Upload
others
View
5
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
İLKÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİNDE (4., 5., 6., 7. ve 8. SINIFLAR) DİNDARLIK İLE KAYGI ARASINDAKİ İLİŞKİ
Zeynel Ahmet ÖZTÜRK
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ADANA- 2007
T.C ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
İLKÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİNDE (4., 5., 6., 7. ve 8. SINIFLAR) DİNDARLIK İLE KAYGI ARASINDAKİ İLİŞKİ
Zeynel Ahmet ÖZTÜRK
Danışman: Doç. Dr. Hasan KAYIKLIK
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ADANA- 2007
Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne,
Bu çalışma, jürimiz tarafından Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalında YÜKSEK
LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.
Başkan: Doç. Dr. Hasan KAYIKLIK
(Danışman)
Üye: Yrd. Doç. Dr. Asım YAPICI
Üye: Yrd. Doç. Dr. Nuran YILMAZ
ONAY
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını onaylarım.
…… / ……/ 2007
Prof. Dr. Nihat KÜÇÜKSAVAŞ
Enstitü Müdürü
Not: Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge,
şekil ve fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu’ndaki hükümlere tabidir.
i
ÖZET
İLKÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİNDE (4., 5., 6., 7. ve 8. SINIFLAR) DİNDARLIK
İLE KAYGI ARASINDAKİ İLİŞKİ
Zeynel Ahmet ÖZTÜRK
Yüksek Lisans Tezi: Felsefe ve Din Bilimleri Ana Bilim Dalı
Danışman: Doç. Dr. Hasan KAYIKLIK
Eylül 2007, VI+73
Bu çalışma, ilköğretim (4., 5., 6., 7. ve 8. sınıflar) öğrencilerinde dindarlık ile
kaygı arasında nasıl bir ilişki olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu bağlamda
çalışmamızda ilk olarak konuyla ilgili genel bilgiler ve kuramlar ele alınmıştır. İkinci
olarak, dindarlık ve kaygı kavramları çeşitli boyutlarıyla incelenmiş, sonra ilköğretim
(4., 5., 6., 7. ve 8. sınıflar) çağındaki öğrenciler, dindarlığın çeşitli boyutları açısından
karşılaştırılarak aradaki benzerlik ve farklılıklar ortaya konulmaya çalışılmıştır. Son
olarak bu konudaki bulgular tartışılmış ve araştırmanın sonucuna ulaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Dindarlık, Kaygı, Din Psikolojisi
ii
ABSTRACT
THE RELATIONSHIP BETWEEN RELIGOUSNESS AND ANXIETY IN
PRIMARY (FOURTH, FIFTH, SIXTH, SEVENTH AND EIGHTH YEAR)
STUDENTS
Zeynel Ahmet ÖZTÜRK
Master Degree Thesis, The Department of Philosopic and Religious Sciences
Supervisor: Doç. Dr. Hasan KAYIKLIK
September, 2007, VI+73
This study tries to find out what kind of relationship there is between religousness
and anxiety in primary school fourth, fifth, sixth, seventh and eighth year students.
Meanwhile, in our study, firstly, general information and theories about the topic are
given secondly, the concept of religousness and anxiety are examined in detail, later on,
the primary school fourth, fifth, sixth, seventh and eighth year students are compared
with the aspect of several dimensions of religousness and the similarities and
differences between them are explained.
Consequently, the finds about this topic have been discussed and it has been
concluded to the result of this study.
Key Words: Religousness, Anxiety, Psychology of Religion
iii
ÖNSÖZ
İnsanoğlu yaşadığı dünyada kendine sorun teşkil edebilecek birçok konuyu bilim
yoluyla çözerken; kendine dair birçok konuyu da ihmal etmiş ve bu konulara dönmeye
cesaret edememiştir. Bilindiği üzere insan sadece biyolojik ya da fizyolojik yapıya sahip
bir varlık değildir. Eğer öyle olsaydı onun diğer canlılardan fazla farkı olmayacaktı.
İnsan, biyolojik varlığının yanında aynı zamanda düşünen, kaygı duyan, iradeli, belli bir
inancı olan, akıl yürütebilen ve bunun gibi birçok özellikleri kendisinde ihtiva eden ve
bu yönleriyle de diğer canlılardan ayrılan bir varlıktır. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle
‘yaratılmışların en üstünü’ olan insanı, tanımaya ve anlamaya yönelik birçok çalışma
yapılmıştır. Son dönemlerde bu konuyla ilgili çeşitli bilim dalları ortaya çıkmıştır.
Bunlardan birisi Psikoloji ve diğeri de onun alt dalı olan Din Psikolojisidir.
Psikoloji, insanın, duygu, düşünce ve davranışlarını araştırıp inceleyen bir bilim
dalıdır. Din Psikolojisi ise bireyin duygu, düşünce ve davranışlarının din ile ilgili
olduğu alanı inceler. Biz bu çalışmamızda, din psikolojisini ilgilendiren ve insanın bir
yönünü oluşturan dindarlık ile kaygı arasında bir ilişki olup olmadığını araştırmaya
çalıştık. Araştırmamızın alanını ise ilköğretim 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıflarda öğrenim gören
öğrenciler oluşturmaktadır.
İnsan doğumdan itibaren hem fiziksel hem de zihinsel yönden bir takım
evrelerden geçerek yaşamını sürdürür. Çalışmamızın ilk olarak 9- 15 yaş arasındaki
öğrencilerin son çocukluk ve ergenlik dönemindeki gelişim özellikleri ve bu dönemlerle
ilgili kuramsal çalışmaları çeşitli bilim adamlarının görüşleriyle açıklamaya çalıştık.
Daha sonra dindarlık ve kaygı kavramlarını tanımlamaya çalıştık. İkinci bölümde,
araştırmamızın amacı, önemi, problemi, yöntem ve teknikleriyle araştırmanın
denencelerini oluşturduk. Üçüncü bölümde ise, 9- 15 yaş arasındaki öğrencilerin dinsel
hayatlarını çeşitli yönleriyle benzerlik ve farklılıklarını ortaya koymak için istatistiksel
analizler yaptık ve elde edilen bulguların tartışmasını yaparak değerlendirmeye çalıştık.
Araştırmanın konusunun belirlenmesinden yorumlama ve sonuçlandırma
aşamasına kadar benden yardım ve zamanlarını esirgemeyen öncelikle danışman hocam
Sayın Doç. Dr. Hasan KAYIKLIK’a; araştırmanın anket bölümünde soruların
hazırlanması ve verilerin analizinde bana yardımcı olan hocam Sayın Yrd. Doç. Dr.
Asım YAPICI’ ya; araştırmanın değerlendirilmesindeki yorumlarından dolayı Sayın
Yrd. Doç. Dr. Nuran Yılmaz’ a sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Zeynel Ahmet ÖZTÜRK
iv
İÇİNDEKİLER
ÖZET……………………………..…………………………………….………….i
ABSTRACT……………………….……………………………………….…..…ii
ÖNSÖZ…………………………………………………………………..……….iii
TABLOLAR LİSTESİ……..………………………………………..……….….vi
I. BÖLÜM
KURAMSAL ÇERÇEVE
1.1. Gelişimle ve Gelişim Dönemleri.………………………………………...…...1
1.1.1. Gelişim İle İlgili Temel Kavramlar……….……………….………...…1
1.1.2. Gelişimin Biyolojik ve Çevresel Temelleri…………...…...………..….9
1.1.2.1. Kalıtım………………………………………………………….9
1.1.2.2. Çevre………………………………………………………..…11
1.1.3. Gelişim Dönemleri ve Özellikleri……………….…..……………..….12
1.1.3.1. Son Çocukluk Dönemi (7-13 yaş) Gelişim Özellikleri……….13
1.1.3.2. Ergenlik Dönemi (12-18 yaş) Gelişim Özellikleri……………15
1.1.4.Gelişim Ödevleri…………..…………………..…………………….…16
1.1.5. Gelişim Kuramları ……………………………………………………19
1.2. Dindarlık ve Kaygı…………………………………………………………..25
1.2.1. Dindarlığın Tanımı……………………………………………………25
1.2.2. Çocukluk Döneminde Dini Duygu ve Düşünce Gelişimi…………….28
1.2.2.1. Son Çocukluk (6- 12 yaş) Dönemi Dini Duygu ve Düşünce
Gelişimi………………………………………….………….. 29
1.2.2.2. Ergenlik Öncesi Dini Duygu ve Düşünce Gelişimi………...…30
1.2.2.3. Ergenlikte Dini Duygu ve Düşünce Gelişimi...…………….....31
1.3. Kaygı…………………………………………………………..…………….33
1.3.1. Kaygının Tanımı……………………………………………………….33
1.3.2. Kaygının Nedenleri…………………………………………………….34
1.3.3. Dindarlıkla Kaygılı Olma Arasındaki İlişki…………………………...35
v
II. BÖLÜM
ARAŞTIRMA
2.1. Problem……………………………………………………………………....37
2.2. Amaç………………………………………………………………………....37
2.3. Önem………………………………………………………………………...37
2.4. Yöntem, Evren ve Örneklem………………………………………………...37
2.5. Veri Toplam araçları ve Analiz Teknikleri……………….………………….38
2.6. Araştırmanın Denenceleri……………………………………………………38
III. BÖLÜM
BULGULAR ve TARTIŞMA
3.1. Bulgular………………………………………………………...……………40
3.1.1. Cinsiyete Göre Dinsel Hayat ve Kaygı……………………………..…40
3.1.2. Ebeveynin Tahsil Durumuna Göre Dinsel Hayat ve Kaygı..…………41
3.1.3. Öğrencilerin Öğrenim Gördükleri Sınıflara Göre Dinsel Hayat ve
Kaygı………………….……………………………………………...48
3.2. Tartışma……………………………………………………………………...52
3.2.1. İnanç İle İlgili Bulguların Tartışılması..………………...……….……52
3.2.2. Ahlakla İlgili Bulguların Tartışılması ………………………….…….56
3.2.3. İbadetle İlgili Bulguların Tartışılması….……………..………………59
3.2.4. Kaygı İlgili Bulguların Tartışılması….……….……...……………….61
SONUÇ……………………………………………...…...………………………65
KAYNAKLAR………………………………………...………...………………67
EK………………………………………………...……..……………………….70
ÖZGEÇMİŞ………………………………………..……………………………73
vi
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1: Cinsiyet ile İnanç Arasındaki Farka İlişkin t Testi …………………..…40
Tablo 2: Cinsiyet ile Ahlak Arasındaki Farka İlişkin t Testi ……………………40
Tablo 3: Cinsiyet ile İbadet Arasındaki Farka İlişkin t Testi ……………………41
Tablo 4: Cinsiyet ile Kaygı Arasındaki Farka İlişkin t Testi …………………….41
Tablo 5: Deneklerin Annelerinin Öğrenim Durumuna Göre İnanç Düzeyleri...…42
Tablo 6: Deneklerin Annelerinin Öğrenim Durumuna Göre Ahlak Düzeyleri…..42
Tablo 7: Deneklerin Annelerinin Öğrenim Durumuna Göre İbadet Düzeyleri…..43
Tablo 8: Deneklerin Annelerinin Öğrenim Durumuna Göre Kaygı Düzeyleri…..44
Tablo 9: Deneklerin Babalarının Öğrenim Durumuna Göre İnanç Düzeyleri…...45
Tablo 10: Deneklerin Babalarının Öğrenim Durumuna Göre Ahlak Düzeyleri....46
Tablo 11: Deneklerin Babalarının Öğrenim Durumuna Göre İbadet Düzeyleri…47
Tablo 12: Deneklerin Babalarının Öğrenim Durumuna Göre Kaygı Düzeyleri…48
Tablo 13: Sınıflara Göre Deneklerin Dini İnanç Düzeyleri……………………...49
Tablo 14: Sınıflara Göre Deneklerin Ahlak Düzeyleri…………………………..50
Tablo 15: Sınıflara Göre Deneklerin İbadet Düzeyleri…………………………..50
Tablo 16: Sınıflara Göre Deneklerin Kaygı Düzeyleri…………………………...51
Tablo: 17 Dindarlık ile Kaygı Arasındaki İlişki (Pearson Korelasyon)……….…52
1
I. BÖLÜM
KURAMSAL ÇERÇEVE
1.1. Gelişim ve Gelişim Dönemleri
1.1.1 Gelişim İle İlgili Temel Kavramlar
Gelişim kavramı genellikle olgunlaşma kavramı ile karıştırılarak kullanılmaktadır.
Oysa bu iki kavram birbirinden farklıdır. Olgunlaşma, kişinin doğuştan getirmiş olduğu
potansiyelin zaman içinde ortaya çıkmasını ifade ederken bu anlamda kişinin herhangi
bir çaba göstermesine gerek yoktur. O kendiliğinden meydana gelen bir süreçtir. Bir
meyvenin olgunlaşması için meyvenin çaba göstermesine gerek yoktur. Kişinin
olgunlaşması da benzer bir şekilde zamanla meydana gelmektedir. Gelişme ise biraz
daha farklı bir olayı ifade etmektedir. Gelişim olgunlaşmayı da içerir ve doğumdan
ölüme kadar kişinin geçirmiş olduğu değişiklikleri anlatır. Başka bir ifadeyle her
olgunlaşma gelişimdir. Ama her gelişim olgunlaşma değildir. Hatta gelişim için bireyin
çabasına gerek yoktur.1
Gelişim büyümeyle de karıştırılmamalıdır. Bu iki kavram zaman zaman
birbirlerinin yerine kullanılsa da farklı anlamlar ifade etmektedirler. Bacanlı, bu
farklılığı şöyle ortaya koyar: Büyüme daha çok fiziksel özellikler için kullanılırken,
gelişim fiziksel özelliklerin yanı sıra diğer psikolojik özellikleri de kapsayacak şekilde
kullanılır. Örneğin, kişilerin vücutları büyür, gelişir de, bununla birlikte kişilerin
zihinleri gelişir ama büyümez. Gelişim büyüme, olgunlaşma ve öğrenmenin sonucunda
gerçekleşir.2
Yavuzer’e göre ise çoğu zaman birbirine karıştırılsa da büyüme ile gelişme
sözcükleri, gerçekte birbirinden farklı kavramlardır. Biri diğerinin yerini almaz. Yapısal
artışı dile getiren “büyüme”, bedende gerçekleşen sayısal (nicel) değişiklikleri
içermektedir (kilo artışı, boy uzaması gibi). Çocuk sadece fiziksel olarak büyümekle
kalmaz, aynı zamanda onun beyniyle iç organlarının yapı ve büyüklüğünde de zamanla
değişmeler olur. Beynin gelişimi sonucu, çocukta giderek artan bir öğrenme, anımsama
ve muhakeme yeteneği oluşur. Böylelikle fiziksel büyümeyle birlikte çocuk, zihinsel
olarak da gelişir. Buna karşılık, “gelişme” değişikliklerin niceliği yanında, niteliğini de 1 Bacanlı, Hasan, Gelişim ve Öğrenme, Nobel Yay., Ankara 2005, s. 40. 2 Bacanlı, Gelişim ve Öğrenme, 2005, s. 41.
2
içermektedir. Gelişme kavramı düzenli, uyumlu ve sürekli bir ilerlemeyi ifade
etmektedir. Gelişim, ileriye dönük olup, değişiklikler arasında belirgin bir ilişkiyi de
kapsar. Kısaca gelişim, sadece sayısal ölçümlerle açıklanamayan, birçok yapı ve işlevi
bütünleştiren karmaşık bir olgudur. Bu bütünleşme nedeniyle, gelişimin her evresi
kendinden bir sonraki evreyi doğrudan etkiler. Böylelikle hiyerarşi, bütünleşme ve
yapısal bağıntı gelişim evrelerinin temel özellikleri arasındadır. Bir yetişkinin niteliği
olan “olgunluk”, yapısal değişikliklerin tamamlanması şeklinde karakterize olur. Başka
bir deyişle, olgunluk organizmanın temelindeki potansiyel güçlerin göreve hazır bir
duruma ulaştıklarının belirtisidir.1
Psikologlar gelişim kavramını çeşitli şekillerde tanımlamışlardır. Bunlardan
birkaçı şöyledir;
‘Gelişme, organizmada döllenmeden hayatın sonuna kadar meydana gelen ve
belirli bir yöne doğru olan tedrici ve sürekli değişikliklerdir’.
‘Gelişme, bireyde yaşam boyu meydana gelen değişim olgusudur.’2
‘Döllenmeden ölüme kadar süren yaşam dönemi içinde organizmada gözlenen
düzenli ve sürekli değişikliklerdir.’3
Bu tanımlardan şu neticeler ortaya çıkmaktadır. Değişimde, süreklilik, birbiri
üstüne birikerek çoğalma, yönelim, farklılaşma, düzenlilik ve iç içelik vardır. Burada
süreklilik, değişimin yaşam boyu sürdüğü; birikerek devam etme, değişimin daha önce
başlayan gelişim süreçlerinin üzerine bina edildiği; yönelim, değişimin basitten daha
karmaşığa doğru bir seyir izlediği; farklılaşma, gelişimin görülen ve görülmeyen
değişimler içerdiği; düzenlilik, becerilerin artarak bütünleştiği; iç içelik, ise, gelişimin
yalıtılmış bir biçimde ortaya çıktığı, dolayısıyla onun bir yönünün diğer yönlere bağlı
olarak şekillendiği anlamına gelmektedir.4
Araştırmacılar insanın gelişimini evrelere (bölümlere) ayırarak incelemektedirler.
Genel olarak doğumdan sonraki ilk iki yıl içinde insan yavrusu henüz “bebek” olarak
kabul edilir. Okul öncesi döneme denk gelen 3–6 yaşları arasında “ilk çocukluk” yılları
yaşanır. 7–11 yaşları arasındaki ilköğretim yılları “ikinci çocukluk” dönemi olarak
kabul edilir. Ortalama 11–18 yaşları arasındaki dönem “ergenlik dönemi” olarak kabul
edilir. Yüksek öğrenimle birlikte “gençlik” yılları yaşanmaya başlanır. Daha sonra sıra
1 Yavuzer, Haluk, Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2001, s. 27,28. 2 Kayıklık, Hasan, Orta Yaş ve Yaşlılıkta Dinsel Eğilimler, Baki Kitabevi, Adana 2003, s. 13. 3 Yeşilyaprak, Binnur, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Pegama Yayınları, Ankara 2004, s. 30. 4 Kayıklık, Orta Yaş ve Yaşlılıkta Dinsel Eğilimler, s. 13.
3
“yetişkinlik” yıllarına gelir. Bu yıllar da kendi içinde “ilk yetişkinlik” dönemi, “orta
yaşlar” ve nihayet “yaşlılık/olgunluk” yılları olarak hiyerarşik bir sıra izler.1 Yavuzer
ise gelişimi, doğum öncesi ve doğum sonrası şeklinde ikiye ayırıp gelişimin son
çocukluktan itibaren kız ve erkeklerde farklılaştığını da belirterek, ergenlik çağına kadar
şöyle gruplandırmaktadır: “Gelişimin evreleri: Prenatal dönem (Doğum öncesi dönem):
1-Ovum evresi: Döllenme anından ikinci haftanın sonuna kadar. 2-Embriyo evresi
(Embriyon): Üçüncü haftadan sekizinci haftanın sonuna kadar. 3-Fetus evresi: Üçüncü
aydan doğuma kadar olan dönem. Postnatal dönem (Doğum sonrası dönem): 1-Yeni
doğan bebek (Neonate): 0–4 hafta. 2-Bebeklik: 4 hafta–2 yıl. 3-İlk çocukluk: 2–6 yıl 4-
Son çocukluk: 6–11 yıl (kızlarda); 6–13 yıl (erkeklerde). 5-Ergenlik:11–20 yıl
(kızlarda); 13–20 yıl (erkeklerde).”2
Araştırmacılar incelemeleri sonucunda gelişim ile ilgili bazı genel tespitler ortaya
koymuşlardır. Bunlara çoğunlukla gelişimin temel ilkeleri ya da gelişim kanunları
denmektedir. Tüm davranışlar temelde biyolojik yapı içinde gerçekleşir. Bu nedenle
biyolojik yapı hakkında ne kadar çok bilgi edinebilirsek, davranışı anlamamız o ölçüde
kolay olur. Beden oranlarındaki değişikliklere bakıldığında, bu değişimlerin kökeninde
kalıtım ve çevre faktörlerinin rolünün büyük olduğu görülür. Gelişim süresi içinde tüm
çocuklar aynı gelişim yolunu izlerler. Her çocuk koşmadan önce yürür, yürümeden önce
emekler. Bazı çocuklar diğerlerine oranla daha hızlı gelişirler, bazıları da normalden
daha yavaş. Bu durum genellikle kalıcı ve süreklidir. Gelişimdeki 5 temel kavram şöyle
özetlenebilir: 1-Gelişim, dinamik bir olgudur. 2-Gelişim, genetik bireyselliğin bir
sonucudur. 3-Gelişim, giderek artan bir özelleşme sürecidir. 4-Gelişimde denge vardır.
5-Gelişim, art arda görülen, düzenli bir süreçtir.3
Aydın’a göre gelişimin 8 temel ilkesi vardır. Bunlar; “1-Gelişme, genetik ve
çevresel değişkenlerin karşılıklı etkileşiminin ürünüdür. 2-Gelişim yaşam boyu sürer. 3-
Gelişimin kritik dönemlere özgü karakteristik özellikleri, hem düzenli hem de sıçramalı
bir seyir içinde gerçekleşir. 4-Gelişim içten dışa, baştan ayağa doğrudur. 5- Gelişim
genelden özele, bütünden parçaya doğrudur. 6- Gelişim özellikleri ayrılmaz bir
bütünlük oluşturur. 7- Gelişimin kritik dönemleri vardır. 8- Gelişim bireysel farklılıklar
gösterir.”4
1 Erden, Münire- Akman, Yasemin, Gelişim ve Öğrenme, Arkadaş Yayınları, Ankara 2004, s. 44. 2 Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 28. 3 Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 28,29. 4 Aydın, Ayhan, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Alfa Yayınları, İstanbul 2000, s. 4, 5, 6.
4
Gelişim ile ilgili kavramlardan bir tanesi de büyümedir. Bütün canlı varlıklarda
olduğu gibi, insan da yaşamı süresince büyür ve gelişir. Vücudun sadece boy, kilo ve
hacim olarak artması şeklinde tanımlanan ’büyüme’ gelişme kavramı ile karıştırılan
kavramlardan bir tanesidir. Gelişme ise daha geniş bir kavram olup, büyümeyi içine
aldığı gibi bunun dışında nitelik (mahiyet) ve yapı (bünye) değişikliklerini de kapsar.
Büyüme, vücudun değişik organlarında değişik hızlarda gerçekleşebilir.1
Olgunlaşma terimi ise, gelişimcilerin kullandığı biçimiyle reflekslerin, içgüdülerin
ve diğer öğrenilmemiş davranışların gelişimiyle ilgilidir. Fiziksel büyüme ve
olgunlaşma biyolojiktir.2 Aydın olgunlaşmayı, öğrenme yaşantıları ve çevresel
değişkenlerden bağımsız olarak organizmanın belli bir biyo-fizyolojik yetkinliğe
ulaşması, şeklinde tanımlamaktadır. Ona göre olgunlaşma ağırlıklı olarak, kalıtsal yapı
tarafından biçimlendirilen fiziksel gelişimin ürünüdür.3
Çocuk bir gelişim döneminden diğerine bireysel hızıyla, aşamalı olarak ilerlerken
meydana gelen bazı değişmeler öncelikle olgunlaşmaya bağlıdır. Olgunlaşma, öğrenme
yaşantılarından bağımsız, biyolojik olarak kalıtım tarafından kontrol edilen bir
değişmedir. “Olgunlaşma, vücut organlarının kendilerinden beklenen fonksiyonu yerine
getirebilecek düzeye gelebilmesi için, öğrenme yaşantılardan bağımsız olarak, kalıtımın
etkisiyle geçirdiği biyolojik bir değişimedir”. Olgunlaşma, fiziksel gelişime büyük
ölçüde etki eder. Ayrıca birçok psiko-motor davranışın yapılması olgunlaşmaya
bağlıdır. Örneğin; çocuğun kas ve kemik yapısı yeterli olgunluğa ulaşmadan, ne kadar
yürüme alıştırması yaptırılırsa yaptırılsın, çocuk yürümeyi öğrenemez ya da henüz el
kaslarını tam olarak kontrol edemeyen beş yaşındaki bir çocuk, genellikle on yaş
çocuğu kadar düzgün ve kontrollü bir şekilde çizemez.4
Piaget zihin gelişiminin dört faktörden etkilendiğini ifade etmiştir. Bunlardan bir
tanesi de olgunlaşmadır. Olgunlaşma daha çok fiziksel gelişimi ifade eder. Kişinin
bedensel açıdan gelişmesi demektir. Olgunlaşmanın zihin gelişimi üzerindeki etkisi
daha çok yoksunluk durumunda ortaya çıkar. Başka bir deyişle, kişi olgunlaşmamış
olduğu zaman zihin gelişimi gecikir. Veya erken olgunlaşma denen durumda da zihin
gelişimi ile olgunlaşma arasındaki bağlantıyı görmek mümkündür. Kişi olgunlaştıkça
1 Senemoğlu, Nuray, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, Gazi Kitabevi, Ankara 2000, s. 12; Baymur, Feriha,
Genel Psikoloji, İnkılâp Kitabevi, İstanbul,1990,s. 61; Aydın, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, s. 6. 2 Onur, Bekir, Gelişim Psikolojisi, İmge Kitabevi, Ankara,1997,s. 22 3 Aydın, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, s. 6. 4 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 12.
5
zihin gelişimi de ilerler. Kısaca olgunlaşma düşüncenin ve algılamanın gelişmesinde ve
bilişsel süreçlerin temelinde olan gerekli bir aşamadır.1
İnsanoğlunun doğuştan getirdiği içgüdüsel davranışlar oldukça azdır ve çevreye
uyum sağlamada yetersizdir. Bu nedenle insanlar hayatları boyunca birtakım bilgileri
öğrenmek mecburiyetinde kalmaktadırlar. İnsanların konuşması, çeşitli tutum ve
alışkanlıkları kazanması, kısaca hayatın her aşaması öğrenme ile ilgilidir. Eğitim de
insan hayatının aşamalarından biridir ve sağlıklı bir eğitimin yapılabilmesi
öğretmenlerin öğrenme hakkında yeterli bilgi sahibi olmalarıyla gerçekleşebilir. Bir
eğitim programının en işlevsel öğesi öğrenme-öğretme sürecidir. Eğitimde sağlıklı bir
yenileşmenin olabilmesi için bu sürecin odak noktası alınması gerekir. Aynı şekilde,
eğitimdeki değişim çalışmalarının özünde eğitim-öğretim sürecinin yani öğretme ve
öğrenmenin nasıl gerçekleştiğinin anlaşılması vardır.2
Günümüzde psikologların ve eğitimcilerin çoğu öğrenmeyi, yaşantı ürünü, kalıcı,
izli davranış değişikliği olarak tanımlamaktadırlar.3 Öğrenme bir davranış değişikliğidir;
çünkü bir bilgiyi veya bir beceriyi öğrenen bir insanın eninde sonunda davranışlarında
belirli bir değişme meydana gelir. Örneğin, araba kullanmayı, ütü yapmayı, okuma
yazmayı veya yabancı bir dili konuşmayı bilmeyen bir insanın, bu becerileri
öğrendikten sonra davranışlarında bir değişme olur. Ancak, davranışlarda meydana
gelen değişikliklerin bir öğrenme olayı olarak kabul edilebilmesi için söz konusu
davranış değişikliklerinin uzun süreli olması gerekir. Doğal olgunlaşma, yorgunluk ve
belirli bir ilacın alınması sonucu davranışlarda meydana gelen değişiklikler bir öğrenme
olayı olarak kabul edilemez.4
İnsanlar, çevre ile etkileşimleri sonucu bilgi, beceri, tutum ve değer kazanırlar.
Öğrenmenin temelini bu yaşantılar oluşturur. Kişi, çevresinden sürekli olarak kendisine
ulaşan verileri değerlendirir ve bunun sonucu olarak düşünsel, duyuşsal ve davranışsal
tepkilerde bulunur. İnsanın çevresiyle etkileşimi, onda düşünsel, duyuşsal veya
davranışsal değişime yol açıyorsa bu durumda öğrenmeden söz edilebilir. Bu şekliyle
bakıldığında öğrenme, dinamik bir süreçtir. İnsan yaşadığı müddetçe bir şeyler öğrenir.
Bir konuyu öğrenen insan artık öncekinden farklı biri olmuştur. Bu farklılaşma insanın
1 Bacanlı, Gelişim ve Öğrenme, 2005, s. 60; Cüceloğlu, Doğan, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi,
İstanbul 2004, s. 361. 2 Özden, Yüksel, Öğrenme ve Öğretme, PegemA Yayıncılık, Ankara 2003, s. 14; Selçuk, Ziya, Gelişim ve
Öğrenme, Nobel Yayınları, Ankara 2000, s. 121. 3 Erden-Akman, Gelişim ve Öğrenme, s.128; Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 13. 4 Özkalp, Enver, Davranış Bilimlerine Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir 2004, s.254.
6
davranış ve tavırlarını, belki de kişiliğini bile değiştiren bir farklılaşmadır. Yeni
öğrenmeler ile kişinin kapasitesi gelişir, önceden yapamadığı bir şeyi yapabilir hale
gelir.1
Bazı davranışların öğrenilmesinde kasların kontrolü ve kullanımı, bazılarında
duygular, bazılarında ise zihinsel faaliyetler ağırlık taşımaktadır.2 Buna göre, öğrenme
ürünü davranışlar bilişsel, psiko-motor ve duyuşsal olmak üzere üç grupta
incelenmektedir. Bilişsel davranışlar semboller kullanarak meydana gelen öğrenmeleri
kapsar. Okul öğrenmelerinin büyük bir kısmı bilişseldir. Öğrenme konusundaki
kuramsal yaklaşımların da önemli bir bölümü, bilişsel süreçler üzerinde
yoğunlaşmaktadır. Öğrenme, sadece belli kavramların, olguların, ilkelerin veya
yasaların edinilmesi değil, aynı zamanda bu bilgiler aracılığıyla bir problem durumunun
özgün dinamiklerinin, analiz edilerek çözüme kavuşturulmasıdır. Bilişsel öğrenmeler
kendi içinde, olguların bilgisi, kavramların bilgisi, ilkelerin bilgisi, problem çözme
olmak üzere dört grupta incelenebilir. Bu öğrenmelerden her biri farklı öğretim
koşulları gerektirir.3
Duygularla ilgili öğrenmeler “duyuşsal ürün” olarak kabul edilir. Duyuşsal
özellikler genellikle klasik ve edimsel koşullanma yoluyla öğrenilir. Bazı duygular ise
gözlem yoluyla kazanılır. Bu tür öğrenmeler okullarda genellikle öğrenme-öğretme
sürecinin yan ürünü olarak ortaya çıkar. Bu amaçla okulda olumlu bir öğrenme ortamı
oluşturulmalı, öğrencilerin olumlu davranışları pekiştirilmelidir. Herhangi bir kritik
davranışın kazanılması süreci “algılama”, “bilme”, “uygulama”, “değerlendirme” gibi
farklı aşamalarda gerçekleşen etkinlikler dizisi şeklinde kavramlaştırılmaktadır. Bu
etkinlikler dizisi içinde yer alan duyuşsal alan özellikleri sevgi, bağlanma, hoşgörü,
özgüven, sabır, kararlılık, başarı arzusu gibi duygusal eğilimleri yansıtmaktadır.
Duyuşsal özellikler etkin ve kalıcı bir öğrenmenin gerçekleşmesinde belirleyici bir
öneme sahiptir. Çünkü öğrencinin bir öğrenme yaşantısına ilgi duyması ve katılması,
geniş ölçüde duygusal alanda istek ve coşku duymasına bağlıdır. Örneğin bir öğrencinin
öğrenme etkinliğine sevgi ile yaklaşması ve ilgi duyması, bir yandan kendisine karşı
duyduğu özgüven duygusuyla, öte yandan öğrenme yaşantısının beklenti ve
gereksinimlerine dönük olmasıyla eş anlamlıdır.4
1 Özden, Öğrenme ve Öğretme, s. 14,15. 2 Erden-Akman, Gelişim ve Öğrenme, s.186. 3 Özkalp, Davranış Bilimlerine Giriş, s. 217; Aydın, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, s. 261. 4 Özkalp, Davranış Bilimlerine Giriş, s. 218; Aydın, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, s. 259.
7
Psiko-motor (devinişsel) beceriler, zihin-kas koordinasyonu gerektiren
davranışları ifade etmektedir. Organizmanın herhangi bir devinimde bulunabilmesi için,
belli bir duyuşsal ve bilişsel gelişim düzeyinde bulunması gerekir. Bu nedenle devinsel
beceriler, büyük ölçüde duyuşsal özellikler ve bilişsel yeterliklere bağlıdır.1
Sadece büyüme ve olgunlaşmanın sağlanmasıyla gelişme oluşmaz. Gelişmenin
meydana gelebilmesi için üçüncü öğe olan öğrenmeye ihtiyaç duyulmaktadır. Gelişimin
sağlanabilmesi için, çocuğun çevresiyle belli düzeyde etkileşimde bulunmasına yani
öğrenmesine ihtiyaç vardır. Örneğin; Down sendromlu çocuklar zihinsel olarak
özürlüdür ve genetik miras, bu çocukların düşünme ve problem çözme yeteneklerini
sınırlanmaktadır. Fakat onlara, uygun yaşantılar sağlandığında pek çok şeyi
öğrenebilirler. Aynı şekilde, normal kalıtsal yetenekle doğan çocuklara, karmaşık
problemleri çözme becerileri öğretildiği takdirde yüksek düzeyde performans
gösterebilmektedirler. Aksi durumda ise, öğrenme olanaklarından yoksun
bırakıldıklarında zihinsel olarak alt düzeyde bile görünebilirler. Sonuç olarak, çevre
tarafından öğrenme olanakları sağlanmadığında çocuğun yeterli olarak gelişmesini
beklemek mümkün değildir. Bu nedenle gelişim sağlamak bakımından, anne-baba ve
öğretmenin ya da onların yerine geçen yetişkinlerin rolü, yaşamsal bir öneme sahiptir.2
Gelişime en elverişli zamanlar konusunda da bazı araştırmalar yapılmış ve bu
konu ile ilgili birtakım kavramlar geliştirilmiştir. Eğitim psikologları bunlar arasında
hazırlık kavramı üzerinde önemle dururlar. Hazırlık kavramından kastedilen yürüme,
konuşma ya da okuma gibi bir fonksiyonun öğrenilmesine fizyolojik, anatomik ve
psikolojik bakımlardan hazır oluş durumudur. Olgunluk kavramından daha karmaşık
olan hazır oluş kavramında, hem belli bir seviyede olgunlaşmanın, hem de çeşitli
düşünsel, sosyal ve duygusal yaşantılar sonucu birtakım öğrenmelerin rolü olur. Altı
aylık bir çocuğun yürümeyi, beş yaşındaki bir çocuğun çarpım tablosunu, yedi
yaşındaki öğrencinin tarih olaylarını kronolojik sıraya göre öğrenmesini istemek ve
bunları onlara öğretmeye kalkışmak verimsiz olur. Çünkü bu çocuklar henüz bu gibi
çalışmaları başarabilecek bir hazırlıkta değillerdir. Bir şeyi öğrenmeye hazır olmayan
çocuğa, onu öğretmeye çalışmak, sadece verimsiz olmakla kalmaz, bu başarısızlık
zamanla çocukta birtakım yılgınlıklara ve eksiklik kaygılarına yol açar.3 Olgunlaşma,
bireye yaşla birlikte artan yeterlikler sağladığı gibi, öğrenme fırsatları verildiği takdirde 1 Aydın, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, s. 264. 2 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 13. 3 Baymur, Genel Psikoloji, s. 51,52.
8
bireyin yeni ve daha karmaşık davranışları kazanması için gerekli olan
hazırbulunuşluğu da beraberinde getirir. Ancak hazır bulunuşluk, bireyin sadece
olgunlaşma düzeyini değil, aynı zamanda, bireyin önceki öğrenmelerini, ilgilerini,
tutumlarını, güdülenmişlik düzeyini, yeteneklerini, genel sağlık durumunu da kapsar.
Örneğin; bisiklet kullanmak için yeterli hazır bulunuşluk düzeyinde olan bir çocuk;
bisiklet kullanmaya isteklidir, bisikleti kullanmak için gerekli olan kaslar ve diğer
organları yeterli olgunluğa erişmiştir, bisikletin nasıl kullanılacağı ile ilgili önkoşul
öğrenmelere sahiptir, genel sağlık durumu bisiklete binmesine uygundur.1
İnsanın hayatında herhangi bir bilgiyi ya da beceriyi öğrenmeye en çok hazır
olduğu bir dönem vardır.2 Buna kritik dönem denir ve belli bir davranışın kazanılması
gereken dönemi ifade eder. Bu dönemlerde, organizma gerekli kalıtsal potansiyele
sahipse, yeterli uyarıcı ile karşılaştığında, bazı davranışlar ya da bazı organlar ve
bunların işlevleri açısından en üst düzeyde gelişimin ortaya çıkması mümkün
olmaktadır.3 Bu dönemler kaçırılmamalıdır. Belli görevleri yapmaya, becerileri
kazanmaya, yetenekleri geliştirmeye en elverişli olan bu zamanlarda ona ilgili alanda
bilgi verilmeyecek, gerekli alıştırmalar yaptırılmayacak veya öğrenme ortamı
sağlanmayacak olursa söz konusu görev ya da yetenek yeterli ölçüde gelişemez,
kazanılması çok zor olur veya eksik kalır.4
Burada can alıcı nokta ‘zamanlama’dır. Eğer öğrencilere yaşamlarının belirli
zamanlarında öğrenme fırsatları sağlanmadıysa gelişim ya yavaşlayabilir, ya da
tamamen durabilir. Birçok psikologa göre okulöncesi yılları psiko-sosyal gelişim için
olduğu kadar zihin ve dil gelişimleri için de kritik gelişim dönemidir. Bu nedenle,
özellikle sosyo-kültürel açıdan geri olan çevrelerde yaşayan çocukların bu dezavantajını
gidermek için erken yönlendirici programların uygulanması gerekmektedir. Aksi
takdirde, çocuklar çok önemli bazı, yaşantıları zamanında kazanamayacaklarından
dolayı, yaşıtlarından daha geride görünebilirler. Bütün bunlara dayanarak gelişiminde
zamanlamanın, diğer bir ifadeyle kritik dönemin çok önemli olduğunu söyleyebiliriz.5
1 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 14. 2 Baymur, Genel Psikoloji, s. 51, 52. 3 Erden- Akman, Gelişim ve Öğrenme, s. 41. 4 Baymur, Genel Psikoloji, s. 52; Bacanlı, Gelişim ve Öğrenme, s. 43. 5 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 14; Bacanlı, Gelişim ve Öğrenme, s. 43,44.
9
1.1.2. Gelişimin Biyolojik ve Çevresel Temelleri
Gelişimin gerçekleşmesinde kalıtımsal özelliklerin mi yoksa çevresel faktörlerin
mi belirleyici olduğu noktasında farklı görüşler ileri sürülmüş olsa da son yapılan
araştırmalar, gelişimin her iki etkenin etkileşimi sonucunda meydana geldiğini ortaya
koymuştur. Öğrenme ve kalıtımın gelişime katkıları konusunda son yıllarda ağırlık
kazanan görüş, gelişimin ortaya çıkmasında iki etkenin birleştiğini kabul eden
etkileşimci görüştür. Her ikisi de zorunludur, hiçbiri tek başına yeterli değildir. Kalıtım
gizil sınırları saptar, çevre de bu sınırlara ne kadar yaklaşılacağını belirler.1
Her birey, başkalarına benzeyen birtakım özelliklere sahip olduğu gibi, hiç
kimsede olmayan birtakım özelliklere de sahiptir. Özellikle okul ortamı
düşünüldüğünde, öğrencilerin çeşitli özellikler gösterebilecekleri açıkça anlaşılabilir. Bu
özellikler birtakım yetenekler, kişilik özellikleri, zekâ ve davranış gruplarıdır. İnsanların
sahip oldukları bireysel farklılıkların kökeninde, tüm gelişimsel özellikler gibi hem
kalıtım, hem de çevrenin etkilerini görmek mümkündür.2
1.1.2.1. Kalıtım
Öğrenme bireysel ve içsel bir süreçtir. Her öğrencinin kendine özgü kalıtım
yoluyla gelen ya da çevreden kazandığı bilişsel ve duyuşsal özellikleri vardır.
Farklılıklar onların öğrenmelerini etkilemektedir. Bu nedenle sınıflarda öğrenciler
arasında her zaman başarı farklılıkları bulunur. Bu farklılıkların kökeninde kalıtım ve
çevre bulunmaktadır. Bireysel farklılıkların başında ise zekâ gelir. Özellikle son yıllarda
genel kabul gören çoklu zekâ kuramına göre her birey farklı zekâ türlerinde farklı
gelişmişlik düzeyine ya da yeteneklere sahiptir. Bireyler zekânın yanı sıra algılama
(alan bağımlı-alan bağımsız), güdülenme düzeyi, olgunlaşma, eski yaşantılar, dikkat,
bilgi işleme (benzerlik-farklılık yönelimi), düşünme (yakınsak-ıraksak düşünme) ve
öğrenme stilleri (holist-serialist) açılarından farklılaşmaktadırlar. Bunların yanı sıra
denetim odağı, öz saygı, cinsiyet rolü gibi özellikler açısından da farklılıklar vardır ve
bunlar eğitim-öğretimin niteliğini etkilemektedir.3 Eğitim-öğretimde başarıya
ulaşabilmek ve tam öğrenmeyi gerçekleştirebilmek adına, öğretmenlerin sınıf içinde
1 Onur, Gelişim Psikolojisi, s. 22. 2 Bacanlı, Hasan, Eğitim Psikolojisi, Alkım Yayınevi, İstanbul, s. 81. 3 Erden-Akman, Gelişim ve Öğrenme, s. 247; Bacanlı, Eğitim Psikolojisi, s. 95,96.
10
tüm bu farklılıkları dikkate alarak ve her öğrencinin ayrı bir birey olduğunu göz önünde
bulundurarak hareket etmesi gerekmektedir.
Gelişimi etkileyen önemli faktörlerden biri olan kalıtımın kapsamını annenin
yumurta ve babanın sperm hücrelerinde bulunan 23’er adet kromozom belirlemektedir.
Bu 23’er adet kromozom birleşerek zigotun çekirdeğindeki 46 adet kromozom meydana
getirmektedir. Her bir kromozom, ebeveynden çocuğa geçecek özellikleri taşıyan
20.000 genin değişik kombinasyonlarla dizilişinden oluşmaktadır. Her hücre ise
yaklaşık bir milyon gen içerir. Ana-babadan geçen genler çok çeşitli şekillerde
dizileceğinden, aynı ana-babadan sayısız kombinasyonda özelliklere sahip çocuklar
doğabilir. Ancak, aynı sperm ve yumurtanın birleşmesinden meydana gelen tek zigottan
ikiz çocuk meydana geldiği takdirde çocuklar arasında büyük bir benzerlik
bulunmaktadır. Bazı özellikler, davranışlar ve koşulların kesin olarak genetik faktörlerle
belirlendiği bilinmektedir. Örneğin; cinsiyet, tamamen kromozom düzeniyle belirlenir.
Yumurta hücresindeki cinsiyet kromozomu daima X’ dir. Sperm hücresindeki cinsiyet
kromozomu ise ya X ya da Y dir. Spermde X kromozomu bulunursa, yumurtadaki X
kromozomu ile birleşerek çocuğun kız (XX) olmasını sağlar. Spermde Y kromozomu
bulunduğu durumda ise, gene yumurtadaki X kromozomu ile birleşerek çocuğun
cinsiyetinin erkek (XY) olmasına neden olur.1
Genetiğin kuralları ve süreçleri çok karmaşık ve hızlı değişme göstermektedir.
Konuyla ilgili olarak birkaç noktaya değinilecektir:
1. Genler her insanın oluşumuna katkıda bulunur. Örneğin; göz rengi, saçının
kalınlığı, rengi, bireyin zekâ kapasitesi ve yaratıcılığı gibi özellikler genlerle belirlenir.
2. İkinci önemli nokta; genotip ve fenotip arasındaki farklılıktır. Genotip ana-
babadan kalıtımla getirilen tüm özellikleridir. Fenotip ise, bireyin ortaya çıkan
gözlenebilir özellikleridir. Bir genotipten, pek çok fenotip meydana gelebilir. Değişik
fenotiplerin meydana gelmesinde doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrası çevre
etkili olmaktadır.
3. Üstünde durulması gereken diğer önemli bir genetik ilkesi de, bazı özellikler
baskın, bazı özellikler çekiniktir. Örneğin; kahverengi göz, A,B ve AB kan grupları,
yüksek tansiyon baskın özelliklerdir. Sarı saç, mavi göz, düz saç çekinik özelliklerdir.
Çekinik özellikler, ancak her iki ebeveynde de benzer genler olduğu zaman ortaya
1 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 17.
11
çıkarlar. Baskın özellikler ise, anne ya da babadan birinde bu genler bulunduğu takdirde
ortaya çıkabilirler.1
Kalıtımın, gelişimin hangi alanlarında daha etkili olduğuna dair tartışmalar devam
ede gelmektedir. Ancak, fiziksel ve zihinsel özelliklerde kalıtımın önemli rolü olduğu
savunulmaktadır. Eşit miktarda ve türde yiyecek verilen, anne – babası kısa olan
çocukların büyük ölçüde kısa; anne – babası uzun olan çocukların da uzun boylu
oldukları gözlenmiştir. Araştırmacılar, zekânın bazı göstergeleri olan düşünme ve
problem çözme gibi özelliklerin kalıtımsal olduğu konusunda görüş birliğindedirler.
Ana-baba ve çocukların ölçülen zekâları arasında yüksek ilişkiler bulunduğunu ve
zekânın önemli ölçüde kalıtsal olduğunu ortaya koymuşlardır. Ergenlerin zekâları ise
kendi ana – babalarının zekâları arasındaki ilişkilerden daha yüksek bulunmuştur.
Ancak, kalıtımın psiko-sosyal gelişim üstündeki etkisine ilişkin bilgilerimiz henüz, çok
daha az kesinlik göstermektedir.2
1.1.2.2. Çevre
Her insanın kendine özgü kalıtım yoluyla gelen ya da çevreden kazandığı bilişsel
ve duyuşsal özellikleri vardır. Bu nedenle insanlar arsında başarı yönünden bir takım
farklılıklar vardır. Bu farklılıklardan bir tanesi de çevredir. Çevresel faktörlere
baktığımızda ailenin etkisi büyüktür. Ailenin sosyo-ekonomik durumu, kültür seviyesi,
çocuk bakım uygulamaları, çocuğun doğum sırası gibi özellikler bireylerde farklılıklara
yol açmaktadır.3
Çevresel faktörler, doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrası olarak da
incelenebilir. Spermin yumurtayı döllemesinden itibaren zigot, belli çevre koşulları
içinde bölünmekte ve çoğalmaktadır. Anne karnında bir tek hücre olan zigot,
milyarlarca hücrelik bir organizma oluncaya kadar dölüt, embriyo, fetüs dönemlerinde
uygun bir çevre içinde yaşamanı sürdürmek durumundadır. Yaşamını devam
ettirebilmesi için, beslenme, dolaşım, boşaltım vb. yaşamsal faaliyetlerini
gerçekleştirebileceği bir çevrenin olması gereklidir. Aynı zamanda anne de yaşadığı
ortamlara dikkat etmek durumundadır. Örneğin; annenin sigara dumanı olan bir yerde
ya da yüksek gürültülü bir çevrede bulunması, kaygılı ve mutsuz bir yaşam sürmesi,
karnındaki çocuğu olumsuz olarak etkilemektedir. Yine doğum sırasında da, fetüsün
1 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 17. 2 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 17; Aydın, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, s. 1. 3 Erden-Akman, Gelişim ve Öğrenme, s. 247; Bacanlı, Eğitim Psikolojisi, s. 95,96.
12
oksijensiz kalması, çeşitli travmalara maruz kalması, kordon dolanması gibi çevre
faktörleri bebeğin gelişimini olumsuz etkileyen, sınırlandıran faktörlerdendir. Doğum
sonrasında ise, bebeğin içinde yaşadığı aile yapısı, bireyler arasındaki ilişkilerin niteliği,
ailenin sosyo-kültürel statüsü, daha ileri yaşlarda akran grupları, okul ve toplumdaki
diğer kurumlar, bireyler, toplumun değerleri, normları çocuğun gelişimine yardım eden
ya da onu sınırlandıran çevresel faktörlerdir.1
Burada şunu da unutmamak gerekir. Aynı çağda bulunan çocukların gerek kalıtım,
gerekse çevrenin etkisiyle gelişim özelliklerinin birbirinden farklı olduğu
görülmektedir. Özellikle okulda ortaya çıkan öğrenme farklarının önemli bir bölümü,
çocuğun içinde yaşadığı çevresel koşullara bağlanmaktadır. O halde gerek öğretmenler
ve gerekse ebeveynler, çocuğun gelişimini etkileyen bu etkenleri bilerek, olumsuz,
dezavantajlı çevrelerden gelen çocukları, öğretme öğrenme ortamında destekleyici
önlemleri almaları gerekmektedir.2
1.1.3. Gelişim Dönemleri ve Özellikleri
Gelişim, çok yönlü karmaşık bir süreçtir. Bu sürecin sağlıklı olarak devam
etmesini sağlamak için öncelikle gelişimin tüm yönlerinin betimlenmesi, tanımlanması
gerekmektedir. Bu betimlemeyi ve incelemeyi kolaylaştırmak için psikologlar, gelişimi,
kendi içinde bazı özellikler bakımından bütünlük taşıyan ve birbirleriyle de etkileşim
halinde bulunan gelişim alanları ve dönemlerine ayırmışlardır. Bu gelişim alanları genel
olarak fiziksel, bilişsel ve psiko-sosyal gelişim alanları olarak gruplandırmışlardır.
Gelişim dönemleri ise, genelde ortak özellikleri kapsayan yaş aralıklarıyla ifade
etmişlerdir. Bu dönemler, doğum öncesi, bebeklik dönemi (0–2 yaş), çocukluk dönemi
(2–6 yaş), okul dönemi (6–12 yaş), ve ergenlik dönemi (12–18 yaş) dir. Ergenlik
sonrasında yetişkinlik ve yaşlılık yılları değişik psikologlar tarafından farklı şekillerde
sınıflandırılmaktadır.3
Gelişimde her dönemin kendine özgü özellikleri vardır. Örneğin ilköğretimin
birinci kademesinde somut düşünen çocuk, ikinci kademede soyut düşünme becerisini
geliştirmeye başlar. İlköğretimin birinci kademesinde çocuğun en önemli sosyal çevresi
aileyken, ikinci kademede akran grubu olmaktadır.4
1 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 19; Baymur, Genel Psikoloji, s. 285. 2 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 11. 3 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 26. 4 Erden-Akman, Gelişim ve Öğrenme, s. 15.
13
Biz burada konumuzla ilgili olarak okul dönemi ve ergenlik dönemi gelişim
özellikleri üzerinde duracağız.
1.1.3.1. Son Çocukluk Dönemi (7- 13 yaş) Gelişim Özellikleri
Okula başlayış ailenin yaşamında çocuğun konuşması, yürümesi gibi önemli bir
aşamadır. Okula başlama çocuk yönünden belli bir zekâ ve duygusal gelişimi
tamamlamış olmayı gerektirir. Okula başlayan çocuktan bazı zihinsel ve sosyal beceriler
kazanması beklenir. Çocuk da kendisinden beklenenlerin farkındadır. Eğer beklentilere
uyarsa kendisini başarılı, uymazsa başarısız hisseder. Erikson çocuğun ilk yaşlarda
kazandığı temel güven duygusuyla okuldaki başarısı arasında bir ilişki olduğu düşünür.
Temel güven duygusunu kazanan çocuklar okulun kendisine sunmuş olduğu yeni
öğrenme aşamalarını korkmadan karşılayabilir ve başarılı olurlar. Bu okul döneminde
çocuğun sosyal ilişkilerinde bir süreklilik ve tutarlılık görülür. İlkokul çağlarında
çocuklar hemcinsleriyle oynamayı tercih ederler. Temel güven duygusunu kazanamamış
olanlar ise tam başarı gösteremezler. 6 yaşını bitirdiği halde zekâsı yeterli olan bir
çocuk ruhsal bakımdan evden ayrılabilme olgunluğunu gösteremeyebilir. Özellikle oyun
ve arkadaşlıktan uzak tutulmuş, dışarı çıkarılmamış çocuklar için evden ayrılış ürkütücü
olabilmektedir. Okulların açıldığı ilk günlerde, her sınıfta birkaç anneyi sıralarda
çocukları ile birlikte otururken görmek olağan bir durumdur. Okula korku ile giden ve
hep evi düşünen bir çocuğun kendini okuma ve öğrenmeye vermesi kolay
olmamaktadır. Ayrıca yaşıtları içine karışması, birlikte oynaması ve arkadaşlık kurması
da güç olmaktadır. Okula uyumu ve başarısı bir anlamda anne-babanın yetiştirmedeki
başarısının bir ölçüsüdür. Zekâ nedir? Zekâ zihnin öğrenme, öğrenilenden
yararlanabilme, yeni durumlara uyabilme ve yeni çözüm yolları bulabilme yeteneğidir.
Piaget’e göre uyum becerisidir.1 Öğrenme ile zekâ arasında yakın bir ilişki olduğunu bu
tanımdan anlıyoruz. En zeki kişi en çabuk ve en çok öğrenebilen kişidir. Zekânın
gelişim evreleri: iki yaşından önce kavramların belirmediği gerçek anlamda genelleme
zekâ yeteneğinin gelişmediği yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkmıştır. Doğumdan
iki yıl sonrasına kadar devam eden bu dönem duyusal hareketlilik dönemidir. Bu
dönemde çocuk duyularını kullanmaya, uyaranlara uygun tepkiler vermeye ve
devinimleri yinelemeye çalışır. 2–4 aylar arasında ellerini izlemeye başlar, ama bir
nesneye uzanamaz. 5 (beş) aydan önce görüş alanından çıkan bir nesneyi aramaz.
1 Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 44; Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 358.
14
Örneğin renkli bir çıngırak gözü önünde yastığının altına konsa gözünü dikip oraya
bakmaz. Görüş alanından çıkan nesne onun için yok olmuştur. Sekizinci aydan sonra
gözden uzaklaşan örneğin yastık altına konan bir emziği arar bulur. Ancak emzik
oradan alınırsa emziği yine aynı yerde arar. Çocuk birinci yaştan sonra bir değnek
yardımıyla oyuncağı kendine çekmeye çalışır, bir oyuncağı ilk sakladığı yerde değil son
sakladığı yerde arar. İki yaşından sonra çocukta kavramlar gelişmeye başlar. Bu evrede
çocuk nesneleri başka şeylerin simgesi gibi kullanmaya başlar. Örneğin bir değneğe
binip at gibi dolaşabilir elindeki bebekle canlıymış gibi oynar ve konuşur. Dil hızlı bir
gelişim gösterir. Simgelerle konuşma ve genelleme başlar. Çocuğun sayı, zaman,
büyüklük, renk, ağırlık gibi kavramları çok basit düzeydedir. 4- 7 yaşlar arasındaki
çocuk iki eşit bardağı su doldurulsa, sonra bu bardaktan biri daha uzun ve ince bir
bardağa boşaltılsa ve çocuğa hangisinde daha çok su olduğu sorulsa, ince uzun bardağı
gösterir. Çocuğun sayıları öğrenmesi de başlangıçta ezber yoluyla olmaktadır. Örneğin;
parmaklarını sayması istenen çocuk başparmaktan başlamışsa bu istek yineleyince
ancak başparmaktan başlayarak doğru sayabilir. Serçe parmağından başlaması istenirse
“bu bir değil” diyerek başparmağının bir olduğunu söyler. Başka bir deyimle sayı
kavramı daha yerine oturmamış, nesnelerden ayrı soyut bir nitelik kazanmamıştır.
Somut işlemler dönemi adı verilen 7- 11 yaşları arası sayı, zaman, uzay, ağırlık, boyut,
hacim kavramları iyice yerleşmeye başlar. Çocuk dış dünyadaki nesnelerin yerine
kafasında geliştirdiği semboller ve zihinsel operasyonlar aracılığıyla işlemler yapmaya
başlar. Bu yaşlarda daha önce duyu organlarıyla yaptığı işlemleri zihnen
yapabilmektedir. Yine bu dönmede becerilerinde de bir gelişme gözlenmektedir. Okul
çağındaki çocuklar bir olayı diğer insanların gözleriyle görebilmeyi zamanla
becerebilmektedir. Bu durum ise çocuğun sosyal ilişkilerinde yeni bir aşamadır. Ancak
soyut düşünme yeteneği henüz tam gelişmiş değildir. Onur, millet, ülke, ölüm gibi
kavramlar daha çok tam anlamadan okulda ezberlediği şekliyle zihinlerde yer eder. Bu
yaş çocukları deyimleri anlamakta güçlük çeker, benzetmeleri somut anlamları ile
kavrarlar. Örneğin “büyük adam” sözünü iri ve uzun boylu adam olarak anlarlar.
Gelecekteki ergenlik döneminin gerilim ve huzursuzlukları onun için henüz söz konusu
değildir. Bu yaş, gelişimin dengelendiği altın bir çağdır. 11 yaşından sonra ise soyut
kavramların yerleşmesi ve kavranması gerçekleşir. Yukarıda sözünü ettiğimiz
kavramlar bu yaşlardan sonra gelişmeye başlar. Ancak zeki çocuklarda soyut düşünce,
15
mantık yürütme ve muhakeme zekâ oranına göre daha erken yaşlarda başlar. Piaget bu
dönemi somut işlemler dönemi olarak açıklar1.
1.1.3.2. Ergenlik Dönemi (12- 18 yaş) Gelişim Özellikleri
Ergenlik dönemi, biyolojik, psikolojik, zihinsel ve sosyal açıdan bir gelişme ve
olgunlaşmanın yer aldığı çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemidir. Kızlarda ergenliğe
geçişin erkeklere oranla daha önce başladığı bilinen bir gerçektir. Sosyo-ekonomik
koşullarla sağlık ve beslenmenin de ergenliğin başlama yaşını büyük ölçüde etkilediği
görülür. İklim ergenliğin başlangıcında etkili olan bir başka faktördür. Ilıman bölgelerde
olgunlaşma daha erken başlamaktadır.2
Ergenlik dönemi, insan gelişimindeki en hızlı iki büyüme evresinden biridir. Bu
dönemdeki bedensel gelişim, bir anlamda duygusal, sosyal ve zihinsel olgunlukların
temelini oluşturmaktadır. Bir başka deyişle ergenlik, biyolojik değişmeyle başlar,
bedensel, zihinsel ve ruhsal gelişmeyle son bulur. Bireydeki bu değişimler, vücudun
hızla büyüyerek gelişmesi sonucunu verir. Aynı zamanda hormonların çalışmasını ve
cinsel dürtüleri arttırır; zekânın kavrama yetisini geliştirir. Bütün bu biyolojik
gelişmeler ve bireyin bu gelişmelere ayak uydurabilmesi, kişiye kendine özgü bazı
nitelikler kazandırır. Ergenlik dönemi gelişmeleri, yaşamın daha önceki gelişmelerinden
çok farklıdır.3 Hangi toplumda olursa olsun ergen, çağına özgü olan duygu, düşünce,
tutum, davranış ve eylem içindedir. Bu çağın temel özellikleri, duygusal coşku ve
taşkınlık, çabuk kurulan ve bozulan ilişkiler, kolay etkilenme, toplum içinde sivrilme,
ilgi çekme, rol sahibi olma çabası biçiminde özetlenebilir. Ergen, toplumda saygınlık
(prestij) kazanmaya ve statü sahibi olmaya gereksinim duyar. Onun topluma uyumu
geniş ölçüde bu gereksiniminin karşılanmasına bağlıdır. Ergenlik yılları bir anlamda
toplumsal gelişim ve uyum yılları olarak da nitelenebilir. Çocuğun düşünsel gelişmesi
toplum tarafından beğenilmiyorsa ve teşvik görmüyorsa bu tip düşüncelerden
uzaklaşılır. 4
11- 20 yaş arası ergenlik çağı, kişiliğin toplumsal nitelik kazandığı bir arayış
dönemidir. Bu arayış içinde ergen, kim olduğunu, neye değer vereceğini, kime bağlanıp
1 Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 115; Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 351,352; Baymur, Genel
Psikoloji, s. 112. 2Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 262; Bacanlı, Gelişim ve Öğrenme, s. 110, Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı,
s. 345. 3 Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 264. 4 Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 276; Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 353.
16
inanacağını, amacını bulmaya çalışır. Çevresinde, daima ‘onun gibi olmak’ istediği
kişileri arar. Böylece özdeşleşme yaparak kişiliğine biçim verirken, yetiştiği çevrenin
ekonomik ve sosyo-kültürel koşullarının etkisi altında sorumluluk ve bağımsızlık
arasında denge kurmak ister. Zamanla karşı cinse düşmanca duyguların yerini ilgi alır.
Bu ilgi, erkeklerde genel olarak 16 yaşından sonra gelişir. Ergenlik dönemi sonunda,
toplumsal davranışlarda olgunlaşma ve grupta genişleme görülür. Bu dönemde birey ait
olduğu gruba fazla önem verir, grup normlarına uymak için büyük bir çaba harcar.
Özdeşleşme, gençlik çağına özgü ruhsal yapı içinde aile bireylerinden başlayarak
çevredeki kişilere, düşüncelere, kültüre doğru gittikçe genişleyen bir alanda, gencin
istemli ya da istemsiz olarak benimsediği, özümlediği düşünce, davranış, tutum ve
eylemlerden oluşan bir süreçtir. Özdeşleşmenin oluştuğu ortamın toplumsal, ekonomik,
kültürel özellikleri bir yandan kişiliği oluştururken, öte yandan kişilikle toplum
arasındaki tüm ilişkilerin temeli olan özerklik ve sorumluluk kavramlarını biçimlendirir.
Birey değer ve görüşleri gözden geçirmiş ve kendi için en uygun bulduğu bir
özdeşleşmeye kendini bağlamıştır.1
1.1.4. Gelişim Ödevleri
Kişinin içinde bulunduğu gelişim dönemi içinde başarmak durumunda olduğu
becerilere, kazanmakla yükümlü olduğu davranışlara gelişim ödevi ya da gelişim görevi
denilmektedir.2 Her gelişim döneminin içinde yerine getirilmesi gerekli olan gelişim
ödevleri bulunmaktadır. Bu dönemler içinde ortaya çıkan, başarıyla
neticelendirildiğinde daha sonraki görevlerde de başarıya ve mutluluğa yol açan,
başarılmadığında kişide mutsuzluğa, toplumun hoş görmemesine, daha sonraki
görevlerde zorluklara yol açan ödevlerdir. Birey biyolojik olarak içinde bulunduğu
döneme ait gelişim ödevlerini yerine getirmeye hazır bulunmaktadır. Ancak gelişim
ödevlerinin yerine getirilebilmesi için biyolojik hazır bulunuşluğa ek olarak, eğitim
ortamı gibi çevresel koşulların da uygun olması gerekir. Özellikle çocukluk ve ergenlik
döneminde okullara, öğrencilerin gelişim ödevlerini yerine getirerek sağlıklı bir gelişme
göstermelerinde önemli roller düşmektedir.3
İnsanın farklı gelişim dönemlerinde bilişsel, duyuşsal, devinişsel, sosyal ya da
ahlaki gelişim alanlarıyla ilgili kazanması ya da başarması gereken gelişim görevleri
1 Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s.277, 278; Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 359. 2 Bacanlı, Eğitim Psikolojisi, s. 44. 3 Erden-Akman, Gelişim ve Öğrenme, s. 42; Bacanlı, Gelişim ve Öğrenme, s. 44.
17
vardır. Zamanından önce bireye öğretilmeye çalışılan bir bilgi veya davranış ya da
kazandırılmaya çalışılan bir becerinin, o kişi tarafından kazanımı mümkün olmayacağı
gibi zamanı geçtikten sonra verilen bir gelişim ödevini bireyin başarması çok zor belki
de imkânsız olacaktır. Çünkü her dönemin kendine özgü özellikleri vardır. Örneğin
ilköğretimin birinci kademesinde somut düşünen çocuk, ikinci kademede soyut
düşünme becerisini geliştirmeye başlar. İlköğretimin birinci kademesine denk gelen
dönemde, çocuğun en önemli sosyal çevresi ailesiyken; ikinci kademeye geçtiğinde,
akran grubu ailesinin yerini almaya başlar.1
“Gelişme ödevlerinden çoğu, hayatın belirli zamanlarında ortaya çıkar ve ancak
bu sırada kişiye bu alanda gelişme fırsatı verildiği takdirde en iyi başarılabilir. Hayatta
gerekli olan birçok becerilerin en iyi başarılabilecekleri bir zaman vardır. Buna daha
önce değinildiği gibi, en uygun öğrenme zamanı dendiği gibi öğrenmenin kritik anı da
denir.2
Son çocukluk (6–12 yaş) ve ergenlik döneminde (12–18 yaş) yerine getirilmesi
zorunlu olan gelişim görevleri şu şekilde belirtilmiştir:
Orta (İkinci) Çocukluk veya Okul Çağı (5,6–10,12 Yaş): Aşağı yukarı ilkokula
devam eden çocukları içine alır. Bu dönemin başlarında dengesiz ve olumsuz bir
gelişim dikkatimizi çeker. Özellikle 6 yaşa rastlayan bu gelişim özellikleri, 7 yaştan
itibaren yerini giderek düzenli ve dengeli bir döneme bırakır. Orta çocukluk döneminde
çocuk, motor ve dil gelişimi açısından büyük aşamalar kaydetmiş ve dengenin gelişmesi
sonucu hızlı yürüyebilen, futbol oynayabilen, ok atabilen, göz-el koordinasyonun
gelişmesi sonucunda iki elini bağımsız olarak kullanabilen bir birey haline gelmiştir. Bu
dönemde çocuk okulda ve mahallede birtakım sosyal ilişkiler kurmaktadır.3 Çocuk, bu
dönemde kendini sınıf, arkadaş ve oyun grubu içinde bulur. Bu da onu, ergenlerde
olduğu gibi, kendi cinsiyetindeki grubun tüm faaliyetlerine katılmaya, arkadaşlarıyla
iletişim kurmaya doğru yönlendirir. Bu döneme giren çocuk 6 yaşına geldiğinde, 2,5
yaşındayken görülen olumsuz evrenin belirtilerini göstermeye başlar. Dengesiz,
kurallara karşı olan, isyankâr bir tutum ve davranış içine girer. 10 yaş ise düzenli,
huzurlu ve elde edilen bilgilerin özümlendiği, toplandığı ve dengelendiği bir aradır.
Tipik bir 10 yaş çocuğu, çocukluğun gerek kendine özgü, gerekse genel tüm
özelliklerini kendinde toplamıştır. Gelecekteki ergenlik döneminin gerilim ve
1 Erden-Akman, Gelişim ve Öğrenme, s. 15. 2 Baymur, Genel Psikoloji, s. 53. 3 Baymur, Genel Psikoloji, s.112; Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 112.
18
huzursuzlukları onun için henüz söz konusu değildir. Bu yaş, gelişimin dengelendiği
altın bir çağdır.1 Bu dönemin gelişim ödevleri, sosyal gelişimine bağlı olarak
yaşıtlarıyla iyi geçinmeyi öğrenme, kişiler arası ilişkilerini zenginleştirme, yaşıtlar
dünyasında oynamaya ve yaşamaya alışma, uygun erkeksi veya kadınsı sosyal rolü
öğrenme, gündelik yaşam için gerekli kavramları geliştirme, vicdan, ahlak ve değerler
sistemi geliştirme, sosyal grup ve kurumlara karşı tutum geliştirme, bedenine bakma ve
temizlik alışkanlıklarını kazanma, kendi davranışlarının sorumluluğunu yüklenebilme,
okuma, yazma ve hesap ile ilgili temel becerileri geliştirme, kişisel bağımsızlığa
ulaşma, gündelik oyunlar için gerekli fiziksel becerileri öğrenme, büyüyen bir
organizma olarak kendine karşı yararlı bir tutum oluşturma olarak sıralanabilir.2
Ergenlik Öncesi Dönem (Buluğ Çağı): Buluğ denemi, cinsel organların
olgunlaşma sürecini kapsayan ve oldukça kısa süren fizyolojik değişiklikler evresidir.
Biyo-fizyolojik gelişmelerin bir bölümü, ergenliğin ilk aşamalarını oluşturan erinlik
öncesi ve erinlik çağlarında görülür. Erinlik döneminde cinsel organlardaki gelişim,
üreme fonksiyonuyla doğrudan ilgili olan temel cinsel özelliklerle, üreme fonksiyonuyla
dolaylı olarak ilgili olan (tüylenme, göğüs ve kalçanın gelişimi vb. gibi) ikinci cinsel
özellikler biçiminde özetlenebilir.3 Başlıca gelişme ödevleri şunlardır: Soyut düşünme
ve doğrudan doğruya yaşanmamış fikirleri semboller yolu ile kavrayabilme gücünün
gelişmesi, kendi değerler sistemi içinde doğru ve yanlış kavramlarını geliştirme, fiziksel
ve sosyal çevreye çeşitli biçimlerde uyum yollarını öğrenme, genel ilkeleri soyut
durumlara uygulayabilme.4
Ergenlik çağındaki gelişim ödevleri ise; çocukluk ile yetişkinlik arasında uzanan
ve aşağı yukarı 13–20 arası yaşları kapsayan bir geçiş dönemidir. Yaşıtlar âleminde bir
yer edinebilme ve uygun bir hayat felsefesi ile birlikte kişisel değer duygusu oluşturma,
toplumsal sorumluluklar almaya istekli olma ve toplumsal sorumluluklarını yerine
getirebilme, toplumsal açıdan sorumlu davranışı isteme ve kazanma, bir değerler sistemi
ve ahlak sistemi edinme, bir meslek için hazırlanma, evlilik ve aile hayatına hazırlanma,
bedenini kabul etme ve etkili bir şekilde kullanma, ana-baba ve diğer yetişkinlerden
1 Baymur, Genel Psikoloji, s. 115, 116, 117. 2Bacanlı, Gelişim ve Öğrenme, s. 48,49; Baymur, Genel Psikoloji, s.57,58; Erden-Akman, Gelişim ve
Öğrenme, s.40,41. 3 Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 263. 4 Baymur, Genel Psikoloji, s. 58,59.
19
duygusal bağımsızlığına ulaşma, her iki cins yaşıtlarıyla yeni ve daha olgun ilişkiler
kurma bu dönemin başlıca özellikleri arasında sıralanabilir.1
1.1.5. Gelişim Kuramları
“Kuram, kısaca olguları açıklamak için ileri sürülen birbiriyle ilişkili genel
görüşler ya da genel ilkeler bütünü olarak tanımlanabilir. İnsanın gelişimini açıklamak
için çok sayıda kuram geliştirilmiştir.’2 Freud’un psikoseksüel kuramı, Erikson’un
psikososyal kuramı, Kohlberg’in ahlak gelişim kuramı ve Piaget’in ahlak gelişimi
kuramı ve bilişsel gelişim kuramı geliştirilen çok sayıda kuramdan birkaç tanesi.
Freud gelişmeyi, insanın bebeklikten itibaren akıldışı güçler tarafından zevke
doğru güdülenmesi olarak görür. Bu akıldışı güçler, insan davranışını güdüleyen yaşam
gücü veya psişik enerji diye bilinen ‘libido’nun bir ifadesidir. Çocuğun içgüdüleri,
çocuktan davranışlarını toplumsal değerlere göre düzenlenmesini isteyen toplumsal
kurallarla kaçınılmaz bir çatışma içindedir. Buna göre Freud’un psikoseksüel kuramı,
öğrenmeci kuram ile biyolojik kuram arasında yer alır. Çünkü davranışı belirlemede, bir
tarafta içsel süreçler diğer tarafta dışsal deneyimler vardır. Nitekim Freud özellikle
cinsellik ve saldırganlık gibi içgüdüleri ön plana çıkarır. Freud’un psikoseksüel gelişim
kuramına göre, yaşamın her aşamasına özgü çatışmalar, bireyin psikolojik gelişimi
üzerinde belirleyici etkilere sahiptir ve onun kuramı bir evre kuramıdır. Ona göre yeni
doğan bi bebek değişik aşamalardan geçerek kişiliğini geliştirir. Bu aşamalara
psikoseksüel aşamalar denir. Kuramın beş evresi, oral evre ( doğumdan, 18 aya kadar),
anal evre ( 18 aydan3 yaşına kadar), fallik evre ( 3’ten 6 yaşına kadar), örtük evre
(6’dan 11 yaşına kadar) ve genital evre ( ergenlik ve sonrası)’dir. Bu evrelerin her
birinde libidonun zevki vücudun farklı alanlarına yönelir. Freud, kişiliğin bebeklik ve
ilk çocukluk yıllarının çatışmalarıyla belirlendiğini kabul ettiği için onun yazıları
hayatın ilk üç evresindeki gelişmeyi vurgular. Freud kuramında ilk yılları aşırı derecede
vurgulamakla beraber, o bireyin yetişkinlik hatta yaşlılık dönemlerini görmezden
gelmez. Çünkü ona göre, çocukluk dönemi gelişim süreçleri ileri yıllar üzerinde
belirleyici etkilere sahiptir. Onun kuramında her bir evre, yetişkin karakterinin belirli bir
çeşidine temel oluşturur. Örneğin oral evrede az ya da aşırı uyarılan çocuklar yetişkinlik
yıllarında pasif bir kişilik sergilerler. Aynı evrede ısırma ve çiğneme gereksinimi
1 Bacanlı, Eğitim Psikolojisi, s. 42,43; Erden,- Akman, Gelişim ve Öğrenme, s. 40,41; Baymur, Genel
Psikoloji, s. 59,60. 2 Kayıklık, Orta Yaş ve Yaşlılıkta Dinsel Eğilimler, s. 15.
20
karşılanmayan çocuk, ileri yıllarda iğneleyici, tartışmacı ve istismarcı özellik
gösterirler.1
Önemli gelişim kuramcılarından Erikson ise, Freud’un kuramını ergenlikten sonra
yaşlılığa kadar genişleterek sekiz psikososyal gelişim dönemi tanımlamıştır. Erikson da
Freud gibi gelişimde kritik dönemler olduğuna inanmaktadır. Erikson’a göre, insanın
yaşamında belli başlı sekiz kritik dönem vardır. Her dönemde de atlatılması gereken bir
kriz, bir çatışma bulunmaktadır. İnsanların sağlıklı bir kişilik kazanmalarında bu
krizlerin ya da çatışmaların başarılı olarak atlatılması önem taşımaktadır. Bir evredeki
krizin başarılı olarak atlatılması, kendinden sonraki evre için sağlıklı temeller oluşturur.
Eğer bir dönemdeki kriz tam olarak çözümlenemezse Freud’un kuramında olduğu gibi
birey, o döneme takılıp kalmaz. Ancak, yaşamın daha sonraki dönemlerinde de bu kriz
devam eder, çözümleninceye kadar problem devam eder. Örneğin; bebeklik çağı krizi
olan güvensizlik, ergenlik çağı krizi olan kimlik karmaşası birçok yetişkinde de
gözlenebilmektedir.2
İlköğretim 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıf (9–15 yaş) öğrencilerinin sağlıklı kişilik gelişimi
için olumlu olarak çözümlenmesi gereken krizler ve bunların yer aldığı dönemlerin
özellikleri Erikson ve Freud’un kuramlarına göre şöyledir;
Çalışkanlığa Karşı Aşağılık Duygusu: Erikson’un kuramına göre dördüncü dönem
olan bu dönem, Freud’a göre latent dönemdir. Bu dönemde cinsellik örtülüdür. Bu
yüzden Freud, bu döneme örtülü dönem adını vermiştir. Bu dönemde çocuk, önceki
cinsel meraklarını ansızın unutur, hatta karşı cinsi düşman cins olarak ilan eder.
Çocuklar bu dönemde (ilkokul sıralarıdır) kendi cinsleri ile bir araya gelir ve oynarlar.
Erikson, bu dönemi çalışkanlık duygusunun edinildiği dönem olarak tanımlamıştır. Bu
dönem, okuma, yazma, hesap gibi temel konuların öğrenildiği dönemdir. Bu dönemde
anne baba ve aile bireylerine öğretmen ve akranlar eklenmiştir. Anne baba cesaret verir,
öğretmen korur ve akranlar kabul ederler. Çocuk okulda bilgi edinirken kendi
yaşlarındaki arkadaşlarıyla kendini mukayese eder ve kendisinin çalışkan olup
olmadığına karar verir. Anne babaların ve öğretmenlerin çocukları bu şekilde
başkalarıyla karşılaştırmaları tavsiye edilmez. Eğitimciler, çocuğun bu şekilde
başkalarıyla karşılaştırılması yerine çocuğun kendi başarıları ile değerlendirilmesi ve
mukayese edilmesi, çocuğun yanlışları üzerinde değil doğruları üzerinde durulması 1 Kayıklık, Orta Yaş ve Yaşlılıkta Dinsel Eğilimler, s. 18,19; Bacanlı, Gelişim ve Öğrenme, s.85;
Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 412. 2 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 80; Çileli, Meral, Ahlak Psikolojisi ve Eğitimi, V
Yayınları, Ankara 1986, s. 17,18; Bacanlı, Gelişim ve Öğrenme, s.87.
21
gerektiğini savunurlar. Anne babaları tarafından çocukluğunu yaşamasına izin
verilmeyen çocuklar vardır. Anne ve babaları onları bir yeterlik alanına itmişlerdir ve
onlardan başarılı olmaları beklenmektedir. Öte yanda ise tembellik vardır. Bu durum
aşağılık duygusunun yoğunluğunu ifade eder. Tembel kişiler, bir kez başaramazlarsa bir
daha denemeye kalkışmazlar.1
Kimlik Kazanmaya Karşı Rol Karmaşası: Erikson’un kuramının 5. dönemi olan
bu dönemi Freud, ergenlik dönemini genital dönem olarak adlandırmıştır. Genital,
üreme ile ilgili olan demektir. Yani çocuk cinselliği haz almaya yönelik bir cinsellik
iken, ergenlik ile birlikte kişinin cinselliği üreme amacına yönelik hale gelir. Erikson,
ergenlik dönemi insan hayatının en önemli dönemi olarak görmüş ve kuramında
oldukça büyük bir yer vermiştir. Ergenlik dönemi kişinin kendisine ‘Ben kimim?’
sorusunu sorduğu ve cevap aradığı bir dönemdir. Bedendeki değişmeleri fark eden
ergen ‘bana ne oluyor’ , ‘ben kimim, kim oluyorum’ sorularını sormaya başlıyor. Ben
kimim sorusuna cevap vermeye çalışırken birey kendini çeşitli roller içinde deneyerek
karar vermeye çalışacaktır. Bu da özdeşleşme ve taklit mekanizmalarına yol açar.
Özdeşleşmede kişi bir grup veya rol ile özdeşleşir. Taklit mekanizması ise, kişinin
ailesi, çevresi veya okulundan veya kitle iletişim araçlarının sunduğu kişilerin taklit
edilmesi anlamına gelir. Kişi bu dönemde başkalarını taklit ederek kendini bulmaya
çalışacaktır. Bu dönemi başarıyla atlatan kişiler kimlik duygusu edinirken, başarıyla
atlatamayanlar rol karmaşasına düşmektedir.2
Bir başka gelişim kuramı da Piaget’in ahlak gelişim kuramıdır. Bu kurama göre
okul öncesi dönemde, çocuklarda kural kavramı olmadığından, bu dönemde ahlak söz
konusu değildir. Bu nedenle ahlak gelişimi, çocuğun işlem öncesi dönemden, somut
işlemler dönemine geçtiği 6 yaşa kadar başlamaz. Piaget, ahlak gelişimini iki dönemde
incelemektedir. Bunlar; 1- Dışsal kurallara bağlılık dönemi, 2- Ahlaki özerklik
dönemidir.
Dışsal kurallara bağlılık dönemi 6–12 yaş arasını kapsamaktadır. Buna döneme
göre çocuk kuralların değişmezliğine inanmaktadır, kurallara uymayanların otomatik
olarak cezalandırılması gerektiğini düşünür. Kayıtsız şartsız otoriteye uymak söz
konusudur. Bu dönemde çocuğa ebeveyni ve diğer yetişkinler tarafından ne yapması ve
ne yapmaması gerektiği söylenir. Kurallar uymamasının doğal sonucunun
cezalandırılmak olduğuna inanır. Böyle bir mantık çocukların, kuralların kesin ve
1 Bacanlı, Gelişim ve öğrenme, s. 91; Çileli, Ahlak Psikolojisi ve Eğitimi, s. 17,18. 2 Bacanlı, Gelişim ve öğrenme, s. 92; Çileli, Ahlak Psikolojisi ve Eğitimi, s. 17,18.
22
değişmez olduğuna inanmalarına neden olur. Ahlaki özerklik dönemine göre ise,
çocuğun sosyal dünyası giderek artan akran gruplarıyla genişlemiştir. Çocuğun sürekli
diğer çocuklarla etkileşimde bulunması ve işbirliği yapması, kurallar hakkındaki
fikirlerinin değişmesine zemin oluşturur ve ahlak ilkeleri değişmeye başlar. Kuralların
insanlar tarafından oluşturulduğu ve gerektiğinde değiştirilebileceği bilincine ulaşır.
Ceza, artık kuralların ihlal edilmesiyle otomatik olarak uygulanması gereken bir durum
değildir. Kuralların ihlal edilme nedenleri de önemlidir. Diğer bir deyişle, yargıda
bulunurken kuralları ihlal edenlerin niyetleri ve içinde bulundukları durumlar da dikkate
alınır.1
Piaget’in bilişsel gelişimi dönemleri ise dört temel evreye ayırmıştır. Bunlar
sırasıyla; duyusal- motor, işlem öncesi, somut işlemler ve soyut işlemler dönemleridir.
Piaget’e göre çocuk, bir dönemde kazanması gereken tüm şema ailesine sahip olup,
gerekli biliş yapılarını oluşturduğunda o dönemdeki gelişimini tamamlamaktadır.
Piaget, tüm çocukların bu gelişim aşamalarını sırasıyla geçirmesi gerektiğine
inanmaktadır. Bir gelişim dönemini atlayarak diğerine geçemez. Ancak çocukların
gelişim dönemlerine girme ve tamamlama yaşları birbirinden farklılık gösterebilir.2
Konumuzla ilgili olarak somut işlemler dönemi ve soyut işlemler döneminin özellikleri
hakkında aşağıda bilgi verilmektedir.
Somut İşlemler Dönemi: İlkokul yıllarındaki çocuklar, bilişsel yeterlilik
bakımından çok hızlı değişme gösteririler. İlkokul dönemindeki çocukların düşünmesi,
okul öncesi çocukların düşünmesinden çok farklıdır. Artık, tersine çevirebilme kavramı
kazandıklarından korunum ilkesi ile ilgili bir sorunları da yoktur. Tüm dünyada
çocukların somut işlemler döneminde okula başlamaları, onların bu dönemde bazı
işlemleri zihinsel olarak yapabilecek durumda olmalarındandır. Bu dönemde en üst
düzeyde gruplama yapabilirler. Örneğin; taşıt araçlarını otomobiller ve kamyon vb.
diğer taşıt araçları olarak gruplayabilir. Çocuklar bu dönemde nesneleri belli
özelliklerine göre sıralayabilirler. Örneğin, nesneleri uzunluklarına, genişliklerine,
ağırlıklarına vb. göre düzenleyebilir. Somut işlemler dönemindeki çocuklar,
benmerkezcilikten uzaklaşmışlardır. Olayları ve dünyayı, başkaları açısından da
görebilirler. Ancak bu dönemde, düşünme süreçleri çocuk tarafından gözlenebilen
1 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 69; Doğan, Recai-Tosun, Cemal, Din Kültürü ve Ahlak
Bilgisi Öğretimi, PegemA Yayınları, Ankara 2002, s. 108. 2 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 46; Selçuk, Ziya, Gelişim ve Öğrenme, Nobel Yayınları,
Ankara 2000. s. 110.
23
gerçek olaylara yöneliktir. Çocuklar, somut olduğu sürece karmaşık problemleri
çözebilirler. Soyut problemleri ise henüz çözemezler. Soyut kavramları, çevresindekileri
model alma yoluyla yerinde kullanmalarına rağmen, anlamlarını açıklayamazlar.1
Soyut İşlemler Dönemi: Ergenlik döneminin başlangıcından itibaren çocukların
düşünme biçimleri, yetişkinlere benzer hale gelir. Bu dönemde artık soyut düşünme
başlar. Bu dönemde tümevarım ve tümdengelim yoluyla akıl yürütme gözlenir. Bu
dönemde çocuklar, çeşitli ideal fikirleri, değerleri, inançları geliştirmeye başlar.
Ergenliğin başlamasıyla, vücutta değişmeler meydana geldiği gibi, beyinde ve beyin
fonksiyonlarında da birçok değişme gözlenmektedir. Piaget’in bilişsel gelişim kuramına
göre ergen, bu dönemde somut işlemler döneminden soyut işlemler dönemine
girmektedir. Ergenin soyut işlemleri gerçekleştirebilmesi için beyin ve beyin
fonksiyonlarındaki değişimin yanında, soyut işlemleri yapmasını gerektirecek bir
çevrede bulunması da gerekmektedir. Somut işlemler dönemindeki çocuklarla soyut
işlemler dönemindeki ergenler arasındaki temel fark, ergenlerin bir olayın çok değişik
yönlerini görebilmeleri ve bilgiyi soyut olarak üretebilmeleridir. 2
Gelişim kuramlarından bir tanesi de Kohlberg’in geliştirdiği zihinsel ahlaki
gelişim kuramıdır. Bu kuram, Piaget’in çalışmalarından kaynaklanmıştır. Göreceli ahlak
sorununa çözüm getirebilmek için Piaget’in çalışmalarına eğilen ve ahlaki büyümenin
kavramlarını geliştiren ilk psikolog Lawrence Kohlberg olmuştur. Ahlak gelişimi
kuramında Kohlberg, ahlaki yargının gelişimini incelemiştir. Piaget’in de ortaya
koyduğu gibi çocuklar gelişimsel açıdan kuralları, anlamlarını kavramadan çok önce
öğrenirler. Kuralların anlamlarının kavranması, rol alma yeteneği, yani bir başkasına
kendisi gibi tepki göstermek, kendi davranışına da bir başkası gibi tepki verebilmek
sonucu kazanılır. Kohlberg bir başkasının yerini alabilme yeteneğinin altı yaştan
itibaren gelişmeye başladığını belirtmektedir. Kohlberg’e göre bu yeteneğin gelişimi
ahlaki yargının gelişiminde dönüm noktası niteliğindedir; çünkü ahlaki yargı,
başkalarının haklarını bireyin kendi haklarına karşın tanımasıdır, bu da rol alma
yeteneğini gerekli kılar. Çocuğun dünyaya yeni bir bakış açısı geliştirmesi, ancak somut
işlemler dönemine geçmesi ile gerçekleşebilecektir. Bu yeni dönemin gerçekleşebilmesi
rol alma ve ahlaki yargı kapasitesindeki gelişimlere bağlıdır. Bu gelişimsel olgu,
mantık, rol alma ve ahlaki alanlardaki değişimlerin etkileşimi sonucu ortaya çıkar.
Zihinsel ve sosyo-ahlak evrelerin kazanılmasına ilişkin araştırmaları çocukların ilişkili
1 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 53. 2 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 55; Çileli, Ahlak Psikolojisi ve Eğitimi, s. 22, 23, 24, 25.
24
rol alma ve ahlaki yargı yeteneklerini kazanmalarından önce, zihinsel olarak somut
işlemler dönemini kazanmaları gerektiği olgusunu ortaya koymuştur. Kohlberg orta
çocukluktan, yetişkinliğe kadar ahlaki yargı gelişimine ilişkin altı evre olduğunu ortaya
koymuştur. Bu zihinsel gelişim evreleri şu özellikleri gösterirler: 1. Evreler düşünce
yapılarında niteliksel değişikliklerdir. 2. Bu farklı düşünce yapıları bireyin gelişiminde
değişmez bir sıra oluştururlar. 3. Her evre yapısal bir bütündür. 4.Evreler hiyerarşik bir
bütünlük gösterir.1
Kohlberg de Piaget gibi çocuk ve yetişkinlerin, belirli durumlarda davranışlarını
yöneten kuralları nasıl yorumladıklarını incelemiştir. Ancak Kohlberg, araştırmasını,
çocukları oyunlarında gözleyerek değil, çocuklara ahlaki ikilemleri kapsayan belirli
durumlar vererek onlara bu durumlarda nasıl tepkide bulunacaklarını sorarak
yürütmüştür. Kohlberg hem çocukların hem de yetişkinlerin düşünce yapılarını ortaya
koyacak bu ikilemleri; deneklerin ikilemleri çözmek amacı ile başvurdukları seçenekleri
ile bu seçeneklere ilişkin nedenlerini gruplayarak üç düzeyde altı ahlak gelişim evresini
içeren bir teori geliştirdi.2
Üç düzey ve altı evreden oluşan Kohlberg’in teorisi çocuk ya da yetişkinin doğru
ya da yanlış olarak neyi algıladığına ve bunu nasıl belirlediğine göre sıralanmıştır. Diğer
dönem kuramlarında olduğu gibi, her düzey kendinden öncekine dayanmakta,
kendinden sonraki döneme temel oluşturmaktadır. Ancak şu da var ki, aynı kişi bazı
zaman ve durumlarda bir aşamada davranış gösterirken, bir başka zaman ve durumda da
başka bir aşamada davranış gösterebilmektedir.3
Kohlberg’in ahlaki gelişim evrelerinden araştırmamızla ilgili olan evre geleneksel
düzey evresidir.
Geleneksel düzey döneminde, bir önceki dönemdeki bireycilik ve çıkara dayalı
ilişkiler, benmerkezcilik yerini eşduyum/empatik düşünceye bırakmıştır. Birey için aile,
grup ve ulusun beklentileri her şeyden önemlidir. Sosyal düzeni destekleme ve sadakat
önemlidir. Kendi ihtiyaçları bazen gruptakilere göre ikinci planda kalmaktadır.4 Bu
döneme Kohlberg’in kuramında, kişiler arası uyum/ iyi çocuk eğilimi/ karşılıklı kişiler
arası beklentiler, bağlılık ve kişiler arası uyum dönemi denir. Bu evre 10–15 yaş
çocuklarını kapsar. Başkalarını memnun eden, onlara yardımcı olan ve onların beğeni
1 Çileli, Ahlak Psikolojisi ve Eğitimi, s. 42,48. 2 Çileli, Ahlak Psikolojisi ve Eğitimi, s. 49; Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 70. 3 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 71. 4 Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 72.
25
ve takdirlerini kazanan çocuk olmak için kurallara uyma eğilimi göstermektedir. Doğru,
iyi olmak, başkalarıyla ve onların duyguları ile ilgilenmek, sadık ve güvenilir olmak,
beklentiler ve kurallar doğrultusunda hareket etmeyi gerektirir. Akran gruplarıyla
işbirliği yapılır. Benmerkezciliğin azalması ve somut işlemler dönemine girmesiyle
çocuk, olaylara başkaları açısından bakabilme özelliğini kazanır, ahlaki yargılarda
başkalarının hissettikleri de dikkate alınır. Artık yaptıklarını sadece ceza almamak için
ya da kendisi için değil; aynı zamanda başkalarını mutlu etmek için de yapmaya çalışır.
Bu dönem çocuğu kendini karşısındakinin yerine koyarak (empati) iyi davranışlarda
bulunur. Davranış artık fiziksel sonuçlarına göre değerlendirilmemekte, niyete göre iyi
veya kötü olarak değerlendirilmektedir. Örneğin; adam karısını ölümden kurtarmak için
ilacı çalmalıdır.1
1.2. Dindarlık ve Kaygı
1.2.1. Dindarlığın Tanımı
Arapça din kelime köküne, Farsça dar ekinin gelmesiyle oluşan dindar sözcüğü
sözlükte; din inancı güçlü, din kurallarına bağlı kimse, mütedeyyin anlamına
gelmektedir dindarlık ise dindar olma hali şeklinde tanımlandırılmıştır.2
Dindarlığın tanımlanması meselesi de tıpkı din kavramının tarif edilmesi kadar zor
bir iştir. Dinlerdeki farklılıklar gibi dindarlar arasında da çok büyük farklılıklar
bulunmaktadır. Hatta diyebiliriz ki dinsel açıdan aynı duyguları, düşünceleri,
tasavvurları, ilgileri, korkuları vb. paylaşan iki kişi göstermek psikolojik olarak
imkânsızdır.3 Bu durum da genel kabul gören bir dindarlık anlayışının ve tarifinin
yapılmasını zorlaştırmaktadır.
Sosyal Bilimler alanında toplumsal konular incelenirken büyük önem yüklenen
dindarlık kavramının nasıl tanımlanıp kullanılacağı görüş birliğine varılmamış bir
meseledir. Zira ne tür bir hadisenin din olarak adlandırılacağı tartışmalıdır. İnsanların
dinleri, farklı değer ve davranışlara verilen öneme ve dinin boyutlarına göre
farklılaşmaktadır. 4
Tanrıya inanç, dini ibadetlere katılım ve bir dini gruba aidiyet gibi göstergeler
dindarlık işareti olarak kabul edilir. Dindarlığın duygu, inanç, ibadet, bilgi, etki gibi
1 Çileli, Ahlak Psikolojisi ve Eğitimi, s.50; Senemoğlu, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, s. 72. 2 Doğan, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, Ankara,1990, Rehber Yayınları, s. 262. 3 Yapıcı, Asım, Ruh Sağlığı ve Din: Psiko-Sosyal Uyum ve Dindarlık, Karahan Kitabevi, Adana 2007, s.
7. 4 Mehmedoğlu, A.Ulvi, Kişilik ve Din, DEM Yayınları, İstanbul 2004, s. 30.
26
birçok boyutu vardır. Bu yüzden bir kimsenin dindar olarak değerlendirip
değerlendirmeme hususunda sadece inanç ve ibadetlere devamlılık yeterli bir ölçü
değildir.1
Kişinin günlük hayatında dinin önemini ifade eden, ferdin dine inanma ve
bağlanma derecesini gösteren dindarlık kavramı ibadethanelere devam, ibadethane için
gönüllü çalışma veya bağış yapma, dini kitaplar okuma, dini inançlara ve değerlere
inanma, ahlaki ilkelere uyma, yoksula yardım vs gibi göstergelerden hareketle tespite
çalışılmaktadır. 2
Dindarlığın farklı görüntüler alması mensup olunan dine göre değiştiği gibi bireyde
etkin olan dini duyguya bağlı olarak da değişmektedir. İnsanın duygusal yapısı onun
dindarlık biçimini belirlemede son derece önemlidir. Din duygusu, dini tecrübe
esnasında hissedilen duygu ve algıların genel adıdır. Yani genel olarak dini konularının
uyandırabilecekleri ortak heyecanların ifadesidir. Dini duygular, Allah ile anlamlı ilişki
olarak bağlanılan bir ahenkli bağ içerisinde farklı duyguların organize olduğu dış şekli
temin eder.3
James, dindarlığı tanımlarken dindarlığın, büyük ve üstün bir varlığın, hareket ve
fiillerimizi gözetlediği yolundaki duygudan kaynaklandığını vurgular. Bu duygunun
derecesinin ise kişinin dindarlığının göstergesi olduğunu söyler. Bu duyguları en
kuvvetli olan kimseler en dindar kimselerdir der.4
Yavuz, dini duygunun, ‘sürekli olarak ilahi âleme yönelik ve oraya doğru
yükselme çabası içinde olan bir duygu’ olduğunu belirtir. Bu duygu, sonlu olanın
sonsuz olan yüce kuvvete yönelmesi, güvenmesi, sığınması ve teslim olmasıyla
sonuçlanır. Dolayısıyla hisseden ve isteyen ferdin ‘ilahi kuvvete’ yönelmesi ve bu yolda
gayret göstermesiyle kişinin dindarlığının ortaya çıkacağını vurgular.5
Allport, dindarlığın kökenlerinin çok çeşitli ve derinlikli olduğunu bu sebeple
kişisel dini duyguların varlığını devam ettireceğini söyler. Dini duygunun tek bir formu
olmadığının altını çizen Allport dini hissi sonsuza yönelme, yaratıcıyla temasa ve
uyuma geçme isteğiyle tanımlar.6
1 Yapıcı, Asım, Dini Yaşayışın Farklı Görüntüleri ve Dogmatik Dindarlık, Çukurova Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Adana 2002, Sayı: 2, s. 79 2 Kirman, M. Ali, Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yayınları, İstanbul 2004, s. 63. 3 Hökelekli, Hayati, Din Psikolojisi, TDV Yayınları, Ankara 2005, s. 137. 4 Memedoğlu, Kişilik ve Din, s. 32. 5 Yavuz, Kerim, Din Psikolojisinin Araştırma Alanları, Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum 1982, s. 95. 6 Allport, Gordon, Birey ve Dini, Elis Yayınları, Ankara 2004, s. 21–46.
27
Din psikolojisinin öncülerinden sayılan Schleiermacher, dindarlığın kaynağını,
doğrudan doğruya yüce âleme bağlanma duygusu olarak açıklar.1 Schleiermacher, bu
tanıma göre dinin sadece duygudan çıktığı inancına sahiptir. Bu düşüncenin izlerini
Otto ve Girgensohn’da da görmek mümkündür. Wundt’un din tanımındaki esas unsur
da duygudur. Ona göre din, “bir kimsenin kendisine ferdi gayretin en yüksek gayeleri
olarak görünen ideallerin gerçekleşeceğini düşündüğü yüce bir dünyanın varlığını ve
kendisinin ona ait olduğu duygusunu veren bir duygu”dur.2
Dini tecrübenin “erişilebilir tek kaynağı”nın ve harekete geçip aktığı ortamın
bilinç- dışı olduğunu öne süren Jung’a göre ise dindar insanı, “bilinç- dışından gelen
reaksiyonun doğrudan etkisi altında olan, genellikle bunu vicdanının işleyişi olarak
niteleyen ve kişisel varlığının temelini Tanrı ile ilişkisine dayandığını gayet net bir
şekilde bilen” insan olarak tanımlamaktadır.3
Onay’ı takip ederek söyleyecek olursak, insan ile Yüce Varlık arasındaki içsel
bağlantıya “inanç”, bu bağlantı çerçevesinde oluşan ilişkiler bütününe “din”, bunların
bireysel hayata yansımasına “dindarlık” olarak tanımlamak mümkündür.4 Bu tanıma
bakıldığında dindarlığın, sonlu olanın Sonsuz olanla ilişkisi ve bu münasebetten ortaya
çıkan tezahürler olduğunu söyleyebiliriz.
Freud dini ‘evrensel zorlayıcı bir nevroz, dindarlığı da bunun özel bir şekli’ olarak
tanımlamaktadır.5 Ona göre bütün dini doktrinler birer yanılsamadır. Oedipus
kompleksinden kaynaklanan din, insanlığın en eski, en güçlü ve en kaçınılmaz
arzusudur. Din, çocuksu bir yanılsama ve nevrotik bir vehimdir. Freud’a göre Tanrı fikri
de çocuktaki baba imajının bir yansıması, çocukluk döneminde karşılaştığı zorluk ve
felaketler karşısında geliştirdiği zihni bir savunma mekanizmasıdır.6
Spranger zihinsel yapısı sürekli olarak en yüksek ve mutlak manada tatmin edici
değer deneyiminin yaratılmasına dönük olan kimseleri dindar kimseler olarak
nitelendirmiştir.7
Kişinin yaşadığı toplum da onun dindarlığını etkilemektedir. Fert dini toplumdan
öğrenmekte, bilgiyi toplumdan almaktadır. İnancın oluşumunda çevrenin etkisi
yadsınamayacak ölçüdedir. Bireyin dini öğrenme, anlama, ibadet hayatına katılma
1 Yavuz, Kerim, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, DİB Yayınları, Ankara 1987, s. 35. 2 Yavuz, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, s. 35,36. 3 Memedoğlu, Kişilik ve Din, s. 33 4 Onay, A., Dindarlık, Etkileşim ve Değişim, dem Yayınları, İstanbul 2004, s. 17 5 Yavuz, Kerim, Psikanalizde İlk Dini Gelişmelerin Değeri, AÜİF Yayınları, Erzurum 1987, s. 30 6 Memedoğlu, Kişilik ve Din, s. 33. 7 Spranger, Eduard, İnsan Tipleri, İz Yayıncılık, İstanbul 2001, s. 278.
28
sürecinde çevrenin çok büyük tesiri vardır. Çünkü içinde yaşanılan toplum ve taklid
seviyesinde bile olsa yapılan ibadetler fertte din duygusunun ortaya çıkmasında ve
dindarlığın başlamasında önemli bir etken olmaktadır.1
İçinde yaşanılan toplumun dine yaklaşımı, dini yaşama şekli ferdi belirli ölçülerde
yönlendirici bir fonksiyona sahiptir. Toplumda dindarlık kişiden kişiye, gruptan gruba
veya çevreden bir başkasına ve hatta devirden devire önemli değişiklikler ve
çeşitlenmelere sahne olan dinamik ve hatta diyalektik bir olgu olarak varlığını
sürdürmektedir.2 Toplumda aynı dine inandıkları halde, farklı dindar tiplerin olmasının
sebebi, her insanın zekâ, yetenek, mizaç gibi genetik özelliklerinin farklı oluşuyla
birlikte, alınan din eğitimi doğrultusunda geliştirilen dini tutum, davranış, din anlayışı
ve algılamasının değişiklik göstermesine bağlanabilir.3 Toplumlar kendi içlerinde
yapıları itibariyle farklılaşmaktadırlar. Buna bağlı olarak toplumdan topluma da
dindarlık olgusu ile buna atfedilen değerler de değişmektedir. Böyle bir durumda ise
dindarlığın genel kabul görecek bir tanımını yapmak güçleşmektedir.
1.2.2. Çocukluk Dönemi Dini Duygu ve Düşünce Gelişimi
Çocukluk döneminde dini gelişim özelliklerini incelerken bebeklik, ilk çocukluk
ve son çocukluk olarak, bazı gelişim görevlerini göz önüne alarak şu şekilde
işleyebiliriz:
Çocuklar, dini kavramları, gelişim aşamalarına göre değerlendirirler ve öylece
ifade ederler. Allah ve ibadet kavramları, kavram gelişimine paralel olarak, somuttan
soyuta doğru ilerleyerek gelişir.
İlk çocuklukta düşünce antropomorfisttir. Bu genel düşünce yapısından dini
kavramlar da etkilenirler. Bu dönemde Allah, insani vasıfların tümünü taşıyan, çocuğun
görebileceği en yüce mekân olan gökyüzünde oturan, arkadaşları ve düşmanları olan,
genelde yaşlı olan bir dede olarak tasvir edilir. Ve ibadetler ilk aşamada büyüklerin
teveccühünü kazanmak için yapılan faaliyetler olarak gözlenir. Ancak 12 yaşından
itibaren çocuk Allah ile arasında bir iletişim kurabilecek zihni düzeye gelebilir.
Yine ilk çocuklukta düşüncenin sunileştirme özelliğinden dolayı çocuklar
tabiattaki varlıkların insanlar veya Allah tarafından yapıldığını sanırlar. Fakat Allah’ın
1 Memedoğlu, Kişilik ve Din, s. 34. 2 Günay, Ünver, Dindarlığın Sosyolojisi, Ü. Günay & C. Çelik (Ed.), Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi
içinde, Karahan Kitabevi Adana 2006, s. 9. 3 Taş, Kemaleddin, Dindarlığın Kriterleri Üzerine Tipolojik Bir Araştırma, , Ü. Günay & C. Çelik (Ed.),
Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi içinde, Karahan Kitabevi, Adana 2006, s. 178.
29
da büyük bir insan gibi tasavvur edildiğini göz önüne alırsak yaratıcı bir Allah’ın her
şeyi yoktan yarattığı inancı, bu düşünce özelliğinden dolayı, pek kavranır gibi
gözükmemektedir. Cennet bu dönemde bazen dünya küresi gibi bir küredir ve ölenler
füze gibi bir aletle oraya taşınır1
1.2.2.1. Son Çocukluk Dönemi (6- 12 yaş) Dini Duygu ve Düşünce Gelişimi
‘Çocukluk’ veya ‘son çocukluk’ çağı olarak da adlandırılan temel eğitim, yani
ilkokul dönemi, genellikle 6- 12 yaşlar arasıdır. Eğitimcileri tespitine göre ‘beş duyu’
dediğimiz; görme, işitme, dokunma, tat ve koku alma duyuları tamamlanmış
olmaktadır. Bir başka ifade ile çocuklar, okuma ve öğrenme için gerekli olan beş
duyuyu ve ayrıca bedeni, zihni, sosyal, ruhsal, hareki (psikomotor) vb. gelişimlerini
yeterince tamamlamışlar, artık kendilerine verilecek birtakım bilgileri almaya ve
öğrenerek benimsemeye hazır vaziyete gelmişler demektir. Bu yaşlardaki çocuklar artık
güçlük çekmeden ve rahatlıkla konuşabilirler. Birtakım hükümler verebilirler veya
verilen hükümlerden sonuçlar çıkarabilirler. Zihni fonksiyonlarını da oldukça gelişmiş
ve işlerlik kazanmıştır. Somuttan soyuta ve sürekli “entelektüel realizme” doğru bir
açılış içerisindedirler. 7.yaşına gelmiş çocuklar birtakım ferdi farklar da göstermeye
başlamışlardır. Çünkü bu yaş aynı zamanda temyiz döneminin başlangıcıdır. Artık
varlıkları rahatlıkla birbirlerinden ayırt edebildikleri gibi iyiyi kötüden, doğruyu
yanlıştan ayırt etme duygu ve kabiliyetine de sahip olmuştur demektir.2
Bu tespitler ışığında çocukların artık dini konularda da yeni bilgiler
öğrenebilecekleri veya ilk çocukluk dönemlerinde edindikleri bilgileri daha ileri
seviyede geliştirebileceklerini söyleyebiliriz. Her ne kadar çocukların soyut kavramların
geliştirilmesine yardımcı olan faktörlerden kas ve sinir sistemindeki gelişmeler daha
uzun süre devam edecek ise de 7 yaşından itibaren çocuklardaki Allah düşüncesi ve
tasavvuru bir hayli gelişmiştir. Bu yaştan itibaren çocuklar Allah’ın nasıl olduğunu
kendilerine göre tek kelimelik kısa ifadelerle izah edebilme başarısını
gösterebilmektedirler. En azından Allah’ın hem kendisinin hem yakınlarını ve hem de
varlıkların yaratıcı olduğunu ifade edebilmektedirler Keza bu dönemde çocuklar
Allah’ın“her yerde olduğunu ”ve yaptıkları “ her şeyi gördüğünü” ve kendileri ile
ilgilendiğini de düşünebilmektedir. Bundan dolayı denilebilir ki; “7 ile 10 yaşları
1 Mehmedoğlu, Yurdagül. Bir Eğitim Sorunu Olarak Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişimi. Ensar Neşriyat,
İstanbul 1998, s. 117. 2 Öcal, Mustafa, Din Eğitimi ve Öğretiminde Metodlar, TDV Yayınları, Ankara 1991, s. 90.
30
arasındaki yılar, çocukta ahlakın istikrarlı bir hal almasına yardım edecek olan çok derin
bir dini gelişmenin meydana geldiği yıllardır. 8- 9 yaşlarında çocuklar yavaş
yavaş“bütünden parçaya” doğru bir anlama ve kavrama yolunda gelişmeler gösterirler.
Çünkü ilk çocukluk yıllarından itibaren dinledikleri masallarla hikâyelerle hayal
âlemleri epeyce gelişmiştir. Toplumdan duyarak öğrendikleri batıl
inançlarla(hurafelere) ve mutlu tesadüflere inanmak da, bu dönem çocuklarının belirgin
özelliklerindendir. Bununla birlikte artık istikrar kazanmaya başlayan ahlakı duygular
gelişmesine yardımcı olur.1
Bütün bu gelişmeler boyunca, çocukları sürekli meşgul eden ve devamlı onların
meraklarını çeken, şüphesiz ki Allah kavramıdır. Her ne kadar çocuklar, konuşmaya ve
anlamaya başladıkları yıllardan itibaren Allah’ı duymuşlar ve O’nu düşünmeden ve
tereddüt etmeden kabul etmişlerse de, kavrama güçleri geliştikçe “Allah’ı anlama”
konusu sürekli canlılığını korumuştur. Hatta 12 yaşındaki çocuklarda bile genellikle
bunu kendine göre kesin bir çözüme bağlama isteğinde olanları vardır.2
Dini duygu, istek ve inanç bakımından kız-erkek çocuklar arasında duruma
bakıldığında; yapılan araştırmalarla bu dönemdeki kızların Allah’ı arayışları ve O’na
sığınma arzuları erkeklere oranla daha içten ve daha canlı tespit edilmiştir. Ayrıca
kızların, Allah’a inanma ihtiyacı bakımından içten gelen bir arayış ve derinliğe doğru
açılan bir duygusallıkla daha istekli oldukları da söylenebilir.3
1.2.2.2. Ergenlik Öncesi Dini Duygu ve Düşünce Gelişimi
Çocuk ilkokulu bitirip ortaokula geçmiş ergenliğin ilk basamaklarına gelmiştir.
11- 12. yaşlarından itibaren din ve dini konulardaki duygu ve düşünceler değişikliğe
uğrar. İç dünyasında yeni gelişmeler olur ve eski duygu ve düşünceler, yerlerini
gerçekçi olanlara terk etmeye başlar.4 Somut düşünmenin yerini soyut düşünme almaya
başlar. Bu dönemde çocukluktaki dini düşüncenin Allah tasavvurunun izleri henüz
kaybolmamıştır.5 Onun için bu dönemde gençler, her ne kadar Allah’ın manevi bir güç
kudret olduğunu düşünmeye başlamış olsalar da çocukluk döneminin düşünce ve
tasavvur şeklinden de tam anlamıyla sıyrılabilmiş değillerdir. Fakat bir müddet sonra bu
düşünce ve tasavvur şekli de geride kalır ve tamamen soyut düşünmeye doğru gelişme 1 Öcal, Din Eğitimi ve Öğretiminde Metodlar, s. 90. 2 Yavuz, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, s. 83. 3 Öcal, Din Eğitimi ve Öğretiminde Metodlar, s. 91. 4 Öcal, Din Eğitimi ve Öğretiminde Metodlar, s.137. 5 Hökelekli, Hayati, Ergenlik Çağı Gençlerin Dini Gelişimi, (Yayımlanmamış doktora tezi), Uludağ
Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Bursa 1983, s.105.
31
gösterirler. Nihayet öyle bir zaman gelir ki, gençlerin dini duygu ve düşünceleri şuur ve
irade seviyesine yükselerek, onların bütün kişiliklerini kontrolü altına alır. Böylece
erken yaşlardan itibaren var olan din duygusu ve ona bağlı heyecanların yerini,
ergenliğe yakın dönemlerde “dini uyanma” alır. Çünkü gerçek dini uyanışta, duyguya
eşlik eden ve dinin muhtevasına yönelmiş bir düşünce de vardır. 1
Kişiliklerinin gelişmesinde çocukluk çağlarındaki dini yetişmelerinin izleri
görülmekle birlikte, gençlerin yaratıcı dini gayelerinin tayini ve ilk olarak şuurlu
gelişimi ergenlik ya da ilk ergenlik çağında ortaya çıkar. Allah hakkındaki duygu ve
düşünceleri ise, korku ve ümit arasındadır. Onu yer yer korkulacak bir varlık olarak
algılarken, yer yer de sevilen ve saygı gösterilmesi gereken, rahmeti bol bir varlık
olarak benimserler ve güven duygusu içerisinde yaşarlar. Artık onlarda cennet,
cehennem, günah, sevap kavramları ve düşüncesi uyanmıştır. Kutsal gün ve gecelerde
ibadet etme arzuları artar. İbadet ve dua yaptıkça içleri huzurla dolar. Bu yaşlardaki
kızların dine ve dini konulara karşı ilgileri ilkokul kızlarında da olduğu gibi erkeklere
göre daha fazladır. 2
1.2.2.3. Ergenlikte Dini Duygu Düşünce Gelişimi
Dini hissin gelişiminde ergenlik dönemine kadar ciddi değişiklikler meydana
gelmemektedir. Gelişmenin bu döneminde ergen kişi ikinci elden kazandığı
alışkanlıkları bırakıp birinci elden alışkanlıklar kazanma yönünde bütün dini ve dini
olmayan tavırlarını değiştirmek için kendini zorlar. Artık o anne babasının kendisi için
düşünmesine izin vermeyecektir. Bu geçiş dönemi bazı örneklerde akıcı ve fark
edilemez bir şekilde gerçekleşmesine rağmen genellikle bu dönem bir isyan dönemidir.3
Çocukta dini hayat, duygusal bir düşünce özelliği içerisinde kendisini gösterir; o,
inandığı şeylerin derinine nüfuz etmeden, onları tam anlamıyla kavramadan dini bir
inanç besler. Bu, çocuktaki somut ve gerçek olaylar dünyası dışında kalan gerçeklikleri
algılamaya güç yetiremeyen bir zihin yapısının tabii sonucu olmaktadır. Ergenliğe yakın
yıllarda zihin ve düşünce hayatı gerek derinlik gerekse genişlik yönünden büyük
kapasite kazanır. 12–13 yaşlarında başlayan “soyut düşünme” kabiliyeti, okulun ve
toplum kültürü çerçevesindeki tecrübelerin yardımıyla ergeni, problem tahlilleri ve
yüksek seviyeli genellemeler yapmaya sevk eder. Düşünce bu dönemde “varsayımlı-
1 Hökelekli, Ergenlik Çağı Gençlerin Dini Gelişimi (Yayımlanmamış doktora tezi), s. 65. 2 Öcal, Din Eğitimi ve Öğretiminde Metodlar, s. 138. 3 Allport, Birey ve Dini, s. 51.
32
tümdengelimli” bir nitelik kazanır. Ergen, bir faraziyeye dayanarak, onun gerçeklikle
olan bağı ile uğraşmadan akıl yürütebilir. Ergenin zihni, duyular üstü bir alanda,
gerçeklikten ayrılmış işaretler üzerinde işlem yapabilir. Böylece yetişkinler seviyesinde
bir düşünce kapasitesine ulaşan ergen, bir taraftan içinde yaşadığı çevrenin ve dünyanın
sorunlarını, diğer taraftan çağlar boyu bütün insanlığı uğraştıran tabiatüstü, dini ve
metafizik konuları düşünmeye başlar. Böylece, çocuklukta idrak edilen fakat ifade
edilemeyen, âlemin rahatlığı tecrübesi içerisinde yaşanan dini iman, ergenlikte şuurlu
bir gelişime doğru yönelir. Şüphesiz dini şuurun uyanışı yalnızca zihin gelişimi ile
sınırlı bir olgu olmayıp, bütün bir ruhi yapının işleyişine bağlı olmaktadır. Bir yandan
da duygu ve heyecan hayatındaki gelişmelerin ayrı bir önemi vardır. Bu dönemde duygu
hassasiyeti ve kapasitesi de zirveye ulaşmaktadır. Bu durum bazı ruhi karışıklık ve
düzensizliklerin de sebebi olmaktadır. Ruhi yapının işleyiş düzenini bozan duygusal
karışıklıklar, aynı zamanda çocuklukta yaşanan fakat tam olarak dışa vurulamayan dini
duyguları da açık şuur seviyesine çıkartır. Bu durumda ergen kendisini çok farklı ve
duygusal olarak yoğun bir dünyanın içinde bulur. Ergen, anlam taşıyan bir bütünlük
içine yayıldığının şuuruna varır varmaz, dini bir arayış ve özlemle dünyaya yönelir.
Ruhun duygusal derinliğinden hız alan bu dini arzu ve arayış, zihin gelişiminin
yardımıyla şuurlu bir dini uyanışı hazırlar. Bu bakımdan, asıl anlaşılan ve kavranılan bir
dini hayat 12- 13 yaşlarında görülmeye başlar. Bu yaşlardan sonra yetişkinler
seviyesinde bir dini inanç ve anlayış gelmektedir. Onun için bu yaşlara “dini uyanış ve
gelişim” yaşları olarak bakılabilir.1
12 yaşına kadar çocuk, yetişkinlerin otorite ve anlayışını esas alan, yetişkinler
tarafından benimsenip uygulanan bir din şekline sahiptir. Çevrenin aşılamış olduğu dini
anlayış ve uygulamadan, kişisel olarak benimsenmiş din anlayışına geçiş erken bir
zamanda olmaz. Başlangıçta dini gelişme duygusal bir yoğunlukta kendisini gösterir.
Ruhi uyanış sebebiyle ergen kendisini yeni bir dünyanın eşiğinde bulur. Kendisini
çevreleyen şeyleri o artık basit bir şekilde görmez; kendisinde olup bitenlere karşı
şaşkınlık içerisindedir. Ergen, sanki kendisini sıkıştıran deruni bir kararsızlık
içerisindedir. Bu kararsızlık ve şaşkınlık ortamında, içgüdüsel olarak Allah’a yönelir.
Dini inanç ve değerler bir anda onun için büyük bir önem kazanırlar. Bunların ifade
ettikleri anlamları, ölümü, cennet ve cehennemi, kaderi, insanlar arası eşitsizlikleri ilk
olarak derinlemesine düşünmeye başlar.2
1 Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 268. 2 Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 269.
33
Erikson’a göre kişilik gelişiminde ergenlik dönemi çok önemlidir. Ergenlikte en
önemli değişim “kimlik karışıklığı” olarak adlandırdığı değişimdir. Ergenlerin
çocukluktan yetişkinliğe geçiş sürecinde kendisi ve gerçek kimliği konusundaki kaygı
ve arayışları onda ciddi sarsıntılara ve zaman zaman denetimlerini kaybetmelerine yol
açabilir. Erikson’a göre ergenler yeni bir kimlik kazanma mücadelesinde başkalarının
gözündeki kendileri ile, kendi gözündeki kendilerini karşılaştırırlar. Önceden
edindikleri rol ve becerileri yeni durumla nasıl bütünleştirecekleri en büyük sorunlarıdır.
Ergen çocukluktaki özdeşimlerini ve cinsi yönelimlerini, doğuştan getirdikleri
yetenekler ve toplum tarafından sunulan imkânlarla bütünleştirirler.1
Ergenlik çağı “dini uyanış” veya “dine dönüş” çağı olarak da nitelenebilir. Bu
dönem kişinin gerçeği ilk defa şuurlu, anlaşılır, açık-seçik anlamaya başladığı
dönemdir. Bu dönemde kazanılan yüksek sentezlere erişebilme gücü, gelişen ve
genişleyen duygu ve heyecanlar, ergende sağlam bir dünya görüşüne sahip olma
ihtiyacını ortaya çıkarır ve bu onun dine yönelişinde önemli görev icra eder.2
1.3. Kaygı
1.3.1. Kaygının Tanımı
Dış çevre olayları, duygu sürecinin başlamasına neden olurlar, ancak hangi duygu
halinin oluşacağını belirleme gücüne sahip değildirler. Sevinç; bize bir hediye
verilmesiyle, öfke; hakkımızın yenmesiyle, korku; başıboş gezen bir köpekle karşı
karşıya kalmamızla, hüzün ve çöküntü; sevdiğimiz birinin ölmesiyle, mutluluk; dünyaya
getirdiğimiz bir çocukla ilişkili olabilir.3
Olaylar duygu halleriyle ilişkilidirler, ancak bu, nedensel bir ilişki değildir.
Duygularımızın asıl kaynağı, olaylar hakkında yaptığımız yorumlar, değerlendirmeler,
iç konuşmalar ve onlara verdiğimiz anlamlardır.4
İnsanın temel duygularından birisi de kaygıdır. Çünkü her insan kendisi için
tehlikeli olarak algıladığı durumlar karşısında bir miktar kaygılanır. Mesela, sınavlar ve
cerrahi operasyonlar kişide belli oranda tedirginlik ve huzursuzluk meydana getirebilir.
Bu tür kaygılar genellikle kısa süreli ve geçicidir. Bu sebeple bunlara “süreksiz-
durumluk kaygı” adı verilmektedir. Kişinin gündelik yaşantısı içinde karşılaştığı pek
çok durumu genellikle stresli olarak algılaması ve yorumlaması ise “sürekli kaygı” 1 Memedoğlu, Kişilik ve Din, s. 89. 2 Memedoğlu, Kişilik ve Din, s. 89,90. 3 Özer, Kadir, Kaygı, Sistem Yayıncılık, İstanbul 2005, s. 3. 4 Özer, , Kaygı, s. 6.
34
olarak adlandırılmaktadır. Bu anlamda sürekli kaygı hali, “kişinin açık ve nesnel bir
tehlikeyle karşı karşıya olmadığı anlarda bile tedirginlik duyup mutsuzluk ve
huzursuzluk hissetmesi” şeklinde tanımlanabilir.1
Cüceloğlu ise kaygıyı “üzüntü, sıkıntı, korku, başarısızlık duygusu, acizlik, sonucu
bilememe ve yargılanma” olarak tanımlamıştır.2
Kaygı ile korku arasında nasıl bir ilişki ve farklılık olduğu meselesi
araştırmacıların önem verdiği konulardandır. Henüz üzerinde tam bir uzlaşma
olmamakla birlikte, kaygı; kaynağının belirsiz, sürenin uzun ve şiddetin zayıf olmasıyla
korkudan ayrılmaktadır. Yüksek kaygı düzeyine sahip insanlar, yolunda gitmeyen
işlerden dolayı hemen ve ciddi biçimde ruhsal çöküntü yaşamaya başlarlar. Gereksiz bir
şekilde yaşanması muhtemel olan ve olmayan pek çok hususta endişelenirler. Bu
kişilerde aşırı gerginlik, tedirgin bir bekleyiş ve dikkat dağınıklığı gibi psikolojik
belirtiler sıklıkla görülür. Kaygı düzeyi düşük olanlar ise sakin ve huzurludur. Bunlar,
mantık dışı korku ve kaygılara karşı genellikle dirençlidirler. Çünkü normal düzeyde
kaygı hali ferdi harekete geçiricidir. Başka bir deyişle, patolojik bir durum kazanmayan
kaygı, insanda belirli düzeyde stres oluşturmakta, bu da ona mücadele gücü
vermektedir. Ancak bireyin baş edemeyeceği düzeyde aşırı kaygı ve stres yaşamaya
başlaması, onun düşünme ve harekete geçme kabiliyetini zayıflatıcı olabilmektedir.3
1.3.2. Kaygının Nedenleri
İnsanda kaygı oluşturan çok çeşitli nedenler vardır. Bu nedenleri şu şekilde
sıralayabiliriz: Birincisi; insanın ölümlü bir varlık olması; hatta sadece kendisinin değil,
en çok sevdiği ve değer verdiği kişilerin de ölümlü olmalarıdır. İkincisi, insanın
yaşamını etkileyecek kararlı bilinçli bir şekilde alma ve zorunlu olarak bunların
sonuçlarına katlanma durumunda kalmasıdır. Üçüncüsü ise, bireyin anlamsızlıkla karşı
karşıya kalması, yani her şeyin bir anda değersizleşebileceği şeklinde bir tehdide sürekli
açık olmasıdır. Şu halde insanın gerek ölümlü olduğu, gerekse çok önem verdiği
şeylerin verdiği şeylerin ciddi bir tehdit altında bulunduğu duygu ve düşüncesinden
beslenen duygu hali bireyin hayatına anlam katan değerler kayboldukça patolojik bir
durum kazanabilir.4
Cüceloğlu ise kaygının nedenlerini şu şekilde sıralamıştır: 1 Yapıcı, Ruh Sağlığı ve Din, s. 106. 2 Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 276. 3 Yapıcı, Ruh Sağlığı ve Din, s. 106. 4 Yapıcı, Ruh Sağlığı ve Din, s. 107.
35
Desteğin çekilmesi: Alışılagelmiş çevrenin ortadan kalktığı durumlarda insanlar
kaygı duyarlar. Örneğin; bir kimsenin anne, baba, kardeşine, evdeki odasına,
komşularına, arkadaşlarına alışmışken ve bunlar yaşamının bir parçasıyken, birdenbire
kendisini yabancı bir şehirde, yabancı bir evde, aile, akraba, arkadaş ve tanıdıklarının
hepsinden uzakta bulması, kişide kaygıya sebep olur.
Olumsuz bir sonucu beklemek: pek hazırlanmadan sınava girme gibi olumsuz
sonuçların ortaya çıkacağı durumlarda insanlar kaygılanır.
İç çelişki: İnanılan ve önem verilen bir fikirle, yapılan bir davranış arasında bir
çelişki ortaya çıktığı zaman kaygı duyulur. Örneğin; nükleer silahların insanlığı yok
edecek tehlikeli bir gelişme içinde olduğuna inanan birey, bu silahların geliştirildiği bir
laboratuarda çalışmak zorunda kalırsa, kendisini sürekli bir tedirginlik ve kaygı
içerisinde bulur.
Belirsizlik: Gelecekte ne olacağını bilmemek insanlar için en belli başlı kaygı
nedenlerinden biridir.1
1.3.3 Dindarlıkla Kaygılı Olma Arasındaki İlişki
Dindarlık ile kaygılı olma arasındaki ilişkiyi inceleyen pek çok empirik araştırma
mevcuttur. Kayıklık tarafından orta yaşlı olanlar ve yaşlılar üzerinde ele alınan
çalışmanın verilerine göre, dinin kendisi için çok önemli olduğunu ifade eden bireylerin
ölüm kaygısının, dinin kendisi için önemli olduğunu söyleyenlere göre daha aşağı
düzeyde olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Yine aynı çalışmada cinsiyet değişkeni göz
önüne alındığında, kadınların erkeklere göre ölüm kaygısı daha yüksek çıkmıştır.2
Dindarlık ile kaygılı olma arsındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalar sadece ölüm
kaygısı ile sınırlı değildir. Genel anlamda dindarlık ile kaygı arasındaki ilişki üzerine
yapılan birçok çalışma mevcuttur. Bu çalışmalardan elde edilen bulgulara göre, stres ve
kaygı düzeyi en düşük olanların hem tam dindar hem de inançsızlar arasında daha çok
olduğunu ortaya koyar niteliktedir. Burada doğrusal olmayan eğrisel bir ilişkiden söz
etmek mümkündür. Yapılan bazı çalışmalara dindarlık kaygı ve stresi azaltırken
bazılarına göre arttırmaktadır, yani burada dindarlık ve kaygı arasındaki ilişkinin
karmaşık bir yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Fakat eldeki bilgilerden genel bir
sonuç çıkarılacak olursa, dindarlığın kaygıyı azaltmada faydalı olduğu neticesine
1 Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 276. 2 Kayıklık, Orta Yaş ve Yaşlılıkta Dinsel Eğilimler, s. 215.
36
ulaşılabilir.1 Tabi burada şunu da unutmamak gerekir, dindarlık ile kaygı arasında
anlamlı bir ilişki çıkmayabilir de.
Yapılan çalışmalardan elde edilen sonuçlara bakıldığında, dindarlık ile kaygı
arasındaki ilişkinin tek yönlü ve doğrusal olmadığı ortaya çıkmaktadır. İnancın insana
güven verdiği, manevi destek sağladığı düşünülürse, dindarlık ve kaygı arasında ters
yönlü bir ilişkinin varlığından da söz edilebilir. Bütün bu neticeler araştırmanın
yapıldığı örneklem grubunun çeşitli özelliklerinden kaynaklanabileceği gibi, dindarlık
ile kaygının tanımlanma biçimlerinden de kaynaklanmış olabilir.
1 Yapıcı, Ruh Sağlığı ve Din, s. 113.
37
II. BÖLÜM
ARAŞTIRMA
2.1. Problem
Dinsel hayatın çeşitli değişkenlerle ilişkisini araştırmak din psikolojisinin ilgi
duyduğu konular arasındadır. Bu araştırmanın problemi, dindarlık ile kaygı arasında
nasıl bir ilişkinin olduğunu tespite yöneliktir. Ayrıca dindarlık ile öğrenim düzeyi,
cinsiyet, anne babanın tahsil durumu arasındaki ilişki de bu araştırmanın problemini
oluşturmaktadır.
2.2. Amaç
Bu araştırma ile ilköğretim çağındaki ( 4.-8.sınıflar) çocukların dinsel hayatı ile
kaygı arasındaki ilişkiye yönelik bir değerlendirme yapılmaya çalışılacaktır. Onlarda
dinsel hayat ile kaygı arasında bir ilişki varsa bunun nasıl bir ilişki olduğunu ortaya
koymak ya da bu kavramlar arasında bir ilişki söz konusu değilse, bunun nedenlerini
araştırıp bulmaya çalışmak araştırmamızın amaçları arasında yer almaktadır.
2.3. Önem
Din psikolojisi, bireyin din ile ilgili olan duygu, düşünce ve davranışlarını bilimsel
olarak inceleyen bir bilim dalıdır. İşte bu din ile ilgili olan yaşayış, yani dinsel yaşayış,
din psikolojisinin temel araştırma alanıdır. Dinsel yaşayış ile ilgili Türkiye’de
araştırmalar yapılmaktadır. Daha önce yapılan araştırmaların bir devamı niteliğinde
olacak olan bu araştırma ise, ilköğretim çağındaki ( 4.-8. sınıflar) çocukların dinsel
hayatı ile kaygı arasındaki ilişkiye ışık tutmak amacındadır.
Çalışmanın, araştırmayı yapan araştırmacıya ve konuyla ilgilenenlere katkı
sağlayacağı görüşündeyiz.
2.4. Yöntem, Evren ve Örneklem
Araştırmanın evreni, Adana ilinin Seyhan ilçesinde okuyan öğrencilerdir.
Araştırmanın örneklemi ise, Yeşilyuva İlköğretim Okulu’ndan tesadüf yöntemi ile
seçilmiş 152 kişiden oluşmaktadır.
38
Örneklemin belirlenmesinde değişik yöntemler izlenmiştir. Öğrenciler
belirlenirken belirli öğrenciler tespit edilmemiştir. Öğrenci seçimi şans esasına
dayanarak yapılmıştır. Araştırmaya 4., 5., 6., 7. ve 8. sınıf öğrencileri dahil edilmiştir.
Araştırmamıza katılan deneklerin 77’si kız, 75’i erkek öğrenciden oluşmaktadır.
Bunlardan30’u 4. sınıf, 33’ü 5. sınıf, 32’si 6. sınıf, 29’u 7. sınıf, 28‘i 8. sınıf
öğrencisidir.
2.5. Veri Toplam Araçları ve Analiz Teknikleri
Araştırmamızda kullandığımız soru kâğıdı iki kısımdan oluşmaktadır. Çocukların
demografik bilgilerini içeren sorularla birlikte bağımsız değişken olarak onların dinsel
tutum ve davranışlarını belirlemeye yönelik çeşitli sorular, birinci kısımda ele
alınmaktadır. İkinci kısımda ise farklı örnekler kullanılmıştır. Bunlar:
Çalışmamızda Kayıklık tarafından geliştirilen ve kullanılmış olan Dinsel Yaşayış
Ölçeği ( DYÖ) kullanılmıştır.1 DYÖ’ nin inanç boyutu 11, ahlak boyutu 5 maddeden
meydana gelmektedir. İnanç boyutu, katılıyorum (3), kararsızım (2), katılmıyorum(1)
biçiminde üç seçenekle kodlanmakta ve en düşük 11, en yüksek 33 puan
alınabilmektedir.
Ölçeğin ahlak boyutu, 5 maddeden oluşmaktadır. Bu 5 madde, her zaman (4),
çoğu zaman (3), bazen (2), hiç (1) biçimde kodlanabilmektedir. Dinsel yaşayış ölçeğinin
ahlak boyutundan alınan puanlar 5- 20 arasında değişebilmektedir.
DYÖ’ nin tamamında ise, en düşük 22, en yüksek ise 77 puan alınabilmektedir. 20
maddeden oluşan likert tipi kaygı ölçeği araştırmamızda kullanılmıştır.
Çalışmamızda denencelerimizi test etmeye uygun olarak tek yönlü varyans analizi
(ANOVA) kullanılmıştır.2
2.6. Araştırmanın Denenceleri
Denence 1: Cinsiyetle ilgili denenceler 1a) Dinsel yaşayışın inanç boyutunda cinsiyete göre farklılık ortaya çıkmayacaktır 1b) Dinsel yaşayışın ahlak boyutu, cinsiyete göre farklılaşır. Kızların ahlak puanı erkeklerden daha yüksektir.
1 Kayıklık, Orta Yaş ve Yaşlılıkta Dinsel Eğilimler, s. 117. 2 Verilerin girilmesinde ve çözümlenmesinde SPSS for Windows 11.00 istatistik paket programı
kullanılmıştır.
39
1c) Dinsel yaşayışın ibadet boyutu, cinsiyete göre farklılaşır. Kızların ibadet puanı erkeklerden daha yüksektir. 1d) Dinsel yaşayış ile kaygı arasında cinsiyete göre farklılık olacaktır. Erkeklerin kaygı puanı kızlarındakinden daha düşüktür. Denence 2 : Anne-babanın tahsil durumu ile ilgili denenceler 2a) Annenin tahsil durumu yükseldikçe, çocuklardaki inanç puanı yükselir. 2b) Annenin tahsil durumu yükseldikçe, çocuklardaki ahlak puanı yükselir. 2c) Annenin tahsil durumu yükseldikçe, çocuklardaki ibadet puanı yükselir. 2d) Annenin tahsil durumu yükseldikçe, çocuklardaki kaygı puanı düşer. 2e) Babanın tahsil durumu yükseldikçe, çocuklardaki inanç puanı düşer. 2f) Babanın tahsil durumu yükseldikçe, çocuklardaki ahlak puanı düşer. 2g) Babanın tahsil durumu yükseldikçe, çocuklardaki ibadet puanı düşer. 2h) Babanın tahsil durumu yükseldikçe, çocuklardaki kaygı puanı yükselir. Denence 3:Çocukların öğrenim düzeyi ile ilgili denence 3a) İnanç puanında sınıflara göre farklılaşma ortaya çıkmayacaktır. 3b) Ahlak puanında sınıflara göre farklılaşma ortaya çıkacaktır. Deneklerin sınıfları yükseldikçe ahlak puanı düşecektir. 3c) İbadet puanında sınıflara göre farklılaşma ortaya çıkacaktır. 3d) Kaygı puanında sınıflara göre farklılaşma ortaya çıkacaktır. Deneklerin sınıfları yükseldikçe kaygı puanı yükselecektir. Denence 4: Dindarlık ile kaygı arasındaki ilişkiye yönelik denence 4a) Dindarlık ile kaygı arasında anlamlı bir ilişki ortaya çıkmayacaktır.
40
III. BÖLÜM
BULGULAR ve TARTIŞMA
3.1. Bulgular
3.1.1.Cinsiyete Göre Dinsel Hayat ve Kaygı Dinsel yaşayışın inanç, ahlak ve ibadet boyutlarıyla, durumluk kaygı düzeyinin
cinsiyete göre farklılaşıp farklılaşmadığına bakıldığında şu bulgulara ulaşılmaktadır:
Tablo 1: Cinsiyet İle İnanç Arasındaki Farka İlişkin t Testi
Cinsiyet Sayı Ortalama
Puan
Standart
Sapma
Serbestlik
Derecesi
t P
Kız 77 32.66 1.11 150 .048 .962
Erkek 75 32.55 1.21
Tablo 1’e bakıldığında kızların ve erkeklerin DYÖ’ nin inanç boyutundan aldığı
ortalama puanların birbirine çok yakın olduğu görülmektedir. Kızların ortalama inanç
puanı 32.66 olarak görülürken, erkeklerin ortalama puanları 32.55 olarak görülmektedir.
Kızların ortalama inanç puanları, erkeklerin ortalama inanç puanlarına göre çok az bir
yükseklik göstermekle beraber, bu farklılaşma istatistiksel olarak anlamlılık düzeyine
ulaşmamıştır (p>.05).
Tablo 2: Cinsiyet İle Ahlak Arasındaki Farka İlişkin t Testi
Cinsiyet Sayı Ortalama Puan Standart
Sapma
Serbestlik
Derecesi
t P
Kız 77 18.90 1.59 150 .684 .495
Erkek 75 18.69 2.05
Tablo 2’ye bakıldığında, DYÖ’ nin ahlak boyutunda kızların ortalama 18.90,
erkeklerin ise 18.69 puan aldıkları görülmektedir. Buna göre, kızlar, ahlaksal bakımdan
erkeklerden yüksek puana sahiptirler. Ama bu puan farkı istatistiksel olarak anlamlılık
düzeyine ulaşmamaktadır (p>.05).
41
Tablo 3: Cinsiyet İle İbadet Arasındaki Farka İlişkin t Testi
Cinsiyet Sayı Ortalama Puan Standart
Sapma
Serbestlik
Derecesi
t P
Kız 77 18.60 3.70 150 -1.192 .235
Erkek 75 19.31 3.64
Tablo 3’e bakıldığında, DYÖ’ nin ibadet boyutundan kızların ortalama 18.60,
erkeklerinse ortalama 19.31 puan aldıkları görülmektedir. Buna göre erkeklerin ibadet
bakımından kızlardan biraz daha yüksek puan aldıkları görülmektedir. Fakat bu puan
farklılığı istatistiksel olarak anlamlılık düzeyine ulaşmamaktadır (p>.05).
Tablo 4: Cinsiyet İle Kaygı Arasındaki Farka İlişkin t Testi
Cinsiyet Sayı Ortalama
Puan
Standart
Sapma
Serbestlik
Derecesi
t P
Kız 77 55.91 5.18 149 3.491 .001
Erkek 74 52.56 5.90
Tablo 4 incelendiğinde kızların ortalama kaygı puanı 55.91, erkeklerin ortalama
puanının ise 52.56 olduğu görülmektedir. Buna göre kızlar kaygı bakımından
erkeklerden daha yüksek puana sahiptirler ve bu puan farklılığı istatistiksel olarak
anlamlılık düzeyine ulaşmaktadır (p<.05).
3.1.2. Ebeveynin Tahsil Durumuna Göre Dinsel Hayat ve Kaygı
Dinsel yaşayışın inanç, ahlak ve ibadet boyutlarıyla, durumluk kaygı düzeyinin
ebeveynlerin öğrenim durumuna göre farklılaşıp farklılaşmadığına bakıldığında şu
bulgulara ulaşılmaktadır:
42
Tablo 5: Deneklerin Annelerinin Öğrenim Durumuna Göre İnanç Düzeyleri
Öğrenim Düzeyi Sayı Ortalama Puan Standart Sapma
Hiç Okula Gitmemiş 34 32.52 1.58
İlkokul Mezunu 90 32.64 1.13
Ortaokul Mezunu 23 32.83 1.39
Lise Mezunu 3 33.00 .00
Üniversite Mezunu 2 33.00 .00
Toplam 152 32.66 1.16
Tek Yönlü ANOVA
Varyansın
Kaynağı
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Kareler
Ortalaması
F P
Gruplar Arası 1.813 4 .453 .33 .856
Gruplar İçi 200.397 147 1.363
Toplam 202.211 151
Tek yönlü ANOVA sonuçlarına göre deneklerin ortalama puanlarına bakıldığında
annesi hiç okula gitmemiş olanların 32.52, annesi ilkokul mezunu olanların 32.64,
annesi ortaokul mezunu olanların 32.83, annesi lise mezunu olanların 33.00, annesi
üniversite mezunu olanların ise 33,00 puan aldıkları görülmektedir. Denence 2-a’ da
öne sürdüğümüz tahsil durumunun yükselmesiyle inanç düzeyi yükselmiştir. Fakat
puanların birbirine çok yakın olmasından dolayı bu yükseklik istatistiksel olarak anlam
kazanmamıştır(p>.05).
Tablo 6: Deneklerin Annelerinin Öğrenim Durumuna Göre Ahlak Düzeyleri
Öğrenim Düzeyi Sayı Ortalama Puan Standart Sapma
Hiç Okula Gitmemiş 34 18.24 1.74
İlkokul Mezunu 90 18.91 1.86
Ortaokul Mezunu 23 19.04 1.89
Lise Mezunu 3 19.67 .58
Üniversite Mezunu 2 19.00 .00
Toplam 152 18.80 1.82
43
Tek Yönlü ANOVA
Varyansın
Kaynağı
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Kareler
Ortalaması
F P
Gruplar Arası 15.648 4 3.912 1.181 .322
Gruplar İçi 487.030 147 3.313
Toplam 502.678 151
Tablo 6’ya bakıldığında DYÖ’ nin ahlak boyutunda çok küçük farklılıklar
bulunmaktadır. Annesi hiç okula gitmemiş olan denekler 18.24, annesi ilkokul mezunu
denekler 18.91, annesi ortaokul mezunu denekler 19.04, annesi lise mezunu denekler
19.67, annesi üniversite mezunu denekler ise 19.00 puan almışlardır. Tek yönlü
ANOVA analizine bakıldığında bu çok küçük farklılığın anlamlılık düzeyine ulaşmadığı
görülmektedir (p>.05).
Tablo 7: Deneklerin Annelerinin Öğrenim Durumuna Göre İbadet Düzeyleri
Öğrenim Düzeyi Sayı Ortalama Puan Standart Sapma
Hiç Okula Gitmemiş 34 18.74 3.78
İlkokul Mezunu 90 19.51 3.47
Ortaokul Mezunu 23 17.40 3.93
Lise Mezunu 3 16.67 5.03
Üniversite Mezunu 2 18.50 2.12
Toplam 152 18.95 3.68
Tek Yönlü ANOVA
Varyansın
Kaynağı
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Kareler
Ortalaması
F P
Gruplar Arası 101.827 4 25.457 1.933 .108
Gruplar İçi 1935.751 147 13.168
Toplam 2037.579 151
Tablo 7’ye bakıldığında deneklerin annelerin öğrenim düzeylerine göre aldıkları
ibadet puanları küçükten büyüğe doğru şöyle sıralanmaktadır: Lise mezunu 16.67,
44
ortaokul mezunu 17.40, üniversite mezunu 18.50, hiç okula gitmemiş 18.74, ilkokul
mezunu 19.51. Bu puanlara bakıldığında deneklerin ortalama ibadet puanlarında küçük
farklılıklar görülmekle birlikte tek yönlü ANOVA analizinde istatistiksel anlamda
farklılaşmanın olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır (p>.05). Denekler öğrenim
düzeylerine göre gruplara ayrıldığında, ibadet puanı bakımından farklılaşmanın
olmaması, eğitim düzeyinin ibadet bakımından bireyleri etkilemediği biçiminde
yorumlanabilir.
Tablo 8: Deneklerin Annelerinin Öğrenim Durumuna Göre Kaygı Düzeyleri
Öğrenim Düzeyi Sayı Ortalama Puan Standart Sapma
Hiç Okula Gitmemiş 34 54.94 6.88
İlkokul Mezunu 90 54.46 5.60
Ortaokul Mezunu 22 53.82 4.87
Lise Mezunu 3 49.00 2.00
Üniversite Mezunu 2 54.50 .71
Toplam 151 54.36 5.75
Tek Yönlü ANOVA
Varyansın
Kaynağı
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Kareler
Ortalaması
F P
Gruplar Arası 104.990 4 26.247 .789 .534
Gruplar İçi 4853.977 146 33.246
Toplam 4958.967 150
Tablo 8’deki verilere göre, kaygı düzeyi en yüksek olanlar anneleri hiç okula
gitmemiş olan deneklerdir (ort: 54.94). Bunu ise sırayla; annesi üniversite mezunu olan
denekler (ort: 54.50), annesi ilkokul mezunu olanlar (ort: 54.46), annesi ortaokul
mezunu olanlar (ort: 53.82) ve annesi lise mezunu olanlar (ort: 49.00) öğrenciler takip
etmektedir. Görüldüğü üzere deneklerin kaygı puanları, annelerinin öğrenim düzeyine
göre farklılaşmamaktadır (p>.05).
45
Tablo 9: Deneklerin Babalarının Öğrenim Durumuna Göre İnanç Düzeyleri
Öğrenim Düzeyi Sayı Ortalama Puan Standart Sapma
Hiç Okula Gitmemiş 5 33.00 .00
İlkokul Mezunu 88 32.72 1.04
Ortaokul Mezunu 41 32.54 1.45
Lise Mezunu 15 32.47 1.25
Üniversite Mezunu 3 33.00 .00
Toplam 152 32.66 1.16
Tek Yönlü ANOVA
Varyansın
Kaynağı
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Kareler
Ortalaması
F P
Gruplar Arası 2.384 4 .596 .439 .781
Gruplar İçi 199.826 147 1.359
Toplam 202.211 151
Tek yönlü ANOVA sonuçlarına göre, tablo 9’a bakıldığında dinsel yaşayışın inanç
boyutundan alınan puanların birbirine çok yakın olduğu görülmektedir. Babası hiç okula
gitmemiş olan deneklerin 33.00, babası ilkokul mezunu olanların 32.72, babası ortaokul
mezunu olanların 32.54, babası lise mezunu olanların 32.47 ve babası üniversite
mezunu olanların ise 33.00 puan aldıkları görülmektedir. Deneklerin babalarının
öğrenim düzeyine göre gruplara ayrıldığında, deneklerin ortalama inanç puanları
bakımından farklılaşmadığı görülmektedir (p>.05).Bu da öğrencilerin babalarının
öğrenim düzeyinin, inanç bakımından öğrencileri etkilemediği biçiminde
yorumlanabilir.
46
Tablo 10: Deneklerin Babalarının Öğrenim Durumuna Göre Ahlak Düzeyleri
Öğrenim Düzeyi Sayı Ortalama Puan Standart Sapma
Hiç Okula Gitmemiş 5 18.40 .89
İlkokul Mezunu 88 18.80 1.88
Ortaokul Mezunu 41 18.90 1.55
Lise Mezunu 15 18.93 2.05
Üniversite Mezunu 3 17.33 3.79
Toplam 152 18.80 1.82
Tek Yönlü ANOVA
Varyansın
Kaynağı
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Kareler
Ortalaması
F P
Gruplar Arası 7.950 4 1.987 .591 .670
Gruplar İçi 494.728 147 3.365
Toplam 502.678 151
Tablo 10’a bakıldığında, DYÖ’ nin ahlak boyutundan alınan puanlarda büyükten
küçüğe doğru şöyle sıralanmaktadır. Babası lise mezunu olanlar 18.93, babası ortaokul
mezunu olanlar 18.90, babası ilkokul mezunu olanlar 18.80, babası hiç okula gitmemiş
olanlar 18.40 ve babası üniversite mezunu olanlar ise; 17.33 puan almışlardır. Fakat
yapılan tek yönlü ANOVA analizi, söz konusu bu kısmi farklılaşmanın anlamlılık
düzeyine ulaşmadığını ortaya koymaktadır (p>.05). Denekleri babalarının öğrenim
düzeylerine göre gruplara ayırdığımızda, ahlak puanı bakımından farklılaşmanın
olmaması, öğrenim düzeyinin ahlak bakımından bireyleri etkilemediği biçiminde
yorumlanabilir.
47
Tablo 11: Deneklerin Babalarının Öğrenim Durumuna Göre İbadet Düzeyleri
Öğrenim Düzeyi Sayı Ortalama Puan Standart Sapma
Hiç Okula Gitmemiş 5 21.40 2.80
İlkokul Mezunu 88 19.08 3.73
Ortaokul Mezunu 41 19.00 3.76
Lise Mezunu 15 16.93 2.79
Üniversite Mezunu 3 20.33 3.51
Toplam 152 18.95 3.67
Tek Yönlü ANOVA
Varyansın
Kaynağı
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Kareler
Ortalaması
F P
Gruplar Arası 98.336 4 24.584 1.864 .120
Gruplar İçi 1939.243 147 13.192
Toplam 2037.579 151
Tablo 11’e bakıldığında ibadet puanları küçükten büyüğe doğru şöyle
sıralanmaktadır: Babası lise mezunu olanlar 16.93, ortaokul mezunu olanlar 19.00,
babası ilkokul mezunu olanlar 19.08, üniversite mezunu olanlar ise 20.33’tür. Hiç okula
gitmemiş olanlara gelince 21.40 puan aldıkları görülmektedir. Bu puanlara bakıldığında
deneklerin babaların tahsil durumuna göre ortalama ibadet puanlarında küçük
farklılıklar görülmekle birlikte tek yönlü ANOVA analizinde istatistiksel anlamda
farklılaşmanın olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır (p>.05). Deneklerin ortalama ibadet
puanını, babalarının öğrenim düzeyi etkilememektedir.
48
Tablo 12: Deneklerin Babalarının Öğrenim Durumuna Göre Kaygı Düzeyleri
Öğrenim Düzeyi Sayı Ortalama Puan Standart Sapma
Hiç Okula Gitmemiş 5 49.60 5.68
İlkokul Mezunu 87 54.60 6.04
Ortaokul Mezunu 41 54.47 4.51
Lise Mezunu 15 53.73 6.23
Üniversite Mezunu 3 57.33 9.71
Toplam 151 54.36 5.75
Tek Yönlü ANOVA
Varyansın
Kaynağı
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Kareler
Ortalaması
F P
Gruplar Arası 151.052 4 37.763 1.147 .337
Gruplar İçi 4807,915 146 32.931
Toplam 4958.967 150
Tabloda da görüldüğü gibi ortalama puanlarda farklılıklar bulunmakla beraber bu
farklılıkların istatistiksel olarak anlam kazanmadığı sonucuna ulaşılmaktadır (p>.05).
Tabloya göre deneklerin babalarının tahsil durumuna göre ortalama kaygı puanları
büyükten küçüğe doğru şöyle sıralanmaktadır: babası üniversite mezunu olan denekler
57.33, babası ilkokul mezunu olanlar 54.60, babası ortaokul mezunu olanlar 54.47,
babası lise mezunu olanlar 53.73, babası hiç okula gitmemiş olanlar 49.00. Bu puanlara
bakıldığında deneklerin babaların tahsil durumuna göre ortalama kaygı puanlarında
küçük farklılıklar görülmekle birlikte tek yönlü ANOVA analizinde istatistiksel
anlamda farklılaşmanın olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır (p>.05). Deneklerin ortalama
kaygı puanını, babalarının öğrenim düzeyi etkilememektedir.
3.1.3. Öğrencilerin Öğrenim Gördükleri Sınıflara Göre Dinsel Hayat ve Kaygı
Dinsel yaşayışın inanç, ahlak ve ibadet boyutlarıyla, durumluk kaygı düzeyinin
öğrencilerin öğrenim gördükleri sınıflara göre farklılaşıp farklılaşmadığına bakıldığında
şu bulgulara ulaşılmaktadır:
49
Tablo 13: Sınıflara Göre Deneklerin Dini İnanç Düzeyleri
Öğrenim Düzeyi Sayı Ortalama Puan Standart Sapma
4. Sınıflar 30 32.37 1.48
5. Sınıflar 33 32.58 1.28
6. Sınıflar 32 32.71 .77
7. Sınıflar 29 32.93 .26
8. Sınıflar 28 32.71 1.51
Toplam 152 32.66 1.16
Tek Yönlü ANOVA
Varyansın
Kaynağı
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Kareler
Ortalaması
F P
Gruplar Arası 5.138 4 1.285 .958 .432
Gruplar İçi 197.072 147 1.341
Toplam 202.211 151
Tablo 13’e bakıldığında tek yönlü ANOVA sonuçlarına göre farklılaşma
görülmemektedir (p>.05). Öğrencilerin öğrenim gördükleri sınıflara göre dinsel
yaşayışın inanç boyutundan aldıkları puanlar şöyledir; 4. sınıflar 18.73, 5. sınıflar 18.70,
6. sınıflar 19.09, 7. sınıflar 19.03 ve 8. sınıflar ise 18.39’dur. Denekler öğrenim
düzeyine göre gruplara ayrıldığında, inanç puanı bakımından farklılaşmanın olmaması,
eğitim düzeyinin inanç bakımından bireyleri etkilemediği biçiminde yorumlanabilir.
50
Tablo 14: Sınıflara Göre Deneklerin Ahlak Düzeyleri
Öğrenim Düzeyi Sayı Ortalama Puan Standart Sapma
4. Sınıflar 30 18.73 1.93
5. Sınıflar 33 18.70 1.90
6. Sınıflar 32 19.09 1.25
7. Sınıflar 29 19.03 1.05
8. Sınıflar 28 18.39 2.66
Toplam 152 18.80 1.82
Tek Yönlü ANOVA
Varyansın
Kaynağı
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Kareler
Ortalaması
F P
Gruplar Arası 9.478 4 2.370 .706 .589
Gruplar İçi 493.199 147 3.355
Toplam 502.678 151
Tablo 14’e bakıldığında DYÖ’ nin ahlak boyutundan alınan puanlarda küçük
farklılıklar bulunmaktadır. Alınan puanlar küçükten büyüğe doğru şöyle
sıralanmaktadır: 8. sınıflar 18.39, 5. sınıflar 18.70, 4. sınıflar 18.73, 7. sınıflar 19.03, 6.
sınıflar ise 19.09’dur. Yapılan tek yönlü ANOVA analizi, söz konusu bu kısmi
farklılaşmanın anlamlılık düzeyine ulaşmadığını göstermektedir (p>.05).
Tablo 15: Sınıflara Göre Deneklerin İbadet Düzeyleri
Öğrenim Düzeyi Sayı Ortalama Puan Standart Sapma
4. Sınıflar 30 18.50 3.85
5. Sınıflar 33 19.67 3.08
6. Sınıflar 32 20.31 3.24
7. Sınıflar 29 18.48 4.14
8. Sınıflar 28 17.50 3.61
Toplam 152 18.95 3.67
51
Tek Yönlü ANOVA
Varyansın
Kaynağı
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Kareler
Ortalaması
F P
Gruplar Arası 147.629 4 36.907 2.871 .025
Gruplar İçi 1889.950 147 12.857
Toplam 2037.579 151
Tablo 15’e bakıldığında 4. sınıfa giden denekler 18.50; 5.sınıflar 19.67; 6.sınıflar
20.31; 7.sınıflar 18.48; 8.sınıflar ise 18.95 ortalama ibadet puanı almıştır. Tek yönlü
ANOVA’ ya göre anlamlı bir farklılaşma vardır (p<.05). Post hoc (scheffe) analizi bu
farklılığın 6. sınıflar ile 8. sınıflar arasında olduğunu göstermektedir.
Tablo 16: Sınıflara Göre Deneklerin Kaygı Düzeyleri
Öğrenim Düzeyi Sayı Ortalama Puan Standart Sapma
4. Sınıflar 30 55.83 5.41
5. Sınıflar 33 53.48 4.70
6. Sınıflar 32 54.16 6.77
7. Sınıflar 29 54.10 6.50
8. Sınıflar 27 54.33 5.20
Toplam 151 54.36 5.75
Tek Yönlü ANOVA
Varyansın
Kaynağı
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Kareler
Ortalaması
F P
Gruplar Arası 93.649 4 23.412 .703 .591
Gruplar İçi 4865.317 146 33.324
Toplam 4958.967 150
Tablo 16’ya bakıldığında ortalama kaygı puanları küçükten büyüğe doğru şöyle
sıralanmaktadır: 5.sınıflar 53.48, 7.sınıflar 54.10, 6.sınıflar 54.16, 8.sınıflar 54.33,
52
4.sınıflar 55.83. Bu puanlara bakıldığında deneklerin ortalama kaygı puanlarında çok
küçük farklılıklar görülmekle birlikte tek yönlü ANOVA analizimde istatistiksel
anlamda bir farklılaşmanın olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır (p>.05). Bireylerin kaygı
düzeyini, onların öğrenim düzeyi etkilememektedir.
Tablo: 17 Dindarlık ile Kaygı Arasındaki İlişki (Pearson Korelasyon)
N R P
Dinsel Yaşam Ölçeği Durumluk Kaygı
151 .152 .062
Tablo 17’ye bakıldığında dindarlık ile kaygı arasında p>.05 düzeyinde anlamlı bir
ilişki yoktur.
3.2. Tartışma
Çalışmamızda ilköğretim ( 4., 5., 6., 7. ve 8. sınıflar) döneminde olan öğrencilerin
dinsel yaşayışları ile kaygı arasındaki ilişkilerini bulmak hedeflendi ve test edilmek
üzere denenceler oluşturuldu ve bu denenceler üzerinde araştırma yapıldı. Bu
araştırmada elde edilen bulgular şu şekilde değerlendirilebilir.
3.2.1. İnanç İle İlgili Bulguların Tartışılması
Araştırmaya katılan ilköğretim öğrencilerinin inanç durumuyla ilgili olarak,
inancın çeşitli değişkenlere göre farklılaşıp farklılaşmadığı test edilmeye çalışıldı.
DYÖ’ nin inanç boyutunda, cinsiyete göre bir farklılaşma (denence 1a) olmadığı
sonucuna ulaşıldı. Kızların ortalama inanç puanlarının (32.66), erkeklerin ortalama
inanç puanlarından (32.55) biraz yüksek olduğu görülmekle beraber bu yükseklik,
istatistiksel olarak anlamlılık düzeyine ulaşmamaktadır (p>.05). Buna göre denence 1a
desteklenmiştir. Bu sonuç ergenlik dönemine henüz ulaşmamış ya da yeni yeni ergen
olmaya başlayan Müslüman çocukların kız ya da erkek olmasının dini hayatlarını
farklılaştırmadığını ortaya koymaktadır.
Denence 2a’ da annenin tahsil durumuna göre, çocuklarda inanç bakımından bir
farklılaşma olup olmadığı test edilmiştir. Deneklerin ortalama inanç puanları arasında
küçük farklılıklar olmakla birlikte bunlar istatistiksel olarak anlamlılık kazanmamıştır
(p>.05). Bu da denence 2a’nın araştırma sonuçlarınca desteklenmediği anlamına
gelmektedir.
53
Deneklerin babalarının öğrenim düzeyine göre, inanç bakımından bir
farklılaşmanın olup olmadığı (denence 2e) gözden geçirilmiş ve herhangi bir
farklılaşmaya rastlanmamıştır. Deneklerin ortalama inanç puanları arasında küçük
farklar olmakla beraber bu farklar istatistiksel olarak anlamlılık kazanmamıştır (p>.05).
Bu da denence 2e’nin desteklenmediğini ortaya koymaktadır.
Sınıflara göre, inanç bakımından bir farklılaşmanın olup olmadığına (denence 3a)
gelince, bu konuda herhangi bir farklılaşmaya rastlanmamıştır. Deneklerin ortalama
inanç puanları arasında küçük farklar olmakla beraber bu farklar istatistiksel olarak
anlamlılık kazanmamıştır (p>.05). Buna göre, denence 3a araştırma sonuçlarınca
desteklenmiştir.
Genel olarak bakıldığında, dinsel yaşayışın inanç boyutunda eldeki değişkenlere
göre herhangi bir farklılaşma görülmemektedir. Bu sonuçlara göre denence 1a ve
denence 3a desteklenmektedir. Fakat denence 2a ve 2e desteklenmemiştir.
Kutsal bir varlığa inanma dinlerin esasını teşkil eder. İslam düşüncesinde, bu
inancın temel unsurları Allah’a, peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine, ahirete iman
ile kaza ve kadere imandan oluşur. Dinsel yaşayışın inanç boyutuyla ilgili denenceler
oluşturulurken bazı hususlar göz önünde tutulmuştur. Araştırmaya katılan öğrencilerin
tümünün Müslüman olması, geleneksel dindarlığın yaşandığı bir bölgede ikamet
etmeleri, inancın bir dinin en temel esaslarından olması, inanmayan bir kimsenin dine
bağlılığının kalmayacağı düşüncesi inanç konusunda denekler arasında herhangi bir
farklılığın bulunmamasını ortaya çıkarmış olabilir.
Araştırmamıza katılan öğrencilerin birçoğunun dini anlamda, dini sembolleri
tanıyan, dini ve ahlakı tanımlayabilen, din hakkında bilgi sahibi çocuklar olduğunu
söyleyebiliriz. Ancak tam olarak dini konularda yorumlamalarda bulunma, genellemeler
yapma, kavramlar geliştirme yetisine ulaşmamışlardır ve dinsel düşünce ve
duygularında kaçınılmaz olarak günlük yaşantısındaki gördüklerinin, gözlemlerinin
etkisi görülmektedir. Yine kendisini çevreleyen yetişkinlerden farklı düşündüklerini
farklı inandıklarını söylemek de zordur. Bu dönemde ailenin örnekliği çok önemlidir.
Özellikle dinin sunuluş biçimi çocuğun dini hayatının şekillenmesinde önemli bir yere
sahiptir. Okul, öğretmen, arkadaş gibi çevresel faktörler de çocuk üzerinde önemli bir
etkiye sahiptir. Bu yüzden onlar hala yetişkinlerin taşıdığı dini ve inancı taşımaktadırlar
ve yetişkinlerden, çevreden, okuldan aldıkları dini telkinleri, bilgileri, tecrübeleri, hayat
şekillerini ve kültürel değerleri devam ettirmektedirler diyebiliriz.
54
Çocukların dini duyguları uyanmaya başladığı sıralarda onlara verilen dini
bilgilerin daha sonraki yıllarda onları inanç, tutum ve davranışlarında etkili olduğu
bilinmektedir. Bu sebeple ilk edinilen dini tecrübelerin önemi büyüktür. İlk dini
tecrübeler ise ailede, daha sonra yakın çevredeki yetişkinler ve içinde bulunulan toplum
tarafından aktarılır. Toplumumuzda eğitim seviyeleri farklı farklı olsa da anne-babalar
ve büyükler, Müslüman olduklarını, inançlı olduklarını söylemekten çekinmezler.
Ebeveynler ve büyükler, dini konularda genel olarak cinsiyet farkı gözetmeksizin
çocuklarının, kendileri gibi inanmalarını, düşünmeleri ve yaşamalarını isterler.
Çocuklar, belirli bir yaşa geldiği zaman ebeveynler, çocukları ile birlikte ibadet ederler,
onlara anlayabildikleri ölçüde inancın, ibadetin, ahlakın önemini kavratmak ve dini
konulara teşvik için gayret gösterirler. Hatta dini konulardaki başarılarından dolayı
çocuklar, teşvik amaçlı olarak büyükler tarafından çeşitli hediyelerle ödüllendirilirler.
Yani çocuk, küçüklüğünden itibaren aile içinde ve toplumda kuvvetli bir inanç eğitimi
ile karşı karşıyadır. Bütün bu atmosferi yaşayan çocuk, zaten dine yabancı değildir ve
bu konulara bir eğilimi vardır. Dine karşı bir eğilimi olduğu için de, çocuklar arasında
inanç konusunda herhangi bir farklılığın yaşanmaması doğaldır diyebiliriz. Nitekim
çocukların bulundukları öğrenim düzeylerine bakıldığında dinsel yaşayışın inanç
boyutundan farklılaşmadıkları görülmektedir (p>.05). Bu ise inancın yaşa ve
bulunduğu öğrenim düzeyine göre değişmediği anlamına gelmektedir.
Burada şunu da unutmamak gerekir. Dinin insan hayatı için önemli olmadığı
görüşüne sahip, çocuklarını dindar bir şekilde yetiştirmek istemeyen veya dini bilgileri
ve birikimleri aktaracak yeterliliğe sahip olmayan aileler de olabilir. Fakat bizim
araştırma yaptığımız bölgede böyle bir aile yapısına sahip bireyler pek
bulunmamaktadır. Araştırmayı yaptığımız bölgede geleneksel- toplumsal dindarlığın ve
muhafazakâr dindarlığın yaşandığı, günlük hayatta dini tutumların önemli bir yere sahip
olduğu, fertlerin birbirinden kopmadığı, bireyselleşmenin yaygın olmadığı, toplumsal
kabulün öneminin büyük olduğu bir toplum yapısından söz etmek mümkündür. Ayrıca
birçok ailenin geleneksel geniş aile biçiminde yaşamlarını devam ettirdikleri,
birbirleriyle birçok konuda olduğu gibi dini konularda da hemfikir oldukları
söylenebilir. Bu yüzden araştırmamızın verilere göre dinsel yaşayışın inanç boyutunda
farklılıklar görülmemiş olabilir.
Araştırmamızda cinsiyet değişkenine göre dinsel yaşayışın inanç boyutunda
anlamlı bir farklılık ortaya çıkmamıştır
55
Batıda yapılan araştırmalarda, kadınların erkeklerden daha dindar olduğunu ve bu
farkın bütün yaş dönemleri boyunca da değişmediğini görmekteyiz.1
Ülkemizde yapılan araştırmalarda ise kadınlarla erkekler arasında dindarlık
bakımından farklı sonuçlara ulaşılmıştır. Kayıklık ve Uysal’ın araştırmalarında
dindarlık (inanç) bakımından erkeklerle kadınlar arasında kayda değer farklılıklar
bulunamamıştır. 2
Öte yandan Kağıtçıbaşı’nın araştırmasında erkekler kadınlara kıyasla daha az
dindar; buna karşılık kadınlar daha fazla dindar sonucu ortaya çıkmıştır.3
Bu araştırmanın sonuçlarına baktığımızda ise, cinsiyet değişkenine göre dinsel
yaşayışın inanç boyutunda anlamlı bir farklılık bulunamamıştır (p>.05). Bu ise inancın
cinsiyete göre değişmediği anlamına gelmektedir.
Annenin tahsil durumuna göre dinsel yaşayışın inanç boyutundan alınan puanlara
bakıldığında istatistiksel olarak anlamlılık düzeyine ulaşılmadığı görülmektedir
(p>.05). Tabloları incelendiğinde çocukların annelerinin sadece 2 tanesinin
üniversiteden, 3 tanesinin ise liseden mezunu oldukları görülmektedir. Çoğunluğunun
ilkokul mezunu, geriye kalanların bir kısmının hiç okula gitmemiş, bir kısmının ise
ortaokul mezunu oldukları görülmektedir. Ülkemizde eğitim düzeyi yükseldikçe
dindarlıkta bir azalma olacağı kanısı vardır. Eğitimin kişilere yeni bir bakış açısı, yeni
düşüncelere açılma imkânı kazandırması değerler ve kazanımlar üzerinde daha akılcı
düşünmeyi sağlaması söz konusudur. Fakat araştırmamıza katılan çocukların
annelerinin tahsil düzeylerinin yüksek olmadığı görülmektedir. Yüksek öğrenim
düzeylerine sahip olsalardı, inanç konusunda araştırmadan elde edilen sonuçlar da farklı
olabilirdi. Ayrıca araştırmanın inanan bir toplumda yapılmış olması, öğrenim düzeyleri
ne seviyede olursa olsun hemen hemen her bireyin iman esaslarına kayıtsız olarak
inanmaları dinsel yaşayışın inanç boyutundan alınan puanlarda istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık oluşturmamış olabilir.
Babanın tahsil durumuna göre dinsel yaşayışın inanç boyutundan alınan puanlara
bakıldığında istatistiksel olarak anlamlılık düzeyine ulaşılmadığı görülmektedir
(p>.05). Babaların tahsili annelerden yüksek olmakla beraber, yine çoğunluğu ilkokul
mezunları oluşturmuştur. Bu kimselerde dine ilgi ve dini konulara verilen önem oldukça
1 Memedoğlu, Kişilik ve Din, s. 160–161. 2 Kayıklık, Orta Yaş ve Yaşlılıkta Dinsel Eğilimler, s. 130;Uysal, Veysel, Din Psikolojisi Açısından Dini
Tutum Davranış Ve Şahsiyet Özellikleri, İstanbul 1996, s. 122. 3 Kağıtçıbaşı, Çiğdem, Sosyal Değişmenin Psikolojik Boyutları, İzmir Lise Öğrencileri Üzerinde Bir
İnceleme, Ankara 1972, s. 128–129.
56
belirgindir. Geleneksel dindarlığın yaşandığı, dine duygusal bağlılığın güçlü olduğu
görülmektedir. Anne ve babalar geçmişten aldığı dini ve kültürel mirası çocuklarına
aktarmak, bu değerlere olan duygusal bağlılığı onlarda devam ettirmek isterler. Din ve
ahlak konusundaki titizliklerini çocuklarına aktarmayı kendilerine önemli bir görev
sayarlar. Anne-babalar özellikle dini gün ve gecelere, ibadet edilen mekânlara
çocuklarıyla birlikte giderek onları yavaş yavaş dini bir atmosfere hazırlarlar.
Ebeveynin müspet davranışlarının doğduran çocuğa yansıdığını ve onun dini yaşantısına
olumlu bir şekilde katkıda bulunduğu çocuklar üzerinde önemli etkilerde bulunduğu bir
gerçektir. Kendisini böyle bir atmosferin içinde bulan çocuk artık dine yabancı değildir.
İnanç, ahlak ve diğer dini kavramları kabul etmiş ve benimsemiştir. Çocuklar, babaların
tahsil durumu ne olursa olsun onlardan aldıkları dini kazanımları ve değerleri
sürdürdükleri için dinsel yaşayışın inanç boyutu bakımından farklılaşmamış olabilirler
diyebiliriz.
Bu neticelere göre anne ve babanın tahsil düzeyinin inanç konusunda bir
farklılaşma meydana getirmediğini söyleyebiliriz.
3.2.2. Ahlakla İlgili Bulguların Tartışılması
Araştırmaya katılan deneklerin dinsel yaşayışın ahlak boyutuyla ilgili olarak
cinsiyet, annenin tahsil düzeyi, babanın tahsil düzeyi ve sınıflara göre oluşturulan
denencelerin sınanması sonucu, aşağıdaki sonuçlar elde edilmiştir.
Dinsel yaşayışın ahlak boyutunda, kızların erkeklerden daha yüksek puan alacağı
ifade edilmişti (denence 1b). Araştırma sonuçlarına bakıldığında kızların, ortalama
ahlak puanı (18.90) erkeklerinkinden (18.69) biraz yüksek çıkmıştır. Fakat bu sonuç
istatistiksel olarak anlamlılık düzeyine ulaşmamıştır (p>.05).
Deneklerin annelerinin tahsil durumuna göre dinsel yaşayışın ahlak boyutunda
farklılaşıp farklılaşmadığı (denence 2b) test edildiğinde şu sonuca ulaşılmıştır. Denence
2b’de deneklerin annelerinin tahsil durumunun yükselmesiyle çocukların ortalama ahlak
puanlarının da yükseleceği öngörülmüştü. Deneklerin ortalama ahlak puanları arasında
küçük farklar olmakla beraber bu farklar istatistiksel olarak anlamlılık kazanmamış
(p>.05) yani denence 2b, araştırma sonuçlarınca desteklenmemiştir.
Deneklerin babalarının tahsil durumuna göre dinsel yaşayışın ahlak boyutunda
farklılaşıp farklılaşmadığı (denence 2f) gözden geçirildiğinde şu neticelere ulaşılmıştır.
Denence 2f’ye deneklerin babaların tahsil durumunun yükselmesiyle çocukların
ortalama ahlak puanlarının düşeceği öngörülmüştü. Yapılan istatistiksel analizler
57
sonucunda ortalama ahlak puanları arasında küçük farkların olduğu sonucuna
ulaşılmıştır. Ancak bu farklılık anlamlılık düzeyine ulaşmamıştır (p>.05).
Sınıflara göre, ortalama ahlak puanları bakımından bir farklılaşmanın olup
olmadığı (denence 3b) test edilmeye çalışıldı. DYÖ’nin ahlak boyutunda, sınıflara bir
farklılaşma olmadığı sonucuna ulaşıldı (p>.05). Buna göre denence 3b
desteklenmemiştir.
Dinsel yaşayışın ahlak boyutuna genel olarak bakıldığında, eldeki değişkenlere
göre herhangi bir farklılaşma görülmemektedir. Bu sonuçlara göre ahlakla ilgili
denencelerimiz desteklenmemiştir. Cinsiyete göre oluşturduğumuz denencemizde
kızların dinsel yaşayışın ahlak boyutundan daha yüksek puan alacağını öngörmüştük.
Nitekim kızlarla erkekler arasında çok ufak bir puan farklılığı olmuştur. Fakat bu
farklılık anlamlılık düzeyine ulaşmamıştır (p>.05). Bu denenceyi oluştururken içinde
yaşadığımız toplumun genel yapısı dikkate alınmıştır. Toplumumuzda, ahlak kurallarına
uyma noktasında kadınlara ve kız çocuklarına daha fazla sorumluluk yüklenmiştir ve
kız çocukları ahlak kurallarına uymadıkları zaman ağır tepkilerle
karşılaşabilmektedirler. Erkeklerin bu konuda kızlara göre daha serbest hareket
ettiklerini söylemek mümkündür. Bu yüzden araştırmamızda kızlar ahlak puanı
bakımından erkeklerden yüksek puan almıştır diyebiliriz. Fakat bu farklılık anlamlılık
düzeyine ulaşmamıştır.
Ergenlikten önce tam anlamıyla olgunlaşmış bir ahlak yapısından söz etmek
mümkün değildir. Soyut işlemlerle ilgili ahlaki kabullerin kavranması ve benimsenmesi
için, yeterli ve uygun bir zihinsel gelişim süreci gereklidir. Bu yüzden ahlaki olgunluğa
yöneliş, soyut düşüncenin başladığı 12- 13 yaşlarından itibaren mümkündür.
Ahlak gelişimi birbirini tamamlayan aşamalar halinde ele alınmaktadır. Bu
noktada, Piaget ve Kohlberg, ortaya koydukları ahlak teorileri ile en fazla dikkat çeken
bilim adamları arasında yer alırlar.1
Bu bilim adamlarının öne sürdükleri fikirlerden hareketle şu sonuca ulaşabiliriz.
Ahlaki olgunluğa ulaşabilmek için yorumlama, kavramlar geliştirebilme,
genellemelerde bulunabilme gibi bir takım yeteneklerin gelişmesi gerekir ki, bu da
ancak 14 ve 15. yaşlardan sonra ortaya çıkar.2
Araştırmamıza katılan deneklerin genellikle 9 – 15 yaş aralığında olması,
deneklerin çoğunun ahlaki olarak henüz soyut düşünme yetisine sahip olmaması, soyut 1 Çileli, Ahlak Psikolojisi ve Eğitimi, s. 22–69; Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 353–354. 2 Çileli, Ahlak Psikolojisi ve Eğitimi, s. 57,58.
58
işlemlerle ilgili ahlaki kabullere sahip olanların ise aile ve çevrenin etkisini hala
üzerlerinde hissetmeleri, henüz kişiliği kontrol edecek olgunluğa ulaşmamış
olmalarından dinsel yaşayışın ahlak boyutundan cinsiyete göre bir farklılık meydana
gelmemiş olabilir.
Bir aile içinde dünyaya gelen çocuğu hayata hazırlayan ailesidir. İnsan üzerinde
en etkili olan davranış kalıpları, aile içinde kazandıklarıdır. Aile terbiyesi alamamış
insan, bu eksikliğini hayatının sonuna kadar hisseder. Çünkü aileden alınan terbiyenin
izleri, insan hayatının sonuna kadar devam eder. İnsana ailesinden daha güçlü tesir
edebilen başka bir kurum yoktur.1 Bu sebeple ailenin ahlaki anlayışı ve yapısının
çocukta çok önemli tesirleri görülmektedir. Anne ve babaların öğrenim düzeyleri hangi
seviyede olursa olsun, ailelerin geniş aile biçiminde yaşadıklarını ve inanç, ahlak ve
ibadet öğretiminin geleneksel bir şekilde yapıldığını görmek mümkündür. Dini
pratiklerin önemli bir yere sahip olduğu bu ailelerde, din eğitimi ve ahlaki prensipler,
dede, nine, anne, baba ve bazen de diğer akrabalar tarafından yaygın bir tarzda
yapılmaktadır. Bu kimseler dini bilgileri ve prensipleri genç nesiller aktarmayı
kendilerine görev saymaktadırlar. Çocuklar ailenin ve yakın çevrenin dini konulardaki
desteğini sürekli üzerlerinde hissetmektedirler. Bütün bunlara dayanarak anne ve
babanın tahsil düzeyinin ahlak konusunda bir farklılaşma meydana getirmediğini
söylemek mümkündür.
Çocuğun ahlakı öğrendiği bir başka etken ise toplumdur. Çoğu kez insanlar
içinde yaşadığı topluma göre şekillenirler. Çocuk içinde bulunduğu toplumun
inançlarını ve ahlaki anlayışlarını yansıtırlar. Yani çocuğun sahip olduğu inançlar ve
ahlaki kabuller tam anlamıyla kendisine ait değildir. Bu yüzden tam anlamıyla
özümsenmiş bir ahlak anlayışına sahip olmayan bu çocukların ahlaki davranışları kişisel
olmaktan çok ebeveynler ve toplumdan öğrenilmiş davranışlardır. Yani çocukların
ahlaki davranışlarında ve hareketlerinde, ahlak anlayışlarında büyüklerinin, yaşadıkları
çevrenin ve kültürün etkisi büyüktür. Bir kısmı son çocukluk çağında olan ve bir kısmı
henüz ergenliğe yeni girmeye başlayan bu çocuklar, öğrenim düzeyi ne olursa olsun
hemen hemen aynı ahlaki prensiplere sahip, aynı kültürel çevrede yaşayan ve aynı
kültüre sahip insanların çocuklarıdır. Yaşları 9 ile 15 arasında değişen bu çocuklar
ailelerinden ve toplumdan öğrendiği geleneksel inançları ve ahlaki prensipleri devam
ettirmektedirler ve onlardan öğrendiklerine karşı bir tutum geliştirmemişlerdir. İkinci
1 Kılıç, Recep, Ayet ve Hadislerin Işığında İnsan ve Ahlak, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara
1995. s.74.
59
elden kazanımların ötesinde yeniden şuurlu bir inanç ve ahlaki yapılanma
oluşturmamışlardır. Ahlaki prensiplere uymaktan ve toplumsal kabulden dolayı
huzurludurlar. Bu sebeplerden dolayı istatistiksel anlamda dinsel yaşayışın ahlak
boyutunda çocukların öğrenim gördükleri sınıflara göre herhangi bir farklılık ortaya
çıkmamış olabilir.
3.2.3.İbadetle İlgili Bulguların Tartışılması
Araştırmaya katılan deneklerin, ibadet boyutu bakımından dinsel yaşayışlarının
çeşitli değişkenlere bağlı olarak farklılık gösterip göstermediği test edilmeye çalışıldı.
Araştırma sonucunda şu sonuçlar elde edilmiştir.
Denence 1c, dinsel yaşayışın ibadet boyutunda, kızlarla erkeklerin birbirlerinden
farklılaşacağını öngörmüştü. Yapılan istatistiksel analizler sonucunda bu denencenin
doğrulanmadığı görülmüştür. Bulgular, kızların ortalama ibadet puanlarının (18.60),
erkeklerin ortalama ibadet puanlarından (19.31) daha düşük olduğunu ortaya
koymaktadır. Buna göre kızlarla erkekler dinsel yaşayışın ibadet boyutunda
birbirlerinden farklılaşmamakta ve bu istatistiksel olarak anlamlılık düzeyine
ulaşmamaktadır (p>.05).
Deneklerin annelerinin tahsil durumuna göre dinsel yaşayışın ibadet boyutu
bakımından faklılaşıp farklılaşmadığına bakmak ve deneklerin annelerinin tahsil
durumuyla dinsel yaşayışın ibadet boyutu arasında bir ilişkinin olup olmadığını kontrol
etmek için denence 2c oluşturulmuştu. Denenceye göre annenin tahsil durumunun
yükselmesiyle çocukların ortalama ibadet puanlarının da yükseleceği öngörülmüştü.
Yapılan istatistiksel analizler sonucunda DYÖ’nin ibadet boyutunda bir farklılaşmanın
olmadığı sonucuna ulaşılmıştır (p>.05).
Denence 2g’de, deneklerin babalarının tahsil durumunun yükselmesiyle,
öğrencilerin dinsel yaşayışın ibadet boyutundan alacağı puanların düşeceği
öngörülmüştü. Yapılan istatistiksel analizler sonucunda, babası üniversite mezunu
olanları dışarıda tutarsak tahsil durumunun yükselmesiyle ibadet puanının kademeli bir
şekilde düştüğünü gördük. Fakat bu küçük puan farklılıkları istatistiksel olarak
anlamlılık kazanmamıştır (p>.05).
Deneklerin sınıflara göre dinsel yaşayışın ibadet boyutu bakımından farklılaşıp
farklılaşamadığı test edilmeye çalışıldı. Denence 3c’ye göre ibadet bakımından sınıflara
göre bir faklılaşmanın olacağı öngörülmüştü. Bulgular, 4. sınıfların ortalama ibadet
puanının 18.50, 5. sınıfların 19.67; 6. sınıfların 20.31,7. sınıfların 18.48; 8.sınıfların
60
17.50 olduğunu göstermektedir. Buna göre sınıflar dinsel yaşayışın ibadet boyutunda
birbirinden farklılaşmakta ve bu farklılık istatistiksel olarak anlamlılık düzeyine
ulaşmaktadır (p<.05).
Genel olarak bakıldığında, dinsel yaşayışın ibadet boyutunda eldeki değişkenlere
göre sadece sınıflara göre bir farklılaşma ortaya çıkmıştır. Babanın tahsil durumuna
göre de küçük farklılaşma ortaya çıkmıştır. Fakat bu istatistiksel olarak anlamlılık
düzeyine ulaşmamıştır. Bu sonuçlara göre denence 1c, denence 2c ve denence 2g
desteklenmemiştir. Fakat denence 3c desteklenmiştir.
İbadet kavramı, günlük dilde; şekli belirlenmiş ve yapılması gereken belirli
davranışlar (namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek vb.) olarak dar anlamda
kullanılır.1 İbadet, bireyin Aşkın varlığa hem şükran borcunu ödemesi, hem de kendi
bağlılığını ve sevgisini göstermek için yaptığı fiil ve davranışlardır.2 Kısaca inanan
birey için ibadet, Aşkın varlığa karşı kulluğunun, itaatinin, bağlılığının, sevgi ve
saygısının şükrünün ve zikrinin bir ifadesidir.3
Birey inandığı ve güvendiği varlığa itaatini ve bağlılığını ifade etmek için ona
karşı bir takım ibadetler yaparak şükrünü ortaya koyar. Özellikle 4,5 ve 6. sınıflardaki
çocuklarda kutsal geceler, merasimler ve bayramlar çok önemli bir yere sahiptir. Erken
çocukluk döneminde din tam değildir. Çocuğun dini hayatında ailenin, çevrenin etkisi
büyüktür. Bu yüzden, bu tür günlerde çocuklar ebeveynleriyle birlikte hareket ederler,
onları izlerler. Dini ritüelleri büyükleri taklit yoluyla ve ailenin telkinleriyle hareket
ederek yerine getirirler ve bütün bunlardan dolayı mutluluk duyarlar. Nitekim 6.sınıfa
giden öğrencilere bakıldığında 8. sınıfa giden öğrencilere nispetle daha yüksek puan
aldıkları görülmektedir. Burada 6. sınıfa giden çocukların ebeveynleri ile birlikte toplu
halde ibadet edilen mekânlara gitmelerinin, mübarek aylarda mukabeleye
katılmalarının, büyüklerin anlattıkları dini hikâyelerin ve telkinlerin, ailece birlikte
tutulan orucun vb. davranışların çocuk üzerinde etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu etki
sebebiyle dini ritüelleri yerine getirme konusunda bu yaştaki çocukların daha hevesli ve
istekli olduğu söylenebilir.
12 yaşına kadar çocuk, yetişkinlerin otorite ve anlayışını esas alan, yetişkinler
tarafından benimsenip uygulanan bir din anlayışına sahiptir. Çevrenin aşılamış olduğu
dini anlayış ve uygulamadan, kişisel olarak benimsenmiş din anlayışına geçiş erken bir 1 Peker, Hüseyin, Din Psikolojisi, Sönmez Matbaası, Samsun 1993, s. 67. 2 Pazarlı, Osman, Din Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1982, s. 189. 3 Şentürk, Habil, “İbadetin Manası ve Fonksiyonları Üzerine Psikolojik Bir Bakış Denemesi, S.D:Ü.İ.F.D,
Isparta 1994, S.1,s. 143,147.
61
zamanda olmaz. Başlangıçta dini gelişme duygusal bir yoğunlukta kendisini gösterir.
Ergenliğe geçişte kişi ikinci elden kazandığı alışkanlıkları bırakıp birinci elden
alışkanlıklar kazanma yönünde bütün dini ve dini olmayan tavırlarını değiştirmek için
kendini zorlar. Yetişkinlerden bağımsız olarak hareket etme isteği vardır. Ergenlik
döneminin ergenler için geçici bir bunalım dönemi olduğu söylenebilir. Ergenin
gelişiminde inanç ve diğer dini konularla ilgili şüpheler, karışıklıklar en çok bu
dönemde ortaya çıkar. Ergende dini bunalıma yol açan nedenleri onun bedensel ve
psikolojik yapısıyla ilgili olduğu söylenebilir. Ergenliğin başlangıcında benliğin ve
bilincin oluşması, bilişsel gelişimin zirveye çıkması, bunalımı hazırlayan nedenler
olarak sayılabilir. Bu bağlamda ergenlik dönemi az ya da çok bir isyan dönemidir ve
bağımsız olma isteği en üst seviyededir. Bu yüzden ergenlerde, Aşkın varlığa karşı
kulluğun, itaatinin, bağlılığının, sevgi ve saygının şükrün ve zikrin bir ifadesi olan,
şekilsel formları olan ibadetlere katılımlarda son çocukluk döneminde olanlara göre
genel anlamda bir düşme söz konusudur.
Daha önce yapılan araştırmalarda dini duygu, istek ve inanç bakımından kız-erkek
çocuklar arasında duruma bakıldığında; ergenlik öncesi dönem ve ergenliğe geçişte
kızların Allah’ı arayışları ve O’na sığınma arzuları erkeklere oranla daha içten ve daha
canlı tespit edilmiştir.1 Denencemizde ibadet bakımından kız çocuklarının erkek
çocuklara oranla ibadet puanlarının daha yüksek olacağını varsaymıştık. Sonuçlara
baktığımızda bu varsayımın desteklenmediğini görmekteyiz.
Dinsel yaşayışın ibadet boyutunda anne ve babanın tahsil durumunun bir
farklılaşmaya neden olmadığını görülmektedir. Çocukların babalarının tahsil durumu
annelerinin tahsil durumuna göre biraz daha yüksek olmakla birlikte, deneklerin
bütününe bakıldığında ebeveynleri arasında öğrenim durumları konusunda çok büyük
farklılıkların olmadığı görülmektedir. Bu yüzden anne ve babanın tahsil durumunun,
deneklerin dinsel yaşayışın ibadet boyutundan aldıkları puanlarda farklılaşmadığı
düşüncesini çağrıştırmaktadır.
3.2.4. Kaygıyla İlgili Bulguların Tartışılması
Araştırmaya katılan deneklerin dinsel yaşayışlarıyla durumluk kaygı düzeyleri
arasındaki ilişkiyi bulmaya ve onların kaygı düzeyleri ile sosyo-demografik değişkenler
arasındaki farklılıklar incelenmeye çalışılmıştır. Elde edilen bulgulara göre;
1 Öcal, Din Eğitimi ve Öğretiminde, Metodlar, s. 91.
62
Denence 1d, kaygı düzeyinde, kızlarla erkeklerin birbirlerinden farklılaşacağını
öngörmüştü. Denencede kızların kaygı puanının erkeklerin kaygı puanından daha fazla
olacağını öne sürülmüştü. Yapılan istatistiksel analizler sonucu, denence 1c’nin
desteklendiği görülmüştür (p<.05). Çünkü kızların kaygı puanı (55.91) erkeklerin kaygı
puanından (52.56) daha yüksek çıkmıştır.
Deneklerin annelerinin tahsil durumuna göre dinsel yaşayışın kaygı boyutu
bakımından faklılaşıp farklılaşmadığına bakmak ve deneklerin annelerinin tahsil
durumuyla dinsel yaşayışın kaygı boyutu arasında bir ilişkinin olup olmadığını kontrol
etmek için denence 2c oluşturulmuştu. Denenceye göre annenin tahsil durumunun
yükselmesiyle çocukların ortalama kaygı puanlarının düşeceği öngörülmüştü. Yapılan
istatistiksel analizler sonucunda DYÖ’nin kaygı boyutunda bir farklılaşmanın olmadığı
sonucuna ulaşılmıştır (p>.05).
Denence 2h’de, deneklerin babalarının tahsil durumunun yükselmesiyle,
deneklerin dinsel yaşayışın kaygı boyutundan alacağı puanlarının da yüksek olacağı
öngörülmüştü. Yapılan istatistiksel analizler sonucunda en düşük puanı babası hiç okula
gitmemiş olanların aldığı, en yüksek puanı da babası üniversite mezunu olanların aldığı
sonucuna ulaşıldı. Fakat bu sonuç diğer tahsil durumlarıyla kıyaslandığında istatistiksel
olarak anlamlılık düzeyine ulaşmamıştır (p>.05).
Sınıflara göre, ortalama kaygı puanları bakımından bir farklılaşmanın olup
olmadığı (denence 3d) test edilmeye çalışıldı. DYÖ’nin kaygı boyutunda, sınıflara bir
farklılaşma olmadığı sonucuna ulaşıldı. Buna göre denence 3d desteklenmemiştir
(p>.05).
Dindarlıkla kaygı arasındaki ilişkiyi konu edinen pek çok araştırma mevcuttur. Bu
araştırmaların verdiği bilgiye göre bu çalışmalardan elde edilen bulgular, kaygı düzeyi
en düşük olanların hem tam dindarlar hem de inançsızlar arasında daha çok olduğunu
ortaya koyacak mahiyettedir. Yapılan bazı araştırmalara göre ise dindarlık kaygıyı
azaltırken bazılarına göre arttırmaktadır, yani dindarlık ile kaygı arasındaki ilişkiler
fazlasıyla karmaşıktır. Ancak, mevcut bilgilerden genel bir sonuç çıkarılacak olursa,
dindarlığın kaygıyı azaltmada faydalı olduğunu söylemek mümkündür.1 Fakat
araştırmamıza bakıldığında dini hayatın herhangi bir boyutu ile kaygı arasında anlamlı
bir ilişki ortaya çıkmamıştır. Deneklerin henüz olgunlaşmış bir dini anlayışı sahip
olmamaları, dini birikim ve tecrübelerin içselleştirilmemiş olmaması, dini pratiklerin ve
1 Yapıcı, Ruh Sağlığı ve Din, s. 111.
63
inanışlarının kişisel olmaktan çok toplumsal olması böyle bir neticenin ortaya
çıkmasının sebeplerinden olabilir.
Aile çocuğu dini anlamda eğitirken; çocuğun birtakım dinsel gerekleri de yerine
getirmesini istemektedir. Örneğin; çocuk namaz ibadetini veya oruç ibadetini yaparken,
birtakım inanç ve ahlak esaslarını öğrenirken, öncelikli amacı büyüklerin isteklerini
yerini getirmektir. Yani bu yapılan ibadetler ve öğrenilen birtakım dini esaslar, bilinçli,
ne yaptığının farkında olarak, nereye yöneldiğini bilerek, dinsel açıdan bir kaygının
neticesi olarak yapılan davranışlar değildir. Bu sebeple çocuklar, dini sorumluluklarını
yerine getirirken ailelerin ve birlikte yaşanılan çevrenin dinsel yönden etkilerini yüksek
oranda üzerlerinde hissetmektedirler. Yine içinde yaşanılan çevrenin bu konularda
hassas olmaları ve ebeveynlerin çocuklarından kendileri gibi olmalarını istemeleri
çocuklar üzerinde toplumsal etkinin artmasına yol açmıştır.
Kayıklık tarafından orta yaş ve yaşlılar üzerinde yapılan bir ankette genel dinsel
yaşayış bakımından kadınların erkeklerden daha yüksek puan aldıkları görülmektedir.1
Cinsiyet değişkeni göz önüne alındığında toplumumuzun genelinde bu neticeyi görmek
mümkündür. Din, ölüm, ahiret gibi konularda kadınların erkeklere göre daha hassas
oldukları söylenebilir. Ayrıca kadınlar, kız çocuklarının birçok konuda olduğu gibi dini
konularda da öğretmeni konumundadır. Anneleri kızlarıyla birlikte ibadet eder, birtakım
dini törenlere (mukabele, hatim gibi) katılırlar. Kendi inandıklarını ve bildiklerini
çocuklarına aktarırlar. Araştırmamıza katılan kız çocuklarına baktığımızda inanç ve
ahlak puanlarının, erkeklerden az da olsa yüksek çıktığını görürüz. Kaygı puanları ise,
istatistik olarak anlamlılık düzeyinde erkeklerden yüksektir. Bu da onların dini
konularda daha hassas oldukları ve dinsel bazı endişelerinin erkeklerden daha fazla
olduğunu göstermektedir. Bu durum, onların genel olarak erkeklerden daha duygusal
olmalarından veya bireysel ve toplumsal sorumluluklar hususunda ve çevreyle
ilişkilerinde daha dikkatli olmaları gerektiğinden kaynaklanıyor olabilir.
Ayrıca ataerkil toplumsal yapı, kızların ve erkeklerin yetiştirilme biçimlerini
farklılaştırmakta, sonuçta kızlar itaat ve sorumluluğu, erkekler ise kendine güvenmeyi
ve bağımsız olmayı öğrenmektedir. Din ise öncelikle yüce bir kudrete ve onun koyduğu
kurallara itaati emretmektedir. Bu yüzden kız çocuklarının eğitim ve sosyalleşme
sürecinde öğrendikleri itaat etme davranışından dolayı dini hayata daha rahat
yöneldikleri söylenebilir.
1 Kayıklık, Orta Yaş ve Yaşlılıkta Dinsel Eğilimler, s. 158.
64
Çocukluk döneminde din ile ilgili yapılanlar ikinci elden kazanılan
alışkanlıklardır. Bu yüzden çocuğun birtakım dini davranışları, sıradan yaptığı işler
gibidir ve bunların yapılıp yapılmamasında çocuk, herhangi bir endişe, sıkıntı, kaygı
duymamaktadır. Fakat ergenliğin ilk zamanlarını yaşayan çocuklarda dini anlayış
kimlik kazanmaya ve özümsenmeye başlamaktadır. Ergenliğe giren birey yakın
çevreden kazanılan bilgilerin yerine bu kazanımları kendisi elde etmek ister. Fakat bu
konuda çevreden ve aileden de tamamen ayrıldıkları söylenemez. Çünkü onlar bir
taraftan büyürlerken bir taraftan da halen çocukluktan kopmamışlardır ve çevreden
etkilenmeler devam etmektedir. Tam anlamıyla bireyselleşmiş ve içselleşmiş bir din
anlayışına sahip olmayan çocuğun, bu dönemdeki dini tepkileri kişisellik içermekle
birlikte daha çok toplumsaldır. Araştırmamızda endişe, bunaltı, tedirginlik ve tasa
anlamlarına gelen kaygı halinin çocukların dinsel hayatını çok fazla etkilemediğini
söyleyebiliriz ya da dinsel hayatın kaygıyı anlamlı bir biçimde azaltıcı bir fonksiyon
üstlenmediğini söyleyebiliriz. Araştırma, sınırları dar bir alanda ve sınırlı sayıda kişi
üzerinde yapıldığı için, bu araştırmadan elde edilen sonuçların genellenmesi hususunda
dikkatli davranmak gerekmektedir.
65
SONUÇ
Adana il merkezi içinde öğrenim gören ilköğretim öğrencilerinin ( 4., 5., 6., 7. ve
8. sınıflar) dindarlıklarını araştırmak ve bu çocukların dindarlık düzeyleriyle kaygı
düzeyleri arasında nasıl bir ilişki olduğunu ortaya koymayı hedefleyen bu çalışmadan
elde edilen sonuçlara göre;
Dinsel yaşayışın inanç boyutunda cinsiyete göre herhangi bir farklılaşma ortaya
çıkmamıştır. Ebeveynin öğrenim durumları dikkate alındığında, inanç bakımından
anlamlı bir farklılık ortaya çıkmamıştır. İnanç değişkeni çocukların öğrenim düzeyine
göre de farklılaşmamaktadır. Bu sonuçlara dayanarak araştırmaya katılan deneklerin
cinsiyet, öğrenim düzeyi, ebeveynin tahsil düzeyi ve öznel dindarlık algısına göre inanç
bakımından farklılaşmadıkları söylenebilir.
Kızlarla erkekler arasında, ahlaki bakımdan kızların lehine bir farklılaşma vardır.
Ancak bu farklılaşma puan farkı olarak çok az olduğundan anlamlı bir sonuç değildir.
Öğrencilerin bulundukları sınıflara göre de ahlaki açıdan farklılaşma yoktur. Ama bazı
dönemlerde ahlak puanının arttığı, bazı dönemlerde ise düştüğü görülmektedir. Ahlaki
durum deneklerin anne ve babalarının tahsil durumuna göre de farklılaşmamaktadır.
Dinsel yaşayışın ibadet boyutuna bakıldığında, kızlarla erkekler arasında
erkeklerin lehine çok küçük bir farklılaşma vardır. Ancak bu anlamlı bir farklılaşma
değildir. Deneklerin bulunduğu sınıflara göre ibadet bakımından anlamlı bir
farklılaşmanın olduğunu görülmektedir. 6. sınıfa giden çocukların ibadet bakımından
puanlarının diğerlerine nispetle daha fazla olduğu görülmektedir. Bu puanların 8.
sınıflarda düştüğü görülmektedir. Anne ve babanın öğrenim düzeylerinin ibadet
puanları bakımından bazı farklılıkları görülmüştür. Ancak bu farklılıklar anlamlılık
düzeyine ulaşmamıştır.
Kız öğrencilerin erkek öğrencilere nispetle durumluk kaygı puanı yüksektir. Yani
kız ve erkek öğrenciler arasında kaygı bakımından farklılık vardır. Deneklerin
bulunduğu sınıflara bakıldığında son sınıfa doğru kaygının az da olsa arttığı görülmekte
fakat bu artış anlamlı bir farklılığa ulaşmamaktadır. Kaygı durumunda deneklerin anne
ve babalarının öğrenim düzeyine göre de farklılık görülmemektedir.
Bu araştırmadan elde edilen bulgular araştırmanın yapıldığı zaman ve şartlarla,
uygulama yapılan örneklem ve kullanılan ölçeklerle sınırlıdır. Bundan dolayı elde
edilen sonuçlar genelleştirilmemeli, yorum ve değerlendirmeler sözü geçen sınırlılıklar
göz önünde tutularak yapılmalıdır. Diğer taraftan böyle çalışmalarda, dinsel yaşayışın
66
daha derinlikli araştırma araçlarının geliştirilerek kullanılması zorunluluk arz
etmektedir. Dindarlık ile kaygı arasındaki ilişkiyi ortaya koyan kuramsal denemelerin
ve empirik çalışmaların geliştirilmesi de gerekmektedir.
67
KAYNAKÇA
ALLPORT, Gordon (2004), Birey ve Dini, Çev. Bilal Sambur, Elis Yayınları,
Ankara.
AYDIN, Ayhan (2000), Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Alfa Yayınları, İstanbul.
BACANLI, Hasan (2005), Gelişim ve Öğrenme, Nobel Yayınları, Ankara.
BACANLI, Hasan, Eğitim Psikolojisi, Alkım Yayınevi, İstanbul,( tarihsiz).
BAYMUR, Feriha (1990), Genel Psikoloji, İnkılâp Kitabevi, İstanbul.
CÜCELOĞLU, Doğan (2004), İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul.
ÇİLELİ, Meral (1986), Ahlak Psikolojisi ve Eğitimi, V Yayınları, Ankara.
DOĞAN, Mehmet (1990), Büyük Türkçe Sözlük, Rehber Yayınları, Ankara.
DOĞAN, Recai-TOSUN, Cemal (2002), Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretimi,
PegamA Yayınları, Ankara.
ERDEN, Münire-AKMAN, Yasemin (2004), Gelişim ve Öğrenme, Arkadaş
Yayınları, Ankara.
GÜNAY, Ünver (2003), Din Sosyolojisi, İnsan Yayınları (6. Baskı), İstanbul.
GÜNAY, Ünver (2006), Dindarlığın Sosyolojisi, Ü. Günay & C. Çelik (Ed.),
Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi içinde, (ss. 1–59), Karahan Kitabevi,
Adana.
HÖKELEKLİ, Hayati (1983), “Ergenlik Çağı Gençlerin Dini Gelişimi”,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi,
Bursa.
HÖKELEKLİ, Hayati (2005), Din Psikolojisi, TDV Yayınları, Ankara.
KAĞITÇIBAŞI, Çiğdem (1972), Sosyal Değişmenin Psikolojik Boyutları, İzmir
Lise Öğrencileri Üzerinde Bir İnceleme, Sosyal Bilimler Derneği
Yayınları Ankara.
KAYIKLIK, Hasan (2003), Orta Yaş ve Yaşlılıkta Dinsel Eğilimler, Baki
Kitapevi, Adana.
KILIÇ, Recep (1995), Ayet ve Hadislerin Işığında İnsan ve Ahlak, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara.
68
KİRMAN, M. Ali (2004), Din Sosyolojisi Terimler Sözlüğü, Rağbet Yayınları,
İstanbul.
MEHMEDOĞLU, Yurdagül (1998), Bir Eğitim Sorunu Olarak Dini Duygu ve
Düşüncenin Gelişimi, Ensar Neşriyat, İstanbul.
MEMEDOĞLU, Ulvi (2004), Kişilik ve Din, Değerler Eğitim Merkezi Yayınları,
İstanbul.
ONAY, A. (2004), Dindarlık, Etkileşim ve Değişim, dem Yayınları, İstanbul.
ONUR, Bekir (1997), Gelişim Psikolojisi, İmge Kitabevi, Ankara.
ÖCAL, Mustafa (1991), Din Eğitimi ve Öğretiminde Metodlar, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, Ankara.
ÖZDEN, Yüksel (2003), Öğrenme ve Öğretme, PegemA Yayıncılık, Ankara.
ÖZER, Kadir (2005), Kaygı, Sistem Yayıncılık, İstanbul.
ÖZKALP, Enver (2004), Davranış Bilimlerine Giriş, Anadolu Üniversitesi
Yayınları, Eskişehir.
PAZARLI, Osman (1982), Din Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul.
PEKER, Hüseyin (2003), Din Psikolojisi, Çamlıca Yayınları, İstanbul.
SELÇUK, Ziya (2000), Gelişim ve Öğrenme, Nobel Yayınları, Ankara.
SENEMOĞLU, Nuray (2000), Gelişim Öğrenme ve Öğretim, Gazi Kitabevi,
Ankara.
ŞENTÜRK, Habil (1994), “İbadetin Manası ve Fonksiyonları Üzerine Psikolojik
Bir Bakış Denemesi, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, Isparta.
SPRANGER, Eduard (2001), İnsan Tipleri, Çev. Ahmet Aydoğan, İz Yayıncılık,
İstanbul.
ŞİMŞEK, Eyüp (2004), “Çocukluk Dönemi Dini Gelişim Özellikleri ve Din
Eğitimi”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV, Sayı: 1,
www.dinbilimleri.com
TAŞ, Kemaleddin (2006), Dindarlığın Kriterleri Üzerine Tipolojik Bir Araştırma,
Ü. Günay & C. Çelik (Ed.), Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi içinde, (ss.
175–206), Karahan Kitabevi, Adana.
UYSAL, Veysel (1996), Dini Tutum Davranış ve Şahsiyet Özellikleri, İFAV,
İstanbul.
69
YAPICI, Asım (2002), “Dini Yaşayışın Farklı Görüntüleri ve Dogmatik
Dindarlık”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:2,
Adana.
YAPICI, Asım (2007), Ruh Sağlığı ve Din, Karahan Kitabevi, Adana.
YAVUZ, Kerim (1998), Günümüzde Din Eğitimi, Çukurova Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Yayınları, Adana.
YAVUZ, Kerim (1982), “Din Psikolojisinin Araştırma Alanları” Atatürk
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Atatürk Üniversitesi Basımevi,
Erzurum.
YAVUZ, Kerim (1987), Psikanalizde İlk Dini Gelişmelerin Değeri, Atatürk
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Erzurum.
YAVUZ, Kerim (1987), Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, DİB
Yayınları, Ankara.
YAVUZER, Haluk (2001), Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul.
YEŞİLYAPRAK, Binnur (2004), Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Pegama
Yayınları, Ankara.
YÖRÜKOĞLU, Atalay (1977), Çocuk Ruh Sağlığı, Türkiye İş Bankası Yayınları,
Ankara.
70
EK
DİNSEL YAŞAYIŞ ÖLÇEĞİ
AÇIKLAMA
Bu ölçek, din ile ilgili düşünce ve davranışlarınızı ölçmek için hazırlanmıştır.
Ölçek sonuçları bu konuda bir durum tespiti yapmak için bilimsel bir araştırmada
kullanılacaktır. Bir ifadeyi okuduktan sonra aklınıza ilk geleni işaretleyiniz. İşaretsiz
ifade bırakmayınız. Adınızı kesinlikle yazmayınız, kimliğiniziz belirtecek herhangi bir
işaret koymayınız. Anketin doldurulmasında gösterdiğiniz yardım ve ilgiden dolayı
şimdiden teşekkür ederiz.
1. Cinsiyetiniz: ( ) Kız ( ) Erkek
2. Yaşınız: ……………
3. Sınıfınız:( ) 4. sınıf ( ) 5.sınıf ( ) 6. sınıf ( ) 7. sınıf ( ) 8.sınıf
4. Annenizin tahsil durumu:
( )Hiç okula gitmemiş ( )İlkokul ( )Ortaokul ( )Lise ( )Üniversite
5. Babanızın tahsil durumu:
( )Hiç okula gitmemiş ( )İlkokul ( )Ortaokul ( )Lise ( )Üniversite
6. Kaç Kardeşsiniz?..................................
7. Kaçıncı Kardeşsiniz?.............................
8. Babanızın Mesleği…………………….
9. Annenizin Mesleği……………………
10. Kendinizi ne kadar dindar hissediyorsunuz?
( ) Hiç dindar değil ( ) Biraz dindar ( ) Dindar ( ) Çok dindar
71
Aşağıdaki ifadelerden her birini okuduktan sonra, bu ifadeye ne
ölçüde katıldığınızı gösteren sütuna ait olan ve ifadenin hizasında
bulunan kutucuğun içini X biçiminde işaretleyiniz.
Kat
ılıyo
rum
Kar
arsı
zım
Kat
ılmıy
orum
1. Allah yaptığımız her şeyi bilir.
2. Mahşer günü herkes Allah’a hesap verecektir.
3. Kur’an-ı Kerim’in haber verdiği her şey doğrudur.
4. Kur’an-ı Kerim Allah’ın emirlerini bildirir.
5. Kıyamet günü vardır.
6. Allah vardır.
7. Cennet ve cehennem vardır.
8. Öldükten sonra Ahiret denen sonsuz bir hayat vardır.
9. Kur’an-ı Kerim Allah’ın göndermiş olduğu kutsal bir kitaptır.
10. Melekler vardır.
11. Hz. Muhammed, Allah’ın peygamberidir.
Aşağıdaki ifadelerden her birini okuduktan sonra, bu
ifadelerdeki davranışların nedenini gösteren sütuna ait olan ve
ifadenin hizasında bulunan kutucuğun içini X biçiminde
işaretleyiniz. Her
zam
an
Çoğ
u za
man
Baz
en
Hiç
12. Arkadaşlarıma ve çevreme iyi davranmak dini bir prensip
olduğundan arkadaşlarıma ve çevreme iyi davranırım.
13. İnsanları aldatmak dini inancıma aykırı olduğu için hiç
kimseyi aldatmamaya özen gösteririm.
14. Dini inancıma göre doğru sözlü olmak gerektiği için, yalan
söylememeye dikkat ederim.
15. Allah, anne- babaya iyi davranmayı emrettiği için onlara
iyi davranmaya gayret ederim.
16. Söz verildiği zaman sözünde durmak dini bir kural
olduğundan, verdiğim sözleri yerine getirmeye çalışırım.
72
Aşağıdaki ifadelerden her birini okuduktan sonra, bu
ifadelerdeki davranışların nedenini gösteren sütuna ait olan ve
ifadenin hizasında bulunan kutucuğun içini X biçiminde
işaretleyiniz. Her
zam
an
Çoğ
u za
man
Baz
en
Hiç
17. Kutsal gün ve gecelerde ibadet yapıyorum
18. Herhangi bir engel olmadığı sürece ibadetlerimi yapıyorum
19. Televizyonda yayınlanan dinsel programları izliyorum.
20. Dinsel kitap ve dergiler okuyorum.
21. Kur’an-ı Kerim okuyorum.
22. Dua ediyorum.
Aşağıdaki ifadelere yönelik fikirlerinizi X işareti ile belirtiniz.
Hem
en h
emen
Hiç
bir z
aman
Baz
en
Gen
ellik
le
Her
zam
an
1. Keyfim yerindedir. 2. Çabuk yorulurum 3. Çabuk ağlarım 4. Sıkıntılı olduğum durumlarda başvurabileceğim hiç kimsem yok.
5. Başka insanlar kadar mutlu olmak isterim. 6. Çabuk karar veremediğim için fırsatları kaçırırım. 7. Kendimi dinlenmiş hissederim. 8. Sakin, kendime hâkim ve soğukkanlıyım. 9. Problemlerin üstesinden gelemeyeceğim kadar biriktiğini hissederim.
10. Önemsiz şeyler hakkında bile endişelenirim. 11. Mutluyum. 12. Her şeyi ciddiye alır ve endişelenirim. 13. Kendime güvenim yoktur. 14. Sıkıntılı ve güç durumlarla karşılaşmaktan kaçınırım. 15. Kendimi hüzünlü hissederim. 16. Hayatımdan memnunum. 17. Olur olmaz düşünceler beni rahatsız eder. 18. Hayal kırıklıklarını o kadar ciddiye alırım ki hiç unutamam.
19. Aklı başında ve kararlı bir insanım. 20. Son zamanlarda kafama takılan konular beni rahatsız eder.
73
ÖZGEÇMİŞ
KİŞİSEL BİLGİLER
Adı Soyadı : Zeynel Ahmet ÖZTÜRK
Doğum Yeri ve Yılı : Osmaniye–1982
Medeni Durumu : Evli
Telefon : 0 (322) 346 26 40
Adres : Levent Mahallesi 1729 Sokak, No: 22
01310 Yüreğir / ADANA
EĞİTİM DURUMU
2003-2007 : Yüksek Lisans, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, Adana.
1999-2003 : Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Adana.
1992-1999 : Adana İmam Hatip Lisesi.
1988-1992 : Seniha Çobanoğlu İlköğretim Okulu, Yüreğir, Adana
1987-1988 : Tahsilli İlköğretim Okulu, Yüreğir, Adana
Yabancı Dil : Arapça, İngilizce
İş Durumu : Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni, Yeşilyuva İlköğretim Okulu
Seyhan, Adana