177
TC ATILIM ÜNĐVESĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ AVRUPA BĐRLĐĞĐ ANABĐLĐM DALI YÜKSEK LĐSANS TEZĐ AVRUPA KĐMLĐĞĐ OLUŞUMUNA TÜRK KĐMLĐĞĐNĐN ETKĐSĐ CEMĐLE ASLAN 070405013 ANKARA,2009

TC ATILIM ÜN ĐVES ĐTES Đ SOSYAL B ĐLĐMLER ENST ĐTÜSÜ … · Psikoloji, sosyoloji, kültürel antropoloji gibi sosyal bilimlerde ben, benlik kendilik (ego-self), ki şilik

  • Upload
    others

  • View
    10

  • Download
    1

Embed Size (px)

Citation preview

TC ATILIM ÜNĐVESĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ AVRUPA BĐRLĐĞĐ ANABĐLĐM DALI YÜKSEK LĐSANS TEZĐ

AVRUPA KĐMLĐĞĐ OLUŞUMUNA TÜRK KĐMLĐĞĐNĐN ETKĐSĐ CEMĐLE ASLAN 070405013 ANKARA,2009

TC ATILIM ÜNĐVESĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ AVRUPA BĐRLĐĞĐ ANABĐLĐM DALI YÜKSEK LĐSANS TEZĐ

AVRUPA KĐMLĐĞĐ OLUŞUMUNA TÜRK KĐMLĐĞĐNĐN ETKĐSĐ ÖĞRENCĐ CEMĐLE ASLAN 070405013 TEZ DANIŞMANI Doç. Dr. ĐDRĐS BAL ANKARA,2009 Fotokopi ile çoğaltılamaz

ii

ĐÇĐNDEKĐLER

ÖZET…………………………………………………………………………………i

ABSTRACT…………………………………………………………………………ii

ĐÇĐNDEKĐLER..........................................................................................................iii

BĐRĐNCĐ BÖLÜM

GĐRĐŞ...........................................................................................................................1

ĐKĐNCĐ BÖLÜM

KĐMLĐK.......................................................................................................................3

2.1. Giriş……………………………………………………………………………3

2.2. Kimlik Kavramı ................................................................................................3

2.3. Kültür...............................................................................................................11

2.4. Ulus Kimliği....................................................................................................16

2.5. Sonuç…………………………………………………………………………20

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRK KĐMLĐĞĐ ......................................................................................................21

3.1. Giriş…………………………………………………………………………...21

3.2. Türk Kimliğinin Unsurları...............................................................................22

3.3. Osmanlı Dönemi Türk Kimliği ......................................................................29

3.4. Batılılaşma Süreci ...........................................................................................33

3.5. Cumhuriyet Dönemi Türk Kimliği ve Kemalist Yaklaşım…………………..37

3.6. Sonuç…………………………………………………………………………38

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

AVRUPA KĐMLĐĞĐ OLUŞUMU............................................................................41

4.1. Giriş…………………………………………………………………………..41

4.2. Antik Çağ Avrupa Kimliği…………………………………………………..41

4.2.1. Antik Yunan Kültürü……...……………………………………………...47

4.2.2. Roma Đmparatorluğu……………………………………………………...49

4.3. Orta Çağ Avrupa Kimliği.................................................................................50

4.4. Modern Çağ Avrupa kimliği….……………………………………………...59

4.4.1. Denizaşırı Keşifler………………………………………………………...61

4.4.2. Rönesans…………………………………………………………………..64

4.4.3. Reformasyon ……………………………………………………………...68

4.4.4. Aydınlanma………………………………………………………………..73

4.4.5. Ulus-Devletler..............................................................................................74

4.4.6 Pan-Avrupacılık ..........................................................................................89

4.4.7. Avrupa Birliği Merkezciliği………………………………………………94

4.5. Sonuç……………………………………………………………………...96

BEŞĐNCĐ BÖLÜM

AVRUPA KĐMLĐĞĐNĐN TÜRK KĐMLĐĞĐ ĐLE ETKĐLEŞĐMĐ …………….100

5.1 Giriş………………………………………………………………………100

5.2 Haçlı Seferleri…………………………………………………………….103

5.3 Đstanbul’un Fethi………………………………………………………….108

5.3.1 Türk Çanları……………………………………………………………113

5.3.2 Türk Vaazları…………………………………………………………..113

5.3.3 Türk Duaları…………………………………………………………...115

5.3.4 Türk Konuşmaları……………………………………………………...116

5.3.5 Türk Yayınları………………………………………………………….118

5.3.6 Olumsuz Türk Đmgesi Oluşturan Sanat Eserleri……………………….120

5.3.7 Türklerle Đlgili Deyimler……………………………………………….122

5.3.8 Türklerle Hakkında Olumsuz Nitelemeler……………………………..123

5.3.9 Türk Ümidi……………………………………………………………..126

5.3.10 Türklere Karşı Savaş Projeleri…………………………………………127

5.4 Birinci Viyana Kuşatması…………………………………………………..131

5.5 Đnebahtı (Lepanto) Deniz Savaşı……………………………………………138

5.5.1 Türklere Karşı Avrupa Birliği Teşebbüsleri…………………………..144

5.6 Đkinci Viyana Kuşatması……………………………………………………145

5.7 Karlofça Antlaşması Sonrası………………………………………………..149

5.8 Sonuç………………………………………………………………………..152

ALTINCI BÖLÜM

SONUÇ....................................................................................................................155

KAYNAKÇA...........................................................................................................161

i

ÖZET

Bu çalışmanın amacı Avrupa Kimliğinin oluşumuna Türk kimliğinin etkisinin

ne olduğunun analiz edilmesidir. Avrupa kavramı ve kimliğinin nasıl ortaya çıktığı

Türk kimliğinin Avrupa için ne anlama geldiği, nasıl algılandığı araştırılmıştır.

Araştırmada izlenen yöntem şöyledir. öncelikle literatür taraması yapılıp

konunun akademik ve felsefi tabanı oluşturulduktan sonra konular tarihsel sıraya

konularak son hali verilmiştir.

Tez içinde, giriş birinci bölüm kabul edilmiş, ikinci bölümde kimlik

konusundaki temel kavramlar kısaca önbilgi mahiyetinde araştırılmıştır. Üçüncü

bölümde Türk kimliği, tarihsel gelişimi içerisinde ve özet olarak incelenmiştir.

Dördüncü bölümde Avrupa kimliği oluşumu tarihsel ve kavramsal olarak incelenmiş

Türkler’in Avrupa kimliği oluşumuna olumlu etkileri bu bölüm içerisine

yerleştirilmiştir. Beşinci bölümde, Avrupa kimliğinin Türk kimliği ile temasa geçişi

sonrasında etkileşimin nasıl devam ettiği ve Türk kimliğinin öteki olarak Avrupa

kimliğine etkisinin ne olduğu araştırılmıştır. Sonuç bölümünde ilk beş bölüm

ışığında değerlendirme yapılarak öngörülerde bulunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Avrupa, Kimlik, Türk.

ii

ABSTRACT

The main objective of this study is to analyze impact of Turkish identity on

the formation of European Identity. Emergence of concept of Europe and European

identity, impact of Turkish identity on Europe are analyzed.

Within the thesis, introduction is called as first chapter. In the second chapter,

basic concepts regarding identity are introduced. In the third chapter, formation of

Turkish identity is summarized. In the fourth chapter, formation of European identity

is studied historically and conceptually and positive affects of Turks within the

formation of European entity is analyzed. In the fifth chapter, impact of Turkish

identity and Turks on the formation of European identity is analyzed in detail. In the

final chapter, theses is summarized and it is emphasized that the most important

factor that played key role in the formation of European identity is Turkish identity

and Turks.

Key Word: Europe, Đdentity, Turkish.

1

BĐRĐNCĐ BÖLÜM

GĐRĐŞ

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren yönetim şekli, hukuk sistemi,

ve diğer bütün yapısal sistemleri açısından genel evrensel ilkeleri esas alan bir devlet

olduğu gözardı edilemeyecek bir gerçektir.Dünyada ve özellikle Avrupa’da kurulan

pekçok uluslar arası teşkilata hemen hemen kuruluşlarından itibaren üyedir.

Ekonomik ve siyasi bir birlik olan Avrupa Birliğine’de yine kuruluşundan kısa

bir süre sonra henüz ekonomik bir birlik durumunda iken başvurmuş olmasına ve

üyelik başvurusunun kabul edilerek bir yol haritası belirlenmesine rağmen,

Türkiye’nin ilk yirmi yıllık süreyi üyelik açısından sonuç alacak şekilde

kullanamaması ve bu süre sonunda sözkonusu örgütün dağılmadan yürüyebildiğinin

görülmesi, siyasal birlik olma yönünün kuvvetlenmesi ve örgütün dünya ölçeğinde

sözü geçen siyasi bir aktör olabilme ihtimallerinin ortaya çıkmasıdan itibaren

Avrupa birliğini oluşturan ülkeler tarafından artık Türkiye’nin üye alınmaması için

başka herhangi bir üye ülkeye yada aday ülkeye çıkarılmayan zorluklar çıkarılmaya

başlamış ve devam edegelmiştir.

Đkinci Dünya Savaşı sonrasında güvenliklerini NATO’ya ihale ederek, yıkım

halinde olan ekonomilerine zaman ayıran üye devletlerin artık ekonomilerini

düzeltmiş olmaları, soğuk savaşın sona ermesi gibi gelişmeler sonrasında

Türkiye’nin Avrupa birliği üyeliğinin önündeki engeller artmıştır.

Son zamanlarda özellikle Fransa ve Almanya’nın başını çektiği çok daha katı

bir tutum ortaya çıkmıştır. Bu görüşe sahip ülkeler tarafından herhangi bir süre koşul,

gerekçe, belirtmeksizin doğrudan, Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkılmakta Fransa

gibi bazı ülkeler sadece imtiyazlı ortaklıktan bahsetmektedir.

Türkiye’nin üye olan birçok ülkeden daha iyi şartlara sahip olmasına rağmen

eksikliklerin giderilmesi mümkün iken, çıkarılan bu engellerin sebebi nedir? Türk

karşıtlığının temelinde neler vardır? gibi sorular, Türk ve Avrupa kimliklerinin

tarihsel süreçte yaşadıkları etkileşimlerin neler olduğu, Avrupa kimliğinin nasıl

oluştuğu, Türk kimliğinin bu oluşmaya olumlu veya olumsuz etkisi olup olmadığı

hususlarını araştırma isteği uyandırmıştır.

2

Avrupa Kimliğinin oluşumuna Türk kimliğinin etkisini incelemeyi amaçlayan

bu araştırmada, Avrupa kavramı ve kimliğinin nasıl ortaya çıktığı Türk kimliğinin

Avrupa için ne anlama geldiği, nasıl algılandığı araştırılmıştır. Avrupa kimliği

oluşumu ve Türk kimliği ile etkileşim, antik çağdan günümüze kadar çok geniş bir

tarih yelpazesini kapsaması konunun sağlıklı araştırılabilmesi için belirli bir tarih

aralığı ile sınırlanması gerektiğinin bu sınırlamanın anlamlı bir dönüşüm noktası

esas alınarak yapılması gerektiği kanatine varıldığından, Avrupa kimliği Türk

kimliği etkileşiminin nitelik değiştirdiği ondokuzuncu yüzyıla kadar olan dönem esas

alınmıştır.

Bu araştırmada izlenen yöntem şöyledir öncelikle literatür taraması yapılıp

konunun akademik ve felsefi tabanı oluşturulduktan sonra konular tarihsel sıraya

konularak son hali verilmiştir.

Tez içinde, giriş birinci bölüm kabul edilmiş, ikinci bölümde kimlik

konusundaki temel kavramlar kısaca önbilgi mahiyetinde araştırılmıştır, üçüncü

bölümde Türk kimliği, tarihsel gelişimi içerisinde ve özet olarak incelenmiştir.

Dördüncü bölümde Avrupa kimliği oluşumu tarihsel ve kavramsal olarak incelenmiş

Türkler’in Avrupa kimliği oluşumuna olumlu etkileri bu bölüm içerisine

yerleştirilmiştir. Beşinci bölümde, Avrupa kimliğinin Türk kimliği ile temasa geçişi

sonrasında etkileşimin nasıl devam ettiği ve Türk kimliğinin öteki olarak Avrupa

kimliğine etkisinin ne olduğu araştırılmıştır. Sonuç bölümünde ilk beş bölüm

ışığında değerlendirme yapılarak öngörülerde bulunulmuştur.

3

ĐKĐNCĐ BÖLÜM

KĐMLĐK

2.1. Giriş

Avrupa Kimliği Türk Kimliği arasındaki etkileşim araştırılırken önce kimlik

kavramına değinmek gerekmiştir. Bu bölümde kimlik kavramı nedir, nasıl oluşur,

genel hatlarıyla açıklanmış, kültür ne anlama gelmektedir, nasıl oluşur, nasıl aktarılır,

ve ulus kimliği (milli kimlik), millet nedir, ana hatlarıyla değerlendirilmiştir.

2.2. Kimlik Kavramı

Kimlik (identity) kavramı, Latince’de “aynı” anlamına gelen “idem” ve

Fransızca “ayniyet” anlamına gelen “identité” kelimesinden türeyen bir kavramdır.

ve insanın sosyal bir varlık olmasının doğal bir sonucu olarak toplumsal bir olgu

olarak karşımıza çıkmaktadır.

Annesinden biyolojik bir varlık olarak doğan her insan sosyalleşme süreci

içinde kendisini diğer kişilerden ayırt etmekte ve bir “ben” kavramı geliştirmektedir.

Bu kavram, “kişisel kimlik” olarak tanımlanmaktadır.

Kişinin adını, soyadını, yaşını, mesleğini vb. bilgileri içeren bir kavram olan

kişisel kimlik, varlıkla ilgili tüm anlamları, değerleri içeren öznel bir duyu olarak

tanımlanmaktadır.

Psikososyal kimlik ise tüm kimlik kavramlarının yapısını ve çekirdeğini

oluşturan, kişinin sürekli olarak değişen bir aynılık duygusu olarak

tanımlanmaktadır.

Anthony. D. Smith, bireysel kimlik, büyük ölçüde sahip olunan toplumsal roller

ve kültürel kategorilerden oluşmaktadır demiştir.1

Kula’ya göre, “bireysel kimlik, daha çocukluk aşamasında başlayarak

yetişmekte olan kişinin iç (bireysel/psikolojik) ve dış (aile, çevre, eğitim kurumları,

sokak) durumlara ve değişmelere bağlı olarak geliştirdiği “tekil ve bütünsel” bir öz

anlayış, öz bilinç yada bir öz değerlendirmedir.”2

1 Anthony.D.Smith, Milli Kimlik, (çev.) Bahadır Sina Şener, Đstanbul,Đletişim Yayınları,4. Baskı, 2007,s.17 2 Onur Bilge Kula, Avrupa Kimliği ve Türkiye, Đstanbul, Büke kitapları, 2006, s.36

4

Bu öz bilinç, bir yönüyle yetişmekte olan insanın ayrı bir kişi olma anlamında

“bireyleşme” süreci içerisinde yani öbür kişilerden farklılaşma yada başkalaşma; bir

başka anlatımla, özgünleşme ve özerkleşme sırasında biçimlenir; öbür yönüyle de

toplumsal kültürel birikimi, değer sistemini, gelenek ve görenekleri edinerek,

toplumun bir parçası olma anlamında toplumsallaşma sürecinde yani, düşünüş ve

yaşayış biçimi bakımından toplumun öbür bireyleriyle benzeşme ve bağımlılaşma

sürecinde oluşur ve gelişir.3

Kişisel kimlik yada benlik, insanın kim olduğu hakkında kafasında oluşan

düşüncelerdir. Yurdusev, kimliklenme sürecinin çok yönlü, çok boyutlu, dinamik ve

sürekli bir oluşum olduğunu ifade etmiştir. 4

Psikoloji, sosyoloji, kültürel antropoloji gibi sosyal bilimlerde ben, benlik

kendilik (ego-self), kişilik (personality) ve kimlik (identity) kavramları çoğunlukla

eşanlamlı ifadeler olarak kullanılmaktadır. Bu kavramlar, kişiyi başkalarından ayıran

duygu, tutum, düşünce ve davranışların örgütlenmiş, kaynaşmış bir bütünlüğünü

ifade etmektedir.

Đnanç, Wheelis’in, kimliği, “Kişinin davranış, eylem ve değer yargıları

arasında kurduğu uyuma dayanan bütünlük ve birlik hissi” olarak tanımladığını

belirtmiştir. 5

Yurdusev’e göre, Kimlik toplumsal bir olgudur, kimlik edinme süreçleri

başkaları ile beraber ya da başkalarına karşı, toplumsal bir çerçevede oluşmuştur.

toplumsal olmayan ortamlarda kimlik oluşmadığı gibi toplumsal olmayan varlıkların

kimliklerinden de bahsedilemez, tek başına bir insanın kimliğinden

bahsedilemeyeceğinden bireysel kimlik de dahil bütün kimliklerin toplumsal olduğu

söylenebilir.6

Yurdusev’e göre, bir bireysel kimlik kategorisi olan kişilik bile, Freud'dan

Mead'e kadar çoğu psikoloğa göre, toplumsal bir kazanımdır.7

3 Kula, Avrupa Kim.., s.36 4 A.Nuri Yurdusev, Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Türk Kimliği, Atila Eralp, (Ed) Türkiye ve Avrupa, Ankara, Đmge Kitapevi 1997, s.20 5 Hüsamettin Đnanç, AB’ye Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Kimlik Problemleri, Ankara, Adres Yayınları, 2005, s.22 6 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.18 7 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.19

5

Erdenir, Delgado-Moreira’nın kimliklerin nitelik ve işlevlerini sayarken

kimliklerin ahlaki topluluklar ortaya çıkardıklarını, tarihsel süreklilik inşa ettiklerini,

maneviyata dayandıklarını, pratik amaçlar taşıdıklarını, topluluğu öteki

topluluklardan farklılaştırdıklarını, davranış ve inanç kalıpları sunduklarını ve

kamusal varlıklara sahip olduklarını ifade ettiklerini belirtmiştir.8

Bir başka tanıma göre, kimliklerin etkinliğini belirleyen faktörler gereklilik,

aciliyet, dış tehdit ve hitap ettiği topluluk tarafından içselleştirme derecesidir.9

Kimlik, insana özgü nitelikleri belirtir; ayırt eder ve bir bireyin toplumsal alanda

sahip olduğu statü ve nitelikler bütünüdür.

Yurdusev’in ifadesine göre, kimliğin, çok yönlülük, süreklilik ve dinamiklik

özellikleri kimliğin çoğul olduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Bireyin bireysel

kimliği ve edindiği diğer kimlikler bir etkileşim süreci içindedir. Aile, kabile, etnik

grup, cemaat, ülke/vatan, ulus (milliyet) ve özellikle evrensel değerde olduğu

belirtilen cinsiyet ve sınıf kimlikleri çok bilinen toplumsal kimliklerdir.10

Diğer bir ifadeye göre, kimlik, varlığın ve aidiyetin tanımı, tasvir edilmesidir.

“kimliğiyle tanımlanan ya da kimliğe sahip olana, “kimlik edinen (ait olan)”; kimlik

edineni tanımlayana, yani ona kimliğini kazandırana ise “kimlik veren (ait olunan)”

”denmektedir.11

Yurdusev’in ifadesine göre, kimliğin başka bir özelliği başkalık, farklılıktır,

aidiyet ya da kimlik, başkalık ve öteki ile tanımlanmaktadır. Yurdusev, bu konuda

Derrida’nın, “bütün kimlikler ancak “farklılıklarıyla” var olabilir. Hiçbir kimlik

yoktur ki ‘kendisi’nin ‘öteki’si olmasın” şeklindeki sözlerini ifade etmiştir.12

Güvenç’e göre, “kimlik kavramında “karşıtlık” ilişkisi o kadar evrensel ve

işlevseldir ki ötekiler olmasaydı, kişi onları yaratır, kendi kişiliğini bulmak

8 F.H.Burak Erdenir, Avrupa Kimliği, Pan Milliyetçilikten Post Milliyetçiliğe, Ankara, Ümit Yayıncılık 2. Baskı, 2006, s.66 9 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 26 10 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss.23-24 11 Đnanç, AB’ye Enteg.., s. 15 –Yurdusev, Avrupa Kim.., s.19 12 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.20

6

tanımlamak ve korumak için onların karşısında yer alırdı.” Güvenç’e göre, bu

durumun Levi Strauss’un “ötekilere karşı ben”ilkesiyle dile getirilmiştir.13

Erdenir, Taylor’un, “hiçbir kimliğin sadece içsel olarak gelişemeyeceğini, insan

doğasının yaratılıştan iletişim kurmaya dönük olması nedeniyle gelişme sürecinin

öteki ile olan ilişkiyle doğrudan bağlantılı olduğunu” belirttiğini nakletmektedir.14

Kimliğin üyeleri birbirlerine benzemekten çok, topluluk dışındakilerle olan

farklılıkları bakımından benzerlik taşımaktadırlar. Nitekim, kimliğin öznel boyutu

olarak adlandırdığımız bilinç, toplulukla diğer toplulukların veya kimlikle ötekisi

arasındaki farklılaşmanın temeli olarak belirmektedir. 15

“Kimlik, “öteki” ile ve “öteki”ye karşı etkileşim yoluyla şekillenen sosyal bir

olgu ve dinamik bir süreçtir.”16 “Ötekileştirme kimliklerin ortaya çıkma sürecinin

ayrılmaz bir parçasıdır.” 17

Güvenç’in Mehmet Baydur’dan naklettiği, Çehov’un Defteri adlı eserden alınan

ve kimlik kavramındaki karşıtlığı ortaya koyan söz şöyledir.

“Aşk, dostluk, saygı değil insanları birleştiren… bir şeye duyulan ortak

nefret,”18

Birey, ötekinin rolünü tespit edebildiği andan itibaren psikolojik olarak

tekilleşmektedir. Birey, hem ötekinin davranışını önceden tespit edebilecek işareti

algılamakta; hem de kendisinin ötekilerde uyandıracağı tepkiyi öngörmektedir.

Güvenç’in Gellner’den naklettiği bir Arap atasözünde, kimlik kavramı

içerisindeki evrensel karşıtlığı şöyle dile getirmiştir.

“Kardeşime karşı ben,

Yeğenimize karşı kardeşim ve ben,

Yabancıya karşı yeğenimiz, kardeşim ve ben,” 19

“Kimlik, anlamını ne olmadığından elde eden bir değişim ve ötekilik

ifadesidir.”20Böyle bir tanımlamada kimlik “öteki”ne göre tanımlanmış, yorumlanmış

13 Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, Kültür Tarihinin Kaynakları, Đstanbul, Boyut Kitapları, 2008, ss. 3-7 14 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.47 15 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.47 16 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.15 17 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 47 18 Güvenç, Türk Kim.., ss. 3-7 19 Güvenç, Türk Kim.., s. 3

7

ve anlam kazanmıştır. Đnanç, Derrida’nın farklılık kavramını, “aynılık olarak

farklılık” ve “mütekabiliyet ya da ayrılık olarak farklılık” olarak ayırmak suretiyle,

özgün bir kimlik tanımını yaptığını belirtmiştir. 21

Đnanç’ın, Derrida’nın, “Đfadede ve Olguda Farklılık” adlı eserinden nakletiğine

göre, “kişi kendini tanımlarken kendisiyle benzeşenlerden bir kimlik kategorisi

oluşturmakta, bu da aynılıktan ve özdeşlikten kaynaklanmaktadır.” 22

Bu tanım yapılırken farkında olmadan kendinden farklı olanlar da farklı bir

kimlikte bütünleştirilmekte ve bu ikinci kimlik de ayrılık ve mütekabiliyetten, başka

bir deyişle kişinin kendini karşısındakine göre konumlandırılmasından

kaynaklanmaktadır. 23

Yurdusev, aidiyet veya kimliğin başkalık ve öteki ile tanımlandığını belirterek

şu örnekleri vermiştir. “Bir aileye ait olan insan aynı anda başka bir aileye ait

olmayandır. Ama bu ait olunmayan aile vardır ve ait olunmayan aileler bulunmazsa

kişinin ait olduğu aile de ortadan kalkacaktır.” 24

“Türk olan bir kişi aynı zamanda Yunan, Đngiliz ya da Fransız olmayandır.

Türk ulusundan başka diğer bütün uluslar yok olsa o zaman Türk ulusundan

bahsetmenin gereği kalmayacaktır.” 25

Öteki kavramının ifade ettiği süreç, bir şeyin ne olduğu ile değil; ne olmadığı ile

ilgilidir.Toplumlar kendi kimliklerini diğer toplumlardan farklılıklarıyla

tanımlamışlardır. Yurdusev’in, Thucydides’ten aktarışına göre, “Yunan site

devletlerinin kendilerini Helenler olarak tanımlaması Troya Savaşı’ndan, Perslerle

karşılaştıktan sonra başlamış ve Helenliği Perslerden farklılıklarıyla

tanımlamışlardır.” 26

20 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.16 21 Đnanç. AB’ye Enteg.., s.16 22 Đnanç. AB’ye Enteg.., s.16 23 Đnanç. AB’ye Enteg.., s.16 24 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.20 25 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.20 26 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.21

8

“Đngiliz ve Fransız ulusal kimlikleri de Yüz Yıl Savaşları ile karşılıklı olarak

birbirini belirlemişlerdir. Yine Osmanlı’nın varlığı modern Avrupa kimliğinin

doğuşunda en önemli faktörlerden birisidir.” 27

“Kimlik birimlerinin, isimleri genellikle ötekiler tarafından ya da ötekilerle

karşılaşılınca verilmiştir. “English (Đngiliz)” sözcüğü Đngilizce değil; Latincedir; ve

Romalılar tarafından verilmiştir. “Türk” kelimesinin aslı ise Çincedir; “Fin” sözcüğü

ise Đsveç dilinden türemiştir. Kısaca, başkalarının varlığı aidiyetin tanımlanması için

gereklidir.“ 28

Ötekinin tehdit oluşturması yada tehdit olarak algılanması halinde kimlik daha

kuvvetli hale gelecektir.

Kimlik edinme sürecinde bireyin psikolojik ve sosyal güvenliğini sağlamak ve

toplum tarafından kabul edilmek amacıyla yaşadığı toplumun davranış modellerini

değer ve normlarını içselleştirmek ve pratiğe yansıtmak durumunda olduğu

belirtilmektedir. 29

Kimlik duygusu olayları ölçen ve değerlendiren, bireye ait bir mekanizma gibi

işlemektedir. Kişisel kimlik çok sayıda kimliği bütünleştiren bir sistemdir. Bireylerin

sahip olduğu kimlik çeşitliliği kişisel kimliğe zenginlik ve değer katmaktadır.

Kisisel kimlik, orijinallik duygusunda pekişmektedir. Birey, diğerinden

farklılaşma ve özerkleşme durumuna ulaştığı ölçüde birliğini ve tekliğini,

hissetmektedir. Süreklilik ve kendi kendine benzemek, kimliğin birlik boyutunu;

kimseye benzememek, teklik boyutunu oluşturmaktadır.

Đver Neumann’ın Akdemir tarafından nakledilen ifadesine göre, “Kimlik,

değişken çok boyutlu ve daima yeniden düzenlenen bir fenomendir ve yalnızca bu

sebepten muğlaktır.” 30

Kişisel kimlik, bir üretme etkinliği olarak ortaya çıkmaktadır. bir aktör ya da bir

üretici olarak, sorumlu veya yaratıcı bir etkinliğe dahil olunduğu sürece, kimliğin

belirginleştiği ve pekiştiği belirtilmektedir.

27 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.21 28 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.21 29 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.16 30 Erhan Akdemir;Ekonominin Gölgesinde Gözardı Edilmiş “Kimlik” Sorunsalı Avrupa Tarihinde Türk Kimliği, Đrfan Kalaycı (Ed.) Avrupa Birliği Dersleri, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım,1. baskı 2006 s.281

9

Kişisel kimlik, bir değer olarak yerleşmektedir. Benliğin gelişmesinde,

diğerlerinin ve kendinin gözünde değerli olmak; sosyal olarak tanınmak; onay

görmek temel faktörler olarak sıralanmaktadır.

“Ben”in güvenlik içinde gelişmesi, kendini sevilmeye ve kabul edilmeye layık

bulmaktan geçmektedir. Bununla birlikte, kendisi, diğerleri ve çeşitli şeyler üstünde

gücünü, etkisini denemenin ve böylece, kendini bir “neden” olarak görme duygusunu

geliştirmenin önemi vurgulanmaktadır.

Kimliğin çok yönlü sürekli ve dinamik oluşu kimliğin çoğulluğunu gösterir,

yani bir ferdin sahip olabileceği bir den fazla kimlik vardır. Birey, bir ailenin

ferdidir, bir milletinin mensubudur, bir spor kulübünün üyesidir. 31

Kimliğin çeşitlerinin her biri bireyleri ya da grupları ayırt etmede benzersiz bir

özelliği yansıtmak; ya da kendi içlerinde ya da kendileri arasında bir ortaklık kurmak

ya da desteklemek amacı ile kullanılmaktadır. Bu farklı özellikler cinsiyet, yaş, nesil,

cinsel tercih, sosyo-ekonomik sınıf, meslek, kültür, etnik köken, ırk, din, millet, dil

ve vatandaşlık olarak sıralanmaktadır.

Kimlik, insanların dahil oldukları ırk, din, etnik grup, cinsiyet vb. gibi, sosyal

grupları, gösterdikleri davranışları ve diğerlerinin onlara yükledikleri davranışları

içermektedir. Kimlik, kişilerin hayatlarında yaptıkları, hissettikleri, söyledikleri ve

düşündükleri her şeyi etkileyerek sosyal dünyada yerleşmelerini sağlamaktadır.

Kimlik duygusu, kişinin kendisini çevresiyle anlamlı bağlar kurabilen bir kimse

olarak görmesini ifade etmektedir. Bu anlamda kimlik, bireyin bir yere, değere,

simgeye bağlanma, belli bir gruba ait olma eğilimidir. Kimlik bir kişiye ait olan ya

da bir grup ya da sosyal kategorideki kişiler tarafından paylaşılan belirli özellikler

olarak tanımlanmaktadır.

Kimlik edinirken bireyin ya başkasına göre kendini tanımlaması yada başkası

tarafından algılandığı parametrelerle kendini özdeşleştirmesi gerektiği

belirtilmektedir. 32

31 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.24 32 Đnanç. AB’ye Enteg.., s.15

10

Đnsanların bulundukları sosyal çevrede, bu çevre ile ilgili algılamalar

geliştirmekte; yaşadıkları hayatla ilgili koşulları ve sonuçları kontrol ederek bu

davranışlarındaki akılsal sebepleri değerlendirmektedir.

Yurdusev’e göre, “Bir kişinin bireysel kimliğinin onun, ihtiyaçları ve

özelliklerine göre, sahip olduğu veya aldığı çeşitli toplumsal kimliklerin bütünü

olduğu söylenebilir.” 33

Kimliğin çoğulluğu sınıflamayı da ortaya çıkarmıştır. kimliğin çeşitli açılardan

sınıflamaya tabi tutulabileceği belirtilmektedir.

Güvenç, kimlik kavramını bireysel, kişisel ve ulusal-kültürel kimlikler olarak

üçe ayırmıştır. Kişiyi ötekilerden ayırmak için, kurumlarca verilmiş, bireysel

kimlikler; kişilerin işyerinden aldığı çalışma, trafik polisinden aldığı sürücü belgesi,

bankadan aldığı para, kredi kimlikleri ile kartları bireysel kimlik olarak

tanımlamıştır. Kişisel kimlikler ise, kişilerin üyesi bulunduğu kurum ve kuruluşlar,

dernekler, kulüpler ve okullarda gönüllü, duygusal veya mesleki ilişkilerini gösteren

psikososyal kimlikler olarak tanımlanmaktadır. Ulusal-kültürel kimlikler ise, nüfus

kütüğündeki soy ilişkileriyle, kişiye özgü ad, cins, evlilik, askerlik, sabıka bilgilerini

bir araya getiren, kütüğe kayıtlı kimlikler olarak ifade edilmiştir.34

Bir başka sınıflama kapsam açısından yapılan sınıflamadır. Bu açıdan kimlik

üçe ayrılmaktadır.

Evrensel kimlik: bütün insanların paylaştığı onların insan olmayan varlıklardan

ayıran özellikler, Evrensel kimliği oluşturur. Đnsanlık evrensel kimliktir.

Gurup Kimliği: Her insanın bazı insanlarla paylaşıp diğerleri ile paylaşmadığı

özellikler vardır, bu özellikle bir insanı bir guruba ait kılar dolaysıyla bunlara gurup

kimliği denilir, aile, ulus, gibi kimlikler buna örnektir.

Bireysel Kimlik: Bir insanın yalnız kendisine has özellikleri vardır ki bireysel

veya kişisel kimliği oluştururlar. Bireylerin içinde yaşadıkları toplumsal değerlerden

farklı olarak kendi ilgi, ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda şekillenen tercihlerine bağlı

olarak oluşturdukları sui generis (nev'i şahsına münhasır) algılayışlar bütünüdür.35

33 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.24 34 Güvenç. Türk Kim.., s. 4 35 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.24 -Đnanç, AB’ye Enteg.., s.19

11

Kimliğin bir başka sınıflaması, verili veya sonradan kazanılmış olmasına göre

yapılan sınıflamadır. Sosyal ve kültürel kimlikler “verili” ve “kazanılmış” kimlikler

olarak ikiye ayrılır. 36

Verili (tabii) Kimlik: insana doğuştan itibaren içinde yaşadığı toplumsal çevre

tarafından, toplumsallaşma süreci içerisinde verilen kimliklerdir. Aile, etnik gurup,

Toplum, cemaat, ulus ve medeniyet gibi kimlikler verili kimliklerdir,

Kazanılmış (iradi) Kimlik: Kişinin kendi tercihleriyle edinilen kimliklerdir.

Öğrencilik, hocalık, bilim adamlığı gibi kimlikler kazanılmış kimliklerdir.37

Đnsanlar verili kimlikleri ile birlikte doğarlar. Bu nedenle verili kimlikler

başlangıçta dışlayıcıdır. Ancak kimlik olgusunun sürekliliği dinamikliği ve çoğulluğu

belli bir verili kimliğin sürekli ve mutlak olmasını da engeller, onun içindir ki

insanlar yeni kimlikler edinebilirler ve belli bir kimliği bırakabilirler.

Kimlik olgusunun özellikleri, hiçbir kimlik birimine tekel oluşturma ve sürekli

dışlayıcılık imkanı vermemektedir.38

Sonuç olarak kimlik “ben” in “öteki” ne, bir “başka” ya göre, tanımlanması

anlamına gelen toplumsal, çok yönlü, dinamik, sürekli, çoğulluk ve tarihsellik

özelliği bulunan, objektif ve subjektif ögeleri bulunan, etkin, başka kimliklere yol

açabilen, algılanması karşılıklı konumlara bağlı olan bir olgudur.

2.3. Kültür

Kültür kavramı, kelime kökü Fransızca ve Latince'den kaynaklanan "toprağı

işleme, ekme ve bakım" gibi olumluluk yansıtan anlamı yanında, yine insanın

doğasının bir sonucu ve yansıması olarak tarih sürecinde "bozma, yıkma, yok etme"

gibi olumsuzlukları da türetmiş olan bir kavramdır. Kültür kavramı, çoğu kez

"uygarlık" kavramı ile özdeşleştirilen ve yer yer karıştırılan bir kavramdır. Kültür,

insanın içine, içselliğine yönelmiştir. Uygarlık, ise dışa, dıştaki nesnelere, hak,

hukuk türü dış belirlemelere yönelmiştir.39

Kültür, doğuştan kazanılan unsurlar başta olmak üzere bireye belli bir topluluğa

aidiyet hissi kazandıran. ırk, dil, din, coğrafi yurt, gelenekler, tarih, yaşam tarzı,

36 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.21 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.27 37 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.27 38 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.27 39 Kula, Avrupa Kim.., s.25

12

kurumlar, değerler gibi yerel unsurların yanı sıra kamusal alandaki iletişim ve siyasal

alandaki davranışları içeren maddi pratikler olarak tanımlanmıştır. Kültürel

unsurların en belirleyici özelliği yerellik, görelilik ve tarihsellik olarak sayılmıştır.40

Kültür değişkendir. Durağan statik bir kavram değildir. Kültür sürekli olarak

üretilebilen bir kavramdır, bir süreç içerisinde değerlendirilir, politikanın da temel

belirleyicisidir. Kültür kimliklerden önce gelişir.

Kula, kültürlenme sürecinin öğeleri olan "öğrenilen" bilgiler ve edinilen yetenek

ve özellikler, katıksız olarak o insan tarafından yaratılmadığından, kişisel-bireysel

değil, "paylaşılan", "edinilen" ve "yeniden biçimlendirilen" türden olduğunu

belirtmiştir. 41

Kültür tanımına, bağlı olarak farklı aidiyetler ön plana çıkmakta, kimlikler bu

unsurlara göre şekillenmektedir. Kültür tarihi de, bireylerin ve toplulukların

kendilerini belirli kimliklerle özdeşleştirme sürecinde yaşanan farklılaşmalarla

açıklanmaktadır. 42

Bir kültürün içerisinde geliştiği tarih, yer, doğa ve toplum koşullarının

belirliliği, kültürler arasında gözlemlenen "biçimsel özgünlüklerin", "farklılıkların"

ya da "benzerliklerin" temelini oluşturmaktadır.43

Kültür, kendisini taşıyan ve gelecek kuşaklara aktararak, kalıcılaştıran dili

oluşturan göstergelerin toplamı olarak adlandırılabilir. Dilin zenginliği kültürü;

kültürün zenginliği de dilin gelişmişliğinin göstergesidir. 44

Erdenir’in Smith’den, nakledişine göre, aidiyet hissi, temel olarak topluluğun

nesiller boyunca paylaştığı devamlılık hissine, geçmişten gelen ortak anılara ve ortak

bir kadere ilişkin kolektif inanca dayanmaktadır. 45

Erdenir’in Gellner’den, nakledişine göre, iki birey ancak ve ancak aynı kültürü

paylaşıyorlarsa aynı ulusa mensupturlar ve iki birey ancak ve ancak birbirlerinin aynı

kültürü paylaştıklarının bilincinde iseler aynı ulusa mensupturlar. 46

40 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., ss.31-32 41 Kula, Avrupa Kim.., s.25 42 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.45 43 Kula, Avrupa Kim.., s.26 44 Kula, Avrupa Kim.., s.32 45 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.46 46 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.46

13

Kültür ile ulusallık arasındaki bağ, en açık biçimde dil tarafından sağlanır.

A. D. Simith’e göre, dini reform, kültürel ödünç alma, halk katılımı ve etnik

seçilmişliğe dair mitler kültürlerin aktarımını ve kendilerini yenilemelerini sağlayan

mekanizmalardan bazılarıdır.47

Kula, Kültür’ün, birçok başvuru yapıtında insanlığın tarihsel evrimi içerisinde

bir üst aşamaya çıkma uğraşının bir sonucu olarak görüldüğünü belirtir48

Kültür, diğer alanları belirleyen bağımsız bir parametre değil, siyaset, ekonomi gibi

alanlardan etkilenen bağımlı bir parametre olarak, davranışları, kurumları ve siyaseti

şekillendirirken onlar tarafından da şekilIendirilen bir kavramdır. 49

Kula’ya göre, Avrupa kültürünü ya da Asya kültürünü başkalaştıran şey,

Avrupalıların ya da Asyalıların nitelik yönünden farklı olmaları değil, öncelikle

yaşadıkları doğa koşulları, tarihsel olaylar ve bunların bir türevi olan kültürel

mirastır. Aynı koşullar altında yaşayan Avrupalı ve Asyalıların kültürel bakımdan

birbirine benzemesi kaçınılmazdır. 50

Kültür kavramına böyle yaklaşıldığında, kültürler arasında var olan

"farklılıkların" söz konusu kültürleri yaratan insanların farklılığından değil, ortam ve

koşulların farklılığının yol açtığı "eş zamansızlıktan" kaynaklandığı kolayca

görülebilir. Eş zamansızlık kavramı, bir kültürde, örneğin demokrasi bilincinin ve

demokratik kurumların öbür kültür ya da kültürlere göre daha önce, yahut daha sonra

ortaya çıkmasıdır.51

Aynı coğrafyada aynı zaman diliminde yaşayan insanların ve uygarlıkların

yaşam tarzlarının, kültürlerinin birbirine benzemesi bu görüşü desteklemektedir.

Örneğin Milattan önce 400’lerde hem Roma imparatorluğu’nun hem de Yunan site

devletlerinin zeytin ve üzüm tarımı yaptıkları, sonradan aynı şekilde zeytnyağı ve

şarap ticareti ve denizcilikle uğraştıkları bilinmektedir. aynı dönemde aynı ortam ve

koşullarda farklı kökenlerden insanlar da aynı yaşam biçimine sahip olmaktadır

47 A.D.Simith,Milli Kim.., s. 67 48 Kula, Avrupa Kim.., s.29 49 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 35 50 Kula, Avrupa Kim.., s.26 51 Kula, Avrupa Kim.., s.26

14

Erdenir, Walzer’in, kültür kavramını katı ve esnek olarak ikiye ayırdığını

Mischler’in de bu iki ayrımdan istifade ederek Neo-kültürel sentez olarak

adlandırılan bir model oluşturduğunu, Bu modelin katı ile esnek unsurları

bütünleştirerek, kültürün klasik tanımı ile sınırlı kalmayarak politik kültür kavramı

da kültürün kapsamına dahil edildiğini. Bu sayede, bir taraftan kültürlerin kendilerine

özgü nitelikleri ortaya konurken, diğer taraftan tüm insanlık için ortak evrensel

süreçler ve değerler de göz ardı edilmemiş olduğunu belirtmiştir.52

Katı kültürel unsurlar, belli bir toplumun genetik kodunu taşıyan, feragat

edemediği doğuştan kazanılan dinsel, etnik unsurların yanı sıra toplumun temel

değerleri, gelenekleri ve inançları, paylaşılan simgeleri ve anlamları ile temel

toplumsal pratikler ve kurumlar olarak belirtilmektedir. 53

Katı kültür, bireysel değildir, topluma yöneliktir, duygusaldır, rasyonel değildir,

toplumun kimliğini sağlamasında kolaylık sağlar, statiktir.

Erdenir, Taylor’un, katı kültürel unsurları “toplumun üyesi olarak insanın

edindiği bilgi, inanç, sanat, ahlaki değerler, hukuk, gelenekler ve diğer yetenek ve

alışkanlıkların tümünü içeren karmaşık bileşim" olarak tanımladığını

belirtmektedir.54

Katı kültür, sabit bütüncül ve tümdengelimci niteliktedir. Katı kültür’ün

bütüncüllüğü, onun topluluklar için aidiyet hissi uyandıran kimliksel boyutu

olmasından kaynaklanmaktadır. 55

Kula’ya göre, kültür ürünü tümüyle "yabancı" ya da "dış" etkiden arınmış

değildir ve bu anlamda da "öz" olarak nitelendirilmesi tartışmaya açıktır. Dolayısıyla

"öz" kültür, "ulusal" ya da "katıksız" kültür gibi kavramlar görecedir ve bu türden

değerlendirmelere eleştirel yaklaşılmalıdır. 56

Esnek kültür, geleneksel kültürün homojenliği ve sabitliğinin terk edildiği, daha

hoşgörülü, dinamik, tümevarımcı ve dönüşüme açık bir kavramdır. Politik kültür

veya yurttaşlık kültürü olarak da adlandırılmıştır. 57

52 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.32 53 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.32 54 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., ss. 32-33 55 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 33 56 Kula, Avrupa Kim.., s.34 57 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 34

15

Esnek kültür; bireycidir, rasyonalitesi vardır, değişikliğe açıktır, dinamiktir,

eğitimle birlikte gelişir, siyasi alandaki hakları düzenleme eğilimindedir.

Katı kültürel unsurların sorgulanmadan benimsenmesinin aksine esnek unsurlar

yaşam boyu devam eden rasyonel bir öğrenme sürecinde yaşanan bireysel

deneyimler sonucunda benimsenmektedir. Esnek kültür, dinamik ve değişime

açıktır.58

Katı kültürün, yeknesak bir topluluk öngören bütüncüllüğünün aksine esnek

kültür topluluk içi farklılıkları vurgulayarak diğer toplulukları dışlayıcı bir tutum

almamıştır. 59

Esnek kültür, farklılıklara izin vermekle beraber, kendisinin de belirli ilkelere

ve değerlere dayanması nedeniyle, olumsuz olmasa da bir ötekileştirme sürecini

yaşamıştır.60

Neo-kültürel sentez, çok katmanlı bir kavram olarak ele aldığı, kültürün

merkezine katı unsurları koymuştur. Merkezden çevreye doğru ilerledikçe

muhafazakar unsurların yerini değişime açık dinamik unsurlar almaktadır.61

Buna göre, dil-din, etnik köken, tarih, gelenekler, gibi katı kültürel unsurlar,

kültürün merkezini, toplumsal kurumlar (aile, akrabalık ilişkileri), toplumsal değerler

(kadının toplumdaki yeri vs.), bireyselcilik/kolektivizm gibi unsurlar, merkezden

sonraki ilk katmanı, politik kurumlar,politik değerler, özgürlük/otorite tercihi, gibi

unsurlar, ikinci katmanı, adalet, insan hakları, evrensel değerler, ekoloji, teknoloji

gibi unsurlar üçüncü katmanı oluşturmaktadır.62

Kültür aktarımını sağlayan mekanizmalar, kuşakları birbirine bağlayarak

kültürel devamlılığı sağlar. Aynı zamanda kültürel devamlılık yoluyla etnik

toplulukların varlıklarını yüzyıllar boyu sürdürmelerini sağlar,63

Kültürel geçmiş, milli birliği sağlamanın, milleti yaşatmanın ve meşru

kılmanın olmazsa olmaz koşulu haline gelmiştir. 64

58 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 35 59 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 36 60 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 36 61 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 36 62 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 37 63Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları, Eleştirel Bir Bakış, Đstanbul, Sarmal Yayınevi, 1999, s.205

16

2.4. Ulus Kimliği (Milli Kimlik)

Ulus kimliği en yaygın olan kollektif kimliklerden biridir.

Ulusal kimlik’de tıpkı bireysel kimlik gibi hem kapsayıcı, hem dışlayıcı

özelliklere sahip, çok karmaşık ve çok boyutlu bir kavramdır.

“Ulusal” sözcüğü güncel dilde çoğunlukla iki anlamda kullanılmaktadır.

Birincisi, "ulusal" ile belli bir köken dile getirilmektedir. Đkincisi "ulusal" ile bir ülke,

dile getirilmektedir. 65

Đnanç, Connor’un, "ulus"u üyelerinin geriye dönük olarak ortak bir soyu,

coğrafi kökenleri ve ileriye dönük olarak da birlikte yaşanacak ortak bir kaderi

paylaştığı kitlesel bazda bir çıkar ve aidiyet toplumu olarak tanımladığını

belirtmiştir.66

Anthony D. Smith, milli kimliğin unsurlarını şöyle sıralamıştır.

1- Tarihi bir toprak/ülke yada yurt

2- Ortak mitler ve tarihi bellek

3- Ortak bir kitlesel kamu kültürü

4- Topluluğun bütün fertleri için geçerli ortak yasal hak ve görevler

5- Topluluk fertlerinin ülke üzerinde serbest hareket imkanına sahip oldukları

bir ortak ekonomi.67

Bu unsurlardan hareketle “millet, tarihi bir toprağı/ülkeyi, ortak mitleri ve tarihi

belleği, kitlevi bir kamu kültürünü, ortak bir ekonomiyi, ortak yasal hak ve görevleri

paylaşan bir insan topluluğunun adı olarak tanımlanabilecektir”68

Özkırımlı’nın nakledişine göre, Benedict Anderson, “Millet, hem sınırlı hem

egemen olarak hayal edilmiş siyasi bir topluluktur.” 69

Özkırımlı’nın naklen anlatımına göre, Anderson, ulus kimliğin, birbirlerini hiç

görmemiş, belki de hiç karşılaşmayacak, hatta onlardan söz edildiğini duymayacak

olan insanların kendilerini ortak bir kaderi paylaştıklarına inandırıp bu varsayımdan

64 Özkırımlı, Milliyetçilik Ku.., s.206 65 Kula, Avrupa Kim.., s.27 66 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.29 67 A.D.Simith,Milli Kim.., ss. 31-32 68 A.D.Simith,Milli Kim.., s. 32 69 Özkırımlı, Milliyetçilik Ku.., s.168

17

hareketle oluşturdukları hayali, tasavvur edilmiş ve birtakım çıkarlar için sonradan

kurgulanmış bir kimlik olduğunu ifade etmiştir.70

Đnanç, Breuilly’in ulusal kimliğin dışlayıcı karakterini esas alarak, bir toplumun

kendine özgü kültürü ve ulusalcılığı arasında kurulan sıkı bağ üzerinden diğer kültür

ve topluluklardan farklılığın vurgulanmasında, ulus kimliğin temel referans aracı

olarak kullanıldığını ifade ettiğini belirtmiştir. 71

Gellner, Szporluk’un Friedrich List’ten naklen “Đnsanlığın uluslara bölünmüş

olmasının en merkezi gerçek olduğunu” belittiğini ifadede etmiştir.72

Kymlicka’nın yurttaşlığa dayalı bir ulusalcılığa atıfta bulunarak, kültürel

farklılıkları anlayışla kucaklayan, kapsayıcı bir ulusal kimlik tanımı yaptığı da yine

Đnanç tarafından belirtilmiştir.73

Gellner’e göre, “etnisite ” yada “milliyet”aralarında dil ve ortak tarihde dahil

olmak üzere örtüşen kültürel özellikler bulunan insanların ırksal benzerliğe ve güçlü

duygulara sahip oldukları durumun adıdır. 74

Milli kimliğin kişiler ve gruplar üzerinde “dışsal” ve “içsel” işlevleri vardır.

Toprağa dayalı, ekonomik ve siyasi olanlar dışsal işlevlerdir.

A. D. Simith, “Milletler öncelikle mensuplarına içinde yaşayıp çalışabilecekleri

kesin bir toplumsal mekan tanımlar ve tarihi toprağın/ülkenin sınırlarını çizer. Yine

bireyleri, milletin “moral coğrafyası”nın eşsizliğini gösteren “kutsal merkezler”le,

ruhani haç yerleriyle teçhiz ederler” demiştir.75

Milletlerin, insan gücüde dahil toprağa dayalı kaynaklar üzerinde denetim kurup

işbölümünü oluşturması ekonomik bakımdan, dışsal işlevdir. Milletlerin, devlet ve

organlarına ve devlet yoksa devletin siyaset öncesi muadillerine dayanak (destek)

oluşturması siyasi açıdan dışsal işlevdir. “Milli kimliğin, siyaseten en belirgin işlevi

ise ortak yasal hakların ve yasal kurumların meşrulaştırıcısı olmasıdır.” 76

70 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.25 71 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.25 72 Ernest Gellner, Milliyetçiliğe Bakmak, Simten Coşar ve Saltuk Özertürk-Nalan Soyarık (çev.), Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2. Baskı, 2007, s.30 73 Đnanç. AB’ye Enteg.., s.25 74 Gellner, Milliyetçiliğe.., s.59 75 A.D.Simith,Milli Kim.., s.34 76 A.D.Simith,Milli Kim.., ss.34-35

18

Milli kimliklerin, içsel işlevlerinden en önemlisi mensuplarını “uyruklar” ve

“yurttaşlar” olarak toplumsallaştırmalarıdır. “Milli kimlikler, müşterek değer sembol

ve geleneklerden bir repertuar oluşturmak suretiyle bireylerle sınıflar arasında

toplumsal bir bağ kurarak, milleti, engelleri aşmaya meşakkatleri göğüslemeye

muktedir “iman teknesi” bir grup haline getirmektedir.” 77

A. D. Smith’e göre “Milli kimlik duygusu, kolektif kişilik prizması ile bireysel

kendi’lere dünya üzerinde yer veren güçlü bir araçtır.” 78

Özkırımlı, A. D. Smith’in, milletin kim olduğu sorusunun yanıtını milletlerin

etnik temellerinde aradığını ifade etmiştir.79

Đnanç, etnik kimliğin etimolojik kökünü ethnie ibaresininin oluşturduğunu

belirterek, Brass’dan naklen, De Vos'un, Etnisite (etniklik) yi; "Aynı kültür

boyutunda yer alan bir insan grubunun, sübjektif, sembolik ve amblematik amaçlarla,

grup içinde dayanışma sağlamak ve öteki gruplarla farklılıkları vurgulamak için

kullandığı etnik kimliğin içselleştirilmesi ve davranışa dönüştürülmesi durumu"

olarak tanımladığını belirtmiştir. 80

A. D. Smith, ethnie ibaresininin niteliklerini; kolektif bir özel ad, ortak bir soy

miti, paylaşılan hatıralar, ortak kültürü farklı kılan bir yada daha fazla unsur, tarihsel

bir “yurt” ile bağ ve nüfusun önemli kesimi arasında dayanışma duygusu olarak

belirlemiştir.81

Etnik kimlik, belirli bir topluluğun üyelerinin kendilerini, diğer topluluk

üyelerinden ayırt eden, farklılaştıran bir aidiyet duygusudur. Bu duygu, topluluk

üyelerinin kendilerini belirli bir “biz”in mensupları olarak, “onlar”dan farklılıklarını

vurgulayarak kendi içlerinde birleştirmektedir.

Etnik kimlik, sosyal ya da siyasi bütünlüğün güçlü bir aracıdır. Toplumda

sosyo-ekonomik düzey, yaş, cinsiyet, din gibi çeşitli boyutlardaki farklılıkların

yarattığı ayrılıkları, bölümlenmeleri telafi edici bir etkiye sahiptir. Ayrıca sosyal

77 A.D.Simith,Milli Kim.., s.35 78 A.D.Simith,Milli Kim.., s.35 79 Özkırımlı, Milliyetçilik Ku.., s.204 80 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.31 81 A.D.Simith,Milli Kim.., s.42

19

olarak marjinal veya alt düzeylerde bulunan grupların toplumda bir yer bulmasını ve

entegrasyonunu sağlamaktadır.

Bütün tanımlardan anlaşıldığına göre Etnisite, Ulus kimliğin önceki aşamasıdır.

Đnanç’ın, Smith'den naklettiği sözlere göre, “hiçbir ulus, bir etnik kültür

yaratmaksızın oluşturulamaz. Bununla birlikte, ulusalcılık (yabancı kurallara

kollektif direnç) ulusla birlikte ya da ulus olmaksızın var olabilir.” 82

Đlkçi milliyetçilik kuramına göre, etnik ve milli kültürü oluşturan ögeler hiçbir

şeyden türememiştir. Her şeyden önce vardır.83 Ancak Yurdusev’e göre, bugün

bireylerin doğuştan sahip olduğu ulusal kimlikler tarihin belli dönemlerinde salt

kendiliğinden ve doğal süreçte oluşmamıştır. Ulusal kimliğin oluşumunda modern

devletin müdahalesinin belirleyici rolü vardır.84

Milliyetçilik konusundaki modernist teori tarafından, milletler ve milliyetçiliğin

kapitalizm, sanayileşme, merkezi devletlerin kurulması, kentleşme, laikleşme gibi

modern süreçlerle birlikte yada onların ürünü olarak ortaya çıktığı ve milliyetçiliğin

milletleri yarattığı, milletlerin milliyetçiliği yaratmadığı savı ileri sürülmüştür.85

Modernistlerin siyasal dönüşüm kanadına mensup Paul Brass’a göre,

milliyetçiliği, kilise medya ve eğitimi manüpüle etmek suretiyle, seçkinler

yaratmaktadır. Hobsbawm, milletleri, geniş halk kitlelerinin siyasete katılmasının

eski düzeni yıkacağından korkan sınıfların icat ettiği gelenekler olarak

tanımlamıştır.86

Etno-sembolcüler milliyetçiliğin açıklanmasında etnik geçmişe ve kültüre

ağırlık vermişlerdir. Onlara göre Modern milletlerin doğuşunu etnik geçmişlerini

dikkate almadan açıklamak mümkün değildir. Etno-sembolcüler’de milliyetçiliğin

bir modern çağ ürünü olduğunu ifade etmektedirler. Fakat etnik gruplar modern

öncesi dönemde de vardır. 87

82 Đnanç,AB’ye Enteg.., s.33 83 Özkırımlı, Milliyetçilik Ku.., s. 90 84 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.27 85 Özkırımlı, Milliyetçilik Ku.., s. 98 86 Özkırımlı, Milliyetçilik Ku.., s. 140 87 Özkırımlı, Milliyetçilik Ku.., ss. 195-196

20

Milliyetçiliklerin, gelenekler semboller hatta ortak tarih icat edilerek

yaratılabileceği açıktır. Ancak milletlerden önce etnik grupların var olduğu da

unutulmamalıdır.

Erdenir’in, Meinecke’e dayandırarak yaptığı tanımda, kültürel-milliyetçilik,

tarihin derinliklerinden bu yana paylaşılmış bulunan, din, dil gibi, katı kültürel,

unsurlara dayanan bir kimliği temsil ederken, politik-milliyetçilik ortak kural ve

değerler gibi esnek kültürel unsurlara dayananan bir kimliği temsiletmektedir. 88

Bu tanımdan hareketle, kültürel-milliyetçiliğin katı kültürel unsurları, politik

milliyetçiliğin ise esnek unsurları temel aldığı söylenebilir.

2.5. Sonuç

Đnsanların doğası gereği yalnız olarak yaşayamamaları, toplumsal bir ortamda

bulunmaları zorunluluğu, Đnsanların kendilerini diğerlerinden ayırt etme ihtiyacı

kimlik aidiyet kavramını ortaya çıkarmıştır.

Kimlik kişilerin yaratılıştan sahip oldukları ve sonradan kazandıkları özelliklerin

bütünleşmiş halidir.

Đnsanlığın başlangıcından itibaren dünyanın farklı yerlerinde yaşayan insanlar

kendilerine ait özellikler ve bulundukları bölgenin özelliklerine göre yaşam tarzları,

iletişim şekilleri, diller geliştirmişlerdir. Bunlardan aynı yerde ve aynı zaman

diliminde yaşayanlarda ve uzun süre aynı yerde kalanlarda ortak hatıralar ortak

tarihsel geçmiş ve ortak yaşam tarzları oluşmaktadır. Bu şekilde oluşan/oluşturulan

ortak kültüre ve ortak tarihsel geçmişe sahip insanlar aynı zamanda aynı dili

konuşan aynı ırktan olan insanlar ise yarattıkları ortak kültürün etkisiyle etnik

gruplar haline dönüşmektedir.

Bu etnik gruplardan, savaşlar, göçler, istilalar, sürgünler, din değiştirmeler gibi

olaylara karşı özlerini kaybetmeden kültürlerini aktarabilmiş olanlar, etnik özler

çekirdekler haline gelmişlerdir. Etnik gruplar ve “etnik öz” ler milletler oluşmadan

da vardır. Gerçekten “etnik öz” özelliklerine sahip olan topluluklar veya “etnik öz”

özelliklerine sahip oldukları hayalini ve imajını yaratan veya yaratılan topluluklar.

politik bir sınıra sahip olmak istediklerinde etnisite milliyetçiliğe dönüşmektedir.

88 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s. 52

21

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRK KĐMLĐĞĐ

3.1.Giriş

“En eski ve kalıcı toplumlardan birisi olan Türkler, yaklaşık 4000 yıllık

geçmişleri boyunca Asya, Afrika ve Avrupa'ya yayılan oldukça ünlü bir ulus

olmuşlardır. Çok kalabalık olmaları ve aktif bir karakter arz etmeleri Türklerin dünya

tarihinde çok belirgin bir rol oynamasına sebep olmuştur.” 1

Jean-Paul Roux’a göre, Türkler, insanlık tarihinde Pasifik’ten Akdeniz’e Pekin’den

Viyana’ya, Cezayir’e, oradan Troyes’e uzanan uzun bir tarih demektir, kaderleri

dünyanın tüm eski halklarının kaderiyle harmanlanmıştır.2

“Türk kimliğini araştırmak için Türk tarihine bakıldığında Türkler’in,

gelişiminin diğer uluslardan farklı özelliklere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Đlk

olarak Türkler, birbirlerinden uzak mesafelerde yaşamış oldukları için tamamıyla

homojen bir mevcudiyet olarak kabul edilmemektedir.” 3

“Đkincisi; belirli bir tarihte ve sınırlı bir bölgede incelenebilen diğer uluslardan

farklı olarak, Türkler tarihlerini, asırlar boyunca, tarihin çeşitli süreçlerinde yeni

iklimler, yeni yerler arayarak oluşturmuşlardır.” 4

Bu nedenle, birçok Türk topluluğu ve devletleri, geçmişin farklı sahnelerinde

hüküm sürdüklerinden tek bir Türk tarihi yoktur. Türk'ün bilimsel adlandırılması ve

türevleri, Türk topluluklarının, tarihin farklı dönemlerinde farklı hükümdarlar

tarafından yönetilmesine rağmen din, dil, adet ve gelenek olarak benzer bir kültür

oluşturmuşlardır.5

Türklerin, tarihleri boyunca meydana gelen coğrafi veya politik bölünmeler

sonucu olarak, bir grup Türk dünyanın bir yerinde step tarzı bir hayat yaşarken; bir

diğer grup, dünyanın başka bir tarafında politik gücünü yitirmiş; aynı dönemde

dünyanın başka bir tarafında yeni politik inisiyatifler kazanarak yerleşik yaşamı

1 Hüsamettin Đnanç, AB’ye Entegrasyon Sürecinde Türkiye’nin Kimlik Problemleri, Ankara, Adres Yayınları, 2005, s.67 2 Jean-Paul Roux, Türklerin Tarihi Pasifik’den Akdenize 2000 Yıl,Aykut Kazancıgil,Lale Arslan-Özcan (çev.), Đstanbul, Kabalcı Yayınları, 3. Baskı, 2007, s.23 3 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.67 4 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.67 5 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.67

22

seçmişlerdir. Böylece, Türk tarihinin diğer eski ve yeni uluslarla birlikte dokunmuş

yapısı, Türklerin bilimsel analizlerinin yapılmasını zorlaştırmıştır. 6

Đnanç’ın, Kafesoğlu’dan naklen ve ona katılarak ifade ettiğine göre, Türk ulusal

kimliğinin, çerçevesi ve kavramsallaştırılması "eşsizlik" ve "homojenlik" taşıyan

ulusal tarih yazımıyla formüle edilmiştir. bu tarih yazımına göre Türk kimliği, tarihin

ilk dönemlerinden itibaren "otantiklik" iddiasına sahiptir. zira, Türk ulusal kimliği,

diğer uluslardan çok daha önce ulusal bilince ulaşmış ve kendine atfedilen medeniyet

misyonunun farkına varmıştır.7

Bu bölümde "Türk" adı Türk soyu Türklerin anayurdu gibi Türk kimliğinin

unsurları ve Osmanlı Dönemi, Cumhuriyet Dönemi gibi Türk kimliğinin dönemleri

incelenecektir.

3.2. Türk Kimliğinin unsurları

Türkkan, Türklerin, Türkçe konuşan, Alt-Turani ırktan, Akdenizden Orta Asya

ya ve Kafkaslara kadar uzanan toprakları yurt edinmiş, Müslüman ve eski Türk-

Đslam ve yeni batı sentezi kültürlü, Orta Asya-Kafkaslar, Orta Doğu ve Anadolu’da

tarih içinde oluşmuş bir millet olduğunu belirtmiştir.8

Kafesoğlu, Türk kelimesinin, cins ismi olarak, "güç, kuvvet", sıfat hali ile,

güçlü, kuvvetli manasına geldiğini belirtmiş, F.W.K. Müller, A.v. Le Coq,

V.Thomsen, Gy.Nemeth’e dayanarak, birçok farklı tanımları bulunan "Türk"

kelimesinin, bir Uygur-Türk belgesindeki mevcudiyeti yolu ile yukarıdaki manada

olduğunun kesinleştiğini ifade etmiştir.9

Roux’da Türk adının, güçlü ya da güçlüler anlamına geldiğini ancak bu ifadenin

kavme yada boya ilişkin bir kimlikten değil siyasal bir örgütlenmeden

kaynaklandığını belirtmiştir. 10

“Türk” kelimesinin, 420’de bir Pers belgesinde ve 515’de bir Bizans

kaynağında güç-kudret olarak tespit edildiği yine Kafesoğlu tarafından

belirtilmektedir. 11

6 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.68 7 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.68 8 Reha Oğuz Türkkan, Biz Kimiz, Türklüğün Kimlik Şifresi, Đstanbul, Pozitif yayınları, 2007.s.47. 9 Đbrahim Kafesoğlu, Türk Đslam Sentezi, Đstanbul, Ötüken Neşriyat,3. Baskı, 1999, s.12 10 Roux, Türklerin Tarihi.., s.92 11 Kafesoğlu, Türk Đsl.., s.12

23

“Türk” adı ilk olarak Milat’tan önce sekizinci yüzyıllara dayanan Orhun

Yazıtlarında ortaya çıkmıştır. Pek çok milliyetçi histiyograf daha öncelere dayanan

belirsiz bir ön-tarihsel geçmişe değinmiş ise de, "ulus ilerlemesi"nin, yani Türklüğün

eşsiz ve bütünleşmiş bir başlangıç noktası olarak Orhun yazıtları alınmıştır.” 12

Milat’tan önceki dönemde Asya Hun Đmparatoru Motun'un aile veya kabilesinin

adı olan Tu-ku veya Tu-k’o sözünün "Türk" manasına geldiği belirtilmiştir.Ancak

Türk adının, açık bir şekilde devlet adı olarak, ilk defa 552’ de Asya’da Gök-Türk

Devletinin kurulması ile ortaya çıktığı, anlaşılmaktadır. 13

Roux’a göre, Türk adı gerçek haliyle sekizinci yüzyılda büyük yazıtlarda Türk

yada Türük yazılımıyla ortaya çıkmıştır. Roux’a göre, aynı dönemlerde Müslümanlar

Tu-kiu’lerden başka boyların da aynı dili, Türkçeyi konuştuklarını fark ederek

hepsine Türk ismini vermişlerdir. 14

“Pastoral-göçebe bir hayat tarzını benimseyen ve politik konfederatif kabile

yapısını tercih eden Türk oluşumların, birleşmiş bir Türk kimliğine bağlanmaktan

çok, kendilerini kabile ve hanedanlık bağlarının ilişkisi içinde tanımladıkları ve

çoğunlukla kabile ve hanedan isimlerini kullandıkları ifade edilmektedir.” 15

Milat’tan önce ve antik dönemde Orta Asya’da gerçekleşen çatışmaların ulusal

histiyografların da ifade ettikleri gibi, Türk ve Türk olmayan ötekiler arasında

meydana gelen çatışmalar olmadığı, kabileler ve hanedanlar arasındaki hükümranlık

kavgaları olduğu, bu durumun, Türkler gibi Orta Asya bölgesine hükmeden

Bizanslılar, Araplar ve diğer Batı toplumları için de geçerli olduğu belirtilmiştir.16

Tarihçiler tarafından Türk imparatorluluğu olarak kabul edilen Osmanlıların,

Türk adını pek kullanmadıkları hatta yerleşik köylülerden (reaya) özellikle ayrılmış

olan pastoral göçebe ve yarı göçebeler için "Türk" veya "Türkmen" adını

kullandıkları ifade edilmektedir.17

12 Đnanç. AB’ye Enteg.., ss.68-69 13 Kafesoğlu, Türk Đsl.., s.12 14 Roux, Türklerin Tarihi.., s.92 15 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.69 16 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.69 17 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.69

24

Batının oryantalist edebiyatında Osmanlı'nın etnik kökenini ifade etmek üzere

"Türk" adının, sıkça kullanım alanı bulduğu ve Anadolu'nun ve Trakya'nın Türkçe

konuşan sakinlerini ifade edegeldiği belirtilmiştir. 18

Lewis, Osmanlı deyiminin bir millet anlamında değil “Emeviler, Abbasiler,

Selçuklular gibi hanedan anlamında kullanıldığını belirtmiştir.19

Lewis, Osmanlı Đmparatorluğunun kendisini geçmişin büyük Đslam

Đmparatorluklarının mirasçısı ve halefi saydığını Osmanlıların Đmparatorluk

toplumunda, etnik bir terim olarak “Türk” adını, çok az kullandıklarını Türk adını,

özellikle Türkmen göçebelerini daha sonraları, Anadolu köylerinin Türkçe konuşan

cahil ve kaba Anadolu köylülerini ifade etmek için ve daha çok küçültücü bir

anlamda kullandıklarını, bir Osmanlı Efendisine “Türk” demenin hakaret sayıldığını

ifade etmiştir.20

Osmanlıların, beylik döneminden kalma hanedan adını kullanmaya devam

etmeleri Türk olmadıkları, Türklüğü reddettikleri veya Türk olmaktan rahatsız

oldukları anlamına gelmemektedir. Sadece Türklüğün, Türk kelimesinin belirgin

olarak kullanılmasına ihtiyaç duyulmadığı anlaşılmaktadır. Çünki “asıl” olanın

belirlenmeye ihtiyacı yoktur. Farklı olan istisna olan belirtilir.

Bu anlamda Osmanlı Đmparatorluğun’da Türk dendiğinde yada Müslüman

dendiğinde Müslüman/Türk yani Türk kimliği anlaşılmaktadır. Türk’den başka bir

müslüman kastedildiğinde onun etnik kökeni milliyeti (Örneğin, Boşnak Arnavut

gibi) belirtilmektedir. Müslüman olmayanlar ise genel olarak Gayri Müslim olarak

olarak tanımlanmaktadır.

Türkler Müslümanlıkla ayrılmaz şekilde bütünleşmiş ise de Müslümanlık

içerisinde tamamen kaybolmuş değildir. Sadece bir ümmet haline dönüşmemiş

Müslüman Türk yani Türk olma bilincini muhafaza etmiştir.

Osmanlı Đmparatorluğu, Arapların ve en önemli ötekisi olan Avrupa’nın

kendilerini Türk olarak tanımlamasından rahatsız olmamışlar bunu engellemek için

18 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.69 19Bernard Levis, Modern Türkiye’nin doğuşu Metin Kıratlı(çev), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları IV.Dizi Sayı 8a, 2. Baskı 1984,s.1 20 Levis,Modern Türk.., s.1

25

bir girişimde bulunmamışlardır. Đmparatorluk resmi kayıtlarında Türklerin

Osmanlıdan farklı olarak görüldüğüne dair herhangibir belgede bulunmamaktadır.

Türk kelimesinin küçültücü manada kullanıldığı yönündeki yaklaşımın halkın

Osmanlıya bakışını bulandırmaya yönelik olarak ortaya atılmış bir yaklaşım olduğu

düşünülebilir.

Osmanlı dönemi Türk kimliğinin başat bileşeninin ondukuzuncu yüzyıla kadar

Türklük yerine Müslümanlık olmasının asıl sebebi Türk kimliğinin ötekisi olan

frengistan’ın kimliğinin başat bileşeninin de Hristiyanlık olmasından

kaynaklanmaktadır.

Đnanç, "Türk" kelimesinin Arap, Bizans, Ermeni, Süryani ve Çin kaynaklarında

kullanılmasının başlangıcının milattan önce altıncı yüzyıla kadar gittiğini

belirtmiştir.21

Türk ırkı ile ilgili farklı görüşler sözkonusudur. Bu konuda Güvenç’in verdiği

örneklerden bazıları şöyledir.

Morton’a göre,” Türkler soyca Mogol ırkından gelmektedir, Çerkez, Gürcü, Rum

ve Araplarla karışarak fizik özelliklerini yitirmiş, güzel bir ırk olmuşlardır.”

“Blumenberg’in antropolojik sınıflamasına göre, Türkler, beyaz Kafkas

ırkındandır.22

Linneaus, “Osmanlı’yı “iri yapılı, beyaz tenli ve güzel Osmanlı” olarak

tanımlamış beyaz Kafkas ırkından saymıştır.” “Lavrater’e göre, “Türkler, soylu

küçük Asya kanı ile Tatar ırkının maddi özelliklerinin melezidir.” 23

Akçura, Türklerin, “ Turani ırktan” olmadığını, Hint-Avrupa ırkından olduğunu

savunmaktadır. 24

Güvenç, Turanlıları, beyaz ırkın Orta Asya’ya doğru uzanan kolu olarak

saymanın daha doğru olduğunu savunmuş; Afet Đnan’ın tezinde, Anadolu ırkının

%75 oranında brakisefal, düz ince burunlu, kahverengi saçlı; ‘Dinarik ile karışmış

Alpli’; ‘Beyaz’ (Ari) olduğu sonucuna vardığını. Çekik gözlü Mogolların oranı

21 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.77 22 Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, Kültür Tarihinin Kaynakları, Đstanbul, Boyut Kitapları, 2008, s.24 23 Güvenç,Türk Kim.., s.24 24 Güvenç, Türk Kim.., s.24

26

%5’ten az olduğunu, Görünür özelliklerinin dışında kan grupları gibi genotipik

özelliklerinde, Türklerin, Sarı Asyalılarla Beyaz Avrupalılar arasında bulunduğu

görüşünü desteklediğini belirtmiştir. 25

Kafesoğlu, Türklerin Beyaz Irk’dan olduklarının eski tarihi ve dini eserlerde yer

alan kayıtlar ve son 50 yılda Türk ana yurdu bölgesindeki insan iskeletleri üzerinde

yapılan ilmi araştırmalarla teyit edildiğini belirtmiştir 26

Kafesoğlu, Đran/Zend-Avesta ve eski Đsrail/Tevrat rivayetlerinde: Türklerin Hz.

Nuh oğlu Yafes oğlu Türk olarak belirtildiğini, G.F. Debets’in, Đ948, 1950, 1958

yıllarında V. V. Ginzburg’un, 1946, 1950, 1954 yıllarında Orta Asya’da kurgan tabir

edilen mezarlarda elde edilen iskeletler üzerinde yapılan araştırma sonucunda

Türklerin Beyaz Irk’dan olduklarının netleştiğini belirtmiştir. 27

Kafesoğlu’nun A. Kollautz’dan nakledişine göre, Türkler beyaz soyun

“Turanid” koluna mensup olup, başlıca ırki vasıfları da şunlardır: “Koyu renkli saç,

hafif esmere çalan beyaz/buğday rengi/ten, brakisefal/yuvarlağa yakın yassı/kafa,

orta üstü boy (ortalama 167 cm.), uzunca beyzi/değirmi/yüz, hafifçe çekik fakat

mongoloid olmayan göz/badem/,orta gürlükte sakal ve bıyık...” 28

Türkkan, Türklerin, ana dilinin % 86 nispetinde Oğuz Türkçe’si olduğunu,

dininin % 98 oranında Müslüman olduğunu bunların büyük çoğunlunun sünni

olduğunu, soyunun Alt-Turanid olduğunu, %72 oranında ak-tenli/buğdaybenizli,

%84 ve üstü oranında kafa yapısı yuvarlak/brakisefal, %89 saç rengi kestane siyah,

% 94 göz rengi kahverengi, ela % 88 gözkıvrımı, kan gurubu%41.32 A %40 B, %75

boy 1.69-1.72 orta olduğunu belirtmiştir.29

Tarih-öncesi çağlarda Türklerin yaşadığı bölgelerden Minusinsk bozkırlarında

yani Asya'da Baykal gölünün kuzey-batısında keşfedilen "Andronovo kültürü"

sahasında 80 kadar kurgan kazılarında bulunan iskeletlerin ortaya koyduğu Türk

tipini, Moğol ırkından ayıran özellikler kadar, sarı saçlı, uzun boylu dolikosefal

25 Güvenç, Türk Kim.., s.25 26 Kafesoğlu, Türk Đsl.., s.13 27 Kafesoğlu, Türk Đsl.., s.13 28 Kafesoğlu, Türk Đsl.., s.13 29 Türkkan, Biz Kimiz.., s.48

27

Hind-Avrupalı’dan da ayıran özellikler de araştırmacılar tarafından tespit

edilmiştir.30

Kafesoğlu’na göre, ilk Türk yurdu, karakteristik Türk soyunu ortaya koyan

iskeletlerin çıkarıldığı, Andronovo kasabası etrafındaki kültür bölgesidir. Bu husus

son arkeolojik bulgular sayesinde oldukça açık şekilde belirlenmiştir denebilir. 31

Güvenç, Arap tarihçisi El-Mesudi’nin Türkler’in Nuh Peygamber’in üç

oğlundan biri olan Yafes’in soyundan geldiğini ifade ettiğini belirtmiştir.32

Türkkan’a göre, On bin yıl önce Alp ve Turanid ırklarının evlenmesiyle Türk

doğmuş ve bu iki ırkın genlerini, yeni bir “sentez tip”, (yani Türk olarak ) taşımıştır.

Doğuda ve Batıda tarih boyunca, “kanına” karışmış olan %15-20 nisbetindeki

yabancı genler, tıpkı altın yüzüklere karıştırılan az “bakır” gibi, altının altınlığını

değiştirmeyen bir şey olmuştur. 33

Đnanç, Ergin’in, “Orhun Yazıtları’nın, Türk ulusunun varlığını gösteren ilk

yazılı metin ve Türk ulusunun temel eseri olarak, etnik kimliği ulusal bir niteliğe

kavuşturan ve ulusal hedefi aydınlatan değerli bir şaheserdir.” dediğini belirtmiştir.34

“Türk” kavramının ulusal tarihte devlet adı olarak Göktürk devleti ile ortaya

çıktığı ve Orta Asya’nın bütün “Türki” köklerine yayılarak “etnik bir birlik”

içerdiğinin, Bizanzlılar, Araplar, ve Đranlıların yazılı kaynaklarıyla desteklendiği

belirtilmiştir.35

Đnanç’a göre, geç Ortaçağlar’ın Orta Asya topluluklarında, kendilerini “Türk”

olarak ifade etmeleri hususunda bir belirsizlik olduğu, Bununla beraber, Türk

olmayan komşu eyaletlerdekilerin, Orta Asya’da yaşayan bütün insanlara “Türk”

dedikleri, onları birbirlerine benzettikleri ve yaşam ve dil açısından “Türk” olarak

tanımladıkları kesindir. 36

“Türk” den bahseden önemli yazılı belgelerden birisi “Kutadgu Bilig”dir.

Kutadgu Bilig’de Türk devlet geleneğini açıklayan bölümler vardır. Burada öne

30 Kafesoğlu, Türk Đsl.., s.13 31 Kafesoğlu, Türk Đsl.., s.13 32 Güvenç, Türk Kim.., s.23 33 Türkkan, Biz Kimiz.., s.67 34 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.74 35 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.74 36 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.76

28

çıkan en önemli husus, devlet kurucu, Türk kaanı’nın mutlaka bir törü (kanun)

koyması gerektiğidir. 37

Đnalcık, Orhun kitabesinde, “Yukarıda Tanrı basmasa aşağıda yer delinmese,

Türk milleti ülkeni törünü kim bozar ”dendiğini belirtmektedir. 38 Đnalcık’a göre,

devlet kurucusu belli başlı Türk hükümdarlarının bir kanunname çıkarmış olması

raslantı değildir.39

Güvenç’e göre, Osmanlı ülkesinde “Türk Milleti” sözü ilk kez on dokuzuncu

yüzyılın ikinci yarısında duyulmuştur. Batı’dan gelen milliyetçi akımlar, toprak ile

üzerinde yaşayan halk arasında bir ilişki, özdeşlik kurmuştur. 40

Farklı etnik gruplar arasındaki ulusal hareketlerin başlangıcı, özellikle

Osmanlı'daki gayrimüslimlerin aşamalı olarak Osmanlı'dan kopmaları, Türkçülük

olarak tanımlanan bir tür politik kimlik bilincini kuvvetlendirmiştir. 41

Lewis’e göre, “Türkçülük, miliyetçilik gibi fikirler önce dar bir aydınlar

çevresiyle sınırlı kalmış, Fakat gittikçe geniş ve derin bir şekilde yayılmıştır. Sonuç

olarak, Cumhuriyetin ülkesi ve halkı için Türkiye ve Türk adlarının ilk kez resmen

kabulü bu fikirlerin zaferini sembolleştirmiştir.” 42

“Uzun bir ulusallaştırma sürecinin sonucu olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti,

homojen bir ulustan meydana gelen ulusal bir eyalet olarak düşünülmüştür.” 43

“Türk genel kavramı, ulusallaşma periyodunda diğer benzer ulusallaşma

sürecindeki ülkelerde olduğu gibi hem senkronik hem de diyakronik olarak yayılmış

ve genişletilmiş bir yapıdadır.” 44

Gökalp, Türk kimliğinin temel unsurlarını; Türk soyu, Đslam inanışı ve Batı

medeniyeti olarak belirlemiştir. 45 Gökalp’e göre, dil ile düşüncenin Türkleşmesi,

Türkçeleşmesine bağlıdır. 46

37 Halil Đnalcık, Doğu Batı Makaleler I,Ankara, Doğu Batı Yayınları 4, Baskı,2009, s. 72 38 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 72 39 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 73 40 Güvenç, Türk Kim.., s.23 41 Đnanç, AB’ye Enteg.., ss.69-70 42 Levis, Modern Türk.., s.3 43 Đnanç, AB’ye Enteg.., ss.69-70 44 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.70 45 Güvenç, Türk Kim.., s.28 46 Güvenç, Türk Kim.., s.29

29

Güvenç’in Kaplan ve Kaynardan naklen aktarışına göre, Atatürk, Đnkılaplar’da

ve eğitim ve öğretimin birleştirilmesiyle, dilin özleştirilmesi önerisinde Gökalp’ten

faydalanmıştır. 47

Türk kimliği Đslam’la özdeşleştiği zaman bir ulus kimliğinden çok medeniyet

kimliğine yakındır, Başka bir deyişle. kendisi bizzat bir üst kimlik grubu oluşturan

toplumsal bir aidiyet sistemi olan Đslam, dinsel ve kültürel bir unsur olarak Türk

kimliğinin bir bileşeni olmuştur.48

3.3. Osmanlı Dönemi Türk Kimliği

Osmanlı kavramı, başlangıçta ve uzun süre, yönetici ya da askeri sınıf için

kullanılan bir kavramdır. Ancak Osmanlı Đmparatorluğu, modern dünyayı oluşturan

Batılılar, ulus devletler ve ulusallaşma devrimiyle tanışma şansını yakalaması

nedeniyle, Batı gerçekçiliğine ait kelimeleri kullanmış ve "Osmanlı"yı, ulus ve

insanlar için kullanılabilecek olan bir adlandırma kategorisine çevirmiştir. 49

Osmanlı kavramı; bazen "yöneten sınıf", bazen "hanedan" ve "devlet" ve bazen

rakip devlet anlamında kullanılmıştır. Fakat, kesinlikle, küçük ve dar bir grubu veya

bireyi ifade etmemiştir. 50

Osmanlı dönemi Türk kimliğin en önemli bileşeninin Đslam inancı olduğu

büyük ölçüde kabul gören bir görüştür. Bunun sebebi olarak da, Türklerin sosyal,

politik ve kültürel yapılarının tamamıyla katıksız Đslami değerler üzerine yeniden

tanımlanmış ve organize edilmiş olması gösterilmiştir. 51

Osmanlı dönemi Türk kimliğinde din dışında aidiyeti oluşturan diğer bileşenler,

dil, ülke ve etnik köken duygusal bağ oluşturmanın ötesinde bir önemi haiz bileşenler

değildir. Halk arasında bir tür folklorik “Türklük” duygu var ise de elitlerde etnik bir

Türklük aidiyeti yoktur.52

Bu hususta Levis, ondokuzuncu yüzyıla kadar Türkler’in kendilerini her şeyden

önce Müslüman olarak kabul ettiklerini; bağlılıklarının farklı düzeylerde, Đslamlığa

ve Osmanlı Hanedanı ile devlete olduğunu, bir kimsenin konuştuğu dilin, oturduğu

47 Güvenç, Türk Kim.., ss.29-30 48 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.60 49 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.83 50 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.83 51 Taner Timur, Osmanlı Kimliği,Đmge Kitabevi, 4. Baskı, Ankara 2000, s. 37-38 52 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.61

30

toprağın, geldiğini iddia ettiği ırkın kişisel, duygusal veya toplumsal bir önemi

dışında, siyasal hiç bir önemi olmadığını, böylece Türkler kendilerini, içinde bizzat

Türk milliyetinin garkolmuş olduğu Đslamlıkla özdeş gördüklerini ve bunun, Türk

dilinin yaşamasına ve teoride mevcut olmadığı zannedilen bir Türk devletinin

varlığına rağmen olduğunu belirtmiştir. 53

Basit halk, köylüler ve göçebeler arasında bir Türklük duygusu yaşamaya

devam etmiş ve zengin fakat ihmal edilmiş bir halk edebiyatında ifadesini bulmuştur.

Fakat yönetici ve okumuş gruplar, Đslamlık içinde ayrı bir etnik ve kültürel topluluk

olma hüviyetlerinin bilincini Araplar ve Đranlılar derecesinde bile korumamışlardır.54

Osmanlı imparatorluğu içerisinde, halk, yönetici ve eğitimli grupların Türk

kimliğini öne çıkarmamaları, biraz da çoğunluğa sahip olmanın, lider bir etnik gruba

mensup olmanın, halifeliğe sahip olan etnik bir gruptan olmanın, ortaya çıkardığı bir

erdem olarak görülmüştür.

Türkler’in on dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar kendilerini Türk’den çok

Müslüman olarak görmelerinin nedeni, Türklerin o zamanki ötekisi olan

“Frengistan” a karşı yapılan bir kimliklenme olarak değerlendirilebilir 55

On dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar Türk kimliğinin başat bileşenin Đslam

olması, on yedinci yüzyıl ortalarına kadar Avrupa kimliğinin başat bileşeninin de

Hıristiyanlık olması nedeniyle, Avrupa kimliği ve Türk kimliği yakın yüzyıllara

kadar aynı fakat rakip bileşenin (din) öncelenmesi ile karşılıklı olarak birbirinin

ötekisi olmuş ve birbirini genellikle olumsuz algılamışlardır56

Yirminci yüzyıla gelindiğinde Türk kimliğinde Đslamiyet yine önemli bir

bileşendir ama diğer bileşenlerde önem kazanmıştır, özellikle elit düzeyde Đslam’a

kıyasla diğer bileşenler daha önemlidir. Diğer bileşenler dil, etnik Türklük duygusu

coğrafya ve ülke unsuru ve Batı’dan gelen unsurlar olarak belirtilebilir. 57

Timur, Osmanlı kimliğini açıklamak için bu uygarlığın Đslami yönünün de

vurgulanması gerektiğini ifade etmiştir. Bunun gerekçesi olarak Türklerin Müslüman

53 Levis, Modern Türk.., s.2 54 Levis, Modern Türk.., s.2 55 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.60 56 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss. 60-61 57 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.61

31

olduktan sonra, kendilerini ve toplumsal düzeni Đslami değerler çerçevesinde

şekillendirmeleri ve Hıristiyan dünya gözünde on beşinci yüzyıldan itibaren Đslam’ın

önde gelen temsilcileri olmaları öne sürülmüştür. 58

Osmanlı’nın yükseliş döneminde kimlik sorunu açısından toplumun her

kesiminde seçenekler törelerce sağlanmaktadır. On sekizinci yüzyılda başlayan

reform çabaları imparatorluktaki gerilemeyi durdurmayı amaçlamış olsa da ilerleyen

Batı karşısında bu amaç gerçekleşmemiş; devlet bazı toplumsal değişmelerin

karmaşası içine girmiştir.

Osmanlı dönemi Türk kimliğini oluşturan örgütleyici yapıları irdelemesi

sonunda, Timur, aidiyeti, farklılığı belirtmekle kalmamış; Osmanlı bireyinin

toplumsal kişilik sürecini açıklamış; Osmanlılık süresince, Osmanlı’yı, devlet

felsefesi olarak, rejim kimliği, yönetim kimliği olarak ifade etmiştir. Bu noktadaki

ifadeleri şu şekildedir:

Osmanlı uygarlığı da Türklerin yüzyıllarca süren göçleri ve fetihleri sonunda bir

yandan Arap-Đran, öte yandan da Bizans kültürleriyle temasa gelmeleri ve karşılıklı

etkileşimleri sonucunda ortaya çıkmıştır. 59

Osmanlı Đmparatorluğu, klasik ve çok kültürlü yapısı sonucunda ulusal

sorunların çıkmasının ardından bu sorunları telafi etmek amacı ile “milli kimlik

talepleri”ni “politik kimlik” ile aşmaya çalışmıştır. Sadece bir hanedan kimliği olarak

muhafaza edilen Osmanlı kimliği Tanzimat sonrasında çok-etnikli yapıları

yapıştıracak bir sosyo-politik bağ olarak yerleştirilmeye çalışılmış isede tutmamıştır.

Çünkü Osmanlılılık milli bir kimlik kadar kuvvetli bir bağ değildir ve zaten bu iddia

ile ortaya atılmamış olan, milli kimlik taleplerini bastırmaya dayalı bir politik

kimliktir.

Timur, Osmanlı kimliğinin oluşumunu toplumun homojen olmayan üretim

ilişkileri çerçevesinde değerlendirmiştir. Ona göre, Osmanlı toplumu, tüm benzer

eski tip uygarlıklar gibi, kast özelliği taşıyan zümrelerden oluşmaktadır. Osmanlı

düzenini teşkil eden zümrelerin üretim ilişkileri açısından farklı yerlerde yer

58 Timur Osmanlı Kim.., s. 37-38 59 Timur, Osmanlı Kim.., s. 37- Đnanç, AB’ye Enteg.., s.82

32

aldıklarını belirten Timur, bu grupları üretici sınıf ve artı-ürünle yaşayan sınıf olarak

tanımlamıştır. 60

Bu noktada, Osmanlı toplumsal sınıflarının kapitalizmin yarattığı modern

sınıflardan farklı olduğunu; din temeline dayanan hukuk ve ideolojinin sınıflara daha

farklı bir nitelik kattığını ifade etmiştir. 61

Timur, sadece üretim biçimlerini inceleyerek Osmanlı kimliğinin

anlaşılamayacağını üretim güçleri, üretim teknikleri, vergi sistemi vb. gibi

kavramların ve kültürü yansıtan ve oluşturan eserlerin incelenmesi gerektiğini

vurgulamıştır. 62

Osmanlı insanının kimliğinin yüzyıllar boyunca “Đslam kimliği” olarak

yaşanmış ve uzun süre Batı’da doğan milliyetçi akımlardan etkilenmemiş olduğu

belirtilmektedir. Bu akımların ilk etkilerinin ise Müslüman olmayan ve bu yüzden

yönetici zümrenin dünya görüşü ile özdeşleşmeyen Osmanlı ulusları arasında

görülmesinin son derece doğal olduğu ifade edilmektedir.

Osmanlılar için de miliyetçilik akımının etkisi dışında kalmak mümkün

olmamıştır. On dokuzuncu yüzyılın ulusal akımları “ırk” ve “etni” kavramları

çerçevesinde geniş bir araştırma yapılmasına sebep olmuşlardır. Bu araştırmalar,

Sinoloji ve Türkoloji çalışmaları çerçevesinde on dokuzuncu yüzyılın ikinci

yarısında Osmanlılara da ulaşmıştır.

Ondokuzuncu yüzyılda, dini duyguların tüm uluslarda zayıflamaya devam

etmesi ve Osmanlı Đmparatorluğunda fetihler sonucunda çeşitli ırklardan insanların

bulunması düşünüldüğünde, ulusal kimliğe geçişlerin, imparatorluğu

parçalayabileceği görülerek, bir Osmanlı milleti oluşturmaya çalışılmış isede sonuç

alınamamıştır.

Osmanlı Đmparatorluğunun çok köklü ve çok dinli karakteri, yöneticileri farklı

bir sosyal sınıf oluşturmaya zorlamıştır. Đnanç’ın Alkan’dan nakledişine göre

Osmanlı millet sistemi, tarihin "sui generis" bir yansıması, yönetimsel

organizasyonun bir orijinalliğidir.63

60 Timur, Osmanlı Kim.., s. 42 61 Timur, Osmanlı Kim.., s. 42 62 Timur, Osmanlı Kim.., s. 43 63 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.87

33

Bu Osmanlı topluluğunun orijinal sosyo-kültürel çatısının içinde gelişmiş bir

organizasyondur. Bu yapı ne sömürgeci imparatorluktaki azınlık milletinin durumuna

benzer ne de federatif hükümetlerdekilere, Osmanlı millet düzeni, Đmparatorluk

süresince, dağınık bir yerleşim ve dilsel çeşitlilik gösteren farklı grupların dinsel

kimliklerini korumasını sağlamıştır. Hatta, bu dinsel bölümler içinde açığa çıkan

geçiş ve kimlik kazandırma süreci, bu sistem sayesinde mümkün olmuştur. Bu yolla,

bazı Müslüman topluluklar, Türk dilini benimsemiş ve farklı dillere sahip olmalarına

rağmen bu kültüre entegre olmuşlardır. 64

Osmanlı kimliği, tek bir Müslüman kimliği olarak kalmamış, fakat, Müslüman

karakteriyle billurlaşmıştır. Müslüman olan diğer etnik topluluklar Türk dilini

benimsedikleri ölçüde kendilerini, Osmanlı olarak kabul etmişlerdir. Bu bağlamda,

Türk olmayan ebeveynler Türkçe konuştuğunda ve bu dille anlaştıklarında ve

çocukları da bu yolu takip ettiğinde, aile genel anlamda Türk kimliği altında

karakterize edilmiştir.65

3.4. Batılılaşma Süreci

On dokuzuncu yüzyıl, Osmanlı tarihinde bir modernleşme çağıdır. Ortaylı,

bunu “imparatorluğun en uzun yüzyılı” olarak ifade etmiştir. Ortaylı’dan naklen

Đnanç’ın anlatımına göre, ondukuzuncu yüzyılda Osmanlı, iki yapıyla şekillenmiştir.

Bunlar öncelikle, Osmanlı elit tabakası ve ikinci olarak Osmanlı millet (bir tür ulus)

sistemidir. 66

Đnanç’ın, Ortaylı'dan naklen ifade ettiğine göre, "millet" kelimesi aslında dinsel

tutarlılık, sosyal organizasyon ve bir tür zihniyet anlamına gelmektedir. Tarihçiye

göre, Osmanlı Đmparatorluğu, ulusallaşma çağında "ulus" yerine "millet"i kullanan

yegane ülkedir.67

Batılılaşma aslında onyedinci yüzyıl sonlarındaki Karlofça andlaşması’ndan

sonra, Osmanlı Đmparatorluğu’nun kötüye gidişi durdurabilmek amacıyla, ordunun

yenilenmesi ve güçlendirilmesi, siyasal ve sosyal sisteme yenilikler getirilmesi için

için Batı’dan sistem, teknik, kanun vs alınması anlamına gelmektedir.

64 Đnanç, AB’ye Enteg.., ss. 87-88 65 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.88 66 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.83 67 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.86

34

Politik bir devrim niteliğinde olan Đkinci Meşrutiyet, getirdiği yenilikler

yanında Osmanlı vatanperverliğini, Osmanlı millet sistemini, Osmanlıcılığı ortaya

çıkarmışsa da hızlandırdığı akımlar nedeniyle Osmanlı Đmparatorluğunun

parçalanasına neden olmuştur. Bu dönemde Osmanlı seçkinleri parçalanmayı

önlemek için Türk kimliği ve milliyetçiliğin açığa çıkmasını engellemeye

çalışmışlardır. 68

Osmanlı Đmparatorluğu onyedinci yüzyıl sonlarındaki Karlofça andlaşması’ndan

sonra yıkılma sürecine girmiştir. Bu dönemde Osmanlı aydınları Đmparatorluğun

bütünlüğünü sağlamak, varlığını devam ettirmek için değişik kurtuluş reçeteleri ileri

sürmüşler ve bu reçeteler Osmanlı Đmparatorluğu tarafından değişik zamanlarda

uygulamaya konulmuştur.69

On sekizinci yüzyıldan sonra yogunluğunu daha da arttırmış bir değişme

arayışı içinde bulunan sivil-asker yöneticiler, Osmanlı aydınları, Batı karşısında

giderek güçsüzleşen ve gerileyen Đmparatorluğu, Osmanlı kimliğini yitirmeden

kurtarmayı düşünmektedirler,

Bu dönemde Akçura, Batıdan esinlenerek geliştirdiği üç siyasal eğilimi şu

şekilde ifade etmiştir.

Birinci eğilim, Osmanlı Devletine bağlı çeşitli halkları temsil eden bir birliği,

bir Osmanlı milletini oluşturmaktır. ikincisi, bütün Müslümanları Đslam devleti

olarak, bu hükümetin yönetiminde politik olarak birlestirmektir. Diğer yaklaşım ise,

ırk temeline dayanan bir Türklük politikası oluşturmaktır. 70

Bu seçeneklerden ‘Osmanlıcılık ile, Osmanlı Đmparatorluğunu parçalanmaktan

kurtarmak amacıyla, din, mezhep ve cinsiyet ayrımı gözetmeden bütün Osmanlı

halklarını, sahip oldukları haklar ve ödevler açısından eşit duruma getirmek, Bir

‘vatan’ kavramı etrafında birleştirmek tek bir kimlik altında toplanmak üzere

harekete geçirmek istenmiştir. 71

68 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.85 69 Đdris Bal,Yusuf Akçura , Üç T arz-ı Siyaset ve Türkçülük Üzerine Yorumlar,Ümit Özdağ & Yaşar Kalafat (ed.) Muzaffer Özdağ’a Armağan, Ankara, ASAM Yayınları, 2003 70 Güvenç, Türk Kim.., s.31 71 Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Ankara, Lotus Yayınevi, 3. Baskı, 2008, s. 16

35

II. Mahmut döneminde, doruk noktasına varan bu anlayış, Batı’da ırka dayalı

millet anlayışının gelişmeye başlaması üzerine önemini yitirmiştir.”

Đslamcılıkta amaç, dünyadaki Müslümanlardan bir islam birliği oluşturmaktır.

bu akım II. Abdülhamit, döneminde düşünce düzeyinden çıkararak resmi bir devlet

politikası haline getirilmiştir. 72

“Türkçülük Türk birliği, öncelikle Osmanlı Đmparatorlugu’nda Türklerin, Türk

olmadıkları halde az çok Türkleşmiş olanların ve ulusal bilinçten yoksun olanların

bilinçlendirilmesi ve Türklestirilmesidir. Daha sonra, Asya kıtasıyla Doğu Avrupa’da

yayılmış olan Türklerin birleştirilmesine geçilerek ‘azametli bir siyasal milliyet’

meydana getirilmek istenmektedir. 73

Güvenç, Gökalp’in, Đslamcılık-Osmanlıcılık ikilemini uzlaştırmak için

Türkçülük kavramını geliştirdiğini; Türkçülük kavramı için de “Türkçülük, Türk

milletini yüceltmek demektir. Yüceltmek için önce yaratmak, yaratmak için de,

millet adı verilen zümrenin ne(kim)liğini belirlemek, bilmek gerekir.” dediğini

belirtmiştir. 74

Güvenç, Gökalp’in yaklaşımının geçerli olduğunu, zira, Meşrutiyet’ten önce

Türkler’in ortak bilincinde “Türk’üz, Türk milletiyiz.” inancı bulunmadığını, bu

anlamda, Türklüğün, Türk ülküsü ile Türk kimliğinin ortak tasarımlarından,

etkileşimlerinden doğmuş olduğunu belirtmiştir. 75

Đnalcık, Gökalp’in milli kimlik konusunda “insanın milliyetini tayin eden ırki

menşei değil terbiye ve duygularıdır,” şeklindeki görüşünün Modern Türkiye’nin

millet-vatandaş anlayışına esas olduğunu belirtmiştir.76

Güvenç, Yusuf Akçura’nın Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar olan dönemde

“Osmanlı tebaası Hıristiyanların, milliyetçilik akımlarının etkisi ile bağımsızlık

savaşlarını kazanarak ayrılması, “Sadık Ermeni Millet”inin kıpırdanmaya başlaması

ve Avrupa’nın mücadeleci politikası, Müslüman Osmanlılar’la, Hıristiyan

72 Akçura, Üç Tarz-ı.., s. 17 73 Akçura, Üç Tarz-ı.., s. 18 74 Güvenç, Türk Kim.., s.27 75 Güvenç, Türk Kim.., s.28 76 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 92

36

Osmanlılar’ın, artık bir arada yaşayamayacaklarını göstermiş olduğunu” ifade ettiğini

belirtmiştir. 77

Akçura’nın, bir Osmanlı milleti yaratma çabası geçersizdir; denenmiş ve

başarılı olunmamıştır; Đslam milletlerini birleştirmek çok zordur; geriye de Türk

milletini yaratmak kalmıştır, şeklinde ki düşüncesi Güvenç tarafından ifade

edilmiştir. 78

Akçura’ya göre, Türk birliği oluşturulması, önce Osmanlı Đmparatorluğunda

Türklerin, Türk olmadıkları halde az çok Türkleşmiş olanların ve ulusal bilinçten,

yoksun olanların bilinçlendirilmesi ve Türkleştirilmesi ile başlayacaktır. Sonra, Asya

ve Doğu Avrupa’da yayılmış olan Türklerin birleştirilmesine geçilerek azametli bir

siyasal milliyet meydana getirilecektir.79

Güvenç’e göre, “Müslümanların tümünün Türk olmaması, Türklerin bazılarının

da Türklüğünden haberdar olmaması sebebiyle, Türk Milleti önerisi erişilebilir bir

ülkü olmamaktadır.” 80

Güvenç, Osmanlı ülkesinde görülen milliyetçilik akımlarını, doğal bir gelişme

olarak değil; Batı’nın “Doğu Sorunu”nu çözmeye, yani Osmanlı Đmparatorluğunu

yıkıp mirasını paylaşmaya yönelik bir sömürgeleştirme politikasının sonucu olarak

nitelendirmektedir. 81

Osmanlı Türklerinin, Milliyetçiliği, kendini savunmak için iç ve dış güçlerden

öğrendiğini, böyle bir sebep olmasa Osmanlı Türklerinin milliyetçi olamayacağını

belirten Güvenç, milliyetçiliğin, vatan hainliği ya da ayrılıkçılıkla özdeş tutulması

nedeniyle dil, tarih ve kültüre dayalı milli siyasetin taraftar toplayamadığını

belirtmiştir. 82

Osmanlı Đmparatorluğunu, Türk kimliğini öne çıkarmadan kurtarmaya çalışan

Osmanlı seçkinleri, bu çalışmalar sırasında Türk kimliğinin ateşli savunucuları haline

77 Güvenç, Türk Kim.., s. 30 78 Güvenç, Türk Kim.., s.31 79 Akçura, Üç Tarz-ı.., s. 18 80 Güvenç. Türk Kim.., ss.31-32 81 Güvenç. Türk Kim.., ss.31-32 82 Güvenç, Türk Kim.., s.32

37

dönüşmüşlerdir. Đkinci Balkan Savaşı sonrasında Müslüman zümrenin de

bağımsızlıklarını ilan etmeleri üzerine Türk kimliğinin önemi anlaşılmıştır. 83

Lewis, Osmanlı-Türk reformunu ile ilgili olarak, Batı toplumunun ve Türk

kültürünün demokratik idealleri arasındaki ‘derin yakınlıkları’ vurgulamıştır. 84

Lewis’e göre, Türkler, tarihlerinde kendilerini Batı’dan ayıran cografi ve

kültürel uçurumun kapanmasında katkısı bulunan iki önemli tercihte bulunmuşlardır.

Bu tercihlerden birincisi ortaçağda Asya’dan koparak Batı’ya yönelmeleridir. Diğer

bir tercih ise, Osmanlı reformcularının on sekizinci yüzyılda bir model ve esin

kaynağı olarak Batı’ya dönmeleridir.

Batılılaşma sürecinde Türkçülük ortaya çıkmıştır. Mustafa Kemal’de Genç

Türklerin, milliyetçi, pozitivist ve batıcı kanadının bir varisidir. Türk ulusuna ve

ilerlemeye inanmaktadır. 85

3.5. Cumhuriyet Dönemi Türk Kimliği ve Kemalist Yaklaşım

Osmanlı Đmparatorluğu’nda meydana gelen batılılaşma ve modernleşme

sürecinin son noktası olduğu belirtilen Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluşundan

itibaren Atatürk tarafından bir modernleşme projesi ortaya konulmuştur.

Kemalist modernleşme projesinde Türkçü ve milliyetçi politik hareketlerin

etkisi vardır.86

Kemal Atatürk, sadece modernleşme görünüşünün yetersiz olacağını,

Türkiye’nin çağdaş dünyaya tutunabilmesi için toplumun ve kültürün bütün

yapısında temelden değişim gerektiğini düşünmektedir. 87

Levis’e göre, tarihlerinin en karanlık anında Kemalist devrim Türk halkına yeni

bir hayat ve umut getirmiştir. 88

Türkiye Cumhuriyetinde Türk kimliği tanımlaması üç aşamalı şekilde

yapılmıştır. Buna göre “Anadolu ve Rumeli tarafında yaşayan bütün Müslümanlar

Türk'tür.” “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları gibi Türk dilini, kültürünü ve ulusal

83 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.85 84 Levis, Modern Türk.., s.17 85 Levis, Modern Türk.., s.290 86 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.99 87 Levis, Modern Türk.., s.291 88 Levis, Modern Türk.., s.291

38

fikirlerini kendine adapte etmiş olan herkes Türk'tür.” “Orta Asya'daki nüfusun

çoğunluğu Türk'tür." 89

Sırasıyla dini, politik ve etnik nitelikteki bu tanımlamalardan Đlki, Kurtuluş

Savaşı sırasında; ikincisi, Cumhuriyetin ilanı sırasında; üçüncüsü ise, 1932 yılında

gerçekleştirilen tarih kongresi sırasında yapılmıştır.90

“Modern Türkiye Cumhuriyeti, Türk etnik milliyetçiliği ve Osmanlı

Đmparatorluğu’nun çok etnik unsurlu, çok dinli ve islami yönelimli değerlerinin

yerini alacak yeni milliyetçi değerlerle inşa edilmiş bir Türk ulus devletidir.” 91

3.6. Sonuç

Türklerin Orta Asya’da Minusinsk denilen bölgede yaşarken önce

Mezopotamya civarına daha sonra Anadolu’ya geldiklerini belirleyen kuvvetli

bulgular tespit edildiği bilinmektedir. Türk tarihini ve ırksal özelliklerini kesintisiz

olarak birbirine bağlayan bulgular bol miktarda değil ise de vardır. Bulguların sınırlı

olmasının sebebi Göçler ve yerleşik olmayan yaşam tarzı nedeniyle az sayıda kalıcı

eser bırakılmış olması, ortak kültürel unsurların güçlü şekilde aktarılamaması, yazılı

şekle getirilememesi veya yazılanların korunamamasıdır.

Türkler yerleşik hayata geçmeden önce Orta Asya da iken boylar ve aileler

halinde yaşıyor olmaları nedeniyle büyük bir birim olarak tanımlanmanın mümkün

olmaması ve mutlaka her boyun, ailenin, diğer Türk boyu ve ailelerinden ayırt

edilebilmesi için aile adı veya hanedan adlarıyla tanımlanmışlardır. Türk adının ilk

olarak Orhun yazıtlarında ortaya çıktığı, ilk devlet adı olarak Göktürklerde

kullanıldığı bilinmektedir

Türkler, Anadolu’ya yerleştikten sonra beylik adı boy adı ile kendilerini

tanımlamalarına rağmen bu bölgelere dışarıdan bakan kabileler, devletler

muhtemelen Türk soyundan olduğunu bildiklerinden veya ezici çoğunluğa sahip

olmaları nedeniyle Anadolu’da Küçük Asya’da yaşayanların tamamı Türk olarak

adlandırılmışlardır. Bu hem Avrupa hem de Arap belgelerinden tespit edilmiştir.

89 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.104 90 Đnanç, AB’ye Enteg.., s.104 91 Graham E. Fuller, Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Acar (çev.),Đstanbul, Timaş Yayınları, 4. Baskı 2008 s.63

39

. Bir yer adlandırırken o yerde çoğunluğu oluşturan veya etkin olan hakim grubun

adı kullanılacağı, küçük bir grubun adının veya hiç bilinmeyen bir adın büyük ve

önemli bir bölgeyi kapsayacak şekilde kullanılamayacağı açıktır. Dolayısı ile

Anadolu da Türklerin hem çoğunlukta hem etkin olduğu anlaşılmaktadır.

Anadoluda tespit edilen ilk medeniyetlerden Sümerlerin de brakisefal kafa

yapısı (komşularının tamamı dolikisefal olmasına rağmen) ve Türklerin diğer

genotipik özelliklerine sahip oluşu ayrıca dillerinde birleşik kelimelerde dahil çok

sayıda Türçe kelmeye rastlanmış olması nedeniyle Türk oldukları/olabilecekleri

Alpin olarak tespit edilen Türklerin anadoluya ilk yerleşen kolu olduğu olabileceği

belirtilmektedir.

Türk kimliğindeki önemli dönüm noktası Türklerin islamiyeti kabul

etmeleridir.Türk kimliği Müslümanlıkla o kadar bütünleşmiştir ki zarar görmeden

birbirinden ayrılamayan bünyeler gibidir. Đslamiyet Türk kimliğinde sadece dinsel bir

unsur değil aynı zamanda kültürel bir unsur haline gelmiştir.

Osmanlı Đmparatorluğu bir Türk beyliğinin Đmparatorluk haline gelmesidir.

Türk soyundan gelen kişilerce beylik olarak kurulmuş ve sonradan çevredeki Türk

beyliklerini, Balkanlardaki Türkleri ve Anadolu’da yaşayan Türkleri ve Balkanlarda

ve anadoluda yaşayan diğer halkları egemenliği altına almış olan Osmanlı

Đmparatorluğunda yöneten sınıf ve halkın büyük çoğunluğu Türk yada Türkleşmiş

insanlardır.

Osmanlı ismi beylik kurulması sırasında diğer Türk beyliklerinden farklılığı

tanımlamak için aile adı hanedan adı olarak konulmuş ve sonrada sürdürülmüştür.

Ancak Osmanlı imparatorluğunun Türk Đmparatorluğu olduğu hususunda hiç şüphe

yoktur.

Osmanlı imparatorluğunun ilk tarihi belgelerinde Osmanlı Hanedanının Oğuz

Türklerinden olduğu belirtilmiştir. Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar padişahın

yanındaki yönetici gurup hep Türk ailelerdendir. Yani hangi açıdan bakılırsa bakılsın

Osmanlı Đmparatorluğu’nun bir Türk Đmparatorluğu olduğu şüphe götürmez bir

gerçektir. Söz konusu dönem Osmanlı kimliği değil Tük kimliğinin Osmanlı

imparatorluğu dönemi olarak anılmalıdır.

40

Türk kimliği, nev’i şahsına münhasır bir kimliktir. Yani bir üst kimlik kadar

güçlü bir ulus kimliğidir. Hem bir ulus kimliği hem medeniyet kimliğidir. “Bu

nedenle Türk kimliği ve Avrupa kimliği karşılıklı incelenebilir.” 92

92 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.60

41

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

AVRUPA KĐMLĐĞĐ

4.1. Giriş

Avrupa kimliğinin oluşum sürecinin belirlenmesi açısından Avrupa tarihine

bakıldığında Avrupa kavramının çeşitli aşamalardan geçtiği, kavramsal ve coğrafi

anlamda birçok değişikliklere uğradığı yeni anlamlar kazanarak yeniden yeniden

yaratılarak günümüze kadar geldiği görülmektedir.

Delanty’e göre Avrupa kavramından önce batı (occident) kavramı kullanılmaya

başlamıştır. Batı kavramı genel olarak, küçük Asya’nın bir kısmında kurulmuş olan

Yunan dünyası anlamında kullanılmaktadır. Yine antik dönemdeki inanışa göre, Batı

bilinmeyen bir Batı okyanusunda bulunan cennetin merkezidir.1

Klasik dönemden ortaçağ’a uzanan dönemde Batı toplumundaki iktidar

söyleminin şekillendiği kavramsal çerçeve batı-doğu düalizmi ve buna karşılık gelen

karşı-olgusallık “biz”/”onlar” kutuplaşmasıdır. Batı toplumunda en önemli

özelliklerinden birisi merkez olma varsayımıdır ve bu merkezci yaklaşım sonradan

Avrupa tarafından da sahiplenilmiştir.2

Klasik dönemden ortaçağa uzanan dönemde Özerk Avrupa söyleminin

şekillenmesi için gereken kültürel alan henüz oluşmamıştır. Avrupa fikri hep diğer

söylemler vasıtasıyla ortaya konmuştur ki, bunların en önemlisi Hristiyan alemi

söylemidir.3

4.2. Antikçağ Avrupa Kimliği

Avrupa ilk olarak antik dönemde mitler ve efsaneler dünyasına ait bir kavram

olarak ortaya çıkmıştır. Avrupa bir kadın ismidir. Böylelikle cezbetme ve gizemlilik

katma gücüne sahip olmaktadır. Mitilojilerin çoğunda Europa, Asya ve Libya’nın

(Afrika’nın) kardeşidir. Homere göre ise Europa Anka’nın (Phoenix) kızıdır.4 Yunan

mitolojisinde Europa bu günkü Lübnan yada eski Fenike bölgesinde, Sur (Tyre)

1 Gerard Delanty, Avrupa’nın icadı, Hüsamettin Đnanç (çev.), Ankara ,Adres Yayınları, 2005, s. 31 2 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 25 3 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 25 4 Delanty, Avrupa’nın icadı ss.27- 28.

42

şehrinin kralı olan Agenor’un kızıdır.5 Mitolojiye göre dünya güzeli bu ilahe,

kendisine aşık olan ve aşkını kanıtlamak için boğa kılığına bürünen Zeous tarafından

Girit’e yani batı’ya kaçırılır,6 ve Girit adasının batısına yerleşir Bu kelime sonradan

Girit ve bütün Yunan hinderlandını çağrıştıran coğrafi bir anlam kazanmıştır.

Semitik (doğu) dillerinde “ereb” kökünden türetilen Avrupa, ”güneşin battığı yer

ve karanlık “anlamlarını taşır. Gün batımı coğrafi yön olarak batıyı simgelemektedir:

karanlık ise gün batımından sonraki durumun yanı sıra, mesafe ve ürküntü imgesi

olarak tanımlanır.7

Eski Yunanlar kendi coğrafi konumlarına göre akşam yönünde bulunan

Đtalya’yı daha sonrada Đspanya’yı anlatmak için “Hesperia” sözcüğünü

kullanmışlardır. Aynı kelimeye karşılık olmak üzere Almanca’da “akşam ülkesi”

anlamında“Abendland” kavramı kullanılmıştır.8

Mitolojide bir prenses adı olan “Avrupa” nın kısa zaman içinde mekana ilişkin

bir anlam kazandığı önce Girit adasını ve bütün Yunan “hinderland”ını çağrıştırdığı,

Yunan kolonilerinin yayılmasıyla Yunanistan’ın batısında ve kuzeyindeki ülkeleri

de kapsadığı, M.Ö. altıncı yüzyılda bu kapsamın hemen hemen kesinleştiği

belirtilmiştir.9

Antik dönem yazarları Avrupa kelimesini nadir olarak kullanmışlardır.10 Bu

konuda Delanty’nin verdiği örnekler şöyledir. Hay, Avrupa’nın tarihi kökenleri

hakkındaki eserinde Avrupa’yı, Yunan anakarasına atıfta bulunarak tanımlamış daha

sonra bu tanıma Ege Adaları’nı da dahil etmiştir.11

“Platon,The Republic isimli kitabında Yunanlılar ve barbarlar arasında çok açık

bir ayrım yapmış, ama, Avrupa’ya verdiği büyük önemin gerekçesini çok açık olarak

ifade etmemiştir.

Sözkonusu dönemde, Avrupa’nın sınırları henüz yeterince belirlenmemiştir.

Buna karşın Asya, sınırları çok daha fazla oranda belirlenmiş toprağı ifade

5 A.Nuri Yurdusev, Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Türk Kimliği, Atila Eralp, (Ed) Türkiye ve Avrupa, Ankara, Đmge Kitapevi 1997, s. 31, 6 Onur Bilge Kula, Avrupa Kimliği ve Türkiye, Đstanbul, Büke kitapları, 2006, s.165 7 Kula, Avrupa Kim.., s.166 8 Kula .Avrupa Kim.., s.166 9 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.31 10 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 28. 11 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 28.

43

etmektedir. Yunanlılara göre Asya kavramı, Eski Yunanistan’ın (Hellas) kuzeyinde

kapalı bir alan olarak tanımlanmıştır.

Yunanistan ve Đran kültürel-politik terimler iken; Avrupa ve Asya sadece

coğrafi terimlerdir. Bununla birlikte, Socrat M.Ö. dördüncü yüzyılda Avrupa’yı

Yunanistan’la, Asya’yı Đran’la kimliklendirmiştir. 12

Hipokrat’a göre, Azak Denizi Asya ve Avrupa arasındaki sınırı

oluşturmaktadır. Ptolemy, M.S. ikinci yüzyılda, Sarmatia kavramını kullanmıştır.

Sarmatia Europa ve Sarmatia Asiatica, Don Nehri sınır kabul edilerek birbirinden

ayrılmıştır.13

Yurdusev’e göre Avrupa’nın ilk tanımı Akdeniz ve Don Nehridir bu tanım

oldukça etkili ve sürekli olmuştur.14

Yurdusev’e göre “Dünyanın bölümlenmesinde ilk önce Ege denizi referans

alınırken, zamanla Yunan kolonizasyonu ve Roma’nın yükselişi ile Akdeniz havzası

hakim olduğundan, uzantıları olan Ege ve Karadeniz ile beraber bütün Akdeniz

havzası belirleyici olmuştur. 15

Avrupa’nın teşhisine yarayacak olan bu yeni coğrafi bölünmeler artık

yerleşmiştir. Ortaya çıkan yeni iki bölünmenin adı köken olarak ilahe adı olan Asya

ve Libya (Afrika)’dır.” 16

Artık bu zaman diliminden itibaren Asya-Avrupa yada Đran-Yunanistan ayrımı,

yerini üçlü ayrıma bırakmış ve ayrımın coğrafi isimleri Avrupa, Asya ve Afrika

olmuştur.17

Bu üçlü bölünme Hristiyan mitolojisi tarafından da kabul edilmiştir. Ancak

buradaki bölünme Nuh’un oğullarından kaynaklanmaktadır. Eski Ahit’in Tekvin

bölümünün 1.ve 9. bablarına göre Nuh’un üç oğlundan Yafes Yunanlıların,

barbarların ve Hristiyanların, Sam Yahudilerin ve Arapların, Ham ise zencilerin atası

12 Delanty, Avrupa’ nın icadı s. 29 13 Delanty, Avrupa’ nın icadı s. 29 14 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.32 15 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 31, 16 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 31, 17 Delanty, Avrupa’nın icadı s, 29.

44

sayılmıştır. Diğer bir deyişle yafes Avrupalıların, Sam Asyalıların Ham Afrikalıların

atasıdır. 18

Batı’nın ilk zamanlardan itibaren sürdürdüğü merkezci tutumunun bir

göstergesi olarak, Yafes yani Hristiyanların atası diğerlerinden üstün kabul

edilmiştir. Aristo’ nun Yunanlılar Avrupalılar ve Asyalılar ayrımı yaparak

Yunanlıların üstün olduğunu savunup, diğer ikisini barbar olarak tanımlaması da

aynı merkezciliğin bir sonucudur.19

Delanty’e göre Avrupa fikri, esas olarak klasik Yunan uygarlığının çöküşüyle

oluşmaya başlamıştır. Pers savaşları’ndan sonra, iç çekişmeler ve M.Ö. 338’deki

Sparta ve Atina arasında gerçekleşen ve Makedonya’nın nüfuzunu genişletmesine

yol açan Peloponnes savışının sonucunda Yunan kent devletlerinin, zayıflaması

üzerine Büyük Đskender’in hükümdarlığı döneminde, Makendonya Yunanistan’ı

ilhak etmiştir. 20

Makedonya‘nın da Romalılar tarafından MÖ 197 senesinde ilhak edilmesinin

ardından Yunan uygarlığı önce küçük Asya’ya, sonra da Doğu Akdeniz‘den batı

sahillerine doğru kaymış, yani hem Yunan hem Makedon kültürü Roma

Đmparatorluğu bünyesinde birleşmiştir.21

Roma Đmparatorluğu dördüncü yüzyılda Hristiyanlığı resmi din olarak kabul

etmesi Hristiyanlık için bir dönüm noktası olmuş22 Hritiyanlığın resmen kabulü

Yunan mitolojisi ve Hristiyan mitolojisini birleştirmiştir. Bu da Avrupa’nın bir

coğrafya parçasının ötesinde kültürel bir anlam ifade etmeye başlamasına

yolaçmıştır.23

Ancak kendilerinden önceki Yunanlılar gibi Romalılarda asla Avrupa kimliği

duygusuna sahip olmamışlardır.24 Roma etnik merkeziyetçiliği Avrupa fikrine değil;

dünyanın merkezi olarak gördükleri Roma mit ve efsanelerine dayanmaktadır. Hatta

18 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 33, 19 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 33, 20 Delanty, Avrupa’nın icadı ss. 30-31-32 21 Delanty, Avrupa’nın icadı ss. 30-31-32 22 Mustafa Soykut,Papalık ve Venedik Belgelerinde Avrupa’nın Birliği ve Osmanlı Devleti(1453-1683),Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayını, 2007, s.4 23 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 33, 24 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 32

45

Hristiyanlığın ilk dönemlerinde Hristiyan olmak Avrupalı olmak değil bilakis Romalı

olmaktır.25

Avrupa kimliği henüz oluşmamıştır. Doğu uygarlığının yükünü bir miras olarak

kabul etmenin Batı’nın bir kaderi olduğu fikri, Roma’nın kökenlerini açıklayan

efsanelerde önem taşıyan bir söylemdir.

Aeneas Efsanesi tüm Ortaçağ boyunca Avrupa’nın kökenlerini açıklayan

efsanelerin oluşmasında temel dayanak olmuştur. Efsaneye göre: Romalılar,

tarihlerini küçük Asya’da Truvalıların çöküşünden başlatmaktadır. Sürgüne

gönderilen Truvalılar Batı’da pek çok şehir kurmuşlardır. Roma’da bu şehirlerden

biridir. Yani efsaneye göre, Romalıların kökleri Truvalılardır. 26

Delanty’in Tazbir’den naklen ifade ettiğine göre, batılı krallıkların çoğu soy

kütüklerinin bu Truva sürgünlerinden geldiğini iddia etmişlerdir. Delanty, Tudor ve

Habsburg soylarının ve Doğu da Osmanlılar’ın kökenlerinin miti olarak Truvalıları

işaret ettiklerini ifade etmiştir.27

Delanty’in Hay’dan nakledişine göre Eski dünya’nın tüm ticaret ağları Kadiz,

Kartaca, Đskenderiye ve Đstanbul’u birbirine ve onları da birleşik bir ticaret bloğuna

bağlayan Akdeniz üzerinden geçmesi nedeniyle bu dönemde Romalılar için Tuna ve

Ren, Don’dan daha fazla stratejik öneme sahip olan sınırlardır.28

Antik dönemde Avrupa Batı (Occident) yı ifade etmektedir. Söz konusu

dönemde Avrupa kavramı kültürel anlamda olmasa bile coğrafi anlamda vardır. Buna

karşılık, ”Avrupalılar” sözkonusu değildir. 29

Antik dönemde Suriye ve Đran’ın yerlileri Avrupalıları Frenkler olarak

adlandırmışlardır. Benzer bir biçimde, Yunanistan’da da Avrupalılar Frenkler olarak

bilinmektedir ve Kuzey Afrika’nın büyük bir bölümünde Avrupalılar hala Romalılar

olarak adlandırılmaktadır.30

Bu da sonuç olarak şunu gösterir ki;

25 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 32 26 Delanty, Avrupa’nın icadı ss. 33-34 27 Delanty, Avrupa’nın icadı ss. 33-34 28 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 34 29 Delanty, Avrupa’nın icadı ss. 34-35 30 Delanty, Avrupa’nın icadı ss. 34-35

46

Avrupa kimliği, Ortaçağın sonlarına kadar oluşmamış, sonradan ortaya çıkmış

bir olgudur.

Roma imparatorluğu’nun 286’da imparator Diocletianus tarafından ikiye

bölünmesinin Doğu ve Batı arasında ileride gerçekleşecek olan düşmanlığın

şekillenmesinde büyük bir öneme sahip olduğu belirtilmektedir. Bölünme ile

Đmparatorluğun doğu yarısı, Mısır’a dahil edilirken, batı yarısı, Kuzey Afrika’nın batı

bölümüne katılmıştır.Yunanistan, Ege ve Güney Balkanların çoğu imparatorluğun

doğu yarımına gitmiş ve Đtalyan yarımadası imparatorluğun iki bölümü arasındaki

doğal sınır çizgisi olarak kalmıştır.31

Roma dönemlerinde Avrupa, Đskandinavya hariç var olan Avrupa kıtasını

kapsayan coğrafi bir bölgeye tekabül ekmektedir. Đngiltere adası ve Đberya adası

genellikle Avrupa dışında tutulmaktadır. Avrupa henüz politize olmuş bir kavram

değildir, “ne Avrupa henüz “batılılaşmıştır” nede doğu doğululaşmıştır.” Bundan

dolayı antik dönemi kapsayan sürenin büyük bir çoğunluğuna bakıldığında

Avrupa’nın kendisine atfedilen anlamı taşımadığı, bir bölge ise de henüz jeopolitik

anlamda bir kıta olmadığı belirtilir.32

Tarihin ilk dönemlerine bakıldığında Avrupa fikri adına söylenmiş çok az şeyin

var olduğunu görülür bununla birlikte bu tarihlerde Romano-Helen dünyasının

fethedilmemiş dünya üzerinde kurduğu kültürel üstünlük anlamında batının kültürel

bir hegemonya kurma yönündeki uygarlık mücadelesinin başlangıç emareleri

bulunabilir.33

Doğu ve Batı arasında bir köprünün üzerine kurulmuş olan Đstanbul, Yeni

Roma’ yada ikinci Roma olarak adlandırmaktadır. Vatandaşları kendilerini Romalılar

olarak ifade etmektedir. Đstanbul, Batı Roma Đmparatorluğu’nu, doğu ve kuzeyden

gelebilecek Đran ve barbar akınlara karşı korumak üzere kurulmuştur.

Delanty’in Fisher ve Wallach dan, aktarışına göre, Roma Đmparatorluğu ikiye

ayrıldıktan sonra Đmparatorluk Bizans’ı yani Orient’i ifade ederken, Avrupa kavramı

Batı kısmını tasvir etmeye başlamıştır. Bundan dolayı, Occident (Batı) ve Orient

(Doğu) kavramları, Roma Đmparatorluğu’nun iki yarısını ifade etmektedir. Batı 31 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 35 32 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 32 33 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 33

47

yarısının kimliği tedricen Latin Hristiyanlığı’na dayanmaya başlamış, Avrupa ve

Batı, Hristiyan Dünyası için artık eşanlamlı iki kelime haline gelmiştir.34

Orient artık sadece Đran değildir, Küçük Asya’yı da içine alan bir terim haline

gelmiştir. Avrupa fikri, bu evrimin ardından kültürel bir fikir olarak şekillenmeye

başlamıştır.35

Yurdusev’e göre de Roma imparatorluğunun ikiye bölünmesinin ardından,

Batı ve Doğu’nun mücadelesi sonucu Avrupa yavaş yavaş fikri ve kültürel bir anlam

ifade etmeye başlamış, bir yandan da merkezi Batı Avrupa’ya kaymıştır. 36

Antik Çağdan başlayarak, Yunalılar ve Romalılara bakıldığında ikisinde de

batı-doğu, biz-onlar düalizmi ve merkez olma varsayımının bulunduğu

görülmektedir. Bu merkezci yaklaşım nedeniyle Yunan ve Roma medeniyetlerinin

egemen olduğu coğrafya başlangıçta doğuda olmasına ve sınırlarının bazen biraz

batıya bazen daha doğuya kayarak değişmesine rağmen kendilerini hep batı hep

merkez olarak sunmuşlar ve her zaman bir ötekileri söz konusu olmuştur.

Kendileri dışında ki bütün kavimleri barbar ilan eden Antik Yunan döneminde

en önemli öteki Persler, Roma döneminde en önemli öteki genel anlamda doğu

olmuştur.

Yunan ve Roma Uygarlığının kültürel altyapısında Avrupa, ne bir kıta ne de bir

kültür olarak yer almasa da, Antik Yunan medeniyetinin felsefi değerleri idari

altyapısı ve demokrasisi ile Roma Đmparatorluğunun idari altyapısının oluşturduğu

sistemin Avrupa'nın, özellikle Avrupa'da bir birlik fikrinin temelini oluşturduğu bir

gerçektir.

4.2.1. Antik Yunan Kültürü

Antik dönemde Yunanlıların yerleştikleri coğrafya, Küçük Asya’nın Akdeniz

(Ege) kıyı şeridini de kapsamaktadır. Bölgenin tarıma elverişli olması, iklimin sıcak

olması ve deniz, yerleşik bir hayat sürmelerini tarımla ve denizcilikle uğraşmalarını

sağlamıştır.37

34 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 36. 35 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 37. 36 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 34, 37WilliamMcNeıll,AvrupaTarihinin Oluşumu,Yusuf Kaplan(çev.)Đstanbul, külliyat Yayınları,2008, ss. 55-62

48

Yerleşik hayat, şehir devletlerinin ortaya çıkmasına katkı sağlamıştır. McNeıll,

Atina şehir devletinde, şehirliler gibi çiftçilerin de hür insanlar olduğunu mülklerinin

sahibi ve şehir devletinin yönetimine özerk olarak katılabilen kişiler olduğunu, ancak

şehir devletlerinde sayıları Yunanlılar kadar çok olan yabancı ve kölelerin kamusal

hayata katılamadıklarını belirtmiştir. 38

Kula, Antik Yunan kültürü, Eski Mısır, Hitit, Fenike başta olmak üzere,

öncelikle Küçük Asya'nın, yani, Anadolu'nun batı bölgelerinde yaşayan toplulukların

düşünsel birikimleri üzerinde Helenlerce yaratılan yazın, sanat ve felsefe dolayısıyla

da bilim yönü belirgin olan görkemli bir kültür demiştir. 39

Yunan medeniyeti arkaik ve klasik denilen dönemde site devletlerinden

oluşmaktadır. Braudel’in Aubrey de Selincourt’tan naklettiğine göre, Yunanistan

tamamen adalarından oluşmuştur. Bunların bir kısmı gerçek deniz adaları bir kısmı

kara adalarıdır. 40

Engebelerin parçalanmışlığı, ovaların darlığı ve sayıca fazlalığı; küçük birimler

halinde yerleşimi gerekli kılmıştır. Bu durum site devletlerinin oluşma nedenlerinden

birisidir. Başlangıçta site devletleri kırsal senyörlükler durumundadır. Nüfusun

artması ve kaynakların azlığı iş bölümüne ve ticaretin ortaya çıkmasına neden

olmuştur. Alfabenin benimsenmesi ve paranın oluşturulması sitelerin kentlere

dönüşmesine neden olmuştur. 41

Yunan siteleri, yurtaşları arasında eşitlik olan bir sistemdir. Ama ancak bir

kısım insanlar yurttaşlık unvanına hak kazanmaktadır. Yunan sitelerinde demokrasi

yabancılar ve köleler kitlesine hükmeden bir grubun ayrıcalığıdır. 42

Braudel, Luis Gernet’ten naklen ifade ettiğine göre, “Yunan düşüncesi, büyük

Đonlar zamanında Miltos’ta, Sokrates konuşurken Atina’da, sonra Mısırda

Arkimedes’le birlikte Siracusa’da parıldar; Romaya geçecek, ikinci Roma olan

Bizans’ta nadide bir çiçek olarak vazoya konacaktır. Sonra Lorenzo di Medici’nin ve

Pico della Mirandola’nın Floransasında yeniden açılıp serpilecektir.”

38 McNeıll, Avrupa Tar.., ss. 62-63 39 Kula, Avrupa Kim.., s. 176 40 Fernand Braudel, Bellek ve Akdeniz Tarih Öncesi ve Antikçağ, Ali Berktay (çev.), Đstanbul, Metis Yayınları, 2007, s. 286 41 Braudel, Bellek ve Akdeniz.., ss. 290-292 42 Braudel, Bellek ve Akdeniz.., s. 300

49

4.2.2. Roma Đmparatorluğu

Roma Đmparatorluğunda, birlik hissi uyandıran psikolojik unsurlar ve altyapı

özetle şunlardır:

Büyük bir imparatorluğun egemenliği altında olma “Civis Romanus Sum” (ben

Roma vatandaşıyım) huzuru ve “Roma Barışı”(Pax-Romana) dır.43

Ortak bir sınır içinde serbestçe yapılan ticaret ve ticaretin sağladığı, ticaret

yapan farklı bölgelerden ve etnik gruplardan olan insanların, fonksiyonel

ilişkilerinden doğan bir aynılık duygusu ve bilinçaltına kuşaktan kuşağa yerleşen

“etnik olarak farklı olunsa da bir bütünün parçası olma” hissidir

Bu ticaret için kullanılan ve Akdeniz havzasının ekonomik birliğinin sembolü

ve aracı olan, aynılık psikolojisini ve aynı dünyanın parçası olma algısını sağlayan

“Roma altını solidus” dur.44

Ortak değer ve normların oluşmasının ve hayatta kalmasının o dönemki en

önemli faktörü olan ve bundan da önemlisi, ortak bir norm ve değerler grubunun

oluşabileceği olgusunun yaratıcısı olan“Roma Hukuku”dur.

Roma hukuku çok uzun bir gelişme sürecinin, mirasların üst üste binmesinin

vardığı son noktadır. Hukuk Roma Đmparatorluğundan sonra da onun zenginliğini

duyurmuştur. 45

Braudel’a göre, “Roma Đmparatorluğu, alışverişlerle yoğrulmuş bir uzamdır; her

sesin bir evren boyutlarında büyütüldüğü muazzam bir hoparlördür, bir gün miras

halini alacak bir “birikim” dir. Roma’nın esas önemli yanı “Mare Nostrum” (bizim

deniz) çevresinde yarattıkları evrensel ve emperyal hayat normudur.” 46

Yurdusev’in Guizot’dan nakledişine göre, Avrupa Kimliğine Roma’nın katkısı

mahalli şehir yaşamını ve medeni yasaları, yani düzeni getirmesidir. 47

Braudel’ın, Jean Gaudemet’ten naklen ifade ettiğine göre, “ Roma’nın tamamen

ölmeyeceğine hiç kuşku yoktur. Batı onun hayatta kalan bölümlerinden yoğrularak

şekillendirilecektir.” 48

43 Braudel, Bellek ve Akdeniz.., s. 336 44 Henrı Pırenne,Ortaçağ Avrupa’sının Ekonomik ve Sosyal Tarihi,Uygur Kocabaşoğlu (çev.), Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2. Baskı,2007, s. 10 45 Braudel, Bellek ve Akdeniz.., ss. 383-384 46 Braudel, Bellek ve Akdeniz.., s. 336 47 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 53,

50

“Helen-Roma kültürü,” “Antik kültürün “ son bütünleşimidir.” 49 Yunan,

Makedon ve Roma imparatorlukları, “Yunan ve Yunan-Roma kültürünün dünya

kültürüne” dönüşmesini sağlayacak yolu açmış, ortamı hazırlamışlardır. Küçük Asya

ve Akdeniz bölgesinde gerçekleşen ve zamanla asıl doğrultusu Batı olan bu kültür,

dördüncü yüzyılda Hristiyanlık kültürü ile birleşerek, bölgede var olan her türlü

etnik çeşitliliğe karşın “Antik Çağın Birliğini” sağlamayı başarmıştır. Antik Çağın

birliği ise, Helen kültürünün aktarılmasını ve kalıcılaşmasını mümkün hale

getirmiştir.50

4.3. Ortaçağ Avrupa Kimliği

Tarihsel bölünmeye göre Batı Roma Đmparatorluğunun 476 da yıkılışı ile

başlayan 1453’de Đstanbul’un fethiyle sonuçlanan dönem ortaçağ olarak

adlandırılmaktadır.

Orta Çağ’ın başlangıcından Charlemagne dönemine kadar olan süre Avrupa için

karanlık dönem olarak adlandırılmıştır Zira Batı Roma Đmparatorluğu yıkılmış,

beşinci yüzyıldan itibaren barbarlar Roma imparatorluğuna kuzeyden seri ataklar

yapmaktadır. Đslamiyet’in doğuşu sonrasında Müslümanlar 642 de Đskenderiye’yi

698 de Kartaca’yı 711 de Đspanyayı fethetmiş, Fransa’ya kadar ilerlemişlerdir.Bu

dönemde Avrupa’nın sınarları Müslümanların ilerleyişine göre belirlenmektedir.

Tehdit artık barbarlardan değil Đslam’dan gelmektedir.51

Müslümanların ilerlemesi 732 yılında Poitiers savaşında Müslümanların

Frenkler tarafından yenilgiye uğratılması ile kesintiye uğramış bu savaş batı da

düşmanı sembolize eden kimliğin oluşmasının ve ilkesel-kültürel bir fikir olarak

Avrupa’nın gelişiminin müjdecisi olduğu, belirtilmiştir.52

Đlk defa bu savaşta Charles Martel’in komutasındaki askerlere “Avrupalı”

terimini kullandığı belirtilmiş ise de bu husus şüphelidir.çünkü o tarihte Avrupa

kavramı bile kullanılmamaktadır.

48 Braudel, Bellek ve Akdeniz.., s. 384 49 Kula, Avrupa Kim.., s.56 50 Kula, Avrupa Kim.., s. 53 51 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 38. 52 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 38.

51

732 yılında Fransa'nın Poitiers kenti yakınlarında Müslümanları yendiği için

kendisine "Balyoz" lakabı takılan Charles Martell tüm Avrupa Hıristiyanlığının

kurtarıcısı, “Batı Hristiyan Kültürünün kurtarıcısı”,Đslam'ın Avrupa'da yayılma

sürecini durduran kahraman olarak Fransa ve Almanya başta olmak üzere, neredeyse

tüm Avrupa ülkelerinde onyedinci yüzyıldan itibaren oluşturucu kimlik unsuru

olarak mitleştirilmiştir.53

700 senesinden sonra Bizans imparatorluğu Đstanbul’a ve küçük Asya’nın bir

bölümüne Yunanistan’a ve Güney Đtalya’ya sıkışıp kalmıştır. Hristiyan Dünyası'nın,

Müslüman güçler tarafından doğuda küçük Asya, güneyde Akdeniz’in güney

sahilleri ve batıda Iberya Yarımadası ile kuşatılmış durumdadır.

825'te Girit'in ve 827'de Sicilya'nın ilhakı Batı Hristiyan Dünyası'nın en ileri

sınırlarını zorlamıştır. Bu stratejik adalara sahip olmanın getirdiği avantajla, Đslam,

dokuzuncu yüzyılda Akdeniz'i tamamen kontrolü altına almış, 826'da Roma

yağmalanmış ve Papa vergi ödemeye zorlanmıştır, on ikinci yüzyıla gelindiğinde

Hristiyanlık Mağrip'te ortadan kalkmıştır. Bu çağda, Avrupa Lâtin Batı ve Yunan

Doğu arasına sıkışıp kalmıştır. "Avrupa" terimiyle Kıta'nın kuzey-batısı

tanımlanmaya başlanmıştır. Batı az yada çok Akdeniz’i terk etmiş Baltık denizine

kaymıştır.54

Akdeniz'in Güney tarafı 700'lü yıllarda "kesin olarak" o zamana değin varlığını

sürdüren "kültür kıtasından" koparken, Batı giderek artan ölçüde "Kuzeye doğru

yayılmıştır." Böylece Avrupa, Britanya' dan Đskandinavya' ya doğru açılarak, kültürel

ve dinsel bakımdan Kuzeybatıya kaymıştır.55

Avrupa’nın merkezinin Batıya kaymasında Đslamiyet’in yayılmasının önemli

rolü vardır.Yurdusev’in Prirenne’den nakledişine göre Avrupa’nın doğusu ve batısı

arasında her türlü haberleşme ve alışverişin sağlandığı Akdeniz’in “Müslüman Gölü”

haline gelmesi üzerine Avrupa’nın doğusu ve batısı arasındaki birliğin kopmasına

Batı’nın uygarlık merkezi olan Doğu’dan yoksun kalmasına ve giderek feodalitenin

ve sonraki Batı Avrupa olgusunun oluşmasına yol açmıştır. 56

53 Kula, Avrupa Kim.., s. 209 54 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 40. 55 Kula, Avrupa Kim.., s. 90 56 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 34,

52

Pers saldırıları Barbar istilaları, ve hepsinden önemlisi Đslam fetihleri, Hristiyan

olmayanlara karşı bir bütün olarak Hristiyan Avrupa kimliği hissini ve aidiyetini

kazandırmaya başlamıştır. 57

650 ile 750 yılları arasında yüz yıl süren şiddetli Müslüman saldırıları batı

kimliğinin şekillenmesinde ve Avrupa kimliğinin oluşmasında dönüm noktasıdır. Ancak

bu kimlik zaferler sonucunda oluşan bir kimlik değil malubiyetlerle oluşan bir

kimliktir.58

Avrupa kavramının gerçek anlamda ilk kültürel ifadesi Hıristiyanlığın sekizinci

yüzyıldan itibaren Avrupa’ ile özdeşleşmesi üzerine ortaya çıkmıştır. Bu dönemle

beraber, Avrupa artık Hıristiyan ülkesi olarak anılmaya başlamıştır. Hıristiyanlık ile

Avrupa arasındaki bağın gittikçe güçlenmesine neden olan en önemli gelişme yedinci

yüzyıldan sonra Đslamiyet ‘in Avrupa’nın kaderini belirleyen güçlü bir öteki olarak

ortaya çıkması olmuştur. Hıristiyanlığın o dönemde, Avrupalı toplumların farklı

unsurlarını birleştiren güçlü bir aidiyet unsuru olarak belirmesini Đslamiyet’in yarattığı

düşmanlığa borçlu olduğu ifade edilmektedir.

Avrupa özellikle sekizinci ve dokuzuncu yüzyılda Đspanya ve Sicilya’nın

Müslümanlar tarafından alınmasından itibaren kendisini “Universitas Cristianas”

yani Hristiyan alemi olarak tanımlamıştır.59

Bu dönemde Frenklerden Vikingler’e kadar barbar tabir edilen kuzey

kabilelerinin Hristiyanlığı kabul ederek, Hristiyan dünyasının bel kemiği haline

gelmeleri,Đslam fetihlerinin Akdeniz’in güneyini ve doğusunu kapsaması ve

Anadolu’ya kadar dayanması ile Hristiyan dünyası ile Avrupa coğrafi sınırları

özdeşleşmeye başlamıştır.Yani onuncu yüzyıla gelindiğinde Avrupa ve Hristiyanlık

özdeşleşmesi coğrafi ve demografik örtüşmeyle de sağlanmıştır. 60

Delanty’in Ullman dan nakledişine göre Charlemagne’ın Papa Leo III elinden

800 yılı Noel’inde Taç giymesinin ardından Hristiyan kral dönemi başlamıştır.61

57 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 41. Yurdusev, Avrupa Kim.., s 35. 58 Delanty, Avrupa’nın icadı s. 41. Yurdusev, Avrupa Kim.., s 35. 59 Soykut,Papalık.., s.15 60 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 36, 61 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.61

53

Doğudan gelen baskılarla ve barbar kabilelerinin Hıristiyanlaştırılmasıyla

birlikte merkezi kuzeybatıya kayan Avrupa’nın Hıristiyanlığı Kutsal Roma-Germen

Đmparatoru Charlemagne ile birlikte resmileşmiştir.

Avrupa ilk ifadesini Charlemagne’ın kutsal Roma Germen imparatorluğunda

bulmuştur. Đtalya ile Almanya arasında bağlantı ilk kez bu imparatorlukta

kurulmuştur.62

Onuncu yüzyılın sonunda Charlemagne Đmparatorluğu'nun çöküşü üzerine

Almanlar’ın ortaya çıkan politik boşluktan faydalanmasıyla. 962'de Papa XII. Jhon,

Otto'yu Roma Đmparatoru ve papalığın koruyucusu olarak tahta geçirmiştir. Böylece

Charlemagne'la başlayan Hristiyan Đmparator geleneği yeniden canlanmış ve

imparatorluk unvanı, Almanya'ya geçmiştir.Avrupa daha açık tanımlanan bölgesel

bir varlık haline gelmiş, Avrupa fikri, Roma-Alman kültürüyle yakından ilgili hale

gelmiştir.63

Delantiy’e göre batı için karanlık çağ olarak bilinen dönemde Đslamiyet’in

durdurulamaz ilerleyişi hristiyanlık ve batı monarşilerine güçlü bir meşruiyet

efsanesi getirmiştir. Charlemagne imparatorluğunun onuncu yüzyılda çöküşünün

ardından doğan feodal sistem hükümranlığı altında merkezi bir siyasi otoritenin

olmayışı nedeni ile kültürel bir birlikteliğe olan ihtiyaç büyüktür, bu birlikteliği

sağlayıcı unsur Hristiyanlık olmuştur. coğrafi bir terim olan Avrupa batının Hristiyan

olan bölgeleri için kullanılmaya başlanmıştır. Avrupa kuzey batıya vurgu yaparak

Hristiyan halkları nosyonu ile özdeşleşmiştir.64

Yurdusev’e göre Avrupa Hristiyanlık özdeşleşmesi modern döneme, hatta

onyedinci yüzyıla kadar sürmüştür. Avrupa ile hıristiyanlık özdeşleşmesinin önemli

nedenlerinden biride onbeşinci yüzyıldan itibaren Avrupa kelimesinin basit coğrafi

anlamının ötesinde kendisine has bir kültürel içerik kazanırken Avrupa’nın tamamen

Hristiyanlaşması olmuştur. 65

Delantiy’e göre, Müslümanların ilerleyişi ile Hristiyanlık Orta Çağ

Avrupa’sının dini haline gelmiştir. Hz. Đsa Avrupalılaştırılmış. Haç egemenliğin

62 Yurdusev, Avrupa Kim.., s 35. 63 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.63 64 Delanty;Avrupa’nın icadı,s.42 65 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss. 36-38

54

siyasi sembolü haline getirilmiştir. Artık Hristiyan olmak Romalı olmak değil

Hristiyanlık politik arenasının bir üyesi olmak yani ekümen (Evrensel) olmak

demektir. Hristiyanlığın batıdaki yükselişi ile Occident (Batı) kavramı ve Avrupa

kavramı birbirine eşitlenmiş olmaktadır. Avrupa, Ortaçağ Hristiyan dünyasına doğu

ile yüzleşebilecek toprağa dayalı bir birliktelik kazandırmıştır. Ancak bu birliktelik

karşı tarafla yüzleşme ve mücadele için oluşturulmuştur.66

Buna rağmen Avrupa kelimesi onbeşinci yüzyıla kadar çok nadir kullanılmıştır.

Avrupa ortaçağ boyunca belirgin bir değer ifade etmiş ise de yine de daha çok bir

coğrafi terimdir. Avrupa’daki toplulukların kimliğini Avrupalılık değil Hristiyanlık

oluşturmaktadır. Hristiyanlık asıl kimlik ögesidir.67

Yurdusev’e göre Avrupa, ya sınırları hiçbir zaman belirtilmeyen coğrafi bir

terimdir yada Hıristiyan ülkesinin diğer adıdır.68 Avrupa kimliğinin kökenleri

açısından, ötekileştirmeye dayalı dinsel unsurların belirleyici olduğu ortaya

çıkmaktadır.

Delantiy’in Paul Valery' ve Tilly’ den nakledişine göre Avrupa Ortaçağ

boyunca, Paul Valery' nin yerinde tabiriyle, “Asya’nın bir yarımadası"

durumundadır. ve diğer coğrafyalara nazaran daha az bir nüfusa sahiptir. Kuzey

bölgeleri içine almadığı için, bugünkü büyüklüğünün üçte biri kadardır. 69

Bu dönemde Batı Avrupa, nüfus hareketleri ve Roma imparatorluğu'nun

çöküşünden kaynaklanan bir parçalanma sürecine girmesi nedeniyle Ortaçağ

Avrupa’sı, dükalıklar, Psikoposluklar, prenslikler ve kent devletlerini içine alan 500

civarında politik kurumdan oluşmaktadır.Batı Avrupa, Orient (Doğu) ile mukayese

edildiğinde de oldukça zayıftır. Ondördüncü yüzyılın başlarındaki "Kısa Buzul Çağı"

ve ardından meydana gelen 1347-50 Kara ölüm, nüfusun üçte birini yok ederek Batı

Avrupa’yı büyük, ölçüde zayıflatmıştır. 70

Aksine, Doğu Bizans ondördüncü yüzyılda bu felaketlerden çok az etkilenerek

büyüme sürecine girmiştir. Bunun ötesinde Avrupa, Müslümanların yayılmasına

66 Delanty, Avrupa’nın icadı, s. 46 67 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 36 68 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.37 69 Delanty, Avrupa’nın icadı s.50 70 Delanty, Avrupa’nın icadı s.50

55

karşı kendilerini savunabilecek askeri güç açısından da oldukça zayıf bir donanıma

sahiptir.71

Şarlman Đmparatorluğu'nun çöküşünün ardından hissedilen merkezi bir siyasi

otorite boşluğu pek çok küçük bağımsız Hristiyan krallığının doğmasına yol

açmıştır, Böylece Avrupa Antikite'nin yükünden kurtularak feodal üretim tarzına

geçebilmiş, ticaret belirmeye başlamıştır. Geniş insan kitlelerinin ölümüne yol açan

Kara Ölüm, Batı'da kapitalizmin doğuşunun önemli koşullarını sağlamıştır. 72

Feodalizmle güçlendirilen küçük bağımsız hristiyan krallıklar, ulus devletlerin

ortaya çıkmasına temel oluşturmuştur. En dikkate değer olan Normanlar tarafından

l066'da Đngiltere’nin fethinin akabinde Araplardan Palermo'nun alınışı ve 1091 'de

Sicilya’nın topraklarına katılışıyla Norman iktidarı’nın ortaya çıkışı, olmuştur.

Ayrıca bu güçlü hissediş, Doğu'ya karşı bir atak oluşturulmasına neden olmuştur.73

Bu dönemde Türkler Anadolu’ya girmiş ve Türk sıkıntısı başlamıştır. Aynı

zamanda Đslam düşünürleri antik yunan felsefesini katkılar yaparak yorumlayan

eserler çıkararak antik Yunan kültürünün ortadan kaybolmasını

engellemişlemektedir.

Onikinci yüzyılda Đspanya'nın yeniden fethi onüçüncü yüzyılın başlarında

Akdeniz’in beş yüzyıl aradan sonra, Hristiyan tüccarlar tarafından geri alınması gibi.

gelişmeler, Fransız uygarlığının büyümesi şeklinde Avrupa'nın genişlemesini

sağlamıştır. 74

Delanty’in Barlett’ten nakledişine göre, 1000 ve 1250 yılları arasında

feodalizme dayanan tüm yeni uygarlık modelleri batıda Đrlanda'ya, doğuda ise

Kudüs'e kadar tekbiçimli bir toplum şeklinde genişlemiştir. 75

Avrupa kimliği açısından önemli olan, coğrafi genişlemeden ziyade artan iç

homojenliktir. Hristiyan cemaati fikri, hem ortaçağ krallıkları için meşrulaştırıcı bir

mit olmuştur, aynı zamanda olmaması durumunda dil ve etnik gelenekler açısından

ayrılacak olan grupların kültürel birlikteliği için iyi bir ortam oluşturmuştur. Resmi

71 Delanty, Avrupa’nın icadı s.50 72 Delanty, Avrupa’nın icadı s.52 73 Delanty, Avrupa’nın icadı s.52 74 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.52 75 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.52

56

ayin ve merkezi olarak örgütlenmiş ve militan piskoposluk tarafından

güçlendirilmiş Avrupa, Müslüman Doğu’ya karşı yeni bir karşı-atak geliştirmiştir.

Sonuçta meydana gelen mücadele ideolojisi, Avrupa kimliğinin bütünleştirici bir

unsuru olmuştur. 76

Bu dönemde başlayan nitelik itibarıyle onyedinci yüzyıla kadar devam eden

Haçlı seferleri, etno-kültürel açıdan, homojenleştirici ve çekirdek unsur olarak

Avrupa kimliğinin oluşumunu şekillendirmiştir.77

Delantiy’in Balzaretti, Reuter ve Rubin’in den nakledişine göre, Ortaçağ

birliği esasında bir efsane olmasına rağmen yüksek ortaçağ veya erken yeni çağ

denen ortaçağın son kısmında Batı Avrupa’da birtakım gelişmeler yaşanmıştır.

Öncelikle Batıda şehir ve kırsal kesim arasındaki fark Doğu Avrupa'ya göre daha

belirgin hale gelmiştir. Ayrıca Batı Avrupa'daki şehirler Doğu Avrupa'daki şehirlere

göre daha özerktir özerk şehirlerin yükselişi tamamen Batı Avrupa'daki gelişmeye

bağlıdır.78 Delanty’nin Benevela, ve Weber'den naklen anlatımına göre, Avrupalı

şehrin en belirgin yönü kentsel nüfusun artışıdır.79

Bu dönemde Đngiltere ve Fransa arasında 1337 de başlayan Yüzyıl Savaşları

1453’te bu iki ülkenin birleşerek Batı Avrupa'da bir mega-blok oluşturmalarıyla

sonuçlanmıştır. Ondördüncü yüzyılın büyük bölümünde Avignon'da yaşayan

papalar arasında büyük bir bölünme yaşanmıştır. Ayrıca Latin karşıtı Katolik

düşüncesi Protestan Reformasyonuyla sonuçlanmıştır. Onaltıncı ve onyedinci

yüzyılda Avrupa sözcüğünün kullanımında görülen artışa rağmen kıta daha önce

olmadığı kadar bölünmüştür. 80

Delanty’in, Bartlett’den naklettiğine göre, Uluslararası dinsel emirlere ek

olarak, Roma Hukuku'ndaki yeniden canlanma, uluslararası ticaret ve üniversiteler

kültürel değişimde önemli rol oynamıştır. Avrupa üniversiteleri yeni oluşmaya

başlayan bir tür Avrupa düzeni olarak görülmüş; yeni mimari stiller Romantik,

76 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.53 77 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.53 78 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.64 79 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.64 80 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.66

57

Gotik Avrupa'ya değişik bir hava getirmiştir. Bu dönemde bir Avrupa birliğinden

söz edilecekse, siyasal Avrupa'dan ziyade kültürel Avrupa'dan bahsedilebilir.81

Hristiyan dünyası onuncu yüzyıldan itibaren Abbasi Hanedanlığı’nın

gerilemesi ile Đslam dünyasında ortaya çıkan krizi, Doğu’ya atak yapmak için fırsat

olarak değerlendirmek istemektedir. Bu sebeple bir haçlı seferi planlarken, Türklerin

Anadolu’ya girmesi ve Bizans imparatorluğu aleyhine genişlemeye başlaması haçlı

seferlerini hızlandırmıştır.

Avrupa’da ki bu bölünme ve yenilenme dönemi 1055 de kurulan Anadolu’ya

doğru genişleyen ve Sünni Đslam’a bağlı bir Türk devleti olan Selçukluların bir güç

merkezi oluşturduğu, onikinci yüzyıla kadar devam etmiştir. Selçukluların 1071

Malazgirt Savaşında Bizanslıları yenilgiye uğratması 400 yıl sürecek olan haçlı

seferlerini hızlandırmıştır. 82

Küçük Asya’nın büyük bir bölümü Bizans’ın elinden çıkmıştır. Bu nedenle

VII. Gregory onun halefi papa II.Urban’ın yardımını istemiştir. II. Urban 1095 de

Clermont’ da verdiği vaazın ardından birinci haçlı seferine çıkarak çağrıya cevap

vermiştir. Papa Urban’ın bu söylemi ile Hristiyanlıkla pozitif yönde özdeşleştirilen

bir Avrupa kimliğine ilk defa atıfta bulunduğu belirtilmektedir.83

"Haçlı seferi" 1094-1270 yılları arasında Avrupalı Katolik Hıristiyanların kutsal

toprakları ele geçirmek için yaptıkları savaşlar olarak tanımlansada Avrupa takip

eden yüzyıllarda din sapkınları ve Müslümanlara (Türklere) açılacak olan savaşları

bu şekilde adlandırmıştır. 84

Avrupa’nın kültürel birliğini sağlayan en önemli hadise Haçlı Savaşlarıdır.85

Đslamiyet ve Türkler sayesinde Hıristiyanlık çerçevesinde, Avrupa’nın farklı dile

sahip, farklı etnik kökenli toplumlarını kültürel anlamda bütünleştiren haçlı zihniyeti

ideolojisi ortaya çıkmıştır. Haçlı zihniyeti, Ortaçağ Avrupalıları’nda belli ölçüde bir

bütünlük hissi yaratarak yüzyıllarca sürecek bütünleşme söyleminin temelini atmıştır.

81 Delanty, Avrupa’nın icadı,s.66 82 Delanty, Avrupa’nın icadı s.53 83 Delanty, Avrupa’nın icadı s.53 84 Özlem Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığının Kökeni, Türk Korkusu, Đstanbul, Doğan Kitap, 4. Baskı, 2008, s.122 85 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 36

58

Haçlı savaşları Hristiyan aleminin kollektif hareketliliğidir. Bu hareket

Hristiyan aleminin Đslam’a yönelik karşı atağı, “kafire” karşı kutsal savaş olarak

Ortaçağ Avrupa’sına bir birliktelik kazandırmıştır. 86

Ortaçağınikinci yarısında Güneydoğu Avrupa'yı tehdit eden sadece

Müslümanlar değildir. 1054 yılındaki Hristiyan Ortodoks ve Latin Katolik

mezheplerinin ayrılması da büyük bir sorun teşkil etmektedir. Bu dinsel bölünme,

Doğu ve Batı'yı birbirinden ayıran bir sınır oluşturmuştur. Bölünmeden sonra Yunan

Ortodoks mezhebi, Latin Batı tarafından, Hristiyanlığa aykırı ve yabancı olan bir

mezhep olarak görülmektedir. 87

Latin ve Yunan Hristiyanlığı arasındaki bölünme daha sonra Protestanlık ve

Latin Katolik mezheplerinin oluşmasına neden oldu. Bu bölünmenin sonucunda

Doğu Avrupa'nın ve Batı Avrupa'nın kimliği, giderek artan ve derinleşen bir biçimde

günümüzde hala devam eden kültürel düşmanlık içinde ifade edilmeye başlandı.

1204 yılından sonra Ortodoksluk ve Latin Hristiyanlık arasındaki fark, Hristiyanlık

ve Đslam arasındaki fark kadar belirgindir. Avrupa'nın geleceğinin şekillenmesinde

Hristiyanlığın bölünmesi hayati bir önem taşımaktadır. 88

Sözkonusu dönem aynı zamanda Latin Batı’nın yeniden fetih yani

Müslümanların aldığı yerleri geri alma dönemidir. Leon ve Castille kralı VI.

Alfonso’nun 1084 de Toledo’yu Müslümanlardan alması Hristiyan aleminin büyük

zaferi olarak algılanmış yeni ve daha büyük Avrupa’nın ortaya çıkışının önemli

gelişmelerinden birisi sayılmıştır.89

Türkler tarafından kurulan Osmanlı imparatorluğu doğuda oldukça önemli bir

askeri güç haline gelmiştir. 1299 da Anadolu’nun kuzey batısında kurulan Türk

devleti gelecekteki imparatorluğun temeli olmuştur. 1354 de Çanakkale boğazından

Gelibolu’ya geçerek 1361 de Edirne’yi başkent yapmışlardır. 1389 da Kosova

meydan muhaberesi ile Sırplar bozguna uğratılmış, 1393 Sırpsındığı savaşı ile haçlı

ordularını bertaraf ederek boğazın her iki yakasına yerleşmiştir. 90

86 Delanty, Avrupa’nın icadı s.53. 87 Delanty, Avrupa’nın icadı ss.78-79 88 Delanty, Avrupa’nın icadı ss.78-79 89 Delanty, Avrupa’nın icadı s.53 90 Delanty, Avrupa’nın icadı s.56

59

Kara ölümle zayıflayan ve köylü ayaklanmaları ile istikrarını kaybeden Latin

batı ondördüncü yüzyılda Türklerin dirilişi karşısında çaresiz kalmıştır. Onbeşinci

yüzyılda balkanlarda Anadolu’da ve Egede tartışılmaz bir Osmanlı hükümranlığı söz

konusudur, 1453 de Sultan II. Mehmet’in Đstanbul’u fethi ve XI. Constantine’ in

ölümüyle Bizans imparatorluğu son bulmuştur.91

4.4. Modern Çağ Avrupa Kimliği

Ortaçağı sona erdirip yeniçağı başlatan Đstanbul’ un fethi, Avrupa

modernliğini şekillendiren en önemli olaylardan birisidir. Đstanbul’un alınışı ve

Bizans Đmparatorluğunun yıkılışı ile, onbirinci yüzyıldan itibaren Avrupa

tarafından tehdit olarak algılanan Türklerin tehlike ve tehdit olarak algılanışı

pekişmiştir.

Türkler’in Đstanbul’dan sonra küçük Asya’ da ki en son Hristiyan yerleşim

bölgesini de ele geçirmesi ile birlikte Latin batı, Avrupa topraklarının dörtte birini

işgal etmiş olan Türkler’le yakından tanışmıştır. Türkler’in askeri, siyasi bir tehdit

olmalarının yanı sıra, Hristiyanların büyük kitleler halinde Đslamiyet’i kabul

etmeleri de diğer bir tehlike kaynağıdır. 92

Osmanlı Đmparatorluğu’nun bir taraftan Batı’ya doğru ilerlemesi, diğer

yandan 1517 de Suriye ve Mısır’ı fethetmesi oradan Fas’a uzanması sonucu

Akdeniz’in güney ve doğu sahillerinde mutlak bir hakimiyet elde etmesi, Türklerin

batıya doğru ilerlemesinin devam etmesi ihtimali, Türklerin en yakın ve en etkili

tehdit olduğu ve tek tek bu tehlikenin ortadan kaldırılamayacağı fikrini uyandırmış,

bu fikir ortak düşmana karşı birlikte hareket etmeyi sağlayacak bir ortak kimlik

kurgulanmasını sağlamıştır. 93

Doğu Roma imparatorluğunun yıkılmasından sonra Avrupa coğrafyasının

Asya steplerinden ve Akdeniz ‘in güneyinden gelen saldırılara karşı savunmadan

yoksun kalması ve Türklerin, Güneydoğu Avrupa‘yı da içerecek şekilde Batıya

91 Delanty, Avrupa’nın icadı s.56 92 Delanty, Avrupa’nın icadı, s. 57. 93 Delanty, Avrupa’nın icadı, s. 57.

60

doğru genişleme niyetleri, Avrupa’nın birleşmesi ve dayanışması fikirlerinin

filizlenmesine neden olmuştur.94

Ortaçağın sonuna kadar Avrupa fikri, temel anlamda coğrafi bir ifadedir ve

batıdaki en baskın kimlik sistemi olan Hristiyanlık dünyasının güdümü altındadır.

Đstanbul'un Türkler tarafından 1453’de fethedilmesi ve 1492'den sonra Batı Avrupa

güçlerinin koloniler oluşturarak genişlemesi. Yani Avrupalı olmayan güçlerle

yüzleşme, Osmanlı yayılmasına karşı gösterilen direnç, Avrupa kavramını, Avrupa

kimliğinin kurgulanmasında odak haline getirmiştir. 95

Akdemir’in Owen Harries’den aktarışına göre “Siyasi anlamda batı” doğal

değil fakat büyük ölçüde yapay bir oluşumdur. Onu meydana getiren “doğunun

hayati ve açık tehdidinin mevcudiyetidir.” 96

Yurdusev’in verdiği örneklere göre, Lord Acton bunu “Modern tarih Osmanlı

fetihlerinin baskısıyla başlar” diye ifade ederken, Coles Osmanlı Đmparatorluğu’ nun

Avrupa da ki etkisi üzerine yapılan çalışmaların en kapsamlısı olan kitabını Lord

Acton’ un bu ifadesi üzerine bina etmiştir Yapp, Avrupa’nın genellikle olumsuzlanan

ve gelmiş geçmiş “öteki” lerinden en yakını en aşikarı ve en çok tehditkar olanının

on dördüncü yüzyıldan itibaren Osmanlı’ların temsil ettiği Müslüman yakın doğu

olduğunu belirtmiştir.97

Kula’a, Papa 16. Benediktus’un, Kardinal Ratzinger, ünvanında olduğu

dönemde, Yeni Çağın başlaması, "Avrupa kıtasının asıl doğuşunu", hem "kıtanın

özünü", hem de "coğrafi çerçevesi" ile ilgili "dönüşümü" biçimlendirmiştir. dediğini

ifade etmiştir.98

Delanty’in Hay ve Burke’den nakledişine göre Türklerin durdurulamayan

ilerlemesi ile bağlantılı olarak, Avrupa kelimesinin kullanım sıklığında fark edilir bir

artış olmuştur. Papa II. Pius geleneksel Hristiyan Dünyası (Christendom) kavramı

daha çok rağbet görmesine rağmen, Türk ilerleyişi bağlamında, Avrupa kelimesini de

94 Erhan Akdemir;Ekonominin Gölgesinde.., Gözardı Edilmiş “Kimlik” Sorunsalı Avrupa Tarihinde Türk Kimliği;(Ed.)Đrfan Kalaycı Avrupa Birliği Dersleri,Nobel Yayın Dağıtım,1. baskı Ocak 2006 s.284 95 Delanty, Avrupa’nın icadı, ss. 47-48 96 Akdemir, Ekonomi…, s.284 97 Yurdusev, Avrupa Kim.., s 61. 98 Kula, Avrupa Kim.., s. 96

61

sıklıkla kullanır olmuştur. Nihayet diplomasi dilinin ortak kullanım alanında da

benzer ifadelere rastlamak artık mümkün hale gelmiştir: "Ortak düşman, Hristiyan

cumhuriyeti, Hristiyan dünyası, Hırsitiyan dünyası eyaletleri" sık kullanılmaya

başlanan kavramlar olmuştur. 99

Delanty’in Yapp ve Barrcalough’dan nakledişine göre Türk tehdidi

bağlamında, “Türk aynasından” yansıyan “Avrupalılar “sıfatını da Hıristiyanlıkla

özdeşleştirilerek ilk kez kullanan, yine Papa II. Pius olmuştur. O’nun Avrupa

kavramsallaştırmasının sadece Latin Hristiyanlığının değil, Türk ilerleyişinin ifadesi

olduğu ve bu kavrama Yunanistan ve Balkanların yanı sıra Bizans'ı da dahil ettiği

belirtilir. 100

4.4.1.Denizaşırı keşifler

1453 yılında Türklerin Đstanbul'u ele geçirmesiyle doğu sınırının sabitlenmesi

ve fetihten sonra Türklerden gelen saldırıların kısa süre kesilmesi üzerine Latin-Batı,

batıya yönelmeye başlamış denizaşırı açılım ve keşifler çağı başlamıştır. Bu nedenle

Avrupa’nın yayılmasının, en önemli sebebinin Đslam’ı temsil eden Türklerin batıya

doğru yayılması olduğu söylenebilir.

Onbeşinci yüzyılın ikinci yarısı, Batı Avrupa için ondördüncü yüzyılda

başlayan gerilemeden kurtulma ve yeniden iyileşme dönemi olmuştur. Türklerle

yaşanan durgunluk dönemi denizaşırı fetihlere dönüşmüş, Bu durum Avrupa'nın

kurtuluşunun tek anlamı olmuştur.101

Đstanbul’un fethiyle başlayan bu yeni dönemde Avrupa kavramı, sadece coğrafi

bir alan ifadesi olmaktan çıkmış, "uygarlığa dayalı" değerler sistemiyle tanımlanan

bir Avrupa kimliğine dönüşmeye başlamıştır. Keşifler sonucu Yeni Dünya'nın

kazanımı, Batı’nın Müslüman "Doğu karşısında bozguna uğradığı dönemlere

nazaran, Avrupa üstünlüğü duygusunu büyük ölçüde güçlendirmiştir. Avrupa'nın

Atlantik'e doğru gelişen sömürgeleştirme akınlarında yeni bir mit yaratılmıştır. Bu da

Avrupa uygarlığı mitidir.102

99 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.58 100 Delanty, Avrupa’nın icadı, ss.58-59 101 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.68 102 Delanty, Avrupa’nın icadı, s 49

62

Avrupa’nın keşifler sonucu denizaşırı genişlemesi ve sömürgeleştirme hareketi,

Avrupa kimliğinin değerlerinin ve bileşenlerinin diğer ülkelere yayılmasını ve

Avrupa’nın küresel bir nüfuz sahibi olmasını sağladığı çok ifade edilen bir görüştür.

Oysa, keşifler sırasında henüz oluşturulmuş bir Avrupa kimliği yoktur. Dolayısıyla

Avrupa’ya ait değerlerde sözkonusu değildir. Belirtilen dönemde keşifleri

gerçekleştirenler her biri ulus kimliğine sahip olan ulus-devletlerdir. Yayılan bir değer

varsa keşfi yapan ulus devletlere ait değerlerdir. Bu gelişmeden sonra Avrupa

kendisinini medeni olarak, Sömürgeleştirme olayını da medeniyetleştirme olarak

tanımlamıştır.

Denizaşırı keşiflerin, başka başka dinler ve kültürlerle karşılaşma, farklı hayat

tarzları olduğunun tespit edilmesine neden olarak inançların zayıflamasına ve

laikleşmeye katkıda bulunduğu söylenebilir. Denizaşırı keşifler latincenin önemini

yitirmesine farklı yerel dillerin konuşulmasına ve farklı dillerde kitapların üretilmeye

başlanmasına neden olarak laikleşmeye katkıda bulunduğu söylenebilir.

Avrupa’nın denizaşırı yayılması ile ulus devletlerin doğuşu ve laikleşme süreçleri

karşılıklı bir etkileşim içindedir. Avrupa’nın denizaşırı genişlemesi, baştan itibaren

gerekli sermaye, teknik donanım ve kuvvete sahip olan ulus devletlerin kontrolü altında

olmuştur. Keşiflerle ve koloniler kurulması sonucu sömürgelerden gelen servet de ulus-

devletin daha güçlenmesini sağlamıştır. Aynı şekilde laikleşmeyle de bir etkileşim

vardır. Denizaşırı keşifler birden fazla farklı dinsel temelleri olan topluluklarla

ilişkilerin nasıl yürütüleceği sorununu gündeme getirmiş, Avrupalıların Hıristiyan

olmayanlarla anlaşmaları laik bir temelde daha kolay olacağından laikleşme süreci

hızlandırmıştır. 103

Şüphesiz Avrupa’nın denizaşırı genişlemesinde laikliğin kolaylaştırıcı

etkisinden bahsederken Hıristiyanlığında aynı süreçte önemli rolü olduğunun

belirtilmesi gerekir, en baştan Avrupa’nın deniz aşırı genişlemesinde din motifi ve

dinsel misyon ve misyonerler vardır, örneğin Portekizli kaşif denizci Henry haçlı ve

tarikat üyesidir. Kilise ve bürokrasi belirledikleri propaganda, antipropağanda, hedef

gösterme, yön belirleme suretiyle Avrupa’nın yaratılmasında en etkili kesim

103 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss. 43- 44,

63

olmuşlardır. koloniciliği tavsiye eden de yine papalardır, Avrupa da çatışan laiklik ve

Hıristiyanlık, deniz aşırı ülkelerde aynı saftadır, 104

Yurdusev’e göre, Hıristiyanlığın merkezi rolünü yitirmesi ve Avrupa’nın kendisini

kültürel ve sosyo-politik bir kavram olarak yerleştirebilmesi ve Hıristiyanlığın sağladığı

duygusal ve kültürel bağı Avrupa’nın sağlayabilmesi için, Avrupa’nın Hristiyanlık kadar

etkili, birleştirici olan bir anlam ifade etmesi, Avrupa kavramının içinin doldurulması

gerekmiştir. Diğer bir deyişle, Avrupa’nın onu, diğer toplumlardan ayrılan özelliği

vurgulanmak gerekmiş; işte bunun için medeniyet uygarlık düşüncesi bulunmuştur.

Avrupalılar kendilerini diğer toplumlardan ‘medeni olmak’la ayırmıştır. 105

1492 yılı, sembolik olarak Avrupa kimliği için önemli noktalardan biridir.

Sözkonusu yılda yeniden fetih hareketi tamamlanmış deniz aşırı keşifler başlamıştır.

1072’de Normanların Palermoyu almasıyla başlamış olan yeniden fetih hareketi,

1492’de Müslümanların Batı'daki son güçlü tutanağı olan Granada'nın geri alınması ve

Arapların Đber yarımadasından çıkarılmasıyla sonuçlanmıştır. 106

Müslümanların tehdit olmaktan çıkması ile artık Avrupa açısından Hristiyan

alemini “üniversitas christiana”yı tehdit eden kafir bir din olarak görülen

Đslamiyet’in tek temsilcisi de Türklerdir. Bu tarihten önce Hristiyan dünyasının

düşmanları Müslümanlar ve Türkler iken şimdi tek ve ezeli düşman, her iki

düşmanlık unsurunu temsil eder şekilde Türklerdir. Artık oluşturucu bir öteki olma

özelliği daha da kuvvetlenmiştir.107

Avrupa kavramı on beşinci ve on sekizinci yüzyıllar arasında gerçekleşen

karmaşık, çok aşamalı, entelektüel bir dönüşüm süreci sonrasında Hristiyanlık

kavramının yerini alabilmiştir.

Bu sürecin ilk adımı, Rönesans ile atılmıştır. Rönesans içerisinde hümanizm de

bulunmaktadır. Diğer önemli duraklar Reformasyon ve Aydınlanma olarak ifade

edilmektedir.

Rönesans,”insanın yeniden uyanışı” Reformasyon, ”dinde yeniden biçimleniş”

olarak değerlendirilmektedir.

104 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 44 105 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss. 44-45 106 Delanty, Avrupa’nın icadı,,s.66 Soykut, Papalık.., .s.81 107 Delanty, Avrupa’nın icadı,,s.66 Soykut, Papalık.., .s.81

64

4.4.2.Rönesans

Koray, Rönesans’ın dinin azalan otoritesi, insanın keşfi ve bilimin din

karşısında özerkleşmesi olarak tanımlanabileceğini belirtmiştir. 108

Ortaçağ boyunca Avrupa’da insanın günahkar doğduğu, doğanın ve doğallığın

ahlaksızlık olduğu nitelenecek kadar bağnaz bir inanç sistemi bulunduğu, kilise ve

Papa’nın her şeyin üstündeki tek otorite olduğu belirtilmektedir. 109

Kilisenin, dünya nimetlerini insanlara yasaklayan söylemine karşın artan

zenginliği ve bu zenginliğin kötüye kullanımının kiliseye olan bağlılığı zayıflatması,

Haçlı seferleri başta olmak üzere başka dinlerle ve başka kültürlerle kurulan

temasların Katolik inancının sorgulanmasına yol açması, özellikle Đslam

filozoflarının yeniden yorumlayıp yeni değerler katarak kaybolmasını engelledikleri

ve yararlanmaya sundukları Yunan felsefesini öğrenen on üçüncü yüzyıl din

adamlarının bundan etkilenerek dinin yalnız inanç değil akıl yoluyla da

algılanmasının mümkün olduğunu tespit etmeleri üzerine, din karşısına insan aklının,

önceden her şeyin belirlendiği determinist ve kaderci bir anlayışın karşısına özgür

iradenin konulmasının Rönesansı hazırlamış olduğu belirtilmektedir. 110

Kilisenin toplanan Türk vergilerine rağmen Türklere karşı etkili bir girişiminin

olmaması, Türklerle karşılaşma sonrasında anlatılanların aksine Đslam dinin

hoşgörüsünün ve aklı esas aldığının görülmesi kilise ve dinin sorulanmasına sebep

olarak Rönesans ve Reformasyon oluşumunda etkili olmuştur.

Modern bilimin ve felsefi düşüncelerin ortaya çıkışında kuşkusuz matbaanın

bulunuşu da büyük bir role sahiptir. Koray, Attali’den, naklen Avrupa'da daha 1440

lı yılların ortalarında matbaanın bulunduğunu ve Avrupa'nın bu dönemde basılı ki-

tapla tanıştığını, 1480'de Avrupa'da yüzden fazla matbaa bulunduğunu 1491'de ise

236 Avrupa kentinde matbaa bulunduğunu ifade etmiştir. 111

Avrupa’da keşifler çağının başladığı dönemde Rönesans akımıda devam

etmektedir. Rönesans akımının ortaya çıkmasında Türk tehdidinin önemli rolü

olmuştur. Çünkü, bu akım ile büyük çoğunluğu papalardan oluşan Hümanist yazar

108 Meryem Koray, Avrupa Toplum Modeli, Đmge Kitabevi 2. Baskı, Ankara, 2005 s. 37 109 Koray, Avrupa Top.., ss. 36-37 110 Koray, Avrupa Top.., ss. 36-37 111 Koray, Avrupa Top.., s.37

65

ve düşünürler tarafından Türk tehdidine karşı Avrupa’da Hristiyanlık kökenli bir

birlikteliğe kaynak oluşturmak üzere Yunan mitolojisi ve Roma uygarlığını

Hristiyanlıkla bağlantılandırarak Avrupa halkları için ortak bir tarih ve ortak

gelenekler yaratılmaya çalışılmıştır.

Onbeşinci yüzyıl Đtalyan sanatı ve edebiyatı ve onaltıncı yüzyıl Kuzey Avrupa

Rönesans'ı yeni ve kalıcı bir Avrupa kimliği duygusuna geçişi şekillendirmiştir. 112

Đtalya'da yaşanan Rönesans kendine özgü nitelikler taşırken, Đtalya dışındaki

Avrupa'da Rönesans reformla karışık bir biçimde gerçekleşmiştir.

Kula, Antik Çağdan, Orta Çağın sonlarına kadar Avrupa'nın Helen kültür

birikimi ile doğrudan bir bağı olmamasına rağmen, Rönesans döneminde Antik

Yunan kültür birikiminin kesintisiz bir biçimde Avrupa kültürüne kaynaklık ettiğini

vurgulamak amacıyla, Đtalya'da "bilimsel, edebi ve sanatsal temelleri yönünden

ayrılmaz bir biçimde Hellenizm bağlantılı bir Roma kültürü" oluş(tu)rulduğunu

belirtmektedir. 113

Rönesans döneminde sözkonusu akımının da katkısıyla Helen kültürü Alman

felsefe ve edebiyat tarihinde de güncelleştirilmiştir. Rönesans etkinliklerinin yol

açtığı aşırı coşkulanmanın bir sonucu olarak Antik Yunan ya da Helen kültür

birikimi, kutsama ölçüsünde ülküselleştirilmiştir.114

Soykut, Rönesans Hümanizminin zannedildiği gibi “seküler” ve “aydın” bir

Avrupa temsil etmediğini, Ortaçağ karanlığını ve bağnazlığını yıktığı düşünülen

Rönesans’ın, esasında Greko-Romen Antikiteyle Hristiyanlığı bağdaştırıp onu meşru

kılmaya çalışan, teolojik olarak da Ortaçağ’dakinden çok daha bağnaz bir kilise

ortaya çıkmasına neden olan bir akım olduğunu, bu bağnazlığın hem Kotolik’ler hem

de Protestanlar için geçerli olduğunu belirtmiştir. Buna örnek olarak cadı yakma

olayının zannedildiğinin aksine ortaçağ’da değil onaltıncı yüzyılda hümanizm

sonrasında gerçekleşmesini göstermiştir.115

1492’de Müslümanların Đber yarımadasından çıkarılması sonrasında

Yahudiler’in Đspanya'dan çıkartılması, Müslümanların zorla Hristiyanlaştırılması ve

112 Delanty; Avrupa’nın icadı, s.95 113 Kula Avrupa Kim.., ss. 53-54 114 Kula Avrupa Kim.., ss. 53-54 115 Soykut,Papalık.., s.56

66

Hristiyanlaştırılan bu Müslümanların daha sonra ispanya'dan atılması sırasında ortaya

çıkan Avrupa'da saf kan öğretisi, sonraki çağlarda Avrupalı ırkçılığını ve etnik

temizlenmeyi meşrulaştırmak için bir öz olarak kullanılmıştır. Camilerin yıkılması,

kütüphanelerin yakılması ve onbeşinci yüzyılın sonlarında kurulan sorgulama

kurumları Batı’nın bir Hristiyan çoğunluk olarak homojenleşmesini sağlamıştır.

Sözkonusu dönemde, azınlıkları bastırma ve onlara eziyet etme modernleşen

Avrupa'nın bir parçası haline gelmiştir. Reformasyon ile meydana gelen Latin

Hristiyan dünyasındaki bölünmelerin, Yahudiler ve kadınlar gibi alt sınıfa mensup

insanlara karşı yöneltildiği söylenilebilir. Bu durum reformların ve karşıt reformların

en yoğun olduğu zamanda meydana gelen Yahudilerin Orta Avrupa'dan göçünü ve

artan cadı avlarını açıklamaktadır.116

Kula, Ortaçağdan Yeni Çağa geçiş döneminin felsefi anlamda adlandırılması

olan Rönesans ve bireyin özerkleşmesini kolaylaştıran hümanizm döneminin, Antik

Yunan kültür ve felsefe birikiminin yeniden bulgulanması kapsamında Avrupa'nın

bütünleşmesine ve özdeşliğinin, kültürel kimliğinin belirginleşmesine kalıcı bir boyut

kattığını belirtmiştir. 117

Kula’ya göre, Rönesans döneminde Antik Yunan kültür birikiminin,

Avrupalılarca yeniden bulgulandıktan sonra, eğitim-öğretim kurumları yoluyla

aktarılması ve yüzyıllar süren bilişsel-felsefi irdeleşme, Antik Yunan kültürünün,

Avrupa kültürünün, dolayısıyla da Avrupalılığın ölçütlerinden birine dönüşmesini

sağlamıştır. Antik Yunan kültürünün, kalıcılaşmasındaki en önemli etken, söz

konusu birikimin eğitim-öğretim sistemine konularak kurumsallaştırılmasıdır.118

Avrupalılık ölçütünü oluşturan Helen kültür geleneğinin Avrupa kültürüyle

bağlantılandırılmasında bazı Đslam düşünürleri önemli bir işlev görmüşlerdir.

Onikinci ve onbeşinci yüzyıllar arasında Đslam kültür çevresinde yaratılan

"eleştirel düşünce ve eleştirel akıl" temelinde gelişen, Antik Yunan felsefe birikimine

insancıl ve özgürlükçü bir içerik kazandırarak, onu "tüm-tanrıcılık"(panteizm)

düzeyine yükselten kazanımlar sağlanmıştır. 119

116 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.67 117 Kula, Avrupa Kim.., ss. 173-174 118 Kula, Avrupa Kim.., ss. 173-174 119 Kula, Avrupa Kim.., s. 98

67

Kula’nın verdiği örneklere göre Antik Yunan düşün birikimini güncelleştiren,

ona özgürlükçü ve insancıl bir öz katan Đslam düşünürlerinin başında Batıda

"Averro" olarak bilinen Đbni Rüşt gelir. Đbni Rüşt bu özelliğiyle Avrupa'nın kendi

kültürel kimliğinin başlıca kaynaklarından biri olarak değerlendirdiği Antik dönem

Helen düşünce birikimini güncelleştirmek suretiyle, Avrupa kimliğinin sürekliliğine

katkıda bulunmuştur.

Onaltıncı yüzyılın ilk yarısında dönemin en önemli düşünürü olarak kabul

edilen Erasmus von Rotterdam da “Teolojik Yöntem Öğretisi” adlı yapıtında

Averro'nun Helen kültür birikimini Avrupa'ya aktararak, Avrupa'da akılcılaşma ve

Avrupa kimliğinin sürekliliğine kalıcı katkı yaptığını vurgular. 120

Bu konuda Đbni Rüşt’ün tek örnek olmadığını belirten Kula, varlığın

özerkleşmesine yaptığı katkıdan dolayı Đbni Haldun, Sekülerleşmenin ve

modernleşmenin temel kavramlarından biri olan erkler ayrılığı düşüncesini cesaretle

geliştiren bu düşünsel akım, mantık yorumcusu El Kendi, Aristoteles'in "Organon"

adlı yapıtının yorumcusu El Farabi, Buharalı Aristoteles yorumcusu Batıdaki adı

Avicanne olan Đbni Sina, mantık ve metafizik alanında El Gazali gibi düşünürler

bütün Orta Çağ ve Erken Yeni Çağ boyunca Batı düşün yaşamını kalıcı biçimde

etkilemişlerdir. Dolayısıyla, sekülerleşme ve Aydınlanma, ne tek bir dine, ne de tek

bir kültür çevresine özgü sayılamaz demiştir. 121

Kula’nın aktarışına göre, Hegel, Batının Đslam düşünürleri üzerinden

Aristoteles'i, dolayısıyla da Antik Yunan felsefe geleneğini tanıma olanağı

bulduğunu belirterek sözkonusu islam düşünürleri hakkında, "Batı dünyası için

kaynak oluşturmuştur." dediğini belirtmiştir.122

Milliyetçiliğin henüz etkisini tam olarak yansıtamadığı bu çağda, Rönesans

kültürü, Avrupa çapında, fikirlerin ve tarzların birleşmesini mümkün kılmıştır.

Ancak Reformasyon henüz gerçekleşmemiş olduğundan, tamamen seküler bir kimlik

oluşamamıştır. 123

120 Kula Avrupa Kim.., ss. 99-174 121 Kula Avrupa Kim.., ss. 99-174 122 Kula Avrupa Kim.., s. 54 123 Delanty, Avrupa’nın icadı, s. 96

68

4.4.3.Reformasyon

Reformasyon, kiliseye başkaldırı niteliğinde olan ve Protestanlık adını alan bir

dinsel akımla bütünleşmektedir. Bu akımın başarılı olmasında, hem Hıristiyanlığı

bozulmuş unsurlardan temizleme ihtiyacı duyan ve kilisenin kendi içinden gelenlerin

varlığı, hem de Papa'nın mutlak otoritesinden kurtulmak isteyen kralların bu tür

reform hareketlerini destekleme eğilimi rol oynamıştır. Bu nedenle Protestanlık,

başından itibaren din ve dünya işlerinin ayrılması ve kralın kilisenin başı sayılması

gibi düşünceleri bulunmaktadır. 124

Reformasyon, Hıristiyanlık aleminin bütünlüğü düşüncesini yıkmış; ulusal

kiliselerin doğuşunu ve dünyevi iktidarların Katolik kilisesinin baskısından

kurtulmalarını sağlamıştır. Birçok savaşa yol açmış olsada ortaya çıkardığı farklı

mezhepler ve neden olduğu hoşgörü ile din ve inanç özgürlüğünün, laikliğin varlık

kazanmasında önemli rol oynamıştır. Reformasyon, Rönesans ve Aydınlanma akıl ve

bilimin toplumsal alanda ele geçirdiği ağırlıkla dinsel unsurların Avrupa kimliğinde

yüzyıllardır varolan hakimiyetini zayıflatmış; kapitalizmin ve laikleşmenin

katkılarıyla ulus devletler ve ulusal kimlikler ortaya çıkmıştır. 125

Reformasyon hareketi, evrensel Hristiyan düzeni kavramı yerine laik Avrupa

kavramının doğması için bir alan yaratmıştır. 1648'de Hristiyan Dünyası, birbiriyle

rekabet halinde olan, Roma Katolikliği, Anglikanizm, Luthercilik, Kalvinizm gibi,

Hristiyanlığın farklı şekilleri arasında bölünmüş Reformasyondan sonra Hristiyan

Dünyası'nın birleştirici vizyonu sona ermiş Hristiyan birliği, şiddetli bir biçimde

zayıflamıştır. Avrupa kelimesi Hristiyan Dünyası kavramının yerine kullanılmaya

başlanmıştır. Fakat yinede, Hristiyanlık önemsiz hale gelmemiş sadece

belirleyiciliğini yitirmiştir. 126

Reformasyon ve din savaşları, sonrasında Hristiyan Dünyası (Christendom)

kavramının birleştirici özelliğinin düşüşe geçtiği bir dönemde, Avrupa kavramı, bu

kavramının laikleştirilmiş bir versiyonu olarak ortaya çıkmıştır Reformasyon

sonrasında Hristiyanlık Avrupa devletler sisteminin kimliği olmaktan çıkmış

124 Koray, Avrupa Top.., s.38 125 F.H.Burak Erdenir, Avrupa Kimliği, Pan Milliyetçilikten Post Milliyetçiliğe, Ankara, Ümit Yayıncılık 2. Baskı, 2006, s.62 126 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.96

69

ve rasyonelleşmiş şekilde varlığını sürdüren tamamen dini bir değerler

sistemi haline gelmiştir. 127

“Hristiyanlık, Ortaçağ da Avrupa kimliğinin neredeyse kendisiyken modern

dönemde sadece unsurlarından birisi haline gelmiştir.”128

Osmanlı Đmparatorluğu kilisenin gücünün zayıflamasına, Reformasyon sürecine

de önemli katkıda bulunmuştur. Zira Osmanlı Đmparatorluğu Protestan reformunu

destekleyerek ulusal kiliselerin yolunun açılmasında önemli rol oynadığı gibi feodal

otoritelere karşı merkezi otoriteleri destekleyerek ulus-devletlerin kurulmasında

önemli rol oynamıştır.

Bu konuda Yurdusev, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Katoliklere karşı

Protestanları desteklediğini belirtmiştir. Aynı konuda Soykut, Osmanlı

Đmparatoluğu’nun Macaristan ve Transilvanya'daki Protestanları Katoliklere karşı

desteklemeyi her zaman genel bir siyaset olarak benimsediğini ve Protestanlığın

Habsburg Devleti'nde yerleşmesinde temel bir rol oynadığını ifade etmiştir.129

Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Avrupa’da Ortaçağ Papalık baskısını kıran

Protestanlığı ve Calvinistleri mektup ve ajanları ile teşvik ettiğini ve koruduğunu

belirtmiştir.130 Osmanlı Đmparatorluğu’nun, Kalvininistlere yönelik 1572 Saint-

Barthelemy katliamı üzerine ticari ambargo tehdidinde bulunması bu desteği

göstermektedir.131

“Almanya’da reformasyon dönemi ile Türk tehdidi kavramları birbirleriyle

doğrudan ilişkilidir.”132

Osmanlı Đmparatorluğu Protestanları desteklerken, Potestan din adamları

Türklerin güç kazanmasını zaferler elde etmesini, katolik kilisesinin bir zaafı olarak

açıklamışlar, ve reform istekleri sırasında papaya karşı kullanmışlardır. Türklere

127 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.97 128 Yurdusev, Avrupa Kim.., ,s 38. 129 Soykut,Papalık.., s.136 Yurdusev,s.62 130 Halil Đnalcık, Doğu Batı Makaleler II, Doğu Batı Yayınları,Ankara,2008, ss.249-250 131 Đnalcık, Doğu Batı II s.220 132 Leyla Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru 16.Yüzyılda Almanlar’ın.Türklerden Korunmak Đçin Yazdığı Dualar, Đstanbul, Yeditepe Yayınevi 2009, ss. 101-102

70

karşı duaların ve diğer kilise propagandalarının yayılması da Protestanların

matbaacılıktan yoğun şekilde faydalanmasından kaynaklanmıştır.133

Kiliseyi dini sorgulayarak protesto ederek yeni bir mezhep kurmaya çalışan,

Protestanlığın temsilcileri Türklerin "işkenceleri" ile düşman olan Papalık arasında

bir ilişki kurmuşlardır. Onlara göre Batı Dünyası tarafından olağanüstü tehdit olarak

algılanan Türklere karşı neredeyse hiçbir atakta bulunulmamıştır. Batı Dünyasının

iktidar sahibi güçleri düşmana karşı oldukça hantal davransalar bile kilisenin manevi

anlamda düşmana karşı donanım sağlaması gerekirken bunu yapmamıştır. 134

Sonuç olarak Osmanlı Đmparatorluğu’nun Reformist’leri açıkça desteklemesi

yanında Refom talepleri Türkler’e karşı başarısızlık gerekçe gösterilerek

yapılmıştır. Bu durumda Reformların’da gerçekleşmesinde en büyük “rol”ün

Türklere ait olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Reformasyon Avrupa'yı, Protestan Kuzey ve Katolik Güney arasında

bölerken, Hristiyanlık kültürel kimliğin ana kaynağı olma konumunu sürdürmüştür.

Batı Avrupa'da Roma Katolikliği ve Protestan bölgeleri arasındaki bölünmelerin,

Latin Hristiyanlığını Yunan Hristiyanlığından ayıran uçurum kadar büyük

değildir.135

Karşı reformasyon döneminde katolik inancının savunucuları, sürekli olarak

yaklaşan Türklerin, Tanrı tarafindan verilmiş bir ceza olduklarını savunmaktadırlar.

Bu cezanın ise Tanrı tarafından kilisedeki günah dolu yeniliklerden dolayı verilmiş

olduğuna" dikkat çekilmektedir. Ancak bu yeniliklerin ciddiyetle yok edilmesi bu

gidişata engel olabilecektir136

Avrupa’nın reformasyon ve karşı reformasyon olarak ikiye ayrılmasının

ardından Kuzeybatı, yavaş yavaş sınırlandırılmış ve hesap veren hükümetlere doğru

gitmiş, Mirasla devralınan konumlar yerini ticaret ve üretime dayalı olanlara

bırakmıştır Askeri onur, politik egemenlik, genelleştirilmiş bir bireycilik ve düşünce

özgürlüğü önem kazanmıştır.137

133 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru..,ss. 101-102 134 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 102 135 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.97 136 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 102 137 Gellner, Milliyetçliğe.., s. 217

71

Onyedinci yüzyılda vuku bulan din savaşlarına rağmen, Kuzey ve Güney

Avrupa, bütün olarak Doğu ve Batı Avrupa ile kıyaslandığında, zaten daha yakın

olan birbirine bağlılık derecesini korumuştur. Bunun ötesinde, Latin Hristiyanlığı,

Katolik ve Protestan olarak 1571 Đnebahtı (Lepanto) sonrası önemini gittikçe yitiren

Türk tehdidine karşı da birliğini korumaya devam etmiştir. 138

Protestan-Katolik ayrımının diğer bir deyişle Kuzey-Güney ayrımının daha

fazla derinleşmemesinin sebebi o sırada kuvvetle hissedilen Türk tehdidir. “Din

savaşları” “otuz yıl savaşları” denen bu savaşların sona erdirilmesindeki en önemli

sebep, Türklere karşı birlikte savaşma birlikte hareket etme amacıdır.

Laikleşme çağın gerçekleşmesi en uzun süren gelişmelerinden biridir. Zira

Papalık dışında ulusal kiliselerin kurulması ve değişik akımların kendini kabul

ettirmesi kolay olmamıştır. 1618-48 Otuz Yıl Savaşı, 1640' lardaki Đngiliz Đç Savaşı,

1688 Devrimi Avrupa'nın uzun laikleşme sürecini şekillendiren büyük

olaylardandır.139

1618-1648 yılları arasında gerçekleşen "Otuz Yıl Savaşları" dinsel-mezhepsel

özellikler ve karşıtlıklar taşımakla birlikte, özünde "Avrupa üzerinde egemenlik

kurma" savaşıdır ve bu savaşlar sonunda giderek, "evrensel Hıristiyanlık" düşüncesi

yerini "Avrupa devletler sistemine" bırakmıştır. 140

Koray’ın Russel'dan naklen anlatışına göre, din savaşlarından duyulan bıkkınlık

dinsel hoşgörüye olan inancın gelişmesine yol açmış ve bu hoşgörü on sekizinci ve

on dokuzuncu yüzyıllardaki liberalizme dönüşen eylemin kaynaklarından da birisi

olmuştur.141

Reformasyon döneminde oluştuğu belirtilen hoşgörü insanların savaştan

bıkmaları nedeniyle oluşan, zorunlu bir hoşgörüdür. Reform talebiyle birlikte

açıklanan bir hoşgörü değildir.

Kültürel ve felsefi bakımdan anılan dönemde Orta Çağ, Rönesans ve

Reformasyonun izleri birbirine karışmıştır. Tarihsel dönüşüm, diyalektik gereği,

çoğunlukla düz bir çizgi izlemediğinden, söz konusu karışım içerisinde Hıristiyanlığı

138 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.97 139 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.97 140 Kula, Avrupa Kim.., ss. 202-203 141 Koray, Avrupa Top.., s.38

72

ikiye bölen Reformasyona tepki olarak "Karşı Reformasyonun" belirtileri de

oluşmuştur.142

Delanty; Luther, Calvin ve Loyola gibi, Reformasyonun ve Karşı-

Reformasyonun büyük temsilcilerinin Avrupa kelimesini nadiren kullandıklarını,

Karşı-Reformasyonun Hristiyanlığın yeniden tek etkin kimlik haline getirilmeye

çalışılması olduğunu belirtmiştir.143

Felsefe ve kimlik alanında yeniden doğuş anlamında Rönesans'ın 1560’ larda

sona ermesinden sonra onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında, onyedinci yüzyılın

başlarına kadar Avrupa'nın kültürel-felsefi durumunu ve gidişini belirleyen iki temel

güç Đspanya ve Fransa olmuştur. 144

Bu iki Avrupa gücünden Avrupa devletler sisteminde belirleyici olan ve "Karşı

Reformasyonu" simgeleyen Katolik Đspanya, Avusturya-Habsburg yönetimini yanına

alarak, Katolikliğin de baskınlaşmasının bir sonucu olarak Avrupa'nın kaderini daha

yoğun biçimde belirlemeye başlamıştır. Bu belirleyicilik 1585 yılına Đngiltere’nin

Đspanya'nın karşıtı olarak Avrupa'daki gelişmelerde söz sahibi olmaya başlamasına

kadar devam etmiştir. 145

Bu iki devlet, öz çıkarlarını korumak ve genişletmek amacıyla, yirminci

yüzyıla kadar süren uzun bir egemenlik ve güç savaşına girmiştir. Đspanya ve

Đngiltere arasında bu uzun ve yıpratıcı savaş boyunca, Rönesans'ı özümseyerek onu

Güney sufizmiyle bütünleştiren Fransa 1600-1650 yılları arasında özellikle felsefe ve

bilim alanlarında sağduyu ve akılcılığı yoğunlaştırmıştır.146

Bu ülke aynı zamanda devlet oluşturma sürecinde mutlakiyetçilik ve

merkeziyetçiliği antik dönemden kökenlenen "klasik felsefe" ile bütünleştirmeyi

başarmıştır. “Devlet akılcılığı ya da akılcı devlet” olarak adlandırılan bu anlayışı

geliştiren Fransa'nın laik yönü daha da belirginleşmiştir. 147

Onyedinci yüzyılın özellikle ilk yarısı Avrupa'da bütün güçlerin ve devletlerin

ya bir birliktelik içerisinde yada tek tek birbiriyle savaştıkları bir dönemdir. Bu

142 Kula Avrupa Kim.., s. 201 143 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.97 144 Kula, Avrupa Kim.., s.201- 202 145 Kula, Avrupa Kim.., s.201- 202 146 Kula, Avrupa Kim.., s.201- 202 147 Kula,Avrupa Kim.., s. 203

73

savaşlarda dinsel-mezhepsel örtü altında çıkar ve egemenlik amacı güdülür. Bunun

yanı sıra bu savaşlar aynı zamanda “siyasal ilkeler” savaşıdır. Söz konusu siyasal

ilkeleri belirleyen başlıca güç ise, Protestanların önderi konumunda olan ve “Avrupa

politikası yüzyılını” başlatan Fransa'dır. Đspanya-Habsburg birlikteliği ulaşılan

noktada artık geçmişi ve gericiliği temsil ederken, Fransa geleceği ve ilerlemeyi

simgeler. Fransa, ulusal ve çağdaş devletinin çekirdeğini oluşturan devlet

yapılanması sürecinde devlet ve kilisenin çıkarlarının çatıştığı “tek Avrupa gücüdür.”

Devlet ve kilisenin çıkarlarının çatışması sürecinde giderek daha yoğun bir biçimde

laiklik doğrultusunda dönüşen “devlet” üstün gelmiştir. 148

“Hristiyanlık ve hümanizm arasındaki çözümlenmemiş gerilim yüzyıllar

boyunca Avrupa kimliğini şekillendirmiştir. Hristiyan hümanist insan miti, tarihin

kurtarıcı felsefe vizyonu ve yeni burjuva değer sisteminin uygarlaştırıcı karakteri,

kendisini Hristiyan mirasıyla uzlaştıracak Avrupa kimliğinin temelini oluşturdu.” 149

“Modern Avrupa uygarlığının evrensel antropolojik değerleri, din savaşlarından

sonra, daha güçlü bir biçimde yeniden dirilen dinde kökenlerini buldu. Avrupa 1648

tarihine gelindiğinde, gerçeğin evrenselliğine, insanlığın temel birliğine ve tarihin

kurtarıcı fikrine inanmaya başladı.” 150

4.4.4. Aydınlanma

Avrupa kimliği onsekizinci yüzyılda Aydınlanma ile kuvvet kazanmıştır.

Artık kilise ve devlet ortak yaşam birliği olarak değil, ayrı alanlar olarak

görülecektir. Çağın akılcılığı ve araştırmacı ruhu tam ifadesini, devletin ve kilisenin

tamamen farklı roller üstlendiği farklılaşmış bir toplumun oluşmasında bulmuştur. 151

Koray’ın West’den nakledişine göre Kant için Aydmlanma’nın anlamı, ”birey

için bir bağımlılıktan kurtulma süreci veya insanın, gücünü kendine zorla kabul

ettiren çocukluktan çıkışı”dır. 152

Bu dönemi simgeleyen kavram "aklın ışığı" dır. sözkonusu dönemde Felsefi

anlamda insanın önemi ve özgürlüğü kadar, kendi kaderinden sorumlu olmasını da

148 Kula,Avrupa Kim.., s. 203 149 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.99 150 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.99 151 Delanty, Avrupa’nın icadı, ss.100-101 152 Koray, Avrupa Top.., s.53

74

öne çıkaran düşünceler, ortaya çıkmıştır. Bu düşünceler 1789 Fransız Devrimi’ne yol

açmıştır.

Koray’ın Hof ve West’den nakledişine göre, “Đnsanlık tarihi, artık dünyanın

sonuna ve mahşer gününe giden bir yol olarak değil, gittikçe gelişen bir varoluş

içinde ilkel başlangıçların yavaş yavaş ilerleyişi olarak görülmektedir”

Daha sonra Hegel tarafından formüle edilen şekilde, “artık “dünya tarihi

özgürlük bilincinin gelişimi” olarak düşünülmeye başlanmaktadır Aydınlanma ile

birlikte yalnız dinsel otoritelerin değil, artık dünyevi otoritelerin de mutlaklığına son

verilmesinin işaretleri ortaya çıkmaktadır.“ 153

Aklın özgürleşleştirilmesi olarak tanımlanan aydınlanma sürecinde “eleştirel

akıl” ve onun doğal bir sonucu olan “bilim” ortaya çıkmıştır. Kula, bu görüşün

önemli kuramcılarından biri olduğunu belittiği yirminci yüzyıl Alman

düşünürlerinden Hans Georg Gadamer’in “Avrupa'nın Mirası” adlı yapıtında “bilim,

tarihsel varlığı ve oluşumu sürecinde Avrupa'ya biçim kazandırmıştır.” saptamasına

yer verdiğini belirtmiştir. 154

Aydınlanma, Kültürün merkezi olarak Rönesans dönemi Avrupa fikri,

güncellik kazanmasına neden olmuş ve Avrupa politik düzeninin yeni ütopyacı

vizyonunun temelini oluşturmasını sağlamış olmasına rağmen, Aydınlanmanın

evrenselliği tek başına güçlü bir Avrupalılık duygusu ortaya çıkaramamıştır.

4.4.5. Ulus-Devletler

Modern dönem Avrupa’sında ortak toplumsal kimliklerin en belirgini ulus-

devlettir. Onbeşinci ve onaltıncı yüzyıllardan itibaren Batı Avrupa’da gelişen ve

ondokuzuncu yüzyılda bütün Avrupa’yı kapsayan ulus-devlet olgusu ve ulusal

kimlik, ortak kimlik bilincini oluşturmada dinin daha önceki önceliğini ortadan

kaldırarak toplumsal kimliklerin en belirleyicisi olmuştur. 155

Ulus-devletlerin yükselişi bir yandan bütünleşme diğer yandan da çözülme

süreçlerinin sonucudur Ortaçağ Avrupa’sında papalık ve Đmparatorluk gibi iki üst

otorite ve kimlik biriminin altında sınırsız sayıda irili ufaklı kimlik birimleri

vardır.Bu nedenle bu gün Avrupa’yı tanımlarken kullanılan “Birlik içinde çoğulluk, 153 Koray, Avrupa Top.., s.53 154 Kula, Avrupa Kim.., s. 60 155 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss. 38-39

75

bütünlük içinde çeşitlilik” ifadesinin temelinin Ortaçağ’ın feodal düzeninde

bulunduğunun ileri sürülebileceği belirtmiştir.” ulus-devletin doğuşu, mevcut düzeni

ortadan kaldırmış ve anarşik ve kaotik bir ortamda, Avrupa devletler sisteminin

kurulmasına yol açmıştır.156

Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Avrupa’da Ortaçağ Papalık ve

Đmparatorluk baskısını kıran genç milli devletleri Fransa, Đngiltere ve Hollanda’yı

koruduğunu,Yeniçağ’da Avrupa’da milli devletlerin özellikle de Fransa’nın ayakta

kalmasında Omanlı Đmparatorluğu’nun önemli rol oynadığını, tarih biliminin bunu

kesinlikle ortaya koyduğunu belirtmiştir. 157

Ortaylı’ya göre, Kanuni Süleyman devrinde, Avusturya ve Đspanya

Habsburgları’nın yani bütün Avrupa’nın karşısında Fransa’nın bizim müttefikimiz

olduğunu bu sebeple 1536’da Fransa’ya geçici bir ticari konsesyon verildiğini,

1569’da yenilendiğini, Aynı imtiyazların 1580’de Đngiltereye, 1612’de Hollanda’ya

verildiğini bunun nedeninin bu ülkeleri Đspanya ve Avusturya blokuna, Alman

Đmparatorluğuna karşı desteklemek olduğunu belirtmiştir. 158

Yurdusev, Osmanlı Đmparatorluğu’nun 1580’den itibaren Habsburg

hegemonyasına karşı Đngilizler’in ve Hollandalılar’ın yanında yeraldığını, ve Avrupa

modern siyasi organizasyonunun ulus devletler sistemi olarak belirlenmesini ve

Katolik Protestan mücadelesinin çözümünü ifade eden 1648 Westphalia antlaşması

ile getirilen formülasyona varmada büyük rolü olduğunu belirtmiştir.159

Soykut’da Osmanlı Đmparatorluğu’nun onaltıncı yüzyıl Avrupa’sının hassas

güç dengesi içinde, Habsburg imparatorluğu'na karşı Fransa’yı desteklediğini

belirtmiştir.160

Avrupalı’nın Osmanlı’dan yardım istekleri onbeşinci yüzyılda başlamıştır.

Đtalya küçük devletlerinin güçlü rakiplerine karşı Osmanlı gücünü çağırma

tehdidinde bulundukları belirtilmektedir. 161

156 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss. 38-39 157 Đnalcık,Doğu Batı II, ss. 249- 250 158 Đlber Ortaylı,Avrupa ve Biz,Türkiye Đş Bankası Kültür yayınları, 3. Baskı Đstanbul, 2008, s.154 159 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 62 160 Soykut,Papalık.., s.106 161 Đnalcık,Doğu Batı II, s. 250

76

Đnalcık, Matrakçı’dan naklen Kanuni’nin Mohaç seferini Şarlken’e esir düşen

Fransa Kralı I. François’yı kurtarmak için yaptığını belirtmiştir.Đngiltere Kraliçesi

I.Elizabet, Đspanyol istilası tehlikesine karşı “Büyük Türk” ile ittifak girişimlerinde

bulunmuştur. 162

Osmanlı Đmparatorluğu 1520-1590 yılları arasında mali kaynakları güçlü

ordusu ve güçlü donanması ile Avrupa devletleri denge sisteminin önemli bir üyesi

olarak üstün bir rol oynamıştır. Lehistan kralı olarak Osmanlı’nın belirlediği adayın

tahta oturması buna örnek olarak gösterilir, Osmanlı Türkü o zaman siyaseten

Avrupalıdır. 163

Ulus-devlet oluşumu, Hıristiyanlığın belirleyici olmadığı laik bir Avrupa

kimliğinin oluşmasında ekili bir itici güç oluşturmuştur. Onyedinci yüzyıl sonlarında,

ayrı ve bağımsız devletlerin kendilerini aynı sistem içinde ve uzlaşıyla varılan bazı

kuralların çerçevesinde hareket eden birimler olarak nitelendirdikleri belirtilmiştir.

1648 Westphalia ve 1713 Utrecht anlaşmaları bu sistemi sembolize eden kurumlar

olarak ifade edilmiştir. 164

Kilisenin gücünün azalması, Hanedan ve aristokratların etkisinin azalması

Kapitalizm ve burjuvazinin gelişmesi ulus devletlerin ortaya çıkışına neden

olmuştur. Ulus-devletler 1648 de önce Mutlak Monarşiler olarak ortaya çıkmış daha

sonra burjuvazi ve kapitalizm ile parlementolar hakim hale gelmiştir.

Ulus devletlerin ve ulusal kimliklerin kurucusu sayılan ulusal burjuvaziler

arasındaki kapitalist ilişkiler Avrupa bütünleşmesi açısından önem teşkil etmiştir.

Fransız düşünür. Baudrillard, Avrupa kavramını “on dokuzuncu yüzyıl burjuva

rüyası” olarak nitelendirmiş; ulusal burjuvazilerin ortak çıkarları açısından

Avrupa’nın birleştirici önemini vurgulamıştır.165

Nitekim kapitalist sınıfın Avrupa çapındaki işbirliği, emperyalist sömürgecilik

döneminin temellerini atmıştır.

Avrupa burjuva toplumunun Hristiyan hümanist ideali birbiriyle yarışan diğer

ideolojiler üzerinde üstünlük sağlamıştır. Zira, diğer ideallerden hiçbiri, burjuva

162 Đnalcık,Doğu Batı II, s. 250 163 Đnalcık,Doğu Batı II, s. 250 164 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 40 165 Erdenir,Avrupa Pan Mil.., s.74

77

toplumunun çeşitlilik arz eden bileşenlerini tek bir dünya görüşünde bütünleştirmeyi

sağlayabilecek kapasiteye sahip değildir. Avrupa kimliğinin temel unsurları ilerleme,

uygarlık ve Hristiyanlığı kurtarma fikirleridir. Yahudi düşmanlığı bu fikirler

doğrultusunda gelişmiş ve bunlara yön vermiştir. 166

Delanty’nin Mann’dan nakledişine göre, yeni geliştirilen gemi yapım teknikleri

ve denizcilikteki ilerlemelerin yardımıyla Avrupa Atlantik'te hakimiyet kurmuş, Bu

gelişmeler Galile'nin bilimdeki devrimleriyle aynı zamanda olmuştur. Atlantik'in

keşfi ve yeni ticaret yollarının açılmasıyla Amerika’dan sonra Uzakdoğunun keşfi

başlamıştır.167

Đlk olarak, Portekiz çok geniş bir ticaret imparatorluğu kurmuş, Portekizi koloni

imparatorluğunu kuran Đspanya takip etmiştir. Ardından Đngiltere ve Hollanda

onyedinci yüzyılın başlarında Doğu Hindistan'da kolonilerini kurmuşlardır.

Denizlere hakim olmak modern Avrupa'nın şekillenmesinde önemli bir nokta

olmuştur.168

Uzakdoğu ticaretinin gelişmesi, yeni kıtaların keşfi, yeni zenginlerin ortaya çıkışı

ve Avrupa’ya paranın akışı, Avrupa’daki toplumsal dinamikleri önemli ölçüde

etkilemiştir. Bu dönem sonrasında, Avrupa’da, sadece dinsel ve kültürel anlamda değil;

sosyo ekonomik anlamda da bir hareketlenme yaşanmıştır. Büyüyen ticaret hacmi ile

birlikte kentlerde “burjuva-kentsoylu” denilen bir sınıf gelişmiş ve bu sınıfın giderek

güçlendiği bir toplumsal düzen ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Avrupa’nın kaderini çizen

tüccar sınıf olmuştur. Bu sınıfın krallarla yaptığı işbirliği ile hem dinin hem de

feodalitenin merkezi otoritesi yıkılmıştır.169

On sekizinci yüzyıl Avrupa’da teknolojik buluşlar, endüstri devrimi, insanların

özgürlüğü ve eşitliğini ilan eden Fransız devrimi, insan aklını en önemli yere koyan

aydınlanmacı düşünceler gibi birçok açıdan hareketli bir yüzyıl olarak

nitelendirilmektedir. 170

1776 yılında Đngiltere Birmingham'da Watt’ın ilk kez buhar gücünü dokuma

endüstrisinde kullanmasıyla başlayan ve giderek çığ gibi büyüyen değişikliklere yol açan

166 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.100 167 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.70 168 Delanty, Avrupa’nın icadı, ss. 70-71 169 Koray, Avrupa Top.., ss.42-43-44 170 Koray, Avrupa Top.., s.48

78

makineli üretim, bugün "endüstri devrimi" kavramı ile tanımlanmaktadır. Deniz

ticaretinin gelişmesi, piyasaların daha genişlemiş olması, teknolojik gelişmeler ile,

kömür ve demir kaynakları, pamuğun işlenmeye başlanması ve merkezi bir siyasal

otoritenin kurulması gibi nedenler, endüstri devriminin ve kapitalist bir yapının

Đngiltere’de kıta Avrupası’ndan önce ortaya çıkmasını sağlamıştır.171

Yurdusev, Avrupa devletlerinin, ortak bir sistem oluşturduğunun, zamanın

yazarları tarafından da kaydedildiğini belirterek, Voltaire’in farklı yönetim

şekillerine sahip olsalar da Avrupa, devletlerinin birbiriyle bağlantılı büyük bir

Cumhuriyet oluşturduğunu. Fraklı mezheplere bölünseler de, tamamının Hıristiyanlık

temeline dayandığını. Hepsinin, dünyanın başka yerlerinde bilinmeyen, aynı kamu

hukuku ve siyasi prensiplerine sahip olduğunu belirttiğini ifade etmiştir.172

Delanty’in Dann ve Dinwiddy’den nakledişine göre Voltaire, Avrupa'nın ulus-

devletin yerini aldığına inanmış, “Bugün, artık Fransızlar, Almanlar, Đspanyollar ve

hatta Đngilizler yoktur: Đnsanlar ne söylerse söylesinler, sadece Avrupalılar vardır.

Hepsi aynı zevklere, aynı duygulara, aynı adetlere sahiptirler, zira hiçbiri herhangi

bir özel ulusal oluşum yaşamamıştır” demiştir 173

Modern Avrupa kimliğinin şekillenmesinde, ulus-devletlerin ortaya çıkışının

yanı sıra, laikleşmenin de etkili olduğu ifade edilmiştir. Avrupa ulus-devlet oluşumu

sürecinin laikleşme hareketi ile ilişkilendiren yazarlar, laikleşmeyi uluslaşma ile

ulus-devleti de laikleşme ile birlikte düşünmüşlerdir. Laikliğin rasyonalizm ve

hümanizm ile beraber ulus bilincinin oluşmasına imkan verdiği ifade edilmiştir. 174

Laikleşme sonucu kilisenin otoritesi azalmış ve ulus-devletin otoritesi

artmıştır. Laikleşmeyle, Avrupa kavramı Hıristiyanlıktan ayrı kendine ait bir

toplumsal, kültürel ve siyasi anlam kazanmıştır. Yurdusev’in Hay’dan naklen

anlatışına göre, on altıncı yüzyıldan itibaren “Avrupalı” sözcüğünün kullanımı

artmış; on sekizinci yüzyılda ise Avrupalılar Avrupa çerçevesinde düşünmeye

başlamıştır. 175

171 Koray, Avrupa Top.., s.49, Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm, Ayşe Buğra (Çev.), Đstanbul,Đletişim Yayınları,7.baskı,2008 ss.80-81-82 172 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 40 173 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.102 174 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss. 40-41 175 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.41

79

Laiklik, dine karşı bir hareketi zorunlu kılmamaktadır. sekülerizm, esasen, laik

toplumun ayırt edici bir özelliği olarak, bir ulusal kilise içinde dinin

kurumsallaşmasıdır. Böylece din, toplum hayatının diğer alanlarından ayrılmış

olacaktır. Bu ayrımın nihai işlevi sadece, devleti ruhban sınıfından korumak değil,

aynı zamanda Hristiyan Kilisesini devlet üzerinde hakimiyet kuran anti-klerikal

(ruhbanlık karşıtı) ideolojilerden de uzak tutmaktır. Bundan dolayı, ulusal kilise

kurumu Hristiyanlığı, Aydınlanma eleştirisinin tüm uygulamalarından da

korumuştur. 176

Bilim, resmi hukuk ve sanat kendi bağımsız gelişim mantığına tabi olarak

ilerlerken, Hristiyan dünya görüşü, Avrupa uygarlığının kendini tanımlayabildiği bir

baskın kültürel motif olarak kalmıştır. 177

Yurdusev, Rönesans, Reform ve Aydınlanma hareketleri sonrası ortaya çıkan

hümanist değerlere dayalı Avrupa kimliği, Hıristiyanlığa dayalı modern dönem

öncesi Avrupa ile bir arada düşünüldüğünü ifade ederek, buna örnek olarak,

Delanty,nin “yeni Avrupa, Hıristiyan Avrupa’nın laik biçimi’dir” ifadesini

kullandığını belirtmiştir.178

Yurdusev, aynı düşünceyi paylaşan diğer düşünürlerden Burke’nin, Avrupa

medeniyetinin ve onunla bağlantılı bütün iyi şeylerin din ruhu ve asalet ruhunun

sonucu olduğunu dile getirdiğini. Hegel’in ise, Avrupa’yı en ideal ifadesini devlette

bulan Cermen kültürü ile Hıristiyanlığın bir sentezi olarak gördüğünü, belirtmiştir. 179

On sekizinci yüzyıl, Avrupa’nın Ortaçağ zihniyetinden koptuğu; Medeniyet

ölçüsü sayılan laikleşme, hümanizm, demokrasi, sanayileşme, Aydınlanma, bilimsel

devrimler ve rasyonelliğin oluştuğu dönem olarak karakterize edilmiştir.

On sekizinci yüzyılla beraber Hıristiyanlık ile Avrupa kavramı arasındaki

bağın gevşemeşiyle, evrensellikler arayan girişimlerin Hıristiyanlığa üstünlük

sağladığı ifade edilmiştir. Bu dönemde, Avrupa uluslarının ortak bir Hıristiyan

176 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.101 177 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.101 178 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.42 179 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.42

80

geçmişle anılmak yerine daha nötr nitelemeleri tercih etmişlerdir. 1713 Utrecht

Anlaşması, “Hristiyan Ülkesi” kavramına atıf yapılan son anlaşma olmuştur.180

Hristiyan Ülkesi kavramının kullanılmaktan artık vazgeçilmesinin en önemli

sebebi Türk tehdidinin askeri açıdan bu antlaşmadan hemen önce Karlofça

antlaşması ile ortadan kalkmış olmasıdır.

Sözkonusu yüzyılda ülkelerarası ticaret ve diplomasinin ilerlemesi de

uluslararası hukukun önplana çıkmasına sebep olmuştur.181

Onsekizinci yüzyılda Avrupa artık bir medeniyetin adı olarak belirtilmektedir.

içinde coğrafi olarak Avrupa’nın dışında olan ülkeler de vardır. Bu nedenle kesin bir

coğrafya ile tanımlanamaz konuma gelmiştir. kayıtlar medeniyet sözcüğünün ilk kez

1766 da kullanıldığını göstermiştir, 182

Yurdusev’e göre, Avrupa kendini, dünyadaki medeniyetlerden birisi olarak değil;

medeniyetin kendisi olarak tanımlamaktadır.183

Avrupa kimliği oluşumuna Rönesas, Reformasyon, Aydınlanma, Denizaşırı

Keşifler, gibi olumlu unsurların etkisi sözkonusu ise de Avrupa kimliğini oluşturan

esas unsur “öteki”nin etkisidir. Sözkonusu oluşturucu öteki yalnızca Türklerdir.

Avrupa’da ortak bir kimliği oluşturabilecek bazı unsurlar sözkonusu ise de

birleşmeye engel olabilecek de pek çok sebep vardır. Her şeyden önce Avrupa

devletleri arasında savaşlara neden olacak derinlikte çıkar çatışmaları, egemenlik

kavgaları sözkonusudur. Avrupa devletlerinin halkları farklı ırklara farklı dillere

farklı mezheplere sahiptir. Bu devletler arasında ortak unsur olan Hristiyanlık ve

yaratılmaya çalışılan ortak miras ta farklılık oluşturan unsurları ortadan kaldımaya

zorlayacak, birleşmeyi zorunlu kılacak unsurlar değildir. Avrupa kimliğini

oluşturacak öyle bir sebep olmalıdır ki Avrupa devletleri arasındaki farklılıkların

çıkar çatışmalarının önemini yitirmesine neden olacak etkide olsun. Đşte Türk tehdidi

Türkler tarafından ortadan kaldırılma korkusu Avrupa devletlerine, Avrupa ulus

kimliklerine bir üst kimlik oluşturma, birlikte hareket etme bilinci vermiş ve Avrupa

kimliği oluşmasına neden olmuştur.

180 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.64 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.66 181 Erdenir,Avrupa Pan Mil.., s.66 182 Yurdusev, Avrupa Kim.., ss.45-46 183 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.45

81

Yurdusev’in,” dil, din, coğrafi taban ve tarih bütün Avrupa için yeterli kimlik

bileşenleri oluşturmamıştır, estetik bir kategori olarak Avrupa sadece elit düzeyde

vardır. 184 Şeklindeki sözleride bu görüşümüzü destekler niteliktedir. Yurdusev’

buna ek olarak Avrupa kimliği ve Avrupalılık bilincinin temeli dünya ölçeğinde

medeniyetler çarpışmasıdır, ırkçılık ve batının emperyalist misyonu ile yakından

ilintilidir, demektedir. 185

Delanty’nin Mosse'dan nakledişine göre, Avrupa ırkçılığı, Batı ve Orta

Avrupa'da onsekizinci yüzyıl entelektüel çevrelerinde ortaya çıkmıştır.186

Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında milliyetçilik en baskın ideoloji, ulusal

kimlik de en baskın aidiyet unsuru olarak ortaya çıkmıştır. Avrupa ırkçılığı’nda

Avrupalı ulusların Avrupalı olmayanlara karşı üstünlüğü iddiası mevcuttur. Burada

üst kimlik üzerinden bir ırkçılık sözkonusudur. O nedenle de ulus devletler, Ulus

kimlikler düzeyindeki milliyetçilikle çelişki oluşturmamaktadır. “Çünkü farklı

kimlikler farklı şiddet ve seviyede birlikte varolabilirler ki buna “Kimliklerin

çoğulluğu” “ denilmektedir.

Sömürgecilik ve emperyalizmin en üst düzeye çıktığı dönemde ortaya çıkan

ırkçılık ile birlikte Hıristiyanlık yeniden gündeme gelmiş ve sömürgeciliğin ahlaki

bir temele dayandırılarak meşru hale getirilmesi hedeflenmiştir. Hristiyanlığın,

insanlığın kurtuluşunu öngören evrensel söylemi ile sömürgelerin geri kalmış

yerlilerinin ıslahı arasında bağlantı kurularak Sömürgeleştirme medeniyetleştirme

olarak tanımlanmıştır.

Bu nedenle, ondokuzuncu yüzyılda da Avrupa’nın yeniden

Hıristiyanlaşmasından bahsedilmiştir. Yurdusev’in Hobsbawn’dan nakledişine göre,

“1876-1902 yılları arasında 119 Đncil tercümesi yapılmıştır. Bu sayı önceki 30 yılda

74 iken 1816-1845 yılları arasında 40’tır. 1886-1895 yılları arası dönemde

Afrika’daki yeni Protestan misyonu sayısı 23’tür. Bu sayı önceki on yıldan üç kat

fazladır.”187

184 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.46 185 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.46 186 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.102 187 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.42

82

Fransız Devrimi öncesinden, milliyetçiliklerin ortaya çıktığı on dokuzuncu

yüzyılın ikinci yarısına kadar, Avrupa çapında bir kozmopolitizm belirmiştir. Devlet

ve din adamları ile askerlerden oluşan elit bir gurup ile aristokratlar kozmopolitizmin

başlıca aktörleri arasında yer almıştır. Kozmopolit Avrupa Fransızca dili, Fransız

kültürü ve gelenekleri üstünde gelişmiştir. 188

Hümanizmin öncülerinden Erasmus döneminden Aydınlanma çağına kadar

entelektüeller arasında Respublica litterarum (Republic of Letters) olarak

adlandırılan ulusal sınırları aşan ayrı bir elit kültür oluşmuştur. Aristokratların ortak

yaşam tarzı turizm ve modada da dikkatleri çekmiştir. Paris ve Londra bu ortak

yaşam tarzını kültür ve moda merkezleri olarak belirmiştir.189

Delanty’in nakledişine göre Heinrich Heine, “Paris'i, uygarlığın merkezi

anlamında "Avrupa'nın Bahçesi" olarak ele almıştır.” Delanty’in Hay’dan

nakledişine göre 1796' da Edmund Burke: “Hiçbir Avrupalı Avrupa'nın herhangi bir

yerinde sürgün olamaz” demiştir. 190

Delanty ise bu ulvi fikrin, çok az bir gerçeklik payına sahip olduğunu ve üst

sınıf turizminin ve burjuvazinin can attığı aristokratik toplumun kozmopolitliğinin

ifadesinden daha fazla bir şey olmadığını belirtmiştir.191

Ortaçağda sadece coğrafi bir anlama sahip olan Avrupa kavramı da, tarihsel ve

politik kavramlarla beraber anılmanın sonucunda Fransız devrimi sonrasında artık

tarihsel bir kavram olarak anlam ifade etmeye, Avrupa’nın bütünlüğü kavramı

tarihin derinliklerinden gelen bir gerçeklik olarak sunulmaya başlanmıştır. Nitekim

Avrupa kavramının hikayesi ve Avrupa’nın geçmişine ilişkin sentezler on dokuzuncu

yüzyılla beraber başlamıştır.192

“Avrupa’nın bugün sıkça kullanılan Eski Yunan, Roma, Hıristiyanlık formülü

de ilk olarak on dokuzuncu yüzyılda, Đngiliz tarihçi Edward Freeman tarafından 1886

yılında basılan “The Methods of Historical Study” adlı eserinde dile getirilmiştir.” 193

188 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., ss. 68-69 189 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.69 190 Delanty; Avrupa’nın icadı, s.103 191 Delanty; Avrupa’nın icadı, s.103 192 Koray, Avrupa Top.., s. 42 193 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.68

83

Fransız tarihçi François Guizot’nun “ “Histoire de la Civilisation en Europe”

adlı eseri ise bu yoldaki ilk ciddi eserlerden biri olarak belirmiştir. Nitekim

romantizm akımı da geçmişin zihinsel kurgusunu yaparak gerçekte o kadar da baskın

olmamış bir Avrupa kavramı tanımlamıştır.” 194

On sekizinci yüzyılda Đngilizlerin başını çektiği Kuzey Avrupalı aristokratların

katıldığı ve Avrupa’nın tarihsel kökenlerini daha iyi tanımak amacıyla gerçekleştirilen

Grand Tour yolculukları ise ulusal sınırları aşan kozmopolit sosyal yaşamın önemli

göstergelerinden biri olmuştur. Bu dönemde aristokrat sınıfın ulusal sınırları aştığı

düşünüldüğünde, Avrupalılık bilincinin ilk aristokratik kozmopolitizmle atıldığı

söylenmektedir.195

Erdenir’in Davies’den naklettiğine göre, “Avrupa aristokrasisi göz önüne

alındığında, feodal çağdan itibaren Avrupalı soyluların hanedanlar arası gerçekleştirdiği

evlenmelerle ulusal ve yerel kimliklerden bağımsız ortak bir Avrupa bilincinin

temellerinin atıldığı ifade edilmiştir.” 196

Önce Habsburglar, Bourbonlar, ardından Napolyon Avrupa’nın farklı devletlerinin

tahtlarına kendi aile mensuplarını getirerek büyük bir Avrupa ailesinin temellerini

atımışlardır. Hanedanlar arası evlilikler sonucunda, Avrupa ülkelerinin hanedan

ailelerinin birçoğu arasında bugüne ulaşan akrabalık ilişkileri ortaya çıkmıştır. 197

Avrupa’nın büyükannesi olarak nitelendirilen Đngiltere Kraliçesi Victoria’nın

soyundan gelen Birleşik Krallık, Danimarka, Đsveç, Rusya, Đspanya, Norveç, Almanya

(Prusya), Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya’nın (Sırbistan) hanedan aileleri arasında

varolan akrabalık ilişkisi, aristokratik düzeyde ciddi bir bütünleştirici unsurun mevcut

olduğuna örnek teşkil etmektedir.198

Erdenir, Avrupa aristokrasisi arasındaki bağlantıların ırk kuramlarına

dayandırılmaya çalışıldığını belirterek. Arendt’in, Fransız devrimindeki aristokrasi-

burjuvazi mücadelesine değinirken; bir Fransız soylusu olan Boulainvilliers’in

görüşlerinden hareketle aristokratlar ırkından bahsettiğini belirtmiştir. 199

194 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.68 195 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.67 196 Erdenir,Avrupa Pan Mil.., ss.69-70 197 Erdenir,Avrupa Pan Mil.., ss.69-70 198 Erdenir,Avrupa Pan Mil.., ss.69-70 199 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.70

84

Erdenir’in, Arendt’den nakledişine göre Germanik kökenli aristokratlar Fransa’nın

yerleşik halkı Greko- Romenleri fethederek Fransa’yı zapt etmişlerdir. Fransız Devrimi

de iki ayrı sınıfın mücadelesinden çok, ‘uluslararası kökenli aristokratlar’ ile Fransa’nın

yerlileri arasındaki mücadeledir.200

Sözkonusu dönemde, Avrupa’da Avrupalı kozmopolitizm ile milliyetçiliğin bir

araya geldiği ikili bir düşünüş tarzı belirmiştir.Avrupa kavramının entelektüeller

tarafından farklı amaçlarla sık sık dile getirilmesi, Avrupa bütünleşmesinin hayali fakat

istenilen bir durum olduğunu ortaya çıkarmaktadır. 201

Alman filozof Kant, 1795 yılında barış temini için Avrupa çapında federal bir

örgütlenmeyi önerirken, Victor Hugo 1851 yılında Fransız Meclisinde yaptığı

konuşmada Avrupa kavramını politik bütünleşmeyle eş tutarak bugünkü Avrupa

Birliği’nin fikirsel temelini attığı ifade edilmektedir.202

Erdenir’in, Rougemont’dan nakledişine göre Victor Hugo’nun ifadeleri şu

şekildedir.

Bir gün gelecek Fransa, Rusya, Đtalya, Britanya, Almanya bu kıtanın tüm ulusları kendilerine

özgün niteliklerini ve muhteşem kişiliklerini kaybetmeksizin daha üst bir birlikte birbirlerine

yakınlaşarak Avrupa çapında kardeşliği ortaya çıkaracaklar tıpkı Normandiya, Britanya, Burgonya,

Loraine, Alsace ve tüm bölgelerimizin birleşerek Fransa’yı oluşturduğu gibi. Bir gün gelecek savaş

alanları ticarete açık pazarlara dönüşecek… Kurşunlar ve bombaların yerini oylar, halkların genel

oylaması ve egemen bir senatonun sağduyusu alacaktır.” 203

Sonuç olarak modern Avrupa kimliğinin şekillenmesinde onbeşinci yüzyıldan

itibaren gerçekleşen ulus-devletlerin yükselişi ile bu devletlerde dünyasal ve dinsel

iki ayrı otorite yerine tek otoritenin oluşması, Avrupa toplumlarında yaşanan ve

Rönesans, Reformasyon ve aydınlanma hareketlerinin itici güç olduğu büyük

dönüşüm yada laikleşme, Avrupa’nın deniz aşırı yayılması sonucu oluştuğu belirtilen

uygalık/medeniyet ve en önemlisi öteki olarak Türklerin kurduğu baskı belirleyici

faktörler olmuştur.

200 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.70 201 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.72 202 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.72 203 Erdenir;Avrupa Pan Mil.., s.73

85

Nitekim ondokuzuncu yüzyılda Hıristiyanlığın vesayetinden kurtulmuş

kültürel ve toplumsal anlamda bir Avrupa kimliği üst kimlik birimi olarak

oluşmuştur.

Yurdusev’e göre, on sekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllarda Avrupa ve Avrupa

birliği fikri çoğunlukla bir Fransız düşüncesidir aslında Fransızlar için Avrupa demek

Fransa demektir, Avrupa düşüncesi Almanya da bu günün tersine fazla revaç da

değildir,

Yurdusev’in bu konuda verdiği örnekler şöyledir;

Herder birleşik bir Avrupa’nın despotlaşıp dünyanın diğer milletlerini kendi

çizdiği yolda yaşatmasını imkansız bir girişim olarak nitelerken bunun doğanın

sanatına bir ihanet olacağını belirtmiştir.

Herder den neredeyse yüzyıl sonra Bismarck’ da “ben Avrupa kelimesini hep

kendi adına başkalarından bir şey istemeye cesaret edemeyen, devlet adamlarının

ağzından duyuyorum”demiştir.

Nietzsche için Avrupa Asya’nın küçük yarımadasından başka bir şey değildir.

Bütün bunlar Avrupa’nın bir üst kimlik olarak kültürel bir değer ve varlık

sahibi olmasına rağmen pratik de fazla bir anlam ifade etmediğini ortaya koymuştur.

Avrupa bilinci sadece elit düzeyde vardır,

Kimliğe karşılık gelen kuruluşlar artmıştır. Üst kimliğe karşılık gelen bir üst

teşkilatlanma henüz oluşturulamamıştır. Ancak bu yönde kuvvetli çabalar vardır.

Avrupa’nın ilk çağlardan itibaren çizilmeye çalışılan ve doğuda önceleri Don

ve Volga nehri ile sınırlanan sonradan Ural Dağları olarak kabul gören yaklaşık

coğrafi sınırları olmasına rağmen; Avrupa’nın, sınırları esas itibarıyle siyasi

olarak belirlenmektedir. 204

Papa 16.Benediktus, Papa seçilmeden önce, o zamanki unvanıyla Kardinal

Ratzinger, Avrupa'nın "coğrafi" olmaktan çok, "kültürel" ve "tarihsel" bir kavram

olduğunu belirterek Avrupa'nın "kültürel ve tarihsel bir tasarım" olduğuna dikkat

çekmektedir. 205

204 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.49 205 Kula, Avrupa Kim.., s. 88

86

Avrupa’nın etnik yada ırk ortaklığından bahsetmek sözkonusu değildir fakat

ırkçılığın Kolonyalizim döneminde Avrupalılığı belirlediği söylenebilir, Avrupa

kimliğinde ırkçılık önemli bileşendir ve hatta bu gün bile etkili olduğu söylenebilir

fakat bu kültürel yönü ağır basan bir ırkçılıktır.206

Avrupa aidiyetinin ortak bir dil bileşeni sözkonusu değildir. Hıristiyanlık,

Avrupa kimliğinin hem çok önemli dinsel bileşeni, hemde ortak bir tarihsel

tecrübenin ve kültüründe adıdır. Pirenne kilisenin, Roma geleneğini koruyan ve

Avrupa’nın uygarlığı kaybederek barbarlığa gark olmasını önleyen bir güç olduğunu

savunur.207

Kundera’ya göre Avrupa’nın kültürel temeli liberal demokrasi ve hümanist

değerlerle beraber Latin Hıristiyanlığında kökleşmiştir. 208 Hıristiyanlık Avrupa’nın

kültürel bilincinde bu günde ihmal edilemeyecek bir etkinliğe sahiptir.

Avrupa’nın ortak bir tarihsel mirasa sahip olduğu yada Avrupa’nın

çoğunluğunun bazı tarihsel tecrübelerden ortaklaşa etkilendikleri söylenebilir. Bu

tarihsel mirasın içinde eski Yunan ve Roma geleneği, Hıristiyanlık, barbar olarak

adlandırılanların işgalleri, feodalite ve orta çağ düzeni Rönesans Reformasyon

bilimsel devrimler ve aydınlanma hareketleri sayılır, bu tecrübelerin hepsi

Avrupa’nın oluşumuna katkıda bulunmuşlardır, 209

Avrupa fikrinin bütünlüğünü oluşturan Roma imparatorluğu, papalık ve Atina

dır. Avrupa siyasi varlığını Roma’ya, manevi birliğini de Katolik kilisesine

borçludur. Entelektüel kültürü ise eski Yunan dan gelir, denilmektedir. 210

Ancak, sözü edilen tarihsel tecrübeler hiçbir zaman Avrupa’nın bütünü

tarafından yaşanmamıştır. Eski Yunan uygarlığı oldukça yerel bir uygarlıktır. Roma

imparatorluğu en geniş olduğu zaman bile Avrupa’nın tamamını kapsamamıştır.

Hıristiyanlık ancak on altıncı yüzyılda bütün Avrupa’yı kapsar. Rönesans Kuzey ve

Doğu Avrupa’ya ulaşmaz. Reformasyon da sadece Latin Hıristiyanlığında yaşanır,

anlatılan tecrübeler Avrupa’nın tamamında belki yaşanmamıştır, ama bir dereceye

206 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.50 207 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.51 208 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.52 209 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.53 210 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.53

87

kadar ortak tarih olarak algılanması sağlanmıştır, ve bu günün Avrupa kimliğinin

oluşumunda ve algılanmasında önemli yere sahiptir. 211

Kültür ve medeniyetin “bir toplumun miras aldığı ve yaptığı her şey” olarak

tanımlandığı dikkate alındığında, Avrupa’nın belli ölçüde ortak bir kültürü ve

medeniyeti olduğu açıktır. Ancak, bu ortak kültür ve medeniyet değerlerinin etkisi

öyle sanıldığı kadar büyük değildir, Çünkü insanlar için yerel kültür değerleri daha

etkilidir. 212

Ortak bir kültürü ve medeniyeti bulunan Avrupa’nın belli ölçüde ortak hayat

tarzı da sözkonusudur. Fakat yine aynı şekilde ortak hayat tarzının bütünleştirici

etkisi de sınırlıdır. Kuzey Avrupalılarla Güney Avrupalıların hayat tarzını oluşturan

yeme içme, uyuma, çalışma gibi günlük alışkanlıkları oldukça farklıdır, bir

Danimarkalı ile Đtalyan arasında hayat tarzı bakımından ortaklık çok azdır, benzer

farklar Batı ve Doğu Avrupa arasında da gözlemlenir. 213

Avrupa da bu gün için ulus-devletin ve diğer yerel kimlik birimlerinin genel bir

Avrupa kimliği karşısında güçlerini ve önemlerini yitirdiklerini savunmak da hayli

zordur. Avrupa kimliği ve bütünlüğü kolayca oluşamamasının nedeni Avrupa

kimliğinin hep bir elit kimliği olmasıdır. Avrupa kimliği Avrupa genelinde

toplumsallaşmamıştır. 214

Avrupa kimliğinin Avrupa da bireylerin bilincinde önemli bir yere sahip

olmadığı söylenebilir, bu savların en güzel doğrulamasını Avrupa Birliği konusunda

yapılan kamuoyu yoklamalarında ve referandumlarda bulmak mümkündür. Bu

referandumlarda evet ve hayır oyları birbirine yakın durumdadır. Avrupa kimliğinin

bir elit kimliği olması onun belli zümrelerin çıkarı için kullanılan bir ideolojik araç

olabileceği şüphesini ortaya çıkarmaktadır.215

Avrupa kavramının temel olarak iki boyutu olduğu söylenebilir Bunlardan birisi,

Hristiyanlık ve evrensel değerler arasındaki gerilim ve uzlaşmaların sonucunda ortaya

çıkan kültürel Avrupa; diğeri ise, Avrupa’nın bütünleşmesi ideali çevresinde gelişen

çatışma ve dengelerin anlamlandırıldığı politik Avrupa kavramıdır.

211 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.54 212 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.55 213 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.55 214 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.56 215 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.56

88

Erdenir, Avrupa kavramının sadece kültürel ve felsefi anlamda değil, reel politik

açıdan da belli çevrelerin ve ülkelerin çıkarları doğrultusunda kullanıldığını ifade ederek

Politik Avrupa’nın daha çok Avrupa çapındaki uyum ve ahenkle yetinmek zorunda kalan

bir idealden öteye gidemedini belirtmektedir.

Delanty’ye göre Avrupa kimliği tabandan değil, hep tavandan gelmiştir ve

çoğunlukla da entelektüellerin ve siyasi sınıfın bir ideolojisi olmuştur. Avrupa

retoriği, yeni tür iktidar elde etmek için üretilen siyasi stratejilerin, başka şekilde

sahip olamayacakları bir meşrulaştırma aracıdır. kendine has değerinden değil belli

sınıfların iktidarının devamı için gündeme gelmiştir.216

1990’larda Avrupa ideali ideolojik bir stratejiden başka bir şey değildir. Bütün

ideolojiler gibi belli kesimlerin çıkarına hizmet etmektedir. Örneğin Yunanistan da

Avrupa Birliğinde temsil edilen Avrupa kimliği Türkiye ye karşı koymak için

kullanılan bir araçtır. Đspanya da Đspanyol kimliğinin Fransa da geleneksel Fransız

özlemlerinin aracıdır. Đngiltere ve Fransa için Almanya yı çevrelemek için bir

şemsiyedir. Đngiltere de muhafazakarlara karşı, Galler ve Đskoçya da Đngiltere ye

karşı mücadele vasıtasıdır, Đrlanda da ise Katolik oligarşiye karşı bir araçtır. 217

Erdenir’e göre, Politik Avrupa kavramına her ülke kendi lehine olan farklı

anlamlar yüklemektedir. Erdenir’in bu konuda verdiği örnekler şöyledir.

Onyedinci yüzyılda Đngiliz Kralı William of Orange müttefiklerini Avrupa’nın

özgürlüğü adına Fransa Kralı XIV.Louis’ye karşı birleşmeye çağırmıştır.

Napolyon’un Avrupasıyla, Avusturya Sansölyesi Metternich’in Avrupa’sı tamamen

farklı anlamlar taşımaktadır.

Fransa için Avrupa kavramı, ideallerini gerçekleştirebileceği bir araçtır.

Avrusturya ise, Avrupa’yı Fransa ve Rusya karsısında bir denge unsuru olarak

görmektedir. Alman Đmparatorluğu’nun kurucusu Bismarck için Avrupa kavramı,

Fransa’nın çıkarlarından başka bir seyi temsil etmemektedir. “Kıta” olarak

nitelendirilen Avrupa’nın en ciddi muhalifleri Đngilizlerdir. Avrupa yerine

sömürgeleri ile bütünleşmeyi tercih eden Britanya’nın izolasyon politikasının,

216Yurdusev, Avrupa Kim.., s.57 217Yurdusev, Avrupa Kim.., s.57

89

parçası olduğu Avrupa Birliğinde dahi tam anlamıyla çözüldüğünün

söylenemeyeceğini belirtmiştir.218

4.4.6. Pan -Avrupacılık

Pan-Avrupacılık her dönemde Avrupa kimliğini geçmişle bağlantılı katı

muhafazakar kültürel unsurlara dayandırarak Avrupalılık hissi yaratmaya çalışan

yaklaşımın adıdır.

Onduzuncu yüzyılda ortaya atılan ilk klasik tanımlamaya göre, Avrupa

kimliğini oluşturan üç unsur Antik Yunan düşünce sistemi, Roma Hukuku,

Hristiyanlıktır. Eski Yunana dayanan entelektüel kültür ile Katolik Kilisesinin temsil

ettiği inanç sisteminin Roma kuralları ve kurumlarınca şekillendirildiği ileri

sürülmektedir.

Dawson Avrupa’nın siyasi kimliğini Roma’ya entelektüel kimliğini Antik

Yunan’a, ruhani bütünleşmesini Katolik kilisesine borçlu olduğunu belirterek,

Avrupa da yaşayan toplumların bu unsurları temel alan benzer eğitimlerden geçerek

Avrupalılaştıklarını iddia etmektedir.

Avrupa kelimesinin coğrafi alanın ötesinde bir değer kazanması Hristiyanlıkla

başlamıştır. Modern dönem öncesinde Avrupa kavramı ile hristiyanlık kavramı aynı

anlama gelmiştir.

Aydınlanmanın getirdiği dönüşümle Avrupa kavramı ile Hristiyanlık arasındaki

bağ Onduzuncu yüzyılda gevşemiş ise de hiçbir zaman kopmamıştır. Hümanizma

önem kazanmıştır.

Ayrıca Hristiyanlığın sadece dinsel değil aynı zamanda kültürel ortak bir

geçmişi simgeleyen kültürel boyutu da bulunmaktadır.

Esasında Avrupa’nın, tarih boyu ortak siyasi yapılardan ve dolayısı ile gerçek

anlamda politik bir tanımdan yoksun olmaları nedeniyle Hristayınlığın baskın olduğu

bir tanıma başvurulduğu anlaşılmaktadır.

Modernite ile birlikte klasik formulasyonun revize edilmesi kaçınılmaz hale

gelmiştir. Aydınlanma döneminin getirdiği ilke ve değerler yavaş yavaş klasik

tanıma dahil edilmiştir. Pieterse göre Avrupa kimliğinin iki boyutu vardır. Bunlar

Hristiyanlık ve Aydınlanmadır.

218 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., ss.73-74

90

Onaltıncı yüzyıldan itibaren Batı Avrupa’da ortaya çıkan kapitalist sürecin

entelektüel çerçevesi onyedinci ve onsekizinci yüzyılda beliren Aydınlanma çağı ile

çizilmiş Modernite esas olarak aklı ve bilimi temel alan bir özgürleştirme projesi

olarak kabul edilmiştir.

Ancak Avrupa Aydınlanma döneminin yarattığı kısaca uygarlık adı verilen

insan hakları, demokrasi, hukuk gibi değerleri kendisine atfederek bunların sabit,

bütüncül hatta muhafazakar değerlere dönüşmesine neden olmuştur.219

Bu durum Avrupa’nın kökenlerinden gelen Avrupa merkezci yaklaşıma

işaret etmektedir.

Bu yaklaşıma göre Avrupa dünyanın merkezidir. Işık Avrupa’dan

yayılmaktadır.220

Đnsanlığın felsefi anlamda gelişmesi ve modernleşme bakımından büyük bir

kazanım olan Aydınlanma, Avrupa merkezci yaklaşımda öncelikle “Avrupalı aklın

üstünlüğünün” bir türevi olarak sadece Avrupa'da geliştirilmiş felsevi toplumsal

BĐR proje olarak görülür. Böylece Avrupa ve Hıristiyan dünyası dışındaki kültürler

yada dinlerin Aydınlanma niteliğinin yetersizliği vurgulanarak, Hıristiyanlıkla onlar

arasına bir sınır çekilmiştir.221

Avrupa’nın, “Avrupa” olduğu için, o özel nitelikleri taşıdığı ve bundan dolayı

uygarlığı da yaratabildiğine inanılmaktadır. Özellikle ondokuzuncu yüzyılda iyice

belirginleşen bu Avrupa merkezci yaklaşım tarih boyunca birçok yazar tarafından

dile getirilmiştir.

Erdenir’in naklettiğine göre, Avrupa düşüncesinin tarihsel temellerinin

atılmasına önemli katkıda bulunan Fransız tarihçi François Guizot Avrupa'nın diğer

toplumlar karşısındaki üstünlüğünü, onun kendi özündeki ayırt edici değer ve

kurumlarla açıklamaktadır.222

219 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., ss. 96-98 220 Ortaylı, Avrupa ve Biz, s.5 221 Kula, Avrupa Kim.., ss. 97-98 222 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.99

91

Gellner, Batılılar, seçilmişliklerini, Hristiyanlığa, rasyonalizme, bireyciliğe,

kapitalizme, erdeme, genlere, Marksizme, Protestan ahlaka, cesarete, anayasacılığa,

demokrasiye bağladılar demiştir.223

Erdenir’in naklettiğine göre, Alman tarihçi Leopold von Ranke ilerleme ve

uygarlık kavramlarının ancak Latin ve Germanik halklara ait değerler olduğunu ileri

sürmektedir.224

Kula’nın nakledişine göre, Hans Georg Gadamer, bilimin Avrupa'yı

belirlemesinin yanı sıra, yalnızca Avrupa'nın "bilimin özerk ve egemen kültür öğesi

olarak gelişmesini" mümkün kıldığını savunmuştur. Bu söyleme göre, Avrupa'yı

Avrupa yapan bilim; bilimi de bilim yapan Avrupa'dır.225

Gadamer’e göre "Avrupa" kültürünün oluşturucu öğeleri, ”Antik Helen

mirası”, “Hıristiyanlık”, “bilimsellik” ve “bilim yoluyla Aydınlanma” olarak

sıralanmaktadır.226

Ortaylı, Onsekizinci yüzyılın ünlü filozofu Voltaire’in, tarihi dört safhaya

ayırdığını, buların birincisi Yunan, ikincisi Roma, üçüncüsü Đstanbul’un fethiyle

ortaya çıktını belittiği, Rönesans ve dördüncü safhanın, Rönesans sonrası safha

olduğunu belirterek bu safhada ülkede artık ilimler, sanatlar, hukuk o dereceye

ulaşmıştır ki beşeriyet bundan sonra Fransa’nın ışıklarından esinlenecek dediğini

bunun Avrupa merkezci bir bakışın eseri olduğunu belirtmiştir.227

Yirminci yüzyıldan bir örnek olarak, Amerikalı siyaset bilimci Huntington, ise

Avrupa kültürünün kendinden menkul kimliksel unsurları sayesinde gelişmeler

katettiğini ve bu sayede onyedinci ve onsekizinci yüzyıldan itibaren modernleşme

sürecini başlattığını ileri sürmektedir. Avrupa'nın modernleşmeden önce de

“Avrupa” olduğunu, kendisini diğer kültürlerden farklılaştıran Avrupalı değerler,

kurumlar ve pratikler sayesinde modernleşmeyi yarattığını öne sürmektedir. 228

223 Ernest Gellner; Milliyetçiliğe Bakmak, (Çev.) Simten Coşar, Saltuk Özertürk, Nalan Soyarık, Đletişim Yayınları, 2. Baskı,Đstanbul 2007, s.204 224 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.99 225 Kula, Avrupa Kim.., s. 60 226 Kula, Avrupa Kim.., s. 61 227 Ortaylı, Avrupa ve Biz, s.5 228 Erdenir,Avrupa Pan Mil.., ss.99-100

92

Rougemont, “Avrupa tüm dünyayı keşfetti ama kimse gelip onu keşfedemedi...

Avrupa tüm dünyanın taklit ettiği bir uygarlık yaratmışken aksi hiçbir zaman

gerçekleşmedi” diyerek Avrupa'nın yarattığı değerlerin ve kurumların evrenselliğinin

ötesinde öteki kültürler karşısındaki ayrıcalığını vurgulamaktadır.229

Erdenir, Tarihçi Moses Finley'in “Yunanca’da eleutheria, Latince'de libertas

olan özgürlük (freedom) kelimesinin veya özgür insan (free man) kelimesinin

Đbranice de dahil olmak üzere hiçbir Yakın Doğu dilinde veya Uzak Doğu dilinde

karşılığı olmadığını belirtmek yeterli olacaktır.” Dediğini ifade etmektedir

Bu iddiaya eleştiri olarak Erdenir, Kültürel farklılıkların politik kültüre de

yansıdığını ileri süren Finley’in evrensel bir kavram olduğuna kuşku duyulmayacak

özgürlük kavramını sadece Avrupa'ya aitmiş gibi göstermesinin Avrupa

merkezciliğe güzel bir örnek olduğunu belirtmiştir. 230

Avrupa’nın modern döneminin nimetlerinden yararlanarak gerçekleştirdiği

deniz aşırı sömürgecilik onsekizinci yüzyıldan itibaren Avrupa’nın kendisini medeni

sömürgeciliği de medeniyetleştirme olarak tanımlamasını sağlamıştır. Uygarlık

aydınlanmanın değerlerini taşıyan ilerleme ve düzeni temsil eden bir kavram olarak

Avrupa’nın kimliğine atfedilmiştir.

Bu şekilde Avrupa’ya ait katı kültürel unsurlar mutlak gerçekliği temsil ettikleri

iddiasıyla Evrenselleştirilirken, Evrensel değerler de Avrupa’nın kimliğine

atfedilmiştir.

Tüm kültürler tarafından bir şekilde paylaşılması mümkün olan esnek kültürel

unsurların katı kültürel alana dahil edilmesi sonucunda klasik kültürel unsurlara

dayalı gayet muhafazakar bir Avrupa kimliği ortaya çıkmıştır.

Aydınlanmanın kökleri de klasik formülasyondaki üç unsura bağlanmıştır.

Modern demokrasinin ve özgürlüklerin kökeni eski yunan demokrasileri olarak

belirlenirken, hukukun üstünlüğü ilkesinin Doğal hukukçular ve Romalıların mirası

olduğu kabul edilmiştir. Đlerleme ve uygarlık gibi kavramların Avrupa eliyle tüm

dünyaya yayılmasının ahlaki ve meşru temelleri ise Hristiyanlığın evrensel hümanist

düşüncesine dayandırılmıştır.

229 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.101 230 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.101

93

Đnsanlığın kurtuluşuna dayanan Hristiyanlık felsefesi ile insanlığın

uygarlaştırılması düşüncesini temsil eden aydınlanma düşüncesi Avrupa kimliği

altında bütünleştirildiği belirtilmiştir.Avrupa kimliğinde evrensellik iddiası hiç

kuşkusuz ayrıcalıklı olma iddiasını da getirmektedir.

Avrupa kimliğinin evrensellik iddiası ile mutlaklaştırılması ile Avrupa’nın

ötekisi olarak belirlenen kimlikler dışlanmış hatta aşağılanmıştır.Aydınlanma

değerlerinin Avrupa’nın kendine özgü katı kimliksel unsurlarının birer ürünü olarak

ileri sürüldüğünde diğer kimliklerin bu evrensel değerlere ulaşmasının önü

tıkanmaktadır.

Papa 16. Benediktus'a göre, “Doğu dünyası", “Batı dünyası“ na göre daha

yavaş dönüşmüştür. Papa'nın ”Doğu dünyası kendisini yenileyememiştir" söylemi,

özünde bütün Avrupa ve Hıristiyan merkezci kuramların dayandığı temel iddialardan

biridir. Avrupa'ya “felsefi üstünlük” atfederek, onu kendi içinde bütünleştirmektir.

Đdianın ikinci amacıysa, Osmanlı Türklerini Avrupa'dan kesin olarak ayırmak,

"Avrupa'ya yabancı bir halk" olarak kategorize etmeyi kolaylaştırmaktır. 231

Kültürlere özgünlük kazandıran yaratıldıkları toprak, tarihsel ve toplumsal

koşullardır. Bir etnik topluluk, olsa olsa söz konusu özgünlüğün dışa vurumuna ve

öbür insanlarla paylaşımına aracılık eder. 232

Türkler, Yüceltilen Helen birikiminin yaratıldığı topraklardan gelmelerine

karşın, sözkonusu kültürel birikimle ilişkilendirilmemektedirler. Đnsanlar arasında

ilişki olduğu sürece kültürlerarası ilişki ve etkileşim kaçınılmazdır.233

Özetle modernitenin evrensel değerleri Avrupa’ya mal edildiğinde bu unsurlar

Avrupa kültürünün ve dolayısı ile Avrupa kimliğinin genetik kodunu taşıyan katı

değişmez sabit kimliksel unsurları olarak belirmektedir. Böylelikle aklın ve bilimin

üstünlüğü entelektüel gelişim, modern kurumlar, sanayileşme, kentleşme, demokrasi,

insan hakları, hukukun üstünlüğü, toplumsal hayatta belli kurallara uyum gibi,

modern değerler, Avrupa kimliği’ne özgü nitelikler olarak algılanmaktadır. 234

231 Kula, Avrupa Kim.., ss. 90-91 232 Kula, Avrupa Kim.., ss. 62-63 233 Kula, Avrupa Kim.., ss. 62-63 234Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.101

94

Avrupa kimliğinin evrensellik iddiasıyla mutlaklaştırılması hiç şüphesiz

Avrupa'nın ötekisi olarak beliren kimliklerin de aynı normatif model temelinde kesin

ifadelerle yargılanması anlamına gelmektedir. Aydınlanmanın değerlerine Avrupa

merkezci bir evrensellik atfedildiğinde sadece bu unsurları içeren toplumlar uygar

olarak tanımlanmış, diğer toplumlar ise Avrupa'nın taşımadığı olumsuz niteliklerle

yüklenerek dışlanmış ve hatta aşağılanmıştır. 235

Böylelikle, yeni bir dünya düzeni ortaya çıkmış, uygarlık derecelerinin belirlen-

diği hayali bir zaman-mekan eksenine yerleştirilen diğer toplumlar Avrupa

uygarlığından sınır çekilerek dışlanmışlardır. Tüm insanlığın yerleştirildiği

uygarlık/barbarlık ekseninde Avrupa genetik özellikleri sayesinde en ayrıcalıklı

kutbu ele geçirmiştir. Bu dışlamacı sınır çekme, ötekilerin sadece ve sadece Avrupalı

bir benlik tarafından belirlenmesi, değerlendirilmesi ve nitelendirilmesi anlamına

gelmektedir. Aydınlanma değerlerinin Avrupa'nın kendine özgü katı kimliksel

unsurlarının birer ürünü olduğu ileri sürüldüğünde, diğer kimliklerin bu evrensel

değerlere ulaşmasının da önü kapatılmaktadır.236

Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren barışçı bir bütünleşmeye doğru

derin adımlar atan farklı bir Avrupa ortaya çıkmış ise de Avrupa, Pan-

Avrupacılığından bir türlü kopamamıştır.

4.4.7. Avrupa Birliği’nin Avrupa Merkezciliği

Avrupa birliği, siyasal bütünleşme amaçlı teknik ve ekonomik ağırlıklı bir

süreçtir.

Erdenir’in Sampson’dan nakledişine göre Jean Monnet Avrupa hiçbir zaman

var olmadı.. birilerinin onu gerçekten yaratması gerekir demiştir. 237

Avrupa Birliği kimlik politikalarının en önemli özelliği Avrupa kimliğinin yeni

bir milliyetçilik üzerine inşa ediliyor olmasıdır. Avrupa Birliği seçkinlerinin farklı

uluslara mensup bireyleri milliyetçilik yaratmada kullanılan unsurlar ve benzer

süreçleri kullanarak Avrupalıya dönüştürmeyi hedefledikleri anlaşılmaktadır. 238

235Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.101 236Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.101 237Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.107 238Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.108

95

Avrupa kimliğinin dil etnik köken ve coğrafya gibi katı unsurlar üzerinde

yükselmesi mümkün olmadığından ortak tarih, ortak kültürel miras gibi temel

unsurlar esas alınmıştır.

Pan-Avrupacılığın klasik eski Yunan, Roma - Hristiyanlık, aydınlanma

formülasyonu Avrupa Birliğinin ortak tarihi olarak sunulmaktadır.

Simith’in kültürler ailesi olarak nitelendirdiği Roma hukuku, siyasi demokrasi,

parlementer kurumlar, Yahudi-Hristiyan etiği gibi gelenekler ve Rönesans

hümanizması akılcılık ampirizm, hümanizm, klasizm gibi kültürel miraslar ortak

tarihsel miras olarak özetlenmektedir. Onsekizinci yüzyılda seçkinlerin ulus devlet

oluşturmak üzere icat ettikleri gelenek ve simgeler benzer şekilde Avrupa kimliği

yaratmak üzere kullanılmaktadır. Avrupa Birliğinin kültür politikalarında Pan-

Avrupacılığın derin etkilerini görmek mümkündür.

Avrupa Birliği’nin, kimlik oluşturma çalışmaları resmi olarak ilk kez 1973

Kopenhag zirvesinde “Avrupa Kimliğine Đlişkin Bildiri” ile başlamıştır. 1989 Sınır

Tanımayan Televizyon direktifi, Avrupa Kimliğinin ortaya çıkarılması konusunda

önemli bir girişimdir. 1983 Solemn bildirisi ile Avrupalılık bilincinin geliştirilmesi

için Avrupa tarihi ve kültürüne ilişkin çalışmaların gerekliliğine vurgu yapılmış

Avrupa Birliği komisyonu bu düşünceleri hayata geçirmek amacıyla öncelikle

eğitim, bilgi, görsel eğitsel politikalar ve sanat alanlarında kültürel girişimlere

elatmıştır.239

1992 Maasricth anlaşması ile bütün üyelerin bağımsız kimlikleri korunmak

üzere ortak kültürel kimlik oluşturulmalıdır denilmektedir.

Farklılıkta birlikteliği sağlamlaştıracak semboller üzerinde durulmaktadır. Bu

nedenle ortak tarih ve ortak kültürel miras, Avrupa kimliğini Avrupalılara aşılamaya

çalışan her politika, ve Bayrak, Marş, özel günler, Para birimi gibi, sembol simge ve

araçlarda kullanılmıştır.

Her ne kadar Avrupa Birliği resmi söyleminde, Avrupa kimliğinin sözgelimi

Kopenhag kriterleri gibi politik, kültür alanında yer alan ortak değerlere dayandığı

239 Erdenir, Avrupa Pan Mil.., s.109

96

söylense de, Avrupa kimlik politikalarının temellendirdiği kültürel unsurlar yöntem

araç ve simgeler Pan-Avrupacılığın derin izlerini taşımaktadır.

4.4. Sonuç

Avrupa kavramı, tarih öncesi çağda Antik dönemde mitolojik bir hikaye

olarak ortaya çıkmış, sonradan tarif edildiği doğal sınırlarda bile kesinlik olmayan bir

bölgeyi ifade etmeye başlamıştır. Yunan mitolojisinde ortaya çıkması nedeniyle

Yunan Hinderlandını çağrıştıran bir ad olan Avrupa, uzunca bir süre pek

kullanılmayan bir kavram olarak kalmıştır.

Yunan site devletlerinin, Makedonya tarafından Makedonya’nın da Roma

imparatorluğu tarafından ilhak edilmesi üzerine Avrupa denilen bölgede Roma

imparatorluğu hüküm sürmeye başlamıştır. Üçüncü yüzyılda Roma Batı ve Doğu

olarak ikiye ayrılmış, dördüncü yüzyılda da Batı Roma imparatorluğu Hristiyanlığı

kabul etmiştir.

476 da Batı Roma imparatorluğu’nun yıkılması ile Avrupa için karınlık çağ

denen dönem başlamış ve sekizinci yüzyılda Şarlman imparatorluğuna kadar devam

etmiştir. Karanlık dönemde kuzeyden Barbar akınları doğudan Pers saldırıları devam

etmektedir. Đslamiyet doğmuş ve Avrupa’ya doğru ilerlemektedir. Yoğun şekilde

devam eden Müslüman saldırılarına karşı bir ortak düşman hissi belirmeye

başlamıştır.

732 yılında Poitiers savaşı müslümanların ilk defa durdurulduğu savaş olarak

Avrupa kimliği oluşumunda önemli tarihlerden biridir. Đlk kez düşmanı sembolize

eden bir kimlik oluşmaya başlamıştır.

Kuzey barbarlarının Frenklerin Hristiyan olmaları ile sekizinci yüzyılda

Avrupa’nın Hristiyanlaşması büyük oranda tamamlanmıştır. Aynı yüzyılda Şarlman

sarayında Avrupa kelimesi Hristiyan Dünyası anlamında ilk kez kullanılmıştır.

Şarlman’ın döneminde papalık ve imparatorluk olmak üzere iki otorite merkezi

oluşmuştur.

Şarlman imparatorluğunun yıkılmasının ardından kurulan birçok küçük Krallık,

feodal üretim tarzına geçiş, Hristiyan cemaati olarak iç homojenleşme Batı’yı

güçlendirmiş, Müslüman Doğu’ya karşı kaybedilen toprakların geri alınması için

yeniden fetih hareketi başlatılmıştır.

97

Avrupa devletlerinin yeniden fetih hareketi devam ederken, Türklerin,

Anadolu’ya girmeleri ve Doğu Roma’nın (Bizans’ın) bir kısım topraklarını alarak

batıya doğru ilerlemeleri, aynı zamanda Müslüman olmaları daha baştan itibaren

Türklere karşı düşmanlık beslenilmesine neden olmuştur.

Selçuklular’dan kısa süre sonra Osmanlı devletinin kurulması bir süre sonra

Avrupa devletlerinin haçlı seferlerinde Varna, Kosova Niğbolu’da yenilgiye

uğratarak Avrupa içlerine doğru genişleme amacında olmaları Türklere karşı duyulan

tehdit algısını arttırmıştır.

Din adamları bu dönemde dinsel ve dünyasal mücadele araçlarını araştırarak

Türkler’e karşı birleşilmesini sağlanmaya çalışmışlardır. Đstanbul’un fethi Türklere

karşı duyulan korkuyu artırmıştır. Söz konusu dönemde özellikle Hümanist din

adamları akla gelen her türlü araç ile Türkler’e karşı savaşılması gerektiği, onlara

ancak birleşerek karşı konulabileceğini ileri sürerek; birleşmeyi ve savaşı

kolaylaştırmak için Türklerin vahşi canavarlar düzeyinde kötü oldukları iddiasını

yaymaya çalışmışlardır.

Đstanbul fethinden sonra Türklerin, Avrupa yönündeki fetihlere bir süre ara

vermesi, yüzyıl savaşlarının sona ermiş olması, Avrupa devletlerinde denizcilikte

gelişmeler yaşanması, Avrupa’nın doğu sınırında Türklerin bulunması nedeniyle

Avrupa’nın doğuya doğru genişleyememesi, denizaşırı keşiflere neden olmuştur.

Rönasans, hemen tamamı aynı zamanda din adamı olan hümanist yazarların

Türklerin tehdine karşı tek çare olan birleşerek saldırmayı yada birleşerek savunmayı

sağlamak için, her biri Türk genişlemesinin potansiyel hedefi olan Hristiyan

devletlerini Türklere kaşı birleştirmek amacıyla bir yandan Türk’e karşı savaş

çağrısı yaparken birleşerek hareket etmeyi kolaylaştıracak ortak değerler, felsefi

temeller bulmaya da çalışmışlardır. Antik Yunan kültürünü ve gizemli ve daha

insancıl algılandığı Bizanstan Đtalyaya geçen hümanistlerce de belirtilen Avrupa

adını birleştirici olarak keşfetmişlerdir.

Türkler, Avrupa kimliğinin aşamalarından Reformasyon’a doğrudan

Protestanları ve kalvinistleri, desteklemek suretiyle reformasyonun gerçekleşmesini

sağlamıştır.

98

Katolik Đspanya’ya ve Şarlken’e karşı Fransa Hollanda ve Đngilizlere, siyasi

askeri ve parasal destek sağlayarak Ulus devletlerin ortaya çıkmasına ve ayakta

kalmasına çok önemli katkılarda bulunmuştur.

Ulus devletler, Denizaşırı keşifler ve Laikleşme unsurlarından her biri

diğerlerinin hem sebebi hem sonucu olmuş, Osmanlı Đmparatorluğu bu aşamaları

bazen devlet politikası olarak doğrudan desteklemek suretiyle ve genel olarak

oluşturucu öteki etkisiyle şekillendirmiştir.

Bütün somut tarihsel gerçekliklerin ışığında Avrupa Kimliği’nin Türklerin

Avrupa topraklarını fethetme amacı, bunu aşama aşama uygulamaya koyması,

ordusunun gücü ve büyüklüğü ve ekonomik gücü dikkate alındığında amacını

gerçekleştireceğinin görülmesi üzerine Avrupa devletlerinin tek tek Krallıklar veya

politik birimler olarak karşı koyamayacakları bu güce karşı birleşme

zorunluluğundan ortaya çıkmış bir kimliktir.

Bu genel durumu gidişatı gören elit kesim bu birleşmeyi sağlayabilecek bütün

unsurları araştırmaya başlamıştır. O dönemdeki tek ortak özellik olan Hristiyanlık,

tehlike oluşturan gücünde Müslüman olması nedeniyle kuvvetli bir birleştirici unsur

olarak tespit edilmiştir.

Başka birleştirici unsurlar ortaya koyabilmek için sözkonusu coğrafyanın bir

bölümü için mitolojide kullanılmış ve daha sonra pek kullanılmayan Avrupa adı

güncellenerek bölge için kullanılmaya başlanmıştır. Sözkonusu coğrafyada

yaşayanlar için Avrupalı kavramının ilk defa Türk Padişahına yazılan mektupta

kullanıldığı gözden kaçmamalıdır.

Ortak bir geçmiş oluşturmak üzere bölgede ilk çağlarda yaşayan uygarlıklar

dan beğenilen Antik Yunan Kültürü ve Roma Hukuku yeniden yorumlanıp

güncellenerek Avrupa ortak geçmişi olarak sunulmuş, ve icad edilen bu ortak

geçmişi yaşatmak için eğitim sistemine dahil edilerek kalıcılaşması Avrupalılığın

kriterlerinden biri haline dönüşmesi sağlanmıştır.

Avrupa Kimliği Türk tehlikesi nedeniyle oluşturulmuş ve bu kimlik sayesinde

Türkler durdurulabilmiş hatta aldıkları bir kısım Avrupa topraklarından

çıkarılabilmiştir. Avrupa devletleri ortak duygularla birlikte hareket etmek üzere

oluşturulan bu kimlikle savaşılması sonucu Türklerin durdurulabilmesi olarak elde

99

edilen büyük başarı, oluşan bu kimliğin bozulmadan sürdürülmesi hatta resmi

olarak bir birlik oluluşturulması gerektiğine dair yaygın bir görüş oluşmasına neden

olmuştur.

100

BEŞĐNCĐ BÖLÜM

AVRUPA KĐMLĐĞĐ’NĐN TÜRK KĐMLĐĞĐ ĐLE ETKĐLEŞĐMĐ

5. 1. Giriş

Avrupa kimliği oluşumunda en etkili olan harici gücün, yani Avrupa

kimliğinin ötekisinin, Türkler olduğu ziyadesiyle yaygın kabule sahip bir görüştür.

Türkler ile Avrupa arasında kesintisiz etkileşim Türklerin 1071 yılında Anadolu’ya

girmesi ve Bizans imparatorluğu’nun bir kısım topraklarını almasıyla başlamıştır.

Ancak Avrupa’nın Türklerle tanışmasının çok daha öncelere dayandığı

belirtilmektedir. Bu temaslardan en bilinenleri olan Batı Hun Đmpatoru Attila’nın

441, 447 yıllarında gerçekleştirdiği birinci ve ikinci Balkan seferidir. Bu savaşlar

sonunda Attila’nın, Bizans’ı vergiye bağladığı, 452 yılında Batı Roma

imparatorluğunu egemenliği altına aldığı belirtilmektedir. Ancak Attila’nın 453’te

ölümünün ardından devam eden savaşlarda çocuklarından ikisinin ölümü ve

sonuncusu olan Đrnek idaresindeki Hunlar’ın da başka bir Türk boyu olan Oğur'lara

katılmasıyla Avrupa topraklarındaki egemenliklerinin son bulduğu belirtilmiştir.1

Kafesoğlu “beşinci yüzyılda Avrupa’da gerçekleşen“ yaklaşık bir asırlık

Hun hakimiyetinin “Kavimler Göçü”nü tahrik etmesi nedeni ile etnik,

Antikçağın kapanıp, Ortaçağın başlamasına ve "Kutsal Roma-Germen" birliği

sisteminin teşekkülüne zemin hazırlamak yolu ile politik,

Savaşlar veya dostça ilişkiler vasıtasiyle gelişen destan (Nibelungen vb.) ve efsaneler

(St. Lupus, St. Geneviev vb.)’ in edebiyat, san’ata etkisi sebebiyle estetik

Şövalyelik ruhunun aşılanması ile sosyal,

Türk ordu teçhizat ve muharebe usullerinin taklidi dolayısiyle, askeri

açıdan etkilerinin Avrupa'da Ortaçağ boyunca devam ettiğini belirtmiştir.” 2

Çalışmamız açısından Türkler ile Avrupa arasındaki etkileşimin onbirinci

yüzyıl ve sonrasında meydana gelen kısmı esas alınmıştır.

On birinci yüzyılda Türkler’in Anadolu’yu fetihlerinden itibaren Türkçe’nin

hakim olarak konuşulduğu Anadolu topraklarına “Türkiye” adı verilmiştir. Bu isim

Avrupalılar tarafından verilmiştir. “Türkiye” sözcüğü ilk olarak 1190 da Barbarossa

1 Đbrahim Kafesoğlu, Türk Đslam Sentezi, Đstanbul, Ötüken Neşriyat,3. Baskı, 1999, ss. 20-21 2 Kafesoğlu; Türk Đsl.., s.21

101

Haçlılarının bir vakayinamesinde geçmiştir. Onüçüncü yüzyıla gelindiğinde sözcük

Avrupalı yazarlar tarafından yaygın bir şekilde kullanılmaktadır, “Türkiye” sözcüğü

Avrupalıların Avrupa’nın ötekisine verdikleri isimdir.3

Kula, “Alman edebiyat ve felsefe tarihinde Osmanlı Đmparatorluğu yerine genel

olarak Türk ve Türkiye kavramları kullanıldığını, bu tutumun "biz ve öteki" söylemi

yada "ötekileştirme" taktiği gereği, karşıt güç biçiminde algılanan Türkleri belirgin

bir biçimde ayırt etme amacının bir parçası olarak değerlendirilebileceğini

belirtmektedir.” 4

“Alman yazınında Türklerin yaşadığı ülke anlamında Türkiye kavramı, ilk kez

Bavyeralı şair Tannhauser tarafından 1229 yılından kalma "Haçlı Seferi Şarkısı" adlı

şiirde kullanılmıştır.” 5

Soykut’a göre, “Avrupalılar tarafından Türk sözcüğü Müslüman anlamında

kullanılmaktadır.”Farsi Turko” (Türk olmak deyimi ) Đslam dinini kabul etmek

anlamına gelmektedir.” 6

Yurdusev, Avrupalılar için Türk sözcüğü Müslüman sözcüğü ile eş anlamlıdır,

Müslüman olan bir Avrupalı için “Türkleşti” ifadesi kullanılır. Müslümanlaşma

Osmanlı Đmparatorluğu sınırları dışında örneğin Đsfahan da olsa bile Türkleşti deyimi

kullanılır. Zira Türk ve Müslüman öylesine özdeşleşmiştir ki “Hıristiyan Arap deyişi

anlamlı bulunurken, Hıristiyan Türk sözcüğü anlamsız ve kendi içinde çelişkili

görülür, demiştir.7

Kumrular, Türk kelimesini kullanan Avrupa insanının, sosyal statüsü ne olursa

olsun kelimenin etnik ve dini kökeni ile değil, doğrudan karşılaştığı tehlike ile

ilgilenmiş olduğunu, Türk kelimesinin tehlikeyi adlandırmakta kullanılan bir terim

olduğunu belirtmiştir. 8

3 Bernard Levis, Modern Türkiye’nin doğuşu Metin Kıratlı(çev), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları IV.Dizi Sayı 8a, 2. Baskı 1984, s.1 Dipnot 1- Yurdusev, Avrupa Kim.., s.60 4 Onur Bilge Kula, Avrupa Kimliği ve Türkiye, Đstanbul, Büke kitapları, 2006, dipnot 55 s. 167, 5 Kula, Avrupa Kim.., dipnot 55 s. 167, 6 Mustafa Soykut,Papalık ve Venedik Belgelerinde Avrupa’nın Birliği ve Osmanlı Devleti(1453-1683),Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayını, 2007, s.28 7 A.Nuri Yurdusev, Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Türk Kimliği, Atila Eralp, (Ed) Türkiye ve Avrupa, Ankara, Đmge Kitapevi 1997, s.61 8 Özlem Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığının Kökeni Türk Korkusu, Đstanbul, Doğan Kitap, 4. Baskı, 2008 s. 48

102

Bernard Levis,Türk sözcüğünün Batıda Müslüman’ın eşanlamı haline geldiğini

ve Müslüman olmuş bir batılıya,”Türk olmuş”dendiğini belirtmiştir.9

Avrupada Türk tehlikesinin ortaya çıkmasıyla birlikte Türklerin kim olduğu

nereden geldiği sorusuna cevap ararken düşman Türkler’e atfedilen kötü sıfatlar Türk

kelimesinin kökeninde aramaya çalışılmıştır.

Kumrular, Fernando Fernandez Lanza isimli araştırmacın incelemelerinde

Türklerin vahşetinin “Türk” kelimesinin içinde saklı olduğunu iddia eden metinler

ortaya çıkardığını belirtmiştir. 10

Bu metinlerin bazılarında “Türk isminin, (Turco) acı çektirmek (a torquendo)

veya işkence (a tortura), ellerine düşenlere acı çektiren belalılar anlamına geldiği

söylenmeye çalışılmıştır. Bazıları bu şeytani soya Türkler denmesini, Antik çağda

Đskitya kralı olan Herkül’ün oğlu Theucra’nın adına bağlamışlardır.” 11

“Onaltıncı yüzyılda olduğu kadar geç ortaçağda da Yunan karşıtı polemikçiler

gibi Türk’lerin Truvalıların köklerinden geldiğini ispatlamaya çalışanlar olduğu

belirtilmiştir.”12

Avrupa’da Türklerin kökeninin Asya soyundan gelen bir halk olan fakat

Türklerle hiç ilgisi olmayan Đskitlere kadar uzandığını kanıtlamaya çalışan çok geniş

bir literatür bulunmaktadır. 13

“Türk” kelimesinin işkenceyle ve Đskitlerle bağdaştırılması hem bir savunma

mekanizması, hem bir antipropaganda malzemesi, hem de Türklere karşı savaşı haklı

hale getirecek bir sebep olarak ileri sürülmüştür.14

Türkler, Haçlı seferi anlayışını yaygınlaştırmak amacı güden, Avrupa

coğrafyasında yaşayan uygarlıklar ve devletler tarafından daha onbirinci yüzyılın

başlarından itibaren “baş düşman”, “ebedi düşman” imgesi bağlamında, Hristiyanlık

temelinde ortak kimlik anlayışını pekiştirmekte araç olarak kullanılmıştır. 15

9 Levis, Modern Türk.., s.13 10 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 48 11 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., ss. 48-49 12 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., ss. 48-49 13 Soykut,Papalık, s.28 14 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 49 15 Kula, Avrupa Kim.., dipnot 56 s. 167,

103

Yurdusev’in Hay’dan nakledişine göre Selçuklu Türkleri Hristiyan dünyasının

ortak ögelerinin Hristiyanların bilincinde uyanmasında etkili olmuştur.16

Türkler Anadolu'ya yerleşmelerinin daha başından itibaren önce Anadolu

Hristiyanlığı daha sonra da Avrupa tarafından tehlike olarak değerlendirilmiştir. Bu

değerlendirme kapsamında Avrupa Hıristiyanlığı daha belirgin bir biçimde özünü,

Hıristiyanlıktan kaynaklanan ortak paydasının derinlik ve kapsamını sorgulamaya ve

irdelemeye başlamıştır.17

5.2.Haçlı seferleri (Türk Savaşı)

Onbirinci yüzyılın sonunda gerçekleşen Birinci Haçlı Seferi'nden başlayarak,

“Türkler, Avrupa yazılı belgelerinde “Doğudan gelen Hıristiyanlık karşıtı tehlike”,

“yakıp-yıkan”, “Hıristiyanları ve onların kutsal değerlerini yok eden” Asyalı güç

olarak betimlenmiştir. Bu süreç içerisinde “Haçlı seferi” kavramı ile “Türk savaşı”

kavramı giderek eş anlamlı kullanılmaya başlanmıştır.” Böyle bir bakış açısının

yerleşmesine papalık önemli bir katkı yapmıştır.18

Kula’nın, Martin Luhter’in Monte Croce’nın ”Kuran'ın Çürütülmesi” adlı

kitabının çevirisinden naklettiğine göre Onbirinci yüzyılın ikinci yarısında dönemin

Bizans imparatorunun, Avrupa Hıristiyanlığına çeşitli yollardan başvurarak,

Anadolu’da yayılan Türklerin Hıristiyanlık için başlıca tehlike oluşturmaya

başladıklarını bildirmesi ve söz konusu tehlikeyi önlemek amacıyla Avrupa'dan

yardım istemesiyle, “Türk tehlikesi” Avrupa gündemine girmiştir. 19

Yurdusev, Taner Timur’un, Avrupalıların Türklere olan ilgilerinin ve

önyargılarının temelinin, Haçlı Seferleri’ne kadar uzandığını, hatta bunun

kalıntılarının bugün bile hissedildiğinin söylenebileceğini belirttiğini, Nitekim,

Fransız Adelet Bakanı ve aynı zamanda Akademi üyesi olan Alain Peyrefitte’nin Le

Mal Français Başlıklı eserinde “Haçlıların Fransa’sı Aydınlıkların Fransa”sı

demesini bunun örneği olarak andığını belirtir. 20

16 Yurdusev, Avrupa Kim.., 34.not.s.74 17 Kula, Avrupa Kim.., s. 166 18 Kula, Avrupa Kim.., s. 92 19 Kula. Avrupa Kim.., s. 131 20 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.65-66

104

Türklerin, Doğu Roma (Bizans) imparatorluğu için ciddi ve dolaysız bir tehlike

oluşturmaya başlaması ile birlikte, Avrupa'da ”Türk tehlikesi” ve bu tehlikenin nasıl

önlenebileceği konusu, artık Avrupa'nın “başlıca ve ertelenemez” sorunu olarak

nitelendirilmiştir.

“Dönemin Avrupalı yöneticileri, siyasal ve dinsel yetkilileri kendileri için tehlike

olarak gördükleri Türklere karşı dünyasal savaşın araçlarını ve yöntemlerini

araştırmaya başlamışlardır, savunma yeterliliklerini geliştirme ve genişletme ihtiyacı

duymaları, Avrupalılara kimliklerinin ortak yönlerini öne çıkarma ve belirginleştirme

ortamı hazırlamıştır. Bu açıdan Türkler, karşıt güç olarak Avrupalılar açısından ortak

kimliğin oluşması ve yerleşmesi bakımından en önemli etken olmuştur.” 21

Bizanslı din bilgini Demetrius Cydonius Ricoldo'nun “Confutatio Alcorani”

(Kuran’ın çürütülmesi) adlı kitabını ”Đslam'a karşı felsefi bir silah”olarak düşünerek,

yaygınlaştırmak amacıyla Yunanca’ya çevirmiştir.22

Türkler ile Avrupa’da yaşayan Hristiyanlar arasında etkileşimin başlamasından

itibaren Türkler yüzyıllar boyunca Avrupalılar için ötekinin tek temsilcisi olmuştur.

“Protestanlar için Türkler, Katolikliğin kötülüğünü temsil ederken inançları

Protestanlığa aykırı olan Katolik Rönesans insanı ise, Türkleri Perslerle

özdeşleştirerek, antik Yunan uygarlığının ve dolayısı ile antik Yunan’la özdeşleşen

Rönesans Avrupa uygarlığının düşmanı olarak tanımlamıştır.” Türkler Roma

kilisesine göre Hristiyan aleminin ne pahasına, olursa olsun savaşılması gereken

düşmanı olarak tanımlanmıştır.23

Papa16.Benediktus, Yeni Çağ öncesi Avrupa'nın “ölüm kalım savaşı verdiği

yeni bir ötekiyle” tanıştığını bunun Türkler olduğunu vurgulamıştır.24

Kumrular, devrin vakanüvistlerine göre, Türk’ün başka sıfatlara ihtiyaç

duymadan tanımlanabilecek bir düşman olduğunu, Ancak yine de ona sayısız sıfat

atfetmekten geri kalınmadığını, klasik “düşman ” tanımından çok daha fazlasının

21 Kula, Avrupa Kim.., s. 131 22 Kula, Avrupa Kim.., s. 131 23 Soykut,Papalık.., s.24 24 Kula Avrupa Kim.., s. 101

105

yüklendiğini, Türklerin, şiddet, vahşet, kötülük, zalimlik ve yağmacılıkla

özdeşleştirildiğini, belirtmiştir.25

Coşan’ın, Schulze’den alıntı orak yaptığı tanımda; “Ezeli düşman, doğuştan

düşman olan, düşman kabul etmek için herhangi bir düşmanca eylem yapmasına

gerek duyulmayandır. Birinin Türk olması Hristiyanların düşmanı olması için

yeterlidir. 26

Kula’nın Anna Komnene’nin Alexias, adlı eserinden naklettiğine göre

“Türkler, Bizans Đmparatorluğu için Doğuda ivedi ve doğrudan bir tehlike oluşturan

Tanrı tanımaz barbarlardır.” 27

Alexias, Türkler hakkında birçok önyargı, kalıp söz,yakıcı yıkıcı yağmalayıcı

öldürücü, kutsal değer tanımaz, anlaşmalara uymaz ve bütün bunların toplam

anlamında barbar gibi ayırıcı dışlayıcı imge kullanılan önemli sayılabilecek yazılı ilk

kaynaklardan biridir. 28

Alexias'ın yazarı Anna Komnene’nin babası olan Bizans Đmparatoru I. Alexias

Komnenos 1088 yılında Flandreli Kont Robert'e yazdığı mektupta, “Peçenekler ve

Türkler, Hıristiyanları öldürmekte, çocukları ve gençleri vaftiz taşları üzerinde

sünnet etmekte, Tanrının adını kirletmekte, namuslu kızların ve kadınların ırzına

geçmekte, Hıristiyan erkekler üzerinde sodomik günahı işlemektedir” diyerek

Hıristiyan Avrupa'yı kendisinin ve Yunanistan'ın yardımına çağırmıştır 29

“Anılan mektup, başlıca amacı Türk yayılmasını önlemek olduğu öne sürülen

“Haçlı Seferi” girişimini haklı ve dinen gerekli göstermek amacıyla, Vatikan

tarafından kullanılmştır. Bu mektubun bir başka önemli yönü, Türklere ilişkin başlıca

imgelerin kaynağı olma işlevi görmüş olmasıdır.” 30

“Bizans Đmparatorunun mektubunda yer verdiği anlatımlar, tüm Hıristiyan

dünyasına dönüktür ve “bizim başımıza gelenler, sizlerin de başına gelebilir!”

hissettirmesini içermektedir. Vatikan'ın ve dönemin Avrupalı egemenlerinin şahsi

25 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., ss. 53-54 26 Leyla Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru, 16. yy’da Almanların Türklerden Korunmak Đçin Yazdığı Dualar Đstanbul, Yeditepe Yayınevi,2009, s. 31 27 Kula Avrupa Kim.., s. 116 28 Kula Avrupa Kim.., s. 127 29 Kula Avrupa Kim.., s.123 30 Kula Avrupa Kim.., s.168

106

çıkarlarına ulaşmak amacıyla araç olarak kullandıkları söz konusu hissettirme

nedeniyle, mektubun içerdiği Türkler hakkındaki betimlemeler, Hıristiyanlığın ortak

belleğine yerleşen olumsuz imgelerin oluşmasını kolaylaştırmıştır. I. Haçlı Seferi

sırasında Haçlı komutanlar tarafından Avrupa'ya gönderilen çok sayıda mektupta

Türkler ve Đslam konusunda yeralan “ötekileştirici” söylemler, Bizans imparatorunun

anlatımlarını pekiştirmiştir.” 31

Avrupa‘da yaşayanların dinsel-kültürel ortak yönlerini ortaya çıkarmaları

konusunda belirleyici önem taşıyan bir başka gelişme, Aralık 1095 tarihinde toplanan

Clermont Konsili'dir. Kula, Steven Runciman’ın Keşiş Robert'e dayanarak, Regina

Pernaud’un da Haçlı Seferine katılan Fulcher von Chartes'e dayanarak anlatımından

naklen, 1095'de Clermont Konsilinde, papa II. Urban’ın, “Doğu Hıristiyanlığının

simgesel değer taşıyan Kudüs, Antakya ve Konstantinopel gibi ana merkezlerinden

gelen yardım çağrısına gönderme yaparak, “bir yanda Tanrının düşmanı Türkler,

öbür yanda onun dostları...” bulunmaktadır. Bu nedenle, zengin yoksul bütün

Hıristiyanlar, “haklı bir savaşı” yürütmek için Doğunun yardımına koşmalıdır.”

Dediğini, I. Alexias’ın görüşlerine ek olarak papa II. Uban’ın Türkleri aşağılık

yaratıklar topluluğu olarak nitelediğini belirtmiştir.32

Bu gerekçelerle coşturulan Avrupalı Hristiyanların, Hıristiyanlığın baş

düşmanı ve kıyıcı “Türk'e karşı savaş” olarak sunulan I. Haçlı Seferine katıldıkları

belirtilmektedir.33

Papa II. Urban Clermont'daki konuşmasının yanı sıra, dönemin güçlü

egemenlerine ve yöneticilerine mektuplar yazarak, barbarların Doğu’daki “Tanrının

kiliselerinde” çeşitli tahribatlar yaptıklarından bahsetmektedir. 34

Papa ve kiliseler bu etkinlikleriyle Hıristiyanların “kollektif hissetme bilincini”

büyük ölçüde hareketlendirmeyi başarmışlardır. Söz konusu hareket, Đtalyanlardan

başlamak üzere, Đskoçları ve Đskandinavları içine alacak ölçüde bütün Avrupa'yı

kapsamıştır. Hıristiyanlığın onurunu korumak gerekçesiyle, Hıristiyan dünyası

açısından sembolik değeri çok yüksek olan Kutsal Gömüt (Mezar) ve Kutsal

31 Kula, Avrupa Kim.., s.226 32 Kula, Avrupa Kim.., ss.169.252 33 Kula, Avrupa Kim.., s.252 34 Kula, Avrupa Kim.., s.170

107

Kilisenin bulunduğu Kudüs'ü ve Antakya'yı kurtarma girişimi olarak gösterilen Haçlı

Seferleri, giderek tüm Avrupalı Hıristiyanları kapsayan bir olaya dönüşerek

kitleselleşmiştir. Örneğin, 1217 yılında düzenlenen 5. Haçlı Seferine sade halkın

dışında Đngiltere kralı Johann, Macar kralı Andreas, Staufer (Alman) kralı I.

Friedrich gibi dönemin önde gelen egemenleri katılmıştır. 35

Osmanlı Devleti, batıya doğru genişleyerek daha 1400’lere girerken bir Balkan

Đmparatorluğu olmuştur. 36 Türk akınlarına karşı Ege Denizindeki Hristiyan milletler

arasında savunma için bir birlik kurma konusunda ki ilk temaslar 1327’de

başlamıştır. Bu görüşmeye Bizanslılar ve Ege’deki bütün Hristiyan milletlerin

katıldığı belirtilmektedir. 37

Türkler, Kosova, Varna, Niğbolu ve mohaç’da haçlı ordusunu yenilgiye

uğratmıştır.38 25 Eylül 1396 tarihinde Osmanlıların Bulgaristan'da Niğbolu da haçlı

ordusunu yenilgiye uğratması bir dönüm noktasıdır. Bu savaşta Hristiyanların

Kudüs'ü ve Doğu Avrupa'yı geri alma hayalleri, bir daha yerine gelmemek üzere yok

olmuştur.39

Din adamları tarafından Hristiyanlığın başdüşmanı olarak gösterilen Türklere

karşı birleşerek şavaş çağrıları devam etmektedir. 1439'da Đmparator Đoannes

Hıristiyan dünyasını Türklere karşı birleştirmek için Ortodoks ve Katolik

kiliselerinin birleştirilmesini içeren bir antlaşmayı imzalamak için Floransa'ya

gitmiştir. Bu sırada Papa Dördüncü Eugenius bütün Hıristiyan devletlerini Türklere

karşı yeni bir haçlı seferine davet etmiştir.40

Kula’nın naklettiğine göre, G. W. F. Hegel, “Haçlı Seferi düşüncesi,

Hıristiyanlık temelinde bütün Avrupa'yı kapsayan bir olaya dönüşmüştür. Kilise,

Haçlı Seferleriyle "bütün yaşamsal ilişkiler, bilim ve sanat üzerinde egemenlik"

kurmayı başarmıştır. Demiştir” 41

35 Kula, Avrupa Kim.., s.170 36 Ortaylı, Avrupa ve Biz, s.153 37 Halil Đnalcık, Doğu Batı Makaleler II, Doğu Batı Yayınları, Ankara,2008, s. 15 38 Levis, Modern Türk.., s.25 39 Soykut, Papalık.., s.181 40 Kıvanç Galip Över, Avrupa’nın Kodları, Haziran 2006 Ümit Yayancılık, Ankara.s.162 41 Kula, Avrupa Kim.., s. 169

108

“Vatikan, yaşamın bütün alanları üzerinde mutlak biçimde egemenleşmek için,

Hıristiyanlık için kutsal olan yerlerin, inançsızların elinde bulunmasının Hıristiyanlar

için "onursuzluk" olduğunu öne sürerek, Avrupalı Hıristiyanların "bütünlüğünü"

sağlamıştır.” 42

“Hegel'in Đspanya tarafından Sarazenler43e karşı yürütülen savaşlarda oluşan

şövalye ruhu, Haçlı Seferleri yoluyla bütün Avrupa'ya yayılmıştır. biçimindeki

sözleri ilgi çekicidir. Haçlı Seferi düşüncesi Avrupa’nın ortak belleğini

biçimlendirmesinin yanı sıra, söz konusu ortak belleği yüzyıllar boyunca

koşullandırmıştır.” 44

5.3.Đstanbulun fethi

Đstanbul'un Türk ordusu tarafından fethi, Hristiyan dünyasında giderek

belirginleşmeye başlayan “ürküntü ve korkunun” yaygınlaştırılmasında meşrulaştırıcı

bir gerekçe olarak kullanılmıştır. Avrupa'nın ortak belleğinde yer etmiş olan Hun

akınları bağlamında Türklerin, Balkanlar ve Macaristan üzerinden Almanya’ya,

deniz üzerinden de Roma'ya doğru ilerleyecekleri varsayılmıştır. 45

“Kula’nın, söz konusu "endişe ve korkunun" büyüklüğünü açıklamak için,

verdiği örnekler şöyledir. Đmparator III. Friedrich Đstanbul'un Türkler tarafından

alındığını öğrendikten sonra "dua etmek ve ağlamak" amacıyla günlerce sarayına

kapanmıştır.“ 46

“Papa, Hıristiyanlığı, içinde bulunduğu uyuşukluktan uyandırmak için yeni bir

Haçlı Seferi hazırlanması konusunda buyruklar göndermiş, Avrupa'nın bütün

ülkelerinin kiliselerinde bu konuda "Haçlı (Türk) Vaazları" olarak adlandırılan

vaazlar verilmesini sağlamıştır.” 47

“Almanya'da kayzer iç bütünlüğü sağlamak ve Đspanya ve Fransa'nın desteğini

kazanmak amacıyla, 1454 yılında Regensburg kentinde “Đmparatorluk Meclisini”

toplamıştır.” 48

42 Kula, Avrupa Kim.., s. 169 43 Serazenler, Avrupalı’lar tarafından Müslüman Araplar’a verilen ad. 44 Kula, Avrupa Kim.., s. 169 45 Kula Avrupa Kim.., s. 236 46 Kula Avrupa Kim.., s. 236 47 Kula Avrupa Kim.., s. 236 48 Kula Avrupa Kim.., s. 236

109

Đstanbul’un düşmesi, Avrupalıların, Doğu Avrupa'da aşamalı olarak fakat hızla

biçimlenmeye başlayan bir gerçeğin farkına varmalarını sağlamıştır. Osmanlılar,

hemen hemen tüm Balkanlara sahip olmuşlardır. 49

Papa II. Pius'un Đstanbul'un düşüşünü işittiğinde; “şimdi gerçekten Avrupa'ya

yani anayurdumuza tıkıldık” “Geçmişte biz (…)yabancı ülkelerde yenilgi alırdık.

Şimdi bizi Avrupa’da kendi vatanımızda vuruyorlar dediği yine Đstanbul’un

düşüşünü kastederek Homeros’un ikinci kere ölmesine ağlıyorum dediği

belirtilmiştir.50

Papa’nın Đstanbul’un fethiyle ilgili olarak söylediği sözlerden anlaşıldığı gibi

asıl endişeye sebebiyet veren Türklerin orta Avrupa’ya kadar ilerlemiş olmalarıdır.

Đstanbul’un düşüşünü öğrenen Bessarion, Türkleri "anticristo" (Đsa düşmanı)

olarak tasvir etmiş ve bu olayla ilgili olarak Venedik Dukası Francesco Foscari'ye

yazdığı acıklı mektup da, şehirdeki olayları, "Konstantiniye; en zalim barbar

Hristiyanlığın vahşi düşmanları, kudurmuş hayvanlar tarafından yağmalandı,

Kiliseler ve azizlerin mabetleri küfür, kan ve her türlü aşağılanmayla kirletildi,

Tanrı'nın evleri karargaha dönüştü, kutsal emanetler karargahlara taşındı" diye

anlatmıştır.51

Sözkonusu dönemde Türklere karşı savaşın en ateşli savunucularından olan asıl

adı Enea Silvio Piccolomini olan papa II. Pius, yaptığı konuşmalarda Türklere karşı

savaşmanın Hıristiyan dünyasının dinsel görevi olduğunu sürekli vurgulamıştır.

Türklere karşı savaş düşüncesini Hıristiyan dünyasında yaygınlaştıran önemli din

adamlarının başında gelmektedir. II. Pius, vaazlarında halkı yakınmak ve ağlamak

yerine, etkin olarak Türklere karşı savaşa katılmaya çağırmıştır.52

Papa II. Pius, 1458 yılında Fatih Sultan Mehmet’e yazdığı mektubunda

“Avrupalılar” sözcüğünü ilk kez kullanmıştır. “Avrupalılar” sözcüğünü,

”Hristiyanlar” sözcüğü ile eşanlamlı olarak kullanmıştır.“ Avrupalı” ifadesi 1606’dan

itibaren yaygın şekilde kullanılmaya başlamış ve kalıcılaşmıştır.

49 Soykut,Papalık.., s.181 50 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.58- Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 31-Soykut,Papalık.., s57 51 Soykut,Papalık.., s.66 52 Kula, Avrupa Kim.., s. 92

110

Papa II. Pius Fatih Sultan Mehmet’e yazdığı ve gönderilmediği anlaşılan ünlü

“Epistola ad Mahumetem” isimli mektubunda, Fatih Sultan Mehmeti Hıristiyan

olmaya davet ederek, bunu kabul ederse Roma'yı kendisine vereceğine söz

vermektedir. Böylece II. Mehmet, ikinci Konstantin olacaktır.53

“II. Pius, pek bilinmeyen, Papa II. Pius'un Asya ve Avrupa Tasviri, adlı

kitabında putperest Romalıların elinden kurtulmuş ve kutsal yeni Ahit’e bağlı bir

hayat sürmekte olan Asya’nın Türk’lerin gelişiyle tamamen yoldan çıktığını ifade

etmektedir.” 54

Papa II. Pius’un konuşma ve yazılarından Türkler’e karşı oluşturulan

palitikanın özelliklerini çıkarmak mümkündür. Bu politikalar ilk olarak Türkler’in

ortak ezeli düşman olarak halkın bilinç altına yerleştirilmesi, bunun için Türkleri

kötü acımasız olarak göstermek, ikinci olarak Türklerin bütün Hristiyan dünyasını

ele geçireceği onun için birleşilerek Türklere karşı savaşılması gerektiği konusunda

politik egemenlerin ve halkın ikna edilmesi, üçüncüsü Türklere karşı birlik ve

bütünlüğü sağlamak için Hristiyanlık dışında başka ortak unsurlar yaratılması ve son

çare olarak Türk Đmparatorundan başlayarak Türk halkı Hristiyanlığa döndürme

çabalarıdır.

Türklerin Avrupa’ya dolayısı ile Hristiyan topraklarına girmelerinin ardından

Papa II. Pius ve pekçok Rönesans yazarı Türklere karşı ilgi duymaya başlamıştır. Bu

ilgi Pers istilası, yani Helen ve Perslerin karşı karşıya gelmelerinin ardından

Heredotos’un Perslere duyduğu ilgi arasında bir benzerlik kurulmaktadır. 55

Bu durum, II. Pius ve diğer Rönesans yazarları gibi “Hristiyan Avrupa’ ya karşı

saldırgan Đslam” imajının Türklerle özdeşleştirilmesinin yanında, antik Yunan'ın

düşmanı olan Perslerle Türkler arasında bir paralellik kurulduğuna da işaret

etmektedir. 56

Batı'yı, yani uygar dünyayı temsil eden eski Helenler ve Avrupa uluslarına karşı

Doğu'yu, yani barbarlığı temsil eden Persler ve Müslüman Türkler, Eski Helenler ve

Persler söz konusu olduğunda, her ikisinin de pagan olduğunu dikkate alınacak

53 Soykut,Papalık.., ss.56-57 Ortaylı, Avrupa ve Biz, ss. 209-210 54 Soykut, Papalık.., ss.58-59 55 Soykut,Papalık.., s.55-56 56 Soykut,Papalık.., s.55-56

111

olursa, Rönesans Türk imajının, zaten olumsuz olan Đslam imajı ile birleştiğinde

yarattığı etkinin, Helen-Pers örneğinde olduğundan daha güçlü bir anlam taşıdığı

görülür Zira Türk-Đslam imajının oluşum süreci, hem iki uygarlık arasındaki

"çatışma" ya, aynı zamanda evrensellik iddiası taşıyan iki rakip din arasındaki

rekabete de dayanmaktadır.57

Đtalyanlar, Hristiyanlığın zındık ve yozlaşmış kabul ettiği Arianizm gibi doğu

mezhepleri ile de Türkler arasında paralellik kurmuştur, her iki durumda da

Rönasans Avrupasına göre, Türkler uygar dünyanın anti tezidirler. Laik, çoğu Đtalyan

aydını tarafından dahi Türkler insan şekline girmiş “anticristo” yani Đsa düşmanı

olarak değerlendirilmiştir. 58

Papalığın, Hristiyanlık düşmanı (anti Christ) olarak gördüğü ve Ayrupa’nın

güvenliği için büyük tehlike oluşturduğunu düşündüğü Türkler’e karşı tutumu,

onyedinci yüzyıl sonuna kadar sürdürmüştür. Papalığa bağlı ruhbanlar, “Türklere

karşı haçlı seferi” konusunu bıkkınlık verecek derecede tekrarlamak suretiyle ortak

bilinç oluşturmaya çalışmaktadır.

Papalığın Osmanlı Đmparatorluğu'na yönelik resmi politikası, düşmanlığı

sürekli kılmak ve daima yeni haçlı seferi çağrıları yapmak olmuştur. Özellikle

onaltıncı yüzyılda ortaya çıkan Protestan ayrılığından sonra, Hristiyan devletler

arasındaki ortak siyasi paydalarının gittikçe azaldığını gören Papalık, "Hristiyanlık

alemine ortak bir; düşman yaratma çabası içine girmiştir 59

Bu yüzyıllarda Avrupa da barış ve birliğin Türklere karşı direnmek için gerekli

olduğu fikri zamanın krallarının ve politikacılarının retorik bir tezi olarak

düşünülebilirsede Yurdusev’in nakledişine göre, Mattingly bunun samimi bir isteğin

ifadesi olduğunu belirtmiştir.

Yurdusev’e göre, onaltıncı ve on yedinci yüzyıllar da Avrupa devletleri

arasında yapılan antlaşmaların çoğunda Türkler, Hıristiyan Alemi’nin ortak düşmanı

olarak tanımlanmıştır. Grotius dahil olmak üzere çoğu hukukçunun yazılarında da bu

durum gölülebilecektir.60

57 Soykut,Papalık.., s.55-56 58 Soykut,Papalık.., s.28 59 Soykut,Papalık.., s.193 60 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 63

112

Đstanbul'un, Türklerin eline geçmesi, Batı'da hem birleşme hayallerini yeşertmiş,

hem de yerel hareketleri tetiklemiştir. Din adamı, kilise heyeti üyesi Veronalı Timoti

“hayatı boyunca Đtalya'nın birleşmesi için uğraştığını, ama hiçbir başarı elde

edemediğini şimdi Đstanbul'un Türklerin eline geçmesiyle “Barbarların Hıristiyanları

sürü gibi nasıl kılıçtan geçirdiğini” öğrenince Đtalya'da bir birlik sağlanması

konusundaki umutlarının yeşerdiğini “belirtmiştir.61

Haçlı seferleriyle başlayan Türk karşıtı ırkçılık Đstanbul’un fethiyle

pekişmiştir.62 Đstanbul’un fethi, üzerine Kilise Türklere karşı Haçlı seferlerinden

itibaren uyguladığı propaganda girişimlerini nitelik ve sayısal olarak artırmıştır. Türk

tehdini insanların zihinlerine kazımak için hergün Kiliselerde çan çalınması

sağlanmıştır. Periyodik olarak tekrarlanan ve 1700 lü yıllara kadar devam eden Türk

vaazları başlatılmıştır.

Kilisenin diğer bir anti propagandası olarak çocuklara, gençlere, ailelere

öğretilen ve ayinlerde tekrarlanarak kilise sarkısı haline gelen Türklerden korunmak

üzere yazılan dualardır. Kilise, hemen hemen büyük çoğunluğu hümanist yazar olan

papalar öncülüğünde Türk konuşmaları olarak adlandırılan Türkler aleyhine kötü

sıfatlar içeren ve Türk’e karşı savaşı teşvik eden konuşma ve yazı yazma geleneğini

başlatmıştır.

Bu propagandalar yoluyla Türk korkusu ve Türk düşmanlığı, elit kesimden en

küçük yerleşim birimindeki halklara kadar yaygınlaştırılmıştır. Papalar bu faaliyetler

yanında krallara egemenlere yazılar mektuplar yazarak bütün Hristiyan devletlerin

biran önce birleşerek Türklere karşı savaşmalarını sağlamaya çalışmışlardır.

Türk tehlikesinin, Avrupa’nın, gündemine girmesinden itibaren din

adamlarınca başlatılan ve Đstanbul’un fethiyle şiddeti artırılan ve yaygınlaştırılan

propağandalar ile beslenen, yazarlar, düşünürler, şairler gibi, elit gruplar da faaliyet

gösterdikleri her alanda, kullanabildikleri her araçla, Hristiyanlıktan başka ortak

özellikleri olmayan insanlar da Türk düşmanlığı adında bir ortak unsur yaratmaya ve

bu ortak düşmana karşı birleşilmesi gerektiğine dair kolektif bir bilinç oluşturmaya

çalışmışlardır. Bu konuların işlendiği yorum, kitap, makale, yazı, konuşma, şiir,

61 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., ss. 122-123 62 Yurdusev, Avrupa Kim.., 34.not.s.74

113

müzik, resim, heykel, opera gibi pek çok eser ortaya çıkmıştır. Bu eserler yoluyla

Türk düşmanlığının oluşumuna ve kalıcılaşmasına, ve bu yakın ve etkili ortak

tehdidin önlenmesine, ortadan kaldırılmasına yönelik bir birliktelik oluşmasına

önemli katkı sağlamışlardır.

Esirler, tacirler, haçlı seferine katılan askerler, diplomatlar gibi insanların

yazdığı mektuplar Türk karşıtlığına ilişkin ortak bilinç oluşmasına katkıda bulunan

bir başka grup araçtır.

Yine elit kesim ve kilisenin etkileriyle Türkler aleyhine periyodik yayınlar

ortaya çıkmıştır. “Halkı Türklere karşı uyandırma ve bilinçlendirme politikaları

sürerken, özellikle Katolik mezhebinden pek çok misyoner Osmanlı Đmparatorluğu

topraklarına giderek halkı Hristiyanlığa döndürme yönünde girişimlerde

bulunmuştur.” 63

5.3.1.Türk Çanları

Đstanbul’un fethinin ardından, 1456’da Mora’nın Türklerin eline geçmesi ve

Türklerin Austurya’yı tehdit etmesinin hatırlatılması amacıyla Papa III. Calixt

tarafından 29 Haziran 1456’da çan çaldırılmış Türklerin tehdidini devamlı

hatırlatmak üzere tüm kiliselerde öğle saatlerinde bir veya birkaç kez çan çalınması

suretiyle bu uygulamanın devam ettirilmesini istemiştir. 64

Hem Protestan hem de Katolik kilisesi, düzenli olarak çalınan çanlar ve

beraberinde edilen dualar sayesinde herkesin, her gün, bu tehdidi hatırlamasını

sağlamışlarlardır. “Türk Çanları” uzun dönemler boyunca insanların belleklerinde

yer etmiş ve çanların çalınması Türk tehdidi anlamına gelmiştir. 65

5.3.2. Türk Vaazları

“Papa II. Pius'un adıyla özdeşleşen ve giderek kurumsallaşan “Türk vaazları”

(Türkenpredigt) Avrupa'da Türk ilerlemesini durdurmak için halkı Türklere karşı

savaşa yöneltmek amacıyla "yüzyıllar boyu" "Türk tehlikesi" Türk dehşeti", "Türk

korkusu" ile gerekçelendirilerek kilise yoluyla tüm Hıristiyan dünyasında

yaygınlaştırılmış ve kalıcılaştırılmış vaazlardır. “ 66

63 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 128 64 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 100 65 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 100 66 Kula, Avrupa Kim.., ss. 245-246

114

Türklere karşı okunan vaazlar ilk olarak, Hristiyanlarca felaket olarak

yorumlanan, Đstanbul'un fethiyle ortaya çıkmıştır. Papa V. Nikolaus, 30.09.1453’te

yılında yayınladığı haçlı seferi fermanında bütün Hristiyan hükümdarlara seslenerek

deccal olarak adlandırdığı Fatih Sultan Mehmete karşı Hristiyan dinin savunulmasını

ister. 67

“Bunun için haçlı seferi vaizleri ülke ülke dolaşarak savunma amaçlı haçlı seferi

fikrini yaymaya çalışmışlardır. 1456 ‘da Papa III. Calixt, yayınladığı Türk

fermanında, vaazlar yoluyla şeytanın oğlu olan Mehmet’ten gelecek tehlikelerin

anlatılmasını istemiştir.” 68

Türk vaazları, Osmanlılar’ın Avrupa içlerine doğru genişlemelerine paralel

olarak yaygınlık kazanmıştır.69 Türkler’in 1521’de Belgrad’ı alması 1526’da Mohaç

zaferi, 1529’daViyana kuşatması 1566’da Zigetvar’ın fethi Arupada’ki Türk

korkusunun derinleşmesini neden olmuştur.

Türk vaazlarında Đslam ve Kuran’ın kötülenmesi, Türkler’in kökeninin

hükümdarlarının kötülenmesi, onlara karşı savaşmanın gereği ve gerekçeleri,

Türkler’in yok edilmesi ve Hristiyanlar’ın onların elinden kurtarılması, Türkler ile

Yecüç -Mecüç bağlantısı kurulması gibi konular yeralmaktadır. 70

Avrupa'nın içinde bulunduğu durum, Hıristiyanların “çürümüşlüğü”, “kişisel

çıkar düşkünlüğü”, “dinsel inançlarından uzaklaşmışlığının” bir sonucu olarak

Tanrının bir ceza olarak Türkleri gönderdiği yolundaki değerlendirmelerin

yaygınlaşmasına yol açmıştır. 71 Türk vaazlarının bir amacı da Hristiyanların

inançlarını yitirmesini ve Müslümanlığı seçmesini engellemektir.

“Türklerin, "Hıristiyanlığın can düşmanı", "ahlaksız", "dinsiz" olarak

nitelendirildiği Türk vaazları geleneği uzun zaman sürdürülmüş ve Türk'e ve Đslam'a

bakışı derinden etkilemiştir. Merkezi Avrupa halkını, Türk'e karşı her gün dua etmek

için kiliseye çağıran "Türk çanları", "Đsa'nın geleneksel ve kanlı düşmanı" Türk’leri,

sade Hıristiyanların belleklerine iyice yerleştirmiştir.” 72

67 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., ss. 100-101 68 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 101 69 Kula, Avrupa Kim.., s. 93 70 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 234 71 Kula, Avrupa Kim.., s. 236 72 Kula, Avrupa Kim.., ss. 245-246

115

5.3.3. Türk Duaları

Avrupa devletlerinde yaşayanlar ve daha çok Almanlar tarafından Türklerden

korunmak ya da onun elinden kurtulmak için Tanrı’ya ve Hz Đsa’ya yakarılan dualara

Türk duaları denilmektedir. Protestanlar ve Katolikler Türkleri yenmenin tek

yolunun iyi Hristiyanlar haline gelmek olduğu hususunda fikirbirliği içindedir.

Duaların, Hristiyanlar üzerinde ahlaki anlamda olumlu değişiklik yapacağı ve aynı

zamanda Türk düşmanlığının insanların bilinç altına yerleşeceği düşünülmüştür.

Genelde kiliselerde Türklere karşı okunan vaazların ardından okunan ve büyük

çoğunluğunda kötülüğü ve ezeli düşmanlığı temsil eden Türklere karşı oldukça sert

bir üslup bulunan dualardır.73

Coşan’ın Spohn’dan naklettiğine göre Papa III. Calixt 1456’da yayınladığı

Türk fermanı ile her ayın ilk Pazar günü oruç tutulmasını, tövbe edilmesini ve

Türklere karşı dua edilmesini istemektedir. Coşan’ın Delumeau’dan naklettiğine göre

1571 yılında Papa IV. Pius’da Türklere karşı dua edilmesini talep etmiştir. 74

Yurdusev, Coles’in 1565 teki Malta’nın Türkler tarafından kuşatılması

sırasında, Salisbury Piskoposu Jewel in adanın kurtuluşu için dua edilmesi çağrısında

bulunduğunu ve Malta’nın kurtulduğu haberi gelince de Canterbury Başpiskoposu

Parker’ın şükran duası için emir verdiğini belirtmiştir. 75

Dualarda Hristiyanların korkması endişelenmesi gereken şey olarak,

“Hristiyanları öldüren ve esir alan, ülkeleri mahveden ve Almanya’yı ve Avrupa’yı

ele geçirmeye hazırlanan ezeli düşman Türkler vardır. Türk dualarında, olağanüstü

güçlü Türkler ve onlara duyulan korkular tescil edilmekte ve düşmanın sadece

Tanrı’nın ya da onun yeryüzündeki temsilcilerinin (Hristiyanların) sayesinde

yenilebileceği belirtilmektedir.” 76

“Martin Luther’in önderliğinde onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında Türk Duaları

olarak adlandırılan bağımsız bir edebiyat türü ortaya çıkmıştır.” Özel baskı şeklinde

ya da toplu halde yayınlanarak etkin hale getirilmiştir. 77

73 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., ss. 101.103-104 74 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 102 75 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.67 76 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 102 77 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 103

116

Martin Luther’in çocuklara öğrettiği ve kiliselerde periyodik olarak tekrarlanan

Türkler’e karşı dua şöyledir. “Tanrım yardımcı ol bize sözlerinle papanın ve

Türklerin cinayetini engelle senin oğlun olan isa’yı isterler senin tahtından

indirmeyi” 78

“Türklere karşı okunan dualar ve vaazlar “sistematik bir biçimde” ezeli düşman

imgesini oluşturmaktadır.” Türklerle ilgili anti propaganda kilise tarafından

yapılması nedeniyle Avrupa devletlerinin hemen her yerinde etkin hale gelmiştir. 79

5.3.4.Türk Konuşması

Papa II. Pius ile 1459 yılında başlayan "Türk konuşması" geleneği onaltıncı

yüzyıl boyunca da sürmüştür. bütün Avrupalı düşünür ve yazarların Türk

Konuşması", "Türk Yazısı" adıyla, ya da Türk yayılmasını ve bunun Avrupa

açısından sonuçlarını irdeleyen bir yapıtının olması genel kural haline gelmiştir. 80

Kula, Aralarında Philip Melanchton, Sebastian Brant, Ulrich von Hutten, Georg

Agricola, Martin Luther ve Erasmus von Rotterdam’ın da bulunduğu birçok düşünür

ve yazarın başlıca amaçları, Hıristiyan yöneticileri, egemenleri ve Avrupa

Hıristiyanlığını Türk’e karşı etkili olabilmek için birliğe çağırarak, Avrupalılık

bilincini kalın çizgilerle belirginleştirmek olduğunu, bu felsefi ve edebi etkinlik ve

ürünlerin, Rönesans'ın Avrupa kimliği anlayışının oluşmasına uygun ortam

hazırladığını belirtmiştir.81

Ulrich Von Hutten’ın, "Türk Konuşması" da 1519 yılında yaptığı beş

konuşmadan biridir. Hutten, Türkleri "her türlü barbarlığın pis bir karışımı" olarak

nitelendirmiştir. Yazara göre Türkler, Avrupa'da egemenlik kurmaktan çok, kıyım

yapmak peşindedir. Türklerin kıyımlarından dolayı Đtalya ve Macaristan gibi Avrupa

ülkelerinde'' korku kol gezmektedir ve Almanlar, Avrupa'nın bu korkuyu yenmesi

için savaşmalıdır demiştir.82

Justus Jonas, hukukçu, hümanist, Lüteryen bir teolog ve Reformasyon

taraftarıdır. Çalışmalarında Türkleri, sadece Hristiyanları yok etmek isteyen hain bir

78 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 132 79 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 101 80 Kula, Avrupa Kim.., ss. 180- 181 81 Kula, Avrupa Kim.., s.308 82 Kula, Avrupa Kim.., ss. 180- 181

117

düşman değil, aynı zamanda işe yarar, iyi olan her şeyi, yani rejimi, düzeni ortadan

kaldırmak isteyen ahlaksız düşman olarak da tanımlamıştır. 83

Şair Hans Rosenplüt'ün, Osmanlıların; Yunanistan, Sırbistan, Eflak-Buğdan'ı

egemenlikleri altına almalarından sonra, Macaristan ve Almanya'ya yönelecekleri

varsayımının "yakın tehlikeye" dönüştüğü bir ortamda yazmış olduğu, Türklere Dair"

adlı şiiriinde, köylüler ve halk başta olmak üzere, merkezi Avrupa Hıristiyanlığının

zalim ve kıyıcı Türkler’e karşı savaşmak amacıyla, Kayzerin etrafında toplandığını

öne sürmüştür.84

Jörg Doppach'ın, Yavuz Sultan Selim’in, Suriye, Mısır ve Kudüs dahil Arap

ülkelerini Osmanlı topraklarına kattıktan sonra, Kanuni Sultan Süleyman’ın, Şubat

1521’de Macaristan seferine çıkması üzerine, Avrupa'ya "korku ve endişe"nin hakim

olduğu bir dönemde yazdığı "Türk'e Dair Şiir" adlı şiirinde, “ Kanuni; "Hıristiyanlığa

boyun eğdirtmek" için sefere çıkmıştır. Kanuni de "Kutsal Gömütü", yani,

Kudüs'teki Đsa'nın mezarını ele geçiren Sultan Selim gibi, başka Hıristiyan ülkelerini

ele geçirebileceğini sanmaktadır.” Oysa, Đmparator Karl, Türklerin elindeki

Hıristiyan ülkeleri kurtaracak, hatta Türkiye'yi bile alacaktır; kendisine karşı

koymaya kalkışanları ve Haçı kabullenmeyenleri kılıçtan geçirecektir. dediği

belirtilir.85

Kula, 1522’de Avrupa'nın koruyucu duvarı Macaristan'ın Türkler tarafından

fethedilmesi üzerine yazılmış olan bir anonim Şiirde, Macarların Türklere karşı

kahramanca direndikleri ancak güçlerinin yetmediğini, Türklerin Avusturya'ya artık

bir günde ulaşabilecek mesafede bulunduklarını, oradan Bavyera'ya geçebilecekleri,

kadın kız, çoluk çocuk demeden herkesi yok edeceklerinin öne sürüldüğünü, Avrupa

bütünlüğünün temeli olarak Hristiyanlığın vurgulandığını, Avrupa kimliğinin açık bir

biçimde Türk karşıtlığına yerleştirildiğini belirtmiştir.86

Venedik'te Osmanlılar hakkında yazan yazarların en ünlülerinden bazıları,

Francesco Sansovino, Giovanni Sagredo, Lazaro Soranzo'dur. 87 Venedik'te yazılan

83 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 80 84 Kula, Avrupa Kim.., ss. 237-238 85 Kula, Avrupa Kim.., s. 239 86 Kula, Avrupa Kim.., s. 240 87 Soykut,Papalık .., s.192

118

eserlerde Türkler olumsuz yaklaşımlara rağmen zorlu bir düşman ve vakur bir rakip

olarak görülmektedir.

5.3.5. Türk Yayınları

Đstanbul’un fethinden sonra “Türk tehlikesine” karşı Avrupa'yı birleştirmek

amacıyla Türkler hakkında yoğunlaştırılan antipropagandanın yaygınlaştırılması için

broşür, kitap, gazete, gibi yayınlar kullanılmıştır. Özellikle Reformasyon döneminde

Protestanların matbaayı aktif olarak kullanması ve Türk vaazları, Türk duaları, Türk

konuşmaları ve diğer tür yazılı belgeleri Avrupa’nın en uç köşelerine ulaştıracak

şekilde çok sayıda basması da bu yayınların artışını sağlamıştır.

Soykut’a göre, sözkonusu dönemde dini ve laik kökenli literatürde patlama

görülmüştür. Bu yayınlar, Avrupa’nın zihninde Türklerin ötekileştirilmesinin

şekillenmesine önemli derecede katkıda bulunmuştur.88

Osmanlı Đmparatorluğu’nun Avrupa için bir tehdit olmaktan çıktığı 1700'lü

yılların ilk çeyreğine kadar "Türk tehlikesi"ne ilişkin edebiyat, tiyatro, tarih, felsefe,

gibi türlerde ortaya konulan yazılı belgelerin sayısının 30.000' nin üzerinde olduğu

belirtilmektedir.89

Sadece 1529 ve 1683 "Viyana Kuşatmaları" hakkında hazırlanan tek bir

derlemede konuya ilişkin 4270 adet yapıt ve/veya yazılı belge olduğu belirlenmiştir.

bu 4270 yapıt ve yazılı belge arasında sergi katalogları, bibliyografyalar, doktora

tezleri, tiyatro yapıtları, öyküler, romanlar, nuveller, efsaneler, dualar, tarih kitapları,

anlatılar, betimlemeler, şiirler, şiirsel yapıtlar, konuşmalar, vaazlar yer almaktadır.90

Delanty’nin, Springborg’tan naklettiğine göre, onaltıncı yüzyılda Osmanlı

Đmparatorluğu hakkındaki Avrupalı yayınlar önemli ölçüde artmıştır. 91

1500-1600 yılları içerisinde yayımlanan ve sayıları 8000-10000 arasında

olduğu sanılan Almanca "Yeni Haber" adlı gazeteler, Türklerin ötekileştirilmesinin

Avrupalıların ortak belleğinde yerleşmesi ve kitleselleşmesinde önemli rol

oynamıştır.92

88 Soykut,Papalık.., s. 49-50 89 Kula, Avrupa Kim.., s. 93 90 Kula Avrupa Kim.., s.257 91 Delanty, Avrupa’nın icadı, s.58-59 92 Kula, Avrupa Kim.., s. 257

119

Kula’nın Lang’dan naklettiğine göre bu gazetelerin çok büyük bir bölümünde

Osmanlıların sefer, savaş yada benzeri etkinliklerinin yanı sıra, günlük yaşam

kültürünün, ordu ve yönetim yapısının ve benzeri yönlerinin konulaştırıldığı ifade

edilmektedir 93

Türk savaşlarına, Türk’lere ilişkin en yeni haberler, sözkonusu gazeteler ile,

Tacirler, elçiler, asiller, muhabirler, askeri yazıcılar, hacılar, posta uşakları

tarafından, Venedik, Prag, Dubrovnik, Viyana, Nürnberg ve Augsburg gibi

Avrupa’nın tüm önemli kentlerine ulaştırılmaktadır.94

”Yeni Haber”ler, pazar yerlerinde kiliselerin önünde, sokaklarda, dinsel

törenlerde sesli okunarak, sokak satıcılarınca satılarak; büyük bir yaygınlık

kazanması, kamuoyunu etkileme ve hatta yönlendirme olanağı kazanması

sağlanmıştır.”95

“Yeni Haber”ler de Türkleri ötekileştirmeye ve Avrupalıları Hıristiyanlığın

ortak mirasında bütünleştirmeye, ortak yararlar ortaya koyarak benzeştirmeye

yönelik, haber, yorum, duyuru öykü, şiir, vb, yeralmıştır.”96

Rodos'un, Belgrad'ın, Budapeşte'nin fethi ve Viyana Kuşatması, öncesi, sırası

ve sonrasında da “Yeni Haber” gazetelerinin çok sık olarak yayımlandığı

gözlemlenmektedir.97

Türk karşıtı propaganda, hem politik düzeyde, hem de Türkler’in kaba

barbarlar olduğu görüşünün yayılması şeklinde sürdürülmüştür. Roma'da ortaya

çıkan Türk karşıtı literatür, Osmanlı topraklarında hiç bulunmamış kişilerce ve

güvenilir kaynaklara dayandırılmadan yazılan, neredeyse hayal ürünü denebilecek

çalışmalardan oluşmaktadır.98

Bu eserler, onbeş ve onyedinci yüzyıllar arasında hem Katolik kilisenin hem

Protestanlar’ın Türkler’e bakış açısını yansıtmaktadır. Avrupa, Türkleri bir yandan

vahşi barbarlar olarak anlatılmaya çalışılırken, diğer taraftan da askeri örgütlenme

konusunda gösterdikleri başarı yüzünden kıskanılmaktadır. Kendilerine

93 Kula, Avrupa Kim.., s. 309 94 Kula, Avrupa Kim.., ss. 309-310 95 Kula, Avrupa Kim.., ss. 309-310 96 Kula, Avrupa Kim.., s.310 97 Kula, Avrupa Kim.., s.308 98 Soykut,Papalık.., s.194

120

kızgınlıklarının nedeni ise, Türklere karşı gerek askeri, gerekse siyasi alarak

birleşememeleridir.99

Söz konusu yapıtlar, Çekçe, Danimarkaca, Đngilizce, Fince, Fransızca,

Hollandaca, Đtalyanca, Latince, Lehçe, Macarca, Portekizce, Romence, Rusça,

Đsveççe Sırpça, Đspanyolca, Türkçe ve Ukraynaca olarak yayımlanmıştır. Diller

bakımından da sadece iki Viyana Kuşatması üzerine yayımlanan yapıtlar tüm

Avrupa'yı kapsayacak ve temsil edecek düzeydedir. Bu nedenle, Türklerle ilişki

içerisinde olsun olmasın, Avrupa ülkelerinde değişik yoğunlukta bir Türk ve Đslam

imgesi vardır. 100

Kula, Ebermann, Klever ve Kleinlogel’den naklettiğine göre, bu yayınlar,

”Avrupa’da yüz elli yıl egemen olan korku hayaletini” yaratmış, Alman kültür

ortamında Türk korkusu’nun kitleselleşmesine ve bir “ruh durumuna” dönüşmesine

neden olmuştur. Bu ruh durumundan yararlanılarak, Avrupa'yı tehdit eden Türklerin

ötekileştirilmesi, Avrupa'nın ortak belleğine yerleştirilmiştir.101

Soykut, Onaltıncı yüzyılda, Türkler hakkında yazılmış herhangi bir haber,

makale veya kitaba, hatta basit bir broşüre bile büyük bir ilgi gösterildiğini,

Kaynağının doğru olup olmadığına bakılmaksızın, bu konuda yazılan hemen hemen

her şeyin yayınlandığını belirtmektedir102

Türkler hakındaki bu yayınlar bir yandan o dönemin Avrupa devletlerinin

içinde bulunduğu yoğun “tehdit ve korku duygusunu” ve bununla bağlantılı olarak

Türklere karşı ortak bir cephe oluşturmak amacıyla Avrupa kimliğini belirginleştirme

girişimini ortaya koymaktadır. Öbür yandan da aynı amaca yönelik olarak Türk ve

Đslam kavramlarının ötekileştirilmesi etkinliklerinin yoğunluğu göstermektedir.103

5.3.6. Olumsuz Türk Đmgesi Oluşturan Sanat Eserleri

Bir üst kavram olarak kültür, her türlü somut ve soyut üretim alanlarını, örneğin,

tarih, coğrafya, din, felsefe, eğitim ve edebiyatı kapsar ve bütün bu soyut ve somut

99 Soykut,Papalık.., s.194 100 Kula Avrupa Kim.., s.257 101 Kula, Avrupa Kim.., s.308 102 Soykut, Papalık.., s.197 103 Kula Avrupa Kim.., s.307

121

düşünsel üretimlerin bir harmanlanmasının sonucu olarak yaşam tarzında

somutlaşır.104

Avrupa’da Türk karşıtlığı, Türk düşmanlığı onaltıncı yüzyıl ve sonrasında her

türde sanat eserine yansımış bir yaşam tarzına dönüşmüş durumdadır. Bu başlık

altında küçük bir örnekleme yapılmıştır. Türk operaları terimiyle klasik Batı müzi-

ğinde ünlenen operaların librettolarında (metinlerinde) yeralan Türkler hakındaki

olumsuz imgeler, motifler, görünümler Avrupa kimliğine vurgu yaparak Türklerin

ötekileştirilmesi açısından belli ölçüde işlev görmektedir.

Bu bağlamda Türk/Doğu ve Đslam konulu operalara örnek oluşturan üç

bestecinin Gluck, Haydn ve Mozart'ın operalarının librettoları başlıca malzemeyi

oluşturmaktadır. Bu üç besteciden sonra gelen Beethevon da Türk konulu operalara

örnek olan bestecilerdendir.105

Prospero Bonarelli'nin “Solimano” Kanuni Sultan Süleyman ya da “Soliman

1619” adlı yapıtının yanı sıra 1750'li yıllarda Doğuyla ilgili üç opera adlı yapıtın

yazarı Carlo Goldoni, anılmalıdır. Goldoni doğaçlama komedi’nin yaratıcılarından

biridir. Kahramanları arasında sarhoş Alman asker, kibirli Fransız ve “ahmak, aklı

kıt Türk” de vardır.106

“Klasik Batı Müziğinde Osman motifi ve“Kanuni Sultan

Süleyman”(Solimano) Motifi kültürel etkileşim ve dışlama malzemesi olarak

kullanılmıştır. Türk operaları diye sınıflandırılan opera yapıtlarının hemen hemen

tümünde Osman adı geçer ve asıl olarak “ahmak, alık Türk” olarak “ötekileştirilen”

Türk tipini simgeler.” 107

“Klasik batı müziğinde “Solimari” ya da “Solimano” adını taşıyan yapıtların

konusu ve içeriği, Osmanlı tarihinde Şehzade Mustafa olayı diye bilinen ünlü olaya

dayanır. Avrupa'da bu durum, Türklerin kıyıcılığına, acımasızlığına ve barbarlığına

kanıt olarak gösterilir.” Avrupa'da edebiyatta ve müzikte yoğun olarak kullanılan bu

motif çeşitli dönemlerde ve ülkelerde sıkça tekrarlanarak; giderek süreklilik ve

104 Kula, Avrupa Kim.., s. 225 105 Kula, Avrupa Kim.., s.341 106 Kula, Avrupa Kim.., s.342 107 Kula, Avrupa Kim.., ss.344-345

122

kalıcılık kazanmıştır. Söz konusu olay, Türklerin ötekileştirilmesi için araç haline

getirilmiştir.108

“Klasik Batı Müziğinde sürekli kullanılan başka bir Türk motifi, Timur-

Beyazıt (Tamerlano - Beyazette) tır, Türk padişahlarının da yenilebilirliği,

aşağılanabilirliği, utanç verici duruma sokulabilirliği, bir kıyıcının daha şiddetli ve

acımasız bir başka kıyıcı tarafından etkisizleştirilebilirliği, Avrupalıları

cesaretlendirir ve kültürel kimliğin benzeştirilmesi sürecinde sürekli olarak öne

çıkarılır.”109

5.3.7. Türklerle Đlgili Deyimler

Türkler’in Avrupa’yı ele geçirme hedefleri, bu nedenle düzenlediği kara ve

deniz saldırları ve elde ettiği zaferler sonucunda onaltıncı yüzyıl ve sonrasında

Avrupa’da pek çok sosyal siyasi dini ekonomik değişikliklere neden olmuş,

hissedilen Türk tehlikesi, Türkler hakkında günümüze kadar gelen kötü olumsuz

bir imge yaratılmasını da sağlamıştır.

“Türklerle ilgili olarak bugünde hala kullanılan bazı deyimler şöyledir. Modern

Yunanca’da kullanılan ve “çabuk çabuk” anlamına gelen “Prin na erthoun oi

Tourkoi” (Türkler gelmeden önce) deyimi Türkler’e karşı duyulan korkuyu dile

getiren bir kavramdır.” 110

“Yunanca’da Tourkopaidevo’nun (Türk işkencesi) ”ağır ceza” anlamında

kullanılması aynı duygudan kaynaklanmaktadır. Đtalyanca’da hala kullanılan

“Fumare come un turco” (Türk gibi sigara içmek),”Bestemmiare come un turco ”

(Türk gibi küfür etmek) deyimleri uzun bir nefret sürecinin ürünüdür. 111

Çoğunlukla tekil izlenimlerin, algılamaların ve yaşantıların şahsi bir anlatımı

olarak ortaya çıkan imgeler, potansiyel bir güç olarak kültürler, toplumlar ve insanlar

arasındaki ilişkileri birlikte biçimlendirirler. Bu durum, öznel algılama ve

anlatımların hem türevleri, hem de biçimlendiricileri olan imgelerin etkileme gücünü

olağan üstü boyutta artırır. 112

108 Kula, Avrupa Kim.., ss.344-345 109 Kula, Avrupa Kim.., s.346 110 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 33 111 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 33 112 Kula, Avrupa Kim.., s. 225

123

“Kumrular’a göre, Elizabet dönemi Đngilteresinde okçular hedef tahtası olarak

Türk kafası kulanmaktadır. Bu gün Latin dillerinde “günah keçisi” anlamına gelen

“Türk kafası” deyiminin kullanılması bu uygulamadan kaynaklanmış olabilir.” 113

“ Türk’ün gücünün orta Avrupa derinliklerine nüfuz etmesiyle Türk,

Avrupa’nın edebi simalarında dolaşan kötü hikayelerin ve anlatıların baş kahramanı

oluyor. “ortak ve evrensel düşman ”sıfatıyla nesirden nazıma koşan “korkunç bir

canavar”a dönüşüyor.” 114

5.3.8 Türkler Hakkındaki Olumsuz Nitelemeler

Türkler’in tehdit olarak kabul edildiği tarihlerden itibaren Avrupa coğrafyasında

yaşamış düşünür, yazar, bilim adamı’nın Türkler hakkında olumsuz yargılar da

bulunanları büyük çoğunluk teşkil etmektedir. Bu coğrafyadaki halklar da, Türklerle

ilgili pek çok olumsuz sıfat kullanmışlardır.

“Rousseau ya göre Türkler refah içindeki kültürlü ve uygar Arapları yenen

barbarlardır.115 “Burke devrim öncesi Fransız monarşisinin vahşilerden daha kötü

olan Türklerin “barbar despotizmi” ile karşılaştırılıp kıyaslanmasına hayıflandığını

belirtmiştir.”116

Olumsuz Türk imgesine katkıları bakımından tanınmış Avrupalılar arasında

Alman filozof Herder ve Hegel'in Türklere ve Đslam'a ilişkin değerlendirmeleri somut

örnekler olarak gösterilebilir.

Johann Gottfried Herder, “Đnsanlığın Oluşum Tarihinin Felsefesi” adlı yapıtında

Yunanistan'dan "özgürlük ortamı ve Avrupa'nın umudu" diye söz etmiştir. Avrupa

Cumhuriyeti kavramını ortaya atarak, bugünkü Avrupa Birliği yapılanmasına temel

oluşturan bu düşünüre göre, Almanlar, "Avrupa Cumhuriyetine" kalıcı katkılar

yapmıştır. 117

“Herder”e göre, Türkler, “300 yıldan beri içinde yaşadıkları Avrupa'ya yabancı,

Asyalı barbarlardır.” Onlar “Avrupa'nın en güzel ülkelerini çölleştirmiş, uygar

113 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 33 114 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., ss. 40-41 115 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.67 116 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.67 117 Kula, Avrupa Kim.., s. 58

124

Yunan halkını aşağılık barbarlar” durumuna sokmuştur. Asyalı barbarlar olarak

kalmak isteyen Türklerin “Avrupa'da yeri yoktur.” ” 118

Türkler’de barbar olarak adlandırılabilecek, sistematik olarak uyguladıkları

veya kalıtsal olarak sahip oldukları herhangibir özellik bulunmamaktadır.

gösterilmek istenenin aksine Türkler’in adil ve hoşgörülü oldukları Avrupalılar

tarafından gözardı edilmektedir.. Avrupa’da işkenceye maruz kalan Yahudiler’in,

farklı dinlere karşı hoşgörülü olan içerisinde yaşayan insanların hem etnik hem dini

kimlikliklerini korudukları, kendi hukuklarına göre yargılanabildikleri bir

Đmparatorluk olan, Osmanlı Đmparatorluğu’na özellikle Fatih Sultan Mehmet

zamanında kitleler halinde göç etmeleri buna örnektir.

“Elizabeth dönemi tarihçilerinden ve Türkerin Genel Tarihi adlı ilk Đngilizce

eseri yazan Richard Knolles Türk tehdini “devrin terörü” Türkler’i “Dünyanın büyük

korkusu”olarak tanımlamıştır.” 119 “ Sir Eliot’a göre de Türkler, Avrupa ülkeleri ve

hakları için yıkıcı tahrip edici olmuşlardır. Çünkü onlar “her şeyi yok etmişler ve

hiçbir şey inşa etmemişlerdir” 120

Levis’in “Paul Rycaut’un 1668 de yazdığı Osmanlı (The History of The Present

State of the Otoman Empire) tarihi adlı kitabından naklettiğine göre, “bir Türk bir

Hıristiyan’a karşı gerçek bir dostluk duymaya yetenekli değildir.” “121

“Ernest Rennan’a göre Đslam bilimle uyumlu olmadığı gibi Müslümanlar da “bir

şey öğrenmeye veya kendilerini yeni bir fikre açmaya yetenekli değillerdir” 122

Türklere de yansıtılan bir olumsuz algılama olan ve Eliot tarafından belirtilen görüşe

göre Kuran ve Đslam ilerleme ve uygarlığa elverişli değildir. 123

Hegel “Felsefe Tarihi Üzerine Dersler” adlı yapıtında ödünsüz bir Avrupa

merkezci tutumla "Doğuya ilişkin ne varsa, felsefeden atılmalıdır" diyebilmiştir.

Düşünür, Doğuda düşünce ve özgürlük gelişemez; Doğulular, kişisel özgürlükten

yoksun olduklarından ahlaksallık da geliştiremezler, demiştir. Türkiye de Doğuda

olduğuna göre, Hegel'in yaklaşımı uyarınca, doğaldır ki, burada da felsefede yer

118 Kula, Avrupa Kim.., s. 58 119 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.66- Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 54 120 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.66 121 Levis, Modern Türk.., s.41- Yurdusev, Avrupa Kim.., s.67 122 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 65 123 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 65

125

almaya değer bir düşünce geliştirilmiş olamaz. Hegel'e göre, felsefe, Avrupa'da

gerçek ortamındadır. Bu nedenle, özbilinç ancak Batıda gelişebilir. 124

Bu görüşler Avrupa merkezci tutumun ünlü düşünürleri dahi şaşırtıcı bir

şekilde gerçekleri gözardı edebilecek duruma getirdiğini göstermektedir. Çünkü

“Doğuda düşünce ve özgürlük gelişemez” sözlerinin sahibi olan Hegel aynı zamanda

Avrupa’nın ortak mirası olarak kabul ettikleri Yunan uygarlığına ait felsefi eserleri

tek tanrıcılık düzeyine getirecek şekilde yorumlayıp katkılar yapan, Müslüman

düşünürlerin katkılarını ifade eden düşünürdür. Sözler arasındaki çelişki dikkat

çekicidir. Pek çok örnekten biri olan, modern rakam sisteminin Doğu’dan alındığı

Roma rakamlarının yerine kullanıldığı da düşünüldüğünde her kültürün, hal ve

şartların zorladığı, yönlendirdiği ve belirlediği şekilde özel şeyler yaratabileceği

Hegel’in görüşünün benzer görüşlerin önyargı olduğu sonucu çıkmaktadır.

Ütopya’nın yazarı Sir Thomas More’un Londra Kulesinde asılmayı beklerken

ziyaretçi arkadaşlarına Türk tehdidini sorması, Türk tehdidinin bütün Avrupa’nın

bilincinde edindiği yeri göstermektedir. 125

Kula’nın Immanuel Kant’an naklettiğine göre, Küçük Asya'da, yani Anadolu'da

"akıldışılıklar" egemendir, Türkler "ölçülü", ancak "çirkin" insanlardır; egemenlikleri

altına aldıkları Balkan ve Avrupa halklarının "yurttaşlaşmalarını" önlemişlerdir.

Asyalı saldırganlar, bölünmüş Hristiyanlığı yok etmek istemiştir.126

On dokuzuncu yüzyılın hukuk otoritelerinden Đskoç James Lorimer insanlığı

medeni, barbar ve vahşi kategorilerine ayırır ve vahşi grup altında ilerlemeci ve

ilerlemeci olamayan sınıflamalarını yapar. Türkler için yargısı şöyledir; “Onlar

olasılıkla insanlığın ilerlemeci ırklarına bile dahil değiller.” 127

Coles on beşinci ve on altıncı yüzyıllarda artan Türk baskısının ortak bir

kimliğin ve bağın odağı olarak Avrupa fikrinin gelişmesine yol açtığını ve

Avrupalıların da Avrupa yı özgün bir toplumsal sistem ve değerler toplamı olarak

görmelerine neden olduğunu söyler. 128

124 Kula, Avrupa Kim.., ss. 58- 59 125 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.67 126 Kula, Avrupa Kim.., s.249 127 Yurdusev, Avrupa Kim.., s 67. 128 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 64

126

Delanty’nin Heather’den nakledişine göre, Quaker William Penn’in sözleri

şöyledir. Avrupa birleşmesi Hristiyanlığın bütünlüğünü korumak ve Türklere karşı

Hristiyan Dünyası'nı birleştirmek açısından gereklidir. Hristiyanlık ve Avrupa

arasındaki bağlantı, oldukça açıktır. Türklerin gelecekte Avrupa kurumlarına

girmelerine izin verilebilmesi için öncelikle Đslam'dan vazgeçmeleri ve

Hristiyanlık dinine dönmeleri gerekmektedir.129

Antik Yunan ve Hıristiyanlığın temellendirdiği Avrupa kültürü içerisinde

Türklerin yeri olmadığı, Türklerin bu kültüre yabancı, hatta düşman olduğu

biçimindeki görüşler, özellikle onduzuncu yüzyılın ikinci yarısında Karl Marx ve

Frierdrich Engels tarafından da savunulmuştur.

Friedrich Engels, Marx'ın da katılımıyla, "Avrupa Türkiye'sinin Durumu Ne

Olacak?" adlı yazısında Türkleri "uzun süreden beri her türlü ilerlemeye karşı duran

barbarlar" ve "Yunan karşıtları" olarak nitelendirmiştir.

Marx, "Doğu Savaşı" adlı 1854 tarihli yazısında "Anadolu Türk ordusunun eski

Müslüman barbarlığının kalesi olan Asya illerinden gelen güvenilmez maceracılar ve

Kürt eşkıyalardan oluştuğunu" öne sürmüştür.130

Felsefe’de Yunan severliğin yerleşmesine katkı yapan Friedrich Wilhelm

Nietzsche'ye göre, Türkler dinsel yazgı anlayışları gereği, boyun eğerler; insana karşı

kaderciliğin alınyazısının üstünlüğünü kabul ederler. 131

5.3.9. Türk Ümidi

Avrupa devletleri’nin Hristiyan olmayan halklara işkence ettiği dönemde

Osmanlı Đmparatorluğu’nun farklı dinlere, farklı etnik gruplara hoşgörüyle ve

adaletle davranıyor olması, Avrupa’da ikence gören Yahudilerin Türkleri kurtuluş

olarak görmesine neden olmuştur.

Bunun yanında Osmanlı Đmparatorluğu ile ortak sınırı olan Hristiyan ülkelerde

sıkıntı içinde yaşayan halk sosyal iyileşme getireceği düşüncesiyle Türkler’e sıcak

bakmaktadır. Bazı meslek grupları Türkler’in gelmesi halinde kendilerini bekleyen

muhtemel imkanlardan dolayı ümide kapılmışlardır.132

129 Delanty, Avrupanın icadı, s.98 130 Kula, Avrupa Kim.., s. 59 131 Kula, Avrupa Kim.., s.251 132 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., ss. 57-58

127

Coşan’ın sırasıyla Brenner, Hans-Joahim Kisling ve Mau’dan naklettiğine

göre, Türklerin hakimiyeti altına giren bölgelerde uygulanan adil düzenlemelerin

Almanya’da zor koşullar da yaşayanlar tarafından duyulması Türkler’e olumlu bakışı

özendirmiştir. Avrupa’da bazen büyücülükle itham edilen Topçular ve diğer bazı

zanaatçılar, sanatçılar, madenciler, teknisyenler ve benzeri meslek grupları Türklere

yakınlık duymuşlar ve Türkler’in zafer elde edeceğini düşünerek önceden onların

safına geçmeyi yeğlemişlerdir. Bu durum “Türk ümidi” olarak adlandırılan yeni bir

kavram olarak ortaya çıkmıştır. 133

Luther bu durumu tespit ederek tedbir almaya çalışmıştır. Türklerin

hükümdarlığını tercih etmeye meyilli olanlara; kendi rızasıyla Türkler’in safına

geçenlerin hükümdarlarına ihanet etmiş sayılacağını, Tanrının karşısına günahkar

çıkacaklarını ve üstelik Türkler’in saf değiştirenlere süpheyle bakması nedeniyle

onların esaret ve ölümle karşı karşıya kalacaklarını belirtmiştir. 134

5.3.10. Türkler’e Karşı Savaş ve Đttifak Projeleri

Đstanbulun alınışından ikinci Viyana kuşatmasına kadar geçen zaman Papalık

için, Hıristiyan alemini kafir Türk’lerden kurtarmak için çeşitli haçlı seferi

düzenleme girişimlerinde bulunulduğu bir süreçtir.135

Söz konusu dönemde, Avrupa devletleri elitleri tarafından hem Türkler’e karşı

savaş çağrısı ve savaş projeleri, hem de Türklere karşı itifak ve birlik kurma çağrıları

bir arada ve Türkler’in her yeni fethi ve kuşatmasıyla artan şiddette devam

ettirilmiştir.

Onbeşinci yüzyılın sonlarına doğru, haçlı seferi fikrini yayan en önemli

kişilerden biri Kardinal Bessarion'dur. Bessarion, Anadolu'daki manastırlardan

topladığı elyazmalarını Đtalya'ya götürerek, antik çağlarla Đtalyan Rönesansı arasında

sürekliliğinin sağlanmasında, hümanist araştırmalarda ve Rönesans dönemi

Đtalya'sında Helen kültürünün canlanmasında önemli rol oynamakla kalmamış,

Avrupa hükümdarlarına Türkler aleyhinde ateşli söylevler yazarak Đtalya’da

133 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., ss. 57-58 134 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., ss. 58-59 135 Soykut,Papalık.., s.181

128

onsekizinci yüzyıla kadar devam eden klasik Türk imajının yaratılmasına, Türk’lere

karşı kollektif bilinç oluşmasına önemli katkıları olmuştur.136

Soykut’a göre, Rönesans Avrupa’sında Türkler bir yandan Hıristiyan aleminin

en büyük düşmanı olarak, gayri medeni özelliklerle vurgulanırken, diğer yandan da

Osmanlı sultanları ile antik çağların kahramanları arasında tuhaf bir ilişki

kurulmaktadır. Bessarion’da hitabesinde, Đtalyan hükümdarlarını ve prenslerini

aralarındaki düşmanlığı unutarak yaklaşan Türk tehlikesine karşı birleşmeye ve bu

ortak düşman karşısında Hıristiyanlık alemini seferber etmeye çalışırken, Türklerin

antik çağın kahramanlarıyla özdeşleştirilmesinin en uç örneğini vermiştir. 137

Fatih Sultan Mehmet’i Đskender'e benzeterek onun başarılarını geçmeye çalıştığını Özellikle Türk'ün gücüne sahip olduğu ve taklit ettiği kişiden daha fazla servete sahibi olmakla ünlendiği göz önüne alındığında, bu rekabet hırsı onu amaçladığı muazzam başarıya ulaştıracaktır. Herkül örneği ile motive olan Theseos ve Miltiades örneği ile motive olan Themistokles, olağanüstü başarılara ulaştılar. Aslında Đskender'i taklit eden başka kimin bu kadar öldürücü olduğunu bilmiyorum, eğer Afrika'yı, Asya'yı ve bütün dünyayı zor kullanarak kontrol altına alan selefi gibi davranırsa ve eğer imparatorluğun sınırlarını genişletmek için aynı şeyi yaparsa, yalnızca ona meydan okumakla kalmayacak, aynı zamanda onu gölgede bırakacaktır.

138

Türklere karşı savaş çağrısında, Hristiyan halk, topraklarını kafir Türklerden

kurtarmak adı altında, dini gerekçelerle teşvik edilirken; Türklerle savaşmaları

karşılığında onlara, kilise tarafından günahlarının affedilmesi ya da bazı vergilerden

muaf tutulmaları gibi ayrıcalıklar tanınmıştır. 139

Osmanlıların Bosna’yı ele geçirmesi üzerine Papalığın bir haçlı seferi

planladığı 1463 yılında Bessarion, halkı Osmanlılara karşı harekete geçirmek için,

Venedik'e gelmiştir. Senatoda yaptığı konuşmada, halka bazı imtiyazlardan başka,

din adamlarının gelirinin onda birini de vaad ederek onları, Mora'daki Osmanlılara

karşı saldırmaya ikna etmiştir. Bunun sonucunda, Türkler 1 Eylül'de yarımadadan

çıkarılmışlar, fakat 20 Ekim'de Mora’yı tekrar ele geçirmişlerdir. 140

Kumrular, Brant’ın, diğer çağdaşları gibi papayı ve imparatoru Türklere karşı

bir savaşa çağırdığını, En çok bilinen eserlerinden “Das Narrenschiffte” yaklaşmakta

olan Türk tehlikesinin bir sonraki durağının Roma olabileceğini dile getirdiğini

belirtmiş sözkonusu eserden şu örneği vermiştir. 136 Soykut,Papalık.., ss.62-89 137 Soykut,Papalık.., ss.64-65-67 138 Soykut,Papalık.., ss.64-65-67 139 Soykut,Papalık.., s.88 140 Soykut,Papalık.., s.88

129

“ Türkler öyle bir güçlendiler

SadeceokyanusudeğilTuna'yıelegeçirdiler.

Her istedikleri zaman akın yapıyorlar

Şimdi de saldırıyorlar Puglia'ya

Yarın sıra Sicilya'da

Sonra da sıra italya'da

Oradan sonra olabilir Roma sırada

Ve Lombardia ve Roma toprakları

işte en baş düşmanımız yanı başımızda” 141

Bessarion'un 1470 yılında Negroponte'nin (Eğriboz,) Osmanlılar tarafından

alınması üzerine, diğer bir papaza, adaşı Keşiş Bessarion'a yazdığı, Türklere karşı

savaş çağrısı biçimindeki mektubunda, Türklere karşı savaş çağrısı yapanların model

olarak kullanacakları bir strateji önermiştir. Bu strateji, bütün Hıristiyanların, bir

ittifak yaparak, Osmanlıların saldırmalarını beklemeden onlara saldırmasıdır.

Osmanlıların önce saldırdıkları her zaman başarılı oldukları gerekçesiyle, Türklerle

savaşta, savunma yerine saldırma stratejisini önermiştir.142

1463 yılında Mora, 1470 yılında Eğriboz (Negroponte) savaşlarından sonra,

Venedik ve Osmanlı Đmparatorluğu arasında 1479 da imzalanan barış antlaşması

sonucunda. Gerek halkın gerekse hükümdarların gözünde, Türk imajı karşısında

duyulan “dehşet” daha da artmıştır. Daha önce Venedik kolonilerinin çevresinde yüz

yüze gelinen düşmanla, ilk kez Venedik topraklarında karşılaşılmıştır. Bu durum,

"Türk sorununun" büyük olduğu kadar yakın bir tehlike olduğunu da göstermektedir.

Bu korkunun sonucu olarak Firuli'de, 1501, 1570, 1593 yıllarında (hatta 1657 gibi

çok sonraki bir tarihte) seferberlikler ilan edildiği belirtilmektedir.143

Osmanlıların 1470'lerde defalarca Friuli'ye saldırmaları ve 1480 yılında

Otranto’nun alınmasıyla Türklerin Avrupa içlerine doğru ilerleme niyetlerinin devam

ettiği bu nedenle acilen harekete geçmek gerektiği düşüncesi Avrupanın zihninde yer

etmeye başlamıştır. 144

141 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s.123 142 Soykut,Papalık.., s.90 143 Soykut,Papalık.., s.96 144 Soykut,Papalık.., s.181

130

Soykut’un Françesco Toteo’dan naklettiğine göre 1470’lerin sonunda Türk

tehlikesi, Hümanist ideolojinin, krizdeki dinsel kurumlarla polemik içindeki dini

örnekleri içine alarak klasik kavramlara dönüştürmek ve kendini en saf hristiyan

geleneğinin emanetçisi olarak sunmak için kullandığı fırsatlardan biri olmuştur.145

“Aziz Agustinus Keşişleri” (“Ordine degli eremitani”) ne mensup Padovalı

keşiş Antonio tarafından Osmanlıların Friuli saldırıları nedeniyle yazılmış bir

belgede yaklaşmakta olan Osmanlı tehlikesinden bahsedilerek Avrupa hükümdarları

Türk kafirlere karşı harekete geçirilmek istenmektedir.146

Soykut, Bessarion gibi Bizanslı çağdaşları olan Michele Critobulos, Michele

Ducas, Leonico Chalcocondylas, Giorgio Sphrantzes ve Bizans kökenli Teodoro

Spandugino’nun, Türkler aleyhine yazan, savaş çağrısı yapan yazarlardan öne çıkan

örnekler olduğunu belirtmiştir. 147

Kula’nın naklettiğine göre, Balthasar Mandelreiss'in "Türkenschress” (Türk

Çığlığı) şiirinde, Türklerin “Tanrı tanımazlığı ve acımasızlığı” Hıristiyanlar üzerinde

eziyet, zulüm ve öldürme eylemleri uyguladıkları görüşleri öne çıkarılarak, Türkler’i,

tüm Hıristiyanlığın tek ve kalıtsal düşmanı olarak ötekileştirilmiştir.

“Şiirde Papanın Haçlı Seferi çağrısı anımsatılıp, Avrupa'da etkin olan

egemenler isimleri ile anılarak, Türklere karşı yapılması öğütlenen sefere “yasallık”

“kutsallık”, “güncellik” sağlanmaya çalışılmıştır.” 148

“Şiirde Yunanistan'a özel bir vurgu yapılması dikkat çekicidir. Türkler “bu soylu

ülkeyi utançlı bir duruma sokmuş, zengin yoksul, çoluk çocuk, yaşlı genç ayrımı

yapmadan insanları öldürmüştür.” Ayrıca, “soylu kent Đstanbul, ihanete uğramış,

yalnız bırakılmıştır.” 149

Bu vurgu, onbeşinci yüzyılda giderek başatlaşan Rönesans ve Hümanizm

hareketleri sürecinde Antik Yunan kültür birikiminin yeniden bulgulanması ve

Avrupa'nın oluşturucu kültür kökü olarak sunulmasının bir sonucudur.150

145 Soykut,Papalık.., s.56 146 Soykut,Papalık.., ss. 97-101 147 Soykut,Papalık.., s.66 148 Kula, Avrupa Kim.., s. 237 149 Kula, Avrupa Kim.., s. 237 150 Kula, Avrupa Kim.., s. 237

131

Bu dönemde, Türklerle ilgili yazılanların çoğunda Mukaddes Kitap ve dinsel

inançlarla ilgili benzetmeler kullanılmıştır. Buna Soykut’un verdiği örnek, Marsilio

Ficino'nun Türklere karşı silaha sarılması için 1480 yılında Macaristan Kralı

Matthias Corvinus'a yazdığı mektuptur. Ficino burada, Matthias ile Yahudileri zalim

firavunun elinden kurtaran Musa arasında bir benzerlik kurmuştur.151

5.4. Birinci Viyana Kuşatması

1529 yılında gerçekleşen Birinci Viyana Kuşatması çok önemli bir gelişmedir.

Avrupa’nın kalbi olarak adlandırılan şehir, Türkler tarafından kuşatılmıştır. Bu

durum bütün farklılıkların unutularak Türklere karşı birleşilmesi ve ortak değer ve

bileşenlerin ortaya çıkarılması çalışmalarını hızlandırmıştır.

Avrupa'da siyasal güç kazanmak isteyen Papalık diğer olaylar gibi Birinci

Viyana Kuşatmasını da fırsat olarak değerlendirmeyi ihmal etmemiştir. Birinci ve

ikinci Viyana kuşatmaları arasında geçen olaylar ve bu dönemin siyasal ve askeri

ortamı, Avrupa’da “Türk imajının” biçimlenmesinde ve Avrupa Kimliği oluşumunda

önemli rol oynamıştır.152

“Birinci Viyana Kuşatması sonrasında Papalık elçisi Rosano Başpiskoposu,

Papa VIII. Clemente'ye yazdığı mektupta Osmanlı Ordusu’nun geri çekilmesini

“büyük ve beklenmedik bir zafer” olarak belirtmektedir.” Osmanlı Ordusu’nu, Pers

kralı "Kzerkes zamanından beri böylesine büyük ve eğitilmiş bir ordu

görülmemiştir." sözleriyle tanımlarken, Hıristiyanların sayısının ve cephanesinin,

düşmanın dörtte biriyle bile başa çıkamayacak kadar az olduğunu, Tuna'nın sularının

yükselmesi sayesinde, Osmanlılar'ın gelişinin bir ay geciktiğini. Aksi halde,

Hıristiyanların çok daha az cephanesi olacağını ifade etmiştir. 153

Rosano Başpiskoposu’nun, Hristiyan ordusunun Osmanlıları nasıl geri

çekilmeye zorladığını anlattıktan sonra, Osmanlılar’a karşı bir Hristiyan birliği

kurmak gerektiğini belirterek, “Hz. Đsa'nın dinini savunmanın gerçek yolu, daha

güçlü bir ordu ile Macaristan üzerinden ve bir başka ordu ile denizden bu kafir

zorbaya karşı saldırı başlatmaktır. Tanrı'dan ümit ediyorum ki kralın tebası olan

151 Soykut,Papalık.., ss.55-56 152 Soykut,Papalık.., ss.104-105 153 Soykut,Papalık.., ss.106-108

132

bütün Hristiyan halklar, yani Bohemyalı, Moravyalı ve Avusturyalılar bunu örnek

alacaktır.” dediği ifade edilmektedir.154

Kula’nın naklettiğine göre, Dönemin ünlü hümanist yazarlarından Georgius

Agricola, 15 Ekim 1529 tarihinde 1.Viyana Kuşatmasının hemen ardından, yazdığı

"Türk'e Karşı Savaşın Gerekliliği" adlı konuşmasında, Almanya'yı, hatta bütün

Hıristiyanlığı hedef alan 1529 Viyana Kuşatması sırasında “zalim Türk'ün” Alman

topraklarında ve özellikle Avrupa'nın en verimli topraklarını oluşturan Avusturya da,

her şeyden önce de bu bölgenin en güzel, en tanınmış ve en güçlü kenti Viyana

üzerinde sergilediği acımasızlıktan bahsederek, Türk yayılmasını tüm Avrupa'yı

ilgilendiren en ivedi sorun olarak değerlendirmektedir. 155

Agricola’nın ifadesine göre, “ sayısız Alman bu acımasız tarafından, Asya'da

değil, Yunanistan'da değil kendi ocağında, vaftiz taşları üzerinde boğazlanmaktadır.”

“Türkler, uyrukları üzerinde egemenlik kurmaktan çok, onların derisini yüzmek

istemektedir. Türkler, saldırganlar içerisinde “en acımasız, en uğursuz, en bozucu, en

aşağılık, en utanç verici” olandır. “vahşi hayvanlardan daha korkunç” acımasızlıklar

yapmaktadırlar. Türk'e karşı konulmadığı takdirde, “Türkler, sadece Almanya'yı ve

Avrupa'yı değil, bütün yeryüzünü acımasız bir biçimde yok edecektir.” 156

Yazar’a göre, “Almanlar aralarındaki anlaşmazlıkları bir yana bırakarak

birleşmeli, bağlaşıklarını bulmalı ve “Türk'ü Avrupa'dan atana kadar” Türk'e karşı

amansızca savaşmalıdır.” 157

Aynı yıllarda, Scipione Ammirato tarafından yazılmış, savaş çığlıkları ile dolu

bir başka kitap ortaya çıkmıştır. Önce Papa V. Sixtus'a ardından da VIII. Clemente'ye

sunulan bu kitapta, Ammirato, Türklerle savaş için çocuk yaşlardan itibaren, zor

koşullara alıştırılacak ve ileri savaş teknikleriyle eğitilecek askerlerden oluşacak on

bin kişilik bir “kutsal milis kuvvet” kurulmasını, on-on iki yaşları arasında alınacak

çocukların daimi profesyonel bir ordu kurmak üzere eğitilmelerini önermiştir.

Ammirato, aralarında, Napoli ve Đspanya krallarınında bulunduğu hükümdarlara

154 Soykut,Papalık.., ss.106-108 155 Kula, Avrupa Kim.., s. 182 156 Kula, Avrupa Kim.., s.183 157 Kula, Avrupa Kim.., ss.186-187

133

Türklere karşı cihada davet etmek üzere mektup yazmış. Türklere karşı savaş

açılması yolunda büyük çabalar sarfeden Ferrara Dükünü övgüyle anmıştır. 158

Birinci Viyana Kuşatması sırasında ve sonrasında Türklerin acımasızlığını, ırza

geçmelerini, öldürücülüğünü ve Hristiyanlığın tek düşmanı olduğunu anlatan sayısız

şiir bulunmaktadır.

Kula, Onaltıncı yüz yıl Alman edebiyatının önemli şairlerinden olan Hans

Sachs’ın, 1529 Viyana kuşatması ile ilgili olarak yazdığı şiirinde, “Avrupa'nın göz

bebeği olan Viyana'nın çevresi, Türk atlılarınca üç gün boyunca yakılıp yıkılmıştır.

yakıp yıkmanın dışında “kadınlara, genç kızlara hatta ölü bedenlere bile tecavüz”

etmişler; gebe kadınların karınlarını yarıp, çıkardıkları bebekleri mızraklarına

geçirmişlerdir. Binlerce Hristiyan'ı boğmuşlar; binlercesini hayvanlar gibi önlerine

katıp götürmüşlerdir.” Dediğini ifade etmiştir. 159

Şair’in, “Hristiyanların kahramanca direnmesi sonucu, “zalim, kıyıcı, kan içici

köpek ve sınırsız drecede aşağılık Türkler, her şeylerini geride bırakarak”, Viyana

kuşatmasına son vermek zorunda kalmışlardır.” dediği belirtilmektedir. 160

Şair Hans Sachs Kanuni'nin 1532 yılının ikinci yarısında çıktığı Avrupa seferi

nedeniyle kaleme aldığı “Zalim Türk'ün Yakım-Yıkımı Hakkında Tanrıya Yakınma”

adlı bir başka şiirinde, Hristiyanlığın içinde bulunduğu “acınacak” durumu görmesi

ve "kanlı köpek" Türk'ü durdurması konusunda Tanrıya yalvarmaktadır.” 161

Şair’in Artık "Anadolu" diye anılan "Asya'da" başlayan Türklerin fetihleri çok

uzun sürmüştür. Türkler, "Hristiyan inancının başlangıç noktası" olan "Asya'yı,

Kapadokya'yı, Frigya'yı, Pamfilya'yı, Kilikya'yı, Didiya'yı, Ermenistan'ı, Suriye'yi,

Arabistan'ı, Filistin'i, Yahudi yurdunu, Kutsal Toprakları..." kirletmiş, yani,

egemenliği altına alarak, "Büyük Türkiye'yi" kurmuştur. Đfadesini kullandığı

belirtilmektedir.162

Türk tehdidi sadece Türklerin fethettikleri ülkelerde değil, Đngiltere gibi hiçbir

zaman doğrudan Türk tehdidine maruz kalmayan Avrupa ülkelerinde de

158 Soykut,Papalık.., ss. 108.109 159 Kula, Avrupa Kim.., ss.240-241 160 Kula, Avrupa Kim.., ss.240-241 161 Kula, Avrupa Kim.., s.241 162 Kula, Avrupa Kim.., s.241

134

hissedilmiştir, örneğin, on altıncı yüzyılda Đngiliz Kilisesi, Roma dan, Papalık dan,

kopmasına rağmen, Türkler tarafından tehdit edilen Hristiyanlar (Katolikler) için dua

edilmesini emretmiştir, Protestanların güvenliğinin Katoliklerin Türklere karşı

uyanık olmalarına bağlı olduğu düşünülmüştür. 163

Luter, sözkonusu dönemde Almanya'da ve Avrupa'da en önemli sorun olarak

görülen ve sürekli olarak gündemde olan, "Türk Savaşı", "Türk vergisi", "Türk

korkusu", "Türk tehtidi" gibi konularda Hristiyan köktenci düşünceler ortaya

koymuştur. Viyana'nın Osmanlılarca kuşatılmasının hemen ardından 1529’da kaleme

aldığı “Türk'e Karşı Savaşa Đlişkin” adlı kitabında Tanrının Hristiyanları

cezalandırmak için Türkleri gönderdiğini Türkler’in, "Tanrının eli kırbacı, yakıp

yıkan şeytanın uşağı."olduğunu, Bu nedenle, şeytana ve Türklere karşı “kılıçla

savaşılamayacağını” belirtmiştir. 164

Luther, 1529' daki "Savaş Vaazı"nda Orta Avrupa'nın Türkler tarafından işgal

edilebileceğini belirterek Almanya'daki köylülerin "Büyük Korkusu"nu

tetiklemiştir.165

Luther 1530 yılında yazdığı "Türk'e Karşı Ordu Vaazı" adlı eserinde, Türk ve

Türkiye kavramlarını sürekli ve ısrarla kullanarak Türk ve Đslam kavramlarını

birbiriyle bütünüyle özdeşleştirmiştir. Hristiyan ulularının, başarı ve zaferin

Muhammed'in ve Türklerin olacağını bildirdiklerini belirterek, Tevrat'ta yer alan

Daniel söylencesinden de bahsederek Türklerin "Hristiyanlığa son vereceklerini" öne

süren Luther Hristiyan adı altında Türklere karşı savaşılmaması gerektiği görüşünü

tekrarlamıştır. 166

Luther, sonradan fikrini değiştirerek Alman aristokrasisini Türklere karşı

savaşmaya çağırmıştır.167 Türklerin, askeri anlamda üst üste elde ettiği başarılar,

Luther’in fikrinin ve stratejisinin değişmesine, onun Türklere karşı savaşın önemli

destekçilerinden birisi olmasına neden olmuştur. 168

163 Yurdusev, Avrupa Kim.., s. 67 164 Kula, Avrupa Kim.., ss. 191-192 165 Delanty,Avrupa’nın Đcadı, ss. 58-59 166 Kula, Avrupa Kim.., ss. 192-193 167 Soykut,Papalık, s.106 168 Coşan, Tanrım Bizi Türklerden Koru.., s. 103

135

Luther, Hristiyan mitolojisine dayanarak, "Asur-Babil", "Pers-Med",

"Makedon-Yunan" ve sonuncusu da "Roma" olmak üzere, dört "kutsal" imparatorluk

olduğunu belirterek hala dördüncü imparatorlukta yaşandığını savunarak. Hıristiyan

mitolojisinde Türk imparatorluğunun anılmaması nedeniyle, "Türk’ün ne imparator

olabileceğini , ne de imparatorluk kurabileceğini belirtmiştir." 169

Luther'in geliştirdiği Protestanlık mezhebinden olmayan Papa 16. Benedikt’de

"Avrupa'nın Düşünsel Kökleri" adlı irdelemesinde Đncil'e dayanarak, en son kutsal

imparatorluğun "Kutsal Roma Đmparatorluğu" olduğunu belirtmektedir. Hristiyanlık

merkezli bakış açısı, Latin Avrupa devlet oluşumlarını kutsallık düzeyine

yükselterek, onlara kalıcılık niteliği kazandırmaya dayanmaktadır Müslüman

Osmanlı devleti, hem imparatorluk, hem de kutsallık niteliğinden yoksun

sayılmaktadır. Bu olgu da Orta Çağda gözlemlenen “Türk karşıtı propagandanın” bir

parçasıdır. 170

Luther, Daniel efsanesinde ki dördüncü hayvanın on boynuzundan küçük olanı

olarak yorumladığı Türkleri potansiyel bir tehdit ve tehlike olarak algılamış, Mısır,

Asya ve Yunanistan'ın, Türk egemenliği altına girmesini buna delil olarak

göstermiştir. "küçük boynuz" olarak yorumlanan Asyalı zalim Türk'ü, Luther,

Đncil'deki "Gog ve Magog" (Yecüç Mecüç) söylemine de uyarlamıştır. Luther,

"Yecüç" diye nitelendirdiği Türkler için bunlar, bizde olduğu gibi, büyük ve güzel

evler inşa edemezler; hayvan gibi, başlarının üstünde bir damla yetinirler... Yağma

ve savaşa sürekli hazır olan vahşi ve yağmacı göçebelerdir" demiştir. 171

Luther’in öğretisine göre iblisin toplayacağı yecüc mecüc ordusu büyük Türk

ordusundan başkası değildir.172 1530’da yayınlanan Đncil’deki Viyana Kuşatması

gravüründe Yecüc Mecüc olarak Osmanlı ordusu resmedilmiştir. Đncil ve

Hristiyanlık öğretilirken bir yandan da Türk düşmanlığı aşılanmaktadır. 173

Böylece, Türkler, ilkesel olarak ve Hristiyan mitolojisine dayanarak, uygarlık

yaratma ve uygarlık değerlerini edinme yeteneğinden yoksun bir topluluk olarak,

169 Kula, Avrupa Kim..,s.193 170 Kula,Avrupa Kim.., s.91 171 Kula,Avrupa Kim.., ss. 194-195 172 Hüseyin Salihoğlu,”önsöz” Gustav Rasch, 19. yy. Sonlarında Avrupa’da Türkler,Hüseyin Salihoğlu (çev.), Đstanbul, Yeditepe Yayınevi, 2004, s.10 173 Salihoğlu,”önsöz” Gustav Rasch, Avrupa’da Türkler, s.10

136

Hristiyan teolojisinin en önde gelen bir kişiliğinin de katkısıyla Avrupa'nın ortak

belleğine “öteki” olarak yerleştirilmiştir.174

Martin Luther, Ricoldo de Monte Croce'nin “Confutatio Alcorani” (“Kuran'ın

Çürütülmesi”) adlı kitabının Almanca çevirisine yazdığı önsözde, Kuran'ı "utanç

verici şey" olarak nitelendirmiş, "Kuran daha önce Latince'ye çevrilseydi, herkes

Muhammed'in Hristiyanlığın düşmanı olduğunu görür, Muhammed de uzun süre

Hristiyanlığa zarar veremezdi."demiştir. Bu sözlerle, Luther'in Muhammed adıyla

Hz. Muhammet'ten çok, Osmanlı egemenlik alanının Avrupa'da yaygınlaşmasına

ortam hazırlayan Fatih Sultan Mehmet'e işaret ettiği söylenilmektedir. 175

Ricoldo'nun “Kuran'ın Çürütülmesi” adlı kitabının Luther tarafından

gerçekleştirilen Almanca çevirisi, Avrupa ve Alman kültüründe Đslam Türk

imgelerine ve bunların "öteki" olarak algılanmasına olası etkileri bakımından büyük

önem taşımaktadır. 176

Erasmus 1530' da "Türklere Karşı Nasıl Savaşılacağı Konusunda Rotterdamlı

Erasmus'un Öğütleri" adlı yazısında "yakıp-yıkmaları olağanlaşan kaba saba Türkler,

en soysuz, en bilinmeyen bir köktendir" değerlendirmesiyle Türklerin

ötekileştirilmesi sürecine katkıda bulunmuştur. 177

Delanty’in Tazbir, Coles, Curio’dan nakledişine göre "Đlk Avrupalı" olarak

bilinen Erasmus, Hristiyan prenslerinin tartışmaları bir kenara bırakarak Osmanlı

iktidarına karşı birleşik bir cephe oluşturmaları gerektiğini söylemektedir ve O,

Türklere karşı mücadele edecek "Avrupa ulusları"nı bu yönde harekete geçmeleri

için hararetle teşvik etmiştir178

Kumrular’ın, Aldobrandino Malvezzi’den naklettiğine göre Erasmus,”Türklerin

küçük Asya’da başıboş bir şekilde yağmalama ile uğraşırken Serazenlerin başı

Muhammed’i liderleri olarak tanıdıklarını, sonradan liderliğe göz diktiklerin de

Serazenlere saldırarak Muhammed’i savaşta katlettiklerini Türk devletinin

başlangıcının bu şekilde olduğunu ifade etmiştir.” 179

174 Kula,Avrupa Kim.., ss. 194-195 175 Kula, Avrupa Kim.., s.134 176 Kula, Avrupa Kim.., s.135 177 Kula, Avrupa Kim.., s.179 178 Delanty, Avrupa’nın icadı, ss.58-59 179 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 50

137

Malvezzi, Erasmus’un sözlerinin yanlışlığını belirtirken, Kumrular, onaltıncı

yüzyılın en parlak isimlerinden olan hümanist düşünürün Türk tarihine dair verdiği

hatta yazıp yayınladığı yanlış bilgilerin, Avrupa’nın Türk dünyası hakkında

bilgisinin ne kadar sınırlı, ne kadar eksik, ne kadar yanlış olduğunun en çarpıcı

göstergesi olduğunu belirtmiştir. 180

Katoliklerin Đslamiyet’le ilgili görüşleri hakkında kaynakların pek çoğunda,

Türklere karşı savaş açılmasının gerekçelerinin yanında, Hristiyan devletler arasında

Osmanlılara hak ettikleri cevabı verebilecek şekilde bir birlik kurulmasının

gerekliliğinden bahsedilmektedir.181

Soykut, Setton’un “haçlı seferi Papalığın tasarladığı hemen hemen tek tutarlı

politikadır. Bu politikada Türk düşmanlığı neredeyse bir inanç haline gelmiştir.”

dediğini ifade etmiştir.182

Katolik kilisesinin karşı Reformasyon döneminde, Papalığın, Türklere karşı

haçlı seferi ve Protestanlara karşı zulüm öngören şiddetli karşı-Reformasyon

politikaları mevcuttur. Ancak bu defa haçlı seferleri, dinsel niteliğinin yanı sıra siyasi

bir nitelik de kazanmıştır. Çünkü Papalık, Reformasyon ile azalan otoritesini,

Đstanbul'un fethinden Reformasyon döneminin başına kadar olan zamanda elinde

bulundurduğu en güçlü otorite haline getirmek istemektedir.183

Papalığın ortaçağdan beri süregelen zihniyetine göre. Roma Katolik Kilisesi,

hiyerarşisi ve kurumlarıyla, eski Roma devlet yapısının ve ihtişamının tek varisidir.

Dolayısıyla, "pax romana", yani Roma barışı ile dünyayı nizam içinde yöneten eski

Romalılar gibi, kilise de bütün Hıristiyanlık dünyasını "pax christiana", yani

Hıristiyanlık barışı içinde yönetmek istemektedir.184

Fakat eski Roma'nın varisi olma iddiaları sadece Roma kilisesine ait değildir.

II. Mehmed bizzat “Kayser-i Diyar-ı Rum" unvanını almıştır; halefleri daha sonra bu

unvanı kullanmamışlarsa da siyasi ve askeri yapısı açısından Osmanlı Devleti o

yıllarda Avrupa ve Asya'da, eski Roma' nın ihtişamına, çok kültürlü ve çokuluslu

180 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 50 181 Soykut,Papalık.., s.61 182 Soykut,Papalık.., s.61 183 Soykut,Papalık.., ss. 86-87 184 Soykut,Papalık.., s.86

138

yapısına sahip olan, ekonomik ve askeri gücü hoşgörülü ve adaletli yönetimi ile

daha ileri olan tek devlettir. 185

Fatih Sultan Mehmet’in Doğu Roma Đmparatorluğu’nun merkezi Đstanbul’u

fethettiğinden itibaren kadim Roma Đmparatorluğu’nu ihya etme amacında olduğu,

Kayzer-i Rum unvanını almasının bunun delili olduğu belirtilmektedir.186

Keşifler çağı, ile elde edilen yeni topraklar ve gelir kaynakları, onbeşinci

yüzyılın sonunda Türklere karşı Haçlı seferi zihniyetinin daha da güçlenmesine

katkıda bulunmuştur. Fakat bu hareket bu defa batıyla bağlantılıdır ve yeni

mutlakiyetçi rejimlerin ve karşı-reformcu Roma Katolikliğinin bir ürünüdür.187

Onaltıncı ve onyedinci yüzyıllardaki haçlı seferi Reformasyon sonunda biraz

daha bölünen “Avrupa'yı Papalığın himayesinde yeniden birleştirme aracı” olarak

görülmektedir. 188 Onaltıncı yüzyılda hala “cruzada” adını taşıyan ve “Haçlı seferi”

yapmak şartıyla bazı krallara papa tarafından ayrılan bir bütçe vardır. 189

Papalığın çabalarıyla 1538 yılında Osmanlıya karşı Kutsal bir lega (ittifak)

kurulmuştur. 190 Reformasyonun Avrupa'yı daha da bölmesi ve Roma kilisesinin

Avrupa'nın hemen hemen yarısı üzerinde etkili olan otoritesini kaybetmesiyle

Lega’nın, yani ittifakın siyasi açıdan anlam kazanması, mümkün olabilmiştir.191

5.5. Đnebahtı (Lepanto) Deniz Savaşı,

1571 Đnebahtı deniz savaşı, Avrupa kimliği ve Türk kimliği etkileşiminde

önemli noktalardan birisidir.

Delanty 1571 Lepanto’da, Kutsal ittifak'ın Türklerin üstünlüğüne son vermesi

ile Avrupa'nın, Hristiyan imparatorluğuna dönüşümünün tamamlanmış olduğunu, Bu

zafer, ile "Batı" nın genişlemesi için bütün koşulları hazırlamış olduğunu, bu tarihten

sonra, Avrupa fikrinin sert dindar anlamını kaybederek dünyevi bir kimlik

185 Soykut,Papalık.., s.87 186 Đnalcık, Doğu Batı II, s. 29 187 Delanty, Avrupa’nın icadı, s 49 188 Soykut, Papalık.., s.89 189 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s.122 190 Đnalcık, Doğu Batı II, s. 29 191 Soykut, Papalık.., s. 89

139

kazanmaya başladığını Örneğin "Barbar" kavramı kafirlerden ziyade bütün Avrupalı

olmayan dünya için kullanılmaya başlandığını belirtmiştir.192

Papa 16. Benediktus, Đslam'ın Osmanlılarca Avrupa içlerine doğru zaferler

kazanarak yayıldığı bir dönemde 07 Ekim 1571 tarihli Lepanto (Đnebahtı) deniz

savaşının belirleyici bir kırılma noktası oluşturduğunu, Bu savaşta Osmanlı

ordusunun yenilgiye uğratılmasının, “yüzyıllar boyunca Avrupa kimliğinin başarılı

bir biçimde savunulmasının simgesi” olduğunu belirtmiştir. 193

Osmanlı Đmparatorluğu Đnebahtı’da; korkulan, Avrupa sahnesinde gücüne

başvurulan önemli bir aktör olma statüsünü ve Akdeniz egemenliğini kaybetmiştir.194

Papa 16. Benediktus'un olağanüstü önem vererek andığı inebahtı savaşı,

Avrupa'da yaygın olan Türklerin “yenilmez” oldukları düşüncesinin zayıflamasına

katkı yapan bir olay olarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda Avrupalılar, Türklerin

"yenilebilir", "altedilebilir" bir güç olduğu duygusunu kazanmışlardır. 195

Osmanlı’nın yenilmez Türk imajını sarsan ilk örnek olan Đnebahtı yenilgisinden

sonra Türklerin hazin sonu ile ilgili sayısız efsane ve kehanet oluşturulmuş, Türk

karşıtı sayısız eser, yazılmıştır.196

Soykut’un değerlendirdiği Venedik sonesi, Đnebahtı bozgunundan sonra yazılan

aşağılayıcı, ötekileştirici örneklerden biridir.

Evet, Selim Efendi, bu vaftizli insanlarımızın (Hıristiyanlar) zaferidir:

Altmış bin Türk ve dönme ve üç yüz yelkenliniz denize döküldü.

Kharon onların ruhlarını bataklıkta bekliyor: Ali, Piyale ve Allah'ın öteki oğulları ile birlikte.

Bırakın şimdi Muhammed'iniz (?) paşalarınızla birlikte, uğradığınız bozgunun yaralarını sarsın.

Hangi akla hizmet alçak adamlarınızla Đtalya ve Đspanya'yı alt edebileceğinizi sandınız.

Muhammed'in Đsa'yı yenebileceğini mi düşündünüz?

Roma (V. Pius), Kartal (Đspanya) ve pençeleriyle Aslan (Venedik), boğazı (Çanakkale)

kolayca geçebilir; ki işte o zaman dinleyin toplarının, tüfeklerinin ve kılıçlarının sesini.197

1571 tarihli Lepanto (Đnebahtı) deniz savaşı, Avrupa’da felsefe ve edebiyata

yansıtılacak ölçüde önemsenmiştir. Örneğin, ünlü Alman yazar Goethe temel yapıtı

192 Delanty, Avrupa’nın icadı, ss.69-70 193 Kula, Avrupa Kim.., s. 89 194 Đnalcık, Doğu Batı II, s. 252 195 Kula, Avrupa Kim.., s. 90 196 Soykut,Papalık.., s.201 197 Soykut,Papalık.., s.202

140

olan "Faust"un ikinci bölümünde Osmanlının Đnebahtı yenilgisini, 1821'de başlayan

Yunan bağımsızlık hareketinden sonra Avrupa'da yoğunlaşan filhelenizm

(Yunanseverlik) akımı bağlamında yeniden güncelleştirmiş ve edebiyatta

ölümsüzleştirmiştir.198

“Đspanyol edebiyatının ünlülerinden olan Cervantes ve Lope de Vega

eserlerinde Đnebahtı’yı coşkulu bir şekilde ele almışlardır.” 199

Avrupa, Osmanlı Đmparatorluğu’nun I. Viyana Kuşatması başarısızlığını,

bünyesinde Đslam’ı sembolize eden Türk düşmanlığını doruğa çıkarmada çok iyi

değerlendirmiş, Viyanadan 42 yıl sonra gelen Đnebahtı kısa zamanda kolektif

hafızaya şaşaalı bir zafer olarak işlenmiştir.200

Onaltıncı yüzyılın sonlarına doğru, 1571 yılında Đnebahtı Savaşı ve 1683

yılında Viyana'nın Türklerden kurtarılması ile somutlaşan "haçlı seferi", "lega contro

il Turco" (Türklere karşı ittifak) siyasetinin bir sonucudur." 201

Avrupa'nın başarılı olduğu en büyük “Haçlı seferi” 1571 Inebahtı Savaşı'dır. 202

Johannes Cochlaeus “Almanya'nın Kısa Betimlemesi” adlı irdelemesinde “Korkunç

Türkleri geri püskürten ve Muhammed'e Đsa’nın koyun ahırını yağmalama fırsatı

vermeyen” Almanya'nın mutluluğundan söz etmiştir. 203

Venedik asıllı Lazzaro Soranzo, 1598 yılında Ferrara Dükü'nün himayesinde

yazdığı “L’Ottomanno” adlı kitabında, Türkler’e karşı birleşilerek, topyekün ve hem

karadan hem de denizden saldılması gerektiğini belirterek, saldırmak için

izlenebilecek muhtemel yolları anlatmıştır. Türklere karşı savaşı teşvik eden

fikirlerini, casusluk bilgileriyle desteklemiştir.204

Marcello Marchesi, Papa V. Paulus'a 1606 yılında Habsburglar la Osmanlılar

arasında imzalanan Zitvatorok Barışı'ndan kısa bir süre sonra yazdığı mektupta.

Zitvatorok Barışı'ndan hoşnutsuzluğunu dile getirmektedir. Amacı, Hıristiyanların

Osmanlılara karşı genel bir savaş açmasına önayak olmaktır. Marchesi'nin tasvirine

198 Kula Avrupa Kim.., s. 90 199 Đnalcık, Doğu Batı II, s. 252 200 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s. 61 201 Soykut, Papalık.., s.89 202 Kumrular, Avrupa’da Türk Düşmanlığı.., s.122 203 Kula, Avrupa Kim.., s. 181 204 Soykut, Papalık.., ss.109. 167-168

141

göre, Avrupa'nın orduları yetersiz ve amatör; gündelik hayatın zevklerine dalmış

kibirli aristokratları ise Türkler karşısında beceriksiz ve tembeldir.205

Marchesi'nin mektubu ithaf ettiği Papa V. Paulus (Camillo Borghese),

Habsburg Đmparatorluğu'nun muhtelif yerlerinde Protestanlara karşı eylemlerde

bulunarak siyasi ve askeri açıdan Hollanda'da Đspanya kralının, Macaristan ve

Bohemya'da da Protestanlığın tutunmasını engellemek için Đmparator Matthias'ın

halefi II. Ferdinand'ı desteklemiş ve Ferdinand'ın önce Bohemia kralı ve daha sonra

imparator olarak taç giymesi Otuz Yıl Savaşları'nın önemli sebeplerinden biri

olmuştur. Mektubunun sonunda Marchesi, sadece Türklere karşı değil, Protestanlara

karşı da savaş açılması gerektiğinden bahsetmiştir. 206

Marchesi'nin Papa V. Paulus'a yazdığı mektup, onyedinci yüzyılda yüksek

düzey papalık yöneticileri ve ruhban sınıfı mensupları tarafından, Türklere karşı

savaşa teşvik amacıyla papalara yazılmış mektuplara bir örnektir.207

Soykut’un naklettiğine göre Giovanni Battista Gigli 1613 yılından itibaren

yazmaya başladığı ve Papa V. Paulus'a ithaf edilmiş II Maomettano (Muhammedi)

adlı elyazmasında, zamanın Katolik Kilisesinin hemen hemen bütün üyelerinin

üzerinde hem fikir olduğu, Türk’lerin, kötü ve tehlikeli olduğuna dair görüşlerini

tekrarlamıştır. 208

Bunu, Angelo Petricca da Sonnino ve Fra Paolo da Lagni tarafından 1640 ve

1679 yıllarında yazılan ve Papa XI. Innocentius himayesinde, Avrupa'da

Osmanlıların ilerlemesini durdurmak amacıyla yapılan ilk etkili ve başarılı askeri

kampanya ile sonuçlanan savaş planları izlemiştir. Marchesi'nin mektubunun savaşa

teşvik edici diğer yazılarla birinci ortak noktası Osmanlılara karşı savaş açmanın

gerekli olduğu düşücesi; ikincisi disiplinli bir ordu kurmanın ve yönetmenin

gerektiği; üçüncüsü ise tüm Hristiyan aleminin değilse bile, Osmanlı tehdidi altındaki

tüm tarafların birleşmeye davet ediliyor olmasıdır. Türklere karşı savaş, "adil savaş"

adı altında kurumsallaştırılmıştır.209

205 Soykut, Papalık.., ss. 114-115 206 Soykut,Papalık.., s.136 207 Soykut,Papalık.., s.136 208 Soykut,Papalık.., s.61 209 Soykut,Papalık.., s.138

142

Đmgeler benimsenme ve aktarılma sürecinde söz konusu toplumun ortak

belleğine yerleşir. Ortak belleğe yerleşen ve böylece giderek olağanlaşan ve

sorgulanmaz yargıya, daha doğru bir anlatımla önyargıya dönüşen imgeler, felsefi ve

sanatsal yaratım alanlarına da yansırlar. 210

“Marchesi’de Rönesans ruhuna uygun olarak uygar dünyayı Romalılarla;

Türkleri de Hunlar, Partlar ve Araplarla eş tutmakta; Romalıları, askeri stratejilerini

barbar Türkler’in “karmaşık” ve “disiplinsiz” savaşma biçimine uyarlayamadıkları

için eleştirmektedir.”

“Marchesi, mektubunda Avrupa'yı bu barbarlardan kurtarmanın tek yolunun

geçmişteki büyük haçlı seferlerinde olduğu gibi Avrupa'nın baş düşmanını olarak

tanımladığı, Türklere karşı bir saldırı savaşı düzenlemek olduğuna ikna etmeye

çalışmıştır.”211

Capucin keşişi Joseph de Türkler’e karşı Fransa kralı yönetiminde birleşik bir

haçlı ordusu oluşturulmasını içeren uzun bir savaş projesi hazırlamıştır. 212

Angelo Petricca da Sonnino da “Propaganda Fide”nin (Đmanı Yayma Cemaati)

bir temsilcisi olarak farklı bir siyasi ifadeyle aynı noktayı vurgulamıştır. Angelo

Petricca da Sonnino ve Fra Paolo da Lagni'yle birlikte, Marchesi ve Papalık içindeki

destekçileri Türklere karşı Hristiyan ittifakı kurma fikrinin öncüleridirler. Bu fikir

1683 yılında ikinci Viyana kuşatmasına karşı papa XI. Innocentius'in himayesinde

gerçekleştirilebilecek savaş ile hayata geçecektir. 213

Petricca, Marchesi ve Fra Paolo da Lagni’nin görüşleri; 1683 yılındaki Viyana

savunmasının ve Türklere karşı ilk etkili askeri seferberliğin lideri Papa XI.

Đnnocent'ta bir haçlı seferi düşüncesi oluşmasına yol açmıştır. Bu bakımdan,

Bessarion ve II. Pius'la başlayan siyasi ve askeri yapılanma süreci, Soranzo,

Ammirato, Marchesi, Petricca ve Paolo da Lagni ile olgunlaşmış ve Papalığın Türk

politikasını oluşturmuştur.214

210 Kula, Avrupa Kim.., s. 225 211 Soykut,Papalık.., s.140 212 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 220 213 Soykut, Papalık.., s.173 214 Soykut, Papalık.., s.173

143

Angelo Petricca da Sonnino, bütün Hristiyanlar birleşmedikleri sürece

Osmanlılara karşı bir savaş açmanın mümkün olamayacağını belirten, çoğu zaman

Osmanlı Đmparatorluğu'nun askeri kapasitesini küçümseyen ateşli bir haçlı seferi

savunucusudur. 215

Petricca'nın 1640 tarihli risalesinde, Türklere karşı savaşın gerekliliği

Protestanların ve Katoliklerin aralarındaki savaşı sona erdirerek, “kafir Türkler” e

karşı bütün Hristiyanların birlik halinde savaşmaları gerektiğini belirtmiştir.216

Aslında Petricca, asırlık “Hristiyan alemi birliği” retoriğini savunmaktadır.

Haçlı seferi gerçekleştiği takdirde ”Türklerle savaş”ın yalnızca toprak ve servet

kazanmak açısından değil, ateşkes olmasa bile geçici bir siyasi birlik sağlanması

açısından da, Hristiyan alemi için mükemmel bir fırsat olduğunu belirterek,

"Tanrının izniyle, Hristiyan orduları Türklere karşı birleşeceklerdir demiştir.

Petricca'nın dini bakış açısıyla Helen Ortodokslarla Latinler arasındaki

benzerlikler üzerinde durarak, Protestanlar ve Katolikler arasındaki farkları kasten

göz ardı etmesi, dikkatleri Avrupa'nın iç sorunlardan Türk sorununa çekmek

istemiştir. bu kez siyasi açıdan, Türkler tekrar "öteki”ni temsil etmiş ve Avrupa,

kendi içindeki siyasi bölünmüşlüğün üstesinden, Türklerle aralarındaki farklılıkları

öne çıkararak gelmeye çalışmıştır.217

Türklere karşı savaş çağrı ve projelerinin arttığı dönemde Türkiyede elçilik

yapmış olan Savary de Breves’in de bir haçlı seferi planı hazırladığı ortaya

çıkmıştır.218

Gottfried Wilhelm Leibnitz, Osmanlı tehdidi karşısında geleneksel Avrupa

Hristiyan birliğinin sağlanarak Türklerle savaşılması gerektiğini savunmaktadır.

Leibnitz’in çabaları sonucunda 1658‘de Almanya ve Fransa arasında bir ittifak (Ren

Legası) imzalanmıştır.219

Soykut’a göre, Vatikan belgelerinden anlaşıldığı şekliyle, onyedinci yüzyılda

Papalık ve diğer Avrupa devletlerinin Türklere bakış açısı ortaçağa göre pek fazla

215 Soykut, Papalık.., s.173 216 Soykut, Papalık.., ss.177-178 217 Soykut, Papalık.., s.179 218 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 220 219 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 221

144

değişmediğini; hatta siyasi ve ideolojik olarak "kutsal savaş" kavramının organik bir

bağ içinde süregelmiş olduğunu, Birinci Viyana Kuşatması’ndan itibaren artarak

devam eden “Türk’e karşı savaş” “kutsal savaş” yerleştirmesi, sonucu 1683 yılında

Papa XI. Innocentius (Odescalchi) himayesinde örgütlenen savaşın, bir haçlı savaşı

olduğunu, belirtmiştir. 220

Soykut, Norman Housley ve Kenneth M. Setton'dan naklettiğine göre, onaltıncı

ve onyedinci yüzyılda Türklere karşı yapılan savaşlar, hem temel düşünceler, hem

kurumlar, hem de terminoloji açısından haçlı seferleri tarihinin bir devamıdır. 221

Türklere karşı birleşilerek savaşma projeleri insanları bilinç olarak hazırlarken

askeri açıdan da savunmaya yada saldırıya hazır bulunmak üzere çeşitli gelişmeler

kaydedilmiştir. Avrupa’da bilim ve teknolojide meydana gelen ilermelere paralel

olarak ateşli silahlarda ve gemicilikte önemli gelişmeler yaşanmış, Tüfekli piyade

taburları oluşturulmuş, kale-istihkam inşasında surlar yerine alçak tabya sistemine

geçilmiştir. Söz konusu askeri yenilikler 1593-1606 savaşlarında Osmanlı’ya karşı

kullanılmıştır. 222

Avrupa devletlerinin Türklerle etkileşimin başladığı Ortaçağın ikinci yarısından

itibaren Papalık önderliğinde sürdürdüğü, savunma zorunluluğu ile ortaya koyduğu

ittifak, birleşme, koalisyon, konfederasyon girişimleri Đnebahtı savaşı ve II. Viyana

kuşatmasında Türklerin yenilgiye uğratılması şeklinde meyvelerini vermiştir.

5.5.1 Türklere Karşı Avrupa’da Birlik Teşebbüsleri

Avrupa tarihinde ilk birleşik Avrupa projeleri Türklere karşı korunmak ve

onları Avrupadan çıkarmak için düşünülmüştür. Küçük ittifaklar dışındaki ilk

birleşik Avrupa projesi Fransız Devlet adamı Dük de Sully’nin 1607’de ortaya

koyduğu projedir. Bu projeye göre onbeş Avrupa ülkesinden oluşacak bir

Konfederasyon olacak, bu örgütün bir meclisi ve uluslararası anlaşmazlıkları

çözmek için ayrı birimleri olacaktır. Konfedere devletler 273.800 kişilik bir ordu ve

117 kadırgalık bir donanma oluşturacak, Fransa kralının yönetiminde olacak ve

Osmanlılar Avrupa’dan çıkarılıncaya kadar bu ordu savaşı sürdürecektir. 223

220 Soykut, Papalık.., s.113 221 Soykut, Papalık.., ss.180-181 222 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 219 223 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 220

145

Filozof Gottfried Wilhelm Leibnitz, Türkler’i dünyada savaş ve istikrarsızlığın

başlıca sebebi saymaktadır. 1670 yılında Türklere karşı, Rusya ve Avrupa devletleri

arasında bir Hristiyan cephe oluşturmak için bir Avrupa Konfederasyonu

önermektedir. 224

5.6. Đkinci Viyana Kuşatması

Đkinci Viyana kuşatması sonucunda, Osmanlılar’ın Avrupa'da üç yüz yıl süren

ilerleyişine son verilmiştir. Bu tarihten itibaren, Türkler, artık Avrupa için askeri bir

tehdit olmaktan çıkmıştır.

Tüklerin Viyana’da yenilgiye uğratılması sonrasında Avrupa devletlerinde

yaşayan Hristiyanlar, Türkler için kötü akıbetler öngörmeye başlamışlardır. En

ılımlıları Türkleri toplu halde Hristiyan yapmak isterken, bir kısmı onları çöllere

sürmek istemekte, başka bir kısım, yeryüzünde ne kadar Türk varsa hepsinin kılıçtan

geçirilerek ortadan kaldırılmasını istemektedir.225

Viyana yenilgisi ve ardından devam eden savaşlar sonrasında Avrupa’nın

Türkler’in direnme gücünün kalmadığını anlaması üzerine, Osmanlı ülkesini istila

ve paylaşma düşünce ve planları ortaya çıkmıştır. Paylaşma planlarında rekabet bu

kez Avrupa devletleri için ortak hareket etme ve uzlaşma politikalarını gündeme

getirmiştir. Osmanlı Đmparatorluğu’nu paylaşım düşünceleri ortaya atılmıştır. 226

Đstanbul’un fethiyle oluşan "yenilmez muazzam" Türk imajı, Đnebahtı'dan

sonra "yenilebilir Türk olarak değişmiş, 1683'teki Viyana başarısızlığından sonra

“zararsız Türk" halini almış, onduzuncu yüzyılın ikinci yarısında, "Avrupa'nın hasta

adamı" şekline dönüşmüştür.

Onyedinci yüzyıl Avrupa tarihinde, hiçbir olay Türklerin II. Viyana

Kuşatmasından daha çok dikkat çekmemiştir. Bu nedenle üzerinden üç yüzyıldan

fazla zaman geçmesine rağmen bu konuda araştırma yapılmaya yazı yazılmaya

devam edilmiştir.

Kula, Đkinci Viyana Kuşatması'nın konulaştırıldığı "Türk Dayak Çorbası" adlı

1683 tarihli anonim şiirde, "kanlı köpek" Türk imgesinin yanı sıra, kuşatmayı 224 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 221 225 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 218 226 Đnalcık, Doğu Batı II.., s. 219

146

başaramayan Türklerin ve Müslümanların peygamberinin, aşağılandığı, Kuran’ın

"yalanlar kitabı" olarak nitelendirildiği, Bir zamanlar korkulan Türk’ün kendi

ağzından "terkedilmiş bir köpek" olarak betimlenerek aşağılandığı, Türk’lerin

kendisini “Viyanalılar” arasında sanacak kadar yanılgı içerisinde olduğu ifadelerinin

kullanıldığını belirtmektedir.227

Aynı tarihli “Viyana'nın Kurtuluşu” adlı şiirde “Viyana "Hıristiyanlığın zaferli

kalesidir"; yeryüzünün "en yüce tacıdır"; Bundan sonra "mızrakları Türk kanıyla

kızıla boyanmış" Alman savaşçılar "haçı Ayasofya'nın burçlarına dikecektir"

Kartalın pençesi, Viyana'yı kendisinin sayan ve öğünen "kanlı köpek" Türk'e gerekli

dersi vermiştir.” Denilmektedir.228

“Özellikle Hıristiyan dünyasının Đslam dünyasına karşı yürüttüğü din savaşları

geleneği içerisinde kahramanlar olarak yüceltilen Kari Martell, Gottfried von

Bouillon ve son olarak da Savoyenli Prens Eugen sıkça anılarak yüceltilmiştir.” 229

Kula’nın Schöne’den naklettiğine göre,Türklerin, ikinci Viyana kuşatmasına ve

Macaristan’da ki egemenliğine son veren Prens Eugen Von Savoyen “Korkunç

Türkleri” yenilgiye uğratmış olması nedeni ile mitleştirilmiştir. 230

Filozof ve matematikçi olan Leibnitz, en önemli felsefi yapıtı olan

"Monadoloji" (teklik bilgisi) adlı yapıtını, 1683'ten itibaren Osmanlılara karşı

kazandığı başarılardan dolayı Almanya ve Avrupa'da abartılı bir biçimde

efsaneleştirilen Prens Eugen'e ithaf etmiştir.231

Prens Eugen'in edebiyat alanında mitleştirilmesine katkı yapanlardan biri de

şair Johann Christian Günther'dir şair, 1718 yılında Osmanlı ordusunun Zenta'da

Almanlar’a yenilmesi, üzerine Zenta galibiyetini kazanan komutan Savoyenli Prens

Eugen’i ululama düzeyinde yüceltmiş ve mitolojik bir kahramana dönüştürmüştür.232

Kula’nın Günther’den naklettiğine göre, “Almanya/Avusturya'nın simgesi olan

kartal, kanatlarını gökyüzüne doğru açmıştır; savaş alanı, "Türk, utanç ve ceset

kokmaktadır." Tanrının "en seçkin" kahramanı Eugen ve kartalın pençesinin gücü

227 Kula, Avrupa Kim.., s. 242 228 Kula, Avrupa Kim.., s. 243 229 Kula; Avrupa Kim.., s. 244 230 Kula, Avrupa Kim.., s.213 231 Kula, Avrupa Kim.., ss.248-249 232 Kula, Avrupa Kim.., ss. 243-244

147

"Doğu ülkesini" korkuya salmıştır” "Muhammed'in sunağı", yani, Türk egemenliği

artık düzeltilemez bir biçimde sarsılmıştır.233

Kula’nın Hammer-Purgstall’dan naklettiğine göre, Günther, şiirinde artık

"Avrupa, o..pu yuvası olan Türk'ün mağrur sarayını denize dökmeye kesin kararlıdır.

demiştir." 234

Günther şiirinde, Türkler tarafından, dilleri unutturulan Yunanların ata yurdu

Atina'nın "ahır" durumuna getirildiğini öne sürmüştür. Eugen'in gösterdiği

kahramanlık nedeniyle, "Avrupa sevinç çığlıkları atarken; Đstanbul yalvarmaktadır."

Şair tarafından Đstanbul ile simgeleştirilen Türk, Avrupa'nın ortak hislerinin karşıtı

anlamında "oluşturucu öteki" işlevinde kullanılmıştır. 235

Türkler’e karşı duyulan öfke ve düşmanlığın ne kadar büyük olduğu Günter’in

kullandığı ifadelerden anlaşılmaktadır. Bu şiirde de Rönesans olarak adlandırılan

akımı gerçekleştiren düşünür ve yazarlardan itibaren genel olarak bütün düşünür ve

yazarların eserlerinde görülen Türkler’i ezeli düşman olarak göstermek yanında

Yunanlılar’ı da Avrupa kültürel kimliğinin oluşturucu öğesi olarak göstermek ve

onların Türkler tarafından mağdur edildiğine değinmek kuralına uyulmuştur.

Şair Ferdinand Freiligrath, "Prens Eugen, Soylu Şövalye" adlı şiirinde “Eugen”

motifini genel anlamda özgürlük, özel anlamda da Avrupa özgürlük savaşçısı olarak

edebiyat düzeyinde işlemiştir. 236

Hugo von Hofmannsthal’ın 1914 yılında kaleme aldığı “Prens Eugen'in

Anısına Đlişkin Sözler” adlı eserinde ifade ettiği hususlar şöyledir. Eugen başka bir

ülkeden ve kökenden gelmiş olmasına ve Almanca'yı tam bilmemesine rağmen,

“Almanların ulusal kahramanı olmuştur. ”Eugen, Avusturya'ya geldiğinde Türkler

"Viyana önlerindedir; Macaristan bir Türk ülkesidir." Türkler bu konumlarıyla

"Avrupa'nın kalbinin maruz kaldığı en büyük ve başarı şansı en yüksek tehdit"

oluşturmaktadır.237

233 Kula; Avrupa Kim.., ss. 213. 244 234 Kula, Avrupa Kim.., s.213 235 Kula, Avrupa Kim.., s.214 236 Kula, Avrupa Kim.., s.214 237 Kula, Avrupa Kim.., s.215

148

Đşte tam bu sırada Prens Eugen çıkmış ve "Avrupa haritasına yüzyıllık bir

biçim" vermiştir. Bu büyük adam, "dünya tarihinin en büyük yedi muharebesini

kazanmış" ve Belgrad'ı kesin ve kalıcı olarak "Türklerin elinden almıştır." Prens

Eugen'in 1683-1717 yılları arasında kazandığı muharebelerle Osmanlı devletini

Macaristan ve Balkanlar'daki toprakları bırakmaya zorlamıştır. 238

Hofmannstahl’a göre, bu şavaşta Prens Eugen'in "Almanlar’dan silahlı bir halk

yapmış" ve onyedinci yüzyılın ilk yarısında Otuz Yıl Savaşları olarak adlandırılan,

özünde "Alman'ın Alman'a karşı savaşı olan"savaşlarda "Almanya'yı tüm Avrupa'nın

savaş alanına" dönüştüren Fransızlar, Đngilizler ve Đsveçler 1683’ten 1718’e kadar

Türlere karşı birlikte yapılan savaşlar sonrasında yapılan barış anlaşmasıyla “Kutsal

Đmparatorluğun bir üyesi ve mevcut durumun bekçisi” durumuna gelmişlerdir.239

Yazara göre, Avrupa'nın kalbine doğru ilerleyen Türklerin gücü, Avrupa için

savaşan Avrupalılar tarafından alt edilmiş ve kırılmıştır. 240

Bu anlatımdan şu sonuç çıkmaktadır. Aralarında düşmanlıklar ve savaşlar

bulunan, Hristiyanlık dışında ortak unsurları bulunmayan devletler Türklerin büyük

tehdini ortadan kaldırmak üzere birleşmiştir. Başka bir deyimle Avrupa’yı oluşturan

Türklerdir.

Papa 16. Benediktus’a göre, “Charlemagne Đmparatorluğu döneminde ilk

ifadesini bulan ve daha sonra yitip giden Avrupa kavramı, "Türk tehlikesi"

bağlamında "ortak kimlik" gereksinmesinin bir sonucu olarak, Yeni Çağda

yeniden ortaya çıkmış ve onsekizinci yüzyıldan sonra yerleşmiştir.” Papa Yeni

Çağda Avrupa'nın ortak kimliğinin belirginleşmesi bakımından "Türk tehlikesi"ni en

belirleyici etken olarak değerlendirmiştir. 241

Papa, bu sözleriyle çok önemli bir noktayı tespit etmiş durumdadır. Oda

Avrupa kavramı ve Avrupa kimliğinin Türk tehlikesine karşı ortaya çıkmış

olmasıdır. Papa 16. Benediktus’un belittiği gibi Avrupa kavramı Charlemagne

Đmparatorluğu döneminde anılmış isede kullanılmadığından yitip gitmişken, Türk

tehlikesi karşısında, adları sonradan hümanist olarak anılacak elit kesim tarafından

238 Kula, Avrupa Kim.., s. 216 239 Kula, Avrupa Kim.., s. 216 240 Kula Avrupa Kim.., s. 217 241 Kula Avrupa Kim.., s. 92

149

Türk tehlikesine karşı ortak unsur araştırması sırasında ortak unsur olarak

kullanılabilecek bir argüman olduğu tespit edilerek kullanılmaya başlanan bir

kavramdır. Tıpkı yine Türk tehlikesine karşı birleştirici olarak tespit edilen Antik

Yunan uygarlığı ve Roma Hukuku gibi.

Yurdusev’e göre, Türklere yönelik önyargıların ve olumsuzlamanın temeli din

farkına dayanmaktadır. Bunun nedeni olarak Sir Charles Eliot’un Türklerin Avrupa

ya gelen Macar, Bulgar, Fin gibi diğer toplulukların aksine Avrupalılar tarafından

asimile edilememesinin başlıca nedeni onların Avrupalılarla karşılaşmadan önce

Đslam’la tanışıp onu benimsemeleridir dediğini belirtmiştir. 242

Olumsuz algılamaların temelinde şüphesiz dinin yanında Türklerin Avrupa

aleyhine yayılması ve onsekizinci yüzyılın sonuna kadar Avrupa’nın en önemli

güçlerinden birisi olmasının yattığı belirtilmektedir. Türkler Avrupa nın gördüğü en

büyük tehdit olarak algılanmıştır. Yurdusev’in Butterfield’dan, nakledişine göre,

Türkler kadar hiçbir halk Avrupa medeniyetine bir tehlike oluşturmamıştır, Bu

tehlike ancak ondokuzuncu ve yirminci yüzyılda Türklerin Balkanlar dan atılması ile

bertaraf edilebilmiştir. 243

Kanaatimce Türklere karşı önyargı ve kötülemenin ve onlara karşı birleşilerek

ortak bir kimlik oluşturmanın esas nedeni Türkler’in Avrupa’yı elegeçirme tehdidi ve

bu tehdidin gerçekleşme ihtimalinin çok yüksek oluşudur. Din farklılığı da bu

tehdidin kötülüğünü, şiddetini artıran bir sebeptir. Bu nedenle de karşı açıdan din bu

tehdide karşı birleştiriciliği en kuvvetli unsur olarak kullanılmıştır.

5.7. Karlofça Antlaşması Sonrası

Osmanlı’da Yükselişin durduğunu, geriye gidişin başladığını gösteren ilk işaret

Đnebahtı savaşıdır. Avrupa bu savaşta ittifak ile hareket edildiğinde Korkunç

Türk’ün bile yenilebileceğini anlamıştır. bu tespit sonrasında Avrupa’da az sayıda

Avrupa devletlerinin ittifakı yanında Türkler’e karşı bütün Avrupa devletlerini içine

alacak büyük ittifak projelerinden, birleşik Avrupadan bahsedilmeye başlanmıştır.

1606 yılında Avusturya ile imzalanan Zitvatorok antlaşmasıda Türkler’in güçlü

döneminin sona erdiğini gösteren işaretlerden biridir. Osmanlı Sultanı ilk kez bu bu

242 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.66 243 Yurdusev, Avrupa Kim.., s.66

150

anlaşmada daha önceden Viyana Kralı olarak andlaşma dikte ettirdiği Habsburg

monarkının kendisi ile eşit muamele görmesine rıza göstermiştir. 244

Viyana yenilgisi sonrasında 1684’de Fransa ve Habsburglar öncülüğünde

Türkler’e karşı yeni bir ittifak kuruldu. Bu ittifaka Polonya, Venedik ve 1686’da

Rusya katılmıştır. Rusya ilk defa yer aldığı Avrupa devletler sistemini Türk

topraklarını istitla için kullanmaya hazırlanmaktadır. 245 1683 Viyana yenilgisinin

ardından Avusturya ve müttefikleri süratle Macaristan, Yunanistan ve Karadenizdeki

Osmanlı topraklarına ilerleyerek 1687’de ikinci Mohaç 1697de Zenta ‘da Türkleri

yenilgiye uğratmışlardır. 246

Rusya’nın ve Fransa’nın ilerlemesinden endişe duyan Đngiltere ve Hollanda’nın

baskısı ile Đttifak devletleri ve Osmanlı Đmparatorluğu arasında 1699’da Karlofça

antlaşması imzalanmıştır.247 Osmanlı Đmparatorluğu, ilk kez açıkça bir savaşta

yenilmiş bir devlet olarak imzalaladığı bu andlaşmada, Đslam dünyasının bir parçası

sayılan geniş toprakları terk etmek zorunda kalmıştır. 248

Türkler, Rusya ve Habsburg saldırılarına karşılık güçler dengesini korumaya

çalışan Fransa ve Đngiltereye yakınlaşmıştır. Avrupa kuvvetler dengesi için gerekli

sayılan Osmanlı Đmparatorluğunun muhafazası sorunu, Avrupa diplomasisinde

“Şark meselesi” olarak adlandırılmıştır. 249

Osmanlı Đmparatorluğu 1718’de yapılan Pasarofça andlaşması ile yeniden toprak

kaybederken, 1774’de Ruslar’la yapılan Küçük Kaynarca andlaşmasıyla Kırım’ı

Ruslar’a terketmekte ve Đmparatorluğun Ortodoks Hristiyan tebası üzerinde Ruslar’a

müdahale hakkı tanınmaktadır. Bu andlaşmadan sonra 1878 yılında Bosna ve

Hersek’i Avusturya’ya Batum ve Kars’ı Rusya’ya vermek zorunda bırakıldığı tarihe

kadar başka önemli torak kaybı olmamıştır. 250

Onsekizinci yüzyılın başlamasıyla Hristiyan alemi için haçlı seferi tasarıları

yapılmasını gerektirecek bir mesele olmaktan çıkan “Osmanlı", artık farklı bir siyasi

244 Levis, Modern Türk.., s. 36 245 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 217 246 Levis, Modern Türk.., s. 37 247 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 217 248 Levis, Modern Türk.., s. 37 249 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 218 250 Levis, Modern Türk.., s. 37

151

söylemle gündedir. Osmanlı Đmparatorluğu “Avrupa'nın hasta adamı” olarak

görülmektedir. Bu söylemde Avrupa, kıta dışındaki kolonilerde yaptıkları

savaşlarda kullandığı bildik nakaratı tekrarlamaktadır. “Uygar dünya” köhnemiş

“despotlar” ve '”demokratik ve özgür olmayan” devletlere karşı. 251

Bu bağlamda, Avrupa ve Batı'nın, genel olarak Doğu'yu ve özellikle de

Türkleri algılama biçimi, Rönesans Avrupası anlayışında şekillenmeye başlamıştır.252

Yani yine ezeli düşman ve öteki alarak, ama artık korkulan değil küçümsenen,

aşağılanan, paylaşılmaya çalışılan öteki olarak yer almıştır.

Onsekizinci yüzyıldan itibaren Avrupa’da Türk imajını, Fransa Đngiltere ve

Almanya gibi Avrupa’nın atık siyasi olarak daha güçlü aktörleri şekillendirmeye

başlamıştır 253

1815’te Metternich’in öncülüğü ile toplanan Viyana Kongresi’nde Avrupa’da

barışın ve mevcut monarşik düzen’in muhafazası ve garanti altına alınması için dört

devletten oluşan ve ihtilal hareketlerine karşı müdahale hakkı olan bir birlik

oluşturulmuştu. Bu birliğe Osmanlı Đmparatorluğu alınmadı. Avusturya ve Đngiliz

hükümetleri Osmanlı’nın Avrupa statükosunu teminat altına alan genel bir

antlaşmaya dahil edilmesi fikrini desteklemişlersede Rusya’nın itirazı nedeniyle bu

mümkün olmamıştır.254

1941 yılında Fransa’nında bu ittifaka girmesiyle beş üyeli hale gelen bu birlik

1856 Paris antlaşmasıyla Osmanlı Đmparatorluğunu doğrudan Avrupa Devletler

sistemine dahil etmiştir. 255

Uzun bir tarihsel süreç içerisinde her hangi bir kültürde bir başka kültür

hakkında oluşan ve değişik yoğunluklarda süreklileşen imgeler, oluştukları ve

aktarıldıkları zaman, ortam ve koşullara göre etki oluşturmaktadır. 256

Avrupa’nın zihninde Türkler hakkında aşırı yoğunlukta ve şiddette süreklileşen

olumsuz imgelerin kolayca benimsenerek aktarıldığı sonucu çıkmaktadır.

251 Soykut, Papalık.., s.182 252 Soykut, Papalık.., s.182 253 Soykut,Papalık.., s.254 254 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 218 255 Đnalcık, Doğu Batı I.., s. 222 256 Kula, Avrupa Kim.., s. 225

152

Türklerin Avrupa devletler sistemine alınması, Rus saldırıları nedeni ile bölgede

oluşacak istikrarsızlığın önlenmesine yöneliktir. Aksi halde Avrupa kimliğinin

yüzyıllar süren korkunç ‘’ öteki ’’ sinin hemen dost olarak kabul edilmediği açıktır.

Günümüzde de öteki olarak algılanmaya devam etmektedir.

5.7. Sonuç

Türkler onbirinci yüzyılda Anadoluya yerleştikleri tarihten itibaren Doğu Roma

(Bizans)ile komşu olmuşlardır. Đlk olarak Selçuklular yerleşmiş olmalarına rağmen

onlardan yaklaşık iki asır sonra Anadoluya gelen bir diğer Türk boyunun, Osmanlı

devletini kurarak bir süre sonra Rumeli ve Anadoluya hakim hale gelmesi nedeniyle

Avrupa Türk etkileşimindeki esas muhatap Osmanlı Türkleridir.

Anadoluya yerleşen Türkler’in hem Bizans topraklarını almaları ve almaya

devam ederek Orta Avrupa’ya doğru ilerlemeleri, hemde Müslüman olmaları

nedeniyle önce Anadolu Hristiyanlığı ve devamında bütün Hristiyan Avrupa politik

birimleri tarafından baş düşman, ezeli düşman olarak belirlenmişlerdir.

Türklerin ilerlemesini durdurmak veya geri püskürtmek ve Doğudaki

zenginlikleri, kutsal hazineleri ele geçirmek gibi bir taşla birkaç kuş birden vurmak

isteyen Hristiyan dini liderler ve politik liderler katılımı sağlamak için dini ve

psikolojik unsurları kullanmışlardır. Hristiyanlar’a ve kutsal yerlere saldırılar

yapıldığı senaryolarını yaymışlardır.

Başlangıçta haçlı seferi adı zamanla Türk’e karşı savaş şeklini almıştır.

Sözkonusu bu propagandalar papaların tüm hayallerini gerçekleştirmeye yetmemiş

ve Türkler tarfından Kosova, Varna, Niğbolu’da yenilgiye uğratılmış isede

uygulanan bu politika ve propagandalar ortak düşman belirleyerek kolektif bir bilinç

yaratmak suretiyle Avrupa kimliğinin çekirdeğini oluşturmuştur.

Đstanbul’un fethi Batı dünyasında korku ve endişe yaratmıştır. Kiliselerin,

toplanan ve artırılan vergilere rağmen Türklere karşı etkili bir girişiminin

olamamasından dolayı insanların papalığa olan inancının sarsılması ve dini düzenin

sorgulanmaya başlaması ve teologların aynı nedenle reformasyon taleplerinin artması

nedeniyle papalık, Avrupalı uluslar nazarında itibarını korumak için haçlı

seferlerinden itibaren devam etikleri propaganda çalışmalarına nitelik ve çeşitlilik

kazandırmıştır.

153

Papalık, öncelikle Türkler’e karşı ortak bir Hristiyan dış politikası

oluşturmaya çalışmıştır. Bunun için yapılacak şeyin Haçlı seferleri geleneği

çerçevesinde Türkler’e karşı bir din savaşı oluşturarak topluma yaymak olduğuna

karar vermiştir. Bunu Türkler’in kazanmış olduğu zaferleri olağanüstü abartarak,

yenilgileri propağanda amaçlı kullanarak, Türkleri, vahşi, katil, zalim, yağmacı gibi

sıfatlarla anlatıp korku sağlayarak yapmak üzere propaganda araçları belirlemiştir,

Bu propaganda kiliselerin etkisi ve insanlarla devamlı iletişim halinde olması

nedeniyle en ücra köşedeki köylere kadar yaygınlaştırılmıştır.

Kilisenin propağanda araçlarından en belirginleri “Türk çanları” ”Türk

Vaazları” “Türk Duaları” şeklinde ortaya çıkmıştır. bir çoğu Hümanist yazarlardan

olan papalar veya diğer din adamları Türk konuşması geleneğini başlatmışlardır.

Dönem yazarlarının hemen hepsinin bu şekilde Türkler aleyhine yazılan bir veya

birden fazla yazıları vardır. Kilise, Türke karşı savaşmaları karşılığında Hristiyan

insanlara günahlarının bağılanacağını bazende papazların gelirlerinin onda birini

onlara verileceğini vaat etmek şeklinde politikalar uygulamışlardır. Politik egemenler

tarafından Türkler’e karşı savaşta kullanılmak üzere “Türk vergisi” toplanmıştır.

Türklerin kötülükleri ile ilgili gerçekle ilgili olmayan anlatımlar, savaş çağrıları

ve savaş projeleri dolu binlerce kitap, makale yazı yorum vs üretilmiş, Türklerle

ilgili periyodik gazeteler çıkarılarak bütün Avrupa ülkelerine ulaştırılmaya

başlanmıştır. Benzer içerikli sayısız şekilde oyun şiir, resim opera müzikli oyun vs

ortaya çıkmıştır

Türklerin Birinci Viyana Kuşatmasından eli boş dönmesi yayın ve

propagandaların şiddetini artırmış, aşağılayıcı betimlemeler daha da artmış kilisenin

girişimleri ile “Türk’e karşı ittifak” anlamına gelen “lega”lar oluşturulmaya

başlanmıştır.

1571’de Đnebahtı deniz savaşında Türklerin yenilgiye uğratılması bu ittifakların

bir sonucu olmuştur bu tarih Avrupa kimliği ,Türk kimliği etkileşiminde bir dönüm

noktası olmuş “Kokunç Türk”ün de yenilebileceği ilk kez görülmüş bunun ancak

birleşmek suretiyle olabileceği tespit edilmiştir. Bu tarihten itibaren Türk karşıtı

propaganda ve yayınlara aşağılayıcı betimlemeler yanında alaycı hakaret dolu

betimlemeler eklenmeye başlamıştır. Türk karşıtlığı ortak kültür haline gelmiştir.

154

Kurulan ittifaklar sonucunda Đnebahtıda kazanılan zaferin de etkisiyle Türkler’i

tamamen Avrupa’dan çıkarmak amacıyla onbeş Avrupa ülkesinden oluşacak bir

Hristiyan konfedarasyonu kurulması önerilmiştir. Yani tarihteki ilk Avrupa Birliği

Türkleri Avrupa’dan çıkarmak amacıyla kurulan Avrupa Birliğidir.

Türklerin ikinci Viyana Kuşatması’nda aldığı yenilgi ve sonrasında devam eden

savaşlarda Balkanlardan çıkmak zorunda kalması üzerine artık Korkunç Türk

zararsız Türk haline gelmiştir. Sözkonusu olaylar sonrasında Arupa’da edebi

eserler hakaretler aşağılamalar alay etmeler ölçüsüz derecede artmıştır. Türkleri

yenilgiye uğratan komutan mitleştirme düzeyinde övgülere boğulmuştur. Bu olaydan

yüzlerce yıl sonrada sayısız edebi eserin konusu olmuştur.

Günümüzde dahi Viyana’da Kartal figürünün ayaklarının altında Türkleri

sembolize eden hilal figürünün bulunduğu yine Viyana da Avrupalı asker figürünün

silahı ve ayağı altında Türk komutan figürünün olduğu heykeller bulunduğu

Avrupa’da dünyanın en büyük çanı olarak bilinen çanın Türk toplarından eritilerek

yapıldığı Barok mimarinin dahi Türklerin tekrar saldırı ihtimali düşünülerek

şekillendirildiği anlaşılmaktadır.

Sonuç itibarıyle Avrupa Kimliğinin, Türklerin Avrupa topraklarını alarak

batıya doğru genişlemeye başlaması ve özellikle Đstanbulun fethi ile oluşan korku

sonucunda Türklere karşı ancak birleşilirse başarılı olunabilceği düşüncesi ile ortak

değerlerin ve ortak ezeli bir düşmanın ortaya çıkarılmasına yönelelik politikalar

sonucunda Türklerin, hayati önemdeki oluşturucu etkisi ile oluştuğu

anlaşılmaktadır.

155

ALTINCI BÖLÜM

SONUÇ

Türk kimliği, ulus kimliğinden daha fazla anlam ifade eden, içerisinde bir

medeniyet kimliğini barındıran nev-i şahsına münhasır bir kimliktir

Türk kimliği, Avrupa Kimliği oluşumunu oluşturucu bir öteki olarak

etkilemiştir. Buna etki demek yerine Türk kimliğinin bir öteki olarak Avrupa

kimliğini oluşturduğunu söylemek abartı değildir. Pek çok tarihçi ve yazar Avrupa

Kimliği’nin olumlu unsurlardan çok “öteki” ye göre oluşturulmuş bir kimlik

olduğunu belirtmişlerdir. Avrupa kimliği onbeş ve onsekizinci yüzyıllar arasında

oluştuğu ve o dönemde Avrupanın tek ötekisinin Türkler olduğu bilinmektedir.

Türk kimliği, Avrupa kimliği oluşumunu sağlayan tek kurucu asli unsurdur.

Hristiyanlıkta dahil diğer bütün unsurlar bütünleşmeyi kolaylaştırıcı ihtiyari unsurlar

olup hiçbiri bütünlüşmeye zorlayıcı bütünleşmeyi sağlayan unsurlar değildir.

Onsekizinci yüzyıl ortalarına kadar Avrupa kimliğinin başat bileşeni Türk

düşmanlığı ortak bilincidir. Hristiyanlık da bu amaçla kullanılan bir ortak unsurdur.

Avrupalıların kendilerini tanımlarken kullandıkları “Hristiyan Devletleri”

kavramının kullanıldığı son anlaşmanın Türkler’in tehdit olmaktan çıktığı II. Viyana

Kuşatması ve bağlı olduğu Karlofça antlaşmasından sonraki 1713 Utrecht anlaşması

olmasıda bunun delillerinden birisidir.

Avrupa kimliğinin Hristiyanlık dışındaki, denizaşırı keşifler, Rönesans,

Reformasyon Ulus-Devletler Laikleşme Aydınlanma gibi diğer bütün ihtiyari

unsurları da Türkler’in güçlü tehdit ve ezeli düşman olarak algılanan ötekiliğinin

zorlayıcı şekillendirmesi ile oluşmuştur. Başka bir değişle Avrupa kimliğinin her

aşaması Türklerle etkileşim halinde oluşmuştur. Avrupa Kimliğinin oluşturucusu

Türk Kimliğidir.

Avrupa kimliğini oluşturduğu belirtilen unsurlar kimlik oluşturmaya doğrudan

etkisi olabilecek unsurlar değildir. Örneğin denizaşırı keşifler sırasında Avrupa’ya ait

değerlerin muhatap ülkelere yayılması nedeniyle Avrupa kimliği oluşumuna katkıda

bulunduğu belirtilmektedir. Oysa keşifler her biri ayrı ulus kimliğine sahip olan

Đspanya, Portekiz gibi devletler tarafından yapılmaktadır. Yayılan değerler keşifleri

yapan ulus devletlere ait değerlerdir. O tarihte henüz oluşmamış olan Avrupa

156

kimliğine ait değerler değildir. üstelik değerlerin yayıldığı belirtilen, keşfedilen

ülkeler hiçbir zaman Avrupa kimliği içinde yer almamıştır. Dolayısı ile bu unsur

Avrupa kimliği oluşumunda ancak ikincil, destekleyici etkileri olabilecek bir

unsurdur.

Reformasyon, Kiliselerin, toplanan ve artırılan vergilere rağmen Türklere karşı

etkili bir girişiminin olamamasından dolayı insanların papalığa olan inancının

sarsılması ve dini düzenin sorgulanmaya başlaması ve teologların da aynı sebeple

reformasyon taleplerinin artması nedeniyle ortaya çıkmıştır. Reformasyon Avrupa

Kimliği’nin oluşumunda ancak laikleşmeye katkısı nedeniyle ikincil, destekleyici

etkileri olabilecek bir unsurdur. Reformasyon’un kuzey ve güney olarak böldüğü

Avrupa’yı ve iki büyük Hristiyan mezhebini Türk tehdidi, Türk korkusu

birleştirmiştir. Türkler Reformasyonun oluşum sebebi olduğu gibi Reformistler’i de

doğrudan desteklemiştir.

Ulus-devletlerin, laikleşmenin ,aydınlanmanın, sanayi devriminin, kapitalizmin

her biri, herhangibir birleşme olmadan ulus kimlik içerisinde rahatlıkla devam

edebilecek unsurlar olup bir ulusüstü kimliğin oluşmasını zorlayacak unsurlar

değildir. Sözkonu unsurlar da Avrupa Kimliği’nin oluşumunda ancak ikincil etkileri

olabilecek unsurlardır. Bu unsurlar Türk tehdinini bertaraf etmek için oluşturulan

yani içerisinde Türk düşmanlığı ve Türk korkusu bulunan Avrupa kimliğinin boş

olan kısmına sonradan yerleştirilen unsurlardır. Avrupa Kimliği’nin Türk tehdidi

kalktıktan sonra da yani bir tehdit olmadan da devam etmesini sağalamak için

konulan unsurlardır.

Osmanlı Đmparatorluğu onyedinci yüzyılda gücünün ve ekonomik sınırlarının

sonuna ulaşmıştır. Buradaki önemli nokta Batının tarımı ticarileştirmiş ve

merkantalist ekonomisini oturtmuş olarak Feodalizmden kurtulmuş olmasına rağmen

Osmanlı imparatorluğu kurtulamamış olmasıdır.

Rönesans ve Aydınlanma Hristiyanlıktan kopma anlamına gelmemektedir.

Gerçekleşen, şey Türklerle yani islamla ve ona karşı birleştirici oluşturan

Hristiyanlıkla daha az ilintili hale gelmedir. Yani Türkler tehlike olmaktan çıktığında

Hristiyanlıkta daha az önemli bir unsur haline gelmiştir. Artık biraz laikleşmenin

mahzuru bulunmamaktadır.

157

Avrupalılar’ın en büyük düşmanı Türkler’i yenebilme mutluluğuna, birleşerek,

ortak bir kimlik oluşturarak ulaşmaları nedeniyle bu kimlik artık kutsal hale

gelmiştir. Türklerin Avrupayı ele geçirme tehdidi ve tehdidin gerçekleşme

ihtimalinin yüksekliği nedeniyle Hristiyanlık yanında başka bir ortak unsur

“Avrupalılık” yaratılmıştır. Türk tehdidi ortadan kalktığında da artık Avrupalılık

(Avrupa kimliği) devam edecektir.

Avrupa Kimliği, bir üst kimliktir ve her biri zaten ulus kimliğine sahip politik

birimlerden oluşmaktadır. Üst kimlik oluşturmanın ulus kimlik oluşturmaya göre

daha zor olduğu açıktır. Türk kimliğinin, oluşumuna neden olduğu kimliğin bir üst

kimlik olduğu dikkate alındığında Türk kimliği etkisinin ne kadar güçlü olduğu daha

iyi anlaşılacaktır.

Avrupa’lılar adı belgeyle tespit edilebilir şekilde ilk kez Türklerin Đstanbul’u

almasının ardından Türk Đmparatoruna yazılan bir mektupta kullanılmıştır.

Avrupa’da yaşayan uluslar ve politik birimler birbirlerine karşı savaşlarını

düşmanlıklarını Türklere karşı birleşebilmek için sonuçlandırmışlardır. Katolikler ve

Protestanlar karşılıklı savaşırken Türklere karşı savaşmak üzere aralarındaki savaşa

son vererek birlikte hareket etmişlerdir.

Denizaşırı keşifler sırasında Amerika keşfedilmiş olup sözkonusu döneme ait

Đspanya arşivlerinde Amerika ile ilgili vaka anlatımı sayısı 52 iken aynı dönemde

Türkler hakkındaki vaka anlatımı sayısının 186 olması da Türklerin ne kadar

Avrupa’nın içinde ve etkili olduğunu göstermektedir.

Onaltıncı yüzyılda Avrupa’da Türk karşıtlığı ortak kültür halini almıştır.

Avrupa adı dahi Türk tehlikesi nedeniyle ortaya çıkarılmıştır. Avrupa kavramı, önce

hayali, mitolojik bir isim, daha sonra sınırları dahi net olarak belli olamayan bir

bölgeye verilen bir addır fakat hemen hiç kullanılmamıştır. Papa 16. Benediktus’un

çok önemli tespitininde belirlediği gibi Avrupa kavramı Charlemagne’nın sarayında

anıldıktan sonra yitip gitmişken Türk tehdidine karşı birleştirici unsur olarak

aranırken tespit edilip güncelleştirilmiş ve eğitim yoluyla kalıcılaştırılmıştır.

Kanatimce daha çok mitolojik olması nedeniyle üstün ve gizemli olarak algılanması

hem de azda olsa Hristiyan olmayan grupları da kapsaması için seçilen, belirlenen

Avrupa adı Türklerin söz konusu bölge aleyhine genişlemesi ile kullanılmaya

158

başlamış ve Türk karşıtı bir tür propagandanın birkaç yüzyıl devam etmesi üzerine

kalıcılaşmıştır.

Ortak tarihsel miras olarak sunulan Antik Yunan Kültürü ve Roma hukuku’da

benzer şekilde güncellenerek Avrupalılık ölçütlerinden biri haline getirilmiştir.

Đlk birleşik Avrupa projeleri Türkler’e karşı yapılmış, Avrupa’daki ilk ittifaklar

Türklere karşı kurulmuştur. Bu proje ve ittifaklar bugünkü Avrupa Birliği’nin

temellerini oluşturmuştur. Kısaca Avrupayı Türk kimliği Türk tehlikesi yaratmıştır.

Sözkonusu dönemde her gün kiliselerde kötülükleri ve tehlikeliliği anlatılmak

üzere haklarında çan çalınan, Kötülüklerinden korunmak üzere dualar edilen,

kendilerine karşı savaşılmak üzere birliğe davet için vaazlar verilen, konuşmalar

düzenlenen, haklarında birkaç yüzyıl süren periyodik yayınlar yapılan binlerce kitap

yazılan, her türden binlerce edebi eserde kötülenen, haklarında hayatın her alanında

kötü niteleme için kullanılan birçok deyim bulunan “Türkler” ortak ezeli düşman

olarak Avrupa kimliğine hayat vermiştir.

Aydınlanma döneminden itibaren neredeyse Pan-Avrupacılık düzeyine

yükselen Avrupa merkezci bir Avrupa kimliği oluşmuştur. Avrupa Birliği ile resmi

bir yapıya kavuşan Avrupa kimliğinde Pan-Avrupacılığa ait derin izler halen

görülmektedir.

Kanaatimce Avrupa Birliği etkili üyeleri, bilinç altlarına yerleşmiş tarihsel

kodlar nedeniyle Türkiye’yi üye aldıklarında birlik içinde en etkili güç olacağından,

dünyada kendilerinden daha çok söz sahibi bir ülke olacağından endişe etmektedirler.

Avrupa Birliği artık Türkiye hakkında daha gerçekci öngörülerde bulunarak

Tükler için, Avrupa için, dünya için çok önemli bir gelişme olacak olan bu

bütünleşmenin önünü açmalıdır.

Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesi, Türkiye açısından çok önemli yararlar

sağlayacak ise de, Türkiye’nin çeşitli açılardan bağları ve dolayısı ile etkileri

bulunduğu büyük ve önemli bir coğrafya dikkate alındığında Türkiye’nin üyeliği

halinde Avrupa’nın da dünya ölçeğinde, etkili küresel bir güç haline geleceği, bu

durumun dünya barışına etkili olacağı da kesindir.

Avrupa büyük savaşların ve dolayısı ile büyük barışmaların meydana geldiği

bir kıtadır. Artık ötekilerin bütünleştiriciliğine ihtiyaç duyulmadan Türkiye ile

159

bütünleşerek iki büyük medeniyetinde bütünleşmesini sağlama fırsatını

değerlendirmelidir.

Avrupa evrensel değerleri kendine özgü değerler olarak belirleyip diğerleri ile

arasına duvar örmeye çalışmak yerine, dünyadaki bütün kötülükleri, yoksulluğu,

açlığı, Adaletsizlikleri ve benzeri kötülükleri düşman öteki olarak belirleyip onlara

karşı mücadele etmelidir.

Türkiye, Avrupa ile entegrasyon hedefi, Osmanlı Đmparatorluğu döneminden

miras kalan bir devlettir. Türkiye, insanlarının büyük çoğunluğu müslüman olan,

demokratik ve laik sistemle yönetilen eskiden beri Avrupalı olan bir devlettir.

Türkler, Avrupa Birliği'nin çekirdeğini oluşturan ülkelerle onaltıncı yüzyıldan

itibaren ticari ve kültürel ilişkiler içindedir.

Türkiye büyük ve güçlü olmayı dünya ölçeğinde söz sahibi bir küresel güç olmayı

gerçek hedef haline getirmelidir.Bunun için içeride ve dışarıda yapması gereken çok

şeyler vardır.

Dış politikada yapması gerekenden başlarsak ilk olarak Türkiye, Avrupa

Birliğine üye olma hedefinden hiç vazgeçmeden her alanda yapması gerekenlerin

hepsini birden ve süratle yapmaya devam etmelidir. Türk karşıtlığı ortak kültür

haline gelmiş olan Avrupa’da mesafe kaydetmek çok zor ise de, zorlukları ortadan

kaldıracak palitikalar geliştirilmelidir.

Türkiye uluslar arası platformda elinde bulunan kozları kullanabilmeli elinden

çıkarması gereken kartları çıkarmalıdır. Tabiki bu durum ekonomik siyasal vs

açısından güçlü olmasına bağlıdır.

Yakın coğrafyadan başlamak üzere uluslararası olaylarda adil bir çözümü

sağlamakta etkili olmalıdır. Avrupa Birliğinden vazgeçmeden başka devletlerle

ilişkilere de önem vermelidir.

Đlgi alanındaki devletlerle ilgili çeşitli yönlerde araştırma yapmalı meydana

gelebilecek çeşitli senaryoları ve her bir senaryo için geliştireceği hareket tarzını

önceden belirlemelidir. Hatta kendi senaryosunun veya en lehine olan senaryonun

gerçekleşmesine yönelik politikalar uygulamalıdır.

Psikolojik kültürel bütün propaganda araçlarını kullanarak devletler ve özellikle

halklar nezdinde iletişim kurulmalı, yeni olumlu bir etkileşim dönemi başlatılmalıdır.

160

Örneğin Avrupa ülkelerinde ve bağlarımız bulunan ülkelerde Kaliteli Türk

okullarının açılması sağlanmalı, sözkonusu ülkelerle ortak festivaller vs

düzenlenmeli, iş ortaklıkları, ortak mücadele alanları oluşturulmalıdır. Gelişmiş

ülkelerdeki ünlü üniversitelerden alanında söz sahibi profesörler transfer edilmelidir.

Ortak mücadele alanları bulunmalıdır.

Devletler arası bağımlılıklar devletleri işbirliğine yönlendireceğinden ortak

karar mekanizmaları oluşturacak projeler üretilmelidir.

Türkiye’nin güçlü olması, insanların mutlu olması için gereken her alanda en üst

ölçü hedef alınarak çalışılıp sonuçlar alınmaya başlandığında Türkiye zaten çok

büyük bir sonuca ulaşmış olacağından Avrupa Birliğine üye olup olmamanın önemi

kalmayacaktır. Avrupa Birliği hedefi Türkiye’nin asıl hedeflerine ulaşmasında bir

araç olmalıdır.

161

KAYNAKÇA

Akçura, Yusuf. Üç Tarz-ı Siyaset Ankara Lotus yayınevi 3.Baskı 2008.

Bal, Đdris. Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset Ve Türkçülük Üzerine Yorumlar,

Ümit Özdağ & Yaşar Kalafat (Ed.) Muzaffer Özdağ’a Armağan, Ankara, ASAM

Yayınları, 2003

Braudel, Fernand Bellek ve Akdeniz, Tarih öncesi ve Antik Çağ, Ali

Berktay,(çev.) Đstanbul, Metis Yayınları, 2007.

Coşan, Leyla. 16.Yüzyılda Almanların Türklerden Korunmak Đçin Yazdığı

Dualar, Tanrım Bizi Türklerden Koru, Đstanbul Yedi Tepe Yayınevi 2009.

Delanty, Gerard. Avrupa’nın Đcadı Fikir, Kimlik, Gerçeklik, Hüsamettin Đnanç,

(çev.),Ankara, Adres yayınları 2005

Erdenir, F.H. Burak. Avrupa Kimliği Pan- Milliyetçilikten Post-Milliyetçiliğe

Ankara, Ümit Yayıncılık 2. Baskı 2006.

Fuller, Graham.E. Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti Mustafa

Acar (çev.), Đstanbul Timaş Yayınları 4. Baskı 2008.

Gellner, Ernest. Milliyetçileğe Bakmak Simten Çoşar ve Saltuk Öztürk- Nalan

Soyarık (çev.),Đstanbul Đletişim yayınları 2. Baskı 2007.

Güvenç Bozkurt. Türk Kimliği Kültür Tarihinin Kaynakları. Đstanbul Boyut

Kitapları 5. Baskı 2008.

Đnalcık, Halil. Doğu Batı Makaleler II Ankara, Doğu Batı yayınları 2008.

Đnalcık, Halil. Doğu Batı Makaleler I Ankara, Doğu Batı yayınları 4. Baskı

2009.

Đnanç Hüsamettin. AB Entegrasyon Sürecinde Türkiyenin Kimlik Problemleri

Ankara Adres Yayınları 2005.

Kafesoğlu Đbrahim. Türk Đslam Sentezi Ankara Ötüken Yayınları 3. Baskı 1999.

Kalaycı Đrfan. (Ed.) Avrupa Birliği Dersleri Ekonomi, Politika, Teknoloji,

Ankara Nobel Yayınları 2006.

162

Karadeniz Çelebican,Özcan. Roma Hukuku, Ankara, Yetkin Yayınları, 11.

Baskı, 2005

Karakaş, Yusuf. Avrupa Birliğinde Siyasal Entegrasyon Ankara, Siyasal

Kitabevi, 2002

Koray Meryem. Avrupa Toplum Modeli Sosyal Bütünleşme Mümkün mü

Ankara Đmge Kitap evi 2. Baskı 2005.

Kula, Onur Bilge, Avrupa Kimliği ve Türkiye, Đstanbul, Büke kitapları, 2006,

Kumrular, Özlem. Avrupa’da Türk Düşmanlığının Kökeni, Türk Korkusu

Đstanbul, Doğan Kitap 4.Baskı 2008.

Levis, Bernard. Modern Türkiye’nin Doğuşu, Metin Kıratlı (çev.), Ankara Türk

Tarih Kurumu Yayınları 2. Baskı 1984.

McNeill, William, Avrupa Tarihinin Oluşumu, Yusuf Kaplan (çev,) Đstanbul,

Külliyat Yayınları, 2008.

Ortaylı, Đlber. Avrupa ve Biz Đstanbul Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları 2.

Baskı 2008.

Över, Kıvanç Galip. Avrupa’nın Kodları. Ankara Ümit Yayıncılık 2006.

Özkırımlı, Umut. Milliyetçilik Kuramları Eleştirel Bir Bakış, Đstanbul Sarmal

Yayınevi 1999.

Pirenne, Henri. Ortaçağ Avrupası’nın Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Uygur

Kocabaşoğlu (çev,) Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2. Baskı 2007.

Polanyi, Karl. Büyük Dönüşüm Çağımızın Sosyal ve Ekonomik Kökenleri,

Ayşe Buğra (çev,) Đstanbul, Đletişim yayınları, 7. Baskı 2008.

Rasch, Gustav. 19. Yüzyıl Sonlarında Avrupa’da Türkler, Hüseyin Salihoğlu

(çev,) Đstanbul, Yeditepe yayınları 2004.

Roux, Jean-Paul. Türklerin Tarihi Pasifikten Akdenize 2000 Yıl. Aykut

Kazancıgil, Lale Arslan Özcan, (çev.), Đstanbul Kabalcı Yayınevi 3. Baskı 2007.

Smith, Anthony D. Milli Kimlik Bahadır Sina Şener (çev.), Đstanbul Đletişim

Yayınları 4. Baskı 2007.

Somçağ, Selim. Osmanlı ve Batı, Đstanbul, Bengi Yayınları 2.Baskı 2008.

Soykut, Mustafa. Papalık ve Venedik Belgelerinde Avrupa’nın Birliği ve

Osmanlı Devleti (1453-1683) Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 2007.

163

Timur, Taner. Osmanlı Kimliği Ankara Đmge Kitabevi 4. Baskı 2000.

Toynbee, Arnold J. Türkiye ve Avrupa Đstanbul Örgün Yayınevi 2. Baskı 2002.

Türkkan, Reha Oğuz. Biz Kimiz Türklüğün Kimlik Şifresi, Đstanbul Pozitif

yayınları 2. Baskı 2007.

Yurdusev, A. Nuri. Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Türk Kimliği. Atilla Eralp

(Ed.) Türkiye ve Avrupa Ankara Đmge Kitabevi 1997.

Zelyut, Rıza. Yabancı Kaynaklara Göre Türk Kimliği Ankara Fark Yayınları 3.

Baskı 2008.

164

165

166

167

168

169