşlı hasta, Kahve içirebilseydim, ısınır, çiçeğini düşürmezdi kardan!

12

Büyük Servetli Yalnızlık -Đsmim servet’tir, dedi yanıt, her iki dünyada da beni yalnız bırakmayacak tek servetimdir: Bu da yalnızlıktır, onu hiçbir şeyle, hiçbir kimseyle paylaşamam! -Kimsin, necisin, dedi soru? -Đsmim servet değil, dedi yanıt, yalnızlığı servet sayılan bir kimse veya bir şeyim. -Đki dünyalı mısın, dedi soru? -Hayır, dedi yanıt birini tütün, birini çakmak ettim; ikisi de cebimde, kullanmıyorum, boşluyorum. -Niçin, dedi soru? -Birbirini boşamışlar, dedi yanıt, ben de onları boşluyorum. -Kazancın nedir bu işte, dedi meraklı son soru? -Servetli yalnızlıktır! dedi hazır son yanıt.

13

Bin Çift Kanat Đsterim Hayalleri Đçin Bir çift çelik gibi kanat isterim, şu bitmez hayallerime! Çıkarmamak üzere takıp uçmak isterim erişilmez uzaklara Gidilirse kavuşulur, diyeceğim ismine, serüvenine dağlı diyarın. Hiç kimse bunun farkında değil, kanadım; Zaman da farkında değil, dişlilerin arasında, ha ezildi ha ezilecek. Öbür yanımı da görmüyor kimse, dağların arkasındadır, molada. Kaynayan dağ çayı mıdır demlikteki; kara ekmek midir çantadaki; Kanadım, yola düşenlerin şafak kahvaltısında, ne düşlerle dinlenir! Özgürlükle yüzyüze bir gecede, avuç içinde içilen sigaradır saklım Ve o gün hazirandı, bahar mevsimiydi dardağan ağacının altında. Bin çift göz isterim, şu bitmez hayallerim var ya, sebebimdir! Çıkarmamak üzere takıp bakmak isterim ta görülmez uzaklara. Gözlerim ateş başlarını, gözcüdür kanatlarım; Aynı saatlerde bir başka dağlı diyarda ve bir vadide yemek vaktiydi Közlü odun ateşiydi taş çevrili ocaktaki, çevrilen geyik kızartmasına. Bir bardak içkiyle ne güzel gidiyordu dağlılar sofrasında geyik eti! Ve o gün hazirandı, yağmur mevsimiydi Katmandu’da.

14

Ayna Tutma Bana Gönül Đki gönül yakasında durup beklemek, Her gün aynı yerde, aynı gönülle vurulmak nedir, Bilemezsin, Selvira? Sevenlerin ikisini yakarak, olmayan bir üçüncüsüne Umut beslemek yakışır mı sana, Selvira? Elindeki ne oluyor bu saatte, ayna mı, tutma bana, Yaşamadan mı yaşlandırdık gençliğimizi, Güldürme beni, dedelerimiz gibi anlaşmayacağız! Caddelerde ve parklarda kalabalıklara karışarak Ve kaygılarımızdan arınmış olarak el ele tutuşup Yürümeye sonra çalgılı bir gazinoda eğlenceye... Gönül gezisiyle bir gecelik dansa, ne dersin, Selvira?

15

Ne Bir Eksik Olsun Ne Bir Fazla Sorarlarsa beni çağlara tartı kalan Dost özlemli yargılanmalarda: -Onu sattılar, dersin, Fikir inmeli sazların eşliğinde Devrim adına ilahiler okuduklarında Onu sattılar, dersin, ey oğul! Herkes biliyordu çeliğin sertliğini. Kimler bilmiyordu ki aklanmasını, Bir kurban gerekiyordu bir kurban Adamak için yaratılan sahte mitoslara! Salonlara dönerek ve göğsünü gererek: -Onu sattılar, dersin ağız dolusunca! Uygarlığı ve yaşamı elleriyle üretenleri, Çalışmayı ve yönetmeyi hakça bölüşenleri Saf dışı etmek için dirilişimizi karaladılar, Düşünceyi cüceleştirdiler, umudu kırdılar Yazarı, çizeri ve okuyanı...susturdular Ve şairleri boğdular! Herkes biliyordu çeliğin eğilmezliğini. O günlerden bir gündü, oğul. O gün de yazınca hesabına suçsuzluğunu Ve suçlamalardan almış oldu payını. Ey oğul, ne bir söz fazla söyle, ne eksik, Aynen söyle: -Oysa o, çıkmazlara sürülen büyük emeğin Kurtuluşuna ışık tutuyordu dizeleriyle. Ey oğul, ne bir eksik derim, ne bir fazla Eğer okunursa dizelerim, tamamlar Gerisini bir gecikmiş savunmanın.

16

Kurbağalı Park’ına Bir Dümenci Havuzun kaygan iç duvarlarını ölçercesine Gezindikten sonra daha yeni çıkmıştı sudan, Süzgün bakışlarla izliyordu yakın çevresini Kurbağalı Park’ın sevimli, sürmeli kuğusu. Uzun zamandan beri binici ağırlığına hasretti Kenarları sarmaşık sarmalı parkın atlıkarıncası. Mevsimi değildi çocuk cıvıldaşmalarının, Duruyordu yerinde, dolup dolup dönmeyince Bir hayalet gibiydi plâstik, geniş sepetleriyle. Gagalarken tüylerini atlıkarıncanın gizli gözcüsü, Beyaz bir kuş göründü bulutların beyazlığından, Kuyruk üzeri, sarkık ayak üzeri, kanat çırpıyordu Konmak için atlıkarıncanın direğine, konmadı, Boş sepetleri kolaçan etti, boşluk ürkütücüydü. Gagasında çırpınan dümenci balık yavrusunu Kurbağalı Park’ın kuğu fıskiyeli havuzuna atarak Tiz bir sesle uzaklaştı kuğuya müjde verircesine.

17

Söyleşir Gider Gölgelerimiz Duvarlara Ne zaman sevdalansam kol kola seninleyim, kıymık kıymık duvar bedenlerinde gezinirim bazan kısa, bazan uzun sürer kırılmışlığım. Hep yanımdasın, söyleşir gider gölgelerimiz, olmazsan da duvarlar var eder seni, sana eşlik etmeyi kendime zanaat edinmişim. Yürümezsek de birleşir gider gölgelerimiz, bilinen yolları bırak, hiç taşımadılar ki bizi. Ne bulduysam duvar yazılarında buldum, korkma, yaklaş, uzat elini, kapa belki dayanmaz gözlerin duvar kayıtlarına. Yürü, sevdiğinin kolunda değil misin, benim değil misin, bana gelmiyor musun; dizmediler mi sevgimizi duvar dibinde kurşuna, yiğit bir delikanlı gibiydi o duvar, çökmedi yere! Adımla, sesim eşlik ediyor sana, o duvardayım, yaklaş umutsuzluğa kapılmadan. Parmaklarının okşandığı, ayaklarının ağırlaştığı Ve kalbinin sıcak bir buğuyla ıslanıp yıkandığı anda dur, çıkarma sesini, kurşun aşka işlemez. Tüm varlığımla seni bekliyordum, uzat ellerini gözlerini açmadan, dokun duvardaki yaralara, elinin öpüldüğü izdeyim.

18

Bir Kahve Davettir Bir Şeylere Bu Vakitlerde Haber gönderdim sizlere içimden gelen bir sesle. Dedim ki Seyhan kıyısında, baraj gölüne bakan Bir yazlığa gidin bu hafta deniz karası Cengiz’le, Cevheri alın terinden ibaret Mustafa’ya. Sizler ki iki arkdaşsınız, öyle görünüyor bana. Bugün kahveler benden, yudumlanırken kahveler, Kırkını aşan yaşların tecrübesiyle bakışlarınız Dağlarda olsun, her ne kadar kar mevsimi değilse, Karsız da muhteşemdir Çukurova’da dağlar. Ve Çukurova’nın sevecenliği gibi sıcaktır Yürekleri insanların, sofraları ve hürmetleri de, Ünlüdür, işi, ekmeği aslan gibi tutanı severler. Ve dedim ki dilinize sıvanırken ilk yudumunda kahve Bir gözünüz dağlara gitsin, her ne kadar kar mevsimi Henüz başlamamışsa da yine dağlardan iner Seyhan, Dipten içe bulanır, burgulanır baraj gölünde Binlerce dalgalı sudan sarmal hortumlar gibi. Nasıl anlatabilirim uzaklardan birkaç sözle, Kahve sakinliğiyle baraj setinde duranlara, Aynı saatlerde parçalanmış hatta parçaları bile Parçalanmış ve yaşına akrep iğnesi gibi Saplanan ve gün boyu çalışmaktan canı çıkanların, Bir ek işte koşuşturmalarını, elden, hafif bir şeyler Satmak için köşe bucak dolaşmalarını? Tam bu vakitlerde pamuk fideleri taraklanır Komşu apartmanın balkonuna sarkan perdelerinde. Ve sigaramın dumanıdır, bre, kahvenin dostudur, Koza gibi gül bağlatır balkondaki saksılı güzellere Dışarıdan içerilere çekilirken saatler bu vakitlerde.

19

Birçok Yakınmaya Bir Tek Yanıt Yeterlidir Aç mısın, diyorsun mektuplarında, Mahir kardeşim, on dört yıldan beri para kazanılacak, araba, kat alınacak, eşe dosta el uzatıp yardım edilecek bir memlekettesin? Önemsemiyorum yemekleri, birkaç sosisle, bir dilim peynirle de idare ederim, sade pirinç pilavıyla da. Bir pişirir, pir pişirir, iki günü geçiririm onunla. Haşlamalar, kıymalı makarnalar, güveç ve benzeri sebzeli yemekler de hazırlarım, birden fazla öğün içindir. Genellikle sofram beni bir çeşit yemekle yemekler, ne ben yakınırım, ne o, kimseye de imrenmeyiz. Bilinçli beslenme ölçülerine göre soruyorsan, bir üst açlık halidir ama sofram cömerttir, ne biterse kendinden, tümünü sunar bir memleket de otursa başına. Gerisi mi, lezzetin laf salatasıdır, dosta sergilenmez; zaten dolmalık patlıcan gibi içleri boşaltılıp, kıvır zıvırla doldurulacak adamı seçmesini bilirler, süründüreceklerini de, eğer böyle olmasaydı, bir yılda finansın asalak girdileri bire, ikiye katlanmazdı uzaktan isimleri sizlere cazip gelen bu egemen coğrafyaların. Bu tip şeylerin üzerinde pek fazla kafa yormam, ısrarla sorduğun için yanıtlamak zorunda kalıyorum; son gelen mektuplarını da okudum, nasıl duymuşsan bilmiyorum, aynı şeyleri yazmışsın yine. Aç bırakılması gerekenlerdenim, altmış üç kilogramlık fizikî ağırlığıma, Dünya’nın herhangi bir bölgesinde bir yer bulunur ama sizlerden aldığım ve göğsümün içinde kutsal bir emanet gibi sakladığım bu tapılası varlığa bir sığınak bulmak çok zor, işte bütün sorun bu! Gazeteleri, televizyon haberlerini izlemiyor musunuz, meselâ Darfur’daki kampları, Asya’daki sefaletleri... Dilim varmıyor demeye, her yıl bir yanımızı vuran depremler, gerçek halimiz nasıl gözler önüne seriliyor; benim yoksulluğum, sürünmüşlüğüm mesele mi, avuçlarımızdaki bir dünyayı sahalarına alıp onunla, terbiyeli sirk maymunları gibi oynayanlara karşı halklar mutfağında emeğin, umudun işçiliği, ne şereftir bana, bundandır mutluluğum; sağlıcakla, Mahir kardeşim!

20

Tabaktaki Ufkun Kızartılmışlığı Bu çay deniz gibi bir göle karışır, Karışırken kıvrım kıvrım kırışır. Sahilinde, bir balıkçı lokantasındayım Tabağımda ufkun kızartılmışlığı. Çatal, bıçağa gerek yok Çorba kaşıklanır gibi kaşıklanmıyor Ufkun göl sacında kızartılmışlığı. Esas yemeğim ızgara kefal kebabı, Oltayla tutulur gibi tutulmuyor Çayın hışıltılı çağlayanından tabağıma Vuran pırıl pırıl ışık serpintileri. Zevkini çıkarıyorum aklıma gelenlerin. Bir inci kefali koşuyor çayın akışına Gömüyor ağzını, yarıyor kum birikintisini. Bir kuyruk çırpıyor, bir ani dönüş yapıyor, Kaçıyor sığlığına gölün, avlaklardan Uzaklaşmadan sallanmaya devam ediyor. Bu kefal ya serseri ya zırdeli, Zıpkınlanmayı mı bekliyor, bir tekneden Bırakılmakta olan ağlara takılmayı mı, Daha hapı yutmadan çekip gitmiyor. Bir yanlış ısmarlamaymış, ızgaradaki kefal Acil bir müşteriye uçurulmuş. Sahil hatırına bu gariban çok çekmiştir, Çekip gidecek değil ya, sabrın sanatçısıyım. Akşamın gecikmiş yemeğinde gelirse önüme Boş tabağım yağlı yemek görecek. Günah bende mi, bakıp uyarmadım mı, Eline sağlık avlayanın, afiyetle yerim Tabii o da bir acil müşteriye verilmezse!

21

Bir Kara Kalemdir Kâğıdın Üzerindeki Nihayetinde: Bir karbon bulgusudur dizimdeki, Bir kalemdir kâğıdın üzerindeki, istersem yazar mı Konuşulmamaktan anlamlarını yitiren kelimeleri Senin peşinde koşarken, seninle delice düşlenirken Kaysıların yaprak dökümüne yatıya uzandıkları Eylül akşamlarında; her seferinde ben, böyle sarı Suskunluklarla kahrolurken kopacak gibi bir başla Yığılırım banklara ışkınına kaç kere fal açtığımız, Ayaklandırılmış kalemli asma bağlarının arkasında. Nihayetinde: Bir ağaç harikasıdır kalemin altındaki, Ne dilesem okutur mu harflere sevmekten yorulmuş Hazana dalıp uğruna gazel gibi harcadığım ömrümü. Ne geldiyse başıma eylül akşamlarında geldi demeye, Deyip bağırmayı kaç kere düşündüm, biliyor musun Ama bir keresini bile başaramadım bu, beni çıldırtan Eylül akşamlarında, hışır hışır hışırdayan yaprakların Arasına kendimi bırakırken anılarla eğilmiş bir başla. Nihayetinde: Bir kalem, bir kâğıt mıdır bahsettiklerim, Đkisinin koruduğu yazılmaya değer bir şey daha var; Severek yaratanların bize bıraktıkları büyük aşklarıdır Onu emanet ettin bana, onunla övünüyorum, sevgilim, Bu eylül akşamlarında hiçbir gazele benzemeyecek o!

22

Güzelin Güzel Gününde Güzellerin güzel gününde Bana bir güzel ara, gönül. Salayım seni kâr, pazar ile Var aralarına, gir nazar ile. Sayma altını, pulu, parayı Bana bir güzel bul, gönül Boyu boyuma tam değsin Huyu huyuma hoş gelsin. Aldanma işvesine, işmarına Bana bir güzel yarat, gönül Sakın, koyma gözümü kara Yıldızı gönlümce ışıldasın. Kapatalım bu pazar bahsini! Bana bir güzel donat, gönül Günüm kararmasın boşuna Gönlü gönlümce ağırlansın.

23

Evlat Edinmişti Kimsesiz Çocuğu Satmalıydı sepetteki peynirli börekleri; Yatsıya oğlu dönüyordu özel derslerden, Ücretini biriktirmeliydi ay sonuna değin. Đyi bir baba olmayı hiç umursamamıştı Zaten günü gününe para kazanıyordu, Gayretli dede diye örnek gösteriliyordu Komşularına Söğütlü Mahallesi’nde. Kaç çocuk yetiştirmişti veya kaç okullu Hem de öz eşinden, andıkça isimlerini Gururla gülümseyerek; Bir gülümseme, bir evlat demekti ancak Kendisiyle birlikte kalan kendisinindi. Üstelik hiçbirinin üzerine böylesine de Titrememişti mahallenin koca börekçisi. Đnsan, kendi yaşından daha genç bir Yaşa bağlandıkça kolay yaşlanmazmış O halde; bakım, bakılana bir borçtur, Tekrar benzerlerine verilmek içinmiş. Bu tip derin şeylere pek kulak asmazdı Varlıklı ailesinden uzak bir mahallede, Bir gecekonduda oturan börek satıcısı. Bu gece, son gecesi miydi, ders saati Çoktan bitmişti, hâlâ görünmüyordu Çalışkan oğlu, bugün böreklerin hepsi Satılmıştı yoksa ikinci defa çıkacaktı. Sepeti koluna taktı, kapıya yöneldi, Kapıya bırakılan çantayı içeri almadan Yabancıların kaçak çalıştırıldığı ünlü Simitçiler Çarşısı’na küfrederek gitti.

24

Eğer Fırtına Bir Bulut Olabilseydim Nasıl olabilir: Bir uçurumdan saçılmıyordu Akın, grinin, karanın yığınsal dalgalanması! Sular, sulara karışarak doruklara mı akıyordu Küme küme yumrulaşıp ay gibi yüzleşerek, Yuvarlanıp yumaklaşarak yamaçtan yamaca Atılırken kırılıp veya yorulup kalmıyorlardı, Öyle hızlı ve biteviye hareket halindeydiler ki Katarlarına katılmak isterdim koşup uçarak Eğer onlar gibi fırtına bir bulut olabilseydim. Olmayınca onlardan bir bulut, en altta bizler, Uçuşun sancısı içimde, burgulanan arzularla Karmakarışık duyguların rampasında rötarlı. Zor bilekli rüzgâr kapatıyor açık kanatlarımı, Sarılıp kuşatılıyor gökten özgür dağ başları Dalga dalga; kabulsüz, izinsiz, pasaportsuz! Kalıyorum havada; ne tutsağım, ne de yaralı Sonra bir başınayım: Ne rüzgâr var, ne bulut. Dağın zirveleri çekmiş cefayı çileyi, sana ne!

25

Hasretini O Ana Kadar Saklayacak mısın Geldiğinde artık ben burada olamayacağım. Đyice unutulmuşken, belki başka bir mekânda Umulmadık bir günde yeniden karşılaşabiliriz Sadakatini, hasretini o ana kadar saklamalısın. Kavuşmayı kasten uzatıyor duygusuna kapılma, Haydi demekle yeşil ışığı yanmıyor bu kavşağın Beklemelisin diyorsam bunu bir buyruk sanma, Bu işin akıldan kıt mantığını biz icat etmedik ki Rol vermişler bize, istemezsek de oynayacağız, Hakkıyla canlandırabilmeliyiz karakterlerimizi. Neden mi tekrarlıyorum, yazık, hâlâ anlamamış! Hani, yeni bir şey yok derler ya batı cephesinde, Đşte ben de onu sana hatırlatmaya çalışıyorum ya Ama görüşmelerin batısı, doğusu yok ki piyesin. Sanırım, oyun öyle bir uzlaşmayla bitmeyecek! Ne sen hayal edeceksin, ne ben geleceğim hattına. Bir yudumluk su ya da bir sigaralık gibi bir şeydi, Geldi geçti, takma be adam, gününü gün ettin ya!

26

Kırlangıçların Yavrulanma Mevsimiydi Saldırdılar gece yarısı vardiyasından görevliler Sessiz sedasız uyurken çatıdaki kırlangıç çifti, Canlı yumurtalarıyla sımsıcaktılar yuvalarında. Türkü söylediği için bir tutuklu hücreye atılırken Ünlü bir marşı okuyordu elli kişilik görevli ekibi Ve anahtar ve kilit ve kalas ve zincir şakırtılarıyla. Yeni bir yoklama, yeni bir sindirmeydi içeridekine, Đçeridekiler ki dışarıdakilerden daha dışarıdaydılar Sayfa sayfa asılıyorlardı haberlere günlükleriyle. Kuzeydeki duvar yosunları ince ince süslenirken Kanına girdiler taze uykuların, umuda yatanların, Đsmini ezberlettiler yeni gelen bir baş görevlinin. Bir mektup yollarsanız size de yazarlar öykülerini, Baş görevlinin kirli ismini, manda karası bilincini. Đstemezseniz de dinlemek zorundasınz, dinletirler, Ama şöyle ama böyle derler, ama`ları zoka gibidir, Yutulmazsa da zorla, oyunla yutturmaya çalışırlar. Ne kadar zamansız olduklarını mı düşünüyorsunuz, Sözün inceliğinden ola: vay be, geç ebeliği, dostum! Göğüslerindeki yürek değil, öyle kanıtlanmıştır ki Sanki demir parçasıdır, dövüldükçe çelikleşiyorlar, Zamanları bahar, baharları güneş edip bizi ısıtanlar! Ey dost, bir gün tıkanırsa yol, yola devam yürüyüşün Eğer bu duruşta varsa bir hile, varsa bir büyük kusur, Onları çağırın, gelmezlerse yuh çekin yüzlerine, yuh!

27

Çocuk Kalan Yüreğimle Özür Dilerim Geldim, bir esinden miydi gelişim, gidiyorum; Size layık bir dünya bırakamadığımız için Özür dilerim, geçmiş adına, gelecek adına Özür dilerim, bilen adına, bilmeyen adına. Neydi, bir düzmece miydi gördüğüm, utanıyorum; Kış günü tabakta sıcak çorbası, okul yolunda Giyecek paltosu, otobüse binecek parası olmayanlar, Size layık bir yaşam yaratamadığımız için Özür dilerim, çocuklar, özür dilerim insan adına Özür dilerim, dalsız çiçekler, semasız kuşlar... Çocuk kalan yüreğimle özür dilerim cümlenizden, Size layık bir dünya bırakamadığımız için. Geldim, bir yanılsama mıydı kalışım, gidiyorum; Size layık bir dünyada bir ülke bırakamadığımız için Özür dilerim, bilim adına, bilinç adına... Özür dilerim emek sahibi çalışkan neslim adına. Neydi kentlerde gördüğüm, utanıyorum Gökdelenlerle yarışan apartmanlara boyun kırıp Yıkım saatlerini bekleyen gecekondularda Bu, son gecemizdir diyerek çocuklarını uyutan Annelerin umutsuzluğundan utanıyorum şiirim adına, Size layık bir dünyada bir ülke bırakamadığımız için Özür dilerim, evsizler, işsiz güçsüz dolaşanlar... Özür dilerim, çağım adına anneler, yuvasız bebeler... Çocuk kalan yüreğimle özür dilerim cümlenizden, Size layık bir ülkede bir dünya yaratamadığımız için. Geldim, bir dilek miydi görüşüm, kendimce diliyorum: Bir şey biliyorum, belki o zaman adım bile bilinmeyecek Bir yer biliyorum, belki orada bir yerim bile olmayacak Ama yakın ama uzak, sizler hep mutlu olacaksınız Belki oyuncaklarınıza binip masallara sığınacağız Belki de en iyisi unutulup gitmektir, çocuklar; Mutlu bir dünyada, mutlu bir ülkede, mutlu bir yuvada Yaşadıkça sizler!

28

Ondörtler’in Resimleriyle Göz Göze Gelmek Zamansız gelecekse ölüm, adı bin kere hain olsun! Yiğitçe olmaksa bir kavgada, çoktan oradaydılar. Şafak atmadan bayrakları kaldırdılar, yıldız taktılar Ve göklere uçurmadan önce tek tek önlerine geçip Resim çektirdiler; vuruşarak çekilmek an meselesi.. Zamansız alacaksan ölüm, adın bin kere hain olsun! Ondörtler yan yana, kare kare tam on dört resimde: Bu yaş, yaşamak yaşıdır, yakışmaz bu yaşa ölümler En küçükleri daha yirmi bir yaşını doldurmamıştı; En büyükleri yirmi dokuzunda, Ondörtler’in başında Can bu yaşta, delik deşik edilmeden teslim edilmez! Kayıp giden yıldızlara kan ve gözyaşları yazılmaz; Sabahtı, kimyasal bir savaşla başlayan ölümsüzlük, Bir nevi sonsuzluktu, başka ölümsüzlüklere davetti. Tam on dört resim, tam on dört kare içinde gözler! Kimlikteki doğum yerleriyle bir anlaşmayı yırttılar, Yazıya dökülmemiş yeni bir anlaşmayı resimlediler. Yoldan, yoldaşlıktan kopmadılar; ateşle dövüşerek Güneş olup, göğüslerine karanfiller takarak gittiler...

29

Bayılırım Böyle Hayaller Kurmaya Nasıl birden çıkar gelirmiş unutulmuş yüzlerden bir yüz, tanıdık; defalarca yüz yüze görüşür gibi, o bakar, ben bakarım, o söner, başkaları görünür! Biri süzer, birileri üzer, vazgeçemem hiçbirinden, Garip garip dertleşir gibiyim. Nereden, ne zaman, nasıl gelirmiş, bilemem; Giden isimlerden bir isim, her zaman anılan gibi Düşünürüm, ayıramam birilerini diğerlerinden; Yılların girdisine, çıktısına rehine gibiyim. Sayarım isimleri boşuna, sileni, silinenlere karışır; Hesaba kitaba gelmez taşınmaz eski hatıralar gibi, Sanki ben, bu yüzleri hiç tanımamış gibiyim. Ama nasıl çıkar gelirler peş peşe; Düşünür, taşınır, anlayamam fakat bayılırım unutulmuş yüzlerin geçiş saatlerine dalakalmaya, Gündüzü gecesinden uzun böyle hayaller kurmaya. Bu, yüzlerin kaçıncı gelişi ve kaçıncı gidişleridir; Solan resimlerden bir resim, fısıl fısıl konuşur gibi, Mimikleri birbirinden tatlı, doyamam hiçbirine, Takvimlerin uçan yapraklarına takılıkalmış gibiyim. Tekrarlanır ziyaretleri albümlerden küme küme yüzün; dostlar mı akın etmiş kapıya, açarım, kimse görünmez Ama nasıl olur, ben, bunları daha şimdi görmüş gibiyim!

30

Açlığa Ve Susuzluğa Karşı El Ele Durmak Çin Seddi’nde miyiz açlığa karşı el ele yürüyenlerle; Büyük dünyasal açlığa, büyük kırıma kaç çeyrek var, Neredesin, ekmeğini kazanırken kelebekler gibi çırpınan, hüneriyle geçinen evrensel kardeşliğim! Sudan’da mıyız sussuzluğa karşı diz dize oturanlarla; Yanımızdan bir sahra kervanı geçer, nereye gider, Saklar yüklük çatılarında albenili katar, değerli şeyler. Onurlanır mı, böbürlenir mi sahibi, bilinmez; yükünden bir tulum suyu yoksa susuzluktan kırılanlardan yana, Katılmaz susuzluğa karşı diz dize oturma çağrımıza! Yeni Delhi’de miyiz yoksulluğa karşı el ele olanlarla; Bombay’dan bomba gibi haber: Ölüme kaç çeyrek var varoşlarda gıdasızlıktan, ilaçsızlıktan, bakımsızlıktan..! Dileğimizdir; torba torba besin, koli koli ilaç yüklenmeli ambarlarından, fabrikalarından, limanlarından devletlerin; Uyanmazsa insan bilincimiz yetişmez yerine felaketlerin. Yollarda mıyız mevsiminde her kıtadan el ele verenlerle; Şeridinden filmin eli tüfeklilerin, kıyımına kaç çeyrek var Ağır canlı antilopun, yavrulu samurun, sürmeli cerenin... Neredesin, doğayla sözleşmeli yaşamsal kutsal barışım; O diyardan bu diyara, çığlık çığlığa, bir boydan bir boya toplu yokoluşa, açlığa ve susuzluğa kaç çeyrek kaldı ki!

31

Dağ Gibidir Bizim Demokratlarımız Ne yiğitler gördük, aslan gibi korkusuzdular! Ufkumuzdaki aydınlığı, çantamızdaki talimatı Cebimizdeki parayı, parmağımızdaki sigarayı; Đçeride ve dışarılarda, herkesten gizli yerlerde Şifreli buluşmaları, kaçak uykuları paylaştık. Yürüyen dağ gibidir bizim demokratlarımız. Ne kadınlarca ağırlandık, anne gibi halktılar! Gecemizdeki kara belâyı, kuriyedeki haberi, Çıkınımızdaki dilim ekmeği, bardaktaki çayı; Yazıda ve yabanlarda herkese açık alanlarda Gençleriyle geçişi, pusuyu, sevinci paylaştık. Toprak gibi verendir bizim demokratlarımız. Ne çok okuyanla korunduk, aydın gibiydiler! Đşimizdeki zorluğu, birliğimizdeki sağlamlığı Kitabımızdaki derinliği, safımızdaki mertliği; Sevklerde kelepçeleri, kürsülerde savunmayı, Duruşmalarda, koğuşlarda cezaları paylaştık. Karınca gibi cefalıdır bizim demokratlarımız! Toprak gibi vefalıdır bizim demokratlarımız! Halk gibi kuşanandır bizim demokratlarımız!

32

Söz Var Sözden Đleri I. Zorun siyasal ve silahlı örgütlenmeleri sürdüğü sürece şiirsel adalet duygusu, yüreğimizi iğneleyip belleğimizi canlı tutmaktan vazgeçmez. II. Ne doğduğum yere yerinirim, ne varacağım güne karamsarım. Đçler acısı özlemli gidişleri ismimle renklendirerek mutluluğu ararım. III. Renkler ve zevkler tartışılmaz diyen ilkin rengi ve zevkleri tartışılmalı; ilkin sadeliğini, açığa çıkarabilen, ilkel güdülerine içirmelidir. IV. Doğanın insanla koklaşan her rengi, rengimle hoş bakışır. Ama her rengin kendince dikenine katlanmak, ona ifade hakkı tanımak erdem işidir. V. Tarihin sanata karşı zaferi yoktur fakat zamanın vardır; bu söz büyük şairi, ölümsüz şiiri de kapsar. Sorun, iyi şiir yazmak değil, ölümsüz şiirin şairi olabilmektir. VI. Zor... Renkler... Zevkler... Haklar.... Şiir! Çok renkli görünen zor bile içinde bir haksızlığı taşır; öyleyse zora, hayır deme hakkı düşünsel, ilkeli bir olgunluktur.

33

Bir Çift Ağlayan Göz Koyar Geceme Mavili bekleyişler, nazlı gecikmeli gelişler Giydirdim sarardıkça havasına hüzünlerin. Gönül yeterli görmeyince ikisinin arasına Çil turuncu sürgünler sürdüm, canlandıkça Giysilerin zarifliğinden deşifre duyguların. Yıldızların tutkusu depreşti kendiliğinden Karardıkça çeşnisi fırtınalı firarî ayrılığın; Düğme düğme uçuşup serpildiler geceme Sonra pembenin çalınmışlığından bir yüz Ve bir çift ağlayan göz koyar yalnızlığıma. Göresimenin tazeliği uyandı içimde bir an: Morarmış resimlerdeki düşünceli bakışlar, Ben ben çözülüp, gelip yerleştiler geceme Sonra özlemlerin gün ışığından o esintiler Ve bir çift el silip süpürür yorgunluğumu; Ne ağlayanım var, ne yalnızım, bir hoşum.

34

Serabî Pazarında Aradım Sordum Seni Ömrümün baharıyla kışlandım son güzüne, Köşkümde kalasın diye, silme sevili yârim! Gelmedin; yoluna, kapına pusula bıraktım, Mevsimler konuklansın, dinlensinler diye. Ne umutlar besledim uğruna, gelesin diye; Göğsüme işlendi, dolmuş süresi senetlerin Sevi pazarına gittim, çıkaramadım ederini, Aradım durdum, sordum seni, bulamadım. Gün sonu topladım başıboş kalan sevgileri; Gramı olsaydı dertlerin, teraziyle ölçerdim. Çağırdım dolaştım: her birine alıcı düşmeli; Söz kesilsin, takı takılsın, sevdik diyenlere! Oysa bir ben vardım, bir de serabî seviler..!

35

Şairden... Şiirden... Sıfırlı Kalandan... ...01. Şair mi, et ile kemik arasında bir avuç yürektir. Şiir mi, o yazılmaz ki, yazdıranı sayısızdır..! ...02. Yazılırken çok cimridir; okunurken cömerttir: Düşündürür, yerindirir, kızdırır, güldürür... dudak ısırtır, güdü ve bilinç pazarında gezinerek doğumlu doğanın evrensel barışına davet eder. ...03. Bir şairin iki dünyası yoktur, onun dünyası aşktır. Ancak dünyasına sadık olan şair, bedelini ödeyerek şair yaşamını tadabilir. ...04. Yaşamsal akış düzleminde ilerleme ve toplumsal kurtuluş adına üretilen gülpembe söylemlerle; ya yığınlarla birlikte uyutulmak ya da karşı bir duruşla, tek başına da olsa, ifadenin zengin örgüsünde, özel ve basit yaşamı kırdırmak... ...05. Şair, şiirin dilinden şairse kırılmaya örgülenir. ...06. Işıksal kırılması şairin, büyük insanlığın mutlu geleceğine uzanmasıdır.

36

Bu Yürek Aşılmaz Bu Beyin Satılmaz Bugün 24 eylül 2006, pazar, saat on sekiz... Referandumla, “bir ajan ve ihbarcılaştırma yasası” yürürlükten kaldırılmış görünüyor. Şiirde mevzilenen felsefem benden önemli, Halkları severim, iradelerine saygı duyarım. Yeni yasanın ne olduğunu, uygulamaları ele verecek, bekleyeceğiz, önyargısız iyimserim. Bilinen nedenlerle bağlılığın terki sılacısıyım, Bir güzel ülkeye iltica etmek zorunda kaldım. Orada maruz kaldığım üzre, farklı yöntemlerle burası da düşürme, ihbarcılaştırmayı dayatıyor Bunların kaç arşınlık yol yürüyebileceklerinin, ta memleketimdeyken izleyip gülenlerdenim! Eski bir binanın tek bir odasında kalıyorum, sıradan bir temizlik işçisi, yani proleterim. Üst katta bir mutfak işçisi, aynı işyerinden, ağır hapis yattım, diyor adam öldürmekten. Belki mert birisi bilinir memleket ahvalinde Sicili karadır burada, fena halde düşürülmüş Đki dillidir, türkçe’siyle dış temsilciliklerde, ham almanca’sıyla kanton iç güvenliğinde; babadır bir aile adına, acayip emekleniyor, bilerek mi işler bu haltı yoksa bilmeden mi, Alım satım konusudur sınıf bilinçli işçiliğim! Bel ağrılarım, yürüyen komplodan daha sinsi, dinecekler, yüreği ve beyni zapt edilemeyenin. Ve kadın kartıyla kiralanacak sağımdaki oda... Gelenin yosmalık denemeleri sökmeyince, yani diğer yemlik frau/kadın, fräulein/kız’larınki gibi; Akıldan, fikirden raporlu kılınarak işten atılacak, demek önemliymişim: sıradan bir temizlik işçisi!

37

Masaya sürülen hesap devam ediyor dallanarak: Çağrılıyorum işyeri şefi tarafından, iç güvenliğe; birileri dövülmüş, memleketlimmiş, ifadeye... Birileri telefon etmiş yıllar önce bir kentten, Ki yüreğini, beynini satmayan adam, ifadeye! Yine birileri tehdit edilmiş, yıllar önceymiş, terki gelmiş, dönmüş anayurduna, mahkemeye! Đddianame, yargılamalar, takipsizlik ve beraat... Sakallı bir esnaf bulmuş, kanton değiştirmişim. Nereye gidersem benimle gelir imansız çelişkiler, Anahtarlar da doğurgandır derin demokrasilerde En iyisini oda tavanları görüntüler olup bitenleri Bir de kapılar, bir de duvarlar, bir de pencereler. Ve güvensiz güvenlik cezalandırıyor bir yazıyla, Şöyle miydi: yukarıda açık kimliği belirtilen kişi pas tranquille/sakin değil, dangereux/tehlikeldir, -güvenlik güçleriyle işbirliğini kabul etmiyor- o halde hastadır, “kamuoyuna” isimli mektubuyla, bir gazeteye faksladığı açıklaması tam çılgınlıktır; “deli” ilan edilmesi kaçınılmazdır-mahkeme aklar ama güvensiz güvenlik aklamaz-sacrifié/kurban... Ve komplo genişleyince yakın çevreyi de kapsar, basit ve yoksul bir yaşama mahkûm ediliyorum... Karşı koyuşun zirvesindeyim ki: soy kurutulur! Bir şairin doğum tarihi gibidir 30 mayıs 1994 Ve “kamuoyuna”nın son cümlelerini alıyorum: Şahsıma yönelik bakış açınız-ihbarcılaştırıp bir piyon gibi kullanmak-sürerse kendimi yakarım, Yanan ben değil, uygarlık itibarınız olacaktır!

38

Kalemin Đşlek Işıltısından Bakabilmek Sana Suyun açık ayasına gömülen yontucunun elmas kaleminin işlek ışıltısından bakabilmek, ezcümle; Nasıl bir anlayıştan doğar ki, düşünebildin mi hiç, Mutluluğun gelincik yanaklı, elden ele habercisi... Dileklerin kaşbastısından suya sarkan usta ellerin fal yorumundan damlayarak dokunabilmek sana; Nasıl bir hasrettendir ki her uykuda aynı yatakta baş başa, kucak kucağa yatılır da, aşk acımazdır, kavuşmaz boy veren prenslerine yoksul kızların Ve her defasınde boşluğun iç sarsıcı vuruşuyla kalkıp oturacaklar boş yataklara, hayal diyerek! Hayaldir, kurmakla bitmeyen tek dünyalarıdır: Atlayacak bir gece vakti fabrikalı kızlardan biri kapıda bekleyen beyaz atın terkisine, ol atlısının; Süzülecekler sessizce, vardiyalı gülümsemelerle uzaklara ve daha ilk molasında el ele durmadan, Çalar saati çalacak baş ucunda bir çalışan kızın: Fırlayacak yataktan, işe geç kaldım diyerek! Bugün hafta tatilinin başlangıcı, yarını pazardır, iş çok, gecenin geç saatlerine kadar çalışılacak. Ne mutlu kızlara, uyku verilmeyecek prenslere!

39

Şair Aitliğinin Sesidir Şiir de Yankısıdır Toplumsal duruştan kaçak geçişli zatıâlileri; şiirlerinizi zevkle okuyorum, sözcükleri mükemmel kullanıyorsunuz, sevişmeyi meslek edinen üç yıldızlı sahil yosmaları gibi. Meselâ, ithaflı bir şiirinize göz atalım, zatıâlimiz müsaade ederlerse onunla ilgili duygularımı belirtmek istiyorum övgüden sırılsıklam sözlerle: Vazolardaki doğum günü çiçeklerinin arasında çiftleşmeden önce, ön motivasyon safhasındaki ince belli böcekleri öyle bir güzel anlatıyorsunuz ki minicik bir kuş yavrusunu bile baştan çıkarabilir, tabi ilkin şiirinizin havasına kapılıp size vurulması gerekir! Tabu değil, ben de yazarım benzer konular üzerine... Ama bu kadar da olmaz ki, zatıâlim! Şiir kitabınızı incelerken bir bankta, aynı saatlerde Eminönü’nde polis zaptına geçmeyen olay şöyleydi: Karadenizli bir şehit ninesi, caminin basamaklarına yığılmış; kimliği, yeşil kartı olmadığından cankurtaran çağrılıp hastahaneye ulaştırılamıyordu. Eteğindeki yem yerlere saçılmış, evcil güvercinler gagalayıp duruyorlardı; gezici acil servis arabası parka çekilmiş, bulmaca çözen görevlisi öylesine kaygısızdı. Yaklaşık bir saat sonra, hani, şu dünya savaşlarında dedeleri, amcaları, dayıları; Doğu’muzdaki anlamsız ve haksız savaşta da torunları kırdırılan aziz halklarımız: -Kuşçu kadına ne olmuş, derken yığınla kişi toplanır. Yüz ıslatmalar, el, kol sallamalar, kolonya koklatma... Ve kadın gözlerini açar: -Dokunmayın güvercinlerime, der! Epeyce nedenledir ki farkımız: şiirim, egemenlerin “hain” suçlamasını ve halklarımızın kurtuluşu için yola çıktıkları halde, yalpalayanlara yönelttiğim eleştirel bakıştan dolayı “hain”likle birlikte; bu iki hainliği(sayıları artabilir) birer madalya gibi göğsümde saklayacağım ezilenler adına! Ve kuşkusuz, güç kaynağım, bundan dersler çıkaracaktır, yazarken efendiler kızar diye hayıflanan zatıâlilerimiz!

40

Bir Yanlıştı Sevginin Diplomalı Sözleşmesi Bir hanım uyanacak, ruhunda genç kız saflığı: -Sana acıyorum, diyecek! Söz birliğimiz vardı, geçen zaman içinde hepsini bir şeyler kopardı, alıp götürdü bizden. Mutfağa gidecek kadın, kurumuş dudaklarını hafif alkollü, içimi tatlı-sert içkisiyle ıslatacak. -Sana acıdım, diyecek! Bardağın kenarına sıvanan bu fısıltılı sözlerden korkmasına gerek yoktu ama çekiniyordu hasır örgüsü sedire uzanan ayyaş kocasından. Bir adam karıştıracak rafları, bir sürü dergi düşecek ısfahan halısı döşenmiş tabana, toplarken: -Size acıyorum, diyecek! Reklam yayınlarıyla kurulurken iş masasına: -Otuz çalışanımızdan beşinin işine son vermeli! Sonra adam internet sitelerini tarayacak: -Size acıdım, diyecek. Ve bugün cumadır kadını uğrayacak mezarlığa. Başı açık, boynunda koyu krem rengi arap şalı: -Acıları paylaşır mı ölüler, bilmiyorum... Kuruntusu iyice bulutlanmıştı, havalı bir bulut gibi kayacak, tekrar doğudan pencereden görünene kadar. Ve başka bir sabah, acıyla ortalık aydınlanmayacak, her gün zil zurna sarhoş kocasından boşanacak. Eşlerin zoraki birliktelikleri ha demekle bitmiyor ki; anlaşıldı, bu boşanma işlemleri daha çok uzayacak Ve ikinci evliliğin tanıklığını eski eşi yapacak! Đçinden bir türlü söküp atamadığı adamla evlenecek: -Sensiz edemedim, sana geldim, diyecek! Sonra herkes evine, sarhoş, yakasındaki beyaz gülle evlenme masasında, şişenin güvertisinden balıklama körfez turuna çıkacak ve kadını sabah kahvaltısında onunla yine karşı karşıya oturacak. Daha çeşmeli bara kaç kilometre var; boşanma mı, yeni evlilik mi, geç, yenisi eskisini aratır!

41

Biriyle Đşim Görülür Diğeriyle Hesabım Bir döner dolap, bir taş değirmen var hesapta Biriyle suyum çekilir, biriyle tenim öğütülür. -Bırak, dedim, yokum gayrı, devir ahir zaman; çevir dolabını, okut kitabını! Can bedenden boşalmış, kurgum bananmış toza. Çevir dolabını, sayfalarındanım, okut yazımı; Açılmışım harfi harfine, hiçbir şey silinmemiş, Nefeslilerdenim, mah cemaline, essah demişler! Nefessizlerdenim, gizli haline, eyvah demişler! Ben de şaştım bu işe, bir iken neler olmuşum..! Suyu çalan dolaptır, yapıyı öğüten değirmendir Biriyle zihin yoğrulur, biriyle cefa tahtına yatılır. -Bırak beni, dedim, gayri, devir gelecek zaman; çevir yüce bilge inancıyla, dişlidir el değirmeni! Durmadan doldurman, ince öğütülmem boşunadır Sızlanır zerrelerim, anda kaynaşır, coşar, giderim. Eğirmenim payı payına dağıtmış, barışık ayrışırım, Kemiklerim ne m’ola, sarı kireç benzinden başka Ve aldanma rengine, dili, taneyi göze yeşil gördürür! Ciğer dolusu bağırandanım, ağız dolusu gülendenim Nice cansız örülendenim ve damardaki dalgadanım, Bitmemiş, öyle bir çoğalmışım ki nice birlerdenim!

42

Bizim Barış Delisi Öğrencilerimiz Var Yılmadık, içten inanırız barış mücadelesine! Büyülü öngörülerle bağlanır halkım yarınlara, Birbirinden ağır çatışmalar yayılırken dağlara Yeni ölüm haberleriyle sarsılır her birimiz. Çalışkan ve cin gibi bir öğrecim var, adı: Barış. Uğrar her perşembe akşamı bir camiye, der : -Hoca Efendi, yüzün Kâbe’ye midir, savaşa mı, Kâbe’yeyse ver barış için imzayı, sonra dualarını! Sevimli, cin gibi bir öğrencim var, adı: Barış. Uğrar her pazar akşamı bir kiliseye, der : -Papaz Efendi, yüzün Kudüs’e midir, savaşa mı, Kudüs’eyse, ver barış için imzayı, sonra dualarını! Benim barış delisi bir öğrencim var, ismen: Barış. Uğrar her cuma akşamı bir havraya, der : -Haham Efendi, yüzün Duvar’a mıdır, savaşa mı, Ağlama’daysa gözün; barışa imza, sonra dualarını! Gururlanıyorum çocukların barış mücadelesiyle; Engin hoşgörüyle bakar yürekleri doğacak güne Biri diğerinden daha çok imza listeleri getirirken, Kardeşlik dilekleriyle yollanır her birimiz evlere!

43

Erbabı Değilsen Aşkı Nakşetmez Gönül Yolu Yakın değil, hayli uzaktır kazanmak istediğin azize Erişebilir misin düşekalkarak, ağır aksak adımlarla? Amacı gerçekleştiren, engeller gibi inatçı olmalıdır Yoksa eldeki uçup gidebilir yenisine kavuşamadan. Uzun yollar kararlı, küçük adımlarla ölçülür, biçilir. Eğer serüven tutkusuyla atılıyorsan bu zorlu kalkışa Hedef uzadıkça uzar; başarma inancın zayıfladıkça Daha zordur ilerlemek, nefesin kesilir, düşebilirsin. Yanlış anlaşılmasın, felâket tellâllığı yapmıyorum; Sedası ahından: açıklıyorum bu yolda varım diyene! Serap yolun başlangıcında, yürüdükçe sana görünür Adımların sağlamsa, senden önce seninledir, bilesin. Acelecisin, takınıp kuşanmışsın, savaşa gitmiyorsun! Sevda umusu mu, menzilden kaçıyorsa bir bekleyen, Yetişemezsin, şaşırdım sanki ayrılmaz gibi var birisi Çilesine sarman gerekirdi gönül ağını, unutmuşsun!

44

Kendi Dünyasından Işık Tutmak Kişisel kurtuluş, toplumsal değişim ve dönüşüm adına; bireyin, toplumun, küresel gelişmenin, uygar-ortak belleğin her gün grileştirildiği bir çağda şiirin, daima aslan yeleli salınması beklenemez. Hâlâ silahtan arınamadı ruhumuz, kimi açık taşır, kimi gizli. Bu nedenledir ki, ana ekseni insana yakışır bir dünya olan şiirim, isim isim akışında: Bazılarına felsefe gibi boş ve karmaşık, matematik gibi zor ve kuru gelebilir. Ama kendi çizgisinde çok renklidir. Önyargılı yaklaşılmazsa kendini sevdirmesinde inatçıdır; yeter ki okuyan, yenidendoğuş sabrı gösterip üzerinde yoğunlaşsın. Đlk bakışta anlaşılmaz, berrak su gibidir; ezeli derinliği berraklığından soyunur okundukça, içebilen göze göre sergilenir. Benliği, kimliği, inancı, gönenci, bilinci... yergili, yergisiz sorgular Đçsel yolculuğa, varoluşa, sevgiye, aşka, doğaya, farkların özlü güzelliğine çağırır Ve kendi dünyasından devasaya ışık tutar.

45

Anılardan Bir Demet Bazan Yağmur Olur Nerede olursan ol, bir yakınlık hissediyorum, Nasıl olduğunu söyleme, anısal bir yakınlıktır. Hiçbir mekânda durulmayan tuhaf damlalarla: Bazan bir yaprağın çağrışımı koca bir ağaçtır Bazan bir nergis, beli bükülmüş bir mecnundur Bazan bir şarkıdır, uzaktan yankısı çilenti gibi Kopmaz bir bağ var aramızda; ne olursan ol, Nerede olursan ol, bir beraberlik var aramızda. Büyücü yaratılsaydım büyülerdim seni, şairim, Anlatacak kelime bulamıyorum, ne desem nafile! Çağları mı devirsem, çağırsam büyük yaratanları, Sanat tanrısı olsaydım canlanın derdim iki ustaya! Seni görebilmek, seni daha iyi anlayabilmek için Yüzlerce resim ve heykelini yaptırırdım Leonardo da Vinsi’ye, Mişelanjelo’ya; Bizim Yaşar Kemal alınmasın, betimsel izlerdik!

46

Geceleri Mutluluk Verir Trenler Kahırlanmak mı işin, kazancın darlığına... Çocuğumuza elektrikli tren alamamışsın Oysa çantandaki cüzdanını karıştırırken ne kadar emindin parayı sayacağına! Teknik baş döndürücü, oyuncaklar harika Yeni yetişen çocuklar da öyle karıcığım, Parmaklarını bir şeylere uzattılar mı hemen kucaklayıp götürmek istiyorlar. Belki tuhaf gelir sana, çocuk olmalıydık Hele yazları, sakin bir deniz kıyısında! Seni bilmem, ama uçan bir gemi hem de limanı deniz fenerli bir gemi satın aldırırdım yazlıktaki dedemlere. Her akşam güneş batarken denize ya da her sabah doğarken denizden; Seni dümene çağırır, gün perisini sulardan kurtarmaya uçardık. Elbette bugünlerdeki gibi, birinin oyuncak derdine düşerken, bir başkasıyla karnın değmemeli burnuna... Ne yapalım karıcığım, iki elin parmağı kadar çocuğumuz olsun diyen sensin! Üzülmek mi sahilin, güneşin yokluğuna... Kuşkusuz, hızlı giden bir katarda değilim Ama öyle bir mutluyum ki bu eski trende Işıkları bile doğru dürüst yanmıyor, yanmalarına da gerek yok ya, böylesi daha iyi, kompartıman tamtakır. Belki de bu yüzden sizleri düşünüyorum, rahatıma, keyfime imrenme karıcığım! Bundan böyle haftanın üç gününde, saat yirmi ile yirmi üç arasında da işteyim. Bu kadar çocuğu sen istemiştin... Müjdesini de ben vereyim: gözümüz aydın, büyük oğlumuz iyi bir iş bulmuş... Tren durağa giriyor, iyi geceler karıcığım!

47

Güçle Çekicin Đşine Benzemez Ezincin Đçten gelen hırs, biraz ezinç ve biraz dirençtir. Ezmedin, ezdirmedin, verildin engin gururla Çekiçle örsün altına, özenle bakılınca çağına. Yumuşak kalemli elmasın kaşına benzemez, Heveslidir dizilişin, daha erinçlidir işlenişin. Biraz sabır ve biraz keder, oldukça hünerdir. Güçle çekicin ve bilinçle gönencin birliğiyle Anında baş koyuş, bin başkaldırıya bedeldir; Başarmak için gereklidir özgürlükten cesaret. Narin ve zarif, zor ve kanı tanımsal bir deyiştir Kalemle elmas arasına uzatılan dilden çıkarsa; Sazlı vuruştan duyulan duruşu beklenen nazdır. Biraz ezgin ve biraz ezilgen yeni bir gezintidir Cevherli serilişin daha incelikli görünüşündür; Bazı şeylerden biraz denildiyse, bu bir bazdır.

48

Kulaklarımda Gitar Sesleri Ne kadar da isterdim gitarist olmayı Efkârlıyım, beceremem çalmayı Kulaklarımda gitar sesleri... Maharetleri var derler kimilerin Đnanmam, telleri mi var parmakların Ne öyküler canlanır, her biri bir yerden. Efkârdan mıdır, yarım aşklardan mı, Kulaklarımda çalınır parçaları... Elbette beş parmağın beşi bir olmaz, Bir gitarın telleri de Ama her güftede öyle yekleşirler ki Doyulmaz dizemli gizemlerine! Uzaktır, duyup görebiliyorum onunla, Bir bahçıvan elma ağaçlarını buduyor Bir grup işçi bahçe duvarını çeviriyor. Efkârlıyım, beceremem çalmayı Ne kadar da isterdim gitarist olmayı; Kulaklarımda, duvarlardan bir ses... Oldum olası sevmem duvarları! Duvarlarıyla elma bahçesi bir gitar mı; Dinlerim, bir ispanyol ustasından Dinler gibi alır kulaklarım sesini. Bugün de çalışanların saatleri dolacak Bugün de bahçıvandan yaralı ağaçlar Yapıcılardan yarım bir duvar kalacak, Kulaklarımda şarkıları, türküleri... Efkârlıyım, Gitar dinlemeye devam edeceğim!

49

Böyle Kendi Başına Gezip Dolaşırken Gidiyorum, kimileri diyecek görünmeden... Anlarsın, her zamanki gibi Yalnız fazlası var bu seferkinin; darılmalarını, küsmelerini... koluma takarak. Şikâyetim yok kaçamaklı arkadaşlık üzerine Alınmış değilim, kavga da edemem seninle Bedel yorgunuyum biraz, ağrısı dokunuyor. Ayrılıyoruz, nasıl mı, biliyorsun, işte böyle! Gidiyorum... nereye mi, bilmiyorum... Sormadım kendime, sormak da istemem ya! Yalnız daha fazlası var bu seferkinin; kendimi sorularına, yanıtlarına... neden ederek. Anlarsın, ne derdim olacak, olanlara ilişkin Ama takmadan kafaya bir şeyleri, gidilmez ki Yerin kulağı var, arayan olur... kınayan olur... Bir peri masalına benzemesin... uzatmayalım. Evine, yuvana bağladım seni, daha ne istersin! Onlara verdim seni, senden yana sevgilerimle... Gidiyorum, dedim sana; çekilmeli yolumdan ikircikli, bencil duygular... Đkimizce de fırtınası hissedilen ilişkiler! Koşup uzaklaşmazsam, bir daha yakalanacağız; gölgeler... gölgecikler, kimseler, kimsecikler... Her biri şeytan tüylü kıskançlıklar! Yine başlayacak ben ettim-sen etme çekişmesi Hem de böyle bir sürü şeyle Ve hem de seninle, tek başına gezip dolaşırken!

50

Bir Karacaoğlan Çıkar Karşımıza Dinle aziz dost, bir görelim şu Düldül’ü Haruniye’den mi baksak, Hacılar’dan mı, Uzaktır dersen Çömezler’de seyredelim Diksek gözümüzü dağ düşer kaşımıza. Gel ey dost, ince eleyip dokumayalım, Zorsa kavlimiz, Gökçayır’ı bağlayalım. Yok, öyle hoş değil, ilik düğmeleyelim Sonra bir Karacoğlan çıkar karşımıza! Haydi güzel dost, tez varalım kalesine Yamaçlardan mı gitsek, aşağılardan mı, Çetindir yolu dersen yukar’dan geliriz Gecikirsek beden taş vermez başımıza. Dinle aziz dost, acı söz söylemeyelim Sürmeli cerenmiş sevdası, çağıralım... Dur, kale boş değil, bir bahane bulalım Sonra bir A. Karabağ çıkar karşımıza...

51

Karanfilli Bir Gemi Kaçırdı Bu Deniz Yükselip coşuyorsun, korkutmak için midir! Çekilene, kaçana tanık olmadım kıyılarında: Taşların, kumun, ıslaklığın, ak köpüklerin... Hiçbir şey senden kopup dışarılara gitmiyor Sana koşmak umudundalar kovmana karşın. Vakitli vakitsiz çıkıp savrulan... bir dalga gibi Bazan yeşil şeridine, bazan kumuna sarılırım. Deniz; havanla, suyunla ne söylenip durursun Sana armuz bir gemi verdim, uçurup götürdün Söyle, nerede, kapıp da bir daha getirmediğin! Ellerime ne bıraktın mavi bir boşluktan başka Her geldiğimde, sahiline usulca uzandığımda! Bazan homurdanarak, bazan öylece köpürerek Đçini döküyorsun ama o gemiden söz açmadan Ya ben! ya ben, içimdeki bu kudurmuş denizi Kimlere dökeyim, karanfilli yâr kaçıran deniz!

52

Orada Her Şey Sizler Đçindir Bırak, başın göğsümde kalsın Uyu diyemem, bebecan Çok uyuttular bizi. Anneninkine benzemez ninnileri Sarhoş uykusuna salar gibi uyuturlar. Kulağına dolacak ninniler anneninkine benzeyebilir Göz kapakların şişer, ağırlaşırsa uyuma Aç gözünü, sütünü iste Kalk meme altından, oyuncaklarını iste Sakın uyuma, bebecan Çok uyuttular bizi Ölüm uykusuna koyar gibi uyuturlar. Çabuk büyü, bebecan Öyle uyandırılacak çok kimse var ki Saymakla, küçücük parmakların yetmez. Sakın, usandım deme Miskin uykusundan uyandırmak büyükleri, mesleklerin en güzeli. Birkaç kuşağın yükünü omuzlamak senin için yorucu olabilir, Hem de parasız bir meslektir bu. Büyüyünce de nice ninniler duyabilirsin Sakın uyuma, bebecan Kalk, bağır, yaşıtlarını çağır, oynayın. Öyle bir gelecek var ki önünüzde Orada uykular kaygısız, oyunlar süresiz, Arkadaşlıklar çıkarsız, oyuncaklar parasız Orada her şey sizler içindir.

53

Yoluna Mahkûmluklara Vurulduğum Çalmak demek, bir çalgıyı çalıp kullanmak Anlamına gelmiyor bu hale düştükten sonra Hırsızlamak desem hemen yüzün buruşacak Ama başka anlamları da var kimi kelimelerin Şu sevgisine çıldırasıya soyunduğum, Linda! Sürseler beni, kara belâlı korsanlar adasına Gözünü budaktan esirgemeyen silahşörlerin Etten duvarlarını aşarak, define kraliçelerini Gönül elçisi diye yollasam gelir misin bana Tutkusuna sürgünlüğe soyunduğum, Linda! Çekip atsalar beni meşhur hırsızlar yurduna Uykuları geceden, düşleri uykulardan çalan Adamların serüvenli yaşamlarını paylaşarak Gönül hırsızı diye gelsem benim olur musun Hasretine türlü kılıklara soyunduğum, Linda! Đskân etseler beni yaman dilenciler ocağına Kimliği sakıncalı, gözetim altında birisi gibi Gece gündüz yoluna çakılıp boyun büksem Bir kerecik kalbini avuçlarıma bırakır mısın Aşkına mahkûmluklara vurulduğum, Linda!

54

Umursamadığımız Manzaralar Her biri bir yerden balkıyor, biri diğerinden farklı Güne ayaklanıyor umursamadığımız görünümler! Gelen görecek, giden bakacak; kimi kaygılanacak Meselâ, eskide böyle değildi diyecekler, halisane Sanki eskide ben, bu halisane değilmişim gibi... Üzerine titrediğim manzaraya eğer yoksa ilgileri Haydi diyelim ki ben karışmayayım, Bari şöyle adam gibi geç yanımdan, demezler mi! Takılmışım kentin baharında, parkın cazibesine Fırçam, boyam, kalemim... tuvalim, güneşliğim. Çalışırken kimin şerefine kaldırdıysam dolusunu Tuvale sığmadı rengi içimlik olan şu cam bardağın. Kime, işlenmişini uzattıysam pahalı bir kristal gibi Vallahi hiç rağbet görmedi pırıl pırıl silis parçası. Dinlenme sırasında yoksa bir sigaraları çakmağıma Ne gereği var geçerken baş sallayıp yüz eşkitmeye Haydi diyelim ki ben karışmayayım, Bari şöyle adam gibi geç yanımdan, demezler mi! Çizip boyarken doğasını, yeniden biçimlenir sığası Kibrit bloklu betonarmelerin soluk borusu parkın. Çok mu kaldık zıkkımın başında böyle oyalanırken Birinci grubu fırçaladık, hem de zil zurna yolladık Đkincisinin kırsal muhabbetinden belki tat alabiliriz. Bir bundan, bir şundan... derken fazla mı kaçırdık; Boşuna, dolusuna, mezesine... dokunmayalım da Đçmeden insanı kendinden geçirir bu kentin baharı Haydi diyelim ki ben karışmayayım, Bari şöyle adam gibi geç yanımdan, demezler mi! Varsayalım ki parkın fırçalısına kimse karışmadı Haydi diyelim ki ben de bir şey söylemedim, Demezler mi, sen ressam mısın yoksa meyhaneci!

55

Bazı Bayramlaşmalar Var ki Bayramın birinci günün sabahında Çocuklar çıkar mahallede bayramlaşmaya. Zile basılır, buyur eder, girmezler salona Kabul eder iflas eden banker kapı önünde. Birinci çocuk: - Gül Blok’tan, noterin oğluyum... Đkinci çocuk, babası kapıcıdır: - Noter beyin komşusuyuz... Üçüncü çocuk: - Laleli Köşk’te oturan doktorun kızıyım... Babası erken emekli olan dördüncü çocuktur: - Aynı binada oturuyoruz... Öptü her birini çocuk kitaplarını satan banker Tepside bol şeker ve biraz da harçlık sundu Đkisi şekeri, diğer ikisi de parayı cepledi. Bayramın birinci günün akşamında Mahalle sakinleri çıkar bayramlaşmaya Zil çalınır, kaygılanır, usulca kapıyı aralar: Tepside senet ve çekle gelmişler! Birinci adam: - Noter beyin evrakçısıyım... Đkinci adam: - Gül Blok’un kapıcısıyım.... Üçüncü adam: - Doktor beyin yanında ücretliyim... Dördüncü adam: - Buraya yeni taşınan demiryolu emeklisiyim... Tepsiyle senedi, çeki çevirdi kapı içeri. Tokalaştı her biriyle, Bu bayramı da böyle kazançla kapadı banker Başka bayramlarda olmak üzere!

56

Kelimesine Yandığım Zevkler Özgürlüğünü harmanladım zevklerin Mutlulukların rastgele tüketildiği bir anda. Bir çay içersin ya da kahve Başka şeyler de ısmarlayabilirsin Sigara içmek bedevadır, ateşi de Çünkü bedeli cebinden karşılanacak Đstersen sigara üstüne sigara yakabilirsin Đstersen gazı bitene dek çakmağı çakabilirsin... Şu türlü zevkine yandığım özgürlük, neymişsin! Özgünlüğünü harmanladım zevklerin Keyiflerin hovardaca ağırlandıkları bir anda. Bir çıkarlı bakışla kollarsın veya çıkarsız Başka şekilde de bakılabilir Đster yukarıdan, ister aşağıdan... Aç bırakılmışlıktan kopuyor aykırısı Gözün dışarılarda kör olana dek bakabilirsin... Şu yüzsüzlüğüne yandığım özgürlük, neymişsin! Hafife alınanları harmanladım zevklerin Dostların endamına göre sırım çektikleri bir anda. Đncelikler karşılıksız boy verir Referanslı dans davetleri de olabilir Çok ileri gitmek çıtayı zorlayabilir Bir başka kadınasa gülümsemek sorun yaratabilir Kapalı bir köşeye geçebilirsen Hal ve hareketlerinde daha rahat olabilirsin Şu otosansürüne yandığım özgürlük, neymişsin! Yanına yaklaşılamayan zevkleri de harmanladım Sevdalanıp solanı, hırsından yerinde duramayanı Sarmaşık gibi sarılanı, kedi gibi sırnaşığını... Yüz çevirsen kuyruk sallar, dönsen tekmeler Servise koyup götürsen başından ayrılamazsın Đhmal edilen zevkler her şeyi alt üst eder... Şu kelimesine yandığım özgürlük, neymişsin be!

57

Bir Resimden Okudum Güncesini Harflerle gelendi, güncenin ıslıksız dudaklarındaydı! Çılgın umutların duraklarında gezindim götürü usulü günlük dalgalardan uzak durarak. Hecelerle seslenendi, vurgusu damarın daralan burgacındaydı! Yumuşak sözlerin yankılarına konuklandım rehine usulü tutucu kıskançlıklara karşı koyarak. Sözcüklerle yapılanandı, sürgün hayallerin mor yapraklarındaydı! Işık saçan böceklerin ışıltılarına sığındım masal usulü dev hayaletlere meyal dokuyarak. Cümlelerle canlanandı, noktalı gecikmelerin sakin barakalarındaydı! Saatleri kor kesilen vakitlere daldım toy gençlik usulü karşılaşmaları anımsayarak. Satırlarla dolanandı, yazınsal gelişmenin ileri basamaklarındaydı! Duru akışın derinliğine kapıldım suyuna görücü usulü çıplak gözle dokunarak.

58

Paragraflarla toparlanandı, kümeli dizilişlerin katar başlarındaydı! Kısa molalı konaklara takıldım nakit ödeme usulü ücretli geçişleri keseden geçerek. Tek metinle genişleyendi, yalın betimlemenin güçlü anındaydı! Kadife hevesin bedeline güdülendim sanal kayıt usulü çekimlere cepheden pozlar vererek. Islanıp okunmaz olmuştu resimli yazının devamı... satır aralarındaydım! Çözülmeyen bilmecesine tümcelendim o meramdan bu merama var usulü uzanıp uzaklaşarak.

59

Gönül Örücüsüne Pazarlandım Dantel örücüsü olduğunu söylemiştin. Keten ve pamuk, elyaf ve ipek yerine kirpiklerinle işleyebileceğin dalyan beden dolusu örgü malzemesi getirdim sana! Meslekten örücü olduğunu söylemiştin. Bobin ve mekikleri, iğne ve tığları, örgü makinelerini, kalfa ve çıraklarını oyalı keyfin yarenliğine devrettim. Nefesinle okuyup sarabileceğin iki kafeslik beden yükü sevi malzemesi getirdim sana! Civan beden örücüsü olduğunu söylemiştin. Etim, kemiğim... sinirlerimle amadeyim Nasıl istersen öyle dizebileceğin baştan ayağa darmadağın bir beden getirdim sana!

60

Vaatlerin örücüsü olduğunu söylemiştin. Kalbimdir kitabım... şarkı ve türkülerim Dilin yorulana kadar, usanmadan seni dinleyecek bir baş getirdim sana! Sadakatin örücüsü olduğunu söylemiştin. Sen demeden kopardım gayri bağlarımı Al, örebileceğin kadar, tel tel teline bağlanan sevdalı bir ömür getirdim sana! Gönül örücüsü olduğunu söylemiştin! Anadan doğma örülüdür sanrılı yüreğim Gönül gözüyle anlayabilene kadar, örgülerinden kana kana ateşlenen bir can getirdim sana.

61

Özgeçmiş Abdullah Karabağ, 1955, Araban/Gaziantep. Düziçi Öğretmen Okulu ve Lisesi,

1968- 1975. Öğretmenlik, 1975-1979. 12 Eylül Dönemi’nde göz altına alındı, tutuklandı. Serbest bırakıldıktan sonra da defalarca soruşturmalara maruz kaldı, göz altında tutuldu. 1990’da yurt dışına çıktı. Đsviçre’de yaşıyor.

Şiirlerinde açık isminden başka; “A. Karabağ, A. Karabag, A. Karabax”

imzalarını da kullandı. Kitap/dosya :

Türkçe : Şarkım Karanfilde Kalsın, şiir, Đstanbul 1999, Antep 2002 Halkalı Seher, şiir, Antep 2002 Lacivert Oyalar, şiir, Antep 2002

Yıldız Dalı Yasaklı Gönül, şiir Tartıya Kalan Düşler, şiir Güldestan Gibi(6 dosya), toplu şiirler, baskıda, Berlin, 2012 Bir Yürek Çeşnisidir Yaşamak, nehir şiir, Berlin 2011

Karanfil Ek Göğsüme/Tîlîlî, roman/nesirsel şiir Đkonalar Yüzleşebilir, şiir Kürtçe :

Sewta Berbangê, helbest, Berlin 2010 Tavên Stêrîn, helbest/çem, Berlin 2010 Dîmenên Digerin, şanoya helbestî, 3 perde Bêjeyên Berhevkirî Rêzimana Kurdî ya Kurmancî-bi hîndarî- Veser a Rêzimana Kurdî ya Kurmancî-bi hîndarî- Fransızca : Boucles de Canicule, poésies Emeğin Sanatı E-Yayınlarında Yayınlanan Kitapları: Söylenmemiş Sözdeyim (Şiir) Yıldız Dalı Yasaklı Gönül (Şiir)

62