Upload
others
View
10
Download
1
Embed Size (px)
Citation preview
TC ATILIM ÜNĐVESĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ AVRUPA BĐRLĐĞĐ ANABĐLĐM DALI YÜKSEK LĐSANS TEZĐ
AVRUPA KĐMLĐĞĐ OLUŞUMUNA TÜRK KĐMLĐĞĐNĐN ETKĐSĐ CEMĐLE ASLAN 070405013 ANKARA,2009
TC ATILIM ÜNĐVESĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ AVRUPA BĐRLĐĞĐ ANABĐLĐM DALI YÜKSEK LĐSANS TEZĐ
AVRUPA KĐMLĐĞĐ OLUŞUMUNA TÜRK KĐMLĐĞĐNĐN ETKĐSĐ ÖĞRENCĐ CEMĐLE ASLAN 070405013 TEZ DANIŞMANI Doç. Dr. ĐDRĐS BAL ANKARA,2009 Fotokopi ile çoğaltılamaz
ii
ĐÇĐNDEKĐLER
ÖZET…………………………………………………………………………………i
ABSTRACT…………………………………………………………………………ii
ĐÇĐNDEKĐLER..........................................................................................................iii
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
GĐRĐŞ...........................................................................................................................1
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
KĐMLĐK.......................................................................................................................3
2.1. Giriş……………………………………………………………………………3
2.2. Kimlik Kavramı ................................................................................................3
2.3. Kültür...............................................................................................................11
2.4. Ulus Kimliği....................................................................................................16
2.5. Sonuç…………………………………………………………………………20
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRK KĐMLĐĞĐ ......................................................................................................21
3.1. Giriş…………………………………………………………………………...21
3.2. Türk Kimliğinin Unsurları...............................................................................22
3.3. Osmanlı Dönemi Türk Kimliği ......................................................................29
3.4. Batılılaşma Süreci ...........................................................................................33
3.5. Cumhuriyet Dönemi Türk Kimliği ve Kemalist Yaklaşım…………………..37
3.6. Sonuç…………………………………………………………………………38
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
AVRUPA KĐMLĐĞĐ OLUŞUMU............................................................................41
4.1. Giriş…………………………………………………………………………..41
4.2. Antik Çağ Avrupa Kimliği…………………………………………………..41
4.2.1. Antik Yunan Kültürü……...……………………………………………...47
4.2.2. Roma Đmparatorluğu……………………………………………………...49
4.3. Orta Çağ Avrupa Kimliği.................................................................................50
4.4. Modern Çağ Avrupa kimliği….……………………………………………...59
4.4.1. Denizaşırı Keşifler………………………………………………………...61
4.4.2. Rönesans…………………………………………………………………..64
4.4.3. Reformasyon ……………………………………………………………...68
4.4.4. Aydınlanma………………………………………………………………..73
4.4.5. Ulus-Devletler..............................................................................................74
4.4.6 Pan-Avrupacılık ..........................................................................................89
4.4.7. Avrupa Birliği Merkezciliği………………………………………………94
4.5. Sonuç……………………………………………………………………...96
BEŞĐNCĐ BÖLÜM
AVRUPA KĐMLĐĞĐNĐN TÜRK KĐMLĐĞĐ ĐLE ETKĐLEŞĐMĐ …………….100
5.1 Giriş………………………………………………………………………100
5.2 Haçlı Seferleri…………………………………………………………….103
5.3 Đstanbul’un Fethi………………………………………………………….108
5.3.1 Türk Çanları……………………………………………………………113
5.3.2 Türk Vaazları…………………………………………………………..113
5.3.3 Türk Duaları…………………………………………………………...115
5.3.4 Türk Konuşmaları……………………………………………………...116
5.3.5 Türk Yayınları………………………………………………………….118
5.3.6 Olumsuz Türk Đmgesi Oluşturan Sanat Eserleri……………………….120
5.3.7 Türklerle Đlgili Deyimler……………………………………………….122
5.3.8 Türklerle Hakkında Olumsuz Nitelemeler……………………………..123
5.3.9 Türk Ümidi……………………………………………………………..126
5.3.10 Türklere Karşı Savaş Projeleri…………………………………………127
5.4 Birinci Viyana Kuşatması…………………………………………………..131
5.5 Đnebahtı (Lepanto) Deniz Savaşı……………………………………………138
5.5.1 Türklere Karşı Avrupa Birliği Teşebbüsleri…………………………..144
5.6 Đkinci Viyana Kuşatması……………………………………………………145
5.7 Karlofça Antlaşması Sonrası………………………………………………..149
5.8 Sonuç………………………………………………………………………..152
ALTINCI BÖLÜM
SONUÇ....................................................................................................................155
KAYNAKÇA...........................................................................................................161
i
ÖZET
Bu çalışmanın amacı Avrupa Kimliğinin oluşumuna Türk kimliğinin etkisinin
ne olduğunun analiz edilmesidir. Avrupa kavramı ve kimliğinin nasıl ortaya çıktığı
Türk kimliğinin Avrupa için ne anlama geldiği, nasıl algılandığı araştırılmıştır.
Araştırmada izlenen yöntem şöyledir. öncelikle literatür taraması yapılıp
konunun akademik ve felsefi tabanı oluşturulduktan sonra konular tarihsel sıraya
konularak son hali verilmiştir.
Tez içinde, giriş birinci bölüm kabul edilmiş, ikinci bölümde kimlik
konusundaki temel kavramlar kısaca önbilgi mahiyetinde araştırılmıştır. Üçüncü
bölümde Türk kimliği, tarihsel gelişimi içerisinde ve özet olarak incelenmiştir.
Dördüncü bölümde Avrupa kimliği oluşumu tarihsel ve kavramsal olarak incelenmiş
Türkler’in Avrupa kimliği oluşumuna olumlu etkileri bu bölüm içerisine
yerleştirilmiştir. Beşinci bölümde, Avrupa kimliğinin Türk kimliği ile temasa geçişi
sonrasında etkileşimin nasıl devam ettiği ve Türk kimliğinin öteki olarak Avrupa
kimliğine etkisinin ne olduğu araştırılmıştır. Sonuç bölümünde ilk beş bölüm
ışığında değerlendirme yapılarak öngörülerde bulunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Avrupa, Kimlik, Türk.
ii
ABSTRACT
The main objective of this study is to analyze impact of Turkish identity on
the formation of European Identity. Emergence of concept of Europe and European
identity, impact of Turkish identity on Europe are analyzed.
Within the thesis, introduction is called as first chapter. In the second chapter,
basic concepts regarding identity are introduced. In the third chapter, formation of
Turkish identity is summarized. In the fourth chapter, formation of European identity
is studied historically and conceptually and positive affects of Turks within the
formation of European entity is analyzed. In the fifth chapter, impact of Turkish
identity and Turks on the formation of European identity is analyzed in detail. In the
final chapter, theses is summarized and it is emphasized that the most important
factor that played key role in the formation of European identity is Turkish identity
and Turks.
Key Word: Europe, Đdentity, Turkish.
1
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
GĐRĐŞ
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren yönetim şekli, hukuk sistemi,
ve diğer bütün yapısal sistemleri açısından genel evrensel ilkeleri esas alan bir devlet
olduğu gözardı edilemeyecek bir gerçektir.Dünyada ve özellikle Avrupa’da kurulan
pekçok uluslar arası teşkilata hemen hemen kuruluşlarından itibaren üyedir.
Ekonomik ve siyasi bir birlik olan Avrupa Birliğine’de yine kuruluşundan kısa
bir süre sonra henüz ekonomik bir birlik durumunda iken başvurmuş olmasına ve
üyelik başvurusunun kabul edilerek bir yol haritası belirlenmesine rağmen,
Türkiye’nin ilk yirmi yıllık süreyi üyelik açısından sonuç alacak şekilde
kullanamaması ve bu süre sonunda sözkonusu örgütün dağılmadan yürüyebildiğinin
görülmesi, siyasal birlik olma yönünün kuvvetlenmesi ve örgütün dünya ölçeğinde
sözü geçen siyasi bir aktör olabilme ihtimallerinin ortaya çıkmasıdan itibaren
Avrupa birliğini oluşturan ülkeler tarafından artık Türkiye’nin üye alınmaması için
başka herhangi bir üye ülkeye yada aday ülkeye çıkarılmayan zorluklar çıkarılmaya
başlamış ve devam edegelmiştir.
Đkinci Dünya Savaşı sonrasında güvenliklerini NATO’ya ihale ederek, yıkım
halinde olan ekonomilerine zaman ayıran üye devletlerin artık ekonomilerini
düzeltmiş olmaları, soğuk savaşın sona ermesi gibi gelişmeler sonrasında
Türkiye’nin Avrupa birliği üyeliğinin önündeki engeller artmıştır.
Son zamanlarda özellikle Fransa ve Almanya’nın başını çektiği çok daha katı
bir tutum ortaya çıkmıştır. Bu görüşe sahip ülkeler tarafından herhangi bir süre koşul,
gerekçe, belirtmeksizin doğrudan, Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkılmakta Fransa
gibi bazı ülkeler sadece imtiyazlı ortaklıktan bahsetmektedir.
Türkiye’nin üye olan birçok ülkeden daha iyi şartlara sahip olmasına rağmen
eksikliklerin giderilmesi mümkün iken, çıkarılan bu engellerin sebebi nedir? Türk
karşıtlığının temelinde neler vardır? gibi sorular, Türk ve Avrupa kimliklerinin
tarihsel süreçte yaşadıkları etkileşimlerin neler olduğu, Avrupa kimliğinin nasıl
oluştuğu, Türk kimliğinin bu oluşmaya olumlu veya olumsuz etkisi olup olmadığı
hususlarını araştırma isteği uyandırmıştır.
2
Avrupa Kimliğinin oluşumuna Türk kimliğinin etkisini incelemeyi amaçlayan
bu araştırmada, Avrupa kavramı ve kimliğinin nasıl ortaya çıktığı Türk kimliğinin
Avrupa için ne anlama geldiği, nasıl algılandığı araştırılmıştır. Avrupa kimliği
oluşumu ve Türk kimliği ile etkileşim, antik çağdan günümüze kadar çok geniş bir
tarih yelpazesini kapsaması konunun sağlıklı araştırılabilmesi için belirli bir tarih
aralığı ile sınırlanması gerektiğinin bu sınırlamanın anlamlı bir dönüşüm noktası
esas alınarak yapılması gerektiği kanatine varıldığından, Avrupa kimliği Türk
kimliği etkileşiminin nitelik değiştirdiği ondokuzuncu yüzyıla kadar olan dönem esas
alınmıştır.
Bu araştırmada izlenen yöntem şöyledir öncelikle literatür taraması yapılıp
konunun akademik ve felsefi tabanı oluşturulduktan sonra konular tarihsel sıraya
konularak son hali verilmiştir.
Tez içinde, giriş birinci bölüm kabul edilmiş, ikinci bölümde kimlik
konusundaki temel kavramlar kısaca önbilgi mahiyetinde araştırılmıştır, üçüncü
bölümde Türk kimliği, tarihsel gelişimi içerisinde ve özet olarak incelenmiştir.
Dördüncü bölümde Avrupa kimliği oluşumu tarihsel ve kavramsal olarak incelenmiş
Türkler’in Avrupa kimliği oluşumuna olumlu etkileri bu bölüm içerisine
yerleştirilmiştir. Beşinci bölümde, Avrupa kimliğinin Türk kimliği ile temasa geçişi
sonrasında etkileşimin nasıl devam ettiği ve Türk kimliğinin öteki olarak Avrupa
kimliğine etkisinin ne olduğu araştırılmıştır. Sonuç bölümünde ilk beş bölüm
ışığında değerlendirme yapılarak öngörülerde bulunulmuştur.
3
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
KĐMLĐK
2.1. Giriş
Avrupa Kimliği Türk Kimliği arasındaki etkileşim araştırılırken önce kimlik
kavramına değinmek gerekmiştir. Bu bölümde kimlik kavramı nedir, nasıl oluşur,
genel hatlarıyla açıklanmış, kültür ne anlama gelmektedir, nasıl oluşur, nasıl aktarılır,
ve ulus kimliği (milli kimlik), millet nedir, ana hatlarıyla değerlendirilmiştir.
2.2. Kimlik Kavramı
Kimlik (identity) kavramı, Latince’de “aynı” anlamına gelen “idem” ve
Fransızca “ayniyet” anlamına gelen “identité” kelimesinden türeyen bir kavramdır.
ve insanın sosyal bir varlık olmasının doğal bir sonucu olarak toplumsal bir olgu
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Annesinden biyolojik bir varlık olarak doğan her insan sosyalleşme süreci
içinde kendisini diğer kişilerden ayırt etmekte ve bir “ben” kavramı geliştirmektedir.
Bu kavram, “kişisel kimlik” olarak tanımlanmaktadır.
Kişinin adını, soyadını, yaşını, mesleğini vb. bilgileri içeren bir kavram olan
kişisel kimlik, varlıkla ilgili tüm anlamları, değerleri içeren öznel bir duyu olarak
tanımlanmaktadır.
Psikososyal kimlik ise tüm kimlik kavramlarının yapısını ve çekirdeğini
oluşturan, kişinin sürekli olarak değişen bir aynılık duygusu olarak
tanımlanmaktadır.
Anthony. D. Smith, bireysel kimlik, büyük ölçüde sahip olunan toplumsal roller
ve kültürel kategorilerden oluşmaktadır demiştir.1
Kula’ya göre, “bireysel kimlik, daha çocukluk aşamasında başlayarak
yetişmekte olan kişinin iç (bireysel/psikolojik) ve dış (aile, çevre, eğitim kurumları,
sokak) durumlara ve değişmelere bağlı olarak geliştirdiği “tekil ve bütünsel” bir öz
anlayış, öz bilinç yada bir öz değerlendirmedir.”2
1 Anthony.D.Smith, Milli Kimlik, (çev.) Bahadır Sina Şener, Đstanbul,Đletişim Yayınları,4. Baskı, 2007,s.17 2 Onur Bilge Kula, Avrupa Kimliği ve Türkiye, Đstanbul, Büke kitapları, 2006, s.36
4
Bu öz bilinç, bir yönüyle yetişmekte olan insanın ayrı bir kişi olma anlamında
“bireyleşme” süreci içerisinde yani öbür kişilerden farklılaşma yada başkalaşma; bir
başka anlatımla, özgünleşme ve özerkleşme sırasında biçimlenir; öbür yönüyle de
toplumsal kültürel birikimi, değer sistemini, gelenek ve görenekleri edinerek,
toplumun bir parçası olma anlamında toplumsallaşma sürecinde yani, düşünüş ve
yaşayış biçimi bakımından toplumun öbür bireyleriyle benzeşme ve bağımlılaşma
sürecinde oluşur ve gelişir.3
Kişisel kimlik yada benlik, insanın kim olduğu hakkında kafasında oluşan
düşüncelerdir. Yurdusev, kimliklenme sürecinin çok yönlü, çok boyutlu, dinamik ve
sürekli bir oluşum olduğunu ifade etmiştir. 4
Psikoloji, sosyoloji, kültürel antropoloji gibi sosyal bilimlerde ben, benlik
kendilik (ego-self), kişilik (personality) ve kimlik (identity) kavramları çoğunlukla
eşanlamlı ifadeler olarak kullanılmaktadır. Bu kavramlar, kişiyi başkalarından ayıran
duygu, tutum, düşünce ve davranışların örgütlenmiş, kaynaşmış bir bütünlüğünü
ifade etmektedir.
Đnanç, Wheelis’in, kimliği, “Kişinin davranış, eylem ve değer yargıları
arasında kurduğu uyuma dayanan bütünlük ve birlik hissi” olarak tanımladığını
belirtmiştir. 5
Yurdusev’e göre, Kimlik toplumsal bir olgudur, kimlik edinme süreçleri
başkaları ile beraber ya da başkalarına karşı, toplumsal bir çerçevede oluşmuştur.
toplumsal olmayan ortamlarda kimlik oluşmadığı gibi toplumsal olmayan varlıkların
kimliklerinden de bahsedilemez, tek başına bir insanın kimliğinden
bahsedilemeyeceğinden bireysel kimlik de dahil bütün kimliklerin toplumsal olduğu
söylenebilir.6
Yurdusev’e göre, bir bireysel kimlik kategorisi olan kişilik bile, Freud'dan
Mead'e kadar çoğu psikoloğa göre, toplumsal bir kazanımdır.7
3 Kula, Avrupa Kim.., s.36 4 A.Nuri Yurdusev, Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Türk Kimliği, Atila Eralp, (Ed) Türkiye ve Avrupa, Ankara, Đmge Kitapevi 1997, s.20 5 Hüsamettin Đnanç, AB’ye Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Kimlik Problemleri, Ankara, Adres Yayınları, 2005, s.22 6 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.18 7 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.19
5
Erdenir, Delgado-Moreira’nın kimliklerin nitelik ve işlevlerini sayarken
kimliklerin ahlaki topluluklar ortaya çıkardıklarını, tarihsel süreklilik inşa ettiklerini,
maneviyata dayandıklarını, pratik amaçlar taşıdıklarını, topluluğu öteki
topluluklardan farklılaştırdıklarını, davranış ve inanç kalıpları sunduklarını ve
kamusal varlıklara sahip olduklarını ifade ettiklerini belirtmiştir.8
Bir başka tanıma göre, kimliklerin etkinliğini belirleyen faktörler gereklilik,
aciliyet, dış tehdit ve hitap ettiği topluluk tarafından içselleştirme derecesidir.9
Kimlik, insana özgü nitelikleri belirtir; ayırt eder ve bir bireyin toplumsal alanda
sahip olduğu statü ve nitelikler bütünüdür.
Yurdusev’in ifadesine göre, kimliğin, çok yönlülük, süreklilik ve dinamiklik
özellikleri kimliğin çoğul olduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Bireyin bireysel
kimliği ve edindiği diğer kimlikler bir etkileşim süreci içindedir. Aile, kabile, etnik
grup, cemaat, ülke/vatan, ulus (milliyet) ve özellikle evrensel değerde olduğu
belirtilen cinsiyet ve sınıf kimlikleri çok bilinen toplumsal kimliklerdir.10
Diğer bir ifadeye göre, kimlik, varlığın ve aidiyetin tanımı, tasvir edilmesidir.
“kimliğiyle tanımlanan ya da kimliğe sahip olana, “kimlik edinen (ait olan)”; kimlik
edineni tanımlayana, yani ona kimliğini kazandırana ise “kimlik veren (ait olunan)”
”denmektedir.11
Yurdusev’in ifadesine göre, kimliğin başka bir özelliği başkalık, farklılıktır,
aidiyet ya da kimlik, başkalık ve öteki ile tanımlanmaktadır. Yurdusev, bu konuda
Derrida’nın, “bütün kimlikler ancak “farklılıklarıyla” var olabilir. Hiçbir kimlik
yoktur ki ‘kendisi’nin ‘öteki’si olmasın” şeklindeki sözlerini ifade etmiştir.12
Güvenç’e göre, “kimlik kavramında “karşıtlık” ilişkisi o kadar evrensel ve
işlevseldir ki ötekiler olmasaydı, kişi onları yaratır, kendi kişiliğini bulmak
8 F.H.Burak Erdenir, Avrupa Kimliği, Pan Milliyetçilikten Post Milliyetçiliğe, Ankara, Ümit Yayıncılık 2. Baskı, 2006, s.66 9 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 26 10 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss.23-24 11 Đnanç, AB’ye Enteg.., s. 15 –Yurdusev, Avrupa Kim.., s.19 12 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.20
6
tanımlamak ve korumak için onların karşısında yer alırdı.” Güvenç’e göre, bu
durumun Levi Strauss’un “ötekilere karşı ben”ilkesiyle dile getirilmiştir.13
Erdenir, Taylor’un, “hiçbir kimliğin sadece içsel olarak gelişemeyeceğini, insan
doğasının yaratılıştan iletişim kurmaya dönük olması nedeniyle gelişme sürecinin
öteki ile olan ilişkiyle doğrudan bağlantılı olduğunu” belirttiğini nakletmektedir.14
Kimliğin üyeleri birbirlerine benzemekten çok, topluluk dışındakilerle olan
farklılıkları bakımından benzerlik taşımaktadırlar. Nitekim, kimliğin öznel boyutu
olarak adlandırdığımız bilinç, toplulukla diğer toplulukların veya kimlikle ötekisi
arasındaki farklılaşmanın temeli olarak belirmektedir. 15
“Kimlik, “öteki” ile ve “öteki”ye karşı etkileşim yoluyla şekillenen sosyal bir
olgu ve dinamik bir süreçtir.”16 “Ötekileştirme kimliklerin ortaya çıkma sürecinin
ayrılmaz bir parçasıdır.” 17
Güvenç’in Mehmet Baydur’dan naklettiği, Çehov’un Defteri adlı eserden alınan
ve kimlik kavramındaki karşıtlığı ortaya koyan söz şöyledir.
“Aşk, dostluk, saygı değil insanları birleştiren… bir şeye duyulan ortak
nefret,”18
Birey, ötekinin rolünü tespit edebildiği andan itibaren psikolojik olarak
tekilleşmektedir. Birey, hem ötekinin davranışını önceden tespit edebilecek işareti
algılamakta; hem de kendisinin ötekilerde uyandıracağı tepkiyi öngörmektedir.
Güvenç’in Gellner’den naklettiği bir Arap atasözünde, kimlik kavramı
içerisindeki evrensel karşıtlığı şöyle dile getirmiştir.
“Kardeşime karşı ben,
Yeğenimize karşı kardeşim ve ben,
Yabancıya karşı yeğenimiz, kardeşim ve ben,” 19
“Kimlik, anlamını ne olmadığından elde eden bir değişim ve ötekilik
ifadesidir.”20Böyle bir tanımlamada kimlik “öteki”ne göre tanımlanmış, yorumlanmış
13 Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, Kültür Tarihinin Kaynakları, Đstanbul, Boyut Kitapları, 2008, ss. 3-7 14 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.47 15 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.47 16 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.15 17 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 47 18 Güvenç, Türk Kim.., ss. 3-7 19 Güvenç, Türk Kim.., s. 3
7
ve anlam kazanmıştır. Đnanç, Derrida’nın farklılık kavramını, “aynılık olarak
farklılık” ve “mütekabiliyet ya da ayrılık olarak farklılık” olarak ayırmak suretiyle,
özgün bir kimlik tanımını yaptığını belirtmiştir. 21
Đnanç’ın, Derrida’nın, “Đfadede ve Olguda Farklılık” adlı eserinden nakletiğine
göre, “kişi kendini tanımlarken kendisiyle benzeşenlerden bir kimlik kategorisi
oluşturmakta, bu da aynılıktan ve özdeşlikten kaynaklanmaktadır.” 22
Bu tanım yapılırken farkında olmadan kendinden farklı olanlar da farklı bir
kimlikte bütünleştirilmekte ve bu ikinci kimlik de ayrılık ve mütekabiliyetten, başka
bir deyişle kişinin kendini karşısındakine göre konumlandırılmasından
kaynaklanmaktadır. 23
Yurdusev, aidiyet veya kimliğin başkalık ve öteki ile tanımlandığını belirterek
şu örnekleri vermiştir. “Bir aileye ait olan insan aynı anda başka bir aileye ait
olmayandır. Ama bu ait olunmayan aile vardır ve ait olunmayan aileler bulunmazsa
kişinin ait olduğu aile de ortadan kalkacaktır.” 24
“Türk olan bir kişi aynı zamanda Yunan, Đngiliz ya da Fransız olmayandır.
Türk ulusundan başka diğer bütün uluslar yok olsa o zaman Türk ulusundan
bahsetmenin gereği kalmayacaktır.” 25
Öteki kavramının ifade ettiği süreç, bir şeyin ne olduğu ile değil; ne olmadığı ile
ilgilidir.Toplumlar kendi kimliklerini diğer toplumlardan farklılıklarıyla
tanımlamışlardır. Yurdusev’in, Thucydides’ten aktarışına göre, “Yunan site
devletlerinin kendilerini Helenler olarak tanımlaması Troya Savaşı’ndan, Perslerle
karşılaştıktan sonra başlamış ve Helenliği Perslerden farklılıklarıyla
tanımlamışlardır.” 26
20 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.16 21 Đnanç. AB’ye Enteg.., s.16 22 Đnanç. AB’ye Enteg.., s.16 23 Đnanç. AB’ye Enteg.., s.16 24 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.20 25 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.20 26 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.21
8
“Đngiliz ve Fransız ulusal kimlikleri de Yüz Yıl Savaşları ile karşılıklı olarak
birbirini belirlemişlerdir. Yine Osmanlı’nın varlığı modern Avrupa kimliğinin
doğuşunda en önemli faktörlerden birisidir.” 27
“Kimlik birimlerinin, isimleri genellikle ötekiler tarafından ya da ötekilerle
karşılaşılınca verilmiştir. “English (Đngiliz)” sözcüğü Đngilizce değil; Latincedir; ve
Romalılar tarafından verilmiştir. “Türk” kelimesinin aslı ise Çincedir; “Fin” sözcüğü
ise Đsveç dilinden türemiştir. Kısaca, başkalarının varlığı aidiyetin tanımlanması için
gereklidir.“ 28
Ötekinin tehdit oluşturması yada tehdit olarak algılanması halinde kimlik daha
kuvvetli hale gelecektir.
Kimlik edinme sürecinde bireyin psikolojik ve sosyal güvenliğini sağlamak ve
toplum tarafından kabul edilmek amacıyla yaşadığı toplumun davranış modellerini
değer ve normlarını içselleştirmek ve pratiğe yansıtmak durumunda olduğu
belirtilmektedir. 29
Kimlik duygusu olayları ölçen ve değerlendiren, bireye ait bir mekanizma gibi
işlemektedir. Kişisel kimlik çok sayıda kimliği bütünleştiren bir sistemdir. Bireylerin
sahip olduğu kimlik çeşitliliği kişisel kimliğe zenginlik ve değer katmaktadır.
Kisisel kimlik, orijinallik duygusunda pekişmektedir. Birey, diğerinden
farklılaşma ve özerkleşme durumuna ulaştığı ölçüde birliğini ve tekliğini,
hissetmektedir. Süreklilik ve kendi kendine benzemek, kimliğin birlik boyutunu;
kimseye benzememek, teklik boyutunu oluşturmaktadır.
Đver Neumann’ın Akdemir tarafından nakledilen ifadesine göre, “Kimlik,
değişken çok boyutlu ve daima yeniden düzenlenen bir fenomendir ve yalnızca bu
sebepten muğlaktır.” 30
Kişisel kimlik, bir üretme etkinliği olarak ortaya çıkmaktadır. bir aktör ya da bir
üretici olarak, sorumlu veya yaratıcı bir etkinliğe dahil olunduğu sürece, kimliğin
belirginleştiği ve pekiştiği belirtilmektedir.
27 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.21 28 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.21 29 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.16 30 Erhan Akdemir;Ekonominin Gölgesinde Gözardı Edilmiş “Kimlik” Sorunsalı Avrupa Tarihinde Türk Kimliği, Đrfan Kalaycı (Ed.) Avrupa Birliği Dersleri, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım,1. baskı 2006 s.281
9
Kişisel kimlik, bir değer olarak yerleşmektedir. Benliğin gelişmesinde,
diğerlerinin ve kendinin gözünde değerli olmak; sosyal olarak tanınmak; onay
görmek temel faktörler olarak sıralanmaktadır.
“Ben”in güvenlik içinde gelişmesi, kendini sevilmeye ve kabul edilmeye layık
bulmaktan geçmektedir. Bununla birlikte, kendisi, diğerleri ve çeşitli şeyler üstünde
gücünü, etkisini denemenin ve böylece, kendini bir “neden” olarak görme duygusunu
geliştirmenin önemi vurgulanmaktadır.
Kimliğin çok yönlü sürekli ve dinamik oluşu kimliğin çoğulluğunu gösterir,
yani bir ferdin sahip olabileceği bir den fazla kimlik vardır. Birey, bir ailenin
ferdidir, bir milletinin mensubudur, bir spor kulübünün üyesidir. 31
Kimliğin çeşitlerinin her biri bireyleri ya da grupları ayırt etmede benzersiz bir
özelliği yansıtmak; ya da kendi içlerinde ya da kendileri arasında bir ortaklık kurmak
ya da desteklemek amacı ile kullanılmaktadır. Bu farklı özellikler cinsiyet, yaş, nesil,
cinsel tercih, sosyo-ekonomik sınıf, meslek, kültür, etnik köken, ırk, din, millet, dil
ve vatandaşlık olarak sıralanmaktadır.
Kimlik, insanların dahil oldukları ırk, din, etnik grup, cinsiyet vb. gibi, sosyal
grupları, gösterdikleri davranışları ve diğerlerinin onlara yükledikleri davranışları
içermektedir. Kimlik, kişilerin hayatlarında yaptıkları, hissettikleri, söyledikleri ve
düşündükleri her şeyi etkileyerek sosyal dünyada yerleşmelerini sağlamaktadır.
Kimlik duygusu, kişinin kendisini çevresiyle anlamlı bağlar kurabilen bir kimse
olarak görmesini ifade etmektedir. Bu anlamda kimlik, bireyin bir yere, değere,
simgeye bağlanma, belli bir gruba ait olma eğilimidir. Kimlik bir kişiye ait olan ya
da bir grup ya da sosyal kategorideki kişiler tarafından paylaşılan belirli özellikler
olarak tanımlanmaktadır.
Kimlik edinirken bireyin ya başkasına göre kendini tanımlaması yada başkası
tarafından algılandığı parametrelerle kendini özdeşleştirmesi gerektiği
belirtilmektedir. 32
31 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.24 32 Đnanç. AB’ye Enteg.., s.15
10
Đnsanların bulundukları sosyal çevrede, bu çevre ile ilgili algılamalar
geliştirmekte; yaşadıkları hayatla ilgili koşulları ve sonuçları kontrol ederek bu
davranışlarındaki akılsal sebepleri değerlendirmektedir.
Yurdusev’e göre, “Bir kişinin bireysel kimliğinin onun, ihtiyaçları ve
özelliklerine göre, sahip olduğu veya aldığı çeşitli toplumsal kimliklerin bütünü
olduğu söylenebilir.” 33
Kimliğin çoğulluğu sınıflamayı da ortaya çıkarmıştır. kimliğin çeşitli açılardan
sınıflamaya tabi tutulabileceği belirtilmektedir.
Güvenç, kimlik kavramını bireysel, kişisel ve ulusal-kültürel kimlikler olarak
üçe ayırmıştır. Kişiyi ötekilerden ayırmak için, kurumlarca verilmiş, bireysel
kimlikler; kişilerin işyerinden aldığı çalışma, trafik polisinden aldığı sürücü belgesi,
bankadan aldığı para, kredi kimlikleri ile kartları bireysel kimlik olarak
tanımlamıştır. Kişisel kimlikler ise, kişilerin üyesi bulunduğu kurum ve kuruluşlar,
dernekler, kulüpler ve okullarda gönüllü, duygusal veya mesleki ilişkilerini gösteren
psikososyal kimlikler olarak tanımlanmaktadır. Ulusal-kültürel kimlikler ise, nüfus
kütüğündeki soy ilişkileriyle, kişiye özgü ad, cins, evlilik, askerlik, sabıka bilgilerini
bir araya getiren, kütüğe kayıtlı kimlikler olarak ifade edilmiştir.34
Bir başka sınıflama kapsam açısından yapılan sınıflamadır. Bu açıdan kimlik
üçe ayrılmaktadır.
Evrensel kimlik: bütün insanların paylaştığı onların insan olmayan varlıklardan
ayıran özellikler, Evrensel kimliği oluşturur. Đnsanlık evrensel kimliktir.
Gurup Kimliği: Her insanın bazı insanlarla paylaşıp diğerleri ile paylaşmadığı
özellikler vardır, bu özellikle bir insanı bir guruba ait kılar dolaysıyla bunlara gurup
kimliği denilir, aile, ulus, gibi kimlikler buna örnektir.
Bireysel Kimlik: Bir insanın yalnız kendisine has özellikleri vardır ki bireysel
veya kişisel kimliği oluştururlar. Bireylerin içinde yaşadıkları toplumsal değerlerden
farklı olarak kendi ilgi, ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda şekillenen tercihlerine bağlı
olarak oluşturdukları sui generis (nev'i şahsına münhasır) algılayışlar bütünüdür.35
33 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.24 34 Güvenç. Türk Kim.., s. 4 35 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.24 -Đnanç, AB’ye Enteg.., s.19
11
Kimliğin bir başka sınıflaması, verili veya sonradan kazanılmış olmasına göre
yapılan sınıflamadır. Sosyal ve kültürel kimlikler “verili” ve “kazanılmış” kimlikler
olarak ikiye ayrılır. 36
Verili (tabii) Kimlik: insana doğuştan itibaren içinde yaşadığı toplumsal çevre
tarafından, toplumsallaşma süreci içerisinde verilen kimliklerdir. Aile, etnik gurup,
Toplum, cemaat, ulus ve medeniyet gibi kimlikler verili kimliklerdir,
Kazanılmış (iradi) Kimlik: Kişinin kendi tercihleriyle edinilen kimliklerdir.
Öğrencilik, hocalık, bilim adamlığı gibi kimlikler kazanılmış kimliklerdir.37
Đnsanlar verili kimlikleri ile birlikte doğarlar. Bu nedenle verili kimlikler
başlangıçta dışlayıcıdır. Ancak kimlik olgusunun sürekliliği dinamikliği ve çoğulluğu
belli bir verili kimliğin sürekli ve mutlak olmasını da engeller, onun içindir ki
insanlar yeni kimlikler edinebilirler ve belli bir kimliği bırakabilirler.
Kimlik olgusunun özellikleri, hiçbir kimlik birimine tekel oluşturma ve sürekli
dışlayıcılık imkanı vermemektedir.38
Sonuç olarak kimlik “ben” in “öteki” ne, bir “başka” ya göre, tanımlanması
anlamına gelen toplumsal, çok yönlü, dinamik, sürekli, çoğulluk ve tarihsellik
özelliği bulunan, objektif ve subjektif ögeleri bulunan, etkin, başka kimliklere yol
açabilen, algılanması karşılıklı konumlara bağlı olan bir olgudur.
2.3. Kültür
Kültür kavramı, kelime kökü Fransızca ve Latince'den kaynaklanan "toprağı
işleme, ekme ve bakım" gibi olumluluk yansıtan anlamı yanında, yine insanın
doğasının bir sonucu ve yansıması olarak tarih sürecinde "bozma, yıkma, yok etme"
gibi olumsuzlukları da türetmiş olan bir kavramdır. Kültür kavramı, çoğu kez
"uygarlık" kavramı ile özdeşleştirilen ve yer yer karıştırılan bir kavramdır. Kültür,
insanın içine, içselliğine yönelmiştir. Uygarlık, ise dışa, dıştaki nesnelere, hak,
hukuk türü dış belirlemelere yönelmiştir.39
Kültür, doğuştan kazanılan unsurlar başta olmak üzere bireye belli bir topluluğa
aidiyet hissi kazandıran. ırk, dil, din, coğrafi yurt, gelenekler, tarih, yaşam tarzı,
36 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.21 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.27 37 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.27 38 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.27 39 Kula, Avrupa Kim.., s.25
12
kurumlar, değerler gibi yerel unsurların yanı sıra kamusal alandaki iletişim ve siyasal
alandaki davranışları içeren maddi pratikler olarak tanımlanmıştır. Kültürel
unsurların en belirleyici özelliği yerellik, görelilik ve tarihsellik olarak sayılmıştır.40
Kültür değişkendir. Durağan statik bir kavram değildir. Kültür sürekli olarak
üretilebilen bir kavramdır, bir süreç içerisinde değerlendirilir, politikanın da temel
belirleyicisidir. Kültür kimliklerden önce gelişir.
Kula, kültürlenme sürecinin öğeleri olan "öğrenilen" bilgiler ve edinilen yetenek
ve özellikler, katıksız olarak o insan tarafından yaratılmadığından, kişisel-bireysel
değil, "paylaşılan", "edinilen" ve "yeniden biçimlendirilen" türden olduğunu
belirtmiştir. 41
Kültür tanımına, bağlı olarak farklı aidiyetler ön plana çıkmakta, kimlikler bu
unsurlara göre şekillenmektedir. Kültür tarihi de, bireylerin ve toplulukların
kendilerini belirli kimliklerle özdeşleştirme sürecinde yaşanan farklılaşmalarla
açıklanmaktadır. 42
Bir kültürün içerisinde geliştiği tarih, yer, doğa ve toplum koşullarının
belirliliği, kültürler arasında gözlemlenen "biçimsel özgünlüklerin", "farklılıkların"
ya da "benzerliklerin" temelini oluşturmaktadır.43
Kültür, kendisini taşıyan ve gelecek kuşaklara aktararak, kalıcılaştıran dili
oluşturan göstergelerin toplamı olarak adlandırılabilir. Dilin zenginliği kültürü;
kültürün zenginliği de dilin gelişmişliğinin göstergesidir. 44
Erdenir’in Smith’den, nakledişine göre, aidiyet hissi, temel olarak topluluğun
nesiller boyunca paylaştığı devamlılık hissine, geçmişten gelen ortak anılara ve ortak
bir kadere ilişkin kolektif inanca dayanmaktadır. 45
Erdenir’in Gellner’den, nakledişine göre, iki birey ancak ve ancak aynı kültürü
paylaşıyorlarsa aynı ulusa mensupturlar ve iki birey ancak ve ancak birbirlerinin aynı
kültürü paylaştıklarının bilincinde iseler aynı ulusa mensupturlar. 46
40 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., ss.31-32 41 Kula, Avrupa Kim.., s.25 42 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.45 43 Kula, Avrupa Kim.., s.26 44 Kula, Avrupa Kim.., s.32 45 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.46 46 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.46
13
Kültür ile ulusallık arasındaki bağ, en açık biçimde dil tarafından sağlanır.
A. D. Simith’e göre, dini reform, kültürel ödünç alma, halk katılımı ve etnik
seçilmişliğe dair mitler kültürlerin aktarımını ve kendilerini yenilemelerini sağlayan
mekanizmalardan bazılarıdır.47
Kula, Kültür’ün, birçok başvuru yapıtında insanlığın tarihsel evrimi içerisinde
bir üst aşamaya çıkma uğraşının bir sonucu olarak görüldüğünü belirtir48
Kültür, diğer alanları belirleyen bağımsız bir parametre değil, siyaset, ekonomi gibi
alanlardan etkilenen bağımlı bir parametre olarak, davranışları, kurumları ve siyaseti
şekillendirirken onlar tarafından da şekilIendirilen bir kavramdır. 49
Kula’ya göre, Avrupa kültürünü ya da Asya kültürünü başkalaştıran şey,
Avrupalıların ya da Asyalıların nitelik yönünden farklı olmaları değil, öncelikle
yaşadıkları doğa koşulları, tarihsel olaylar ve bunların bir türevi olan kültürel
mirastır. Aynı koşullar altında yaşayan Avrupalı ve Asyalıların kültürel bakımdan
birbirine benzemesi kaçınılmazdır. 50
Kültür kavramına böyle yaklaşıldığında, kültürler arasında var olan
"farklılıkların" söz konusu kültürleri yaratan insanların farklılığından değil, ortam ve
koşulların farklılığının yol açtığı "eş zamansızlıktan" kaynaklandığı kolayca
görülebilir. Eş zamansızlık kavramı, bir kültürde, örneğin demokrasi bilincinin ve
demokratik kurumların öbür kültür ya da kültürlere göre daha önce, yahut daha sonra
ortaya çıkmasıdır.51
Aynı coğrafyada aynı zaman diliminde yaşayan insanların ve uygarlıkların
yaşam tarzlarının, kültürlerinin birbirine benzemesi bu görüşü desteklemektedir.
Örneğin Milattan önce 400’lerde hem Roma imparatorluğu’nun hem de Yunan site
devletlerinin zeytin ve üzüm tarımı yaptıkları, sonradan aynı şekilde zeytnyağı ve
şarap ticareti ve denizcilikle uğraştıkları bilinmektedir. aynı dönemde aynı ortam ve
koşullarda farklı kökenlerden insanlar da aynı yaşam biçimine sahip olmaktadır
47 A.D.Simith,Milli Kim.., s. 67 48 Kula, Avrupa Kim.., s.29 49 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 35 50 Kula, Avrupa Kim.., s.26 51 Kula, Avrupa Kim.., s.26
14
Erdenir, Walzer’in, kültür kavramını katı ve esnek olarak ikiye ayırdığını
Mischler’in de bu iki ayrımdan istifade ederek Neo-kültürel sentez olarak
adlandırılan bir model oluşturduğunu, Bu modelin katı ile esnek unsurları
bütünleştirerek, kültürün klasik tanımı ile sınırlı kalmayarak politik kültür kavramı
da kültürün kapsamına dahil edildiğini. Bu sayede, bir taraftan kültürlerin kendilerine
özgü nitelikleri ortaya konurken, diğer taraftan tüm insanlık için ortak evrensel
süreçler ve değerler de göz ardı edilmemiş olduğunu belirtmiştir.52
Katı kültürel unsurlar, belli bir toplumun genetik kodunu taşıyan, feragat
edemediği doğuştan kazanılan dinsel, etnik unsurların yanı sıra toplumun temel
değerleri, gelenekleri ve inançları, paylaşılan simgeleri ve anlamları ile temel
toplumsal pratikler ve kurumlar olarak belirtilmektedir. 53
Katı kültür, bireysel değildir, topluma yöneliktir, duygusaldır, rasyonel değildir,
toplumun kimliğini sağlamasında kolaylık sağlar, statiktir.
Erdenir, Taylor’un, katı kültürel unsurları “toplumun üyesi olarak insanın
edindiği bilgi, inanç, sanat, ahlaki değerler, hukuk, gelenekler ve diğer yetenek ve
alışkanlıkların tümünü içeren karmaşık bileşim" olarak tanımladığını
belirtmektedir.54
Katı kültür, sabit bütüncül ve tümdengelimci niteliktedir. Katı kültür’ün
bütüncüllüğü, onun topluluklar için aidiyet hissi uyandıran kimliksel boyutu
olmasından kaynaklanmaktadır. 55
Kula’ya göre, kültür ürünü tümüyle "yabancı" ya da "dış" etkiden arınmış
değildir ve bu anlamda da "öz" olarak nitelendirilmesi tartışmaya açıktır. Dolayısıyla
"öz" kültür, "ulusal" ya da "katıksız" kültür gibi kavramlar görecedir ve bu türden
değerlendirmelere eleştirel yaklaşılmalıdır. 56
Esnek kültür, geleneksel kültürün homojenliği ve sabitliğinin terk edildiği, daha
hoşgörülü, dinamik, tümevarımcı ve dönüşüme açık bir kavramdır. Politik kültür
veya yurttaşlık kültürü olarak da adlandırılmıştır. 57
52 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.32 53 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.32 54 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., ss. 32-33 55 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 33 56 Kula, Avrupa Kim.., s.34 57 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 34
15
Esnek kültür; bireycidir, rasyonalitesi vardır, değişikliğe açıktır, dinamiktir,
eğitimle birlikte gelişir, siyasi alandaki hakları düzenleme eğilimindedir.
Katı kültürel unsurların sorgulanmadan benimsenmesinin aksine esnek unsurlar
yaşam boyu devam eden rasyonel bir öğrenme sürecinde yaşanan bireysel
deneyimler sonucunda benimsenmektedir. Esnek kültür, dinamik ve değişime
açıktır.58
Katı kültürün, yeknesak bir topluluk öngören bütüncüllüğünün aksine esnek
kültür topluluk içi farklılıkları vurgulayarak diğer toplulukları dışlayıcı bir tutum
almamıştır. 59
Esnek kültür, farklılıklara izin vermekle beraber, kendisinin de belirli ilkelere
ve değerlere dayanması nedeniyle, olumsuz olmasa da bir ötekileştirme sürecini
yaşamıştır.60
Neo-kültürel sentez, çok katmanlı bir kavram olarak ele aldığı, kültürün
merkezine katı unsurları koymuştur. Merkezden çevreye doğru ilerledikçe
muhafazakar unsurların yerini değişime açık dinamik unsurlar almaktadır.61
Buna göre, dil-din, etnik köken, tarih, gelenekler, gibi katı kültürel unsurlar,
kültürün merkezini, toplumsal kurumlar (aile, akrabalık ilişkileri), toplumsal değerler
(kadının toplumdaki yeri vs.), bireyselcilik/kolektivizm gibi unsurlar, merkezden
sonraki ilk katmanı, politik kurumlar,politik değerler, özgürlük/otorite tercihi, gibi
unsurlar, ikinci katmanı, adalet, insan hakları, evrensel değerler, ekoloji, teknoloji
gibi unsurlar üçüncü katmanı oluşturmaktadır.62
Kültür aktarımını sağlayan mekanizmalar, kuşakları birbirine bağlayarak
kültürel devamlılığı sağlar. Aynı zamanda kültürel devamlılık yoluyla etnik
toplulukların varlıklarını yüzyıllar boyu sürdürmelerini sağlar,63
Kültürel geçmiş, milli birliği sağlamanın, milleti yaşatmanın ve meşru
kılmanın olmazsa olmaz koşulu haline gelmiştir. 64
58 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 35 59 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 36 60 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 36 61 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 36 62 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 37 63Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları, Eleştirel Bir Bakış, Đstanbul, Sarmal Yayınevi, 1999, s.205
16
2.4. Ulus Kimliği (Milli Kimlik)
Ulus kimliği en yaygın olan kollektif kimliklerden biridir.
Ulusal kimlik’de tıpkı bireysel kimlik gibi hem kapsayıcı, hem dışlayıcı
özelliklere sahip, çok karmaşık ve çok boyutlu bir kavramdır.
“Ulusal” sözcüğü güncel dilde çoğunlukla iki anlamda kullanılmaktadır.
Birincisi, "ulusal" ile belli bir köken dile getirilmektedir. Đkincisi "ulusal" ile bir ülke,
dile getirilmektedir. 65
Đnanç, Connor’un, "ulus"u üyelerinin geriye dönük olarak ortak bir soyu,
coğrafi kökenleri ve ileriye dönük olarak da birlikte yaşanacak ortak bir kaderi
paylaştığı kitlesel bazda bir çıkar ve aidiyet toplumu olarak tanımladığını
belirtmiştir.66
Anthony D. Smith, milli kimliğin unsurlarını şöyle sıralamıştır.
1- Tarihi bir toprak/ülke yada yurt
2- Ortak mitler ve tarihi bellek
3- Ortak bir kitlesel kamu kültürü
4- Topluluğun bütün fertleri için geçerli ortak yasal hak ve görevler
5- Topluluk fertlerinin ülke üzerinde serbest hareket imkanına sahip oldukları
bir ortak ekonomi.67
Bu unsurlardan hareketle “millet, tarihi bir toprağı/ülkeyi, ortak mitleri ve tarihi
belleği, kitlevi bir kamu kültürünü, ortak bir ekonomiyi, ortak yasal hak ve görevleri
paylaşan bir insan topluluğunun adı olarak tanımlanabilecektir”68
Özkırımlı’nın nakledişine göre, Benedict Anderson, “Millet, hem sınırlı hem
egemen olarak hayal edilmiş siyasi bir topluluktur.” 69
Özkırımlı’nın naklen anlatımına göre, Anderson, ulus kimliğin, birbirlerini hiç
görmemiş, belki de hiç karşılaşmayacak, hatta onlardan söz edildiğini duymayacak
olan insanların kendilerini ortak bir kaderi paylaştıklarına inandırıp bu varsayımdan
64 Özkırımlı, Milliyetçilik Ku.., s.206 65 Kula, Avrupa Kim.., s.27 66 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.29 67 A.D.Simith,Milli Kim.., ss. 31-32 68 A.D.Simith,Milli Kim.., s. 32 69 Özkırımlı, Milliyetçilik Ku.., s.168
17
hareketle oluşturdukları hayali, tasavvur edilmiş ve birtakım çıkarlar için sonradan
kurgulanmış bir kimlik olduğunu ifade etmiştir.70
Đnanç, Breuilly’in ulusal kimliğin dışlayıcı karakterini esas alarak, bir toplumun
kendine özgü kültürü ve ulusalcılığı arasında kurulan sıkı bağ üzerinden diğer kültür
ve topluluklardan farklılığın vurgulanmasında, ulus kimliğin temel referans aracı
olarak kullanıldığını ifade ettiğini belirtmiştir. 71
Gellner, Szporluk’un Friedrich List’ten naklen “Đnsanlığın uluslara bölünmüş
olmasının en merkezi gerçek olduğunu” belittiğini ifadede etmiştir.72
Kymlicka’nın yurttaşlığa dayalı bir ulusalcılığa atıfta bulunarak, kültürel
farklılıkları anlayışla kucaklayan, kapsayıcı bir ulusal kimlik tanımı yaptığı da yine
Đnanç tarafından belirtilmiştir.73
Gellner’e göre, “etnisite ” yada “milliyet”aralarında dil ve ortak tarihde dahil
olmak üzere örtüşen kültürel özellikler bulunan insanların ırksal benzerliğe ve güçlü
duygulara sahip oldukları durumun adıdır. 74
Milli kimliğin kişiler ve gruplar üzerinde “dışsal” ve “içsel” işlevleri vardır.
Toprağa dayalı, ekonomik ve siyasi olanlar dışsal işlevlerdir.
A. D. Simith, “Milletler öncelikle mensuplarına içinde yaşayıp çalışabilecekleri
kesin bir toplumsal mekan tanımlar ve tarihi toprağın/ülkenin sınırlarını çizer. Yine
bireyleri, milletin “moral coğrafyası”nın eşsizliğini gösteren “kutsal merkezler”le,
ruhani haç yerleriyle teçhiz ederler” demiştir.75
Milletlerin, insan gücüde dahil toprağa dayalı kaynaklar üzerinde denetim kurup
işbölümünü oluşturması ekonomik bakımdan, dışsal işlevdir. Milletlerin, devlet ve
organlarına ve devlet yoksa devletin siyaset öncesi muadillerine dayanak (destek)
oluşturması siyasi açıdan dışsal işlevdir. “Milli kimliğin, siyaseten en belirgin işlevi
ise ortak yasal hakların ve yasal kurumların meşrulaştırıcısı olmasıdır.” 76
70 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.25 71 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.25 72 Ernest Gellner, Milliyetçiliğe Bakmak, Simten Coşar ve Saltuk Özertürk-Nalan Soyarık (çev.), Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2. Baskı, 2007, s.30 73 Đnanç. AB’ye Enteg.., s.25 74 Gellner, Milliyetçiliğe.., s.59 75 A.D.Simith,Milli Kim.., s.34 76 A.D.Simith,Milli Kim.., ss.34-35
18
Milli kimliklerin, içsel işlevlerinden en önemlisi mensuplarını “uyruklar” ve
“yurttaşlar” olarak toplumsallaştırmalarıdır. “Milli kimlikler, müşterek değer sembol
ve geleneklerden bir repertuar oluşturmak suretiyle bireylerle sınıflar arasında
toplumsal bir bağ kurarak, milleti, engelleri aşmaya meşakkatleri göğüslemeye
muktedir “iman teknesi” bir grup haline getirmektedir.” 77
A. D. Smith’e göre “Milli kimlik duygusu, kolektif kişilik prizması ile bireysel
kendi’lere dünya üzerinde yer veren güçlü bir araçtır.” 78
Özkırımlı, A. D. Smith’in, milletin kim olduğu sorusunun yanıtını milletlerin
etnik temellerinde aradığını ifade etmiştir.79
Đnanç, etnik kimliğin etimolojik kökünü ethnie ibaresininin oluşturduğunu
belirterek, Brass’dan naklen, De Vos'un, Etnisite (etniklik) yi; "Aynı kültür
boyutunda yer alan bir insan grubunun, sübjektif, sembolik ve amblematik amaçlarla,
grup içinde dayanışma sağlamak ve öteki gruplarla farklılıkları vurgulamak için
kullandığı etnik kimliğin içselleştirilmesi ve davranışa dönüştürülmesi durumu"
olarak tanımladığını belirtmiştir. 80
A. D. Smith, ethnie ibaresininin niteliklerini; kolektif bir özel ad, ortak bir soy
miti, paylaşılan hatıralar, ortak kültürü farklı kılan bir yada daha fazla unsur, tarihsel
bir “yurt” ile bağ ve nüfusun önemli kesimi arasında dayanışma duygusu olarak
belirlemiştir.81
Etnik kimlik, belirli bir topluluğun üyelerinin kendilerini, diğer topluluk
üyelerinden ayırt eden, farklılaştıran bir aidiyet duygusudur. Bu duygu, topluluk
üyelerinin kendilerini belirli bir “biz”in mensupları olarak, “onlar”dan farklılıklarını
vurgulayarak kendi içlerinde birleştirmektedir.
Etnik kimlik, sosyal ya da siyasi bütünlüğün güçlü bir aracıdır. Toplumda
sosyo-ekonomik düzey, yaş, cinsiyet, din gibi çeşitli boyutlardaki farklılıkların
yarattığı ayrılıkları, bölümlenmeleri telafi edici bir etkiye sahiptir. Ayrıca sosyal
77 A.D.Simith,Milli Kim.., s.35 78 A.D.Simith,Milli Kim.., s.35 79 Özkırımlı, Milliyetçilik Ku.., s.204 80 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.31 81 A.D.Simith,Milli Kim.., s.42
19
olarak marjinal veya alt düzeylerde bulunan grupların toplumda bir yer bulmasını ve
entegrasyonunu sağlamaktadır.
Bütün tanımlardan anlaşıldığına göre Etnisite, Ulus kimliğin önceki aşamasıdır.
Đnanç’ın, Smith'den naklettiği sözlere göre, “hiçbir ulus, bir etnik kültür
yaratmaksızın oluşturulamaz. Bununla birlikte, ulusalcılık (yabancı kurallara
kollektif direnç) ulusla birlikte ya da ulus olmaksızın var olabilir.” 82
Đlkçi milliyetçilik kuramına göre, etnik ve milli kültürü oluşturan ögeler hiçbir
şeyden türememiştir. Her şeyden önce vardır.83 Ancak Yurdusev’e göre, bugün
bireylerin doğuştan sahip olduğu ulusal kimlikler tarihin belli dönemlerinde salt
kendiliğinden ve doğal süreçte oluşmamıştır. Ulusal kimliğin oluşumunda modern
devletin müdahalesinin belirleyici rolü vardır.84
Milliyetçilik konusundaki modernist teori tarafından, milletler ve milliyetçiliğin
kapitalizm, sanayileşme, merkezi devletlerin kurulması, kentleşme, laikleşme gibi
modern süreçlerle birlikte yada onların ürünü olarak ortaya çıktığı ve milliyetçiliğin
milletleri yarattığı, milletlerin milliyetçiliği yaratmadığı savı ileri sürülmüştür.85
Modernistlerin siyasal dönüşüm kanadına mensup Paul Brass’a göre,
milliyetçiliği, kilise medya ve eğitimi manüpüle etmek suretiyle, seçkinler
yaratmaktadır. Hobsbawm, milletleri, geniş halk kitlelerinin siyasete katılmasının
eski düzeni yıkacağından korkan sınıfların icat ettiği gelenekler olarak
tanımlamıştır.86
Etno-sembolcüler milliyetçiliğin açıklanmasında etnik geçmişe ve kültüre
ağırlık vermişlerdir. Onlara göre Modern milletlerin doğuşunu etnik geçmişlerini
dikkate almadan açıklamak mümkün değildir. Etno-sembolcüler’de milliyetçiliğin
bir modern çağ ürünü olduğunu ifade etmektedirler. Fakat etnik gruplar modern
öncesi dönemde de vardır. 87
82 Đnanç,AB’ye Enteg.., s.33 83 Özkırımlı, Milliyetçilik Ku.., s. 90 84 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.27 85 Özkırımlı, Milliyetçilik Ku.., s. 98 86 Özkırımlı, Milliyetçilik Ku.., s. 140 87 Özkırımlı, Milliyetçilik Ku.., ss. 195-196
20
Milliyetçiliklerin, gelenekler semboller hatta ortak tarih icat edilerek
yaratılabileceği açıktır. Ancak milletlerden önce etnik grupların var olduğu da
unutulmamalıdır.
Erdenir’in, Meinecke’e dayandırarak yaptığı tanımda, kültürel-milliyetçilik,
tarihin derinliklerinden bu yana paylaşılmış bulunan, din, dil gibi, katı kültürel,
unsurlara dayanan bir kimliği temsil ederken, politik-milliyetçilik ortak kural ve
değerler gibi esnek kültürel unsurlara dayananan bir kimliği temsiletmektedir. 88
Bu tanımdan hareketle, kültürel-milliyetçiliğin katı kültürel unsurları, politik
milliyetçiliğin ise esnek unsurları temel aldığı söylenebilir.
2.5. Sonuç
Đnsanların doğası gereği yalnız olarak yaşayamamaları, toplumsal bir ortamda
bulunmaları zorunluluğu, Đnsanların kendilerini diğerlerinden ayırt etme ihtiyacı
kimlik aidiyet kavramını ortaya çıkarmıştır.
Kimlik kişilerin yaratılıştan sahip oldukları ve sonradan kazandıkları özelliklerin
bütünleşmiş halidir.
Đnsanlığın başlangıcından itibaren dünyanın farklı yerlerinde yaşayan insanlar
kendilerine ait özellikler ve bulundukları bölgenin özelliklerine göre yaşam tarzları,
iletişim şekilleri, diller geliştirmişlerdir. Bunlardan aynı yerde ve aynı zaman
diliminde yaşayanlarda ve uzun süre aynı yerde kalanlarda ortak hatıralar ortak
tarihsel geçmiş ve ortak yaşam tarzları oluşmaktadır. Bu şekilde oluşan/oluşturulan
ortak kültüre ve ortak tarihsel geçmişe sahip insanlar aynı zamanda aynı dili
konuşan aynı ırktan olan insanlar ise yarattıkları ortak kültürün etkisiyle etnik
gruplar haline dönüşmektedir.
Bu etnik gruplardan, savaşlar, göçler, istilalar, sürgünler, din değiştirmeler gibi
olaylara karşı özlerini kaybetmeden kültürlerini aktarabilmiş olanlar, etnik özler
çekirdekler haline gelmişlerdir. Etnik gruplar ve “etnik öz” ler milletler oluşmadan
da vardır. Gerçekten “etnik öz” özelliklerine sahip olan topluluklar veya “etnik öz”
özelliklerine sahip oldukları hayalini ve imajını yaratan veya yaratılan topluluklar.
politik bir sınıra sahip olmak istediklerinde etnisite milliyetçiliğe dönüşmektedir.
88 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 52
21
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRK KĐMLĐĞĐ
3.1.Giriş
“En eski ve kalıcı toplumlardan birisi olan Türkler, yaklaşık 4000 yıllık
geçmişleri boyunca Asya, Afrika ve Avrupa'ya yayılan oldukça ünlü bir ulus
olmuşlardır. Çok kalabalık olmaları ve aktif bir karakter arz etmeleri Türklerin dünya
tarihinde çok belirgin bir rol oynamasına sebep olmuştur.” 1
Jean-Paul Roux’a göre, Türkler, insanlık tarihinde Pasifik’ten Akdeniz’e Pekin’den
Viyana’ya, Cezayir’e, oradan Troyes’e uzanan uzun bir tarih demektir, kaderleri
dünyanın tüm eski halklarının kaderiyle harmanlanmıştır.2
“Türk kimliğini araştırmak için Türk tarihine bakıldığında Türkler’in,
gelişiminin diğer uluslardan farklı özelliklere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Đlk
olarak Türkler, birbirlerinden uzak mesafelerde yaşamış oldukları için tamamıyla
homojen bir mevcudiyet olarak kabul edilmemektedir.” 3
“Đkincisi; belirli bir tarihte ve sınırlı bir bölgede incelenebilen diğer uluslardan
farklı olarak, Türkler tarihlerini, asırlar boyunca, tarihin çeşitli süreçlerinde yeni
iklimler, yeni yerler arayarak oluşturmuşlardır.” 4
Bu nedenle, birçok Türk topluluğu ve devletleri, geçmişin farklı sahnelerinde
hüküm sürdüklerinden tek bir Türk tarihi yoktur. Türk'ün bilimsel adlandırılması ve
türevleri, Türk topluluklarının, tarihin farklı dönemlerinde farklı hükümdarlar
tarafından yönetilmesine rağmen din, dil, adet ve gelenek olarak benzer bir kültür
oluşturmuşlardır.5
Türklerin, tarihleri boyunca meydana gelen coğrafi veya politik bölünmeler
sonucu olarak, bir grup Türk dünyanın bir yerinde step tarzı bir hayat yaşarken; bir
diğer grup, dünyanın başka bir tarafında politik gücünü yitirmiş; aynı dönemde
dünyanın başka bir tarafında yeni politik inisiyatifler kazanarak yerleşik yaşamı
1 Hüsamettin Đnanç, AB’ye Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Kimlik Problemleri, Ankara, Adres Yayınları, 2005, s.67 2 Jean-Paul Roux, Türklerin Tarihi Pasifik’den Akdenize 2000 Yıl,Aykut Kazancıgil,Lale Arslan-Özcan (çev.), Đstanbul, Kabalcı Yayınları, 3. Baskı, 2007, s.23 3 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.67 4 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.67 5 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.67
22
seçmişlerdir. Böylece, Türk tarihinin diğer eski ve yeni uluslarla birlikte dokunmuş
yapısı, Türklerin bilimsel analizlerinin yapılmasını zorlaştırmıştır. 6
Đnanç’ın, Kafesoğlu’dan naklen ve ona katılarak ifade ettiğine göre, Türk ulusal
kimliğinin, çerçevesi ve kavramsallaştırılması "eşsizlik" ve "homojenlik" taşıyan
ulusal tarih yazımıyla formüle edilmiştir. bu tarih yazımına göre Türk kimliği, tarihin
ilk dönemlerinden itibaren "otantiklik" iddiasına sahiptir. zira, Türk ulusal kimliği,
diğer uluslardan çok daha önce ulusal bilince ulaşmış ve kendine atfedilen medeniyet
misyonunun farkına varmıştır.7
Bu bölümde "Türk" adı Türk soyu Türklerin anayurdu gibi Türk kimliğinin
unsurları ve Osmanlı Dönemi, Cumhuriyet Dönemi gibi Türk kimliğinin dönemleri
incelenecektir.
3.2. Türk Kimliğinin unsurları
Türkkan, Türklerin, Türkçe konuşan, Alt-Turani ırktan, Akdenizden Orta Asya
ya ve Kafkaslara kadar uzanan toprakları yurt edinmiş, Müslüman ve eski Türk-
Đslam ve yeni batı sentezi kültürlü, Orta Asya-Kafkaslar, Orta Doğu ve Anadolu’da
tarih içinde oluşmuş bir millet olduğunu belirtmiştir.8
Kafesoğlu, Türk kelimesinin, cins ismi olarak, "güç, kuvvet", sıfat hali ile,
güçlü, kuvvetli manasına geldiğini belirtmiş, F.W.K. Müller, A.v. Le Coq,
V.Thomsen, Gy.Nemeth’e dayanarak, birçok farklı tanımları bulunan "Türk"
kelimesinin, bir Uygur-Türk belgesindeki mevcudiyeti yolu ile yukarıdaki manada
olduğunun kesinleştiğini ifade etmiştir.9
Roux’da Türk adının, güçlü ya da güçlüler anlamına geldiğini ancak bu ifadenin
kavme yada boya ilişkin bir kimlikten değil siyasal bir örgütlenmeden
kaynaklandığını belirtmiştir. 10
“Türk” kelimesinin, 420’de bir Pers belgesinde ve 515’de bir Bizans
kaynağında güç-kudret olarak tespit edildiği yine Kafesoğlu tarafından
belirtilmektedir. 11
6 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.68 7 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.68 8 Reha Oğuz Türkkan, Biz Kimiz, Türklüğün Kimlik Şifresi, Đstanbul, Pozitif yayınları, 2007.s.47. 9 Đbrahim Kafesoğlu, Türk Đslam Sentezi, Đstanbul, Ötüken Neşriyat,3. Baskı, 1999, s.12 10 Roux, Türklerin Tarihi.., s.92 11 Kafesoğlu, Türk Đsl.., s.12
23
“Türk” adı ilk olarak Milat’tan önce sekizinci yüzyıllara dayanan Orhun
Yazıtlarında ortaya çıkmıştır. Pek çok milliyetçi histiyograf daha öncelere dayanan
belirsiz bir ön-tarihsel geçmişe değinmiş ise de, "ulus ilerlemesi"nin, yani Türklüğün
eşsiz ve bütünleşmiş bir başlangıç noktası olarak Orhun yazıtları alınmıştır.” 12
Milat’tan önceki dönemde Asya Hun Đmparatoru Motun'un aile veya kabilesinin
adı olan Tu-ku veya Tu-k’o sözünün "Türk" manasına geldiği belirtilmiştir.Ancak
Türk adının, açık bir şekilde devlet adı olarak, ilk defa 552’ de Asya’da Gök-Türk
Devletinin kurulması ile ortaya çıktığı, anlaşılmaktadır. 13
Roux’a göre, Türk adı gerçek haliyle sekizinci yüzyılda büyük yazıtlarda Türk
yada Türük yazılımıyla ortaya çıkmıştır. Roux’a göre, aynı dönemlerde Müslümanlar
Tu-kiu’lerden başka boyların da aynı dili, Türkçeyi konuştuklarını fark ederek
hepsine Türk ismini vermişlerdir. 14
“Pastoral-göçebe bir hayat tarzını benimseyen ve politik konfederatif kabile
yapısını tercih eden Türk oluşumların, birleşmiş bir Türk kimliğine bağlanmaktan
çok, kendilerini kabile ve hanedanlık bağlarının ilişkisi içinde tanımladıkları ve
çoğunlukla kabile ve hanedan isimlerini kullandıkları ifade edilmektedir.” 15
Milat’tan önce ve antik dönemde Orta Asya’da gerçekleşen çatışmaların ulusal
histiyografların da ifade ettikleri gibi, Türk ve Türk olmayan ötekiler arasında
meydana gelen çatışmalar olmadığı, kabileler ve hanedanlar arasındaki hükümranlık
kavgaları olduğu, bu durumun, Türkler gibi Orta Asya bölgesine hükmeden
Bizanslılar, Araplar ve diğer Batı toplumları için de geçerli olduğu belirtilmiştir.16
Tarihçiler tarafından Türk imparatorluluğu olarak kabul edilen Osmanlıların,
Türk adını pek kullanmadıkları hatta yerleşik köylülerden (reaya) özellikle ayrılmış
olan pastoral göçebe ve yarı göçebeler için "Türk" veya "Türkmen" adını
kullandıkları ifade edilmektedir.17
12 Đnanç. AB’ye Enteg.., ss.68-69 13 Kafesoğlu, Türk Đsl.., s.12 14 Roux, Türklerin Tarihi.., s.92 15 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.69 16 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.69 17 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.69
24
Batının oryantalist edebiyatında Osmanlı'nın etnik kökenini ifade etmek üzere
"Türk" adının, sıkça kullanım alanı bulduğu ve Anadolu'nun ve Trakya'nın Türkçe
konuşan sakinlerini ifade edegeldiği belirtilmiştir. 18
Lewis, Osmanlı deyiminin bir millet anlamında değil “Emeviler, Abbasiler,
Selçuklular gibi hanedan anlamında kullanıldığını belirtmiştir.19
Lewis, Osmanlı Đmparatorluğunun kendisini geçmişin büyük Đslam
Đmparatorluklarının mirasçısı ve halefi saydığını Osmanlıların Đmparatorluk
toplumunda, etnik bir terim olarak “Türk” adını, çok az kullandıklarını Türk adını,
özellikle Türkmen göçebelerini daha sonraları, Anadolu köylerinin Türkçe konuşan
cahil ve kaba Anadolu köylülerini ifade etmek için ve daha çok küçültücü bir
anlamda kullandıklarını, bir Osmanlı Efendisine “Türk” demenin hakaret sayıldığını
ifade etmiştir.20
Osmanlıların, beylik döneminden kalma hanedan adını kullanmaya devam
etmeleri Türk olmadıkları, Türklüğü reddettikleri veya Türk olmaktan rahatsız
oldukları anlamına gelmemektedir. Sadece Türklüğün, Türk kelimesinin belirgin
olarak kullanılmasına ihtiyaç duyulmadığı anlaşılmaktadır. Çünki “asıl” olanın
belirlenmeye ihtiyacı yoktur. Farklı olan istisna olan belirtilir.
Bu anlamda Osmanlı Đmparatorluğun’da Türk dendiğinde yada Müslüman
dendiğinde Müslüman/Türk yani Türk kimliği anlaşılmaktadır. Türk’den başka bir
müslüman kastedildiğinde onun etnik kökeni milliyeti (Örneğin, Boşnak Arnavut
gibi) belirtilmektedir. Müslüman olmayanlar ise genel olarak Gayri Müslim olarak
olarak tanımlanmaktadır.
Türkler Müslümanlıkla ayrılmaz şekilde bütünleşmiş ise de Müslümanlık
içerisinde tamamen kaybolmuş değildir. Sadece bir ümmet haline dönüşmemiş
Müslüman Türk yani Türk olma bilincini muhafaza etmiştir.
Osmanlı Đmparatorluğu, Arapların ve en önemli ötekisi olan Avrupa’nın
kendilerini Türk olarak tanımlamasından rahatsız olmamışlar bunu engellemek için
18 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.69 19Bernard Levis, Modern Türkiye’nin doğuşu Metin Kıratlı(çev), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları IV.Dizi Sayı 8a, 2. Baskı 1984,s.1 20 Levis,Modern Türk.., s.1
25
bir girişimde bulunmamışlardır. Đmparatorluk resmi kayıtlarında Türklerin
Osmanlıdan farklı olarak görüldüğüne dair herhangibir belgede bulunmamaktadır.
Türk kelimesinin küçültücü manada kullanıldığı yönündeki yaklaşımın halkın
Osmanlıya bakışını bulandırmaya yönelik olarak ortaya atılmış bir yaklaşım olduğu
düşünülebilir.
Osmanlı dönemi Türk kimliğinin başat bileşeninin ondukuzuncu yüzyıla kadar
Türklük yerine Müslümanlık olmasının asıl sebebi Türk kimliğinin ötekisi olan
frengistan’ın kimliğinin başat bileşeninin de Hristiyanlık olmasından
kaynaklanmaktadır.
Đnanç, "Türk" kelimesinin Arap, Bizans, Ermeni, Süryani ve Çin kaynaklarında
kullanılmasının başlangıcının milattan önce altıncı yüzyıla kadar gittiğini
belirtmiştir.21
Türk ırkı ile ilgili farklı görüşler sözkonusudur. Bu konuda Güvenç’in verdiği
örneklerden bazıları şöyledir.
Morton’a göre,” Türkler soyca Mogol ırkından gelmektedir, Çerkez, Gürcü, Rum
ve Araplarla karışarak fizik özelliklerini yitirmiş, güzel bir ırk olmuşlardır.”
“Blumenberg’in antropolojik sınıflamasına göre, Türkler, beyaz Kafkas
ırkındandır.22
Linneaus, “Osmanlı’yı “iri yapılı, beyaz tenli ve güzel Osmanlı” olarak
tanımlamış beyaz Kafkas ırkından saymıştır.” “Lavrater’e göre, “Türkler, soylu
küçük Asya kanı ile Tatar ırkının maddi özelliklerinin melezidir.” 23
Akçura, Türklerin, “ Turani ırktan” olmadığını, Hint-Avrupa ırkından olduğunu
savunmaktadır. 24
Güvenç, Turanlıları, beyaz ırkın Orta Asya’ya doğru uzanan kolu olarak
saymanın daha doğru olduğunu savunmuş; Afet Đnan’ın tezinde, Anadolu ırkının
%75 oranında brakisefal, düz ince burunlu, kahverengi saçlı; ‘Dinarik ile karışmış
Alpli’; ‘Beyaz’ (Ari) olduğu sonucuna vardığını. Çekik gözlü Mogolların oranı
21 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.77 22 Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, Kültür Tarihinin Kaynakları, Đstanbul, Boyut Kitapları, 2008, s.24 23 Güvenç,Türk Kim.., s.24 24 Güvenç, Türk Kim.., s.24
26
%5’ten az olduğunu, Görünür özelliklerinin dışında kan grupları gibi genotipik
özelliklerinde, Türklerin, Sarı Asyalılarla Beyaz Avrupalılar arasında bulunduğu
görüşünü desteklediğini belirtmiştir. 25
Kafesoğlu, Türklerin Beyaz Irk’dan olduklarının eski tarihi ve dini eserlerde yer
alan kayıtlar ve son 50 yılda Türk ana yurdu bölgesindeki insan iskeletleri üzerinde
yapılan ilmi araştırmalarla teyit edildiğini belirtmiştir 26
Kafesoğlu, Đran/Zend-Avesta ve eski Đsrail/Tevrat rivayetlerinde: Türklerin Hz.
Nuh oğlu Yafes oğlu Türk olarak belirtildiğini, G.F. Debets’in, Đ948, 1950, 1958
yıllarında V. V. Ginzburg’un, 1946, 1950, 1954 yıllarında Orta Asya’da kurgan tabir
edilen mezarlarda elde edilen iskeletler üzerinde yapılan araştırma sonucunda
Türklerin Beyaz Irk’dan olduklarının netleştiğini belirtmiştir. 27
Kafesoğlu’nun A. Kollautz’dan nakledişine göre, Türkler beyaz soyun
“Turanid” koluna mensup olup, başlıca ırki vasıfları da şunlardır: “Koyu renkli saç,
hafif esmere çalan beyaz/buğday rengi/ten, brakisefal/yuvarlağa yakın yassı/kafa,
orta üstü boy (ortalama 167 cm.), uzunca beyzi/değirmi/yüz, hafifçe çekik fakat
mongoloid olmayan göz/badem/,orta gürlükte sakal ve bıyık...” 28
Türkkan, Türklerin, ana dilinin % 86 nispetinde Oğuz Türkçe’si olduğunu,
dininin % 98 oranında Müslüman olduğunu bunların büyük çoğunlunun sünni
olduğunu, soyunun Alt-Turanid olduğunu, %72 oranında ak-tenli/buğdaybenizli,
%84 ve üstü oranında kafa yapısı yuvarlak/brakisefal, %89 saç rengi kestane siyah,
% 94 göz rengi kahverengi, ela % 88 gözkıvrımı, kan gurubu%41.32 A %40 B, %75
boy 1.69-1.72 orta olduğunu belirtmiştir.29
Tarih-öncesi çağlarda Türklerin yaşadığı bölgelerden Minusinsk bozkırlarında
yani Asya'da Baykal gölünün kuzey-batısında keşfedilen "Andronovo kültürü"
sahasında 80 kadar kurgan kazılarında bulunan iskeletlerin ortaya koyduğu Türk
tipini, Moğol ırkından ayıran özellikler kadar, sarı saçlı, uzun boylu dolikosefal
25 Güvenç, Türk Kim.., s.25 26 Kafesoğlu, Türk Đsl.., s.13 27 Kafesoğlu, Türk Đsl.., s.13 28 Kafesoğlu, Türk Đsl.., s.13 29 Türkkan, Biz Kimiz.., s.48
27
Hind-Avrupalı’dan da ayıran özellikler de araştırmacılar tarafından tespit
edilmiştir.30
Kafesoğlu’na göre, ilk Türk yurdu, karakteristik Türk soyunu ortaya koyan
iskeletlerin çıkarıldığı, Andronovo kasabası etrafındaki kültür bölgesidir. Bu husus
son arkeolojik bulgular sayesinde oldukça açık şekilde belirlenmiştir denebilir. 31
Güvenç, Arap tarihçisi El-Mesudi’nin Türkler’in Nuh Peygamber’in üç
oğlundan biri olan Yafes’in soyundan geldiğini ifade ettiğini belirtmiştir.32
Türkkan’a göre, On bin yıl önce Alp ve Turanid ırklarının evlenmesiyle Türk
doğmuş ve bu iki ırkın genlerini, yeni bir “sentez tip”, (yani Türk olarak ) taşımıştır.
Doğuda ve Batıda tarih boyunca, “kanına” karışmış olan %15-20 nisbetindeki
yabancı genler, tıpkı altın yüzüklere karıştırılan az “bakır” gibi, altının altınlığını
değiştirmeyen bir şey olmuştur. 33
Đnanç, Ergin’in, “Orhun Yazıtları’nın, Türk ulusunun varlığını gösteren ilk
yazılı metin ve Türk ulusunun temel eseri olarak, etnik kimliği ulusal bir niteliğe
kavuşturan ve ulusal hedefi aydınlatan değerli bir şaheserdir.” dediğini belirtmiştir.34
“Türk” kavramının ulusal tarihte devlet adı olarak Göktürk devleti ile ortaya
çıktığı ve Orta Asya’nın bütün “Türki” köklerine yayılarak “etnik bir birlik”
içerdiğinin, Bizanzlılar, Araplar, ve Đranlıların yazılı kaynaklarıyla desteklendiği
belirtilmiştir.35
Đnanç’a göre, geç Ortaçağlar’ın Orta Asya topluluklarında, kendilerini “Türk”
olarak ifade etmeleri hususunda bir belirsizlik olduğu, Bununla beraber, Türk
olmayan komşu eyaletlerdekilerin, Orta Asya’da yaşayan bütün insanlara “Türk”
dedikleri, onları birbirlerine benzettikleri ve yaşam ve dil açısından “Türk” olarak
tanımladıkları kesindir. 36
“Türk” den bahseden önemli yazılı belgelerden birisi “Kutadgu Bilig”dir.
Kutadgu Bilig’de Türk devlet geleneğini açıklayan bölümler vardır. Burada öne
30 Kafesoğlu, Türk Đsl.., s.13 31 Kafesoğlu, Türk Đsl.., s.13 32 Güvenç, Türk Kim.., s.23 33 Türkkan, Biz Kimiz.., s.67 34 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.74 35 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.74 36 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.76
28
çıkan en önemli husus, devlet kurucu, Türk kaanı’nın mutlaka bir törü (kanun)
koyması gerektiğidir. 37
Đnalcık, Orhun kitabesinde, “Yukarıda Tanrı basmasa aşağıda yer delinmese,
Türk milleti ülkeni törünü kim bozar ”dendiğini belirtmektedir. 38 Đnalcık’a göre,
devlet kurucusu belli başlı Türk hükümdarlarının bir kanunname çıkarmış olması
raslantı değildir.39
Güvenç’e göre, Osmanlı ülkesinde “Türk Milleti” sözü ilk kez on dokuzuncu
yüzyılın ikinci yarısında duyulmuştur. Batı’dan gelen milliyetçi akımlar, toprak ile
üzerinde yaşayan halk arasında bir ilişki, özdeşlik kurmuştur. 40
Farklı etnik gruplar arasındaki ulusal hareketlerin başlangıcı, özellikle
Osmanlı'daki gayrimüslimlerin aşamalı olarak Osmanlı'dan kopmaları, Türkçülük
olarak tanımlanan bir tür politik kimlik bilincini kuvvetlendirmiştir. 41
Lewis’e göre, “Türkçülük, miliyetçilik gibi fikirler önce dar bir aydınlar
çevresiyle sınırlı kalmış, Fakat gittikçe geniş ve derin bir şekilde yayılmıştır. Sonuç
olarak, Cumhuriyetin ülkesi ve halkı için Türkiye ve Türk adlarının ilk kez resmen
kabulü bu fikirlerin zaferini sembolleştirmiştir.” 42
“Uzun bir ulusallaştırma sürecinin sonucu olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti,
homojen bir ulustan meydana gelen ulusal bir eyalet olarak düşünülmüştür.” 43
“Türk genel kavramı, ulusallaşma periyodunda diğer benzer ulusallaşma
sürecindeki ülkelerde olduğu gibi hem senkronik hem de diyakronik olarak yayılmış
ve genişletilmiş bir yapıdadır.” 44
Gökalp, Türk kimliğinin temel unsurlarını; Türk soyu, Đslam inanışı ve Batı
medeniyeti olarak belirlemiştir. 45 Gökalp’e göre, dil ile düşüncenin Türkleşmesi,
Türkçeleşmesine bağlıdır. 46
37 Halil Đnalcık, Doğu Batı Makaleler I,Ankara, Doğu Batı Yayınları 4, Baskı,2009, s. 72 38 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 72 39 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 73 40 Güvenç, Türk Kim.., s.23 41 Đnanç, AB’ye Enteg.., ss.69-70 42 Levis, Modern Türk.., s.3 43 Đnanç, AB’ye Enteg.., ss.69-70 44 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.70 45 Güvenç, Türk Kim.., s.28 46 Güvenç, Türk Kim.., s.29
29
Güvenç’in Kaplan ve Kaynardan naklen aktarışına göre, Atatürk, Đnkılaplar’da
ve eğitim ve öğretimin birleştirilmesiyle, dilin özleştirilmesi önerisinde Gökalp’ten
faydalanmıştır. 47
Türk kimliği Đslam’la özdeşleştiği zaman bir ulus kimliğinden çok medeniyet
kimliğine yakındır, Başka bir deyişle. kendisi bizzat bir üst kimlik grubu oluşturan
toplumsal bir aidiyet sistemi olan Đslam, dinsel ve kültürel bir unsur olarak Türk
kimliğinin bir bileşeni olmuştur.48
3.3. Osmanlı Dönemi Türk Kimliği
Osmanlı kavramı, başlangıçta ve uzun süre, yönetici ya da askeri sınıf için
kullanılan bir kavramdır. Ancak Osmanlı Đmparatorluğu, modern dünyayı oluşturan
Batılılar, ulus devletler ve ulusallaşma devrimiyle tanışma şansını yakalaması
nedeniyle, Batı gerçekçiliğine ait kelimeleri kullanmış ve "Osmanlı"yı, ulus ve
insanlar için kullanılabilecek olan bir adlandırma kategorisine çevirmiştir. 49
Osmanlı kavramı; bazen "yöneten sınıf", bazen "hanedan" ve "devlet" ve bazen
rakip devlet anlamında kullanılmıştır. Fakat, kesinlikle, küçük ve dar bir grubu veya
bireyi ifade etmemiştir. 50
Osmanlı dönemi Türk kimliğin en önemli bileşeninin Đslam inancı olduğu
büyük ölçüde kabul gören bir görüştür. Bunun sebebi olarak da, Türklerin sosyal,
politik ve kültürel yapılarının tamamıyla katıksız Đslami değerler üzerine yeniden
tanımlanmış ve organize edilmiş olması gösterilmiştir. 51
Osmanlı dönemi Türk kimliğinde din dışında aidiyeti oluşturan diğer bileşenler,
dil, ülke ve etnik köken duygusal bağ oluşturmanın ötesinde bir önemi haiz bileşenler
değildir. Halk arasında bir tür folklorik “Türklük” duygu var ise de elitlerde etnik bir
Türklük aidiyeti yoktur.52
Bu hususta Levis, ondokuzuncu yüzyıla kadar Türkler’in kendilerini her şeyden
önce Müslüman olarak kabul ettiklerini; bağlılıklarının farklı düzeylerde, Đslamlığa
ve Osmanlı Hanedanı ile devlete olduğunu, bir kimsenin konuştuğu dilin, oturduğu
47 Güvenç, Türk Kim.., ss.29-30 48 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.60 49 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.83 50 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.83 51 Taner Timur, Osmanlı Kimliği,Đmge Kitabevi, 4. Baskı, Ankara 2000, s. 37-38 52 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.61
30
toprağın, geldiğini iddia ettiği ırkın kişisel, duygusal veya toplumsal bir önemi
dışında, siyasal hiç bir önemi olmadığını, böylece Türkler kendilerini, içinde bizzat
Türk milliyetinin garkolmuş olduğu Đslamlıkla özdeş gördüklerini ve bunun, Türk
dilinin yaşamasına ve teoride mevcut olmadığı zannedilen bir Türk devletinin
varlığına rağmen olduğunu belirtmiştir. 53
Basit halk, köylüler ve göçebeler arasında bir Türklük duygusu yaşamaya
devam etmiş ve zengin fakat ihmal edilmiş bir halk edebiyatında ifadesini bulmuştur.
Fakat yönetici ve okumuş gruplar, Đslamlık içinde ayrı bir etnik ve kültürel topluluk
olma hüviyetlerinin bilincini Araplar ve Đranlılar derecesinde bile korumamışlardır.54
Osmanlı imparatorluğu içerisinde, halk, yönetici ve eğitimli grupların Türk
kimliğini öne çıkarmamaları, biraz da çoğunluğa sahip olmanın, lider bir etnik gruba
mensup olmanın, halifeliğe sahip olan etnik bir gruptan olmanın, ortaya çıkardığı bir
erdem olarak görülmüştür.
Türkler’in on dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar kendilerini Türk’den çok
Müslüman olarak görmelerinin nedeni, Türklerin o zamanki ötekisi olan
“Frengistan” a karşı yapılan bir kimliklenme olarak değerlendirilebilir 55
On dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar Türk kimliğinin başat bileşenin Đslam
olması, on yedinci yüzyıl ortalarına kadar Avrupa kimliğinin başat bileşeninin de
Hıristiyanlık olması nedeniyle, Avrupa kimliği ve Türk kimliği yakın yüzyıllara
kadar aynı fakat rakip bileşenin (din) öncelenmesi ile karşılıklı olarak birbirinin
ötekisi olmuş ve birbirini genellikle olumsuz algılamışlardır56
Yirminci yüzyıla gelindiğinde Türk kimliğinde Đslamiyet yine önemli bir
bileşendir ama diğer bileşenlerde önem kazanmıştır, özellikle elit düzeyde Đslam’a
kıyasla diğer bileşenler daha önemlidir. Diğer bileşenler dil, etnik Türklük duygusu
coğrafya ve ülke unsuru ve Batı’dan gelen unsurlar olarak belirtilebilir. 57
Timur, Osmanlı kimliğini açıklamak için bu uygarlığın Đslami yönünün de
vurgulanması gerektiğini ifade etmiştir. Bunun gerekçesi olarak Türklerin Müslüman
53 Levis, Modern Türk.., s.2 54 Levis, Modern Türk.., s.2 55 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.60 56 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss. 60-61 57 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.61
31
olduktan sonra, kendilerini ve toplumsal düzeni Đslami değerler çerçevesinde
şekillendirmeleri ve Hıristiyan dünya gözünde on beşinci yüzyıldan itibaren Đslam’ın
önde gelen temsilcileri olmaları öne sürülmüştür. 58
Osmanlı’nın yükseliş döneminde kimlik sorunu açısından toplumun her
kesiminde seçenekler törelerce sağlanmaktadır. On sekizinci yüzyılda başlayan
reform çabaları imparatorluktaki gerilemeyi durdurmayı amaçlamış olsa da ilerleyen
Batı karşısında bu amaç gerçekleşmemiş; devlet bazı toplumsal değişmelerin
karmaşası içine girmiştir.
Osmanlı dönemi Türk kimliğini oluşturan örgütleyici yapıları irdelemesi
sonunda, Timur, aidiyeti, farklılığı belirtmekle kalmamış; Osmanlı bireyinin
toplumsal kişilik sürecini açıklamış; Osmanlılık süresince, Osmanlı’yı, devlet
felsefesi olarak, rejim kimliği, yönetim kimliği olarak ifade etmiştir. Bu noktadaki
ifadeleri şu şekildedir:
Osmanlı uygarlığı da Türklerin yüzyıllarca süren göçleri ve fetihleri sonunda bir
yandan Arap-Đran, öte yandan da Bizans kültürleriyle temasa gelmeleri ve karşılıklı
etkileşimleri sonucunda ortaya çıkmıştır. 59
Osmanlı Đmparatorluğu, klasik ve çok kültürlü yapısı sonucunda ulusal
sorunların çıkmasının ardından bu sorunları telafi etmek amacı ile “milli kimlik
talepleri”ni “politik kimlik” ile aşmaya çalışmıştır. Sadece bir hanedan kimliği olarak
muhafaza edilen Osmanlı kimliği Tanzimat sonrasında çok-etnikli yapıları
yapıştıracak bir sosyo-politik bağ olarak yerleştirilmeye çalışılmış isede tutmamıştır.
Çünkü Osmanlılılık milli bir kimlik kadar kuvvetli bir bağ değildir ve zaten bu iddia
ile ortaya atılmamış olan, milli kimlik taleplerini bastırmaya dayalı bir politik
kimliktir.
Timur, Osmanlı kimliğinin oluşumunu toplumun homojen olmayan üretim
ilişkileri çerçevesinde değerlendirmiştir. Ona göre, Osmanlı toplumu, tüm benzer
eski tip uygarlıklar gibi, kast özelliği taşıyan zümrelerden oluşmaktadır. Osmanlı
düzenini teşkil eden zümrelerin üretim ilişkileri açısından farklı yerlerde yer
58 Timur Osmanlı Kim.., s. 37-38 59 Timur, Osmanlı Kim.., s. 37- Đnanç, AB’ye Enteg.., s.82
32
aldıklarını belirten Timur, bu grupları üretici sınıf ve artı-ürünle yaşayan sınıf olarak
tanımlamıştır. 60
Bu noktada, Osmanlı toplumsal sınıflarının kapitalizmin yarattığı modern
sınıflardan farklı olduğunu; din temeline dayanan hukuk ve ideolojinin sınıflara daha
farklı bir nitelik kattığını ifade etmiştir. 61
Timur, sadece üretim biçimlerini inceleyerek Osmanlı kimliğinin
anlaşılamayacağını üretim güçleri, üretim teknikleri, vergi sistemi vb. gibi
kavramların ve kültürü yansıtan ve oluşturan eserlerin incelenmesi gerektiğini
vurgulamıştır. 62
Osmanlı insanının kimliğinin yüzyıllar boyunca “Đslam kimliği” olarak
yaşanmış ve uzun süre Batı’da doğan milliyetçi akımlardan etkilenmemiş olduğu
belirtilmektedir. Bu akımların ilk etkilerinin ise Müslüman olmayan ve bu yüzden
yönetici zümrenin dünya görüşü ile özdeşleşmeyen Osmanlı ulusları arasında
görülmesinin son derece doğal olduğu ifade edilmektedir.
Osmanlılar için de miliyetçilik akımının etkisi dışında kalmak mümkün
olmamıştır. On dokuzuncu yüzyılın ulusal akımları “ırk” ve “etni” kavramları
çerçevesinde geniş bir araştırma yapılmasına sebep olmuşlardır. Bu araştırmalar,
Sinoloji ve Türkoloji çalışmaları çerçevesinde on dokuzuncu yüzyılın ikinci
yarısında Osmanlılara da ulaşmıştır.
Ondokuzuncu yüzyılda, dini duyguların tüm uluslarda zayıflamaya devam
etmesi ve Osmanlı Đmparatorluğunda fetihler sonucunda çeşitli ırklardan insanların
bulunması düşünüldüğünde, ulusal kimliğe geçişlerin, imparatorluğu
parçalayabileceği görülerek, bir Osmanlı milleti oluşturmaya çalışılmış isede sonuç
alınamamıştır.
Osmanlı Đmparatorluğunun çok köklü ve çok dinli karakteri, yöneticileri farklı
bir sosyal sınıf oluşturmaya zorlamıştır. Đnanç’ın Alkan’dan nakledişine göre
Osmanlı millet sistemi, tarihin "sui generis" bir yansıması, yönetimsel
organizasyonun bir orijinalliğidir.63
60 Timur, Osmanlı Kim.., s. 42 61 Timur, Osmanlı Kim.., s. 42 62 Timur, Osmanlı Kim.., s. 43 63 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.87
33
Bu Osmanlı topluluğunun orijinal sosyo-kültürel çatısının içinde gelişmiş bir
organizasyondur. Bu yapı ne sömürgeci imparatorluktaki azınlık milletinin durumuna
benzer ne de federatif hükümetlerdekilere, Osmanlı millet düzeni, Đmparatorluk
süresince, dağınık bir yerleşim ve dilsel çeşitlilik gösteren farklı grupların dinsel
kimliklerini korumasını sağlamıştır. Hatta, bu dinsel bölümler içinde açığa çıkan
geçiş ve kimlik kazandırma süreci, bu sistem sayesinde mümkün olmuştur. Bu yolla,
bazı Müslüman topluluklar, Türk dilini benimsemiş ve farklı dillere sahip olmalarına
rağmen bu kültüre entegre olmuşlardır. 64
Osmanlı kimliği, tek bir Müslüman kimliği olarak kalmamış, fakat, Müslüman
karakteriyle billurlaşmıştır. Müslüman olan diğer etnik topluluklar Türk dilini
benimsedikleri ölçüde kendilerini, Osmanlı olarak kabul etmişlerdir. Bu bağlamda,
Türk olmayan ebeveynler Türkçe konuştuğunda ve bu dille anlaştıklarında ve
çocukları da bu yolu takip ettiğinde, aile genel anlamda Türk kimliği altında
karakterize edilmiştir.65
3.4. Batılılaşma Süreci
On dokuzuncu yüzyıl, Osmanlı tarihinde bir modernleşme çağıdır. Ortaylı,
bunu “imparatorluğun en uzun yüzyılı” olarak ifade etmiştir. Ortaylı’dan naklen
Đnanç’ın anlatımına göre, ondukuzuncu yüzyılda Osmanlı, iki yapıyla şekillenmiştir.
Bunlar öncelikle, Osmanlı elit tabakası ve ikinci olarak Osmanlı millet (bir tür ulus)
sistemidir. 66
Đnanç’ın, Ortaylı'dan naklen ifade ettiğine göre, "millet" kelimesi aslında dinsel
tutarlılık, sosyal organizasyon ve bir tür zihniyet anlamına gelmektedir. Tarihçiye
göre, Osmanlı Đmparatorluğu, ulusallaşma çağında "ulus" yerine "millet"i kullanan
yegane ülkedir.67
Batılılaşma aslında onyedinci yüzyıl sonlarındaki Karlofça andlaşması’ndan
sonra, Osmanlı Đmparatorluğu’nun kötüye gidişi durdurabilmek amacıyla, ordunun
yenilenmesi ve güçlendirilmesi, siyasal ve sosyal sisteme yenilikler getirilmesi için
için Batı’dan sistem, teknik, kanun vs alınması anlamına gelmektedir.
64 Đnanç, AB’ye Enteg.., ss. 87-88 65 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.88 66 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.83 67 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.86
34
Politik bir devrim niteliğinde olan Đkinci Meşrutiyet, getirdiği yenilikler
yanında Osmanlı vatanperverliğini, Osmanlı millet sistemini, Osmanlıcılığı ortaya
çıkarmışsa da hızlandırdığı akımlar nedeniyle Osmanlı Đmparatorluğunun
parçalanasına neden olmuştur. Bu dönemde Osmanlı seçkinleri parçalanmayı
önlemek için Türk kimliği ve milliyetçiliğin açığa çıkmasını engellemeye
çalışmışlardır. 68
Osmanlı Đmparatorluğu onyedinci yüzyıl sonlarındaki Karlofça andlaşması’ndan
sonra yıkılma sürecine girmiştir. Bu dönemde Osmanlı aydınları Đmparatorluğun
bütünlüğünü sağlamak, varlığını devam ettirmek için değişik kurtuluş reçeteleri ileri
sürmüşler ve bu reçeteler Osmanlı Đmparatorluğu tarafından değişik zamanlarda
uygulamaya konulmuştur.69
On sekizinci yüzyıldan sonra yogunluğunu daha da arttırmış bir değişme
arayışı içinde bulunan sivil-asker yöneticiler, Osmanlı aydınları, Batı karşısında
giderek güçsüzleşen ve gerileyen Đmparatorluğu, Osmanlı kimliğini yitirmeden
kurtarmayı düşünmektedirler,
Bu dönemde Akçura, Batıdan esinlenerek geliştirdiği üç siyasal eğilimi şu
şekilde ifade etmiştir.
Birinci eğilim, Osmanlı Devletine bağlı çeşitli halkları temsil eden bir birliği,
bir Osmanlı milletini oluşturmaktır. ikincisi, bütün Müslümanları Đslam devleti
olarak, bu hükümetin yönetiminde politik olarak birlestirmektir. Diğer yaklaşım ise,
ırk temeline dayanan bir Türklük politikası oluşturmaktır. 70
Bu seçeneklerden ‘Osmanlıcılık ile, Osmanlı Đmparatorluğunu parçalanmaktan
kurtarmak amacıyla, din, mezhep ve cinsiyet ayrımı gözetmeden bütün Osmanlı
halklarını, sahip oldukları haklar ve ödevler açısından eşit duruma getirmek, Bir
‘vatan’ kavramı etrafında birleştirmek tek bir kimlik altında toplanmak üzere
harekete geçirmek istenmiştir. 71
68 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.85 69 Đdris Bal,Yusuf Akçura , Üç T arz-ı Siyaset ve Türkçülük Üzerine Yorumlar,Ümit Özdağ & Yaşar Kalafat (ed.) Muzaffer Özdağ’a Armağan, Ankara, ASAM Yayınları, 2003 70 Güvenç, Türk Kim.., s.31 71 Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Ankara, Lotus Yayınevi, 3. Baskı, 2008, s. 16
35
II. Mahmut döneminde, doruk noktasına varan bu anlayış, Batı’da ırka dayalı
millet anlayışının gelişmeye başlaması üzerine önemini yitirmiştir.”
Đslamcılıkta amaç, dünyadaki Müslümanlardan bir islam birliği oluşturmaktır.
bu akım II. Abdülhamit, döneminde düşünce düzeyinden çıkararak resmi bir devlet
politikası haline getirilmiştir. 72
“Türkçülük Türk birliği, öncelikle Osmanlı Đmparatorlugu’nda Türklerin, Türk
olmadıkları halde az çok Türkleşmiş olanların ve ulusal bilinçten yoksun olanların
bilinçlendirilmesi ve Türklestirilmesidir. Daha sonra, Asya kıtasıyla Doğu Avrupa’da
yayılmış olan Türklerin birleştirilmesine geçilerek ‘azametli bir siyasal milliyet’
meydana getirilmek istenmektedir. 73
Güvenç, Gökalp’in, Đslamcılık-Osmanlıcılık ikilemini uzlaştırmak için
Türkçülük kavramını geliştirdiğini; Türkçülük kavramı için de “Türkçülük, Türk
milletini yüceltmek demektir. Yüceltmek için önce yaratmak, yaratmak için de,
millet adı verilen zümrenin ne(kim)liğini belirlemek, bilmek gerekir.” dediğini
belirtmiştir. 74
Güvenç, Gökalp’in yaklaşımının geçerli olduğunu, zira, Meşrutiyet’ten önce
Türkler’in ortak bilincinde “Türk’üz, Türk milletiyiz.” inancı bulunmadığını, bu
anlamda, Türklüğün, Türk ülküsü ile Türk kimliğinin ortak tasarımlarından,
etkileşimlerinden doğmuş olduğunu belirtmiştir. 75
Đnalcık, Gökalp’in milli kimlik konusunda “insanın milliyetini tayin eden ırki
menşei değil terbiye ve duygularıdır,” şeklindeki görüşünün Modern Türkiye’nin
millet-vatandaş anlayışına esas olduğunu belirtmiştir.76
Güvenç, Yusuf Akçura’nın Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar olan dönemde
“Osmanlı tebaası Hıristiyanların, milliyetçilik akımlarının etkisi ile bağımsızlık
savaşlarını kazanarak ayrılması, “Sadık Ermeni Millet”inin kıpırdanmaya başlaması
ve Avrupa’nın mücadeleci politikası, Müslüman Osmanlılar’la, Hıristiyan
72 Akçura, Üç Tarz-ı.., s. 17 73 Akçura, Üç Tarz-ı.., s. 18 74 Güvenç, Türk Kim.., s.27 75 Güvenç, Türk Kim.., s.28 76 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 92
36
Osmanlılar’ın, artık bir arada yaşayamayacaklarını göstermiş olduğunu” ifade ettiğini
belirtmiştir. 77
Akçura’nın, bir Osmanlı milleti yaratma çabası geçersizdir; denenmiş ve
başarılı olunmamıştır; Đslam milletlerini birleştirmek çok zordur; geriye de Türk
milletini yaratmak kalmıştır, şeklinde ki düşüncesi Güvenç tarafından ifade
edilmiştir. 78
Akçura’ya göre, Türk birliği oluşturulması, önce Osmanlı Đmparatorluğunda
Türklerin, Türk olmadıkları halde az çok Türkleşmiş olanların ve ulusal bilinçten,
yoksun olanların bilinçlendirilmesi ve Türkleştirilmesi ile başlayacaktır. Sonra, Asya
ve Doğu Avrupa’da yayılmış olan Türklerin birleştirilmesine geçilerek azametli bir
siyasal milliyet meydana getirilecektir.79
Güvenç’e göre, “Müslümanların tümünün Türk olmaması, Türklerin bazılarının
da Türklüğünden haberdar olmaması sebebiyle, Türk Milleti önerisi erişilebilir bir
ülkü olmamaktadır.” 80
Güvenç, Osmanlı ülkesinde görülen milliyetçilik akımlarını, doğal bir gelişme
olarak değil; Batı’nın “Doğu Sorunu”nu çözmeye, yani Osmanlı Đmparatorluğunu
yıkıp mirasını paylaşmaya yönelik bir sömürgeleştirme politikasının sonucu olarak
nitelendirmektedir. 81
Osmanlı Türklerinin, Milliyetçiliği, kendini savunmak için iç ve dış güçlerden
öğrendiğini, böyle bir sebep olmasa Osmanlı Türklerinin milliyetçi olamayacağını
belirten Güvenç, milliyetçiliğin, vatan hainliği ya da ayrılıkçılıkla özdeş tutulması
nedeniyle dil, tarih ve kültüre dayalı milli siyasetin taraftar toplayamadığını
belirtmiştir. 82
Osmanlı Đmparatorluğunu, Türk kimliğini öne çıkarmadan kurtarmaya çalışan
Osmanlı seçkinleri, bu çalışmalar sırasında Türk kimliğinin ateşli savunucuları haline
77 Güvenç, Türk Kim.., s. 30 78 Güvenç, Türk Kim.., s.31 79 Akçura, Üç Tarz-ı.., s. 18 80 Güvenç. Türk Kim.., ss.31-32 81 Güvenç. Türk Kim.., ss.31-32 82 Güvenç, Türk Kim.., s.32
37
dönüşmüşlerdir. Đkinci Balkan Savaşı sonrasında Müslüman zümrenin de
bağımsızlıklarını ilan etmeleri üzerine Türk kimliğinin önemi anlaşılmıştır. 83
Lewis, Osmanlı-Türk reformunu ile ilgili olarak, Batı toplumunun ve Türk
kültürünün demokratik idealleri arasındaki ‘derin yakınlıkları’ vurgulamıştır. 84
Lewis’e göre, Türkler, tarihlerinde kendilerini Batı’dan ayıran cografi ve
kültürel uçurumun kapanmasında katkısı bulunan iki önemli tercihte bulunmuşlardır.
Bu tercihlerden birincisi ortaçağda Asya’dan koparak Batı’ya yönelmeleridir. Diğer
bir tercih ise, Osmanlı reformcularının on sekizinci yüzyılda bir model ve esin
kaynağı olarak Batı’ya dönmeleridir.
Batılılaşma sürecinde Türkçülük ortaya çıkmıştır. Mustafa Kemal’de Genç
Türklerin, milliyetçi, pozitivist ve batıcı kanadının bir varisidir. Türk ulusuna ve
ilerlemeye inanmaktadır. 85
3.5. Cumhuriyet Dönemi Türk Kimliği ve Kemalist Yaklaşım
Osmanlı Đmparatorluğu’nda meydana gelen batılılaşma ve modernleşme
sürecinin son noktası olduğu belirtilen Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluşundan
itibaren Atatürk tarafından bir modernleşme projesi ortaya konulmuştur.
Kemalist modernleşme projesinde Türkçü ve milliyetçi politik hareketlerin
etkisi vardır.86
Kemal Atatürk, sadece modernleşme görünüşünün yetersiz olacağını,
Türkiye’nin çağdaş dünyaya tutunabilmesi için toplumun ve kültürün bütün
yapısında temelden değişim gerektiğini düşünmektedir. 87
Levis’e göre, tarihlerinin en karanlık anında Kemalist devrim Türk halkına yeni
bir hayat ve umut getirmiştir. 88
Türkiye Cumhuriyetinde Türk kimliği tanımlaması üç aşamalı şekilde
yapılmıştır. Buna göre “Anadolu ve Rumeli tarafında yaşayan bütün Müslümanlar
Türk'tür.” “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları gibi Türk dilini, kültürünü ve ulusal
83 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.85 84 Levis, Modern Türk.., s.17 85 Levis, Modern Türk.., s.290 86 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.99 87 Levis, Modern Türk.., s.291 88 Levis, Modern Türk.., s.291
38
fikirlerini kendine adapte etmiş olan herkes Türk'tür.” “Orta Asya'daki nüfusun
çoğunluğu Türk'tür." 89
Sırasıyla dini, politik ve etnik nitelikteki bu tanımlamalardan Đlki, Kurtuluş
Savaşı sırasında; ikincisi, Cumhuriyetin ilanı sırasında; üçüncüsü ise, 1932 yılında
gerçekleştirilen tarih kongresi sırasında yapılmıştır.90
“Modern Türkiye Cumhuriyeti, Türk etnik milliyetçiliği ve Osmanlı
Đmparatorluğu’nun çok etnik unsurlu, çok dinli ve islami yönelimli değerlerinin
yerini alacak yeni milliyetçi değerlerle inşa edilmiş bir Türk ulus devletidir.” 91
3.6. Sonuç
Türklerin Orta Asya’da Minusinsk denilen bölgede yaşarken önce
Mezopotamya civarına daha sonra Anadolu’ya geldiklerini belirleyen kuvvetli
bulgular tespit edildiği bilinmektedir. Türk tarihini ve ırksal özelliklerini kesintisiz
olarak birbirine bağlayan bulgular bol miktarda değil ise de vardır. Bulguların sınırlı
olmasının sebebi Göçler ve yerleşik olmayan yaşam tarzı nedeniyle az sayıda kalıcı
eser bırakılmış olması, ortak kültürel unsurların güçlü şekilde aktarılamaması, yazılı
şekle getirilememesi veya yazılanların korunamamasıdır.
Türkler yerleşik hayata geçmeden önce Orta Asya da iken boylar ve aileler
halinde yaşıyor olmaları nedeniyle büyük bir birim olarak tanımlanmanın mümkün
olmaması ve mutlaka her boyun, ailenin, diğer Türk boyu ve ailelerinden ayırt
edilebilmesi için aile adı veya hanedan adlarıyla tanımlanmışlardır. Türk adının ilk
olarak Orhun yazıtlarında ortaya çıktığı, ilk devlet adı olarak Göktürklerde
kullanıldığı bilinmektedir
Türkler, Anadolu’ya yerleştikten sonra beylik adı boy adı ile kendilerini
tanımlamalarına rağmen bu bölgelere dışarıdan bakan kabileler, devletler
muhtemelen Türk soyundan olduğunu bildiklerinden veya ezici çoğunluğa sahip
olmaları nedeniyle Anadolu’da Küçük Asya’da yaşayanların tamamı Türk olarak
adlandırılmışlardır. Bu hem Avrupa hem de Arap belgelerinden tespit edilmiştir.
89 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.104 90 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.104 91 Graham E. Fuller, Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Acar (çev.),Đstanbul, Timaş Yayınları, 4. Baskı 2008 s.63
39
. Bir yer adlandırırken o yerde çoğunluğu oluşturan veya etkin olan hakim grubun
adı kullanılacağı, küçük bir grubun adının veya hiç bilinmeyen bir adın büyük ve
önemli bir bölgeyi kapsayacak şekilde kullanılamayacağı açıktır. Dolayısı ile
Anadolu da Türklerin hem çoğunlukta hem etkin olduğu anlaşılmaktadır.
Anadoluda tespit edilen ilk medeniyetlerden Sümerlerin de brakisefal kafa
yapısı (komşularının tamamı dolikisefal olmasına rağmen) ve Türklerin diğer
genotipik özelliklerine sahip oluşu ayrıca dillerinde birleşik kelimelerde dahil çok
sayıda Türçe kelmeye rastlanmış olması nedeniyle Türk oldukları/olabilecekleri
Alpin olarak tespit edilen Türklerin anadoluya ilk yerleşen kolu olduğu olabileceği
belirtilmektedir.
Türk kimliğindeki önemli dönüm noktası Türklerin islamiyeti kabul
etmeleridir.Türk kimliği Müslümanlıkla o kadar bütünleşmiştir ki zarar görmeden
birbirinden ayrılamayan bünyeler gibidir. Đslamiyet Türk kimliğinde sadece dinsel bir
unsur değil aynı zamanda kültürel bir unsur haline gelmiştir.
Osmanlı Đmparatorluğu bir Türk beyliğinin Đmparatorluk haline gelmesidir.
Türk soyundan gelen kişilerce beylik olarak kurulmuş ve sonradan çevredeki Türk
beyliklerini, Balkanlardaki Türkleri ve Anadolu’da yaşayan Türkleri ve Balkanlarda
ve anadoluda yaşayan diğer halkları egemenliği altına almış olan Osmanlı
Đmparatorluğunda yöneten sınıf ve halkın büyük çoğunluğu Türk yada Türkleşmiş
insanlardır.
Osmanlı ismi beylik kurulması sırasında diğer Türk beyliklerinden farklılığı
tanımlamak için aile adı hanedan adı olarak konulmuş ve sonrada sürdürülmüştür.
Ancak Osmanlı imparatorluğunun Türk Đmparatorluğu olduğu hususunda hiç şüphe
yoktur.
Osmanlı imparatorluğunun ilk tarihi belgelerinde Osmanlı Hanedanının Oğuz
Türklerinden olduğu belirtilmiştir. Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar padişahın
yanındaki yönetici gurup hep Türk ailelerdendir. Yani hangi açıdan bakılırsa bakılsın
Osmanlı Đmparatorluğu’nun bir Türk Đmparatorluğu olduğu şüphe götürmez bir
gerçektir. Söz konusu dönem Osmanlı kimliği değil Tük kimliğinin Osmanlı
imparatorluğu dönemi olarak anılmalıdır.
40
Türk kimliği, nev’i şahsına münhasır bir kimliktir. Yani bir üst kimlik kadar
güçlü bir ulus kimliğidir. Hem bir ulus kimliği hem medeniyet kimliğidir. “Bu
nedenle Türk kimliği ve Avrupa kimliği karşılıklı incelenebilir.” 92
92 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.60
41
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
AVRUPA KĐMLĐĞĐ
4.1. Giriş
Avrupa kimliğinin oluşum sürecinin belirlenmesi açısından Avrupa tarihine
bakıldığında Avrupa kavramının çeşitli aşamalardan geçtiği, kavramsal ve coğrafi
anlamda birçok değişikliklere uğradığı yeni anlamlar kazanarak yeniden yeniden
yaratılarak günümüze kadar geldiği görülmektedir.
Delanty’e göre Avrupa kavramından önce batı (occident) kavramı kullanılmaya
başlamıştır. Batı kavramı genel olarak, küçük Asya’nın bir kısmında kurulmuş olan
Yunan dünyası anlamında kullanılmaktadır. Yine antik dönemdeki inanışa göre, Batı
bilinmeyen bir Batı okyanusunda bulunan cennetin merkezidir.1
Klasik dönemden ortaçağ’a uzanan dönemde Batı toplumundaki iktidar
söyleminin şekillendiği kavramsal çerçeve batı-doğu düalizmi ve buna karşılık gelen
karşı-olgusallık “biz”/”onlar” kutuplaşmasıdır. Batı toplumunda en önemli
özelliklerinden birisi merkez olma varsayımıdır ve bu merkezci yaklaşım sonradan
Avrupa tarafından da sahiplenilmiştir.2
Klasik dönemden ortaçağa uzanan dönemde Özerk Avrupa söyleminin
şekillenmesi için gereken kültürel alan henüz oluşmamıştır. Avrupa fikri hep diğer
söylemler vasıtasıyla ortaya konmuştur ki, bunların en önemlisi Hristiyan alemi
söylemidir.3
4.2. Antikçağ Avrupa Kimliği
Avrupa ilk olarak antik dönemde mitler ve efsaneler dünyasına ait bir kavram
olarak ortaya çıkmıştır. Avrupa bir kadın ismidir. Böylelikle cezbetme ve gizemlilik
katma gücüne sahip olmaktadır. Mitilojilerin çoğunda Europa, Asya ve Libya’nın
(Afrika’nın) kardeşidir. Homere göre ise Europa Anka’nın (Phoenix) kızıdır.4 Yunan
mitolojisinde Europa bu günkü Lübnan yada eski Fenike bölgesinde, Sur (Tyre)
1 Gerard Delanty, Avrupa’nın icadı, Hüsamettin Đnanç (çev.), Ankara ,Adres Yayınları, 2005, s. 31 2 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 25 3 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 25 4 Delanty, Avrupa’nın icadı ss.27- 28.
42
şehrinin kralı olan Agenor’un kızıdır.5 Mitolojiye göre dünya güzeli bu ilahe,
kendisine aşık olan ve aşkını kanıtlamak için boğa kılığına bürünen Zeous tarafından
Girit’e yani batı’ya kaçırılır,6 ve Girit adasının batısına yerleşir Bu kelime sonradan
Girit ve bütün Yunan hinderlandını çağrıştıran coğrafi bir anlam kazanmıştır.
Semitik (doğu) dillerinde “ereb” kökünden türetilen Avrupa, ”güneşin battığı yer
ve karanlık “anlamlarını taşır. Gün batımı coğrafi yön olarak batıyı simgelemektedir:
karanlık ise gün batımından sonraki durumun yanı sıra, mesafe ve ürküntü imgesi
olarak tanımlanır.7
Eski Yunanlar kendi coğrafi konumlarına göre akşam yönünde bulunan
Đtalya’yı daha sonrada Đspanya’yı anlatmak için “Hesperia” sözcüğünü
kullanmışlardır. Aynı kelimeye karşılık olmak üzere Almanca’da “akşam ülkesi”
anlamında“Abendland” kavramı kullanılmıştır.8
Mitolojide bir prenses adı olan “Avrupa” nın kısa zaman içinde mekana ilişkin
bir anlam kazandığı önce Girit adasını ve bütün Yunan “hinderland”ını çağrıştırdığı,
Yunan kolonilerinin yayılmasıyla Yunanistan’ın batısında ve kuzeyindeki ülkeleri
de kapsadığı, M.Ö. altıncı yüzyılda bu kapsamın hemen hemen kesinleştiği
belirtilmiştir.9
Antik dönem yazarları Avrupa kelimesini nadir olarak kullanmışlardır.10 Bu
konuda Delanty’nin verdiği örnekler şöyledir. Hay, Avrupa’nın tarihi kökenleri
hakkındaki eserinde Avrupa’yı, Yunan anakarasına atıfta bulunarak tanımlamış daha
sonra bu tanıma Ege Adaları’nı da dahil etmiştir.11
“Platon,The Republic isimli kitabında Yunanlılar ve barbarlar arasında çok açık
bir ayrım yapmış, ama, Avrupa’ya verdiği büyük önemin gerekçesini çok açık olarak
ifade etmemiştir.
Sözkonusu dönemde, Avrupa’nın sınırları henüz yeterince belirlenmemiştir.
Buna karşın Asya, sınırları çok daha fazla oranda belirlenmiş toprağı ifade
5 A.Nuri Yurdusev, Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Türk Kimliği, Atila Eralp, (Ed) Türkiye ve Avrupa, Ankara, Đmge Kitapevi 1997, s. 31, 6 Onur Bilge Kula, Avrupa Kimliği ve Türkiye, Đstanbul, Büke kitapları, 2006, s.165 7 Kula, Avrupa Kim.., s.166 8 Kula .Avrupa Kim.., s.166 9 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.31 10 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 28. 11 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 28.
43
etmektedir. Yunanlılara göre Asya kavramı, Eski Yunanistan’ın (Hellas) kuzeyinde
kapalı bir alan olarak tanımlanmıştır.
Yunanistan ve Đran kültürel-politik terimler iken; Avrupa ve Asya sadece
coğrafi terimlerdir. Bununla birlikte, Socrat M.Ö. dördüncü yüzyılda Avrupa’yı
Yunanistan’la, Asya’yı Đran’la kimliklendirmiştir. 12
Hipokrat’a göre, Azak Denizi Asya ve Avrupa arasındaki sınırı
oluşturmaktadır. Ptolemy, M.S. ikinci yüzyılda, Sarmatia kavramını kullanmıştır.
Sarmatia Europa ve Sarmatia Asiatica, Don Nehri sınır kabul edilerek birbirinden
ayrılmıştır.13
Yurdusev’e göre Avrupa’nın ilk tanımı Akdeniz ve Don Nehridir bu tanım
oldukça etkili ve sürekli olmuştur.14
Yurdusev’e göre “Dünyanın bölümlenmesinde ilk önce Ege denizi referans
alınırken, zamanla Yunan kolonizasyonu ve Roma’nın yükselişi ile Akdeniz havzası
hakim olduğundan, uzantıları olan Ege ve Karadeniz ile beraber bütün Akdeniz
havzası belirleyici olmuştur. 15
Avrupa’nın teşhisine yarayacak olan bu yeni coğrafi bölünmeler artık
yerleşmiştir. Ortaya çıkan yeni iki bölünmenin adı köken olarak ilahe adı olan Asya
ve Libya (Afrika)’dır.” 16
Artık bu zaman diliminden itibaren Asya-Avrupa yada Đran-Yunanistan ayrımı,
yerini üçlü ayrıma bırakmış ve ayrımın coğrafi isimleri Avrupa, Asya ve Afrika
olmuştur.17
Bu üçlü bölünme Hristiyan mitolojisi tarafından da kabul edilmiştir. Ancak
buradaki bölünme Nuh’un oğullarından kaynaklanmaktadır. Eski Ahit’in Tekvin
bölümünün 1.ve 9. bablarına göre Nuh’un üç oğlundan Yafes Yunanlıların,
barbarların ve Hristiyanların, Sam Yahudilerin ve Arapların, Ham ise zencilerin atası
12 Delanty, Avrupa’ nın icadı s. 29 13 Delanty, Avrupa’ nın icadı s. 29 14 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.32 15 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 31, 16 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 31, 17 Delanty, Avrupa’nın icadı s, 29.
44
sayılmıştır. Diğer bir deyişle yafes Avrupalıların, Sam Asyalıların Ham Afrikalıların
atasıdır. 18
Batı’nın ilk zamanlardan itibaren sürdürdüğü merkezci tutumunun bir
göstergesi olarak, Yafes yani Hristiyanların atası diğerlerinden üstün kabul
edilmiştir. Aristo’ nun Yunanlılar Avrupalılar ve Asyalılar ayrımı yaparak
Yunanlıların üstün olduğunu savunup, diğer ikisini barbar olarak tanımlaması da
aynı merkezciliğin bir sonucudur.19
Delanty’e göre Avrupa fikri, esas olarak klasik Yunan uygarlığının çöküşüyle
oluşmaya başlamıştır. Pers savaşları’ndan sonra, iç çekişmeler ve M.Ö. 338’deki
Sparta ve Atina arasında gerçekleşen ve Makedonya’nın nüfuzunu genişletmesine
yol açan Peloponnes savışının sonucunda Yunan kent devletlerinin, zayıflaması
üzerine Büyük Đskender’in hükümdarlığı döneminde, Makendonya Yunanistan’ı
ilhak etmiştir. 20
Makedonya‘nın da Romalılar tarafından MÖ 197 senesinde ilhak edilmesinin
ardından Yunan uygarlığı önce küçük Asya’ya, sonra da Doğu Akdeniz‘den batı
sahillerine doğru kaymış, yani hem Yunan hem Makedon kültürü Roma
Đmparatorluğu bünyesinde birleşmiştir.21
Roma Đmparatorluğu dördüncü yüzyılda Hristiyanlığı resmi din olarak kabul
etmesi Hristiyanlık için bir dönüm noktası olmuş22 Hritiyanlığın resmen kabulü
Yunan mitolojisi ve Hristiyan mitolojisini birleştirmiştir. Bu da Avrupa’nın bir
coğrafya parçasının ötesinde kültürel bir anlam ifade etmeye başlamasına
yolaçmıştır.23
Ancak kendilerinden önceki Yunanlılar gibi Romalılarda asla Avrupa kimliği
duygusuna sahip olmamışlardır.24 Roma etnik merkeziyetçiliği Avrupa fikrine değil;
dünyanın merkezi olarak gördükleri Roma mit ve efsanelerine dayanmaktadır. Hatta
18 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 33, 19 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 33, 20 Delanty, Avrupa’nın icadı ss. 30-31-32 21 Delanty, Avrupa’nın icadı ss. 30-31-32 22 Mustafa Soykut,Papalık ve Venedik Belgelerinde Avrupa’nın Birliği ve Osmanlı Devleti(1453-1683),Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayını, 2007, s.4 23 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 33, 24 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 32
45
Hristiyanlığın ilk dönemlerinde Hristiyan olmak Avrupalı olmak değil bilakis Romalı
olmaktır.25
Avrupa kimliği henüz oluşmamıştır. Doğu uygarlığının yükünü bir miras olarak
kabul etmenin Batı’nın bir kaderi olduğu fikri, Roma’nın kökenlerini açıklayan
efsanelerde önem taşıyan bir söylemdir.
Aeneas Efsanesi tüm Ortaçağ boyunca Avrupa’nın kökenlerini açıklayan
efsanelerin oluşmasında temel dayanak olmuştur. Efsaneye göre: Romalılar,
tarihlerini küçük Asya’da Truvalıların çöküşünden başlatmaktadır. Sürgüne
gönderilen Truvalılar Batı’da pek çok şehir kurmuşlardır. Roma’da bu şehirlerden
biridir. Yani efsaneye göre, Romalıların kökleri Truvalılardır. 26
Delanty’in Tazbir’den naklen ifade ettiğine göre, batılı krallıkların çoğu soy
kütüklerinin bu Truva sürgünlerinden geldiğini iddia etmişlerdir. Delanty, Tudor ve
Habsburg soylarının ve Doğu da Osmanlılar’ın kökenlerinin miti olarak Truvalıları
işaret ettiklerini ifade etmiştir.27
Delanty’in Hay’dan nakledişine göre Eski dünya’nın tüm ticaret ağları Kadiz,
Kartaca, Đskenderiye ve Đstanbul’u birbirine ve onları da birleşik bir ticaret bloğuna
bağlayan Akdeniz üzerinden geçmesi nedeniyle bu dönemde Romalılar için Tuna ve
Ren, Don’dan daha fazla stratejik öneme sahip olan sınırlardır.28
Antik dönemde Avrupa Batı (Occident) yı ifade etmektedir. Söz konusu
dönemde Avrupa kavramı kültürel anlamda olmasa bile coğrafi anlamda vardır. Buna
karşılık, ”Avrupalılar” sözkonusu değildir. 29
Antik dönemde Suriye ve Đran’ın yerlileri Avrupalıları Frenkler olarak
adlandırmışlardır. Benzer bir biçimde, Yunanistan’da da Avrupalılar Frenkler olarak
bilinmektedir ve Kuzey Afrika’nın büyük bir bölümünde Avrupalılar hala Romalılar
olarak adlandırılmaktadır.30
Bu da sonuç olarak şunu gösterir ki;
25 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 32 26 Delanty, Avrupa’nın icadı ss. 33-34 27 Delanty, Avrupa’nın icadı ss. 33-34 28 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 34 29 Delanty, Avrupa’nın icadı ss. 34-35 30 Delanty, Avrupa’nın icadı ss. 34-35
46
Avrupa kimliği, Ortaçağın sonlarına kadar oluşmamış, sonradan ortaya çıkmış
bir olgudur.
Roma imparatorluğu’nun 286’da imparator Diocletianus tarafından ikiye
bölünmesinin Doğu ve Batı arasında ileride gerçekleşecek olan düşmanlığın
şekillenmesinde büyük bir öneme sahip olduğu belirtilmektedir. Bölünme ile
Đmparatorluğun doğu yarısı, Mısır’a dahil edilirken, batı yarısı, Kuzey Afrika’nın batı
bölümüne katılmıştır.Yunanistan, Ege ve Güney Balkanların çoğu imparatorluğun
doğu yarımına gitmiş ve Đtalyan yarımadası imparatorluğun iki bölümü arasındaki
doğal sınır çizgisi olarak kalmıştır.31
Roma dönemlerinde Avrupa, Đskandinavya hariç var olan Avrupa kıtasını
kapsayan coğrafi bir bölgeye tekabül ekmektedir. Đngiltere adası ve Đberya adası
genellikle Avrupa dışında tutulmaktadır. Avrupa henüz politize olmuş bir kavram
değildir, “ne Avrupa henüz “batılılaşmıştır” nede doğu doğululaşmıştır.” Bundan
dolayı antik dönemi kapsayan sürenin büyük bir çoğunluğuna bakıldığında
Avrupa’nın kendisine atfedilen anlamı taşımadığı, bir bölge ise de henüz jeopolitik
anlamda bir kıta olmadığı belirtilir.32
Tarihin ilk dönemlerine bakıldığında Avrupa fikri adına söylenmiş çok az şeyin
var olduğunu görülür bununla birlikte bu tarihlerde Romano-Helen dünyasının
fethedilmemiş dünya üzerinde kurduğu kültürel üstünlük anlamında batının kültürel
bir hegemonya kurma yönündeki uygarlık mücadelesinin başlangıç emareleri
bulunabilir.33
Doğu ve Batı arasında bir köprünün üzerine kurulmuş olan Đstanbul, Yeni
Roma’ yada ikinci Roma olarak adlandırmaktadır. Vatandaşları kendilerini Romalılar
olarak ifade etmektedir. Đstanbul, Batı Roma Đmparatorluğu’nu, doğu ve kuzeyden
gelebilecek Đran ve barbar akınlara karşı korumak üzere kurulmuştur.
Delanty’in Fisher ve Wallach dan, aktarışına göre, Roma Đmparatorluğu ikiye
ayrıldıktan sonra Đmparatorluk Bizans’ı yani Orient’i ifade ederken, Avrupa kavramı
Batı kısmını tasvir etmeye başlamıştır. Bundan dolayı, Occident (Batı) ve Orient
(Doğu) kavramları, Roma Đmparatorluğu’nun iki yarısını ifade etmektedir. Batı 31 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 35 32 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 32 33 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 33
47
yarısının kimliği tedricen Latin Hristiyanlığı’na dayanmaya başlamış, Avrupa ve
Batı, Hristiyan Dünyası için artık eşanlamlı iki kelime haline gelmiştir.34
Orient artık sadece Đran değildir, Küçük Asya’yı da içine alan bir terim haline
gelmiştir. Avrupa fikri, bu evrimin ardından kültürel bir fikir olarak şekillenmeye
başlamıştır.35
Yurdusev’e göre de Roma imparatorluğunun ikiye bölünmesinin ardından,
Batı ve Doğu’nun mücadelesi sonucu Avrupa yavaş yavaş fikri ve kültürel bir anlam
ifade etmeye başlamış, bir yandan da merkezi Batı Avrupa’ya kaymıştır. 36
Antik Çağdan başlayarak, Yunalılar ve Romalılara bakıldığında ikisinde de
batı-doğu, biz-onlar düalizmi ve merkez olma varsayımının bulunduğu
görülmektedir. Bu merkezci yaklaşım nedeniyle Yunan ve Roma medeniyetlerinin
egemen olduğu coğrafya başlangıçta doğuda olmasına ve sınırlarının bazen biraz
batıya bazen daha doğuya kayarak değişmesine rağmen kendilerini hep batı hep
merkez olarak sunmuşlar ve her zaman bir ötekileri söz konusu olmuştur.
Kendileri dışında ki bütün kavimleri barbar ilan eden Antik Yunan döneminde
en önemli öteki Persler, Roma döneminde en önemli öteki genel anlamda doğu
olmuştur.
Yunan ve Roma Uygarlığının kültürel altyapısında Avrupa, ne bir kıta ne de bir
kültür olarak yer almasa da, Antik Yunan medeniyetinin felsefi değerleri idari
altyapısı ve demokrasisi ile Roma Đmparatorluğunun idari altyapısının oluşturduğu
sistemin Avrupa'nın, özellikle Avrupa'da bir birlik fikrinin temelini oluşturduğu bir
gerçektir.
4.2.1. Antik Yunan Kültürü
Antik dönemde Yunanlıların yerleştikleri coğrafya, Küçük Asya’nın Akdeniz
(Ege) kıyı şeridini de kapsamaktadır. Bölgenin tarıma elverişli olması, iklimin sıcak
olması ve deniz, yerleşik bir hayat sürmelerini tarımla ve denizcilikle uğraşmalarını
sağlamıştır.37
34 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 36. 35 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 37. 36 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 34, 37WilliamMcNeıll,AvrupaTarihinin Oluşumu,Yusuf Kaplan(çev.)Đstanbul, külliyat Yayınları,2008, ss. 55-62
48
Yerleşik hayat, şehir devletlerinin ortaya çıkmasına katkı sağlamıştır. McNeıll,
Atina şehir devletinde, şehirliler gibi çiftçilerin de hür insanlar olduğunu mülklerinin
sahibi ve şehir devletinin yönetimine özerk olarak katılabilen kişiler olduğunu, ancak
şehir devletlerinde sayıları Yunanlılar kadar çok olan yabancı ve kölelerin kamusal
hayata katılamadıklarını belirtmiştir. 38
Kula, Antik Yunan kültürü, Eski Mısır, Hitit, Fenike başta olmak üzere,
öncelikle Küçük Asya'nın, yani, Anadolu'nun batı bölgelerinde yaşayan toplulukların
düşünsel birikimleri üzerinde Helenlerce yaratılan yazın, sanat ve felsefe dolayısıyla
da bilim yönü belirgin olan görkemli bir kültür demiştir. 39
Yunan medeniyeti arkaik ve klasik denilen dönemde site devletlerinden
oluşmaktadır. Braudel’in Aubrey de Selincourt’tan naklettiğine göre, Yunanistan
tamamen adalarından oluşmuştur. Bunların bir kısmı gerçek deniz adaları bir kısmı
kara adalarıdır. 40
Engebelerin parçalanmışlığı, ovaların darlığı ve sayıca fazlalığı; küçük birimler
halinde yerleşimi gerekli kılmıştır. Bu durum site devletlerinin oluşma nedenlerinden
birisidir. Başlangıçta site devletleri kırsal senyörlükler durumundadır. Nüfusun
artması ve kaynakların azlığı iş bölümüne ve ticaretin ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Alfabenin benimsenmesi ve paranın oluşturulması sitelerin kentlere
dönüşmesine neden olmuştur. 41
Yunan siteleri, yurtaşları arasında eşitlik olan bir sistemdir. Ama ancak bir
kısım insanlar yurttaşlık unvanına hak kazanmaktadır. Yunan sitelerinde demokrasi
yabancılar ve köleler kitlesine hükmeden bir grubun ayrıcalığıdır. 42
Braudel, Luis Gernet’ten naklen ifade ettiğine göre, “Yunan düşüncesi, büyük
Đonlar zamanında Miltos’ta, Sokrates konuşurken Atina’da, sonra Mısırda
Arkimedes’le birlikte Siracusa’da parıldar; Romaya geçecek, ikinci Roma olan
Bizans’ta nadide bir çiçek olarak vazoya konacaktır. Sonra Lorenzo di Medici’nin ve
Pico della Mirandola’nın Floransasında yeniden açılıp serpilecektir.”
38 McNeıll, Avrupa Tar.., ss. 62-63 39 Kula, Avrupa Kim.., s. 176 40 Fernand Braudel, Bellek ve Akdeniz Tarih Öncesi ve Antikçağ, Ali Berktay (çev.), Đstanbul, Metis Yayınları, 2007, s. 286 41 Braudel, Bellek ve Akdeniz.., ss. 290-292 42 Braudel, Bellek ve Akdeniz.., s. 300
49
4.2.2. Roma Đmparatorluğu
Roma Đmparatorluğunda, birlik hissi uyandıran psikolojik unsurlar ve altyapı
özetle şunlardır:
Büyük bir imparatorluğun egemenliği altında olma “Civis Romanus Sum” (ben
Roma vatandaşıyım) huzuru ve “Roma Barışı”(Pax-Romana) dır.43
Ortak bir sınır içinde serbestçe yapılan ticaret ve ticaretin sağladığı, ticaret
yapan farklı bölgelerden ve etnik gruplardan olan insanların, fonksiyonel
ilişkilerinden doğan bir aynılık duygusu ve bilinçaltına kuşaktan kuşağa yerleşen
“etnik olarak farklı olunsa da bir bütünün parçası olma” hissidir
Bu ticaret için kullanılan ve Akdeniz havzasının ekonomik birliğinin sembolü
ve aracı olan, aynılık psikolojisini ve aynı dünyanın parçası olma algısını sağlayan
“Roma altını solidus” dur.44
Ortak değer ve normların oluşmasının ve hayatta kalmasının o dönemki en
önemli faktörü olan ve bundan da önemlisi, ortak bir norm ve değerler grubunun
oluşabileceği olgusunun yaratıcısı olan“Roma Hukuku”dur.
Roma hukuku çok uzun bir gelişme sürecinin, mirasların üst üste binmesinin
vardığı son noktadır. Hukuk Roma Đmparatorluğundan sonra da onun zenginliğini
duyurmuştur. 45
Braudel’a göre, “Roma Đmparatorluğu, alışverişlerle yoğrulmuş bir uzamdır; her
sesin bir evren boyutlarında büyütüldüğü muazzam bir hoparlördür, bir gün miras
halini alacak bir “birikim” dir. Roma’nın esas önemli yanı “Mare Nostrum” (bizim
deniz) çevresinde yarattıkları evrensel ve emperyal hayat normudur.” 46
Yurdusev’in Guizot’dan nakledişine göre, Avrupa Kimliğine Roma’nın katkısı
mahalli şehir yaşamını ve medeni yasaları, yani düzeni getirmesidir. 47
Braudel’ın, Jean Gaudemet’ten naklen ifade ettiğine göre, “ Roma’nın tamamen
ölmeyeceğine hiç kuşku yoktur. Batı onun hayatta kalan bölümlerinden yoğrularak
şekillendirilecektir.” 48
43 Braudel, Bellek ve Akdeniz.., s. 336 44 Henrı Pırenne,Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi,Uygur Kocabaşoğlu (çev.), Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2. Baskı,2007, s. 10 45 Braudel, Bellek ve Akdeniz.., ss. 383-384 46 Braudel, Bellek ve Akdeniz.., s. 336 47 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 53,
50
“Helen-Roma kültürü,” “Antik kültürün “ son bütünleşimidir.” 49 Yunan,
Makedon ve Roma imparatorlukları, “Yunan ve Yunan-Roma kültürünün dünya
kültürüne” dönüşmesini sağlayacak yolu açmış, ortamı hazırlamışlardır. Küçük Asya
ve Akdeniz bölgesinde gerçekleşen ve zamanla asıl doğrultusu Batı olan bu kültür,
dördüncü yüzyılda Hristiyanlık kültürü ile birleşerek, bölgede var olan her türlü
etnik çeşitliliğe karşın “Antik Çağın Birliğini” sağlamayı başarmıştır. Antik Çağın
birliği ise, Helen kültürünün aktarılmasını ve kalıcılaşmasını mümkün hale
getirmiştir.50
4.3. Ortaçağ Avrupa Kimliği
Tarihsel bölünmeye göre Batı Roma Đmparatorluğunun 476 da yıkılışı ile
başlayan 1453’de Đstanbul’un fethiyle sonuçlanan dönem ortaçağ olarak
adlandırılmaktadır.
Orta Çağ’ın başlangıcından Charlemagne dönemine kadar olan süre Avrupa için
karanlık dönem olarak adlandırılmıştır Zira Batı Roma Đmparatorluğu yıkılmış,
beşinci yüzyıldan itibaren barbarlar Roma imparatorluğuna kuzeyden seri ataklar
yapmaktadır. Đslamiyet’in doğuşu sonrasında Müslümanlar 642 de Đskenderiye’yi
698 de Kartaca’yı 711 de Đspanyayı fethetmiş, Fransa’ya kadar ilerlemişlerdir.Bu
dönemde Avrupa’nın sınarları Müslümanların ilerleyişine göre belirlenmektedir.
Tehdit artık barbarlardan değil Đslam’dan gelmektedir.51
Müslümanların ilerlemesi 732 yılında Poitiers savaşında Müslümanların
Frenkler tarafından yenilgiye uğratılması ile kesintiye uğramış bu savaş batı da
düşmanı sembolize eden kimliğin oluşmasının ve ilkesel-kültürel bir fikir olarak
Avrupa’nın gelişiminin müjdecisi olduğu, belirtilmiştir.52
Đlk defa bu savaşta Charles Martel’in komutasındaki askerlere “Avrupalı”
terimini kullandığı belirtilmiş ise de bu husus şüphelidir.çünkü o tarihte Avrupa
kavramı bile kullanılmamaktadır.
48 Braudel, Bellek ve Akdeniz.., s. 384 49 Kula, Avrupa Kim.., s.56 50 Kula, Avrupa Kim.., s. 53 51 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 38. 52 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 38.
51
732 yılında Fransa'nın Poitiers kenti yakınlarında Müslümanları yendiği için
kendisine "Balyoz" lakabı takılan Charles Martell tüm Avrupa Hıristiyanlığının
kurtarıcısı, “Batı Hristiyan Kültürünün kurtarıcısı”,Đslam'ın Avrupa'da yayılma
sürecini durduran kahraman olarak Fransa ve Almanya başta olmak üzere, neredeyse
tüm Avrupa ülkelerinde onyedinci yüzyıldan itibaren oluşturucu kimlik unsuru
olarak mitleştirilmiştir.53
700 senesinden sonra Bizans imparatorluğu Đstanbul’a ve küçük Asya’nın bir
bölümüne Yunanistan’a ve Güney Đtalya’ya sıkışıp kalmıştır. Hristiyan Dünyası'nın,
Müslüman güçler tarafından doğuda küçük Asya, güneyde Akdeniz’in güney
sahilleri ve batıda Iberya Yarımadası ile kuşatılmış durumdadır.
825'te Girit'in ve 827'de Sicilya'nın ilhakı Batı Hristiyan Dünyası'nın en ileri
sınırlarını zorlamıştır. Bu stratejik adalara sahip olmanın getirdiği avantajla, Đslam,
dokuzuncu yüzyılda Akdeniz'i tamamen kontrolü altına almış, 826'da Roma
yağmalanmış ve Papa vergi ödemeye zorlanmıştır, on ikinci yüzyıla gelindiğinde
Hristiyanlık Mağrip'te ortadan kalkmıştır. Bu çağda, Avrupa Lâtin Batı ve Yunan
Doğu arasına sıkışıp kalmıştır. "Avrupa" terimiyle Kıta'nın kuzey-batısı
tanımlanmaya başlanmıştır. Batı az yada çok Akdeniz’i terk etmiş Baltık denizine
kaymıştır.54
Akdeniz'in Güney tarafı 700'lü yıllarda "kesin olarak" o zamana değin varlığını
sürdüren "kültür kıtasından" koparken, Batı giderek artan ölçüde "Kuzeye doğru
yayılmıştır." Böylece Avrupa, Britanya' dan Đskandinavya' ya doğru açılarak, kültürel
ve dinsel bakımdan Kuzeybatıya kaymıştır.55
Avrupa’nın merkezinin Batıya kaymasında Đslamiyet’in yayılmasının önemli
rolü vardır.Yurdusev’in Prirenne’den nakledişine göre Avrupa’nın doğusu ve batısı
arasında her türlü haberleşme ve alışverişin sağlandığı Akdeniz’in “Müslüman Gölü”
haline gelmesi üzerine Avrupa’nın doğusu ve batısı arasındaki birliğin kopmasına
Batı’nın uygarlık merkezi olan Doğu’dan yoksun kalmasına ve giderek feodalitenin
ve sonraki Batı Avrupa olgusunun oluşmasına yol açmıştır. 56
53 Kula, Avrupa Kim.., s. 209 54 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 40. 55 Kula, Avrupa Kim.., s. 90 56 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 34,
52
Pers saldırıları Barbar istilaları, ve hepsinden önemlisi Đslam fetihleri, Hristiyan
olmayanlara karşı bir bütün olarak Hristiyan Avrupa kimliği hissini ve aidiyetini
kazandırmaya başlamıştır. 57
650 ile 750 yılları arasında yüz yıl süren şiddetli Müslüman saldırıları batı
kimliğinin şekillenmesinde ve Avrupa kimliğinin oluşmasında dönüm noktasıdır. Ancak
bu kimlik zaferler sonucunda oluşan bir kimlik değil malubiyetlerle oluşan bir
kimliktir.58
Avrupa kavramının gerçek anlamda ilk kültürel ifadesi Hıristiyanlığın sekizinci
yüzyıldan itibaren Avrupa’ ile özdeşleşmesi üzerine ortaya çıkmıştır. Bu dönemle
beraber, Avrupa artık Hıristiyan ülkesi olarak anılmaya başlamıştır. Hıristiyanlık ile
Avrupa arasındaki bağın gittikçe güçlenmesine neden olan en önemli gelişme yedinci
yüzyıldan sonra Đslamiyet ‘in Avrupa’nın kaderini belirleyen güçlü bir öteki olarak
ortaya çıkması olmuştur. Hıristiyanlığın o dönemde, Avrupalı toplumların farklı
unsurlarını birleştiren güçlü bir aidiyet unsuru olarak belirmesini Đslamiyet’in yarattığı
düşmanlığa borçlu olduğu ifade edilmektedir.
Avrupa özellikle sekizinci ve dokuzuncu yüzyılda Đspanya ve Sicilya’nın
Müslümanlar tarafından alınmasından itibaren kendisini “Universitas Cristianas”
yani Hristiyan alemi olarak tanımlamıştır.59
Bu dönemde Frenklerden Vikingler’e kadar barbar tabir edilen kuzey
kabilelerinin Hristiyanlığı kabul ederek, Hristiyan dünyasının bel kemiği haline
gelmeleri,Đslam fetihlerinin Akdeniz’in güneyini ve doğusunu kapsaması ve
Anadolu’ya kadar dayanması ile Hristiyan dünyası ile Avrupa coğrafi sınırları
özdeşleşmeye başlamıştır.Yani onuncu yüzyıla gelindiğinde Avrupa ve Hristiyanlık
özdeşleşmesi coğrafi ve demografik örtüşmeyle de sağlanmıştır. 60
Delanty’in Ullman dan nakledişine göre Charlemagne’ın Papa Leo III elinden
800 yılı Noel’inde Taç giymesinin ardından Hristiyan kral dönemi başlamıştır.61
57 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 41. Yurdusev, Avrupa Kim.., s 35. 58 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 41. Yurdusev, Avrupa Kim.., s 35. 59 Soykut,Papalık.., s.15 60 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 36, 61 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.61
53
Doğudan gelen baskılarla ve barbar kabilelerinin Hıristiyanlaştırılmasıyla
birlikte merkezi kuzeybatıya kayan Avrupa’nın Hıristiyanlığı Kutsal Roma-Germen
Đmparatoru Charlemagne ile birlikte resmileşmiştir.
Avrupa ilk ifadesini Charlemagne’ın kutsal Roma Germen imparatorluğunda
bulmuştur. Đtalya ile Almanya arasında bağlantı ilk kez bu imparatorlukta
kurulmuştur.62
Onuncu yüzyılın sonunda Charlemagne Đmparatorluğu'nun çöküşü üzerine
Almanlar’ın ortaya çıkan politik boşluktan faydalanmasıyla. 962'de Papa XII. Jhon,
Otto'yu Roma Đmparatoru ve papalığın koruyucusu olarak tahta geçirmiştir. Böylece
Charlemagne'la başlayan Hristiyan Đmparator geleneği yeniden canlanmış ve
imparatorluk unvanı, Almanya'ya geçmiştir.Avrupa daha açık tanımlanan bölgesel
bir varlık haline gelmiş, Avrupa fikri, Roma-Alman kültürüyle yakından ilgili hale
gelmiştir.63
Delantiy’e göre batı için karanlık çağ olarak bilinen dönemde Đslamiyet’in
durdurulamaz ilerleyişi hristiyanlık ve batı monarşilerine güçlü bir meşruiyet
efsanesi getirmiştir. Charlemagne imparatorluğunun onuncu yüzyılda çöküşünün
ardından doğan feodal sistem hükümranlığı altında merkezi bir siyasi otoritenin
olmayışı nedeni ile kültürel bir birlikteliğe olan ihtiyaç büyüktür, bu birlikteliği
sağlayıcı unsur Hristiyanlık olmuştur. coğrafi bir terim olan Avrupa batının Hristiyan
olan bölgeleri için kullanılmaya başlanmıştır. Avrupa kuzey batıya vurgu yaparak
Hristiyan halkları nosyonu ile özdeşleşmiştir.64
Yurdusev’e göre Avrupa Hristiyanlık özdeşleşmesi modern döneme, hatta
onyedinci yüzyıla kadar sürmüştür. Avrupa ile hıristiyanlık özdeşleşmesinin önemli
nedenlerinden biride onbeşinci yüzyıldan itibaren Avrupa kelimesinin basit coğrafi
anlamının ötesinde kendisine has bir kültürel içerik kazanırken Avrupa’nın tamamen
Hristiyanlaşması olmuştur. 65
Delantiy’e göre, Müslümanların ilerleyişi ile Hristiyanlık Orta Çağ
Avrupa’sının dini haline gelmiştir. Hz. Đsa Avrupalılaştırılmış. Haç egemenliğin
62 Yurdusev, Avrupa Kim.., s 35. 63 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.63 64 Delanty;Avrupa’nın icadı,s.42 65 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss. 36-38
54
siyasi sembolü haline getirilmiştir. Artık Hristiyan olmak Romalı olmak değil
Hristiyanlık politik arenasının bir üyesi olmak yani ekümen (Evrensel) olmak
demektir. Hristiyanlığın batıdaki yükselişi ile Occident (Batı) kavramı ve Avrupa
kavramı birbirine eşitlenmiş olmaktadır. Avrupa, Ortaçağ Hristiyan dünyasına doğu
ile yüzleşebilecek toprağa dayalı bir birliktelik kazandırmıştır. Ancak bu birliktelik
karşı tarafla yüzleşme ve mücadele için oluşturulmuştur.66
Buna rağmen Avrupa kelimesi onbeşinci yüzyıla kadar çok nadir kullanılmıştır.
Avrupa ortaçağ boyunca belirgin bir değer ifade etmiş ise de yine de daha çok bir
coğrafi terimdir. Avrupa’daki toplulukların kimliğini Avrupalılık değil Hristiyanlık
oluşturmaktadır. Hristiyanlık asıl kimlik ögesidir.67
Yurdusev’e göre Avrupa, ya sınırları hiçbir zaman belirtilmeyen coğrafi bir
terimdir yada Hıristiyan ülkesinin diğer adıdır.68 Avrupa kimliğinin kökenleri
açısından, ötekileştirmeye dayalı dinsel unsurların belirleyici olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Delantiy’in Paul Valery' ve Tilly’ den nakledişine göre Avrupa Ortaçağ
boyunca, Paul Valery' nin yerinde tabiriyle, “Asya’nın bir yarımadası"
durumundadır. ve diğer coğrafyalara nazaran daha az bir nüfusa sahiptir. Kuzey
bölgeleri içine almadığı için, bugünkü büyüklüğünün üçte biri kadardır. 69
Bu dönemde Batı Avrupa, nüfus hareketleri ve Roma imparatorluğu'nun
çöküşünden kaynaklanan bir parçalanma sürecine girmesi nedeniyle Ortaçağ
Avrupa’sı, dükalıklar, Psikoposluklar, prenslikler ve kent devletlerini içine alan 500
civarında politik kurumdan oluşmaktadır.Batı Avrupa, Orient (Doğu) ile mukayese
edildiğinde de oldukça zayıftır. Ondördüncü yüzyılın başlarındaki "Kısa Buzul Çağı"
ve ardından meydana gelen 1347-50 Kara ölüm, nüfusun üçte birini yok ederek Batı
Avrupa’yı büyük, ölçüde zayıflatmıştır. 70
Aksine, Doğu Bizans ondördüncü yüzyılda bu felaketlerden çok az etkilenerek
büyüme sürecine girmiştir. Bunun ötesinde Avrupa, Müslümanların yayılmasına
66 Delanty, Avrupa’nın icadı, s. 46 67 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 36 68 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.37 69 Delanty, Avrupa’nın icadı s.50 70 Delanty, Avrupa’nın icadı s.50
55
karşı kendilerini savunabilecek askeri güç açısından da oldukça zayıf bir donanıma
sahiptir.71
Şarlman Đmparatorluğu'nun çöküşünün ardından hissedilen merkezi bir siyasi
otorite boşluğu pek çok küçük bağımsız Hristiyan krallığının doğmasına yol
açmıştır, Böylece Avrupa Antikite'nin yükünden kurtularak feodal üretim tarzına
geçebilmiş, ticaret belirmeye başlamıştır. Geniş insan kitlelerinin ölümüne yol açan
Kara Ölüm, Batı'da kapitalizmin doğuşunun önemli koşullarını sağlamıştır. 72
Feodalizmle güçlendirilen küçük bağımsız hristiyan krallıklar, ulus devletlerin
ortaya çıkmasına temel oluşturmuştur. En dikkate değer olan Normanlar tarafından
l066'da Đngiltere’nin fethinin akabinde Araplardan Palermo'nun alınışı ve 1091 'de
Sicilya’nın topraklarına katılışıyla Norman iktidarı’nın ortaya çıkışı, olmuştur.
Ayrıca bu güçlü hissediş, Doğu'ya karşı bir atak oluşturulmasına neden olmuştur.73
Bu dönemde Türkler Anadolu’ya girmiş ve Türk sıkıntısı başlamıştır. Aynı
zamanda Đslam düşünürleri antik yunan felsefesini katkılar yaparak yorumlayan
eserler çıkararak antik Yunan kültürünün ortadan kaybolmasını
engellemişlemektedir.
Onikinci yüzyılda Đspanya'nın yeniden fethi onüçüncü yüzyılın başlarında
Akdeniz’in beş yüzyıl aradan sonra, Hristiyan tüccarlar tarafından geri alınması gibi.
gelişmeler, Fransız uygarlığının büyümesi şeklinde Avrupa'nın genişlemesini
sağlamıştır. 74
Delanty’in Barlett’ten nakledişine göre, 1000 ve 1250 yılları arasında
feodalizme dayanan tüm yeni uygarlık modelleri batıda Đrlanda'ya, doğuda ise
Kudüs'e kadar tekbiçimli bir toplum şeklinde genişlemiştir. 75
Avrupa kimliği açısından önemli olan, coğrafi genişlemeden ziyade artan iç
homojenliktir. Hristiyan cemaati fikri, hem ortaçağ krallıkları için meşrulaştırıcı bir
mit olmuştur, aynı zamanda olmaması durumunda dil ve etnik gelenekler açısından
ayrılacak olan grupların kültürel birlikteliği için iyi bir ortam oluşturmuştur. Resmi
71 Delanty, Avrupa’nın icadı s.50 72 Delanty, Avrupa’nın icadı s.52 73 Delanty, Avrupa’nın icadı s.52 74 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.52 75 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.52
56
ayin ve merkezi olarak örgütlenmiş ve militan piskoposluk tarafından
güçlendirilmiş Avrupa, Müslüman Doğu’ya karşı yeni bir karşı-atak geliştirmiştir.
Sonuçta meydana gelen mücadele ideolojisi, Avrupa kimliğinin bütünleştirici bir
unsuru olmuştur. 76
Bu dönemde başlayan nitelik itibarıyle onyedinci yüzyıla kadar devam eden
Haçlı seferleri, etno-kültürel açıdan, homojenleştirici ve çekirdek unsur olarak
Avrupa kimliğinin oluşumunu şekillendirmiştir.77
Delantiy’in Balzaretti, Reuter ve Rubin’in den nakledişine göre, Ortaçağ
birliği esasında bir efsane olmasına rağmen yüksek ortaçağ veya erken yeni çağ
denen ortaçağın son kısmında Batı Avrupa’da birtakım gelişmeler yaşanmıştır.
Öncelikle Batıda şehir ve kırsal kesim arasındaki fark Doğu Avrupa'ya göre daha
belirgin hale gelmiştir. Ayrıca Batı Avrupa'daki şehirler Doğu Avrupa'daki şehirlere
göre daha özerktir özerk şehirlerin yükselişi tamamen Batı Avrupa'daki gelişmeye
bağlıdır.78 Delanty’nin Benevela, ve Weber'den naklen anlatımına göre, Avrupalı
şehrin en belirgin yönü kentsel nüfusun artışıdır.79
Bu dönemde Đngiltere ve Fransa arasında 1337 de başlayan Yüzyıl Savaşları
1453’te bu iki ülkenin birleşerek Batı Avrupa'da bir mega-blok oluşturmalarıyla
sonuçlanmıştır. Ondördüncü yüzyılın büyük bölümünde Avignon'da yaşayan
papalar arasında büyük bir bölünme yaşanmıştır. Ayrıca Latin karşıtı Katolik
düşüncesi Protestan Reformasyonuyla sonuçlanmıştır. Onaltıncı ve onyedinci
yüzyılda Avrupa sözcüğünün kullanımında görülen artışa rağmen kıta daha önce
olmadığı kadar bölünmüştür. 80
Delanty’in, Bartlett’den naklettiğine göre, Uluslararası dinsel emirlere ek
olarak, Roma Hukuku'ndaki yeniden canlanma, uluslararası ticaret ve üniversiteler
kültürel değişimde önemli rol oynamıştır. Avrupa üniversiteleri yeni oluşmaya
başlayan bir tür Avrupa düzeni olarak görülmüş; yeni mimari stiller Romantik,
76 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.53 77 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.53 78 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.64 79 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.64 80 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.66
57
Gotik Avrupa'ya değişik bir hava getirmiştir. Bu dönemde bir Avrupa birliğinden
söz edilecekse, siyasal Avrupa'dan ziyade kültürel Avrupa'dan bahsedilebilir.81
Hristiyan dünyası onuncu yüzyıldan itibaren Abbasi Hanedanlığı’nın
gerilemesi ile Đslam dünyasında ortaya çıkan krizi, Doğu’ya atak yapmak için fırsat
olarak değerlendirmek istemektedir. Bu sebeple bir haçlı seferi planlarken, Türklerin
Anadolu’ya girmesi ve Bizans imparatorluğu aleyhine genişlemeye başlaması haçlı
seferlerini hızlandırmıştır.
Avrupa’da ki bu bölünme ve yenilenme dönemi 1055 de kurulan Anadolu’ya
doğru genişleyen ve Sünni Đslam’a bağlı bir Türk devleti olan Selçukluların bir güç
merkezi oluşturduğu, onikinci yüzyıla kadar devam etmiştir. Selçukluların 1071
Malazgirt Savaşında Bizanslıları yenilgiye uğratması 400 yıl sürecek olan haçlı
seferlerini hızlandırmıştır. 82
Küçük Asya’nın büyük bir bölümü Bizans’ın elinden çıkmıştır. Bu nedenle
VII. Gregory onun halefi papa II.Urban’ın yardımını istemiştir. II. Urban 1095 de
Clermont’ da verdiği vaazın ardından birinci haçlı seferine çıkarak çağrıya cevap
vermiştir. Papa Urban’ın bu söylemi ile Hristiyanlıkla pozitif yönde özdeşleştirilen
bir Avrupa kimliğine ilk defa atıfta bulunduğu belirtilmektedir.83
"Haçlı seferi" 1094-1270 yılları arasında Avrupalı Katolik Hıristiyanların kutsal
toprakları ele geçirmek için yaptıkları savaşlar olarak tanımlansada Avrupa takip
eden yüzyıllarda din sapkınları ve Müslümanlara (Türklere) açılacak olan savaşları
bu şekilde adlandırmıştır. 84
Avrupa’nın kültürel birliğini sağlayan en önemli hadise Haçlı Savaşlarıdır.85
Đslamiyet ve Türkler sayesinde Hıristiyanlık çerçevesinde, Avrupa’nın farklı dile
sahip, farklı etnik kökenli toplumlarını kültürel anlamda bütünleştiren haçlı zihniyeti
ideolojisi ortaya çıkmıştır. Haçlı zihniyeti, Ortaçağ Avrupalıları’nda belli ölçüde bir
bütünlük hissi yaratarak yüzyıllarca sürecek bütünleşme söyleminin temelini atmıştır.
81 Delanty, Avrupa’nın icadı,s.66 82 Delanty, Avrupa’nın icadı s.53 83 Delanty, Avrupa’nın icadı s.53 84 Özlem Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığının Kökeni, Türk Korkusu, Đstanbul, Doğan Kitap, 4. Baskı, 2008, s.122 85 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 36
58
Haçlı savaşları Hristiyan aleminin kollektif hareketliliğidir. Bu hareket
Hristiyan aleminin Đslam’a yönelik karşı atağı, “kafire” karşı kutsal savaş olarak
Ortaçağ Avrupa’sına bir birliktelik kazandırmıştır. 86
Ortaçağınikinci yarısında Güneydoğu Avrupa'yı tehdit eden sadece
Müslümanlar değildir. 1054 yılındaki Hristiyan Ortodoks ve Latin Katolik
mezheplerinin ayrılması da büyük bir sorun teşkil etmektedir. Bu dinsel bölünme,
Doğu ve Batı'yı birbirinden ayıran bir sınır oluşturmuştur. Bölünmeden sonra Yunan
Ortodoks mezhebi, Latin Batı tarafından, Hristiyanlığa aykırı ve yabancı olan bir
mezhep olarak görülmektedir. 87
Latin ve Yunan Hristiyanlığı arasındaki bölünme daha sonra Protestanlık ve
Latin Katolik mezheplerinin oluşmasına neden oldu. Bu bölünmenin sonucunda
Doğu Avrupa'nın ve Batı Avrupa'nın kimliği, giderek artan ve derinleşen bir biçimde
günümüzde hala devam eden kültürel düşmanlık içinde ifade edilmeye başlandı.
1204 yılından sonra Ortodoksluk ve Latin Hristiyanlık arasındaki fark, Hristiyanlık
ve Đslam arasındaki fark kadar belirgindir. Avrupa'nın geleceğinin şekillenmesinde
Hristiyanlığın bölünmesi hayati bir önem taşımaktadır. 88
Sözkonusu dönem aynı zamanda Latin Batı’nın yeniden fetih yani
Müslümanların aldığı yerleri geri alma dönemidir. Leon ve Castille kralı VI.
Alfonso’nun 1084 de Toledo’yu Müslümanlardan alması Hristiyan aleminin büyük
zaferi olarak algılanmış yeni ve daha büyük Avrupa’nın ortaya çıkışının önemli
gelişmelerinden birisi sayılmıştır.89
Türkler tarafından kurulan Osmanlı imparatorluğu doğuda oldukça önemli bir
askeri güç haline gelmiştir. 1299 da Anadolu’nun kuzey batısında kurulan Türk
devleti gelecekteki imparatorluğun temeli olmuştur. 1354 de Çanakkale boğazından
Gelibolu’ya geçerek 1361 de Edirne’yi başkent yapmışlardır. 1389 da Kosova
meydan muhaberesi ile Sırplar bozguna uğratılmış, 1393 Sırpsındığı savaşı ile haçlı
ordularını bertaraf ederek boğazın her iki yakasına yerleşmiştir. 90
86 Delanty, Avrupa’nın icadı s.53. 87 Delanty, Avrupa’nın icadı ss.78-79 88 Delanty, Avrupa’nın icadı ss.78-79 89 Delanty, Avrupa’nın icadı s.53 90 Delanty, Avrupa’nın icadı s.56
59
Kara ölümle zayıflayan ve köylü ayaklanmaları ile istikrarını kaybeden Latin
batı ondördüncü yüzyılda Türklerin dirilişi karşısında çaresiz kalmıştır. Onbeşinci
yüzyılda balkanlarda Anadolu’da ve Egede tartışılmaz bir Osmanlı hükümranlığı söz
konusudur, 1453 de Sultan II. Mehmet’in Đstanbul’u fethi ve XI. Constantine’ in
ölümüyle Bizans imparatorluğu son bulmuştur.91
4.4. Modern Çağ Avrupa Kimliği
Ortaçağı sona erdirip yeniçağı başlatan Đstanbul’ un fethi, Avrupa
modernliğini şekillendiren en önemli olaylardan birisidir. Đstanbul’un alınışı ve
Bizans Đmparatorluğunun yıkılışı ile, onbirinci yüzyıldan itibaren Avrupa
tarafından tehdit olarak algılanan Türklerin tehlike ve tehdit olarak algılanışı
pekişmiştir.
Türkler’in Đstanbul’dan sonra küçük Asya’ da ki en son Hristiyan yerleşim
bölgesini de ele geçirmesi ile birlikte Latin batı, Avrupa topraklarının dörtte birini
işgal etmiş olan Türkler’le yakından tanışmıştır. Türkler’in askeri, siyasi bir tehdit
olmalarının yanı sıra, Hristiyanların büyük kitleler halinde Đslamiyet’i kabul
etmeleri de diğer bir tehlike kaynağıdır. 92
Osmanlı Đmparatorluğu’nun bir taraftan Batı’ya doğru ilerlemesi, diğer
yandan 1517 de Suriye ve Mısır’ı fethetmesi oradan Fas’a uzanması sonucu
Akdeniz’in güney ve doğu sahillerinde mutlak bir hakimiyet elde etmesi, Türklerin
batıya doğru ilerlemesinin devam etmesi ihtimali, Türklerin en yakın ve en etkili
tehdit olduğu ve tek tek bu tehlikenin ortadan kaldırılamayacağı fikrini uyandırmış,
bu fikir ortak düşmana karşı birlikte hareket etmeyi sağlayacak bir ortak kimlik
kurgulanmasını sağlamıştır. 93
Doğu Roma imparatorluğunun yıkılmasından sonra Avrupa coğrafyasının
Asya steplerinden ve Akdeniz ‘in güneyinden gelen saldırılara karşı savunmadan
yoksun kalması ve Türklerin, Güneydoğu Avrupa‘yı da içerecek şekilde Batıya
91 Delanty, Avrupa’nın icadı s.56 92 Delanty, Avrupa’nın icadı, s. 57. 93 Delanty, Avrupa’nın icadı, s. 57.
60
doğru genişleme niyetleri, Avrupa’nın birleşmesi ve dayanışması fikirlerinin
filizlenmesine neden olmuştur.94
Ortaçağın sonuna kadar Avrupa fikri, temel anlamda coğrafi bir ifadedir ve
batıdaki en baskın kimlik sistemi olan Hristiyanlık dünyasının güdümü altındadır.
Đstanbul'un Türkler tarafından 1453’de fethedilmesi ve 1492'den sonra Batı Avrupa
güçlerinin koloniler oluşturarak genişlemesi. Yani Avrupalı olmayan güçlerle
yüzleşme, Osmanlı yayılmasına karşı gösterilen direnç, Avrupa kavramını, Avrupa
kimliğinin kurgulanmasında odak haline getirmiştir. 95
Akdemir’in Owen Harries’den aktarışına göre “Siyasi anlamda batı” doğal
değil fakat büyük ölçüde yapay bir oluşumdur. Onu meydana getiren “doğunun
hayati ve açık tehdidinin mevcudiyetidir.” 96
Yurdusev’in verdiği örneklere göre, Lord Acton bunu “Modern tarih Osmanlı
fetihlerinin baskısıyla başlar” diye ifade ederken, Coles Osmanlı Đmparatorluğu’ nun
Avrupa da ki etkisi üzerine yapılan çalışmaların en kapsamlısı olan kitabını Lord
Acton’ un bu ifadesi üzerine bina etmiştir Yapp, Avrupa’nın genellikle olumsuzlanan
ve gelmiş geçmiş “öteki” lerinden en yakını en aşikarı ve en çok tehditkar olanının
on dördüncü yüzyıldan itibaren Osmanlı’ların temsil ettiği Müslüman yakın doğu
olduğunu belirtmiştir.97
Kula’a, Papa 16. Benediktus’un, Kardinal Ratzinger, ünvanında olduğu
dönemde, Yeni Çağın başlaması, "Avrupa kıtasının asıl doğuşunu", hem "kıtanın
özünü", hem de "coğrafi çerçevesi" ile ilgili "dönüşümü" biçimlendirmiştir. dediğini
ifade etmiştir.98
Delanty’in Hay ve Burke’den nakledişine göre Türklerin durdurulamayan
ilerlemesi ile bağlantılı olarak, Avrupa kelimesinin kullanım sıklığında fark edilir bir
artış olmuştur. Papa II. Pius geleneksel Hristiyan Dünyası (Christendom) kavramı
daha çok rağbet görmesine rağmen, Türk ilerleyişi bağlamında, Avrupa kelimesini de
94 Erhan Akdemir;Ekonominin Gölgesinde.., Gözardı Edilmiş “Kimlik” Sorunsalı Avrupa Tarihinde Türk Kimliği;(Ed.)Đrfan Kalaycı Avrupa Birliği Dersleri,Nobel Yayın Dağıtım,1. baskı Ocak 2006 s.284 95 Delanty, Avrupa’nın icadı, ss. 47-48 96 Akdemir, Ekonomi…, s.284 97 Yurdusev, Avrupa Kim.., s 61. 98 Kula, Avrupa Kim.., s. 96
61
sıklıkla kullanır olmuştur. Nihayet diplomasi dilinin ortak kullanım alanında da
benzer ifadelere rastlamak artık mümkün hale gelmiştir: "Ortak düşman, Hristiyan
cumhuriyeti, Hristiyan dünyası, Hırsitiyan dünyası eyaletleri" sık kullanılmaya
başlanan kavramlar olmuştur. 99
Delanty’in Yapp ve Barrcalough’dan nakledişine göre Türk tehdidi
bağlamında, “Türk aynasından” yansıyan “Avrupalılar “sıfatını da Hıristiyanlıkla
özdeşleştirilerek ilk kez kullanan, yine Papa II. Pius olmuştur. O’nun Avrupa
kavramsallaştırmasının sadece Latin Hristiyanlığının değil, Türk ilerleyişinin ifadesi
olduğu ve bu kavrama Yunanistan ve Balkanların yanı sıra Bizans'ı da dahil ettiği
belirtilir. 100
4.4.1.Denizaşırı keşifler
1453 yılında Türklerin Đstanbul'u ele geçirmesiyle doğu sınırının sabitlenmesi
ve fetihten sonra Türklerden gelen saldırıların kısa süre kesilmesi üzerine Latin-Batı,
batıya yönelmeye başlamış denizaşırı açılım ve keşifler çağı başlamıştır. Bu nedenle
Avrupa’nın yayılmasının, en önemli sebebinin Đslam’ı temsil eden Türklerin batıya
doğru yayılması olduğu söylenebilir.
Onbeşinci yüzyılın ikinci yarısı, Batı Avrupa için ondördüncü yüzyılda
başlayan gerilemeden kurtulma ve yeniden iyileşme dönemi olmuştur. Türklerle
yaşanan durgunluk dönemi denizaşırı fetihlere dönüşmüş, Bu durum Avrupa'nın
kurtuluşunun tek anlamı olmuştur.101
Đstanbul’un fethiyle başlayan bu yeni dönemde Avrupa kavramı, sadece coğrafi
bir alan ifadesi olmaktan çıkmış, "uygarlığa dayalı" değerler sistemiyle tanımlanan
bir Avrupa kimliğine dönüşmeye başlamıştır. Keşifler sonucu Yeni Dünya'nın
kazanımı, Batı’nın Müslüman "Doğu karşısında bozguna uğradığı dönemlere
nazaran, Avrupa üstünlüğü duygusunu büyük ölçüde güçlendirmiştir. Avrupa'nın
Atlantik'e doğru gelişen sömürgeleştirme akınlarında yeni bir mit yaratılmıştır. Bu da
Avrupa uygarlığı mitidir.102
99 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.58 100 Delanty, Avrupa’nın icadı, ss.58-59 101 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.68 102 Delanty, Avrupa’nın icadı, s 49
62
Avrupa’nın keşifler sonucu denizaşırı genişlemesi ve sömürgeleştirme hareketi,
Avrupa kimliğinin değerlerinin ve bileşenlerinin diğer ülkelere yayılmasını ve
Avrupa’nın küresel bir nüfuz sahibi olmasını sağladığı çok ifade edilen bir görüştür.
Oysa, keşifler sırasında henüz oluşturulmuş bir Avrupa kimliği yoktur. Dolayısıyla
Avrupa’ya ait değerlerde sözkonusu değildir. Belirtilen dönemde keşifleri
gerçekleştirenler her biri ulus kimliğine sahip olan ulus-devletlerdir. Yayılan bir değer
varsa keşfi yapan ulus devletlere ait değerlerdir. Bu gelişmeden sonra Avrupa
kendisinini medeni olarak, Sömürgeleştirme olayını da medeniyetleştirme olarak
tanımlamıştır.
Denizaşırı keşiflerin, başka başka dinler ve kültürlerle karşılaşma, farklı hayat
tarzları olduğunun tespit edilmesine neden olarak inançların zayıflamasına ve
laikleşmeye katkıda bulunduğu söylenebilir. Denizaşırı keşifler latincenin önemini
yitirmesine farklı yerel dillerin konuşulmasına ve farklı dillerde kitapların üretilmeye
başlanmasına neden olarak laikleşmeye katkıda bulunduğu söylenebilir.
Avrupa’nın denizaşırı yayılması ile ulus devletlerin doğuşu ve laikleşme süreçleri
karşılıklı bir etkileşim içindedir. Avrupa’nın denizaşırı genişlemesi, baştan itibaren
gerekli sermaye, teknik donanım ve kuvvete sahip olan ulus devletlerin kontrolü altında
olmuştur. Keşiflerle ve koloniler kurulması sonucu sömürgelerden gelen servet de ulus-
devletin daha güçlenmesini sağlamıştır. Aynı şekilde laikleşmeyle de bir etkileşim
vardır. Denizaşırı keşifler birden fazla farklı dinsel temelleri olan topluluklarla
ilişkilerin nasıl yürütüleceği sorununu gündeme getirmiş, Avrupalıların Hıristiyan
olmayanlarla anlaşmaları laik bir temelde daha kolay olacağından laikleşme süreci
hızlandırmıştır. 103
Şüphesiz Avrupa’nın denizaşırı genişlemesinde laikliğin kolaylaştırıcı
etkisinden bahsederken Hıristiyanlığında aynı süreçte önemli rolü olduğunun
belirtilmesi gerekir, en baştan Avrupa’nın deniz aşırı genişlemesinde din motifi ve
dinsel misyon ve misyonerler vardır, örneğin Portekizli kaşif denizci Henry haçlı ve
tarikat üyesidir. Kilise ve bürokrasi belirledikleri propaganda, antipropağanda, hedef
gösterme, yön belirleme suretiyle Avrupa’nın yaratılmasında en etkili kesim
103 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss. 43- 44,
63
olmuşlardır. koloniciliği tavsiye eden de yine papalardır, Avrupa da çatışan laiklik ve
Hıristiyanlık, deniz aşırı ülkelerde aynı saftadır, 104
Yurdusev’e göre, Hıristiyanlığın merkezi rolünü yitirmesi ve Avrupa’nın kendisini
kültürel ve sosyo-politik bir kavram olarak yerleştirebilmesi ve Hıristiyanlığın sağladığı
duygusal ve kültürel bağı Avrupa’nın sağlayabilmesi için, Avrupa’nın Hristiyanlık kadar
etkili, birleştirici olan bir anlam ifade etmesi, Avrupa kavramının içinin doldurulması
gerekmiştir. Diğer bir deyişle, Avrupa’nın onu, diğer toplumlardan ayrılan özelliği
vurgulanmak gerekmiş; işte bunun için medeniyet uygarlık düşüncesi bulunmuştur.
Avrupalılar kendilerini diğer toplumlardan ‘medeni olmak’la ayırmıştır. 105
1492 yılı, sembolik olarak Avrupa kimliği için önemli noktalardan biridir.
Sözkonusu yılda yeniden fetih hareketi tamamlanmış deniz aşırı keşifler başlamıştır.
1072’de Normanların Palermoyu almasıyla başlamış olan yeniden fetih hareketi,
1492’de Müslümanların Batı'daki son güçlü tutanağı olan Granada'nın geri alınması ve
Arapların Đber yarımadasından çıkarılmasıyla sonuçlanmıştır. 106
Müslümanların tehdit olmaktan çıkması ile artık Avrupa açısından Hristiyan
alemini “üniversitas christiana”yı tehdit eden kafir bir din olarak görülen
Đslamiyet’in tek temsilcisi de Türklerdir. Bu tarihten önce Hristiyan dünyasının
düşmanları Müslümanlar ve Türkler iken şimdi tek ve ezeli düşman, her iki
düşmanlık unsurunu temsil eder şekilde Türklerdir. Artık oluşturucu bir öteki olma
özelliği daha da kuvvetlenmiştir.107
Avrupa kavramı on beşinci ve on sekizinci yüzyıllar arasında gerçekleşen
karmaşık, çok aşamalı, entelektüel bir dönüşüm süreci sonrasında Hristiyanlık
kavramının yerini alabilmiştir.
Bu sürecin ilk adımı, Rönesans ile atılmıştır. Rönesans içerisinde hümanizm de
bulunmaktadır. Diğer önemli duraklar Reformasyon ve Aydınlanma olarak ifade
edilmektedir.
Rönesans,”insanın yeniden uyanışı” Reformasyon, ”dinde yeniden biçimleniş”
olarak değerlendirilmektedir.
104 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 44 105 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss. 44-45 106 Delanty, Avrupa’nın icadı,,s.66 Soykut, Papalık.., .s.81 107 Delanty, Avrupa’nın icadı,,s.66 Soykut, Papalık.., .s.81
64
4.4.2.Rönesans
Koray, Rönesans’ın dinin azalan otoritesi, insanın keşfi ve bilimin din
karşısında özerkleşmesi olarak tanımlanabileceğini belirtmiştir. 108
Ortaçağ boyunca Avrupa’da insanın günahkar doğduğu, doğanın ve doğallığın
ahlaksızlık olduğu nitelenecek kadar bağnaz bir inanç sistemi bulunduğu, kilise ve
Papa’nın her şeyin üstündeki tek otorite olduğu belirtilmektedir. 109
Kilisenin, dünya nimetlerini insanlara yasaklayan söylemine karşın artan
zenginliği ve bu zenginliğin kötüye kullanımının kiliseye olan bağlılığı zayıflatması,
Haçlı seferleri başta olmak üzere başka dinlerle ve başka kültürlerle kurulan
temasların Katolik inancının sorgulanmasına yol açması, özellikle Đslam
filozoflarının yeniden yorumlayıp yeni değerler katarak kaybolmasını engelledikleri
ve yararlanmaya sundukları Yunan felsefesini öğrenen on üçüncü yüzyıl din
adamlarının bundan etkilenerek dinin yalnız inanç değil akıl yoluyla da
algılanmasının mümkün olduğunu tespit etmeleri üzerine, din karşısına insan aklının,
önceden her şeyin belirlendiği determinist ve kaderci bir anlayışın karşısına özgür
iradenin konulmasının Rönesansı hazırlamış olduğu belirtilmektedir. 110
Kilisenin toplanan Türk vergilerine rağmen Türklere karşı etkili bir girişiminin
olmaması, Türklerle karşılaşma sonrasında anlatılanların aksine Đslam dinin
hoşgörüsünün ve aklı esas aldığının görülmesi kilise ve dinin sorulanmasına sebep
olarak Rönesans ve Reformasyon oluşumunda etkili olmuştur.
Modern bilimin ve felsefi düşüncelerin ortaya çıkışında kuşkusuz matbaanın
bulunuşu da büyük bir role sahiptir. Koray, Attali’den, naklen Avrupa'da daha 1440
lı yılların ortalarında matbaanın bulunduğunu ve Avrupa'nın bu dönemde basılı ki-
tapla tanıştığını, 1480'de Avrupa'da yüzden fazla matbaa bulunduğunu 1491'de ise
236 Avrupa kentinde matbaa bulunduğunu ifade etmiştir. 111
Avrupa’da keşifler çağının başladığı dönemde Rönesans akımıda devam
etmektedir. Rönesans akımının ortaya çıkmasında Türk tehdidinin önemli rolü
olmuştur. Çünkü, bu akım ile büyük çoğunluğu papalardan oluşan Hümanist yazar
108 Meryem Koray, Avrupa Toplum Modeli, Đmge Kitabevi 2. Baskı, Ankara, 2005 s. 37 109 Koray, Avrupa Top.., ss. 36-37 110 Koray, Avrupa Top.., ss. 36-37 111 Koray, Avrupa Top.., s.37
65
ve düşünürler tarafından Türk tehdidine karşı Avrupa’da Hristiyanlık kökenli bir
birlikteliğe kaynak oluşturmak üzere Yunan mitolojisi ve Roma uygarlığını
Hristiyanlıkla bağlantılandırarak Avrupa halkları için ortak bir tarih ve ortak
gelenekler yaratılmaya çalışılmıştır.
Onbeşinci yüzyıl Đtalyan sanatı ve edebiyatı ve onaltıncı yüzyıl Kuzey Avrupa
Rönesans'ı yeni ve kalıcı bir Avrupa kimliği duygusuna geçişi şekillendirmiştir. 112
Đtalya'da yaşanan Rönesans kendine özgü nitelikler taşırken, Đtalya dışındaki
Avrupa'da Rönesans reformla karışık bir biçimde gerçekleşmiştir.
Kula, Antik Çağdan, Orta Çağın sonlarına kadar Avrupa'nın Helen kültür
birikimi ile doğrudan bir bağı olmamasına rağmen, Rönesans döneminde Antik
Yunan kültür birikiminin kesintisiz bir biçimde Avrupa kültürüne kaynaklık ettiğini
vurgulamak amacıyla, Đtalya'da "bilimsel, edebi ve sanatsal temelleri yönünden
ayrılmaz bir biçimde Hellenizm bağlantılı bir Roma kültürü" oluş(tu)rulduğunu
belirtmektedir. 113
Rönesans döneminde sözkonusu akımının da katkısıyla Helen kültürü Alman
felsefe ve edebiyat tarihinde de güncelleştirilmiştir. Rönesans etkinliklerinin yol
açtığı aşırı coşkulanmanın bir sonucu olarak Antik Yunan ya da Helen kültür
birikimi, kutsama ölçüsünde ülküselleştirilmiştir.114
Soykut, Rönesans Hümanizminin zannedildiği gibi “seküler” ve “aydın” bir
Avrupa temsil etmediğini, Ortaçağ karanlığını ve bağnazlığını yıktığı düşünülen
Rönesans’ın, esasında Greko-Romen Antikiteyle Hristiyanlığı bağdaştırıp onu meşru
kılmaya çalışan, teolojik olarak da Ortaçağ’dakinden çok daha bağnaz bir kilise
ortaya çıkmasına neden olan bir akım olduğunu, bu bağnazlığın hem Kotolik’ler hem
de Protestanlar için geçerli olduğunu belirtmiştir. Buna örnek olarak cadı yakma
olayının zannedildiğinin aksine ortaçağ’da değil onaltıncı yüzyılda hümanizm
sonrasında gerçekleşmesini göstermiştir.115
1492’de Müslümanların Đber yarımadasından çıkarılması sonrasında
Yahudiler’in Đspanya'dan çıkartılması, Müslümanların zorla Hristiyanlaştırılması ve
112 Delanty; Avrupa’nın icadı, s.95 113 Kula Avrupa Kim.., ss. 53-54 114 Kula Avrupa Kim.., ss. 53-54 115 Soykut,Papalık.., s.56
66
Hristiyanlaştırılan bu Müslümanların daha sonra ispanya'dan atılması sırasında ortaya
çıkan Avrupa'da saf kan öğretisi, sonraki çağlarda Avrupalı ırkçılığını ve etnik
temizlenmeyi meşrulaştırmak için bir öz olarak kullanılmıştır. Camilerin yıkılması,
kütüphanelerin yakılması ve onbeşinci yüzyılın sonlarında kurulan sorgulama
kurumları Batı’nın bir Hristiyan çoğunluk olarak homojenleşmesini sağlamıştır.
Sözkonusu dönemde, azınlıkları bastırma ve onlara eziyet etme modernleşen
Avrupa'nın bir parçası haline gelmiştir. Reformasyon ile meydana gelen Latin
Hristiyan dünyasındaki bölünmelerin, Yahudiler ve kadınlar gibi alt sınıfa mensup
insanlara karşı yöneltildiği söylenilebilir. Bu durum reformların ve karşıt reformların
en yoğun olduğu zamanda meydana gelen Yahudilerin Orta Avrupa'dan göçünü ve
artan cadı avlarını açıklamaktadır.116
Kula, Ortaçağdan Yeni Çağa geçiş döneminin felsefi anlamda adlandırılması
olan Rönesans ve bireyin özerkleşmesini kolaylaştıran hümanizm döneminin, Antik
Yunan kültür ve felsefe birikiminin yeniden bulgulanması kapsamında Avrupa'nın
bütünleşmesine ve özdeşliğinin, kültürel kimliğinin belirginleşmesine kalıcı bir boyut
kattığını belirtmiştir. 117
Kula’ya göre, Rönesans döneminde Antik Yunan kültür birikiminin,
Avrupalılarca yeniden bulgulandıktan sonra, eğitim-öğretim kurumları yoluyla
aktarılması ve yüzyıllar süren bilişsel-felsefi irdeleşme, Antik Yunan kültürünün,
Avrupa kültürünün, dolayısıyla da Avrupalılığın ölçütlerinden birine dönüşmesini
sağlamıştır. Antik Yunan kültürünün, kalıcılaşmasındaki en önemli etken, söz
konusu birikimin eğitim-öğretim sistemine konularak kurumsallaştırılmasıdır.118
Avrupalılık ölçütünü oluşturan Helen kültür geleneğinin Avrupa kültürüyle
bağlantılandırılmasında bazı Đslam düşünürleri önemli bir işlev görmüşlerdir.
Onikinci ve onbeşinci yüzyıllar arasında Đslam kültür çevresinde yaratılan
"eleştirel düşünce ve eleştirel akıl" temelinde gelişen, Antik Yunan felsefe birikimine
insancıl ve özgürlükçü bir içerik kazandırarak, onu "tüm-tanrıcılık"(panteizm)
düzeyine yükselten kazanımlar sağlanmıştır. 119
116 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.67 117 Kula, Avrupa Kim.., ss. 173-174 118 Kula, Avrupa Kim.., ss. 173-174 119 Kula, Avrupa Kim.., s. 98
67
Kula’nın verdiği örneklere göre Antik Yunan düşün birikimini güncelleştiren,
ona özgürlükçü ve insancıl bir öz katan Đslam düşünürlerinin başında Batıda
"Averro" olarak bilinen Đbni Rüşt gelir. Đbni Rüşt bu özelliğiyle Avrupa'nın kendi
kültürel kimliğinin başlıca kaynaklarından biri olarak değerlendirdiği Antik dönem
Helen düşünce birikimini güncelleştirmek suretiyle, Avrupa kimliğinin sürekliliğine
katkıda bulunmuştur.
Onaltıncı yüzyılın ilk yarısında dönemin en önemli düşünürü olarak kabul
edilen Erasmus von Rotterdam da “Teolojik Yöntem Öğretisi” adlı yapıtında
Averro'nun Helen kültür birikimini Avrupa'ya aktararak, Avrupa'da akılcılaşma ve
Avrupa kimliğinin sürekliliğine kalıcı katkı yaptığını vurgular. 120
Bu konuda Đbni Rüşt’ün tek örnek olmadığını belirten Kula, varlığın
özerkleşmesine yaptığı katkıdan dolayı Đbni Haldun, Sekülerleşmenin ve
modernleşmenin temel kavramlarından biri olan erkler ayrılığı düşüncesini cesaretle
geliştiren bu düşünsel akım, mantık yorumcusu El Kendi, Aristoteles'in "Organon"
adlı yapıtının yorumcusu El Farabi, Buharalı Aristoteles yorumcusu Batıdaki adı
Avicanne olan Đbni Sina, mantık ve metafizik alanında El Gazali gibi düşünürler
bütün Orta Çağ ve Erken Yeni Çağ boyunca Batı düşün yaşamını kalıcı biçimde
etkilemişlerdir. Dolayısıyla, sekülerleşme ve Aydınlanma, ne tek bir dine, ne de tek
bir kültür çevresine özgü sayılamaz demiştir. 121
Kula’nın aktarışına göre, Hegel, Batının Đslam düşünürleri üzerinden
Aristoteles'i, dolayısıyla da Antik Yunan felsefe geleneğini tanıma olanağı
bulduğunu belirterek sözkonusu islam düşünürleri hakkında, "Batı dünyası için
kaynak oluşturmuştur." dediğini belirtmiştir.122
Milliyetçiliğin henüz etkisini tam olarak yansıtamadığı bu çağda, Rönesans
kültürü, Avrupa çapında, fikirlerin ve tarzların birleşmesini mümkün kılmıştır.
Ancak Reformasyon henüz gerçekleşmemiş olduğundan, tamamen seküler bir kimlik
oluşamamıştır. 123
120 Kula Avrupa Kim.., ss. 99-174 121 Kula Avrupa Kim.., ss. 99-174 122 Kula Avrupa Kim.., s. 54 123 Delanty, Avrupa’nın icadı, s. 96
68
4.4.3.Reformasyon
Reformasyon, kiliseye başkaldırı niteliğinde olan ve Protestanlık adını alan bir
dinsel akımla bütünleşmektedir. Bu akımın başarılı olmasında, hem Hıristiyanlığı
bozulmuş unsurlardan temizleme ihtiyacı duyan ve kilisenin kendi içinden gelenlerin
varlığı, hem de Papa'nın mutlak otoritesinden kurtulmak isteyen kralların bu tür
reform hareketlerini destekleme eğilimi rol oynamıştır. Bu nedenle Protestanlık,
başından itibaren din ve dünya işlerinin ayrılması ve kralın kilisenin başı sayılması
gibi düşünceleri bulunmaktadır. 124
Reformasyon, Hıristiyanlık aleminin bütünlüğü düşüncesini yıkmış; ulusal
kiliselerin doğuşunu ve dünyevi iktidarların Katolik kilisesinin baskısından
kurtulmalarını sağlamıştır. Birçok savaşa yol açmış olsada ortaya çıkardığı farklı
mezhepler ve neden olduğu hoşgörü ile din ve inanç özgürlüğünün, laikliğin varlık
kazanmasında önemli rol oynamıştır. Reformasyon, Rönesans ve Aydınlanma akıl ve
bilimin toplumsal alanda ele geçirdiği ağırlıkla dinsel unsurların Avrupa kimliğinde
yüzyıllardır varolan hakimiyetini zayıflatmış; kapitalizmin ve laikleşmenin
katkılarıyla ulus devletler ve ulusal kimlikler ortaya çıkmıştır. 125
Reformasyon hareketi, evrensel Hristiyan düzeni kavramı yerine laik Avrupa
kavramının doğması için bir alan yaratmıştır. 1648'de Hristiyan Dünyası, birbiriyle
rekabet halinde olan, Roma Katolikliği, Anglikanizm, Luthercilik, Kalvinizm gibi,
Hristiyanlığın farklı şekilleri arasında bölünmüş Reformasyondan sonra Hristiyan
Dünyası'nın birleştirici vizyonu sona ermiş Hristiyan birliği, şiddetli bir biçimde
zayıflamıştır. Avrupa kelimesi Hristiyan Dünyası kavramının yerine kullanılmaya
başlanmıştır. Fakat yinede, Hristiyanlık önemsiz hale gelmemiş sadece
belirleyiciliğini yitirmiştir. 126
Reformasyon ve din savaşları, sonrasında Hristiyan Dünyası (Christendom)
kavramının birleştirici özelliğinin düşüşe geçtiği bir dönemde, Avrupa kavramı, bu
kavramının laikleştirilmiş bir versiyonu olarak ortaya çıkmıştır Reformasyon
sonrasında Hristiyanlık Avrupa devletler sisteminin kimliği olmaktan çıkmış
124 Koray, Avrupa Top.., s.38 125 F.H.Burak Erdenir, Avrupa Kimliği, Pan Milliyetçilikten Post Milliyetçiliğe, Ankara, Ümit Yayıncılık 2. Baskı, 2006, s.62 126 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.96
69
ve rasyonelleşmiş şekilde varlığını sürdüren tamamen dini bir değerler
sistemi haline gelmiştir. 127
“Hristiyanlık, Ortaçağ da Avrupa kimliğinin neredeyse kendisiyken modern
dönemde sadece unsurlarından birisi haline gelmiştir.”128
Osmanlı Đmparatorluğu kilisenin gücünün zayıflamasına, Reformasyon sürecine
de önemli katkıda bulunmuştur. Zira Osmanlı Đmparatorluğu Protestan reformunu
destekleyerek ulusal kiliselerin yolunun açılmasında önemli rol oynadığı gibi feodal
otoritelere karşı merkezi otoriteleri destekleyerek ulus-devletlerin kurulmasında
önemli rol oynamıştır.
Bu konuda Yurdusev, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Katoliklere karşı
Protestanları desteklediğini belirtmiştir. Aynı konuda Soykut, Osmanlı
Đmparatoluğu’nun Macaristan ve Transilvanya'daki Protestanları Katoliklere karşı
desteklemeyi her zaman genel bir siyaset olarak benimsediğini ve Protestanlığın
Habsburg Devleti'nde yerleşmesinde temel bir rol oynadığını ifade etmiştir.129
Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Avrupa’da Ortaçağ Papalık baskısını kıran
Protestanlığı ve Calvinistleri mektup ve ajanları ile teşvik ettiğini ve koruduğunu
belirtmiştir.130 Osmanlı Đmparatorluğu’nun, Kalvininistlere yönelik 1572 Saint-
Barthelemy katliamı üzerine ticari ambargo tehdidinde bulunması bu desteği
göstermektedir.131
“Almanya’da reformasyon dönemi ile Türk tehdidi kavramları birbirleriyle
doğrudan ilişkilidir.”132
Osmanlı Đmparatorluğu Protestanları desteklerken, Potestan din adamları
Türklerin güç kazanmasını zaferler elde etmesini, katolik kilisesinin bir zaafı olarak
açıklamışlar, ve reform istekleri sırasında papaya karşı kullanmışlardır. Türklere
127 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.97 128 Yurdusev, Avrupa Kim.., ,s 38. 129 Soykut,Papalık.., s.136 Yurdusev,s.62 130 Halil Đnalcık, Doğu Batı Makaleler II, Doğu Batı Yayınları,Ankara,2008, ss.249-250 131 Đnalcık, Doğu Batı II s.220 132 Leyla Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru 16.Yüzyılda Almanlar’ın.Türklerden Korunmak Đçin Yazdığı Dualar, Đstanbul, Yeditepe Yayınevi 2009, ss. 101-102
70
karşı duaların ve diğer kilise propagandalarının yayılması da Protestanların
matbaacılıktan yoğun şekilde faydalanmasından kaynaklanmıştır.133
Kiliseyi dini sorgulayarak protesto ederek yeni bir mezhep kurmaya çalışan,
Protestanlığın temsilcileri Türklerin "işkenceleri" ile düşman olan Papalık arasında
bir ilişki kurmuşlardır. Onlara göre Batı Dünyası tarafından olağanüstü tehdit olarak
algılanan Türklere karşı neredeyse hiçbir atakta bulunulmamıştır. Batı Dünyasının
iktidar sahibi güçleri düşmana karşı oldukça hantal davransalar bile kilisenin manevi
anlamda düşmana karşı donanım sağlaması gerekirken bunu yapmamıştır. 134
Sonuç olarak Osmanlı Đmparatorluğu’nun Reformist’leri açıkça desteklemesi
yanında Refom talepleri Türkler’e karşı başarısızlık gerekçe gösterilerek
yapılmıştır. Bu durumda Reformların’da gerçekleşmesinde en büyük “rol”ün
Türklere ait olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Reformasyon Avrupa'yı, Protestan Kuzey ve Katolik Güney arasında
bölerken, Hristiyanlık kültürel kimliğin ana kaynağı olma konumunu sürdürmüştür.
Batı Avrupa'da Roma Katolikliği ve Protestan bölgeleri arasındaki bölünmelerin,
Latin Hristiyanlığını Yunan Hristiyanlığından ayıran uçurum kadar büyük
değildir.135
Karşı reformasyon döneminde katolik inancının savunucuları, sürekli olarak
yaklaşan Türklerin, Tanrı tarafindan verilmiş bir ceza olduklarını savunmaktadırlar.
Bu cezanın ise Tanrı tarafından kilisedeki günah dolu yeniliklerden dolayı verilmiş
olduğuna" dikkat çekilmektedir. Ancak bu yeniliklerin ciddiyetle yok edilmesi bu
gidişata engel olabilecektir136
Avrupa’nın reformasyon ve karşı reformasyon olarak ikiye ayrılmasının
ardından Kuzeybatı, yavaş yavaş sınırlandırılmış ve hesap veren hükümetlere doğru
gitmiş, Mirasla devralınan konumlar yerini ticaret ve üretime dayalı olanlara
bırakmıştır Askeri onur, politik egemenlik, genelleştirilmiş bir bireycilik ve düşünce
özgürlüğü önem kazanmıştır.137
133 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru..,ss. 101-102 134 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 102 135 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.97 136 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 102 137 Gellner, Milliyetçliğe.., s. 217
71
Onyedinci yüzyılda vuku bulan din savaşlarına rağmen, Kuzey ve Güney
Avrupa, bütün olarak Doğu ve Batı Avrupa ile kıyaslandığında, zaten daha yakın
olan birbirine bağlılık derecesini korumuştur. Bunun ötesinde, Latin Hristiyanlığı,
Katolik ve Protestan olarak 1571 Đnebahtı (Lepanto) sonrası önemini gittikçe yitiren
Türk tehdidine karşı da birliğini korumaya devam etmiştir. 138
Protestan-Katolik ayrımının diğer bir deyişle Kuzey-Güney ayrımının daha
fazla derinleşmemesinin sebebi o sırada kuvvetle hissedilen Türk tehdidir. “Din
savaşları” “otuz yıl savaşları” denen bu savaşların sona erdirilmesindeki en önemli
sebep, Türklere karşı birlikte savaşma birlikte hareket etme amacıdır.
Laikleşme çağın gerçekleşmesi en uzun süren gelişmelerinden biridir. Zira
Papalık dışında ulusal kiliselerin kurulması ve değişik akımların kendini kabul
ettirmesi kolay olmamıştır. 1618-48 Otuz Yıl Savaşı, 1640' lardaki Đngiliz Đç Savaşı,
1688 Devrimi Avrupa'nın uzun laikleşme sürecini şekillendiren büyük
olaylardandır.139
1618-1648 yılları arasında gerçekleşen "Otuz Yıl Savaşları" dinsel-mezhepsel
özellikler ve karşıtlıklar taşımakla birlikte, özünde "Avrupa üzerinde egemenlik
kurma" savaşıdır ve bu savaşlar sonunda giderek, "evrensel Hıristiyanlık" düşüncesi
yerini "Avrupa devletler sistemine" bırakmıştır. 140
Koray’ın Russel'dan naklen anlatışına göre, din savaşlarından duyulan bıkkınlık
dinsel hoşgörüye olan inancın gelişmesine yol açmış ve bu hoşgörü on sekizinci ve
on dokuzuncu yüzyıllardaki liberalizme dönüşen eylemin kaynaklarından da birisi
olmuştur.141
Reformasyon döneminde oluştuğu belirtilen hoşgörü insanların savaştan
bıkmaları nedeniyle oluşan, zorunlu bir hoşgörüdür. Reform talebiyle birlikte
açıklanan bir hoşgörü değildir.
Kültürel ve felsefi bakımdan anılan dönemde Orta Çağ, Rönesans ve
Reformasyonun izleri birbirine karışmıştır. Tarihsel dönüşüm, diyalektik gereği,
çoğunlukla düz bir çizgi izlemediğinden, söz konusu karışım içerisinde Hıristiyanlığı
138 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.97 139 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.97 140 Kula, Avrupa Kim.., ss. 202-203 141 Koray, Avrupa Top.., s.38
72
ikiye bölen Reformasyona tepki olarak "Karşı Reformasyonun" belirtileri de
oluşmuştur.142
Delanty; Luther, Calvin ve Loyola gibi, Reformasyonun ve Karşı-
Reformasyonun büyük temsilcilerinin Avrupa kelimesini nadiren kullandıklarını,
Karşı-Reformasyonun Hristiyanlığın yeniden tek etkin kimlik haline getirilmeye
çalışılması olduğunu belirtmiştir.143
Felsefe ve kimlik alanında yeniden doğuş anlamında Rönesans'ın 1560’ larda
sona ermesinden sonra onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında, onyedinci yüzyılın
başlarına kadar Avrupa'nın kültürel-felsefi durumunu ve gidişini belirleyen iki temel
güç Đspanya ve Fransa olmuştur. 144
Bu iki Avrupa gücünden Avrupa devletler sisteminde belirleyici olan ve "Karşı
Reformasyonu" simgeleyen Katolik Đspanya, Avusturya-Habsburg yönetimini yanına
alarak, Katolikliğin de baskınlaşmasının bir sonucu olarak Avrupa'nın kaderini daha
yoğun biçimde belirlemeye başlamıştır. Bu belirleyicilik 1585 yılına Đngiltere’nin
Đspanya'nın karşıtı olarak Avrupa'daki gelişmelerde söz sahibi olmaya başlamasına
kadar devam etmiştir. 145
Bu iki devlet, öz çıkarlarını korumak ve genişletmek amacıyla, yirminci
yüzyıla kadar süren uzun bir egemenlik ve güç savaşına girmiştir. Đspanya ve
Đngiltere arasında bu uzun ve yıpratıcı savaş boyunca, Rönesans'ı özümseyerek onu
Güney sufizmiyle bütünleştiren Fransa 1600-1650 yılları arasında özellikle felsefe ve
bilim alanlarında sağduyu ve akılcılığı yoğunlaştırmıştır.146
Bu ülke aynı zamanda devlet oluşturma sürecinde mutlakiyetçilik ve
merkeziyetçiliği antik dönemden kökenlenen "klasik felsefe" ile bütünleştirmeyi
başarmıştır. “Devlet akılcılığı ya da akılcı devlet” olarak adlandırılan bu anlayışı
geliştiren Fransa'nın laik yönü daha da belirginleşmiştir. 147
Onyedinci yüzyılın özellikle ilk yarısı Avrupa'da bütün güçlerin ve devletlerin
ya bir birliktelik içerisinde yada tek tek birbiriyle savaştıkları bir dönemdir. Bu
142 Kula Avrupa Kim.., s. 201 143 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.97 144 Kula, Avrupa Kim.., s.201- 202 145 Kula, Avrupa Kim.., s.201- 202 146 Kula, Avrupa Kim.., s.201- 202 147 Kula,Avrupa Kim.., s. 203
73
savaşlarda dinsel-mezhepsel örtü altında çıkar ve egemenlik amacı güdülür. Bunun
yanı sıra bu savaşlar aynı zamanda “siyasal ilkeler” savaşıdır. Söz konusu siyasal
ilkeleri belirleyen başlıca güç ise, Protestanların önderi konumunda olan ve “Avrupa
politikası yüzyılını” başlatan Fransa'dır. Đspanya-Habsburg birlikteliği ulaşılan
noktada artık geçmişi ve gericiliği temsil ederken, Fransa geleceği ve ilerlemeyi
simgeler. Fransa, ulusal ve çağdaş devletinin çekirdeğini oluşturan devlet
yapılanması sürecinde devlet ve kilisenin çıkarlarının çatıştığı “tek Avrupa gücüdür.”
Devlet ve kilisenin çıkarlarının çatışması sürecinde giderek daha yoğun bir biçimde
laiklik doğrultusunda dönüşen “devlet” üstün gelmiştir. 148
“Hristiyanlık ve hümanizm arasındaki çözümlenmemiş gerilim yüzyıllar
boyunca Avrupa kimliğini şekillendirmiştir. Hristiyan hümanist insan miti, tarihin
kurtarıcı felsefe vizyonu ve yeni burjuva değer sisteminin uygarlaştırıcı karakteri,
kendisini Hristiyan mirasıyla uzlaştıracak Avrupa kimliğinin temelini oluşturdu.” 149
“Modern Avrupa uygarlığının evrensel antropolojik değerleri, din savaşlarından
sonra, daha güçlü bir biçimde yeniden dirilen dinde kökenlerini buldu. Avrupa 1648
tarihine gelindiğinde, gerçeğin evrenselliğine, insanlığın temel birliğine ve tarihin
kurtarıcı fikrine inanmaya başladı.” 150
4.4.4. Aydınlanma
Avrupa kimliği onsekizinci yüzyılda Aydınlanma ile kuvvet kazanmıştır.
Artık kilise ve devlet ortak yaşam birliği olarak değil, ayrı alanlar olarak
görülecektir. Çağın akılcılığı ve araştırmacı ruhu tam ifadesini, devletin ve kilisenin
tamamen farklı roller üstlendiği farklılaşmış bir toplumun oluşmasında bulmuştur. 151
Koray’ın West’den nakledişine göre Kant için Aydmlanma’nın anlamı, ”birey
için bir bağımlılıktan kurtulma süreci veya insanın, gücünü kendine zorla kabul
ettiren çocukluktan çıkışı”dır. 152
Bu dönemi simgeleyen kavram "aklın ışığı" dır. sözkonusu dönemde Felsefi
anlamda insanın önemi ve özgürlüğü kadar, kendi kaderinden sorumlu olmasını da
148 Kula,Avrupa Kim.., s. 203 149 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.99 150 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.99 151 Delanty, Avrupa’nın icadı, ss.100-101 152 Koray, Avrupa Top.., s.53
74
öne çıkaran düşünceler, ortaya çıkmıştır. Bu düşünceler 1789 Fransız Devrimi’ne yol
açmıştır.
Koray’ın Hof ve West’den nakledişine göre, “Đnsanlık tarihi, artık dünyanın
sonuna ve mahşer gününe giden bir yol olarak değil, gittikçe gelişen bir varoluş
içinde ilkel başlangıçların yavaş yavaş ilerleyişi olarak görülmektedir”
Daha sonra Hegel tarafından formüle edilen şekilde, “artık “dünya tarihi
özgürlük bilincinin gelişimi” olarak düşünülmeye başlanmaktadır Aydınlanma ile
birlikte yalnız dinsel otoritelerin değil, artık dünyevi otoritelerin de mutlaklığına son
verilmesinin işaretleri ortaya çıkmaktadır.“ 153
Aklın özgürleşleştirilmesi olarak tanımlanan aydınlanma sürecinde “eleştirel
akıl” ve onun doğal bir sonucu olan “bilim” ortaya çıkmıştır. Kula, bu görüşün
önemli kuramcılarından biri olduğunu belittiği yirminci yüzyıl Alman
düşünürlerinden Hans Georg Gadamer’in “Avrupa'nın Mirası” adlı yapıtında “bilim,
tarihsel varlığı ve oluşumu sürecinde Avrupa'ya biçim kazandırmıştır.” saptamasına
yer verdiğini belirtmiştir. 154
Aydınlanma, Kültürün merkezi olarak Rönesans dönemi Avrupa fikri,
güncellik kazanmasına neden olmuş ve Avrupa politik düzeninin yeni ütopyacı
vizyonunun temelini oluşturmasını sağlamış olmasına rağmen, Aydınlanmanın
evrenselliği tek başına güçlü bir Avrupalılık duygusu ortaya çıkaramamıştır.
4.4.5. Ulus-Devletler
Modern dönem Avrupa’sında ortak toplumsal kimliklerin en belirgini ulus-
devlettir. Onbeşinci ve onaltıncı yüzyıllardan itibaren Batı Avrupa’da gelişen ve
ondokuzuncu yüzyılda bütün Avrupa’yı kapsayan ulus-devlet olgusu ve ulusal
kimlik, ortak kimlik bilincini oluşturmada dinin daha önceki önceliğini ortadan
kaldırarak toplumsal kimliklerin en belirleyicisi olmuştur. 155
Ulus-devletlerin yükselişi bir yandan bütünleşme diğer yandan da çözülme
süreçlerinin sonucudur Ortaçağ Avrupa’sında papalık ve Đmparatorluk gibi iki üst
otorite ve kimlik biriminin altında sınırsız sayıda irili ufaklı kimlik birimleri
vardır.Bu nedenle bu gün Avrupa’yı tanımlarken kullanılan “Birlik içinde çoğulluk, 153 Koray, Avrupa Top.., s.53 154 Kula, Avrupa Kim.., s. 60 155 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss. 38-39
75
bütünlük içinde çeşitlilik” ifadesinin temelinin Ortaçağ’ın feodal düzeninde
bulunduğunun ileri sürülebileceği belirtmiştir.” ulus-devletin doğuşu, mevcut düzeni
ortadan kaldırmış ve anarşik ve kaotik bir ortamda, Avrupa devletler sisteminin
kurulmasına yol açmıştır.156
Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Avrupa’da Ortaçağ Papalık ve
Đmparatorluk baskısını kıran genç milli devletleri Fransa, Đngiltere ve Hollanda’yı
koruduğunu,Yeniçağ’da Avrupa’da milli devletlerin özellikle de Fransa’nın ayakta
kalmasında Omanlı Đmparatorluğu’nun önemli rol oynadığını, tarih biliminin bunu
kesinlikle ortaya koyduğunu belirtmiştir. 157
Ortaylı’ya göre, Kanuni Süleyman devrinde, Avusturya ve Đspanya
Habsburgları’nın yani bütün Avrupa’nın karşısında Fransa’nın bizim müttefikimiz
olduğunu bu sebeple 1536’da Fransa’ya geçici bir ticari konsesyon verildiğini,
1569’da yenilendiğini, Aynı imtiyazların 1580’de Đngiltereye, 1612’de Hollanda’ya
verildiğini bunun nedeninin bu ülkeleri Đspanya ve Avusturya blokuna, Alman
Đmparatorluğuna karşı desteklemek olduğunu belirtmiştir. 158
Yurdusev, Osmanlı Đmparatorluğu’nun 1580’den itibaren Habsburg
hegemonyasına karşı Đngilizler’in ve Hollandalılar’ın yanında yeraldığını, ve Avrupa
modern siyasi organizasyonunun ulus devletler sistemi olarak belirlenmesini ve
Katolik Protestan mücadelesinin çözümünü ifade eden 1648 Westphalia antlaşması
ile getirilen formülasyona varmada büyük rolü olduğunu belirtmiştir.159
Soykut’da Osmanlı Đmparatorluğu’nun onaltıncı yüzyıl Avrupa’sının hassas
güç dengesi içinde, Habsburg imparatorluğu'na karşı Fransa’yı desteklediğini
belirtmiştir.160
Avrupalı’nın Osmanlı’dan yardım istekleri onbeşinci yüzyılda başlamıştır.
Đtalya küçük devletlerinin güçlü rakiplerine karşı Osmanlı gücünü çağırma
tehdidinde bulundukları belirtilmektedir. 161
156 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss. 38-39 157 Đnalcık,Doğu Batı II, ss. 249- 250 158 Đlber Ortaylı,Avrupa ve Biz,Türkiye Đş Bankası Kültür yayınları, 3. Baskı Đstanbul, 2008, s.154 159 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 62 160 Soykut,Papalık.., s.106 161 Đnalcık,Doğu Batı II, s. 250
76
Đnalcık, Matrakçı’dan naklen Kanuni’nin Mohaç seferini Şarlken’e esir düşen
Fransa Kralı I. François’yı kurtarmak için yaptığını belirtmiştir.Đngiltere Kraliçesi
I.Elizabet, Đspanyol istilası tehlikesine karşı “Büyük Türk” ile ittifak girişimlerinde
bulunmuştur. 162
Osmanlı Đmparatorluğu 1520-1590 yılları arasında mali kaynakları güçlü
ordusu ve güçlü donanması ile Avrupa devletleri denge sisteminin önemli bir üyesi
olarak üstün bir rol oynamıştır. Lehistan kralı olarak Osmanlı’nın belirlediği adayın
tahta oturması buna örnek olarak gösterilir, Osmanlı Türkü o zaman siyaseten
Avrupalıdır. 163
Ulus-devlet oluşumu, Hıristiyanlığın belirleyici olmadığı laik bir Avrupa
kimliğinin oluşmasında ekili bir itici güç oluşturmuştur. Onyedinci yüzyıl sonlarında,
ayrı ve bağımsız devletlerin kendilerini aynı sistem içinde ve uzlaşıyla varılan bazı
kuralların çerçevesinde hareket eden birimler olarak nitelendirdikleri belirtilmiştir.
1648 Westphalia ve 1713 Utrecht anlaşmaları bu sistemi sembolize eden kurumlar
olarak ifade edilmiştir. 164
Kilisenin gücünün azalması, Hanedan ve aristokratların etkisinin azalması
Kapitalizm ve burjuvazinin gelişmesi ulus devletlerin ortaya çıkışına neden
olmuştur. Ulus-devletler 1648 de önce Mutlak Monarşiler olarak ortaya çıkmış daha
sonra burjuvazi ve kapitalizm ile parlementolar hakim hale gelmiştir.
Ulus devletlerin ve ulusal kimliklerin kurucusu sayılan ulusal burjuvaziler
arasındaki kapitalist ilişkiler Avrupa bütünleşmesi açısından önem teşkil etmiştir.
Fransız düşünür. Baudrillard, Avrupa kavramını “on dokuzuncu yüzyıl burjuva
rüyası” olarak nitelendirmiş; ulusal burjuvazilerin ortak çıkarları açısından
Avrupa’nın birleştirici önemini vurgulamıştır.165
Nitekim kapitalist sınıfın Avrupa çapındaki işbirliği, emperyalist sömürgecilik
döneminin temellerini atmıştır.
Avrupa burjuva toplumunun Hristiyan hümanist ideali birbiriyle yarışan diğer
ideolojiler üzerinde üstünlük sağlamıştır. Zira, diğer ideallerden hiçbiri, burjuva
162 Đnalcık,Doğu Batı II, s. 250 163 Đnalcık,Doğu Batı II, s. 250 164 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 40 165 Erdenir,Avrupa Pan Mil.., s.74
77
toplumunun çeşitlilik arz eden bileşenlerini tek bir dünya görüşünde bütünleştirmeyi
sağlayabilecek kapasiteye sahip değildir. Avrupa kimliğinin temel unsurları ilerleme,
uygarlık ve Hristiyanlığı kurtarma fikirleridir. Yahudi düşmanlığı bu fikirler
doğrultusunda gelişmiş ve bunlara yön vermiştir. 166
Delanty’nin Mann’dan nakledişine göre, yeni geliştirilen gemi yapım teknikleri
ve denizcilikteki ilerlemelerin yardımıyla Avrupa Atlantik'te hakimiyet kurmuş, Bu
gelişmeler Galile'nin bilimdeki devrimleriyle aynı zamanda olmuştur. Atlantik'in
keşfi ve yeni ticaret yollarının açılmasıyla Amerika’dan sonra Uzakdoğunun keşfi
başlamıştır.167
Đlk olarak, Portekiz çok geniş bir ticaret imparatorluğu kurmuş, Portekizi koloni
imparatorluğunu kuran Đspanya takip etmiştir. Ardından Đngiltere ve Hollanda
onyedinci yüzyılın başlarında Doğu Hindistan'da kolonilerini kurmuşlardır.
Denizlere hakim olmak modern Avrupa'nın şekillenmesinde önemli bir nokta
olmuştur.168
Uzakdoğu ticaretinin gelişmesi, yeni kıtaların keşfi, yeni zenginlerin ortaya çıkışı
ve Avrupa’ya paranın akışı, Avrupa’daki toplumsal dinamikleri önemli ölçüde
etkilemiştir. Bu dönem sonrasında, Avrupa’da, sadece dinsel ve kültürel anlamda değil;
sosyo ekonomik anlamda da bir hareketlenme yaşanmıştır. Büyüyen ticaret hacmi ile
birlikte kentlerde “burjuva-kentsoylu” denilen bir sınıf gelişmiş ve bu sınıfın giderek
güçlendiği bir toplumsal düzen ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Avrupa’nın kaderini çizen
tüccar sınıf olmuştur. Bu sınıfın krallarla yaptığı işbirliği ile hem dinin hem de
feodalitenin merkezi otoritesi yıkılmıştır.169
On sekizinci yüzyıl Avrupa’da teknolojik buluşlar, endüstri devrimi, insanların
özgürlüğü ve eşitliğini ilan eden Fransız devrimi, insan aklını en önemli yere koyan
aydınlanmacı düşünceler gibi birçok açıdan hareketli bir yüzyıl olarak
nitelendirilmektedir. 170
1776 yılında Đngiltere Birmingham'da Watt’ın ilk kez buhar gücünü dokuma
endüstrisinde kullanmasıyla başlayan ve giderek çığ gibi büyüyen değişikliklere yol açan
166 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.100 167 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.70 168 Delanty, Avrupa’nın icadı, ss. 70-71 169 Koray, Avrupa Top.., ss.42-43-44 170 Koray, Avrupa Top.., s.48
78
makineli üretim, bugün "endüstri devrimi" kavramı ile tanımlanmaktadır. Deniz
ticaretinin gelişmesi, piyasaların daha genişlemiş olması, teknolojik gelişmeler ile,
kömür ve demir kaynakları, pamuğun işlenmeye başlanması ve merkezi bir siyasal
otoritenin kurulması gibi nedenler, endüstri devriminin ve kapitalist bir yapının
Đngiltere’de kıta Avrupası’ndan önce ortaya çıkmasını sağlamıştır.171
Yurdusev, Avrupa devletlerinin, ortak bir sistem oluşturduğunun, zamanın
yazarları tarafından da kaydedildiğini belirterek, Voltaire’in farklı yönetim
şekillerine sahip olsalar da Avrupa, devletlerinin birbiriyle bağlantılı büyük bir
Cumhuriyet oluşturduğunu. Fraklı mezheplere bölünseler de, tamamının Hıristiyanlık
temeline dayandığını. Hepsinin, dünyanın başka yerlerinde bilinmeyen, aynı kamu
hukuku ve siyasi prensiplerine sahip olduğunu belirttiğini ifade etmiştir.172
Delanty’in Dann ve Dinwiddy’den nakledişine göre Voltaire, Avrupa'nın ulus-
devletin yerini aldığına inanmış, “Bugün, artık Fransızlar, Almanlar, Đspanyollar ve
hatta Đngilizler yoktur: Đnsanlar ne söylerse söylesinler, sadece Avrupalılar vardır.
Hepsi aynı zevklere, aynı duygulara, aynı adetlere sahiptirler, zira hiçbiri herhangi
bir özel ulusal oluşum yaşamamıştır” demiştir 173
Modern Avrupa kimliğinin şekillenmesinde, ulus-devletlerin ortaya çıkışının
yanı sıra, laikleşmenin de etkili olduğu ifade edilmiştir. Avrupa ulus-devlet oluşumu
sürecinin laikleşme hareketi ile ilişkilendiren yazarlar, laikleşmeyi uluslaşma ile
ulus-devleti de laikleşme ile birlikte düşünmüşlerdir. Laikliğin rasyonalizm ve
hümanizm ile beraber ulus bilincinin oluşmasına imkan verdiği ifade edilmiştir. 174
Laikleşme sonucu kilisenin otoritesi azalmış ve ulus-devletin otoritesi
artmıştır. Laikleşmeyle, Avrupa kavramı Hıristiyanlıktan ayrı kendine ait bir
toplumsal, kültürel ve siyasi anlam kazanmıştır. Yurdusev’in Hay’dan naklen
anlatışına göre, on altıncı yüzyıldan itibaren “Avrupalı” sözcüğünün kullanımı
artmış; on sekizinci yüzyılda ise Avrupalılar Avrupa çerçevesinde düşünmeye
başlamıştır. 175
171 Koray, Avrupa Top.., s.49, Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm, Ayşe Buğra (Çev.), Đstanbul,Đletişim Yayınları,7.baskı,2008 ss.80-81-82 172 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 40 173 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.102 174 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss. 40-41 175 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.41
79
Laiklik, dine karşı bir hareketi zorunlu kılmamaktadır. sekülerizm, esasen, laik
toplumun ayırt edici bir özelliği olarak, bir ulusal kilise içinde dinin
kurumsallaşmasıdır. Böylece din, toplum hayatının diğer alanlarından ayrılmış
olacaktır. Bu ayrımın nihai işlevi sadece, devleti ruhban sınıfından korumak değil,
aynı zamanda Hristiyan Kilisesini devlet üzerinde hakimiyet kuran anti-klerikal
(ruhbanlık karşıtı) ideolojilerden de uzak tutmaktır. Bundan dolayı, ulusal kilise
kurumu Hristiyanlığı, Aydınlanma eleştirisinin tüm uygulamalarından da
korumuştur. 176
Bilim, resmi hukuk ve sanat kendi bağımsız gelişim mantığına tabi olarak
ilerlerken, Hristiyan dünya görüşü, Avrupa uygarlığının kendini tanımlayabildiği bir
baskın kültürel motif olarak kalmıştır. 177
Yurdusev, Rönesans, Reform ve Aydınlanma hareketleri sonrası ortaya çıkan
hümanist değerlere dayalı Avrupa kimliği, Hıristiyanlığa dayalı modern dönem
öncesi Avrupa ile bir arada düşünüldüğünü ifade ederek, buna örnek olarak,
Delanty,nin “yeni Avrupa, Hıristiyan Avrupa’nın laik biçimi’dir” ifadesini
kullandığını belirtmiştir.178
Yurdusev, aynı düşünceyi paylaşan diğer düşünürlerden Burke’nin, Avrupa
medeniyetinin ve onunla bağlantılı bütün iyi şeylerin din ruhu ve asalet ruhunun
sonucu olduğunu dile getirdiğini. Hegel’in ise, Avrupa’yı en ideal ifadesini devlette
bulan Cermen kültürü ile Hıristiyanlığın bir sentezi olarak gördüğünü, belirtmiştir. 179
On sekizinci yüzyıl, Avrupa’nın Ortaçağ zihniyetinden koptuğu; Medeniyet
ölçüsü sayılan laikleşme, hümanizm, demokrasi, sanayileşme, Aydınlanma, bilimsel
devrimler ve rasyonelliğin oluştuğu dönem olarak karakterize edilmiştir.
On sekizinci yüzyılla beraber Hıristiyanlık ile Avrupa kavramı arasındaki
bağın gevşemeşiyle, evrensellikler arayan girişimlerin Hıristiyanlığa üstünlük
sağladığı ifade edilmiştir. Bu dönemde, Avrupa uluslarının ortak bir Hıristiyan
176 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.101 177 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.101 178 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.42 179 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.42
80
geçmişle anılmak yerine daha nötr nitelemeleri tercih etmişlerdir. 1713 Utrecht
Anlaşması, “Hristiyan Ülkesi” kavramına atıf yapılan son anlaşma olmuştur.180
Hristiyan Ülkesi kavramının kullanılmaktan artık vazgeçilmesinin en önemli
sebebi Türk tehdidinin askeri açıdan bu antlaşmadan hemen önce Karlofça
antlaşması ile ortadan kalkmış olmasıdır.
Sözkonusu yüzyılda ülkelerarası ticaret ve diplomasinin ilerlemesi de
uluslararası hukukun önplana çıkmasına sebep olmuştur.181
Onsekizinci yüzyılda Avrupa artık bir medeniyetin adı olarak belirtilmektedir.
içinde coğrafi olarak Avrupa’nın dışında olan ülkeler de vardır. Bu nedenle kesin bir
coğrafya ile tanımlanamaz konuma gelmiştir. kayıtlar medeniyet sözcüğünün ilk kez
1766 da kullanıldığını göstermiştir, 182
Yurdusev’e göre, Avrupa kendini, dünyadaki medeniyetlerden birisi olarak değil;
medeniyetin kendisi olarak tanımlamaktadır.183
Avrupa kimliği oluşumuna Rönesas, Reformasyon, Aydınlanma, Denizaşırı
Keşifler, gibi olumlu unsurların etkisi sözkonusu ise de Avrupa kimliğini oluşturan
esas unsur “öteki”nin etkisidir. Sözkonusu oluşturucu öteki yalnızca Türklerdir.
Avrupa’da ortak bir kimliği oluşturabilecek bazı unsurlar sözkonusu ise de
birleşmeye engel olabilecek de pek çok sebep vardır. Her şeyden önce Avrupa
devletleri arasında savaşlara neden olacak derinlikte çıkar çatışmaları, egemenlik
kavgaları sözkonusudur. Avrupa devletlerinin halkları farklı ırklara farklı dillere
farklı mezheplere sahiptir. Bu devletler arasında ortak unsur olan Hristiyanlık ve
yaratılmaya çalışılan ortak miras ta farklılık oluşturan unsurları ortadan kaldımaya
zorlayacak, birleşmeyi zorunlu kılacak unsurlar değildir. Avrupa kimliğini
oluşturacak öyle bir sebep olmalıdır ki Avrupa devletleri arasındaki farklılıkların
çıkar çatışmalarının önemini yitirmesine neden olacak etkide olsun. Đşte Türk tehdidi
Türkler tarafından ortadan kaldırılma korkusu Avrupa devletlerine, Avrupa ulus
kimliklerine bir üst kimlik oluşturma, birlikte hareket etme bilinci vermiş ve Avrupa
kimliği oluşmasına neden olmuştur.
180 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.64 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.66 181 Erdenir,Avrupa Pan Mil.., s.66 182 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss.45-46 183 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.45
81
Yurdusev’in,” dil, din, coğrafi taban ve tarih bütün Avrupa için yeterli kimlik
bileşenleri oluşturmamıştır, estetik bir kategori olarak Avrupa sadece elit düzeyde
vardır. 184 Şeklindeki sözleride bu görüşümüzü destekler niteliktedir. Yurdusev’
buna ek olarak Avrupa kimliği ve Avrupalılık bilincinin temeli dünya ölçeğinde
medeniyetler çarpışmasıdır, ırkçılık ve batının emperyalist misyonu ile yakından
ilintilidir, demektedir. 185
Delanty’nin Mosse'dan nakledişine göre, Avrupa ırkçılığı, Batı ve Orta
Avrupa'da onsekizinci yüzyıl entelektüel çevrelerinde ortaya çıkmıştır.186
Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında milliyetçilik en baskın ideoloji, ulusal
kimlik de en baskın aidiyet unsuru olarak ortaya çıkmıştır. Avrupa ırkçılığı’nda
Avrupalı ulusların Avrupalı olmayanlara karşı üstünlüğü iddiası mevcuttur. Burada
üst kimlik üzerinden bir ırkçılık sözkonusudur. O nedenle de ulus devletler, Ulus
kimlikler düzeyindeki milliyetçilikle çelişki oluşturmamaktadır. “Çünkü farklı
kimlikler farklı şiddet ve seviyede birlikte varolabilirler ki buna “Kimliklerin
çoğulluğu” “ denilmektedir.
Sömürgecilik ve emperyalizmin en üst düzeye çıktığı dönemde ortaya çıkan
ırkçılık ile birlikte Hıristiyanlık yeniden gündeme gelmiş ve sömürgeciliğin ahlaki
bir temele dayandırılarak meşru hale getirilmesi hedeflenmiştir. Hristiyanlığın,
insanlığın kurtuluşunu öngören evrensel söylemi ile sömürgelerin geri kalmış
yerlilerinin ıslahı arasında bağlantı kurularak Sömürgeleştirme medeniyetleştirme
olarak tanımlanmıştır.
Bu nedenle, ondokuzuncu yüzyılda da Avrupa’nın yeniden
Hıristiyanlaşmasından bahsedilmiştir. Yurdusev’in Hobsbawn’dan nakledişine göre,
“1876-1902 yılları arasında 119 Đncil tercümesi yapılmıştır. Bu sayı önceki 30 yılda
74 iken 1816-1845 yılları arasında 40’tır. 1886-1895 yılları arası dönemde
Afrika’daki yeni Protestan misyonu sayısı 23’tür. Bu sayı önceki on yıldan üç kat
fazladır.”187
184 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.46 185 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.46 186 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.102 187 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.42
82
Fransız Devrimi öncesinden, milliyetçiliklerin ortaya çıktığı on dokuzuncu
yüzyılın ikinci yarısına kadar, Avrupa çapında bir kozmopolitizm belirmiştir. Devlet
ve din adamları ile askerlerden oluşan elit bir gurup ile aristokratlar kozmopolitizmin
başlıca aktörleri arasında yer almıştır. Kozmopolit Avrupa Fransızca dili, Fransız
kültürü ve gelenekleri üstünde gelişmiştir. 188
Hümanizmin öncülerinden Erasmus döneminden Aydınlanma çağına kadar
entelektüeller arasında Respublica litterarum (Republic of Letters) olarak
adlandırılan ulusal sınırları aşan ayrı bir elit kültür oluşmuştur. Aristokratların ortak
yaşam tarzı turizm ve modada da dikkatleri çekmiştir. Paris ve Londra bu ortak
yaşam tarzını kültür ve moda merkezleri olarak belirmiştir.189
Delanty’in nakledişine göre Heinrich Heine, “Paris'i, uygarlığın merkezi
anlamında "Avrupa'nın Bahçesi" olarak ele almıştır.” Delanty’in Hay’dan
nakledişine göre 1796' da Edmund Burke: “Hiçbir Avrupalı Avrupa'nın herhangi bir
yerinde sürgün olamaz” demiştir. 190
Delanty ise bu ulvi fikrin, çok az bir gerçeklik payına sahip olduğunu ve üst
sınıf turizminin ve burjuvazinin can attığı aristokratik toplumun kozmopolitliğinin
ifadesinden daha fazla bir şey olmadığını belirtmiştir.191
Ortaçağda sadece coğrafi bir anlama sahip olan Avrupa kavramı da, tarihsel ve
politik kavramlarla beraber anılmanın sonucunda Fransız devrimi sonrasında artık
tarihsel bir kavram olarak anlam ifade etmeye, Avrupa’nın bütünlüğü kavramı
tarihin derinliklerinden gelen bir gerçeklik olarak sunulmaya başlanmıştır. Nitekim
Avrupa kavramının hikayesi ve Avrupa’nın geçmişine ilişkin sentezler on dokuzuncu
yüzyılla beraber başlamıştır.192
“Avrupa’nın bugün sıkça kullanılan Eski Yunan, Roma, Hıristiyanlık formülü
de ilk olarak on dokuzuncu yüzyılda, Đngiliz tarihçi Edward Freeman tarafından 1886
yılında basılan “The Methods of Historical Study” adlı eserinde dile getirilmiştir.” 193
188 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., ss. 68-69 189 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.69 190 Delanty; Avrupa’nın icadı, s.103 191 Delanty; Avrupa’nın icadı, s.103 192 Koray, Avrupa Top.., s. 42 193 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.68
83
Fransız tarihçi François Guizot’nun “ “Histoire de la Civilisation en Europe”
adlı eseri ise bu yoldaki ilk ciddi eserlerden biri olarak belirmiştir. Nitekim
romantizm akımı da geçmişin zihinsel kurgusunu yaparak gerçekte o kadar da baskın
olmamış bir Avrupa kavramı tanımlamıştır.” 194
On sekizinci yüzyılda Đngilizlerin başını çektiği Kuzey Avrupalı aristokratların
katıldığı ve Avrupa’nın tarihsel kökenlerini daha iyi tanımak amacıyla gerçekleştirilen
Grand Tour yolculukları ise ulusal sınırları aşan kozmopolit sosyal yaşamın önemli
göstergelerinden biri olmuştur. Bu dönemde aristokrat sınıfın ulusal sınırları aştığı
düşünüldüğünde, Avrupalılık bilincinin ilk aristokratik kozmopolitizmle atıldığı
söylenmektedir.195
Erdenir’in Davies’den naklettiğine göre, “Avrupa aristokrasisi göz önüne
alındığında, feodal çağdan itibaren Avrupalı soyluların hanedanlar arası gerçekleştirdiği
evlenmelerle ulusal ve yerel kimliklerden bağımsız ortak bir Avrupa bilincinin
temellerinin atıldığı ifade edilmiştir.” 196
Önce Habsburglar, Bourbonlar, ardından Napolyon Avrupa’nın farklı devletlerinin
tahtlarına kendi aile mensuplarını getirerek büyük bir Avrupa ailesinin temellerini
atımışlardır. Hanedanlar arası evlilikler sonucunda, Avrupa ülkelerinin hanedan
ailelerinin birçoğu arasında bugüne ulaşan akrabalık ilişkileri ortaya çıkmıştır. 197
Avrupa’nın büyükannesi olarak nitelendirilen Đngiltere Kraliçesi Victoria’nın
soyundan gelen Birleşik Krallık, Danimarka, Đsveç, Rusya, Đspanya, Norveç, Almanya
(Prusya), Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya’nın (Sırbistan) hanedan aileleri arasında
varolan akrabalık ilişkisi, aristokratik düzeyde ciddi bir bütünleştirici unsurun mevcut
olduğuna örnek teşkil etmektedir.198
Erdenir, Avrupa aristokrasisi arasındaki bağlantıların ırk kuramlarına
dayandırılmaya çalışıldığını belirterek. Arendt’in, Fransız devrimindeki aristokrasi-
burjuvazi mücadelesine değinirken; bir Fransız soylusu olan Boulainvilliers’in
görüşlerinden hareketle aristokratlar ırkından bahsettiğini belirtmiştir. 199
194 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.68 195 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.67 196 Erdenir,Avrupa Pan Mil.., ss.69-70 197 Erdenir,Avrupa Pan Mil.., ss.69-70 198 Erdenir,Avrupa Pan Mil.., ss.69-70 199 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.70
84
Erdenir’in, Arendt’den nakledişine göre Germanik kökenli aristokratlar Fransa’nın
yerleşik halkı Greko- Romenleri fethederek Fransa’yı zapt etmişlerdir. Fransız Devrimi
de iki ayrı sınıfın mücadelesinden çok, ‘uluslararası kökenli aristokratlar’ ile Fransa’nın
yerlileri arasındaki mücadeledir.200
Sözkonusu dönemde, Avrupa’da Avrupalı kozmopolitizm ile milliyetçiliğin bir
araya geldiği ikili bir düşünüş tarzı belirmiştir.Avrupa kavramının entelektüeller
tarafından farklı amaçlarla sık sık dile getirilmesi, Avrupa bütünleşmesinin hayali fakat
istenilen bir durum olduğunu ortaya çıkarmaktadır. 201
Alman filozof Kant, 1795 yılında barış temini için Avrupa çapında federal bir
örgütlenmeyi önerirken, Victor Hugo 1851 yılında Fransız Meclisinde yaptığı
konuşmada Avrupa kavramını politik bütünleşmeyle eş tutarak bugünkü Avrupa
Birliği’nin fikirsel temelini attığı ifade edilmektedir.202
Erdenir’in, Rougemont’dan nakledişine göre Victor Hugo’nun ifadeleri şu
şekildedir.
Bir gün gelecek Fransa, Rusya, Đtalya, Britanya, Almanya bu kıtanın tüm ulusları kendilerine
özgün niteliklerini ve muhteşem kişiliklerini kaybetmeksizin daha üst bir birlikte birbirlerine
yakınlaşarak Avrupa çapında kardeşliği ortaya çıkaracaklar tıpkı Normandiya, Britanya, Burgonya,
Loraine, Alsace ve tüm bölgelerimizin birleşerek Fransa’yı oluşturduğu gibi. Bir gün gelecek savaş
alanları ticarete açık pazarlara dönüşecek… Kurşunlar ve bombaların yerini oylar, halkların genel
oylaması ve egemen bir senatonun sağduyusu alacaktır.” 203
Sonuç olarak modern Avrupa kimliğinin şekillenmesinde onbeşinci yüzyıldan
itibaren gerçekleşen ulus-devletlerin yükselişi ile bu devletlerde dünyasal ve dinsel
iki ayrı otorite yerine tek otoritenin oluşması, Avrupa toplumlarında yaşanan ve
Rönesans, Reformasyon ve aydınlanma hareketlerinin itici güç olduğu büyük
dönüşüm yada laikleşme, Avrupa’nın deniz aşırı yayılması sonucu oluştuğu belirtilen
uygalık/medeniyet ve en önemlisi öteki olarak Türklerin kurduğu baskı belirleyici
faktörler olmuştur.
200 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.70 201 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.72 202 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.72 203 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.73
85
Nitekim ondokuzuncu yüzyılda Hıristiyanlığın vesayetinden kurtulmuş
kültürel ve toplumsal anlamda bir Avrupa kimliği üst kimlik birimi olarak
oluşmuştur.
Yurdusev’e göre, on sekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllarda Avrupa ve Avrupa
birliği fikri çoğunlukla bir Fransız düşüncesidir aslında Fransızlar için Avrupa demek
Fransa demektir, Avrupa düşüncesi Almanya da bu günün tersine fazla revaç da
değildir,
Yurdusev’in bu konuda verdiği örnekler şöyledir;
Herder birleşik bir Avrupa’nın despotlaşıp dünyanın diğer milletlerini kendi
çizdiği yolda yaşatmasını imkansız bir girişim olarak nitelerken bunun doğanın
sanatına bir ihanet olacağını belirtmiştir.
Herder den neredeyse yüzyıl sonra Bismarck’ da “ben Avrupa kelimesini hep
kendi adına başkalarından bir şey istemeye cesaret edemeyen, devlet adamlarının
ağzından duyuyorum”demiştir.
Nietzsche için Avrupa Asya’nın küçük yarımadasından başka bir şey değildir.
Bütün bunlar Avrupa’nın bir üst kimlik olarak kültürel bir değer ve varlık
sahibi olmasına rağmen pratik de fazla bir anlam ifade etmediğini ortaya koymuştur.
Avrupa bilinci sadece elit düzeyde vardır,
Kimliğe karşılık gelen kuruluşlar artmıştır. Üst kimliğe karşılık gelen bir üst
teşkilatlanma henüz oluşturulamamıştır. Ancak bu yönde kuvvetli çabalar vardır.
Avrupa’nın ilk çağlardan itibaren çizilmeye çalışılan ve doğuda önceleri Don
ve Volga nehri ile sınırlanan sonradan Ural Dağları olarak kabul gören yaklaşık
coğrafi sınırları olmasına rağmen; Avrupa’nın, sınırları esas itibarıyle siyasi
olarak belirlenmektedir. 204
Papa 16.Benediktus, Papa seçilmeden önce, o zamanki unvanıyla Kardinal
Ratzinger, Avrupa'nın "coğrafi" olmaktan çok, "kültürel" ve "tarihsel" bir kavram
olduğunu belirterek Avrupa'nın "kültürel ve tarihsel bir tasarım" olduğuna dikkat
çekmektedir. 205
204 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.49 205 Kula, Avrupa Kim.., s. 88
86
Avrupa’nın etnik yada ırk ortaklığından bahsetmek sözkonusu değildir fakat
ırkçılığın Kolonyalizim döneminde Avrupalılığı belirlediği söylenebilir, Avrupa
kimliğinde ırkçılık önemli bileşendir ve hatta bu gün bile etkili olduğu söylenebilir
fakat bu kültürel yönü ağır basan bir ırkçılıktır.206
Avrupa aidiyetinin ortak bir dil bileşeni sözkonusu değildir. Hıristiyanlık,
Avrupa kimliğinin hem çok önemli dinsel bileşeni, hemde ortak bir tarihsel
tecrübenin ve kültüründe adıdır. Pirenne kilisenin, Roma geleneğini koruyan ve
Avrupa’nın uygarlığı kaybederek barbarlığa gark olmasını önleyen bir güç olduğunu
savunur.207
Kundera’ya göre Avrupa’nın kültürel temeli liberal demokrasi ve hümanist
değerlerle beraber Latin Hıristiyanlığında kökleşmiştir. 208 Hıristiyanlık Avrupa’nın
kültürel bilincinde bu günde ihmal edilemeyecek bir etkinliğe sahiptir.
Avrupa’nın ortak bir tarihsel mirasa sahip olduğu yada Avrupa’nın
çoğunluğunun bazı tarihsel tecrübelerden ortaklaşa etkilendikleri söylenebilir. Bu
tarihsel mirasın içinde eski Yunan ve Roma geleneği, Hıristiyanlık, barbar olarak
adlandırılanların işgalleri, feodalite ve orta çağ düzeni Rönesans Reformasyon
bilimsel devrimler ve aydınlanma hareketleri sayılır, bu tecrübelerin hepsi
Avrupa’nın oluşumuna katkıda bulunmuşlardır, 209
Avrupa fikrinin bütünlüğünü oluşturan Roma imparatorluğu, papalık ve Atina
dır. Avrupa siyasi varlığını Roma’ya, manevi birliğini de Katolik kilisesine
borçludur. Entelektüel kültürü ise eski Yunan dan gelir, denilmektedir. 210
Ancak, sözü edilen tarihsel tecrübeler hiçbir zaman Avrupa’nın bütünü
tarafından yaşanmamıştır. Eski Yunan uygarlığı oldukça yerel bir uygarlıktır. Roma
imparatorluğu en geniş olduğu zaman bile Avrupa’nın tamamını kapsamamıştır.
Hıristiyanlık ancak on altıncı yüzyılda bütün Avrupa’yı kapsar. Rönesans Kuzey ve
Doğu Avrupa’ya ulaşmaz. Reformasyon da sadece Latin Hıristiyanlığında yaşanır,
anlatılan tecrübeler Avrupa’nın tamamında belki yaşanmamıştır, ama bir dereceye
206 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.50 207 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.51 208 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.52 209 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.53 210 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.53
87
kadar ortak tarih olarak algılanması sağlanmıştır, ve bu günün Avrupa kimliğinin
oluşumunda ve algılanmasında önemli yere sahiptir. 211
Kültür ve medeniyetin “bir toplumun miras aldığı ve yaptığı her şey” olarak
tanımlandığı dikkate alındığında, Avrupa’nın belli ölçüde ortak bir kültürü ve
medeniyeti olduğu açıktır. Ancak, bu ortak kültür ve medeniyet değerlerinin etkisi
öyle sanıldığı kadar büyük değildir, Çünkü insanlar için yerel kültür değerleri daha
etkilidir. 212
Ortak bir kültürü ve medeniyeti bulunan Avrupa’nın belli ölçüde ortak hayat
tarzı da sözkonusudur. Fakat yine aynı şekilde ortak hayat tarzının bütünleştirici
etkisi de sınırlıdır. Kuzey Avrupalılarla Güney Avrupalıların hayat tarzını oluşturan
yeme içme, uyuma, çalışma gibi günlük alışkanlıkları oldukça farklıdır, bir
Danimarkalı ile Đtalyan arasında hayat tarzı bakımından ortaklık çok azdır, benzer
farklar Batı ve Doğu Avrupa arasında da gözlemlenir. 213
Avrupa da bu gün için ulus-devletin ve diğer yerel kimlik birimlerinin genel bir
Avrupa kimliği karşısında güçlerini ve önemlerini yitirdiklerini savunmak da hayli
zordur. Avrupa kimliği ve bütünlüğü kolayca oluşamamasının nedeni Avrupa
kimliğinin hep bir elit kimliği olmasıdır. Avrupa kimliği Avrupa genelinde
toplumsallaşmamıştır. 214
Avrupa kimliğinin Avrupa da bireylerin bilincinde önemli bir yere sahip
olmadığı söylenebilir, bu savların en güzel doğrulamasını Avrupa Birliği konusunda
yapılan kamuoyu yoklamalarında ve referandumlarda bulmak mümkündür. Bu
referandumlarda evet ve hayır oyları birbirine yakın durumdadır. Avrupa kimliğinin
bir elit kimliği olması onun belli zümrelerin çıkarı için kullanılan bir ideolojik araç
olabileceği şüphesini ortaya çıkarmaktadır.215
Avrupa kavramının temel olarak iki boyutu olduğu söylenebilir Bunlardan birisi,
Hristiyanlık ve evrensel değerler arasındaki gerilim ve uzlaşmaların sonucunda ortaya
çıkan kültürel Avrupa; diğeri ise, Avrupa’nın bütünleşmesi ideali çevresinde gelişen
çatışma ve dengelerin anlamlandırıldığı politik Avrupa kavramıdır.
211 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.54 212 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.55 213 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.55 214 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.56 215 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.56
88
Erdenir, Avrupa kavramının sadece kültürel ve felsefi anlamda değil, reel politik
açıdan da belli çevrelerin ve ülkelerin çıkarları doğrultusunda kullanıldığını ifade ederek
Politik Avrupa’nın daha çok Avrupa çapındaki uyum ve ahenkle yetinmek zorunda kalan
bir idealden öteye gidemedini belirtmektedir.
Delanty’ye göre Avrupa kimliği tabandan değil, hep tavandan gelmiştir ve
çoğunlukla da entelektüellerin ve siyasi sınıfın bir ideolojisi olmuştur. Avrupa
retoriği, yeni tür iktidar elde etmek için üretilen siyasi stratejilerin, başka şekilde
sahip olamayacakları bir meşrulaştırma aracıdır. kendine has değerinden değil belli
sınıfların iktidarının devamı için gündeme gelmiştir.216
1990’larda Avrupa ideali ideolojik bir stratejiden başka bir şey değildir. Bütün
ideolojiler gibi belli kesimlerin çıkarına hizmet etmektedir. Örneğin Yunanistan da
Avrupa Birliğinde temsil edilen Avrupa kimliği Türkiye ye karşı koymak için
kullanılan bir araçtır. Đspanya da Đspanyol kimliğinin Fransa da geleneksel Fransız
özlemlerinin aracıdır. Đngiltere ve Fransa için Almanya yı çevrelemek için bir
şemsiyedir. Đngiltere de muhafazakarlara karşı, Galler ve Đskoçya da Đngiltere ye
karşı mücadele vasıtasıdır, Đrlanda da ise Katolik oligarşiye karşı bir araçtır. 217
Erdenir’e göre, Politik Avrupa kavramına her ülke kendi lehine olan farklı
anlamlar yüklemektedir. Erdenir’in bu konuda verdiği örnekler şöyledir.
Onyedinci yüzyılda Đngiliz Kralı William of Orange müttefiklerini Avrupa’nın
özgürlüğü adına Fransa Kralı XIV.Louis’ye karşı birleşmeye çağırmıştır.
Napolyon’un Avrupasıyla, Avusturya Sansölyesi Metternich’in Avrupa’sı tamamen
farklı anlamlar taşımaktadır.
Fransa için Avrupa kavramı, ideallerini gerçekleştirebileceği bir araçtır.
Avrusturya ise, Avrupa’yı Fransa ve Rusya karsısında bir denge unsuru olarak
görmektedir. Alman Đmparatorluğu’nun kurucusu Bismarck için Avrupa kavramı,
Fransa’nın çıkarlarından başka bir seyi temsil etmemektedir. “Kıta” olarak
nitelendirilen Avrupa’nın en ciddi muhalifleri Đngilizlerdir. Avrupa yerine
sömürgeleri ile bütünleşmeyi tercih eden Britanya’nın izolasyon politikasının,
216Yurdusev, Avrupa Kim.., s.57 217Yurdusev, Avrupa Kim.., s.57
89
parçası olduğu Avrupa Birliğinde dahi tam anlamıyla çözüldüğünün
söylenemeyeceğini belirtmiştir.218
4.4.6. Pan -Avrupacılık
Pan-Avrupacılık her dönemde Avrupa kimliğini geçmişle bağlantılı katı
muhafazakar kültürel unsurlara dayandırarak Avrupalılık hissi yaratmaya çalışan
yaklaşımın adıdır.
Onduzuncu yüzyılda ortaya atılan ilk klasik tanımlamaya göre, Avrupa
kimliğini oluşturan üç unsur Antik Yunan düşünce sistemi, Roma Hukuku,
Hristiyanlıktır. Eski Yunana dayanan entelektüel kültür ile Katolik Kilisesinin temsil
ettiği inanç sisteminin Roma kuralları ve kurumlarınca şekillendirildiği ileri
sürülmektedir.
Dawson Avrupa’nın siyasi kimliğini Roma’ya entelektüel kimliğini Antik
Yunan’a, ruhani bütünleşmesini Katolik kilisesine borçlu olduğunu belirterek,
Avrupa da yaşayan toplumların bu unsurları temel alan benzer eğitimlerden geçerek
Avrupalılaştıklarını iddia etmektedir.
Avrupa kelimesinin coğrafi alanın ötesinde bir değer kazanması Hristiyanlıkla
başlamıştır. Modern dönem öncesinde Avrupa kavramı ile hristiyanlık kavramı aynı
anlama gelmiştir.
Aydınlanmanın getirdiği dönüşümle Avrupa kavramı ile Hristiyanlık arasındaki
bağ Onduzuncu yüzyılda gevşemiş ise de hiçbir zaman kopmamıştır. Hümanizma
önem kazanmıştır.
Ayrıca Hristiyanlığın sadece dinsel değil aynı zamanda kültürel ortak bir
geçmişi simgeleyen kültürel boyutu da bulunmaktadır.
Esasında Avrupa’nın, tarih boyu ortak siyasi yapılardan ve dolayısı ile gerçek
anlamda politik bir tanımdan yoksun olmaları nedeniyle Hristayınlığın baskın olduğu
bir tanıma başvurulduğu anlaşılmaktadır.
Modernite ile birlikte klasik formulasyonun revize edilmesi kaçınılmaz hale
gelmiştir. Aydınlanma döneminin getirdiği ilke ve değerler yavaş yavaş klasik
tanıma dahil edilmiştir. Pieterse göre Avrupa kimliğinin iki boyutu vardır. Bunlar
Hristiyanlık ve Aydınlanmadır.
218 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., ss.73-74
90
Onaltıncı yüzyıldan itibaren Batı Avrupa’da ortaya çıkan kapitalist sürecin
entelektüel çerçevesi onyedinci ve onsekizinci yüzyılda beliren Aydınlanma çağı ile
çizilmiş Modernite esas olarak aklı ve bilimi temel alan bir özgürleştirme projesi
olarak kabul edilmiştir.
Ancak Avrupa Aydınlanma döneminin yarattığı kısaca uygarlık adı verilen
insan hakları, demokrasi, hukuk gibi değerleri kendisine atfederek bunların sabit,
bütüncül hatta muhafazakar değerlere dönüşmesine neden olmuştur.219
Bu durum Avrupa’nın kökenlerinden gelen Avrupa merkezci yaklaşıma
işaret etmektedir.
Bu yaklaşıma göre Avrupa dünyanın merkezidir. Işık Avrupa’dan
yayılmaktadır.220
Đnsanlığın felsefi anlamda gelişmesi ve modernleşme bakımından büyük bir
kazanım olan Aydınlanma, Avrupa merkezci yaklaşımda öncelikle “Avrupalı aklın
üstünlüğünün” bir türevi olarak sadece Avrupa'da geliştirilmiş felsevi toplumsal
BĐR proje olarak görülür. Böylece Avrupa ve Hıristiyan dünyası dışındaki kültürler
yada dinlerin Aydınlanma niteliğinin yetersizliği vurgulanarak, Hıristiyanlıkla onlar
arasına bir sınır çekilmiştir.221
Avrupa’nın, “Avrupa” olduğu için, o özel nitelikleri taşıdığı ve bundan dolayı
uygarlığı da yaratabildiğine inanılmaktadır. Özellikle ondokuzuncu yüzyılda iyice
belirginleşen bu Avrupa merkezci yaklaşım tarih boyunca birçok yazar tarafından
dile getirilmiştir.
Erdenir’in naklettiğine göre, Avrupa düşüncesinin tarihsel temellerinin
atılmasına önemli katkıda bulunan Fransız tarihçi François Guizot Avrupa'nın diğer
toplumlar karşısındaki üstünlüğünü, onun kendi özündeki ayırt edici değer ve
kurumlarla açıklamaktadır.222
219 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., ss. 96-98 220 Ortaylı, Avrupa ve Biz, s.5 221 Kula, Avrupa Kim.., ss. 97-98 222 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.99
91
Gellner, Batılılar, seçilmişliklerini, Hristiyanlığa, rasyonalizme, bireyciliğe,
kapitalizme, erdeme, genlere, Marksizme, Protestan ahlaka, cesarete, anayasacılığa,
demokrasiye bağladılar demiştir.223
Erdenir’in naklettiğine göre, Alman tarihçi Leopold von Ranke ilerleme ve
uygarlık kavramlarının ancak Latin ve Germanik halklara ait değerler olduğunu ileri
sürmektedir.224
Kula’nın nakledişine göre, Hans Georg Gadamer, bilimin Avrupa'yı
belirlemesinin yanı sıra, yalnızca Avrupa'nın "bilimin özerk ve egemen kültür öğesi
olarak gelişmesini" mümkün kıldığını savunmuştur. Bu söyleme göre, Avrupa'yı
Avrupa yapan bilim; bilimi de bilim yapan Avrupa'dır.225
Gadamer’e göre "Avrupa" kültürünün oluşturucu öğeleri, ”Antik Helen
mirası”, “Hıristiyanlık”, “bilimsellik” ve “bilim yoluyla Aydınlanma” olarak
sıralanmaktadır.226
Ortaylı, Onsekizinci yüzyılın ünlü filozofu Voltaire’in, tarihi dört safhaya
ayırdığını, buların birincisi Yunan, ikincisi Roma, üçüncüsü Đstanbul’un fethiyle
ortaya çıktını belittiği, Rönesans ve dördüncü safhanın, Rönesans sonrası safha
olduğunu belirterek bu safhada ülkede artık ilimler, sanatlar, hukuk o dereceye
ulaşmıştır ki beşeriyet bundan sonra Fransa’nın ışıklarından esinlenecek dediğini
bunun Avrupa merkezci bir bakışın eseri olduğunu belirtmiştir.227
Yirminci yüzyıldan bir örnek olarak, Amerikalı siyaset bilimci Huntington, ise
Avrupa kültürünün kendinden menkul kimliksel unsurları sayesinde gelişmeler
katettiğini ve bu sayede onyedinci ve onsekizinci yüzyıldan itibaren modernleşme
sürecini başlattığını ileri sürmektedir. Avrupa'nın modernleşmeden önce de
“Avrupa” olduğunu, kendisini diğer kültürlerden farklılaştıran Avrupalı değerler,
kurumlar ve pratikler sayesinde modernleşmeyi yarattığını öne sürmektedir. 228
223 Ernest Gellner; Milliyetçiliğe Bakmak, (Çev.) Simten Coşar, Saltuk Özertürk, Nalan Soyarık, Đletişim Yayınları, 2. Baskı,Đstanbul 2007, s.204 224 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.99 225 Kula, Avrupa Kim.., s. 60 226 Kula, Avrupa Kim.., s. 61 227 Ortaylı, Avrupa ve Biz, s.5 228 Erdenir,Avrupa Pan Mil.., ss.99-100
92
Rougemont, “Avrupa tüm dünyayı keşfetti ama kimse gelip onu keşfedemedi...
Avrupa tüm dünyanın taklit ettiği bir uygarlık yaratmışken aksi hiçbir zaman
gerçekleşmedi” diyerek Avrupa'nın yarattığı değerlerin ve kurumların evrenselliğinin
ötesinde öteki kültürler karşısındaki ayrıcalığını vurgulamaktadır.229
Erdenir, Tarihçi Moses Finley'in “Yunanca’da eleutheria, Latince'de libertas
olan özgürlük (freedom) kelimesinin veya özgür insan (free man) kelimesinin
Đbranice de dahil olmak üzere hiçbir Yakın Doğu dilinde veya Uzak Doğu dilinde
karşılığı olmadığını belirtmek yeterli olacaktır.” Dediğini ifade etmektedir
Bu iddiaya eleştiri olarak Erdenir, Kültürel farklılıkların politik kültüre de
yansıdığını ileri süren Finley’in evrensel bir kavram olduğuna kuşku duyulmayacak
özgürlük kavramını sadece Avrupa'ya aitmiş gibi göstermesinin Avrupa
merkezciliğe güzel bir örnek olduğunu belirtmiştir. 230
Avrupa’nın modern döneminin nimetlerinden yararlanarak gerçekleştirdiği
deniz aşırı sömürgecilik onsekizinci yüzyıldan itibaren Avrupa’nın kendisini medeni
sömürgeciliği de medeniyetleştirme olarak tanımlamasını sağlamıştır. Uygarlık
aydınlanmanın değerlerini taşıyan ilerleme ve düzeni temsil eden bir kavram olarak
Avrupa’nın kimliğine atfedilmiştir.
Bu şekilde Avrupa’ya ait katı kültürel unsurlar mutlak gerçekliği temsil ettikleri
iddiasıyla Evrenselleştirilirken, Evrensel değerler de Avrupa’nın kimliğine
atfedilmiştir.
Tüm kültürler tarafından bir şekilde paylaşılması mümkün olan esnek kültürel
unsurların katı kültürel alana dahil edilmesi sonucunda klasik kültürel unsurlara
dayalı gayet muhafazakar bir Avrupa kimliği ortaya çıkmıştır.
Aydınlanmanın kökleri de klasik formülasyondaki üç unsura bağlanmıştır.
Modern demokrasinin ve özgürlüklerin kökeni eski yunan demokrasileri olarak
belirlenirken, hukukun üstünlüğü ilkesinin Doğal hukukçular ve Romalıların mirası
olduğu kabul edilmiştir. Đlerleme ve uygarlık gibi kavramların Avrupa eliyle tüm
dünyaya yayılmasının ahlaki ve meşru temelleri ise Hristiyanlığın evrensel hümanist
düşüncesine dayandırılmıştır.
229 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.101 230 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.101
93
Đnsanlığın kurtuluşuna dayanan Hristiyanlık felsefesi ile insanlığın
uygarlaştırılması düşüncesini temsil eden aydınlanma düşüncesi Avrupa kimliği
altında bütünleştirildiği belirtilmiştir.Avrupa kimliğinde evrensellik iddiası hiç
kuşkusuz ayrıcalıklı olma iddiasını da getirmektedir.
Avrupa kimliğinin evrensellik iddiası ile mutlaklaştırılması ile Avrupa’nın
ötekisi olarak belirlenen kimlikler dışlanmış hatta aşağılanmıştır.Aydınlanma
değerlerinin Avrupa’nın kendine özgü katı kimliksel unsurlarının birer ürünü olarak
ileri sürüldüğünde diğer kimliklerin bu evrensel değerlere ulaşmasının önü
tıkanmaktadır.
Papa 16. Benediktus'a göre, “Doğu dünyası", “Batı dünyası“ na göre daha
yavaş dönüşmüştür. Papa'nın ”Doğu dünyası kendisini yenileyememiştir" söylemi,
özünde bütün Avrupa ve Hıristiyan merkezci kuramların dayandığı temel iddialardan
biridir. Avrupa'ya “felsefi üstünlük” atfederek, onu kendi içinde bütünleştirmektir.
Đdianın ikinci amacıysa, Osmanlı Türklerini Avrupa'dan kesin olarak ayırmak,
"Avrupa'ya yabancı bir halk" olarak kategorize etmeyi kolaylaştırmaktır. 231
Kültürlere özgünlük kazandıran yaratıldıkları toprak, tarihsel ve toplumsal
koşullardır. Bir etnik topluluk, olsa olsa söz konusu özgünlüğün dışa vurumuna ve
öbür insanlarla paylaşımına aracılık eder. 232
Türkler, Yüceltilen Helen birikiminin yaratıldığı topraklardan gelmelerine
karşın, sözkonusu kültürel birikimle ilişkilendirilmemektedirler. Đnsanlar arasında
ilişki olduğu sürece kültürlerarası ilişki ve etkileşim kaçınılmazdır.233
Özetle modernitenin evrensel değerleri Avrupa’ya mal edildiğinde bu unsurlar
Avrupa kültürünün ve dolayısı ile Avrupa kimliğinin genetik kodunu taşıyan katı
değişmez sabit kimliksel unsurları olarak belirmektedir. Böylelikle aklın ve bilimin
üstünlüğü entelektüel gelişim, modern kurumlar, sanayileşme, kentleşme, demokrasi,
insan hakları, hukukun üstünlüğü, toplumsal hayatta belli kurallara uyum gibi,
modern değerler, Avrupa kimliği’ne özgü nitelikler olarak algılanmaktadır. 234
231 Kula, Avrupa Kim.., ss. 90-91 232 Kula, Avrupa Kim.., ss. 62-63 233 Kula, Avrupa Kim.., ss. 62-63 234Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.101
94
Avrupa kimliğinin evrensellik iddiasıyla mutlaklaştırılması hiç şüphesiz
Avrupa'nın ötekisi olarak beliren kimliklerin de aynı normatif model temelinde kesin
ifadelerle yargılanması anlamına gelmektedir. Aydınlanmanın değerlerine Avrupa
merkezci bir evrensellik atfedildiğinde sadece bu unsurları içeren toplumlar uygar
olarak tanımlanmış, diğer toplumlar ise Avrupa'nın taşımadığı olumsuz niteliklerle
yüklenerek dışlanmış ve hatta aşağılanmıştır. 235
Böylelikle, yeni bir dünya düzeni ortaya çıkmış, uygarlık derecelerinin belirlen-
diği hayali bir zaman-mekan eksenine yerleştirilen diğer toplumlar Avrupa
uygarlığından sınır çekilerek dışlanmışlardır. Tüm insanlığın yerleştirildiği
uygarlık/barbarlık ekseninde Avrupa genetik özellikleri sayesinde en ayrıcalıklı
kutbu ele geçirmiştir. Bu dışlamacı sınır çekme, ötekilerin sadece ve sadece Avrupalı
bir benlik tarafından belirlenmesi, değerlendirilmesi ve nitelendirilmesi anlamına
gelmektedir. Aydınlanma değerlerinin Avrupa'nın kendine özgü katı kimliksel
unsurlarının birer ürünü olduğu ileri sürüldüğünde, diğer kimliklerin bu evrensel
değerlere ulaşmasının da önü kapatılmaktadır.236
Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren barışçı bir bütünleşmeye doğru
derin adımlar atan farklı bir Avrupa ortaya çıkmış ise de Avrupa, Pan-
Avrupacılığından bir türlü kopamamıştır.
4.4.7. Avrupa Birliği’nin Avrupa Merkezciliği
Avrupa birliği, siyasal bütünleşme amaçlı teknik ve ekonomik ağırlıklı bir
süreçtir.
Erdenir’in Sampson’dan nakledişine göre Jean Monnet Avrupa hiçbir zaman
var olmadı.. birilerinin onu gerçekten yaratması gerekir demiştir. 237
Avrupa Birliği kimlik politikalarının en önemli özelliği Avrupa kimliğinin yeni
bir milliyetçilik üzerine inşa ediliyor olmasıdır. Avrupa Birliği seçkinlerinin farklı
uluslara mensup bireyleri milliyetçilik yaratmada kullanılan unsurlar ve benzer
süreçleri kullanarak Avrupalıya dönüştürmeyi hedefledikleri anlaşılmaktadır. 238
235Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.101 236Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.101 237Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.107 238Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.108
95
Avrupa kimliğinin dil etnik köken ve coğrafya gibi katı unsurlar üzerinde
yükselmesi mümkün olmadığından ortak tarih, ortak kültürel miras gibi temel
unsurlar esas alınmıştır.
Pan-Avrupacılığın klasik eski Yunan, Roma - Hristiyanlık, aydınlanma
formülasyonu Avrupa Birliğinin ortak tarihi olarak sunulmaktadır.
Simith’in kültürler ailesi olarak nitelendirdiği Roma hukuku, siyasi demokrasi,
parlementer kurumlar, Yahudi-Hristiyan etiği gibi gelenekler ve Rönesans
hümanizması akılcılık ampirizm, hümanizm, klasizm gibi kültürel miraslar ortak
tarihsel miras olarak özetlenmektedir. Onsekizinci yüzyılda seçkinlerin ulus devlet
oluşturmak üzere icat ettikleri gelenek ve simgeler benzer şekilde Avrupa kimliği
yaratmak üzere kullanılmaktadır. Avrupa Birliğinin kültür politikalarında Pan-
Avrupacılığın derin etkilerini görmek mümkündür.
Avrupa Birliği’nin, kimlik oluşturma çalışmaları resmi olarak ilk kez 1973
Kopenhag zirvesinde “Avrupa Kimliğine Đlişkin Bildiri” ile başlamıştır. 1989 Sınır
Tanımayan Televizyon direktifi, Avrupa Kimliğinin ortaya çıkarılması konusunda
önemli bir girişimdir. 1983 Solemn bildirisi ile Avrupalılık bilincinin geliştirilmesi
için Avrupa tarihi ve kültürüne ilişkin çalışmaların gerekliliğine vurgu yapılmış
Avrupa Birliği komisyonu bu düşünceleri hayata geçirmek amacıyla öncelikle
eğitim, bilgi, görsel eğitsel politikalar ve sanat alanlarında kültürel girişimlere
elatmıştır.239
1992 Maasricth anlaşması ile bütün üyelerin bağımsız kimlikleri korunmak
üzere ortak kültürel kimlik oluşturulmalıdır denilmektedir.
Farklılıkta birlikteliği sağlamlaştıracak semboller üzerinde durulmaktadır. Bu
nedenle ortak tarih ve ortak kültürel miras, Avrupa kimliğini Avrupalılara aşılamaya
çalışan her politika, ve Bayrak, Marş, özel günler, Para birimi gibi, sembol simge ve
araçlarda kullanılmıştır.
Her ne kadar Avrupa Birliği resmi söyleminde, Avrupa kimliğinin sözgelimi
Kopenhag kriterleri gibi politik, kültür alanında yer alan ortak değerlere dayandığı
239 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.109
96
söylense de, Avrupa kimlik politikalarının temellendirdiği kültürel unsurlar yöntem
araç ve simgeler Pan-Avrupacılığın derin izlerini taşımaktadır.
4.4. Sonuç
Avrupa kavramı, tarih öncesi çağda Antik dönemde mitolojik bir hikaye
olarak ortaya çıkmış, sonradan tarif edildiği doğal sınırlarda bile kesinlik olmayan bir
bölgeyi ifade etmeye başlamıştır. Yunan mitolojisinde ortaya çıkması nedeniyle
Yunan Hinderlandını çağrıştıran bir ad olan Avrupa, uzunca bir süre pek
kullanılmayan bir kavram olarak kalmıştır.
Yunan site devletlerinin, Makedonya tarafından Makedonya’nın da Roma
imparatorluğu tarafından ilhak edilmesi üzerine Avrupa denilen bölgede Roma
imparatorluğu hüküm sürmeye başlamıştır. Üçüncü yüzyılda Roma Batı ve Doğu
olarak ikiye ayrılmış, dördüncü yüzyılda da Batı Roma imparatorluğu Hristiyanlığı
kabul etmiştir.
476 da Batı Roma imparatorluğu’nun yıkılması ile Avrupa için karınlık çağ
denen dönem başlamış ve sekizinci yüzyılda Şarlman imparatorluğuna kadar devam
etmiştir. Karanlık dönemde kuzeyden Barbar akınları doğudan Pers saldırıları devam
etmektedir. Đslamiyet doğmuş ve Avrupa’ya doğru ilerlemektedir. Yoğun şekilde
devam eden Müslüman saldırılarına karşı bir ortak düşman hissi belirmeye
başlamıştır.
732 yılında Poitiers savaşı müslümanların ilk defa durdurulduğu savaş olarak
Avrupa kimliği oluşumunda önemli tarihlerden biridir. Đlk kez düşmanı sembolize
eden bir kimlik oluşmaya başlamıştır.
Kuzey barbarlarının Frenklerin Hristiyan olmaları ile sekizinci yüzyılda
Avrupa’nın Hristiyanlaşması büyük oranda tamamlanmıştır. Aynı yüzyılda Şarlman
sarayında Avrupa kelimesi Hristiyan Dünyası anlamında ilk kez kullanılmıştır.
Şarlman’ın döneminde papalık ve imparatorluk olmak üzere iki otorite merkezi
oluşmuştur.
Şarlman imparatorluğunun yıkılmasının ardından kurulan birçok küçük Krallık,
feodal üretim tarzına geçiş, Hristiyan cemaati olarak iç homojenleşme Batı’yı
güçlendirmiş, Müslüman Doğu’ya karşı kaybedilen toprakların geri alınması için
yeniden fetih hareketi başlatılmıştır.
97
Avrupa devletlerinin yeniden fetih hareketi devam ederken, Türklerin,
Anadolu’ya girmeleri ve Doğu Roma’nın (Bizans’ın) bir kısım topraklarını alarak
batıya doğru ilerlemeleri, aynı zamanda Müslüman olmaları daha baştan itibaren
Türklere karşı düşmanlık beslenilmesine neden olmuştur.
Selçuklular’dan kısa süre sonra Osmanlı devletinin kurulması bir süre sonra
Avrupa devletlerinin haçlı seferlerinde Varna, Kosova Niğbolu’da yenilgiye
uğratarak Avrupa içlerine doğru genişleme amacında olmaları Türklere karşı duyulan
tehdit algısını arttırmıştır.
Din adamları bu dönemde dinsel ve dünyasal mücadele araçlarını araştırarak
Türkler’e karşı birleşilmesini sağlanmaya çalışmışlardır. Đstanbul’un fethi Türklere
karşı duyulan korkuyu artırmıştır. Söz konusu dönemde özellikle Hümanist din
adamları akla gelen her türlü araç ile Türkler’e karşı savaşılması gerektiği, onlara
ancak birleşerek karşı konulabileceğini ileri sürerek; birleşmeyi ve savaşı
kolaylaştırmak için Türklerin vahşi canavarlar düzeyinde kötü oldukları iddiasını
yaymaya çalışmışlardır.
Đstanbul fethinden sonra Türklerin, Avrupa yönündeki fetihlere bir süre ara
vermesi, yüzyıl savaşlarının sona ermiş olması, Avrupa devletlerinde denizcilikte
gelişmeler yaşanması, Avrupa’nın doğu sınırında Türklerin bulunması nedeniyle
Avrupa’nın doğuya doğru genişleyememesi, denizaşırı keşiflere neden olmuştur.
Rönasans, hemen tamamı aynı zamanda din adamı olan hümanist yazarların
Türklerin tehdine karşı tek çare olan birleşerek saldırmayı yada birleşerek savunmayı
sağlamak için, her biri Türk genişlemesinin potansiyel hedefi olan Hristiyan
devletlerini Türklere kaşı birleştirmek amacıyla bir yandan Türk’e karşı savaş
çağrısı yaparken birleşerek hareket etmeyi kolaylaştıracak ortak değerler, felsefi
temeller bulmaya da çalışmışlardır. Antik Yunan kültürünü ve gizemli ve daha
insancıl algılandığı Bizanstan Đtalyaya geçen hümanistlerce de belirtilen Avrupa
adını birleştirici olarak keşfetmişlerdir.
Türkler, Avrupa kimliğinin aşamalarından Reformasyon’a doğrudan
Protestanları ve kalvinistleri, desteklemek suretiyle reformasyonun gerçekleşmesini
sağlamıştır.
98
Katolik Đspanya’ya ve Şarlken’e karşı Fransa Hollanda ve Đngilizlere, siyasi
askeri ve parasal destek sağlayarak Ulus devletlerin ortaya çıkmasına ve ayakta
kalmasına çok önemli katkılarda bulunmuştur.
Ulus devletler, Denizaşırı keşifler ve Laikleşme unsurlarından her biri
diğerlerinin hem sebebi hem sonucu olmuş, Osmanlı Đmparatorluğu bu aşamaları
bazen devlet politikası olarak doğrudan desteklemek suretiyle ve genel olarak
oluşturucu öteki etkisiyle şekillendirmiştir.
Bütün somut tarihsel gerçekliklerin ışığında Avrupa Kimliği’nin Türklerin
Avrupa topraklarını fethetme amacı, bunu aşama aşama uygulamaya koyması,
ordusunun gücü ve büyüklüğü ve ekonomik gücü dikkate alındığında amacını
gerçekleştireceğinin görülmesi üzerine Avrupa devletlerinin tek tek Krallıklar veya
politik birimler olarak karşı koyamayacakları bu güce karşı birleşme
zorunluluğundan ortaya çıkmış bir kimliktir.
Bu genel durumu gidişatı gören elit kesim bu birleşmeyi sağlayabilecek bütün
unsurları araştırmaya başlamıştır. O dönemdeki tek ortak özellik olan Hristiyanlık,
tehlike oluşturan gücünde Müslüman olması nedeniyle kuvvetli bir birleştirici unsur
olarak tespit edilmiştir.
Başka birleştirici unsurlar ortaya koyabilmek için sözkonusu coğrafyanın bir
bölümü için mitolojide kullanılmış ve daha sonra pek kullanılmayan Avrupa adı
güncellenerek bölge için kullanılmaya başlanmıştır. Sözkonusu coğrafyada
yaşayanlar için Avrupalı kavramının ilk defa Türk Padişahına yazılan mektupta
kullanıldığı gözden kaçmamalıdır.
Ortak bir geçmiş oluşturmak üzere bölgede ilk çağlarda yaşayan uygarlıklar
dan beğenilen Antik Yunan Kültürü ve Roma Hukuku yeniden yorumlanıp
güncellenerek Avrupa ortak geçmişi olarak sunulmuş, ve icad edilen bu ortak
geçmişi yaşatmak için eğitim sistemine dahil edilerek kalıcılaşması Avrupalılığın
kriterlerinden biri haline dönüşmesi sağlanmıştır.
Avrupa Kimliği Türk tehlikesi nedeniyle oluşturulmuş ve bu kimlik sayesinde
Türkler durdurulabilmiş hatta aldıkları bir kısım Avrupa topraklarından
çıkarılabilmiştir. Avrupa devletleri ortak duygularla birlikte hareket etmek üzere
oluşturulan bu kimlikle savaşılması sonucu Türklerin durdurulabilmesi olarak elde
99
edilen büyük başarı, oluşan bu kimliğin bozulmadan sürdürülmesi hatta resmi
olarak bir birlik oluluşturulması gerektiğine dair yaygın bir görüş oluşmasına neden
olmuştur.
100
BEŞĐNCĐ BÖLÜM
AVRUPA KĐMLĐĞĐ’NĐN TÜRK KĐMLĐĞĐ ĐLE ETKĐLEŞĐMĐ
5. 1. Giriş
Avrupa kimliği oluşumunda en etkili olan harici gücün, yani Avrupa
kimliğinin ötekisinin, Türkler olduğu ziyadesiyle yaygın kabule sahip bir görüştür.
Türkler ile Avrupa arasında kesintisiz etkileşim Türklerin 1071 yılında Anadolu’ya
girmesi ve Bizans imparatorluğu’nun bir kısım topraklarını almasıyla başlamıştır.
Ancak Avrupa’nın Türklerle tanışmasının çok daha öncelere dayandığı
belirtilmektedir. Bu temaslardan en bilinenleri olan Batı Hun Đmpatoru Attila’nın
441, 447 yıllarında gerçekleştirdiği birinci ve ikinci Balkan seferidir. Bu savaşlar
sonunda Attila’nın, Bizans’ı vergiye bağladığı, 452 yılında Batı Roma
imparatorluğunu egemenliği altına aldığı belirtilmektedir. Ancak Attila’nın 453’te
ölümünün ardından devam eden savaşlarda çocuklarından ikisinin ölümü ve
sonuncusu olan Đrnek idaresindeki Hunlar’ın da başka bir Türk boyu olan Oğur'lara
katılmasıyla Avrupa topraklarındaki egemenliklerinin son bulduğu belirtilmiştir.1
Kafesoğlu “beşinci yüzyılda Avrupa’da gerçekleşen“ yaklaşık bir asırlık
Hun hakimiyetinin “Kavimler Göçü”nü tahrik etmesi nedeni ile etnik,
Antikçağın kapanıp, Ortaçağın başlamasına ve "Kutsal Roma-Germen" birliği
sisteminin teşekkülüne zemin hazırlamak yolu ile politik,
Savaşlar veya dostça ilişkiler vasıtasiyle gelişen destan (Nibelungen vb.) ve efsaneler
(St. Lupus, St. Geneviev vb.)’ in edebiyat, san’ata etkisi sebebiyle estetik
Şövalyelik ruhunun aşılanması ile sosyal,
Türk ordu teçhizat ve muharebe usullerinin taklidi dolayısiyle, askeri
açıdan etkilerinin Avrupa'da Ortaçağ boyunca devam ettiğini belirtmiştir.” 2
Çalışmamız açısından Türkler ile Avrupa arasındaki etkileşimin onbirinci
yüzyıl ve sonrasında meydana gelen kısmı esas alınmıştır.
On birinci yüzyılda Türkler’in Anadolu’yu fetihlerinden itibaren Türkçe’nin
hakim olarak konuşulduğu Anadolu topraklarına “Türkiye” adı verilmiştir. Bu isim
Avrupalılar tarafından verilmiştir. “Türkiye” sözcüğü ilk olarak 1190 da Barbarossa
1 Đbrahim Kafesoğlu, Türk Đslam Sentezi, Đstanbul, Ötüken Neşriyat,3. Baskı, 1999, ss. 20-21 2 Kafesoğlu; Türk Đsl.., s.21
101
Haçlılarının bir vakayinamesinde geçmiştir. Onüçüncü yüzyıla gelindiğinde sözcük
Avrupalı yazarlar tarafından yaygın bir şekilde kullanılmaktadır, “Türkiye” sözcüğü
Avrupalıların Avrupa’nın ötekisine verdikleri isimdir.3
Kula, “Alman edebiyat ve felsefe tarihinde Osmanlı Đmparatorluğu yerine genel
olarak Türk ve Türkiye kavramları kullanıldığını, bu tutumun "biz ve öteki" söylemi
yada "ötekileştirme" taktiği gereği, karşıt güç biçiminde algılanan Türkleri belirgin
bir biçimde ayırt etme amacının bir parçası olarak değerlendirilebileceğini
belirtmektedir.” 4
“Alman yazınında Türklerin yaşadığı ülke anlamında Türkiye kavramı, ilk kez
Bavyeralı şair Tannhauser tarafından 1229 yılından kalma "Haçlı Seferi Şarkısı" adlı
şiirde kullanılmıştır.” 5
Soykut’a göre, “Avrupalılar tarafından Türk sözcüğü Müslüman anlamında
kullanılmaktadır.”Farsi Turko” (Türk olmak deyimi ) Đslam dinini kabul etmek
anlamına gelmektedir.” 6
Yurdusev, Avrupalılar için Türk sözcüğü Müslüman sözcüğü ile eş anlamlıdır,
Müslüman olan bir Avrupalı için “Türkleşti” ifadesi kullanılır. Müslümanlaşma
Osmanlı Đmparatorluğu sınırları dışında örneğin Đsfahan da olsa bile Türkleşti deyimi
kullanılır. Zira Türk ve Müslüman öylesine özdeşleşmiştir ki “Hıristiyan Arap deyişi
anlamlı bulunurken, Hıristiyan Türk sözcüğü anlamsız ve kendi içinde çelişkili
görülür, demiştir.7
Kumrular, Türk kelimesini kullanan Avrupa insanının, sosyal statüsü ne olursa
olsun kelimenin etnik ve dini kökeni ile değil, doğrudan karşılaştığı tehlike ile
ilgilenmiş olduğunu, Türk kelimesinin tehlikeyi adlandırmakta kullanılan bir terim
olduğunu belirtmiştir. 8
3 Bernard Levis, Modern Türkiye’nin doğuşu Metin Kıratlı(çev), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları IV.Dizi Sayı 8a, 2. Baskı 1984, s.1 Dipnot 1- Yurdusev, Avrupa Kim.., s.60 4 Onur Bilge Kula, Avrupa Kimliği ve Türkiye, Đstanbul, Büke kitapları, 2006, dipnot 55 s. 167, 5 Kula, Avrupa Kim.., dipnot 55 s. 167, 6 Mustafa Soykut,Papalık ve Venedik Belgelerinde Avrupa’nın Birliği ve Osmanlı Devleti(1453-1683),Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayını, 2007, s.28 7 A.Nuri Yurdusev, Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Türk Kimliği, Atila Eralp, (Ed) Türkiye ve Avrupa, Ankara, Đmge Kitapevi 1997, s.61 8 Özlem Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığının Kökeni Türk Korkusu, Đstanbul, Doğan Kitap, 4. Baskı, 2008 s. 48
102
Bernard Levis,Türk sözcüğünün Batıda Müslüman’ın eşanlamı haline geldiğini
ve Müslüman olmuş bir batılıya,”Türk olmuş”dendiğini belirtmiştir.9
Avrupada Türk tehlikesinin ortaya çıkmasıyla birlikte Türklerin kim olduğu
nereden geldiği sorusuna cevap ararken düşman Türkler’e atfedilen kötü sıfatlar Türk
kelimesinin kökeninde aramaya çalışılmıştır.
Kumrular, Fernando Fernandez Lanza isimli araştırmacın incelemelerinde
Türklerin vahşetinin “Türk” kelimesinin içinde saklı olduğunu iddia eden metinler
ortaya çıkardığını belirtmiştir. 10
Bu metinlerin bazılarında “Türk isminin, (Turco) acı çektirmek (a torquendo)
veya işkence (a tortura), ellerine düşenlere acı çektiren belalılar anlamına geldiği
söylenmeye çalışılmıştır. Bazıları bu şeytani soya Türkler denmesini, Antik çağda
Đskitya kralı olan Herkül’ün oğlu Theucra’nın adına bağlamışlardır.” 11
“Onaltıncı yüzyılda olduğu kadar geç ortaçağda da Yunan karşıtı polemikçiler
gibi Türk’lerin Truvalıların köklerinden geldiğini ispatlamaya çalışanlar olduğu
belirtilmiştir.”12
Avrupa’da Türklerin kökeninin Asya soyundan gelen bir halk olan fakat
Türklerle hiç ilgisi olmayan Đskitlere kadar uzandığını kanıtlamaya çalışan çok geniş
bir literatür bulunmaktadır. 13
“Türk” kelimesinin işkenceyle ve Đskitlerle bağdaştırılması hem bir savunma
mekanizması, hem bir antipropaganda malzemesi, hem de Türklere karşı savaşı haklı
hale getirecek bir sebep olarak ileri sürülmüştür.14
Türkler, Haçlı seferi anlayışını yaygınlaştırmak amacı güden, Avrupa
coğrafyasında yaşayan uygarlıklar ve devletler tarafından daha onbirinci yüzyılın
başlarından itibaren “baş düşman”, “ebedi düşman” imgesi bağlamında, Hristiyanlık
temelinde ortak kimlik anlayışını pekiştirmekte araç olarak kullanılmıştır. 15
9 Levis, Modern Türk.., s.13 10 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 48 11 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., ss. 48-49 12 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., ss. 48-49 13 Soykut,Papalık, s.28 14 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 49 15 Kula, Avrupa Kim.., dipnot 56 s. 167,
103
Yurdusev’in Hay’dan nakledişine göre Selçuklu Türkleri Hristiyan dünyasının
ortak ögelerinin Hristiyanların bilincinde uyanmasında etkili olmuştur.16
Türkler Anadolu'ya yerleşmelerinin daha başından itibaren önce Anadolu
Hristiyanlığı daha sonra da Avrupa tarafından tehlike olarak değerlendirilmiştir. Bu
değerlendirme kapsamında Avrupa Hıristiyanlığı daha belirgin bir biçimde özünü,
Hıristiyanlıktan kaynaklanan ortak paydasının derinlik ve kapsamını sorgulamaya ve
irdelemeye başlamıştır.17
5.2.Haçlı seferleri (Türk Savaşı)
Onbirinci yüzyılın sonunda gerçekleşen Birinci Haçlı Seferi'nden başlayarak,
“Türkler, Avrupa yazılı belgelerinde “Doğudan gelen Hıristiyanlık karşıtı tehlike”,
“yakıp-yıkan”, “Hıristiyanları ve onların kutsal değerlerini yok eden” Asyalı güç
olarak betimlenmiştir. Bu süreç içerisinde “Haçlı seferi” kavramı ile “Türk savaşı”
kavramı giderek eş anlamlı kullanılmaya başlanmıştır.” Böyle bir bakış açısının
yerleşmesine papalık önemli bir katkı yapmıştır.18
Kula’nın, Martin Luhter’in Monte Croce’nın ”Kuran'ın Çürütülmesi” adlı
kitabının çevirisinden naklettiğine göre Onbirinci yüzyılın ikinci yarısında dönemin
Bizans imparatorunun, Avrupa Hıristiyanlığına çeşitli yollardan başvurarak,
Anadolu’da yayılan Türklerin Hıristiyanlık için başlıca tehlike oluşturmaya
başladıklarını bildirmesi ve söz konusu tehlikeyi önlemek amacıyla Avrupa'dan
yardım istemesiyle, “Türk tehlikesi” Avrupa gündemine girmiştir. 19
Yurdusev, Taner Timur’un, Avrupalıların Türklere olan ilgilerinin ve
önyargılarının temelinin, Haçlı Seferleri’ne kadar uzandığını, hatta bunun
kalıntılarının bugün bile hissedildiğinin söylenebileceğini belirttiğini, Nitekim,
Fransız Adelet Bakanı ve aynı zamanda Akademi üyesi olan Alain Peyrefitte’nin Le
Mal Français Başlıklı eserinde “Haçlıların Fransa’sı Aydınlıkların Fransa”sı
demesini bunun örneği olarak andığını belirtir. 20
16 Yurdusev, Avrupa Kim.., 34.not.s.74 17 Kula, Avrupa Kim.., s. 166 18 Kula, Avrupa Kim.., s. 92 19 Kula. Avrupa Kim.., s. 131 20 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.65-66
104
Türklerin, Doğu Roma (Bizans) imparatorluğu için ciddi ve dolaysız bir tehlike
oluşturmaya başlaması ile birlikte, Avrupa'da ”Türk tehlikesi” ve bu tehlikenin nasıl
önlenebileceği konusu, artık Avrupa'nın “başlıca ve ertelenemez” sorunu olarak
nitelendirilmiştir.
“Dönemin Avrupalı yöneticileri, siyasal ve dinsel yetkilileri kendileri için tehlike
olarak gördükleri Türklere karşı dünyasal savaşın araçlarını ve yöntemlerini
araştırmaya başlamışlardır, savunma yeterliliklerini geliştirme ve genişletme ihtiyacı
duymaları, Avrupalılara kimliklerinin ortak yönlerini öne çıkarma ve belirginleştirme
ortamı hazırlamıştır. Bu açıdan Türkler, karşıt güç olarak Avrupalılar açısından ortak
kimliğin oluşması ve yerleşmesi bakımından en önemli etken olmuştur.” 21
Bizanslı din bilgini Demetrius Cydonius Ricoldo'nun “Confutatio Alcorani”
(Kuran’ın çürütülmesi) adlı kitabını ”Đslam'a karşı felsefi bir silah”olarak düşünerek,
yaygınlaştırmak amacıyla Yunanca’ya çevirmiştir.22
Türkler ile Avrupa’da yaşayan Hristiyanlar arasında etkileşimin başlamasından
itibaren Türkler yüzyıllar boyunca Avrupalılar için ötekinin tek temsilcisi olmuştur.
“Protestanlar için Türkler, Katolikliğin kötülüğünü temsil ederken inançları
Protestanlığa aykırı olan Katolik Rönesans insanı ise, Türkleri Perslerle
özdeşleştirerek, antik Yunan uygarlığının ve dolayısı ile antik Yunan’la özdeşleşen
Rönesans Avrupa uygarlığının düşmanı olarak tanımlamıştır.” Türkler Roma
kilisesine göre Hristiyan aleminin ne pahasına, olursa olsun savaşılması gereken
düşmanı olarak tanımlanmıştır.23
Papa16.Benediktus, Yeni Çağ öncesi Avrupa'nın “ölüm kalım savaşı verdiği
yeni bir ötekiyle” tanıştığını bunun Türkler olduğunu vurgulamıştır.24
Kumrular, devrin vakanüvistlerine göre, Türk’ün başka sıfatlara ihtiyaç
duymadan tanımlanabilecek bir düşman olduğunu, Ancak yine de ona sayısız sıfat
atfetmekten geri kalınmadığını, klasik “düşman ” tanımından çok daha fazlasının
21 Kula, Avrupa Kim.., s. 131 22 Kula, Avrupa Kim.., s. 131 23 Soykut,Papalık.., s.24 24 Kula Avrupa Kim.., s. 101
105
yüklendiğini, Türklerin, şiddet, vahşet, kötülük, zalimlik ve yağmacılıkla
özdeşleştirildiğini, belirtmiştir.25
Coşan’ın, Schulze’den alıntı orak yaptığı tanımda; “Ezeli düşman, doğuştan
düşman olan, düşman kabul etmek için herhangi bir düşmanca eylem yapmasına
gerek duyulmayandır. Birinin Türk olması Hristiyanların düşmanı olması için
yeterlidir. 26
Kula’nın Anna Komnene’nin Alexias, adlı eserinden naklettiğine göre
“Türkler, Bizans Đmparatorluğu için Doğuda ivedi ve doğrudan bir tehlike oluşturan
Tanrı tanımaz barbarlardır.” 27
Alexias, Türkler hakkında birçok önyargı, kalıp söz,yakıcı yıkıcı yağmalayıcı
öldürücü, kutsal değer tanımaz, anlaşmalara uymaz ve bütün bunların toplam
anlamında barbar gibi ayırıcı dışlayıcı imge kullanılan önemli sayılabilecek yazılı ilk
kaynaklardan biridir. 28
Alexias'ın yazarı Anna Komnene’nin babası olan Bizans Đmparatoru I. Alexias
Komnenos 1088 yılında Flandreli Kont Robert'e yazdığı mektupta, “Peçenekler ve
Türkler, Hıristiyanları öldürmekte, çocukları ve gençleri vaftiz taşları üzerinde
sünnet etmekte, Tanrının adını kirletmekte, namuslu kızların ve kadınların ırzına
geçmekte, Hıristiyan erkekler üzerinde sodomik günahı işlemektedir” diyerek
Hıristiyan Avrupa'yı kendisinin ve Yunanistan'ın yardımına çağırmıştır 29
“Anılan mektup, başlıca amacı Türk yayılmasını önlemek olduğu öne sürülen
“Haçlı Seferi” girişimini haklı ve dinen gerekli göstermek amacıyla, Vatikan
tarafından kullanılmştır. Bu mektubun bir başka önemli yönü, Türklere ilişkin başlıca
imgelerin kaynağı olma işlevi görmüş olmasıdır.” 30
“Bizans Đmparatorunun mektubunda yer verdiği anlatımlar, tüm Hıristiyan
dünyasına dönüktür ve “bizim başımıza gelenler, sizlerin de başına gelebilir!”
hissettirmesini içermektedir. Vatikan'ın ve dönemin Avrupalı egemenlerinin şahsi
25 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., ss. 53-54 26 Leyla Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru, 16. yy’da Almanların Türklerden Korunmak Đçin Yazdığı Dualar Đstanbul, Yeditepe Yayınevi,2009, s. 31 27 Kula Avrupa Kim.., s. 116 28 Kula Avrupa Kim.., s. 127 29 Kula Avrupa Kim.., s.123 30 Kula Avrupa Kim.., s.168
106
çıkarlarına ulaşmak amacıyla araç olarak kullandıkları söz konusu hissettirme
nedeniyle, mektubun içerdiği Türkler hakkındaki betimlemeler, Hıristiyanlığın ortak
belleğine yerleşen olumsuz imgelerin oluşmasını kolaylaştırmıştır. I. Haçlı Seferi
sırasında Haçlı komutanlar tarafından Avrupa'ya gönderilen çok sayıda mektupta
Türkler ve Đslam konusunda yeralan “ötekileştirici” söylemler, Bizans imparatorunun
anlatımlarını pekiştirmiştir.” 31
Avrupa‘da yaşayanların dinsel-kültürel ortak yönlerini ortaya çıkarmaları
konusunda belirleyici önem taşıyan bir başka gelişme, Aralık 1095 tarihinde toplanan
Clermont Konsili'dir. Kula, Steven Runciman’ın Keşiş Robert'e dayanarak, Regina
Pernaud’un da Haçlı Seferine katılan Fulcher von Chartes'e dayanarak anlatımından
naklen, 1095'de Clermont Konsilinde, papa II. Urban’ın, “Doğu Hıristiyanlığının
simgesel değer taşıyan Kudüs, Antakya ve Konstantinopel gibi ana merkezlerinden
gelen yardım çağrısına gönderme yaparak, “bir yanda Tanrının düşmanı Türkler,
öbür yanda onun dostları...” bulunmaktadır. Bu nedenle, zengin yoksul bütün
Hıristiyanlar, “haklı bir savaşı” yürütmek için Doğunun yardımına koşmalıdır.”
Dediğini, I. Alexias’ın görüşlerine ek olarak papa II. Uban’ın Türkleri aşağılık
yaratıklar topluluğu olarak nitelediğini belirtmiştir.32
Bu gerekçelerle coşturulan Avrupalı Hristiyanların, Hıristiyanlığın baş
düşmanı ve kıyıcı “Türk'e karşı savaş” olarak sunulan I. Haçlı Seferine katıldıkları
belirtilmektedir.33
Papa II. Urban Clermont'daki konuşmasının yanı sıra, dönemin güçlü
egemenlerine ve yöneticilerine mektuplar yazarak, barbarların Doğu’daki “Tanrının
kiliselerinde” çeşitli tahribatlar yaptıklarından bahsetmektedir. 34
Papa ve kiliseler bu etkinlikleriyle Hıristiyanların “kollektif hissetme bilincini”
büyük ölçüde hareketlendirmeyi başarmışlardır. Söz konusu hareket, Đtalyanlardan
başlamak üzere, Đskoçları ve Đskandinavları içine alacak ölçüde bütün Avrupa'yı
kapsamıştır. Hıristiyanlığın onurunu korumak gerekçesiyle, Hıristiyan dünyası
açısından sembolik değeri çok yüksek olan Kutsal Gömüt (Mezar) ve Kutsal
31 Kula, Avrupa Kim.., s.226 32 Kula, Avrupa Kim.., ss.169.252 33 Kula, Avrupa Kim.., s.252 34 Kula, Avrupa Kim.., s.170
107
Kilisenin bulunduğu Kudüs'ü ve Antakya'yı kurtarma girişimi olarak gösterilen Haçlı
Seferleri, giderek tüm Avrupalı Hıristiyanları kapsayan bir olaya dönüşerek
kitleselleşmiştir. Örneğin, 1217 yılında düzenlenen 5. Haçlı Seferine sade halkın
dışında Đngiltere kralı Johann, Macar kralı Andreas, Staufer (Alman) kralı I.
Friedrich gibi dönemin önde gelen egemenleri katılmıştır. 35
Osmanlı Devleti, batıya doğru genişleyerek daha 1400’lere girerken bir Balkan
Đmparatorluğu olmuştur. 36 Türk akınlarına karşı Ege Denizindeki Hristiyan milletler
arasında savunma için bir birlik kurma konusunda ki ilk temaslar 1327’de
başlamıştır. Bu görüşmeye Bizanslılar ve Ege’deki bütün Hristiyan milletlerin
katıldığı belirtilmektedir. 37
Türkler, Kosova, Varna, Niğbolu ve mohaç’da haçlı ordusunu yenilgiye
uğratmıştır.38 25 Eylül 1396 tarihinde Osmanlıların Bulgaristan'da Niğbolu da haçlı
ordusunu yenilgiye uğratması bir dönüm noktasıdır. Bu savaşta Hristiyanların
Kudüs'ü ve Doğu Avrupa'yı geri alma hayalleri, bir daha yerine gelmemek üzere yok
olmuştur.39
Din adamları tarafından Hristiyanlığın başdüşmanı olarak gösterilen Türklere
karşı birleşerek şavaş çağrıları devam etmektedir. 1439'da Đmparator Đoannes
Hıristiyan dünyasını Türklere karşı birleştirmek için Ortodoks ve Katolik
kiliselerinin birleştirilmesini içeren bir antlaşmayı imzalamak için Floransa'ya
gitmiştir. Bu sırada Papa Dördüncü Eugenius bütün Hıristiyan devletlerini Türklere
karşı yeni bir haçlı seferine davet etmiştir.40
Kula’nın naklettiğine göre, G. W. F. Hegel, “Haçlı Seferi düşüncesi,
Hıristiyanlık temelinde bütün Avrupa'yı kapsayan bir olaya dönüşmüştür. Kilise,
Haçlı Seferleriyle "bütün yaşamsal ilişkiler, bilim ve sanat üzerinde egemenlik"
kurmayı başarmıştır. Demiştir” 41
35 Kula, Avrupa Kim.., s.170 36 Ortaylı, Avrupa ve Biz, s.153 37 Halil Đnalcık, Doğu Batı Makaleler II, Doğu Batı Yayınları, Ankara,2008, s. 15 38 Levis, Modern Türk.., s.25 39 Soykut, Papalık.., s.181 40 Kıvanç Galip Över, Avrupa’nın Kodları, Haziran 2006 Ümit Yayancılık, Ankara.s.162 41 Kula, Avrupa Kim.., s. 169
108
“Vatikan, yaşamın bütün alanları üzerinde mutlak biçimde egemenleşmek için,
Hıristiyanlık için kutsal olan yerlerin, inançsızların elinde bulunmasının Hıristiyanlar
için "onursuzluk" olduğunu öne sürerek, Avrupalı Hıristiyanların "bütünlüğünü"
sağlamıştır.” 42
“Hegel'in Đspanya tarafından Sarazenler43e karşı yürütülen savaşlarda oluşan
şövalye ruhu, Haçlı Seferleri yoluyla bütün Avrupa'ya yayılmıştır. biçimindeki
sözleri ilgi çekicidir. Haçlı Seferi düşüncesi Avrupa’nın ortak belleğini
biçimlendirmesinin yanı sıra, söz konusu ortak belleği yüzyıllar boyunca
koşullandırmıştır.” 44
5.3.Đstanbulun fethi
Đstanbul'un Türk ordusu tarafından fethi, Hristiyan dünyasında giderek
belirginleşmeye başlayan “ürküntü ve korkunun” yaygınlaştırılmasında meşrulaştırıcı
bir gerekçe olarak kullanılmıştır. Avrupa'nın ortak belleğinde yer etmiş olan Hun
akınları bağlamında Türklerin, Balkanlar ve Macaristan üzerinden Almanya’ya,
deniz üzerinden de Roma'ya doğru ilerleyecekleri varsayılmıştır. 45
“Kula’nın, söz konusu "endişe ve korkunun" büyüklüğünü açıklamak için,
verdiği örnekler şöyledir. Đmparator III. Friedrich Đstanbul'un Türkler tarafından
alındığını öğrendikten sonra "dua etmek ve ağlamak" amacıyla günlerce sarayına
kapanmıştır.“ 46
“Papa, Hıristiyanlığı, içinde bulunduğu uyuşukluktan uyandırmak için yeni bir
Haçlı Seferi hazırlanması konusunda buyruklar göndermiş, Avrupa'nın bütün
ülkelerinin kiliselerinde bu konuda "Haçlı (Türk) Vaazları" olarak adlandırılan
vaazlar verilmesini sağlamıştır.” 47
“Almanya'da kayzer iç bütünlüğü sağlamak ve Đspanya ve Fransa'nın desteğini
kazanmak amacıyla, 1454 yılında Regensburg kentinde “Đmparatorluk Meclisini”
toplamıştır.” 48
42 Kula, Avrupa Kim.., s. 169 43 Serazenler, Avrupalı’lar tarafından Müslüman Araplar’a verilen ad. 44 Kula, Avrupa Kim.., s. 169 45 Kula Avrupa Kim.., s. 236 46 Kula Avrupa Kim.., s. 236 47 Kula Avrupa Kim.., s. 236 48 Kula Avrupa Kim.., s. 236
109
Đstanbul’un düşmesi, Avrupalıların, Doğu Avrupa'da aşamalı olarak fakat hızla
biçimlenmeye başlayan bir gerçeğin farkına varmalarını sağlamıştır. Osmanlılar,
hemen hemen tüm Balkanlara sahip olmuşlardır. 49
Papa II. Pius'un Đstanbul'un düşüşünü işittiğinde; “şimdi gerçekten Avrupa'ya
yani anayurdumuza tıkıldık” “Geçmişte biz (…)yabancı ülkelerde yenilgi alırdık.
Şimdi bizi Avrupa’da kendi vatanımızda vuruyorlar dediği yine Đstanbul’un
düşüşünü kastederek Homeros’un ikinci kere ölmesine ağlıyorum dediği
belirtilmiştir.50
Papa’nın Đstanbul’un fethiyle ilgili olarak söylediği sözlerden anlaşıldığı gibi
asıl endişeye sebebiyet veren Türklerin orta Avrupa’ya kadar ilerlemiş olmalarıdır.
Đstanbul’un düşüşünü öğrenen Bessarion, Türkleri "anticristo" (Đsa düşmanı)
olarak tasvir etmiş ve bu olayla ilgili olarak Venedik Dukası Francesco Foscari'ye
yazdığı acıklı mektup da, şehirdeki olayları, "Konstantiniye; en zalim barbar
Hristiyanlığın vahşi düşmanları, kudurmuş hayvanlar tarafından yağmalandı,
Kiliseler ve azizlerin mabetleri küfür, kan ve her türlü aşağılanmayla kirletildi,
Tanrı'nın evleri karargaha dönüştü, kutsal emanetler karargahlara taşındı" diye
anlatmıştır.51
Sözkonusu dönemde Türklere karşı savaşın en ateşli savunucularından olan asıl
adı Enea Silvio Piccolomini olan papa II. Pius, yaptığı konuşmalarda Türklere karşı
savaşmanın Hıristiyan dünyasının dinsel görevi olduğunu sürekli vurgulamıştır.
Türklere karşı savaş düşüncesini Hıristiyan dünyasında yaygınlaştıran önemli din
adamlarının başında gelmektedir. II. Pius, vaazlarında halkı yakınmak ve ağlamak
yerine, etkin olarak Türklere karşı savaşa katılmaya çağırmıştır.52
Papa II. Pius, 1458 yılında Fatih Sultan Mehmet’e yazdığı mektubunda
“Avrupalılar” sözcüğünü ilk kez kullanmıştır. “Avrupalılar” sözcüğünü,
”Hristiyanlar” sözcüğü ile eşanlamlı olarak kullanmıştır.“ Avrupalı” ifadesi 1606’dan
itibaren yaygın şekilde kullanılmaya başlamış ve kalıcılaşmıştır.
49 Soykut,Papalık.., s.181 50 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.58- Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 31-Soykut,Papalık.., s57 51 Soykut,Papalık.., s.66 52 Kula, Avrupa Kim.., s. 92
110
Papa II. Pius Fatih Sultan Mehmet’e yazdığı ve gönderilmediği anlaşılan ünlü
“Epistola ad Mahumetem” isimli mektubunda, Fatih Sultan Mehmeti Hıristiyan
olmaya davet ederek, bunu kabul ederse Roma'yı kendisine vereceğine söz
vermektedir. Böylece II. Mehmet, ikinci Konstantin olacaktır.53
“II. Pius, pek bilinmeyen, Papa II. Pius'un Asya ve Avrupa Tasviri, adlı
kitabında putperest Romalıların elinden kurtulmuş ve kutsal yeni Ahit’e bağlı bir
hayat sürmekte olan Asya’nın Türk’lerin gelişiyle tamamen yoldan çıktığını ifade
etmektedir.” 54
Papa II. Pius’un konuşma ve yazılarından Türkler’e karşı oluşturulan
palitikanın özelliklerini çıkarmak mümkündür. Bu politikalar ilk olarak Türkler’in
ortak ezeli düşman olarak halkın bilinç altına yerleştirilmesi, bunun için Türkleri
kötü acımasız olarak göstermek, ikinci olarak Türklerin bütün Hristiyan dünyasını
ele geçireceği onun için birleşilerek Türklere karşı savaşılması gerektiği konusunda
politik egemenlerin ve halkın ikna edilmesi, üçüncüsü Türklere karşı birlik ve
bütünlüğü sağlamak için Hristiyanlık dışında başka ortak unsurlar yaratılması ve son
çare olarak Türk Đmparatorundan başlayarak Türk halkı Hristiyanlığa döndürme
çabalarıdır.
Türklerin Avrupa’ya dolayısı ile Hristiyan topraklarına girmelerinin ardından
Papa II. Pius ve pekçok Rönesans yazarı Türklere karşı ilgi duymaya başlamıştır. Bu
ilgi Pers istilası, yani Helen ve Perslerin karşı karşıya gelmelerinin ardından
Heredotos’un Perslere duyduğu ilgi arasında bir benzerlik kurulmaktadır. 55
Bu durum, II. Pius ve diğer Rönesans yazarları gibi “Hristiyan Avrupa’ ya karşı
saldırgan Đslam” imajının Türklerle özdeşleştirilmesinin yanında, antik Yunan'ın
düşmanı olan Perslerle Türkler arasında bir paralellik kurulduğuna da işaret
etmektedir. 56
Batı'yı, yani uygar dünyayı temsil eden eski Helenler ve Avrupa uluslarına karşı
Doğu'yu, yani barbarlığı temsil eden Persler ve Müslüman Türkler, Eski Helenler ve
Persler söz konusu olduğunda, her ikisinin de pagan olduğunu dikkate alınacak
53 Soykut,Papalık.., ss.56-57 Ortaylı, Avrupa ve Biz, ss. 209-210 54 Soykut, Papalık.., ss.58-59 55 Soykut,Papalık.., s.55-56 56 Soykut,Papalık.., s.55-56
111
olursa, Rönesans Türk imajının, zaten olumsuz olan Đslam imajı ile birleştiğinde
yarattığı etkinin, Helen-Pers örneğinde olduğundan daha güçlü bir anlam taşıdığı
görülür Zira Türk-Đslam imajının oluşum süreci, hem iki uygarlık arasındaki
"çatışma" ya, aynı zamanda evrensellik iddiası taşıyan iki rakip din arasındaki
rekabete de dayanmaktadır.57
Đtalyanlar, Hristiyanlığın zındık ve yozlaşmış kabul ettiği Arianizm gibi doğu
mezhepleri ile de Türkler arasında paralellik kurmuştur, her iki durumda da
Rönasans Avrupasına göre, Türkler uygar dünyanın anti tezidirler. Laik, çoğu Đtalyan
aydını tarafından dahi Türkler insan şekline girmiş “anticristo” yani Đsa düşmanı
olarak değerlendirilmiştir. 58
Papalığın, Hristiyanlık düşmanı (anti Christ) olarak gördüğü ve Ayrupa’nın
güvenliği için büyük tehlike oluşturduğunu düşündüğü Türkler’e karşı tutumu,
onyedinci yüzyıl sonuna kadar sürdürmüştür. Papalığa bağlı ruhbanlar, “Türklere
karşı haçlı seferi” konusunu bıkkınlık verecek derecede tekrarlamak suretiyle ortak
bilinç oluşturmaya çalışmaktadır.
Papalığın Osmanlı Đmparatorluğu'na yönelik resmi politikası, düşmanlığı
sürekli kılmak ve daima yeni haçlı seferi çağrıları yapmak olmuştur. Özellikle
onaltıncı yüzyılda ortaya çıkan Protestan ayrılığından sonra, Hristiyan devletler
arasındaki ortak siyasi paydalarının gittikçe azaldığını gören Papalık, "Hristiyanlık
alemine ortak bir; düşman yaratma çabası içine girmiştir 59
Bu yüzyıllarda Avrupa da barış ve birliğin Türklere karşı direnmek için gerekli
olduğu fikri zamanın krallarının ve politikacılarının retorik bir tezi olarak
düşünülebilirsede Yurdusev’in nakledişine göre, Mattingly bunun samimi bir isteğin
ifadesi olduğunu belirtmiştir.
Yurdusev’e göre, onaltıncı ve on yedinci yüzyıllar da Avrupa devletleri
arasında yapılan antlaşmaların çoğunda Türkler, Hıristiyan Alemi’nin ortak düşmanı
olarak tanımlanmıştır. Grotius dahil olmak üzere çoğu hukukçunun yazılarında da bu
durum gölülebilecektir.60
57 Soykut,Papalık.., s.55-56 58 Soykut,Papalık.., s.28 59 Soykut,Papalık.., s.193 60 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 63
112
Đstanbul'un, Türklerin eline geçmesi, Batı'da hem birleşme hayallerini yeşertmiş,
hem de yerel hareketleri tetiklemiştir. Din adamı, kilise heyeti üyesi Veronalı Timoti
“hayatı boyunca Đtalya'nın birleşmesi için uğraştığını, ama hiçbir başarı elde
edemediğini şimdi Đstanbul'un Türklerin eline geçmesiyle “Barbarların Hıristiyanları
sürü gibi nasıl kılıçtan geçirdiğini” öğrenince Đtalya'da bir birlik sağlanması
konusundaki umutlarının yeşerdiğini “belirtmiştir.61
Haçlı seferleriyle başlayan Türk karşıtı ırkçılık Đstanbul’un fethiyle
pekişmiştir.62 Đstanbul’un fethi, üzerine Kilise Türklere karşı Haçlı seferlerinden
itibaren uyguladığı propaganda girişimlerini nitelik ve sayısal olarak artırmıştır. Türk
tehdini insanların zihinlerine kazımak için hergün Kiliselerde çan çalınması
sağlanmıştır. Periyodik olarak tekrarlanan ve 1700 lü yıllara kadar devam eden Türk
vaazları başlatılmıştır.
Kilisenin diğer bir anti propagandası olarak çocuklara, gençlere, ailelere
öğretilen ve ayinlerde tekrarlanarak kilise sarkısı haline gelen Türklerden korunmak
üzere yazılan dualardır. Kilise, hemen hemen büyük çoğunluğu hümanist yazar olan
papalar öncülüğünde Türk konuşmaları olarak adlandırılan Türkler aleyhine kötü
sıfatlar içeren ve Türk’e karşı savaşı teşvik eden konuşma ve yazı yazma geleneğini
başlatmıştır.
Bu propagandalar yoluyla Türk korkusu ve Türk düşmanlığı, elit kesimden en
küçük yerleşim birimindeki halklara kadar yaygınlaştırılmıştır. Papalar bu faaliyetler
yanında krallara egemenlere yazılar mektuplar yazarak bütün Hristiyan devletlerin
biran önce birleşerek Türklere karşı savaşmalarını sağlamaya çalışmışlardır.
Türk tehlikesinin, Avrupa’nın, gündemine girmesinden itibaren din
adamlarınca başlatılan ve Đstanbul’un fethiyle şiddeti artırılan ve yaygınlaştırılan
propağandalar ile beslenen, yazarlar, düşünürler, şairler gibi, elit gruplar da faaliyet
gösterdikleri her alanda, kullanabildikleri her araçla, Hristiyanlıktan başka ortak
özellikleri olmayan insanlar da Türk düşmanlığı adında bir ortak unsur yaratmaya ve
bu ortak düşmana karşı birleşilmesi gerektiğine dair kolektif bir bilinç oluşturmaya
çalışmışlardır. Bu konuların işlendiği yorum, kitap, makale, yazı, konuşma, şiir,
61 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., ss. 122-123 62 Yurdusev, Avrupa Kim.., 34.not.s.74
113
müzik, resim, heykel, opera gibi pek çok eser ortaya çıkmıştır. Bu eserler yoluyla
Türk düşmanlığının oluşumuna ve kalıcılaşmasına, ve bu yakın ve etkili ortak
tehdidin önlenmesine, ortadan kaldırılmasına yönelik bir birliktelik oluşmasına
önemli katkı sağlamışlardır.
Esirler, tacirler, haçlı seferine katılan askerler, diplomatlar gibi insanların
yazdığı mektuplar Türk karşıtlığına ilişkin ortak bilinç oluşmasına katkıda bulunan
bir başka grup araçtır.
Yine elit kesim ve kilisenin etkileriyle Türkler aleyhine periyodik yayınlar
ortaya çıkmıştır. “Halkı Türklere karşı uyandırma ve bilinçlendirme politikaları
sürerken, özellikle Katolik mezhebinden pek çok misyoner Osmanlı Đmparatorluğu
topraklarına giderek halkı Hristiyanlığa döndürme yönünde girişimlerde
bulunmuştur.” 63
5.3.1.Türk Çanları
Đstanbul’un fethinin ardından, 1456’da Mora’nın Türklerin eline geçmesi ve
Türklerin Austurya’yı tehdit etmesinin hatırlatılması amacıyla Papa III. Calixt
tarafından 29 Haziran 1456’da çan çaldırılmış Türklerin tehdidini devamlı
hatırlatmak üzere tüm kiliselerde öğle saatlerinde bir veya birkaç kez çan çalınması
suretiyle bu uygulamanın devam ettirilmesini istemiştir. 64
Hem Protestan hem de Katolik kilisesi, düzenli olarak çalınan çanlar ve
beraberinde edilen dualar sayesinde herkesin, her gün, bu tehdidi hatırlamasını
sağlamışlarlardır. “Türk Çanları” uzun dönemler boyunca insanların belleklerinde
yer etmiş ve çanların çalınması Türk tehdidi anlamına gelmiştir. 65
5.3.2. Türk Vaazları
“Papa II. Pius'un adıyla özdeşleşen ve giderek kurumsallaşan “Türk vaazları”
(Türkenpredigt) Avrupa'da Türk ilerlemesini durdurmak için halkı Türklere karşı
savaşa yöneltmek amacıyla "yüzyıllar boyu" "Türk tehlikesi" Türk dehşeti", "Türk
korkusu" ile gerekçelendirilerek kilise yoluyla tüm Hıristiyan dünyasında
yaygınlaştırılmış ve kalıcılaştırılmış vaazlardır. “ 66
63 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 128 64 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 100 65 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 100 66 Kula, Avrupa Kim.., ss. 245-246
114
Türklere karşı okunan vaazlar ilk olarak, Hristiyanlarca felaket olarak
yorumlanan, Đstanbul'un fethiyle ortaya çıkmıştır. Papa V. Nikolaus, 30.09.1453’te
yılında yayınladığı haçlı seferi fermanında bütün Hristiyan hükümdarlara seslenerek
deccal olarak adlandırdığı Fatih Sultan Mehmete karşı Hristiyan dinin savunulmasını
ister. 67
“Bunun için haçlı seferi vaizleri ülke ülke dolaşarak savunma amaçlı haçlı seferi
fikrini yaymaya çalışmışlardır. 1456 ‘da Papa III. Calixt, yayınladığı Türk
fermanında, vaazlar yoluyla şeytanın oğlu olan Mehmet’ten gelecek tehlikelerin
anlatılmasını istemiştir.” 68
Türk vaazları, Osmanlılar’ın Avrupa içlerine doğru genişlemelerine paralel
olarak yaygınlık kazanmıştır.69 Türkler’in 1521’de Belgrad’ı alması 1526’da Mohaç
zaferi, 1529’daViyana kuşatması 1566’da Zigetvar’ın fethi Arupada’ki Türk
korkusunun derinleşmesini neden olmuştur.
Türk vaazlarında Đslam ve Kuran’ın kötülenmesi, Türkler’in kökeninin
hükümdarlarının kötülenmesi, onlara karşı savaşmanın gereği ve gerekçeleri,
Türkler’in yok edilmesi ve Hristiyanlar’ın onların elinden kurtarılması, Türkler ile
Yecüç -Mecüç bağlantısı kurulması gibi konular yeralmaktadır. 70
Avrupa'nın içinde bulunduğu durum, Hıristiyanların “çürümüşlüğü”, “kişisel
çıkar düşkünlüğü”, “dinsel inançlarından uzaklaşmışlığının” bir sonucu olarak
Tanrının bir ceza olarak Türkleri gönderdiği yolundaki değerlendirmelerin
yaygınlaşmasına yol açmıştır. 71 Türk vaazlarının bir amacı da Hristiyanların
inançlarını yitirmesini ve Müslümanlığı seçmesini engellemektir.
“Türklerin, "Hıristiyanlığın can düşmanı", "ahlaksız", "dinsiz" olarak
nitelendirildiği Türk vaazları geleneği uzun zaman sürdürülmüş ve Türk'e ve Đslam'a
bakışı derinden etkilemiştir. Merkezi Avrupa halkını, Türk'e karşı her gün dua etmek
için kiliseye çağıran "Türk çanları", "Đsa'nın geleneksel ve kanlı düşmanı" Türk’leri,
sade Hıristiyanların belleklerine iyice yerleştirmiştir.” 72
67 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., ss. 100-101 68 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 101 69 Kula, Avrupa Kim.., s. 93 70 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 234 71 Kula, Avrupa Kim.., s. 236 72 Kula, Avrupa Kim.., ss. 245-246
115
5.3.3. Türk Duaları
Avrupa devletlerinde yaşayanlar ve daha çok Almanlar tarafından Türklerden
korunmak ya da onun elinden kurtulmak için Tanrı’ya ve Hz Đsa’ya yakarılan dualara
Türk duaları denilmektedir. Protestanlar ve Katolikler Türkleri yenmenin tek
yolunun iyi Hristiyanlar haline gelmek olduğu hususunda fikirbirliği içindedir.
Duaların, Hristiyanlar üzerinde ahlaki anlamda olumlu değişiklik yapacağı ve aynı
zamanda Türk düşmanlığının insanların bilinç altına yerleşeceği düşünülmüştür.
Genelde kiliselerde Türklere karşı okunan vaazların ardından okunan ve büyük
çoğunluğunda kötülüğü ve ezeli düşmanlığı temsil eden Türklere karşı oldukça sert
bir üslup bulunan dualardır.73
Coşan’ın Spohn’dan naklettiğine göre Papa III. Calixt 1456’da yayınladığı
Türk fermanı ile her ayın ilk Pazar günü oruç tutulmasını, tövbe edilmesini ve
Türklere karşı dua edilmesini istemektedir. Coşan’ın Delumeau’dan naklettiğine göre
1571 yılında Papa IV. Pius’da Türklere karşı dua edilmesini talep etmiştir. 74
Yurdusev, Coles’in 1565 teki Malta’nın Türkler tarafından kuşatılması
sırasında, Salisbury Piskoposu Jewel in adanın kurtuluşu için dua edilmesi çağrısında
bulunduğunu ve Malta’nın kurtulduğu haberi gelince de Canterbury Başpiskoposu
Parker’ın şükran duası için emir verdiğini belirtmiştir. 75
Dualarda Hristiyanların korkması endişelenmesi gereken şey olarak,
“Hristiyanları öldüren ve esir alan, ülkeleri mahveden ve Almanya’yı ve Avrupa’yı
ele geçirmeye hazırlanan ezeli düşman Türkler vardır. Türk dualarında, olağanüstü
güçlü Türkler ve onlara duyulan korkular tescil edilmekte ve düşmanın sadece
Tanrı’nın ya da onun yeryüzündeki temsilcilerinin (Hristiyanların) sayesinde
yenilebileceği belirtilmektedir.” 76
“Martin Luther’in önderliğinde onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında Türk Duaları
olarak adlandırılan bağımsız bir edebiyat türü ortaya çıkmıştır.” Özel baskı şeklinde
ya da toplu halde yayınlanarak etkin hale getirilmiştir. 77
73 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., ss. 101.103-104 74 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 102 75 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.67 76 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 102 77 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 103
116
Martin Luther’in çocuklara öğrettiği ve kiliselerde periyodik olarak tekrarlanan
Türkler’e karşı dua şöyledir. “Tanrım yardımcı ol bize sözlerinle papanın ve
Türklerin cinayetini engelle senin oğlun olan isa’yı isterler senin tahtından
indirmeyi” 78
“Türklere karşı okunan dualar ve vaazlar “sistematik bir biçimde” ezeli düşman
imgesini oluşturmaktadır.” Türklerle ilgili anti propaganda kilise tarafından
yapılması nedeniyle Avrupa devletlerinin hemen her yerinde etkin hale gelmiştir. 79
5.3.4.Türk Konuşması
Papa II. Pius ile 1459 yılında başlayan "Türk konuşması" geleneği onaltıncı
yüzyıl boyunca da sürmüştür. bütün Avrupalı düşünür ve yazarların Türk
Konuşması", "Türk Yazısı" adıyla, ya da Türk yayılmasını ve bunun Avrupa
açısından sonuçlarını irdeleyen bir yapıtının olması genel kural haline gelmiştir. 80
Kula, Aralarında Philip Melanchton, Sebastian Brant, Ulrich von Hutten, Georg
Agricola, Martin Luther ve Erasmus von Rotterdam’ın da bulunduğu birçok düşünür
ve yazarın başlıca amaçları, Hıristiyan yöneticileri, egemenleri ve Avrupa
Hıristiyanlığını Türk’e karşı etkili olabilmek için birliğe çağırarak, Avrupalılık
bilincini kalın çizgilerle belirginleştirmek olduğunu, bu felsefi ve edebi etkinlik ve
ürünlerin, Rönesans'ın Avrupa kimliği anlayışının oluşmasına uygun ortam
hazırladığını belirtmiştir.81
Ulrich Von Hutten’ın, "Türk Konuşması" da 1519 yılında yaptığı beş
konuşmadan biridir. Hutten, Türkleri "her türlü barbarlığın pis bir karışımı" olarak
nitelendirmiştir. Yazara göre Türkler, Avrupa'da egemenlik kurmaktan çok, kıyım
yapmak peşindedir. Türklerin kıyımlarından dolayı Đtalya ve Macaristan gibi Avrupa
ülkelerinde'' korku kol gezmektedir ve Almanlar, Avrupa'nın bu korkuyu yenmesi
için savaşmalıdır demiştir.82
Justus Jonas, hukukçu, hümanist, Lüteryen bir teolog ve Reformasyon
taraftarıdır. Çalışmalarında Türkleri, sadece Hristiyanları yok etmek isteyen hain bir
78 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 132 79 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 101 80 Kula, Avrupa Kim.., ss. 180- 181 81 Kula, Avrupa Kim.., s.308 82 Kula, Avrupa Kim.., ss. 180- 181
117
düşman değil, aynı zamanda işe yarar, iyi olan her şeyi, yani rejimi, düzeni ortadan
kaldırmak isteyen ahlaksız düşman olarak da tanımlamıştır. 83
Şair Hans Rosenplüt'ün, Osmanlıların; Yunanistan, Sırbistan, Eflak-Buğdan'ı
egemenlikleri altına almalarından sonra, Macaristan ve Almanya'ya yönelecekleri
varsayımının "yakın tehlikeye" dönüştüğü bir ortamda yazmış olduğu, Türklere Dair"
adlı şiiriinde, köylüler ve halk başta olmak üzere, merkezi Avrupa Hıristiyanlığının
zalim ve kıyıcı Türkler’e karşı savaşmak amacıyla, Kayzerin etrafında toplandığını
öne sürmüştür.84
Jörg Doppach'ın, Yavuz Sultan Selim’in, Suriye, Mısır ve Kudüs dahil Arap
ülkelerini Osmanlı topraklarına kattıktan sonra, Kanuni Sultan Süleyman’ın, Şubat
1521’de Macaristan seferine çıkması üzerine, Avrupa'ya "korku ve endişe"nin hakim
olduğu bir dönemde yazdığı "Türk'e Dair Şiir" adlı şiirinde, “ Kanuni; "Hıristiyanlığa
boyun eğdirtmek" için sefere çıkmıştır. Kanuni de "Kutsal Gömütü", yani,
Kudüs'teki Đsa'nın mezarını ele geçiren Sultan Selim gibi, başka Hıristiyan ülkelerini
ele geçirebileceğini sanmaktadır.” Oysa, Đmparator Karl, Türklerin elindeki
Hıristiyan ülkeleri kurtaracak, hatta Türkiye'yi bile alacaktır; kendisine karşı
koymaya kalkışanları ve Haçı kabullenmeyenleri kılıçtan geçirecektir. dediği
belirtilir.85
Kula, 1522’de Avrupa'nın koruyucu duvarı Macaristan'ın Türkler tarafından
fethedilmesi üzerine yazılmış olan bir anonim Şiirde, Macarların Türklere karşı
kahramanca direndikleri ancak güçlerinin yetmediğini, Türklerin Avusturya'ya artık
bir günde ulaşabilecek mesafede bulunduklarını, oradan Bavyera'ya geçebilecekleri,
kadın kız, çoluk çocuk demeden herkesi yok edeceklerinin öne sürüldüğünü, Avrupa
bütünlüğünün temeli olarak Hristiyanlığın vurgulandığını, Avrupa kimliğinin açık bir
biçimde Türk karşıtlığına yerleştirildiğini belirtmiştir.86
Venedik'te Osmanlılar hakkında yazan yazarların en ünlülerinden bazıları,
Francesco Sansovino, Giovanni Sagredo, Lazaro Soranzo'dur. 87 Venedik'te yazılan
83 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 80 84 Kula, Avrupa Kim.., ss. 237-238 85 Kula, Avrupa Kim.., s. 239 86 Kula, Avrupa Kim.., s. 240 87 Soykut,Papalık .., s.192
118
eserlerde Türkler olumsuz yaklaşımlara rağmen zorlu bir düşman ve vakur bir rakip
olarak görülmektedir.
5.3.5. Türk Yayınları
Đstanbul’un fethinden sonra “Türk tehlikesine” karşı Avrupa'yı birleştirmek
amacıyla Türkler hakkında yoğunlaştırılan antipropagandanın yaygınlaştırılması için
broşür, kitap, gazete, gibi yayınlar kullanılmıştır. Özellikle Reformasyon döneminde
Protestanların matbaayı aktif olarak kullanması ve Türk vaazları, Türk duaları, Türk
konuşmaları ve diğer tür yazılı belgeleri Avrupa’nın en uç köşelerine ulaştıracak
şekilde çok sayıda basması da bu yayınların artışını sağlamıştır.
Soykut’a göre, sözkonusu dönemde dini ve laik kökenli literatürde patlama
görülmüştür. Bu yayınlar, Avrupa’nın zihninde Türklerin ötekileştirilmesinin
şekillenmesine önemli derecede katkıda bulunmuştur.88
Osmanlı Đmparatorluğu’nun Avrupa için bir tehdit olmaktan çıktığı 1700'lü
yılların ilk çeyreğine kadar "Türk tehlikesi"ne ilişkin edebiyat, tiyatro, tarih, felsefe,
gibi türlerde ortaya konulan yazılı belgelerin sayısının 30.000' nin üzerinde olduğu
belirtilmektedir.89
Sadece 1529 ve 1683 "Viyana Kuşatmaları" hakkında hazırlanan tek bir
derlemede konuya ilişkin 4270 adet yapıt ve/veya yazılı belge olduğu belirlenmiştir.
bu 4270 yapıt ve yazılı belge arasında sergi katalogları, bibliyografyalar, doktora
tezleri, tiyatro yapıtları, öyküler, romanlar, nuveller, efsaneler, dualar, tarih kitapları,
anlatılar, betimlemeler, şiirler, şiirsel yapıtlar, konuşmalar, vaazlar yer almaktadır.90
Delanty’nin, Springborg’tan naklettiğine göre, onaltıncı yüzyılda Osmanlı
Đmparatorluğu hakkındaki Avrupalı yayınlar önemli ölçüde artmıştır. 91
1500-1600 yılları içerisinde yayımlanan ve sayıları 8000-10000 arasında
olduğu sanılan Almanca "Yeni Haber" adlı gazeteler, Türklerin ötekileştirilmesinin
Avrupalıların ortak belleğinde yerleşmesi ve kitleselleşmesinde önemli rol
oynamıştır.92
88 Soykut,Papalık.., s. 49-50 89 Kula, Avrupa Kim.., s. 93 90 Kula Avrupa Kim.., s.257 91 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.58-59 92 Kula, Avrupa Kim.., s. 257
119
Kula’nın Lang’dan naklettiğine göre bu gazetelerin çok büyük bir bölümünde
Osmanlıların sefer, savaş yada benzeri etkinliklerinin yanı sıra, günlük yaşam
kültürünün, ordu ve yönetim yapısının ve benzeri yönlerinin konulaştırıldığı ifade
edilmektedir 93
Türk savaşlarına, Türk’lere ilişkin en yeni haberler, sözkonusu gazeteler ile,
Tacirler, elçiler, asiller, muhabirler, askeri yazıcılar, hacılar, posta uşakları
tarafından, Venedik, Prag, Dubrovnik, Viyana, Nürnberg ve Augsburg gibi
Avrupa’nın tüm önemli kentlerine ulaştırılmaktadır.94
”Yeni Haber”ler, pazar yerlerinde kiliselerin önünde, sokaklarda, dinsel
törenlerde sesli okunarak, sokak satıcılarınca satılarak; büyük bir yaygınlık
kazanması, kamuoyunu etkileme ve hatta yönlendirme olanağı kazanması
sağlanmıştır.”95
“Yeni Haber”ler de Türkleri ötekileştirmeye ve Avrupalıları Hıristiyanlığın
ortak mirasında bütünleştirmeye, ortak yararlar ortaya koyarak benzeştirmeye
yönelik, haber, yorum, duyuru öykü, şiir, vb, yeralmıştır.”96
Rodos'un, Belgrad'ın, Budapeşte'nin fethi ve Viyana Kuşatması, öncesi, sırası
ve sonrasında da “Yeni Haber” gazetelerinin çok sık olarak yayımlandığı
gözlemlenmektedir.97
Türk karşıtı propaganda, hem politik düzeyde, hem de Türkler’in kaba
barbarlar olduğu görüşünün yayılması şeklinde sürdürülmüştür. Roma'da ortaya
çıkan Türk karşıtı literatür, Osmanlı topraklarında hiç bulunmamış kişilerce ve
güvenilir kaynaklara dayandırılmadan yazılan, neredeyse hayal ürünü denebilecek
çalışmalardan oluşmaktadır.98
Bu eserler, onbeş ve onyedinci yüzyıllar arasında hem Katolik kilisenin hem
Protestanlar’ın Türkler’e bakış açısını yansıtmaktadır. Avrupa, Türkleri bir yandan
vahşi barbarlar olarak anlatılmaya çalışılırken, diğer taraftan da askeri örgütlenme
konusunda gösterdikleri başarı yüzünden kıskanılmaktadır. Kendilerine
93 Kula, Avrupa Kim.., s. 309 94 Kula, Avrupa Kim.., ss. 309-310 95 Kula, Avrupa Kim.., ss. 309-310 96 Kula, Avrupa Kim.., s.310 97 Kula, Avrupa Kim.., s.308 98 Soykut,Papalık.., s.194
120
kızgınlıklarının nedeni ise, Türklere karşı gerek askeri, gerekse siyasi alarak
birleşememeleridir.99
Söz konusu yapıtlar, Çekçe, Danimarkaca, Đngilizce, Fince, Fransızca,
Hollandaca, Đtalyanca, Latince, Lehçe, Macarca, Portekizce, Romence, Rusça,
Đsveççe Sırpça, Đspanyolca, Türkçe ve Ukraynaca olarak yayımlanmıştır. Diller
bakımından da sadece iki Viyana Kuşatması üzerine yayımlanan yapıtlar tüm
Avrupa'yı kapsayacak ve temsil edecek düzeydedir. Bu nedenle, Türklerle ilişki
içerisinde olsun olmasın, Avrupa ülkelerinde değişik yoğunlukta bir Türk ve Đslam
imgesi vardır. 100
Kula, Ebermann, Klever ve Kleinlogel’den naklettiğine göre, bu yayınlar,
”Avrupa’da yüz elli yıl egemen olan korku hayaletini” yaratmış, Alman kültür
ortamında Türk korkusu’nun kitleselleşmesine ve bir “ruh durumuna” dönüşmesine
neden olmuştur. Bu ruh durumundan yararlanılarak, Avrupa'yı tehdit eden Türklerin
ötekileştirilmesi, Avrupa'nın ortak belleğine yerleştirilmiştir.101
Soykut, Onaltıncı yüzyılda, Türkler hakkında yazılmış herhangi bir haber,
makale veya kitaba, hatta basit bir broşüre bile büyük bir ilgi gösterildiğini,
Kaynağının doğru olup olmadığına bakılmaksızın, bu konuda yazılan hemen hemen
her şeyin yayınlandığını belirtmektedir102
Türkler hakındaki bu yayınlar bir yandan o dönemin Avrupa devletlerinin
içinde bulunduğu yoğun “tehdit ve korku duygusunu” ve bununla bağlantılı olarak
Türklere karşı ortak bir cephe oluşturmak amacıyla Avrupa kimliğini belirginleştirme
girişimini ortaya koymaktadır. Öbür yandan da aynı amaca yönelik olarak Türk ve
Đslam kavramlarının ötekileştirilmesi etkinliklerinin yoğunluğu göstermektedir.103
5.3.6. Olumsuz Türk Đmgesi Oluşturan Sanat Eserleri
Bir üst kavram olarak kültür, her türlü somut ve soyut üretim alanlarını, örneğin,
tarih, coğrafya, din, felsefe, eğitim ve edebiyatı kapsar ve bütün bu soyut ve somut
99 Soykut,Papalık.., s.194 100 Kula Avrupa Kim.., s.257 101 Kula, Avrupa Kim.., s.308 102 Soykut, Papalık.., s.197 103 Kula Avrupa Kim.., s.307
121
düşünsel üretimlerin bir harmanlanmasının sonucu olarak yaşam tarzında
somutlaşır.104
Avrupa’da Türk karşıtlığı, Türk düşmanlığı onaltıncı yüzyıl ve sonrasında her
türde sanat eserine yansımış bir yaşam tarzına dönüşmüş durumdadır. Bu başlık
altında küçük bir örnekleme yapılmıştır. Türk operaları terimiyle klasik Batı müzi-
ğinde ünlenen operaların librettolarında (metinlerinde) yeralan Türkler hakındaki
olumsuz imgeler, motifler, görünümler Avrupa kimliğine vurgu yaparak Türklerin
ötekileştirilmesi açısından belli ölçüde işlev görmektedir.
Bu bağlamda Türk/Doğu ve Đslam konulu operalara örnek oluşturan üç
bestecinin Gluck, Haydn ve Mozart'ın operalarının librettoları başlıca malzemeyi
oluşturmaktadır. Bu üç besteciden sonra gelen Beethevon da Türk konulu operalara
örnek olan bestecilerdendir.105
Prospero Bonarelli'nin “Solimano” Kanuni Sultan Süleyman ya da “Soliman
1619” adlı yapıtının yanı sıra 1750'li yıllarda Doğuyla ilgili üç opera adlı yapıtın
yazarı Carlo Goldoni, anılmalıdır. Goldoni doğaçlama komedi’nin yaratıcılarından
biridir. Kahramanları arasında sarhoş Alman asker, kibirli Fransız ve “ahmak, aklı
kıt Türk” de vardır.106
“Klasik Batı Müziğinde Osman motifi ve“Kanuni Sultan
Süleyman”(Solimano) Motifi kültürel etkileşim ve dışlama malzemesi olarak
kullanılmıştır. Türk operaları diye sınıflandırılan opera yapıtlarının hemen hemen
tümünde Osman adı geçer ve asıl olarak “ahmak, alık Türk” olarak “ötekileştirilen”
Türk tipini simgeler.” 107
“Klasik batı müziğinde “Solimari” ya da “Solimano” adını taşıyan yapıtların
konusu ve içeriği, Osmanlı tarihinde Şehzade Mustafa olayı diye bilinen ünlü olaya
dayanır. Avrupa'da bu durum, Türklerin kıyıcılığına, acımasızlığına ve barbarlığına
kanıt olarak gösterilir.” Avrupa'da edebiyatta ve müzikte yoğun olarak kullanılan bu
motif çeşitli dönemlerde ve ülkelerde sıkça tekrarlanarak; giderek süreklilik ve
104 Kula, Avrupa Kim.., s. 225 105 Kula, Avrupa Kim.., s.341 106 Kula, Avrupa Kim.., s.342 107 Kula, Avrupa Kim.., ss.344-345
122
kalıcılık kazanmıştır. Söz konusu olay, Türklerin ötekileştirilmesi için araç haline
getirilmiştir.108
“Klasik Batı Müziğinde sürekli kullanılan başka bir Türk motifi, Timur-
Beyazıt (Tamerlano - Beyazette) tır, Türk padişahlarının da yenilebilirliği,
aşağılanabilirliği, utanç verici duruma sokulabilirliği, bir kıyıcının daha şiddetli ve
acımasız bir başka kıyıcı tarafından etkisizleştirilebilirliği, Avrupalıları
cesaretlendirir ve kültürel kimliğin benzeştirilmesi sürecinde sürekli olarak öne
çıkarılır.”109
5.3.7. Türklerle Đlgili Deyimler
Türkler’in Avrupa’yı ele geçirme hedefleri, bu nedenle düzenlediği kara ve
deniz saldırları ve elde ettiği zaferler sonucunda onaltıncı yüzyıl ve sonrasında
Avrupa’da pek çok sosyal siyasi dini ekonomik değişikliklere neden olmuş,
hissedilen Türk tehlikesi, Türkler hakkında günümüze kadar gelen kötü olumsuz
bir imge yaratılmasını da sağlamıştır.
“Türklerle ilgili olarak bugünde hala kullanılan bazı deyimler şöyledir. Modern
Yunanca’da kullanılan ve “çabuk çabuk” anlamına gelen “Prin na erthoun oi
Tourkoi” (Türkler gelmeden önce) deyimi Türkler’e karşı duyulan korkuyu dile
getiren bir kavramdır.” 110
“Yunanca’da Tourkopaidevo’nun (Türk işkencesi) ”ağır ceza” anlamında
kullanılması aynı duygudan kaynaklanmaktadır. Đtalyanca’da hala kullanılan
“Fumare come un turco” (Türk gibi sigara içmek),”Bestemmiare come un turco ”
(Türk gibi küfür etmek) deyimleri uzun bir nefret sürecinin ürünüdür. 111
Çoğunlukla tekil izlenimlerin, algılamaların ve yaşantıların şahsi bir anlatımı
olarak ortaya çıkan imgeler, potansiyel bir güç olarak kültürler, toplumlar ve insanlar
arasındaki ilişkileri birlikte biçimlendirirler. Bu durum, öznel algılama ve
anlatımların hem türevleri, hem de biçimlendiricileri olan imgelerin etkileme gücünü
olağan üstü boyutta artırır. 112
108 Kula, Avrupa Kim.., ss.344-345 109 Kula, Avrupa Kim.., s.346 110 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 33 111 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 33 112 Kula, Avrupa Kim.., s. 225
123
“Kumrular’a göre, Elizabet dönemi Đngilteresinde okçular hedef tahtası olarak
Türk kafası kulanmaktadır. Bu gün Latin dillerinde “günah keçisi” anlamına gelen
“Türk kafası” deyiminin kullanılması bu uygulamadan kaynaklanmış olabilir.” 113
“ Türk’ün gücünün orta Avrupa derinliklerine nüfuz etmesiyle Türk,
Avrupa’nın edebi simalarında dolaşan kötü hikayelerin ve anlatıların baş kahramanı
oluyor. “ortak ve evrensel düşman ”sıfatıyla nesirden nazıma koşan “korkunç bir
canavar”a dönüşüyor.” 114
5.3.8 Türkler Hakkındaki Olumsuz Nitelemeler
Türkler’in tehdit olarak kabul edildiği tarihlerden itibaren Avrupa coğrafyasında
yaşamış düşünür, yazar, bilim adamı’nın Türkler hakkında olumsuz yargılar da
bulunanları büyük çoğunluk teşkil etmektedir. Bu coğrafyadaki halklar da, Türklerle
ilgili pek çok olumsuz sıfat kullanmışlardır.
“Rousseau ya göre Türkler refah içindeki kültürlü ve uygar Arapları yenen
barbarlardır.115 “Burke devrim öncesi Fransız monarşisinin vahşilerden daha kötü
olan Türklerin “barbar despotizmi” ile karşılaştırılıp kıyaslanmasına hayıflandığını
belirtmiştir.”116
Olumsuz Türk imgesine katkıları bakımından tanınmış Avrupalılar arasında
Alman filozof Herder ve Hegel'in Türklere ve Đslam'a ilişkin değerlendirmeleri somut
örnekler olarak gösterilebilir.
Johann Gottfried Herder, “Đnsanlığın Oluşum Tarihinin Felsefesi” adlı yapıtında
Yunanistan'dan "özgürlük ortamı ve Avrupa'nın umudu" diye söz etmiştir. Avrupa
Cumhuriyeti kavramını ortaya atarak, bugünkü Avrupa Birliği yapılanmasına temel
oluşturan bu düşünüre göre, Almanlar, "Avrupa Cumhuriyetine" kalıcı katkılar
yapmıştır. 117
“Herder”e göre, Türkler, “300 yıldan beri içinde yaşadıkları Avrupa'ya yabancı,
Asyalı barbarlardır.” Onlar “Avrupa'nın en güzel ülkelerini çölleştirmiş, uygar
113 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 33 114 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., ss. 40-41 115 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.67 116 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.67 117 Kula, Avrupa Kim.., s. 58
124
Yunan halkını aşağılık barbarlar” durumuna sokmuştur. Asyalı barbarlar olarak
kalmak isteyen Türklerin “Avrupa'da yeri yoktur.” ” 118
Türkler’de barbar olarak adlandırılabilecek, sistematik olarak uyguladıkları
veya kalıtsal olarak sahip oldukları herhangibir özellik bulunmamaktadır.
gösterilmek istenenin aksine Türkler’in adil ve hoşgörülü oldukları Avrupalılar
tarafından gözardı edilmektedir.. Avrupa’da işkenceye maruz kalan Yahudiler’in,
farklı dinlere karşı hoşgörülü olan içerisinde yaşayan insanların hem etnik hem dini
kimlikliklerini korudukları, kendi hukuklarına göre yargılanabildikleri bir
Đmparatorluk olan, Osmanlı Đmparatorluğu’na özellikle Fatih Sultan Mehmet
zamanında kitleler halinde göç etmeleri buna örnektir.
“Elizabeth dönemi tarihçilerinden ve Türkerin Genel Tarihi adlı ilk Đngilizce
eseri yazan Richard Knolles Türk tehdini “devrin terörü” Türkler’i “Dünyanın büyük
korkusu”olarak tanımlamıştır.” 119 “ Sir Eliot’a göre de Türkler, Avrupa ülkeleri ve
hakları için yıkıcı tahrip edici olmuşlardır. Çünkü onlar “her şeyi yok etmişler ve
hiçbir şey inşa etmemişlerdir” 120
Levis’in “Paul Rycaut’un 1668 de yazdığı Osmanlı (The History of The Present
State of the Otoman Empire) tarihi adlı kitabından naklettiğine göre, “bir Türk bir
Hıristiyan’a karşı gerçek bir dostluk duymaya yetenekli değildir.” “121
“Ernest Rennan’a göre Đslam bilimle uyumlu olmadığı gibi Müslümanlar da “bir
şey öğrenmeye veya kendilerini yeni bir fikre açmaya yetenekli değillerdir” 122
Türklere de yansıtılan bir olumsuz algılama olan ve Eliot tarafından belirtilen görüşe
göre Kuran ve Đslam ilerleme ve uygarlığa elverişli değildir. 123
Hegel “Felsefe Tarihi Üzerine Dersler” adlı yapıtında ödünsüz bir Avrupa
merkezci tutumla "Doğuya ilişkin ne varsa, felsefeden atılmalıdır" diyebilmiştir.
Düşünür, Doğuda düşünce ve özgürlük gelişemez; Doğulular, kişisel özgürlükten
yoksun olduklarından ahlaksallık da geliştiremezler, demiştir. Türkiye de Doğuda
olduğuna göre, Hegel'in yaklaşımı uyarınca, doğaldır ki, burada da felsefede yer
118 Kula, Avrupa Kim.., s. 58 119 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.66- Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 54 120 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.66 121 Levis, Modern Türk.., s.41- Yurdusev, Avrupa Kim.., s.67 122 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 65 123 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 65
125
almaya değer bir düşünce geliştirilmiş olamaz. Hegel'e göre, felsefe, Avrupa'da
gerçek ortamındadır. Bu nedenle, özbilinç ancak Batıda gelişebilir. 124
Bu görüşler Avrupa merkezci tutumun ünlü düşünürleri dahi şaşırtıcı bir
şekilde gerçekleri gözardı edebilecek duruma getirdiğini göstermektedir. Çünkü
“Doğuda düşünce ve özgürlük gelişemez” sözlerinin sahibi olan Hegel aynı zamanda
Avrupa’nın ortak mirası olarak kabul ettikleri Yunan uygarlığına ait felsefi eserleri
tek tanrıcılık düzeyine getirecek şekilde yorumlayıp katkılar yapan, Müslüman
düşünürlerin katkılarını ifade eden düşünürdür. Sözler arasındaki çelişki dikkat
çekicidir. Pek çok örnekten biri olan, modern rakam sisteminin Doğu’dan alındığı
Roma rakamlarının yerine kullanıldığı da düşünüldüğünde her kültürün, hal ve
şartların zorladığı, yönlendirdiği ve belirlediği şekilde özel şeyler yaratabileceği
Hegel’in görüşünün benzer görüşlerin önyargı olduğu sonucu çıkmaktadır.
Ütopya’nın yazarı Sir Thomas More’un Londra Kulesinde asılmayı beklerken
ziyaretçi arkadaşlarına Türk tehdidini sorması, Türk tehdidinin bütün Avrupa’nın
bilincinde edindiği yeri göstermektedir. 125
Kula’nın Immanuel Kant’an naklettiğine göre, Küçük Asya'da, yani Anadolu'da
"akıldışılıklar" egemendir, Türkler "ölçülü", ancak "çirkin" insanlardır; egemenlikleri
altına aldıkları Balkan ve Avrupa halklarının "yurttaşlaşmalarını" önlemişlerdir.
Asyalı saldırganlar, bölünmüş Hristiyanlığı yok etmek istemiştir.126
On dokuzuncu yüzyılın hukuk otoritelerinden Đskoç James Lorimer insanlığı
medeni, barbar ve vahşi kategorilerine ayırır ve vahşi grup altında ilerlemeci ve
ilerlemeci olamayan sınıflamalarını yapar. Türkler için yargısı şöyledir; “Onlar
olasılıkla insanlığın ilerlemeci ırklarına bile dahil değiller.” 127
Coles on beşinci ve on altıncı yüzyıllarda artan Türk baskısının ortak bir
kimliğin ve bağın odağı olarak Avrupa fikrinin gelişmesine yol açtığını ve
Avrupalıların da Avrupa yı özgün bir toplumsal sistem ve değerler toplamı olarak
görmelerine neden olduğunu söyler. 128
124 Kula, Avrupa Kim.., ss. 58- 59 125 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.67 126 Kula, Avrupa Kim.., s.249 127 Yurdusev, Avrupa Kim.., s 67. 128 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 64
126
Delanty’nin Heather’den nakledişine göre, Quaker William Penn’in sözleri
şöyledir. Avrupa birleşmesi Hristiyanlığın bütünlüğünü korumak ve Türklere karşı
Hristiyan Dünyası'nı birleştirmek açısından gereklidir. Hristiyanlık ve Avrupa
arasındaki bağlantı, oldukça açıktır. Türklerin gelecekte Avrupa kurumlarına
girmelerine izin verilebilmesi için öncelikle Đslam'dan vazgeçmeleri ve
Hristiyanlık dinine dönmeleri gerekmektedir.129
Antik Yunan ve Hıristiyanlığın temellendirdiği Avrupa kültürü içerisinde
Türklerin yeri olmadığı, Türklerin bu kültüre yabancı, hatta düşman olduğu
biçimindeki görüşler, özellikle onduzuncu yüzyılın ikinci yarısında Karl Marx ve
Frierdrich Engels tarafından da savunulmuştur.
Friedrich Engels, Marx'ın da katılımıyla, "Avrupa Türkiye'sinin Durumu Ne
Olacak?" adlı yazısında Türkleri "uzun süreden beri her türlü ilerlemeye karşı duran
barbarlar" ve "Yunan karşıtları" olarak nitelendirmiştir.
Marx, "Doğu Savaşı" adlı 1854 tarihli yazısında "Anadolu Türk ordusunun eski
Müslüman barbarlığının kalesi olan Asya illerinden gelen güvenilmez maceracılar ve
Kürt eşkıyalardan oluştuğunu" öne sürmüştür.130
Felsefe’de Yunan severliğin yerleşmesine katkı yapan Friedrich Wilhelm
Nietzsche'ye göre, Türkler dinsel yazgı anlayışları gereği, boyun eğerler; insana karşı
kaderciliğin alınyazısının üstünlüğünü kabul ederler. 131
5.3.9. Türk Ümidi
Avrupa devletleri’nin Hristiyan olmayan halklara işkence ettiği dönemde
Osmanlı Đmparatorluğu’nun farklı dinlere, farklı etnik gruplara hoşgörüyle ve
adaletle davranıyor olması, Avrupa’da ikence gören Yahudilerin Türkleri kurtuluş
olarak görmesine neden olmuştur.
Bunun yanında Osmanlı Đmparatorluğu ile ortak sınırı olan Hristiyan ülkelerde
sıkıntı içinde yaşayan halk sosyal iyileşme getireceği düşüncesiyle Türkler’e sıcak
bakmaktadır. Bazı meslek grupları Türkler’in gelmesi halinde kendilerini bekleyen
muhtemel imkanlardan dolayı ümide kapılmışlardır.132
129 Delanty, Avrupanın icadı, s.98 130 Kula, Avrupa Kim.., s. 59 131 Kula, Avrupa Kim.., s.251 132 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., ss. 57-58
127
Coşan’ın sırasıyla Brenner, Hans-Joahim Kisling ve Mau’dan naklettiğine
göre, Türklerin hakimiyeti altına giren bölgelerde uygulanan adil düzenlemelerin
Almanya’da zor koşullar da yaşayanlar tarafından duyulması Türkler’e olumlu bakışı
özendirmiştir. Avrupa’da bazen büyücülükle itham edilen Topçular ve diğer bazı
zanaatçılar, sanatçılar, madenciler, teknisyenler ve benzeri meslek grupları Türklere
yakınlık duymuşlar ve Türkler’in zafer elde edeceğini düşünerek önceden onların
safına geçmeyi yeğlemişlerdir. Bu durum “Türk ümidi” olarak adlandırılan yeni bir
kavram olarak ortaya çıkmıştır. 133
Luther bu durumu tespit ederek tedbir almaya çalışmıştır. Türklerin
hükümdarlığını tercih etmeye meyilli olanlara; kendi rızasıyla Türkler’in safına
geçenlerin hükümdarlarına ihanet etmiş sayılacağını, Tanrının karşısına günahkar
çıkacaklarını ve üstelik Türkler’in saf değiştirenlere süpheyle bakması nedeniyle
onların esaret ve ölümle karşı karşıya kalacaklarını belirtmiştir. 134
5.3.10. Türkler’e Karşı Savaş ve Đttifak Projeleri
Đstanbulun alınışından ikinci Viyana kuşatmasına kadar geçen zaman Papalık
için, Hıristiyan alemini kafir Türk’lerden kurtarmak için çeşitli haçlı seferi
düzenleme girişimlerinde bulunulduğu bir süreçtir.135
Söz konusu dönemde, Avrupa devletleri elitleri tarafından hem Türkler’e karşı
savaş çağrısı ve savaş projeleri, hem de Türklere karşı itifak ve birlik kurma çağrıları
bir arada ve Türkler’in her yeni fethi ve kuşatmasıyla artan şiddette devam
ettirilmiştir.
Onbeşinci yüzyılın sonlarına doğru, haçlı seferi fikrini yayan en önemli
kişilerden biri Kardinal Bessarion'dur. Bessarion, Anadolu'daki manastırlardan
topladığı elyazmalarını Đtalya'ya götürerek, antik çağlarla Đtalyan Rönesansı arasında
sürekliliğinin sağlanmasında, hümanist araştırmalarda ve Rönesans dönemi
Đtalya'sında Helen kültürünün canlanmasında önemli rol oynamakla kalmamış,
Avrupa hükümdarlarına Türkler aleyhinde ateşli söylevler yazarak Đtalya’da
133 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., ss. 57-58 134 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., ss. 58-59 135 Soykut,Papalık.., s.181
128
onsekizinci yüzyıla kadar devam eden klasik Türk imajının yaratılmasına, Türk’lere
karşı kollektif bilinç oluşmasına önemli katkıları olmuştur.136
Soykut’a göre, Rönesans Avrupa’sında Türkler bir yandan Hıristiyan aleminin
en büyük düşmanı olarak, gayri medeni özelliklerle vurgulanırken, diğer yandan da
Osmanlı sultanları ile antik çağların kahramanları arasında tuhaf bir ilişki
kurulmaktadır. Bessarion’da hitabesinde, Đtalyan hükümdarlarını ve prenslerini
aralarındaki düşmanlığı unutarak yaklaşan Türk tehlikesine karşı birleşmeye ve bu
ortak düşman karşısında Hıristiyanlık alemini seferber etmeye çalışırken, Türklerin
antik çağın kahramanlarıyla özdeşleştirilmesinin en uç örneğini vermiştir. 137
Fatih Sultan Mehmet’i Đskender'e benzeterek onun başarılarını geçmeye çalıştığını Özellikle Türk'ün gücüne sahip olduğu ve taklit ettiği kişiden daha fazla servete sahibi olmakla ünlendiği göz önüne alındığında, bu rekabet hırsı onu amaçladığı muazzam başarıya ulaştıracaktır. Herkül örneği ile motive olan Theseos ve Miltiades örneği ile motive olan Themistokles, olağanüstü başarılara ulaştılar. Aslında Đskender'i taklit eden başka kimin bu kadar öldürücü olduğunu bilmiyorum, eğer Afrika'yı, Asya'yı ve bütün dünyayı zor kullanarak kontrol altına alan selefi gibi davranırsa ve eğer imparatorluğun sınırlarını genişletmek için aynı şeyi yaparsa, yalnızca ona meydan okumakla kalmayacak, aynı zamanda onu gölgede bırakacaktır.
138
Türklere karşı savaş çağrısında, Hristiyan halk, topraklarını kafir Türklerden
kurtarmak adı altında, dini gerekçelerle teşvik edilirken; Türklerle savaşmaları
karşılığında onlara, kilise tarafından günahlarının affedilmesi ya da bazı vergilerden
muaf tutulmaları gibi ayrıcalıklar tanınmıştır. 139
Osmanlıların Bosna’yı ele geçirmesi üzerine Papalığın bir haçlı seferi
planladığı 1463 yılında Bessarion, halkı Osmanlılara karşı harekete geçirmek için,
Venedik'e gelmiştir. Senatoda yaptığı konuşmada, halka bazı imtiyazlardan başka,
din adamlarının gelirinin onda birini de vaad ederek onları, Mora'daki Osmanlılara
karşı saldırmaya ikna etmiştir. Bunun sonucunda, Türkler 1 Eylül'de yarımadadan
çıkarılmışlar, fakat 20 Ekim'de Mora’yı tekrar ele geçirmişlerdir. 140
Kumrular, Brant’ın, diğer çağdaşları gibi papayı ve imparatoru Türklere karşı
bir savaşa çağırdığını, En çok bilinen eserlerinden “Das Narrenschiffte” yaklaşmakta
olan Türk tehlikesinin bir sonraki durağının Roma olabileceğini dile getirdiğini
belirtmiş sözkonusu eserden şu örneği vermiştir. 136 Soykut,Papalık.., ss.62-89 137 Soykut,Papalık.., ss.64-65-67 138 Soykut,Papalık.., ss.64-65-67 139 Soykut,Papalık.., s.88 140 Soykut,Papalık.., s.88
129
“ Türkler öyle bir güçlendiler
SadeceokyanusudeğilTuna'yıelegeçirdiler.
Her istedikleri zaman akın yapıyorlar
Şimdi de saldırıyorlar Puglia'ya
Yarın sıra Sicilya'da
Sonra da sıra italya'da
Oradan sonra olabilir Roma sırada
Ve Lombardia ve Roma toprakları
işte en baş düşmanımız yanı başımızda” 141
Bessarion'un 1470 yılında Negroponte'nin (Eğriboz,) Osmanlılar tarafından
alınması üzerine, diğer bir papaza, adaşı Keşiş Bessarion'a yazdığı, Türklere karşı
savaş çağrısı biçimindeki mektubunda, Türklere karşı savaş çağrısı yapanların model
olarak kullanacakları bir strateji önermiştir. Bu strateji, bütün Hıristiyanların, bir
ittifak yaparak, Osmanlıların saldırmalarını beklemeden onlara saldırmasıdır.
Osmanlıların önce saldırdıkları her zaman başarılı oldukları gerekçesiyle, Türklerle
savaşta, savunma yerine saldırma stratejisini önermiştir.142
1463 yılında Mora, 1470 yılında Eğriboz (Negroponte) savaşlarından sonra,
Venedik ve Osmanlı Đmparatorluğu arasında 1479 da imzalanan barış antlaşması
sonucunda. Gerek halkın gerekse hükümdarların gözünde, Türk imajı karşısında
duyulan “dehşet” daha da artmıştır. Daha önce Venedik kolonilerinin çevresinde yüz
yüze gelinen düşmanla, ilk kez Venedik topraklarında karşılaşılmıştır. Bu durum,
"Türk sorununun" büyük olduğu kadar yakın bir tehlike olduğunu da göstermektedir.
Bu korkunun sonucu olarak Firuli'de, 1501, 1570, 1593 yıllarında (hatta 1657 gibi
çok sonraki bir tarihte) seferberlikler ilan edildiği belirtilmektedir.143
Osmanlıların 1470'lerde defalarca Friuli'ye saldırmaları ve 1480 yılında
Otranto’nun alınmasıyla Türklerin Avrupa içlerine doğru ilerleme niyetlerinin devam
ettiği bu nedenle acilen harekete geçmek gerektiği düşüncesi Avrupanın zihninde yer
etmeye başlamıştır. 144
141 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s.123 142 Soykut,Papalık.., s.90 143 Soykut,Papalık.., s.96 144 Soykut,Papalık.., s.181
130
Soykut’un Françesco Toteo’dan naklettiğine göre 1470’lerin sonunda Türk
tehlikesi, Hümanist ideolojinin, krizdeki dinsel kurumlarla polemik içindeki dini
örnekleri içine alarak klasik kavramlara dönüştürmek ve kendini en saf hristiyan
geleneğinin emanetçisi olarak sunmak için kullandığı fırsatlardan biri olmuştur.145
“Aziz Agustinus Keşişleri” (“Ordine degli eremitani”) ne mensup Padovalı
keşiş Antonio tarafından Osmanlıların Friuli saldırıları nedeniyle yazılmış bir
belgede yaklaşmakta olan Osmanlı tehlikesinden bahsedilerek Avrupa hükümdarları
Türk kafirlere karşı harekete geçirilmek istenmektedir.146
Soykut, Bessarion gibi Bizanslı çağdaşları olan Michele Critobulos, Michele
Ducas, Leonico Chalcocondylas, Giorgio Sphrantzes ve Bizans kökenli Teodoro
Spandugino’nun, Türkler aleyhine yazan, savaş çağrısı yapan yazarlardan öne çıkan
örnekler olduğunu belirtmiştir. 147
Kula’nın naklettiğine göre, Balthasar Mandelreiss'in "Türkenschress” (Türk
Çığlığı) şiirinde, Türklerin “Tanrı tanımazlığı ve acımasızlığı” Hıristiyanlar üzerinde
eziyet, zulüm ve öldürme eylemleri uyguladıkları görüşleri öne çıkarılarak, Türkler’i,
tüm Hıristiyanlığın tek ve kalıtsal düşmanı olarak ötekileştirilmiştir.
“Şiirde Papanın Haçlı Seferi çağrısı anımsatılıp, Avrupa'da etkin olan
egemenler isimleri ile anılarak, Türklere karşı yapılması öğütlenen sefere “yasallık”
“kutsallık”, “güncellik” sağlanmaya çalışılmıştır.” 148
“Şiirde Yunanistan'a özel bir vurgu yapılması dikkat çekicidir. Türkler “bu soylu
ülkeyi utançlı bir duruma sokmuş, zengin yoksul, çoluk çocuk, yaşlı genç ayrımı
yapmadan insanları öldürmüştür.” Ayrıca, “soylu kent Đstanbul, ihanete uğramış,
yalnız bırakılmıştır.” 149
Bu vurgu, onbeşinci yüzyılda giderek başatlaşan Rönesans ve Hümanizm
hareketleri sürecinde Antik Yunan kültür birikiminin yeniden bulgulanması ve
Avrupa'nın oluşturucu kültür kökü olarak sunulmasının bir sonucudur.150
145 Soykut,Papalık.., s.56 146 Soykut,Papalık.., ss. 97-101 147 Soykut,Papalık.., s.66 148 Kula, Avrupa Kim.., s. 237 149 Kula, Avrupa Kim.., s. 237 150 Kula, Avrupa Kim.., s. 237
131
Bu dönemde, Türklerle ilgili yazılanların çoğunda Mukaddes Kitap ve dinsel
inançlarla ilgili benzetmeler kullanılmıştır. Buna Soykut’un verdiği örnek, Marsilio
Ficino'nun Türklere karşı silaha sarılması için 1480 yılında Macaristan Kralı
Matthias Corvinus'a yazdığı mektuptur. Ficino burada, Matthias ile Yahudileri zalim
firavunun elinden kurtaran Musa arasında bir benzerlik kurmuştur.151
5.4. Birinci Viyana Kuşatması
1529 yılında gerçekleşen Birinci Viyana Kuşatması çok önemli bir gelişmedir.
Avrupa’nın kalbi olarak adlandırılan şehir, Türkler tarafından kuşatılmıştır. Bu
durum bütün farklılıkların unutularak Türklere karşı birleşilmesi ve ortak değer ve
bileşenlerin ortaya çıkarılması çalışmalarını hızlandırmıştır.
Avrupa'da siyasal güç kazanmak isteyen Papalık diğer olaylar gibi Birinci
Viyana Kuşatmasını da fırsat olarak değerlendirmeyi ihmal etmemiştir. Birinci ve
ikinci Viyana kuşatmaları arasında geçen olaylar ve bu dönemin siyasal ve askeri
ortamı, Avrupa’da “Türk imajının” biçimlenmesinde ve Avrupa Kimliği oluşumunda
önemli rol oynamıştır.152
“Birinci Viyana Kuşatması sonrasında Papalık elçisi Rosano Başpiskoposu,
Papa VIII. Clemente'ye yazdığı mektupta Osmanlı Ordusu’nun geri çekilmesini
“büyük ve beklenmedik bir zafer” olarak belirtmektedir.” Osmanlı Ordusu’nu, Pers
kralı "Kzerkes zamanından beri böylesine büyük ve eğitilmiş bir ordu
görülmemiştir." sözleriyle tanımlarken, Hıristiyanların sayısının ve cephanesinin,
düşmanın dörtte biriyle bile başa çıkamayacak kadar az olduğunu, Tuna'nın sularının
yükselmesi sayesinde, Osmanlılar'ın gelişinin bir ay geciktiğini. Aksi halde,
Hıristiyanların çok daha az cephanesi olacağını ifade etmiştir. 153
Rosano Başpiskoposu’nun, Hristiyan ordusunun Osmanlıları nasıl geri
çekilmeye zorladığını anlattıktan sonra, Osmanlılar’a karşı bir Hristiyan birliği
kurmak gerektiğini belirterek, “Hz. Đsa'nın dinini savunmanın gerçek yolu, daha
güçlü bir ordu ile Macaristan üzerinden ve bir başka ordu ile denizden bu kafir
zorbaya karşı saldırı başlatmaktır. Tanrı'dan ümit ediyorum ki kralın tebası olan
151 Soykut,Papalık.., ss.55-56 152 Soykut,Papalık.., ss.104-105 153 Soykut,Papalık.., ss.106-108
132
bütün Hristiyan halklar, yani Bohemyalı, Moravyalı ve Avusturyalılar bunu örnek
alacaktır.” dediği ifade edilmektedir.154
Kula’nın naklettiğine göre, Dönemin ünlü hümanist yazarlarından Georgius
Agricola, 15 Ekim 1529 tarihinde 1.Viyana Kuşatmasının hemen ardından, yazdığı
"Türk'e Karşı Savaşın Gerekliliği" adlı konuşmasında, Almanya'yı, hatta bütün
Hıristiyanlığı hedef alan 1529 Viyana Kuşatması sırasında “zalim Türk'ün” Alman
topraklarında ve özellikle Avrupa'nın en verimli topraklarını oluşturan Avusturya da,
her şeyden önce de bu bölgenin en güzel, en tanınmış ve en güçlü kenti Viyana
üzerinde sergilediği acımasızlıktan bahsederek, Türk yayılmasını tüm Avrupa'yı
ilgilendiren en ivedi sorun olarak değerlendirmektedir. 155
Agricola’nın ifadesine göre, “ sayısız Alman bu acımasız tarafından, Asya'da
değil, Yunanistan'da değil kendi ocağında, vaftiz taşları üzerinde boğazlanmaktadır.”
“Türkler, uyrukları üzerinde egemenlik kurmaktan çok, onların derisini yüzmek
istemektedir. Türkler, saldırganlar içerisinde “en acımasız, en uğursuz, en bozucu, en
aşağılık, en utanç verici” olandır. “vahşi hayvanlardan daha korkunç” acımasızlıklar
yapmaktadırlar. Türk'e karşı konulmadığı takdirde, “Türkler, sadece Almanya'yı ve
Avrupa'yı değil, bütün yeryüzünü acımasız bir biçimde yok edecektir.” 156
Yazar’a göre, “Almanlar aralarındaki anlaşmazlıkları bir yana bırakarak
birleşmeli, bağlaşıklarını bulmalı ve “Türk'ü Avrupa'dan atana kadar” Türk'e karşı
amansızca savaşmalıdır.” 157
Aynı yıllarda, Scipione Ammirato tarafından yazılmış, savaş çığlıkları ile dolu
bir başka kitap ortaya çıkmıştır. Önce Papa V. Sixtus'a ardından da VIII. Clemente'ye
sunulan bu kitapta, Ammirato, Türklerle savaş için çocuk yaşlardan itibaren, zor
koşullara alıştırılacak ve ileri savaş teknikleriyle eğitilecek askerlerden oluşacak on
bin kişilik bir “kutsal milis kuvvet” kurulmasını, on-on iki yaşları arasında alınacak
çocukların daimi profesyonel bir ordu kurmak üzere eğitilmelerini önermiştir.
Ammirato, aralarında, Napoli ve Đspanya krallarınında bulunduğu hükümdarlara
154 Soykut,Papalık.., ss.106-108 155 Kula, Avrupa Kim.., s. 182 156 Kula, Avrupa Kim.., s.183 157 Kula, Avrupa Kim.., ss.186-187
133
Türklere karşı cihada davet etmek üzere mektup yazmış. Türklere karşı savaş
açılması yolunda büyük çabalar sarfeden Ferrara Dükünü övgüyle anmıştır. 158
Birinci Viyana Kuşatması sırasında ve sonrasında Türklerin acımasızlığını, ırza
geçmelerini, öldürücülüğünü ve Hristiyanlığın tek düşmanı olduğunu anlatan sayısız
şiir bulunmaktadır.
Kula, Onaltıncı yüz yıl Alman edebiyatının önemli şairlerinden olan Hans
Sachs’ın, 1529 Viyana kuşatması ile ilgili olarak yazdığı şiirinde, “Avrupa'nın göz
bebeği olan Viyana'nın çevresi, Türk atlılarınca üç gün boyunca yakılıp yıkılmıştır.
yakıp yıkmanın dışında “kadınlara, genç kızlara hatta ölü bedenlere bile tecavüz”
etmişler; gebe kadınların karınlarını yarıp, çıkardıkları bebekleri mızraklarına
geçirmişlerdir. Binlerce Hristiyan'ı boğmuşlar; binlercesini hayvanlar gibi önlerine
katıp götürmüşlerdir.” Dediğini ifade etmiştir. 159
Şair’in, “Hristiyanların kahramanca direnmesi sonucu, “zalim, kıyıcı, kan içici
köpek ve sınırsız drecede aşağılık Türkler, her şeylerini geride bırakarak”, Viyana
kuşatmasına son vermek zorunda kalmışlardır.” dediği belirtilmektedir. 160
Şair Hans Sachs Kanuni'nin 1532 yılının ikinci yarısında çıktığı Avrupa seferi
nedeniyle kaleme aldığı “Zalim Türk'ün Yakım-Yıkımı Hakkında Tanrıya Yakınma”
adlı bir başka şiirinde, Hristiyanlığın içinde bulunduğu “acınacak” durumu görmesi
ve "kanlı köpek" Türk'ü durdurması konusunda Tanrıya yalvarmaktadır.” 161
Şair’in Artık "Anadolu" diye anılan "Asya'da" başlayan Türklerin fetihleri çok
uzun sürmüştür. Türkler, "Hristiyan inancının başlangıç noktası" olan "Asya'yı,
Kapadokya'yı, Frigya'yı, Pamfilya'yı, Kilikya'yı, Didiya'yı, Ermenistan'ı, Suriye'yi,
Arabistan'ı, Filistin'i, Yahudi yurdunu, Kutsal Toprakları..." kirletmiş, yani,
egemenliği altına alarak, "Büyük Türkiye'yi" kurmuştur. Đfadesini kullandığı
belirtilmektedir.162
Türk tehdidi sadece Türklerin fethettikleri ülkelerde değil, Đngiltere gibi hiçbir
zaman doğrudan Türk tehdidine maruz kalmayan Avrupa ülkelerinde de
158 Soykut,Papalık.., ss. 108.109 159 Kula, Avrupa Kim.., ss.240-241 160 Kula, Avrupa Kim.., ss.240-241 161 Kula, Avrupa Kim.., s.241 162 Kula, Avrupa Kim.., s.241
134
hissedilmiştir, örneğin, on altıncı yüzyılda Đngiliz Kilisesi, Roma dan, Papalık dan,
kopmasına rağmen, Türkler tarafından tehdit edilen Hristiyanlar (Katolikler) için dua
edilmesini emretmiştir, Protestanların güvenliğinin Katoliklerin Türklere karşı
uyanık olmalarına bağlı olduğu düşünülmüştür. 163
Luter, sözkonusu dönemde Almanya'da ve Avrupa'da en önemli sorun olarak
görülen ve sürekli olarak gündemde olan, "Türk Savaşı", "Türk vergisi", "Türk
korkusu", "Türk tehtidi" gibi konularda Hristiyan köktenci düşünceler ortaya
koymuştur. Viyana'nın Osmanlılarca kuşatılmasının hemen ardından 1529’da kaleme
aldığı “Türk'e Karşı Savaşa Đlişkin” adlı kitabında Tanrının Hristiyanları
cezalandırmak için Türkleri gönderdiğini Türkler’in, "Tanrının eli kırbacı, yakıp
yıkan şeytanın uşağı."olduğunu, Bu nedenle, şeytana ve Türklere karşı “kılıçla
savaşılamayacağını” belirtmiştir. 164
Luther, 1529' daki "Savaş Vaazı"nda Orta Avrupa'nın Türkler tarafından işgal
edilebileceğini belirterek Almanya'daki köylülerin "Büyük Korkusu"nu
tetiklemiştir.165
Luther 1530 yılında yazdığı "Türk'e Karşı Ordu Vaazı" adlı eserinde, Türk ve
Türkiye kavramlarını sürekli ve ısrarla kullanarak Türk ve Đslam kavramlarını
birbiriyle bütünüyle özdeşleştirmiştir. Hristiyan ulularının, başarı ve zaferin
Muhammed'in ve Türklerin olacağını bildirdiklerini belirterek, Tevrat'ta yer alan
Daniel söylencesinden de bahsederek Türklerin "Hristiyanlığa son vereceklerini" öne
süren Luther Hristiyan adı altında Türklere karşı savaşılmaması gerektiği görüşünü
tekrarlamıştır. 166
Luther, sonradan fikrini değiştirerek Alman aristokrasisini Türklere karşı
savaşmaya çağırmıştır.167 Türklerin, askeri anlamda üst üste elde ettiği başarılar,
Luther’in fikrinin ve stratejisinin değişmesine, onun Türklere karşı savaşın önemli
destekçilerinden birisi olmasına neden olmuştur. 168
163 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 67 164 Kula, Avrupa Kim.., ss. 191-192 165 Delanty,Avrupa’nın Đcadı, ss. 58-59 166 Kula, Avrupa Kim.., ss. 192-193 167 Soykut,Papalık, s.106 168 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 103
135
Luther, Hristiyan mitolojisine dayanarak, "Asur-Babil", "Pers-Med",
"Makedon-Yunan" ve sonuncusu da "Roma" olmak üzere, dört "kutsal" imparatorluk
olduğunu belirterek hala dördüncü imparatorlukta yaşandığını savunarak. Hıristiyan
mitolojisinde Türk imparatorluğunun anılmaması nedeniyle, "Türk’ün ne imparator
olabileceğini , ne de imparatorluk kurabileceğini belirtmiştir." 169
Luther'in geliştirdiği Protestanlık mezhebinden olmayan Papa 16. Benedikt’de
"Avrupa'nın Düşünsel Kökleri" adlı irdelemesinde Đncil'e dayanarak, en son kutsal
imparatorluğun "Kutsal Roma Đmparatorluğu" olduğunu belirtmektedir. Hristiyanlık
merkezli bakış açısı, Latin Avrupa devlet oluşumlarını kutsallık düzeyine
yükselterek, onlara kalıcılık niteliği kazandırmaya dayanmaktadır Müslüman
Osmanlı devleti, hem imparatorluk, hem de kutsallık niteliğinden yoksun
sayılmaktadır. Bu olgu da Orta Çağda gözlemlenen “Türk karşıtı propagandanın” bir
parçasıdır. 170
Luther, Daniel efsanesinde ki dördüncü hayvanın on boynuzundan küçük olanı
olarak yorumladığı Türkleri potansiyel bir tehdit ve tehlike olarak algılamış, Mısır,
Asya ve Yunanistan'ın, Türk egemenliği altına girmesini buna delil olarak
göstermiştir. "küçük boynuz" olarak yorumlanan Asyalı zalim Türk'ü, Luther,
Đncil'deki "Gog ve Magog" (Yecüç Mecüç) söylemine de uyarlamıştır. Luther,
"Yecüç" diye nitelendirdiği Türkler için bunlar, bizde olduğu gibi, büyük ve güzel
evler inşa edemezler; hayvan gibi, başlarının üstünde bir damla yetinirler... Yağma
ve savaşa sürekli hazır olan vahşi ve yağmacı göçebelerdir" demiştir. 171
Luther’in öğretisine göre iblisin toplayacağı yecüc mecüc ordusu büyük Türk
ordusundan başkası değildir.172 1530’da yayınlanan Đncil’deki Viyana Kuşatması
gravüründe Yecüc Mecüc olarak Osmanlı ordusu resmedilmiştir. Đncil ve
Hristiyanlık öğretilirken bir yandan da Türk düşmanlığı aşılanmaktadır. 173
Böylece, Türkler, ilkesel olarak ve Hristiyan mitolojisine dayanarak, uygarlık
yaratma ve uygarlık değerlerini edinme yeteneğinden yoksun bir topluluk olarak,
169 Kula, Avrupa Kim..,s.193 170 Kula,Avrupa Kim.., s.91 171 Kula,Avrupa Kim.., ss. 194-195 172 Hüseyin Salihoğlu,”önsöz” Gustav Rasch, 19. yy. Sonlarında Avrupa’da Türkler,Hüseyin Salihoğlu (çev.), Đstanbul, Yeditepe Yayınevi, 2004, s.10 173 Salihoğlu,”önsöz” Gustav Rasch, Avrupa’da Türkler, s.10
136
Hristiyan teolojisinin en önde gelen bir kişiliğinin de katkısıyla Avrupa'nın ortak
belleğine “öteki” olarak yerleştirilmiştir.174
Martin Luther, Ricoldo de Monte Croce'nin “Confutatio Alcorani” (“Kuran'ın
Çürütülmesi”) adlı kitabının Almanca çevirisine yazdığı önsözde, Kuran'ı "utanç
verici şey" olarak nitelendirmiş, "Kuran daha önce Latince'ye çevrilseydi, herkes
Muhammed'in Hristiyanlığın düşmanı olduğunu görür, Muhammed de uzun süre
Hristiyanlığa zarar veremezdi."demiştir. Bu sözlerle, Luther'in Muhammed adıyla
Hz. Muhammet'ten çok, Osmanlı egemenlik alanının Avrupa'da yaygınlaşmasına
ortam hazırlayan Fatih Sultan Mehmet'e işaret ettiği söylenilmektedir. 175
Ricoldo'nun “Kuran'ın Çürütülmesi” adlı kitabının Luther tarafından
gerçekleştirilen Almanca çevirisi, Avrupa ve Alman kültüründe Đslam Türk
imgelerine ve bunların "öteki" olarak algılanmasına olası etkileri bakımından büyük
önem taşımaktadır. 176
Erasmus 1530' da "Türklere Karşı Nasıl Savaşılacağı Konusunda Rotterdamlı
Erasmus'un Öğütleri" adlı yazısında "yakıp-yıkmaları olağanlaşan kaba saba Türkler,
en soysuz, en bilinmeyen bir köktendir" değerlendirmesiyle Türklerin
ötekileştirilmesi sürecine katkıda bulunmuştur. 177
Delanty’in Tazbir, Coles, Curio’dan nakledişine göre "Đlk Avrupalı" olarak
bilinen Erasmus, Hristiyan prenslerinin tartışmaları bir kenara bırakarak Osmanlı
iktidarına karşı birleşik bir cephe oluşturmaları gerektiğini söylemektedir ve O,
Türklere karşı mücadele edecek "Avrupa ulusları"nı bu yönde harekete geçmeleri
için hararetle teşvik etmiştir178
Kumrular’ın, Aldobrandino Malvezzi’den naklettiğine göre Erasmus,”Türklerin
küçük Asya’da başıboş bir şekilde yağmalama ile uğraşırken Serazenlerin başı
Muhammed’i liderleri olarak tanıdıklarını, sonradan liderliğe göz diktiklerin de
Serazenlere saldırarak Muhammed’i savaşta katlettiklerini Türk devletinin
başlangıcının bu şekilde olduğunu ifade etmiştir.” 179
174 Kula,Avrupa Kim.., ss. 194-195 175 Kula, Avrupa Kim.., s.134 176 Kula, Avrupa Kim.., s.135 177 Kula, Avrupa Kim.., s.179 178 Delanty, Avrupa’nın icadı, ss.58-59 179 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 50
137
Malvezzi, Erasmus’un sözlerinin yanlışlığını belirtirken, Kumrular, onaltıncı
yüzyılın en parlak isimlerinden olan hümanist düşünürün Türk tarihine dair verdiği
hatta yazıp yayınladığı yanlış bilgilerin, Avrupa’nın Türk dünyası hakkında
bilgisinin ne kadar sınırlı, ne kadar eksik, ne kadar yanlış olduğunun en çarpıcı
göstergesi olduğunu belirtmiştir. 180
Katoliklerin Đslamiyet’le ilgili görüşleri hakkında kaynakların pek çoğunda,
Türklere karşı savaş açılmasının gerekçelerinin yanında, Hristiyan devletler arasında
Osmanlılara hak ettikleri cevabı verebilecek şekilde bir birlik kurulmasının
gerekliliğinden bahsedilmektedir.181
Soykut, Setton’un “haçlı seferi Papalığın tasarladığı hemen hemen tek tutarlı
politikadır. Bu politikada Türk düşmanlığı neredeyse bir inanç haline gelmiştir.”
dediğini ifade etmiştir.182
Katolik kilisesinin karşı Reformasyon döneminde, Papalığın, Türklere karşı
haçlı seferi ve Protestanlara karşı zulüm öngören şiddetli karşı-Reformasyon
politikaları mevcuttur. Ancak bu defa haçlı seferleri, dinsel niteliğinin yanı sıra siyasi
bir nitelik de kazanmıştır. Çünkü Papalık, Reformasyon ile azalan otoritesini,
Đstanbul'un fethinden Reformasyon döneminin başına kadar olan zamanda elinde
bulundurduğu en güçlü otorite haline getirmek istemektedir.183
Papalığın ortaçağdan beri süregelen zihniyetine göre. Roma Katolik Kilisesi,
hiyerarşisi ve kurumlarıyla, eski Roma devlet yapısının ve ihtişamının tek varisidir.
Dolayısıyla, "pax romana", yani Roma barışı ile dünyayı nizam içinde yöneten eski
Romalılar gibi, kilise de bütün Hıristiyanlık dünyasını "pax christiana", yani
Hıristiyanlık barışı içinde yönetmek istemektedir.184
Fakat eski Roma'nın varisi olma iddiaları sadece Roma kilisesine ait değildir.
II. Mehmed bizzat “Kayser-i Diyar-ı Rum" unvanını almıştır; halefleri daha sonra bu
unvanı kullanmamışlarsa da siyasi ve askeri yapısı açısından Osmanlı Devleti o
yıllarda Avrupa ve Asya'da, eski Roma' nın ihtişamına, çok kültürlü ve çokuluslu
180 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 50 181 Soykut,Papalık.., s.61 182 Soykut,Papalık.., s.61 183 Soykut,Papalık.., ss. 86-87 184 Soykut,Papalık.., s.86
138
yapısına sahip olan, ekonomik ve askeri gücü hoşgörülü ve adaletli yönetimi ile
daha ileri olan tek devlettir. 185
Fatih Sultan Mehmet’in Doğu Roma Đmparatorluğu’nun merkezi Đstanbul’u
fethettiğinden itibaren kadim Roma Đmparatorluğu’nu ihya etme amacında olduğu,
Kayzer-i Rum unvanını almasının bunun delili olduğu belirtilmektedir.186
Keşifler çağı, ile elde edilen yeni topraklar ve gelir kaynakları, onbeşinci
yüzyılın sonunda Türklere karşı Haçlı seferi zihniyetinin daha da güçlenmesine
katkıda bulunmuştur. Fakat bu hareket bu defa batıyla bağlantılıdır ve yeni
mutlakiyetçi rejimlerin ve karşı-reformcu Roma Katolikliğinin bir ürünüdür.187
Onaltıncı ve onyedinci yüzyıllardaki haçlı seferi Reformasyon sonunda biraz
daha bölünen “Avrupa'yı Papalığın himayesinde yeniden birleştirme aracı” olarak
görülmektedir. 188 Onaltıncı yüzyılda hala “cruzada” adını taşıyan ve “Haçlı seferi”
yapmak şartıyla bazı krallara papa tarafından ayrılan bir bütçe vardır. 189
Papalığın çabalarıyla 1538 yılında Osmanlıya karşı Kutsal bir lega (ittifak)
kurulmuştur. 190 Reformasyonun Avrupa'yı daha da bölmesi ve Roma kilisesinin
Avrupa'nın hemen hemen yarısı üzerinde etkili olan otoritesini kaybetmesiyle
Lega’nın, yani ittifakın siyasi açıdan anlam kazanması, mümkün olabilmiştir.191
5.5. Đnebahtı (Lepanto) Deniz Savaşı,
1571 Đnebahtı deniz savaşı, Avrupa kimliği ve Türk kimliği etkileşiminde
önemli noktalardan birisidir.
Delanty 1571 Lepanto’da, Kutsal ittifak'ın Türklerin üstünlüğüne son vermesi
ile Avrupa'nın, Hristiyan imparatorluğuna dönüşümünün tamamlanmış olduğunu, Bu
zafer, ile "Batı" nın genişlemesi için bütün koşulları hazırlamış olduğunu, bu tarihten
sonra, Avrupa fikrinin sert dindar anlamını kaybederek dünyevi bir kimlik
185 Soykut,Papalık.., s.87 186 Đnalcık, Doğu Batı II, s. 29 187 Delanty, Avrupa’nın icadı, s 49 188 Soykut, Papalık.., s.89 189 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s.122 190 Đnalcık, Doğu Batı II, s. 29 191 Soykut, Papalık.., s. 89
139
kazanmaya başladığını Örneğin "Barbar" kavramı kafirlerden ziyade bütün Avrupalı
olmayan dünya için kullanılmaya başlandığını belirtmiştir.192
Papa 16. Benediktus, Đslam'ın Osmanlılarca Avrupa içlerine doğru zaferler
kazanarak yayıldığı bir dönemde 07 Ekim 1571 tarihli Lepanto (Đnebahtı) deniz
savaşının belirleyici bir kırılma noktası oluşturduğunu, Bu savaşta Osmanlı
ordusunun yenilgiye uğratılmasının, “yüzyıllar boyunca Avrupa kimliğinin başarılı
bir biçimde savunulmasının simgesi” olduğunu belirtmiştir. 193
Osmanlı Đmparatorluğu Đnebahtı’da; korkulan, Avrupa sahnesinde gücüne
başvurulan önemli bir aktör olma statüsünü ve Akdeniz egemenliğini kaybetmiştir.194
Papa 16. Benediktus'un olağanüstü önem vererek andığı inebahtı savaşı,
Avrupa'da yaygın olan Türklerin “yenilmez” oldukları düşüncesinin zayıflamasına
katkı yapan bir olay olarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda Avrupalılar, Türklerin
"yenilebilir", "altedilebilir" bir güç olduğu duygusunu kazanmışlardır. 195
Osmanlı’nın yenilmez Türk imajını sarsan ilk örnek olan Đnebahtı yenilgisinden
sonra Türklerin hazin sonu ile ilgili sayısız efsane ve kehanet oluşturulmuş, Türk
karşıtı sayısız eser, yazılmıştır.196
Soykut’un değerlendirdiği Venedik sonesi, Đnebahtı bozgunundan sonra yazılan
aşağılayıcı, ötekileştirici örneklerden biridir.
Evet, Selim Efendi, bu vaftizli insanlarımızın (Hıristiyanlar) zaferidir:
Altmış bin Türk ve dönme ve üç yüz yelkenliniz denize döküldü.
Kharon onların ruhlarını bataklıkta bekliyor: Ali, Piyale ve Allah'ın öteki oğulları ile birlikte.
Bırakın şimdi Muhammed'iniz (?) paşalarınızla birlikte, uğradığınız bozgunun yaralarını sarsın.
Hangi akla hizmet alçak adamlarınızla Đtalya ve Đspanya'yı alt edebileceğinizi sandınız.
Muhammed'in Đsa'yı yenebileceğini mi düşündünüz?
Roma (V. Pius), Kartal (Đspanya) ve pençeleriyle Aslan (Venedik), boğazı (Çanakkale)
kolayca geçebilir; ki işte o zaman dinleyin toplarının, tüfeklerinin ve kılıçlarının sesini.197
1571 tarihli Lepanto (Đnebahtı) deniz savaşı, Avrupa’da felsefe ve edebiyata
yansıtılacak ölçüde önemsenmiştir. Örneğin, ünlü Alman yazar Goethe temel yapıtı
192 Delanty, Avrupa’nın icadı, ss.69-70 193 Kula, Avrupa Kim.., s. 89 194 Đnalcık, Doğu Batı II, s. 252 195 Kula, Avrupa Kim.., s. 90 196 Soykut,Papalık.., s.201 197 Soykut,Papalık.., s.202
140
olan "Faust"un ikinci bölümünde Osmanlının Đnebahtı yenilgisini, 1821'de başlayan
Yunan bağımsızlık hareketinden sonra Avrupa'da yoğunlaşan filhelenizm
(Yunanseverlik) akımı bağlamında yeniden güncelleştirmiş ve edebiyatta
ölümsüzleştirmiştir.198
“Đspanyol edebiyatının ünlülerinden olan Cervantes ve Lope de Vega
eserlerinde Đnebahtı’yı coşkulu bir şekilde ele almışlardır.” 199
Avrupa, Osmanlı Đmparatorluğu’nun I. Viyana Kuşatması başarısızlığını,
bünyesinde Đslam’ı sembolize eden Türk düşmanlığını doruğa çıkarmada çok iyi
değerlendirmiş, Viyanadan 42 yıl sonra gelen Đnebahtı kısa zamanda kolektif
hafızaya şaşaalı bir zafer olarak işlenmiştir.200
Onaltıncı yüzyılın sonlarına doğru, 1571 yılında Đnebahtı Savaşı ve 1683
yılında Viyana'nın Türklerden kurtarılması ile somutlaşan "haçlı seferi", "lega contro
il Turco" (Türklere karşı ittifak) siyasetinin bir sonucudur." 201
Avrupa'nın başarılı olduğu en büyük “Haçlı seferi” 1571 Inebahtı Savaşı'dır. 202
Johannes Cochlaeus “Almanya'nın Kısa Betimlemesi” adlı irdelemesinde “Korkunç
Türkleri geri püskürten ve Muhammed'e Đsa’nın koyun ahırını yağmalama fırsatı
vermeyen” Almanya'nın mutluluğundan söz etmiştir. 203
Venedik asıllı Lazzaro Soranzo, 1598 yılında Ferrara Dükü'nün himayesinde
yazdığı “L’Ottomanno” adlı kitabında, Türkler’e karşı birleşilerek, topyekün ve hem
karadan hem de denizden saldılması gerektiğini belirterek, saldırmak için
izlenebilecek muhtemel yolları anlatmıştır. Türklere karşı savaşı teşvik eden
fikirlerini, casusluk bilgileriyle desteklemiştir.204
Marcello Marchesi, Papa V. Paulus'a 1606 yılında Habsburglar la Osmanlılar
arasında imzalanan Zitvatorok Barışı'ndan kısa bir süre sonra yazdığı mektupta.
Zitvatorok Barışı'ndan hoşnutsuzluğunu dile getirmektedir. Amacı, Hıristiyanların
Osmanlılara karşı genel bir savaş açmasına önayak olmaktır. Marchesi'nin tasvirine
198 Kula Avrupa Kim.., s. 90 199 Đnalcık, Doğu Batı II, s. 252 200 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 61 201 Soykut, Papalık.., s.89 202 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s.122 203 Kula, Avrupa Kim.., s. 181 204 Soykut, Papalık.., ss.109. 167-168
141
göre, Avrupa'nın orduları yetersiz ve amatör; gündelik hayatın zevklerine dalmış
kibirli aristokratları ise Türkler karşısında beceriksiz ve tembeldir.205
Marchesi'nin mektubu ithaf ettiği Papa V. Paulus (Camillo Borghese),
Habsburg Đmparatorluğu'nun muhtelif yerlerinde Protestanlara karşı eylemlerde
bulunarak siyasi ve askeri açıdan Hollanda'da Đspanya kralının, Macaristan ve
Bohemya'da da Protestanlığın tutunmasını engellemek için Đmparator Matthias'ın
halefi II. Ferdinand'ı desteklemiş ve Ferdinand'ın önce Bohemia kralı ve daha sonra
imparator olarak taç giymesi Otuz Yıl Savaşları'nın önemli sebeplerinden biri
olmuştur. Mektubunun sonunda Marchesi, sadece Türklere karşı değil, Protestanlara
karşı da savaş açılması gerektiğinden bahsetmiştir. 206
Marchesi'nin Papa V. Paulus'a yazdığı mektup, onyedinci yüzyılda yüksek
düzey papalık yöneticileri ve ruhban sınıfı mensupları tarafından, Türklere karşı
savaşa teşvik amacıyla papalara yazılmış mektuplara bir örnektir.207
Soykut’un naklettiğine göre Giovanni Battista Gigli 1613 yılından itibaren
yazmaya başladığı ve Papa V. Paulus'a ithaf edilmiş II Maomettano (Muhammedi)
adlı elyazmasında, zamanın Katolik Kilisesinin hemen hemen bütün üyelerinin
üzerinde hem fikir olduğu, Türk’lerin, kötü ve tehlikeli olduğuna dair görüşlerini
tekrarlamıştır. 208
Bunu, Angelo Petricca da Sonnino ve Fra Paolo da Lagni tarafından 1640 ve
1679 yıllarında yazılan ve Papa XI. Innocentius himayesinde, Avrupa'da
Osmanlıların ilerlemesini durdurmak amacıyla yapılan ilk etkili ve başarılı askeri
kampanya ile sonuçlanan savaş planları izlemiştir. Marchesi'nin mektubunun savaşa
teşvik edici diğer yazılarla birinci ortak noktası Osmanlılara karşı savaş açmanın
gerekli olduğu düşücesi; ikincisi disiplinli bir ordu kurmanın ve yönetmenin
gerektiği; üçüncüsü ise tüm Hristiyan aleminin değilse bile, Osmanlı tehdidi altındaki
tüm tarafların birleşmeye davet ediliyor olmasıdır. Türklere karşı savaş, "adil savaş"
adı altında kurumsallaştırılmıştır.209
205 Soykut, Papalık.., ss. 114-115 206 Soykut,Papalık.., s.136 207 Soykut,Papalık.., s.136 208 Soykut,Papalık.., s.61 209 Soykut,Papalık.., s.138
142
Đmgeler benimsenme ve aktarılma sürecinde söz konusu toplumun ortak
belleğine yerleşir. Ortak belleğe yerleşen ve böylece giderek olağanlaşan ve
sorgulanmaz yargıya, daha doğru bir anlatımla önyargıya dönüşen imgeler, felsefi ve
sanatsal yaratım alanlarına da yansırlar. 210
“Marchesi’de Rönesans ruhuna uygun olarak uygar dünyayı Romalılarla;
Türkleri de Hunlar, Partlar ve Araplarla eş tutmakta; Romalıları, askeri stratejilerini
barbar Türkler’in “karmaşık” ve “disiplinsiz” savaşma biçimine uyarlayamadıkları
için eleştirmektedir.”
“Marchesi, mektubunda Avrupa'yı bu barbarlardan kurtarmanın tek yolunun
geçmişteki büyük haçlı seferlerinde olduğu gibi Avrupa'nın baş düşmanını olarak
tanımladığı, Türklere karşı bir saldırı savaşı düzenlemek olduğuna ikna etmeye
çalışmıştır.”211
Capucin keşişi Joseph de Türkler’e karşı Fransa kralı yönetiminde birleşik bir
haçlı ordusu oluşturulmasını içeren uzun bir savaş projesi hazırlamıştır. 212
Angelo Petricca da Sonnino da “Propaganda Fide”nin (Đmanı Yayma Cemaati)
bir temsilcisi olarak farklı bir siyasi ifadeyle aynı noktayı vurgulamıştır. Angelo
Petricca da Sonnino ve Fra Paolo da Lagni'yle birlikte, Marchesi ve Papalık içindeki
destekçileri Türklere karşı Hristiyan ittifakı kurma fikrinin öncüleridirler. Bu fikir
1683 yılında ikinci Viyana kuşatmasına karşı papa XI. Innocentius'in himayesinde
gerçekleştirilebilecek savaş ile hayata geçecektir. 213
Petricca, Marchesi ve Fra Paolo da Lagni’nin görüşleri; 1683 yılındaki Viyana
savunmasının ve Türklere karşı ilk etkili askeri seferberliğin lideri Papa XI.
Đnnocent'ta bir haçlı seferi düşüncesi oluşmasına yol açmıştır. Bu bakımdan,
Bessarion ve II. Pius'la başlayan siyasi ve askeri yapılanma süreci, Soranzo,
Ammirato, Marchesi, Petricca ve Paolo da Lagni ile olgunlaşmış ve Papalığın Türk
politikasını oluşturmuştur.214
210 Kula, Avrupa Kim.., s. 225 211 Soykut,Papalık.., s.140 212 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 220 213 Soykut, Papalık.., s.173 214 Soykut, Papalık.., s.173
143
Angelo Petricca da Sonnino, bütün Hristiyanlar birleşmedikleri sürece
Osmanlılara karşı bir savaş açmanın mümkün olamayacağını belirten, çoğu zaman
Osmanlı Đmparatorluğu'nun askeri kapasitesini küçümseyen ateşli bir haçlı seferi
savunucusudur. 215
Petricca'nın 1640 tarihli risalesinde, Türklere karşı savaşın gerekliliği
Protestanların ve Katoliklerin aralarındaki savaşı sona erdirerek, “kafir Türkler” e
karşı bütün Hristiyanların birlik halinde savaşmaları gerektiğini belirtmiştir.216
Aslında Petricca, asırlık “Hristiyan alemi birliği” retoriğini savunmaktadır.
Haçlı seferi gerçekleştiği takdirde ”Türklerle savaş”ın yalnızca toprak ve servet
kazanmak açısından değil, ateşkes olmasa bile geçici bir siyasi birlik sağlanması
açısından da, Hristiyan alemi için mükemmel bir fırsat olduğunu belirterek,
"Tanrının izniyle, Hristiyan orduları Türklere karşı birleşeceklerdir demiştir.
Petricca'nın dini bakış açısıyla Helen Ortodokslarla Latinler arasındaki
benzerlikler üzerinde durarak, Protestanlar ve Katolikler arasındaki farkları kasten
göz ardı etmesi, dikkatleri Avrupa'nın iç sorunlardan Türk sorununa çekmek
istemiştir. bu kez siyasi açıdan, Türkler tekrar "öteki”ni temsil etmiş ve Avrupa,
kendi içindeki siyasi bölünmüşlüğün üstesinden, Türklerle aralarındaki farklılıkları
öne çıkararak gelmeye çalışmıştır.217
Türklere karşı savaş çağrı ve projelerinin arttığı dönemde Türkiyede elçilik
yapmış olan Savary de Breves’in de bir haçlı seferi planı hazırladığı ortaya
çıkmıştır.218
Gottfried Wilhelm Leibnitz, Osmanlı tehdidi karşısında geleneksel Avrupa
Hristiyan birliğinin sağlanarak Türklerle savaşılması gerektiğini savunmaktadır.
Leibnitz’in çabaları sonucunda 1658‘de Almanya ve Fransa arasında bir ittifak (Ren
Legası) imzalanmıştır.219
Soykut’a göre, Vatikan belgelerinden anlaşıldığı şekliyle, onyedinci yüzyılda
Papalık ve diğer Avrupa devletlerinin Türklere bakış açısı ortaçağa göre pek fazla
215 Soykut, Papalık.., s.173 216 Soykut, Papalık.., ss.177-178 217 Soykut, Papalık.., s.179 218 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 220 219 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 221
144
değişmediğini; hatta siyasi ve ideolojik olarak "kutsal savaş" kavramının organik bir
bağ içinde süregelmiş olduğunu, Birinci Viyana Kuşatması’ndan itibaren artarak
devam eden “Türk’e karşı savaş” “kutsal savaş” yerleştirmesi, sonucu 1683 yılında
Papa XI. Innocentius (Odescalchi) himayesinde örgütlenen savaşın, bir haçlı savaşı
olduğunu, belirtmiştir. 220
Soykut, Norman Housley ve Kenneth M. Setton'dan naklettiğine göre, onaltıncı
ve onyedinci yüzyılda Türklere karşı yapılan savaşlar, hem temel düşünceler, hem
kurumlar, hem de terminoloji açısından haçlı seferleri tarihinin bir devamıdır. 221
Türklere karşı birleşilerek savaşma projeleri insanları bilinç olarak hazırlarken
askeri açıdan da savunmaya yada saldırıya hazır bulunmak üzere çeşitli gelişmeler
kaydedilmiştir. Avrupa’da bilim ve teknolojide meydana gelen ilermelere paralel
olarak ateşli silahlarda ve gemicilikte önemli gelişmeler yaşanmış, Tüfekli piyade
taburları oluşturulmuş, kale-istihkam inşasında surlar yerine alçak tabya sistemine
geçilmiştir. Söz konusu askeri yenilikler 1593-1606 savaşlarında Osmanlı’ya karşı
kullanılmıştır. 222
Avrupa devletlerinin Türklerle etkileşimin başladığı Ortaçağın ikinci yarısından
itibaren Papalık önderliğinde sürdürdüğü, savunma zorunluluğu ile ortaya koyduğu
ittifak, birleşme, koalisyon, konfederasyon girişimleri Đnebahtı savaşı ve II. Viyana
kuşatmasında Türklerin yenilgiye uğratılması şeklinde meyvelerini vermiştir.
5.5.1 Türklere Karşı Avrupa’da Birlik Teşebbüsleri
Avrupa tarihinde ilk birleşik Avrupa projeleri Türklere karşı korunmak ve
onları Avrupadan çıkarmak için düşünülmüştür. Küçük ittifaklar dışındaki ilk
birleşik Avrupa projesi Fransız Devlet adamı Dük de Sully’nin 1607’de ortaya
koyduğu projedir. Bu projeye göre onbeş Avrupa ülkesinden oluşacak bir
Konfederasyon olacak, bu örgütün bir meclisi ve uluslararası anlaşmazlıkları
çözmek için ayrı birimleri olacaktır. Konfedere devletler 273.800 kişilik bir ordu ve
117 kadırgalık bir donanma oluşturacak, Fransa kralının yönetiminde olacak ve
Osmanlılar Avrupa’dan çıkarılıncaya kadar bu ordu savaşı sürdürecektir. 223
220 Soykut, Papalık.., s.113 221 Soykut, Papalık.., ss.180-181 222 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 219 223 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 220
145
Filozof Gottfried Wilhelm Leibnitz, Türkler’i dünyada savaş ve istikrarsızlığın
başlıca sebebi saymaktadır. 1670 yılında Türklere karşı, Rusya ve Avrupa devletleri
arasında bir Hristiyan cephe oluşturmak için bir Avrupa Konfederasyonu
önermektedir. 224
5.6. Đkinci Viyana Kuşatması
Đkinci Viyana kuşatması sonucunda, Osmanlılar’ın Avrupa'da üç yüz yıl süren
ilerleyişine son verilmiştir. Bu tarihten itibaren, Türkler, artık Avrupa için askeri bir
tehdit olmaktan çıkmıştır.
Tüklerin Viyana’da yenilgiye uğratılması sonrasında Avrupa devletlerinde
yaşayan Hristiyanlar, Türkler için kötü akıbetler öngörmeye başlamışlardır. En
ılımlıları Türkleri toplu halde Hristiyan yapmak isterken, bir kısmı onları çöllere
sürmek istemekte, başka bir kısım, yeryüzünde ne kadar Türk varsa hepsinin kılıçtan
geçirilerek ortadan kaldırılmasını istemektedir.225
Viyana yenilgisi ve ardından devam eden savaşlar sonrasında Avrupa’nın
Türkler’in direnme gücünün kalmadığını anlaması üzerine, Osmanlı ülkesini istila
ve paylaşma düşünce ve planları ortaya çıkmıştır. Paylaşma planlarında rekabet bu
kez Avrupa devletleri için ortak hareket etme ve uzlaşma politikalarını gündeme
getirmiştir. Osmanlı Đmparatorluğu’nu paylaşım düşünceleri ortaya atılmıştır. 226
Đstanbul’un fethiyle oluşan "yenilmez muazzam" Türk imajı, Đnebahtı'dan
sonra "yenilebilir Türk olarak değişmiş, 1683'teki Viyana başarısızlığından sonra
“zararsız Türk" halini almış, onduzuncu yüzyılın ikinci yarısında, "Avrupa'nın hasta
adamı" şekline dönüşmüştür.
Onyedinci yüzyıl Avrupa tarihinde, hiçbir olay Türklerin II. Viyana
Kuşatmasından daha çok dikkat çekmemiştir. Bu nedenle üzerinden üç yüzyıldan
fazla zaman geçmesine rağmen bu konuda araştırma yapılmaya yazı yazılmaya
devam edilmiştir.
Kula, Đkinci Viyana Kuşatması'nın konulaştırıldığı "Türk Dayak Çorbası" adlı
1683 tarihli anonim şiirde, "kanlı köpek" Türk imgesinin yanı sıra, kuşatmayı 224 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 221 225 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 218 226 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 219
146
başaramayan Türklerin ve Müslümanların peygamberinin, aşağılandığı, Kuran’ın
"yalanlar kitabı" olarak nitelendirildiği, Bir zamanlar korkulan Türk’ün kendi
ağzından "terkedilmiş bir köpek" olarak betimlenerek aşağılandığı, Türk’lerin
kendisini “Viyanalılar” arasında sanacak kadar yanılgı içerisinde olduğu ifadelerinin
kullanıldığını belirtmektedir.227
Aynı tarihli “Viyana'nın Kurtuluşu” adlı şiirde “Viyana "Hıristiyanlığın zaferli
kalesidir"; yeryüzünün "en yüce tacıdır"; Bundan sonra "mızrakları Türk kanıyla
kızıla boyanmış" Alman savaşçılar "haçı Ayasofya'nın burçlarına dikecektir"
Kartalın pençesi, Viyana'yı kendisinin sayan ve öğünen "kanlı köpek" Türk'e gerekli
dersi vermiştir.” Denilmektedir.228
“Özellikle Hıristiyan dünyasının Đslam dünyasına karşı yürüttüğü din savaşları
geleneği içerisinde kahramanlar olarak yüceltilen Kari Martell, Gottfried von
Bouillon ve son olarak da Savoyenli Prens Eugen sıkça anılarak yüceltilmiştir.” 229
Kula’nın Schöne’den naklettiğine göre,Türklerin, ikinci Viyana kuşatmasına ve
Macaristan’da ki egemenliğine son veren Prens Eugen Von Savoyen “Korkunç
Türkleri” yenilgiye uğratmış olması nedeni ile mitleştirilmiştir. 230
Filozof ve matematikçi olan Leibnitz, en önemli felsefi yapıtı olan
"Monadoloji" (teklik bilgisi) adlı yapıtını, 1683'ten itibaren Osmanlılara karşı
kazandığı başarılardan dolayı Almanya ve Avrupa'da abartılı bir biçimde
efsaneleştirilen Prens Eugen'e ithaf etmiştir.231
Prens Eugen'in edebiyat alanında mitleştirilmesine katkı yapanlardan biri de
şair Johann Christian Günther'dir şair, 1718 yılında Osmanlı ordusunun Zenta'da
Almanlar’a yenilmesi, üzerine Zenta galibiyetini kazanan komutan Savoyenli Prens
Eugen’i ululama düzeyinde yüceltmiş ve mitolojik bir kahramana dönüştürmüştür.232
Kula’nın Günther’den naklettiğine göre, “Almanya/Avusturya'nın simgesi olan
kartal, kanatlarını gökyüzüne doğru açmıştır; savaş alanı, "Türk, utanç ve ceset
kokmaktadır." Tanrının "en seçkin" kahramanı Eugen ve kartalın pençesinin gücü
227 Kula, Avrupa Kim.., s. 242 228 Kula, Avrupa Kim.., s. 243 229 Kula; Avrupa Kim.., s. 244 230 Kula, Avrupa Kim.., s.213 231 Kula, Avrupa Kim.., ss.248-249 232 Kula, Avrupa Kim.., ss. 243-244
147
"Doğu ülkesini" korkuya salmıştır” "Muhammed'in sunağı", yani, Türk egemenliği
artık düzeltilemez bir biçimde sarsılmıştır.233
Kula’nın Hammer-Purgstall’dan naklettiğine göre, Günther, şiirinde artık
"Avrupa, o..pu yuvası olan Türk'ün mağrur sarayını denize dökmeye kesin kararlıdır.
demiştir." 234
Günther şiirinde, Türkler tarafından, dilleri unutturulan Yunanların ata yurdu
Atina'nın "ahır" durumuna getirildiğini öne sürmüştür. Eugen'in gösterdiği
kahramanlık nedeniyle, "Avrupa sevinç çığlıkları atarken; Đstanbul yalvarmaktadır."
Şair tarafından Đstanbul ile simgeleştirilen Türk, Avrupa'nın ortak hislerinin karşıtı
anlamında "oluşturucu öteki" işlevinde kullanılmıştır. 235
Türkler’e karşı duyulan öfke ve düşmanlığın ne kadar büyük olduğu Günter’in
kullandığı ifadelerden anlaşılmaktadır. Bu şiirde de Rönesans olarak adlandırılan
akımı gerçekleştiren düşünür ve yazarlardan itibaren genel olarak bütün düşünür ve
yazarların eserlerinde görülen Türkler’i ezeli düşman olarak göstermek yanında
Yunanlılar’ı da Avrupa kültürel kimliğinin oluşturucu öğesi olarak göstermek ve
onların Türkler tarafından mağdur edildiğine değinmek kuralına uyulmuştur.
Şair Ferdinand Freiligrath, "Prens Eugen, Soylu Şövalye" adlı şiirinde “Eugen”
motifini genel anlamda özgürlük, özel anlamda da Avrupa özgürlük savaşçısı olarak
edebiyat düzeyinde işlemiştir. 236
Hugo von Hofmannsthal’ın 1914 yılında kaleme aldığı “Prens Eugen'in
Anısına Đlişkin Sözler” adlı eserinde ifade ettiği hususlar şöyledir. Eugen başka bir
ülkeden ve kökenden gelmiş olmasına ve Almanca'yı tam bilmemesine rağmen,
“Almanların ulusal kahramanı olmuştur. ”Eugen, Avusturya'ya geldiğinde Türkler
"Viyana önlerindedir; Macaristan bir Türk ülkesidir." Türkler bu konumlarıyla
"Avrupa'nın kalbinin maruz kaldığı en büyük ve başarı şansı en yüksek tehdit"
oluşturmaktadır.237
233 Kula; Avrupa Kim.., ss. 213. 244 234 Kula, Avrupa Kim.., s.213 235 Kula, Avrupa Kim.., s.214 236 Kula, Avrupa Kim.., s.214 237 Kula, Avrupa Kim.., s.215
148
Đşte tam bu sırada Prens Eugen çıkmış ve "Avrupa haritasına yüzyıllık bir
biçim" vermiştir. Bu büyük adam, "dünya tarihinin en büyük yedi muharebesini
kazanmış" ve Belgrad'ı kesin ve kalıcı olarak "Türklerin elinden almıştır." Prens
Eugen'in 1683-1717 yılları arasında kazandığı muharebelerle Osmanlı devletini
Macaristan ve Balkanlar'daki toprakları bırakmaya zorlamıştır. 238
Hofmannstahl’a göre, bu şavaşta Prens Eugen'in "Almanlar’dan silahlı bir halk
yapmış" ve onyedinci yüzyılın ilk yarısında Otuz Yıl Savaşları olarak adlandırılan,
özünde "Alman'ın Alman'a karşı savaşı olan"savaşlarda "Almanya'yı tüm Avrupa'nın
savaş alanına" dönüştüren Fransızlar, Đngilizler ve Đsveçler 1683’ten 1718’e kadar
Türlere karşı birlikte yapılan savaşlar sonrasında yapılan barış anlaşmasıyla “Kutsal
Đmparatorluğun bir üyesi ve mevcut durumun bekçisi” durumuna gelmişlerdir.239
Yazara göre, Avrupa'nın kalbine doğru ilerleyen Türklerin gücü, Avrupa için
savaşan Avrupalılar tarafından alt edilmiş ve kırılmıştır. 240
Bu anlatımdan şu sonuç çıkmaktadır. Aralarında düşmanlıklar ve savaşlar
bulunan, Hristiyanlık dışında ortak unsurları bulunmayan devletler Türklerin büyük
tehdini ortadan kaldırmak üzere birleşmiştir. Başka bir deyimle Avrupa’yı oluşturan
Türklerdir.
Papa 16. Benediktus’a göre, “Charlemagne Đmparatorluğu döneminde ilk
ifadesini bulan ve daha sonra yitip giden Avrupa kavramı, "Türk tehlikesi"
bağlamında "ortak kimlik" gereksinmesinin bir sonucu olarak, Yeni Çağda
yeniden ortaya çıkmış ve onsekizinci yüzyıldan sonra yerleşmiştir.” Papa Yeni
Çağda Avrupa'nın ortak kimliğinin belirginleşmesi bakımından "Türk tehlikesi"ni en
belirleyici etken olarak değerlendirmiştir. 241
Papa, bu sözleriyle çok önemli bir noktayı tespit etmiş durumdadır. Oda
Avrupa kavramı ve Avrupa kimliğinin Türk tehlikesine karşı ortaya çıkmış
olmasıdır. Papa 16. Benediktus’un belittiği gibi Avrupa kavramı Charlemagne
Đmparatorluğu döneminde anılmış isede kullanılmadığından yitip gitmişken, Türk
tehlikesi karşısında, adları sonradan hümanist olarak anılacak elit kesim tarafından
238 Kula, Avrupa Kim.., s. 216 239 Kula, Avrupa Kim.., s. 216 240 Kula Avrupa Kim.., s. 217 241 Kula Avrupa Kim.., s. 92
149
Türk tehlikesine karşı ortak unsur araştırması sırasında ortak unsur olarak
kullanılabilecek bir argüman olduğu tespit edilerek kullanılmaya başlanan bir
kavramdır. Tıpkı yine Türk tehlikesine karşı birleştirici olarak tespit edilen Antik
Yunan uygarlığı ve Roma Hukuku gibi.
Yurdusev’e göre, Türklere yönelik önyargıların ve olumsuzlamanın temeli din
farkına dayanmaktadır. Bunun nedeni olarak Sir Charles Eliot’un Türklerin Avrupa
ya gelen Macar, Bulgar, Fin gibi diğer toplulukların aksine Avrupalılar tarafından
asimile edilememesinin başlıca nedeni onların Avrupalılarla karşılaşmadan önce
Đslam’la tanışıp onu benimsemeleridir dediğini belirtmiştir. 242
Olumsuz algılamaların temelinde şüphesiz dinin yanında Türklerin Avrupa
aleyhine yayılması ve onsekizinci yüzyılın sonuna kadar Avrupa’nın en önemli
güçlerinden birisi olmasının yattığı belirtilmektedir. Türkler Avrupa nın gördüğü en
büyük tehdit olarak algılanmıştır. Yurdusev’in Butterfield’dan, nakledişine göre,
Türkler kadar hiçbir halk Avrupa medeniyetine bir tehlike oluşturmamıştır, Bu
tehlike ancak ondokuzuncu ve yirminci yüzyılda Türklerin Balkanlar dan atılması ile
bertaraf edilebilmiştir. 243
Kanaatimce Türklere karşı önyargı ve kötülemenin ve onlara karşı birleşilerek
ortak bir kimlik oluşturmanın esas nedeni Türkler’in Avrupa’yı elegeçirme tehdidi ve
bu tehdidin gerçekleşme ihtimalinin çok yüksek oluşudur. Din farklılığı da bu
tehdidin kötülüğünü, şiddetini artıran bir sebeptir. Bu nedenle de karşı açıdan din bu
tehdide karşı birleştiriciliği en kuvvetli unsur olarak kullanılmıştır.
5.7. Karlofça Antlaşması Sonrası
Osmanlı’da Yükselişin durduğunu, geriye gidişin başladığını gösteren ilk işaret
Đnebahtı savaşıdır. Avrupa bu savaşta ittifak ile hareket edildiğinde Korkunç
Türk’ün bile yenilebileceğini anlamıştır. bu tespit sonrasında Avrupa’da az sayıda
Avrupa devletlerinin ittifakı yanında Türkler’e karşı bütün Avrupa devletlerini içine
alacak büyük ittifak projelerinden, birleşik Avrupadan bahsedilmeye başlanmıştır.
1606 yılında Avusturya ile imzalanan Zitvatorok antlaşmasıda Türkler’in güçlü
döneminin sona erdiğini gösteren işaretlerden biridir. Osmanlı Sultanı ilk kez bu bu
242 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.66 243 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.66
150
anlaşmada daha önceden Viyana Kralı olarak andlaşma dikte ettirdiği Habsburg
monarkının kendisi ile eşit muamele görmesine rıza göstermiştir. 244
Viyana yenilgisi sonrasında 1684’de Fransa ve Habsburglar öncülüğünde
Türkler’e karşı yeni bir ittifak kuruldu. Bu ittifaka Polonya, Venedik ve 1686’da
Rusya katılmıştır. Rusya ilk defa yer aldığı Avrupa devletler sistemini Türk
topraklarını istitla için kullanmaya hazırlanmaktadır. 245 1683 Viyana yenilgisinin
ardından Avusturya ve müttefikleri süratle Macaristan, Yunanistan ve Karadenizdeki
Osmanlı topraklarına ilerleyerek 1687’de ikinci Mohaç 1697de Zenta ‘da Türkleri
yenilgiye uğratmışlardır. 246
Rusya’nın ve Fransa’nın ilerlemesinden endişe duyan Đngiltere ve Hollanda’nın
baskısı ile Đttifak devletleri ve Osmanlı Đmparatorluğu arasında 1699’da Karlofça
antlaşması imzalanmıştır.247 Osmanlı Đmparatorluğu, ilk kez açıkça bir savaşta
yenilmiş bir devlet olarak imzalaladığı bu andlaşmada, Đslam dünyasının bir parçası
sayılan geniş toprakları terk etmek zorunda kalmıştır. 248
Türkler, Rusya ve Habsburg saldırılarına karşılık güçler dengesini korumaya
çalışan Fransa ve Đngiltereye yakınlaşmıştır. Avrupa kuvvetler dengesi için gerekli
sayılan Osmanlı Đmparatorluğunun muhafazası sorunu, Avrupa diplomasisinde
“Şark meselesi” olarak adlandırılmıştır. 249
Osmanlı Đmparatorluğu 1718’de yapılan Pasarofça andlaşması ile yeniden toprak
kaybederken, 1774’de Ruslar’la yapılan Küçük Kaynarca andlaşmasıyla Kırım’ı
Ruslar’a terketmekte ve Đmparatorluğun Ortodoks Hristiyan tebası üzerinde Ruslar’a
müdahale hakkı tanınmaktadır. Bu andlaşmadan sonra 1878 yılında Bosna ve
Hersek’i Avusturya’ya Batum ve Kars’ı Rusya’ya vermek zorunda bırakıldığı tarihe
kadar başka önemli torak kaybı olmamıştır. 250
Onsekizinci yüzyılın başlamasıyla Hristiyan alemi için haçlı seferi tasarıları
yapılmasını gerektirecek bir mesele olmaktan çıkan “Osmanlı", artık farklı bir siyasi
244 Levis, Modern Türk.., s. 36 245 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 217 246 Levis, Modern Türk.., s. 37 247 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 217 248 Levis, Modern Türk.., s. 37 249 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 218 250 Levis, Modern Türk.., s. 37
151
söylemle gündedir. Osmanlı Đmparatorluğu “Avrupa'nın hasta adamı” olarak
görülmektedir. Bu söylemde Avrupa, kıta dışındaki kolonilerde yaptıkları
savaşlarda kullandığı bildik nakaratı tekrarlamaktadır. “Uygar dünya” köhnemiş
“despotlar” ve '”demokratik ve özgür olmayan” devletlere karşı. 251
Bu bağlamda, Avrupa ve Batı'nın, genel olarak Doğu'yu ve özellikle de
Türkleri algılama biçimi, Rönesans Avrupası anlayışında şekillenmeye başlamıştır.252
Yani yine ezeli düşman ve öteki alarak, ama artık korkulan değil küçümsenen,
aşağılanan, paylaşılmaya çalışılan öteki olarak yer almıştır.
Onsekizinci yüzyıldan itibaren Avrupa’da Türk imajını, Fransa Đngiltere ve
Almanya gibi Avrupa’nın atık siyasi olarak daha güçlü aktörleri şekillendirmeye
başlamıştır 253
1815’te Metternich’in öncülüğü ile toplanan Viyana Kongresi’nde Avrupa’da
barışın ve mevcut monarşik düzen’in muhafazası ve garanti altına alınması için dört
devletten oluşan ve ihtilal hareketlerine karşı müdahale hakkı olan bir birlik
oluşturulmuştu. Bu birliğe Osmanlı Đmparatorluğu alınmadı. Avusturya ve Đngiliz
hükümetleri Osmanlı’nın Avrupa statükosunu teminat altına alan genel bir
antlaşmaya dahil edilmesi fikrini desteklemişlersede Rusya’nın itirazı nedeniyle bu
mümkün olmamıştır.254
1941 yılında Fransa’nında bu ittifaka girmesiyle beş üyeli hale gelen bu birlik
1856 Paris antlaşmasıyla Osmanlı Đmparatorluğunu doğrudan Avrupa Devletler
sistemine dahil etmiştir. 255
Uzun bir tarihsel süreç içerisinde her hangi bir kültürde bir başka kültür
hakkında oluşan ve değişik yoğunluklarda süreklileşen imgeler, oluştukları ve
aktarıldıkları zaman, ortam ve koşullara göre etki oluşturmaktadır. 256
Avrupa’nın zihninde Türkler hakkında aşırı yoğunlukta ve şiddette süreklileşen
olumsuz imgelerin kolayca benimsenerek aktarıldığı sonucu çıkmaktadır.
251 Soykut, Papalık.., s.182 252 Soykut, Papalık.., s.182 253 Soykut,Papalık.., s.254 254 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 218 255 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 222 256 Kula, Avrupa Kim.., s. 225
152
Türklerin Avrupa devletler sistemine alınması, Rus saldırıları nedeni ile bölgede
oluşacak istikrarsızlığın önlenmesine yöneliktir. Aksi halde Avrupa kimliğinin
yüzyıllar süren korkunç ‘’ öteki ’’ sinin hemen dost olarak kabul edilmediği açıktır.
Günümüzde de öteki olarak algılanmaya devam etmektedir.
5.7. Sonuç
Türkler onbirinci yüzyılda Anadoluya yerleştikleri tarihten itibaren Doğu Roma
(Bizans)ile komşu olmuşlardır. Đlk olarak Selçuklular yerleşmiş olmalarına rağmen
onlardan yaklaşık iki asır sonra Anadoluya gelen bir diğer Türk boyunun, Osmanlı
devletini kurarak bir süre sonra Rumeli ve Anadoluya hakim hale gelmesi nedeniyle
Avrupa Türk etkileşimindeki esas muhatap Osmanlı Türkleridir.
Anadoluya yerleşen Türkler’in hem Bizans topraklarını almaları ve almaya
devam ederek Orta Avrupa’ya doğru ilerlemeleri, hemde Müslüman olmaları
nedeniyle önce Anadolu Hristiyanlığı ve devamında bütün Hristiyan Avrupa politik
birimleri tarafından baş düşman, ezeli düşman olarak belirlenmişlerdir.
Türklerin ilerlemesini durdurmak veya geri püskürtmek ve Doğudaki
zenginlikleri, kutsal hazineleri ele geçirmek gibi bir taşla birkaç kuş birden vurmak
isteyen Hristiyan dini liderler ve politik liderler katılımı sağlamak için dini ve
psikolojik unsurları kullanmışlardır. Hristiyanlar’a ve kutsal yerlere saldırılar
yapıldığı senaryolarını yaymışlardır.
Başlangıçta haçlı seferi adı zamanla Türk’e karşı savaş şeklini almıştır.
Sözkonusu bu propagandalar papaların tüm hayallerini gerçekleştirmeye yetmemiş
ve Türkler tarfından Kosova, Varna, Niğbolu’da yenilgiye uğratılmış isede
uygulanan bu politika ve propagandalar ortak düşman belirleyerek kolektif bir bilinç
yaratmak suretiyle Avrupa kimliğinin çekirdeğini oluşturmuştur.
Đstanbul’un fethi Batı dünyasında korku ve endişe yaratmıştır. Kiliselerin,
toplanan ve artırılan vergilere rağmen Türklere karşı etkili bir girişiminin
olamamasından dolayı insanların papalığa olan inancının sarsılması ve dini düzenin
sorgulanmaya başlaması ve teologların aynı nedenle reformasyon taleplerinin artması
nedeniyle papalık, Avrupalı uluslar nazarında itibarını korumak için haçlı
seferlerinden itibaren devam etikleri propaganda çalışmalarına nitelik ve çeşitlilik
kazandırmıştır.
153
Papalık, öncelikle Türkler’e karşı ortak bir Hristiyan dış politikası
oluşturmaya çalışmıştır. Bunun için yapılacak şeyin Haçlı seferleri geleneği
çerçevesinde Türkler’e karşı bir din savaşı oluşturarak topluma yaymak olduğuna
karar vermiştir. Bunu Türkler’in kazanmış olduğu zaferleri olağanüstü abartarak,
yenilgileri propağanda amaçlı kullanarak, Türkleri, vahşi, katil, zalim, yağmacı gibi
sıfatlarla anlatıp korku sağlayarak yapmak üzere propaganda araçları belirlemiştir,
Bu propaganda kiliselerin etkisi ve insanlarla devamlı iletişim halinde olması
nedeniyle en ücra köşedeki köylere kadar yaygınlaştırılmıştır.
Kilisenin propağanda araçlarından en belirginleri “Türk çanları” ”Türk
Vaazları” “Türk Duaları” şeklinde ortaya çıkmıştır. bir çoğu Hümanist yazarlardan
olan papalar veya diğer din adamları Türk konuşması geleneğini başlatmışlardır.
Dönem yazarlarının hemen hepsinin bu şekilde Türkler aleyhine yazılan bir veya
birden fazla yazıları vardır. Kilise, Türke karşı savaşmaları karşılığında Hristiyan
insanlara günahlarının bağılanacağını bazende papazların gelirlerinin onda birini
onlara verileceğini vaat etmek şeklinde politikalar uygulamışlardır. Politik egemenler
tarafından Türkler’e karşı savaşta kullanılmak üzere “Türk vergisi” toplanmıştır.
Türklerin kötülükleri ile ilgili gerçekle ilgili olmayan anlatımlar, savaş çağrıları
ve savaş projeleri dolu binlerce kitap, makale yazı yorum vs üretilmiş, Türklerle
ilgili periyodik gazeteler çıkarılarak bütün Avrupa ülkelerine ulaştırılmaya
başlanmıştır. Benzer içerikli sayısız şekilde oyun şiir, resim opera müzikli oyun vs
ortaya çıkmıştır
Türklerin Birinci Viyana Kuşatmasından eli boş dönmesi yayın ve
propagandaların şiddetini artırmış, aşağılayıcı betimlemeler daha da artmış kilisenin
girişimleri ile “Türk’e karşı ittifak” anlamına gelen “lega”lar oluşturulmaya
başlanmıştır.
1571’de Đnebahtı deniz savaşında Türklerin yenilgiye uğratılması bu ittifakların
bir sonucu olmuştur bu tarih Avrupa kimliği ,Türk kimliği etkileşiminde bir dönüm
noktası olmuş “Kokunç Türk”ün de yenilebileceği ilk kez görülmüş bunun ancak
birleşmek suretiyle olabileceği tespit edilmiştir. Bu tarihten itibaren Türk karşıtı
propaganda ve yayınlara aşağılayıcı betimlemeler yanında alaycı hakaret dolu
betimlemeler eklenmeye başlamıştır. Türk karşıtlığı ortak kültür haline gelmiştir.
154
Kurulan ittifaklar sonucunda Đnebahtıda kazanılan zaferin de etkisiyle Türkler’i
tamamen Avrupa’dan çıkarmak amacıyla onbeş Avrupa ülkesinden oluşacak bir
Hristiyan konfedarasyonu kurulması önerilmiştir. Yani tarihteki ilk Avrupa Birliği
Türkleri Avrupa’dan çıkarmak amacıyla kurulan Avrupa Birliğidir.
Türklerin ikinci Viyana Kuşatması’nda aldığı yenilgi ve sonrasında devam eden
savaşlarda Balkanlardan çıkmak zorunda kalması üzerine artık Korkunç Türk
zararsız Türk haline gelmiştir. Sözkonusu olaylar sonrasında Arupa’da edebi
eserler hakaretler aşağılamalar alay etmeler ölçüsüz derecede artmıştır. Türkleri
yenilgiye uğratan komutan mitleştirme düzeyinde övgülere boğulmuştur. Bu olaydan
yüzlerce yıl sonrada sayısız edebi eserin konusu olmuştur.
Günümüzde dahi Viyana’da Kartal figürünün ayaklarının altında Türkleri
sembolize eden hilal figürünün bulunduğu yine Viyana da Avrupalı asker figürünün
silahı ve ayağı altında Türk komutan figürünün olduğu heykeller bulunduğu
Avrupa’da dünyanın en büyük çanı olarak bilinen çanın Türk toplarından eritilerek
yapıldığı Barok mimarinin dahi Türklerin tekrar saldırı ihtimali düşünülerek
şekillendirildiği anlaşılmaktadır.
Sonuç itibarıyle Avrupa Kimliğinin, Türklerin Avrupa topraklarını alarak
batıya doğru genişlemeye başlaması ve özellikle Đstanbulun fethi ile oluşan korku
sonucunda Türklere karşı ancak birleşilirse başarılı olunabilceği düşüncesi ile ortak
değerlerin ve ortak ezeli bir düşmanın ortaya çıkarılmasına yönelelik politikalar
sonucunda Türklerin, hayati önemdeki oluşturucu etkisi ile oluştuğu
anlaşılmaktadır.
155
ALTINCI BÖLÜM
SONUÇ
Türk kimliği, ulus kimliğinden daha fazla anlam ifade eden, içerisinde bir
medeniyet kimliğini barındıran nev-i şahsına münhasır bir kimliktir
Türk kimliği, Avrupa Kimliği oluşumunu oluşturucu bir öteki olarak
etkilemiştir. Buna etki demek yerine Türk kimliğinin bir öteki olarak Avrupa
kimliğini oluşturduğunu söylemek abartı değildir. Pek çok tarihçi ve yazar Avrupa
Kimliği’nin olumlu unsurlardan çok “öteki” ye göre oluşturulmuş bir kimlik
olduğunu belirtmişlerdir. Avrupa kimliği onbeş ve onsekizinci yüzyıllar arasında
oluştuğu ve o dönemde Avrupanın tek ötekisinin Türkler olduğu bilinmektedir.
Türk kimliği, Avrupa kimliği oluşumunu sağlayan tek kurucu asli unsurdur.
Hristiyanlıkta dahil diğer bütün unsurlar bütünleşmeyi kolaylaştırıcı ihtiyari unsurlar
olup hiçbiri bütünlüşmeye zorlayıcı bütünleşmeyi sağlayan unsurlar değildir.
Onsekizinci yüzyıl ortalarına kadar Avrupa kimliğinin başat bileşeni Türk
düşmanlığı ortak bilincidir. Hristiyanlık da bu amaçla kullanılan bir ortak unsurdur.
Avrupalıların kendilerini tanımlarken kullandıkları “Hristiyan Devletleri”
kavramının kullanıldığı son anlaşmanın Türkler’in tehdit olmaktan çıktığı II. Viyana
Kuşatması ve bağlı olduğu Karlofça antlaşmasından sonraki 1713 Utrecht anlaşması
olmasıda bunun delillerinden birisidir.
Avrupa kimliğinin Hristiyanlık dışındaki, denizaşırı keşifler, Rönesans,
Reformasyon Ulus-Devletler Laikleşme Aydınlanma gibi diğer bütün ihtiyari
unsurları da Türkler’in güçlü tehdit ve ezeli düşman olarak algılanan ötekiliğinin
zorlayıcı şekillendirmesi ile oluşmuştur. Başka bir değişle Avrupa kimliğinin her
aşaması Türklerle etkileşim halinde oluşmuştur. Avrupa Kimliğinin oluşturucusu
Türk Kimliğidir.
Avrupa kimliğini oluşturduğu belirtilen unsurlar kimlik oluşturmaya doğrudan
etkisi olabilecek unsurlar değildir. Örneğin denizaşırı keşifler sırasında Avrupa’ya ait
değerlerin muhatap ülkelere yayılması nedeniyle Avrupa kimliği oluşumuna katkıda
bulunduğu belirtilmektedir. Oysa keşifler her biri ayrı ulus kimliğine sahip olan
Đspanya, Portekiz gibi devletler tarafından yapılmaktadır. Yayılan değerler keşifleri
yapan ulus devletlere ait değerlerdir. O tarihte henüz oluşmamış olan Avrupa
156
kimliğine ait değerler değildir. üstelik değerlerin yayıldığı belirtilen, keşfedilen
ülkeler hiçbir zaman Avrupa kimliği içinde yer almamıştır. Dolayısı ile bu unsur
Avrupa kimliği oluşumunda ancak ikincil, destekleyici etkileri olabilecek bir
unsurdur.
Reformasyon, Kiliselerin, toplanan ve artırılan vergilere rağmen Türklere karşı
etkili bir girişiminin olamamasından dolayı insanların papalığa olan inancının
sarsılması ve dini düzenin sorgulanmaya başlaması ve teologların da aynı sebeple
reformasyon taleplerinin artması nedeniyle ortaya çıkmıştır. Reformasyon Avrupa
Kimliği’nin oluşumunda ancak laikleşmeye katkısı nedeniyle ikincil, destekleyici
etkileri olabilecek bir unsurdur. Reformasyon’un kuzey ve güney olarak böldüğü
Avrupa’yı ve iki büyük Hristiyan mezhebini Türk tehdidi, Türk korkusu
birleştirmiştir. Türkler Reformasyonun oluşum sebebi olduğu gibi Reformistler’i de
doğrudan desteklemiştir.
Ulus-devletlerin, laikleşmenin ,aydınlanmanın, sanayi devriminin, kapitalizmin
her biri, herhangibir birleşme olmadan ulus kimlik içerisinde rahatlıkla devam
edebilecek unsurlar olup bir ulusüstü kimliğin oluşmasını zorlayacak unsurlar
değildir. Sözkonu unsurlar da Avrupa Kimliği’nin oluşumunda ancak ikincil etkileri
olabilecek unsurlardır. Bu unsurlar Türk tehdinini bertaraf etmek için oluşturulan
yani içerisinde Türk düşmanlığı ve Türk korkusu bulunan Avrupa kimliğinin boş
olan kısmına sonradan yerleştirilen unsurlardır. Avrupa Kimliği’nin Türk tehdidi
kalktıktan sonra da yani bir tehdit olmadan da devam etmesini sağalamak için
konulan unsurlardır.
Osmanlı Đmparatorluğu onyedinci yüzyılda gücünün ve ekonomik sınırlarının
sonuna ulaşmıştır. Buradaki önemli nokta Batının tarımı ticarileştirmiş ve
merkantalist ekonomisini oturtmuş olarak Feodalizmden kurtulmuş olmasına rağmen
Osmanlı imparatorluğu kurtulamamış olmasıdır.
Rönesans ve Aydınlanma Hristiyanlıktan kopma anlamına gelmemektedir.
Gerçekleşen, şey Türklerle yani islamla ve ona karşı birleştirici oluşturan
Hristiyanlıkla daha az ilintili hale gelmedir. Yani Türkler tehlike olmaktan çıktığında
Hristiyanlıkta daha az önemli bir unsur haline gelmiştir. Artık biraz laikleşmenin
mahzuru bulunmamaktadır.
157
Avrupalılar’ın en büyük düşmanı Türkler’i yenebilme mutluluğuna, birleşerek,
ortak bir kimlik oluşturarak ulaşmaları nedeniyle bu kimlik artık kutsal hale
gelmiştir. Türklerin Avrupayı ele geçirme tehdidi ve tehdidin gerçekleşme
ihtimalinin yüksekliği nedeniyle Hristiyanlık yanında başka bir ortak unsur
“Avrupalılık” yaratılmıştır. Türk tehdidi ortadan kalktığında da artık Avrupalılık
(Avrupa kimliği) devam edecektir.
Avrupa Kimliği, bir üst kimliktir ve her biri zaten ulus kimliğine sahip politik
birimlerden oluşmaktadır. Üst kimlik oluşturmanın ulus kimlik oluşturmaya göre
daha zor olduğu açıktır. Türk kimliğinin, oluşumuna neden olduğu kimliğin bir üst
kimlik olduğu dikkate alındığında Türk kimliği etkisinin ne kadar güçlü olduğu daha
iyi anlaşılacaktır.
Avrupa’lılar adı belgeyle tespit edilebilir şekilde ilk kez Türklerin Đstanbul’u
almasının ardından Türk Đmparatoruna yazılan bir mektupta kullanılmıştır.
Avrupa’da yaşayan uluslar ve politik birimler birbirlerine karşı savaşlarını
düşmanlıklarını Türklere karşı birleşebilmek için sonuçlandırmışlardır. Katolikler ve
Protestanlar karşılıklı savaşırken Türklere karşı savaşmak üzere aralarındaki savaşa
son vererek birlikte hareket etmişlerdir.
Denizaşırı keşifler sırasında Amerika keşfedilmiş olup sözkonusu döneme ait
Đspanya arşivlerinde Amerika ile ilgili vaka anlatımı sayısı 52 iken aynı dönemde
Türkler hakkındaki vaka anlatımı sayısının 186 olması da Türklerin ne kadar
Avrupa’nın içinde ve etkili olduğunu göstermektedir.
Onaltıncı yüzyılda Avrupa’da Türk karşıtlığı ortak kültür halini almıştır.
Avrupa adı dahi Türk tehlikesi nedeniyle ortaya çıkarılmıştır. Avrupa kavramı, önce
hayali, mitolojik bir isim, daha sonra sınırları dahi net olarak belli olamayan bir
bölgeye verilen bir addır fakat hemen hiç kullanılmamıştır. Papa 16. Benediktus’un
çok önemli tespitininde belirlediği gibi Avrupa kavramı Charlemagne’nın sarayında
anıldıktan sonra yitip gitmişken Türk tehdidine karşı birleştirici unsur olarak
aranırken tespit edilip güncelleştirilmiş ve eğitim yoluyla kalıcılaştırılmıştır.
Kanatimce daha çok mitolojik olması nedeniyle üstün ve gizemli olarak algılanması
hem de azda olsa Hristiyan olmayan grupları da kapsaması için seçilen, belirlenen
Avrupa adı Türklerin söz konusu bölge aleyhine genişlemesi ile kullanılmaya
158
başlamış ve Türk karşıtı bir tür propagandanın birkaç yüzyıl devam etmesi üzerine
kalıcılaşmıştır.
Ortak tarihsel miras olarak sunulan Antik Yunan Kültürü ve Roma hukuku’da
benzer şekilde güncellenerek Avrupalılık ölçütlerinden biri haline getirilmiştir.
Đlk birleşik Avrupa projeleri Türkler’e karşı yapılmış, Avrupa’daki ilk ittifaklar
Türklere karşı kurulmuştur. Bu proje ve ittifaklar bugünkü Avrupa Birliği’nin
temellerini oluşturmuştur. Kısaca Avrupayı Türk kimliği Türk tehlikesi yaratmıştır.
Sözkonusu dönemde her gün kiliselerde kötülükleri ve tehlikeliliği anlatılmak
üzere haklarında çan çalınan, Kötülüklerinden korunmak üzere dualar edilen,
kendilerine karşı savaşılmak üzere birliğe davet için vaazlar verilen, konuşmalar
düzenlenen, haklarında birkaç yüzyıl süren periyodik yayınlar yapılan binlerce kitap
yazılan, her türden binlerce edebi eserde kötülenen, haklarında hayatın her alanında
kötü niteleme için kullanılan birçok deyim bulunan “Türkler” ortak ezeli düşman
olarak Avrupa kimliğine hayat vermiştir.
Aydınlanma döneminden itibaren neredeyse Pan-Avrupacılık düzeyine
yükselen Avrupa merkezci bir Avrupa kimliği oluşmuştur. Avrupa Birliği ile resmi
bir yapıya kavuşan Avrupa kimliğinde Pan-Avrupacılığa ait derin izler halen
görülmektedir.
Kanaatimce Avrupa Birliği etkili üyeleri, bilinç altlarına yerleşmiş tarihsel
kodlar nedeniyle Türkiye’yi üye aldıklarında birlik içinde en etkili güç olacağından,
dünyada kendilerinden daha çok söz sahibi bir ülke olacağından endişe etmektedirler.
Avrupa Birliği artık Türkiye hakkında daha gerçekci öngörülerde bulunarak
Tükler için, Avrupa için, dünya için çok önemli bir gelişme olacak olan bu
bütünleşmenin önünü açmalıdır.
Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesi, Türkiye açısından çok önemli yararlar
sağlayacak ise de, Türkiye’nin çeşitli açılardan bağları ve dolayısı ile etkileri
bulunduğu büyük ve önemli bir coğrafya dikkate alındığında Türkiye’nin üyeliği
halinde Avrupa’nın da dünya ölçeğinde, etkili küresel bir güç haline geleceği, bu
durumun dünya barışına etkili olacağı da kesindir.
Avrupa büyük savaşların ve dolayısı ile büyük barışmaların meydana geldiği
bir kıtadır. Artık ötekilerin bütünleştiriciliğine ihtiyaç duyulmadan Türkiye ile
159
bütünleşerek iki büyük medeniyetinde bütünleşmesini sağlama fırsatını
değerlendirmelidir.
Avrupa evrensel değerleri kendine özgü değerler olarak belirleyip diğerleri ile
arasına duvar örmeye çalışmak yerine, dünyadaki bütün kötülükleri, yoksulluğu,
açlığı, Adaletsizlikleri ve benzeri kötülükleri düşman öteki olarak belirleyip onlara
karşı mücadele etmelidir.
Türkiye, Avrupa ile entegrasyon hedefi, Osmanlı Đmparatorluğu döneminden
miras kalan bir devlettir. Türkiye, insanlarının büyük çoğunluğu müslüman olan,
demokratik ve laik sistemle yönetilen eskiden beri Avrupalı olan bir devlettir.
Türkler, Avrupa Birliği'nin çekirdeğini oluşturan ülkelerle onaltıncı yüzyıldan
itibaren ticari ve kültürel ilişkiler içindedir.
Türkiye büyük ve güçlü olmayı dünya ölçeğinde söz sahibi bir küresel güç olmayı
gerçek hedef haline getirmelidir.Bunun için içeride ve dışarıda yapması gereken çok
şeyler vardır.
Dış politikada yapması gerekenden başlarsak ilk olarak Türkiye, Avrupa
Birliğine üye olma hedefinden hiç vazgeçmeden her alanda yapması gerekenlerin
hepsini birden ve süratle yapmaya devam etmelidir. Türk karşıtlığı ortak kültür
haline gelmiş olan Avrupa’da mesafe kaydetmek çok zor ise de, zorlukları ortadan
kaldıracak palitikalar geliştirilmelidir.
Türkiye uluslar arası platformda elinde bulunan kozları kullanabilmeli elinden
çıkarması gereken kartları çıkarmalıdır. Tabiki bu durum ekonomik siyasal vs
açısından güçlü olmasına bağlıdır.
Yakın coğrafyadan başlamak üzere uluslararası olaylarda adil bir çözümü
sağlamakta etkili olmalıdır. Avrupa Birliğinden vazgeçmeden başka devletlerle
ilişkilere de önem vermelidir.
Đlgi alanındaki devletlerle ilgili çeşitli yönlerde araştırma yapmalı meydana
gelebilecek çeşitli senaryoları ve her bir senaryo için geliştireceği hareket tarzını
önceden belirlemelidir. Hatta kendi senaryosunun veya en lehine olan senaryonun
gerçekleşmesine yönelik politikalar uygulamalıdır.
Psikolojik kültürel bütün propaganda araçlarını kullanarak devletler ve özellikle
halklar nezdinde iletişim kurulmalı, yeni olumlu bir etkileşim dönemi başlatılmalıdır.
160
Örneğin Avrupa ülkelerinde ve bağlarımız bulunan ülkelerde Kaliteli Türk
okullarının açılması sağlanmalı, sözkonusu ülkelerle ortak festivaller vs
düzenlenmeli, iş ortaklıkları, ortak mücadele alanları oluşturulmalıdır. Gelişmiş
ülkelerdeki ünlü üniversitelerden alanında söz sahibi profesörler transfer edilmelidir.
Ortak mücadele alanları bulunmalıdır.
Devletler arası bağımlılıklar devletleri işbirliğine yönlendireceğinden ortak
karar mekanizmaları oluşturacak projeler üretilmelidir.
Türkiye’nin güçlü olması, insanların mutlu olması için gereken her alanda en üst
ölçü hedef alınarak çalışılıp sonuçlar alınmaya başlandığında Türkiye zaten çok
büyük bir sonuca ulaşmış olacağından Avrupa Birliğine üye olup olmamanın önemi
kalmayacaktır. Avrupa Birliği hedefi Türkiye’nin asıl hedeflerine ulaşmasında bir
araç olmalıdır.
161
KAYNAKÇA
Akçura, Yusuf. Üç Tarz-ı Siyaset Ankara Lotus yayınevi 3.Baskı 2008.
Bal, Đdris. Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset Ve Türkçülük Üzerine Yorumlar,
Ümit Özdağ & Yaşar Kalafat (Ed.) Muzaffer Özdağ’a Armağan, Ankara, ASAM
Yayınları, 2003
Braudel, Fernand Bellek ve Akdeniz, Tarih öncesi ve Antik Çağ, Ali
Berktay,(çev.) Đstanbul, Metis Yayınları, 2007.
Coşan, Leyla. 16.Yüzyılda Almanların Türklerden Korunmak Đçin Yazdığı
Dualar, Tanrım Bizi Türklerden Koru, Đstanbul Yedi Tepe Yayınevi 2009.
Delanty, Gerard. Avrupa’nın Đcadı Fikir, Kimlik, Gerçeklik, Hüsamettin Đnanç,
(çev.),Ankara, Adres yayınları 2005
Erdenir, F.H. Burak. Avrupa Kimliği Pan- Milliyetçilikten Post-Milliyetçiliğe
Ankara, Ümit Yayıncılık 2. Baskı 2006.
Fuller, Graham.E. Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti Mustafa
Acar (çev.), Đstanbul Timaş Yayınları 4. Baskı 2008.
Gellner, Ernest. Milliyetçileğe Bakmak Simten Çoşar ve Saltuk Öztürk- Nalan
Soyarık (çev.),Đstanbul Đletişim yayınları 2. Baskı 2007.
Güvenç Bozkurt. Türk Kimliği Kültür Tarihinin Kaynakları. Đstanbul Boyut
Kitapları 5. Baskı 2008.
Đnalcık, Halil. Doğu Batı Makaleler II Ankara, Doğu Batı yayınları 2008.
Đnalcık, Halil. Doğu Batı Makaleler I Ankara, Doğu Batı yayınları 4. Baskı
2009.
Đnanç Hüsamettin. AB Entegrasyon Sürecinde Türkiyenin Kimlik Problemleri
Ankara Adres Yayınları 2005.
Kafesoğlu Đbrahim. Türk Đslam Sentezi Ankara Ötüken Yayınları 3. Baskı 1999.
Kalaycı Đrfan. (Ed.) Avrupa Birliği Dersleri Ekonomi, Politika, Teknoloji,
Ankara Nobel Yayınları 2006.
162
Karadeniz Çelebican,Özcan. Roma Hukuku, Ankara, Yetkin Yayınları, 11.
Baskı, 2005
Karakaş, Yusuf. Avrupa Birliğinde Siyasal Entegrasyon Ankara, Siyasal
Kitabevi, 2002
Koray Meryem. Avrupa Toplum Modeli Sosyal Bütünleşme Mümkün mü
Ankara Đmge Kitap evi 2. Baskı 2005.
Kula, Onur Bilge, Avrupa Kimliği ve Türkiye, Đstanbul, Büke kitapları, 2006,
Kumrular, Özlem. Avrupa’da Türk Düşmanlığının Kökeni, Türk Korkusu
Đstanbul, Doğan Kitap 4.Baskı 2008.
Levis, Bernard. Modern Türkiye’nin Doğuşu, Metin Kıratlı (çev.), Ankara Türk
Tarih Kurumu Yayınları 2. Baskı 1984.
McNeill, William, Avrupa Tarihinin Oluşumu, Yusuf Kaplan (çev,) Đstanbul,
Külliyat Yayınları, 2008.
Ortaylı, Đlber. Avrupa ve Biz Đstanbul Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları 2.
Baskı 2008.
Över, Kıvanç Galip. Avrupa’nın Kodları. Ankara Ümit Yayıncılık 2006.
Özkırımlı, Umut. Milliyetçilik Kuramları Eleştirel Bir Bakış, Đstanbul Sarmal
Yayınevi 1999.
Pirenne, Henri. Ortaçağ Avrupası’nın Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Uygur
Kocabaşoğlu (çev,) Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2. Baskı 2007.
Polanyi, Karl. Büyük Dönüşüm Çağımızın Sosyal ve Ekonomik Kökenleri,
Ayşe Buğra (çev,) Đstanbul, Đletişim yayınları, 7. Baskı 2008.
Rasch, Gustav. 19. Yüzyıl Sonlarında Avrupa’da Türkler, Hüseyin Salihoğlu
(çev,) Đstanbul, Yeditepe yayınları 2004.
Roux, Jean-Paul. Türklerin Tarihi Pasifikten Akdenize 2000 Yıl. Aykut
Kazancıgil, Lale Arslan Özcan, (çev.), Đstanbul Kabalcı Yayınevi 3. Baskı 2007.
Smith, Anthony D. Milli Kimlik Bahadır Sina Şener (çev.), Đstanbul Đletişim
Yayınları 4. Baskı 2007.
Somçağ, Selim. Osmanlı ve Batı, Đstanbul, Bengi Yayınları 2.Baskı 2008.
Soykut, Mustafa. Papalık ve Venedik Belgelerinde Avrupa’nın Birliği ve
Osmanlı Devleti (1453-1683) Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 2007.
163
Timur, Taner. Osmanlı Kimliği Ankara Đmge Kitabevi 4. Baskı 2000.
Toynbee, Arnold J. Türkiye ve Avrupa Đstanbul Örgün Yayınevi 2. Baskı 2002.
Türkkan, Reha Oğuz. Biz Kimiz Türklüğün Kimlik Şifresi, Đstanbul Pozitif
yayınları 2. Baskı 2007.
Yurdusev, A. Nuri. Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Türk Kimliği. Atilla Eralp
(Ed.) Türkiye ve Avrupa Ankara Đmge Kitabevi 1997.
Zelyut, Rıza. Yabancı Kaynaklara Göre Türk Kimliği Ankara Fark Yayınları 3.
Baskı 2008.