638
T.C. İSTANBUL ワNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTワSワ TワRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI YENİ TワRK EDEBİYATI BİLİM DALI Doktora Tezi TワRK EDEBİYATINDA TARİHホ ROMANLAR ( TワRK TARİHİ İLE İLGİLİ, 1981–1985) AHMED ELDESSOUKY 2502060346 Tez Danışmanı: PROF. DR. KツZIM YETİŞ İSTANBUL 2010

T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

  • Upload
    others

  • View
    1

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

T.C.

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

YENİ TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI

Doktora Tezi

TÜRK EDEBİYATINDA TARİHÎ ROMANLAR

( TÜRK TARİHİ İLE İLGİLİ, 1981–1985)

AHMED ELDESSOUKY

2502060346

Tez Danışmanı: PROF. DR. KÂZIM YETİŞ

İSTANBUL 2010

Page 2: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

ii

Page 3: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

iii

ÖZ

Çalışmamızda 1981–1985 yılları arasında neşredilen tarihî romanları

inceledik. Bu beş yıllık dönemde neşredilen otuz tarihî romanı olay örgüsü, zaman,

mekân, şahıslar ve bakış açısı kriterlerini göz önünde bulundurarak tahlil ettik. Olay

Örgüsü bölümünde, romanların tek tek olay örgülerini yazdık. Zaman bölümünde,

kozmik zaman, kronolojik zaman ve sosyal zaman unsurlarını ortaya koyduk. Mekân

bölümünde, mekânları özelliklerine göre sınıflandırdık ( Açık Mekân, Kapalı Mekân,

vs.). Şahıslar bölümünde, romanlardaki kahramanları gerçekliklerine göre, eğitim

durumlarına göre, mesleklerine göre, sosyal durumlarına göre ve milliyetlerine göre

sınıflandırdık. Anlatıcı ve Bakış açısı bölümünde de romanlarda kullanılan anlatım

yöntemlerini, anlatıcının tipini ve yazarların görüşlerini anlattık.

ABSTRACT

In this study, we examined about the historical novels which were published

in 1981-1985. We analyzed thirty historical novels were published in these five years

according to plot, time, place, characters and point of view. On the ‘plot’ part, we

told about the plots of novels we studied. On the ‘time’ part, we explained about

cosmic time, chronologic time and social time. On the ‘place’ part, we classified the

places according to their specialties (Open Places, Closed Places, etc.). On the

‘characters’ part, we classified the characters according to their reality, sexuality,

education, profession, social life and nationality. On the ‘point of view’ part, we told

about the narration methods which were used on the novels and writers opinions.

Page 4: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

iv

ÖN SÖZ

Tarih ve edebiyatın iç içe geçtiği tür olarak kabul edilen tarihî roman, geniş

okuyucu kitleleri tarafından kabul görmesiyle romanın önemli bir çeşidini

oluşturmaktadır. Bu açıdan tarihî romana büyük bir önem verilmektedir.

“Avrupa’da, Fransız İhtilâlinden (1789) sonra milliyetçilik akımının geliştiği

ve romantizmin hâkim olduğu bir dönemde Walter Scott tarafından, 1814 yılında

‘Waverley’ adıyla yayımlanan ilk tarihî roman, kısa sürede rağbet görüp,

yaygınlaşır.”1

“Türk edebiyatında tarihî roman, roman nevi ile başlar. İlk romancılarımız

olan Ahmet Mithat Efendi ve Nâmık Kemal aynı zamanda tarihî romancıdırlar.

Birincisinin Yeniçeriler, Hasan Mellâh yahut Sır İçinde Esrar, Hüseyin Fellah,

Süleyman Muslî adlı romanları, ikincisinin iki romanından biri olan Cezmi tarihî

romandırlar. Demek ki Türk edebiyatında tarihî romanın, bizatihî roman nevine bağlı

olarak oldukça eski bir geçmişi var. Üstelik bu dönemde yine roman nevine bağlı

olarak pek çok tarihî roman yazılmıştır.”2

Tarihî roman, Türk edebiyatı sahasında önemli bir roman türü olmasına

rağmen bu romanların üzerinde yapılan tez ve çalışmaların sayısı oldukça azdır.

Tarihî roman sahasında ilk çalışma, Hülya Eraydın Argunşah tarafından hazırlanan

doktora tezidir3. Başlangıçtan 1990 yılına kadar Türk tarihi ile ilgili neşredilmiş olan

romanların tespit edilmeye çalışıldığı bu tezde, seçilmiş olan romanlar hakkında

genel değerlendirmeler verilmiştir. Tarihî romanlarla ilgili ikinci bir çalışma da Zeki

Taştan tarafından hazırlanan doktora tezidir4. Bu çalışmada 1871 yılından 1950

yılına kadar neşredilen tarihî romanlar tespit edilip, bütün bu romanlar zaman,

mekân, şahıslar ve bakış açısı bakımından incelenmiştir. Üçüncü bir çalışma da

1 İsmail Karaca, “Türk Edebiyatında Tarihî Roman (Türk Tarihi İle İlgili, 1951–1960)”, İstanbulÜniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2004, s.12 Kâzım Yetiş, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu İle İlgili Üç Romanda Bir Tip, İstanbul Üniversitesi,Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XXX, 2003, s. 5913 Hülya Eraydın Argunşah, “Türk Edebiyatında Tarihî Roman (Türk Tarihi İle İlgili)”, MarmaraÜniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1990, 432 s.4 Zeki Taştan, “Türk Edebiyatında Tarihî Roman (Türk Tarihi İle İlgili, 1871–1950)”, İstanbulÜniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2000, 1330 s.

Page 5: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

v

İsmail Karaca tarafından hazırlanan doktora tezidir5. Bu tezde 1951–1960 yılları

arasında neşredilen tarihî romanlar yine zaman, mekân, şahıslar ve bakış açısı

bakımından incelenmiştir. Aynı yöntemle ve 1961–1965 yılları arasında neşredilen

tarihî romanları incelenen diğer bir çalışma İlknur Tatar Kırılmış tarafından

yapılmıştır6. Bu alanda şimdiye kadar en son yapılmış olan çalışma ise, Ramazan

Topdemir7 tarafından hazırlanmıştır. Bu çalışmada 1971–1980 yılları arasında

neşredilen tarihî romanlar incelenmiştir. Biz de aynı sahayı takip etmeyi düşündük.

Bunun için çalışmamızda 1981–1985 yılları arasında neşredilen tarihi romanları

inceledik.

Tezimizde başlamadan önce 1981–1985 yılları arasında bütün neşredilen

romanları Devlet Kütüphanesi başta olmak üzere çeşitli kütüphanelerde tespit etmeye

çalıştık. Bu çalışmada yoğun bir şekilde çalıştık. Çünkü kütüphanelerimizde romanla

ilgili özel bir tasnif yoktur. Bunun üzerine neşredilen bütün eserlerin fişlerini tek tek

taradık. Bu tarama esnasında da birkaç soruna rastladık. Kütüphanelerdeki fişlerin

yanlışlıkları ve eksiklikleri bu zorlukların başında gelir. Bu çalışma sırasında çok

sayıda şiir ve hikâye kitapları, roman olarak kayıtlara geçtiğini gördük. Üstelik

herhangi bir eser ilk yayınevinden başka birisinde yayınlanırken, fişlere birinci baskı

olarak geçer.

Yukarıdaki gösterdiğimiz zorlukları yüzünden bilinen bibliyografya ve

kütüphanelerde durmaksızın çalışmamızı sürdürdük. Karşımıza çıkmış bütün

romanları elden geçirdik. Tespit edilen romanları, tarihî olup olmadığını öğrenmek

için taradık. Böylece 1981–1985 yılları arasında neşredilen tarihî romanları tespit

ettik. Bundan sonra tespit edilen bu romanları temin etmeye başladık.

Çalışmamızda “Olay Örgüsü” başlıklı bölümü ekleyerek daha önce tarihî

roman alanında yazılmış tezlerdeki yöntemi uyguladık. Böylece tespit ettiğimiz tarihî

5 İsmail Karaca, “Türk Edebiyatında Tarihî Roman (Türk Tarihi İle İlgili, 1951–1960)”, İstanbulÜniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2004, 1776 s.6 İlknur Tatar Kırılmış, “Türk Edebiyatında Tarihî Roman (Türk Tarihi İle İlgili, 1961–1965)”,İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2007, 1121s.7 Ramazan Topdemir, “Türk Edebiyatında Tarihî Roman (Türk Tarihi İle İlgili, 1971–1980)”, İstanbulÜniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2005, 743 s.

Page 6: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

vi

romanları, olay örgüsü, zaman, mekân, şahıslar ve anlatıcı ve bakış açısı kriterlerini

göz önünde bulundurarak inceledik.

Türk Edebiyatında Tarihî Romanlar (Türk Tarihi İle İlgili, 1981–1985)

başlıklı bu tezimizde, söz konusu bu beş yıllık dönemde neşredilen otuz tarihî romanı

tespit ettik. Tezimizde, bu beş yıllık dönemde neşredilen tarihi romanları

kütüphanelerden temin ettikten sonra okuma aşamasına başladık. Tespit edilen

romanları teknik unsurlarını göz önünde bulundurarak defalarca okuduk. Okuma

sırasında tezimizin bölümleriyle ilgili notlarımızı da aldık. Söz konusu okumayı

bitirdikten sonra yazmaya başladık. Tespit ettiğimiz otuz tarihî romanı ayrı ayrı “olay

örgüsü”, “zaman”, “mekân”, “şahıslar” ve “bakış açısı” yönlerinden inceledik.

Tezimizin birinci bölümünü oluşturan “Olay Örgüsü” başlıklı kısımda, olay

örgüsünün ne demek olduğunu anlattıktan sonra ele aldığımız romanların olay

örgülerini gösterdik.

“Zaman” kısmında, ilk olarak romanlarda zamanın mahiyeti hakkında bilgiler

verdikten sonra romanları işledikleri devirlere göre tasnif ettik. Mesela Osmanlılar

devrini işleyen romanları yüzyıllara göre gruplandırdık. Bundan sonra ele aldığımız

romanlarda zaman unsurunu inceledik. Bu kısımda romanları “kronolojik zaman”,

“kozmik zaman” ve “sosyal zaman” açılardan değerlendirdik. Kronolojik zamanda

romanın ne zaman başladığını ve sona erdiğini gösterdik. Üstelik roman içinde

geriye dönüşler ve geleceğe sıçrayışlar gibi zaman seyrini değiştiren unsurları -varsa-

ortaya çıkardık. Kozmik zamanda da yazarların romanlarda gece, gündüz, kış, yaz

gibi tercih ettikleri zaman dilimlerini gösterdik. Sosyal zamanda romanlarda geçen

gelenek, örf, âdetler, sofra ve kıyafet unsurlarını gösterdik.

Tezimizin üçünücü bölümünü oluşturan “Mekân” kısmında da romanda

mekânın mahiyetini gösterdikten sonra tespit edilen romanlarda mekânın genel

oluşumunu ele aldık. Bundan sonra bir listede romanların tek tek cereyan ettikleri

şehirleri gösterdik. Son olarak romanlarda kullanılan mekânların unsurlarını şu

şekilde sınıflandırdık: “Tabiî Coğrafya”, “Yerleşilen, Barınmak Veya Bir İhtiyaç İçin

Yapılan Mekânlar”, “Açık Mekânlar”, “Kapalı Mekânlar”, “Dinî Mekânlar”,

Page 7: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

vii

“Dinleme-Eğlence Mekânları” ve “Müteferrik Mekânlar”. Her başlık altında da

romanların tek tek bu bölümle ilgili unsurlarını gösterdik.

Tezimizin dördüncü ve en büyük bölümümü oluşturan “Şahıslar” kısmında da

romanda şahıs kadrosuyla ilgili bilgiler verdikten sonra romanlarda yer alan

kahramanları “Tarihî Şahsiyet”, “Tarihî olmayan Yaratma Şahsiyet”e göre inceledik.

Bundan sonra kahramanları “meslek”lerini gösterdik. “Sosyal Durumlarına Göre

Şahsiyetler” kısmında da kahramanların sosyal hayatlarıyla ilgili verilen bilgilerine

yer verdik. “Cinsiyetlerine Göre Kahramanlar”da da romanlarda erkek ve kadın

kahramanların sayısını gösterdik. Üstelik hangisinin yazarlar tarafından tercih

edildiğine işaret verdik. Bölümün son kısmı ise, “Milliyetlerine Göre

Kahramanlar”da kahramanları ülkelerine göre sınıflandırdık. Romanlarda geçen

çeşitli milletlerin özelliklerini gösterdik.

Tezimizin son bölümünü oluşturan “Bakış Açısı” kısmında ise, romanlarda

kullanılan bakış açılarını gösterdik. Bundan sonra Yazarların yorumlarına ve olumlu

veya olumsuz mesajlarına yer verdik.

Çalışmamızın “Sonuç” bölümünde ise, tezimizde yaptıklarımızı özet bir

şekilde anlatıp, değerlendirmeler yaptık. Üstelik vardığımız sonuçları ortaya koyduk.

Tezimizin “Bibliyografya” kısmında da romanları ve tezimizde yararlandığımız

kaynakları gösterdik. Ayrıca incelenen romanların ilk baskılarını temin etmeye

çalıştık. Ama ilk baskılarını bulamadığımız romanların daha sonraki çıkmış olan

diğer baskılarına dayandık. Bunu hem tezin ilk bölümünde hem de bibliyografyada

gösterdik.

Türk Edebiyatında Tarihî Romanlar (Türk Tarihi İle İlgili, 1981–1985)

başlıklı bu tezimizin başlangıcından tamamlanışına kadar her zaman yanımda olan,

her türlü problem karşısında sonsuz sabır ve tahammül gösteren, sürekli teşvik eden,

hiçbir zaman destek ve yardımını esirgemeyen, düşünce ve tecrübeleriyle her konuda

yönlendiren, yardımcı olan muhterem hocam Prof. Dr. Kâzım Yetiş Beyefendi’ye

teşekkürü bir borç bilirim. Gerçekten hocam Prof. Dr. Kâzım Yetiş yardımları

olmazsa elimizdeki tez bu sürede bitirilemezdi.

Page 8: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

viii

İÇİNDEKİLER

Öz (Abstract) …………………………………………………………. ii

Önsöz …………………………………………………………. iii

İçindekiler ………………………………………………………… vii

Kısaltmalar ………………………………………………………... x

Giriş ..………………………………………………………. 1

I. BÖLÜM

Romanda Olay Örgüsü ve İncelediğimiz Romanlarda Olay Örgüleri ……… 5

II. BÖLÜM

Romanda Zaman ve İncelediğimiz Romanlarda Zamanın Ele Alınışı …….. 44

1. Selçuklular Devri …………………………………… 492. Eyyûbîler Devri ………………………………….... 553. Osmanlılar Devri ………………………………….... 624. Kurtuluş Savaşı Dönemi ……………………………. 1595. Cumhuriyet Dönemi ………………………….......... 172

III. BÖLÜM

Romanda Mekân ve İncelediğimiz Romanlardaki Mekânın Ele Alınışı…. 177

1. Selçuklular Devri ………………………………..... 1812. Eyyûbîler Devri …………………………………. 1873. Osmanlılar Devri ………………………………… 1914. Kurtuluş Savaşı Dönemi …………………………….. 2505. Cumhuriyet Dönemi ………………………………... 262

I. Tabiî Coğrafya …………………………………………… 265

a. Dağlık …………………………………………… 265

b. Akarsular …………………………………………... 268

c. Ovalık …………………………………………… 271

d. Çöller (Sahralar) ………………………………………. 272

Page 9: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

ix

e. Adalar …………………………………………… 273

II. Yerleşilen, Barınılan veya Bir İhtiyaç İçin Yapılan Mekânlar …… 275

1. Açık Mekânlar …………………………………………... 275a. Kaleler (Hisarlar) …………………………………. 275b. Meydanlar …………………………………... 284c. Bahçeler (Gezinti Yerleri) ………………………… 289

(1) İstanbul Bahçeleri ………………………... 289(2) Taşra Bahçeleri ………………………... 289

d. Köprüler ………………………………………….. 2912. Kapalı Mekânlar ………………………………………….. 291

a. Saraylar ………………………………………….. 291(1) İstanbul Sarayları ……………………….. 291(2) Taşra Sarayları ……………………….. 296

b. Köşkler (Kasır), Yalılar ……………………….. 299(1) İstanbul Köşkleri ………………………. 299(2) Taşra Köşkleri ……………………… 301

c. Konak ve Evler ……………………………………. 3023. Dinî Mekânlar (Külliye) ……………………………………. 318

a. Camiler ……………………………………. 318(1) İstanbul Camileri …………………….... 318(2) Taşra Camileri ……………………… 320

b. Medreseler ……………………………………. 322c. Mektepler ……………………………………. 323d. Tekkeler ……………………………………. 323e. Türbeler ……………………………………. 325f. Hamamlar ……………………………………. 326g. Çeşmeler ……………………………………. 326h. Kiliseler ……………………………………. 327i. Manastırlar ……………………………………. 328j. Havralar ……………………………………. 329

4. Konaklama, Dinlenme-Eğlenme Mekânlar …………………. 329a. Hanlar ve Kervansaraylar …………………. 329b. Kahvehaneler ……………………………………. 335c. Meyhaneler ……………………………………. 338

5. Müteferrik Mekânlar ……………………………………. 338a. Kuleler ……………………………………. 338b. Hapishaneler (Zindanlar) …………………………. 338c. Değirmeler ……………………………………. 341

IV. BÖLÜM

Romanda Şahıs ve İncelediğimiz Romanlarda Şahıs Kadrosu ……….. 343

A) Tarihî Olmayan, Yaratma Şahsiyetler ……………………………... 345

Page 10: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

x

B) Tarihî Şahsiyetler ……………………………………. 434

C) Cinsiyetlerine Göre Kahramanlar ………………………………. 510

D) Eğitim ve Öğretim Durumlarına Göre Kahramanlar ……………… 523

E) Mesleklerine Göre Kahramanlar …………………………………... 527

1- Yönetici …………………………………… 527

a. Kabile Reisi, Han, Hakan, Kağan, Kral, Ece, Sultan, Padişah,İmparator ……………………………………. 527

b. Sadrazam, Vezir, Paşa ………………………………… 530c. Defterdar ……………………………………. 532d. Kazaskerler ……………………………………. 533e. Veli, Beylerbeyi, Sancak Beyi, Kale Komutanı, Eyalet-Taşra

Yöneticileri ……………………………………. 533

2- Din Görevlisi, Şeyhülislâm, Ulema, Müderris, Kadı, Hoca,İmam …………………………………….. 5353- Mürebbiye, Hoca (Padişah Hocaları) ……………. 5374- Silâhşör, Asker, Şövalye, Bekçi, Polis …………... 5375- Kâtip, Tezkireci, Mektupçu …………………….. 5396- Hekim …………………………………….. 5417- Müneccim …………………………………….. 5428- Elçi ……………………………………. 5429- Tercümanlar (Mütercim) ………………………… 54510- Şair ……………………………………. 54511- Tüccar ……………………………………. 54612- Denizci ……………………………………. 54613- Padişah Yakınları – Saray Hizmetlileri …………... 547

a. Musahip …………..……………………………………... 547b. Bostancıbaşı ……………………………………………... 548c. Haremağası ……….……………………………………... 548d. Kapıcı …………...…………………………………….. 549e. Kethüde …………………...…………………………….. 549f. Müşavir ..……………………………………………….. 549g. Cellât …...…………………………………………….. 550h. Aşçı …………...…………………………………….. 550i. Casus …………...……………………………………... 550j. Ulak Haberci …….. …………………………………….. 551k. Sihirbaz-Büyücü-Falcı ………………………………… 552l. Uşak-Hizmetçi ………………………………………….. 552

14- Demirci ………………………………………….. 55315- Balıkçı ………………………………………….. 554

Page 11: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

xi

16- Müteferrik Meslekler …………………………… 555

F) Sosyal Durum ve Konumlarına Göre Kahramanlar ……………….. 561

G) Milliyetlerine Göre Kahramanlar ………………………………… 571

1- Avrupalılar ………………………………………... 5732- Bizanslılar (Romalılar) ………………………………………... 5753- Araplar …………………...………………………………………... 5764- Farslar …………………...………………………………………... 5765- Rumlar …………………...………………………………………... 5776- Ruslar …………………...………………………………………... 5787- Ermeniler …………………...………………………………………... 5808- Yahudiler …………………...………………………………………... 5819- Zenciler …………………...………………………………………... 58210- Amerikalılar …………………...…………………………………... 58211- Moğollar …………………...……………………………………….. 582

V. BÖLÜM

Romanda Bakış Açısı ve İncelediğimiz Romanlarda Bakış Açısı ……….. 586

SONUÇ ………………………………………………………………. 609

BİBLİYOGRAFYA ………………………………………………… 612

ÖZGEÇMİŞ ………………………………………………………….. 626

Page 12: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

xii

Kısaltmalar

a.g.e. Adı Geçen Eser

Bkz. Bakınız

c. Cilt

No: Numara

s. Sayfa

S. Sayı

t.y. Basım Tarihi Yok

y.y. Basım Yeri Yok

Page 13: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

Giriş

“Edebiyat, hususen roman, kendine esas konu olarak toplumu alır. Tarihî

süreç içerisinde edebiyatın toplumla ilişkisi, farklı mahiyetler kazansa da hep devam

etmiştir. Edebiyat, toplumdan aldığını, topluma sunar. Bu kapsamda söz konusu olan

alanlardan biri de tarihtir. Tarihin edebiyatta en çok işlendiği alan ise romandır.

Romanın tarihle ilişkisi, romanın çekirdeği kabul edilen edebî türlerin dönemine

kadar dayanmaktadır. Roman öncesi tahkiyeye dayalı edebî metinler olarak kabul

edilen destan ve romansların da ana kaynakları tarihî olaylardır. Roman, tarihi

kendine bir malzeme olarak seçerken, bu malzemeyi işleyecek olan romancının tavrı

ayrı bir önem kazanmaktadır.”1 “Bununla birlikte, romanın evrimi içinde özgül

anlamıyla “tarihî roman” diye adlandırılan bir tür vardır ki, bu, Lukacs’ın belirttiği

gibi XIX. yüzyılın başlarında, aşağı yukarı Napolyon’un düştüğü yıllarda (Walter

Scott’un Waverly’i 1814’te yayımlandı) doğmuştur.”2

Türk Edebiyatında ise, tarihî roman nevi, Ahmet Mithat’ın 1871 yılında

‘Yeniçeriler’ adlı eseriyle başlayıp şimdiye kadar sürer. Öyleyse Türk edebiyatında

tarihî romanın doğuşu, roman nevinin doğuşu kadar eskidir.

Tarihî roman, bir edebiyat terimi olarak şu şekilde tarif edilir: “Geçmişin

önemli sayılan konularını işleyen, ‘tarihî’ denebilecek bir zaman kesitinde cereyan

eden vak’aları anlatan romanlar. Tarihî bir romanın konusu toplumsal olabileceği

gibi, tarihî bir şahsiyetin etrafında da şekillenebilir. Bu tür romanların kahramanları

genellikle tarihte yaşamış gerçek kişilikler olabilir, zaman zaman da tamamen

kurmaca figürlerdir. Tarihî romanlar, çoğunlukla, tarihî bir gerçekliği, geçmişte

yaşanmış unutulmaz bir olayı, tahkiyenin imkânlarıyla, yazıldığı dönemin okurlarına

anlatmak, duyurmak üzere yazılırlar.

1 Sezai Coşkun, Tarih - Roman İlişkisi ve Çanakkale Harbi Örneği, Yağmur Dergisi - Sayı: 34 Ocak-Şubat-Mart 20072 Taner Timur, Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara,2. Baskı, 2002, s.212

Page 14: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

2

Geçmişin hikâyelerini, maceralarını anlatan her eser tarihî roman mıdır;

‘tarihî roman’ diyebileceğimiz eserleri diğerlerinden nasıl ayırt edeceğiz sorusuna

şöyle bir cevap verilebilir: “Onları yalnız konularının daha az sınırlı olmaları yani

bütün geçmişi konu olarak alabilmeleri bakımından değil, romantizm ve milliyetçilik

akımları ile olan bağlarından ve geçmiş ile ilgili yeni tutum ve duygulardan dolayı

diğerlerinden ayırabiliriz.”3

Bu tariften sonra tarihî romanın yazarının romanını yazarken, tarih

malzemesine dayandığı anlaşılır. Ama tarihî roman yazarı, bir tarihçi değildir. Bunun

için romancının işi, tarihçinin işinden farklıdır. Tarihçi olay ve gerçekleri

gösterirken, romancı bu tarihî gerçeklere dayanarak belli bir mantıktan hareket edip

ortaya çıkarmak istediği görüşünü anlatır. Aslında romancı romanını yazmaya iten

bir görüş mutlaka vardır. Romancının bu görüşü, eserde ortaya çıkar. Edebiyat

olduğu gibi de roman özel bir yaratıcılık teşkil etmektedir. Bunun üzerine her eser,

kendine özel bir açıdan tarih-roman ilişkisine dair bir cevap verir. Ama incelediğimiz

otuz romanı, tarih-roman ilişkisiyle ilgili üç grup altında koyabiliriz. Birinci grupta

yazarlar, hem tarihî olaylara hem de tarihî kişilere dayanırlar. Burada söz konusu

göstermedir. Selâhaddin Eyyûbî, Patrona ve Dördüncü Murad I ve Dördüncü Murad

II romanlarında olduğu gibi yazarlar bu gibi romanlarda bir tarihî olayı

gösterirlerken, tarihî kişilere de dayanırlar. Burada da belirmeliyiz ki; bu gibi

romanlarda yaratma kişiler de vardır. İkinci grubun romanlarında yazarlar sadece

tarihî olaya dayanırlar. Civelek Osman, Hilâl Görününce, İsyan Eşiği, Dersaadet’te

Sabah Ezanları ve Vatan Dediler romanlarında yazarlar tarihî olayı gösterirlerken,

yaratma kişilere dayanırlar. Bu grubun en iyi temsilcisi ise Vatan Dediler romanıdır.

Talip Apaydın, ustaca yazılan Vatan Dediler romanında tarih-roman ilişkisine şu

şekilde net bir cevap verir: Tarihî olayların tarihlerinin kesin bir şekilde verilmesi,

tarihçinin işidir, ama bu olayların arka planı veya askerlerin içinde bulundukları

koşulların gösterilmesi, romancının işidir. Talip Apaydın romanda yaptığı budur.

Yazar, yaratma kişilere dayanarak Türk askerlerinin hangi koşul altında

savaştıklarını ustalıkla gösterir.

3 Turan Karataş, Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Akçağ Yay., Ankara, 2. Baskı, 2004, s.451

Page 15: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

3

Üçüncü grup ise bir veya birden fazla tarihî kişiye dayanılarak olaylar

kurgulanır. Bu grubun en iyi temsilcisi Beyaz Kale romanıdır. Beyaz Kale romanında

Orhan Pamuk, padişaha küçültücü bir tavırdan hareket ederek olayları kurgular.

Yazar-tarih ilişkisine baktığımızda da her roman, diğerinde bir başka cevap

ortaya çıkar. Bazı yazarlar olayları gösterirlerken, tarihî gerçeklere bağlı kalırlar.

Diğer yazarlar da romanda cereyan eden olayları kurgularlarken, gerçeklere bağlı

kalmayarak bir veya birden fazla saptırmayı yaparlar.

Page 16: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

I. Bölüm

Page 17: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

5

Romanda Olay (Vak’a) Örgüsü ve İncelediğimiz Romanların Olay

Örgüleri

Romanın en önemli unsurlarından biri olan olay örgüsü, Ulu Dağ Sözlüğü’nde

şu şekilde tarif edilir: “Bir romanda, hikâyede veya filmde olması gereken olgudur.

Bu materyallerde meydana gelen bir olayda; tutarlılık olmalıdır ve romanın

konusunu oluşturan erkler birbiriyle bağlantılı olmalıdır.

Olay örgüsü ölümcül bir öneme sahiptir. Bunun en güzel anlatımı; E.M.

Foster’in roman sanatı kitabında bulunmaktadır. “kral öldü sonra kraliçe öldü” tabiri

olay örgüsü değildir. “Kral öldü bunun üzüntüsünden sonra da kraliçe öldü” tabiri

olay örgüsünü anlatan basit ama etkili bir örnektir. Bir olaydaki sonuç diğer bir

olayın başlangıcı demektir.

Romanda veya hikâyede; yazarın karakterlere yüklediği sorumluluklar ve bu

karakterlerin tutumları birbiri ile tutarlı olmalıdır. Örneğin; çok iyi ve saf olan bir

karakterin bir anda sebepsiz yere kötü insan görünümüne bürünmesi olay örgüsünü

bozmaktadır. Olay örgüsünün olmadığı bir romanda genel konu havada kalacaktır,

dolayısıyla da romanın karakterleri ve kişilikleri de anlaşılmayacaktır.

Aynı bilgiyi filmler için de kullanabiliriz. Filmlerde ortaya çıkan karakterlerin

film içerisinde bir görevi olmalıdır ve yapılan bu görevler ilerde çeşitli sonuçlar

doğurmalıdır. Filmlerdeki karakterlerin birkaç sahnede görünüp, daha sonra filmde

hiç rol almaması, filmin zayıflığına işarettir. Güçlü karakterler ise; iyi veya kötü de

olsa bir sonu olan karakterlerdir.”4

“Roman türü, yapısı, gereği, her biri bir çekirdek olay durumunda olan metin

halkalarından oluşur. Romandaki sürükleyiciliği sağlayan, okurun ilgi ve dikkatini

sürekli uyanık tutan bu metin halkaları toplamına olay ya da olay örgüsü denir.”5

4 “Olay Örgüsü”, «madde», http://www.uludagsozluk.com/k/olay-örgüsü/5 Turan Karataş, s. 390

Page 18: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

6

Romanın en önemli unsurlarından biri olan vak’a veya olay örgüsünün

etrafında romanın diğer unsurları toplanarak bütünleşir. Bu açıdan olay örgüsü,

önemlidir. “Aslında anlatma esasına bağlı edebî nevilerin hemen hepsinde, metin

karakterini haiz en küçük bütün, bir vak’a parçası etrafında teşekkül eder. Bu

parçalar, mânâ birliklerinin bir kaideye uyularak bir araya getirilmesiyle vücut bulur.

“Metin halkası” adını verebileceğimiz söz konusu parçalar da yine bir kaideye göre

bir araya gelmesi neticesi itibarî metin teşekkül eder. Bütün bunların vak’a

çerçevesinde gerçekleştiğini hatırlatırsak itibarî metinlerde vak’anın ehemiyetini bir

daha belirtmiş oluruz.”6

“Vak’a, romanın hayata dönük yüzü, romanın vitrinidir. Vak’a uydurulmaz,

hayattan ödünç alınır. Ödünç alınmasına rağmen, bir romanın cazibe merkezi onun

etrafında kurulur. Zaman, mekân, kişi… gibi öğeler onun için vardırlar; vak’ayı

canlı, gerçeksi kılan bu öğelerdir. (…) Üstelik olay örgüsü, romanın bünyesini

oluşturan ve bu bünyenin en küçük öğesi olan ‘motif’ten ‘kişi’ye kadar bütün

elemanlarını içine alan bir yapıdır. Bir romanın edebî bakımından güçlü olması,

büyük ölçüde bu ‘yapı’nın sağlam temeller üzerine oturtulmasına bağlıdır. Çünkü

okuyucu ile eser arasındaki diyalog –veya iletişim- sonucunda doğan estetik heyecan,

söz konusu ‘yapı’nın ürünüdür. Sonuç olarak bir romanın, okuyucuda ‘derli toplu’

bir güzellik duygusu uyandırıp uyandırmayışı, hemen tamamiyle “olay örgüsü”nün

kuruluş mantığına bağlıdır.”7

Bu kısa girişten sonra araştırma konumuz olan romanları işledikleri

devirlerine göre tek tek ele alacağız ve romanların olay örgülerinivereceğiz. Konu

bütünlüğnü sağlamak bakımından romanları işledikleri zamanlara göre ele almayı

uygun bulduk.

6 Şerif Aktaş, Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Ankara, Akçağ Yayınları, 7. Baskı, 2005,s.46–477 Mehmet Tekin, Roman Sanatı (Romanın Unsurları) 1, İstanbul, Ötüken Yayınları, 3. Baskı, 2003,s.63–68

Page 19: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

7

1- Selçukluk Devri

Malazgirt’in Üç Atlısı (Ahmet Yılmaz Boyunağa- 1985)8

Roman Sultan Alparslan zamanında cereyan eder. Aksungur, ailesini ve

milletini seven bir insandır. Aslında akıncalar ailesindendir. Dedesi eski bir akıncı,

babası ise bir savaşta şehit düşer. Küçük yaştan dedesi tarafından savaş talimleri ile

yetiştirilir. On altı yaşındayken Alp Arslan’ın ordusuna katılır. Orada Halit Ağa ile

tanışır. Bağdat’a gitmenin görevi, Halit Ağa ile Aksungur’un üstüne gelir. Onlar

yoldayken Prenses İrini’yi karşılar. Aksungur, kaçırdığı hırsızlardan prensesi

kurtarır. Aksungur, ona âşık olur. Prenses İrini, İslamiyet’e girerek adını Zeynep’e

değiştir. Bu sıralarda Aksungur, prensesi aramaya gelen Bizanslı subay ile tanışır.

Aksungur, Apostol ile bir dövüşmeye girer. Dövüşmeyi kaybedecek kimse,

kazanacak yanında bir köle olarak iki yıl kalır. Aksungur yarışmayı kazanır. Apostol

ise Aksungur’un kölesi olur ve prensesi İstanbul’a kadar götürürler. Sonra Aksungur

ve arkadaşları Bağdat’a giderler. Aksungur, Bağdat’tayken kız kardeşininin

Kahire’ye kaçırıldığını öğrenir. Bunun üzerine Kahire’ye gider. Orada, kızkardeşini

kaçıran Hasan Sabbah ile görüşür. Hasan Sabah, Aksungur’un Alp Arslan’ı

öldürmesini ister. Ama Aksungur bunu hiçbir türlü kabul etmez. Aksungur,

kızkardeşini kurtardıktan sonra Hasan Sabah’ın elinde düşerek zindana atılır.

Aksungur’a âşık olan Prenses Süreyya, kendisini zindandan kaçırır. Aksungur’un

memlekete dönmek amacıyla bindiği gemi denizde batar. Sahile kadar zorlukla

yüzebilen Aksungur, bir süre bir balıkçının evinde kaldıktan sonra İstanbul’a gider.

Orada arkadaşlarıyla buluşur. Bu sıralarda Zeynep’in zor bir durumda olduğunu

öğrenir. Ama vatanını sevgisine tercih eden Aksungur, İstanbul’dan ayrılarak

Malazgirt savaşına katılır. Savaşta kendisi Halit Ağa ile Abdullah, savaşta

kahramanlık gösterirler. Aksungur, savaştan sonra Kostantiniyye’ye gidip Zeynep’i

kaçırdıktan sonra memlekete döner.

8 Ahmet Yılmaz Boyunağa, Malazgirt’in Üç Atlısı, İstanbul, Beraket Yay., 1985, 365 s. [TimaşYayınları, İstanbul, 7. Baskı, 2006]

Page 20: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

8

2- Eyyûbîler Devri

Selâhaddin Eyyûbî (Yavuz Bahadıroğlu- 1981)9

Olaylar, Haşhâşîler tarafından Selâhaddin Eyyûbî’nin canına kasteden bir

teşebbüs ile başlar. Birisi, geceleyin Selâhaddin Eyyûbî’nin çadırına girer onu

öldürmeye çalışırken Selâhaddin Eyyûbî tam vakitinde uyanır ve kurtarır.

Selâhaddin Eyyûbî askerleriyle birlikte Askalan Kalesinde Haçlıların

muhasarası altındadır. Aylar süren müdafaa artık kimsede güç bırakmaz. Ama buna

rağmen iman gücüyle hep ayaktadırlar. Müslüman askerleri açlığa rağmen

dayanırlar. Üstelik düşmanı şaşırtırlar. Bunun üzerine Kont Şatiyö, Selâhaddin

Eyyûbî’ye sulh teklifiyle bir elçi gönderir. Selâhaddin Eyyûbî, kumandanlarını

toplar, vaziyeti açıklar. Sonunda Selâhaddin Eyyûbî, Kont Şatiyö’nün sulh teklifini

kabur edip kaleden çıkar. Tih çölünde zorluk çeken Selâhaddin Eyyûbî, Belbis

şehrine en kısa yoldan gitmek ister oradan yardım alarak yine Kudüs’teki Haçlılara

basmayı düşünür. Bu sıralarda Selâhaddin Eyyûbî, nasıl saltanat kapısının eşiğinden

istemeyerek girdiğini hatırlar.

Selâhaddin Eyyûbî bir ay içinde Mısır’dan yardım aldıktan sonra yine

Kudüs’e gider. Kudüs’ün yeni Kralı olan Budin, bunu öğrenir öğrenmez şaşırır ve

yeni bir kale yaptırmak amacıyla Ürdün şehrine gider. Kont Şatiyö ise Selâhaddin

Eyyûbî’ye karşı gider. Selâhaddin Eyyûbî de olup biteni öğrenir, düşmana geceleyin

bir baskın yapar. Ertesi sabah da ordusu hazırlar düşmana karşı çıkar. Büyük bir

mağlubiyete uğrayan Kont Şatiyö zorla kurtulup kaçar. Selâhaddin Eyyûbî, aynı

hızla Ürdün şehrine ulaşır. Kral Budin, kale kondurmayı başarmıştı. Selâhaddin

Eyyûbî, kalenin inşaatını durdurmak amacıyla krala bir elçi gönderir. Kral ise

Selâhaddin Eyyûbî’nin elçisini öldürür. Selâhaddin Eyyûbî, bunu öğrenir öğrenmez

şehre girmenin kararı verir. Ve Sultan Selâhaddin Eyyûbî ordusuyla 1179 yılında

şehre girer. Ama kral kaçar. Günler, haftalar, aylar geçer. Fetihler ardı ardına gelir;

zaferler birbirini takip eder. Kudüs Kralı, Sultan Selâhaddin’i durduramayacağını

9 Yavuz Bahadıroğlu, Selâhaddin Eyyûbî, İstanbul, Yeni Asya Yayınları, 1981, 184 s. [NesilYayınları, İstanbul, 42. Baskı, 2006]

Page 21: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

9

anladıktan sonra sulh teklifinde bulunur. (1180) Sonunda iki yıllık bir anlaşma

yapılır. 1181 yılında ise, Selâhaddin Eyyûbî’ye iki acı haber gelir. Biricisi Halep’te

saltanat süren Salih İsmail ölür, yerini İzzeddin Mesut alır. İzzeddin Mesut, önceden

Sultan Selâhaddin karşısında mağlubiyete uğradığında intikam almaya yemin etmişti.

Sultan Selâhaddin, bu hayalperest intikamcı yüzünden Müslümanlar arasına kılıç

girmemesi için dua eder. İkincisi ise İslâm ittihadını bozacak bir şeydir. Hısn Raban

yanından gelen haberci, Konya Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan’nın Hısn Rabban

kalesini zapt etmek arzusuyla sınırları ihlâl ettiğini, karşısına çıkılmadığı takdirde

çıban büyüyüp yayılabileceğini söyler. Bunun üzerine Sultan Selâhaddin, öncü

birlikler kumandanı Takıyüddin’i Kılıç Arslan’a gönderir. O sıralarda da Musul

Atabeği ölür. Sonra Sultan Selâhaddin Eyyûbî Mısır’a döner.

Selâhaddin Eyyûbî hep Kudüs’ü düşünüyor; bunun için hem Kudüs’ü almak

ister, hem de Suriye’deki birliği sağlam tutmaya çalışır. Selâhaddin Eyyûbî

Mısır’dayken, Kont Şatiyö Müslüman kervanlarını basar. İzzeddin Mesud ise Kudüs

Kralı ile birleşip hudutları ihlâl eder. O sıralarda Halep temsilcileri, kendilerini

İzzeddin Mesud’den kurtarmak için Selâhaddin Eyyûbî’ye gelirler. Bütün bunların

yüzünden Selâhaddin Eyyûbî ordusuyla Mısır’dan hareket edip Suriye seferine

başlar. Dört yıllık süren bu seferde birkaç yeri zapt ettikten sonra Halep şehrini

kuşatıp oradaki emiri teslim alır. Sonra Musul’a gider, şehirdeki Müslümanları susuz

bırakmak istemediği için şehri kuşatmaz ve İzzeddin Mesud’un elçilerinden bir

ahitname alır. Bu sırada Kudüs Kralı Budin ölür, krallığa Gui dö Lusignan gelir.

Sultan Selâhaddin, Papa elçileri ve Kudüs’ün yeni Kralı temsilcisi ile birlikte

toplanır. İki taraf arasında dört yıllık mütareke gerçekleşir. Selâhaddin Eyyûbî bu

sıralarda hastalanmaya başlar. Mısır’a döner.

Sultan Selâhaddin Mısır’dayken Kont Şatiyö Müslüman kervanlara saldırır.

Kafile içinde Müslümanları öldürür. Sultan Selâhaddin bunu duyar duymaz Kudüs

kralına bir mektupçu gönderir. Kraldan ölenlerin fidyesini ailelerine ödemesini, özür

dilemesini ister. Kral bunu kabul etmediği için Sultan Selâhaddin ordusuyla

Mısır’dan çıkarak Taberiye Gölü’nü dolanır, Kerak şehrini muhasara edip Taberiye

Kalesini alır. Sultan Selâhaddin şehre girdikten sonra orada sadece bir müfreze

Page 22: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

10

bırakıp Taberiye kıyılarını tutar. Bunu anlamayan Hıristiyanlılar şehri muhasara

ederler, bunun ardında da Sultan Selâhaddin onları muhasara eder. Bu durumda

Hıristiyan ordusu hem kaledeki Müslüman müfrezenin ok yağmuruna maruz kalır,

hem de Sultan Selâhaddin tarafından muhasara altındadır. Yine de susuz kalır; çünkü

Selâhaddin çoktan Taberiye Gölü çoktan tutardı. Bu zor durumlar altında olan

Hıristiyanlar artık dayanamayacaklarını anlarlar ve bu sıralarda Kont Şatiyo savaş

meydanından demir gömleklilerle kaçar. Hıristiyan ordusunda geri dönmeyi

savunanlar az değil, ama kral onlara iltifat etmez, cephe açıldıktan sonra Taberiye

Gölü tarafından saldırırlar. Başaramazlar. Bundan sonra Sultan Selâhaddin, Kudüs

Kralı’nın ordusuna yüklenir. Kudüs Kralı, kalabalık ile esir alınır. Sultan Selâhaddin

ona iyi muamele eder. İki ay sonra Kont Şatiyö da Sultan Selâhaddin’in eline düşer.

Kudüs Kralı, Kont Şatiyö ile yüz yüze gelirken onu öldürür. Sultan Selâhaddin asıl

amacı Kudüs olduğu için Kral ile konuşur ve muharebesiz almak istediğini söyler.

Ama şehri muharebe olmadan teslim edilmeyeceğini söyleyen Kudüs Kralı,

papazların Avrupa Krallarını mukaddes toprakların korunmasına çağırdıklarını,

onların da yardım için geleceklerini ilave eder. Kudüs ne pahasına olursa olsun

alınacak diye düşünen Sultan Selâhaddin, kralı serbest bıraktıktan sonra Kudüs için

hazırlıklarını yapmaya başlar.

Bir gün İslâm Ordusu Kudüs’e doğru gider. Selâhaddin Eyyûbî, Kudüs

kralına şehri kansız teslim etmek için Turan Şah’ı gönderir. Ama yine kabul edilmez.

Sultan Selâhaddin, şehri muhasara eder. Hıristiyanlar, muhasaranın dördüncü

gününde daha da dayanamayacaklarını anlarlar. Kral daha fazla kan akmasın diye

elçilerini Sultana gönderir. Teslim şartlarını görüştükten sonra Sultan kabul eder. Ve

Selâhaddin Eyyûbî, 1187 yılının ortasına Kudüs şehrine girer. Kudüs yine

Müslümanların olur.

Gui dö Lusignan, papazlarla birlikte Kudüs’ten çıkıp Akka Kalesini gelir. Bu

sırada İtalyan ve Danimarka orduları yardıma gelir. Buna çok sevinen Gui dö

Lusignan Akka kalesini muhasara eder. Sultan Selâhaddin ise bunu daha önce

beklediği için çoktan askerleri ile birlikte kalenin içerisindedir. Bağdat’taki Halife

Nasır’a haberciler göndererek yardım ister. Halife Nasır, Sultan Selâhaddin’in

Page 23: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

11

gönderdiği mektuba tenezzül etmez. Haçlılar ise tamamlanırlar. İngiliz Kralı Rişar,

Fransız Kralı Filip, Alman İmparatoru Frederik Barbarossa ordularıyla yetişirler.

Haçlılar Akka’yı sarar, zaman zaman hücum ederler. Sultan Selâhaddin de

omuzundan yaralanır. Kuşatma altında başka bir yol denemeye karar veren Sultan

Selâhaddin, gece baskılarını yapmaya başlar. Durum bu şekilde biraz uzun sürer.

Bahara doğru Hüsameddin Lülü yetişip kaleye girer. Emir Adil de Mısır’dan

toplayabildiği askerler ile birlikte yetişir. Savaşta Haçlıların ordusu büyük bir telef

görür. Alman İmparatoru Frederik Barbarossa da bir nehirde düşerek ölür. Fransız

Kralı Filip de ordusuyla memleketine döner. Bu savaşa artık dayanamayacağını

anlayan İngiliz Kralı Rişar, sulh teklifinde bulunur. Nihayet üç yıllık sulh akdedilir.

Sultan Selâhaddin odasında hastalığı ile mücadele eder. Elli beş yaşındayken

sefer ayının yirmi yedinci gecesi, Hicretin 589. yılında (1193) Şam’da ölür.

Osmanlı Devri

XIII. Yüzyıl

Osmancık (Tarık Buğra - 1983)10

Osman Gazi Han, ölüm yatağında Bursa’nın fetih müjdesini alabilmek için

Allah’tan mehil diler. Müjde geldikten sonra bütün yaşadıklarını hatırlıyor.

Osmancık, güçlü bir gençtir. Kılıçta ve yayda üstünü yoktur. Gururu için

yaşamaktadır. Babası Ertuğrul Beğ, bir müddet Osmancık’ı takip ederek öğütler

verir. Fakat sonradan onu kendi haline bırakır. Öteki oğlu Gündüz Beğ’e önem

vermeğe başlar. Osmancık, ağasını kıskanmaz mutlu olur. Osmancık keyfince

yaşamaya başlar. Şeyh Ede Balı ile karşılaşınca durumlar farklı olur. Osmancık’ı

gizliden gizliye takip eden Ede Balı, Osmancık’ın önünde geniş ufuklar açar.

Osmancık’ın kafası ve ruhu altüst olur. Öfkelenir, Ede Balı’ ya saygıda kusur eder.

Ertuğrul Gazi, oğluna “Ede Balı’ ya sakın karşı gelme; bana karşı gel, ona gelme.

Ede Balı soyumuzun ışığıdır” diye tembih eder. Osmancık, Ede Balı’nın tekkesine

10 Tarık Buğra, Osmancık, Ötüken Yayınları, Ankara, 1983, 436 s. [19. Basım 2005]

Page 24: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

12

gittiği bir gün Malhun Hâtun’u görür ve ona âşık olur. Töresince istetir. Ede Balı

kızını vermez. Bundan sonra Osmancık için değişim ve arayış dönemi başlar.

Osmancık, bir gün tekkeye misafir olarak kalır ve rüya görür. Rüyasında Ede

Balı’nın göğsünden çıkan bir ayın kendi göğsüne girdiğini, sonra bir çınar ağacı

şeklinde dünyaya dal budak saldığını görür. Dört yana rahmet ve nur yağdıran bir

çınar ağacıdır. Rüyanın tabirine göre, bu ay Malhun Hâtun, bu çınar ağacı ise

Osmancık’ın kuracağı devlettir. Osmancık artık değişmektedir. Kılıcını, yayını,

topuzunu kendisi için değil, soyu içindir. Osmancık artık kendi benliğini yitirir.

Sonunda Ede Balı kızını Osmancık’a verir. Sade bir törenle evlenirler. Osmancık,

artık yaşlanmış olan babası Ertuğrul Gazi’nin yerine beğ olarak seçilir.

Osman Beğ, ilk iş olarak civardaki Türk boylarını birleştirir. Domaniç ve

civarı dar gelmeye başlar. Her gün yeni topraklar alınır. Kaleler düşürülür. Osman

Beğ, her şey için bir düzen kurar. Savaş, ganimetin paylaşılması, yerleşme biçimi,

doğumlar, evlenmeler, dostluk ve düşmanlıklar her şey bir düzene bağlanır. Pazar

yerlerinin emniyeti sağlanır. Bu sıralarda Osman Beğ’ in anası Cankız, ardından da

90 yaşındaki Ertuğrul Gazi vefat ederler. Orhan da dünyaya gelir.

Osman Beğ’in önemli meselelerinden birisi amcası Dündar Beğ’dir. Dündar

Beğ, ağabeyi Ertuğrul Gazi’den sonra beğliğin kendisinin hakkı olduğunu düşünür.

Bu yüzden Osman Beğ’i rahatsız etmeye başlar. Osman Beğ, saygısını bir an bile

ihmal etmeden, amcasını uyarır. Dündar Beğ buna önem vermez. Sonunda Dündar

Beğ, düşman üstüne giden savaşçıları geri çağırır. Osman Beğ, bir yay darbesiyle

amcası Dündar Beğ’i öldürür.

Osman Beğ’ in ikinci oğlu Alaeddin dünyaya gelir. Mihail Kosses Müslüman

olur. Bu sıralarda fetihler artmaktadır. İnegöl, Yarhisar, Aydos, Bilecik, İznik

kaleleri alınır. Orhan Beğ, Yarhisar tekfürünün kızı Holofira ile evlenir. Osman Beğ,

gelininin adını Nilüfer olarak değiştirir. Selçuklu Sultanı, bir fermanla Osman Beğ’e

hanlık verir. Cuma namazlarında hutbe Osman Han adına okunur.

Page 25: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

13

Şeyh Ede Balı rahmet-i rahmân’a kavuşur. Orhan yavaş yavaş olgunlaşır. Bu

sıralarda Malhun Hâtun da vefat eder. Osman Gazi Hân, hastalanır. Bursa’nın fetih

müjdesini bekliyor. Fetih müjdesini öğrenen Osman Gazi vefat eder ve istediği yerde

defnedilir.

XIV. Yüzyıl

Kaybolan Elçiler (Yavuz Bahadıroğlu- 1982)11

Orhan Gazi’nin Yalova Beyine gönderdiği üç elçi dönmezler. Orhan Gazi de

bunun sırrını öğrenmek amacıyla Sunguroğlu’yu Yalova Beyine gönderir.

Sunguroğlu arkadaşları ile birlikte Yalova yollarını alırlar. Yoldayken saldırıya

uğrarlar. Yalova’ya vardıklarında gizlice Müslümanlaşmış ve Osmanlıların hesabına

çalışan adama giderler. O da elçiler hakkında haberi olmadığını söyler. Yalova

Beyinin sarayına giderler. Saraya varmadan önce yirmi atlı ile karşılaşırlar. Köse

dövüşmede yaralanır. O sıralarda silahşörlerin kumandası olan Aryanos gelir.

Çatışmayı durdurduktan sonra Sunguroğlu ve arkadaşlarını kendi konağına götürür.

Sunguroğlu ve İbrahim, Köse’yi konakta bırakarak Yalova Beyinin sarayına giderler.

Yalova Beyinin, elçilere iyi bir şekilde davrandığını söyler. Ama beyin sözlerinden

Aryanos’dan şüphelenen Sunguroğlu, hemen Köse’ye döner. Aryanos, Köse’yi esir

alarak bir mektupla Üç kavaklarda beklediğini söyler. Hemen Sunguroğlu ile İbrahim

oraya giderler. Yoldayken, Aryanos’un elçileri sakladığını öğrenirler. Ama Yalova

Beyinin ondan haberi yoktur. Sunguroğlu, esir aldığı bir silahşörden elçilerin bir

mağaradaki zindanda bulunduklarını öğrenir. Mağaranın bir ağzında ateş yıkarak

diğer ağzından ise bir baskın yaparak Köse Yusuf ile üç elçi’yi kurtarırlar. Aryanos

ise, çatışmalarda öldürülür.

11 Yavuz Bahadıroğlu, Kaybolan Elçiler, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1982, 95 s. [Nesil Yayınları,İstanbul, 20. Baskı, 2006, 92 s.]

Page 26: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

14

Kara Şövalye (Yavuz Bahadıroğlu- 1982)12

Sunguroğlu, Bursa’da Orhan Gazi ile buluşur. Orhan Gazi, Sunguroğlu’na

İzmit beyinin şövalyelerinin Osmanlı mülkünde cirit yaptıklarını söyler. Buna göre

Sunguroğlu ile arkadaşları bilikte İzmit’e giderler. Yoldayken, bir baskına uğrarlar.

Bu sıralarda Köse Yusuf kaybolur. Sunguroğlu ve İbrahim bir hana girerler. Orada

bir pusuya düşerler, fakat hana yeni gelen ve eskiden Sunguroğlu’nun arkadaşı olan

Gazi Ali Bey’in yardımıyla pusudan kurtulur. Ama ilginç olan, onların bütün

uğradıkları baskınlarda bir kara şövalye ile karşılaşmalarıdır. Gazi Ali Bey, eskiden

bir papazın buna benzeyen bir teşkilat kurduğunu söyler. Bu teşkilatın mensupları,

Hıristiyanlığa ihanet edenlerden intikam alırlar. Bu yüzden Kara Şövalye çetesi,

eskiden bir papaz ve İslâmiyete giren Köse Yusuf’u kaçırır. Sonunda Sunguroğlu ve

İbrahim, İzmit yoluna devam ederler. Bu sıralarda Köse Yusuf, karanlıktan

faydalanarak mahpus edildiği zindandan kaçar. Köse Yusuf, arkadaşlarıyla bir

ormanda buluşur. Üç arkadaş İzmit’e girerler. Üç arkadaş, Köse Yusuf’un eskiden

tanıdığı bir papaza gidip kilisede papaz elbiseleriyle kalırlar. Rahip Nikola, Köse

Yusuf’a Kara Şövalye’nin kiliseye geleceğini söyler. Kara Şövalye günah çıkartmaya

gelir. Sunguroğlu, Kara Şövalye’yi yakalar. Kara Şövalye, aşırı Hıristiyan olan İzmit

beyinin kız kardeşidir. Sunguroğlu ve Köse Yusuf, Kara Şövalye ile konakta kalırlar.

İbrahim ise Orhan Gazi’ye gidip haber verir. Çok geçmeden Orhan Gazi ordusuyla

İzmit’e alır. İzmit Türklerin olur.

Tuzak (Yavuz Bahadıroğlu- 1982)13

Kulacahisar Beyi olan Karaca Bey’inin kızı Sultan Hatun kaçırılır. Bunun

üzerine Şehzade Süleyman Paşa, kaçırılmış kızı bulmak amacıyla Sunguroğlu’na

mektup gönderir. Sunguroğlu, mektubu okumadan arkadaşları ile birlikte yola

çıkarlar. Yoldayken mektubu okuyup Kulacahisar Beyi olan Karaca’nın kızı Sultan

Hatun’un kaçırıldığını öğrenir. Sunguroğlu ve arkadaşları, Kulacahisar’a doğru

gitmeye karar verirler. Üç arkadaş yoldayken, atının nalı düşmüş olan Bücür diye bir

12 Yavuz Bahadıroğlu, Kara Şövalye, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1982, 92 s. [Nesil Yayınları,İstanbul, 42. Baskı, 2006, 111 s.]13 Yavuz Bahadıroğlu, Tuzak, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1982, 116 s. [Nesil Yayınları, İstanbul,37. Baskı, 2006, 127 s.]

Page 27: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

15

adamla buluşurlar. Bücür, Kulacahisar’a kadar onlarla gitmek istediğini söyler.

Nihayette yola devam ederler. Ama Bücür yüzünden ağır ağır giderler.

Sunguroğlu’nun daha hızlı gitmek istediğini öğrenen Bücür’ün, bıçak sırtı geçidi

diye bir kestirme yol bildiğini söyler. Ama asıl amacı onları tuzağa düşürmektir. Tam

dar olan bu geçit ortasında Bücür kaybolur ve kendilerine her taraftan ok yağmaya

başlar. Bu tuzaktan zor kurtaran Sunguroğlu ve arkadaşları, bu tuzağı kuran Kör

Dimitri ve adamlarına karşılaşırlar. Kuvvetli bir dövüşmeden sonra Sunguroğlu ve

arkadaşları, Kör Dimitri’yi esir alır, kimin hesabına çalıştığını sorarlar. Kör Dimitri,

Teodosyüs Limanında bir meyhaneyi işleten Mavro diye bir kişiyle anlaştığını, kızı

kaçırdıktan sonra Nikomedya’da Mavro’nun adamlarına teslim ettiğini söyler. Üç

arkadaş, o andan itibaren yönlerini Bizans’a doğru çevirirler.

Yoldayken ve karanlık basınca hana gitmeyi düşünüp ilk gördükleri hana

girerler. Odalarında uyurken han yamağı Sunguroğlu’nun sinsice odasına girer

elindeki mayii suibriğinde boşaltmaya başlar. Bu sıralarda Sunguroğlu uyanır ve

yamağı konuşturur. Sunguroğlu, Kör Dimitri’nin bunun arkasında olduğunu öğrenir.

Üç arkadaş handan çıkıp Bizans’a doğru gidip Mavro’nun oturduğu meyhaneye

gelirler. Üç arkadaş Mavro’yu bulup Sultan Hatun içinde bulunduğu manastıra hep

birlikte giderler. Sunguroğlu yoldayken bir arabanın seslerini duyar ve şüphelenir.

Arabayı durduran Sunguroğlu, içinde yine üç Osmanlı kızı bulur. Sunguroğlu ve

arkadaşları arabayı alıp arabacı ve yanındaki adamların elbiselerini giyinerek

manastıra giderler. Manastıra girdikten sonra bir odaya geceyi geçirmek için giderler.

Sunguroğlu ve arkadaşları, Büyük Efendi’nin manastırda bulunan mahzende

kurbanlık kızları sakladığını öğrenirler. Oraya giden üç arkadaş, Yabgu diye bir

Moğol zindancı ile karşılaşırlar. Köse Yusuf, Yabgu’ya Büyük Efendi’nin yardımcısı

olduğunu söyler. Koridordayken Moğol zindancı, onlara hem kızların içinde

bulundukları yeri hem de denize ulaşan gizli bir geçidi gösterir. Sunguroğlu,

zindancıyı öldürdükten sonra dört kızla birlikte Sultan Hatun’u bu mahzende bulur.

Gizli geçide gider orada bulunan teknelerden birini alıp İzmit’e doğru dönerler.

Page 28: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

16

Baskın (Yavuz Bahadıroğlu- 1982)14

Romanın asıl olayı, İznik’i kendilerine karargâh yapan bir gizli teşkilatın

çalışmalarıdır. Bu teşkilat, Orhan Gazi’yi öldürmeye niyetlidir. Bunun üzerine

Sunguroğlu ve arkadaşları hızlı bir suretle hareket ederler. İznik’in yoluna devam

eden üç arkadaş, geceleyin bir hana girerler. Orada çentikli düka altını bulurlar. Köse

Yusuf, arkadaşlarına eskiden kanlı bir çetenin bulunduğunu, bu çete mensupları

birbirlerini çentikli düka altınıyla tanıdıklarını söyler. Orhan Gazi’yi öldürmek

niyetiyle yeni kurulmuş çete, eski çetenin geleneğini sürdürür. Çetenin mensupları,

bu çentikli düka altınının sayesinde birbirlerini tanırlar. İznik’in yoluna devam eden

üç arkadaş, birkaç baskına uğrar. Ama teşkilatın mensupları, karanlıktan

faydalanarak ormanlıklarda kaybolurlar.

İznik’e ulaşan üç arkadaş, ezanı duymayınca durumdan şüphelenirler.

Kaleden çıkan çiftçiler arasına girip çiftçilerden kalenin çete tarafında alındığını

öğrenirler. Sunguroğlu ve arkadaşları çiftçilerin yardımıyla kaleye girip mahpus olan

kale beyi ve askerleri kurtarırlar. Bu sıralarda çete mensupları kaçarlar. Çetenin reisi

ise, İzmit Limanından bir yelkenliyi binerek Bizans’a doğru kaçmaya çalışır. Ama

Sunguroğlu ve arkadaşları, başka mancınıklı bir gemiyle onların peşinde giderler.

Denizde kısa bir dövüşmeden sonra çetenin reisi öldürülür.

Çalınan Hazine (Yavuz Bahadıroğlu- 1982)15

Saltuk Bey, kalelerden vergiyi toplayarak Bursa’ya götürür. Yoldayken bir

hana girer. Orada Sunguroğlu ile buluşur. Şövalye Metiyüs ile at uşağı, parayı

çalarak kaçarlar. Paranın çalındığını fark eden Saltuk Bey, Sunguroğlu’ya söyler.

Araştırdıktan sonra Şövalye Metiyüs’un parayı çaldığını öğrenirler. Ali Can ve Tekin

Bey olan Saltuk Beyin yoldaşlarıyla birlikte Sunguroğlu, Metiyüs’un peşinde

düşerler. Metiyüs, Bizans’ta büyük kumandanlardan biri olan Kont Malper’in

yeğenidir. Şövalye Metiyüs dayısıyla beraber bir komplo planlar. Onların niyetleri

14 Yavuz Bahadıroğlu, Baskın, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1982, 109 s. [Nesil Yayınları, İstanbul,20. Baskı, 2006, 127 s.]15 Yavuz Bahadıroğlu, Çalınan Hazine, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1982. [Nesil Yayınları,İstanbul, 33. Baskı, 2006, 119 s.]

Page 29: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

17

Orhan Gazi ile Bizans İmparatorunun arasını açıp bir savaş çıkarmaktır. Bu

karışıklıkta Kont Malper imparatorluğu elde edecektir. Bu planı uygulamak üzere

Şövalye Matiyüs, Orhan Gazi’ye bir mektup gönderip Bizans’ta Osmanlı Devleti

hakkında düşünülen ve söylenenleri bildiğini söyler. Bu amaçla Şövalye Metiyüs,

İznik’e İbrahim ve Köse Yusuf ile buluşmaya gider.

Şövalye Metiyüs yoldayken, at uşağıyla birlikte çaldıkları parayı bir yerde

saklarlar. Bu sıralarda Sunguroğlu ve arkadaşları, Şövalye Metiyüs’ün peşindelerdir.

Sunguroğlu, Metiyüs’ü yakalamaya gelen Şövalye Posaryüs ile karşılaşır.

Sunguroğlu, Posaryüs’ten olup biteni öğrenir. İkisi, İbrahim ve Köse Yusuf ile

görüşen Şövalye Metiyüs’ü yakalarlar. Ama at uşağı olan Dragos kaçar. Dragos,

çalınan paranın yerine gidip alır. Bizans’a kaçmayı düşünen Dragos, birkaç katalonlu

adam kıralayarak İzmit yolunu takip eder. Ama yoldayken kıraladığı adamlar

tarafından öldürülür. Sunguroğlu ve arkadaşları, İzmit’te katalonlu adamlarla çalınan

hazineyi bulup alırlar. Şövalye Posaryüs ise Şövalye Metiyüs’ü öldürür.

Kaçırılan Prenses (Yavuz Bahadıroğlu- 1982)16

Sunguroğlu, Orhan Gazi’den aldığı mektup üzerine arkadaşlarıyla birlikte

Bizans’a gider. Orhan Gazi’nin oğlu Halil Bey’in nikâhı altında olan Bizans

İmparatoru’nun küçük kızı kaçırılmıştır. Bunun için olayın gerçeğini ve Osmanlılarla

ilgisi olup olmadığını öğrenmek için Sunguroğlu gönderilir.

Sunguroğlu ve arkadaşları Bizans İmparatoruna giderler, oturdukları konağın

bahçesinde dolaşan Sunguroğlu, takip edildiğinden şüphelenir. Sunguroğlu,

Müslümanlaşmış ve eskiden Bizans başkomutanı Lagan Mişöp olan eski arkadaşına

gider. Lagan, Sunguroğlu’ya son yıllarda şeytanlar diye bir takımın bulunduğunu, bu

gibi olayları daha önce onların yaptığını söyler. Lagan Mişöp, çetenin Bizans’ın en

zengin adamı olan Dimitri Korbos’un çocuğunu kaçırdığını söyler. Sunguroğlu,

Dimitri Korbos’a gitmek ister. Bu amaçla Sunguroğlu, arkadaşları ile birlikte

Teodosyüs Limanına giderler. Ama yoldayken Sunguroğlu, takip edildiğini hisseder.

16 Yavuz Bahadıroğlu, Kaçırılan Prenses, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1982. [Nesil Yayınları,İstanbul, 14. Baskı, 2006, 159 s.]

Page 30: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

18

Üç arkadaş, Dimitri Korbos’un konağını araştırmaya başlarlar. Bu sıralarda konaktan

dört adam çıkar. Sunguroğlu ve arkadaşları onların peşinde giderler. Dört silâhlı

adam Lagan Mişöp’ün evine kadar gelirler. Onlardan ikisi kapının önünde durup

diğer ikisi ise evin içerisine girerler. Sunguroğlu ve arkadaşları, evdeki iki adamı

durdurup konuşturmaya başlar. İki silahlı adamın söylediklerine göre Dimitri

Korbos, tehdid altında tutulur. Korbos’un oğlu, çetenin elindedir. Korbos da çaresiz

onlara yardım eder. Ama çetenin reisinin kim olduğunu öğrenemezler. Yapılması

gereken emirler Korbos’dan alınır. Kız ise Korbos’un konağındaki bir bodrumda

tutulur. Ama oraya girmek imkânsızdır. Konak aslında kale gibidir, burçlarla

korunur.

Ertesi gün Sunguroğlu, İmparator’la görüşmek üzere gider. Sunguroğlu,

İmparatorun yanındayken, Yahudi olan başkomutanın davranışlarından biraz

şüphelenir. Görüşme bittikten sonra Sunguroğlu ve arkadaşları, Korbos’un konağına

doğru giderler, ama yoldayken on kişilik bir müfreze yollarını keser. Bu müfrezenin

kumandanı yüzünü örter. İki taraf kılıç kılıca geçtikten sonra Sunguroğlu ve

arkadaşları kazanırlar. Yüzü örtülü adam ise İmparator sarayında gördükleri

subaylardan biridir. Ama hiçbir kelime söylemeden önce kendi kendini zehirleyerek

öldürür.

Sunguroğlu, Korbos’un konağına girmeye karar verir. Konak içerisinde

Dimitri Korbos ile karşılaşır. Korbos, Sunguroğlu’na başkumandan Moiz Albertos

diye bir kişi olduğunu söyler. Moiz, Korbos’u kullanıp kendi zenginliğinden ve

nüfuzundan faydalanır. Korbos ise İmparatorun aklında korsanlık yapan bir adamdır.

Bu yüzden imparatorla arası iyi değildir. Sunguroğlu bir teklifte bulunur. Onu

İmparatorla barıştırır. Ama prensesi nerede olduğunu söylemesi gerekir. Korbos,

Sunguroğlu’na inanarak kızın Kızılada’da bulunan bir yelkenliye götürüldüğünü

söyler. Ama bunun yanında da Sunguroğlu Korbos’un oğlunu bulmak için kendisine

yardım edeceğine söz verir. Sunguroğlu hemen arkadaşları ile Kızılada’ya giderler.

Orada yelkeni bulduktan sonra kızı kurtarırlar. Prensesin elbiselerini değiştirerek

İmparator’a giderler. Sunguroğlu da sözünü tutar. İmparator askerleri ile birlikte

Şeytanlar çetesini basarlar. Korbos’un oğlunu da kurtarır. Hem de imparatora

Page 31: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

19

Korbos’un büyük yardımını açıklayarak affetmesini diler. İmparator da Korbos’u

affeder. Sunguroğlu ve arkadaşları işlerini bitirdikleri için memlekete dönerler.

Gemide İsyan (Yavuz Bahadıroğlu- 1982)17

Sunguroğlu, diğer arkadaşı İbrahim’i çağırmak amacıyla Köse Yusuf’u

Bursa’dan Çimpe Kalesine gönderir. Köse, Çimpe Beyinin kızıyle evlenmeden önce

İbrahim’i bulur. İbrahim’e Sea-Jan Şövalyelerinin Osmanlı topraklarını bastıklarını

söyler. Bunun üzerine Orhan Gazi, bu işi halletmek için Sunguroğlu’na emreder.

Sunguroğlu da kendi yanında iki arkadaşını ister. İbrahim de evliliği bırakıp

Bursa’ya Köse ile gider. İkisi yoldayken bir hana inerler. Handa denizcilerin

elbiselerini giyen karşılaştıkları üç Sea-Jan Şövalyesi ile savaşırlar. Onlardan biri

kaçar, diğer ikisi ise yaralanır. Kaçmış olan şövalye, sahilde bulunan diğer

arkadaşlarını getirir. Uzun süreye dövüştükten sonra Köse ile İbrahim’i kaçırırlar.

Hancı, Sunguroğlu’nun yanına gidip bütün olup biteni anlatır. Sunguroğlu

sahile gider gitmez kendisini bekleyen Sea-Jan Şövalyeleri ile karşılaşır. Şövalyeler

dövüşmede reislerini bırakarak kaçarlar. Sunguroğlu ise Mitsos denen reislerini

konuşturur. Mitsos, Don Piyer adıyla bir şövalyenin hesabına çalıştığını söyler.

Rodos’a İbrahim ve Köse’yi kaçıran Don Piyer’in tek isteği Sunguroğlu’nu elde

etmektir. Hatta bu amacı gerçekleştirmek için Köse ile İbrahim’i bir yem olarak

kullanır.

Sunguroğlu limana gidip Guidi denen Venedikli bir kaptan ile tanışır.

Gemisiyle Rodos’a gitmeye anlaşırlar. Deniz ortasındayken korsanların saldırısına

uğrarlar. Gemi de suya batar. Denizdeki bir direk sayesinde kurtulurlar. Bir adaya

yüzerler. Orada bir Yahudi’nin evinde birkaç gün kalırlar. Adadan Rodos’a giden bir

gemiye gemici olarak katılırlar. Sunguroğlu, gemide çalışan Burno adlı bir gemici ile

dövüşür, kaptan onu bir geminin direğine bağlatır. Bütün gemiciler Sunguroğlu

üzerine toplanıp kendisine gemiyi ele geçirip korsanlığa sıvanmak, başlarına

geçmesini istediklerini söylerler. Sunguroğlu da kaçırılmış olan arkadaşlarına daha

17 Yavuz Bahadıroğlu, Gemide İsyan, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1982, 138 s. [Nesil Yayınları,İstanbul, 11. Baskı, 2006, 167 s.]

Page 32: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

20

hızlı gitmek için bu teklifi kabul eder. Gemi elinde düştükten sonra Rodos’a kadar

gider. Rodos’u iyice bilen Guidi’nin yardımıyla bütün olup biteni öğrenirler. Bu

sırada Guidi, İslamiyet’e girip Ömer adını alır. Şenlik gününde İbrahim ve Köse’nin

kaldıkları zindana gidip kurtarırlar. Gemiye dönüp denize girer girmez Don Piyer

onların peşinde gemisiyle gelir. Kanlı bir dövüşmeden sonra Don Piyer’i esir alarak

Osmanlı topraklarına dönerler.

Binatlı (Yavuz Bahadıroğlu- 1981)18

Gazi Timurtaşoğlu Umur Bey komutanlığında bin atlı Tuna nehrine gelir.

Kostantiniyye’yi muhasara eden Sultan Yıldırım Beyazıd’a doğru giderler. Bütün

Avrupa’dan gelen düşman kuvvetleri ise iki koldan Niğbolu’ya yaklaşır. Birden bire

Hıristiyan askerler geceleyin basılır. Macar Kralı Sigismond, Fransız Kralı’nın

torunu Nevers Kontu Korkusuz Jean’a ölüm melekleri olan bin atlı tarafından

basıldıklarını söyler. Alman askerleri baskın bittikten sonra gelirler. Bunun üzerine

Umur Bey, düşmanları üzerine yine bir baskın yapar. Her yerde cesetlerle karşılaşan

Alman Başkomutanı, bunun hesabını sormak için Jean’ın çadırına gider. İkisi kavga

ederler. O sırada bin atlı akıncı ormana doğru çekilir. Ama bin atlı, düşmanı kendi

haline hiç bırakmaz. Gündüz görünmez, gece birden bire ortaya çıkıp baskın yapar.

Jean, bin atlıyı arkalarından gidip vurmak ister; ama Alman Başkomutanı,

Jean’dan geldiği için bu fikri reddeder. Başkası da ordugâhta tertibat alınması

gerektiğini söyler. Töton Şövalyeleri ise bunu kabul etmez. Rodos Şövalyeleri bu

itiraza karşı çıkar. Onlara göre de Yıldırım Beyazıd, Kostantiniyye’yi muhasara ettiği

için buraya gelene kadar birkaç ay geçer. Böylece Hıristiyan kumandanlar, bir karara

varamazlar; ama onlara göre askerî bir hareket yapılması gerekir. Çünkü bu şekilde

beklenirse asker tedirgin olacak, her geçen gün korkudan ürperecek, en sonunda

kaçma noktasına gelecektir.

Haçlı ordularının komutanları yaptıkları toplantının sonunda gelen Papanın

temsilcileri, askerlerin öfkesini dindirmek için ellerindeki bin kadar Müslüman esiri

18 Yavuz Bahadıroğlu, Binatlı, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1981, 79 s. [Nesil Yayınları, İstanbul,44. Baskı, 2006, 93 s.]

Page 33: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

21

öldürmeyi teklif eder. Herkes bu teklifi kabul eder. Ama silâhsız insanlara silâh

çekmek Fransız askerini küçültür diye düşünen Fransız Ordusunun Başkumandanı,

Müslümanlara bir hançer verilmesini, kendi askerlerinin ise baştan ayağa zırhlı ve

silâhlı olacaklarını söyler. Üstelik beş yüz kişiye mukabil bin beş yüz kişi

dövüşecekler. Bunu duyan iki Fransız asker durumdan sıkıntı duyarak ormana yakın

bir mağaraya giderler. Onlar orada tütün ve şarap içmeye başlar. Türk akıncıları,

tütün kokusundan onları bulurlar. Umur Bey ikisini konuşturduktan sonra olanı biteni

öğrenir. Hemen bir baskın yaparak esirlerin bazısını kurtarır.

Bu sırada Sultan Yıldırım Beyazıd, Niğbolu’yu kurtarmaya gelir. Ama o

esnada İngilizler ve Fransızlar, Müslüman esirleri bir meydanda öldürürler, kaleye

tazyiki daha da artırırlar. Niğbolu kumandanı Doğan Bey durumdan ümitsiz değildir.

Esasen Sultan Yıldırım Beyazıd, kalenin surlarına kadar yanaşır ve Doğan Bey’e

dayanmalarını söyler. Sonunda Niğbolu savaşı başlar ve Haçlı orduları yenilir.

Yıldırım Bayezid (Cavid Ersen- 1984)19

Roman, Yıldırım Bayezid’in saltanat yıllarını anlatır. Romanda olay Padişah

Hüdavendigâr Murad’ın ölmesiyle başlar. O sıralarda şehzade Yıldırım Bayezid

babasının yanındadır, ama diğer kardeşi olan şehzade Yakup Çelebi, Kosova

seferindedir. Devlet adamları, Yıldırım Bayezid’e yeni padişah kim olduğu hemen

ilan edilmelidir. Zira onlara göre eğer şehzade Yakup Çelebi’yi beklenilecekse

devlete zarar vermiş olurlar. Yıldırım Bayezid de onların fikirlerindedir. Ve Vezir-i-

azam Ali Paşa, Yıldırım Bayezid’i padişah olarak ilan eder. Kumandanlardan biri,

Yakup Çelebi’ye elçi göndererek gelmesini ister. Yakup Çelebi gelir gelmez üç cellât

tarafından öldürülür.

Sultan Yıldırım Bayezid, Sırplarla dostluğu güçlendirmek amacıyla Sırp

kralının kızı Olivera ile evlenir. Sultan Yıldırım Bayezid, Tahttan indirilen V.

Yoannis’i, yine tahta oturtur. V. Yoannis’in oğlu Manuel ise, Yıldırım Bayezid’in

yanındadır. Bu sıralarda babası ölen Manuel, Yıldırım Bayezid’den izin almadan

Bizans’a gider. Buna öfkelenen Sultan Yıldırım Bayezid, İstanbul’u kuşatır. Sonunda

19 Cavit Ersen, Yıldırım Bayezid, İstanbul, Kamer Neşriyat ve Dağıtım, 1984, 231 s.

Page 34: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

22

alınan vergilerin artırılmasıyla kuşatmayı kaldıran Yıldırım Bayezid, Haçlı

ordusunun Niğbolu’daki Müslümanları kuşattığını öğrenir. Sultan Yıldırım Bayezid

bunu öğrenir öğrenmez Niğbolu’daki Müslümanları kurtarmaya gider. Ve Niğbolu

zaferi olur.

Bu sıralarda Timur tehlikesi ortaya çıkmaya başlar. Timur, Yıldırm Bayezid’e

sığınan Celayirli hükümdarı Ahmed ile Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf’u ister,

ama Yıldırım Bayezid bunu kabul etmez. Buna çok öfkelenen Timur, Sivas kalesine

gider. Sivas kalesinde Şeyzade Süleyman Çelebi ve Şehzade Ertuğrul bulunur.

Şehzade Süleyman Çelebi, yardım talebiyle babası Yıldırım Bayezid’e gider. Timur,

ordusuyla şehre girip Şehzade Ertuğrul’u amansızca öldürür. Bunun intikamını

almaya çalışan Yıldırım Bayezid, ordusuyla Timur’un peşine gider. Sonunda

Yıldırım Bayezid, Timur ile Anakara civarında karşılaşır. Sultan Yıldırım Bayezid,

savaşı fitne ve menfaat sebebiyle kaybederek Timur’un eline esir düşer. Esarete

dayanamayan Yıldırım Bayezid, kendini zehirleyerek intihar eder.

Düşman “Topal Kasırga” (Yavuz Bahadıroğlu- 1981)20

Kulaksız Ömer diye bir haberci, Sivas Kalesine gelir. Kulaksız Ömer, kapıcı

başı görevini yapan eski silah arkadaşı Peşteli Kerem’e Timur’un yakında ordusuyla

buraya geleceğini Söyler. İki savaşçı, Şehzadeye Süleyman Çelebi’ye haberi

aktarırlar. Şehzade Süleyman Çelebi, bu haberi öğrenir öğrenmez görüşmek için

şehir meclisi toplar. Şehir meclisinde toplanan beylerin, hem sultana haber

vereceklerini hem de bulundukları yerden müdafaa edeceklerini söylerler. Bu

toplantıda yer alan Malkoç Mustafa Bey, daha önce Timur tehlikesinin yaklaştığını

ve bunu hiç kimsenin önemsemediğini söyler. Malkoç Bey ile Kadızade Burhaneddin

Bey toplantıdan ayrılarak askerlerle birlikte Timur’e karşı çıkarlar. Bu esnada

Şehzade Süleyman kendisiyle sultana haber vermek için gider. Malkoç Bey,

Timur’un ordusunun ne kadar büyük olduğunu anladıktan sonra askerleriyle birlikte

kaleye döner. Şehir meclisi Malkoç Mustafa Bey’i şehrin komutanı olarak seçer. O

da savunmayı tercih eder. Timur ordusuyla gelip şehir’i kuşatmaya başlar. Kulaksız

20 Yavuz Bahadıroğlu, Düşman, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1981, 100 s. [Nesil Yayınları,İstanbul, 7. Baskı, 2005, 127 s.] Roman, 2000 yılından itibaren Topal Kasırga adıyla yayınlanmıştır.

Page 35: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

23

Ömer ile Peşteli Kerem, Malkoç Mustafa Beye Timur’un ordusuna karşı geceleyin

bir baskın yapmaya izin alarak giderler. Yüz gönüllü atlarının ayaklarını keçeyle

sararak Burhaneddin Bey Başkanlığında Timur’un ordusunun içine girerler. Kanlı bir

çarpışmadan sonra Burhaneddin Bey şehit düşer ve onlardan sadece altı kişi kaleye

döner. Şehir meclisi ümitsizdir. Şehri müdafaa etme taraflısı olanlar bile fikirlerini

değiştirerek teslim taraflısı olanlara katılmaya başlarlar. Ama Malkoç Mustafa Bey

hep müdafaaya kararlıdır. Timur’un elçileri şehre gelirler. Malkoç Bey şehri teslim

etmek istemez. Bu sıralarda Malkoç Bey şehir meclisinde bir hain bulunduğunu

tahmin eder. Tekeli Karatekin Bey olan casus yakalandıktan sonra Malkoç Beye

Timur askerlerinin, kalenin ormana yakın tarafında bir tünel kazmakta olduğunu

söyler. Peşteli Kerem ile Kulaksız Ömer bir keşfe çıkıp tüneli yok ettikten sonra yine

kaleye dönerler. Kuşatmanın on yedinci günü kalede artık yenilecek şey kalmaz.

Şehir meclisi bu defa şehri teslim etmek için kararlıdır ve Malkoç Bey’yi azlederek

yerine Germeyan Selim Beyi görevlendirir. Timur, şehre girdiği zaman Malkoç Beyi

öldürecek diye düşünen Selim Bey, Malkoç Beyden şehirden çıkmasını ister. Malkoç

Bey arkadaşlarıyla şehri terk ederler. Timur girer girmez tek bir canlı bırakmaz ve

şehri tutuşturur.

XVI. Yüzyıl

İlk Hançer (Müslim Oğuz - 1985)21

Bu roman Kazan Türklerinin emperyalist Rusya karşısında yaptıkları

mücadeleyi anlatır.

Moskova Knezi Vasili ölür, yerine Müslümanlara düşman olan İvan geçer,

İvan, kendini Çar olarak ilan eder. Kazan Türk, Moskova’daki durumları öğrenmek

için Yüzbaşı Alp’ı gönderir. Yüzbaşı Alp Moskova’ya geldiğinde İvan taç giyer.

Yüzbaşı Alp, taç giyme töreninin yapıldığı kiliseye gider. Orada Kazan ve diğer Türk

milletleri ile ilgili İvan’in plânlarını duyar. İvan ile başpiskopos Türklerin birbirlerini

düşman etmek gerektiğini söylerler. Bunun üzerine İvan, Türklerin birliğini bozmak

amacıyla Kasım Hanı olan Şah Ali’ye altın hediyeleri ile bir Rus Prensesi gönderir.

21 Muslim Oğuz, İlk Hançer, y.y, Ankara, 1985, 94 s.

Page 36: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

24

Yüzbaşı Alp, Kazan Türklerine gidip Sefa Giray Han’a duyduğunu anlatır. Sefa Bey

ise savaştan yana değil; ama Türklerin birliğini ister. Bunun üzerine Alp’ı İvan’a

gönderir. Alp de İvan’a eğer bu şekilde davranmaya devam edecekse savaş olacağını

söyler. İvan Müslümanlara düşman ve mağrur olduğu için ordusuyla Kazan Türklerin

sınırlarına gelir. Kasım Hanı olan Şah Ali, hep Moskova’dan yanadır. Bunun üzerine

Kazan Hanı ile Kırım Hanı ordularıyla Rus karşısında çıkarlar. Nitekim çok

geçmeden Rus ordusu tutunamaz, çekilmeye başlar. İvan ise, zorla kurtularak

Moskova yolunu tutar. Türk Hanları bununla bile yetinmez; ama Rus meselesini

kökünden halletmek istedikleri için Moskova’ya doğru gidip Moskova Kalesini

muhasara ederler. Muhasara esnasında Sefa Bey’e bir elçi gelir, Kazan’da isyan

çıktığını söyler. Bunun üzerine iki han Kazan’a dönerler. Yine birkaç ay sonra İvan

yine büyük bir ordu ile Kazan’a doğru gider. Sefa Giray Han’ın yönettiği ordu İvan’a

ağır bir darbe vurur. Tam iki sene yeni bir saldırıya cesaret edemez. 1549 yılında

Sefa Han ölür. Onun yerini kendi oğlu alır; ama oğlu hâlâ bir çocuk olduğu için

annesi olan Sevim Biyke, Hanlığın işlerini kendisiyle yürütür. Biyke Sultan, Sefa

Han’ın tuttuğu yolu tutar, Rusların yayılma politikasına engel olur. Bunun üzerine

Ruslar, yalanlar yayılmaya başlar, Biyke Sultan tahttan çekilse başka bir saldırı

yapmayacaklarını söylerler. Kazan’da Ruslara inananlar olur. Biyke Sultan ise bu

hususta oylama yapılmasını ister, oylama sonucu olarak Biyke Sultan tahtından

çekilmek zorunda kalır ve kendisine bağlı olan kuvvetlerle Kara Kale’ye gider. Sah

Ali, Rus kuvvetleri ile birlikte Kazan’a gelip tahta geçer. Biyke Sultan, en iyi

komutanlardan olan Gökçe Bey’i ve Yüzbaşı Alp’ı Kazan’a Şah Ali tahtan

uzaklaştırmak için gönderir. Kazan’a geldiklerinde Kara Kale’nin basıldığını ve

Biyke Sultan’ın Ruslara esir düştüğünü öğrenir. Kazanlılar bu haber karşısında

şaşırırlar, Şah Ali ise kaçar. Tahta Yadigâr Muhammed Han da geçer. Ruslar ise

büyük bir ordu ile Kazan’a yakın olan Süya’nın İdil nehrine karıştığı yerde bir kale

yaptırmaya başlar. Kazanlılar bu kaleyi olmadan yıkamaya çalışırlar; ama kuvvetleri

yeterli değildir. Rusların hazırladıkları büyük ordu içerisinde ilk defa olarak toplar da

vardır. Ruslar, hem Kazan’ın yüksek surları vurmaya başlar, hem de suyollarını

keserler. Yüzbaşı Alp ve diğerleri sona kadar dayanıp savaşırlar; ama sonda Kazan

Rusların elinde düşer.

Page 37: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

25

XVII. Yüzyıl

IV. Murad –I- (Yavuz Bahadıroğlu- 1982)22

Roman, Sultan Genç Osman’ın öldürülmesiyle başlar. Şehzade Murad, küçük

yaşta olmasına rağmen devletin durumuyla ilgilenir. IV. Murat’ın amcası Sultan

Mustafa 10Eylül 1623’de tahttan indirilir ve IV. Murat on iki yaşındayken tahta

geçer. IV. Murad, olayları idrak edebilecek kadar zekidir. Fakat yaşı itibariyle onu

kimse önemsemez ve bütün emirler valide Kösem Sultan tarafından verilir. Valide

Sultan da Topal Recep Paşa gibi zorba başlarıyla beraber devleti yönetir. Bağdat

elden çıkar. Yeniçeriler halka kan kustururlar. Milletin ne can ne mal güvenliği kalır.

Sipahi ve yeniçeriler her türlü zulümler yaparlar. Zorla para toplarlar. Üstelik kadın

ve kızların ırzına geçerler. Anadolu’nun belli bölgelerinde de durum farklı değildir.

Celalî isyanları ve zorba başları orada da zulümlerini sürdürürler.

Sultan Murat ise kendi kendini güçlendirmeye çalışır. Bütün derdi,

güveneceği kişileri bulmaktır. Bu sıralarda IV. Murad’ın huzur bulduğu tek yer

vardır. Babası I. Ahmet’in de şeyhi olan Aziz Mahmut Hüdaî Hazretlerinin

tekkesidir. Güvendiği belli başlı adamları; Hasan Halife, Musa Çelebi, Molla Doğan,

Hafız Ahmet Paşa ve Bayram Paşa’dır.

Yıllar geçer padişah olgunlaşır. Bu sıralarda da padişah yavaş yavaş ipleri

eline almaya çalışır. Fakat validesi, Rüstem Paşa ve diğer zorba başlarıyla buna

müsaade etmeye niyetli değillerdir. Topal Recep Paşa, yeniçeri ve sipahilerini

kışkırtarak padişahtan kelleleri ister. Bu defa da Topal Recep Paşa, yeniçeri ve

sipahileri kışkırtarak padişahın bütün güvendiği kişilerin kellelerini ister. On yedi

kişinin başını isteyen Recep Paşa, Hafız Ahmet Paşa’nın kellesinin yeterli olacağını

söyler. Hafız Paşa, IV. Murad’ın önünde amansızca öldürülür. Topal Recep Paşa’nın

kışkırtmasıyla yeniçeriler, Hasan Halife’yi, Musa Çelebi’yi öldürmek isterler. Topal

Recep Paşa IV. Murad’a Musa Çelebi’yi koruyacağına söz verir. Aslında sultan

paşaya güvenmez, ama kendisine verdiği sözü çiğneyemeyeceğini düşünür. Lakin

22 Yavuz Bahadıroğlu, Sultan 4. Murat, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1982, 304 s. [Nesil Yayınları,İstanbul, 36. Baskı, 2006, 294 s.]

Page 38: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

26

Recep Paşa padişahın musahibi Musa Çelebi’yi zorbalara verir. Hasan Halife’yi

saklandığı mehterhanede bulup şehit ederler. Ayrıca Defterdar Mustafa Paşa’yı da

evinde yakalauıp öldürülür.

IV. Murad, katillerden intikamını almaya kararlıdır. Bu sıralarda artık daha da

yeniçerilerin zulümlerine dayanamayan halk örgütlenmeye başlar. Halk topluca At

Meydanına yürür. Yeniçeriler ve sipahiler, durumun vahametini anlayıp padişaha

bağlılıklarını bildirirler. Artık güç Sultan Murat’ın elindedir. Ve IV. Murat tek tek

katillerden intikamını almaya başlar. Önce Recep Paşa’yı öldürten padişah,

askerlerin kendi kendilerine verdikleri bütün imtiyazları kaldırır. Devlet düzeni

kurulduktan sonra sefer zamanı gelir. IV. Murad, Revan’a sefer emrini verir.

IV. Murad –II- (Yavuz Bahadıroğlu- 1983)23

Roman, Genç Osman’ın daha küçük bir çocukken köyüne yapılan baskınla

başlar. Babası Musa Bey evlendikten kısa bir süre sonra padişah emriyle eşkıya

peşine düşer. Osman küçük bir çocukken İran askerleri tarafından köyleri basılır ve

annesi de şehit olur. Baskından kısa bir süre sonra Osmanlı askerleri köye gelirler.

İçlerinden Sofi Hoca Osman’ı alır ve himaye eder. Ona on yedi yaşına kadar her

türlü savaş eğitimini verir. Sultan IV. Murat, Bağdat seferi için asker toplamaktadır.

Osman ve arkadaşları, köy ahalisinden gizli, sefere katılmayı akıllarına koyarlar.

Ama bıyık ve sakalları daha çıkmayan gençler, orduya katılamazlar. Bu sıralarda

Ordu-yu Humâyûn Bursa’ya gelir oradan Konya’ya gider. Molla Doğan, padişaha

Haşhaşîlerin örgütü kurup, kendisine suikast düzenlediklerini söyler.

Ordu ilerleyerek Musul’a vardığında; Yaman Kâzım ve Doğan Bey Bağdat’a

Haşhaşîlerin başını bulmaya giderler. Bu sıralarda Anadolu’da Sakarya Şeyhi adıyla

sahte bir mehdi ortaya çıkar. Halk bu durumu sultana bildirip yardım ister. Padişahın

adamları, bu sahte şeyhin etrafında toplananların peşine düşerler, fakat sahte şeyh

kaçmayı başarır. Bunun üzerine Sakarya şeyhi, Haşhaşîlerin reisinden yardım

talebiyle Bağdat’a haberci gönderir. Yolda Genç Osman ve arkadaşları habercileri

23 Yavuz Bahadıroğlu, Bağdat Fatihi Sultan 4. Murat, 2. Cilt, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1983,359 s. [Nesil Yayınları, İstanbul, 23. Baskı, 2006, 400 s.]

Page 39: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

27

yakalarlar. Habercilerden olan Fettah Genç Osman ile arkadaş olur. Haşhaşî liderini

tuzağa düşürmek için Osman, Fettah’ı yanına alarak Bağdat’ın yolunu tutar. Fakat

Molla Doğan ve Yaman Kâzım bu işi Osman’dan daha önce hallederler. Haşhaşîlerin

başkanı Burlak Han ile şahın adına Bağdat’ı yöneten Bektaş Han’ı birbirlerine

düşürmeyi başarırlar. İki tarafı birbirlerinin üzerine asker göndereceklerine

inandırırlar. Nihayette iki taraf çatışır ve Bektaş Han başarılı olur.

Sofi Hoca Osman’ın Bağdat’a gittiğini duyunca yola koyulur. Sonunda Sofi

Hoca, Osman’ı Bağdat’ta bulur. Bu arada Yaman Kâzım ile Doğan Bey, Bağdat’ın

fethinde yer almak için orduya katılırlar. Yaman Kasım Musa Bey’in oğludur ve ayrı

bir anneden Genç Osman’ın da kardeşidir. Ordu-yu Humâyûn Bağdat’a yaklaşır.

Doğan Bey, Sofi Hoca, Yaman Kâzım, Genç Osman hepsi orduya katılırlar. Bu

sıralarda IV. Murad, Genç Osman’a beylikiği verir. Bağdat’ı alma vakti gelir. Savaş

başlar. Savaşta Yaman Kâzım şehit düşer. Nihayet 24 Aralık Cuma 1638’de Safevî

Hanı Bektaş ve askerleri kaleyi teslim ederler.

Ordu İstanbul’a geldiğinde halk onları bayramlarla karşılar. Lakin IV.

Murat’ın hastalığı ilerlemektedir, hekimler çaresiz kalırlar. Çok geçmeden Sultan IV.

Murad vefat eder.

Beyaz Kale (Pamuk, Orhan - 1985)24

Venedikli bilim adamı, üç geminin birisinde Venedik’ten Napoli’ye doğru

ilerler. Türk gemileri yollarını keser. Venedikli bilim adamı, esir olarak Türklerin

eline düşer. Astronomiden anladığı ve doktor olduğunu söyleyen Venedikli,

Türklerden pek yüz bulamaz. Venedikli, daha sonra İstanbul’daki sarayın zindanına

atılır. Zindanda doktorluk yapmaya çalışır. İyileştirdiği hasta sayısı çoktur ve bundan

para da kazanır. Kazandığı parayla Türkçe dersleri de alır. Venedikli, bir gün paşa

tarafından çağırılır. Venedikli, paşaya astronomi, matematik, tıp ve mühendislikten

anladığını söyler. Venedikli, nefes darlığı olan paşaya bazı karışımlar hazırlar, ama

bunu önce kendi, paşanın önünde içer. Venedikliyi zindana geri gönderirler.

24 Orhan Pamuk, Beyaz Kale, Can Yayınları, İstanbul, 1985, 159 s. [İletişim Yayınları, İstanbul, 29.Baskı, 2005, 199 s.]

Page 40: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

28

Venedikli yine zindana götürür. Paşa bir süre sonra iyileşir ve Venedikliyi çağırır.

Venedikli odaya girdiğinde gözlerine inanamaz kendisine tıpatıp benzeyen sakallı bir

adam vardır. Paşa buna Hoca diye hitap eder. Paşa bir düğün tertipleyeceğini ve bu

düğün için Venediklinin Hoca’yla birlikte fişek yapmalarını söyler. Venedikli

Hoca’yla birlikte her gün çalışıp denemeler ve planlar yaparlar. Bir gün Paşa

kendilerini izlemeye gelir. İkisi de çok heyecanlıdır. Gösteriye iyi başlarlar ve iyi

bitirirler. Paşa bundan memnun kalır ve düğün de iyi bir başarıyla sonlanır. Hoca’yla

Venedikli arasında ilginç rekabet vardır. Hoca üniversite okumamıştır fakat bu işlerle

ilgilenir, öğrenmeye çalışır. Paşa bir gün yeniden Venedikliyi çağırır ve ona dinini

değiştirirse azat edileceğini söyler. Venedikli hiçbir türlü dinini değiştirmek istemez.

Paşa Venedikli’nin azat etme hakkını Hoca’ya verir. Venedikli, Hoca’nın kölesi olur.

Hoca’nın evine gider. Hoca’nın amacı kölesinin bilgilerinden yararlanmaktır.

Aralarında böyle garip bir rekabet süresince çalışırlar.

Astronomi alanında çalıştıklarında ve de bunları Paşa’ya anlattıklarında Paşa

bunu hoş karşılar. Paşa bir gün Hoca’yı Padişah’ın huzuruna götürmeye karar verir.

Padişah hâlâ çocuktur. Bunun için Hoca, yapılan astronomi araştırmaları bir çocuğun

anlayacağı şekilde düzenler. Gidecekleri gün geldiğinde yaptıkları astronomik

aletleri de sarayı beraberlerinde götürürler çocuk bunları gördüğünde merakla

dokunmaya başlar. Çocuk Hoca’nın anlattıklarını dinledikten sonra çok sevdiği

hayvanlarıyla özellikle aslanıyla ilgili soru sormaya başlar. Hoca da sırf çocuğu

etkilemek için cevaplar verir. Hoca, Venedikli ile birlikte kafalarından çeşitli

hayvanlarla ilgili bilgileri Padişah’a anlatır. Çocuk bunlardan çok etkilenir. Çocuk

artık büyür ve bluğ çağına girer. Hoca çoğu zaman kendi kendine odada çalışır. Ne

olursa olsun hoca padişah’ı etkilemeye ısrarlıdır. Buna becerir.

Bir gün İstanbul’un çeşitli yerlerinde bir veba yayılmaya başlar. Bu sıralarda

Hoca hastalanır. Venedikli ise çok korkar ve kaçmaya karar verir. Heybeliada’ya

kaçan Venedikli, orada bir balıkçının yanında çalışmaya başlar. Bir gün bağda

uzanmış olan Venedikli birden karşısında Hoca’yı görür. Fakat Hoca kızgın değildir.

Hoca, Venedikliye padişahın onlardan şehirdeki vebayı durdurmalarını istediğini

söyler. İkisi hiç durmadan çalışmaya başlarlar. Onların tavsiyelerine göre padişah

Page 41: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

29

çarşıları kapatır. Gün geçtikçe ölü sayısı azalır veba şehirden çekilmeye başlar. Hoca

ve yazar, padişahın güvenini kazanırlar. Hoca ödülünü alır ve müneccimbaşılığa

getirilmekle kalmaz, ama aynı zamanda padişaha daha da yakın olur. Hoca artık her

sabah saraya girip padişahın rüyalarını yorumlar. Padişah çok sık av seferleri yapar.

Hoca ise, bu seferleri aptalca bulur. Yıllar böyle geçer. Venedikli, Hoca’ya alışıp

kendi ve Hoca’nın aynı kişi olduklarını düşünmeye başlar.

Padişah Hoca’dan düşmanları dize getirecek silahı yapmasını ister. Bu

sıralarda Hoca saraya çok az gelip gitmeye başlar. Onun yerine saraya artık

Venedikli gider. Padişah’la zaman zaman sohbet edip sarayda yapılan eğlencelere

katılır. Hoca ise silahını tamamlayıp padişahın seferden dönmesini bekler. Hoca’nın

silahı iri canavar gibi büyük bir şeydir. Çalışması için birkaç adam gerekir, ama

silahın içinin çok sıcak olduğundan istenilen adamlar özel kişiler olmalıdır. Hoca

günlerini silah denemeleriyle geçirir. Padişah seferden döner ve yeni bir sefere

hazırlanıp yeni silahın savaşta yer almasını bekler. Hoca ve Venedikli sefere

katılırlar. Ama yeni silah, ordunun hızını keser. Bu sıralarda padişah, Hoca ve

Venedikli ile birlikte av seferlerine çıkarlar. Nihayette seferin amacı olan kalenin

önüne gelirler. Hava sürekli yağmurludur ve bu koca yeni silah çamura batar. Üstelik

kale hiçbir türlü alınmaz. Böylece herkes, bu uğursuz silahın, ordunun direncini

kırdığını düşünür. Sultan ise, öfkelidir. Çünkü Doppio Kalesi hâlâ düşmez. Sabah

olduğunda esrarengiz bir kale olarak Beyaz Kale görünür. Artık Beyaz Kale

önlerindedir. Silahı deneme vakti gelir. Silaha adamlar yerleştirilir ve hedefe doğru

yöneltilir fakat silah çamura saplanır. O akşam Hoca padişahın çadırına çağırılır.

Hoca, çadırda uzun bir süre kalır. Bu sırada Venedikli, Hoca’nın öldürüldüğünü ve

biraz sonra cellâtların da kendisinin canını almak için geleceğini düşünür. Ama

bunlardan hiçbir şey olmaz. Sabaha karşı Hoca gelir. Venedikli Müneccimbaşının

boynu vurulmadan, hayvanlara düşkün Padişah tahttan indirilmeden çok önce

Gebze’ye kaçar. Venedikli bundan şikâyetçi değildir. Çok parası İtalya’daki gibi bir

evi, karısı ve dört çocuğu vardır artık yetmiş yaşındadır. Venedikli köşeye attığı ve

hiç dokunmadığı Hoca ile geçirdiği anıları anlatan kitabını bitirmeye karar verir.

Page 42: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

30

XVIII. Yüzyıl

Patrona (Kerim Korcan, 1983)25

Patrona Halil, Emir Ali ve Muslı Beşe Beyazıt Meydanında buluşurlar. Emir

Ali’nin evine gidip orada toplanırlar. Onlara Evliye ve Alim Çelebi diye iki alim

katılır. Onların ilk toplantılarında önce fikir yoklaması, sonra uzun süren ve derin

konuşmalar vasıtasıyla birbirlerine daha da yaklaşırlar. İkinci toplantı ise Çardak

İskele Kahvesi’nde olduğu için halk onlara coşkun bir şekilde dinler. Bundan sonra

toplantılar ne Çardak İskele Kahvesi’nde, ne de başka yerlerde kesilir. Onların

konuşmalarında III. Sultan Ahmet’in zülüm ve israfından, Sadrazam olan Nevşehirli

Damat İbrahim Paşa’nın açtığı zevk ve sefahat ile ilgili davranışlarından söz edilir.

Zaman gittikçe onların konuşmaları, halkın dikkatini çeker. İstanbul, o dönemde

ikiye ayrılır. Birisi saray duvarlarının arkasındaki Sultan, vezir ve derebeylerin

İstanbul’udur. İkincisi ise, fakır fukarası, yoksul ve zevallıların İstanbul’udur. Her

geçen gün Patrona etrafında toplanan insanların sayısı artmaktadır. Patrona, halkın

gözünde bir ışıktır, bir emel haline gelir. Karşı tarafta Padişah ile sadrazam halktan

uzaklardır. Halk içinde mazlum, aç kalan, mahrumlar sayısızdır.

Patrona Halil ve arkadaşları, Ayasofya Camii’nin vaizi olan İspirizade Şeyh

Ahmet ile tanışırlar. İspirizade Şeyh Ahmet onlara katılır. O günden itibaren Şeyh

Ahmet, vaazlarında halkı bir harekete geçmek için hazırlatır. Böylece ayaklanmanın

zemini oluşmaya başlar. Bunun yanında İran’ın seferinin olumsuz sonuçları halk

arasında dağılır. Tepkili Patrona Halil ev arkadaşları, Beyazıd Meydanı’ndan

başlayarak Kapalı Çarşı’ya hareket ederler. Sonra Beyazıd’ın kuzey batısını

karşılarına alıp, Vezneciler’den, Eski Odalar denilen Yeniçeri kışlasına giderler.

Patrona Halil, İstanbul’un çeşitli zindanlarında bulunan mahpusları serbest bıraktırır.

Çaresiz kalan padişah, isyancılar Haseki Ağa’yı bir elçi olarak gönderir. İsyancılar,

Kara listedeki isimleri isterler. Onlara göre bu isimlerin zalimlerin başlarıdır. Bu

listede Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa da yer alır. Padişah, kendini

kurtarmak amacıyla Sadrazam Damat İbrahim Paşa’yı öldürtür. Bundan sonra

25 Kerim Koracan, Patrona, Yazko Yayınları, İstanbul, 1983, 620 s.

Page 43: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

31

Patrona Halil ve arkadaşları, padişahı tahttan indirip yerine I. Mahmut’u koyarlar.

Ama I. Mahmut, Patrona Halil ve arkadaşlarından rahatsız olur. Tahta yeni oturan

padişah, Patrona Halil ve arkadaşlarını bir toplantıya çağırarak öldürtür.

XIX. Yüzyıl

Civelek Osman (Vasfî Şensözen- 1984)26

Romandaki olaylar, Yeniçeri Ocağının kaldırılması esnasında gerçekleşir.

Yeniçeri Habib’in oğlu Çivelek Osman, yeniçerilerin isyanı sırasında kışladan kaçar.

Bir kayıkta açlık ve susuzluktan bayılır. Rüzgâr bindiği kayığı Yenice Burnu denilen

köye kadar götürür. Onu ilk gören Despino’dur. Köyün halkı, Osman’ı ölü zanneder.

Ama bir müddet sonra kendine gelen Osman, köyün beyi olan İzzet Beye götürülür.

İzzet Bey, çalıştığı devlet dairesinde Osman’a bir kapıcı olarak vazife verir. İzzet

Bey, Osman’ı sever, onu köye gönderir. Köyde Despino’nun babası olan beyin

değirmencisinin evinde bir hafta kalır. Bu sıralarda Despino onu sever. Ama aşırı

Hıristiyan olan Despino’nun annesi Sultana, bunu kabul etmez. Dolayısıyla

Despino’nun deli olduğunu söyler ve onu Kizikos Manastırına götürür. Despino

manastırdayken işkenceye uğrar. Aynı zamanda da köydeki papazın yardımcısı,

Babîalî’ye Osman hakkında bir mektup gönderir. Osman, soruşturmaya alınır. Bütün

bunları öğrenen Ali Efe, İzzet Bey’e gidip olup biteni anlatır. Despino manastırdan

kaçar. Ve İslamiyete girrerek adını Naciye’ye değiştirir. İzzet Bey de Osman

hakkında dilekçeyi yazarak Babîalî’ye gönderir. Osman hafif bir ceza alır. Bundan

sonra Osman Naciye ile evlenir. İzzet Bey, köydeki kendi değirmenini Osman’a

verir. Değirmenin beyi Civelek Osman olur.

Hilâl Görününce (Sevinç Çokum- 1984)27

Eski Yurd’da yaşayan Nizam Dede at pazarına gider. Nizam Dede, orada

Dilârâ diye bir atı beğenerek alır. Dilârâ’yı herkes beğenir, ama Nizam Dede’nin

yeğeni olan Arslan Bey, atın ayak bileğindeki kara bir lekeyi görür. Kırım

26 Vasfî Şensözen, Civelek Osman, Göktürk Yayınları, İstanbul, 1984, 157 s.27 Sevinç Çokum, Cönk Yayınları, İstanbul, 1984, 335 s. [Ötüken Yayınları, İstanbul, 8. Baskı, 2007,430 s.]

Page 44: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

32

geleneklerine göre bu leke, kurşun nişanıdır. Bu nişan, bir gün atın veya sahibinin

kurşuna hedef olacağına işaret eder. Nizam Dede önem vermez. Nizam Dede’nin

oğlu Giray, bir gün Bahçesaray’daki kayın babası Feyzullah Ağa’nın dükkânına

gider. Orada İgor Gregoroviç’i görür. Akmescid’de çiftliği ve tarlaları olan İgor

Gregoroviç, Giray’ın kızkardeşi Aybike’nin kocası Şahbaz’ı sürekli olarak rahatsız

eder.

Nizam Dede, Rusların artan zulümlerine karşı Bahçesaray’ın ileri gelenlerini

toplar. Nizam Dede, toplantıda Osmanlı ordusunun Kırım’ı kurtamaya mutlaka

geleceğini söyler. Toplantıya katılmayan Arslan Bey, eşi öldükten sonra dünyaya

önem vermez. Artık her şeye boş verir. Ama Nizam Dede onu bırakmaz. Nizam

Dede, her zaman Arslan Bey’e yardım etmeye çalışır. Arslan Bey’in annesi Fatma

Nine, oğlunu Rüstem Hoca’nın kızı Halime ile evlendirmeye çalışır. Ama Nizam

Dede’nın yanında çalışan Hamza Batur, Halime’yi sever. Arslan Bey, Hamza

Batur’un Halime ile evlenmesine yardım eder.

Şahbaz Bey, köydeki çayır yüzünden İgor Gregoroviç ile kavga ederek hapse

girer. Buna çok üzülen Nizem Dede hastalanır. Arslan Bey ise İgor Gregoroviç’e

ziyaret eder. Onunla bir anlaşma yapar. Arslan Bey, İgor Gregoroviç’in adamıyla

güreşerek kazanır. Şahbaz Bey ise serbest bırakılır. Arslan Bey ise, bu olanlardan

kimseye haber vermez. Bu sıralarda Osmanlı ordusu Kırım’a kurtarmaya gelir.

Nizam Dede, dağların eteklerinde bir mağarada eski işi demirciliğe dönererk hançer

ve bıçak gibi çeşitli silâhları yapar. Bunu gören Arslan Bey, askerlere rehberlik

yapmak için Osmanlı ordusuna katılır. Köye dönen Arslan Bey, herkes tarafından

yüceltilir. Okumayı seven Giray, Arslan Bey’i kıskanır. Hamza Batur’un da orduya

katılması, Giray’ı hayli üzer. Üstelik eşi Şirin, Giray’ı onlarla mukayese yapar. İlim

ve okumaya önem veren Giray huydutlar tarafından eziyet gören İsa Bey’in

yardımına gider. Fakat Giray, huydutlar tarafından öldürülür. Nizam Dede ve halk

köyü, Giray’in öldürülmesine çok üzülür. Arslan Bey ve Hamza Batur, kimseye

haber vermeden haydutlardan Giray’in intikamını alırlar. Nizam Dede, Şirin’i Arslan

Bey ile evlendirir. Arslan Bey’in evlenmesinden çok geçmeden İgor Gregoroviç’in

köylülere zulmü artmaktadır. Arslan Bey, İgor Gregoroviç ile kavga eder. İgor

Page 45: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

33

Gregoroviç’ın adamları ise, Arslan Bey’i vururlar. Bundan sonra Arslan Bey,

bilinmeyen bir yere götürülür. Nizam Dede ise Arslan Bey’in döneceği günü

bekleyerek Kırım’ın çocuklarını yetiştirmeye çalışır.

Dağlı “Dargo” (Yavuz Bahadıroğlu- 1981)28

Rus ordusu dağlar ve ormanlar arasında çok kötü bir durumdadır. Askerler ise

bu savaşın sebebini bile bilmezler, artık perişan ve ümitsizlerdir. Karşı tarafta

Dağıstan’ın, Çeçenistan’ın, Avaristan’ın yiğit evlatları günlük işlerini bir yana

bırakırlar. Rus esaretinden kurtuluş muharebesini vermek üzere bölük bölük, grup

grup gelirler, Şeyh Şamil’in etrafında halkanırlar, zaferden zafere koşarlar.

Bu durum Rusları düşündürür. Çar naibi Prens Vorotzof, dağlıları birbirlerine

düşman etmeyi önerir. Hacı Murat olan Şamil’in sağ kolunu ve diğer müsait olanları

da kesmek isterler. Ruslar, Şamil’in imamlığı gasbettiğini yaymaya çalışıp bütün

Kafkasya’da iftira ve yalanlar yayılmaya başlarlar. Dağlıların bazı safları inanır,

Şamil gitsin diyenler de olur. Hacı Murat ise ilklerde inanmaz, sonra inanır. Ruslara

gider, onlarla bir anlaşma yapar. Fakat zaman gittikçe Rusların yaptıkları ortaya

çıkmaya başlar. Hacı Murat hepsinin yalan olduğunu öğrendikten sonra Şamil’in

yanına gitmeye karar verir; ama yoldayken Ruslar tarafından arkadaşları ile birlikte

öldürülür.

Şamil ve arkadaşları için zor günler başlar. Çar I. Nikola ölüp, yerine II.

Aleksandr geçer. Kırım Muharebesi biter, bitmekle orada çarpışan tecrübeli Rus

askerleri Çar’ın emriyle Kafkas cephesine gönderilir. Ruslar da yaşlı, kadın, çocuk

dinlemeden köyleri vurmaya başlar.

Şamil’in son karargâhı olan Gunib Kalesi Ruslar tarafından kıstırılır. Rus

askerleri, tepeden tırnağa son derece iyi silâhlanırken Şamil’in yanında ise, kendisine

bağlı birkaç yüz serdengeçti kalır. Bununla birlikte Şamil, savaşmadan yanadır; ama

28 Yavuz Bahadıroğlu, Dargo, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1981, 111 s. [Nesil Yayınları, İstanbul,23. Baskı, 2006, 126 s.]

Page 46: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

34

aynı zamanda Kalede kadın ve çocuklar olduğundan korkar. Ruslar teslim teklifi

gönderirler. Nihayet sulh yapılır.

İsyan Eşiği, (Hüseyin Karatay - 1982)29

Roman, 1895’ten itibaren Ermeni isyanını anlatır. Onbaşı Yusuf

komutanlığında bir müfreze İrşadlı’dan Fındıcığa gider. Orada üç Ermeni evi

aranacak. Yoldayken askerlerden ve Yusuf’un çocukluk arkadaşı olan Osman,

Zeytun isyanında Ermeniler tarafından vahşi bir şekilde öldürülür. Onbaşı Yusuf,

Fındıcığa geldiğinde Mülazim Fuat Bey’le buluşur. Fuat Bey, Osman’ın

öldürülmesini önemsemez. Aynı zamanda bir zengin Ermeni’nin evinde oturur.

Yusuf, Fuat Bey’den nefret eder.

Askerliğini bitirdikten sonra kendi köyüne giden Yusuf, Osman’ın çocuğu

olan Hasan’a iyice bakar. Babasız büyüyen romanın başkahramanı olan Hasan dini

ve millî bir terbiye alır. Amcası olan Hamdi, ona iyice bakar. Malatyalı zengin

Ermenilerden olan Bakırcı Mıgırdıç, Hamdi’nin tarlasını satın almak için bütün

çabalar verir; ama Hamdi hiçbir türlü kabul etmez, Hamdi öldükten sonra Osman da

aynı şeyi yapar. Bu sıralarda Fuat Bey, orada Zaptiye Kolağası olarak tayin edilir.

Yine de Ermeni olan Mıgırdıç ile arkadaşlığı olur. Mıgırdıç, Hasan’ı kendi yolundan

uzaklaştırmak amacıyla ona iftira eder. Mıgırdıç, kendi tarlasının Hasan tarafından

bozdurulduğu söyler. Karakoldan kaçan Hasan’ın ve sefil düşen akrabalarının

mücadelesi Ermeniler karşısında cereyan eder. Denis, köy meclisine gidip Hasan’ın

masum olduğunu söyler. Muhtar da bunu Fuat Bey’e aktarır. Ama Fuat Bey hiç

önemsemez. Zaptiyeler hiç durmadan Hasan’ı ararlar. Hasan ise, köyden köye ve

dağdan dağa kaçmaya başlar. Nihayette zaptiyeler Dicle civarında Hasan’ı bulup

öldürürler.

29 Hüseyin Karatay, İsyan Eşiği, Arslan Yayınları, İstanbul, 1982, 256 s.

Page 47: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

35

Son Kavşak (İbrahim Ulvi Yavuz- 1984)30

Ferit ve Ercan iki fakir gençtir. İkisi bir kuyumcunun dükânını soymaya

kararlıdır. Plânlarını bitiren iki genç, dükkâna girip altınları çaldıktan sonra kaçarlar.

Bu sıralarda devriye erleri, hırsızları yakalamak için sokakları kapatırlar. Ferit ve

Ercan, bu durum karşısında saklanmak için bir eve girerler. Evin sahibi olan Hacı

Ömer, gençleri görünce iftara davet eder. Davranışlarından şüphelenen Hacı Ömer,

çok geçmeden iki gençin hırsız olduklarını anlar. Hacı Ömer, gençlere ders vermek

amacıyla “Son Kavşak” hikâyesini anlatmaya başlar.

Hızlı bir şekilde yükselmek isteyen Talat, Cemal ve Enver Paşalar, küçük

yaşlardan itibaren ünlü devlet adamları olmak isterler. Buna çalışan üç paşa,

öğrenimlerini bitirdikten kısa bir süre sonra İttihatçıların önderleri olarak ortaya

çıkarlar. Enver Paşa, sadece kendini düşünen bir insandır. Bütün bunların karşısında

Sultan II. Abdülhamid, acizdir. Yapacağı şey yoktur. İttihatçıların gücü,

padişahınkinden daha fazladır. Enver Paşa, küçük yaşta olmasına rağmen sadrazama

gidip Harbiye nazırı olmak ister. Harbiye Nazırı olan Enver Paşa, tecrübesizliği

yüzünden Osmanlı devletinin yıkılışını hızlandıranlardan biri olur. Talat Paşa de

İttihaçıların sayesinde Dâhiliye Nazırı olur. Çok geçmeden İttihatçıların yardımıyla

da sadarete geçer. Cemal Paşa de arkadaşlarından farklı değildir. Üç paşa, devletinin

yıkılışını tamamladıktan sonra yurt dışına kaçarlar. Üç paşa da gurbette öldürülürler.

“Son Kavşak” hikâyesini anlayan iki genç, çaldıkları altınları kuyumcu

dükânına iade etmek için Hacı Ömer’in kızına verirler.

Dünya Durdukça (Edibe Aziz Akok - 1983)31

Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım’ın oğlu Mustafa dünyaya gelir.

İlköğretimine Şemsi Efendi Mektebinde başlayıp, babasının ölümünün üzerine

annesi ve kız kardeşiyle dayısının çiftliğinde bir süre yaşar. Öğrenimini yine

sürdürebilmek amacıyla Selanik’teki teyzesinin yanına gönderilip, Mülkiye İdadisine

30 İbrahim Ulvi Yavuz, Son Kavşak, Şamil Yayınları, İstanbul, 1984, 217 s.31 Edibe Aziz Akok, Dünya Durdukça, Osmanlı Matbaası, y.y., 1983 160 s.

Page 48: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

36

takip eder. Sonra Askeri Rüştiyeye girer. Sınıfta üstünlük gösterir. Bunun üzerine

onun hocası üstünlüğü belirtmek için ona Kemal der. Mustafa Kemal Manastır

Askerî İdadisini bitirip İstanbul’a gelir, Harp Okuluna girer. Orada arkadaşlarıyla

siyasî faaliyetlerle ilgilenir. Sonra Harp Akademisinde de fikirlerini değişmez. Harp

Akademisini bitirdikten sonra İstanbul’da bir apartman tutarak siyasî faaliyetlerine

orada devam etmeye başlar. Ama bir süre sonra ve arkadaşlarıyla bir toplantı

halindeyken içlerinden biri tarafından alçakça ihbar edilir. Mustafa Kemal ve

arkadaşları Şam’a sürülür.

Mustafa Kemal, 31 Mart ayaklanmasını bastırmak için Rumeli’deki Hareket

Kurmay Başkanı olarak İstanbul’a gelir. O günden itibaren Mustafa Kemal Osmanlı

Devletinin değişik topraklarında zaferden zafere koşar, zaman gittikçe rütbeleri de

yükselir.

Mustafa Kemal, İstanbul’un işgalinden sonra vatanı kurtarmak amacıyla

harekete geçer. Bir gün eskiden tanıdığı Adapazarı Kaymakamı Keremzade Mehmet

Efendi olan arkadaşına gidip vatanı kurtarmak için yardım ister; ama Mehmet Efendi

vazifesinden alınmıştı. Konuşma esnasında on iki on üç yaşında bir kız savaşa

katılmasını istediğini söyler. Mehmet Efendi yeğeni olan ve babası Çanakkale

harbinde şehit düşen Şükrüye heyecanlıdır. Mustafa Kemal isteğini kabul eder.

Mustafa Kemal’in dostlarından biri olan Ömer Cevat evine gittikten sonra

birkaç düşman askeri evine girerler. Yunan askerleri, Ömer Cevat’ı yaraladıktan

sonra eşini öldürürler, kızı Zeynep kurtulurr. İkisi hastaneye kaldırılır. Ömer Cevat

ölür, Zeynep ise Ayşe hemşirenin yanında bir süre yaşar. Şükrüye de cephelerde tıbbı

tedavileri yaralı askerleri tedavi eder. Hemşire Ayşe de hastanedeyken yaralı bir

teğmen olan Şerafettin ile tanışır, aralarında yakınlık olur.

Savaş biter. Türkiye Cumhuriyeti ilan edilir. Mustafa Kemal Atatürk

cumhurbaşkanı olarak seçilir. Şerafettin Ayşe ile evlenir, Zeynep ise kendi amcasının

yanında yaşar. Daha sonra bir avukat ile evlenir. Mustafa, Ahmet, Ebru olmak üzere

üç çocukları da olur. Ebru de büyüdükten sonra tıp fakültesine girer, Kıbrıslı olan

Nezihi ile evlenir. Ve Kıbrıs’ta yaşar.

Page 49: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

37

XX. Yüzyıl

Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu (Murat Sertoğlu –1983)32

Roman, Hekimoğlu destanını anlatır. Hekimoğlu, Gürcü muhacirlerden olan

Sefer adlı bir ağanın hizmetinde çalışır. Sefer Ağa’nın kızı olan Fadime ile

Hekimoğlu arasında başlayan yakınlaşma yüzünden kanlı bir hesaplaşma olur. Bir

gün ikisini yan yana gören Yusuf adlı bir başka Gürcü, Fadime’nin nişanlısı olan

Seyyid’e haber götürür. Bunun ardından Seyyid, Hekimoğlu’nu bir meclise çağırır.

Hekimoğlu pusu olduğunu tahmin etmesine rağmen davete icabet eder. Davette

yüzleşmeler esnasında Yusuf Hekimoğlu’nu vuracağı zamanda Hekimoğlu Yusuf'u

vurur. Böylelikle Gürcülerle arasına kan girer.

Hekimoğlu bu olayın ardından kaçarak Kumru yakınlarında dağlarda saklanır.

Bu sürede yanına kendi kan kardeşi Gedik Halil de gelir. Mehmet adını taşıyan iki

yeğeni de Hekimoğlu’na katılır. Bunlara Büyük Mehmet ve Küçük Mehmet derler.

Böylece Hekimoğlu’nun çetesi kurulur ve bir yıl geçmeden onun yanında tam on bir

kişi olur. Çetede dikkat edilen şey, adam öldürmemektedir. Yaptıkları iş, halka

zulmetmekle tanınmış kişilere musallat olup onlardan aldığı paraların bir kısmı

fukara ve yardıma muhtaç köylere dağıtır. Kısa bir süre içinde büyük bir şöhret

kazanır. Hatta halkın bir kahramanı haline gelir. Hekimoğlu, Gürcülerle olan

düşmanlığı uzatmak istemez. Bu nedenle de onlara pek bulaşmaz. Ancak Gürcüler

kendini rahat bırakmaz. Hulusi Bey adlı bir Gürcü Beyi onun üzerine "Kır serdarı"

olarak gönderilir. Hekimoğlu, Hulusi Bey tarafından bir fırının üst katında sıkıştırılır.

Kurtuluş umudu kalmadığı bir anda Hekimoğlu, bir ara başını gördüğü Hulusi Beyi

öldürür. Çıkan panikten yararlanarak da arkadaşlarıyla birlikte ormanlara doğru

uzaklaşır.

Hekimoğlu’nun yakalamak amacıyla da yine başka Gürcü beyi olan Dadyan

Arslan gelir. Dadyan Arslan önce Mehmetleri misafir oldukları bir köyde öldürür.

Ardından da yeğenlerini kimin tarafından öldürüldüğü öğrenmek üzere köye inen

Hekimoğlu’nu pusu kurar ve öldürür.

32 Murat Sertoğlu, Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu, Sağlam Kitabevi, İstanbul, 1983, 144 s.

Page 50: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

38

Ermeni Zulmü (Selâhattin Turgay Daloğlu - 1983)33

Doğu Anadolu’daki Yukarı Pasin’in Müceldi köyünde kışın göç hazırlıkları

yapılır. Köyün ileri gelenlerinden biri olan Dedebey kafile başındadır. İhtiyar Kaya

Emi ise, köyden ayrılmak istemez. Kafile zor durumlar altında köyden Erzurum’a

kadar gider, orada bir gece kaldıktan sonra diğer yerlerden gelen başka muhacirlere

katılır. Yine yola çıkar. Bu sıralarda Rus askerleri Erzurum’u işgal ederler. Öncü

Ermeni birlikleri, Rus ordusuna rehberlik ederler. Köyleri ve yolları çok iyi

bildiklerinden faydalanarak köyden köye uğrayıp katliamlarını gerçekleştirirler.

Öldürülenler sayısızdır, içlerinde ihtiyar, kadın ve çocuklar da vardır.

Ermenilerin, köylülere Rusya’da un geleceğini, Hasan Kalesi yanında

toplanmasını söylerler. Köylüler ise, Ermenilere inanırlar oraya giderler. Ermeniler

onları çocuk ihtiyar dinlemeden öldürürler. Kaya Emi “İcabı halde hepimiz öleceğiz,

ama Ermeni ve Rus’a köle olmayacağız” diye fetvasını verir. Kaya Emi, düzenlenen

Türk ordusuna dört oğlunu gönderir. Ermeni çeteciler en büyük ve uzun süren

katliamlarını Tortum’da, Narman’da ve diğer yerlerde gerçekleştirirler. Ve nihayet

Türk ordusu gelir ve Erzurum’u kurtarır.

Karasu (Mustafa Yeşilova - 1981)34

Roman, Türk-Ermeni meselesini ele alır. Ermeniler, Doğu Anadolu

bölgesinde Türklerin arasında sorun çıkmadan yaşarlar. Hatta Türklerden daha mutlu

bir şekilde yaşarlar. Ama komiteler ortaya çıkar çıkmaz durum farklı olur.

Komitecilerin yaptıklarından dolayı Türk-Ermeni kardeşliği, güvensizliğin kucağına

düşer. Yine de kiliseden çıkan ve Mukaddes Kitapla ilgisi olmayan beyannameler,

halkın fikirlerini değiştirir. Ermenilerin komitecilere hayır demesi olanaksızdır. Bu,

ölmek demektir. Nitekim komitecilerden olan Vahan ve Nazar, Mari Teyze’yi

Karasu bataklığına atarlar.

33 Selâhattin Turgay Daloğlu, Ermeni Zulmü 1915–1918, Dilara Yayınları, İstanbul, 119 s.34 Mustafa Yeşilova, Karasu, Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1981, 131 s.

Page 51: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

39

Komiteler arkasında ise, Rusya başta olmak üzere yabancı devletler durur.

Her devlet kendi çıkarlarına göre komitecileri kullanır. Rusya komitecilere silah ve

parayı gönderir. Bazen da Rusya ordusunda çalışan subaylar, Türkiye’ye bu amaçla

gönderilir. İşte Rus Ermenilerinden olan Onnik, Kerküze köyüne gelir. Geldiğinden

beri kayıp ve ölülerin sayısı artmaya başlar. Atatürk’ün adamlarından olan Mustafa

Ağa, onu takip ederek yakalar. Devlet ise zor bir durum içindedir. Hem Birinci

Dünya savaşı kapılarda, hem de memleketin çeşitli yerlerinde isyanlar vardır.

Bakanlar birbirlerine tartışırken içişleri bakanı olan Talat Bey, diğer devletlerin

Ermenileri Osmanlı İmparatorluğundan çaldıklarını, yurdun düşmanı yaptıklarını

söyler. Ona göre artık iş işten geçti. Bunun üzerine 14 Mayıs 1915’te Tehcir yasası

çıkarılır. Yasa çıktıktan sonra Rus Ordusu Ermeni birlikleri ile birlikte Kafkasya’dan

Anadolu’ya Türklere eziyet ederek gelirler. Ermeniler işkenceleri daha da artırırlar.

İstanbul işgal altındayken işgal ordularının etkisinde mahkemeler kurulur. Ermenileri

öldürmek suçuyla masumlar öldürülür. Türk ordusunun durumu ise zayıftır, bir kısmı

hasta, diğeri sakattır. Rus ordusu Türk topraklarından çekilirken Ermeniler de onun

yanında yaptıkları yüzünden hızlı bir şekilde kaçarlar.

3- Kurtuluş Savaşı Dönemi

Dersaadet’te Sabah Ezanları (Attila İlhan- 1981)35

Selanik’te halıcılıkta nam almış Halıcızadeler, şehrin nüfuzlu ailelerindendir.

Ailenin tek varisi (Bacaksız) Abdi beydir. Ailenin varlıklı oluşu ve devrin şehir halk

yapısından ötürü gayri Müslimlerle yakın temaslardadır. Çapkın bir kişiliği olan

Abdi, bu durumdan faydalanarak komşuları Barziların kızı Rosa ile yasak aşk yaşar.

Aslında o kendi şehvetine düşen bir insandır. Ayrıca diğer çapkınlıklarıyla dillere

düşer. Babası İsmail Bey onu öğrenimi tamamlamak için Paris’e gönderir. Paris’e

Ulum-i Siyasiye’yi öğrenmek için giden Abdi, okuldan ziyade sefahate devam eder.

Bu arada birer Jön Türk olan İttihat ve Terakkicilerle temasa geçerek cemiyete

katılır.

35 Attila İlhan, Dersaadet’te Sabah Ezanları, Bilgi Yayınları, Ankara, 1981, 382 s.

Page 52: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

40

Uzun süre kaldığı Paris’ten yurda döndüğünde Abdi Bey’i babası İsmail Bey

hemen evlendirme yoluna gider. Aday olarak ise Alaman Ziya Beyin kızı Neveser’i

münasip görür. Çünkü Neveser güzel ve modern bir kızdır. Neveser’in kardeşi

Ahmet bu evliliğe karşı çıkar. Neveser’i seven Münif Sabri, Abdi Bey hakkında onu

uyarırsa da Neveser bu konuda ikna olmaz. Kısa bir süre içinde evlenirler.

Halıcızadeler Neveser’i beğenir ve çok geçmeden konağın gözdesi yaparlar. Ancak

Neveser kocasında kendi duyarlılığını bulamaz. Bu nedenle büyük bir hayal

kırıklığına uğrar. Abdi Bey de evlendikten sonra hiç değişmez, sadece iyi biriyle

evlendiğine inanır. Ama gayri meşru münasebetlerine devam eder. Balkan Savaşları

ve I. Dünya Savaşı ile Selanik yurttan ayrılır. Böylece Türkler ve Yahudiler İstanbul

ya da İzmir’e göç ederler. Savaş sonrası Abdi Bey bir İttihatçı olarak savaş

suçlusudur. Bu nedenle gözden uzak olmayı yeğler. İstanbul’a göç eden eski

komşuları Rosa Mizrahilerde kalır. Nasıl olsa Rosa’nın kocası Leon yine iş

gezisindedir.

Neveser, Almanya’da tahsilini tamamlayarak yurda dönen kardeşi Ahmet ile

biraz teselli olur. Ahmet’in gelişiyle Münif Sabri ile de görüşen Neveser, eski

aşığının sevgisine karşılık verir. Çok geçmeden birbirlerinden ayrılmazlar. Ahmet

Almanya’da sosyalist bir genç olmuştur. İşçi hareketlerine katılır. Münif ise

Anadolu’daki Millî Mücadele’ye İstanbul’dan istihbarat sağlamaktadır. Münif’in bu

gayretleri işgal kuvvetlerince anlaşılır ve çok sürmeden vurulur. Münif Sabri’nin

şehadeti hayata yeniden başladığına inanan Neveser’i yıkar. Bu arada, Abdi Bey yarı

sefih yaşamını sürdürmektedir.

Vatan Dediler (Talip Apaydın- 1981)36

Düşman, Kuvve-yi Milliye mensuplarını arar. Bu sebeple Tacım köyü

çetesindeki beş atlı, Molla Mahmut, Haceli, Kâzım, Çopur Hamdi ve Aşır, düşman

kuvvetleri tarafından yakalanmamak üzere kaçıp Afyon’daki düzenli orduya

katılmaya giderler. Yollarında düşmandan kaçan halkı görürler. Afyon’a

geldiklerinde Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen gönüllüleri bulurlar. Beş atlı,

36 Talip Apaydın, Vatan Dediler, Yalçın Yayınları, İstanbul, 1981, 368 s.

Page 53: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

41

süvari alayına alınırlar. Eğitim başlar. Beş atlı, alay askerleri ve subaylarıyla kolayca

kaynaşırlar. Molla Mahmut, deneyimli bir asker olduğu için bölük komutanı Teğmen

Galip’in dikkatini çeker. Zamanla aralarında bir dostluk olur. Genç Teğmen Galip

çalışkandır. Yeni gelen askerlerin eğitimine önem verir. Onları bilinçlendirerek

savaşın ehemiyetini anlatır. Asker ve subayla vatan için birbirleriyle kaynaşıp el ele

verirler. Durum böyleyken Hacı Nuri evinde Yunan subaylarına ziyafetler verirler.

Bu sıralarda Molla Mahmut, annesi ve ailesini düşünür. Annesi köyden

ayrılmak istemez. Ailesi ise diğerler gibi Eskişhir’e gider. Teğmen Galip ile Molla

Mahmut, alay için bazı malzemeleri getirmeye Eskişehir’e giderler. Teğmen Galip

işini bitirdikten sonra Molla Mahmut’a ailesini görmek için izin verir. Afyona

döndüklerinde alayın hareket ettiğini görürler. Hemen onlara katılırlar. Türk

askerleri, dünyanın en zor koşulları altında savaşa girip yiğitliğini gösterir. Bu yiğit

ve kahramanlıklar, Afyon, İnönü ve Sakarya savaşlarında net bir şekilde ortaya çıkar.

Bu sıralarda Kâzım şehit düşer. Aşır ve Çopur Hamdi yaralanırlar. Teğmen Galip de

şehit düşer. Molla Mahmut ile Haceli birlikte, düşman askerlerinin peşinde İzmir’e

kadar giderler. Düşman denizden kaçar. Molla Mahmut ve Haceli İzmir’in bir

sokağında İbrahim Bey’i bir dükkânın tabelasını değiştirirken görürler. Molla

Mahmut artık çok aradığı soruya cevap bulur. Çeteyi kuran İbrahim Bey, onları

kullanarak kendi çıkarlarına haraket eder. Bir hayal kırıklığına uğrayan Molla

Mahmut, Haceli ile birlikte ordudan terhis edilip kendi köylerine dönerler.

Cumhuriyet Dönemi

Türk’ün Dramı (Ali Gündüz- 1981)37

Bu roman Kırım Türklerinin gördükleri korkunç savaşı anlatır. Romanın

başkahramanı olan Alparslan, Akmescit hastanesinde bir Rus yüzbaşıyı öldürerek

kaçar. Alparslan kurtulduktan sonra diğer hastaların Ruslar tarafından yakılacaklarını

öğrenir. Hastalar trene götürüldükten sonra trene bindirilip yola çıkarlar. Bu sıralarda

gaz dolu üç kamyon trene doğru gönderilir. Alparslan kamyonlardan birisini yakar.

37 Ali Gündüz, Türk’ün Dramı, Gündüz Yayınları, Ankara, 1981, 120 s.

Page 54: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

42

Diğer iki kamyon ise uzaklaşarak kurtulur. KKVD ajanları, 200’e yakın hastaya gaz

dökerek yakarlar.

Babası sürgün olan Alparslan’ın hala ve dayısı Ruslar tarafından öldürülür.

Aynı zamanda kendi evine gittiğinde annesinin öldürüldüğünü görür. Bunun

ardından Süleyman adlı amcasının evine gider. Zaten Sultan olan Süleyman’ın kızı

Alparslan’ın nişanlısıdır. Alparslan, Süleyman bey evindeyken iki Rus askeri gelir.

Alparslan birisini öldürür diğerini ise tutuklar. Esir tuttuğu askeri konuşturduktan

sonra hastanede hala 50 kişi bulunduğunu, Ruslar tarafından yine öldürüleceklerini

öğrenir. Rus askerinin elbisesini giyinerek diğer arkadaşlarıyla birlikte hastaneye

gidip hastaları kurtarır. Bundan sonra Alman birlikleri Akmescit’e doğru ilerleyince

Rus askerleri Kırım’dan uzaklaşmaya başlar. NKVD’a tabi olan kızıl partizan

çetelerinden biri, Süleyman Beyinin evini yakarlar. Süleyman Bey ile eşi ölür,

Alparslan ve Sultan ise yangından kurtarıldıktan sonra komşuları olan İlyas beyin

evinde kalırlar. Bu sırada Almanlar, Alparslan’a çok benzeyen bir Rus casusunu

yakalarlar. Alman komutanı, Ruslara yanlış bilgiler vermek üzere bu casusun yerine

Alparslan’ı gönderir. Alparslan Rusya’ya doğru gider. Moskova’daki NKVD’in

binasına gider, kendisinden istenileni başarıyla yaptıktan sonra yine Kırım’a döner.

Zaman gittikçe Almanlar cephesi Ruslar karşısında zayıflamaya başlar, sonra Ruslar

yine Kırım’a dönerler. Ruslar dönmesiyle yine katliam Kırım’a döner. Ruslar,

Alparslan’ın oğlu, İlyas Bey eşiyle birlikte öldürülürler. Sonra Türkler Kırım’dan

sürgün edilir, onların yerine Ruslar, Ukraynalılar, Ermeniler gibi milletler alır. Sultan

Sibirya yolundayken altı Rus askerini öldürdükten sonra şehit düşer. Alparslan ise

Sibirya’daki sürgünde kendi babasını bulur.

Page 55: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

II. ZAMAN

Page 56: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

Romanda Zaman ve İncelediğimiz Romanlarda Zamanın Ele Alınışı

Zaman, hikâye ve romanın temel unsurlarından biridir. “Zira yazarın içinde

yaşadığı gerçek dünyayı model alarak kurguladığı itibarî dünya ve bu dünyanın

insanları için de zamana ihtiyaç duyulur. Olaylar belli bir zaman koridoru içinde

başlayıp niter; insanlar yine belli bir zaman koridoru içinde doğup büyürler. Günler,

aylar, yıllar birbirini kovalar; mevsimler değişir. Aksi takdirde adı geçen türler,

gerçeklik intibaını büyük ölçüde kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalır.”38

“Dil, zamanın değişkenliğini ifade edebilecek yapısıyla, geçmişin, şimdinin

ve geleceğin olayları yerine yerleştirir. Biz, bir metinde dilden, dilin göstergelerinden

hareketle bu üç boyutu da algılarız. Fakat dilin edebî metinde yüklendiği işlev,

sadece bu boyutları göstermez; okuyanı, kendi zamanı içine alarak, ona sosyal,

kültürel ve duygusal oluşlar gösterir. Bir roman veya hikâyede genel olarak üç türlü

zaman vardır: 1. Vak’a zamanı (anlatılan olayların yaşandığı süre) 2. Anlatma

zamanı (yaşanılan olayların ne zaman algılanıp ifade edildiği süre) 3. Yazma zamanı

(yazarın eserini yazdığı tarih ve süre).”39

“Kısacası, anlatma esasına bağlı bir eserde metindeki fiiller vasıtasıyla ifâde

edilen zamanın dilimi ve yerine göre, onların anlatıcı rolünü yüklenmiş fiktif

kahraman tarafından idrâk edildiği bir an mevcuttur: 1930’larda cereyan eden bir

vak’anın anlatıcı tarafından 1945 yılında öğrenildiğini 1980’de şimdiki zaman kipi

kullanarak anlatıldığını düşünelim. Burada vak’a zamanı 1930’lu yıllardır. Anlatma

zamanı ise 1980 yılına aittir.”40

“Anlatma esasına bağlı bir eserde, zamanı incelemek için metin halkalarının

eserin tamamında sıralanışına dikkat etmek ve onların zaman bakımından metin

düzenini dikkatlere sunmak gerekir. Bunun için de önce ayrı ayrı metin halkalarını

ele almak ve onlarda ifâde edilen vak’a parçasının meydana geldiği süreyi,

anlatıcının bu vak’a parçasını idrâk ettiği anı ve seçtiği söyleyişi tarzını belirtmek

38 İsmail Çetişli, s.7339 Mehmet Narlı, Orhan Kemal’in Romanları Üzerine Bir İnceleme, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları,Ankara, 2002, s.7740 Şerif Aktaş, s.108–109

Page 57: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

45

zarureti vardır. Sonra da, zaman bakımından metin halkalarının arzettiği manzarayı

anlatmaya sıra gelir.41

“Zaman konusunda üzerinde durulması gereken bir nokta da olayın anlatılma

süresidir. Bir romanda olaylar; yıl, ay, gün saat ölçüleriyle anlatıldığı gibi, “dün”,

“ertesi güb”, “birkaç gün”, “o gün”… gibi belirsizlik arzeden işaretlerle de sunulur.

Bir yazardan, olayları mutlaka kronolojik sıraya göre anlatması beklenmemelidir.

Anlatma süresinin şu veya bu şekilde biçimlenmesi, yazarın niyeti, beklentisi, dünya

görüşüyle, dünyayı kavrayışıyla ve olayların seyriyle ilgili bir husustur. Ayrıca,

olayların kronolojik sıraya dizilip dizilmemesi, kargaşayı yansıtmak isteyen bir

yazar, zaman konusunda da bir karışıklığa gidebilir.”42

Tarihî romanlarda zaman daha da önemlidir. Zira romancı geçmişte yaşanmış

olan bir dönemdeki olayları, kişileri, davranışları o devrin içine yerleştirmede ne

kadar başarılı olursa roman da o kadar başarılı kabul edilir. Gerçi son zamanlardaki

bazı postmodern tarihî romanlarda buna pek dikkat edilmiyor. Bunun için de bu tür

romanlar okuyucuyu şaşırtmaktadır. Ayrıca hemen belirtelim ki biz, incelediğimiz

romanlar klâsik anlayıştaki romanlardır. Biz çalışmamızda zamana biraz da bunun

için öncelik verdik. Zamanı daha belirginleştirebilmek için romanların neşir

kronolojisine göre değil Türk tarihinin devirlerine göre ele alacağız. Böylece aynı

devre farklı bakışlar daha net görülebilecektir.

1. Selçuklular Devri (1034–1107)

Malazgirt’in Üç Atlısı

2. Eyyûbîler Devri (1174–1250)

Selâhaddin Eyyûbî

3. Osmanlılar Devri (1251–1918)

41 a.g.e., s.11742 Mehmet Tekin, s.120

Page 58: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

46

XIII. Yüzyıl

Osmancık

XIV. Yüzyıl

Kaybolan Elçiler

Kara Şövalye

Tuzak

Baskın

Çalınan Hazine

Kaçırılan Prenses

Gemide İsyan

Yıldırım Bayezid

Binatlı

Topal Kasırga

XV. Yüzyıl

XVI. Yüzyıl

İlk Hançer

XVII. Yüzyıl

IV. Murad –I-

IV. Murad –II-

Page 59: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

47

Beyaz Kale

XVIII. Yüzyıl

Patrona

XIX. Yüzyıl

Civelek Osman

Hilal Görününce

Dağlı “Dargo”

İsyan Eşiği

Son Kavşak

Dünya Durdukça

XX. Yüzyıl

Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu

Ermeni Zulmü

Karasu

4. Kurtuluş Savaşı Dönemi (1919–1923)

Dersaadet’te Sabah Ezanları

Vatan Dediler

5. Cumhuriyet Dönemi

Kırım (Türk’ün Dramı)

Page 60: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

48

Tablo I: Bütün Dönemler

Tablo II: Osmanlı Dönemi

Yukarıdaki birinci tablodan anlaşıldığı gibi ele aldığımız romanlar içinde en

çok rağbet gören, Osmanlı Dönemidir (25 roman=84%). İkinci sırada Kurtuluş Savaş

Dönemi gelir (2 roman=7%). İkinci tabloda gördüğümüz gibi yazarlar tarafından

tercih edilen Osmanlı Döneminde ise, XIV. yüzyıl birinci sırada gelir (10

roman=40%). İkinci sırada ise XIX. yüzyıl gelir (6 roman=24%). Buna göre

Selçukluk Dönemi3%

CumhuriyetDönemi

3%

Kurtuluş SavaşıDönemi

7%

OsmanlılarDönemi

84%

Eyyûbîler Dönemi3%

Selçukluk DönemiEyyûbîler DönemiOsmanlılar DönemiKurtuluş Savaşı DönemiCumhuriyet Dönemi

4%

40%

4%12%4%

24%

12%XIII. YüzyılXIV. YüzyılXVI. YüzyılXVII. YüzyılXVIII. YüzyılXIX. YüzyılXX. Yüzyıl

Page 61: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

49

yazarlarımızın tercihi, kuruluş ve yıkılış yılları tercih edilir. En az rağbet edilen

dönem ise, XIII., XVI. ve XVIII. yüzyıllardır. Söz konusu yüzyıllarda birer roman

yazılmıştır (4%).

1. Selçuklular Devri

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında vak’alar, M.S. 1070’ten sonra sultan Alp

Arslan ile İmparator Romen Diyojen zamanında cereyan eder: “İsa Peygamberin

doğumundan 1070 yıl sonra…” (s.5) Malazgirt’in zaferinden sonraki Ekim ayında

sona erer. (s.231) Malazgirt savaşının, romanın olaylarından da Ağustos 1071

tarihinde olduğunu öğreniriz. (s.195–196) Böylece romanın olayları 1070–1071

yılları arasında cereyan eder.

Romanın kronolojik seyrini gösteren üç tarih kaydedilir. Verilen tarihler az

olsa bile olayların içindeki yerlerine göre romanın tabii seyri hakkında bize bilgiler

verir. Bunun yanında da tarihî olaylar, bize bu hususta yardım eder. Verilen tarihler

ve tarihî olayların dışında da romandaki kronolojik zaman akışını gösteren “gün” ve

“hafta” formuna roman boyunca sık sık rastlarız: “Bir gün” (s.25, 28), “Birkaç gün”

(s.29), “Bir hafta deliler gibi çalıştım.” (s.25), “Ertesi sabah” (s.16, 124, 227, 230),

“Bir haftalık mühlet” (s.120), “Üçüncü gün” (s.123, 176), “Tam altı gün, altı gece”

(s.184), “On beş gün sonra” (s.188), “On beş gün içinde” (s.189), “Bir hafta sonra”

(s.223, 224)…

Romanda sadece üç tarih kaydedilse de yazar, romandaki olayların zaman

akışına titizlikle bağlı kalır. Her olayın bir zamanı vardır. Romanda zamansız bir

olay yoktur. Yazar, romanda “Bir süre sonra” ve ona benzer formları kullanmaz.

Tarihi romanda kronolojik zaman söz konusudur. Adeta olaylar birbirlerini

takip eder. Ama bazen de kronolojik zaman, kozmik zaman ile birleşir: “Ertesi sabah,

güneş bulutsuz ve berrak gökte yükselirken gençler Smyrna yoluna çıkmışlardı.”

(s.16)

Page 62: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

50

Yazar, baş olay olan Malazgirt savaşının tarihini kesin olarak vermez, ama

savaşın yaklaştığına dair bir tarihi verir: “Başımı ellerimin arasında aldım.

Düşünmeye başladım. Sonra sordum:

Bugün ayın kaçtı?

Abdullah cevap verdi:

Ağustos’un biri.

Ayağa fırladım.

Abdullah, Atlar! Hazırlanın, gidiyoruz, dedim.

İkisi de şaşırdılar.

Gidiyor muyuz? Sen ne diyorsun böyle?

Ama Prenses, bir hafta evvel gitmiş. On gün sonra döneceğine göre, iki üç

gün sonra burada olacak. Onu görmeyecek misin?” (s.194) “O günü yolculuk

hazırlıkları ile geçirdik. Sabah, yani 2 Ağustos 1071’de yola çıktık. Doğu’ya doğru at

koşturmaya başladık.” (s.195) Romanın olaylarından da Kostantiniyye ile Malazgirt

ovası arasında mesafe, iki-üç haftalıktır. (s.223–224) Aksungur ve arkadaşlarının

Malazgirt ovasına vardıktan üç gün sonra savaş başlar. Buna göre savaş, aşağı yukarı

Ağustos’un yirmilerinde başlar. Ve gerçekten savaş, 26 Ağustos 1071 tarihindedir.43

Aksunger, kaçırılmış kız kardeşini kurtarmak için Kahire’ye gider.

Kahire’deki olaylar günbegün anlatılır: “İki günümüz, şehri dolaşmakla ve köşkü

tanımakla geçti.” (s.122) “Üçüncü gün; Hasan Sabbah, beni odasına davet etti.

Gittim. Oldukça neşeli gözüküyordu. Benim sakin durmam onlara ümit vermişti

galiba. Hemen söze girdi:

43 “Malazgirt Meydan Savaşı” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, c.11, İhlas Holding Yayınları,İstanbul, 1994

Page 63: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

51

— Yarın; bildiğiniz gibi silâhşörlerin yarışmaları var. Halife, sizi bu

müsabakaya davet ediyor. Yarın arkadaşlarınızla sizi müsabakaya bekliyoruz.”

(s.123) “Ertesi sabah köşkte bir telâş vardı. Heyecanlı gidip gelmeler görülüyordu.

Kahvaltımızı ettikten az sonra, kölelerden biri geldi. Hasan Sabbah’ın bizi

beklediğini söyledi.” (s.124)

Romanda çatışmalar, genel olarak dakikalara göre sunulur: “Dövüş on-on beş

dakika kadar sürdü. Bir aralık, Varenglerden birinin ileriden savurduğu bir hançer

vınlamasını, Abdullah’ın inlemesi takip etti. Telâşla baktığım zaman, Abdullah’ın

sağ omzunda bir hançerin saplı olduğunu gördüm.” (s. 247)

Romanda kronolojik zaman söz konusudur. Kronolojik zaman akışı, tabii bir

şekilde ilerlemektedir, ama zamanın akışını durduran sadece bir geriye dönüş

bulunmaktadır. Ama burada söylemeliyiz ki; yazar bu geriye dönüşü, romanın

zamanını zenginleştirmek için kullanır. Yazarın, zamanı geriye alarak,

başkahramanın geçmişini ve diğer kahramanlarla ilişkisini aydınlattıktan sonra

romanda durduğu zamana döner. Bundan sonra romanın hiçbir yerinde zamanın

akışını bozan başka bir unsur yoktur.

Geriye dönüşte zaman akışı açısından dikkat çeken husus, Aksungur’un

yaşına göre zaman ilerlemesidir. Aksungur, dört beş yaşındayken babasını kaybeder,

yedi sekiz yaşında ise at binme ve kılıç kullanmada akranlarını geçer. On yaşında da

bu konularda üstünlük gösterir. (s.17–19) Bu şekilde Aksungur on altı yaşına kadar

olaylar birbirlerini takip eder. Aksungur, on altı yaşındayken Emir Afşin ile

karşılaşır. Emir Afşin, Aksungur’u orduya alır. Orada Halit Ağa ile tanışır. Emir

Afşin’in, bir akın sırasında ele geçirdiği Latince birkaç kitabı Bağdat’taki bir dostuna

göndermek için Aksungur ile Halit Ağa’yı seçer. (s.28–48)

Romanda kozmik zaman unsurları, genel olarak edebî tasvirlerde ve ruhî

durumları anlatmak amacıyla kullanılır. Yazar, bahar güzelliğinden söz eder: “Bahar,

patlamış tomurcuklardan fışkırıyordu… Kır gülüyordu; renk cümbüşüyle, bin bir ses

ve kokularla…” (s.7), “Bu dağlarda bambaşka bir hava vardı. İlkbahar mevsiminin

Page 64: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

52

bahar kokuları dağ havasıyla içimize büyük bir huzur veriyordu. Yerdeki otlar, tatlı

yeşil renkleriyle göz dinlendiriyordu.” (s.49)

Romandaki tasvirlerin içerisinde ay tabiî geceyi vermesi bakımından önemli

bir yer tutar. Ay ve ay ışıkları, romanda huzur için uygun bir ortamdır: “Bu esnada ay

bulutların arasında sıyrılmıştı. Donuk ışıkları bulunduğumuz yeri aydınlattı. Seçtiğim

yer, gerçekten de güzeldi. Duvar şeklini almış bir yüksekliğin altındaydık.” (s.56),

“Ay ışığı denizde yaldızlanıyordu. Nikâhlım olan Zeynep ile el ele geminin arkasına

doğru yürüdük. İçim sevinçle taşıyordu.” (s.254), “Ay gülümsüyor ve denizden

fısıltılar geliyordu.” (s.255), “Ay ışığı…” (s.50, 52)…

Aksungur, Zeynep’i kurtarmak için gider. Tabiat, bu sıralarda Aksungur’a

yardım eder: “Karanlık ve fırtınalı bir geceydi. Ara sıra rüzgârın savurduğu yağmur

damlaları yüzümüze çarpıyordu. Yıldızlar karanlık bulutlar arasında görünmez

olmuşlardı. Ara sıra ufukta çıkan bir şimşek bir an için yolu aydınlatıyor; arkasından,

etraf tekrar zifiri karanlığa gömülüyordu. Gök gürültüleri atlarımızın nal seslerini

bastırıyordu. Birden, sağanak hâlinde bir yağmur boşandı. Neançes’in adamı

pelerinin kukuletasını başına çekti. Ben yağmurdan hoşlandım. Bu tatlı serinlik ateşli

vücuduma bir rahatlık verdi. Yüzümü kaldırarak yağmur damlalarıyla yanan alnımı

serinlettim.” (s.237) Geçen örnekte gördüğümüz gibi gecenin karanlığı kaçış için

uygun bir zamandır. Aksungur, kız kardeşini Hasan Sabah köşkünden de bir gecede

kaçırır. (s.137–140) Prenses Süreyya, yine bir gece Aksungur’u zindandan

kaçmasına yardım eder. (s.167–171)

Romanda güneş, dolayısıyla gündüzle ilgili yapılan tasvirlerde mevcuttur.

Aksungur, kız kardeşini Hasan Sabah’ın elinden kaçırdıktan sonra çöldeki yolunu

tutar: “Güneş yükselmeye başlamıştı. Işınları, çölü kızdırıyordu. Fakat ağaç altında

gölgede olduğumuz için, sıcaktan bir şikâyetimiz yoktu.” (s.142) Aksungur de

Kostantiniyye’yi ilk gördüğünde hayran kalır: “Güneş, denizde altın renklerle

batıyordu. Balık tutmaktan dönen kayıklar, tunçtan renklere bürünmüşlerdi. Yosun

kokularıyla yüklü rüzgâr, yüzlerimizi okşuyordu.” (s.225)

Page 65: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

53

Babasını bir savaşta kaybeden Aksungur, küçük yaşta dedesi tarafından savaş

talimleri üzerine yetiştirilir. On altı yaşındayken Sultan Alparslan ordusuna katılır.

Aksungur ve Halit Ağa, Bağdat’a giderken Prenses İrini ile karşılaşırlar. Aksungur,

ona âşık olur. Prenses İrini, İslamiyet’e girerek adını Zeynep’e değiştirir. Aksungur,

Bağdat’tayken kız kardeşini kaçırıldığını öğrenir. Buna göre Kahire’ye gider. Kız

kardeşini kurtardıktan sonra Hasan Sabah’ın eline düşer. Hasan Sabah,

Aksungur’dan Alp Arslan’ı öldürmesini ister. Ama Aksungur bunu kabul etmediği

için zindana atılır. Aksungur’a âşık olan Prenses Süreyya, kendisini zindandan

kurtarır. Aksungur, Malazgirt savaşından sonra Kostantiniyye’ye gidip Zeynep’i

kaçırır.

Roman, tarihî sosyal zaman unsurları bakımından pek zengindir. Hatta

elimizdeki romanın, olayların cereyan ettiği dönemin bir aynası olduğuna

söyleyebiliriz.

Bu bakımından önümüze çıkan ilk husus, o dönemde kullanılan silâhlardır.

Yazar, silâhların üzerine uzun uzun durur. Kargı, kılıç, kalkan, mızrak, gürz ve ok, o

dönemde kullanılan silâhlardır. (s.20–23) Malazgirt savaşından önce askerler, son

hazırlıkları yaparlar: “Sonra, herkes birliğine dağılarak silâhlarını son defa gözden

geçirmeye başladı. Kimisi, tırnağı ile kılıcının keskinliğini deniyor, kimisi yayını

oklarını gözden geçiriyordu. Bazıları da; gürzlerini, karşısında düşman varmış gibi

sağa sola savuruyordu. Zırhlarını inceleyenler veya tolgasını evirip çevirerek

düzeltmeye çalışanlar da vardı.” (s.203), “Bu arada, son hazırlıklar da silâh şakırtıları

arasında tamamlanıyordu. Kargılar, gürzler, kılıçlar, yaylar, zırhlar ve tolgalar tekrar

tekrar gözden geçiriliyordu.” (s.204)

Romana savaş kültürü hâkimdir. Türklerin geleneklerine göre çocuklar küçük

yaştan itibaren ata binmek ve ok atmak öğretilir. “Biz Türkler için, önemli bir şey

değildir Prenses! Çünkü bizler; daha dört beş yaşlarında ata binmeyi, ok atmayı

öğrenmeye başlarız.” (s.132) Buna ilgili olarak yazarın, çocuklara ok atmak nasıl

öğretildiğini teferruatla gösterir. İlk olarak çocuklar, sabit hedeflere atarlar, sonra

daha büyük bir yaşta hareket halinde hedeflere atmayı öğrenmeye başlarlar. Ok at

meydanları bunun için özel yerlerdir. Aksungur, daha kısa bir zamanda öğrenmek

Page 66: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

54

ister, bunu için tek başına oraya gider, bir ay boyunca hareketli hedeflere atar. Ok

atma yarışmaları da düzenlenir. Orada silâh öğretmenleri, öğrencilerini getirip

birbirlerinin arasında bir yarışma yapılır. (s.23–27) Ata binmesinde de aynı suretle

yapılır. (s.19) At yarışmaları da düzenlenir. (s.28)

Türk’ün en önemli özelliklerinden biri, at sürerken hareket halindeki hedefi

vurmaktır: “ – Evlât, dedi. Yerde atışın iyi idi. Fakat önemli olan, at sürerken hareket

hâlindeki hedefi vurmaktır. Türk’ün en önemli özelliği de budur. Hiçbir millet, at

koştururken hedefe isabet ettiremez. Ama Türk yiğitleri bunu gayet kolay yaparlar.”

(s.26)

Silâhlara ait olarak da Aksungur’un silâh odası vardır, bu odanın yanında

Numan Dede’nin başka bir silâh odası bulunmaktadır. Bu odada bulunan her silâhın

bir hikâyesi vardır. Her birinin hikâyesi, tarihî sosyal zamanın bir parçasıdır:

“Bunların her biri, bir savaşın hatırasını taşır. Şu mızrak Dandanakan Savaşı’nda

Gazne ordusunda büyük bir dehşet uyandırmıştı. Şu gördüğün gürz, Tuğrul Beyin

Bizans ve Ermeni kuvvetleri ile yaptığı savaşta kullandığı ölüm tokmağı kaç Rum’un

ve Ermeni’nin canına kıymıştı. Gürcü Kralı Liparit’i attan düşüren de bu gürz oldu.

Ya şu kılıç? Kaç akının hatırasını taşımaktadır.” (s.21)

Malazgirt savaşında tarihî sosyal zamanı gösteren birkaç noktayla karşılaşırız.

Bunların ilki, savaş düzenine ait olarak borulardır. Savaş başlamadan hemen önce

toplanma borusu çalınır: “Toplanma borusu çaldığı zaman, hepimiz hazır bir

durumda idik. Yerlerimizi aldık. Ben, yine sancaktardım. Abdullah da sancak

muhafızları arasına katılmıştı.” (s.204) Sonra savaş esnasında “geriye dön” borusu da

çalınır: “Tekrar bir boru sesi. “Geriye dön!” borusu çalıyor.

Hey değerli silâhşörler! Zamanında çalındı bu… Bu koca kitleyi, bir anda

ezmek mümkün değil. Onun düzenini bozmak lâzım. Safları ayırmalı. Öne çıkanları

parça parça etmeli. Yoksa bu sık saflara ne kılıç ne ok ve ne de gürz tesir edebilir.”

(s.212)

Page 67: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

55

Savaş bittikten sonra Sultan Alp Arslan’ın bir özel geleneği buluruz. Sultan

Alp Arslan, her savaştan sonra kaftanının üzerindeki tozları süpürerek bir kutuda

toplar. Hem de bunu kimseye bırakmayarak kendisi yapar. Ve şu vasiyeti yapar:

“Ben öldüğümde, beni yıkadıktan sonra cenazeme koku yerine bu tozu serpiniz ki,

bununla Allahu Tealâ’nın huzuruna varayım. Umulur ki, mücahitlerin mükâfatından

ben de istifade ederim.” (s.217–218)

Romanda unvan ve sembollerin kullanılması, tarihî sosyal zamanla ilgili

olarak dikkat çeken unsurlardandır. Arapçada prens anlamında “Emir” unvanı, Sultan

Alp Arslan’ın büyük kumandanlarına denilir. Romanda Emir Afşin başta olmak

üzere Emir Tuğtekin, Emir Davutoğlu, Emir Tarank ve Emir Dilmaçoğlu, ordunun

büyük komutanlarıdır.

2. Eyyûbîler Devri

Selâhaddin Eyyûbî romanındaki vak’a zamanı, Selâhaddin’in askerleriyle

Askalan Kalesinde kuşatılırken başlar. O sıralarda Selâhaddin Eyyûbî’nin otuz dört

yaşında olduğunu öğreniriz. (s.22) Ve 1137’de doğduğuna göre44 (1137+34=1171 )

romanın olayları 1171’de başlar, 1193’te vefatı ile sona erer.

Yazar, Askalan Kalesinin muhasarasını umumiyetle kronolojik işler.

Selâhaddin Eyyûbî askerleri ile birlikte Askalan Kalesinde Haçlılar tarafından

muhasara altındadır. Muhasara sürdükçe Kudüs Kralı ile arası gerginleşir. Kralın

karşısında oturan Kont Şatiyö’ye öfkesini aktarır: “Böyle pis bir vaziyetle daha

karşılaştığımı hatırlamıyorum desem, inanın Kont, aklım almıyor. İki ay mıdır, yoksa

iki yıl mıdır şu minnacık kaleye mahsur ettiğimiz Sultan Selâhaddin teslim olmuyor.

Suyu da, yiyeceği de bitmiş olmalı, değil mi? Peki, ama nasıl dayanıyor hâlâ? Aklım

almıyor, Kont.” (s.11)

44 “Selâhaddin Eyyûbi” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlas Holding Yayınları, İstanbul,1994, c.17

Page 68: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

56

Selâhaddin Eyyûbî, kumandanlarını toplar, vaziyeti kısaca anlatır: “Aylar

süren müdafaa kimsede güç bırakmamıştır. Gaziler iman kuvvetiyle ayakta duruyor,

Allah denince şavklanıp vuruyorlardı. Açtılar, susuzdular.” (s.13)

Müslüman askerleri açlığa rağmen dayanırlar. Üstelik düşmanı şaşırtırlar:

“Açlığa, susuzluğa ve her türlü yokluğa bir hafta daha dayandılar. Bir hafta içinde

hemen her gün kaleden çıkıp düşmana saldırdılar. Her seferinde sanki aynı insanlar

değil de yeni gelen askerler hücum ediyormuş gibi zinde idiler. Gören bunların

haftalardır aç, susuz olduğuna; aylardır savaştığına, imkânı yok, ihtimal vermezdi.”

(s.16)

Selâhaddin Eyyûbî, kaleden çıktıktan sonra askerleri ile birlikte çölde

günlerce susuz kalırlar: “Yiyecekleri kıttı, suları ise büsbütün bitmişti. Uçsuz

bucaksız çöl ilk günlerinde ürkütücü bir sessizlik içinde idi, kendini güneşin

yakıcılığına sermiş, sanki uyuya kalmıştı. Dört gün sonra yavaştan uyanıyor,

homurdanmaya başlıyordu. Yürekleri ürperten fırtına çıkmıştı.” (s.22)

Selâhaddin Eyyûbî hep İslâm dünyasının durumunu düşünür. İslâm

dünyasında birliği sağlam tutmaya çalıştığı yılları hatırlar: “Tam on yıl. Kılıç elde, at

yahut deve sırtında savaşarak geçen on koca yıl İslâm âlemindeki dağınıklığı bir

ölçüde durdurmuş, bir ölçüde toparlamış ve Müslümanlar birbirleriyle muharebe

etmek yerine, bölük bölük birleşerek müşterek düşmana karşı çıkmışlardır. Zafer

destanları ardı ardına yazılıyor, Selâhaddin Eyyûbî ismi, teey dünyanın öteki ucuna

doğru efsaneleşiyordu. O böyle olsun istememişti. Mümkün olsa meçhul bir İslâm

mücahidi olarak kalacaktı. Fakat kader kolundan çekmiş, çok sevdiği edebî

sohbetlerden kopardığı gibi muharebe meydanlarına sürmüştü. Yirmi dört yaşlarında

idi. Kalem ile kâğıt arasına sıkışan yirmi dört koca yıl. Sonrası kılıç, muharebe ve

zaferler. Şimdi otuz dört yaşında.” (s.22)

Kudüs Kralı Amury’nın yerine geçen Kral Budin, taç giyme merasimi için

hazırlanırken, Kont Şatiyö, Selâhaddin Eyyûbî’nin onlara artık tehlike teşkil

edemeyeceğini söyler. Tam o sırada dışarıdan haber gelir. Selâhaddin Eyyûbî yine

onlara saldırmak için gelir. Kral Budin, Selâhaddin Eyyûbî’nin nasıl bu süratle

Page 69: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

57

geldiğine şaşırır: “Bir ay içinde ülkesine dönmüş, yeniden asker toplamış ve

gittiğinden bin beter süratle dönmüştü. İyi ama bunca işe bir ay nasıl yeterdi. Şu az

önce çıkan papazlar bile bir taç giydirmek için saatler istiyorlardı, ama Selâhaddin

Eyyûbî bir ayda ortalığı alabora ediyor, âdeta zamanı durduruyordu. Tam bittiğini

sandıkları bir anda karşılarına çıkıp yeniden filizlenmişçesine, taptaze…” (s.45)

Selâhaddin Eyyûbî, Ürdün şehrinde Kral Budin’e gönderdiği elçinin

öldürülmesini öğrenir öğrenmez kaleye girme kararı verir. Romanda ilk net tarih

burada karşımıza çıkar: “O hızla hazırlandılar, bilendiler, sivrildiler ve kalenin

böğrüne saplandılar.

Kan oluk oluk, can telef… Kral şaşkın, Kralın askerleri perişan. Ve nihayet

burçlarda ezan gazilerin sevinç çığlıkları (1179).” (s.79)

Kral Budin’ın, Sultan Selâhaddin’i durduramayacağını anladıktan sonra sulh

teklifinde bulunur. 1180 yılında Karşılıklı iki yıllık bir anlaşma yapılır. (s.84)

1181 yılında Selâhaddin Eyyûbî’ye iki acı haber gelir. Biricisi Halep’te

saltanat süren Salih İsmail ölmüş, yerini İzzeddin Mesut almıştır. İzzeddin Mesut,

önceden Sultan Selâhaddin karşısında mağlubiyete uğradığında intikam almaya

yemin etmişti. Sultan Selâhaddin, bu hayalperest intikamcı yüzünden Müslümanlar

arasına kılıç girmesin diye dua eder. İkincisi ise İslâm ittihadını bozacak bir şeydir.

Hısn Raban’dan gelen haberci, Konya Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan’nın Hısn Raban

kalesini zapt etmek arzusuyla sınırları ihlâl ettiğini, karşısına çıkılmadığı takdirde

çıbannın büyüyüp yayılabileceğini söyler. (s.85)

Selâhaddin Eyyûbî, Suriye seferinin sonlarında hastalanır: “Sultan Selâhaddin

o sıra dört yıllık Suriye seferinin meşakkatine yenikti. Birdenbire ârız olan bir illetin

pençesinde hayat mücadelesi veriyordu.” (s.96) Ve bunun hemen ardından Papanın

elçileri ve Kudüs yeni Kralının temsilcisi ile topladıktan sonra iki taraf arasında dört

yıllık mütareke gerçekleşir. (s.97)

Yazar, Kudüs’ün hem muhasarası, hem de Müslümanlar eline düşmesi için şu

zaman belirlemelerini kullanır: “Ertesi gün.” , “ Üçüncü huruç” (s.134),

Page 70: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

58

“Muhasaranın dördüncü günü.” (s.135), “Tekbirler çağladı 1187 yılının ortasına.”

(s.139)

Yazar-anlatıcı, Sultan Selâhaddin Eyyûbî’nin ölümünü kronolojik zaman ile

anlatır: “Sefer ayının yirmi yedinci gecesi.

Şam’da…

Hicretin 589. yılında…

Frenk diyarındaki takvimler 1193’ü gösterirken…

Sultan Selâhaddin Eyyûbî ölüyordu.

Elli beş yaşında idi.” (s.184)

Romanda kronolojik zaman akışı vardır; ama birinci bölümde geriye dönüşler

çok sık kullanılır. Bunlar Selâhaddin Eyyûbî’nin çocukluk ve gençlik yıllarını anlatır.

Selâhaddin Eyyûbî, doğduğu yeri ve ilk hocasını hatırlar: “Irak’ın Tekrit şehrinde

palmiye ve hurma ağaçlarıyla süslü bahçe içindeki küçük evlerini görüyordu. Orada

doğmuştu. Çocukluğunun bir kısmını orada geçirmişti. İlk hocası Takıyyüddin

Kevser, Hazret-i Peygamberin cenklerini anlatırken coşar, coşkunluğunu ona da

bulaştırırdı. O iştiyakla ata binmeyi, kılıç kullanmayı, ok atmayı bir hamlede

öğrenmiş, harp oyunlarını eksiksiz bellemişti.” (s.27) Selâhaddin Eyyûbî de nasıl

Halife’nin yanına gittiğini hatırlar. (29–36) Yazar, geriye dönüşle Selâhaddin

Eyyûbî’nin nasıl saltanata geçtiğini anlatır: “Sonra Şam’a döndü. Fatımî Halifesi

kuşkuya düştü. Acaba Selâhaddin Eyyûbî fazlaca kuvvetlenir de kendisine savaş açar

mıydı?

Gizlice Kudüs Kralıyla anlaştı. Kral Amuray Mısır’a gitti ordusuyla.

Fatımîlerin son derece zayıf olduklarını gördü. Ezeli dessaslığını ele aldı. Müttefik

olarak Halife’ye kılıç çekti. Zayıflığından faydalanıp Mısır’ı elegeçirmek istiyordu.

Page 71: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

59

Halife çaresizlik içinde Mahmut Bin Zengi’den yardım talep etti. Sultan,

Selâhaddin Eyyûbî’yi gönderdi. Serdar Selâhaddin Eyyûbî, Frankları dağıttı. Ve

saltanat kapısının eşiğinden istemeye istemeye girdi.” (s.37)

Anlatıcı, kozmik zaman unsurlarını okuyucuda tesir bırakmak amacıyla bir

araç olarak kullanır. Bu hususta anlatıcı, romanını Haşhâşîler tarafından Selâhaddin

Eyyûbi’nin canına kasteden bir teşebbüs ile başlatır. Buradaki durumu, duygularla

dolu olan teşhis ve istiare yüklü bir tasvir ile ifade eder: “Geceyarısı rüzgârı

çadırların arasında yâlelli söylerken Sultan Selâhaddin Eyyûbî uyuyordu… Ay, kâh

bulutların arkasında yitiyor, kâh başını uzatıp gecenin karanlığını pembe fısıltılara

boğuyordu. Ay’ın bulutların gerisine çekilip karanlığın koyuluğu etrafı sarınca, bir

gölge çadırlardan birinin kuytusundan çıktı. Sultan çadırına doğru atıldı.” (s.7)

Selâhaddin Eyyûbî, sabah namazını kıldıktan sonra İslâm ordusuyla yola

çıkar: “Bir sabah güneş tepelerin ardından ayçiçeği gibi başını nazlı nazlı uzatırken,

İslâm ordusu çadırları toplayıp yürüdü. Güneşin gözüne doğru toza, dumana karıştı.”

(s.11)

Selâhaddin Eyyûbî askerleriyle Tih Sahrasındayken, olaylar çöle uygun olan

kozmik zamanla anlatılır: “Güneş altında günlerdir yarı aç ve susuz yol almanın

azabı, canlarına tak etmişken çıkan bu fırtına, üstüne tuz biber ekmişti. Çölün

hıncından kurtulmak için duaya sarıldılar… Geceyarısına doğru rüzgâr yavaşladı.

Çöl daha seyrek hırlamaya koyuldu. Sultanın arkadaşları bir bayram sevinci içinde

haykırıştılar: Fırtına durdu, fırtına durdu!. Biraz sonra dolunay çıktı. Işıl ışıl yandı

çöl.” “Akşamdan çömeldiği yerde, çömeldiği gibiydi. Elleri hâlâ semaya açıktı, hâlâ

dua ediyordu. Döndü arkadaşlarına, ay ışığında tek tek süzdü; yüzlerinde

uümitsizliğin zerresi yoktu, bu iyiye alametti.” (s.24–25)

Selâhaddin Eyyûbî, Suriye seferini başlatmak üzere Mısır’dan hareket eder:

“İslâm ordusu bir sabah Mısır’dan kalktı, yürüdü. Bir başka sabah vurdu Reha

Kalesi’ni, ardından Hıns’ı… Sonra Keyf, Rakka, Nusaybin, Ayıntap, Diyarıbekr,

Hadım… Ve Halep… Halepliler bir sabah uyandıklarında şehrin muhasara edildiğini

gördüler.” (s.93.) Bunun yanında da roman da savaşlar hep kozmik zaman ile

Page 72: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

60

anlatılır. Savaşlarda şu zaman belirlemelerle karşılaşırız: “Sabaha kadar.” (s.69),

“Gün açtı.” (s.70), “Sabah namazından sonra.” (s.87) Geçen örneklerde gördüğümüz

gibi yazar, Sultan Selâhaddin’in savaşları için “sabah” formu kullanır. Karşı tarafta

ise ve özellikle Kont Şatiyö için “gece” formu kullanılır. Sanki yazar, Kont

Şatiyö’nün savaşçı değil; ama bir çete adamı olduğunu göstermek ister: “Şatiyö’nün

çapulcuları bir gün dönmüşler Kudüs’e, haberi alınca afallamışlar, yekten

kuvvetlerine güvenemediklerinden hileye başvurmuşlar. Gece basmışlar zindanı,

Şatiyö’yü kurtarmışlar. Ve o sabah Kudüs Kralı Budin’i yatağında ölü bulmuşlar.”

(s.100), “Ama gece basınınca.” (s.123)

Elimizdeki roman, sosyal zaman unsurları açısından zengin bir romandır.

Selâhaddin Eyyûbî’yi Halifenin yanına götürmek için gelen elçinin elbiseleri sosyal

zamanı verir. Hatta Selâhaddin de onu eleştirir: “Sedirin üstüne bağdaş kurmuştu.”,

“Elçinin cübbesi fazlaca süslüydü. İnsanlar, nedense, belli bir mevkiye yükseldiler

mi, hemen bunun gösterişine kendilerini kaptırıyorlar, süslenip püslenmeye

başlıyorlardı. Tavrı da caka satıyordu galibe.” (s.30) Haçlılar ise demir gömlekler

giyinirler. (s.15)

Romanda karşımıza çıkan önemli bir gelenek, “taç giyme” merasimidir. Kral,

merasimi yapan papazlara hızlı yapmalarını söyler. Papazlar da çaresiz, tacı kralın

başına geçirip bir iki mırıldandıktan sonra merasimi bitirirler. (s.44.) “Haç çıkarma”

merasimi de yer almaktadır. Kral Gui dö Lusignan, Kudüs düştükten sonra

kendisinin çadırında beş papaz ile oturur. Papazlar da durup dinlenmeden bir şeyler

okuyarak haç çıkarırlar. “Gui ise sabırsız kımıltılarla merasimin bir an önce bitmesini

bekliyordu.” (s.151)

Kudüs Kralı’nın tahtı da söz konusudur: “Kudüs Kralının tahtı ortaya

getirilmiştir, Sultan Selâhaddin için kurulmuştu. Atından sükûnetle indi, vardı tahtın

önünde durdu. Mahâretli bir kuyumcu tarafından ustaca işlenmişti taht. Güneş altında

parıldıyor, göz kamaştırıyordu.” (s.141)

Page 73: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

61

Başka bir gelenek de bulunur; ama bu defa savaş sonrası dönemindedir. Bu

“fidye-i necat” geleneğidir. Kudüs Kralı Gui, esir alındıktan sonra Askalan Kalesi’ni

bir fidye-i necat olarak verir ve serbest bırakılır. (s.124)

Devlet daireleri de söz konusu edilir. O dönemde hazine dairesi, bugünkü

maliye bakanlığının işini yürüten dairedir. “Hiçbir şey söylemeden aldı mektupçuyu

hazine dairesine götürdü. Açtırdı kapıyı. Kese kese altınların arasına saldı.” (s.114)

Buna bağlı olarak da devletin himayesine girmek isteyen valiler, devlete her yıl

vergisini muntazam bir şekilde öderler. (s.96) Savaşlar döneminde ise esir

düşmüşlerden bir özgürlük karşılığı olarak bir bedel alınır: “Her erkek için on, her

kadın için beş, her çocuk için de iki altın bedel” alınır. (s.136) Böylece Eyyûbî

Devletindeki maliye işleri hakkında bilgi almış oluruz.

Romanda Eyyûbîlerin bir geleneği de karşımıza çıkar. “Her fethettikleri yere

önce cami inşa ederler”. (s.154.) Bir başka gelenek danışmaktır. Sultan Selâhaddin,

herhangi bir karar almadan önce âlimlere danışır: “Elbette, bizde danışmak sünnettir.

Yani Peygamber Efendimizin bize miras bıraktığı güzel âdetlerdendir.” (s.137)

Kullandıkları silâhların çeşitleri de sosyal zamanın bir parçasıdır. “Kılıç,

kalkan, mızrak, gürz, zırh, hançer…” (s.139) Ağaç kuleleri ve mancınıklar (s.163) O

dönemdeki savaşlarda kullanılan silâhlardır.

Romanda dikkat çeken başka konu da unvan ve sembollerin kullanılmasıdır.

Eskiden Selçuklu sultanlarının oğullarına mahsus olan “Melik” unvanını Eyyûbiler,

yaygın olarak kullanırlar45. Romanda Selâhaddin Eyyûbî’nin büyük oğluna Melik

Efdal denilir. Arapçada şehzade anlamında “Emir” ise Selâhaddin Eyyûbî’nin

kardeşi için Emir Adil söylenir.

45 Ramazan Topdemir, a.g.e., s.51

Page 74: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

62

3. Osmanlılar Devri

XIII. Yüzyıl

Osmancık romanı, geriye dönüşe dayanan bir romandır. Osman Gazi, ölüm

döşeğindeyken Bursa’nın fethinin haberini alır almaz hatıralarıyla geriye döner.

Roman bu şekilde hem başlar, hem de sona erer. Romanın vak’aları ise Osman

Gazi’nin hatıralarını ele almaktadır. Romanın başında ve sonunda tekrarlanan

manzaranın veya geriye dönüşün dışında romanda kronolojik zamanı bozacak başka

unsur yoktur. Romandaki zamanın akışı kesintiye uğramayarak sıralı bir şekilde

yürütülür.

Romanda hikâye zamanı ile ilgili hiçbir tarih belirtilmez. Bunun için romanda

vak’a zamanını tarihî olaylardan hareketle tespit etmek zorunda kalırız. Ama burada

söylemeliyiz ki, yazar romanın kronolojisini; özellikle başlangıcını Ertuğrul Beğ’in

kronolojisine göre oturtur.

Romandaki olayların seyrine göre Ertuğrul Beğ’in ölümünün, Orhan Gazi’nin

doğmadan bir gün önce olduğunu gösterir. Ertuğrul Gazi doksan yaşında vefat eder.

(s.181–182) Böylece Ertuğrul Beğ, 1281 yılında vefat eder46. Yazar, Ertuğrul Beğ’in

doksan yaşına kadar yaşadığını söyler. (s.15) Buna göre, Ertuğrul Beğ: 1281–90 =

1191 yılında doğmuştur. Bütün bunlardan romanın aşağı yukarı (1191+88) 1279

yılında başladığını söyleyebiliriz. Osman Gazi, bu sıralarda hâlâ evlenmemiştir. Bir

süre sonra Malhum Hatun’la evlenir. (s.97) Roman, 132647 yılındaki Bursa’nın fethi

ve Osman Gazi’nin ölümüyle sona erer. (s.349–350) Böylece romanın vak’aları,

1279–1326 yıllarını kapsamaktadır.

Yazarın kullandığı bazı zaman belirlemeleri; özellikle tekrarlanan formlar,

romandaki kronolojisinin seyrini büyük bir oranla gösterir. Onların başında “gün”

formu gelir: “Ertesi gün” (s.162, 167, 182, 202, 218, 275, 288, 302, 320, …),

“Üçüncü gün” (s.37, 188, 274), “O gün”(s.49, 218, 261, 293, 323, …), “Beş gün

46 “Ertuğrul Gâzi” madde, Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İhlâs Matbaacılık ve GazetecilikYayınları, İstanbul, 1989, c. 347 “Orhan Gâzi” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994, c. 15

Page 75: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

63

sonra”(s.261, 321), “Üç gün sonra”(s.267) Romanda daha uzun süreli zaman

belirlemeleri de kullanılmıştır: “Bir buçuk ay sonra” (s.292), “Bir ay kadar sonra”

(s.297), “Şubat aylarında” (s.200), “İlk iki yılda” (s.322).

Kronolojik zaman, Osmancık romanında çök önemli bir unsurdur. Romanın

olaylarında kronolojik zaman, söz konusu ve yazar tarafından amaçlıdır. Adeta

Osman Gazi, romanın kronolojik bölümleri ile bütünleşerek kucaklaşır. Romanda

Osman ile kronolojik zaman arasında bir kaynaşma vardır. İlk bölümde Küçük

Osman veya Kara Osman, ikinci bölümde Osman Beğ, üçüncü bölümde Osman

Gazi, Beşinci bölümde de Osman Gazi Han, altıncı bölümde ise Osman Gazi’nin

ölümü söz konusudur. Her bölüm, romanın kronolojik zamanının bir parçasıdır.

Romana bir bütün olarak baktığımızda kronolojik zamanın Osman Gazi ile iç içe

olduğunu görürüz. Ve Osman Gazi, romanın bütün aşamalarında zaman ile yarışır:

“Zaman geçmektedir. Osman beğ zamanı durduramamaktadır. Osman beğ, zaman,

durmasa bile, gönlünce, isteklerince, düşüncelerince aksın, durgunlaşsın

istemektedir; ama zamanın hızı onu hırslandırmamakta, telaşlandırmamakta,

öfkelendirmemektedir.” (s.232) Yazar, bu zamanın anlayışının üstünde uzun uzun

durur: “Zaman Osman beği umursamadan akıp gitmekte; ama Osman beğ de zamanı

umursamamaktadır; bu hızlı akış onu tedirginleştirmiyor, telâşlandırmıyor,

sabırsızlandırmıyor, korkutmuyor ve öfkelendirmiyor.” (s.267)

Romandaki olayların zamanın ele alınışı bakımından dikkat çeken nokta,

yazarın baskınlarda zamanla ilgili titizliğidir. Romanda söz konusu olan baskınlarla

ilgili zaman belirlemeleri, baskından üç-dört gün önce önümüze çıkar.

Romanda kozmik zaman, romanın tabii seyrini göstermek için kullanılır:

“Sen yarın değil, ondan bir sonraki gece, ay yükselmeden gel.” (s.239), “Sonra,

hemen ertesi sabahın, gene şafak vaktinde yollara düşüyorlar.” (s.338) Burada yazar,

olayların zaman seyrini gösteren kozmik zaman unsurlarından yapılan ifade ve

formları kullanır. Bu hususta kullanılan zaman belirlemeleri, yaşanılan dönem ve

çevreye uygundur. Onların çoğu, güneş hareketine ait olan işaretlerdir: “İkindi”

(s.58, 152, 178, 230, 261, …), “Öğle” (s.197, 218, 222, …), “Şafak” (s.152, 248),

“Yatsı” (s.187, 195, 340) … Bunun yanında da yazar, mevsimleri zamanı belirtmek

Page 76: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

64

için kullanır: “İlkbahar selleri” (s.7), “Kış bitmişti.” (s.23), “Bahar gelmiştir.” (s.216)

“Kış geçmiş.” (s.279), “Yaz sona ermek üzeredir.” (s.291), “Baharın ilk günlerinde”

(s.297), “Kar, kış demeden çalışılıyor; bahara doğru da tamamlanıyor.” (s.335)…

Romanın önemli motiflerinden olan göç, kozmik zamana bağlıdır. Türklerde

göç zamanı, mevsimlere göre hesaplanır. Yazar, bu hususta göç arkasında Türklerin

yaşadıkları zor koşullarını, kozmik zaman unsurlarına dayanarak anlatırken yer yer

tabiatın güzelliğinden ustalıkla söz eder: “Eylül yarılanmıştır. Gökyüzünün

maviliğine uçuklaşmıştır ve sık sık bulutlanmaktadır. Bulutlar artık bembayaz

değildir; öbek öbek de değildir, kül ya da gümüş renginden barut rengine kadar

koyulaştıkları oluyor, birbirleriyle bütünleşiyor, günü uzun süre karartıyorlar. Zaman

zaman tepelere, yamaçlara iniyorlar.

Rüzgârlar da değişti; sertleştiler, üşütüyorlar; bulutları tırısa kaldırıyor,

koşturuyorlar. Artık hep kuzeyden kuzey batıdan esiyorlar. Yağmur getirdikleri oldu.

Birinde dağı, taşı körduman bastı; koca Domaniç gözler için bir kol uzatımı

kadar küçüldü. Atlar bir başka türlü kişnedi, davarlar bir başka türlü meledi, köpekler

başka türlü havladı; çamlıktan başka sesler geldi. Neden sonra da, körduman, sanki

buz inmiş de erimiş gibi, su oldu.

Ardından, gene neden sonra, deli bir rüzgâr çıktı ve bütün gece dinmedi; kara

çadırları sarstı, iplerde uğuldadı.

Ertesi sabah gökyüzünde, Haziran sonlarını, Temmuz ortalarını ardından üç,

beş bulut öbeğinden başka bir şey yoktu. Ama mavi uçuktu, güneş limon rengi ile

portakal rengi arası idi. Deliliği iyice yatışan rüzgâr; bu sefer, kırk yıllık yayla

yanaklarını bile ısırıyordu.

Ertuğrul beğin çadırında toplanmışlardı. Bir düzüne kadardılar. Hemen hepsi

de, güneşin, bulutların, rüzgârın ve suların dilinden anlardı. Konuştular, tartıştılar ve

erken inmeyi kararlaştırdılar.” (s.37)

Page 77: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

65

Tarık Buğra, romanda aya kozmik zamanın bir belirlemesinden daha fazla bir

mana kazandırır. İlk olarak Osman’ın rüyasında ay, bambaşka bir ay olarak ortaya

çıkar: “Bambaşka bir aydır bu; hiçbir zamanda ve hiçbir gökyüzünde bu ışıkları

verememiş.” (s.85) Osman Beğ’in, Aydos Kalesini muhasara ettiğinde ay yine ortaya

çıkıp kale fethedilinceye kadar kalır: “Ay, yusyuvarlak ve altın sarısıdır; Kartal

Doruğu’ndan yenice sıyrılıp gökyüzünü menekşe morunda saydamlaştırmıştır. Hava

durgundur. Yayla sessizdir. Sâdece yukarılardaki çamlıktan belli belirsiz uğultular

gelmektedir.” (s.229), “Ve, altın sarısı ay, yusyuvarlak, yükselmişti.” (s.239), “Ay,

sağdaki tepenin üstünden baş veriyordu; kıpkızıl ve belli belisiz duman tüten bir kor

parçası gibiydi.” (s.240) Yazar, aslında ayı Osman Gazi’nin iç duygularıyla

bütünleştirerek birleştirir. Ede Balı öldükten sonra Osman Gazi, Benliboz ve tayı ile

ilgilenmeye başlar. Çok geçmeden biricik atı Benliboz ölür. Osman Gazi Han, buna

çok üzülür. Yazar, Osman Gazi’nin iç duygularını tabiata, özellikle aya yansıtarak şu

şekilde işler: “Gökte hilâlleşmeye yüz tutmuş bir ay vardır. Ağaç denizini andıran

yamaçlardan dolanıyor, vâdiler, ırmaklar geçiyor, yayvan tepeler aşıyorlar. Ay artık

soluklaşmakta, gökyüzünün lâciverdi uçuklaşmakta, süt mâvisine kaymaktadır.”

(s.329)

Gökçe Bacı, şehitlerin yatmakta oldukları yerde bir köy kurar. Osman Gazi,

onu görünce düşünceleriyle hem geçmiş ile şimdiki zaman hem de zaman ile tabiat

arasında bir bağ kurar: “Vâdi esmerleşiyordu. Günün sarışınlığı tepelere

tırmanıyordu. Esinti çamları uğuldatmaya başlamıştı. Hava artık serindi. Osman beğ,

Harlağa döneceklerle birlikte at binmeğe hazırlanırken, o İkizce ikindisini

hatırlayışla karşıya, ulu çama baktı.

Ve döndü:

Çam pırıl pırıldı; dallarında en azından otuz kandil yanıyordu. Yanındaki

Gökçe Bacı fısıldadı:

- “Bu kandiller hep gecelerde yansın deriz, beğ.”

Page 78: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

66

Domaniç Beli’nin son dönemecinde Osman beğ, gem kasıp durdu; arkaya

baktı:

Artık iyice kararan İkizce vâdisinde çam yoktu. İkizce şehitlerinin nurlaşan

ruhları vardı: Badem ağacı, ayaz vuramaz, don çekmez, solamaz, dökülmez,

çiçeklerini açmıştı.

Osman beğ, demirci körüğü basar gibi nefes boşalttı:

- “Allah!...” (s.231–232)

Yazar, Osman Gazi’nin son arzusunu, tabiat ve güneşle şu şekilde birleştirir:

“Güneş yükselmekte, gök maviliğini ova yeşil çeşitlemesini bulmaktadır ve kubbe,

şimdi, ovulmuş güneş gibidir; Osman gazi hân, Zümrüd Anka’nın yüzyıllar boyu

süreceğine inandığı uçuşu boyunca onun, o kubbenin altında, o uçuşun düşlemesine

yatmayı daha bir hırsla istiyor ve hiç ara vermemiş gibi tekrarlıyor:

- “Ben ölünce beni şo gümüş kubbenin altına koyun.” (s.330–331)

Yazar, romanda ustaca yaptığı tasvirler arasında Söğüt’te bahar güzelliğini

unutmaz: “Gökyüzü pırıl pırıldı. Güneş ısıtıyordu. Toprak tütüyordu, kokuyordu.

Bütün ağaçlar çiçeğe durmuştu; dallar beyazların en güzel beyazları, pembelerin en

güzel pembeleri ve yeşillerin en gençliği ile göz ve gönül alıyordu.” (s.216)

Osmancık romanına, baştan sona kadar tarihî sosyal zamanın bir göstergesi

olarak bakabiliriz. Roman Osmanlı Devletinin kuruluş dönemindeki Türklerin nasıl

yaşadıklarını, davrandıklarını ve düşündüklerini bize aktarır. O zaman Türkler aileye

büyük bir önem verirler. Romandaki bütün aileler, huzur ve mutluluk içinde

hayatlarını yaşarlar. Aralarında güçlü bir bağ vardır. Kimse kimseye küçümsemez.

Bunun için yazarın, romanda üzerinde uzun uzun durduğu noktalardan biri,

düğünlerdir. Boyun bütün kişileri tarafından saygı gösterilen ve özenle düzenlenen

düğünler, Türklerde ailenin önemliği bize çok net bir şekilde gösterir. Romanda söz

konusu üç düğün vardır; onların ilki, Osman Gazi’nin “benzersiz düğün”üdür: “Bu

benzersiz düğün alayı konuşmasız, tenbihsiz kararlaştırmasızdır; kendiliğindendir;

Page 79: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

67

Osman’a duyulan sevgi ile, iki babanın, Ertuğrul beğgazi ve Ede Balı saygısındandır.

Görünen de odur ki, sevgi ağır basıyor; çünkü havaya genç silâhşorlar hâkimdir.

Başlarında da, Osman’ın ağabeyi Gündüz var.

Atlıları saymak mümkün değil. Sayı çokluğu bir yana, kırkarlık, ellişerlik

bölükler hâlinde ve belli bir düzen, belli bir âhenk içinde, hep dört nallarla, kılıç

sallamaları ile, en arkadakilerin öne, öndekilerin sağa sola, sol öndekilerin de arkaya

kayıp boyuna yer değiştirmeleri, sayı kavramını allak bullak ediyor. Bu arada nâralar

ve at kişnemeleri, kılıç şakırtıları, çok büyük bilinen yöre boyutlarını büsbütün

daraltıyor; güney, kuzey, doğu, batı… genişletmek için yönleri zorlamaktadır

sanılıyor; bu düğün alayı, ama bu düğün alayı, ne kadar geniş olursa olsun, hiçbir

alana ve hiç bir yöne sığamazmış sanılıyor; kılıçlar ve atlar, kendiliğinden bin’leri

cılızlaştırıyor, on bin’ler yüz bin’ler, milyon’lar oluyor:

Alayı götüren -ve koruyan- atlı sayısı, sanki üç bin değil de, üç yüz bindir, üç

milyondur. Ede Balı’nın evi ile Söğüt arasındaki köylerde oturanlar öyle diyecektir.”

(s.98) Düğünde de armağanlar dağıtılır: “Götürülen armağanlar herkesin herkese

verebileceği şeylerdir.: Ildız Hatun’a, işlemli bir namaz bezi ile gene işlemli bir çift

çorap;

Ede Balı’ya üç kollu bir mumluk;

Mahmud ile Hüsameddin’e süssüz, püssüz birer çift üzengi ve birer kılıç;

Malhum Hatun’a da, Osman’ın yaptığı oyma işlemli küçücük bir çekmeceye

konmuş bir yazma, bir çift çorap, bir tarak, bir saplı küçük bakraç ve gene Osman’ın

yaptığı bir iğ.” (s.95) Ertuğrul beğin de armağanları dağıttığını görürüz. (s.97)

Evlilik ve düğünle ilgili olarak bir başka gelenek olan “adaklık” ortaya çıkar.

Adaklık töreleri de vardır. Bay Koca, ergen alı kaftan giyinerek adaklısı olan

Emine’nin babasına gidip elini öpmek diler. Töreye göre, erkeğin giyindiği kaftan,

adaklısına kız tarafından gönderilir. Bundan sonra zurnalar çalınır, kösler vurulur.

(a.204–205)

Page 80: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

68

İslamiyet’e içten bağlı olan toplumun, ahlâken sağlam bir yapıda olduğu

sergilenir. Törelere bağlı olan Türk geleneğinde, aile içi ilişkilerde, daima bir mesafe,

saygı, sevgi ve bağlılık kendini gösterir. Evlilik müessesesi oldukça sağlamdır. Aile

hayatı, sağlıklı bir cemiyet doğurmaya müsaittir. Millî şuûrla donatılmış olan toplum,

millet, milliyet ve vatan kavramlarına sıkça bağlıdır.48 Bu nedenle oluşturulmuş bu

kavramlar, din kavramıyla birleşir: “Hak yolunda ve doğru bildikleri yolda

fisebilullah çalışır, soylarına yararlı olmak dilerler.” (s.33)

Romanda tarihî sosyal zaman bakımından en önemli olgu, dünyanın en uzun

ömürlü devleti olan Osmanlı Devletinin kuruluşu ya da doğuşu ve Devletin adının

“Osman” Gazi Han’dan kaynaklanmasıdır. Kurulan bu büyük devletin kurucusu

Kayı boyudur. Kayı boyunun, Ede Balı’ya göre görevi şöyledir: “Tanrı görevlisidir.

Kayı boyu, gücünün ulaştığı yörelere adâleti kurmakla görevlidir; Kayı boyu,

gücünün ulaştığı yörelerde insanlara güven, huzur, varlık ve hoş geçim sağlamakla

görevlidir; Kayı boyu, başda Oğuzlar, birleştirmekle, bütünleştirmekle, onarmakla,

yüceltmekle görevlidir, ve Kayı boyu bu görevi üstlenip başarmaya mecburdur.”

(s.95) Aslında bu büyük ve şanlı devleti kurmaya Osman Gazi’yi iten güç, kuvvet

veya kılıç değildir, ona yüklenen bu görevdir. Esasen böyle büyük bir devletin

kurulması için ilk ihtiyaç, adalettir. Ve Osman Gazi, Osmanlı Devleti’ni adalet

anlayışına dayanarak kurar.

Türklerin göç hayatını yaşadıklarını görürüz. Romanın tarihî sosyal zamanın

önemli unsurlarından biri, Türklerin yayladan göçleridir. Türklerde güçün, çok

düzenli bir iş olduğunu görürüz. Herkesin belli bir görevi vardır. Bu görevlerin en

önemlisi, beyin görevidir: “Beğ’in bir görevi de onlara danışmaktır; yayladan inişi

onların verdiği bilgiye göre düzenlemektir. Osman beğ de öyle yapacaktır. Şu

günlerde bütün ilgisi bunadır.” (s.144)

Göç hazırlıkları ve düzeni, bize göçün yönü, Türklerin elbiseleri ve mutfakla

ilgili kullandıkları bazı araçlar hakkında bilgi verir: “Göç üç gün içinde düzüldü.

Üçüncü günün seherinde çadırlar söküldü, denkler yapıldı, kığınlar, atlar yüklendi.

48 Tuncer, Hüseyin, Osmancık (III), Türk Yurdu, c. 9, S. 22, No: 368, Kasım 1988, s.45

Page 81: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

69

Arkalarında, tandırları; bakraçlarını, tencerelerini, kazanlarını vurdukları, taşların

islenip kararmış ocakları: çadırlarının taban topraklarını bırakarak yola koyuldular.

Kafile, Kartal Doruğu’nun ötesindeki vâdiden sonra başlayan düzlükte, Çifte

Kavaklı Pınar’da, öteki yaylaklarda konaklayanların katılmasıyla tamamlanmıştı.

Osman, onları, yanında Saltuk ile Rahman, Kartal Doruğu’ndan seyrediyordu.

Dünya’da hiçbir çiçek bahçesi bu kadar renkli, bu kadar güzel renkli

olamazdı. Yamaçlardaki ağaçların yeşilleri, kızılları, çeşitli sarıları bir yandan;

binlerce insanın cepkenlerindeki, şalvarlarındaki, başlıklarındaki, kemerlerindeki

yeşiller, morlar, kızıllar, aklar, sarılar -başka isimler istercesine- öte yandan, artık

göz kamaştırmayan güneşin altın ışınlarında rüyaların Cennet cünbüşünü

hatırlatıyordu.” (s.37–38)

Romanda tarihî sosyal zamanın unsurlarından biri, “Zümrüd Anka”49

motifidir. “Zümrüd Anka” motifi, başlangıçta Osmancık’la gelişir. O, Malhum

Hatun’u ötesi için ister. Oğuzların ıldızlara gitmesi için ister. Ona bu gücü veren

Zümrüd Anka diye vasıflandığı Malhum Hatun’dur.50 Roman boyunca Osman

Gazi’nin Zümrüd Anka’sı, Malhum Hatun’dur. Osman Gazi’nin, Malhum Hatun ile

evlendiği zaman çok sevinir; çünkü artık Zümrüd Anka’sına kavuşur. (s.97) Osman

Gazi, Malhum Hatun’a şunu söyler: “Sen, benim Zümrüd Anka’m, sen dertlenme.”

(s.166)

49 Zümrüdü Anka: İbranca "Anak", uzun boyunlu dev, gerdanlık takmak, boğmaktan. Mitolojik birdağ olan Kafdağı’nda yaşadığına inanılan mitolojik bir kuştur. Doğu mitolojileri ve efsanelerindeSirenk, Simurg, Zümrüd, Zümrüdü Anka, Tuğrul, Anka-yi mugrip, Huma Kuşu, Devlet Kuşu, Batıkültürlerınde ise Phoenix adlarıyla anılır. Adı uzun boynu veya boynundaki beyaz halkadan gelir. Herhayvandan bir iz taşıyan, rengârenk tüylü, yüzü insana benzeyen mitolojik bir hayvandır. Bazıkaynaklara göre sesi de güzeldir. Daima tektir ve erkektir. Ömrünün sonuna gelince bahar ağacıyapraklarından yaptığı yuvasını ateşe verip kendini yakarak, yeniden dünyaya gelir. Yeniden dünyayagelen kuş kuvvetlenince babasının küllerini Mısır’daki Heliopolis’e götürerek güneş sunağına bırakır.Bu anlatının pek çok versiyonu vardır. Anka’nın ölmek için Mısır’a gittiği de söylenir. Hatta halaMısır’da ara sıra görüldüğü rivayet edilir. Batı’ da M.Ö. 5. Yüzyıldan itibaren mitolojik anlatımlarıbaşlayan Anka kuşu Hıristiyanlıkta yeniden dirilmenin sembollerinden biri olarak görülmüştür.Araplar arasında Anka hikâyesi Semender ile karıştırılır. Semender de bazen kuş olarak tasvir edilir.Çin mitolojilerinde dans ve müziğin icadıyla ilgili bir kuş olarak tasvir edilir. İran mitolojisindeSimurg’un yeri Kaf dağıdır. Hem ruhun ölmezliğinin hem de yeni yılın simgesi olarak da düşünülür.“Zümrüdü Anka” «madde», Din ve İnanç Sözlüğü, Şinasi Gündüz, Vadi Yayınları, Ankara, 1998, s.3450 Tuncer, Hüseyin, Osmancık (II), Türk Yurdu, c. 9, S. 25, No: 371, Şubat 1989, s.45

Page 82: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

70

Romanda Türklerde atların önemini görürüz. Romanın olaylarını ilerledikçe

de atlar, romanın bir kahramanı gibi ortaya çıkar. Romanın kişileri olduğu gibi de

“Alışık”, “Benliboz”, “Günışığı” ve “Yiren” gibi atların adları vardır. Onlar romanın

kahramanlarından biri sayılır. Olaylar içinde de rolleri vardır.

Türklerin geleneklerinden olan cirit, güreş ve yay atımı da romanın

olaylarında önümüze çıkar. Osman Gazi, gençken kendini ispatlamak için

yaptıklarını şu şekilde sıralıyor: “Avcılıkta birinci. Ciritte birinci, at sürmede birinci,

yay germede üstüne yok. Güreşte bileğini tutan çıkmamış.” (s.15)

Yazar, romanda töreyi gösteren geleneksel sofranın unsurlarını da unutmaz.

Güvecin şu şekilde yapılmasını gösterir: “Büyük güveçteki, yarma ve Eylül

güneşinde kurutulmuş koyun kaburgası, fırının dünden kalma sıcaklığında sabaha

kadar pişmiştir. Güvecin üstü çatır çatır ve nar gibi zar bağlamıştır. Etler

kemiklerden gevşemiştir. Güvecin dibi bütün lezzeti sindirerek tutar gibi olmuştur.

Sabah kahvaltısında bal ve bu vardır. Tatlı bir ayva pembesinin üstüne yeşil ve

kırmızı boyalarla çiçeklendirilmiş tahta kaşıklar, hiç konuşulmadan, usulüyle,

a’dâbıyla güvece gidip geliyor.” (s.87)

Romanda yazar tarafından titizlikle gösterilen gelenek, toplanma ve meşveret

geleneğidir. Ertuğrul beğ hayattayken, Söğüt’teki kendi evinde yoldaşlarıyla toplanır,

meşveret yaparak kararları alır. (s.37) Ertuğrul beğ öldükten sonra Osman Gazi de bu

geleneği sürdürür. Ertuğrul beğin evinde yine toplanırlar, ama bu defa Osman

Gazi’nin yoldaşları bu toplantılara katılırlar. Osman Gazi’nin aldığı kararları onlara

açıklar, sonra görüşlerini sorar. (s.195) Toplantılardan sonra da ilahiler söylenir.

(s.190) Ertuğrul beğin evi, Osman Gazi ve kardeşlerine göre sıradan bir ev değildir.

Bunun için kardeşler evi yürütme bir sistemi yaparlar. Üç kardeş, evin masrafları

kendilerin arasında paylaşırlar. Toplantılar orada yapılır. Toplantıların yemekleri,

Menekşe teyze istediğince, Burla Hatun, Ayna Melek ve Malhum Hatun tarafından

hazırlanır. (s.187)

XIV. Yüzyıl

Page 83: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

71

Tuzak romanında vak’a zamanı Orhan Gazi döneminde gerçekleşmektedir.

Sunguroğlu, Köse Yusuf ve İbrahim adlı arkadaşları ile birlikte yola çıkarlar. Roman,

kaçırılmış Sultan Hatun’un bulunmasıyla sona erer.

Yazar, romanda hiçbir tarih kaydetmez, bunun için romandaki vak’a zamanını

tarihî olaylardan takip etmek zorunda kalırız.

Sunguroğlu’ne gelen mektuptan Orhan Gazi’nin, Şehzade Süleyman Paşa’ya

name saldığını öğreniriz. (s.8) Şehzade Süleyman Paşa51 da Sunguroğlu’na

gönderdiği mektup ile romanın ilk kronolojik zaman göstergesi ortaya çıkmış olur:

“Lâf arasına Köse’nin sesi gülle gibi düştü:

‘Buyruk var Sunguroğlu Beyim. Şehzade Süleyman Paşamızın kapı gibi

buyruğu var. Tez hazırlan!’

Elinden mektubu sallaya sallaya girdi. Ardından İbrahim de çıka geldi.” (s.6)

Geçen örnekten Süleyman Paşa’nın sadrazam olduğunu anlayabiliriz. Buna

göre romanın olaylarının, 1337–1339 yıllarının arasında bir yılda cereyan ettiğini

söyleyebiliriz.

Romanın olayları, kronolojik zaman bakımından sıralı gider. Yazar-anlatıcı,

romanda vak’a zincirini sıralı ve düzenli bir şekilde yürütür. Romanda tek bir geriye

dönüş veya geleceğe sıçrayış bile yoktur.

Romanda kozmik zaman unsurları, romandaki zamanın tabii akışı içinde

kullanılır. Sunguroğlu, mektubu okumadan önce arkadaşları ile birlikte yola çıkarlar.

Yoldayken mektubu okuyup Kulacahisar Beyi olan Karaca’nın kızı Sultan Hatun’un

kaçırıldığını öğrenirler. Kulacahisar’a doğru gitmeye karar verirler. Giderken atının

nalı düşmüş olan Bücür diye bir adamla karşılaşırlar. Bücür, Kulacahisar’a kadar

51 Süleyman Paşa (1316 Bursa–1358 Bolayır): 2. Sadrazam (1337–1339), Rumeli’ye ilk geçenkomutan (1356) ve Karesi Valisidir. Orhan Gazi ile Nilüfer Hatun’un büyük oğlu, I. Murad’ınağabeyidir. Gelibolu’daki büyük (Süleyman Paşa) Cami (1358)yi yaptırdı. Avlanırken attan düşerekvefat etti. Mezarı Bolayır’da denize bakan bir tepede Kavak şehitliğindeki 3 sandukalı türbesindedir.M.Orhan Bayrak, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü, İstanbul, 1999, s. 388.

Page 84: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

72

onlarla gitmek istediğini söyler. Nihayette yola koyuldular. Ama Bücür yüzünden

ağır ağır gidiyorlardı. “Bu gidişle Kulacahisar’a sabaha ancak varırız’ diye konuştu

Sunguroğlu. Oysa akşam namazını hisarda kılmayı düşünürdüm.” (s.14)

Bıçak sırtı geçidi diye bir kestirme yol olduğunu söyleyen Bücür, onları bir

tuzağa düşürür. Tam dar olan bu geçit ortasında kaybolur ve kendilerine her taraftan

ok yağmaya başlar. Bu tuzaktan zor kurtulan Sunguroğlu ve arkadaşları, tuzağı kuran

Kör Dimitri ve adamlarıyla karşılaşırlar. Canlı bir dövüşmeden sonra Sunguroğlu ve

arkadaşları, Kör Dimitri’yi esir alırlar ve kimin hesabına çalıştığını sorarlar.

Teodosyüs Limanında (Bu günkü Yenikapı) bir meyhane işleten Mavro diye bir kişi

hesabına çalıştığını bildirir. Kör Dimitri de kızı o adamın hesabına kızı kaçırdığını,

Nikomedya’da (Bugünkü İzmit) Mavro’nun adamlarına teslim ettiğini söyler. O

andan itibaren yönlerini Bizans’a doğru çevirirler. Kör Dimitri’yi ormanda bırakırlar.

“Etraf kararmak üzereydi.” (s.32)

O sırada han görünür: “Buna çok sevindiler. Güzel bir akşam yemeği yer,

namazlarını kılar ve uyurlardı. Yorgundular. Sabahtan beri bir sürü tehlike

atlatmışlardı. Sinirleri gergindi. İyice dinlenir, sabah şafakla yola düşerlerdi.” (s.33)

Hana girdikten sonra: “Vakit hayli ilerledi. Yatsı namazını kılmak için

odalarına çekilmek üzere doğruldular. Tam o sırada hanın kapısı açıldı ve Bizanslı

bir subayla, yedi asker girdi” (s.40)

Odalarında uyurken han yamağı Sunguroğlu’nun sinsice odasına girdi:

“Sabaha yakın saatlerde oda kapısı kurcalanmaya başlandı. Ardından ‘tık’ diye bir

ses çıktı ve kapı karanlığın koyuna doğru ağır ağır açıldı.

Bir gölge sinsi adımlarla içeri girdi. Ayaklarının ucuna basa basa pencere

dibindeki masaya yaklaştı. Masanın üstünde bir su ibriği duruyordu. İbriği buldu.

Kuşağının arasından çıkardığı küçük şişenin içindeki mayii ibriğe boşattı.

Ve girdiği kadar sessiz çıkmaya hazırlandı.” (s.48)

Page 85: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

73

Krisopolise’e (Üsküdar) gittikten sonra oradan karşı tarafa ulaşmak için bir

sandal kiralarlar. “Karşı sahile çıktıklarında vakit ikindiye yaklaşıyordu” (s.58)

Kızlar içinde bulundukları manastıra giderler: “Mavro’yu

cezalandıracaklarına hancıyı inandırana kadar akla karayı seçtiler. Nihayet bir at

satmaya razı oldu. Gece yarısına doğru San Taras Manastırına yollandılar. İki saat

kadar at teptikten sonra Sunguroğlu durdu.” (s.92)

Yazar-anlatıcı, kahramanlar içinde bulundukları ortama uygun olarak zamanı

belirtmek için namaz vakitlerini çoğu yerde kullanır: “Öğle namazı için mola

verdiklerinde Sunguroğlu anlatmaya koyuldu.” (s.8), “Sabah namazı vakti girdi.”

(s.125)…

Yazar-anlatıcı, mücadele veya tehlike gibi anî olaylar için belirli zaman

formlarını kullanır: “Birkaç saniye bekledikten sonra ayağını içeri attı. Hep tetkikte

idi. Her an bir kalleşlik bekliyor, buna göre hazırlıklı duruyordu.” (s.93) “Saatler

kadar uzun gelen birkaç saniyelik bir mücadeleden sonra hasmının iki gözüne

parmaklarını gömdü. Aynı anda dizini kasıklarına oturttu.” (s.94)

Romanda kozmik zaman unsurları, romanın ilk sayfasında başlar. “Güneşli

bir gündü” diyen anlatıcı, kahramanları vasıtasıyla daha sonraki satırlarda başlattığı

tabloyu tamamlar: “Mazinin derinliklerinde geçmişini ararken, Nilüfer çıkageldi.

Nilüfer, Ninenin kızıydı. İki elinde iki ayran tası tutuyordu. Mahcup mahcup

gülümseyerek:

“Soğuk ayran getirdim” dedi. “İster misiniz?”

“İsteriz kızım” diye atıldı Nine, “bu havada soğuk ayran istenmez olur mu

hiç?” (s.5)

Romanda güneş hareketiyle alakalı olarak şu kozmik zaman belirlemelerini

sıkça karşılaşırız: “Şafak sökmek üzereydi. Karanlık alacaya kesmişti. Uzaktan horoz

sesleri geliyordu.” (s.54). “Çok vakit kaybettik İbrahim, sabah açmadan San Taras

Manastırında olmalıyız.” (s. 104)

Page 86: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

74

Sunguroğlu, kendisini çok seven Nilüfer ile evlenmek istemez. Zaten

Sunguroğlu da onu sever; ama akıncı olduğu için belli bir yerde oturmaz. Bunun için

evlenmektense milletine ve devletine hizmet vermeye kararlıdır. Süleyman Paşa’dan

aldığı emir icabıyla arkadaşlarıyla birlikte yola çıkar.

Romanda Sunguroğlu’nun mektupla gelen arkadaşları ile birlikte gidişi,

sosyal zamanı yansıtır. Yolcuların ardında su dökmesinin geleneği gösterilir:

“Alelacele Nine ve Nilüfer’le vedalaştı. Genç kızın gözleri dolu doluydu. Sönük

ümitlerin kederinde inler gibi:

“Yolun açık olsun” dedi. Ardı sıra bir kova su döktüler. Sunguroğlu, atını

ahırdan çıkardı. Eğerledi ve üstüne atladı.” (s.7)

Romanda sosyal zaman en önemli unsurlarından biri, Orhan Gazi ile Bizans

İmparatoru arasındaki anlaşmadır. Bu anlaşmaya göre Türkler Bizans topraklarında,

Bizanslılar da Osmanlı topraklarında serbestçe gezerler: “Bilmez olur muyum?

Elimde kapı gibi izinname var. Osmanoğlu mülkünün her karışında ticaret

yapabilirim.” (s.36)… “Orhan Beyimizle Bizans İmparatoru arasındaki anlaşma

mucibince rahatlıkla şehre girebiliriz.” (s.57)

Putperest olan Moğol hakanı ve onun irtibatında olanlar, Bizans’ta yaşarlar ve

kızları kurbanlık ederler. Köse Yusuf’un Müslüman olmadan önce Bizans’ta bir

papaz olduğu için bunu daha önce bilir: “Böyle bir şey kulağıma çalınmıştı” diye

konuştu. “Bu kadar teferruatlı değil, ama kilise ve manastırlarda Moğol hakanının

adamları bulunduğunu söylemişlerdi. Sunguroğlu Beyim, onların inancı ne

Müslümanlığa, ne Hıristiyanlığa benzer, çok iptidaidir. Her yılın muayyen

günlerinde genç kızları putlarına kurban verirler.” (s.84–85)

Ama Moğol hakanı tek başına bunu yapmaz, aynı zamanda bazı Hıristiyanlık

mezheplerinde olanlardan destek alır: “Kimler bre! Kızlar kime sattın?”

Titredi. Büzüldü.

“Bir keşişe” diye cevap verdi. “Adı Gregoras olan bir keşiş”

Page 87: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

75

“Neden?”

“Bildiğim kadarıyla, bunlar değişik mezhepten. Her ırkın en güzel kızlarını toplayıp

üçer beşer kurban ederler.” (s.81)

Baskın romanı, Orhan Gazi döneminde cereyan eder. Ancak romanda hikâye

zamanı ile ilgili hiçbir tarih belirtilmez. Bunun için romanda vak’a zamanını tarihî

olaylardan hareketle tespit etmeye çalışırız.

Roman olaylarından İznik ve İzmit’in Osmanlıların elinde olduğunu

öğreniriz. (s.22, ) İznik fethi 1330 yılındadır, İzmit ise 1337 yılında fethedilir. Orhan

Gazi’nin 1360 yılında vefatıyla52 romanın olaylarının, 1337–1360 yıllarının arasında

bir yılında geçtiğini söyleyebiliriz.

Romanın asıl olayı, İznik’i kendilerine karargâh yapan bir gizli teşkilatın

çalışmalarıdır. Bu teşkilat, Orhan Gazi’yi öldürmeye niyetlidir. Bunun üzerine

Sunguroğlu ve arkadaşları hızlı bir suretle hareket ederler. Böylece roman, zaman

ilerleyişi bakımından hızlı bir ritme sahiptir. Bu hızlı ritim, romandaki zamanın

akışını yansıtır. Hızlılığı gösteren tabirleri romanın boyunca karşılaşırız:

“Sunguroğlu ile arkadaşları delicisine at sürüyorlardı.” (s.5), “Yıldırım sür’atiyle

atlandılar” (s.35), “Şimşek gibi çaktı, ok gibi fırladı.” (s.50), “Yarım saat daha”

(s.24), “İki saat kadar sonra” (s.95)…

Romanın zaman hızlı akışı içinde geriye dönüşlere yer yoktur. Böylece roman

kronolojik zaman bakımından tabii bir şekilde ilerlemektedir.

Roman kozmik zaman unsurlarıyla oluşturulan bir tasvirle başlar. Bu

tasvirden romanın, bir kış gecesinde başladığını öğreniriz: “Yağmur fena bastırmıştı.

Sunguroğlu ile arkadaşları delicisine at sürüyorlardı. Bir an evvel sığınacak bir yer

bulmaları lâzımdı. Karanlık da bastıracaktı.” (s.5) Bunun üzerine buldukları ilk hana

girip, ocağın önünde otururlar. (s.19)

52 “Orhan Gazi” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, c. 15

Page 88: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

76

Romana kozmik zaman bakımından hâkim olan, gece ve karanlıktır. Aslında

böyle gizli bir teşkilat, gecede hareket etmeyi tercih eder. Bu teşkilatın mensupları,

karanlıktan faydalanarak ormanlıklarda kaybolurlar. Bu yüzden yazar, genel olarak

olayların zamanı için geceyi seçer: “Yatsı namazından sonra” (s.19) “Geceyarısına

doğru kapı ağır ağır aralandı…” (s.20), “Gecenin ilerlemiş saatlerinde” (s.75),

“Bulutlar temizlenmiş, ay hafiften yüzünü göstermişti.” (s.76), “Hava karardıktan

sonra” (s.88), “Ve akşam ağır ağır çöktü. Karanlıkta kafile surlara dayandı.” (s.89),

“Ve geceyarısı ormana girdiler.” (s.96), “Karanlıkta yüzünü seçemiyorum” (s.100)…

Sunguroğlu ve arkadaşları tarafından bulunan “Çentikli düka altını”, tarihî

sosyal zamana işaret eden bir unsurdur. Köse Yusuf, diğer arkadaşlarına çentikli

düka altının hikâyesini anlatır: “Vaktiyle Bizans şövalyelerinde Ateus, imparatorla

bozuşmuş. İntikam almak için bir çete kurmuş. Çetesindeki adamları çeşitli yollardan

önemli mevkilere getirmiş. Nihayet bir komplo ile imparatoru öldürtmüş.” Ve Orhan

Gazi’yi öldürmek niyetinde yeni kurulmuş çete, eski çetenin geleneğini sürdürür.

Çetenin mensupları, bu çentikli düka altınının sayesine birbirlerini tanırlar. (s.17–18)

Çetenin reisi, İzmit Limanından bir yelkenliyi binerek Bizans’a doğru

kaçmaya çalışır. Ama Sunguroğlu ve arkadaşları, başka mancınıklı bir gemiyle

onların peşinde giderler. “Mancınığın ipini çekti. Koca taş gülle vınlayarak ileri

atıldı. Venedik kalyonu bir manevra ile sıyrılmaya çalıştı, ama beceremedi. Gülle

güverteye düştü.” (s.108) Geçen örnekte gördüğümüz gibi gemi o dönemi sosyal

zaman bakımından gösterir.

Çalınan Hazine romanında hiçbir tarih kaydedilmez. Bunun için romandaki

vak’a zamanını tarihî olaylardan takip etmek zorunda kalırız.

Köse Yusuf ile İbrahim arasında bir konuşma, olayların zamanı hakkında bize

bilgi verir: “Bizans İmparatoru bugüne bugün Orhan Beyimizin kayınpederi sayılır.

Orhan Beyimiz ona her istediğini eksiksiz yakmakta.” (s.59) Romandaki

olaylarından da İzmit ve İznik’in Türklerin elinde olduğunu öğreniriz. (s.33, 103)

Buna göre Orhan Beyin Nilüfer Hatun’la evlenmesi, söz konusu değildir. Çünkü

Page 89: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

77

İzmit’in fethi, 1337 yılındadır, ama Orhan Gazi’nin Nilüfer Hatun ile evlenmesinin

tarihi, İzmit’in fethinden daha öncedir.

Orhan Gazi, 1346 yılında VI. Yannis Kantakuzenos'un kızı Teodora ile

evlenir. VI. Yannis Kantakuzenos da 1355 yılında tahtan indirilir.53 Buna göre

romanın olaylarının, 1346–1355 yılları arasında bir yılda geçtiğini söyleyebiliriz.

Romanda hiçbir tarih kaydedilmediğine rağmen roman kronolojik zaman

bakımından düzenli bir şekilde ilerlemektedir. Romandaki kullanılan zaman

belirlemeleri, tabiî bir şekilde akmaktadır. Olayların kronolojik zaman akışını bozan

unsur yoktur. Yazar, romanın zaman anlatımında geriye dönüşlere dayanmaz. Bunun

için de hızlı bir ritme sahiptir. Olaylar, kışın başlayıp, baharın başlarında sona erer.

Romanın olaylarının çoğu açık mekânlarda cereyan eder. Buna uygun olarak

yazarın romanda getirdiği zaman akışını gösteren belirlemeler genel olarak güneşin

hareketine bağlıdır. Böylece kozmik zaman unsurları, romanın zaman tasvirlerine

hâkimdir. Güneş hareketine bağlı olan unsurlar, şu örneklerde bellidir. “Hava

kararmak üzereydi.” (s.15) “Sabah” (s.24), “Akşam” (s.31, 65), “Gece” (s.31, 35),

“İkindi” (s.104), “Ancak akşam karanlığında İznik Kalesinin kapısına vardılar.”

(s.57), “Güneş İzmit koyunu yıldızlayarak battı ve limana akşam karanlığı çöktü.”

(s.107)…

Olayların zamanıyla ilgili ilk belirleme, romanın başlangıcıdır. Yazar romanı,

kozmik zamana ait bir unsurun tasviriyle başlatır: “Kar tipiye dönmüştü. Rüzgâr

ıslıklayarak esiyordu. Her yer bembeyazdı. En işlek yollar bile kapanmıştı.” (s.5)

Romandaki kozmik zaman tasvirlerinde dikkat çeken bir nokta, bütün bu

tasvirlerin yolculuklara çıkmadan önce yapılmasıdır. Tabiat unsurları, akıncılara

yardım eder: “Kar yağışı önce yavaşladı yavaşladı, sonra durdu. Güneşi perdeleyen

koyu bulutlar ağır ağır dağıldı. Güneş ılık ılık gülümsedi.

53 “Orhan Gazi” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, c.15

Page 90: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

78

Sunguroğlu: “Allah yardımcımızdır,” dedi.” (s.33) Yazar, aynı anlamı da

başka bir yerde tekrar eder. Tabiat onlara hep yardım eder: “Ay tekrar bulutlardan

kurtulup gülümsemeye başlamıştı. Yıldızlar gökyüzünden göz kırpıyorlardı. Koyu

karanlık aralanmış, ay ışığı karın beyazlığında yaldızlanmaya başlamıştı.

Saltuk sevinçle atıldı: “Ay çıktı iyi ki. Yolumuzu rahatlıkla bulabileceğiz.”

(s.84), “Atlarının başını İzmit’e çevirdiler. Sabah olmak üzereydi. Güneş vardı. Hava

oldukça ısınmıştı.” (s.90–91)

Saltuk, Sunguroğlu ve arkadaşları, Şövalye Matiyüs ve at uşağı tarafından

çalınan hazine peşinde giderler. Olaylar, açık mekânlarda birbirlerini hızlı bir şekilde

takip eder. Büyük bir çatışmalara sahip olan roman, Sunguroğlu’nun çalınan hazineyi

bulmasıyla sona erer.

Romanın hızlı olayları içerisinde bazen tarihî sosyal zamanı gösteren

teferruatsız unsurlar ortaya çıkmaktadır. Bunlardan o dönemde mesafe hesaplarında

kullanılan birimdir. Sunguroğlu ve arkadaşları, İznik’in yolunu tutarlar. Dört fersah

gittikten sonra kar üstünde nal izlerini görürler. Yazar, fersahın beş kilometre kadar

olduğunu açıklar. (s.33)

Kıyafetle ilgili unsurlar ayrıntılı olmazsa bile bulunur: “Kapı açıldı.

Hancıbaşı elinde bir mum, sırtında geceliğin üstüne geçirdiği bir aba ve başında sivri,

püsküllü gece külâhıyla yolcuları karşıladı.” (s.88–89) Böylece o dönemde kıyafetle

ilgili azıcık olsa bile bilgi verilmiş olur.

Romanın baş olayı, devlete ait hazinenin çalınmasıdır. Saltuk Bey bir devlet

memurudur, kalelerden vergi borçlarının toplamasıyla görevlidir. İşini bitirdikten

sonra toplanan parayı Bursa’ya götürür. (s.19) Olaylardan o dönemdeki kullanılan

para biriminin, altın düka olduğunu öğreniriz. (s.53) Geçen örneklerden o dönemdeki

maliye sistemi hakkında bilgiler öğrenmiş oluruz.

Kaybolan Elçiler romanında vak’a zamanı, Orhan Gazi dönemidir. Yazar,

romanda hiçbir tarih kaydetmez. Yalnız roman kronolojik devam eder. Romanda

Orhan Gazi’nin Bizans İmparatoruyla anlaşmasından söz edilir. Anlaşmaya göre bir

Page 91: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

79

Bizanslı, Osmanlı topraklarında rahatça seyahat edebileceği gibi, bir Osmanlı da

Bizans topraklarında rahatça seyahat edebilecektir. (s.24) Orhan Gazi, 1330 yılında

Bizans İmparatoruyla anlaşma yapmıştı.54 Yalova’nın fethi ise 1337 yılında55

olduğuna göre romandaki olayın 1330–1337 yılları arasında bir yılda geçtiğini

söyleyebiliriz.

Roman, Sunguroğlu ile arkadaşlarının Yalova’ya gitmeleriyle başlamaktadır.

Olaylar birbirlerini hızlı bir şekilde takip eder. Zamana ehemmiyet verilmez. “Sonra”

formu zamana bir işaret olarak sık kullanılır.

Sunguroğlu ile arkadaşları Yalova’ya geldikten hemen sonra gizlice

Müslümanlaşmış ve Osmanlılar hesabına çalışan demirci Adil Usta’ya giderler.

(s.18–19) Adil Usta bu gece dinlenmelerini, yarın sabah Yalova Beyi olan Nikolas’a

gitmelerini söyler. Bu geceyi Adil Usta’nın evinde geçirirler. (s.20) Ertesi gün ise

Yalova beyinin konağına giderler. (s.21) Köse Yusuf yaralandıktan sonra hekim

Aryanos’un evine gidip bir hafta dinlenmesini söyler. (s.34) Sunguroğlu ile İbrahim

yarım saat sonra Yalova Beyini görmek amacıyla çıkarlar. (s.35)

Aryanos, Köse’yi esir alarak Sunguroğlu’ya bir mektup bırakırır. Aryanos,

mektupta Üç kavaklarda beklediğini söyler. Sunguroğlu ile İbrahim, Aryanos’un

belirlediği yere giderler. Ama yoldayken bir saldırıya uğrarlar: “Birkaç dakika sonra

dört atlı tarafından İbrahim’in kuşatıldığını gördü. Etrafta kimse olup olmadığını

öğrenmek için bir süre bekledi. Başka kimse yoktu. Öyleyse harekete geçebilirdi.”

(s.63)

Sunguroğlu ile İbrahim, Rossini yardımıyla ormanda yangın çıkarırlar. Elçiler

ile Köse Yusuf’un bulundukları mağaranın kimse tanımadığı diğer ağzına giderler:

“Bu sıra da Şövalye Aryanos çılgın gibiydi. Ormanın cayır cayır yandığını

söylediklerinde kulaklarına inanmamış, ancak gözleriyle gördükten sonra deli deli

bağırmıştı: ‘Yangın Söndürün!’

54 Bayrak, M. Orhan, a.g.e., s.46655 “Orhan Gazi” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, c.15

Page 92: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

80

Herkes emri yerine getirmeye koşmuştu, ama tutuşan ağaçları söndürmenin

imkânı yoktu. Yangın hızla yayılıyor. Her şeyi kavurarak ilerliyordu. yangın

söndürmek için gidenlerin çoğu, bu yangına karşı mücadelenin beyhudeliğini anlayıp

canlarını kurtarma derdiyle kaçmıştı. Birkaç saat içinde Aryanos’un yanında sadece

on kişi kaldı. Ancak o zaman Sunguroğlu’nu hatırladı.” (s.79)

Yazar, kahramanların yaptıkları yolculukları kozmik zamanla işler. Esasen

yazar, romanını bu şekilde başlatır: “Üç atlı ağır ağır Yalova’ya yaklaşırken, ikindi

güneşi ağaçların arasında boylu boyunca uzuyordu.” (s.5) Yine de Sunguroğlu ile

İbrahim elçilerin bulunduklar mağaraya doğru yola çıkarlar: “Yorucu bir yolculuktan

sonra içmeler mevkiine yaklaşmışlardı. Güneş batmak üzere bulunuyordu.

Yanlarındaki haydutu bir ağaca sıkıca bağlayıp yola devam ettiler.

‘Sabahın açmasını beklersek iyi olurdu’ diye teklif etti İbrahim.

‘bilmediğimiz arazide kolay pusuya düşürürler.” (s.60)

Romanda kozmik zamanla ilgili unsurların çoğu, aydınlık veya karanlığı

göstermek amacıyla kullanılır: “Bu gece iyice bir dinlenin.”(s.20) “Kuşluk vakti

çıkıp atlarına bindiler.”(s.21) “Akşam da çöktü çökecekti.”(s.43) “Şuracıkta ikindiyi

eda edelim İbrahim.”(s.56) “İbrahim alaca karanlıkta silinmek üzereydi” (s.62)

“Karanlık iyice çökmüştü.”(s.73) “Karanlık siyah perdesini germişti.”(s.91)

“Yapışkan karanlığın ortasına doğru at sürdüler.”(s.92)

Sunguroğlu ile arkadaşları Yalova Beyinin konağına gittiklerinde orada

buldukları Beyin askerlerinin görünümleri, zamana sosyal açıdan işaret eder: “Nal

sesleri duyunca arkaya baktılar. Arkalarında yirmi atlı belirmişti. Tepeden tırnağa

zırhlı idiler. Hallerine bakılırsa Beyin askerleri olmalıydılar.” (s.23)

Yine de silahşörlerin kumandanı Aryanos’un ortaya çıkışı aynı tarz da tasvir

edilir. Hem bindiği araba, hem de giyindiği elbise, sosyal zamanı gösterir: “Köşede

dört cins atın çektiği son derece süslü bir araba duruyordu. Pencereden uzanan baş,

tüylü şapkasının altında kayıptı. Bir emirle askerleri selâma durduran adamı üç

arkadaş çok merak ediyorlardı. Bu yüzden, arabadan inmesini dikkatle takip ettiler.

Page 93: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

81

Pırıl pırıl parlayan bastonuna dayana dayana yaklaştı. Elbiseleri sırmalarla işlenmişti.

İki yanında dört yalınkılıç muhafız vardı.” (s.28)

Kara Şövalye romanında kronolojik zamanla ilgili tek bir tarih kaydedilir.

Kaydedilen tarih romanın sonunda bulunmasına rağmen romandaki vak’a zamanını

bize gösterir. Romanın son olayı, 1338 yılındaki İzmit’in fethedilmesidir:

“Yirmi gün sonra Orhan Beyin sarıklı mücahitleri şehre girdi.

Ve İzmit Türklerin oldu.

Hicret’in 738. senesiydi (1338).” (s.100)

Romanın olayları birbirini hızlı bir şekilde takip eder. Sunguroğlu, Orhan

Gazi’den aldığı emrin icabıyla İzmit’e gider, orada yirmi gün geçer. Bundan sonra

Orhan Gazi, İzmit’i fetheder. Bütün bunlara göre romandaki olaylarının, 1338 yılında

cereyan ettiğini söyleyebiliriz.

Romanda kronolojik zaman söz konusudur. Olaylar sıralı bir şekilde

ilerlemektedir. Geriye dönüş veya geleceğe sıçrayışlar yoktur.

Kozmik zamanla ilgili olarak romanın büyük bir kısmında olayların zamanı,

namaz vakitlerinden öğrenebiliriz. “ikindi”, “akşam” ve “sabah” kelimeleri, romanın

boyunca tekrarlanan kelimelerdendir “Akşam namazı” (s.12), “İkindi namazı” (s.12),

“Sabah namazı” (s.21), (s.62), “Akşama yakın saatlerde” (s.92)…

Romanda zamanla ait olarak dikkat çeken unsur, gecedir. Bir çetenin

etrafında kurgulanan romanın vak’aları, gece ve karanlık ona uygundur. Bunun için

zaman bakımından romana hâkim olan unsur, gecedir. Sunguroğlu ve arkadaşları,

İzmit yolundayken gece bir baskına uğrarlar. Karanlıkta yararlanmış olan Köse

Yusuf kaybolur. (s.12–14) Sunguroğlu ile İbrahim, İzmit yoluna devam ederler. Yine

de karanlıkta başka bir baskına uğrarlar: “”Gecenin karanlığını kılıç sesleri yırttı.”

(s.17), “Ve ay, ölgün ışıklarıyla aydınlatıyordu. “İyi ki ay çıktı” diye konuştu

Page 94: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

82

Sunguroğlu, “karanlıkta vuruşmayı hiç sevmem.” (s.18) Köse Yusuf, karanlıktan

yararlanarak mahpus edildiği zindandan kaçabilir. (s.57)

Romana hâkim olan gece, İzmit’te biter. İzmit’e gittiklerinde gündüz görünür:

“Etraf aydınlanmıştı. İzmit kalesi, güneşin ilk ışıkları altında yıkanıyordu.” (s.69)

Romanda tarihî sosyal zaman unsurlarının başında kara şövalye teşkilatı

gelmektedir. Gazi Ali Bey, Sunguroğlu’na yüzyıl önce bir papaz tarafından bu

teşkilata benzeyen bir çete kurulduğunu söyler: “Etrafına bir sürü ipten kazıktan

kurtulma serseri toplamış. Bir dağın yalçın tepesine kurduğu manastırda adamlarına

bıçak atma, ok fırlatma, ata binme gibi cenk için gerekli her şeyi öğretmiş. Ayrıca

çok iyi konuşurmuş. Adamlarını sık sık toplar, yapacaklarını anlatır ve onları

etkileyip körü körüne kendine bağlarmış. Onunla iki ay kalan, her dediğini göz

kırpmadan yapar hale gelirmiş. Bir gün adamlarını Hıristiyan âlemine dağıtmış.

İşleri, halka tesir eden Katolik papazları öldürmekmiş. Yüzlerce papaz öldürülmüş.

Bunların ekserisi böyle armalı ve zehirli bıçaklar kullanılarak katledilmişler.” (s.40)

Bu teşkilatın her yaptığı baskında kara maske ile aynı cinsten olan hançerdir. (s.39,

46, 80) Bunun yanında da kullandıkları hançerler, zehirlidir ve öldürülen kişide aynı

etkilemeleri bırakır. Bu bıçakla öldürülenin yüzü, koyu mor rengine dönüşür. (s.38)

Gemide İsyan romanında tek bir tarih kaydedilmediği için vak’a zamanını

tarihî olaylardan takip etmek zorunda kalırız.

Romanda Çimpe Kalesinin Osmanlıların elinde olduğunu öğreniriz. (s.7)

Çimpe Kalesi ise 1353 yılında Osmanlıların eline geçtiğini biliyoruz56. Bunun

yanında da Orhan Gazi’nin 1360 yılında vefatıyla57 romanın olayları 1353–1360

yıllarını arasında geçtiğini söyleyebiliriz.

Romanın içindeki kronolojik zaman akışını bozacak unsur yoktur. Romanda

zaman seyri, düzenli bir şekilde ilerlemektedir. Olaylar birbirini normal bir şekilde

takip eder. Yazar, zaman tabii seyrini gösteren belirli kalıplar kullanır. Bu gibi

56 “Orhan Gazi” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, c. 15, s.35657 a.g.e., s 357

Page 95: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

83

kalıplara roman boyuna rastlarız: “İki gündür” (s.6), “Birkaç saat içinde” (s.49), “İki

gün sonra” (s.75), “On beş gün, her ikisine de on beş yıl gibi gelmişti.” (s.78), “Ertesi

gün” (s.96), “İki gün geçmişti” (s.118)…

Romanda kozmik zaman unsurları, genel olarak kahramanların bulundukları

durumları tasvir etmek için kullanılır. Yazar, bu amaçla kozmik zaman unsurlarıyla

oluşturulan bir tablo ile romanı başlatır: “Gökyüzünde kara, kapkara bulutlar

yığılmıştı. Akşamın alacası gittikçe koyulaşıyordu. Nicedir rahvan adım giden orta

yaşlı adam atını tepikledi:

“Hazırlanmalı” diye söylendi, “yağmur bastırmadan ulaşmalı Çimpe

Kalesine.”

“Kale göründüğünde şaşırdı. Bir ışık deryasının içinde yüzüyordu. Uzaktan

görünüşü gökyüzündeki yıldızlar kadar şendi.

“Tuhaf” diye gülümsedi. “Geldiğimi haber alıp fener alayı mı düzenlediler?

Amma da bol ışık var.”

Kara bulutlara baktı: “Yağmur bastıracağa benzer, biraz daha hızlanmalı.”

Sözünü bitirmeye kalmadan keskin bir şimşek çıktı. Gök, gürültü biçimde

gürledi ve ardından şapır şapır yağmaya başladı.” (s.5)

Sunguroğlu, arkadaşlarını Sea-Jan Şövalyeleri tarafından kaçırıldıklarını

öğrenir öğrenmez limana gidip Guidi denen Venedikli bir kaptan ile tanışır.

Sunguroğlu ile Guidi, Rodos’a gitmek için anlaşırlar. Sunguroğlu, denizdeyken kendi

durumunu anlatan bir tablo ile rastlarız: “Uyandığında güneş doğmak üzereydi.

Kendini hiç de dinlenmiş gibi hissetmiyordu. Başının ağrısına mide bulantısıyla baş

dönmesi de eklenmişti. Güçlükle sabah namazını kılıp güverteye çıktı. Rüzgâr ıslık

ıslığa esiyor, gemi minnacık bir fındık kabuğu gibi dalgaların üstünde inip çıkıyor,

sağa sola yalpalıyordu.” (s.60)

Page 96: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

84

Gemi Rodos’a yaklaşınca tabiat Sunguroğlu’nun sevinciyle birleşir:

“Gökyüzü yıldız yıldızdı. Geminin dalgalarla kucaklaşmasından meydana gelen

şırıltıdan başka ses yoktu. Kâinat sümsükût olmuştu.

Ay yavaş yavaş doğuyordu…” (s.136)

Romanın sonunda durumla tabiatın birleşmesini de görürüz: “Ufukta güneş

kırmızı kırmızı gülümseyerek kaybolmak üzereydi.” (s.167)

Bunun dışında da yazar, romanda “gece-gündüz” farkını belirtmek için

kozmik zaman unsurlarını kullanır. Bu gibi ifadelerle romanın birçok yerinde

rastlayabiliriz: “Bu gece” (s.17), “Öğleüstü” (s.76), “Gece yarısına doğru” (s.80,

106), “Sabahın erken saatlerinde” (s.137), “Gecenin geç saatlerinde” (s.141)…

Sea-Jan Şövalyeleri, Osmanlı topraklarını basarlar. Bunun üzerine Orhan

Gazi, bu işi halletmek için Sunguroğlu’na emreder. Böylece romanın olayları,

Suguroğlu ile Sea-Jan Şövalyeleri arasında cereyan eder.

Romanda tarihî sosyal zamanla ilgili unsurlar, az olsa bile o döneme iyice

işaret eder. Sunguroğlu ile Kaptan Guidi, Rodos’a geldiklerinde hanlarda boş bir

odayı bulamazlar. Çünkü bu günlerde şenlik yapılır. Rodos’ta alınan esirlerin

satışından önceki gün bir şenlik yapılır. Bu şenlikte esirler, satılmadan önce

birbirleriyle dövüşürler. Millet seyre gelir. Bu yüzden odalar doludur: “Bir arenada

esirler dövüştürülür. Hangisi şampiyon olursa o en yüksek fiyata satılır. Diğerlerine

de güçleri nisbetinde fiyat biçilir. Bu arada ölen mölen de olur tabiî…” (s.139–140)

Sunguroğlu, Rodos’a gitmek için Kaptan Guidi ile anlaşır, anlaşmalarında o

dönemdeki kullanılan para biriminin, altın düka olduğunu öğreniriz. Sunguroğlu

Rodos’a gitmek için Guidi’ye sekiz altın düka verir. (s.52–53)

Kaçırılan Prenses romanında vak’a zamanı ile ilgili tek bir tarih bile

kaydedilmemiştir. Bunun için vak’a zamanını olaylardan takip etmek zorunda kaldık.

Page 97: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

85

Romanda asıl olan vak’a, Orhan Gazi’nin oğlu Halil Bey’in nikâhı altında

bulunan Bizans İmparator’unun kızının bir çete tarafından kaçırılmasıdır. (s.7)

Bizanslı İmparator Yuannis 1355 yılında tahta geçer geçmez, Osmanlıların Avrupa

kıtasındaki hâkimiyetine karşı koyulamayacağını bildiğinden Orhan Gazi ile iyi

geçinme yolunu seçer. Orhan Gazi’nin oğlu Halil’i korsanlardan kurtarıp, on

yaşındaki kızını Osmanlı şehzadesine vermeyi kararlaştırır.58 Buna göre romanda

vak’a zamanı 1355 yılıdır.

Romanda kronolojik zamanla ilgili unsurlar umumiyetle vak’aların hızlı

akışını gösterir. Bazen da olaylar o kadar hızlı akar ki zamana yer verilmez. Bazen de

zamanla ilgili şu belirlemelerle karşılaşırız: Sunguroğlu, Bizans’a giderken yunus

balıklarını saatlerce seyreder. (s.5) Öğle vaktinde Bizans’ta oturdukları konağa

girerler. (s.15) Yarım saat kadar konağın etrafında dolaşırlar. (s.50) Konakta gece

yarısına doğru bir baskına uğrarlar. (s.73–76) Sunguroğlu konaktayken İbrahim ile

birlikte akşam namazını kılır. (s.106)

Yazar, “gün formunu” daha geniş zamanlı olaylar için kullanır: Sunguroğlu

ile İbrahim, Dimitri Korbos’un konağına geldiklerinde gün ikindiye döner. (s.43)

Ertesi gün İmparatora giderler. (s.78) İki gün sonra Sunguroğlu, Şeytanlar

teşkilatının işin içinde olduğunu düşünür. (s.95) Ertesi gün Teodosyüs Limanı’na

giderler. (s.112) Prenses bulunduğu adaya giderken gün ikindiye döner, adaya

vardıklarında ise yatsı namazı zamanıdır. (s.138)

Romanda akıncıların ruhuna uygun olan kozmik zaman söz konusudur.

Yazar, vak’aların zamanını belirtmek amacıyla kozmik zaman unsurlarına dayanır.

Bunun için bu gibi unsurlara romanda bolca rastlayabiliriz.

Yazar, kahramanların gidiş-dönüş hareketlerini tasvir ederken kozmik zaman

kullanır. Sunguroğlu, İbrahim ile birlikte Teodosyüs Limanı’na giderler: “Güneş

Marmara sularında yakamozlanırken, martılar direk boylarında uçuşuyordu.” (s.43)

Sunguroğlu, İbrahim’e Dimitri Korbos’un konağını gözetmesini ister, akşam

karanlığında dönmesini söyler. (s.50) İbrahim ise karanlık bastırmak üzere olduğu

58 “Orhan Gazi” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, c. 15, s.356

Page 98: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

86

için sıkılır. (s.67) Sunguroğlu ile arkadaşları, adaya gitmek için Teodosyüs

Limanı’na giderler: “Limana vardıklarında gece sabaha dönüktü. Tan yerinin

kırmızılığı denizi tutuşturmuştu.” (s.135) Sabahlayın ada yollarını tutarlar. (s.137)

Sunguroğlu ve arkadaşları Prenses’i bulduktan sonra veda için Mustafa Ali’yi ziyaret

ederler: “Öğle vaktiydi. Bu son ziyaretle Bizans macerasına son noktayı koymuş

oluyorlardı. Dün gece Kızılada basılmış Şeytanlar çetesinin yuvası dağıtılmıştı.”

(s.158) Görülüyor ki baskın için gece tercih edilir.

Sunguroğlu, şüphelendiği Dimitri Korbos’un konağını araştırmak için gider:

“Koyu karanlık Teodosyüs Limanı’nı avuçlamıştı. Sessizliğin ortasında bazen,

sarhoş bir denizcinin çığlığı yankılanıyordu. Bunun dışında etraf sakindi. Vakit gece

yarısını bulduğu için herkes uyumaya çekilmişti.

Ay, tepelerin arasında ilk gülücünü gönderirken, Sunguroğlu, Dimitri

Korbos’un konağına sokuldu.” (s.112)

Sunguroğlu ile arkadaşları, Bizans’a vardıktan sonra kendilerine imparatorun

gönderdiği arabanın tarzı sosyal zamana işaret eden bir unsurdur: “Birlikte arabaya

bindiler. Çok süslüydü. İçi kadife kaplıydı. Pencerelerinde aynı renk perdeler vardı.

Koltukları da çok esnekti insan oturdu mu gömülüyordu.” (s.13)

Limanda onları karşılayan subay, imparatora girmeden önce onlara

imparatorun önünde nasıl davranacaklarını anlatır: “İmparatorun huzuruna girince

eğileceksiniz. Ben sizi takdim edeceğim. Tekrar eğileceksiniz. İmparator,

yaklaşmanızı işaret edecek. Kendilerine dört adım kalıncaya kadar yaklaşıp bir daha

eğileceksiniz. Sonra iki adım ileri yürüyecek ve diz çöküp başınızı yere

indireceksiniz. Sakın İmparator hazretlerinin gözlerine bakmayınız.” (s.79)

Yıldırım Bayezid romanında olaylar, 1389 yılındaki59 Sultan Murad’ın

ölmesiyle başlar (s.5), 8 Mart 1403 tarihindeki Sultan Yıldırım Bayezid'in intihar

etmesiyle sona erer. (s.230)

59 “Murad I. Hüdavendigâr” madde, M.Orhan Bayrak, a.g.e., s. 300

Page 99: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

87

Romanda kronolojik seyrini gösteren dokuz tarih kaydedilmiştir. Bunun

yanında romanda zamanın akışını gösteren bazı belirlemeleri karşılarız: “Bir hafta

sonra” (s.76), “Aradan üç gün geçmişti.” (s.141), “Aylar geçmiş.” (s.230), “Ertesi

gün.” (s.101, 209, 213)…

Romanda ilk net tarih 1389 yılıdır. Bu tarihte Yıldırım Bayezid padişah

olarak ilan edilir: “Bir, bir vezirler, din adamları, kumandanlar beyaz bayrak altına

gelen Yıldırım Bayezid'e sevgi ve saygı göstererek bi’at ettiler. Takvimlerde yıl:

1389'du..” (s.14)

Yazar, romanda geriye dönüş tekniğini sadece iki defa kullanır. Bunun

dışında kronolojik akışını bozacak başka geriye dönüş veya geleceğe sıçrayış yoktur.

Ama bu geriye dönüşler az olsa bile romanın genel akışını bozar. Çünkü yazar birden

romanın kronolojik akışından sıyrılarak geçmişteki durumları izah etmeye çalışır.

Yazar ilk geriye dönüşte bir yıldan fazla geriye giderek Sivas şehrinin ve ordunun

durumunu anlatır: “Bu arada üzerinde durulması icabeden bâzı pürüzler vardı. Ki

bunların ameliyatı gerekliydi.

Yıl 1397'nin nihayete erdiği, 1398'in başlangıç dönemi oluyordu...

Anadolu'nun Karadeniz kıyılarında bir takım derme çatma Türk beylikleri vardı. Bir

kol oraya uzanmalı ve bu aşiretleri biraraya getirerek Osmanlının gücü takviye

edilmeliydi.

Ferman buyuran Padişah, kumandanlarından bir kısmını Karadeniz

sahillerine yollayarak emelinde muvaffak oldu. Anadolu'nun Ahiler Ülkesinden

itibaren Kuzey-Doğu şeridi tamamen Osmanlı mülkü haline getirildi.

Fakat tarihi Sivas şehrinde neler oluyordu? Bu havalide Osmanlı

hakimiyetinden ayrı olarak dik başlı beylikler mevcuttu. Bu ne cesaretti ki, bütün

Avrupa Türk askerinin ve onun güzide Padişahının esiri olmuşken, bu yuvanın

berhava edilmesi ne güne duruyordu?” (s.132)

Yazar, Timur'un hakkında bilgiler vermek amacıyla geriye döner: “Timur,

1336'larda Semerkant'ta doğmuş, büyümüş, cihangir olmuştu.

Page 100: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

88

Babası Barlas kabilesinin Reisi Taragay'dı. Timur'un ayağı sakattı. Aksak

yürürdü. Bunun için, aksak mânasına gelen 'lenk' sözü ona lâkap olarak takılmıştı.

Timur bu suretle Timur-lenk oluyordu.” (s.134)

Geçen cümlelerde gördüğümüz gibi söz konusu olan geriye dönüşlerde

kahramanlar değil yazar-anlatıcı hikâye eder.

Bunun yanında romanın kronolojik akışını bozan başka bir unsur, roman

içindeki olayların sıraları veya tarihî sapmalardır. Yazar, genel olarak tarihlere önem

vermeyerek belirli bir tarihte bulunan bir olayı anlattıktan sonra bu olayın öncesinde

bulunan başka bir olaya yer verir. Romanın zaman akışına göre 1395–1396 yıllarının

arasında İmparator V. Yoannis, Bizans surlarını kuvvetlendirmeye başlar. Yıldırım

Bayezid, bundan haberdar olur olmaz imparatoru savaş ile tehdit eder. (s.80–81)

Ama bu olayın gerçek tarihi 1390 yılıdır60. Bizans ile ilgili kuşatmaların tarihlerinde

de aynı şeyi buluruz. Beşinci Yoannis ölür, bu sıralarda Bursa’da bulunan Manuel,

Yıldırım Bayezid’den izin almadan Bizans’a kaçar. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid,

Kostantiniyye’yi kuşatır. Bu kuşatmadan sonra şehirde bir Türk Mahallesi kurulması,

bir cami yapılması ve yıllık verginin arttırılması şartlarıyla anlaşma imzalanır. (s.84–

87) Bundan sonra Yıldırım Bayezid, ordusuyla Niğbolu’ya gidip oradaki kuşatma

altındaki Müslümanları kurtarır. (s.89) Ama tarihî gerçeklere göre Yıldırım Bayezid,

1395 yılındaki Bizans’ın ikinci kuşatmasını kaldırıp Niğbolu’ya gider. Geçen

örnekteki anlaşma ise 1391 yılında olan Bizans’ın birinci kuşatmasının ardındandır.61

Yıldırım Bayezid, kuşatma altındaki Müslümanları kurtarmak için

Niğbolu’ya gider: “Gün kararmıştı.

60 Saltanatının sonlarına doğru 1390’da V. Yannis Palaiologos Konstantinopolis surlarının şimdiYedikule içinde kalan tören kapısı olan Altın Kapı civarını, şehrin içinde ve etrafında bulunan,kullanılmayan ve yıkık kiliselerden alınan taşlar ve mermerlerle kuvvetlendirilmesi emrini vermiştir.Bu inşaat projesi tamamlanınca, Osmanlı Sultanı I. Bayezid, V. Yannis'den bu yeni yapıları yıkmasınıtalep etmiştir ve bu yıkım yapılmazsa iki devlet arasında savaşıın başlayacağını ve Yıldırım'ın yanındabulunan İmparator'un oğlu ve varisi Manuel'in gözlerinin kör edileceğini söylemiştir. Çaresiz kalanV.Yannis, Sultan'ın bu isteklerini yerine getirmek zorunda kalmış ve bu yeni sur tamirleriniyıktırmıştır. Zamanının gözlemcileri bunu çok utandırıcı bulan V. Yannis'in bu nedenle sinirbuhranları geçirmesi sonucu olarak 16 Şubat 1391de öldüğünü söylemektedirler. V. YannisPalaiologos'in tahtına oğlu II. Manuel Palaiologos geçmiştir. “V. Yannis Palaiologos” madde,www.vikipedi.org61 “Yıldırım Bâyezîd” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994,c.20

Page 101: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

89

Mola verildi.

Padişahın bir düşündüğü vardı.

— Şimdi istirahat vaktidir. Namaz kılına, duâ edile.

Akşam namazı edâ edildikten sonra ikinci emir şöyle idi:

— Çadır kurula, herkes çadırına çekile. Yorgunluk üstümüzden atıla” (s.94)

Kosova Meydan Muharebesi kazanılır, Padişah şehit olmuş, yerine geçen

Yıldırım Bayezid kardeşini boğdurur. Bu durumdan istifade etmek isteyen Macar

Kralı Sigismond, Türklerin hedefinde Fransa’dan önce Macaristan’ın olduğunu

düşünür. Bunun üzerine Türkler karşısında birleşmek amacıyla Fransa Kralına bir

hey’et gönderir: “1395 yılı devam ediyordu ki, Macar Sarayında alınan karar

gereğince aralarında papazlar da olduğu halde bir hey’et elçiler grubu olarak yola

çıkıp Paris’e vardı. Sigismond Rumeli yakasını kasıp kavuran Müslüman Türk

askerlerinden haklı olarak korkuyor ve geceleri uyku uyuyamıyor, gündüzleri ise

rahat edemiyordu. İçinde daimî devam eden bu endişe sebebiyle, Avrupa’dan yardım

dilenmek mecburiyetinde kalmıştı. Bunun için tehlikeyi bertaraf etmek arzusundaydı

ve henüz Türklerle savaş etmeyen, kendisini beğenen Şarl’a başvurmak onun için en

uygun olanıydı.

Macar Kralının elçileri, Fransa Kralını yanıltıp, aldatacaklardı.” (s.33–34)

Bu sıralarda Yıldırım Bayezid, daha da kuvvetli ve ülkenin sınırları daha

muhkem olmak için Sırplarla anlaşmak ister. Bu niyetle Sırp Kralı İstefan’a elçiyi

gönderip İstefan’ın kız kardeşiyle evlenmeyi düşünür. Bu şekilde Türk-Sırp

akrabalığı kurulmuş olur. İstefan, elçiye Yıldırım Bayezid’in bekleyeceğini söyler:

“Önümüzdeki hafta içerisinde Yasterbaç dağının eteğindeki Krosevaç’a bakan

Alacahisar camiinde Padişah hazretleri hangi vakit uygun bulurlarsa burada namaz

kılabilirler dedi.” (s.40)

Page 102: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

90

Sultan Yıldırım Bayezid, saltanat yıllarını boyunca Bizans’ı düşünür,

aklından hiçbir zamanda gitmez. Bunu için Bizans’ı almak amacıyla hep meşguldür.

İlk olarak Bizans İmparatoru Yedinci yoannis’i tahttan çıkararak yerine Beşinci

Yoannis ve oğlu Manuel’i koyar: “Hepsi birden saraya geldiklerinde nedimeler,

prensesler yeni hükümdarlarını elpençe divan durarak karşıladılar. Uzunca Sevindik

ise misafirlerin en çok hürmet gören idi. Birkaç gün daha burada kalacak ve sonra

durumu Padişahına anlatmak üzere yola çıkacaktı.

İki İmparator tahta çıkınca Bizans’ta kulelere yeniden bayraklar çekildi.

Herkese içki sunuldu. Meydanlarda sofralar açıldı. Günlerce şenlikler düzenlendi.

Romanın içindeki olaylar, normal bir şekilde ilerlemektedir. Bu durum,

Timur’un tehlikesi ortaya çıkıncaya kadar sürer. Bu tarihten itibaren olaylar daha

hızlı bir şekilde gitmeye başlar: “Yıl 1400 oluyordu. Vakit nasıl da geçiyor ve fakat

Bizans’ın zaptı bir türlü mümkün olmuyordu.” (s.133) Yıldırım Bayezid, 1400

yılından itibaren adeta zamanla yarışmaya başlar, Timur tehlikesini ortadan

kaldırmak ister. Bunun üzerine Bizans’ın kuşatmasını kaldırarak Timur’a karşı

gitmeyi düşünür. Ama Sivas Kalesinin Timur’un elinde düşmesiyle ve Şehzade

Ertuğrul’un öldürülmesiyle olaylar yıldırım hızıyla akar. Yıldırım Bayezid kendi

oğlunun intikamını Timur’dan almak ister.

Romanda bulunan son tarih ise 8 Mart 1403’tür: “Aylar geçmiş, Timur

Akşehir’de karar kılıp, oraya yerleşmişti.

Yıldırım Bayezid halâ esirdi ve O’nu kurtarmağa teşebbüs eden yoktu!

Taht, Hanedanın yokluğu ile başsız kalmıştı.

Devletin Reisi nerelerdeydi?..

Baktı ki olacak gibi değildi.

Yüce Allah’dan afv dileyerek, kırılan Türklük gururunu, ayaklar altına alınan

izzeti nefsini kurtarmak için biran dahi tereddüt etmeden sağ elinin orta parmağına

Page 103: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

91

takılı olan altın yüzüğünün üstündeki kutunun kapağını kaldırıp, kuvvetli zehiri içti

ve derhal can verdi.

8 Mart 1403 tarihiydi bu menfur olayın vukuu… Herkesi kalbinden

hançerleyen kader; hükmünü icra ediyordu.” (s.230)

Romanda kozmik zaman unsurları, zamanın tabii seyri içinde kullanılır.

Yıldırım Bayezid, Niğbolu kalesindeki Müslümanları hep düşünür, bunun için akıbet

ne olursa olsun tek başına oraya gitmeyi karar verir. Yazar-anlatıcı, Yıldırım

Bayezid’in bu yolculuğunu tabiat unsurları arasında birleştirir. Bu birleştirmede

karanlık önemli bir yer tutar: “Gökyüzünde yıldızlar ışıldıyordu. Derelerin kenarında

geçiyor, kurbağaların musikisini dinliyordu. Tepeler, dağlar arasında çatlamak üzere

bulunan yağız at, onu bir yere götürüyordu?! Bu yolculuğun sonu ne olacaktı?

Nereye gidiyordu Padişah?!

Tek başına, bu ıssız ve karanlık yollardan hangi menzile koşuyordu.” (s.95–

96) Ve Padişah’ın, karanlık içinde geldiği yoldan döner: “Yıldırım Bayezid’in yağız

atı geldiği yolları biliyordu.

Zifiri karanlık devam ediyor, göz gözü görmüyordu.” (s.99)

Yıldırım Bayezid, Haçlı orduları kazanıp Niğbolu’daki Müslümanları

kurtarır, ama bütün bunlara rağmen şehit düşenler için ağlar: “Tarih 25 Eylül 1396…

Gökyüzünü dolduran bulutlar Yıldırım Bayezid ile birlikte sessizce

ağlıyorlardı. Burcu burcu kokan toprak, serin hava, ruhlara ferahlık verecek

nitelikteydi.” (s.114)

Romanda kozmik zaman unsurlarıyla yapılan tasvirlerin çoğu, keder ve

hüzün için kullanılır. Yazar, Şehzade Yakup Çelebi’nin öldürülmesi ile tabiat

arasında bir bağ kurar: “Vakit geceyarısıydı. Karanlık çadırda olanlar olmuş ve

felâketin haberi tez vakitte diğer askerlere kadar duyurulmuştu.

Page 104: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

92

Gecenin matemi içinde ordugâhın üzerine sanki yıldırımlar düşmüş, gök

gürlemiş ve bütün mutluluk bu suretle yitirilmiş gibiydi.

Ağzını açan, haksızlığa isyan eden yoktu.

Kimin haddine düşerdi ki bir ayaklanma olsundu? Karşıda düşman, arkada

Bizans kefereleri… Dağılırlar, birbirlerine düşerlerse… Bunca zahmet neden heder

edilsindi? İmamlar, askere böyle deyip, teselliyi Yüce Mevlâ’da bulmanın daha evlâ

olacağı üzerinde durarak, şanlı askere telkinlerde bulunmakla görevli kılınmışlardı.

Başka da çare yoktu. Allah Osmanlı Devletine uzun ömürler versindi. Millet olarak

beka bulmak mümkündü ve fakat bu mülkün idaresi ellerinden alınmasındı. Yeni bir

devlet düzenine geçmek ise çok mesafe almakla mümkün olabilirdi.

Allah her şeyi kendi idaresine göre tanzim ediyordu şüphesiz.

Sabaha kadar uykusunu yitiren askerlerde Padişah’a karşı duyulan isyan

hissini yok etmek kabil miydi? Öyle bir hava esiyordu ki, herkeste bir tereddüt ve

herkeste bir ayaklanma duygusu başgösteriyordu. Çünkü Türk askeri son yüzyıl

içinde böyle bir faciaya kendisini hazırlamış değildi. Birden bire zuhur eden bir

kardeş katli olayı, herkesi bitap düşürecek nitelikteydi.” (s.22–23)

Yine de Sivas Kalesi, Timur’un elinde düştükten sonra Timur’un emriyle

kendisine gelen çocuklar öldürülür. Yazar, Sivas’taki bu durumun etkisini şu şekilde

işler: “Ocaklar günlerce yakılmadı. Geceler, gündüzler karanlıktı. Sivas derin bir

matem içinde güneş ışığından mahrum kalarak sanki yer yarıldı ve içine düştü.”

(s.156)

Yıldırım Bayezid’ın, padişah olduktan sonra ilk yaptığı iş kendi kardeşini

öldürtür. Bundan sonra Hıristiyanlara karşı seferlerini başlar. Roman boyunca

Bizans’ın fethetmesi aklından gitmez. Bizans’ı iyice kuşatır, ama Niğbolu’daki

Müslümanları kurtarmak için kuşatmayı kaldırıp Niğbolu’ya gider. Bundan sonra

yine Bizans’ı fethetmek için gider, ama bu defa Timur’un tehlikesi ona engellemez.

Page 105: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

93

Romanda Osmanlı Devletinin geleneklerini gösteren unsurlar, tarihî sosyal

zamanla ilgili unsurların başındadır. Romanda bu gibi unsurlar bolca rastlayabiliriz.

İlk olarak beyaz bayrak ortaya çıkmaktadır. Beyaz bayrak veya beyaz sancak,

padişaha özeldir: “Ali Paşa’nın emriyle otağ önündeki meydana bir adet beyaz

bayrak çekildi. Töre gereğiydi bu!

Yalnız ve ancak padişahlar beyaz sancak altında olurlardı. Anladılar ki, bu

bomboş duran beyaz sancak altında Yıldırım Bayezid’den başkası oturamıyacaktır.”

(s.14)

İkinci bir husus da bi’at meselesidir. Sadrazam, Yıldırım Bayezid’i padişah

olarak ilan eder, bundan sonra vezirler, din adamları ve kumandanlar, beyaz sancak

altına gelen Yıldırım Bayezid’e saygı göstererek bi’at ederler. (s.14)

Yıldırım Bayezid, Sırp Kralının kız kardeşi Olivera ile evlendikten sonra

Bursa’ya gider, orada şenlikler yapılır: “Bursa’ya vardıklarında yer yerinden

oynamış gibiydi. Başta Padişah ve ardında gelin alayı…

Bin atlı naralar atarak şehre girerken büyük bir sevinç coşkunluğu içinde

karşılanmıştı. Her taraf neşeli, her yer mutluydu.” (s.46)

Niğbolu savaş nizamı, bize o zamana birden fazla açıdan işaret eder:

“Haçlıların harp nizamı şöyle idi:

Sağ kanatta Macarlar, ortada Şarl’ın güçlü şövalyeleri ard arda

sıralanmışlardı. İki büyük kitle halinde idiler. Onların sol yanını Ulahlar almıştı.

Yıldırım Bayezid’in düzeni ise daha başkaydı. Buna göre durum göz

kamaştırıcı oluyordu. Otağ-ı Hümayun Fransızların tam karşısında bulunuyordu.

Sağında ihtiyatlar, Sırp askerleri; solunda gene ihtiyatlar, yayalar; onların solunda ise

ihtiyat süvariler vardı. Otağ-ı Hümayun’un önünde yeniçeriler ve Anadolu piyede

askerleri.. Sağ yanda Rumeli askerleri… Sol tarafta okçular ve Anadolu atlı grubu...

Page 106: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

94

Bayezid’in okçuları sağ ve sol kesimden ok fırlatıp, orta cepheden mızraklı,

gürzlü ve ellerinde kılıçları olduğu halde bahadırlarla dolmuştu.” (s.90) Bu örnekte

gördüğümüz gibi yazar, o dönemdeki hem savaşların genel düzeni, hem de orduların

bölümlerini bize bilgi vermiş olur.

Savaşla ilgili olarak da kazanılan savalardan sonra ganimetler alınır. Yıldırım

Bayezid bu gibi ganimetler için özel bir oda yaptırır. Bu odanın duvarlarında Haçlı

kral, prens, dük ve kumandanların kılıçları asılır. Bu ganimetler arasında da altın,

sedef, gümüş kaplamlı kılıçlar bulunur. (s.54–55)

Binatlı romanında vak’a zamanı, Yıldırım Beyazıd döneminde geçer. Olaylar,

Sultan Yıldırım Beyazıd’ın Kostantiniyye’yi muhasara etmesiyle başlar, Niğbolu

zaferiyle sona erer.

Yazar-anlatıcı, olayların Sultan Yıldırım Beyazıd döneminde olduğunu

belirtir. (s.5.) Sonra romanın başkahramanlarından olan Gazi Timurtaşoğlu Umur

Bey, bu sırada Sultan Yıldırım Beyazıd’ın Kostantiniyye’yi muhasara ettiğini

söyler:62 “Şimdi Sultanımız Yıldırım Han Kostantiniyye’yi muhasara etmekte ya,

küffar diyarı duyup bu haberle günlerce, haftalarca, çalkalanmakta. Bizans Beyi

Papa’ya haberciler salıp ‘Hıristiyan namusu paymal edilir, meded’ diye yalvarmakta.

Papa da dört yana nameler gönderip bütün kralları, Hıristiyanlığın mukaddes

muharebesine iştirak etmeye çağırmakta.” (s.12.) Buna göre romanın olayları, 1395

yaz aylarında başlar. 25 Eylül 1396 tarihinde63 Niğbolu’da kazanılan zaferle sona

erer.

Romanın baş olayı olan Niğbolu savaşının, anlatıcı tarafından belirtilir:

“Hicretin 798’inci yılı. 21 Zilhicce pazartesi (15 Eylül 1396). Bulutlu bir gün…”

(s.66.)

62 Bâyezîd Han, İstanbul’un birinci muhasarasından sonra imparatorun şehirde bir Müslümanmahallesi tesisi, bir câmi inşâsı ve bir kâdı bulundurulması hususundaki vâdini yerine getirmemesiüzerine, şehri ikinci defâ kuşattı. 1395 yılındaki bu kuşatma, yaz boyunca devam etti. Bu sıradaTırhala, Domasia ve Patros şehirleri alındı. İstanbul Muhasarası Balkanlarda büyük bir haçlı ordusuhazırlandığı haberi üzerine kaldırıldı. Macar Kralının propagandası ve papanın tahrikleri neticesindebir Haçlı ordusu kuruldu. “Yıldırım Bâyezîd” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, c.2063 “Niğbolu Meydan Muharebesi” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlas Holding Yayınları,İstanbul, 1994, c.15

Page 107: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

95

Romanda kozmik zamanla ilgili unsurlar, psikolojik durumlar ile birleşir.

Anlatıcı bu gibi unsurları romanın genelinde izah etmek istediği durumlarda bir araç

olarak kullanır. Bin atlı akıncının komutanı olan Umur Bey, Tuna nehrine geldiğinde

hem Sultan Yıldırım Han’ı özler, hem de bu nehrin arkasındaki toprakları fethetmek

ister: “Gün akşama dönüktü. Güneşin son lavları tutuşmuştu tepelerde. Tepeler

kırmızı kırmızı gülüyorlardı. Umur Bey çömeldi. Kâh Tuna Nehrinin boz

bulanıklığına, kâh tepelerin kırmızı gülüşüne baktı.” (5,6.)

Anlatıcı, yukarıdaki örnekte kullandığı kozmik zaman tablosunu romanın

sonunda aynen tekrar eder. Yalnız bunu yorumlar. Sanki tabiat da bu zafer için

sevinir: “Akşam çöktü. Büyük bir zaferin üstüne. Tuna suyu boz bulanıklığını biraz

daha arttırıp şiir gibi akmaya devam etti. Ürkekliği geçmiş, kendisini engin bir

sevincin yalazına atmıştı. Güneşin son lavları tutuşmuştu tepelerde, tepeler kırmızı

kırmızı gülüyorlardı. Padişah Tuna suyuna bakıyordu.” (s.70.)

Bin atlı akıncı tarafından ilk yapılmış baskından sonra Fransız komutanı Jean,

cesetler arasında yürümeye başlar: “Yalpalaya yalpalaya asker içine daldı. Meşaleler

gündüze çevirmişti geceyi. Manzara bu ışıkta daha da korkunç görünüyordu. En az

yüz kişi ölmüş olmalıydı. Yaralı sayısı ise kim bilir ne kadardı.” (s.19,20.)

Esir alınmış bine yakın Müslüman, Haçlılar tarafından büyük bir meydana

götürüp acımasızca öldürülür. Anlatıcı, bu vahşi manzarayı tabiat ile birleştirir: “Son

an, son nefes ve son fısıltı, dudaklara son kilidi vuruyordu: “Allah… Allah…

Allah…”

Ve bu cinayetin üstüne öğle güneşi, elemli bulutlara gömülüyordu.” (s.58.)

Anlatıcı, Yıldırım Bayezid’ın Niğbolu’ya ulaşmasının zamanı, şöyle belirler:

“Gece bir vaveylâdır sardı Tuna boyunu… Sabaha kadar sürdü… Önde tuğlar, önde

öncüler, önde Ordu-yû Hümayunûn fedaileri. Arkada Orduy-û Hümayûn. Ve

Yıldırım Bayezid.”(s.49.)

Page 108: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

96

Romanda sosyal zaman ile ilgili unsurlar pek azdır. Yazar-anlatıcı, Haçlı

ordusundan bahsederken Niğbolu kalesi önünde buluştuklarını, süslü çadırlar

kurulduğunu söyler. (s.17.) Ama süslü çadırların mahiyeti hakkında bilgi vermez.

İki Fransız asker, mağaraya giderken bin atlı akıncı tarafından yapılan

baskından sonra bu baskının kendilerinde bıraktığı izlenimlerden bahsederler:

“Savaşta bile onlar atlı, biz çoğunlukla yaya; onlar hep zırhlarla donanmış, biz paspal

elbiseler içinde. Yani onlarınki can da bizimki ne, patlıcan mı?” (s.42.) Burada

Fransız askerlerinin kıyafetleri hakkında bilgi verilmiş olur.

Sultan Yıldırım Beyazıd, Niğbolu Kalesine gidip döndükten sonra Evranos

Gazi’yi otağa davet eder: “Gel otağa, seninle biraz söyleşelim.” Yan yana Otağ-ı

Hümayûna girdiler.” (s.65.)

Topal Kasırga romanında kronolojik zamanın akışını gösteren tek bir tarih

kaydedilir. Bunun için zamanın seyrini tarihî olaylardan takip etmek zorunda kalırız.

Romanda vak’a zamanı, Padişah Yıldırım Beyazid’in oğlu olan Şehzade

Süleyman Çelebi, Sivas valisi olarak görevi yaparken cereyan eder. Romandaki

vak’a, Sivas Kalesinin muhasarasını başlamadan birkaç gün önce başlar (s.5), Timur

şehre girdikten bir gün sonra sona erer. (s.127) Yazar, Kronolojik zamanla alakalı

olarak Sivas muhasarasının hicretin sekiz yüz ikinci senesi zilhicce ayının dokuzuncu

gününde64 başladığını söyler. (s.84) Muhasaranın da on sekiz güne sürdüğüne göre

böylece vak’a 1400 yılının Temmuz ve Eylül aylarında cereyan eder.

Muhasara yazın gerçekleştiği için yazla alakalı unsurlarla karşılaşırız:

“Temmuz şafağı ılık ılık attı. Tan yerinin açık kırmızısı, sabah ezanının ahengine

boyandı.” (s.5.), “Sıcak kemiklere işliyor.” (s.113), “Sıcak, tel tel azabın üstünde

daha beter bunaltıcı esaret halkasını bütün kızdırmış ve getirip Sivas’ın boynuna

geçirmiş.” (s.119)

64 “31 Temmuz 1400 tarihine eşittir.”

Page 109: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

97

Malkoç Mustafa Bey, Timur tarafından gelen tehlikeyi Şehzade Süleyman ile

söz ederken şu zaman belirlemelerini kullanır: “Bilmem ki şehzadem… Bir ay

önceki toplantıda Timur tehlikesinin etrafa sıçradığından bahisle tedbir alınmasını

istediğimde zat-ı devletleri ve ulu emîrler tarafından kahkahalarla karşılandım, fikrim

kabule şayan görülmedi.”

“Lâkin o zaman böyle bir tehlikenin varlığı bilinmiyordu ki…”

Bu sefer başını dikleştirdi, sesini de haylice sertleştirdi:

“Kangi bilinmemek dersiniz devletlü şehzadem? Bu tehlike tam bir seneden

bu tarafa azgınca dolanıp durmaz mı, önüne geleni vurmaz mı, bütün Orta Şark’ı

yaka yaka, yıka yıka üzerimize gelmez mi? Bir vakit bu canibe de akacağı gün gibi

aşikâre değil miydi?” (s.20–21) Geçen örnekteki gördüğümüz gibi yazarın,

romanında oluşturduğu itibarî zamanda şimdiki zamanını geçmiş ve gelecek ile

arasında birleştirir. Onlar toplantıda Timur’un tehlikesinden söz ederler (Şimdiki).

Malkoç Bey geçen ay, Timur’un tehlike oluşturduğunu söyledi (Geçmiş). Timur

yakın gelecekte Sivas’a gelmiş olacak (Gelecek).

Romanda Sivas’ın kuşatması hep belirli zaman belirlemeleri ile gösterilir:

“Timur hicretin sekiz yüz ikinci senesi zilhicce ayının dokuzuncu gününde Sivas’ı

kuşatmaya başladığına göre, bugün kuşatmanın onuncu günüydü.” (s.84)

“Muhasaranın on yedinci günü… Sıcak kemiklere işliyor, açlık kol geziyor…”

(s.113)

Kuşatma esnasında Timur’un askerlerinin yer yer ateş tuttukları için duman

şehrin her yanı sarıyor ve her geçen dakika sayıları biraz daha artıyor. (s.53)

Romanda daha çok kozmik zamandır. Yazar-anlatıcı Kalenin kuşatması

dışında hep kozmik zaman kullanır: “Timur’un heriflerini demekteyim helbet,

şuracıktalar, bir güneş batımı yolları kaldı; belki akşama kale bedenlerine ulaşırlar”.

(s. 8.), “Akşam ezanı o sırada burçlara ulaştı.”

Page 110: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

98

Yazar, romandaki zamanın tabii seyrine işaret olarak “gün” formunu da pek

kullanır: “Yani üç gün, beş gün, hadi bilmeden on gün” (s.96), “Önceki gün kaç gülle

gönderdiler.” (s.98), “Çünkü o günden sonra teslimi müdafaa etmeye başladın.”

(s.100), “Bugün Timur tarafından gelen elçiler.” (s.102), “Ertesi gün” (s.127)

Muhasara başladıktan sonra zamana işaret olarak gece önemli bir yer tutar.

Bazen gecenin gizli işlemler için uygun bir ortam oluşturduğunu görürüz: “Gece bir

keşfe çıkmalı.” (s.105), “Ve o gece arka kapıdan dışarı süzüldüler. Bir süre

yürüdükten sonra sürünmeye başladılar. “Böyle kertenkelelik yapmak hiç hoş değil.”

diye yakındı Peşteli, “Daha çok sürünecek miyiz?”

“Sen asıl sürünmeyi Timur’un eline geçersen görürsün, bu bir şey değil

daha.”

“Ağzını da hiç hayra açtığın görülmüş değil.”

Orman kıyısına gelmişlerdi, karanlığı yara yara etrafı gözlediler.” (s.106)

Bazen de gece, ıstırap ve keder için kullanılır: “O gece birlikte kaleden çıkıp

karanlığa yuvarlandılar. Hepsi elli yiğit… Üzgün, kırgın… Her birinin gözünde iki

sıra yaş… Ve yağmur, şıp şap, şıp şap… Gözyaşları gibi tıpkı… Damla damla…”

(s.118.), “O gece feryat gecesiydi; bütün meydanı, gırtlağına kadar toprağa

gömülmüş insanların feryatları tutmuştu.” (s.126)

Şehzadenin kaleden çıkışı anlatıcı tarafından kozmik zamanla duruma uygun

bir şekilde tasvir edilir: “Öğle Vakti bir toz bulutu Sivas Kalesinden yola düştü, yol

boyu yuvarlandı yuvarlandı, sonra silindi gitti.

Burçlardan bu kaçış seyreden Kapıcıbaşı Peşteli Kerem, döndü can arkadaşı

Kulaksız Ömer’e, ufka dikip:

‘İşte böyle Kulaksız kerata’, dedi, ‘adam vurdu gitti gördün ya, çekti gitti be;

bunca Müslüman’ı yüzüstü kodu be; kangi yürek işidir bu, kangi vicdan işidir bu,

kangi!...” (s.28.)

Page 111: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

99

Bu dönemde kullanılmış olan silah çeşitleri zamana sosyal açıdan işaret eder:

“Burçlardan aşağı uzandı başlar; aynı anda oklar gerildi, mızraklar hazırlandı”. (s.5.)

Şehir meclisi de bu döneme sosyal tarih bakımından işaret eden başka bir

unsurdur. Şehzade Süleyman, bu korkunç haber karşısında meşveret yapmak için

şehir meclisi toplar: “Kuşluk vakti alelâcele şehir meclisi toplanmış, Şehzade

Süleyman’ın başkanlığında durumu görüşmeye başlamıştı.

Tedirgindiler… Ak sakallı beyler başlarını önlerine indirmiş, şayet haber

doğruysa yaklaşan kasırgaya karşı nasıl duracaklarını düşünmeye koyulmuşlardı.”

…“Ne düşünürsünüz beyler, ağalar, tedbir nedir?”. (s.18–19)

XVI. Yüzyıl

İlk Hançer romanında vak’a, ilk Rus Çarı olan IV. İvan zamanında cereyan

eder. IV. İvan, 1547 yılında Moskova Knezliğinin Bey yerine kullanılan “Knez”

ünvânını atıp “Bizans Kayseri” manasındaki “Çar” ünvânını takındı.65 Roman bu

vak’a ile başlar. Kazan’ın 1552 yılında düşmesiyle sona erer. (s.89) Neticede

hadiselerin 1547–1552 yılları arasında cereyan ettiğini söyleyebiliriz.

Roman, İvan Vasilyeviç’e taç giyme merasimi ile başlar. Artık İvan bu

şekilde Üçüncü Roma’nın sahibi ve bütün Rus topraklarının hâkimi olur. Kendisi de

Çar olarak ilan eder.(s.7)

Bu münasebetle romanın başkahramanı olan Yüzbaşı Alp’a verilmiş vazife,

Moskova’ya gitmek olup bitenleri öğrenmektir. Yüzbaşı Alp Moskova’ya vardığında

ortalıkta bir bayram sevinci bulur. Hemen taç giyme merasimi yapılmakta olan

kiliseye gider. Orada İvan’ın asıl maksadını anlar. İvan sadece Osmanlı

İmparatorluğu ve Türkleri değil, ama aynı zamanda bütün Müslümanları yok etmek

ister. Önce Türklerin birliğini bozmak amacıyla Şah Ali’ye hediye olarak bir kafile

göndereceğini söyler. (s.7–10)

65 “İvan-IV” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994, c.10

Page 112: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

100

Yüzbaşı Alp, Kazan’a gitmek yerine Kasım Hanlığında bulunan bir

arkadaşına gider. Arkadaşıyla küçük bir kuvvet oluşturduktan sonra Şah Ali’ye

gönderilen kafileye bir tuzak yapar. Beş gün süren sabırsız bir bekleyişten sonra

gönderilen kafile ortaya çıkar sonunda eline düşer. Sonra eline düşen kafile ile

beraber Kazan’a doğru gidip Sefa Giray Han’a duyduklarını anlatır. (s.12–13)

Bunun üzerine Sefa Bey, Yüzbaşı Alp’ı hediyelerle İvan’a gönderir. Alp da

İvan’a eğer Türklerin aralarını bozmaya çalışacaksa savaş olacağını söyler. İvan ise

Yüzbaşı Alp’ı zindana atar. Yüzbaşı Alp’ın dönüşünü bekleyen Sefa Bey, dönmediği

için sinirlenir. Ruslara karşı çıkmak ister, ama Gökçe Bey birkaç gün beklemesi

gerektiğini tavsiye eder. Ertesi gün Yüzbaşı Alp gelir. Sefa Bey sevinir ve iki gün

sonra sarayda Yüzbaşı Alp’a ziyafet verir. (s.19–25)

Yüzbaşı Alp zindandayken çocukluğunu hatırlayarak geriye döner. Daha beş

yaşındayken ana ve babası bir Rus baskını sırasında öldürülür. Daha sonra akrabaları

tarafından büyütür, sonra da yolunu bularak Kazan ordusuna katılır. Kısa bir zaman

içerisinde başarılı olur. Böylece yetim kalmasına sebep olan Ruslara karşı içinde de

derin bir kin vardır. (s.23)

İvan ordusuyla Kazan Türklerin topraklarını basar. Bunun üzerine Kazan

Hanı, Kırım Hanı’na elçi gönderip Rusların karşısında birleşmeyi teklif eder. Birkaç

gün sonra iki kardeş ordu karşılaşırlar. Rus ordusu dayanamaz, çok geçmeden

cephesi de çekilmeye başlar. İvan ise Moskova yolunu tutar. Türk Hanları Rus

meselesini kökünden halletmek istedikleri için Moskova’ya doğru gidip Moskova

Kalesini muhasara ederler. Muhasaranın üçüncü gününde Sefa Bey’e bir elçi gelir,

Kazan’da isyan çıktığını söyler. Bunun üzerine iki han Kazan’a dönerler. (38–41)

Moskova seferinden sonra romanda olayın tarihi geçer: “Yüzbaşı Alp

Moskova seferinin ve Şah Ali isyanının üzerinden birkaç ay geçtikten sonra Gökçe

Bey’in kızı Bağdagül’ü istedi ve onunla evlendi. 1547 senesinin ilkbaharında bir

oğulları oldu ve adını Muhammet Tuğrul koydular… Fakat bu sevinç uzun sürmedi.

Rus Çarı İvan’ın büyük bir orduyla Kazan üzerine yürüdüğü haberi yayıldı ortalığa..

Page 113: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

101

Kasım Hanlığının ihanetine, Kırım Hanlığının vurdumduymazlığına ve

Osmanlı İmparatorluğunun uykusuna rağmen, Sefa Giray Han’ın yönettiği Kazan

ordusu, Rus ordusunu müthiş bir mağlubiyete uğrattı. İvan öyle ağır bir darbe yedi

ki, tam iki sene yeni bir saldırıya cesaret edemedi. Sefa Giray Han, bu sulh

döneminden faydalanarak Kazan’ı kuvvetlendirmeye çalıştı.” (s.44)

Bu sulh döneminden sonra ve 1549 yılının ortasında Sefa Giray Han,

hastalanır ve çok geçmeden ölür. (s.45–47)

İvan bu fırsatı kaçırmamaya çalışır, İdil nehrinin yanında bir kaleyi

yaptırmaya başlar. Kazan Türkler de bu kale inşaatını engellemeye çalışırlar, ama bir

türlü olmaz. Kazan’ın su kaynaklarını kapatan Süya kalesinin inşaatı 1552 yılında

tamamlanır. (s.48–56)

Sefa Giray Han’ın karısı olan Sevim Biyke, kocasının yerini alır ve hep

müdafaadan yanadır. Bu sıralarda İvan, Sevim Biyke tahttan çekilecekse başka bir

saldırı yapmayacağını söyler. Kazan Türkler arasında İvan’a inananlar yüzünden

Sevim Biyke tahtan çekilir. Onun yerini Şah Ali alır. İki gün geçmeden Kazan’a bir

Rus elçisi gelir, Şah Ali’den Kazan batı bölgesinin Rusya’ya bırakılmasını ister. Şah

Ali, istenilen Türk topraklarını itirazsız Rusya’ya terk eder. (s.61–64)

Rus ordusu, Kazan surlarını muhasara eder, muhasaranın otuz ikinci gününde

Yadigâr Han kuvvetlerini toplar, bu savaşın son savaş olacağını söyler. O gün Ruslar

hücuma geçer. Çarpışmalar akşama kadar sürer. (s.77–78)

Yüzbaşı Alp, düşmanlara karşı bir hamle yapmak üzere ertesi gün yanına bir

grup alarak düşman saflarına girer, akşama kadar süren kanlı bir çarpışmadan sonra

yine kaleye döner. (s.81–83)

Rus ordusu Avrupa’dan gelen toplarla Kazan’ın yüksek surlarına vurur.

Eylülün ikinci gününde Kazan Kalesinin kuzey burcu yerle bir olur. (s.89)

Romanda bulunan kozmik zaman ile ilgili unsurlar, çoğunlukla romancı

tarafından okuyucuda uyandırmak istediği tesiri arttırmak amacıyla kullanılır.

Page 114: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

102

Yüzbaşı Alp’ın Moskova’ya yolculuğu, kozmik zaman ile gösterilmiştir. “Karlı bir

kış günüydü. Kar tipi halinde yağıyor ve Yüzbaşı Alp nefes almakta güçlük çekerek

yol alıyordu.” (s.7)

Sefa Giray Han, kuvvetleriyle Kazan’a döndüğünde Şah Ali’nin ihaneti

üzerine odasına çekilerek ağlar. Yazar-anlatıcı, Sefa Han’ın iç duygularını tabiat

üzerine yansıtarak gösterir: “Daha bir çok gün, sabah güneşinin şafağında, akşam

güneşinin kızıllığında kan rengine bürünmüş bulunan toprağa bakan Han,

Moskova’ya uşaklık yapan hayınlara lânetler yağdırarak sessiz sessiz ağladı, gözyaşı

akıttı.” (s.44)

Anlatıcı, İvan tarafından alınan savaş kararı ile tabiat arasında bir bütünlük

oluşturur: “İşte böyle fırtınalı, şimşekli, gök gürültülü bir gece, Moskova sarayında,

Kazan’a nihaî darbe için sefere karar verildi.” (s.60)

Yazar, bazen de facialar için kozmik zamanı kullanır. Güneş, Kazan için kan

ağlıyor: “Batan güneşin kan ağlayan ışıkları altında, yüksek bir tepede kurulan

çadırından çıkan İvan, aç bir canavar gibi bakışlarını Kazan surlarına dikti.” (s.67)

Rusların Kazan kalesine girdikleri kozmik zaman ile tasvir edilir: “Güneşin

yakıcı ateşi altında vahşi bir kırım yapıyordu Ruslar. Kadın, erkek, çoluk-çocuk

demeden karşılaştıkları her Türk’ü kesiyor, doğruyordu.” (s.91)

Romanda tarihi açıdan sosyal unsurlar az olsa bile vardır. Taç giyme

merasimi zamana sosyal bakımından işaret eder: “İçerisi ağzına kadar insanla

doluydu. Birçok Avrupalı devlet elçisi de vardı. Çok geçmeden kilisenin kapısı açıldı

ve Moskova’nın başpiskoposu, arkasında papazlar olduğu halde içeri girdi. Elinde

İvan’ın giyeceği taç bulunuyordu. Bütün sesler kesildi ve bakışlar ona dikildi. İvan’a

doğru ağır adımlarla yürüyüp karşısına durdu ve:

- Şu kutsal tacı, Grandük İvan Vasilyeviç’e giydiryorum, dedi. Bundan sonra

Üçüncü Roma’nın sahibi ve bütün Rus topraklarının hâkimidir.” (s.7)

Page 115: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

103

Sosyal zaman ile ilgili başka unsur da vardır. Moskova Beyi anlamındaki 66

“Knez” ve Bizans Kayseri manasındaki67 “Çar” lakaplarıdır.

XVII. Yüzyıl

IV. Murad –I- romanındaki olaylar, 1622 yılının 20 Mayıs gecesinde başlar,

(s.7) 1635 yılının 18 Mart tarihindeki68 Revan seferinin hazırlıkları tamamlanırken

sona erer. (s.293–294)

Romanın zamanını gösteren on üç tarih kaydedilir. Roman olayları, zaman

bakımından düzenli ve muntazam bir şekilde gider. Romandaki kronolojik seyri

bozacak geriye dönüş veya geleceğe sıçrayışlar yoktur. Romandaki yazar tarafından

verilen tarihler de bir tarihçinin titizliğiyle yazılır. Yazar, romanındaki olayların

tarihlerine önem verip -romanın sonu dışında- belli başlı olayların tarihlerini gösterir:

1622 yılının 20 Mayıs gecesinde Sultan Genç Osman öldürülür. (s.5), Şehzade

Murad, Anadolu’nun durumlarını bilmek için Antep kadısına Doğan Bey’i gönderir.

(s.49-51) 10 Eylül 1623 tarihinde Sultan Mustafa tahttan indirilir, yerini Dördüncü

Murad alır. (s.84), 8 Şubat 1625 tarihinde Hafız Ahmet Paşa sadrazam olarak seçilir.

(s.103)…

Bunun dışında romandaki zamanın seyrini gösteren çeşitli ifadelerle

karşılaşırız: “Tahta çıktığımız yedi ay oldu.” (s.89), “Ertesi gün.” (s.133,147), “O

günden sonra.” (s.154), “Birkaç gün sonra” (s.293)

Yazar, Naimâ başta olmak üzere pek çok kaynaktan faydalanır. Roman on bir

bölümden oluşmaktayken her bölümün başında bu kaynaklardan alıntıya yer

verilmektedir. Bazen de olayların tarihini bu alıntılardan öğrenebiliriz: “Şaban ayının

on dokuzunda Hüsrev Paşanın başı geldiği haberi yayılub Recep Paşa, vakıa Hüsrev

Paşanın öldürülmesine sevindi, fakat asıl maksadını yürütmek içün zorbalara dil

sokup, Hüsrev Paşa gibi vücudu devlete lâzım vezirin katline sebep olanlardan

66 “İvan-IV” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, c.10, s.29067 a.g.e. s.29068 Sultan Dördüncü Murâd Han, Safevî saldırılarının önüne geçmek için ordunun başında sefere kararverip, hazırlıkları tamamladı. 18 Mart 1635’te Revan seferine çıkar. “Murâd Han-IV” madde., YeniRehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994, c.14

Page 116: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

104

intikam almak lâzımdır deyü fitneyi kışkırttı. Şabanın yirmisinde yine fitne ateşi

devlenüp, asker taifesi At Meydanına toplanub, Saray-ı Hümayuna yürüyüp, Padişah

Hazretlerini taşraya davet ve ayak divanı ettürüp…” (s.224)

Roman, Sultan Genç Osman’ın69 öldürmesinin gecesinde başlar: “Delicisine

yağmur, delicisine rüzgâr.

1622 yılının Mayıs gecesi.

Karanlık, ıslak, yapışkan bir gece.

Yedikule zindanının etrafında ölüm sükûtu. Yedikule zindanının taş

odalarından birinde ölümün tâ kendisi.

Soğuk, yosunlu taşların üstünde kas katı yatan Sultan.

Sultan Genç Osman.” (s.7) Dışarıda dolaşan nöbetçi, bunu fark edince

Kurşunlu Hanına haber vermek için gider: “Zindana itile kakıla getirilen mahkûmun

Sultan Osman olduğunu yeni yeni anlıyordu. Kendi kendini lânetledi. Gözleri yaş

tuttu, ama içinin alevinde birden kurudu. Soluk soluğa dışarı koptu. Atına atladığı

gibi ‘haaaayyyt’ diye bie sipahi çığlığı kopardı ve karanlığa yumuldu.

Islak karanlık bütün bedenini sarmalamıştı. Yağmur suratında şaklıyor,

rüzgâr kulaklarında değil, tâ beyninde uğulduyordu. ‘Kıydılar’ diyordu için için,

“Şâh-î cihana kıydılar.” (s.10) Şehzade Murad, bu gecenin sonunda tek başına

oturarak olup bitenleri düşünür: “Derin bir “oh” çekti. Gökyüzüne baktı. Yağmur

dinmişti. Ay bulutlarla cenge tutuşmuştu. Fırsat bulur bulmaz başını uzatıyor, o

zaman bahçe ay ışığında bir an yıkanıyordu. Sonra bir bulut kümesi ayın parlak

yüzüne kara bir perde gibi iniyordu. Ve bahçe yeniden kararıyordu.

69 Genç Osman: (3 Kasım 1604- 20 Mayıs 1622) Osmanlı sultanlarının on altıncısı ve İslâmhalifelerinin seksen birincisi. (26 Şubat 1618) Küçük yaşta tahta geçen Genç Osman, faal ve çalışkanolmasına rağmen yaşı îcâbı tecrübesiz olup, devlet adamlarını da seçmesine fırsat verilmedi. GençOsman’ın, yeniçeri ağası zorbalarınca şehîd edilmesi, târihimizin en acıklı olaylarındandır. GençOsman’ın öldürülmesi, Anadolu’da bâzı isyânların çıkmasına sebeb oldu. “Genç Osman” madde,Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, c.3

Page 117: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

105

Neden aklına geldiyse geldi, kendini buluta benzetti. Genç Osman’ı da ay’a

Gülmeye davrandı, ama dudakları mânâsız bir ifadeyle kasıldı yalnızca. Yine

gökyüzüne baktı. Şu uzaktaki parlak yıldız daha önce de var mıydı? Niye öyle her an

ışığı bollaşıyor, parlaklığı artıyordu? Sultan Mustafa’nın mı işaretti? Yoksa… yoksa

hiç ummadığı bir yıldız parlamaya mı hazırlanıyordu? “Fazla hayalciyim bu gece,

söylentiler beynime yerleşmiş olmalı.” (s.26–27)

Romana baştan sona kadar kozmik zaman bakımından hâkim olan unsur;

gece ve karanlıktır. Sultan Genç Osman’ın öldürülmesini veren birinci bölüm,

korkunç bir gecede cereyan eder. Yazar tarafından romanda karanlığın sürdürülmesi,

manasız değildir. O dönemin, karanlığın bir dönemi olduğu için ona gece uygundur.

Toplantılar geceleyin yapılır: “Yatsı namazından sonra yeni sadrazam Kemankeş Ali

Paşanın konağı arı kovanı gibi işlemeye başladı. Nöbetçiler de şaşırmışlar. Gecenin

bir vakti divan mı akdedilirdi?” (s.81), “Toplantı gece yarısı dağıldı.” (s.84)

Gece, gizli işlemler de için uygun bir ortamdır. Sultan Dördüncü Murad,

devlet işlerini elinde toplamak için geceleyin gizli toplantılarını yapar: “Vakit

geceyarısına yaklaşıyordu. Bayram Paşa konağında idiler. Padişah sipahi kılığında

konağa gelmişti. Yanında Molla Doğan vardı. Saraydan gizlice çıkmışlardı.

Bostancıbaşı Cafer Ağa böyle işleri ayarlamakta doğrusu birebirdi.” (s.255), Bazen

de bu gibi toplantılara halkın bir temsilcisini çağırır, Padişah böylece halkın

fikirlerini bilir. (s.188–189) Sultan IV. Murad, şehzadeyken toplantılarını da

geceleyin bir camide yapar. Şehzade Murad’ın, yatsı namazından sonra karanlıkta

minberin dibinde güvendiği kişilerle memleket durumlarında konuşur. (s.77–78)

Geceleyin yapılan bir toplantının icabıyla da Sultan Mustafa tahtan indirilir. (s.84)

Sultan Dördüncü Murad’ın huzur bulduğu tek yer, Şeyh Aziz Mahmut Hüdaî

Efendinin yanıdır, bunun için şeyhin yanına geceleyin gider: “Gece meltemi selvileri

zikre kaldırmıştı. Yaprakların ‘hû’ çekişi Aziz Mahmud Hüdaî Efendinin

dervişlerinin ‘Lâilâhe illalah’ zikrine karışıyor, gecenin hazlı sükûnetinde kaynaşan

meleklerin omuzlarında yedi kat göklere yükseliyordu.

Page 118: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

106

Boğaz suyunun Üsküdar kıyılarını öpen dalgaları, vuslatın engin lezzetinde

geri çekiliyordu. Sonra titrek bir heyecanla kabarıp tekrar Üsküdar sahillerine

uzanıyordu.

Mahmud Hüdaî tekkesi ay ışığının ışıltılı kollarına mestane bir teslimiyetle

uzanmıştı. Kubbelerini okşayan ışıltılar, altın bir taç gibi parlıyordu. Gören, gökten

yere nurdan bir kenet uzandığını ve tekkenin, sonsuzluk burcuna doğru havalandığını

zannederdi.

Dokuz çifteli saray kayığı Üsküdar sahiliyle kucaklaştığında genç padişah

gökyüzüne baktı, ayı bütün ışıltıyla içine çekmek istercesine soluklandı.” (s.136–

144)

Yeniçeri ve sipahiler halka zulmü geceleyin yaparlar: Altı Zorba, geceleyin

bakırcı Adli Usta’nın evini basıp yirmi beş altın isterler. Altınları vermezse evi

yıkacaklarını söylerler. (s.236–237), Aynı şeyi de geceleyin kahveci Arnavut Mestan

ile yaparlar. (s.30) Sadrazam olan Recep Paşa da Padişahın karşısında desiselerini

düzenler. Zorbaların başlarını kendi konağına geceleyin çağırır: “Ve akşam

namazından sonra İstanbul sokaklarında koyulaşan karanlıkta gölgelenen silüetler,

kuşkulu gözlerle bakına bakına Recep Paşanın konağına girdiler. Artık eskisi kadar

pervasız hareket edemiyorlar, içlerinde sürekli gözetlendiklerine dair bir hisle

tedirgin oluyorlardı. Birkaç adımda bir durup koklamaları bu yüzdendi. Fakat hiçbiri

hiçbir şey görememişti. Yine de konağa tedirgin girmişlerdi.

Birkaç dakika sonra karanlık sokakta dört gölge belirdi. Kısa bir süre

fısıldaştılar. Üçü ayrı istikametlere uzaklaştı. Biri ise konağa yaklaştı. Arka tarafa

dolandı.” (s.231–232)

Bütün bu olayların geceleyin gerçekleşmesi, manalıdır. Çünkü romanın

başında halktan olan bakırcı Adli Usta, güneş doğmasıyla alakalı bir rüya görür. Bu

rüya halk arasında dolaşır, hatta Şehzade Murad’ın kulaklarına da ulaşır. Bu rüyaya

göre uzun kalmış geceden sonra güneş doğacak: “Dün gece bir rüya gördüm.

“Hayırdır ağa…”

Page 119: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

107

Hayır içre olun. Rüyamda ayın battığını, arkasından sönükçe bir yıldızın

zuhur ettiğini, derken bir güneşin doğduğunu gördüm. Şafakla bile Üsküdarî

Mahmud Hüdaî Efendinin dergâhına damladım. Efendi Hazretlerini rüyamı tabir

eyle, diye rica ettikte güneşin doğması yakın dedi. Battığını gördüğüm ay Sultan

Osman imiş. Sönükçe yıldız Sultan Mustafa imiş…

Sabırsızca atıldılar:

Peki ya o güneş kimmiş, o güneş ha?

Adını vermeye mezun değilim. Şeyh Efendi yemin içirdi, dersem çarpılırım.

Şu kadarını söyleyebilirim ki, Sultan Mustafa Han tahtta çok kalmayacak. Belki altı

ay, ha bilemediniz bir sene. Ardından güneş doğacak. Daha doğrusu, güneş misali bir

sultan gelecek. Ateşiyle bütün mülk-i osmanîyi ısıtacak. Bana sorarsanız

ümitsizlenmen derim. Zulüm zirveye çıktı. Daha ötesi düşüştür.” (s.31)

IV. Murad’ın en sevdikleri kişilerden olan Hasan Halife ve Musa Çelebi

yeniçeriler tarafından aynı günde öldürülür (s.244–245). O gün padişahın yıllarca

beklediği haber duyar: “Sultan Murad kalktı. Kapıya doğru seslendi:

“Cafer Ağa!”

Bostancıbaşı girdi. Padişahın kasım kasım yüzünü ve çatal bir burgu kadar

delici gözlerini görünce ürperdi.

“Neler oluyor?”

“Ahali At meydanına yürüyormuş Sultanım.”

Yüzü aydınlandı birden. Bu ne güzel haberdi. Senelerce beklenen bir haber

böylesine acılı bir günde mi gelecekti? Yoksa böyle bir günün acılarına merhem

olmak için mi gecikmişti?” (s.245) Bundan sonra ortam değişmeye başlar. Yazar,

yeni doğmuş olan değişikliği tabiata yansıtır: “İstanbul’un karlı yamaçları yıldızlı

gökyüzüne yaslanmıştı. Sabahtan beri gökten yere ak dantelâlar ören kar, ikindi

namazıyla bitmiş, bulutlar nazlı kıvrımlarla uzayıp kısalarak ve türlü şekillere girerek

Page 120: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

108

dağılmış, gökyüzünün engin maviliği bütün berraklığıyla ortaya çıkmıştı. Ve

karanlıkla birlikte yıldız kaynaşması başlamıştı.” (s.249)

Sultan Murad, yine karanlıkta oturur; ama bu defa kara kara düşünmektense

güneşi bekler: “Sultan Murad sarayın balkonundaydı. Denizin karanlık maviliğine

patır patır dökülecek kadar yakın yıldızlara bakarken o eski rüyayı düşünürdü. “Ay

batıyor, ardından sönükçe bir yıldız çıkıyor, derken doğan güneş bütün karanlığı

boğuyordu. Rüyanın görüldüğü günden bugüne on yıl geçti de, güneş hâlâ doğmadı.

Ama doğacak!” (s. 249–250)

Güç artık Sultan Murat’ın elindedir. Ve IV. Murat, zorbaların başlarından

intikamını almaya başlar. Önce Recep Paşa’yı öldürtür. (s.264) Sonra yeniçeri ve

sipahilerin kendi kendilerine verdikleri bütün imtiyazları kaldırır. (s.276–279) Artık

halk normal hayatına döner. Ve İstanbul güneşi görür: “Halk, işine gücüne dönmüş,

dükkânlar açılmıştı. Dersaadet yavaş yavaş canlanıyordu. Sokaklarda dolaşan

zorbaların yerini işinde gücünde insanlar almıştı. Dükkânlara kilit üstüne kilit

vurulmuyordu artık. Kanunî Sultan Süleyman devrinde olduğu gibi kapı çekilip

bırakılıyordu.

Öğle üzeri Bakırcı Adli Usta âdeta ayakları yere değmeden, uça uça Arnavut

Mestan’ın kahvesine daldı.” (s.287)

Valide Sultan, devletin her işlerine karışır, bunu sürdürmek amacıyla Recep

Paşa gibi adamlarla temas eder. Padişah bunu anlar, ama küçük yaşta olduğu için

devlet adamları tarafından pek önem verilmez: “Sadaret Kaymakamını çağırttım, çok

işi olduğunu söyleyip gelmedi. Devletinin bir parçası daha kopuyor, Bağdat’ın

peşisıra Kırım elden gidiyor. Ben padişahım; öyle diyorsun, lâkin hiç kimse kaale

almıyor. Böyle iken böyle oldu, demiyor. Peki, ama birşey bilmeden devleti nasıl

idare ederim?

Mehpeyker Kösem Sultan kulaklarına inanamıyor, bunları on iki yaşında bir

çocuğun nasıl olup da söylediğine, söyleyebildiğine akıl erdiremiyordu.” (s.97)

Yıllar geçer, Padişah büyür, güç eline toplanmaya başlar. Ve Valide Sultan’ı

Page 121: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

109

durdurma vakti gelir: “Aslanım” diye atıldı, “Hüsrev Paşa gibi şanı yüce bir

sadrazama şu ettiğin reva mıdır? Fermanını geri almalısın.”

Sultan Murad yirmi yaşın eşiğindeydi. Dizginleri pençelemenin tam sırası

olduğuna inanıyordu. Güneş artık parlamalı, karanlık boğulmalıydı.

Dik dik annesine baktı:

“Şimdiye kadar hiçbir padişah, fermanını geri almamıştır. Valide, siz beni

âleme maskara etmek mi istersiz?”

“Bu yüzden kul azarsa? Ben senin iyiliğini düşünürüm Sultanım. Vaziyet izah

edilir, bir yanlış anlaşılma oldu denir, kapatılır.”

“Sen bizi kim sanırsın Valide? Kenara çekil. Bunlar erce işlerdir. Zayıf

aklınla karışmaya kalkma!” (s.151)

Yazarın kaydettiği son tarih, Cibali’den çıkan yangının tarihidir. Bu olayda

halk, orduyla birleşir: “Padişah gayreti dilden dile yayılmış, ordu ve halk gayrete

gelmişti. Bununla birlikte yangın iki gün devam etti. İstanbul’un yarısına yakını kül

oldu (2 Eylül 1633).

Birkaç gün sonrada sebebi bulundu. Rastgele atılan bir sigara izmaritinden

çıkmıştı.” (s.293)

Romanda son vak’a ise Padişah’ın ordu başında Revan seferine çıkışıdır:

“Bir gün tuğlar kalktı.

Bir gün saf düzdü bütün asker.

Bütün ahali hançeresini yırtarcasına bağırmaya başladı: ‘Padişahım, çok

yaşa!’ Sultan Murad beklenen işareti verdi:

Page 122: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

110

“Revan’a seferimiz70 vardır!” (s.293–294)

IV. Murad, halkı her zaman kendi gözünün önünde tutar. Padişah olduktan

sonra halkın nasıl düşündüklerini anlamak için bazı toplantılarına halkın

temsilcilerini davet eder. Valide Sultan, her işe karışır. Padişah bunu anlar, ama

küçük yaşta olduğu için engellemez. Yıllar geçer, padişah, adamlarını iyice seçer,

artık güç elinde olur. Romanda ö dönemin sosyal zamanını gösteren unsurlar pek

fazla değildir. Onların başında Osmanlıların geleneklerinden olan Cülûs bahşişidir71.

Devlet adamları ile ulemalar, şehzade Murad’ın tahta cülûs ettirmesinin meselesini

kararlaşırken, Yeniçeri Ağası Çeşteci Ali Ağa cülûs bahşişinin nerden getireceklerini

söyler: “Yeniçeri Kethüdası Bayram Ağa, “Dağıtılmayacak” diye kestirip attı. “Biz

yeniçeri ocağının başı değil miyiz? Vaziyeti anlatır, cülûs bahşişi istememeye söz

alırız.”

Sadrazam düşünceliydi. Bütün yükü sırtında duyuyordu. Adeta on yıl birden

ihtiyarlamıştı. Nicedir cülûs temin etmek zordu. Hattâ imkâsızdı. Çünkü yeniçeri ve

sipahiler her padişah değişikliğinde bahşiş almaya alışıktılar.” (s.84) Bir süre sonra

Yeniçeriler, cülûs bahşişini isterler. Ama devlet hazinesinin tam takır olduğu için

Valide sultan sarayın bazı altın eşyalarını darphaneye gönderir, eritip paraya çevirir.

(s.101–102)

İran elçisi, İstanbul’a gelir, Padişah’ın huzurunda Şah Abbas’ın hediyelerini

gösterir. Bu hediyelerin arasında bir yay ortaya çıkar: “Bu yay pek nadide bir yaydır.

Pehlivanlarımızdan biri kirişini çekmiştir. Şahım Abbas der ki: Bu yayın kirişini

boşaltıp tekrar çekecek bir pehlivan Osmanlı mülkünde mevcut mudur.” (s.150)

Sultan Murad, Şah Abbas’ın alay ettiğini anlar, yayı alıp birkaç kere denedikten

70 Revan Savaşı (8.8.1635): IV. Murad komutasındaki Osmanlı ordusu ile Emirgûneoğlu TahmaspKulu Han komutasındaki İran ordusu arasında Ermenistan’daki Revan’da yapılan savaş. Topçu ateşikarşısında Revan Kalesinin kuşatılması 13 günde tamamlandı. Kaledekiler serbest bırakılmak şart ilekale teslim oldu. Kalenin komutanı Tahmasp Kulu Han ise IV. Murad’ın çok hoşuna gittiği içinEmirgûneoğlu Yusuf adını alarak Halep Beylerbeyi oldu. “Revan Savaşı” madde, M. OrhanBayrak, a.g.e., s. 35471 Cülûs Bahşişi: Bir padişahın ölümü veya tahtından indirilişi üzerine tahtta çıkan yeni padişahtarafından asker ve memura verdiği hediye para. Yeniçeriler 3 er bin, sipahiler biner, acemi oğlanları 2biner, cebeci ve topçular biner akçe bahşiş alırlardı. Sadrazama 30 bin, müderrislere 3 er bin,defterdara 20 bin, nişancıya 30 bin, reisül küttaba 7 bin akçe verilirdi. “Cülûs Bahşişi” madde, M.Orhan Bayrak, a.g.e., s.90

Page 123: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

111

sonra başaramaz. Bunun üzerine yayı kızlar ağasına verip şehirde bu yayı çekecek

insana hediyeler verileceğini söyler. (s.150) Bir müddet sonra kızlar ağası padişaha

gelir: “Başardık Şevketlü Sultanım!”

“Neyi başardık?”

“Bizim iç oğlanlarından Deli Hüseyin adlı biri Şah Abbas’ın yayını çözüp

kurdu.” (s.174)

IV. Murad dönemi bir değişiklik dönemi olduğu için romanda padişah

tarafından çıkartılan fermanların sayısı az değildir; bu fermanları halka aktaran

görevli insanlar, tellâllardır. Tellâl, şehri dolaşır, yeni çıkmış fermanları halka

bildirir. (s.95,103, 126, 269,…) Padişah, yeniçeri ve sipahilerin kendi kendilerine

verdikleri imtiyazlarını ellerinden alır: “Eeey ahaliii! Duyduk duymadık demeyiiin!

Şah-ı Cihan Sultan Murad Hanın fermanıdır: Bundan böyle Padişah-ı Âlemin büyük

dedeleri zamanında yeniçeri ve sipahilere verilmiş cümle hizmetler ellerinden

alınacaktır. Zorbalıkla ele geçirdikleri mülâzimliklerden cümlesi tard olunmuştur!

Artık mülâzimlikler mülgadır. Duyduk duymadık demeyiiin!” (s.269)

Yeniçeri Samsuncu Ömer’in kıyafetinden yeniçerilerin kıyafetiyle ilgili bilgi

almış oluruz: “Başındaki üsküfün kaşıklığına iki balıkçıl kuşu tüyü takmıştı. Kadife

üstlüğünün samur kürkü parıl parıl göz kamaştırıyordu. Yularından tuttuğu at da attı

hani, gümüş zincir enselik ve gümüş özengi vurulmuştu. Bir yabancı görse padişah

zannedebilirdi. Hele uzun bıyıklarını özenle tarayıp çenesinin altında istiflemesi,

görüntüsünü tamamlıyordu.

Şimdi bıyıklarını çekiştiriyordu. Bir yandan da kırmızı sahtiyandan çizmesini

sinirli sinirli kaldırma vurup tempo tutuyordu.” (s.272–273)

IV. Murad –II- romanında kronolojiyi belirleyen sadece iki tarih kaydedilir.

Bunun için romandaki kronolojik zaman seyrini tarihî olaylardan takip etmek

zorunda kalırız.

Page 124: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

112

Romanın olayları, Osman’ın daha küçük bir çocukken köyüne İran askerleri

tarafından yapılan baskınla başlar, annesi de şehit olur. Baskından kısa bir süre sonra

Osmanlı askerleri köye gelirler. İçlerinden Sofi Hoca Osman’ı alır. Osman’ın bu

sıralarda sekiz yaşında olduğunu öğreniriz. (s.20) Osman on yedi yaşındayken

Bağdat Seferi başlar. (s.40) Kronolojik olarak olaylar, Sultan IV. Murad’ın Bağdat’a

çıkmadan dokuz yıl önce başlar. Sultan IV. Murad’ın 8 Mayıs 1638 tarihinde72

Bağdat Seferine çıktığına göre böylece romanın olayları 1629 yılında başlar, 9 Şubat

1640 tarihinde Sultan IV. Murad’ın ölmesiyle sona erer. (s.395–400)

Sofi Hoca, henüz sekiz yaşında olan küçük Osman’ı bir Türkmen obasına

bırakır. Sofi Hoca dört yıldan sonra yine köye döner, Osman’ı kendi yanına alır: “Bir

gün döndüğünde çocuğu semirmiş buldu. Boyu da uzamış, gözleri çakır çakır

parlamaya başlamıştı. On ikisini sürüyordu. O sıra anlaşmalar olmuş, asker terhis

edilmişti. Bu köye yerleşti. Köyün imamlığına oturdu. Osman’ı hem okuttu, hem

kılıç talimleri yaptıra yaptıra büyüttü. “Artık yaman bir silahşör işte; usta, atak,

gözüpek, cesur, fakat heyecanlı. Eh, on yedisinde daha, bizim ellilik tecrübe ne

arasın. Zamanla o da olur inşallah. O kertede seyretmeli Osman’ımı!” (s.20–21)

Romanda olaylar kronolojik bir sırada yürür. Romanın zaman akışı düzenli

bir şekilde ilerlemektedir. Ama ara sıra geriye dönüşler bulunmaktadır. Romanda

verilen ilk net tarih bir geriye dönüşle ilgilidir. Molla Doğan, Sultan IV. Murad’da

ayrılarak Bağdat’a gider, Dicle nehrini görür görmez eski Bağdat’ı hatırlamaya

başlar. Ve Bağdat’ın 1624 tarihinde nasıl Safevî’lerin eline düştüğünü hatırlar.

(s.140–141)

Bazen de geriye dönüşlerle kahramanlarla ilgili bilgiler verilir. Derviş, Sultan

IV. Murad’a gider, Sultan Murad, dervişi görür görmez Şeyh Aziz Mahmud

Hüdai’nin tekkesine kadar geriye döner. O dervişi orada gördüğünü hatırlar:

“Tekkenin kapısını bir derviş açmıştı. Kendisine Padişahın geldiği söylenince kapıyı

yüzüne kapamak istemiş, “Bu eşikten padişahlar giremez, girmek isteyen

padişahlığını dışarıda kor” gibisinden bir laf etmişti. Elindeki kandil, sakalının

72 “Murâd Han-IV” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, c.14, s.380

Page 125: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

113

siyahlığında esrarengiz gölgeler oynuyordu. Şu karşıdaki lime lime cübbeli adam o

derviş miydi?” (s.354–355) Derviş, Padişah’a Bağdat’ın fethi daha yakın bir

zamanda olması gerektiğini söyler. “Dervişin ardı sıra uzun uzun baktı. Gülümsedi.

Mahmud Hüdai Hazretleri bu sefer de müridini göndermişti. Pazartesi’nden önce

Bağdat’a girilmesini istiyordu. Sonra fırtına kopacak, fetih mümkün olmayacaktı.

Böyle diyorsa böyleydi.” (s.356) Bunun üzerine Padişah, sadrazama hücum emrini

verir: “Ertesi gün…

Şaban ayının on yedisi, Cuma günü (24 Aralık 1638).

Duvar boyu serpilmiş muhkem 212 kuleden en az iki yüz tanesine Osmanlı

sancağı çekilmişti.

Son hücumun ihtişamı karşısında hanlar son meşvereti kurup teslime karar

verdiler.” (s.359)

Romanın bazı bölümlerinde aynı anda birbirlerine ayrı olan üç olay anlatılır.

Yazar romanın bu gibi bölümlerinde olayların zamanında “aynı anda” ve “bu sırada”

gibi belirtisiz zaman belirlemeleri kullanır. Bazen da padişahın yaşından olayın ne

zaman olduğunu öğrenebiliriz: “Padişah yirmi üç yaşın ataklığındaydı.” (s.293)

Romanda kozmik zaman unsurları, genel olarak romanın tabii seyrini içinde

kullanılır: “Ertesi sabah” (s.226), “Öğle sonrası” (s.228), “Kuşluk vaktine kadar”

(s.321), “Taarruz sabah namazından sonra başladı”…“Öğleye kadar…” (s.345)…

Yazarın, romanın ilk bölümlerinde “gün” formu sıkça kullandığını buluruz. “Birkaç

gün içinde” (s.112), “ertesi gün” (s.114), “Birkaç gün sonra” (s.141), “Bir gün”

(s.143), “Üç gün mahbus ettiler” (s.146)…

Küçük Osman’ın oturduğu köy, İran’ın askerleri tarafından yapılan baskına

uğrar. Yazar, romanı duruma uygun bir kozmik zaman tablosu ile başlatır: “Kuşluk

güneşi köy evlerinin arasında kıvrım kıvrım dolanırken, bir toz bulutu yol boyunca

yuvarlanmaya durmuştu. Görünüşte her şey sakindi. Yalnız horozların ötüşünde ve

kuzuların melemesinde hazin, sessiz hıçkırıklar var gibiydi.” (s.7) Annesini

öldürülmüş olan küçük Osman, baskın bittikten sonra köye döner. Yazar, Osman’ı

Page 126: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

114

tabiat ile birleştirir: “Kâh uyuyup kâh uyanarak, bazen annesiyle konuşarak sabahı

etti. Güneşin ilk ışıkları annesinin yüzünde oynaşırken kalktı. Köye doğru saldı

bakışlarını. Duman tütüyordu. Sabaha kadar yalım yalım yanmış ve bitmişti. Birkaç

ses geldiğine göre hâlâ yaşayanlar olmalıydı.

Döndü köye. Döndü ya, küçük aklının alamayacağı kadar korkunç bir

manzarayla karşılaştı. Ağaçlarda insanlar sallanıyordu. Hepsi de ölüydü. Sabah

meltemine kapılmış salınıyordu.” (s. 16)

Romanda kozmik zamanla ilgili olarak gece, kirli ve gizli işlemler için uygun

bir unsurdur. Bir gecede Padişah’ın canına kasteden bir saldırı olur. Üç Haşhâşi,

Otağ-ı Hümâyûna girer Padişah’ı öldürmeye çalışırlar. Yazar, bu saldırıyı tabiat ile

şu şekilde bütünleşir: “Ordugâh, gecenin ılıklığına sarınmış, uyuyordu. Gökyüzünde

bir tek yıldız dahi yoktu. Bulutların kesafeti, ayı hapsetmişti. Bu yüzden her taraf

alabildiğine karanlıktı ve karanlık, işlenen altıncı cinayeti de sır perdesiyle sarmıştı.”

(s.167) Şah Abbas, Bağdat’ı almak için gider. Ama Bekir Subaşı şehri iyi savunur.

Bir gece yarısı Bekir Subaşı ihanete uğrar, şahın askerleri Bağdat’ın arka kapısında

içeriye girerler. (s.145) Molla Doğan ve Yaman Kâzım Bağdat gittiklerinde bir handa

otururlar, oradayken geceleyin Haşhaşilerin düzenlediği bir baskına uğrarlar. (s.176)

Yazar, romanda geceye başka anlamlar da vermeye çalışır. Tabiat gücünü

temsil eden gece, Osmanlı ordusuyla bütünleşerek tasvir edilir: “Gecenin zifiri, kap

kara bulutların ve sicim gibi yağmurun perdesinde büs bütün koyulaşmış, bütün

ovaya esrarengiz bir sessizlik inmişti.

Yağmurun yeknesak şapırtısı ile sık sık bir su birikintisine düşen nöbetçilerin

hayıflanışı da olmasa, yüzlerce de çadırın buraya insan eliyle kurulmayıp mantar gibi

yerden bittiği düşünebilirdi.

Ovanın eteklerinde tek-tük görünen nöbetçiler, merkeze yaklaştıkça artıyor,

Otağ-ı Hümâyûnun çevresinde etten, kemikten bir kale meydana getiriyorlardı.”

(s.52) Yazar bazen de geceyi insanın ruhî durumuyla birleştirerek işler. Osman, Sofi

Hoca’yı Bağdat’ta görürken kendi köyünü hatırlamaya başlar: “Bir horoz öter o sıra,

Page 127: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

115

bir köpek havlar. “Horozlar ötmeye durdu, haniyse şafak atacak, hay oğul Osman

gece gözü yola düsen derim, gidiciysen gitmene bak derim.”

Köyün horozunu Bağdat’a mı getirmişlerdi? Yoksa Sofi Hoca, gelirken

koltuğunun altına sıkıştırıp, ‘horoz sesine alışığım, hem de köyünün horozunun

sesine alışığım’ diyerek…” (s.247)

Romanın son ve en uzun gecesi ise, Bağdat’ı fetheden Sultan IV. Murad’ın

öldüğü gecedir. “Gece zamanı hapsetmiş, vakit durmuştu.” diyen yazar-anlatıcı, şanlı

padişahın ölümünü sadece geceye değil, ama bütün tabiata yansıtır: “Vakit yatsı

namazını bir saat geçmişti.

Gece biraz daha kararmış, gece biraz daha koyulaşmış, yıldızların parıltısı

birden bire sönmüştü.” (s.398)

Padişah IV. Murad, Bağdat seferine çıkar. Bursa’ya gelir, orada halkla

yakından ilgilenir, bütün şikâyetlerine bakar. Padişah bundan sonra savaşı başlatmak

üzere Bağdat’a gider. Savaş sırasında otağının yanında kurdurduğu hastanelerdeki

yaralı ve hasta askerleri ziyaret eder. Padişah her zaman kendisini değil, halkın

durumlarını düşünür.

Tarihî sosyal zaman bakımından romana baktığımızda birçok husus ortaya

çıkar. Bunların birincisi, o dönemdeki savaşlarda kullanılan silah çeşitleri ve savaşın

aletleridir. Osmanlı ünlü yayı, savaşın silahları arasında önemli bir yer tutar. Sofi

Hoca’nın eliyle yaptığı yayı Osman’a verir: “Tutağı Kütahya sığırlarının

boynuzundan, yapıştırması Gelibolu sığırlarının zamkındandı. Sapını akağaçtan,

gövdesini karaağaçtan yontmuştu Sofi Hoca, özenle yontmuştu. İki yıl kasnağa

yatırıp kavisletmişti de üstelik. Değme çeliği hop dedikte delecek kadar güçlüydü.”

(s.30) Osmanlı ordusu, Bağdat savaşında toplar kullanır. Padişah, on üç top Şat

Suyunun öte yakasına geçmesini emreder. (s.313) Ağır topları çekmek için semiz

mandalar kullanılır. (s.262) Bektaş Han ise şehri savunmasında şu tedbirler

alınmasını emreder: “Madem ki Osmanlı Padişahı gelmiş, Bağdat’ı sarmıştı,

yapılacak iş belliydi. Burçlardaki asker sayısı iki-üç katına çıkarılacak, mazgallara üç

Page 128: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

116

bin tüfekendaz yerleştirilecek, münasip yerlere ateşler yakılıp yağ ve zift

kaynatılacak, surlara tırmanmaya çalışacak yeniçerilerin üzerine boca etmek için

hazır tutulacaktı.” (s.273) Bektaş Han emirlerine göre de kalenin sur dibinde derin

çukurlar kazılır. (s.289) Bunun yanında kalede kırk bin civarında tepeden tırnağa

silahlı asker bırakılır. (s.314) Bununla ilgili olarak da Hint Sultanı Hürrem Şah’ın

Padişah’a gönderdiği kalkan ortaya çıkmaktadır. Kalkan, sağlambir görünüşü vardır

ve koskocamandır: “Bu kalkan,” diye başladı, “eşsiz Padişahımıza, Hint Sultanı

Hürrem Şahın armağanıdır. Padişaha kalkan armağan edilir mi derseniz, aldanırsınız,

çünkü bu kalkan bilinen kalkanlardan değildir. Gövdesi kart fil kulağından yapılmış

olup, kart gergedan derisiyle kaplanmıştır. Ne tüfek, ne kılıç, ne mızrak kâr eder;

memleketimin en namlı silahşörleri, en kuvvetli pehlivanları bu kalkanı

delememiştir. Sultanım Hürrem Şah, Cihan Padişahına böyle eşsiz bir kalkan

göndermiştir ki, dostluğunun sonsuzluğu herkesçe anlaşılsın.” (s.213)

Kıyafet de sosyal zamana işaret eden unsurlardan biridir. Romanda ilk

karşılaşılan kıyafet, Padişah’ın kıyafetidir. Padişah, taşra gezintisinde şu kıyafetle

önümüze çıkar: “Sırtında kürklü kaftanı, sarığında elmas sorgucu yoktu. Düz bir

entari giymiş, ayaklarına alelade bir sarı çizme geçirmişti.” (s.209) Yazar, Osmanlı

ordusunun görünüşü ve kıyafetini ise şu şekilde tasvir eder: “Tolgalarını güneşin ılık

yumuşaklığında parlattıran azepler…” “Ak sarıklarının sağ omuzbaşlarında sarkan

ucunu hafif sabah rüzgârının keyfine terk eden hocaefendiler…

Ağır yumaklı kavuklarının gölgesinde daha da ciddileşen yüzlerini, pek

yakında başlaması mukadder Bağdat muhasarası düşüncesine gömen vezirler…

Nişancılar, defterdarlar, topçular, teşrifatçılar ve rengârenk elbiseleri içinde

Padişahın özel mâiyeti…” (s.262–263) Geçen örneklerde gördüğümüz gibi ordunun

hem kıyafeti, hem de bölümleri ile ilgili bilgiler verilmiş olur.

Türk kültürünün bir parçası olan cirit ve güreş, orduda devam ettirilir.

Askerler ve pehlivanlar birbirlerinin arasında güreş ve cirit müsabakaları yaparlar,

Sadrazam Tayyar Mehmed Paşa, onları seyreder ve kazananlara kendisiyle

armağanlarını verir. (s.206)

Page 129: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

117

Haşhaşilerin gelenekleri ise dikkat çekicidir. Haşhaşi adıyla da şu yüzden

adlandırılırlar: “Tehlikeli bir vazifeye gönderilecek olan kişiye birkaç gün haşhaş

verilmezdi. Çıldırma noktasına gelince çağrılır, haşhaş almak istiyorsa şu işi yapması

gerektiği söylenirdi. Çılgınlaşan tiryaki de, canını dişine takıp verilen işi yapmaya

koşardı. Gözünde tekrar haşhaşa kavuşma isteğinden gayri şey olmazdı. Haşhaş

çekmeye, dünya cennetine girmek denirdi. Bir hataya verilebilecek en korkunç ceza,

hata yapanın haşhaşının kesilmesiydi. Haşhaşiler arasında bu cezaya ölümden beter

bir ceza gözüyle bakılırdı.” (s.182)

Beyaz Kale romanı, IV. Mehmet (Avcı) döneminde cereyan eder. Ancak

romanda hikâye zamanı ile ilgili hiçbir tarih belirtilmez. Bunun için romanda vak’a

zamanını tarihî olaylardan hareketle tespit etmeye çalışırız.

Roman, Türkler tarafından 17. Yüzyılda esir edilen astronomi, matematik ve

tıptan anlayan bir Venedikli bilim adamının hikâyesini anlatır. Venedikli bilim

adamının, esir edildiğinde yirmi üç yaşında olduğunu öğreniriz. (s.13) Hikâyesi,

yirmi üç yaşından itibaren başlar, yetmiş yaşının ulaşana kadar sürer. (s.164) Böylece

anlatma zamanın süresi kırk yedi yıldır.

Yazar, Venedikli bilim adamının annesini görmeyeli on beş yıl geçtiğini

söyler. (s.114) Bu sırada padişahın yirmi bir yaşında olduğunu öğreniriz. (s.115)

Buna göre roman, padişahın altı yaşındayken başlar. Padişah IV. Mehmet’in (Avcı)

1641 yılında73 doğduğuna göre romanın olayları, 1647 yılında başlar, 1694 yılında da

sona erer.

Romandaki olayların zaman akışı, tabii bir şekilde ilerlemektedir. Söz konusu

olan zaman akışını gösteren roman buyunca kalıplaşmış belli beşli formlar

kullanılmaktadır. Onların en kullanılan “gün” formudur: “Ertesi gün” (s.18, 25, 43,

74, 100, 103, 156), “Birkaç gün sonra” (s.43, 65, 70), “Üç gün sonra” (s.18, 29, 64),

“Bir gün” (s.84, 127, 133)… Zamanın bir belirlemesi olarak “Ertesi sabah” da

romanda çok sık kullanılan formlarındandır: “Ertesi sabah” (s.22, 99, 101, 158)

73 “Mehmed IV, Avcı” madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e., s.271

Page 130: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

118

Bunun yanında da uzun süreli kalıplar ara sıra kullanılmaktadır: “Altı ay

içinde” (s.34), “İlk aylarda” (s.36), “Sonraki ay” (s.53), “Böylece iki ay içinde”

(s.68), “Bir ay sonra” (s.108)… Ama uzun süreli formlarda dikkat çeken husus,

“…dan sonra” formudur. Bu form, daha da uzun süreler için kullanılır: “Vebadan bir

yıl sonra” (s.117), “Ondan sonraki altı yıl” (s.125), “Ondan sonraki üç yılı” (s.117)

Romanda kozmik zaman söz konusudur. Hatta romanda zamana işaret olarak

tek bir defa kullanılan ay, kozmik haline getirilir: “Eylül başında, sıcak bir gün

Edirne’den ayrıldık.” (s.145)

Romanda kozmik zaman unsurları, olayların zaman genel akışını içinde

kullanılır: “Bir gün Hoca, Padişah’ın, sabah kendisiyle birlikte beni de beklediğini

istemeye istemeye söyleyince, ben de onunla gittim. Deniz ve yosun kokan o güzel

sonbahar günlerinden biriydi. Bütün sabahı, dökülen kırmızı yapraklarla kaplı büyük

bir koruda, erguvan ve çınar ağaçlarının altındaki nilüferli bir havuzun çerçevesinde

geçirdik.” (s.127)…

Kozmik zaman bakımından dikkat çeken unsur, romandaki olayların zaman

akışında mevsimlerin çok sık kullanılmasıdır. Mevsimlerin, romandaki zaman

belirlenmesi bakımından büyük bir katkısı vardır. Olayların hızına göre mevsimler

değişmektedir. Yazar, bazen bir olayda birden fazla mevsim kullanır: “Kış böyle

geçti. Bahar başında, beni aylardır sordurmayan Paşa’nın donanmayla Akdeniz’e

açıldığını öğrendim. Sıcak yaz günleri boyunca, umutsuzluğuma ve öfkeme tanık

olan bir iki kişi hâlimden şikâyetçi olmamam gerektiğini, hekimlikten iyi para

kazandığımı söylediler. Çok seneler önce Müslümanlığa geçip evlenen bir eski köle

de bana kaçmamı öğütledi. İşlerine yarayan köleyi, bana yaptıkları gibi oyalarlar,

ülkesine dönmesine hiçbir zaman izin vermezlermiş. Onun yaptığı gibi Müslüman

olursam azat ettirmişim kendimi, o kadar. Bunları, belki de ağzımı aramak için

söylediğini düşündüğümden kaçmaya hiç niyetim olmadığını söyledim. Nitekim

değil, cesaretim yoktu. Kaçanların hepsini pek uzağa gitmeden yakalıyorlardı. Sonra

dayaktan geçirilen bu talihsizlerin yaralarına, geceleri hücrelerinde merhemi ben

sürerdim.

Page 131: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

119

Sonbahara doğru, Paşa donanmayla seferden döndü; top atışlarıyla Padişah’ı

selamladı, geçen yıl yaptığı gibi şehri neşelendirmeye çalıştı ama, besbelli, bu sefer

mevsimi hiç de iyi geçirmemişlerdi.” (s.19) Geçen örnekte gördüğümüz gibi

anlatılan olay, dört mevsimde cereyan eder. Yazar, zamanın bir göstergesi olarak

olayın tek bir mevsimde de gerçekleştiğini anlatır. Bu gibi zamanın belirlemeleri,

romanın boyunca rastlayabiliriz: “Yaz başında, Padişah’ın bizi ve silahı Edirne’de

beklediğini öğrenir öğrenmez Hoca harekete geçti.” (s.141), “Yaz sonunda doğru bir

gün” (s.51), “Yaz sonunda bir gün” (s.125), “Bu baharda olmuştu” (s.138), “Kış

beklemekte geçti” (s.139)…

Yazar, roman içinde geceyi ne olursa olsun iç duyguları anlatmak için

görevlendirir: “Geceleri, vaktimizin çoğunu beklemekle geçirdik, rüzgârın ya da

karın dinmesini bekliyorduk, geç vakit bozacının son defa geçmesini, sobaya odun

atmak için ateşin küllenmesini bekliyorduk. Haliç’in karşı kıyısındaki son titrek

lambanın sönmesini ve bir türlü gelmeyen uykumuzun gelmesini ve sabah ezanını

bekliyorduk. Çok az konuşup, sık sık hayâllere daldığımız o kış gecelerinden birinde,

Hoca, birden bana, çok değiştiğimi, artık bambaşka biri olduğumu söyleyiverdi.”

(s.139)

Romanın başkahramanlarından biri, Sultan IV. Mehmet’tir. Romanın tarihî

sosyal zamanın en önemli olgu, Sultan IV. Mehmet’in kişiliğidir. Romanda padişah,

çocukluğundan itibaren hayvanlara düşkün ve meraklı biri olarak gösterilir.

Çocukken hayvanları severek At Meydanı’ndaki aslanhaneye gider. Oradaki aslanlar,

leoparlar ve kaplanlarla yakından ilgilenir. (s.45) Venedikli bilim adamı ile Hoca,

padişaha “Hayat-ül-Hayvan ve Acaib-ül-Mahlûkat” diye bir kitabı yazarlar. (s.51–

52) Padişah gençken av seferlere çok sayıda çıkmaya başlar. Padişah ordusuyla

sefere çıktığında av seferlerini de unutmaz. (s.146–147) Bunun için Avcı lakabını

alır.

Romanda gösterilen Osmanlıların denizlerde faaliyetleri, tarihî sosyal zamana

iyice işaret eden bir unsurdur. Bu faaliyetler sayesinde Türk gemileri, romanın

başkahramanı Venedikli bilim adamı esir tutulur. (s.11–12) Ve romanın olayları, bu

andan itibaren ilerleyerek gelişir.

Page 132: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

120

Türk gemicileri ellerinde düşen esirlerle birlikte İstanbul’a gelirler. İstanbul’a

gösterişli bir törenle karşılanırlar. Anlatıcı, bu töreni şu şekilde işler: “Çocuk padişah

bizi seyrediyormuş. Bütün direklerin tepesine sancaklar çektiler, altlarına da bizim

bayrakları, Meryem Ana tasvirlerini, haçları tersinden asıp külhanbeylerine aşağıdan

oklattılar. Derken toplar yeri göğü inletmeye başladı. Sonraları, birçoğunu karadan

hüzün, bıkkınlık ve neşeyle seyrettiğim tören çok uzun sürdü, güneşten bayılanlar

oldu. Akşama doğru Kasımpaşa’da demirledik. Bizleri Padişah’a çıkarmak için

zincire vurdular, askerlerimizi gülünç göstermek için zırhlarını ters giydirdiler,

kaptanların ve subayların boyunlarına demir çemberler taktılar, gemimizden aldıkları

borularımızı, trampetlerimizi alayla ve keyifle çalarak eğlene eğlene bizi saraya

götürdüler. Yollara dizilmiş halk neşe ve merakla bizi seyrediyordu. Padişah, bizi

onu görmeden, hakkına düşen esirleri seçip ayırttı. Bizi de Galata’ya geçirip Sadık

Paşa’nın zindanına tıktılar.” (s.15)

Hoca, silahla meşgulken Venedikli bilim adamı, bu sürede her gün padişahın

yanına gider. Anlatıcının, padişahla geçirdiği dört yılda tarihî sosyal zamanın çeşitli

yönlerini şu şekilde gösterir: “Padişah’ın, Hoca gibi, bana değer verdiğini görenler,

neredeyse her gün yapılan o törenlere, eğlencelere beni de çağırıyorlardı. Bir gün

vezirin kızı evleniyor, bir başka gün Padişah’ın bir çocuğu daha doğuruyor, sonra

oğulları sünnet ediliyor, ertesi gün Macarlar’dan geri alınan bir kale için eğleniliyor,

sonra Şehzade okula başladı diye törenler düzenleniyor, derken ramazan ve bayram

şenlikleri başlıyordu. Çoğu günlerce süren bu şenliklerde yağlı et ve pilav

tıkınmaktan, şekerden ve fıstıktan yapılmış o aslanlardan, devekuşlarından,

denizkızlarından atıştırmaktan kısa zamanda şişmanladım. Günlerimin çoğu,

bayılana kadar güreşen yağlı güreşçileri, caminin minareleri arasına gerdikleri ipe

çıkıp sırtına aldığı sopayla danseden, dişleriyle at nalını kıran, orasına burasına

bıçaklar, şişeler batıran cambazları, cüppelerinin içinden yılanlar, güvercinler,

maymunlar çıkaran, ellerimizdeki fincanları, ceplerimizdeki paraları, kaşla göz

arasında yok eden hokkabazları, küfürlerine bayıldığım Karagöz’le Hacivat’ı

seyretmekle geçiyordu.” (s.131) Geçen örnekte gördüğümüz gibi anlatıcı, tarihî

sosyal zamanı gösteren o dönemdeki değişik etkinlikleri bir özet halinde ortaya

koymuş olur.

Page 133: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

121

XVIII. Yüzyıl

Patrona romanında olaylar, Patrona Halil ve arkadaşlarının ilk toplantılarıyla

başlar. Yazar, bu toplantıların tarihinin ayaklanmadan sekiz ay önce olduğunu

gösterir. (s.38) Patrona Halil ayaklanması ise 30 Eylül 1730 tarihindedir. (s.418)

Roman da Patrona Halil’in öldürülmesiyle sona erer. (s.613–614) Yazarın izah

ettiğine göre de Patrona Halil ve arkadaşları, ayaklanmadan üç ay sonra öldürülür.

(s.606) Böylece romanın vak’aları, 1730 yılının Ocak-Aralık aylarının arasında

cereyan eder.

Romanda yirmi bir tarih kaydedilir. Romanda bulunan tarihler, romancıdan

fazla bir tarihçinin titizliğiyle yazılır. Yazar, kaydedilen tarihler hakkında görüşlerini

açıklayarak bir araştırmacı ruhu kazanır. Hatta yazar, bu hususta romancıdan

sıyrılarak tarihçi veya araştırmacıya daha yakın olur. Yazar, Patrona Halil ve

arkadaşlarının öldürülmeleriyle ilgili olarak vak’anın tarihini şu şekilde işler:

“İsyancılarla Birinci Mahmut arasındaki kararsız; - müşevveş – durum sürüp

gitmektedir. Bunun ne ölçüde bir zamanı kapsadığını, yani kaç gün, kaç hafta, kaç ay

sürdüğünü titizlikle araştırdık. Konuyu işleyenler, belli bir rakam üzerinde

anlaşamamaktadırlar kesinlikle. Kimileri 29 gün, kimileri 45 gün üzerinde

dururlarken; bazı araştırmacılar da ihtilâlin 1.5 – birbuçuk sene – sürdüğünü

söylemektedirler.

Bizim olayların sıralanmasından çıkardığımız sonuç; Patrona ve cesur

arkadaşlarının Osmanlı imparatorluğuna üç ay hakim oldukları yolundadır. İşte bu

süre geçtikten sonra onlar kahpece yapılmış bir tertip ve tuzakla; bir kanlı oyunla

tasviye edilmiş; Osmanlı devlet düzeninin etki alanından uzaklaştırılmışlardır.”

(s.606)

Romandaki kronolojik seyir, Patrona Halil ayaklanmasının üzerinde veya

daha açık bir deyimle 28 Eylül 1730 tarihinin etrafında toplanmaktadır. Romanın

bütün olayları, bu tarihe göre hesaplanır. Geçen örnekteki gördüğümüz gibi

Patrona’nın ne zaman öldürüldüğü bu tarihe göre gösterilir. Yine de romanın başında

olan toplantıların ne zaman başladığı da bu tarihe işaret olarak verilir.

Page 134: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

122

Roman kronolojik zaman bakımından pek sıralı değildir. Yazar, romanın

birçok yerinde geriye dönüş tekniğine dayanır. Geriye dönüşler, genel olarak

kahramanlar ve olaylarla ilgili bilgi vermek için kullanılır. Yazar, ayaklanmanın arka

planlarını aydınlatmak için 1729 yılının Temmuz ayındaki yangını ortaya çıkarır.

Yazara göre bu yangını çıkartan sadrazamdır. Ve yangının asıl sebebi, sadrazamın

imar siyasetidir: “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa hiç acımadan cayır cayır; yakıyor,

yıktırıyordu İstanbul’u Neronlar gibi. Peki peki bunun sebebi ne idi? İstanbul içre bir

gezisinde Sadrazam Paşa, baktı, etrafında leyl- mekânlar, barınaklar, gecekondular?-

Asıldı sakalına, buruşturdu yüzünü: - Ejdat yadigârı şu güzel İstanbul’da, şu

ayı inlerini kesinlikle istemem! – dedi. Aldı mı sana kokuyu; arsa simsarları, toprak

madrabazları, içinden kundaklayarak cehenneme çevirdiler İstanbul’u.

Bunu kitaplar yazıyor hiç şakası yok, Çil yavrusu gibi dağıldı kırlara

yangından kaçan tanrıkulu.” (s.560–561)

Romandaki geriye dönüşlerin büyük bir kısmı, kahramanlarla ilgilidir. Ama

bu bakımından dikkat çekici olan nokta, Üçüncü Sultan Ahmet ile ilgili bir geriye

dönüşün iki defa tekrarlanmasıdır. Yazar, bu geriye dönüşle padişahın devrine bir

genel bakış verir. Ona göre III. Ahmet’in yirmi yedi yıla kadar süren saltanat

yıllarında padişah, halka değil, ama sadrazam, vezirler, şairler, cariyeler, şehzadeler,

kadınlara bakar. Karşı tarafta Üçüncü Sultan Ahmet, cellâtların kaç kişi öldürdüğünü

bilmez. (s.391–392) Yazar, padişahın saltanat yıllarında çok sayıda vezir

değiştirdiğini söyler: “Üçüncü Sultan Ahmet, 1703 yılından başlayarak, 1730 yılına

kadar, yani 27 senede şaka değil hemen de 13 vezir değiştirmişti. Şöyle kabaca bir

hesap tutarsak, iki seneye bir vezir düşüyordu. Bu kadar uzun bir sürenin, tam 12

senesinin Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın sedaretinde geçtiği göz önüne alınırsa,

öbür vezirlerin bir seneden biraz fazla görevde kaldığı anlaşılır ki, bu dahi

Nevşehir’linin, birçok bakımından ne kadar önemli bir kişi olduğunu anlamımıza

yetecektir.” (s.92)

Romanda kozmik zaman unsurları, çoğunlukla okuyucuda tesir bırakmak

amacıyla kullanılır. Roman, bu amaçla bir tasvirle başlar: “Ay ışığının Marmara

Page 135: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

123

sularıyla garip garip oynaştığı sessiz bir gecede sabahlayan güvercinler, güneşin

doğmasıyla birlikte canlanarak, silâh seslerini andıran kanat çatırtılarıyla havalanıp,

Beyazıt Meydanı’nın üstünde süzülmeğe başladılar. Biraz evvel saçaklardan yere

birden adam boyu yaklaşan bir dalış yapmışlar, sonra yükselmişler, şimdi de

minarelerin üstünden bakıyorlardı. Meydana gölge düşürmüşler ilk harekete

gelişleriyle, ama artık durgun bir denizdeki balıklar gibi kayıyor, yüzüyor

yüzüyorlardı. Kurşuni renkleri siyaha dönüyordu nerdeyse. Hepsi de, kendilerine

öncülük eden üç beyaz güvercini izliyorlardı.” (s.11) Geçen örnekte gördüğümüz

gibi yazar, Patrona Halil ve arkadaşlarını tabiat ile birleştirir.

Bazen de kozmik zamanla ilgili belirlemeler, romanın tabii seyri içinde

kullanılır. Bu yüzden “gece” formunu romanda sık sık buluruz: “Bu gece” (s.63), “O

günün gecesi” (s.249), “Gece yarılarına varmadan” (s.312), “Vakit gece yarısı”

(s.378), “Perşembe gecesi” (s.401)…

Romana zaman bakımından hâkim olan unsur gecedir. Gece, tarih karanlık

dehlizlerine uygundur. Roman boyunca güneşle ilgili bir unsur yoktur. İlk rastlanan

güneşle ilgili bir tasvirde güneş batıp yerine karanlık alır: “Güneş ufuktan çekilince,

gittikçe koyulaşan bir karanlık inmişti koca şehre. Üç kişi konuşarak silinip

gitmişlerdi bu garip İstanbul gecesine doğru.” (s.206) Patrona Halil de toplantılarını

ve konuşmalarını gecede yapar: “O suskun ve garip gecede parıl parıl parıldarken

yıldızlar, rüzgâr serin ağırdan ağırdan sallarken ağaçların yorgun dallarını, Patrona,

derin anlamlara yüklü konuşmasını sürdürüyordu.” (s.382) Ayaklanmanın gecesi,

diğer gecelerden farklıdır. Unutulmayacak bir gecedir. Bunun için yazar, bu geceyi

tabiat ile şu şekilde bütünleştirir: “Yani gecenin esrarlı ilginç yıldızlarla süslenmiş

cesur bir anıdır, Patrona da diyor ki, şimdi büyük kararın uygulama zamanıdır.

Yıldızlar teker teker artık çekiliyorlardı büyük bir ustalıkla süsledikleri gibi

yüzünden, doyulmaz renk cümbüşü

İçinde, kanlı bir şafak atıyordu ağır ağır, muhteşem ve gamlı İstanbul şafağı.

Page 136: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

124

Bu şehirde, daha nice nice şafaklar sökecek, ama hiçbir zaman bu şafak

unutulmayacaktı, 1730 yılının 28 Eylül Perşembe şafağı. Onlar, zağlı kılıçlar gibi,

par par yanarak meydanlara inmeğe hazırdılar.” (s.403)

Yazar, romanın sonu olarak Patrona’nın öldürülmesi ile tabiat arasında bir

bağ kurar: “Yıldızları ağır ağır kaybolurken gökyüzü saltanatı, her Eylül ayının sabah

serinliğinde saçlarını savurarak, yürekleri kavurarak Sultanahmet’ten sahile kederli

bir kız iner. Kara üzüm gözlerinde şafaklarımızın buğusu? Durur, bakar bakar,

ceylânlar gibi ürkek, o güzelim Marmaraya. Denizde hemen bir hırçınlaşmadır başlar

dalgalar peşpeşe yüklenirler yüklenirler karaya. Martılar insanı ürperterek, haberler

taşırlar belli ki geçmişten bak bak o an gökyüzü koyu kurşunla kaplanır; serin bir

rüzgâr eserken kuzeyden nazlı sanki kızın yüreğine zalim bir bıçak saplanır. Durur

durur, haykırır çığlık çığlık Patrona Halil, Patrona Halil, Patrona Halil! diye.”

(s.619–620)

Roman, Patrona Halil ve arkadaşlarının toplantılarıyla başlar. Her geçen gün

Patrona etrafında toplanan insanların sayısı artmaktadır. Patrona, halkın gözünde bir

ışıktır, bir emel haline gelir. Karşı tarafta Padişah ile sadrazam halktan uzaklardır.

Halk içinde mazlum, aç kalan, mahrumlar sayısızdır. İran seferinin olumsuz haberleri

de İstanbul’un bütün etrafında ağızdan ağza dolaşır. Böylece Patrona Halil

ayaklanması başlar. Kara listedeki isimleri istenir. Onlara göre bu isimlerin

zalimlerin başlarıdır. Bundan sonra Patrona Halil ve arkadaşları, padişahı tahttan

indirip yerine I. Mahmut’u koyarlar. Tahta yeni oturan padişah, Patrona Halil ve

arkadaşlarını bir toplantıya çağırarak öldürtür.

Romanda tarihî sosyal zamana ait olarak Sultan Üçüncü Ahmet’in kadınların

kıyafetiyle ilgili fermanı ortaya çıkmaktadır. Padişah, bazı İstanbul kadınlarının

sokaklarda aşırı bir şekilde süslenerek dolaşmaya başlamaları üzerine bu fermanı

çıkarır. Padişah’a göre bu dönemde savaşlar yüzünden devlet erkânı devamlı olarak

Edirne’de bulunur. Bunun üzerine İstanbul bazı kadınlar, elbiselerini bırakıp

Hıristiyan kadınlarını taklit etmeye başlarlar. Bunun için Padişah, 1726 tarihindeki

fermanını şu şekilde çıkarır: “Bundan böyle kadınlar, geniş yakalı süslü feraceler

yaptıramayacaklardır. Başlarına da üç değirmiden fazla yemeni, tülbent

Page 137: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

125

örtmeyeceklerdir! Bu fermanımıza riayet etmeyen kadınların, ilk seferde ihtar olarak,

feracelerinde görülen, iki karıştan geniş süslü yakaları ve nümayişli baş tülbentleri

sokak ortasında kesilecek, bu ihtar ile uslanmayan yaramaz kadınlar, mahalle

imamları tarafından tespit edilerek, İstanbul’dan çıkarılıp, başka yerlere

sürüleceklerdir!” (s.84–85)

Tarihî sosyal zamana işaret eden başka bir unsur, kahvehanelerde halk şairleri

tarafından şiir söylemek ve saz çalmaktır. Romanda halk şairi olan İbadî, Çardak

Kahvehanesinde oturur ve şiirlerini söyleyip sazını da çalar. (s.53) Romanda Çardak

Kahvehanesi kültürel ve toplumsal bakımdan anlamlı bir yerdir. Orada aydınlar

oturup, halka memleketin durumunu açıklarlar. Patrona Halil ve arkadaşları, da orada

otururlar. İstanbul’un ahalisi de Patrona’nın sesini oradan duymaya başlarlar.

Sosyal zamanı gösteren ve yazarın üzerinde uzun durduğu husus, “Reaya

Fukarası” deyimidir. Patrona Halil ve arkadaşları ilk toplantılarında bu deyimin

etrafında uzun tartışırlar. Patrona Halil, bu deyime göre nasıl davranacağını şu

şekilde özetler: “Reaya Fukarası gibi alçak gönüllü olalım. Kalemini padişahlığa ve

onun yardakçılarına kiralayan satılık şairlerin ne kadar alçaldıklarını bir an bile

hatırdan çıkarmayalım.” (s.27) Yazar ise bu deyimi o dönemin durumuna göre

açıklamaya çalışır: “Dikkat edelim «reaya fukarası» o devrin muteber metinlerinde,

fermanlarda, günlük hayatta kullanılan bir deyimdir. Üzerinde durmak gerek,

bunlardan yüzyıllar boyu kullanılan «reaya» deyimi aşınmış, ufalanmış, kaybolmuş,

ama «fukara» kalmış, halk yığını deyiminin temeli olarak onurunu sürdürmüştür,

sürdürmektedir.” (s.124)

XIX. Yüzyıl

Civelek Osman romanında olay 1826 yılının Haziran ayının on yedincisinde

başlar. (s.7–8) Olayın sonu belli değilse de vak’alardan aynı yılda sona erdiği

anlaşılır. Zira anlatıcı, olayın cereyan ettiği yılın 1826 olduğunu söyler. (s.7)

Romanda kronolojik zaman söz konusudur; olayların zaman akışını

bozmayacak bir şekilde tek bir geriye dönüş vardır. Anlatıcı, Yeniçeri ocağının

Page 138: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

126

kaldırılmasını ve Civelek Osman’ın kaçışını aydınlatmak amacıyla bir hafta geriye

döner ve Osman'ın ağzından olayları anlatır: “Efendim, Zilkaadenin altısında,

yedisinde filân bir şeyler söylenmeye başladı. Bizim kışla acemi oğlanlara mahsus

olduğundan orta yoldaşları gibi havadis alamıyorduk. Yalnız, ağızdan kulağa, fısıltı

ile, Yeniçeriler İstanbul kibarlarının gözüne batıyormuş, Padişaha kötü anlatmışlar, o

da başka asker yazıyormuş, eşkinci mi, işkenceci mi.. dediler, eğer yoldaşlar, bu hali

kibarların yanına bırakırsa çok iştir, dediler. Lakin, bunlardan pek birşey

anlaşılmadığından, çocukluk da var, eve gideyim, belki babamdan birşey

öğrenebilirim dedim.” (s.30) Kışlaya gittikten sonra da olup bitenleri hatırlayarak

İzzet Beye anlatır: “Ben de kışlaya gittim. Zilkadenin dokuzuncu günü idi, öğleden

sonra Nakılcı ile Sarhoş Mustafa bizim Eski odalar gelip çabuk bir şeyler söylediler.

Aklımda kaldığına göre; Yoldaşlar, evlatlar, dedeler; bizlere gâvur talimi

yaptıracaklarmış. Biz böyle şey istemeyiz. Bunu isteyenlerle buna fetva veren başı

sarıklıların başını isteriz diye bütün yoldaşlar Et Meydanında Kazan-ı şerif altına

toplandılar. Sadrazam, Şeyhülislam taraflıları saraya toplanıyormuş. Üzerimize

gelecek olurlarsa sokak başlarında bölük bölük durup Et Meydanına salıvermeyin.

Korkmayın, ocağımız kıyamete kadar yanacaktır. Hacı Bektaş her zaman elimizden

tutacaktır.. diyerek çıkıp gittiler. Bir saat sonra çok kalabalık, heybetli bir tekbir

sedasıyle yerimizden fırlayıp dışarı uğradık, Şehzadebaşına çıktık”... “Fakat bir saat

sonra bir top sedası duyulunca iş biraz daha korkunç bir hale geldi. Bir vakit

yerlerimizden kalkamadık. Sessiz, sedasız birbirimizin yüzüne bakıyorduk. On

dakika sonra bir top sesi daha işittik. Biraz vakit sonra da sokakta türlü haykırmalar,

çığlıklar olduğunu duyunca pencerelere koştuk. Ne görelim: bütün orta ustalarıyla

Odabaşılar ve Çorbacı, Çorbacı yamakları türlü türlü adamlar tarafından yakalanmış

herbirini üçer, beşer adam döverek, sürükleyerek götürüyorlar. Aman yarabbi bizim

ustaları aldı bir korku. Çocuklar, evi yakın olanlar başının çaresine baksın dediler.”

(s.32–34)

Civelek Osman, olaylardan hakkında kendi babasının sözlerini hatırlar: “Gel

be Civelek, diye beni bahçeye çıkardı. Sözüme dikket et diye anlattı. Vezirler

Padişahı kandırmışlar, başka asker yazıyormuş. Başka krallara askeri gibi talim

yaptıracaklarmış. Neyse, biz bir şey demedik. Amma, herifler hadlerini bilmiyorlar.

Page 139: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

127

Maşaları olmadığı hâlde Yeniçeri ocağını karıştırıyorlar. Ellerini yandıktan başka

kendilerinin de kurtulamayacağını hesap etmiyorlar. Bizim Nakılacı ile, Kafesçi

Kâhyasıyla, daha başka yoldaşlarla söz birlik ettik. Yarın ne olursa olacak. Siz de

tedarikli olun, dedi.” (s.31–32)

Anlatıcı, romandaki olayı kozmik zaman unsurlarıyla başlatır: “Haziran

ayının on yedisine rastlayan hafif bulutlu ve mehtaplı gecede bu Yenice Burnu

üzerindeki büyük kayaların arasında tek başına oturan ve bir şey bekliyor gibi arada

bir kara tarafına bakan bir kız görünüyordu.” (s.8) Burada söz konusu olan gece

olduğu için ay, zamana bir işaret olarak bir ehemiyyet alır. Aynı zamanda anlatıcı,

ayla duygular arasında bir bağ kurar: “Bir aralık ay buluttan çıkmış, her taraf

parlamıştı. Kız, deniz tarafına bakmak için yerinden biraz oynadı ve o anda:

- Ay.. aman! ..diye bir korku sedası çıkararak ayağa kalktı. Üzerine bir

titreme gelmişti. Dişleri takırdıyor, dizleri dermansızlaşıyordu. Ellerini şakaklarına

götürmüş olarak kayaların üzerinde düşercesine geriliyordu. Denizde gördüğü şey;

kayalıklara yaklaşmış yarı batık bir sandal, onun da kıç tarafında yalnız ayağındaki

uzun beyaz donla sırtüstü yatmış ve ellerini iki tarafa sarkıtmış genç bir ölü idi. Ay

biraz bulutlanıp tekrar açıldığı bir anda korkulu gözlerini gördüğü manzaradan

ayıramıyan kız:

- Vah yazık... ne kadar de güzelmiş, ne olmuş buna? Bu; ne baş, ne vücut

böyle? .. vah vah vah!.. derken kara tarafından duyduğu bir ayak sesine başını

çevirdi.” (s.9–10)

Romanda zamanla ile ilgili dikkat çeken unsur, yazarın zamanı ele alışıdır.

Romanda zamanla ilgili unsurlar genellikle ikiye ayrılır. Birincisi şehir, ikincisi ise

köyde kullanılan zaman belirleme sistemidir. Şehirde “saat” formu kullanırken köyde

“öğle-gece” formu kullanılır. Burada söz konusu olan zaman belirleme sistemleri

bulunduğu çevreye uygundur. Civelek Osman, İzzet Bey'in yanındayken olaylarda

“saat” formu kullanılır: “Güneş batmasına bir saat kala konaktan çıkılarak han

önünde hazırlanmış bulunan beşçifteye gidildi.” (s.46), “Bir saate kadar konuşulacak

hale gelecektir.” (s.27), “Bir buçuk saat sonra Hekim odaya gelerek hastadan haber

Page 140: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

128

getirdi.” (s.28), “Yarım saat sonra gelen haber üzerine hastanın bulunduğu odaya

inildi.” (s.28), “İki saat kadar kürek çektim.” (s.37), “Yarım saat sonra” (s.15)...

Yazar-anlatıcı, köydeki olayları anlatırken köy hayatına yakın ve elverişli olan

“güneş” ve “sabah-akşam” formları kullanır: “İmralıya hava kararırken

varmışlardır.” (s.52), “Güneş yükselirken İmralıdan yola çıkılmştı.” (s.53),

“Sabahleyin uyandıkları zaman Osman ayakta, değirmendeki çırak Dimo ile konuşur

buldular.” (s.64), “Ertesi sabah Osman yine değirmenin içinde buldular.” (s.71).

Civelek Osman, İzzet Bey’in yanına götürülür, kendine geldikten sonra İzzet

Bey ile konuşarak Yeniçeri ocağının kaldırılmasını söyler: “Yarım saat sonra gelen

haber üzerine hastanın bulunduğu odaya inildi. Hasta el öpmek için ayağa kalkmaya

davrandıysa da İzzet Bey eliyle men'ederek yanına yaklaşıp oturdular:

- Kapı yoldaşı, bu elbise kendinin mi?

- Hayır efendim. Benim böyle elbisem olur mu? Ben çıplak olarak bir deniz

kenarı köye çıkmışım. Bunları o köyde giydirmişler.

- Pekâlâ. Senin kıyafetin nasıldı?

- Efendim, ben Civeleğim. Elbisem de Civelek elbisesidir. Tozluklu potur,

cepkenli aba, kırmızı takke üzerine sarılmış Trablus Kuşağı, belde silahsız

kemer, ayakta kırmızı burunlu sivri yemeni.

- Şimdi öyle elbise ister misin?

- Yok efendim. Üstümde olsa yırtar, atarım.

- Niçin?

- Yeniçerilik kaldı mı ya efendim?

- Ne oldu oğlum?

- Bilmiyorsunuz demek. Bu gün ayın kaçı?

- Zilkaadenin on üçü. (19 Haziran 1826)

- A... hiç bir şey duymadınız mı?” (s.28–29)

Anlatıcı, gece ile korku arasında bir bağ kurar: “Gecenin sessizliği arasında

hafiften esen rüzgârın çıkardığı küçük dalgacıkların şıkırtısıyle ay ışığının parıltısı

düşündürücü bir donukluk yaratırken insan ayağının pek de basmadığı böyle ıssız bir

kenarda böylesine bir ölüm levhasıyle karşılaşılması, bu gibi görüntülerle alışık

Page 141: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

129

olanları bile ürpertecek bir hâldi.” (s.11), “- E... biraz ürküntü geliyor insana. Gecedir

de.. Hem bulutlu bir gece. Ay var amma buluta giriyor, çıkıyor. İnsana korku vermek

için gibi bir şey.” (s.70)

Civelek Osman, Yeniçeri Habib'in oğludur. Yeniçeri Ocağının kaldırılması

başlar başlamaz kışladan kaçar. İzzet Bey'ın yanında kalır. İzzer Bey, kendi oğlu gibi

onu sever. Osman köye gittiğinde bir süreye değirmencinin evinde kalır. Despino

onu sever. Despino'nun, Osman’ı sevdiği için işkenceye uğrar. Despino İslamiyete

girdikten sonra Osman ile evlenir. Roman kıyafet başta olmak üzere sosyal zamanla

ilgili unsurlarla zengindir.

Romanda ilk rastlanan kıyafet, Despino’nun elbisesidir: “Yakından

incelenebilirse; uzun lapiska saçlı, çıkar gözlü, müterımlar yapan ağlı bir şalvar

giymiş, etekleri şalnasip vücutlu bir Rum dilberi olduğu anlaşılacak bulunan bu kız,

zamanın ve köyünün adetine göre topuklarına kadar inen ve belinde de geniş

kıvrımlar yapan ağlı bir şalvar giymiş etekleri şalvarın içinde bulununa kısa entarisi

mide hizasında ilik ve düğmelerle tutturulmuş, onun yukarısındaki boşluğu da

işlemeli bir gömlek kapatmış bulunduğu, bunların üzerindeki kısa kolu mintanın iki

taraf güğüslerinde ‘Şemse’ denilen ortası püsküllü tekerleklerin de kızın giyimini

tamamlamış olduğu görülürdü. O tarihlerde müslüman ve hıristiyan, varlıklı ve orta

halli kadınların başında inciden yapılmış ‘Fırla’ denilen kurabiye biçimi bir zinet

eşyasıyla memduhiye altınlarının bir şerit üzerine dikilmesiyle yapılan baş altınları

da bulunagelirdiyse de gece vakti bir kazaya uğramamak düşüncesiyle olacak, kızın

üzerinde böyle bir süsleme eşyası görülmüyordu. İkiye ayırdığı saçlarını topukları

hizasına kadar örüp sarkıtmış, başına da sadece sarı renkli ve çiçekli bir çenber

bağlamıştı.” (s.8–9)

Romanda kıyafetle ilgili dikkat çeken husus, her vazifenin özel kıyafetidir.

Civelek özel kıyafeti ortaya çıkar. “Efendim, ben Civeleğim. Elbisem de Civelek

elbisesidir. Tozluklu potur, cepkenli aba, kırmızı takke üzerine sarılmış Trablus

Kuşağı, belde silahsız kemer, ayakta kırmızı burunlu sivri yemeni.” (s.29)

Page 142: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

130

Aynı şekilde “levent” elbisesine de vurgu yapılır: “Tozluklu şalvar, camdan

yelek, cepken filan yapılsın. Başına göre püsküllü Tunus fesi alın. Beline kuşak

bulun. Saraçtan silahlık, fişnek katıları, enam kesesi filan redarik edin.” (s.40–41)

Civelek Osman, İzzet Bey yanındayken görüşünü değiştirmek amacıyla başka

bir kıyafet giyinir: “Kapı içindeki iskemlelerin üzerine sırmalı bir silahlık, altın

işlemeli bir çift tabanca, som saplı ve mercan işlemeli bir bıçak, sırmalı bir en'am

kesesi, sırmalı camadan ve cepken, altın kopçalı tozluk, çuha şalvar ve bir de süzme

ipekten dokunmuş Trablus kuşağı konulmuştu. Osman kendi üzerindeki elbise ve

takımları çıkarıp onları geydi ve takındı. Trablus kuşağını da Tunus fesi üzerine sarıp

saçaklarını yandan sarkıttı.” (s.45–46)

Yazar, Türk kültürüne özel olan efelikten74 söz eder: “Kır yerlere pek

güvenilmez. Türlü huyda insanlar olur. Hırsızı olur, eşkıyası olur. Üstünde para ile

oradan geçecek yolcular vardır, korkarlar. Hem oranın güvenini sağlamak, hem gelip

geçenlerin de kalbine kuvvet vermek için böyle derbentler yapılmıştır. Bunlar

oralarda korkulacak münasebetsiz kişilerin dolaşmasına meydan vermezler.

Yolculardan istiyenlere de gidecekleri yere kadar arkadaşlık ederler… Kendi yanına

bu gibilerden aylıklı yasakçı tutanlar bile vardır. ” (s.92), “Türlü gurbet uşakları hep

böyle işlere kapılanmak için dolaşırlar. Aydın gibi, Tavas gibi efeler, zeybekler

yetiştiren yerlerden gelenler de çoktur. Bunların birazı da memleketlerinde elinden

kaza çıkmış, türlü vukuatın içinde bulunmuş kimselerdir. Ya cezaya çarpılmaktan

kaçmıştır, ya bir şeyden içi burkulmuş, memleketini gözü görmemiştir. Vilayet aşırı

yerlere giderler. Koruculuk, bekçilik etmekten başlayıp para sahibi olanlar; mal,

mülk edinenler de olur hani.” (s.92–93) Ali Efe’nin kıyafeti de o dönemdeki Efe’nin

kıyafeti ile ilgili bize bilgi vermiş olur : “O gün özenerek geydiği mavi çuha çepken

ve şalvarla, beline sardığı Trablus kuşağı üzerine takındığı gümüş kaplama silahlık

ve ona taktığı işlemeli bıçak ve tabancalarla, telatin deriden yapılma gömüşlü fişenk

74 Efe; özellikle batı Anadolu köy yiğidi, zeybek topluluklarının başkanına verilen isim. Halk arasında“ağabey” anlamında kullanılır. Osmanlıların son zamanlarında, devlet otoritesine karşı kendilerinidağların hâkimi îlân eden çete başları için de “efe” kelimesi kullanılmıştır. Ekserisi kânunkaçaklarından meydana gelip, dağlara çıkan zeybekler, aralarında yiğitlik, mertlik, cesâret gösterenibaşkan seçerek, ona efe derler ve tâbi olurlardı. İstiklâl Savaşı zamanında Yörük Ali, Demirci MehmetEfe gibi efeler, düşmanla çete savaşları yaparak çok faydalı olmuşlardı. “Efe” madde, Yeni RehberAnsiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994, c.6

Page 143: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

131

kataları, enam kesesi, püskül saçaklı ve aynalı çanta ile, dizlerinin üzerine yatırdığı

gümüş bilezikli ve tokmak kundaklı şişhane ile, ayağındaki özengili çizmeler ve

başında mukavvalı fes üzerine sarılmış ipekli kefiye ile, bir elindeki sadefli 'Eğri

kama' denilen tütün alır meşin kese ile olur olmaz cesur kimseleri bile ürkütecek bir

gösteriş taşıyordu.” (s.117–118)

İzzet Bey, padişaha gitmek için bir kayığı biner: “Hamlacıların selâm vaziyeti

arasında kayığa binildi. Bu kayığın arka tarafına doğru etrafı parmaklıklı ve üzeri

tenteli bir oturma yeri yapılarak minderle döşenmiş, daha arkada yine minderli bir

dümen idare yeri tertip edilmişti. Adı beşçifte olmakla beraber balık avlarında

kullanılan o tertip kayıkların bir buçuk misli kadar büyük, hafif bir saltanat kayığı

gibi bir şeydi. Tüfenkçibaşı ile Osman dümencinin yanına oturdular. Hamlacılar da

kendilerine göre olan resmî elbiseleriyle pek gösterişli idiler.” (s.46) İzzet Bey de

padişahla görüştükten sonra saraydan çıkar: “İzzet Bey yer öperek ve geri geri

çekilerek dışarıya çıkmıştı. İdare hükmü yerine getirildikten sonra İzzet Bey dahilî ve

haricî ne kadar hademe varsa sandıklardan çıkardığı akçe keseleriyle kendilerine

bahşiş verdi. Kayık rıhtımdan açıldığı sırada hamlacılar el ve kürek hareketleriyle

sarayı selamlarken saray takımı da rıhtıma düzülerek kayığı saygılı davranışlarla

uğurlamakta idiler.” (s.51)

Sosyal zamanla ilgili olarak da sosyal yetiştirmede kullanılan cezalar da

ortaya çıkar. İzzet Bey, mahalle mektebi gibi falaka terbiyesini uygular. Ona göre

falaka terbiyesini yapmakta fayda var: “O değneklerde çok az kimsenin hatırı

sorulur. Yalnız, onların köşede durması memleketin asayiş ve intibatını, ahlak ve

iffetini korumada büyük kolaylık sağlar. Onlar sayesindedir ki bizde suç işlemeye

pek cesaret edilemez ve kimse kimseye yan bakamaz. Hıristiyan delikanlıları bile

nişanlısının evine gidemez.” (s.49–50) Bu terbiye sayesinde bir Hıristiyan,

nişanlısının evine giderse ayaklarına yüz değnek vurulur: “Kara Yorgi'nin oğlu

nişanlısının evine giderken Danacı görüp Beye haber verdiği için ayaklarına yüz

değnek vurulduğunu sen de bilirsin. Çocuk hâlâ topallıyor.” (s.14)

Civelek Osman, sosyal zamanla ilgili unsurlar bakımından zengin bir roman

olduğunu söylediğimiz gibi de yazar, romanındaki baş olay olan Yeniçeri ocağının

Page 144: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

132

kaldırılmasını anlatırken o dönemin sosyal açılarını gösterir: “Bey, İnce Ermeni'nin

alamanası geldi. İstanbul'da Yeniçeri ocağının kaldırmışlar. Sancak-ı şerifi Sultan

Ahmet camisinin minberine dikmişler. Boğaz askeri, Saray takımı, topçular ilan...

bunların yanında bütün İstanbul ahalisi, ulemasıyla, esnafıyla, işçisiyle,

medreselisiyle yürüyüp gitmişler. Kışla kapıları Topçubaşı Kara Cehennem Ağanın

attığı güllelerle kırılmış, bütün yoldaşları karakullukçularıyla Aşçı ustalarıyla,

kazancılarıyla öldürülüp Sultanahmetteki çınarın altına atmışlar. Bizim,

Yenikapı'daki kahveci Mustafa Ağayı Celladın elinden zor kurtarmışlar, İnce'nin

kayığına koymuşlar amma dil, ağız vermiyor. Pek fena baygın. Civelek Murad'ı da

gençliğine acındırarak Celladın önünden kaldırmışlar. İnce'nin alamanasıyla o da

gelmiş.” (s.25–26). Bunun yanında romanda dikkat çeken başka konu da unvan ve

sembollerin kullanılmasıdır. Kahramanların adları ve vazifeleri Osmanlı Devletinin

idare sistemini gösterir: Civelek, yeniçeri, odabaşı, mubaşir, çavuşbaşı, kahya,

bayraktar, kale muhafızı, tüfenkçibaşı…

Türk kültürüne ait olan çarşılarda bulunan hamamlardan da söz edilir. “Çarşı

hamamına gider gibi oradan topluca geçen yaşmaklı kadın kafileleri de o günlerde

pek çoğalmıştı.” (s.41)

Hilâl Görününce romanı, 1853–1856 yıllarında yapılan, Kırım savaşı75 adıyla

da anılan Osmanlı-Rus savaşına ve Kırım Türklerinin topraklarına sahip çıkma

mücadelesine dayanır.76

Romanda sadece beş tarih kaydedilmektedir. Kaydedilen beş tarihten dördü

olayların içinde değil, romanın bölümlerinin bir başlık olarak kullanılır. Onlardan

ilki, 1853 yılıdır. Zaten roman bu tarihte başlar. (s.13) En son verilen tarih ise 1856

yılıdır. (s.373) Böylece romanın olayları, 1853–1856 yıllarının arasında cereyan eder.

75 Kırım Savaşı (1853–1856): Rusların ele geçirdikleri Eflâk ve Boğdan’dan çıkmaması üzerineMüttefik (Osmanlı, İngiltere, Fransa, Piyemonte, Avusturya, Prusya) orduları ile Rus ordusu arasındaKırım yarım adasında yapılan savaş. Savaş 3 yıl sürdükten sonra Rus ordusunun yenilgisi ile bitti. Busavaşı “Paris Barışı” bir sonuca bağladı. Kars Bölgesi Osmanlılara iade edildi. “Kırım Savaşı”madde, M. Orhan Bayrak, a.g.e., s.23476 Muharram Kaya, Türk Romanında Destan Etkisi, T.C. Kültür ve Türizim Bakanlığı Yayınları,Ankara, 2004, s. 300

Page 145: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

133

Romandaki kronolojik zaman çok muntazam bir şekilde ilerlemektedir. Söz

konusu zamanın akışını bozacak geriye dönüş veya geleceğe sıçrayışlar da yoktur.

Bunun yanında yazarın tarihleri bir başlık olarak kullanması, hem olayların zaman

zincirine daha da sağlamlık kazandırır; hem de olayların ne zaman başladığını ve

nereye gittiğini iyice açıklar.

Romanda kaydedilen tarihler dışında kronolojik zaman seyrini göstermek için

“gün” formu pek kullanılır: “O gün” (s.15, 148, 149, 155, 261, 275, 368, 386, 418),

“Bugün” (s.86, 89, 136, 160, 234), “Ertesi gün” (s.91, 123, 136, 169, 395, 408, 417),

“O günlerde” (s.196, 349, 351, 368, 390, 417, 418), “Birgün” (s.204, 207, 287, 301,

421), “Her gün” (s.207, 238), “Birkaç gün sonra” (s.270, 303), “O günden sonra”

(s.278, 279), “Üç gündür.” (s.361)… Geçen örneklerdeki “gün” formlarına

baktığımızda daha az ya da daha çok tercih edilen formlardan romanın kronolojisinin

akışına dair genel bir fikir alabiliriz.

Yazar, romandaki zamanın seyrini bir tarihçinin titizliğiyle dikkat eder. Bazen

de kahramanları konuşturarak olaylarla ilgili zamanın belirlemeleri vermeye çalışır.

Okuyucu, bu belirlemeler sayesinde romandaki zamanın akışını hiçbir zaman

kaybetmez. Yazar, böylece romandaki zamanın zincir halkalarını ustalıkla kurmuş

olur: “O günlerde konuşulanlar hep Şahbaz’la ilgiliydi. Çok geçmeden bir başka

haberle bu sevinç gölgeleniverdi. Eylül başlarıydı. Ruslar, Kırım’a asker yığmaya

başlamışlardı. Süvariler, top arabaları, piyadeler Kırım Türkünün yüreğini eze eze

yollardan geçip gidiyorlardı. Ortalığı, onların bağırtıları, tekerlek gürültüleri, nal

sesleri kaplamıştı. Toprağın son yeşili, onların ayakları altında eziliyor, sönüyordu.

1853 baharından beri süren Osmanlı Rus harbi burada düğümlenecek veya düğüm

burada çözülecekti.” (s.196)

Roman Nizam Bey’in etrafında oluşur. Romanda geçmişi temsil eden Nizam

Bey’dir; ama iş bununla kalmaz. Olaylar geliştikçe Nizam Bey, Kırım’ın şimdiki

zamanında önemli bir rol oynamaktadır. Kırım savaşı başlar başlamaz, Kırım

Türklerinin arasında ilk tepki gösteren odur. Ve Kırım’ın geleceğini hep düşünür,

çocuk büyük dinlemeden hep millî şuurla dolan ecdat hikâye ve destanlarını anlatır.

Page 146: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

134

Böylece romanın kahramanlarının arasında geçmiş, hal ve geleceği birleştiren kişi,

Nizam Bey’dir.

Yazar, bazen de olayların zaman akışını göstermek için bir başka olaya göre

zaman belirtilerini verir. Verilen zamanın belirlemeleri, bir süreye Giray’ın

öldürülmesine bağlı bir şekilde kalır. “Giray’ın ölümünden bir hafta sonra…” (s.351)

Kozmik zaman unsurları, romanda pek çok rastlanan unsurlardandır. Belki

romanda anlatılan yaşama türünün, köy hayatını temsil ettiği için olaylarda kozmik

zamana dayanılır. Bilindiği gibi köyde zaman belirlemelerin çoğu, güneş hareketine

bağlıdır. Bunun için romanda, olaylarda vaktini ayarlamak için bolca sabah, öğle,

akşam gibi belirlemelere rastlarız. Onlardan bazı belirlemeler, yazar tarafından

kalıplaşmış hale getirir ve romanın birçok yerinde sıkça kullanılır: “Gün sönmek

üzereydi” (s.13, 102, 168, 340), “Gün batmak üzereydi” (s.355), “O gece” (s.134,

152, 180, 276, 301, 305, 321, 352, 405) “Sabah” ve “Akşam” formları ise romanın

zaman seyri içinde onlarca kullanılır: “Sabah” (s.19, 93, 153, 178, 207, 238, 280,

348)… “Akşam” (s.146, 228, 341, 352, 357, 390)… Geçen örneklerde gördüğümüz

kozmik zaman belirlemeleri, romanın tabii seyri içinde kullanılır.

Söz konusu kozmik zamanla romanın genel seyrini gösteren şu örneği

verebiliriz: “Her gün oradaydı. Bazı zamanlar, Tepegerman eteklerine vardığında

göğün yıldızları bile kaybolmamış olurdu. Yahut tek başına göğe asılı duran çoban

yıldızını görürdü. Kocaman, iri bir yıldız… Uzaktan uzağa çakalların sesini duyardı.

Sabahın serinliği onu kendine getirirdi. Islak toprağın kokusu… Sonra karanlık açılır,

gökyüzünün karanlığı menekşe rengine dönerdi. Uyuyan kuşlar uyanır, Nizam

Dedenin yakınından öte uçarlardı. İhtiyar, bir ağacın dibine çöker, ağzını çıkarıp bir

şeyler attıktan sonra hemen işe koyulurdu. Her sabah bir önceki günün yorgunluğu

kollarında olurdu. Etleri dökülüyor gibi acırdı, ağrırdı. Tutulmuş kasları, bir süre

sonra, çekiç salladıkça açılır, ağırları yavaş yavaş dinerdi. Dinmezdi de o,

alışıverirdi.

Gün gittikçe, o hırçın kayalara benzemeğe başlamıştı. Onların bir parçası

olduğunu hissediyordu.” (s.207–208)

Page 147: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

135

Yazar, olayları daha da aydınlatma ve ruhî durumları gösterme görevini,

kozmik zamanın üstüne atar. Yazar, romanda bütün tasvirlerini kozmik zaman

unsurlarına dayanarak ustalıkla yapar. Yazar, ayı, Arslan Bey’in üzüntüsüyle

birleştirir: “Arslan Bey kalktı. Avluya çıktı. Ay epeyce yükselmişti. Ortalık sabah

alacasına dönmüştü. Toy bitmiş, çerağlar sönmüştü. Hamza Baturla Halime bir

yastığa baş koymuşlardı. Arslan Bey gözlerini aya dikti. Kollarını açıp gerindi. Sonra

yumruklarını sıktı. Üstünde tek bir bulut lekesi olmayan aya doğru kollarını uzattı.

— Hey koca ay! diye bağırdı. Uyut beni! Yaklaş da başımı göğsüne dayayıp

uyuyayım. Alevli, apak göğsüne..” (s.153–154) Yazar, adeta Arslan Bey’in iç

duygularını anlatmak için gök, gece ve ayı kullanır: “Ortalık kararmıştı ama,

gökyüzü hâlâ ölgün bir maviyi korumağa çalışıyordu. Üzerine incecik bir hilâl

çizilmişti. Ağır ağır yürüdü. Şirin’den hiç ses çıkmamıştı. Arslan Beyi üzen buydu.

Üzüntüsü gitgide öfkeye dönüyordu.” (s.392)

Yazar, kozmik zamanı sadece olumsuz duyguları anlatmak için kullanmaz,

ama aynı zamanda olumlu duygular ve huzurla birleştirir. Nizam Bey, Kırım’ı

savunmak için demircilik işine döner. Nizam Dede’nin, bu sıralarda ümitleri yeniden

doğar. Yazar, Nizam Dede’nin duyduğu huzuru, tabiat unsurlarıyla bütünleştirir.

(s.207) Yazar, Nizam Bey’in ısrarını da tabiat unsurlarıyla ortaya çıkarır: “Issız

çayırda rüzgâr, ürperti veren bir hışırtıyla dolandı. Nizam Dede yüzünü göğe çevirdi.

Kurşun renkli bulutlar bir taraftan bir tarafa sürükleniyorlardı. Bu kurşun renkli

ağırlığın altında bir an ezileceğini sandı.” (s.226)

Yazar, yaptığı tasvirlerde Kırım’ın tabiat güzelliğini yansıtmayı da unutmaz.

Yer yer Kırım’daki muhteşem tabiat manzaralarını da tasvir etmeye çalışır:

“Yukarıdaki bozkır, baştan başa güz yeşilini kuşanmıştı. Salgır, Alma, Çorgona,

Belbek, Kaçı, Bulganak suları köpüre köpüre akıyorlardı.”…“Bahçesaray baştanbaşa

yaz sonunun renklerini kuşanmıştı. Ağaçlar, renkten renge geçen kıpırdanışlar

içindeydi.” (s.155), “Çürüksu ağır ağır alıyor, güneşin uzandığı çayırlarda, boylanmış

otlar arasında gelincikler kıpırdıyordu. Sabahın bıraktığı çiğ otların üzerinden henüz

silinmemişti. Bahçesaray, Samuel’in mücevherlerine gölge düşürecek bir

güzellikteydi.” (s.324)…

Page 148: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

136

Romanda Kırım Türklerinin yaşantı ve gelenekleriyle ilgili canlı tasvirler

vardır. Aile içi ilişkiler, tepreş günü, düğün, doğum, ölüm, savaş, yardımlaşma gibi

Türk’e has hasletler; at, silâh, demircilik; Kırım edebiyatının zengin destan, çın,

bilmece, ninni, türkü geleneği hürriyet mücadelesi ile birliktedir.77 Roman bu açıdan

tarihî sosyal zamanın unsurlarıyla pek zengin bir romandır.

Romanın tarihî sosyal zaman bakımından en önemli olgu, Müttefik (Osmanlı,

İngiltere, Fransa, Piyemonte, Avusturya, Prusya) orduları ile Rus ordusu arasında

Kırım’da yapılan savaştır. Kırım Türklerinin, Osmanlı Devletindeki Türk

kardeşlerini sabırsızlıkla beklediklerini, savaş esnasında da destek verdiklerini

görürüz. Osmanlı ordusunun Kırım’a vardıktan sonra Kırım Türkleri çok sevinirler.

Nizam Bey, Eski Yurd’un ileri gelenlerini toplayarak Osmanlı ordusuna nasıl yardım

edeceklerinden söz eder. (s.229–235) Arslan Bey ise, Osmanlı ordusuna hem

kılavuzluk yapar, hem de yardım eder. (s.241)

Romanda yazar tarafından esas alınan tarihî sosyal zamanın unsuru, Kırım

Türklerin gelenekleridir. Zaten yazarın romandaki amaçlarından biri, bu Türklerin

gelenek, örf ve adetlerini canlandırarak yeniden gündeme getirmektir. Türklerin sofra

geleneklerinden olan ayran ve pekmezin, romanda bulunduğunu görürüz. Misafirlere

ayran verilir. (s.239) Arslan Bey, Şirin’i bir yere gitmesini ister, ama Şirin, o gün

komşu kadınlarla pekmez kaynatacağını söyler. (s.418)

Yazar, birçok Kırım Türklerin geleneklerini kapsayan Tepreş gününden söz

eder. Bütün bu gelenekleri, yazar tarafından ustalıkla bir araya toplanarak Kırım

Türklerin geleneksel ve kültürel hayatı canlandırılır. Yazar, ilk olarak tepreş

kelimesinin anlamını şu şekilde açıklar: “Hıdrellezde kırlara çıkmak (teferrüç).”

(s.76) İlk andan itibaren Tepreş günü, çok özel bir bayram olarak takdim edilir:

“Bugün tepreş günüdür. Hıdrellezdir. Bakalım Hızır Aleyhisselâm, kimine

görünecek? Sabahtan kurbanlar kestirdik. Çocuklarımıza ilâhiler okuttuk. Öğle

namazını kılıp kırlara yayıldık. Maylı kalakayların ve kuzu etlerinin kokusu her bir

yana yayıldı. Bugün dua ve dilek günüdür. Delikanlıları, evlenme çağına gelmiş

77 Hülya Eraydın Argunşah, Türk Edebiyatında Tarihî Roman (Türk Tarihiyle İlgili), s.337

Page 149: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

137

kızların karşılıklı çın söyleyecekleri bir gündür. Dilekler dualar kabul olsun, gönüller

hoş olsun.” (s.76–77) Kadınlar da kazanların başında durarak başörtüleriyle türküleri

söylerler. (s.79) Çocuklar ise, Nizam Bey’in etrafında toplanırlar. Nizam Bey, onlara

bilmece ve destanları anlatır. (s.77–84) Nizam Bey, millî şuurla dolan destanları

anlatırken büyükler bile dinlerler. (s.84)

Türk geleneklerinden olan güreş, tepreş gününde uzun durulan meselelerden

biridir. Tepreş gününde halk, güreş meydanında toplanır, değişik boylardan gelen

pehlivanların etrafında halka şeklini alır. “Bu sırada, kalabalığın içinde iki bala çıktı.

İkisi de genç kalmanın telâşı içinde, alı al moru mor meydana koştular. Ortalığı, bir

gülmedir aldı. Rüstem Hoca,

- Vay, bu yiğitler de nerden çıktı? dedi.

Davulcu tokmağını şimdi daha hızlı, daha coşkun vuruyordu.” (s.81) İlk

olarak Nizam Bey, güreşin kurallarını açıklar. Güreşte iki eli kavuşturarak rakibi

sarmak, ayaktan tutmak yasak olduğunu söyler. Başka bir taraftan da güreşi

kazanacak pehlivanlar için çevre ve mendilden, kuzu ve koça kadar çeşitli

armağanlar hazırlanır. (s.81) Bundan sonra güreş başlar, birinci ve ikinci boydan

gelen pehlivanlar güreşip, armağanlarını aldıktan sonra seyirciler yeniden çayıra

dağılırlar. Bu arada sofralar kurulur. (s.83) Arslan Bey’ın, Kırım’ın namlı

pehlivanlarından biri olduğunu öğreniriz. (s.97) Şahbaz Bey, hapishaneye

Gregoroviç’in yüzünden atıldıktan sonra Arslan Bey, Şahbaz’ı hapishaneden

çıkartmak için Gregoroviç’e gider. Arslan Bey, Gregoroviç’in adamıyla güreşme

teklifini kabul eder. Bu teklife göre Arslan Bey kazanırsa, Şahbaz Bey sebest

bırakılır. (s.174–177) Arslan Bey de güreşi kazanır. (s.191–193)

Türk geleneklerinden olan ciritten de söz edilir. Nizam Bey, kendi atı

Dilâra’yı düşünür. Savaşın bittiğini, Rusların Kırım’dan çekildiğini diler: “En güzel

otları aramağa tokay yerlere çıkacaklardı. Tayı cirit için yetiştirecekti. Bahadır iyi bir

ciritçi olacaktı. Akmescit’te, Gözleve’de, Canköy’de onu koşturacaktı. Bozkırda…”

(s.291)

Page 150: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

138

Ciritle ilgili olarak ve yine de Türk geleneklerinden olan atın önemi, romanda

özel yer tutar. Roman Nizam Bey’in, atı aramak amacıyla hayvan pazarına

gitmesiyle başlar. (s.13) Arslan Bey, kendi atı Salgır’ı Nizam Bey’in atı Dilâra ile bir

araya getirmeyi ister. Ona göre ikisi arap attır, birbirine denktir. (s.135) Roman

içinde atla ilgili bilgiler de verilir. Arslan Bey, çocuğuna atların on bir ayda

kulunladığını söyler. Atları su içtirmesinde neyi gerektiğini de izah eder. (s.153)

Giray, Kırım Türklerinde atın önemini şu şekilde açıklar: “Atı ilk terbiye eden biziz.

Ömrümüz at üzerinde geçmekte. Atları herkesten daha iyi tanırız.” (s.198)

Nizam Bey, Kırım savaşı başladığında demircilik işine dönüp silâhları

yaptırmaya başlar. Giray ise babasının yaptığı bıçakların birdankalarla boy

ölçebilemeyeceğini söyler. Birdankanın, Ruslarda kullanılan yeni bir silâh olduğunu

ilave eder. (s.226) Böylece bu dönemdeki kullanılan silâhlarla ilgili bir bilgi verilmiş

olur.

Kırımlarda düğün ise Türklerin kültür ve geleneklerine göre yapılır. Düğün,

birkaç gün sürer. İlk olarak kına gecesi ortaya çıkar. Gelin, eline ayağına kına yakar.

(s.149) Yazarın düğünde üzerinde uzun durduğu nokta, “Güvey traşı”dır. Yazar,

“Güvey traşı”nın gününü şu şekilde işler: “Giray misafirleri selâmlayıp, ‘Cümleten

hoş geldiniz.’ dedikten sonra Hamza Baturu aradı. Topluluğun arasından Nizam

Dedenin sesi yükseldi.

- Güveyi çağır hele!

Hamza Batur misafirhanedeydi. Misafirler, hep bir ağızdan,

- Gelsin gelsin, güvey gelsin! Gelmeyecek olursa, haber versin, dediler.

Bu sesleri Hamza Batur işitti. Davetin üç defa tekrarlanmasını bekledi. Daha

sonra ortaya çıktı. Kalabalık Hamza Batura alkış tuttu. Hamza Batur kızardı. Önüne

baka baka yürüyüp, açılan yere oturmadan önce,

- Selamünaleyküm, dedi. Hoş geldiniz! Toyuma şeref verdiniz. Ben

geldim, berber hani?

Page 151: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

139

Giray kalabalığa dönerek,

- Çağırın şu berberi! dedi.

Misafirler,

- Gelsin gelsin, berber gelsin, diye bağırdılar. Gelmeyecek olursa haber

versin.”… (s.149–150)

Yazarın kullandığı dipnotlara baktığımızda romanda tarihî sosyal zamanın ne

kadar önemli olduğunu anlayabiliriz. Yazar, roman boyunca elli dipnot kullanır,

onların çoğu romanda yazılan Kırımca kelimelerin Türkçe karşılığıdır. Bazıları da

Kırım Türklere özgü olan şiir şekilleri, geleneksel yemekler ve örflerdir. Böylece

yazar, Kırım Türklerin gelenek ve dilini ortaya koymuş olur.

Dağlı (Dargo) romanında vak’a, Şeyh Şamil’in Ruslara karşı mücadelesini

anlatır. 1859 yılındaki Ruslarla yaptığı anlaşmayla sona erer. (s.126) 1834 yılında

Dağıstan’daki mücahitler hareketinin önderliğine geçtiyse78, böylece romanda vak’a

zamanı 1834- 1859 yıllarını kapsamaktadır.

Romanda zamanın tabii akışı bakımından da yazar, sadece iki net tarihi

kaydetmiştir. Bunun dışında romanın kronolojik zamanını tarihî olaylardan takip

etmek zorunda kalırız.

Albay Vorontzof, 1843 yılı Mayıs’ında Şamil ve arkadaşlarını takip ederek

Gerzel Karargâhından hareket eder. Bunu kolay olduğunu hayal ederdi, ama

istediğine varmadan bu topraklarda aylar geçer. (s.26)

Albay Vorontzof, dağlardayken hızlı bir neticeyi ister. Beklediği hedefe

ulaşmak için elinden geleni yapmaya çalışır. Keşif için gönderdiği askerler döner

dönmez akşam üzereyken şaşırtıcı bir şekilde hücum emrini verir: “Nihayet

beklediğim an geldi.

78 “Şeyh Şamil” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994, c.18

Page 152: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

140

Elleri arkasında biraz gezindi, geldi yüzbaşının önüne çakıldı.

Saldıracağız yüzbaşı.

Efendim? Saldıracak mıyız buyurdunuz?

Evet, öyle buyurdum, saldıracağız.

Fakat akşam çökmek üzere.

Saatini çıkardı albay:

Daha bir saat on sekiz var yüzbaşı. Kesin netice almamız için yeter de artar

bile.” (s.22–23) Yüzbaşı Poltorazki ikazına rağmen Albay Vorontzof mağrur bir tavır

ile kabul etmez. Şeyh Şamil ise bu adamın gururundan faydalanarak oradaki Rus

askerlerinin çoğunu imha eder: “Karanlık bastırmıştı. Rus askeri hâlâ ağaçlara ateş

ediyorlardı. Şamil’in kuvvetleri ise son derece dikkatli hareket ediyor” “Geceyarısı

vuruşmalar kesileceğine arttı. Dağlıların bazı Rus birliklerini kıskaca alıp imha

ettikleri haberi geldi. Albay Vorontzof akşam vakti hücuma kalkmakla çılgınlık

ettiğini anladı.” “Sabah açtı”…“Bütün birliklerden felâket haberi artarda

yetişiyordu.” (s.32) “Düne kadar on bin piyade, bin kazak süvarisi ve toplardan,

tüfeklerden müteşekkil ordusu... Şimdi ise bir enkazdan ibaretti.” “İkinci bölük

mahvoldu, birinci tabur bütünüyle imha edildi, sekizinci takım meydanda yok.”(s.33)

Bu vak’anın tarihinin 25 Temmuz 184579 olduğunu biliriz.

Artık askeri güçle dağlıları sindiremeyeceklerini anlamış olan Çar naibi Prens

Vorotzof, birbirlerine düşman etmeyi teklif eder. Hacı Murat olan Şamil’in sağ

kolunu ve diğer müsait olanları da kesmek isterler. Ruslar, Şamil’in imamlığı

gasbettiğini yaymaya çalışıp bütün Kafkasya’da İftira ve yalanlar dağılmaya başlar.

(s.67- 68) Dağlıların bazı safları inanır, Şamil gitsin diyenler de olur. (s.69–70) Hacı

Murat ise evvelde inanmaz, sonra inanır. (s.75–76 ) Ruslara gider, onlarla bir

79 Şeyh Şamil’in Ruslara karşı kazandığı zaferlerin en meşhuru Darga Savaşıdır. Bu savaşta Voronzofkomutanlığında Rus öncü birliği, mücahitler tarafından büyük bir zâyiat uğrayarak telef edildi. “ŞeyhŞamil” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, 18. Cilt, s.269.

Page 153: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

141

anlaşma yapar. (s.92–93) Yaptığı anlaşmanın tarihi 185180dir. Hacı Murat, Ruslarla

anlaşma yaptıktan sonra bir tuzağa girdiğini anlar. Nisan’ın yirmi beşinci günü

adamlarıyla Çar’ın sarayında avluya çıkar. Prens Vorontzof ise onların takibine bir

müfreze çıkarır. Nihayette birkaç gün sonra Hacı Murat ile adamları birlikte

öldürülür.(s.95–98)

Kırım Savaşı (1853–1856) bitmiştir. Çar I. Nikola ölüp, yerine II. Aleksandr

geçer. Kırım Savaşı sonrası ise dağlılar için yazarın tabiriyle felâket günleridir. Yeni

Çar, bir şubat günü kendi sarayına Prens Vorontzof çağırır, bitir işaretini verir.

Dağıstan tamamen sarılır. (s.99–100)

Rus ordusu, kırk bin asker ile Şamil’in son karargâhı olan Gunib Kalesine

ulaşır. Şamil yanında sadece birkaç yüz mücahit bulunur. Durum, Şeyh için çok

zordur. (s.119–120) Nihayette Şeyh Şamil 6 Eylül 1859 Ruslarla bir anlaşma yapar.

(s.126)

Romanda kozmik zaman unsurları, zamanın tabii akışı içinde kullanılır. Söz

konusu olan kozmik zaman unsurlarının çoğu güneş hareketine bağlıdır: “Öğleden

sonra” (s.48), “Akşamüzeri bitti” (s.57), “O akşam mescide çağırdılar.” (s.71), “Bir

akşam vakti…” (s.116), “Bir sabah açar açmaz.” (s.123), “Bir şafak vakti” (s.78),

“Bir öğle üstü.” (s.113)…

Hacı Murat’ın Rusları anlaşmak için gittiğini öğrenmiş olan Şeyh Şamil,

Ruslara sert bir ders vermek ister. Bunun üzerine Temirhan Şüra’ya hücum ede: “Bir

şafak vakti Kafkasya’nın hürriyet meşalesi, önde ışık adam Şamil olduğu halde

General Gurko’nun karargâhı Temirhan Şüra önünde çaktı.” (s.78) “Yardı kalenin bir

yanını, sürekli ateşle bunaltıp tamir etmelerine de imkân vermedi. Akşama doğru

yorgun, bitkin yere uzandı.” (s.89)

Romanda her ay toplanan köy meclisi zamana sosyal bakımından işaret eder.

Toy Cafer, Şeyh Şamil’in mücahitlerine katılmak için aylık toplantısında olan köy

meclisine gider. (s.37) Ona benzer olarak bir örnek de vardır: köylerin mescitlerinde

80 a.g.e. s. 269

Page 154: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

142

savaş haberleri tartışılır. (s.71) Ulema meclisi de bunlara benzer. Gunib Kalesi

muhasara altındayken Şeyh Şamil’in annesi Ruslarla konuşur onların teslim teklifini

oğluna söyler. Bunun üzerine Ulema Meclisi toplanır, örfi kanunlara göre yüz sopa

vurulmasını karar verir. (s.122–123)

Hacı Murat Rusya’ya gittiğinde Çar, naibine onu kral gibi karşılamasını

emreder: “Onu bir kral gibi karşılamanızı istiyorum sayın generaller. Toplar atılacak,

merasim bölüğü bando çalacak ve şehir bayraklarla donatılacak. Tek aksaklık çıksın

istemiyorum, her şey çok mükemmel olmalı.” (s.92)

İsyan Eşiği romanında kronolojik zamana ait hiçbir tarih verilmez. Bunun için

zamanın akışını olaylardan takip etmek zorunda kalırız.

Romanın başında Onbaşı Yusuf, Cemil Çavuş’la konuşurken Zeytun

Ermenilerin Dudukluya baskın yaptıklarını söyler. Bu olayın yakın bir zamandan

önce olduğunu biliriz. Çünkü Onbaşı Yusuf kendisiyle Dudukluya gideceğini söyler.

(s.10–12) Zeytun İsyanı ise 1895 yılında81 olduğuna göre roman bu yılda başlar,

Hasan’ın gençken öldürülmesiyle sona erer. (s.254) Romanda Jön Türklerin, İttihatçı

ve Tanzimatçıların devlet içinde güçlenmelerinden söz edilir. (s.233) Hasan’ın

gençliği söz konusu olunca 1910’lu yıllara kadar vak’a zamanının sürdüğü

düşünülebilir.

Ancak romanda bir sapma tarihi ortaya çıkmaktadır. Kahramanlar romanın

başında Bahçe Olayından söz ederler. Bahçe olayı ise 27 Nisan 1909 tarihinde82

olduğuna rağmen yazar, romanında bu olayın Zeytun isyanından daha önce olduğunu

gösterir. (s.11–12) Bunun dışında başka sapma tarihî hadiseler yoktur.

Osman, Onbaşı Yusuf komutanlığında müfreze erlerindendir. İrşadlı’dan

Fındıcığa yoldayken ailesini ve özelikle çocuğunu hatırlar. “Köyden çıktığımda on

altı aylıktı.” (s.7) “Şimdi dört yaşında olacaktı.” (s.8)

81Yahya Bağçeci, 1895 Zeytun Ermeni İsyanı, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Kayseri, 2008, s.72–7582Abdullah Remzi Gül, 1909 Adana Olayları ve Bahçede Kurtuluş, Mersin, Aksiyon Matbaacılık,2006, s.14

Page 155: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

143

Romanın olaylarında zamanın tabii akışını göstermek amacıyla ertesi gün,

iki günden sonra gibi “gün” formu ile sık sık karşılaşırız: “O günden bu yana.”

(s.68), “İkinci gün.” (s.72, 220), “Üç gündür.” (s.103), “İki gündür ilk söz çıktı

Hasan’dan.” (s.136) “Hasan o gün.” (s.137) “Üç gün üç gece nöbet tuttu.” (s.137)

“’Ertesi gün.” (s.153, 173) “İkinci günün kuşluğunda.” (s.220), “Bir gün” (s.160)…

Yusuf Onbaşı Fındıcığa gitmesinin sebebi orada üç ev aranacaktır. Esro diye

bir usta var, evinde bomba yapıp Hınçak Komitesinin mensuplarına dağıtır. Onbaşı

Yusuf oraya gittikten sonra Ermeniler işlerini hızlandırarak gece gündüz çalışırlar.

Ertesi günde aramaya gider. (s.40–43) Yusuf, askerliğini bitirdikten sonra özlediği

köyüne gider: “Yusuf Onbaşı, köylüsünün acısını köyden köye taşıdı. Günden güne

büyüdü acı. Günü, saatı gelince; zaptiye elbisesini çıkarıp sivil giyindi.

Kasabalardan, köylerden geçerek bir bahar gününde Malatya’ya indi.” (s.48)

Geriye dönüşlerle olaylarla ilgili bilgiler verilir. Yazar, geriye dönüşleri

umumiyetle Ermenilerle ilgili daha evvel vak’aları hatırlatmak amacıyla bir araç

olarak kullanır. Yazar da aynı amaç ile dipnotları kullanır. Yazar, İsyan Eşiği’nde

otuz dört dipnot kullanmıştır.

Yazarın, kullandığı dipnotlara bakıldığında o döneme ait olarak çeşitli tarihî

kaynaklardan faydalanıldığı anlaşılmaktadır.

Yazar, eserinde kozmik zaman unsurlarını bolca kullanır. Bu gibi unsurlar

romanın tabii seyri içinde kullanılır.

Osman müfrezeyle Fındıcığa giderken mevsim yazdır. Anlatıcı, sıcak bir gün

olduğunu belirtir: “Osman’ın yüzünde boncuklaşan ter, irileşti. Ensesi, kulakları,

suya batmış gibi ıslaklaşıyordu. Alnından, yüzünden yol bulan terler; boynuna

yürüdü. Oradan, bedenine aşağı ığıl ığıl aktı.” (s.7) Anlatıcı, Osman ruhi durumu ile

tabiat arasında bir bağ kurar. Osman hep ailesini düşünür, boş bir kuş yuvası görür

görmez kendi yuvasını hatırlar. Kendisi için değil ailesi için ölümden korkuyor. Bir

daha boş olan kuş yuvasına bakıyor. (s.7–8) O sıralarda da oğlunun doğmasını

hatırlar: “Oğlu; şimşekli, yağmurlu, fırtınalı bir gecede dünyaya gelmişti. Yer, gök

Page 156: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

144

kapkaraydı. Gök gözü görmüyordu. Yağmur, at kuyruğu gibi yağıyordu. Damlalarda

çörtenler, şakır şakır işliyordu. Fırtına, ağaçlardan çatır çatur sesler çıkartıyordu.

Yağmuru, şu duvara, bu duvara çarpıyordu. Şimşekler; kısa aralıklarla, katran

katranlığını, bir baştan bir başa yarıyor; yeri, göğü, göz kamaştıran ışığa

garkediyordu.

Fırtına uğultuları, gök çatırtıları ve karısının çığlıkları içinde, kuşkulu,

korkulu beklemişti. Karısının kurtulması için dua etmişti. O gece, gecelerin en uzun

gecesi olmuştu.” (s.8–9)

Onbaşı Yusuf, Fındıcığa ikindiden sonra varır. (s.34) Askerliğini bitirdikten

sonra baharda geceleyin Malatya’ya gider. (s.48)

Yazar, Malatya’da bahar güzelliğinden söz eder: “Serin alacakaranlığa,

baharın kokusu yapışmış gibiydi. Baharda karlar gerileyip de dağlara çekilince;

bembeyaz dağların ortasında kocaman, geniş, yamuk bir tepsidir Malatya Ovası. Dağ

başlarının beyazlığı bitmeden, ovaya bir başka beyazlık yürür.

İlk patlayan kayısı, tomurcukları olur, yerli halkın dilinde, kayısının adı

mişmiştir. Mişmiş çiçekleri; ovanın şurasında burasında, top top, küme küme durur.

Ağaçtan ağaca sıçrar. Malatya’yı kuşatan bütün bahçeleri bürür. Mişmiş çiçekleri,

daha solmadan şeftali çiçekleri görülür. Onlar daha narin daha çağırgandırlar, beyaz

taçlarının dipleri, morkırmızıdır. Uçlara doğru açıklaşarak penbeye döner.

Morkırmızı, açık kırmızı, penbe renkler damar damardır beyaz içinde. Kızılcık

çiçekleri, mişmişten, şeftaliden daha önce açmıştır. Ama bin ağaçtan biridir

kızılcıklar. Üstelik boyları, kendisini gösterecek gibi değil, cılız da olur çiçek taçları,

rengi de safran sarısı.

Mişmiş çiçekleri, solup da dökülmeden, bazen, dallara yeniden karlar abanır.

Dağlardaki karlar, kıskanıp yeniden dönmüş gibi. Ne olursa olsun, mişmiş çiçekleri

baharın işaretidir. Uyanan tabiatın muştusudur, çiçek üstüne yağan karların birkaç

saatlik ömrü olur. Çok çok birkaç gün olur.” (s.48–49) Bunun yanında da yazar,

zaman belirlemesi açıdan mevsimlere önem verir. Romanın başında yaz aylarını

Page 157: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

145

buluruz. Sonra geçen örnekteki gibi bahar ortaya çıkar. Ve bahar mevsimi burada

Yusuf’un ruhî durumuna uygundur. Sonra son baharı da buluruz. (s.95) Ve roman

boyunca bu gibi mevsim değişikliğini buluruz: “Kış bastırmadan” (s.160), “Bahar

sonu doğru” (s.168)…

Hasan yüklü bir coşkuyla Musa’nın kızıyla evlenmeyi ister. Yazar, Hasan’ın

ruhi durumu ile tabiat arasında birleştirir: “Ufukta güneş, yere değmiş gibiydi. Kızıla

çalan ışıkları yakmıyordu. Kara renkli, kül benekli kuşlar; ince sarı kuşlar; çingen

serçeleri, gübrezibil öbekleri arasında, tavuklara, horozlara karışmışlardı.” (s.153)

Romanda sosyal zamanı gösteren unsurlara bolca rastlanılır. Osman, kendi

çocuğunun nasıl dünyaya geldiğini hatırlarken ilk olarak Rahmiye ebenin müjdesini

aklına gelir. (s.9)

Köylerde muhtar, köyün işlerini köy odasında bir heyetle yürütür. Yusuf

Onbaşı, Duduklu köyüne geldikten sonra köy odasına davet edilir, orada muhtar ve

köy heyetiyle durumu tartışırlar. (17–18)

Türk yemek geleneklerinden olan ayran bakracı da zamana sosyal

bakımından işaret eder. Onbaşı Yusuf, muhtar yanındayken on yaşlarında bir kız

ayran bakracıyla odaya girer. (s.19) Köylüler de zaptiyelere ikram olarak ayran

bakracı verirler: “Çocuklar, zaptiyelerin ardından gidiyorlardı. Alçak damlarda, kız

çocukları sevinç çığlıkları atıyorlardı. Bir nine önlerine çıktı. Bakracı ayran doluydu.

Tası doldururken hem dert yanıyor, hem dua ediyordu.” (s.21) Anlatıcı, köylerde

Türk sofasını da gösterir: “Hatçe Kadın; iki geliniyle avluda, yufka ekmeği

yapıyordu. Hamdi’nin boylanmış iki kızı, çırpı sokuşturuyorlardı ocağa.

Yusuf Onbaşı, ayrılmak isterken: ‘Dur’ diye bağırdı Hatçe Kadın.

‘Dur’, sana elimle pişirdiğim ekmekten vereceğim. Gidersen küserim.

Gidersen, bana ana deme.

Bir lenger ermiş kavurma getirdi. Yanına, leğen dolusu ayranlı çorba koydu.

Ekmekleri ve tahta kaşıkları bez sofraya dizdi.” (s.55)

Page 158: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

146

Yusuf Onbaşı, Malatya’dayken “mişmiş çiçekleri” görür. Malatya’da “İlk

patlayan kayısı tomurcukları olur, yerli halkın dilinde, kayısının adı mişmiştir.

Mişmiş çiçekleri; ovanın şurasında burasında, top top, küme küme durur.” (s.48)

Yazar, eserinde de o zamana ait aşlık toplama şenliğinden bahsederek Türk

oyunlarına işaret eder: “Delikanlılar, hep bir ağızdan bağırdılar: ‘Allah Allah’. Kel

Bekir’in karısı bir lenger bulgurla göründü. Torbalarına aktarıp öteki kapılara

uğurladı.

Aşlık toplama, gün asımından bitti. Şenliği, yarına ertelediler. Hasan

yatağında uyuyamıyordu. Erken saatte kalkıp Delikanlıbaşının yanına gitti. Kuyuönü

Düzlüğünde toplandılar. Köylülerin çoğu oradaydı. Kadınlar, erkeklerce görülmeyen

ağaçların altında toplanmışlardı. Kazanlar kuruldu. Toplanan paralarla alınan

hasileri, Yetim Cumali kesti. Etli pilavlar, öğlene doğru hazırlanınca Çermikli

yolundan, yolcular davet edildi.

Yemekten sonra Delikanlıbaşı, gençler arası güreşi başlattı.” (s.90-91)…

“Oyuna doyamayan çocuklar, oyunu ertesi günü devam ettirdiler. Yetişkinler, ‘Yıkık

Hamam’ oyununa karar verdiler.” (s.91)

Anlatıcı, o zamana özel olan köylerin arasında değiş-tokuş meselesini de

gösterir: “Uzak yazı köylerine, çoğu meyve götürüp buğday, mercimek ve nohutla

değiştiriyorlardı.” (s.98)

Sosyal zamana işaret eden başka bir unsur da var. Okullardaki namaz zilidir.

Fuat Bey rüştüyeyi ziyaret ettiği zaman namaz zili çalındığını öğreniriz. Öğrenciler

abdest alarak namaza giderler. (s.131)

Son Kavşak romanında kronolojik seyri gösteren on tarih kaydedilir. Verilen

tarihler dışında birçok tarihî olaylar da bulunmaktadır ki; onlar da romanda zamanın

düzenli akışını göstermektedir. Elimizdeki romanın belgesel bir roman olduğu için

tarihî sapmaları yoktur. Bunun yanında kronolojik zaman akışını bozan dönüşler

veya sıçrayışlar da bulunmaz. Romanda kronolojik zamanın söz konusu olduğunu

söyleyebiliriz.

Page 159: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

147

Elimizdeki romana, “roman içinde roman” diyebiliriz. Yazar, bir gecede

yapılan hırsızlığı anlatır. Hırsızlar, barınmak amacıyla bir eve giderler. Orada evin

sahibi olan Hacı Ömer’le karşılaşırlar. Hacı Ömer, yaptıklarını bildikten sonra onlara

ibret olarak “son kavşak” hikâyesini anlatır. Bu vak’a ramazan ayının dokuzuncu

günündedir. Roman içindeki anlatmanın zamanı bir gecedir. Ama Hacı Ömer’in

ağzından anlatılan hikâyenin zamanı aşağıdaki gibi açıklayabiliriz.

Romanda ilk verilen net tarih 1890 yılıdır. (s.47) Son vak’aları ise 1922

tarihindedir. (s.209) Böylece romanın anlatılan olayları 1890–1922 yıllarının

arasında cereyan eder. Romanda kronolojik zaman söz konusudur. Olaylar, birbirini

normal bir şekilde takip eder. Bunun yanında da romandaki zamanın akışını bozacak

geriye dönüş veya geleceğe sıçrayışlar yoktur.

Romandaki zaman akışı, İttihatçılarla bağlı olarak ilerlemektedir. Ve romanda

verilen bütün tarihler, İttihatçıların zaman içinde başlangıçtan sona kadar işlerini

aydınlatmaktadır. Yazar, Cemal, Talat ve Enver Paşalar başta olmak üzere

ittihatçıları takip eder. Romanda son verilen tarihler ise üç Paşaların ölüm

tarihleridir.

Yazar romanın başında kozmik zaman unsurlarıyla kötümser bir hava

yaratmaya çalışır. Aslında yazar, bu gibi kötümser hava vasıtasıyla gelecekte veya

daha sonra olumsuz bir olay cereyan edeceğini takdim eder. Bu şekilde yazar,

«şimdiki zaman» ile «gelecek zaman» arasında kozmik zaman unsurlarına dayanarak

bir köprü oluşturur: “Gün bitmek üzereydi. Zaman, yeni bir aydınlığa kendini terk

edinceye kadar, siyah bir örtü, şehrin üstüne perde gibi serilecekti.” (s.5), “Ama

kurşini rengin hakimiyetinde bir akşam oluyordu. Bu silinmez gerçeği hiçbir şey

değiştirmiyordu. Az sonra güneş yerini aya ve yıldızlara bırakacaktı.” (s.5) Geçen

örnekteki gibi gördüğümüz gibi yazar, kozmik zamanı olayın bir sunuşu olarak

görevlendirir.

Romanda kozmik zaman bakımından dikkat çekici nokta, yazarın,

İttihatçılar ile gece arasında birleşmesidir. Anlatıcı, İttihatçılar karşısında okuyucuda

nefret duygusu artırmak amacıyla İttihatçıların bütün işlerini gecelerde tasvir etmeye

Page 160: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

148

çalışır. “Paşanın gelecek haberini aldıkları gecenin ilerlemiş vakitlerinde ittihatçılar

toplanmış, bundan sonra gelişecek olayların kritiğini yapmaya başlamışlardı.” (s.74),

“Bir gece dağdaki ittihatçılar şehre gizlice inip” (s.81), “Geceler hep sessiz ve korku

içinde geçmeye devam ediyordu.” (s.126)…

Romanın olayları, Cemal Paşa, Talat Paşa ve Enver Paşa başta olmak üzere

İttihatçıların etrafında toplanmaktadır. Romandaki tarihî sosyal zaman unsurları ise,

İttihatçılar ile ilgilidir.

Romanda sosyal zamana işaret eden önümüze ilk çıkan unsur, İttihat ve

Terakki Cemiyetine girme merasimidir. İlk önce derneğe alınacak kişi kurucular

tarafından incelenmesi yapılır, eğer bu kişinin hakkında olumlu bir cevap alınırsa

cemiyete girmesi kararlaştırılır. Bu gizli cemiyete girmesi karar verilen şahısların

gözleri bağlanarak bir odaya getirilir. (s.62) Bundan sonra yemin merasimi başlar:

“Yüzleri maskeli üç adam namzedi, üzerine Kur’an ve tabanca bulunan masanın

yanına yaklaştırıyordu.

İlk önce kısa bir başlangıçtan sonra yemin merasimi başlıyordu.

« - Seni bize tavsiye ettiler. Bizde cemiyetimize almaya karar verdik. Şimdi

önünde Kur’ana sağ elini, silaha sol elini koyarak şu yemini söyle.” (s.62) Yeni üye,

uzun bir yemini söyledikten sonra merasim biter ve tavsiyeler başlar: “Şimdi bu

yeminle siz bu cemiyete girip kardeşlik vasfını kazandınız. Hayırlı olsun. Bundan

sonra yapacaklarınızı, numaranızı öğreneceksiniz.”, “Mason Localarının kayıt ve

usulüne benzeyen bu merasim bitip şahıs cemiyete girdikten sonra, yeniden gözleri

bağlı olarak evden çıkarılıyordu.” (s.63)

Tarihî sosyal zamanı gösteren başka bir unsur, jurnaldir. Sultan Abdulhamid,

tahtan indirildikten sonra Selanik’teki köşkte yaşar. Orada muhafız komutanı Fethi

Bey ile Sultan Abdulhamid arasında bir arkadaşlık başlar. Fethi Bey, Sultan

Abdulhamid’i devlete yeni girmiş olan jurnalin ne olduğunu sorar. Sultan

Abdulhamid ise şu cevabı verir: “Jurnal bir hadisenin izahıdır, yani raporudur,

fezlekesidir, layihadır, izahnamedir.” (s.136–137)

Page 161: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

149

Dünya Durdukça romanı, Mustafa Kemal Atatürk’ün doğmasıyla başlayıp

(s.3) Atatürk’ün 103. doğum yılında biter. (s.119) Böylece romanda olaylar 188183

başlar, 1984 yılında sona erer.

Yazar, romanında tarihlere bir tarihçi titizliği ile önem verir. Romanda

zamana işaret eden yirmi üç tarih kaydedilmiştir. Romanın birinci yarısının, kurtuluş

savaşının bir özeti mahiyetinde olduğunu görürüz.

Romanın birinci kısmında ise zamanın akışı Atatürk’ün yaşına göre gider:

“Bu sözlerin ardından 5–6 yıl gelip geçmiş.” (s.4), “Henüz 12 yaşında olan Küçük

Mustafa.” (s.10) Diğer kaydedilmiş tarihlerin çoğu da Atatürk ile bağlıdır. Atatürk

hayattayken verilen tarihler yaptıklarını gösterir. Öldükten sonra ise romanda

tarihlerin ekseriyeti, Atatürk’ün doğum tarihine bağlı olarak verilir: “Atatürk’ün

ölümü.” (s.83), “Atatürk’ün 100.cü doğum günü.” (s.107), “Atatürk’ün 103. doğum

yılı.” (s.119)

Yazar, romanında Atatürk’ün isim aşamalarını kronolojik olarak gösterir.

Atatürk’e dünyaya ilk geldiğinde ve 12 yaşına kadar Küçük Mustafa denilir. On iki

yaşındayken Askeri Rüştiyeye girer, matematikte üstünlüğü yüzünden onun hocası

ona Kemal der. Böylece adı Mustafa Kemal olur. (s.11) Kurtuluş Savaşı esnasında

Baş Kumandan Mustafa Kemal’in komutasındaki Türk askerleri, Eskişehir’den

Ankara’ya doğru ilerleyen düşmanı büyük bir yenilgiye uğrattığına 19 Eylül 1921

yılında84 Mustafa Kemal’e “Müşir” ve “Gazi” unvanı verilir. (s.34) Sonra 26 Kasım

1934’te85 TBMM, Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadını verir. (s.74)

Yazar, Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım’da ölümüyle (s.83) romanında

zaman akışını hızlandırarak Atatürk’ün 103. doğum yılına kadar Türkiye’nin tarihine

genel bir bakış verir.

83 “Atatürk, Mustafa Kemal” madde, Grolier İnternational Ameraicana Encyclopedia, SabahYayınları, y.y., 1993, c.284 “Atatürk, Mustafa Kemal” madde, Genç Larousse, Gerçek Yayıncılık, y.y. 3. Baskı, 1993, c.285 a.g.e., s. 255

Page 162: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

150

Romanda kronolojik zamana nazaran kozmik zaman ile ilgili unsurlar sayı

bakımından pek azdır. Romanda sadece kozmik zamanla ilgili iki unsur

kaydedilmiştir. Yazar, roman başındaki Atatürk’ün dünyaya gelmesinde kozmik

zaman ile kronolojik zaman arasında birleştirir. Sanki dünya da Atatürk’ün

doğmasıyla sevinir: “Mayıs ayının henüz sonuna gelinmeden, havalar birdenbire

ısınmış, ağaçlar vaktinden önce çiçeklenmişti. Tabiatı, pembe ebruli renkleriyle

süsleyen bahar çiçekleri gözleri okşuyor, ruhlara mutluluk saçıyordu.

Bahar çiçekleri kadar göze çekici görünen, pembe renkli, cumbalı evin iç

odalarından birinde, anne çocuğunu dünyaya getirmek için çırpınıyordu.” (s.3)

Şükriye, sıhhiye erleriyle beraber cepheye gider. Cephedeyken bir saldırıya

uğrarlar. Tabiat, meydana gelen korkunç manzarayla bütünleşir: “Karşılıklı

şakırdayan süngülerden sonra vakit akşama doğru yaklaşırken sesler yavaş yavaş

azaldı… Sonra etraf derin bir sessizliğe gömüldü. O, kulakları yıtrarcasına yükselen

sesler uğultular son bulmuştu amma her yer şehit ölüleriyle üst üste gelircesine

dolmuştu.

Görünen bu korkunç manzara içinde hiçbir hareket yoktu. Kızıllaşmış güneş

ufka yaklaşırken, yerde yatan şehitler için kan ağlıyordu… Güneş gurup ederken

şehit yığınları arasında bir kıpırdama oldu. Bu Şükriye’ydi… Yavaş yavaş gözlerini

açtı, kıpkızıl renklerle karıştı, güneş ateşten bit tepsi gibiydi. Onun içinde kavrula

kavrula döndü. Güneşin grup etmesiyle de vücudunu büyük bir ürperti sardı.” (s.26–

27)

Romanda sosyal zamana ait olarak o dönemde yayılan eğitim sistemi olan

mahalle mektebi yer almaktadır. Orada merasim ve ilahilere önem verildiği

kaydedilir. (s.4)

O döneme ait çarşaf meselesi de ortaya çıkmaktadır. Kadınlar o zamanda

çarşafsız dışarıya çıkamazlar. Zeynep, yengesine çarşafsız dışarıya çıkacağını söyler.

Yengesi ise bunun yasak olduğuna işaret eder: “Zeynep oda kapısından içeri

girerken, yengesi onu, kolunda çarşaf elinde peçeyle karşıladı.

Page 163: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

151

— Zeynepçiğim, çarşafın ve peçen hazır.

Zeynep üzgün bakışlarla yengesine bakarken, genç kadın da kolundaki çarşafı

sandalyenin üstüne koydu, elindeki peçelikleri göstererek sordu:

— Bunlardan hangisini istersin?

Zeynep önce kararsız bir pozla durdu, sonra birdenbire isyan etti:

— Çarşaf giymeyeceğim, asla giymeyeceğim.

Yengesi zarif ve anlayışlı bir jestle karşılık verdi:

— Öyle amma, kalabalık yerlerde çarşafsız çıkamayacaksın!” (s.50) Bu

sıralarda Zeynep’in amcası gelir ve Zeynep’in haklı olduğunu, kadınların da artık

çarşafsız çıkabileceklerini söyler: “Siz hanımlar çarşaf giymeden, etek ceket veya

buna benzer kıyafetle yüzünüzü örtmeden, çarşıya pazara çıkabileceksiniz.” “Kıyafet

İnkılâbı, büyük şehirlerde olduğu gibi buralarda aynen tatbik edilecek. İnkılâplar

birbirini takip ediyor. Yüce Reisicumhurumuz Gazi Mustafa Kemâl Paşa:

Milletler arası, takvim ve saatin kabulünden sonra, yeni bir inkılâbın hazırlığı

içinde. Çıkacak yeni Türk Medeni Kanunu ile zenginle fakır, kadınla erkek arasında

fark gözetmeksizin herkese eşit hak tanınacak. Artık sizler de biz erkeklerle aynı

haklara sahip olacaksınız.” (s.51–52)

Yazar, Harf İnkılâbından ve ona müteakip olarak açılmış olan Millet

Mekteplerinden söz eder: “Gazeteler artık balıklarını yeni ve Arap harflerle olmak

üzere çift baskı yapıyordu. Yeni yazılar hakkında her gün öğretici baskılar çıkıyordu.

Yeni değişiklikler de gazetelerin ilk sayfasında büyük puntalarla yazılıyordu.” (s.56)

“Halk, açılan Millet Mekteplerine, akın akın gitmeye başlamıştı. Yeni harfler, ekseri

mekteplerin büyük salonlarında halka öğretiliyordu.” (s.57) Türk halk kültürüne ait

olan efelikten söz edilir. Millet mektebinde olan yaşlı adamın, İzmirli ve Ödemiş

efelerinden olduğunu söyler. Sınıfta bir efeliğimiz olsun diyen öğretmen, yaşlı adamı

sınıfın efeliği olarak seçer. (s.59)

Page 164: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

152

XX. Yüzyıl

Ermeni Zulmü yazarı, romanın konusunun, 1915–1918 yılları arasında

Erzurum ve çevresinde Ermeniler tarafından yapılan katliam olduğunu söyler. (s.5)

Ama Romanda ilk verilen tarih, 1914 yılının Kasım ayının üçüncü günüdür. (s.8)

Romanda son verilen tarih ise Mart 1918 tarihindeki Erzurum’un kurtuluşunun

tarihidir. (s.72–75) Böylece romanın vak’aları, 1914–1918 yıllarını kapsamaktadır.

Romanda kronolojik zaman akışının, ikiye ayrıldığına bakarsak zamanın sıralı

bir şekilde ilerlediğini söyleyebiliriz. Çünkü yazar, romanın vak’alarını ikiye ayırır.

Birincisi Pasin Ovası ve çevresiyle alakalıdır. İkincisi ise Erzurum ile bağlıdır.

Yazar, her bölümün olaylarını, kronolojik zaman bakımından ayrı bir şekilde anlatır.

Böylece roman bu açıdan kronolojik olarak sıralı bir şekilde ilerlemektedir. Yazar,

verdiği tarihlerde titiz davranır. Erzurum’un kurtuluşu ile ilgili olaylar, günler

hesabiyle değil saatlere göre anlatılır: “Saat 6’da”, “Saat 9’da”, “Saat 11’de” (s.74)

Romanda merkezi tarih, Erzurum’un işgalinin tarihidir. Adeta olaylar, bu

tarihin etrafında toplanmaktadır.

Romanda kozmik zaman unsurları, kronolojik zaman unsurlarıyla birleşir.

Bazı olaylarda romanın kronolojik seyrini gösteren belirli zaman tarihlerinin, güneşe

ait kozmik zaman unsurlarıyla iç içe olduğunu görürüz: “Saat 13.15. Öğleden sonra

Gez köyünü bir taarruz kolumuz işgal etti.” (s.74), “12 Mart 1918 sabahı saat 5.

Erzurum’dan top sesleri işitiliyor.” (s.76)

Tabiat, yersiz yurtsuz kalmış göçmenlerin ruhî durumlarıyla birleşerek

Ermenilerin yaptıkları katliamı kabul etmek istemez: “Ve hep hüzün…

Gökten hüzün oldu. Kara kara bulutlar şimdi ve aylar sonrası vuku bulacak

hazin vahşetleri daha yakından görmek istercesine bir hazırlık içinde. Anadolu

insanının mahzunluğu, hayvanlara da sirayet etmiş. Onlar da yeisli. Köyün

zapdedilmez canavar köpeği –Panzo- çok garip bir uysallık içinde, dili bir karış

dışarıda arabaların en sonunda hüzün ve hicran kervanını takip etmekte…” (s.10)

Page 165: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

153

Romanda gece, bir taraftan korkunç ve gizli eylemler için ve diğer taraftan da

Ermenilerin kirli işleri için uygun bir ortamdır. Hınçak, Taşnak ve diğer komitelere

mensup olan komitecileri, gecede toplantılarını yaparlar. (s.20–21) Göç eden masun

insanlar de, gece yarısına Erzurum’a gelirler. Ama onları amansızca bir katliam

bekler. (s.11–12) Bir gecede tifüs hastalığından ölen Türk askerleri, hastaneyi

doldurarak korkunç bir manzara oluşturur. (28) Bir gecede de Ermeniler, Yanık Dere

tarafında onlarca masun insanı Rus baltalarıyla öldürür. (s.58)…

Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu yazarı, romanın başında “Seksen yıl

öncesine dönüyoruz” dediğine göre romanın başladığı yılı bize açıklamış olur. (s.3)

Romanın yazma zamanı, 1983 yılıdır. Böylece romanın vak’aları, 1903 yılında

başlar. Romanın son vak’ası ise 1910 yılındaki Hekimoğlu’nun öldürülmesidir.

(s.143) Buna göre romanın olayları, 1903–1910 yıllarının arasında cereyan eder.

Romanda kronolojik akış söz konusudur ve düzenli bir şekilde ilerler. Roman

boyunca geriye dönüş veya geleceğe sıçrayışlar yoktur.

Romanda zamanın ele alınışı genel olarak ikiye ayrılmaktadır. Genel

olaylarda zaman tabii seyrinde “gün” ve “hafta” formları ile verilir: “Aradan tam iki

hafta geçmişti.” (s.22), “Ertesi sabah” (s.38, 52), “İki gün sonra” (s.47, 85), “Bir iki

gün bekledi.” (s.85), “Cuma günü” (s.88), “Tam yirmi gün” (s.90), “Üç gün sonra”

(s.92)…

Anî olaylarda ise “saat” ve “dakika” gibi kısa zaman belirlemeleri kullanılır:

“Bir dakika kadar” (s.22), “Bir saat sonra” (s.46), “Beş dakika sonra” (s.48), “Her

şey bir iki saat içinde kararlaştırıldı.” (s.57), “Ateş on beş dakika kadar sürdükten

sonra kesildi.” (s.68), “Sana tam bir saat mühlet veriyorum.” (s.69), “Dakikalar

birbirlerinin ağırdan ağır ağır geçiyordu.” (s.71)…

Romanda kullanılan en uzun zaman belirtisi ise Hekimoğlu’nun çetesinin

kurulmasıyla ilgilidir: “İşte Hekimoğlu çetesi de böyle kuruldu. Birkaç baskın ve

dağa adam kaldırarak kısa sürede para sıkıntısından kurtuldular.

Page 166: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

154

Bir yıl kadar sonra Hekimoğlu’nun yanında tam onbir kişi bulunuyordu.”

(s.58)

Romanda kozmik zaman unsurları zamanın tabii seyri içinde kullanılır. Bu

gibi unsurların çoğu, olayların gece-gündüz olduğunu belirler: “Seni öğleden sonra

bağ evinde bekliyecek..” (s.23), “Bütün gece” (s.17), “İkindiden az sonra” (s.52),

“Sabah ezanı” (s.66), “Ayın ilk cuma günü akşamı” (s.88), “Bir sabah” (s.91), “Tam

gece yarısı” (109),“Güneş doğduktan sonra” (125)…

Fadime bir gün babasını görmek üzere değirmene gider. babası ise

değirmende yoktur. Onun yerine Hekimoğlu kendisini karşılar. Hekimoğlu,

Fadime’yi gördüğünde sever. Ve babası gelinceye kadar saatlere onunla konuşur. “”

(s.8) Hekimoğlu ile Fadime, bütün gözlerden uzak yerlerde buluşmaya başlarlar. Bir

defa bir Gürcü tarafından görünürler. (s.9) Hekimoğlu, o gün evinden çıkmaz, işin

kolaylıkla kapanmayacağını anlar: “Geceyi hemen hemen hiç uyumadan geçirmişti.

Bütün geceyi kopacak fırtınayı beklemekle geçiren bir denizciye benziyordu. Ancak

bir şey olmadı. Kimsecikler gelmedi.

Sabah namazına kalkan ninesi onu böyle bulmuştu.” (s.17)

Dadyan Arslan, Hekimoğlu’yu yakalamak amacıyla Tepealan köyüne gelir:

“Güneş batarken iki birlik Tepealan köyüne bir saatlik yerde buluşmuşlardı. Burada

mola verdiler. Yemeklerini yemek ve gecenin ilerlemesini beklemekten başka bir

işleri yoktu artık.

Yemekten hemen sonra Dadyan Arslan köye giden ve köyden çıkan yolları

kesmeyi uygun bulmuştu. Sonra da mülâzım ile yeniden baş başa vererek

uygulayacakları baskın plânını bir daha gözden geçirdiler.” (s.111)

Hekimoğlu, Gürcü muhacirlerden olan Sefer Ağa'nın kızı olan Fadime’yi

sever. Hekimoğlu ile Fadime arasında başlayan yakınlaşma yüzündün kanlı bir

hesaplaşma ortaya çıkar. Hekimoğlu, bir Gürcü’yü öldürdükten sonra Gürcülerle

arasına kan girer. Hekimoğlu kaçar dağlara saklanır. Hekimoğlu, bir çete kurar.

Çetede dikkat edilen şey, adam öldürmemek ve halka zulmeden kişilere musallat

Page 167: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

155

olmaktadır. Çetenin aldığı paraların bir kısmı fukara ve yardıma muhtaç köylere

dağıtır. Böylece Hekimoğlu, kısa bir süre içinde büyük bir şöhret kazanarak, halkın

bir kahramanı haline gelir. Roman içerisinde yerli halk ile Gürcüler arasındaki sosyal

farklıklar önemli bir yer tutar.

Roman tarihî sosyal zaman unsurları bakımından pek zengin bir romandır.

Roman o dönemdeki sosyal hayatı iyice aydınlatmaktadır. Gürcü geleneklerinden

olan nişanlanma meselesi ve başlık parası ortaya çıkmaktadır: “Bir Gürcü geleneğine

göre çocuklar daha pek genç yaşlarda aileleri tarafından nişanlanırlar. Tabiî bu

nişanlanmalar aile durumlarına göre olurdu. Herkes çocuğuna dengine göre bir eş

seçerdi. Ve kız babaları karşı taraftan yüklü bir başlık parası alırlardı.

Başlık parası ödemek bir aileye aynı zamanda şeref kazandırıcı bir şeydi.

Ödenen para ne kadar yüksek olursa, iki taraf da bundan o kadar gurur duyarlardı.

Bunun için en fakir aileler bile oğullarını evlendirirlerken ne yapar ederler,

varlıklarını satarlar, borçlara girerler, gene de kız babalarına büyük paralar öderlerdi.

Hem de altın olarak..” (s.9)

Tarihî sosyal zaman unsurlarından olan «Kır serdarı» hakkında da bilgi

verilir. “O devirde eşkıya takibinde sivil bir kişiye yetki vermek usulü vardı. Ve çok

defalar bu işte affa uğramış eski eşkıyalar kullanılırdı.

Bu gibilere bir aylık bağlanır ve kendilerine «Kır serdarı» adı verilirdi.” (s.61)

Hulusi Ağa, varlıklı bir kişi olmasına rağmen Hekimoğlu’dan Gürcülerin

intikamını almak için bu görevi kabul eder. (s.61)

Yerli halk, her zaman Hekimoğlu’dan yanadır. Hiçbir zaman Gürcülere

Hekimoğlu’nun nerede olduğunu söylemezler. Hem de yerli halk için bir yabancının

Gürcü olup olmadığını anlamak çok kolay bir şeydir: “Tanımanın yolu da oldukça

orijinaldi. Gürcüler dil sürçmeleri, hançere yapıları yüzünden bazı Türkçe kelimeleri

ne kadar dikkat ederlerse etsinler asıllarından farklı bir şive ile ve bazı harflerini

değiştirerek telâffuz edebiliyorlardı.

Page 168: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

156

Meselâ «fındık», «fasulya» diyecek yerde «pındık», «pasulya» diyorlardı.”

(63–64) Geçen örnekte gördüğümüz gibi yazar, yerli insan ile Gürcüler arasındaki dil

farklıklarını ortaya koymuş olur.

Tarihî sosyal zamana işaret eden Meşrutiyet devrimi de söz konusudur. O

dönemde ülkede Meşrutiyet devrimi olur, genel af ilân edilir. Dağlarda dolaşan

birçok eşkıya ve haydut da bundan faydalanırlar. Ama aftan faydalanmak için belirli

bir süre içinde hükümete başvurmak ve silâhı teslim etmek gerekir. Bu zaman

geçecek olursa aftan artık faydalanmaz. Bu amaçla birkaç kişi Hekimoğlu’ya gider.

Ama Hekimoğlu, Gürcülerin hükümet affını dinlemeyeceklerini söyler. (s.78–79)

Karasu romanı Türk-Ermeni sorunu ele alırken, yirminci yüzyılın başında

komitecilerin faaliyetleri ile Tehcir Yasasının sebepleri ve ondan daha önceki

dönemden söz eder.

Romanda zamana işret olarak Ermeni Komitecilerin, bir toplantısında

Maraş’ın Süleymanlı bölgesinde yapılan baskınlara işret ederek eleştirirler. Burada

Hınçak ve Taşnak86 komiteleri başta olmak üzere bütün Ermeni komiteleri söz

konusudur. Romanda asıl olay, Ermeni komitelerinin birleşmesidir. (s.56) Bu olaylar

XIX. yüzyılın son yıllarından itibaren olduğuna87 göre romanın 1890 yılında

başladığını söyleyebiliriz. 1918 yılındaki88 İstanbul’un işgali ve Erzincan’ın

Ruslardan kurtarılmasıyla89 sona erer. (s.122–124) Böylece romanın vak’aları, 1890–

1918 yıllarının arasında cereyan eder.

86 Taşnak komitesi: 1890 tarihinde Kafkasya’da kurulmuştur. Kendilerine sembol olarak işçileritemsilen küreği, aydınları temsilen kalemi ve savaşı temsilen de hançeri seçmişlerdir. Taşnakların enbelirgin özelliği aşırı şekilde şiddet tarafları olmalarıdır. Taşnaklar da Hınçaklar gibi hareket yöntemiolarak terörü benimsemişlerdir. Yahya Bağçeci, a.g.e., s. 40-4187 Hınçak ve Tışnak Komiteleri de şu amaçlarda birleşmişlerdir: Katliam yapacak eylem gruplarıkurmak, büyük devletlerin müdahalesini sağlamak ve Müslümanların kovulacakları veyaöldürülecekleri altı Anadolu vilayetinde bağımsız bir Ermeni Cumhuriyetini gerçekleştirmektir. Erdalİlter, Türkiye’de Sosyalist Ermeniler ve Silahlandırma Faaliyetleri (1890–1923), Turan Yayınları,İstanbul, 1995, s. 27–3488 13 Kasım 1918'de Osmanlı'nın başkenti İstanbul'a gelen müttefiklerin 55 parçalık gemilerindenİstanbul'a 3500 asker çıkarıldı. İngiliz Albayı Muerpi İstanbul'a geldi. “İstanbul’un İşgali” madde,www.vikipedi.org89 “Erzincan” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding, İstanbul, 1994, c.7

Page 169: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

157

Romanda sadece dört tarih kaydedilmiştir. (s.56, 78, 80, 89) İstanbul’un işgali

ve Erzincan’ın kurtarılmasının dışında da kronolojik zamana işaret eden belirli bir

tarihî olay da yoktur.

Romanda kullanılan kronolojik zamanın unsurları, ikiye ayırabiliriz. Birincisi

komitecilerin faaliyetlerini gösteren unsurlardır. İkincisi ise Tehcir Yasasıdır. Tehcir

Yasası ile ilgili zaman unsurları, belirli tarihler halindedir: “14 Mayıs 1915’te çıkan

yasa.” (s.78), “1914 Sonbaharında Tehcir Yasası çıkıncaya kadar.” (s.80)

Komitecilerin faaliyetlerini zaman belirlemelerinde ise, “gün” formu sıkça

kullanılır: “Üç gün sonra” (s.25), “Bir gün” (s.39), “Ertesi gün” (s.63, 107, 124), “İki

gün sonra” (s.100)…

Romanda ilk verilen tarih ise 1890 yılıdır. Yazar, burada komitecilerin

birleşmesini vermek için geriye döner. (s.56) Ve bu geriye dönüşün dışında başka

geriye dönüşler yoktur.

Romanda kozmik zaman unsurlarının çoğu, “karanlık” ve “gece”nin

etrafında toplanmaktadır. Burada gece, gizli işlemler için uygun bir ortamdır:

“Köyün ışıkları sönmüştü. Gökyüzü parçalı bulutluydu. Ay ışığında çevre bir hoş

olmuştu.” (s.17), “Gökyüzü bulutluydu. Yarım ay ışığı altında dağlar bir hoş

olmuştu. Onnik’in bulunduğu mağaradan güçsüz bir ışık sızıyordu. İçerden ise

yalvaran kadın sesleri geliyordu. Onnik dağların yalnızlığını ırz düşmanlığında

gidereceğini sanıyordu.” (s.49), “Bir gece onu yakalayan komiteciler yöntemlerini

uygulayıp…” (s.61), Bir gecede Hacı Emin Efendi ile Şükrü Efendi, Nazar’ı Karasu

bataklığına götürerek dibine atarlar. (s.92), Ermeni hırsız kadın da geceleyin

yakalanır. (s.94)…

Yazar, komitecilerden kurtulanlar ile tabiat arasında bir bağ kurar. Ve güneş

onlara güler, sanki yeniden dünyaya dönerler. (s.50)

Romanda tarihî sosyal zaman unsurları çoğunun, romanın konusu olan

komitecilerin faaliyetleriyle ilgili resmi soruşturmalarda bulunması uygundur. O

dönemdeki soruşturmalarda kullanılan eşyalar şunlardır: “O günlerde

Page 170: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

158

soruşturmalarda kullanılan en büyük silah sopaydı. Sopaya dayanamayıp cinayetleri

üstlenenlere rastlanırdı.” (s.16)

O dönemde hayvanlara pek ehemmiyet verilir: “Hayvan insandan daha

değerliydi. Tahıl para etmiyordu. Geçimin ana kaynağı hayvancılığa dayanıyordu.”

(s.16) Bununla ilgili olarak da at, zenginlik seviyesine bir işarettir. Bunun için at

hırsızlığı da ortaya çıkmaktadır. At hırsızı Seydo, romanda bir kahramandır. “At

hırsızlığı Seydo için vazgeçilmez bir tutkuydu.” (s.16–17) Seydo, çevrede at hırsızı

olarak bilinen bir insandır. Atı almak isteyen köylü, önce Seydo’ya gider. (s.16)

Atlar da zenginler arasında büyük bir armağan sayılır. (s.21) Atların ahırlarının, da

evlerin tam yanında yapıldığını öğreniriz. (s.18) Çiftçilik ve hayvancılığa dayanan bu

hayat şeklinde de yağ pazarları önemli bir yer tutar. Köylüler, tarlalarındaki

tırpancılara yağ yetiştirmek amacıyla bu pazarlara yağ almak için giderler. (s.98–99)

Türk kültürüne özel olan cirit de düğünlerde yapılan bir gelenek olarak ortaya

çıkmaktadır: “Köylüler gelinle damat onuruna cirit oyununa başlayacaklardı. Koşula

göre, gelinin işaret vermesi gerekiyordu. Tek sıra durumunda atlılar bekliyorlardı.

Cirit alanında duygu ve heyecan vardı. Marçik elindeki mendili esintiye bırakınca

cirit oyunu başlamıştı. Ciridi en iyi kullanan Şahin’di. Çocuk denecek yaştan beri, at

biner, köyler arasında düzenlenen yarışlara katılırdı. Atın kolanın gevşek bırakır,

çevresinde dönerken, yerden kaptığı sopaları rastladığına savururdu. Atından

yuvarlanıp gidenlere üzülmek olanaksızdı.” (s.31)

Sosyal zamanın unsurlarından olan inanç veya batıl inançlar da romanda bir

yer tutar. Sosyal hayatın bütün yüzlerinde güçlü bir rol oynayan “Hoca” ve “Derin

Hoca”, köylülerin akıllarında din adıyla sınırsız bir güç sahiplerdir: “Hocalar

kendilerini düzenin akbabaları sayarlardı. Kâfir sözcüğünü güçlü bir silah olarak

kullanırlar, halkın vicdanından ellerini çekmezlerdi. Nefesleri doktor neşterini geride

bırakırdı. Her hastalığın çaresi ellerindeydi. “Ben bu işten anlamam” diyen tek birine

raslanmazdı. İster tifo, ister kanser, isterse sıtma olsun, ilk cümleleri “Peri yeline

raslamış” olurdu. Üçgen muskalar halkın boynunda bir ölüm fermanı gibi sarkar

dururdu. Daha canbazlarına “Derin Hoca” denir, bin türlü bela ile şaşkına

çevirdikleri halk bu fabrikalardan muska satın alırdı. Kara-Kura, Al Bastı, Münkir-

Page 171: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

159

Nekir, hortlak gibi sözler küçüklerinde şuur altına işler, geceleri dışarı çıkanların

bazıları, bir kedinin kaçışı, ya da rüzgârın uçurduğu bir tüy nedeniyle korkunun

kurbanı olurlardı. Bunlar hocalar için bulunmaz ekmek kapılarıydı.” (s.32)

4. Kurtuluş Savaşı Dönemi

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanının kronolojisini gösteren on beş tarih

kaydedilir. Romanda ilk verilen tarih, 1919 yılının Mayıs ayındaki İzmir’in işgalinin

tarihidir. (s.7–11) Romanda son verilen tarih ise, 1920 yılının Ocak ayıdır. (s.263)

Ama burada romanın olaylarının bu iki tarih arasında geçtiğini söylemeyiz. Çünkü

bu iki tarih arasında birkaç iniş söz konusudur. Bu inişler, romandaki geriye

dönüşlere bağlıdır. Romandaki geriye dönüşler, bazen olaylar içinde, bazen de ayrı

bir bölümde cereyan eder. Romanda ilk rastlanan geriye dönüş, Neveser tarafından

yapılır. Neveser hanım, hatıralarıyla iki yıla kadar geriye döner. (s.65) Burada olaylar

ve kahramanlarla ilgili bilgiler verilir.

Romanın kronolojisi, şu şekilde sıralayabiliriz: Başlangıç: Mayıs 1919 (s.7),

iki yıla geriye dönüş (s.65), Mayıs / Haziran 1909 (s.115), 1902 yılına geriye dönüş

(s.147), Aralık 1919- Ocak 1920 (s.261–382). Buna göre romandaki vak’aların

kronolojisinin, tabii bir şekilde ilerlemediğini söyleyebiliriz.

Romanın kronolojisini gösteren belli başlı tarihler yanında tekrarlanan ve

yazar tarafından kullanılması bakımından rağbet gören bazı zaman dilimlere romanın

boyunca rastlarız. Bu gibi zaman dilimlerinin başında “gün” formu gelmektedir:

“Ertesi gün” (s.89, 109, 133, 143, 255, 270), “O gün” (s.106, 109, 123, 175, 228,

286, 357, 359), “Bugün” (s.217, 265), “Üç gün sonra” (s.93), “Son günlerde” (s.63),

“İki gündür.” (s.328)… İkinci sırada da “ay” formu önümüze çıkar: “Mayıs” (s.9),

“20 Mayıs” (s.64), “Mayıs-Haziran” (s.117), “Nisan ayı boyunca” (s.121), “Mayıs’ın

biri” (s131), “Temmuz’un bir Cuma günü” (s.167), “1907 Mart’ının ilk haftalarında”

(s.168), “Aylardan Haziran” (s.173), “Aralık-Ocak” (s.263), … Geçen örneklerde

gördüğümüz gibi Mayıs ayı, birçok yerde tekrarlanan aylardandır. Yazar, Mayıs

ayının, özellikle 1919 yılının Mayıs ayının üzerinde uzun durur. Neveser Hanım için

Page 172: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

160

uğursuz bir aydır: “Kardeşi Ahmet Ziya, artık umudunu kestiği bir sırada, Berlin’den

çıkagelmeseydi o Mayıs Neveser’in yüzü hiç gülmemiş olacaktı: ne uğursuz aymış!

İzmir’in işgal “faciası’, özel nedenlerden, onu ay rıca ilgilendiriyor: Selânik

elden çıkınca, ailesi İzmir’e göçmüştür.”, “Hatıra Defteri’nin, Mayıs’ın ikinci

yarısına ilişkin sayfaları, ‘en mükedder, en müteellim’ sayfalarıdır” (s.61)

Romanda kronolojik seyrinin başlangıcını gösteren İzmir’in işgaliyle başlar.

Yazar, burada olayın zamanını göstermek için sadece yıllar, aylar ve günlere

dayanmaz, ama aynı zamanda da olayın saatini de belirtir. Bu açıdan romanda saatini

gösterilen olay, tek budur. Böylece yazar-anlatıcı, bu olayın roman içinde önemine

işaret etmiş olur: “İlk Yunan neferi, İzmir Rum halkının çılgınca tezahüratı arasında,

dün sabah 7.50’de İzmir rıhtımına çıktı.” (s.11), “İhraç kıtalarını getirmekte olan

nakliye gemileri, saat yediye doğru göründüler. Lonhi Sfendani, New Genea,

Thyella, Themistocles, Syria ve Paris sefineleri, yedi buçukta limana girmişti.”

(s.11), “Saat dokuza beş kala…” (s.12)

Roman 1920 yılının Ocak ayındaki Münif Sabri’nin öldürülmesiyle sona erer:

“…Münif Sabri, Salı günü de buluşmaya gelmiyor. Gelemiyor. Çünkü gelemez.

Sebebini Neveser, ertesi gün gazetelerden öğrenecektir.” (s.382)

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında kozmik zaman söz konusudur. Yazar,

olayların çoğunu bir kozmik zaman tablosuyla başlatır. Bu gibi tablolar, yazar

tarafından amaçsız değildir. Yazar, adeta bu gibi tablolar vasıtasıyla olayın genel

havasını verir. Böylece bu gibi tablolar, olayların bir önsözü mahiyetini alır:

“Rüzgârlı bir karanlıkta, ince kar tozlarının uçuştuğu bir Aralık akşamı, Abdülhamid-

i Sâni ‘mebuslara’ yemek vermektedir.” (s.203)

Romanda bazı zaman dilimlerinin, özellikler “akşam” ve “gece” vakitlerini

gösteren formlarının pek çok tercih edildiğini buluruz. Yazarın, roman boyunca

ısrarla kullandığı gece ve akşam formları sayesinde Dersaadet’te Sabah Ezanları

romanına karanlık duygusunu verir. Söz konusu bu karanlık duygusunun, romanın

ele aldığı dönem ve olaylarına uygun olduğunu görürüz. Romanda “Gece” ve

Page 173: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

161

“akşam” formları şu şekilde sıralayabiliriz: “O gece” (s.92, 108, 133, 158, 160, 214,

225, 271, 272, 305, 311, 344, 360, 375), “Bu gece” (s.371, 372, 373), “O akşam”

(s.96, 116, 140, 213, 224, 298, 307), “Bu akşam” (s.280), “Bir akşam” (s.66, 156,

277, 281, 299, 361), “Akşam üstü” (s.189, 253, 345), “Akşam” (s.192), “Akşam

üzeri” (s.370), “akşama doğru” (s.35), “Bazı yaz akşamları” (s.187)… Böylece gece

ve akşam, romanın zamanına hâkim bir unsurdur. Daha da kasvetli durumlarda ise,

yağmur geceye veya karanlığa katılır: “Yağmur, Dersaadet’in, insanı içinden

çökerten, karanlık yağmuru. Yağdığını görmez, aşağılık nemiyle iliklerine kadar

ıslanırsın. Kulak içlerinde su tozu birikir, gözlükler buğulanır. Yağmur yağdı mı,

akşamları tüyleri diken diken eden bir serinlik çıkıyor.” (s.61)

Yazar, romanda bazen kozmik zaman unsurlarını romanın kronolojik seyrini

gösteren tarihlerle birleştirir. Yazar, bu hususta Ziya beyin, oğlu Ahmet Ziya’nın

yüzünden düştüğü kederi ustaca şu şekilde işler: “Rumi Martın üç dokuzuncu halk

kötü bellemiştir: dokuzu, ondukuzu, yirmidokuzu; o günler, ya fırtına bekler, ya

soğuk; bu yıl 9’u nasıl geçmişti hatırlamıyor ama 19’unun ‘her cihetten’ kötü

başladığını, Ziya bey ölse de unutmaz: daha sabah karanlığı, sulu bir kar; çamur

bulaşığı bulutlar, sanki pelte pelte sokaklara dökülüyor; bir de soğuk, aman Allah,

ayazın elinde maharetli bir ustura, her esişinde kafasının derisini bir daha yüzüp,

alıveriyor adamın. Kuşluk vakti, bir ara, malî sene bilânçoları için İstasyon’a, Fransız

İşletme Müdürü Mösyö Perdrier’yi görmeye gitmişti; o yokken, Feyziye İdadisi

Müdürü Cavit bey’in, bir ‘pusulasını’ getirmişler: ‘mahdum beyle alâkalı mühim bir

hususu tezekkür etmek üzere’ onu okula çağırıyor.” (s.174–175)

Yazar, bazen de kozmik zaman belirlemeleriyle olayların genel akışını içinde

kullanır. Kozmik zaman, burada olayın genel akışını bir göstergesi olarak ortaya

çıkar: “Doktor Schlosser ve karısı, o gece yemeğe kalmışlardır. Yemekten sonra,

bahçeye çıkıldı. Çardağın altında, hasır koltuklara oturup, geç vakitlere kadar

söyleşiyorlar. Başlarının üzerinde uyumuş kuş yüklü gece ağaçları, rüzgâr estikçe

üflenmiş gibi parıltısı artan yıldızlar, kadife lâciverdi gök. Masanın üstündeki ‘kayık’

tabakta, çardağa asılı feneri yansıtan iri kirazlar, cilâlı gibi parıldıyor.” (s.214)

Page 174: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

162

Böylece yazar, kozmik zaman unsurlarıyla hem olayın zamanını, hem de tasvirlerde

ustalığını göstermiş olur.

Kozmik zamanla ilgili dikkat çekici bir husus, yazarın bu gibi unsurları

zamana işaret etmek için yanında bazen da tabiat güzelliğini göstermek için

kullanmasıdır: “Eylül ‘iptidalarında’, yazdan kalma bir akşamdı; yıldız bolluğundan

ağırlaşmış sütlü lâcivert bir gökyüzü, pırıl pırıl, terastaki çiçeklerin üzerine sarkıyor.

Havada kaba bir yumuşaklık, kaybolup belirlenen çiçek kokuları: belki karanfil,

belki gül, belki leylâk!” (s.69)

Yazar, kozmik zaman unsurlarını ustalıkla memleketin durumlarına yansıtır.

Neveser Hanım, Ahmet Ziya ve Münif Sabri birbirleriyle memleketin genel

durumlarını konuşurlar. Birdenbire onların arasında acı bir sessizlik geçer. O anda

anlatıcı, kozmik zamanın unsurlarını ustalıkla konuşturur: “Yumuşak Mayıs gecesi,

lâciverdine gümüş tozu serpilmiş ‘muazzam’ bir fânus, içinde uzak minarelerden

dağılan Yatsı ezanları boğulup, işgal donanmasının vardiya çanları acımasızca

yükseliyor. Hava rüzgârsız.” (s.92)

Romanın birçok yerinde kozmik zaman unsurlarının, kahramanların ruhî

durumlarıyla iç içe olduğunu görürüz. Kahramanların içi, dışa ya da tabiata yansıtılır.

Neveser hanım, kardeşi Ahmet Ziya’nın döndüğünden itibaren dünyayı bambaşka bir

şekilde görmeye başlar. Yazar, Neveser’in huzurunu tabiata yansıtır: “Hava da bir

güzel ki! Salacak’ın üzerinde suluboya lekesi bir bulut, külrengi damarlı mermer

beyazı, çevresi katmerli mavi. Şirket-i Hayriye vapurları,gündelik telâşları içinde,

çakal gibi havlıyorlar. Terastaki yeşilliğe, patır patır yağan serçeler. ” (s.99) Adeta

roman içinde Neveser’in huzuru, tabiatta görürüz. “Omzunda şal terasa döndüğünde,

akşam, mor bir zambak gibi açılmıştı: ufak, boydan boya, haşhaş pembelerinin,

böğürtlen siyahlarına batıp boğulduğu; sırmalı lâciverdlerin, ördekbaşı yeşillere

karıştığı bir renk panayrı.” (s.107)

Romanda tarihî sosyal zamanın en önemli olgu, mütareke yıllarında

Yunanlılar tarafından İzmir’in işgali ve daha sonra da İstanbul’un işgali ve bütün

bunların karşısında saray ve halkın tepkisidir. (s.11–12, 379) Bunun yanında da

Page 175: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

163

romanda anlatılan yirminci yüzyılın başlarında memleketin çeşitli yerlerinde cereyan

eden Ermeni İsyanları ve Ermenilerin faaliyetleridir. Romanın ele aldığı dönemde

komiteciler, suikastları yaparlar. (s.173)

Roman, bir sanat eseri olarak ele alınan dönemin havasını tarihî sosyal zaman

bakımından iyice yansıtır. Dilden başlayarak romanda kullanılan dil, üslup ve

anlatılan yaşayış tarzı bile Osmanlı devletinin son dönemlerini ustalıkla tasvir eder.

Romanda ele alınan dönemde çıkan dergi ve gazetelerin adlarıyla da zengindir:

“Alemdar” ve “Birlik” (s.88, 166), “Kurtuluş Dergisi” (s.101), Paris’te Fransızca

çıkan “Meşveret” gazetesi (s.135), “Tanın” (s.166)…

Romandaki kıyafet ise bize tarihî sosyal zamana da işaret eder. Abdi Bey

başta olmak üzere birkaç kişinin, o dönemde pek kullanışlı olan tekgözlüğü

kullandığını görürüz. (s.45) Başka bir tarafta Paris’in modasının, romanın

kahramanları arasında yaygın olduğunu görürüz. Gülistan Satvet, bu modayı temsil

eder: “Paris modası, tirşe ipekten ‘dekolte’ tuvaleti, omuzlarını ‘kâmilen’,

göğüslerini ‘kısmen’ açıkta bırakmış; uzun bir ağızlıkla cıgara içiyor.” (s.43) Prens

Dimitri Aleksiyeviç Bragin’in kıyafeti ise, önümüze şu kıyafetle ortaya çıkar:

“Miralay rütbesiyle bir kazak alayına komuta etmiş.”, “Boyundan ilikli, beli kuşaklı,

cam yeşil mujik kaftanı, kalın mujik çizmeleriyle, olur olmaz yerde peydahlanır.”

(s.37)

Abdi Bey, Mösyö Saint-Denis’e gittiğinde üstlerini değişip hayli bol

“maşlah” giyinir. Hindiçini’li bir kız Abdi Bey’in giymesinde yardım eder. Âdetin

böyle olduğunu öğreniriz. (s.136)

Neveser Hanım ile Schwester Magda çarşıya giderler, Neveser Hanım orada

fanuslu bir saati beğenir. Söz konusu bu saat, tarihî sosyal zaman bakımından

Osmanlı sanatını gösteren bir unsurdur. Yazar da bu saatin ayrıntılı tasvir eder: “Ne

‘cici’ şeydi: menevişli, Osmanlı rakamlarını içeren kadranını, yaldızlı dört melek

kanatlarıyla tutuyor; akreple yelkovan öylesine narin ve zarif ki, dikkatsiz bir göz,

ta’lik lâmeliften ayırdedemez; tabanında, çalıştığını belli eden bir disk, ağır ağır bir

sağa dönüyor, bir sola.” (s.173)

Page 176: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

164

Romandaki sofra unsurları ise zengin sınıflarının sofraları gösterir. Yazar,

romanda bize gösterdiği sofralar, sadece Rosa Mizrahi’nin salonundadır. Rosa

Mizrahi, sofralarına titizlik göstererek her şeyi gözden geçirir: “Gece sofrası, kaşla

göz arasında hazırlanıverdi: Riri, kırıta kırıta, örtüdür, peçetedir, tabaktır, bardaktır

taşıyor; Madam Mizrahi, salonun yangın loşluğunda, mavi bir kontes hayaleti gibi

peydahlanarak, yaptıklarını gözden geçiriyordu. “Bu çatallar olur mu Riri, sana kaç

defa söyledim, büyük büfedekileri çıkaracaksın, gümüş takımları!”. Riri’yle,

mutfaktan bir oğlan, sonunda yemekleri getirdiler. Hizmetçi ‘servis yaparken’, Rosa

Mizrahi Prens Bragin’i sofraya davet etti.” (s.43), “Peydahlanıveren Riri, şamdanları

yakıp, parıltılı bir aydınlık üretiyor; mutfaktan ‘acele’ havyar, füme balık, peynir ve

jambon koşturup, çay sofrasını Rus düzenine uyduruyor: pat pat votkalar açıldı.”

(s.329) Yazar, evin dışındaki sofralara da yer verir: “Abdi bey’le Fathi bey,

kararlaştırdıkları yemeği Beyaz Kule’deki Olimpos Gazinosu’nda yediler; çipura

tava, roka salatası, rakı. Ünlem uzunu Rum garson, masanın önemini kavramıştı:

çevrelerinde dört dönüyor, taşımadığı yok: damağa değer değmez dağılan fasulya

pilâkileri, tam yağlı Rumeli peynirleri vs.” (s.141) Geçen örneklerde gördüğümüz

gibi yazar, hem sofra unsurları, hem de sofra gelenekleri hakkında bilgi vermiş olur.

Vatan Dediler romanındaki vak’a, 1920 yılının Ağustos ayında başlar. (s.5) 9

Eylül 1922 tarihindeki90 İzmir’in kurtarılmasıyla sona erer. (s.363) Romancı romanın

ilerleyişi sırasında yeni bir tarih vermez. Biz olaylara dayanarak kronolojiyi tespit

ediyoruz.

Yazar, kronolojik zamana bir işaret olarak da romanın sonunda Molla

Mahmut’un köyünden ayrıldığından itibaren iki yıl geçtiğini söyler. (s.361) Böylece

yazar, romandaki vak’anın süresinin iki yıl olduğunu izah eder. Bunun yanında İnönü

Savaşı’nı91 kazanıldıktan bir gün sonra Molla Mahmut askerlerle Eskişehir’e

giderler. Bu zafer yüzünden halk, İnönü Savaşına katılmış askerleri heyecanlı bir

90 Sina Akşin, Türkiye Tarihi, c.4 (Çağdaş Türkiye 1908-1980), Cem Yay., İstanbul, 9. Baskı, 2007,s.10591 İnönü Savaşı: 6–10 Ocak 1921 tarihlerinde Türk ve Yunan orduları Eskişehir’e yakın İnönümevkiinde karşılaştılar. Karşılaşma Çerkez Ethem’e karşı yürütülmüş harekâtın hemen ardından geldive Yunan kuvvetleri sayı ve donanım bakımından üstün durumda olmalarına rağmen, başarı eldeedemediler, çekilmek zorunda kaldılar. İnönü Savaşının doğurduğu sonuçlar bakımından çok önemlibir savaş sayılır. Sina Akşin, a.g.e., s. 97

Page 177: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

165

şekilde karşılar. (s.223–225) Molla Mahmut, İnönü Savaşından sonra annesini

görmeyeli altı ay geçtiğini söyler. (s.229)

Düzenli orduya katılmak için memleketin çeşitli yerlerinden yeni gelen

delikanlılar, yoğun eğitime başlarlar: “Sabahtan akşama kadar eğitimdeydiler. «Yat,

kalk, sağa dön, sola dön, marş marş, yat…» Tunç gibi olmuştu hepsi de. Bedenleri

sımsıkı et ve kemikti. Akşama kadar ter dökerler, akşam kuru toprağın üstüne yatıp,

kımıldamadan uyurlardı.” (s.71–72), “Birkaç gündür piyade eğitimi yapıyorlardı.

Yorucu bir çalışmaydı. Teğmen bunları sık sık ortaya çıkarıp acemi erlere örnek

hareketler gösteriyordu. Canla başla yerine getiriyorlardı. Yatmalar kalkmalar

çökmeler, koşup tekrar yerine gelmeler. Yerde sürünmeler. Akşama kadar

terliyorlardı. Urbalarının dizleri dirsekleri yıpranmıştı. Sırtları terden kayış gibi

olmuştu. «Vatan için» deyip hiç yüksünmeden yapıyorlardı. Bazı günler atlı eğitime

çıkıyorlardı. İnip binmeler, tırısa dörtnala kalkmalar, uzun yürüyüşler…” (s.74)

Eğitim meselesi yazar tarafından üzerinde durulmuş noktalardan biridir. Yazar-

anlatıcı, burada söz konusu olan askerlerin eğitimi vasıtasıyla Kurtuluş Savaşının

şansla değil, ama irade ve ilim ile kazanılmış bir savaş olduğunu bize gösterir:

“Acemi erler çevresine bağdaş kurup oturmuşlar, dikkatle dinliyorlardı. Akşama

kadar eğitim yapmış, yorulmuş delikanlılar, akşam da yaşlı arkadaşlarının bu şekil

konuşmalarıyla doluyorlardı.

Sonra ders başlardı. Arazi bilgisi, savaş bilgisi, at bakımı, silah bakımı…

Çavuşun birisi kalkar, bazen anlatarak, bazen sorular sorup cevaplar alarak ders

yapar, acemi erleri yetiştirmeye çalışırdı. Bazıları da başlarından geçen olayları,

savaş anılarını anlatırdı. Erler zaten köyde, burada dinleye dinleye iyice «savaş»

havasına girmişlerdi. Anıları dinlemekten çok hoşlanırlardı.” (s.76) Gördüğümüz gibi

askerlerin eğitimi sırasında kozmik zaman belirleyici olur.

Ağustos ayı, romanda zamanla ilgili tekrarlanan unsurlardan biridir. Bu ayda

Tacım’lılar düzenli orduya katılmaya giderler. Zaten roman böyle başlar: “1920

yılının Ağustos ayı.” (s.5) Yunanlılar ağustos ayında hep yenilirler. Bu yüzden

Yunanlı komutanlardan Binbaşı Dimitris şu şekilde düşünür: “Fakat ah bu sıcak! Bu

Page 178: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

166

Ağustos ayı! İnsan yanıp kavruluyor. Bitmesine birkaç gün kaldı, şu Ağustos bir

geçiverse…

Binbaşı Dimitris böyle düşünüyordu. Ağustos ayına takmıştı kafayı. ‘Ağustos

ayı Türklere yardım ediyor, bize ise uğursuzluk getiriyor.” (s.348) Binbaşı Dimitris,

subaylara ertesi gün saat altıda bir balo olduğunu söyler. Onlar da baloya katılırlar:

“Ertesi gün, 25 Ağustos akşamı, Afyon’un en büyük binalarından birinin alt katında

masalar kurulmuştu. İzmir’den getirilen orkestra oynak Elen havaları çalıyordu.”

(s.350) Sabahlayın saat dörde kadar bu balo, Türk askerlerinin yaptığı büyük

taarruzla sona erer. (s.350–351) İki gün geçmeden güzel haberler yayılır. Yunanlılar

bütün cephede ağır kayıp verirler, tutunacak halleri kalmaz. (s.354) Ağustos ayı Türk

askerleri için zorsa Yunan askerleri için da daha zordur: “Kızgın güneşin altında

dereler ve tepeler erimiş gibiydi. Hiçbir kıpırtı görünmüyordu. Ağustos güneşi

tepelerine binmiş, ateş saçıyordu. Gölgesine sığınacak hiçbir karaltı yoktu. Kırın

yüzündeydiler.

- Emmimin anlattığı Arabistan çölü de böyleydi herhalde.

- Yanmak değil, pişmek bu.

- İyidir. Yonanın burnu çabuk kırılır.” (s.285)

Gördüğümüz gibi kozmik zaman tarihî olaylara uygun de gelse burada savaşa

etkisi bakımından ustalıkla kullanılmıştır.

Romanda olaylar, birbirini hızlı bir şekilde takıp eder. Yazar-anlatıcı,

romanında “ertesi gün” formu, zamanla ilgili olarak en çok kullandığı unsurdur.

“Ertesi gün” formu, romanda on yedi defa tekrarlanmıştır: “Ertesi gün akşama

doğru.” (s.25), “ertesi gün öğleye doğru.” (s.137), “ertesi gün emir geldi.” (s.264)

“ertesi gün” (s.33, 81, 95, 184, 233, 259, 271, 324, 325, 335, 340, 350, 362).

Yazar, romanındaki çatışmaların zaman akışını genellikle şu şekilde işler:

“Bir gün kuşluk zamanı çatışma başladı. Yunanlılar siperlerimizi önce top ateşine

tuttular. Bol cephaneleri vardı. Onun için rastgele atıyorlardı. Kimisi tarlalara

düşüyordu, kimisi mevzilere rastlıyordu. Türk topçuları daha gerilere çekilmişti. Asıl

Page 179: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

167

savaşın Sakarya kıyısında yapılacağı, bu kesimde düşmanın oyalanması gerektiği

emredilmişti. Geceleri geri çekiliyor, gündüzleri ateşe karşılık veriliyordu.

Üçüncü gün Emirdağı yolu boyunca mevzilendiler. Geriden mermi

gönderilmişti. Hamidiye köyü yakınlarında şiddetli bir savaş yapıldı. Yunanlılar Türk

birliklerinin zayıf olduğunu sanarak çıplak ovanın yüzünde sereserpe ilerlemeye

kalkıştı. Tepeden yoğun ateşi yeyince şaşırdılar. Çok kayıp verdiler. Geri çekilmek

zorunda kaldılar. Geceleyin güneyden yeni birlikler getirildiler. Ertesi gün o birlikler

de fazla bir şey yapamadı. Çünkü Türk piyadeleri uygun bir arazi kesimine

yerleşmişti. Orada birkaç gün dayandılar. Süvariler geriden, yandan sık sık akınlar

yapıp desteklediler. Sonra Kaymaz köyüne doğru geri çekildiler.

Güneyden, doğudan, çeşitli bölgelerden bütün Türk birlikleri Sakarya

boylarına yığınak yapıyordu.

Haziran sonlarıydı, havalar adamakıllı sıcaktı. Toprak takır takır kurumuştu.

Kırlarda tek bir yeşillik kalmamıştı. Gözalabildiğine bozkır canlıları yakıp

kavuruyordu. Susuzluk dertti. Mataraları doldurmak için kilometrelerce yol yürümek

gerekiyordu.” (s.264–265) Yazar, romanında anlattığı bütün savaş ve çatışmaların

başında mutlaka bir kozmik zaman tablosuna işaret eder: “Gün iyice inmişti. Puslu

bir akşam başlıyordu. Hava tekrar soğumuştu. Molla Mahmut habire tetik çeken

ellerine baktı. Taş gibi sertti elleri. Bir de morarmıştı. Göğsünü tüfeğe dayıyarak

ellerini cebine soktu, ısıtmağa çalıştı. Altında toprak buz gibiydi.” (s.168–169)

Yazar, romanında zamana işaret etmek istediğinde kozmik zaman unsurlarına

dayanır. Bu yüzden bu gibi unsurlar roman içinde bolca rastlayabiliriz. Esasen roman

içinde genel olarak zaman akışını gösteren unsur; mevsimlerin değişikliğidir. Zaten

yazar-anlatıcının, olayların tarihine önem verdiğini gösteren husus, mevsimleri titizle

kullanmasıdır. Afyon’dan gelen askerler, İnönü Savaşına giden orduya katılmak için

giderler. Bu sıralarda anlatıcı bize yağmurlu, soğuk bir rüzgâr estiğini söyler. (s.124)

İnönü Savaşının Ocak ayında olduğuna göre anlatıcı tarafından kış mevsiminin

unsurları kullanılması uygundur. Aynı teknikle Sakarya Meydan Muharebesinden

sonra tarihe uygun olarak bahar da kullanılır: “Bahar aylarında hazırlık çalışmaları

Page 180: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

168

iyice hızlandı. Hemen hergün eğitime çıkıyorlardı. Yürüyüşler, atışlar, teftişler

birbirlerini kovalıyordu. Üst komutanların biri gidip biri geliyordu. Subaylar toplanıp

harita başında uzun uzun çalışıyorlardı.” (s.336)

Yazar-anlatıcı, romanında savaşları kozmik zaman ile anlatır. Bu gibi

unsurların kullanılması yazar tarafından amaçlıdır. Yazar, okuyucuda tesir bırakmak

amacıyla Türk askerlerinin hangi koşul altında savaştıklarını gösterir. Gerçekten

tarihî olayların tarihlerinin kesin bir şekilde verilmesi, elbette tarihçinin işidir, ama

bu olayların arka planı veya askerlerin içinde bulundukları koşulların gösterilmesi,

romancının işidir. Bunun için yazar, Vatan Dediler’de çatışmalar ve savaşları kozmik

zamanla işler: “Herkes davrandı. Tüfekleri ileri uzattılar. Yunan siperlerinde bir

kıpırtı görülüyordu. Yeni bir saldırıya geçeceklerdi herhalde.

- Ateş!.

Tüfekler patlamaya başladı. Kızgın güneşin altında kurşunlar vızır vızır gelip

gidiyordu. Ortalık bakılamıyacak kadar aydınlıktı. Gözler çizgi gibi yarı

yumuluyordu. İyi nişan alınamıyordu. Kızgın namlular elleri yakıyordu. Herkesin her

yerinden ter yürürdü.

- Tam savaş havası! dedi birisi kızgınlıkla.

Yakaları bağırları açmışlardı. Terle toz karışıp çamur oluyor, yüzlerinden

aşağı yol yol akıyordu. Hiç birisi tanınacak gibi değildi. Sağ taraftaki düzlükte daha

yoğun bir savaş sürüyordu. Molla Mahmut başını kaldırmadan sık sık oraya bakıyor,

sonra dönüp kurşun sıkıyordu.” (s.286–287)

Türk askerleri savaşta birçok zorlukla karşılaşır. Yazar-anlatıcı, romanında

bu zorlukları göstermek için kozmik zaman unsurlarını kullanır: “Akşama doğru bu

görüş güç kazandı. Çünkü Türklerin durumundan habersizdiler. Asker

dinlendirilmemişti. Birlikler yarı yarıya erimişti. Üstelik cepane iyice azalmıştı. Türk

komutanları telâş içindeydi. Geceleyin depolardaki son mermiler getirilmişti. O da

bir gün bile yetmezdi. Askere sık sık tenbih ediliyorlardı.

Page 181: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

169

- Aman ha, mermi yok. Üç atacağına bir atacaksın. Attığını mutlaka

vuracaksın. Siperlerde uyumayın, dayanın.

- Çok yorgunuz komutanım. Kaç gündür uyumadık.

- Biliyoruz. Bütün birlikler ateş hattında. Geride değiştirecek birlik yok. Bir

gün daha dayanacağız. O zaman Yunan çözülecek, göreceksiniz.” (s.253) Bunun

yanında da zamanla alakalı olarak bu zorlukları gösteren çeşitli ifadeler de bulunur:

“Bu öğleye kadar böyle sürdü. Durum hiç değişmedi. Uzaklarda, sol taraftaki

tepelerde yoğun savaşlar yapıldığı anlaşılıyordu.” (s.180) “Savaş günlerce sürdü.”

(s.252), “Gecelerin gündüzlerin yorgunluğunu üstlerinden atıp dişe diş dövüştüler.”

(s.253), “Savaş durmadan bütün gün sürdü. Askerler susuzluktan kavruldular. Kurak

bir araziydi. Bazıları mataralardaki suyu içip bitirmişti. Geride su yetiştirme olanağı

yoktu.

- Su suu… öldüm

- Akşamı bekle.

- Ağzına bir ot parçası al, çiğne.

Öğle yapıyorlardı. Dayanılır gibi değildi. Tecrübeli askerler bir yudum

içiyorlardı, fazla değil.” (s.353) Geçen örneklerde gördüğümüz gibi yazar, Kurtuluş

Savaşında Türk yiğitliğini göstermek için zamanı bir araç olarak kullanır.

Yazar, Molla Mahmud’u ile annesi Ayşa kadın arasında kozmik zaman

unsurları vasıtasıyla bir bağ kurar. Molla Mahmut bir gecede hastalanıp annesini

hatırlar: “Kış akşamı erkenden indi. Kesici bir ayaz vardı. Yakasını bağrını iyice

örttü. Belki ısınırım diye inip biraz yürümek istedi. Dağlık bir bölgeden geçiyorlardı.

Yerde kar vardı. Koşmak ısınmak istiyordu. Fakat güçsüzdü. İçi bulandı.” (s.134)

Ertesi gece hastalığı şiddetlenir. (s.137) Aynı gecede Ayşa kadın geceleyin

uykusundan korkarak uyanır. Molla Mahmut’u düşünür. (s.138)

Yazar, gecenin keder ve üzüntü için uygun bir ortam olduğunu bulur. Bir

gecede de askerler, birbirlerinin yüzlerini görmeden duygulanıp ağlarlar. (s.70)

Çadırdayken geceleyin birbirleriyle dertleşirler. (s.75) Yazar, gece vasıtasıyla Ayşa

Page 182: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

170

kadını tabiat ile birleştirir: “Uzun süre sustular. Gecenin sessizliğini dinlediler.

Uzaklarda bir iki köpek ürdü. Köpeklerin sesleri bile değişmişti. Ağlar gibi

mızıklıyarak ürüyordu. Öyle hüzünlüydü, dokunaklıydı herşey.

Tacım köyünün üstünde zifiri bir karanlık vardı.” (s.90)

Yazar, özellikle şiddetli çatışmalardan sonra sessizliği tasvir etmek için de

kozmik zaman unsurlarını kullanır: “Hava karardı. Yukarda yıldızlar parlamağa

başladı. Cephede hiçbir kımıltı görünmüyordu. Atışlar durmuştu.” (s.254)

Romanda sosyal zaman ile ilgili olarak at önemli bir yer tutar. O dönemde

atlar yolculuklarda kullanılan bir araçtır. Tacım’lı beş arkadaş, orduya katılmak üzere

atlarını binerek giderler. (s.5) Orduya katıldıktan sonra atları ile birlikte geldikleri

için bir avantaj olarak süvari alayına alınırlar. (s.42) Atlarla ilgili terimlere roman

boyunca rastlayabiliriz. Ordu birliklerinin arasında ahırlar bulunur. (s.61, 237) Atlar

nallanır, tımar edilir. (s.146) Orduda her zaman atlara önem verilir: “”Birgün

nalbantlar geldi, atları nallattılar. Koşumları elden geçirdiler. Yüzbaşı hepsini ayrı

ayrı kontrol etti. Üstü başı eski olanların urbalarını değiştirdiler.” (s.237)

Romanda köy odalarıyla karşılaşırız. Her köyün bu gibi odaları vardır. Köye

misafir geldiğinde köy odasında oturur. Köyde de birden fazla böyle oda vardır.

(s.22) Köylüler, istedikleri suyu köyün çeşmesinden alırlar: “Nazife gelin hiçbir şey

söylemedi. Kağnıyı çabuk çabuk yükledi. Selim de yardım ediyordu. Boş kalburu,

bakır kapları yerden alıp anasına uzattı.

Yunan askerleri işleri bitince bir nöbetçi bırakıp çeşmeden ayrıldılar.

Bekleşen köylü kadınlar kaplarını doldurdular.” (s.144–145)

Kerpiç, romanda gördüğümüz gibi orduda yeni yapılan yapılarda kullanılır.

(s.39, 47) Orduda kerpiç işine kaptan tarafından önem verilir: “Her gün iki bin kerpiç

kesiyoruz. Buna yetecek kadar kuru kerpicimiz var. İkinci bina için hazırlıyoruz.

Akşamdan çamur kardırıyorum. Yarından sonra bunun duvarları bitecek.” (s.60)

Page 183: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

171

Sosyal zamana işaret eden başka bir unsur olan kıyafet, genel olarak ikiye

ayrılmaktadır. Birincisi asker elbisesi, ikincisi ise asker elbisesi verilemeyen,

askerlerin gelirken getirdikleri kıyafetleridir: “…giysileri değişikti. Kimisi halâ

köyden getirdiği urbalar içindeydi. Hepsine asker urbası verilmemişti. Ceketleri

pantolonları eskiydi. Şapkaları başka başkaydı. Bazılarının ayağında yün çorap, kıllı

çarık vardı.” (s.106) Asker elbisesi verilmemesi de devrin şartları bakımından

önemlidir. Komutanlar ise uzun kaputları giyerler. (s.107) Göğüslerinde dürbünler

asılır. (s.340) Yunan askerleri ise yeni elbiseleriyle görünürler: “Askerler sağlam

kaputlu, yeni urbalı, uzun boylu adamlardır.”, “İri yapılı, bakımlı atlar”ı vardır.

(s.143)

Sofra unsurlarına da romanda ara sıra rastlanır. Askerler, yemeklerini

köylerinden getirdikleri ağaç kaşıklarıyla yerler. (s.106) Molla Mahmut, Haceli ve

Hamdi, Zeynel Ali’nin evinde bir geceyi geçirirler. Uykudan kalktıklarında evin

sahibinin oğlu ibrikle suyu getirip onlar leğende yüzlerini yıkarlar. Zeynel Ali sofrayı

kurar, kızarmış tavukla bulgur pilâvı, yanına ayran getirir. (s.216) Halk, İnönü

Savaşından sonra sevinir, askerlere yemekler gönderir: “O akşam Eskişehir’in birçok

evlerinden birliğe yemek gönderildi. Tepsilerle börekler baklavalar, sinilerle pilâvlar,

kızarmış kuzular, kazanlarla hoşaflar…” (s. 224) Köylülerin yemekleri ise basittir:

“İbrikteki suyla elini yüzünü yıkadı. Domatesleri yıkadı. Bakır sahana doğradı

güzelce. Üstüne soğan çirtti. Sofrayı kurdu. Yanına bazlama ekmekleri dizip

hazırladı.” (s. 271) Kökez’li Hacı Nuri’nin evinde günlerce davet hazırlığı yapılır.

Yunan birliğinin komutanını ve subaylarını yemeğe çağırır. Zengin olan Hacı Nuri

sofrayı kurar, sofrada turşular, zeytin yağlı dolmalar, meyveler, sucuk hevenkleri ve

közlenmiş etleri getirir. (s.97–99)

Dikkat çeken son bir unsur, asker kaçaklarıdır. Ordudan kaçanlar, dar

ağaçlarında asılırlar: “Giderken gördüler, halk bir meydana toplanmıştı. Arkaları

dönüktü. Dehşet içinde bakıyorlardı.

- Ne oluyor burada?

Birisi açılıp gösterdi.

Page 184: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

172

- Asker kaçakları…

Yan yana darağaçlarında üç kişi sallanıyordu. Mahmut önce şaşırdı, bir tuhaf

oldu.

- Kim asmış bunları?

- Paşa emretmiş. Askerden kaçmışlar.

- Vay canına!

Birisi çarıklıydı. Pantolonu yamalıydı. Boynu uzamıştı iyice. Fazla

bakamadı.” (s.110)

5- Cumhuriyet Dönemi

Kırım (Türk’ün Dramı) romanı 29 Ekim 1941 tarihiyle başlar (s.3), olaylar

kronolojik zaman akımıyla 1945 yılındaki II. Dünya Savaşı sonuna kadar devam

eder. (s.104) Böylece bu romana kronolojik tarih bakımından II. Dünya Savaşı

yıllarında Kırım’ı anlatan bir roman diyebiliriz. Romanda zamanın akışını gösteren

on iki tarih kaydedilmiştir.

Yazar, romanında tarihlere önem vererek romanın içerisinde hiçbir başlık

yokken, romanın bölümlerine başlık yerine bir tarih yazmıştır: “29 Ekim 1941” (s.3),

“2 Kasım 1941 günü…” (s.29), “Kasım 1941” (s.31), “2 Şubat 1942” (s.62), “8

Nisan 1944” (s.95)

Romanın içeriğini zaman bakımından dört aşamaya ayırabiliriz. Birincisinde

yazar, 29 Ekim 1941 yılında İkinci Dünya Savaşı esnasında Kırım’dan Rus çekilmek

üzereyken, onların yerine Almanlar geleceğini anlatır. (s.3–4) Bundan sonra Rusların

yerine Almanlar gelir: “30 Kasım 1941 tarihinde Alman orduları motorize birlikleri

Abrat ve Orkapı şehirlerinden Kırım’a doğru yayılıyordu.” (s.50) Üçüncü aşama ise

8 Nisan 1944 tarihindedir. Bu tarihte Rus ordusu yine Kırım’a hücuma geçerek

Kırım’a döner. (s.95) En son aşama, İkinci Dünya Savaşının sona ermesiyle başlar.

15 Ağustos 1945 tarihinde İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra Kırım Türkleri

Page 185: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

173

Sibirya’ya sürülürler. (s.104–113) Bu dört aşamanın içerisinde her aşamaya ait

olarak kaydedilen başka tarihler de vardır.

Romanda zamanın seyri düzenli bir şekilde geçer. Yazar, zamanın akışını

bozduracak geriye dönüş veya geleceğe sıçrayışlar pek kullanmaz. Tek bir defa de

romanın zamanından ve Kırım’dan ayrılarak olaylara ait olmayan bir geriye dönüş

yapar. Bu geriye dönüşle Alman’ın II. Dünya savaşında Almanların durumundan söz

eder: “1942 tarihinde Rommel komutasındaki Alman kuvvetleri Mısır’ın başkenti

olan Kahire’ye kadar sokulmuştu. Afrika’ya çıkartma yapan Amerika ve İngiltere

Almanları Mısır’da püskürtmüştü. 1942 tarihinin Kasım ayında Almanlar, Afrika

kıt’asında ağır yenilgiye uğrayarak, çekilmek zorunda kaldı. 1943 tarihinin ilk

aylarında Afrika tamamen müttefiklerin eline geçti.” (s.103)

Almanlar, yakalanmış olan Rus casusu yerine romanın başkahramanı olan

Alparslan’ı Rusya’ya gönderirler. Alparslan Yüzbaşı İlyiç adıyla Rusya’ya girer

girmez yazar onu takip eder: “Komutan onu bir NKVD elemanı bildiği için

Moskova’dan iyi not almak istiyor ve Yüzbaşı İlyiç’e yaltaklanıyordu. Yüzbaşı İlyiç

bir gün orada kalarak ertesi gün askeri araba ile Stalingrad şehrinin tren istasyonuna

kadar vardı. Orada saat 12’ye bilet aldı. Henüz daha yarım saat olduğu için bir gazete

alarak okumaya başladı.” (s.72) Bu olayın dışında yazar, hep olayların tam tarihlerini

dikkatle yazar.

Romanın son tarihi ise 15 Ağustos 1945 tarihidir. Bu tarihte Japonya’nın

şartsız teslim olmasıyla II. Dünya Savaşı sona erer, Kırım Türklerin Sibirya’ya

sürülmesi olayı da verilir. (s.104–105)

Romanda kozmik zamanla ilgili unsurlar zamanın tabii seyri içinde kullanılır.

Bu unsurların içinde dikkat çeken husus, yazarın “Güneş” formuna sık sık baş

vurmasıdır. Yazar, bu formu da okuyucuda tesir bırakmak amacıyla da kullanır.

Yazar, genelde güneş ile keder arasında bir bağ kurar: “Güneş doğduğuna pişman

olmuştu da. Kırım’a nurunu saçmak istemiyordu sanki… İkindi olmuştu, ama ezan

duyulmuyordu. Diller mi tutulmuştu?… Kulaklar mı sağır olmuştu?... Yoksa onlar

hem dilsiz ve hem sağır mı olmuştu?” (s.20) “Güneş ufukta batıyor, akşam oluyordu.

Page 186: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

174

Karanlık Akmescit üzerine çökmeye başlamıştı. Bu karanlığı yırtarak bir kurtarıcı

koşuyordu annesinin imdadına… Çok geç kalmıştı ama, cesedini ipten indirebilirdi.

Evlerine barınca dizlerinin bağı çözülmüştü sanki… Kalbi göğsünden çıkacakmış

gibi çarpıyordu.” (s.25) Diğer yerlerde de “güneş formu ”aynen kullanılır: “Güneş

ufukta kaybolmuş.” (s.44), “Güneş batıyordu.” (s.79), “Güneş batmıştı.” (s.90)

Yazar, Kırım’da ilkbaharın güzelliğini de unutmaz: “Başka olur Kırım’ın

baharı… Renk renk açan çiçekler, güller. Yeşeren çayırlar, çimenler. Ötüşen kuşlar,

böcekler. Akan dereler, çaylar. Kırım’a bir başka güzellik verir. Bunlar ilkbaharın

Kırım topraklarına verdiği yeşilliğin eseridir. Bunlar Allah’ın Kırım’a verdiği

güzelliğin meyvesidir.” (s.87)

Romanda tarihî sosyal zamanın en önemli olgu, İkinci Dünya Savaşı sonrası

Kırım Türklerinin yurtlarından Ruslar tarafından topyekûn çıkarılmaları, ölüme

gönderilmeleri ve varlıkları sona erdirilmeleridir.92 Bununla ilgili olarak Rusların

uyguladıkları tehcir olayıdır. (s.105) Burada Sovyetlerin Kırım’ı tekrar ele

geçirmelerinden, bir aydan kısa bir süre, iki haftalık NKVD dönemiyle Kırım

Türkleri’ne yapılan zulümden hemen sonra, Kırım Türkleri’ne verilen büyük ceza

tatbik edildi. Çok iyi planlanan ve uygulanan bu operasyonla, geride hiç kimse

kalmayacak şekilde bütün kırım Türkleri anavatanlarından göçürülmek üzere zorla

toplatıldı. Tehcir olayı gerçekleştirilir.93

Romanda tarihî sosyal zamanı gösteren başka iki unsur da bulunmaktadır.

Birincisi Kırım Türklerinin geleneklerinden olan nikâh meselesidir. Kırım adetlerine

göre nişanla birlikte nikâh yapılır. Alparslan ve Sultan nikâhlılardır. Sultan yatağı

yaparak Alparslan’a bir buse kondurduktan sonra ayrılır. Bunun üzerine anlatıcı,

onların nikâhlı olduklarına işaret eder. (s.29)

İkincisi ise sadece Kırım Türklere ait değil, ama aynı zamanda bütün

Müslümanların bir geleneği olan ölülerin ruhuna Kur’an-ı Kerim okuyarak hediye

92 Dr. Cezmi Bayram, Kırım, Yahut!, Türk Yurdu, c.8, S.7, No: 353, Ağustos 1987, s.193 Hüsamettin Aslan, İkinci Dünya Savaşı Sırasında Kırım Türkleri, Türk Yurdu, c.8, S.7, No: 353,Ağustos 1987, s.8

Page 187: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

175

etmektir. Alparslan mezarlığa gider, orada annesi ve bütün şehitlerin ruhlarına

Kur’an- Kerim okuyarak hediye eder. (s.93)

Page 188: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

III. MEKÂN

Page 189: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

177

Romanda Mekân ve İncelediğimiz Romanlarda Mekânın Ele Alınışı

“Şahıs Kadrosu teşkil eden insan veya varlıkların itibarî bir dünyada

yaşadıkları olaylar zincirinin hikâyesi olan roman, hikâye ve tiyatroda, muhayyel

veya gerçek bir mekâna ihtiyaç duyulacağı açıktır. Bu sebeple adı geçen türlerin bir

başka önemli unsuru, mekân olarak karşımıza çıkar. Mekân; -en basit hâliyle- eserde

yaşanan olayların sahnesidir.”94

“İtibarî eserde mekânın da itibarî olması tabiîdir. Vak’a zincirini meydana

getiren halkaların mâhiyeti ve ona iştirak eden şahıs kadrosondaki fertlerin içinde

bulundukları şartlar bu itibarî mekânın şekillenmesine tesir eden faktörlerdendir.

Anlatıcının durumu, tanıtılan yere göre, bulunduğu mevki mekânın tanıtılmasında

ehemmiyetli rol oynar. Bunun için mekân tasviriyle ilgili satırlar ve pasajlar üzerinde

dururken bu mahallin kim tarafından ne zaman görüldüğünü ve kime anlatılmakta

olduğunu araştırmak gerekir. Ayrıca mekânla eserde nakledilen vaka zinciri

arasındaki münasebeti gözden uzak tutamayız. Metinde ifâde edilen şartlarda ve

belirtilen zaman zarfında, eserde anlatılan vaka zincirinin zuhûru için nasıl bir

mekâna ihtiyaç vardır suali, itibarî âlemin bazı hususiyetlerini anlamamıza yardım

ettiği gibi bizi, eserde tatbik edilen yapma ve yaratma tarzının eşiğine kadar

götürür.”95

“Olayların geçtiği çevrenin tasvir edilmesi, sadece anlatı sisteminin “inşa”

edilmesi açısından değil, okuyucu açısından da gereklidir. Böyle bir imkânla

okuyucu, olayların mahiyetini anlamakta zorlanmaz. Anlatılacak hikâye bir köyde,

şehirde, çölde; evde, apartman dairesinde, odada; kahvede, parkta, caddede…

geçecekse, okuyucu, ona göre bir tutum takınır; muhayyilesini o yönde harekete

geçirir; o yönde bir beklenti içine girer.”96

“Mekân unsuru kahramanların çiziminde de önemli bir role sahiptir. Bazı

romanlarda, bazı kahramanları kişisel özelliklerinden çok, içinde yaşadığı çevreyle

94 İsmail Çetişli, s.7795 Şerif Aktaş, s.12796 Mehmet Tekin, s.130

Page 190: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

178

hatırlarız. Bu kişiler, içinde yaşadıkları çevreyle adeta özdeşleşmiş gibidirler.”97 “Bu

bakımdan mekân tasvirleri, eserdeki kahramanların bazı husûsiyetlerini dikkatlere

sunmaya da yardım eder. Bir odanın tefriş tarzı, orada, günlerini geçiren insan

hakkında bilgi verir. Anlatma esasına bağlı eserlerde mekâna ait görünüşle vak’a

kahramanının uyuşması kadar mahalle has husûsiyetlerle ferdin yaşayış tarzı

arasındaki çatışmalardan da yararlanılabilir. Kısacası vak’a zincirinin muhtevası ve

kahramanlarının psikolojik hâli, mekân tasvirlerinden de anlaşılabilir.”98

Tarihî romanlarda mekân hem çok zor hem de yeterince ayrıntılı

olamamaktadır. Bununla beraber bu tespitin yapılması romanların işledikleri dönemi

aktarabilmeleri bakımından önemlidir. Bu bakımından olabildiğince biz,

incelediğimiz romanlardaki mekân ayrıntılı vermeye çalıştık.

Mekân ele alırken de aynı devreyi işleyen romanlardaki yazarların aynı veya

farklı mekânlara bakışını, hangi mekânların öne çıktığını daha iyi görebilmek için

“Zaman” bölümündeki Türk tarihinin devrelerine göre ele almayı burada da

sürdüreceğiz.

1- Selçuklular Devri

Malazgirt Üç Atlısı Konya civarı, İzmir, Antalya çevresi,

Bağdat, Kahire, Kostantiniyye, Malazgirt

ve Sivas civarı

2- Eyyûbîler Devri

Selâhaddin Eyyûbî Mısır, Ürdün, Suriye, Kudüs ve çevreleri

3- Osmanlılar Devri

XIII. Yüzyıl

97 a.g.e., s.13098 Şerif Aktaş, s. 131

Page 191: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

179

Osmancık Sivrikaya, Kartal doruğu, Söğüt, Domaniç,

Çifte Kavaklı Pınar, İtburnu, Tepepınar,

İnönü, İnegöl, Ulupınar, Mudurnu, Harlak

Bursa, Yeğli, Kulacak Hisar, Ermeni Beli,

Kaldırık Deresi, İkizce, Çakırpınar,

Bilecik, Koyun Hisarı, İznik ve civarları

XIV. Yüzyıl

Kaybolan Elçiler Yalova ve çevresi

Kara Şövalye Bursa, İznik, İzmit ve çevresi

Tuzak Bizans, Kulacahisar ve çevresi

Baskın İzmit, İznik ve civarı

Çalınan Hazine Bursa’nın civarı, İznik, İzmit ve çevreleri

Kaçırılan Prenses Bizans

Gemide İsyan Bursa, Çimpe Kalesi ve Rodos

Yıldırım Bayezid Kosova, Krosevaç, Bursa, Bizans, Paris,

Ankara civarı, Niğbolu, Sivas, Akşehir,

Anadolu Yakası ve çevreleri

Binatlı Tuna Vadisi ve Niğbolu

Topal Kasırga Sivas ve Çevresi

Page 192: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

180

XVI. Yüzyıl

İlk Hançer Moskova, İdil nehri ve civarları

XVII. Yüzyıl

IV. Murad, I İstanbul, Antep, Beyşehir, Eskişehir

ve Diyarıbekir

IV. Murad, II İstanbul, Kayseri civarı, Bursa, Eskişehir,

Konya Ovası, Halep civarı, Kerkük,

Azamiyye ve Bağdat

Beyaz Kale İstanbul, Gebze, Edirne ve çevreleri

XVIII. Yüzyıl

Patrona İstanbul

XIX. Yüzyıl

Civelek Osman Yenice Burnu köyü, İmralı, Bandırma

ve İstanbul

Hilal Görününce Eski Yurt, Bahçesaray, Akmescit, Kalgaylar

ve Gözleve

Dağlı (Dargo) Dağıstan ve Rusya

İsyan Eşiği Malatya, Maraş ve çevreleri ve İstanbul

Son Kavşak İstanbul, Selanik, Manastır ve Makedonya

Page 193: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

181

Dünya Durdukça Türkiye ve Kıbrıs

XX. Yüzyıl

Hekimoğlu Doğu Karadeniz bölgesi

Ermeni Zulmü Erzurum, Erzincan ve çevreleri

Karasu İstanbul, Tuzla, Trabzon, Dersim ve

Erzincan ve civarları

4- Kurtuluş Savaşı Dönemi

Dersaadet’te Sabah Ezanları İzmir, İstanbul, Paris ve Selanik

Vatan Dediler Uşak, Afyon, Akşehir, Eskişehir, Polatlı

ve İzmir

5- Cumhuriyet Dönemi

Kırım (Türk’ün Dramı) Kırım, Sivastopol, Sibirya, Moskova

ve Stalingrad

1. Selçuklular Devri

Malazgirt’in Üç Atlısı romanı, mekânlar bakımından geniş kapsamlı ve pek

zengin bir romandır. Romandaki vak’alar, sırayla Konya civarı, İzmir, Antalya

çevresi, Bağdat, Kahire, Kostantiniyye, Malazgirt ve Sivas civarında cereyan eder.

Yazar, romandaki yerlerin yeni adlarının karşılığını romanın dipnotlarında verir.

Romanın ilk görünen sahnesi, Aksungur ve Halit Ağa’nın gittikleri handır.

Hanın Konya civarında bulunduğunu öğreniriz. (s.7) Sonra Aksungur ve arkadaşları,

handan ayrılarak yollarını devam ederler: “Biz de, orman yolundan doğuya hareket

Page 194: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

182

ettik. Halit Ağamla ben önden gidiyorduk. At uşaklarımız Altar’la, İlteber de

arkamızdaydılar. Atların arkalarından da, birer katır geliyordu. Bu katırlardan birinde

iki sandık vardı. Sandıklar kitap doluydu. Bunları, Bağdat Kadısı’na götürüyorduk.”

(s.16)

Aksungur, geriye dönerek yeri belirtilmeyen evinde geçirdiği çocukluk

günlerini hatırlar: “Hâlâ unutamadığım bir sahne vardır. O dev yapısıyla babam,

kapıda durmuş… Anam sessiz sessiz ağlıyor… O beni koltuklarımdan tutarak

yüzünün hizasına kadar kaldırıyor.” (s.17) Bu sıralarda Aksungur, silah kullanmayı

öğrenmeye başlar. Ok atmayı öğrenmek amacıyla atış meydanına gider. (s.25)

Aksungur, Emir Afşin’le tanışır. Emir Afşin Aksungur’u bir testten

geçirdikten sonra Sultan Alp Arslan’ın ordusuna katar. Aksungur, at uşağı olan

Altar’la birlikte orduya katılır. Ordunun olduğu yerde yine Emir Afşin’i bulur: “Emir

Afşin’i ancak bir ay sonra bulabildik. Kahraman Emir bir yerde durmuyordu ki…

Gittiğimiz yerlerde, onun bizden az evvel başka tarafa gittiğini öğreniyorduk.

Nihayet mola verdiği Aras nehri kenarında buluşabildik.” (s.45) Aksungur, orduya

katıldıktan sonra Anadolu’nun güzelliğini bilip bu toprakların yeni bir manasını

anlar: “Anadolu, güzel Anadolu atlarımızın nal sesleriyle inledi. Biz bu diyarı taşıyla,

toprağıyla, havasıyla ve suyuyla, kurduyla ve kuşuyla seviyorduk. Hepimizin, bütün

yiğitlerin gayesi bu topraklara yerleşebilmekti. Adım adım da yerleşiyorduk.

Nurlandıran ezan sesleriyle Anadolu bir başka güzel oluyordu. Daha Tuğrul Bey

zamanından beri bu güzel yurt için dökülen kanlar boşuna değildi.

Geçitlerden, vadilerden ve boğazlardan atlar üzerinde yiğitlerimizin öyle bir

geçişleri vardı ki, seyrine doyulmuyordu. Anadolu cennet gibidir. Anadolu’da, toprak

yazın bütün güzelliğini gözler önüne serer. Altın yığınları gibi toprakları örtmüş

buğdaylar, rüzgârlarda altından bir deniz gibi dalgalanır da dalgalanır… Dalgalanan

bu buğday denizi, sihirli bir hava bırakır insan üstünde. Gözler, alabildiğine uzanan

bu altın denizin kabarıp gümbürdemesini ıslatmasını bekler âdeta… Ya gümüş mavi

yulafların görünüşü? Onların da havası başkadır.” (s.46–47)

Page 195: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

183

Aksungur ve Halit Ağa Bağdat’a giderlerken, Toros dağlarına yakın bir

ormanda gece yatma hazırlıklarını yaparlar. Bu sıralarda bir kızın çığlığını duyarlar.

Aksungur ve diğerleri hemen o yöne yönelirler. Bir kız, uğruların prensesi

kaçırdığını söyler. Altar ve Halit Ağa o kızla ilgilenir Aksungur ise prensesi

kurtarmaya ormanın içinde gider. Ormanda ilerlerken prensesin uğrular tarafından

bir ata bağlandığını görür. Aksungur prensesi uğrular ellerinden kurtarır. (s.49–52)

Aksungur yaralanır biraz dinlenmek için bir yerde oturur: “İri gövdeli ağaçların

sıklaştığı böyle bir yer bulabildim. Atımı serbest bıraktım. Bu esnada ay bulutların

arasından sıyrılmıştı. Donuk ışıkları bulunduğumuz yeri aydınlattı. Seçtiğim yer,

gerçekten de güzeldi. Duvar şeklini almış bir yükselliğin altındaydık. Rüzgârdan

korunabilirdik. Elimle halı manzarasında olan çimenleri gösterdim.” (s.56) Nihayet

yollarını orman içinde devam ederler: “Misk gibi kokan ve ciğerleri temizleyen bahar

ve orman kokuları içinde gidiyorduk.” (s.78) Bu sırada Bizanslı askerler, prensesi

kurtarmaya gelirler. Subay Apostol, Aksungur’la tanışır, bir ağacın dibinde sohbet

ederler. (s.80) Aksungur ve diğerler, Prensesi Antiochia surlarına kadar eşlik edip

sonra Bağdat’ın yolunu devam ederler. (s.91)

Aksungur ve arkadaşları, Bağdat’a gelirler. Yazar, Bağdat’ı masallar şehri

olarak tasvir eder. (s.92) Yazar, kahramanları konuşturarak Bağdat ile ilgili hem

tasvirleri hem de ayrıntılı bilgileri verir: “Apostol ve Markos; uzaktan minareleri ve

güneşin ışıklarını aksettiren camlı güzel köşkleriyle göz alan Bağdat’a hayran

kalmışlardı.

Apostol: Bir masal şehri! Ne kadar güzelmiş, dedi.

— Evet! Zaten; Bin Bir Gece masallarında, olayların çoğu Bağdat’ta geçer, dedim.

Dekor Bağdat’tır. Masal kahramanları çoğunlukla Bağdat’ta yaşarlar.

— Şehir çok eskiden mi kurulmuş? Görünüşe göre iki bin yıllık veya daha eski

yıllarda kurulmuşa benziyor. Ne kadar yaygın… Nehrin iki tarafında alabildiğine

yayılmış.

Page 196: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

184

— Şehrin bu kadar yaygın olması, onun, çok eski bir zamanda kurulmasından ileri

gelmiyor. Bağdat, zamanımızdan hemen hemen üç yüz yıl kadar önce kurulmuş bir

şehirdir. Büyük bir medeniyetin; İslâm medeniyetinin merkezi olması onun

gelişmesini sağlamıştır.

— Üç yüz yıl önce mi? Ama bu kadar kısa bir zamanda, nasıl bu kadar gelişebilmiş.

Uzaktan görünen bu yapılar bu kadar kısa bir zaman içinde mi inşa edilmiş?

— Burada hayret edecek bir şey yok Apostol! Düşün ki; Bağdat, Abbasi Devletinin

başşehri idi. Şimdi bile Halife orada oturuyor.

— Şehri kuran kim?

— Yanlış hatırlamıyorsam Halife Mansur kurmuş. Bilindiği gibi Şam, Emevî

Hanedanının merkeziydi. Ümeyye oğulları, Suriye havalisinde seviliyorlardı. Halife

Mansur; Emevi taraftarlığı yapmış olan Suriye’de, Şam’da oturmayı uygun bulmadı.

Bu zeki Halife; Irak’taki yeni bir başşehri kurmaya karar verdi. Atına atlayarak,

Irak’ın her köşesini gezdi. Yeni şehir için münasip bir yer aradı. Dicle kenarında

kurulmuş, Bağdat adında ufak bir köye geldi. Burayı beğendi. Bu köyde Fırat nehri,

Dicle nehrine son derecede yakın bir yerden geçiyordu. Yanındakilere fikirlerini

sordu. Onlar da, şehri bu köy civarında kurmasını tavsiye ettiler. Gerçekten de şehrin

seçildiği yerde büyük isabet gösterilmişti. Derhal gelişmeye ve yayılmaya başladı.

Hele; Halife Harun Reşid zamanında bu şehir altın çağını yaşadı.” (s.93–94)

Aksungur ve arkadaşları, Bağdat’ın sokaklarına çıkarak şehri dolaşırlar. (s.99)

Aksungur, kız kardeşini kurtarmak için kardeşleriyle birlikte Kahire’ye

giderler: “Günlerden sonra Kahire şehri göründü. Nil nehrinin Mısır için önemini,

görününce daha iyi anladım. Şehir; cennet gibi gözüküyordu. Hele bizim gibi, çölde

sıkıntı çekmiş kimseler için Kahire cennetten farsızdı.” (s.108) Aksungur

Kahire’deyken, düzenlenen silâhşörlerin yarışmasına katılır. (s.125)

Aksungur Kahire’deyken, ilk olarak arkadaşları ile birlikte bir handa oturur.

Sonra Hasan Sabbah’ın köşkünde oturur. Aksungur, Hasan Sabbah’ın köşkünün

Kahire’nin gayet güzel bir semtinde olduğunu söyler. (s.110) Prenses Süreyya’nın

Page 197: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

185

sarayına da davet edilir. Oraya akşamlayın gider. Aksungur, karanlık yüzünden

sarayın Kahire’nin hangi semtinde olduğunu bilemez: “Karanlıkta nerelerden

geçtiğimiz bilmiyordum. Birtakım sokaklardan geçtik. Dolambaçlı dehlizlere

daldık.” (s.131)

Aksungur, kız kardeşini kaçırdıktan sonra arkadaşlarıyla birlikte Kahire’den

kaçar. Yollarına hızla devam eden arkadaşlar her geçtiklerini vahalarda mola verirler.

Vahalarda atları sulayıp biraz dinlendikten yine yollarını tutarlar. (s.141–143) Bu

şekilde giden arkadaşlar, Hasan Sabbah’ın adamları tarafından sarılırlar. (s.146)

Aksungur ve Karabay, Prenses Süreyya’nın yardımıyla zindandan kaçarak

Nil nehrinde beyaz yelkenleri olan bir gemiyle Kahire’den ayrılırlar. (s.170–173)

Ama gemi denizde batar. Aksungur da çok feci yaralanarak bir sahile ulaşabilir.

Orada bir ihtiyar balıkçı tarafından kurtarılır. (s.180) Aksungur, bu yaşlı adam

sayesinde iyileşip İstanbul’a gider. (s.190)

Aksungur, İstanbul’a gider. Şehri çok beğenerek şu şekilde tasvir eder: “Ne

güzeldi bu şehir. İlk günümü, şehri gezmekle geçirdim. Şehrin etrafı, kalın ve yüksek

duvarlarla çevrili idi. Bu duvarların üstünde birçok kuleler vardı. Surlar, denize

hâkimdi.

Haliç’e hâkim kısımda saray bulunmakta idi. Şehir gayet geniş ve

muhteşemdi. Tepelerde ve vadilerde, ekinler ekilmişti. Şehrin en kalabalık yeri,

Marmara’ya uzanan çıkıntı idi. Şehrin ticaret merkezi Beyoğlu idi. Küçük büyük

gemiler sahilde demirleyerek, getirdikleri malları çıkartmakta ve alacakları eşyayı

yüklemekte idiler.

Şehrin her tarafında, kocaman saraylar, kiliseler ve manastırlar vardı. Fakat

bunların bazıları haraptı. İstanbul’un içinde birçok çeşmelerden, şadırvanlardan tatlı

sular akıyordu. Mukaddes Havariler Kilisesine yakın bir yerde, tepeden tepeye

uzanan bir su bendi vardı.

Haliç; gayet büyük bir limandı. Konuştuğum kimseler, Haliç’in yalnız

İstanbul’un değil, dünyanın en büyük limanı olduğunu söylediler. Burada demirleyen

Page 198: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

186

gemiler, her çeşit rüzgârdan korunmakta imiş. Haliç’in suları, berrak ve derindi.

Büyük gemiler bile bu suya girebiliyordu.” (s.190–191)

Aksungur, Malazgirt savaşından sonra Zeynep’i kurtarmak için İstanbul’a

döner. Aksungur, İstanbul ile ilgili tasvirler yine verir, ama bu defa verilen tasvirler,

belli mekânlara aittir. Burada Aksungur, kendisini yardım edecek bir Bizanslı

çeteciye gider. Bu sırada geçtiği yerleri tasvir eder: “Şehrin büyük caddelerinden

sonra, insana tiksinti veren dar ve pis sokaklarından geçtik. Nihayet, bu sevimsiz

sokaklar bitti. Deniz kıyısında, daha geniş bir sokağa daldık. Bu sokak Babil Kulesi

gibi çeşitli insanlarla kaynaşıyordu. Tanımamak için kukuletasını başına iyice çeken

Abdullah, bana izahat veriyordu:

- Kostantiniyye’nin en berbat sokağı burasıdır. Şehrin serserilerinin toplantı

yeridir bu bölge. İşçiler, asilzadeler ve çeşitli insanlarla kaynaşır burası. Buraya

sarhoş olmaya, eğlenmeye gelen asiller, işçiler ve Varengler, pusuda bekleyen

fahişeler ve hırsızlar tarafından soyuldukları hâlde, yine de buradan ayrılamazlar.”

(s.231) “Sokak kaldırımları üstünde, satıcılar mangallar üzerindeki yiyecekleri

satmaya çalışıyorlardı. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Ateş üzerinde cızırdayan

tavukların, kazların, ciğerlerin, köfte ve güveçlerin kokuları sokağa sarmıştı. Bu

kokular adeta evlerin duvarlarına sinmiş gibiydi. Et satanların yanlarında turşucular

ve tatlıcılar da yer almışlardı.” (s.232) Nihayet Neançes’in bulunduğu meyhaneye

gelirler. (s.232)

Romanın son sahnesi ise, memlekete dönmek üzere Zeynep ile birlikte

Aksungur ve arkadaşlarının bindiği gemidir. (s.253–255) Aksungur ve arkadaşları,

Zeynep’i kurtardıktan sonra bir gemiye binerek memlekete dönerler: “Yelkenli,

gıcırtılarla demir aldı. Yosun kokularıyla yüklü temiz rüzgâr yelkenleri azametle

şişirdi. Sahilden uzaklaşmaya başladık. Neançes ve arkadaşları karanlığa karıştılar.”

(s.254)

Page 199: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

187

2. Eyyûbîler Devri

Selâhaddin Eyyûbî romanındaki olaylar, Kudüs, Mısır, Irak, Ürdün, Suriye ve

çevrelerinde cereyan eder. Romanda ilk görülen mekân, Selâhaddin Eyyûbî’nin

çadırıdır. Selâhaddin Eyyûbî, çadırında uyurken, kendi canına kasteden bir teşebbüse

uğrar. Çadırın dışındaki nöbetçileri öldüren adam, Selâhaddin Eyyûbî’nin çadırına

girer. O sırada Selâhaddin Eyyûbi, koyun postundan döşeğine uzanarak uyur.

Çadırda bir yağ kandilinin bulunduğunu öğreniriz. (s.7–8)

Selâhaddin Eyyûbî askerleriyle Askalan Kalesinde muhasara altındadır.

Selâhaddin Eyyûbî, Askalan Kalesinin büyük bir odasında kumandanlarını

toplayarak onlara durumları açıklar: “Gerçi yiyecekleri olsa Askalan’ı Şatiyö’ye

yahut krala teslim etmek akıllarından dahi geçmezdi, ama yoktu işte. Aşırı sıcaktan

kuyular da kurumuştu. Her seferinde hayli uzak olan suya gitmek birkaç cana mal

oluyordu. Su almaya giden grupların çoğu, suyu tutan Frank askerleri tarafından

çevrilip katlediliyorlardı.” (s.13) Nihayet kalenin tesliminin yerine bir manevra

yaparak kendilerini takviye edildikleriyle düşmanları kandırırlar. Samandan

korkuluklar yaparak asker kıyafetini giydirirler ve bunları kalenin burçlarında

koyarlar: “Bir sabah düşman ordugâhı çığlıklarla sarsıldı. Her kafadan bir ses

çıkıyor, herkes birbirine Askalan kalesini gösteriyordu.

Burçlarda asker cümbüşü vardı. Bu uzaklıktan bile çok kalabalık oldukları

görülüyordu. Mutlaka takviye almışlardı. Fakat nasıl becermişlerdi bunu? Her taraf

sarılmış olduğu halde nasıl başarmışlardı?” (s.14) Bunun üzerine Haçlılar, sulh

teklifinde bulunurlar. Kalenin küçük olduğunu da öğreniriz. (s.16)

Bunun üzerine Kont Şatiyö, Selâhaddin Eyyûbî’ye sulh teklifiyle bir elçi

gönderir. Ama Selâhaddin Eyyûbî, Kont Şatiyö’nün sözüne güvenmediği kaleden

çıkmadan önce yanına Haçlı bazı kumandanları silahsız beraberinde iki konak

mesafeye kadar almak istediğini söyler. Kont Şatiyö bunu kabul ettikten sonra

Selâhaddin Eyyûbî kaleden çıkar ve kendini emniyette hissedince onları serbest

bırakır. (s.16–17)

Page 200: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

188

Selâhaddin Eyyûbî, kaleyi bıraktıktan sonra ordusuyla Tih Çölüne girer.

Orada çölün zor şartlarıyla karşı karşıya olurlar. Tih çölünde zorluk çeken

Selâhaddin Eyyûbî, Belbis şehrine en kısa yoldan gitmek ister oradan yardım alarak

yine Kudüs’teki Haçlılara basmayı düşünür. (s.18–22) Roman, mekân tasvirleriyle

pek zengin değilse, romanda mekânla ilgili ilk tasvir, Tih Çölünde görürüz. Burada

çölün zor şartlarına rağmen İslam askerleri, Selâhaddin Eyyûbî’nin yanında olmaya

kararlılardır: “Deli rüzgâr, kum fırtınasına dönüşeceğe benzerdi. Gittikçe delileniyor,

uçsuz bucaksız Tih Çölünün şurasını burasını karıştırıyordu. Hecin develeri üstüne

pes perişan kılıklı yolculardan biri, sesini rüzgârın ıslağına karıştırdı:

“Bilâla, hey yiğit arkadaşım. Bu rüzgâr hepten insafı elden çıkardı, görür

müsün? Halimiz yamandır böyle giderse.”

Arkadaşının sesini Bilâl’e sinek vızıltısı gibi geldi, ne dediğini

anlayamamıştı:

“Duyamıyorum biraz bağırsana!”

Devesini mümkün olduğu kadar yaklaştırdı, rüzgârın savrukladığı ince kum

tanelerinden korumak için ağzına örttüğü eşarbı açtı:

“Diyorum ki, rüzgâr şiddetini arttırıyor. Fırtına diyorum, çıkarsa…”

“Çıksın!” diyerek sözünü kesti. Bilâl. “Çıkarsa çıksın gökten taş yağsın da,

tek Sultanım Selâhaddin’in yanında bulunayım.” (s.18) Bu sıralarda Selâhaddin

Eyyûbi’nin, Tih Çölünü ilk geçtiğini zamanı da hatırlar. Selâhaddin Eyyûbî, Irak’tan

geldikten sonra Sultan Nureddin bin Zengi’ye gidip Başkumandan Vekili olarak

görevlendirilir. Ve amcası Şirkuh’un serdarlığında âsi vezir Şaver’in üstüne Tih

Çölünde yürür: “Tih Sahrasının ilk defa bu sefer geçti. Ekseri kumandanlar bunun bir

delilikten farksız olduğunu söylediler.”, “Kum denizi bin türlü güçlüklerle aştılar.”

(s.36)

Page 201: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

189

Selâhaddin Eyyûbî’nin, geriye dönerek çocukluğunu geçirdiği evini hatırlar:

“Irak’ın Tekrit şehrinde Palmiye ve hurma ağaçlarıyla süslü bahçe içindeki küçük

evlerini görüyordu.” (s.27)

Mısır ile ilgili tasvirler romana aşağı yukarı rastlanmaz. Anlatıcı, sadece Nil

Nehri ve İskenderiye’den kısa olsa bile söz eder. İskenderiye, “Avrupa’nın en

muteber, en işlek ticaret merkezi” olarak önümüze çıkar. (s.37)

Selâhaddin Eyyûbî, Mısır’dan yardım aldıktan sonra yine Kudüs’e gider.

Böylece olaylar, Kudüs sahasına geçer. Oradaki olaylar, genel olarak kralın

sarayında cereyan eder. (s.41–54) Kudüs sokaklarının, bomboş olduğunu öğreniriz.

“Kudüs halkının çoğu orduyu geçirmeye gittiğinden sokaklar tenhaydı.” (s.51) Bu

sıralarda Selâhaddin Eyyûbî tarafından Kudüs’e gönderilen Bilâl ile Osman, dönerek

Selâhaddin Eyyûbi’nin çadırına giderler. Yazar-anlatıcı, Selâhaddin Eyyûbî’nin

çadırını tasvir eder: “Çadır fazla büyük değildi, sıradan kumandanların çadırı gibiydi.

Zemin topraktı, etrafta süs namına hiçbir şey görülmüyordu. Sultan, gelişi güzel yere

atılmış bir minderin üstüne bağdaş kurmuş.” (s.55)

Kudüs yeni Kralı olan Budin, bunu bilir bilmez şaşırır ve yeni bir kale

yaptırmak amacıyla Ürdün şehrine gider. Kont Şatiyö ise Selâhaddin Eyyûbî’ye karşı

gider. Selâhaddin Eyyûbî ise olan biteni bilir, düşmana geceleyin bir baskını yapar.

Ertesi sabah da ordusu hazırlar düşmana çıkar. Düşmana büyük bir galebe çalar Kont

Şatiyö bile zorla kurtarabilir. (s.59–71) Selâhaddin Eyyûbî aynı hızla Ürdün şehrine

ulaşır. Kral Budin, kale kondurmayı başarmıştı. (s.77) Kanlı bir savaştan sonra kale,

Müslümanların eline geçer. (s.79) Sonra Sultan Selâhaddin Eyyûbî Mısır’a döner.

(s.89)

Sonra Selâhaddin Eyyûbî ordusuyla Mısır’dan hareket edip Suriye seferi

başlar. Bu seferde birkaç yeri zapt ettikten sonra Halep şehrini kuşatıp oradaki emir

teslim eder. “Bir başka sabah vurdu Reha Kalesi’ni, ardından Hıns’ı…

Sonra Keyf, Rakka, Nusaybin, Ayıntap, Diyarıbekr, Hadım… Ve Halep…”

(s.93) Sonra Musul’a gider, şehirdeki Müslümanları susuz bırakmak istemediği için

Page 202: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

190

şehri kuşatmaz ve İzzeddin Mesud’un elçilerinden bir ahitname alır. (s.94–95) Sonra

yine Mısır’a döner. (s.98)

Sultan Selâhaddin ordusuyla Mısır’dan çıkarak Taberiye Gölü’nü dolanır,

Kerak şehri muhasara eder. (s.115–116) Normanların başı olan Raymond, Kudüs

Kralı ile Kont Şatiyö hazırladıkları ordu ile yola çıkarlar. Yoldayken Taberiye

Kalesinin düştüğü haberi alılar. Sultan Selâhaddin şehre girdikten sonra orada sadece

bir müfreze bırakıp Taberiye kıyılarını tutar. “Bu göl olmadıktan sonra kale hiçbir işe

yaramazdı, çünkü suyunu gölden temin ediyordu.” (s.119) Bunu anlamayan

Hıristiyanlılar şehri muhasara ederler, bunun ardında da Sultan Selâhaddin onları

muhasara eder. Bu durumda Hıristiyan ordusu hem kaledeki Müslüman müfrezenin

ok yağmuruna maruz kalır, hem de Sultan Selâhaddin tarafından muhasara altındadır.

(s.119–120) Şatiyö ise adamlarıyla birlikte ordudan ayrılıp canını emniyete alır:

“Sığındığı kale sarp dağların arasında çok muhkem bir kaleydi.” (s.121)

Sultan Selâhaddin, Kudüs’ü muhasara eder.

Gui dö Lusignan, Kudüs’ten çıktıktan sonra birden bire aklına Akka Kalesini

gelir. Akka Kalesini vurmayı düşünür. Hemen askerlerini toplamaya başlar. Bu

sırada İtalyan ve Danimarka orduları yardıma gelir. Buna çok sevinen Gui dö

Lusignan Akka’ya gider. Orada ordugâh olarak kullandığı yerin etrafına derin

hendekler kazmaya başlatıp kaleyi muhasara eder. Sultan Selâhaddin ise bunu daha

önce beklediği için çoktan askerleri ile birlikte kalenin içerisindedir. (s.153–156)

Kuşatma altında başka bir yol denemeye karar veren Sultan Selâhaddin,

kalede bir miktar asker bırakıp bir gece yarısı ordunun çoğunu yanına alarak Harrube

Dagı’na çekilir. Haçlılar kaleden Sultanı bekler dururken birden hücuma uğrarlar,

Sultan anında vurur tekrar dağa çekilir. Durum bu şekilde biraz uzun sürer. Bahara

doğru Hüsameddin Lülü yetişip kaleye girer. Emir Adil de Mısır’dan toplayabildiği

askerler ile birlikte yetişir. (s.162–164)

Page 203: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

191

Romanın son yeri ise, Selâhaddin’in odasıdır, orada hastalıkla mücadele edip

vefat eder. Odada, pencere, siyah perdeler ve bir yatağın bulunduğunu öğreniriz.

(s.183–184)

3. Osmanlılar Devri

XIII. Yüzyıl

Osmancık romanındaki vak’alar, Anadolu’da olmak üzere Söğüt, Domaniç,

Bursa ve civarlarında cereyan eder. Elimizdeki roman, hem mekân çeşitliği, hem de

mekânlarla ilgili tasvirler bakımından tezimizde incelediğimiz romanların en

zenginidir. Tarık Buğra, Osmancık’ta tasvirlere önemli bir yer verir.

“Göçer hayatı yaşayan bir toplumun, yerleşik bir düzene geçiş sürecinde,

hâkim olan unsur, açık mekândır. Osmancık’ta mekân geniştir. Osman Beğ’in aile

hayatı ve çevresi ile olan münasabetleri, zengin ve geniş bir tabiat dekoru içinde

vücut bulur.”99

Osmancık romanında mekânla ilgili karşımıza çıkan iki özellik vardır.

Birincisi, mekânın sürekli olarak değişmesi, onu açıkça göçte görürüz. İkincisi ise,

mekânın genişletilmesidir. Romanda Osman beğin elinde düşen yerler zaman gittikçe

genişler ve fütuhat birbirini takip eder.

Yazar, romanı Osman Gazi’nin ölüm sahnesiyle başlatır. Romanın ilk ve son

sahnelerinde Osman Gazi’yi ölüm yatağında görürüz. Romanın bu sahnesiyle

mekânın ehemiyeti karşımıza net bir şekilde çıkar. Osman Gazi, ölüm yatağındayken

bile mekânla ilgilenir. Osman Gazi Hân, ölüm döşeğinde; Bursa’nın fetih müjdesini

alabilmek için Allah’tan mehil istiyor. Osman gazi’nin, oğlu Orhan Beğ’e son

vasiyeti şudur: “Oğul, ben öldüğüm vakit, beni Bursa’da şu Gümüşlü Kubbe’nin

altına koy!” (s.5) Yazar, bu sahneyle romanda mekânın önemli bir yer tutacağını

ortaya koymuş olur.

99 Tuncer, Hüseyin, Osmancık (III), Türk Yurdu, c. 10, S.24, No: 372, Mart 1989, s.43–44

Page 204: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

192

Yazar, olayların cereyan ettiği çevreyi tanıtmaya çalışır. Türklerin yaşadıkları

göç hayatıyla ilgili tasvirler verir. Yazar, ilk olarak göçün anlamı ve nasıl yapıldığını

gösterir. Ertuğrul beğin hayatına bir benzetme yaparak göçü şu şekilde anlatır: “On

binlerce koyun, binlerce öküz, inek, at ve on binlerce insan!

Bu göç Osman’ın bildiği göç değildi; Söğüt’ten kalkıp Domaniç’e konmaya

hiç benzemiyordu. Günlerce yürünüyor, mevsimlerce konaklanıyordu. Derya gibi

ırmaklar, karı eksilmeyen doruklar, gölge görmemiş çöller, uçsuz bucaksız ovalar

geçilmişti. Nice kızlar, nice oğlanlar bu göç boyunca serpilmiş, erginleşmiş, evlenip

ana, baba olmuştu. O kadar uzundu bu göç yolu. O kadar uzakta idi Amuderya.” (s.9)

Yazar, Domaniç’te tabiat güzelliğini tasvir eder. Yazarın yaptığı tasvirlerde

dikket çeken husus, tablo ve manzaraların ustalıkla yapılmasıdır. Yazar, elinde bir

kamera tutmuşcasına canlı tabloları tasvir eder: “Domaniç temmuzlarından birinde,

bir gecedir. Gökte Samanyolu bir sıra kemerdir. Sarı, mavi yıldızlar parıl parıl

parıldamaktadır. Yayla serinliği gönüllerde soylu yiğitliklere, hafızalarda büyük

olaylara özlem estirmektedir. Korunun eteğindeki düzlükte, Ulupınar’ın çevresinde

ateş yakılmıştır. Kuru çam dalları çatırtılarla yanmakta, alevler kimilerinin alınlarını,

kimilerinin bir yanaklarını, ya da tüm yüzlerini aydınlatmaktadır. Kimi çocukluktan

kurtuldu, kurtulacak; kimi delikanlı, kimi orta yaşlı, kimi kocamış, elli, altmış

kişidirler. Rahman’ın sazı susmuş, okuduğu ağıt bitmiştir. Ama ses ve saz henüz

soldaki vâdide yankılanır gibidir.” (s.9–10)

Yazar romanda mekânın unsurlarını tasvir ederken, tabiat ile insan arasındaki

ilişkiyi göstermeye çalışır: “Yayla sabahıdır. Gün daha doğmamıştır. Gökyüzü

sütmavisi, çamlar neftî, üzerlerine çiğ yağmış çayırlar zümrüt yeşili; ışıl ışıl.

Çobanlar daha davarları toplamamış, atlar, kısraklar, taylar daha delişmen –ve mutlu-

neşelerini bulmamış. Kara çadırlar ile ağıllar arasında gelip gelenler, sâdece, allı,

lâcivertli, altın sarılı, menekşe morlu giysileri ile kadınlar ve kızlardır. Günün

cümbüşüne daha vakit var.

Osman, ayakları diz boyuna kadar çiğlerden ıslanmış, Sivrikaya’ya doğru,

yokuş yukarı yürüyor. Nicedir huy edindi gün doğuşunu oradan seyretmeyi:

Page 205: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

193

Bir yanında derinliklerinden uğultular gelen vâdi; bir yanında uzanıp giden

yayla; karşısında sınırsız ova!

Gün oradan, yayvan tepelerin ardından doğar; gün olur çırılçıplak, bakır kızılı

ve koskocaman; gün olur allı pullu bulutların arasından ve altınlaşarak.. ama her

zaman ve kısa sürede, bütün renkleri, bütün sesleri değiştirerek.. bütün canlıların

hallerini değiştirerek.” (s.28–29)

Yazarın, romanda önem gösterdiği ve üzerinde uzun durduğu konulardan biri

göçtür. Yazara göre, göç sadece bir yerden başka bir yere taşınmaktan ibaret değil,

ama göçün bir hazırlıkları, gelenekleri ve güzelilikleri de vardır. Yazar, bu açıdan

göçte tabiatin güzelliğini tasvir etmeye çalışır: “Kafile, Kartal Doruğu’nun ötesindeki

vâdiden sonra başlayan düzlükte, Çifte Kavaklı Pınar’da, öteki yaylaklarda

konaklayanların katılmasıyla tamamlanmıştı.

Osman, onları, yanında Saltuk ile Rahman, Kartal Doruğu’ndan seyrediyordu.

Dünya’da hiçbir çiçek bahçesi bu kadar renkli, bu kadar güzel renkli

olamazdı. Yamaçlardaki ağaçların yeşilleri, kızılları, çeşitli sarıları bir yandan;

binlerce insanın cepkenlerindeki, şalvarlarındaki, başlıklarındaki, kemerlerindeki

yeşiller, morlar, kızıllar, aklar, sarılar -başka isimler istercesine- öte yandan, artık

göz kamaştırmayan güneşin altın ışınlarında rüyaların cennet cünbüşünü

hatırlatıyordu.” (s.38)

Osman beğ için mekân çok önemlidir. Mekân Osman beğle iç içedir. Onun

tarihi, hayatı, hatta ataları mekânla bağlıdır. Hatırasında kalan kişiler, mekânla iç

içedir: “Osman, onlardan ayrıldıktan sonra ve kafasını zorlayıp durduğu için,

Domaniç’teki o geceyi, Sivrikaya konuşmasını hatırlamaktadır; Ede Balı’da babası

Ertuğrul’u, dedesi Süleyman Şah’ı ve Kaya Alp’dan Kızıl Buğa’ya, Bayıntur’a,

Aykuşuk’a ve çok daha ötelere, bütün ceddini görür gibi oluşunu hatırlamaktadır.

Osman, Sivrikaya görüntülerini ve seslerini de hatırlamaktadır:

Page 206: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

194

Vâdinin dipsiz karanlığından ve çamlığın derinliğinden gelen uğultuları da,

yaylaktan gelen havlamaları da, çok çok uzaklardaki bir tepenin altından altın bir yay

gibi doğan hilâli de hatırlamktadır.” (s.58)

Osman beğ, beğliğe geçtiktan sonra tabiat bütün unsurlarıyla bunu kutlar.

Mekân daha da canlandırılır, göç te daha da güzelleşir. İşte Harlak, bunun bir

örneğidir: “Harlak, işte o günlerde, birden bire canlandı:

Yamacın ötesinden kayalar indiriliyor, yontuluyor, yeni evler, yeni ahırlar

için duvarlar örülüyordu; yeni kümseler yapılıyordu; yeni bahçeler açılıyor; yeni

fideler göçürülüyordu.” (s.136) Zamanla Harlak da köy haline gelir: “Harlak artık bir

köydür; mescidi, konak evi ve Harlağın döküldüğü yerde değirmeni vardır, demircisi,

saracı, arabacısı vardır; evler yamaca dolanmaktadır ve bütün düzlüklerde bağlar

bahçeler, tarlalar bulunmaktadır.” (s.153), “Harlak değişmişti ve değişiyordu;

demircileri, nalbantları, saraçları, marangozları, dokuma tezgâhları, atları, koyunları

ve hep bir arada, anaların nöbetleşe baktığı küçük çocuklar çoğalıyordu. Bahçeler,

bağlar, ekin alanları çoğalıyordu.” (s.262)

Yazar, yine de aynı hususu göçle gösterir. Göç Osman’ın beğliğinde daha da

güzelleşir; daha da düzenlenir. Yazar, göçün yeni düzeniyle şu şekilde tasvir eder:

“Bütün obalar, oymaklar toplanmış, Osman beğin istediği düzende, o uçsuz bucaksız

Çifte Kavaklı Pınar düzlüğünü kaplamıştı. Sarvanlar develerinin, ılkıcılar atlarının,

çobanlar davarlarının düzenini korumak için koşuşturup duruyordu.

Yaşlı, genç, çoluk, çocuk, binlerce insan, en güzel giysileri içinde, takınmış,

süslenmiş, donanmıştı. Bindikleri atları, develeri ve arabaları da ona göre bezenmişti.

Osman beğ, şimdi Kartal Doruğu’nda olmak istiyordu. Birden bire

kapılıvermişti bu isteğe. Aynı anda, ona öyle geldi ki, hiçbir yayla inişi bu kadar

güzel, bu kadar göz ve gönül alıcı olmamıştır; Osman beğ, şimdi, şu anda, bu göz ve

gönül çelen renk cümbüşüne Kartal Doruğu’nda bakmak istiyordu.” (s.157–158)

Böylece geçen örneklerde gördüğümüz gibi yazar, Osman Gazi’nin beğliğe geçtiği

dönemde mekânın değişmesi ve genişlemesini göstermeye çalışır. Yazar bunu

Page 207: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

195

gösterken, sadece yeni yerleşim merkezlerine işaret etmez, ama aynı zamanda eski

yerleşim merkezlerinde yapılan ve inşa edilenlere de işaret eder: “Söğüd’de, bütün

evlerde, yeni yerleşmenin hızlı çalışmaları sürmektedir. Herkes canlıdır, neşelidir,

konuşkandır.” (s.164)

Yazar, Ermeni Beli’nin fethini görmüşcesine şu şekilde tasvir eder: “Tekrar

yola koyuldular. Hep dörtnalla gittiler. Ortalık hâlâ karanlıktı.

Ermeni Beli’ne bir ok atımı yaklaştıkları zaman, Osman beğin buyruğu

üzerine, yirmi er atlarından yere kondu ve atlarını yedeğe alıp önden yürümeye

başladı.

Ötekiler on beş, yirmi at boyu ve yalın kılıç olarak geriden gidiyordu.

Sonra sarp vâdinin ağzına iyice yaklaştıkları zaman, yaylar kıbaç çalıp

atlarınhı vâdiye doğru saldılar, kendileri de yamaca sardılar.

Derken vâdinin ağzından ılgar eden İnegöl atlıları göründü. Onları bağırışıp

çağırışıp başı boş atların etrafına üşüştü. Aynı anda da Osman beğ atlıları tekbir

getirerek mahmuz vurdular; hilâl gibi açıldılar, onları saldılar.” (s.211)

Romanda mekân, sadece yaşlılarla bağlı değil, ama aynı zamanda da ölülerle

ilgilidir. “Köyleri burada olsun dedik, beğ. Mezarlarımıza sahip çıkalım,

mezarlarımızın yanında köy yaşatalım dedik beğ. Şehitlerimizi yalnız bırakmayalım

dedik, beğ.” düşüncesiyle Gökçe Bacı, şehitlerin yatmakta oldukları yerin yanında

bir köy kurar. Osman beğ de köyü gördükten sonra sevinir: “Domaniç Beli’ne

aştıkları zaman, sağ yamaçta, Savcı’nın ve öteki İkizce şehitlerinin altında ve

etrafında yattığı ulu çamın karşısındaki düzlükte, kadın, erkek, yüzden fazla insanın

arı gibi çalıştığını gördüler.

Evlerin çatıları bile kapanmıştı. Az bir işlerinin kaldığı belli oluyordu.”

(s.231)

Page 208: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

196

Osman Gazi Han, Bursa’yı almakta ısrar eder. Ama O’na göre Bursa’yı

almadan önce İznik’i alınmalıdır. Bunun için yoldaşlarıyla İznik’e doğru gider.

Yazar, onları tabiat ile şu şekilde birleştirir: “Gökte hilâlleşmeye yüz tutmuş bir ay

vardır. Ağaç denizini andıran yamaçlardan dolanıyor, vâdiler, ırmaklar geçiyor,

yayvan tepeler aşıyorlar. Ay artık soluklaşmakta, gökyüzünün lâciverdi

uçuklaşmakta, süt mâvisine kaymaktadır.

Önlerinde, kuzeye doğru gittikçe yükselerek uzayan koyu nefti bir ulu dağ

belirmişti. Çok geçmeden onun yamaçlarına sarılıyor ve kuzeye yöneliyorlar.

Vâdilerin karanlıklarına iniyor, renkleri ve biçimleri belirlemeye başlayan yamaçlara

tırmanıyorlar.

Doğu ışımaya başlamıştır. Bulutlar ağarmakta, portakallaşmaktadır. Sağ

aşağıda, uzayıp giden ovanın zengin yeşilleri, incecik bir tülü andıran pusun altında

ton ton grileşmiştir; yer yer gümüş çakışlar vardır. Ve, artık güneş, erimiş altın gibi

baş vermektedir.” (s.329)

Nihayet, İznik düşer. “İznik’in düştüğü haberi kısa zamanda bütün Bizans’a

yayılmış, imparatoru da sarsmıştır.” (s.333) Bunun üzerine Bizans imparatoru, Bursa

tekfürüne Türkler’e karşı bir şeyler yapmasını emreder. Osman Gazi ise Bursa’ya

haberciler yerleştirir. Olup bitenleri derhal bilir. Türklere karşı gelen tekfürler,

Osman Gazi’nin ordusuyla Koyun Hisarı önünde karşılaşır. Tekfürler ordusu perişan

edilir. (s.333–334)

Osman Gazi Han, her zaman Bursa’yı düşünür. Kendisine Bursa çok

önemlidir. Yazar, Bursa’nın önemini şu şekilde açıklar: “Bursa Bizans’ın,

İstanbul’dan sonra, en büyük, en zengin, en iyi korunan kentidir.

Bursa’da İmparator’un, prenseslerin ve İstanbul soylularının yazlıkları vardır.

Dağ, yaylaları, kaplıcaları ve eşsiz ovası ise gözleri, gönülleri, sağlıkları kendisine

çekmektedir.” (s.301) İznik, Bursa için alınır. İznik’ten sonra sıra, Bursa’ya gelir.

Babasının son arzusunu yerinde koymak için Orhan beğ, Bursa’yı fethetmeye gider:

“Bursa direnmektedir. Gaziler Bursa önünde baharlar, yazlar, kışlar geçirmektedir.

Page 209: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

197

Osman gazi hân yataktan kurtulmuştur; ama Günışığı’na binememektedir.

Bursa’ya gidememektedir.” (s.341)

Aynı sıralarda Osman Gazi, yoldaşı Sungur’la oturur. Osman Gazi, Sungur’a

Bursa’nın fethedilecek son bir yer olmadığını söyler. Böylece yazar, fütuhattan

bahsederken mekâna bambaşka bir özellik daha da verir: “O sızının sonu yoktur;

çünkü Bursa’nın öteleri vardır. Ve, bugün Bursa önlerinde olanlar, yarın kendi

durumlarında olacaktır; Bursa ötelerine gidemeyeceklerdir; oğulları gidecektir: Ve

bütün çocuklar için, kendilerinin gidemeyeceği, kendilerinden sonra gelenlerin

gidebileceği öteler olacaktır.” (s.342)

XIV. Yüzyıl

Kaybolan Elçiler romanındaki ve genellikle Sunguroğlu adını taşıyan

romanlardaki vak’alar, umumiyetle açık alanlarda cereyan eder. Ancak cüzi de olsa

ev, han ve saraylara da taşınır. Esasen açık alanlar romanlara konu alan akıncıların

ruhî yapılarına da uygundur. Zira onlar açık alanları, uçsuz bucaksız ovaları, dağları,

tepeleri aşmaya muktedir, tabiatla haşır neşir insanlardır. Görevleri gereği de pek

oturmazlar.100

Roman Yalova ve çevresinde cereyan eder. Romanın ilk sahnesi Yalova’ya

giden yoldur. Sunguroğlu ve arkadaşları, Orhan Gazi tarafından gönderilen elçilerin

niye dönmediklerini bilmek için Yalova beyine giderler. (s.5–6) Üç akıncılar,

Yalova’ya hemen girmeden önce bir baskına uğrarlar. Dövüştükleri yerin dağlara

yakın olduğunu, yukarıya giden bir yokuşun bulunduğunu öğreniriz. (s.11)

Sunguroğlu ve arkadaşları, Yalova’ya girip Orhan Beyin mektubunda tarif

edilen demirci dükkânına giderler: “Üç arkadaşı kapıda görünce örste döğdüğü

kızgın demiri kenara fırlattığı gibi koştu.

“Safalar getirdiniz, içeri buyurun!”

100 Bkz, Zeki Taştan, s. 337

Page 210: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

198

“Safa bulduk” dedi Sunguroğlu.

Atlarını avluya bağlayıp içeri girdiler. Adil Usta dükkânın ön kapısını

kilitledikten sonra arka kapısını açtı.

“Burada oturalım” dedi, “daha rahat konuşuruz.” (s.19)

Adil Usta, Sunguroğlu ve arkadaşlarına geceyi geçirmek amacıyla bir odayı

hazırlar. Odanın iyi olduğunu, yatakların da rahat olduğunu öğreniriz. (s.20)

Üç arkadaş, Yalova Beyinin konağına giderler. (s.21) Konağa

yaklaştıklarında nöbetçi askerler tarafından saldırıya uğrarlar. (s.23–24) Köse

yararlanır. Bunun üzerine silahşörlerin kumandası Aryanos konağına giderler. (s.30–

31) Sunguroğlu ve İbrahim, Köse’yi Aryanos’un konağında bırakıp Yalova Beyine

giderler. Ama döndüklerinde Köse’nin Aryanos tarafından kaçırılmış olduğunu

bulurlar. (s.36–41) Aryanos’un, Sunguroğlu ve İbrahim’e bir mektup bırakarak

kendilerini üç kavaklarda beklediğini söyler. (s.42)

Yalova Beyinin askerleri, hudutlara kadar Sunguroğlu ve İbrahim’e eşlik

ettikten sonra yine dönerler. Sunguroğlu ve İbrahim ise Köse’yi kurtarmak için

Aryanos’un belirlediği yere giderler. (s.42–43) Yoldayken yağmur şiddetlenir;

buldukları köyün ilk evinde girerler. Ev, ihtiyar Yakos’a aittir. (s.44) Yakos’un evini

bıraktıktan sonra ormana girip orada bir baskına uğrarlar. (s.63) Bulundukları

ormanın sık ağaçlığı olduğunu öğreniriz. (s.62) Romanda orman, gizli faaliyetler için

uygun bir yerdir. Aryanos’un kurduğu çetenin merkezi ormandır. Aryanos’un

adamları, ormandan hareket ederek köyleri basarlar, sonra ormana yine dönerler.

(s.50–52)

Sunguroğlu ve İbrahim’un, esir ettikleri Rossini’den Aryanos’un kaldığı yeri

bilirler. Rossini de kendilerine bu yere nasıl girebileceğini anlatır: “Buraları köstebek

yuvası gibidir. Yeraltındaki sıcak kanalları zamanla yol değiştirdi. Eski aktıkları

yerler tünel gibi kaldı. Öteden beri Aryanos’a güvenmezdim. Herhangi bir tehlike

anında canımı kurtarmak için etrafı inceden inceye araştırdım. Mağaranın arka

Page 211: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

199

tarafında kimsenin bilmediği bir yol keşfettim. Ağzını çalılarla kapattım. Öyle ki,

yanından geçseniz fark edemezsiniz.” (s.71)

Sunguroğlu ile İbrahim, Rossini’nin yardımıyla ormanı tutuşturduktan sonra

kuytu yerlerden mağaranın arka tarafına giderler. Mağaranın gizli ağzını kapatan

çalıları kaldırıp mağaraya girerler. Mağaranın bir insanı sığabileceği kadar genişlikte

olduğunu öğreniriz. (s.72–73) Sunguroğlu, mağaranın içinde elçiler ve Köse’nin

bulundukları yere gider; onları kurtarır. (s.76–77)

Romanın son yeri ise ormandır. Sunguroğlu ve İbrahim, elçiler ve Köse’yi

kurtardıktan sonra çetenin kişilerinin peşinde ormana girerler. Ama yangın yerinin

değiştiği için onları pek takip edemezler. (s.91–92) Nihayette Sunguroğlu ve

arkadaşları, memlekete dönmeye başlarlar. (s.92)

Kara Şövalye romanında olaylar Bursa, İznik, İzmit ve çevresinde cereyan

eder. Romanın ilk sahnesi, Bursa’daki Orhan Gazi’nin konağıdır. Sunguroğlu, oraya

Orhan Gazi’nin emrine göre gelir. Konakla ilgili hiçbir tasvir verilmez. (s.5)

Sunguroğlu ile Köse Yusuf ile birlikte arkadaşları olan İbrahim’i çağırmak

amacıyla İznik’in yolunu tutarlar. Yoldayken, bir ormanlık bölgeye girerler. Ağaçlar

arasında dört atlı fırlayarak Sunguroğlu ve Köse’ye saldırırlar. (s.6) Sunguroğlu ve

Köse, ormanda yollarına devam etmeye başlarlar. Köse ormanın içinde yüksekçe bir

tepeye çıkarken, yine ağaçlar arasında bir ok vınlayarak Köse’nin yanındaki ağaca

saplanır. Ormanın sık ağaçlıklı olduğunu anlarız. (s.10–11)

İki arkadaş İznik’e gelirler. Orada İbrahim’i Orta Cami’de bulurlar. Hemen

şehri terk ederler. (s.12)

Yazarın, romanın mekânları içinde ormanı gizli faaliyetler için uygun bir yer

olarak kullandığını görürüz. Sunguroğlu ve arkadaşları, İzmit’un yolunu tutar tutmaz

uğradıkları baskın ve saldırıların çoğu, ormanlardan gelmektedir. Üç arkadaşlar

İznik’i terk ettikten sonra ormanlık arazilerinde bir başka baskına uğrarlar. Köse bir

okla yararlanır, Sunguroğlu ve İbrahim ise okun geldiği yere giderler. Bir süre sonra

Köse’nin bıraktıkları yere dönerler, ama Köse yoktur. Çete tarafından kaçırılır.

Page 212: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

200

İzmit’e doğru yönelirler. (s.13–15) Sunguroğlu ile İbrahim, İzmit’e varmadan bir

ormanlıkta mola verirler: “Atlarından indiler. Bir ağacın altına yan yana uzandılar.

Kuşların neşeli cıvıltısı, yakındaki bir derenin ahenkli hışırtısına karışıyor, tabiatın

büyüleyici güzelliğiyle sarmaş dolaş uzayıp gidiyordu.” (s.42–43) İkisi böylece

dinlenirken, kara şövalyenin adamları tarafından bir baskına uğrarlar. (s.43–44) Yine

de Sunguroğlu ve İbrahim’in geceleyin İzmit’e gelirler. İzmit kalesinin kapısı kapalı

olduğu için sabaha kadar ormanda beklerler. Ormanda beklerken, Kara Şövaleye ve

adamları tarafından bir başka saldırıya uğrarlar. Ama o zaman Köse zindandan kaçar,

onlara yardıma gelir. Böylece üç arkadaş baskından kurtarırlar. (s.62–66)

Sunguroğlu ve İbrahim yoldayken, bir geçide girip bir başka saldırıya

uğrarlar: “Ve doludizgin bir geçide girdiler. Geçidin üst tarafı kayalıktı. Ancak iki

atlının yan yana gidebileceği genişlikte bir yolda gidiyorlardı. Birden korkunç bir

gürültü duydular. Sür’atle bakındılar.

Kayalıklardan kos koca bir taş kopmuş, üzerlerine düşüyordu.” (s.16) Geçidin

önü taşla tıkanır. (s.17)

Köse, zindandan kaçtıktan sonra bir merdiveni bulur. “Merdiven, bir

divanhanede bitiyordu. Mermer bir sütunun arkasına geçip etrafa göz gezdirdi. Saray

divanhanelerini andırıyordu. Görünürde kimsecikler yoktu. Kendisini koruduğuna

inandığı görünmez kuvvete bir gülücük gönderdi. Mermer sütunları siper ede ede

yürümeye başladı.” (s.58)

Üç arkadaşlar İzmit’teyken, ilk olarak hana giderler. Ama hanın güvenilir

olmadığı için bir kilisede otururlar. Köse’nin Müslüman olmadan önce bu kilisede

eskiden tanıdığı bir rahiple kalırlar. (s.84–85)

Romanın son sahnesi ise, Kalo Yani’nin sarayıdır. Orada Sunguroğlu rahip

elbisesiyle Kalo Yani’nin kız kardeşinin odasında kalır. Sonra Orhan Gazi

askerleriyle İzmit’e fethetmeye gelir. Ve İzmit, Türklerin olur. (s.99–100)

Page 213: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

201

Tuzak romanında olaylar Kulacahisar çevresi ve Bizans’ta cereyan eder.

Yazar, eski mekânların günümüzdeki karşılıklarını romanın metninde ye da

dipnotlarda kaydeder.

Sunguroğlu ve arkadaşları Kulacahisar’a giderken Bücür ile tanışırlar, atının

nalı düştüğü için onlarla gitmesini ister. Kestirme bir yol bildiğini söyleyen Bücür,

onları tuzak olan bıçak sırtı diye bir geçide götürür. Bu isim verilmiş; çünkü “Yol

kayalığın tepesinde aştığı için bu ismi vermişler. Görünce ismine tıpa tıp uyduğunu

anlayacaksınız.” (s.15) Anlatıcı çok tehlikeli olduğu için da ona ölüm geçidi der:

“Hiç konuşmadan yolu yarıladılar. Yolun en korkunç noktasına yaklaşmışlardı.

İlerde sert bir dönemeç vardı. Orada yol alabildiğine daralıyor, bir atın zar zor

sığacağı hâle geliyordu.

Köse:

“Amma berbat” diye mırıldandı.

Bücür: “Berbatın da berbatıdır” diye karşılık verdi. “Kimse at sırtında

geçmeye cesaret edemez burayı, bana sorarsanız attan inelim derim.”

Köse gemlere asıldı. “Akıl için yol birdir, hadi in bakalım. Hey Sunguroğlu

Beyim, bu baş belâsı yolu yürüyerek almak zorundayız. Sırat köprüsünden beter

yahu. Böylesini de ilk görüyorum.”

Yavaş yavaş atlardan indiler.” (s.17)

Sunguroğlu ve arkadaşları, bu tuzaktan kurtardıktan sonra yönlerini Bizans’a

doğru çevirirler. (s.31) yoldayken akşam karanlığı basınınca ilk buldukları hana

giderler: “Hanın avlusunda attan inip karşılamaya gelen hancı yamağına atlarını

verdiler. İçeri girdiler. Oldukça kalabalıktı. Bir kenara oturup etrafı göz gezdirmeye

başladılar.” (s.33)

Bizans’a geldiklerinde karşı sahile giderler, sonra Sofiyanos kapısını geçerler.

Mese Caddesini (Divanyolu) dönerken kendilerini takip eden bir kişiyi fark eder,

Page 214: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

202

onun peşinde giderler; fakat bir evin girintisinde kaybolur. (s.58–60) Yine de onu

aramak için gitmek isterler; ama Köse Yusuf “Burası Bizans” diye bir uyarı verir:

“Burası Bizans, hay yiğitler, Bizans dendi mi, mukayyet olacaksın. Elli bin çeşit

deliği, girdisi-çıktısı vardır. Kimbilir nereye saklanmıştır? Şu evlerden birine girmiş

de olabilir pekâlâ. Olabilir, lâkin arayamayız. Ortalık öyle bir ayaklanır ve öyle bir

çullanırlar ki, demeyin gitsin.” (s.60)

Yazar-anlatıcı, Bizans’ta gittikleri yerlerin hem o dönemde adını hem şimdiki

adını söyler. İlk geldikleri yer Krisopolise’dir (Üsküdar). (s.57.). Bundan sonra:

“Mese Caddesinden Forum Konstantin’e (Çemberlitaş) oradan Forum Tari’ye

(Beyazıt Meydanı) sonra Forum Bovis’e (Aksaray Meydanı) ulaştılar. Biraz sonra ise

Teodosyüs Limanında idiler.” (s.60)

Sultan Hatun’u bulmak için Büyükdere sahilinde San Taras diye bir

manastıra giderler. Orada Büyük Efendi denilen Moğol hakanı oturduğu yerdir.

İçeriye girdikten sonra bir kapı önünde dururlar. Kapıyı geçer geçmez dört silahlı

adam etraflarını alır, geceyi geçirmek için onlara bir oda verilir. İki nöbetçi odanın

dışında kalırlar. (s.109–110)

Sunguroğlu ve arkadaşları, Büyük Efendi’nin manastırın bir mahzeninde

kurbanlık kızları sakladığını bilirler. Oraya gitmeye başlarlar. Mahzene inen

merdivenlere doğru gider, basamaklar bittikten sonra uzun bir koridor önlerine çıkar.

Koridorda yürürken Yabgu diye bir Moğol zindancı ile karşılaşırlar. Yazar-anlatıcı,

koridorun durumu ile Moğol zindancının görünüşünü bütünleştirerek işler: “İnsandan

çok bir gorile benziyordu. Kuşağına koskoca bir yatağan sokmuştu. Koridor boyu

dizilmiş yanan çıraların kıvrak ışığında çok korkunç görünüyordu. İki yana

yalpalamasından, fena halde sarhoş olduğu anlaşılıyordu.” (s.116)

Koridordayken Moğol zindancı onlara bir kapıyı gösterir: “Bunun gizli bir

geçidin kapısı olduğunu, geçidin doğruca deniz kıyısına çıktığını, orada dört çifteli

bir kayığın daima emre hazır beklediğini söylüyordu.” (s.118–119)

Page 215: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

203

En sonda Sultan Hatun’u bu mahzende bulurlar. Zindancı demir bir kapı açar.

Duvardaki çıralardan birini aldıktan sonra içeriyi gösterir. Kızlarla Sultan Hatun

titreşerek bekler. (s.119)

Baskın romanında olaylar, İzmit, İznik ve çevresinde cereyan eder. Yazar,

olayların gerçekleştiği mekânlarla ilgili pek tasvirler vermez.

Romanın ilk sahnesi, İznik’in yoludur. Sunguroğlu ve arkadaşları, İznik’e

giderler. Üç arkadaş yoldayken, yağmur fena basar. Bunun üzerine yolda ilk

gördükleri eski bir konağa barınırlar. (s.6–7)

Romanda orman gizli faaliyetler ve baskınlar için uygun bir yer olarak

kullanılır. Sunguroğlu ve arkadaşları ormana girerler. Ağaçlar arasında sekiz atlı

tarafından bir baskına uğrarlar. (s.28) Bir süreye saldıran sekiz atlıdan yedisi kaçar.

Diğeri ise yaralıdır. Sunguroğlu ve arkadaşları, onu bir ağacın dibine oturturlar. Üç

arkadaş, yaralı atlıyı konuştururken, birden bir ok vınlayarak yaralı atlıyı öldürür.

Sunguroğlu ve arkadaşları, okun geldiği yere giderler. Ama hiçbir kimseyi

bulamazlar. (s.33–36)

Üç arkadaş, yollarına devam ederler. Sonra bir Türkmen köyüne girerler.

Köyün tek katlı kulübelerden oluştuğunu öğreniriz. (s.39) Sunguroğlu ve arkadaşları,

Germiyanoğulları tarafından Türkmen köyünden esir alındıktan sonra ormana

girerler. Orada Sunguroğlu, İbrahim ve Köse, kaçmaya başararlar, ama Münir Gazi

kaçamaz. (s.45–51) Sunguroğlu ormandan faydalanmaya çalışır: “Sunguroğlu

akıllılık edip ormana dalmıştı. Ağaçlıklarda izini daha rahat kaybettireceğini

düşünmüştü. Bunda da çok isabet ettiğini az sonra anladı. Atını saldı ve kendisi bir

ağaca tırmandı. Dört kişiyle baş edebilirdi. Kalamos’u yakalayıp bütün olup

bitenlerin hesabını bir bir sormak zevkli olacaktı. Bundan başka birşey

düşünmüyordu. Atlılar bulunduğu ağacın altından geçerken, Kalamos’u hedefledi ve

ağaçtan aşağı uçtu.” (s.51–52) Sunguroğlu, Kalamos’u yakaladıktan sonra İbrahim

ve Köse’ye rastlar. Sonra hep birlikte ormanda yollarına devam ederler. “Fakat

birden kayifleri kaçtı. Çünkü yer açılmış da içinden çıkmış gibi dört Bizanlı silâhşör

aniden karşılarına çıktı.” (s.60)

Page 216: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

204

Ormanda arkadaşlarından ayrılan Köse, çetenin barındığı yeri bilir. Hemen

Sunguroğlu’ya gidip gördüğünü anlatır. İkisi de söylediği yere giderler: “İşte bu

tümseğin yanındaki koca kütük var ya, dört atlı tam orada durup bir müddet

bakındılar. Ben iyice sinerek beklerdim. Her hareketlerini gözlüyordum. Tümseğin

yanındaki koca kütüğün yanına sürdü atını, yere atladı. Adamlardan biri kütüğü

kuvvetle itti. Ve gözden kayboldular.” (s.72) Bu sıralarda ormanın sırrı ortaya

çıkmaya başlar: “Köse’nin tarif ettiği yerden ellerini sokup koca kütüğü kuvvetle itti.

Gördüğü manzara karşısında hayretini döktü.”

“Vay canına!” Kütük ağır ağır içeri kayıyordu.

Birden durdu. Kütüğü çekti ve eski hâline getirdi.

“Şimdilik kalsın” dedi, “içerde kaç kişi olduklarını bilmiyoruz. Heyecana

gelip delilik yapacak vakit değildir. Bu çetenin bütün mensuplarını yakalamalıyız.

Önce İznik’e kadar gidip yardım alalım.” (s.72–73)

Üç arkadaş, İzmit’e gelirler. Şehir kapısına yaklaştıktan sonra üzerlerine ok

yağmaya başlar. Bunun karşısında üç arkadaş, ok menzilinin dışına çıktıktan sonra

dururlar. (s.75–77)

Sunguroğlu ve arkadaşları, ertesi sabah kaleden çıkan çiftçileri görür görmez

onların arasına girerler. (s.81) Şehirin Beyi ve askerleri kurtarıldıktan sonra çetenin

barındığı ormandaki mağaraya giderler. Sunguroğlu ile Münir Gazi, mağaraya

girerler: “Mağara çok dardı. Yürüdükçe biraz olsun genişlemişti, ama yine de

yetersizdi. İki kişi yan yana zor sığıyordu. Bu durumda kılıç tokuşturmanın imkânı

yoktu.” (s.97) Sunguroğlu ve arkadaşları, çetenin mensuplarının peşinde İzmit

limanına kadar giderler. (s.102)

Romanın son sahnesi ise, denizdedir. İzmit limanından bir tekneyle hareket

eden Sunguroğlu ve arkadaşları, çetenin başını takip ederler. Sunguroğlu bindiği

teknenin, güzel, çift yelkenli, boynu sülün gibi uzun olduğunu, bordalarında da iki

mancanığın bulunduğunu öğreniriz. (s.105) İşlerini bitirdikten sonra Sunguroğlu ve

arkadaşları, yine İzmit limana geri dönerler. (s.115)

Page 217: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

205

Çalınan Hazine romanında olaylar, Bursa’nın civarı, İzmit, İznik ve

çevrelerinde cereyan eder. Yazar, olayların gerçekleştiği mekânlarla ilgili pek

tasvirler vermez.

Romanın ilk sahnesi, bir ormanlık bölgedir. Bursa’nın yolunu tutan

Sunguroğlu, bir ormanı geçer. Ormanın kar yüzünden bembeyaz olduğunu öğreniriz.

Sunguroğlu oradayken, şövalye Matiyüs ile dövüşür. Atı Şahin yaralandıktan sonra

bir hana girer. (s.7–15) Romanda orman, barınma ve çatışmalar için uygun bir yer

olarak kullanılır. Şövalye Metiyüs kaçarken, ormana girer. Onun peşine düşen

Sunguroğlu ile Saltuk Bey, ormana da giderler. Orada kar sayesinde şövalye

Metiyüs’ün yerde henüz kapanmamış nal izlerini takip ederler. (s.33) Ormanın bir

tepesinin eteğinde dinlenen şövalye Metiyüs, kendisi takip edilidiğini fark edince

tepenin üstünde bir yerde gizlenir. (s.41) Sunguroğlu ve diğer yoldaşları tepenin

hemen altından geçerler: “Ormanın içlerine koşturdu. Yol tepenin hemen altından

geçiyordu. Daracıktı. Yan yana iki atlı zor geçirdi. Öbür tarafı ise derin uçurumdu.”

(s.42) Şövalye Metiyüs’ün, daha önce hazırladığı kardan kümeyi üstlerine atar:

“Küme yuvarlandıkça büyüdü, büyüdü. Kocaman bir top haline geldi. Ve hızla

tepeden aşağı yuvarlanmaya başladı.” (s.44)

Sunguroğlu ile Saltuk Bey ve yoldaşlarıyla birlikte şövalye Metiyüs’ü takip

ederlerken, Türkmen köyüne girerler. Köyün küçük olduğunu öğreniriz. Tekin Alp,

köyün evlerini sayarak on beş ev olduklarını söyler. (s.36) Bu sıralarda Tekin Alp

geriye dönerek kendi köyünü hatırlamaya başlar: “Bizim köy”, diye dudak büktü,

“koskocaman bir köy. Yüzden fazla ev var Ali Can ağam, ortadan gürül gürül bir

ırmak geçer. Anacığım o ırmakta yıkardı çamaşırlarımı. Köy çocuklarıyla birlikte

ırmak kıyısında evler yapardık.” (s.36)

Sunguroğlu, şövalye Metiyüs’ü İznik’teki bir hanın önünde yakalar. Tam o

sıralarda Metiyüs’ün at uşağı Dragos, karanlıktan faydalanarak tenha bir sokağa girip

kaçar. (s.81) Sunguroğlu ve arkadaşları, Metiyüs’ün parayı sakladığı yere giderler:

“Şövalye Metiyüs’ün para çekmecesini sakladığını söylediği tepeye geldiklerinde

atlardan indiler. Sunguroğlu, Metiyüs’ün gösterdiği taşa yaklaştı. Çömeldi. Ay

Page 218: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

206

ışığında her şeyi açıkça gördü. Taşin bir kenarı eşilmişti. Karların üstünde taze

topraklar vardı. Dragos daha önce davranmıştı bes belli.” (s.84)

Romanda son görünen mekân ise, İzmit limanında cereyan eder. Çalınan

hazinenin peşinde giden Sunguroğlu ve arkadaşlarının yolculukları, İzmit limanında

sona erer. İzmit limanı, kalabalık olarak karşımıza çıkar: “Limanda her çeşit

milletten her çeşit insandan vardı.” (s.103) “Karanlıkla birlikte liman da

kalabalıklaştı. Denizden dönen balıkçılar, “heyamola”larla kayıklarını çekmeye

başladılar.” (s.108)

Kaçırılan Prenses romanında vak’alar, baştan sona kadar Bizans’ta cereyan

eder. Romandaki olayları, liman ve Kızılada dışında da genellikle saray, konak ve ev

gibi kapalı mekânlarda gerçekleşir. Yazar, mekân tasvirlerine geniş bir yer vermez.

Bunun yanında romanda kullanılan, yerlerin eski adlarıdır. Yazar, eski adların

Türkçede karşılıklarını izah etmez.

Sunguroğlu ve arkadaşları, Bizans’a giderler. Romanın ilk sahnesi, bununla

ilgili olarak denizdedir. Sunguroğlu, Köse ve İbrahim, gemiyle Bizans’a giderler.

Yazar, az da olsa bile denizin manzaralarını şu şekilde tasvir eder: “Sunguroğlu,

geminin küpeştesine yaslanmış, denizi seyre dalmıştı. Yunus balıklarının köpükler

arasında oynaşmaları ne kadar da hoştu. Bazen batıyor, bazen su yüzüne çıkıyor,

birbirlerine sürtünerek oynaşıyorlardı. Bıraksalar saatlerce bu manzarayı

seyredebilirdi.” (s.5)

Bizans’tan ilk görünen mekân, Teodosyüs Limanıdır. Yazar, limanın

kalabalık olduğunu tasvir eder: “Teodosyüs Limanında her millete mensup tekneler

vardı. Hatta korsan gemilerine bile rastlanıyordu”… “Limanda çeşitli gemilerin yanı

sıra çeşitli insanlar da göze çarpıyordu.” (s.10), “Teodosyüs Limanı her zamanki

kargaşada yuvarlanıyor, çığlıklar, emirler nâralar arka arkaya çınlıyordu.” (s.43)

Limanın yanında surların bulunduğunu öğreniriz. (s.43) Teodosyüs Limanı geceleyin

korkunç olarak tasvir edilir. Limana yakın sokakların, da akşam saatlerinde tenha ve

bomboş olduğunu öğreniriz. (s.86) Sunguroğlu ve arkadaşları, limana gelir gelmez

orada kendilerini bekleyen bir subayı bulurlar, hemen onları oturacakları konağa

Page 219: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

207

götürür. (s.11–14) Bizans ile ilgili ise “çok güzel” (s.9) olarak sadece bir izlenim

verilir.

Sunguroğlu ve arkadaşları, gizlice Müslümanlaşmış ve eskiden Bizans

başkomutanı olan Lagan Mişöp’un konağına gider. (s.22) Romandaki olaylar,

Teodosyüs Limanı ile konaklar arasında geçer. Sonunda çetenin merkezinin

Kızılada’da olduğu anlaşıldıktan sonra olaylar orada geçer. (s.128) Kızı

kurtarıldıktan sonra olayların mekânı, imparatorun sarayına döner. (s.147)

Romanın son yeri ise “Elveda Bizans” (s.156) bir başlıklı olarak karşımıza

çıkar. Sunguroğlu ve arkadaşlarını Bizans’ta işlerini bitirdikten sonra kendi

memelektlerine dönerler. (s.159)

Gemide İsyan romanında olaylar, Bursa, Rodos ve Çimpe kalesi ve

civarlarında cereyan eder. Yazar, romanda mekân tasvirlerine ehemmiyet vermez.

Yazar, olayların gerçekleştiği mekânlar hakkında genellikle ayrıntısız bilgiler

vermeye çalışır.

Romanın ilk sahnesi, Köse Yusuf’un Bursa’dan Çimpe kalesine

yolculuğudur. Şehri gürültü ve kalabalık içinde gören Köse, İbrahim’i Çimpe

kalesinin beyinin konağında bulur. (s.9)

Köse ve İbrahim, Sea-Jan Şövalyeleri tarafından bir handan sahile kaçırılırlar.

(s.36) Hancı ise, Sunguroğlu’ya gidip onu bir camide bulur. Sunguroğlu, hancı ile

yola çıkar. Sunguroğlu yoldayken, bir ağaçlıklı araziden geçip saldırıya uğrar. (s.41)

Sonra hancinin tarif ettiği sahile gider. Liman kalabalık ve gürültülü olarak karşımıza

çıkar: “Limanda dizi dizi gemiler vardı. Her liman gibi burası da pek gürültülüydü.

Gemiciler günün son dakikalarında işlerini bitirmek için çırpınıyorlardı. İki gemici

nedense kavgaya tutuşmuştu. Etraflarına biriken bir grup bağıra bağıra dövüşenleri

teşvik ediyordu.” (s.50)

Sunguroğlu, Rodos’a gitmek için limanda bir denizciyle anlaşarak yola

çıkarlar. Gemi küçüktür: “Pejmürde görünür, ama görünüşe aldanma. Hepsinden

daha hızlıdır.” (s.53) Sunguroğlu’nun, gemide oturduğu kamara şu şekilde tasvir

Page 220: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

208

edilir: “Küçücük bir odaydı. Yuvarlak pencerelerden dışarıda yanan çıraların kıvrık

gölgeleri giriyordu. Sunguroğlu yağ kandilini yaktıktan sonra sırtüstü uzandı.” (s.58–

59) Sunguroğlu’nun bindiği tekne, bir korsan geminin saldırısına uğrar. Bu sıralarda

Sunguroğlu kamarasından çıkıp olup biteni öğrenmeye çalışır. Teknenin gürültü ve

karışıklık içinde olduğunu görür. Kaptan korsan gemisi karşısında yedek yelkenleri

açar. Bu sırada kamarasına dönen Sunguroğlu, bir hırsızlığa uğradığını anlar:

“Kamarasına girdi. Etraf şaşırtıcı biçimde dağınıktı. Kamarayı böyle dağınık

bıraktığını hatırlamıyordu. Eşyalar yerlere saçılmış, yatak dürülüp kamaranın bir

köşesine fırlatılmıştı. Birileri girmiş buraya!” (s.64)

Sunguroğlu’nun bindiği tekne, saldırı yüzünden denizde batar: “İyi

hedeflenmişti. Doğrudan gemiye geliyordu. Direğe isabet ettiği anda kıracak,

Sunguroğlu büyük ihtimalle güverteye düşüp parçalanacaktı. Çabucak kararını verdi,

“Allah” diye çığlıkladı ve kendini denizin serin kollarına bıraktı.

Tam zamanında hareket etmişti. Biraz daha gecikmiş olsaydı direğin dibine

isabet eden gülle, direkle birlikte Sunguroğlu’nu da tuzla buz edecekti.

Etrafa, kırılan tahtalar saçılmış, kırılan direk çarmıhlarla gemiye bağlı

kaldığından gemi tehlikeli şekilde yana yatmıştı. Kaptan Guidi derhal çarmıhların

kesilmesini emretti. Çarmıhlar kesilince gemi düzeldi. Ama yelkenlerinden eser

kalmamıştı. Olduğu yerde dönüp duruyor, kaptan Guidi, aklına gelen bütün lânetleri

ard arda yağdırıyordu. Sunguroğlu ise denize karışan direğe tutunmuş, şimdilik

canını kurtarmıştı.” (s.67) Sunguroğlu denizdeyken, Kaptan Guidi’yi dalgaların

arasında görür. Guidi’yi kurtaran Sunguroğlu, görünen adaya yüzerek gider. (s.77)

Sunguroğlu köydeyken, şehre giden yolu sorar: “Şuradan gideceksin,

dosdoğru, sağa sola sapmadan yürüyeceksin.” (s.90) Sunguroğlu şehre iner.

Korsanlar şehir girişinde yolunu kesip kim olduğunu sorarlar. (s.91) Sunguroğlu

şehirdeyken, Rodos’a giden bir geminin olduğunu anlar. Bu yüzden ertesi gün kaptan

Guidi ile limana gidip gemiye gemici olarak binerler. (s.96)

Page 221: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

209

Sunguroğlu bindiği geminin bir korsan gemisi olduğunu anlar. Geminin

ambarında çalışan Sunguroğlu, Burno diye başka bir gemici ile dövüşür. Kaptan,

Sunguroğlu’nu geminin bir direğine bağlatır. (s.105) Bütün gemicilerin istekleri

üzerine Sunguroğlu gemiyi ele geçirmek için geminin kaptanı olan Sör Mişel’in

kamarasına gider: “Kapıyı yokladı. İçeriden kilitliydi. Fakat kılıcının ucuyla açmak

zor olmadı. Sör Mişel kilidin hafif tıkırtısını duymuş olabilirdi. Tedbirli girmeliydi.

Ağır ağır kamaraya girdi. Gözleri karanlığa alışınca Sör Mişel’i fark etti.

Elbisesiyle birlikte yatağa uzanmıştı.” (s.113) Kaptanın kamarasına dört basamaklı

bir merdivenle çıkıldığını öğreniriz. (s.128) Sunguroğlu, Sör Mişel’i sürüye sürüye

gemicilerin bulunduğu yere götürür. (s.115) Sunguroğlu gemiyi ele geçirdikten sonra

Rodos’a kadar gitmek ister, ama durumlar bunu engeller: “İki gün geçmişti. Birinci

gün oldukça iyiydi. Deniz sakin, rüzgâr müsaitti. Padima bütün gün canlanmış gibi

dalgacıklar üstünde sekip durdu. Ama ikinci gün berbattı. Deniz yine sakindi ya,

yelkenlere dolacak bir nefes rüzgâr bile yoktu. Yelkenler kurumaya asılmış

çamaşırlar gibi patır patır sallanıyordu. Ve padima olduğu yerde sayıyordu.” (s.118)

Rüzgâr estikten sonra Sunguroğlu, Padime’yi Rodos’un yoluna yönlendirir: “Az

sonra rüzgâr yelkenleri şişirmiş, Padima birkaç gıcırtılı kahkahadan sonra köpüklere

kucaklaşıp denizi yalamaya geçmişti. Yunus balıkları, şen şakrak zıplamalarla ona

eşlik ediyordu.” (s.125) Nihayet Rodos’a gelirler. (s.137)

Romanın son sahnesi ise, Sunguroğlu ve arkadaşlarının denizde kaçış

sahnesidir. Sunguroğlu, arkadaşlarını kurtardıktan sonra Padima ile memleketlerine

dönmeye başlar. (s.155) Bu sırada şövalye Don Piyer, onların peşlerinde gelir.

Denizde bir çatışma başlar. (s.160) Çatışmanın sonunda Don Piyer’in gemisi denizde

batar. Sunguroğlu ve arkadaşları ise, Don Piyer’i esir aldıktan sonra memlekete

dönerler. (s.167)

Yıldırım Bayezid romanındaki vak’alar Kosova, Krosevaç, Bursa, Bizans,

Ankara civarı, Paris, Niğbolu, Sivas, Anadolu Yakası ve çevrelerinde ve Akşehir’de

cereyan eder. Yıldırım Bayezid romanı, işledikleri mekânlar bakımından ele aldığımız

romanların en zenginlerinden biridir.

Page 222: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

210

Romanın ilk sahnesi, Otağ’da Sultan Murad Hüdavendigâr’ın matemidir.

Şehzade Yakup Çelebi, Kosova meydan muharebesinde iken, olup bitenlerden haberi

yoktur. Otağ kapısından çıkan vezir ve devlet adamları, Otağ önündeki beyaz bayrak

altında Yıldırım Bayezid’e biat ederler. (s.5–14) Babasını görmek için gelen Şehzade

Yakup Çelebi, Otağ’da üç cellât tarafından boğularak öldürülür. Çadırın karanlık

olduğunu öğreniriz. (s.22)

Yıldırım Bayezid, devletin sınırlarını güçlendirmek amacıyla Sırp Kralına bir

elçi gönderir. Sırp Kralı’nın, Yıldırım Bayezid’i beklediğini söyler: “Yasterebaç

dağının eteğindeki Krosevaç’a bakan Alacahisar camiinde Padişah hazretleri hangi

vakti uygun bulurlarsa burada namaz kılabilirler dedi, Krosevaç’taki sarayımızda

Hünkârı ağırlamak ve fikir teatisinde bulunmak bizi mutlu edecektir.” (s.40)

Yıldırım Bayezid, roman boyunca İstanbul’u göz önünde bulundurur. Her

şeyden önce İstanbul’u almak ister. Bunun üzerine romanda İstanbul, Yıldırım

Bayezid tarafından birkaç defa muhasara edilir. Yıldırım Bayezid, İstanbul’u almak

için azledilen Beşinci Yoannis ve oğlu Manuel’i zindandan kurtararak imparatorun

yerine koyar. (s.73) Beşinci Yoannis tek başına bir imparator olarak İstanbul’da

kalır. Oğlu Manuel ise Yıldırım Bayezid ile birlikte Anadolu seferlerine katılır. (s.75)

Bu durum karşısında Beşinci Yoannis, kiliselerin yıkılmasıyla İstanbul’un surlarının

tamirini gizlice yaptırmaya başlar. (s.79) Beşinci Yoannis ölür. Bu sırada oğlu

Manuel, Bursa’da Yıldırım Bayezid’in yanındaydı. Ama babası ölünce izinsiz

Bursa’yı terk eder. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid öfkelenir ve ordusuyla

İstanbul’u kuşatır. (s.85) Yıldırım Bayezid, Niğbolu’daki Müslümanları kurtarmak

için İstanbul’un kuşatmasını kaldırır. Niğbolu’ya gidiverir. (s.90) Yıldırım Bayezid

Niğbolu zaferinden sonra Bizans’a gider. (s.127) Kuşatma iyice şiddetlenir. Ama bu

sıralarda Timur tehlikesi ortaya çıkmaya başlar. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid,

kuşatmaya kaldırarak Timur’un peşinde gider: “Dağlardan, ovalardan, yalçın

kayalıklardan aşarak Vahdet’in idraki içinde Padişah kuvvetlerine iltihak edenler,

Anavatanı düşmana teslim etmemek için azim ve iradeye sahip olanlardı.” (s.131–

132)

Page 223: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

211

Sivas kalesi düştükten sonra Timur, Anadolu’ya doğru gider. Yıldırım

Bayezid de Timur’un peşine gider. Nihayet iki ordu, Ankara meydan savaşında

karşılaşırlar. (s.221)

Romanın son sahnesi ise, Akşehir’de Timur’un karargâhıdır. Yıldırım

Bayezid de hâlâ esirdir ve onu kurtarmaya teşebbüs eden yoktur. Bunun üzerine

Yıldırım Bayezid, zehir içerek intihar eder. Yıldırım Bayezid’in naaşı, Akşehir’deki

Şeyh Mahmud Hayranî Türbesinde bir süre hıfzedilir. Daha sonra naaş, Bursa’ya

nakledilir. (s.230–231)

Binatlı romanında olaylar, Tuna Nehri çevresi ve Niğbolu’da cereyan eder.

Bin atlı akıncı Tuna Nehrine gelirler. Anlatıcı, Tuna suyunu canlandırarak ne

olacağını bilmiş gibi tasvir eder: “Tuna suyu boz bulanıktı. Tuna suyu çamur

deryasına banmış, kıvrım kıvrımdı. Ürkek ürkek yuvarlanıyordu Tuna suyu. Bin atlı

akıncının yiğit kumandanı Gazi Timurtaşoğlu Umur Bey atından indi, yerden bir taş

aldı, fırlattı Tuna suyunun boz bulanıklığına doğru.” (s.5)

Haçlı orduları ise Niğbolu Kalesi önünde buluşurlar. Orada çadırlarını

kurarlar. “Macaristan’dan itibaren iki kola ayrılıp, talan edecek daha geniş bölgeler

bulurlar. Bir kol Eflak üzerinden, öbür kol Sırbistan üzerinden kayarak ve

arkalarında devamlı kandan bir şerit bırakarak Tuna’nın sağ sahilindeki Niğbolu

Kalesi önünde buluşuyorlar.”101 (s.17)

Bin atlı akıncı tarafından ilk yapılmış baskından sonra Alman kumandan,

Fransız asilzadesi Nevers Kontu Jean’ın çadırına gider. Jean, çadırdaki bir yatakta

oturuyordu. (s.21–22) Bin atlı akıncı de baskından sonra ormanın gerisine çekilirler.

Ama düşman ormana girmeye cesaret edemez. (s.28)

101 Harekete geçen Haçlılar Macaristan’dan itibaren iki kola ayrıldı. Macar Kralı Sigismund’unidaresindeki asıl büyük kol, önce Sırbistan istikâmetinde yürüyerek Tuna Vadisine ulaştı ve nehrin solsahilini tâkip ederek Osmanlı toprağına girdi. Sonra Tuna’yı geçerek Vidin, Orsava ve Rahovaşehirlerini zapt ederek buralardaki Türkleri kılıçtan geçirdiler. Sonra da Niğbolu önüne geldiler.Nevres Kontu Jean’ın idaresindeki Fransızlar, Budin’den sonra Erdel üzerinden Eflak’a geçerek, Eflakvoyvodası ile birlikte Niğbolu’da diğer kuvvetlerle birleşti. “Niğbolu Meydan Muharebesi” madde.,Yeni Rehber Ansiklopedisi, c. 15

Page 224: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

212

Haçlı ordusunun kumandanları ile Papanın temsilcileri birlikte Nevers Kontu

Jean’ın çadırında toplanırlar. Esir alınmış Müslümanları öldürmeye karar verirler.

(s.33–35) Bunu duyan iki Fransız askeri inanamazlar ve ormandaki bir mağaraya

gidip içki içerler. (s.40–42) Çıkardıkları tütün dumanı yüzünden bin atlı akıncı

tarafından terleri anlaşılıp esir alınır. Esirlerden, Müslüman esirlerin nerede

olduklarını öğrenirler: “Fransızların biri bıraktı, ötekisi aldı. Büyük çadırın

kıyısından geçerken duyduklarını bir bir anlattılar. Umur Bey öfkeden soluk soluğa,

“Bunlar asker değil, alelade katil,” diye kükredi, “çapulcu sürüsü. Esirlerin

nerede muhafaza edildiğini öğrenen Sadık kardeşim, baskın basanındır”

Sadık iki Fransız askerinin yanına çömeldi, iyice tarif ettirdi. Kalktı, Umur

Bey’e döndü: “Ordugâhın şimal-ı garbîsinde küçük bir meydan varmış beyim,

bizimkiler zincirlerle birbirlerine bağlı olarak o meydanda tutulurlarmış.” (s.43–44)

Sultan Yıldırım Beyazıd ordusuyla Tuna Nehrine kadar gelir orada Ordu-yı

Hümayûn karargâhı kurulur. Ama Sultan Yıldırım Beyazıd, Niğbolu kalesine

sokulmanın imkânsız olduğunu bildiği için otağa girmek istemez. Kendisi Niğbolu

kalesine gidip döner. (s.60–63)

Romanda baş mekân olan Tuna Nehri, anlatıcı tarafından pek önem verilir.

Hatta bir leitmotif haline gelmiştir. “Tuna suyu” sözü, roman boyunca 13 kere

tekrarlanır. “Tuna” kelimesi ise yirmi kereden fazla tekrarlanır.

Leitmotif tekniği, bu şekilde kullanılması metne güç katmaktadır ve buradaki

tekrar anlama duygusal bir yücelik ve bir vurgu kazandırır.102

Topal Kasırga romanında olaylar Sivas Kalesi ve çevresinde cereyan eder.

Kulaksız Ömer Timur’un ordusu Sivas kalesine doğru geldiğini şehzade

Süleyman Çelebi’ye haber vermek için kaleye gelir. “Gür bir sesle bütünleşip Sivas

Kalesinin burçlarına düştü:

102 Mehmet Tekin, a.g.e., s.253

Page 225: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

213

‘Nöbetçi!... Heey Nöbetçi!’

Burçlardan aşağı uzandı başlar; aynı anda oklar gerildi, mızraklar hazırlandı:

‘Kim var orada?’

‘Benim, bir akıncı; adıma ‘Kulaksız Ömer’ derler. Kapıyı açın ki şehzademiz

efendimize haber ulaştırayım.” (s.5)

Nöbetçiler şehzadeyi uykudan uyandırmadıkça Kulaksız Ömer şehzadenin

uyanması için konağın önünde gürültü çıkarmaya başlar: “Birden odanın kapısı

ardına kadar açılır, Şehzade Süleyman’ın kızgın çehresi belirdi;

‘Naedep herifler, nedir bu gürültü!” (s.15)

Şehir meclisi toplanır hem müdafaa hem de sultana haber vermenin kararına

ulaşır. (s.18–19) Daha önce söylediği uyarılarına önemsemedikleri için şehir meclisi

toplantısından kızarak çıkan Malkoç Mustafa Bey, bir asker birliği ile Timur’un

ordusuna karşı kaleden çıkar. (s.20–23) Aynı zamanda Şehzade Süleyman Çelebi

kendisiyle sultana haber vermek için kalenin güney kapısından çıkar. (s.28) Kulaksız

Ömer ve Peşteli Kerem onlara katılmak amacıyla askerlerin peşinde giderler. (s.32)

Malkoç Bey, yerleşmek için kendi askerlerine iyi bir mevki seçer:

“Askerlerine döndü, bir el işaretiyle durdurdu:

‘Burası iyidir.’ diye konuştu, ‘iyice sinin; düşman menzile girince dört koldan

saldırıya geçip kıskaca alacağız, kırabildiğimiz kadarını kıracağız. Çekilme emrini

alır almaz, ne durumda bulunursanız bulunun, derhal çekilmeye

başlayacaksınız.”(s.38)

Malkoç Bey düşman karşısında kuvvetlerini yetmeyeceğini fark edince bir

manevra yaptıktan sonra askerleri ile birlikte kaleye geri döndüler. (s.49)

Timur kaleyi kuşatmaya gelir ve kendi özel çadırını bir tepenin üstünde

kurdurur: “Tepenin yamacına koca bir kara çadır kurulmuştu: Timur’un meşhur kara

Page 226: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

214

çadırı” … “Sakat bacağını üst üste koymuş dört kuş tüyü mindere uzatmış, iyice

arkasına yaslanmıştı.” (s.71)

Kalenin arka tarafında düşmanın bir tünel kazdığı fark edilince Peşteli Kerem

ile Kulaksız Ömer keşfe çıktılar: “Gerçekten kalenin arka tarafı ormana yaslıydı.

Timur’un askeri de çok kalabalıktı. Lüzumlu aletleri varsa bir tünel açmak hiç de zor

olmazdı.” (s.105.). “Ve o gece arka kapıdan dışarı süzüldüler… Orman kıyısına

gelmişlerdi, karanlığı yara yara etrafı gözlediler… Kısa bir süre dolanıp buldular

yerini. Koca ağzı, taze toprak ortasında ejderha ağzını andırıyordu.” (106–108)

Romanın son sahnesi ise, romanın en korkunç sahnesidir. Timur, kaleye

girdikten sonra şehri tutuşturur: “Timur yalnız canlıları öldürmekle yetinmiyordu.

Sanki doymuyor, sanki içinde taşıdığı vampiri tatmin edemiyordu.

‘Şehri tutuşturun!...’ emrini verdi.

Mamur Sivas, sokak sokak, mahalle mahalle tutuştu. Yalımlar korkunç

hışırtılar çıkararak kabardı, yükseldi, duman bütün ufku kararttı.” (s.127)

XVI. Yüzyıl

İlk Hançer romanında vak’alar Kazan Hanlığı ile Rusya arasında gelir gider.

Romanın vak’aları umumiyetle açık mekânlarda cereyan eder. Yazar, genel olarak

olayların cereyan ettiği mekânlarla ilgili ayrıntılar vermez.

Romanın ilk sahnesinde görülen Yüzbaşı Alp, üstüne aldığı vazifeyi yapmak

için Moskova’ya gider. Moskova’ya geldiğinde taç giyme merasimi yapılır, törenler

yapıldığı kiliseye gider. Törenler bitirildikten sonra IV. İvan, kilisenin bir köşesinde

planlarını Moskova’nın başpiskoposuna anlatır. Yüzbaşı Alp hemen onların

yanlarına gidip söylediklerini duymaya çalışır. İvan, bütün Türkleri yok etmek

istediğini söyler. Başpiskopos de kilise bu hususta hep İvan’ın yanında duracağını

söyler. İvan’ın akıl hocası sayılan Peresvetov onlara katılır. Türkler yenilmez

oldukları için önce onların aralarını açmak gerektiğini sonra onların ortadan

kaldırılmasının mümkün olacağını söyler.(s.7–8)

Page 227: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

215

Yüzbaşı Alp duyduğunu aktarmak için Kazan Hanlığına doğru gider, ama

yoldayken aklına bir fikir gelir. Kazan’a gitmektense Kasım Hanlığında yaşayan

arkadaşı olan Burak’a gider. Burak birlikte on kişilik bir kuvvet hazırlayarak Rus

tarafından gönderilen kafileye hücum ederler. Kafile ellerine düşer, kafilede bulunan

bir Rus prensesini alıp Kazan’a yola çıkar. (s.12–13)

Yüzbaşı Alp, Kazan’a vardığında Han tarafından karşılanır. Hanın emriyle

kendi sarayında divan toplanır. Yüzbaşı Alp divan önünde İvan’ın Şah Ali’ye

gönderdiği mektubu okur. Kazan Sarayında olağanüstü toplanan divanda bu konuyu

incelendikten sonra Yüzbaşı Alp’i bu hediyelerle yine Moskova’daki İvan’a

gönderilmesi teklif edilir. (s.14–18)

Yüzbaşı Alp ve arkadaşı Burak, Rus kafilesi ile prenses Moskova’ya giderler.

İvan’ın sarayına geldiklerinde Yüzbaşı Alp, Burak’ı dışarıda bırakıp esir aldığı Rus

elçilik kafilesiyle birlikte İvan’ın bulunduğu salona girer. Yüzbaşı Alp, İvan’ın

karşısında çok sert bir şekilde konuştuğu için İvan onu zindana attırır. Prenses Nadya

ise sarayın dışında bekleyen Burak’a kaçmasını söyler. (s.18–21)

Burak hemen Kazan’a gelir gelmez Sefa Han Bey’e durumu anlatır. Yüzbaşı

Alp ise prenses Nadya yardımıyla zindandan kaçtıktan sonra yine Kazan’a döner.

Sefa Han Bey bunun için çok sevinir ve kendi sarayında bir ziyafet vererek Alp’ı da

çağırtır. Alp, Sefa Han ile sarayın koca salonunda konuştuktan sonra kalabalık

yüzünden çıkmaya karar verir. Tam kapıya doğru yürümeye başlar ki salona inen

merdivenin başında çok güzel olan Bağdagül’ü görür. Dışarı çıkmaktan vazgeçer,

merdivene doğru yönelir. Kızın yanına gitmek için merdivenin basamaklarını çıkar.

(s.24–26)

Sefa Giray Beyin karısı olan Süyün Biyke Hatun’un kardeşi Ali Ekrem Bey

ile Nogay Şehzadesi Muhammed Han Kazan’a gelirler. Gökçe Bey onların şerefine

kendi konağında bir ziyafet verir. Alp ile Burak da davet edilirler. Gökçe Beyin

konağı Kazan’a dört, beş kilometre mesafede, büyük bir bahçede bulunur. Bağdagül

ile Alp konağın bahçesinde karşılaşır. Yüzbaşı Alp şu anda Bağdagül’ün Gökçe

Beyin kızı olduğunu öğrenir. Burak bahçenin girişinde sağ tarafta bulunan şadırvana

Page 228: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

216

doğru yürür, Alp ile Bağdagül ise bahçenin diğer tarafına beraber dolaşırlar. (s.29–

31) Sonra konağın içerisine girerler, yemekten sonra topluca mescide giderler. (s.33)

Kazan Hanı Sefa Giray Han, Kırım Hanı ile birleşerek Rusların sürekli

saldırılarına karşı çıkarlar. Kazan ordusu batıdan, Kırım ordusu ise güneyden

ilerleyerek Moskova muhasara etmeye giderler. Bu sıralarda Moskova’ya ilereyen iki

orduya bir haberci gelir. Haberci, Sefa Giray Han’ Kazan’da bir isyan çıktığını

söyler. Kazan’a dönen Sefa Giray Han’ın, ordusuyla Oka nehrini geçtiğini öğreniriz.

(s.39–41)

Romanın son sahnesi ise, Kazan kalesinin Rusların elinde düşmesini anlatan

sahnedir. Bu sırada Ruslar Kazan Türklerine soykırım ve katliam yaparlar. (s.91–94)

Yazar, sahneyi şu şekilde özetler: “Kazan’da o kadar Müslüman kesildi ki, akan

kanlarla İdil nehri kızıla büründü. Kadınlar, kocalarının gözleri önünde kirletildikten

sonra, hançerlendiler. Doğmamış bebeler analarının karnında doğrandılar. Bütün

mimari eserler yerle bir edildi.” (s.94)

XVII. Yüzyıl

IV. Murad –I- romanında olaylar, İstanbul, Antep, Beyşehir, Eskişehir ve

Diyarıbekir’de cereyan eder. Romanın vak’aları, genel olarak kapalı ve karanlık

mekânlarda cereyan eder.

Romanın ilk sahnesi, Yedikule zindanıdır. Orada Sultan Genç Osman,

mahpustur. Dışarıda dolaşan nöbetçi, içeride öldürülenin Sultan Genç Osman

olduğunu fark eder etmez haber vermek için Kurşunlu Hana giden Divanyoluna

vurur. (s.10)

Romanın büyük bir kısmı İstanbul’da cereyan eder. Bunun için İstanbul’un

roman içinde aldığı yeri, diğer açık mekânlara mukayese ile pek geniştir.

İstanbul’dan gösterilen manzaralar, dönemin genel durumunu aydınlatmak içindir.

Yazar, ilk olarak bu dönemde İstanbul’un genel durumunu ortaya koyar: “Yüreğinin

bütün yanıklığıyla konuşuyordu. Aynı dert hepsinin başındaydı. Aylardır doğru

Page 229: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

217

dürüst alış veriş edemiyorlardı. Dükkânları yağmalanıyordu. Evlerine zorla giriliyor,

ne var ne yok alınıyor.” (s.31)

İstanbul’dan ilk görünen manzara, Sultan Genç Osman’ın cenazesidir.

İstanbul’un sokaklarının insanlarla dolu olduğunu öğreniriz. (s.32) Yazar, mekân

unsurlarıyla sözü geçen bu olumsuz durumu anlatmaya çalışır: “Boğaziçi kalın sis

perdesinin gerisinde kayıp gibiydi. Mart ayında sis daima olurdu, ama böylesi pek

görülmezdi. İnsan iki karış ötesini zor seçiyordu. Üstelik de sis boğaz ağzından

sabahın köründe yürümeye başlıyor, gele gele bütün İstanbul’u sarmalıyordu.

Sisin içinde hayal meyal seçilen üç kişi konuşa konuşa Divanyolundan yukarı

çıkıyorlardı.” (s.68)

İstanbul’un ortaya çıkan bir başka manzarası, Cibali tarafından başlayan

yangındır. “Cibali’ye yaklaştığında korkunç manzara tüylerini ürpertti.” (s.290)

Yazar, yangını şu şekilde tasvir eder: “Yangın kırmızı dilini çıkarmış. Cibali’den

başlayıp Unkapanı’nı ve Zeyrek yokuşunu yalamaya başlamıştı. Rüzgâr da gittikçe

hızını arttırıyor, yangın yayıldıkça yayılıyordu.

Padişah ne kadar asker varsa hepsini yangın yerine göndermişti. Fakat

haberler kötüydü. Yarım saat ara ile gelen haberciler insanı çıldırtmaya yetecek

korkunç haberler getiriyorlardı:

“Padişahım, kayıkhaneler harap oldu!”

“Padişahım, alevler kale hisarından girdi!”

“Padişahım, Mustafa Paşa çarşısı kül oldu!”

“Padişahım, Hamza Paşa konağı, Yahya Paşa konağı, Sultan Selim’deki

fukara evleri, ulemâ evleri, Üskülüplü Camii Şerifi tutuştu, yangın At Pazarına

sarkıyor!”

“Padişahım, yangın Sultan Mehmed Cami-i Şerifini sardı, bütün Saraçhane

tutuştu, Âsitane kül olmakta Padişahım!” (s.291)

Page 230: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

218

Memleketin çeşitli yerleri, İstanbul’dan farksız değildir. Anadolu’nun belli

bölgelerinde de durum farklı değildir. Celali isyanları her yanı yakıp kavurmaktadır.

Bey Şehir’de Deli İlahi denen zorba, kâfirlerin bile yapmadıklarını yapar.

Beyşehir’in civarındaki köyleri adamlarıyla basar. Bey Şehri’ne de girer. İlk olarak

şehrin ileri gelenleriyle toplanır sonra onları amansızca öldürür. (s.120–126)

Eskişehir’deki durum da aynıdır. Kör Ali, Anadolu’da yaşanan zorbalıklarını

Eskişehir’de sürdürür. Kör Ali, Eskişehirlilerin altınlarını toplar. Yoksul insanlar ise

zorbalığa uğrarlar. Kör Ali’nin, verdiği mühlet bittikten sonra şehre girer. Orada

kalenin yanında ailesiyle birlikte Demirci Ali’yi öldürür. (s.133)

Şehzade Murad, Anadolu’ya çok önem verir. Bunun için Doğan Bey’i

durumları öğrenmek amacıyla Antep’e gönderir. Doğan Bey, Antep’e gelir gelmez

Kadı Efendi’ye gider. Aslında Şehzade Murad, Sultan olmadan devletin genel

durumlarını düzeltmek ister. Ve ona göre bu düzeltme Anadolu’dan başlamalı:

“Şehzademin yerden göğe hakkı var. Bu kargaşa düzelse düzelse Anadolu’dan

düzelir demekle isabet etmiş.” (s.51)

Romanın son sahnesi ise, Sultan Dötdüncü Murad, Revan seferine çıkmak

üzere ordu başındadır. (s.294)

Yukarıda gördüğümüz gibi, yazar, bu gibi kapalı ve karanlık mekânlar ve

dehlizleri, bu karışık tarihî dönemle birleştirmeye çalışır. Açık mekânlarda cereyan

eden vakâlar ise, kapalı olanlardan farksız değildir. Romanda İstanbul’u tasvir eden

üç sahne vardır. Ama söz konusu bu üç sahnede İstanbul’u sisli ve güvensizdir.

IV. Murad –II- romanında olaylar, İstanbul, Kayseri civarı, Bursa, Konya

Ovası, Halep civarı, Eskişehir, Kerkük, Azamiyye ve Bağdat’ta cereyan eder.

Romanın ilk sahnesi, Celâli’ler, Kayseri civarındaki bir köye baskın yaparlar.

Celâli’ler, köyün evlerini yıkarlar. Köyün arkasında bir ormanın başladığını

öğreniriz. Meliha Kadın kendi evinde otururken, birdenbire ateşin her yere tuttuğunu

görür. Evden birkaç adım sonra orman başlar. Ağaçlar gittikçe sıklaşır. Bunun için

Page 231: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

219

Meliha Kadın, çocuğu Osman’ı orman tarafına kaçırır. Osman, evden çıkıp ormana

doğru gider. Orada ağaçlar arasında gizlenir. (s.7–12)

Osman, Celâli’ler gittikten sonra köye döner. Bu sırada Osmanlı askerleri, de

köye gelirler. Osmanlı askerlerinden olan Sofi Hoca, Osman’ı kendi yanına alır.

(s.16–17)

Sultan IV. Murad, Bağdat seferini başlatır. Ordusuyla İstanbul’dan hareket

ederek Bağdat’ın yoluna çıkar.103 İlk olarak Bursa’ya gelir. Bursa’dayken, halk

tarafından takip edilir: “Padişah nereye gitse ahali oraya gidiyordu.” (s.49)

Sultan IV. Murad Bağdat’ın yolunu devam eder. Yoldayken Konya Ovası’na

gelir. Ordu orada biraz dinlenir. (s.52) Bu sırada Molla Doğan orduya yetişir. Şahın,

Padişah’a suikast düzenlemeyi planladığı haberini verir. Bunu bilen sadrazam,

çoktan Konya Ovasındaki dağların, tepelerin karış karış tarandığını söyler. (s.56)

Genç Osman arkadaşlarıyla birlikte, Halep’e doğru giderler: “Halep’e giden

yol alabildiğine düz ve genişti. Uçsuz bucaksız ova sere serpe güneşe yaslanmıştı.

Toprak duman dumandı. Bir gün önce yağan yağmurun buharı tütüyordu üstünde.

Tuhaf bir koku sarmıştı ovayı.” (s.60) Orasına yakın bir köye gelirler. Köyün Safevi

çapulcuları tarafından basıldığını görürler. Köyün meydanı, can pazarı haline gelir.

(s.63)

Haşhaşilerin liderini tuzağa düşürmek için Bağdat’a giden Molla Doğan’ın

gözünde Bağdat, “güzelce Bağdat” (s.80) ve gibisi olmayan bir şehir olarak ortaya

çıkar: “Bağdat…

Birdenbire rampalanmış kubbelerin serpilip giden yuvarlığında tedirginliğini

dindirmeye çalışan şehir. İnsan eliyle inşa edilmemiş de, sanki kudret eli

103 1637 yılında vezîriâzam Bayram Paşa’yı Anadolu’ya gönderip büyük harp hazırlıklarına girişensultan Murâd Han, 8 Mayıs 1638’de şeyhülislâm Yahyâ Efendi ile beraber Bağdâd seferi için yolaçıktı. 17 Haziran’da Konya’da Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin kabrini ziyaret eden MurâdHan, 22 Temmuz’da Haleb’e geldi. Birecik’te sadrâzam Bayram Paşa kuvvetleri ile birleşti. BayramPaşa’nın 26 Ağustos’ta Urfa yakınlarında vefat etmesi üzerine Tayyar Mehmed Paşa’yı sadrâzamyapan Sultan, 16 Kasım gecesi Bağdâd’a geldi ve derhâl tertibat alarak muhasaraya başladı. “İranHarbleri” madde, Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, c.3

Page 232: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

220

gökyüzünden yere kondurmuş. Güzelliğin, ihtişamın, esrarengiz görünüşün bir başka

yerde böylesine iç içe girmesi, böylesine kaynaşıp uzlaşmış mümkün değildi.” (s.80),

“Şimdi görüyor ki, anlatılanlar eksikti. Hem de öylesine eksikti ki, o kadar olur!

Kendisi bile duygularını tahlilden acizdi. Gördüklerini sıraya koyup zihninden

geçiremiyordu. Dışı rengârenk çinilerle bezeli bir camiye rastlayınca dudaklarını

ısırıp “muhteşem” diyor, az sonra bir türbeye rastlayıp, “harika” diyor, sonunda

hayret ve ihtişam ifade eden bütün kelimeleri bitirdiğini, fakat Bağdat’ı hâlâ tarif

edemediğini görüyordu. Herhalde birkaç gün sonra, Bağdat’ı anlatmasını isteyenlere

tipki diğerleri gibi, “Anlatılmaz ki, illâ görmek lâzım” diyecekti.” (s.81)

Molla Doğan, Bağdat’ın bir pazarına gider. Orada İdris Efendi’nin halı

mağazasına girer. Mağazanın bütün duvarlarına halılar asılır. (s.89) Mağazanın arka

kısmında bir kapı vardır. İdris Efendi, Sofi Hoca ile konuşurken, o tarafa geçip

gözlerden uzak olsun diye o kapıyı da kapatır. (s.191)

Romanın önemli mekânlarından biri, Otağ-ı Humâyûn’dur. Romanın, bir

seferi anlattığı için yolda birkaç vak’a Otağ-ı Humâyûn’da cereyan eder. Bir gün, üç

haşhaşi, sultanı öldürmek amacıyla Otağ-ı Humâyûn’a girerler. Bu sırada yazar,

Otağ-ı Humâyûn’u şu şekilde tasvir eder: “Otağ-ı Humâyûnun gölgesinde büsbütün

koyulaşan karanlıkta rahatça ilerleyen katil onu da kolaylıkla hakladı. Şimdi cihan

Padişahıyla aralarında sadece kapı yerine asılmış atlas perde vardı. Hışırdatmadan

aralayıp içeri süzüldüler. İçerisi loştu. En uç noktada yanan kandilin ışığı

yetmiyordu. Önce bakındılar. Hayli genişti. Ortada Padişahın tahtı duruyordu.

Köşedeki oymalı rahlenin üstünde açık bir Kur’ân-ı Kerim vardı. Koca bir Bağdat işi

halı, bütün zemini örtmüştü. Kenarda bir masa, masanın yanında oldukça geniş bir

kütüphane yer alıyordu. Kütüphanenin hemen gerisinde başlayan üstü çiçek

motifleriyle süslü kırmızı perde, Otağ-ı Humâyûnu ikiye bölüyordu. Padişah bu

perdenin arkasında uyuyor olacaktı.” (s.168)

Hasta çadırları Otağ-ı Humayun yanında yer alır: “Bayırlarda biten

mantarları andırıyordu, hastahane çadırları. Kar gibi beyaz ve pürtüklü, Otağ-ı

Humâyûnu çepe çevre sarmışlardı.” (s.293) Sultan IV. Murad, Bağdat’ı fethetmeden

önce sadrazamla birlikte hasta çadırlarına ziyaret etmeye gider. Çadırın kapısında

Page 233: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

221

Şeyhülislâm’ı bulup birlikte çadıra girerler: “Hep beraber hastahane çadırlarından

birine girdiler. Şimdiden dolmuştu. Her taraf ter temiz, pril prildı. Cerrahlar

sıhiyyeciler yaralıdan yaralıya koşuyor.” (s.296)

Sultan IV. Murad, Bağdat seferinden sonra İstanbul’a döner. İstanbul’da

şenlikler düzenlenir. İstanbul’un bütün sokakları, insanlarla doludur. İstanbul’un

halkı, Padişah’ı karşılar. Bu sırada yazar, mekânı ve tabiatı insanların sevinciyle

birleştirir: “Öğle üstü yağmuru Ayasofya’nın kubbelerine efsunkâr şirini yazarken,

minârelerindeki salâ sesi boğaz suyuna fetih müjdesini akıtıyor, münadiler sokak

sokak müjde döküyor.” (s.381) “Doğan Bey başını daha yükseklere kaldırdı.

Ayasofya minareleriyle Sultan Ahmet Camii kubbeleri arasında mekik dokuyan şen

güvercinlerinin kanat çırpmasında bile değişik bir ahenk, bir sevgi ve tebrik sezer

gibi oldu.” (s.382)

Romanda son sahne ise, Sultan IV. Murad’ın Topkapı Sarayında ölümüdür:

“Saray Ayasofya’ya hüzün boşaltıyor. Ayasofya Sultan Ahmet Camiine acı döküyor,

boğaz suyu hazin çırpınışlarla köpük köpüğe ağıt yazıyordu.” (s.400)

Beyaz Kale romanında ilk sahne, denizde ilerleyen üç gemidir. Gemiler

Venedik’ten Napoli’ye ilerler. Venedikli’nin bulunduğu gemi, Türk gemileri

tarafından esir alınır. Venedikli, kamarasına iner, kendi özel sandığını açıp kitapları

karıştırırken hayatını hatırlamaya başlar. (s.11–13)

Esirler İstanbul’a götürülür. İstanbul’un ortaya çıkan ilk mekânı ise,

Kasımpaşa’dır. Gemiler orada demirledikten sonra esirler saraya götürülür. Padişah

esirlerden hakkını alır. Sonra diğer esirler Galata’daki Sadık Paşa zindanında

bırakılır. (s.15)

Romanın en büyük kısmı İstanbul’da cereyan eder. İlk olarak İstanbul’un

güzel bir şehir olduğu tasvir edilir. (s.16)

Venedikli, Hoca’nın bir kölesi olduktan sonra Hona’nın evinde oturur.

Venedikli’nin ruhî durumu ile Hoca’nın evi arasında bir birleşme ortaya çıkar.

Venedikli’na göre ev sıkıntılı, havasız ve sevimsizdir. Venedikli’nin eve ilk

Page 234: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

222

geldiğinde kendini hiç iyi hissetmez. Fakat sonraları yavaş yavaş alışmaya başlar.

(s.23–25) İkisi de hasat zamanı Gebze’ye gidip orada eski bir evde otururlar. (s.59)

İkisi de ara sıra Gebze’ye giderler. Gebze’de kırık dökük değirmenlerinin

bulunduğunu öğreniriz. (s.120)

Padişah ile Hoca, At Meydanı’ndaki aslanhaneye giderler. Aslanhanedeki

aslanlar, kaplanlar ve leoparların, eski bir kilisenin sütunlarına zincirlerle bağlı

olduğunu öğreniriz. (s.45)

İstanbul’da bir veba çıkar. (s.77) Veba şehir içerisinde hızla yayılır. (s.81)

Şehir o günlerde yazarın gözünde korkunç olur: “Akşamüstü sokaklara çıkmıştım:

Bir bahçede çocuklar, ağaçlara çıkmışlar, renkli ayakkabılarını da aşağıda

bırakmışlardı; çeşme başlarında kuyruk olan geveze kadınlar, ben geçerken artık

susmuyorlardı; çarşı Pazar alışveriş edenlerle doluydu; itişip dövüşenlerle onları

ayıranları keyifle seyredenler vardı. Salgının gücünü yitirdiğine kendimi inandırmaya

çalışıyordum, ama Beyazıt Camii avlusundan arka arkaya çıkan tabutları görünce

sinirlerim bozuldu.” (s.86) Venedikli, şehir içindeki vebayı tespit etmek amacıyla

şehri dolaşmaya başlar: “Öğleye doğru, kalabalığın ve ölülerin sarhoşluğuyla karşı

karşıya, Galata’ya geçtim, tersane çevresindeki işçi kahvelerinde gezindim” (s.101)

Veba, İstanbul’un bütün mahallelerinde yayılır: “Bir gün Aksaray’dan kırk can

alıyor, sonra orayı rahat bırakıp öteki gün Fatih’e uğruyor, derken, karşı kıyıda,

Tophane’de, Cihangir’de gezindiği anlaşılıyor, ertesi gün de bir bakıyorduk, oralara

de pek az uğramış, Zeyrek’e gitmiş, Haliç’e bakan bizim mahallemizin içine girip

yirmi kişiyi öldürüvermiş.” (s.103) Vebayı durdurmak için çarşılar kapatılır.

Onlardan Kapalıçarşı ve Unkapanı olduğunu öğreniriz. (s.104) Vebanın bittiğini

düşünen Sultan, Ayasofya’da Cuma namazı kılmaya gider. Önlemler kaldıran Sultan,

halk tarafından coşkuyla karşılanır. (s.109)

İstanbul’un mahallerinin camilerinin minareli olduğunu, kiremitleri yosun

tutmuş yoksul mescitlerin bulunduğunu öğreniriz. (s.112) Venedikli, At

Meydanı’nda çınar ve incir ağaçlarının da bulunduğunu söyler. (s.116)

Page 235: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

223

Padişah’ın, seferden döndükten sonra çok sevdiği Edirne’de kalır. Padişah

Edirne’de, hazırlanan yeni topu, Hoca’yı ve Venedikli’yi bekler. Venedikli ve Hoca

bunu öğrenir öğrenmez Edirne’ye giderler. (s.141) Padişah, Hoca ve Venedikli

Edirne’deyken atlarına binerek çevredeki karanlık ormanlara kuş cıvıltısı dinlemeye

gittiklerini, Tunca ve Meriç’te sandal gezisi yaptıklarını öğreniriz. (s.142) Venedikli,

Selimiye’nin avlusuna inen leylekleri sevmeye ve marifetlerini bir daha görmek için

silahı incelemeye gittiklerini söyler. Hoca’nın, silahı çalıştırmak için güçlü ve

kuvvetli birine ihtiyacı olduğunu söyler. Bunun üzerine Hoca ile Venedikli

Edirne’nin içinde dolaşırlar: “Edirne’nin içinde hızlı hızlı yürüdük, Çingene ve

Yahudi mahallelerinden, daha önceden da cansıkıntısıyla gezindiğim külrengi bazı

sokaklardan, çoğu birbirine benzeyen yoksul Müslüman evleri arasından geçtik.

Solumda gördüğüm sarmaşıklı evlerin sağıma geçtiğini fark edince aynı sokaklarda

dolandığımızı anladım, sordum; Fildamı Mahallesindeymişiz.” (s.143)

Padişah yeni seferi başlatmak üzere Edirne’den hareket ederler. Kuzeye

ilerleyen ordu, yeni top ile birlikte köprüleri aşar. (s.145) Padişah, sefere yürüyüş

esnasında av seferleri başlar. Padişah bu seferlerde Hoca, Venedikli ve avcıları

yanına alarak bir dağın yamaçlarına, ya da bir ormana gider. Av seferleri birisinde

Padişah için bir köy boşaltılır. Bu köyün Hıristiyan köyü olduğunu öğreniriz. (s.146–

147) Tuna’yı geçtikten sonra bir başka Hıristiyan köyü da ortaya çıkar. (s.149)

Kuzeye ilerleye ilerleye yeniden köylülerin bir Slav diliyle konuştuğu ormanlık bir

yöreye gelirler. Bu sıralarda şiddetli yağmur yüzünden yolların çamurlu olduğunu

öğreniriz. (s.151–152) Daha da kuzeye çıkarlar. Yürüyüş kolu yüksek dağların

arasında kıvrılarak derin ve karanlık ormanlar içinde çamurlu yollarda çok yavaş

ilerler. Orada çam ve kayın ağaçlarıyla kaplı ormanların bulunduğunu öğreniriz.

(s.153) Ordu, ırmağı geçip Leh topraklarına girer. Gittikçe artan berbat yağmurun

çamurlaştırdığı yollarda ilerlemeyen yeni silah, artık süratle hareket etmesi gereken

yürüyüş kolunun hızını keser. (s.154)

Artık seferin amacı olan Kale’yi alacakları yere doğru yaklaşırlar. Hava

sürekli yağmurludur ve bu koca silah çamura batar. Artık herkes bu silahın, ordunun

direncini kırdığı düşüncesindedir. Sultan ise öfkelidir çünkü Doppio Kalesi hala

Page 236: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

224

alınamaz. Sabah olduğunda Beyaz Kale görünür. Beyaz Kale (Doppio Kalesi),

esrarengiz ve güzel bir kale olarak ortaya çıkar. Artık Beyaz Kale önlerindedir. Silahı

deneme vakti gelmiştir. Silaha adamlar yerleştirilir ve hedefe doğru yöneltilir fakat

silah çamura saplanır ve ateş etmeden koca tekerleri altında adamları ezilerek can

verir. (s.159–161)

Hoca, Padişah’ın çadırına gittikten sonra yazar Gebze’ye kaçar. Orada bir evi

yaptırarak yerleşir. (s.164)

Romanın son sahnesi ise Venedikli’nin kendi evidir. Kendine atla gelen

adamla konuşur ve bu adam, Venedikli’nin yazdığı kitabı okumaya başlar. Venedikli

bir süreye evin bahçesinde oturup adamın kitabı bitirmesini bekler. (s.179) Adam

kitabın sonlarına geldiğinde adamın yüzü allak bullak olur. Venedikli adamın bir

sayfaya dikkat etmesini bekler kitabı bitirdiğinde sayfaları hızlıca karıştırır sonunda

o sayfayı bulur. Bahçeye bakan pencereden dışarı hızla göz gezdirir. Ne gördüğünü

yazar tabi ki çok iyi bilir: “Bir masasının üstündeki sedef kakmalı tepsinin içinde

şeftaliler ve kirazlar duruyordu, masanın arkasında hasırdan örülmüş bir sedir vardı,

üzerinde pencerenin yeşil çerçevesiyle aynı renkte kuştüyü yastıklar konmuştu;

yetmişine merdiven dayamış ben orada oturuyordum; daha arkada kenarına bir

serçenin konduğu kuyuyla zeytin ve kiraz ağaçlarını görüyordu. Onların arkasındaki

ceviz ağacının yüksekçe bir dalına uzun iplerle bağlanmış bir salıncak, belli belirsiz

bir rüzgârda, hafif hafif kıpırdanıyordu.” (s.180)

XVIII. Yüzyıl

Patrona romanında olaylar, İstanbul’da cereyan eder. Yazar, romanın ilk

sahnesini şu şekilde verir: “Ay ışığının Marmara sularıyla garip garip oynaştığı gibi

sessiz bir gecede, sabahleyin güvercinler, güneşin doğmasıyla birlikte canlanarak,

silâh seslerini andıran kanat çatırtılarıyla havalanıp, Beyazıd Meydanı’nın üstünde

süzülmeğe başladılar.” (s.11) Patrona, Muslu Beşe ve Emir Ali, Beyazıd

Maydanı’nda buluşurlar. Sonra hep birlikte Beyazıd Meydanı’ndan ayrılarak

“Şehzadebaşı’ndaki yeniçeri kışlası, yani Eski Odalar (Koğuşlar) önünden Saraçhane

Başı’na doğru” yürürler. (s.16) İlk toplantılarını yapmak üzere Emir Ali’nin evine

Page 237: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

225

giderler. (s.20) Patrona ve arkadaşları, toplantıların birisini, bir terzi dükkânında da

yaparlar. (s.168)

Patrona ve arkadaşları, genellikle Çardak kahvehanesinde toplanırlar. Yazar,

Çardak kahvehanesinin nerede olduğunu şe şekilde belirler: “Yenicami’de akşam

namazını kılacağım. Sonra Eminönü’ne çıkıp Unkapanı’na doğru yürüyeceğim.

Yemiş İskelesi’ni geçtim mi, Çardak İskele Kahvesi’ni soracağım.” (s.47)

Patrona Halil, bir konuşmasında İstanbul’da zorlu yerleştirmelerden söz eder:

“Evvelâ Rumeli’den Üsküp halklarını kaldırıp, İstanbul’da Üsküplü mahallesine

yerleştirdiler. Ondan sonra sırasıyla öbürleri ele alındı. Yenişehir halkını, Yeni

Mahalleye. Mora Rumlarını Fener Kapısına. Selânik Yahudilerinden elli cemaati,

Şuhut Kapısı tarafına, yani – canibine – kodular. Anadolu tarafından Aksaraylıları,

Aksaray mahellesine, Akkâ, Gazze ve Ramle’den gelenleri, Tahtakaleye, Balat

şehrinden gelen Kıptileri, Balat mahallesine kodular. Arnavut milletini – kavimini –

Silivri Kapısına, Safet Yahudilerini Hasköy’e, Anadolu Türklerini Üsküdar’a, Tokat

ve Sivas Ermenilerini, Sulu Manastır’a, Manisalıları Macuncu mahallesine,

Eğridirlileri, Eğri Kapı’ya, Bursalıları Eyüp Sultan’a, Karamanlıları, Büyük

Karaman’a, Konyalıları Küçük Karaman’a, Tirelileri Vefa’ya kodular.

Bununla bitmiyordu, Ey aziz dinleyenler:

Çarşamba ovası halkını, Çarşamba semtine yerleştirip, Kastamonu halkını

Kazgancı mahallesine, Tersaneye kodular. İzmir kavimini Galata’ya, Frenk kavmini

Küçük Galata’ya, Sinop Samsun ahalisini de Tophane’ye kodular.” (s.134–135)

Patrona, İstanbul’da cereyan eden bu yerleştirmelere “ikinci ve gerçek fetih hareketi”

der. (s.134)

Romanda İstanbul, ikiye ayrılmaktadır. Birincisi zenginlerin oturdukları

yerler, ikincisi ise fakirlerin İstanbul’udur. Halk gözünde durum böyledir. Bir

taraftan surların ardında yerler, gecekondular ve yemeklerini bulamayanların

oturdukları karanlık yerlerdir. Burası hep çaresizlik, fakirlik ve işsizliktir. Karşı

Page 238: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

226

tarafta ise ışıklarla ve kahkahalarla dolu olan saray, köşk, bahçeli evler, eğlenceli

yerler ve renkli bahçelerdir. (s.196–207, 258)

Yazar, bu dönemdeki İstanbul’un güzelliğinden de söz eder: “Onun devrinde

İstanbul, tabiî güzelliklerini tamamen koruyordu. Boğaziçi, gözalıcı sularının ince

okşayışıyla titreşen yeşil kıyılarında, dört beş beyaz, ustaca yapılan köşkten başka

dikkatleri çeken yapılarla kalmıyor, Beşiktaş sahillerinin çamlıkları altında vezirler

sarayının gösterişli binası, Anadolu sahillerinde düzenli camilerin beyaz minareleri,

sonra etrafı çiçeklerle süslenmiş, bunların kokularıyla yüklü masmavi bir deniz

boğazı bütün güzellikleriyle süslüyordu.” (s.285–286)

İstanbul’da artık Patrona Halil’in adını bilmeyen yoktur. Patrona ve

arkadaşlarının fikirleri, halk arasında yayılır. Bu sıralarda İstanbul’un halkı arasında

yeni duygular oluşmaya başlar. Yazar, bunu gösterirken, İstanbul’un aşağı yukarı

bütün mahalle ve semtlerinin adlarını bize vermiş olur: “Ahırkapı’da, Kumkapı’da,

Mevlânakapı’da, Yedikule’de, Topkapı’da, Edirnekapı’da, Azapkapı’da, yani karış

karış, ev ev, dükkân dükkân, semt semt, mahalle mahalle bir şeyler oluyordu

İstanbul’da. Eser kalmamıştı kızların şarkı söylediği o eski yazdan. Şimdi şimdi

korkunç fırtınalar bekleniyordu Boğazdan. Fatih’te, Beyazıt’ta, Sultanahmet’te,

Eminünü’de, atlar, develer yordun, insanlar gamlı, bir garip hayat sürülüyordu.”

(s.264)

Yazar, isyanın güzargâhını da dikkatle kaydeder. İsyancılar, Beyazıd

Meydanı’ndan başlayarak Kapalı Çarşı’ya hareket ederler. “Ve gelmişler birdenbire

Sahaflar, Takkeciler, Gazazlar, Kuyumcular Kapılarından, Kapalıçarşıya, dalaşkan

kurtlar gibi canlarını burunlarından soluyaraktan, bağıra çağıra, itişe-kalkışa

dolmuşlar dolmuşlar koskoca çarşıya, tekmiliyle yol yol, sokak sokak, dükkân

dükkân, hâkim olmuşlardı.” (s.443–444) Sonra Beyazıd’ın kuzey batısını karşılarına

alıp, Vezneciler’den, Eski Odalar denilen Yeniçeri kışlasına giderler. (s.461) Yazar,

güzargahlarını şu şekilde vurgular: “Böylece Saraçane’den güç alıp, kuvvet alıp,

adam alaraktan ikindi ezanları okunurken sola güneye, yani Aksaray’a yöneldiler.

Kısa zamanda, Yeni odalar, denen, yeniçeri kışlasının önüne vardılar. Buraya, yani

Page 239: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

227

Et-Meydanı’na bayraklarını diktiler. Orası da şimdi deniz gibi dalgalanıyordu ki,

Patrona Halil, kışlaya karşı konuşmaya başladı.” (s.462)

Bu sıralarda Sultan Üçüncü Ahmet’ın, Üsküdar Sarayında olduğunu

öğreniriz. Yazar, isyanı İstanbul’un değişik mekânlarına ve Topkapı Sarayına

yansıtır: “Karşıda Topkapı Sarayının siyah ve yüksek servileri, etrafında boyatan

yapılar ve kubbelerden sönük ziyalar saçan birkaç ışık, Kız Kulesinin solgun

fenerleri, mehtabın ziyasına karşı parlıyordu. İstanbul’da Et-meydanı tarafları, büyük

gürültülerle kaynaşıyordu. Artık Üsküdar’da durmak kesinlikle imkânsızdı. Üçüncü

Ahmet içten acılarla dolu olarak, İbrahim Paşa üzgün, bütün vezirler yaslı, gece

yarısına doğru kayıklara binmişler, mehtabın Marmaraya nurlar saçan aydınlığı

içinde çıkmışlardı.” (s.503–504) Sultan Üçüncü Ahmet, Sarayburnuna çıkar. Yalı

Köşkü’nün önünden geçerek Hasbahçeye girer. Hırkayi Saadet yanındaki daireye

gelir. (s.504)

İsyancılar, Et Meydanından Topkapı Sarayına doğru yürüyüşe geçerler. Bu

sıralarda İstanbul’un çeşitli yerlerinden gelen halk, isyanın yürüyüşüne katılır.

Yürüyüş “sel gibi” ilerler: “Aksaraydan, Et-meydanından, Saraçhane Başından,

Bozdoğan Kemerinden, Kumkapıdan, Şehzade Başından, Eski Odalardan, Sultan

Beyazıdı Veli’den, kapalı Çarşıdan, Sahaflardan, Çarşı Kapıdan; Eminönünden,

Sirkeciden kopan insanlar hareket halindeydiler, hırslı, kararlı; bu büyük

ayaklanmanın an dayanağıydılar.” (s.529), “Patrona kuvvetleri, Ayasofya’dan ileriye,

Sancağı Şerif altına hemen de kimseyi bırakmadılar.” (s.531) Sonra Sultanahmet

Meydanında toplanırlar. (s.532)

Sultan Üçüncü Ahmet tahttan indirildikten sonra İstanbul büyük kutlama

hazırlıklarına girişir. Bu sırada İstanbul’un bayraklarla donatıldığını öğreniriz.

(s.582)

Romanın son sahnesi ise, Patrona Halil’in öldürülmesidir. Topkapı Sarayına

çağırılan Patrona, bir odada öldürülür. Patrona’nın çığlıkları ise odadan odaya

dolaşır. (s.614–615)

Page 240: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

228

XIX. Yüzyıl

Civelek Osman romanında vak’alar, Yenice Burnu köyü, İmralı köyü,

Bandırma ve İstanbul’da cereyan eder. Yazar, önemle romanın ilk sahnesini şu

şekilde kaydeder: “Mudanya’dan batıya doğru denizden gidilerek Tirilye bucak

merkezi geride bırakıldıktan sonra Kapıdağı Yarımadasının karşısındaki hayırsız

adalar hizasında geçilerek Bandırma Körfezine girilirse yarım mil kadar gidilmeden

Yenice Burnu denilen yüksek ve yalçın kara çıkıntısına rastlanır ki aynı ismi taşıyan

köyde bu burnun arkasında inişli çıkışlı, düzlü bayırlı, kesme denilen bir takım çürük

kayalıklar üzerine dağılmış binalardan meydana gelmiştir.” (s.7) Bir akşam yarı batık

bir sandal oraya yaklaşır. Köylüler, sandal içinde bayılmış delikanlıyı ölü olduğunu

düşünerek köyün camiine götürürler. (s.15)

Kendine gelen Osman, köylüler tarafından Bandırma’daki İzzet Bey’in

hanına götürülür. (s.24) Osman, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasını İzzet Beye anlatır.

Onlar, Eski odalarda104 otururlarken, heybetli bir tekbir sedasıyla yerlerinden

fırlayarak Şehzade başına çıkarlar. Dışarıda sokaklar ve caddeleri sığmayacağı kadar

türlü türlü silahlı insanları görürler. Sonra yine kışlaya dönerler. (s.32–33) Civelek

Osman da şu şekilde anlatmaya devam eder: “Bütün orta ustalarıyla Odabaşılar ve

Çorbacı, Çorbacı yamakları türlü türlü adamlar tarafından yakalanmış haberini üçer,

beşer adam döverek, sürükleyerek götürüyorlar. Aman yarabbi bizim ustaları aldı bir

korku. Çocuklar, evi yakın olanlar başının çaresine baksın dediler. Bizim ev

Avratpazarında olduğundan kışlanın arka tarafına koştum. Çivelek Murat mutfak

kapısından çıkmaya çalışıyor, Aşçı yamakları salıvermek istemiyor. Hemen ben

bağırarak; ustalar izin verdiler. Çekilin dedim. Babamdan yılgın olanlar bana pek

karşı koyamazlardı. Önümüzden çekildiler. İkimiz birlikte çıkıp Aksaray’a inecektik.

Ağa yokuşundan da tekbir sedası işitince Çukur çeşmeye döndük. Lâlelinin önüne

çıkmıştık ki Et Meydanı’ndan aşağı kaçamak gösterenleri yakalamışlar, Divan

104 İstanbul’da Eski odalar ve Yeni odalar adıyla iki büyük yeniçeri kışlası vardır. Eski odalar ŞehzadeCamiinin karşısında, Yeni odalar da Aksaray’da Et Meydanı’ndaydı. Her iki kışla da geniş biravlunun etrafını çeviren, önü revaklı odalardan meydana gelmişti. Avlunun ortasında, Orta Camiidenilen bir mescit vardı. Yeniçeri ayaklanmaları arefesinde ilk toplantıları hep bu camilerde yapılırdı.Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra bu kışlalar halk tarafından tahrip edildi. “Yeniçeriler”madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994, c. 20

Page 241: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

229

yolundan döverek getiriyorlar. Ne tarafa gideceğimizi şaşırdık. Ben Koska tarafına

döndüm. Murat Divan yolunca Beyazıd’a doğru koştu. Koska’dan aşağı inerken

biraz gürültü kesildiğinden aklım başıma gelir gibi oldu. Tenhaca bir köşede durup

ne yapmak lazım geldiğini biraz düşündüm.” (s.34) Nihayet Osman, Yenikapı’ya

giderek oradan bir sandalla kaçar. (s.35–37)

İzzet Bey, Bandırma’daki hükümet dairesinde Osman için bir görevi bulur.

Osman, hükümet konağı kapısında durur. (s.41)

İzzet Bey, kayığa binerek Bandırma’dan hareket ederek İstanbul’a gider:

“Beşçifte, kuvvetli kürek hareketleriyle uçar gibi limandan ayrılmıştı. Akşamdan

evvel Kurşunlu önlerini tutmuşlar, oradan İmralı istikametine yönelmişlerdi.

İmralı’dan bir saat kadar mola verilip yemek yenildikten sonra da Ayastefanos

(Yeşilköy) deyip gittiler. Yolda Yeniçeri Ayaklanması ve Ocağın kaldırılması

hareketleri bütün tafsilat ve teferrüatiyle konuşulmuştu. Şafak sökerken Yenikapı

önlerinde idiler. Burası Osman’ın çok iyi bildiği bir yerdi.” (s.46–47)

Osman, köyde bir süre kalır. Köyde geçirdiği günler, değirmencinin evinde

kalır. Her gün, değirmencinin kızı Despino ile çıkıp köyü gezer: “Bahçenin

kenarlarından yürüyerek suyun denize akıntı yaptığı yerde yetiştirilmiş olan sıra

kavakların arasından denize doğru indiler. Yarı yolda yine kavakların çevrelediği,

denize hâkim bir düzlük vardı.” (s.81)

Hilal Görününce romanında olaylar, Eski Yurt, Bahçesaray, Akmescit,

Kalgaylar ve Gözleve’de başta olmak üzere Kırım’da cereyan eder.

Yazar, romanda mekâna önem vererek mekânların adları ve tasvirlerine her

zaman ön planda yer verir. Kırım Türklerin kültürünü canlandırmak isteyen yazar,

dağ, akarsu, bozkır, orman, tarla gibi mekânın değişik unsurlarını romanın

kahramanlarıyla iç içe yapar. Yazar, bunu isteyerek yaparken, Kırım Türklerinin

mekânlarını vurgular: “Bahçesaray, şu vadiye gizlenmiş bir hazineydi. Etrafındaki

tepeler de onun zümrütlü mahfazası… Sabahları, ağır ağır o mücevher kutusunun

kapağı kalkıyor, binbir renk, binbir parıltı ortaya çıkıyordu. Gün batarken, yakutlara,

Page 242: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

230

akiklere bürünüyordu. Akşamları, güvercin göğsü… Geceleri lâcivert taşı, zafir… O

zafir içinde binlerce yıldız… İçinden, “Ah, Bahçesaray, seni ben yeşertseydim” dedi.

“Senin bahçevanın olsaydım güllerini ben budayıp, aşılasaydım, Hansarayının

bahçesini ben donatsaydım. Akşam oldu mu, türbelere mum yakar, sonra o büyük

demir kapıları kapatır giderdim.”

Her tarafı, yıkılmış bir medeniyetin izlerini taşıyordu.” (s.41–42) Bunun

yanında da romanın bazı kahramanları oturdukları mekânlara göre tanıtılır. Bu açıdan

Giray, kendini Seyit Ali Çavuş’a “Eski Yurdlu Nizam Beyin oğluyum” diye tanıtır.

Seyit Ali Çavuş da türbedar olarak bilinir. Böylece yazar, romanın kahramanlarını

mekânla bütünleştirir.

Yazar, romanın kahramanlarını konuşturarak mekânın önemini açıklar.

Yazara göre Kırım Türkleri için Kırım, sadece ikamet edilen yer değil, ama aynı

zamanda onların tarihi, kültürü ve ecdadın mirasıdır. Nizam Dede, bu düşünceyi

birkaç yerde bunu vurgular. (s.15, 42, 180, 217) Bununla ilgili olarak Nizam Dede,

Şirin Gelin’e Bahçesaray’ın Kırım için önemini açıklar: “Şu daracık yere sıkışıp

kaldık. Daracık yer dememi yanlış anlama sakın. Tanrı korusun. Mübarek bir yerdir.

Eski payitahttır. Kırım’ın can damarıdır. Ayağımın altında o damarın tıpır tıpır

attığını hissederim. Erenlerin mekânıdır. Moskofun girmeye cüret gösteremediği bir

mübarek kapıdır. Bizi ayakta tutan da bu kutlu şehirdir. Bu bahçesaray’dır.” (s.22)

Romanın ilk sahnesi, Eski Yurd’daki at pazarıdır. Nizam Dede oraya bir atı

satın almak amacıyla gider. Pazarın kalabalık olduğunu öğreniriz. (s.13–14) Haftaya

yine aynı pazara giden Nizam Dede, kalabalık olmadığını bulur: “Pazarın kurulduğu

düzlük, daha önce yağan yağmurdan olacak, pek kalabalık değildi. Sığırların, koyun

keçi sürülerinin yanında birkaç at ve deve de göze çarpıyordu.” (s.35) Romanda bir

başka pazara rastlarız. Giray, Bahçesaray’daki halk pazarına sürekli olarak gider.

Pazarda değişik dükkânların bulunduğunu öğreniriz: “Çarşıya girdiğinde,

demircilerin, bakırcıların gürültüsü bile Bahçesaray’ın onlara ait olduğunu

anlatıyordu.” (s.42–43) Yazar, aynı fikri vurgulayarak pazardaki demirciler,

bakırcılar, dülgerler ve eğercilerin çıkardıkları gürültünün Bahçesaray’ın has bir

türküsü olduğunu ifade eder. (s.158) Giray’ın kayın pederi olan Feyzullah Ağa’nın

Page 243: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

231

dükkânı da orada bulunur. Dükkânın iki kapısı vardır. Birincisi pazara açık olan

kapıdır, ikinci kapı ise, dükkânın arka tarafında bulunur. Orada çarık imalat

hanesidir. Dükkâna giren Giray, kilim serili bir peykenin üstünde oturur. (s.43–45)

Bir başka dükkâna da rastlarız. Arslan Bey, Akmescid’e gider, Orkapı’da

Yorgi’nin dükkânına girer. Yazar, dükkânı şu şekilde tasvir eder: “Yan taraftaki

çardağın altında iki yabancı, şarap içiyordu. Adamlar, dünyayı unutmuş gibiydiler.

Arslan Bey atından indi. Dükkâna doğru yürüdü. Kirli camekândaki kurutulmuş

etlere baktı. Sonra içeriye girdi. Yorgi, bir müşteriye peynir tartıyordu. Arslan Bey,

gözlerini raflarda, kavanozlarda, çuvallarda gezdirdi. Sonra bir köşede duran şarap

fıçılarını gördü. Müthiş bir ambardı burası. Kıtlık günlerinde Yorgi’nin pahalı

müşteriler için sakladığı yiyeceklerle dolu bir ambar.” (s.99–100)

Giray, atıyla çürüksu Vadisine gider. Yazar, Kırım’daki tabiat güzelliğini

göstermek için bir fırsatı kaçırmayarak vadiyi şu şekilde tasvir eder: “Çürüksu vadisi,

sabahın buğulu renginden henüz sıyrılmamıştı. Giray namlı Dilârâ’nın üstünden ağır

ağır şehre doğru yol alıyordu. Ortalıkta sabah kuşlarının cıvıltısından, bir de

“içilmez” Çürüksu’yun şırıltısından başka ses yoktu. Kubbeler, koyu kıpırtısız

yeşilliklerin arasında hayal gibi duruyordu.” (s.41)

Şahbaz Bey hapishaneye atıldıktan sonra Giray ile Bahtalı Bey, Şahbaz’ın

evine gider. Yazar, bu sıralarda Giray’ın ruhî durumunu mekânla birleştirir: “İkisi de

atlarına binip, Hacı İbrahim Köyüne doğru yol aldılar. Yeşillik buralarda gitgide

sönüyor, hüzünlü bir sıraya dönüyordu. O solgunluk içerisinde iri kayalar, sanki elle

dizilmiş gibi sütunlara benzer taşlar ve mağaralar belirmişti. Issız harman yerlerinde

kargalar çığlıklar atarak uçuyordu.” (s.165)

Yada taşı motifi bu romanda da karşımıza çıkar. Nizam Dede, yada taşının

kutsallığına ve sihrine inanır. Hastalığının ateşinden dolayı elinde tuttuğu, yada

taşından yapılma tespihiyle konuşmaya başlar.105 Nizam Dede, yada taşına “Ey

mübarek taş” diye konuşarak bütün dertlerini anlatır. Anlatılan dertleri bile Kırım’ın

105 Muharram Kaya, a.g.e., s. 306

Page 244: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

232

mekânlarıyla ilgilidir: “Ey mübarek taş! Ben beşikteyken Moskof hile ile Kırım’a el

koydu. Nice insan, kılıçtan geçirildi. Kanları sel gibi aktı. Nicesinin malı mülkü

elinden alındı. Nicesi sürüldü. Kâğıttaki vaadler tutulmadı. Kırım’a esaret zinciri

vuruldu. Şu kadar olanda, niye çatlayıp parça parça olmadın? Atalarımın kurduğu

camiler kiliseye çevrildi. Birçoğunun kurşunları sökülüp çarşı Pazar satıldı.

Şimaldeki bozkırdan, cenuptaki dağlardan ve kıyılarda bir sürü insan kalkıp gitti.

Gidenlerin bir bölüğü denize boğulup, kimisi de açlıktan, yokluktan can verdi.”

(s.181)

Nizam Dede, Ruslara karşı Kırım’ı savunmak için bir mağaraya gider ve

demircilik işine dönerek silahları üretmeye başlar. Yazar mağarayı tasvir ederken,

yine de Nizam Dede’nin baba ve dedeleriyle ilgili ortaya çıkar. Yazar burada

yukarda açıkladığımız gibi Kırım’ın sadece bir yer olmadığının düşüncesini vurgular:

“Nizam Dede Tepegerman eteklerine varınca atından indi. Neftî bir çalı örtüsünün

ilerisinde bu kayalıklar başlıyor, tek tek insan gözü gibi dizili mağaralardan sonra

yukarda Mangup Kalenin sert çizgileri belirliyordu. Yürüdü. Babası anlatırdı: “Gâvur

sıkıntısı mı bu kobalara saklanırmış” derdi. Çocukluğunda buralara gelir, şu

mağaralardan her birini keşfe çalışırdı. Aynı heyacanı duyarak mağaralardan birine

girdi. Burada gün ışığı belli bir yere kadar varıyordu. Ondan sonra tavan alçıyor,

mağaranın devamı daralarak karanlıklara gömülüyordu. Nizam Dede duvarları eliyle

yokladı. Sonra eğilip dar koridora yöneldi. Tutuna tutuna yürüdü. Çocukluğunda bu

mesafe ona epeyce uzun gelirdi. Çok geçmeden içerinin karanlığı dağıldı. Mağaranın

öteki ağzına gökyüzü gri mavi rengini bırakıverdi. Nizam Dede, oyuğun dışına çıkıp

etrafına baktı. Derin bir nefes aldı. Ayağının altında taş parçaları kayıp aşağılara

düştü. Aşağılarda kıpırtısız çam ağaçlarının gür yeşili… Geriye döndü. O karanlık

geçidi bu defa daha kolay aşarak dışarıya çıktı. Sonra kayaları, yerdeki düz ve geniş

taşları gözden geçirdi. Taşlardan birini yerden kaldırmağa çalıştıysa da başaramadı.”

(s.201), “Aletleri şu mağaraya taşırdı. Ocağı da bu kayalıkların önüne kurardı. Bu

düz taşları ocak taşı olarak kullanırdı.” (s.202)

Nizam Dede, kendi oğlu Giray’ın öldürülmesine çok üzülür. Nizam Dede,

uğursuz ev diye Giray’ın oturmadığı Bahçesaray’daki evine gider. Yazar, burada

Page 245: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

233

Nizam Dede’nın duygularını mekâna yansıtır: “Yürüdü. Alt katın karanlığına daldı.

Çok geçmeden bir kazmayla geri döndü. Sonra kazmayı var gücüyle evin duvarına

indirdi. Aynı anda duvarda açılan gedikten kerpiç parçaları savruldu. İhtiyar içteki

tahtalara saplanan kazmayı kurtarıp yeniden duvara indirdi. Evin böğründe ikinci bir

çatırdı duyuldu. Bir inilti. Bir feryat.. Nizam Dede bu sesle ürperdi. Kolu bir yana

indi. Geri geri gitti. Sanki canlı bir şeye dokunmuştu. Sanki duvarda açılan

oyuklardan o an şarıl şarıl kan boşalıverecekti. İşittiği ses belki de Giray’ın sesiydi.

Evet evet… Onun ses. “Yapma babay! Evimi yıkma.” Kazmayı elinden fırlattı.

Yüreği çarpa çarpa öylece durdu. İçinden bir eziklik, bir pişmanlık duydu. Eğilip

dökülen parçaları telâşla avuçladı. Onları duvarda açılan deliklere bastırdı. Ama

yaralar kapanmadı.” (s.349)

Hilâl Görününce’de son sahne ise, Kırım topraklarını kurtaracak kahramanın

doğmasının bekleme sahnesidir. Arslan Bey’in geri dönmesini bekleyen Hamza

Batur, Nizam Dede ile çayıra giderler. İkisinin hüznü, tabiatle iç içedir: “Hamza

Batur sustu. Başını eğdi. O an Arslan Beyle birlikte Yukarı Germencik’te kossakları

bekleyişlerini hatırladı. Gizlendikleri tepeden, hilâli gördükleri akşamı… Arslan Bey

hilâli sanki yüreğiyle takrar tekrar göğe nakışlıyor, çiziyordu. “Garip Çoban! Bizim

hilâlimiz batmaz! Bunu unutma…” diyordu.

Çayıra geldiklerinde hayvanları kendi hallerine bırakıp, bir kenara çöktüler.

Çayırda Nizam Dede’nin atları dışında birkaç at daha vardı. O son yeşilliğe doğru

boyunlarını eğmişlerdi. Kara kızıl donları gün ışığında parıldayıp duruyordu. Nizam

Dede içindeki hüzünden sıyrıldı.” (s.426–427)

Dağlı (Dargo) romanının olayları Dağıstan ile Rusya arasında geçer. Olaylar

şu yerlerde sırayla cereyan eder: Dargo Avulu, Ahulg Avulu, Haracı Avulu,

Moskova, Gunib Kalesi. Romandaki vak’alar, Gunib Kalesi dışında umumiyetle açık

alanlarda cereyan eder.

Yazar-anlatıcı, Dağlı’da mekân tasvirlerine pek ehemmiyet vermez. Ama

romanındaki yer isimlerini tarih kitaplarındaki şekillerle yazar: “Dargo Avulu”

(s.40), “Gunib Kalesi” (s.119)

Page 246: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

234

Romanda ilk mekân Dağıstan’nın dağlıklarıdır. Rus askerleri perişan olarak

Şamil’in arkadaşlarının peşinde yola çıkarlar. (s.6) Rus ordusu dağı aştıktan sonra bir

ormana gelir. Rus kumandanları, orman ve ağaçlıklı yolu tercih ederek yollarını

devam ederler. (s.20) “Başıbozuk bir kurşun gelirse ağaçlar önler de hedef olmaktan

kurtulur diye umuyordu.” (s.21) Karanlık basınca Şamil’in adamları, Rus askerlere

paksın yaparlar. Rus askerleri ise baskının nereden geldiğini bilmeyerek ağaçlara ateş

ederler. (s.32)

Avlular, romanın içinde isimlerini tekrarlanan mekânlardandır. Bunlardan

Dargo (Darga) Avlusudur. Oradaki bulunan Rus kuvvetleri yok edilir. (s.33) Şeyh

Şamil, avlular arasında gelip gider. Bu sırada Ahulgo Avluyu üç çevre saran bir

ırmağın bulunduğunu öğreniriz. (s.47) Rus askerleri, Şeyh Şamil’i yakalamak için

oraya giderler: “Hani Şeyh Şamil, Dargo Avlunda idi, hani kıskıvrak

yakalayacaklardı? Şamil’in yerine sadece bir dağlı yakalamışlardı ve imamın çoktan

Dargo’dan ayrıldığını, vaaz ve asker toplamak üzere başka avlulara gittiğini

öğrenmişlerdi.” (s.48–49) Rus askerleri, Şamil’in peşinde de bir başka avluya

giderler. Bu defa Haracı Avlunun önlerine gelirler. Ama yine avlunun boş olduğunu

bulurlar. (s.58–59)

Romanın olayları, mekân bakımından bu şekilde ilerlemektedir. Roman

aslında bir arama romanından ibarettir. Rus ordusu dağlar ve avlular arasında Şeyh

Şamil’i arar.

Romanda son mekân ise, Şamil’in son karargâhı olan Gunib Kalesidir. Şeyh

Şamil, Ruslarla anlaşarak kaleyi teslim eder. (s.126)

İsyan Eşiği romanında sırayla şu mekânlarda cereyan eder: Zeytunlu köyü,

Duduklu köyü, İrşadlı köyü, Fındıcık köyü, Malatya, İstanbul, Aşağı Banazı köyü ve

Fırat Nehrinin civarlarıdır. Yazar, dipnotlarda olayların gerçekleştiği yerlerle ilgili

bilgililer verir. Bunun yanında da yazar, olayların gerçekleştiği mekânların

tasvirlerine her zaman geniş bir yer verir.

Page 247: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

235

Romanın ilk sahnesi, müfrezenin geçtiği Zeytun’daki ormanlık bölgesidir:

“Bozrak tepenin eteğine geçip ardıl yürüdüler. Aralıklı sel yarıklarını geçtiler. Ikıl

ıkıl soluyorlardı. Ter gözlerini yakıyor, bedenlerine akıyordu. Bıyıkları kirpi sırtı

gibiydi. Dodaklarını, kızıl ile bozrak topraklar kaplamıştı. Güneş ışınları, tüfek

namlularında ışıldayıp kayboluyordu. Seyrek, yalıngaç ağaçlı yerde, birden velvele

koptu.

Onbaşı; sıçradı, çalıların arasına daldı. Ötekiler, oldukları yere yatabildiler.

Tüfeklerini karın altlarına çektiler. Silâh sesleri üç dakikadan fazla sürmedi.

Yamaçta hiçbir hareket görülmüyordu. Ağustos böceklerininkinden başka ses

duyulmuyordu. Yusuf Onbaşı, sine sine, çalıların arasından başını çıkardı. Tepelere

doğru seyrekleşen ormanı gözetledi. Bir mâna veremedi. Arkadaşlarını yeni

kalkıyorlardı. Dereye inmelerini işaret ett. Çalıların arasından pusa pusa geçtiler.”

(s.5–6)

Yazar, tabiat ile ilgili mekânları kahramanların özel yerleriyle birleştirerek bir

bağ kurar. Müfreze askerlerinden olan Osman, bir çam altında kuş yuvası görür.

Birdenbire kendi yuvasını veya daha uygun bir deyişle kendi evini hatırlamaya

başlar. (s.7)

Türk müfrezesi, Zeytun’dan Duduklu’ya gider. Oradan İrşadlı köyünden

geçerek Fındıcık köyüne gider. Orada üç ev aranacaktır. Esro diye bir usta var,

evinde bomba yapıp Ermeni komitecilere dağıtır. Bu sıralarda Onbaşı Yusuf, Çemil

Çavuş ile karşılar. Çamil Çavuş, Onbaşı’ya yolun tehlikeli olduğunu, Zeytunlu

Ermenilerinin, Duduklu’ya baskın yaptıklarını, İrşadlı köyünden de iki Müslüman

kadın kaçırdıklarını söyler. (s.10)

Yazar, müfrezenin geçtiği yerlerin güzelliğine yer verir: “Güneş, göğün orta

yerine asılmıştı. Tepelerine, enselerine yalım gönderiyordu. Çam iğnelerine, meşe

yapraklarına vurup yansıyordu. Yeşil ağaçlar, kırmızı topraklar, mor taşlar, cüce

çalılar, yakıcı sıcak altında, güneşin rengine düşürülmüş koyu lekeler gibi

Page 248: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

236

görünüyorlardı. Meşinleşmiş yapraklar, camlaşarak parıyor, göz kamaştırıyordu.”

(s.15)

Yusuf, Malatya’dan geçerek, kendi köyüne döner: “Kasabalardan, köylerden

geçerek bir bahar gününde Malatya’ya indi. Doğanşehirli katırcılarla gelmişti. Vakit

geceydi. Aşağıbanazı yarım saat güneydeydi. Ay aydınında yola devam etti.

Çermikli-Kündübek yolunda, atlılar, yayalar gidip gelmekteydi. Bahçelerden, yola

çiçek kokuları vuruyordu.” (s.48)

İstanbul’da cereyan eden romanın vak’aları, karşılıklı konuşma ve

toplantıların mahiyetinde kapalı mekânlarda gerçekleşir. Bunlardan Fransız

elçiliğindeki İngiliz sefiri ve Entelijans servisi şefiyle arasında gerçekleşen

konuşmadır. İkisi bir odada karşılıklı bir şekilde otururlar. Odada bir pencerenin

bulunduğunu öğreniriz. (s.108–109) Fransız elçiliğinde bir balo yapılır. Yazar,

elçiliği şu şekilde tasvir eder: “Beyaz mermer sofadan, ikinci katın solundaki bahçeyi

gösteren odaya geçildi. Kahveler orada içilmeğe başlandı. Konağın öbür bölümlerini;

On Altıncı Lui takımları süslerken burada;-krıstal burma kollu, dev şamdanlar ve

Acem halılarının dışında- bütün mobiliya Amerikan takımlarındandı. Maroken

koltuklar, duvardaki resimler, Amerikan zevkine göre döşenmişti.” (s.119) Elçiliğin

salonunda davetliler toplanırlar. Salonun bir köşesinde bir piyano vardır.

Davetlilerden biri, piyano başına davet edilir. (s.123)

Yusuf, Musa’nın kızıyla Hasan’ı evlendirmenin talebi için Musa’nın köyüne

gider. Yazar, Musa’nın köyünü tasvir ederken, memleketin tabiat güzelliğne yer

verir: “Ufukta güneş, yere değmiş gibiydi. Kızıla çalan ışıkları yakmıyordu. Kara

renkli, kül benekli kuşlar; ince sarı kuşlar; çingen serçeleri, gübrezibil öbekleri

arasında, tavuklara, horozlara karışmışlardı. Köy, yoğun bir faaliyet içindeydi.

Musa’nın evinin yöresinde, canlılık daha etkindi. Evler önünde çadırlar onarılıyor,

çadır direkleri hazırlanıyor; çuvallar, kilimler, halılar, hurçlar, heybeler, cicimler

yığın yığın istif ediliyordu. Yığınlar arasında değnekli oğlanlar, saçı örgülü boncuklu

kızlar, koşuşmaktaydı. Horozlar, tavuklar, kediler, köpekler, çulçuvlar üstünde,

arasında dolaşmakta, bazıları yatmaktaydı. Birkaç evin önünde, beygirler

yüklenmekte, yükler inmekteydi.” (s.153–154)

Page 249: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

237

İsyan Eşiği’nde son mekân ise, Fırat’ın kıyısında Hasan’ın öldürlümesidir.

Zaptiyeler, yerden yer Hasan’ın peşindelerdir. Nihayet Hasan’ı Fırat kıyısında

bulurlar. Yazar, romanın son sahnesini şu şekilde sunar: “Fırat kıyısını tarayarak,

Kömüşhane gitmekte olan müfrezenin kumandanı; tümseğin eteğinde, askerlere

“yat” komutunu verdi.

Yerlerde çok hafif nem vardı. Nisan güneşi; tatlı, ılık bir ısı veriyor, çevreye

toprak kokusu yayılıyordu. Bazı otlar, başlarını topraktan yeni çıkartmışlardı. Yeşil

cam gibi ışıldıyorlardı. Uçlarında, hayat dolu bir dirilik titreşiyordu. Aralarında,

böcekler keyifle işilyorlardı.” (s.252–253)

Son Kavşak romanındaki olaylar, İstanbul başta olmak üzere Selanik,

Manastır ve Mekadonya’da cereyan eder. Romanın vak’aları umumiyetle konak, ev

ve saray gibi kapalı mekânlarda cereyan eder. Romanda aşağı yukarı mekânla ait

özellikler bulunmaz. Bununla ilgili olarak yazar, romanda yer tasvirlerine pek

ehemmiyet vermez. “Dar oda” (s.62) gibi romanın cereyan ettiği yerlerin sadece

genel vasıfları verilir.

Romanda ilk mekân, İstanbul’un sokaklarıdır. Ramazan ayının bir akşamında

Ferit ile Ercan, kendi evlerine giderler. Çocuklar, evlerin önünde oynarlar. Camilerin

minareleri de, akşam ezanı için hazırlanır. (5–6)

Yazar, Osmanlı döneminde İstanbul’un yerinden söz eder. İstanbul, gibisi

olmayan bir şehir olarak tasvir edilir: “«Beldet-ül Tayyibe» Güzel belde. Osmanlı

devrinde İstanbul’a verilen birçok isimleriden bir tanesi.

Güzel, gösterişli, olayları içinde yaşatmış ve tarihe mührünü vurmuş bir

şehir…

Şairin!

“Bu şehr-i stanbul ki bimisli bahadır. Bir sengine yekpare acem mülkü

fedadır.” dediği Payitah-ı Saltanat…

Page 250: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

238

Köşkleri, yalıları, sarayları, camileri ve vakıfları ile gönüllere saltanat kuran

İstanbul! Bozağiçi, kayıkları ve yedi tepesi ile romanlara şiirlere, tarihe daha doğrusu

bütün bir edebiyata konu olmuş belde

İstanbul!” (s.45), “İstanbul, 1890 yılının güzel yazlarından birisini daha

yaşıyordu. Kayık Safaları, lâle bahçelerinde gezintiler sürüp gidiyordu.” (s.47)

Osmanlı Devleti’ne tehlike temsil ettiği şehir ise Selanik’tir. Selanik,

romanda şu şekilde karşımıza çıkar: “Selanik, Mekadonya’da “Vilayet-i Selase” diye

anılan üç şehirden birisiydi. Osmanlı İmparatorluğunun tasarrufu altında bir belde.

Tarihin seyrini değiştirecek kadar olaylara sahne olmuş bir şehir.

Güzel, canlı ve o nisbetle patlamaya hazır bir bomba gibi, kurulu halde

bekliyordu. Bulgar, Rum, Sırp komitacılarının at oynattığı, şekil kazandığı her şeyi

yapmaya fırsat beklediği yerlerden birisi. Burada herkes bir maceranın peşinde. Köşe

başlarında sokak aralarında, bağlarda, ev diplerinde fısıltılar halinde konuşuluyor ve

ölüm plânları kuruluyordu.” (s.59)

Burada yazar, dağların gizli faaliyet için uygun bir yer olarak kullanıldığını

gösterir: “Dağlar silahli çetelerle dolmuştu. Kimin nerede ne yapacağı belli değildi.”

(s.60) Dağlara sığınanlar arasında Resneli Niyazi vardır. Kendi çevresine bir grup

toplanır. (s.67) Mekedonya’daki dağları sadece Resneli Niyazi sığınmaz, ama aynı

zamanda ondan başka subaylar da dağlara gidip gizlenirler. Orada gizli faaliyetlerini

sürdürürler. (s.73) Buna ait olarak bu gibi subaylar, gizli faaliyetlerini kapsayan

dağdan şehre inmek için geceyi tercih ederler. Selanik’e inen subaylar, şehirdeki

elektirikleri keserler. (s.81)

Meşrutiyet’ten sonra yeni kurulan hükümet, Meclis-i Mebusan’da sultanın

huzurunda yemin eder. Bunun için bütün hazırlıklar yapılır. Yazar, bu sahneyi şu

şekilde tasvir eder: “Ayasofya civarına süngülü askerler dizilmişti. Halk ise, sabahın

erken saatlerinde yollara dökülmüş, meclisi mebusanın açılışını görmek istiyordu.

Page 251: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

239

Makam arabaları ile meclise gelen yabancı ülkelerin elçileri, halkın alkışları

arasında, gururlanarak içeriye girmeye başlamışlardı.” (s.93–94) Büyük bir tezahürat

içinde Meclis-i Mebusan’a gelen Sultan Abdulhamit, yemek ziyafetlerine katılır.

(s.94–95) Meclis-i Mebusan’daki yemek salonu da şu şekilde tasvir edilir:

“Karşısında sıralanmış bunca insan, milletin temsilcileri idi. Üstelik bütün gürültüler

bunun için yapılmıştır.

Birbirinden güzel avizelerin, göze çarptığı şamdanlarla donatılmış oda da

yemek zevkle yenmişti. Teşrifat güzel, yemekler güzel, yapılan ikram yerindeydi.”

(s.98–99)

Balkan Savaşı devam ederken, hükümet korkudan Edirne’yi teslim edecek

diye bir haber yayılır. Bunun ardından büyük kalabalık mahiyetinde bir grup,

Babıâli’ye yönelir. Nöbetçiler, Babıâli’ye doğru yaklaşan kalabalığın kötü bir niyeti

olduğunu anlarlar. Birdenbire ateş sesleri çevreye hâkim olur. Kısa bir süre sonra

kalabalığın başında gelen Enver Bey, Babıâli’nin dış kapısını aşarak arkadaşları ile

birlikte merdivenleri çıkıp binanın koridoruna dalarlar. Bundan sonra Enver Bey

toplantının salonuna girdikten sonra yine binada bir başka odaya girer. Odada bir

süre kalan Enver Bey, arkadaşları ile birlikte odadan çıkarak sadrazam odasına

girerler. Sadrazamın istifasını alan Enver Bey, dışarıdaki diğer arkadaşlarına çıkıp

elindeki istifayı onlara gösterir. (s.150–157) Enver Bey, yine de sadrazam odasına

girer. Ama bu defa yeni sadrazam olan Said Halim Paşa makamlıkta bulunur. Enver

Bey odaya girdikten sonra koltukta oturup sadrazamdan harbiye nazırlığı ister.

(s.169)

Romanın son sahnesi ise, “Dönüşü olmayan yol” başlıklı bir bölümdür.

Yazar, bu bölümde Talat, Enver ve Cemal Paşaların yurttan çıkışlarını anlatır. Üç

Paşa, Alman sefaretinin “Loreleyn” adlı gemisiyle yurdu terk ederler veya daha

uygun bir deyişle kaçarlar. (s.198)

Dünya Durdukça romanındaki vak’alar, Türkiye’nin çeşitli yerleri ve

Kıbrıs’ta cereyan eder. Yazar, mekânın tasvirlerine pek ehemmiyet vermez.

Page 252: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

240

Romandaki hızlı ritmi, mekâna yansıtır ki; romanda mekânla ilgili unsurlara pek

rastlanmaz.

Romanın ilk sahnesi, Muftafa Kemal Atatürk’ün doğmasıdır. Ali Rıza Efendi

ile Zübeyde Hanım’ın oğlu Mustafa dünyaya gelir. Doğum evdedir. (s.3)

Küçük Mustafa, mahalle mektebine gider. Ama beğenmez. Bunun üzerine

Şemsi Efendi Mektebine gönderilir. (s.4–5) Ali Rıza Efendi ölür. Küçük Mustafa

ailesiyle birlikte dayısının yanına gider. Küçük Mustafa, dayısının tarlasında

çalışmaya başlar. Arasıra Küçük Mustafa kız kardeşiyle birlikte taralarda bazı

oyunlar oynar. Sonra Küçük Mustafa mektebe gitmek üzere Selanik’teki teyzesinin

yanına gider. Orada öğrenimine devam eden Mustafa Kemal, Manastır Askeri

İdadisini bitirdikten sonra İstanbul’a gelir. Harp Okuluna girer.106 (s.7–11)

Mustafa Kemal, İstanbul’a geldikten sonra siyasetle ilgilenmeye başlar:

“Mustafa Kemal ve arkadaşları, siyasî faaliyetlerini, Harp Okulunu bitirdikten sonra,

girdikleri Harp Akademisinde de devam ettirdiler. Fikirlerini yayabilmek için, okulda

gazete çıkarmaya başladılar.

Harp Akademisini bitiren bu genç yüzbaşılar, İstanbul’da bir apartman

tutarak siyasî faaliyetlerine burada devam etmeye başladılar. Arada sırada

apartmanda buluşup toplantılar düzenliyorlardı.” (s.11–12) Yine bir gün böyle bir

toplantıdayken yakalanırlar ve hapse atılırlar.

Romanda bir defa ormanın gizlenmek için uygun bir yer olarak kullanıldığını

görürüz: “Ömer Cevat, tek başına orman içinde temkinli yürüyor ağaçları siper ede

ede ilerliyordu. Arada sırada da etrafında bakınarak bulunduğunu sahayı kontrol

ediyordu.

106 İlköğrenimine Selanik’te başlayıp, babasının ölümü (1893) üstüne annesi ve kızkardeşiyle bir süredayısının kâhyalık yaptığı Çalı çiftliğinde (Langaza, Selanik yakını) yaşadı. Öğreniminisürdürebilmesi için yeniden Selanik’e anneannesi ve teyzesinin yanına gönderilip, askerî rüştiyeyi(1898), Manastır Askerî İdadisi’ni (1899) bitirdi. İstanbul’a gelerek Harbiye’ye girdi (1899). “Atatürk,Mustafa Kemal” madde, Grolier İnternational Ameraicana Encyclopedia, c. 2, s.249

Page 253: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

241

Sonra, orman kenarından geçen ve ikiye ayrılan yolun sağındakine saptı.

Civarında hiçbir evin bulunmadığı, çiftlik binasına doğru ilerledi.” (s.21)

Şükriye savaş sırasında sıhhiyeye katılır. Bu sıralarda cepheye çok yakın

yerlere gönderilir. Şükriye sıhhiye erleriyle beraber yaralıların imdadına koşarlar. Bu

sırada yanlarında bir patlama olur ve çevre ölülerle dolu olur. Bütün gücüyle koşan

Şükriye, karşısındaki tepeyi aşar aşmaz Yunanlıların elinde düşer. Serbest

bırakıldıktan sonra yine tepeyi aşar ve Türk cephesine döner. (s.26–28)

Savaş bittikten sonra Şerefettin, Ayşe’nin çalıştığı hastaneye gider, ama

Ayşe’yi bulamaz. Hastanede işini bitiren Ayşe, Şerefettin’e hastanede kendi adresini

bırakır. Adresi tnıyan Şerefettin, Ayşe’nin yaşadığı şehre gider. Yazar, burada şehrin

adını bile vermez. (s.41–42)

Romanın büyük bir kısmı, Ankara’daki Zeynep’in evinde karşılıklı

konuşmalar olarak cereyan eder, ama yazar yine de mekânla hiçbir ayrıntı vermez.

Romanın son sahnesi ise, stadyomda yapılan Atatürk’ün 103. doğum yılının

etkinlikleridir. Burada yazar, eski muhariplerin, geçmişte olduğu gibi şimdi de

gençlere yardım ettiklerini gösterir: “Ayşe, bakışları yaşlarla bulutlandığından

kürsünün basamaklarından inerken ayağı tökezledi, arkasında, bir sıra halinde, birer

canlı tarih olan eski muharipler duruyordu. Ayşe’ye en yakın olan Bayan Muharip

Şükrüye elinden tutarak basamakları rahat inmek için ona yardım etti.” (s.119–120)

XX. Yüzyıl

Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu romanındaki olaylar, Karadeniz

bölgesinde cereyan eder. Yazar, romanın cereyan ettiği genel mekâna önem verir.

Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu romanı, kaçış konulu romanlarını temsil eder.

Romanın kahramanı, bir yerden başka bir yere kaçar.

Yazar, Karadeniz bölgesi olan romanın genel mekânıyla ilgili şu şekilde

bilgiler verir: “Seksen yıl önce önce doğu Karadeniz nasıldı biliyor musunuz?

Page 254: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

242

Elbet bugün olduğu kadar kalabalık değildi. Vilâyet merkezi olarak sadece

Trabzon vardı. Bütün bu geniş kıyı ve içleri Canik vilâyeti şâhânesi olarak

tanınıyordu. Bugünkü Rize, Giresun, Ordu gibi iller bu vilâyetin birer kazası idi.

Samsun bile ancak bir mutasarrıflık görüntüsü içinde idi.

Halkı arasında Rumların sayısı, yer yer bir hayli fazla olup ticaretin çoğunu

bunlar ellerinde bulunduruyorlar ve ileride, günün birinde parçalanmağa mahkûm

görünen Osmanlı İmparatorluğunun bu güzel toprakları üzerinde müstakil Patnos

Rum Devletini kurmak hayalini besliyor, geliştiriyorlardı.

Türkler topraksız ve fukara idiler. Rize’nin bir çay cenneti olarak

zenginleşmesine daha yarım yüz yıl vardı. Giresun ve Ordu fındık yetiştiriyordu ama

fındık bahçelerinin çoğunluğu ve ticaretinin tümü Rumların elinde bulunuyordu.”

(s.3)

Romanın ortaya çıkan ilk sahnesi, Hekimoğlu’nun yaşadığı köydür. Yazar,

Yassıtaş köyünün, Fatsa’nın kırk kilometre kadar içinde fakir bir orman köyü

olduğunu söyler. Yassıtaş köyünün komşusu, bir Gürcü köyüdür. Hekimoğlu orada

bir değirmende bekçi olarak çalışır. (s.6–7)

Hekimoğlu ve Fadime, bütün gözlerden, köyün uzak yerlerinde buluşurlar.

Birgün bir Gürcü olan Yusuf, ikisinin ağaçlar arasında konuşa konuşa yürüdüklerini

görür. (s.8–9) Hekimoğlu’nun, Yusuf’a Fadime’i değirmenden köye getirdiğini

söyler. Ama bu sözü söylemesiyle pişman olur. Çünkü değirmen köyün öbür

tarafında bulunur ve onlar ters yolda ilerlerler. (s.12)

Seyyit Bey, kendi bağında Hekimoğlu’yu davet eder. Hekimoğlu da kendisini

bağa götüren yolda ağır ağır ve dikkatle yürümeye başlar. Nihayet Hekimoğlu, bağa

girer. Ve Seyyit beyle göz göze gelir. Yusuf, Hekimoğlu’nun arkasından gelir, onu

vurmadan önce Hekimoğlu Yusuf’u öldürür. (s.29–33) Hekimoğlu, bağın içinde

kaçmaya çalışır: “Hekimoğlu bağ kütükleri arasında iki büklüm bir halde koşuyordu.

Kütükler ve asma yaprakları onu izleyicilerinin gözlerinden gizliyordu.

Page 255: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

243

Tabii böyle iki büklüm koşmak çok zor oluyordu ama başka çare yoktu. Bu

şekilde koşarken dikkat ettiği tek şey köyün tam aksi yolunda ilerlemekti.

Peşindekilerin onun köyüne sığınmak isteyeceğini düşüneceklerini ve o tarafa giden

yolları tutacaklarını tahmin ediyordu.” (s.34) Romanda buradan itibaren Hekimoğlu

kaçmaya çalışır, Gürcüler ise onu takip ederler.

Ağaçlık bölgelerde gizlendikten sonra Hekimoğlu, dağ yolundan Kumru

köyüne gider. Orada arkadaşı Hüseyin’le buluşur. (s.46–47) Hüseyin de ertesi gün

Yassıtaş köyüne gidip muhtara olup biteni anlatır. (s.53) Üstelik Hekimoğlu

Kumru’yu da kendine bir çeşit üs olarak seçer. (s.63)

Hekimoğlu ve arkadaşları Karadeniz bölgesinde zaptiyeler tarafından takıp

edilir: “Tokat, Zile, Niksar ile Karadeniz kıyıları arasındaki geniş ormanlık bölgede

istediği gibi at koşturuyordu. Bu arada zaptiye kuvvetleri ile giriştiği birkaç

çatışmadan rahatça sıyrılmayı başarmış bulunuyordu.” (s.58)

Gürcülerden olan Hulusi ağa, Hekimoğlu’nu takip etmeye başlar. Hulusi ağa,

Hekimoğlu’nun Bohça Armut yaylasında bulunduğunu öğrenir. Bunun üzerine

Hulusi Ağa, oraya beklenmeyen bir yoldan gelir ve Hekimoğlu’nun bulunduğu köyü

sarıverir. Hekimoğlu’nun kaldığı yer, köyün fırınıdır. Fırının üstündeki taş odada

kalır. Hulusi Ağa, fırının karşısında bir yere gizlenip adamlarını bütün kaçış

noktalarına yerleştirir. Hekimoğlu, bunu öğrenir öğrenmez fırının kapısı ve bütün

giriş yerlerini kapatır. Çatışma başlamadan hemen önce fırıncı ve adamları, odunluğa

inerek saklanırlar. (s.64–67) Hulusi Ağa, fırının tam karşısındaki taş bir yapının

yanında bulunan bir duvarın arkasındadır. Hekimoğlu ise odanın pencerelerinin

perdeleri arkasından durumu gözletir. (s.70) Bu sırada çatışma başlar. Yazar,

çatışmayı şu şekilde tasvir eder: “Perdesi açık pencereden içeriye bir anda onbeş

yirmi kurşun giriverdi. Arkasından Hekimoğlu göründü. Kurşunların yeniden

martinlerin namlularına sürülmesi ve ateşlenebilmesi için bir iki saniye vakit

gerektiğini biliyordu.

Page 256: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

244

Duvarın arkasından kendisine doğru uzanmış martinler arasında bazı başlar

görünüyordu. İşte Hulusi ağa da orada idi. Başını ancak yarısı görülüyordu.

Hekimoğlu tügeğini bir anda ona doğru doğrultarak tetiğe bastı.” (s.71)

Hulusi ağayı öldüren Hekimoğlu, adamlarıyla birlikte fırından kaçmaya

başlarlar. Yazar, kaçış sahnesini şu şekilde tasvir eder: “Sürüne sürüne açık kapıdan

dışarıya çıkarak bir anda merdivenlerden indi. Fırının önündeki çıraları yakarak

içeriye daldı. Adamlarının hepsi de içeride idiler ve onun daha önceden vermiş

olduğu emri yerine getirerek fırının dip tarafındaki duvarı bir insan sığacak kadar

delmiş bulunuyorlardı.

Hekimoğlu:

— Dışarı atlayın! emrini verince teker teker fırından çıkmağa başladılar.

Burası geniş bir bostana açılıyordu. Ve gelenler onların böyle bir kaçış yolu

yaratacaklarını hayâllerinden bile geçirmemiş oldukları için bu tarafa gürcü

koymamışlardı.

Geniş bostanı geçtikten sonra duvardan atlayarak sargının dışında kalmış

oldular. Bundan ötesi kolaydı. Hekimoğlu onlara buluşma yerini bildirmiş ve

dağılmasını söylemişti. Onlar da izlerini kaybettirmek üzere hemen dağılarak

ormanların içinde kayboluverdiler.” (s.74)

Romanın son sahnesi ise, Hekimoğlu’nun öldürülmesi sahnesidir. Hekimoğlu,

bir başka Gürcü beyi olan Dadyan Arslan tarafından takip edilir. Dadyan Arslan önce

Mehmetleri misafir oldukları Tepealan köyünde pusulayarak öldürtür. (s.106–117)

Ardından da Hekimoğlu sağduyusunu kaybederek yeğenlerinin öldürüldüğü köye

iner. (s.128) Orada Dadyan Arslan tarafından daha önce hazırlanmış pusuya düşerek

öldürülür. (s.141)

Ermeni Zulmü romanındaki vak’alar, Doğu Anadolu olmak üzere Erzurum,

Erzincan ve civarlarında cereyan eder. Yazar, romanın başında Doğu Anadolu’da

Pasin ovasında olarak vak’aların cereyan ettiği yeri tespit eder. Sonra yerin

Page 257: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

245

teferruatını daha da verir: “Yukarı Pasin’in Müceldi köyündeyiz. Son göç

arabalarının son hazırlıkları yapılıyor.” (s.8) Göçün son hazırlıkları tamamladıktan

sonra hareket edilir: “Köyden 7 araba, 2 zanka ile hareket eden kafileye

Çöğender’den 5, Sos köyünden de 2 araba daha katılıyordu.” (s.9) Sonra hazin göç

başlar. “Dedebey, oğlu Ağabey, torunları Adil ve Mahire ile bir arabaya binmişti.

Saatlerdir yol alıyordular. Pasin ovası bitiyor, Hamam Deresine girmek üzere idiler.”

(s.10) Yoluna devam eden kafile, arkasında artık Pasin ovası görünmez: “Sadece

Ezirmik köyünde tezek yakılan ev bacalarından çıkan dumanlar göklere

yükseliyordu.” (s.10)

Yolda ilerleyen kafile, Sivişli köyünde mola verir. (s.11) Bundan sonra yola

devam eder: “Pasinler’den gelen muhacirler Erzurum’da bir gece kaldıktan sonra,

buradan Niğağ, Niksar, Yozgat, Tokat ve hatta Ünye tarafına giden başka

muhacirlere katılmışlar, tekrar uzun ve bitmek bilmeyen yollara revan olmuştular.

Erzurum’dan Sivas’a kadar bütün yollar aç ve perişan muhacir Türklerle dolu idi.

Soğuk, açlık, ölüm ve bu seferberlik, yeşil yaylaların tüten ocaklarını söndürmüş ve

mahvetmişti.” (s.11–12)

Erzurum işgal altındayken, şehirde Ermeniler tarafından insanlık dışı

zülümler ve yağmacılıklar yapılır. Bu sıralarda Erzurum’daki çarşılar ve dükkânların

kapalı olduğunu öğreniriz. (s.12–13) Ilıca kasabasından kaçamayanlar öldürülür.

Köylere giden yollar da tahrip edilir. (s.14) Erzurum’un mahallelerinden olan

Şeyhler’dekiler, bir başka soykırıma da uğrarlar. Kuyular, viraneler, duvar dipleri ve

sokaklar hep cesetlerle dolar. (s.15–16)

Yazar, Erzurum’un genel durumunu şu şekilde özetler: “Şimdi ovalar boş,

kal’alar harap, ocaklar sönmüş, boyunlar bükülmüştü…” (s.17) Kısa zamanda

Erzurum’un bütün hastahaneleri de yaralılarla dolar. (s.26) Hatta hastaneler artık

yetmez. Bütün camiler ve kışlalar da hastane haline gelir: “Şehrin içerisinde Sultan

II. Abdülhamit Han’ın yaptırdığı çok mazbut kışla sadece döşemelere muşamba

döşenmek suretiyle hastane haline getirilmişti.” (s.27)

Page 258: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

246

Bu sıralarda da tifo ve tifüs hastalıkları yayılmaya başlar. Bu hastalıklara

karşı savaş, Hilâl-i Ahmer –Kızılay- Hastanesi’nde verilir: “Cumhuriyet caddesinde

Lale Paşa Camisi karşısındaki binada açılmış olan bu hastane.” (s.28)

Erzurum halkı, savaş sırasında da orduya yardım eder: “Savaş Erzurum’un dış

tabyalarında devam ediyor. Top sesleri durmadan kulakları tırmalıyordu. Şehrin dış

tabyalara giden yolları zaman zaman kardan kapanıyor. Ordu, davul çaldırarak

halktan yardım istiyor, kazma küreği kapan 70-80’lik ihtiyarlar, pek küçük yaştaki

çocuklar, kafileler halinde giderek yolları açıyor.” (s.28–29)

Başta Erzurum olmak üzere Doğu Anadolu’da Ermenilerin yaptıkları

katliamlar arasında Yanıkdere faciasına geniş bir yer tutar: “Rus subaylarında

gizlemek için kenar semtleri seçen Ermeniler en korkunç ve büyük vahşeti de; o

vahşet gününden sonra ismi –Yanık Dere – olarak kalan Erzurum’un kuzey doğusuna

düşen, dekovil (küçük teren) yolu civarındaki büyük derede işlemişlerdir.” (s.58)

Karasu romanındaki olaylar genellikle doğu Anadolu bölgesinde cereyan

eder. Romanın son sahneleri de İstanbul’a taşınır. Yazar, romanda mekân tasvirlerine

geniş bir yer vermez. Romanda da mekânlarla ilgili özellikler pek az rastlanır.

Romanın olaryları, genellikle açık mekânlarda cerayan eder. Ama olayların bazısı,

çok az da olsa bile ev ve konak gibi kapalı mekânlara taşınır.

Romanın ilk sahnesi, Erzincan civarında Vank köyüdür. Orası bir bataklık

bölgesi olarak karşımıza çıkar. Yazar, romanın olaylarının büyük bir kısmının

cerayan ettiği mekânı titizlikle tasvir eder: “Bu köye araba ile çıkılmaz. Kentten

dönenler kan ter içinde varırlar oraya, sonra da Erzincan ovasına, tepeden

yükseklerden bakarlar. Aşağılarda Fırat ırmağı, bir oya ipliği gibi, Sansa

Boğazı’ndan Kemah Boğazı’na doğru uzayıp gider. Ovanın kuzey kenarında Karasu

bataklığı için için kaynar, bataklık örtüsüyle sergilenir gözler önünde.” (s.9–10) Bu

nedenle Van köyü, komite merkezi olur. Komiteciler de köyü silâh deposu haline

getirirler. (s.88)

Page 259: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

247

Komitecilere hayır diyen, Ermenilerden olsa bile Karasu bataklığına atılır.

Bunun örneği, Mari Teyze’dir. Komitecilerden olan Vahan ve Nazar, Mari Teyze’yi

Karasu’ya atarlar: “Haydi Mari, istediğin kadar su iç…” dedi.

Mari’nin dağ çiçekleri toplayan eli, birkaç kez çamurları avuçladı, sonra da

bataklıkta kaybolup gitti. Yüzeye çıkan hava kabarcıkları Vahan’la Nazar’ın

kahkahalarına tükürüyordu sanki…” (s.13) Dönüşü olmayan bu yolculuk, artık

yaygındır. Karasu bataklığında bulunan cesetlerin sayısı, günler gittikçe artmaktadır.

Ama bütün bunlara rağmen bu yörede kayıp listelerinin artışı, kimsenin dikketini

çekmez. Yazar, bu durumu şu şekilde tasvir eder: “Vank Karasu bataklığına aralıksız

günahsız taşıyor, ovada Kerküze köyü palazlanıyordu. Köyün burnu dibinden akıp

giden ırmak, kıyılarını oydukça, akıntıda cesetler görülüyordu.” (s.39)

Vank komitecilerinin güç ve sayıları zamanla artar. Bir gün Tercan yolunu

kesip yöreden on kişiyi alırlar ve Karasu bataklığına atarlar. (s.41) Bir başka günde

bir Ermeni köyü olan Zatır’dan üç çocuk cesedi, bataklıkta bulunur. (s.43)

Bölgede Vank köyüne benzeyen bir başka köy karşımıza çıkar. Yazar bu

köyden bahderken, hem köyün mekânı, hem de köyün durumunu aydınlatmaya

çalışır: “Nörkâh köyü, Karasu bataklığının yakınındadır. Yaz aylarında, bu köy,

sivrisineklerin bitmez tükenmez saldırısına tezek tütsüleriyle yanıt verir. Sıtmalı

insanların boyunlarında muskalar sallanır. Kollarına yedi düğümlü iplikler

bağlanmıştır. Hastalığın yedi yerden kesilmiştir. Tüm ova köyleri sıtmaya tutsak

düşmüşlerdir.” (s.15)

At hırsızlığı yapan Seydo, bir gece Vank köyüne iner: “Köyün ışıkları

sönmüştü. Gökyüzü parçalı bulutluydu. Ay ışığında çevre bir hoş olmuştu.” (s.17) Bu

sıralarda köyün geçit yerlerinde nöbetçiler bulunur. (s.17) Seydo, Vahan’ın atını

çaldıktan sonra dağlıklara doğru gider. Pülümürü aşar, ama eşkiyalar onu Nazimiye

yöresinde durdururlar. (s.21)

Page 260: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

248

Yazar, dağlıkların suçlular, ordu kaçakları, komiteciler, eşkiya ve katillere

gizlenmek için uygun bir yer olduğunu kaydeder. Bu gibi yasa dışı insanlar, ıssız

dağların tenhalığında yaşayıp köylere baskın yaparlar. (s.44)

Rus Ermenilerinden olan Onnik, Kerküze köyüne gelir. Bir süre köyün

kilisesinde kalır. Geldiğinden beri kayıp ve ölülerin sayısı artmaya başlar. Ve bu

liste, sadece köye ait değil, ama bütün yöreye yayılır. Onnik, sadece insanları

öldürmez, ama aynı zamanda da yolları kesmeye başlar. Atatürk’ün adamlarından

olan Mustafa Ağa, Onnik’i takip etmeye gider: “Sansa boğazı, Erzincan’ın doğuya

açılan kapısı olmakla kalmıyor, Dersim’den Erzincan’a giriş noktasıydı. Ağırlıklarını

Mürrid dağında bırakmış, gereksinmelerini Selepür’den sağlıyordu. Keko’nun

çetesini pusuya düşürüp, beş namlı adamını öldürünce, Pülümür yöresi son derece

tedirgin olmuştu. Dersimli bunun öncünü Onnik’in yanına koyamazdı. Mustafa

Ağa’nın öfkesi ağırdı. Kimin başına inse altından kalkmak olanaksızdı. Erzincan

yolunu kapamak Sansa Boğazı’nı kana bulamak, Mutu geçidine Dersimli’yi

indirmemek, bu ne demek oluyordu.” (s.48) Mustafa Ağa, Tuzla’ya gider. Orada

Onnik’i yakalar: “Mustafa Ağa bekleyememiş kalkıp Tuzla’ya gelmişti. Tuzla,

Pülümür’le Mutu geçidinin tam orta yerindeydi. Ağa dereden yukarı doğru çıkan

adamlarını görünce sevinmişti. Demek Onnik yakalanmıştı.” (s.51)

Yazar, bu sıralarda çeşitli Ermeni komite mensuplarının Erzurum’da

toplandıklarını kaydeder. Yazar, bu toplantıdan uzun uzun söz ederken, Trabzon’daki

toplantının mekânıyla ilgili hiçbir tasvir vermez. Hatta toplantının yerini de

açıklamaz. (s.55)

Bir gün Kamarik ve Apusta köylerinde yaşayan Alevi aileleri, birdenbire

kaybolurlar. (s.69) Yazar, bu şekilde komitecilerin değişik köylerde yaptıklarını

aydınlatmaya çalışır.

Yazar, Tehcir Yasası’ndan söz ederken, kafilelerin güzargâhını açıklar. Bu

sırada tehciri uygulayan ordu kuvvetleri ve cephane yüklü katırlar, komiteciler

tarafından saldırıya uğrarlar: “Kamarik’ten, Apuşta’dan, Kemah yöresinden yola

çıkarılan Ermeniler, Erzincan’a, oradan da Manisa-Suriye yörelerine

Page 261: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

249

gönderileceklerdi. Kafileler yola çıkınca, Mırto da ininden çıkmıştı. Bugünü kollayan

mırto, komiteci acısı çekmiş olanlardan, akrabalarından kurduğu yetmiş kişilik

çetesiyle Dumanlı geçidinde pusuya yatmıştı. Yugulama güçsüz kuvvetlerin

elindeydi. Ordunun gerçek gücü sınırlara yürümüştü. Ayak sesleri savaş alanlarına

doğru gidiyordu. Siyah bulutlar ise kötü günleri alıp getirmişti.

Mırto, “Onları Fırat’ın kuzeyine geçirmeyeceğim” diye yemin ediyordu.”

(s.81) Mırto ve adamları, Dumanlı geçidinde Türk askerlerine saldırdıktan sonra

bölgenin sivil halkını Kemah boğazına götürerek öldürürler. Yazar, bu vahşi

manzarayı mekânın unsurlarıyla birleştirir: “Duru suların ak köpüğe dönüştüğü

yerdir. Kemâh boğazı. Sular taşların sırtında kaydıkça öfkelenir köpürür. Sonra da

önce batıya koşar, sonra güneye yönelir. Yaşama can veren bu ırmak yaşamdan can

almayı sevmez. Sevdirmek isteyen olsa da o yoluna devam eder. Bugünse acıyı da

beraberinde sürüklemektedir. İnsan çığlıkları suyun ilahi sesiyle birlikte, dağların

doruklarına doğru uzayıp gider.” (s.83) Türk askerlerinde sağ kalan ise, Kamarik

köyüne gidip yeniden silahlandıktan sonra yardıma koşarlar. Bu sırada yazar,

Kamarik Munzur köyünün yerini de diğerleri gibi titizlikle belirtir: “Kamarik,

Munzur Dağları’nın kuzey yamacında, Kemah’a da Erzincan’a da uzak bir köydü.”

(s.83)

Kerem, bir gün Küpesi köyünde bulunan yağ pazarına gider. Orada Ermeni

olan Marik’i görüp ona âşık olur. Yazar, Küpesi köyünün yerini dikketle şu şekilde

belirtir: “Köpesi köyünün yolu düzdür. Ovanın ortasında, üzerinde ağaçlar bulunan

yeşil bir çarşafa bürünmüştür.” (s.99) Bu sıralarda Ermeni köylerinin boşaltıldığını

öğreniriz. (s.100)

Romanın son sahnesinde yazar, Doğu Anadolu’nun işğal kuvvetlerinden ve

komitecilerden kurtuluşunu şu şekilde tasvir eder: “Evet, Ermeni ordusu, suyunu

içtiği pınarı, gölgesinde oturduğu ağacı, üzerinde uzandığı çimeni, cinayetlerinin

kanıyla suladıktan sonra, Büyük Ermenistan düşünü de önüne katmış gidiyor

Anadolu’dan…

Page 262: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

250

Toprağın malı insanlar bitkin. Kentler birbirinden beter bir yıkıma uğramış.

Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Arnavut, Sünni, Alevi adları kuyularda, üst üste, yan

yana… Altın tepeden Erzincan ovasını seyreden savaşçılar, sarmaş dolaş. İçlerinden

geldiği gibi haykırıyorlar “Kentimiz kurtuldu.” Karadağ’dan Sansa’ya, Çimi’nden

Kemah Boğazı’na kadar yankılanıyor bu sesler.” (s.130)

Yazar, Karasu bataklığını bu sahnede de unutmaz. Yazar, Karasu bataklığının

sularını kurtuluşun neşesiyle birleştirerek bütünleşir: “Karasu, Kemah Boğazı’nda

öfkenin köpükleriyle akıyor. Tabut sularda kayarak gidiyor. Keban’a, Irak’a, Hint

Denizi’ne, belki daha ötelere… İçinde Türk, Ermeni kardeşliği var. Ve ben Karasu

her taştığında hayallere dalırım. Türk kızlarının çığlıkları, Mari Teyze, Agop Dayı,

Hayran Baba ve ötekiler geçer güzlerimin önünden.” (s.130–131)

4. Kurtuluş Savaşı Dönemi

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanındaki olaylar, İstanbul, Paris, İzmir ve

Selanik’te cereyan eder. Yazar, vak’aların gerçekleştiği sahnelere önem verir. Bunun

üzerine romanda titizlikle ve çok sayıda yapılan tasvirlere rastlarız. Romanın

vak’alarının çoğu, yalı, köşk ve ev gibi kapalı mekânlarda cerayan eder. Yazarın

romanda kullandığı dil olduğu gibi de mekânlarla ilgili yarattığı tasvirler, anlatılan

dönemin havasını iyice yansıtır.

Romanın ilk sahnesi, İzmir’in işgalini tsavir eder: “İlk Yunan neferi, İzmir

Rum halkının çılgınca tezahüratı arasında, dün sabah 07.50’de İzmir rıhtımına çıktı.”

(s.11) İşgalin karşısında iki tavır karşımıza çıkar. Birincisi, Müslüman ve Türk

halkının tavrıdır. Müslüman halk, Hükümet Meydanına ilerleyen işgal kuvvetlerini

ateşle karşılar. Bu sıralarda Türkler arasında tevkifat yapılır. Karşı tarafta ise, Rumlar

Yunan askerlerini çiçeklerle karşılar: “Rıhtımlar insanla dolup taşıyor, tıklım tıklım

doludur. Herkesin elinde Yunan bayrakları, çiçeklerle dolu sepetler var. Hepsi sürer

gözyaşları döküyorlar. İzmir’de şimdiye kadar böyle bir manzara asla görülmemişti.

Bilumum balkonlar bayraklar ve çiçeklerle müzeyyendir. Sokaklara halılar serilmişti.

Halk, meserret içinde, sokaklarda sarmaşdolaş dans ediyor.” (s.12)

Page 263: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

251

Yukarıda gördümüz sahneden sonra olaylar İstanbul’a taşınır. Burada

İstanbul’un yazar tarafından israrla ve ustaca gösterilen iki yüzü vardır. Her yüzün de

iki farklı mekân vardır. Birincisi yerli halkın İstanbul’u, diğeri ise yabancı ve

işgalcilerin gittikleri ve oturdukları yerlerdir. Bunu daha da açıklayalım ki, yazar,

İstanbul’u İzmir işgalinden sonra patlayacak bir kazan haline getirir. Sultanahmet’te

mitingler düzenlenir. Karşı tarafta yabancılar ve batı kültürünün tesiri altında kalan

Türkler de, Beyoğlu’da görünürler. Yazar, burada İstanbul’dan iki yeri bir örnek

olarak gösterir. Yazarın, yerli halk için seçtiği Sultanahmet Meydanı pek anlamlıdır.

İstanbul’un tarihini taşıyan yerlerden biri olan Sultanahmet Meydanı’nın, elbette

yazar tarafından ortaya çıkarılışı amaçsız değildir. Beyoğlu ve civarı ise, yabancılar

ve Yahudilerin beğendiği yerdir.

Ama buna rağmen bu açıdan romana hâkim olan manzara, batılı bir şehir

olarak İstanbul’dur. Bunun bir sebebi de vardır. İşgal kuvvetleri yarattıkları

manzaralar hep batılıdır: “Önlerinde gayda takımıyla, bir İngiliz müfrezesine yol

verdiler. Paris modası madamlarını kollarına takmış, şapkalı tatlısu Frenkleri. Olur

olmaz heryerde, yabancı bayraklar, hele Yunan bayraklarının bolluğu, sinirine

dokunuyor. Galata’ya varıyorlar ki, rıhtım girişini Fransız inzibatları tutmuş.” (s.77)

Yine de Yazar, Beyoğlu’yu şu şekilde tasvir eder: “Şapkaları tüllü, bakışları baygın,

sıvama boyalı tatlısu frengi madamlar; tepeden tırnağa poz, Fransız subaylarıyla ağız

ağza. Kıvamlı, karma bir koku, sanki görünmez bir duman, sinsi sinsi, masadan

masaya dolaşıyor. Filterli kahve, siyah tütün, hafifçe terlemiş parfümlü kadın

kokusu. Amerikan koleji ‘mezunu’ birkaç hanım, bir İngiliz subayını aralarına

almış.” (s.89) Bunun yanında da “Petrograd Pastahanesi” (s.35), “Cafe Cristal”

(s.121), “Varyete Tiyatrosu” (s.313), “Perapalas” (s.314) gibi İstanbul’da ortaya

çıkan yerlerin adları hep batılıdır.

“Mazğazalar”, “kalabalık”, “nargile”, “kuyumcu”, “sırmalı kanela fincan”

(s.147) gibi yazarın, Kapalıçarşısı için kullandığı tasvirler ise hep yere uygundur.

Abdi Bey ve Gülistan Satvet, Prens Dimitri Bragin ile Beyoğlu’daki

Petrograd Pastahanesi’nde buluşurlar. Burada yazarın, yaptığı tasvirlerle Beyoğlu’nu

batılı bir yer olarak gösterir: “Daha kapıdan, Rum havaları çalan çalgıcıların gevrek

Page 264: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

252

nağmeleri. Beyoğlu yapılarının ‘müzmin’ küf kokusunu bastıran, İngiliz ve Fransız

tütünü, ağır ‘esans’ kokusu. Billûr kanatlarını çırparak uçulan kadın kahkahaları.

Salon başka bir âlem, Bohemya kristali görkemli avizelerle şakır şakır aydınlatılmış,

köşede ‘ingiliz usulü’ soğuk büfe, ortalıkta tepsi tepsi içki gezdiren ‘prostelâlı’

hizmetçi kızlar.” (s.35)

Neveser Hanm İstanbul’u sevemez. Ama Münif Sabri geriye dödükten sonra

durum artık farklıdır. Her gün beraber çıkarlar. Farklı yerlere giderler. Birgün

Varyete Tiatrosu’na gittikten sonra Beyoğlu’nun sokaklarını dolaşırlar. Sonra

tramvaya binerler: “Onları, Ağacamii Durağı’ndan ilk Sultanahmet tramvayına

bindirdiler.” (s.313) Bundan sonra Münif Sabri, Neveser’i Preapalas’a götürür.

Yazar, Perapalas’ı şu şekilde tasvir eder: “Perapalas’mı, başdödürücü sulusepkenin

ufalayıp dağıttığı, görkemli bir gece sarayına mı? Her taraf ışık: iç ve dış salon, hol,

koridorlar, çin çin öten bir sırça aydınlığına boğulmuş, bütün avizeler yanıyor.

İçerden, sarhoş bir kalabalığın, beşeli uğultusu. Arada, kahkahalar. Döner kapıdan

girdikleri sıra, cazbant çakmakta olduğu onestep parçasını bitirdi, Shimmy’ye atladı,

danseden çiftlerin alkışlarını duydular: yeni bir dans bu, çok tutulan! Püfür püfür

favorileri, sırmalı üniformasıyla ‘ecnebi bir jeneral’, lobinin sahanlığına dikilmiş

garsona bağırıyordu.” (s.314)

Neveser, kardeşi Ahmet Ziya’nın Çemberlitaş’taki evine gider. Yazar, orada

Neveser’in ruhî durumunu mekânla şu şekilde birleştirir: “Kâmil efendi,

Çemberlitaş’taki evin kapısında Neveser’i arabadan indirdiği sıra, Sultanahmet

Camii’nin şerefelerinden İkindi henüz okunuyordu. Kapının tokmağına uzanmadan,

bir süre o, Lando’nun arkasından baktı: yoğun bir bulut karanlığı Divanyolu’nu

sarmış. Havada ıslak kömür kokusu, toz halinde is. Komşu evlerin kafeslerinde, birer

ikişer, hüzünlü lâmbalar. Bir ihtiyar öksürüğü, uzayıp gidiyor. Taşlıkta, bir çift nalın

şarkıtısı. Çok sürmez, bozacıların yanık bağırışları duyulacaktır.” (s.365)

Abdi Bey, Paris’teyken öğreniminden daha fazla eğlenceli yerlere gider.

Bunun için Paris’ten görünen manzalar, hep tiyatro veya eğlenceli yerlerdir.

Romanda Paris’in başka manzaraları ve mekânları ortaya çıkarılmaz. Bir defa Mösyö

Saint-Denis, Abdi Bey’i tiyatroya davet eder. Abdi Bey’in kardeşi olan Armande,

Page 265: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

253

orada sahneye çıkar. “Binanin taş oymalı cümle kapısına” (s.133) gelen Abdi Bey,

içeriye girip Mösyö Saint-Denis ile koca salonda oturduktan sonra bitişik odaya

gider. Yazar, bu sahneyi titizlikle tasvir eder: “Koca salonda, kalan beş kişi. İki

büyük âvizenin boşalttığı ışık selleri altında, saçlarının tellerine varıncaya pırıl pırıl,

biraz da tedirgin. Madam Nhung, işte o zaman onları gecenin ikinci sürprizine

çağırıyor. Salonu, ucundan kıyısından ortalığı toplamaya koyulan uşağa bırakıp,

bitişik odaya geçiyorlar ki, o ne, ‘bir hatvede’ sanki ‘iklimleri’ açmış, Saygon’daki

bir afyon tekkesine ‘dahil olmuşlardı’.

İçerisi adamakıllı loş, Abdi bey ilkin bir şey göremedi. İpeğe boğulmuş

‘rengâreng’ loşluğu, sarı kedi dilleriyle yalayıp duran, afyon kandillerini zorlukla

seçebiliyor. İpek halıların üstünde, birbirine yakın ve ‘muvazi’ uzatılmış, rahat

divanları. Divanlara atılmış kadife yastıkları, daha sonra biraz daha yaklaşınca fark

etti: tombul tombul, renk renk: turuncu, kırmızı, yeşil. Havada tatlımsı bir koku,

geniş kanatlı görünmez bir kuş gibi süzülüyor. Nemle karışık afyon kokusu mu?”

(s.136)

Abdi Bey, yılbaşında Rosa’nın yalısına gidivermek için vapura biner. Bu

sıralarda lodos esmeye başlar. Yazar, mekânın unsurlarını Abdi Bey’in durumuyla

bütünleştirir: “Gök alçakladıkça alçalmış: gümüş damarlı barut mavisi bulutlar,

denize değdi değiyor; gemi azıya almış lodos, onları öylesine önüne katmış, öyle

korkunç bir hızla sürüyor ki, bulut mudurlar yoksa duman mı, ayırabilmek güç; her

saniye birikip birikip dağılıyor, az önce Galata Kulesi’ni, şu anda Dolmabahçe

Saatini, az sonra İltifât Donanması’ndan bilinmez hangi ‘sefineyi’ gözden

siliyorlar… Suyun rengi, siyaha yakın bir lâciverd; dalga uçlarından köpük tozları,

buram buram savruluyor.” (s.331)

Abdi Bey, yılbaşının gecesini Novotni’da geçirir. Yazar, Novotni’nin batılı

tarzında bir yer olduğunu tasvir eder: “Novotni tıklım tıklım dolu, Noel dolayısıyla

iyice süslü: tavandan, renk renk Japon fenerleri sarkıtmışlar; aralarında, kırmızı,

mavi, yeşil, krapon kâğıdından ‘envai’ süs: uçsuz bucaksız şeytan merdivenleri,

yapma krizantemler, çocuk fırıldakları, guirlande’lar vs. Rahatsız edici bir balon

Page 266: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

254

kalabalığı, ortalıkta ‘serâzât’ dolaşıyor. Sarhoş İngiliz bahriyelileri, şipşak bir oyun

çıkardılar: cıgarasının ateşiyle, kim daha çok balon patlatacak!” (s.336)

Neveser, Münif Sabri’yi aramak için Mulatier’e gider. Yazar, burasını

Petrogard Pastanesi ile mukayasa eder: “Mulatier’in döner kapısından girip, Münif’i

orada göremeyince, adamakıllı bocaldı. İsterse ‘ecnebi’ havalı olsun, ‘Osmanlı’

kızlarının böyle yerlerde tek başına oturması, yadırganır; Münif, herhalde bu

düşünceyle, daima ondan önce gelirdi; gecikmesi ilk defa ‘vâki oluyor’. Neveser,

‘mütereddit’ adımlarla, renkli camların ayırdığı iç bölmeye yöneldi, kuyu bir masa

seçti, maroken koltuğa eğreti ilişiyor.

Mulatier’e gelmeyeli epey zaman olmuş, Petrograd’dan ne kadar farklıymış

meğer, insan unutuyor, nerede ‘beyaz’ Rusların paldır küldür neşesi, mahzun

derbederliği? Burası, basbayağı ciddi bir yer; daha çok Fransızca konuşuluyor.

Renkli camların marifeti midir nedir, ortalıkta erguvan rengi kıvamlı aydınlık; içisıra

filizî, mimoza sarısı yansımalar. Arada belirip kaybolan, ağır bir vanilyalı turta

kokusu. Duvar aynaları bütün meneviş, köşelerde kırlangıç motifleri, çınar yaprağı

vs. Kalabalık sayılmaz.” (s.380)

Münif Sabri’nin öldürülmesi, romanın son sahnesini teşkil eder.

Vezneciler’deki evine dönen Münif Sabri, birkaç kişi tarafından ateş edilerek

öldürülür. Yazar, sahneyi gazetede bir haber mahiyetinde şu şekilde işler: “Katillerin

asgarî iki kişi oldukları malûm, mecruh olup olmadıkları meçhuldür. Cinayeti ika

eyledikten sonra, birisi Saraçhanebaşı istikametinde, diğeri Beyazıt istikametinde

firar etmiş olup, arabacının istimdadı ve silâh sesleri üzerine şitab edenler, Münif

Sabri bey’i ruhunu teslim ederken bulmuşlardır.” (s.383)

Vatan Dediler romanındaki vak’alar, Uşak, Afyon, Akşehir, Eskişehir, Polatlı

ve İzmir’de cereyan eder. Yazar, romanın mekânlarını genellikle titizlikle tasvir eder.

Anlatıcı, romanın başından itibaren mekânların tasvirlerine dayanarak İstiklal

savaşını ustaca sunar. Zaten anlatıcı, Kurtuluş Savaşının bulunduğu çevreyi isteyerek

gösterir. Bunun için elimizdeki roman, mekânların hem tasvirleri, hem de değişikliği

bakımından zengindir. Aslında Vatan Dediler romanına mekân romanı

Page 267: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

255

söyleyebiliriz. Çünkü burada söz konusu, vatanın topraklarının kurtarılmasıdır.

Bunun daha da ibraz edilmesi için “Talip Apaydın, Vatan Dediler’de kamera

yöntemini kullanıyor”.107

Romanın ilk sahnesi, değişik açılardan görünebilir. Burada birkaç köylü,

köylerini terk ederek orduya katılmak için giderler. Yazar, burada hem Anadolu

mekânları ve köylerini iyice tasvir eder. Ama iş bununla kalmaz, çünkü bir başka

açıdan da yazar, bu tasvirlere dayanarak memleketin sosyal ve ekonomi durumlarını

ustaca anlatır. Söz konusu olan romanın ilk sahnesine baktığımızda şu şekilde tasvir

edildiğini görürüz: “Uşak Kasabası yakınlarında Tacım köyü. Tacım köyü çetesinden

artakalan beş atlı, gecenin karanlığında sessizce yol alıyorlardı. En önde Molla

Mahmut vardı. Kimseye görünmemek için kıra sürmüştü, yol iz yoktu. Dere tepe

gidiyordu. Öbürleri arkadan onu koğuşturuyorlardı. Hep heyacanlıydılar, iki yana,

geriye bakıp duruyorlardı.”… “Dönüp geriye baktı. Serçe deresini çıkmışlardı. Deve

boynunu aşarken Yunan karargâhının ışıklarını gördü. Parlak ışıklardı. Ovanın

yüzünde küçük bir kasaba gibiydi uzaktan. Işıklar birbirine karışıyordu.” (s.5)

Yazar, Tacım köylülerinin ruhî durumlarını mekânla bütünleştirmeye çalışır:

“Meşeli ardıçlı bir bayıra sardılar. Küçük boy ağaçlar, geceleyin ayağa kalkmış insan

gibi görünüyorlardı. Kimine sürünerek, kimini dolanarak geçtiler. Bir ıssızdı her yer.

Ses soluk yoktu. Atların yeri döğen sesleri duyuluyordu yalnız.

Çatal kayayı sollayıp geçtiler. Kendi köylerinin toprakları geride kalmıştı.

Burada orman iyice sıklaşıyordu. Komşu köyün toprağı idi ama bildik yerlerdi. Sık

sık odun kesmeye, öküz götürmeye gelirlerdi. Kim bilir nice ayak izleri vardı

buralarda. Şimdi sessizce geçip gidiyorlardı işte.

— Bir daha gelir miyiz, kim bilir? dedi Kâzım içinden.

Gözleri sızlıyordu. Bir de boğazı kurumuştu sıkıntıdan. Şuralarda bir su

olsaydı, eğilip kana kana içseydi. Fakat yoktu. Karacalar’a kadar su

107 Mürşit Balabanlılar, Türk Romanında Kurtuluş Savaşı, Türk İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,2003, s.416

Page 268: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

256

bulamıyacaklardı. İleriye geriye bakındı. El yordamı ile heybeden bir topak ekmek

kopardı, çiğnemeye başladı. Bir yandan atı tekmikliyordu.

İniş gidiş gidiyorlardı. Atlar güçlük çekiyordu. Yola inseler iyi olacaktı.”

(s.7–8)

Tacım köylüleri, orduya katılmak amacıyla Afyon’a yola çıkarlar. Yazar,

burada Tacım köylülerinin yolculuklarını adım adım takip eder: “Tekrar sürdüler. Bu

sefer daha yakın gidiyorlardı. Atlar bir keçi yolunu izleyerek peş peşe ilerliyordu.

Birbirlerinin karaltısını görüyorlardı. Gittikçe seyrekleşen ağaçların arasından

çıktılar. Taşlı bir düzlüğü ortalayıp geçtiler. Atların ayağı taşlara çarpıyordu.” (s.8–

9), “Anız tarlalara girdiler.” (s.9), “Çift tekerli tarla yoluna girdi.” (s.9), “Karacalar

köyü sağda, derenin içinde kalmıştı.” (s.9), “Çakıllı dereyi geçtiler. Sonra yokuşa

sardılar. Belli belirsiz bir köy yolu vardı. Karanlıkta güç fark ediliyordu. Dağ

köylerine gidiyordu herhalde.” (s.9), “İki yandaki tepeler ağaçlıktı. Boş tarlalar vardı.

Tarlaların ortasında tek tük meşeler, ardıçlar kapkara görünüyordu. Yol dar bir

vadiye girdi.” (s.10), “Tepenin dibinde çoban pınarı var.” (s.11)

Tacım köylüleri, yolda bir ihtiyarla karşılşırlar. İhtiyar onlara Afyon’a giden

yolu şu şekilde tarif eder: “Şuradan doğruca Hoca köyüne çıkacaksınız yeğen. Bu yol

oraya götürür sizi. Hoca köyünde kalmayın. Vurun geçin. Bu akşam Sincanlı’yı

tutun. Sincanlı’da kalırsınız. Yarın da Afyon’a ulaşırsınız. Dağlık yer emme en kısa

yoldur.” (s.18)

Onlar, ihtiyarın tarif ettiği gibi yolu tutarlar. Hocalar köyünün önünden

geçerler: “Camili minareli bir köydü. Sokaklarda kimse görünmüyordu.” (s.18)

Sonra Sincanlı köyüne gelirler: “Derenin içinde büyücek bir köydü. Evlerin çatıları

kararmış tahtalardan yapılmıştı. Eğri büğrü sokaklardan geçtiler. Görenler hep

korkuyla, merakla bakıyordu. Peşpeşe dört atlı, akıllarına kim bilir neler getiriyordu.

Kimisi duvarın arkasına dolanıyor, kimisi içeri girip kapıyı örtüyordu. Herkesin

yüzünde bir yılgınlık vardı. Üstleri başları perişan, yoksul insanlardı. Tahta minareli

camiye yakın bir evin önünde durdular.” (s.22) Tacımlı atlıları, Sincanlı köyünün

odasında geceyi geçirirler. Köyün odası şu şekilde tasvir edilir: “Karanlık bir odaydı.

Page 269: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

257

Çıra ışığı yaktılar. Yerde çullar seriliydi.” (s.23) Sincanlı köylüleri, misafirlere

yatakları getirip köyün odasında sererler. (s.25)

Nihayet Afyon’a gelirler. Afyon romanda şu şekilde karşımıza çıkar: “Afyon

şehrinin ana caddesi Arnavut kaldırımı döşeliydi. Atların ayakları acımasın diye arka

arkaya düşüp kıyıdan sürdüler. Molla Mahmut sora sora zahire pazarını buldu.”

(s.28), “Atlara binip sürdüler. Sokaklar tenhaydı. Afyon büyük bir köye benziyordu.

Erkenden kararmıştı ortalık. Geride büyük dağlar dimdik yükseliyordu. İnsanı

ürpertecek kadar heybetliydi dağlar.” (s.29), “Afyon’un sokaklarından geçtiler.

Dükkânların kepenkleri yeni açılıyordu. Tek tük gelip gidenler vardı. Bir fırının

önünden geçtiler.” (s.37)

Tacım köylüleri, Afyona ilk geldiklerinde zahireci Yakup Efendi dükkânını

bulmak için zahire pazarına giderler. Yazar, burada eliyle bir kamera tutmuşcasına

mekânı ustaca tasvir eder: “Dükkânların tahta kepenkleri birer ikişer kapanıyordu.

Akşam namazından sonra sokaklarda kimse kalmazdı. Yakup Efendi dükkânını

buldular. Paslı bir tenekeye eski yazıyla «Zahireci Yakup» yazılmıştı.”… “Zahireci

Yakup Efendi keçi postuna bağdaş kurup oturmuş, önündeki sehpanın üstünde bir

takım hesaplar yapıyordu. Eski akamları alt atlaya yazmıştı. Kapıdan başını uzatan

yabancıyı gördü.” (s.28) Dükkânın bir köşesinde buğday yığılı olduğunu, öbür tarafta

dolu çuvalların bulunduğunu öğreniriz. (s.28)

Tacım atlıları, orduya katılmaya Afyon’a yakın birliklere giderler. Burada

yazar, küçücük bir unsur bırakmadan rastlanan bütün mekânları uzunca tasvir eder.

İlk olarak Tacımlılar, denetimden geçerler. Orada gönüllü askerler, bölüklere ayrılır.

Bunun için Tacımlılar, Yakup Efendi ile birlikte denetimden geçmek için şehirden

çıkarlar. Tozlu bir yolu geçtikten sonra tek katlı kerpiç yapıları görürler. Burasının

çok kalabalık olduğunu öğreniriz. Denetimden geçtikten sonra süvari birliğine

gönderilirler. (s.38–39) Anlatıcı, Tacımlıların denetimde gördükleri yeri şu şekilde

tasvir eder: “İki yana bakıyorlardı. İleride yeni bir bina yapılıyordu. Kerpiç duvarlar

yükselmişti. Askerler çamur karıyordu. Bir kağnıdan kavak ağaçları indiriliyordu”

(s.39)

Page 270: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

258

Tacımlılar, süvari alayına giderler. Süvari alayı, yazarın kamerasından şu

şekilde karşımıza çıkar: “köye yaklaşmışlardı. Arka tarafta süvari alayının yapıları,

çadırları görünüyordu. Atlı askerler eğitimdeydiler. Düzgün sıralar halinde o tarafa

bu tarafa at sürüyorlardı. Arkalarında bir toz bulutu kalıyordu. Bazı birlikler sıraya

geçmişler, karşılarında at üstünde konuşan subayı dinliyorlardı. Atlar başlarını

sallayıp duruyordu.” (s.47), “Yeni yapılmış kerpiç binaların önünden geçtiler. Karşı

tarafta sıra sıra çadırlar kurulmuştu. Her yerde askerler vardı. Gidenler gelenler, ot

balyaları taşıyanlar. Atlara nal çakanlar…

Arka tarafta ahırlar vardı. Acele yapılmış tek katlı uzun yapılardı. Taze at

gübresi kokusu ta buradan duyuluyordu.” (s.47–48) Yeni yapılmakta olan bu

binaların pencerelerinde camın bulunmadığını öğreniriz. (s.106)

Yüzbaşı, Tacımlıların kâğıtlarını inceledikten sonra alayın mutfağına gider.

Onlar ise, duvarın gölgesine yan yana oturarak beklerler. Sonra atlarını alarak ahırın

önüne çekerler. Gölgedeki kazıklara bağlayıp torba takarlar. Bu sırada alayın, saman

binalarının bulunduğunu öğreniriz. (s.48–51) Tacımlılar, yüzbaşının odasına

giderlerken, mutfağın önünden geçerler: “Mutfağın önünden geçtiler. Açıkta koca

kazanlar kaynıyordu. Yemek kokuları ortalığı doldurmuştu.” (s.54) Yüzbaşının

odasına gidilen üç dört basamaklı bir merdivenin bulunduğunu öğreniriz. (s.54)

Binbaşı Kadri Beyin odası da yazarın kamerasından kaçamaz. Odanın tabanı

topraktır. Odada bir pencere, bir tahta masa ve birkaç sandalyenin de bulunduğunu

öğreniriz. (s.57–65)

Molla Mahmut bir görevde teğmen ve birkaç askerle birlikte Akşehir’e

giderler. Alaydan hareket ederek istasyona giderler. Oradan Akşehir’e giden bir yük

trenini binerler: “Kara vagonlardan birisine atladılar. Oturacak kanepe yoktu. Yere

oturup bacaklarını uzattılar. Molla Mahmut kapı aralığından dışarı bakıyor.” (s.110)

Akşehir’e geldiklerinde vakit geceyarısıdır. Bunun için istasyonun bekleme

salonunda uyurlar: “Bekleme salonu denilen yere girdiler. Kapısı kırık, soğuk bir

odaydı. Uyuma olanağı yoktu. Yüzbaşiyle teğmen Galip kaputlarına sarınıp duvar

dibine yan yana uzandılar. Çantayı başlarının altına koydular.” (s.111) Sonra hep

Page 271: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

259

birlikte Akşehir pazarına giderler. Oradan alayın bazı ihtiyaçlarını temin ederler:

“Göreceklerini gördüler. Paralarını dağıttılar. Arpa çuvalları, koşumlar, postallar

çarıklar at arabalarına doldurulup istasyona gönderildi.” (s.115)

Molla Mahmut, Akşehir’de bulunan ailesine ziyaret etmek için şehre gider.

Sorarak Acısu mahallesini bulur, ama ailesine ulaşamaz. (s.116) Bundan sonra

ailesinin oturduğu yeri bulur: “Tek katlı, basık evin kapısını çaldılar.” (s.117–118)

Çocuklarını gören Molla Mahmut, eşinin çalıştığı terzihaneye gider. Terzihane, okula

benzeyen tek katlı büyük bir binadır. İçerisi, dikiş makinelerin sesleri yüzünden

uğultuludur. Bina birçok odadan oluşmaktadır. Odalardan birine girip eşi Hacer’i

bulur. (s.119)

Molla Mahmut, subay ve askerlerle birlikte yine trenle Afyon’a döner.

Yüzbaşı, garip şeyleri duyunca treni Afyon istasyonuna girmeden önce durdurur.

Molla Mahmut olup biteni öğrenmek için İstasyona gönderilir. Oraya giden Molla

Mahmut, telegraf odasına girip birkaç askerden düşmanın Kütahya tarafında taaruza

geçtiğini öğrenir. Alayın, Afyon’u bırakıp dükamın karşısına Kütahya tarafına gittiği

anlaşılır. Bunun üzerine Yüzbaşı, Akşehir’den alay için getirdiklerini Zahireci Yakup

Efendi’ye verip askerlerle birlikte alaya kavuşmak için gider. (s.124–129)

Afyon’dan gelen Yüzbaşı ve askerler, Eskişehir’in yolunda adı verilmeyen bir

köyde alayla buluşurlar. Burada yazar, mekânın unsurlarını gösterir, ama bambaşka

bir açıdan gösterir. Burada söz konusu, Türklerin Kurtuluş Savaşında nasıl zor

durumda oldukları anlatılır: “Gece her bölük bir köyde kalacak. Köyleri fazla

rahatsız etmek yok. Atları birer ikişer köy ahırlarına çekersiniz. Erler köy odalarında

camilerde kalır. Evlerden birer ikişer torba saman alırsınız. Fazla almak yok.” (s.130)

Bundan sonra Yüzbaşı, bir haritayı açarak taburların hareket edecekleri yerleri

gösterir: “Birinci tabur yarın Seyitgazi bölgesine varacak. Oraya işaret koy. Siz de

Kırka çevresine yaklaşın. Biz hemen gerinizde olacağız. Halktan bilgi toplayın.

Tedbirli olun. Özellikle karşı taraftan gelenleri konuşturun.” (s.130)

Bu sıralarda Yunanlılar Tacım köyüne giderler. Köyün aşağı mahallesinin

evlerini boşaltıp camiye de asker doldururlar. (s.143)

Page 272: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

260

Yazar, romanda Sakarya Meydan Muharebesi’ni şu şekilde tasvir eder: “Bir

gün kuşluk zamanı çatışma başladı. Yunanlılar siperlerimizi önce top ateşine tuttular.

Bol cephaneleri vardı. Onun için rastgele atıyorlardı. Kimisi tarlalara düşüyordu,

kimisi mevzilere rastlıyordu. Türk topçuları daha gerilere çekilmişti. Asıl savaşın

Sakarya kıyısında108 yapılacağı, bu kesimde düşmanın oyalanması gerektiği

emredilmişti. Geceleri geri çekiliyor, gündüzleri ateşe karşılık veriliyordu.

Üçüncü gün Emirdağı yolu boyunca mevzilendiler. Geriden mermi

gönderilmişti. Hamidiye köyü yakınlarında şiddetli bir savaş yapıldı. Yunanlılar Türk

birliklerinin zayıf olduğunu sanarak çıplak ovanın yüzünde sereserpe ilerlemeye

kalkıştı. Tepeden yoğun ateşi yeyince şaşırdılar. Çok kayıp verdiler. Geri çekilmek

zorunda kaldılar. Geceleyin güneyden yeni birlikler getirildiler. Ertesi gün o birlikler

de fazla bir şey yapamadı. Çünkü Türk piyadeleri uygun bir arazi kesimine

yerleşmişti. Orada birkaç gün dayandılar. Süvariler geriden, yandan sık sık akınlar

yapıp desteklediler. Sonra Kaymaz köyüne doğru geri çekildiler.

Güneyden, doğudan, çeşitli bölgelerden bütün Türk birlikleri Sakarya

boylarına yığınak yapıyordu.” (s.264–265)

Yunanlılar, İzmir’e doğru çekilir. Bu sıralarda Türk ordularına, Akdeniz’e

ilerlemenin emri verilir: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!109 emrini

almışlardı. İzmir’e doğru büyük kovalama başlamıştı. Yol boylarında ne acı

görüntülerle karşılaşıyorlardı? Köyler yanıyordu.”… “Bir caminin duvarına kömürle

«gene geleceğiz» yazılmıştı.”… “Köylüler yolun kıyısına çıkmışlardı. Paçavralar

içindeydiler. Askerlere su uzatıyorlardı. Kimisi ağlıyordu.” (s.358)

108 Sakarya Meydan Muharebesi: Yunanlılar İnönü muharebelerinden yılmamışlardı. Bütün güçlerinitoplayarak büyük bir taarruza hazırlandılar. 10 Temmuz’da başlayan harekât onlar için başarılıbaşladı. Türk ordusu Eskişehir ve Kütahya’da yenilerek geri çekilmeye başladı. Yunanlılar Eskişehir,Kütahya ve Afyon’u ele geçirdiler. Mustafa Kemal ordunun Sakarya gerisine çekilmesini uygungördü, çünkü Yunan ordusu çok daha güçlüydü. Ordu 25 Temmuz’da Sakarya’nın doğusunda yerinialdı. 22 gün, 22 gece süren bir savaşın sonunda (13 Eylül 1921) Yunanlılar pes ettiler ve çekildiler.Sina Akşin, a.g.e., s. 99.101109 17 Ağustos’ta Gazi gizlice Ankara’dan ayrıldı. Akşehir’deki Batı cephesi karargâhına gitti. 24Ağustos’ta karagâh Şuhut’a taşındı. 26 Ağustos sabahı taaruz başladı. Her taraftan kuşatılan, geriatılan Yunan kuvvetleri, 30 Ağustos günü Dumlupınar’da Başkumandanlık Meydan Muharebesi’ndaimha edici darbeyi yediler. Bozgun halinde kaçan Yunan kuvvetlerinin toplanmasına olanakvermemek için Atatürk üç koldan ve hızla İzmir’e ilerleme komutunu verdi: “Ordular, ilk hedefinizAkdeniz’dir. İleri!”. a.g.e. s. 104

Page 273: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

261

Türk ordusu, İzmir’e doğru ilerlerken, düşman kuvvetleriyle Manisa dağında

bir çatışmaya girişir. Yazar, çatışmayı anlatır: “Manisa dağının eteklerinde düşmanla

şiddetli bir çatışmaya giriştiler. Yunanlılar İzmir’den kaçan kuvvetlerine zaman

kazandırmak için oyalama savaşı veriyorlardı. Epey çoktular. Karşılıklı ateş akşam

hava kararıncaya kadar sürdü. İlerde Manisa yanıyordu. Dumanlar direk gibi göğe

yükselmişti. Güzelim üzüm bağları yağma edilmiş, kırılıp dökülmüştü. Her yer

perişandı. Gece Manisa’ya girdiler. Alevlerin ışığında çoluk çocuk hep sokaklara

dökülmüştü. Askerlerimizi sevinç gözyaşlarıyla karşılıyorlardı.” (s.362)

Romanın son sahnesi ise, Yunanlıların İzmir’den çıkışı ve Tacımlıların kendi

köylerine dönüş sahnesidir. Yazar, İzmir’i şu şekilde gösterir: “İzmir kaynayan bir

kazandı. Kimi mahalleler yanıyor, kimi mahallelerde insanlar sevinç çığlıkları

atıyordu.

Yaşlı bir kadın sırada yürüyen askerlerin önüne çıktı, birini kucakladı, onu

bıraktı öbürünü kucakladı.

— Oğlum, oğullarım… Ayaklarınızın altını öpeyim, diye bağırıyordu.

Mahmut kendini tutamayıp hıçkırdı. Ömründe bu kadar heyecanlanmamıştı.

Caddelerden geçerken üzerlerine çiçekler atılıyordu. «Yaşasın Türk ordusu!» diye

bağırıyorlardı. İki yanda kırmızı bayraklar sallanıyordu.

Limanda gemiler vardı ama çok uzağa çekilmişlerdi. Rumların bir kısmı

evlerini mağazalarını bırakıp kaçmışlardı. Kimisi Türklere kalmasın diye kendi evini,

dükkânını yakmıştı. Kaçamayanlar kıyılara köşelere saklanmışlardı. Büyük bir korku

içindeydiler.

Askerlerin bir kısmı yangını söndürmeye gönderildi. Güvenliği sağlamak için

sokaklara devriyeler çıkarıldı. Rumlara iyi davranılması, çatışmaya girilmemesi

emredildi. Siviller arasında gine çatışmalar oluyordu. Karışıklıklar birkaç gün sürdü.

Kimin ne yaptığı belli değildi.” (s.363) Molla Mahmut ile Haceli terhis olurlar.

Kendi köylerine dönerler. Yazar onların dönüşlerini gösterirken, zihinlerde zafer

sevincini canlandırarak mekânı şu şekilde işler: “Büyük caddeyi geçtiler. Yanık yıkık

Page 274: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

262

evler başladı. Sokaklarda hâlâ molozlar yığılıydı. Her yer perişandı. Ama insanlar

neşeliydi. Çalışmaya başlamışlardı. Kimisi evini onarıyordu, kimisi arabalarla bir

şeyler getiriyordu.”… “Kestirmeden yokuşa yukarı sürdüler. Uzaktan İzmir

görünüyordu. Mavi deniz, kıyıda beyaz yapılar, daha içerde yangın yerleri…” (s.368)

5- Cumhuriyet Dönemi

Kırım (Türk’ün Dramı) romanı Kırım Türklerinin gördükleri korkunç katliam

ve savaşları anlatır. Olaylar Kırım merkezinde olan Akmescit, Rusya ve Sibirya’da

cereyan eder. Yazar, mekânların tasvirlerine pek ehemmiyet vermez. Aslında yazar,

Rusların Kırım’da yaptıkları soykırım ve amansızca katliamları göstermeye

çalışırken, olayların sadece mekânlarının unsurlarına yer vermiştir. Böylece romanda

karşımıza çıkan mekânların tasvirleri, genellikle tefarruatsızdır.

Romanın ilk sahnesi, Akmescit hastanesinde ortaya çıkar. Rus askerleri,

hastaneye gelirler, Akmescit’e doğru ilerleyen Alman kuvvetlerinin yakında

geleceklerini söylerler. Bunun üzerine Ruslar, hastaları Almanlara bırakmak

istemezler. Böylece Ruslar, hastaları hastaneden Sivastopol hastanesine nakletmeye

gelirler. Ama aslında onları öldürmek isterler. Bu sırada hastanenin kirli, yataklarının

temiz olmadığını öğreniriz. (s.4–5)

Bu sırada pencereden hastaneye giren Alparslan, bir Rus yüzbaşıyı öldürerek

kaçar. Ama diğer hastalar Ruslar tarafından yakılacaklarını öğrenir. Hastalar trene

götürüldükten sonra trene bindirilip yola çıkarlar. Bu sıralarda gaz dolu üç kamyon

trene doğru gönderilir. Alparslan kamyonlardan birisini yakar. Diğer iki kamyon ise

yangından uzaklaşır. (s.10–14)

Yangın sırasında kaçmaya çalışan Alparslan, eski bir sokağa girer. Orada bir

evin penceresinden içeriye girdikten sonra evin öbür sokağa bakan kapısından

çıkarak uzaklaşır. (s.13)

Yazar, Kırım Türklerinin yaşadıkları dramı mekânla birleştirir: “Güneş

doğduğunda pişman olmuştu da. Kırım’a nurunu saçmak istemiyordu sanki…” (s.20)

Page 275: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

263

Alparslan, Rus askerinin elbiselerini giyinerek Sivastopol hastanesine gidip

hastaları kurtarmaya çalışır. Bunun üzerine Alparslan, Sivastopol’a giden arabaya

biner. Uzun yolculuktan sonra yolun ortasında mola verilir. Nihayet Sivastopol’a

ulaşan Alparslan, diğer arkadaşlarıyla bir evde toplanır. Burada yazar, Sivastopol’un,

Akmescit gibi sessiz bir şehir olduğunu söyler. (s.38–41) Alparslan ve arkadaşları bir

kamyona binerek hastanede bekleyen hastaları kurtarmaya gider. Hastanenin zindana

benzeyen bir odasına giren Alparslan arkadaşları, oradaki mahkûmları da kurtarırlar:

“Albay Şolohow, subay ve askerler hastanenin altındaki bir hücreye girdiler. Burası

tam bir zindanı andırıyordu. İçerisi nemli ve karanlık idi, mahkûmları içinde kadın da

vardı.” (s.43)

Almanlar, Kırım’a doğru ilerlemeye başlar. Ruslar ise, Kırım’ı terk ederek

Rusya’a çekilir. “Alman orduları motorize birlikleri Abrat ve Orkapı şehirlerinden

Kırım’a doğru yayılıyordu. Kırım halkı Alman ordusuna tek kurşun atmak şöyle

dursun, çoşkun selâm ve sevgi dolu tezahürat yapıyordu.” (s.50) Almanlar,

Akmescit’i aldıktan sonra şehir içinde bir gösteriyi yaparlar: “Hep birlikte sokağa

çıktılar. Alman motorize birlikleri gösteri yaparak, el sallıyor ve halka hediyeler

dağıtıyordu. Halk çevreyi sarmış tempo tutuyordu.” (s.53)

Yazar, Kırım’ın merkezi olan Akmescit’i tasvir ederken, şehrin durumunu

mekânla şu şekilde bütünleştirir: “Yerlere kar yağmış, her yer beyaza bürünmüştü.

Güneş battıktan sonra, Akmesvit yine zulmete boğulmuş, evlerde yanan tek tük

lambalar şehre bambaşka bir canlılık veriyordu. Mehtep kara bulutların arkasında

tesirsiz hale gelmişti.” (s.53)

Akmescit’te tutuklanan casusun yerine Moskova’ya giden Alparslan, ilk

olarak Alman karargâhından ayrılarak Rus cephesine geçer. Bir Rus karargâhına

vardığında durdurulur. Sonra ertesi gün Stalingrad şehrine gelir. Çok beklemeden

trenle Moskova’ya gider. (s.70–73)

Alparslan Moskova’daki NKVD binasına girer. Koridoru geçince komiserin

odasına gider. Odada Stalin’in bir portresinin ve bir heykelinin bulunduğunu

öğreniriz. Komiser Alparslan’i dinlerken, ahizeyi yerine koyar. Alparslan

Page 276: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

264

konuşmasını bitirince odadan ayrılarak koridoru geçer. Koridorda çöp sepetinden

Tamara’nın mektubunu alıp NKVD binasından çıkar. Otele doğru gider. (s.74–79)

Alparslan insanlarla dolu olan Moskova’nın istasyonuna gidip oradan bileti

aldıktan sonra trene biner. Tren savaş bölgesine gittiği için boştur. Bu arada

Alparslan tek başına bir kanepeye oturur. Tren uzun bir yolculuktan sonra Stalingrad

şehrine girer. Alparslan şehri dolaşırken, NKVD elemanları tarafından yakalanır.

NKVD elemanları, Alparslan’ı Stalingrad’daki NKVD binasına götürürler. Alparslan

orada bir soruşturmaya geçirir. Sonra serbest bırakıldıktan sonra Alman cephesine

geçer. (s.80–86)

Ruslar, Kırım’a hücuma geçerler. Kızılordu ve Alaman ordusu Kırım

üzerinde çarpışıyor. Çarpışmalar da Akmescit’a kadar yayılır. (s.95) Yazar,

Akmescit’teki çarpışmaları şu şekilde tasvir eder: “Kızılordu ve Alman ordusu

Akmescit yakınlarında, bazen içlerinde çatışıyordu. Atılan toplarla, savrulan güllerle,

el bombalarıyla ve kurşun sesleriyle Akmescit bir hayalet şehrine dönmüştü. Bunca

gürültüye insanların çırpınışları da katılınca ana-baba gününe dönüyordu

Akmescit…” (s.96), “Akmescit korkunç bir savaşa sahne oluyordu. Uçak, tank,

makineli ve gülle sesleri… Vurulanların, hastaların ve yaralıların feryadı arşa

dayanıyordu…” (s.97)

Nihayet Alman ordusu Kırım’ı terk eder, onun yerini kızılordusu alır.110 Bu

sıralarda Ruslar, Kırım Türklerini imha etmeye çalışırlar. Binalar, evler, camileri

yerle bir ederler. Kırım’dan kaçan Türkleri bile öldürürler. (s.97–103)

Romanın son sahnesi ise, Kırım Türklerinin Sibirya’ya tehciridir: “Sürgün

edilmek için akmescit sokaklarında gezen askerler, vardıkları evlerden Türkleri

alarak kamyona, oradan istasyona götürüyordu.” (s.106) Burada yazar, Kırım ve

110 1943 Kasım ayı geldiğinde Sovyet ordusu Kırım’ın anahtarı olan Prekop’a doğru hızla ilerliyordu.Kızıl Ordu 1944Nisan’ında Kırım’a girdi ve Mayıs ayında Almanlar Kırım yarımadasından tamamençıkarıldılar. Kızıl Ordu’nun Kırım’da bulunduğu ilk hafta boyunca, Sovyet subayları Türkler üzerineterör estirdiler. Almanlarla işbirliği yapmak suçundan her iki Kırım Türkü’nden biri idam edildi.Birçok Türk köyünün bütün nüfusu (kadın, erkek, çocuk) mahkeme edilmeden idam edildi.Hüsamettin Aslan, a.g. dergi, s.7

Page 277: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

265

Sibirya olmak üzere iki mekân arasında bir mukayese yapar: “Kırım’a Ruslar,

Ukraynalılar, Ermeniler gibi milletler yerleştiriliyor… Türkler ise bu güzel vatandan

sürgün ediliyor… O yeşil yarımadada Türkler yaşamıyor.”, “Sibirya fırtınaları

altında Kırım Türkleri inim inim inliyor… Kimi kızıl zindanlarda, kimi çalışma

kamplarında, kimi kolhozlarda ve kimi ölüm hücrelerinde çile dolduruyor.” (s.113)

Görüldüğü gibi romanlarda mekânla insan arasında bir ilişki kurulmaya

çalışılmıştır. Öncelikle genel bir şekilde yaklaştık ve romandaki olayların geçtiği

mekânı bütünlük içerisinde gösterdik. Burada bizim için önemli olan mekânın tarihî

atmosferi verip veremediği idi. Bunda her yazarın aynı ölçüde başarılı olduğunu

söyleyemeyiz. Fakat genellikle yazarlar olay-kişi-zaman-mekân ilişkisine dikkat

etmeye çalışmışlardır. Şimdi bu mekânları daha ayrıntıya inerek mahiyetlerini

belirlemek istiyoruz.

I. Tabiî Coğrafya

Tabiî cağrafya; çöl, deniz, dağ, tepe, ova gibi dünyada yer alan çoğrafyanın

bir parçasıdır. İncelenen romanlarda tabiî çoğrafyanın yerini tespit etmeye

çalışacağız. Bildiğimiz gibi göç hayatında tabiî çoğrafya önemli bir yer tutar. Göç

eden insanlar, bir dağdan ovaya veya ovadan diğerine giderler. Bir örnek olarak tabiî

çoğrayfa, Türklerin göç hayatını gösteren Osmancık romanına damgasını vurur.

Burada dağlık, akarsu, ova, çöl ve adayı kapsayan tabiî çoğrafyanın

romanlarda yerini ve dağılımını ele alacağız.

a. Dağlık

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Toros dağlarının adı geçer. Aksungur ile

Halit Ağa, Bağdat’a giderlerken, kendilerinin Toros dağlarını tırmandıklarını

öğreniriz. Aksungur, şu şekilde dağları tasvir eder: “Torosları tırmanıyorduk. Bu

dağlarda bambaşka bir hava vardı. İlkbahar mevsiminin bahar kokuları, dağ

havasıyla içimize büyük bir huzur veriyordu. Yerdeki otlar, tatlı yeşil renkleriyle göz

dinlendiriyordu.

Page 278: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

266

Hava kararırken, kocaman bir ağaç altında gecelemeye karar verdik. Altar’la

İlteber atlarımızı alarak başka bir ağaç altına çektiler.” (s.49) Dağın çiçeklerinin

keskin ve tatlı kokularının olduğunu öğreniriz. (s.71) Aksungur, dağın güzelliğini

prensesin güzelliğiyle birleştirir: “Dağ çiçekleri, uyanan toprak ve değişik arazi

şekilleri, kuşlar velhasıl bütün güzelliği ile kırlar ve Prenses…

Söze ben başladım:

- Sabahlarınız hayır olsun Prenses!

- Sizin de aksungur Bahadır!

Yanına yaklaştım. İkimiz de konuşmadan aşağıya bakmaya başladık. Aşağısı

sisler içinde idi. Yer yer sisleri delmiş tepeler koyu renkli gözüküyorlardı. Bazı

kısımlarda da sisler eriyip kayboluyorlardı. Ciğerleri hazla şişiren serin ve temiz dağ

havası, insana yaşama zevki veriyordu.” (s.73)

Selâhaddin Eyyûbî romanında Akka Kalesinin muhasarası esnasında Sultan

Selâhaddin, kalede bir miktar asker bırakıp ordunun çoğunu kendisinin yanına alarak

Harruba Dağ’ına çekilir. Oradan çıkarak Haçlılara karşı hücumları yapar, sonra dağa

döner. (s.163) Ama yazar, dağla ilgili ayrıntılı bilgileri vermez.

Yıldırım Bayezid romanında Timur ordusuyla Sivas kalesine ilerlerken,

kaleye giden yola girer. Orası dağlık bir bölgedir. Sivas kumandanları ise dağ

geçidinin her iki tarafını tutarlar: “Asırlık çam ve ladin ağaçlarının altında kayalıklar

arasında, yosun kokusunu içerek, Allah’a duâ edip, Moğolların yolunu kesmiş

olmanın rahatlığı içinde kalan cihangirler düşmanı kollamakla meşguldür.

Bu kayalardan neden faydalanmak olmasındı? Kumandanlar böyle

düşündüler. Yiğitler, taşları taş üstüne koyup, parçalayarak yanlarında topladılar. Bir

taraftan Timurlenk’in askerlerine ok fırlatılacak, öbür yandan da bu kaya parçaları

üstlerine yuvarlanacak, böylelikle Sivas’a düşmanın girmesi önlenecekti.” (s.139)

Dağlı (Dargo) romanındaki olayların büyük bir kısmı Dağıstan’da cereyan

ettiği için romanda dağlıklar önemli bir yer tutar. Romanda ilk mekân dağdır. Ama

Page 279: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

267

bu dağın ismi veya onunla ilgili bir tasvir verilmez. Rus askerleri, Şamil’in bu dağın

başlarında bulunduğunu tahmin ederek korkarlar. (s.6–13)

Karasu romanında Mustafa Ağa, Onnik’in peşinde gider. Bu sıralarda

Onnik’in Mürid Dağı’na gizlendiğini bilen Mustafa ağa, yanına dağları iyice bilen

kişileri alıp Mürid Dağı’na gider. Yazar, dağda takip sahnesini şu şekilde tasvir eder:

“Dağlar mağaralar denetim altına alınmıştı. Gözcülerin çıkardığı dumanlar,

haberleşmede etkili oluyordu. Sonunda Onnik’in Mürid Dağı’ndaki yerini

saptamakta güçlük çekmemişlerdi. Gökyüzü bulutluydu. Yarım ay ışığı altında

dağlar bir hoş olmuştu. Onnik’in bulunduğu mağaradan güçsüz bir ışık sızıyordu.

İçerden ise yalvaran kadın sesleri geliyordu. Onnik dağların yalnızlığını ırz

düşmanlığında gidereceğini sanıyordu.” (s.48–49) Onnik’in adamlarının bir bölümü,

mağarayı korurken, ikinci bölüm ise gerilerde mevzilenerek bir baskın durumunda,

yardıma hazırdır. (s.49) Mustafa ağa adamları ile Onnik’in adamları arasında Mürid

Dağı’nda çatışma başlar. Bu sıralarda Onnik, yanına kaçırdığı kadınları alarak

Mehtap Dağı’na aşarak kaçar. (s.49–50)

Vatan Dediler romanında Tacım köylüleri, Hoca köyünün önünden geçerler.

Yol oradan itibaren dağlıktır. Yazar, yolu şu şekilde tasvir eder: “Vurup geçtiler

köyün önünden kuzey doğuya doğru yol alıyorlardı. Dağlık bir bölgeydi. Yol gittikçe

bozuldu. Yokuşlarda inişlerde atlar zorluk çekiyordu. İki yanda kayalık dağlar vardı.

Herkes kendi içine gömülmüştü. Hiç konuşmadan, birbirlerini koğuşturarak yol

alıyorlardı.” (s.19)

Türk askerleri savaşırken, Kırgız Dağının gerisine çekilme emrini alırlar.

Askerler çekilme emrini duyunca, üzülürler. Ama yüzbaşı askerlere emri açıklar:

“Çekilmek yenilmek demek değildir. Uygun bir yere çekileceğiz ve iyi bir tokat

atacağız. Düşman ne kadar ilerlerse o kadar zayıflar.” (s.264) Askerler de Kırgız

dağının eteklerinde mevziye girerler.

Çaldağı da çatışmalarda karşımıza çıkar. Türk askerleri, Çaldağı’nin

eteklerinde yine mevziye girerler. Çaldağı’nin yanında bir köyün bulunduğunu

Page 280: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

268

öğreniriz. (s.293) Askerlerin de sıcak güneşli günlerde Çardağı’nin gölgesinde

oturduklarını öğreniriz. (s.309)

b. Akarsular

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Dicle Nehri söz konusudur. Aksungur ve

arkadaşlarının Bağdat’a geldiklerinde Dicle Nehrinin güzelliğinin karşısında hayran

kalırlar: “Dicle Nehri; ilerlerde, gümüş bir şerit gibi uzanıyordu. Nehrin kenarında

hurma ağaçları ve palmiyeler; Cenab-ı Hakk’ın, çöldeki mucizesinin işaretleri gibi

sıralanmışlardı.” (s.92) Onlar da nehrin kıyısında bir hana giderler. Sonra atlarını

nehrin sularından suladıktan sonra kendileri de nehre girerek yıkanırlar. (s.92)

Aksungur ve arkadaşları Kahire’ye gittikten sonra Nil Nehrini görürler.

Aksungur, Nil nehrinin Mısır için çok önemli olduğunu, Kahire, Nil Nehri yüzünden

cennet gibi gözüktüğünü söyler. (s.108) Aksungur ve Karabay, Kahire’den Prenses

Süreyya’nın yardımıyla da Nil nehrinde duran beyaz yelkenleri bir gemiyle kaçarlar.

(s.173)

Selâhaddin Eyyûbî romanında Nil Nehri’nden söz edilir. Yazar-anlatıcı, hem

Nil Nehrinin güzelliğini, hem de Selâhaddin Eyyûbî’nin savaşta ustalığını anlatır:

“Baharın güzel günleriydi o günler. Nil, palmiyelerin arasından boz bulanık

akıyordu. Suları hayli azalmıştı. Etrafını dolaşmaktansa, askeri tulumlara bindirip

karşı kıyıya geçirmek düştü aklına. Amcası Şirkuh’a açtı meseleyi. Muhalefetiyle

karşılaştı, ama bir deneme ruhsatı kopardı. İşte koyuldu. Ve tek can kaybı olmadan

Nil’in karşı kıyısına ulaştırdı orduyu. Kumandanlar hayretten dona kaldılar. Askerler

Selâhaddin Eyyûbî adını efsaneleştirdiler.” (s.37)

Binatlı romanında olaylar Tuna Nehri civarında cereyan eder. Yazar, Tuna

nehrini olaylarla birleştirmeye çalışır. Romanın başında Tuna nehrinin suyu, bulanık

olarak karşımıza çıkar. Burada yazar, esir Müslümanların yaşadıkları dramı Tuna

suyuna yansıtır. (s.5) Romanın sonunda ise, Tuna nehrinin suyunun, şiir gibi aktığı

tasvir edilir. Burada da Tuna nehrinin suyu, Niğbolu zaferine kutlacasına meydana

getirilir. (s.70)

Page 281: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

269

İlk Hançer romanında Sefa Giray Han’ın, Moskova’dan Kazan’a doğru

dönerken ordusuyla Oka nehrini geçtiğini öğreniriz. (s.43)

Hilâl görününce romanında Kırım’ın tabiat güzelliği önemli bir yer tutar.

Akarsular, bu tabiat güzelliğinin başında gelir. Yazar, Kırım’ın nehirleriyle ilgili bize

şu genel bakışı verir: “Yukarıda bozkır, baştan başa güz yeşilini kuşanmıştı. Salgır,

Alma, Çorgona, Belbek, Kaçı, Bulganak suları köpüre köpüre akıyorlardı.” (s.155)

Romanda Kırım’ın nehirlerinden olan Salgır ve Alma nehirleri de karşımıza

çıkar. Salgır Nehrinin kıyısına gelen Arslan Bey, öfkesinden sıyrılarak kendine gelir:

“Arslan Bey Salgır Nehri kıyısına varınca atından indi. Yola çıktığında iyice

sinirliydi. Ama şimdi Salgır Nehrinin serin suları onu kendine getirmişti. Suyu

yüzüne vurduktan sonra kalktı, yumruklarını sıkarak “Çelik gibi olmalıyım.” diye

söyledi. “O gergedanı yenmeliyim. Yeneceğim de… Çünkü Arslan Beyin yenilmesi

demek, şu suyun kuruması demektir.” (s.190)

Alma Nehri ise, yukarıda sözü edilen Salgır Nehrinin oynadığı aynı rolü

oynar. Alma Nehrine gelen Giray ve Bahtalı Bey, suyu görür görmez kendilerine

gelerek rahatlanırlar: “Alma kıyılarına varıncaya kadar hiç konuşmadan at sürdüler.

Gazibeyli köyünün yakınlarına gelince atlarından indiler. Su kıyısında mola verdiler.

Ortalıkta, akıp giden Alma suyunun sesinden başka ses yoktu. Su bütün kirleri, bütün

acıları temizler gibiydi. Kendi halinde akıp gidiyordu. Pırıl pırıl duruyordu.” (s.162)

Yazar, Alma Nehrinin güzelliğinden uzun uzun bahseder. Nizam Dede’ye

göre Alma Nehri, Kırım’ın tarihini temsil eder, yıllar değişik olay, mecara ve

sıkıntıların karşsında durmadan akar. (s.253) Yazar, da bu nehrin oluşturduğu

manzarayı tasvir eder: “Alma Nehri, parıltılı gümüş bir kemere benziyor, dolana

dolana akıyorduç” (s.252–253), “Alma Suyu köpüre köpüre akıyor, bazı yerlerde

çalıların gölgesinde bürünüyor, birden kristal bir ayna gibi parlayıp ortaya

çıkıyordu.” (s.35)

Page 282: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

270

Bahçesaray’daki Çürüksu, içilmez olarak karşımıza çıkar. (s.41) “Çürüksu

ağır ağır akıyor, güneşin uzandığı çayırlarda, boylanmış otlar arasında gelincikler

kıpırdıyordu. Sabahın bıraktığı çiğ otların üzerinden henüz silinmemişti.” (s.324)

İsyan eşiği romanında Malatya’da Derme Suyu’ndan söz edilir: “Nisan-

Mayıs dışında, on ay duru akar Deme Suyu, Nisan-Mayıs aylarında, vadi

yamaçlarından seller kalkar. Bazı yıllar, uzak dağlardan gelen seller, vadi

tabanındaki bahçeleri basar, bağları harap eder, kırmızı toprak akar Derme Suyu.”

(s.50–51)

Yine aynı romanda bir başka akarsu da söz konusudur. Yazar, köydeki Banazı

Çayı’nı dikkatle tasvir eder: “Banazı Çayı; toprak renginde, yer yer de coşkun

akmada. Kopup geldiği tepelerden, köprüye dek uzayan alanlarda, bitki türü adına ne

varsa hepsi karışmış suya. Kenger tohumundan çınar dalına dek. Köpükleşerek

çevrilen girdaplarda, belki binlerce boğulmuş böcek dönmekte. Belki dipte bir

hayvan sürüklenmekte. Suyun yüzünde dal parçaları akıyor. Arada, kökünden

sökülmüş ağaçlar sürükleniyor.

Ağaçların gövdesinde dağılan dalgalar, uysalca suya dönüp yeniden

hızlanıyor. Sıçrayan damlalar; dallarda, yapraklarda kızıl lekeler bırakıyor. Çay

boyunca, iki yanlı sıralanmış ağaçların dalları, suyun sarsışına uygun bir ahenkle

ırgalanıyor. Dibi oyulan ağaçlar, şiddetli titreşmekte. Yıkıldı, yıkılacak. Kıyı

girintilerinde, kesik uzantılar köpükler, bir beyaz dantel görünümü veriyor. Gökyüzü

açık mavi. Yapraklar filiz yeşili. Çay toprak kırmızısı.” (s.94–95)

Romanda Fırat nehri de sahnelerden biridir. Romanın sonunda Hasan, Fırat

kıyısında öldürülür. Yazar, bu sahnede Fırat nehrini tasvir etmeden sahneyi

bırakmaz: “Tümseğin az ilerisinden başlayan ılgın ağaçlarının bir kısmı, suların

içinde kalmıştı. Fırat; geniş bir alana yayılmış, bütün kumsalı sarmıştı. Kırmızı

çamur renginde akıyordu.” (s.253)

Karasu romanındaki vak’aların, Fırat ırmağının civarlarında cereyan ettiği

için Fırat ırmağı geniş bir yer tutar. Yazar, “Fırat kuzeyine” (s.81), “Fırat

Page 283: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

271

kuzeyindeki Ermeni köyleri” (s.100) gibi yerleri belirtmek için Fırat ırmağını

kullanır. Fırat ırmağının, her yerde geçit vermediğini öğreniriz. (s.72) Yazar, Fırat

sularını olaylarla birkaç yerde birleştirir. Fırat ırmağı yanında komitecilerin

yaptıkları katliamın yüzünden Fırat suları, duru ve bulanık olarak görünür. (s.83)

Aynı şekilde komiteciler Anadolu topraklarından çıktıktan sonra Fırat’ın suları

“Irmak artık kan kokmuyor. Duru ırmakta bir mutluluk akıp gidiyor.” (s.130) diye

verilir.

Görüldüğü gibi Türklerin yüzyıllar boyunca kurdukları devletler geniş bir

coğrafyaya yayılır. Burada Türkiye-Irak’taki Dicle Nehri, Mısır’daki Nil Nehri ve

Kırım’da bulunan Salgır ve Alma Nehirleri, bu geniş coğrafyanın uzanması ve

dağılımını gösterir.

c. Ovalık

İsyan eşiği romanında Onbaşı Yusuf, Malatya Ovasından geçerek kendi

köyüne döner. Anlatıcı, bu sırada Malatya Ovasını sanki elinde kamera varmış gibi

tasvir eder: “Serin alacakaranlığa, baharın kokusu yapışmış gibiydi. Baharda karlar

gerileyip de dağlara çekilince; bembeyaz dağların ortasında kocaman, geniş, yamuk

bir tepsidir Malatya Ovası. Dağ başlarının beyazlığı bitmeden, ovaya bir başka

beyazlık yürür.” (s.48)

Vatan Dediler romanında Tacım köylüleri, Afyon’a orduya katılmak

amacıyla giderler. (s.25) Yazar, Afyon Ovasını şu şekilde tasvir eder: “Geniş, çıplak

bir ovaydı. İki yanda bataklıklar, sazlıklar görünüyordu. Köylüler hâlâ harmanlarda

çalışıyorlardı. Buralarda harmanlar yeni kalkıyordu. Yogun öküzler, tüyü dökülmüş

mandalar kağnıları çekiyorlardı.”… “İlerde Afyon’un kayalık dağları görünmüştü.

Dimdik fırlıyorlardı yukarı. Ovanın yüzünde yer yer toz bulutları görünüyordu.

Otlaktan dönen hayvan sürüleri yolların tozunu havaya kaldırıyordu. Şehrin kıyısında

asker çadırları vardı.” (s.27)

Türk askerleri, İnönü Savaşı kazanılmadan önce ovayı gözetlemeye giderler:

“Atlara binip sürdüler. Tepeleri çabukça aşıp dereleri koğuşturuyorlardı. Atlar var

Page 284: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

272

güçleriyle koşuyordu. Engebeli bir araziydi. Savaş gürültüleri gittikçe

yakınlaşıyordu. Haceli geriden Mahmut’u koğuşturuyor, ikide bir sağa sola

bakıyordu.”… “Sürülmüş bir tarlayı ortalayıp geçtiler. Toprak çamurdu, atlar

batıyordu. Tarlanın bitiminde bir at ölüsüne rastladılar.”… “Atları dereye yukarı

sürdüler. Ardıçlı bir tepeydi.” (s.186), “Derin tepeye girdiler. Az bir su akıyordu.

Çalılık taşlık bir dereydi.” (s.187)

d. Çöller (Sahralar)

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Aksungur ve arkadaşları Bağdat’tan

Kahire’ye giderler. Onların, çölü geçtiklerini, çölde çok sayıda sıkıntıları çektiklerini

öğreniriz. (s.108) Ama geçtikleri çölle ilgili tasvirler yoktur.

Aksungur, kız kardeşini kaçırdıktan sonra arkadaşlarıyla birlikte Kahire’den

kaçar. Onlar çöldeyken, Hasan Sabbah’ın adamları tarafından sarılırlar. Aksungur,

kız kardeşini Halit Ağa ile gönderir, kendisi ve diğer arkadaşları ise askerlerle kanlı

bir çarpışmaya başlarlar. O sıralarda çölün hafif dalgalandığını öğreniriz. Aksungur,

oldukları çölün kum tepeciklerinin bulunduğunu söyler. (s.148)

Selâhaddin Eyyûbî romanında Tih Çölü söz konusudur. Romanın

olaylarından Selâhaddin Eyyûbî’nin, Tih Çölünü iki defa geçtiğini öğreniriz. (s.20,

36) Selâhaddin Eyyûbî, askerleriyle Askalan Kalesinden çıktıktan sonra Mısır’a

gitmek üzere Tih çölüne girer. Tih Çölünde çeşitli zorlukları çeken Selâhaddin

Eyyûbi, şiddetli bir fırtınayla karşılaşır: “Yürekleri ürperten fırtına çıkmıştı. Çöl

pençelerini açmış, parmaklarını yolcuların gırtlağına geçirmek üzere hazırlanmıştı.

Bundan sonrası çok zordu. Korkunç bir muharebe verilecekti. Daima kazanmaya

alışık çölün dize gelmesi, Allah’ın inâyetiyle mümkündü. Ve Sultan Selâhaddin

Eyyûbî, hep dua ediyordu.” (s.22)

Tih Çölü, sıradan değil, ama korkunç bir çöl olarak tasvir edilir: “Mezara

girer gibi girmişti Tih Sahrasına.” (s.21), “çölün öfkesi” (s.22), “amansız çölü”

(s.21), “kum deryası” (s.23)… gibi tasvir edilen Tih Sahrasının aşması kolay bir şey

değildir: “Tih Sahrası alışıktı insan yenmeye; kervanlar, ordular yutmaya. Kendisini

Page 285: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

273

kolay çiğnetmezdi. Âdeta diklenir, ordulara mukavemet ederdi. Yolcularla çöl

arasında zorlu mu zorlu bir muharebe başlardı. Çöl kazanırdı çoğunluk; kazandıktan

sonra çömelir, sakinleşir, yaptığından utanmışçasına büzülürdü. Ve deli rüzgâr

durulur, ince kum taneleri hafiften savrularak cesetlerin üstüne örtülürdü.” (s.21)

Fırtına esnasında çölü geçmek, ölüm demektir: “Rüzgâr azıtmıştı. İnce kumlar

helezoni kıvrımlarla semaya dikiliyordu.” (s.21), “Rüzgâr dolu dizgin koptu. Kum

denizi kalktı kabardı. Hecin develeri aksi aksi bağırdılar.” (s.23), “Sessiz çöl

canlanmıştı. Nefes nefes soluyor, bazen yaralı aslanların hırıltısına benzer sesler

geliyordu. İyice sinmişlerdi. Durum iç açıcı değildi.” (s.24), “Kum denizi bin türlü

güçlüklerle aştılar.” (s.36)

IV. Murad -2- romanında Sultan IV. Murad, ordusuyla çöl tarafından Bağdat

kalesini kuşatır. Kaledediler, birdenbire de çöl tarafından yoğun top ateşiyle

karşılaşınca şaşırırlar. (s.302–303)

e. Adalar

Kaçırılan Prenses romanında Şeytanlar diye çetenin karargâhı Bizans’taki

Kızılada’dır. Orada bir manastırda buluşurlar. Dimitri Korbos, kaçırılmış prensesin,

adanın arka tarafında demirlemiş bir yelkenlide olduğunu söyler. Sunguroğlu ile

İbrahim oryaya derhal giderler. Kızı kurtarırlar. (s.146)

Gemide İsyan romanında Sunguroğlu’nun, Rodos’a gitmek için bindiği gemi

denizde batar. Denize karışan bir direk sayesinde kurtarabilen Sunguroğlu, kaptan

Guidi’i tutarak bir adaya yüzer. Geldikleri adanın kumsalının kırmızı olduğunu

öğreniriz. Sunguroğlu, adaya ulaştıktan sonra kırk adım kadar gidip sonra bayılır.

(75–77) İhtiyar balıkçı Herzel, kumsal üstünde uzaktan iki lekeyi görür. Onları evine

götürür. (s.84–85) İhtiyar balıkçı Herzel, Sunguroğlu’ya adayı şu şekilde tarif eder:

“Bir köy, bir sahil köyü; üstelik de ada… Kolay kolay gemi uğramaz buraya. Yani

emniyettesiniz. İmparator bile sizi bulamaz.” (s.87)

Gemide İsyan romanında Rodos adası söz konusudur. Sunguroğlu,

gemicilerin yardımıyla Padima’yı ele geçirdikten sonra arkadaşlarını kurtarmak için

Page 286: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

274

Rodos’a gider. Yazar, sahneyi şu şekilde tasvir eder: “Sabahın erken saatlerinde

Padima, Rodos’un gözden uzak bir koyuna demir attı. Sahilden hemen sonra orman

başlıyor ve adanın içlerine doğru uzanıyordu. Rodos’u çok iyi tanıyan kaptan Guidi,

limana girmenin tehlikeli olacağını söylemişti. Liman görevlileri Padima’nın

bugünlerde gelmesi gerektiğini mutlaka biliyorlardı. Limana girer girmez gemiye

çıkmak isteyeceklerdi.

“Ya yine isterlerse?” diye sormuştu Sunguroğlu endişeyle…

“Kırmızı bayrak asacağız. Bu, gemide bulaşıcı hastalık var demektır. Kimse

gelmeye cesaret edemez.”

Kırmızı bayrağı çekip Heston’u da bağladıktan sonra karaya çıktılar. Heston

çok mızmızlandı, ama güvenemezlerdi. Don Piyer’in adamlarına haber

vermeyeceğinden emin olamazlardı. Ormana bir hayli yürüdüler. Kaptan Guidi

nerede bulunduklarını hesaplamıştı. “Yolumuz uzunca” dedi. “Bir köye filân

rastlayacağımızı umuyorum. İki at satın alabilirsek yaşadık, öğleye varmaz şehirde

oluruz.”

Şansları yaver gidiyordu. Kuşluk vakti bir köye rastladılar. Kaptan Guidi iki

at satın aldı. Dörtnala mahmuzladılar. Ve öğle vakti Rodos’un en büyük liman

şehrine vardılar. Sokakların kalabalığı şaşırtıcıydı. İnsan sel gibi akıyordu. Gürültü

ise dayanılmaz hâle gelmişti.” (s.137–138)

Sunguroğlu, Rodos’u iyice bilen Guidi’nin yardımıyla bütün olup biteni bilir.

İbrahim ile Köse diğer esirler ile Şenlik gününde satılacaklar. (s.140) Bu sırada

Guidi, İslamiyet’e girip adını Ömer’e değiştirir. (s.147)

Beyaz Kale romanında yazar İstanbul’da veba yayıldıktan sonra bir kürekçi

ile anlaşarak Heybeliada’ya kaçar. Yol, altı saat sürer. Yazar adada kimsesiz bir Rum

balıkçının evinde oturur. (s.96–97) Evin arka bahçesi vardır. Bir gün yazar bahçede

uzanırken, Hoca’yı görür. (s.99) Sabahları balıkçıyla birlikte denize gider.

Akşamüstü döner. Adada yazar gibi vebadan kaçan çok sayıda Hıristiyan’ın

bulunduğunu öğreniriz. Adada bir manastır da bulunur. Yazar, manastırın bağına

Page 287: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

275

girip asmaların altında tatlı tatlı uyur. Bir de incir ağacın altında oturarak İstanbul’a

bakar. (s.96–97)

II. Yerleşilen, Barınılan veya Bir İhtiyaç İçin Yapılan Mekânlar

1. Açık Mekânlar

a. Kaleler (Hisarlar)

Selâhaddin Eyyûbî romanında olayların önemli bir kısmı, kaleler içinde

cereyan eder. Bunun üzerine romanda birçok kalelere rastlarız. Romanda ilk

gösterilen kale, Askalan Kalesidir. Zaten roman, Selâhaddin’in askerleriyle Askalan

Kalesinde kuşatılırken başlar. (s.13) Selâhaddin, kumandanlarıyla kalenin büyük bir

odasında toplantı yapar. Kalenin birçok borçları olduğunu öğreniriz. Askalan Kalesi,

küçük bir kale olarak önümüze çıkar. (s.13–15) Bir sulh teklifinin üzerine

Selâhaddin, Haçlılara kaleyi bırakır. (s.16–17) Yazar, kaleyi tasvir eden başka bir

unsur vermez.

Selâhaddin Eyyûbî’nin, Halep seferine çıktıktan sonra birkaç kaleyi zapt

ettiğini öğreniriz. Anlatıcı sadece onların adlarını verir: “Bir başka sabah vurdu Reha

Kalesi’ni, ardından Hıns’ı…

Sonra Keyf, Rakka, Nusaybin, Ayıntap, Diyarıbekr, Hadım… Ve Halep…”

(s.93)

Yazarın, üzerinde durduğu ikinci kale ise, Akka Kalesidir. Gui dö Lusignan,

Kudüs’ü Selâhaddin Eyyûbî’ye teslim ettikten sonra şehirden çıkar, birden bire

aklına Akka Kalesine gider. Ona göre Akka Kalesi, diğer bütün kalelerden daha

zayıftır. Bunun için kalenin işgali, epey zor bir iş değildir. Orada ordugâh olarak

kullandığı yerin etrafına derin hendekler kazmaya başlatarak kaleyi muhasara eder.

Sultan Selâhaddin ise bunu daha önce beklediği için çoktan askerleri ile birlikte

kalenin içerisindedir. (s.153–156) Haçlılar, kaleyi sararlar, zaman zaman hücum

ederler. Kalenin savunmasının, iki yıl sürdüğünü öğreniriz. (s.163)

Page 288: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

276

Osmancık romanında birkaç kale karşımıza çıkar. Osman Gazi’nin fethettiği

yerlerdir bunlar. Romanda rastladığımız ilk kale, Kulacahisar’dır. Osman Gazi,

Kulacahisar’ı fethetmek ister. Bunu bilen kalenin tekfürü Aya Nikola, kalede bütün

adamlarını toplar. (s.173) Osman Gazi, yoldaşlarıyla Kulacahisar’a Pazar gününde

gider. O gün Köprücük’te Pazar kurulduğu gündür. Kalenin kapıları açıktır. Osman

Gazi, planladığı gibi kendisi birkaç atlı ile kalenin kapısına yaklaşır. Diğer atlılar ise,

ırmağın öte yakasında tepenin yan eteğinde saldırıya hazır olarak beklerler. Kaledeki

savaşçılar, Osman Gazi’nin birkaç atlı ile geldiğini görünce kaleyi terk ederek

Osman Gazi’ya saldırmaya koşarlar. Osman Gazi de ırmağı geçer. Orada çarpışma

başlar. Bu sırada saldırıya hazır diğer atlılar ise, kaleye girip kalenin kumandanını ele

geçirir. (s.175–176) Kale ile ilgili tasvirler yoktur.

Osman Gazi, fethedeceği kaleler arasında bir değerlendirme yaptıktan sonra

Aydos kalesini şu sebeplerle seçer: “Osman beğ, önce; yani İkizce’den sonra,

İnebolu demişti: İnebolu kalesini düşürmek hırsıyla sarsılmıştı. Ama, Harlak dönüşü,

yavaş yavaş bu hırsı dizginledi, yatıştırdı, uyuttu. Artık yöreyi ve yörenin önemi

bakımından hisarları değerlendirebiliyordu; yörenin, kale dışı köyleriyle, kaleleriyle

Türkler’e ve özellikle Kayı’ya tutum ve davranışlarını öğrenmişti. Ölçtü, biçti;

Aydos’u seçti. Aydos’un düşürülşmesi çok şey kazandıracaktı; buna karar verdi.”

(s.233)

Osman Gazi’nin ilk yaptığı şey, Aydos kalesini kuşatmaktır. Diğer taraftan da

diğer erleri ile Aydos’a gelen yolları tutar. Bir gün kalenin koruyucuları, çıktıklar

burçlarından Osman Gazi’nin çadırlarını görürler. Çok geçmeden Osman Gazi’nin

elçisi Abdullah, elçi olarak gelir. Abdullah, kalenin tekfürü Nikeforos ile konuşur.

Halka zarar vermeden kalenin teslimi ister. Nikeforos, Abdullah’ı kaleden aşağıya

attırarak öldürür. Osman Gazi ise, bu durum üzerine öç almaya ısrar eder. (s.233–

234) Osman Gazi, kaleyi iyice muhasara eder: Kuşatmanın ikinci gününde

Karacahisar tekfürü Aleksius’un gönderdiği kuvvetlerin yarıdan çoğu kılıçtan

geçirilir. Ama bütün bunlara rağmen kaleye hiçbir türlü girilemez. Anlatıcı kaleyi

tasvir ederek bunun sebebini şu şekilde anlatır: “Ama hisarın hendekleri genişti;

kapıları koçbaşlarına dayanıyordu. Osman beğ, ok yağmuruna karşı kullandığı tahta

Page 289: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

277

siperler altında, serdengeçtileri ile ne kadar zorladıysa da içeri giremedi.” (s.237)

Bunun yanında da Aydos savaşçıları, gerilmiş yayları, doldurulmuş sapanları ve

kızdırılmış yağ kazanları ile kalenin burçlarında beklerler. (s.237) Bu sıralarda

kaleden çıkan ve Rahman’a âşık olan Rum kızı Evdoksiya, Rahman’a şimdi

gitmesini söyler: “Sen yarın değil, ondan bir sonraki gece, ay yükselmeden gel.

Yanında inandığın sekiz, on erle gel; gün batısındaki burcun altında ol, ki hisarı ben

size vereyim.” (s.238–239) Rahman, Evdoksiya’nın ayarladığı mekâna gelip

arkadaşlarıyla birlikte kaleye girebilir. Yazar, durumu ve Rahman’ın kaleye girişi şu

şekilde tasvir eder: “Ay, sağdaki tepenin üstünden baş veriyordu; kıpkırmızı ve belli

belirsiz duman tüten bir kor parçası gibiydi. Rahman burcun altına geldikleri zaman,

puhu kuşunu taklit etti. O zaman, ayaklarının yanına küçük bir taş düştü. Arkasından

da, ucuna demir bağlanmış bir urgan atıldı. Burçta ince yapılı bir gölge belirmişti.

İpe önce Gazi Rahman asıldı; yokladı onu. Ve sağlam tutturulduğunu anlayınca

hızla, bir ömürcek gibi tırmandı. O, daha duvara atlarken, erlerden biri de bir hayli

yükselmişti.” (s.240–241) Çok geçmeden Gazi Rahman’ın aşağıdaki yoldaşları

burçta olurlar. Ama kapının yanındaki girintilerden iki nöbetçi gelir. Gazi Rahman’ın

arkadaşlarından beş kişi nöbetçilere saldırırken, diğerler yoldaşlar ise, kalenin

kapısının demir vurmalarını kaldırıp kilidi parçalarlar. Bu sıralarda kalenin boruları

çalınır. Yüzlerce atlı ve savaşçı de gelir. Ama kalenin dışında bekleyen Osman Gazi

çokten kaleye girmiş olur. Çarpışma ağır bir şekilde sürer. (s.241) Çarpışmalar, her

yere yayılır. Kalenin kilise meydanındaki ve surlarındaki çarpışamalar sona

yaklaşıldığını gösterir. (s.242–243) Nihayette çarpışmada Nikeforos, kaleden aşağıya

attırılır ve kale düşer. (s.246)

Bilecik, Yarhisar ve İnegöl tekfürleri, Osman Gazi’yi ortadan kaldırmak

isterler. Bunun için de kendilerini hazırlamaya başlarlar. Ama bütün bunların

farkında olan ve durumu inceden inceye izleyen Osman Gazi, yoldaşlarıyla İnegöl

kalesine gider. “Osman beğ, aralarında Konur Alp ile Orhan da bulunan elli

savaşçıyı, yaya olarak kale kapısına gönderdi. Kendisi, geri kalanlarla birlikte, kaleye

üç ok atımı güneydeki yamaçların eteğinde, ağaçların arasına girdi. Onlar, atlarının

üzerinde bekleyecek, Konur Alp kurt sesiyle işaret verince de ılgar edeceklerdi.

Page 290: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

278

Konur Alp ile adamları, haleyi çeviren hendekte, ana kapının altında,

köprünün açılacağı yerde gizlendiler.” (s.297) Bundan sonra Bursa’ya giden

pazarcıların çıkması için kalenin kapısı açılır ve köprü indirilir. Bu sırada Konur Alp

adamlarıyla köprünün sağından ve solundan hendeği tırmanmaya başlarlar. Kapıya

gelen Konur Alp, yamaçtaki bekleyenlere işaret verir. Böylece kaleye girilir. Kısa bir

süre içinde İnegöl kalesi, Kayı’nın olur. (s.298)

Son kale ise İznik kalesidir. İznik kalesi, “sağlamdır ve iyi korunmaktadır.”

(s.331) olarak karşımıza çıkar. Bu sebeple Osman Gazi, kaleyi hücumla

düşüremeyeceğini anlar. Osman Gazi, İznik güneyindeki yamaca gider. Orada ‘Kara

Tegin’ diye bir kaleyi yaptırır. Kara Teğin kalesi, İznik’in yolunu kesmek için ve

kalenin girişini çıkışını tutmak amacıyla yaptırılır. Buna dayanamayan İznik tekfürü,

kaleyi teslim eder. (s.331–332)

Kara Şövalye romanında iki kale söz konusudur. Birincisi İzmit kalesidir.

Sunguroğlu ve İbrahim, İzmit’e geç bir vakitte gelirler. Kalenin kapıları kapalı

olduğu için sabaha kadar beklerler. (s.62) Üç arkadaşlar, ertesi gün kaleye giderler:

“Etraf aydınlanmıştır. İzmit kalesi, güneşin ilk ışıkları altında yıkanıyordu.” (s.69)

Kalenin surlarına yaklaşırlar, sonra kaleye girerler. (s.75–76)

Zikredilen ikinci kale ise Koyulhisar Kalesidir. İzmit Beyi Prens Kalo Yani,

tehlike zamanlarında muhkem ve sağlam olan Koyulhisar Kalesine sığınmak

amacıyla gider. (s.78) Kale ile ilgili tasvir verilmez.

Baskın romanında İznik Kalesi söz konusudur. Bir çetenin mensupları,

kaleye ticaret amacıyla girerler. Nihayet kalenin beyini hapsederek kaleyi ellerine

geçirirler. Kaleye yaklaşan Sunguroğlu ve arkadaşları, ok yağmuruya uğrarlar. Ertesi

sabah kaleden çıkan çiftçilerin arasına girerler. Bu şekilde gün sonunda kaleye

girebilirler. Sunguroğlu ve arkadaşları, çiftçilerle kalenin surlarlarına yaklaştıklarında

kalenin kapısında iki nöbetçiyi bulurlar. Zindandan kurtarılan İznik askerleri yine

kalenin burçlarına gidererk nöbet alırlar. (s.89–100)

Page 291: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

279

Çalınan Hazine romanındaki vak’aların bir kısmı İznik kalesinde cereyan

eder. Şövalye Metiyüs, Orhan Gazi’ye bir mektup göndermiş, bildiği önemli bilgiler

söyleyeceğini belirtmişti. Ama Bursa’ya kadar gidemeyeceği için İznik’i seçer.

Bunun üzerine İbrahim ile Köse, Metiyüs’le görüşmek amacıyla İznik’e gelirler.

İznik kalesinin kapısından geçerler. Kalenin birkaç kapısı bulunduğunu öğreniriz.

Kalenin kuzey kapısı, bir ormanın eteğinde bulunur. Saltuk Bey ise kalenin güneş

kapısındaki nöbetçilerle sohbet eder. (s.57–64)

Gemide İsyan romanında Çimpe kalesi, romanın başında karşımıza çıkar.

Köse, İbrahim’i çağırmak için Çimpe kalesine gider. Köse Yusuf, kalenin kapısından

geçer geçmez kalede fener alayları bulur. Bu sırada nöbetçi tarafından durdurulur.

Şehir beyinin kızının düğünü yüzünden kalenin bu tarafı kalabalık ve gürültülüdür.

Nöbetçi, Köse’ye uyumak isterse başka kapıya girmesini söyler. (s.6–7) Yazar, kale

ile ilgili tasvirler vermez.

Yıldırım Bayezid romanında dört kaleden söz edilir. Bunların birincisi,

Niğbolu kalesidir. Yıldırım Bayezid İstanbul’u kuşatırken, Haçlı ordusu, Niğbolu

kalesinin önünde fırsat kollamaya başlar. “Niğbolu kalesinin ardında Tuna nehri akıp

Karadeniz’e giderdi. Ordugâh ise kalenin batı tarafındaydı. Ordugâh ile Niğbolu

kalesi arasındaki yerde Fransızlar ihtiyat askerlerini toplamışlardı.” (s.89) Yıldırım

Bayezid, yıldırım hızıyla Niğbolu’ya gelir. Otağ-ı Hümayun’un, Niğbolu kalesinin

pek çok uzağında olduğunu öğreniriz. (s.90) Yıldırım Bayezid, kaledeki yiğitlerinin

durum ve ahvalini öğrenmek amacıyla kendisiyle kalenin burçlara bakarak kalenin

duvarının dibine kadar gider. (s.97) Kale ile ilgili tasvirler verilmez.

Van kalesinin adı da geçer. Timur, yüksek taş duvarlardan oluşan Van

kalesini muhasara eder. Van kalesi, yirmi güne kadar süren bir muhasaradan sonra

Timur’un eline düşer. (s.135)

Sözü edilen üçüncü kale, Sivas kalesidir. Timur, ordusuyla şehri almak

amacıyla kaleyi kuşatır: “İlk önce seçilen hedef Sivas kalesiydi. Bu kale müstahkem

mevki olarak göz önünde tutulamazdı. Ayrıca orada Yıldırım Bayezid’in şehzadeleri

kalıyorlardı.” (s.137) Türk askerleri, kalenin dışında bir manevra yapıp kalenin içine

Page 292: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

280

girerler: “Kale kapısından giren süvari, kan ve ter içinde merdivenlerden hızlı

adımlarla sekerek yukarı çıkmıştı. Salona dahil olunca karşısında kumandanlarla

birlikte Süleyman Çelebi’yi ve Ertuğrul beği buldu.” (s.141) Kalenin üç tarafı büyük,

derin su hendekleriyle sarılır. Kalenin muhkem olduğunu öğreniriz. Günler gittikçe

kalenin muhasarası şiddetlenir. Muhasara yönü, batı yakasıdır. (s.146–147) Nihayet

kale, Timur’a teslim edilir. (s.152)

Romanda zikredilen son kale ise Mardin kalesidir. Timur, Sivas kalesini

aldıktan sonra Anadolu’ya doğru yürür. Onun hedefi, Merdin kalesidir. Yazar,

kalenin durumu şu şekilde anlatır: “Uzun bir çöl denizinin karşısında bir kayalık

bulunuyordu. Bu kayalar üstünde bir muhkem kale vardı ki, kumandanı Artukoğlu

taifesinden Tahir Beğ’di. Buraya hâkim olanlar Artukoğullarıydı.

Daha evvel yalçın kayalar üstünde bulunan kale, Timur tarafından zorlanmış

ve fakat içi zahire ile dolu olduğu için, Artukoğlu askeri bir türlü teslim bayrağını

çekmemişti.” (s.180) Timur, kaleyi muhasara eder. Güçlü kalenin burçlarından oklar

atılır. Bu durum karşısında Timur’un, kaleyi zapt edemeyeceğini anlayınca geri

döner. (s.181–184)

Binatlı romanında Haçlı ordusu Niğbolu Kalesini iki koldan muhasara eder.

(s.17) Sultan Yıldırım Bayezid ise, haberi duyar duymaz Niğbolu’yu kurtarmaya

gelir. (s.49) Kalenin kumandanı Doğan Bey, kaleyi teslim etmemek için elinden

geleni yapar. Bu sırada kaledekilere ümit vermek amacıyla Sultan Yıldırım Bayezid,

kalenin surlarına kadar yanaşır ve Doğan Bey’e dayanmalarını söyler. (s.59–63)

Topal Kasırga romanında söz konusu Sivas Kalesi’dir. Timur kaleyi kuşatır.

Malkoç Mustafa Bey kalenin durumunu şu şekilde anlatır: “Surlar sağlamdır;

cennetmekân ceddimiz Keykübad Alâüddin, kolay yıkılmayacak şekilde yaptırmış. O

kadar sağlamdır ki, Timur’un mancınıkları bile yıkamaz, yıkamadığını gördük.

Önceki gün kaç gülle gönderdiler, kaç yer isabet aldı, ama tek taş olsun zedelendi

mi?” (s.98)

Page 293: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

281

İlk Hançer romanında kaleler önemli bir yer tutar. Olayların büyük bir kısmı

Kara Kale, Süya Kalesi, Kazan Kalesi olmak üzere üç kalede cereyan eder. Biyke

Hatun tahttan çekilmek zorunda kaldıktan sonra Kara Kaleye kendisiyle bağlı

kuvvetlerle gider. Çok geçmeden Ruslar kaleye basarlar, Biyke Hatun’u da esir

tutarlar. (s.64–65)

Süya Kalesi ise Ruslar tarafından yaptırılır. Süya’nın İdil nehrinin karıştığı

yerde bulunur. (s.49) İvan’ın amacı, bu kale vasıtasıyla Kazan’ın su yollarını

kapatmaktır. Süya kalesinin inşaatı 1552 yılında tamamlanır. (s.56)

Üçüncü kale ise Kazan Kalesidir. Süya kalesi tamamlandıktan sonra Ruslar,

Kazan kalesini muhasara ederler. Kalenin surlarını yüksek olduğunu biliriz.

Muhasara esnasında da Yüzbaşı Alp, kalenin batı burcundan Rus ordusunun

hareketini takip eder. (s.77–79 ) İlk olarak Ruslar her türlü kaleye giremezler, ama

toplar getirildikten sonra Kale toplara karşı dayanamaz. Eylülün ikinci gününde

kalenin kuzey burcu yıkılır. Sonra Ruslar kaleye girerler. (s.88–89)

IV. Murad -1- romanında görünen kaleler, Anadolu’da bulunur. Bunların

ilki, Antep kalesidir. Antep’e gönderilen Doğan Bey, Antep kalesine girer girmez

kadının evini arar. (s.49) Kale ile ilgili tasvirler verilmez.

İkinci kale ise, Bey Şehri’nin kalesidir. Deli İlâhi, kalenin duvarlarına kadar

gelir. Orada adamlarıyla birlikte bekleyerek bir elçiyi kalenin kumandanına gönderir.

Deli İlâhi, kale kumandanından kalenin kapılarını açmasını ister. Ama şehir kadısına

göre kalenin teslimi demek ölüm demektir. Buna göre Deli İlâhi, şehrin ileri

gelenleriyle görüşmek üzere kalenin ön kapısından girer. Onları öldürdükten sonra

kendisinin haykırışı, kalenin boş koridorlarında yanıklanır. (s.121–126)

Söz konusu üçüncü kale ise, Eskişehir kalesidir. Kör Ali, birdenbire kalenin

kapısının arkasında kendisini bekleyen demirci Ali’yi bulur. Orada dövüşürler.

(s.133)

IV. Murad -2- romanında görünen ilk kale, Kerkük kalesidir. Sultan IV.

Murad ordusuyla Bağdat’a giderken, Kerkük kalesine geçer. Kerkük Hakimi Didar

Page 294: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

282

Han, haberi duyar duymaz kalenin burçlarına çıkıp durumları öğrenmeye çalışır.

(s.222) Didar Han, kendisinde Sultan Murad’ın karşısında duracak güç bulmaz.

Bunun üzerine kalenin tesliminden yanadır. Karşı tarafta Şahına hizmet etmek

isteyen Osmanlı, yüz savaşçı ile kalenin kapısından çıkar. Askerleriyle birlikte

hemen Padişah’ın eline düşer. Dindar Han ve diğer adamları ise kalenin arka

kapısından kaçmayı çalışırlar. Ertesi gün Sultan Murad, kaleye girer. (s.224–226)

Ortaya çıkan ikinci kale ise, Bağdat kalesidir. Osmanlı ordusu, kaleyi

kuşatmadan önce kalenin surlarının dibinde derin çukurlar kazılır. Çukurların üstüne

de tahta köprüleri bulunur. Çukurların iki boy derinliğinde olduğunu öğreniriz.

(s.289) Padişah, ordusuyla Bağdat kalesini yarımay şeklinde kuşatır. Bektaş Han,

kalenin kumandanlığını Halef Han’a bıraktığı için pişmandır. Bunun üzerine ikisi

birlikte kalenin içindeki Ak Kapı mevkiine giderler. Burçlardaki her mazgala birkaç

çıranın sokuşturulduğunu bulan Bektaş Han şaşırır. Bu şekilde gece vakti olduğuna

rağmen kale kolay bir hedef haline gelir. Bektaş Han, Halef Han’ın bir baskın

yapmasını ister. Bunun üzerine Halef Han askerleriyle birlikte Karanlık Kapı

mevkiine gidip bir baskın yapar. (s.302–307) Diğer taraftan Padişah, kumandanlarına

Ak Kapının köşe kulesini yerle bir etmelerini emreder. Sadrazam da kalenin genel

durumunu Padişah’a anlatır. Kale içinde derin çukurlar açılır. Kale düşerse bile bu

çukurları aşmakta büyük zorluk vardır. Ama bu hendekleri aşmanın bir tedbiri vardır.

Hurma liflerinden zembiller ördürüp içlerini toprakla doldurur. Hem de kale içinde

kırk bin civarında asker vardır. Ama Bektaş Han, teslimden taraftır. (s.312–315) Bu

sıralarda da Bağdat kalesine aşmak için Osmanlı ordusu tarafından yer altında

lağımlar kazılır. Bunu fark eden düşman, lağımı patlatır. Lağım içinde iki yüz şehit

düşer. (s.317) Nihayet 24 Aralık Cuma 1638’de Bektaş Han, kaleyi teslim eder. İç

kaleye de beyaz bayrak çekilir. (s.359)

Molla Doğan, Bağdat şehrinin içinde bir saldırıya uğrar. Halef Han’ın

kışkırttığı beş bin kişi, Osmanlıların üstüne saldırır. Ama padişah bunu bilir bilmez

Yeniçerilerin oraya gitmelerini emreder. Yeniçeriler akın akın şehre girerler. Halef

Han, bu dövüşü de kazanamayacağını kısa bir süre sonra anlayıp askerleriyle birlikte

Narikale adıyla anılan iç kaleye kapanır. Oradan Osmanlı askerlerine kurşun sıktırır,

Page 295: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

283

ok gezletir, kaynar sular da döktürür. Padişah ise, onların hadlerinin bildirilmesini

emreder. (s.370)

Bağdat kalesinin fethi esnasında bir başka kaleye rastlarız. Söz konusu olan

Kuşlar kalesi, Şat Suyunun öte yakasında bulunur. Osmanlı ordusu, bu kaleyi

Bağdat’ın içini toplarla vurmak için kullanır. (s.313)

Beyaz Kale romanında romanın adıyla olan Beyaz Kale (Doppio Kalesi),

muhkem, esrarengiz ve çok güzel bir kale olarak önümüz çıkar. Yazar, Beyaz

Kale’yi şu şekilde işler: “Yüksekçe bir tepenin üzerindeydi, bayraklı kulelerine batan

güneşin belli belirsiz kızıllığı vurmuştu, ama beyazdı; bembeyaz ve güzel. Nedense,

insanın böyle güzel ve erişilmez bir şeyi ancak rüyasında görebileceğini düşündüm.

O rüyada, karanlık bir ormanın içinde kıvrılan bir yolda, tepedeki aydınlık, beyaz

yapıya yetişmek için telâşla koşarsınız; sanki orada, sizinde katılmak istediğiniz bir

eğlence, kaçırmak istemediğiniz bir mutluluk vardır, ama her an bitivereceğini

sandığınız yol bir türlü bitmez. Karanlık ormanla, yamacın etekleri arasındaki

düzlükte, sık sık taşan ırmağın yaptığı pis bir bataklık olduğunu, onu aşabilen

piyadelerin, topçu ateşinin desteğine rağmen, yamacı bir türlü geçemediklerini

öğrendiğimde, bizi buraya getiren yolu düşünüyordum ben. Sanki her şey, üzerinde

kuşların uçuştuğu beyaz kalenin, gittikçe kararan kayalık yamacın ve durgun ve

karanlık ormanın görüntüsü gibi kusursuzdu.” (s.160)

Dağlı romanında söz konusu olan iki kale bulunmaktadır. İlk kale Temirhan

Şüra kalesidir. Şeyh Şamil, kaleyi muhasara eder. Her zaferden sonra elde edilen Rus

topları, Rus karargâhını dövmeye başlar. (s.78) Rus askerleri, yıkılan kale bedenini

onarmaya çalışırlar. (s.79) Çavuş Mihalov, kaleye müdafaa için bir grup asker ve

kendi oğluyla birlikte kalenin dışına çıkarlar. (s.81–82) Oğlu öldükten sonra Şamil’e

gider, bu kalenin güney yanının zayıf olduğunu söyler. (s.88) Akşama doğru kale

yıkılmaya başlar. Artık tamir imkânı da yoktur. (s. 89)

İkinci kale ise Şeyh Şamil’in son karargâhı olan Gunib kalesidir. Ruslar

tarafında kuşatılır. Nihayette Şamil Ruslarla anlaşarak kaleyi teslim eder. (s.126)

Kale ile ilgili tasvirler de yoktur.

Page 296: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

284

Ermeni Zulmü romanında Erzurum Rus işgaline uğrar. Bu sıralarda da

Erzurum içindeki kalelerin tahrip edildiğini öğreniriz. (s.17)

b. Meydanlar

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Aksungur, küçük yaştan itibaren silâh

kullanmayı öğrenir. O sıralarda ok atmayı öğrenmek için atış meydanına sık sık

gider. Atış meydanında ağaçlar bulunur. Öğrencilere bu ağaçların dallarında hedefler

asılır, öğrenciler de atışmaya başlarlar. (s.25)

Aksungur Kahire’deyken, düzenlenen silâhşörlerin yarışmasına katılır. Bu

yarışma bir meydanda yapılır: “Nihayet yarışma meydanına varabildik. Burası şehrin

dışında çok geniş bir yerdi.” (s.125) Meydan idarecisi, gelen yarışçıların isimlerini

okur, kenardaki atlı adamlar da bağırarak bu isimleri halka bildirirler. Meydan

idarecisi, yarışmanın başlayacağını bildirir. İlk yapılan yarışma, at binciliğidir.

Meydan idarecisi, yarışçılara bir adam gönderir. Bu adam, yarışçılara yol gösterir.

Sonra yarışçıları giriş kapısına girdiklerini öğreniriz. Ve yarışma başlar. Yarışma

meydan etrafında on turdan oluşmaktadır. Sonra ok atma yarışması da aynı

meydanda başlar. (s.126–129)

Yazarın, romanda yücelttiği meydan ise, Malazgirt savaş meydanıdır. Yazar,

ona “Şeref Meydanı” der. (s.203) Sultan Alp Arslan, savaş bittikten sonra Rum

cesetlerinin üst üste yığıldığı savaş meydanını gezer. (s.215)

Osmancık romanında Ertuğrul Gazi, Söğüd’de büyük mescidin önündeki

meydana gidip orada toplanan halka alınan kararları açıklar. (s.39)

Çalınan Hazine romanında Saltuk Alp, İznik’in bir meydanında şövalye

Metiyüs’ü kocaman çınarın yanında bulur. Meydanda bir havuzun bulunduğunu

öğreniriz. Saltuk Alp, havuzun mermer sütunlarını siper yapıp Metiyüs’ü takip eder.

(s.64, 70)

Gemide İsyan romanında Sunguroğlu, Rodos’a arkadaşlarını kurtarmak

amacıyla gider. Sunguroğlu, İbrahim ile Köse ve diğer esirlerin, Şenlik gününde

Page 297: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

285

satılacaklarını bilir. Şenlik günü, esirlerin satışından önceki yapılan şenliğe denilir.

Şenlik ise, bir meydanda yapılır. Bu meydanda esirler dövüştürülür: “Hangisi

şampiyon olursa o en yüksek fiyata satılır. Diğerlerine de güçleri nisbetinde fiyat

biçilir. Bu arada ölen mölen de olur tabiî…” (s.140)

Yıldırım Bayezid romanında önümüze çıkan en belirgin meydan, Ankara

Meydan Savaşı111’dır. Yazar, meydanın düzenini şu şekilde işler: “İki taraf da

meydanda yerlerini almışlardı. Ankara meydan muharebesi başlamak üzere idi.

Yıldırım Bayezid’in harp nizamı şöyle idi:

Başkumandan olarak Padişah merkez’de bulunuyordu. Sağında, solunda

yirmi bin kadar kahraman askeri… Biraz önde, Sadrazam Ali Paşa, beraberinde

Timurtaş ve Murad paşalar…

Şehzadeler: İsa Beğ, Musa Beğ ve Mustafa Çelebi. Onları kollayan

Malkoçoğluydu. Mustafa Malkoç! Bütün hırsı ile düşmana yüklenmek gücüne sahip

olduğuna inanarak ön saflarda vuruşmak isteyen kahraman…

Sol cenah’ta, önde Şehzade Süleyman Çelebi… Ertuğrul Beğ bin kadar

çocuğun ve dört bine yakın askerin şehit edilmesiyle zangır zangır titreyerek, içini

dolduran iman ateşiyle vuruşmaya hazır kuvvetlerin başı…

Padişahın ardında sipahiler… Silâhtarlar… Bunların sağ başında: Kara

Tatarlar… Biraz ötede, yirmi bin kadar fedaisi olan Sırp cihangirleri…

En arkada ihtiyat kuvvetlerinin başında Şehzade Mehmet Çelebi… O da

kendi mıntıkasında olan timarlıkları alıp, Padişah babasına koşmuştu.” (s.220–221)

111 Ankara Meydan Savaşı: Yıldırım Bayezid I ile Timur arasında 1402’de Çubuk ovasında yapılansavaşa verilen ad. Avrupa topraklarında büyük fetihlerle gelişen Osmanlı devleti ile kısa sürede İran,Irak ve Hindistan’ın önemli bir kesimini ele geçiren Timur İmparatorluğu arasında, görünüşteYıldırım Bayezid’in, Timur’dan kaçan ve kendisine sığınan Tebriz hükümdarı Sultan Ahmet ileAzerbaycan hükümdarı Kara Yusuf’u Timur’a vermeyi reddetmesi nedeniyle patlak veren, aslındaysa,Doğu Anadolu’da egemenliği ele geçirme çekişmesinin sonucu olan savaş, Timur ordularınınAnadolu içlerine yürüyüp Sivas’ı almaları üstüne, Bayezid’in İstanbul kuşatmasını kaldırarak,Bursa’da birliklerini toplaması ve Ankara’ya doğru yürümesiyle başladı. “Ankara Meydan Savaşı”madde, Grolier İnternational Americana Encyclopedia, c.2

Page 298: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

286

Binatlı romanında esir alınmış bine yakın Müslüman’ın Haçlılar tarafından

büyükçe bir meydanda öldürüleceğini öğreniriz. (s.52) Müslüman esirler, tepeden

tırnağa kadar zırhlı İngiliz askerlerini önünde bir meydana getirilirler. Üstelik

Müslüman esirleri, birbirine zincirlerle bağlıdır. Nihayette Müslüman esirleri, bu

meydanda amansızca öldürülürler. (s.55–57) Meydanla ilgili bir tasvir verilmez.

IV. Murad -1- romanında At Meydanı ortaya çıkar. Romanda At Meydanı

demek, yeniçeriler demektir. Yeniçerilerin merkezi ve karargâhı, At Meydanı’ndadır.

At Meydanı’nda ilk görünen sahne, korku vericidir: “Kapı ağası iç oğlanlar

tarafından katledilip At Meydanındaki ejder miline (Yılanlı sütun) ayaklarından

asıldı. Öylece durmakta.” (s.40) At Meydanı sabahlayın genel olarak kalabalıktır.

(s.41) Ama akşam olur olmaz durum farklıdır: “At Meydanında (Aksaray) yatsı

sonrasının tenhalığı vardır.” (s.168) Çünkü zorbalar orada bekleşirler. (s.235)

Sultan IV. Murad’ın yıllarca beklediği müjde At Meydanı’nda gerçekleşir.

Halk, zorbalardan kurtarmak amacıyla At Meydanı’na yürür. Zorbalar ise At

Meydanını boşaltmaya başlarlar. (s.245–247)

Kör Ali, Demirci Ali’yi öldürdükten sonra Eskişehir’deki şehir meydanına

gider. Halk ise, titreşerek onu takip eder. (s.135)

Patrona romanındaki mekânın zinciri, Beyazıd Maydanı’nda başlar. Yazar,

Patrona ve iki arkadaşı, Beyazıt’tayken üç güvercini benzetir: “Beyazıd Maydanı’nın

üstünde süzülmeğe başladılar. Biraz evvel saçaklardan yere birden adam boyu

yaklaşan bir dalış yapmışlar, sonra yükselmişler yükselmişler, şimdi de minarelerin

üstünden bakıyorlardı. Meydana gölge düşürmüşler ilk harekete gelişleriyle, ama

artık, durgun bir denizdeki balıklar gibi kayıyor, yüzüyor yüzüyorlardı. Kurşuni

renkleriyle siyaha dönüyordu nerdeyse. Hepsi de, kendilerine öncülük eden üç beyaz

güvercini izliyorlardı. Evet evet, Beyazıd Maydanı’nın üstünde üç beyaz güvercin ve

onların peşinde kurşuni güvercinler?” (s.11) Yazar, Beyazıd Meydanı’na “bir eşi

daha yoktur” der. (s.12)

Page 299: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

287

Patrona ve arkadaşları, isyana başlamak için Beyazıd Meydanı’nı seçerler.

Yazar, isyanın Beyazıd Meydanı’ndan başladığını kaydeder. Patrona, bu meydanı

seçme sebeplerini Evliya Çelebi’nin sözlerinden özetler: “Dört bir tarafı gûnagûn

dükkânlarla müzeyyendir. Bir tarafında Sultan Beyazıd hanın medresesi, öteyandan

camiin iki bin hademesi vardır. Muvakkıtin ulûfesi hepsinden ziyadedir, zira

memalikli İslâmda ne kadar gemici ve kaptan varsa, cümlesi Beyazıd muvakkıtine

muhtaçtırlar.” (s.409–410)

Sultan Üçüncü Ahmet tahttan indirildikten sonra Beyazıt Meydanında

şenlikler yapılır: “Beyazıt Meydanından tutun da hemen her yer, bayraklarla

donatılmıştı. Sultanahmet Camii onca adamı alamayacağı için, ihtilâle ilk adımın

atıldığı şanlı Beyazıt Meydanı açık hava sohbeti için en uygun bir yer olarak

seçilmişti.” (s.582) Patrona meydanda zafer nutkunu söyler. (s.584)

Romanın önemli mekânlarından ve bazı vak’aların cereyan ettiği meydan, Et

Meydanı’dır. Patrona Halil ve arkadaşları, Beyazıt Meydanından hareket ederek

sonunda Et Meydanına gelirler. Et Meydanı’na bayraklarını dikerler. Orada, Yeni

Odalar denen yeniçerilerin kışlası bulunmaktadır. Patrona Halil, kışlaya karşı

konuşmaya başlar. Yeniçeriler, Patrona Halil ve arkadaşlarına katılırlar. Bunun

üzerine Et Meydanı, son derece uğultulu hale gelir. Meydanda kalanların, büyük bir

ateş yaktıklarını öğreniriz. (s.462–468) Bu sıralarda da meydandaki kışlanın ışıkları

bu gece de sönmez. (s.508) Meydanın, insanlar ve çadırlarla dolu olduğunu öğreniriz.

(s.522)

İsyancılar Ayasofya’dan ilerleyerek, Sultanahmet Meydanında toplanırlar.

Orada da Padişah’ın elçisiyle birlikte otururlar. (s.532) Patrona, meydanda nutkunu

söyledikten sonra meydan kaynar. (s.538)

Hilâl Görününce romanında Tepreş günüde güreş meydanı ortaya çıkar.

Tepreş gününde halk, güreş meydanında toplanır, değişik boylardan gelen

pehlivanların etrafında halka şeklini alır. “Bu sırada, kalabalığın içinde iki bala çıktı.

İkisi de genç kalmanın telâşı içinde, alı al moru mor meydana koştular. Ortalığı, bir

gülmedir aldı.”…“Davulcu tokmağını şimdi daha hızlı, daha coşkun vuruyordu.”

Page 300: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

288

(s.81) Değişik boylardan meydana gelen güreşçiler, birbirlerini güreştikten sonra

hediyelerini alıp giderler. (s.83)

Son Kavşak romanında Şemsi Paşa’nın öldürüldüğü meydan söz konusudur.

Manastır’da bir ayaklanma başlar. Halk Manastır postahanesinin önündeki meydanda

toplanır. Saltanat merkezi İstanbul, ayaklanmayı genişlemeden bastırmak amacıyla

dönemin en önemli komutanlarından Şemsi Paşa’yı görevlendirir. Şemsi Paşa,

Manastır’a vardığında postaneye gider: “Postanenin önü, ana baba günü gibi

kalabalıktı. Meydan adeta insan selini andırıyordu.” (s.78) Şemsi Paşa meydanda

görünür görünmez atılan silâh sesleri duyulur. Bu sıralarda meydanı dolduran

kalabalık, panik içinde kaçmaya başlar. (s.79)

Sultan Abdulhamid dönemindeki Asker ayaklanır. “İlk ayaklanma

Taşkışla’daki 4. Avcı taburundan çıkmıştı. Arkasından Kılıç Ali ve Yıldız kışlaları

da ilave olunarak kalabalık bir hâl almıştı.” (s.111) Âsiler, Ayasofya Meydanı’nda

toplanırlar. Bundan sonra Sultanahmet Meydanı’na da giderler: “Sultanahmet’e

kadar ellerinde bayrak ve silahlarla yürüyen âsilerin niyeti meclisi mebusanı kuşatıp,

burada tekliflerini mebuslara söylemek istiyorlardı.” (s.111)

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında Sultanahmet Meydanı karşımıza

çıkar. İzmir’in işgalinden sonra İstanbul’un her semtinde protesto mitinglerinin

yapıldığını öğreniriz. Romanda ilk gösterilen miting, Sultanahmet Meydanı’ndadır.

Bu miting veya gösteriye Halide Edib ile Mehmet Emin katılır. Yazar, meydanın

durumunu şu şekilde tasvir eder: “Sabahın erken saatlerinden itibaren şehrin her

köşesinden ahali tuğyan etmiş bir nehir gibi Sultanahmet’e akıyordu. Birçok

semtlerde dükkânlar kapatılmıştır. Halk meydana sığmamış, mücavir sokaklara

taşmış, civardaki ağaçların dallarına, binaların damlarına çıkmıştı.” (s.59)

Sultanahmet Meydanına gelen halkın sayısı ise, yüzbin kadar tahmin edilir. (s.75)

Vatan Dediler romanında orduya katılan askerler, alayın bir meydanında

eğitim görürler. Eğitim meydanında eğitim, sabahtan akşama kadar sürer.

Gönüllülerin, bu meydanlarda yoğun bir eğitim gördüklerini görürüz. (s.65, 71–76)

Page 301: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

289

Kırım (Türk’ün Dramı) romanında Alparslan Moskova’daki

Kızılmeydanı’na gider. Meydanın çok kalabalık olduğunu öğreniriz. Anlatıcıya göre,

Kızılmeydanı “”Türk’ün kanıyla kızıllaşan” bir meydandır. (s.73)

c. Bahçeler (Gezinti Yerleri)

(1) İstanbul Bahçeleri

Patrona romanında yazar, padişahın ilkbaharda Tersane Bahçesine gittiğini

kaydeder. Yazar, İstanbul’un baharda göz-gönül çekici ve renkli bahçelerle

süslendiğini söyler. (s.287)

Topkapı Sarayı içerisinin, de gül bahçeleriyle süslenmiş olduğunu öğreniriz.

(s.286)

(2) Taşra Bahçeleri

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Aksungur Kahire’deki Hasan Sabbah’ın

köşküne gider. Köşkün bahçesini beğenir. Bahçenin kapısının bronzdan olduğunu

söyler. Aksungur, bahçeyi şu şekilde tasvir eder: “Bahçe çok güzeldi. Bahçıvan

çiçekleri yeni sulamış olmalıydı ki, temiz bir toprak kokusuyla çiçek kokuları etrafı

sarmıştı. Sanki çeşit çeşit çiçekler, birbirleriyle güzellik ve koku yarışındaydılar.”

(s.111)

İlk Hançer romanında Gökçe Beyin konağının büyük bir bahçesi vardır.

Bahçe tarla denilebilecek kadar büyüktür. Çeşitli göller ve meyve ağaçlarıyla

doludur. Bahçenin girişinde sağ tarafta bir şadırvanın bulunduğunu öğreniriz. (s.31)

İsyan Eşiği romanında yazarın, romanda tasvir ettiği mekânların arasında

Malatya’daki bahçelere geniş bir yer verir. Malatya ovasında bulunan bahçeler,

baharda da bambaşka olur: “İlk patlayan kayısı, tomurcukları olur, yerli halkın

dilinde, kayısının adı mişmiştir. Mişmiş çiçekleri; ovanın şurasında burasında, top

top, küme küme durur. Ağaçtan ağaca sıçrar. Malatya’yı kuşatan bütün bahçeleri

bürür. Mişmiş çiçekleri, daha solmadan şeftali çiçekleri görülür. Onlar daha narin

daha çağırgandırlar, beyaz taçlarının dipleri, morkırmızıdır. Uçlara doğru açıklaşarak

Page 302: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

290

penbeye döner. Morkırmızı, açık kırmızı, penbe renkler damar damardır beyaz

içinde. Kızılcık çiçekleri, mişmişten, şeftaliden daha önce açmıştır. Ama bin ağaçtan

biridir kızılcıklar. Üstelik boyları, kendisini gösterecek gibi değil, cılız da olur çiçek

taçları, rengi de safran sarısı.

Mişmiş çiçekleri, solup da dökülmeden, bazen, dallara yeniden karlar abanır.

Dağlardaki karlar, kıskanıp yeniden dönmüş gibi. Ne olursa olsun, mişmiş çiçekleri

baharın işaretidir. Uyanan tabiatın muştusudur, çiçek üstüne yağan karların birkaç

saatlik ömrü olur. Çok çok birkaç gün olur. Mişmiş çiçeklerinde bir buruşukluk, bir

kırışıklık başlayınca, kirazlar yerişir. Beyazın da beyazıdır, kiraz çiçekleri. Vişneler

açar. Elmalar, erikler, ayvalar açar. Baş döndüren, sarhoş eden, kanı kaynatan bir

koku yayılır bahçelere. Ağaçlara, havaya yapışmış gibidir bu koku.

Toprakta otlar filizlenirden yerler, renk renk çiçek taçlarıyla döşenir. Hafif

yel değdiğinde, ağaç dallarından kalkan binlerce kelebek gibi, havaya, çiçek

yaprakları uçuşur. Yelin şiddetine bağlı olarak havalanıp bir süre sürüklenirler. Gök,

renkli bir duman olur. Bu renkli dumanın ardından görülür uzaklar, dağlar. Döne

döne, savrula savrula dallardan uzaklaşırlar. Yel kesilince de titreşe titreşe, ağaçlara,

ağaçlardan otlara, otlardan toprağa inerler, renkli mozikler gibi süslerler. Yeri.”

(s.48–49), “Ağaçlar, renkli giysilerini tam soymadan, renklere bir renk eklenir. Açık

yeşil, kirli yeşil hızla gelişir. Açılıp serpilir, genişler, yayılır. Bütün ağaçları, yeşilden

bir çuha kaplar. Öteki renkler kaybolur. Malatya bahçeleri yeşil giydiğinde, evler

görünmez olur. Minarelerin ucu ancak tepelerden görünür. Yapraklar arasında, ilk

sarkan meyve kiraz olur. Yeşiller içinde, allı-sarılı baş verirler. Daha çok Çermikli-

Kündübek vadisini doldurur kiraz ağaçları. Dalları yollara bükülür. Binitli yolcuların

başını okşar. Derme Suyu yatağınca yabanıl kirazlar vardır. Suların hızıyla salınıp

dururlar su üstünde. Hem yabanıl oluşundan, hem el-boy erişemeyişinden, kimse

itibar etmez, tadını kuşlar çıkartır. Artanı dallarda kurur.” (s.50)

Yusuf, ‘Aşağıbanazı’ diye kendi köyüne gittikten sonra yeni bahçeler

açıldığını görür: “Bir gezintisinde, Çermikli yolunun altına dek sokulmuşlardı. Yeni

yeni bahçeler açılmıştı. Bahçe yollarında sıra kavaklar, birbirleriyle yarışırcasına

uzamışlardı. Bazı kısımlarda, yolun üstünün örten ceviz ağaçları, bir tünel loşluğu

Page 303: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

291

veriyordu.” (s.57) Yusuf, ağaçlı kısmın bitimindeki bahçe kapısının gerisinde bir

delikanlıyı bulur. Burasının, Mıgırdıç’ın bahçesi olduğunu öğrenir. (s.57–58)

d. Köprüler

Karasu romanında Onnik, Kerküze köyüne gelir. Onnik, Kadağan köyünün

güngörmüş Mehmed Dede’sini öldürür. Mehmet Dede’nin cesedi, Kemah köyüne

yakın Büyük Köprü’nün ayaklarına takılı olarak bulunur. Bunun ardında Nörkâh

köyünün köprüsünde üç ceset de bulunur. (s.39–40)

Ermeni Zulmü romanında Yukarı Pasin’den gelen muhacirler, Erzurum’daki

Zivin ve Horasan köylerine kadar gelirler. Oradaki köprüde yoğun çarpışmalar olur.

Ve bütün muhacirler Rus ve Ermeniler tarafından orada öldürülür. (s.18)

Kırım (Türk’ün Dramı) romanında Almanlar, Kırım’a gelirler. Kızıl

partizan çetelerinin mensupları ise, Rusya’dan aldıkları emirlere göre Kırım’ın çeşitli

yerlerinde Türkleri imha etmeye çalışırlar. Bir gün çetenin mensupları, Karahıdır

köyüne girip köydeki köprüyü yok ederler. (s.92–93)

2. Kapalı Mekânlar

a. Saraylar

(1) İstanbul Sarayları

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Aksungur Kostantiniyye’e gittiğinde orada

Haliç’e hâkim kısımda bir sarayın bulunduğunu, şehrin her tarafında da kocaman

sarayların bulunduğunu söyler. (s.190)

Kaçırılan Prenses romanında Valekerna Sarayı denilen Bizanslı İmparator

sarayı söz konusudur. Sunguroğlu ile arkadaşları, oraya İmparator’la konuşmak

amacıyla giderler: “Kubbeler usta ellerden çıkma kabartma heykellerle doluydu.

Duvar boylarında renkli insan resimleri asılıydı. Bazı resimlerin başında aydınlık bir

yuvarlaklık vardı. Bazıları ise kanatlıydı.” (s.80) Taht odasına da girerler: “Taht

odasının büyüklüğü Köse’yi bile şaşırtmıştı. Merakını yenmeye çalışıyordu, ama

bakınmadan da edemiyordu. Hele İmparatorun oturduğu taht som altından.

Page 304: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

292

Pencerelerden giren güneş ışığında pırıl pırıl parlıyordu. İmparatorun âsâsı da som

altından olmalıydı. Topuzu ise kıymetli taşlarla süslenmişti.” (s.82) Taht odasında

kalın perdelerin bulunduğunu öğreniriz. (s.151) Perdelerin arkasından bitişik odalar

da bulunur. (s.153)

Yıldırım Bayezid romanında İstanbul’daki Bizans imparatorunun sarayından

söz edilir. İmparator, Uzunca Sevindik önünde tahtta oturur. Taht odasındaki

halıların üzerinde yün minderlerin bulunduğunu öğreniriz. (s.80) Yıldırım Bayezid,

İstanbul’u kuşatır, o sırada halk, Bizans imparatorunun sarayına gider. Sarayın

avlusunda toplanarak bağırırlar. (s.85) Sarayla ilgili başka tasvir yoktur.

IV. Murad -1- romanında Topkapı Sarayı söz konusudur. Sultan Genç

Osman öldürüldükten sonra Şehzade Murad, saraya Hasbahçe’nin arka kapısından

girer. Orada selamlıkta Valide Sultan’ı bulur. Kendi odasına çekilen Şehzade Murad,

pencereden yıldızları takip eder. Vakit geceyarısına yakın olduğuna rağmen sarayın

bütün ışıkları yanar. (s.18–27) Canı sıkılan Şehzade Murad, sarayı dar bulur: “Saray

daralmış gibi geliyordu. Duvarlar öne abanmış, kubbe yere inmişti. Duvarlarla kubbe

ve döşeme arasında sıkışmıştı canı.” (s.37–38)

Saraya yürüyen yeniçeriler karşısında, saray kapanır: “Saray bütün kapılarını

pencerelerini sıkı sıkıya kapatmıştı. Avluda sadece nöbetçiler dolaşıyordu. Hasbahçe

bütünüyle ıssızdı. Her tarafa ürkütücü bir sessizlik hâkimdi. Bu sessizlik orta kapıdan

gelen uğultuyla zaman zaman parçalanıyor, zaman zaman o uğultunun cenderesinde

kıvranıyordu. Saray ölü gibiydi. Orta kapının önünde ise insan gölü vardı.” (s.192–

193) Sultan Murad ise, tahtın önünde durarak düşünür. Sonra arz odasına gider.

Vezirler ise Divan odasında beklerler. (s.202–204) Buna benzeri bir durumda

Hasbahçe’den, dışarıya çıkaran gizli bir yolun bulunduğunu öğreniriz. Sarayda bir

cami bulunur, camiin imamı da vardır. Padişah namazı orada kılar. (s.252–253)

Sarayın denize bakan bir balkonu vardır. (s.249)

Yukarıda gördüğümüz gibi Topkapı Sarayı, bu devirde cereyan eden olayları

yansıtır. Sultan IV. Murad’ın, Topkapı Sarayı’nda hep canı sıkılır. Ama romanın

Page 305: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

293

sonlarında Sultan Murad büyür ve gücü daha da artar. Bu sıralarda Topkapı Sarayı

artık sıkıcı bir yer olarak yansıtılmaz.

IV. Murad -1- romanında Sultan IV. Murad Bağdat seferinden sonra

Topkapı Sarayında Bağdat Köşkü112’nü açar. Topkapı Sarayı, bu sıralarda Sultan IV.

Murad’ın ölümünün sahnesi olarak ortaya çıkar. Sultan kendi odasında ölüm

yatağındadır. Odanın perdelerinin, kalın kadifeden olduğunu öğreniriz. (s.388)

Doğan Bey ise odanın kapısında bekler. Ama çok geçmeden Sultan IV. Murad ölür.

(s.400)

Patrona romanında Topkapı Sarayı söz konusudur. Yazar, Topkapı sarayının

üzerinde uzun durarak sarayı bütün ayrıntılarıyla bir mimari titizliğiyle şu şekilde

tasvir eder: “Topkapı Sarayının sahilden başlayarak, Ayasofya önlerine kadar uzanan

surları ortasında yükselen serviler ve bu ulu ağaçlar arasında, kubbeleri ve

saçaklarıyla kıyıları süsleyen, yalı köşkleri ve incili köşklerin üstünde kademeli

yükselen, Bağdat Köşkü’nün incelik sanatına bukalemun renklerle yarışan lâle

bahçeleri görüldü.

Sarayın dış kısmı, sade ve tabiî güzellikler göstermekle kalmaz, içerisi de gül

bahçeleriyle süslenmiş bulunuyordu. Öte yandan sarayın bütün salonları rengâreng

112 Bağdat Köşkü: İstanbul’da Topkapı Sarayı içinde bulunan bir köşktür. Kitabesi revan köşkü ileaynı olan Bağdat köşkünün yapımına, IV. Murat Bağdat seferine giderken başlanmış ve 1639 yılındada yapımı bitirilmiştir. Ancak Naima’nın yazdıklarından köşkün iç mekânındaki süslemelerine IV.Murat’ın ölümünden sonra da bir süre daha devam edildiği anlaşılmaktadır. Bağdat köşkünün planşeması yine IV. Murat tarafından yaptırılmış olan Revan Köşkü’nün planı ile benzerlikgöstermektedir. Köşkün planı, kubbeli mekânın dört eyvanla genişletildiği sekizgen şemadanoluşmaktadır. Eyvanların mekândan daha fazla yararlanabilmek hatta manzara yönlerini arttırmakamacıyla kullanıldığı düşünülebilir. Dekorasyonu ile klasik Osmanlı sanatının en yüksek noktasınıtemsil edebilecek özelliklere sahip olan Bağdat köşkünde kullanılan çinilerin, o döneme ait ahkâmdefterleri eksik olduğundan nerede yaptırıldığı saptanamamıştır. Bu dönemdeki Osmanlı çiniciliğininen seçkin örnekleri olarak gösterilen bu çiniler bir önceki yüzyılda yapılmış çinilerle karıştırılarakkullanılmış olabilir. Öte yandan köşkün iç ve dış mekânlarında boya ve sıva yerine renkli mermerlerleberaber çini kullanımı, değişime karşı bir tutum olarak da kabul edilebilir. Zira bu yapılar için çini,sürekli kullanımı gerektiren bir kaplama malzemesi olarak tercih edilmiştir. Köşkün tavansüslemeleriyle de klasik devrin tesiri altında kaldığı ve bunların XVII. Yüzyılın ilk yarısının en önemlitavan süslemeleri olarak değerlendirilmelerine karşın cephe kaplama biçimlerindeki yenilik, köşkteklasik Osmanlı sanatıyla beraber yeni arayışların da etkili olduğunu göstermektedir. “Bağdat Köşkü”madde, www.vikipedi.org

Page 306: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

294

çinilerle kaplıydı. Burası her devirde tamir görmüş, her devirde yeni daireler

eklenmişti. Bilhassa Dördüncü Mehmet Sarayı tamamen yenileştirilmişti.

Buranın eşsiz dairesini, ulu kubbeli Hünkâr Sofası getiriyordu ki, Türk

mimarisinde örnek alacak mineli çinilerle süslenmiş bulunuyordu. Otuz adım

uzunluğunda, yirmi iki adım genişliğinde, tutulan bu büyük salon, kemerler

üzerindeki ince işlenmiş kubbesiyle, gerçekten görülmeğe değer bir manzara

arzediyordu. Salonun Halice bakan pencereleri önüne yüksek bir teras yapılmış,

parmaklıkları mozaik ve sedeflerle işlenmiş, çatı katının sağ tarafında başlıkları

yaldızdan, sütunları mermer, Padişahın oturmasına yarar bir yer meydana

getirilmişti.

Üçüncü Ahmet çoğu bu salonda ahenk ettirir, terasta oturan hanende kızların

ney ve santur seslerinden kubbelere çarpan nağmelerle mestolur.” (s.286–287),

“Öteyanda, sarayın odaları yüzden fazlaydı. Hemen hepsi de olağanüstü emek

harcanarak ustalıkla süslenmişti. Her odada mermerler, yaldızlar, gayet ince işçilik

resimler ve benzeri şeyler son derece çoktu. Pencerelerin camları, İngiltere’nin en

güzel billûrlarından seçilmişti. Bilhassa hamam dairesi cidden güzel, kunalar,

çeşmeler, döşemeler ise baştanbaşa mermerdi. Tavanlar yaldızlarla, duvarlar ince

çinilerle kaplanmıştı. Özellikle hamam dairesi gerçekten güzeldi. Onun yanında bir

daire vardı, yüksekteydi. Dört köşesinde şelâle şeklinde akan sular, ufak mermer

kurnalarla yukardan aşağıya dökülüyor, böylece bir yerde toplanıp, oradaki

deliklerden dışarıya fışkırıyordu.” (s.288)

Üçüncü Sultan Ahmet, isyanın başladığı zaman Üsküdar’daydı. Sultan,

oradan kayıklarla Sarayburnu’na çıkar. Yalı Köşkü’nün önünden geçerek

Hasbahçeye girer. Hırkayı Saadet yanındaki daireye gelir. Orada divan kurulur.

(s.504)

Yazar, Sultan Üçüncü Ahmet’in ruhî durumunu Topkapı Sarayı ile birleştirir:

“Öteyandan Saray: kubbeleri, revakları, donmuş yüksek taş duvarlarıyla yaprakları

dökülmüş; ihtiyar bir çınar sanki, bahçeleri tenha, suskun servileri, o güzelim

çiçeklerin boynu bükülmüş, ne acı ilk defadır ki; onlara bakmadılar, su vermediler,

Page 307: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

295

okşamadılar.” (s.528) Yine de yazar, isyanın getirdiğini Topkapı sarayına yansıtmaya

çalışır: “Sarayın yüksek mazgallı kapıları, basık kubbeli binaları, derin ve korkunç

bir sükûn içinde idi. Sarayda hiçbir hayat eseri görülmüyordu. Yalnız iri ve cesim

çınarlar, Bizansın kirli, mavi seması altına dalgalanan Sancağı Şerif. Sonra sarayın

siyah ve yürek sıkıcı, taş binaları ortasında, ruha ölü kokuları saçarak uzanan birkaç

servi, daha sonra, serin bir sessizlik?” (s.571)

Romanda Topkapı Sarayının gördüğü son sahne ise, Patrona Halil’in

öldürülmesidir. Sultan Birinci Mahmut, Patrona’yı Topkapı Sarayına bir toplantı için

çağırır. Patrona, sarayın bir odasına alınarak öldürülür. Patrona’nın çığlıklarının

odadan odaya dolaştıklarını öğreniriz. (s.614–615)

Padişah’ın bazen Üsküdar Sarayı’na gittiğini öğreniriz. (s.468) Ama sarayla

ilgili hiçbir tasvir verilmez.

Civelek Osman romanında İzzet Bey, Padişah’ın davetine göre Beşiktaş

Sarayına kayıkla gider. Sarayın rıhtımına geldikten sonra saray adamları tarafından

karşılanan İzzet Bey, bir saate kadar bekledikten sonra Padişah’ın huzuruna gider.

Padişah, İzzet Beyle konuşurken, pencereden dışarıyı seyreder. Sarayın dışında da

Çavuşan dairesinin bulunduğunu öğreniriz. (s.48–49)

Son Kavşak romanında Yıldız Sarayı söz konusudur. Sultan Abdulhamit,

Yıldız Sarayı’nda oturur. Askerlerin ayaklanmasında âsi askerler, Yıldız Sarayı’na

kadar gelirler. Karşı taraftan saraydaki topçu birlikleri çevreye yerleştirilir. Bu sırada

saray abluka altına alınır. Saray halkı ise perişandır. Saray içindeki durumlar da çok

zordur: “Elektrik yok, erzak yok. Asayiş yok… Saray sessizlik içinde bekliyordu.

Adeta dış dünya ile irtibatı kesilmişti. Kapıdan girip ve çıkanlar kontrol ediliyor,

kimse izinsiz bırakılmıyordu.” (s.125) Sultan II. Abdulhamid ise, saray içinde

toplanan paşalar önünde saltanattan vazgeçer. Tahttan indirilmiş Sultan Abdulhamid,

Yıldız Sarayı’nı terk eder. Bu sıralarda sarayın hırsızlığa uğradığını öğreniriz:

“Sarayını bırakmıştı. Yıldız yağma edilmiş, bunca mücevherler bir çırpıda alınıp

kaçırılmıştı. Şimdi sıra onun şahsi mülkünde idi. Onu almak istiyorlardı.” (s.135)

Page 308: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

296

Dünya Durdukça romanında Dolmabahçe Sarayı da ortaya çıkar. Zeynep ile

eşi Bora, Dolmabahçe Sarayı’na davet edilirler. Zeynep göğsüne taktığı anne ve

babasının İstiklâl Savaşında Şehitlik Madalyası vardır. Zeynep ve eşi Bora,

büfedeyken bir genç adam onlara gelir. Bora ile madalya hakkında konuşur. Atatürk

ise Zeynep’e gelir ve onunla salonda dans eder. Sonra Atatürk, Zeynep’i balonun

kraliçesi olarak ilan ettirir. (s.80–81)

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında Yıldız Sarayı karşımıza çıkar.

Sultan II. Abdülhamit, Yıldız Sarayı’nda mebusları yemeğe davet eder. Yazar, sarayı

şu şekilde tasvir eder: “Rüzgârlı bir karanlıkta, ince kar tozlarının uçuştuğu bir Aralık

akşamı, Abdülhamid-i Sâni ‘mebuslara’ yemek vermektedir: ‘Meclisin küşadı

şerefine’, müthiş bir ziyafet! Yıldız Sarayı’nın, Merasim Köşkü’ndeler. Büyük

salonda, görkemli çini sobalar yakılmış. Avizeler, sütlü ışık salkımları, omuzlarına

sarkıyor.” (s.203–204)

(2) Taşra Sarayları

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Aksungur Kahire’deki Prenses

Süreyya’nın oturduğu saraya davet edilir. Aksungur’un, karanlıkta saraya gitmesine

rağmen sarayı iyice tasvir eder: “Tunçtan yapılmış bir kapının önüne vardık. Kapı

önünde kargılarını yere dik tutmuş iki muhafız vardı. Köleyi görünce, kapı etrafına

dönüp seslendiler. Tunç kapının iki tarafı açıldı. At üstünde içeri girdik. Kapının

içerisinde, yine iki muhafız bulunuyordu. Köleyle selâmlaştılar. Attan indik. Sarayın

abanozdan yapılmış kapısına geldik. Köle; kapıyı üç kısa, üç de uzun darbe vurdu.

Kapı açıldı. Önümüzde büyük bir salon vardı. Bu salonda; pembe bir tülün

maskelediği mumlar, etrafı titrek alevlerle aydınlatıyordu. Döşeme mozaiklerle

süslenmişti. Köle, önümde yürümeye başladı. Takip ettim. Bir oda önüne geldik. Bu

odadan tatlı nağmeler geliyordu.” (s.131–132) Aksungur, Prenses’in oturduğu odayı

da tasvir eder: “İçerisi bol ışıklarla aydınlanan muhteşem bir oda idi. Odanın üç

duvarında da, kocaman pencereler görülüyordu. Kapının tam karşısında geniş bir

sedir vardı.” (s.132)

Page 309: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

297

Kara Şövalye romanında İzmit Beyi Prens Kalo Yani’nin sarayı söz

konusudur. Sarayın ilk görünen bölümü, divanhanedir. Divanhanenin arkasında ve

iki tarafında mermer sütunlar bulunmaktadır. Kalo Yani’nin yatak odasından ormana

çıkan gizli bir geçidin bulunduğunu öğreniriz. (s.58–59) Köse, saraydan kaçmak için

Kalo Yani’nin yatak odasına girip gizli geçidi kullanır: “Halıyı ucundan kaldırdı.

Meydana çıkan kapağı kaldırdı ve basamaklardan gizli geçide girdi.” (s.61)

Yıldırım Bayezid romanında Paris’teki Fransız kralının sarayı söz

konusudur. Fransız Kralı Şarl, sarayın yemek salonunda Macar Kralının elçilerini

karşılar. (s.34)

Bir başka saraydan da söz edilir. Yıldırım Bayezid, Sırp Kralı’na gider.

Yazar, sarayı şu şekilde tasvir eder: “Mermer merdivenlerden çıkılan sarayın

salonunda elpençe divan duran kadınlı erkekli bir grup tarafından başlar öne eğilerek

selâmlanan Yıldırım Bayezid, Kralın sağ tarafındaki tahta kurularak gülümsedi.”

(s.40)

Bursa’daki Yıldırım Bayezid’in sarayından söz edilir. Yıldırım Bayezid,

Olivera ile evlendikten sonra saraya gider. Sarayın harem kısmına giren Olivera, özel

odasına götürülür. Yıldırım Bayezid’in eski eşi Devlet Hatun’un bir başka odası da

vardır. Yıldırım Bayezid, genel olarak sarayın salonunda veya taht odasında oturur.

Sarayın bir bahçesinin bulunduğunu öğreniriz. (s.48–49) Bunun yanında da Yıldırım

Bayezid’in bir özel odası vardır. Yıldırım Bayezid, bu odada savaşlarda aldığı

ganimetleri koyar. Bu ganimetler Avrupa krallarının silâh, kılıçlarıdır. Odanın

duvarlarında bu kılıçlar asılır. (s.54–55) Sarayda halayıklar hamamının sultan için

hazırlandığını öğreniriz. (s.59)

İlk Hançer romanında iki saray söz konusudur. Birincisi Moskova Sarayı

veya Çarın sarayıdır. Yüzbaşı Alp, elçilik kafilesi ile Moskova’ya gittiğinde İvan’ın

sarayına girer. İvan ile sarayın salonunda konuşur. (s.18–19) Yine de aynı sarayda

Kazan’a karşı savaş kararı alınır. Çar ile Çariçe odalarından büyük salona doğru

çıkarlar, orada komutanlar toplanırlar. Konuşulduktan sonra savaş kararı alınır. (58–

59)

Page 310: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

298

İkincisi ise Sefa Giray Han’ın sarayıdır. Sefa Han kendi sarayının salonunda

divan toplanır, gelenler de orada karşılanır. (s.13–14) Ziyafetler ise bu sarayın koca

salonunda yapılır. Bu salona kapı yanında bir merdiven ile gidilir. (s.23–24) Sefa

Giray Han, Kazan’da isyan çıktığı zaman Moskova yolundan döner. Sarayına giden

Sefa Giray Han, kendi odasının penceresinden Kazan’ın çeşitli yerlerinde alevleri

görür. (s.44) Sefa Giray Han hastalandığında yatak odasında kalır, kendi çocuğu ise

başka bir odada oturduğunu öğreniriz. (s.45–46)

Dağlı romanında Kafkas Rus Orduları Başkumandanı ve Çar Naibi olan

Prens Vorontzov, Çar’ın Petersburg’daki sarayında oturur. Prens, asla aratmayacak

mükellef döşenmiş salonunda General Klugenav ile Rus ordusunun durumundan

konuşur. (s.90) Saraya özel olan bir ahır bulunduğunu öğreniriz. (s.96)

IV. Murad -2- romanında Bağdat’ta iki saraya rastlarız. Birincisi, Bektaş

Han’ın sarayıdır. Bektaş Han’ın sarayı, “göz kamaştırıcı” olarak sunulur. (s.83)

Yazar, sarayı şu şekilde tasvir eder: “Dicle suyuna sırtına dayanmış, üç katlı, yeşil

boyalı bir konaktı, daha doğrusu bir saraydı.” (s.187) Sarayın bir toplantı odasının

bulunduğunu öğreniriz. (s.288)

İkinci saray ise, Şah Safi’nin sarayıdır. Sultan IV. Murad’ın Bağdat’a gelir. O

sıralarda Şah Safi, kendi sarayının taht odasında ortaya çıkar. Sarhoş olan Şah Safi,

yatak odasına kaldırılır. (s.281) Sarayla ilgili başka tasvir verilmez.

Kırım (Türk’ün Dramı) romanında Alparslan Moskova’dayken,

Kızılmeydanı’na gider. Meydanın tam karşısında Kremlin Sarayı’nı görür. Anlatıcı,

sarayı şu şekilde anlatır: “Türk-İslâm âleminin amansız düşmanı, 100 milyon masum

Türk’ün kızıl katili Stalin canavarının oturduğu, milyonlarca insanı kral gibi yöneten

Lenin ayısının sarayı idi…” (s.73) Sarayın yanına doğru Stalin heykelinin

bulunduğunu öğreniriz. (s.73)

Page 311: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

299

b. Köşkler (Kasır), Yalılar

(1) İstanbul Köşkleri

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Zeynep, Vasileas tarafından İstanbul’daki

bir köşkte hapis edilir. Vasileas, köşkün etrafına kimse yaklaştıramaz. (s.226)

Aksungur, Zeynep’i Vasileas’ın elinden kurtarmak için köşke gider. Duvarın

kenarındaki yüksek ağaca tırmanarak pencereye ulaşıp Zeynep’in oturduğu salonun

içini görür. Salonu aydınlatan yanan şamdanlardır. Salon, halılarla döşeli ve duvarları

yaldızlı koca bir salondur. (s.238) Köşkün bir bahçesinin bulunduğunu öğreniriz.

(s.250)

Kaçırılan Prenses romanında Sunguroğlu ile arkadaşları Bizans’a

geldiklerinde İmparatorun yazlık köşkünde otururlar. Köşkün bütün pencereleri

Haliç’e bakar. (s.14) “Kocaman bir evdi. Gıcır gıcır boyalıydı. Pencerelerin üst

kısımları renkli camlarla süslenmişti. Pancurlar deniz mavisi rengindeydi. Koskoca

bir da bahçesi vardı. Mis gibi kokuyordu. Rengarenk güller göz dolduruyordu.”

(s.15) Tarhların arasında bir pencere bulunduğunu biliriz. (s.17) Köşkün bahçesi ise

şu şekilde tasvir edilir: “Evin bahçesi bir boy duvarla çevriliydi. Oymalı bir kağıdan

bahçeye giriliyordu.” (s.96)

Moiz Albertos’un da imparatorun sarayına yakın bir köşkte oturduğunu

öğreniriz. Köşk bir ormanlık içindedir. Köşk çok sayıda bir asker tarafından korunur.

Hem de köşkün etrafında bir sürü köpek vardır. (s.129)

IV. Murad -1- romanında Sultan IV. Murad, devletin içindeki bulunduğu

durumu görüşmek üzere denize bakan olan Sinan Paşa’nın köşkünde ulemâ, umera

ve ahali ile bir toplantıya katılır. (s.274)

Beyaz Kale romanında padişah çocukken av seferleri Kâğıthane deresi

kıyısındaki Mirahor Köşkü’nde yapar. Köşkünün o sıralarda kalabalık olduğunu

öğreniriz. Köşkünün büyük bir bahçesi vardır. Bahçenin içinde bir havuz bulunur.

(s.53) Yazar, köşkün iç bölümleriyle ilgili tasvirleri vermez.

Page 312: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

300

Patrona romanında Padişah’ın Karaağaç Köşkü’ne ara sıra gittiğini öğreniriz.

(s.467) Ama köşkle ilgili hiçbir tasvir verilmez.

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında Abdi Bey, Mizrahi’lerin

Yeniköy’deki yalısında gizlenir. Tam olarak Batı tarzını temsil eden bu yalı, yazar

tarafından şu şekilde sunulur: “Yeniköy’deki bu ‘mükellef’ yalı, Nevşehir’li ‘Damat’

İbrahim Paşa döneminde yaptırılmış, ‘ehl-i keyif’ bir Reis-ül-küttap tarafından. Lâle

Devri beğenisinden belirgin izler taşıyor: iki kat, iki kanat, tavanları minyatür

işlemeli, içi dışı lâle motifleriyle ‘müzeyyen’; ‘müteellim bir kadın tavrıyla

Boğaziçi’nin mavi hülyasına dalmış’, ‘fevkalâde zarif ve kullanışlı’ bir yapı; hele

‘yol güzergâhındaki bahçesi, âdeta cennet’.” (s.28)

Madam Mizrahi, Abdi Bey’e denize bakan misafir yatak odasını, olmazsa

Mavi Oda’yı önerir. Sonunda Abdi Bey, gözlerden uzak olsun diye kullanılmayan bir

odada kalır: “Böylelikle Abdi bey, ‘mütecessis nazarlardan’ uzak olacağına emindir,

iki geniş pencereden yalının yol üzerindeki ‘cümle kapısını’ kollayabildiğinden,

herhangi bir baskın olasılığına karşı, burasını daha güvenli buluyor.” (s.28) Abdi

Bey, odaya girer. Yazar, odayı şu şekilde tasvir eder: “Odasına girdiği an, prizma

renkleri yansıtan, yoğunluğu yüksek bir sıvıya batmış oluyor, içerdeki aydınlık,

bahçedeki servilerin nefti, çınarların tozlu yeşil yapraklarından süzüldüğü için, sanki

somutlaşmakta, hele akşamüstleri, saydam ve kıvamlı bir tortu halinde tabana

çökmektedir. O zaman, ‘Paris mefasında’ sık sık hışımına uğradığı, yurtsamayı

andırır, buruk bir işlenme gönlünü kaplıyor; bu duvarları silme kitap, ‘nisbeten’

eprimiş mobilyaları Ceneviz kadifesi kaplı; ‘düz’ piyanosu, ‘salıncaklı’ koltuğu,

yüksek prinç karyolasıyla hayli ‘frenk’ odaya, yabancılaşıyordu.” (s.28–29) Oda,

“çat çat çatlayan mobilyalar”la doludur. (s.272)

Yazar, yalının kabul salonunu şu şekilde tasvir eder: “Birden piyano. Yalının,

misafir olmayınca biraz loş, epeyce kantal ‘kabul salonu’, cam ipliğinden örülmüş,

‘revnaklı’ salkımlarla donatılıyor. ‘Tumturaklı’ mobilyalarına, her tınlamayı emmeye

hazır Şiraz ve Buhara halılarına rağmen, boşluğu sırt üşüten salon, gözlerin

seçemediği ‘fevkal’beşer’ bir hareketle kıpır kıpırdı da, sanki müziğin büyüsü ‘sırrını

ayân eyledi. Akşam aydınlığının, büyük pencerelerden iç duvarlara çarpan kızıl

Page 313: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

301

dikdörtgenlerine kim dalsa, belleğindeki imge birikiminden şaşırtıcı özetler

görüyor.” (s.22) “Salonda ışık az, ocağın alevleri kıpkırmızı duvarlara vuruyor.”,

“Duvardaki saat, tüyler ürperten gong titreşimleriyle çalıyor.” (s.42) Salonda birkaç

avizenin ve büyük bir masanın bulunduğunu öğreniriz. (s.280, 347) Salonda eski

resimler de bulunur. (s.23) Abdi Bey, bir akşam yemeğinde elini yıkamak için çıkar:

“Abdi bey, ‘ellerini yıkamak bahanesiyle’ salondan çıktı, Gülistan’a hemen orada,

geniş koridorda bulacağını sanmıştı, yok; usulca ‘Mavi Oda’nın kapısını aralardı,

deniz pencerelerinden içeriye dolan yıldız aydınlığı, gece tenhalığında dinlenen

mobiliyalar; Aklına, odasında olabileceği hiç gelmiyor. Oysa oradaydı: yatağın

kıyısına oturmuş, ‘ayak ayak üstüne’ atmıştı.” (s.43) Mavi Oda, misafir yatak

odasına bitişiktir. (s.286) Mavi Oda’nın boğaza bakan büyük bir penceresinin

bulunduğunu öğreniriz. Geniş koridorun mermerleri de vardır. (s.273) Yalının

balkonunda oturulup akşamüstü çay içilir. (s.13, 281)

(2) Taşra Köşkleri

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Aksungur ile Halit Ağa Bağdat’a giderler.

Orada Emir Afşin’in dostu olan Bağdat’ın Kadısı Ebu Hasan köşkünde otururlar.

(s.99) Köşk ile ilgili ayrıntılar verilmez.

Aksungur Kahire’deyken, Hasan Sabbah’ın köşküne gider: “Kahire’nin gayet

güzel bir semtine gelmiştik. Çok güzel bir köşkün kapısının önüne vardık.” (s.110)

Aksungur, kapı açıldıktan sonra geniş ve aydınlık bir salona girer. Köşkün iki kattan

oluştuğunu öğreniriz. İkinci kata bir merdivenle gidilir: “Merdivenleri çıkmaya

başladık. İkinci koridora çıktık. O önden yürümeye başladı. İşlemli bir kapının önüne

vardı. İtti. Kapı açıldı. Kapının yanında eğilerek, girmemi işaret etti. Girdim. Gayet

güzel döşemiş bir odadaydım. Yerde, ayakların gömüldüğü İran halıları vardı. Duvar

kenarında, sırmalarla işlenmiş şilteler ve yastıklar bulunuyordu. Pencerelerdeki ağır

kadife perdeler yere kadar sarkıyordu.” (s.111) Hasan Sabah, Aksungur ve

arkadaşlarını köşkte oturmak için davet eder. Onlar da daveti kabul ederler: “Bize,

gayet güzel döşenmiş büyük bir oda verdiler.” (s.122) Aksungur’un kız kardeşi de

köşkün bir başka odasında mahpus kalır. (s.123)

Page 314: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

302

Son Kavşak romanında tahttan indirilen Sultan II. Abdulhamit, Selanik’teki

Alatina Köşkü’nde sürgün edilir. (s.131) Köşkte tek başına yaşayan sabık sultan, hep

köşkün penceresinden dışarıya bakarak yalnız oturur. (s.133) Köşk ile ilgili tasvirler

verilmez.

Dünya Durdukça romanında Ayşe, İstanbul’un dışında bir şehirde bir köşkte

oturur. Anlatıcı, köşkün bulunduğu şehrinin adını vermez. Oraya giden Zeynep’in

amcası, mermer merdivenden çıktıktan sonra üstünde kocaman elden tokmaklar olan

iki kanatlı demir kapıyı çalar: “Biraz bekledikten sonra yaşlı bir kadın, kapının iki

tarafındaki, motifli, demir pancurlu pencerelerinden birinin camını açtı. Motifli

pancurunu kendinden yana çekerek başını uzattı.” (s.42) Genç adam, “zevkle

döşenmiş büyük bir salona”(s.42) girer. Ve salonun kapısında Ayşe ile görüşür.

(s.43) Genç adam, akşam yemeği yedikten sonra köşkün arkasındaki bahçeye davet

edilir. Bahçenin geniş olduğunu öğreniriz. (s.44)

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında Selanik’teki Halıcızade’lerin yalısı

da karşımıza çıkar. Yalının sahnelerde tekrarlanan kısmı, arka bahçedir. Arka

bahçede, limon, portakal ve turunç yetiştirilir. (s.150,154) Küçük Valde, Neveser’e

yalıyı gezdirir: “Limonluk’tan, taa deniz banyosuna! Haziran ‘iptidası’, camlarda

sakız pırıltılı güneş, pencerelerde sim işlemli perdeler, koridorlar halayıktan

geçilmiyor.” (s.194) Sonra denize bakan oturacağı odayı gösterir. Oda, şu şekilde

tasvir edilir: “Neveser, yoğun bir sırça aydınlığına dalmıştı: kıpır kıpır denizin, açık

pencerelerden yansıttığı güneş, odayı ışık sellerine boğmuş.” (s.195)

c. Konak ve Evler

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında önümüze çıkan tek ev, romanın

başkahramanı Aksungur’un evidir. Aksungur, geriye dönerek kendi evindeki

geçirdiği günleri hatırlamaya başlar. (s.16) Aksungur, çocukken babasını evin

kapısında bekler. Evin iki kattan oluştuğunu öğreniriz. Üst katta Aksungur’un

girmesi yasak bir küçük oda da bulunur. Bu odanın anahtarı da Numan Dede’dedir.

(s.17–18) Evin üst katında bir silah odası, bir de oturma odası bulunur. Oturma

odasında misafirler oturup yemeklerini yerler. Emir Afşin’in, Numan Dede’yi ziyaret

Page 315: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

303

etmek için geldiğinde bu odada oturur. Odada büyük yemek masanın bulunduğunu

öğreniriz. Odanın avluya bakan bir penceresi vardır. Avludan üst kata bir merdivenle

gidilir. Avlu ise geniş ve onun içinde kocaman gövdeli bir meşe ağacı vardır. (s.20,

29, 31) Evin dışında da bir ağaç vardır. (s.33)

Aksungur, on bir yaşındayken, hayatında çok önemli bir olay olduğunu

söyler: “Bana girilmesi yasak olan odanın kapısını aralık gördüm. Kapıya yaklaştım.

İçeriden tıkırtılar geliyordu. Yavaşça kapıyı ittim. Kapı, gıcırdayarak açıldı. İlk anda

dedemle göz göze geldim. Eski bir sandığın üzerinde oturmuş, kocaman bir kılıcı

biliyordu. Şaşırdım. Dedemi karşımda görünce çok utanmıştım:

—Affedersiniz, dedim. Kapıyı açık görmüştüm de!

— Gel evlât, dedi. Olan oldu bir kere… Sen de büyüdün zaten.

İçeri girdim. Oda loştu. Fakat burada beni mesut edecek çok şey vardı.

Duvarda, mızraklar, kılıçlar, kalkanlar ve gürzler asılıydı. Hepsi, düzenli bir şekilde

duvarları süslüyordu. Bu silâhları çok mükemmel ve değerli oldukları anlaşılıyordu.”

(s.20)

Aksungur’un Kahire’de bindiği gemi denizde batar, Aksungur ise ağır

yararlanarak bir sahile ulaşabilir. Orada bir ihtiyar balıkçının evinde iyileşinceye

kadar oturur. Aksungur’un oturduğu ev şu şekilde tasvir edilir: “Kulübeleri tek gözlü

bir yerdi. Üçümüz aynı odada yatıyorduk. Gece yatarken masayı dışarı çıkarıyorlar,

yataklarını yere koyuyorlardı. Çevremizde, yedi sekiz balıkçı kulübesi daha vardı.

”(s.186) “Oda, kocaman bir pencereden bol güneş ışığı alıyordu. Yatağımın

karşısında, kaba bir şekilde yapılmış bir masa ve sandalye bulunuyordu. Masanın

üstünde, içleri, sedef gibi olan tabağa benzer bu şeyler vardı. Sonradan, bunların

istiridye kabukları olduğunu öğrendim.” (s.183)

Aksungur Kostantiniyye’ye geldikten sonra Abdullah’ın amcasının evine

gider. Aksungur Kostantiniyye’de oturduğu sürede o evde kalır. (s.192)

Page 316: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

304

Osmancık romanındaki evler ve konaklarda dikkat çeken husus, Türkler de

özellikle önderler halk gibi evlerde otururlar. Karşı tarafta Bizans ve Rumlar, bahçeli

konaklarda kalırlar.

Ertuğrul beğin evi, önemli bir yer tutar. Roman boyunca toplantılar orada

yapılır. Ertuğrul Gazi öldükten sonra Osman Gazi de bu geleneği sürdürür. Ev,

Söğüd’de bulunur. (s.187) Evin büyük sofasında toplantılar yapılır. Büyük Sofanın

üç duvarında üç lâmbanın bulunduğunu öğreniriz. Orada da birkaç sedire ve minder

de vardır. Toplantıların bazısı evin büyük odasında da yapıldığını görürüz. (s.195–

196, 219)

Osman Gazi’nin yoldaşlarından olan Konur Alp’ın bahçeli bir evi vardır.

Bahçede bir badem ağacının bulunduğunu öğreniriz. Eve giden Osman Gazi,

bahçenin kapısında durur. Orada Konur Alp, Osman Gazi’yi karşılar. Konur Alp’ın

çocuğunun kırkıncı gününde bütün yoldaşlar, evin sundurmasında toplanırlar.

(s.200–201)

Harman Kaya’daki Mihail Kosses’in konağı, olayların sahnesinin geçtiği bir

mekândır. Yazar, Mihail Kosses’in oturduğu konağı şu şekilde tasvir eder:

“Mihail’ler yüksek ve kalın duvarlarla çevrili kocaman bir bahçenin içinde, çatı

hariç, üç katlı bir konakta oturuyorlardı. Bahçede, ayrıca üç bina daha vardı. Onlarda

da uşaklar, rençberler, çobanlar ve silâhlı adamları kalıyordu.” (s.17) Osman Gazi,

Mihail’i kurtardıktan sonra birlikte Kosses’in konağına giderler. Osman Gazi,

konağın salonuna girer. Orada sofra hazırlanır. (s.17–18) Osman Gazi, Aya

Nikola’nın adamlarının Harman Kaya’yı basacaklarını, Mihail Kosses’i

öldüreceklerini öğrenir. Bunun için Konur Alp’ı bu baskını bozmakla görevlendirir.

Konur Alp on altı atlı ile birlikte Mihail Kosses’in konağına gider. (s.145) Atlılar

konağın bahçesinde beklerler, Konur Alp ise konağın içerisine girer. “Taş

merdivenin yanına gelince de, eğerden sıçrayarak sahanlığa, Mihail’in yanına indi ve

ona olup bitenleri anlattı.” (s.146) Mihail’in odası ise şu şekilde tasvir edilir: “Mihail

Kosses, konağın burca bakan bir odasında, tek başına pencerenin önünde

duruyordu.” (s.246)

Page 317: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

305

Aya Nikola’nın kızı için düzenlenen nişan töreni için İnegöl’deki Aya

Nikola’nın konağına diğer tekfurlar davet edilir. Aya Nikola, bu fırsatı kaçırmamak

için kendi odasına tekfurları davet eder. Odada Söğüd’de Türkler’e yapılacak saldırı

hakkında konuşurlar.

Aydos kalesindeki Nikeforos’un konağı da söz konusu edilir. Osman Gazi,

Aydos kalesini düşürdükten sonra Nikeforos’un konağına gider. Nikeforos, orada

gizlenir. Konağın bahçesine adamlarıyla gelen Osman Gazi, konağın nöbetçilerine

saldırır. Çarpışma bittikten sonra Sungur, konağın mutfağına girip konağı

tutuşturmak amacıyla orada ateş hazırlar. Ama Osman Gazi, Nikeforos’u diri olarak

ister ve konağın tutuşturulmasını reddeder. Osman Gazi, ikinci katına çıkmak için

konağın içindeki merdivene doğru gider. Konağın sofasında bir çarpışma olur.

Nihayet, Nikeforos, kendisini teslim eder. (s.244–246)

Kaybolan Elçiler romanında Yalova Beyinin konağı üzerinde durulur.

Sunguroğlu ve arkadaşları konağı görünce şaşırırlar: “Bey konağı kale gibiydi.”

(s.21) “Yalova Beyinin konağı böyle olunca, Bizans İmparatorunun sarayı nasıldır.”

(s.37) Konağın etrafı kalın duvarlarla çevrilir. Duvarların yüksekliğinin iki boy

olduğunu öğreniriz. (s.21) Yazar, konağı çok büyük ve süslü olarak ortaya koyar.

(s.36) Sunguroğlu ve İbrahim konağın içine girdikten sonra büyük bir odada

beklerler. İçinde bulundukları bu odanın göz kamaştıran süslemelerle dolu olduğunu

öğreniriz. (s.37) Yalova Beyine giderken koridorları geçip, bulundukları odadan daha

küçük bir odaya girerler. Orası Yalova Beyi’nin taht odasıdır. Yalova Rum Beyi ince

işlemeli ceviz bir tahtta oturur. (s.38)

Aryanos’un konağı da büyük ve süslü bir konak olarak önümüze çıkar. (s.32)

Sunguroğlu ve arkadaşları Yalova Beyinin sarayına giderlerken, yirmi atlı ile

karşılaşarak Köse yararlanır. O sıralarda silahşörlerin kumandası olan Aryanos gelir.

Çatışmayı durdurduktan sonra Sunguroğlu ve arkadaşlarını kendi konağına götürür.

İlk olarak atlarını ahıra çekmek amacıyla seyise bırakırlar. Konağın avlusuna

girerler. Köse’nin yarasını sarmak için konağın içerisine girip büyük bir odada

otururlar. Konağın saray gibi olduğunu öğreniriz. (s.30–32)

Page 318: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

306

Baskın romanında İznik Beyinin konağı ile karşılaşırız. Çetenin peşinde

giden Sunguroğlu ve arkadaşları, konağın bahçesine gelip kapıyı kırdıktan sonra

avluya girerler. Merdivenlere atıldıktan sonra konağın içerisine girerler. (s.90–91)

Yazar, konağı şu şekilde tasvir eder: “Gizli yolları da acaba. Unutma ki bu konağı

İznik Rum Beyi yaptırmıştır. Rum Beyleri gizli geçitlere bayılırlar.

Hâlâ kimsecikler yoktu. Bütün odalar bomboş… Bomboş kubbelerde

yankıladı sesi… Boş koridorlarda ilerlemeye başladılar. Konak hayli büyüktü. Bir

sürü girdisi çıktısı vardı. Mermer sütunlar heyûla gibi dikiliyor, kubbeler düşmanca

göz kırpıyorlardı. Duvar boyunca meş’aleler yanıyordu. Birden koridorun sonundaki

demir kapı ardına kadar açıldı. Ve zırhlı bir sürü üzerlerine saldırdı.” (s.92) Konağın

bir odasındaki halıların altında bir kapağın bulunduğunu öğreniriz. Sunguroğlu ve

arkadaşları, bu kapağı açarlar. Altı basamaktan oluşan bir merdivenden sonra ormana

giden gizli bir geçit başlar. (s.93)

Kaçırılan Prenses romanında Sunguroğlu ve arkadaşları, Bizans’a geldikten

sonra ilk ziyaret ettikleri yer, Sunguroğlu’nun eski arkadaşı olan Lagan Mişöp’ün

evidir. Anlatıcı, evin durumunu dikkatle tasvir eder: “Lagan Mişöp, eski bir konakta

oturuyordu. Konağın görünüşü haraptı. Ama içerisi hiç fena değildi. Sade, fakat

temiz döşenmişti. Duvar diplerine serpiştirilmiş minderlerin, titiz bir kadın elinden

nakışlandığı ilk bakışta anlaşıyordu.” (s.22) “Evin en büyük odasında karşılıklı

otururdular.” (s.24) Eve bir merdivenle gidildiği öğreniriz. (s.54)

Aynı romanda da başka bir konak söz konusudur. Dimitri Korbos’un

konağıdır. Yazar, konağı şu şekilde takdim eder: “Dimitri Korbos, Teodosyüs

Limanına yakın yüz odalı bir konakta oturur.” (s.29) “İmparatorun oturduğu

Valekerna Sarayı’ndan çok küçük değildi. Onun kadarda gösterişliydi. Dört

köşesinden yükselen dört kule, surlarla bütünleşmiş, baştan başa boyalı camlarla

süslenmişti. Sadece bu konağı görmek bile sahibinin ne kadar zengin olduğunu

anlamak için yeterliydi” (s.43) Konak iki kattan oluştuğunu, her katta uzun bir

koridor bulunduğunu öğreniriz. İkinci kat ise daha süslü ve daha aydınlıktır. (s.116)

Page 319: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

307

Tuzak romanında Sunguroğlu, arkadaşları mektupla gelmeden önce kendi

evinin terasında oturuyordu. Mektubu aldıktan sonra atlarını ahırdan alarak giderler.

(s.5–7)

Baskın romanında ilk görünen sahne, konaktır. Sunguroğlu ve arkadaşları,

İznik’e giderler. Yolda yağmur fena bastırınca bir konak görünür. Konağın

bacasından duman çıktığını gören üç arkadaş, her şeyden önce konağın avlusuna

girerler. Görünürde kimse yoktu. Konağın içine girdikten sonra da kimse yoktur.

Ocağın önünde bir yoğun odun olduğunu öğreniriz. (s.7–9) Köse, atlara bakmak

amacıyla konağın ahırına gider. (s.11) Üç arkadaş salonda hareket ederek konağın

odalarına tek tek göz atarlar. Konakta sekiz odanın bulunduğunu öğreniriz. “Her taraf

toz içinde yüzüyordu. Tahtalar yer yer çürümüş ve çökmüştü.” (s.12) Onlar, yatsı

namazında sonra ocağın önüne uzanırlar. (s.19)

Çalınan Hazine romanında Sunguroğlu İznik’teyken, şövalye Metiyüs’ü

tekip eder. Şövalye Metiyüs at uşağıyla birlikte harap görünüşlü bir eski eve girerler.

Ev, iki kattan oluşur. Sunguroğlu eve girerken, evin içinin dışı kadar harap

olmadığını anlar. Şövalye Metiyüs, ikinci katta bir odaya girer girmez bir ışık yanar.

(s.67–68)

Gemide İsyan romanında Çimpe kalesine giden Köse, İbrahim’i şehir

beyinin konağında bulur. Orada İbrahim, beyin kızıyla evlenir. İlk olarak Köse,

konağın kalabalık halinde ve insanlarla dolu büyük bir odasına girer. Orada İbrahim’i

bulur. Onunla konuşmak için konağın bahçesine çıkar. Bahçenin bir çınarını

yağmurdan siper ederler. (s.10) İkisi durumu şehir beyine anlatmak için konağın

küçük bir odasına girerler. Orada şehir beyi ile konuşurlar. (s.14)

Sunguroğlu ile kaptan Guidi, adadaki bir Yahudi’nin evinde kalırlar. Ev

kulübeden ibarettir. Evin duvarlarına balık ağları asılır. Sunguroğlu, evin eski bir

yatağında yatar. Evin damının bozuk olduğunu öğreniriz. (s.84–85)

Page 320: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

308

Yıldırım Bayezid romanında Bizanslı imparator Beşinci Yoannis ve oğlu,

zindandan çıktıklardan sonra bir süre bir ihtiyarın evinde otururlar. Kim olduklarını

anlamayan ev sahibi, onlara bir ot yatağı verir. (s.70–71)

Topal Kasırga romanında şehzade Süleyman Çelebi’nin konağından söz

edilir. Bu konak büyük odasında şehir meclisi toplanır: “Doğru konağa koptu Malkoç

Bey; burnundan soluyor, bastığı yeri görmüyordu. Bir çukura saplanan ayağını az

daha kıracaktı.

Öfkesi burnunda şehzade konağına girdi. Büyük odada meclis toplanmış.”

(s.50.)

İlk Hançer romanında Gökçe Beyin konağından bahsedilir. Alp, bu konağa

yemek için davet edilir. Konağın büyük ve güllerle dolu olan bir bahçesi vardır. Bu

konak, Kazan’a dört, beş kilometre mesafededir. Konağın bahçesinde bir şadırvanın

bulunduğunu öğreniriz. (30–31)

IV. Murad-1- romanında birçok konak ve ev söz konusudur. Onların ilki,

Davut Paşa’nın konağıdır. Sultan Genç Osman’ın öldürüldükten sonra sipahilerle

yeniçeriler, Sadrazam Davut Paşa’nın konağını sararlar. Sadrazam Davut Paşa

konağın penceresini açıp onlarla konuşur. (s.35)

Beyşehri’de bir başka konak ortaya çıkar. Deli İlâhi, şehrin ileri gelenleriyle

görüşmek amacıyla kalenin kumandanın konağına gider. Deli İlâhi, adamlarına

işaretleyerek konağın içinde şehrin ileri gelenlerini öldürtür. (s.125–126)

At Meydanı’ndaki bulunan konak ise, Recep Paşa’nın konağıdır. Yazar,

konağı şu şekilde tasvir eder: “At Meydanının köşesindeki konağın pencerelerinden

ışık sızıyordu. Konak üç katlıydı. Diğer evlere tepeden bakan bir hali vardı. Dışarı

sızan hafif ışıkta bile pencere kafeslerinin çok usta bir el tarafından sabırla işlendiği

görülebiliyordu.

At Meydanında dövüşen yeniçerilerden biri nefes nefese bu konağa girdi.

Kapı çavuşu ile kısa bir ağız dalaşından sonra merdivenlere saldırdı. O önde, kapı

Page 321: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

309

çavuşu arkasında, büyük bir odaya daldılar. Oda göz alıcı renklerden sedirelerle çepe

çevre sarılıydı. Mor çuhadan ağır perdeler yarı aralıktı. Sokaktan oldukça yüksek

olduğu için galiba, dışarıdan görülme endişeleri yoktu. İhtimal, bu yüzden perdeler

kapatılmamıştı. Sokağa bakan iki pencerenin arasındaki sedire Recep Paşa bağdaş

kurmuştu.” (s.168) Konağın arka tarafında bir bahçe bulunur. (s.231)

Sadrazam olan Recep Paşa da padişahın karşısında desiselerini düzenler.

Zorbaların başlarını çağırarak kendi konağında geceleyin toplanırlar. Bu sırada

konakta bir toplantı odasının bulunduğunu öğreniriz. Recep Paşa da toplantı

esnasında pencerenin camını kapatır. (s.232–234)

Karşı tarafta da Sultan Murad, halkla bir bağ kurarak Bayram Paşa’nın

konağında toplantılar düzenler. Ulemâ da bu toplantılara davet edilir. Romanda

önümüze çıkan Bayram Paşa konağında iki toplantı düzenlenir. Bu iki toplantıda

konağın çok kalabalık olduğunu öğreniriz. (s.188–189, 255–256)

Sadrazam Kemankeş Ali Paşa’nın konağında da bir toplantı düzenlenir.

Konağın bu toplantıda kalabalık olduğunu öğreniriz. Bu toplantıda Sultan Mustafa

tahttan indirilir. Şehzade Murat ise, sultan olur. (s.84)

Eskişehir’deki demirci Ali’nin evi, romanda ele alınan mekânlardan biridir.

Zorbalardan biri olan Kör Ali’nin karşısında duran demirci Ali, eve döner. Orada ne

yapacağını düşünür. Evin bir yatak odası ve sofra odası vardır. Demirci Ali’nin yer

yatağı vardır. Kendi kılıcı, duvarda asılır. Evin tek katlı olduğunu anlarız. (s.128–

129)

Şehzade Muard, Doğan Bey’i Antep kadısına gönderir. Yazar, kadının evini

“bahçe içinde tek katlı küçücük bir kulübe” olarak tasvir eder. (s.51)

Cibali’de çıkan yangında Hamza Paşa konağı, Yahya Paşa konağı, Sultan

Selim’deki fukara evleri ve ulemâ evlerinin tutuştuğunu öğreniriz. (s.291)

IV. Murad-2- romanında birçok konak ve evden söz edilir. Romanda sunulan

ilk ev, Kayseri civarında bulunan köyde Osman’ın evidir. Evin kapısı, köye açılır.

Page 322: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

310

Ama diğer tarafta bulunan pencere, ormana bakar. Meliha Kadın, çocuğunu

pencereden kaçırır. (s.12–13)

Bursa’da Mehmet Çelebi’nin konağı ise, kocaman bir konaktır. Orada

Bursa’nın tanınmış bezirgânları toplanır. Saz meclisi kurulur. Mehmet Çelebi’nin,

konağın büyük bir odasında oturduğunu öğreniriz. (s.43–45)

Bağdat’ta ilk rastlanan konak ise, Bulak Han’ın konağıdır. Konağın kocaman

ve büyük bir bahçesi vardır. Konağın avlusu ise binlerce insanın sığınacağı kadar

büyüktür. Fettah ile Osman orada bir süre kalırlar. Haşhaşîlerin lideri olan Bulak

Han’ın konağında Sakarya Şeyhinin imdadına yetişmek için son hazırlıklar yapılır.

Konak binlerce Haşhaşî fedaileriyle kaynar. Fettah ile Osman konağın bir odasında

otururlar. Odanın penceresi, avluya bakar. Avluda ağaçların bulunduğunu öğreniriz.

(s.182–183)

Rahman Çelebi’nin rastladığı misafir, Bağdat civarında eski bir konakta

oturur. Konağın kapısından bir taşlığa gidilir. Taşlıktan sonra on iki basamaklı bir

merdivenle yukarıya çıkılır. Orada misafirin odası bulunur. Yerde ise acem halısı

vardır. (s.284)

Beyaz Kale romanında Paşa konağından söz edilir. Yazar, oraya girince

kendisinin kolay kolay kurtulamayacağını anlar. Yazar, orada insanların

parmaklarının ucuna basarak yürüdüklerini söyler. Konağın bir sofası vardır.

Paşa’nın orada da bir odada bir sedirin üzerine uzanarak beklediğini öğreniriz. (s.16)

Konağın bir bekleme odası da vardır. Bu odanın iki kapısı bulunmaktadır ki; birisi

giriş için, diğeri ise bir başka odaya geçer. (s.20–21) Konağın bahçesinin ağaçlarla

dolu olduğunu öğreniriz. (s.30–31)

Yazar, Hoca’nın evinde oturur. Hoca’nın evi, sıkıntılı, küçük, sevimsiz bir ev

olarak önümüze çıkar. (s.23) Evin bir odası, yazara hazırlanır. (s.32) İkisi bir masaya

karşılıklı oturup çalışırlar. (s.36) Bazen de Hoca, yazarı sandalyeye bağlayıp masaya

oturur. Hoca’nın istediği şeyi yazara yazmasını emreder. (s.72) Yukarıdaki küçük

oda, Hoca’nın çalışma odasıdır. (s.58) Odanın bir lambası vardır. (s.96) Evin bir

Page 323: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

311

duvarında bir ayna vardır. (s.99) Evin, Haliç’e bakan bir mahallede olduğunu

öğreniriz. (s.103)

İkisi de hasat zamanı Gebze’ye gidip orada eski bir evde otururlar.

Oturdukları ev, eski ve boş bir evdir. Evin bir arka bahçesinin bulunduğunu

öğreniriz. (s.59)

Hoca ve yazar Edirne’deyken Fildamı Mahallesi’nde bulunan bir eve girerler.

Hoca, orada saraydan kaçmış birisini arar. Evin içerisi toz, ahşap ve sabun kokar.

Kapıdan sonra yukarıya gıcırdayan bir merdivenle çıkılır. Ev, bir sofa ve dört odadan

oluşmaktadır. Birinci odanın, yatak odası olduğu anlaşılır. İkinci odanın içinde bir

yığın yorgan ve yorganlık kumaş vardır. Üçüncü odada iki kadının namaz kıldıklarını

öğreniriz. Dördüncü oda ise iş yeri olarak önümüze çıkar. Orada yorgan diken bir

adam bulunur. (s.143–144)

Patrona romanında Patrona ve arkadaşları, ilk toplantılarını yapmak üzere

Emir Ali’nin evine giderler. Yazar, oturdukları evi şu şekilde tasvir eder: “Hayli

büyük bir odaydı bu. Tahta döşemeyi tam kapatamayan kocaman bir kilim yayılmıştı

yere. Sarı yeşil, mor, artık eskiyerek hükmünü kaybeden renkler, gene de dikkati

çekiyorlardı. Köşelerde minderler konulmuştu şöyle kabarıkça duran. Yenice badana

yapılan duvarlara çividi maviyi biraz bol vermişler, bahçeye bakan iyi büyücek

pencerede çiçek saksıları vardı.

Odadaki temizliğe bakınca, titiz bir kadın elinin dikkatli, yorulmaz

gayretlerini sezmekte gecikmiyordunuz. Ama, canlı olarak görünen, biraz evvel

buraya gelen üç kişiden ibaretti. Evet, onlar hiç konuşmadan ahşap merdivenleri

gıcırdata bu ikinci kata çıkmışlardı. Harap bir avluya dört bir tarafı çevrilen bu evin,

diğerleriyle bir bağlantısı yoktu.” (s.20)

Hilâl Görününce romanında yazar, Kırım Türklerinin evlerini genel olarak

şu şekilde tasvir eder: “Çoğu iki katlı olan evlerin bahçelerindeki pembe beyaz

çiçeklerle donanmışlardı.” (s.42)

Page 324: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

312

Romanda karşımıza çıkan ilk ev, Nizam Dede’nin evidir. Nizam Dede’nin

evi, yukarıdaki evlerin farklı değildir. Evin bir avlusu vardır. Ahır ise avlunun bir

tarafında bulunur. (s.103) Evde iki yatak odası bulunur. Birisi Nizam Dede’nin,

diğeri ise, Giray’ınkidir. Nizam Dede’nin Odasında bir ocağın bulunduğunu

öğreniriz. Evde şamdanlar, yağ kandilleri ve lambalar da bulunur. (s.32) Nizam

Dede’nin odasında dışarıya bakan bir pencere bulunur. Odada da oturmak için

minderler vardır. (s.30)

Arslan Bey’in evi de aynıdır. Ama Arslan Bey’in eşini öldükten sonra ev

bakımsız haline gelir. Hem de annesi yaşlıdır. Bir gün komşular annesi için evi

temizler. Arslan Bey, eve dönünce şaşırır. Ev de iki kattır. Avlusunda ahır bulunur.

Evin iki yatak odası da vardır. Minderler de bulunur. (s.128–133) Evin içinde bir

ocağın bulunduğunu öğreniriz. (s.243)

Feyzullah Ağa’nın Bahçesaray’da evi de aynı şekilde ortaya çıkar. Ama evin

şeftali ağaçlarıyla dolu olan bir bahçesi vardır. Evde minderler de bulunur. (s.290–

293) Arslan Bey ve Şirin’in nikâhı bu evin geniş bahçesinde kıyılır: “Odaları

misafirlerle dolup taşmıştı. Şirin, kadınların toplandıkları odada boynunu bükmüş

oturuyordu.” (s.396)

Gregoroviç’in evi ise farklıdır. Akmescid’de bulunun Gregoroviç’in bağları

arasında yer alan bu ev, düzenli ahırlardan sonra taş örme, üstü beyaz badanalı bir

evdir. Evin bahçesinde bir asma çardağın bulunduğunu öğreniriz. (s.94–95) Evin içi

ise şu şekilde tasvir edilir: “Gregoroviç’in evi küçük bir saray sayılır. Hizmetkârın

gösterdiği odaya girmeden önce salona bir göz attı. Uzun bir masa, oymalı koltuklar,

yağlı boya tablolar, kocaman vazolar, altın, gümüş kupalar ve şamdanlar hiç

tanımadığı bir dünyanın parıltısını, rengini aksettiriyordu. Hele resimler o kadar

canlıydı ki, şaşırdı. Şöminenin üstündeki Gregoroviç’in resmiydi. Yağız atı ve o.”

(s.192)

Dağlı (Dargo) romanında Toy Cafer’in oturduğu ev söz konusudur. Toy

Cafer, Rus askerlerinin kendi köyüne girdiklerini haber alır almaz. Köye gider.

Page 325: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

313

Oradaki evine gider. Evin penceresinden düşmanı izlerken, kendi annesinin hasta

yatağında olduğunu öğreniriz. (s.113–114)

Karasu romanında karşımıza ilk çıkan ev, Vank köyündeki Vahan’ın evidir.

Vahan’ın ahırına atları çalmak için gelen Seydo, ilk olarak evin geniş avlusuna girer.

Avluda iki kapı bulunur. Birinci kapı avluya, ikincisi ise eve açılır. Yatak odasında

uyuyan Vahan’ın, avluyu güvenceye almak için arkasına bağladığı ip yatak odasına

kadar uzatır. Kapı açılınca ip çekilir. Bir hırsızın bulunduğunu fark eden Vahan evin

avlusuna çıkar. (s.18–19)

İsyan Eşiği romanında ortaya çıkan ilk ev, Fındıkcık köyünde bulunan

Abovyan evidir. Ermeniler, köyün başında Mülazım Fuat’ı beklerler. Onu

Abovyan’ın evine götürürler. Evin büyük ve çok odalı olduğunu öğreniriz. Abovyan,

Mülazım Fuat’ı sofra odasına götürür. Odanın ortasında sofra değişik tepsilerle

hazırdır. Abovyan da Mülazım Fuat için yatak odasını hazırlayıp sabun kokan yatağı

serer. (s.34–41)

İkinci ev ise, aranması istenilen Esro’nun evidir. Ermeni olan Esro, kendi

evinde bomba yapıp komitecilere dağıtır. Esro, kendi evinde iki çırağıyla gece

boyunca dinamitler ve bombaları evin dehlizine indirmeye çalışırlar: “İki çırak, iki

baştan tutup sediri kaldırdılar. Açığa çıkan dehliz kapağını açtılar, aşağıya taşımaya

başladılar. Büyük çırak, dehlizin başından aşağı uzatıyordu. Esro Usta, aletleri

yerleştiriyordu.” (s.44) Nihayette bombalar, evi patlatır. (s.45)

Yazar, köyün evlerine de romanda yer verir. Bunların başında Yusuf’un

evidir. Evin geniş bir avlusu vardır. Avluda, suyu çekmek için bir kuyu da vardır.

Avlunun diğer tarafında ise ocak bulunur. (s.62)

Osman’ın evi ise, Yusuf’un evinden farksız değildir. Avluda da ocak bulunur.

(s.55) “Yüzü keskin çizgili, uzun bir kadın var kapının önünde. Duvar köşesine yakın

yerde kazık çakılı. Kazığa siyah bir inek bağlı. İneğin yöresinde tavuklar, serçeler

dolaşıyor.” (s.52)

Page 326: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

314

Yazar, Ermenileri temsil eden Bakırcı Mıgırdıç’ın oturduğu konağı da tasvir

eder. Bakırcı Mıgırdıç’ın konağı pek geniştir. Bakırcı Mıgırdıç, konağın sofasında

Fuat Bey’i beklerken, Ayı Kemal konağın avlusunda görünür. (s.125) Bu sırada ikisi,

konağın dış kapısında Fuat Bey’i karşılarlar. Yazar, oturdukları odayı şu şekilde

tasvir eder: “Kolağası Fuat Bey, kendisine hizmet için yöresinde dönenleri, cana

yakın duldu. Şark usulü döşenmiş nadide halılarla süslü odada, ipek yastıklara sırtı

gömülünce, çevresine daha babacan bakmağa başladı.” (s.126) Bundan sonra cins

cins yemeklerle dolu olan sofraya giderler. (s.129)

Musa’nın evi ise, zengin köylülerin evini temsil eder. Oraya giden Yusuf ile

Hasan, duvarlara halı yastıkları dayalı, geniş bir odaya alınırlar. Sonra gece vakti

yataklar serilir. Yusuf ve Hasan ayrı odalarda yatarlar. Ertesi gün Musa’nın babası

gelir, misafirlerle oturur. Sonra değişik yemeklerle zengin olan sofraya davet

edilirler. (s.152–153)

Romanda Mıgırdıç Portakalyan, İstanbul’daki Rum Sofia’nın evinde

gizlenerek oturur. (s.113–114)

Dünya Durdukça romanında ortaya ilk çıkan ev, Ali Rıza Efendi’nin evidir.

Orada Mustafa Kemâl Atatürk doğar. Evin iç odalarının birinde doğum olur.

Akrabalardan bir yaşlı hanım elinde dünyaya yeni gelen bebeği kaldırarak odanın

dışına çıkar. Koridorda bekleyen Ali Rıza Efendi, bebeği alır. (s.3) Yıllardan sonra

hasta olan Ali Rıza Efendi, yatak odasında yatar. Yatağın yanında küçük Mustafa

durur. (s.6–7)

Zabit Ömer Cevat, kendi evine gider. Orada eşi ve kızı ile birlikte oturur. Eşi

mutfağa açılan ikinci kapıdan girer. Ömer Cevat ise kızıyla birlikte kendi odasına

gider. Bu sıralarda evin kapısı zorla açılır ve düşman askerleri içeriye girer. Ömer

Cevat hemen kızını evin büyük odasındaki dolaba saklar. Ömer Cevat, odaya giren

iki düşman askeri öldürür, üçüncü asker ise Ömer’i vurur. Bunun ardında da Ömer’in

eşi de öldürülür. Bir asker dolabın kapısını açarken Türk askerleri gelir ve düşman

kuvvetlerini öldürürler. (s.21–23)

Page 327: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

315

Zeynep, babası öldükten sonra amcasının yanına gider. Evde özel bir odası

vardır. Diğer odada ise amcası ile yengesi otururlar. Evin iki kattan oluştuğunu

öğreniriz. (s.48–56)

Zeynep büyüdükten sonra evlenir ve eşiyle birlikte Ankara’da bir evde oturur.

Evde kayınpederi ve kayınannesi de vardır. Evin bir odası, kütüphane olarak yapılır.

Zeynep’in kayınpederi, kütüphanede sürekli olarak oturur. Evin bir bahçesinin

bulunduğunu öğreniriz. (s.99–103)

Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu romanında karşımıza çıkan ilk ev,

Hekimoğlu’nun evidir. Hekimoğlu annesiyle birlikte evde yaşar. Evin küçük

olduğunu öğreniriz. Ev, iki odadan oluşmaktadır. Evin pencerelerinin tekmil ve sık

perdeleri vardır. Hekimoğlu’nun odasında sadece yatak bulunur ve duvara bir tüfek

asılır. (s.16–23)

Hekimoğlu kaçarken ilk gittiği yer, Kumru köyündeki arkadaşı Hüseyin’in

küçük evidir. Ev, “bir gözlü kulübe”den ibarettir. (s.48)

Romanın son sahnesini gören yer ise, Tepealan köyünün muhtarı Hasan

ağanın evidir. Aslında Daydan Arslan’ın hazırladığı pusu, Hasan ağanın evidir.

Hasan ağa, evin dışında oturur. Akşam namazını kıldıktan sonra pencereleri

kapatmadan evin içerisine girer. Eve geceleyin gelen Hekimoğlu ve Gedik Halil, ilk

olarak mum ışığında evi ararlar. Yemekleri hazırlayan Hasan ağa, Hekimoğlu ve

arkadaşı sofraya davet eder. Bu sırada evin iki kattan oluştuğunu öğreniriz.

Yemeklerini yedikten sonra Hasan ağa, alt kattaki misafir odasına iki yatak serer.

Hekimoğlu, Hasan ağaya odunlukta uyumasını söyler. Bu sıralarda Halil ağa, bir

işaret olarak üst kattaki pencereyi gece boyunca açık bırakır. Bunun üzerine

sabahlayın Daydan Arslan ile adamları birlikte evi kuşatırlar. Evin açık

pencerelerinden yoğun kurşun girer. Çatışmaların sonunda Hekimoğlu ile Gedik

Halil evin içinde öldürülürler. (s.128–141)

Page 328: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

316

Ermeni Zulmü romanında Ermeniler, Sarıkamış’ın Zeg köyünde Dirkan

Serkis’in evinde gizlice bir toplantı yaparlar. Bu evin, köyün en büyük evi olduğunu

öğreniriz. Toplantı, evin kapısı zincirlerle iyice kapatıldıktan sonra başlar. (s.21)

Desaadet’te Sabah Ezanları romanında Neveser’in İstanbul’da oturduğu ev

karşımıza çıkar. Evde cereyan eden olaylar, Nefti Salon’da gerçekleşir. Nefti

Salon’da, yağ yeşili büyük çini soba bulunur. (s.61) Abdi Bey Mizrahi’lerin yalısında

gizlenir. Neveser, her gün oğlu Doğan’ı yatırdıktan sonra tek başına Nefti Salon’da

sessiz sessiz gözyaşları döker. Yazar, bu sahneyi şu şekilde tasvir eder: “Camlarda

aynı parçalayıp yaldızladığı ‘gümüşî’ bulutlar, işgal donanmasının yanıp sönen işaret

fenerleri, ansızın bir ışıldak! Nasıl ağlamasın.” (s.62) Neveser, Almanya’dan dönen

kardeşi Ahmet Ziya’yı evde bulur. Bu sırada sessiz ve sakin olan Neveser’in evi, tam

ters değişir. Yazar, evin durumunu şu şekilde tasvir eder: “Evin içinde, akıl almaz bir

‘yolcu’ dağınıklığı! Her tarafta bavullar: şemsiyelikte, koridorda, kütüphanede! İrili

ufaklı, renk renk, biçim biçim. Partal demirli ‘muhkem’ bir sandık, etekleri yerde

sürünen ‘siyah muşamba’ bir palto. Salondan, yabancı sesler işitiliyor, mutfaktan

kapkacak gürültüsü.” (s.78) Neveser de şaşırarak Nefti Salon’u tanıyamaz: “Neveser,

evinin şaşmaz düzenine, sürekli durgunluğuna, meğer ne de alışmış? İçine paldır

küldür yuvarlandığı bu curcunayı yadırgadı. ‘Nefti Salon’u tanıyamıyor. Ortalıkta

tepsiler, şarap şişeleri. Sehpalardan birine eski bir bavul oturmuşlar, yetinseler ya,

hayır, açmışlar da: kirli erkek çorabları, yakası yenmiş gömlekler, renkli sicimle

bağlanmış irice bir paket, yırtığından bir ‘mecmua’ demetini içerdiği anlaşılıyor.”

(s.78–79) Neveser, kardeşine misafir yatak odasını hazırlar: “Misafir yatak odası tek

kişilik olduğundan, yüklüklerden yatak çıkarıp hazırlık yapmak gerekiyor da!” (s.82)

Terasta salıncaklı bir iskemlesinin bulunduğunu da öğreniriz. Orada da oturulup

sohbet edilir. (s.101)

Ahmet Ziya, Doktor Melek ile birlikte Sultanahmet’e yakın bir evde oturur.

Yazar, evi şu şekilde tasvir eder: “Ahmet Ziya, Divanyolu’na çıkan yorgun bir

sokakta, ahşap ‘nohut oda bakla sofa’ bir evde oturuyor: iki kat, pencereleri cumbalı,

kapısında geçen yüzyıldan kalma, koca bir çınar.” (s.360) Doktor Melek, aşağı

kattaki sofaya bitişik odayı muayene odası olarak kullanır. Hem sofa hem de

Page 329: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

317

muayene odası, hemen hiç güneş görmez. (s.360) Neveser, ikinci kata çıktığında

şaşırır. Orası çok dağınıktır. Dergiler, kitaplar, gömlekler ve kahve fincanları her

yerdedir. (s.367)

Vatan Dediler romanında yazar, ele alınan dönemin evlerini gösterirken,

değişik insan sınıflarıyla ilgili olarak bilgi vermeye çalışır. Verilen bilgilerden de bu

dönemde halk arasındaki dayanışma duygularını anlarız. İlk olarak Tacım köyündeki

Molla Mahmut’un evi karşımıza çıkar. Molla Mahmut, evini bırakıp orduya katılır.

Annesi ise evde kalır. Molla Mahmut’un evi sıradan köylerin evlerini gösterir. Ayşe

kadın, kapının eşiğinde oğlunu düşünerek oturur. (s.82) Evin içinde ocak bulunur.

Duvarın dibinde çıralar vardır. Karanlıkta çıraların ışığında otururlar. (s.85–87)

Molla Mahmut, Haceli ve Hamdi İnönü köyündeyken Zeynel Ali’nin evinde

bir geceyi geçirirler. Evde yün yatakta uyurlar. Sabahlayın Zeynel Ali’nin oğlu,

onlara ibrikte suyu getirir. Onlar da leğende yıkandıktan sonra kurulan sofraya

giderler. (s.215–216)

Yunanlılar, Tacım köyüne girdikten sonra ahali köyden kaçarlar. Göçmenler,

değişik yerlere giderler. Molla Mahmut’un ailesi ise, Akşehir’deki İbrahim beyin

evinde oturur. Evin, tek katlı olduğunu öğreniriz. (s.117–118)

Kökez’li Hacı Nuri’nin evi ise zenginlerin evlerini temsil eder. Kökez’li Hacı

Nuri, evine Yunanlıları yemeğe davet eder. Yunanlılar, eve gelirler: “avludan

geçtiler. İki tane koyun kestirmişti. Birini parçalamışlar, öbürünü yeni soyuyorlardı.

Ortalığı kan kokusu doldurmuştu… İlerde kazanlar kurulmuştu. Yemekler

pişiyordu.” (s.95) Ev iki kattan oluşur. Tahta merdivenleri çıkan Yunanlılar ikinci

katta otururlar: “Halılar döşeli odaya girdiler. Yerde serili yataklara, sedirlere

ayaklarını uzatarak oturdular.” (s.96)

Savaş icaplarına göre bazen ev, orduya ait bir karargâh haline gelir. Türk

askerleri, Çardağı’nın yanındaki köye girerler. Orada evlerden biri, Tümen karargâhı

olarak kullanılır. Evin kerpiçten olduğunu öğreniriz. Evin yanları ise askerlerle

doldurulur. (s.309)

Page 330: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

318

Kırım (Türk’ün Dramı) romanında Alparslan, halasının evine gider. Kapıyı

vurur, ama cevap almaz. Kapıyı kırmaya başlar, bu sırada içerden Rusça sesler

duyar. İçerideki iki Rus askeri kapıyı açarlar, Alparslan onları görünce olup biteni

tahmin ederek askerleri öldürerek halasının odasına girer. Ama halasının, eşiyle

birlikte öldürüldüğünü görür. (s.20–24)

Alparslan, kendi evine gidince annesinin de öldürülmüş olduğunu ve tavana

asıldığını bulur. (s.25–26)

Alparslan, annesi öldürüldükten sonra amcası Süleyman beyin evinde oturur.

Süleyman amca, Alparslan’a bir odayı ayırtır. Kendi kızı ise, bir başka odada yatar,

üçüncü oda ise Süleyman amca ve karısı Hacer hanım içindir. Böylece ev üç odadan

oluşmaktadır. Oturma odasında da bir sedirin bulunduğun öğreniriz. (s.26–27)

Süleyman amcanın evi, Rus çeteleri tarafından yıkılır. (s.54)

3. Dinî Mekânlar (Külliye)

a. Camiler

(1) İstanbul Camileri

IV. Murad -1- romanında Fatih Camii, romanda söz edilen camilerin

arasında önemli bir yer tutar. Romandaki olayların bir kısmında adı tekrarlanan

yerlerden biridir. Mere Hüseyin, Divanda bir kadı efendiden fetva ister, ama kadı

efendi istenilen fetvayı vermez. Bunun üzerine Mere Hüseyin, kadıyı tokatlar. Bunun

üzerine halk ile ulemâ Fatih Camiinde toplanır. Camin avlusu insanlarla doludur.

Öğle namazı topluca kılındıktan sonra ulemâ mutakip olarak mihrapa gelip kısa bir

konuşma başlarlar. O sırada da hep birlikte tekbir almaya söylerler. “Kubbeleri

çınlıyor, yer yerinden oynuyordu.” (s.72) Şeyhülislâm da onlara katılır. Ve Mere

Hüseyin’in sadrazamlıktan azledilmesini isterler. Ama durum istedikleri gibi olmadı:

“Ve o akşam Mere Hüseyin’in emriyle Karamazak adlı zorbanın çapulcuları Fatih

Camiini bastı. Osmanlı Tarihinde ilk defa ulemâya kılıç çekildi. Osmanlı askeri ilk

defa kılıcıyla ulemâ kanı akıttı. Birçok kişi öldü, birçok kişi yaralandı. Fatih

Camiinin halıları ulemanın kanıyla benek benek oldu.” (s.73)

Page 331: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

319

Romanda ortaya çıkan Orta Camii, bir ibadet yerinden çok yeniçerilerin

karargâhı olarak kullanılır. Yeniçerilerin ileri gelenleri Orta Camii’de toplanır, her

şey burada konuşulur. (s.40)

Romanda son zikredilen camii ise, Sultanahmet Camii’dir. Yatsı namazında

dört yeniçeri Sultanahmet Camiinin şadırvanına girerler. Abdest alanlardan bir

ihtiyarı vururlar. İhtiyar şadırvanın yalağına yuvarlanır. Bu sırada avlunun mermer

olduğunu, avluda da çifte fenerin bulunduğunu öğreniriz. (s.163–165)

Patrona romanında Patrona ve arkadaşları, Beyazıd Camiinde sabah namazı

kılıp eylemi başlarlar. Yazar, romanda Beyazıd Camii ile ilgili Evliya Çelebi’nin

tasvirine yer verir: “Bayezid Camii, bir kubbesi müdevveri âlidir. Kıble tarafından

mihrap üzere ve kıble kapusu üzere yarım kubbeler dahi kubbeye zam olunmuştur.

Camiin sağında ve solunda iki somadaki amudları vardır ki misilleri, Meğer Mısır’da

Sultan Kalavun camiinde ola. Beş kapusu vardır, hareminin dört tarafında gûnagûn

sütünlar üzerinde kubbeler inşa olunmuştur. Haremin taa ortasında bir havuz onun

etrafında eflâke ser çekmiş servi ağaçları, müheykel Tûba ağacı gibi dururlar. Bu

haremin dışı, serapla ulu ağaçlarla müzeyyendir, ve gölgelerinde nice bin adem

serinlenir.” (s.409)

Romanda Ayasofya Camii de ortaya çıkar. Ayasofya kürsü şeyhi İspirizade

Şeyh Ahmet Efendi, Patrona ve arkadaşlarına katılarak Ayasofya’da vaazlarında

halkı kışkırtmaya başlar. Cami kubbesinin altındaki kürsünde oturan Şeyh Ahmet,

halkı derinden etkiler. (s.237, 244–254)

Patrona romanında isyanın başladıktan sonra Et Meydanındaki Orta Cami, şu

şekilde ortaya çıkar. “Yeni Odalardaki meşhur Orta Camiin, asırlar boyunca beş

vakit, namazda daima olduğunu hiç zannetmiyoruz, fakat bir yeniçeri ihtilâlinin son

kararı, yatsı namazından sonra bu camide verildi.” (s.508–509) Bu sırada camiin

tıklım tıklım olduğunu öğreniriz. Patrona Camide sabaha kadar kalır. Hatta

kendisinin de sabah ezanı okuduğunu öğreniriz. (s.512)

Page 332: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

320

(2) Taşra Camileri

Osmancık romanında Osman, Şeyh Ede Balı ile görüşmek üzere İtburnu’ya

gider. Şeyh Ede Balı, mescidin kayyum odasında oturur. Osman, kapıdaki meşin

perdeyi aralayıp içeriye girer. Yazar, mescidin kayyum odasını şu şekilde tasvir eder:

“Oda, tabana serili kilimlerin dışında döşemesizdi. Karşı duvarda bir ocak, ocağın

üstünde de yumak mumlar ve iki lâmba konmuş bir raf vardı. Oda, o rafın iki karış

yukarısındaki küçük bir pencereden aydınlanıyordu. Ve şimdi, güneş tam o

pencereye vurduğu için, ocak yanının dışında iyice aydınlıktı.

Ede Balı ocağın önünde, bir rahlenin arkasında, diz çökmüş oturuyordu.”

(s.89)

Osman Gazi, Harlak’a gider. Orada Uruz Derviş ve Koca Bacı’nın yaptıkları

mescidi şaşırarak görür. Osman Gazi’yi şaşırtan mescit şu şekilde tasvir edilir:

“Taban halıları değildir onu şaşırtan. Hattâ Söğüd’de, İnönü’nde, İtburnu’nda, hiç bir

mescitte görmediği minberi de, Uruz’un açıklamasından sonra fazla yadırgamıyor.

Ama tavandan sarkan o renkli ve değirmi şey?

Uruz Derviş: “Bican Abdal’ın işidir” diyor.

Sonra da, Bican ile yanındakilere, indirmelerini söylüyor:

Altı şişkin bir davulu andıran şey, biri al, biri yeşil, biri de sarı üç örülü bir

organla tavandaki makaraya tutturulmuştur.

Bican Abdal, bir direğe sarılı urganı çözüyor ve yavaş yavaş salıyor; o

değirmi şey de yavaş yavaş iniyor, bel hizasına geliyor:

Osman beğ, onun açık olan üstünden bakıyor ve yedi tane yağ kandili

görüyor. Gene Uruz işaret etmiştir:

Kandiller yakılıyor ve o şey yukarı çekiliyor. Osman beğ dönüp kendisine

baktığı için de Bican Abdal anlatıyor:

Page 333: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

321

Deve derisini iyice tıraş ettikten sonra, kasnağa germiş ve işte böyle, sarılarla,

morlarla, allarla, yeşillerle çiçeklemiştir.” (s.156–157)

Osman Gazi, Söğüd’de bir mescit yaptırır. Mescitle ilgili “Avlusundaki

musluklar, göçürülen ağaçlar ve konuk odaları ile mescid pek güzeldi.”, “Makaranın

takılışı, Gökçe bacının ördürdüğü urganın geçirip gerilişi ve işleyişin öğretilişinden

sonra, yedi kandillinin asılışı akşamı buldu.” olarak sadece bu iki tasvire rastlarız.

Mescit, bir haftanın ortasında namazı hazır olur. Ama mescitte ilk kılınan namazı,

cuma namazı olsun diye düşünen Osman Gazi, mescidin açılışını cumaya kadar

erteler. Namazda ise mescidin içi dolu olur. Bunun üzerine evlerden hasırlar alınır ve

mescidin avlusuna ve ırmağa doğru uzanan düzlüğe serilir. (s.190–191) Bu mescidin

toplantılarda bir önemi vardır. Osman Gazi, yaptığı toplantılarda mescitte katılanları

bekler. Namazdan sonra toplanılacak yere gidip sonra mescide döner. Osman Gazi,

mescitte namazı kılan cemaatin önünde toplantılarda alınan kararları açıklar. (s.218)

Kara Şövalye romanında Sunguroğlu ve Köse, İbrahim’i çağırmak amacıyla

İznik’e giderler. Orada İbrahim’i Orta Cami’de namazı kılırken bulurlar. (s.12)

Yıldırım Bayezid romanında Sultan Yıldırım Bayezid’in Olivera ile nikâhını

Alacahisar camiinde kıyılır. Orada da topluca namazı kılırlar. (s.45)

İlk Hançer romanında Alp, Gökçe Beyin konağına yemek için davetli olarak

gittiğinde yemekten sonra konağa yakın mescide giderler. Anlatıcı, gittikleri mescidi

şu şekilde işler: “Mescit, konağın yüz metre kadar uzağındaydı. Oraya mermer

döşeli, bir metre enindeki bir yoldan gidiliyordu. Yolun her iki tarafı güllerle

doluydu. Mescidin önünde ve sağ yanında en az mescit kadar şirin bir de şadırvan

bulunuyordu. Şadırvanın ön cephesinde ise, üzerinde ‘Temizlik imandandır’ sözü

yazılı bir mermer taş yerleştirilmişti.” (s.33)

IV. Murad -2- romanında Sultan IV. Murad, Bursa’dayken Ulucami’e

namazı kılmak amacıyla gider. Sultan, camiin avlusunda dolaşır. Avluda ulu

çınarların bulunduğunu öğreniriz. Tam o sırada camiin minarelerinden ezan okunur.

Page 334: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

322

(s.42) Sultan IV. Murad, Bursa’yı terk etmeden önce yine de halk ile topluca namazı

kılır. (s.49) Ama cami ile ilgili tasvirler bulunmaz.

Civelek Osman romanında köyün camii olduğunu öğreniriz. İmam odası,

camin yanında bulunur. Köylüler, Osman’ı ilk bulduklarında oraya götürürler. (s.15–

17) Cami ile ilgili tasvirler yoktur.

Hilâl Görününce romanında Bahçesaray’daki Han Camii karşımıza çıkar.

Camiin avlusuna gelen Nizam Dede, camide namazı kıldıktan sonra arkadaşlarıyla

camin avlusunda konuşurlar. (s.155) Ama cami ile ilgili tasvirler verilmez.

Ermeni Zulmü romanında Erzurum’da 12015 (25,5 – 31,9 metre) karelik bir

cami avlusunda toplu cenaze namazı kılınır. (s.14) Yazar, camiin adını ve cami ile

ilgili tasvirler vermez.

b. Medreseler

İsyan Eşiği romanında Kolağası Fuat Bey, Rüştüye medresesine ziyaret eder.

Oradayken, namaz zili çalınır, öğrenciler de namaza giderler. Bu sıralarda Şadırvanı

gölgeleyen kameriyenin altında sohbet eden öğrenciler, Fuat Bey’i muallimlerin

arasında görürler. Coğrafya muallimi, Fuat Bey ile medresede İttihatçılar üzerine

uzun uzun tartışır. (s.131–132)

Son Kavşak romanında Topkapı Sarayı’nın yanında bulunan Gülhane Askeri

Tıbbiyesi’nde öğrencilerin, okulun bahçesinde toplandıklarını öğreniriz. Okulda

1890 yıllarında öğrenciler arasında “Hürriyet” fikirlerini kulaktan kulağa yayılır.

Öğrenciler de Namık Kemal’den ve onun ateşli şiirlerinden söz ederler. (s.47–48)

Ama medreseyle ilgili tasvirler rastlanmaz.

Dünya Durdukça romanında Mustafa Kemâl Atatürk, Selanik’teki Mülkiye

İdadisine katılır. Orada öğrenimini bitirdikten sonra Askeri Rüştiyeye girer.

Oradayken Matematikte üstün bilgileri yüzünden öğretmen tarafından kendisine

Kemâl lakabı verilir. Selanik Askeri Rüştiyesini başarıyla bitiren Mustafa Kemâl,

Manastır Askeri İdadisine girer. Sonra İstanbul’daki Harp Okuluna katılır. (s.10–11)

Page 335: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

323

c. Mektepler

Civelek Osman romanında köyün bir mektep odası vardır. Oda, köyün

camiinin yanında bulunur. Odada bir ocağının bulunduğunu öğreniriz. (s.17–18)

İsyan Eşiği romanında Yusuf, kendi çocuğu ile Hasan’ı mektebe gönderir.

İkisi de Muallim Cemal’ın talebesi olurlar. (s.76–77)

Dünya Durdukça romanında küçük Mustafa, annesinin isteğine göre

ilköğrenimine merasimle ve ilahilerle mahalle mektebinde başlar. Ama küçük

Mustafa mahalle mektebini beğenmeyerek bırakır. Çünkü orada bütün gün dizleri

üstünde yere oturması onu çok yorar. Hocanın, sınıf odada daimi asık bir yüzle

karşılarında bağdaş oturmasını, yanındaki uzun sopası ile talebelerini boyuna

dürtüklemesini çok acayip bulur. (s.4–5)

Mahalle mektebinden ayrılan küçük Mustafa, Şemsi Efendi mektebine katılır.

Temiz sıralarda çift çift talebeler, küçük Mustafa’nın hoşuna gider. Orada da

ilköğrenimine devam eder. Ona göre burası üstün bir tahsil yuvasıdır. Dersler, huzur

içinde takip edilir. (s.5–6)

d. Tekkeler

Osmancık romanında İtburnu’daki Şeyh Ede Balı’nın tekkesi ortaya çıkar.

Romanda tekke bir huzur yeri olarak gösterilir. Yazar, tekkeyi ince ince ve dikkatle

şu şekilde tasvir eder: “Şeyh’in tekkesi, evinin hemen yanıbaşında, gelen geçen

yolcuların mola verdiği, yiyip içtiği, canı isteyenin canı istediği kadar konakladığı bir

kervansaraya, kervansaraydan, handan çok da bir konuk evine benzerdi.” (s.41) Bir

gün Osman tekkeye gelir. Dursun Fakı onu karşılar: “İç avluda idiler. Avlu

pencereleri basık ve küçük odalarla çevriliydi, ortasında da, her köşesinde bir musluk

bulunan altıgen bir şadırvan vardı. Giriş kapısızdı. Onun bulunduğu duvarda bir

arabanın rahat rahat geçebileceği bir boşluk bırakılmıştı; kapı varmış da yıkılmış

veya yıktırılmış değildi; kapı özellikle konulmamıştı.” (s.42)

Page 336: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

324

Osman merdivene yönelir. Osman’ın karşılayan Dursun Fakı, öndedir, Osman

ise üç basamak arkadadır. İkisi ikinci kata çıkarlar: “Bu katta da, kapıları verandaya

açılan odalar vardı. Yalnız, giriş kapının üstüne düşen tarafta oda yoktu. Orası duvar

boyunca sedirli bir sofaya andırıyordu. Tabanına hasır serilmişti. Sedirde de halı

seriliydi.

Dursun Fakı, Osman’ı, o yerin sağ köşesini yapan odaya götürdü.

- “Burada kalırsın.”

Osman etrafına bakınırken de ekledi:

- “Baban Ertuğrul beğ gazi de, doğmadan az önce, burada yatmıştı. Yatmadan

önce de, Şeyhim Ede Balı ile sohbet ettiydi. Ben azdan gelirim.”

Gitti.

Yerde hasır. Hasırın üstünde halı. Dipte bir pencere; sahanlıklı. O yanda

duvar boyu sedir. Sedire halı serili. Duvar boyunca, kilim kaplı ot yastıklar var.

Kapının karşısında düşen duvarda küçük bir ipek seccade asılı. Seccadenin

üzerindeki bir çiviye, üzeri sırma işlemeli, mor kadifeden büyücek bir kese asmışlar.

Kapının sağındaki duvarda iki yüklük, aralarında da oymalı, örmeli, boyalı bir

lâmbalık var. Lâmbalıkta pirinç bir şamdan duruyor. Osman, şamdanın yanında

birkaç Selçuklu ve Bizans sikkesi gördü.. görülüversin diye konmuşa benzerlerdi.”

(s.43) Osman buradayken, Malhum Hatun’u ilk defa görür.

IV. Murad -1- romanında Mahmud Hüdaî tekkesi, bir huzur yeri olarak

ortaya çıkar. Sultan IV. Murad, bütün dertlerini burada unutur. Buraya geldiğinde

dünyayı daha değişik bulur, insanları da başka türlü görmeye başlar: “Sanki

Sarayburnunden Üsküdar’a gelmemiş de dünyanın öbür ucuna, hattâ bir başka

dünyaya gitmiş gibi hissederdi kendini. Dost dolu, kardaş dolu, iyilik dolu, merhamet

ve sevgi dolu bir dünyaya.” (s.137)

Page 337: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

325

Tekkenin, Üsküdar sahilinde bulunduğunu, kubbeleri olduğunu öğreniriz.

(s.136) Padişah, tekkenin kapısında bir derviş bulur. (137) Yazar, tekkeyi şu şekilde

tasvir eder: “daracık dehlizlerden geçirip küçük bir hücreye soktu. Eşya nâmına

yerdeki koyun pöstekisinden başka hiçbir şey yoktu. Tepedeki küçük pencerelerden

sızan ay ışığı kandilin titrek ışığıyla sarmaş dolaş olmuştu.” (s.138) Derviş, onları bu

küçük odada bırakıp gider. Bir süre sonra tekrar kendilerine gelip Şeyh’e götürür:

“Yine dar koridorlardan, dehlizlerden, kubbeli kapılardan geçip Şeyh Hazretlerinin

karşısına çıktılar.” (s.140) Padişah, Şeyh ile görüştükten sonra yine saraya döner.

(s.145)

e. Türbeler

IV. Murad -2- romanında Sultan IV. Murad, Bursa’dayken Yeşil Türbe’yi

ziyaret eder. (s.43) Sultan IV. Murad, Bursa’dan ayrılmadan önce yine türbeyi

ziyaret eder. Ecdadının bazı türbelerini bakımsız bulur. Bunun için hemen bunların

tamir edilmelerini ferman buyurur. (s.49) Ama türbeyle ilgili tasvirler verilmez.

Hilal Görününce romanında Kırkazizler Mezarlığı karşımıza çıkar. Giray

arasıra oraya gider. Bir gün mezarlığa gider mezarlığın bekçisi Seyyit Ali Çavuş ile

konuşur. Seyyit Ali, hanlık haziresine kadar yürüyüp mezarlıktaki aru güllerini sular.

Giray de türbelere gider. Burada yazar, roman boyunca yaptığı gibi Kırım’ın şanlı

geçmişini o türbelerle bütünleşir: “Türbelere doğru yürüdü. Demir parmaklıklı bir

pencerenin önünde durdu. Türbe penceresinin ardındaki sessizlik, o eski ihtişamlı

günlerin sonunu anlatıyordu.” (s.63)

Nizam Dede Kırkazizler Mezarlığına girip mezarlık içinde Eski Türbeye

gider. Nizam Dede, hayatı boyunca bu Eski Türbe’de bağlıdır: “Gözlerini külâhı

yıkılmış, taşlarını ot bürümüş, o mahzun türbeye çevirdi. Yandaki karanlık pencereye

iki kumru sığınmıştı. Eski Yurd’daki bu kitabesiz türbe, çocukluğundan beri taşıdığı

sırlar ve bilinmezliklerle onun hayatında yer almıştı. Ne zaman daralsa, ne zaman

sevinse bu isimsiz türbeye sığınırdı. Bu türbeyle o kadar kaynaşmış o kadar iç içe

olmuştu ki, orada yatan her kimse, onun da arasıra buralarda dolaştığını düşünürdü.

Kimbilir kimdi? Erenlerden biri miydi, han mıydı bilen yoktu. Bilinmeyince de

Page 338: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

326

erişilmezliği daha da artardı. Babası, o çocukken arada bir “Eski Türbeye mum götür

balacık” derdi. “Mumları yak da, akşam karanlığında yol aydınlansın. Bu ışık, gelip

geçen yolculara ferahlık versin..” “Babay, o türbede yatan kimdir?” diye sorduğunda,

babası bazen onun erenlerden biri olduğunu, bazen de han olduğunu söylerdi. “Kim

olursa olsun, dedendir, soyundur bil ki” derdi.” (s.14–15)

Geçen örnekte Nizam Dede’nin yaptığı gibi de Arslan Bey yapar. Arslan Bey,

eşini öldükten sonra sürekli olarak Eski Yurdlular mezarlarına ziyaret eder.

Üzüldüğü zaman oraya gider. (s.102–103)

Kırım (Türk’ün Dramı) romanında Alparslan, Akmescit’teki mezarlığa

gider, orada annesinin, kayınvalidesinin, kayınpederinin, halasının ve bütün ölülerin

ruhuna Kur’an-ı Kerim okuyarak hediye eder. (s.93)

f. Hamamlar

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Aksungur ve arkadaşları Kahire’deyken,

oturdukları hanın civarındaki hamama giderler. Orada güzelce yıkandıklarını

öğreniriz. (s.109) Hamamla ilgili tasvirler yoktur.

Civelek Osman romanında Bandırma’da çarşı hamamı söz konusudur.

Yaşmaklı kadınların, topluca hükümet konağının yanından geçerek çarşı hamamına

gittiklerini öğreniriz. (s.41)

Vatan Dediler romanında Türk askerlerinin, savaş bittikten sonra İzmir’deki

bir hamama girdiklerini öğreniriz. (s.363) Ama hamamla ilgili tasvirler verilmez.

g. Çeşmeler

Hilal Görününce romanında Bahçesaray’da bir çeşmenin bulunduğunu

öğreniriz. Arslan Bey köye girdiğinde çocukların çeşmenin başında toplandıklarını

görür. (s.73)

Bahçesaray’da kendisine özel bir ev kuran Giray, evin içinde mermerden bir

çeşmeyi de yaptırır. (s.290)

Page 339: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

327

Vatan Dediler romanında Molla Mahmut ve arkadaşları orduya katılmak için

Afyon’a giderler. Yoldayken, bir köyde bir çeşmeyi bulup su içerler. (s.13) Yine

savaş esnasında kaldıkları bir köydeki camiin yanında bir çeşmenin bulunduğunu

öğreniriz. (s.173)

Ayşe kadın, Tacım köyünde su almaya köyün çeşmesine gider. Ama

çeşmenin başında bir kalabalık görür. Ayşe kadın kalabalığın nedenini sorar. Yunan

askerlerinin köye geldiklerini öğrenir. Onlar da çeşmeden içerler. Köylüler ise

çeşmenin yanında beklerler. (s.143)

Kırım (Türk’ün Dramı) romanında Alparslan, Sivastopol’a giden arabaya

biner. Uzun yolculuktan sonra yolun ortasında mola verilir. Bütün yolcuları çeşmeye

doğru koşarlar. (s.38)

h. Kiliseler

Kara Şövalye romanında Sunguroğlu ve arkadaşları, İzmit’te bir kiliseye

sığınırlar. Köse’nin, Müslüman olmadan önce kilisede tanıdığı bir rahip vardır, onun

bulunduğu kiliseye giderler. Kilisenin dışında atları bağlamak amacıyla kazıklar

bulunur. Avluya girdikten sonra dört papazı bulurlar. İki papaz bankada oturur, biri

avludaki çiçekleri suluyor. Dördüncüsü ise avluda dolaşır. (s.84) Köse’nin tanıdığı

papaza gider. Kilisenin arka kısmında küçük bir oda bulunur. Odanın bir mahzen

olarak kullanıldığını öğreniriz. (s.85) Kilisenin başrahibinin odası ise ikinci katta

bulunur: “İki kat merdiven indiler. Etraf küf kokuyordu. Duvarlar kalın yontma

taşlardan yapılmıştı. Koridorun iki yanında eski papazların çile hücreleri vardı.

“Köstebek yuvası tıpkı” diye düşünmekten kendini alamadı Sunguroğlu.

Nikola bir kapının önünde durmuştu.

“Buradan girip sağa döneceksiniz” diye tarif etti. “Soldan ilk kapı aradığınız

yerdir.” (s.92–93)

Page 340: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

328

İlk Hançer romanında Yüzbaşı Alp Moskova’ya gittiğinde İvan’ın taç giyme

merasimi yapılır, törenlerin yapıldığı kiliseye gider. Kilisenin bir odasından

Moskova’nın başpiskoposu çıkar. Törenleri yapmaya başlar. Törenler bitirildikten

sonra IV. İvan, kilisenin bir köşesinde planlarını Moskova’nın başpiskoposuna

anlatmaya başlar. (s.7–8)

i. Manastırlar

Kaçırılan Prenses romanında Şeytanlar diye çetenin karargâhı Bizans’taki

Kızılada’dır. Çetenin mensupları orada bir manastırda buluşurlar. (s.128)

Tuzak romanında kaçırılmış kızların içinde bulunduğu manastırdan

bahsedilir. Orada Moğol hakanına ait olan gizli faaliyetler yapılırdı. “Kızı manastıra

götürdüler” dedi. “San Taras Manastırına” (Büyükdere sahilinde bir manastır).”

(s.81.)

Beyaz Kale romanında Heybeliada’da bir manastır da bulunur. Yazar,

manastırın bağına girip asmaların altında tatlı tatlı uyur. Bir de incir ağacına

yaslanmış çardak vardır. Havanın açık olduğu günlerde oradan Ayasofya’ya kadar

görünür. (s.97)

Civelek Osman romanında iki manastır söz konusudur. Bunların ilki, köyün

karşısındaki Kirazlı manastırıdır. Yazar, manastırı şu şekilde işler: “Bir de yukarıda

Kirazlı vardır. Oradaki manastırın hatırı için yolda bir kere beş on günlük bir panayır

kurulur. Nerelerden gelirler bilinmez. Zengin, fakir bir çok Rum orada toplanırlar.

Manastırın odalarında, köyün evlerinde, kurulan çadırlarda filan kalırlar.”, “Orada

Panaya derler kocaman kapı kapandı kadar bir tahta vardır. Üstünde altınlardan,

gümüşlerden yapılmış Meryem Ana resmi. İsa Peygamber de annesinin kucağında

bir çocuk. Tahta çok eski. Kurtlar yemiş, sünger gibi bir şey olmuş. Panayırda işte o

ziyaret edilir. Hastaların düzeleceğine, dertlere çare bulunacağına inananlar onun

önünde eğilirler, ıstavroz çıkarırlar, ağlarlar,…” (s.79) Despino ve annesi, orada beş

numaralı odada oturur. (s.128) Ama sonda Despino, manastırdan kaçar. (s.133)

Page 341: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

329

İkincisi ise, Kizikos manastırıdır. “Ayaandırya’daki metrepolithane Erdek ve

civarına hâkim bir noktada, ulu ağaçlar arasında; akar suları ve havuzları ile, temiz

havasıyla, meyve ve zeytin bahçeleri üzerinden denize bakan binalarının güzelliğiyle

dillere destan olmuş kârgir yapılı bir manastırdı. Eski Sizik şehrinin hatırasını

yaşatmak üzere oradaki metrepolide (Kizikos) denilmekte idi. Rumlar Erdeğe de

(Arataki) derlerdi.” (s.117) Bu Ayaandırya manastırının kapısı önünde bir çınarın

bulunduğunu öğreniriz. (s.117) Despino, Osman’ı sever. Bunun üzerine Despino’nun

annesi olan Sultana, Despino’yu bu manastıra götürür. Despino, orada işkenceye

uğrar. (s.119)

j. Havralar

İsyan Eşiği romanında Mıgırdıç Portakalyan, Emanuel Karaso ile temas

kurmak amacıyla İstanbul’daki havraya gider. Havranın bahçesinden içeriye giren

Mıgırdıç Portakalyan, havranın kapısında iki görevli ile karşılar. Emanuel Karaso,

havrada bir toplantıya katılır. Bu toplantının birinci sözcüsü, Emanuel Karaso’dur.

İkinci sözcü ise Yahudi hahamdır. Karaso’nun konuşması bitince kürsüye haham

gelir. Havrada Yahudiler ve Ermeni komiteciler, Osmanlı Devletinin karşısında

birleşmenin çabasındadırlar. (s.114–115)

4. Konaklama, Dinlenme-Eğlenme Mekânlar

a. Hanlar ve Kervansaraylar

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında ilk ortaya çıkan mekân handır. Aksungur

ile arkadaşları yoldayken hana girerler. Anlatıcı, hanı şu şekilde işler: “Bahar

patlamış tomurcuklardan fışkırıyordu. Kır gülüyordu; renk cümbüşüyle, bin bir ses

ve kokularla…

İkonium civarında bir hanının avlusundaydık. Avlu kenarından geçen derenin

önündeki yeşilliğe oturmuştuk. Halit Ağa, koca bir tavuğu mideye indirmekle

meşguldü. At uşaklarımız Atlar ve İlteber, atların yanına gitmiş, onlar suluyorlardı.

İleride, masa yerine, bizim gibi, yeşilliği seçip oturmuş birkaç yolcu daha

vardı.” (s.7) Aksungur, Halit Ağa ile sohbet ederken, bir kız ile bir erkek telaşla

Page 342: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

330

girerler. Onların evlenmek için kaçtıkları anlaşılır. Bu sıralarda uzakta bir toz bulutu

belirir. Beş atlı iki gencin peşlerinde gelirler. Delikanlı hanın ahırına doğru koşmaya

çalışır. Sonra yine yerine dönüp kızı korumak için atlılar önünde durur. Aksungur,

atlıların ellerinden iki genci kurtardıktan sonra handan ayrılır. (s.8–15)

Aksungur ve arkadaşları da Bağdat’tayken, Dicle nehri kıyısında bulunan bir

hana giderler. Orada yemeklerini yerler. (s.92)

Kahire’ye gittikten sonra bir handa otururlar. Hana girip atlarını hancının

hizmetkârlarına verirler. Onlar da atları ahıra götürürler. Aksungur ve arkadaşları

yemeklerini yedikten sonra odalarına giderler. (s.109)

Kara Şövalye romanında Sunguroğlu ve İbrahim İzmit’e giderlerken, biraz

dinlenmek için hana girerler: “Sunguroğlu üzengilerin üstünde doğrulup dış kapının

sağ üst köşesinde asılı demir halkayı üç kere çekti. Üç çıngırak sesi sağır duvarlarda

yankılandı.” (s.21) Hanın avlusunun tabanı, taşlıktır. Hanın içinde bir merdivenin

bulunduğunu öğreniriz. (s.25) Merdivenin başında bir mahzen de bulunur. (s.27)

Hanın iç duvarlarında çıralar da vardır. (s.29)

Sunguroğlu ve İbrahim İzmit’e varmadan önce bir başka hana girerler. Hanın

içini kalabalık bulurlar. Handayken kara şövalye tarafından onlara bir mektup gelir.

Kardeşleri Köse’yi kurtarmak için avluya çıkıp atlarını binerek yollarına devam

ederler. (s.48–51)

Sunguroğlu ve arkadaşları İzmit’teyken, bir hana giderler. Hanın avlusundan

atlarından inerler. Hanın içine girdikten sonra Sunguroğlu, hancıyla birlikte mutfağa

gider. (s.77–78) Mutfakta bir pencerenin bulunduğunu öğreniriz. (s.79)

Tuzak romanında iki handen söz edilir. Birincisi Osmanlı topraklarında

olandır. Sunguroğlu ve arkadaşları, karanlık basınca ilk gördükleri hana giderler.

Ertesi sabah giderler. (s.33.) İkincisi ise Bizans’ta bulunur. Bizans’a geldiklerinde

manastıra gidene kadar bir handa kalırlar.(s.90)

Page 343: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

331

Baskın romanında Sunguroğlu ve arkadaşları İznik yolundayken, mola

vermek amacıyla bir hana girerler. “İki katlı, ahşap bir bina idi.” (s.24)

Sunguroğlu ve arkadaşları, bir Türkmen köyüne girerler. Köyün yegâne

hanına inerler. Hacı onları avluda karşılar. Sunguroğlu ve arkadaşları girişteki büyük

odayı geçerken, üç Germiyanoğlu’nun dipte dizdize oturduklarını görürler. Hancı,

Sunguroğlu ve arkadaşlarını küçük bir odaya götürür. Hancı, onlara yabancıların

burayı basıp etrafı çevirdiklerini söyler. (s.39–41) Sunguroğlu ve arkadaşları bu

küçük odadayken, bir saldırıya uğrarlar. Odanın kapısında giren Osmanlı kıyafetinde

dört silahlı, Sunguroğlu, Köse, İbrahim ve Münir Gazi’nin silahlarını alırlar. Sonra

Sunguroğlu ve arkadaşlarını yanlarına alarak handan ayrılırlar. (s.46)

Çalınan Hazine romanındaki olayların büyük bir kısmı, şehirlerin arasında

yolculuklardan ibarettir. Bunun için romanda üç hana rastlarız. Karşımıza çıkan ilk

han, Sunguroğlu’nun, Saltuk Bey ile karşıladığı handır. Orada da toplanan vergiler

çalınır. Hanın sahibi Abdurrahman’ın, Sunguroğlu’yu eskiden tanıdığı için onu

kapıda karşılar. . Sunguroğlu, hanın çok kalabalık olduğunu bulur: “Han ağzına

kadar doluydu. İçerde her cinsten, her milletten insan vardı. Kimse kimsenin sözünü

dinlemiyor, her kafadan bir ses çıkıyordu. Gürültü müthişti. Ocağa doğru yürürken

bakındı. Tanıdık üç kişi gördü. Eliyle selâmladıktan sonra ocağa iyice sokuldu.

Lavları görmek içini ısıtmıştı. Ocak gürül gürül yanıyordu. Duvarlar boyunca dizili

şadırvanlarda üç beş kişi uyuyordu.” (s.16) Hancı, Sunguroğlu’nun yaralı atını ahıra

götürdükten sonra mutfaktan kendi yardımcısını çağırır. (s.17) Sunguroğlu odada

uyurken, kapısına inen yumruk darbeleriyle uyanır. O sırada Sunguroğlu’nun kendi

kılıcını yastığın altına koyduğunu öğreniriz. (s.24) Odaya giren Saltuk Bey, çeşitli

kalelerden toplanan vergilerin çalındığını söyler: “Bütün para bir çekmecenin

içindeydi. Çekmeceyi başucuma koymuştum. Aradım bulamadım.” (s.24)

Sunguroğlu ise Saltuk Bey’in oturduğu odaya gidip kilidi muayene eder. Kilidin

kurcalandığını görür. (s.25) Bundan sonra hanın büyük odasına inerler. Oradaki

bütün yolcuları ararlar. (s.27)

Page 344: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

332

İkinci han, İznik’te Burlak Hanı’dır. İbrahim ve Köse, şövalye Metiyüs ile

görüşmek için oraya gelirler. (s.58) Nihayet şövalye Metiyüs at uşağıyla ile hana

gelip İbrahim ve Köse ile buluşur. (s.64)

Romanda görünen son han ise, Sunguroğlu’nun şövalye Metiyüs’ü takip

ederken, İznik’in dışında kaldığı handır. Oraya gelen Sunguroğlu, hancıdan

Metiyüs’ün nereye gittiğini öğrenir. Han eski ve mumlarla aydınlatılır. Hanın

avlusunun sağ tarafında ahırın bulunduğunu öğreniriz. Metiyüs onlardan daha önce

hana gelmişti. Hancının çırağı, hanı bırakıp Metiyüs ile İzmit limanına gider. (s.86–

88)

Gemide İsyan romanında üç han karşımıza çıkar. Birinci han, Köse ve

İbrahim’in kaçırıldığı handır. Köse ile İbrahim Bursa’ya giderlerken, hana inerler.

“Han köhne görünüşlü bir yapıydı, ama uğrayanı boldu.” (s.18), İkisi bir masaya

otururlar. Bu esnada Sen-Jan şövalyeleri tarafından bir saldırıya uğrarlar. (s.22),

Sunguroğlu, limanda kaptan Guidi ile Rodos’a kadar gitmek için anlaştıktan sonra

aynı hana gider: “Yemeğini yedikten sonra akşam namazını kıldı. Atına bakmak için

dışarı çıktı. Ahıra doğru giderken, arkadan sinsice sokulan bir gölgenin başına

indirdiği darbeyle sersemledi. Etraf büsbütün karardı. Elini kılıcına attıysa da

çekemedi. Bayılmamak için ahırın duvarına yaslandı.” (s.55) Hanı ise, onu ahırda

bulup odasına götürür. (s.56)

Adaya yüzerek giden Sunguroğlu, adanın bir hanına gider. Orada bir masada

otururken, civarındaki masada oturan gemicilerin konuşmalarını duyar. Sunguroğlu,

Rodos’a gitmek için onlara katılmak istediğini söyler. (s.91–92)

Üçüncü han ise, Rodos’ta Sunguroğlu ve kaptan Guidi’nin kaldıkları handır.

Sunguroğlu ve kaptan Guidi, hanın avlusunda atlarını seyise verirler. “Birlikte hana

girdiler. Basık tavanlı, gürültülü bir yerdi.” (s.139) Ama Şenlik günü yüzünden şehir

kalabalık ve handa boş oda bulamazlar. (s.140) Bir başka hana girerler. Orada boş bir

odayı bulurlar. İkisi iki yataklı bir odada otururlar. (s.145)

Page 345: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

333

IV. Murad -1- romanında Kurşunlu Han söz konusudur. Sultan Genç

Osman’ın öldürülmesinin haberi vermek amacıyla Kurşunlu Hana giden genç sipahi,

Divan yolunu tutarak ilk olarak hanın avlusunda atından iner. Sonra içeriye girer ve

hanın kalabalık olduğunu görür. (s.11) Şehzade Murad, bir köşede arkadaşı Hasan

Halife ile oturur. (s.15) Sipahiler ve Yeniçeriler arasında Sultan Genç Osman’ın

öldürülmesi yüzünden bir kavga çıktıktan sonra Şehzade Murad Handan çıkar. (s.17)

Kurşunlu Han hep insanlarla dolu ve kalabalıktır: “Kurşunlu Han ağzına

kadar insan doluydu. Gürültü dayanılır gibi değildi. Fakat kimsenin aldırış ettiği

yoktu. Zaten Kurşunlu Han demek, biraz da gürültü demekti. Gülü seven dikenine

katlanırdı.” (s.116) Ama Sultan IV. Murad, yeniçerilerin kendi kendilerine verdikleri

bütün imtiyazları kaldırarak katillerden intikamını almaya başlar. Kurşunlu Han

sadece o zaman artık sakın ve sessiz bir yer haline gelir: “Kurşunlu Hanında sigara

dumanının mavi perdesi yerden tavana anaforlanıyordu. Yeni gelen birinin genzini

yakıp mutlaka öksürten ekşi bir koku bütün hanı köşe bucak doldurmuştu.

Peykelerde bağdaş kurmuş müşteriler sessizce çubuk çekiyorlardı.

Bu derin sessizliği Kurşunlu Hana yakıştırmak zordu. Kurşunlu Han ki,

günün her saati gürültünün en yamanını yaşar, insan yanıbaşındakine duyurmak için

bile bağırmak zorunda kalırdı.

Şimdi pek suskundu. Ses nâmına öksürükler, iç çekmeler ve mutad

isteklerden başka bir şey yoktu. Bu haliyle Kurşunlu Han cenaze evini andırıyordu.”

(s.264)

IV. Murad -2- romanında Bağdat hanı ortaya çıkar. Bağdat’a giden Doğan

Bey, Bağdat hanında oturur. Yazar, Bağdat hanını şu şekilde tasvir eder: “Şaşkın

şaşkın bakıyordu, Doğan Bey. Gördüğü essahtan han mıydı, yoksa arkadaşı

karıştırmış mıydı? Bu düpedüz bir saraydı. Beylere, paşalara lâyık bir saraydı. İki

katlı, kubbeli pencerelerinde renkli camlar bulunan, giriş kapısı altın yaldızlı boyalı,

avlusunda türlü güller, güllerin ortasındaki havuzdan havaya sular fışkıran, çörü-

çöpü olmayan bir han!” (s.85) Avlu da pek süslüdür. Doğan Bey, avludan sonra

içeriye girer. Hanın içerisine girer girmez daha da şaşırır: “Duvar diplerine

Page 346: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

334

yerleştirilmiş minderler simliydi, üzerlerine kuş, çiçek motifleri işlenmişti. Renkli

camlı pencerelere ipek perdeler asılmıştı. Perdeler mermer döşemeye kadar iniyor ve

mavili sarılı püsküllerle son buluyordu. Hele tavan, iç içe geçen tahtaların rengârenk

armonisi insanı büyülüyordu. Köşede küçük kubbeli bir mutfak vardı. Kapısı aralık

olduğu için kalaylı büyük tencereler görünüyordu.” (s.86) Doğan Bey, arkadaşıyla

birlikte yemeklerini oraya isterler: “Yemek gelmişti. Yeşil bir örtü yayıp üstüne pırıl

pırıl kalaylı bakır siniyi oturttular. Çorba, haşlanmış et ve adını da, tadını da

bilmedikleri bir tatlı vardı.” (s.88) Yedikten sonra odalarına giderler: “Odada iki

yatak, küçük bir masa, iki de sandalye vardı. Yataklara yan yana uzandılar. Bir süre

tavandaki oymaları seyredip oyalandılar.” (s.88)

Civelek Osman romanında İzzet Beyin, Bandırma’da bir hanı bulunur. Han,

deniz kenarındadır. Han, iki kattan oluşmaktadır. İzzet Beyin özel odası ikinci katta

bulunur. Birinci katta ise, bir kahve var, kahvenin arka tarafında da bir sofa bulunur.

İzzet Bey, ikinci katta Osman’a bir oda verir. Hanın bir harem tarafının da

bulunduğunu öğreniriz. (s.24–28)

Karasu romanında Ermeni olan Marik’in babası, bir han sahibidir. Han,

Küpesi köyünün civarındadır: “Kentten köye ulaşan yol üzerinde, köye yakın bir han

vardır. Hanın içinde bulunduğu çiftliğe, bundan ötürü Hancı Çiftliği denmektedir.

Yolları bu handen geçen köyler, genellikle orada mola verirler. En önemlisi

Erzurum-Erzincan yolunda bu yoldur.” (s.99)

Vatan Dediler romanında Tacımlılar, orduya katılmak için Afyon’a gelirler.

Afyon’daki Halil Ağa’nın hanında kalırlar. Bu sırada Türkiye’nin çeşitli yerlerinden

orduya katılmaya gelenlerin sayısı çoktur. Bunun üzerine han ağzına kadar insanlarla

doludur. Her odada iki yerine on kişi yatar. Koridorlarda yatanlar da vardır. Yazar,

hanın durumunu şu şekilde anlatır: “Odalar ağzına kadar doluydu. Kimisi yüksek

sesle konuşuyor, kimisi kendi memleketinde olup bitenleri anlatıyordu. Bazıları

hasırların üstüne yatmış uyumuştu.” (s.29) Halil Ağa, Tacımlıların hanın

aralıklarında yatabileceklerini söyler. Tacımlar da avluya çıkıp atlar için kazıklar

çakmaya başlarlar. Hanın odalarında gaz lambalarının bulunduğunu öğreniriz.

Page 347: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

335

Tacımlılar, tahta merdiveni çıkıp odalara bakarlar. Odaların kapıları açık, üstelik

odaların boş yeri yoktur. (s.29–30)

b. Kahvehaneler

IV. Murad -1- romanında Arnavut Mestan’ın kahvesi söz konusudur.

Romanda halkı temsil edenler, bu kahvede otururlar. Kahve, her zaman kalabalık ve

insanlarla doludur. Ama memleketin genel durumlarıyla birleşerek sessizdir.

Kahvede tahta peykelerin ve kül ocağının bulunduğunu öğreniriz. (s.236) IV. Murad,

devletin işlerini eline alıp zorbalardan intikam alır. O zaman Mestan’ın kahvesinde

şenlik olur. Mestan Bey, gelene geçene çay, kahve ve şerbet ikram eder. (s.265)

Romanda Mestan’ın kahvesi, İstanbul’un nabzını temsil eder.

Patrona romanında kahvehaneler, önemli bir yer tutar. Yazara göre,

kahvehaneler o dönemde insanların dertleştiği yer olarak takdim edilir. (s.131)

Patrona Halil ve arkadaşlarının toplantılarının çoğu, kahvehanelerde cereyan eder.

Patrona ve arkadaşları hep orada oturup halkla bağ kurmaya çalışırlar.

Önümüze ilk çıkan kahvehane, Çardak Kahvehanesi’dir. Yazar, Çardak

kahvesini şu şekilde bize sunar: “- Billûr nargileler. Fağfuri fincanlar. Gümüş telkâri

zarflar, metebâni tabaklar. Gümüş cezveler, gümüş buhurdanlar. Gümüş semaverler,

gümüş tepsiler. Askılar, şamdanlar, şerbetlikler. Kehrubalî hatta murassa kiraz ve

yasemin çubuklar. Billûr avizeler, aynalar, halı seccadeler. Kilimler, Mısır hasırları.

Tavlalar, satranç ve dama takımları. Peçiç takımları, ibrişim futalar. Peştamallar,

peşkir ve havlular. Gümüş leğen ve ibrikler. Lâle, sünbül, gül, zerrin çiçekleri ve

altın yalnızlı kafeslerde kanarya kuşları- Kahveye girince bakıyorsunuz tam karşıya

gelen yüksekçe peykeye minderler konmuş, bazı hatırlı misafirler burada

ağırlanıyorlardı belli ki, yani orası, bu gece Patrona Halil ve arkadaşlarına ayrılmış.”

(s.52) Kahvede çok sayıda peyke, sedir, sandalyeler ve lambaların bulunduğunu

öğreniriz. (s.52, 210)

Page 348: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

336

Patrona ve arkadaşları da bir başka kahvehanede toplanırlar. Onlar,

Topçular’daki bu kahvehanede fikir yoklarlar. (s.131) Ama yazar, bu kahvehanenin

adını veya kahvehane ile ilgili tasvirler vermez.

Civelek Osman romanında Bandırma’daki İzzet Beyin hanında bir kahvenin

bulunduğunu öğreniriz. Kahvenin arkasında da bir sofa bulunur. (s.24)

Yenikapı’daki Kahveci Mustafa’ya ait olan bir kahvehanenin bulunduğunu

öğreniriz. Bu kahvehane, Yeniçerilerin bir toplantı yeri olarak ortaya çıkar. Patrona,

bu kahvehanede oturup kararlarını da orada verdiğini öğreniriz. (s.35)

İsyan Eşiği romanında Bakırcı Mıgırdıç’ın kahvesi meydana getirilir.

Ermenileri, bu gibi yerlerde Müslüman gençlerin ahlâklarını bozdurmaya çalışırlar.

Yazar, bunu açıklarken, diğer kahvelerinin süslemeleriyle mukayese yaparak kahveyi

şu şekilde tasvir eder: “Kahvehane mi, Kumarhane mi, Meyhane mi bilinmezdi.

Mıgırdıç’ın kahvesi dedin miydi, akla üçü de gelebilirdi. Yeni kurulan Akpınar

Mahallesinin başındaydı. Kumar salonu, içki salonu, çay salonu bu isim altında

toplanmıştı. Mıgırdıç’ın kahvesi…

Döşenişi de Frenkçe. Öteki kahvelerin duvarlarını, efsane kahramanlarının,

savaş kahramanlarının tasvirleri süslerdi. Minyatürler, düldül, zülfükâr, Battal

Gazi’nin Bizans surlarına tırmanışı, Abdurrahman Gazi resmi, Fatih’in beyaz atını

denize sürüşü, Kanunî’nin Fransız elçisini kabulü… Hat sanatıyla işlenmiş beyitler,

ayetler, hadisler başta gelen süslemelerdi.

Göğsü açık, pembe yanaklı kadınlar, sarhoş bakışlı kadınlar, raks eden

kadınlar, eldivenli, şemsiyeli, kavaleyli, tüylü şapkalı, lapiska saçlı, işveli kadınlar

Mıgırdıç’ın kahvesini süslüyordu.” (s.138) Kahvenin kocaman olduğunu öğreniriz.

(s.247)

Vatan Dediler romanında Molla Mahmut ve Teğmen Galip ile diğer askerler,

Akşehir’e bir görevle giderler. Orada Sabahçı kahvesine girerler. Yazar, kahvehaneyi

şu şekilde işler: “Sabahçı kahvesi daracık, karanlık bir odaydı. Göz gözü

görmüyordu. Başlarını kapıya vurmamak için eğilerek girdiler. Ortada soba

Page 349: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

337

yanıyordu.”… “Subaylar peykeye oturdular. Erler yerdeki hasıra bağdaş kurdular.”

(s.113)

Molla Mahmut Akşehir’deyken, orada bulunan ailesine ziyaret etmeye gider.

Bunun için bir ihtiyarın söylediği gibi Havuzlu kahveye gider. Orada Uşaklı

göçmenleri tanıyanların bulunduğu söylenir. (s.116)

c. Meyhaneler

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Aksungur, Kostantiniyye’ye Zeynep’i

kurtarmak için gider. Orada Abdullah ile birlikte, kendilerine yardım edecek olan

Neançes adlı Bizanslı birine gider. Neançes bir meyhanededir. Aksungur ve

Abdullah bu meyhaneye giderler: “Meyhanenin içi de, sokaktaki durumdan farksızdı.

Hatta daha da berbattı. Kaba yontulmuş masalarda oturan, münakaşa eden, içen, şarkı

söyleyen gemici kıyafetli insanlar, serseriler, asilzadeler meyhaneyi doldurmuştu.”

(s.232–233) Abdullah, Neançes ile görüşmek istediğini meyhaneciye anlatır.

Meyhaneci de yanındaki kapıyı açarak başka biriyle konuşur. Onları Neançes’in

oturduğu odaya götürür: “Arkasından yürüyerek açtığı kapıdan girdik. Kapıdan

geçince şaşırdım. Halılarla döşenmiş bir koridora çıkmıştık. Meyhanenin gürültüsü

tamamen kesilmişti. Beş on adım yürüdükten sonra karşımıza bir kapı daha çıktı.

Önünde silâhlı iki genç nöbet tutuyordu.

O gelirken kapıyı açtılar. İçeri girdik. İçeride üstü tepeleme et ve meyve dolu

büyük bir masa önünde oturmuş iki kadın vardı.” (s.233–234)

Tuzak romanında Mavro’nun işlettiği meyhaneden söz edilir. Bütün kirli

işlerini orada yürütür. Teodosyüs Limanında (Bu günkü Yenikapı) bulunur.

Meyhanede bir Yahudi çalışıyor. Meyhanenin yanında bir oda bulunur. Bu odada

Mavro’nun adamları saklanır. (s.29, 62, 64)

Hilâl Görününce romanında Arslan Bey, Gregoroviç’i arar ve sonunda onu

bir meyhanede bulur. Gregoroviç, iki arkadaşıyla birlikte oturur, sarhoştur. (s.411)

Page 350: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

338

5. Müteferrik Mekânlar

a. Kuleler

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Aksungur, Kostantiniyye’ye gittiğinde

şehrin etrafının, duvarlarla çevrili olduğunu, bu duvarların üstünde de birçok

kulelerin bulunduğunu görür. (s.191)

Baskın romanında İznik Kalesinde bir kulenin bulunduğunu öğreniriz.

İbrahim, oraya gidince kuledeki nöbetçilere seslenir. (s.75)

Yıldırım Bayezid romanında Bizans imparatoru ve oğlu, Anemas Kulesinde

bulunan bir zindana atılırlar. Zindan, kulenin temelinde bulunur. (s.61–62)

IV. Murad -1- romanında Kör Ali, Demirci Ali ile dövüşür. Halk ise şehir

kulelerine çıkıp bakmakla yetinir. (s.134)

Deli İlâhi, adamlarıyla Beyşehrine gider. Deli İlâhi şehrin kulelerini görünce

atını yavaşlatır. Sonra adamlarından diğer yerlerde yaptıklarını burada da

yapmalarını ister. (s.121)

IV. Murad -2- romanında Bağdat kalesinin duvarları boyunca serpilen

muhkem iki yüz on iki kulenin bulunduğunu öğreniriz. Kalenin teslim edildiği günde

bu kulelerden en az iki yüz tanesine Osmanlı sancağı çekilir. (s.359)

Patrona romanında yazar, isyanın başladığı zaman Kız Kulesinin fenerlerinin

solgun olduğunu söyler. (s.503)

b. Hapishaneler (Zindanlar)

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Aksungur Kahire’deyken, Hasan Sabah

tarafından zindana atılır. Aksungur, kaldığı zindanı şu şekilde tasvir eder:

“Bulunduğum yer karanlıktı. Kol kalınlığında demir çubuklarla kapatılmış bir

pencereden, az bir ışık geliyordu. Burası dört duvarından pis sular sızan bir zindandı.

Odanın içinde adeta ölüm kokusu vardı. Yerler rutubetli ve soğuktu.” (s.155)

Aksungur, Prenses Süreyya’nın yardımıyla zindandan kaçar. (s.169)

Page 351: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

339

Kaybolan Elçiler romanında Silahşörlerin kumandası olan Aryanos’un

kurduğu çetenin merkezi bir mağaradır. Aryanos, bu mağaranın bir kısmını, zindan

olarak kullanır. Orada Köse ve Orhan Gazi’nin elçilerini tutar. Zindanın bir demir

kapısı vardır. Sunguroğlu, zindana girdikten sonra beş kişinin duvardaki çengellere

kollarından kelepçelendiklerini bulur. (s.76–77)

Kara Şövalye romanında Köse Yusuf, kara şövalyenin adamları tarafından

kaçırıldıktan sonra bir zindana kapatılır. “Kapatıldığı yerde hiç rahat değildi. Yosun

bağlanmış taş duvarlar ruhunu sıkıyordu. Hele duvardaki demir halkalara baktıkça

kan beynine çıkıyordu.” (s.53) Zindanın çok yüksek ve küçücük iki penceresi vardır.

Zindanın kapısı ise gıcırdayarak açılır. (s.53–54) Köse Yusuf, bir gün karanlıktan

yararlanarak zindancıya saldırır. Duvardaki halkayı sıkıca tutarak meşaleyi düşürür

ve kaçar. Zindandan çıktıktan sonra bir merdiven bulur. Merdivenin, bir divanhanede

bittiğini öğreniriz. (s.57–58)

Baskın romanında İznik şehrinin Beyi ve askerler, Bizanslı çetenin

mensupları tarafından bir zindanda atılırlar. İznik Beyinin konağında bulunan bu

zindan şu şekilde tasvir edilir: “Birden koridorun sonundaki demir kapı ardına kadar

açıldı.” (s.92) Kapı açıldıktan sonra zindan görünür. (s.93)

Kaçırılan Prenses romanında İmparator’un kızı kaçırıldıktan sonra bir

zindana bırakılır. Zindan bir bodrumdan ibarettir. “Islak, rutubetli, karanlık bir

bodrum. Prensesi kaçıranlar onu bu bodruma kapamışlardı. Üstelik yalnız

bırakmışlardı.” (s.36) Zindanın hiç penceresi yoktu. (s.36) Kapısı ağır, meşe

ağacından yapılmıştır. (s.37) “Kapıda kırçıl sakallı, iri yarı bir adam duruyordu.”

(s.38) Kapının dışında bir merdiven bulunur. (s.40)

Prensesin bulunduğu yer öğrenildikten sonra çete, prensesi Kızılada’ya

götürür. Prenses, adanın arka tarafında bir yelkende hapsedilir. “Geminin yerini

tespit için gayret göstermeleri gerekmiyordu. Bordalarındaki kırmızı, yeşil ışıklar

hâlâ yanıyor. Az sonra yanında idiler. Çapanın zincirinden gemiye tırmandılar. Ana

direğin dibindeki horultuya yürüdü İbrahim. Bir kılıç kabzasıyla horultuyu

Page 352: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

340

noktaladı.” (s.140–141) Ambarın kapısı aralıklı olduğu için içerisine girebilen

Sunguroğlu ve İbrahim, kızı geminin ambarında bulurlar. (s.143)

Yıldırım Bayezid romanında Bizans imparatoru Beşinci Yoannis ve oğlu,

Anemas Kulesinde bulunan bir zindana atılırlar. Anemas zindanının, kulenin

temelinde bulunduğunu öğreniriz. Uzunca Sevindik, oraya gidip imparatoru ve

oğlunu kurtarır. (s.61–63) Zindan, kapalı dehlizlerin altındadır. İmparator ve oğlu,

yerde yatarlar. Zindanda yatak bulunmaz. (s.67–69)

Sivas kalesi düştükten sonra Şehzade Ertuğrul ile Malkoç Mustafa Bey bir

kalenin bir odasında hapsedilirler. (s.158)

İlk Hançer romanında Yüzbaşı Alp, Moskova’dayken İvan’ın karşısında çok

sert bir şekilde konuştuğu için İvan sinirlenip onu zindana attırır. Zindandayken

kendi çocukluğunu hatırlar. Anlatıcı, Alp’ın bu macerasını şu şekilde işler: “Yüzbaşı

Alp, kapatıldığı hücrede derin bir düşünceye daldı. Vakit gece yarısıydı. Soğuk,

rütubetli ve karanlık taş odada uyumasına imkân yoktu zaten. Birden çocukluğunu

hatırladı.” (s.22–23)

IV. Murad-I- romanında Sultan Genç Osman’ın bulunduğu zindan söz

konusudur. Sultan, Yedikule zindanında öldürülür. Yazar, okuyucuda tesir bırakmak

amacıyla hapishaneyi şu şekilde tasvir eder: “Yedikule zindanının etrafında ölüm

sükûtu. Yedikule zindanının taş odalarından birinde ölümün tâ kendisi.

Soğuk, yosunlu taşların üstünde kas katı yatan Sultan.” (s.7) Kalenderoğlu ile

Kara Davut Paşa, sultanın bulunduğu odaya girerler. Odanın duvarlarının, yosunlu

taşları vardır. (s.8) odanın içinde aşağı yukarı ışık yoktur. Sadece duvarlara

sokuşturulmuş çıraların ışığında sultanın yüzünü görebilirler. (s.9)

Beyaz Kale romanında Esir alınanların bir kısmı, Galata’daki Sadık Paşa

zindanına götürülür. Yazar, zindanı şu şekilde gösterir: “Zindan berbat bir yerdi,

küçük izbe hücrelerinde yüzlerce esir pislik içinde çürüyordu.” (s.15) Yazar, orada

bol insan bulur. Yazara zindanda güneş ışığı alan iyi bir hücre verirler. (s.16)

Page 353: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

341

Patrona romanında isyan başladıktan sonra Patrona Halil, bazı arkadaşlarını

Baba Cafer, Ağa Kapısı, Yedi Kule, Hisar, Galata ve Tersane zindanlarına gönderir.

Patrona arkadaşları, sözü geçen zindanlardaki esirleri serbest bırakırlar. Mahpuslar,

zindanların demir kapılarından çıkarlar. (s.518)

Hilâl Görününce romanında Şahbaz Bey, bir hapishaneye atılır. Nizam Dede

ise, hapishanenin önünde durur: “Çok geçmeden hapishanenin kirli sarı renkte

duvarları önüne gelmişlerdi. Kapıdaki nöbetçiler onları fark edip, tüfeklerini o yana

çevirmişlerdi.” (s.170)

c. Değirmeler

Civelek Osman romanında İzzet Beyin köyde bir değirmeni vardır. Osman,

değirmencinin evinde bir süre kalır. Bu sürede değirmenin nasıl çalıştığını öğrenir.

İzzet Bey, köye geldiğinde değirmene gider: “Değirmen arkının bir havuz gibi

genişlediği; çınar, ıhlamur ve kestane ağaçlarının gölgelediği yaban gülü çalılarının

çevrelediği bir düzlükte kilimler serilmiş, minderler konulmuş olarak istirahat yeri

hazırlanmıştı.” (s.55–56) Osman, Naciye ile evlenir. İzzet Bey, evlenme hediyesi

olarak Osman’a değirmeni verir. (s.156–157)

Kahramanlar Kahramanı (Hekimoğlu) romanında Yassıtaş köyünün

komşusu, bir Gürcü köyüdür. Hekimoğlu orada bir değirmende bekçi olarak çalışır.

Değirmenin sahibi, Gürcü olan Sefer Ağa’dır. Hekimoğlu, Sefer Ağa’nın kızı olan

Fadime’yi ilk defa değirmende görür. (s.6–8)

Page 354: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

IV. ŞAHISLAR

Page 355: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

343

Romanda Şahıs ve İncelediğimiz Romanlarda Şahıs Kadrosu

“İtibarî eserde nakledilen veya değişik şekillerde ifâde edilen vak’anın zuhûru

için gerekli insan ve insan hüviyeti verilmiş diğer varlıklar ve kavramları, şahıs

kadrosu söz grubuyla adlandırmayı uygun görüyoruz. Çünkü vak’aya iştirak eden

insan dışındaki varlık ve kavramlar, metinde, yüklendikleri fonksiyon bakımından,

şahıs karakteriyle karşımıza çıkarlar. Bunlarda şahıslandırmanın kazandırdığı vasıflar

diğer husûsiyetlerinden daha önde gelir, hatta onlardan bazılarını unutturacak

derecede arka plana iter. Hangi şekilde olursa olsun, şahıs kadrosunu teşkil eden

fertler itibarî âlemden ve bu âlem içinde yer alan diğer unsurlardan ayrı

düşünülemezler. Eserde tezahür eden şekliyle, çok defa itibarî âlemi şekillendiren

unsurların başında şahıs kadrosuna has husûsiyetler yer alır.”113

“Vak’anın zuhurunda kişi veya kişilerin rol oynaması, ‘kişiler sistemi’ni

meydana getirir. Bu nitelemeyi, tam karşılığı olmasa da “şahıs kadrosu”yla

karşılayabiliriz. Kişi, şahıs, figür… aradaki farklılıklara rağmen, bu kavramlarla ve

romancının tasarufuyla romanın kurmaca dünyasına dahil edilmiş olan varlıktır. Bu

varlığın genellikle insan olarak algılanması, doğaldır. Çünkü kurmaca dünyada

cereyan eden olayların, ‘beşerî’ bir ortamda gerçekleştiğini göstermek için romancı,

istediği kişiyi (faili), istediği kimlikte devreye sokabilir. Tercih onundur ve o,

insandan hayvana, eşyadan kavrama kadar bir çok öğeyi ‘fail’ (eyleyen) konumuna

çıkarabilir. Romancıların bu konuda genel ve baskın tercihi, doğal olarak

insandır.”114

“Şahıs kadrosunu meydana getiren fertler, her iki yapma ve yaratma tarzında,

insanî vasıflarla itibarî eserde yer alırlar. Onların da fizikî görünüşleri, rûhî hâlleri,

istek ve arzuları vardır. Fikrî endişelerin de olması tabiîdir. Kısacası üzerinde

durduğumuz tarzdaki metinlerde mekân ve zaman gibi şahıs kadrosunu meydana

113 Şerif Aktaş, s.133-134114 Mehmet Tekin, s.71

Page 356: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

344

getiren fertler de itibarîdir. Bu durumda onların fizikî görünüşleri, rûhî hâlleri ve

diğer insanî vasıfları, tabiî olarak itibarîdir.”115

“Roman ve hikâye türlerinde yazarlar, şahıs kadrosunun takdiminde genelde

iki ana tavrı benimserler. Bunlar; “blok/statik tanıtma” ve “dinamik tanıtma”

tarzlarıdır. Blok tanıtmada kahraman, eserin herhangi bir yerinde olay örgüsü

durdurularak bütün yönleriyle ve bir bütün hâlinde tanıtılır. Bu tanıtmada söz,

anlatıcıdadır. Dinamik tanıtmada ise, bir öncekinin zıddına, kahramanın tanıtımı

eserin başından sonuna kadar devam eder. Tanıtım için olay örgüsünün akışı

kesilmez. Üstelik doğrudan doğruya anlatıcının tanıtımı yerine, kahramanın kendi

kendini tanıtımı (konuşma tavır, davranış, jest, mimik) esas alınır. Yani; yaşanan

olaylar, gelişmeler ve durumlar karşısında kahramanın aldığı tavır, onun dolaylı bir

tanıtımı olur.”116

Tarihî romanlarda şahıslar her zaman tartışma doğurmuştur. Öncelikle

belirtelim ki tarihî romanlarda bir yaratma şahsiyet bir de tarihî şahsiyet vardır.

Tartışma daha çok tarihî şahsiyetler üzerinde olmuştur. Romancı tarihî şahsiyeti

canlandırırken ne kadar serbesttir? Biz burada bu tartışmaya girmeyeceğiz. Esasen

incelediğimiz romanların pek azı tarihî şahsiyetler üzerine kurulmuştur. Daha çok

yaratma şahsiyetler vardır. Bunun için de önceliği onlara vereceğiz.

115 Şerif Aktaş, s.134116 İsmail Çetişli, s.71

Page 357: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

345

A) Tarihî Olmayan, Yaratma Şahsiyetler

1- Selçuklular Devri

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında kırk beş kahraman vardır. Romandaki

kahramanların ekserisi, yaratma şahsiyetlerdir.

Babası Türklerin eski akıncı beylerinden biri olan Aksungur, romanın hem

başkahramanı, hem de anlatıcısı olarak karşımıza çıkar. Aksungur, babasını çok

seven bir çocuktur. (17–18) Fakat bir savaşta babası ölür. Babası ölünce dedesi,

kardeşi ve annesiyle yaşar. Dedesi sayesinde iyi bir savaş talimi görür. Kargı, gürz ve

kılıcı çok iyi kullanır. Bu sırada Aksungur, çok disiplinli görünür. Her gün tek başına

ok atma meydanına gider. Orada sabahtan akşama kadar kendi yeteneklerini

geliştirmeye çalışır. (s.25)

Aksungur bir gün evlerine gelen akıncı beylerinden Emir Afşin’le görüşür.

(s.30) Emir Afşin Aksungur’u bir testten geçirdikten sonra onu ordusuna katar. Emir

Afşin, Aksungur’u şu şekilde görür: “Bre Numan Bey! Sen tam bir yiğit

yetiştirmişsin! Cesaret, zekâ, çeviklik ve kuvvet, hepsi var bu bahadırda, dedi.” (s.46)

Aksungur at uşağı olan Altar’la birlikte orduya katılır. (s.44) Burada Halit Ağa ile

karşılaşarak tanışır, birçok maceraya atılırlar. Aksungur orduda gelişir ve daha cesur

bir adam olur: “Bu çarpışmalar beni oldukça pişirmişti.” (s.47)

Romanda Aksungur’un en belirgin niteliği muhtaçlara hizmet vermesidir.

Kendisinden imdat dileyenden hiçbir zamanda vazgeçmez. Tanımadığı Bizanslı

delikanlı ve genç kızın imdat çağrılarına koşar. Onlara yardım eder. (s.14) Yine

arkadaşları ile birlikte bir ormanlık bölgede otururken, tehlikeli olmasına rağmen

hırsızlar tarafından kaçırılan Prenses İrini’ye kurtarmaya gidiverir. Aksungur kızı

kurtarır ve prensese âşık olur. (s.59)

Üstüne atıldığı görevi tamamlamak için Bağdat’a giden Aksungur,

kızkardeşinin Kahire’ye kaçırıldığını öğrenir. (s.101) Bunun üzerine Kahire’ye giden

Aksungur, orada Hasan Sabbah ile tanışır. Banu Çiçek’in serbest bırakılmasının

karşılığı, Sultan Alp Arslan’ın öldürülmesidir. Hasan Sabbah, bu görevi Aksungur’a

Page 358: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

346

verir: “Senin; Sultan Alp Arslan tarafından sevildiğini, Sultan’ın sana mevki

verdiğini, hatta senin Sultan’ın yanına izinsiz girip çıkabilme salâhiyetlerini

söyledim.” (s.114) Ama Aksungur, bunu hiç kabul etmez. Kızkardeşini düşünmeden

önce Sultan Alp Arslan’ı düşünen Aksungur, milletine ihanet edemeyeceğini söyler:

“Ben küçüklükten beri bir gaye için yetiştim. Bu gaye sancağıma ve milletime lâyık

olabilmek, dinime, vatanıma, milletime hizmet edebilmek ve şerefli sancağımın

altında ölebilmektir. Atalarıma lâyık bir erkek olduğumu gösterebilmektir.” (s.134)

Kahire’deyken at binme ve ok atma yarışmasına katılan Aksungur, üstünlüğünü ispat

eder. (s.125–128)

İstanbul’a gittikten sonra Aksungur, sevgilisi Prenses İrini’nin tehlikede

olduğunu öğrenir. Bu sıralarda Malazgirt savaşı da yakınlardadır. Aşkım milletime

feda olsun diye düşünen Aksungur, İstanbul’u terk ederek Malazgirt’e gidiverir.

(s.190) Aksungur, Malazgirt savaşında kendi dinine ve milletine son derece bağlı ve

kahramanlıkla savaşır. (s.210–212)

Halit Ağa, orduda bir savaşçı olarak karşımıza çıkar. Yaş itibariyle deneyimli

ve “insan sarrafı” (s.105) olarak görünür. Halit Ağa, kararlı ve sabit bir karaktere

sahiptir. Kahire’ye Aksungur ile gider. Arkadaşını bırakmak istemez. Orada Halit

Ağa’nın, milletine ne kadar sadık olduğu ortaya çıkar. Sultan Alp Arslan’ın

öldürmesi isteğini öğrenince Aksungur’a şu şekilde cevap verir: “Aksungur! Şayet

Sultanımız Alp Arslan’ı öldürmeye karar verseydin, seni, çok sevdiğim seni,

öldürmekten çekinmezdim. Yolunun üstünde önce beni bulurdun.” (s.121) Halit Ağa,

bütün maharet ve cesaretle Malazgirt savaşında dövüşür. (s.210–212)

Bizans’ta bir subay olarak karşımıza çıkan Apostol, Prenses İrini’yi

kurtarmaya gelir. Prensesi çoktan kurtaran Aksungur ile tanışır: “Subay samimi bir

adammış. Prensesi kurtardığımız için, hararetle bizlere teşekkür etti.” (s.80) Anlatıcı,

Apostol’u şu şekilde tasvir eder: “Apostol; yirmi beş otuz yaşlarında gözüken, iri yarı

bir subaydı. Yağız ve mert bir çehresi vardı. Sağ kulağının yarısı kesikti. Bir kılıç

darbesiyle uçtuğu anlaşılıyordu. Fakat kulağındaki bu eksiklik, yakışıklığına bir zarar

vermemişti.” (s.81) Yenilenin, kazanacak olan kişinin hizmetinde iki yıl kalması

şartıyla Apostol ve Aksungur birbirlerine meydan okurlar. Çok zor bir kavganın

Page 359: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

347

ardından Aksungur yener ve Apostol da onlara katılır. (s.90) Bu sıralarda Apostol’un

gerçek kimliği ortaya çıkar. Apostol, Türk asıllıdır. Onun adı da Karabay’dır. Ama

Müslüman değildir. (s.97) Karabay, Aksungur ile Bağdat’a gider. Bu sıralarda

Karabay, Aksungur’un yanından ayrılmaz. Sözünde duran bir adamdır. Aksungur ile

Banu Çiçek’i kaçırır. Arkadaşını bırakmak istemeyen Karabay, Hasan Sabbah’ın

adamları karşısında tehlikeli bir durumda Aksungur’un yanındadır. Bu çatışmalarda

Karabay’ın ne kadar cesur olduğu karşımıza çıkar. (s.150–155) Karabay, İslâmiyete

girerek adını Abdullah’a değişitirir. (s.175) Abdullah, İslâmiyete girdikten sonra

Malazgirt savaşına katılır. Savaş meydanında bütün kahramanlıkları gösteren

Abdullah, Bizanslılarla amansızca savaşır: “Abdullah sağ yanımda, kaşları çatık.

Dizlerini, hayvanın karnına iyice yapıştırmış. Atın boynuna eğilmiş.” (s.211) Yine

Abdullah, arkadaşı Aksungur’u tek başına bırakmak istemez. Onunla birlikte

Zeynep’i kurtarmak için İstanbul’a gider. Orada bütün gücüyle çarpışan Abdullah,

yaralanır. (s.246–247)

Numan Dede, eski akıncılardan biridir. Aksungur’un babası öldükten sonra

Numan Dede’nin rolü ortaya çıkar. “Dedem, bildim bileli evimizi idare eder. Yaralı

bir gazi. Sol ayağı dizden kesik. Bir savaşta yaralanmış ve kesmek zorunda

kalmışlar.” (s.18–19) Numan Dede, Aksungur’u bir akıncı olarak yetiştirmeye başlar.

Bu açıdan Numan Dede, Aksungur’u sadece savaş talimlerini öğretmez, aynı

zamanda her sabah İslâmî ilimler hakkında Aksungur’a ders verir: “Dedem beni her

bakımından yetiştiriyordu.”(s.19)

Çiçek Banu, Aksungur’un kızkardeşidir. Çiçek Banu, ailesiyle Hacca

giderken eşkıyalara yakalanmış ve Aksungur’dan yardım ister. Aksungur, bunun

üzerine Kahire’ye gider. Orada Çiçek Banu, güzel genç bir kız olarak karşımıza

çıkar: “Kapı açıldı. Eşikte; dünyalar güzeli bir kız belirdi. Bu, kız kardeşim Çiçek’ti.

Onu üç yıldır görmemiştim. Daha güzelleşmiş, daha büyümüş geldi bana, on yedi

yaşındaydı. Âdeta; güzelliğiyle odayı aydınlattı.” (s.113) Çiçek Banu, kaçırıldıktan

sonra sahnelerde görünmez.

Zeynep (Prenses İrini) Aksungur arkadaşlarıyla birlikte Bağdat’a giderken

bir ormanlık bölgede bir kızın çığlıkları duyar. Aksungur, çığlıkların geldiği yöne

Page 360: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

348

gider. Bu sırada Prenses İrini sahnede karşımıza şu şekilde çıkar: “Bu, saçları

omuzlarına kadar dökülmüş, güzel, çok güzel bir genç kızdı. Ay ışığında saçları altın

gibi parlıyordu. Yüzü, ay ışığının tesiriyle mi, yoksa gerçekten öyle olduğu için mi

bilemiyordum, bembeyazdı.” (s.52), “Çimenler arasında bir papatyayı andırıyordu.

Yosun yeşili gözleri vardı. Saçları altın bir şelâle gibi omuzlarına dökülmüştü.”

(s.60) Aksungur, Prenses İrini’yi hırsızlar elinden kurtarır. Bu sırada Prenses İrini,

kendini Aksungur’a tanıştırır: “Antiochia Valisi, amcam olur. Benim yaşımda bir de

kızı vardır. İkimiz, birbirimizi çok severiz. Geçen yıl, o bize yani Konstantiopolis’e

gelmişti. Bu yıl da beni ısrarla kendi şehirlerine çağırdılar. Küçükken ben bir deniz

kazası geçirdiğim için, denizden çok korkarım.” (s.55) Aksungur, prensese âşık olur.

Prenses de Aksungur’a karşı boş değildir. Fakat prenses hem Rum hem de

Hıristiyan’dır. Aynı gecede bir rüya gören Prenses İrini, adını Zeynep’e değiştirerek

Müslüman olur. (s.75) Bu sıralarda Zeynep’in yirmi yaşında olduğunu öğreniriz.

(s.77) Zeynep İslamiyete girdikten sonra İstanbul’a gider. Orada bir başka adamla

evlenmek için hapse atılır ve işkenceye uğrar. Ama hiçbir türlü değişmez. Her zaman

Aksungur’un geleceğine emindir. Bunun için onu bekler. Malazgirt savaşından sonra

bir Rum kralının prensesi esir aldığını öğrenen Aksungur, Abdullah’ın sayesinde bu

kral yener. Aksungur, Zeynep ile birlikte vatana dönerler. (s.253)

“Bizans’ta ikinci bir imparator” (s.230) olarak nitelenen Neançes, Bizans’ın

sokak ve çete imparatorudur: “Kostantiniyye’de Vasileas’dan sonra ikinci Vasileas

diyebiliriz ona. Yalnız, resmi mevkii olan biri değil. Halktan biri. Büyük nüfuz

sahibidir. Korkusuzdur. Cesurdur. Merttir.”, “Buranın kendine mahsus bir kanunu

vardır. En kötü hırsız, serseri veya fahişe bu kanuna uymaya mecburdur. Kanunu

yapan ve uygulayan da Neançes’dir.” (s.231) Zeynep’i kaçırmak isteyen Aksungur

ve Abdullah, Neançes’e giderler. Aslında Abdullah, Neançes’in bir arkadaşıdır.

Abdullah’ın, bir defa Neançes’i tehlikeden kurtardığı için Neançes, bu iyiliğin

karşılığını ödemek ister.

Prenses Süreyya, Mısır’daki halifenin kızıdır. Prenses Süreyya, ağızlarda

dolaşan bir güzelliğe sahip olarak karşımıza çıkar. (s.131) Aksungur Kahire’deyken

Prenses Süreyya’ya gider ve güzelliğinden şu şekilde bahseder: “Sedirin üstünde çok

Page 361: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

349

güzel bir kız oturuyordu. Sağında ve solunda iki dilber, onun simsiyah saçlarını

tarıyorlardı. İki zenci kız da, saçları taranan dilberi yelpazeliyordu. Sedirde oturan ve

prenses olduğu anlaşılan kız, güzel ve alımlıydı. Siyah saçlarının çevrelediği

bembeyaz, fildişi gibi pürüzsüz gözüken gayet biçimli bir yüzü vardı. Gözleri, bir

ahu gözü gibi iri idi.” (s.132) Aksungur’a âşık olan Prenses Süreyya, zindandan

Aksungur ve arkadaşlarını kurtarır. Nil Nehrinde de bir yelkenliyi hazırlayarak

Aksungur’u Mısır’dan çıkmasına yardım eder. (s.169–173)

2- Eyyûbîler Devri

Selâhaddin Eyyûbî romanında kırk iki kişi bulunmaktadır. Romandaki

kahramanların yarısından daha fazlası yaratma şahsiyetlerdir. Ama yaratma

şahsiyetlerde dikkat çeken husus, onların yardımcı kişiler olduklarıdır.

Bilâl, Selâhaddin Eyyûbî’nin askerlerini temsil eder. Bilâl’ı, romanın

başından itibaren aşağı yukarı bütün sahnelerde görürüz. Sona kadar Sultan

Selâhaddin’e güvenir. Bu güvenmenin bir sebebi vardır. Bilâl’a göre Sultan

Selâhaddin’i koruyan Allah’tır. Hem de Sultan Selâhaddin’ın olağanüstü bir insan

olduğunu düşünür: “Serdarım Turan Şah, Sultan’a hiçbir şey olacağı yok, üzgün

durma, hiçbir şey olacağı yok.”, “Bizim gibiler için doğrudur, çünkü biz alelâde

insanız. Sultan öyle mi ya! O Allah’ın bir ikramıdır.” (s.26) Bilâl bir arkadaşıyla

konuşur. Selâhaddin nereye giderse gitsin kendisinin yanında olacağını söyleyen

Bilâl, Sultan Selâhaddin’i çok sever. Askerleriyle birlikte Tih çölündeyken Sultan

Selâhaddin’i yılan ısırır ve o fenalaşır. Bunun üzerine Bilâl üzülerek ağlamaya

başlar. (s.39) Bilâl, Sultan Selâhaddin’i sayıp sever: “Hani Sultanımın emri can baş

üstüne deriz.” (s.71) Sultan Selâhaddin de Bilâl’a güvenir. Sultan Selâhaddin,

Kudüs’teki olup biteni bilmek amacıyla bir iki haberciyi göndermek ister. Bu görev

için Bilâl’ı seçer. Bilâl da görevi eksiksiz yaparak sultana gelip bildiklerini anlatır.

(s.55) Savaş meydanlarında cesurluk, kahramanlık ve maharetiyle dikkat çeken Bilâl,

yaman insandır: “Bilâl bir yandan kılıç sallıyor, bir yandan gevezeleşiyordu.

Rakipleriyle alay ede ede bir kılıç oynatması vardı ki, vezir Şirkuh’un bile dikkatini

çekmiş, zaferden sonra kucaklayıp gözlerinden öpmüştü.” (s.65) Komutanlar, Bilâl’a

yiğit olarak bakarlar. (s.66)

Page 362: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

350

Bilâl’ın, romanın son sahnesinde Sultan Selâhaddin’i ne kadar sevdiği açık

bir şekilde ortaya çıkar. Sultan Selâhaddin ölür. Bilâl ise üzülerek ağlar: “Gördüğüm

bir insanın ölümü değil, sanki topyekün bir milletin ölümü.” dedi Bilâl. “Millet can

çekişmeye durmuş. İyi ama biz bu acıya hangi yürekle tahammül edeceğiz.” (s.183)

Osman da Sultan Selâhaddin’in askerlerinden biridir. Üstelik Bilâl’ın silah

arkadaşıdır. Osman ile Bilâl, yıllardır birliktelerdir. İkisi hiç ayrılmazdır. “Beraber

iştirak ettikleri seferler sayıya vurulası değildi.” (s.65–66) Bilâl Kudüs’e giderken,

Osman ile birlikte gitmek ister. Sultan kabul ettikten sonra Osman, Bilâl ile Kudüs’e

gider. Orada Sonya’yı görüp ona âşık olur. Kudüs’ten dönen Osman, hiç

dinlenmeden yapılacak gece saldırısına katılmak ister: “Ben yorgun morgun değilim”

diye atıldı Osman. “Billahi günlerce uyumuş dinlenmiş gibiyim.” (s.71) Osman,

Kudüs’ün fethinden sonra Sonya’ya gidip onunla evlenir. (s.149)

Sonya, Kont Şatiyö’nün kumandanlarından olan Herzel’in kızıdır. Sonya çok

güzel bir kız olarak karşımıza çıkar: “Kumral başlı, titrek bakışlı” (s.50) bir kızdır.

İlk olarak Osman, Sonya’yı Kudüs’te görür. İkisi birbirine âşık olur. Kudüs

fethedildikten sonra Sonya İslâmiyete girerek adını Fatma’ya değiştirir. (s.147)

Sonya Osman ile evlenir, üç çocuğu olur. Çocukların birinin adına Selâhaddin’i

verir. (s.183)

Balion, Kudüs Kralı Gui’nin kumandanlarından biridir. Güçlü ve yiğit bir

silahşördür. Gui, Balion’a çok güvenir. Turan Şah, Kudüs’ün teslimi arzusuyla

Kudüs Kralına gider. Balion o sahnede görünür. Çok hiddetli ve Müslümanlardan

nefret eden bir kişidir. Turan Şah’ın bakışları karşısında öfkesini yiyen Balion,

Kudüs’ün Müslümanlara teslimini reddeder. (s.131) Selâhaddin, şehrin muhasarasını

daha da artırır. Bu muhasarayı dayanamayacağını inanan Kudüs Kralı Gui, Balion’u

Sultan Selâhaddin’e şehri teslim etmek için gönderir. Balion’un rengi bu defa sapsarı

olur. (s.136) Sultan Selâhaddin ile görüştükten sonra Balion, ona çok hayran kalır.

(s.137) Balion, insanlıkta Selâhaddin’den bir ders alır. Fidyesini getiren Balion’u

sultan reddeder. Çünkü Selâhaddin’e göre kumandanlar önce askerlerini

düşünmelidirler. (s.142) Bunun karşısında hayran kalan ve şaşıran Balion, daha

sonraki savaşlarda görünmez. Ama İslâmiyete girip girmediği öğrenilmez.

Page 363: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

351

3- Osmanlılar Devri

XIII. ve XIV. Yüzyıllar

Osmancık romanında yaratma kişilerin sayısı pek azdır. Romandaki yaratma

kişilerin başında Gökçe Bacı gelir. “Yazarın, romanda ön plâna çıkardığı kadın

kahramanları ile Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında, Osmanlı Devleti’nin

kuruluşunda erkekler ile beraber kadınların da aktif rol oynadıklarını göstermiş

olmaktadır. Bu kadınlar sevgili değillerdir, ama esas kahramanlarla ve romanın

kurgusuyla, devletin kuruluşuyla yakında ilgilidirler.”117

“Gökçe Bacı, Harlak’a ilk yerleşen kişi olan Uruz Derviş’in annesidir. Gökçe

Bacı, açık sözlülüğü, yaptığı işler ve saygınlığı ile Osman Gazi’nin devamlı diyalog

hâlinde olduğu bir kadındır.”118 Gökçe bacı her zaman ön planda karşımıza çıkar.

Gökçe Bacı, romanın başından sonuna kadar Osmancık’ın gücüne inanır. Ona

göre Kayı boyunun beğliği için en uygun kişi, Osmancık’tır. Gökçe Bacı, beğlik

meselesi açılınca sahneye çıkar. Ama göründüğünden itibaren sesi ve varlığı

besbellidir. İtibarlı, sözü dinlenen ve saygılı bir kadın olarak karşımıza çıkar. Ama

sıradan bir kadın değildir. O kumandandır. Tip bakımından dışa ait bir kişidir.

İyimser, toplumda faaliyetli bir kahraman ve hayat deneyimleri biriktiren bir

insandır. Gökçe Bacı kendini şu şekilde tanıtır: “Bana, sevenler Deli Gökçe, aşırı

sayanlar da Gökçe bacı der. Uruz’un anasıyım; anası olduğumdan mutluyum.”

(s.102) Osman gazi ise onu ilk gördüğünde şu şekilde bulur: “O biri, inadına

yaşlıydı, kara kuruydu; ama diriydi, canlıydı.” (s.102)

Gökçe Bacı her zaman Osman’ın yanındadır. Osman Gazi’ya sadıktır: “Ne

hoşdur bu geliş, yiğit Osmancık. Şükürler olsun sizi gönderen Tanrı’ya.” (s.102),

“Bana sorarsan, Osmancık eyi de edersin. Ben, Osmancık beğ olsun, Osmancık

uslanmasın, deye dua ederim. Bunu da herkes bilir; bilenlerin çoğu da, öyle dua eder.

Bize bu duayı öğretenler de aklı eren kişilerdir.” (s.105)

117 Kâzım Yetiş, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu İle İlgili Üç Romanda Bir Tip, İstanbul ÜniversitesiEdebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XXX, İstanbul, 2003, s.609118 A. Osman Dönmez, Osmancık Romanında Horasan Erenleri, Sızıntı, S. 327, Nisan 2006, s.10

Page 364: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

352

Gökçe Bacı, bu davranışlarıyla Osman Gazi’yi kendini, kişiliğini ve gücünü

güvendirir: “Beg beg.. beg benim. Dostlara göre, düşmanlara göre, körler göre,

sağırlar işite beg bizim begimiz.” (s.154) Şeyh Ede Balı, haklı da olsa bile

Osmancık’ı beğenmeyerek değişmesini ister. Kendi benliğini yendikten sonra Osman

Gazi, Ede Balı tarafından kabul edilir. Ama karşı tarafta Gökçe Bacı, Osmancık’ta

önderlik niteliklerini görür: “Dahi bir niyazımız var; Osmancık Osman beği tek

koyma, Osman beğ Osmancığı unutma.” (s.153) Böylece Osman Gazi’de Gökçe

Bacı’nın rolü, Ede Balı’dan az değildir. Osman Gazi, zaman ilerledikçe ikisinin

nasihatlerini hatırlayıp fayda görmektedir. (s.171)

Osman Gazi da ona karşılıksız değildir. Roman boyunca Osman Gazi, Gökçe

Bacı’yı sayıp sever. Üstelik Osman Gazi, romanda Gökçe Bacı dışında hiçbir kadının

elini öpmez. (s.231) Osman Gazi de kendilerinden etkilediği kişilerin sözlerini

hatırlayınca Gökçe Bacı’nın sözlerini hatırlar. (s.171)

Gökçe Bacı, yaşadığı toplum içinde bir önderlik yapar. Sıradan bir insanı

temsil etmez. Şehitlerin yattığı yerde köyün yapılması fikri onundur: “Köyleri burada

olsun dedik, beğ. Mezarlarımıza sahip çıkalım, mezarlığımızın yanında köy

yaşatalım dedik beğ. Şehitlerimizi yalnız bırakmayalım dedik, beğ.” (s.231)

Gökçe Bacı’nın ölümü ise, kendisinin Osman Gazi’de yerini gösterir: “Gökçe

Bacı’nın üzerine son topraklar atılırken gözleri dolu olan oğlu Uruz Derviş değil,

torunu Aybike değil, Osman Gâzi Hân’dır.” (s.316)

Derviş Uruz, Osmancık romanında Gökçe Bacı’nın oğludur: “Gökçe

Bacı’nın oğlu, kara kaşlı, kara gözlü, kara saçlı Selcen’in kocası derviş Uruz’dur.”

(s.155) Derviş Uruz, zulme dayanamayan bir yiğit olarak karşımıza çıkar. Aya

Nikola’nın Kulacahisar ve Söğüt’te yaptıkları zulümlere son vermek ve öç almak için

Kulacahisar’ı basamak ister. (s.155–156)

Osman Gazi’nin eline düşen Kulacahisar’ın yönetimi, Derviş Uruz’a verilir.

Daha önce öç almak amacıyla Kulacahisar’ı basamak isteyen Derviş Uruz, zulmü

bilmeyen ve adil bir kumandan olarak karşımıza çıkar. Kulacahisar’lılar bu

Page 365: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

353

yönetimden çok hoşnutlardır. Onlardan Derviş Uruz’a armağanlar ve değerli sözler

gelir. “Uruz derviş de, bu armağanlara ve bu sözlere daha değerli armağanlarla, daha

değerli sözlerle karşılık veriyor.” (s.186)

Çavdaroğlu ve adamlarıyla yapılan çarpışmada Uruz Derviş, Osman Gazi’nin

sol kanadın başında bulunur. (s.197) Uruz Derviş, Osman Gazi’ye sadıktır. Onun

emir ve istekleri “başüstüne beğ” (s.262) olarak kabul eder.

Osman Gazi, Sivrikaya’da dolaşırken, hiç beklemediği örme taştan iki gözlü

bir kulübeyi görür. Kulübede bir yaşlı derviş ile karşılar. (s.29–30) Romanda bu

yaşlı dervişe isim verilmez. Derviş, adını bilmek isteyen Osman Gazi’ye “dervişe ad

gerekmez” der. (s.31) Ama bu derviş, Osman Gazi’nin ufkunu genişletir. Bu yaşlı

derviş, Osmancık’ı daha önce düşünmediği şeyleri düşündürür. Böylece Osmancık’ın

değişmesinde bu yaşlı dervişin katkısı bulunduğunu söyleyebiliriz.

Horasan Erenleri, ‘Osmancık’ romanının vak’a örgüsünde Osman Bey’in

dikkatini, ilk olarak kendi misyonunu anlamaya başladığı dönemlerde çeker.

Romanın ilk bölümlerinde Osman Bey, henüz bilmediği, tanımadığı ve

misyonlarından habersiz olduğu bu insanlarla, kendi vazifesi arasında bazı

bağlantılar kurmaya ve onların vazifelerini anlamaya çalışır. Onlardan bazılarının,

babası Ertuğrul Gazi’yi ziyaret etmesi, babasının bu insanlara büyük saygı

göstermesi, dervişlerin birbirleriyle olan münasebetleri ve niçin buralarda

bulundukları üzerinde düşünür. Babasının kılıcına farklı bir mânâ verdiklerini

düşündüğü dervişlerle Osman Gazi ilk olarak Harlak’ta karşılaşır119. Bu yaşlı derviş,

Osman Gazi’nin dikkatini ‘fisebilullah çalışmak’ üzerine çeker: “Hak yolunda ve

doğru bildikleri yolda fisebilullah çalışır, soylarına yaralı olmak dilerler.” (s.33)

Kaybolan Elçiler, Kara Şövalye, Tuzak, Baskın, Çalınan Hazine, Kaçırılan

Prenses ve Gemide İsyan romanlarında Sunguroğlu, başkahramandır, İbrahim ve

Köse Yusuf ise, tekrarlanan kişilerdir. Bunun için bu üç kişinin, adı geçen

romanlardaki özelliklerini ve niteliklerini takip ettikten sonra romanlarda diğer

kahramanları da romanların sırasına göre tek tek inceleyeceğiz.

119 a.g.e., s.8

Page 366: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

354

Sunguroğlu, İbrahim ve Köse Yusuf, bu çağın akıncılarını temsil ederler.

Onlar aldıkları her emre koşarlar. “Fakat Orhan Bey’imizin emri başımız üzere.”

(Kaçırılan Prenses, s.9)

Yedi romandan oluşan Sunguroğlu romanlarında başkahraman olan

Sunguroğlu, cesur ve atak bir savaşçı olarak karşımıza çıkar. Orhan Gazi’den aldığı

emirlere göre hareket eder. Sunguroğlu bütün bu romanlarda cesur, yiğit ve mert bir

akıncı olarak önümüze çıkar.

Kaybolan Elçiler romanında Sunguroğlu, arkadaşlarına bir kumandanlık

yapar. Gerektiğinde de onlara sertçe emir verir: “Sunguroğlu İbrahim’e sertçe baktı:

“Değil” dedi emredercesine. “Kılıca ne vakit davranılacağı sana söylenir.

Kendi başına sıvanma.” (s.7)

Sunguroğlu, ne kadar küçük olursa olsun her şeyden faydalanmaya çalışır.

Bütün bildiği ve öğrendiği bilgileri kullanır. (s.36) Bunun için durumları iyice tahmin

edebilir. (s.54) Anlaşılması zor görünen bazı olaylar, Sunguroğlu’nun önünde

duramaz. Sorunları arkadaşlarından daha hızlı çözer. (s.55) Bunun yanında

dövüşmelerde kılıcı ustaca ve maharetle kullanır. Maharetiyle rakiplerini şaşırtır.

(s.59, 65) Bunun yanında da görevini başarıyla bitirmek için kendini tehlikeye

atmadan çekinmez. (s.62)

Sunguroğlu, dindar ve namazını geçirmeyen biridir. (s.56) Üstelik ahlaklı ve

namuslu bir savaşçıdır. Teslim olanlara kılıç kaldırmaz. (s.65–66) Orhan Gazi’den

aldığı emrin peşinde koşarak Yalova’da kaybolan Osmanlı elçilerini aramaya başlar.

Kaybolan elçileri bulana kadar rahat etmez.

Kara Şövalye romanının başkahramanı olan Sunguroğlu, doğrudan Orhan

Gazi’den emirleri alarak hareket eder. Sunguroğlu, Orhan Gazi tarafında güvenilen

bir akıncı olarak karşımıza çıkar. (s.5) Üstelik tecrübelidir. (s.8) Dövüşmelerde

gösterdiği maharetin üstünü yoktur. Düşmanla karşılaştığında usta bir manevra ile

kılıcını elinden uçurur. (s.9) Sunguroğlu, zeki bir akıncıdır. Zekâ ve tecrübesiyle

Page 367: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

355

durumu iyice hesap eder. (s.23–24) Sunguroğlu bu maharetiyle rakiplerini şaşırtır:

“Sunguroğlu’nun kendini maharetle savunması karşısında büyülenmişlerdi.” (s.25)

Sunguroğlu’nun, Rumcayı iyice bildiği için karşılaştığı Bizanslılarla

rahatlıkla konuşabilir. (s.27) Namazı kaçırmayan Sunguroğlu, dindar olarak

karşımıza çıkar. Bunun yanında İslâm merhametinden hareket ederek yararlıları

düşman olsa bile yardım etmeden bırakmaz. (s.33)

Tuzak romanında Sunguroğlu, roman boyunca cesur ve atak akıncı olarak

karşımıza çıkar. (s.25) Üstelik zekidir. Sunguroğlu, kaçırılan kızı bulmak için elinden

geleni yapmaya çalışır. Kızın bulunduğu yere tehlikeli olmasına rağmen tereddüt

etmeden gider: “Ölmeden gitmenin bir yolu vardır mutlaka. Sen önce kızı nereye

götürdüklerini söyle de, ölü mü gideriz, diri mi biz karar verelim ha.” (s.81)

Baskın romanında Sunguroğlu, kendisine güvenen, uyanık ve zeki bir akıncı

olarak karşımıza çıkar. (s.30) Üstelik ustaca dövüşür: “Zaten öldürmek için

vurmadım. Bu yara hiçbir şey yapmaz sana, korkma.” (s.33) Sunguroğlu, Orhan

Gazi’ye son derece sadıktır. Orhan Gazi’yi öldürmek isteyen gizli çetenin

mensuplarıyla karşı karşıya gelen Sunguroğlu, bütün gücüyle işe takip etmeye başlar.

(s.22) Sunguroğlu, zekâ ve maharetiyle en küçük fırsattan faydalanmaya çalışır.

Bunun yanında da akıllıca davranır. (s.50–51) Titizlikle davranan Sunguroğlu, her

ihtimale karşı durumun iyi hesabını yapar ve çok tedbirlidir. (s.89) İnsanlık

bakımından ise kılıçsız bir savaşçıya kılıç kaldırmaz. (s.54)

Çalınan Hazine romanında Sunguroğlu, Orhan Gazi ve memlekete çok sadık

olarak karşımıza çıkar. Bu romanda Orhan Gazi’den emir almayan Sunguroğlu,

memleket sevgisinden hareket ederek bildiğini Orhan Gazi’ye haber vermek ister:

“Ne çare bir an önce Bursa’da olmalıyız. Bizans Beylerinin fesat kazanını

kaynattıklarını haber aldık. Orhan Beyimize duyuralım dedik.” (s.6) Sunguroğlu,

kendisine güvenen bir akıncıdır. Bütün karşılaştığı tehlikelere karşı metanetle

davranır. (s.9) Telâşlı değildir. Bütün ihtimaller karşısında her zaman ne yapacağını

çok iyi bilir ve her hareketini ölçülü yapar. (s.30, 47) Yardıma ihtiyaç olan

arkadaşlarını bırakmayan Sunguroğlu, arkadaşlarının kaygılarına önem verir. (s.33)

Page 368: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

356

Ona göre insan hayatı altınla dolu olan sandıklardan daha önemlidir. (s.44) Bütün

bunlara rağmen kendisini tehlikeye atıp yeni tanıdığı Ali Can’a yardım eder: “Tekin

Alp, gözlerini bir an bile Sunguroğlu’ndan ayırmıyor, bildiği bütün duaları

mırıldanıyordu. O da ilerde Sunguroğlu gibi yaman bir kahraman olacak, dostları

uğruna göz kırpmadan kendini tehlikeye atacaktı. Şu Sunguroğlu ne yaman adamdı.

Ali Can’ı bırakmaya gönlü razı olmamıştı. İnsan hayatına ne kadar da değer

veriyordu.” (s.45–46) Anlatıcı, Sunguroğlu’nun bu niteliğinin üzerinde durur:

“Merhametli, yardımsever, düşmana bile iyilik yapan bir akıncı” (s.54) olduğunu

gösterir.

Sunguroğlu, dünya malını düşünmeyen bir akıncıdır. Kendisinin şerefine

İznik Beyinin hazırlattığı saraya davet edilir. Yorgun olmasına rağmen daveti

saygıyla reddeder: “Beyimizle yemek yemek bizim için büyük bir şereftir. Ancak

görmemiz gereken bir devlet görevi vardır. Kusura bakmasınlar.” (s.66)

Sunguroğlu’nun yiğitlik, cesaret ve kılıç kullanmakta ustalığı, şövalye Posaryüs’ün

karşısında ortaya çıkar. (s.78)

Kaçırılan Prenses romanında Sunguroğlu, ne yaparsa vatanının iyiliği için,

vatanına, milletine hizmet için yapar. (s.17) Orhan Gazi’den aldığı her emre hiç

tereddüt etmeden koşar: “Fakat Orhan Bey’imizin emri başımız üzere.” (s.9)

Zekâsıyla ne kadar küçük olursa olsun her şeye dikkat eder. (s.6, 32) “Yüzünde

mertlik var, cesaret var, ama pek kurnazlık yok.”… Cesaretin yanında da kararlıdır.

(s.123) Ölümden bile korkmaz, ona göre ölüm Allah’ın emridir. Tedbir ve tevekkül

onu güçlendiren unsurlardır. (s.127) Sözü tutan bir insan olduğu için Dimitri

Korbos’a verdiği söz icabıyla İmparator’un kızını kurtardıktan sonra İmparator ile

Dimitri’yi barıştırır. (s.156) Eski dostlarını unutmayan, onlara acıyan bir insandır.

(s.25)

Gemide İsyan romanında Sunguroğlu, “akıncıları akıncısı, yiğitler yiğidi”

(s.7) olarak karşımıza çıkar. Sunguroğlu’nun babasının, Osman Gazi’ye can arkadaşı

olduğunu öğreniriz. Bu yüzden Sunguroğlu, kendisine Osmanoğlu diye çağrılmak

hoşuna gider. Osmanlı devletine son dereceye sadıktır. (s.71) Sunguroğlu, artık

memleketin çeşitli yerlerinde halk arasında önemli bir ölçüde şöhret kazanan ve

Page 369: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

357

saygıya sahip bir akıncıdır. (s.7–8) Sunguroğlu, kendine güvenen bir savaşçıdır. Her

zaman ölçülü ve hesaplı davranır. Kılıcı da ustaca kullanır. Her zaman rakiplerine

üstün gelir. Üstelik atak ve cesurdur. (s.41–43) Sunguroğlu, arkadaşlarını kurtarmaya

kararlıdır. Hırsızlığa uğradıktan sonra yararlanır. Ama yararlı olmasına rağmen

limana gidip Kaptan Guidi ile Rodos’a gitmek için gemiye biner. (s.58) Gemi denize

battıktan sonra Sunguroğlu mertliğinden hareket ederek Kaptan Guidi’yi kurtarır. En

yakın adaya kadar götürür. (s.70–71) Padima diye gemideki bütün gemiciler,

Sunguroğlu’nun yiğitlik ve mertliğinden etkilenirler. Bunun için gemicileri, kaptan

yerine Sunguroğlu’ndan kendilerinin başına geçmesini isterler. (s.108)

Kaçırılan Prenses romanında Köse Yusuf ve İbrahim, ikisi ayrılmazdır.

“Yıllarca birlikte çalışmışlar, akıncılara120 birlikte katılmışlar, en olmayacak işleri

birlikte yapmışlardı.” (s.6) İki akıncı her zaman şakalaşarak birbirine kızmış gibi

görünürler ama hiçbir zamanda kızmazlar. “Onlar böyleydi. Birbirlerini her zaman

iğneler, şakalaşır, kızgınca bakışlar, fakat gerçekten asla kızmazlar.” (s.17) Köse

Yusuf, aslında Jozef adlı Bizanslı bir papazdı, sonra Müslümanlaşarak adını

değiştirir. (s.18) Köse yaşlıdır. İbrahim ise, çok gençtir. Bununla birlikte ikisi iyi

anlaşırlar. İkisi de Sunguroğlu’na yürekten bağlılardır. Ne dese soru sormadan

yaparlar. (s.17) Bunun yanında roman boyunca hem yiğitlik gösterir, hem de

kılıçlarını maharetle kullanırlar.

120 Akıncılar: Osmanlı Devletinin askeri teşkilatında, sınır bölgelerinde, düşman memleketlerine anibaskınlar tertipleyerek yıpratma harekâtında bulunan hafif süvari gruplarına verilen isim. Akıncılar,bazılarının zannettikleri gibi yağma gayesiyle düşman içine giren ve hayatlarını talanla kazanan askeribir birlik değildi. Akıncıların vazifeleri, akın yapmakla kalmayıp, aynı zamanda düşmanın durumunu,yolları ve kuvveti hakkında bilgi toplamak gibi istihbarat görevini de yerine getirirlerdi. Bugörevlerini esasa bağlayan kanunları vardı. Akıncılık, babadan oğula geçerdi ve yalnızca Türklere hasaskeri bir sınıftı. Bunlar, şimdiki askeri teşkilattaki komando birliklerine benzetilebilir. Akıncılar, harpzamanında keşif kolu hizmetini görürlerdi. Düşman arazisini dolaşıp, orduya yol açarlar ve kurulmasımuhtemel pusuları, ani ve süratli hareketleri ile bozarlardı. Bundan başka ordunun yolu üzerindekihububatı muhafaza, yerli halktan aldıkları esirler vasıtasıyla düşman hakkında haber toplamak veköprü, geçit gibi yerleri emniyet altında tutmak da esas vazifeleri arasındaydı. Akıncılar, genellikleasıl ordudan 4-5 günlük mesafede önden giderler ve yukarıda yazılan vazifeleri yerine getirirlerdi.Bindikleri atlar da, akıncıların bu hızlı hayatlarına uygun, dayanıklı ve süratli olanlardan seçilirdi.Sefere çıkarlarken, yedekte 4-5 at götürürler ve yorulan atlarını konak yerlerinde bırakırlar, dönüşte,bıraktıkları atlara ganimetlerini yüklerlerdi. Akıncı birlikleri, şu şekilde tanzim edilmişlerdi: Onakıncıya “onbaşı”, yüz akıncıya “subaşı”, bin akıncıya da “binbaşı” kumanda ederdi. Bu kumandazincirini, bütün kuvvetlerin başında olan “Akıncı Beyi” tamamlardı. Rütbeleri sancak beyiderecesinde olan akıncı beyleri, fevkalade yetkilere sahip olup, doğrudan doğruya sultandan emiralırlardı. Türk ve Osmanlı Kurumları, http://www.turktarih.net

Page 370: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

358

Birbirinden ayrılmayan Köse Yusuf ve İbrahim Çalınan Hazine romanında,

Orhan Gazi tarafından şövalye Metiyüs ile görüşmekle görevlendirilir. İkisi

Bursa’dan İznik’e giderler. Görevlerini en iyi şekilde tamamlamak için ellerinden

geleni yaparlar. İkisi de Orhan Gazi’yi sayıp severler. (s.57–58) Ama Köse,

Bizanslılarla güvenmediği için şövalye Metiyüs’ü şüphe eder. (s.59) Köse Yusuf ve

İbrahim, can arkadaşları Sunguroğlu’nu özlerler. Sunguroğlu’ndan ayrı kalmak

ikisine zor gelir. (s.55) İbrahim ve Köse Yusuf’un birbirlerini çok severler. Ara sıra

şakalaşırlar. İbrahim, “Köse’yi kızdırmak her zaman hoşuna giderdi. Sevgisini ancak

böyle açıklardı. Belki biraz tuhaf bir açıklama yoluydu, ama alışmıştı yıllardır.

İğnelemeden duramazdı.” (s.88) Köse Yusuf, Müslüman olmadan önce bir papaz

olduğunu öğreniriz. (s.60) İkisi, akıncılar olarak her zaman savaşmaya hazırdır.

(s.109)

Köse Yusuf ve İbrahim Tuzak romanında, görevlerini bitirmeye

sabırsızlardır. İkisi maharetle kılıçlarını kullanırlar. Üstelik son derece anlaşılırlar.

(s.7–10) İkisi de telaşlı değillerdir. (s.17)

Kaybolan Elçiler romanında Köse Yusuf ise, Sunguroğlu’nun üçüncü

yoldaşıdır. Üç arkadaş birlikte yola çıkarlar. Köse Yusuf, çıkmadan önce her şeyi

anlamaya çalışır. Durumlaru iyice takdir etmeye çalışır. Düşünür bir savaşçı olarak

karşımıza çıkar. (s.8) Köse Yusuf, Müslüman olmadan önce eskiden Bizanslı bir

papaz olduğu için Rumlara benzer. (s.62) Köse Yusuf, kaçırıldıktan sonra

Sunguroğlu ve İbrahim onu bulmak için ellerinden geleni yaparlar.

Köse Yusuf, Kara Şövalye romanında ihtiyar bir savaşçı olarak karşımıza

çıkar. Ama buna rağmen arkadaşı Sunguroğlu’na sonuna kadar sadıktır. Hiçbir soru

sormadan Orhan Gazi’nin emrine göre Sunguroğlu ile hareket eder. (s.6–7) Köse

Yusuf, tecrübelidir. Kılıcıyla ustaca dövüşür. Düşman, Köse’nin mahareti ve

yiğitliğine şaşırarak kaçar. (s.9–10) Üstelik uyanık ve çok zekidir. Her şeye dikkat

eden bir savaşçıdır. Köse, diğer arkadaşları gibi de dindardır. (s.12)

Anlatıcı, romanda Köse Yusuf’un geçmişini aydınlatmaya çalışır. Köse

Yusuf, Müslüman olmadan önce Jusef adıyla bir rahipti. (s.51) Hıristiyanken de

Page 371: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

359

İzmit sarayına çok gelir giderdi. (s.59) Ama buna rağmen Köse Yusuf, Müslüman

olmadan önce Hıristiyanlıkta geçirdiği yılları hatırlamak istemez. Artık sadece ve

sadece Müslümandır. (s.56) İhtiyar olmasına rağmen güçlüdür. Sanki Müslümanlık

kendine güç verir. (s.57)

Baskın romanında Köse Yusuf ise diğer romanlardan farklı değildir. Dikkatli

bir savaşçı ve zeki bir akıncıdır. (s.7, 13) Üstelik çok bilgilidir. Köse, düka altını

görür. Bu düka hakkında tarihî bilgileri verir ve bu bilgilerden hareket ederek geçmiş

ile şimdiki zaman arasında bir bağ kurmaya çalışır. (s.17–18) Bu çetenin, Orhan

Gazi’yi öldürmeye niyetli olduğunu ilk anlayan Köse Yusuf’tur. Onun arkadaşları ise

kara düşünüyor diye kendisine inanmazlar. Ama zaman ilerledikçe Köse’nin

fikirlerinin doğru olduğu anlaşılır. (s.64) Zaten Köse Yusuf, romanda gücünden daha

fazla aklından faydalanan bir akıncıdır. (s.73)

Gemide İsyan romanında Köse Yusuf, Orta yaşlı bir akıncı olarak karşımıza

çıkar. Hava zorluklarına rağmen üstüne atılan görevi yapmaya çalışır. (s.5) Köse

Yusuf, Sunguroğlu’na çok sadıktır. Anlatıcı, romanda Köse Yusuf’u şu şekilde

takdim eder: “Zayıf, uzun boyluydu. Sırtına kolsuz deri bir ceket, başında püsküllü

bir takke vardı. Akı bol saçları takkesinden dışarı taşmıştı.” (s.6) Köse Yusuf, dindar

bir akıncıdır. (s.8) Yeni İslamiyete giren Köse Yusuf, İbrahim’in gözünde tam bir

müslümandır: “Seni tanımasam doğma büyüme Müslüman olduğunu zannederdim.

Birkaç yıl öncesine kadar papazdın; ama Allah için, üstünde hiçbir iz kalmadı, tam

bir Müslüman oldun.” (s.29) Köse Yusuf, cesur, ataktır ve kılıcı maharetle kullanır.

Üstelik savaşmaktan zevk alır. Bunun yanında da merhametlidir. (s.24, 29) Bunun

yanında da zekidir. (s.82)

Kara Şövalye romanının İbrahim, tecrübeli bir savaşçı olarak karşımıza

çıkar. Mesleğini de çok sever. Kılıç kullanmaktan zevk alan bir savaşçıdır. (s.12, 24)

İbrahim, Sunguroğlu’na çok yakındır. Onu çok anlar: “Sunguroğlu’nun sesinden ne

demek istediğini ablayan İbrahim, en yakındakinin çenesine yumruğu patlattı.” (s.25)

İbrahim, şakacı ve güler yüzlü bir insandır. Düvüşürken bile şakaları söyler.

(s.28) İbrahim, Köse’yi çok sever. Ona çok bağlıdır. Köse kaybolduktan sonra

Page 372: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

360

İbrahim artık hiçbir şeyin tadını bilemez. (s.26) Kara Şövalye yakalandıktan sonra

İbrahim, Orhan Gazi’ye haber vermek için gidiverir. (s.99)

Kaybolan Elçiler romanında Sunguroğlu’nun arkadaşı olan İbrahim, uzman bir

savaşçıdır. Düşmanlarla düvüşmeden zevk alan bir kahraman olarak karşımıza çıkar.

Üstelik kılıç kullanmakta maharetli ve ünlüdür. “İbrahim, kılıç vurmayı bir sanat

haline getirmişti.” (s.59) İbrahim, Sunguroğlu’nun yanından hiç ayrılmaz.

Sunguroğlu’ya sonsuza sadıktır. (s.58) Üstelik Sunguroğlu’ya da güvenir: “Ne

demek oluyor Beyim, böyle sual açılır mı? Ömrüm billah güvenmedim mi?

Birbirimize daima güvenmedik mi?” (s.62)

Baskın romanında İbrahim de korkuyu bilmeyen cesur bir akıncıdır. (s.7, 11)

İbrahim, düşmanları amansızca savaşır. (s.53) Üstelik güçlüdür. (s.67) İbrahim

korkuyu bilmeyen bir savaşçı olduğu için tehlikeyi ne olursa olsun önemsemez:

“Geri dönmek erliğe sığmaz. Kaç kişi olurlarsa olsunlar, canlarına okuyalım.

Kitabımızda eli boş dönmek yazmaz, girmeli ve görmeli. Gerisi Allahu Teâla’nın

bileceği.” (s.73)

Gemide İsyan romanında İbrahim, gerçek anlamıyla akıncı ruhunu temsil

eden bir savaşçı olarak karşımıza çıkar. “Yamanın yamanı” (s.13) olan İbrahim,

kendi milletinin hizmetine düğününü bırakır. Ona göre vatan her şeyden daha

önemlidir. “Gözünde ne evlilik, ne mal mülk; varsa da vatan, yoksa da vatan.” (s.15)

İbrahim tecrübelidir. (s.16) Üstelik kılıç kullanmakta ustadır. Kendi kendine de

güvenir. (s.23) Cesur ve yiğittir. Her zaman savaşmaya hazırdır: “Kılıcını yarı yarıya

sıyırmıştı. Gözleri çakmak çakmak yanıyor, avına atılmaya hazır bir kaplanı

andırıyordu.” (s.33) Ama buna rağmen merhametlidir. Düşman olsa bile yaralıları

bırakmayarak onlara yardım eder. (s.29)

Kaybolan Elçiler romanında on dört kahraman bulunur. Romanın

kahramanları yaratma kişilerdir.

Page 373: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

361

Yalova Rum Beyi Nikolas, ihtiyar bir kumandan olarak karşımıza çıkar:

“Yalnız çenesinde uzunca bir sakal vardı. Sakalı tamamıyla beyazdı. Yetmiş

yaşlarında filân gösteriyordu. Misafirlerini görünce güçlükle ayağa kalktı.” (s.38)

Osmanlı elçilerinin kaybolmalarına hayret eden Nikolas, sövalye Aryanos’un adını

duyunca nefret duyar. (s.39–40) Yalova Beyi Nikolas, mülküne hüküm

geçiremeyecek kadar aciz bir kumandan olarak ortaya çıkar. Şehirde bulunan birçok

şeyden habersizdir: “Rum Beyi gördüğü, bildiği kadarıyla bazı şeylerden habersiz

bulunuyordu.” (s.48)

Şövalye Aryanos ise, Yalova Beyinin yeğenidir. Üstelik Yalova’da

silahşörlerin kumandanıdır. (s.30) Aryanos, romanda kurnaz ve desise sahibi olarak

yer alır. Orhan Gazi ile Rum Beyi Nikolas arasını açmak isteyen Aryanos, Osmanlı

elçilerini kaçırır. Üstelik adamlarını Rum Beyi adıyla köyleri bastırır. Böylece halkın

gözünde Nikolas’ın adını kirletmeye başlar. Karşı tarafta halk, Aryanos’u sevip

sayar. Çünkü düzlenen baskın zamanlarında başka adamları gelir halkı kurtarır.

Yalova Beyini devirmeyi aklına koyan Aryanos, bütün oyunları buna göre tezgâhlar.

(s.48–49) Amacını gerçekleştirmek isteyen Aryanos, para vererek değişik

milletlerden adamları kullanır: “Para veriyor, çok para. Yalnız Venedikli değil,

emrinde yetmiş iki buçuk milletten insan var.” (s.67)

Kara Şövalye romanında on sekiz kahraman bulunmaktadır. Romanın

kahramanları yaratma kişilerdir.

Sunguroğlu’nun eski arkadaşı Gazi Ali Bey, çok zeki ve bilgili bir savaşçı

olarak karşımıza çıkar. Gazi Ali Bey, Sunguroğlu ile bir handa karşılaşır. (s.28) Gazi

Ali Bey, Kara Şövalye’nin sırrını çözebilir. “Hah, bu gördüğün işaret bundan yüz

sene önce yaşamış bir Ortodoks papazın armasıdır.” (s.39) Gazi Ali Bey, bu çetenin

reisinin yüzlerce papazı öldürttüğünü, zehirli bıçakları kullandıklarını söyler. (s.40)

Böylece Gazi Ali Bey, bu çetenin ilk ip ucunu Sunguroğlu’na aydınlatmış olur ve bu

bilgilerin sayesinde Kara Şövalye’nin ne olduğu bilinir.

Prenses Mari Paleolog, İzmit Beyi Kalo Yani’nin kızkardeşidir. Prenses

Mari, manastırda çok uzun süreye kalmıştı. Bu yüzden aşırı bir Hıristiyan olarak

Page 374: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

362

karşımıza çıkar. (s.79) Köse Yusuf Müslüman olmuştur. Ama Prenses Mari bunun

Hıristiyanlığa bir ihanet olduğunu sayar. Bunun için Müslümanlardan öç almaya

kararlıdır. Kara Şövalye diye bir çeteyi kurar. Müslümanları öldürmeye başlar. (s.56)

Üstelik kimliği bilinmeyen, cesur ve korkunç bir şövalyedir. Rahip Nikola, Kara

Şövalye’nin adından bile korkar. (s.85) Koyu Hıristiyan olan Prenses Mari, ara sıra

kiliseye günah çıkartmaya gider. (s.90)

Rahip Nikola, Köse’nin Müslüman olmadan önce eski bir arkadaşıdır. Rahip

Nikola, eski arkadaşı Köse’ye şerefini borçludur. Bu yüzden Köse ve arkadaşlarına

yardım eder: “Yaptığım iş çok tehlikeli. Kara Şövalye duysa affetmez. Lâkin sana

şerefimi borçluyum Rahip Jozef. Giyin şunları çabuk.” (s.85) Rahip Nikola

yardımıyla Köse ve arkadaşları İzmit’te kalabilirler. Rahip Nikola onlara kilisede bir

odayı verir. Rahip Nikola kiliseye sadık olarak karşımıza çıkar. Rahip Nikola ilk

olarak Köse ve arkadaşlarına Kara Şövalye’yi teslim etmek istemez. Ama Köse ona

Kara Şövalye’nin yaptıklarının kilise kanunlarına aykırı olduğunu söyler. (s.86) Buna

inanan Rahip Nikola onlara bu konuda da yardım edip onlara Kara Şövalye’nin

yolunu gösterir. (s.92)

Tuzak romanında yirmi yedi kahraman bulunur. Romanın kahramanları

yaratma kişilerdir.

Tuzak romanında Bücür, yaratma şahsiyetlerinden arasında yer alır. Bücür,

Kulacahisar’a giden Sunguroğlu, Köse Yusuf ve İbrahim’in karşıladıkları adamdır.

“Çalılar aralandı ve bir baş uzandı. Bir ölünün yüzünü andırıyordu. Zayıf mı zayıf,

şeffaf mı şeffaf, süzgün mü süzgün. Avurtları birbirine geçmişti. Köse’nin ilk

tahminine göre adam ya ölmek üzereydi veya hastalıktan yeni kalkmıştı.

Korka korka yaklaştı. Yedeğine bir at vardı. Hem at, hem adam topallıyordu.

Vücudu da yüzü kadar zayıftı. Âdeta bir çocuğu andırıyordu. Aşırı zayıflığı ve kısa

boyluyla arkadan gören çocuk zannederdi. Zaten sesi de çocuk sesiydi.” (s.11)

“Kocaman gözleri vardı. Yüzüne büyük geliyordu. Bakınca karşısındakinin

beyninden geçenleri okuyordu sanki. İnce dudaklarının iki yanındaki kıvrıkları da

hayra yormamıştı.” (s.11–12)

Page 375: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

363

Bücür, kendi atının nalı düştüğü için onlarla Kulacahisar’a kadar gitmek ister.

Zaten Bücür, Kör Dimitri hesabına çalışıp onları tuzağa düşürmek ister. Sunguroğlu

ve arkadaşlarına kestirme bir yolu bildiğini söyleyen Bücür, kendilerini Kör

Dimitri’nin kurduğu tuzağa düşürür. Sunguroğlu ve arkadaşları tuzaktan kurtardıktan

hemen sonra Bücür ortadan kaybolur. (s.22)

Kör Dimitri ise korkunç bir adamdır. Onu tanıyan herkes ondan korkuyordu.

“Adının anıldığı her yerde belâların en büyüğü çıkardı. Kimseye bağlı değildi. Kim

para verirse ondan yana olur, bir süre hizmet ederdi. Bir Osmanlı oku gözünü

çıkardığından beri tek gözle idare ediyordu. Bu yüzden Osmanlılara karşı derin bir

kin duyardı. Kendisi gibi belâlı on-on beş kişiyle birlikte para karşılığı verilen her

türlü kirli işi yapardı.” (s.23)

Sunguroğlu tuzaktan kurtardıktan sonra Kör Dimitri’yi arkadan bağlayıp

kimin hesabına çalıştığını konuşturmaya başlar. Mavro diye birisiyle anlaştığını

söyleyen Kör Dimitri, kızı kaçırıp Nikomedya’da (Bugünkü İzmit) Mavro’nun

adamlarına teslim etti. (s.26–30)

Mavro, Teodosyüs Limanında bir meyhane işleten adamdır. Balıkçılık da

yapar. Kirli işlerini bu meyhanede işletir. Kızları kaçırmak için Kör Dimitri ile

anlaştı. O da Kör Dimitri gibi ücretli takımındadır. (s.29) “Kırk yaşlarında ince

yapılı, keçi sakallı bir adamdır.” (s.62)

Sunguroğlu ve arkadaşları, meyhaneye geldiklerinde Mavro birkaç silahlı

adam onlar için hazırlamıştı. Yan odada oturup kendi işaretini bekliyorlardı. (s. 64.)

Zaten Mavro, “kılıç kullanmayı bilmez, bu yüzden kılıç taşımazdı. İşini hile ile,

kurnazlıkla görmeye alışmıştı. Yine de her ihtimale karşı kuşağında bir hançer

bulundurdu.” (s.69)

Sunguroğlu ve arkadaşları, meyhanedeki silahlı adamların işini bitirdikten

sonra Mavro’yu denizde bir sandala götürürler. Sunguroğlu, Mavro’ya kaçırdığı

kızları kime sattığını konuşturmaya çalışırlar. Mavro da San Taras Manastırının

Page 376: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

364

esrarını söyler. Gregoras diye bir keşişe kızları sattığını, Gregoras’ın da her ırkın en

güzel kızları toplayıp kurban ettiğini söyler. (s.78–81)

Suratsız Todori da Kör Dimitri ve Mavro’nun bir arkadaşıdır. “Her tarakta

bezi olan bir üçkâğıtçı ki, şeytana külâhını ters giydiren cinsten. Adına Suratsız

Todori derler. Buralarda bulunduğuna göre, vardır bir bildiği.” … “Yüzü insandan

çok baykuşa benziyordu. İki gözünün arasındaki mesafe normalden hayli fazla idi.

Ablak suratının ortasında sivri burnu pek tuhaf duruyordu. Alt dudağı çenesine doğru

sarkmış. Âdeta çenenin yerini almıştı.” (s.34)

Suratsız Todori, Osmanlı toprakları ile Bizans arasında ticaret yapar. Elinde

Osmanlı topraklarına girmek için bir izinname bulunur. Sunguroğlu ve arkadaşlarını

handa görür. Köse Yusuf daha önce tanıdığı için ondan şüphelenir. Onları gördükten

sonra Mavro’ya gidip haber verir.

Romanda kadın kahramanlar sayısı azdır. Onların başında Sultan Hatun

gelir. Sultan Hatun, Kulacahisar Beyi olan Karaca Beyin kızıdır. Roman Sultan

Hatun kaçırılmasıyla başlar. (s.8)

Baskın romanında on sekiz kahraman bulunur. Romanın kahramanları

yaratma kişilerdir.

Orhan Gazi’nin emriyle çalışan Münir Gazi, Sunguroğlu’nun eski bir

arkadaşıdır. (s.20) Münir Gazi, Orhan Gazi’ye sadıktır. Münir Gazi, yakından Orhan

Gazi’yi tanır. Orhan Gazi de ona güvenir. Orhan Gazi, İznik civarlarında bir çetenin

kurulduğunu öğrenir öğrenmez İznik Beyini ikaz etmek amacıyla Münir Gazi’yi bir

mektupla gönderir. (s.22) Münir Gazi cesur bir gazidir. Tehlike zamanlarda yiğitlikle

davranarak hep ön saflarda yer alır. (s.31, 96)

Baskın romanında yer alan Hussam, kurnaz bir Yahudi olarak karşımıza

çıkar. İznik Beyi’ni aldatmaya dinini değiştir: “Bir ifrit, bir soysuz dedim. Bir

Yahudi kırması. Evvelden Yahudi idi. Güya dini değiştirdi. Bana sorarsan,

melânetlerini maskelemek için değiştirir gibi yaptı.” (s.42) Hussam’ın gerçek niyeti,

Orhan Gazi’yi öldürmektir. Üstelik Müslümanlara aşırı bir şekilde düşmandır:

Page 377: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

365

“Bütün Müslümanlardan intikam alacağını söylüyordu. İlk olarak da Orhan Beyimizi

öldürecekti.” (s.95) İznik Beyi’ni aldatmaya başaran Hussam, İznik’in işlerini eline

aldıktan sonra İznik Beyi ve Osmanlı askerlerini zindana atar. Üstelik şehirde ezan

okunmasına izin vermez. Sunguroğlu ve arkadaşları İznik Beyi ve askerleri kurtarır.

Bu sıralarda Hüsam çaresiz olarak karşımıza çıkar. Bu yüzden Bizans’a kaçmaya

kararlıdır. (s.110) Hain olan Hüsam, bindiği geminin kaptanı öldürür. Ama çok

geçmeden Kalamos tarafından da öldürülür. (s.112)

Kalamos Baskın romanında bir çete adamı olarak karşımıza çıkar. (s.51) kinli

ve kana susanmış olan Kalamos’a kocakafa derler. Bir çeteyi kurarak etrafında

toplanan adamların arasında kendini sürekli olarak öveyen Kalamos, Orhan Gazi’nin

İznik Beyine gönderdiği mektubun peşinde düşer. (s.38) Kalamos, Sunguroğlu ile

yüz yüze geldiğinde gerçek nitelikleri ortaya çıkar. Kalamos, tehlikeli bir adam

olmasına rağmen korkak ve çaresizdir. Çatışmalarda adamlarına dayanan biri olarak

karşımıza çıkar. (s.55–57) Kalamos, Sunguroğlu’nun eline geçtikten sonra Orhan

Gazi’nin mektubunu almakla görevlendiğini söyler. Bu yüzden adamları tutar. Ama

büyük efendiğinin kim olduğunu bilmez. (s.68)

Germiyanoğulları121 Baskın romanında yer alır. Romancı kişi adı yerine

Germiyanoğulları der. Biz de buna bağlı kaldık. Germiyanoğulları, Bizanslı çetesinin

mensuplarıyla birleşerek Osmanlılara karşı çıkarlar. Germiyanoğullarından dört

silahşör Bizanslılarla birlikte handa Sunguroğlu ve arkadaşlarına hücüm ederler.

(s.44) Germiyanoğullarından birisi, sinsi sinsi Sunguroğlu’na bakar. (s.47)

Sunguroğlu, onunla uzun uzun konuşur: “Germiyanoğullarındanız. Derdimize

gelince: Orhan Beyiniz Germiyan Beyinin taleplerine kulak asmamakla hata etti.

Beyimiz ganimetten pay isteyince beyiniz tersledi. Ganimet, canlarını ortaya koyan

gazilerin hakkıdır diye cevap gönderdi.” (s.48) Bu yüzden Germiyanoğulları, Orhan

Gazi’yi devirmek amacıyla Bizanslılarla birleşir. (s.49)

121 Gemiyanoğulları; Kütahya ve çevresinde hüküm sürmüş bir Türk beyliği. Toprakları, doğudaAfyonkarahisar ve Denizli, batıda Gediz ve Menderes vâdilerine kadar uzanırdı. Germiyan, önceleriTürk aşîretlerinin birinin adıyken, Anadolu Selçukluları Devletinin (1077–1307) son zamanlarında1300 yılında kurulan Germiyanoğulları Beyliğine de ad oldu. Germiyan aşîretinin ne zamanAnadolu’ya geldiği belli değildir. Ama 1429 yılında Germiyanoğulları beyliği sona erip, toprakları,Osmanlılara kaldı. “Gemiyanoğulları”, «madde», Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs HoldingYayınları, İstanbul, 1994, c.8

Page 378: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

366

Çalınan Hazine romanında on sekiz kahraman bulunur. Romanın

kahramanları yaratma kişilerdir.

Sunguroğlu’nun eski arkadaşı Saltuk Bey ise “Çok eskiden tanırdı. Birlikte

az kılıç sallamamışlardı.” (s.18–19) diye tanıtılır. Saltuk Bey, Orhan Gazi tarafından

güvenilen bir kişidir. Saltuk Bey, Osmanlı kalelerinden vergi borçlarını toplayıp

Bursa’ya götürür. (s.19) Üstelik cesurdur. (s.22) Eski bir akıncı olduğundan kılıcı

ustaca kullanır. (s.50–51) Saltuk Bey, topladığı vergi çalındıktan sonra geri alınması

için elinden geleni yapmaya çalışır. Orhan Gazi’ye boş dönmekten utanır. (s.86)

Bunun yanında da Saltuk Bey, düşmanlarına karşı bile merhametli bir insandır.

“Sırtını dönmüş bir insanı öldüremem ben” (s.97) diyen Saltuk Bey, toplanan

vergileri çalan şövalye Metiyüs’ü öldürmek istemez.

Tekin Alp ise Saltuk Alp’ın vergi toplamakta yardımcılarından birisidir.

Tekin Alp, Saltuk Bey’e çok sadıktır. Üstelik onu çok sever. Tekin Alp diğerlerine

saygı gösteren bir insandır. (s.34) Anlatıcı, Tekin Alp’ı şu şekilde biza takdim eder:

“Biri çok gençti. Yirmisinde ya var ya yoktu. Adı Tekin Alp’tı. Saltuk Beyi pek

severdi. Ne biliyorsa hepsini ondan öğrenmişti. Öl dediği yerde ölür, gel dese, dere

tepe demez gelirdi.” (s.34) “Yaşı kırkın üzerindeydi, ama otuzunda ancak

gösteriyordu.” (s.35) Tekin Alp, iyi bir savaşçı olarak karşımıza çıkar. Bu yüzden

Saltuk Bey onu seçer. Üstelik cesurdur: “Ben savaşmayı severim.”, “Çocukken savaş

oyunları oynardım. Tahtadan bir kılıcım bile vardı.” (s.37) Tekin Alp, yeni tanıdığı

Sunguroğlu’na hayran kalır ve onun gibi olmaya çalışır. (s.54)

Ali Can da Saltuk Alp’ın bir yardımcısıdır: “Germiyan Beyinin hizmetinde

iken kaçmış, Orhan Beyin hizmetine girmişti. Kılıç kullanmayı pek bilmezdi, ama

hesabına diyecek yoktu. Hangi kalden ne kadar vergi alınacağını hep o hesaplar,

Saltuk Bey ona göre davranırdı.” (s.34) Üstelik iyi bir medrese tahsiline sahiptir.

(s.34–35) Hesap işlerini iyice bilen Ali Can, savaştan anlamaz. (s.37)

Abdurrahman Usta, Sunguroğlu ile Saltuk Bey’in oturdukları han sahibidir.

Eskiden Sunguroğlu’nu tanıyan Abdurrahman Usta, ihtiyar biri olarak karşımıza

çıkar. Bunun için han işletmesinde kendisine yardım eden bir yardımcıyı getirir:

Page 379: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

367

“Yaş dediğin altımışa uzandı, her işe yetişemez olduk. Aklımızdan bir yardımcı

geçirirken Topak çıktı karşıma.” (s.18) Handa oturan Saltuk Alp’tan toplanan vergi

çalınır. Bu yüzden Abdurrahman Usta kendisinden utanır. Abdurrahman Usta mert

ve iyi insandır. Atı yaralanan Sunguroğlu’na bir at verir. (s.31) Üstelik Sunguroğlu

ve Saltuk Bey’e yardım etmek için elinden geleni yapar: “Yol ağzı yiğidim, sakın

itiraz etme. Zaten gerektiği gibi seni ağırlayamadım. Üstelik paranız çalındı.” (s.32)

Sunguroğlu ise Abdurrahman Usta’nın hakkında hep iyi düşünür ve onu çok sever.

(s.33)

Şövalye Metiyüs, Bizans’ta büyük kumandanlardan biri olan Kont Malper’in

yeğenidir. Şövalye Metiyüs dayısıyla beraber bir komplo planlar. Onların niyetleri

Orhan Gazi ile Bizans İmparatorunun arasını açıp bir savaş çıkarmaktır. Bu

karışıklıkta Kont Malper imparatorluğu elde edecektir. (s.74) Bu planı uygulamak

üzere Şövalye Matiyüs, Orhan Gazi’ye bir mektup gönderip Bizans’ta Osmanlı

Devleti hakkında bildiği şeyler olduğunu söyler. Kendisinin tehlikeli bir durumda

olduğu için Bursa’ya gelemeyeceğini söyleyen şövalye Metiyüs, İbrahim ve Köse

Yusuf ile İznik’te buluşur. (s.55) Şövalye Metiyüs, şerefsiz ve hırsız bir insan olarak

karşımıza çıkar. Bir şövalye olmasına rağmen yol keserek bir atı çalmaktan

vazgeçmez. (s.9) At uşağıyla birlikte küçük bir köye baskın yapar. İhtiyarlara zarar

verir. (s.38–39) Handayken vergi parasını Saltuk Bey’den çalar. (s.24) Anlatıcı,

şövalye Metiyüs’ün niteliklerini şu şekilde anlatır: “Aslında şövalye Metiyüs’te

merhamet aramak Dragos’tan başkasının aklından geçmezdi. Gerçek bir zalimdi

çünkü. Yalnız eline geçen Müslümanlara değil, kendi dininden olanlara bile

zulmederdi. Birkaç kuruş için göz kırpmadan insan öldürebilirdi. Bunu Bizans’ta

herkes bilirdi. Fakat pek kimse sesini çıkaramazdı. Çünkü şövalye Metiyüs, Bizans

ileri gelenlerinden Kont Malper’in yeğeniydi. Başı dara geldiği zaman Malper yetişip

nüfuzunu kullanıyor ve yeğenini beladan kurtarıyordu. Bu yüzden şövalyenin hiçbir

şeyden pervası yoktu. Kont Malper nasılsa onu kurtarırdı.” (s.8–9) Şövalye Metiyüs,

kurnazdır. (s.22, 40) Bunun yanında da kılıç kullanmakta ustadır. (s.71) “Dragos’a

göre efendisi şövalye Metiyüs, dünyanın en iyi kılıç ve mızrak kullanan insanıydı.”

(s.7) Ama uygulanan plan ortaya çıktıktan sonra şövalye Metiyüs’ün, şövalyelikten

kovulduğunu, bütün rütbelerinin geri alındığını öğreniriz. (s.63)

Page 380: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

368

Şövalye Metiyüs, çaldığı para ile handan gizlice ayrılır. Bir ormanlıkta

çalınan parayı sakladıktan sonra Orhan Gazi’nin elçileriyle görüşmek üzere İznik’e

gider. İznik’teyken yakalanan şövalye Metiyüs, Sunguroğlu ve şövalye Posaryüs’ün

karşısında yaptıklarını itiraf eder. (s.81) Şövalye Metiyüs yakalandıktan sonra at

uşağı olan Dragos, Sunguroğlu’na itiraf edip şövalye Metiyüs’ün kişiliğinin

niteliklerini iyice tasvir eder: “O kötü biridir. Hırsızdır. Kalleştir, casustur. Sizin

anlayacağınız her kötülüğü yapan bir adamdır.” (s.72) Şövalye Metiyüs, bir

karışıklıktan faydalanıp Saltuk Bey’den kaçar. Sonda bulunan Metiyüs, şövalye

Posaryüs tarafından öldürülür. (s.116)

Dragos, şövalye Metiyüs’ün at uşağıdır. Anlatıcı, Dragos’u şu şekilde takdim

eder: “Dragos, şövalye Metiyüs’ün at uşağıydı. Kısa boylu, şişman iri yuvarlak gözlü

bir adamdı. Şişmanlığına rağmen çevik hareket ederdi. İyi de kılıç kullanırdı. Fakat

hiçbir zaman efendisiyle boy ölçüşemezdi.” (s.7) Dragos, saygıdan değil, korkudan

şövalye Metiyüs’e sadıktır. Dragos, şövalye Metiyüs’ten aldığı emri hemen yapar.

(s.7) Dragos, kurnaz, sinsi ve korkak olarak karşımıza çıkar. (s.14, 20) Şövalye

Metiyüs yakalandıktan sonra Dragos’un gerçek kişiliği ortaya çıkar. Dragos, şövalye

Metiyüs’un bütün işlediklerini söyler. Üstelik efendisini hiçbir zamanda sevmediğini

söyler: “Artık bana emredemezsiniz, istediğinizi yaptıramazsınız! Bu beyzadelere her

şeyi anlatacağım. Keyfin çektikçe beni kırbaçlamanın intikamını bir güzel alacağım.”

(s.72) Şövalye Metiyüs’ün yakalanma sahnesinden istifade eden Dragos kaçar. (s.81)

Çalınan paranın yerine gidip alır. Bizans’a kaçmayı düşünen Dragos, birkaç

katalonlu adamı kıralayarak İzmit yolunu takip eder. Ama yoldayken kıraladığı

adamları tarafından öldürülür. (s.101)

Şövalye Posaryüs, Bizanslı imparatordan şövalye Metiyüs’ü yakalamakla

görevlendirilir. Şövalye Posaryüs, uzun boylu bir şövalyedir. (s.62) Babası Türk olan

Şövalye Posaryüs, akıllı, mert ve cesur bir şövalye olarak karşımıza çıkar. (s.117)

“Posaryüs mert bir insan, Bizans şövalyeleri arasında böyleleri pek azdır.” (s.98)

Şövalye Posaryüs Türk mertliğinden hayran kalır. (s.97) Şövalye Posaryüs, görevini

en iyi şekilde tamamlamaya kararlıdır. Üstelik kılıç iyi kullanır. Bu yüzden

Page 381: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

369

Metiyüs’a hain olarak bakar. Posaryüs, Metiyüs’u bulduğunda hemen öldürür.

(s.116)

Kaçırılan Prenses romanında yirmi beş kahraman bulunur. Bunların yirmi

dördü yaratma kişilerdir.

Kaçırılan Prenses romanında Dimitri Korbos, Bizans’ın en zengini olarak

karşımıza çıkar. Bir sürü gemisi var. Yüz odalı bir konakta oturur. (s.29)

Başkomutan olan Moiz Albertos onu kullanıp kendi zenginliğinden ve nüfuzundan

faydalanır. (s.124) Moiz Albertos’un gizlice kurduğu Şeytanlar çetesi Dimitri’nin

oğlunu kaçırır. Bunun için Dimitri artık oğlunu yine görmek için ne dediklerini

yapar. Moiz Albertos’un yapmak istediği kirli işler Dimitri Korbos’ın adıyla yapar.

Bu yüzden Dimitri Korbos, İmparatorla arası iyi değildir. Bizans’ta Moiz

Albertos’un gerçek yüzünü tek anlayan insan Dimitri’dir. (s.123–124) Oğlu

kaçırıldıktan sonra ruhî durumunu bozar. Unutmak amacıyla gün boyuca sarhoş

kalır. (s.122) Dimitri Korbos, Sunguroğlu’ya inanarak kızın Kızılada’da bulunduğu

yere götürür. Onu kurtarmaya yardım eder. (s.128) Nihayette Dimitri Korbos, kendi

oğluna kavuşur. İmparator, Sunguroğlu’ndan Dimitri Korbos’un yaptıklarını

öğrendikten sonra onu bağışlar. (s.156)

Lagan Mişöp (Mustafa Ali), Sunguroğlu’nun eski arkadaşıdır. Sunguroğlu

ve arkadaşları, Bizans’a geldiklerinde ona giderler: “Lagan Mişöp, oldukça

yaşlanmış görünüyordu. Son karşılaşmalarında sakalı simsiyahtı. Şimdi ise beyazlar,

siyahları yenmişti. Ama bu hal yüzüne bir başka mânâ veriyordu. Eski dostları

görünce gözlerine inanamadı. Rüya olup olmadığını anlamak için gözlerini kırpıştırdı

durdu. Kollarını sonuna kadar açıp koştu” (s.22) Eski Başkomutan Lagan Mişöp,

adını Mustafa Ali’ye değiştirerek Müslümanlaşmıştı. (s.23,31) Sunguroğlu, onu

görünce şaşırır: “Sunguroğlu eski dostuna bakıyordu. Yaşlanmakla kalmamış,

zayıflamıştı da. Eskiden de inceydi, ama şimdi kibrit çöpüne dönmüştü.” (s.24)

Lagan Mişöp’ün, son zamanlarında imparatorla tersleştiği için çok sıkıntı çektiğini

öğreniriz. (s.24) Lagan Mişöp, eski dostlarını görünce sadece memnun kalmaz, ama

aynı zamanda onlara yardım etmeye çalışır. Onlara maceranın ilk ipucunu verir.

İmparator kızının kaçırılmasıyla ilgili bütün bildiği bilgileri anlatır. Bu sıralarda

Page 382: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

370

Lagan Mişöp, mert, cesur ve alçak gönüllü bir adam olarak karşımıza çıkar. (s.28–

29) Bunun üzerine Şeytanlar diye çetenin bazı mensupları, onun evine basar, tam

uygun vakitte Sunguroğlu onu kurtarır. (s.54–56)

Başkomutan Moiz Albertos, bir Yahudi’dir. “Bizans tarihinde ilk defa bir

Yahudi bu makama geliyor.” (s.29) Sunguroğlu, İmparator yanına gittiğinde Moiz

Albertos’u ilk defaya görür. Anlatıcı, bunu şu şekilde işler: “Sunguroğlu,

başkomutana dikkatle baktı. Yüzünün bütün hatları ırkının özelliklerini yansıtıyordu.

Su katılmamış bir Yahudi olduğunu ilk bakışta belli oluyordu. Biraz şişman ve kısa

boyluydu. Elli yaşlarında filân gösteriyordu. Gözlerinde ihtiras benek benekti.” (s.83)

Moiz Albertos bir taraftan Korbos’u kullanıp kendi zenginliğinden ve nüfuzundan

faydalanır, diğer taraftan da gizlice Şeytanlar diye çeteyi kurarak İmparator olmaya

çalışır. (s.123–124) Sunguroğlu, Moiz Albertos’un gerçek yüzünü öğrendikten sonra

imparatora aktarır. İmparator onu tutuklar. (s.152–154)

Gemide İsyan romanında yirmi sekiz kahraman yer almaktadır. Romanın

kahramanları yaratma kişilerdir.

Hancı, Gemide İsyan romanında milletin birbirine arka arkaya durduğunu

gösteren kişidir. Hancı, Orhan Gazi’yi çok sever. (s.27) İbrahim ve Köse Yusuf,

handan Sen-Jan şövalyeleri tarafından kaçırılırlar. İbrahim ve Köse savaşırken,

Sunguroğlu’nun adını söylerler. Bunu duyan hancı, Bursa’ya gidip Sunguroğlu’na

haber verir. (s.37) Hancı, yaş itibariyle Sunguroğlu’na yol göstererek yolun ortasında

dinlenmek için oturur. Sunguroğlu, mertlik ve iyiliğine teşekkür etmek ister. Ama

hancı, cevabını şu şekilde verir: “Eğlenme, sür! İyiliği sen unutmayasın diye değil,

Allah rızası için yapıyorum.” (s.39)

Sunguroğlu, limana ulaşır. Orasına yakın bir yerde karanlıkta bir baskına

uğrayarak parası çalınır. Hancı, Sunguroğlu’nun yaralarına bakar. Sonra

arkardaşlarına yardıma gitmek üzere Sunguroğlu’na para verir. Ona göre bu bir

görevdir. Hancı, yaptıklarıyla samimî ve mert bir insan olarak ortaya çıkar. (s.56–57)

Page 383: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

371

Gemide İsyan romanında Kaptan Guidi ise, Venedikli bir denizcidir. Babası

seyis olan Kaptan Guidi, at cinslerinde iyi bilip Sunguroğlu’nun atını beğenir. (s.50–

51) Kaptan Guidi, gemisinde Sunguroğlu’yu Rodos’a götürmek için alır. Ama

denizdeyken bir korsanlığa uğrayarak gemi de denize batar. (s.69) Kaptan Guidi, ilk

olarak parayı seven bir insandır. Bunun için de Sunguroğlu’nun parasını çalmak için

birkaç adamı gönderir. Üstelik gemide Sunguroğlu’nun kamarasını arattırır. (s.72)

Büyük bir şöhrete sahip olan Kaptan Guidi, iyi ve tecrübeli bir denizci olarak

karşımıza çıkar. Sunguroğlu’nun gözünde de dünyanın en iyi denizcisidir. (s.119)

Hıristiyanlıktan hoşlanmayan Kaptan Guidi, Sunguroğlu ile uzun zaman kalarak

İslâm dinine merak etmeye başlar. Daha önce Müslümanları hiç sevmeyen Kaptan

Guidi, Sunguroğlu ile dost olur. Tehlikeli olmasına rağmen onunla Rodos’a kadar

gideceğini söyler. (s.95) Günler gittikçe Kaptan Guidi, İslâma hayran kalmaya

başlar. (s.134) Sonra Müslüman olur adını de Ömer’e değiştir. (s.147) Kaptan Guidi,

dostlarına sadık bir insandır. Rodos’ta hiçbir şeyi bilmeyen Sunguroğlu, ancak

Kaptan Guidi’nin yardımıyla arkadaşlarını kurtarabilir. (s.148–153)

Sör Mişel ise, Padima diye geminin kaptanıdır. (s.92) Sör Mişel, İnglizdir:

“Eskiden İngiliz kralının has adamıymış. Sonra neden bilinmez, krala başkaldırmış.

Kral da onu sürgün etmiş.” (s.95) Ama şimdi şövalye Don Piyer’in emrinde çalışır.

(s.95) Sör Mişel, gemiciler tarafından sevilmeyen bir kaptandır. Kendisine bir İngiliz

asilzadesi olarak bakarak gemicileri küçümser. Bu yüzden gemiciler, Sör Mişel’i

devirmek amacıyla Sunguroğlu’nun etrafında toplanırlar. (s.108–109) Sunguroğlu

gemiye eli geçirdikten sonra Sör Mişel’i konuşturarak şövalye Don Piyer hakkında

her şeyi bilir. Sonra Sör Mişel mahpus kalarak bir direğe bağlanır. (s.134)

Şövalye Don Piyer, Sunguroğlu’dan Şövalye Selikos olan dayısının

intikamını almak ister. Bunun için Sunguroğlu’nun arkadaşları olan İbrahim ve

Köse’yi yem olarak kullanr. İkisini kaçıran Don Piyer, asıl niyeti Sunguroğlu’nu

öldürmektir. (s.81–82) Şövalye Don Piyer, zalim ve merhametsiz bir insan olarak

karşımıza çıkar. (s.80) Osmanlıca bilen Don Piyer, Osmanlıları o kadara sevmez ki

Osmanlıca konuşmayı kabul etmez. (s.83) Bunun için İbrahim ile Köse Yusuf ile

tercüman vasıtasıyla anlaşır. (s.33) Şövalye Don Piyer, Rodos’ta bir sarayda

Page 384: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

372

oturduğunu öğreniriz. (s.88) Sunguroğlu, arkadaşlarını zindandan kurtardıktan sonra

gemiyle memlekete döner. Bu sıralarda peşinden gelen Don Piyer, Sunguroğlu’nun

eline esir düşer. (s.167)

Romanda Mankafa Burno, komik ve aptal bir kişi olarak karşımıza çıkar.

(s.97) Üstelik korkaktır. Mankafa Burno, gemicilerin bekçisi olarak çalışır. (s.101)

Burno ilk olarak Sunguroğlu’nu sevmez. Ama günler gittikçe onu sever. (s.102)

Burno, kuvvete saygı gösterir. Ona göre güçlü adam saygıya değer. Bunun için

Sunguroğlu’na saygı gösterir. Sunguroğlu, geminin kaptanının emriyle direğe

bağlanır. (s.105) Bu sıralarda Sunguroğlu’na yardıma gelen Burno, ipleri keserek

Sunguroğlu’nu serbest bırakır. Sunguroğlu, ancak Burno’nun bu yardımıyla

gemicilerin başına gelebilir. (s.107) Burno, çok hassas bir kişidir. (s.126) Nihayette

gemicilerin biri tarafından öldürülür. (s.128)

Yıldırım Bayezid romanında elli iki kişi bulunur. Romandaki yaratma kişiler,

Uzunca Sevendik dışında arka plânda ve yol gösterici kişilerdir. Söz konusu yaratma

kişiler, genellikle görevleri itibariyle elçi, asker, süvari ve kumandan gibi adsız

olarak karşımıza çıkar.

Yaratma kişilerin başında gelen Uzunca Sevindik, cesur ve atak bir

kumandan olarak karşımıza çıkar: “Murad Hüdavebdigâr zamanında henüz bıyığı

yeni terleyen bir genç vardı: Doğancıydı… Cesur, atik, atak! Kale kapısı açtırıp,

kumandan kızının gönlünü kazanarak zahmetsizce orduyu kale içine sokan

avcıbaşı…

Kalenin doğu kapısında ormanlara giderek ava çıkan… Sonra kement atarak

maharetini gösterip, kale kumandanını urganla bağlayıp kan dökmeden zafer

kazandıran cihangir: Uzunca Sevindik!

İşte o, böyle açıkgöz, zeki, çalışkan, aklına eseni yapan, Allah’dan başka

korku nedir bilmeyen bir doğancıbaşıdır.” (s.60)

Uzunca Sevindik, Sultan Yıldırım Bayezid’e çok sadıktır. Hiç tereddüt

etmeden sultanın söylediğini yapar. (s.62, 72) Uzunca Sevindik, tek başına muhkem

Page 385: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

373

Anemas Zindanına giderek orada mahpus olan V. Yoannis ve oğlu Manuel’i kurtarır.

(s.63–69)

Uzunca Sevindik, üstün zekâlı olarak karşımıza çıkar. Üstelik “hafızası çok

kuvvetli”dir. (s.61), “Vazife aldığı için de hayatından memnundu. Çünkü bu yolda

şehit olmak da vardı, gâzi olarak, şanla şerefle yaşamak da…” (s.62)

Uzunca Sevindik, bir cesur ve yiğit olarak daha önce zindandan kurtardıkları

V. Yoannis ve oğlu Manuel’i Bizans’a götürür. Onları tahta oturtur. (s.73–74)

V. Yoannis eski surlarını yeniletmeye başlar. Bunu öğrenen Yıldırım

Bayezid, V. Yoannis’i tehdit ederek Bizans’a Uzunca Sevindik’i gönderir. Onu gören

imparator korkmaya başlar. Bu sırada Uzunca Sevindik, sadece yiğit bir kumandan

değil, ama gerektiğinde korku verici bir insan olarak karşımıza çıkar: “Sanki dev

cüssesi, korkunç bakışlarıyla, iri pençeleriyle karşısında duran Uzunca Sevindik

değildi de, Bayezid gibi, ünlü bir hükümdardı. Nefes kesen, Yıldırım gibi düşen,

düştüğü yeri alev alev yakan o cesur, atik, atak asker, tek başına dahi gelmiş olsa, yer

yerinden oynar, tahtı başına yıkılırdı.” (s.81–82)

Romanda Andrea Bambo, bir başka yaratma kişi olarak yer alır. Andrea

Bambo, Osmanlı Payitahtında bulunan Venedikli temsilcisidir. Üstün zekâlı ve

kurnazdır. (s.25) Andrea Bambo’nun, payitahtta huzur içinde yaşadığını öğreniriz.

Andrea Bambo, Venediklilerin elçisinden mektubu alıp hızla Yıldırım Bayezid’e

takdim eder. Andrea Bambo, güzel konuşan bir adamdır. Andrea, Yıldırım Bayezid’e

Venediklilerin kendisine sadık olacaklarını söyler. (s.26)

Kutluboğa ise, Niğbolu kumandanı Doğan Beyin yardımcısı olarak

karşımıza çıkar. Kutluboğa, cesur ve yiğit bir kumandandır. Sultan ve devlete son

derece sadıktır. Kutluboğa, padişahın kaleye geldiğini fark eden ilk kişilerden biridir.

(s.97–98)

Yıldırım Bayezid Timur’un peşindeyken, bir çoban ile karşılaşır. Onunla bir

süre oturur. Çoban romanda halkı temsil eder. Dünyayı umursamayan çoban,

merhametli bir insandır. Ama aynı zamanda Allah için her şeyi yapmaya hazırdır.

Page 386: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

374

Çoban, Yıldırım Bayezid’i tanımaz. Yıldırım Bayezid de çobana padişah olduğunu

söylemez. Çoban, Yıldırım Bayezid’in orduda bir komutan olduğunu zanneder.

Çoban, Yıldırım Bayezid’e orduya katılmak istediğini söyler. Çoban ertesi gün

orduya katılır. Bu sıralarda Padişah Yıldırım Bayezid’in kim olduğunu öğrenir.

Çoban, padişaha çok sadık bir insandır. Yıldırım Bayezid, çobana “dağların

padişahı” der. (s.170–177)

Binatlı romanında yaratma kişilerin sayısı azdır. Romanda bulunan on beş

kahramandan sekiz yaratma kişi bulunur.

Esasen romanın adı “Binatlı” ismi, Yahya Kemal’ın “Akıncılar” şiirinden

gelmektedir. Bu bakımdan akıncıların tarihî şahsiyet olması o kadar önemli değildir.

Bin atlıdan sadece tarihî olmayan iki kişinin adı verilir. Onların başında genç

Mertoğlu gelir. Mertoğlu bin atlı akıncılardandır. Her zaman Gazi Umur Bey’in

yanındadır. Kendi babasının uğruna öldüğü dava için ölmeye hazırdır ve babasının

yeri boş kalmasın diye bin atlıya katılır. (s.13) Yürekli ve maharetlidir. (s.21)

Bin atlı akıncının Müslüman esirleri kurtarmak amacıyla yaptıkları baskında

Mertoğlu şehit düşer.(s.48)

Bin atlı akıncılardan bir diğeri Kel Sadık’tır. O da bütün baskınlara katılır.

Kel Sadık cesur, yiğit ve atak bir akıncı olarak karşımıza çıkar. Üstelik

Tütün ve içki içmek amacıyla mağaraya giden iki Fransız askeri, bin atlı

tarafından esir alınır. Müslüman esirleri hakkında yapılacak olanı anlatırlar. (s.)

Topal Kasırga romanında yirmi dört kahraman bulunur. Onların yirmisi

yaratma kişilerdir.

Topal Kasırga romanının başında ortaya çıkan Kulaksız Ömer, önemli

yaratma kişilerden biridir. Sivas Kalesinde bulunan Şehzade Süleyman’a haber

vermek için gelir. İlk olarak kendi kendini nöbetçilere bir akıncı olarak tanıtır. (s.5)

Sonra Şehzadeye der ki: “Efendimiz, adıma ‘Kulaksız Ömer’ derler. Sultan

pederinizle bile kılıç urmuşum Mora seferinde, Eflâk seferinde. Arnavut ellerinin

Page 387: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

375

istilâsında bulunmuşum, mübarek Niğbolu Zaferini görmüşüm. Şu yanımdaki

kapıcıbaşınız Peşteli Kerem’den sorunuz, eyi tanır; sultanımıza ve size sadık bir

bendeyim.” (s.15)

Kulaksız Ömer, roman boyunca kendini tanıttığı gibi görünür. Ne

memleketine ne de dinine ihanet kabul eder. Hatta diğerlerin gözünde de aynıdır.

Malkoç Mustafa Bey onu bu şekilde görür: “Timur’un Sivas’a doğru geldiğini canı

pahasına haber veren kişidir.” (s.92)

Malkoç Mustafa Bey Timur’a karşı çıktığını bilen Kulaksız Ömer, kendini

tutamaz ve hemen Malkoç Beyin yanına gider. Cesur bir akıncı olarak ortaya çıkan

Kulaksız Ömer, zor durumlarda hizmetlerini sunar: “Beyim, bendeniz Timurîleri iyi

tanırım, zaman zaman çeşitli kılıklara girip aralarına girdim, araştırmalar yaptım. İki

yıldır Şehzade Mehmet Çelebi’nin emrinde çalışırım. Timur Leng’in Sivas’a hücum

edeceğini öğrenince buraya koptum, vaktinde haber yetiştirmeye çalıştım. Diyeceğim

beyim, hareketlerinden ne yapmak istediklerini keşfedebilirim; destur verirseniz

arkadaşımla önden gidip vaziyeti size bildireyim.” (s.36)

Peşteli Kerem ise “Kapıcıbaşı olarak vazife yapmıştır, ayrıca yıllarını serhat

boylarında düşman kovalamakla geçirmiştir.” (s.92) Peşteli Kerem, Kulaksız

Ömer’in yıllarca silah arkadaşıdır. Beraber savaşlara çıktılar. (s.15)

Peşteli Kerem, arkadaşı tamamen gibidir. Fedakâr, cesurdur. Malkoç Mustafa

Bey ile birlikte hep şehrin müdafaasına yanadırlar.

Kadızade Burhaneddin Bey, Sivas’in genç beylerinden biri olarak karşımıza

çıkar. (s.23) Burhaneddin Bey, Malkoç Bey tarafından ilk güvendiği kişidir. Malkoç

Bey şehrin kumandanı olarak seçildikten sonra Burhaneddin’i kendi yardımcısı

olarak seçer. Burhaneddin de hiç tereddüt etmeden şehrin savunması için elinden

geleni yapar. Kendi komutanlığında yüz gönüllü alıp geceleyin Timur’a karşı çıkar,

şehit düşer. Şehit düşmeden önce kılıcıyla son vurduğu darbeler dini, Sivas, annesi,

ailesi ve herkes içindir. Sonra şehit düşer. (s.76)

Page 388: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

376

Romanda kadın kahramanlar sayısı pek azdır. Sadece Burhaneddin’in annesi

ve eşi bulunur. Burhaneddin’in Annesi romanda gerçek bir gazi veya bir akıncıyı

yetiştiren annedir. Oğluna savaşa gitmezse kendisinin göndereceğini, şahadet tadının

dünya hayatından kat kat güzel ve mükemmel olduğunu söyler. “Git oğul,

kumandanın yeri askerlerinin yanıdır, vakit kaybetmeden git; ola ki gecikirsin de

yerine başkasını gönderirler; gönderirler de bunca saadetten mahrum kalırsın.” (s.63)

XVI. Yüzyıl

İlk Hançer romanının başkahramanı olan Yüzbaşı Alp, bütün olaylarda rol

oynar. Romanın başında yüklendiği vazife tehlikeli olmasına rağmen Moskova’ya

gider, kilisede konuşmayı duymak amacıyla korkmadan İvan’ın yanına kadar

yaklaşır. (s.7–8) İvan’ın Kazan ile ilgili plânlarını öğrenir öğrenmez durumu iyice

değerlendirerek Kazan’a gitmektense Kırım’da bulunan arkadaşı Burak’a gider. Şah

Ali’ye gönderilmiş olan Rusların kafilesini tuzağa düşürür. (s.12) Kazan’a gittikten

sonra Sefa Giray Han’ın teklifini reddetmez yine Moskova’ya döner. Sefa Giray

Han, bu vazifeye başkasını bulamaz. (s.18)

Yüzbaşı Alp, İvan’n karşısında kahramanca davranır. Anlatıcı, Alp’ın bu

durumunu şu şekilde işler: “Uzun boylu, geniş omuzlu, kartal gibi keskin bakışlı

Yüzbaşı Alp’ın heybetli duruşu karşısında, yakayı ele vermiş bir suçlu adamın

kaçamak bakışlarıyla birbirlerine bakıp duruyorlardı. Karşılarında bir dev gibi

büyüyen Alp, elini yavaş yavaş koynuna götürdü ve ağzı açık bir mektubu çıkarıp,

ağır adımlarla tahtında oturan İvan’a doğru yürüyüp tam karşısında durarak:

— Mektubunuz! dedi, sert ve tok sesiyle. Şah Ali Han okuyamadı ama, Kudretli

Kazan Hanı Sefa Giray Han okudu ve kendinize iade etmemi emretti.” (s.19)

Her zaman kendisi değil Kazan’ı düşünür. Falcı olan Deli Hüsniye, öleceğini

söylediğinde hiç önem vermeden savaşa gider, ilk saflarda her zaman olduğu gibi

yerini alır. (s.76) Muhasara esnasında sabah namazından sonra bir grup ile kaleden

çıkarak Rusların saflarına girer, toplarda bir telef yaptıktan sonra akşama kadar

Page 389: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

377

savaşır. (s.81–83) Kazan Rusların elinde düşene kadar savaşır, Kazan’ın surların

altında yaralanarak ölür. (s.90)

Burak roman boyunca başkahraman olan Yüzbaşı Alp ile birlikte her yerde

bulunur. İri yarı olduğu için ona Koca Burak derler. Kasım Hanlığında yaşarken

Yüzbaşı Alp ile Rus kafilesini esir ettikten sonra Kazan’a gider. (s.12) Şah Ali’nin

yaptığı iç isyan esnasında Alp ile birlikte savaşır. (s.34)

Koca Burak ile Yüzbaşı Alp, Ruslar eline düştükleri zaman Burak fedakârlık

göstererek Alp’ı kurtardıktan sonra öldürülür. (s.53)

Kadın kahramanlardan olan Prenses Nadya, Şah Ali’ye gönderilmiş elçilik

kafile yanında yer alır. Prenses Nadya, Yüzbaşı Alp’ın eline esir düşer ve beraber

Kazan’a giderler. Yoldayken sohbet ederler. O zaman Prenses Nadya ile Koca Burak

arasında samimi bir dostluk kurulur. (s.12–13)

İvan, Yüzbaşı Alp’ı zindana attırdıktan sonra Prenses Nadya kendisinden

gördüğü iyi muamele karşılık olarak onu kaçırır, devriyeler oklarını atmaya başladığı

zaman Alp’ın önüne atılır. Oklardan biri göğsüne isabet ederek ölür. (s.23–24)

Gökçe Beyin kızı olan Bağdagül ise Alp ile Sefa Han’ın sarayında karşılaşır,

Alp onu görür görmez sever. Anlatıcı, bu karşılaşmayı şu şekilde anlatır: “Tam

Kapıya doğru yürüyordu ki salona inen merdivenin tâ başında, bembeyaz ipek

elbisesi içinde, harikulade bir güzelliğe sahip bulunan güzel bir kıza takıldı bakışları.

(s.25–26) Yine de babasının konağında Alp ile karşılaşır ve onu sever. (s.30) Şah Ali

isyanının birkaç ay sonra Alp ile evlenir, 1547 yılının ilkbaharında bir oğulları olur.

(s.44)

XVII. Yüzyıl

IV. Murad -1- ve IV. Murad -2- romanları, Dördüncü Murad dönemini ele

alan romanlardır. Söz konusu iki romandaki kahramanların büyük bir kısmı

tekrarlanır. IV. Murad -1- romanında seksen kahraman bulunur. Bunların büyük

Page 390: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

378

kısmı, yaratma kişilerdir. Romanda yaratma kişilerde dikkat çeken husus, onların

genellikle yol gösterici kişiler olmalarıdır.

IV. Murad -2- romanında ise, seksan yedi kişi bulunur. Bunların yarısına

kadar yaratma kişilerdir.

IV. Murad -1- romanında Hasan Halife, her zaman Dördüncü Murad’ın

yanındadır. Anlatıcı, Hasan Halife’yi şu şekilde takdim eder: “Yirmi yaşlarında

ablak, kırmızı yüzlü, burma bıyıklı ve iri kıyımdı.” (s.15) Hasan Halife, Dördüncü

Murad’a çok sadıktır: “Yürümeye başladığı günden beri birlikte idiler. Öl dese ölür,

kendini Sarayburnundan at dese atardı.” (s.18)

Hasan Halife, Dördüncü Murad’ın güvendiği kişilerden biridir. Hasan Halife,

IV. Murad’ın gizli toplantılarında yer alır. IV. Murad, bu gizli toplantılar birisinin

icabıyla da Sultan olarak ilân edilir. Bu sıralarda Hasan Halife yer alır. (s.80–84)

Üstelik sultan Hasan Halife’yi çok sever. Dertleri ne olursa olsun Hasan Halife’yi

görürken mutlu olur: “Hasan Halife’nin girdiğini görünce gülümsedi:

Beri gelsene Hasan Halife. Benim sevgili dört Hasan’ım var: İlki Hazret-i

Hasan, İkincisi Fatih Sultan caddimin sancaktarı Ulubatlı Hasan, üçüncüsü Yavuz

Sultan Selim dedemin nedimi Hasan Can ve dördüncüsü sen Hasan Halife.” (s.111)

Hasan Halife ile Sultan Dördüncü Murad arasında resmiyet yoktur. Üstelik

sultan, dertlerini Hasan Halife’ye söyler. Sultan, zor durumlarda dostu Hasan

Halife’den güç alır: “Senin gibi birkaç can dostum dışında buna pek inanan yok

galiba Hasan, ama siz bile yetersiniz. Bana güç veriyorsunuz.” (s.112) Hasan Halife

ile sultan arasında samimiyet vardır. (s.113–114)

Yeniçeriler ayaklanır. Yeniçeriler, sultanın güvendiği kişileri öldürmek

isterler. Öldürmesi istenilen kişilerden biri de Hasan Halife’dir. (s.193) Bunun

üzerine sultanın emriyle Hasan Halife, hasbahçedeki bir mehterhaneye saklanır. Çok

geçmeden Hasan Halife’nin saklandığı yeri yeniçeriler tarafından öğrenilir ve

öldürülür. Buna sultan çok üzülür. Odasına yapyalanız oturan Sultan IV. Murad,

dostuna ağlar. Hem de kendisinin yanında hiç kimse kabul etmez. (s.240–245)

Page 391: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

379

IV. Murad -1- ve IV. Murad -2- romanlarında karşımıza çıkan Doğan Bey,

IV. Murad -1- romanında Dördüncü Murad tarafından güvenilen kişilerdendir. Doğan

Bey, sona kadar Sultan IV. Murad’a çok sadık bir insandır. Üstelik cesur ve yiğit bir

yeniçeridir: “Vekur, dimdik ve alabildiğine kadar ciddi” olan (s.49) Doğan Bey,

Dördüncü Murad tarafından kendisine verilen görevleri tamamlamaya çalışır. IV.

Murad şehzadeyken Anadolu’nun durumunu bilmek ister. Bu görevi Doğan Beye

verir. Zor görevle üstlenmiş olan Doğan Bey, ilk olarak Antep’e gittikten sonra

Diyarbekir’e giden yola takip eder. (s.53) Bu sıralarda anlatıcı, Doğan Bey’i şu

şekilde anlatır: “Delikanlının adı Doğan Beydi. Yakın arkadaşları sadece Molla der,

geçerlerdi. Medrese tahsilinden gelme olduğu için ona “Molla” lâkabını uygun

bulmuşlardı. Doğan Bey de bunu benimsemişti. Bazı bazı “Doğan Bey” diye

çağrıldığında çağrıldığını farkında bile olmazdı. Yıllardır Molla denmesine öylesine

alışmıştı.

Yirmi beşine yeni basmıştı. Boyu ortadan biraz daha uzun, yüzü hafif

esmerdi. Kara gözleri hep aynı güleçlikte bakar, gören, delikanlının hiç

ögkelenmediğini sanırdı. Oldukça zayıftır, ama pazıları güçlüdür.

Güreşte ve kavgada rakibini yere serecek bir sürü oyun bilirdi. İyi de kılıç

kullanırdı. Hele ata binmesi bu işin meraklılarını mest ederdi. Dudaklarının iki

yanından hafifçe yukarıya kalkık kaytan bıyıkları, kemerli burnuyla bütünleşmiş

gibiydi. Sanki biri ötekisiz olamayacaktı. Sanki doğuştan bıyıklıydı Molla, insana bu

hissi veriyordu.

Zayıf görünüşü ile gülen gözleri düşmanlarını ekseriya yanıltırdı. Bir kılıçta

ikiye biçeceklerini yahut bir tutuşta yere vuracaklarını zannederlerdi. Tutuşunca ne

kadar yanıldıklarını anlarlar. Lâkin çoğunlukla iş işten geçmiş olurdu.

Delikanlının asıl hüneri ne kılıcında, ne pazısında, ne bıyığında; yüreğinde

idi. Yalım yalımdı yüreği. Aklı ermeye başladığı günden beri memleket sevgisine

tutkundu. Son kargaşalar onu uzun uzun düşündürmüş, kendine münasip bir hizmet

kapısı ararken Hasan Halife ile tanışmıştı. Nihayet Şeyzade Murad’la. Onu görür

Page 392: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

380

görmez ısınmıştı. Geleceğin demir yumruğunu sezmişti onda. Bir çocuk gibi değil bir

padişah gibi görüyor, hürmet ediyor, verdiği her işe severek gidiyordu.” (s.52–53)

Bütün tehlike ve tehdidlere karşı cesurâne davranan Molla Doğan, görevini

başarıyla bitirir. (s.56–60) İstanbul’dayken halkın durum ve nabzını bilmeye çalışır.

Öğrenildiğini de IV. Murad’a aktarır. IV. Murad ile Bakırcı Adli Usta’ya tanıştıran

Molla Doğan’dır. (s.104)

Molla Doğan kılıcı meharetle kullanan bir yeniçeridir. Roman boyunca

rakiplerini meharetiyle şaşırtan bir savaşçıdır: “Molla zehir zemberekti. Dövüştükçe

kızmış, kızdıkça zemberek gibi gerilmişti. Her darbede biraz daha boşalıp

rahatladığını hissediyordu.” (s.108) Üstelik marhemetlidir. Bazen rakiplerini

öldürmek istemez. Sadece onlara ders vererek öldürmeden bırakır. (s.109)

IV. Murad padişah olduktan sonra Molla Doğan’a çok işlerde dayanır.

Romanda saray dışında Sultan IV. Murad’ın katıldığı bütün sahnelerde Molla

Doğan’ı buluruz. Sultan ona güvenir. Sultana göre Molla Doğan “yamanın

yamanıdır.” (s.113) Tehlike durumlarda da Molla Doğan’ı bir savaşçı olarak

padişahın yanında buluruz. Molla Doğan, padişah’ı korumaya çalışır: “Molla

Doğan’la birlikte konaktan çıktı. Molla Doğan padişahın iki adım arkasından

yürüyordu. Sağ eli devamlı kılıcındaydı. En küçük bir aksilikte çekip, canını

padişahın canına siper etmeye hazırdır.” (s.255)

IV. Murad -2- romanında rolünü sürdüren Doğan Bey, cesur ve atak bir

silahşör olarak karşımıza çıkar. IV. Murad, Bağdat’ın yolunu tutanr. Bu sıralarda

Molla Doğan, padişaha gelip Haşhaşilerin padişahı öldürmek istediklerini söyler ve

bu amaçla bir suikastı hazırladıklarından söz eder. Padişaha sonuna kadar sadık olan

Molla Doğan, padişaha karşı sevgisini günler geçtikçe daha da artırır. Bu sıralarda

IV. Murad ile Molla Doğan arasında sevgi ortaya çıkar: “İki kardeş gibi hasretle

kucaklaştılar. Padişahın böyle anları azdı. Kimseye fazla yüz vermez, değil

kahkahalar attığı, dudaklarını azıcık yayıp gülümsediği bile pek görülmezdi. Ama

şimdi gülümsüyordu. Gülümseyişi memnun, berrak ve ılıktı. Sevgi doluydu. Molla

Doğan’a karşı duyduğu kardeşane hislerin ifadesi gibiydi.” (s.55) Molla Doğan,

Page 393: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

381

dünyanın malına bakmayan bir insan olarak karşımıza çıkar. Gönlü, Allah’ın

sevgisiyle doludur. Molla Doğan, padişahtan para istemez. Üstelik kendisine verilen

parayı kabul etmez. (s.59–60)

Padişaha sadık olan Molla Doğan, Haşhaşilerini işyle ilgilenmek üzere

padişahın yanında ayrılır. “Haşhaşi çapulcularının Bağdat’tan idare edildiğini

öğrenmişti. Gücü yeterse, onları idare eden adamı kaçırıp Padişaha takdim edecekti.”

(s.81–82) diye düşünen Molla Doğan, Bağdat’a gider. Bu sıralarda Molla Doğan,

vatan kaygılarını taşıyan, dinine ve vatanına sadık bir insan olarak karşımıza çıkar.

Molla Doğan’ın, sadece vatan için çalıştığını öğreniriz. Memleketin durumuna

endişelenen bir yiğittir. Bu yüzden Molla Doğan, şakalaşmayan ve gülmeyi unutan

biri olarak tasvir edilir: “Eskiden gülmeyi unutan, konuşmayı unutan yalnız ben

miydim sahi, Sultan Murad dahi unutmamış mıydı? Vatanın böğrüne yeniçeri ve

sipahinin kılıcı saplıydı, devlet çatır çatır başımıza çöküyordu da, pek kimsenin kılı

kıpırdamıyordu. Zayıf omuzlarına acıların en acısı çöreklenmişti. Böyle demde insan

latife edebilir, insan gülebilir, neşelenebilir mi, hay yaman oğlan? Sen yerimde olsan

şakalaşır mıydın ki?” (s.84) Üstelik “ağzını bıçak açmaz” olan biridir. (s.84) Bunun

yanında Molla Doğan’ın uyanık ve zeki olduğu anlaşılır. (s.85) İyi tahsile sahip olan

Molla Doğan bilgilidir. Geçmiş ile ilgili öğrendiği bilgilerden faydalanmaya çalışır.

Bu gibi bilgileri, şimdiki durumu aydınlatmak için kullanır. (s.93)

Molla Doğan, parlak zekâsıyla Haşhaşîlerin başkanı Burlak Han ile Bağdat’ı

Şah adına yöneten Bektaş Han’ı birbirlerine düşürmeyi başarır: “Bir haber Bektaş

Hana, ki Haşhaşî reisi Burlak Hana üstüne gelmeye hazırlanır diye. Bir haber de

Burlak Hana, ki Bağdat hakimi kökünü kazımaya gelir diye.

“Birbirlerine düşerler diyordun!” (s.179) İşini başarıyla bitiren Molla Doğan,

orduya katılmaya gider. Bu sıralarda Molla Doğan tam anlamıyla yiğit biri olarak

karşımıza çıkar. Padişah’ın, Molla Doğan gibi yiğitlerle dolu olan bir ordusu varsa

dünyayı dize getireceğini söyler. (s.296)

IV. Murad ölüm yatağındadır Bu sıralarda Molla Doğan, hep padişahın

odasının yanında ümitle bekler. Çok sevdiği padişahın öldüğünü öğrenen Molla

Page 394: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

382

Doğan, üzüntüden kendini tutamaz: “Dayanamadı daha fazla, yüreği yüz kılıçla

parçaya bölünürken, zaptedemediği çığlık dudaklarının arasından kendiliğinden

boşalıp kubbelere yapıştı.” (s.400) Böylece Molla Doğan’ın, iki romanda IV.

Murad’a en sadık kişi olduğunu görürüz.

IV. Murad -1- romanında esnaftan olan Bakırcı Adli Usta, Mestan Ağa ve

Berber Kâzım, romanda halkı temsil edenlerdir. Bunlardan Bakırcı Adli Usta,

Mestan Ağa, rollerini az olsa bile IV. Murad -2- romanında da sürdürürler.

IV. Murad -1- romanında Bakırcı Adli Usta, esnaftan olmasına rağmen

halkın nabzını aydınlatan kişilerden biridir. Romanda kişiliğine ağırlık verilen Adli

Usta, memlekette olup bitenlerinden habersiz değildir. Her gün arkadaşlarıyla oturup

devletin durumundan söz eder. Devletine sadık olan Adli Usta, yetmiş yaşında

tecrübeli ve aydın bir insandır: “Kavuzunu evire çevire konuşuyor, gözleri

etrafındakilerin üstünde dolaştırıyordu. Onu dinliyorlardı. Yetmiş yaşın tecrübelerine

hürmetten susuyor, sanki bir müjde vermesini, bir iyi söz etmesini bekliyorlardı.”

(s.29) Adli Usta, devletin kötü durumuna rağmen ümitsiz değildir. Arkadaşlarına

ümit veren odur. Adli Usta, bir rüya görür. Rüyasında ayın battığını, arkasından

sönükçe bir yıldızın ortaya çıktığını, sonra bir güneşin doğduğunu görür. Rüyanın

tabirine göre batan yıldız, Sultan Genç Osman, sönükçe yıldız da Sultan Mustafa,

doğan güneş ise Şehzade Murad’dır. (s.31) Anlatıcı, Adli Usta’nın bu rüyasıyla

romanda ilk defa IV. Murad’ın güçlü bir padişah olacağına dair bir bilgi vermiş olur.

Adli Usta, her zaman saray ve devlet haberleriyle ilgilenir. Üstelik bu

haberleri olumsuz bir şekilde telakki etmez. Saraydan yeni gelen bir haberi duyar

duymaz bu haberin etkilerini uzun düşünür. (s.64–65) Halk, kahvede geniş ufuklu

olan Adli Usta’nın etrafında toplanır. Onun fikirlerini öğrenmeye çalışır: “Tekrar

kahveye girip Bakırcı Adli Ustanın etrafına kümelendiler. Çok yaşamış, çok görmüş

olması, böyle olaylar karşısında koyduğu teşhislerin bir bir çıkması, ona olan güveni

artırmış, âdeta halkın akıl hocası olmuştur.” (s.104)

Romanda devletin durumu kötüden kötüye gider. Günler gittikçe de

yeniçerilerin zorbalıkları artmaktadır. Ama bütün bunlara rağmen halk,

Page 395: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

383

yeniçerilerden korkar. Zorbalara hayır demez. Romanda yeniçerilere karşı ilk

meydana okuyan kahraman, Adli Usta’dır. Mestan Ağa’nın kahvesinde yeniçerilerin

zorbalıklarına dayanamayarak yerinden fırlayan Adli Usta, yeniçerilere hayır der.

Onları sert bakışlarıyla da korkutur. (s.66–67)

Adli Usta, halkı şekillendirenlerden biri olarak karşımıza çıkar. Bunu öğrenen

Molla Doğan, IV. Murad’a aktarır. Bu yüzden Adli Usta bir halkın temsilcisi olarak

IV. Murad’ın gizli toplantılarına davet edilir. Sultan IV. Murad, Adli Usta’nın

görüşlerine de önem verir. (s.104, 188–189)

Bir gecede altı zorba, Adli Usta’nin evine basarlar. Kendisinden yirmi beş

altın isteyen zorbalar, altınları almayınca evi alt üst ederler. Üstelik Adli Usta’nın

gelinini kaçırıp öldürürler. (s.236–237) Buna dayanamayan Adli Usta, yeniçerilere

karşı halk ile At Meydanına yürümeye başlar. Yürüyüşte halk her taraftan onlara

katılır. At Meydanına yaklaştıklarında bir ordu haline gelirler. (s.239) Böylece Adli

Usta, devlete ve Sultan IV. Murad’a en büyük ve en değerli hizmet vermiş olur.

Çünkü halk bu yürüyüş ile zorbaları durdurabilir. Padişah, gelini öldürülmüş olan

Adli Usta’ya bir teselli mektup gönderir. (s.288)

IV. Murad -2- romanında Adli Usta, Bağdat seferinden dönen Sultan IV.

Murad’ı bekleyenlerden biridir. (s.383)

IV. Murad -1- romanında karşımıza çıkan kahveci Arnavut Mestan Ağa,

Adli Usta’nın en yakın arkadaşlarındandir. Mestan Ağa’nin kahvesi, romanda halkın

sahnesidir. Romanda halkı temsil edenler orada toplanıp konuşurlar. Mestan Ağa,

devletin genel durumuna düşünen bir esnaftır. (s.65) Genç Sultan Osman’ın

öldürülmesinden sonra “daha ilerisi yoktur” diyen Arnavut Mestan Ağa, durumdan

ümitsiz diğildir. (s.30) kahveye basan yeniçerilerin durdurmasına cesaret edemez.

(s.66) Ama ikinci defada zorbalıkları dayanamayarak ölesiye heyecanlanır. (s.107)

Halk, Mestan Ağa’nın kahvesinden haraket ederek At meydanına çıkar.

Mestan Ağa, onların başında yer alır. Burada Mestan Ağa ihtiyar olmasına rağmen

bir yiğit olarak karşımıza çıkar: “Doğru der bre” diye bağırdı, “nice beklenecek diye

Page 396: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

384

sormakta haklı bre! Bugün At Meydanında bizim borumuz ötse gerektir. Zorbalar

üstümüze yürüsün de görsünler. Silâh adına neyimiz varsa alıp varalım At

Meydanına.” (s.239)

Halk yürüyüşünde sonra yeniçeriler kaçarlar. Hayat normal seyrine döner. Bu

sıralarda Mestan Ağa, halkın nabzını temsil eder: “Ama Arnavut Mestan’nın

kahvesinde şenlik vardı. Mestan Ağa paraya filân boş vermiş, gelene geçene kahve,

çay, şerbet ikram ediyordu.” (s.265)

IV. Murad -2- romanının sonlarında sahnede görünen Mestan Ağa, Bağdat

seferinden dönen Sultan IV. Muard’ı bekleyenlerden de biridir. Seferden konuşmak

için kahveye Molla Doğan’ı davet eder. (s.384)

IV. Murad -1- romanında Berber Kâzım ise, arkadaşları Adli Usta ve Mestan

Ağa’den farksız değildir. Ama onların en heyecanlısıdır. Berber Kâzım zorbalıklara

dayanamayan bir esnaf olarak karşımıza çıkar. (s.29) O da devletin durumuyla

ilgilenen insanlardandır. Diğer arkadaşları gibi de memleketin düzelmesini bekler ve

ümitsiz değildir. (s.30–31)

IV. Murad -1- romanında karşımıza çıka Demirci Ali Usta, İstanbul dışındaki

zorbalara karşı duran halkı temsil eder. Anlatıcı, Ali Usta, şu şekilde takdim eder:

“Otuz yaşlarında gösteriyordu. Şehrin kıyı bir yerinde demircilik yapardı. Kılıca iyi

su verir, iyi zırh işlerdi. İşinin ehliydi. Namusluluğuna da diyecek yoktu. Şimdiye

kadar hiç kimse bir kötü yanını ne görmüş, ne de duymuştu.” (s.127)

Ailesiyle birlikte Eskişehir’de yaşayan Ali Usta, Kör Ali’nin zorbalarıyla

karşı karşıya gelir. Kör Ali’nin tarafında toplanan yeni vergileri veremeyen Ali Usta,

direnişe kararlıdır. Ama aynı zamanda ailesine endişelidir. Ali Usta, ilk olarak şehir

ileri gelenleriyle cesurane konuşur. Ona göre zulme teslim edilmemelidir. (s.127–

128) Ali Usta, zorbalarla dövüşmek için dükkânında bulunan bütün silâhları toplayıp

şehirdeki gençlere dağıtır. Ertesi gün şehir merkezine giden tek başına zorbaları

dövüşür. Bir yiğit olarak dövüşen Demirci Ali Usta karısıyla birlikte Kör Ali’nin

adamları tarafından öldürülür. (s.129–135) Anlatıcı, Demirci Ali Usta karakteriyle

Page 397: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

385

memleket çeşitli yerlerinde bulunan yiğitlere işaret eder. Lakin bu yiğitlerin

birleşmesinin görevi, devletin başına üstlenir. Devletin başı olan padişah habersizse

bu yiğitler zorbaların eline düşerler.

IV. Murad -1- romanında Bey Şehrini tutan Deli İlâhi, zalim bir kumandan

olarak karşımıza çıkar: “Bin beş yüz atlının başında Deli İlâhi denen zorba vardı.

Başına bir yemeni sarmış, tarak görmemiş saçları omuzlarının altına doğru

yayılmıştı. Sakalındaki ak kıllar belki yüzüne bir sevimlilik verecekti, ama gözlerini

vahşi bakışlarıyla ağzının sırtlan sırıtığı bunu silip süpürüyordu. Sırtında cübbe

yoktu. Gömleğinin üstüne koyun postundan kolsuz bir yelek atmıştı. At hızlandıkça

atlas potru rüzgârda savruluyordu.” (s.120–121) Deli İlâhi, ihtiyarlara karşı bile

merhamet bilmeyen bir insandır. Üstelik vahşidir. Adamlarıyla Bey Şehrine basan

Deli İlâhi, şehrin ileri gelenleri ve kadısını amansızca öldürür. (s.122–126)

IV. Murad -1- romanında zalim bir adam olarak karşımıza çıkan Kör Ali,

Anadolu’da zorbaları temsil eder. Eskişehir’de Celâlilerden Kör Ali, şehirde yaşayan

her ailenin reisinden on altın ister. Bu altınların toplaması için sadece bir gün mühlet

verir. Kör Ali, adamlarına bu altınları vermeyenlerin boyunlarını vurmalarını söyler.

(s.126–130) Şehirden tek direnen kişi olan Ali Usta’nın öldürüldüğüne rahat bir

nefes alan Kör Ali, insafsızca davranan bir eşkiyanın reisi olarak şehir merkezine

doğru gider. (s.135)

IV. Murad -1- romanında yaratma kadın kahramanların başında Ali Usta’nın

annesi gelir. İhtiyar kadının kör olduğunu öğreniriz: “Görmem, ama hissederim.”

(s.130) Ali Usta’nın annesi, tecrübeli, kararlı ve güçlü bir kadın olarak karşımıza

çıkar. Oğlunu endişeli bulan ihtiyar kadın ne yapması gerektiğini söyler: “Şimdi

kulaklarını aç” dedi, annesi, bir şeyler düşünmüş, karar vermişcesine; “iyi dinle oğul.

Bu vatan sahipsiz değil. Elbet bir gün sahib-i devlet gelir. Lâkin gelene kadar bize

direnmek düşer, boyun eğmek değil. Git dükkâna, ne kadar kılıç, kalkan, mızrak,

hançer, tüfek varsa eşeğine yükle, bu şehirde tanıdığın tanımadığın kapıları çalmaya

başla. Onlardan eşkiyaya karşı dövüşmelerini iste.” (s.131)

Page 398: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

386

IV. Murad -2- romanında başkahramanlık rolünü oynayanlardan biri

Osman’dır. Roman, Osman’ın küçük bir çocukken köyüne yapılan baskınla başlıyor.

Osman küçük bir çocukken İran’ın askerleri tarafından köyleri basılır ve annesi de

şehit olur. Osman’ın babası Musa Bey evlendikten kısa bir süre sonra padişah

emriyle eşkıya peşine düşer. Böylece Osman yetim gibi kimsesiz bir çocuk kalır. Bu

sıralarda köye gelen Osmanlı askerlerinin başında Sofi Hoca, Osman’ı bulup

kendisinin yanına alır. Böylece Osman’ın yetiştirilmesi işi, Sofi Hoca’ya düşer.

Osman, Sofi Hoca’nın sayesinde yaman bir yiğit olarak yetiştirilir. Osman on yedi

yaşına kadar her türlü savaş eğitimini görmüş olur: “Osman’ı hem okuttu, hem kılıç

talimleri yaptıra yaptıra büyüttü. “Artık yaman bir silahşör işte, atak, gözüpek, cesur,

fakat heyecanlı.” (s.21)

Bu sıralarda Sultan IV. Murad, Bağdat seferine çıkar. Bunu öğrenen Osman,

orduya katılmaya çalışır. Ama bıyığı ve sakalı olmadığı için orduya katılmaz. Burada

Osman hem vatanını seven bir yiğit, hem de ısrarlı bir genç olarak karşımıza çıkar.

Orduya katılamayan Osman, köy arakadaşlarıyla birlikte bir fedai grubu oluşturarak

acem eşkıyalarının peşine düşerler. Bunu başarıyla yapan Genç Osman’ın namı,

Bağdad’a doğru ilerleyen padişaha kadar ulaşır. (s.58) Genç Osman ve arkadaşları,

Halep’e yakın bir yerde Haşhaşîlere gönderilen Sakarya Şeyhi’nin elçilerini yakalar.

Yakalanan habercilerden olan Fettah, Genç Osman ile arkadaş olur. Haşhaşi liderini

tuzağa düşürmek için Osman Fettah’ı da yanına alarak Bağdat’ın yolunu tutar. (137–

138) Haşhaşîlerin arasına giren Osman, kendini ne kadar yiğit, cesur, atak ve vatanını

seven bir kahraman olarak gösterir. (s.181–183)

Sultan IV. Murad ordusuyla Bağdat kalesini kuşatmaya gelir. Bu sıralarda

Osman, orduya katılır. Bütün gücüyle savaşan Osman, kalenin kulelerini almak için

yiğitlikle dövüşür. Bunu öğrenen padişah, Genç Osman’a beyliği verir. (s.327) Bu

sıralarda Osman, daha önce görmediği babası Musa Bey ile karşılar. Buna çok

sevinen Osman, mert bir insan olarak Sofi Hoca’yı unutmaz. Ama Sofa Hoca’ya öz

babası gibi bakarark saygı gösterir. (s.329)

IV. Murad -2- romanında yer alan Sofi Hoca, yiğit bir asker olarak karşımıza

çıkar. Osman’ın köyüne yapılan baskından kısa bir süre sonra Osmanlı askerleri köye

Page 399: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

387

gelirler. İçlerinde Sofi Hoca vardır: “Uzun boyluydu uzun boylu olmasına, ama

zayıftı.” (s.16) Sofi Hoca, sert bir insan olarak Osman’ı bırakmaz. Osman’ı yanına

alan Sofi Hoca, onu iyice yetiştirmeye çalışır: “Sıska bir çocuktan bir pehlivan

çıkarmıştı. Yıllarca uğraşmıştı bunun için. Uğraşmıştı ya, değmişti işte. At sırtında

onu her seyredişinde değdiğini düşünürdü. Emekleri boşa gitmemişti.” (s.19) Bu

sıralarda Sofi Hoca, tecrübeli, heyecansız, zeki ve temkinli bir adam olarak karşımıza

çıkar: “Zekâ parıldıyordu ince şavkıyla. Zekânın derini hem de, uçsuz bucaksız, ama

durulmuşu. Heyecansız, temkinli. Temkini yılların ötesinden gelmeliydi. Yaşlılığıyla

tecrübesi meczolunmuş, kara-kuru yapısını şenlendirmişti.” (s.19–20)

Sofi Hoca asker terhis edildikten sonra bir köyün imamı olarak çalışır. Bu

sıralarda Sofi Hoca’nın Osman’ı hem okuttuğunu, hem de kılıç talimlerini verdiğini

öğreniriz. Sofi Hoca, artık Osman’a kendi öz oğlu gibi bakar. (s.21)

Sofi Hoca elli yaşında olmasına rağmen Osman’ın peşine düşer. Baba-oğlu

ilişkisi, Sofi Hoca’yı bu uzun yola iter. (s.159) vatan sevgisinden haraket ederek

Bağdad’a gider. Orada Osmanlı ordusuna hizmet etmeye çalışır. Bu sıralarda Sofi

Hoca, ne kadar sadık bir insan olmasının sebibini açıklar. Sofi Hoca, bütün yaptığı

işlerde din sevgisinden haraket eder: “Şurasında din aşkı vardır. Din aşkı

yüreğindeyse hangi yaşta olduğuna bakma yürü, yababileceğin bir hizmet mutlaka

yoluna çıkacaktır. Becerebildiysen yaparsın, beceremediysen ölüm denmez, şehadet

denir.” (s.174) Böylece Sofi Hoca, romanda sadık bir insanın rolünü oynar. Sofi

Hoca Bağdat’tayken, kalenin iç tarafında çukurlar açıldığını görür. Olup biteni

padişaha aktaran Sofi Hoca, “kendinden bekleneni yapmış, haddini tecavüz etmeden

taşı gediğine koymuştur. Haraketlerini yadırgayan erkâna bir de güzel ders vermişti.”

(s.330)

IV. Murad -2- romanında Yaman Kâzım, Musa Bey’in oğlu ve Genç

Osman’ın bir başka anneden kardeşidir. “Yirmi beşinde gösteriyordu. Ama daha

genç olduğundan emindi. Bıyığı, sakalı seyrekti. Belki de yaşlı görünmek için ne

bıyığını kesiyordu, ne de sakalını.” (s.82)

Page 400: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

388

Yaman Kâzım, Molla Doğan ile Haşhaşilerin peşinde Bağdat’a gider. Bu

sıralarda Molla Doğan’ın niye bu tehlikeli görev için Yaman Kâzım’ı seçtiği ortaya

çıkar: “Yaman Kâzım, adı gibi yamandı işte. Doğan Bey onu Revan seferi sırasında

tanımıştı. Gözünü budaktan sakınmamasına takılmıştı. Bir kere birlikte Revan

kalesine gitmişler, fethi çabuklaştırmak için çalışmışlardı. O sırada Yaman Kâzım’ı

daha iyi tanıma fırsatı bulmuştu. Bir daha da yanından ayırmamıştır.” (s.82)

Yaman Kâzım, Molla Doğan ile birlikte Bağdat’ta işlerini başarıyla

bitirdikten sonra orduya katılır. (s.296) Yaman Kâzım’ın, bir yiğit olarak Bağdat

kuşatmasında hendekte şehit düştüğünü öğreniriz. (s.332)

IV. Murad -2- romanında yer alan Fettah, Sakarya Şeyhi’nin Haşhaşilere

gönderdiği habercilerden biri olarak karşımıza çıkar. Fettah cesur ve yaman bir

yiğittir. Ama Sakarya Şeyhi, kendisini aldatır. Genç Osman ile karşılaştıktan sonra

Fettah, Osman ile bir arkadaş olur. (s.132) Bir yiğit olarak ve tehlikeli olmasına

rağmen Fettah, Osman ile birlikte Haşhaşilere giderler. Bu sıralarda Fettah, vatanını

hizmet etmek için elinden geleni yapmaya çalışır. (s.181–183) Bu sıralarda Osman,

kaybolan Fettah’ı şu şekilde tasvir eder: “Fettah aslan yeleli bir yiğit, hiçbir şeycik

olmaz. Çıkar gelir neredeyse, çıkar gelir.” (s.232)

Beyaz Kale romanında yer alan kahramanların sayısı ise on kişidir. Onlardan

dokuz kişi yaratma kahramanlardır. Romanın kahramanlarının genel özelliği,

kişilerin adsız olarak takdim edilmeleridir.

Yaratma kahramanların başında Venedikli bilim adamı gelir. Venedik’ten

Napoli’ye doğru ilerleyen yirmi üç genç Venedikli, Türk gemileri tarafından esir

edilir. Yazar, Venedikli genci şu şekilde anlatır: “Floransa’da, Venedik’te “bilim ve

sanat” okumuştu, astronomiden, matematikten, fizikten ve resimden anladığına

inanıyordu; tabiî kendini beğenmişin tekiydi, kendinden önce yapılan şeylerin

çoğunu yutmuştu, hepsine de dudak büyüyordu; daha iyilerini yapacağından kuşkusu

yoktu; benzersizdi; herkes akıllı ve yaratıcı olduğunu biliyordu: Kısaca sıradan bir

gençti.” (s.13)

Page 401: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

389

Venedikli, kendini beğenen bir insan olmasına rağmen çalışkan, israrlı ve

bilgili bir genç olarak karşımıza çıkar. Kaldığı zindanda doktorluk yapmaya başlar.

İyileştirdiği hasta sayısı çoktur ve bundan da para kazanır. Kazandığı parayla Türkçe

dersi alır ve Türkçeyi hemen öğrenir. (s.16) Bir gün Paşa tarafından çağırılır.

Venedikli, Paşa’ya astronomi, matematik, tıp ve mühendislikten anladığını söyler.

Nefes darlığı olan Paşa’ya bazı karışımlar hazırlar. Çok geçmeden paşa,

Venediklinin yaptığı ilaçlardan iyileşir. (s.18)

Venedikli genç, din hususunda çok kararlıdır. Paşa, Venedikliye İslâmiyete

girmezse azat etme hakkını Hoca’ya vereceğini söyler. Ondan daha önce de öldürme

ile tehdid edilen Venedikli, İslamiyete girmek istemeyince artık Hoca’nın kölesi olur.

Hoca ile yaşar. (s.32)

Venedikli genç ile Hoca arasında bir rekabet oluşur. Sonra zaman ilerledikçe

Venedikli, Hoca’yı sever. Alışkanlıktan kaynaklanan bir sevgidir: “Kendi kendisiyle

dopdolu olan Hoca’nın bu mutluluğunu gıptayla izlerken yakalardım kendimi.

Seviyordum onu”…“Ama hareketlerini, günlük davranışlarını izlerken, kimi zaman

kendimi izliyormuş gibi bir duyguya kapılırdım.” (s.114–115)

Venedikli, tasarlarını, vatanını ve ailesini hiçbir zamanda unutmaz. Bunun

için esir düştüğünde ilk düşündüğü kaçmaktır. Üstelik iki defa kaçmaya çalışır.

Hoca’nın yanındayken, kaçar. Ama çok geçmeden yakalanır. (s.99) İkincisi ise,

padişah ve Hoca ile çıktığı sefer esnasındadır. Ama bu ikinci kaçmanın bir başka

sebebi de vardır. Bu sıralarda Venediklinin çok sevdiği Hoca, Venedikliden

şüphelenir. Hoca’nın bu şüpheleri, Venedikliyi kaçmaya iter. (s.162) Kaçmaya

başaran Venedikli eskiden düşündüğü tasarılarını tamamlar. (s.176)

Hoca ise, ilk olarak bilgili ama korkak bir insan olarak karşımıza çıkar.

Bilgilerinden faydalanan Paşa’dan korkar. Hoca, Venedikliye “inanılmayacak kadar”

(s.21) benzeyen bir kişidir. Paşa, Venedikli’i Hoca’ya hediye eder. Hoca’nın amacı

kölesinin bilgilerinden yararlanmaktır. “Sonra, ona her şeyi öğreteceğimi söyledi;

Paşa’dan beni bunun için istemiş, beni ancak ondan sonra azat edebilirmiş. Bu “her

şey”in ne olduğunu öğrenebilmem için aylar geçmesi gerekti. Okullarda,

Page 402: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

390

medreselerde öğrendiklerimmiş “her şey”; orada, benim ülkemde öğretilen bütün

astronomi, tıp, mühendislik, bilim!” (s.33) Burada söylemesi gerekir ki; Hoca’nın

Venedikli ile yaptığı bu azat şartı, ilmin sevmesinden kaynaklanabilir. Ama aslında

Hoca, ilmi ilim için değil, ama kendi çıkarına öğrenmeye çalışan bir insandır.

Hoca, korkarak Paşa’ya hizmet eder. Paşa’nın azledildiğini öğrenen Hoca çok

sevinir: “Hoca, artık kimseden korkmadığını söyledi, kimseye de on paralık minnet

borcu yokmuş.” (s.55) Hoca, tasarlarını ve yaptıklarını abartan bir kişidir. Yaptıkları

da ilim için değil, ama padişahı etkilemek amaçlı tasarımlardır: “Abarttığı zaferinden

aldığı o yapmacıklı coşkuyu, bitip tükenmeyen tasarlarını, padişahı avucunun içine

alacağını söyler…” (s.114–115)

Hoca’nın kendi çıkarına çalışan bir insan olduğunu ispat eden husus,

Hoca’nın padişaha tavrıdır. Hoca, padişahı etkilemek için elinden geleni yapar: “Eve

döndüğünde, çocuğun büluğ çağına girdiğini söylerlerdi; insanın en kolay

etkileneceği çağmış bu, Padişah’ı avucunun içine alacakmış.” (s.57) Koca’nın asıl

amacı, müneccimbaşı olmaktır. Hoca, padişahı tamamen etkilemek için on beş yıla

çalışır. Artık her sabah padişahın rüyalarını dinleyen Hoca, buna “zafer” söyler. On

beş yıla kadar beklediği şeydir. (s.112)

Hoca’nın kendi sevmediği, ama çıkarına kullandığını anlayan Venedikli,

Hoca’nın asıl yüzü görmeye başlar. Hoca, kendisini sevenlerle bile ilgilenmez,

sadece kendini düşünen bir insan olarak karşımıza çıkar. Üstelik “zafer”den

konuşurken, kendi ile Venediklinin değil, ama sadece kendi zaferi olarak sayar.

Böylece Hoca, on beş yıla kadar süren Venediklinin yardımlarını bir anda unutur.

(s.112–113) Hoca, bu hırsıyla kıskanan bir insandır. Venediklinin padişahtan uzak

durmasını çalışır. Padişahla Venedikli arasında yakınlaşma başlayınca çok

kıskanmaya başlar. (s.126)

Hoca’nın senelerce çalıştığı silah seferde başarısız olur. Sonda

“müneccimbaşı” olan Hoca’nın boynu vurulduğunu öğreniriz. (s.164–165)

Page 403: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

391

Beyaz Kale romanında karşımıza çıkan Paşa, hırslı ve çevresindeki insanları

kullanmayı seven bir kişidir. İlk olarak nefes darlığı olan Paşa, bu hastalıkta

Venediklinin hizmetini ister. (s.17) Sonra bir düğün için Hoca ve Venediklinin fişek

yapmalarını söyler. (s.22) Paşa, bundan sonra da Hoca’nın etkili bir silah yapmasını

ister: “Düşmanlarımıza dünyayı zindan edecek bir silah!” (s.40) Paşa, kendisine

yardım etmeyecek ilimle ilgilenmez. Ona göre yıldız ilminin “safsata”dır. (s.52–53)

Paşa, Venediklinin azat hakkını Hoca’ya verdikten sonra sahnelerde

görünmez. Ama Venedikli Paşa’nın azledildiğini söyler: “Bir gün Paşa’nın

azledildiğini öğrendik. Onu da boğduracaklarmış, ama Valide Sultan razı olmamış,

malını mülkünü alıp Erzincan’a sürmüşler. Bir daha da ölümünden başka haberini

almadık.” (s.55)

XVIII. Yüzyıl

Patrona romanında kırk beş kahraman bulunur. Romanda Patrona Halil’in

arkadaşlarını gerçek olup olmadıklarını tespit edemedik. Esasen Patrona

Ayaklanması ile ilgili yazılan eserler, tam anlamıyla ayaklanmayı aydınlatacak kadar

yeterli değildir122. Böylece Romanın kahramanlarının kırk biri yaratma kişi olarak

karşımıza çıkar. Yaratma kişilerin başlıca özelliği, yol göstericilik rolünü

oynamaktır.

Patrona romanında yer alan Muslı Beşe, Patrona Halil’in arkadaşlarının

başında gelir. Muslı Beşe, her zaman Patrona Halil’in yanında yer alır. Yazar, Muslı

Beşe’nın 34–36 yaşlarında olduğunu gösterir. (s.229) İlk olarak Muslı Beşe,

Patrona’nın en sadık arkadaşlarından biri olara sunulur. Üstelik devletin durumundan

uzak değildir: “Bunlar güzel kuşlardır yoldaş, bunlar kuşlardır Emir Ali, merhamet

kuşlarıdır, barış kuşlarıdır. Ama ortalıkta ne barış var, ne huzur var, ne de ülkeyi

yönetenlerde merhamet.” (s.16) İlk toplantıda karşımıza çıkan Muslı Beşe’nin çok

akıllı ve tecrübeli bir kişi olduğunu öğreniriz. (s.24) “Muslı’nın esmer yüzü, kardeşçe

gülüyordu.” (s.28) olarak ortaya çıkan Muslı Beşe, alçak gönüllüdür. Üstelik

122 Bekir Satıcı Baykal, Destârî Sâlih Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1962, s. VII

Page 404: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

392

sokulgan, sıcak ve kimseye yukarıdan bakmaz. (s.193) Muslı Beşe, ayaklanma başlar

başlamaz ön saflarda yer alarak Patrona Halil yanından ayrılmaz. (s.472–477)

Patrona romanında “45–46 yaşlarında” (s.230) olan Emir Ali, Patrona Halil

arkadaşlarından biri ve Muslı Beşe’den farksız değildir. (s.16) Üstelik cesurdur.

Korkmayan bir adamdır. Tehlikeli olmasına rağmen Emir Adil, kendi evinde

cesurane Patrona Halil’in ilk toplantısına yer verir. (s.20) Bu sıralarda Emir Ali,

ayaklanmanın düşüncesine çok sadık olarak ortaya çıkar. O isyana coşkundur.

Memleketin durumundan memnun değildir. Bunun için Patrona’ya katılmak için

arkadaşlarını çağırır. (s.22) Emir Ali, daha sonra yapılan diğer toplantılarda

Patrona’nın yanında ön saflarda yer alır. (s.210) Ayaklanmanın ön saflarında yer alan

Emir Ali, Patrona Halil’in yanından ayrılmaz. Bu sıralarda da Emir Adil bir yiğit ve

atak biri olarak karşımıza çıkar. (s.473–477)

Romanda İspirizade Şeyh Ahmet, din adamlarını temsil eden tek kişidir.

Şeyh Ahmet Efendi’nin, Ayasofya vaizi olarak çalıştığını öğreniriz. (s.171) Şeyh

Ahmet, kurnaz ve din kurallarından daha fazla kendi çıkarlarına çalışan bir adam

olarak karşımıza çıkar. (s.168–169) Patrona ve arkadaşlarına katılan Şeyh Ahmet

Efendi, Ayasofya’daki vaazlarında padişah ve sadrazamın olumsuzluklarından söz

etmeye başlar. Şeyh Ahmed’in vaazlarını dinlemeye gelenlerin sayısı artmaya başlar.

Şeyh Ahmet derslerinde de dinin hayattan ayrı olmadığını vurgular: “Denilebilir ki

Hoca, dinden yola çıkarak halk dertlerine varmıyor, tam aksine, mazlumların

dertlerinden hareketle dine varıyordu.” (s.249) Bu sıralarda yazar, Şeyh Ahmed’in

halkın karşısında doğru bir mantıktan hareket ettiğinden söz eder: “Hoca doğru

yoldaydı, dine ters düşmüyordu günün Osmanlı düzeni gibi. İslâmiyetin – kesin

olmasa bile – oldukça doğru bir yorumunu yapıyor, mazlum halka sahip çıkıyor,

onları yüreklendiriyordu vaazlarıyla.” (s.247)

Şeyh Ahmed’in vaazlarında kullandığı terim ve tefsirler, halka yakından

temas eder. Üstelik vaazlarının sarayda bir tepki yarattığını öğreniriz. Şeyh

Ahmed’in vaazlarıyla gerginlik artar. (s.249)

Page 405: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

393

Patrona romanında bilgili veya âlim tipi temsil eden iki kişidir. Onlar Evliya

ve Alim Çelebi’dir. İkisi ayrılmazlar. İkisi aynı sahnelerde görünürler. İkisi romanda

aynı rolü oynamaktadır. Halka isyan fikirleriyle aydınlatmak rolünü oynayan iki

âlim, ilk olarak Patrona ile anlaşarak fikirlerini söylerler. İkisi bilgili insanlar

oldukları için fikir ve akla çok önem verirler. İkisi akla dayanarak fikir üzerinde

dururlar: “Önce fikir yoklaması şeklinde, sonra da derinlemesine yapılan

konuşmalar” (s.34) vasıtasıyla isyancıların yanını tutarlar. Romanda gösterilen ilk

toplantıda iki âlim şu şekilde karşımıza çıkarlar: “Bunlar, yani yenice gelenler temiz

giyimli, ortadan biraz uzun, kaşlı gözlü, biri kısa çember sakallı, öbürü matruş, azçok

birbirine benzeyen, efendi takımından kişilerdir.” (s.20–21) Bu toplantıda ikisi

Patrona ile tanışırlar: “Yoldaş, sağ tarafta oturan Evliya kardeşimiz, soldaki ise Alim

Çelebi’dir. Bunlar akil kişilerdir, âlim kişilerdir.”…“Reis yoldaş, şu Alim Çelebi ki,

haklı olarak ismi günden güne yayılmaktadır. Avcunun içi gibi bilir imparatorluğun

girdisini çıktısını. İlmi iktisat bilir, siyaset bilir. Hak yolundan gider ve fukara

yolundan gelir.”…“İşte şu da Evliya, yoldaşınız ki Reis, yenice tanıdığımız

arkadaşlardan ikincisi, görüyorsunuz sessizce oturuyor karşınızda. Gerçekten de

görültüden, gösterişten kaçan bir kişidir. Tekmil Osmanlı ülkelerini karış karış

dolaşmış, geçtik insanları, yerde yürüyen kara karıncalardan bile haberi vardır.”

(s.22)

Patrona ve arkadaşlarıyla anlaştıktan sonra iki âlim, halk arasında çalışırlar.

Ama her zaman ön plandalardır: “Alim Çelebi ve Evliya ön plandaydılar.

Sevimli yüzlerinde, alçak gönüllü olduklarını istemeseler de belli ediyor,

bununla bilge kişiliklerini atbaşı beraber yürütüyorlardı. Önlerindeki rahlemsi sette

bir takım kâğıtlar duruyordu ki, yana dikilmiş büyük mumların ışığında onlar eğilip

şöyle bir göz atıyorlardı.” (s.210)

Romanda karşımıza çıkan Haseki Ağa ise, Sultan III. Ahmet’in isyancılarla

temsilcisi olarak yer alır. Elçi olarak gönderilen Haseki Ağa, isyancılarla konuşmaya

başlar. Üstelik padişah tarafından çok güvenilir bir kişidir. (s.532) Haseki Ağa,

sultana sadıklıktan hareket ederek isyancılarla anlaşmak için elinden geleni yapmaya

çalışır. Haseki Ağa, sabırlı ve akıllı bir kişi olarak karşımıza çıkar. Her zaman ölçülü

Page 406: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

394

bir şekilde davranmaya çalışır: “Haseki Ağa esnek davrandı, ipleri koparmak yoluna

gitmedi. Bunda da vardı bir hayır.” (s.539) Haseki Ağa, kendi değil ama padişahın

çıkarına göre davranır. Nihayette tam anlamıyla sadık bir insan olarak karşımıza

çıkan Haseki Ağa padişaha, isyancıların isteklerini aktarır. (s.550)

XIX. Yüzyıl

Civelek Osman romanında kırk kahraman bulunur. Roman, yaratma kişiliğe

dayanır. Romanın söz konusu kırk kişiden otuz dokuz yaratma kişi vardır. Romanda

kişilerin isimleri, Civelek Osman, Ali Efe ve Bayraktar Ağa gibi genellikle

görevlerini ifade eden adlardır.

Romanda başkahramanlık rolünü oynayan Civelek Osman, Yeniçeri Habib

Odabaşı’nın oğludur. (s.30) Civelek Osman yeniçerilerin isyanı sırasında kışladan

kaçar. Bir kayık binerek açlık ve susuzluktan bayılır. Rüzgâr bindiği kayığı Yenice

Burnu denilen köye kadar götürür. Onu ilk gören Despino’dur. Bu sıralarda Osman,

şu şekilde karşımıza çıkar: “Bu; çok düzgün, beyaz vücutlu genç bir erkekti. İki taraf

göğüsleri genç kız göğsü gibi kabarık, pazıları dolgun, el ve ayaklar kuvvetli, fakat

çok güzeldi. Gözler kapalı ise de kaşlar göz pınarları başlayıp yukarıya doğru

yaylanan birer hilâl şeklini andırıyordu. Burnu kemerli, fakat mütenasipti. Saçları

makine ile kesilmiş ve yalnız tepesinde biraz perçem bırakılmıştı. Bıyıkları hemen de

yok gibi idi. Kollarında mavi çivitlerle yapılmış dövmeler görülüyordu. Bu

dövmelerde sağ koluna bir deniz kızı, sol koluna da bir arslan resmi yapılmıştı.”

(s.11) Köy halkı, Osman’ı öldü zanneder. Ama bir süre sonra kendine gelen Osman,

Köyün beyi olan İzzet Beye götürülür. Civelek Osman, İzzet Bey’in konağında bütün

olup biteni anlatmaya başlar. Bu sıralarda Osman’ın bir Civelek olduğunu,

yeniçerilere tabi olan İstanbul’daki Küçük Odalar’da oturduğunu öğreniriz. (s.30–31)

Osman, İzzet Bey’in çalıştığı devlet dairesinde bir kapıcı olarak vazife görür. Bu

sıralarda Civelek Osman, çekici bir genç olarak karşımıza çıkar: “Yeni kıyafetiyle

Osman o kadar göz dolduran bir genç olmuştu ki onu bir kere görmeyi herkes

birbirine tavsiye ediyor, levent olan Civelek Osman’ı görmek için sebepli, sebepsiz

hükûmet konağına girip çıkmayı yahut oradan geçmeyi iş edinenler onu seyretmeye

doyamıyorlardı. Çarşı hamamına gider gibi oradan topluca geçen yaşmaklı kadın

Page 407: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

395

kafileleri de o günlerde pek çoğalmıştı. Bunu sezen Osman da konağın içine kaçmak,

içeride gezinip sonra yine dışarı çıkmak gibi utangaç halleriyle daha sevimli ve

çekici bir hâl alıyordu.” (s.41) Üstelik Civelek Osman terbiyeli bir gençtir. (s.61)

Osman, yine köye döner. Köydeki Panayot Usta’nın evinde kalır. Bu sıralarda

Civelek Osman ile Despino arasında bir yakınlaşma başlar. (s.66) Osman ile Despino

arasında oluşan sevgiyi öğrenen Hıristiyan olan köy öğretmeni, hem Despino’nun

işkencesinde rol oynar, hem de padişaha Civelek Osman hakkında bir mektup

gönderir. (s.108) Bunun üzerine Civelek Osman kaçak bir yeniçeri olarak yakalanır

ve zindana atılır. İzzet Bey’in sayesinde hafif bir ceza alan Osman, Naciye (Despino)

ile evlenir. (s.156)

Bandırma Voyvodası olarak çalışan “ünlü, şanlı” (s.47) Salih İzzet Bey,

itibarlı bir devlet adamı olarak karşımıza çıkar: “Hele o tarihlerde Bandırma’nın

mülkiye iadaresini elinde bulunduran Voyvoda Salih İzzet Beyin de orada bahçe ve

değirmeni oluşu ve her yıl birkaç defa tenezzüh için oraya gelip gidişi onun şehirdeki

sert idaresinden duyulan korkuyu da oralara yaymış olduğundan bütün köy halkı her

türlü hareketlerinde İzzet beyin mânevî baskısını duymaktan kendilerini geri

bırakamazlardı.” (s.8) İzzet Bey, Bandırma’nın idaresinde demir yumruk sistemini

uygular. Bir genç, nişanlısı ile birlikte çıksa İzzet Bey tarafından cezalandırılır.

Üstelik İzzet Bey köyde her şeyi öğrenir. Bu yüzden halk İzzet Bey’in rüyalarında bu

gibi şeyleri gördüğünü zanneder. Bu şekilde köyün halkı İzzet Bey’den korkar: “Ben

şikâyet etmem amma bu gibi işleri Beyefendi gece rüyasında görür olduğunu

söyleyenler çoktur. Kara Yorgi’nin oğlu nişanlısının evine giderken Danacı görüp

Beye haber verdiği için ayaklarına yüz değnek vurulduğunu sen de bilirsin. Çocuk

hâlâ topallıyor.” (s.14) Halk arasında yayılan bu inanç, İzzet Beye Bandırma’nın

idaresinde yardım eder: “İzzet Beyin rüyalarını bilirsiniz. Gündüz olan işleri gece

rüyasında ayna gibi görür.” (s.130–131)

İzzet Bey’in eskiden beri bir devlet adamı olduğunu öğreniriz. Üstelik

cömerttir. (s.48) Saraya gittiğinde orasının usul ve terbiyesini gayet iyi bildiğini

gösterir: “Mabeyneciler huzura giriş usul ve âdabı hakkında îzahat vermek istedilerse

Page 408: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

396

de İzzet Bey bunların hepsini çok güzel bildiğini gösterince eski bir saray

mensubiyle karşılaştıklarını anladılar, kendisine de arkadaş muamelesi ettiler.” (s.49)

İzzet Bey de insanlık bakımından çok merhametli bir insandır. Herkese önem

veren bir insandır: “Bizim Beyimiz aile işinde tam bir babadır. Herkese karşı

öyledir.” (s.61) Üstelik Osman’a karşı iyi davranır. Kendi oğlu gibi Osman’a önem

verir. Osman de İzzet Beyin sayesinde hapisten çıkıp hafif bir ceza alır. İzzet Bey de

Osman’a evlilik hediyesi olarak köydeki değirmeni verir. (s.156–157)

Değirmenci Panayot Usta’nın kızı Despino, kibar ve güzel bir Rum kızı

olarak karşımıza çıkar: “Uzun lapiska saçlı, çıkar gözlü, müterımlar yapan ağlı bir

şalvar giymiş, etekleri şalnasip vücutlu bir Rum dilberi olduğu anlaşılacak bulunan

bu kız” (s.8) köyün en güzel kızlarından biridir. Despino denize bakan bir kayada

otururken, yaklaşmış yarı batık bir sandalı görür. Sandalda bir genç vardır. Despino

gördüğü genç, Civelek Osman’dır. Bu sıralarda Despino, merhametli bir kız olarak

karşımıza çıkar. Osman’ı ölü olarak zanneden Despino, Osman için acı duyar: “Ne

kadar da güzelmiş, gençmiş, tosunmuş. Elbette anası, babası varmıştır. Vah vah…

diye acınıyor.” (s.13)

İlk görüşte Osman’ı beğenen Despino, Osman ile bir araya geldiğinde onu

çok sever. (s.66) Despino, Osman’a karşı sevgisinde sadıktır. Bu sevginin yüzünden

işkenceye uğrar. Ama hiçbir türlü sevgisinden vazgeçmez. Artık ümitsiz değildir. İlk

olarak Despino, annesi tarafından manastıra götürülür. Despino, bir Müslümanı

sevdiği için manastırda işkenceye uğrar. Bundan sonra kiliseye gönderilir. Kiliseden

kaçmaya başaran Despino, Osman’a daha da yakın olmak için İslamiyete girerek

adını Naciye’ye değiştirir. (s.154)

Romanda efeliği temsil eden Ali Efe, yiğit, cesur ve dinine, işine ve

arkadaşlarına sadık bir insandır. Ali Efe, “Belkıs derbendinin muhafızıdır.” (s.92)

Yazar-anlatıcı, Ali Efe’yi şu şekilde takdim eder: “Bu Ali Efe de Tavaslıdır işte.

Bekârdır. Memleketine hiç gitmez. Kim bilir neden dolayı evlenmenin, evliliğin

lafını bile etmez. Şehirlerden, kasabalardan hoşlanmaz. Fakat şişhanesini omuzlayıp

da şöyle bir dolaştı mı.. hırsızın, eşkıyanın teptil gezeni bile onun görebileceği

Page 409: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

397

yerlerden geçemez. Hem o kadar doğru adamdır ki, torba ile emanetini teslim et, on

yıl görünme, sonra gel, emanetini eksiksiz bulursun.” (s.93) Ali Efe yörede güvenliği

sağlar. Bu yüzden herkes tarafından sevilir. Üstelik Ali Efe’nin sözü herkese

geçerlidir. (s.93–94) Köy öğretmeninin yazdığı mektubun meselesini öğrenen Ali

Efe, Civelek Osman’a yardım etmek için İzzet Bey’e gidiverir. Ali Efe, Osman’a

yardım etmek için elinden geleni yapar. Bu sıralarda Ali Efe’nin tanıdıklarına sona

kadar sadık bir insan olduğunu buluruz. (s.108) Ali Efe, Despino’nu yardım etmek

için de Kizikos’a gider. Orada Sultana ve köy öğretmenini konuşturmaya çalışır.

(s.117–118)

Panayot Usta, Despino’nun babasıdır. Köydeki İzzet Bey’in değirmenini

işleten ustadır. Panayot Usta, İzzet Bey’e çok sadık bir insandır. Üstelik Hıristiyan

olmasına rağmen Müslümanlara daha yakındır: “Panayot Usta çok iyi bir adamdır.

Öyle hıristiyana can kurban. Hiç hak geçirmez. Doğru doğru iş görür. Biz onun

kiliseye geldiğini bile pek göremeyiz. Müslümana yakın bir insandır.” (s.80) Üstelik

İzzet Bey tarafından güvenilen bir kişidir. (s.61) Panayot Usta, arasında yaşadığı

Türklere sadıktır. Onlara güvenip sever. (s.63) Panayot Usta da Türkler tarafından

sevilen bir insandır. Onlara göre Panayot Usta “iyi yürekli bir insandır.” (s.89) Bu

kişiliğe sahip olan Panayot Usta, kızı olan Despino’nun bir Müslümanı sevdiğine

karşı değildir. Bu yüzden dinini değiştiren Despino, babasının huzurunda evlenmek

ister. (s.154)

Sultana, Panayot Usta’nın karısı ve Despino’nun annesidir. Sultana, aşırı bir

Hıristiyan olarak karşımıza çıkar. “Papasın kuyruğudur sanki.” (s.80) Sultana,

Türkler arasında yaşamasına rağmen Rusları ve Rumları Türklerden daha fazla sever.

(s.63) Türklere sadık olmayan Sultana, hocasının aksine Hıristiyanlığa bağlıdır.

Papazın söylediğini dinleyen Sultana, ailesine uygulamak ister: “Karısı pek mutaasıp

Hıristiyandır ha… Bizim köyün kilisesinde pazardan başka haftada iki gün daha

papaz vaaz eder. Onu daha çok kadınlar dinlemeye gelir. Bu değirmencinin karısı

Sultana kadın o günleri hiç kaçırmaz. Papazın eteğine yapışıp cennetin yolunu arayan

takımdır.” (s.76) Bu yüzden kızı Despino’nun bir Müslümanı sevdiğini bilen Sultana,

Page 410: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

398

köyde Despino’nun deli olduğunu söyler ve kızını manastıra götürür. Orada kızını

işkenceye uğratır. (s.106)

Gavril, Despino’nun nişanlısıdır. Gavril, mağrur bir genç olarak karşımıza

çıkar. Bunun için Despino’nun babası olan Panayot Usta, Gavril’i sevmez. Gavril,

her zaman kendisini övenen bir gençtir: “Ben hatırlı zengin bir adamın oğluyum.”

(s.13) Gavril, köyde Rumların en hatırlı zengin adamı olan köyün Çorbacısı’nın

oğludur. Bu yüzden her zaman gurur duyur. (s.15) Gavril, Despino ile nişanlıdır.

Ama Gavril, Despino’nun bir fakir adamın kızı olduğu için bu nışanlılıktan razı

değildir: “Babam zengin diye kabına sığamıyor. Bizi de değirmenci parçası diye

aşağılık tuttuğunu kaç yerde söylemiş.” (s.57)

Hilal Görününce romanında elli üç kahraman bulunur. Romanın

kahramanlarının hepsi yaratma kişilerdir.

Romanda başkahramanlık rolünü oynayan, Eski Yurd’da yaşayan bir ihtiyar

olan Nizam Dede’dir. Nizam Dede, Kırım Türklerinin arasında “namlı, cömert kişi”

olarak tanınır. (s.341) Nizam Dede, isim bakımından anlamlı olan ‘Nizam’, romanın

bütün kahramanlarının arasından en sistemli olanıdır, Kırım’ın sistemini de o temsil

eder: “Dünyaya nizam vereceğini sanan Nizam Bey.” (s.103)

Nizam Dede, Kırım’ın bütün folklor ve gelenklerini bilen adamdır. Bütün

bildikleri de Kırım’ın çocuklarına anlatır. Nizam Dede, Kırım’ın bu folklor, anane ve

geleneklerini yaşatmak amacıyla her zaman çocukları toplayarak destan ve efsaneleri

anlatır. O romanda millî şuurla dolu olan Kırım’ın bütün kültürünü taşıyan tek

kişidir. Onun sayesinde çocuklar, Şeyh Şamil ve Kırım’ın kahramanlarının

hikâyelerini bilirler. Nizam Dede, kendisine üstlediği rol, çocuklarda millî şuurla

yetiştirmenin dışında Kırım’ın insanlarını Rusya’ya karşı direnmeye hazırlamaktır. O

romanın kahramanlarına yol gösterir: “Benim acı sözüm, yüreklerden pek silinmez

ama, bilin ki kişiye yol gösterir. Şu gördüğümüz ihtiyar, gözünü açtığından beri

Kırım’ın kurtulacağı günü bekler. Bekler de, milleti gaflette ve uykuda görüp,

yüreğindeki od bir türlü sönmez. Yaş yetmiş. Ben beşikteyken Mansur kalkmış,

Moskofun tepesine inen bir yumruk olmuş. O da unutuldu gitti. Katerine o

Page 411: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

399

mübareğin idam fermanını yazdığında ben on yaşında olmalıyım. Şimdi bana

diyeceksiniz ki, İmam Şamil’i unutuyorsun. İmam Şamil’in Kafkas dağlarında nice

kaharamanlıklar gösterdiğini bilmeyen yok. Şu Kırım diyarında ise Mübarek Çoban

derler bir yiğidin namını işittik.” (s.86) Nizam Dede’nin bütün üzüntüsü ve kaygısı,

Kırım’dır. O tam millî şuurla yaratılmış bir insandır: “Ah Kırım! Seni hep geçmişte

mi arayacağım?” diye söylendi. “Ömrüm, hayalî ordulara çerağlar tutmakla mı

geçecek? Şu can bedenden ayrılmadan önce Kırım’ın Moskof elinden kurtulduğunu

görecek miyim? Ey Tanrım, bu nice sabırlar böyle?” (s.180)

Kırım’ın gençleri temsil eden Arslan Bey’e yol gösteren ve karanlıktan

çıkaran Nizam Dede’dir. Aslında Nizam Dede, kendi sıkıntılarını yaşayan Arslan

Bey’i bırakmaz. Sabırla ve hiç durmadan doğru yola çıkana kadar Arslan Bey’e öğüt

verir. (s.242)

Nizam Bey, Kırım’ı savunmak için eski işine döner. Bu sıralarda sanki bütün

dünyalar onun olmuş gibi sevinir. Demircilik onun için tutkuyla yapılan bir iştir.

İhtiyarlamış olmasına rağmen böyle zor bir işe başlar, bu sıralarda ısrar ve sebatı

bütün yönleriyle Nizam Bey’de görürüz: “İhtiyar, bir ağacın dibine çöker, ağzını

çıkarıp bir şeyler attıktan sonra hemen işe koyulurdu. Her sabah bir önceki günün

yorgunluğu kollarında olurdu. Etleri dökülüyor gibi acırdı, ağrırdı. Tutulmuş kasları,

bir süre sonra, çekiç salladıkça açılır, ağrıları yavaş yavaş dinerdi. Dinmezdi de o,

alışıverirdi.

Gün gittikçe, o hırçın kayalara benzemeğe başlamıştı. Onların bir parçası

olduğunu hissediyordu. Tepegerman eteklerinde bir kendisi, bir de ocağı vardı. Sonra

ötede bekleyen atı… Burada, bu ateşin önünde halk edilmişti. Bu ateş, bu demir

bedenine güç katıyordu. Demir dağları eriten ataları gibi, zorlukları yenmeğe

başlamıştı. Sanki bu ateşin içinde de kendisi eriyip, yeryüzüne akacaktı. Her azası

demir, iliği kemiği demir…” (s.207–208) Bu sıralarda Nizam Dede’yi güçlü bir

gencin kuvvetine sahip olarak buluruz. Nizam Dede, Kırım için bir canavar haline

gelir. Bu anda Nizam Dede’nin Kırım’da önderlik rolü ortaya çıkar: “Türk

ordusunun başında bir Ömer Paşa var ise, Kırım Türklerinin başında da bir koca

Nizam Bey var, bunu böyle bil.” (s.227), “Kırım’ı adım adım bilirim, dedi. Nerede

Page 412: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

400

köprü var, hangi dağ geçit verir, ırmağına, özenine kadar… Hepsini… Müttefikler bu

kadarını bilmezler öyle değil mi?” (s.234)

Nizam Dede, ihtiyar olmasına rağmen azimli ve kararlıdır. Şahbaz Bey bir

gün hapishaneye atılır. Nizam Bey hapishanenin önüne gelip gece boyunca orada

kalır. Nizam Dede tek başına olsa bile Rusların zulmü karşısında durmak ister.

(s.173)

Arslan Bey Ruslar tarafından yakalandıktan sonra Nizam Dede’nin, ümidi

kesilmez. Yine de asıl görevine döner. Çocukları Kırım’ın geleceği için yetiştirmeye

başlar: “İhtiyar, gözlerini çayırda oynayan çocuklara çevirdi. Nurdevlet’in bağıra

çağıra koşuşunu seyredip,

— Kalk çoban! dedi. Şu deliyi Dilârâ’nın tayına bindir! Bu çocuk erken

ayaklandı. At binmesini şimdiden öğrensin.” (s.427)

Arslan Bey ise, Hilal Görününce romanında Nizam Dede’den sonra bir

başkahraman olarak yer alır. Arslan Bey güçlü, yiğit, cesur ve atak bir genç olarak

karşımıza çıkar: “Güçlü kevvetli bir adamsın.” (s.97) Arslan Bey, Hamza Batura şu

şekilde kendini tarif eder: “Yapayalnız bir ağaç… Ama canlı, yaşıyor. Toprağa

sımsıkı tutunmuş. Dimdik. Kimsesizliğinden şikâyetçi değil.” (s.377)

Arslan Bey, Nizam Dede’nin yeğenidir. Aslında Nizam Dede onu çok sever.

Arslan Bey ise, çok sevdiği karısı öldükten sonra dünyaya pek ehemiyet vermez.

Özellikle Arslan Bey’in içini kolay kolay açan biri olmadığı için kendi acılarının

içinde yaşar. (s.134) Dünyada ayrılan Arslan Bey, biraz mağrurdur. Kendine yardım

isteyen Nizam Dede’yi geri çevirir. (s.136) Ama Nizam Dede, Arslan Bey’e yardım

etmeye israrlıdır. Çünkü Nizam Dede’nin ümidi, Arslan Bey’dir. Nizam Dede’ye

göre Arslan Bey, yiğit ve güvenilen bir kişidir: “Nizam Dede yeğenine döndü.

Gözlerinde bir ümit ışığı belirmişti.

Sana her zaman güvendim oğul.” (s.179), “Sana güveniyorum oğul, dedi.”

(s.242) Bundan daha ziyade Arslan Bey’i çok seven Nizam Dede, Arslan Bey’i Şirin

ile evlendirir: “Kırım’ın fedaisine uygun bir eş olmalı.” (s.383)

Page 413: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

401

Arslan Bey, Nizam Dede’nin coşku ve yardımıyla acılarından kurtulabilir.

Arslan Bey, bir yiğit olarak Osmanlı askerlerine kılavuzluk yapmaya gider. (s.256)

Üstelik Arslan Bey, hiç kimseye haber vermeden Giray’ı öldürenlerden intikamını

almaya karar verir. Bu sıralarda Arslan Bey ve Hamza Batur, tam cesur kahramanlar

olarak Giray’ın öldürenleri bir tuzağa düşürürerek öldürürler. (s.364–366) Aslında

Arslan Bey nam ve şöhreti aramayan bir kişidir. Aynı suretle Arslan Bey, hiçbir

kimseye haber vermeden Şahbaz Bey’i zindandan kurtarmak için bir adamıyla

güreşmeye İgor Gregoroviç’in teklifini kabur eder. (s.195)

Arslan Bey, mert bir insan olarak karşımıza çıkar. Düşman olsa bile yaralılara

yardım eder. Osmanlı askerlerine katılmaya giden Arslan Bey, yaralı Rus askerine

rastlar. Bu sıralarda Arslan Bey, askere Rus olmasına rağmen yardım eder. (s.250–

251)

Arslan Bey, güçlü bir pehlivandır: “Arslan, namlı bir pehlivandır, dedi.

Önüne kimi diksen, sırtını yere getirir.” (s.97) Arslan Bey, kendine güvenen bir

pehlivan olarak karşımıza çıkar. Gregoroviç’in adamı olan Boris ile güreşen Arslan

Bey, rakibini kolaylıkla yener. (s.193–195)

Arslan Bey, Kırım’ın fedaisi ve yiğidi olarak Gregoroviç tarafında eziyet

gören köylüleri bırakmaz. Kendisinden yardım isteyen köylülerin yardımına koşar.

Arslan Bey, Gregoroviç ile kavga eder. (s.420)

Hilal Görününce romanında yer alan Giray, Nizam Dede’nin oğludur. Nizam

Dede’deki bu dirençli, coşkulu ruh hâli oğlu Giray’da bulunmaz. Giray, okumak

isteyen bir gençtir, çocuklarının çobanlık yapmasını istemez, onları medreselere

göndermek ister:123 “Giray’ın gözü önünde o an Zincirli Medresenin beyaz kesme

taşlarla döşeli avlusu, kubbecikleri ve dört direkleri belirdi.” (s.89) Giray, Kırım’ı bu

hale getiren, ilme ehemiyet vermemektir: “İlimden söz edilsin isterim. Emin Hocam,

siz istiklâl mücadelesi ilimden feyz alır buyurmuştunuz. Ben demek isterim ki, bu

hale düşmemiz ilme ehemiyet vermeyişimizden ileri gelir.” (s.88) Giray’a göre

Kırım’ı aydınlığa çıkaracak olan, ilimdir. “Devletimizi ilimle kuralım!” (s.91)

123 Muharrem Kaya, a.g.e., s. 305

Page 414: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

402

Giray her zaman ilme önem veren kişidir. Kırım Savaşı başladığında Nizam

Dede, çoşkunlukla silâh yapmaya başlar. Giray ise, kitaplara sarılır. Ara sıra da Emin

Hoca’ya gidip okuduğu kitaplar hakkında konuşur. (s.196–197)

Kırım Savaşı’na katıldıktan sonra Arslan Bey, Nizam Dede ve bütün Kırım

Türkleri tarafından yüceltilir. Bu sıralarda Giray kıskanmaya başlar: “Giray onu

içinde bir eziklik duyarak dinliyordu.” (s.266) Bundan daha ziyade Giray’in eşi Şirin,

kocasına savaşanların kadınlarına özendiğini söyler. Şirin’in bu sözleri, Giray’ı son

dereceye üzer. (s.306–307) Bütün bunların karşısında Giray, silâha yönelmeye

başlar. Huydutlar tarafında eziyet gören Hacı İsa Bey’nin yardımına giden Giray,

öldürülür. (s.339) Giray, at üstünde tam bir yiğit gibi ölür.

Romanın diğer bir kahramanı Hamza Batur, “Odaman Mahmud’un

oğlu”dur. (s.90) Hamza Batur, Nizam Dede’ye çok sadık olarak karşımıza çıkan bir

gençtir. Aslında o Nizan Dede’nın yanında çalışır. Arslan Bey, Hamza Batur’dan

Dilârâ’yı kendi atı Salgır’ı çiftleştirmek için ister. Ama Hamza Batur ilk olarak kabul

etmez. Arslan Bey, onun Halime ile evlenmesine yardım edeceğine söz verir.

Halime’yi çok seven Hamza Batur kabul ederek Dilârâ’yı getirir. (s.142) Bu sıralarda

yaptığına pişman olan Hamza Batur’un, Nizam Dede karşısında ne kadar temiz bir

insan olduğunu öğreniriz. “Yiğitliğiyle tanınan Hamza Batur üzüntüsünden

ağlayacak gibiydi. Ağasının ellerine sarılmağa yeltendi.

- Affet ağam, cahilliğime ver, gençliğime ver!” (s.145)

Arkadaşı Giray’ın öldürülmesine çok üzülen Hamza Batur, Arslan Bey ile

birlikte yola çıkarak Giray’ı öldürenlerden intikamını alır. Bu sıralarda Hamza Batur

atak ve cesur bir kahraman olarak karşımıza çıkar. (s.364–366) Arslan Bey Ruslar

tarafından yakalandıktan sonra Nizam Dede, Hamza Batur’u görünce ümitlenir:

“Memlekette yiğit kalmadı sanırdım, dedi. Seni görünce ümitlendim Hamza.

Nerelerdesin?” (s.426)

Emin Hoca, Bahçesaray müftüsü olarak karşımıza çıkar. Emin Hoca, “engin

gönüllülüğü” ile tanınır. (s.85) Emin Hoca, tertemiz ve Allah rızası için çalışan bir

Page 415: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

403

kişidir: “Allaha şükürler olsun ki, şu teferrüç gününde, şu mübarek günde hepimiz

bir araya gelip gücümüzü kuvvetimizi yeniden bulduk. Kurbanlar kesip, fakir

fukarayı doyurduk, gönüllerini hoş ettik.” (s.85) Emin Hoca alçak gönüllüdür.

Konuşanları iyice dinler, onlara kim olursa olsun önem verir. (s.86)

Emin Hoca, ilim sahibidir. Giray onu, “Yalnız Bahçesaray’ın değil, bütün

Kırım’ın ilimde tek söz sahibiydi.” (s.196) diye değerlendirir. Emin Hoca’nın büyük

bir kütüphanesi bulunduğunu öğreniriz. Emin Hoca’nın da bu kitapların hepsini

okuduğu ifade edilir. (s.196–197)

Emin Hoca, Giray’ın üstünde etkisi Nizam Dede’den daha fazladır. Emin

Hoca, Giray’a İsa Bey’in zor durumunu anlatır. Çok etkilenen Giray ertesi gün İsa

Bey’e gitmek üzere yola çıkar. (s.325–327)

Hilal Görününce romanında yer alan en önemli kadın kahraman, Giray’ın eşi

Şirin’dir. Şirin romanda Kırım kadınlarını temsil eden en güçlü kişidir. Şirin

kendisini şu şekilde takdim eder: “Daha yaşım yirmi beş… dedi. Güzelliğim yerinde,

akıl ve marifette üstünlüğümü de herkes bilir. Kırım’da benim gibisi parmakla

gösterilir. Yiğitlik desen, o da var.” (s.332) Arslan Bey’in annesi Fatma Nine,

Şirin’in Arslan Bey’e uygun bir eş bulmasını ister. Bu sıralarda Şirin tertemiz bir

kadın olarak karşımıza çıkar. Arslan Bey’e uygun kızı arayan Şirin, kendisine ihanet

ettiğini düşünür. (s.117–118)

Arslan Bey ile Hamza Batur Kırım Savaşına katıldıklarında Şirin, kocası

Giray’a bu yiğitlerin kadınlarına özendiğini söyler. Şirin’in bu sözleri, Giray’ı son

derece üzer. Şirin bu sözleriyle Giray’i savaşmaya iter. (s.306–307) Şirin bu sıralarda

asık yüzlü haline gelir: “Ezici bir sessizlik içinde. İnatla susuyordu. Giray’ın yüreği

ipin buruluşu gibi buruluyordu. İçindeki sevgi de gidgide karanlıklara gömülüyordu.”

(s.319)

Oğlu Giray öldükten sonra Nizam Dede, Şirin’i Arslan Bey ile evlendirmek

ister. Ona göre Kırım’ın fedaisi Arslan Bey’e uygun olan yiğit hatun, Şirin’dir. Bu

sıralarda anlatıcı, Şirin’in niteliklerini sıralamaya şu şekilde başlar: “Şirin hırçındı,

Page 416: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

404

dikbaşlıydı. Ama tuttuğunu da koparan bir kadındı. Hem Emircan’a iyi bir ana

olabilirdi. Çocuğa gösterdiği yakınlık, Arslan Beyin gözünde kaçmamıştı. Akıllıydı,

becerikliydi, hünerliydi. Sanki han kızıymış gibi etrafta saygı uyandırırdı.” (s.384–

385) Nihayette Şirin, Arslan Bey ile evlenir. (s.397)

Hilal Görününce romanında Rusları temsil eden kişi ise, İgor Gregoroviç’tir.

İgor Gregoroviç, Rusya’nın Kırım içinde yaptığını iyice tasvir eder. Emperyalist

Rusya, Kırım’ın bağları, çayırları ve zenginliklerini sömürmeye gelir. Akmescit’te

bağ ve çiftliği olan İgor Gregoroviç, Hacı İbrahim köyündeki çayırı almaya çalışır.

Üstelik tarihi değiştirmek maksadıyla Akmesicit’e Simferopol olarak ad verir. (s.99)

Rusların Kırım ile ilgili kimlik imha planları, İgor Gregoroviç’te net bir şekilde

ortaya çıkar.

Yazar-anlatıcı, hep olumsuz bir şekilde İgor Gregoroviç’i tasvir eder. Arslan

Bey, onu şu şekilde hatırlar: “Gregoroviç’in o donuk mavi gözleri, o pişkin tavırları

gözünün önüne geliyordu. İkide bir dişleriyle bıyıklarını kemirişi, kadınları

karşılayışı, onların ellerini öpüşü…” (s.99), “Şeytanın biri kibri. Başka hiçbir şey

değil…” (s.193) Aynı suretle de İgor Gregoroviç, şaraba düşkün bir kişidir. (s.53, 94,

411)

Romanda Şahbaz Bey, çayır yüzünden birkaç defa İgor Gregoroviç ile kavga

eder. Bu kavga yüzünden Şahbaz Bey zindana atılır. Bu sıralarda Arslan Bey, İgor

Gregoroviç’in güreşme teklifini kabul eder. Çünkü Arslan Bey kazanırsa Şahbaz Bey

serbest bırakılacaktır. (s.195) Romanın sonunda da İgor Gregoroviç, köylülerden

Halim Can’ın kızını ister. Bu amaçla da kızın babasıyla pazarlığa oturmak ister.

(s.409–410)

Dağlı romanında otuz altı kahraman karşımıza çıkar. Bunların ekserisi

yaratma kişilerdir. Romanda yer alan kahramanlar ve olaylar, Şeyh Şamil etrafında

toplanır. Bu yüzden Şeyh Şamil’in dışında diğer kaharamanlarla ilgili pek bilgi

verilmez.

Page 417: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

405

Dağlı romanında genç dağlıların temsil eden Toy Cafer’dir. Toy Cafer on altı

yaşında yahut biraz daha küçük bir Çeçenistanlıdır. Asker olmak için üçüncü defa

köy meclisine gider. Köy meclisi ilk olarak hem kendi ağabeyinin muharebede hem

de yaşı küçük olduğu için ona ruhsat vermez. Ama Toy Cafer’in ısrarına karşı ruhsat

verilir. (s.37) Toy Cafer ruhsat alır almaz dağlılara katılmak üzere Dargo Avuluna

gider. (s.40) Dağlılara katıldıktan sonra kısa bir zaman içinde muharebenin

maharetlerini öğrenmeye başlar. (s.41) Her şey öğrenmek için hep meraklıdır. Bu

sıralarda Toy Cafer, atak ve cesur bir savaşçı olarak karşımıza çıkar. (s.42–44)

Ruslar propagandalarını yaymaya başlayınca Toy Cafer kendi köyüne

gitmişti. Bütün bunları yalan olduğuna inanır, köydekilere inandığını aktarmaya

çalışır. Bu sıralarda Toy Cafer’ın ne kadar Şeyh Şamil’e sadık bir kişi olduğunu

öğreniriz. (s.71–72)

Rus askerlerinden Çavuş Mihalov, kendi oğlu olan Nikola ile savaşa katılır.

Hep oğluna dikkat eder. (s.5–6) Şeyh Şamil Temirhan Şüra kalesini muhasara

ettiğinde Çavuş Mihalov, kaleye savunmak amacıyla Nikola’yı ve bir grup askeri

alarak kalenin dışına çıkarlar. (s.81–82) Müdafaa esnasında Nikola ölür. Çavuş

Mihalov ise intikam amacıyla Şamil’e gider. Çavuş Mihalov, Şeyh Şamil’e kalenin

güney yanının zayıf olduğunu söyler. Çavauş Mihalov, oğlunun intikamını almak

amacıyla Şamil’den bir top ve bolca mermi alarak akşama kadar kaleyi vurur. (s. 88–

89)

İsyan Eşiği romanında yetmiş iki kahraman bulunur. Emanuel Karasu dışında

romanın kahramanları, yaratma kişilerdir. Romanın kahramanları, üstlendikleri

ideoloji bakımından ikiye ayrılmaktadır. Birincisi Osmanlı Devleti’ni destekleyen

kişilerdir. İkincisi ise Ermeniler ve Jön Türkleri temsil eden kişilerdir.

İsyan Eşiği romanında karşımıza çıkan ilk kişi, Onbaşı Yusuf’tur. Onbaşı

Yusuf komutanlığında bir müfreze İrşadlı’dan Fındıcığa gider. Orada üç Ermeni evi

aranması istenilir. Bu amaçla askerleriyle ilerleyen Onbaşı Yusuf, iyi bir komutan

olarak her ihtimale karşı ölçülü davranır. (s.6)

Page 418: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

406

Yusuf Onbaşı yoldayken Cemil Çavuş ile karşılar. Bu sıralarda Yusuf Onbaşı,

temiz bir insan olarak karşımıza çıkar. Bahçe Olayı’nı hatırlayan Yusuf, olayda bir

insanı öldürdüğüne pişmandır. Ama elinde bir şey yoktur. Zira bu komutanın

emridir. (s.12) Üstelik geçtikleri köylerdeki köylülere iyice davranır. Bu sıralarda da

Yusuf’un, dinine önem verdiğini öğreniriz. (s.17–20), “Yusuf Onbaşı’nın İslâma

bağlılığını çok iyi biliyordu. Uğrunda, ölüme gidecek kadar kararlı bir hali vardı.”

(s.39)

Onbaşı Yusuf Fındıcık’a varmadan önce arkadaşı Osman Ermenilerin eline

düşerek öldürülür. Yusuf, arkadaşına çok üzülür: “Yusuf Onbaşı, çocuğunu

kaybetmiş gibi üzgündü. İrşadlı’dan ümitsizce ayrılınca gözlerinden yaşlar aktı.”

(s.34) Üstelik Osman’ın öldürülmesi haberine önem vermeyen Mülazim Fuat’tan

nefret eder. Yusuf, askerliğini bitirince de arkadaşı için acı duyar: “Yusuf Onbaşı,

köylüsünün acısını köyden köye taşıdı. Günden güne büyüdü acı.” (s.48)

Kendi köyüne dönen Yusuf, Osman’ın öldürülmesinde kendini suçlu olarak

sayar. Bu duyguyla Osman’ın evine giden Yusuf, Hatçe Kadın ile karşılaşınca “sesi

suçlu, ürkek, yavaş çıkıyor.” (s.53) Yusuf’un, ilk yaptığı şey, Osman’ın oğluyla

ilgilenmektir. Yusuf, kendi oğluna ne yaptıysa Hasan’a da yapar. Oğlunu mektebe

göndermek ister, aynı mektebe de Hasan’ı gönderir. (s.76) Üstelik Musa’nın kızıyla

evlendirmeye gidip bu amaçla elinden geleni yapar. (s.153–155) Roman boyunca

Yusuf, kendi öz oğlundan çok Hasan’la ilgilenir. Belki bunun bir sebebi, daha önce

gösterdiğimiz Osman’ın öldürmesinde Yusuf’un kendisini suçlu olarak bulmasıdır.

Osman, müfrezenin erlerinden biri ve Yusuf’un çocukluk arkadaşıdır.

Aslında Osman ile Yusuf, aynı köydendir. Osman müfreze arkadaşlarıyla birlikte

ilerlerken, ailesini ve henüz küçük yaşta olan çocuğunu düşünür. (s.7–8) Osman, tam

bir yiğit ve cesur bir adam olarak köyü basan Ermeni katillerini takip etmeye başlar.

Osman tek başına ve çok tehlikeli olmasına rağmen görevini tam anlamıyla yapmaya

çalışır. Osman, Ermenilerin ellerinde düşer. Bu sıralarda Osman’ın ne kadar vatanını

seven ve kahraman bir adam olduğunu ispat eder. Kendisini konuşturmaya çalışan

Ermenilere müfrezenin yer ve görevini söylemez. Osman, Ermeniler tarafından

işkenceye uğrar. Ama hiçbir türlü konuşmaz. Nihayette amansızca öldürülür. (27–31)

Page 419: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

407

Hasan, Osman’ın oğludur. Hasan, romanın ikinci yarısından itibaren

başkahraman olarak karşımıza çıkar. Osman oğlu Hasan’ı düşünürken, Hasan’ın

yaşıyla ilgili bilgi verir: “Köyden çıktığımda on altı aylıktı.” (s.7) “Şimdi dört

yaşında olacaktı.” (s.8) Böylece Hasan, babasını görmeden din ve vatan sevgisiyle

yetiştirilir. Hasan gençken, köyün delikanlılarına ahlaksız resimler gösteren Cem’e

karşı çıkar. (s.107) Hasan, din ve devleti sevmeyenlerden de nefret eder. Aynı

mantıktan haraket eden Hasan, Fuat Bey’den nefret eder. (s.101) Hasan okuldayken,

zeki ve akıllı bir öğrenci olarak karşımıza çıkar. Bu yüzden Muallim Cemal Hasan’ı

çok sever. (s.98)

Hasan yüklü bir coşkuyla Musa’nın kızıyla evlenmeyi ister. Yazar, Hasan’ın

ruhi durumu ile tabiatı birleştirir: “Ufukta güneş, yere değmiş gibiydi. Kızıla çalan

ışıkları yakmıyordu. Kara renkli, kül benekli kuşlar; ince sarı kuşlar; çingen serçeleri,

gübrezibil öbekleri arasında, tavuklara, horozlara karışmışlardı.” (s.153)

Hasan’ın sayesinde Aşağıbanazı köyünde yeni bir hava eser. Köylüler

birbirleriyle konuşurlar. Onlar artık zulme karşı çıkmak isterler. Bu sıralarda Hasan,

köylülerin gözlerinde bir yiğit olarak karşımıza çıkar: “Hasan bir yiğit ki, ne yiğit.”,

“Er oğul er. Hem yürekli hem saygılı. Büyüğünü küçüğünü tanır.” (s.242) Böylece

Hasan’ın adı, halk arasında efsaneleşmeye başlar. Sonunda Hasan, zaptiyeler

tarafından öldürülür. Bu sıralarda Hasan cesur ve atak bir genç olarak tasvir edilir.

(s.252–254)

İsyan Eşiği romanında Fuat Bey, ilk olarak bir mülazim olarak karşımıza

çıkar. Fuat Bey, romanda Jön Türkleri temsil eden kişidir: “İttihatçıların ileri

gelenleriyle tanışırım. Bana vazife verdiklerini açıkça söyleyebilirim. Siz benim

dostlarımsınız. Neden söylemeyeyim? Şerefli bir vazife, neden söylenilmesin? Siz

benim dostlarım değil misiniz? Söyleyin değil misiniz? İttihatçı her zapite şerefli

vazife verildi.” (s.127) Fuat Bey, adeta İttihatçıların sözcüsü olarak bir rol oynar.

Romanda İttihatçıların sesi, Fuat Bey’den çıkar: “İttihatçılar der ki, Avrupa nizamı

bu memlekete girmezse kurtuluş yok der.” (s.127)

Page 420: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

408

Fuat Bey, Zaptiye Kolağası olarak Yusuf’un köyüne gider. Orada köyün

zenginleri olan Fıratoğlu ve Ermeni Bakırcı Mıgırdıç ile bir bağ kurar. Onlara da

İttihatçılarla olan ilgisini anlatır. Aslında Fuat Bey, köylülerin gözünde İslâm

düşmanı bir masondur. (s.101) Yazar-anlatıcı, bu görüşün üzerinde uzun durur:

“Masonlardan bir mason” dedi. “Hamdi’nin kardeşi Osman, şehit düştüğü günde

şarap içtiydi. Abovyan’ın kızı Rita’nin elinden sarhoş olduydu da Fındıcık

Ermenilerinin bombalarına göz yumduydu. İşte Kolağası Fuat, böyle bir adamdı.”

(s.129)

Fuat Bey, görevinden çok kendi çıkarlarını düşünen bir kişidir. Fuat Bey,

kendi çıkarları için Ermenilere yardım eder. Aşağıbanazı’da zaptiye kolağası olarak

görev yapan Fuat Bey, zengin Ermeni olan Mıgırdıç’a yardım eder. Bu yardımlar

aslında yerli halk ve köylülere zulüm sayılır: “Zaptiye Kumandanı Kolağası Fuat,

bütün kuvvetlerini harakete geçirdi. Önce Malatya’da, şüphelendiği kişileri

sorguladı, evleri aradı. Sonra köyleri taramaya başladı. Kömüşhane, devriye üstüne

devriye yolladı.” (s.242–243) Bütün bunları yapan Fuat Bey, hiçbir türlü Hasan’ın

masum olduğuna inanmak istemez.

Musa, İrşadlı’dan Fındıcığa ilerleyen müfrezenin erlerinden biri olarak

karşımıza çıkar. (s.6) Yusuf, Hasan’ı evlendirmek ister. Bu sıralarda aklına ilk gelen,

eski askerlik arkadaşı Musa’nın kızı gelir. Bu sıralarda Musa, cömert bir adam olarak

ortaya çıkar. Üstelik eski arkadaşlarını unutmayan bir insandır. Musa, kızı Zeynep’i

Hasan’a vermeye razı olur. (s.154–156)

İsyan Eşiği romanında Ermenilerden Abovyan, Fındıkcık köyünün

zenginlerinden biri olarak karşımıza çıkar. “Kırmızı yanaklı, şişman” (s.34) olarak

tasvir edilen Abovyan, kendi köyünde üç evi arayacak müfrezenin kumandanı Fuat

Bey’i davet eder. Abovyan, bu sıralarda kurnaz ve alçak bir adam olarak ortaya

çıkar. Evlerin aranmasını geciktirmek amacıyla elinden geleni yapan Abovyan bu

gaye için Fuat Bey ile kızını tek başına bırakır. Abovyan Fuat Bey’i sarhoş etmek

için kızını kullanır. Abovyan’ın bütün gayesi, Ermeni komitecilere dağıtılacak olan

bombaları müfrezeden saklamaktır. (s.35–41)

Page 421: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

409

İsyan Eşiği romanında Ermenilerden olan Bakırcı Mıgırdıç, zengin ve parayı

çok seven bir adam olarak karşımıza çıkar. Romanda yerli halka zulüm yapan kişileri

temsil eder: “Adam, paranın yükünü tuttu. Aşağıbanazı’da epey arazi aldı. Köyde

dara düşenlerin mülklerini topluyor. Fıratoğlu’yla araları çok eyi. Sana nasıl deyem;

aralarından su sızmıyor. Bakırcı Mıgırdıç, sırtını Fıratoğlu’na dayamadı. Fıratoğlu,

Mıgırdıç’ın parasından, Mıgırdıç Fıratoğlu’nun adamlarından faydalanmada.” (s.58–

59)

“Orta boylu, tıknaz Mıgırdıç’tı. Yaklaştıkça tombul yüzünün yumuşaklığı,

Hamdi’nin derisine dokunur gibi oluyordu. Pembe-beyaz yüzünde, kırmızı kılcal

damarlar belli oluyordu. Gözleri, alaylı parlıyordu. Adımlarını yumuşak atıyordu.”

(s.72) diye anlatılan Bakırcı Mıgırdıç, zengin olmasına rağmen korkaktır. Hasan’ın

karakoldan kaçtığını bilen Mıgırdıç korkudan uykuyu bilmez olur. (s.243)

Mıgırdıç, Ermeni komitecilerinin kirli işlerinden uzak değildir. Mıgırdıç,

kendi evini Ermenilerin gizli toplantılarına açar. Mıgırdıç’ın, komitecilerle

işbirliğinde bulunduğunu öğreniriz. (s.164) Üstelik Mıgırdıç’ın Mamuratülaziz’e

kadar Ermeniler üzerine nüfuzlu bir kişi olduğu anlaşılır. (s.127)

“Mıgırdıç’tan bir karış uzundu. Esmer yüzü kemikliydi. Gözleri yağlı zeytin

gibiydi. İri burnu, emin yürüyüşü kendisini gururlu gösteriyordu. İttihaçılarınkine

benziyordu bıyıkları.” (s.72) diye tanıtılan Fıratoğlu, Türk olmasına rağmen kendi

çıkarlarına göre Ermenilerle işbirliğinde bulunur. İsyan Eşiği romanında yer alan

Türk kahramanların arasında Fuat Bey’den sonra olumsuz kişi olarak karşımıza

çıkan Fıratoğlu’dur. Fıratoğlu, kırlı işlerinde Mıgırdıç’a yardım eder: “İnsanlıktan

çıktı. Ne zekât verir ne hayır işler. İman çıkmış kalbinden… Yüzüne gâvur yüzü

düştü. İnsanların kanını esme daha der.” (s.60)

Fıratoğlu, para için her şeye yapmaya hazırdır. O paraya düşkündür. Üstelik

zâlimdir: “Fıratoğlu, şu gâvurdur; şu müslümandır demez. Eyiyi kötüyü tanımaz.

Helaldı, haramdı bilmez. Tanıdığı yalnız paradır. Eski topraklarını, bir o denli daha

artırdı. Açgözlünün gözünü toprak doyurur. Kara toprağa girince ancak doyar…”

(s.59)

Page 422: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

410

İsyan Eşiği romanında kadın kahramanların başında gelen Hatice Kadın

(Hatçe Kadın, Cici Ana), Osman’ın annesi olarak rol oynamaktadır. Kendi oğlunun

öldürülmesine üzülen Hatçe Kadın, şu şekilde karşımıza çıkar: “Hatice Kadının

keskin yüz çizgileri, açılıp kapanıyor; acısını bastırmak için yaptığı mücadele, yüz

çizgilerine geçiyor. Kanayan yüreğinin rengi gözlerine vuruyor.” (s.53) Bu sıralarda

anne duygusundan haraket eden Hatice Kadın, eliyle pişirdiği ekmeği Yusuf’a verir.

Aslında Yusuf’a kendi öz oğlu gibi bakar: “Dur, sana elimle pişirdiğim ekmekten

vereceğim. Gidersen küserim. Gidersen, bana ana deme.” (s.55) Bu sıralarda Hatice

Kadın, çok güçlü bir kadın olarak tasvir edilir: “Oğlu öldü de ağlamadı Hatçe.” (s.56)

“Hatçe ağlamamış.” (s.56), “Hatçe’yi bilmez misin? Yüreği, yürek değil ki… Taştır,

taş…” (s.57)

Hatice Kadın, Osman’ın oğlu Hasan’a daha da önem vermeye başlar. Bu

sıralarda Hasan’a eziyet vermeye veya dokunmaya bile izin vermez: “Hasan,

kendisinden ” (s.55) Hatçe Kadın’ın Hasan ile ilgisi roman boyunca sürer. (s.104)

Son Kavşak romanında yirmi yedi kahraman bulunur. Romanın yaratma

kişilerinin sayısı oldukça azdır ve romanın asıl olaylarında rol oynamamaktadır.

Yaratma kişileri, romanın asıl olaylarından hariçtir. Ama olaylar onlara anlatılır.

Romanda sekiz kahraman, yaratma kişi olarak karşımıza çıkar.

Hacı Ömer, yaratma kişilerin başında gelir. Aslında Hacı Ömer, romanın

anlatıcısıdır. Hacı Ömer, akıllı bir insan olarak saklanmak için kendi evine gelen iki

gençe ders vermek için “Son Kavşak” hikâyesini anlatmaya başlar. Hacı Ömer

kültürlü ve tarih bilgileri üstün bir insandır. Üstelik tecrübeli ve dindar bir insan

olarak karşımıza çıkar: “Hacı Ömer, altmış beş yaşa merdiven dayadığı halde

hareketli ve dinçti. Harpler görmüş, ölümle burun buruna yaşamış ve hayatın bütün

acılarını içine sindirmiş bir insandı.

Onun başka özelliklerinden birisi de okumaktı. Bıkmadan, usanmadan

okumak. Gece demeden, gündüz demeden, büyük bir olgunluğa erinceye kadar, bu

alışkanlığını sürdürmüştü. Ve Hacı Ömer hala okuyordu.

Page 423: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

411

Evliya Çelebi’nin «Seyahanama»sini üç defa aktarmış, Naima Tarihi’ni satır

satır işlemiş, Mesnevi’den de bol bol beyitler ezberlemişti. İytiyar ayaklı bir

kütüphane gibiydi.” (s.15) Hacı Ömer, Ferit ve Ercan’a doğrudan öğüt vemez, ama

onlara tarihî hikâye anlatır. Ona göre bu daha etkilidir. Aslında o “Bir tüccarden daha

çok hocaya benziyor.” (s.39) Hacı Ömer’in İstanbul’a yerleştikten sonra ticarette

meşgul olduğunu öğreniriz. (s.15)

Hacı Ömer, zekâsıyla seçtiği hikâyeyi anlattıktan sonra isteğine kavuşur. İki

genç, dinlediklerine inanarak çaldıklarını iade ederler. (s.213–217)

Romanda yer alan Ferit ve Ercan ise olumsuz özelliklere sahip iki gençtir.

Fakir hayatı yaşayan iki genç, ekmek paralarını kazanmak için çalışmaktansa

hırsızlığı düşünürler. Bir kuyumcu dükkânını soyan iki genç Hacı Ömer’in evinde

saklanırlar. Bu sıralarda iki genç, Hacı Ömer’in karşısında dinleyicinin rolünü

oynarlar. (s.39)

Dünya Durdukça romanında otuz yedi kişi bulunur. Romanın

kahramanlarının ekseriyesi yaratma kişilerdir. Romanın kahramanlarında otuz üç

yaratma kişi karşımıza çıkar.

Mustafa Kemal ATATÜRK’ten sonra romanın başkahramanı sayılan

Zeynep, Yüzbaşı Ömer Cevat’ın kızıdır. (s.22) Babası ve annesi Yunan askerleri

tarasından öldürüldükten sonra Zeynep, Ayşe hemşirenin yanında bir süre yaşar.

Ayşe, Zeynep’i yanında götürür, fakat savaş sonrasında Zeynep’in amcası Ayşe’yi ve

yanındaki yeğenini bulur. (s.45) Zeynep orada çok iyi bir şekilde yetiştirilir:

“Zeynep, amcası ve yengesinin yanında çok mutluydu. Özenle yetiştirilmekte ve iyi

eğitim görmekteydi.”… “Zeynep savaş içinde kavrula kavrula yeşerip büyüyen bir

Ateş Çiçeği olmasına rağmen, vaktinden önce gelişip boy atmaktaydı. En çok sevdiği

şeylerden biri, salıncakta sallanmaktı. Arkadaşları onun, havalara doğru uçarcasına

sallanışını büyük bir heyecanla seyrederlerdi.” (s.48)

Günler geçtikçe Zeynep hem kararlı hem de modren bir kız olarak karşımıza

çıkar. Zeynep, memlekette diğer kız ve kadınlar gibi çarşafı giymek istemez.

Page 424: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

412

Yengesinin çalışmalarına rağmen Zeynep çarşafı giymez. Nihayette Kıyafet İnkılâbı

çıkar. Zeynep istediği gibi çarşafsız dışarıya çıkar. (s.52)

Zeynep, çok genç olmasına rağmen Atatürk ve cumhuriyetin haberlerini

yakından takip eder. Her gün merakla gazetelerdeki haberleri okur. (s.56) Zeynep

büyür. Bu sıralarda Ankara’dan bir avukatla nişanlanır. (s.66) Çok geçmeden Zeynep

evlenip Ankara’da yaşar. Bu sıralarda Zeynep’in Ankara Hukuk Fakültesi’nde

öğrenime başladığını öğreniriz. (s.73) Zeynep’in işi daha da zorlaşır, ama ısrarlı ve

çalışkan olan Zeynep, başarılı bir öğrenci ve eş olarak karşımıza çıkar: “Genç kadın

Hâkimlik mesleğinde hemen hemen geceli gündüzlü çalışıyordu. Dava dosyalarını

evinde, geceleri büyük bir titizlikle okuyor, eleştiriyordu. Çok çalışmasıyla

mesleğinde yeni bir döneme getirmişti.” (s.83) Zeynep bu şekilde üstüne atılan bütün

görevleri eksiksiz tamamlar. Çalışkan bir kadın olarak örnek verir.

Ayşe, Yüzbaşı Ömer Cevat’ın bulunduğu hastanede hemşire olarak çalışır.

Ayşe, alçak gönüllü ve insanların dertlerine önem veren bir genç kadın olarak

karşımıza çıkar. (s.30) Yüzbaşı Ömer Cevat, Ayşe’den Zeynep’i amcasına

götürmesini ister. (s.32) Ayşe, Yüzbaşı Ömer Cevat’ın son arzusunu yerine

getirmeye çalışır, ama hiçbir türlü Zeynep’in amcasını bulamaz. Bu sıralarda Ayşe

iyi bir insan olarak Zeynep’i kendi yanına alır. Ayşe’nin Zeynep’e çok iyi bir şekilde

davrandığını öğreniriz. (s.45)

Zeynep’in amcası ise, adsız olarak karşımıza çıkar. Babası ve annesi

öldürüldükten sonra Zeynep, amcasının yanında yaşar. Çocuğu olmayan amca,

Zeynep’i öz çocuğu kadar şefkatle sever. (s.48) Amca, her zaman Zeynep’e önem

verir. İşinden eve döner dönmez Zeynep’i arar. Üstelik Zeynep’in eğitimine özenle

takip eder. (s.53)

Bora, Zeynep’in kocasıdır. Bora Bey’in, Ankara’da tanınmış bir avukat

olduğunu öğreniriz. (s.75) Bora bey, hukukçu bir ailenin oğludur. Bora’nın babası

olan Kenan Güçlü, eski bir avukattır. (s.74, 90) Bora, çok iyi ve anlayışlı bir koca

olarak karşımıza çıkar. Eşi Zeynep’e yardım eder.

Page 425: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

413

Diğer kahramanlar daha çok figüratiftirler.

XX. Yüzyıl

Kahramanlar Kahramanı romanında yirmi üç kahraman yer alır. Bunların

yirmi ikisi yaratma kişidir.

Gedik Halil, Hekimoğlu’nun kurduğu çetede ikinci adamdır. Daha ziyade

Hekimoğlu’nun sağ koludur. Anlatıcı, Gedik Halil’i şu şekilde takdim eder:

“Yassıtaş’ta Hekimoğlu İbrahim’in bir de çocukluğundan beri çok yakın, biraz da

haşarılığı ile tanınmış bir arkadaşı daha vardır. Ona Gedik Halil derlerdi. O da

kendisi gibi fukaranın biri idi. Ekmek parasını kazanmak için Fatsa’ya iner orada

çalışırdı. Hekimoğlu’nun başına gelenler ona çok dokunmuş, bu olaydan sonra

çalışmaya gitmez olmuştu.” (s.55–56)

Gedik Halil, mert ve arkadaşlarına önem veren bir insan olarak karşımıza

çıkar: “Arkadaşının başına bir felâket geldiği takdirde bunu onların yanında

bırakmayacağını, onun kan dâvâsını kendisinin güdeceğini heryerde bağıra bağıra

söylüyordu.” (s.56) Bu kişiliğe sahip olan Gedik Halil, çocukluk arkadaşını

bırakmaz. Bütün malını mülkünü bırakıp Hekimoğlu’nun yanına gidiverir: “Anca

beraber, kanca beraber. Sonuna kadar yanında bulunmak için geldim.” (s.57) Gedik

Halil, bu andan itibaren Hekimoğlu’nun yanından ayrılmaz. Üstelik arkadaşına çok

sadıktır. Hekimoğlu, yeğenlerinin öldürüldüğü köye inmeğe karar verir. Bu sıralarda

Gedik Halil, çok tehlikeli olmasına rağmen kahramanca arkadışını bırakmaz.

Hekimoğlu ile beraber köye giden Gedik Halil, Hekimoğlu’nun yanında son nefese

döüşerek ölür. (s.142)

Romanda Hekimoğlu’nu yakalamak için görevlendirilen Gürcü Dadyan

Arslan, heyecanlı bir genç olarak karşımıza çıkar: “Hele bunların arasında biri vardı

ki o hepsinden de ateşli ve heyecanlı idi. Bu işe baş koymuştu. O da Hulusi Ağa’nın

köyünden, Salihli’den idi. Bu gözüpek Gürcü gencinin adı Daydan Arslan’dı. Hulusi

Ağa’nın intikamını almağa yemin etmiş bulunuyordu.” (s.76)

Page 426: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

414

Daydan Arslan, çok ısrarlı bir gençtir. Hekimoğlu’yu bulmak için hiç

bıkmadan elinden geleni yapar. Nihayette Daydan Arslan, tanıdığı bir kişi ile

anlaşarak bazı köylerde bir çeşit istihbarat örgütü kurmayı becerir. (s.104) Nihayette

tuzağa düşen Hekimoğlu, Daydan Arslan ve adamları tarafından amansızca

öldürülür. (s.142)

Seyyid ise, Gürcü zengin bir aileden ve Fadime’nin nişanlısı olarak karşımıza

çıkar: “Seyyid de yakışıklı, mert bir delikanlı idi. Ailesi varlıklı olduğu gibi kendisi

de eli açık, hovarda yaradışlı biri idi. Bu yüzden bütün gençler onun etrafında

toplanırlar, kendisini bir çeşit başkan tanırlardı.

Hekimoğlu İbrahim ona pek sokulmazdı. Çünkü bu zengin ve gururlu gencin,

fukaralığı yüzünden kendisini küçümsemekte olduğunu hissederdi.” (s.9–10)

Nişanlısının Hekimoğlu ile beraber çıktığını bilen Seyyid, kendi bağına

Hekimoğlu’nu davet eder. Orada Seyyid çok sınırlı olarak karşımıza çıkar. Üstelik

Hekimoğlu’nu öldürmeye kararlıdır. (s.29–32)

Kahramanlar Kahramanı romanında kadın kahramanlarda Fadime, Sefer

Ağa’nın kızı ve Seyyid’in nişanlısıdır. Fadime’nin romanda rolü kısa olmasına

rağmen çok önemlidir. O romanda merkezi bir kişidir. Çünkü Hekimoğlu’nun suçu

Fadime’dir.

Fadime çok güzel bir kız olarak karşımıza çıkar: “Ve Sefer ağanın Fadime

adında dünya güzeli, yeni yetişmiş bir kızı vardır.

Gürcüler ve Çerkezler, esasen güzel insanlar olarak şöhret kazanmış

kimselerdir. Fadime ise güzellerin de güzeli idi. Hele iri gözlerinde ceylânları bile

kıskandıracak bir parlaklık ve çekicilik vardı.” (s.8) Hekimoğlu, babasını görmek

üzere değirmene gelen Fadime’yi görünce aklı başında gider. (s.8) Fadime, Gürcü

geleneklerine göre çocukken nişanlıdır. Çok güzel olduğu için de başlık parasının

tam üç bin altın olduğunu öğreniriz. (s.9)

Page 427: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

415

Fadime, romanda masun bir kız olarak gösterilir. Hekimoğlu ile birlikte

görünen Fadime’yi gören Gürcü Yusuf, bütün suç Hekimoğlu’nun üstüne atar.

Aslında Fadime, elleri bile birbirine değmeden Hekimoğlu ile ormanları dolaşır.

(s.10–11)

Ermeni Zulmü romanında on sekiz kişi bulunur. Onların on yedisi yaratma

kişilerdir. Ama roman belgesel şekilde yazarın anlatısına dayanır. Bunun için

romanın belli başlı başkahramanı yoktur. Üstelik sahnelerde görünen kahramanlarla

ilgili –Kaya Emi dışında- pek bilgiler ve da nitelikler verilmez.

Roman, Müceldi Köyünde yapılan göç hazırlıklarıyla başlar. Bu sıralarda

Kaya Emi karşımıza çıkar. Kaya Emi, köyün ihtiyarlarından birisidir. Köyüne çok

bağlı olan Kaya Emi, göçmenlerle köyünden çıkmak istemez. Bunun için tek başına

olsa bile köyde kalmayı köyden ayrılmaya tercih eder: “Gelmem, bu topraklara

sevdalıyım ben, aşıkım bu ovaya, bayırlara, dağlara, Müceldi çayına… Buraları

gavura bırakıp da yad ellere gidemem, gidersem yaşıyamam… Et kemikten ayrılır mı

hiç?” (s.8–9)

Kaya Emi, ihtiyar olmasına rağmen muharebeden yanadır. Kararlı ve

vakurdur. Ne olursa olsun vatınını düşmanlara bırakamaz: “Yedi oğlu ne güne

büyüttüm. Muharebe ise muharebe, şehitlikse şehitlik...” (s.9)

Kaya Emi, tecrübeli ve bilgili bir insan olarak karşımıza çıkar: “Kaya Emi

güngürmüş, mektep medrese tahsilli, birçok harpte cephede bulunmuş canlı bir

tarihti…

Çocukluğunda Erzurum’da Zükür Mekteb-i ibtidaisi’nde devam etmiş, okuma

yazmayı çok iyi şekilde öğrenmişti. Çocukluğu, gençliği acılar, harpler arasında

geçmişti. İstanbul’a gittiğinde birçok irfanlı, bilgili kimselerle tanışmış, bu arada –

İkdam- gazetesine abone olmuştu.” (s.19)

Ermeni Zulmü romanında karşımıza çıkan Ahmet Hürbaş, Erzurum halkının

fedakârlığını temsil eder. Ahmet Hürbaş, Erzurum’lu gençlerden on dört yaşında

ortaokul öğrencilerinden biridir. Bir arkadaşı, en soğuk günlerden bir sabahında

Page 428: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

416

Ahmet’e okula acele gelmesini söyler. Ahmet hemen okula gider. Orada orduya

yardım için öğrencilerden gönüllü taburlarına katılır. Ahmet’e verilen vazife ise, kırk

iki kilometre mesafedeki askerlere erzakı götürmektir. Ahmet hasta olmasına rağmen

görevini tamamlar: “Ahmet geçirdiği sıtma hastalığı dolayısı ile bünyesi hayli zayıf

olduğu gibi, kaputu, boyun atkısı ve eldivenleri dahi yoktu. Üstelik ayakkabıları da

yırtıktı… Hastalık geçirdiğinden sıcağa, soğuğa tahammülü az, lakin vatanseverliği

çok engin Erzurum’un ve Türk’ün bu müstesna yaradılışı çocuğu hiç itiraz etmeden

verilen patates dolu çuvalı o da sırtlamış ve Teprizkapı ve Gavurboğan mahallesini

takiben Kars Kapıya doğru yola koyulmuştu.

Hayatı pahasına da olsa memleket vazifesini seve seve yapacaktı.” (s.26–27)

İki gün sonra Ahmet’e bir başka vazife daha verilir. Vatanına hizmet için

elinden geleni yapmaya çalışan Ahmet, hastanede operatörlere asistan olarak çalışır.

Ahmet sabahleyin erkenden hastaneye gelip işlerini yapar. (s.27–28)

Ermeni Zulmü romanında Ermeni komitecilerin Türklere karşı yaptıkları

katliama yer verilir. Buna rağmen romanda söz konusu bu komitecileri temsil

etmeyen sadece tek bir Ermeni kahraman karşımıza çıkar. Sahnelerde görünen

Milka, Ermenidir. Ama insanlık bakımından iyi bir figürdür. “İyi kalpli Milka”

(s.52), komitecilere katılmak istemez. (s.53) “Milka Ermeni idi… Ama her şeyden

önce insandı. Ve iyi bir yüreğe sahipti. Gerçekten aydın, okumuş, Türkiye’de

yaşamış, Türklerle çok iyi geçinmiş, Türkiye’de aile etrafı da çok rahat hayat

sürmüşlerdi. Türkleri anlamış ve sevmişti…” (s.54)

Milka ailesiyle birlikte Erzurum’da yaşayan bir insandır. Hem Ermeni

komitecilerin yaptıklarını kabul etmez, hem de Türk kültürüne hayrandır: “O köyde

kültürlü, bilgili ve çok zengin bir kitaplığı olan Nafiz beyin kitapları arasında Türk

Tarihine ait çok kitap da okumuştu… Osmanlı Padişahlarının bilhassa Fatih Sultan

Mehmet Han’ın gerek İstanbul’da gerekse Anadolu’daki Ermenilere ne kadar iyi

davrandıklarını büyüklerinden çok duymuştu.” (s.54) Bu kişiliğe sahip olan Milka,

dönemin dramını Ermenilerin açısından değil, ama Türklerin açısından yaşar. Köyde

gördüğü Türklerin cesetlerini görünce bir Türk gibi üzülür. (s.55)

Page 429: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

417

Karasu romanında altımış dört kişi bulunur. Bunların sadece dördü gerçek

kişilerdir. Romanın diğer kahramanları ise yaratma kişilerdir. Romanda Diyap

Ağa’nın, gerçek olup olmadığını tespit edemedik. Ancak anlatıcı, dipnotta Diyap

Ağa’nın Atatürk’ün adamı ve Dersim milletvekili olduğunu gösterir. Romanda yer

alan kişiler, dönemin Ermeni kömitecilerinin kirli işlerini aydınlatmakla

görevlilerdir. Bunun üzerine romanın kahramanları, üstlendikleri roller bakımından

ikiye ayrılmaktadır. Biri Türk insanına işaret edenler, ikincisi ise komitecileri

gösterir. Romanda kahramanların başlıca özelliği, kısa rolleri oynamalarıdır. Zaten

roman anlatım bakımından dilimlidir. Her dilim, belli başlı bir yere ya da bir süreye

bağlıdır. Bununla ilgili olarak da her sürenin kahramanları vardır. Bunun için

romanda başkahraman diyebileceğimiz bir kahraman yoktur. Yalnızca romanın

temsil ettiği komiteci karakteri vardır.

Karasu romanında komitecilerden karşımıza ilk çıkan kişi, Vahan’dır. Vahan

gibi kişiler yüzünden Türk-Ermeni yıllarca süren kardeşliği, güvensizlik kucağına

düşer. Vahan, Vank köyünde komitecileri temsil eden kişidir. Halk ondan korkar.

Hiçbir kimse ona hayır demez. Vahan’ın karşısında durmak, ölüm demektir.

Çevredeki kayıpların listesi, Vahan’a bağlıdır. Vahan, suç olmayan insanları Karasu

bataklığına atar. (s.9–11) Ermenistan davasının dışında hiçbir şeyi dinlemez. Vahan,

kendi fikirlerini şu şekilde anlatır: “Acıma bizim kapımızı çalamaz. Büyük

Ermenistan doğuncaya dek de kimseye acıma yok. İsası, Musası, Muhammedi yok.

Ermeni’yi göremeyen kör Tanrı yok… Yalnız davamız var. Ermenistan davası…

Şunlara bakın hele, şu orospulara bakın, kötülük kötülüğü çağırırmış…” (s.12)

Vahan, merhametsiz ve haksız bir insandır. (s.15) Anlatıcı, Vahan’ı şu şekilde

tasvir eder: “Komite ağzı ile konuşmayana yaşamı hakkı tanımıyordu. Vahan hak

denen şeyi defterinden silmiş, tüm hakları götürüp Büyük Ermenistan’a bağlamıştı.

Bunun dışında dinleyeceği hiçbir şey yoktu.” (s.12)

Romanda Vahan’ın rolü çok önemlidir; hatta romanın konusuna baktığımızda

Vahan’ın eksenli bir karakter olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Ermeniler, Vahan’ın

öldürülmesinin ardında isyan eşiğini başlarlar. Böylece Vahan’ın rolü kısa olsa bile

komitecilerin işlerinin başlangıcını gösterir.

Page 430: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

418

Vahan’ın arkadaşı Nazar ise, arkadaşından farksız değildir. Nazar, bütün kirli

işlerde Vahan’a yardım eder. Ona da tabidir. Nazar’ın, şeytana benzeyen bir bakışı

vardır. (s.13) Üstelik “acıma duygusundan yoksun olan” bir kişidir. (s.15) Nazar,

Vahan ile birlikte suçu olmayan masumları öldürür.

Romanda Atatürk’ün adamı olan Diyap Ağa, Dersim milletvekili olarak

karşımıza çıkar. Diyap Ağa, çevrede itibarlı bir adamdır. Herkes ona saygı gösterir.

(s.21) At hırsızı olan Seydo, Diyap Ağa’yı kandırmaya çalışır. Ama aynı zamanda

Diyap Ağa’dan çok korkar: “Ağa’dan adalet beklenemeyeceğini biliyordu. Eşref

saatine denk gelmez, onda en ufak bir kuşku yaratırsa cesedinin bile tanınmaz

duruma getirileceğini çok iyi biliyordu.” (s.23) Bu sıralarda Diyap Ağa, çok zeki bir

adam olarak karşımıza çıkar. Diyap Ağa’nın kandırması çok zordur. Bunun yanında

zengin olan Diyap Ağa, cömert bir insandır. (s.23–25)

Karasu romanında Onnik, Rus Ermenilerden olarak yer alır. Onnik, sıradan

bir komiteci ya da bir Ermeni değil, ama merhametsiz ve zalim bir insan olarak

karşımıza çıkar. Köylere gelen Onnik, köylüleri kandırmak için kendisini İstanbul

Efendisi olarak tanıtır. Onnik’in gelişinden beri yörede kayıp listesini artmaktadır.

(s.39–47) Rus Ermenileri temsil eden Onnik, kana düşkün bir insandır. Aslında Rus

ordusunda bir Ermeni subayıdır. (s.52) Rusların yardımıyla Osmanlı topraklarına

gelen Onnik, Büyük Ermenistan düşüyle diğer Ermenileri silahlandırmaya başlayıp

bir savaş çetesi kurar. Bu çetenin merkezini bir mağarada yapar. “Mağarada Rus

ordusuna ait giysiler, silah ve cephane” bulunur. (s.49–50) Onnik’in kaçırdığı

kadınları bu mağaraya götürür. Onnik, kurnazdır. Mağaranın yeri bilindikten sonra

Onnik, kaçıp adını değiştirir. Ama sonda “sarışın mavi gözlü” olan Onnik, Mustafa

Ağa’nın eline düşer. (s.51)

Karasu romanında Mustafa Ağa, devletini seven bir insan olarak karşımıza

çıkar. Mustafa Ağa, anlatıcı tarafından “Atatürk’ün adamı ve sonradan Dersim

milletvekili” olarak tanıtılır. Mustafa Ağa, yetmiş yaşında ve saygılı bir insandır.

Üstelik bütün Türklerin ırzı, kendi ırzını sayar. Komitecileri yakından takıp eden

Mustafa Ağa, Onnik’ı aramaya başlar. İhtiyar olmasına rağmen Onnik’in peşinde

dağlara yürür. Kararlı olan Mustafa Ağa, bütün kaygısı kaçırılan kadınların

Page 431: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

419

namusudur. Bunun için çok duyguludur. Mustafa Ağa, komitecilerin teşkil ettikleri

tehlikeyi iyice bilir. Aklında hep onlardır. (s.48–53)

Karasu romanında Mari Teyze, çok kısa bir rol oynamasına rağmen romanda

çok onemli bir kişidir. Romanda Ermeniler, ikiye ayrılmaktadır, birisi Türk halk

arasında yaşayan Ermeniler’dir. Romanda bu gibi Ermenilerin temseilcisi, Mari

Teyze’dir. İkincisi ise komitecilerdir. Komiteciler, sadece Türklere düşman değildir,

ama aynı zamanda Türkleri seven Ermenilere de düşmandır. Mari Teyze ise, kendisi

Türk olarak sayar. Türklerin iyiliğini gören Mari Teyze, komitecilere hayır der.

Bunun için komiteciler, Mari Teyze’yi öldürürler. (s.12–13)

4- Kurtuluş Savaşı Dönemi

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında elli kişi yer alır. Roman

kahramanlarından kırk altı yaratma kişi vardır. Roman kahramanlarının sayısı

oldukça çok olmasına rağmen romanın olayları birkaç kişinin üstüne üstlenmiştir.

Romanın diğer kahramanları ise yol gösterici kişilerdir. Romanın başkahramanlarının

başlıca özelliği, yanlış ve gayri-meşru ilişkilerde bulunmalarıdır. Abdi Bey, Rosa

Mizrahi ile; Neveser, Münif Sabri ile; Ahmet Ziya, Doktor Melek ile ilişkide

bulunur.

Romanın başkahramanı Halıcızade Abdi Bey, “sabık Edirne Meb’usu

Halıcızade ‘Bacaksız’” (s.13) olarak takdim edilir. Abdi Bey, Selanik’ta yaşayan

Halıcızade adıyla zengin bir ailenin oğludur. Abdi Bey, kısa boyludur. Bu kısalık,

özellikle küçüklüğünde kendisine üzücü bir şeydir. On, onbir yaşlarındayken kısalığı

arkadaşları tarafından bir alay konusudur. Bu yüzden ‘bacaksız’ lakabını alır:

“Bacaksız Abdi

dolmayı kaptı,

dolma sıcaktı,

ağzını yaktı.” (s.23)

Page 432: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

420

Abdi Bey, şehvetine düşkün bir insan olarak karşımıza çıkar. Roman boyunca

Abdi Bey’in başlıca özelliği budur. Abdi Bey, Selanik’te Yahudi komşularından olan

Rosa Mizrahi ile şehvetini tatmin etmeye başlar. Bu ilişkiyi öğrenen Abdi Bey’in

babası İsmail Bey, oğlunu Fransa’ya tahsilini tamamlamak için göndermeye karar

verir. (s.148) Fransa’ya giden Abdi Bey, sefihliğini sürdürür. Memlekete dönen Abdi

Bey, Neveser ile evlendirilir. Evlenen Abdi Bey, yine sefih biri olarak karşımıza

çıkar: “Abdi Bey, ‘sefihin biri’ çıkmıştı: ruh inceliklerinden, duygusal

zenginliklerinden uzak, ‘asabi, şirret’, aklı fikri cinsel çeşitlemelerde olan bir zat!”

(s.68), “Cinsel çeşitlemelere aşırı düşkün, ‘uşkuruna son derece gevşek’ bir erkek!”

(s.272) Bu kişiliğe sahip olan Abdi Bey, misafirlerin karşısında makbul olmayan

davranışlarıyla eşini utandırır: “Abdi Bey böyledir, ‘şahsiyetli’ bir misafir yanında,

hemen gereğinden yüksek bir sesle konuşmaya başlar; konunun, zaptedemeyeceği

‘muhataralı’ alanlara kaymaması için, işi ‘müstehcen imâlara’, çapkınlık öykülerine

döker. ” (s.69)

Abdi Bey Paris’te tahsilini görünce İttihat ve Terakki cemiyetine katılır.

(s.166) Bu sıralarda Abdi Bey kurnaz bir insan olarak karşımıza çıkar. Kendi

geleceği ve çıkarlarına göre siyasetle uğraşmaya karar veren Abdi Bey, zaman

gittikçe kurnazlaşır: “Abdi bey, Paris’e alıştıkça kurnazlaşıyordu.” (s.165) Fransa’da

beş sene kaldıktan sonra memlekete dönen Abdi Bey, Selanik ve çevrelerinde yaptığı

mekik ziyaretler ve dağıttığı armağanlarıyla kısa bir sürede cemiyet içinde önemli bir

yer tutabilir. (s.194) Bu kurnazlığıyla Abdi Bey Selanik sonra Edirne Meb’usu

olmaya başarabilir. (s.277)

Abdi Bey, Mütareke yıllarında diğer İttihatçılar gibi gizlenmeye karar verir.

Abdi Bey hem gizlenmek için hem de sefihliğini sürdürmek için Roza Mizrahi’nın

yalısında saklanır: “İttihatçıları ekseriyeti, vaziyetler tavazzuh edinceye kadar,

gizlenmeyi muvafık gördü. O da Mizrahilerin yalısında saklanıyor.” (s.83)

Abdi Bey, kültür bakımından Fransız kültürüne bağlıdır. Fransa’ya gitmeden

önce bile Fransız kültürünü koklayan bir insandır. Abdi Bey’in, okuduğu eserler,

gazeteler, hatta giyindiği elbise hep Fransız örneğini temsil eder. (s.13–22) “Kısa

boylu bir ‘bey’. Katran siyahı saçları, parıl parıl arkaya taranmış. Kalıplı fesi,

Page 433: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

421

tekgözlüğü, alafranga bıyıkları, ilk bakışta dikkati çekiyor. Hele giyimi, kusursuz:

tam ‘Paris şıklığı’.” (s.192)

Neveser ise Selanik’lı Alaman Ziya Bey’in kızıdır. Neveser, duygusal bir

kızdır. Servet-i Fünun şiir ve romanlarını okuyan bir genç kızdır. Babası Ziya Bey,

Almanya’ya sevgisinin yüzünden ‘Alaman’ lakabı alır ve kızına Schwester Magda

olan Alman bir mürebiyeyi getirir. Neveser, Alman kültürüyle yetiştirilir. İlk olarak

kardeşinin arkadaşı olan Münif Sabri tarafından sevilir. Ama Münif Sabri yaşta

kendisinden daha küşük olduğu için önem vermez. Schwester Magda’nın

tavsiyelerine önem veren Neveser, evlenmek için zengin ve itibarlı bir ailenin oğlu

olan Abdi Bey’yi tercih eder. (s.193)

Abdi Bey ile evlenen Neveser, hayal kırıklığına uğrar. Duyarlı bir insan olan

Neveser, eşi Abdi Bey’i sadece şehvete düşkün olarak bulur: “Onunla tanıştığı

günlerde, Neveser evliliğinin ilk ‘sukut-u hayallerine’ katlanmaya çabalıyordu. Nice

umutlarla bağlandığı Abdi bey, ‘sefih biri’ çıkmıştı.” (s.68) Eşiyle birlikte İstanbul’a

yerleşen Neveser’in çok geçmeden eşi saklanır. Nihayette Neveser, tek başına evde

kalır: “Geceleri, Doğan’ı yatırdıktan sonra, Nefti Salon’da tek başına oturup, sessiz

sessiz gözyaşı döküyor.” (s.62)

Neveser, kardeşi Almanya’da dönene kadar hayatı bu şekilde gider. Ahmet

Ziya döndü mü artık Neveser’in dünyası değişir: “Neveser, epeydir unutmuş olduğu,

o rahatlık duygusuna yeniden kavuşmaktadır.” (s.87) Ahmet Ziya’nın dönüşü ile

Münif Sabri yeniden ortya çıkar. Neveser, bulmadığı aşkı Münif Sabri’de bulur. Çok

geçmeden Neveser, Münif Sabri’den ayrılmaz olur. (s.313)

Roza Mizrahi, Selanik’ten Yahudi bir ailenin kızıdır. Roza Mizrahi, Mişon

Çelebi (Mişon Barzilay)’ın kızıdır. Eşi ise Leon Mizrahi’dir. Ondan ‘Mizrahi’ lakabı

alır. Rosa Mizrahi, romanın başından sona kadar ahlaksız bir kadındır. Evlenmeden

önce komşusu olan Abdi Bey ile sevişir. (s.154) İşi icabı memleket dışında devamlı

olarak bulunan Leon Mizrahi ile evlenen Rosa Mizrahi, Fransa’da Abdi Bey’e

ahlaksız cevapları gönderir. Abdi Bey, bu mektuplardan Rosa’nın asıl niyetini sezer.

O da Abdi Bey gibi cinsel çeşitliğie düşkündür. (s.125)

Page 434: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

422

Mizrahi ile evlendikten sonra Rosa Mizrahi, kendi yalısında saklanan Abdi

Bey ile ilişkisini sürdürür. (s.54–60) Üstelik Rosa’nın kızı Raşel, annesinin yaptığı

gibi yapmaya başlar. Roza, kızını kendisi gibi yetiştir. (s.284–285)

Yazar, Rosa Mizrahi’yi şu şekilde takdim eder: “Camların önünde azametle

kurulmuştu, içyüzünü bilmeyen ‘kraliçe’ sanır: giyinmiş kuşanmış, sırtında çini

mürekkep mavisi rob, başında ‘âbidevî’ topuz: yüzünü sağa sola çevirdikçe, elmaslı

tarakları, balkonu yıldız çakıntılarına boğuyor. Pera ve Şişli ‘sosyetesi’, Rosa

Mizrahi’nin, elmaslı tarakları alabildiğine ışık üreten katran siyahlı topuzlarını,

anlata anlata bitiremez. Bir de tabiî, altın saplı gözlüğünün ardındaki, havagazı

mavisi ‘zehirli’ gözlerini.” (s.16)

Ahmet Ziya, Alaman Ziya Beyin oğlu ve Neveser’in kardeşidir. Neveser

Abdi Bey ile evlenmeden önce kardeşi Ahmet ile anlaşır. İki kardeş birbirlerini

severler. Ahmet Ziya, Almanya’ya yüksek tahsilini tamamlamak üzere gider. Orada

tıp tahsilini bitirdikten sonra Ahmet Ziya kız arkadaşıyla birlikte Neveser’in evine

gelir. Ahmet Ziya’nin yeniden dönüşü, Neveser’i teselli eder. Ahmet Ziya sayesinde

Neveser’in hayatı değişir. Babası tarafından önem verilmeyen Doğan, amcası Ahmet

Ziya’yı çok sever. Çocuk artık kendisine önem vereni bulur. Doğan’ın eğitimine

önem veren Ahmet Ziya, kardeşi Neveser’in hayatına renk verir. Artık evin bir

sorumlusu olur. (s.87)

Ahmet Ziya, Almanya’dayken sosyalizm fikirlerine beğenip sosyalist bir genç

olur. Memleketine dönen Ahmet Ziya, işçi hareketlerine katılır. Bu sıralarda Ahmet

Ziya arkadaşıyla Doktor Melek ile birlikte Sultanahmet’te bir evde oturur. İki

sosyalist gencin sosyalizm tutkusu, Neveser ile Münif Sabri tarafından paylaşılmaz.

(s.303)

Münif Sabri ise Ahmet Ziya’nın eski arkadaşıdır. Münif Sabri’nin romanda

en olumlu kişi olduğunu söyleyebiliriz. Roman Mütareke yıllarını anlatmasına

rağmen millî mücadelenin temsil eden kişilerden biraz uzaktır. Romanın

kahramanları arasında millî direnişi temsil eden tek kişi, Münif Sabri’dir. Romanda

yer alan kahramanların ekseriyesi –Münif Sabri dışında - kendi dert ve çıkarlarına

Page 435: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

423

göre hareket ederler. Münif Sabri ise kendi vatanını düşünen bir insandır. Milletin

davasını kendi çıkarına tercih eden bir kişidir. Nihayette bulabildiği eski sevgilisini

ve İstanbul’da kavuştuğu vezifeyi bir yana bırakıp vatanın davasına kendi ruhunu

verir.

Müni Sabri, Ahmet Ziya’nın ilkokuldan beri sınıf arkadaşıdır. (s.188) Münif

Sabri, zekâlı ve yaşına göre “mütekâmil” bir genç olarak karşımıza çıkar. Dersleriyle

iktifa etmeyen bir öğrencidir. Bu yüzden öğretmenlerinin dikkatını çeker. (s.175–

176) Münif Sabri şiir meraklısıdır. Hem şiir okuyan, hem şiiri yazan bir gençtir.

Münif Sabri, şiir yazmasıyla Neveser’in dikkatını çekebilir. (s.188) Zaten Münif

Sabri, Neveser’i çok sever. Ama Neveser’den karşılık bulmaz. Bu sıralarda Münif

Sabri’nin bir şair mizacı olduğunu öğreniriz: “İlk gençlikte olur ya, karşılık

görmeyince Münif’in aşkı, sarsıcı bir tutkuya dönüştü. Neveser’siz edemiyor.

Haftada iki üç kere, onu mutlaka görmeli; görmezse, lâfını etmeli; lâfını edemezse,

hayalini kurmalı! Şiirler bile yazmadı mı? Tek meziyetleri içtenlikleri olan, kafiyeleri

yanlış, vezinleri düşük aşk şiirleri! Daha da ileriye gidiyor, aralarındaki kitap

değiştokuşundan yararlanıp, şiirlerinden bazılarını Neveser’e ulaştırıyor.” (s.190)

Bunun yanında da Münif Sabri sakin bir insandır. Az konuşur: “Münif, ‘sükûtî’ bir

erkek, çocukluğundan çok farklı, zorunlu olmadıkça ağzını açmıyor. Vahşi

sarışınlığı, sessiz ve vakûr ciddiliğiyle birleşti mi, büsbütün Osman Nevres’i

hatırlatmaktadır.” (s.303)

Münif Sabri kültürlü bir adamdır. Küçük yaştan beri kitapsız dolaşmaz.

(s.189) I. Dünya Savaşı esnasnda Seddülbahir muharebelerinde bacağı yaralanır.

Savaş sonrası ise Birlik’te yazılar yazar. (s.83) Bu sıralarda memlekete dönen Ahmet

Ziya’nın sayesinde Münif Sabri, Neveser’i yine görmeye başlar.

Münif Sabri milliyetçi bir insandır. Vatanperverdir. (s.303) Münif Sabri,

Mütareke yıllarında savaşın bitmediğini söyler. Bu yüzden millî mücadeleden çok

söz eder. Münif Sabri bu amaçla Anadolu’daki millî mücadeleye İstanbul’dan

istihbarat sağlar. Münif’in bu gayretleri işgal kuvvetleri tarafından anlaşılır ve çok

geçmeden vurulup şehit düşer. (s.383)

Page 436: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

424

Halıcızade Köse İsmail Bey, Abdi Bey’in babasıdır. Halıcızade İsmail Bey,

Selanik’te yaşayan zengin bir iş adamı olarak karşımıza çıkar. Aşağı Şehir’de halı

imalathanesini ve Kapalıçarşı’da mağazası vardır. (s.151) Halıcızade İsmail Bey,

dine önem veren bir insandır. Oğlu Abdi Bey’in haram ilişkisini öğrenir öğrenmez bu

ilişkiyi kestirmek için elinden geleni yapmaya çalışır: “Halıcızade ‘Köse’ İsmail bey,

‘müdet-i ömründe harama uçkur çözmemiş, mazbut, dini bütün bir adamdı’,

yüreğinin törpüsü, oğlunun bücürlüğüdür sanırken, ortaya ‘sefihliğinin’ atılması,

aklını başından aldı.” (s.151) Nihayette oğlu Abdi Bey’i tahsilini görmek için

Fransa’ya gönderir. Bunun yanında da Abdi Bey Fransa’dan döndükten sonra babası

tarafından Neveser ile evlendirir.

Neveser ve Ahmet Ziya’nın babaları olan Ziya Bey, Almanya’yı çok seven

bir insandır. Bu yüzden ‘Alaman’ lakabını alır: “Mahalle komşularına bakılırsa, evin

içi, zaten ‘Almanya’: elmalı Alman çörekleri, Bavyera şarapları, cilt cilt kitaplar vs.

Bunlara Ziya Bey’in, elinde olmaksızın ‘muhaverelerine’ kattığı, Almanya anıları

eklenirse; Selanik’lilerin ona, ‘Alaman’ Ziya bey adını takması, yadırganır mı?”

(s.182) Ziya Bey, kızı Neveser için Alman bir mürebiyyeyi getirir. Münich’ten bu

Alman mürebiyye, Neveser ve Ahmet Ziya’nın hem sağlıkları hem tahsil ve

terbiyelerine önem verir. (s.182)

“Esmer suratı” (s.176) olan Alaman Ziya Bey, “Rumeli Demiryolları

Kumpanyası’nda enspektör” olarak çalışır. (s.182) Ziya Bey, ışında çalışkan bir

adamdır. Bir süre Almanya’da çalışır. Sonra memlekete döner. Selanik’e dönünce

kumpanya onu muhasebe müdüriyetinde muavinliğe atar. Ziya Bey’in dürüs,

temeyyüz ve çalışkanlığı yüzünden enspektörlüğüe kadar yükselir. (s.181)

“Selanik’in ‘maruf’ simâlarından” olan Ziya Bey, kültürlü bir kişidir. (s.182)

Batılı bir tıp olarak karşımıza çıkan Gülistan Satvet, ilk olarak Fransa’da

ortaya çıkar. Abdi Bey Paris’teyken Matmazel Julie adını taşıyan biriyle tanışır:

“Çevresine, meyvalı süt kokuları saçıyordu. Şöyle bakarsan öyle kuvvetli bir ‘cazibe-

i cinsiyye’ ile yüklü ki, etkisine direnilemez. Parmakları teninize değmiyor, okşuyor;

gözleri, gözlerinize bakmıyor, ‘cennetleri’ vaadediyor.” (s.134) Bu sıralarda

Matmazel Julie, Abdi Bey’e gerçek adının Gülistan Satvet olduğunu söyler. “İsmim

Page 437: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

425

Gülistan, Gülistan Satvet, Osmanlı Sefaret Müsteşarı Refii Satvet Bey’in kızıyım.”

(s.135) Gülistan Satvet, çocukluğundan beri Paris’ta yaşar. Orada da tahsilini

bitirmişti. (s.135) Bu yüzden Gülistan Satvet Fransızlara Türklerden daha yakındır.

Gülistan Satvet, İstanbul’a döndükten sonra hep Batılı kişilerle görünür.

Gülistan, genel olarak her zaman Roza Mizrahi yalısında bulunur. Orada Batı

ülkelerinde gelen kişilerle yakınlık bulur. Gülistan Satvet sadece kültür bakımından

Batılı bir insan değil, ama aynı zamanda da dış görünüşten Batılı biri sayılır:

“Yüksek topuklarının üstünde, kaykıla kaykıla yürüyor, yürek biçimi boyanmış ağzı,

kulak hizasında kesilmiş abanoz siyahı saçları, sarkaçlı pırlanta küpeleriyle bir içim

su.” (s.40) Anlatıcı, romanda bu anlamı vurgulamaya çalışır: “Gülistan hoppa bir

kadın, hayatı aldatmacalar üzerine kurulmuş, işgal şehre çöreklendikçe o

Osmanlılıktan uzaklaşıyor: giyimi kuşamı, çoğu ecnebiden daha ecnebidir, sürü

püsüyle başa çıkılmaz!” (s.280)

Babası Paris’te Osmanlı Sefaret Müsteşarı olan Gülistan Satvet, “siyasete

düşkün”dür. (s.160) Bu yüzden Abdi Bey ile hep siyasette konuşur. Onu siyasette

çok sayıda sorular sorur. (s.135, 161)

Vatan Dediler romanında doksan altı kahraman bulunur. Romanın

kahramanlarının doksan beşi yaratma kişilerdir. Böylece elimizdeki roman, yaratma

kişiliğe dayanmaktadır. Karşımıza çıkan gerçek kişi, romanın başkahramanlarından

biri değildir. Üstelik Yunanlıdır. Böylece yazar, yaratma kişilerin gerçek şahısları

yansıttıklarını gösterir. Bunun yanında kişilerin adları, şahısların bir başka hususu

olarak önümüze çıkar. Romanda şahısların büyük bir kısmı, Tacım’lılar, Beyşehirli,

Adanalı, Erzurumlu Abdullah ve Akşehirli Saraç Musa gibi şehirlerine göre

adlandırılır. Burada yazar, bu kişilerin ne kadar toprak ve mekânla sık ilişkide

bulunduklarına işaret eder.

Talip Apaydın, Vatan Dediler romanında kahramanlık rolünü oynayan

kişilerin nitelik, sıfat ve tasvirlerine önemle yer verir. Ustalıkla ve kamera yöntemi

bakımından yapılan bu gibi tasvirler, hem kahramanların psikolojik ve ruhî

durumları, hem de savaşın zor koşullarını gösterir.

Page 438: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

426

Vatan Dediler romanında başkahram olarak Molla Mahmut karşımıza çıkar.

Molla Mahmut, romanda Anadolu’nın yiğit insanını temsil eder. Sıradan bir insan

olmasına rağmen kendi vatanını için yaptığı olağanüstüdür. Anne-oğul demeden

vatanına hizmet için koşar. Vatan Dediler romanında yiğit tip dendiği mi, Molla

Mahmut karşımıza çıkar. O aslında çok basit bir insandır, ama aynı zamanda

gerektiğinde kahramanlık, yiğitlik ve ataklığını gösterir. Romanın kişilerine

baktığımızda da bütün bu olumlu sıfatların, beş Tacımlılara uygun olduğunu buluruz.

Molla Mahmut, Tacım köyünden kaçan Kuvveyi Milliye çetesinden beş

atlıların başıdır. Beş atlılar, hazin ve üzüntü içinde köylerini terk ederler: “Tacım

köyü çetesinde artakalan beş atlı, gecenin karanlığında sessizce yol alıyorlardı. En

önde Molla Mahmut vardı.”… “Molla Mahmud’un başındaki kalpak onu karanlıkta

daha iri gösteriyordu. Bir eliyle mavzerin dipçiğini bastırıyor, öbür eliyle dizginleri

tutuyordu. Ata habire topuk vuruyordu. Düşmana yakalanmadan köyün sınırını bir

çıkıverselerdi, hep onu düşünüyordu.

- Dâh oğlum! diye soludu.” (s.5)

Anlatıcı, burada Molla Mahmud’un psikolojik durumuyla ilgili bilgi vermeye

çalışır. Molla Mahmut, vatanının hizmetine gider, ama aynı zamanda ailesine

üzgündür: “Mahmud’un yüzü bozuktu. Karısı ile oğlunu düşünüyordu. «Onlar da

böyle gittiler öyle ya? dedi içinden. Şimdi kimbilir nerelerde? Uygun bir yer bulup

yerleşebildiler mi? Yoksa aç açık ortalarda mı kaldılar? Murad’a iyi baksalar bari.

Hasta olmasa çocuk. Beni özlüyordur. Boba boba diye arıyordur. Hey Allah… Nasıl

perişan olduk böyle?»” (s.13) Bu yüzden ailesini nereye gittiğini bilmeyen Molla

Mahmut, düzenli orduya katıldıktan sonra ilk fırsatta ailesini bulana kadar arar.

(s.118)

Molla Mahmud, Tacımlı çetesinin başıdır. Onların kumandanlığı Molla

Mahmud’un üstüne atılır. Üstelik Molla Mahmut, onların tarafından güvenilen bir

kişidir: “İyi ki Mamıt var önümüzde. O nereye giderse oraya gideceğiz. O en iyisini

bilir.” (s.7) Onlar beraber köyden kaçarlar. Ama anlatıcı onların kaçış sebebinin

korkaklıktan kaynaklanmadığını ifade eder, ama karşı tarafta onlar düşmanca

Page 439: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

427

istenilen kişilerdir: “Biz Kuvayi milliyeciyiz. Bizi aradılar. Evleri didik didik ettiler.”

(s.15)

Molla Mahmut, düzenli orduya katılınca asker olarak tecrübeli olarak

karşımıza çıkar. Üstelik okuyup yazabilen biridir. (s.48) Molla Mahmut, eğitim

sırasında eski ve deneyimli bir asker olarak Teğmen Galip’in hoşuna gider:

“Komutanım, dedi. Biz köyde bir çete kurmuştuk. Kuvayı milliye çetesi. Binbaşı

Kâmil beyle birlikte Alaşehir basınına katıldık.” (s.55) Molla Mahmut savaşlarda da

yiğit ve cesur bir savaşçı olarak ortaya çıkar: “Molla Mahmut yüzünün terini sildi.

Bedeni yay gibi gerilmişti.. İçinde en ufak korku yoktu. Şu anda tek düşüncesi tepeye

çıkmak, düşman makineli tüfeğini arkadan kuşatmaktı.” (s.159) Molla Mahmut,

kendinin üstüne atılan bütün görevleri iyice tamamlar. Üstelik savaşma sırasında iyi

sınavlar verir. Bu yüzden kendine çavuşluk rütbesi verilir. (s.333) Molla Mahmut,

savaşta deneyimliği ve ataklığı yüzünden komutanların dikkatını çeker. Komutanlar,

Molla Mahmut’u üstün bir çavuş olarak askerlere örnek verirler. (s.341) Nihayette

Molla Mahmut, tam bir yiğit olarak arkadaşlarıyla birlikte savaşı kazanıp ordudan

terhis edilir. Köyüne zafer neşesiyle döner. (s.368)

Haceli, Tacımlı çetesinden biridir. Her zaman Molla Mahmud’un yanında

bulunur. Molla Mahmud ve Haceli, romanın sonuna kadar birbirlerinden ayrılmazlar.

Nöbetlerde bile Molla Mahmud’dan ayrılmaz. (s.301) Aslında Molla Mahmud’a çok

güvenir. (s.7) Haceli, düşmana karşısında tam cesur ve atak bir kahraman olarak

karşımıza çıkar. (s.213) O, Molla Mahmut ile birlikte diğer askerler gibi en zor

koşulları altında savaşır. (s.285) Molla Mahmud’a çavuşluk rütbesi verilir. Bu

sıralarda arkadaşı için çok sevinen Haceli, tertemiz bir insan olarak karşımıza çıkar.

(s.333) Savaş kazıldıktan sonra Haceli, ordudan terhis edilererk Molla Mahmut ile

birlikte köyüne döner. (s.368)

Çopur Hamdi de Tacımlı beş atlılardan biridir. Aynı duygularla düzenli

orduya katılan Çopur Hamdi, arkadaşlarından farklı değildir. Düşmana yiğit olarak

savaşan Hamdi, Kâzım’ın cenazesinde kendini tutamayarak ağlar. Kâzım, onun en

yakın arkadaşıdır. Hamdi, Kâzım’ın ölümünün üzerine çok acı çeker: “Senin yerine

Page 440: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

428

keşke ben ölseydim a Kâzım.” (s.183) Hamdi birkaç gün sonra kendini toparlayabilir

ve bütün dertlerini düşmana yükleyerek amansızca yaralayana kadar savaşır. (s.212)

Aşır, Tacımlı çetesinden biridir. Bütün Tacımlılar aynı koşullar altından

köylerini terk edip orduya katılırlar. Aşır’ın arkadaşları gibi tek gayesi, vatan

hizmetidir. Kuvayı Milliye çetesinin bir üyesi olan Aşır, diğer arkadaşlarıyla birlikte

daha önce savaşa katılamaz. O yüzden onların arasında kendisi suçlu olarak hisseder.

Aşır, bir yiğit ve cesur biri olduğu için bu duyguyu dayanamayarak hıçkırmaya

başlar. Ama Molla Mahmut başta olmak üzere Tacımlılar, Aşır’ın korkak olmadığını

söylerler. (s.7)

Aşır, Tacımlılarla süvari alayına katılır. Zor koşulların altında arkadaşlarıyla

birlikte savaşmaya katılan Aşır, bir yiğit olarak karşımıza çıkar. (s.182–183) Aşır, bir

savaşmada da ayağından yaralanır. Ama yararlı olmasına rağmen bir atak ve cesur

olarak sadece savaşa önem verir: “Bacağımdan yaralıyım Mamıt kardeş. Emme

önemli değil. Kazandık ya sen ona bak.” (s.197) Aşır’ın, yaralanarak hastanede

yattığını öğreniriz. (s.213)

Tacımlı çetesinden biri olan Kâzım diğer arkadaşlarıyla birlikte süvari

alayına katılır. (s.47) Savaş hattına giden Kâzım, kendini şu şekilde savaşmaya

hazırlar: “Kâzım saçını dibinden kestirmişti. Cascavlak başını kaşıyıp duruyordu.

Yeni başına daha alışamamıştı. Kalın kaşlarıyla bıyıkları kapkara görünüyordu.”

(s.147) Kâzım, İnönü Savaşı’nda bir yiğit olarak şehit düşer. Böylece Kâzım, Vatan

Dediler romanında zaferin külfetini verenlerinden biridir. (s.179–180)

Vatan Dediler romanında başarılı bir subay modeli veren Teğmen Galip,

“genç ama bilgili” (s.71) “Yirmi yaşında, uzun boylu fidan gibi bir delikanlı” (s.307)

olarak karşımıza çıkar: “Üçüncü bölüğün komutanı yedek teğmen çocuk yüzlü bir

gençti. Asıl mesleği öğretmenlikti, fakat hiç öğretmenlik yapmamıştı. Okuldan

mezun olunca birkaç arkadaşı ile birlikte doğruca askere alınmıştı. Kendisinden yaşlı

erlerle akşamlara kadar uğraşıp duruyordu. Hem onlara bir şeyler öğretiyor, hem

onlardan bir şeyler öğreniyordu. Üç ay içinde zayıflamış, yüzü de kapkara olmuştu.”

Page 441: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

429

(s.56) Geçen örnekte gördüğümüz gibi Teğmen Galip bilgili olmasına rağmen,

deneyimleri olan askerlerden faydalanmaya çalışır.

Teğmen Galip, çok çalışkandır. Orduya ait olan eğitim alanında yoğun bir

şekilde çalışan Teğmen Galip, bütün askerlerin saygısına sahiptir. Üstelik

konuşmalarında hep etkilidir: “Bütün erler nefesi kesmiş dinliyorlardı. Genç teğmen

inançlı, etkili konuşuyordu.” (s.68) Bu yüzden Mahmut, kendini şanslı sayar: “Çok

beğenmişti. Gençti ama yaman bir adamdı. Bir tuhaf olmuştu. «Şansımız varmış,

diye düşündü. İyi bölük komutanına düştük.»” (s.69)

Teğmen Galip, kendini askerlere şu şekilde tanıtır. Bu sıralarda Teğmen

Galip’in ne kadar vatanına önem verdiğini öğreniriz: “Eskişehirliyim. Öğretmenim

ben, ama hiç öğretmenlik yapmadım. Okuldan çıkınca doğruca asker oldum. Vatanı

kurtarmadan ne öğretmenlik yapılır, ne başka bir iş yapılır. Her şey ondan sonra

gelir. Babam anam nişanlıyacaklardı, kabul etmedim. «Düşmanı toprağımızdan

koğalım, ondan sonra» dedim.” (s.70) Teğmen Galip, zaman gittikçe askerler

tarafından daha da sevilir. Teğmen Galip de askerleri öz kardeşleri gibi sever. (s.78,

232–234) Nihayette Teğmen Galip cephede yiğitce savaşırken, şehit düşer. (s.305–

307)

Vatan Dediler romanında çok önemli ve roman boyunca süren tip, Türkler

arasındaki beraberliği gösteren kişilerdir. Bu gibi kişiler, umumiyetle savaşla

ilgilenmezler. Onlar genelde meslek sahipleridir. Ama aynı zamanda milletin

davasından ayrı değillerdir. Üstelik savaşa katılanlara hep deteklerler. Romanda

zahireci Yakup Efendi, bu tipi temsil eder. Afyon’da Yakup Efendi’nın bir zahireci

dükkânı vardır. Orduya yardım eder. Üstelik orduya katılmaya gelen gönüllüleri

yönlendirir. (s.28–29) Yakup Efendi güvenilir bir kişi olarak karşımıza çıkar.

Teğmen Galip, gece Akşehir’den arpa çuvallarıyla geldiğinde alayın hareket ettiğini

görür. Bu sıralarda Teğmen Galip, ordunun arpa çuvallarını bırakmak için Yakup

Efendi’den başka bir kişiyi bulmaz. Tek güvendiği kişi odur. (s.128)

Ayşa Kadın, Molla Mahmud’un annesidir. Romanda ana-oğul özlem ve

sevgisini temsil eden karakterler, Molla Mahmut ile annesi Ayşe Kadın’dır. Ayşe

Page 442: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

430

Kadın, Vatan Dediler romanında Kurtuluş Savaş döneminde kadınların katlandıkları

sıkıntı ve acıyı gösteren kadın kahramandır. “Yaşlı yüzü kırış kırıştı. Başörtüsünün

altından ak saçları görünüyordu.” (s.269) diye tanıtılan Ayşe Kadın Tacım köyünde

ailesiz tek başına kalır. Oğlu Molla Mahmut, orduya katılmaya gider. Mahmud’un

eşi ve oğlu ise, düşmandan kaçarak Akşehir’e giderler. Ayşe Kadın ise, kendi

yetiştiği köyünden ayrılmak istemez. (s.82–84) Ayşe Kadın, oğlu Molla Mahmud’u

çok seven bir kadındır. Her zaman onu özler. Onun yine dönmesini dört gözle bekler.

Hayatta tek ümidi, budur. (s.138)

Vatan Dediler romanında Türkler arasında olumsuz kişilerin sayısı çok azdır.

Onlar sadece iki kişidir. Hacı Nuri, bu iki olumsuz kişilerin ilki olarak karşımıza

çıkar. Kökez’li Hacı Nuri, düşman subaylarını israrla evine yemeğe çağırır. (s.90–91)

Haci Nuri zengin bir adam, ama cahildir: “Zengin ama görgüsüz. Körkütük cahil.

Vurup kırıp zengin olmuş.” (s.104) Hacı Nuri, bu yaptığıyla Yunanlı subayların

gözünde bile alçak bir adamdır: “Ben dedim size komutanım, en aşağılık adam

bunlar. Kim güçlüyse ondan yana olurlar. Kendi çıkarları için yapamıyacakları şey

yoktur.” (s.104–105)

Vatan Dediler romanında karşımıza çıkan ikinci olumsuz kişi, İbrahim

Bey’dir. İbrahim Bey Tacımlı çetesini kurdurmasına rağmen savaşa katılmaz.

İbrahim Bey’in bu davranışyla hep Molla Mahmud’un kafasında bir soruyu

uyandırır. Ama savaş boyunca Molla Mahmut, bu sorunun yanıtını bulamaz. Molla

Mahmut ile Haceli, İzmir’e düşmanın peşinde ulaşırlar. İki Tacımlı asker, İzmir’in

bir sokaklarından geçerlerken, İbrahim Bey’e rastlanırlar. Bu sıralarda İbrahim

Bey’in asıl ve gerçek gayesi ortaya çıkar. İbrahim Bey, bir dükkânın tabelasını kendi

adıyla değiştirir. Öyleyse İbrahim Bey, vatan için değil, para için onları kullanır:

“Mahmut’un yüzü iyice kararmıştı. Burnundan soluyordu. Dışarı çıkınca ardına

bakmadan yürüdü. İçinde bir yer kırılmıştı. Kızıyordu bir şeylere. Ama kime

kızdığını iyi kesiremiyordu.” (s.366)

Page 443: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

431

5- Cumhuriyet Dönemi

Kırım (Türk’ün Dramı) romanında kırk yedi kişi bulunmaktadur. Romanın

kahramanları yaratma kişilerdir.

Romanın başkahramanı olarak karşımıza çıkan Alparslan, on dokuz yaşında

bir gençtir. (s.66) Alparslan, yiğit ve cesur bir genç olarak karşımıza çıkar.

Hastanedeki hastalara eziyet eden Rus Yüzbaşı’yı gören Alparslan, durumu

dayanamayarak onu öldürür. (s.11) Türk hastaları yıkmak için gaz dolu üç kamyon

Ruslar tarafından gönderilir. Bunu öğrenen Alparslan, kamyonlardan birisini yakıp

kaçar. (s.13) Bütün bunları yapan Alparslan, kendisinden razı değildir. Çünkü bütün

hastaları kurtaramaz. (s.28–29)

Alparslan, halasına ziyaret etmek için gittiğinde halasının Ruslar tarafında

öldürüldüğünü görür. Bu sıralarda rastladığı Rus askeri öldüren Alparslan, Ruslardan

nefret eden ve eziyet çeken bir kişi olarak gösterilir: “Alçaklar ne ettiniz bana,

babamı sürgün ettiniz. Anamı astınız. Dayımı direğe bağlayarak öldürdünüz.

Halamın ırzına geçerek öldürdünüz. Ya şimdiye kadar öldürülen din kardeşlerim. Ya

yakılmaya götürülen hastalar, ahhh cinnet getireceğim. Ey büyük Allahım, beni

yaşat, bu vahşetlerin hesabını sorayım… Ey gahhar olan Mevlâ, beni yaşat. Kırım

Türk’ünü yaşat, İslâmı yaşat, moskofu kahret… Dinsizleri kahret…” (s.24–25)

Annesi öldürüldükten sonra Alparslan, amcası Süleyman Bey’in evinde

oturur. Bu sıralarda Alparslan’ın, konuşturduğu bir Rus askeri tarafından hastanede

hala elli kişi bulunduğunu öğrenir. Yiğitliği ve cesaretini sürdüren Alparslan,

hastaneye Rus askeri kıyafetiyle hasta Türkleri kurtarmaya gider. (s.38) hastaları

kurtaran Alparslan, milletini seven bir insan olarak Türk mukavemet teşkilâtı ile

faaliyetlerini sürdürür. (s.41) Amcasının kızıyla nişanlı olan genç Alparslan, milletini

ve vatanını kurtarmaktan başka bir şey düşünmez.

Alman birlikleri Akmescit’e doğru ilerleyince Rus askerleri Kırım’dan

uzaklaşmaya başlar. Bu sıralarda Alman kuvvetleri Alparslan’a çok benzeyen bir Rus

casusunu yakalarlar. Alman komutanı, Ruslara yanlış bilgiler vermek üzere bu

Page 444: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

432

casusun yerine Alparslan’ı gönderir. Alparslan cesaretle Rusya’ya doğru gider.

Üstüne atılan görevi başarıyla tamamladıktan sonra yine Kırım’ döner. (s.87) Çok

geçmeden Rus çeteleri Kırım’da katliamı yapmaya başlar. Bu çetelerin karşısında

duran Almanlar değil, ama Türk mukavemet teşkilâtıdır. Bu teşkilâtın gönüllü

taburlarında yer alan Alparslan, yiğitce vatanını kurtarmaya çalışır. (s.90–93)

Kırım’a dönen Ruslar, Türkleri Kırım’dan tehcir ederler. Alparslan ise,

Sibirya’daki sürgünde kendi babasını bulur. (s.115)

Süleyman Bey is, Alparslan’ın amcasıdır. İyi bir insan olarak karşımıza çıkan

Süleyman Bey, annesi öldürülen Alparslan’ı kendi evine götürür. Süleyman Bey

Türk geleneklerine bağlı bir insandır. (s.29) Süleyman Bey, vakur bir insandır. Onun

gayesi, vatandır: “Vatan için herşeye hazırız. Bu uğurda canımızı bile veririz.” (s.35)

NKVD’a tabi olan kızıl partizan çetelerinden biri, Süleyman Beyinin evini

yakar. Süleyman Bey ile eşi yanarak ölürler. (s.56)

İlyas Bey ise Süleyman ve Alparslan’ın komşusudur. (s.52) Süleyman Beyin

öldürülmesinden sonra Sultan ve Alparslan’ı kendi evine götürür. İlyas Bey, dindar

bir insan olarak karşımıza çıkar. Üstelik alçak gönüllü ve iyi bir insandır. Sultan’a

iyice bakan İlyas, Alparslan’la çok ilgilenir. (s.59)

İlyas Bey, namazı kılmak için camiye gelir. Güzel sesi olan İlyas Bey, ezan

okumak için cami imamından izin alır. Gür ve güzel sesiyle ezan okumaya başlar

başlamaz bir Rus ajanı tarafından kurşunla öldürülür. (s.97–98)

Rus Yüzbaşı, Rus polis istihbaratı olan NKVD mensuplarından biridir.

Canavar ve vahşidir. Merhamet bilmeyen ve kana susanmış olan Rus Yüzbaşı, şu

şekilde tanıtılır: “İri yarı, domuz suratlı Rus Yüzbaşı, hastane koğuşuna girdi. Kin ve

intikamla parlayan kızıl gözleri kayışa dönen kirli yataklara takıldı. Sonra küflenmiş

ekmeği, bulanık suyu görünce içi burkuldu. Bakışlarını hastalar üstüne çevirdi.

Korkunç bakışlardan çekinen hastalar gürültüyü kestiler. Hatta iniltiyi bile…” (s.4)

Page 445: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

433

Rus Yüzbaşı, merhametsiz ve amansızca hastalara davranır. Hastaları daha da

korkutmaya çalışan yüzbaşı, kendisini hastalara şu şekilde tanıtır: “Bana «Kızıl

Canavar» derler. Bilmiyorsanız öğrenin. Ben bu ünvanı Türklerin kanını emmekle

aldım.” (s.7), “Ben ise hayatta Allah’a inanmam. Allah yoktur.” (s.8)

Anlatıcı ise, yüzbaşıyı şu şekilde takdim eder: “Yüzbaşının sözü üzerine

gözler faltaşı gibi açıldı. Pencerede saklı bulunan genç sarsılır gibi oldu. «Kızıl

Canavar» ismi ona yabancı gelmemişti. «Bu bir NKVD ajanı. Nice Türk köylerini

yakıp yıktı. Nine ocakları söndürdü. Bu yüzlerce can kıyan, kan emen kızıl vampir.

Tamam bu domuza «Kızıl Canavar» lâkabını Türkler vermişti. Evleri basarak genç,

ihtiyar, kadın, kız tefriki yapmadan kurşuna dizen, nice yuva bozan kızıl baykuş… ”

(s.7) Nihayette Yüzbaşı, Alparslan tarafından öldürülür. (s.11)

Alman Binbaşı Müller, İkinci Dünya Savaşında Kırım’a giren Almanları

temsil eder. Rus çeteleri tarafından öldürülen Süleyman Bey’in cesedini gören

Binbaşı Müller üzülür. Anlatıcı, bu sahnede Binbaşı Müller için şu nitelikleri

kullanır: “Binbaşı Müller cesetleri görünce içi burkuldu. Yahudileri ve komünistleri

kızgın fırınlarda yakan, bu kara vicdan, bu vahşi tablo karşısında acımıştı…” (s.57)

Almanları temsil eden Müller, Rusların Kırım Türklere yaptıklarını yapamaz.

Binbaşı Müller insanî durumlarda iyi bir asker komutanı olarak karşımıza

çıkar. Anne ve babasının ölmesine dilini tutulmuş olan Sultan’a bir Alman dokturu

tavsiye eder. Üstelik kendi çıkarına olsa bile Alparslan’a iyi davranır. (s.61)

“Güler yüzlü” Binbaşı Müller zekidir. Alparslan’a çok benzeyen yakalanan

Rus cesusunun yerine Moskova’ya Alparslan’ı göndermeyi düşünür. Bunun için

Alparslan’a gereken eğitim ve talimat kısa bir sürede verir. (s.66)

Romanda karşımıza çıkan kadın kahramanların başında gelen Süleyman

Beyin kızı Sultan, Alparslan’ın nişanlısı olarak karşımıza çıkar. (s.29) Alparslan’ı

çok seven Sultan, cesarette Alparslan’dan farklı değildir. Sultan, kendine saldıran

Rus askeri cesaretle öldürür. (s.46)

Page 446: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

434

Sultan ailesi çok seven bir kızdır. Ailesi yangında öldüğünde Sultan dili

tutulur. (s.57) Sultan, Alparslan ile evlenip Hasan diye bir çocuğu doğar. (s.94)

Ruslar tarafından tehcir edilenlerin arasında yer alan Sultan, kendi namusu için ölür.

Ama ölmeden önce birkaç Rus askeri öldürdüğünü öğreniriz. (s.111)

Romanda kişileştirimiş diğer kadın kahramanlar ise, genellikle Alparslan’ın

akraba çevresindedir. Onların rollerini kısa olsa bile Kırım Türklere yapılan katliamı

gösterir. Alparslan’ın halası olan Zeynep, Ruslar tarafından öldürülür. (s.22)

Süleyman Beyin karısı Hacer Hanım, Alparslan’a kendi öz oğlu gibi bakar. (s.26)

Ama o da Rus çeteleri tarafından yangında şehit edilir. (s.56)

B) Tarihî Şahsiyetler

1- Selçuklular Devri

Sultan Alp Arslan124, Melazgirt’in Üç Atlısı romanında sadece Malazgirt

meydan savaşında karşımıza çıkar. Yahya Kemâl, “Alp Arslan’ın Rûhuna Gazel”

adlı şiirinde Sultan Alp Arslan’ı över ve onun muzaffer başbuğu Alp Arslan’ı “cedd-i

ekberimiz” olarak yüceltir.125 Alp Arslan’ın bu niteliğinin, Malazgirt’in Üç Atlısı

romanında etkisini buluruz: “Alp Arslan! Sultan babamız ne babayiğit bir

komutandı! Gözlerinden, sanki şimşikler fışkırıyordu. Başında, güneş ışığında

parıldayan bir tolga bulunuyordu. Adaleleri gerilmişti. Her birimizi teker teker

süzüyordu. Bizleri süzerken, gözlerindeki sertlik kayboluyor o zaman bu gözlerde,

bir babanın evlâdına bakarken duyduğu sevgi ve şefkat okunuyordu.” (s.206)

124 Sultan Alp Arslan: Büyük Selçuklu hükümdarı (1029?-Merv 1072). Çağrı Beyin oğlu. Her aşamda,babası tarafından özel bir surette yetiştirildi. Amcası Tuğrul Bey’in bazı sefelerine katıldı; bunlardaaskerî dehasını gösterdi. Amcası Tuğrul Bey’in ölümü üzerine de büyük Selçuklu sultanı oldu (1063).İlk seferi Kafkasya üzerinedir. Gürcistan ve Doğu Anadolu seferine çıktı. Bu sırada Ermenilerin enbüyük şehirlerinden olan Ani ve Kars’ı fethetti (1064). Alparslan, 26 Ağustos 1071 Cuma günüBizans ordusuyla Malazgirt civarında az bir kuvvetle karşılaşıp muzaffer çıkar. Bu başarı İslâmdünyasında büyük yankılar uyandırdı. Adı İslâm fetihleri arasında yer aldı. Ertesi yıl, Batı Karahanlıhükümdarı Nasr üzerine sefer açtı. Yolda fethettiği bir kalenin kumandanı olan Yusuf tarafındanöldürüldü. “Alparslan” madde, Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.1125 Mustafa Özbalcı, Yahyâ Kemâl’in Şiirlerinde Târihî Muhatevâ, Türk Yurdu, c. 10, 24. Sayı (372),Mart 1989, s.18

Page 447: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

435

Sultan Alp Arslan, Malazgirt meydanına gelip savaşçıların önünde ünlü

duasını şu şekilde söyler: “Ya Rabbi, Seni kendime vekil yapıyor, azametin

karşısında, yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ey şanı Yüce

Allah’ım; niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde yalan varsa beni kahret!”

(s.207) Sultan Alp Arslan’ın bu duası, askerleri heyecanlandırır.

Sultan Alp Arslan, askerleri tarafından çok, ama çok sevilen bir sultandır.

Bütün askerler, Alp Arslan’a “Ey Sultan, ne yaparsan, senin arkandayız. Asla,

emrinden ayrılmayacağız.” (s.207) derler. Elbette böyle ordunun sultanı için, zafer

gerçek olmalıdır.

Sultan Alp Arslan, halis niyetli bir sultandır. Bütün yaptıkları Allah ve İslâm

içindir. Savaş bittikten sonra Sultan Alp Arslan, her savaştan sonra yaptığı gibi

kaftanının üzerindeki tozları süpürerek bir kutuda koyar. Hem de bunu kimseye

bırakmayarak kendisi yapar. Ve şu vasiyeti yapar: “Ben öldüğümde, beni yıkadıktan

sonra cenazeme koku yerine bu tozu serpiniz ki, bununla Allahu Tealâ’nın huzuruna

varayım. Umulur ki, mücahitlerin mükâfatından ben de istifade ederim.” (s.217–218)

Sultan Alp Arslan kumandanlarından biri olan Emir Afşin126, ilk olarak eski

arkadaşı Numan Dede’in evinde karşımıza çıkar. Emir Afşin’in romanda başlıca

özelliği, uzmanlıktır. Emir Afşin, bir savaş uzmanıdır. Tek bir testten Aksungur’un

ne kadar cesur olduğunu anlar. Emir Afşin, Selçuklu Türk Devleti’ni kurmaya çaba

gösteren adamlardan biridir: “Başladığımız işi, bu gençler, Aksungur gibileri

yürütecek. Anadolu fetihlerine biz başladık; onlar devam edecekler. Büyük Selçuklu-

Türk Devleti’nin haşmetini sürdürecek olanlar onlardır. Bu genç bana gençliğimi

hatırlattı. Neydi o günler? Çağrı Beyle yıllarca evvel Rum diyarına dalışımız bir

masal gibi geldi aklıma.” (s.34) Emir Afşin yüzünden yiğitlik, cesurluk ve mertlik

126 Afşin: Selçıklu komutanı (XI.yy.). Gümüştigin ile birlikte Anadolu’da gaza ile görevlendirildi.Malatya yakınlarında Bizans ordusunu yendi (1064), Kayseri’yi ele geçirdi (1067). Kilikya’ya girdi.Alparslan’a karşı ayaklanan şehzade El-Basan’ın üzerine gönderildi. Bizans’a sığınan El-Basan’ıizlerken Amuriye’yi ve Denizli yakınlarındaki Honaz’ı aldı, Marmara kıyılarına kadar ilerledi.Malazgirt Savaşı’na (1071) katıldı. Melikşah’ın Suriye emiri Tutuş’un emrine girmek istemesine karşıçıktı, çevreyi yağmalayarak Diyarbakır’a gitti (1079). “Afşin” madde, Büyük Larousse Sözlük veAnsiklopedisi, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1986, c.1

Page 448: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

436

akar. (s.29–30) Emir Afşin, Anadolu fetihleriyle meşgul olduğu için bir yerde

durmaz. (s.45)

Emir Afşin, savaş meydanında ise, bir başka özellikler karşımıza çıkar: “Emir

Afşin atını birliğimizin ortasına doğru şimşek gibi sürdü. Hey ihtiyar kurt! Hey koca

gazi! Görünüşünde, şimdi bambaşka bir heybet vardı. Tolgasının altındaki çatık

kaşlarının arasından, sanki göz değil iki alev fışkırmıştı. Bıyıkları dikleşmiş, yüzüne

korkunç bir heybet gelmişti. Birliğin tam ortasında dizginleri çekti.” (s.204)

Hasan Sabbah127’a tarihî roman sahasında ilk kez temas suretiyle dikkat

çeken Ahmet Midhat’tır.128

Hasan Sabbah, Malazgirt Üç Atlısı romanındaki kötü kahramanlar arasında

yer alır. Hasan Sabbah, Aksungur’un kızkardeşi Çiçek Banu’yu kaçırır. Onu serbest

bırakmak için Aksungur’dan Sultan Alp Arslan’ın öldürmesini ister. Aksungur,

Hasan Sabbah’ı şu şekilde tasvir eder: “Adam; otuz beş yaşlarında gözüküyordu.

Yüz hatları gayet keskindi. Çehresi, pek çirkin olmamakla beraber, bu çehrede

hoşlanmadığım bir hâl sezdim. Gözler; insanın ruhuna tesir edecek kadar keskin

bakıyordu.” (s.112)

Hasan Sabbah, romanda kurnaz bir insan olarak karşımıza çıkar. Mısır’a gelir.

Oradaki halifenin ihtiyalığından faydalanarak gizli faaliyetlerini sürdürmeye çalışır.

Hasan Sabbah, Sultan Alp Arslan’ı öldürmek ister. Bunu gerçekleştirmek için

sultanın yakın kumandanlarına bakmaya başlar. Onlardan Aksungur’u seçer. Çünkü

Aksungur, Sultan Alp Arslan’ın huzuruna serbestçe girip çıkar. Aksungur, bunu

kabul etmeyerek kızkardeşini kaçırır. Buna çok öfkelenen Hasan Sabbah,

Aksungur’u zindana attırır. Halifenin kızı Preses Süreyya, Aksungur’u zindandan

127 Hasan Sabbâh; İran’daki İsmâiliyye Devletinin kurucusu ve Bâtınîliğin bir kolu olan Haşşaşînfırkasının reisi. İsmi, Hasan bin Ali bin Muhammed bin Ca’fer bin Hüseyin bin el-Sabbâh el-Himyerî’dir. Hasan Sabbâh veya Hasan bin Sabbâh diye şöhret bulmuştur. Doğum târihi belli değildir.İran’ın Rey şehrinde doğdu. 1124 (H.518)te öldü. Hasan Sabbâh İran’da fedâyîn diye bir teşkilâtkurup, meşhur adamları öldürmeye başladı. 1081 (H. 473) de etrafına topladığı kimselerleSelçuklulara karşı isyân edip birkaç kaleyi işgâl ederek, İsmâiliyye Devletini kurdu. Kazvin’in kuzeybatısındaki Alamut Kalesini 1090 (H. 483)da eline geçirdi. “Hasan Sabbâh” madde, Yeni RehberAnsiklopedisi, İhlâs Holding, İstanbul, 1994, c. 8128 Zeki Taştan, Türk Edebiyatında Tarihî Romanlar (Türk Tarihi İle İlgili, 1871–1950), s.731

Page 449: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

437

kurtardıktan sonra şu şekilde Hasan Sabbah’ın kurnazlığından bahseder: “Hepsini

öğrendim ve utançtan kahroldum. Emin olun ki; babamın, bundan hiçbir rolü yoktur.

Bu şeytanca oyunu tertipleyen o melun Hasan Sabbah’dır. O adamdan, ben hiçbir

zaman hoşlanmamıştım zaten. Hoşlanmayacağım da. Öyle sanıyorum ki; bizim

başımıza daha çok dertler açacaktır bu adam.” (s.171)

IV. Murad–2 romanında ise Molla Doğan ile İdris Efendi arasındaki

konuşmada, Hasan Sabbah hakkında şu şekilde bilgiler verilir: “Bir vakitler Hasan

Sabbah’ın kurduğu bu fitne ocağının günümüze kadar geleceğini söyleseler,

inanamazdım.

Hasan Sabbah, Sultan Alparslan’ın namlı veziri Nizamül Mülk’ün medrese

arkadaşımıymış…

Öyleyse, evet, lâkin nicelerinin canına kıymış, uyuşturucu tozlarla nice

gençleri mahvetmiş, dünya cenneti vâdiyle nicelerini kandırıp emellerine alet

eylemiş, görünen yüzü desem yanlış olmaz herhalde.” (s.93)

2- Eyyûbîler Devri

Eyyûbîler Dönemini ele alan, sadece tek roman olarak Selâhaddin Eyyûbî

bulunur. Selâhaddin Eyyûbî romanında kırk iki kişi bulunmaktadır. Romandaki

kahramanların yarısına yakın gerçek şahsiyetlerdir. Romandaki Selâhaddin Eyyûbî

başta olmak üzere önemli ve ön planda olan kahramanlar, gerçek kişilerdir.

Necmettin Eyyûb129, Selâhaddin’in babasıdır. Baalbek Valisi olarak

karşımıza çıkar. İslâm âlemiyle yakından ilgilenen Necmettin Eyyûb, oğlu

Selâhaddin’in kendisi gibi olmasını ister. Sultan Nûreddin Zengî, Selâhaddin’i

yanına almak için bir elçisiyi gönderir. İlk olarak Selâhaddin gitmek istemez. Ama

babası Necmettin Eyyûb’un ısrarıyla gider. Ama Selâhaddin, Sultan Nûreddin

129 Necmeddin Eyyub, tam adı Necmeddin Eyyub bin Şadi (ö.1173), Eyyubîlerin atası. SelahaddinEyyubî’nin babasıdır. Bir Kürt ailesinden geliyordu. Kardeşi Esededdin Şirkuh’la birlikte önceSelçukluların, daha sonra İmadeddin Zengi’nin hizmetine girdi. İmadeddin Zengi tarafından Baalbekmuhafızlığına atandı (1139). Daha sonra Şam valisi oldu. Bu görevi sırasında Şirkuh ile birlikteHaçlılara karşı Suriye’nin birliğini sağladı. Yaşamının son yıllarında oğluna danışmanlık yaptı.“Necmeddin Eyyub” madde, Ana Britannica Ansiklopedisi, Ana Yayınları, İstanbul, 1993, c.23

Page 450: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

438

Zengî’nin yanına gitmeden önce Necmettin Eyyûb, oğlu Selâhaddin’e şu şekilde öğüt

verir. Öğütlerden Selâhaddin Eyyûbî gibi bir insanı yetşitiren adamın kim olduğunu

anlayabiliriz: “Serdar ol, yol açılırsa sultan ol; ve bizim yüreğimizi yıllardan beri

dağlayan kardeş kavgasına bir son ver. Müslümanları etrafında toplayarak ehl-i salibi

yere ser! Dinini, inançlarını dünyanın teey öteki ucuna götür. İslâm medeniyetini

yayabildiğin kadar yay. İnsanlık İslâm adaletini tanısın ve bu İlâhî adaletin

gölgesinde huzurla yaşasın.” (s.36)

Selâhaddin Eyyûbî130, romanın başkahramanıdır. Zaten roman kendi

etrafında toplanmaktadır. Selâhaddin Eyyûbî, edebî sohbetlerle çok ilgilenir. Ama

Nûreddin Zengî’nın isteğine göre savaş meydanlarına gider: “Fakat kader kolundan

çekmiş, çok sevdiği edebî sohbetlerden kopardığı gibi muharebe meydanlarına

sürmüştü. Yirmi dört yaşlarında idi. Kalem ile kâğıt arasına sıkışan yirmi dört koca

yıl.” (s.22) Mısır’daki Halife çaresizlik içinde Nûreddin Zengî’den yardım ister.

Nûreddin Zengî de ona Selâhaddin Eyyûbî’yi gönderir. Selâhaddin ise Frankları

dağıtır. “Ve saltanat kapısının eşiğinden istemeye istemeye girdi.” (s.37)

Selâhaddin Eyyûbî, romanda kendisi düşünen bir insan olarak sunulmaz, ama

sadece ve sadece İslâm dünyasının durumuyla meşgul olan bir kumandan olarak

karşımıza çıkar. İslâm dünyasındaki birliği ve beraberliği sağlam tutmaya çalışır:

“Tam on yıl. Kılıç elde, at yahut deve sırtında savaşarak geçen on koca yıl İslâm

âlemindeki dağınıklığı bir ölçüde durdurmuş, bir ölçüde toparlamış ve Müslümanlar

birbirleriyle muharebe etmek yerine, bölük bölük birleşerek müşterek düşmana karşı

çıkmışlardır. Zafer destanları ardı ardına yazılıyor, Selâhaddin Eyyûbî ismi, teey

130 Selâhaddin Eyyûbî:(1137–1193) Eyyûbîler Devletinin kurucusudur. Tekrit’te doğdu. On yediyaşındayken, Atabek Nûreddin Zengî’nın sarayına alındı. Nûreddin Zengî, 1162’de Mısır’lailgilenmeye başladı. Komutanı Şirkûh’u Haçlılara karşı savaşması için Fâtımî halifesi El-Adid’inhizmetine verdi. Selâhaddin’i de yardımcısı olarak onun yanına kattı. Şirkûh de çok geçmeden vefatetmesi üzerine Selâhaddin Eyyûbî 26 Mart 1169’da Halife El-Adid tarafından amcasının yerine vezirtâyin edildi. 1171’de Fâtımî Halifesi Adid öldü. Bundan sonra Selâhaddin Eyyûbî Mısır’da idâreyibütünüyle ele aldı. Papa III. Clemens’in teşvikiyle Fransa, İngiltire kralları ile Almanya imparatorukumandasında Eyyûbîler üzerine Üçüncü Haçlı Seferi (1189–1192) yapıldı. Selâhaddin Eyyûbî, bütünAvrupa’nın ve Hıristiyan âkemin seferber edilerek toplandığı orduya, 1192 Kasımına kadar devameden uzun muhârebelerle karşı koydu. Selâhaddin Eyyûbî Üçüncü Haçlı Seferi sonunda, Filistin’dekihâkimiyetini kuvvetlendirip Kudüs’ü tahkim ettirdi. Selâhaddin Eyyûbî, 4 Mart 1193 târihindeŞam’da vefât etti. Yirmi beş senelik vezirlik ve sultanlık hayatı, hep İslâmiyete hizmetle geçmiştir.Târihte pek nâdir yetişen şahsiyetlerden biriydi. “Selâhaddin Eyyûbî” madde, Yeni RehberAnsiklopedisi, İhlâs Holding, İstanbul, 1994, c.17

Page 451: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

439

dünyanın öteki ucuna doğru efsaneleşiyordu. O böyle olsun istememişti. Mümkün

olsa meçhul bir İslâm mücahidi olarak kalacaktı.” (s.22) Sultan Selâhaddin Eyyûbî,

hep Müslümanları düşünür. Müşlümanlar arasında fitnenin girdiği zaman üzülür.

Yaşadığı dönemin sultanlarından farklıdır: “Hayatında çok seyrek yaptığı bir şey

yaptı: ağladı. Evet, beldeler fetheden, sultanlara diz çöktüren, krallara baş eğdiren,

yenilmez denilen orduları yenen, alınmaz sanılan kaleleri alan Sultan Selâhaddin

Eyyûbî ağlıyordu. Müslümanlar arasına fitne girdiği için ağlıyordu. Ağlıyordu işte,

ağlanacak durumda olduğu için…

Başka biri olsa belki sevinecek. Musul atabeki ile Halep Sultanı ölmüşlerdi.

Fırsat peşinde koşsa, bu tam tamına fırsattı. Çıkan karışıklığı nimet bilip Musul’a,

ardından Halep’e yürüyebilir, bir çırpıda topraklarına katabilirdi. Fakat aklından dahi

geçmiyordu. İslâm ittihatına zarar vermedikten sonra, İslâm topraklarında hangi

Müslüman emir hüküm sürerse sürsün, gözü yoktu.” (s.88)

Selâhaddin Eyyûbî, kendi gözünün önünde Kudüs’ü bulundurur. Romanda

Selâhaddin Eyyûbî’nin endişesi, Kudüs’tür. Kudüs’ü Haçılara bırakmak istemez.

Bunun için sürekli olarak Mısır’dan güç ve asker alarak Kudüs’e gider. Cesur ve

ısrarlıdır. Tih çölünde ölüme yaklaşırken, Mısır’dan askerleri toplayarak bir ay içinde

Kudüs’e yine döner. (s.44)

Haçlılar karşısında bütün cesaretlik ve kahramanlıkla savaşan Selâhaddin

Eyyûbî, düşmanlarını düşündürerek şaşırır: “Danimarkalılarla İtalyanlar dehşette

kalmışlardı. Sultan şimdiye kadar karşılaştıkları kumandanlardan hiçbirine

benzemiyordu. Askerî insanlardan mı meydana gelmişti, meleklerden mi, cesaret

karşısında başları dönmüştü. Gelirken normal insanlarla savaşacaklarını sanmışlar,

mutlak zafere ulaşmayı ummuşlardı. Görüyorlardı ki, Sultan ve ordusu alışılmışın

dışındaydı. Belki de aralarında ifritleri, cinleri, perileri almışlardı. Yoksa ne mümkün

insanın bu derece hızlı hareketi, bu derece mahareti, sebatı, cesareti.” (s.156–157)

Sultan Selâhaddin, alçak gönüllü ve mutavazi bir insan olarak karşımıza

çıkar. Kudüs’e girer. Haçlılardan olan Balion, Sultan Selâhaddin’e altından yapılan

bir sandalyeyi getirir. Ama sultan sandalyeyi bırakıp bir sedir üstüne oturur. (s.142)

Page 452: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

440

Selâhaddin Eyyûbî, askeri alanda mahir ve çok zekidir. Her zaman askeri

planlarda yaratıcılığa sahiptir. Askalan kalesinde muhasara altındadır. Üstelik kalede

askerler için yiyecek şey kalmaz. Bunun karşısında Selâhaddin Eyyubî’nin yaptığı

planla Haçlıları korkutarak sulh teklifini imza attırır. Böylece askerleri birlikte zara

görmeden kaleden çıkar. (s.14) Yine de Kral Gui, Kudüs’ü Sultan Selâhaddin’e

teslim ettikten sonra Akka kalesini almaya gider. Ama bunu daha önce bekleyen

Sultan Selâhaddin, kral Gui’den daha önce kaleye gelir. (s.156) Selâhaddin Eyyûbî,

Avrupa’dan gelen Haçlı orduları karşısında ilk karşılaşmada Haçlı ordularının üçte

birini telef eder. (s.165)

Sultan Selâhaddin Eyyûbî’nin Haçlılara karşı savaşta uyguladığı planlarda

hem maharet hem de yaratıcılık vardır. Kuşatma altındayken, başka bir yol denemeye

karar veren Sultan Selâhaddin, Akka kalesinde bir miktar asker bırakıp bir gece

yarısı ordunun çoğunu yanına alarak Harrube Dagı’na çekilir. Haçlılar kaleden

Sultanı beklerken birden hücuma uğrarlar, Sultan anında vurur ve tekrar dağa çekilir.

Bu şekilde düşmanı şaşırtan Selâhaddin Eyyûbî, asıl amacı zaman kazanmaktır.

Çünkü aynı sıralarda Sultan Selâhaddin, Mısır’dan taze kuvvetleri bekler. Yeni

askerler geldikten sonra Sultan Selâhaddin, maharetle yapılan sahte bir ricatla açık

arazide Haçlı ordusunu yenilgiye yğratır. (s.162–165)

Sultan Selâhaddin Eyyûbî, ölümüyle bile Müslümanlara ibret vermek ister.

Kendi arzusuna göre kefeni, geceboyu şehirde dolaştırılır. Tellâller ise şu şekilde

seslenirler: “Eeey Müslüman Millet! Eey Ümmet-i Muhammed! İşte Sultan

Selâhaddin bu kadar büyük mevkilere gelip şan ve şerefe nail olmuşken, dünyadan

yalnızca şu kefenle gidiyor!” (s.184)

Turan Şah131, Sultan Selâhaddin’in kardeşi ve yardımcısıdır. Turan Şah,

Selâhaddin Eyyûbî romanında cesur ve yiğit bir savaşçı ve kumandan olarak

131 Turanşah, tam adı Melikü’l-Muazzam Şemsüddevle Fahreddin Turanşah (ö. 27 Haziran 1180,İskenderiye, Mısır), Eyyubî meliki. Yemen Eyyubîlerinin kurucusudur. Selahaddin Eyyubî’ninağabeyidir. Onun tarafından Yemen’i almakla görevlendirildi. 1174’te Zebid ve Aden’i, ertesi yıldaSana’yı ele geçirdi. Kısa bir süre sonra Suriye valiliğine atandı ve üç yıl Şam’da kaldı. Daha sonragetirildiği İskenderiye valiliği sırasında öldü. Turanşah’ın Yemen’de kurduğu Eyyubî hanedanı,Resulilerin bölgeye egemen olduğu 1229’da değin varlığını sürdürdü. “Turanşah” madde, AnaBritannica Ansiklopedisi, Ana Yayınları, İstanbul, 1993, c.30

Page 453: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

441

karşımıza çıkar. Selâhaddin Eyyûbî, askerleri düşünür. Daha fazla kan dökmek

istemez. Bunun için Askalan Kalesini teslim etmek ister. Ama Turan Şah bunu

şiddetle rededer. Askalan Kalesinin Haçlılara tesliminden yana değildir. Ona göre

kalenin teslimi demek, ölüm demektir. Sonsuza kadar direnmek ister: “Ölmek,

elbetteki, teslim olmaktan evlâdır” diye atıldı Turan Şah.”, “Cenk edilsin.

Eslihamızla çıkıp gitmemize razı olacakları vakte kadar dayanalım. Allah

bizimledir.” (s.13)

Turan Şah, Tih çölündeyken Selâhaddin’in yanından hiç ayrılmaz. Orada da

Turan Şah, hastalanmaya başlayan Selâhaddin Eyyûbî’nin emirlerini askerlere

aktarır. (s.23) Askerler arasında iyi kumandan olarak Turan Şah, askerlere öğüt

vermeye çalışır. (s.25)

Turan Şah, Selâhaddin Eyyûbî’nin çok güvendiği bir kişidir. Selâhaddin

Eyyûbî Kudüs’ü kuşattıktan sonra şehri kan dökmeden almak ister. Bu amaçla

kardeşi Turan Şah’ı, Kudüs Kralına sultanın temsilcisi olarak gönderir. Orada Turan

Şah’ın yiğitlik ve cesaretliği söz konusudur. Tek başına Gui ve kumandaları

karşısında duran Turan Şah, benzeri olmayan bir cesaretle şehrin teslimini ister.

Haçlı kumandanlarında olan Balion, Turan Şah’ın bakışlarından korkar. (s.131–133)

Romanda Turan Şah’ın da bir başka özelliği vardır. Turan Şah savaş

meydanlarında yiğit, cesur amansızca savaşan bir kumandansa, insanî durumlarda

yumuşak kalpli ve merhametlidir. Kudüs’ü Müslümanlara geçtikten sonra Hıristiyan

yetimler ve kimsesizlerin fidyesini kendi parasından öder. Parasını bu işte bitirdikten

sonra Sultan’ın yanına gidip borç almak ister. Yine de parasını bittikten sonra

gazilere gidip fidyelerin karşılıklarını toplamaya başlar. (s.146–148)

Emir Adil132, Selâhaddin Eyyûbî romanında her zamanda ön planda

mevcuttur. Selâhaddin Eyyûbî’nin kardeşidir. Bütün olaylarda Selâhaddin’in

132 Emir Adil, tam adı Seyfeddin Adil (ö. 10 Eylül 1218), Eyyubî meliki. Necmeddin Eyyûb’un oğluve Selâhaddin Eyyûbî’nin kardeşidir. Selâhaddin Eyyûbî, ölmeden önce devletinin çeşitli bölgelerinioğullarına ıktâ olarak dağıttı. Bununla berâber merkezî kontrol, El-Adil elindeydi. Bu sultanzamanında, daha önceki aktif politika terk edilerek yumuşak bir siyâset izlenmeye başlandı. BeşinciHaçlı seferi sırasında Dimyat’ın Haçlılar eline geçmesi ile üzüntüsünden hastalanan Sultan El-Adil

Page 454: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

442

yanından ayrılmaz. (s.9–11) Emir Adil de “lâf yapmaktan hazzetmez, iş yapmaya

talip olurdu.” (s.61) diye tanıtılır. Bunun yanında da Emir Adil, kumandan olarak

askerlerine iyi davranır, onlara alçak gönüllülük gösterir. (s.62–63)

Emir Adil, Allah’ın sevabını arayan bir insan olarak ortaya çıkar. Emir Adil,

Sultan Selâhaddin ve diğer aile kişileriyle gece baskısı hakkında tartışırken

görüşlerini ortaya koyar. Hem de alçak gönüllüğünü gösterir: “Takdirlerinize kapılıp

gurur felâketine yakalanmaktan Allah’a sığınırım. Mademki cihan sevabından

mahrum kalmışız, karınca kararınca birkaç mücahid hazırlayalım da bari başka

yoldan sevaba nail olalım, diye düşünmüşüz. Ne yapmışsak, sizin takdirlerinizi

kazanmak için değil, sırf Allah rızasını tahsil için, İslâm dinine hizmet için

yapmışız.” (s.59)

Haçlılar Akka’yı sarar, zaman zaman hücum ederler. Sultan Selâhaddin de

omuzundan yaralanır. Bu sıralarda Emir Adil, ordu toplamaya Mısır’a gider. Emir

Adil de Mısır’dan toplayabildiği taze askerler ile birlikte savaş sahasına gelir.

Ordunun sağ cenahına kumandanlık yapar. Üstelik askerlerin merkezinde durur.

Emir Adil’in yaptığı sahte ricat ile düşmanı şaşırtarak pusuya düşürür. (s.162–165)

Trablusşam Kontu Kont Röno Dö Şatiyö133, kurnaz, korkak ve sözünde

durmayan bir kişi olarak karşımıza çıkar. Müslümanlardan nefret eden, kana susamış

bir karakterdir. Selâhaddin Akka kalesinde muhasara altındayken kendisine

Şantiyö’den sulh teklifi gelir. Ama Selâhaddin’in, Şantiyö’ye inanmadığı için

kaleden çıkarken, kendi yanında bazı Haçlı kumandanları silahsız olarak beraberinde

bir mesafeye kadar alır. (s.21)

çok geçmeden vefât etti. “Eyyûbîler” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları,İstanbul, 1994, c.7133 Renauld de Châtillon: Kerek-Şevbek bölgesi hâkimidir. Selâhaddin’in 1182 ve 1185 yıllarındaMusul, Halep üzerine yaptığı seferler sırasında kerek hâkimi Renauld de Châtillon, Eyle Kalesi’ni elegeçirdi, Kızıldenize gemiler göndererek deniz ticaretini ve limanları tehlike altında soktu. Bundansonra Renauld de Châtillon, topraklarından geçen zengin bir Müslüman kervanını aradaki anlaşmayarağmen yağmalayıp mallarına el koydu, yolcuları esir aldı. Selâhaddin malların ve esirlerin iadesiniistedi, ancak hem kral hem Renauld bunu reddettiler. Bunun üzerine Selâhaddin Kerek’e karşı büyükbir sefer çıktı (1187). Haçlı ordusu imha edildi, bir kısmı esir alındı. Esirler arasında Renauld deChâtillon da vardı. “Selâhaddin Eyyûbî” madde., Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, DiyanetVakfı Yayınları, İstanbul, 2009, c.36, s.338

Page 455: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

443

Kont Şatiyö, ahlaksız bir çetenin adamı olarak davranır. Selâhaddin ile Kudüs

kralı arasında dört yıllık bir anlaşma imazlandıktan sonra Kont Şatiyö, adamları ile

birlikte bir Müslüman kervanına saldırarak bütün kervandaki Müslümanları öldürür.

(s.113) Sultan Selâhaddin karşısında korkudan titreyen Kont Şatiyö, kendini

kurtarmak için yalan söylemeye başlar. Kudüs kralının kendisini aldattığını söyler:

“Sultan Selâhaddin, yılana bakar gibi bakıyordu Şatiyö’ye. İnsanın bu derece

alçalacağını düşünemediğinden şaşkındı.” (s.123)

Gui Dö Lusignan134 ise Kudüs’ün kralıdır. Kararsız bir kişi olarak karşımıza

çıkar. Kudüs kralı Gui, Şatiyö’nun sözlerine inanarak Selâhaddin ile yaptığı sulhu

bozar. (s.117) Gui, Kudüs’ü Selâhaddin Eyyûbi’ye teslim ettikten sonra serbest

bırakılır. Antakya prensine sığınmak ister. Kudüs tahtını yeniden kazanmayı

düşünmez. Ama papazlar intikam telkinine başlarlar. Gui, zaman içinde telkinlere

kapılır ve tekrar tahtı ele geçirmenin hayaline tutunur. Bunun üzerine toplayabildiği

askerlerle birlikte Akka kalesine yürür. (s.153) Ama kaleyi de alamaz. Çünkü

Selâhaddin çoktan kalenin içindedir. Bu sıralarda Selâhaddin Eyyûbî, Gui’nin

hakkında şu şekilde düşünür: “Gui’yi bağışladığı için pişmanlık duymuyordu, ama

üzülüyordu. Bir insanın, hele de krallık yapmış ordular sevketmiş bir insanın sözden

dönmeyi, yeminden caymayı, alışkanlık haline getirmesi, onu üzüyordu.” (s.156)

İngiliz Kralı Aslan Yürekli Rişar135, Haçlı seferinde Avrupa’dan gelen

krallardan biridir. Gelen kralların arasında bir ihtilâf çıkar. Aralarında

başkumandanın kim olacağına dair bir anlaşmazlık ortaya çıkar. Rişar, bu konuda

134 Gui De Lucignan (1129–1194): Kudüs kralı (1186–1192), Kıbrıs derebeyi (1192–1194), Lucignanderebeyi ve Marche Rontu Hugues VIII Esmer’in dördüncü oğlu. Trablus kontu Raimond III’ünöğütlerine kulak asmayan Gui, Selâhaddin ile savaşa tutuştu ve yenildi, Taberiye gölü yakınındaHattin’de esir düştü (1187). Kudüs, 1188’de Gui’yi serbest bırakan Selâhaddin Eyyubî’nin eline geçti.Gui, Filistin’de mülkleri ellerinden alınan birçok Latin baronunu Kıbrıs’a yerleştirdi. “Gui DeLucignan” madde, Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.5135 Richard I Aslan Yürekli (1157–1199), İngiltere kralı (1189–1199). Ağabeyleri ölmüş olduğu içintahta geçen Richard, ilk iş olarak Fransızlarla ittifakı bozdu; 1190’da Selâhaddin Eyyubî’nin elinegeçen Kudüs’ü almak için, papa Clement III’ün teşvikiyle Haçlı seferine çıktı; uzun süre Sicilya’dakaldı; daha sonra Kıbrıs’ı ele geçirmek için harekete geçti. 1191’de Filistin’e çıkarak Akka’yı aldı;ama kendini beğenmişliği yüzünden de birçok düşman kazandı. Richard I, sahip olduğu topraklarıelinden almak isteyenlerin entrikalar çevirdiklerini sezerek Selâhaddin Eyyubî ile antlaşma imzaladıve 1192’de Filistin’den ayrıldı. Ama Avusturya’da geçerken, dük Leopold tarafından esir edildi.Richard I, ancak 1194 yılında memleketine dönebildi. “Richard I Aslan Yürekli” madde, MeydanLarousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.10

Page 456: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

444

görüşünü mağrur bir şekilde açıklar: “Başkumandan olarak maharetin bulunsaydı, şu

topraklardan eski topraklarım diye bahsetmezdim, Aslan Yürekli lâkabıyla dünyaya

nam salmış İngiliz Kralı dururken kumandanlığa sıvanman gülüç olur.” (s.159) Bu

anlaşmazlık savaş boyunca sürer. Selâhaddin Eyyûbî ordusuyla Haçlı ordusuna

hücum başlayıp Haçlıların ordusunun üçte biri telef olur. (s.165) Rişar, bu fırsatı

bırakmaz. Başkumandanlık yapan Fransız Kralını kınamaya başlar. Fransız Kralı

Filip, ordunun başkumandanlığını Rişar’a bırakır. Rişar’ın yaptığı ilk iş, Müslüman

iki bin beş yüz esiri öldürtür. (s.167) Rişar mağrurdur. Zafere yaklaştığına inanır.

Haçlıları da buna inandırmaya çalışır. Rişar’ın vahşeti karşımıza çıkar: “Oysa

Rişar’ın vahşileri, kana susamış gibiydiler. Esirleri hem ölesiye çalıştırıyor, hem

kırbaçlıyor, hem de doğru dürüst yiyecek vermiyorlardı. Her gün dayaktan adam

ölüyordu.” (s.169)

Rişar’ın, Kudüs’ü savaşla Sultan Selâhaddin’den alamayacağını anlayınca ard

arda teklifler vermeye çalışır. Bir teklifte Eyyûbilerle sıhriyet kurmak ister. Rişar,

kızkardeşini Sultan Selâhaddin’in bir akrabasına vermek ister. Sultan Selâhaddin ise

gülerek kardeşini Emir Adil’i çağırır. Emir Adil ise teklifi öğrenince “Sen Aslan

Yürekli diye değil, serçe yürekli diye anılmalıydın ağabey, yaptıkların ancak bu

lâkabı taşımaya yeter.” der. (s.170) Bunun karşısında Rişar, bir tepeden Kudüs

şehrine ümitsizce bakar. Nihayette hiçbir türlü Kudüs’ü alamayan Rişar, Sultan

Selâhaddin ile sulh yaparak gider. (s.176)

Fransız Kralı Filip Ogüst136, mağrur bir kral olarak karşımıza çıkar. Kendi

devletini, Avrupa’nın en asîl devleti olarak görür. Haçlı ordularının kumandanlığını

yaparak Selâhaddin’in karşısına çıkan Filip, büyük bir mağlubiyete uğrar. Haçlı

ordusunun üçte biri de telef olur. Rişar, Filip’i bundan kınamaya başlar. Bunun

üzerine üzülen Filip çoçukça askerlerini alıp memleketine döner. (s.159–166)

136 Philippe II Auguste (1165–1223): Louis VII ile Adele de champagne’nin oğlu. Babasınınölümünden (1179) sonra tahta çıktı. Philippe ve İngiltere kralı Aslan Yürekli Richard, Üçüncü Haçlıseferinde yer aldılar. Sicilya’da birlikte kaldıktan sonra (Eylül 1190-Mart 1191), iki hükümdarKudüs’e vardılar. Ülkeye ilk giren (Nisan) Philippe Auguste, Akka kuşatmasını sona erdirdi. AmaHaziranda karaya çıkan Richard, tantanalarla ve gösterişli ama yararsız davranışlarıyla Fransız kralınıküçük düşürdü. Buna üzülen Auguste bir hastalığı bahane ederek Batı’ya döndü (1191). “Philippe IIAuguste” madde, Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.10

Page 457: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

445

Alman İmparatoru Frerdik Barbarosa137, diğerlerden farklı değildir.

Mağrurdur. Kendisinin bir imparator olduğu ve diğerleri kral oldukları için onlara

aşağıdan bakar. (s.160) Savaşta rolü pek önemli değildir. Kısa bir süre sonra Alman

İmparatoru Frederik, bir nehire düşerek ölür. (s.164)

3- Osmanlılar Devri

XIII. ve XIV. Yüzyıllar

Osmancık romanında başkahraman Osman Gazi138’dir. Romanda bulunan

bütün kahramanlar da Osman Gazi’ye bağlı olarak gelişir. Rahmetli Prof. Dr.

Mehmet Kaplan’ın “Tip Tahlilleri” adlı kitabında gösterdiği tiplerin birçoğunun,

Osmancık romanında Osman Gazi’nin etrafında toplandığını görürüz. Osmancık

veya Kara Osman, alp tipi, Osman Beğ, Gazi Osman Beğ ve Gazi Osman Han ise

gazi tipini temsil eder. Osman Gazi’nin yoldaşları da gazi tipini yansıtırlar.

Romanın ilk bölümü, Osmancık veya Kara Osman’ın çağıdır. Bu gençlik

çağıdır. Osman Gazi, romanın bu bölümünde cesur, güçlü, sadık ve dürüst bir genç

olarak karşımıza çıkar. Aslında yazar, Osman’ın yiğitlik devresine ışık verir.

Osmancık, kendi gururu için yaşamaktadır: “Avcılıkta birinci. Ciritte birinci, at

sürmede birinci, yay germede üstüne yok. Güreşte bileğini tutan çıkmamış.” (s.15),

“Yiğittir… Bileği bükülmez… Yüreği korku bilmez.” (s.116) Osmancık, Ede Balı ile

137 Friedrich I Barbarossa (1122–1190): Kutsal Roman-German imparatoru (1152–1190).Hohenstaufen sülâlesinin başı ve Welf’ler ailesiyle akraba, imparator Konrad III’ün yeğeni. KonradIII’ün ölümü üzerine imparatorluğa seçildi. Friedrich’in oğlu Heinrich VI Sicilya krallığının vârisiCostanza ile evlenince (1186), Legnano’nun öcü alınacak gibi bir hava uyandı. Fakat SelâhaddinEyyubî’nin Kudüs’ü alması, dikkatleri yapılacak Haçlı seferine çevirdi. Kızılsakal bu seferi yönetti veKydnos’ta (bugünkü Tarsus çayı) yıkanırken boğuldu. “Friedrich I Barbarossa” madde, MeydanLarousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.4138 Osman Gazi (1258–1324): Osmanlı Devletini ve Osman oğulları sülâlesini kurmuş ve adınıdevletine, soyuna vermiş olan zattır. Birinci Osman 1258’de Söğüd’de veya Osmancık’ta doğdu.Kendisine Kara Osman, Osman Gazi denir. Osman Gazi, beğ olunca, civarında Bizans tekfurlarınakarşı savaşa devam ile küçük ilkesini Bizanslıların zararına genişletmeye çalıştı. Ahi şeyhlerindenEdebali’nin kızı Bala Hatun ile izdivacından sonra nufuzu ve kudreti büsbütün artmıştır. OsmanlıBeğliği tam bağımsız bir devlet haline gelince, Bizanslılarla daha geniş bir mücadeleye başlayıp,Bizans imparatorunun Gazan Han’dan yardım talebine rağmen, İzmit ve havalisine kadar birçokkaleler fetholundu. Osman Beğin en büyük emeli, Bursa’yı yeni kurulan Osmanlı devletine başkentyapmaktı. Hasta olduğundan oğlu Orhan eliyle Bursa muhasara edildi. Kalenin fethi müjdesiniduyarak hayata gözlerini yumdu. Cenazesi Bursa’ya götürerek orada gömüldü (1324). “Birinci Osman(Gazi)” madde, Resimli Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, Midhat Sertoğlu, İstanbul Matbaası, 1958, s.228–230

Page 458: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

446

karşılar. Ede Balı, Osmancık’ın öfkesini, benliğini yenmesini ister: “Hey Osmancık,

yiğit yiğit, tek yiğit öfkesini yenendir; gücünü, kuvvetini, gönlünü, başını öfkesinden

arındırandır; benliğinden sıyrılan kuldur.” (s.13) Bu konuşmadan itibaren Osmancık,

gerçekten kendi değişmesini düşünmeye başlar. Bu konuşma Osmancık’ı derinden

etkiler. Artık kendisinde bir şey değişmesi lâzım, ama bu şeyin ne olduğunu hâlâ

bilemez: “Osman, gene de, bir şeyler düşünmüş ve çok, çok önemli bir şey yapmış

gibidir… Öyle hissediyor kendini… Hiçbir şey söyleyemeden.” (s.13–14)

Osmancık’ın kafası ve ruhu altüst olur.

Bu sıralarda Ertuğrul Gazi, beğlik kılıcını Gündüz’e vermek ister. Osmancık

ise buna memnun olur. Kardeşine kıskançlık duymaz. Ama Şey Ede Balı, bu işe

karışınca Osmancık öfkelenip Ede Balı’ ya saygıda kusur eder. Ertuğrul Gazi ise bu

durumda tarafsız değildir. Osmancık’a “bana karşı gel, ona karşı gelme.” diye tembih

eder. (s.15) Osmancık, Ede Balı’nın tekkesine gider. Orada Ede Balı’nın kızı Malhun

Hâtun’u görür ve ona âşık olur. (s.43) Töresine göre ister. Ama Ede Balı kızını

Osmancık’a vermek istemez. Bundan sonra Osmancık için değişim ve arayış devresi

başlar: “Osman bunlara bakıyor ve bir şeyler seziniyor: Ede Balı kendisinden bir

şeyler beklemektedir. Kesindir bu.” (s.56) Ede Balı’ya göre Osman Beğ atılgan ve

yol açıcıdır. Bunun için beğlik ve önderlik nitekleri, Osman Beğ’de bulunur. (s.55)

Osmancık, uzun bir bekleyiş ve arınıştan sonra değişmeye başlar ve daha

doğrusu kendisinde değişmesi gerekeni anlar: “Ve, Osman artık, Ede Balı’nın ve

Dursun Fakı’nın ve Kumral Abdal’ın ve Harlak dervişinin ve Aykut Alp’ın ve

babasının kendisinden ne istediğini, ne beklediğini bilmektedir.

Ve Osman artık kendisinden beklenilene götürecek yolu, bütün öfkelerini

bastıran bir hırsla, bilmek ve bulmak istemektedir. Çünkü Osman, artık bütünü

anlamakta, kaal ü belâ ve haşre kadar uzanan iki zaman ucunu kavramaya

başlamaktadır; Osman silinmekte, Osman erimektedir; Osman alınyazısına

yönelmektedir; Osman arınmaktadır.” (s.82–83) Osmancık, gerçekten değişir ve Ede

Balı ile konuşurken, yolunu bildiğini söyler: “Ben, Ede Balı, yıldızlara varacak

gidecek yolu bidim. Ben, Ede Balı, o yolu açmak için ne gerektiğini bildim.” (s.93)

Bundan sonra Ede Bali, Malhun Hatun’u Osman’a vermeye kabul eder.

Page 459: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

447

Osmancık, artık yaşlanmış olan babası Ertuğrul Gazi’nin yerine Kayı Boyu

beği olarak seçilir. Osman Gazi, beğliğe geçtikten sonra tam bir irade sahibi olarak

karşımıza çıkar. Tam, samimi ve sağlam bir irade ki, bu irade ile altı yüzyıla kadar

uzanan Osmanlı devleti kurulur.

Osman’ın, ilk yaptığı iş civardaki Türk boylarını birleştirir. Hepsini

rızalarıyla kendi buyruğuna alır. Osman Gazi’nin başlattığı bu birleştirme hareketi,

gerçekten Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ilk adım sayılır ve bu hususta en önemli

noktadır. Üstelik Osman Gazi, kendisinin etrafında birleşen boyları iyice korumaya

çalışır: “Osman –elbette- alır götürür, bağlar. Ve, bu alıp götüren, bağlayan şey, vefa

duygusunu, koruma gereğini, saldırgana karşı çıkma gereğini nefsin üstüne çıkaran

kişiliktir. Kadın, erkek; gönül ve kafa varsa, bu kişiliğe –elbette- bağlanacaktır; bu

kişiliği yapan pınara yönelecektir” (s.148–149) Osman Gazi’nin yörede oluşturduğu

bu birliğin karşısında tehlike oluşan amcası Dündar Beğ’le kesin bir şekilde davranır.

Osman Gazi, çok akıllı ve düşünür bir devlet adamı olarak karşımıza çıkar.

Baba ve atalarının deneyimlerini düşünerek uzmanlığını onlardan almaya çalışır.

Böylece yazar, Osman Gazi’nin kolektif bilinçaltısını faaliyetlerini göstermeye

çalışır. Osman Gazi’nin bilinçaltı her zaman hareketli ve efektiftir. (s.171–172)

Osman Gazi’nin bu özelliği de çok önemlidir. Çünkü Osman Gazi, kendisinden değil

diğerlerin yanlışlıklarında ibret alan bir insan olarak ortaya çıkar. Böylece hataya

düşmemeye çalışır. Üstelik Osman Gazi de sakin ve vakurdur. (s.199)

Osman Gazi, bütün fethettikleri kale ve beldelerde adaleti gerçekleştirir:

“Osman beğ her zaferden sonra, teslim olan kalelere haklar, ihsanlar, adâlet

yağdırmakta, buna karşılık direnip savaşanları yendikten sonra, kahr etmekte,

köylerini kentlerini yağmalattırmaktadır.” (s.267) Bunun yanında da Osman Gazi,

fethedilen kalelerdeki halkı iyice koruyup halkın emniyetlerine dikkat eder. Yöredeki

Osman Gazi’ye tâbi olanlar; Rumlar dâhil; hayatından, ırzından ve malından

emindir. (s.198)

Osman Gazi, günler ilerledikçe yöredeki itibarını, yerini daha da artırır.

(s.232) Bunun yanında Osman Gazi, artık deneyimli bir hükümdardır. Osman Gazi,

Page 460: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

448

liderlik niteliği kendisinde bulunur. Her şeyi durumların icabına göre iyice

değerlendirir. (s.233) Üstelik elindeki kuvvetleri de iyice kullanır: “Osman beğ,

elindeki kuvvetleri en mükemmel şekilde kullanan ve savaşın bütün gereklerini,

gerçeklerini, inceliklerini kavramış ve uygulama yeteneği üstün bir kumandandır.”

(s.301)

Osman Gazi askerî alanda ise, çok zeki ve mahir bir kumandan olarak

karşımıza çıkar. Mekân bölümünde gösterdiğimiz gibi fethettiği kalelerin koruma

durumlarına göre çeşitli planları uygular. Her kalenin yerine ve istihkamalarına göre

bir savaş düzeni düşünür. Osman Gazi’nin, Kulacahisar kalesini almak için

uyguladığı plana baktığımızda ne kadar zeki ve yaratıcı fikir sahibi olduğunu anlarız.

(s.175–176) Aynı şeyi de İznik kalesinde buluruz. Alınmayacak kadar çok muhkem

olan İznik kalesini almak isteyen Osman Gazi, İznik yolunu kapatacak bir başka

kaleyi yaptırır. Aynı zamanda İznik kalesini iyice muhasara eder. Böylece Osman

Gazi, askerî alanda yaratıcı fikirleriyle kan dökmeden İznik kalesini alır. (s.331–332)

Bursa’nın fetih müjdesini duyduktan sonra Osman Gazi vefat eder. Altını,

gümüşü ve akçası olmayan Osman Gazi “bir garip yolcu” gibi defnedilir. (s.349–

350)

Ertuğrul Gazi139, Osman Gazi’nin babasıdır. Kayı Boyu beğidir. Romanın

ilk bölümlerinde karşımıza çıkar. Kayı boyu beği olarak boyun işlerini yürütür. (s.39)

Onun kaygısı, çocuklarından kime beğliği verecektir. Seçiminde titiz davranır.

139 Ertuğrul Gazi(?-1281): Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu Osman Beyin babası Ertuğrul Gazi,Oğuzların Kayı boyuna mensup olduğu bilinmektedir. Babası ise, Gündüz Alp’tır. Gündüz Alp vefatettikten sonra yerine oğlu Ertuğrul Gazi aşiretin başına geçti. Moğol saldırılarının bu bölgede dehissedilmesinden sonra Ertuğrul Gazi, kardeşi Dündar Bey ile birlikte batıya hareket etti. Sivasyakınlarına gelip yerleşir. Burada Selçuklu ordusu ile Moğolların savaştığını ve Selçuklu ordusununbozulmak üzere olduğunu gördü. Ertuğrul Gazi Selçuklu ordusuna yardım edince savaşın seyri değiştive savaşı Selçuklar kazandı. Alaaddin Keykubad, Ertuğrul Gazi'ye yardımlarından dolayı iltifatlardabulunarak hi’lat giydirdi. Selçuklu ülkesinde yaşamak için göç ettiklerini öğrenince, Ankarayakınlarındaki Karadağ ve çevresini ona verdi. Ertuğrul Gazi’nin, Alaaddin Keykubad’a desteklerisürer. Bunun üzerine Alaaddin Keykubad ödül olarak Eskişehir ve çevresini Ertuğrul Gazi’ye verdi.Bu başarıdan sonra Karacahisar'ı da ele geçiren Ertuğrul Gazi, Söğüt üzerine yürüdü ve burayıfethetti. Söğüt'ü yurt olarak tutan Ertuğrul Gazi, Bizans sınırlarına saldırılar düzenlediği gibi dostlukilişkileri de geliştirdi. Söğüt'e yerleşmiş Kayı aşireti her geçen gün biraz daha kuvvetlenerek büyüdü.Oldukça yaşlanan Ertuğrul Gazi yerine oğlu Osman Beyi bıraktı ve 1281 yılında 92 veya 96 yaşındavefat ederek Söğüt’te defnedildi. “Ertuğrul Gâzi” madde, Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İhlâsMatbaacılık ve Gazetecilik Yayınları, İstanbul, 1989, c.3

Page 461: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

449

Bunun için de Şeyh Ede Balı başta olmak üzere boyun büyükleriyle toplanır

görüşlerini öğrenmeye çalışır. Ertuğrul Gazi, artık seksen yaşına doğru ilerler. Kayı

Boyunun beğliğini bir oğluna vermek ister. İlk olarak Gündüz’ü düşünür. Sonra

Osman’a verir. (s.116)

Ertuğrul Gazi doksan yaşında olmasına rağmen güçlü ve sözü geçerlidir.

Saygılı bir karaktere sahiptir. (s.15) Ertuğrul Gazi, Osman’ı yönlendirmeye çalışır.

(s.15, 119) Orhan Gazi doğmadan bir gün önce Ertuğrul Gazi ölür. (s.181)

Osmanlıların ilk âlimlerinden olan Şeyh Ede Balı140, Oğuz soyunun ışığıdır.

Osman Beğ’in şahsiyet bulmasında onun payı büyüktür. Osmancık romanında

Osman Beğ’den sonra varlığı hissedilen şahsiyet Şeh Ede Balı’dır. O bir bilgin ve

mistik bir şahsiyettir. Veli tipi’ni temsil eder. İslâmiyet’in ve Türklük’ün yüce

erdemlerini yaşatan ve örnek hâle getiren odur.141

Tarık Buğra’nın bu eserinin zengin muhtevası içinde oldukça hususi bir yeri

olan ‘nasihat’in, cihan devletini kuran Osman Gazi’nin şahsiyetinin teşekkülünde ve

kurduğu devlet üzerinde apayrı bir önemi olduğu tartışılmazdır.142. Bunlardan Şeyh

Ede Balı’nın sadece Osman Gazi için değil, ama bütün toplum içim önemini

anlayabiliriz.

Şeyh Ede Balı, din adamı ve düşünür olarak ortaya çıkar. Sıradan din adamı

değil, ama bunun yanında da Kayı Boyu’nun filozofudur. Kayı Boyu’nun önemini,

görevini ve yerini belirleten Ede Balı’dır. (s.95) Verdiği derslerde bile kendisinin

140 Edebâlî (Üdebâlî); Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında yaşamış büyük İslâm âlimi, OsmanGazi’nin kayınpederi ve hocası. Şeyh Edebâlî ismiyle meşhur oldu. Karamanoğulları topraklarındadoğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir. 1326 (H.726) tarihinde, 125 yaşlarında Bilecik’te vefat etti.Edebâlî ilk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra Şam’a gitti. Pek çok âlimden fıkıh, tefsir, hadis vediğer ilimleri tahsil edip, üstün derecelere yükseldi. Tasavvuf yoluna girip mânevî olgunluğa kavuştu.İnsanlara doğru yolu anlatıp, hak dîne kavuşturmak için memleketine döndü. Eskişehir yakınlarındaİtburnu denilen bir köyde ikamet eder, ilim öğretmekle meşgul olurdu. Anadolu Selçuklu Devletisultanı tarafından devletin batı Anadolu sınırlarındaki Söğüt yöresine yerleştirilen Kayı Boyumensuplarının reîsi Ertuğrul Bey’in oğlu Osman Bey, kendisini, ilim ve feyzinden istifâde için sık sıkziyâret ederdi. Edebâlî, damadı Osman Bey tarafından kurulan Osmanlı Devletine mânevî güç verdi.Sultan Osman hürmet ettiği, her hususta istişârede bulunup danıştığı en yakın yardımcılarından oldu.“Edebâlî (Üdebâlî)” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994,c.6141 Hüseyin Tuncer, Osmancık (III), a.g. dergi, s.42142 Hüseyin Karahan, Osmancık’ta Nasihatler, Sızıntı, Sayı: 337, Şubat 2007, s.22

Page 462: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

450

özel bir felsefesi vardır: “Şehy’in dersleri de Dursun Fakı ile yaptığı sohbetlerden,

tartışmalardan ve sorularla cevaplardan ibaretti. Herkese açıktı; herkes dilediği

sorabilir, dilediği konuyu açabilirdi, düşüncesini söyleyebilirdi. Ede Balı da

anlatmayı değil, düşündüklerini söylemeyi ve özellikle, düşündürmeyi seviyordu.”

(s.41)

Şey Ede Balı, Kayı Boyunun merkezidir, çok önemli bir kişi olarak karşımıza

çıkar. Ertuğrul Gazi, Osman’a Şeyh Ede Balı’nın önemini anlatır: “Ede Balı’nın

terazisi doğru tartar, dirhem şaşmaz. Bana karşı gel; ona karşı gelme. Bana karşı

gelirsen üzülür, incinirim; ona karşı gelirsem gözlerim bakmaz, baksa da görmez

olur. Ede Balı boyumuzun ışığıdır. Var git şimdi. Şu dediklerimi de vasiyetim say,

unutma.” (s.15)

Şeyh Ede Balı, her zaman Osman Gazi’ye öğütlerini verir. Ertuğrul Gazi de

oğlu Osman Gazi’ye bu öğütlerin ne kadar değerli olduğunu vurgular. “Ey oğul,

Osmancık; şeyhim Ede Balı’nın sana diyecekleri var. Dinle. Eyi dinle. Beni

dinlermiş gibi dinle. Deden Süleyman Şah’i dinlermiş gibi dinle. Dedene söyleyenler

söylermiş gibi dinle. Benim dedeni dinlediğim gibi dinle. Dedenin dedemi dinlediği

gibi dinle.” (s.119) Böylece Ertuğrul Gazi, Şeyh Ede Balı’nın değerini çok net bir

şekilde ortaya koymuş olur.

Osman Gazi, Yaşlanmaya başlar. Zaferden zafere koşar. Ama buna rağmen

Şeyh Ede Balı’e tedirgiliğini aktararak öğüt ister. (s.269) Nihayet Osman Gazi’nin

oğlu Alâaddin Bilecik’ten gelerek dedesi Ede Balı’nın hasta olduğunu söyler. Bunun

üzerine Osman Gazi, Bilecik’e gider. Ede Balı da ölür. (s.324)

Gündüz Beğ143, Osman Gazi’nin küçük ağabeyidir. Gündüz Beğ, Osmancık

romanında akıllı, bilgili ve yiğit olarak karşımıza çıkar. Bunun için Ertuğrul Gazi,

kendi kılıcını ve beğliği Gündüz’e vermeyi düşünür. (s.14) Osman Beğ, romanın ilk

bölümünde de ağabeyi Gündüz’ün üstünlüklerini bilir: “Gündüz okuma bilir, yazma

bilir. Gündüz, büyüklerle oturup kalkmasını bilir. Gündüz dinlemesini bilir.

143 Gündüz Beğ, Ertuğrul Gazi’nin oğlu ve Osman Gazi’nin ağabeyidir. “Osman I” madde., TürkiyeDiyanet Vakfı Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, c.33, s.445

Page 463: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

451

Gündüz’ün sözü, sohbeti dinlenir. Gündüz ince ruhludur; fidan boyludur; herkes

sever Gündüz’ü. Gündüz yiğit de.. gözüpektir de.. merttir de.” (s.34)

Gündüz Beğ, yiğit olmasına rağmen önderlik niteliği yoktur: “Gündüz akıllı,

bilgili; ama önderlik, beylik nitelikleri yok; yiğitliği ve savaşçılığı gerekene bağlı;

atılgan ve yol açıcı değil.” (s.55) Ertuğrul Gazi, beğliği Gündüz’ün rızasıyla

Osman’a verir. Gündüz Beğ, Osman’a karşı hiç kıskanmaz. Gündüz Beğ, beğliğe

Osman’ı kendisinden daha uygun bulur. Bunu da herkes önünde söyler. (s.118)

Bundan sonra Gündüz Beğ, Osman Gazi’nin yanında durur. (s.187–189)

Osman Gazi da Gündüz’e Eskişehir’in idaresini bırakır. (s.319)

Savcı Beğ144, Osman Gazi’nin ağabeyidir. Savcı Beğ’in Osmancık romanında

rolü, Gündüz Beğ kadar öne çıkmaz. O arka planda bir kahramandır. Ertuğrul Gazi,

Savcı Beğ’e göç işlerini bırakır. Bu yüzden beğlik meselesinde Savcı Beğ’i

görmeyiz. (s.55) Bu hususta bütün gözler, Osman ve Gündüz’e bakar.

Savcı Beğ, Osman Beğ’in yanında da durarak destekler. (s.209) Savcı Beğ,

atılganlık ve yiğitlikle bütün savaşlara katılır. Bizanslılara karşı bir savaşta oğlunu

şehit veren Savcı Beğ de şehit olur. (s.213, 224)

Akça Koca145, Osmancık romanında Osman Gazi’ni yoldaşlarından biri

olarak karşımıza çıkar. Akça Koca, Kulacahisar’ın alınmasında rolü vardır. (s.175–

176) Üstelik Aydos kalesinin alınmasında da rolü, Abdurrahman Gazi’den az

değildir. Akça Koca’nın yiğit ve cesareti Aydos kalesinin içinde cerayan eden

144 Savru Batu Bey veya Savcı Bey: Ertuğrul Gazi’nin oğlu. Osmanlı Devleti’nin kurucusu OsmanBey’in kardeşi (öl. 1288). Adı kaynaklarda Saru Yatı, Saru Batı, Saru Balı, Saru Tay, Saru Bayşeklinde de geçer. Kardeşi Osman Bey ile birlikte Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasındaki savaşlarakatıldı. İki oğlu oldu. Erice’de Karacahisar ve İnegöl tekfurlarının Flanos’un kumandasındakiordularıyla yapılan bir savaşta öldü. “Savru Batu Bey” madde., Meydan Larousse, MeydanYayınları, İstanbul, 1969, c.11145 Akça Koca: Osmanlı Devletinin kuruluşuna katılanlardan (?-Kandıra 1328). Akça Koca, bir aşiretbeyidir. Osman ve Orhan beylerinin silâh arkadaşıydı: 1320 yılına doğru İzmit ve Sakarya taraflarınıfethiyle görevlendirildi, buralarda bazı yerleri aldı, aşiret beylerinden Konuralp ile beraber Aydos veSamandıra’yı fethetti. Bu başarısından ötürü kendisine Samandıra kalesi mülk olarak verildi. AkçaKoca daha sonra Gazi Abdurrahman ile beraber İzmit-Üsküdar arasındaki yerlere akınlar yaptı veburaları da yeni kurulan Osmanlı toprakları içine kattı. “Akça Koca” madde., Meydan Larousse,Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.1

Page 464: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

452

dövüşmelerde karşımıza çıkar. Akça Koca, Osman Gazi’nin yanında ustaca vuruşur.

(s.241–245) İnegöl kalesinin alınmasında da önemli bir rol oynayan Akça Koca’ya

Osman Gazi tarafından Aya Nikola’nın altınları bir emanet olarak verilir. Osman

Gazi, bütün yoldaşları arasından bu görev için Akça Koca’yı seçer: “Sonra, daha

fazla bakmayı içi kaldırmamış gibi, sırtını döndü; sanki panzehir arıyordu:

Yoldaşlarına bir bir baktı, gülümsedi. Rahatlamıştı. Gülümseyişi genişledi;

- “Hey” dedi; “hey, hey, Akça Koca yoldaşım benim” dedi, “bu altınları al..

eyi sakla.” (s.299)

Osman Gazi, hayatının son günlerinde yoldaşları ile birlikte olmayı sever.

Onlardan biri de Akça Koca’dır. (s.323, 330, 336) Böylece Akça Koca romanda sona

kadar Osman Gazi’ye sadık bir yoldaş olarak sunulur.

Konur Alp146, Osmancık romanında Osman Gazi’ni yoldaşlarından biri

olarak karşımıza çıkar. Romanın ilk bölümünde pek rolü olmayan Konur Alp, Osman

Gazi beğliğe geçtikten sonra diğer yoldaşları gibi sahnelerde görülmeye başlar.

Osman Gazi, Mihail Kosses’i öldürmek amacıyla Aya Nikola’nın düzenlediği

baskını bozmakla Konur Alp’ı görevlendirir. Konur Alp, bir yiğit ve kahraman

olarak adamlarıyla Mihail Kosses’i kurtarır. (s.146)

Konur Alp, birçok kalenin alınmasında yiğitlik göstermiş, idare ve

kumandanlıkta kendi zekâsını kanıtlamış bir savaşçıdır. Konur Alp Kulacahisar’ın

alınmasında hem bir savaşçı, hem bir kumandan olarak azınsanmayacak bir rol

oynar. (s.175–177) Aydos Kalesinde de durum farklı değildir. (s.239) Konur Alp’ın

yiğitlik ve cesareti bütün manalarıyla İnegöl kalenin alınmasında ortaya çıkar. Konur

Alp, İnegöl Kalesinin kapısına atılır: “Kapıya varırken Konur Alp kurt gibi

ünlemişti.” (s.297–298)

146 Konur Alp: Türk kumandanı (XIII. y.y.). Osman Beyin silâh arkadaşı. Osmanlı Devleti’nin kuruluşyıllarında büyük hizmetleri oldu. Orhan Bey zamanında İzmit ile Üsküdar arasındaki yerleri, Konrapa(Düzce havalisi), Aydos ve Semendre’yi aldı. “Konur Alp” madde., Meydan Larousse, MeydanYayınları, İstanbul, 1969, c.7

Page 465: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

453

Abdurrahman Gazi147, Osmancık romanında Osman Gazi’ni yoldaşlarından

biri olarak karşımıza çıkar. Anlatıcı, romanda Abdurrahman Gazi’yi hem cesur bir

silahşör, hemde Kur’an ve ezan okumasında gür ve güzel sesli olarak takdim eder:

“Gerçekten de, Gazi Rahman, ezanı o güzel sesiyle; o gür sesiyle, o gönül sesiyle ve

bulunduğu bambaşka bir makamla okudu.” (s.190–191) “Ezanı Gazi Rahman okudu;

en gür sesiyle okudu.” (s.211), “Gazi Rahman Kur’an okuyor.” (s.226) Abdurrahman

Gazi, diğer yoldaşları olduğu gibi de Osman Gazi’ye sonsuza kadar sadıktır. Bunun

için Osman Gazi, bütün yoldaşları arasında en sevdiği yoldaşı, Abdurrahman

Gazi’dir: “Gazi Rahman’nın ondaki yeri bir başkaydı.” (s.256) Abdurrahman Gazi,

Aydos kalesinin anahtarı veren Evdoksiya ile evlenir. (s.255–256)

Abdurrahman Gazi’yi bütün savaşlarda ön saflarda Osman Gazi’nin yanında

bulunur. Osman Gazi yanından ayrılmaz. Abdurrahman Gazi’nin cesaret ve

ataklığını net bir şekilde Aydos kalesinin alınmasında ortaya çıkar. Abdurrahman

Gazi, kalenin surlarını kaplan gibi tırmandıktan sonra Osman Gazi’ye kapıyı açar.

(s.241)

Osman Gazi son zamanlarında artık savaşlara yaş itibarıyla katılamaz. Ama

Abdurrahman Gazi’nin hâlâl gazalara katıldığını öğreniriz. (s.342) Böylece

Abdurrahman Gazi, sadece Osman Gazi’ye değil, ama aynı zamanda kendi din ve

davlet davasına da sadık olarak karşımıza çıkar. Osman Gazi de ölüm yatağındadır.

Bu sıralarda Abdurrahman Gazi, Osman Gazi’nin yanında telaşla durur. (s.346)

Mihail Kosses148, Osmancık romanında Osman Gazi’nin bir arkadaşı olarak

karşımıza çıkar. Osman Gazi bir av seferindeyken Mihail Kösses’in canını kurtarır.

147 Abdurrahman Gazi: Osmanlı devletinin kuruluşunda büyük yararlığı görülen bir aşiret reisi vekumandan (?-Eskişehir 1329). Osman ve Orhan zamanındaki savaşlara katıldı. Yalova’yı zaptetti.Arkadaşı Akça Koca ile birlikte, Kocaeli’nin Bizanslılardan alınmasında önemli rol oynadı; bilhassaKartal civarındaki Aydos kalesinin fethiyle (1326) ün saldı. Aydos kuşatması sırasında, kendisine âşıkolan ve onu gizlice kaleye aldığı söylenen, muhafızın kızıyla evlendi. “Abdurrahman Gazi” madde.,Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.1, s.23148 Köse Mihal: Rum asıllı Türk akıncısı (ö. 1326). Tarihte Mihaloğulları adıyla ün kazananakıncıların büyük atası. Bizans imparatorunun Türk sınırı üzerinde bulunan Harmankaya kalesibeyiydi. Osman Gazi ile Eskişehir beyi arasında, Şeyh Edebali kızı yüzünden bir anlaşmazlık çıkmıştı.Eskişehir beyi, Harmankaya hâkimi olan Köse Mihal ile birleşerek Osman Bey ile çarpıştı. Buçarpışmayı Osman Gazi kazandı ve Köse Mihal’ı esir etti. Fakat bir süre sonra kuvvetli bir teminat ileonu serbest bıraktı. Köse Mihal bundan sonra Osman Gazi ile dost oldu. Köse Mihal 1308 ile 1318

Page 466: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

454

Orada tanışırlar. Mihail Kosses ilk defa bir Türk ile yakından karşılar. (s.17) Mihail

Kosses bir Hıristiyan, üstelilk bir Rum’dur. Ama Osman Gazi’ye hayran kalır.

Osman, beğliğe geçtikten kısa bir süre sonra Aya Nikola’nın adamlarının Mihail

Kosses’i öldüreceklerini bilir. Osman Gazi, Konur Alp’ı bu baskını bozmakla

görevlendirir. Böylece Osman Gazi, Mihail Kosses’in hayatını ikinci defaya kurtarır.

Mihail Kosses’in Osman Gazi’ya karşı hayranlığını daha da artırır. Burada Mihail

Kosses, Osman Gazi’nin dostu olarak ortaya çıkar. (s.148–149)

Osman Gazi, Aydos kalesini almaya karar verir. Bu sırada Osman Gazi,

yoldaşı Abdullah’ı kale kumandanına elçi olarak gönderir. Mihail Kosses, kale

kumandanı Nikeforos’un yanındadır. Nikeforos, Abdullah’ı kaleden düşürerek

öldürür. Mihail Kosses, buna çok üzülür. Mihail Kosse’in kulağından Abdullah’ın

söylediği kelim-i şehâdet çıkmaz. (s.236) Mihail Kosses, Abdullah’ın sesinden çok

etkilenir: “O kelimeler şimdi, vâdide ve kulaklarında, beyninin içinde

yankılanmaktadır:

- “Lâ ilâhe illallah..”

Abdullah, sanki, o kelimeleri kendisine emânet bırakmıştır.” (s.247)

Mihail Kosses, İslâmiyete girerek adını Abdullah’a değiştirir ve Kayı’ya

katılır. (s.260) Bundan daha ziyade Osman Gazi’ye gidip Kayı boyunun Bilecik’e

girmesini ister. Ama Osman Gazi, bunun gereksiz olduğunu söyler. (s.264–266)

Mihail Kosses, her zaman Osman Gazi’ye dürüsttür. Kosses’in yardımıyla

Harman Kaya düşer. (s.286) Diğer fetihlere de katılır. (s.289) Bir gün de Mihail

Kosses, Osman Gazi’ye haberciyi gönderir. Yöredeki tekfürlerin Osman Gazi’yi

öldürmesk istediklerini bildirir. (s.295) Böylece Mihail Kosses’in, Osman Gazi’ye

karşı duyduğu samimiyetini ve ihlasını ortaya koymuş olur. Mihail Kosses, romanın

yılları arasında Müslüman olduktan sonra Abdullah Mihal adını aldı. Osman Gazi’nin sonzamanlarına doğru, Orhan Gazi ile birlikte seferlere katılan Köse Mihal, Orhanili kalesinin ve dahasonra da Bursa’nın fethinde hazır bulundu (1326). Bursa’nın fethinden sonra öldü. “Köse Mihal”madde., Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.7

Page 467: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

455

sonuna kadar Osman Gazi’nin yanındadır. Osman Gazi’nin ölüm sahnesinde de

bulunur. (s.349)

Samsa Çavuş149, Osmancık romanında Ertuğrul Gazi’nin yoldaşlarından

biridir. Üstelik Osman Gazi’nin gazalarında silah arkadaşı olarak karşımıza çıkar.

Tarık Buğra romanda Ertuğrul Gazi’nin yoldaşlarının, Osman Gazi’ye danışmanlık

yaptıklarını gösterir. Onlardan sadece Samsa Çavuş, danışmanlık yanında savaşlara

katılır. Bu da Osman Gazi tarafından şu şekilde değerlendirilir: “Babam Ertuğrul Beğ

Gazi yoldaşı Samsa çavuşum; hâlâ at koşturan, yay geren, kılıç uran Samsa çavuşum;

baba bildiğim Samsa çavuşum: Ben ki, sabrın ve tahammülün de gazâ olduğunu

babamdan ve babamın yoldaşlarından ve senden öğrenmiştim, az daha sabır, az daha

tahammül derim.” (s.192–193), “Öcün alınacaktır, Samsa çavuşum. Sana ziyan

verenler katı ziyanda kalacaktır. Sana hor bakanlar yıkılacaktır. Bunu sana, ben Kayı

beği Osman beğ, derim.” (s.193)

Samsa Çavuş, Osman Gazi’ye sadıktır. Osman Gazi’nin yanında bir yer alır.

(s.191, 197)

Dündar Bey150, Ertuğrul Gazi’nin kardeşi ve Osman Gazi’nin amcasıdır.

Dündar beğ, Osmancık romanının sahnelerinde Ertuğrul Gazi’nin ölümünden sonra

ortaya çıkmaya başlar. Dündar beğ, baştan Osman Gazi’yi pek sevmez. Yazar, bu

sevmemenin sebebi, net bir şekilde ortaya koyar: “Dündar beğ, yeğenini beğlik için

yetersiz bulmaktadır.” (s.238)

149 Samsa Çavuş; Ertuğrul Gâzi ve Osman Gâzi’nin silâh arkadaşı. Doğum yeri ve târihibilinmemektedir. Osmanlı Devletinde çavuş unvânını ilk kullanan kişidir. Ertuğrul Gâzi ile birlikte,kendisine bağlı aşîret ve obalarla Söğüt’e geldi. Osman Gâzi zamanında birçok gâzalara iştirâk etti.Palekanon Muhârebesinde bulundu. İznik ve Sorkun’un fethinde büyük kahramanlıklar gösterdi.Orhan Gâzi, Kara Tegin Kalesini fethedince, muhâfızlığına Samsa Çavuşu tâyin etti. Ömrünü dahaziyâde Sakarya boyunu tutmakla geçiren Samsa Çavuş, 1330 târihinden sonra vefât etti. “SamsaÇavuş” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994, c.17, s.241150 Dündar Bey: Ertuğrul Gazi’nin kardeşi, Osman Gazi’nin amcası (1212–1302). Ertuğrul Gazi vedaha sonra Osman Gazi ile birlikte Osmanlıların kuruluşunda büyük rolü oldu. Ertuğrul Gazi’ninölümünden sonra, bazı aşiretler onu baş seçmek istedilerse de seçimi Osman Gazi kazandı. Bir süreberaber çalışan iki kurucunun arası Köprühisar saldırısı yüzünden açıldı. Dündar Bey, bu yöreyesaldırılırsa Germiyanoğulları ile Rum tekfurlarının düşmanlığının kazanılacağını ileri sürdü. Aynıgörüşte olmayan Osman Gazi’nin tartışma sırasında amcasını okla vurduğu söylenir. “Dündar Bey”madde., Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.3, s.938

Page 468: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

456

Dündar Beğ, bir toplantıya katılmak üzere Ertuğrul Gazi’nin evine gelir.

Orada Osman Gazi ile arkadaşları beklerler. Amcasına gidiveren Osman Gazi,

Dündar Beğ tarafından beklenmeyen bir şekilde kötü karşılanır. (s.187–188) Dündar

Beğ’in yeğenine karşı bu davranışlar sürer. (s.197, 238) Ama Dündar Beğ, Kayı

boyu işlerine karışmaya başlar: “Dündar beğ, anlaşılması zor, açıklanması ise

imkânsız bir saplantı ile, ötede beri ve Osman beğe karşı duyulan sevgi ve saygı

arttıkça keskinleşen bir hırsla yeğenini çekiştirmektedir; Osman beğin yapıp

ettiklerini, en azından, yanlış bulmaktadır, zararlı görmektedir.” (s.284) Bunun

karşısında Osman Gazi, amcasına Kayı boyu işlerinden uzak durmasını söyler. “Bu

son dileğimdir emice. Yoksa… işte şâhitler.. ardı kötüye varır.” (s.286)

Osman beğ, Karacahisar üzerine yürür. Bu esnada Dündar yine muhalefet

eder. Dündar atına binerek Osman beğ’e şu şekilde seslenir: “Hey, Osmancık,

yaptığın zulümdür.. kırdırma Ümmet-i Muhammed’i; çekilelim.” (s.293) Ama

Osman beğ, buna izin vermeyerek Dündar Beğ’i öldürür. (s.293)

Şeyh Ede Balı’nın kızı ve Osman Gazi’nin eşi olan Malhun Hatun151,

Osmancık romanında ön planda karşımıza çıkar. Osman Gazi, Şeyh Ede Balı’nın

tekkesine gider. Orada Malhun Hatun’u görür. (s.43) Malhun Hatun’u ilk

görünüşünde Osman Gazi gönlünü kaptırır. Osman Gazi, ona âşık olur. Osman, artık

Malhun Hatun’u gördükçe âşkı daha da artırır. Osman, onunla evlenmek ister. Ama

Ede Balı kabul etmez. Bundan sonra Osman, Malhun Hatun’un yoluna çıkar ve ona

kendisiyle kaçmasını ister. Burada Malhun Hatun’un terbiyesi ve ahlakı karşımıza

çıkar: “Sana soğuk değilim. Olmayacak işe kalkışıp beni kendinden soğutma; ölüme

sahip olmaya gitme. Babamın aklına yatmaya git. Ben törenin ve atamın sözü dışına

çıkamam. İşin babamladır.” (s.53)

Sonunda Şeyh Ede Balı kızı Malhun Hatun’u Osman’a vermeye razi olur.

Sade bir törenle evlenirler. Burada yazar ilk defa olarak Malhun Hatun’un, Osman’ın

Zümrüd Ankası’nı olduğunu anlatır. (s.97) Evlilik de Malhun Hatun’u daha da

151 Mal Hatun (? – Bilecik 1326); Şeyh Ede Bali’nin kızı, Osman Gazi’nin eşi ve Orhan Gazi’ninannesidir. Türbesi, Bilecik’te Kale’nin batısında bulunur. bkz: “Malhatun Türbesi” madde., M.Orhan Bayrak, a.g.e., s.264

Page 469: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

457

güzelleştirir: “Ve, bu evlilik Malhun Hatun’u da, Osman’ı da mutluluk utangıcı

yapmıştır; Osman’ı daha bir yiğit, Malhun’u daha bir güzel, daha bir hanım kadın

yapmıştır.” (s.98) Burada yazar, Malhun Hatun’un güzelliğinden de ilk defa söz eder.

Romanda tekrarlanan bu “Zümrüt Anka” motifi, Malhun Hatun’un Osman Gazi’de

yerini gösterir: (s.97, 166, 193, 194, 272, 337) Burada Malhum Hatun, Osman

Gazi’nin gücü olarak karşımıza çıkar. Yazar, bu noktayı sık sık vurgular: “Ey benim

gücüm kaynağı.” (s.292)

Orhan dünyaya geldikten sonra Osman Gazi’nin Malhun Hatun’a âşkı daha

da artar. Malhun Hatun bunu da anlar. Bunun için daha da mutlu olur. (s.193–194)

Malhun Hatun, kocası Osman Gazi’ye sıcak davranır. Onu her zaman çok sever.

Kocasının yanındayken çok mutlu olur. (s.200, 208) Malhun Hatun, herhangi bir

sebeple Osman Gazi’den ayrıldığında da çok üzülür. (s.320)

Böylece Malhun Hatun, kocası Osman Gazi Han’a eşsiz ve uygun bir eş

olarak meydana getirilir. Evliliğini sevgi ve saygı sayesinde sürdüren Malhun Hatun,

Osman Gazi hastalanmaya başladığında ölür. (s.345)

Osmancık romanında Aydos kalesinin kumandanı Nikeforos’un yeğeni olan

Evdoksiya152, Aydos kalesinin alınmasında azınsanmayacak bir rol oynamaktadır.

Evdoksiya, Aydos kalesi muhasara altındayken kaleden Abdurrahman

Gazi’ye taşla sarılan bir mektup atar. Evdoksiya’nın, Abdurrahman Gazi’yi sevdiğini

ve Osman Gazi ve yoldaşlarına yardım etmek istediğini söyler: “Mektup, “Adım

Evdoksiya” diye başlıyordu. “Nikeforos’un yeğeniyim. Sen, ezan okuyan; ben seni

düşümde görmüşümdür. Seni görmeden önce görmüşümdür. Şu yaptığımı bundan

yaparım. Aydos kalesini hücumla alamazsınız. Alsanız bile çok zayiat verirsiniz.

Yazıktır. Sen şimdi erlerini alıp git. Nikeforos vazgeçtiler sansın. Sen yarın değil,

ondan bir sonraki gece, ay yükselmeden gel. Yanında inandığın sekiz, on erle gel;

152 Ziya Nur Aksun “Osmanlı Tarihi” adlı eserinde Aydos Kalesinin tekfürünü bir kızı olduğunusöyler. Kızın, Aydos Kalesini fethetmeye gelen Osman Gazi ve yoldaşlarına yardım ettiği anlaşılır.Kız, Osmanlılara yardım ettikten sonra İslâmiyete girerek Abdurrahman Gazi ile evlenir. Ama yazarkızın adını vermez. bkz: Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1994, c.1, s.36–37

Page 470: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

458

gün batısındaki burcun altında ol, ki hisarı ben size vereyim.” (s.239) Evdoksiya,

söylediğini yapar ve kale alınır. (s.240–241) Gazi Rahman’a âşık olan Rum kızı

Evdoksiya, Söğüt’e gönderilir. Orada Kutlu Melek’in yanında bir süre kalır.

Evdoksiya, islâmiyete girerek adını Sâniye’ye değiştirir. Sonra dil ve töre öğrenmek

için Aya Melek ile oturur. Orada öğrenimi daha hızlı gider. Çünkü obanın kadınları

ve kızları Sâniye’ye büyük bir yakınlık gösterirler. Sonra Abdurrahman Gazi, Sâniye

ile Domaniç’te evlenir. Osman Gazi ise, baştan Sâniye’nin yardımını unutmayarak

kendisine önem verir. Bunun için düğünde düğün günü Aydos’a elçiler göndererek

Sâniye’nin dost ve akrabalarını çağırır. (s.249–255) Sâniye’nin bir oğlu olur. Osman

Gazi, çocuğa Kara Rahman adı koyar. (s.291)

Nilüfer153, Osmancık romanında Holofira adıyla Yarhisar tekfurunun kızı

olarak karşımıza çıkar. İlk göründüğü sahne yeğli Pazarı’dır. Orada Orhan ile

karşılaşır. : “İçinde kara elmas zerrecikleri yanıp sönen, kavrulmuş fındık rengi, iri iri

ve parıl parıl gözler.. esmere çalan buğday rengi ten.. o da içinden aydınlanır gibi.

Sonra pembecik ve küçücük dudaklar.. koyu kumral ve hepsi gür saçlar, kaşlar ve

kirpikler de ışıl ışıl.. yakamozlu.” (s.273)

Orhan, Holofirayı ilk gördüğünde beğenir. (s.274) Çok geçmeden iki genç,

birbirini severler. (s.280) Bunun üzerine Osman Gazi, Yarhisar tekfuru Dukas’a

dünür amacıyla armağanları yollar. Ama Dukas, armağanları geri çevirir. Çünkü

Dukas, Holofira’yı Bilecik tekfurunun oğluna vermek ister. (s.281–282) Bundan

sonra Dukas, Osman Gazi’yi Holofira’nın düğününe davet eder. Orada Bilecik

tekfuru Aleates, Osman Gazi’ye pusu hazırlar. Olup bitenleri öğrenen Osman Gazi,

Bilecik’e doğru yürür ve Aleates’i öldürür. Dukas ise kaçar. Böylece Yarhisar

kapıları Osman Gazi’ye açık olur. Holofira ise Söğüt’e gönderilir. Orada islâmiyete

girerek adını Nilüfer’e değişitir. Söğüt’te dil ve gelenekleri öğrenmeye başlar. Töreyi

153 Nilüfer Hatun; Osmanlı sultanlarından Orhan Gâzi’nin hanımı. Bursa civârındaki Yarhisartekfurunun kızıdır. Bilecik tekfurunun oğlu ile düğünü yapılırken, tekfur Osman Gâzi’yi dâvet edereköldürmeye hazırlandı. Osman Gâzi dostu olan Köse Mihail vasıtasıyla durumu öğrenince, tekfurunbulunmamasından da istifâde ederek Bilecik Kalesini fethetti. Gelin alayı da basılarak dağıtıldı vegelin esir alındı. Müslüman olan ve Nilüfer adını alan tekfurun kızı, Orhan Gâzi ile evlendirildi.Nilüfer Hatun’dan Osmanlı Devletinin kuruluşunda büyük hizmetleri görülen Süleymân Paşa veMurâd-ı Hüdâvendigâr dünyaya geldi. Vefâtında Bursa-Tophane semtindeki Orhan Gâzi Türbesinedefnedildi. “Nilüfer Hatun” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul,1994, c.15

Page 471: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

459

ve dili hızlı öğrenen Nilüfer, Orhan Gazi ile evlenir. (s.317–321) Sonra Nilüfer

doğum yapar ve çocuğa Murad adı verilir. (s.338)

Orhan Gazi154, Malhun Hatun ile Osman Gazi’nin oğludur. Orhan,

Osmancık romanında Ertuğrul Gazi’nin öldükten bir gün sonra dünyaya gelir. (s.182)

Orhan bebekken, babası tarafında çok sevilir. Orhan büyüdükçe sevgisi

babasının gönlünde daha da artar. (s.193, 200, 202) Orhan, on dört yaşındayken

Yeğli Pazarı’nda Holofira’yı görür. Burada Orhan’ın büyümesine ilk işaret verilir.

Yazar, Orhan’ın pazarda Zümrüd Ankası’na rastladığını ifade eder. (s.272–274)

Malhum Hatun, Orhan’ı bir başka kız ile evlendireceğini söyler. Ama Holofira’ya

Orhan gönlünü kaptırır. (s.278–279) Bu sıralarda Orhan kendini ispatlamaya çalışır.

Demircilikle uğraşır. Bunun yanında babasının yoldaşlarından biri olan Konur Alp

tarafından da iyi bir silâh eğitimi verilir. (s.290)

Orhan’ın, babası Osman Gazi ile katıldığı ilk gaza ise İnegöl kalesinin

fethidir. Genç olmasına rağmen ön saflarda yer alan Orhan, öncü kuvvetler ile

kalenin köprüsünü bekleyen Rum muhafızları cesaretle tepeler. Ve kalenin kapısını

babası Osman Gazi’ye açar. (s.297–298) Osman Gazi ise, Orhan’ın bu yiğitliği

karşısında kendini tutamaz ve şu şekilde Orhan’a bağırır: “Yiğitlerimden bir yiğit,

hey oğul; çok gazâlar göresin.” (s.298)

Yarhisar ve Bilecik kaleleri alındıktan sonra Orhan holofira ile evlenir. Bu

sıralarda Osman Gazi, artık Orhan’ın da sorumluluk alması gerektiğine ve bunu hak

154 Orhan Gazi (1281–1360): Osmanlı sultanlarının ikincisi. 1281 yılında Söğüt’te doğdu. BabasıOsmanlı Devleti ve hânedânının kurucusu Osman Gâzi, annesi Şeyh Edebâli’nin kızı Mal Hatun’dur.İslâm terbiyesiyle yetiştirildi. Osman Gâzi’nin kumandanları ve arkadaşlarından silâh tâlimi gördü.Küçük yaştan itibaren devletin teşkilâtlanıp müesseseleşmesinde lâzım olan tecrübelere sâhip oldu.Orhan Gâzi gençliğinden itibaren Bizans tekfurlarıyla yapılan gâzalara katıldı. Orhan Bey, 6 Nisan1326 târihinde Bursa’yı teslim aldı. Osman Gâzi Bursa’nın fethini işitince memnun olup, Orhan Beyiyerine vâris tâyin etti. Orhan Gâzi, sultan olunca, devlet teşekküllerini kuvvetlendirdi ve yenilerinikurdu. Orhan Gâzi devrinde fethedilen beldeler, ilmî, mîmârî ve sosyal tesislerle süslendi. İznikfethedilince, manastırını medreseye çevirterek ilk Osmanlı medresesini kurdu. Osmanlı Devletinin ilkveziri Orhan Gâzi’nin tâyin ettiği Hacı Kemâleddîn oğlu Alâeddîn Paşa idi. Vezirler “paşalar”ünvânını taşırlardı. Devletin askerî ve idârî bütün işlerinde pâdişâha yardımcı olurlardı. 1360’terahatsızlığı artarak vefât etti. Bursa’daki Gümüşlü Kümbet’e defnedildi. “Orhan Gazi” madde.,Yeni Rehber Ansiklopedisi, c.15

Page 472: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

460

ettiğine inanarak ona Sultanönü’nün yönetimini bırakır. (s.318) Böylece Orhan beğ,

romanda ilk defa bir kumandan olarak karşımıza çıkar.

İznik kalesinin alınmasında da Orhan’ın rolü karşımıza çıkar. Kara Tekin

kalesiyle yöreyi el altında iyice tutan Orhan beğ, İznik kalesinden gelen elçilerle

anlaştıktan sonra kale kendisine teslim edilir. (s.331–332) Bundan itibaren Orhan

beğ, Orhan Gazi olarak karşımıza çıkar. Artık büyümüş olan Orhan Gazi, genç

yoldaşları ile birlikte fetihlerde yer alır. (s.335) Bu sıralarda Orhan’ın bir oğlu olur.

Osman Gazi, onun adını Murad koyar. (s.336)

Orhan Gazi, romanın son bölümünde Bursa fethiyle meşguldur. Orhan Gazi,

son arzusuna göre babasını Gümüşlü Kubbe’nin altında defneder. (s.349)

Yavuz Bahadıroğlu’nun Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarını ele aldığı

Sunguroğlu’nun hikâyesini anlatıldığı romanları Orhan Gazi döneminde geçer.

Orhan Gazi, bu romanlarda sadeceisim olarak yer alır. Yalnız Kara Şövalye

romanında kısa olsa bile rol oynayan Orhan Gazi’nin, devlet işleri ve sorunlarına ne

kadar titizlik ve ehemiyyet gösterdiğini öğreniriz. Orhan Gazi, Osmanlı mülkünde

giren Rum şövalyelerini durdurmak ister. Bu görevi Sunguroğlu’na verir. (s.5)

Tuzak romanında Şehzade Süleyman Paşa’nın sadece adı geçer. Şehzade

Süleyman Paşa, Orhan Gazi’nin oğludur. Sunguroğlu’ya gönderdiği mektup ile

romanın olayları başlar. Şehzade Süleyman Paşa, Sunguroğlu’ndan, kaçırılmış olan

Sultan Hatun’u bulmasını ister.

Kaçırılan Prenses romanında Bizans İmparatoru V. Yannis155 (V. Yannis

Palaiologos) karşımıza çıkar. Romanda adı net bir şekilde zikredilmez. Ama Orhan

155 V. Yannis Palaiologos (d. 18 Haziran 1332 – ö. 16 Şubat 1391): Bizans İmparatoru III. AndronikosPalaiologos ile Savoyalı Anna'nın oğludur. V. Yannis Palaiologos 1341de daha dokuz yaşında ikenbabasının ölümü üzerine tahta çıkmıştır. Hükümdarlığı sırasında Osmanlı sultanı Orhan Bey'in oğluolan Süleyman Paşa, Gelibolu'nun bir deprem ile yıkılmasından sonra idaresini alıp oraya Türkleriyerleştirmeye başlamış, durum daha iyileşince bu şehri boşaltıp Bizanslilara geri vermemiş ve şehriAvrupa'daki ilk Osmanlı-Türk yerleşkesi haline sokmuştur. V. Yannis ve taht naibi Anna tarafınınmüteffiki olmuş; Sırp Kıralı IV. Dusan ise rakip imparator VI. Yannis yanını tutmuştur. Ancaksonunda Anna iç savaşı kaybetmiş ve V. Yannis Palaiologos kıdemli İmparator olan VI. YannisKantakuzenos yanında ortak imparator olmak durumuna düşmüştür ve bu durum (1347–1354)arasında değişmemiştir. 1354de V. Yannis Palaiologos bir iç hükümet darbesi yapmış ve VI. Yannis

Page 473: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

461

Gazi’nin oğlu Halil Bey’in nikâhı altında olan Bizans İmparatoru’nun küçük kızı söz

konusudur. Böylece söz konusu olan imparatorun, V. Yannis olduğunu öğreniriz. V.

Yannis, imparatorluğunda birçok şeyden habersiz olarak karşımıza çıkar. Yahudi

yeni başkomutan, imparatoru devirmeye çalışır. İmparator ise, habersizdir.

V. Yoannis, Yıldırım Bayezid romanında ise çaresiz olarak karşımıza çıkar.

Tahtından uzak kalarak IIV. Yoannis tarafından zindana atılır. (s.63) V. Yoannis,

Konstantinopolis surlarının, kullanılmayan ve yıkık kiliselerden alınan taşlar ve

mermerlerle kuvvetlendirilmesi emrini verir. Bu inşaat projesi tamamlanınca, Sultan

Yıldırım Bayezid, V. Yoannis’den bu yeni yapıları yıkmasını talep eder ve bu yıkım

yapılmazsa iki devlet arasında savaşı başlayacağı ile tehdit eder. Çaresiz kalan

V.Yoannis, Sultan Yıldırım Bayezid’in bu isteklerini yerine getirmek zorunda kalır

ve bu yeni sur tamirlerini yıktırır. (s.81) Nihayet Yıldırım Bayezid’in tedbirine göre

zavallı ve çaresiz Bizanslı İmparator V. Yoannis, eşi İmparatoriçe Evdoksiya

tarafından zehirlenerek öldürülür. (s.84)

Yıldırım Bayezid, Binatlı ve Topal Kasırga romanları, Yıldırım Bayezid

dönemini ele alan romanlardır. Bu üç romanda yer alan kahramanların büyük bir

kısmı, tekrarlanır. Yıldırım Bayezid romanında elli iki kişi bulunur. Onların ekserisi

gerçek kişilerdir. Binatlı romanında ise on beş kişi yer alır. Onların yedisi gerçek

kahramanlardır. Topal Kasırga romanında da yirmi beş kişi bulunur. Onlardan

sadece dördü tarihî şahsiyetlerdir.

Yıldırım Bayezid romanında Yıldırım Bayezid Han156, başkahraman olarak

karşımıza çıkar. Üstelik romanda diğer kişiler ona göre ortaya çıkıp gelişirler.

Yıldırım Bayezid şehzadeyken, savaşma ve dövüşmelerde yiğitlik ve maharetle

Kantakuzenos' tahttan feragat edip ayrılmış ve V. Yannis Palaialogos tek İmparator olarak hükümsürmeye başlamıştır. 1390da ise torunu VII. Yannis Palaiologos diğer saray entrikaları sonucu kısa birmüddet için tahtı gasp etmiş, fakat V. Yannis Palaiologos hemen sonra tahtını geri almayı başarmıştır.“V. Yannis Palaiologos” «madde», www.vikipedi.org156 Osmanlı pâdişâhlarının dördüncüsü. Babası Murâd-ı Hüdâvendigâr, annesi Gülçiçek Hâtundur.1360’ta doğdu. Küçük yaştan îtibâren zamânın en mümtaz âlimlerinden din ve fen ilimlerini tahsil etti.Değerli kumandanlardan sevk ve idâre dersleri aldı. 1381 yılında devlet idâresini öğrenmek içinKütahya’ya vâli tayin edildi. 1389’da yapılan Birinci Kosova Savaşına katılarak büyük kahramanlıkgösterdi. Savaş sonunda babası Sultan Murâd’ın şehâdeti üzerine tahta çıktı. Cesâret ve göz pekliğiyleün yaptığından kendisine “Yıldırım” lakabı verilmiştir. Kırık dört yaşında vefât etti (1403). “YıldırımBâyezîd” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994, c.20

Page 474: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

462

bilinir. Bu yüzden babası tarafından Yıldırım lakabı verilir. “Trakya’ya at koşturan

bu kahraman, sanki yıldırım düşer gibi, oradan oraya varıp, nice kahramanlıklar

göstermişti.” (s.5–6)

Yıldırım Bayezid, “çok zeki, atik, atak, mütedeyyin, daha çok asabî mizacı ile

insana dehşet veren bir yaratılışın sahibi” olarak görünür. (s.10) Bu yüzden devlet

adamları, Padişah I. Murad’ın ölümünden sonra Yıldırım Bayezid’den korkarak

Şehzade Yakup Çelebi’yi beklemeden Yıldırım Bayezid’e biat ederler. (s.14)

Kardeşi Şehzade Yakup Çeleb’yi öldürttükten sonra Yıldırım Bayezid, devlet

işlerine bakmaya başlar. Onun ilk ümidi, Kostantiniyye’nin fethidir. (s.32) Bu

sıralarda Yıldırım Bayezid, güçlü ve cesur bir padişah olarak ortaya çıkar. (s.33)

Avrupa devletleri, Yıldırım Bayezid için hazırlanır. Olup biteni öğrenen

Yıldırım Bayezid, Sırplarla sıhriyet kurmak ister ve Sırp Kralı’nın kızkardeşi ile

evlenir. (s.45)

Yıldırım Bayezid, Kostantiniyye ile çok ilgilenir. Bizanslı İmparator V.

Yannis’in tahttan uzaklaştırılışına razı olmayan Yıldırım Bayezid, VII. Yannis’i

tahttan çıkarıp yerine yine V. Yannis’i getirir. (s.74) Böylece Yıldırım Bayezid,

Köstantiniyye’yi istediği gibi kontrol edebilir: “Artık Kostantiniyye bir Osmanlı

sancağı haline gelmişti. Padişah istediğini İmparator olarak tayin ediyor, istediğini

tahttan düsürebilecek yetkiye sahip oluyordu.” (s.77) Güçlü bir padişah olarak

Yıldırım Bayezid, V. Yoannis’e Konstantiniyye’nin yenilenen surları yıktırmasına

emir verir. (s.81) Üstelik babası ölen Manuel, Yıldırım Bayezid’in yanından izinsiz

ayrılır. Buna çok öfkelenen Yıldırım Bayezid, Kostantiniyye’yi muhasara eder. Bu

sıralarda Yıldırım Bayezid, merhametli bir padişah ve hükümdar olarak karşımıza

çıkar. Ama aynı zamanda kararlıdır. Yıldırım Bayezid, Konstantiniyye’de bir Türk

mahallesinin inşa edilmesi şartıyla kuşatmayı kaldırır: “Şartları düşündü ve

Manuel’in elçisine merhametli ve vicadanlı bir hükümdar tavrıyla bakarak, sevgili

Peygamberin nasihatlarını düşündü.” (s.86)

Page 475: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

463

Yıldırım Bayezid, Niğbolu’daki Müslümanlara yardım etmek için yıldırım

hızıyla gider. Üstelik muhasara altında Müslümanları ümitlendirmek için kendisi

kaleye gider. “Tek başına, bu ıssız ve karanlık yollardan hangi menzile koşuyordu.

Bu ne cür’et ve cesaretti ki, az gidip, uz gitti. Türk ordusu çok gerilerde kaldı.” (s.96)

Niğbolu’da zaferi gerçekleştiren Yıldırım Bayezid, şehitler için üzülür. (s.113)

Yıldırım Bayezid, Kostantiniyye’yi yine kuşatır. Bu sıralarda Timur’un

tehlikesi ortaya çıkmaya başlar. (s.127) Timur, Sivas’a girip Şehzade Ertuğrul’u

öldürtür. Bunu öğrenen Yıldırm Bayezid, güçlü bir ordu toplamadan Timur’un

peşinde gider. (s.167)

Yıldırım Bayezid, nihayette Ankara civarında Timur ile karşı karşıya gelir.

Savaş başlar. Yıldırım Bayezid, savaşı iyice kontrol eder. Ama hainliğe uğrayarak

esir düşer. Esarete dayanamayan Yıldırım Bayezid, zehir içerek vefat eder. (s.230)

Binatlı romanında Sultan Yıldırım Bayezid, Niğbolu muhasarasını duyar

duymaz, Kostantiniyye muhasarasını kaldırır. Müslümanlara yardım etmek için

gider: “Önde tuğlar, önde öncüler, önde Ordu-yû Hümayunûn fedaileri. Arkada

Orduy-û Hümayûn. Ve Yıldırım Bayezid. Kır atının üstünde vakur, ciddi, yiğit.

Binlerce çıranın ışığında göz bebekleri yırtıcı, kızgın.

Duymuş gelmiş, kopmuş gelmiş, gerçek bir yıldırım olmuş gelmiş.

Niğbolu’yu kurtarmaya, Niğbolu hisarında kapalı kalmış Müslümanlara yardım

etmeye, vatanın her karış toprağını canı pahasına, kanı pahasına korumaya ve Haçlı

güruhunu bütün bütün geldikleri yere sürmeye.”(s.49)

Yıldırım Bayezid Han, Niğbolu’ya gelir gelmez Niğbolu kalesi Haçlılar

tarafından iyice muhasara edildiği için bütün ısrarlara rağmen dinlenme teklifini

kabul etmez. Çünkü hisardakiler Padişah’ın geldiğinden haberleri yoktur. Gece yarısı

tek başına Niğbolu kalesine gidip döner. Kimsenin yapamadığı bir şeyi yapmıştı.

(s.60–64)

Topal Kasırga romanında ise, Yıldırım Bayezid’in sadece adı geçer.

Page 476: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

464

Yıldırım Bayezid romanında görünen Fransız Kralı Şarl157, mağrur bir kral

olarak karşımıza çıkar. Anlatıcı, Kral Şarl’ı şu şekilde takdim eder: “O sırada bir

sapık, ne idiğü belli olmayan, ruh sağlığı bozuk, astığı astık, kestiği kestik olan bir

Kral, o zaman Fransa’nın başında bulunuyordu. Bunun adı Şarl’dı.

Ona etrafındakiler, «Divane Şarl» diyorlardı. Çılgının birisiydi. Osmanlı

Devleti neredeydi ve kendisi nerelerde bulunuyordu ki, oradan, uzaklara tehdidler

savunuyor ve Bayezid’in kulaklarını tırmalayan bu ses yankılar yaparak insanı

çileden çıkartıyordu.

Tesadüfen tahta çıkan Şarl, etrafında bir takım cüceler, dalkavuklar,

riyakârlar toplamış, vaktini kahramanlık hikâyeleri anlatanları dinleyerek

geçiriyordu. Bu hik’aye kahramanlıklarını o kadar benimsemişti ki, günün birisinde

kendisini onlardan birisi olarak düşünmeye başlamıştı. Kısa zamanda bir hayli ün

kazandı. Şarl, Avrupa’nın gözünde mucize adamlardan biriydi.” (s.27) Bütün bunlara

rağmen Şarl, aslında korkak bir adamdır. (s.31) Bu sıralarda Macer Kralı Sigismund,

Yıldırım Bayezid’e karşı Avrupa’yı kışkırtmaya başlar. (s.32) Sigismund, “kendisini

Avrupa’nın en güçlü şövalyesi olarak kabul eden çılgın Şarl’a bir hey’et” gönderir.

(s.33) Densiz ve kararsız olan Şarl, Sigismund’ın iddialarına inanarak savaşa

hazırlanmaya başlar. (s.34–35)

Yıldırım Bayezid romanında yer alan Şehzade Yakup Çelebi158, Yıldırım

Bayezid’in kardeşidir. Şehzade Yakup Çelebi, yiğit ve cesur bir kumandan olarak

karşımıza çıkar. Üstelik babası I. Murad’ı çok seven bir oğuldur: “Kalbi, babası

Murad Han gibi merhametli; şefkat duygularıyla doluydu.” (s.10) Üstelik “cenk ahli,

yetişmiş; güçlenmiş ve de Padişah olmaya elverişli”dir. (s.10) Olup bitenleri

bilmeyen Şehzade Yakup Çelebi, taht kaygısı ile kardeşi Yıldırım Bayezid tarafından

amansızca öldürülür. (s.23)

157 Charles VI (1368–1422), Fransa Kralı (1380–1422), Kral Clarles V ile Bourbon’lu Jeanne’ninoğludur. Doğumundan itibaren veliaht unvanını alarak krallığın ilk mirasçısı olmuştur. Kral CharlesVI, eğlenceye düşkündü. “Charles VI” madde, Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul,1969, c.4158 Yakup Çelebi (1364 Bursa – 1389 Kosova): I. Murad’ın oğlu, I. Kosova Savaşı gazisidir. Tahtnedeniyle kardeşi Yıldırım Bayezid tarafından öldürülmüştür. Mezarı Bursa’da Çekirge’de babası I.Murad’ın türbesindedir. “Yakup Çelebi” «madde», M. Orhan Bayrak, a.g.e.,, s.427

Page 477: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

465

Çandarlı Ali Paşa159, Yıldırım Bayezid romanında sadrazam olarak karşımıza

çıkar. Devlete sadık olan vezir-i Azam Çandarlı Ali Paşa, Padişah I. Murad’ın

ölmesinden sonra kendisini zor bir durumda bulur. Ona göre Osmanlı Devleti, uzun

süre başsız kalamaz. (s.10) “Devletin başsız kalması acaip ve tehlikelidir.” (s.11)

Vezir-i Azam Ali Paşa, Yıldırım Bayezid’in karşısında Yakup Çelebi’in beklemesini

söyleyemez. Yıldırım Bayezid’e iç duygularını göstermemek için gayret eder. (s.13)

Sonra tecrübeliğinden hareket ederek Yıldırım Bayezid’e biat eder ve devlet

adamları karşısında Yıldırım Bayezid’i bir padişah olarak ilan eder. (s.14)

Çandarlı Ali Paşa, Padişah Yıldırım Bayezid’e sadık bir sadrazam görevini

yapar. Her zaman sultana nasihatte bulunur. (s.198) Sadrazam Çandarlı Ali Paşa,

Timur meselesinde sulhtan yanadır: “Bir kere daha Timur’a başvurup, sulh istemekte

fayda umarım Hünkârım” (s.206) söyleyen Çandarlı Ali Paşa’nin teklifi, Yıldırım

Bayezid tarafından kabul edilmez. Bu sıralarda Çandarlı Ali Paşa’nın, beklenen

savaş hakkında endişeli olduğunu öğreniriz. (s.207) Ankara Meydan Muharebesinde

durumlar kötüleşince Çandarlı Ali Paşa ile Şehzade Süleyman Çelebi savaş

meydanından kaçarlar. (s.226–227)

Böylece Çandarlı Ali Paşa, sadece kendisine sadıktır. Görevini korumaya

çalışan bir sadrazam olarak yer alır. Çandarlı Ali Paşa’nın, Ankara Meydan

Muharebesi sultana karşı yaptığı menfaat hesabı bunu da gösterir: “Ankara Meydan

Muharebesi, fitne, fesat, menfaat, hile ve desiseler sebebi ile kaybedilmiş.” (s.229)

Gazi Evranos Bey160, Yıldırım Bayezid romanında arka plândadır. Padişah I.

Murad’ın ölümünden sonra karşımıza çıkan Evranos Bey, diğer devlet adamları gibi

yeni padışahın kim olacağı ile meşguldür. (s.11)

159 Çandalı Ali Paşa (öl. 1410 İznik): Sadrazam (1387–1406), komutan, kazasker ve gazidir. Fetretdevrinde Emir Süleyman’a da 7 yıl vezirlik yaptı. Rumeli fethinde bulundu. Sadrazam ÇandrlıHayraddin Paşa’nın oğlu, Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa’nın babasıdır. Zeki, bilgili ve eğlenceyedüşkün idi. Mezarı İznik’te bulunur. “Çandarlı Ali Paşa” madde, M. Orhan Bayrak, a.g.e., s.93160 Gazi Evrenos Bey: Osmanlıların meşhur kumandanlarından. On dördüncü asır başlarında Karasidiyârında dünyâya gelmiştir. Âilenin reisi olan Îsâ Bey ile oğlu Evrenos Bey, Karasi Beyliğiümerâsından iken, Beyliğin Orhan Gâzi tarafından fethedilmesi üzerine Osmanlıların hizmetinegeçtiler. Şehzâde Süleymân Paşanın maiyetine verilen Evrenos Bey, onunla birlikte Rumeli’ye ilkayak basan yiğitler arasında yer alıp; İpsala, Malkara, Dimetoka vesâir kalelerin alınmasında son

Page 478: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

466

Gazi Evranos Bey, Binatlı romanında Sultan Yıldırım Beyazid’in

kumandanlarından biridir. İhtiyar; ama Sultan’ın gittiği her yerde bulunur. Gazi

Evranos Bey, Sultan Yıldırım Bayezid’i sevip sayan bir kumandan olarak karşımıza

çıkar. Sultana sadıktır. Sultan da Gazi Evranos Bey’i sever.

Yıldırım Bayezid romanında Doğan Bey161, Niğbolu Kumandanı olarak

karşımıza çıkar. Doğan Bey, sultan ve devlete çok sadıktır. Yıldırım Bayezid

kendisiyle karanlıkta kaledekilere ümit vermek amacıyla Biğbolu’ya yaklaşıp kalenin

kumandanı Doğan Bey ile konuşur. Buna çok mutlu olan Doğan Bey, padişaha son

nefese kadar dayanacaklarını söyler. (s.98–99)

Binatlı romanında Niğbolu Kumandanı Doğan Bey, cesur bir kumandandır.

Haçlı ordusu, Doğan Beyin müdafaa ettiği Niğbolu’yu muhasara etti162. “Ne olursa

olsun, sonuna kadar dayanacak, kaleyi canla başla müdafaa edecekti. Son teslim

teklifini de bu sabah reddetmiş, “Cesedimi çiğnemeden hisara giremezsiniz” diyerek

elçiyi terslemişti… Kaledekilerle birlikte ölmeye karar vermişlerdi.”(s.59)

Sırp Kralı İstefan, Kral Lazer’in oğludur. (s.38) Sırp Kralı İstefan, Yıldırım

Bayezid’e saygı gösterir. Yıldırım Bayezid, Sırplarla dostluğu güçlendirmek için

Kral İstefan’ın kızı ile evlenmeyi düşünür. Kral İstefan bu tekliften memnundur.

(s.42) Sırp Kralı İstefan, Yıldırım Bayezid’e sadıktır. Ankara Meydan

Muharebesinde şehzadeler ve vezirler Yıldırım Bayezid’i terk ederler. Karşı tarafta

yirmi bin kadar Sırp fedaileri, Yıldırım Bayezid’i terk etmezler. Ve savaşta

kahramanlıklar gösterdiklerini öğreniriz. (s.227)

derece mühim rol oynadı. Babası Îsâ Bey ise, bu akınların birinde şehit düştü. Kosova Savaşındansonra, Sultan Yıldırım Bâyezîd Han zamânında da Hacı Evrenos Beyin fetih faaliyeti devâm etti.Niğbolu Muhârebesinde ve Eflâk Seferinde büyük kahramanlıklar gösterdi. Evrenos Bey, SultanYıldırım Bâyezîd’in vefâtı ile ortaya çıkan karışık devrede, önce Emir Süleymân tarafını tuttu ise de,onun vefâtını müteâkip bu gâilelere karışmamak için geri çekildi. Hacı Evrenos Gâzi, 100 yaşınıgeçmiş olduğu hâlde 1417 Kasımı’nda vefât ederek Vardar Yenicesi’ndeki türbesine defnedildi. “GâziEvrenos Bey” madde, Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, c.3, s.110–112161Doğan Bey, Niğbolu’ya Haçlı seferi zamanında Niğbolu Kalesinin kumandanı olarak görevyapıyordu. “Niğbolu Meydan Muharebesi” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs HoldingYayınları, İstanbul, 1994, c.15162 Yeni Rehber Ansiklopedi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994, c.20, s.233

Page 479: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

467

Yedinci Yoannis, V. Yannis’in torunudur. VII. Yoannis, VI. Yannis’i tahttan

çıkararak zindana atar. Böylece imparator olur. Yedinci Yoannis, korkak ve aciz bir

imparator olarak karşımıza çıkar: “Yedinci Yoannis’in eli ayağı titremiş, rengi

uçmuştu. Amansız korku ile humma nöbeti geçiriyordu.” (s.74) Yıldırım Bayezid,

onu imparatorluktan çıkarıp yerine V. Yoannis’i yine oturtur. (s.73)

Yıldırım Bayezid romanında karşımıza çıkan Manuel, V. Yoannis’in oğludur.

İlk olarak Manuel babası V. Yoannis ile birlikte zindandadır. Uzunca Sevindik

tarafından zindandan kurtarılan Manuel, Yıldırım Bayezid’in yanında Anadolu

seferlerinde yer alır. (s.79) Babası ölen Manuel, izinsiz Yıldırm Bayezid’ın yanından

ayrılarak Bizans’a gider. Bu sıralarda Manuel, imparator olarak ilân edilir. Bizanslı

İmparator Manuel, güvenilmez bir hükümdar olarak ortaya çıkar. Üstelik halktan

uzak ve sadece kendisini düşünen bir imparatordur: “Fakat onun verdiği söze

inanılmazdı. Manuel güvenilecek insan değildi. Babasının ölümü bile onu rahatsız

etmemişti.”… “İmparator yalnız ve ancak kendi çıkarını düşünüyor, halktan alınan

vergileri bu surette israf ediyordu. Teb’ası ise yokluk ve sefalet içindeydi.” (s.87)

Yıldırım Bayezid, ikinci defaya Kostantiniyye’yi kuşatır. Bu sıralarda

Manuel, Avrupa’dan yardım ister. Bu yardımlar gelmesini bekleyen Manuel, aciz bir

imparator olarak görünür. (s.127–128)

Binatlı romanında Timurtaşoğlu Umur Bey163, akıncıların kumandanı olarak

kaşımıza çıkar. Gazi Umur Bey, cesur ve yiğit bir akıncıdır.

Yıldırım Bayezid romanında karşımıza çıkan Gülçiçek Hatun164, Yıldırım

Bayezid’in annesi ve Sultan Murad’ın karısıdır. “Gülçiçek Hatun karalar giyerek

gözyaşlarının pınarından dökülen yaşları ruhunda topladı.” (s.24) Karısının

öldürülmesine çok üzülen Gülçiçek Hatun, çok geçmeden oğlu Şehzade Yakup

163 Umur Bey Karatimurtaşoğlu, Türk devlet adamı (öl–1461): Osmanlı beylerinden Kara TimurtaşPaşa’nın oğludur. Fetret devrinde Musa Çelebi’nin yanında yer aldı; daha sonra Mustafa Çelebi’ninhizmetine girdi. Murad II’ye hizmet etti. “Umur Bey Karatimurtaşoğlu” madde., Meydan Larousse,Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.19164 Gülçiçek Hatun (XIV. y.y.): Sultan I. Murad’ın eşi, Sultan I. Bayezid’in (Yıldırım) annesidir.Türbesi, Bursa’da Yahşibey mahallesinde bulunur. “Gülçiçek Hatun Türbesi” «madde», M. OrhanBayrak, a.g.e., s.149

Page 480: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

468

Çelebi’nin öldürülmesini de öğrenir. Bu iki habere dayanamayan Gülçiçek Hatun,

“teselliyi ancak Yüce Rabbinde arıyor ve ondan sabır dileniyordu.” (s.24) Gülçiçek

Hatun, oğlu Şehzade Yakup Çelebi’nin öldürülmesinin cinayet olduğundan

şüphelenir. (s.24)

Yıldırım Bayezid romanında yer alan Devlet Hatun165, Süleyman Paşa’nın

kızı ve Yıldırım Bayezid’in ilk eşi olarak karşımıza çıkar. (s.38) Eşi Yıldırım

Bayezid’in ikinci evlenmesi için içi yanan Devlet Hatun, bir türlü teselli bulamaz.

(s.47–48) Devlet Hatun, alçak gönüllü bir kadın olarak karşımıza çıkar. Olivera ile

ilk karşılamasında Olivera’dan memnun olur. “Açık yeşil gözleriyle” (s.49) Devlet

Hatun bu karşılaşmada kibarlı bir tavır alır. (s.51)

Sırp Kralı Lazer’in kızı ve Kral İstefan’ın kızkardeşi olan Olivera166, çok

güzel bir kız olarak karşımıza çıkar: “Bu sırada sırma saçları omuzlarından aşağılara

dökülen, parlak ve nurlu yüzü ile dünya güzeli olan bir melek ağır adımlarla, tatlı

bakışlar atfederek Hünkâr önüne gelip saygıyla eğildi.” (s.41) Sırp Kralı İstefan,

kızkardeşi Olivera’yı şu şekilde takdim eder: “Kız kardeşim Olivera! diye onu

takdim etti. Bazıları ona Despina derler.” (s.41) Bu sıralarda Olivera’nın on sekiz

yaşında olduğunu öğreniriz. (s.42–43)

Olivera, ilk olarak ağabeyi Kral İstefan’ın hangi çıkar için böyle bir

evlenmeyi kabul ettiğini merak eder. Çok düşünceli olan Olivera, nihayette İslâma

girerek Yıldırım Bayezid ile evlenir. (s.43–45) Evlendikten sonra Olivera “nazik ve

ince ruhlu” (s.51) bir kadın olarak karşımıza çıkar.

Macar Kralı Sigismund167 ise Yıldırım Bayezid romanında kurnaz bir

kumandan olarak karşımıza çıkar. I. Murad ve Şehzade Yakup Çelebi’nin

165 Devlet Hatun (Devletşah Hatun veya Sultan Hatun da denir): Yıldırım Bayezid’in eşi (Kutahya, ? –Bursa, 1414). Germiyan hükümdarı Süleyman Şah’ın kızı ve Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin torunu.1378’de Süleyman Şah kızının çeyizi olarak beyliğinin en güzel yerleri olan Kütahya, Tavşanlı, Emedve Simav şehirlerini Osmanlı Devletine vermiştir. “Devlet Hatun” madde., Büyük Larousse Sözlükve Ansiklopedisi, İnterpress Yayıncılık, İstanbul, 1992, c.5166 Sultan Yıldırım Bayezid, Olivera ile evlenmiştir. Ama Olivera’nın akıbetiyle ilgili bilgi yoktur.“Padişah Eşleri” «madde», M. Orhan Bayrak, a.g.e., s. 449167 Sigismund Lüksemburglu (14 Şubat 1368 – 9 Aralık 1437) 1433 yılından 1437 yılına kadar dört yılKutsal Roma İmparatoru ve Luxembourg Hanedanı'nın son imparatoru. O ayrıca Macaristan ve

Page 481: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

469

ölmelerinden istifade etmek isteyen Sigismund, Yıldırım Bayezid’in karşısında

birleşmek amacıyla Fransa Kralı Şarl’a başta olmak üzere bütün Avrupa devletlerine

birer hey’et gönderir. (s.32–33) Macer Kralı Sigismund, papazlar yardımıyla Fransız

kralını yanıltıp aldatabilir. Böylece Sigismund, Niğbolu’ya gelen Haçlı seferinin ilk

tohumu atmış olur. (s.34–37) “Kral korkudan zangır zangır titrediği için Batı

ülkelerine elçiler yollamış, onları kışkırtmak için her türlü çareye başvurmuştu.”

(s.52)

Binatlı romanında Tuna vadisine gelen Haçlı ordusu iki koldan oluşmaktadır.

Asıl büyük kolun kumandanı Macar Kralı Sigismund’dur. “Coşkun ve mağrur”

(s.17) olarak karşımıza çıkar. İlk olarak zaferden emin olan Sigismund, savaş

meydanında korkaktır. (s.27)

Yıldırım Bayezid romanında Şehzade Süleyman Çelebi168, Yıldırım Bayezid

ve Topal Kasırga romanlarında ön plandaki kahramanların arasında yer alır. Yıldırım

Bayezid romanında Sivas kalesinde bulunan Şehzade Süleyman Çelebi, Timur

tehlikesini duyar duymaz korkmaya başlar: “Süleyman Çelebi’nin yüreği hoplamıştı.

İçinde doğan Timur’un askerleriydi.” (s.141) Şehzade Süleyman Çelebi, ilk andan

itibaren Sivas’ı bırakmak ister: “Fakat Süleyman Çelebi onun gibi düşünmedi. En

iyisi, kaleyi düşmana bırakmaktı.” (s.144) Sonda Süleyman Çelebi, tek başına

kaleden çıkarak babası Yıldırım Bayezid’in yanına gider. (s.145)

Şehzade Süleyman Çelebi’nin, Ankara Meydan Muharebesi’nde babası

Yıldırım Bayezid’in yanında ön saflarda bulunduğunu öğreniriz. (s.221) Ama savaşın

durumları kötüleşince Şehzade Süleyman Çelebi, sadraman Çandarlı Ali Paşa ile

birlikte Yıldırım Bayezid’e ihanet ederek savaş meydanından kaçar. (s.226)

Hırvatistan'ı en uzun süre yöneten krallardan biri, onun elli yıllık hükümdarlık süresi 1387 yılından1437 yılına kadardır. Niğbolu önünde yapılan savaşta Sultan Yıldırım Bayezid’e yenildi (25 Eylül1396). “Sigismund Lüksemburglu” madde., Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969,c.18; “Niğbolu Meydan Muharebesi” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, c.15168 Süleyman Çelebi (1377 Bursa – 1410 Edirne): Yıldırım Bayezid’in büyük oğludur. Fetret devrinde1403–1410 yılları arasında Edirne’de saltanat süren şehzadedir. Öldürüldü. Mezarı Bursa’da dedesi I.Murad’ın Çekirge’deki türbesindedir. “Süleyman Çelebi” madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e.

Page 482: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

470

Topal Kasırga romanında Şehzade Süleyman Çelebi, Sivas kalesinin

komutanı olarak karşımıza çıkar. Timur’un yakında geleceğini duyan Şehzade

Süleyman Çelebi, kendi menfaatını düşünerek Sivas’ı terk eder: “Şehzade kendisince

mazeretleri vardı aslında. Her şehzade gibi o da bir gün babasının yerine geçmeyi

umuyordu.” (s.27)

Böylece Şehzade Süleyman Çelebi, Yıldırım Bayezid ve Topal Kasırga

romanlarında korkak ve kendini düşünen bir şehzade olarak canlandırılır.

Yıldırım Bayezid romanında Şehzade Ertuğrul169, Yıldırım Bayezid’in

oğludur. Timur ordusuyla Sivas şehrine gelir. Bu sıralarda Şehzade Ertuğrul, kardeşi

Şehzade Süleyman Çelebi Sivas’ta bulunur. (s.137) Şehzade Ertuğrul, cesur ve atak

bir kumandan olarak karşımıza çıkar. Üstelik zekidir. Ona göre Sivas’a gelene kadar

Timur’u beklenmemelidir. Ama dağ geçidinde Timur’un ordusunu imha edilmelidir.

(s.138) Şehzade Ertuğrul, Allah’tan başka kimseden korkmaz. Tam bir yiğit gibi

müdafaadan yanadır: “Biz ise Yüce rabbine sığınan, yalnız ondan medet uman,

vaktimizi cenk itmek ve Allah yolunda şehit olmaktan başka şeyler düşünmeden

değerlendiren bir güç kaynağıyız.” (s.143) Şehzade Ertuğrul, Sivas kalesinde

bulunan askerleri savunmak için yiğitlendirmeye çalışır. “Bir taraftan düşman

askerlerine ok fırlatıp, öbür taraftan da bahadırlara talimat veren Ertuğrul Beğ’di.”

(s.147)

Şehzade Ertuğrul, uzun süre Yıldırım Bayezid’den takviye gelmesini bekler.

Ama hiçbir şey görünmez. Bu yüzden kalenin teslimine macbur kalır. (s.152) Timur

tarafından da bir odaya hapsedilir. (s.158) Sonda Timur, Şehzade Ertuğrul’u öldürtür:

“O nevcivan, o tatlı kahverengi gözleri, kumral saçları, nurlu yüzüyle, kalbi şefkatle

dolu olan yiğit şehzade, kelime-i şahadet getirererk ruhunu Allah’a teslim etmiş.”

(s.164)

169 Şehzade Ertuğrul (1378–1396): Yıldırım Bayezid’in oğludur. “Padişah Oğulları (Şehzadeler)”madde, M. Orhan Bayrak, a.g.e., s. 448

Page 483: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

471

Yıldırım Bayezid romanında Yıldırım Bayezid’in oğlu Şehzade Mehmet

Çelebi170, arka plânda bir kişi olarak karşımıza çıkar. Ankara Meydan

Muharebesi’nda yer alan Şehzade Mehmet Çelebi, babasının yanında olmayı tercih

eder. Savaşa katılmak için gelir. (s.196–197)

Malkoç Mustafa Bey171, Yıldırım Bayezid ve Topal Kasırga romanlarında ön

planda karşımıza çıkar. Yıldırım Bayezid romanında Malkoç Mustafa Bey, cesur,

yiğit ve atak bir akıncı ve “kahraman kumandanlardan” (s.141) olarak karşımıza

çıkar. Korkmaya başlayan Süleyman Çelebi’yi cesaretlendirmeye çalışır. Üstelik

kararlı ve telâşlı değildir. Malkoç Mustafa Bey, müdafaa ve savaşmadan yanadır.

(s.142) Şehzade Süleyman Çelebi kaleyi terk ettikten sonra kalenin kumandanlığı

Malkoçoğlu ve Şehzade Ertuğrul’un üstüne atılır. Bu sıralarda Malkoç Bey’in

kararlığı, yiğitliği ve kahramanlığı ortaya çıkar. Malkoç Bey, “keder itmeyesüs

şehzadem. Senin sağ kolun kılıç tutarsa, sol kolunda da benim kılıcım ışıldar. Hiç

can sıkma. Yüce Rabbimin hikmetinden sual olunmaz.” diyerek Şehzade Ertuğrul’ü

yüreklendirir. (s.145) Savaş başlar başlamaz Şehzade Ertuğrul, Malkoç Bey’le

görüşmeden bir karar almaz. (s.149)

Malkoç Mustafa Bey, sulh teklifiyle Timur’a gider. (s.151) Sivas’a giren

Timur, Malkoç Bey ve Şehzade Ertuğrul’u bir odada hapseder. (s.158) Timur,

Şehzade Ertuğrul’u öldürdükten sonra Malkoç Mustafa Bey’in elini bağlatarak

serbest bırakır. (s.162)

Malkoç Mustafa Bey, Sivas’tan ayrılarak Yıldırım Bayezid’egelir. Padişaha

olup bitenleri anlatan Malkoç Mustafa Bey, Yıldırım Bayezid’in önünde akıllı bir

komutan olarak karşımıza çıkar. Kalabalık ve çok sayıda askerle dolu olan bir

170 Mehmet I. Çelebi (1389 Bursa – 1421 Edirne): 5. Osmanlı padişahı (1413 – 1421), Fetret Devri’nikapatan ve Osmanlı devletini ikinci kez kuran padişah, komutan, okçu, güreşçidir. 24 yaşında 40 yaraalarak gazi oldu. Yıldırım Bayezıd ile Devletşah Hatun’un oğlu; Fetret Devri’nde savaştığı Musa, İsa,Süleyman ve Düzmece Mustafa’nın kardeşi; Dulkadiroğulları prensesi Emine Hatun’un eşi, II. Muradile Küçük Mustafa’nın babasıdır. Cesur, siyasetçi, ciddi, nazik oluşu ile tanındı. “Mehmet I. Çelebi”madde, M. Orhan Bayrak, a.g.e., s.269171 Malkoç Mustafa Bey (ö. 1402), I. Bayezid (Yıldırım) döneminde Timur’un ordusuna karşı Sivas’ısavunmuştu. Malkoç Mustafa Bey, Malkoçoğulları diye akıncılıkla meşhur olan ailenin atasıdır.Malkoçoğulları, Osmanlıların Avrupa’ya düzenlediği seferlerde öncü rol oynamış akıncı ailesidir.Temel olarak Akkerman’da yerleşen aileden, 1400–1600 arasında birçok ünlü akıncı beyi yetişmiştir.“Malkoçoğulları” madde., Ana Britannica Ansiklopedisi, Ana Yayınları, İstanbul, 1993, c.21

Page 484: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

472

ordunun başında Timur’a karşısına çıkmak için onun asker sayısı ile derlenip

toplanmak gerektiğini söyler. (s.164–167)

Malkoç Mustafa Bey, bir akıncı olarak Ankara Meydan Muharebesi’nde ön

saflarda yer alır: “Şehzadeler: İsa Beğ, Musa Beğ ve Mustafa Çelebi. Onları kollayan

Malkoçoğlu’ydu… Mustafa Malkoç! Bütün hırsı ile düşmana yüklenmek gücüne

sahip olduğuna inanarak ön saflarda vuruşmak isteyen kahraman…” (s.221)

Topal Kasırga romanında Malkoç Mustafa Bey otuz beş yaşında olmasına

rağmen Şehzade Süleyman’ın gözünde iyi ve cesur bir kumandandır. Bu yüzden

Şehzade kendisi Padişah’a haber vermek için şehirden çıkar. Çünkü Şehzade’ye göre

“Malkoç Bey gibi yürekli kumandanlar vardı. Ne yapıp yapar, şehri Timur’a teslim

etmezlerdi. Her şeye rağmen, hatta kendisine karşı olduğunu bilmesine rağmen

Malkoç Beye güveniyor, bir gün ona yüksek mevkiler vermeyi düşünüyordu.” (s.28)

Böylece Malkoç Mustafa Bey, güvenilen bir kumandan olarak karşımıza çıkar.

Malkoç Bey, Timur’un şehre geleceğini ilk haberi olduğu zaman bir ordu alıp

Timur’a karşı çıkar. Kulaksız Ömer de ona gider, daha önce onu hiç görmedi; ama

Malkoç Bey hakkında birtakım sözler işitmişti: “Malkoç Bey doru atının üstünde

cesaret abidesi gibi dikiliyordu. Cür’etini, cesaretini, karar vermedeki isabetini

Kulaksız da çok duymuştu, ama bu kadar yakından ilktir görüyor, hakkında

söylenenlerin az bile olduğunu düşünüyordu.” (s.36)

Yıldırım Bayezid romanında Korkusuz Jean172 bir Fransa asilzadesi olarak

karşımıza çıkar. Niğbolu savaşından sonra esir alınan Korkusuz Jean’in, diğer esirler

gibi, Yıldırım Bayezid tarafından Bursa’ya götürüldüğünü öğreniriz. Sarayda

Yıldırım Bayezid’e yalvaran korkusuz Jean, daha sonra Türklere karşı

çıkmayacağına yemin eder. Sonra serbest bırakılan Korkusuz Jean, Yıldırım

Bayezid’e teşekkür ederek kendi vatanına döner. (s.117–118)

172 Jean (Korkusuz); Fransız asilzâdesidir. Fransız Kralı İkinci Jean’ın torunu ve Bourgonge DükasıCesur Philippe’in oğludur. 1371’de doğup, 1419 yılında öldürüldü. Haçlı ordusunda OsmanlıTürklerine karşı 1396 Niğbolu Savaşına katıldı. Zafer kazanmak hevesiyle taşkınlık içinde Türkleresaldırıp, esir düştü. Yıldırım Bayezid Han (1389–1402) ile görüştü. Bir yıl kadar Anadolu’da kalıpbüyük fidye karşılığında serbest bırakıldı. 1414’te Bourgonge Dükası oldu. “Jean (Korkusuz)”madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994, c.10

Page 485: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

473

Binatlı romanında Fransa Kralı İkinci Jean Le Bon’un torunu Nevers Kontu

Korkusuz Jean Niğbolu’da Fransız Kralını temsil etmektedir. (s.22) Korkusuz Jean,

şaraba düşkün, tecrübesiz ve mağrur bir kumandan olarak karşımıza çıkar. Üstelik

onun önemsemezliği yüzünden Haçlı ordusunda iki yüze yakın askerin ölmesine

sebep olur. (s.23–26)

Eflak Voyvodası Mirçe173, Binatlı romanında da Haçlılar arasında karşımıza

çıkar. Alman ve Fransız komundanlar, onu küçümserler. Onlara göre o sadece

voyvodadır ve onlara ulaşamaz. Eflak Voyvodası Mirçe korkak, kararsız ve zayıf

karakterli olarak ortaya çıkar. (s.24)

Yıldırım Bayezid romanında ise Mirçe’nin adı geçer. Yıldırım Bayezid’in

elinde bir savaşta esir düşen Mirçe, “Yıldırım Bayezid’in dizlerine kapanarak, af

diliyordu.” (s.46)

Timur Leng174, Yıldırım Bayezid ve Topal Kasırga olmak üzere iki romanda

söz konusudur. Yıldırım Bayezid romanında yazar, Timur ile ilgili şu şekilde

ansiklopedik bilgileri verir: “Timur, 1336’larda Semerkant’ta doğmuş, büyümüş,

cihangir olmuştu.

173 Mirçe Cel Batran, Eflak Voyvodası (s.1336–1418). Radu I’in oğlu. Eflak’ın idarî teşkilâtınıdüzeltti; birçok manastır açtı. Sırp despotu Lazer’e yardım için Kosova Savaşına (1389) askergönderdiği için Türk kuvvetleri Tuna’yı aşarak Mirçe’nin üstüne yürüdü. Macer Kralı Sigismond ileanlaşılan Mirçe, Niğbolu’da Türklere yenildi (1396). Ankara Savaşından (1402) sonra Türk-Eflakilişkileri yeniden başladı. Mirçe, Bayezid I’in oğullarından Musa Çelebi’yi kardeşi Emir Süleyman’akarşı destekledi; onu kızlarından biriyle evlendirdi. “Mirçe Cel Batran” madde., Meydan Larousse,Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.14174 Timur, Timurlenk ya da Aksak Timur olarak da bilinirdi (d. 11 Mart 1336, Keş - ö. 19 Mart 1405,Otrar). Hindistan ve Rusya’dan Akdenize’e kadar uzanan bir imparatorluk kurmuş Müslümanhükümdar. 1350’lerin başlarında Çağatayların Sermerkand emiri olan Kazgan Han’ın hizmetine girdi.Emirin güvenini kazanarak ordusuna subaylığa yükseldi ve kızıyla evlendi. Kazgan Han ölünce onunyerine geçen oğlu ile anlaşamadı ve öteki kayınbiraderi olan Herat emiri Hüseyin’in yanına gitti.1363–69 arasında kabile savaşlarına katıldı. Bir süre sonra Hüseyin’le arası açılınca bir ordutoplayarak kayınbiraderinin üzerine yürüdü. 1369’da Kunduz Savaşı’nda Hüseyin öldürüldü ve Timurkısa zamanda Semerkand’ı ele geçirerek bağımsızlığını ilan etti. 1386–89 arasında Celayirlilerinkuzeydeki topraklarını ele geçirdi. 1398’de Batıya düzenlediği sefer sırasında Celayirli hükümdarıAhmed ile Karakoyunlu hükümdar Kara Yusuf Osmanlı padişahı I. Bayezid’e sığındı. I. Bayezid deiki hükümdarı Timur’a teslim etmek istemez. Bunun üzerine Timur, Anadolu’nun içlerine doğruilerlemeye başladı. 1402’de ikinci kez Anadolu’ya girdi ve Ankara yakınlarında yapılan savaşta I.Bayezid’i yenilgiye uğratarak tutsak aldı. Timur, 1404’te Çin seferine çıktı. Ama Otrar’a ulaştıktankısa bir süre sonra öldü. “Timur” madde., Ana Britannica Ansiklopedisi, Ana Yayınları, İstanbul,1993, c.30

Page 486: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

474

Babası Barlas kabilesinin Reisi Taragay’dı. Timur’un ayağı sakattı. Aksak

yürürdü. Bunun için aksak mânasına gelen «lenk» sözü ona lâkap olarak takılmıştı.

Timur bu suretle Timur-Leng oluyordu.

Güçlenip kuvvetlenince, onun da hayalinde cihan İmparatorluğunu kurmak

düşüncesi ağırlık kazanmıştı. O zaman Çağatay Hân Timur’un hükümdarıydı. Hattâ

Çağatay Hân torunu Olcay Türkân’ı Timur’a vermişti. Bu suretle Timur’un zeki,

atik, cenk etmekten zevk duyan bir bahadır oluşuyla takviye edilmesi Moğollar

tarafından takdirle karşılanmıştı.

Fakat Çağatay Hân ile Timur’un arası birden açılıverdi. Bunun sebebi

Timur’un yüreğinde yatan hükümdarlık duygusuydu. Bu duygunun esiri olmaktan bir

türlü kurtulamayan damat, efendisine isyan etti! Askerini dağlardan ovalara indirip,

Çağatay Hân’a meydan okudu… Bir taraftan da o zamanın müstahkem

mevkilerinden birisi olan Belh şehri kayınbiraderi Emir Hüseyin’in elinde

bulunuyordu. Fakat kim olursa olsundu, Belh şehrini zaptederek Emir Hüseyin’in

katlini uygun buldu. Çünkü Timur, kendisine güçlü rakip istemiyordu. Neredeyse o

rakip, boynu vuruluyor Timur, ülkenin tek hâkimi olmak durumuna geliyordu.

Timur, Belh şehrinin zaptedilmesiyle müstakil bir devlet kurduğunu bütün

dünyaya ilân etti. Belh’den İran’ın en ücra köşelerine kadar at koşturan süvarileri

Kafkasya diyarına kadar uzandı. Buradaki Türkler de Timur’a boyun eğdiler.”

(s.134–135)

“Timurlenk Osmanlıların imha plânlarını çoktan hazırlamıştı. İlk önce seçilen

hedef Sivas kalesiydi. Bu kale müstahkem mevki olarak göz önünde tutulamazdı.

Ayrıca orada Yıldırım Bayezid’in şehzadeleri kalıyorlardı. Onların katli ile henüz

yüzünü bile görmediği Padişah’a karşı kin tuttuğu için, intikam almak ihtirası içinde

çırpınıyordu.” (s.137)

Timur, kana susanmış ve vahşi bir kumandan olarak karşımıza çıkar.

Kalabalık bir ordunun başında gelen Timur, Sivas kalesini kuşatır. Kuşatmanın on

sekizinci gününde Şehzade Ertuğrul, Timur’a sulh teklifiyle bir eliçiyi gönderir.

Page 487: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

475

Sulhu kabul eden Timur, Sivas’ta hiçbir kişiye zarar vermeyeceğine yemin eder.

Ama Sivas’a giren Timur, sözünü tutmayarak çocuk, kadın, yaşlı dinlemeden bir

katliamı yapar. Osmanlı askerlerini de toplayıp kollarını bağlatarak kazılan

hendeklere attırır. Sonra üstlerine toprak atar. (s.152–157) Ayrıca Şehzade Ertuğrul’u

da amansızca öldürtür. (s.164)

Bu sıralarda Timur, tecrübeli bir kumandan olarak karşımıza çıkar. Üstelik

savaşlarını iyice düşünür. Sivas’ı terk eden Timur, Yıldırım Bayezid’in kendisinin

peşinden geleceğini emindir. Bunu iyice plânlayan Timur, istediği mevkii seçer.

Yıldırım Bayezid’e ne yer ne de zamanda fırsat verir. (s.209–217) Sonunda Timur

savaşı kazanır. (s.229)

Topal Kasırga romanında Timur, ordusuyla Sivas kalesini kuşatmaya gelir.

Romanda Timur, rahmeti bilmeyen, zalim ve gaddar bir kumandan olarak karşımıza

çıkar.

XVI. Yüzyıl

İlk Hançer romanında kırk kahraman karşımıza çıkar. Bunların sadece üçü

gerçek kişi olarak yer alır.

İlk Hançer romanında Sefa Giray Han175, Kazan Hanı olarak karşımıza

çıkar. Sefa Giray Han, asker ve komutanlarını seven bir Han olarak görülür. Üstelik

halkına önem verir. Sefa Giray Han, kendisiyle Moskova’dan dönen Yüzbaşı Alp’ı

karşılar. (s.13) Üstelik Alp’ın Ruslar tarafından zindana atıldığı haberi öğrenir

öğrenmez öfkelenir. (s.25)

175 Safa Giray Han (1524–1531) Kazan tahtına geçtiği zaman on üç yaşında idi. Safa Giray Han busürede genç olmasına rağmen Rusları iki yenilgiye uğrattı. Bunun üzerine Ruslar, Safa Giray Han’akarşı propagandaya başladılar. Safa Giray Han Kazan’dan uzaklaştığı takdirde, eski esâslara göre,derhâl bir anlaşma yapılacağını tekîn ettiler. Bunun üzerine Safa Giray Han, 1531–1533 yıllarıarasında tahttan uzaklaştırılır. (1533–1546) yılları arasında tahta tekrar getirilen Safa Giray Han,ordusuyla 1536 yılında harekete geçti. Rus kuvvetleri mühim zâyiatla püskürtüldü. Safa Giray Han1549 yılında 42 yaşında vefat etti. “Kazan” madde., İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi,İstanbul, t.y., c.6

Page 488: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

476

Sefa Giray Han, her zaman Türklerin birliğini düşünür, bunun için İvan’ın

Şah Ali’ye gönderdiği elçilik kafilesini iade eder. (s.18) Ruslar karşısında tek başına

durmasına rağmen Ruslara darbeler vurur. “Kasım Hanlığının ihanetine, Kırım

Hanlığının vurdumduymazlığına ve Osmanlı İmparatorluğunun uykusuna rağmen,

Sefa Giray Han’ın yönettiği Kazan ordusu, Rus ordusunu müthiş bir mağlubiyete

uğrattı. İvan öyle ağır bir darbe yedi ki, tam iki sene yeni bir saldırıya cesaret

edemedi. Sefa Giray Han, bu sulh döneminden faydalanarak Kazan’ı

kuvvetlendirmeye çalıştı.” (s.44)

Sefa Giray Han 1549 yılının ortasında hasta yatağına düşer. Anlatıcı, Sefa

Han’ın hastalığını şu şekilde işler: “Savaşın acılarını yeni yeni unutmaya başlayan

Kazanlılar, 1549 senesinin ortasında başka bir kara haberle tekrar acıya gömüldüler

Rus ordularını perişan eden, İvan’ı mağlubiyetten mağlubiyete uğratan milliyetçi,

vatansever yiğit Sefa Giray Han, hasta yatağına düşmüştü.” (s.45) Çok geçmeden

ölür. (s.47)

Sefa Giray Han’ın karısı olan Süyün Biyke Hatun176 ise, eşi öldükten sonra

Sefa Han’ın tuttuğu aynı yola takip ederek müdafaadan yanadır. Süyün Biyke, güçlü

ve kararlı bir kadın olarak karşımıza çıkar. İvan ise, Süyün Biyke’nin yüzünden bir

türlü Kazan’ı alamaz, bunun için Biyke Hatun tahtan çekilse savaş bitecek diye bir

propaganda yapar. Bunun üzerine Biyke Hatun tahttan çekilmesini isteyenlerin sayısı

zamanla artmaya başlar. Biyke Hatun ise, bu hususta oylama yapılmasını ister.

Oylama sonucu olarak Biyke Hatun tahttan çekilmek zorunda kaldıktan sonra

kendisiyle bağlı olan kuvvetlerle Kara Kaleye gider. Sonra Ruslar Kara Kaleye

bastıktan sonra Biyke Hatun’un esir tutulduğunu öğreniriz. (s.61–66)

Romanda IV. İvan177 Müslüman düşmanı olarak ortaya çıkar. Çar olarak ilân

edilir edilmez Türk devletlerine karşı plânlarını açıklar. İlk hedefinin Kazan Hanlığı,

176 Süyün-Bike: Safa Giray Han’ın karısı ve Ötemiş’in annesidir. Safa Giray Han 1549 yılındaöldükten sonra müzakereler yapılmıştır. Müzakerelerden sonra Safa Giray’ın oğlu Ötemiş han olarak(1549–1551) ilan edilmiştir. Henüz üç yaşında olan hanın yerine annesi Süyün-Bike, memleketinidâresini eline almıştır. “Kazan” madde., a.g.e., c.6177 İlk Rus Çarı. 1530’da doğdu. Babası Üçüncü Vasili’nin ölümüyle 1533’te Türk asıllı annesi ElenaGlinskiy’in nâibliğinde Büyük Moskova Knezi oldu. 1547’de fiilen saltanatı ele aldı. Bu tarihtenitibaren Büyük Moskova Knezliğinin bey yerine kullanılan “Knez” ünvânını atıp “Bizans Kayseri”

Page 489: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

477

sonra Astrahan Hanlığı olduğunu söyler. Kazan’ı almak amacıyla ilk olarak iç

isyanları kışkırtmaya çalışacağını açıklar. (s.9) Sefa Giray Han ile Kırım Hanı, Rus

ordusuna karşı karşıya geldiklerinde İvan’ın komutanlığında Rus ordusu çok zarar

görür, İvan ise kaçarak canını zor kurtarır. Ve Moskova yolunu tutar. Türk ordusu ise

onun üzerine gidip Moskova’yı muhasara eder. Aynı sıralarda Şah Ali, İvan’ın

askerleri yardımıyla Kazan tahtını ele geçirmeye çalışır. Bunun üzerine Sefa Giray

Han muhasarayı bırakarak Kazan’a döner, İvan ise kurtarılır. Bu sıralarda İvan, hem

korkak hem de kurnaz bir kumandan olarak karşımıza çıkar. (s.41–42)

İvan, Sefa Giray Han öldükten sonra Kazan’ı almak amacıyla Kazan’ın

suyollarını kapatan bir kaleyi yaptırmaya başlar. (49) Kazan surlarını da toplarla

insafsızca vurmaya başlar. (s.71) Kazan eline düştüğünde ordusuna Müslüman sağ

kalmamasını istediğini emir verir. (s.91) Anlatıcı, İvan’ın Kazan’da yaptığını tahribat

ve katliamı şu şekilde tasvir eder: “Kazan’da o kadar Müslüman kesildi ki, akan

kanlarla İdil nehri kızıla büründü. Kadınlar, kocalarının gözleri önünde kirletildikten

sonra, hançerlendiler. Doğmamış bebeler analarının karnında doğrandılar. Bütün

mimari eserler yerle bir edildi.”. (s.93) Kana susamış olan İvan, bütün bunları

kahkahalarla seyreder. (s.91)

XVII. Yüzyıl

İki ciltte bulunan IV. Murad romanlarında kahramanların ekserisi, gerçek

kişilerdir. IV. Murad-I romanında seksan kişi bulunmaktadır. IV. Murad-II

romanında ise, seksen sekiz kişi yer alır. Kişilerin adıyla ilgili dikkat çeken nokta,

Müezzinzâde Ahmed Paşa’ya Hafız Ahmed Paşa’nın adı verilmesidir.

IV. Murad-I- ve IV. Murad-II- romanlarında Dördüncü Murat178, iki

romanın başkahramanı olarak karşımıza çıkar. IV. Murad –I- romanı, Dördüncü

mânâsındaki “Çar” ünvânını takındı. Çok kan döktü. Zulmünden dolayı “Korkunç İvan” ismiyletanınır. 1584’te öldü. İvan-IV” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları,İstanbul, 1994, c. 10178 Murâd Han-IV; Babası Birinci Ahmed Han, annesi Mâhpeyker (Kösem) Sultandır. 27 Temmuz1612’de İstanbul’da doğdu. Tam bir İslâm terbiyesi ve ahlâkı ile yetiştirildi. Genç Osman’ın başınagelen acı felâket ve yerine geçen amcası Mustafa Hanın kısa bir süre sonra tahttan indirilmesi üzerinehenüz on bir yaşında iken 10 Eylül 1623’te Osmanlı tahtına çıktı. yaşı küçük olduğu için, devleti

Page 490: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

478

Murad şehzadeyken başlar. Şehzade Murad, çocuk olmasına rağmen yaşına göre

gelişmiş bir çocuk olarak karşımıza çıkar. Sultan Genç Osman’ın öldürülmesinin

haberini öğrenen “sert bakışlı” (s.17) Şehzade Murad, heyecanlı değildir: “Kartal

burunlu, şahin bakışlı, ufak tefek bir gençti. Daha doğrusu, yaşına göre biraz fazla

gelişmiş bir çocuktu. Sakalı, bıyığı yoktu. Çocukluğu dikkati çekmesin diye börkünü

kaşlarına yıkmış, çenesini göğsüne bastırmıştı. Ama tavrında yaşından umulmayan

bir sertlik ve olgunluk vardı. Bir asalet hâkimdi. Ağır ağır döndü yanındakine:

“Gitsek mi?” dedi.

Ayni hâkim tavır sesinde de vardı. Fikir sormuyor, sanki emrediyordu.”

(s.15–16)

IV. Murad, kararlı ve düşünen bir insan olarak karşımıza çıkar. Onun baş

niteliği düşünmektir. Şehzadeyken memleketin genel durumunu hep düşünür.

Devletin ıslahına kararlıdır. Zaten o sıradan bir padişah olmak istemez. Onun ümidi,

Yavuz Sultan Selim gibi güçlü bir padişah olmaktır. (s.91) Bunun için güvendiği

Molla Doğan’ı Anadolu’ya gönderir. (s.52) IV. Murad, şehzadeyken toplantılarını

geceleyin bir camide yapar. Şehzade Murad’ın, yatsı namazından sonra karanlıkta

minberin dibinde güvendiği kişilerle memleket durumlarından konuşur. IV. Murad,

küşük yaşta olmasına rağmen yaratıcılık niteliğinde ve verimli düşüncelere sahiptir.

(s.77–78) Geceleyin yapılan bir toplantının icabıyla da Sultan Mustafa tahtan

indirilir. Şehzade Murad de padişah olarak ilân edilir. (s.84) Halkı her zaman

düşünen IV. Murad, bu gibi toplantılara halkın bir temsilcisini çağırır. Padişah

böylece hem halkın fikirlerini öğrenir, hem de halkla bir bağ kurar. (s.188–189)

Dördüncü Murad, padişah olduktan sonra devlet işlerini elinde toplamak için yine bu

gizli toplantılarına dayanır. Bu toplantılarda güvendiği kişilerle yapılması gerekenleri

konuşurlar. (s.255)

bilfiil idâre edemeceği görüşü hâkim olarak annesi Mâhpeyker Kösem Sultan saltanat nâibesi tâyinedildi. Dördüncü Murâd Hanın yaşının küçüklüğünden istifâde eden yeniçeriler, İstanbul’dazorbalıklarını ve ahâliye kötü muâmeleyi artırdılar. Tahta geçtiği günden itibaren bütün hâdiseleridikkatle takip ederek, eşkiyanın elebaşılarını tespit eden Sultan Murâd Han, 8 Haziran 1632’de devletidâresini bizzât eline aldı. Revan seferinden dönen Sultan IV. Murâd, 8 Mayıs 1637’de Bağdatseferine çıktı. Sultan IV. Murâd, 8/9 Şubat 1640 günü İstanbul’da vefat etti. “Murâd Han-IV”madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994, c.14

Page 491: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

479

Sultan IV. Murad küçük olmasına rağmen çevresinde cereyan edenleri

anlayacak kadar zekidir: “Ben Yavuz Sultan dedemden hemen sonra gelseydim bir

Süleyman Han dedem kadar yumuşak olurdum. Lâkin ne çare! Allah bana kargaşa

devrinde saltanat müyesser etti. Onun hakkını sertlikle vermek lâzım!” (s.93)

Valide Sultan, devletin her işlerine karışır, bunu sürdürmek amacıyla Recep

Paşa gibi adamlarla temas eder. Padişah bunu anlar, ama küçük yaşta olduğu için

devlet adamları tarafından pek önem verilmez. Padişah ise, bunu durdurmak ister:

“Sadaret Kaymakamını çağırttım, çok işi olduğunu söyleyip gelmedi. Devletinin bir

parçası daha kopuyor, Bağdat’ın peşisıra Kırım elden gidiyor. Ben padişahım; öyle

diyorsun, lâkin hiç kimse kaale almıyor. Böyle iken böyle oldu, demiyor. Peki, ama

birşey bilmeden devleti nasıl idare ederim?

Mehpeyker Kösem Sultan kulaklarına inanamıyor, bunları on iki yaşında bir

çocuğun nasıl olup da söylediğine, söyleyebildiğine akıl erdiremiyordu.” (s.97)

Yıllar geçer, Padişah büyür, gücü eline toplamaya çalışır. Bu hususta ilk yaptığı iş,

Valide Sultan’ı durdurmaktır: “Aslanım” diye atıldı, “Hüsrev Paşa gibi şanı yüce bir

sadrazama şu ettiğin reva mıdır? Fermanını geri almalısın.”

Sultan Murad yirmi yaşın eşiğindeydi. Dizginleri pençelemenin tam sırası

olduğuna inanıyordu. Güneş artık parlamalı, karanlık boğulmalıydı.

Dik dik annesine baktı:

“Şimdiye kadar hiçbir padişah, fermanını geri almamıştır. Valide, siz beni

âleme maskara etmek mi istersiz?”

“Bu yüzden kul azarsa? Ben senin iyiliğini düşünürüm Sultanım. Vaziyet izah

edilir, bir yanlış anlaşılma oldu denir, kapatılır.”

“Sen bizi kim sanırsın Valide? Kenara çekil. Bunlar erce işlerdir. Zayıf

aklınla karışmaya kalkma!” (s.151)

Page 492: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

480

Annesi yüzünden Dördüncü Murad iç savaşı yaşar. Devletin işlerine karışan

annesidir. Hem fiili bir padişah olmak ister, hem de kendi öz annesini incitmek

istemez. “Yorgun ve üzgünüz Valide. Padişahlık ateşten gömlekmiş meğer, şimdiden

yakmaya başladı.” (s.100) diyen Dördüncü Murad, Valide Sultan meselesini

hallettikten sonra kendisine daha da güvenir. Artık uzun zamandır takip ettiği

yeniçeriler ve Recep Paşa’ya hesap sormanın vakti gelir. Bu sıralarda Dördüncü

Murad, yeniçerilerin isyanları ve zorbalıklarına rağmen iç gücü daha da artırır:

“Recep Paşa dikkatle Padişahın yüzüne baktı. Alay edip etmediğini anlamak

istiyordu. Fakat yüzünde ne alay, ne öfke, ne kin vardı. İfadeleri düm düzdü. Az önce

büyük bir dehşet yaşadığına ihtimal vermek zordu. Nasıl bu kadar çabuk

değişebildiğine akıl erdiremiyordu bir türlü. Son aylarda hele, Padişah tanınmayacak

hale gelmişti. Yeniçeri ve sipahilerin her toplantışında yeniliyor, ama nedense galip

gibi görünüyordu. Sanki gizli bir kuvvete dayanmıştı. Ve bu kuvvet askerin her

isyanından sonra biraz daha büyüyordu.” (s.230)

IV. Murat ağabeyi Genç Osman’ın ve tüm dostlarının katillerine zamanı

geldiğinde hesap sormayı kafasına koyar. Bunu hiçbir zaman unutmaz. Bu sıralarda

zorbalıklara daha da dayanamayan halk örgütlenmeye başlayıp harekete geçer. Bu

fırsatı kaçırmayan Dödüncü Murad, uzun zamandır düşündüğünü uygulamaya başlar:

“Eski Murad olmadığı belliydi. Bunu dışarı vurmaktan da perva ettiği yoktu.

Tutunmak için aradığı dalı bulmuş, bütün kuvvetiyle tutunmuştu. Ne yapacağını artık

bütün teferruatıyla biliyordu. Nasıl yapacağını, ne zaman yapacağını da biliyordu.”

(s.254) Yeniçeriler yeni durumu anlayıp padişaha bağlılıklarını bildirirler, Sipahiler

buna müteakib bağlılıklarını bildirmek zorunda kalırlar. Çünkü güç artık Sultan

Murat’ın elindedir. Halk ise sultanı sayıp sever. IV. Murat tek tek katillerden

intikamını almaya başlar. Önce Recep Paşa’yı öldürtür. (s.267) Yeniçerilerin kendi

kendilerine verdikleri bütün imtiyazları kaldırır. Artık devletin düzenini yeniden

kuran Sultan Dördüncü Murad, ordunun başında Revan seferine çıkar. (s.294)

IV. Murad-II- romanında Bağdat seferine çıkan Dördüncü Murad, artık tam

anlamıyla güçlü bir sultan olarak karşımıza çıkar: “Yiğit, genç, ciddi, pervasız ve

bilgili. Kararlıydı da ha! Çapulcu yeniçerileri imha etmektense yola getirmeyi nasıl

Page 493: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

481

da başarmıştı? Bunun için çelikten yürek, demirden bilek isterdi. Eh, hepsi vardı

onda.” (s.40) Devletin bütün işlerini eline tutan IV. Murad, ordunun başında

Bağdat’a azimli adımlarla ilerler, genç olmasına rağmen kararlı ve telaşlı değildir:

“Her emri yürek ürpertiyordu. Her emri başüstüne çıkıyor. Tek sözü yerine

getirmeye binler kişi aynı anda koşuyordu.

Padişah yirmi üç yaşın ataklığındaydı, fakat heyecanında değildi. Durgun bile

denebilirdi. Omuzlarına çöken binlerce canın ağırlığı altında ezilmiyor, ezilmemek

için insanüstü gayret gösteriyordu.

Başı hâlâ dik, gözleri hâlâ şahin bakışlıydı. Genç, alımlı, haşmetli ve kararlı.

Bütün asker kendisini terk etse dahi tek başına Bağdat’a saldıracak kadar kararlı.”

(s.293)

Sultan Dördüncü Murad, her zaman meşguldur. Lüzumsuz iş yapmaz.

Devletin mesele ve sorunlarına çok önem verir. Üstelik çok akıllıdır: “Padişahı

dipteki sedire uzunmaış düşünürken buldu. Zâten ya okur, ya düşünür veyahut

yazardı. Her gidişte meşgul bulurdu onu. Lüzumsuz bir şey yaptığına şimdiye kadar

hiç şâhit olmamıştı. Kendisini fazla yormamasını söyledikçe de, “Vaktimiz az Lale,”

derdi. “İnsan ömrü her istediğini yapabilecek kadar uzun değildir. Ömrümüzün her

ânını değerlendirmek zorundayız ki, yaşadığımız müddetçe birkaç hayırlı iş

yapabilelim.” (s.117)

Sultan Dördüncü Murad, merhametli bir padişahtır. Savaş başlamadan önce

orduya ait hastenenin çadırlarını ziyaret eder. Orada Sultan Murad, kendisini zor

tutar. Yaralıları gören padişah ağlayacaktı, ama son anda yanında Şeyh Yahya Efendi

kendini toparlamaya başarır. (s.296–297) Padişah, zamana önem vermeden bütün

yaralıları alçak gönüllülükle ziyaret eder: “Padişah tek tek hepsine uğruyor,

hatırlarını soruyordu. Ayrılırken de yastıklarının altına, içinde elli akçe bulunan

meşin bir kese bırakıyordu.” (s.298)

Dördüncü Murad, Bağdat savaşında cesur bir yiğit olarak karşımıza çıkar.

Bütün itirazlara rağmen padişah, ön saflarda yerini alıp kahramanca dövüşür: “Ne

Page 494: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

482

cevap bekledi, ne başka söz etti. Ayırdığı ihtiyat kuvvetletinin bir bölümünü alıp yola

çıktı.” (s.324) Sultanın bu şekilde dövüşmesi, askerleri yiğitlendirir. Böylece Sultan

Dördüncü Murad bir kahraman değil, ama aynı zamanda cesaretiyle diğerleri de

yiğitlendirir: “Yaralılar bile yeni bir güçle surlara atılıyordu. Yaman bir dövüştü bu,

bu dövüşte ölüm korkusunun yeri yoktu. Gözler kuleleri tarıyor, yeni yeni çekilen

sancaklar tekbirlerle selamlanıyordu.” (s.324)

Sultan Dördüncü Murad, düşmanın gözünde ise, şu şekilde karşımıza çıkar:

“Sultan Murad, şu Halef Han’dan daha mı tehlikeliydi acaba? Sanmıyordu. Sultan

Murad’a esir bile olsa kendisini belki affederdi, ama Halef Han asla affetmez.”

(s.304)

IV. Murad-I- romanında yer alan Sadrazam Kara Davut Paşa179, zalim ve

merhameti olmayan bir insan olarak karşımıza çıkar. Kara Davut Paşa, Kösem Sultan

ile anlaşarak Sultan Genç Osman’ı öldürür. (s.7–9) Sultan Genç Osman’ın öldürülme

haberi yayılınca yeniçeriler, Kara Davut Paşa’nın konağına giderler. Yeniçerileri

aldatmaya çalışan Kara Davut Paşa, hesap günü o kadar hızlı gelmeyeceğini sanır.

Ama sandığı gibi olmadı. Bu sıralarda Kara Davut Paşa kurnazca davranmaya çalışır:

“Asker karındaşlarım! Elimdeki kâğıtlardan biri fetva, diğeri Sultan Mustafa Han

fermanıdır. Ben yalnız fetva ile fermanın icabını yerine getirdim. Bunun için

suçlanacak biri varsa, ben olmasam gerektir.” (s.36)

İki romanda yer alan Bayram Paşa180, IV. Murad-I- romanı başlarında

yeniçeri kethüdası olarak karşımıza çıkar. Bu sıralarda da IV. Murad hâlâ şehzadedir.

Bayram Ağa, Şehzade Murad tarafından güvenilir bir kişidir. Bayram Ağa, Şehzade

Murad’ın gizli toplantılarına da katılır. Bu toplantıların birisinde Bayram Ağa, hem

Şehzade Murad’a hem de devlete çok sadık bir insan olarak karşımıza çıkar. Şehzade

179 Kara Davut Paşa (? Bosna–1622 İstanbul): Sadrazam (1622–1622), Kaptan-ı Derya (1617–1618)ve Hotin Savaşı gazisi (1620)dir. Saray hizmetlerinde yetişti. III. Mehmed’in damadıdır. II. Osman’ıöldürttüğü için 26 günlük sadrazam iken yeniçeriler tarafından boğularak öldürüldü. “Kara DavutPaşa” madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e.180 Bayram Paşa (? İstanbul – 1638 Urfa): Sadrazam (1637–1638), Sadaret Kaymakamı, YeniçeriAğası (1623) ve validir. I. Ahmed’in damadı, Hanzâde Sultan’ın ilk eşidir. Yeniçeri ocağında yetişti.Hakkında şiir yazdı diye şair Nef’i’yi boğdurtmakla tanında. IV. Murad ile Bağdat seferine giderkenhastalanıp vefat etti. “Bayram Paşa” madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e., s.62

Page 495: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

483

Murad da zorbaların başı olan Sadrazam Mere Hüseyin’in azledilmesi işinde Bayram

Ağa’ya dayanır. Üstelik Şehzade Murad, bir padişah olarak ilân edilince Bayram

Ağa’nın, yeniçerileri sakinleştireceğini söyler. O her zaman Şehzade Murad’a sadık

yardımlarda bulunur. (s.78–84)

IV. Murad bir padişah olarak ilân edildikten sonra Bayram Ağa’nın padişaha

sadık hizmetleri daha da artmaktadır. Bayram Ağa, kendi konağını padişahın gizli

toplantılarına açık bırakır. Üstelik Bayram Ağa, bu toplantılara davetli kişilerini

çağırır. Tehlikeli olmasına rağmen Bayram Ağa, cesurane bütün bunları başarıyla

yapar. (s.180, 189, 255)

Bayram Ağa’nın Sultan IV. Murad’a en büyük yaptığı hizmet ise, çok

tehlikeli bir hizmettir. Bayram Ağa, adamlarını olup bitenleri öğrenmek için âsilerin

arasında sokar. IV. Murad, Bayram Ağa’nın bu yardımı sayesinde devletin işlerini

giderek eline toplamaya başlar. (s.80)

IV. Murad-II- romanında Bayram Paşa, sadece iki sahnede görünür. Bayram

Paşa, romanda sultana ve devlete sadık bir sadrazam olarak karşımıza çıkar. Bu

sıralarda Bayram Paşa’nın sultana çok yakın olduğu anlaşılır. İkisi de birbirleriyle

fikirlerini paylaşarak anlaşırlar. (s.56–58)

Sadrazam Bayram Paşa’nın birdenbire öldüğünü öğreniriz. Padişah, Bayram

Paşa’nın ölümüne çok üzülür: “Sultan Bayram Paşa’nın ölümüne yandı. O koca yiğit

böyle birden bire göçücü mü olacaktı? Böyle sessiz sedâsız çekip gidici mi

olacaktı?” (s.96)

Şeyhülislâm Yahya Efendi181 IV. Murad-I- ve IV. Murad-II- romanlarında

karşımıza çıkan gerçek kişilerden biridir. Şeyhülislâm Yahya Efendi, IV. Murad-I-

romanında akıllı bir din adamı olarak karşımıza çıkar. Yeniçerilerin zulümlerine

181 Şeyhülislâm Yahya Efendi (d. 1553- ö. 27.2.1644): Şeyhülislâm. Üç defa Şeyhülislâm olmuştur(21.5.1622–4.10.1623), (22.5.1625–10.2.1632), (7.1.1634–27.2.1644). Sultan Dördüncü Murad,Şeyhülislam Yahya Efendi ile beraber 8 Mayıs 1638’de Bağdat sefer için yola çıktı. Seksen altıyaşındaki Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin ön safta olduğu bu savaşta dehşetli vuruşmalar oldu.“Şeyhülislâm” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994, c.18, s.271-275, “İran Harbleri” madde., Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, c.3, s. 213-220

Page 496: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

484

karşı Fatih Camii’nde toplanan ulemayı sakinleştirmeye çalışan Yahya Efendi,

durumun kötüden kötüye gitmemesi için elinden geleni yapar. Ama aynı zamanda

kararlıdır. Şeyhülislâm Yahya Efendi, ulemanın yeniçeriler tarafında zulme

uğradıklarından üzülür. Bunu hiçbir türlü kabul etmez: “Gideceğim” diye konuştu

tok bir sesle, “ulemânın itibarını kurtarmaya toplanmış olanlar bir Şeyhülislâma,

görelim, adl ile muamele edecekler mi? Yoksa ulemâ da ocaklıya uyup zorbalığa mı

bulaşacak!” (s.73) Bu sıralarda da Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin, ulema tarafından

itibarlı bir kişi olduğunu öğreniriz. (s.72–73)

IV. Murad-II- romanında da yer alan Şeyhülislâm Yahya Efendi, padişaha ve

görevine sonsuza kadar sadıktır. Her zaman padişahın yanında sadık nasihatte

bulunur. Bu sıralarda Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin Sultan IV. Murad’a yakın bir

insan olduğu anlaşılır. (s.43,271, 297) Üstelik halk arasında çıkan şikâyetleri ihmal

etmeden görüşlerini ortaya koyar. Bu sıralarda Şeyhülislâm Yahya Efendi, bilgili bir

din adamı olarak karşımıza çıkar. Bir fetva vermeden önce davayı bütün yönlerden

araştırmaya çalışır. (s.218–219)

Şeyhülislâm Yahya Efendi, savaşta tam anlamıyla bir yiğit olarak karşımıza

çıkar: “Yahya Efendi’ye döndü. Seksen beşi geçkin olmasına rağmen Revan seferine

katılan ve Bağdat seferine de katılmak için direten piri faninin buğu tutmuş

gözlerinde, mazinin zafer sayfalarını okudu, okudu.” (s.42)

Bağdat savaşı başlar başlamaz Şeyhülislâm Yahya Efendi, durumu yakından

izlemeye başlar. Savaş şiddetlenir, ama Bağdat Kalesi hiçbir türlü düşmez. Bu

sıralarda Şeyhülislâm Yahya Efendi, diğer kumandanlardan farklı bir görüşten söz

eder: “Yahya Efendi Sultan Murad’ın beklemediği bir tarzda konuştu:

Kale fethetmek kolaydır Şevketlüm, zor olan insanların kalbini fethetmek.

Çünkü o iş kılıç ve tüfekle değil, sevgiyle olur.” (s.322)

Savaşa katılan Şeyhülislâm Yahya Efendi, padişahın yanında ön saflarda

yerini alıp kahramanca vuruşmaya başlar. Şeyhülislâm Yahya Efendi vuruşmalarıyla

sadece kendini ne kadar kahraman olarak göstermez, ama aynı zamanda diğer

Page 497: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

485

savaşçıları yiğitlendirir: “Seksen altı yaşını süren Yahya Efendi bu manzara

karşısında heyecana gelmişti. Bir at isteyip kılıç kuşandı ve padişahın arkasına

takıldı.” (s.324)

IV. Murad-I- romanında yer alan Mere Hüseyin182, zâlim bir sadrazam olarak

karşımıza çıkar. İlk göründüğü sahnede Mere Hüseyin’in emriyle Fatih Camii’ne

baskın yapışır: “Ve o akşam Mere Hüseyin’in emriyle Karamazak adlı zorbanın

çupulcuları Fatih Camiini bastı. Osmanlı Tarihinde ilk defa ulemâya kılıç çekildi.”

(s.75) Bu baskından sonra hiç önemsemeyen Mere Hüseyin, “zulmünü artırıyordu.

Kiralık adamlarını İstanbul’un başına musallat etmişti. Halka nefes aldırmıyordu.”

(s.76) Zâlim ve mağrur olan Mere Hüseyin’in asıl amacı padişah olmaktır: “Padişah

olmalıyım, gelmiş geçmişlerin en iyisi olurum. Hanedanmış, gökten zenbille inci

değil a, benim de hanedanım olur. Tarih benden de devlet kurucusu diye bahseder.”

(s.76) Mere Hüseyin, bu amaç için kafasına sipahi ocağını kaldırmayı koyar. Olup

biteni öğrenen Şehzade Murad, Bayram Ağa ile anlaşarak Mere Hüseyin’i sedaretten

azleder. (s.78–88)

IV. Murad-I- romanında yer alan Kemankeş Ali Paşa183, bir sadrazam olarak

karşımıza çıkar. Mere Hüseyin azledildikten sonra sedarete geçen kişinin, Kemankeş

Ali Paşa olduğunu öğreniriz. Bu sıralarda Kemankeş Ali Paşa, heyecanlı veya telaşlı

olmayan bir devlet adamı olarak ortaya çıkar. (s.80–84)

Sadarete geçen Kemankeş Ali Paşa, çok geçmeden yerini güçlendirmek

amacıyla “rüşvetle makam, mevki” dağıtmaya başlar. (s.87) Bunu öğrenen Sultan IV.

Murad, sadrazamı çağırır. Bu sıralarda Sadrazam Kemankeş Ali Paşa, Sultan IV.

Murad’a önem vermez. İzinsiz padişahın yanından ayrılmak isteyen sadrazam

durdurulur. Padişah, habercilerden sadrazamın kirli işlerini öğrenir: “Zaten şehitler

182 Merre Hüseyin Paşa (öl. 1623 İstanbul): Sadrazam (1622–1622), (1623–1623), kethüda ve validir.Hapsedeceği veya öldürteceği insanları Arnavutça “Al götür” anlamına gelen “Merre” sözü ilesöylediği için “Merre” adı ile anıldı. Göz yıldırmak için lüzumsuz yere dövdürtmekle tanındı. İlksadrazamlığı 24 gün sürdü. Bir kadıyı dövdürttüğü için askerler ayaklanınca saklandı ise de IV. Muradtahta geçer geçmez idam ettirdi. “Merre Hüseyin Paşa” madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e.183 Kemankeş Kara Ali Paşa (? İsparta - 1623 İstanbul): Sadrazam (1623–1623), Beylerbeyi,kemankeş ve validir. Şeyhülislâm M. Esed’ın damadıdır. Rüşvet alması ve İran şahının haraketleriniIV. Murad’dan saklaması nedenleriyle idam edildi. “Kemankeş Kara Ali Paşa” madde., M. OrhanBayrak, a.g.e.

Page 498: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

486

de bulunmuş, Divana getirilmişti. Her biri sadrazamın bir yolsuzluğunu anlattı. At

Meydanını bile bir yeniçeriye kiralamıştı. Eski sadrazamlardan Halil Paşa ile Gürcü

Mehmed Paşa’yı ortadan kaldırmak için giriştiği oyun da bütün çıplaklığıyla ortaya

dökülmüştü. Onları âsi Abaza Paşa ile işbirliği edip devlet aleyhine kumpas

kurmakla suçluyor, Abaza’ya yazdıkları name (mektup) elimdedir” diyordu.” (s.94)

Çok geçmeden Sadrazam Kemankeş Ali Paşa’nın sadaretten azledildiğini,

sonra da idam edildiğini öğreniriz. (s.95)

IV. Murad-I- romanında Topal Recep Paşa184, davlete sadık bir insan değil,

kendi çıkarlarına göre çalışan bir devlet adamı olarak karşımıza çıkar. Üstelik

kurnazdır. IV. Murat tahta geçtiğinde on iki yaşındadır. Padişahın yaşı itibariyle

bütün emirler valide Kösem Sulatan tarafından verilir. Topal Recep Paşa ve diğer

dalkavuklarla beraber Kösem Sulatan ile anlaşarak devleti yönetirler. Recep Paşa, ilk

olarak ikinci vezir ve sadaret kaymakamı olarak ortaya çıkar. Ama bunu yeterli

görmez. Daha fazlasını ister. Recep Paşa bir sadrazam olmak ister. (s.149) Buna

yetişmek için kirli işlerini düzeltmekten çekinmez. Recep Paşa kendi konağında

zorbaların başlarını padişaha karşı yeniçerileri kışkırtmak için toplar. (s.168–171)

Bunun ardında yeniçeri ve sipahiler, padişahtan kelle isterler. Bu defa da on yedi

kişinin başını istemesiyle Topkapı Sarayı’na gelirler. Recep Paşa, Bu sıralarda

padişahın önünde yapmacık bir dehşeti göstererk Hafız Ahmet Paşa’nın kellesinin

yeterli olacağını söyler. (s.204) Nihayette Hafız Ahmet Paşa, IV. Murad’ın önünde

Recep Paşa’nın işaretiyle amansızca öldürülür. Recep Paşa ise, neşelidir.

İstediklerine kavuşmaya başlar. (s.208) Recep Paşa, sadarete geçer. (s.221) Ama

Dödürncü Murad’ın gözünde “Topal zorbabaşı” (s.225) olarak kalır.

Recep Paşa, yine de yeniçerileri padişaha karşı kışkırtır. Hasan Halife’yi,

Musa Çelebi’yi öldürtmek ister. Topal Recep Paşa IV. Murat’a Musa Çelebi’yi

koruyacağına söz verir. Aslında sultan paşaya güvenmez, ama kendisine verdiği sözü

184 Topal Recep Paşa (? Bosna – 1632 İstanbul): Sadrazam (1632–1632), Kaptanıderya (1623–1632),Sadaret Kaymakamı (1626) ve Bostancıbaşıdır. I. Ahmed’ın damadı, Gevherhan Sultan’ın ikincieşidir. Nikris (damla) hastalığından aksak kaldığı için “Topal” adı ile anıldı. Sarayda Bostancıocağında yetişti. Yeniçerileri ayaklandırarak sadrazam oldu. Bunun öcünü IV. Murad üç ay sonraazledip idam ettirerek aldı. “Topal Recep Paşa” madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e., s.407

Page 499: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

487

çiğneyemeyeceğini düşünür. Ama kurnaz davranan ve sözünde durmayan Recep

Paşa padişahın musahibi Musa Çelebi’yi zorbalara verir. Ardından da Hasan Halife

öldürülür. Ayrıca Defterdar Mustafa Paşa’yı da evinde yakalayıp öldürtür. (s.248)

Recep Paşa, artık padişahın gözünde bir katildir. Recep Paşa’dan intikamını

almaya kararlı olan IV. Murat güçlenir ve devletin işlerini eline toplamaya başlar. Bu

sıralarda padişah zalim ve katillerden intikamını almaya başlar. Sultanın ilk yaptığı

şey, zorbaların başı olan Recep Paşa’yı öldürtmektir: “Recep Paşa bir sürüngen

misali padişahın ayakları altında, o an kimbilir haksız yere Recep Paşa desisesi

yüzünden katledilmiş kaç mazlumun ruhu ‘Eziver Padişahım, o yılanı eziver’

demişti. Ve Şah-ı Cihan son emrini vermiş: ‘Şu hainin tiz başını kesin!” (s.267)

IV. Murad-I- ve IV. Murad-II- romanlarında karşımıza çıkan Hafız Ahmed

Paşa185 (Müezzinddâde Ahmed Paşa), üçüncü vezir sonra da sadrazam olarak rol

oynamaktadır. Üçüncü vezir Hafız Ahmed Paşa’nın Sultan Dördüncü Murad’a çok

yakın olduğu anlaşılır. Padişah, Hafız Ahmed Paşa’nın çeşitli konularda görüşlerini

öğrenmeye çalışır. Üstelik kendisine çok güvendiğini ve sevdiğini öğreniriz. (s.146)

Padişah, çok güvendiği Hafız Ahmed Paşa’yı sadarete geçirir. Bu sıralarda

Topal Recep Paşa, kıskanmaya başlar ve Hafız Ahmed Paşa’yı sadaretten

azlettirmeye çalışır. (s.185) Nihayette Recep Paşa sipahilerin kışkırtmasıyla Hafız

Ahmed Paşa’yı padişahın önünde amansızca öldürtür. Hafız Ahmed Paşa ölmeden

hemen önce padişaha çok sadık olarak karşımıza çıkar. Hafız Ahmed Paşa ölümüyle

bile padişaha hizmet etmek ister: “Hâşâ Padişahım, sen beni onlara vermeyeceksin,

onlar beni senden alacaklar. Bazıları ölmekle hizmet ederler, bazıları da yaşamakla.

Ölüm sırası bende, yaşama sırası sende. Sen yaşar ve güçlenirsen kabrimde rahat

uyurum. Bu güruh da yola gelip Bağdat’ı istirdat eyler. Emret, çıkalım Padişahım!”

(s.206–207)

185 Müezzinzâde Ahmed Paşa (1564 Filibe – 1632 İstanbul): Sadrazam (1625–1626) (1631–1632),Kaptan-ı Derya (1608–1609), Beylerbeyi, İran serdarı (1626) hâfız ve şairdir. Bir müezzin’in oğluolduğu için “Müezzinzâde” adı ile anıldı. I. Ahmed’in damadı, Ayşe Sultan’ın ikinci eşidir. Sesiningüzelliği ile tanındı. Bir sipahi ayaklanmasında Yeniçeriler tarafından IV. Murad’ın gözü önündeparçalanarak öldürüldü. “Müezzinzâde Ahmed Paşa” madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e., s.311-312

Page 500: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

488

IV. Murad-II- romanında yer alan bir geriye dönüşte karşımıza çıkan

Sadrazam Hafız Ahmed Paşa, Bağdat’ın düşmemesi için elinden geleni yapar.

Üstelik yiğit bir kumandan olarak Bağdat sona kadar savunmaya hazırdır, ama

yeniçeriler artık savaşı istemezler. (s.73–76) Sadrazam mecburan Bağdat’tan çıkar,

ama aslında bunu yapmayı değil, ölümü tercih eder: “Biz ölmeden Bağdat’tan vaz

geçmeyiz.” (s.77)

IV. Murad-II- romanında yer alan Tayyar Mehmed Paşa186’nın, ilk olarak

Bağdat seferine sultan ile çıktığını öğreniriz. Bu sıralarda padişahın, Tayyar Paşa’ya

güvendiği anlaşılır. Padişah, kendini kastedilen bir suikast düzenlendiğini öğrenince

Tayyar Paşa’nin fikirlerini öğrenmeye çalışır. Tayyar Paşa da sultana sadık olarak

ortaya çıkar. (s.57)

Sadrazam Bayram Paşa birdenbire ölür ve yerini Tayyar Paşa alır. Bu

sıralarda Tayyar Paşa’nin yeri, padişahın gözünde net bir şekilde karşımıza çıkar:

“Bereket, Tayyar Mehmed Paşa vardı. Yoksa kaht-ı ricalden çıkmış bir devlete

sadrazam bulmak pek müşkil olurdu.” (s.96) Özellikle de Tayyar Mehmed Paşa,

Bağdad’ı kendi avucunun içi gibi öğrenir. Bu sıralarda yazar Tayyar Mehmed

Paşa’nın küçük yaştan itibaren devlete sadık olduğunu gösteren bilgiler verir:

“Tayyar Mehmed’in babası Mustafa Paşa, Osmanoğullarının Bağdat valisiydi.

Tayyar Mehmed gencecikti. Padişaha baş kaldıran Celalîlerin hakkında gelinmesine

memur olundu. Bir miktar askerle Celalî üzerine yürüdü. Celadet ve at ılgarda nam

aldı. Bir aylık yolu sekiz günde katettiği dile destan söylenmeye başlandı. Celalîler,

Mustafa Paşa oğlu Mehmed’in şerrinden kurtulmak için fare deliğini mumla aradılar.

Bu baş döndürücü sür’at yüzünden Mustafa Paşa oğlu Mehmed’e Tayyar lâkabı

verildi. Şimdi Padişahın Sadrazamı. Babasının da gömülü bulunduğu İmam-ı Âzam

menzilinde padişahla birlik. Bağdat’ta yıllarca kalmış olmakla, avucunun içi gibi

bilir.” (s.274)

186 Tayyar Mehmed Paşa (? Lâdik – 1638 Bağdat): Sadrazam (1638–1638), Diyarbakır muhafızı vevalidir. Bağdat valisi Uçar Mustafa Paşa’nın oğludur. Bağdat kuşatmasında şehit düştü. “TayyarMehmed Paşa” madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e., s.402

Page 501: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

489

Padişah da Tayyar Mehmed Paşa’dan çok memnundur. İşini iyice gören

Tayyar Mehmed Paşa, padişaha ve devlete çok sadık ve gayretli bir sadrazam olarak

karşımıza çıkar. “Böyle bir vakitte Tayyar Paşa gibi zeki, devlet işlerini bilir, gözünü

budaktan, sözünü dudaktan sakınmaz sadrazamlara ihtiyaç vardı. Padişah aradığını

bulmuştu.” (s.270)

Sadrazam Tayyar Paşa, Bağdat savaşında bir yiğit olarak karşımıza çıkar.

Tayyar Mehmed Paşa’nın oğlu da savaşa katılır ve ağır yararlanır. (s.298) Buna

rağmen Tayyar Paşa, askerlerle yiğitce savaşır ve kahramanca şehit düşer: “Tayyar

Mehmed Paşa’nın desteği en zor günlerde bile eksik olmamıştı. Fedâkarlıkları

unutulacak gibi değildi. İyi bir asker olduğu kadar da iyi devlet adamıydı. Şu kısacık

sadaretinde dahi devletin geliriyle giderini denkleştirmeyi başarmıştı.” (s.319)

IV. Murad-II- romanında karşımıza çıkan Kemankeş Mustafa Paşa187,

Tayyar Paşa’nin ölümünden sonra sadarete geçer. (352) Savaşa yiğitce katılan

Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa selefi gibi gayret edip birkaç kuleyi ele geçirir.

(s.353–354) Üstelik padişaha gelen elçileri karşılayan odur. (s.359)

IV. Murad-I- ve IV. Murad-II- romanlarında yer alan Kösem Sultan188,

Dördüncü Murad’ın annesidir. IV. Murad-I- romanında Sultan Genç Osman’ın

öldürülmesinde rol oynayan Kösem Sultan, zorba başlarıyla anlaşarak devleti idareye

başlar: “Valide Sultan keyifsizdi. İşler umduğu gibi gelişmiyordu.”… “Devlet idare

etmek, sandığı kadar kolay olmuyordu. Bereket, kendine sadık hayli adamı vardı,

onların sayesinde her fitneyi ânında bastırmak için tedbir alabiliyordu.” (s.37) Kösem

Sultan, devleti veya sultanı düşünmeyen bir valide sultan olarak karşımıza net bir

187 Kemankeş Kara Mustafa Paşa (1593 Arnavutluk – 1644 İstanbul): Sadrazam (1638–1644), Kaptan-ı Derya (1635–1638), kemankeş (iyi ok atıcı) ve Kasrışirin barış baş delegesi (1639)dir. Yeniçeriocağında yetişti. Cahil olarak tanındı. Hazineyi koruduğu için Cinci Hoca’nın fitnesi ile idam edildi.“Kemankeş Kara Mustafa Paşa” madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e., s.231188 Kösem Mahpeyker Sultan (1590 ? – 1650 İstanbul): I. Ahmed’in eşi, IV. Murad ile Sultanİbrahim’in ve Şehzade Kasım’ın annesi olan Rum asıllı sultan (Anastasya). Murad IV. Tahta çıkıncaMahpeyker, valide sultan oldu ve henüz devleti idare edecek yaşta bulunmayan oğlu adına hükümsürmeye başlayarak, yüksek mevkiye ulaştı. Murad IV.’nün ölümünden ve İbrahim’in cülusundansonra, Kösem Sultan’ı devlet idaresinde en faal bir şahsiyet olarak görürüz. Torunu IV. Mehmedpadişah olduktan sonra Kösem Sultan, büyük valide olarak devleti idareye başladı. Kadınlar saltanatıdoğurduğundan ve IV. Mehmed’i tahtından indirme isteği üzerine idam edilmiştir. “KösemMahpeyker Sultan” madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e.; Seher Kurçeren, Devlet İdaresindeHatunların Tesirleri (İslâmiyetten sonra), Türk yurdu, c.9, 20. Sayı, Eylül 1988, s.43-44

Page 502: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

490

şekilde çıkar. IV. Murad tahta çıkınca yaşı itibariyle onu kimse önemsemez ve bütün

emirler Valide Kösem Sulatan tarafından verilir. Üstelik devletin bütün işlerine

karışır. Valide Sultan, durumu sürdürmek amacıyla Recep Paşa gibi zorbalarla temas

eder. (s.93–97) IV. Murad yirmi yaşına gelir. Bu sıralarda Kösem Sultan yine

devletin işlerine karışmaya devam etmek ister. Ama oğlu IV. Murad tarafından sertçe

durdurulur: “Sen bizi kim sanırsın Valide? Kenara çekil. Bunlar erce işlerdir. Zayıf

aklınla karışmaya kalkma!” (s.151)

IV. Murad-II- romanında ise, Kösem Sultan’ın rolü pek azdır. Romanın

sonunda IV. Murad, Bağdad’ı fethettikten sonra İstanbul’a döner. IV. Murad ölüm

yatağında yatar. Bu sıralarda Kösem Sultan, oğlunun sıhhatini merak eder. (s.391)

Beyaz Kale romanında yer alan sekiz kişiden sadece bir kişi gerçektir. Gerçek

kişi olarak karşımıza çıkan Dördüncü Mehmed (Avcı)189, küçük yaştan itibaren

padişah olur. Padişahın romanda ilk görüdüğü sahnede bir çocuk olarak ortaya çıkar:

“Padişah, boyu yaşına göre kısa, kırmızı, sevimli bir çocuktu. Araçları, kendi

oyuncaklarıymış gibi elliyordu.” (s.41) Bu sıralarda padişahın dokuz yaşında

olduğunu öğreniriz. Ama buna rağmen zekidir: “Çocuk zekiydi evet; düşünmesini

şimdiden biliyordu, evet; çevresinin baskısından şimdiden kurtulabilecek kadar

kişilik sahibiydi, evet!” (s.44)

Padişah, küçük yaştan itibaren hayvanlarla ilgilenir. Hayvanlara da çok

merhametlidir. (s.45–46, 54) Padişah, çocukluktan büluğ çağına girer. Bu sıralarda

padişahın zayıf karekterinin ilk işaret karşımıza çıkar. Bu sıralarda padişahın

çevresindekilerin kendisini etkilemeye çalışıtığını öğreniriz. (s.57) Zaman ilerledikçe

189 Dördüncü Mehmed (Avcı): (Saltanatı 1648–1687). Sultan İbrahim’in Hadice Turhan Sultan’dandünyaya gelen oğludur (1641). Babasının hal’i üzerine padişah olduğunda henüz yedi yaşındaydı. Peknazik bir zamanda devlet işleri Valde Sultanlarla, Saray ve Ocak ağalarına ve bunlara kapılanmış kötüadamlara kaldı. Büyük valide Mahpeyker (Kösem)in, Küçük valide Hadice Turhan Sultan tarafındanbertaraf edilmesinden sonra işlere Ocak ağaları yerine Saray ağaları hâkim oldu. Dördüncü MehmedOsmanlı Tarihi’nin çok mühim devrinde hüküm süren, fakat şahsiyet itibariyle büyük değer taşımayanOsman-oğullarındandır. İlk zamanları Valide Sultanların vasiyeti altında geçmiş, sonra da Köprülülerdevrinde devlet isdaresinden uzak kaldığından ve etrafı tarafından münevver kimselerden tecritedilmek istenmesi yüzünden fikri seviyesi de düşük kalmıştır. Tarihe av iptilâsıyla geçen birpadişahtır. Çocukluğundan itibaren başlayan ve hal’ine kadar devam eden bu iptilâ devlet umurundanhabersiz kalmasına sebebiyet vermiştir. “Dördüncü Mehmed (Avcı)” madde., M. Orhan Bayrak,a.g.e.

Page 503: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

491

bu kişilikte zayıflık vurgulanır. Dördüncü Mehmed, çevresindeki kişilerden etkilenen

bir padişah olarak karşımıza çıkar. Yirmi bir yaşına gelen padişah, Hoca’nın

etkisinde kalır. Hem de hayatında rüyalara dayanan bir padişah karşımıza çıkar.

Padişaha yakın olan Hoca, padişahın gördükleri kâbusları kendi çıkarına kullanır.

(s.112–117)

Avcılığa düşkün olan Dördüncü Mehmed, fetihlerde bile av seferlerine çıkar.

Savaş döneminde bile ne devletin, ne de ordunun işlerine ilgileyen Dördüncü

Mehmed, hayatını avcılıkta geçirir. Üstelik padişah sefer gecelerini korkulu ve

meraklı hikâyeler dinlemekle geçirir. Padişahın bu gibi hikâyelere düşkün olduğunu

öğreniriz. (s.146–152) Romanın sonunda “hayvanlara düşkün” padişahın tahttan

indirildiği görülür. (s.164)

XVIII. Yüzyıl

Patrona romanında kırk beş kahraman bulunur. Bunların dördü gerçek

kişilerdir.

Patrona romanında Patrona Halil190, başkahraman olarak karşımıza çıkar.

Romanın diğer kahramanları ise Patona Halil’in etrafında toplanan kişilerdir.

Romanda kahramanlarla ilgili verilen tasvirler bile, Patrona’nın kişiliğini gösterecek

şekilde verilir. Patrona Halil’in arkadaşlarıyla ilgili gösterilen nitelikler, onlarda

Patrona tarafından beğenilen niteliklerdir. Böylece Patrona romanında Patrona’nın

nitelik ve kişilik bakımından ağırlık gören tek kişi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yazar, birkaç yerde Patrona’nın kişiliğini aydınlatacak ansiklopedik bilgileri

vermeye çalışır: “Patrona Halil halk arasında gaipten haberler veren bir adam olarak

da meşhurdur… O bu sefer de memleketine gitmiş ve oradan İstanbul’a geçmişti.

Sermayesi ve sanatı olmadığından, bu şehirde önceleri satıcılık (seyyar) eskicilik ve

dellallık, gibi ayak işleri yapıyordu. Sandwiçh’e göre, Patrona yüksük, düğme, dikiş

190 Patrona Halil (?- 1730 İstanbul): Sultan III. Ahmed’in karşısında Patrona Halil İsyanı adıylabilinen ayaklanmayı başlatandır. Ayaklanmada sadrazam ve şeyhülislâm padişahtan istendi. 1.10.1730yılında III. Ahmet tahtından ayrılmak zorunda kaldı. İsyancılar, 13 gün sonra kışlalara döndüler. Herişe karışan Patrona Halil ve arkadaşları çağrıldıkları toplantıda öldürüldüler. “Patrona HalilAyaklanması” «madde», M. Orhan Bayrak, a.g.e., s. 342

Page 504: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

492

iğnesi, iplik türünden eşyayı doldurduğu sepetini boynuna asar ve akşama kadar

İstanbul sokaklarını dolaşırdı.” (s.14–15), “Patrona Halil Arnavudluk’tan Niş şehrine

geçmiş, burada yeniçeri olarak on yedinci ortaya katılmış ve 1718 Pasarofça

muahadesine kadar - Pasarofça’dan evvel olması gerekiyor – sessizce bu görevde

çalışmış ise de, sonradan Vidin’e gönderilen muhafız askerleriyle birlikte, bu şehre

gelmiş ve sonuçta, Niş’ten Vidin’e yayılan, bir ayaklanmanın elebaşıları arasında

tekrar ortaya çıkmıştır.” (s.315) … Burada önemli olan, Patrona Halil’in yakından

isyan kültürünü izlemesidir.

Patrona, romanın ilk bölümünde “Reis” adıyla sunulur. Anlatıcının bu adıyla

gayesi besbellidir. Patrona’nın liderliğini göstermektir: “İşte bu yoldaş bizim

umudumuz, başımız bardağımız, reisimiz ve kılıcımızdır.” (s.25) Bu sıralarda da

Patrona Halil, düşünen ve akıllı biri olarak karşımıza çıkar. Üstelik tecrübeli ve sakın

bir insandır. Arkadaşlarını iyice dinleyip anlayan bir insandır. Patrona, arkadaşlarını

ilk olarak toplayarak birbirlerini yaklaştırmaya başlar. Toplantıda ortaya çıkan

görüşleri değerlendirerek davasını hizmet edecek kadar beslemeye çalışır: “Her iki

görüşte de gerçeğin yarısı var, şu halde ne yalnız mektep, ne de kitap bilgisi, ne de

uygulama, o yoldan bilinçlenme. Önemli olan, bu birbirlerine zıtmış gibi görünen iki

gücün birleşmesi, hayattan öğrenilenle – zaten mektebin de kaynağı değil mi? –

kitaplardan edinilen bilginin bir gövdeden çıkmışcasına, yan yana duran ayaklarla

yere basması, o yolla toplumu, içinde yaşadığı şartları değerlendirmesi gerekli,

gerekiyor.” (s.33) Bu sıralarda Patrona Halil ve arkadaşları, anlatıcı tarafından cesur

ve ataklar olarak gösterilirler. Onlar, halka dayanarak yıllarca süren zulme karşı

çıkarlar.

Romanda Patrona Halil, sıradan bir insan olmasına rağmen tam anlamıyla

önderlik niteliklerine sahip bir kişi olarak gösterilir. İlk olarak sadece kendi fikir ve

düşüncelerine değil, ama aynı zamanda âlimlerin ve halkın fikirlerine önem verir.

Halk ile bağ kuran Patrona, her zaman halk ile kaynaşır. Roman boyunca süren halk

ile arasıdaki konuşmalar ve toplantılarda Patrona, alçak gönüllü, sokulgan, sıcak ve

kimseye yukarıdan bakmaz. Halk uzun süre Patrona gibi bir önderi bekler. Bunun

için Patrona Halil ortaya çıkar çıkmaz halk onu takip etmeye başlar: “Dinleyenlerin

Page 505: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

493

arasında bir kaynaşmadır başlıyordu.” (s.193) Üstelik etkilidir. Patrona Halil’in halk

önünde konuşurken, son derece etkili oduğunu öğreniriz. Halk da Patrona’yı iyice

dinler: “En küçük kıpırdama, en hafif bir fısıltı bile yoktur.”… “Patrona Halil’in

etkileyici sesi duyuldu.” (s.210) Patrona Halil, halkın nabzını tuttuğu için halkın

yakından ilgilendiği konulara temas eder. Patrona Halil konuşmalarında kendi

davasının “Reaya-Fukara” olduğunu söyler. (s.211)

Patrona isyanını başlatan Patrona Halil, arkadaşlarına isyanın ilkelerini

söyleyip bir önder olarak onları da yönlendirir. Bu sıralarda Patrona, kendine

güvenen bir kişi olarak karşımıza çıkar: “Yoldaşlar! Biz kılıçlarımızla

düşmanlarımızın bağrını pare pare dileriz, ama küfretmeyiz. Haramilerin dilini

kullanırsak, peki peki ama onlardan ne farkımız kalır? Birkaç saat sonra Allah

nasibederse, devlet bizim ellerimizde olacak değil mi? Öyleyse bizim savaşımız

yiğitçe olmalı, bizim sözlerimizi okka tartmalı! Öyle mi arkadaşlar?

Tepkiler içtendi: Öyle Kaptan öyle, öyle Reis öyle, sen bizi uyar!” (s.406)

Patrona, aynı mantıktan haraket ederek akıllı bir lider olarak sultanın elçileriyle

konuşur. Elçilere isteklerini söyleyen Patrona, kararlı ve debeyimli olarak karşımıza

çıkar. (s.544) Sultan III. Ahmet tahttan indirildikten sonra yerine geçen Sultan

Mahmut, Patrona ve arkadaşlarını saraya davet eder. Bu sıralarda Patrona saygılı ve

mütevazı bir kişi olarak ortaya çıkar: “Çok geçmeden bu davete icabet eden Patrona

Halil, Ali Usta, Muslı Beşe ve Emir Ali Beyler huzuru padişahîye geldiler. Tertemiz

giysileri, dik ve saygılı bakışları, çıplak ayaklarıyla, bambaşka bir hava yarattılar.”

(s.587) Nihayette Patrona Halil ve arkadaşları, cellâtlar tarafından amansızca

öldürülürler. Bu sıralarda anlatıcı, Patrona’nın hem cesur hem de masum olduğunu

ifade eder. (s.614)

“Lâle bahçeleri, helva sohbetleri, zevk ve cümbüşler padişahı” (s.85) olan

Sultan Üçüncü Ahmet191, Patrona romanında halkına iyice bakmayan ve önem

191 Ahmed III (1673 Hacıoğlupazarı – 1736 İstanbul): 23. Osmanlı padişahı (1703–1730), Lâle DevriPadişahı (1718–1730), gergef işleyici, hattat ve şair (Necibî)dir. IV. Mehmed ile Gülnûş Sultan’ınoğlu, II. Mustafa’nın kardeşi, III. Mustafa ve I. Abdülhamid’in babasıdır. İleri görüşü, terbiyesi,eğlenceye düşkünlüğü ve lâleye olan merakı ile tanındı. Patrona Halil ayaklanması ile tahttan indirildi.“Ahmed III” madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e., s.20-21

Page 506: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

494

vermeyen bir sultan olarak karşımıza çıkar. Bu bakımdan yazar, Sultan III. Ahmed’in

halkına zulm ettiğini açıklar. (s.87) Sultan Ahmet sayesinde İstanbul ikiye ayrılır.

Birincisi fakirlerin İstanbul’u, diğeri zenginlerinkidir: “İki İstanbul vardı o zamanlar,

iki İstanbul, bunu biliyor muyuz? Onların İstanbul’u, bunların İstanbul’u.

Soralım, öyleyse birinciler nerede? İşte cevabı,

Saraylarda, köklerde, kâşanelerde.

Peki, peki, ya ikinci nerede? İkinciler… İkinciler… Eh işte!

Demek ki konu, onların İstanbul’u, bunların İstanbul’u.

Bunların İstanbul’unun yaşanır bir gününü geçelim, şöyle neşeli bir akşamları

bile yok, öte yandan yangınlara, salgınlara açık fukara dünyaları, düşünün bu

insanların barınacak bir damı bile yok.

Bol bol ah var, enin var, inleme var, leyl-mekânlarda, barınaklarda,

gecekondularda otururlar, yani harebezar.” (s.196) Yazar, halkın hakkını yiyenlerin

başında Sultan Ahmet gelir. (s.196–197) Yazar, İstanbul halkının açlıktan ölmekte

olduğunu, padişahın da eğlenceye düşkün olduğunu gösterir. (s.87, 312) Yazar-

anlatıcı, Sultan Üçüncü Ahmed’in korkak olduğuna birkaç yerde işaret eder:

“Üçüncü Ahmet yaratılıştan korkak bir adamdı.” (s.505) Zalim olmasına rağmen

korkaktır. (s.87)

Üçüncü Sultan Ahmet, aciz bir sultan olarak tasvir edilir. Devletin iç ve dış

politikasını sadrazama bırakan padişah, Patrona Halil’in isyanı karşısında hem

korkak hem kurnaz bir kişi olarak uzun yıllar süren zulmün sorumluluğu Damat

İbrahim Paşa’nın üstüne atmak ister. (s.505–506) Nihayette hilesiz ve aciz olan

Sultan Üçüncü Ahmet, dramtik bir şekilde tahttan indirilir. (s.582)

Page 507: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

495

Nevşehir’li Damat İbrahim Paşa192, Patrona romanında devletin idaresi

bakımından, Sultan Üçüncü Ahmed’in gücüyle, bir devlet adamı olarak karşımıza

çıkar: “Aslında, Damat İbrahim Paşa, padişahın gölgesinde ve onun emirlerini harfi

harfine uygulayan bir kişi gibi görünüyorsa da, o yaman bir beceriklikle kendi

bildiğini okuyordu. Ya da uzaktan bakınca karşımızda padişahı, yakından baktığımız

zaman da, karşımızda Nevşehir’li Damat İbrahim Paşa’yı görüyorduk. Konunun en

doğru açıklaması da buydu belki?” (s.90) Yazar, Damat İbrahim Paşa’nin padişahtan

farksız olduğunu gösterir. O da zâlimdir, eğlenceye düşkündür, halka önem

vermeyen bir sadrazamdır. (s.87) Nevşerhir’li Damat İbrahim Paşa romanda

“Yakışıklı, şiirsever, kadınsever sadrazam” (s.312) olarak tasvir edilir.

Bundan daha ziyade yazar, Damat İbrahim Paşa’yı kurnaz ve halkını

sevmeyen bir sadrazam olarak gösterir. Üstelik Osmanlı Devleti’nin yıkılışını

hızlandıran sadrazamlardan biridir: “Üçüncü Sultan Ahmet, 1703 yılından

başlayarak, 1730 yılına kadar, yani 27 senede şaka değil hemen de 13 vezir

değiştirmişti. Şöyle kabaca bir hesap tutarsak, iki seneye bir vezir düşüyordu. Bu

kadar uzun bir sürenin, tam 12 senesinin Nevşehir’li Damat İbrahim Paşa’nın

sedaretinde geçtiği göz önüne alınırsa, öbür vezirlerin bir seneden biraz fazla

görevde kaldığı anlaşılır ki, dahi Nevşehir’linin, birçok bakımından ne kadar önemli

bir kişi olduğunu anlamamıza yetecektir.

Böylelikle onun nabza göre şerbet veren, üstün entrikacı, kurnaz, sanata geniş

ilgi duyan, şiir seven, ama, halkını sevmeyen, imparatorluğu yıkıma götüren bir

sadrazam olarak belirdiğine de şahit olacağız. Onun bu yönlerini belirleyen, açığa

koyan bir hayli belge var tarihte.” (s.92)

192 İbrahim Paşa (Nevşehirli, Dâmâd) (1660 Ürgüp – 1730 İstanbul): Sultan Üçüncü Ahmed’in meşhursadrazamı, Lâle Devri sadrazamı (1718–1730) ve sadaret kethüdasıdır. III. Ahmed’ın damadı, FatmaSultan’ın ikinci eşi, Damat Genç Mehmed Paşa’nın babasıdır. Damat İbrahim Paşa’nın hayır eserlerioldukça fazladır. İstanbul’da (1720) ve Nevşehir’de (1726) Nevşehirli İbrahim Paşa Camileriniyaptırdı. Barışçı, zengin ve yenilik taraftarı olarak tanındı. Patrona ayaklanmasında vücuduparçalanarak öldürüldü. “İbrahim Paşa (Nevşehirli, Dâmâd)” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi,İhlâs Yayınları, İstanbul, 1994, c.9; “Nevşehirli İbrahim Paşa” madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e.

Page 508: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

496

Damat İbrahim Paşa ile padişah arasında bu sık ilişki bulunmasına rağmen

padişah isyanın karşısında ilk yaptığı şey, Damat İbrahim Paşa’yı öldürtmektir.

(s.576) Böylece Damat İbrahim Paşa, yazarın gözünde cezasını almıştır.

Patrona romanının son bölümünde karşımıza çıkan Sultan I. Mahmud193,

zâlim ve kurnaz bir padişah olarak tasvir edilir. Ama burada söz konusu zulüm,

halkla değil ama Patrona ve arkadaşlarıyla ilgilidir. İlk olarak Sultan I. Mahmut,

tahttan indirilen Sultan III. Ahmed’in yerine geçer. (s.579) Patrona Halil ve

arkadaşları yardımıyla tahta geçen Sultan I. Mahmut, “içe dönük kapalı bir politika”

(s.587) izlemeye başlar. Bu siyasetin icabıyla Sultan I. Mahmut, “Patrona Halil’den

bir an önce kurtulmak için bir takım planlar kurmaktan da geri kalmıyor.” (s.595) Bu

yüzden padişah, Eyüp Camii’inde yapılacak olan merasime Patrona’yı silâhsız olarak

davet eder. Davete gelen masum Patrona, sultanın emriyle amansızca öldürülür. Bu

sıralarda yazar, Sultan Birinci Mahmud’un zâlim bir sultan olduğuna işaret eder.

(s.596-599, 617) “Dolaştı sesi, ta zalim Birinci Mahmud’un kulağına kadar gitti.”

(s.614)

XIX. ve XX. Yüzyıllar

Civelek Osman romanında sadece padişah bir gerçek kişi olarak karşımıza

çıkar. Romanda padişahın adını verilmez, ama romanın olaylarından padişahın

Sultan II. Mahmut194 olduğunu öğreniriz. Romanda Sultan II. Mahmud’un başlıca

özelliği, yeniçeri ocağını kaldırmaktır. Bu hususta anlatıcı, Civelek Osman’ı

konuşturarak vezirlerin padişahı kandırdığını kaydeder: “Vezirler padişahı

193 Mahmud I (1696 Edirne – 1754 İstanbul): 24. Osmanlı padişahı (1730–1754), mühür kazıcı,besteci, hattat ve şair (şebkatî)dir. Patrona Ayaklanmasıyla çekilmek zorunda III. Ahmed’in yerinetahta çıktı (12 Ekim 1730). Saltanatının ilk günlerinde önemli devlet görevlerine kendi adamlarınıyerleştirmiş olan Patrona Halil ve yandaşlarını öldürttü. 1731’de yeniçeri ve cebeci ayaklanmalarınıbastırdıktan sonra, sürmekte olan İran savaşına yöneldi. I. Mahmut, güleryüzlü, ciddi, iyi kalpli,ıslahatçı ve kambur olarak tanındı. “Mahmud I” madde., Ana Britannica Ansiklopedisi, AnaYayınları, İstanbul, 1993, c.21; “Mahmud I” madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e., s.258-259194 Mahmud II (1785 İstanbul – 1839 İstanbul): 30. Osmanlı padişahı (1808–1839), Yeniçeri ordusunukaldıran padişah (1826), Sedefçi, hattat, besteci ve şair (Adlî)dir. I. Abdülhamid ile Nakşıdil Sultan’ınoğlu, IV. Mustafa’nın kardeşi; Bezmiâlem, Pertevniyal, Hüsnümelek, Nevfidan, Zernigâr, Tiryal,Nurtab… hatunların eşi; Abdülmecid ile Abdülaziz adlı padişahların babasıdır. İstanbul’daTophane’deki Nusretiye (Tophane) camisi (1826)ni yaptırdı. Islahatçı, hiddetli, yakışıklı ve azimlioluşuyla tanında. Tüberküloz hastalığından vefat etti. “Mahmud II” madde., M. Orhan Bayrak,a.g.e., s.259

Page 509: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

497

kandırmışlar, başka asker yazıyorlar. Başka kralların askeri gibi talim

yaptıracaklarmış.” (s.31)

Halkın şikâyetlerine ilgi gösteren Sultan II. Mahmut, falaka terbiyesini

uygulayan İzzet Bey’i çağırıp sert idaresinden şikâyetlerin bulunduğunu söyler. Bu

sıralarda Sultan II. Mahmut, kararlı ve zeki olarak karşımıza çıkar. (s.49–51)

Dağlı (Dargo) romanında Şeyh Şamil195, romanın başkahramanıdır. Zaten

roman Şamil’in yiğitliği ve hikâyesini anlatır.

Şeyh Şamil, ilk olarak namlı bir kahraman olarak karşımıza çıkar. Dağıstan’ta

gençlerin düşü, Şamil’e katılmaktır. Cesur, atak, mert ve kahraman olarak bilinen

Şeyh Şamil’in, Dağıstan’ın bütün kişileri tarafından saygı değer bir imam ve mücahit

olduğunu öğreniriz. Bu yüzden Kafkas’ın insanları, Şeyh Şamil etrafında toplanırlar.

(s.37) Şeyh Şamil, askerî alanda çok zeki bir önder olarak ortaya çıkar. Şamil’in

koyduğu plânları sayesinde Dargo savaşında Ruslar büyük bir mağlubiyete uğrarlar.

(s.40) Şamil, Temirhan Şüra’da Ruslara iyi bir ders verir. (s.119)

Kararlı ve azimli bir kişiliğe sahip olan Şeyh Şamil, arkadaşların önem veren

bir insandır. Üstelik çok akıllıdır. Meşveret yapmadan kararı vermez. Kendi

kafasından hareket etmeyen bir önderdir. Her zaman çevresindekilerin görüşlerini

öğrenmeye çalışır. Şeyh Şamil “Allah’in adaletini yerine getirmekte” meşgul olan bir

imam ve mücahittir. (s.120–125)

Hacı Murat196, Şeyh Şamil’in sağ koludur ve en yakın yardımcılarından

biridir. Şamil ile Hacı Murat arasında eskiden kalma bir ihtilâf vardı. Ruslar ise bu

195 Şeyh Şamil (Dağıstan 1797 - Medine 1871); Dağıstanlı meşhur İslâm kahramanı, Ruslara karşıKafkasya’yı ayağa kaldıran mücâhit, âlim, velî. Şeyh Şamil otuz yaşına kadar tefsir, hadis, fıkıh,edebiyat ve tarih gibi bilimleri öğrendi. Çocukluk arkadaşı Gâzi Muhammed’in işgalci Ruslara karşıbaşlattığı mücadeleye iştirak etti. Gazi Muhammed 1832 yılında Ruslar tarafından öldürüldü.Nihayette Şeyh Şamil, 1834 yılından itibaren mücahitler tarafından bir imam olarak seçildi.Teşkilâtlandırdığı mücahitler, Rus birliklerinin korkulu rüyâsı oldu. 1834’ten 1859 yılına kadarKafkasya, Rus zulmüne karşı Şeyh Şamil’in önderliğinde direndi. Şeyh Şamil, bir taraftan Ruslarakarşı silâhla mücadele ederken, diğer taraftan Kafkas gençlerini din bilgilerini öğrenmelerini içinteşvik etti. “Şeyh Şamil” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul,1994, c.18

Page 510: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

498

ihtilâfları körüklemeye başlarlar. (s.68) Hacı Murat da bir Avar Hanıdır. Avarlılar,

Rusların söyledikleri gibi Şamil’in imamlığını gasbetiğini söyleyip Hacı Murat’ın

başa geçmesini isterler. Hacı Murat ise ilk olarak kabul etmez, ona göre kendisine bir

şey istemez. Ama Avarlılar kendisine değil Kafkasya’nın hürriyetini düşünmesini

isterler. Sonunda Hacı Murat Ruslarla anlaşır. (s.74–77) Yalnız çok geçmeden Hacı

Murad’ın, Ruslar tarafından bir tuzağa düşürdüğünü anlayınca adamları ile birlikte

geriye döner. Bu sıralarda Hacı Murad bir yiğit olarak karşımıza çıkar.

Kırım savaşı bittikten sonra Çar I. Nikola ölür. Yerine Çar II. Aleksandr197

geçer. Kırım savaşında çarpışan tecrübeli Rus askerleri hemen II. Aleksandr emriyle

Kafkas cephesine kaydırılır. (s.99) Kafkas işini bitirmek için son dereceye kararlıdır.

Ordu içerisinde değişmeler yapmaya başlar. Orduda gençleştirme davasını meydana

getirir. (s.104–105)

Prens Baryantinski198 kırk bin Rus askeri ile Şamil’in son karargâhı olan

Gunib kalesini muhasara eder. (s.121) Şamil’in gözünde çar olacak Prens, zalim bir

insandır “Gunib’e zorla girmesi halinde her türlü vahşeti göz kırpmadan yapardı.”

(s.120) Prens Baryantinski, Şeyh Şamil’e teslim için bir elçiyi gönderir. Sonunda

birlikte 6 Eylül 1859 günü anlaşmaya imzalarlar. (s.125–126)

Rus öncü birliklerinin komutanı Albay Vorontzof, “Çar sülâlesinden, üstelik

Prens Voronyzof’un da oğluydu.” (s.22) Mağrur olan Rus komutanı “1843 yılı

Mayıs’ında Gerzel karargâhından tantanalı bir merasimle cepheye hareket ederken

196 1851’de Şeyh Şamil’in naiblerinden Avar Hanı Hacı Murâd, Ruslara iltihak etti. Avarlıların pekçoğu da hanlarıyla birlikte Ruslara katıldı. “Şeyh Şamil” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, c.18,s.269197 Aleksandr Nikolayeviç (1818 - 1881); 1855 - 1881 arasında hüküm sürmüş Rus çarı. Kapsamlı birreform programı uygulamış ve 1861'de serfliği kaldırmıştır. Aleksandr, Şubat 1855'te babası ölünce,Kırım Savaşı'nın en şiddetli günlerinin yaşandığı sırada, 36 yaşında tahta çıktı. Savaş, İngiltere veFransa gibi ülkelerle karşılaştırıldığında Rusya'nın ne kadar geri olduğunu açık biçimde ortayakoymuştu. Rusların uğradığı yenilgiler, eğitim görmüş Rus seçkinleri arasında, ülkede köklü birdeğişiklik yapılması yönünde genel bir istek uyandırdı. Bu isteğin de etkisiyle Aleksandr,modernleşme yoluyla Rusya'yı ileri Batı ülkelerinin düzeyine ulaştırmayı amaçlayan bir dizi reformbaşlattı. “II. Aleksandr” madde., www.vikipedi.org198 Şeyh Şamil 6 Eylül 1859 günü imzâladığı bir antlaşma neticesinde iki oğluyla birlikte Ruslarateslim olmak mecburiyetinde kaldı. Prens Baryantinsky, Şeyh Şamil’i teslim alan Ruslarınkomutanıdır. “Şeyh Şamil” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, c.18, s.269

Page 511: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

499

Şamil’i ve arkadaşlarını birkaç günlük takipten sonra kıskıvrak yakalayacağını, bir

kafese koyup teşhir ede ede Çar’a götüreceğini hayalliyordu.” (s.26)

Albay Vorontzof, durumları iyice takdir etmediği için Şamil’den büyük bir

darbe aldıktan sonra tıpkı bir çocuk gibi ağlamaya başlar.(s.32–33)199

İsyan Eşiği romanında yetmiş iki kahraman bulunur. Bunların sadece biri

gerçek kişidir. Romanda karşımıza çıkan Emanuel Karaso200, kısa bir rol

oynamasına rağmen dönemde değişik ideolojilerle yapılan faaliyetlere işaret eder.

Romanda Emanuel Karaso, şu şekilde tarif edilir: “Emanuel Karaso, Selanik

Yahudilerinden olup Makodanya Rizorta Locasının üstadı azamı idi. Abdülhamid’i

tahttan indiren heyette rolü olmuştur.” (s.114)

Romanda Emanuel Karaso’nun, Ermenilerle temasta bulunduğuna işaret

edilir. Ermenilerden olan Mıgırdıç Portakalyan, havrada düzenlenen gizli bir

toplantıya katılan Emanuel Karaso ile temas kurmak amacıyla İstanbul’da bulunan

bu havraya gider. Bu toplantının birinci sözcüsü, Emanuel Karaso’dur. İkinci sözcü

ise Yahudi hahamdır. Karaso’nun konuşması bitince kürsüye haham gelir. Havrada

Yahudiler ve Ermeni komiteciler, Osmanlı Devletinin karşısında birleşmenin

çabasındadırlar. Emanuel Karaso, Yahudilerin Filistin’de yerleştirme arzularından

söz eder. (s.114–115)

199 Bu konuda daha ayrıntılı bilgiler için bkz: “Şeyh Şamil” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi,c.18, s. 267-269200 Emanuel Karasu (ya da Emanuel Karaso, sonradan Emanuel Carasso); (d. 1862 Selanik) - (ö. 1934,Trieste), Yahudi asıllı Osmanlı avukat ve siyasetçi. Jön Türklerin tanınmış üyelerindendir. Karasu,Selanik'teki Makedonya Risorta Masonik Locası'nın bir üyesi (bazılarına göre kurucusu) ve sonrakibaşkanı ve Osmanlı Devletinde masonik faaliyetlerin öncüsüdür. Masonik localar ve bazı gizlicemiyetler, Selanik'te devrimci radikal görüşlere sahip ve aralarında Talat Paşa'nın da bulunduğu JönTürklerin duygudaşları arasında bir buluşma yeriydi. Karasu, Selanik'te avukatlık yaparken İttihat veTerakki Cemiyetine üye oldu. Cemiyetin Müslüman olmayan ilk üyelerindendir. Cemiyet, 1908yılında II. Meşrutiyet ve sonrasında Osmanlı Devleti'nin idaresinde söz sahibi olunca Karasu daSelanik'ten Meclis-i Mebusan'a girdi. 1912'de Selanik'ten, Balkan Harbi'nde Selanik Yunanistan'akaybedilince 1914 yıllında İstanbul'dan mebus seçildi. Türkiye'deki değişik Musevi kuruluşlarınınişbirliği yapması için çalıştı, Türk Musevi'lerinin önce Türk sonra Musevi olduklarında ısrarcı oldu veOsmanlı Filistin'inde Siyonist iskânına karşı oldu. İtalya - Türkiye Savaşının antlaşma ile bitirilmesiiçin görüşmeler yapan ve Selanik'in enternosyanel bir şehir olmasına çalışan komitenin üyesiydi.Mondros Mütarekesi sonrasında İtalya'da Trieste'ye yerleşti ve 1934 yılında aynı yerde öldü.“Emanuel Karasu”,madde., www.vikipedi.org

Page 512: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

500

Dünya Durdukça romanında otuz yedi kişi bulunur. Romanda, Mustafa

Kemal ATATÜRK’ün ailesini temsil eden sadece dört gerçek kişi vardır.

Dünya Durdukça romanında başkahramanlık rölünü yapan Mustafa Kemal

ATATÜRK201, olağanüstü bir kişi olarak karşımıza çıkar. Mustafa Kemâl, küçük

yaştan itibaren istediğini bilen ve kararlı bir kişiliğe sahiptir. Henüz beş altı yaşında

olan Mustafa, annesinin arzusuna göre mahalle mektebine gönderilir. Ama mahalle

maktebinde öğrenim sistemini beğenmeyen küçük Mustafa, babasına derdini anlatır.

Bunun üzerine Şemsi Efendi Mektebine nakledilir. (s.5) Yine de on iki yaşında olan

Mustafa, teyzesinin komşusu Binbaşı Kadir Bey gibi zabit olmak ister: “Ah bir gün

ben de bu güzel üniformayı giyebilsem.” (s.10) Bu hususta kararını alan Mustafa,

Askeri Rüştiye imtihanına girip kazanır. (s.10) Bu sıralarda Küçük Mustafa, çalışkan

bir öğrenci olarak karşımıza çıkar. Derslerine iyice çalışan küçük Mustafa, üstün

bilgileri yüzünden Askeri Rüştiye’de ‘Kemâl’ lakabını alır. Bundan daha ziyade de

Mustafa Kemal, dersleriyle iktifa etmeyen bir öğrenci olarak yabancı dilini

geliştirmek amacıyla bir özel sınıfa kaydolarak yabancı dilde başarılı olma yolunu

takip eder. (s.11)

Mustafa Kemal, vatanını son derece seven bir gençtir. Harp Akadimisi’nde

sınıf arkadaşlarıyla birlikte siyasî faaliyetlerine devam etmeye başlar. (s.11–12)

Üstelik Birinci Dünya Savaşı sırasında olağanüstü bir önder olarak karşımıza çıkan

Mustafa Kemâl, benzersiz kahramanlıklar gösterir. (s.15–16) Millî mücadele

döneminde de memleketin değişik yerlerinde vatanını hizmet veren Gazi Mustafa

Kemâl, askerî alanda son derece zekî bir kumandandır. Üstün zekâsı ve akıllı

201 Mustafa Kemal ATATÜRK: Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı (Selanik1881 – İstanbul 1938). Ali Rıza Bey ile Zübeyde Hanım’ın oğlu olan Mustafa Kemal Atatürk, ilköğrenimine Selanik’te başlayıp babasının ölümü (1893) üstüne annesi ve kızkardeşiyle bir süredayısının kâhyalık yaptığı Çalı çiftliğinde yaşadı. Öğrenimini sürdürebilmek için yeniden Selanik’egönderilip, Askerî Rüştiye’yi (1895), Manastır Askerî İdadisi’ni (1898) bitirdi. İstanbul’a gelerekHarbiye’ye girdi (1899). Türkiye Cumhuriyeti için ilk cumhurbaşkanı olarak seçilir (1923). Sonratoplumsal devrimlere girişip ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyine yaklaştırmayı gerçekleştirdi. 26 Kasım1934’te TBMM, çıkardığı özel bir yasayla, Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadını verdi. Dış siyasette“Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini benimsemeyen Atatürk, Türkiye’nin bağımsızlığını ve toprakbütünlüğünü, dostluk anlaşmaları, bölgesel paktlarla güvence altına aldı. Atatürk, yakalandığı sirozhastalığının hızla ilerlemesiyle 10 Kasım 1938’de İstanbul’da Dolmabahçe sarayında öldü.“ATATÜRK, Mustafa Kemal” madde., Grolier İnternational Americana Encyclopedia, SabahYayınları, İstanbul, c.2, s. 249-255

Page 513: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

501

kumandanlığı sayesinde ordular, zaferden zafere ilerler: “Bütün yurtta, Büyük zafere

kavuşulacağı haberi kulaktan kulağa yayılmaktaydı.” (s.37), “Türk orduları 14 gün

içinde büyük bir düşman ordusunu imha ettiler. 400 km.lik fasılsız bir takip yaptılar.”

(s.40–41)

Mustafa Kemâl, Türkiye Cumhuriyeti için ilk cumhurbaşkanı olarak seçilir.

Bu sıralarda Mustafa Kemâl, sadece askerî alanda değil, ama aynı zamanda siyaset

alanında da olağanüstü bir kişi olarak karşımıza çıkar: “Gazi Mustafa Kemal Paşa,

yalnız eşsiz bir Baş Kumandan değil, aynı zamanda yaratıcı gücü olan yüce bir

Reisicumhurdu. Halkının medeniyette de hızlı adımlarla ilerlemesini istiyordu.”

(s.46)

“Hayatta en Hakiki Mürşit İlimdir” (s.46) diyen Mustafa Kemal Atatürk, her

zaman ilme önem verir. Bu yüzden bir cumhurbaşkanı olarak ilk yatığı şeylerden

biri, bütün yurtta millet mekteplerini açmaktır: “Artık tahsilde büyük rahatlık ve

ilerlemeler olacak.” (s.57)

Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarını; özellikle İttihatçıların dönemini ele

alan Son Kavşak ve Karasu romanlarında gerçek kişilerin büyük bir kısmı

tekrarlanır. Bu yüzden iki romanda gerçek olan kişileri bir araya takip etmeye

çalıştık.

Son Kavşak romanında yer alan yirmi yedi kahramandan karşımıza on iki

gerçek kişi çıkar. Burada da söylemeliyiz ki; bu gerçek kişilerin bazıları, romanda

üstlendiği rol bakımından karakteri oluşturmayacak kadar kısadır.

Karasu romanında ise bulunan altımış dört kişiden sadece dördü gerçek

kişilerdir. Bu dört tarihî kişiden üç kahraman, Son Kavşak romanında yer alırlar. Bu

yüzden iki romanın gerçek kişilerini bir araya getirmeye çalıştık.

Page 514: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

502

Son Kavşak romanında yer alan Sultan Abdülhamid202, tecrübeli bir padişah

olarak karşımıza çıkar. Sultan II. Abdülhamit, devletin yıkılışını durdurmaya çalışır,

ama ne genel durumlar ne de İttihatçılar buna fırsat verir: “Sultan adeta düşünceleri

ile savaş ediyordu. Yaptıkları yapabilecekleri karşısında vicsanının hesabını

veriyordu.

Olaylar onu nereden nereye getirmişti. Avrupa’ya gçnderdiği gençleri

düşündü. Oraya ilim ve irfan öğrenip devletine faydalı olmalarını istiyordu. Ama

onlar eğlence yerlerinde vakit geçirmiş, üstelik Fransız ihtilalinden de zevk alarak

bunu ülkelerinde denemeye kalkmışlardı.” (s.92) Yazar-anlatıcı, Abdülhamid’in bu

özelliği üzerinde durur. Anlatıcı, bazen de İttihatçıların karşısında Sultan

Abdülhamid’in çaresizliğini gösterir: “Acı acı susup yeniden kendini olayların akışı

içine bıraktı. Ve beklemeye başladı.

Zaman neler getirecek, neler götürecekti.” (s.93), “Zaman neler getirip, neler

götüreceğini kestiremiyordu sadece bekliyordu. Sabır, yüreğinde günden güne

büyüyen bir zırh gibiydi.” (s.107)

Sonunda Sultan Abdülhamid, tahtan indirilir. Aslında anlatıcıya göre bu

Abdülhamid’in isteğidir. Tahttan indirilen Sultan Abdülhamid, Selanik’teki Alatina

Köşkünde ikamete mecbur edilir. (s.131) Bu sıralarda II. Abdülhamid, kültürlü bir

insan olarak karşımıza çıkar. Abdülhamid’in köşkünün muhafızı Fethi Bey,

Abdülhamid’i zamanla sever ve onu şu şekilde tasvir eder: “Hayatımda Sultan

Hamid kadar nazik terbiyeli buna rağmen karşısındaki ile mesafesini muhafaza eden

şahsiyet görmedim.” (s.139)

202 Abdülhamid II (1842 İstanbul – 1918 İstanbul): Sultan Abdülmecid ve Tîrimüjgân Kadın’ınoğludur. 34. Osmanlı Padişahı (1876–1909). İttihatçılar’ın baskısıyla 24 Temmuz 1908’de II.Meşrutiyet’i ilan ederek Kanun-ı Esasi’yi yeniden yürürlüğe koyan padişah, yine de artanhuzursuzluğa çare bulamadı. İttihatçılara karşıt muhaliflerin ön ayak olduğu 31 Mart (13 Nisan 1909)ayaklanması, bastırıldı. Ama İttihatçılar, bu ayaklanmayla ilgisi olduğu gerekçesiyle 27 Nisan 1909’daII. Abdülhamid’i tahttan indirerek Selanik’e gönderdiler. Fransız tarihçisi Albert Vandal tarafından“Kızıl Sultan” adı verildi. Evhamlı, hasis, terbiyeli, zeki ve diktatör olması ile tanındı. “AbdülhamidII” madde., Genç Larousse Ansiklopedisi, c.1, s. 16-17; “Abdülhamid II” madde., M. OrhanBayrak, a.g.e., s. 12

Page 515: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

503

Devlet, İttihatçılar sayesinde kötüden kötüye gider. Enver Paşa,

Abdülhamid’e gidip kendisinin yorumlarını ister. Bu sıralarda Abdülhamid, tecrübeli

biri olarak karşımıza çıkar. Üstelik alçak gönüllüdür. Abdülhamid, kendini tahtınden

indirenlerden biri olan Enver Paşa’ya “oğlum” diyerek yardım etmeye çalışır.

Abdülhamid, sadece devletin çıkarlarına bakan bir insandır. (s.186–190)

Karasu ve Son Kavşak romanlarında Sait Halim Paşa203 sadrazam olarak

karşımıza çıkar.

Son Kavşak romanında Sait Halim Paşa, devletin genel durumunu

iyileştirmeye çalışır, ama iş işten geçmişti. Üstelik kendi çıkarlarına çalışan

İttihatçılar’ın yüzünde ileriye bir adım atamaz. (s.169–171) Ama esas itibariyle

kararlı bir sadrazam değildir: “Mısır Hanedanından bir prens olmayı, gurur vesilesi

bilen Said Halim Paşa, Sadrazam olarak görev yaptığı müddet içinde, her hareketin

belli nezaket kuralları içinde yapılmasını ister ve karşısındakilerden de bunu

beklerdi.” (s.169)

Karasu romanında ise, Başbakan Sait Halim Paşa, Birinci Dünya Savaşı için

endişelidir. Devlet savaşa yakındır. Üstelik yabancı devletler, kendi çıkarlarına göre

Ermenileri kullanırlar. Sait Halim Paşa, savaşa girmek istemez, ama buna rağmen

kararlı bir kişi değildir. (s.76–77)

Son Kavşak romanında başkahramanlar arasında yer alan Enver Paşa204,

kurnaz ve sadece kendini düşünen bir devlet adamı olarak karşımıza çıkar. Enver

203 Sait Halim Paşa (Mehmed) (1863 Kahire –1921 Roma); Osmanlı sadrazamlarından, Mısır VâlisiKavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğullarından vezir Halim Paşa’nın oğludur. 1888 yılında Şûrâ-yıDevlet (Danıştay) üyeliğine seçildi. 1900 yılında ise, Rumeli Beylerbeyi rütbesini aldı. Said HalimPaşa, Şûrâ-yı Devlet Başkanlığına seçildiyse de, bu vazifeden kısa bir süre sonra 1912’de ayrıldı.İttihat ve Terakki Partisi Genel Sekreteri oldu. 1913’te sadrazam kaymakamı oldu. Ancak İttihat veTerakki Partisinin Sultan Reşad’a baskısı üzerine, 12 Haziran 1913’te, sadrazam, sadâreti süresince deEnver, Talât ve Cemal Paşaların kuklası oldu. Halim Said Paşa, kurduğu kabinede HâriciyeNâzırlığını da kendisine aldı. “Sait Halim Paşa (Mehmed)” ” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi,İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994, c.17, s. 203204 Enver Paşa (1881 İstanbul – 1922 Türkistan): Osmanlı Devleti’nin son yıllarında devlet idâresinehâkim olan İttihat ve Terakki partisi ileri gelenlerinden. Asker ve devlet adamıdır. 1902 yılında HarpAkademisi’nden mezun oldu. Asker olmasına rağmen İttihat ve Terakki cemiyetine girerek siyasetleuğraşmaya başladı. Şehzade Süleyman Efendi’nin kızı Nâciye Sultan ile evlenerek saray damatlarıarasına girdi. Miralaylıktan üst rütbeye yükseltmek hakkı sadece padişaha ait olduğu halde, EnverPaşa, Sultan Reşad’dan habersiz paşa yapıldı. Aynı gün harbiye nâzırlığı da verilerek el çabukluğu ile

Page 516: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

504

Paşa, küçük yaştan itibaren yüksek mevkide olmayı ister. Bu amaçla Harbiye’ye

girer. Harbiye’yi bitiren Enver artık hesaplı davranır: “Şimdi kendisini daha güçlü

hissederek adımlarını dikkatli atıyordu. Kahraman olmanın yolları artık kendisi için

açılmıştı.” (s.66) Bu amaçla İttihatçılara katılan “içine kapanık ve duygusal olan

Enver Bey”, istediği yüksek mevkie sahip olmak için fırsatı arar: “Şimdi meşrutiyeti

kuvveden fiile çıkarmak için en kestirme yol, umumî bir isyandı.” (s.69)

Enver Bey, planladığının akışını hızlandırmak için saray damadı olmaya

çalışır. Bunu beceren Enver Bey’in yolu artık açıktır: “Artık Enver Bey, Bir

Napolyon gibi kararlı hareket ediyor ve kafasında kurduğu planları tatbik etmeye

çalışıyordu.” (s.122)

İhtiraslı olan Enver Paşa’nın, düşleri günden güne büyümektedir: “Enver Bey

ihtiraslı ve kararlıydı. Şimdi de gözünü Harbiye Nazarlığına dikmişti. Şöhret

merdivenlerini tırmanırken mesafe oraya kadar gelmişti. Ama yaşı tecrübesi ve

hizmeti dolayısıyla bu isteği henüz erkendi.” (s.167) Enver Paşa hala genç olmasına

rağmen sadrazama gidip doğrudan Harbiye Nazırlığını ister. Bu sıralarda Enver Paşa,

devcletin kritik durumuna rağmen sadece ve sadece kendini düşünen bir adam olarak

karşımıza çıkar. (s.169–171) Hırslı olan Enver Paşa, Harbiye Nazırı olur ve Ruslarla

hiç yoktan bir deniz savaşına başlar. Bu sıralarda anlatıcı, kendini düşenen ve

tecrübesiz olan Enver Paşa’nın Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışını hızlandırdığını

söyler. (s.181)

Nihayette tecrübesizliği yüzünden devlete daha kötüyü getiren Enver Paşa,

sabık Sultan Abdülhamid’den yardım ister. Ama artık yapılacak şey yoktur. Bu

sıralarda Enver Paşa, Abdülhamid’den ders alarak devlete neyi götürdüğünü anlar.

“Makam ve istikbal hırsı gözlerini bağlamış” olan Enver Paşa’nın, kendisi “Son

Kavşak”ta olduğunu anlar. (s.190) Sonunda Enver Paşa’nın gurbette öldürüldüğünü

öğreniriz. (s.212)

ordunun başına getirildi. Askeri idaresinin zayıf olduğu harb tarihçileri tarafından belirtilen EnverPaşa, I. Dünya Savaşı sırasında üstlendiği harbiye nâzırlığı ve başkumandan vekilliği sırasında devletibirçok felakete sürükledi. “Enver Paşa”.,madde., Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, c.3, s. 14-17

Page 517: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

505

Karasu romanında yer alan Enver Paşa, başkomutan ve Harbiye Nazırı olarak

karşımıza çıkar. Enver Paşa’ın, başbakan ve bakanların toplantısında gizlediği şeyler

vardı. Başbakan Sait Halim Paşa, Alman gemilerin Osmanlı Devletine sığınmasıyla

şaşkındır. Ona göre Enver Paşa’nın gizli bir hesabı vardır. Anlatıcı, Enver Paşa’nın

Osmanlı Devletini I. Dünya Savaşı’na soktuğuna işaret eder. Üstelik diğer bakanlar

gibi Enver Paşa da, Ermenilerin sorunu ile gerektiği gibi ilgilenmez. (s.76–78)

Son Kavşak romanında Talat Bey205, heyecanlı bir genç olarak karşımıza

çıkar: “Gençlerin heyecan unsurlarını Talat Bey yönlendiriyordu. Genç atik ve gözü

kara bir insan.” (s.61) Talat Bey, padişah düşmanı olarak karşımıza çıkar: “Edirne

PTT’sinde katip iken yurtdışında bulunan «Jön Türkler»le işbirliği ettiği gerekçesi ile

mahkum olmuş sonra padişah tarafından affedilerek, Selanik’te yeniden bir görev

verilmişti.

İşte bunun için Talat Bey, gizli faaliyetler içine yeniden girmişti. Böylece

görevli olduğu PTT vasıtasiyle yurt dışından gelen yasaklanmış gazete ve dergileri

alıp, arkadaşlarına kolayca ulaştırıyordu. Ayrıca saraydan gelen gizli haberleri

zamanında etrafa duyurmak görevini de başardı.

Talat Bey, güçlü, gösterişli bir insandı. Hitabetli ile çevresini etkiliyordu.

Devamlı mücadeleden, ölümden, kahramanlıktan sözediyor peşinden herkesi

sürüklüyordu.

Tek kurtuluşun padişahı tahttan indirmek ve meşrutiyeti yeniden ilân ettirmek

olduğuna arkadaşlarını inandırmıştı.” (s.61) Günler gittikçe Talat Bey’in İttihaçılarla

ilişkisi daha da artmaktadır. (s.82) HattaTalat Bey’in İttihatçıların önderlerinden biri

olduğunu öğreniriz. (s.148–149) Bunun üzerine Talat Bey, PTT memurluğundan

İttihat ve Terakki sayesinde nazırlığa kadar yükselir ve devletin büyük görevlerinden

birisinin başına geçer. (s.161) Talat Bey İttihaçılarla birlikte devletin idaresini kendi

205 Mehmed Talât Paşa (1874 Edirne – 1921 Berlin): Sadrazam (1917–1918), Dâhiliye Nazırı (1909–1909), Maliye Nazırı (1911–1913), Hariciye nazırı (1917–1917), Posta ve Telgraf nazırı (1911–1912),Edirne mebusu (1908–1918), Brest-Litovsk Barışı baş delegesi (1918) ve İttihat-Terakki Cemiyetireisidir. Basit öğrenimli, kültürlü, zeki ve ideal bir kişi olarak tanındı. Bektaşî ve mason idi. 1918yılında yurt dışına kaçtı. Öldürülen son sadrazamdır. Bir Ermeni terörist tarafından öldürüldü.“Mehmed Talât Paşa”.,madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e., s. 285

Page 518: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

506

ellerine alırlar. (s.161) Bu sıralarda Talat Bey’in “Paşa” lakabını aldığı anlaşılır:

“Talat Paşa, Dâhiliye Nazırı idi. PTT memurluğundan başlayan yükselme arzusu

zaman içinde değer kazanarak, bütün engelleri açmış ve Nazırlığa kadar ulaşmıştı.”

(s.167) Bununla ilgili olarak füze hızıyla yükselen Talat Paşa, sadarete kadar

ulaşabilir. (s.195) Anlatıcı bunu gösterirken, İttihatçıların tecrübesizliğini ve

densizliğini vurgular. Bu yüzden Talat Paşa ülkeden kaçar. Gurbette bir Ermeni

tarafından öldürüldüğünü öğreniriz. (s.207)

Karasu romanında karşımıza çıkan Talat Bey, İçişleri Bakanı’dır. Bakanlar

toplantısında savaştan yana değildir. Ama ona göre savaşa girmemek zordur:

“Almanlarla olan yakınlığımızı düşünürüm efendim. Savaş yakamızı bırakmıyor.

İstesek de bu savaşın dışında kalamayız.” (s.76)

Talat Bey, Enver Paşa’nın bu savaştan sorumluluğuna atıfta bulunur: “Eğer

Enver’ın gençliğine gem vurulabilinirse…” (s.76)

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanının tek bir sahnesinde karşımıza çıkan

Talat Paşa, genel durumu İttihaçılarla görüşür. “İri kestane rengi gözleri” olan Talat

Bey, Abdi Bey’den Selanik hakkında aldığı rapor hakkında konuşur. (s.210)

Karasu romanında Cavit Bey206, Maliye Bakanı olarak karşımıza çıkar.

Birinci Dünya Savaşı’ndan önce yapılan bakanlar toplantısında yer alır. Cavit Bey,

devlette birkaç şeyden habersizdir. Üstelik memleketin son durumuna hep şaşkındır.

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında ise Cavit Bey, Meclisi Mebusan’da

yapılan ziyafete gelir. Bu sıralarda Cavit Bey, İttihacıların hızlı hareket etmelerini

söyler. (s.204)

Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu romanındaki yer alan yirmi üç

kahramandan sadece Hekimoğlu İbrahim bir gerçek kişi olarak karşımıza çıkar.

206 Mehmed Cavid (1876 Selanik – 1926 Ankara): Maliye nazırı (1909–1911) (1914–1914) (1917–1918), Nafıa nazırı (1911–1911), Dâhiliye nazırı vekili (1914), Lozan Barışı malî müşaviri (1923),Selanik mebusu (1908) ve Mülkiye okulu öğretmenidir. Mülkiye okulu mezunudur (1896). Osmanî veFransa’nın Légion D’Hannuer nişanlarını aldı. Atatürk sükasti nedeniyle Ankara’da Divan-ı Harp’teyargılanarak idam edildi. “Mehmed Cavid”.,madde., M. Orhan Bayrak, a.g.e., s. 274

Page 519: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

507

Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu romanı, Hekimoğlu İbrahim207’in

hikâyesini anlatır. Hekimoğlu, Fatsa’da bulunan Yassıtaş köyünde fakir bir ailenin

oğlu olarak karşımıza çıkar. (s.6–7) Anlatıcı, “orta boylu” (s.59) olan

Hekimoğlu’nun hakkında şu bilgileri verir: “Sarışın ve çok yakışıklı bir gençti

İbrahim.

Aynı zamanda da çok yiğit ve atak bir gençti. Arkadaşlarının da çoğu komşu

Gürcü köyünün delikanlıları idiler. Onlar İbrahim’i, İbrahim de onları severlerdi.

Beraber gezip eğleniyorlar, beraber silâh tâlimi yapıyorlardı.

Kuvvetçe olsun, atılcılığındaki ustalığı ile olsun İbrahim hepsinden üstündü.

Onlar bu sarışın Karadenizli gencin bu kuvvetine, atıcılığına ve çevikliğine hayran

idiler.” (s.7)

Hekimoğlu, bir konşu Gürcü köyündeki bir değirmenin bekçisi olarak çalışır.

(s.7) Değirmene gelen Fadime, ilk defa Hekimoğlu’yu görür. Bu sıralarda iki genç

arasında bir yaklaşma olur: “Hekimoğlu onu görünce aklı başından gider gibi oldu.

Fadime de bu sarışın ve son derece yakışıklı, mert tavırlı gence lâkayt kalmadı.” (s.8)

Hekimoğlu, Gürcü ile yerli halk arasındaki bulunan düzensiz ilişki

yüzünden haksız bir suç ile suşlanır. Bu sıralarda Hekimoğlu, korkuyu bilmeyen ve

atak bir kişi olarak karşımıza çıkar. Kendi tarlasına davet eden Seyyid’e tek başına

207 Hekimoğlu (? - 26 Nisan 1913, Fatsa,Ordu) asıl adı Hekimoğlu İbrahim olup Fatsa'nın Yassıtaşköyündendir. Uzun yıllar Fatsa, Ordu, Tokat, Niksar, Samsun dağlarında hüküm süren, halk arasındamertliği, yiğitliği ve yardımseverliğiyle şöhret yapan ve adına türkü yakılan halk kahramanlarındanbiridir. Osmanlı Devlet Arşivinde Ayhan Yüksel'in araştırmalarına göre, 1900'ların ilk yıllarındaFatsa'da değirmencilik yaparken haksız bir suçlamayla karşılaşıp Gürcü bir beyin yeğeni tarafındanvurulmak üzereyken atik davranarak beyin yeğenini vurmuş ve ardından dağa çıkmıştır. Daha sonraGürcü Bey'i kan davası güderek Hekimoğlu'nun köyünde zulüm yapmış ve ardından 3 kişi daha dağaçıkarak Hekimoğlu'na katılmıştır. Hekimoğlu zalimin zulmünü yanına bırakmamış, aynalımartinisiyle, attığını vurmasıyla namı yürümüş ve olay Türk-Gürcü çatışmasına dönmüştür. 15 Aralık1908'de Fatsa müderrisinin Dâhiliye Nezareti'ne çektiği telgrafnamede durum ayrıntılarıyla anlatılmışve Hekimoğlu'nun dağdan indirilmesi için destek ve takip istenmiştir. Ama gerek Hekimoğlu'nunbecerisi gerekse Türk köylerinden destek görerek saklanmasıyla uzun süre Hekimoğlu dağdanindirilememiş ve Gürcü Bey'e karşı faaliyetlerini arttırmıştır. Bir kaç sene sonra Osmanlı Devleti'ndenaffını talep etmişse de Şura-yı Devlet kararıyla af talebi kabul olunmamış ve 26 Nisan 1913 günüdoğduğu köyde sekiz saat süren bir çarpışma sonrası öldürülmüştür. “Hekimoğlu” madde,www.vikipedi.org

Page 520: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

508

gider. Uyanık olan Hekimoğlu, Seyyid’in yeğeni tarafından vurulmak üzereyken atik

davranarak beyin yeğenini vurup kendisini kurtarır. (s.33)

Dağa çıkan Hekimoğlu, kısa bir sürede kendisinin etrafında toplanan bir çete

kurar. Bu sıralarda Hekimoğlu çete adamı olmasına rağmen fakirleri yardım etmeye

çalışır. Üstelik kan dökmesin diye çetesine bir kural koyar. Bu şekilde yerli halk

arasında Hekimoğlu’nun adı mert bir insan olarak efsaneleşmeye başlar. (s.58–60)

Gürcü Hulusi Ağa, Hekimoğlu’nun bulunduğu fırnı kuşatır. Bu sıralarda

Hekimoğlu, çok uyanık ve zeki bir şekilde davranır. Gücüne ve adamlarına değil,

ama aklına dayanan Hekimoğlu, kendi ve adamlarını bu tuzaktan kurtarır. Durumu

iyice hesaplayarak birdenbire adamlarıyla birlikte kaçar. (s.65–70)

Yeğenlerinin öldürüldüğünü bilen Hekimoğlu, tehlikeli olmasına rağmen

köye inmeye karar verir. Adamlarını unutmayan bir insan olarak tanınmış olan

Hekimoğlu, Gürcü tarafından bu olumlu nitelikle yakalanıp öldürülür. (s.142)

Ermeni Zulmü romanında on sekiz kişi bulunur. Onlardan sadece tek bir kişi

gerçektir. I. Kafkas Kolordu Kumandanı Albay Kâzım Karabekir208 Paşa,

Erzurum’da kurtuluş başkahramanı olarak karşımıza çıkar. Vatanını seven ve cesur

olan Albay Kâzım Karabekir, vatanını kurtarmaktan başka bir şeyi düşünmez.

Askerleri iyice ve ustaca yönlendiren Albay Kâzım Karabekir, mahir bir kumandan

olarak karşımıza çıkar. (s.72–74) Koyduğu plânlar ve fedakârlığı sayesinde kurtuluş

olur. (s.75)

4- Kurtuluş Savaşı Dönemi

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında elli kişi yer alır. Roman

kahramanlarından sadece dört gerçek kişi bulunur. Söz konusu olan bu dört gerçek

kişi, romanın başkahramanlarından değil; ama yol gösterici kişilerdendir. Bu dört

kişinin ikisi olan Talat Paşa ve Cavit Bey yukarıda gösterdiğimiz için aşağıda diğer

iki kişiye yer vereceğiz.

208 Kâzım Karabekir: Kurtuluş Savaşı döneminde Erzurum Komutanı olarak görev yapmıştır. Ordununbüyük komutanlarından biridir. Çanakkale cephesine de katılmıştır. Sina Akşin, a.g.e., bkz: s. 71-77

Page 521: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

509

Romanın tek bir sahnesinde görünen Ahmet Rıza Bey209, Meclisi Mebusan

resisi ve İttihatcıların temsilcilerinden biri olarak karşımıza çıkar. Sultan II.

Abülhahamit, mebuslara yemek vermektedir. Bu yüzden Meclisi Mebusan’a gelen

Ahmet Rıza Bey, Abdi Bey ile Fransa’da İttihaçıların çalışmalarından söz eder. Bu

sıralarda Ahmet Rıza Bey, “vekur ve mütekebbir” (s.204) olarak karşımıza çıkar.

Aynı sahnede de Manyasîzade Refik Bey210, Adliye Nazırı olarak karşımıza

çıkar. Refik Bey, Meclisi Mebusan’a Sultan II. Abülhahamid’in davetine göre

“ziyafete siyah redin” (s.204) gelir.

Vatan Dediler romanında doksan altı kahraman yer alır. Bunların sadece

birisi gerçek kişidir. Yunan Kolordu Komutanı Trikopis211, eğlenceye düşkün bir

kumandan olarak karşımıza çıkar. General Trikopis, savaş sırasında Afyon’da bir

baloya katılır. Bu sıralarda Türk ordusu büyük taarruz başlar. Saldırının haberini

duyan General Trikopis, ‘kötü bir şaka’ diye inanmak istemez. Sonra subayların

birliklerinin başına gitmelerini söyler. (s.350–351)

C) Cinsiyetlerine Göre Kahramanlar

1- Selçuklular Devri

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında kırk beş kişi bulunur. Bunlardan otuz sekiz

erkek, yedi kadındır.

Erkek Kahramanlar: Aksungur, Halit Ağa, ihtiyar yolcu, Altar, İlteber,

Bizanslı delikanlı, Kanlı Yani, Cafer Bey, Numan Dede, Dumrul, Emir Afşin, Rum

subayı, Abdullah, Ömer, Ebu Hasan, Yusuf, hancı, Hasan Sabah, Aksungur ile gelen

209 Ahmet Rıza Bey (1859 İstanbul – 1930 İstanbul): Meclisi Mebusan Reisi (1908–1911), İstanbulmebusu (1908), Ayan üyesi, İttihat ve Terakki Partisi üyesi, Maarif müdürü (1889), gazetecidir.Galatasaray Lisesi mezunudur. “Ahmet Rıza Bey” madde, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü, s.28210 Manyasîzâde Refik (1853 İstanbul – 1909 İstanbul): Adliye nazırı (1908–1909), İstanbul mebusu(1908–1909), Mulkiye ve Hukuk okulları öğretmeni, Midhat Paşa’nın avukatı, İttihat ve Terakkiüyesidir. Galatasaray Lisesi ve Huku Okulu mezunudur. “Manyasîzâde Refik” madde, M. OrhanBayrak, a.g.e., s.266211 Düşmanın başkumandan tayin ettiği General (Trikopis) birçok gece ve gündüz umutsuzcamuharebatı ve her çareyi halası (kurtuluşu) tecrübe ettikten sonra nihayet maiyetindeki generaller veerkânıharbiyeleri ve kumanda ettiği ordunun elinde kalabilen bakayasiyle arzı teslimiyet eyledi. SinaAkşın, a.g.e., s. 105

Page 522: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

510

adam, Sadum, Zeynel, zindancı, gemi kaptanı, ihtiyar balıkçı, Yorgu, Kara Bekir,

Emir Tuğtekin, Emir Davutoğlu, Emir Tarank, Rüstem, Osman baba, Sultan Alp

Arslan, İmparator Romen Diyojen, Neançes, meyhaneci, kaptan Yorgo, Mihael

Vasileas ve ihtiyar hekimdir.

Kadın Kahramanlar: Bizanslı kız, Hatice hanım, Çiçek Banu, Eleni,

Prenses İrini (Zeynep), Prenses Süreyya ve İlbilge’dir.

2- Eyyûbîler Devri

Selâhaddin Eyyûbî romanında kırk iki kişi bulunur. Romanın kahramanları

arasında sadece dört kadın karşımıza çıkar. Diğer roman kahramanları erkeklerdir.

Romanda yer alan erkek kahramanlar, genelde savaşçılardır.

Erkek Kahramanlar: Selâhaddin Eyyûbî, Selâhaddin’i öldürmek isteyen

adam, Emir Adil, Bilal, Turan Şah, Kral Amury, Kont Şatiyö, Şeyh İsa, Şatiyö’nün

elçisi, Selâhaddin’in elçisi, Mehmed Henefi, Necmüddin Eyyûb, Sultan Nureddin

Mahmud bin Zengi’nin elçisi, Kral Budin, Osman, Melik Efdal, Ferruh Şah, Emir

Tuğtekin, Melik Hüseyin, Kont Şatiyö’nün sofrabaşı, Kumandan Herzel, Vanek,

Selâhaddin Eyyûbî’nin elçisi, haberci, Takıyüddin, Halit, Seyyid Ali, haberci,

kervancıbaşı Abdullah, Gui dö Lusignan, Normanların başı Raymond, Emir Zahir,

Balion, peder Sanger, İngiliz Kralı Rişar, Fransız Kralı Filip Ogüst, Alman

İmparatoru Frerdik Barbarossa ve Marlon’dur.

Kadın Kahramanlar: Sonya (daha sonra Fatma), Yaşlı kadın (süt satıcısı),

Veronika ve Vanek karısıdır.

3- Osmanlılar Devri

Osmancık romanında altmış dokuz kişi bulunmaktadır. Bunlardan elli iki

erkek, on yedi kadındır.

Erkek Kahramanlar: Ertuğrul beğ, Osman Gazi, Ede Balı, Mihail Kösses,

Kalanoz, Kösses, Gündüz beğ, Aykut Alp, Ak Temür, Mahmud (İnönü Beği),

Page 523: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

511

Dursun Fakı, yaşlı adam, Kumral Abdal, Hüsameddin Turgut, Al Zahid, Saltuk Alp,

Konur Alp, Sungur, Abdullah, Gazi Rahman, Akça Koca, Papaz, Mahmud, Samsa

Çavuş, Erdoğmuş, Arkelaos, Orhan Gazi, Derviş Uruz, Bican Abdal, Aleatess,

Aratun, Savcı beğ, Bay Koca, Koca Kolmaş, Çoban, Kara Güne, Dündar beğ,

Aydoğdu, Kıyan Selçuk, Kara Mürsel, Hasan Alp, Ali (Kara Ali), Aydın beğ,

haberci, Aya Nikola, Ecebey, İmam Yahşı Fakı, Nikeforos, Şeyh Mahmud, Dukas,

Bursa tekfürü ve Vezir Barsuk’tur.

Kadın Kahramanlar: Malhun Hatun, Zoe, Cankız Hayme, Ildız Hatun,

Gökçe Bacı, Selcen, Aybala, Ayna Malak, Hafize, Burla Hatun, Çiğdemkız,

Mihriban, Emine, Fatma, Kutlu Melek, Evdoksiya, Holofira’dır.

Kaybolan Elçiler romanında on dört kişi bulunmaktadır. Hepsi erkektir.

Romanda kadın kahraman yoktur.

Kahramanlar: Sunguroğlu, Köse Yusuf, İbrahim, Adil Usta, dilsiz savaşçı,

Yalova Beyi (Nikolas), Aryanos, Yakos, Rossini, Abdüsselâm Ağa, Sofokles,

Aryanos’un mutemet adamı, Abdullah Ağa, nöbetçidir.

Kara Şövalye romanında on sekiz kahraman yer alır. Bunlardan sadece bir

kadın kahraman bulunur.

Erkek Kahramanlar: Orhan Gazi, Sunguroğlu, İbrahim, Köse Yusuf, Gazi

Ali Bey, ihtiyar hancı, çeteci, Abbas, handa karşıladıkları adam, çeteden savaşçı,

Kalo Yani, nöbetçi, Bizanslı hancı, genç müşteri, Anoş, Rahip Nikola, başrahip

Mihail’dir.

Kadın Kahramanlar: Prenses Mari Paleolog (İzmit Beyi Kalo Yani’nin

kızkardeşi).

Tuzak romanında yirmi yedi kişi bulunmaktadır. Bunlardan yirmi bir erkek,

altı kadındır.

Page 524: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

512

Erkek Kahramanlar: Sunguroğlu, Köse Yusuf, İbrahim, Bücür, Kör

Dimitri, Suratsız Todori, Osmanlı topraklarında hancı, hancının yamağı (delikanlı),

Bizanslı subay, Mavro, Salamon, saray muhafızlarından olan çavuş, balıkçı, Moğol

hakanı, Bizans’taki hancı, Ayı Yorgi, Makro, arabacı, Yako, keşiş, Velveleci Yabgu.

Kadın Kahramanlar: Nine, Nilüfer, Sultan Hatun, kaçırılmış üç Osmanlı

kızıdır.

Baskın romanında on sekiz kahraman bulunur. Romanda yer alan kişiler,

erkek kahramanlardır. Kadın kahraman yoktur.

Kahramanlar: Sunguroğlu, İbrahim, Köse Yusuf, Münir Gazi, hancı,

Türkmen hancı, Germiyanoğullarından biri, yararlı savaşçı, Hüssam, Kalamos,

Pedros, Petro, çiftçi delikanlı, ihtiyar çiftçi, İznik Beyi, Balıkçı, Koca Reis ve

Venedikli kaptandır.

Çalınan Hazine romanında on sekiz erkek kahraman bulunur. Romanın

kahramanları arasında kadın yoktur.

Kahramanlar: Sunguroğlu, İbrahim, Köse Yusuf, Dragos, Metiyüs,

Abdurrahman (hancı), Topak, Saltuk Bey, Katalonlu subay, yolcu, Tekin Alp, Ali

Can, çocuk Türkmen, ihtiyar Türkmen, Posaryüs, Artı, Fernando, denizci ve

hancıdır.

Kaçırılan Prenses romanında yirmi beş kişi bulunmaktadır. Bunlardan yirmi

iki erkek, üç kadındır.

Erkek Kahramanlar: Sunguroğlu, Köse Yusuf, İbrahim, Logan Mişöp,

Dimitri Korbos, geminin kaptanı, I. Subay, II. Subay, Miloş, Şövalye Moiz Albertos,

Şövalye Dostoris, Aleko, zindancı, nöbetçi, Dimitri, Loris, kaptan, Paradis,

İmparator, İmparatorun kâtibi, Yoanis, Hormos’tur.

Kadın Kahramanlar: Prenses, Maria ve Hatice Hanım’dır.

Page 525: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

513

Gemide İsyan romanında yirmi sekiz erkek kahraman karşımıza çıkar.

Romanda kadın kahraman yoktur.

Kahramanlar: Sunguroğlu, İbrahim, Köse Yusuf, böbetçi, Çimpe Beyi,

hancı, Sen-Jan şövalyesi, üç savaşçı (şövalyeler), Sunguroğlu’nun karşıladığı iki

adam, Mistos, tercüman, Don Piyer, kaptan Guidi, hancı yamağı, Albiro, lefteros,

Kör Petro, Herzel, Sör Mişel, Gaddar, Burnu, Yakovas, Alda, Heston, Lorel,

hancıbaşı ve O’nel’dir.

Yıldırım Bayezid romanında elli bir kaharaman bulunur. Bunların kırk beşi

erkek ve altısı kadındır.

Erkek Kahramanlar: Yıldırım Bayezid, Şehzade Yakup Çelebi, Vazir-i

Azam Çandarlı Ali Paşa, Evrenos Beğ, bir kumandan, Andrea Bambo, Venediklilerin

elçisi, bir asker, Fransız Kralı Divane Şarl, Macar Kralı Sigismond, Doğu

Bulgaristan Kralı, Sırp Kralı İstefan, Yıldırım Bayezid’in İstefan’a elçisi,

Sigismond’un elçisi, Uzunca Sevindik, zindanın nöbetçisi, Manuel, Yedinci Yoannis,

saray teşrifatçısı, yaşlı ev sahibi, başyaver, Manuel’in elçisi, Kutluboğa, Doğan Bey,

papaz, Fransız Kumandanı Sieur de Coucy, Fransız şövalyesi, Abbasi halifesinin

temsilcisi, Timur Leng, Şehzade Süleyman Çelebi, Şehzade Ertuğrul beğ, Sivas

kalesinde bir kumandan, diğer kumandan, Malkoç Mustafa Bey, bir Osmanlı süvari,

Moğol iki askeri, çoban, Moğol elçi, Tahir Beğ, Yıldırım Bayezid’e gönderilen elçi,

Hacı Firuz Beğ ve Şehzade Mehmet Çelebi’dir.

Kadın Kahramanlar: Gülçiçek Hatun, Olivera, Devlet Hâtun, Devlet

Hâtun’un halası, yaşlı ev sahibinin karısı, Evdoksiya’dir.

Romanda yer alan kadın kahramanlar, yaşlı ev sahibinin karısı dışında saray

hatunlarıdır. Gülçiçek Hatun, Sultan Murad’ın karısı ve Yıldırım Bayezid’in

annesidir. Olivera, Sırp Kralı Lazer’in kızı ve Yıldırım Bayezid’in eşidir. Devlet

Hatun da Yıldırım Bayezid’in eşidir. Evdoksiya ise, Bizanslı İmparator V.

Yoannis’in eşidir.

Binatlı romanında on beş kahraman bulunmaktadır. Hepsi erkektir.

Page 526: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

514

Kahramanlar: Gazi Timurtaşoğlu Umur Bey, Mertoğlu, Kel Sadık, Bin atlı

akıncılardan genç, Macar Kralı Sigismund, Nevres Kontu Jean, Alman kumandanı,

Eflak Voyvodası Mirçe, Fransızları başkumandanı Burgonya Dükü Filip de Bar,

İngiliz başkumandanı Rişard, Sultan Yıldırım Bayezid, Gazi Evranos Bey, Doğan

Bey, İki Fransız askeri.

Görülüyor ki bu kahramanların hepsi asker veya savaşçıdır.

Topal Kasırga romanında yirmi dört kişi yer almaktadır. Bunlardan yirmi bir

erkek, üç kadındır.

Erkek Kahramanlar: Kulaksız Ömer, Peşteli Kerem, Şehzade Süleyman

Çelebi, Hattatzade Refik Bey, Pir Müslim Bey, Malkoç Mustafa Bey, Köse Çavuş,

Kadızade Burhaneddin Bey, Murat Bey, tercüman, Han Osman, Timur Leng,

Timur’un elçisi, Tekeli Karatekin Bey, Murataza Bey, Ali Bey, Barak Bilâl Bey,

Murtaza Bey, Selim Bey, Yabgu, Atman Bey’dir.

Kadın Kahramanlar: Burhaneddin’in annesi, eşi ve kızı olan Güllü’dür.

İlk Hançer romanında kırk kışı bulunmaktadır. Bunlardan otuz dört erkek, altı

kadındır.

Erkek Kahramanlar: Yüzbaşı Alp, Grandük İvan Vasilyeviç, Moskova’nın

başpiskoposu, papaz, Prens Kurbski, Prens Petrov, Koca Burak, Binbaşı Fedor,

Peresvetov, Binbaşı Fedor, Sefa Giray Han, Mirza Cengiz, Mirza Mamay, Gökçe

Bey, Saray Nöbetçisi, elçi, Teğmen Çaka, saraydan gelen haberci, Rus elçisi, Kırın

Hanı, Kazan elçisi, Ali Ekrem Bey, Yadigâr Muhammed Han, Ötemiş, çavuş Vasili,

Seyyit Kerim Hoca, Prens Valdimir, Baycu Han, Butler, İvan’ın Kazan’a gönderdiği

elçi, Alman subayı, Muhammed Tuğrul, yaşlı adam, Teğmen Sadi’dir.

Kadın Kahramanlar: Prenses Nadya, Süyün Biyke Hatun, Bağdagül, Dilşad

Hanım, Çariçe, Deli Hüsniye’dir.

Page 527: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

515

IV.Murad -1- romanında seksen kişi bulunur. Bunlardan sadece dört kadın

kahraman vardır.

Erkek Kahramanlar: Kalenderoğlu, Sadrazam Kara Davut Paşa, yaşlı

yeniçeri, nöbetçi, sipahi başçavuşu, IV. Murad, Hasan Halife, çapulcu, sarayda

nöbeçi, cebecibaşı, Cafer Ağa (Bostancıbaşı), kızlar ağası, bakırcı Adli Usta, Berber

Kâzım, kahveci Arnavut Mestan, Abdi Ağa, yaşlı yeniçeri, Mülâzımbaşı Yahya Bey,

Doğan Bey, Antep Kadısı Abdülbaki Efendi, Alem Bey (sekban askeri), şişman

yeniçeri, Abaza Mehmet Paşa, divan çavuşu, Sadrazam Gürcü Mehmet Paşa, Fatih

camiinde kadı efendi, Şeyhülislâm Yahya Efendi, Sibahibaşı Bıçakçıoğlu, Nakîp

Gubâri Efendi, Bayram Ağa (yeniçeri kethüdası, sonra da sadrazam), yaşlı nöbetçi,

genç nöbetçi, Anadolu Kazaskeri, Rumeli Kazaskeri, yeniçeriler ağası Çeşteci Ali

Ağa, Sadrazam Kemankeş Aliş Paşa, Musa Çelebi, Bağdat’tan gelen haberci, kapı

ağası, (odabaşı) Saka Mehmet, Deli İlâhi, yaşlı adam, Bey Şehir’de Kadı Efendi, Kör

Ali, Osman Efendi, Demirci Ali Usta, Demirci Ali Usta’nın oğlu, Mahmud Hûdaî

tekkesinde derviş, Mahmud Hûdaî Efendi, (II. vezir sonra sadrazam) Recep Paşa,

(III. vezir sonra sadrazam) Hafız Ahmed Paşa,

Kadın Kahramanlar: Valide Sultan Mahpeyker Kösem Sultan, Kösem

Sultan’ın hizmetçisi, ihtiyar kadın (Demirci Ali Usta’nın annesi), genç kadın

(Demirci Ali Usta’nın eşi)dir.

IV.Murad -2- romanında seksan sekiz kahraman bulunur. Bunların seksan

dördü erkek, dördü kadındır.

Erkek Kahramanlar: Genç Osman, IV. Murad, Sofi Hoca, Doğan Bey, Laz

Dursun, Civan, Şeyhülislâm Yahya Efendi, Mehmet Çelebi, Musa Çelebi, Cafer Ağa,

şikâyetçi, Sadrazam Bayram Paşa, Tayyar Paşa, Acemi süvari, Timarlı Sipahi

(ihtiyar), Sadrazam Hafız Ahmet Paşa, Şah’ın elçisi, Hüsrev Ağa, Osman Ağa,

Mustafa çavuş, Yaman Kâzım, Burlak Han, Türkmen hancı, İdris Efendi, Eskişehir

kadısı, Serdar Hüsrev Bey, Anadolu Beylerbeyi Ali Paşa, kapı ağası, Sakarya şeyhi,

şeyhin yardımcısı, Reisü’l-Küttab, Kâtip Çelebi, Fettah, Fettah’ın arkadaşı, Bekir

Subaşı, Kanber Ağa, Sedar Hafız Paşa, Bekir Subaşı’nın elçisi, Sofi Kuli Han, Şah

Page 528: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

516

Abbas, Dicle’den çıkan adam, müneccim, Cemşit, Süleyman, Çakır, Ali Hemedanî,

Bektaş Han, Fettah Han, Hobyar Ağa, nöbetçi, Hürrem Şah’ın elçisi, iki ihtiyar

(birbirini şikâyet edenler), köylü şahit, Didar Han, delikanlı komutan, yaşlı Bey,

Şahin Paşa, Süleyman Ağa (yaşlı dükkâncı), Batu, Musa Bey, Hasan Ağa, yeniçeri

birisi, zabit, nöbetçi, Şah Safi, Rahman Çelebi, yolcu, Türkmen konak sahibi, Halef

Han, Sultan Murad’ın elçisi, Nogay Paşazade, Mir Rıza Han, Yâr Ali Han,

Kemankeş Kara Mustafa Paşa, derviş, Sabri Ağa, Kara Ali (cellât), çorbacı,

Hekimbaşı Zeynel Abidin, Valide Sultan, bakırcı Adli Usta, kahveci Arnavut Mestan

Ağa’dır.

Kadın Kahramanlar: Sati Kadın, Melika Kadın, Bektaş Han’ın karısı ve

Kösem Sultan’dır.

Romanda Bektaş Han’ın karısı, kadın kahramanların başında gelir. Bektaş

Han karısı mağrur bir kadın olarak karşımıza çıkar.

Beyaz Kale romanında on kişi bulunur. Romanın kahramanları erkeklerdir.

Kahramanlar: Venedikli bilim adamı, Türkçe öğretmeni, paşa, hoca,

Padişah IV. Mehmet (Avcı), kâhya, kayıkçı, balıkçı, kapıyı açan çocuk ve ihtiyar

köylüdür.

Patrona romanında kırk beş kahraman bulunur. Romanda kadın kahramanlar

yoktur. Romanın bütün kişileri, erkeklerdir.

Kahramanlar: Patrona, Emir Ali, Muslu Beşe, Evliya, Alim Çelebi, Ali

Usta, Ali’nin arkadaşı, İbadî (halk şairi), ihtiyar adam, Ömer, Sultan III. Ahmet,

Nevşehir’li Damat İbrahim Paşa, Gamlı Dede, insanları yönlendiren adam, Çınar

Ahmet, İspirizaded Şeyh Ahmet, Alacalı Mustafa, Ahmet, Zülfü, Kanlı Veli,

Karayılan Bey, Küçük Muslu, Oduncu Ahmet, Mehmet Baba, Kürt Çilo, İskender

Porça, Lâkaplı Salih, Canbaz Musa, Manav İsmail, Kutucu Hacı Hüseyin, Turşuçu

İsmail, Gazi Beşe, Dereköylü Ali, Bayram, Recep Ağa, Pirsiz Osman, Hasan Ağa

(yeniçeri ağası), yeniçerilerden yaşlı kumandan, Kaimimekan Paşa, Samatyalı Salim,

Page 529: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

517

Şehzadeli Osman, Haseki Ağa, bostancılardan biri, gelenlerden biri, Sultan I.

Mahmut’tur.

XIX. Yüzyıl

Civelek Osman romanında kırk kahraman bulunur. Bunların otuz altısı erkek,

dördü kadın kahramandır.

Erkek Kahramanlar: Gavril, Cicelek Osman, cami imamı, Danacı, Çorbacı,

Ali Kahya, Ali Ağa, Laz Hasan, Panayot Usta (Despino’nun babası), Bayraktar Ağa,

İzzet Bey, Karaoğlu, Hamamcıoğlu, Odacı Nihabet, Habib Odabaşı, odabaşı, hekim,

jandırma kumandanı Hacı Akif Bey, Mubaşir, Beşiktaş Sarayında çavuşbaşı, Padişah

Sultan Mahmut, kahveci, muhtar, Dimo, delikanlı köylü, Yahya Onbaşı (çiftlik

kahyası), Ali Efe, Serdeli Corci, Edincik Voyvodası Aziz Ağa, sadrazam, Kizikos

Efendi, papaz, Kirya Kostaki (köyün öğretmeni), denizci Tahir Kaptan, Müselimi

Çelebi Ağa, kale muhafızı Hamza Bey’dir.

Kadın Kahramanlar: Despino (daha sonra Naciye), Sultana (Despino’nun

annesi), kâhya kadın, Marigo’dur.

Hilal Görününce romanında elli üç kahraman bulunur. Romanda yer alan

kahramanların kırk dördü erkek ve dokuzu kadındır.

Erkek Kahramanlar: Nizam Dede, Bahadır, Çoban Mahmut, Arslan Bey,

Emircan, Nurdevlet, Giray, Molla Mübarek, Salih Hoca, Feyzullah Ağa, Cafer,

Bahtlı Bey, İgor Gregoroviç, Seyit Ali, Emin Hoca, Rüstem Hoca, Hamza Batur,

Şahbaz Bey, Valdemir Dubrovink, Yorgi, Gaffar, Samuel Usta, Buğra, Teğmen,

Boris, Rus askeri (yaralı olan), Ali Çavuş, Binbaşı, İsmail, Fevzi, Onbaşı Yakup,

Maksimoviç, Hacı İsa Bey, Rus askeri (Türkçeyi bilen), Çoban Cebbar, Dimitri,

Andrey, Binbaşı Vasilyeviç, Aleksi, İvan, Halim Can, köylü Rus, Selim Can’dır.

Kadın Kahramanlar: Altın Hatun (Nizam Dede’nin eşi), Şirin, Zehra,

Fatma Nine, Halime, Aybike Hanım, Şefik Hanım, Hatice Hanım, Ayşe’dir.

Page 530: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

518

Giray’ın acısına katlanan Şirin, son derece güçlü ve güzel bir kadındır.

Çevresindeki olaylara ve şahıslara yön veren etkin bir kişidir. Ayrıca romandaki

diğer kadınlar genelde, güçlü bir şahıs olarak yer alırlar.212

Dağlı “Dargo” romanında otuz altı kışı bulunmaktadır. Bunlardan otuz üç

erkek, üç kadındır.

Erkek Kahramanlar: Şeyh Şamil, Nikola, Çavuş Mihalov, Onbaşı İvanov,

Astsubay Zinof, Yüzbaşı Poltorazki, Albay Vorontzov, Toy Cafer, General

Samyonoviç, Şuayıp Molla, dağlı (Toy Cafer’in arkadaşı), dağlı subay, Binbaşı

Zaytef, General Klugenov, General Grabe, Prens Vorotzov, Hacı Murat, General

Gurko, Yarbay Pasek, Teğmen Kuziski, Ulubi Molla, teşrifatçı, Yusuf, Onbaşı

Nazarof, saray muhafızı, Hamzalo, mescitte konuşan adam, Çar II. Aleksandr,

Popov, Şamil’in oğlu, Prens Baryantinski, Rus elçisi, Âlim’dir.

Kadın Kahramanlar: Toy Cafer’in annesi, Şeyh Şamil’in karısı ve

annesidir.

İsyan Eşiği romanında söz konusu, yetmiş iki kişidir. Onlardan elli altı erkek,

on altı kadın vardır.

Erkek Kahramanlar: Onbaşı Yusuf, Osman, Musa, Cemil Çavuş, Esro,

Duduklu’nun muhtarı, Süllü Ağa, Boz Ali, Bekir, Dursun, İki silahlı Ermeni, Ömer,

Mülazım Fuat, Abovyan, Onbaşı Avram, Esro’nun iki çırağı, Hasan, Halil, Hamdi,

İhsan, Ermeni kâhya, Bahaaddin, Ömer, Cumali, Denis, Fıratoğlu, Muallim Cemal,

Şerif, Hayrullah, Ziya Hoca, Ayı Kemal, Anteplioğlu, Muhlis, Bektaşi, Uzun Hacı,

Cem, Bakırcı Mıgırdaç, Sir Edmund, İstihbarat Şefi, Amerikalı eğitimci, Emanuel

Karaso, Haham, Mıgırdıç Portakalyan, Pencidü, Musa’nın babası, Coğrafya

muallimi, Avadik muallimi, Pilippos, Onbaşı Mahmut, haberci, Kazmalı Baba,

Mıgırdıç’ın oğlu ve ocakçıdır.

212 Muharrem Kaya, s. 308

Page 531: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

519

Kadın Kahramanlar: Despina, Abovyan karısı, Rita, Yusuf’un annesi ve

karısı, Hatice, Fadime, komşu kadın, Zeliha, Sofia, Naciye Hanım, Neriman Hanım,

Perihan Hanım, hizmetçi kız, Kel Bekir’in karısı, Zeynep’tir.

Son Kavşak romanında yirmi yedi kahraman yer alır. Bunların yirmi dördü

erkek ve üçü kadındır.

Erkek Kahramanlar: Ferit, Ercan, Haci Ömer, Enis, yaşlı kuyumcu,

İbrahim Temo, İshak sükutu, Talat Bey, Envar Paşa, Niyazi, Sultan Abdülhamid,

Teğmen Atif Bey, Şemsi Paşa, İbrahim Paşa, Mithat Paşa, Ali Cevat Bey, Şakir Paşa,

Fathi Bey, Erzurumlu Halil, Harbiye Nazırı Nazım Paşa, Sadrazam Kâmil Paşa, Said

Halim Paşa, Cemal Bey ve Yakup Cemil’dir.

Kadın Kahramanlar: Haci Ömer’in karısı, Hicret ve Ayşe’dir.

Dünya Durdukça romanında otuz yedi kahraman bulunur. Bunlardan yirmi

dört erkek ve on üç kadındır.

Erkek Kahramanlar: Mustafa Kemâl Atatürk, Ali Rıza Efendi, Mustafa

Kemâl Atatürk’üm dedesi, Mustafa Kemâl Atatürk’ün sınıf hocası, Yüzbaşı Ömer

Cevat, Keremzade Mehmet Efendi, başçavuş, Yunan askeri, Yunan komundanı, Nail

Şükrü Paşa, İhsan Çavuş, hekim, Teğmen Şerefettin, Baştabip, Zeynep’in amcası,

yaşlı adam, genç müzisyen, Bora Bey, Mustafa Kenan, Ahmet Kenan, Kenan Güçlü,

Hasan, Nezihi ve Mehmet Şahin’dir.

Kadın Kahramanlar: Zübeyde Hanım, yaşlı kadın, Mustafa Kemâl

Atatürk’ün kızkardeşi, Şükrüye, Zeynep, Ömer Cevat’ın karısı, Kara Fatma, Hemşire

Ayşe, Ayşe’nin annesi, Zeynep’in yengesi, Hoca hanım (öğretmen), Ebru ve

Zeynep’in torunu olan Ayşe’dir.

XIX. Yüzyıl

Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu romanında yirmi üç kahraman bulunur.

Bunların yirmi biri erkek, ikisi kadın kahramandır.

Page 532: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

520

Erkek Kahramanlar: İbrahim Hekimoğlu, Sefer Ağa, Yusuf, Seyyid, köyün

muhtarı, Hasan (Gürcü), zaptiye komutanı, Hüseyin, Büyük Mehmet, Küçük

Mehmet, Gedik Halil, İsmail Hakkı Edeoğlu, Hulusi Ağa, fırıncı, Daydan Arslan,

Hasan, Kıralıoğlu Hasan Ağa, Fatsa’da Teğmen (zaptiye komutanı), Yusuf (Daydan

Arslan’ın sağ kolu), silahli Gürcü ve çavuştur.

Kadın Kahramanlar: Hekimoğlu’nun ninesi ve Fadime’dir.

Ermeni Zulmü romanında on sekiz kişi bulunur. Bunlardan on yedi erkek ve

sadece bir kadındır.

Erkek Kahramanlar: Dedebey, Kaya Emi, Ağabey, Adil, Mahire, Twerdo

Khlebof, Odişelidze, Albay Griyazonof, Ahmet Refik Efendi, Ahmet Hürbaş, Ahmet

Hürbaş’ın dedesi, Pusat, Yaser, Şahan, Daru Dura, Pulat ve Kâzım Karabiber

Paşa’dır.

Kadın Kahramanlar: Melika’dir.

Karasu romanında altımış dört kişi bulunur. Bunların kırk dokuzu erkek ve

on beşi kadındır.

Erkek Kahramanlar: Vahan, Nazar, Seydo, papaz, Diyap Ağa, Marçik,

Mehmet, Mehmed’in babası, Abdülkadir Hoca, İdris Hoca, Rüstem Çavuş, Yunus,

Şahin, Artin, Onnik, Ağırlı Abdullah, Mustafa Ağa, Bozo, Keko, Serkis, Arutyun,

Efraim, Mustafa Dayı, Çoban Yado, Sedar, Hacı Ömer Efendi, Seydali Dede, Aziz

Peder (papaz), Zaptiye Çavuşu, Hancıyan, Selman, Topal Mırto, Sait Halim Paşa,

Envar Paşa, Cavit Bey, Talat Bey, Türk ordusunda bir kumandan, Uyuz Bekir, Haci

Emin Efendi, Şükrü Efendi, Agop Dayı, Mustafa ağa (Esma’nın kocası), Kerem,

Marik’in babası, Haşin Dayı, Albay Morel, Albay Morel’in yardımcısı, Nemru

Mustafa, Abdullah Avni’dir.

Kadın Kahramanlar: Firdes, Mari Teyze, Anuşka, Katuşka Teyze, Apik,

Ayşe, Sallı, Serdar’ın eşi, Esma, Hayganoş (Nonoş), Marik, Nubar’ın karısı, Sultan

Bacı, Miyese ve Leyla’dır.

Page 533: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

521

4- Kurtuluş Savaşı Dönemi (1919–1923)

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında elli kişi bulunur. Bunların otuz

dördü erkek, on altısı kadın kahramandır.

Erkek Kahramanlar: Abdi Bey, Ahmet Ziya, Ziya Bey (Neveser’in babası),

Münif Sabri, Prens Bragin, Hrant (tercüman), Nevres Bey, Doğan (Abdi Bey ile

Neveser’in çocuğu), Kâmil Efendi, Beşir Usta, Hacı Adil Bey, Mişon Çelebi, Leon

Mizrahi, Mösyö Saint-Denis, Kolağası Ali Fethi Bey, Halıcızade “Köse” İsmail Bey

(Abdi Bey’in babası), Şefkati Bey, Hüsnü Faik Bey, Kâzım Nâmi, Cavit Bey, Ahmet

Rıza Bey, Manyasizade Refik Bey, Tabib Binbaşı, Yüzbaşı Mahir Recep, Talât Bey,

Mütercim Vatan Kavafyan, Dr. Schlosser, Süleyman Efendi, Osman Usta, Refii

Cevat Bey, Miralay Morley, Resûl Hocayef, Servet Yesari Bey’dir.

Kadın Kahramanlar: Rosa Mizrahi, Neveser, Riri, Raşel, Matmazel

Hortnse, Gülistan Satvet, Schwester Magda, Frau Schoenberg, Mercimek Nine,

Doktor Melek, Armande Biraud, Madam Nhung, Seher Hanım, Hamınne (Zerefşan

Hanım), Melissa, Şehbâl Hanım’dır.

Doksan altı kahraman ile oluşturulan Vatan Dediler romanı, bir savaş

dönemini anlatır. Buna uygun olarak romanda kadın kahramanların sayısı azdır.

Romanda yer alan dokuz kadın kahraman, savaş meydanındaki erkeklerin ailesini

teşkil ederler.

Erkek Kahramanlar: Molla Mahmut, Haceli, Kâzım, Çopur Hamdi, Aşır,

Çolak Recep Ağa, çocuk (Sincanlı köyünde), Yasın Ağa, Banaz’lı Mustafa, Yakup

Efendi, Halil Ağa, handa Mahmud ile konuşan adam, fırıncı, Binbaşı Kâmil, nöbetçi

asker, Rıza Çavuş, süvari alayında nöbetçi, nöbetçi subay, Yüzbaşı Eyup Sabri,

Binbaşı Kadri Bey, levazım subayı, Teğmen Galip, Hüsnü Teğmen, Hacı Hasan Ağa,

Beyşehir’li Ali, Mustafa Ağa (Ali’nin babası), Habib, Yozgatlı Yunus, Hasan

(Yunus’un dayısı), Selim, Teğmen Yakobulos (Yunan subayı), Yunanlı şişman

subay, Yüzbaşı (Yunanlı komutan), Teğmen Dimotis, Hacı Nuri, Hacı Nuri’nin oğlu,

Yunanlı asker, Yüzbaşı Mecit Bey, Demirci Kara Mehmet, Sadık Ağa (Tuzcu),

Page 534: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

522

kahveci, yaşlı adam, Uşaklı adam, Murat (Molla Mahmud’un oğlu), Yakup (istasyon

memuru), makinist (tren sürücüsü), Yüzbaşı Ragıp, ev sahibi (ihtiyar adam), Ziver

hoca (camiin imami), Çorum’lu Resul, Miralay İsmet Bey, Kastamoni’li asker,

Yüzbaşı Esat Bey, Yüzbaşı Hadi Bey, Hüseyin Çavuş, Kara Zühtü, Hasan, Haydar,

Zeynel Ali, Tümen Komutanı, delikanlı çacuş, Hamit, Teğmen Galip’in babası,

Yüzbaşı Sami, Murtaza, Hidayet, haberci (asker), Mehmet Ağa, Nohutçuzade, Bekir

Usta, Emin, Osman, Malatya’lı Binali, Mümtaz Teğmen, genç subay, Teğmen Ali

İfsan, Saraç Musa, Erzurum’lu Abdullah, Arap Yüzbaşı, köylü, Recep, Dimitris

(Yunanlı Binbaşı), Bakos, Yüzbaşı Sarakos, Kolordu komutanı Trikopis, Yüzbaşı

Sacit, İbrahim Bey’dir.

Kadın Kahramanlar: Ayşe Kadın (Molla Mahmud’un annesi), Nazife (Ayşe

Kadının komşusu), Ali’nin halası, Karakız, Fatma (Sadık Ağa’nın kızı), İbrahim

Beyin karısı, Hacer (Molla Mahmud’un karısı), Yakup Efendi’nin karısı, Fadime’dir.

5- Cumhuriyet Dönemi

Kırım (Türk’ün Dramı) romanında kırk sekiz kişi bulunmaktadır. Bunlardan

kırk iki erkek, altı kadındır.

Erkek Kahramanlar: Alparslan, Rus Yüzbaşısı, hastalardan biri, genç Türk,

Rus askeri, hekim, Onbaşı Altmanov, NKVD komiseri, iki şoför, Nikolayeviç, Rus

Albayı, Aleks, Yakup, İvan, Süleyman amca, hastalardan kurtulan Türk, Yüzbaşı

Nikola, Karsakof, Albay Şolohow, Oğuzhan, İlyas, Şişko, iki Rus çetecisi, Alman

Binbaşı Müller, Müller’in tercümanı, Alman hekimi, İlyiç, Alman komutan, Klaus,

nöbetçi Rus, Komutan Valsov, Troçki, Rus komiseri, Hasan, Albay, Mahmut, Hasan

Efendi, Simonov ve komiserdir.

Kadın Kahramanlar: Sultan, Zeynep, Hacer Hanım, Lili, Fatma ve

Tamara’dır.

Görüldüğü gibi incelediğimiz tarihî romanlarda kadınlara nispetle erkekler

daha fazla bir yekûn tutmaktadırlar.

Page 535: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

523

Erkekler, ilerde görüleceği gibi idareci, yönetici, savaşçı, asker, esnaf, bilim

adamı, şair vb.dir. Erkekler dönemin bir yansıması olarak hayata ve olaylara

hâkimdirler, hayatı onlar şekillendirir. Kadınlar ise daha çok anne ve sevgilidirler.

Ancak Osmanlı Devleti’nin belli dönemlerinde valide sultanlar idareye hâkim olmak

isterler. Onların yönetime sahip çıktıkları dönemlerde yazarlar karışıklıkların

görüldüğünü işlerler. Nitekim tarihte de durum budur. Ancak IV. Murat örneğinde

görüldüğü gibi padişah büyüyerek yönetimi eline alınca annesini hareme mahkûm

eder.

Son dönem romanlarında kadının daha öne çıktığını görürüz.

D) Eğitim ve Öğretim Durumlarına Göre Kahramanlar

İncelediğimiz tarihî romanlarda kahramanların eğitim ve öğretimlerine özel

bir vurgun yapılmaz. Yalnız bazı kahramanların özellikle asker veya savaşçı olarak

yetiştirilen kişiler özel eğitim aldıklarını görürüz. Bu gibi kişiler kılıç eğitimi alırlar.

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Aksungur, dedesi tarafından kılıç eğitimi

verilir. Eskiden bir akıncı olan Numan Dede, Aksungur’u bir akıncı olarak

yetiştirmeye çalışır. “Ata binmeyi, kılıç kullanmayı ve ok atmayı o kadar

benimsedim ki, yedi sekiz yaşımda iken akranlarımın hepsini geçiyordum. On

yaşımda, yetişkin delikanlılarla yaptığım at yarışlarını kazanmaya başladım.”…

“Dedem beni her bakımdan yetiştiriyordu.” (s.19)

Selâhaddin Eyyûbî romanında romanın başkahramanı olan Selâhaddin

Eyyûbî’nin gördüğü eğitim seviyesi hakkında anlatıcı tarafından birçok yerde

bilgiler verilir: “İlk hocası Takıyyüddin Kevser, Hazret-i Peygamberin cenklerini

anlatırken coşar, coşkunluğunu ona da bulaştırırdı. O iştiyakla ata binmeyi, kılıç

kullanmayı, ok atmayı bir hamlede öğrenmiş, harp oyunlarını eksiksiz bellemişti.”

(27)

Osmancık romanında Osman Gazi’nin oğlu Orhan’ın, küçük yaştan itibaren

kılıç eğitimi gördüğünü öğreniriz. Osman Gazi’nin yoldaşı Sungur, Orhan’ın kılıç

Page 536: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

524

eğitimine önem verir: “Son kılıç talimlerinden birinde, ustası Sungur, yüzünde ve

boynundaki boncuk boncuk terleri silirken,

- “Hey benim oğlu; gayri sen bana öğret” demişti.

Orhan, gerçekten de, bir acayip hamle yapıyor, şaşırtıyordu.” (s.290)

IV. Murad - 2- romanında Genç Osman, Sofi Hoa tarafından savaşçı olarak

yetiştirilir: “Osman’ı hem okuttu, hem kılıç talimleri yaptıra yaptıra büyüttü. Artık

yaman bir silahşör işte; usta, atak, gözüpek, cesur…” (s.21)

Öte yandan bazı kahramanların medrese öğretimi gördüğünden söz edilir.

Selâhaddin Eyyûbî romanında Takıyyüddin Kevser’in, Selâhaddin Eyyûbî’nin

ilk hocası olduğunu öğreniriz. (s.27) Selâhaddin Eyyûbî, Baâlbek şehrinde geçirdiği

ilk yıllarında iyi bir eğitim alır. Bu günleri hala aklında yaşıyor: “Kafası çok meşgul

olduğu için helbet, düşünüyor. Zaten ya okur, ya savaşır veya düşünüyor.

Çocukluğunda da böyleydi, Baâlbek şehrindeki evimizin bahçesinde koca gövdeli bir

palmiye vardır. Uzanırdı serinliğine, önüne yığardı kalın kitapları vururdu okumaya.

Bazen muhterem babamıza, bazen sevgili anamıza öyle sualler açardı ki, sade onların

değil, Baalbek’in ünlü âlimlerinin bile aciz kalıp cevaplandıramadıkları olurdu.”

(s.20)

Çalınan Hazine romanında Ali Can’ın, iyi bir medrese tahsili gördüğünü

öğreniriz. Üstelik Şeyh Edebalı’dan ders okuduğu zikredilir. (s.34–35) Bunun için

hesapte çok iyidir: “Hangi kaleden ne kadar vergi alınacağını hep o hesaplar.” (s.34)

IV. Murad - 1- romanında Molla Doğan, medrese tahsilli olarak karşımıza

çıkar: “Delikanlının adı Doğan Beydi. Yakın arkadaşları sadece Molla der,

geçerlerdi. Medrese tahsilinden gelme olduğu için ona “Molla” lâkabını uygun

bulmuşlardı.” (s.52)

IV. Murad - 2- romanında da Molla Doğan’ın iyi bir tahsil ve eğitime sahip

olduğunu öğreniriz. (s.93) Ama anlatıcı, bu tahsilin ayrıntılarıyla ilgili bilgi vermez.

Page 537: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

525

XIX. yüzyıl ve sonrası romanlarında artık kahramanlar modern ve düzenli

eğitim görmüşlerdir.

Dünya Durdukça romanında Mustafa Kemal Atatürk, ilk olarak mahalle

mektebine katılır. Ama oradaki eğitim sistemini beğmeyerek ayrılır. “Küçük

Mustafa, mahalle mektebine, ilahilerle başladı amma, ne bu gösterişli merasim ne de

mektep ona cazip gelmişti. Hele bütün gün dizleri üstünde yere oturması onu

yormuş, huzursuz etmişti.” (s.5) Küçük Mustafa, bunun ardından Şemsi Efendi

Mektebi’ne katılır: “Dersi huzur içinde takip ediyor, mutazam giyimli hocayı, eli

çenesinde, bütün bir ilgiyle dinliyordu. Talebeler de, mahalle mektebinden çok farklı

bir serbestiyet içinde öğrenim yapmaktaydılar. Her bakımından üstün bir tahsil

yuvasıydı.” (s.6)

Babası öldükten sonra küçük Mustafa, Selanik’te Mülkiye İdadisi’ne katılır.

Bundan sonra Askeri Rüştiye’ye girer. Küçük Mustafa Rüştiye’de çok çalışkan bir

öğrenci olarak karşımıza çıkar. En çok sevdiği ders, riyaziyedir. Bu sıralarda küçük

Mustafa sadece çalışkan bir öğrenci karşımıza çıkmaz, ama aynı zamanda da zekidir.

Bu yüzden riyaziye hocası, kendisine ‘Kemal’ lakabını verir: “Oğlum, senin ismin

Mustafa, aramızdaki, üstün farkı belirtmek için, bundan sonra ismin Mustafa Kemâl

(Bilgisi üstün) olsun.” (s.11)

Anlatıcı Mustafa Kemal Atatürk’in daha sonraki eğitimi hakkında şu bilgileri

verir: “Mustafa Kemâl, Selanik Askeri Rüştiyesini büyük bir başarı ile bitirdikten

sonra, Manastır Askeri İdadisine girdi. Burada Fransızca ve edebiyata büyük bir

berakla sarıldı. Yalnız yabancı lisanı pek iyi başaramıyor buna son derece

üzülüyordu. Sonunda Frarlar Okulunun özel sınıfına kaydolarak yabancı lisanda da

başarılı olma yolunu tuttu.

Mustafa Kemâl Manastır Askeri İdadisini bitirip İstanbul’a geldi, Harp

Okuluna girdi.” (s.11) Harp Okulu’nu bitiren Mustafa Kemal’ın Harp Akademisi’ne

girdiğini öğreniriz. (s.11)

Page 538: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

526

Romanda da Zeynep, medrese eğitimini gören bir başka kahraman olarak

karşımıza çıkar. Amcası Zeynep’in eğitimine çok önem verir. Bu sıralarda Zeynep’in

medresede eğitim gördüğünü öğreniriz. (s.48–50) Zeynep evlendikten sonra Ankara

Hukuk Fakültesi’ne katılır. (s.73)

Ermeni Zulmü romanında karşımıza çıkan Kaya Emi’nin mektep medrese

tahsilli olduğunu öğreniriz. Anlatıcı, Kaya Emi’nin eğitimiyle şu bilgileri verir:

“Çocukluğunda Erzurum’da Zükür Mekteb-i ibtidaisi’nde devam etmiş, okuma

yazmayı çok iyi şekilde öğrenmişti.” (s.19)

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında merdrese eğitimine sahip olan

karşımıza çıkan ilk kişi, Abdi Bey’dir. İlk olarak Abdi Bey’in on on iki yaşında

Selanik’te Alliance İsraélite okulunda öğrenim gördüğünü öğreniriz. (s.23) Abdi

Bey, Selanik’te eğitimini bitirip Paris’e yüksek tahsilini tamamlamak için gider.

Abdi Bey, Paris’te ulum-u siyasiye tahsilini görür. (s.163–170)

Romanda da Ahmet Ziya ve ilkokuldan beri sınıf arkadaşı olan Münif Sabri,

medrese tahsillilerdir. İkisi ‘iptidaî’dan sonra Feyziye İdadisi’ne katılırlar. Bu

sıralarda Münif Sabri’nin çalışkan bir öğrenci olduğunu öğreniriz. Üstelik

öğretmenlerin dikkatını çeker. (s.175–178)

Ahmet Ziya, yüksek tahsilini görmek için Almanya’ya gider. Ahmet Ziya,

Almanya’da tıp tahsilini bitirdikten sonra öğrenim arkadaşı olan Doktor Melek ile

birlikte döner. Bu sıralarda Doktor Melek, medrese tahsilli bir kişi olarak karşımıza

çıkar. (s.87)

Vatan Dediler romanında Teğmen Galip, bilgili bir genç olarak karşımıza

çıkar. (s.71) Teğmen Galiğ, bir öğretmendir. Ama öğretmenliği hiç yapmadığını

öğreniriz. Teğmen Galip eğitimini bitirir bitirmez orduya alınarak savaşa katılır.

(s.56) Romanda Molla Mahmud’un okuma-yazmayı bilen bir kişi olduğunu

öğreniriz. (s.48, 225)

E) Mesleklerine Göre Kahramanlar

Page 539: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

527

1. Yönetici

a. Kabile Reisi, Han, Hakan, Kağan, Kral, Ece, Sultan, Padişah, İmparator

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Sultan Alp Arslan, selçuklu sultanı olarak

karşımıza çıkar. Ama anlatıcı, Sultan Alp Arslan’ın yöneticiliği ile ilgili bilgiler

vermez.

Selâhaddin Eyyûbî romanında Sultan Selâhaddin Eyyûbî, bir sultan olarak

sadece Haçlılarla savaşmaz, ama aynı zamanda fırsat bulduğu zaman Mısır’da

merdreseler kurmaya, hanlar yapmaya, camiler inşa etmeye devam eder. (s.89)

Devleti idaresinde alınan kararlar, tek başına almaz, ama her zaman ulemayı bir

meşveret meclisina çağırır. Sonra kararlar alınır. Bunun için Hıristiyan

kumandanlarından biri olan Balion, Selâhaddin Eyyûbi’nin alınan kararlar hakkında

hiç hata yapmadığını söyler. (s.137)

Haçlılara karşı savaşında Selâhaddin Eyyûbi’nin yanında, kardeşleri Turan

Şah ve Emir Adil vardır.

Osmancık romanında Osman Gazi, aşiretten devlete döneminde devlet

kurucusu ve yöneticisi olarak karşımıza çıkar. Osman Gazi, roman boyunca br karar

almak istediğinde hem Ertuğrul Gazi’nin yoldaşlarını, hem de kendi yoldaşlarını bir

araya getirip onlarla görüşür. Sonra kararını alır. Zaman gittikçe devlet genişletilir.

Bu sıralarda özellikle Bilecek ve Yarhisar alındıktan sonra Osman Gazi, kardeş

beğleri ve yoldaşlarını toplar. Onları davlet idaresinde şu şekilde görevlendirir:

“Eskişehir’in sorumluluğunu ağabeyi Gündüz’e, Yarhisar’ınkini Konur Alp’a verdi.

İnegöl’ün hesabı Turgut Alp’dan sorulacaktı.

Hân, artık Orhan’ın da sorumluluk alması gerektiğine ve bunu hak ettiğine

inanıyordu; ona Sultanönü’nün yönetimini bıraktı.” (s.318)

Kaçırılan Prenses romanında Bizans İmparatoru ortaya çıkmaktadır. Bizans

İmparatorunun kızı kaçırıldıktan sonra onun teklifiyle kızı bulmak amacıyla

Sunguroğlu Bizans’a gelir.

Page 540: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

528

Yıldırım Bayezid romanında Murad Hüdavandigâr’ın ölümünden sonra tahta

çıkan Yıldırım Bayezid’dir. Yıldırım Bayezid’in devlet idaresinde güçlü bir padişah

olarak karşımıza çıkar. (s.32–33) Yıldırım Bayezid, sadece savaşa önem veren bir

padişah değildir, ama aynı zamanda padişahın ülkeyi imar ve ihya etmeye çalıştığını

öğreniriz. (s.46)

Bizans’ta V. Yoannis’i tahttan çıkaran VII. Yoannis bir imparator vardır.

Aciz ve çaresiz olan VII. Yoannis, Yıldırım Bayezid tarafından tahtan çıkarılıp

yerine V. Yoanni’i getirir. (s.74) Güçlü bir padişah olan Yıldırım Bayezid’in

karşısında İmparator V. Yoannis, çaresiz olarak kalır. Ölen V. Yoannis’in yerine

oğlu Manuel, babasından farklı değildir. Korkak ve çaresizdir. Üstelik devletini

değil, sadece kendini düşünen bir imparator olarak ortaya çıkar. (s.87)

Fransa’nın başında ise mağrur ve denli olan Divane Şarl bulunur. Şarl,

kendisini Avrupa’nın en namlı şövalyesi olarak kabul eder. (s.33) Divane Şarl’ı

aldatan Macer Kralı Sigismund ise, korkaktır. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid’e

karşı Avrupa’yı kışkırtmaya çalışır. (s.34) Nihayette ve bütün bu kışkırtmaların

yüzünden Niğbolu’ya Avrupa’dan Haçlı sefer çıkar. (s.89)

Yıldırım Bayezid, Sırplar Kralı İstefan’ın kızkardeşi Olivera ile evlenir.

Evlenmeden sonra İstefan, Yıldırım Bayezid ile bir anlaşmayı imza atar. Böylece

Sırplar, Osmanlı Devletine tabi olmuş olur. (s.46)

Binatlı romanında Tuna vadisine gelen Haçlı ordusu iki koldan oluşmaktadır.

Asıl büyük kolun kumandanı Macar Kralı Sigismund’dur.

Fransa Kralı İkinci Jean Le Bon’un torunu Nevers Kontu Jean Niğbolu’da

Fransız Kralını temsil etmektedir.

IV. Murad -1- romanında karşımıza çıkan Sultan IV. Murad, küçük yaşta

tahta geçer. Devletin gerçek idaresi ise, Kösem Sultan’ın elinde kalır. Sultan Murad

küçük taşta olmasına rağmen çevresindeki cereyan edenleri anlayacak kadar zekidir.

Padişah, yerini güçlendirmek için güvenilen kişileri aramaya başar. Bu sıralarda da

Page 541: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

529

padişah bir genç olur. Zaman gittikçe Dördüncü Murad, devletin idaresini eline

toplamaya başlar ve zorba başlarından intikamnı alır.

IV. Murad -2- romanında ise Dördüncü Murad, güçlü bir sultan olarak

karşımıza çıkar. Bağdat seferini başlatan Dördüncü Murad, kararlı ve halkına önem

veren bir padişahtır. Osmanlı Devleti, Dördüncü Murad sayesinde artık istikrara

kavuşur. Düşman da Dördüncü Murad’dan korkmaya başlar. Nihayette Bağdad’ı

fetheden IV. Murad henüz otuz sekiz yaşında vefat eder.

Beyaz Kale romanında karşımıza çıkan Sultan IV. Mehmed (Avcı), zayıf

karakterli ve çevresindeki insanların etkisinde kalan bir padişahtır. Romanda devlet

işleriyle hiç ilgi göstermeyen IV. Mehmet, sadece eğlence ve av seferlerine

düşkündür. Bu yüzden “avcı” lakabını alır.

Patrona romanında yer alan Sultan III. Ahmet, halkına önem vermeyen ve

eğlenceye düşkün bir padişah olarak karşımıza çıkar. Üstelik devletinin idaresini

Sadrazam Damat İbrahim Paşa’ya bırakır. Yazar, padişahın zâlim olduğunu ifade

eder. (s.87–90)

III. Ahmet tahttan indirildikten sonra yerine geçen Sultan I. Mahmut ise,

Patrona Halil ve arkadaşları karşısında zalimdir. I. Mahmud’un devlet idaresinde içe

dönük kapalı bir politika izlediğini öğreniriz. (s.587) “Zalim” Sultan I. Mahmud’un

izlediği siyasete icabıyla Patrona’yı amansızca öldürtür. (s.614)

Son Kavşak romanında yer alan Sultan Abdülhamid, devletin durumlarını

düzelmeye çalışır. Ama genel koşullar ile İttihatçılar buna engel olur. Sultan II.

Abdülhamid, tecrübeli ama çaresiz bir padişah olarak karşımıza çıkar. Anlatıcı,

Abdülhamid’in bazı durumlarda beklemekten başka bir şey yapmadığını gösterir.

(s.91-93, 107)

Dünya Durdukça romanında Mustafa Kemâl Atatürk, cumhuriyetin

kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olarak karşımıza çıkar: “Gazi Mustafa Kemâl Paşa,

yalnız eşsiz bir Baş Kumandan değil, aynı zamanda yaratıcı gücü olan yüce bir

Reisicumhurdu. Halkının medeniyette de hızlı adımlarla ilerlemesini istiyordu.”

Page 542: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

530

(s.46) Anlatıcı, bu alanda Atatürk’ün siyasi zaferlerinden de söz eder: “Atatürk’ün en

önemli, siyasi zaferlerinden biri de bütün devletlerin katıldıkları «MÖNTRÖ

BOĞAZLAR ANLAŞMASI» idi. Bu anlaşmayla Çanakkale ve İstanbul

Boğazlarının denetim ve kontrollerinin egemenlik hakkı, Türkiye Cumhuriyetine

verilmiş oldu. Anlaşma Yirmi Temmuz 1936’da yapıldı.” (s.78)

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında adı geçen Sultan II. Abdülhamid’in

padişah olduğunu öğreniriz. Romanda II. Abdülhamid, aciz bir sultan olarak

gösterilir. Ama devletin gerçek idaresi, İttihatçıların elindedir. (s.203–206)

b. Sadrazam, Vezir, Paşa

Yıldırım Bayezid romanında Çandarlı Ali Paşa, sadrazam olarak karşımıza

çıkar. Çandarlı Ali Paşa, Sultan Yıldırım Bayezid’e sadıktır. Her zaman sultanın

yanındadır. Ancak Ankara Meydan Savaşı’nda Çandarlı Ali Paşa, sultana haber

vermeden savaş meydanından şehzadelerle birlikte kaçar.

IV. Murad-I- ve IV. Murad –II- romanlarında birçok vezir ve sadrazam

karşımıza çıkar. IV. Murad-I- romanında karşımıza ilk çıkan sadrazam, Kara Davut

Paşa’dır. Kara Davur Paşa, zalim ve merhametsiz bir devlet adamı olarak karşımıza

çıkar. Kara Davut Paşa, Kösem Sultan ile anlaşarak Sultan Genç Osman’ı öldürür.

(s.7–9) Bundan sonra Gürcü Mehmet Paşa’nın sadrazam olduğunu öğreniriz. (s.62)

Yinde de sadrazam olarak ortaya çıkan Mere Hüseyin, zâlim ve merhametsiz bir

sadrazam olarak karşımıza çıkar. Zalim ve mağrur olan Mere Hüseyin’in asıl amacı

padişah olmaktır. Mere Hüseyin, bu amaç için görevini kurnazca kullanır. (s.78–88)

Mere Hüseyin azledildikten sonra Kemankeş Ali Paşa sadarete geçer. Kemankeş Ali

Paşa, kurnaz ve kendi çıkarlarına çalışan bir sadrazam olarak ortaya çıkar. (s.94)

Bundan sonra Hafız Ahmet Paşa, karşımıza çıkar. İlk olarak Hafız Ahmet Paşa,

üçüncü vezir olarak yer alır. (s.146) Sadarete geçen Hafız Ahmet Paşa, hem devlete

hem de padişaha çok sadık bir sadrazam olarak karşımıza çıkar. (s.206–207) Hafız

Ahmet Paşa öldürüldükten sonra sadarete geçen Topal Recep Paşa, zorbaların

başıdır. Topal Recep Paşa, ilk olarak ikinci vezir olarak ortaya çıkar. Bu sıralarda

Recep Paşa’nın, bir sadrazam olmak istediğini öğreniriz. (s.149) Buna kavuşan

Page 543: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

531

Recep Paşa, kötü niyetli, zalim, sadece kendini düşünen bir devlet adamı olarak

karşımıza çıkar. (s.221–225)

IV. Murad-II- romanında da karşımıza ilk çıkan sadrazam, Bayram Paşa’dır.

Bayram Paşa, sultana ve devlete sadık bir sadrazam olarak karşımıza çıkar. Bu

sıralarda Bayram Paşa’nın sultana çok yakın olduğunu öğreniriz. (s.56–58) Bayram

Paşa’nın ölümünden sonra sadarete geçen Tayyar Mehmet Paşa ise, İşini iyice gören

Tayyar Mehmed Paşa, padişaha ve devlete çok sadık ve gayretli bir sadrazam olarak

karşımıza çıkar. (s.270) Bağdat savaşında şehit düşen Bayram Paşa’dan sonra

sadarete Kemankeş Mustafa Paşa seçilir. Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa selefi

gibi gayret edip birkaç kuleyi ele geçirir. (s.353–354)

Beyaz Kale romanında Köprülü Mehmet Paşa’nın baş vezir olduğunu

öğreniriz. (s.59)

Patrona romanında karşımıza çıkan Sadrazam Nevşehir’li Damat İbrahim

Paşa, devletin idaresini eline tutar. Aslında o bir padişahtan farksız değildir. (s.90)

Damat İbrahim Paşa, romanda zalim, kendi çıkarlarına göre çalışan ve halktan uzak

bir sadrazam olarak yer alır. Üstelik yazara göre, Damat İbrahim Paşa devletin

yıkılışını hızlandıran bir sadramazdır. (s.92)

Son Kavşak romanında Sait Halim Paşa, başbakan (sadrazam) olarak

karşımıza çıkar. Sait Halim Paşa, devleti kurtarmaya çalışır, ama İttihatçılar

kendisine fırsat vermezler. (169–170) Nihayette Sait Hali Paşa istifaya mecbur kalır.

(s.156) Karasu romanında Sait Halim Paşa, I. Dünya Savaşı öncesinden bakanlarla

toplanır. Toplantıda Enver, Talat ve Cavit Paşalar bulunur. Enver Paşa Başkomutan

ve Harbiye Nazırı olarak, Talat Paşa da İçişleri Nazırı olarak, Cavit Bey ise Maliye

Nazırı olarak yer alırlar. Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın, tecrübesiz bir devlet adamı

olduğu anlaşılır. (s.76–78)

Son Kavşak romanında yer alan Enver Paşa, tecrübesiz bir Harbiye Nazırı

olarak karşımıza çıkar. Onun yanlış kararları sayesinde Osmanlı Devleti, hiç yoktan

Ruslarla bir savaşa girer. Anlatıcı, Enver Paşa’nın Osmanlı Devletinin yıklışını

Page 544: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

532

hızlandıranlardan biri olduğunu gösterir. (s.181) Talat Paşa da Dâhiliye (İçişleri)

Nazırı olarak karşımıza çıkar. Bu görevi yapan Talat Paşa’nın, İttihaçıların

yardımıyla sadarete geçtiğini öğreniriz. (s.195) Kâmil Paşa da sadrazam olarak

karşımıza çıkar. Sadrazam Kâmil Paşa’nın, İttihatçıların müdahalelerinden istifaya

mecbur kaldığını öğreniriz. (s.156–157) Romanda da 1913 yılında Mahmut Şevket

Paşa sadarette bulunduğunu, kısa bir süre sonra öldürüldüğünü öğreniriz. (s.162–

164)

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında Ahmet Rıza Bey, Meclisi Mebusan

reisi olarak karşımıza çıkar. Manyasizade Refik Bey ise, Adliye Nazırı olarak yer

alır. (s.204)

c. Defterdar

IV. Murad-I- romanında Hasan Paşa’nın Baş Defterdar olduğunu öğreniriz.

Hasan Paşa, figüratif bir kişi olarak karşımıza çıkar. (s.32) Romanda da Defterdar

Mustafa Paşa karşımıza çıkar. (s.224) Defterdar Mustafa Paşa’nın, padişahın

sevdiklerinden biri olarak yer alır. Bu sıralarda Topal Recep Paşa, yeniçerilerden

saklanan Mustafa Paşa’yı bulup öldürtür. Defterdar Mustafa Paşa’nın kellesinin At

Meydanı’na götürüldüğünü öğreniriz. (248)

d. Kazaskerler

IV. Murad-I- romanında Şehzade Murad, Kemankeş Ali Paşa’nın konağında

yapılan toplantıda bir padişah olarak ilan edilir. Toplantıda Anadolu Kazaskeri ve

Rumeli Kazaskeri yer alırlar. Karşımıza çıkan iki kazaskerın yardımıyla Dördüncü

Murad saltanata geçer. Anadolu Kazaskeri’nin, Dördücü Murad’ı içten desteklediğini

bellidir. (s.83–84)

e. Vali, Beylerbeyi, Sancak Beyi, Kale Komutanı, Eyalet-Taşra Yöneticileri

Page 545: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

533

Osmancık romanında Domeniç ve Söğüt’e yakın kalelerin kumandanları,

Rum tekfurları olarak karşımıza çıkar.

Kaybolan Elçiler romanında Yalova Beyi Nikolas söz konusudur. İhtiyar bir

adamdır. “Yalova Rum Beyi ince işlemli ceviz bir tahtta oturuyordu. Yalnız

çenesinde uzunca bir sakal vardı. Sakalı tamamıyla beyazdı. Yetmiş yaşlarında filân

gösteriyordu.” (s.38) Yalova Beyi’nin, Yalova’da çok bilmediği şeyler vardır.

Yalova’nın bütün işleri ise, Nikolas’ın yeğeni ve silahşörların kumandanı olan

şövalye Aryanos’un elindedir. Aryanos ise Nikolas’ı devirmeye çalışır. (s.48–54)

Kara Şövalye romanında İzmit Beyi Kalo Yani, aciz ve korkak bir kumandan

olarak karşımıza çıkar. (s.60) İzmit’in gerçek yönetmeni ise, Kalo Yani’nin

kızkardeşi Prenses Mari Paleolog’dir. Prenses Mari aşırı bir Hıristiyan olduğu için

Müslümanlara son dereceye düşmandır. (s.99)

Baskın romanında İznik Beyi, aciz ve çaresiz olarak karşımıza çıkar. İyi

niyetli olduğu için Hussam’a güvenir. İznik Beyi’ni aldatan Hussam, İznik Beyi’ni

hapishaneye atarak İznik’in yönetimi eline alır. (s.94)

Gemide İsyan romanında Çimpe Beyi, eski bir akıncı olarak karşımıza çıkar.

İhtiyar olan Çimpe Beyi için en önemli gaye, vatan hizmetidir. (s.14–16)

Yıldırım Bayezid romanında Şehzade Süleyman Çelebi ve Şehzade

Ertuğrul, Sivas kalesinin kumandanları olarak karşımıza çıkarlar. Şehzade

Süleyman Çelebi, Sivas’ı terk eder. Bu sıralarada Şehzade Ertuğrul cesur ve iyi bir

idareci olarak rolünü devam eder. (s.144)

Romanda da Artukoğlu taifesinden olan Tahir Beğ, Merdin kalesinin

kumandanı olarak karşımıza çıkar. Güçlü ve tecrübeli bir idareci olan Tahir Beğ,

Merdin’i Timur’a teslim etmez. “İman edenlerden” Tahir Beğ, hiçbir türlü Timur’a

inanmaz. (s.180–181)

Page 546: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

534

Binatlı romanında Doğan Bey, Niğbolu’nun kumandanı olarak karşımıza

çıkar. Doğan Bey, Haçlılara kalenin teslimine ölmeyi tercih eder. Bu yüzden kaleden

sona kadar müdafaa etmeye çalışır. (s.59)

Topal Kasırga romanında Malkoç Mustafa Bey şehzade Süleyman Mehmet

Çelebi kaleyi terk ettikten sonra kalenin komutanı olarak seçilir. Sonsuza kadar

müdafaadan yanadır. (s.20) Malkoç Mustafa Bey görevinden azledildikten sonra

yerine Germeyan Selim Bey komutanlık alır. (s.116) Selim Bey ise kalenin

tesliminden yanadır. Bunun için kalenin kumandanı olduktan sonra ilk yaptığı şey,

kaleyi Timur’a teslim eder. (s.124)

IV. Murad – II- romanında Bektaş Han, Bağdat şehri kumandanı olarak

karşımıza çıkar. Bektaş Han, akıllı bir kumandan olarak karşımıza çıkar. İlk olarak

Bağdat’tan savunmaya başlayan Bektaş Han, savunmaktan yarar olmadığını

öğrenince padişaha teslim için bir elçiyi gönderir. Şehri teslim eden Bektaş Han,

karısı tarafından öldürülür. (s.369) Romanda da Didar Han, Kerkük hâkimi olarak

yer alır. Didar Han, korkak bir kumandan olarak karşımıza çıkar. Sultan IV.

Murad’ın ordusuyla geldiğinin haberi öğrenen Didar Han, kaleden kaçmak kararını

alır. (s.224–225)

Civelek Osman romanında Salih İzzet Bey, Bandırma Voyvodası olarak

çalışır. Bandırma idaresini kendisine verilen İzzet Bey, Bandırma’da falaka

terbiyesini kullanarak demir yumruk sistemini uygulanır: “Bandırma toprağının

mukataasına mutasarrıf ve voyvodalık suretiyle idaresine memur ve aynı zamanda

rikâbı hümayun Bostancıbaşı sınıfına dâhil sadık kullarınızdanım.” (s.49)

Ermeni Zulmü romanında karşımıza çıkan I. Kafkas Kolordu Kumandanı

Albay Kâzım Karabiber, Erzurum’de kurtuluş başkahramanı olarak karşımıza

çıkar. Albay Kâzım Karabiber’in, koyduğu plânlar ve fedakârlığı sayesinde kurtuluş

olur. (s.72–75)

2- Din Görevlisi, Şeyhülislâm, Ulema, Müderris, Kadı, Hoca, İmam

Page 547: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

535

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Bağdat’teki yaşayan bilginlerden biri olan

Ebu Hasan karşımıza şu şekilde çıkar: “Ebu Hasan, Pamuk sakallı, zayıf bir

ihtiyardı. Yüzünden âdeta nur akıyordu. Gözleri, çok okuyan insanların gözleri gibi

hafif küçülmüş ve pırıl pırıldı.” (s.99) Ebu Hasan, Aksungur’un getirdiği kitaplarla

çok sevinir. Ebu Hasan, çok bilgili bir âlimdir. Aksungur’a Bâtınîler hakkından geniş

bilgiler verir. (s.106)

Selâhaddin Eyyûbî romanında din adamı Şeyh İsa karşımıza çıkar. Üstelik

ulema meclisine katılarak sultana danışmanlık yapar. Şeyh İsa’nın görüşünün,

Askalan Kalesi’nin teslimi hakkında büyük bir etkisi vardır. (s.13) Şeyh İsa, yaşlı ve

vakur olarak bir ortaya çıkar. Her zaman Sultan Selâhaddin’in yakınında bulunur.

Selâhaddin Eyyûbi’nin ölüm yatağındayken kendisinin civarında Şeyh İsa da

bulunur. (s.183)

Yıldırım Bayezid romanında Devletin din adamları ve ulemanın Yıldırım

Bayezid’e bi’at ettiklerini öğreniriz. (s.14)

İlk Hançer romanında Seyit Kerim Hoca, Sefa Giray Han’ın hastalandığı

zaman yanına gelip Kuran okumaya başlar. (s.45)

IV. Murad –I- ve- II- romanlarında din adamlarının başında Şeyhülislâm

Yahya Efendi gelmektedir. Şeyhülislâm Yahya Efendi, vakur ve sadık bir insan

olarak yer alır. Yahya Efendi IV. Murad –I- romanında Fatih Camii’nde toplanan

ulemanın itibarını korumaya çalışır. (s.72–73)

IV. Murad – II- romanında ise, Şeyhülislâm Yahya Efendi daha büyük bir rol

oynar. Bağdad’ın seferine katılan Şeyhülislâm Yahya Efendi, şikâyetçilerin

davalarına önem verir. Şeyhülislâm Yahya Efendi, bilgili bir din adamı olarak

karşımıza çıkar. Bir fetva vermeden önce davayı bütün yönlerden araştırmaya çalışır.

(s.218–219) Romanda karşımıza çıkan Sakarya Şeyhi, olumsuz bir din adamı olarak

yer alır. Anadolu’da Sakarya Şeyhi adıyla sahte bir “mehdi” ortaya çıkar. Halk bu

durumu sultana bildirip yardım ister. Sakarya Şeyhi, Eskişehir’de kendi etrafında

birçok insan toplanır. Dördüncü Murad’ın askerlerine karşı Sahte şeyh adamlarının

Page 548: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

536

dağa çekilmelerini söyler. Bu sıralarda şeyhin sahtekârlığı müritlerin önünde oratya

çıkar: “Medet Şeyh Hazretleri, medet! Kerâmet gösterecek vakittir bu vakit.”… “Saf

müritlerin inandığı nânevi güç kendisinde olsaydı dağlara çekilir, can korkusuna

kapılır mıydı?” (s.113) Bu sıralarda Sakarya Şeyhi karşısında duranların başında

Ulucami İmami olan Nesiruddin Efendi’nin olduğunu öğreniriz. Nesiruddin Efendi,

bilgili bir din adamı olarak karşımıza çıkar. Nesiruddin Efendi vaazlarında şeyhin

sahtekârlığına işaret eder. Nesiruddin Efendi konuşmalarında hep mantıklıdır.

(s.105–111)

Patrona romanında karşımıza çıkan İspirizade Şeyh Ahmet, din adamlarını

temsil eden tek kişidir. Şeyh Ahmet Efendi’nin, Ayasofya vaizi olarak çalıştığını

öğreniriz. (s.171) Şeyh Ahmet, din kurallarından daha fazla kendi çıkarlarına çalışan

bir din adamı olarak karşımıza çıkar. (s.168) Patrona ve arkadaşlarına katılan Şeyh

Ahmet Efendi, Ayasofya’daki vaazlarında padişah ve sadrazam’ın

olumsuzluklarından söz etmeye başlar. Bu sıralarda Şeyh Ahmed’in vaazlarına

dinlemeye gelenlerin sayısı artmaya başlar. (s.245–246) Şeyh Ahmet derslerinde de

dinin hayattan ayrı olmadığını vurgular. (s.247), “Denilebilir ki Hoca, dinden yola

çıkarak halk dertlerine varmıyor, tam aksine, mazlumların dertlerinden haraketle dine

varıyordu.” (s.249)

Civelek Osman romanında Rumların bir din adamı olarak manastırn

başpapazı karşımıza çıkar. Başpapaz, manasırda ziyaretçilere dinleyip öğüt vermeye

çalışır. (s.127)

Hilal Görününce romanında Şeyh, Akmescit’in imamı ve hocası olarak

karşımıza çıkar.

3- Mürebbiye, Hoca (Padişah Hocaları)

Selâhaddin Eyyûbî romanında Takıyyüdin Kevser’in, Selâhaddin

Eyyûbi’nin ilk hocası olduğunu öğreniriz. Takıyyüdin Kevser’in, Selâhaddin

Eyyûbi’ye Hazret-i Peygamberin cenklerini anlattığı zikredilir. (s.27)

Page 549: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

537

IV. Murad –I- romanında Şeyh Mahmud Hûdaî, Sultan IV. Murad’ın hocası

olarak karşımıza çıkar. Sultan IV. Murad’ın, Şeyh Mahmud Hûdaî’ye çok önem

verdiğini, kendisinden etkilendiğini öğreniriz. (s.137–144)

4- Silâhşör, Asker, Şövalye, Bekçi, Polis

Kaybolan Elçiler romanında Bizans’ta silahşörlerin kumandanı Şövalye

Aryanos’tur. (s.30) Yalova’nın bütün işlerini Şövalye Aryanos’un elindedir.

Aryanos’un asıl amacı Nikolas’ı devirmeye çalışır. Bunun için Orhan Gazi’nin üç

elçisini kaçırır. (s.54)

Yıldırım Bayezid romanında Niğbolu savaşında bir Fransız şövalyesi,

Türklere karşı titreyen askerlerini yiğitlendirmeye çalışır. Şövalyeye göre ön saflarda

savaşmak, büyük şeref ve onur verici bir şeydir. (s.106–107)

Romanda da Anemas Kulesindeki zindanda iki polis nobetçisi karşımıza

çıkar. Birisi zekidir. Uzunca Sevindik’ten şüphelenir. (s.63–64)

Binatlı romanında iki Fransız askeri, mağaraya gider, orada bin atlı akıncı

tarafından esir alınır.

Topal Kasırga romanında Yabgu ve Türkmen Atman Bey, silahşörler olarak

karşımıza çıkarlar. İkisi de Timur ordusunun kumandanlarındandır.

Malkoç Beyin kumandanlarından ve artçı müfrezenin kumandanı olan Murat

Bey vardır. Şehir meclisi ve Malkoç Bey tarafından takdir edildiği

kumandanlardandır. (s.92)

IV. Murad -I- romanında yeniçerilerden Samsuncu Baba Ömer, bir silâhşör

olarak karşımıza çıkar. Baba Ömer, merhametsiz ve zalim bir yeniçeri olarak yer alır.

Üstelik halka zulm edenlerden biridir. Samsuncu Baba Ömer, Sultanahmet Camiin

avlusundaki insanlara eziyet eder. Onlara kendini şu şekilde tanıtır: “Yeniçeriliğime

lâf uranın kefenini biçerim! Bana adıyla, sanıyla Karahisar cellâdı Baba Ömer derler.

Kalkın bre, divan durun bre!” (s.165) Sultan IV. Murad, gücü eline topladıktan sonra

Page 550: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

538

zorbalardan intikamını almaya başlar. Zorbalardan biri olan silâhtar ağası Ahmet

Ağa, zâlim bir adam olarak karşımıza çıkar. O yıllardır halka kan kusturanlardan

biridir. Sultan, cellâta silâhtar ağası Ahmet Ağa’yı öldürmesini emreder. Bu sıralarda

Ahmet Ağa, yalvarmaya başlar. Atılan ve direnmeye başlayan Ahmet Ağa, cellâdın

elleriyle sarılır. Nihayette cellâd, Ahmet Ağa’nın başını keser. (s.283–286) Romanda

da Asesbaşı, Topla Recep Paşa’nın adamlarından biri olarak karşımıza çıkar. (s.170,

195) Sipahi Rum Mehmet, sliahşör olarak karşımıza çıkar. Sipahiler ve yeniçeriler

şehzadeleri korumak için toplanırlar. Rum Mehmet, terbiyesizlik olarak At

Meydanına gelen padişaha inanmayarak kendisinden bir kefil ister. (s.228–229)

Sipasi Rum Mehmed’in, daha sonra padişahın tarafını tuttuğunu öğreniriz. Hattâ

padişahın en güçlü destekleyenlerden biri olduğu anlaşılır. (s.259)

IV. Murad -II- romanında Bağdat’a giden Fettah, silahlı bir genç olarak

karşımıza çıkar. Fettah arkadaşlarıyla birlikte köyü basarlar. (s.128) Doğan Bey ile

Yaman Kâzım, Bağdat’ta bir silâhlı adam tarafından bir baskına uğrarlar. Kendilerini

basan Ali Hemedanî’nin, Haşhaşilerin reisi Burlak Han’ın hesabına çalıştığını

öğreniriz. (s.178–180) Sultan Murad, Kerkük kalesini kuşatır. Bu sıralardan Kerkük

kalesinde yüze yakın adamla bir delikanlı komutan çıkar. Delikanlı komutan, silahlı

adamlarıyla kaleyi savunmaya çıkarlar. Delikanlı komutan çok cesur bir genç olarak

karşımıza çıkar. Bu yüzden Sultan IV. Murad, delikanlıyı serbest bırakır. (s.224–227)

Civelek Osman romanında Ali Efe, Belkıs yöresini bekçisi olarak çalışır.

Orada güvenlik sorumlusu odur. Bu bölgeye gelip gidenleri takip eden Ali Efe,

hırsızlara karşıdır. (s.93)

Aynı romanda da Tüfenkçibaşı Hacı Akif Bey, Bandırma’da jandırma

kumandanı olarak karşımıza çıkar. Tüfenkçibaşı Hacı Akif Bey, itibarlı bir adamdır:

“Herkesi o terbiye eder. Beyin verdiği cezaları o yerine getirir. Hem akıllı, hem sert

bir adamdır. Zengin de olmuştur. Bandırma’da hamam filan yaptırmıştır. Tam beydir

hani.” (s.56) Tüfenkçibaşı Hacı Akif Bey Bursa, Balıkesir ve Biga taraflarına

habercileri gönderir. Böylece bölgede olup biteni öğrenen Tüfenkçibaşı Hacı Akif

Bey, İzzet Bey tarafından güvenilen kişidir. (s.42)

Page 551: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

539

İsyan Eşiği romanında yer alan Fuat Bey, ilk olarak mülazim sonra da

zaptiye kolağası olarak karşımıza çıkar. Fuat Bey, romanda görevlerini tam

anlamıyla yapmayan insanları net bir şekilde temsil eder. Askerlerine önem

vermeyen Mülazim Fuat Bey, bir Ermeni’nin evinde oturarak aranması istenilen

evlerine önemsemez. (s.35) Zaptiye kolağası olduktan sonra Fuat Bey, Ermeni olan

Mıgırdıç ile arkadaşlık yaparak kendi çıkarlarını işine tercih eder. (s.125)

Kırım (Türk’ün Dramı) romanında Rus Yüzbaşı, Rus polis istihbaratı olan

NKVD mensuplarından biridir. Akmescit hastanesinde hasta Türklerin dramını

başlatan odur. (s.4)

Romanda da bir başka polis karşımıza çıkar. Gasla dolu Rus kamyonu

yandıktan sonra bir Rus polisi tarafından bir soruşturma açılır. Bu soruşturmayı

yapan komiserin, NKVD mensuplarından biri olduğunu öğreniriz. Söz konusu polis

komiseri, vahşi ve vicdansız olarak karşımıza çıkar. (s.14–15)

5- Kâtip, Tezkireci, Mektupçu

Selâhaddin Eyyûbî romanında Müslüman ile Haçlılar arasında bir sulh

bulunur. Ama bu sıralarda Şatiyö, bir Müslüman kervana saldırır. Bunun karşılığında

Selâhaddin Eyyûbi, Kudüs Kralı Gui’ye bir mektupçu gönderir. Ölülerin fidyesini

ödemesini söyler. (s.113)

Kaçırılan Prenses romanında İmparatorun kâtibi önümüze çıkar. İmparatorun

kâtibinin, tahtın solunda oturduğunu öğreniriz. İmparator, kendisine gelen mektubu

kâtibine verip yüksek sesle okumasını söyler. (s.83)

Topal Kasırga romanında Ali Bey, şehir meclisinin kâtibidir. “Şu önünde

kalem kâğıt duran da üçüncüsüdür.” (s.92)

IV. Murad -I- romanında Reisü’l-Küttap karşımıza çıkar. Reisü’l-Küttap, At

Meydanı’nda Sultan IV. Murad’ın yanında yer alır. Padişah, Reisü’l-Küttap’a itaatle

yemin eden yeniçerlerin adlarını tek tek yazmasını emreder. Reisü’l-Küttap,

figüratiftir. (s.278) Aynı sırada padişah, askerlerin kendi kendilerine verdikleri bütün

Page 552: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

540

imtiyazları kaldırır. Padişah, kâtiplere bununla ilgili bir fermanı yazmalarını

emreder. (s.280–281)

IV. Murad -II- romanında Reisü’l-Küttap karşımıza çıkar. Reisü’l-Küttap,

Sultan IV. Murad’ın yanına gelir: “Reisü’l-Küttabın iri gövdesi görüldü.” (s.118) Bu

sıralarda Reisü’l-Küttap, Otağ-ı Humayûn’daki kandillerin yakılmasını ister.

Padişah, Reisü’l-Küttab’ı dünyanın ahvalini sorur. (s.118) Reisü’l-Küttap, padişahın

sorularına cevap vermek için lambanın yanına gider: “Notlarını ancak böylelikle

okuyabilecekti. Sultan Murad, “Mâdem ki düşünce faslından çıkup kıraat faslına

geldik, ışıkların yakılmasında bir mahzur yoktur,” dedi.” (s.119) Romanda Kâtip

Çelebi, Bağdat seferi sırasında IV. Murad’ın yanındayken karşımıza çıkar. IV.

Murad, Reisü’l-Küttap ile otururken, Kâtip Çelebi padişahın yanına gelir. (s.123) Bu

sıralarda IV. Murad’ın kâtiplere önem verdiği anlaşılır: “Kâtip Çelebi ile halvet

olmak isteriz, devlet yalnızca kılıçların değil, aynı zamanda san’atkârların ve

bilginlerin beyninde yükselir. Biraz da Kâtip Çelebi ile söyleşelim.” (s.124)

Romanda IV. Murad’ın kâtiplerin ve tarihçilerin işine çok önem verdiğini net bir

şekilde ortaya çıkar: “Fezlekeci Kâtip Çelebi hemen Padişahın arkasında duruyordu.

Kaleme, kâğıda davranmış, gördüklerini yazmaya başlamıştı. Kendisini işine

öylesine kaptırmış ki, Padişahın döndüğünü ve önünde durduğunu fark etmemişti.

“Hey Çelebi,” diye seslendiğinde sıçradı.

“Buyur Şevketlüm…”

“Düzgün yazsın Çelebi, ne eksik ne fazla, aynıyle gördüklerini yazsın.”

(s.214–215)

Son Kavşak romanında Ali Cevat Bey, Mabeyn başkâtibi olarak karşımıza

çıkar. Ali Cevat Bey, akıllı bir adamdır. Padişah II. Abdülhamid ile İttihatçılar

arasında gerginlikler çoğaltıkça Ali Cevat Bey, durumu sakinleşmeye çalışır. Üstelik

sultana çok sadık bir insandır. (s.100) Padişahın, Ali Cevat Beye çok güvendiği

anlaşılır. (s.113–114)

6- Hekim

Page 553: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

541

Malazgirt’in Üç Atlısı romanının son sahnesinde ağır yarası olan Abdullah,

Bizanslı ihtiyar bir hekim tarafından tedavi edilir. Bizanslı hekim, Abdullah’ın

yarasına yeşil bir merhem sürer. (s.252)

Kaybolan Elçiler romanında yaralanmış olan Köse Yusuf’a bir Hıristiyan

hekim götürülür. Hekim Köse’nin yarasını iyice sarar. (s.)

Dersaadet’te sabah Ezanları romanında Doktor Melek, bir hekim olarak

karşımıza çıkar. Doktor Melek, Ahmet ziya ile birlikte Sultanahmet’te tuttuğu evin

birinci katını muayene odası olarak kullanır. (s.360–367)

Beyaz Kale romanında esir alınan Venedikli bilim adamı, bir süreye hekimlik

yapar. Sonra paşa, onu çağırır. Venedikli genç, nefes darlığı olan paşaya bir ilaç

hazırlar. Paşa bu ilacın yüzünden iyileşir. (s.17–18)

Civelek Osman romanında kötü bir durumda bulunan Civelek Osman, İzzet

Bey’in konağına götürlür. Orada Civelek Osman’a bir hekim getirilir. Hekim

muayanesini bitirdikten sonra Osman’ın dinlenmesini söyler. (s.35)

Kırım (Türk’ün Dramı) romanında Alman Binbaşı Müller’in özel doktoru

karşımıza çıkar. Alparslan, dili tutulmuş olan Sultan’ı Alman doktora götürür.

Doktor muayane ettikten sonra: “Yangın anında, korkudan dili tutulmuş. Bunun

dilinin açılması çok zor. Ancak korkulu bir rüya veya korkulu bir hâdise… Ya da

aşırı bir sevinç ve doğum dilini açabilir.” der. (s.61)

7- Müneccim

Beyaz Kale romanında Sıtkı Efendi’nin Baş müneccim olduğunu öğreniriz.

(s.106) Hoca, vebayı durdurmaya başardıktan sonra Baş müneccim olarak tayin

edilir. (s.108)

IV. Murad -II- romanında Molla Doğan ile Yaman Kâzım ile birlikte

Bağdat’a Haşhaşilerin peşinde giderler. Orada bir müneccime rastlarlar. Aksakallı

Page 554: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

542

bir ihtiyar olarak karşımıza çıkan müneccim, kendini şu şekilde takdim eder: “Size

geleceğinizi haber vereyim. Ben büyük bir müneccimim. Yıldızlardan haber sorar,

yıldızların hareketlerinden istikbali okurum.” (s.157) Müneccim, aslında Bektaş

Han’ın konağında kalıyordu. Ama Bektaş Han’a duymak istemediğini söyledi. Bu

yüzden Bektaş Han’ın, müneccimi konaktan kovduğunu öğreniriz. (s.157)

8- Elçi

Selâhaddin Eyyûbî romanında birkaç elçi ortaya çıkar. Müslüman ile Haçlılar

arasında temas için elçiler görevlendirilir. Romanda karşımıza ilk çıkan elçi,

Nureddin Zengî’nin elçisidir. Necmettin Eyyub’a gelen elçi, Selâhaddin’i sultanın

yanına götürmeye gelir. Anlatıcı, elçiyi şu şekilde bize gösterir: “Elçi yaşlı biriydi.

Sedirin üstüne bağdaş kurmuştu. Sakalının ak boğumlarında, az önce içtiği hurma

şertbetinin tek damlası vardı.” (s.30) Selâhaddin ise bir başka açıdan elçiye bakar.

Elçi, Selâhaddin’in gözünde ise şu şekilde karşımıza çıkar: “Elçinin cübbesi fazlaca

süslüydü. İnsanlar, nedense, belli bir mevkiye yükseldiler mi, hemen bunun

gösterişine kendilerini kaptırıyorlar, süslenip püslenmeye başlıyorlardı. Tavrı da caka

satıyordu galiba. Yoksa kendisine öyle mi gelmişti?” (s.30)

Selâhaddin Eyyûbî askerleriyle birlikte Askalan kalesinde muhasara

altındadır. Bu sıralarda Kont Şatiyö, Selâhaddin’e sulh teklifiyle bir elçi gönderir.

Karşılıklı olarak Selâhaddin de Şatiyö’ye elçiyi gönderip sulh şartları üzerine

anlaşırlar. Ama söz konusu bu iki elçi ile ilgili tasvirler veya bilgiler verilmez. (s.16)

Kral Budin, Ürdün şehrinde kale kondurmayı başarır. Selâhaddin Eyyûbi,

Krala bir elçi göndererek kale inşaatını durdurursa yüz bin dinar vereceğini, aksi

halde tedbir almak zorunda kalacağını söyler. Kral ise bu teklifi küçültücü bulup

elçiyi öldürür. Selâhaddin Eyyûbî ise bunu bilir bilmez şehre girmenin kararı verir.

(77–78)

Kaybolan Elçiler romanında Orhan Gazi’nin, Yalova’ya gönderdiği üç elçisi

söz konusudur. Elçilerin Yalova’da dönmedikleri için Orhan Gazi, Sunguroğlu’yu

Yalova’ya gönderir. (s.5–6) Romanın sonunda Sunguroğlu ile İbrahim, elçilerin

Page 555: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

543

bulundukları mağaraya gidip onları kurtarırlar. Birincisinin adı Abdullah, ikincisinin

de Abdüsselâm, üçüncüsü ise adı zikredilmez. (s.81–84)

Yıldırım Bayezid romanında birçok elçi söz konusudur. Romanda karşımıza

ilk çıkan elçi ise, Venediklilerin Andrea Bambo’ya gönderdikleri elçidir. (s.25)

Yıldırım Bayezid, Sırplar Kralı İstefan’a bir elçiyi gönderir. Saygıyla

karşılanan elçi, Yıldırım Bayezid’in isteklerini İstefan’a aktarır. (s.39–40)

Yıldırım Bayezid, yenilenen surları yıktırmak için V. Yoannis’e Uzunca

Sevindik bir elçi olarak gönderir. Uzunca Sevindik, bu görevde korkunç bir elçi

olarak karşımıza çıkar. (s.73–74)

Niğbolu zaferinden sonra Abbasi Halifesinin elçisi, Yıldırım Bayezid’e gelip

kendisine Halifenin mektubunu teslim eder. (s.121)

Malkoç Mustafa Bey, sulh teklifiyle Timur’a bir elçi olarak gönderilir.

(s.151)

Binatlı romanında Haçlılar, teslim için Niğbolu kalesinin kumandanı olan

Doğan Bey’e elçiyi gönderirler. (s.59)

Topal Kasırga romanında Timur’un gönderdiği üç elçi vardır: “Adamlar hızla

yaklaşıyorlardı. Seslerini duyuracak mesafeye gelince, durdular. Ortada beyaz bayrak

taşıyan adam:

Heey!’ diye bağırdı, ‘Serdarınızla görüşeceğiz.’

‘Serdar benim.’ diye karşılık verdi Malkoç Bey, ‘Ne istiyorsunuz?’

‘Kudretli hakanım Timur, teslim olmanızı emrediyor. Teslim olduğunuz

takdirde kan dökmeyeceğini vaat ediyor. Aksi hâlde kalede tek canlı bırakılmayacak,

herkes kâmilen kılıçtan geçirilecek. Cevabınızı bugünkü şehir meclisi içtimaından

sonra alacağız.” (s.85–86)

Page 556: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

544

İlk Hançer romanında İvan, Sefa Giray Han’a sulh teklifiyle bir elçiyi

gönderir. (s.38) Sefa Giray Han da Kırım hanına Rusların karşısında birleşmek

amacıyla bir elçiyi gönderir. (s.40)

IV. Murad -I- romanında Şehzade Murad, Antep kadısına Molla Doğan’ı bir

elçi olarak gçönderir. Molla Doğan, Anadolu’nun ahvalini öğrendikten sonra

Şehzade Murad’a aktarır. Molla Doğan, şehzadeye sadık biri olarak karşımıza çıkar.

(s.49) Şah Abbas’ın gönderdiği elçi de romanda karşımıza çıkar. Şah Abbas, Sultan

IV. Murad’a bir elçiyi gönderir. Elçi, şahın gönderdiği armağanları götürür: “Şahım

size hediyeler göndermişti. Destur varsa takdim etmek isteriz.” (s.149)

IV. Murad -II- romanında Bekir Subaşı’nin Hafız Paşa’ya gönderdiği elçi

ortaya çıkar. Hafız Paşa’nın önünde duran elçi, korkak biri olarak karşımıza çıkar.

(s.143) Romanda Hürrem Şah, Sultan Murad’a hediyelerle yüklü bir elçiyi gönderir:

“Bu kalkan,” diye başladı, “eşsiz Padişahımıza, Hind Sultanı Hürrem Şahın

armağanıdır.” (s.213) Sultan IV. Murad Bağdat kuşatması sırasında Bektaş Han’a

bir elçiyi gönderir. Elçi, cesur bir adam olarak karşımıza çıkar. Görevini bitiren elçi,

hemen sultana dönüp olup biteni anlatır. (s.290–291)

Patrona romanında Haseki Ağa, Sultan Ahmet tarafından isyancılara bir elçi

olarak gönderilir. Haseki Ağa, ihtilalcılarla anlaşarak onların isteklerini sultana

aktarır. (s.532) Bu sıralarda Haseki Ağa, sultana sadık olarak karşımıza çıkar. (s.541)

Dağlı romanında Ruslar, Gunib Kalesini muhasara ettikten sonra Şeyh Şamil

teslim şartlarıyla bir elçi gönderir. Şeyh Şamil ise elçiyi telim söylediği için yakasına

sarılır, ulemadan biri, Şamil’e sadece bir elçinin olduğunu söyler. (s.125)

9- Tercümanlar (Mütercim)

Osmancık romanında Rumca’yı iyi bilen Ecebay, Gazi Rahman ile Rum kızı

Evdoksiya arasında tercümanlık yapar. (s.251)

Gemide İsyan romanında Köse Yusuf ve İbrahim, Şövalye Don Piyer ile

handa bir tercüman vasıtasıyla anlaşırlar. (s.33–34)

Page 557: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

545

Binatlı romanında bin atlı akıncı, iki Fransız askeri esir alır, Kel sadık onlara

tercümanlık yapar.

Topal Kasırga romanında Malkoç Mustafa Bey Timur’un ordusundan iki

asker esir tuttuğu zaman onlarla konuşmak amacıyla tercümanı arıyor; tercümanı

götürdükten sonra iki asker ile konuşup tercümanlık yapar; ama ona sadece tercüman

denilir adı bile geçmedi.

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında iki tercüman karşımıza çıkar.

Birincisi tercüman Hrant’tir. Hrant, Neveser’e telefon açar. Kendisinin Van der Zee

Acentası’nda bir tercüman olarak çalıştığını söyler. (s.63–64)

İkincisi ise, Vartan Kavafyan’dir. Café Cristal’da karşımıza çıkan Vartan

Kavafyan’ın mütercim olduğunu öğreniriz. (s.213)

Kırım (Türk’ün Dramı) romanında Alman Binbaşı Müller’in tercümanı

karşımıza çıkar. Binbaşı Müller, Alparslan ile tercüman vasıtasıyla anlaşır. (s.57)

10- Şair

Patrona romanında halk şairi olan Şair İbadî söz konusudur. Halk şairi

İbadî, Çardak Kahvesi’nde oturur. Sazla şiirlerini söyleyen İbadî, halkın dertlerinden

uzak değidir. Aslında o romanda halkın sesini temsil eder. Halk da onunla

kaynaşmadadır: “Çal İbadî, çal kardeşim, hep beraber yanalım.” (s.53) Yazar,

İbadî’nin şiirlerine yer verir:

“Dert çekenin kitaplarda adı yok

Bizler hak yolundan düştük aşka.

Çalışan doyamıyor çalışmayan tok

Dedikya kurt başka canavar başka.” (s.53)

11- Tüccar

Page 558: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

546

Tuzak romanında Suratsız Todori, Osmanlı toprakları ile Bizans arasında

ticaret yapar. Elinde Osmanlı topraklarına girmek için bir izinname bulunur. (s.36)

Son Kavşak Hacı Ömer’in tüccar olduğunu öğreniriz. (s.15)

12- Denizci

Baskın romanında iki denizci karşımıza çıkar. Birincisi, Koca Reis’tir:

“Aksakallı bir denizci kumsala diz çökmüş, tesbih çekiyordu.” (s.105) “İyi denizci”

(s.105) olarak nitelenen Koca Reis, Sunguroğlu ve arkadaşlarına yardım eder. Kendi

devletine sadık olan Koca Reis, hiçbir soru sormadan ve karşılıksız akıncılara yardım

eder. (s.105) Koca Reis yaşlı olmasına rağmen cesurdur. Üstelikte denizde

maharetinin üstünü yoktur. Koca Reis maharetiyle çetenin mensuplarını şaşırtır.

(s.107–108)

İkincisi ise, Hussam ve çetenin diğer mensuplarını gemisinde alan Venedikli

Kaptan’dır. Hiçbir şeyden haberi olmayan Venedikli Kaptan, Hussam tarafından

öldürülür. (s.107–108)

Kaçırılan Prenses romanında Sunguroğlu ve arkadaşları Teodosyüs

Limanı’nda Aleko tarafından takip edilirler. Aleko’nun bir denizci olduğunu

öğreniriz.

Gemide İsyan romanında Kaptan Guidi, bir denizci olarak karşımıza çıkar.

(s.51) Bir denizci olarak büyük bir şöhret kazanan Kaptan Guidi, Sunguroğlu’nun

gözünde dünyanın en iyi denizcisidir. (s.97, 119) Sunguroğlu, ancak Kaptan

Guidi’nin yardımıyla arkadaşlarını kurtarabilir. Sunguroğlu’nu Rodos’a kadar

götürdükten sonra Kaptan Guidi, İslamiyete girerek adını Ömer’e değiştirir. (s.147)

Aynı romanda da Sör Mişel, bir başka denizci olarak karşımıza çıkar. Sör

Mişel, şövalye Don Piyer’in emrinde çalışır. Gemisiyle Don Piyer’a portakal götürür.

Gemide çıkan isyan yüzünden Sör Mişel mahpus kalır. (s.134)

Page 559: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

547

Civelek Osman romanında Tahir Kaptan, iyi bir denizci olarak karşımıza

çıkar. “Uzunca boylu, esmer bir delikanlı” (s.148) olan Tahir Kaptan, Despino’yu

bulan adamdır. Tahir Kaptan’ın eskiden denizcilikte çalıştığını öğreniriz. (s.148–150)

13- Padişah Yakınları – Saray Hizmetlileri

a. Musahip

Musâhip, padişahın yanında bulunan sohbet memurudur. Bilgili, sözünden

sohbetinden yararlanılan hazır cevap ağa, vezir ve beylerbeyi arasından seçilirdi.

Musahabe, sohbet kelimesinden gelmedir.213

IV. Murad -1- romanında karşımıza çıkan Musa Çelebi, padişahın has

muhsahibidir. IV. Murad, Musa Çelebi’yi çok sever.

Ayaklanan yeniçeriler, sultanın güvendiği kişileri öldürmek isterler.

Öldürmesi istenilen kişilerden padişahın has musahibi Musa Çelebi’dir. (s.193)

Bunun üzerine sultanın emriyle Musa Çelebi, Recep Paşa’nın yanına gider. Recep

Paşa IV. Murat’a Musa Çelebi’yi koruyacağına söz verir. Aslında sultan paşaya

güvenmemektedir, ama kendisine verdiği sözü çiğneyemeyeceğini düşünür. Bunun

üzerine Recep Paşa, padişahın musahibi Musa Çelebi’yi zorbalara verir. (230–234)

Nihayette Musa Çelebi yeniçeriler tarafından öldürülür. Bu sırada sultan çok üzülür.

Odasına yapyalanız çekilen Sultan IV. Murad, musahibine ağlar. (s.240–245)

b. Bostancıbaşı

Bostancıbaşı, saraya ait bahçe, bostan ve kayıklara bakan görevlilerin

amiridir.214

IV. Murad -1- ve IV. Murad -2- romanlarında bostancıbaşı Cafer Ağa

karşımıza çıkar. IV. Murad -1- romanında Cafer Ağa, Genç Sultan döneminde

213 M. Orhan Bayrak, a.g.e., s.305214 a.g.e., s.72

Page 560: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

548

sarayda bostancıbaşı olarak çalıştığını öğreniriz. (s.25) Dördüncü Murad’a çok seven

Cafer Ağa, yeniçerilerin ayaklanmasında sultanın yanından ayrılmaz. (s.199–200,

215) Cafer Ağa, Sultan IV. Murad için bostancıbaşıdan daha üstün bir kişidir. Sultan

ona bütün istek ve emirlerini söyler. (s.186–187, 191)

Bostancıbaşı Cafer Ağa, sultan tarafından güvenilir. Üstelik sultana çok

sadıktır. (s.248) Cafer Ağa, sultanın gizli işlerini; özellikle gizli toplantılarını

ayarlayan kişidir. (s.253) “Vakit geceyarısına yaklaşıyordu. Bayram Paşa konağında

idiler. Padişah sipahi kılığında konağa gelmişti. Yanında Molla Doğan vardı.

Saraydan gizlice çıkmışlardı. Bostancıbaşı Cafer Ağa böyle işleri ayarlamakta

doğrusu birebirdi.” (s.255) Gizli toplantısından dönen sultan, kendisini hasbahçede

Cafer Ağa’nın beklediğini bulur. (s.257)

IV. Murad -2- romanında da bostancıbaşı olarak rolünü sürdüren Cafer Ağa,

Sultan IV. Murad’ın emirlerini severek yapar. (s.46) Ama Bağdat seferi başlar

başlamaz Cafer Ağa, sahnelerde görünmez olur.

Patrona romanında Sultan Üçüncü Ahmet, isyancılara bostancılardan oluşan

bir heyet gönderir. (s.532) Bostancılardan biri, Haseki Ağa ile isyanın hakkında

konuşur. Bu sıralarda söz konusu bu bostancı, padişaha çok sadık olarak karşımıza

çıkar. Üstelik padişahı çok sever. (s.546)

c. Haremağası

IV. Murad -1- romanında harem ağası, Sultan IV. Murad’a gelir, kendisiyle

konuşmak istediğini söyler. (s.217)

d. Kapıcı

IV. Murad -1- romanında kapı ağası, padişaha yeniçeri kethüdasının kapıda

beklediğini söyler. (s.100) Romanda da kapıcılar ağası Ahmet Ağa’nın, Sultan IV.

Murad’ı çok sevdiğini öğreniriz. Kapıcılar Ağası Ahmet Ağa, padişah tarafından

güvenilen biri kişi olarak karşımıza çıkar. (s.153)

Page 561: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

549

e. Kethüda

Kethüda, Yeniçeri Ağa’sının muhafız komutanı ve yardımcısıdır. “Kul

Kethüdası” veya “Ocak Kethüdası” adı ile de anılır. Bunlar Yeniçer ocağından

yetiştirdikleri için ocakta Yeniçeri ağasından daha çok sayılırlardı.215

IV. Murad -1- romanında Sultan IV. Murad, güç eline toplamak için

kethüdalara pek dayanır. Bayram Paşa’nın sadrazam olmadan önce yeniçeri

kethüdası olduğunu öğreniriz. Bayram Paşa, görevini sultanın çıkarlarına kullanır.

Yeniçerilerin arasında sokan Bayram Paşa, olup biteni öğrenip padişaha aktarır.

(s.77) Romanda da kapıcılar kethüdası Ahmet Ağa, padişahın habercisi olarak

karşımıza çıkar. Ahmet Ağa, padişaha çok sadıktır: “Padişahın fermanını koynunda

taşıyan kapıcılar Kethüdası Ahmet Ağa da canını dişine takmış, at paralıyordu. Canı

gibi sevdiği padişahın emri vardı.” (s.153) Sadrazam Recep Paşa’nın Kethüdası da

kahramanlar arasında yer alır. Kethüda, padişahın sadece yeniçeriler için değil, ama

bütün Müslümanlar için Halife olduğunu söyler. Recep Paşa’nın kethüdası durumu

değerlendirirken, akıllı biri olarak karşımıza çıkar. Kethüda, padişahın istenilen

kelleleri vereceğine emindir. (s.195–196)

f. Müşavir

Yıldırım Bayezid romanında Bizanslı İmparator V. Yoannis, saraydaki

müşavirine yenilenen suları yıktırmasını söyler. İmparator müşaviri ise, şaşırarak

neyi yıktıracağını sorar. (s.82)

g. Cellât

Yıldırım Bayezid romanında Şehzade Yakup Çelebi’nin, iri kıyım üç cellât

tarafından öldürüldüğünü öğreniriz. (s.21)

215 A.g.e., s.231-232

Page 562: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

550

IV. Murad -1- romanında Sultan Genç Osman, Yedikule Zindanında yedi

cellât tarafından amansızca öldürüldüğünü öğreniriz. (s.9) Romanın sonunda IV.

Murad, gücü eline topladıktan sonra zorbalardan intikamını almaya başlar. Bu

sıralarda sultan, cellâta silâhtar ağası Ahmet Ağa’yı öldürmesini emreder. Cellât,

güçlü bir adam olarak karşımıza çıkar. Atılan ve direnmeye başlayan Ahmet Ağa,

cellâdın “mengene kadar güçlü kollarıyla” sarılır. Nihayette callâd, Ahmet Ağa’nın

başını keser. (s.283–286) Romanda Kara Ali cellâd olarak karşımıza çıkar. Kara

Ali’nin güçlü bir cellâd olduğu anlaşılır. Kara Ali, Otağ-ı Humâyunun yanında

durarak padişahın emirlerini bekler. (s.366)

Patrona romanında Patrona Halil ve arkadaşları, birkaç cellât tarafından

öldürüldüğünü öğreniriz. (s.614)

h. Aşçı

Selâhaddin Eyyûbî romanında Kont Şatiyö’nün aşçısı karşımıza çıkar. Kont

Şatiyö, çadırına aşçıyı çağırarak istediği yemek listesini söyler. Aşçı, Kont

Şatiyö’den nefret eder. Kendi kendisine “azıcık da zehir karıştırmalı” söyler. Hep

böyle düşünür. Ama bir türlü yapamaz. Korkak, başına gelecekleri aklından geçirip

ürperir. Nihayet elinde listeyi tutarak çadırdan çıkar. Bu sıralarda Selâhaddin

askerleri, çadırlara saldırırlar.

i. Casus

Kaybolan Elçiler romanında demirci Adil Usta ortaya çıkar. Adil Usta gizlice

Müslüman olmuş ve Osmanlılar hesabına çalışır. Orhan Gazi, Sunguroğlu’yu

Yalova’da yaşayan bu adama yönlendirir. (s.19)

Topal Kasırga romanında ve şehir meclisi öğelerinden olan Tekeli

Karatekin Bey casustur. Şehrin haberlerini Timur’a gönderir ve şehir meclisi

öğelerini teslim ile iknaa etmeye çalışır. Malkoç Mustafa Bey tarafından tutuklanır.

(s.103–104)

Page 563: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

551

IV. Murad -II- romanında Acem genç kumandan olan Rahman Çelebi’nin

Sultan IV. Murad hesabına çalıştığını öğreniriz. (s.281)

Kırım (Türk’ün Dramı) romanında Kızıl orduda Yüzbaşı İlyiç, Rus casusu

olarak ortaya çıkmaktadır. Almanlar onu yakalar.

j. Ulak-Haberci

Selâhaddin Eyyûbî romanında Bilal ile Osman habercilik yaparlar. Onlar

Kudüs şehrine gidip Haçlıların haberlerini Selâhaddin Eyyûbi’ye götürür: “Kudüs

Kralı Budin, bir kale inşa etmek üzere Ürdün şehrine gitti. Kont bilmem ne Şatiyö ise

kendi zırhlı çapulcuları ve Kudüs’ten topladığı yarı asker, yarı sivil gönülsüzleriyle

üzerimize gelir. Cem’an dört bin kişi kadar.”.(s.55)

Yine de Hısn Raban yanından gelen haberci, Sultan Selâhaddin’e İslâm

ittihadını bozacak bir şeyi anlatır. Haberci, Konya Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan’nın

Hısn Rabban kalesini zapt etmek arzusuyla sınırları ihlâl ettiğini, karşısına

çıkılmadığı takdirde çıban büyüyüp yayılabileceğini söyler. (s.85)

Osmancık romanında Mihail Kösses, ertesi günde İnegöl’ü basmaya gidecek

olan Osman Gazi’ye bir haberci gönderir. Mihail Kosses, inandırmak için haberciye

kendi yüzüğünü verir. Osman Gazi, daha önce hiç görmediği bu haberciye dinler:

“Sen yarın sabah İnegöl’ü basmağa gidesiymişsin. Efendim Mihail der ki, tekfur

bunu bilir ve sana Ermeni Beli’nde pusu kurmaya hazırlanır. Bilesin.” (s.208)

Mihail Kösses, yine de Bilecik Tekfurunun Osman Gazi’yi öldürmek

istediğini bilir. Bunun üzerine Mihail Kosses, olup bitenleri bildilmek için Osman

Gazi’ye bir haberci gönderir. (s.295)

Yıldırım Bayezid romanında Yıldırım Bayezid’in, Avrupa’nın çeşitli

ülkelerinde habercilerinin bulunduğunu çğreniriz. Yıldırım Bayezid, bu haberciler

vasıtasıyla imparatorun eski surları yenilendiğini öğrenir. (s.78–79)

Page 564: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

552

Topal Kasırga romanında Kulaksız Ömer, Timur’un Sivas Kalesine

geleceğini haber verir. Habercilik yapar.

İlk Hançer romanında Sefa Giray Han, Moskova’yı muhasara ederken ona

saraydan bir haberci gelir, Kazan’da bir isyan çıktığını söyler. (s.29)

Civelek Osman romanında Odacı Nihabet, İstanbul’da İzzet Bey’in habercisi

olarak karşımıza çıkar. Odacı Nihabet, İzzet Bey’e yeniçeri ocağının kaldırılmasının

haberini getiren adamdır. (s.26)

k. Sihirbaz-Büyücü-Falcı

İlk Hançer romanında Deli Hüsniye falcı olarak önümüze çıkar. Deli

Hüsniye, Yüzbaşı Alp’ın karısı olan Bağdagül’e gider, kocasını savaşta öleceğini

söyler. Deli Hüsniye’nin gözleri yaşlı ve korkulu olarak tasvir edilir. (s.74–75)

l. Uşak-Hizmetçi

Kaybolan Elçiler romanında Aryanos’un konağında hizmetçi olarak çalışan

Sofokles, ortaya çıkar. Sunguroğlu ve arkadaşlarına şarap içmediklerine göre şarabın

yerine ayran getirir. (s.33)

Kaçırılan Prenses romanında İmparatorun kızının hizmetçisi olan Maria,

önümüzde çıkar. İmparator kızı bahçedeyken yanında Maria buluruz. Birlikte

gezerken Şeytanlar diye çetenin mensupları bahçeye girerler, bir yumrukla Maria’yı

yıkıp kızı kaçırırlar. (s.37)

Yıldırım Bayezid romanında sarayda hizmetkârlardan birisi, Devlet Hatun’ın

makamına gelip padişahın geldiğini söyler. (s.49) Karşımıza çıkan hizmetkâr

figüratiftir.

IV. Murad –I- romanında Topal Recep kışkırtmasıyla yeniçeriler ve sipahiler,

sultandan başka kelleleri isterler. Bu sıralarda yeniçeri ve sipahiler sarayın

avlusundadır. Hizmetkârların, kiri temizlemekle meşgul olduklarını öğreniriz. (s.217)

Page 565: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

553

14- Demirci

Osmancık romanında Osman Gazi’nin oğlu Orhan hala gençken, kendini

ispatlamaya çalışır. Bu sıralarda Orhan’ın demircilik işlerine uğradığını öğreniriz:

“İyi bir demirci olacaktı. Gösteriyordu bunu.” (s.290)

Kaybolan Elçiler romanında demirci Adil Usta ortaya çıkar. Adil Usta gizlice

Müslüman olmuş ve Osmanlılar hesabına çalışır. Adil Usta, Yalova’da yaşar ve bir

demirci dükkânına sahiptir. (s.19–20)

IV. Murad -1- romanında karşımıza çıkan Demirci Ali Usta’nın, Bey

Şehrinin kıyı bir yerinde demircilik yaptığını öğreniriz. Kılıç ve zırh işlerinde ustadır.

İşini iyice yapan bir demircilik olarak karşımıza çıkan Ali Usta, şu şekilde işini

özetler: “Ben demirciyim ağalar, kılıca çifte su vermesini bilirim. Taze yaprak gibi

inceltirim zırhı, inceltirim, ama benim dövdüğüm çifte su verilmiş kılıçlar bile

kesemez, öylesine sertleştiririm. Bu benim işim.” (s.127)

Hilâl Görününce romanında Nizam Dede’nın asıl işi demirciliktir. Nizam

Dede yaşlı olduğu için işi bırakır. Ama Rus askerleri, Kırım’a doğru yaklaştıklarında

yine demircilik işine dönererk silâhlar yapmaya başlar. Bütün aletlerini bir mağaraya

getirip bıçak, hançer gibi silah çeşitleri yapar.

Vatan Dediler romanında Kara Mehmet, bir demirci olarak çalışır. Teğmen

Galip ile Molla Mahmut birlikte Akşehir’de Kara Mahmud’un dükkânına giderler.

Teğmen Galip süvari alayına gönderilecek nallar sorar. Dükkâna girdiklerinde “çekiç

sesleri, kömür tozu, sıçrayan kıvılcımlar” içinde iş görülür. Kara Mahmud’un,

teğmene gece gübdüz çalıştığını söyler. Kara Mahmud’un hiç durmadan ve yoğun bir

şekilde nalları bitirmek için çalıştığını öğreniriz. (s.109–110)

15- Balıkçı

Page 566: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

554

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Aksungur’un bindiği gemi battıktan sonra

Bizans’a yakın bir adaya ulaşabilir. Ağır hastalığa uğrayan Aksungur, bir ihtiyar

Rum külübesinde bir süre oturur. İhtiyar Rum ve torunu olan Yorgo balıkçılar

olarak çalışırlar: “Ben balıkçıyım. O civara hiç gitmezdim. Fakat balık sürüleri o gün

sizin yattığınız civara doğru gidiyordu. Yanımda, torunum Yorgo da vardı. Oldukça

çok balık tutmuştu.” (s.184) Beyaz saçlı ve sakalı olan ihtiyar balıkçı, Aksungur’a

iyice bakar. (s.183) Aksungur, çevredeki balıkçılarla dost olur. Ama en anlaştığı

kimse Yorgo’dur: “Yorgo yirmi yaşlarında, temiz bir gençti. Ateş gibi idi. Ara sıra

beni de balığa götürüyorlardı.” (s.186)

Baskın romanında Sunguroğlu ve arkadaşları İzmit limanına vardıktan sonra

ihtiyar bir balıkçı ile karşılar. (s.102) Türk olduğu için onlara yardım etmeye

hazırdır. Ona göre akıncılara her zaman yardım edilmelidir: “Para ne ki,” dedi

küçümser bir tavırla. “İşin başı hizmet. Madem ki Osmanlı akıncısınız,

gözbebeğimizsiniz bizim. Gitmek boynumuza borç.” (s.104) Milletine sadık bir insan

olarak karşımıza çıkar. Bu yüzden onları doğru yola yönlendirir. (s.105)

Gemide İsyan romanında ihtiyar balıkçı Herzel yer alır. Rodos’a yakın bir

adada oturan Herzel, sahilde batan gemiden kurtaran Sunguroğlu ve Guidi’yi bulur.

Onları evine götürür. Yahudi olan Herzel kurnaz ve paradan başka bir şeyi

düşünmeyen iğrenç bir insan olarak karşımıza çıkar. (s.84–86) Balıkçı Herzel’e göre

her hizmetin bir karşılığı olmalıdır. “Ben ise insanları dinlerine, ırklarına göre

ayırmam; sadece keselerine göre ayırırım! Kesesi şişkinse yardıma değer demektir,

kesesi boşsa bırak gebersin! Kendine hayrı dokunmayanın başka kim hayrı

dokunur?” (s.86)

Beyaz Kale romanında Venedikli, kaçtığı adada bir Rum balıkçının evinde

oturur: “Sabahları balıkçıyla birlikte denize açılıyor, akşamüstü dönüyordum. Bir ara

zıpkınla ıstakoz ve pavurya avına merak sardım.” (s.97)

16- Müteferrik Meslekler

Page 567: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

555

Selâhaddin Eyyûbî romanında süt satıcısı kadın karşımıza çıkar. İhtiyar kadın

Selâhaddin Eyyûbî’ye gelip bir askerin kendisinden aldığı sütün tam parasını

ödemedeğinden şikâyet eder. Selâhaddin Eyyûbî, askeri çağırır. Askere sütün

parasını ödemesini söyler. İhtiyar kadın parasını aldıktan sonra Selâhaddin

Eyyûbî’ye askere kızmasını da ekler.

Çalınan Hazine romanında Saltuk Bey, vergi memuru olarak karşımıza

çıkar. Saltuk Bey yardımcılarıyla birlikte Osmanlı kalelerinden vergi borçlarını

toplayıp Bursa’ya götürür. (s.19)

IV. Murad -1- ve IV. Murad -2- romanlarında Adli Usta, bakırcı olarak

karşımıza çıkar. Adli Usta, romanda bakırcılıkta kendi maharetini şu şekilde özetler:

“Ben bakırcı parçası değil, nâmı, şânı devlet-i âliyyede destan olmuş bir nakkaşım.

Bakırı yaprak gibi işlerim.” (s.288)

Söz konusu iki romanda da Mestan Ağa, kendi kahvesini işleten bir kahveci

olarak karşımıza çıkar.

IV. Murad -1- romanında Kâzım Ağa ise, berberdir. Aynı romanda da Muslu

Ağa’nin bir kilimci olarak çalıştığını öğreniriz. (s.239)

Beyaz Kale romanında Venedikli, Hoca’nın yanından kaçmak için bir

kayıkçıdan faydalanır. Kayıkçı, “güçlü kuvvetli bir adam değildi” diye tanıtılır.

(s.97)

Patrona romanında başkahramanlık rolünü yapan Patrona Halil’in,

İstanbul’da seyyar satıcı olarak çalıştığını öğreniriz: “Sermayesi ve sanatı

olmadığından, bu şehirde önceleri satıcılık (seyyar) eskicilik ve dellallık, gibi ayak

işleri yapıyordu. Sandwiçh’e göre, Patrona yüksük, düğme, dikiş iğnesi, iplik

türünden eşyayı doldurduğu sepetini boynuna asar ve akşama kadar İstanbul

sokaklarını dolaşırdı.” (s.14–15) Patrona’nın arkadaşlarından biri olan İsmail ise

turşucu olarak çalışır. Kendisine de Turşucu İsmail denir. (s.420) Ali Usta ise,

çalışkan bir kahveci olarak karşımıza çıkar. Ali Usta, kahvehanede yapılan

toplantıların sırasında Patrona’yı dinleyerek içecekleri verir. (s.42–47)

Page 568: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

556

Patrona ayaklanması çıkar çıkmaz Sultan Üçüncü Ahmet, isyancılara elçi

olarak Haseki Ağa216’yı gönderir. Bostancılardan oluşan bir heyetin başında gelen

Haseki Ağa, ihtilalcılarla anlaşarak onların isteklerini sultana aktarır. (s.532)

Civelek Osman romanında kâhya kadın karşımıza çıkar. Kâhya kadın, İzzet

Bey’in konağındaki harem tarafında çalışan kâhyadır.

Aynı romanda da Panayot Usta bir değirmencidir. Panayot Usta, köydeki

İzzet Bey’in değirmenini işleten ustadır. (s.20)

Romanda da yer alan Kirya Kostaki, köy öğretmeni olarak çalışır. Kirya

Kostaki, öğretmenlik yanında papaza yardım ederek Rumlara Hıristiyanlığı

öğretmeye çalışır. Padişaha Civelek Osman ile ilgili bir mektup gönderen odur. Kirya

Kostaki, aynı zamanda ressamlığı bilen bir adamdır. (s.122)

Hilal Görününce romanında karşımıza çıkan Odaman Mahmut ve Cebbar,

çoban olarak çalışırlar. (s.22, 340) Samuel Usta ise, bir kuyumcudur. Samuel Usta,

paraya hırslı bir kişidir. (s.159) İşinde çok mahir olarak karşımıza çıkan Samuel

Usta, el yapımlı müceveherlerle Giray’ı şarşırtır: “İhtiyar, gerdanlığı çarçabuk yerine

koydu. Bu defa, gövdesi zafir, kanatları altın bir güvercin iğne gösterdi. Güvercinin

etrafı elmaslı çiçek dallarıyla süslüydü. Kuşun arkasında, kolay kolay gözükmeyen

küçük bir yay vardı. Samuel iğneyi eline aldığında kuş, titremeye başladı. Sanki

kanat çırpıyordu, uçuverecekti.

- Şu çiçeklere yakından bak!

Giray eğildi. Dikkatle bakınca, çiçeklerin üzerinde küçücük, mineli

kelebekler, arılar gördü.

İhtiyarın yüzünde kibirli bir gülümseyiş belirmişti.

216 Haseki Ağası: Sarayda görevli silâhlı muhafızların başındaki amirdir. Başlarında iki karış külâh,arkalarında da kırmızı çuhadan dolama giyerlerdi. M. Orhan Bayrak, a.g.e., s.165

Page 569: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

557

— Dahası var, dedi. İnci ve mercandan yapılmış altın yapraklı üzüm

salkımları çıkarttı.” (s.57–58)

Romanda Şirin’in babası Feyzullah Ağa, bir ayakkabı dükkânına sahiptir.

Ayakkabıları yapan Feyzullah Ağa’nın, dükkânında oğlu Bahtlı ile çalıştığını

öğreniriz. (s.60)

İşyan Eşiği romanında karşımıza çıkan Esro, bomba ustasıdır: “Fındıkcığa,

bomba yapan bir usta gelmiş. Esro adında bir usta. Rusya’da iki sene kalıp bomba

yapmasını öğrenmiş. Fındıkcık’ta yapılan bombalar, öteki Ermeni köylerine

gönderiliyormuş.” (s.14) Esro Usta’nın, çıraklarıyla Ermenistan için gecelerini

gündüzlerine kattığını öğreniriz. (s.41) Kendi evini aramaya gelen Türk müfrezenin

geldiğini bilen Esro Usta, yaptığı bomba, dinamitler ve kullanılan aletleri evin

dehlizine indirmeye başlar. (s.44)

Aynı romanda da öğretmenlik mesleğini temsil edenler ise, Muallim Cemal

(s.79) ve Coğrafya muallimidir. (s.161) İki öğretmen, masonların yaptıklarıyla

bilgililer. İkisi uyanıklardır. Karşımıza çıkan iki öğretmen, İttihatçılar ve masonların

devletin yıkılışında işlerini halka aktarmaya çalışırlar. (s.100, 231) Karşı tarafta

Ermenilerden olan Avadik Muallim ortaya çıkar. “Avadik Muallim; aydın ve zengin

Malatyalı Ermenilerle Mıgırdıç’ın evinde, gizli toplantılar düzenliyordu.” (s.164)

Avadik Muallim’in Avrupa ve Amerika’daki Ermeniler’e savaşa katılmak için

mektupları gönderdiğini öğreniriz. Avadik Muallim, toplantıda bu mektupları

gösterir. (s.166–167)

İşyan Eşiği romanında karşımıza çıkan Sir Edmond ise, dönemin

siyasetçilerini temsil eder. Sir Edmond, İngiliz sefiri olarak Entelijans Servisi şefi

ile Osmanlı Devleti’nin genel durumu hakkında konuşur. Onlar siyasetçiler olarak

Osmanlı Devleti karşısında Batılı devletlerin politikalarını tartışırlar. Bu konuşmadan

Fransızların İttihatçıları beslediklerini öğreniriz. İngilizler ise, bu durumdan razı

değillerdir. (s.108–110)

Page 570: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

558

Dünya Durdukça romanında karşımıza çıkan Bora Bey, tanınmış bir

avukattır. Babası Kenan Güçlü’nün eskiden bir avukat olduğunu öğreniriz. (s.75, 90)

Zeynep ise hâkim olarak çalışır. Zeynep, mesleğini çok seven bir kadın olarak

karşımıza çıkar: “Dava dosyalarını evinde, geceleri büyük bir titizlikle okuyor,

eleştiriyordu. Çok çalışmasıyla mesleğinde yeni bir döneme girmişti.” (s.83)

Romanda rol alan Ayşe, millî mücadele sırasında gönüllü bir hemşire olarak

çalışır. (s.30)

Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu romanında Sefer Ağa, bir değirmenin

sahibi olarak karşımıza çıkar. Hekimoğlu İbrahim ise bu değirmende bekçi olarak iş

görür. (s.7–8)

Aynı romanda da yerli halktan karşımıza çıkan fırıncı, fırınında Hekimoğlu

ve arkadaşlarını yer verir. (s.66)

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında Neveser’in babası Alaman Ziya Bey,

“Rumeli Demiryolları Kumpanyası’nda enspektör” olarak çalışır. (s.182) Ziya Bey,

işinde çalışkan bir adam olarak karşımıza çıkar. İlk olarak bir süreye Almanya’da

çalışır. Selanik’e dönünce kumpanyanın onu muhasebe müdüriyetinde muavinliğe

görevlendirdiğini öğreniriz. Ziya Bey dürüstlük, temeyyüz ve çalışkanlığı yüzünden

enspektörlüğüe kadar yükselir. (s.181)

Vatan Dediler romanında Halil Ağa, bir hancı olarak karşımıza çıkar.

Düzenli orduya katılmak için gelen gönüllüler Afyonda Halil Ağa’nın hanına

gelirler. Handa hiçbir boş yer yoktur. Ama Halil Ağa, kiç kimseye hayır demez.

Üstelik “siz vatanı kurtarmaya geldiniz. Gönüllü asker oldunuz. Sizden para alınır

mı?” diyerek gönüllülerden para kabul etmez. (s.37) Afyon fırıncısı da,

gönüllülerden ekmek parasını almak istemez. (s.37) Romanda onlardan farklı

olmayan Yakup Efendi, bir zahireci olarak karşımıza çıkar. Yakup Efendi, ordunun

subayları tarafından çok güvenilen bir kişidir. Üstelik vatanın hizmetine elinden

geleni yapmaya çalışır. (s.28–29, 128) Teğmen Galip ise, bir öğretmendir. Ama

Page 571: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

559

öğretmenliği hiç yapmadığını öğreniriz. Teğmen Galip, okulu bitirir bitirmez orduya

alınarak savaşa katılır. (s.56)

Molla Mahmut, Akşehir’de Sadık Ağa ile tanışır. Sadık Ağa’nın bir tuzcu

olarak çalıştığını öğreniriz. Sadık Ağa’nın Akşehir’de bir dükkânı vardır. (s.117)

“Kır sakallı, yaşlı bir adamdı. Yüzünün çizgileri çoğalıverdi.” diye tanıtılan Mehmet

Ağa’nın bir çoban olarak çalıştığını öğreniriz: “Keçileri önüne kattı, dua ederek gitti.

Bozkır insanıydı, bozkırın bir parçasıydı.” (s.267)

Vatan Dediler romanında karşımıza çıkan Bekir Usta ise, tüfekçi ustası

olarak çalışır: “Ayağa kalkıp hepsinin elini sıktı. İri yarı, güçlü bir adamdı. Kocaman

elleri vardı.

— Ben tüfekçi ustasıyım.” (s.279)

Bekir Usta, romanda yan bir motifi gösterir. Bekir Usta etkileyici

konuşmasında işçilerden söz eder. Ona göre devleti kuran işçiler, ama zenginleşen

siyasetçilerdir. Yazar, sosyalizm fikirlerinin bu dönemde Türkiye’ye kadar

yayıldığına gösterir. Bekir Usta, yeni kurulacak devletten ümitlerini askerlere söyler:

“Yeni kurulacak devletin temelinde halkın kanı ve alın teri var. Duvarlarında ve

çatısında da bu olacak. Ama içinde başkaları oturmamalı, halkın kendisi oturmalı.

Öyle bir yapı kurulmalı.” (s.281)

Romanda yer alan Binbaşı Kadri Bey, süvari alayının komutanı olarak

karşımıza çıkar. “Babacan bir adam” (s.53) olan Binbaşı Kadri Bey, işine titizlik

davranır. Her şeyi yerli yerinde isteyen Binbaşı Kadri, bütün işleri kendisiyle takip

eder. Alayda heri şeyi yakından izler. (s.58–60)

Romanlarımızda yer alan meslekler, genel olarak işlenen dönemlere

uygundur. Tezimizde yer alan elli altı meslek içerisinde kişileri gösterdik.

Mesleklerine göre kahramanlar, görev ve mesleklerinde biteliklerinin üzerinde

durduk. Olumlu bir şekilde kullanan mesleğini kahramanlar karşımıza çıkmıştır.

Bunun bir örneği IV. Murad -1- ve -2- romanlarında karşımıza çıkan Şeyhülislâm

Yahya Efendi’dir. Yahya Efendi, memleketin genel durumunu düzeltmek için

Page 572: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

560

mesleğini olumlu bir şekilde kullanır. Karşı tarafta aynı romanda karşımıza çıkan

Recep Paşa, yeniçeri ağası görevini yaparken, mesleğini kötü niyetli kullanır. Recep

Paşa, sadrazam olmak için yeniçerileri kışkırtmaya çalışır. Üstelik birkaç kişiyi

öldürtür. Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında da karşımıza çıkan Abdi Bey,

meleğini sefahat için kötüye kullanır. Civelek Osman romanında da yer alan İzzet

Bey, Bandırma Voyvodası olarak görev yapar. İzzet Bey, görevi sayesinde

Bandırma’da itibarlı bir kişi olarak karşımıza çıkar. İzzet Bey Bandırma’da demir

yumruk ve falaka terbiyesini kullanmasına rağmen kötü niyeti yoktur. Ama

Bandırma’nın Hıristiyan ve Rumları içerdiği genel ahlakı bozmamak için bu siyaseti

uygular.

Romanlarda mesleklerini hakkıyla yerine getiren kahramanlar da vardır.

Bunların bir örneği IV. Murad -1- romanında karşımıza çıkan Demirci Ali Usta’dır.

Demirci Ali Usta, demircilik mesleğinde çok mahir olduğunu görürüz.

Devleti yöneten Padişahlar, ‘yönetici’ olarak ele aldığımız romanlarda üçe

ayrılmaktadırlar. Birinci grup kudretli, güçlü ve yöneticiliğin yeteneklerine sahiptir.

Bunların başında Osmancık romanında karşımıza çıkan Osman Gazi gelir. Osmanlı

Devleti’ni kuran Osman Gazi, meslek bakımından önderlik niteliğine sahip tam

yerinde bir padişahtir. İkinci grup ise, tam terstir. Onlar zayıf, iradesiz ve gafletli

padişahlardir. Bu grupu temsil eden IV. Mehmed (Avcı), Beyaz Kale romanında

padişahlıktan ziyade avcılığa önem veren sefih bir padişah olarak karşımıza çıkar.

Üçüncü grup tartışmalıdır. Bu grup Son Kavşak romanında gördüğümüz Sultan II.

Abdülhamid’de buluruz. Yazar-anlatıcılara göre bu gibi padişahlar zor bir durumda

gelirler. Ama başka zamanda gelirlerse daha iyi bir yöneticiler olarak çıkacaklardı.

Aynı gruptan çıkan IV. Murad da gelir. Ama Sultan IV. Murad kısa bir süre içinde

memleketin genel durumları düzletmeye başarır. IV. Murad -1- ve -2- romanlarında

karşımıza çıkan IV. Murad, bu yaptıklarıyla kendini güçlü bir padişah olarak ispat

etmiştir.

Page 573: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

561

F) Sosyal Durum ve Konumlarına Göre Kahramanlar

Bu bölümde incelediğimiz tarihî romanlarda şahıs kadrosunu, sosyal

konumlarına göre göstermeye çalışacağız. İncelenen şahıslar; liderler, yüksek mevki

sahipleri, askerler, soylu ailelere mensuplar, halk tabakası gibi birkaç başlık altında

toplayacağız.

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında Sultan Alp Arslan, Anadolu Seçuklu

Devleti’nin hâkimidir. Sultan Alp Arslan, yetenekli bir savaşçıdır. Emir Afşin,

Sultan Alp Arslan’ın en yakın kumandanlarından biridir. O da sultana sadıktır.

Romanın başkahramanı olan Aksungur’un, zengin bir aileden olduğu anlaşılır.

Aksungur, gençleştikten sonra Alp Arslan’ın ordusuna katılır. Halit Ağa, yetenekli

bir akıncı olarak karşımıza çıkar. Romen Diyojen ise, Bizans imparatorudur.

Malazgirt’ta yenilen imparator, tahtından indirilir.

Selâhaddin Eyyûbî romanında başkahraman olan Selâhaddin Eyyûbî,

Necmettin Eyyûb’un oğlu ve Eyyûbîler Devleti’nin kurucusudur. Necmettin Eyyûb

ise, Selâhaddin Eyyûbî’nin babası ve Baalbek valisidir. Selâhaddin Eyyûbî’nin

kardeşleri olan Turan Şah ve Emir Adil, Necmettin Eyyûb’un oğulları ve

Selâhaddin’in ordusunda komutanlardır. Romanda Kral Amuray, Kudüs’ün ilk kralı

olarak karşımıza çıkar. Çok geçmeden yerini Kral Budin alır. Kral Budin sözünde

durmayan biridir. O, Trablusşam Kontu Röno dö Şatiyö ile anlaşarak Selâhaddin’in

karşısına çıkarlar. Kral Budin öldükten sonra yerine Kral Gui dö Lusignan gelir.

Kral Gui, Avrupa krallarını Selâhaddin’e karşı kışkırtır. Haçlı ordusunda Aslan

Yürekli Rişar, İnglizi kralı olarak ortya çıkar. Romanda Filip Ogüst, Fransız

kralıdır. Fredrik Barbarossa ise, Alman imparatorudur.

Osmancık romanında Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Gazi, Kayı

Boyunun Beği Ertuğrul Beğ’in küçük oğludur. Osman Gazi, Ertuğrul Gazi’nin

hayatında beğliğe seçilir. Osman Gazi, yetenekli bir hân olarak Osmanlı Devleti’ni

kurmaya başlar. Zaman gittikçe de itibarı artar. Dündar Gazi, Ertuğrul Gazi’nin

küçük kardeşidir. Dündar Beğ, çok muhteris ve beğliği kendisine ister. Savcı Beğ,

Osman Gazi’nin küçük ağabeyi ve Ertuğrul Gazi’nin oğludur. Gündüz Beğ ise

Page 574: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

562

Osman Gazi’nin büyük ağabeyidir. Savcı Beğ ve Gündüz Beğ, Osman Gazi’ye

sadıklardır. Mihail Kosses, Harmankaya’nın hâkiminin oğludur. Mihail Kosses,

Osman Gazi’nin bir dostudur. Mihail Kosses, İslâmiyete girerek Abdullah adını alır.

Mihail Kosses, Osman Gazi’ye çok sadık bir insandır. Abdurrahman Gazi, Konur

Alp, Sungur, Karamürsel ve Akça Koca, Osman Gazi’nin yoldaşları ve en yakın

arkadaşlarıdır. Her biri birçok kalenin alınmasında kumandanlık yapmıştır. Üstelik

onlar roman boyunca Osman Gazi’nin güvendiği kişilerdir. Her biri de cesur ve

Osman Gazi’ye çok sadıktır. Şeyh Ede Balı, bütün Anadolu’da şöhret kazanan ve

saygılı bir kişidir. Üstelik Ertuğrul Gazi tarafından çok saygı duyulur. Ede Balı’nın

kızı Malhun Hatun ise, Osman Gazi’nin eşi ve Orhan Gazi’nin annesidir. Roman

boyunca kocası Osman Gazi’ye sadıktır. Osman Gazi’nin büyük oğlu Orhan,

savaşçı olarak yetiştirilir. Romanın sonlarında Orhan Gazi, devleti idare etmeye

başlar. Bursa’yı fetheden odur. Yarhisar tekfuru Dukas’ın kızı Holofira ise,

İslâmiyete girerek Orhan Gazi ile evlenir. Holofira, Murat’ın annesidir.

Kaybolan Elçiler romanında Sunguroğlu, İbrahim ve Köse Yusuf, şöhret

kazanan akıncılardır. Sunguroğlu, doğrudan Orhan Gazi’den emirleri alır. Yalova

Rum Beyi Nikolas, ihtiyar ve birçok şeyden habersizdir. Yalova’nın idaresi ise,

Nikolas’ın yeğeni ve silahşörlerin kumandanı Aryanos’un elindedir. Yakos Dede

fakir bir ihtiyardır. Yakos Dede’nin ailesi, on yaşında çocuk (Rudos) ve birisi yaşlı,

ikisi genç üç kadından oluşmaktadır. Kadınların birisi çocuğun annesi ve öldürülmüş

olan Yakos Dede’nin oğlunun karısıdır. Yaşlı kadın ise Yakos’un karısıdır.

Kara Şövalye romanında İzmit Beyi Kalo Yani, korkak ve yeteneksiz bir

kumandan olarak karşımıza çıkar. İzmit’i gerçek hâkimi ise, Kalo Yani’nin

kızkardeşi Prenses Mari Paleolog’dur. Prenses Mari kuyu bir Hıristiyandır. Bu

sebeple çete kurarak Hıristiyanlığa ihanet edenlerden intikam alır.

Tuzak romanındaki kahramanların büyük bir kısmı Bizanslı bir çetenin

kişileridir. Kahramanların sosyal durumlarına pek bilgi verilmez. Yalnız

Sunguroğlu’nun çocukken babasını kaybettiğini, Akça Dede ve Nine tarafından

büyütülüp yetiştirildiğini öğreniriz.

Page 575: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

563

Baskın romanında Münir Gazi, Sunguroğlu’nun eskiden bir arkadaşıdır.

Birlikte senelerce yan yana çarpışmışlardır. İznik Beyi, birçok şeyden habersizdir.

Yahudi asıllı Hüssam, İznik Beyini aldatarak İznik’in adaresini eline alır. Hüssam’ın

asıl amacı Orhan Gazi’yı öldürmektir.

Çalınan Hazine Sunguroğlu’nun eski arkadaşı olan Saltuk Bey, Orhan

Gazi’ye çok sadıktır. Saltuk Bey, kalelerden vergileri toplar. Tekin Alp ve Ali Can

ise Saltuk Alp’ın yardımcılarıdır. Şövalye Metiyüs, Kont Malper’in yeğenidir.

Kaçırılan Prenses romanında eski kumandan olan Lagan Mişöp, Müslüman

olduktan sonra adını Mustafa Ali’ye değiştirir. Mustafa Ali karısı olan Hatice Hanım

ile beraber yaşar. Oturduğu konağın görünüşü haraptır. İmparator ile arası iyi

olmadığı için çok sıkıntı yaşamıştır. Romanda V. Yannis, Bizans imparatorudur,

kızını bulmak için her şeyi yapmaya hazırdır.

Gemide İsyan romanında Çimpe Beyi, ihtiyardır. Eskiden bir akıncıdır.

Denizci olan Kaptan Guidi, Venediklidir. Kaptan Guidi, İslâmiyete girerek

Sunguroğlu’na yardım eder.

Yıldırım Bayezid romanında Yıldırım Bayezid, romanın başlarında şehzade

olarak karşımıza çıkar. Sultan Murad öldürüldükten sonra tahta çıkan Yıldırım

Bayezid’in ilk yaptığı iş, kardeşi Yakup Çelebi’yi öldürtmektir. Yıldırım Bayezid,

Devlet Hatun ile evlidir. Sırp kralının kızı Olivera, Yıldırım Bayezid’in ikinci

eşidir. İstefan, Sırp kralı ve Olivera’nın kardeşidir. İstefan, Yıldırım Bayezid’e

sadıktır. Sadrazam Çandarlı Ali Paşa, Yıldırım Bayezid’den korkar. Üstelik

kendisini düşünür. Bu sebeple Ankara Meydan Savaşı’nda padişahı terk eder. Doğan

Bey, Niğbolu Kalesinin komutanı olarak karşımıza çıkar. Cesur ve atak olan Doğan

Bey, padişaha sadıktır. Sigismond, Macar kralıdır. Sigismond, Avrupa krallarını

Yıldırım Bayezid’in karşısında kışkırtmaya çalışır. Fransız Kralı Şarl mağrurdur.

Kendisini dünyanın en güçlü şövalyesi olarak görür. Romanda V. Yannis, Bizans

imparatorudur. V. Yannis öldükten sonra yerine oğlu Manuel gelerek imparator olur.

Timur Leng ise, kana susanmış bir hakandır.

Page 576: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

564

Binatlı romanında kahramanlar, Krallar, ordu kumandanları ve savaşçılardır.

Sultan Yıldırım Bayezid, Osmanlı Devleti’nin padişahıdır. Niğbolu Kalesinin

komutanı olan Doğan Bey, padişaha sadıktır. Karşı tarafta Haçlı kumandanları

birbirini küçümserler. Fransız kralını temsil eden Nevres Kontu Jean ve Alman

kumandanı birbirini sevmezler. (s.22) İkisi de, Eflak Voyvodası Mirçe’yi

küçümserler. (s.24)

Topal Kasırga romanında kahramanlar genelde şehrin büyükleri ve yüksek

mevkie sahip insanlardır. Sivas Kalesini idare eden Şehzade Süleyman Çelebi,

Yıldırım Bayezid’in oğludur. Şehzade Süleyman Çelebi, Timur tehlikesini duyar

duymaz şehri terk eder. Malkoç Mustafa Bey, Sivas’ı yönetmeye başlar.

Malkoçoğulları atası olan Malkoç Bey, cesur ve atak bir akıncıdır.

İlk Hançer romanında Kazan’ı yöneten Sefa Giray Han’dır. Sefa Giray Han,

Kazan’ın Rusların eline düşmemesi için elinden geleni yapar. İlk olarak Rusya’ya

karşısında Türklere birleşme çağrılarda bulunur, sonra da tek başına savaşır.

Öldükten sonra yerini karısı olan Süyün Biyke Hatun alır. O da müdafaadan

yanadır. Rus Çarı İvan, kana susanmış ve Müslümanlara düşmandır. Yüzbaşı Alp

ise, Kazan’a çok sadıktır. Yüzbaşı Alp, Sefa Giray’in en iyi komutanlarından biridir.

IV. Murad–I- romanında Dördüncü Murad, Osmanlı padişahıdır. IV.

Murad’ın yaş itibarıyla küçük olduğu için devleti idare eden Kösem Sultan’dır. IV.

Murad, Valide Sultan ilişkisinde bir iç savaşı yaşar. Padişah hem annesini sever, hem

de annesinin devlet işlerinden uzak kalmasını ister. Sonunda padişah, doğruca Valide

Sultan’a devlet işlerinden uzak kalmasını söyler. (a.101–102) Dördüncü Murad’ın en

çok güvendiği kişilerden biri sadrazam Hafız Ahmet Paşa’dır. Hafız Ahmet Paşa,

Topal Recep Paşa tarafından öldürtülür. Yeniçerilerin kışkırtmasıyla sadarete geçen

Recep Paşa, çok geçmeden padişah tarafından öldürtülür. Yeniçerler kethüdası

Bayram Ağa, padişaha çok sadıktır. Bu yüzden padişah, gizli toplantılarını Bayram

Ağa’nın konağında yapar. Cesur bir savaşçı olarak karşımıza çıkan Molla Doğan,

padişahın güvendiği kişilerdendir. Bu yüzden Molla Doğan, padişahın yanından

ayrılmayarak her zaman düzenlenen gizli toplantılarda yer alır. Hasan Halife,

Page 577: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

565

Dördüncü Murad’ın en sevdiği kişidir. o padişahın çocukluk arkadaşıdır.

Şeyhülislâm Yahya Efendi ise, saygılı bir din adamıdır.

Romanda halkı temsil edenler esnaftır. Onlardan Eskişehir’de yaşayan

Demirci Ali Usta, evli ve iki çocuğu vardır. Üstelik kör annesiyle birlikte yaşar. Kör

Ali tarafından istenilen altınları veremeyen Ali Usta ailesine çok endişelidir: “Evine

gitti. Kör bir anası, bir karısı ve iki oğlu vardır. Eve girdiğinde oğulları yolunu

kestiler. Her zamanki gibi sarılamadı onlara. Ağlamaktan korkuyordu.” (s.128) Adli

Usta, Berbar Kâzım ve Mestan Ağa, romanda İstanbul’un esnaflarındandır. Adli

Usta, bakırcıdır. Arnavut Mestan Ağa ise kahvecedir. Romanda Mestan Ağa’nın

kahvesi, halkın nabzını temsil eden yerdir. Orada adlı geçen üç arkadaş Molla Doğan

ile birlikte oturup devletin durumunu konuşurlar. Onlardan da Bakırcı Adli Usta,

halkın temsilcisi olarak padişahın gizli toplantılarına davet edilir.

IV. Murad–II- romanında Bağdat seferine çıkan Sultan Dördüncü Murad,

yetenekli ve güçlü bir padişah olarak karşımıza çıkar. Sofi Hoca, eskiden Osmanlı

ordusunda bir savaşçıdır. Ama ihtiyar olduğu için bir köyde imamlık yaparak kalır.

Sofi Hoca, bir seferinde kimsesiz bulduğu bir savaşçı olarak Osman’ı yetiştirmeye

çalışır. Musa Bey’in oğlu Osman, şöhret kazanan bir savaşçı olur ve Osmanlı

ordusuna katılır. Bektaş Han, Bağdad’ı idare eden hükümdardır. O da İran şahına

bağlıdır. Bektaş Han’ın karısı ise, Lori Hüseyin Hanın kızıdır. O da mağrurdur. Şah

Safi, İranın şahıdır. O şaraba düşkün ve korkaktır. Musa Bey, Osmanlı ordusunun

akıncılarından biridir. Sona kadar devlete ve padişaha sadıktır. Musa Bey, Osman’ın

babasıdır. Yaman Kâzım, Musa Bey’in oğlu ve Osman’ın bir başka anneden

kardeşidir. Padişaha çok yakın olan Molla Doğan, yiğit bir silahşördür. Padişah ile

birlikte Bağdat seferine çıkan Bayram Paşa, sadrazamdır. Padişaha çok sadıktır. Ama

çok geçmeden ölür yerini Tayyar Mehmet Paşa alır. Tayyar Mehmet Paşa, birkaç

kuleyi ele geçirdikten sonra şehit düşer. Yerine sadrazam yapılan Kemankeş

Mustafa Paşa, selefi gibi gayret eder. Şeyhülislâm Yahya Efendi, roman boyunca

padişahın yanındadır. Halkın şikâyetlerine önem veren bir din adamıdır. Üstelik

seksen yaşına giren Yahya Efendi, Bağdat seferinde cesur ve atak bir savaşçı olarak

Page 578: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

566

karşımıza çıkar. Yahya Efendi savaş sırasında padişahın yanında ön safkarda yerini

alıp bir akıncı gibi dövüşür.

Beyaz Kale romanında Dördüncü Mehmet (Avcı) Osmanlı padişahıdır.

Sultan IV. Mehmet, çevredeki insanların etkisinde kalan bir padişahtır. Türkler

tarafından esir alınan Venedikli bilim adamı, birçok ilimden bilgileri vardır. Hoca

ise Venediklinin bilgilerinden faydalanmaya çalışır. Sadık Paşa, Hoca’den farklı

değildir. O da kendi çıkarlarına göre diğerlerden faydalanmaya çalışır.

Patrona romanında sosyal durumlarını gösterilen kişi yoktur. Ama buna

rağmen İstanbul’un genel sosyal durumula bilgiler verilir. Romanda İstanbul, ikiye

ayrılır. Birincisi yoksul ve fakirlerin İstanbul’u, diğeri de zenginlerin İstanbul’udur.

Birinci bölümde gecekondularda yaşayan yemeklerini bile bulamayan yoksul

insanlar yaşar. Karşı tarafta zenginlerin İstanbu’unda saray, köşk ve eğlence

yerlerinin bulunduğunu öğreniriz. Romanda her bu iki bölümeye ait kişiler da vardır.

İstanbul’un birinci kısmının insanlarını temsil eden, seyyar satıcılık yapan Patrona

Halil’dir. İstanbul’un ikinci bölümünü temsil edenler ise, Osmanlı padişahı Üçüncü

Sultan Ahmet ve sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’dır. Tahta çıkan

Sultan I. Mahmut, davletin işlerini eline toplamak için Patrona Halil ve

arkadaşlarını öldürtür. Şair İbadî, bir halk şairidir. Saz ile şiirlerini söyleyen İbadî,

halkın nabzını temsil eder.

Civelek Osman romanında Rum kızı olan Despino, kendisine seven bir baba

ile Hıristiyanlığa mütaasıp bir anne tarafından yetişitirilir. Değirmenci Panayot

Usta’nın kızı Despino, zengin bir aileden olan Gavril ile nişanlıdır. Civelek Osman,

yeniçerilerden Habib Odabaşı’nın oğludur. Yeniçeri ocağının kaldırılmasında kaçar.

İzzet Bey, Bandırma Beyi ve herkes tarafından saygı duyulan biridir. Değirmenci

Panayot Usta, İzzet Beyin değirmenini işleten ustadır. İzzet Beye çok sadıktır.

Hıristiyan olmasına rağmen Müslümanları sever. Panayot Usta’nın karısı Sultana

ise, koyu Hıristiyandır. Ne Türkleri ne de Müslümanları sever. Ali Efe, kimsesizdir.

Ama herkes tarafından sevilen biridir.

Page 579: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

567

Hilal Görününce romanında karşımıza çıkan kahramanlar, Kırım Türklerini

temsil ederler. Romanda yer alan kahramanlar, birbirlerini yardım ederler. Onların

sosyal açıdan başlıca özeliği, toplum içinda dayanışma ve yardımlaşma ruhudur.

Romanın başkahramanı Nizam Dede, Eski Yurt’ta yaşayan bir ihtiyardır. Nizam

Dede’nın oğlu Giray, Feyzullah Ağa’nın kızı Şirin ile evlidir. Şirin, Kırım’ın en

güzel kızlarından biridir. Feyzullah Ağa, Bahçesaray’da bir ayakkabı dükkânı

vardır. Orada Cafer ve Bahtlı Bey olan oğullarıyla çalışır. Nizam Dede, kendi

acılarını yaşayan ve dünyaya pek önem vermeyen yeğeni Arslan Bey’e yardım

etmeye çalışır. Arslan Bey aslında yaman bir güreşçidir, ama eşi öldükten sonra bu

duruma gelir. Arslan Bey, Giray öldükten sonra Şirin ile evlenir. Hamza Batur,

Çoban Mahmut’un oğludur. Hamza Batur, Nizam Dede’nin yanında çalışır. Nizam

Dede’nın kızı Aybike, Şahbaz Bey ile evlidir. Şahbaz Bey, sürekli olarak İgor

Gregoroviç ile kavga eder. İgor Gregoroviç ise, bir Rus zenginidir. Akmescit’te

epey çok arazisi ve bağları vardır.

Kırım Türkleri arasındaki dayanışma ve dertleşmeyi gösteren en önemli

husus, teferrüç günüdür. Bu günde Kırım Türkleri bir araya toplanıp kurbanları

keserler. Fakirleri doyururlar. Bu sıralarda da yetim çocuklar unutulmaz. (s.85)

Dağlı romanında Şeyh Şamil hem din adamı hem de mücahit olarak

karşımıza çıkar. Toy Cafer, genç bir savaşçıdır. Vatan hizmetine annesini terk eden

Toy Cafer, Şamil ordusuna katılır. Rus ordusunda Çavuş Mihalov, Nikola’nın

babasıdır. Nikola, Rus ordusunda genç ve tecrübesiz bir askerdir. Bu yüzden Çavuş

Mihalov, hep oğlu Nikola’yla ilgilenir.

İsyan Eşiği romanında Yusuf, Musa ve çocukluk arkadaşı Osman ile birlikte

Türk müfrezesinde yer alırlar. Yoldayken Osman, Ermeniler tarafından amansızca

öldürülür. Yusuf, Osman’ın öldürülmesinde kendini suçlu olarak sayar. Bu yüzden

köye dönen Yusuf, Osman’ın oğlu Hasan ile kendi öz oğlu gibi ilgilenir: “Oğluna ne

yaptıysa Hasan’a da aynı giysileri aldı.” (s.76) Şehit düşen Osman’ın annesi Hatçe

Kadın’ın köy içinde saygısı daha da artar. Diğer kadınlar bile kendisine kıskanmaya

başlar. Hatçe Kadın’a kıskananlar arasında Yusuf’un annesidir. Hamdi, Osman’ın

kardeşi ve Yusuf’un arkadaşıdır. Fadime ise, Hasan’ın annesi ve Osman’ın karısıdır.

Page 580: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

568

Kocasının öldürülmesine çok üzülür. Ermeni Bakırcı Mıgırdıç, köyün en zengin

adamıdır. Evini komitecilere açar. Fıratoğlu, zengindir ve Mıgırdıç ile işbirliği

yapar. Fıratoğlu, Mıgırdıç’ın zenginliğinden, Mıgırdıç da Fıratoğlu’nun güç ve

adamlarından faydalanır. Fuat Bey, İttihatçılardan bir mülazimdir. Sonra zaptiye

kolağası olur. Fuat Bey, sadece kendini düşünen bir insandır. Bu yüzden Fuat Bey,

köylülerin gözünde dinin ve devletin düşmanıdır. Romanda öğretmenlik mesliğini

temsil eden üç kişi vardır. İkisi Türk olan Coğrafya muallimi ve Muallim

Cemal’dir. Üçüncüsü ise Ermeni olan Avadik Muallim’dir. Türk muallimleri, halk

tarafından saygılı kişilerdir. İkisi çeşitli konularda köylüleri aydınlatmaya çalışırlar.

Avadik Muallim ise, Avrupa’da yaşayan Ermenilere mektuplar yazıp Ermenistan

Cumhuriyeti’ni kurmak için yardım ister.

Son Kavşak romanında Ferit ve Ercan, fakir gençlerdir. İki genç

ümitsizlerdir. Bu yüzden bir kuyumcu dükkânını soymaya karar verirler. Hacı Ömer

ise, İstanbul’a yerleşen bir tüccardır. Hacı Ömer, kızı Hicret ve karısı ile birlikte

yaşar. II. Addülhamid, tecrübeli ama aciz bir Osmanlı padişahı olarak karşımıza

çıkar. Harbiye Nazırı olan Enver Paşa, kendini düşünen bir insandır. Üstelik

tecrübesizdir. Tecrübesizliği yüzünden Osmanlı Devleti’ni lüzümsüz bir savaşa

sokar. Talat Paşa ise, Dâhiliye Nazırı sonra sadrazam olarak karşımıza çıkar. O da

kendini devletin çıkarından daha çok düşünen bir insandır.

Dünya Durdukça romanında, iki kahraman sosyal hayatından bilgi

edinebiliriz. Birincisi Mustafa Kemal Atatürk, ikincisi ise Zeynep’tir. Mustafa

Kemal Atatürk, kendisini çok seven bir babanın oğludur. Ama henüz küçük yaşta

olan Mustafa’nın babası ölür. Bu sıralarda küçük Mustafa, bir süre annesi ve kız

kardeşiyle birlikte dayısının yanında yaşar. Sonra öğrenimini sürdürebilmek için

Selanik’te teyzesinin yanında gönderilir. Mustafa Kemâl, bu şekilde hayatının ilk on-

on iki yılını geçirir. (s.7–10)

Ömer Cevat’ın kızı Zeynep ise, küçük yaştan itibaren yetim bir kız olarak

karşımıza çıkar. Hemşire Ayşe, bir süre Zeynep’e bakar. Çocukları olmayan

Zeynep’in amcası ve yeğeni, öz kızları gibi Zeynep’i severler. Eğitimine çok önem

Page 581: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

569

verirler. (s.48–50) Zeynep, Bora Bey ile evlenir. Bora Bey, tanınmış bir avukattır.

Babası Kenan Güçlü da hukukçudur.

Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu romanında başkahramanlık oynayan

Hekimoğlu, fakir bir ailedendir. İhtiyar annesiyle yaşar. Hekimoğlu, Gürcü Sefer

Ağa’nın değirmeninde bir bekçi olarak çalışır. Hekimoğlu’nun en yakın arkadaşı

olan Gedik Halil, Hekimoğlu’ndan farksız değildir. O da Çok fakirdir. Fadime,

Sefer Ağa’nın kızıdır. Fadime ile Hekimoğlu arasında bir yakınlaşma başlar. Bu

Yüzden Fadime’nin nişanlısı Seyyid, Hekimoğlu’yu öldürtmek ister. Seyyid, çok

zengin bir Gürcü ailenin oğludur. Gürcüler, Hekimoğlu İbrahim’i öldürtmek için

Hulusi Ağa’yı görevlendirirler. Hulusi Ağa, itibarlı ve saygılı bir köyün ağasıdır.

Daydan Arslan ise, Hulusi Ağa’nın öldürülmesinin ardından Hekimoğlu İbrahim’in

peşine gider. Daydan Arslan, genç ve güçlü bir Gürcü’dür.

Ermeni Zulmü romanı, belgesel roman olduğu için yazarın anlatısına dayanır.

Bu yüzden kahramanlarla ilgili pek bilgiler verilmez. Üstelik kahramanların sayısı

azdır. Romanda Kaya Emi, ihtiyar bir köylüdür. Köyden çıkmak istemeyen Kaya

Emi, Pusat ve Yaser olmak üzere iki oğlu vardır. Romanda askerî kadroyu temsil

eden Kâzım Karabiber’dir. Türk ordusunda üst rütbeli Kâzım Karabiber, Erzurum

ve Erzincan’de kurtuluş kahramanı olarak karşımıza çıkar.

Karasu romanında kahramanlar Diyap Ağa ve Mustafa ağa, Atatürk’ün

adamlarından ve milletvekillerdir. İkisi saygı duyulan kişilerdir. Üstelik zenginlerdir.

Romanda komitecileri temsil edenlerden Vahan, vahşî bir Ermeni olarak karşımıza

çıkar. Arkadaşı Nazar, Vahan’dan farklı değildir. O da kana susanmış bir insandır.

İdris Hoca ise, köyün derin hocasıdır. İdris Hoca romanda din adamlarını temsil

eder. Köylüler tarafından saygılı biridir.

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında kahramanlar, çoğunlukla Selanik’in

saygılı ve zengin ailelerindendir. Halıcızade ‘Köse’ İsmail Bey, Selanik’in en

zenginlerinden biridir. İsmail Bey’in oğlu Abdi Bey, şehvetine düşkün bir insandır.

Selanik’te Yahudi komşularından biri olan Rosa ile ilişkide bulunur. Rosa, Abdi

Bey’den farklı değildir. O da şehvetine düşkün bir kadındır. Rosa evlendikten sonra

Page 582: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

570

Abdi Bey ile ilişkisini de sürdürür. İsmail Bey oğlunu bu ilişkiden korumak için

Abdi Bey’i yüksek tahsilini bitirmeye Fransa’ya gönderir. Abdi Bey, memlekete

döner dönmez Neveser ile evlendirilir. Neveser, Alaman Ziya Bey’in kızıdır.

Neveser, duyarlı bir kızdır. Alaman Ziya Bey, cömert bir insan olarak karşımıza

çıkar. Üstelik çocuklarına Almanya’dan özel bir mürebiyyeyi getirir. Ahmet Ziya ise

Alaman Ziya’nun oğlu ve Neveser’in küçük kardeşidir. Münif Sabri, Ahmet

Ziya’nın çocukluk arkadaşıdır. Münif Sabri, Anadolu’da süren Millî Mücadale’ye

İstanbul’dan istihbarat yapar. Neveser de eşi Abdi Bey’in duyarsızlığı karşısında

Münif Sabri’ye yönelir. Sonunda Neveser, Münif Sabri ile bir ilişki kurar. (s.323)

Kurtuluş Savaşı’nı anlatan Vatan Dediler romanında şahıslar kadrosunun

büyük bir kısmı, askerlerdir. Molla Mahmut, Haceli, Kâzım, Çopur Hamdi ve

Aşır olan Tacımlı beş atlı, düzenli orduya katılırlar. Molla Mahmut tecrübeli bir

asker olarak karşımıza çıkar. Haceli, bütün savaşlarda Molla Mahmut’un yanındadır.

Kâzım ise şehit düşer. Aşır ile Çopur Hamdi, savaşta yaralanırlar. Üçüncü bölüğün

komutanı yedek Teğmen Galip, Molla Mahmut’un askerî alanda tecrübeliğini

beğenir. Teğmen Galip, bir savaşta şehit düşer ve yerine Teğmen Ali İhsan gelir.

Alay genel komutanı Binbaşı Kadri Bey ise, işine titizlik gösterir. Her şeyi yerli

yerinde ister. Cephe komutanı olan Miralay İsmet Bey, zaferden emindir. Bu

yüzden askerlere ümit verir.

Savaşa katılan gönüllü askerler, zor koşullar altında savaşırlar. Askerlerin

ekserisi eksik elbise ve aç olarak savaşır. Bunun karşısında köylüler askerleri

bırakmaz. Köülülerden olan Zeynel Ali, kendi evinde askerleri davet eder. Onlara

sıcak yemekleri verir. (s.216) Çoban olarak çalışan Mehmet Ağa, askerlere bir

keçiyi vermek ister. (s.266) İnönü Savaşı’ndan sonra halk çok sevinir, askerlere

yemekler gönderir. (s. 224) Karşı tarafta zengin köylülerden biri olan Hacı Nuri,

evine Yunan asker ve subaylarını davet eder. Ayşe kadın, Molla Mahmut’un

annesidir. İhtiyar kadın köyde ailesiz yaşar. Komşulardan olan Nazife gelin, Ayşe

Kadın ile ilgilenir.

Kırım (Türk’ün Dramı) romanında Hasan Efendi, Ruslar tarafından

sürgündür. Hasan Efendi’nin oğlu Alparslan, cesur bir gençtir. Rus askerlerina karşı

Page 583: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

571

duran Alparslan, amcasının kızı Sultan ile evlidir. Sultan, Süleyman Bey ile Hacer

Hanım’ın kızıdır. Müller, Kırım’da Alman binbaşıdır. Binbaşı Müller, yakalanan

Rus cesusu yerine Alparslan’ı Rusya’ya gönderir.

Yukarıda incelediğimiz şahıslar, sonuç olarak birkaç şu başlık altında

sıralamaya çalıştık: Lider (kabile reisi, han, hakan, sultan, padişah, imparator),

sadrazam-vezir, eyalet yöneticileri, komutanlar, akıncılar, askerler, ulema, esnaf ve

halktır. Her başlığın mensuplarının özeliklerini gösterdik.

G) Milliyetlerine Göre Kahramanlar

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında kırk beş kişi bulunur. Bunların on yedisi

Türk, on ikisi Bizanslı, yedisi Arap, beşi Rum, üçü Fars ve birisi Zenci’dir.

Selâhaddin Eyyûbî romanında kırk iki kişi bulunmaktadır. Bunlardan yirmi

beşi Türk, ikisi İngiliz, biri Alman, biri Fransız ve milliyetlerini tespit etmediğimiz

on üçü Avrupalıdır.

Osmancık romanında altımış dokuz kahraman bulunmaktadır. Bunların elli

dördü Türk ve on beşi Rum’dur.

Kara Şövalye romanında on sekiz kahraman bulunur. Bunların on biri

Bizanslı ve yedisi Türk’tür.

Tuzak romanında yirmi yedi kişi vardır. Bunlardan on üçü Bizanslı, on biri

Türk, ikisi Moğol, biri Yahudi’dir.

Baskın romanında on sekiz kahraman bulunur. Bunlardan on ikisi Türk, dördü

Bizanslı, biri Yahudi ve biri Venedikli’dir.

Çalınan Hazine romanında on sekiz kahraman bulunur. Bunlardan onu Türk,

altısı Bizanslı, biri İspanyalı ve biri Rum’dur.

Kaçırılan Prenses romanında yer alan yirmi beş kişi söz konusudur. Onlardan

yirmi biri Bizanslı, üçü Türk, biri Yahudi’dir.

Page 584: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

572

Gemide İsyan romanında yirmi sekiz kahraman bulunur. Bunların on sekizi

Bizanslı, altısı Türk, biri Yahudi, biri İrlandalı (Avrupalı), biri İngiliz ve biri

Venedikli’dir.

Yıldırım Bayezid romanında elli bir kahraman bulunur. Bunlardan yirmi

dördü Türk, on biri Bizanslı, beşi Moğol, biri Arap, biri Macer ve biri Bulgar’dir.

Binatlı romanında on beş kahraman bulunur. Bunların yedisi Türk, dördü

Fransız, biri İngiliz, biri Macar, biri Alman ve biri Avrupalı (Eflak’tan)dır.

Topal Kasırga romanında yirmi dokuz kişi yer almaktadır. Bunlardan yirmi

beşi Türk, dördü Moğol’dur.

İlk Hançer romanında kırk kişi bulunmaktadır. Bunlardan yirmi dördü Türk,

on dördü Rus, biri Alman, biri İskoçyalı’dır.

IV. Murad–1- romanında seksen kahraman bulunur. Bunların yetmiş dokuzu

Türk, biri de İranlıdır.

IV. Murad–2- romanında ise, seksen sekiz kahraman bulunur. Bunların

yetmiş üçü Türk, on ikisi Fars, ikisi Arap ve biri Hint’tir.

Beyaz Kale romanında on kişi bulunur. Bunların sekizi Türk, biri Venedikli

ve biri Rum’dur.

Patrona romanında kırk beş kişi bulunur. Romanın kahramanları Türk’tür.

Civelek Osman romanında kırk kişi bulunur. Bunların yirmi sekizi Türk, on

biri Rum ve biri Ermeni’dir.

Hilal Görününce romanında elli üç kahraman bulunur. Bunlardan otuz

dokuzu Türk ve on dördü Rus’tur.

Dağlı romanında otuz altı kişi bulunmaktadır. Bunlardan on beşi Türk, yirmi

biri Rus’tur.

Page 585: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

573

İsyan Eşiği romanında söz konusu yetmiş iki kişidir. Bunlardan elli ikisi

Türk, on ikisi Ermeni, ikisi İngiliz, ikisi Yahudi, biri Rus, ikisi Rum’dur.

Son Kavşak romanı, yirmi yedi kahramandan oluşur. Karşımıza çıkan

kahramanlar Türk’tür.

Dünya Durdukça romanında otuz yedi kahraman bulunur. Bunların otuz beşi

Türk ve ikisi Yunanlı’dır.

Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu romanında yirmi üç kahraman bulunur.

Romanın kahramanları Türk’tür.

Ermeni Zulmü romanında on sekiz kahraman bulunur. Bunlardan on beşi

Türk, ikisi Rus ve biri Ermeni’dir.

Karasu romanında altmış kahraman bulunur. Bunların otuz beşi Türk, yirmi

beşi Ermeni ve dördü Rus’tur.

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında elli kişi bulunur. Bunların otuz üçü

Türk, altısı Alman, beşi Yahudi, üçü Fransız, biri Rus, biri İngiliz, biri de Rum’dur.

Vatan Dediler romanında doksan altı kahraman bulunur. Bunların seksan

altısı Türk, dokuzu Yunan ve birisi Rum’dur.

Kırım (Türk’ün Dramı) romanında kırk yedi kişi bulunmaktadır. Bunlardan

on altısı Türk, yirmi yedisi Rus, dördü Alman’dır.

1. Avrupalılar

Selâhaddin Eyyûbî romanında on yedi Avrupalı kahraman karşımıza çıkar.

Bunların başında Haçlı ordusunun kumandanları gelir. Onlar genellikle Müslüman

düşmanlarıdır. Müslümanların kanlarına susamışlardır. Kont Röno dö Şatiyö,

kervansarayındaki silâhsız Müslümanları amansızca öldürür. (s.109) Üstelik İngliz

Kralı Rişar’ın Müslüman esirlerini öldürdüğünü öğreniriz. Bu vahşi katliamı

tekrarlayan Rişar, kana susmuş ve katil bir insan olarak karşımıza çıkar. (s.167)

Page 586: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

574

Gemide İsyan romanında İrlandalı O’nel karşımıza çıkar. Eskiden korsanlıkta

çalışan O’nel, artık zindancı olarak şövalye Don Piyer’in hesabına çalışır. O’nel,

korkaktır. Ama onun zayıf yanı, denize aşkıdır. O’nel, denize dönmek üzere zindanı

açarak eski arkadaşı olan Guidi ile gider. (s.148–149) O’nel, denize döner dönmez

bütün korkusu yiğitlik ve cesarete dönüşür. (s.158) Yardım istemeyen ve kılıçsız

dövüşen O’nel, iki şövalye tarafından öldürülür. (s.161) Ama savaşın O’nel

sayasında kazanıldığını öğreniriz. (s.167)

Aynı romanda da Padima diye geminin kaptanı Sör Mişel, bir İngiliz olarak

karşımıza çıkar. Üstelik onun bir süreye İngiliz kralının hesabına çalıştığını

öğreniriz. (s.95)

Binatlı romanında Haçlı ordusu Avrupalılardan oluşmaktadır. Onların başında

Fransız Kralının torunu olan Nevres Kontu Jean ve Fransızların başkumandanı

Burgonya Dükü Filip de Bar, Macar Kralı Sigismund, Alman kumandanı, Eflak

Voyvodası Mirçe, İngiliz kumandanı Rişard, Erdel Voyvodası Lazkovitz ve iki

Fransız askeridir.

Yıldırım Bayezid romanında karşımıza çıkan Avrupalıların ikiye ayrıldıklarını

söyleyebiliriz. Birinci bölüm Sırplardan oluşur. Sırplar, Osmanlı Devletine

arkadaşlık rolünü oynarlar. Üstelik Yıldırım Bayezid, Sırp kralının kızı ile evlenir.

(s.45) Diğer Avrupalılar ise, Osmanlı Devleti’ne düşmandır. Romanda karşımıza

çıkan Avrupalılar, birbirleriyle birleşerek Niğbolu’yu kuşatmaya gelirler. (s.97)

Romanda Avrupa’nın en cesur şövalyesi olarak karşımıza çıkan Fransız Kralı Şarl,

korkak ve mağrur bir adamdır. Üstelik şaraba düşkündür. (s.31–33) Macar Kralı

Sigismond ise, kurnazdır. Yıldırm Bayezid’e karşı bütün Avrupa krallarını tehrik

eder. (s.36) Diğer Avrupalılar ise arka plandadır. Böylece romanda yer alan

Avrupalılar, menfî özelliklere sahiplerdir.

İlk Hançer romanında iki Avrupalı kahraman bulunur. Birincisi İskoçyalı

mühendis Butler, Avrupa’dan Rusya’ya kadar topları yaptırmak için gelir. İkincisi

ise Alman subayıdır. Rusya’ya Avrupa’dan gelen askeri yardımlar arasında yer

almaktadır.

Page 587: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

575

Beyaz Kale romanında başkahramanlık rölünü oynayan esir tutulan Venedikli

bilim adamıdır. Venediklinin, romanın kahramanları arasında olumlu özelliklere

sahip olan tek kişi olduğunu söyleyebiliriz.

2. Bizanslılar (Romalılar)

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında on iki Bizanslı yer alır. Karşımıza çıkan

Bizanslılar Neançes dışında menfî özelliklere sahip kişilerdir. Bunların başında

Mihail Vasileas gelir. Vasileas, mağrur ve alçak biri olarak karşımıza çıkar. Neançes

ise, mert bir insandır. Üstelik Müslüman demeden eski arkadaşına yardım eder.

(s.234–239)

Tuzak romanında olayların büyük bir kısmı Bizans’ta cereyan ettiği için

Bizanslılar bakımından zengin bir romandır. Romanda yer alan on üç Bizanslı,

olumsuz özelliklere sahip insanlardır. Onlar bir çete adamlarıdır. Para için her şeyi

yaparlar. Çeşitli yerlerden para için kızları kaçırırlar.

Baskın romanında Dört Bizanslı karşımıza çıkar. Onlar genel olarak çete

mensuplarıdır. Genel olarak paraya düşkün bu çete mensupları, korkak ve alçak

insanlardır.

Çalınan Hazine romanında karşımıza çıkan altı Bizanslıdan sadece Şövalye

Posaryüs, olumlu bir kişi olarak yer alır. Bunun bir sebebi vardır. Şövalye

Posaryüs’ün babası Türk’tür. (s.62) Şövalye Metiyüs ile at uşağıyla birlikte alçak ve

hırsız insanlar olarak karşımıza çıkarlar.

Gemide İsyan romanında yer alan on sekiz Bizanslı, menfi özelliklere

sahiplerdir. Romanda karşımıza çıkan Bizanslılar, ya çetenin hesabına çalışır ya da

korsanlık yapan insanlardır.

Kaçırılan Prenses romanının olayların tamamen Bizans’ta cereyan ettiği için

Bizanslı kahramanlar oldukça çoktur. Romanda İmparator başta olmak üzere yirmi

bir Bizanslı bulunmaktadır. Bizanslıların başında karşımıza çıkan eski başkomutan

olan Logan Mişöp ve karısı, müspet özelliklere sahiplerdir. Onlar Bizanslılar

Page 588: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

576

olmalarına rağmen gizlice İslâmiyete girerler. Logan Mişöp, roman boyunca

Sunguroğlu’na yardım eder. Romanda yer alan diğer Bizanslılar, genellikle esnaf ve

çete mensuplarıdır. Onlar -imparator dışında- olumsuz özelliklere sahiplerdir.

Yıldırım Bayezid romanında on bir Bizanslı yer alır. İmparator V. Yoannis ve

oğlu Manuel, bunların başında gelirler. V. Yoannis ve Oğlu güvenilmez kişiler

olarak karşımıza çıkar. Üstelik sadece kendi çıkarlarını düşünen kumandanlardır.

Romanda diğer Bizanslılar ise hep arka plândalardır.

3. Araplar

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında yedi Arap yer alır. Bunlardan sadece

Prenses Süreyya, ön planda bir kadın kahraman olarak karşımıza çıkar. Prenses

Süreyya, Aksungur’u sevdiği için ona karşılıksız yardım eder. Aksungur’u zindandan

kaçıran Prenses Süreyya, müspet özelliklere sahiptir. (s.171) Diğer bir Arap

kahramanı olarak Ebu Hasan, bilgili bir din adamıdır. Üstelik Emir Afşin’in

arkadaşıdır. Ebu Hasan, bilgileriyle Aksungur’a yardım etmeye çalışır. (s.99) Diğer

Arap kahramanları ise, yardımcı kişiler ve arka plandalardır.

IV. Murad –II- romanında iki Arap kahramanı yer alır. İkisi yardımcı kişi ve

arka plandadır. Birincisi Batınîlerin hesabına çalışan Ali Hemedanî’dir. Romanın tek

bir sahnesinde ortaya çıkar sonra kaybolur. (s.178) İkincisi ise IV. Murad’ın

başhekimi olan Zeynel Abidin’dir. O da romanın sonunda karşımıza çıkar. (s.389)

4. Farslar

Farslar, genellikle ele aldığımız romanlarda olumsuz kişiler olarak karşımıza

çıkarlar.

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında karşımıza çıkan Hasan Sabbah, kurnaz ve

kendi çıkarlarına çalışan adamdır. (s.112) Aynı romanda da karşımıza çıkan

Rüstem’in Batınîler için bir casus olarak çalıştığını öğreniriz. (s.202)

Page 589: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

577

IV. Murad –II- romanında Şah Safi ise, korkak ve her zaman sarhoştur.

Üstelik kendi halkını değil, ama sadece kendini düşünen bir şahıstır. (s.278–281)

5. Rumlar

Ele aldığımız romanlarda karşımıza çıkan Rumların bir ortak özelliği vardır.

Aşağı yukarı her romanda Rumlardan birisi İslâmiyete girerek romanın

başkahramanıyla evlenir.

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında beş Rum yer alır. Romanda yer alan bütün

kahramanlar, olumlu özelliklere sahiplerdir. Bunların en önemlisi Prenses İrini’dir.

Prenses İrini, başkahramanlardan biridir. Aksungur ile karşılaşan Prenses İrini, dinini

değiştirir. Olumlu bir kişiliğe sahip Prenses İrini (Zeynep), kararlı bir genç kız olarak

karşımıza çıkar. Uğradığı zorluklara rağmen İslâmiyeti terk etmez. Sonunda da

Aksungur ile kaçarak evlenir. (s.253) İhtiyar Balıkçı ile torunu Yorgu ise,

Aksungur’a karşılık beklemeden yardım ederler. İki Rum balıkçısı, müspet ve sadık

insanlar olarak karşımıza çıkarlar. (s.183–188) Diğer iki Rum ise yol gösterici

kişilerdir. Ama olumlu kişiler olarak karşımıza çıkarlar.

Osmancık romanında yer alan on beş Rum, Türklerin komşuları olarak

karşımıza çıkarlar. Bunlardan üç kişi’nin İslâmiyete girdiklerini öğreniriz. Mihail

Kosses, Osman Gazi ile dost olur ve İslamiyete girer. (s.260) Holofira adıyla

Yarhisar tekfürünün kızı, İslâmiyete girerek Orhan Gazi ile evlenir. (s.317–321)

Aydos kalesinin kumandanı Nikeforos’un yeğeni olan Evdoksiya, olumlu bir kişi

olarak Aydos Kalesinin alınmasında Osman Gazi’ye yardım eder. (s.240–241)

Bundan sonra da İslâmiyete girerek Rahman Gazi ile evlenir. (s.255) Tekfurları başta

olmak üzere romanda diğer Rumlar ise, birbirlerini birleşerek Osman Gazi’yi

öldürmek istediklerini öğreniriz.

Kaybolan Elçiler romanında sekiz Rum yer alır. Karşımıza çıkan Yalova

Rum Beyi Nikolas, ihtiyar bir adamdır. Orhan Gazi’na saygı gösterdiğini öğreniriz.

Ama Yalova’da gerçekleşen birçok şeyden habersizdir. (s.38, 49) Onun yeğeni

Aryanos ise, kurnaz bir adam olarak kaşımıza çıkar. Aryanos, Yalova’nın Beyliğini

Page 590: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

578

almasını planlar. Bu yüzden bir çeteyi kurarak Osmanlı elçilerini kaçırır. (s.46)

Romanda yer alan diğer Rumlar, çetenin mensuplarıdır. Onlar da arka plandadırlar.

Civelek Osman romanında on bir Rum karşımıza çıkarlar. Rum kızı olan

Despino, romanın başkahramanlarından biri olarak yer alır. Despino Hıristiyan

olmasına rağmen Osman’ı sever. Bu sevgi yüzünde işkenceye uğrayan Despino,

müspet bir kişi olarak manastırdan kaçarark dinini değiştirir. Sonunda Osman ile

evlenir. (s.154–157) Despino annesi Sultana ise aşırı bir Hıristiyan olarak karşımıza

çıkar. Menfi özelliğe sahip olan Sultana, Rusları Türklerden daha çok sever. (s.49)

Despino’nun babası Panayot Usta, Türklere sadık bir Rum olarak karşımıza çıkar.

Romanda diğer Rumlar ise, arka plandadırlar.

İsyan Eşiği romanında delikanlı Rum Denis, Türklere Ermenilerden daha

yakındır. (s.72) Denis, korkak olmasına rağmen Hasan’ı yardım etmeye çalışır. Köy

heyetine giden Denis, ifadesini değiştirir. Ama bundan sonra bir daha görünmez.

(s.192)

6. Ruslar

İlk Hançer romanında olayın Türkler ile Ruslar arasında olduğu için Rusların

sayısı oldukça çoktur. Romanda on dört Rus kahraman bulunur. Onların başında Rus

Çarı olan IV. İvan gelmektedir. Diğerler ise şunlardır: Moskova’nın başpiskoposu,

papaz, Prens Kurbski, Prens Petrov, İvan’ın akıl hocası olarak bilinen Peresvetov

(s.8), Binbaşı Fedor, Prenses Nadya, Saray Nöbetçisi, elçi, çavuş Vasili, Prens

Valdimir, Çariçe, İvan’ın Kazan’a gönderdiği elçidir.

Prenses Nadya, Rusların tek olumlu kişisidir. Prenses Nadya, Yüzbaşı Alp’ı

içten yardım eder. Yüzbaşı Alp’ı zindandan kaçıran Prenses Nadya öldürülür. (s.22)

Romanda diğer Ruslar ise, Müslüman düşmanı olarak karşımıza çıkarlar. Rus Çarı

İvan, Türkler arasını açmaya çalışır. İvan, Rus din adamları destekleriyle

Müslümanları ortadan kaldırmayı planlar. (s.10)

Hilal Görününce romanında on dört Ruslar yer alır. Onlardan sadece İgor

Gregoroviç, romanda geniş bir yer tutar. İgor Gregoroviç, hırslı ve zalim bir insan

Page 591: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

579

olarak karşımıza çıkar. Diğer Ruslar ise hep arka planda, ama onların başlıca özelliği,

zulümdür. Zapite ve askerler, İgor Gregoroviç’i yardım ederler. Onun yanını tutarlar.

İgor Gregoroviç, Şahbaz Bey’i şkâyet etmek için zapiteye gider. Zapite, hemen

Şahbaz Bey’i zindana atarlar.

Dağlı (Dargo) romanı, Rus şahsiyetlerle zengin bir romandır. Romanda otuz

beş kahramandan yirmi bir Rus bulunmaktadır. Rus kahramanlar şunlardır: Nikola,

Çavuş Mihalov, Onbaşı İvanov, Astsubay Zinof, Yüzbaşı Poltorazki, Albay

Vorontzov, General Samyonoviç, Binbaşı Zaytef, General Klugenov, General Grabe,

Prens Vorotzov, General Gurko, Yarbay Pasek, Teğmen Kuziski, teşrifatçı, Onbaşı

Nazarof, saray muhafızı, Çar II. Aleksandr, Popov, Prens Baryantinski, Rus elçisidir.

Dağlı romanındaki karşımıza çıkan Ruslar, aslında İlk Hançer romanındaki

kahramanlardan farksız değiller. Onlar genellikle Müslümanlara düşmandır. Şeyh

Şamil ile Hacı Murat arasını da açmaya çalışırlar. Ruslar aynı yöntemı uygulayarak

Türklerin birbirlerine düşman etmeyi çalışırlar. (s.63) Onların başında Çar II.

Aleksandar gelir. O da Müslümana düşmandır ve şaraba düşkün olarak karşımıza

çıkar. Üstelik kurnazdır. (s.99–100) Diğer Ruslar ise Rus ordusunda asker ve

komutanlardır.

Ondukuzuncu ve Yirminci Yüzyıl’ın romanlarında yer alan Ruslar, daha

önceki romanlarındakilerden farkılılardır. Onlar, genellikle yüklendikleri görev

bakımından Ermenilere Ermenistan Cumhuriyeti’ni kurmak için yardım ederler.

Ermeni zulmü romanında karşımıza çıkan dört Rus, genellikle Türkler

karşısında Ermenilere yardım ederler.

Karasu romanında karşımıza çıkan iki Rus ise, şahit olarak Ermenilerin

yaptıkları zulmlerini anlatırlar.

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında ise karşımıza çıkan Prens Brayin,

işgal kuvvetlerini temsil eder. O sefih biri olarak karşımıza çıkar. Prens Brayin, her

gece Roza’nın yalısında yapılan eğlence toplantılarına katılır. Orada sadece oyun

oynar ya da şarap içer.

Page 592: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

580

7. Ermeniler

Civelek Osman romanında yer alan Odacı Nihabet, olumlu bir kişidir ve İzzet

Beye sadık bir insan olarak karşımıza çıkar. (s.26)

Ermeni isyanını ele alan İsyan Eşiği romanında, on iki Ermeni kişi bulunur.

Romanda karşımıza çıkan Ermeniler olumsuz ve menfi özelliklere sahiplerdir.

Ermeniler Batı ülkelerinden yardım alarak yerli halkı amansızca öldürmeye çalışırlar.

Osman’ın iki Ermeni tarafından öldürülmesi, vahşi, insanlık dışına bir şeydir.

Romanda Ermeniler, köyleri basıp masum insanları öldürürler. Bazen de Ermeniler,

suçsuz insanları kaçırarak amansızca öldürürler. Romanda Avadik Muallim,

Avrupa’da yaşayan Ermenilerden maddî yarımlar ister. Bu yardımlarla Esro Usta

gibi bomba ustaları, bomba, dinamit ve çeşitli silâhları yapıp değişik yerlerde

komitecilere dağıtırlar.

Ermeni Zulmü romanında Ermenilerin yaptıklarını anlatılır. Ama romanda

Ermenilere, vahşi insanlar olarak işaret edilir. Romanda bulunun tek Ermeni Milka,

arka plandadır. Romanda Ermenilerin, Erzurum ve Erzincan’i işgal eden Rus

kuvvetlerine öncü birlikleri oluşturdukları gösterilir. Bölgede yıllara yaşayan ve

Ruslara yol gösteren Ermenilerin, silâhlı oldukları için rastladıkları her Türk’ü kadın,

çocuk, ihtiyara bakmadan öldürürler. (s.62–64)

Ermeni isyanını romanında ise iki tip Ermeni kişilere rastlarız. Romanda

Ermeni bulunur. Bunların ekseriyesi komitecilerdir. Ermeni komitecileri Vahan ve

Nazar gibi kana susanmış insanlardır. Karşı tarafta ise Mari Teyze vardır. Olumlu

kişi olarak karşımıza çıkan Mari Teyze, Ermeni olmasına rağmen Ermeni

komitecilerin karşısında durur. Ama nihayette komiteciler tarafından öldürülür.

(s.13) Rus Ermenilerden olan Onnik ise, köye gelişinden itibaren yörede kayıp

listesini artmaktadır. Onnik, Rusların yardımıyla dağda silâhlı bir çete kurarak

masum insanları suçsuz öldürmeye başlar. (s.48–52)

Page 593: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

581

8. Yahudiler

Baskın romanında İznik Beyi’ni aldatan Hussam, Yahudi’dir. Kurnaz, sinsi ve

desiseleri kuran bir adam olarak karşımıza çıkan Hüssam, çevresindekileri aldatmak

için dinini değiştirir. Ama aslında Orhan Gazi’yi öldürmeye çalışır. (s.42)

Kaçırılan Prenses romanında Bizans’taki Başkomutan Moiz Albertos, bir

Yahudi’dir. “Bizans tarihinde ilk defa bir Yahudi bu makama geliyor.” (s.29)

İmparator yerine geçmek amacıyla gizlice “Şeytanlar” adlı bir çeteyi kurarark

İmparatorun kızını kaçırır. Moiz Albertos, sinsi ve kurnaz bir kişi olarak ortaya çıkar.

(s.29, 151)

Tuzak romanında Bizans’taki meyhanede çalışan Salamon Yahudi’dir.

Anlatıcı, Salamon’u kurnaz ve sinsi biri olarak gösterir. (s.62)

Gemide İsyan romanında ihtiyar balıkçı Herzel yer alır. Yahudi olan Herzel

sinsi, kurnaz ve para delisi bir insan olarak karşımıza çıkar. (s.84–86) Balıkçı Herzel,

karşılıksız hiçbir insana yardım vermez. İhtiyar balıkçı Herzel insanları dinlerine,

ırklarına göre ayırmaz; sadece keselerine göre ayırır. “Kesesi şişkinse yardıma değer

demektir, kesesi boşsa bırak gebersin! Kendine hayrı dokunmayanın başka kim hayrı

dokunur?” (s.86)

İsyan eşiği romanında iki Yahudi kişi bulunmaktadır. Birincisi Emanuel

Karaso, ikincisi ise Haham’dır. Emanuel Karaso, havrada Haham ile birlikte bir

toplantıyı düzenler. Romanda kısa işaretlerle olsa bile Yahudilerin, Osmanlı

İmparatorluğu’nun yıklışında bir rol oynadıkları anlaşılır. (s.114–115)

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında beş Yahudi bulunur. Rosa Mizrahi,

romanda Yahudilerin en güçlü temsilcisidir. Madam Rosa Mizrahi, Bir Yahudi iş

adamı ile evli olmasına rağmen Abdi Bey ile eskiden kurduğu olan ilişkisini

sürdürür. Üstelik Rosa’nın kızı Raşel, annesinin yaptığı gibi yapmaya başlar. Roza,

kızını kendisi gibi yetiştir. (s.284–285) Olumsuz bir kişi olarak ortaya çıkan Roza

Mizrahi, ahlâksız ve şehvet hayatına düşkün bir kadındır. Romanda yer alan diğer

Yahudiler ise, yol gösterici kişiler ve ön saflarda değillerdir.

Page 594: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

582

9. Zenciler

Malazgirt’in Üç atlısı romanında Prenses Süreyya’nın oturduğu odada

kendisinin sağında ve solunda iki zenci kızın bulunduğunu öğreniriz. İki zenci kız,

prensesi yelpazelerler. (s.132) Romanda da Hasan Sabbah’ın hesabına çalışan zenci

köle Sadun, bir zindancı olarak ortaya çıkar. Zenci Sadun’un, merhametsiz ve güçlü

bir insan olduğu anlaşılır. (s.113)

10. Amerikalılar

İsyan eşiği romanında Amerikalı eğitimci söz konusudur. Yazar, isteyerek

ona isim vermez. Ama kasıtlı ve manalı bir şekilde kendi adının yerine görevini

kullanır. Yazar, burada bu kişinin misyonunu vurgular. Amerikalı eğitimci, Osmanlı

Devleti’ni içten yıkılmasına çalışır. Bu amaçla Türk aydınlarını, Batı fikirleriyle

yetitiştirmeyi planlar. O, Osmanlı Devleti’ni içten vurulmasının önemine işaret eder.

(s.111–113)

11. Moğollar

Tuzak romanında Velveleci Yabgu Moğol’dur. “Koridorda yürürken keçi

postu giymiş, siyah sakallı, çekik gözlü, bodur, uzun saçlı biri karşılarına çıktı…

İnsandan çok bir gorile benziyordu. Kuşağına koskoca bir yatağan sokmuştu.”

(s.116.) Yine de bir Moğol hakanı romanda adı geçer. Büyük Efendi denilen kişi,

Moğol Hakanı’nın inançlarına göre kurbanlık olarak kızları kesiyordu.

Topal Kasırga romanında Timur’un ordusunun büyük bir kısmı

Moğollardandır. Onlardan tutulmuş olan iki esir tercüman vasıtasıyla anlaşılır.

Yabgu da Timur’un kumandanlarından biridir.

Ele aldığımız romanlarda yer alan şahısların ortak nitelikleri karşımıza çıkar.

Selçuklular, Eyyûbiler ve Osmanlı devrini ele alan romanlarda imparator veya

devletin genel başkanını temsil eden kumandan, her zaman halka yakındır. Halk ile

yakından ilgilenir. Dünya malına kayıtsızdır. Bunun için romanlarımızda sultan veya

padişaha yönelen eleştiriler yoktur. Bu olumlu özellikler hakla da uzanır. Halk sultan

Page 595: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

583

veya padişaha sadıktır. Bu dönemindeki akıncılar sona kadar padişahlarını sayıp

sever insanlardır. Yiğitlik ve cesaret gösterek padişaha sadık insanlardır. Osmancık

romanında yer alan bütün Türk kahramanlar, tek bir gaye için çalışırlar. Onların

arasında Dündar Bey dışında tek bir olumsuz niteliklere sahip olan bir kişi

bulunmamaktadır. Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükseliş devirlerinde ele alan

romanlarda söz konusu olan bu olumlu nitelikler geçerlidir. Ama yıkılış devrini

temsil eden on sekiz, on dokuz ve yirminci yüzyıllarına gösterilen romanlarda durum

farklıdır. Bu romanlarda padişah için olumsuz sıfatlar kullanılır. “Beyaz Kale”

romanında IV. Mehmet, çevresinin etkisinde kalan bir kişidir. “Patrona” romanında

III. Ahmet, halktan uzaktır. Onun yerine geçen Sultan I. Mahmut ise zalimdir.

“Dersaadet’te Sabah Ezanları” romanında da padişah için olumsuz sıfatlar kullanılır.

Romanda padişah aciz olarak karşımıza çıkar. Halk ise padişahlardan ve devleti

yönetenlerden razı değildir. “Son Kavşak”, “İsyan Eşiği” ve “Dersaadet’te Sabah

Ezanları” romanlarda rol oynayan İttihatçiler ise, kendi menfaatlarına çalışan

siyasetçiler olarak yer alırlar. İttihatçilerin, “İsyan Eşiği” romanında da devletin

yıkılışını hızlandırdıklarını öğreniriz. “Son Kavşak” ve “Dersaadet’te Sabah

Ezanları” romanlarda da bu olumsuz imaj, farklı değildir.

Romanlarda Bizanslılar genel olarak paraya düşkün insanlardır: “Bizanslılar

için para her şey demektir.” (Çalınan Hazine, s.98)

Romanlarımızda yer alan Yahudiler, olumsuz kişilerdir. Parayı çok seven

insanlar olarak karşımıza çıkar. Ne olursa olsun her şeyi para için yaparlar.

Avruplalılar ve Ruslar ise, hep Müslümanlara düşmandır. Avrupalılar, Haçlı

ordusunu oluşturarak Selâhaddin Eyyûbî’nin karşısına çıkarlar. Üstelik Rusların

Kırım’a karşı yaptıkları katliamlarda yardım ederler. İncelediğimiz tarihî romanlarda

Farsların ekserisi, Batinîler ve Haşhaşîlerin mensuplarındandır. Hasan Sabah gibi

genelde kendi çıkarlarını düşünürler. Araplar da incelediğimiz romanlarda arka

plandadırlar. Onlardan sadece Ebu Hasan, ön plana çıkar. Bağdat’ta yaşayan Ebu

Hasan, bilgili bir din adamıdır. (Malazgirt’in Üç Atlısı, 89–91) Rumlar ise, Selçukluk

ve Osmanlı Devleti’nin ilk dönemini ele alan romanlarda Türklerin komşuları olarak

yer alırlar. Bu sıralarda Türkler, bir devleti kurarak yaşadıkları coğrafyasını

Page 596: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

584

genişletmeye başlarlar. Rumlar ise bu durumdan rahatsizdirler. Bazıları birbirlerini

birleşerek Osmanlı Devletinin hakanını öldürmeye çalışırlar. Bu durum Osmancık

romanında besbellidir. Romanda Rum tekfurları, Osman Gazi’yi öldürmek isterler.

Romanda da gibi Mihail Kosses ve Evdoksiya gibi bazı Rumlar, Türkler arasına

girerek kaynaşır.

İncelediğimiz romanlarda yer alan Ermeniler ise, Ermenistan Cumhuriyetini

kurmak isterler. Bu yüzden amaçlarına ulaşabilmek için hem yabancı devletlerden

yardım alırlar, hem de masum Türkleri öldürmeye çalışırlar. Bu sıralarda Ermeni

değişik komiteler, birbirleriyle birleşerek katliamı daha da artırırlar.

Page 597: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

V. Bölüm

Page 598: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

586

Romanda Bakış Açısı ve İncelediğimiz Romanlarda Bakış Açısı

“Bakış açısı bir roman ya da hikâyede olayların okuyucuya kimin gözünden

ve ağzından ulaştığı sorusuyla ilgili kavramdır. Her şeyden önce bir anlatım sanatı

olan roman, anlatılacak bir hikâye ile bunu kendi sözleriyle okuyucuya sunacak bir

anlatıcıdan oluşur. Bu bakımdan anlatıcı romanın ayrılmaz bir parçasıdır.”217

“Anlatma esasına bağlı edebî eserlerde çok ehemiyetli olan ve diğer unsurları

çerçevesinde toplayan vaka zincirinin şekli, başlangıç ve bitiş noktası, diğer

zincirlerle kesiştiği ve ayrıldığı yerler, geniş ölçüde, bakış açısına bağlıdır. Vaka

zincirlerinde yer alan şahısların yaratılması ve tanıtılması, mekân olarak seçilen yer

ve mahallin tanıtılması ve tesviri konusunda da, üzerinde durulacak kavramlardan

biri bakış açısıdır. Eser denilen terkipteki muhtelif unsurları bileştiren, onlar arasında

nakledilen vakaya, dikkatlere sunulmak üzere sezdirilmek istenilen vakaya, fikre

göre bir denge kuran unsur da bakış açısıdır. Sanatkâr ifâde etmek istediği fikre göre

bir bakış açısı seçmek zorundadır.”218

“Kimi eleştirmenlere göre bakış açısı roman yazmanın temelidir. Böyle

düşünenler, romanı, anlatıcı ile anlatılanlar arasındaki bağıntıdan ibaret

görmektedirler. Doğrusu pek de yanılmıyorlar. Gerçekten de bakıs açısı olmayan bir

anlatıcı düşünülemez. Böyle bir anlatıcı varsa bile yazdıklarının roman veya başka

bir tür olarak bütünlük arz edeceği söylenmez. Çünkü anlatılan bir şey varsa bunu

mutlaka birinin görüp veya duyup anlatması gerekir.”219

“Roman ve hikâyelerdeki anlatıcılar, gerek sahip oldukları anlatıcılık

kimlikleri, gerekse bakış açılarındaki farklılıklardan dolayı birbirlerinden ayrılırlar.

Bu çerçevede pek çok farklı anlatıcı tipiyle karşılaşmak mümkündür. Bunların belli

başlıkları şöyle sıralanabilir:

1- Hâkim Bakış Açılı Üçüncü Tekil (O) Anlatıcı (İlahî/Tanrısal bakış açısı):

Hikâye ve romanın tarihinde yazarların yaygın biçimde tercih ettikleri bir bakış açısı

217 Ünal Aytür, Henry James ve Roman Sanatı, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1977, s.17218 Şerif Aktaş, s.76–77219 Mehmet Narlı, s.63

Page 599: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

587

ve anlatıcı tarzıdır. İlahî/tanrısal bakış açısına sahip olan bu anlatıcı, hikâye ve

romanın itibarî dünyasının kesin hâkimi durumundadır. Bu sebeple itibarî dünyada

yaşanmış, yaşanan ve yaşanacak olan her şeyi bilir, görür ve duyar. Onun son derece

geniş bilme, görme, duyma imkânı, kahramanların gönlü veya kafasından geçenleri

okumaya kadar uzanır. Bu noktada onun için imkânsızlık söz konusu değildir. Hâkim

bakış açılı anlatıcı, üçüncü tekil şahıs (o) ağzıyla konuşur. Onun kendine has bir dil

ve üslûbu yoktur; yazarın dilini kullanır. Bu sebeple ona “yazar-anlatıcı” da

denilir.”220

“O akşam, Tokatlıyan Oteli’nin Cadde-i Kebire bakan camlı

salonunda buluşmuşlardır. Kâzım Nâmi, Hüsnü Faik ve o. Çirkin bir akşam!

Yenilgi utancundan, herkesin eli yüzü kirli, yapış yapış. Dersaadet,

kaldırımlara taşan Rumeli ‘muhacirlerinin’ ağırlığı altında çatırdıyor. Hüsnü

Faik, kaşları alnında yükselip gitmiş, Kâzım Nâmi’nin anlattıklarını, kaba

tashih kâğıtlarına not etmektedir: zira, Kâzım Nâmi, Selânik’teki Osmanlı

Hürriyet Cemiyeti’ni nasıl kurduklarını anlatıyor: ‘zabit’ çıkınca, ilkin

Tiran’a, Redif Taburu’na atanmış, orada Talât bey’e Edirne’den ‘aşinâ’ bir

subayla tanışıyor… ”

(Attilâ İlhan, Dersaadet’te Sabah Ezanları, s.166–167)

2- “Gözlemci Figürün Bakış Açısı: Tanrısal bakış açısına sahip olan

anlatıcının, sınırsız gücüne karşılık gözlemci anlatıcının bakış açısı daha ‘mevziî’ bir

özellik taşır: O, bütün benliğiyle anlatı sisteminin (kurmaca yapının) içinde yer alır.

Yazar, onu bilinçli bir tercihle bu sistemin içine yerleştirir ve sisteminin unsurlarını

(figürleri, zamanı, olay ve mekânı), onun bakış açısından sunar. Bu sunuşta, onun

gözlemci yeteneği ön plânda çıkarılmalıdır; yani olaylar ve nesneler, onun gözlemci

yeteneğine ve kültür düzeyine göre aktarılmalıdır. Anlatmada objektifliği

yakalamanın bir yoludur bu. Gözlemci figürün bakış açısına sahip anlatıcı, tanrısal

anlatıcının imkânları kadar olmasa bile, onun sahip olduğu imkânlar da az değildir.

Anlatıya dinamizm kazandırmak için kendi kişisel becerilerinin yanı sıra diğer

220 İsmail Çetişli, s.84

Page 600: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

588

kaynaklardan da yararlanabilir. Sözgelimi olayları daha iyi açıklamak/yorumlamak

için diğer figürleri konuşturabilir.”221

3- “Tekil Bakış Açısı: Otobiyografik yöntemin hâkim olduğu romanlarda

uygulanan bir bakış açısıdır. Bu tür romanlarda “anlatıcı” ile “anlatılan” aynı kişidir.

Bu nitelikleri taşıdığı için bu figüre “kahraman-anlatıcı” adı da verilmektedir. Anlatı

sistemini oluşturan her şey, merkezi karakter konumunda bulunan söz konusu kişinin

bakış açısından okuyucuya yansır. Böyle bir bakış açısını devreye sokan bir romancı,

mutlak bir güce ve görüş açısına sahip olan “Tanrısal bakış açısı”yla donatılmış

anlatıcının etkisinden hikâyeyi uzaklaştırır ve yazarın varlığını (romandaki varlığını)

hemen tamamıyla ortadan kaldırır. Aslında yazarın romandaki varlığını mutlak

anlamda ortadan kaldırmak mümkün değildir. Hangi ‘anlatıcı’ ve hangi ‘bakış açısı’

kullanılırsa kullanılsın, temelde her şey yazara bağlıdır.”222

Orhan Pamuk’un Beyaz Kale adlı romanında anlatıcı, Venedikli bilim

adamıdır. Olaylar, romanın başkahramanının ağzından anlatırır. Roman bu anlatım

tekniğiyle otobiyografik romanlara yaklaşır.

“Az sonra benim girdiğim kapı açıldı ve onu içeri çağırdılar.

Beklerken bunun ustaca düzenlenmiş bir şaka değil, benim sıkıntılı aklımın

kurgusu olduğunu düşündüm. O günlerde sürekli hayâl görüyordum çünkü:

Eve dönüyormuşum, herkes beni karşılıyormuş, beni hemen bırakıyorlarmış,

aslında hâlâ gemide kamaramda uyuyormuşum, bütün bunlar bir rüyaymış

türünden teselli masalları. Bunun da o masallardan biri olduğunu ama

gerçekleştiğini, ya da her şeyin bir anda değişik eski düzenine döneceğinin

bir belirtisi olduğunu düşünmek üzereydim ki, kapı açıldı, beni çağırdılar.”

(Orhan Pamuk, Beyaz Kale, s.21–22)

4- “Çoğulcu Bakış Açısı ve anlatıcılar: Çoğulcu bakış açısı ve anlatıcılar,

iki farklı bir şekilde gerçekleştirilebilir. Bunlardan birincisi ve basit olanı, yukarda

221 Mehmet Tekin, s.52222 a.g.e., s.53

Page 601: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

589

tanıtılan bakış açısı ve anlatıcılardan iki veya daha fazlasının aynı eserde

kullanılması tarzıdır. Yazar isterse roman ve hikâyesinde hem hâkim, hem müşahit,

hem de kahraman bakış açılı anlatıcıyı kullanabilir. Böylece o eserde çoğulcu bakış

açısı gündeme gelmiş olur. Zira eserdeki herhangi bir olay, insan veya varlık, birden

fazla bakış açısı ve buna sahip olan anlatıcılar tarafından anlatılacaktır. Asıl çoğulcu

bakış açısı ise, tek bir anlatıcının esas olduğu eserde, olay örgüsünde yer alan

kahramanlardan birkaçının da bakış açılarına yer verilmesi biçiminde gerçekleştirilir.

Şöyle ki: Yazar eserinin tamamında hâkim bakış açılı anlatıcı kullanmakta birlikte,

şahıs kadrosunda yer alan kahramanlarının bakış açılarında da faydalanır. Böylece

(X) olayı, hem hâkim bakış açılı anlatıcı, hem (A), hem (B), hem (C)

kahramanlarının bakış açıları tarafından değerlendirilir. Bu tür bir tavır, (X) olayının

okuyucuya takdimini çok daha inandırıcı hâle getirecek ve okuyucuya tek bir

anlatıcının esiri olmaktan kurtaracaktır.”223

Roman veya hikâyede anlatım konusunda en çok tartışılan husulardan biri de,

“anlatma” ile “gösterme” konusudur. Yazar olaylarını okuyucuya sunurken, ya

anlatma ya da göstermeye dayanır.

“Henry James’den sonra büyük bir önem kazanan anlatma ile gösterme

konusu, bakış açısına ilişkin tartışmalarda büyük bir yer tutmaktadır. James

göstermeden yanaydı; romancının hikâyesini elden geldiği ölçüde bir tiyatro yazarı

gibi gözler önüne sermesi gerektiğine inanıyordu. Bu yöntemin en büyük

savuncularından olan Percy Lubbock ise, roman sanatının ancak yazarların

hikâyelerini “gösterilecek bir şey” olarak düşünmeye başlamalarından sonra

doğduğunu ileri sürer.” 224 Okuyucuda anlatma ile gösterme arasındaki fark ise

şöyledir: “Anlatmada okuyucunun yüzü hikâyeyi anlatan kimseye dönüktür, onun

sözlerine kulak vermektedir; göstermede ise okuyucunun gözleri hikâyeye çevrilmiş,

onu seyretmektedir. Anlatmda herhangi bir duygu yoğunluğu yaratılmaz, çünkü

okuyucu olup bitenleri ikinci elden görür; olayları birinci elden gören, değerlendireni

eleştiren, yorumlayan hep anlatıcının kendisidir. Göstermede ise yazar okuyucuyu

223 İsmail Çetişli, s.87–88224 Ünal Aytür, s.22

Page 602: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

590

olaylar ve kişilerle baş başa bırakmış, kendisi aradan çekilmiş izlenimini

uyandırır.”225

Bu bölümde anlatım teknikleri bakımından romanlarda kullanılan bakış

açısına yer verdik. Bunun yanında da yazarın, vak’alar ve kahramanlar hakkında

olumlu veya olumsuz yorumlarını kapsayan bakış açılarını göstermeye çalıştık.

Üstelik tarihî roman üzerinde en çok tartışılan konulardan biri olan roman-tarih

konusu ile ilgilinmeye çalıştık. Yazarın, bu romanı yazmasının sebebini veya yazarın

romandan okuyucuya aktarmak istediğini gösterdik. Aslında her roman, roman-tarih

ilişkisine özel açıdan işaret eder. Çünkü her yazarın, bir eseri –bilhassa tarihî bir

romanı- yazdığında belirli bir görüştan hareket eder. Bu görüş aslında yazarın ele

aldığı konu hakkında dünya görüşünü teşkil etmektedir. Yazarın niye bu eseri

yazdığının sorusuna cevap verirsek elbette yazarın romanla ilgili bakış açısını ortaya

çıkarmış oluruz. Bu açıdan incelenen romanlarda ara sıra yazar tarafından verilen

mesaj veya yorumlar vasıtasıyla bu soruya cevap vermeye çalıştık.

“Yazar kabul etmediği bir konuyu alıp işlemez. Dolayısıyla bir vakada

tematik güç etrafında buluşan şahısların bakışları da bir yanıyla kurmacadır. Oysa

yöneldiği gerçekliğin içinde hangi öğelerin seçilmesine, öğelerin hangi temel ilişkiler

içerisinde bir arada bulunacağına karar veren yazarın bakış açısı, gerçek dünyaya ait

bir bakış açısıdır. Başka bir ifade ile roman veya hikâye, bir bakış açısının

ürünüdür.”226 Böylece elimizdeki bölümde hem anlatıcının tipi ve bakış açısını, hem

de yazarın bakış açısını ortaya koymuş oluruz.

Malazgirt’in Üç Atlısı romanında tekil bakış açısı (kahraman-anlatıcı) veya

“ben” anlatımı kullanılmaktadır. Olaylar, romanın baş başkahramanı olan Aksungur

ağzından anlatılır. Burada romanın anlatıcısı olan Aksungur, olayları, içinden,

yaşadıklarını anlatır. Bu anlatım tarzı okuyucunun dikkatini çeker. Üstelik

okuyucuyu olay içinde yaşatır. Buna bir örnek verelim: “İkonium civarında bir hanın

avlusundaydık. Avlu kenarından geçen derenin önündeki yeşilliğe oturmuştuk. Halit

225 a.g.e., s.24226 Mehmet Narlı, s.403

Page 603: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

591

ağam, koca bir tavuğu mideye indirmekle meşguldü. At uşaklarımız Atlar ve İlteber,

atların yanına gitmiş, onları suluyorlardı.

İleride, masa yerine, bizim gibi, yeşilliği seçip oturmuş birkaç yolcu daha

vardı.” (s.7) Gördüğümüz gibi olaylar, Aksungur ağzından anlatılır.

Selâhaddin Eyyûbî romanında hâkim bakış açısı kullanılır. Yazarın,

Selahaddin Eyyûbî’ye bakış açısını gösteren mesajları romanda önemli bir yer tutar.

Yazarın Selâhaddin Eyyûbî’ye karşı hayranlık duygusu, Selahaddin

Eyyûbî’nin ölümünden sonra bile sürer. Bunun için Selahaddin Eyyûbî’nin son

emrinden söz eder. Selahaddin Eyyûbî, yakınlarına öldüğünde ölümünü

Müslümanlara nasıl haber vereceğini söyler: “Eeeey Müslüman Millet! Eey Ümmet-i

Muhammed! İşte Sultan Selâhaddin bu kadar büyük mevkilere gelip şan ve şerefe

nail olmuşken, dünyadan yalnızca şu kefenle gidiyor!”. (s.184)

Yazar, aynı bakış tarzıyla da Selâhaddin Eyyûbî’ye bakarak çalışmalarını

anlatır: “Tam on yıl. Kılıç elde, at yahut deve sırtında savaşarak geçen on koca yıl

İslâm âlemindeki dağınıklığı bir ölçüde durdurmuş, bir ölçüde toparlamış ve

Müslümanlar birbirleriyle muharebe etmek yerine, bölük bölük birleşerek müşterek

düşmana karşı çıkmışlardır. Zafer destanları ardı ardına yazılıyor, Selâhaddin Eyyûbî

ismi, teey dünyanın öteki ucuna doğru efsaneleşiyordu.” (s.22)

Osmancık romanında hâkim bakış açısı kullanılır. Anlatıcının bakış açısı

hakkında romanın adından bilgi edinebiliriz. Burada söz konusu Osman Gazi’dir.

Roman, Osmancık, Osman Beğ, Osman Beğ Gazi ve Osman Gazi Han lakaplarının

aşamalarını ele alır.

Yazar, romanda net bir şekilde altı yüzyıla kadar uzanan Osmanlı Devleti’nin

kılıç ile değil, ama Osman Gazi’nin iradesiyle kurulduğunu vurgular.

“Yazar-anlatıcı, Osmancık romanında olayı değişik bir şekilde anlatır. Olay

örgüsü, ölüm döşeğindeki Osman Gazi ile başlıyor ve geriye dönüş tekniğiyle

Page 604: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

592

kuruluş aşamasından o ana kadar getiriliyor. Önceki olayların bu şekilde hikâye

edilmesinin sebepleri;

a) Mesajı daha etkili kılmak,

b) Okuyucuya ya da daha geniş anlamıyla Türk insanına, köklü bir

devletin kurulmasında maddî değerler yanında manevî değerlerin

de önemli olduğuna dikkat çekmek,

c) Okuyucuda bir tarih bilinci uyandırmaya çalışmak,

d) Başlangıçların önemini (insan hayatında da, devletlerin hayatında

da çıkış noktalarının, temelin, iyi bir zemine oturtulmasının

önemini) vurgulamak olabilir.”227

“Tarık Buğra kahramanlarının fikrî gelişmelerine çok önem verir ve bunu çok

kuvvetli, başarılı bir şekilde gösterir.”228 Yazarın romanda bu bakış açısı,

“Osmancık”, Osman Beğ”, “Gazi Osman Beğ” ve “Gazi Osman Han” olan Osman

Gazi’nin kişiliğinin gelişmelerinde besbellidir.

Kaybolan Elçiler romanında hâkim bakış açısı kullanılır. Yazar-anlatıcı,

tasdik edici bir tavırdan romanını yazar.

Kara Şövalye romanında hâkim bakış açısı kullanılır.

Tuzak romanında hâkim bakış açısı kullanılır. Yazar-anlatıcı, romanın ilk

sayfalarında kahramanları aydınlatmak amacıyla dip not kullanır.

Baskın romanında yazar-anlatıcı, hâkim bakış açısı kullanır.

Çalınan Hazine romanında yazar-anlatıcı, hâkim bakış açısı kullanır.

Kaçırılan Prenses romanında yazar-anlatıcı, hâkim bakış açısı kullanır. Yazar,

romanda tasdik edici bir tavır alır. Tanrısal bir bakış açısını sahip olan anlatıcı,

227 Ebru Burcu, Osmancık’tan Osman Gazi Han’a Geçiş Sürecinde Yaşanan “Simgesel Değişim”Üzerinde Bir Okuma Denemesi, Türk Yurdu, Mayıs-Haziran 2000, c.20, Sayı 153–154, s.198–199228 Kâzım Yetiş, Dönemler ve Proplemler Aynasında Türk Edebiyatı, Kitabevi, İstanbul, 2007, s.354

Page 605: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

593

vak’aların içerisinde bazen müdahale eder. Ama müdahalelerinin her zaman kısa

olduğu için romandaki olay örgüsü bütünlüğünü kaybetmez.

Gemide İsyan romanında yazar-anlatıcı, hâkim bakış açısı kullanır.

Yukarıda gördüğümüz gibi başkahramanı Sunguroğlu olan yedi roman, tek

bir hedeften yazılmıştır. Osmanlı döneminde Türk yiğitliğini göstermektir: “Akın ve

fetih ruhunun sembolü olarak ele alınan akıncı beyinin hayatını şekillendiren

unsurları, bugün de dünkü kadar taze, dünkü kadar geçerlidir. Bilhassa gençlerin, bu

seriden çok şey kazanabileceklerini umuyoruz.”229 Ve “Bu insanların unutulmasına

gönlüm razı olmuyor. Üzerinde yaşadığımız toprakların, müstakil ve yaşanabilir

olması için kendi dönemlerinde fisebilillâh çalışmış insanlardır çoğu. Bu nesle

onların tanıtılması lâzımdır. Bunlar nostaljik takıntılar değildir. Yeni nesil için

geleceğe daha emniyetle yürümenin ve daha güvenli bir zemin oluşturmanın

şartlarından biridir onları tanıtmak. Türkiye’de en iyi yapılabilecek, hâlâ bakir olan

tarihimizi incelemek ve neslimize aktarabilmektedir.”230 diyen yazar, romanlardan

bakış açısını ortaya koymuş olur. Böylece yazarın, bu seride eleştirici değil ama

tanıtıcı ve gösterici bir tavır alacağını kaydeder.

Yıldırım Bayezid romanında yazar-anlatıcı, romanında hâkim bakış açısını

kullanır.

Anlatıcı, müdahale edici bir tavır alarak Şehzade Yakup Çelebi’nin

öldürülmesi olayını şu şekilde ele alır: “Ağzını açan, haksızlığa isyan eden yoktu.

Kimin haddine düşerdi ki bir ayaklanma olsundu? Karşıda düşman, arkada Bizans

kefereleri… Dağılırlar, birbirlerine düşerlerse… Bunca zahmet neden heder

edilsindi? İmamlar, askere böyle deyip, teselliyi Yüce Mevlâ’da bulmanın daha evlâ

olacağı üzerinde durarak, şanlı askere telkinlerde bulunmakla görevli kılınmışlardı.

Başka da çare yoktu. Allah Osmanlı Devletine uzun ömürler versindi. Millet olarak

beka bulmak mümkündü ve fakat bu mülkün idaresi ellerinden alınmasındı. Yeni bir

devlet düzenine geçmek ise çok mesafe almakla mümkün olabilirdi.

229 Yavuz Bahadıroğlu, Kaçırılan Prenses, Arka Kapağı230 İsmail Fetih Ceylan, Yavuz Bahadıroğlu Hayatı ve Eserleri (Romancının Romanı), Nesil Yayınları,İstanbul, 2000, s.87

Page 606: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

594

Allah her şeyi kendi idaresine göre tanzim ediyordu şüphesiz.

Sabaha kadar uykusunu yitiren askerlerde Padişah’a karşı duyulan isyan

hissini yok etmek kabil miydi? Öyle bir hava esiyordu ki, herkeste bir tereddüt ve

herkeste bir ayaklanma duygusu başgösteriyordu. Çünkü Türk askeri son yüzyıl

içinde böyle bir faciaya kendisini hazırlamış değildi. Birden bire zuhur eden bir

kardeş katli olayı, herkesi bitap düşürecek nitelikteydi.

Şehzade Yakup’un öldürülmesi bir anda yaygın haber şekilde her taraf sirayet

ediyordu. Duyulan üzüntü tarif edilecek cinsten değildi. Bu acı, bu ıstırap, bir sel

halinde akıp gidiyor ve her tarafa geniş yankılara sebep oluyordu.” (s.22–23)

Anlatıcı romanın olaylarını anlatırken, bazen eleştirici ve müdahele edici bir

tavırdan hareket ederek olaydaki görüşünü ortaya koyar. Anlatıcı, Ankara Meydan

Muharabesi’nde ordunun mevkini seçmekte Sultan Yıldırım Bayezid’i eleştirir.

Üstelik intikamını almaya israrlı olan Yıldırım Bayezid’in askerlerini

dinlendirmediğini belirtir. (s.229)

Binatlı romanında tanrısal hâkim bakış açısı kullanılır. Anlatıcı her yerde

bulunur. Anlatıcının, Niğbolu zaferi olan asıl olaya bakış açısı şöyledir: Müslüman

askerler birlik içerisinde ve kararlıdırlar. Kâfirlerin karşısında Türkün sayıca az

olmasının önemi yoktur. O, birliğini korursa dünyaya hükmeder231: “Haçlı ordusu

yüz elli bin civarında… İslam ordusunun sayısı ise kırk-elli bin kadar…”, “Saf saf

asker… İslâm askerlerinin saflarında kararlılık: “Bu cengi Allah’ın izniyle

kazanacağız. Ve Padişahımıza Sultan-Rûm ünvanını alacağız.” (s.66.) Bu cümleler

anlatıcının, Osmanlı Devleti ve Yıldırım Bayezid zamanına bakış açısını özetler.

Topal Kasırga romanında hâkim bakış açısı kullanılır. Romanda bakış

açısının yapısına baktığımızda önümüze ilk olarak Timur tehlikesi ortaya çıkar.

Romanın asıl olayı anlatıcı ağzından değil bir kişiden anlatılır. Bu kişinin olayda

231 Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3 –Tıp Tahlilleri-, Dergah Yayınları,İstanbul, 4.baskı, 2001, s.115

Page 607: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

595

bulunduğu için bu anlatım tarzı sübjektif sayılır: “Yok bu sefer ki bildiğin gibi değil,

herifler burnumuzun dibindedir. Söyle bakalım haberin var mıydı?

- Hangi herifleri demektesin?

- Timur’un heriflerini demekteyim helbet, şuracıktalar, bir güneş batımı yolları kaldı;

belki akşama kale bedenlerine ulaşırlar”. (s. 8.)

Roman tanrısal hakım bakış açısıyla yazılmıştır. Anlatıcı olayların arka

plânlarına işaret ederken, hem göstermeye hem de anlatmaya dayanır. Boylece

anlatıcının sesi, romanın kahramanlarıyla iç içedir: “Peşteli’nin aklı yatmıyordu.

Arkadaşının yalan söylemediği muhakkaktı; lâkin nasıl oludu da Timur, ta nerelerden

kalkıp Sivas eteklerine gelirdi? Ne maksatla?... Gerçi Yıldırım Bayezid Padişahla

aralarında bir yıl öncesinden başlayan bir tartışma mevcuttu, ama küçücük bir

ihtilâfın savaş sebebi olduğu nerede görülmüştü?”. (s.9–10)

Bu örneklerde de gördüğümüz gibi hâkim bakış açısının özellikleri

bulunmaktadır. Böylece her şeyi bilen bu bakış açısını daha da gösteren bir örnek

daha verelim: “Sonra şehzade söze girdi:

“Hakları var,” dedi, ‘padişaha haber ulaştırmak lâzım. Velâkin alelâde

ulakların görebilecekleri işlerden değildir bu iş. Yakalanmak vardır, konuşturulmak

vardır. İyisi mi, yanıma birkaç asker alıp bizzat yola düşeyim, hünkâr babamdan

kuvvetli bir ordu alıp imdadınıza yetişeyim…”

Herkes şaşırmıştı, bir ağızdan kekelediler:

“Siz… siz mi efendimiz?...”

“Helbet… Niye şaştınız öyle, teklifim makul ve kabule şayan bir teklif değil

midir ki şaşarsız, kekelersiz?...”

“Hâşâ ki, öyle demek istemedik.”

Page 608: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

596

“İyi madem, Köse Çavuş, maiyetimi hazırla, ne olur ne olmaz hazineyi de

atın terkisine bağla ve öylece beni cenup kapısından hazır bekle; birazdan

kavuşurum:” (s.24–25)

Yazar-anlatıcı, mudahale edici bir tavırdan hareket ederek olayın ne kadar

tehlikeli olduğunu gösterir: “Peşteli iyice şaşırmış, gözleri iri iri açılmıştı. Bir yandan

çenesini kaşıyor, bir yandan duyduklarını sıraya koymaya çalışıyordu.” (s.8.)

Yazar-anlatıcı, Timur’un yaptığına olumsuz bir mesaj Peşteli’nin ağzından

söyler: “Hazır Kostantiniyye muhasara olunmuş, düşmesi gün meselesi hâline

gelmişti. Kendisi Timur’un yerinde olsa kuvvetlerini arkasına takar, Kostantiniyye

surlarına gider, Yıldırım Han’a yardım ederdi. Böylece habis Bizans’a son verirdi.

Son verilince de Müslümanlar rahat bir nefes alırlardı.” (s.10.)

Yazar-anlatıcı, şehzadenin haber vermek için kendisiyle padişaha gitmesinin

bir mazeretini bulur ve anlatıcı olayla ilgili kendi yorumunu verir: “Her şehzade gibi

o da bir gün babasının yerine geçmeyi umuyordu. Timur belâsı ise öyle kolayından

savuşturulabilir belâlardan değildir. Gelir geçerdi belki, ama deler geçerdi… Timur

Sivas’a girer de padişahın oğlunu esir ederse keyfine diyecek olmazdı. Rehin tutar,

Bayezid’e durmadan şantaj yapardı. Emir üstüne emir verirdi… Babasının

karakterini biliyordu; evlâdının hayatı ile memleketin menfaati arasında bir tercih

yapmak zorunda kalınca, hiç tereddüt etmeden memleketinin menfaatini tercih

ederdi. Timur ise asla merhamete gelmez, bıçağı gırtlağına basardı. O takdirde daha

da büyümek için kendisine muhtaç olan Osmanlı Devleti yetim kalırdı.

Kardeşlerinden birinin elinde belki de parçalanırdı.

Böyle düşünüyor, bunun için yaşaması gerektiğine inanıyor, canını Sivas’tan

daha önemli sayıyordu. Sağ kalıp Osmanlı tahtına hele bir otursun, ne Sivas’lar

fethedecek, ne beldeler alacak, ne kaleler yapacaktı… Tarihte büyük sultanlar

sırasına adını yazdıracaktı.” (s.27,28.)

Geçen örnekte de gördüğümüz gibi tanrısal bir güce sahip olan hâkim bakış

açısından anlatan yazar-anlatıcı, itibarî dünyadaki her şeyi anında görme, bilme,

Page 609: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

597

duyma konusunda çok geniş imkânlara sahip olduğu için, anlatma zamanı ile vak’a

zamanı arasındaki boşluğu son derece küçültüyor232, bazen de olaylara bir tarihçi

titizliğini yansıtıyor. Şehzade Süleyman Çelebi ve o dönemde Osmanlı Devleti’nin

geleceğine-özellikle Fetret Devri’ne- bakarsak yazarın yorumunun bu bakımdan

tanrısal ya da hâkim olduğunu görürüz.

Yazar-anlatıcı, Timur’un hisara geceleyin saldırması kararını eleştirir: “Emir

korkunçtu, zor bir yolculuktan sonra yorgun düşen askerin hemen kaleye saldırması

bir felâket getirebilir, büyük zayiatlara yol açabilirdi. Üstelik gecenin bir vakti kaleye

hücum edildiği görülmüş duyulmuş şey değildi. Fakat bunu Timur’a kim

söyleyecekti? Hiç kimse…” (s.72.)

Malkoç Mustafa Bey tercüman vasıtasıyla Timur’un ordusundan esir tuttuğu

iki asker ile konuşurken ordunun kasırga gibi geldiğini söylüyorlar ve romanın adı

veya yazarın sembol olarak kullandığı ad karşımıza çıkar: “Sor bakalım, Timur’un

öncü birlikleri var mı?’

‘Varmış beyim; bin kişi kadar önden gelirmiş, hayli yakında imişler.’

‘Peki, Timur’un bütün kuvveti ne kadar?’

Sordu, sonra tercüme etti:

‘Kum kadar, diyor beyim.’

‘Sayı versin; on bin midir, yüz bin midir?’

‘Diyor ki beyim, sayısını nereden bileyim, bize söylemezler diyor, alelâde

askerler bunları bilmez diyor beyim. Orduda filler de varmış beyim, tepeden tırnağa

zırhlı askerler de varmış; geçtikleri yerlerde taş taş üstünde kalmıyormuş.

Pasinler’den Erzincan yoluyla gelirmiş, oraları bir tamam helâk eylemişler, Timur

Leng kasırga gibi esiyormuş.’

232 İsmail Çetişli, a.g.e., Ankara, 2004, s.76.

Page 610: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

598

Malkoç Bey kendisini tutamayarak söyledi: ‘Topal kasırga!” (s.45,46)

İlk Hançer romanında da hâkim bakış açısı kullanılır. Anlatıcı-yazar, her zaman

mevcuttur.

Yazarın sembol olarak kullandığı İlk Hançer romanın sonunda önümüze

çıkar. Bu, bölgenin kalbine Ruslar tarafından ilk atılan hançer manasındadır. “İlk

hançer acımasızca vurmuştu. Kazan düşmüş, Kazanlılar sahipsiz kalmışlardı.” (s.93)

IV. Murad –I- romanında hâkim bakış açısı kullanılır. Anlatıcı, gösterici bir

tavırdan hareket ederek IV. Murad’ın ilk dönemini ustaca yansıtır.

IV. Murad –II- romanında hâkim bakış açısı kullanılır. Anlatıcı, gösterici bir

tip alarak IV. Murad’ın güçlü iradesini Bağdat seferi esnasında göstermeye çalışır.

Beyaz Kale romanında tekil bakış açısı (kahraman-anlatıcı) kullanılır.

Olaylar, romanın başkahramanı ve anlatıcısı Venedikli bilim adamı ağzından

anlatılır. Kahraman-anlatıcı bakış açılı Payaz Kale şu şekilde başlar: “Venedik’ten

Napoli’ye gidiyorduk, Türk gemileri yolumuzu kesti. Biz topu üç gemiydik, onların

ise sisin içinden çıkan kadırgalarının arkası gelmiyordu bir türlü. Gemimizde bir

anda korku ve telâş başladı; çoğunluğu Türk ve Mağripli olan kürekçilerimiz sevinç

çığlıkları atıyordu; sinirlerimiz bozuldu. Gemimiz burnunu öteki iki gemi gibi,

karaya, batıya çevirdi, ama öteki gemiler gibi hızlanamadık biz. Esir düşerse

cezalandırılmaktan korkan kaptanımız körek kölelerini şiddetle kırbaçlatmak için bir

türlü emir veremiyordu. Sonraları, bütün hayatımın kaptanın bu korkaklığı yüzünden

değiştiğini çok düşündüm.” (s.11)

Yukarıdaki örnekte gördüğümüz gibi olay, romanın başkahramanının

ağzından anlatılır. Burada okuyucu, olayları kahraman-anlatıcının gözünden görür.

Romanın kahramanlarına ve ele alınan döneme baktığımızda yazarın bakış

açısı net bir şekilde ortaya çıkmış olur. Romanda söz konusu dört kişi vardır. Esasen

roman, bu dört kişinin üzerinde kurgulanmıştır. Türkler tarafında esir tutulan

Venedikli bilim adamı, romanın tek olumlu kişisidir. Diğer tarafta Hoca, sahte bir

Page 611: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

599

bilim adamı ve Venedikliden yararlanmaya çalışır. Hoca’nın asıl kişiliği, ilimden

hareket ederek şahsî çıkarlara ulaşmaktır. Sadık Paşa de kendi çıkarlarına göre

çalışan bir devlet adamıdır. Padişah ise avla meşguldür ve ne halkına ne devletine

önem verir. Üstelik zayıf karakterlidir. Böylece yazarın bakış açısı belli olur. Batı

dünyasını temsil eden Venedikli, Osmanlı İmparatoruğu’nu temsil eden padişah,

siyaset adamı (paşa) ve bilim adamı (Hoca)’dan daha olumlu ve müspettir. Burada

söz konusu bir karşılaştırmadır. Batı ile Doğu arasında bir mukayesedir. Ama

romanda ele alınan dönemin ve tiplerin seçilmesi, elbette yazar tarafından manalı ve

birçok soruya yol açar. Eserde tasvir edilen Osmanlı figürler, olumsuz özelliklere

sahiptir. Ama biz burada sadece yazarın bakış açısını göstermeye çalışıyoruz.

Yazarın hangi ideolojiden hareket ettiği, bizi ilgilendirmez. Yazar, kahraman-anlatıcı

bakış açısını seşerken, belki kendisinden bu çarpıcı görüşü uzaklaştırmak amacı

gütmektedir.

Patrona romanında hâkim bakış açısı kullanılır. Yazar-anlatıcı, araştırmacı ve

inandırıcı bir tavırda romanını yazar.

Yazarın romanda asıl amacı ve üzerinde çok durduğu nokta, Patrona’yı

mazlum olarak göstermektir. Ve onunla ilgili olarak okuyucuya inandırmak için bu

konuda yazmış olan tarihçileri eleştirerek sonuçları çıkarır. Bu yüzden anlatıcı,

birçok yerde romanın olaylarında sıyrılarak tarihçilerin görüşlerini eleştirir. Yazar-

anlatıcı, bütün gücüyle Patron Halil’i mazlum ve masum bir insan olarak göstermeye

çalışır. Yazarın bu görüşü, romanın sonunda net bir şekilde karşımıza çıkar. Bu

sıralarda yazar, Ptrona’yı masum, padişahı zalim bir insan olarak gösterir. (s.610–

620)

Civelek Osman romanında çoğulcu bakış açısı kullanılır. Romana hâkim olan

tanrısal bakış açısıdır. Ama romanın ilk kısmı, özellikle Yeniçeri ocağının

kaldırılması Osman tarafından anlatılır ve bu olayın değerlendirilmesini Osman

yapar. Bu bölümde yazar-anlatıcının sesi gizlenerek Osman’ın sesi ortaya çıkar.

Okuyucu, bu olayın gelişmesinde yazar-anlatıcıya değil, Osman’a bağlıdır. Böylece

Civelek Osman, basıt tarzıyla çoğulcu bakış açılı bir romandır.

Page 612: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

600

Hilâl Görününce romanında müşahit bakış açısı kullanılmaktadır. Roman,

Felekzede Ârif Çelebi’nin ağzından anlatılır. Romana orijinallik katan anlatıcı,

romanın başına, ortasına ve sonuna damgasını vurur: “Felekzede Ârif Çelebi sözüne

şöyle başladı.” (s.7), “Felekzede Ârif Çelebi sözüne şöyle bitirdi.” (s.428) Romanın

anlatıcısı, bölümlerin arasında hikâyesini nerede anlattığını gösterir: “Felekzede Ârif

Çelebi Sinop’da” (s.111),“ Felekzede Ârif Çelebi Kırım’da” (s.215),“ Felekzede Ârif

Çelebi İstanbul’da Frenklerin meclisine gidişini anlatıyor.” (s.311)

Anlatıcı, romanın olaylarında ustaca göstermeye dayanır. Kırım Türklerinin

örf ve geleneglerini korumak veya zamanla kaybolmamak amacıyla bu geleneklerin

ibraz edilmesi, romanın birçok yerinde karşımıza çıkar. Anlatıcı romanı anlatmaya

başlamadan önce amacını şu şekilde ortaya koyar: “anlatacağım hikâye, Kırım

ahvaline ve Kırım Kırımlı Nizam Dede ile yakınlarına dairdir. Ben bu Kırım diyarını

evvelce bilmezdim, fakirin yolu bir türlü düşmediydi. Amma bu defteri yazarken,

hayalhanemde nice kadırga ve kalyon ve buharlı gemi icad edip, orya sık sık gidip

geldim. Meğer bir cennet imiş. Rusların, “güneş ülkesi” dediği kadar varmış.” (s.9)

Anlatıcının ısrarla gösterdiği görüşlerden biri, Kırım’ın Türk kimliğidir.

Anlatıcı, Türklerin, Hunlardan başlayarak Osmanlılara kadar Kırım’da yerleştiklerini

gösterir. (s.9–12) Üstelik romanın başkahramanı olan Nizam Dede bunu birkaç yerde

net bir şekilde gösterir: “Onlar da Türk, biz de Türküz.” (s.50), “O da Türk, biz de

Türküz.” (s.87) Nizam Dede, bir Türk olarak yıllardır Osmanlı ordusunun Kırım’a

gelmesini bekler. (s.237)

Yazarın sembol olarak kullandığı “Hilâl Görününce” adı, ümidi simgeler.

Arslan Bey, Kırım’ın “hilal”ının batmayacağını söyler. “Hilâl göründü.” diyen

Arslan Bey, düşmanla savaşmak için hem kendine hem de arkadaşı Hamza Batur’a

ümit verir. (s.362) Burada söz konusu hilâl, özgürlüğe simgeler: “Bizim hilâlimiz

batmaz!” (s.362, 426)

Dağlı (Dargo) romanında hâkım bakış açısında yazılmıştır. Anlatıcının,

romanında aldığı tavır tasdik edicidir. Yazar romanı yazarken, diğer eserleri olduğu

Page 613: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

601

gibi de gözünün önünde tutuğu esas, gelecek nesillere yolu gösteren bir örnek

vermektir.

Yazar, sadece mücahitlerin hürriyet mücadelesini savaştıklarını göstermez,

ama aynı zamanda kadınların da kendi evlatlarını fedakârlıkla vatan için verdiklerine

işaret eder. Romanda bunların örneği, Toy Cafer’in annesidir. (s.38–39) Şeyh

Şamil’in karısı da savaşa katılır: “İmam Şamil’imizin Cevheret diye bir hatunu vardı;

küçük oğlu Mehmed Said’i sırtına bağlamış, eline geçirdiği kılıçla vuruşmaya

geçmişti. Oğluyla bile şehadetini gözümle gördüm.” (s.48)

Yazarın üzerinde durduğu noktalardan biri, Rusya’nın Kafkasya’yı işgal

etmesidir. Ona göre Kafkasya’nın verimli topraklarıdır. Rusya, Kafkas’ın bu verimli

topraklarını almak ister. (s.109)

İsyan Eşiği romanında yazar-anlatıcı, eserde hâkim bakış açısını kullanır.

Yazar-anlatıcı, romanda üzerinde en durduğu fikirlerinden biri, İttihatçıların

Osmanlı Devletine neyi getirdikleridir. Ona göre İttihatçılar, memleketin yıkılmasın

hıslandırdılar: “Şu İttihatçılara hak vermiyorum. Avrupa anlayışını, memleketimize

ancak onlar sokar.” (s.40) Bu fikir roman boyunca ısrarla yazılan fikirlerinden

biridir: “Yeni hükûmette masonlar var. Jön Türklerle İttihatçıların ağırlığı

görünmeye başladı. Yeni kurulan mahkemelerde Fransız kanunları tatbik ediliyor.

Fransız kanunlarının kaynağı, Hıristiyan ahlâkı ve Yunan kültürüne dayalı. Bu

alçakların hepsi yıkıcı.” (s.161)

Yazar- anlatıcı, romanında o dönemde yabancı ülkelerin Osmanlı Devletini

yıkmaya çalıştığını, bunu gerçekleştirmek için de memleket içinde yüksek

makamlara mensup insanları kullandığını söyler: “İmparatorumuzun muhtelif

yerlerinde, Mason locaları kuruldu. Sözde insanlık için çalışıyorlar. Aslında fesat

tohumları saçıyorlar. İslam düşmanı mecmuaları, gazeteleri kışkırtmaları neden?

Fransa, İspanya, Yunanistan, İtalya, Belçika maşrıklarına bağlı olmaları neden?

Ağlarını genişletiyorlar. Paşalardan sonra zabitleri avlamaya başladılar.” (s.162)

Anlatıcı, bu hususta Amerika rolünü unutmayarak Amerikalı eğitimciyi şu şekilde

Page 614: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

602

konuşturur: “Bir eğitimci olarak kolejlerin etkisini incelemeğe geldim. Etnikli Eterya

Cemiyeti üyelerinin çoğu, Robert Kolejde okudu. Ermeni isyancıları, Bulgar çete

başları aynı kolejden mezun. İttihatçıların bir kısmı keza. Hıristiyanlar, Türk

ülkesinde kolejlerin sayısını artırmalı. Mektep sınırları içinde, Türk kültürünü

hatırlatacak hiçbir iz bırakmamalı. Ne bir sanat eseri, ne musiki ne şiir ne tarih;

hiçbir şey girmemeli. Göz; bizim eserlerimizi, sanatımızı görmeli. Kulak bizim

edebiyatımızı duymalı. Bu okullara girenler, bizden biri olarak çıkmalı.” (s.113)

Yazar-anlatıcı, Tanzimat aydınlarını eleştirerek devletin yıkılışını

çabuklaştırdıklarını söyler: “Şu! Tanzimat aydınlarının beynine, Hıristiyanlık sineği

kaçtı. Avrupa kültürü girdi. Günbegün kemiriyor. Osmanlı aydınının beynini

parçalayacak, sonra Osmanlı parçalanacak. Osmanlı parçalanmadan, Ortadoğuya

sarkamayız. İnancını yıkamadan da parçalamayız. Askerlerin Osmanlıyı koruduğu

sanılıyor. Osmanlı, kendi muhafızının silahıyla ölecek. Silah başı kesecek.” (s.109)

Bu konuda da yazar, Jön Türklerin rolüne vurgular: “Jön Türkler Hıristiyan

kültürüyle yetişti. Kalemlerini İslâm kültürüne sivriltecekler.” (s.112)

Romanda gösterilen Osmanlı-Türk kimliği, yazar-anlatıcı tarafından çok

ısrarlı gösterilen husulardan biridir. Yukarıdaki örneklerde gördüğümüz gibi anlatıcı,

İslâmî bir açıdan Batı dünyasına bakar. Aynı görüşte Tanzimat aydınlarına bakılır.

Üstelik romanda Fuat Bey, hem devletin hem de dinin düşmanı olarak karşımıza

çıkar. Burada bir fark yoktur. Dinin düşmanı, devletin düşmanı olur: “Mülazim Fuat

İslâm düşmanı idi. Masondu.” (s.101), “Masondan Müslümanca iş beklenir mi?”

(s.151) diye nitelenen Fuat Bey, şarap içer ver ‘haram’ şeyleri işler. Üstelik yazar,

birkaç yerde hadislerin manalarını açıklar. (s.70–71) Şeriattan da söz eder. (s.100–

101)

Anlatıcı, Ermenilerin zulmüne ve isyanına romanda geniş bir yer verir,

yaptıklarını “Kâfirce işler” (s.10) olarak tasvir eder: “Sason Ermenileri, isyancıların

yardımına yetiştiler. Rus silahlarıyla saldırı yeniden kızıştı. Bazı köyler düşman eline

düştü. Karameşe köyünde, erkekler öldürülüp kadınların namusları kirletilmişti.

Malababa köyünden yetmiş dört kişi, Kazan köyünün bütün halkı, Heşkervan

köyünden on iki kişi; Eritçik, Ağda, Vartedyi, Semürşeyh köyleri halkının tamamı;

Page 615: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

603

Fick, Bulanık, Küt, Nurkagak, Malakumran, Semtruz, Alevzerk, Kötenan

köylülerinin bir kısmı öldürülmüştür. Kazanan köyünün bütün fertlerini, bir yere

toplayarak yaktılar. Malazgirtte elli üç köyden, yirmi bin civarında insan öldürüldü.”

(s.146–147)

Anlatıcı, romanında sadece Ermenilerin isyan ve saldırılarına işaret etmez;

ama aynı zamanda da zengin Ermenilerin nasıl halka zulmettiklerini gösterir. İşte

Bakırcı Mıgırdıç, halkın tarlalarını en ucuz şekilde almak için elinden geleni yapar.

Köyde dara düşenlerin mülklerini toplar. Bu suretle Mıgırdıç epey arazi almıştır.

Hem de ihtiyaç olanlara para verip sonra paranın faizlerini alır. (s.58)

Yazar, sembol olarak kullandığı İsyan Eşiği, romanın son kısmında ortaya

çıkar: “Masonun zulmü arttı. Malatya kaynıyor. Bıçak kemiğe dayandı. İsyan eşiğe

yaklaştı. İttihatçı hükümet, inadına hep dinsizleri vali tayin ediyor. Kolağası Fuat

gözde adamlarından biri. Halkın şikâyetlerine eski kafalık deyip geçiyorlar.” (s.231)

Yazarın bir başka bakış açısı da karşımıza çıkar. Kahramanların adları

bakımından romanda dikkat çeken nokta, öğretmen veya eğitimcilerin adsız olarak

takdim edilmeleridir. Coğrafya Muallimi ve Amerikalı eğitimci sıfatlarıyla

konuşturulur. Romanda isimleri yoktur. Sanki bu gibi insanlarda önemli olan, adlar

değil, sıfatlardır. Köylülerin bir şeyi anlamadıklarında coğrafya muallimine gidip

sorarlar.

Son Kavşak romanında hâkim bakış açısı kullanılır. Yazarın bakış açısı net bir

şekilde karşımıza çıkar: Osmanlı Devleti’nin yıklışını hızlandıran İttihatçılar, devlet

için değil, ama sadece kendi çıkarlarına çalışırlar. Romanın büyük kısmı, anlatmaya

dayanır. Kahramanlar bile az konuşurlar.

Dünya Durdukça romanında hâkim bakış açısı kullanılır. Anlatıcı, Mustafa

Kemal Atatürk’e hayran bir tavır alarak romanın olaylarında Atatürk’ün üstünlüğü ve

kahramanlıklarına önemli bir yer verir. Romanın birinci bölümünde karşımıza çıkan

küçük Mustafa’nın gelecekte büyük bir önder olacağını tahmin edebiliriz. Yazar,

genellikle romanın olaylarını göstermez, ama anlatmaya dayanır.

Page 616: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

604

Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu romanında hâkim bakış açısı kullanılır.

Anlatıcı romanını yazarken, Hekimoğlu’ndan yanadır. Bunun için romanda

Hekimoğlu’nun destanına tasdik edici bir tavır alır.

Ermeni Zulmü romanında hâkim bakış açısı kullanılır. Romanın adından

yazarın bakış açısı net bir şekilde karşımıza çıkar.

Karasu romanında hâkim bakış açısı kullanılır. Anlatıcı, hem gösterici hem

de anlatıcı bir tavır alır. Yazar-anlatıcı, Türk-Ermeni kardeşliğinin tarihçesine

dayanarak bu tarihî kardeşliği bozmanın yolunda komitecilerin yaptıklarını gösterir.

Anlatıcı bu görüşle romanı bitirirken, komitecilerin yüzünden Türk-Ermeni

kardeşliğinin Karasu bataklığına düştüğünü söyler: “İçinde Türk, Ermeni kardeşliği

var. Ve ben Karasu her taştığında hayallere dalarım. Türk kızlarının çığlıkları, Mari

Teyze, Agop Dayı, Hayran Baba ve ötekiler geçer güzlerimin önünden.” (s.131)

Anlatıcı, Batı ülkelerinin komitecilerini nasıl kendi çıkarlarına göre

kullandığını aydınlatmaya çalışır.

Üzerinde durduğu başka bir görüş de bu sıralarda Osmanlı İmparatorunun

içinde bulunduğu zor şartlardır.

Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında hâkim bakış açısı kullanılır. Anlatıcı,

gösterici bir tavır alarak İzmir işgali sırasında devletin genel durumunu okucuya

sunar. Yazar, kişilerinin özelliklerini aydınlatınca anlatmaya değil, ama olaylar

vasıtasıyla göstermeye dayanır. Buna bir örnek olarak yazar, Abdi Bey’in sefihliğini

olaylarla gösterir.

Yazar-anlatıcının sembol olarak kullandığı “Dersaadet’te Sabah Ezanları”

olan romanın ismi, “ümit”i simgeliyor. İstanbul’un her yanını yabancı varlıkların

kapladığı, her ırktan yabancı askerin cirit attığı dönemde bize ait önemli simge olarak

Page 617: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

605

vurgulanmış ezan motifi. Yalnızca bize ait simge değil ezan burada, ülkenin de bize

ait olduğunu gösteren bir simge olma niteliği de taşıyor.233

Burada ezan motifinde “sabah” kullanılması, ümit verici bir zaman şerididir.

Yazar-anlatıcı, İstanbul’da sabah ezanı okunur, ama yabancı kuvvetler hâlâ

sokaklardadır. Yazar bunu şaşırarak söylerken, bir başka “sabah ezanı”nda yabancı

kuvvetlerin İstanbul’da olmayacağına işaret eder: “Dersaadet’te sabah ezanları!...

Boğaziçi’deki düşman zırhlılarının; Pera’da, Tatavla’da, Ayastefanos’ta, kaldırımları

döve döve devriye gezen ‘düşman’ inzibatlarının; Haydarpaşa ve Sirkeci garlarına,

limana, kara ve deniz gümrüklerine, posta ve telegraf idaresinde çöreklenmiş,

‘düşman’ zabitlerinin üzerinde, yalnız onlardır ki şehrin, (hatta bu mülkün), asıl

sahiplerinin elinden hâlâ çıkmadığını duyurmaktadır.” (s.323)

Vatan Dediler romanında hâkim bakış açısı kullanılır. Anlatıcının romandaki

karşımıza çıkan tasvirlerde kullandığı kamera yöntemiyle hem askerlerin maddî ve

manevî durumlarını, hem de savaşın zor koşullarını ustaca göstermiş olur. Anlatıcı

bunu yaparken, anlatım tekniği bakımından hiçbir yerde anlatıma dayanmz. Anlatıcı,

her zaman roman içinde gizlidir. Kahramanlar arasında mevcut değildir. Bu teknik,

elbette her şeyden önce romana daha çok objektif güce verir. Gerçekten yazar

ustalıkla romanın ana fikirlerinden biri olan Türk askerlerinin kahramanlıklarına

işaret ederken, birine cesur veya yiğit vasıflarını kullanmaz, ama olaylardan

okuyucuya bunu yiğit olarak gösterir. Yazarın, anlatımda maharetle kullandığı

“gösterme” tekniğiyle Türk romancılığında ne kadar başarılı bir yazar olduğunu

göstermiş olur.

Anlatıcının, roman boyunca üzerinde çok durduğu husus; düşman karşısında

milletin birliği ve onunla alakalı olarak beraberlik terimidir. Halk el eledir. Tek bir

şey üzerinde toplanır. Tek bir hedefe bakar. Bunu ısrarla gösteren yazar-anlatıcı,

milletin birliği ve beraberliğine romanın olaylarında geniş yer verir: “Millet iyi

yöneldi. Her yerden gelip toplanıyorlar. Allah Müslümanların aklını başına topladı.

Vatan deyince herkes varını yoğunu…” (s.38), “Millet birbirine arka oluyor.” (s.38),

233 Mürşit Balabanlılar, s.290–291

Page 618: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

606

“El birliği ile kurtaracağız vatanı.” (s.43), “Hep birlikte çalışacağız.” (70, 71), “Yeter

ki elbirliği ile bu ise sarılalım.” (s.69), (s.70), “El ele vereceğiz, yan yana

döğüşeceğiz, vatanı kurtaracağız.” (s.70), “Millet el ele verdi.” (s.79), “Bütün millet

savaş hazırlığındayız, doğru. Böylesi dünyanın hiçbir yerinde görülmedi. Onun için

kazanacağız.” (s.113)…

Yazarın, romanda; özellikle çatışmalarda önem verdiği hususlardan biri, Türk

askerlerinin bulundukları zor koşul ve durumlardır. Kahramanlıkların bütün yönlerini

gösteren Türk askerleri, dünyanın en zor durumlarına ve sayı ile silah bakımından

daha üstün olan düşmanla karşılaşır ve vatanlarını kurtarırlar.

Yazar-anlatıcının sembol olarak kullandığı “Vatan Dediler” olan romanın adı,

romanın başından sonuna kadar bellidir. Türkler, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden

vatanı kurtarmak için orduya katılmaya geliverirler. Bütün köylerden, bütün

yerlerden gelirler: “Memleketin çeşitli bölgelerinden gelmiş insanlar, kimisi

uzanmış, kimsi oturup arkasını duvara dayamış, aralarında konuşup fısıldaşıyorlardı.

Bazıları başını eğmiş düşünüyordu. Hepsinin de yüzleri durgundu. Kütahya’dan,

Gediz’den, Uşak’tan, Sandıklı’dan, Akşehir’den… gelmişlerdi. Daha uzak yerlerden

gelenler de vardı. Şiveleri, sesleri değişikti. Ama hepsi de aynı şeyi konuşuyordu.”

(s.30) Onlar annelerini, karılarını, çocuklarını ve işlerini bir yana bırakıp ve sadece

vatan dediler. “Türk milleti tehlikeyi görünce böyle vatan hizmetine koşar.” (s.41),

“Anadolu’nun çeşitli yerlerinden geliyorlardı. Kimisi genç, kimisi orta yaşlı

adamlardı. Ama hepsi de ortak bir amaçta birleşiyordu. «Vatanı kurtaracağız,

düşmanı toprağımızdan atacağız.»” (s.329) Böyle bir millet, muhakkak zafere

kavuşur.

Yazar, Çerkez Ethem234 sorununu ele alır. Tacım’lı beş arkadaşın, orduya ilk

katıldıklarında Çerkez Ethem’in kahramanlıklarından ve Kuva-yı Milliye

234 Düzenli ordu genişletilirken, Kuva-yı Milliye birliklerini düzenli ordunun içine almak için çabagösteriliyordu. Buna Demirci Mehmet Efe ve Çerkez Ethem karşı çıkmışlardır. 11 Aralıkta ayaklananDemirci’ye karşı Refet Paşa komutasındaki bir kuvvet gönderildi, Efe yenildi ve daha sonra teslimoldu. Çerkez Ethem’in düzenli orduya katılması için birçok görüşmeler yapıldı fakat o, razı olamadıve meydan okudu (1 Ocak 1921). Üzerine gönderilen kuvvetler 5 Ocakta Kuva-ı Seyyare’ninkarargâhının bulunduğu Gediz’e girdiler. Ethem Yunanlılara sığındı. Ethem’in durumu tarihçilerimiz

Page 619: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

607

hareketinden söz ederler: “İyi bir asker. Vatansever bir adam. İlk yüz atlı ile o da

Kemal Paşanın emrine girdi. Ankara’ya gidip ‘emrinizdeyim paşam’ dedi. Bir süvari

birliği kurmuş, kuş gibi uçuyor. Geçenlerde Yozgat isyanını bastırdı. Padişahçıları

bir gecede kılıçtan geçirdi. Kemal Paşa alnından öpmüş, ‘sen bir yiğitsin, sana

güveniyorum’ demiş. Bütün askerlerimiz onun birliği gibi olsa bize kimse

dayanamaz, Söker atarız düşmanı.” (s.80) Bundan sonra Teğmen Galip, Molla

Mahmut’a Çerkez Ethem’in düşman tarafına geçtiğini söyler. (s.234)

Sonunda yazar, Kuvve-yi Milliye’nin Kurtuluş Savaşındaki rolünü unutmaz.

Romanın kahramanları Tacımlılar, Kuvve-yi Milliye’nin mensuplarındandır. Yazar,

burada halkın kendi vatanı için yaptığını vurgular.

Yazar-anlatıcının romanda üzerinde durduğu nokta, Kurtuluş Savaşı’nı

kazandıran unsurdur. “Türk köylüsünün yiğitliği, savaşkanlığı romanda çok canlı ve

etkili biçimde anlatılıyor. Tacımlı beşli, onların bölük arkadaşları ve öteki köylü

savaşçılar kavganın içindedirler. (…) Talip Apaydın, bu zayıf, çelimsiz, karayağız

gençlerin kavganın içinden asıl değiştirlerini, kendilerinden sayı ve araç gereç

yönünden kat kat üstün kuvvetler karşısında nasıl kahramanca dövüştüklerini

anlatıyor. Kurtuluş Savaşı’nı kazandıran asıl gücün de bu güç olduğunu, onların

direnme ve dayanma güçleri olduğunu sezdiriyor. Gerçekçi ve inandırıcı biçimde

bunu yapıyor.”235

Türk’ün Dramı romanında yazar-anlatıcı, hâkim bakış açısını kullanır.

Yazar-anlatıcı, romanda Rusların olumsuz ve menfi özelliklerine işaret ederek

merhametsizliği gösteren “Moskof zulmü” (s.4) “Kızıl Canavar” (s.7) “kızıl vampir”

(s.7) “Kara vicdanlı” (s.57) gibi vasıflar kullanır. Anlatıcı, Rusların artan vahşiyetleri

karşısında aşağılayıcı bir tavıdan hareket eder: “domuz suratlı” (s.4, 7) “kızıl baykuş”

(s.7) Ruslara kullanılan “ayı” kelimesi ise, romanın boyunca rastlanır.

tarafından farklı farklı değerlendirilmektedir. Kimisi onu hain diye nitelerken, ondan yanadeğerlendirmeler de yapılmaktadır. Sina Akşin, a.g.e., s. 96235 Mürşit Balabanlılar, Türk Romanında Kurtuluş Savaşı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,İstanbul, 2003, s. 424

Page 620: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

608

Görüldüğü gibi inceleme konumuz olan 1981–1985 yılları arasında

yayımlanmış tarihî romanlarda genellikle hâkim bakış açısı kullanılmaktadır. Orhan

Pamuk’un Beyaz Kale romanı dışındaki yazarlar romanların çoğunun ilgi alanı olan

Osmanlı Devleti dönemine olumlu yaklaşmaktadırlar. Belirtmek gerekir ki “Ermeni

Meselesi” ile ilgili aktüel konusunda romancılar Ermeni komitecilerin yaptığı

zulümleri anlatmaktadır. Kafkaslar ve Kırım ile ilgili romanlarda ise, Rusların zulmü

ön plâna çıkmaktadır.

Page 621: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

609

SONUÇ

Türk Edebiyatında Tarihî Romanlar (Türk Tarihî İle İlgili, 1981-1985) adlı

Doktora tezimizde, 1981-1985 beş yıllık dönemde neşredilen telif Türk tarihî ile

ilgili otuz roman incelenmiştir. Tezimiz; Ön Söz, Giriş, “Olay Örgüsü”, “Zaman”,

“Mekân”, “Şahıslar”, “Bakış Açısı” başlıklı beş ana bölümden, Sonuç ve

Bibliyografya’dan oluşur.

Tezimizin “Ön Söz” kısmında, çalışmamızın amacı, mahiyeti, ehemiyeti ve

bu çalışmanın nasıl oluşturulduğu, tezin bölümleri kısaca anlatılmıştır.

Çalışmamızın “Giriş” kısmında ise, incelenen romanlara dayanarak tarihî

romanın mahiyetini ve tarifini gösterdik. Üstelik tarih-roman ilişkisine yer verdik.

Tezin birinci bölümünü oluşturan “Olay Örgüsü” kısmında ise, romanda olay

örgüsünü ve incelediğimiz romanların olay örgülerini gösterdik. Böylece

inceleyeceğimiz romanları genel çerçevesiyle tanımış olduk.

Tezimizin ikinci bölümünü teşkil eden “Zaman” kısmından şu sonuca

çıkardık: Ele aldığımız romanlar içinde en çok rağbet gören, Osmanlı Dönemidir (25

roman=84%). İkinci sırada Kurtuluş Savaş Dönemi gelir (2 roman=7%). Yazarlar

tarafından tercih edilen Osmanlı Döneminde ise, XIV. yüzyıl birinci sırada gelir (10

roman=40%). İkinci sırada ise XIX. yüzyıl gelir (6 roman=24%). Buna göre

yazarlarımız, Osmanlı Devletinin kuruluş ve yıkılış yıllarını tercih ederler. En az

rağbet edilen dönem ise, XIII., XVI. ve XVIII. yüzyıllardır. Söz konusu yüzyıllarda

birer roman yazılmıştır (4%). Romanlardaki “kronolojik zaman”, “kozmik zaman” ve

“sosyal zaman” ele alınmıştır. Genellikle kronolojik zaman kullanılmakta, kozmik

zamanda ise en çok “gün”, “gece” ve “gündüz” gibi forumlar tercih edilmektedir.

Çünkü bu gibi kısa süreli zaman dilimleri, genellikle tarihî romandaki olaylara

uygundur. Biz de ilk olarak bütün romanların vak’a zamanını gösterdikten sonra

romanların kronolojik seyrini ortaya çıkardık. Kimi yazarlar, kahramanlarla veya

olaylarla ilgili bilgiler vermek amacıyla geriye dönüş veya geleceğe sıçrayışlarla

romanın bu kronolojik seyrini bozarlar. Yazarlarımız kozmik zaman unsurları

kullanırlarken iki yöne giderler. Birincisi romanın kronolojik seyrine işaret eden

Page 622: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

610

kozmik zaman dilimleridir. “Gün” ve “mevsim” formları, bu konuda çok belirgindir.

İkincisi ise, kahramanların ruhî durumlarını gösteren kozmik zaman unsurlarıdır.

Burada yazarlar, “gece” formu gibi kozmik zaman unsurlarını kahramanların keder

ve ruhî ıstıraplarıyla birleştirirler. Yazarlar sosyal zamanın özelliklerine yeterince

dikkat ettikleri kıyafet ve sofra unsurları ve geleneklerdir. Ortaya çıkardığımız sosyal

zaman unsurlarından işlenen devirlerin ruhuyla ilgili bilgi edinebiliriz.

Tezimizin üçüncü bölümünü teşkil eden “Mekân” kısmında romanların

mekânla ilgili unsurlarının üzerinde durarak mekânları “Tabiî Coğrafya”,

“Yerleşilen, Barınmak Veya Bir İhtiyaç İçin Yapılan Mekânlar”, “Açık Mekânlar”,

“Kapalı Mekânlar”, “Dinî Mekânlar”, “Dinleme-Eğlence Mekânları” ve “Müteferrik

Mekânlar”a göre tasnıf ettik. Akıncıları anlatan romanlarda en çok açık mekânlar

tercih edilir. Bu gibi romanlarda açık mekân, akıncıların ruhî durumuna uygundur.

Padişahları anlatan romanlar ise, büyük bir oranla saraylar gibi kapalı menkânlarda

cereyan eder. Romanlarda mekânı alınırken, üzerinde durduğumuz bir husus, insanın

mekânla ilişkisidir. Bu konuda mekânların, kahramanların ruhî durumlarında etkisini

gösterdik. Bunun yanında da kimi yazarlar, mekânın unsurlarıyla kahramanların

özelliklerini gösterirler.

“Şahıslar” olan sonraki bölümde de romanlarda yer alan kahramanları, çeşitli

yönlerden inceledik. İlk olarak şahısları; “Tarihî Şahsiyet”, “Tarihî olmayan Yaratma

Şahsiyet”e göre inceledik. Bundan sonra kahramanları “Meslek”lerini gösterdik.

“Sosyal Durumlarına Göre Şahsiyetler” kısmında da kahramanların sosyal

hayatlarıyla ilgili verilen bilgilerine yer verdik. “Cinsiyetlerine Göre Kahramanlar”da

da romanlarda erkek ve kadın kahramanları gösterdik. Üstelik hangisinin yazarlar

tarafından tercih edildiğine işaret verdik. Romanlarda, özellikle seferleri anlatan

romanlarda en çok tercih edilen erkek kahramanlardır. Saraylarda cerayan eden

romanlarda ise kadın kahraman, ön plana kadar çıkmaktadır. Bölümün son kısmı ise,

“Milliyetlerine Göre Kahramanlar”da kahramanları ülkelerine göre sınıflandırdık.

Romanlarda geçen çeşitli milletlerin genel özelliklerini gösterdik.

Romanın son bölümü ise, “Bakış Açısı” başlıklıdır. Bu bölümde anlatım

teknikleri bakımından romanlarda kullanılan bakış açısına yer verdik. Bunun yanında

Page 623: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

611

da yazarın, vak’alar ve kahramanlar hakkında olumlu veya olumsuz yorumlarını

kapsayan bakış açılarını göstermeye çalıştık. Üstelik tarihî roman üzerinde en çok

tartışılan konulardan biri olan roman-tarih konusu ile ilgilenmeye çalıştık. Yazarın,

bu romanı yazmasının sebebini veya yazarın romandan okuyucuya aktarmak

istediğini gösterdik. Aslında her roman, roman-tarih ilişkisine özel açıdan işaret eder.

Çünkü her yazarın, bir eseri –bilhassa tarihî bir romanı- yazdığında belirli bir

görüşten hareket eder. Bu görüş aslında yazarın ele aldığı konu hakkında dünya

görüşünü teşkil etmektedir. Yazarın niye bu eseri yazdığının sorusuna cevap verirsek

elbette yazarın romanla ilgili bakış açısını ortaya çıkarmış oluruz. Bu açıdan

incelenen romanlarda ara sıra yazarın tarafından verilen mesaj veya yorumlar

vasıtasıyla bu soruya cevap vermeye çalıştık.

Bütün bölümlerde romanlardaki vak’a zamanını esas alarak, ayni devri

işleyen romanları birlikte inceledik.

Tezimiz, bibliyografya ile sona erer. Bibliyografyada incelediğimiz otuz

tarihî romanı gösterdik. Sonra tez boyunca faydalanan ansikleopedi ve sözlük

maddelerine yer verdik. Bibliyografyanın son kısmında ise, tezimizde faydaladığımız

çeşitli dergilerde yayımlanan makaleleri ve kitapları gösterdik.

Page 624: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

612

BİBLİYOGRAFYA

1- İNCELENEN ROMANLAR

1981

1- Apaydın, Talip, Vatan Dediler, Yalçın Yayınları, İstanbul, 368 s.

2- Bahadıroğlu, Yavuz, Binatlı, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 79 s. [Nesil

Yayınları, İstanbul, 44. Baskı, 2006, 93 s.]

3- Bahadıroğlu, Yavuz, Dargo, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 111 s. [Nesil

Yayınları, İstanbul, 23. Baskı, 2006, 126 s.]

4- Bahadıroğlu, Yavuz, Düşman, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 100 s. [Nesil

Yayınları, İstanbul, 7. Baskı, 2005, 127 s.]

5- Bahadıroğlu, Yavuz, Selahaddin Eyyubi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 203

s. [Nesil Yayınları, İstanbul, 42. Baskı, 2005, 184 s.]

6- Gündüz, Ali, Türküm Dramı, Ankara, Gündüz Yayınevi, 120 s.

7- İlhan, Attilâ, Dersaadet’te Sabah Ezanları, Ank., Bilgi Yay., 382 s.

8- Yeşilova, Mustafa, Karasu, y.y., Hür Yay.,131 s.

1982

1- Bahadıroğlu, Yavuz, Sultan 4. Murat, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 304 s.

[Nesil Yayınları, İstanbul, 36. Baskı, 2006, 294 s.]

2- Bahadıroğlu, Yavuz, Baskın, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 109 s. [Nesil

Yayınları, İstanbul, 20. Baskı, 2006, 127 s.]

3- Bahadıroğlu, Yavuz, Gemide İsyan, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 138 s

[Nesil Yayınları, İstanbul, 11. Baskı, 2006, 167 s.]

4- Bahadıroğlu, Yavuz, Kaybolan Elçiler, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 95 s.

[Nesil Yayınları, İstanbul, 20. Baskı, 2006, 92 s.]

5- Bahadıroğlu, Yavuz, Tuzak, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 116 s. [Nesil

Yayınları, İstanbul, 37. Baskı, 2006, 127 s.]

6- Bahadıroğlu, Yavuz, Kara Şövalye, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 92 s.

[Nesil Yayınları, İstanbul, 42. Baskı, 2006, 111 s.]

Page 625: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

613

7- Bahadıroğlu, Yavuz, Çalınan Hazine, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 119 s.

[Nesil Yayınları, İstanbul, 33. Baskı, 2006, 119 s.]

8- Bahadıroğlu, Yavuz, Kaçırılan Prenses, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 159 s.

[Nesil Yayınları, İstanbul, 14. Baskı, 2006, 159 s.]

9- Karatay, Hüseyin, İsyan Eşiği, Arslan Yayınları, İstanbul, 256 s.

1983

1- Akok, Edibe Aziz, Dünya Durdukça, Osmanlı Matbaası, İstanbul, 160 s.

2- Bahadıroğlu, Yavuz, Bağdat Fatihi Sultan 4. Murat, 2. Cilt, Yeni Asya

Yayınları, İstanbul, 359 s. [Nesil Yayınları, İstanbul, 23. Baskı, 2006, 400 s.]

3- Buğra, Tarık, Osmancık, Ötüken Yayınları, İstanbul, 436 s. [19. Baskı, 2005]

4- Daloğlu, Selahaddin Turgay, Ermeni Zülmü 1915–1918, Dilara Yayınları,

İstanbul, 119 s.

5- Korcan, Kerim, Patrona, Yazko Yayınları, İstanbul, 620 s.

6- Sertoğlu, Murat, Hekimoğlu, Sağlam Kitabevi, İstanbul, 144 s.

1984

1- Çokum, Sevinç, Hilâl Görününce, Cönk Yayınları, İstanbul, 335 s. [Ötükrn

Yayınları, İstanbul, 8. Baskı, 2007, 430 s.]

2- Ersen, Cavid, Yıldırım Bayezid, Kamer Neşriyet, İstanbul, 232 s.

3- Şensözen, Vasfı, Civelek Osman, Göktürk Yayınları, İstanbul, 157 s.

4- Yavuz, İbrahim Ulvi, Son Kavşak, Şamil yayınları, İstanbul, 217 s.

1985

1- Boyunağa, Yılmaz, Malazgirt’in Üç Atlısı, Beraket Yayınları, İstanbul, 365 s.

[Timaş Yayınları, İstanbul, 7. Baskı, 2006]

2- Oğuz, Müslim, İlk Hançer, b.y., Ankara, 94 s.

3- Pamuk, Orhan, Beyaz Kale, Can yayınları, İstanbul, 159 s. [İletişim

Yayınları, İstanbul, 29. Baskı, 2005, 199 s.]

Page 626: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

614

2. FAYDALANAN ANSİKLOPEDİ VE SÖZLÜK MADDELERİ

“Abdurrahman Gazi” madde., Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul,

1969, c.1

“Abdülhamit II” madde., Genç Larousse Ansiklopedisi, Gerçek Yayınları,

İstanbul, 1993, c.1

“Abdülhamid II” madde., M. Orhan Bayrak, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkilâp Yayınları, İstanbul,

“Afşin” madde, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Milliyet Yayınları,

İstanbul, 1986, c.1

“Ahmed III” madde., Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü, İnkılâp

Yayınları, İstanbul, 1999

“Ahmet Rıza Bey” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Akça Koca” madde., Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.1

“Akıncılar”, Türk ve Osmanlı Kurumları, http://www.turktarih.net

“Alparslan” madde, Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.1

“Ankara Meydan Savaşı” madde, Grolier İnternational Americana Encyclopedia,

Sabah Yayınları, İstanbul, 1993, c.2

“Atatürk, Mustafa Kemal” madde, Genç Larousse, Gerçek Yayınları, İstanbul,

1993, c.2

“Atatürk, Mustafa Kemal” madde, Grolier İnternational Ameraicana

Encyclopedia, Sabah Yayınları, İstanbul, 1993, c.2

Page 627: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

615

“Bağdat Köşkü” madde, www.vikipedi.org

“Bayezıd I, Yıldırım” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Bayram Paşa” madde., Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Birinci Osman (Gazi)” madde, Resimli Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, Midhat

Sertoğlu, İstanbul Matbaası, 1958

“Charles VI” madde, Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.4

“Cülûs Bahşişi” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Çandarlı Ali Paşa” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Devlet Hatun” madde., Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, İnterpress

Yayıncılık, İstanbul, 1992, c.5

“Dördüncü Mehmed (Avcı)” madde., Resimli Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi,s.245-247

“Dündar Bey” madde, Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.3

“Edebâlî (Üdebâlî)” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları,

İstanbul, 1994, c.6

“Efe” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul, 1994,

c.6

“Emanuel Karasu”,madde., www.vikipedi.org

Page 628: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

616

“Enver Paşa”.,madde., Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İhlâs Matbaacılık ve

Gazetecilik Yayınları, İstanbul, 1989, c.3

“Ertuğrul Gâzi” madde, Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İhlâs Matbaacılık ve

Gazetecilik Yayınları, İstanbul, 1989, c. 3

“Ertuğrul Gâzi” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Erzincan” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul,

1994, c. 7

“Erzurum” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü, İnkılâp

Yayınları, İstanbul, 1999

“Eyyûbîler” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul,

1994, c.7

“Friedrich I Barbarossa” madde, Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul,

1969, c.4

“Gazi Evrenos Bey” madde., Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İhlâs Matbaacılık ve

Gazetecilik Yayınları, İstanbul, 1989, c. 3

“Genç Osman” madde, Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İhlâs Matbaacılık ve

Gazetecilik Yayınları, İstanbul, 1989, c. 3

“Gemiyanoğulları”, «madde», Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları,

İstanbul, 1994, c.8

“Gui De Lucignan” madde, Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969,

c.5

“Gülçiçek Hatun Türbesi” «madde», Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi

Sözlüğü, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

Page 629: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

617

“Hasan Sabbâh” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları,

İstanbul, 1994, c.8

“Hekimoğlu” madde, www.vikipedi.org

“II. Manuel Palaiologos” madde, www.vikipedi.org

“II. Aleksandr” madde., www.vikipedi.org

“İbrahim Paşa (Nevşehirli, Dâmâd)” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs

Holding Yayınları, İstanbul, 1994, c.9

“İran Harbleri” madde, Osmanlı Tarihi Sözlüğü, İhlâs Matbaacılık ve Gazetecilik

Yayınları, İstanbul, 1989, c.3

“İstanbul’un İşgali” madde, www.vikipedi.org

“İvan-IV” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları, İstanbul,

1994, c.10

“Jean (Korkusuz)” «madde», Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları,

İstanbul, 1994, c.10

“Kara Davut Paşa” madde., Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Kazan” madde., İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, t.y., c.6

“Kemankeş Kara Ali Paşa” madde., Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi

Sözlüğü, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Kemankeş Kara Mustafa Paşa” madde., Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı

Tarihi Sözlüğü, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

Page 630: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

618

“Kırım Savaşı” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Konur Alp” madde., Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.7

“Köse Mihal” madde., Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969, c.7

“Kösem Mahpeyker Sultan” madde., Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi

Sözlüğü, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Mahmud I” madde, Ana Britanicca Ansiklopedisi, Ana Yayınları, İstanbul,

1993, c.21

“Mahmud I” madde., Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü, İnkılâp

Yayınları, İstanbul, 1999

“Mahmud II” madde., Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü, İnkılâp

Yayınları, İstanbul, 1999

“Malazgirt Meydan Savaşı” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding

Yayınları, İstanbul, 1994, c.11

“Malhatun Türbesi” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Malkoçoğulları” madde, Ana Britanicca Ansiklopedisi, Ana Yayınları, İstanbul,

1993, c.21

“Manyasîzâde Refik” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Mehmed IV, Avcı” madde., Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

Page 631: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

619

“Mehmet I. Çelebi” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İstanbul, İnkılâp Yayınları, 1999

“Mehmed Talât Paşa”.,madde., Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi

Sözlüğü, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Merre Hüseyin Paşa” madde., Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi

Sözlüğü, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Mirçe Cel Batran” madde., Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969,

c.14

“Murâd Han-IV” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları,

İstanbul, 1994, c.14

“Murad I. Hüdavendigâr” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi

Sözlüğü, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

Müezzinzâde Ahmed Paşa” madde., Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi

Sözlüğü, İstanbul, 1999

“Necmeddin Eyyub” madde, Ana Britanicca Ansiklopedisi, Ana Yayınları,

İstanbul, 1993, c.23

“Nevşehirli İbrahim Paşa” madde., Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi

Sözlüğü, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Niğbolu Meydan Muharebesi” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding

Yayınları, İstanbul, 1994, c.15

“Nilüfer Hatun” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları,

İstanbul, 1994, c.15

“Olay Örgüsü”, madde, http://www.uludagsozluk.com/k/olay-örgüsü/

Page 632: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

620

“Orhan Gazi” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları,

İstanbul, 1994, c.15

“Osman Gazi I” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Osman I” madde., Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, c.33, Diyanet Vakfı

Yayınları, İstanbul, 2007

“Padişah Oğulları (Şehzadeler)” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı

Tarihi Sözlüğü, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Padişah Eşleri (Hatunlar)” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi

Sözlüğü, İstanbul, 1999

“Patrona Halil Ayaklanması” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi

Sözlüğü, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Philippe II Auguste” madde, Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul,

1969, c.10

“Revan Savaşı” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Richard I Aslan Yürekli” madde, Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul,

1969, c.10

“Sait Halim Paşa (Mehmed)” ” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding

Yayınları, İstanbul, 1994, c.17

“Samsa Çavuş” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları,

İstanbul, 1994, c.17

Page 633: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

621

“Savru Batu Bey” madde., Meydan Larousse, Meydan Yayınları, İstanbul, 1969,

c.11

“Selâhaddin Eyyûbî” madde., Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, Diyanet

Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009, c. 36

“Selâhaddin Eyyûbi” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları,

İstanbul, 1994, c.17

“Sigismund Lüksemburglu” madde., Meydan Larousse, Meydan Yayınları,

İstanbul, 1969, c.18

“Süleyman Çelebi” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İstanbul, 1999

“Süleyman Paşa” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Şeyh Şamil” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları,

İstanbul, 1994, c.18

“Şeyhülislâm” madde., Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları,

İstanbul, 1994, c.18

“Tayyar Mehmed Paşa” madde., Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi

Sözlüğü, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Timur” madde, Ana Britanicca Ansiklopedisi, Ana Yayınları, İstanbul, 1993,

c.30

“Turanşah” madde, Ana Britanicca Ansiklopedisi, Ana Yayınları, İstanbul, 1993,

c.30

Page 634: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

622

“Umur Bey Karatimurtaşoğlu” madde., Meydan Larousse, Meydan Yayınları,

İstanbul, 1969, c.19

“V. Yannis Palaiologos” madde, www.vikipedi.org

“Yakup Çelebi” madde, Bayrak, M.Orhan, Resimli Osmanlı Tarihi Sözlüğü,

İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1999

“Yeniçeriler” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding Yayınları,

İstanbul, 1994, c.20

“Yıldırım Bâyezîd Han” madde, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İhlâs Holding

Yayınları, İstanbul, 1994, c.20

“Zümrüdü Anka” madde, Din ve İnanç Sözlüğü, Şinasi Gündüz, Vadi Yayınları,Ankara, 1998

3- Diğer Kaynaklar

- Aksun, Ziya Nur, Osmanlı Tarihi, c.1, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1994

- Akşin, Sina, Türkiye Tarihi, c.4 (Çağdaş Türkiye 1908-1980), Cem Yay., İstanbul,

9. Baskı, 2007

- Aktaş, Şerif, Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Ankara, Akçağ

Yayınları, 7. Baskı, 2005

- Argunşah, Hülya Eraydın, “Türk Edebiyatında Tarihî Roman (Türk Tarihi İle

İlgili)”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora

Tezi), İstanbul 1990, 432 s.

- Aslan, Hüsamettin, İkinci Dünya Savaşı Sırasında Kırım Türkleri, Türk Yurdu, c.8,

S.7, No: 353, Ağustos 1987, s.3–10

Page 635: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

623

- Aytür, Ünal, Henry James ve Roman Sanatı, Ankara Üniversitesi Basımevi,

Ankara, 1977

- Balabanlılar, Mürşit, (Haz.) Türk Romanında Kurtuluş Savaşı, Türk İş Bankası

Kültür Yayınları, İstanbul, 2003

- Baykal, Bekir Satıcı, Destârî Sâlih Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara,

1962

- Bayram, Dr. Cezmi, Kırım, Yahut!, Türk Yurdu, c.8, S.7, No: 353, Ağustos 1987,

s.1-2

- Bağçeci, Yahya, 1895 Zeytun Ermeni İsyanı, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler

Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Kayseri, 2008

- Ceylan, İsmail Fetih, Yavuz Bahadıroğlu Hayatı ve Eserleri (Romancının Romanı),

Nesil Yayınları, İstanbul, 2000

- Coşkun, Sezai, Tarih - Roman İlişkisi ve Çanakkale Harbi Örneği, Yağmur Dergisi

- Sayı: 34 Ocak-Şubat-Mart 2007

- Burcu, Ebru, Osmancık’tan Osman Gazi Han’a Geçiş Sürecinde Yaşanan

“Simgesel Değişim” Üzerinde Bir Okuma Denemesi, Türk Yurdu, Mayıs-Haziran

2000, c.20, Sayı 153–154

- Dönmez, A. Osman, Osmancık Romanında Horasan Erenleri, Sızıntı Dergisi, Sayı:

327, Nisan 2006

- Gül, Abdullah Remzi, 1909 Adana Olayları ve Bahçede Kurtuluş, Mersin, Aksiyon

Matbaacılık, 2006

- İlter, Erdal, Türkiye’de Sosyalist Ermeniler ve Silahlandırma Faaliyetleri (1890–

1923), Turan Yayınları, İstanbul, 1995

Page 636: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

624

- Kaplan, Mehmet, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3 –Tıp Tahlilleri-, Dergah

Yayınları, İstanbul, 4.baskı, 2001

- Karaca, İsmail, “Türk Edebiyatında Tarihî Roman (Türk Tarihi İle İlgili, 1951–

1960)”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora

Tezi), İstanbul 2004

- Karahan, Hüseyin, Osmancık’ta Nasihatler, Sızıntı, Sayı: 337, Şubat 2007

- Karataş, Turan, Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Akçağ Yay., Ankara, 2.

Baskı, 2004

- Kaya, Muharram, Türk Romanında Destan Etkisi, T.C. Kültür ve Türizim

Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2004

- Kurçeren, Seher, Devlet İdaresinde Hatunların Tesirleri (İslâmiyetten sonra), Türk

Yurdu, c.9, S. 20, No 366, s.36–44

- Narlı, Mehmet, Orhan Kemal’in Romanları Üzerine Bir İnceleme, T.C. Kültür

Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002

- Özbalcı, Mustafa, Yahyâ Kemâl’in Şiirlerinde Târihî Muhatevâ, Türk Yurdu, 10.

Cilt / 24. Sayı (372), Mart 1989

- Sertoğlu, Midhat, Resimli Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul Matbaası, 1958,

- Taştan, Zeki, “Türk Edebiyatında Tarihî Roman (Türk Tarihi İle İlgili, 1871–

1950)”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora

Tezi), İstanbul 2000, 1330 s.

- Tatar Kırılmış, İlknur, “Türk Edebiyatında Tarihî Roman (Türk Tarihi İle İlgili,

1961–1965)”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış

Doktora Tezi), İstanbul 2007, 1121 s.

Page 637: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

625

- Tekin, Mehmet, Roman Sanatı (Romanın Unsurları) 1, İstanbul, Ötüken Yayınları,

3. Baskı, 2003

- Timur, Taner, Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik, İmge Kitabevi

Yayınları, 2. Baskı, 2002

- Tuncer, Hüseyin, Osmancık (I), Türk Yurdu, c. 9, S. 22, No: 368, Kasım 1988,

s.56–59

- Tuncer, Hüseyin, Osmancık (II), Türk Yurdu, c. 9, S. 25, No: 371, Şubat 1989,

s.41–45

- Tuncer, Hüseyin, Osmancık (III), Türk Yurdu, c. 10, S.24, No: 372, Mart 1989,

s.41–45

- Yetiş, Kâzım, Dönemler ve Proplemler Aynasında Türk Edebiyatı, Kitabevi,

İstanbul, 2007

- Yetiş, Kâzım, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu İle İlgili Üç Romanda Bir Tip,

İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XXX,

2003, s.591–609

Page 638: T.C. YEN0TÜRK EDEB0YATI B0L0M DALI Doktora Tezi TÜRK …nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46522.pdf · 2010. 8. 20. · t.c. 0stanbul Ün0vers0tes0 sosyal b0l0mlerenst0tÜsÜ tÜrk

626

ÖZGEÇMİŞ

Ahmed Eldessouky, 03.03.1975 tarihinde Mısır’da doğdu. Mansoura’da El-

Melik El-Salih Lisesini bitirdi. 1997 yılında Kahire’deki Ayn Şams Üniversitesi Türk

Dili ve Edebiyatı Bölümünde mezun oldu. 1998 yüksek lisansı bitirdi. 2004 yılında

“Edebî Eleştirmen olan Mehmet Kaplan” adlı mastar tezini tamamladı. 2006 yılında

TÖMER diplomasını aldı. Aynı yılda İ.Ü. Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim dalı Yeni

Türk Edebiyatı Bölümünde doktora programına başladı. 1998 yılından bu güne Ayn

Şams Üniversitesinde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde araştırma görevlisi olarak

görev yapmaktadır.