20
islamiyat m (2000), saJ-1 3, s. 79-98 Tefsir Yorum Manipülasyonu: 'Uh1'1-Emr' MUSTAFA ÖZTÜRK GÖR., O.M.Ü. SOS. ENST. B gibi, Hz. Peygamber, risaletle andan itibaren hem dünyevi hem ruhani otoriteyi kendi temsil etmekteydi. Fakat onun birlikte bu çift yönlü otorite zorunlu olarak ve bu parça- peygambersiz hayata intibak gibi bir sorunu da beraberinde getirdi. Risalet görevini ifa sürecinde Hz. Peygamber'e refakat eden ilk müslüman ne- sil, onsuz bir hayata intibak etme ilk anda ciddi gerginlikler ve bu gerginliklerin pratikteki ilk tezahüri.i de Beni Sa'ide vuku hulan hpafet kendisini gösterdi. Bu her ne kadar o an için bir ile gibi gözükse de, sonraki ortaya kan kesilmeyen ihtilaf ve s(\rekli olarak istismar konusu Hilafet (devlet gibi dünyevi nitelik- li bir nieselenin bu manipülasyon olgusu, zaman içe- risinde, siyasi olaylara olarak ortaya itikadi nitelikli problem- lere de sirayet etti. Bu talihsiz sirayet sürecinde, konusu olan problem- lere her zümre, kendi teyit ve tasdik ertir- mek evvelemirde otoritesine ihtiya- hissetti ve böylece mezhep ve siyaset eksenli manipülasyon, Kur'an'a yöne..- lik anlama ve yorumlan1a faaliyetlerinin aynlmaz bir haline geldi. bu söz konusu manipülasyon olgusunu, günümüzde de siyasi çevrelerin diline pelesenk olan 4. Nisa', 59. ayetteki ulü'l-emr ve "ulu'l-emr'e itaat" emrine ortaya konan yorumlar çerçevesinde so- hedefleyen bir örnekleme A) Ayet'in Sebebi ve Genel Anlam Örgüsü Üzerine Mülahazalar Allah (c.c.), bahse konu olan ayette Ey inananlar! Allah'a, Peygamber'e ve sizden olan ulu'l-emr'e itaat edin; ve herhangi bir konuda onu Allah'a ve Pey-

Tefsir Geleneğinde Yorum Manipülasyonu: 'Uh1'1-Emr'isamveri.org/pdfdrg/D01910/2000_3/2000_3_OZTURKM.pdf · Risalet görevini ifa sürecinde Hz. Peygamber'e refakat eden ilk müslüman

Embed Size (px)

Citation preview

islamiyat m (2000), saJ-1 3, s. 79-98

İslam Tefsir Geleneğinde Yorum Manipülasyonu: 'Uh1'1-Emr' Kavramı Örneği

MUSTAFA ÖZTÜRK ARAŞ. GÖR., O.M.Ü. SOS. BİL. ENST.

B ilindiği gibi, Hz. Peygamber, risaletle görevlendirildiği andan itibaren hem dünyevi hem ruhani otoriteyi kendi şahsında temsil etmekteydi. Fakat onun

vefatıyla birlikte bu çift yönlü otorite zorunlu olarak parçalandı ve bu parça­lanmışlık, peygambersiz hayata intibak gibi bir sorunu da beraberinde getirdi. Risalet görevini ifa sürecinde Hz. Peygamber'e refakat eden ilk müslüman ne­sil, onsuz bir hayata intibak etme noktasında ilk anda ciddi gerginlikler yaşadı ve bu gerginliklerin pratikteki ilk tezahüri.i de Beni Sa'ide gölgeliğinde vuku hulan hpafet tartışmasında kendisini gösterdi. Bu tartışma her ne kadar o an için bir uzlaşma ile sonuçlandı gibi gözükse de, sonraki yüzyıllarda ortaya çı­kan fırkalar arasındaki ardı arkası kesilmeyen ihtilaf ve çatışmalarda, s(\rekli olarak istismar konusu yapıldı. Hilafet (devlet başkanlığı) gibi dünyevi nitelik­li bir nieselenin tartışılmasından başlayan bu manipülasyon olgusu, zaman içe­risinde, çeşitli siyasi olaylara bağlı olarak ortaya çıkan itikadi nitelikli problem­lere de sirayet etti. Bu talihsiz sirayet sürecinde, tartışma konusu olan problem­lere farklı açılardan yaklaşan her zümre, kendi duruşunu teyit ve tasdik ertir­mek maksadıyla evvelemirde Kur'an'ın tartışılmaz otoritesine başvurma ihtiya­cı hissetti ve böylece mezhep ve siyaset eksenli manipülasyon, Kur'an'a yöne..­lik anlama ve yorumlan1a faaliyetlerinin aynlmaz bir parçası haline geldi.

İşte bu çalışma, söz konusu manipülasyon olgusunu, günümüzde de bazı siyasi çevrelerin diline pelesenk olan 4. Nisa', 59. ayetteki ulü'l-emr kavramı ve "ulu'l-emr'e itaat" emrine ilişkin ortaya konan yorumlar çerçevesinde so­mutlaştırmayı hedefleyen bir örnekleme girişimidir.

A) Ayet'in İniş Sebebi ve Genel Anlam Örgüsü Üzerine Bazı Mülahazalar

Allah (c.c.), bahse konu olan ayette şöyle buyunnaktadır:

Ey inananlar! Allah'a, Peygamber'e ve sizden olan ulu'l-emr'e itaat edin; ve herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Pey-

80 islamiyat III (2000), sayı 3

gamber'e götürün; eğer Allah 'a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıyorsa­nız. Bu (sizin için) en hayırlısıdır ve sonuç olarak da en iyisidir.ı

Bu ayetin iniş sebebine dair iki rivayet nakledilmektediL Rivayetlerin ilkin­de, Halid b. el-Velid (ö. 21/642) kumandasında gönderilen bir seriyyede, baş­

langıçta düşman safında yer alan, ancak daha sonra müslüman olduğunu ikrar eden bir kişinin durumu konusunda Halid b. el-Velid ile Arnmar _b. Yasir (ö. 37/657) arasında çıkan bir anlaşmazlıktan söz edilmektedir. Rivayere göre, söz konusu problem bilahare Hz. Peygamber'in huzuruna taşınmış; o sırada taraf­lar arasında gerginleşen ortam, Hz. Peygamber tarafından yumuşatılmış ve so­nunda Halid b. el-Velld'in Arnmar b. Yasir'den özür dile_n1esiyl~ sorun çözüm­lenmiştir.2

İbn Abbas'tan (ö. 68/687) nakledilen diğer rivayere göre ise, bu ayet, Ab­dullah b. Huzafe b. Kays3 hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber tarafından bir seriyyenin başında savaşa gönderilen Huzafe, sefer sırasında bir olay üze­rine askerlerine kızmış ve bu kızgınlıkla onlara ateş yakılması için odun top­l amalarını, ardından da yakılan ateşe girmelerini emretmiştir. Emrindeki genç­lerden birinin irirazı üzerine, mesele, bilahare Hz. Peygamber'e intikal ettiril­miştir. Hz. Peygamber onlara, "Şayet ateşe girmiş olsaydınız, bir daha ondan asla çıkmazdınız. Çünkü itaat ancak iyi, maruf olan şeylerde olur." buyurmak suretiyle, meşru itaatin sınırlarını tayin etmiştir.4 1

Ayetingenel anlam örgüsüne gelince; mealinden de açıkça anlaşılacağı gi­bi ayette, müminlerin öncelikle Allah'a ve Resul'e, ardından da ukı'l-emfe ita­at etmeleri emrediliniş; ancak bu son emir, "sizden olan" ifadesiyle kayHlan­mıştır. Daha sonra ise, herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşn;eleri halinde, bunun çözümünü Allah'a ve Resul'e havale etmeleri gerektiği ifade edilmiş ve bu tutumun kendileri açısından son derece güzel sonuç ver<=;ceği belirtilmiştir.

Ayette sıralanan emir dizisi içinde yer alan, Allah'a ve O'nun Resulü'ne ita­at ile, herhangi bir anlaşmazlık halinde problemin çözümünü yine bu iki oto­riteye, diğer bir deyişle Kur'an ve Sünnet'e havale etmeyi eı;nre'den ifadeler, son derece açık bir anlam örgüsüne sahiptir. Nitekim, hiçbir r~fsirde bu emir­lerin medlullerine ilişkin kayda değer bir görüş ayrılığına rastl~mak mümkün değildir. Ancak, "Sizden olan u/ü'/-emr'e de itaat edin." ifadesi 'Şöz konusu ol-

ı 4. Nisa', 59. ı Bkz. Taberi, Ebü Ca'fer J\lluhanımed b. Cerir, Cami'u'l-heyiin Wı te'ı'i/i ayi'l-/sur'iin, Beyrut 1988,

V. 148;Vilhidi, Ebü'I-Hasen Ali b. Ahmed, Eç/ıfihu"n-nuzü/, Beyrut 1991, s. 91. 3 Abdu llah b. Huzilfe (ö. 35/655-56) ve kumanda ettiği seriyye hakkında ayrıca bkz. İbn Sa'd, Ebü

Abdullah Muhammed, c:r-Tah;ıt@u'l-kubrii, Beyrut ı.y., IV. 189-190; İbnu'I-Esir, Ebü'I· Hasen Ali b. Muhammed, Usdu'/-ğahe fi ma'rifeti~ç-ş;ı(ı:ibe, y.y., t.y., llL 21 ı vd.; İbn Hacer e'l-i\skalani, Ah­med b. Ali, ei-İsıihe fi temyizi'ş-şabfihe, tahk. Ali Muhammed ei-Bicavi, Kahi~e t.y ., IV. 57.

-ı Ahdulfeuah ei-Kıidi, Esb;ib-ı Nuzul, çev. Salih Akdeınir, Ankar.ı 1996, s . 127-128. Bu rivayer için ayrıca bkz. Buhari, "Meğ:izi" 59; Muslim, "İmare" 25. Bu riv-ayer esas alındığında; Abdullah b. Huzafe'nin (ö. 35/655-56) katıldığı seriyyenin hicretin 9. yılında (630) gerçekleşmiş olmasından harekeıle, ayeıin Medine döneminin son zamanlarında indiğini r.ılıadıkl.a söylemek mümkündür. Bkz. Ali Yardım, "Abdullah b. Huz!lfe" mad., DİA, İsıanbul 1987, ı. 108.

Islam Tefsir Geleneginde Yorum ManipıUasyonu: 'U/Ct'l-Emr' Kavramı Örnegi 81

duğunda, gerek ulü'l-emı'in kimlere karşılık geldiği, gerekse kendilerine itaat edilmesi istenilen bu zümreye itaatin sınırlarının ne olduğu ya da ne olması ge­rektiği hususunda çok farklı yorumlarla karşılaşılmaktadır.

B) 'Ulü'l-emr' Sözcüğünün Anlam içeriğine İlişkin Yorumlar

Ulü'l-emı'in kimler olduğu hususunda klasik Sünni tefsir kaynaklarında zikre­dilen görüşleri müfessir İbnu'l-Cevzi (ö. 597/1200) dört başlık altında özetle­miştir. Buna göre, u/ü'l-emı'den maksat, EbO Hureyre (ö. 57/677), Zeyd b. Es­lem (ö. 136n53), İbn Abbas, Suddi (ö. 127n45) ve Mukatil'e (ö. 150/767) gö­re, devlet başkanları ve üst düzey yöneticiler (umera~; İbn Ebi Talha (ö. 143 n60), Cabir b. Abdillah, (ö. 74/693) Mucahid (ö. 103n21), ei-Hasen el-Basri (110n28), Ebu'l-Aliye (ö. 90n09), Ata' (ö. 126n44), İbrahim en-Neha'i (95/ 714) ve Dahhak (ö. 105n23)'a göre, dinde derin anlayış ve bilgi sahibi alim­ler;; İbn Nuceyh'in (ö. 1311749) Mucihid'den nakline göre, Hz. Peygamber'in ashabı; İkrime'ye (ö. 107/725) göre ise, Hz. EbO Bekir ve Hz. Ömer'dir.6

Hicri VI. asır alimlerinden Ragıb ei-İsfehani (ö. 503/1109), uzlaşmacı bir yaklaşımla, bu konuda ortaya konan görüşlerin tümünün doğru olduğunu be­lirtmiş ve insanların t_abi oldukları ulü 'l-emri, yetki alanları açısından dört kıs­ma ayırmıştır. Onun yaptığı dörtlü taksime göre, otoriteleri halkın ve seçkinle­rio hem dış hem de iç dünyalarında geçerli olan ulü'l-emr, peygamberlerdir (enbiya~. Otoriteleri tüm insanların sadece dış dünyaları için geçerli olan _ulü'l­emr, yöneticilerdir (vulat). Otorit~leri sadece seçkinlerin iç dünyalan için ge­çerli olan ulü'l-emr, bilgelerdir (bukema~. Son olarak, otoriteleri sadece halkın iç dünyalarında egemen olan ulü'l-emr ise, öğüt veren ve nasihatte bulunan vaizlerdir ( va<a?a).7 · ·

Daha ziyade Sünni muhitte kabul gören bu yorumlardan farklı olarak Şia, ulü'l-emr kelimesinin medlulünü 'masum Ehl-i Beyt imamları' olarak belirle­miş;s sufiler ise, bunun tasavvufı öğretideki 'mürşid'e tekabül ettiğini ileri sür-" müştür. !>

Öte yandan, son devir müfessirlerinin yorumları incelendiğinde, bunlardan bazısında kelimenin anlam aJanının alabildiğine genişletildiği, bazılarında ise anlamın teke indirgendiği göze çarpmaktadır. Söz gelimi, Reşid Rıza ve Mev­dGdi, kelimenin anlam içeriğine, din bilginleri, düşünürler ve kanaat önderleri, siyasi !iderler, bürokratlar, mahkeme yargıçları, aşiret !iderleri, sivil toplum ör­gütlerine başkanlık edenler, büyük işadamları vb. gibi zümreleri dahil eder-

5 Bu görüş, lbn Abbas'a da nispeı edilmiştir. Bkz. lbnu'I -Cevzl, Ebü'l-Ferec Cemaluddin Abdurrah­man b. Ali, zadu'l-mesir fi 'ilmi'r-ıefsir, Beyruı 1987, ll. 117.

6 İbnu'l-Cevzi, Zfi.du'l-mesir, 11. 116-117. Ayrıca bkz. Taberi, Cümi'u'l-beyan, V. 147-148. 7 Rıigıb el-isfehani, Huseyn b. Muhammed, e/-Mufredac fi ğaribi'l-fsur'an, Kahraman Yayınları, is­

tanbul 1986, s. 30. a Tabersi, Ebu Ali el-Fadl b. Hasen, Mecma'u'l-bey-Jn fi cefsiri'l-fsur'an, Beyruı 1994, 1. 110. 9 Kuşeyri, Abdulkerim b. Hevazin, Le{3'ifu'l-işarfic, tahk. lbrahim Besyüni, Mısır 1981, I. 341.

82 islamiyat lll (2000), sayı 3

ken;ıo Muhammed Esed, ayetin siyak-sibak çerçevesini göz önünde tutarak, kelimeye, "kendilerine otorite emanet edilmiş kimseler" şeklinde bir anlam yüklemektedir. n Bu bağlamda, gerek selef ve gerekse son devir alimlerinin or­taya koyduğu yorumlar ile, kelimenin aynı surenin 83. ayetindeki kullanırruıı bir arada mütalaa edildiği takdirde, u/ü'/-emr kelimesinin medlulünü, en genel çerçevede, "kendi alanında yetkin ve otorite sahibi olan herkes" Ş,Ç:!klinde be­lirlemek mümkündür.

Şia ve tasavvuftaki ulü'l-emr telakkisi bir tarafa bırakılacak olursa, -tespit edebildiğimiz kadarıyla- klasik ve çağdaş döneme ait müfessirlere ait yorum­lar içinde en dikkat çekici olanı, Şafii mezhebine mensup ·müf~ssir Fahruddin er-Razi'ye (ö. 606/1209) aittir. Razi'ye göre ayette sözü edilen u/ü 'l-emı'den

maksat, usül-i fıkıh kitaplannda 'ehl-i hal ve akd' diye isimlendirilen icma ehli­ne tekabül etmektedir.ı3 İcma ehli ise, yalnızca fıkıh alimlerinden müteşekkil

. olup, kelamcılar, muhaddisler ve müfessirler, bu kapsarnın dışında yer almak­tadırlar. Çünkü, emirler ve yasaklar konusunda söz söyleme yetkisi yalnızca bu zümreye aittir. Ayrıca icma ehli olan bu zümre hatadan korunmuştur (ma'şüm).

Çünkü Allah, kesin şekilde u/ü'/-emr'e itaat edilmesini şarr . koşmuştur. Şu hal­de, Allah'ın mutlak surette kendisine itaat edilmesini emrettiği kimsenin/kimse­lerin hatadan masum olması gerekir. Aksi halde Allah'ın hata eden birine itaat etmeyi farz kılması gibi bir durum ortaya çıkar ki, Allah için böyle' bir şey dü­şünmek olanaksızdır.ı4

Kanaatimizce, Razl'nin, u/ü'/-emr sözcüğü ne ':hatadan korunm~ş (ma 'şüm) icma ehli (ehlu'l-bal ve'l-~d)" şeklinde anlam yüklemesinin temelinde, esas itibanyla, itikadi-mezhebi kaygılar yatmaktadır. Bunun en sornur göstergesi de Razi'nin, yaşadığı dönemde, Nizari İsmaili Hasan Sabbah'ın yeniden doktrine ettiği Barınilik düşüncesi (ed-da 'vetu'l-cedide) ve bu düşünCe çerçevesinde gerçek bilginin, ancak masum imamdan talim yoluyla öğrenilebileceğini savu-

ıo Bkz. Reşid Rız:i, Tefsiru'/-nıeniir, Mısır 1973, V. 147, 161; Ebü'l-A'Ia el-Mevdüdt; Teflıinıu'/-Kur'an, çev. Komisyon, istanbul 1986, I. 330. ;

ıı Muhammed Esed, Kur'an Mesajı: Meai-Tefsir, çev. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk1 Jstanbul 1996, I. ~ ' \

ıı U/ii'/-emr kelimesinin zikredildiği diğer ayet, aynı surenin (4. Nisa') 83. ayetidir~' ~u '<~yene, u/ü'/­emr kelimesi, haberlerden (edinilen bilgilerden) akıl yürüterek birtakım sonuçlar çıkarma gücü­ne sahip uzman kişiler, anlamında kullanılmıştır; bu kullanım, kelimenin anla~ ''!Ianının geniş­lemeye mOsait olduğu fikrini vermektedir. Bu konudaki değerlendirmeler için bRz. V ecd i Ak}'ÜZ, Kur'an'd:ı Siyasi Kavramlar, istanbul 1998, s. 136-137. '

u Razi'nin bu yaklaşımı, son devrin ünlü mOfessiri El malılı Harndi Yazır tarafından .da kabul gör­müştür. Bkz. Elmalılı Harndi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Istanbul 1979, Il. 1377 . . •.

•~ Bkz. Fahruddin er-Rı1zi, Ebü Abdilialı Muhammed b. Ömer, ec-Tefsiru'/-kebir (Meflitibu'l-ğayb), Beyrut t.y., X. 144-145, 150. A. Mahmüd Subhi, Razi'nin Şia'nın masum imam tezine karşı geliş­tirdiği masum icma anıitezini , demokratik bir yaklaşımın ifadesi olarak değerlendirmektedir. Bkz. Subhi, Napriyyetu'l-imame Jedeyi'ş-şraci'/-i~nii '.ışeriyye, Kahire t.y., s. 130. Ancak biz, ma­sumi)'eti toplumun, daha doğrusu toplumdaki u lema sınıfının sadece belli bir kesimine tahsis et­menin demokratik yaklaşımla uzaktan yakından hiçbir bağıntısının bulunmadığı; dah'ası, bu yak­laşımın, ulema totalitarizminden başka bir anlam ifade etmediği kanaatindeyiz.

ls/am Tefsir Geleneginde Yontın Maııipiilasyoıııt: 'U/ıl. '1-Eınr' Kavramı Örnegi 83

nan Batınilerle•s sürekli mücadele etmiş olmasıdır.•6 Bu itibarla, Rizi'nin orta­ya koymuş olduğu bu yorumun, Şia'nın tezine karşı geliştirilen bir amitez ol- . duğu ve böylece anılan mezhebin ·masum imam' teorisine 'masum icma' ile karşılık vermeyi hedeflediği hususunda kuşku yoktur. Nitekim, Şia'nın anılan kelimeye yüklediği anlam ile Razi'nin yorumu mukayese edildiğinde, söz ko­nusu durum çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Mesela, imarnet ve imarnın ınasumiyeti konusunda Batıniye-İsmailiye fırkasından farklı düşün­meyen İmamiye/İsna Aşeriye mezhebine mensup Şii müfessirlerinden Tabersi (ö. 548/1153) konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir:

Bizim mezhebiınize mensup alimiere gelince; onlar İmam Bakır ve Ca'fer es-Sadık'tan şunu nakletmişlerdir: UIG'l-emr, Muhammed'in (s.a.v.) aile­sine mensup (Ehl-i Beyt) imamlardır. Allah, kendisine ve Resulü'ne iraari farz kıldığı gibi, onlara da mutlak sureıte itaat edilmesini farz kılmıştır.

Şu halde, Allah 'ın mutlak sureıte kendisine itaati farz kıldığı kimsenin, kesinlikle masum olması gerekir. Aksi halde itaatin farz kılınması caiz değildir. Böylesi bir masumiyet, ne }'öneticiler, ne de alimler için söz ko­nusudur. Bu, sadece Ehl-i Beyt imanılarına özgü bir ayrıcalıktır. Allah, kendisine isyan eden birine ya da söz veya davranış planında farklılık gösteren insanlara itaati emretmekten münezzehtir.l7

Sünni düşüneeye yakınlığıyla tanınan Tabersl'nin öne sürdüğü bu tez, he­men hemen aynıyla Batıniye-İsmailiye tarafından da savunulmuştur. Mesela, Batıni-İsmaili hareketin propagandistlerinden (Dili) Ali b. Muhammed b. el-Ve­lid (ö. 612/1215), Gazzali'nin Feçfa 'il:ıu 'l-b;ipniyye adlı eserindeki iddiaları çü­rütmek maksadıyla kaleme aldığı Damiğu'l-bapl ve J:ıacfu'l-munaçlıl adlı eserin­de İmam'in masumiyerini kanıtlama bağlamında özetle şunları söylemektedir:

Allah, "Ey inananlar! Allah'a, Resul'e ve sizden olan u/ü'/-emr'e itaat edirı." ayetinde İmama itaati vacip kılmış; Kendisine ve Resulü'ne itaati, imama itaate iliştirmiştir. ilahi hikmette, değeriiyi değersize, temizi pise iliştirrnek }'Oklur. İşte bu yüzden Resul'e itaatin, imama itaate iliştirilme-si icap etmiştir. Resul'e itaat, günahtan korunmuş olmasından ('işmet) ... ötürü farz kılındığına göre, imam'a itaaıin de, ancak onun isınerinden do-layı farz kılınmış olması gerekir. Öyleyse imam masumdur."

Bu tablodan da açıkça görüldüğü gibi, Razi, kendisine ya da kendilerine ita­at edilmesi emredilen u/ü'l-emiin masum olması gerektiği şeklindeki ortak paydada Şiilerle birleşmektedir. Ancak Şiiler bu masumiyeti Ehl-i Beyt imam­Jarına atfetmekte; buna karşın Sünni düşünceyi temsil eden Razi, masumiyetin,

ıs Bkz. Şehristani, Eb11'I-Feıh Muhammed b. Abdilkerim, el-Mi/e/ ve'n-nibal, tahk. Ahmed FehınJ Muhammed, Beyrut 1.}'·· 1. 201-202.

ıG Bemard Lewis. Razi'nin, Batıni fedaiter tarafından tehdit edildiğini ve bu yüzden Batıniler hak­kında ihtiyatlı konuşmak durumunda kaldığını ifade eunekıe ve bu bağlamda bir fedainin Ra­zi'ye yönelik silahlı saldırısına dair ilginç bir rivayet aktarmaktadır. Bkz. Bemard Lewis, Tlıe As­sassins: A Radica/ Secc in Islam, London 1967, s. 7;-76.

ı1 Tabersi, Mecme'u'l-beyan, lll. 110-111. Velid, Ali b. Muhammed, Damiğu'l-bapl ve harfu'l-mu-nadıl, tahk. Mustafa Galib, Beyruı 1982, ı. 267. •

84 isiilmiyat Ol (2000), sayı 3

'icma ehli' olarak nitelediği fıkıh alimlerine (eh/u'l-J:ıal ve'l-~d) ait olduğunu ileri sürmektedir. İşte tam bu noktada, Şia'yı 'otorite mezhebi', Ehl-i Sünnet'i de 'icma mezhebi' olarak tanımlayan Goldziher'in, Şia'nın, kişilerin masumlu­ğunu savunduklan, buna karşılık Ehl-i Sünnet'in de 'cemaat' ve 'ümmet'in ma­sumiyetini ön plana çıkardıkianna ilişkin tespiti akla gelmekteıs ve Razi-Taber­si mukayesesınin ortaya koyduğu tablo da, onun, bu tespitinin· ne denli haklı ve yerinde bir tespit olduğunu gözler önüne sermektedir.

Razi'nin, bu ayet ekseninde ortaya koyduğu görüşler arasında dikkati çe­ken bir başka nokta da, dinin asıllarını sırasıyla Kitap,_ Sünnet, icma ve kıyas olarak belirlemesi ve bu dört aslın dışında kalan diğer delillerin baul ve mer­dut (kabul edilemez) olduğunu ileri sürmesidir. Razi, konuyla ilgili olarak şun­ları söylemektedir:

Bu ayet, Kitap, Sünnet, icma ve kıyas dışında kalan şeylerin/delillerin asılsız ve merdut olduğuna işaret etmektedir. Bunun delili de Allah'ın, ha­diseleri iki kısma ayırmış olmasıdır. Bunlardan ilki, hükümleri nassla be­lirlenmiş olan hususlar olup, Allah bu nassların hükümlerine uyulmasını emretmiştir. Bu durum, Allah'ın "Ey inananlar! Allah'a,· Resul'e ve sizden olan yetki ve otorite sahiplerine itaat edin." emrinde ifadesini bulmakta­dır. İkincisi ise, hakkında nass bulunmayan ve Allah'ın ictihad yapılma­sını emrettiği hususlardır ki, bu da O 'nun, "Eğer herhangi bir konuda an­laşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Resul'e havale edin." emrjnde ifa­desini bulmaktadır. Binaenaleyh, bu iki kısım dışında bir üçüncüsü olma­dığına ve Allah Telila da, bunların her birisi ile muayyen emirler verdi­ğine göre, bu durum, mükellefin dört şer'i aslın dışında hiçbir delile te­messük etmemesinin gerekliliğine delalet etmektedir. Bu husus kesinlik kazandığına göre, biz deriz ki: EbO Hanife'nin ileri sürdüğü 'istihsan' ile, Malik'in öne sürdüğü 'ıstıslah' terimleriyle, şayet bu dört as'ildan biri kas­tediliyorsa, bu, tabiri değiştirmekten başka bir şey değildir ve bunun bir anlamı da yoktur. Şayet anılan terimlerle dört şer'i esastan başka bir şey kastediliyorsa, daha önce de ifade ettiğimiz üzere, ayetin bunl~rın batıl olduğuna delalet etmesi hasebiyle, bu tür görüşler ileri sürrhek (istihsan ve ıstıslahın delil olduğunu savunmak) kesinlikle batıldır.l9 . ..

' 1 Şafı'l'nin (ö. 204/819) dinin asılianna ilişkin geliştirdiği usuJ doktrini -ki bu

doktrin şu an için, İslam hukuku bağlamında, Sünni çerçevede ·kalabilmenin asgari koşuludur- haurlandığı takdirde, Razi'nin buradaki yonhnunun da bü­yük ölçüde fıkhi-mezhebl kaygıların şekillendirdiği öznel bir yorum olduğu an­laşılacaktır.

Bilindiği gibi, Şafı'i'nin geliştirdiği usul doktrininde, dinin as'ıl!arı, sırasıyla Kitap, Sünnet, icma ve kıyas olarak belirlenmiş ve bu çerçevede özellikle Ebu

11 Bkz. lgnaz Goldziher, el-AAide ve~-şen"'a fi'I-Isltlm, çev. Muhammed Yusuf Musa-Abdulaziz Ab­dulhak-Aii Hasan Abdulkadir, Kahire 1946, s. 190; ayrıca bkz. İslam Siyasi Düşüncesinde Muha­lefet, çev. Vecdi Akyüz, İstanbul 1990, s. 237; ayrıca bkz. Fazlur Rahrnan, İslam, çev. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın, İstanbul 1992, s. 242-243.

19 Razi, Mefa61;ıu'l-ğayb, X. 148.

Islam Teftir Geleneğinde Yorıım Ma1Zipülasyonu: 'Uiıt'I-Emr' Kavramı Örneği 85

Hanife'nin (ö. 150/767) istlhsan delili, bizzat Şafi'i tarafından, tele??U? (keyfi­lik ya da kişisel arzusuna göre hüküm vermek) şeklinde nitelenmiştir.ıo

Öte yandan, Şafı'i'nin, dini anlama sürecinde öznenin müdahalesini kısıtla­mayı, dolayısıyla nassın literal otoritesini ön plana çıkarmayı amaçlayan bu sı­ralamasında, Ebu Zeyd'in de belirttiği gibi,ıı her bir esas, meşruiyetini bir ön­cekinden, yani Sünnet meşruiyetini Kur'an'dan; icma, Kur'an ve Sünnet'ten; kı­yas ise, Kur'an, Sünnet ve icmadan almaktadır.ıı Razl'nin, bu ayetten isrinbat ettiği kıyas deliline yönelik izahları da, Şafi'i'nin, maklsun aleyh olan bir asla muhtaç bir kaynak olarak tanımladığı kıyas anlayışını teyit eder niteliktedir. O, bu konuda da şunları söylemektedir:

Problemin Allah'a ve Resulü'ne götürülmesini emreden ifadeden kastedi­len asıl anlam, anlaşrnazlıkla ilgili konunun hükmünün Kur'an ve Sünnet nasslarından talep edilmesi değil, hilakis mevcut problemin hükmünün, kendisiyle benzeşen hadiseler hakkında nasslarla belirlenmiş hükümlere irca edilmesi anlamına gelmektedir; ki , bu da, kıyasa tekabül etmektedir. Böylece ayet, Kur'an, Sünnet ve icrnaın yanında kıyas yapmayı da em­retmiş olmaktadır.23

Görüldüğü gibi, Razi'nin burada tanımladığı kıyas/ictihad, mutlak rey olma­yıp, Kitap ve Sünn.et'te var olan bir habere muvafık olmak üzere delillerden hüküm aramaktan ibarettir. Şu halde, bir meselede kıyas yapılabilmesi için, Ki­tap ve Sünnet'ten asıl teşkil edecek bir haber bulunması ve asıl ile fer' arasın­da illet ortaklığı veya benzerliği şeklinde bir muvafakat olması gerekmektedir. Bu çerçevede sunulan ictihad ve kıyas, asıl ile fer' arasında ilişki kurmaya ça­lışan. zihinsel mekanizmalar olup, akli ilkelerden hareketle düşünsel bir dünya inşa etmekle alakaları yoktur. Bu zihinsel mekanizmaların aktivite alanlarını

ise, nasslar teşkil etmektedir. Dolayısıyla, hükümlerin lafızlardan üretilmesi iş­lemiyle sınırlı bu fıkhi düşünce sisteminde, akla da, fer'lere asıl aramak gibi atıl bir rol yüklenmiş olmaktadır.ı•

Bütün bu mülahazalardan hareketle, Razi'yi, Hanefilerin istihsanı ile Ma.li­kilerin ıstıslah delilini batı! ve merdut kategorisinde mütalaa etmek gibi çok ağır bir yargıda bulunmaya sevk eden faktörün, kendi mezhebinin ve mezhep imamının kadrini yüceitme arzusu olduğunu söylemek mümkündür.ı;

:ıo Şafi'i, Mul~mmed h. İdris, er-Risfile, tahk. Muhammed Seyyid Keyliini, Kültür Yayınları, İstan­bul 1985, s. 220; Osman Taştan, "İslam Hukukunda Kur'an", 1. Kur'an Sempozyumu, Bilgi Vak­fı, Ankarıı 1994, s. 318.

~ı Nasr Hamid EbO Zeyd. el-inıanıu'ş-Şafi'i ve ce'sisu'l-:ıydiyülüciyyeıi'/-v;ısaıiyye, Kahire 1992, s. 7. ız Bu konuda geni.ş değerlendirme için bkz. Hayli Kırbaşoğlu, "İslami ilimlerde Şafı'i'nin Rolü Üze­

rine", isitimiyat Il 0999), sayı: 1, Ankara 1999, s. 31 vd. 2.1 Razi, Mefiiti(ıu'l-ğayb, X. 146. 2·i Bkz. Mulıanuned Abid Cabiri, Arap Aklının Oluşumu: Tı::kvinu'l-'akli'l-'arabi, çev. İbrahim Akba­

ba, İstanbul 1997, s. 145-146. 2s Burııda Razi'nin İmam Şafı'i hakkındaki şu ifadelerini de hatıriatmakta fayda görüyoruz: "İmam .

Şiifi'i'den önce (u lema) fıkıh usülü konularında görüşler serdediyor, delil getiriyor, itirdzlarda bu­lunuyorlardı. Ne var ki, ellerinde, şer'i delillerin neler olduğunu öğrenme, bu alanda muarııza

86 islamiyat III (2000), sayı 3

C) 'Ulü'l-ernr'e İtaatin Sınırına İlişkin Yorumlar

Hatırlanacağı üzere, bahse konu olan ayette ulü'l-emre itaat edilmesinin ge­rekliliğine dair ihtilaf bulunmamakta; ancak, söz konusu itaatin sınırlarının ne olduğu konusuna gelindiğinde, her mezhep ya da dini ekolün kendine özgü bir yorum ürettiği görülmektedir. :-·

1. Şii Yorum

Daha önce de kısaca işaret ettiğimiz gibi, gerek aşırı gerekse mutedil Şiiler, ayetteki ulü'l-emr kelimesinin Ehl-i Beyt imamlarına tekabül ~ttiği görüşünde­dir. Bilindiği gibi, imarnet doktrini, daha doğrusu soyluluk telakkisine dayanan imam mitosu, genel Şii itikadının merkezinde yer almaktadır. Bu doktrine gö­re, imamete inanmayan bir kişinin -İslami anlamda- dininden söz etmek müm­kün değildir. Zira, imamları sevmek iman, onlara buğzetmek küfürdür.ı6 Bu iti­barla, herhangi bir kişinin gerçek anlamda mürnin olabilmesinin öncelikli, da­hası vazgeçilmez koşulu, zamanının imamını tanıması ve tıpkı Allah'a teslim olur gibi, onun emrine boyun eğmesidir.ı7 Keza, yapılan arnelin kabul şartı da, yine imama itaate bağlıdır. Çünkü amel, gerçekte imarnlara velayet (bağlılık)ıs ve Rabman'ın affına nail olmuş zamanın imarnma itaatten başka bir şey değil­dir.29 Esasen, bu telakkide imaırun manevi otoritesiyle Hz. Peyga'mber'in oto­ritesi arasında hiçbir fark yoktur. Zira, bir şey öğrenmek istediğinde hiçbir ça­ba sarf etmeksizin hemen kendisine öğretilen,30 Hz. Peygamber de dahil olmak üzere tüm peygamberlerin ilmini tevarüs yoluyia kendisinde töplayan,lı Allah katından indirilen tüm kitapların muhtevasını hakkıyla bilen32 ve hatta geçmiş

ve tercihin ne suretle yapılacağı konusund<ı başvuracakları külli bir ilke ~k5.nun-ı kul/i) yoktu. işte Şafı'i fıkıh usülü ilminin esaslarını belirleyip, şer'i delillerin mertebelerini bilme konusunda başvurulacak külli bir kanunu insanlar için vazeui. Bundan dolayıdır ki , Şafi'i'nin Şeriat (fıkıh usulü) ilmine nispeti, Aristo'nun akıl (mantık) ilmin~! nisbeti gibidir. • Bkz. Fahruddin er-Razi, Me-nal;cıbu'ş-Şafi'i, Kalıire 1986, s. 57'den nakleden Kırbaşoğlu, agm., s. 17. \

lli Kuleyni, Ebil Ca'fer Muhammed b. Ya'küb, Uşu/u'l-k-Jfi, lntişiir.it-ı ilmiyye islami~rye, y.y., t.y., Kitiibu'l-hucce, 1. 266 (Seyyid Ceviid Musatafavi'nin Farsça tercüme ve şerlıiyje birlikte).

n Bu konuda nakledilen çeşitli rivayetler için bkz. Kuleyni, Uşulu'l-kafi, Kitiibu'l:hucce, 1. 254-266. İsmailiye Şiası'nın· konuyla ilgili yaklaşımı için ayrıca bkz. Neysiibüri, Ahmed· b. 'ibr.ih'im, İ~ba­tu'l-imfime, tahk. Mustafa Galib, Beyrut 1984, s. 8; ayrıc-d bkz. Kiidi Nu'miin b·; Muhammed, el­Himme fi ildilbi'l-e'inınıe, neşr. Muhammed Kiimil Huseyn, Kahire t.y., s. 45 \ '

ı~ Musta'li ısmaililerinden Tayyibi kolunun ikinci mutlak diiisi Hamidi (ö. 557/1'162)., bu konuyla ilgili olarak Hz. Peygamber'den "Ali'ye bağlılık hasenedir. Kendisinde bu hasen'e bulunan bir ki­şiye hiçbir günah (seyyi'e) zarar vermez." şeklinde bir hadis(!) nakletmektedir. Hilmidi, lbf"'Jhim b. Huseyn, Kitilbu kcmıi'l-veled, tahk. Mustafa Galib, Beyrut 1971, s. 221.

29 Hamidi, Kenzu'l-veled, s. 28-29. Bu bağlamda, 4. Nisa', 59. ayetinden hareketle Alllıh'a, Resul'e ve zamanın imamına itaatin birbirinden bağımsız olmadığı, dolayısıyla, bunlardan birine itaat­sizliğin diğer ikisine itaatsizlik anlamına ge.ldiği vurgulanmaktadır. Hiimidi, Kenzu'l-veled, s. 29.

JO Kuleyni, Uşu/u'l-kafi, Kitiibu'l-hucce, I. 382. Jı Kuleyni, Uşulu 1-kiifi, Kitiibu'l-hucce, I. 324-328. • Necmeddin Daye'nin Ba!ıru'l-hal;ca'i~ adlı tefsirine ulaşınama yönelik katkısından dolayı değerli

hocam Yrd.Doç.Dr. Mehmet Okuyan'a teşekkür borçluyum. ' 2 Kuleyni, U,~ulu'l-kfifi, Kitiibu'l-hucce, 1. 329-331.

ls/am Tefsir Geleneğinde l'orum Manipiilasyonıt: 'U/ii 'l-Eınr' Kavramı 6rne/]i 87

ve geleceğe dair tüm olayların bilgisine sahip olan imam, aynı zamanda Al­lah'ın rahmet ve gazap etmesinde de belirleyici rol oynayan bir şahsiyettir. Ni­tekim bir rivayette, söz konusu ayetteki ulü'l-emr'in ne anlama geldiğine iliş­kin bir soruya Ca'fer es-Sadık'ın şöyle cevap verdiği kaydedilmiştir:

Bu ifadede (ulü'/-emr ifadesinde) kastedilen biziz. Zira Allah'a itaat an­cak bizim vasıtamızla olur. Keza O'na isyan etmek de yine bizim vası­tamızla (yani bize isyan sebebiyle) olur. Kim bize itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. Her kim de bize isyan etmişse, O'na isyan etmiştir. Bir başka rivayette de onun şöyle dediği kaydedilmiştir: Allah, insanların bi­ze itaat etmelerini bir zorunluluk olarak belirlemiştir. Allah, bize rağmen (bizim rızamız olmadan) hiç kimsenin arnelini kabul etmediği gibi, yine hiç kimseye rahmet de etmez azap da. Biz Allah'ın kapısı/Ailah'a açılan

kapı (bab) ve O'nun hüccetiyiz. O'nun insanlar üzerindeki denetçisi, sır­rının koruyucusu ve ilminin emanetçisiyiz.33

2. Sünni-Tasavvufi Yorum

U/ü'l-emr'e itaatin sınırlarını imarnet nazariyesi ekseninde ürettikleri imam mi­tosuna bağlı olarak açıklayan Şia'nın ortaya koyduğu bu anlayışının bir ben­zerine tasavvufta da rastlamaktayız. Şöyle ki, Şia'nın masum olma sıfatını ha­iz Ehl-i Beyt imarolarına indirgediği ulü'l-emr, tasavvufta da 'mürşid'e eşitlen­

miştir.. Sö_z konusu benzerliğe açıklık kazandırmak için, burada öncelikle sufi­lerin mürşid ya da şeyhten ne anladıkları sorusunun cevaplanması gerekmek­tedir. Bu sorunun en güzel cevabını sufı mü fessir Necmuddln Daye'nin. (ö. 654/1256) Musa~Hızır kıssası adıyla meşhur olan olaylar dizisinin anlatıldığı 18. Kehf, 60-82. ayetlerine ilişkin yorumlarında bulmak mümkündür. • İsmail Hak­kı Bursevl'nin de aynıyla tefsirine dereettiği bu işarl yorum manzumesi çerçe­vesinde müfessir Daye, Hz. Musa'yı mürid, Hızır'ı da mürşid olarak algılamak­

ta ve kıssada geçen tüm diyalogları müesses tasavvuftaki mürid-mürşid müna­sebetlerine yön veren birer ilahi direktif şeklinde telakki etmektedir. Böylece

3l Neysaburi, İ~barıı'J-imame, s. 8; Kadi Nu'man, ei-Hinıme, s. 78-79. Bu rivayetin yine Ca'fer es­Sadık'a isnat edilen b ir başka versiyonu da şöyledir: "Ben Allah'ın nurundanun. Yine ben beşik­teki İsa b. Meryem'in diliyle de konuşurum. Adem, Şit, Nuh, Sam, İbrahim, İsmail, Musa, Yuşa, İsa, Şem'un ve Muhammed, hasılı hepimiz aslında biriz. Her kim bizi görmüşse, onları görmüş­tür. Bizler Allah'ın babları, hüccetleri, ınahlukatına balışettiği lüruOarı, O'nun halifeleri, dininin önderleri, O 'nun rız.ası, emri ve yoluyuz. O bizimle azap eder, bizim vasıtamızla sevap verir ... Ben Rabbimin izniyle öldürür, diriltir, yar-.ıtır, rızık verir, körü ve alacalıyı iyileştirir, ne yediği­nizi ve evde ne sakladığınızı size haber veririm. Benim soyumdan gelen imamlar da bütün bu yeteneklere sahiptirler. Çünkü biz, mekansal tezahürlerimiz farklı olsa da, aslında tek bir şeyiz. Allah bize en değerli ve en üstün nimetleri bahşetmiştir. O, bize ism-i A'zam'ı lütfetmiştir. Biz göğe yönelsek, (İsm-i A'zam) sayesinde güneş, ay, yıldızlar ve diğer varlıklar bize itaat eder. Bununla birlikte bizler de (tıpkı diğer insanlar gibi) yer, içer, sokaklarda gezer, Rabbimiz olan Allah'ın emirlerinden dilediklerimizle amel ederiz." Mustafa Galib, Tari[ıu'd-da'veci'l-isma'i/iyye, Beyrut 1965, s. 134-135 (Kicabu beyri'd-da'veci'/-isnıii'lliyye, s. 70. El yazması nüshadan naklen). Bu bağlamda, Şia'daki imam/imarnet ile tasavvuftaki veli/vetayet arasındaki kesişme noktaları­na ilişkin mukayeseli bir değerlendirme için ayrıca l?kz. Kamil Mustafa Şeybl, t:{ö-Şıla beyne'c-ıa­şawııf ve'ı-ceşeyyu', Kahire ı.y., s. 339 vd.

88 islamiyat lll (2000), sayı 3

tasavvufi öğretideki mürşid, Hızır'ın şahsında, bir bakıma Hz. Musa'dan, yani müridden üstün bir konuma yerleştirilmiş olmaktadır. Sufılerin, kendisine itaat farz kılınan ulii'l-emr olarak telakki ettikleri mürşidin portresi, sözü edilen kıs­sa çerçevesinde şu şekilde resmedilmektedir: Mürşid, kendisine ittiba edilmek için, dünyadaki her şeyden vazgeçme pahasına yollara düşüp aranması gere­ken bir şahsiyettir.34 Kamil bir mürşide intisap etmeyen kişinin. şeyhi Şeytan

olacağı;}> dolayısıyla, cahiliye ölümü üzere öleceği için, bu arayış, keyfi değil zorunlu bir arayıştır. Zira, herhangi bir kişinin, şeyhe intisap etmeksizin kulluk görevini hakkıyla ifa edeceğini ve tek başına nefsinin üstesinden gelebileceği­ni düşünmesi, fasit bir düşüncedir. Kişi, bu düşüncesiyle sadece ömrünü ziyan eder, kendini yorar, hak yoldan sapar ve istikametten de uzaklaşır. Bu itibar­la, Allah'a ulaşmanın yegane şartı, bir mürşide intisap etmektir.36 Mürşid, az önce de işaret edildiği gibi, kendisine tabi olunmak için aileden, yurttan, ma­kam ve mevkiden, dost ve arkadaştan, kısacası her şeyden vazgeçilen ve her halükarda kendisine sadakat gösterilip, hizmet edilmesi ve daima yüceltilmesi gereken biridir.~? Sahip olduğu batıni ilmi (ilm-i Jedun), entelektüel çaba sarf etmeksizin doğrudan Allah'tan aldığı38 için, onun direktiflerine karşı çıkılınası gibi bir durum asla düşünülemez. Bu itibarla:

Süluk!tarikat adabından biri de, müridin, şeyhinin sözlerine, davranışla­rına, oturup kalkmasına hiçbir itirazda bulunmamasıdır. Velev Ki, şeyhi­nin söz ve davranışlarında akli ve şer'i açıdan kabul edilmesi mümkün olmayan bir şey görse bile. Bu gibi durumlarda şeyhini kınamamal ı, onun hakkında kötü düşünceler beslememeli; aksine, onun hakkınd:ı iyi şey­ler düşünmeli ve şeyhinin doğru davranışlarda bulunduğuna, 'herhangi bir görüş belirtirken müctehid sıfatıyla ictihad eniğine inanmalı; "Eğer or­tada bir yanlış varsa, bu benden, benim aklımın kıtlığından ve arnelimin azlığından kaynaklanıyor." demelidir.39 ;·

3. Klasik Sünni Yorum

Sufı eğilimli olmayan Sünni müfessirlerin, ulü'l-emre itaatin s;jıırlarını tayin ko­nusunda, daha ziyade, hadis eksenli bir yorum yöntemi benfmsediklerini gör­mekteyiz. Bilhassa rivayet yoğunluklu tefsirlerde, konuyla ilgill.[olarak Hz. Pey­gamber'e isnad edilen muhtelif hadisler, alt alta sıralanmakta v~ bunlar arasın-

)4 Diiye, AbduUalı b. Muhammed b. Şiihavar el-Esedi, Babnı 'l-lıaJcii'i/:<, Süleyıiliıniye Ktp., Hiilet Efendi 18, vr. 35lb; İsmail Hakkı Bursevi, Tt:lsiro rübi'l-beyan, Beyrut 1985; V. 264 vd.

JS Bursevi, Rülıu 'J-beyan, V. 264. Neşşiir'ın bu konuda y-dpmış olduğu şu değerlendirme gerçekten anılmaya değer niteliktedir: • ... yine biz biliyoruz ki, gerek mutedil gerekse aşırı Şiiler; kim za­manının imamını tanımadan ölürse, cahiliye ölümü üzere ölmiişrur.' kuralını koymuşlardır. Bu kuralın, şeyh-mürid nazariyesi eksenindeki sufı versiyonu '"Şeyhi olmayanın dini olmaz; kimin şeyhi yoksa dini de yoktur.' şeklinde formille edilmiştir." Ali Sami Neşşar, Neş'etu'l-fikri'l-felsefi fi'l-islam, Kahire 1965, III. 273.

3G Daye, Ba~ını'l-lıa/:<ii'i)f, vr. 35lb; Bursevi, Rübu'l-beyan, V. 266-267. l7 Diiye, Babnı1-lıa/:<tl 'il;c, vr. 352a; Bursevi, Rubu'/-beyan, V. 274. "'Diiye, Bal,ıro 'l-lıa/:<ii'i~, vr. 352a; Bursevi, Rü/.ıu'l-beyan, V. 276. » Diiye, Ba/:ını 'l-lıa/:<ii'i(c, vr. 352b: Bursevi, Rübu'l-beyan, V. 276.

ls/am Tefsiı· Geleneğinde Yorıım Mmıipülasyonu: 'Ulu '1-Eııır' Kavramı Örneği 89

da "Ailah'a isyan olduğu yerde kula itaat yoktur. " hadisinin özellikle zikredil­diği dikkat çekmektedir. Bununla birlikte, tümünün Hz. Peygamber'e isnad edildiği bu rivayetler karşılaştırıldığında, bunlardan bazılarının yukarıdaki ha­diste ortaya konan prensiple büsbütün çeliştiği görülmektedir. Kuşkusuz bu da, u/ü'/-emre itaatin klasik Sünni anlayışta ne ifade ettiği ve nasıl anlaşılması gerektiği konusunu oldukça karışık bir hale getirmektedir. Nitekim, müfessir İbn Keslr'in (ö. 774/1372) konuyla ilgili olarak naklettiği rivayetler, bu karışık­lığı bütün yönleriyle gözler önüne sermektedir. İbn Keslr, "ullı'l-emr'e itaat" bağlamında şu hadisleri nakletmektedir:

Abdullah b. Ömer'den nakledildiğine göre, Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuş­tur: "Müslüman kişiye düşen vazife, hoşuna giden ya da gitmeyen husus­larda (u/ü'/-emfi) dinleyip itaat etmesidir. Bu itaat, günah emredilmediği sürecedir. Günah işlemesi emredildiğinde ise itaat yoktur. "4o

İmriin b. Husayn'dan nakledildiğine göre, "AIIah'a isyan olan hususta 01içbir kula) itaat yoktur."••

Enes'ten nakledildiğine göre, "Size yönetici olan kimse, başı kuru üzüm gibi simsiyah bir Habeşli bile olsa, onu dinleyip itaat ediniz_"42

Ebu Hureyre'den nakledildiğine göre, "Dostum (Hz. Peygamber) bana, organları (burnu, kulağı vb_) kesik (muceddeu'l -etraf) bir Habeşli bile ol­sa, kendisini dinleyip itaat etmemi tavsiye ettL"43

-Ebu Hureyre'den nakledildiğine göre, "Benden sonra sizi birtakım kişiler yöneteceklerdiL İyi olanlar iyilikleriyle, kötü/günahkar olanlar da, kötü-_ lükleriyle sizi idare edeceklerdir. Hakka uyan her işlerinde onları dinle-

- yip itaat edin ve arkalarında namaz kılın. Eğer iyilik yaparlarsa, bunda hem onlar hem sizin için sevap vardır. Yok eğer kötülük yaparlarsa, si­ze sevap onlara ceza vardır. "44

_ İbn Abbas'tan nakledildiğine göre, "Kim başındaki yöneticisinden hoşlan­madığı bir davranış görürse, sabretsin. Zira cemaatten bir karış dahi ay­rılan kişi cahiliye ölümü üzere ölür."45

İbn Ömer'den nakledildiğine göre, "Kim elini itaatten çekerse, kıyamet günü hiçbir hücceti (kabul edilebilir bir gerekçesi) bulunmadığı halde Al-lah'ın karşısına çıkar. Kim de boynunda bir biat bulunmadığı halde ölür-se, o da cahiliye ölümü üzere ölür. "46

...

·lo Buhar!, "Ahk:im" 4; "Cihad" 108; Ebu Davud, "Cihad" 87; Tirmizi, "Cihad" 29; Nes:i'i, "Bey'at" 34; İbn Mace, "Cihad" 40; Alımed b. Hanbel, d -Musned, IL 17, 142.

·lı Muslim, "İmare" 39; Ebu DavGd, "Cihad" 87; Nesa'i, "Bey'at" 34; İbn Miice, "Cihad" 40; Ahmed b. Hanbel , L 129, 131; IV. 426, 427, 432, 436; V. 66. 67, 70.

• 2 Bkz. İbn Mace, uMukaddime" 6. a Bkz. Muslim, "Mesacid" 240; "Hacc" 311; imare" 35, 37; Tirmizi, "Cihad" 28; İbn Mace, ·'Cihad"

39, Ahmed b. Hanbel, IV. 70; V. 161, 171, 381 ; VL 402-403. ·l l Taberi, Cıimi'u'/-beyfirı, V. 150. ·15 Bu rivayetin başka bir versiyonu "Kim sulıana bir karış bile olsa itaatten çıkarsa" şeklindedir.

Bkz. Bulıari, "Fiten" 2; "Ahkam" 4; Muslim. "İmare", 53; Ebu Davud, "Sunne" 27; Tirmizi, "Edeb" 78; Darımi, "Siyer" 75; Alımed b. Hanbel , L 275. 297; IV. 130, 202; V. 180, 344.

·16 Bkz .. Muslim, "İnıare" 58. -518.

90 islamiyat m (2000), sayı 3

Bu rivayetlerin tümünü aynı bağlamda serdeden İbn Keslr de, diğer bütün müfessirler gibi, Allah'a isyan olduğu yerde kula itaat edilemeyeceğini, itaatin ancak iyilik hususunda olduğunu söylemekte;47 ancak, birbiriyle uzlaştırılması; dahası, aynı kişi tarafından dile getirilmiş olması imkansız görünen bu rivayet­lerin nasıl anlaşılması gerektiğine dair, maalesef en küçük bir değinide bulun­mamaktadır. Keza, bu rivayetlerin zikredildikleri muteber hadis mecmualarının şerhlerinde de problemin tam anlamıyla çözümlenemediği dikkat çekmektedir. Söz gelimi, Buharl'nin (ö.256/870) ŞaJ:ıib'inde yer alan "Her kim yöneticisinden hoş olmayan bir davranış görürse, sabretsin; zira bir karış qile olsa sultana ita­atten ayrılan kimse cahiliye ölümü üzere ölür."4a hadisinin şerhinde şarih Bed­ruddln Ayni (ö. 855/1451), hadiste önerilen sabır ve itaatin, kan dökülmesini engellemek ve fitnenin yauşurılmasını temin etmek amacına matuf olduğunu söylemektedir. Bütünüyle siyasi ve pragmatik hir içerik taşıyan bu yorumunun ardından Ayni, bu hadisin, açıkça küfrü gerektiren ve İslami davete ters düşen davranışlar sergilemedikçe siyasi otoriteyi temsil eden şahsiyerin salt zalimlik ve fasıklık gibi vastflarından ötürü azledilemeyeceğine delil teşkil ettiği tarzın­da oldukça ilginç bir çıkanmda bulunmaktadır. 1? Bununla birlikte o, "Masiyec­le Emrolunmadıkça İmama itaat" babında, yaratıcıya isyan olduğu yerde yara­ulana itaatin söz konusu olmadığını söylemekte;so ancak, masiyetinme anlama geldiğini ya da imarnın aziedilmesi için yeterli sebep olarak görmediği zulüm ve fıskın, en genel anlamıyla itaatin zıddı olan 'masiyet' kavramının kapsamı­na girip girmediğine ilişkin hiçbir şey söylememektedir. Halbuki zulüm ve fısk sözcüklerinin Kur'an'daki kullanımları ve anlam içerikleri incelendiğinde,sı anı­

lan vasıfların, masiyetin ta kendisi oldukları açıkça görülmektedir. Şu halde, gerek ayetin tefsiri bağlamında serdedilerı rivayetlerin .sıhhatini,

gerekse bu rivayetlerin yorumlannda ortaya çıkan problematiğin orijinini be­lirleme noktasında, meseleye farklı bir açıdan yaklaşmak gere~ektedir. Hiç şüphesiz, bu da, anılan rivayetlerin İslam siyasi tarihinin gelişim:·seyrine para­lel bir şekilde okunmasını gerektirmektedir. Kanaatimizce, İslanhrı erken dö­nemlerinde ortaya çıkan ve İslam toplumunun huzur ve dirliğine ··~üyük darbe vuran siyasi kökenli çatışmalar ile, bu çatışmalarda taraf olan zdm~elerin tu­

-tumları irdelendiğinde, yukarıda nakledilen rivayetleri doğru hir şe~ilde anlam-landırmak mümkün olacaktır. 1

17 lbn Kesir, EbO'I-Fida ismail, Tcf.~iru'/-J;;ıır'ilnfl-'a?inı, Beı•rut 1983, 1. 517-518. Bu konuyla ilgili daha başka rivayetler için aynca bkz. M. Said Haıihoğlu, Siyiisi-lcıim;ıi Hadiseler/e Hadis Mü­nasebeıleri, Ankara 1967 (basılmamış doçentlik ıezi), s. 57 vd.

•• Buhari, eş-Şabi{ı, "Fiten" 2, • Ah ka m" 4. 1? Ayni, Bedruddin Malımüd b. Ahmed .. 'Umderu'l-l;dri li şerbu ,,-abibi1-Bu[ıilıi, Beyrut t.y., XXIV. 178. so Ayni, 'Unıdenı'l-/iüri. XXIV. 224. ~~ Zulüm ve fısk kelimelerinin Kur'an'daki kullanımlan ve anlam alanlarına ilişkin bkz. Akyüz,

Kur'an'da Siyasi Kavramlar. s. 235 vd.; Mukatil b. Sule}•man, ei-Vuciilı ve'n-mı?ii'ir, haz. Ali Özek, Istanbul 1993, s. 35; 180 vd.

Islam Tefsir Geleneğinde Yorumlvlanipülasyomı: ·uw·t-Emr' Kavrcımı Örnegi 91

Tarih ve mezhepler tarihi ile ilgili tüm kaynakların ittifak ettikleri üzere, İs­lam toplumunun homojen yapısını parçalamaya yönelik ilk ciddi hadise, yöne­timdeki bazı yanlış icraatlarından ve akrabalarına tanıdığı birtakım imtiyazlar­dan ötürüS2 eleştiri okiarının hedefi olan üçüncü halife Hz. Osman'ın, gayri memnun zümreye mensup bir grup isyancı tarafından öldürülmesi olayıdır. ih­tilal niteliğindeki bu talihsiz olayın hemen ardından iktidara getirilen Hz. Ali'nin hilafet döneminde yaşanan iç savaşlarla -bilhassa, görünüşte Sıffin savaşında vuku bulan tahkim olayını müteakip ortaya çıkan Havaric, Şia ve Beni Uroey­ye kamplaşmasıyla- birlikte53 İslam toplumunun kaotik bir atmosfere sürüklen­diği görülmektedir.

Bu siyasi kamplaşmayla eş zamanlı olarak, gerçekte Hz. Osman'ı karleden­lerin siyasi varisieri olan Haricilerin,s~ "Hüküm ancak Allah'a aittir." sloganın­dan hareketle geliştirdikleri tekfir ideolojisiyle, kendilerinden olmayan herkesi kafir saydıklarına ve bu anlayışın tabii sonucu olarak, iman konusunu tersin­den ele alarak, kimin mürnin olduğunu değil de, kimin kafir olduğunu sorgu­lamaya başladıklarına;ss diğer taraftan, muhaliflerini tekfır etme konusunda Ha­riciler'den pek geri kalmayan Şii kampının da Hz. Ali'nin meşru halifeliği ko­nusundaki siyasi kabullerine meşruiyet platformu oluş[Urmanın arayışı içine girdiklerine tanık olunmaktadır.

Kuşkusuz, bu kampiaşma sürecinde Havaric ve Şia'nın anılan düzlemdeki aşırılıkları nın, kamu vicdanında uyandırdığı ciddi rahatsızlığın, arabulucu bir dü­şünceyi doğurması kaçınılmazdı . İşte bu rahatsızlığı teskin etme vazifesini üst­lenen ve İslam ümmetinin birliğini korumak amacını güden düşünce, 'irdi' adıy­la ortaya çıktı. İrca' fikrinin temsilcileri olan alimler, Havaric, Şia ve Erneviierin hepsinin mürnin olduğunu, bunlardan bazısının doğru, bazılarının da hata yap­tığını; a.ncak hangisinin isabetli, hangisinin yanlış olduğunu tayin noktasında ke­sin kanaat belirtmekten kaçınarak, büyük günah işleyen kimsenin hükmünü 'as­kıya alma' anlayışını benimsediler. Bu görüşlerinden dolayı ilk Mürciiler, Sünni düşüncenin ilk öncüleri oldular ve böylece tebcil edilmeyi hak ettiler.S6 ..

•ı Bu konuda geniş bilgi için bkz . . Mes'udl, Ebu'I-Hasen Ali b. Huseyn, Murücu'?-?~lıeb, ı.ıhk. Mu­hammed Muhyiddin Abdulhamid, Mısır 1964, lll. 347-348; ibn Abdir.ıbbih, Alımed b. Muham­med, İ/sdu'l-f~rid, Kahire 1962, IV. 280 vd., 305-306: Elh~m Ruhi Fığlalı, "Hariciliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler", AÜİFD XX (1975). s. 228-229.

' J Hariciliğin doğuşu ve görüşleri için geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. Adnan Deınircan. Ha­rici/erin Siyfisi Hıaliyetleri, Istanbul 1996, s. 31 vd.; Atıınet Akbulut. "Hariciliğin Siyasi Görüşle­rinin itikadileşıııesi", AÜİFD XXXI (1989), s. 331 vd.

sı Fazlur Rahman, "islam'da Başk:ıldın Hukuku", (A//;ılı'm Elçi.5i ve M~.5ajı: Makaleler I, çev. Adil Çiftçi, Ankar.ı 1997 adlı derlemenin içinde.) s. 121.

ss Toshihiko Izutsu, İsianı Düşüncesinde İm:ın Kaı•rıın1ı, çev. Selahanin Ayaz, istanbul 1984, s. 118. ll• Ahmet Akbulut, Salıabe Deı'l'i Siya.çi H:idiselerinin Kelıimi Problemlere Etkileri, isanbul 1992, s.

293; ayrıca bkz. \Y/. Monıgomery Wan, Mam Düşüncesinin Teşekkül Deı,ri, çev. Ethem Ruhi Fığ­lah, Ankar.ı 1981, s. 155 vd.; isa Doğan, Mürcie ı·e Ebü H:ınife, Sam.~un 1992, s. 23 vd.; lzulSu, ag~ .• s. 61. Nitekim, imamiye Şiası alimlerinden Nevbahıi'nin (ö. 310/922) daha hicri llL yüzyı­lın sonlarında yapmış olduğu Mürcie tanımlaması da bu tespiti doğru layıcı niteliktedir. Nevbah-

92 islamiyat m (2000), sayı 3

Ne var ki, üçüncü/dokuzuncu yüzyıldan itibaren Ehl-i Sünnet ekolünün oluşmasını sağlayan bu orta yolcu muhafazakar anlayış, zamanla nazari ve doktriner bir ilke haline geldi. Bu ilkeye göre, her ne kadar günah içeren bir emre itaat etmek zorunluluğu yoksa da, yöneticiye, zalim de olsa itaat etmek gerekmekteydi. Zira zalim bir yönetici, kanunsuzluk ve anarşiden çok daha iyiydi.>7 Bu ilkenin pratikteki bir diğer tezahürü de, yukarıda İbo Abbas'tan nakledilen rivayette bizzat Hz. Peygamber'e atfedilen, "zulme karşı sabır" stra­tejisinde ifadesini buldu. Siyasal otoriteye itaatte devamlılığı ve ona başkaldır­ınamayı öngören bu sabır anlayışı, bilahare Sünni düşüncenin siyasal otorite karşısındaki tavrının alarnet-i farikası ve onun ayrılmaz bir parçası oldu.ss Öy­le ki, ilk dönemlerde, en güzel ifadesini el-Hasan ei-Basri'nin (ö. 110/728) Erne­viler karşısında sergiiemiş olduğu muhalefette bulan59 ve mQslüman kanının he­der olmamasına yönelik haklı duyarlık ile, ayaklanma hususunda temekkün şartının tahakkuk etmemesinden kaynaklanan bu pasif protesto/sivil itaatsizlik tavrı, zaman içerisinde, yedeğinde ahlaki yozlaşmayı getiren bir siyasal opor­tünizme, dolayısıyla mevcut yönetimi her biilükarda meşrulaştırma gibi talihsiz bir anlayışa dönüştü. Bu dönüşüm sürecinde, Emevi ve Abbasilerin baskı po­litikalarına karşı muhalefetini açıkça ortaya koyan İmam Ebu Hanife'nin (ö. 150/767), zalim ve fasık olan bir kişinin, halife olmak şöyle dursun, şahit bile olamayacağı şeklindeki görüşü, kendisinden sonraki bazı Hanefi alimleri tara­fından ters yüz edilmek suretiyl&ı statükocu bir anlayış çerçevesinde doktrine

tlye göre Mürcie, adil veya zalim olsun, mevcut hükümda~ bir köle gibi bağlı,/siy-.ısal otorite­ye başkaldırmayan, ayırım gözetmeksizin her kesimle iyi geçinen, kelime-i şehadet getiren ve ehl-i kıble ol:ın herkesin mürnin olduğunu söı•leyen ve onların tümü için Allah'tan rahmet dile­yen kimseleri ifade etmektedir. Bkz. Nevbahti, Haseıı b. Müsa, Fıral;;.u'ş-şi'a, Beyrut 1984, s. 6.

57 Fazlur Rahman, ls/am, s. 236. r ;ıı Nevin, Mulıa/efer, s. 261. w Bu konuda geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. Mevlüt Uyanık, İslam Siy;ısı::c Fe/sı::fesinde ··s;.

ı1/ İc:ıacsizlik", Ankar.ı, 1998, s. 56 vd. Bu bağl:ınıda, el-Hasen ei-Basri'nin, 4, Ni~a·, 59. ayeııe­ki u/ıi'/-emrsözcüğünü 'alinıler' şeklinde yorumlamasının Emevi idarecilerine karşı ıakındığı mu­halif tutumdan kaynaklandığını söylemek mümkündür. Nitekim S. Ateş de ei-Hasen el-Basri'nin tefsirindeki siyasi yönüyle ilgili olarak, onun Emevileri sevmediğini ve bu yüzöen Kur'an'daki ulıi'l-emr ile alimierin kastedildiği şeklinde bir görüş ortay-.ı koyduğunu ifade eUnektedir. Süley-man At~, İşfiri Tefsir Okulu, Ankara, 1974, s. 45. '::-

- (O Erken dönem Hanefi alimlerinden Cessas (ö. 370/981), Ebü Hanife'nin bu konppaki görüşünü izah bağlamında şunları söı•lemektedir: "Zaliınler benim ahdime erişemez." (2. B~kara, 214) aye­tinin delaletine göre f:ısık bir kişinin imametinin geçersizliği ve halife olamayacağı sabittir. Şayet kendisini hilafet makamına atarsa, insanların ona uymak ve itaat etmek gibi bir .zorunlulukları yoktur. Aynı şekilde Hz. Peygamber'in "Yanıt:ına isyan olduğu yerde hiçbir ku la -itaat yoktur: hadisi de rasığın hakim olam:ıyacağına, hakimlik makamına atandığında hükümlerinin bir değer ifade etmediğine, keza şahitliğinin ve rivayet eniği hadislerin kabul edilmeyeceğine, fetva maka­mında verdiği fetvalarının bir anlam taşıınadığına , imam olarak namazda kendisine uyulmayaca­ğına delalet etmektedir. Nitekim Allah'ın "Zalimler benim alıdime erişemez." ayeti bu manlllann tümünü içermektedir. Bazı insanlar, Ebü Hanife'nin, fasığın imamet ve hilafetinin caiz olduğu ve bilafetle kadılığı birbirinden ayrı mütalaa eniği şeklinde bir görüşü savunduğunu iddi.a etmekte­dir. Bu iddiayı ortaya atan. mütekelliJnjnden Zurkan (?) isimli biridir. Ancak o, bu konuda yalan söylemiştir .. : Cessas, Ebu Bekr Ahmed b. Ali, AJ.ıkaıııu'l-l;;.ur'iin, Beyrut 1986, 1. 70.

Islam Tefsir Geleneğinde Yorum Manipıilasyonıı: 'Utıı'/-Emr' Kavramı Örneği 93

edildi.6ı Öte yandan, Hz. Peygamber'den sonra halifeliğe seçilen ve kendisine "Allah'ın halifesi" diye hitap edenlere kızarak, "Ben Allah'ın değil, Resulullah'ın halifesiyim." diye karşılık veren Hz. Ebu Bekir'in,62 yine bu süreçte, 'hadis'(!) aracılığıyla bizzat Hz. Peygamber'e tekzip ettirilmesiyle, siyasal otoritenin ba­şındaki şahsiyet, Allah'ın halifesi unvanına sahip olmanın da ötesinde, O'nun yeryüzündeki gölgesi olarak takdim edildi.6j Bu takdim, Sünni muhitte o denli yaygın bir kabul gördü ki, yaşadığı dönemdeki idarecilerle yıldızı asla barışma­yan İbn Teymiyye (ö. 728/1328)64 gibi bir alim bile, bu anlayışın en katı savu­nucularından biri oldu ve bu anlayışını da şu şekilde dile getirdi:

Yöneticilik, dini yükümlülüklerin (fera'iz) en büyüklerindendir. Hatta di­nin ayakta kalabilmesi ancak onunla mümkün olmaktadır. Zira Allah'ın

farz kıldığı emr-i bi'(:ma'ruf veeibesinin ifası, ancak otorite ve devletle gerçekleştirilebilir. Keza cihad, adalet, hacc, hadd cezalarının tatbiki vb. gibi hususlar da yine devlet otoritesi sayesinde gerçekleşir. Bu yüzden­dir ki, bir hadiste sultanın Allah'ın yeryüzündeki gölgesi olduğu belirti­lir.65 Yine "Zalim bir sultanın idaresi altında yaşanan kırk yıl, sultansız geçen bir geceden daha iyidir." denmektedir. Nitekim insanlığın geçirdi­ği tecrübe de bunu göstermektedir.66

r.ı Mesela hicri IV. yüzı•ılın ilk y;ırısında vefat eden ünlü Hanefi alimi Talıa1·i (ö. 321/933), "Zulüm yapsalar bile, biz, inıamlarımıza ve siyasi liderierimize başkaldırmayı benimsemez, onlara bed­dua etmet ve itaatten ayrılnıayız .. ." demekte; onun, bu ifadelerini şerh eden Meydan i ise, "Ki nı liderinden hoş olmayan bir tutum ve davr.ınış görürse, sabretsin. Zira kim, bir karış bile itaat­ten ayrılırsa cahiliı•e ö lümü üzere ölür." rivayetini eklemek suretiyle, Tahavi'nin bu görüşüneha­disle meşruiyet kazandırma yoluna giunektedir. Bkz. el-Meydani, Abdülğani b. Talib b. Han\llla­de el-Gaoimi, Şerbu'l-~ıl<ideti'r-I:ıbiiviyye, talık . Muhammed Muti ei-Hafız-Mulıammed Riyad el­Malih, Dımeşk , 1988, s. 110-111.

Gl Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Musned, 1. 11; İbn Sa'd, Taba~iic, III. 183. 6.1 Cabiri, Emevi halifelerinin şairleri ve bazen de bizzat kendileri tarafından kullanılan "1.Jalifeıu'l­

/;llı: Allah'ın Halifesi" unvanınııı, Abbasiler döneminde salt İsmailiye gibi imamet mitolojisini ge­ri getirenlerde değil, Mutezile ve Ehl-i Sünnet'tı:: de dini ve siyasi muha)ryileye hakim olduğunu söylemektedir. Bkz. Muhammed Abid Cabiri, isl:ım'd;ı Siy;ısal Akıl, çev. Vecdi AJqiiz, istanbul 1992, s. 690-691. t"

,;ı lbn Teymiyye'nin hayau hakkında geniş bilgi iç in bkz. İbn Tağriberdi, Cemiiluddtn Ebü'l-Meha­sın, el-Menhelu's-siifi ve'l-mustevfi ba'de'l-ı·:ifi, Kalıire 1956, I. 336 vd.; lbn Hacer el-Askalani, Şihabuddin Ahmed, ed-Dureru'l-kiimine, Mısır 1966, s. 154 vd.; Molı. Ben Cheneb, "İbn Teymi­ye", İA, Milli Eğitim Basımevi , istanbul 1993, VIII. 825 vd.

6s Bu rivayet, Aclüni'nin Keşfu'l-lıafii'sında, inneme:~-su/fijnu :pl/u'l/alı ve r.ımhuhü fi'l-:ırçl şeklinde kaydedilmiştir. Aclüni, bu rivayeri Ebü'ş-Şeyh, Deylemi, Beyhaki ve diğer bazı hadisçilerio nıer­fü' olarak Enes'ten naklettiklerini söylemekte ve rivayetin öncesinin de "Yöneticisi (sultan) bu­lunmayan bir beldeye yolun düştüğünde or.ıya girme." şeklinde olduğunu zikreder. Bkz. AclG­ni, isrna'il b. Muhammed, Keşru·t-lwfir, Beyrut 1351 , I. 213. "Sultan Allah'ın yef}'Üzündeki göl­gesidir." ınealindeki rivayet, Hz. Ali'yi yücelune bağlaınında aşırı Şii İsmailiye fırkası tarafından da kullanılmıştır. Bkz. Neys5büri, İ~bfiıu 'l-imiime, s. 86.

66 İbn Teı•mi}rye, Takiyyuddin Ahmed b. Abdulhalim, Sirasec: t:s-Siyiiseıu'ş-şer'iyye, çev. Vecdi Ak­yüz, Istanbul 1985, s. 194-195. Hiç şüphesiz, lbn Teymiyye'yi bu tarz bir anlayışı savunmaya sevk eden en önemli amil, yaşadığı dönemde vuku bulan Moğol istilası ve bu istilanın yol açu­ğı siyasal kargaşa ve anarşi ortamıdır. Nitekim, dönemin siyasal otoritesi tarafından Moğollara karşı geliştirilen savunma stratejisinde halkı cihada davet eune konusunda kendisine vaizlik gö­revi \'erilmesi ve yapılan savaşa bizzat katılmış olması da (Bkz. Cheneb, agmd., V/11. 828) bu­nu teyit etmektedir. An~k, onun yaşadığı dönemdeki veri~ i durumdan hareketle, söz konusu an-

94 isliimiyc1t DI (2000), sayı 3

Mevcut yönetime her halükarda itaat edilmesini öğütleyen barışçıl nitelikli tüm hadis rivayerlerinin arka planındaki "Herhangi bir düzen, düzensizlikten daha iyidir." temel ilkesi, başlangıçta her ne kadar iyi niyete mebni olarak be­n imsenmiş ise de, bu ilkenin pratikteki sonucu Ehl-i Sünnet'in, ·sultan'ın yanın­da yer alması ve her zaman sadık bir sultan taraftarı zümre olarak kalması şeklinde tecelli etmiştir.67 ;.

Bu tarihsel gerçeklikten hareketle, Sünni kültür havzalarında sivil iraatsiz­lik ve buna bağlı olarak yetkinlik ve öz güvene sahip olmayı ifade eden bir bireyselleşme tecıübesinin neredeyse yok denecek kadar az olmasını, sultan, diğer bir deyişle statüko taraftadığının pratik sonuçlarından biri olarak değer-lendirmek mümkündür. '

Bütün bunların yanında, bilinçli o larak üretilmiş olan bu siyasi uysallık ve sultan raraftarlığı ile, genel bir ahlaki düzeysizliğin bir .araya gelmesi, sadece siyasi oportünizmi tevlit etmekle kalmamış, aynı zamanda, ona öğretisel bir doğruluk da kazandırmıştır.6S Öğretisel doğruluk kazandırma noktasında, Müs­lümanlar nezdindeki manevi otoritesi siyasal amaçlar uğruna manipüle edil­mek suretiyle 'hadis' devreye sokulmuş ve bu düzlemde çok önemli bir fonk­siyon icra etmiştir. Zira, bu konu çerçevesinde nakledilen rivayetler dikkatle incelenecek olursa, bunların pek çoğunun gelecekten haber verme şeklinde ve

belli bir üslup içinde formüle edilen apokaliptik nitelikli (fiten türü) rivayetler olduğu anlaşılacaktır. Anılan nitelikteki bu rivayetlerin, esas itibarıyla, siyasi ve mezhebi çatışmalarda taraf olan grupların, kendilerine meşruiyet platformu oluşturmak ve savundukları tezleri rashih mercii olarak kabul 'edilen kutsal bir referansa dayandırmak maksadıyla Hz. Peygamber adına kurguladıkları riva­yetler olduğu hususu izahtan varestedir.69

4. Harici Yorum

Nitekim, söz konusu ayetin yorumuna ilişkin Haridierin İbad!ye fırkasına men­sup Itfeyyiş'in (ö. 1332/1914) Himyanu'z-zad ila dari'l-me'ad :·adlı tefsirine göz atıldığında, onun, zulüm ve baskı altında bile olsa, sultana it'a~ti tavsiye eden rivayetlerin hiç birine iltifat etmediğini; bunların yerine, özellikle, Habeşli kö­leye bile olsa itaat edilmesini emreden rivayetler ile, Hz. Peygamberin, "Ben­den sonra Ebu Bekir ve Ömer' e uyun.~ mealinde ki hadisini zi!<rettiği dikkat çekmektedir.io Itfeyyiş'in, ulü'l-emr'e itaat bağlamında özellikle "b.u rivayetleri

layışııı her zaman ve zeminde genel geçer bir anhıyış olduğunu savunma bağlaınında onaya ko)•duğu argümanı:ısyonun pek tauninkar olduğu kılnaminde değiliz.

6; Bkz. Fazlur Rahman, T:ırilı Boyunc-.ı islami Meıodoloji Son.ınu, çev. Salih Akdemir, Ankara 199;, s. 98, ıo;.

"' Fazlur lbıhman, /1/etodoloji Son.ınu, s. 99. (IJ Bu konuyla ilgili geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. M. Said Hmiboğlu, Siyfüi-İccinı<ıi Hfidi­

selerle Hadis Mümısebetleri, s. 57; ayrıca bkz. Mehmet Paçacı, "Hadis'te Apok:ıliptisizm veya Fi-ten Edebiyatı", isUimiy;ic ı 0998), sayı: ı, Ankar.ı 1998, s. 36. ·

70 lıfeyyiş, Muhammed b. Yüsuf, Hinıyanu'z-ziid i/ii dfiri'/-nıeiid, y.y., 1986, V. 18-19.

ls/am Tefsir Geleneğiııde Yarımı lvfcmipiilasyomı: 'Uiı1'1-Emr' Kavramı Örneği 95

zikretmesinin arka planında, Haricilerin hilafet ve halifeye itaat konusundaki anlayışlarının bulunduğu aşikardır. Zira, büyük olasılıkla, öteden beri Kureyş aristokrasisine karşı duydukları nefretten ötürü, seçim yapılmak kaydıyla sıra­dan bir insanın bile halife olma hakkının bulunduğunu savunan;'ı tahkim bii­disesinden ötürü Hz. Ali ve Mu'aviye'yi, hilafetinin ikinci altı yıllık döneminde­ki yanlış icraatlarından dolayı Hz. Osman'ı ve en nihayet kendi hareketlerini "halkı zalim olan beldeden çıkmak" şeklinde telakki ederek, kendi saflarında yer almayan herkesin kafır sayann ve bu uğurda her türlü tedhiş ve şiddet ey­lemine başvurmayı AJlah'a yakınlaşma vesilesi addeden73 Harici fanatizminin yumuşak bir versiyonu olan İbadiye fırkasına mensup bu müfessirin, diğer ri­vayetler içinde özellikle Habeşli köleye iraari emreden rivayerlere itibar etme­sini gayet doğal karşılamak gerekmektedir. Çünkü bu rivayetler, müfessir Itfey­yiş'in mezhebi tercihleri açısından, hem Sünnilerin halifenin Kureyş'ten olması gerektiği şeklindeki ön kabullerini ,74 hem de Şia'nın ilahi hak nazariyesi ekse­ninde geliştirdiği kişisel karizmaya dayalı imarnet iddiasını75 çürütmektedir.

5. Mucezili Yorum

Ulü'l-emt'e itaat bağlamında biri teslimiyetçiliği, diğeri tepkisel bir dışlamacılı­ğı ön plana çıkaran bu iki yorumun haricinde bir diğer yorum da Mutezile ta­rafından ortaya konmuştur. Meşhur Mutezili müfessir Zemahşerl (ö. 538/1143) bu konuda şunları söylemektedir:

Allah, yöneticilere emanetleri ehline vermelerini ve adaletli olmalarınİ buyurunca, halka da yöneticilere itaat edip, onların hükümlerine uyma­larını emretmiştir. Ayetteki "sizden olan ıılü'l-emf' ifadesinden maksat, hakkaniyet sahibi yöneticilerdir. Zira, Allah ve Resulü, zalim yöneticiler­den tamamen uzaktır. Zalim yöneticilere itaatin vacip olduğu konusunda Allah ve Resulü'ne atıfta bulunulması söz konusu değildir. (. . .) Allah, ulü'l-emr'e itaat emrini en ufak şüpheye mahal vermeyecek bir ;;ekilde vazetmiştir. Şu halde, zalim yöneticilere itaat nasıl mümkün olur? Allah .. bu konu çerçevesinde, evvelemirde emanetlerin ehline ver~mesi, hüküm konusunda adaletli davranılması ve son olarak da, problem ~üz~den hu­suslarda Kur'an ve Sünnet'e başvurulmasını emretmiştir. Oysa zalim yö­neticiler ne emaneti ebiine teslim eder, ne adaletle hükmeder, ne de 'her-hangi bir konuda Allah'ın Kitabı'na ve Resul'ün Sünneti'ne müracaat ederler. Onlar, sadece kendi arzularının buyrukları doğrultusunda hare-ket ederler. Dolayısıyla onlar, Allah ve Resulü'nün nezdindeki ulü"l-enır'e

1ı Akbuluı, Salı:ıhe Dönemi. s. 107. 72 Alımed Emin, Fecru'l-isliim, Beyruı 1975, s. 258. 73 Cabiri, Siyasal Akıl, s. 597; ayrıca bkz. Şehristani, el-Mi/el, ı. 120-121. 7·1 Ehl-i Sünnet'in bu konudaki yaklaşımı ve bu yaklaşımın ciddi ıenkidi için bkz. M. Said Hatiboğ­

lu, "İslam'da İlk Siyasi Kavmiyetçilik Hilafeıin Kureyşliliği'" AOİFD XXIII 0978), ~- 57 vd. ;; Şia'nın imanıet ıeorisi hakkında geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. Hasan Onat, "Şii İmamet

Nazariyesi", AOİFD XXXII (1992), s. 92 vd.; Akbulut, Salıahe Dönemi, ~- 100 vd.; Hamid Daba­şi, islam'da Otorite, çev. Süleyman E. Gündüz, isıanbul 1995, s. 151 vd.

96 islamiyat m (2000), sayı 3

özgü vasaflardan soyutlanmış kimselerdir. Bu tip yöneticilere yakışan en güzel isim, 'hırsız diktatörler' ismi olsa gerektir.76

Zemahşeri yine bu konuyla ilgili olarak, "Zalimler benim ahdime erişe-mez."77 mealindeki ayetin tefsirinde de şunları kaydeunektedir:

Bu ayette, fasık olan kişinin hilafete layık olmadığına dair delil bulundu­ğunu söylemişlerdir. Hakimliği ve şahitliği caiz olmayan, kendisine:. itaat zorunluluğu bulunmayan, rivayet ettiği hadisler kabul edilmeyen ve na­mazda imıım alıırak öne geçirilmeyen bir kişinin hilııfet makamına liya­katinden nasıl söz edilebilir ki?! Nitekim, Ebu Hanife, Zeyd b. Ali'nin baş­kaldırısına destek verilmesi, mal yardımında bulunulması .ve kendisiyle birlikte, imam ve halife ismiyle müsemma diktatör hırsıziara ka·rşı ayak­lanmaya iştirak edilmesi gerektiği yönünde gizlice fetva veriyordu. Kadı­nın biri kendisine; "Oğluma, ölünceye dek Abdullah b. Hasan'ın oğulları İbdihim ve Muhammed'in başkaldırısına destek vermesini öğütledim." deyince, Ebu Hanife, ''Keşke oğlunun yerinde olsaydım." diye karşılık verdi. EbU Hanife, Halife Mansur ve yandaşları hakkında da şöyle der­di: "Şayet onlar bir mescid yapmaya kalksalar ve benden bu mescidin tuğlalarını saymaını talep etseler (sıradan bir iş olmasına rağmen), bunu bile yapmazdım." İbn Uyeyne'den, zalim bir kişinin kesinlikle halife ola­mayacağı yönünde bir göıiiş nakledilmiştir. Halifelik, zulmü ortadan kal­dırma makamı olduğuna göre, zalim birinin Ililafete atanmasının cevazın-

dan söz etmek nasıl mümkün olur?711 t

Kur'an'ın öğretisel bütünlüğü göz önüne alındığında, bu konuda ortaya ko­nan en sağlıklı yorumun Zemahşeri'ye ait olduğunu rahatlıkla söylemek müm­kündür. Ancak bizim burada üzerinde durduğumuz asıl husus, yorumun ken­disinden çok, siyasal bağlamıdır. Meseleye bu açıdan yaklaşıldığında öncelikle Zemahşer1'yi bu tür bir yorum yapmaya sevk eden zihinsel arka plana, daha doğrusu Mutezili düşüncenin İslam siyasi tarihindeki konumuna kısaca değin-mek gerekmektedir. ·

Bilindiği gibi, Mutezili düşüncenin tarih sahnesine çıkışı, Emevil~r dönemi­ne rasdamaktadır. Mutezile'nin onaya çıkışının miladını, teoloji'~ bir tartışma­nın sonunda Vasıl b. Ata'nın (ö. 131/748) el-Hasan ei-Basri'nin meclisinden ay­rılması olarak gösteren yaklaşımın, gerçeği tam anlamıyla yansıruğinı söylemek oldukça zordur.79 Esasen Mutezile, cebr ideolojisini halka empoze.~tinek sure-

-tiyle iktidarda yapmış oldukları tüm gayri meşru i craatların ı, Alla~:ın irade ve takdirine bağlamayı ilke edinen ve bu çerçevede insana ait tüm y~pıp etmele­rin, Allah'ın takdiriyle gerçekleştiğini, dolayısıyla kendilerinin yapmiş olduğu her icraatın da, aslında Allah'ın takdirinin bir tezahürü olduğunu. söyleyen

76 Zemahşeri, Mahmüd b. Ömer, ei-Keşşfif 'an Jıal.c:i·i/ci'l-lı:nzfl. Beyrut 1977, I. 535-536. n 2. Bakara, 124. 78 Zemahşeri, e/-Keşşfif, ı. 309. '9 Bu konuda farklı değerlendirmeler için bkz. W. Monıgomery Wau, Islamic Sun'eys 1/sl:ımic Phi­

Josoplı and 71ıeology: Islami Tetkiklı:r islam Felsefesi vı: Kelamı, çev. Süleyman Ateş, AÜIF Ya­yınları, Ankar.ı 1968, s. 62 vd.; Kemal Işık, /ılu'cı:zilenin Doğuşu ve Ke/iinıi Görüşleri, Ankara 1967, s. 55.

ls/am Tefsir Gelenegiıule Yorum ıll/anipıikısyonu: 'U/ı/.'1-Eınr' Kavramı Ornegf 97

Emevi iktidarına karşı, insanın özgürlüğünü savunan onurlu bir siyasi muhale­fetle birlikte gün yüzüne çıknuştır.so Cebr ideolojisini empoze eden bu baskıcı yönetinıle işbirliğine yanaşmayan Mutezile, anılan düzlemdeki muhalefetini za­man zaman eylem planında da göstermiştir."' Her ne kadar Bağdat ekolü Ab­basiler döneminde belli bir süre siyasal otoritenin yanında yer almış olsa bile -ki bu süre zarfında muhaliflerine karşı takınmış oldukları olumsuz ve baskı­cı tavır, onlar için siyasi bir intihar olmuştur- Mutezile, Ehl-i Sünnet'in aksine, zalim ya da fasık yöneticinin buynıklanna itaati bir dogma haline getirmemiş; aksine, baskıcı politikalar uygulayan her liderin aziedilmesi gerektiği hususun­da ısrar etmiştir.sı

Bu tarihsel gerçeklikler göz önüne alındığında, Zemahşeri'nin ortaya koy­muş olduğu yorumun da esas itibanyla, ıarihteki siyasi bir tavır alışın Kur'an üzerindeki izdüşümü olduğunu söylemek, pekala mümkündür. Aynı şekilde, kaza-kader, husn-kubh, ta'dil-tecvir ve salah-aslah gibi neredeyse Mutezile ile özdeşleşmiş olan kelami problemierin de tamamen aynı tavır alışın beslediği bir muhalefet zemininde vücut bulduğu söylenebilir. Daha açık bir şekilde ifa­de etmek gerekirse, ı::sasen bu problemler, Emevi idarecilerinin yapmış olduk­ları gayri meşnı icraatlara meşruiyet kazandırmak maksadıyla empoze ettikle­ri cebr ideolojisi ve bu ideolojiyle birlikte ön plana çıkardıkları totaliter bir Al­lah telakkisine -ki bu telakki daha sonraki yüzyıllarda Eşarilerin Allah'ın zati­yeri konusundaki görüşlerine de kaynaklık etmiştir- karşı ortaya konulan mu­halefetle birlikte varlık alanına çıkmıştır. Ancak her nedense, anılan problem­ler ketarn ilminde salt teolojik bir platformda tartışılmış ve bütünüyle itikadi ni­telikli konular gibi takdim edilmiştir.

Ne var ki, meseleye siyasi tarih perspektifinden bakıldığında, bu problem­Ierin arka planındaki siyasi bağlam büsbütün deşifre olmakta ve sonuçta bun­ların tamamen siyasal orijinli problemler oldukları ortaya çıkmaktadır. Yine ay-nı perspektiften bakıldığında, Emevi yöneticilerinin uyguladıkları baskıcı poli­tikalara karşı muhalefetini apaçık şekilde ortaya koyan Ebu Han'ife'nintı3 öncü- •· lük ettiği akaid çizgisinin takipçileri olan ve Allah'ın zatiyeti konusunda Mute­zile'ye daha yakın durduğu bilinen Maturidi kelamının niçin İslam coğrafyası­nın kıyı bir şeridinde (Maveraünnehir) sıkışıp kaldığını ve aktüelleşemediğini; buna karşın, 'Allah' söz konusu olduğunda, O'nu salt güç ve mutlak irade ile özdeşleştirmeyi tercih eden Eşari kelamının,B4 kendilerini Maturidi addeden

..., Geniş bilgi için bkz. Muhammed Ammara, Mu't.:zilı: vı:: Devrim, çev. İbrahim Akbaba, lsııınbul 19138, s. 63 vd.; a. mlf., ı'vlıı'ıı:zile vı: İns;ının Ozgiirlüi]ii Sonınu, çev. Vahdettin İnce, Istanbul 1998, s. 214 vd.; Ciibiri. Siy:ıs:ıl Akıl, s. 638 vd.

aı Nevin, Mulwlı::fi::t, s. 299 vd. aı Bu konuda geni~ bilgi için bkz. Nevin, Muha/r::ft::l, s. 293 vd. li.i Muhammed Ebu Zehı-.ı, El>ü H;ınife, çev. Osman Kı::skioğlu, lsııınbul 1981, s. 37 vd.; Nevin, Mu­

/ı;ılefet, s. 290 vd. ıı-ı Allah'ın z.iitiyeti çerçevesinde tartışılan konularla ilgili olarak anılan üç mezhebin gö~leri hak­

kında mukaye.~eli bilgi için bkz. ilhami Güler, All:ılı'ın Alılfikilii]i Soronu, Ankaı-.ı 1998, s. 48 vd.

98 islamiyat m (2000), sayı 3

çevreler de dahil olmak üzere, İslam dünyasının büyük bir kesiminde mutlak hakimiyet kurduğunu anlamanın yanında, devlet başkanlığı (hilafet) gibi dün­yevi nitelikli bir konunun niçin kelam kitaplarının muhtevası içinde özel bir başlık altında incelendiğini;S> diğer taraftan, Sünni muhitte özellikle devlet baş­kanının (halife) zulüm ve fısk gibi sıfatlarından ötürü aziedilmesinin caiz olma­dığı şeklindeki görüşün pratikte kabul görmesine karşın, EbO Hanife'nin aksi yöndeki görüşüne niçin iltifat edilmediğiniBii ve konuyla ilgili görüşünün hangi saiklerden ötürü çarpıcılmaya çalışıldığını çözümlernek de kolaylaşmaktadır.

Ayrıca bu nokıada, ulu'lt:mr kavramını, 'mür~id'e eşiıleyen ve "u/ü'lemre itaat" erıırini de mür­şide kayıtsız şartsız bir teslimiyeti öngören bir emir şeklinde telakki eden,sufi düşüncenin, Ebü Zeyd'in ifadesiyle "Eşarilerin cübbesinin altından çıktığı" hatırlanmalıdır. N'asr Haırıid, Ebü Zeyd, .Meflıumu'n-nass dinise fi 'u/unıi'l-k-ur~in, Mısır 1993, s. 277

a; Bu konuda bkZ. Bağdadi, Ebü M;nsür Abdulkadir, Uşülu 'd..<Jin, İstanbul, 1928, s: 270 vd.; Ba­kıllani, Ebü Bekr Muhammed b. Tayyib, ec-Teml_ıid, Kahire 1947, s. 178 vd!;, Cuveyni, Abdulme­lik b. Abdiilah b. Yüsuf, Kicflbu'l-irşfid, Mısır 1950, s. 424 vd.; Tafıazani, Mes'üd b. Ömer, Ke­/iinı ilmi ve isianı Akaidi: Şerbu'/-'a[di'id, haz: Süleyman Uludağ, İstanbul t.y., s. 319 vd.

M Bu bağlamda, Maliki mezhebine mensup meşhur milfessir Kurtubi'nin (ö. 67\İ/1273) Hz. Hüse­yin ve Zeyd b. Ali'nin isyanını -ki Ebü Hanife de bu isyanın haklılığından yana tavır koymuş ve desteklemiştir- haklı gören anlayışı Mutez.ile ve Hancilere atfetmesi; buna kar~ın ,' kendisinin de yer aldığı çoğunluğu, bu anlayışın karşısına koyması oldukça düşündürücüdpr. Kurtubi, 2. Ba­kara, 124. ayetin tefsirinde konuyla ilgili olaı-.ık özeıle şunları söylemektedir: ·~ Alimierin bir gru­bu, bu ayenen, halifenin, hilafet görevini ifa edecek kudrete sahip olmasının yanında adalet, iyi­lik ve fazilet sahibi olması gerektiği; Allah'ın "Zalimler benim :ıhdime erişemez.~ ifadesinden ötü­rü, fasık ve zalim olan kişinin bu makama layık olmadığı sonucunu çıkarmıştır. Onlara göre Hz. Huseyn ve Zeyd b. Ali bu yüzden kı~'3m etmişlir. Keza Irak ahalisinin Haccac'a', ı\<Iedine ahali­sinin Em.evilere başkaidırışı da yine aynı sebeplen ötürü gerçekleşmiştir. Çoğunluğun benimse­diği görüş ise, zalim sultana karşı itaat ve sabrın, ona karşı ayaklanmadan daha evla olduğu yö­nündedir. Zira, sultanla polemiğe girmek ve ona karşı ayaklanmak, huzur ortanunı kaosa dö­nüştürür; kan dökülmesine, Müslümanlara birtakım saldırılarda bulunulmasına ve memleketin düzeninin bozulmasına Cresat) sebebiyet verir. Şunu bilesin ki, ilk görüş Mutezile'den bir grup ile Haridierin görüşüdür." Kurtubl, Ebü Abdiilah Muhammed b. Ahmed, ei-Ciimi' li a./.ıkiinıi'/­f.rur'iln, Beyruı 1988, Il. 74-75.