27
Şubat 2011 - Sayı:9 Fiyatı:5tl Trakya’nın nabzı bu dergide atıyor Nazım Hikmeti bir de Ondan dinleyin! Benim dilim klarnetimKeşanlı kadınlar omuz omuza. Ölümlerin çoğu bilgisizlikten. Yaşadıklarımız depresyon mu? Opelin kurtarıcı meleği Yeni moda ‘‘residence’’ Gebelikte beslenme. Tekstilde son kale! Bayanlar için sert bir spor. Sevgi mi , Tekno loji mi ? Istırancalar da Sonbahar Ritüeli

trakyaplus röportajı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

trakyaplus röportajı

Citation preview

Page 1: trakyaplus röportajı

Şubat 2011 - Sayı:9 Fiyatı:5tl

Trakya’nın nabzı bu dergide atıyor

Nazım Hikmet’i bir deO’ndan dinleyin!

“Benim dilim klarnetim”

Keşanlı kadınlar omuz omuza.

Ölümlerin çoğu bilgisizlikten.

Yaşadıklarımız depresyon mu?

Opel’in kurtarıcı meleği

Yeni moda ‘‘residence’’Gebelikte beslenme.

Tekstilde son kale!

Bayanlar için sert bir spor.

Sevgi mi, Teknoloji mi?Istırancalar’da Sonbahar Ritüeli

Page 2: trakyaplus röportajı

ErhanBaycan

2 3ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Page 3: trakyaplus röportajı

ErhanBaycan

4 ŞuBaT2011trakyaplus

ŞuBaT2011trakyaplus

Edirne de Ünlü Kullansın…Geçenlerde pazar araştırma şirketi Millward Brown’ın, Türkiye’de son

on yılda test ettikleri reklamlarda neler değiştiğini araştırdıkları bir yazı okudum. Kısaca; söz konusu süre içinde ilk 300 reklam ile son 300 reklamı kıyaslayan şirketin araştırma sonuçları oldukça ilginç-

ti. Millward Brown Türkiye Genel Müdürü Betül Khan, reklamların her geçen gün daha fazla bilgi vermeye çalıştığını, oysa ana mesaja

odaklanmanın daha etkili olacağını söyledi. Khan, reklamlarda müziğin daha fazla öne çıktığını belirterek, “İlk 300 reklamda yüzde 75 müzik

varken ve yüzde 31 belirginken, son 300 reklamda yüzde 88 müzik var ve belirginlik de yüzde 50. Belirgin ve beğenilen bir müzik genel beğeniyi artıran bir unsur.’’ dedi. Esas dikkatimi çeken bölümü ise;

“Herhangi bir reklam unsuru olarak artık ünlü isimler tercih ediliyor.” Diye yazan kısımdı. İlk 300 reklamda yüzde 8 oranında ünlü varken

son 300 reklamda bu oranın yüzde 11’e çıktığı görülüyor. Doğru ünlü, etkiyi artırıyor. Ünlü olan her 10 reklamın 4’ünde film yıldızı, 3’ünde şarkıcı, 2’sinde sporcu, 1’inde TV yıldızı kullanılmış. Şimdi, gündemi

takip edenlerimiz hatırlayacaklardır. Geçen günlerde Sayın Necdet Bey (Necdet Budak) için “ünlülerden medet umuyor” dendi. Sebebi; Trak-

yalı olan şarkıcı Rafet El Roman’ı Edirne’ye davet etti ve kentimizin tanıtımına yardım et dedi. Bu işi profesyonel yapanların icraatları orta-da demek ki doğru yapmış. Neden bu konuya girdim dersek. Siyasetle işim olmaz. Yaftalama girişimlerinde bulunmayın. Bölgemiz adına kafa

yoranlardanım. Gelin bir hayal kuralım. Mesela bölgemize yakışacak bir-iki ünlü ile anlaşılsa ve Türkiye çapında seri bir reklam kampanyası düzenlense. Billboardlar, ulusal gazeteler, radyolar, televizyon kanal-

ları. Ağırlıklı olarak 1-2 saat uzaklıktaki İstanbul ele alınsa ilk önce. “Git-gel 2 saat” dense. İnsanların dilinde slogan olsa. Ve ünlülerimiz “Tarih

var, lezzet var, deniz var, misafirperverlik var.” deseler. “Ben gittim, çok memnun kaldım. Siz de gidin” dese biri fenamı olur?

“Her Başarılı Kentin arkasında, Kadınlar Vardır.”Omuz omuza, el ele yürüyen ve yürekleri toplu atan bir komiteyle

beraberiz. Üyelerin gözlerindeki Keşan için parlayan ışıltıyı görebi-liyorsunuz. Hedefleri; bölgedeki gençlerin ve kadınların - edindikleri

tecrübeler ışığında - yaşadıkları zorlukları aşmalarını sağlamak ve hep beraber bölge adına en iyisini ortaya koymak. Keşan Kadın Girişimciler

Komitesi, başkanları Sevtap hanımın liderliğinde ve Keşan Ticaret Odası’nın tüm destekleriyle yarına umutla bakıyor, bölgedeki değişim

ve gelişimin “Sebebi nedir?” sorusuna cevap oluyorlar. Bölgelerin-deki sosyal ve ekonomik durumu konuştuk. Umutlarını paylaştık ve

bizde ümitle dolduk. Sorunlar üzerinde değil de çözüm odaklı olunca aşılmayacak hiçbir engelin olmadığını gördük. Küçük-büyük, genç-yaşlı,

çalışan-üreten demeden, anne şefkatinin ve ana otoritesinin artıları-nı gözlemledik. Teşbihte hata olmaz “Her başarılı kentin arkasında,

kadınlar vardır.” diyoruz.

Saygılarımla…

Durukan İ[email protected]

imtiyaz sahibi:Bi’ajans

genel yayın yönetmeni:Durukan İsgilip

editör:Meral Köse

sanat yönetmeni:Salih akyürek

yayın ekibi:aslı KurtBahadır MutluBilge TuranlıErhan BaycanHande KandurMümin ŞentürkNaci BayramağluSenem ulusoySerkan Doruk Tufan

redaktör:aslı Kurt

katkıda bulunanlar:Yağmur ÖzkanHüsnü Fan ClupDr.Gökhan ErçelikDyt.Rucinan ErgünSevtap EnginMelek ÇakırSevgi ÖzgünayNecla DevEylem EzerçeZafer GündoğduErol Savranlar

kapak&sayfa tasarımı:Salih akyürek

yönetim yeri:Bi’ajans Reklam & Yayıncılık Hiz.Sabuni mh. Kinci Firuz sk.no.2/1 Edirne t: 0284 225 31 96e-mail: [email protected]

baskı:Edirne Gazetecilik ve Matbacılık Ltd. Şti.Kulekapı cd. no.49 Edirne - t:0284 225 10 38

yerel süreli yayın - Şubat 2011

Dergide yer alan yazı, fotoğraf ve reklamlarınsorumluluğu sahiplerine aittir. Yazılar vefotoğraflar izinsiz kullanılamaz.

www.trakyaplus.com

http://www.facebook.com/trakyaplus

Page 4: trakyaplus röportajı

6 7ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Sonbahar mevsiminde Istranca Dağları tam anlamıyla bir ritüele sahne olur. Aynı zamanda sonbahar, bu bölgede yaşayanların kültür izlerini

en iyi şekilde sürebileceğiniz mevsimdir. Ekim ayının ortalarına gelindiğinde insanlar, sabahın erken saatlerinden gece yarılarına kadar süren kış hazırlık-larına çoktan başlanmıştır bile. Köylerdeki kış hazırlıklarına zengin orman ile bitki örtüsü de eşlik eder. Sararıp solan envai çeşit ağacın yaprakları dökül-mek için havaların soğumasını ve kırağının düşmesini beklemeye koyulur.

Kırklareli’nin kuzeybatısındaki Kula köyünde Hakkı Çınar, köy kahveha-nesinde kamyon dingilinden yapılma sobanın başında bütün gün soğuktan sızlayan ayaklarını ısıtıyor. Genellikle gazete okumak için kullanılan kalın camlı gözlüğünün altından bir süre etrafı kestikten sonra gözleri sıcağın da etkisiyle yorgun düşüyor. Hızlı bir şekilde elinde dolanan tespih çekişi de ya-vaşlıyor, 82 yaşındaki Çınar’ın. Tam o esnada kendisini seyrettiğimi görünce önce gülümsüyor ve başı ile hafif bir şekilde gülümsüyor. Çok geçmeden ayakları ısınıyor ve sandalyesinden bir başka masaya geçip, televizyondaki filmi izlemeye dalıyor. Tüm bunlar gerçekleştiğinde not defterimde yazdı-ğıma göre tarih, 24 Ekim 2010’u saat ise 20:25’i gösteriyor. Anlattıklarım bu mistik dağlardan yaşananlardan küçük bir kesit. Istrancalar, sonbaharda daha nice efsane, masal ve hikâyelere ev sahipliği yapıyor.

Ne zaman karar verdim bilmiyorum ama Istranca Dağları’nda sonbahar mevsimine tanıklık etmeyi uzun zamandır düşünüyordum. Zemini sararmış

Istrancalar’daSonbahar Ritüeli

Yazı&Fotoğraflar

ErhanBaycan

Page 5: trakyaplus röportajı

8 9ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Istrancalar’da sonbahar ritüeli

yapraklarla dolu ormanda yürümeyi, Ka-sım güneşinde yaprakları altına dönen kayın ağaçlarını ve yine dere yatakla-rında oluşan girdaplara karışıp giden yaprakların hikâyesini anlamak için son-baharda mutlaka bu efsanevi dağlarda olmalıydım. Tabi Istranca kültürün geç-mişten geleceğe taşıyan sınır köylerin-deki insanlarını da. Pekmez, kuskus ve makarna yaparak kış hazırlıklarına başla-yan köylü kadınlarından, menderes çize-rek akan derelere, bölge insanın önemli geçim kaynağı olan mantarlardan, kos-koca bir ilçeyi buğulu bir camdan ba-karcasına gösteren sisli manzaralara ve İğneada’daki subasar ormanlarının de-rinliklerine kadar ilerleyen 10 günlük ge-zim süresince tüm bu güzellikleri seyrey-ledim. Bir yandan da fotoğraf makinem ile gözlemlediklerimi belgeledim.

Yeryüzünde yüksekliği ile bilinen bir-çok dağın aksine Istranca Dağları, envai çeşit ağaçları, zengin fauna ve florası ile nam salmıştır. Bulgaristan’ın iç kısım-larından başlayarak Çatalca’ya kadar silsile halinde uzanan dağlar, yine de Trakya’nın en yüksek noktası olan Mah-ya Tepesi’ni bünyesinde barındırır. Yılın büyük bir bölümünde zemini suyla kaplı olan Longoz Ormanları, dev sarkıt, di-kitleri ve 30 Bin’i aşkın endemik yarasa türlerine ev sahipliği yapan Dupnisa Ma-ğarası da sonbahar da görülesi yerlerin başında gelir.

23 Ekim 2010 tarihinde başladı-ğım yolculukta ilk durağım Geçitağzı köyü. Pancar pekmezi, kuskus ve ev makarnası(erişte) ile yapılan kış hazırlık-larında tarhana işleri, bir iki hafta önce bitmiş. Köyde bana rehberlik eden arka-daşım Emre ile Geçitağzı’nın neredeyse altını üstüne getirdim. Hemen her evin bahçesinde yapılan pancar pekmezi, çok meşhur burada. Öyle ki; pancarın, tarla ve bahçeden çıkarılışını, soyulup parça-lanması, su dolu kazan da kaynatılmaya başlanmasını, pekmezin acı olmaması için kenarlarda oluşan köpüklerinin alın-masını ve son olarak tadına bakılmasına kadar geçen tüm evreleri gördüm, fo-toğrafını çektim. Köyün üst kısımlarında bulunan harman yerinde kadınlar halen imece ile makarna yapması ise en çok hoşuma gidenlerdendi. Evlerde tekne ismi verilen içi oyulmuş tahta içinde bin bir meşakkatle yapılan kuskus esnasın-daki kadınlar da bu imecenin içerisin-

deydi. Genel olarak tüm gezi esnasında Istrancalar’da karşınıza çıkabilecek çok sayıda kültürel özelliği bir günde gördü-ğüm için kendimi şanslı hissediyorum.

Geçitağzı’dan, damları sazla kaplı ev-leri Kula’ya geldiğimde ise köyün doğal güzellikteki evlerinin yanı sıra karşı te-pelerde sonradan dikilmiş olan ve dört mevsim yeşil kalan çam ağaçlarının rengarenk yapraklı ormanda oluşturdu-ğu manzara da doyumsuzdu. Kula’dan Çağlayık’a uzanan yolumda sonbaharın en güzel renklerini kuşanmış ağaçlar beni yine yalnız bırakmadı. Çağlayık’ta menderes çizerek akan dere ile irili ufaklı şelaleleri unutulmazlarım arasında yer aldı. Havaların çok soğuması ile 2 gün ara verdiğim gezime 30 Ekim tarihinde Çukurpınar köyünden devam ettim. Dü-şen kırağının beyaza bürüdüğü orman ve köyler, sabahın sert ışıklarına kadar bu beyaz örtüyü üzerinden kaldırma-dı. Aynı gün içerisinde Çukurpınar’dan önce Armutveren’e, oradan İncesırt’a ve sonrasında ise Sarpdere köyü üze-rinden Dupnisa Mağarası’na vardım. Güz renkleri ile bir başka güzelleşen Dupnisa’dan günün son saatlerinde ay-rıldım. Bulduğum araçlarla Demirköy’e kadar yol aldım. Sabahın ilk saatleri ile birlikte Demirköylü fotoğrafçı ağabeyim Erkan Yavaş ile birlikte bu şirin ilçenin sisler altındaki görüntüsünü fotoğrafla-dık. Buradan ilk olarak Kartal kayalar ve Güneşli Göller’i fotoğrafladım. Ve oradan da Boztaş köyüne gittim. Boztaş köyü, Demirköy’ün en büyük yerleşimlerinden. Köyde, mantarcılık oldukça gelişmiş du-rumda. Zaten ormana çıktığımızda en çok rastladığımız güzellikler de envai çe-şit mantar oluyor.

Boztaş’ı geride bırakarak ilerlediğim-de ilk olarak Yiğitbaşı’na, oradan da Bulgaristan sınırına en yakın köylerden olan Karacadağ’a varıyorum. Karaca-dağ, Bulgar Slivarovo köyü ile karşı karşıya. Bulgaristan’da komünizm ilan edilmeden önceki dönemde, bu köydeki insanların Karacadağ’daki okulda dü-zenlenen Cumhuriyet Bayramı törenle-rine katıldığını bugün dahi hatırlayan-lar var. Avcılar köyü ve İğneada’daki güzellikleri de fotoğraflıyor ve gezimi tamamlayıp, Kırklareli’ne geri dönüyo-rum. Umarım bir başka sonbaharda ye-niden Istrancalar’da olurum. Belki de rüzgârlar, buradaki efsaneleri kulağıma fısıldar. Belli mi olur?

Page 6: trakyaplus röportajı

10 11ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Röportaj&Fotoğraflar

AslıKurt

Sayın Hıfzı TOPuZ, atatürk’ü yakından görmüş biri olarak kendi bakış açınızdan bize atatürk’ten biraz söz eder misiniz?

Ben kendimi bildim bileli atatürkçüyüm. Ailem de Atatürkçüydü ve ailemde

Atatürk’ e yakın, onunla aynı sofrayı paylaşanlar vardı. Ben hep Atatürk’ü dinliyordum ailemden. Babamla Atatürk’ün bir ilişkisi vardı. Daha sonra Atatürk’ün babama yolladığı telgrafları buldum. Bunlar

Milli Mücadele yıllarındandı. Çok şaşırmıştım ve aynı zamanda hoşuma da gitmişti. Kendi kitabımda da bu bilgilere yer verdim. 1933’te Cumhuriyet Bayramı’nda Ankara’ya gitmiştim. Atatürk’ü ilk orada gördüm. Cumhuriyetin 10. yılıydı. Hipodromda tören yapılıyordu. Sırasıyla, askerler, okullar, topluluklar ve en son tribünlerdeki halk inip Atatürk’ün önünden geçmeye başladı. Ben ayrı bir heyecan duyuyordum; sanki bana bakıyormuş gibi geliyordu. Yanında, Celal Bayar, İsmet İnönü ve Tevfik Rüştü ile konuşuyordu. Başında silindir şapkası vardı. O dönemki resimlerinde dikkat ederseniz bu şapkayı sürekli görürsünüz. Daha sonra, bir daha geçelim, dedik. Arkadan dolaşıp topluluğa karıştık ve yeninden geçtik. O sırada sanki bana “Sen az önce de geçmemiş miydin?” diyecek gibi geldi. Bakışları çok etkiliydi. Hatta birgün İtalyan Büyük Elçisi’ni kabul ederken, elçi Atatürk’le göz göze gelince düşüp bayılıyor.

Sonraları da yollarda iki motosiklet geçtiğinde biliyorduk ki Atatürk geçecek. İki polis motosikletinin ardından Atatürk üstü açık bir arabayla gelir halkı selamlardı. İstanbul’da okuduğum dönemde Haydarpaşa garında bir hareket olduğu zaman biliyorduk ki Atatürk gelecek. Polis kordonu

oluşturuluyordu bizler de vapuru kaçırıp Atatürk’ün gelişini bekliyorduk. Karşılamaya İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ, paşalar ve milletvekilleri geliyordu. O, alkışlar arasında yürüyerek vapura geçiyordu. İran Şah’ı geldiğinde, yanlış hatırlamıyorsam 1936 yılıydı, Maltepe’de manevralar yapılıyordu. Atatürk ve Şah manevralara katılmak için üstü açık bir arabayla geldiler. Herkes alkışlıyordu, Atatürk alkışlamıyor, alkışların Şah’a olduğunu belli ediyor, Şah selam veriyordu. Ertesi yıl İngiliz Kralı Edward geldi. Atatürk ile Moda sahilinde Deniz Kulübü’ne geleceklerini duymuştuk. 14 yaşındaydım. Herkes seferber olmuştu. Rıhtımda beklemeye başladık. Motordan inerek insanları selamlayıp kulübe girdiler. Orada yaşanan, anlatılan bir hikâye şöyledir: Kral ve Atatürk sigara içmek isterler. Görevli ilk Atatürk’ün sigarasını yakar. Bu durum karşısında Atatürk, “Kibrit ilk yandığında biraz koku çıktığından önce misafirimizin sigarasını yakmayız.” der. Daha sonra da Hatay meselesi için Adana’ ya gitti. Gazetelerden hasta olduğu haberlerini okuyorduk. Kartal Kaymakamı Bahir Öztrak -İlhan Öztrak’ın amcası- onun kardeşi Faik Öztrak Edirne Milletvekiliydi, sonra bakan oldu. Kartal Kaymakamı Bahir Öztrak, Atatürk’ün geleceğini bize haber vermişti. Biz de, Kartal Bandosu, gençler birlikte Pendik’e gittik. Tren geldiğinde Atatürk cama çıktı, bir süre sonra aşağıya indi. Bazıları ona dilekçe verdiler, konuşmalar yapıldı. Ben o sırada Atatürk ile el sıkıştım. Herkesin hayranlık duyduğu bakışları ve duruşu ile karşımdaydı. Bu benim Atatürk’ü sekizinci ve son görüşüm oldu. 1938’de yine O’nu görmek için Ankara’ya Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına gittim. İzciydim o zaman. Ancak kendisi katılamadı. Kısa bir süre sonra, 10 Kasım’da aramızdan ayrıldı. Öldüğü zaman da Dolmabahçe Sarayı’na gidip katafalkın önünden geçtik. Sonraları Atatürk’ün hayatta olan yakınlarıyla röportajlar yaptım 1951–1952 yıllarında.

“Atatürk’e yakın olup hayatta olan herkesle konuşacağım.” dedim ve son kitabımda bu konuşmalara yer verdim. Bir de 1952’de Atina’ya gittiğimde Atatürk’ün yakını olan Büyükelçi Ruşen Eşref’le görüştüm. Bir resepsiyon verdi ve beni de davet etti. Arada birilerini tanıtırlarken bir isim duydum: General Trikopis. Yunan Orduları Başkomutanı. Yanına gidip “Sizinle konuşmak, röportaj yapmak istiyorum.” dedim. O da ne zaman istersem evine gidebileceğimi söyledi. Ertesi gün makinemi aldım, evine gittim. Kendisi gibi yaşlı bir bayanla oturuyordu. Bir anısını anlattı: Yunan orduları teslim olduğunda Trikopis tutuklanıyor. İsmet İnönü Trikopis’i Atatürk’ün yanına götürüyor. İçeri giriyorlar. Masa başında sarışın bir adam görüyor Trikopis ve Mustafa Kemal olduğunu anlıyor. Yorgun, uykusuz, bitkin bir halde Atatürk’ün karşısında duruyor. O sırada Atatürk, “Genaral üzülme. Napolyon da bir savaş kaybetti.” diyor. Bu, Trikopis’e büyük moral oluyor. Atatürk, “Nasıl oldu, nasıl yenildiniz?” diyor ve bir harita istiyor. Trikopis harita üzerinde anlatmaya başlıyor: “Siz buradaydınız, biz burada.” adeta savaşın muhasebesini yapıyorlar. Trikopis rahatlıyor “Yemek yer misin? Burada konuğumuzsun, eşiniz Büyükada’da. Haber vermek isterseniz telsizlerimizi kullanabilirsiniz.” diyor. Bir süre Sarı Kışla’da kalmış Trikopis. Savaştan sonra savaş suçlularını mahkemelere veriyorlarmış. Trikopis hemen gitmeyip ortalık sakinleştikten sonra dönmüş ve yargılanmak istemiş; ancak suçlu bulunmadığından yargılanmamış. Daha sonra “Türk Yunan Dostluk Cemiyeti Başkanı” olmuş. Konuşmamızdan kısa süre sonra da öldü. Yeni kitabımda çok geniş yer verdim bu konuşmalara ve anılara.

Daha önce Edirne’ye geldiğinizi biliyoruz. Edirne, Trakya sizin için ne ifade ediyor?

Edirne’ye çok gelip gittim. Paris’te görevli olduğum sırada arabayla İstanbul’a gidip gelirken Edirne’den geçerdim hep. Edirne, Paris’e giderken benim için ülkemdeki son duraktı bu yüzden bana çok duygusal gelirdi. Dönerken ise ilk durak... Edirne’ye ulaşınca Türkiye’ye gelmiş olurduk, heyecanlanırdım. O zamanlar işlemler çok uzundu. Saatlerce beklerdik Edirne’ye girebilmek için. Bu, 1960 – 1970 yılları arası; ama benim Edirne’ ye ilk gelişim 1951 yılında Kırkpınar Güreşleri’ni izlemek içindi. O zaman tüm ünlü gazeteciler gidiyordu. Çok büyük bir olaydı Kırkpınar. Ben de gazeteme, gitmeye talip olduğumu söyledim. Kabul ettiler. İki yıl üst üste Kırkpınar güreşlerine gittim. Çok sevmiştim. Eşref Şefik ve diğer ünlü gazetecilerle güreşleri takip ediyorduk. Başpehlivanlar ve cazgırlarla dost olmuştuk. Koca Yusuf’un mezarına gider daha sonra güreşleri izlemeye geçerdik.

HıfzıTopuz‘‘Kral ve Atatürk sigara içmek isterler. Görevli ilk Atatürk’ün sigarasını yakar. Bu durum karşısında Atatürk, “Kibrit ilk yandığında biraz koku çıktığından önce misafirimizin sigarasını yakmayız.” der.’’

Page 7: trakyaplus röportajı

12 13ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Hıfzı Topuz

Edirne ile diğer bağım, Galatasaray’dan arkadaşım, Edirneli Muzaffer Bakkalbaşı oldu. Edirne’ye çok bağlı hissediyordu kendini ve Edirne’ye bir şeyler vermek istiyordu. Onunla Edirne’ye geldiğimde bana Şifahane’yi gezdirdi. Dedesi saraya malzeme verdiği için Bakkalbaşı soyadını almışlar. Durumları iyi olduğu için adına burs vermek istedi Trakya Üniversitesi’nde. Bir şeyler bağışlamak istedi; ancak o dönemdeki rektör ile anlaşamadılar ve istedikleri gerçekleşmedi. Bu onun için büyük bir düş kırıklığı oldu. Çoluk çocuğu yoktu Muzafferin ve bana sürekli danışırdı ne yapmalıyım konusunda. Ben de bizim iletişimcilerimizden birisine burs vermesini istedim. Bir yıl boyunca kızımızı Londra’ya gönderdi. Şimdi bu kızımız öğretim üyesi. Edirneli olmaktan gurur duyardı Muzaffer. Uzun bir süre bir dergide yazılar yazdı.

Ben Edirne’yi bir Avrupa şehri olarak görüyorum. Çok uygar, Batı’yla çok alışverişi olmuş bir sınır kenti. Balkan Savaşları yaşamış. Başından çok şey geçmiş bu kentin. Bu yüzden çok önemli ve ayrı bir yeri var. Tarihi eser bakımından da zengin bir yer. Osmanlı’ya başkentlik yapmış ve kente girdiğiniz zaman sizi başka yerlere götüren bir havası var. Hem tarihi hem de yakın geçmişi bakımından. Edirne’yi ziyaret etmek ve burada bulunmak benim için de ayrı bir zevk.

Değerli yazarımız, kitaplarınızı elimize alıyoruz ve ilk sayfasını açıyoruz. Başımızı kaldırdığımızda kitabı bitirmiş oluyoruz. Siz konuşurken, deyim yerindeyse, nefesimizi tutuyoruz. Kitaplarınız da konuşmalarınız da bitmesin istiyoruz. Bunu nasıl başarıyorsunuz?

Benim ayrıca bir tekniğim yok. Röportaj yazarlığından geldiğim için yazılarımı çok kısa cümlelerden oluşturuyorum. Yani benim

kurduğum tümcelerde ortalama sözcük sayısı 10’ u geçmiyor. Bazen 15, bazen 6, bazen de 3 oluyor. Bir arkadaşım bunun araştırmasını yapmış. Bir romanımı bulmuş, bilgisayarda incelemiş “9 sözcük düşüyor.” dedi cümle başına. Demek ki kısa cümle kuruyorum. Diyaloglara önem veriyorum. Okuyucunun anlamadığı sözcük kullanmıyorum. Yani Osmanlıca, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca olan sözcüklerden kaçınıyorum. Dostlarımla konuşurken bile dilimin ucuna gelen bir yabancı sözcüğü yutkunup Türkçesini bulup o sözcüğü Türkçe olarak kullanıyorum. Bazı konularda her ne kadar yabancı sözcük benim için daha kolaysa da bunu yapmıyorum. Yazılarımda da bu böyle.

Son kitabınızdan kısaca söz eder misiniz?

Son kitabımın adını Öner koydu, Öner Ciravoğlu: Gülümseyen Anılar. Bunların bir kısmını Eski Dostlar’ da kullanmıştım; ama bunun oranı üçte birdir. Yaptığım ve hâlâ sakladığım röportajlar vardı, onları kullandım. Bir de hiç yazmadığım konular vardı. Onları da ekledim. Böyle bir kitap çıktı ortaya. Geçen gün Turgay Olcayto bir yazı yazmış kitap hakkında ve kitabı basın tarihi açısından ele

almış. O zamanki basını anlattığını yazmış. 1947- 1958 arasındaki basın, gazeteci-patron ilişkileri, gazetecilerin aralarındaki ilişkiler, ilk Gazeteciler Sendikası’nı kurmamız… Bunların bu açıdan ele alınarak değerlendirileceğini doğrusu ya beklemiyordum.

Çıkmaya hazırlanan bir kitabınız var mı? Bize bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?

Bir süreden beri Nazım için çalışıyorum. Bekli de kitabın adı “Nazım’ın Romanı” olacak. Nazım hakkında yazılmış dünya kadar kitap var. Bu yüzden dostlarım “Nazım hakkında yazsana.” dediklerinde ben, yazılanlara bir şey ekleyebileceğimi düşünmediğim için yazmak istemediğimi dile getiriyordum; ama 3-5 ay önce Küba’ya Nazım’ın heykelini götürdük. Nazım’ı tanıyan bir ben vardım. Kürsüye çıkıp Nazım’ı anlatmamı istediler. Beni Nazım’ın arkadaşı olarak tanıtmışlardı. Çok duygulandım. Nazım ile 1961 yılında birkaç kez buluştuk. Ona büyük bir hayranlığım vardı. Bunları anlattım orada. Döndükten sonra da bir okula konuşma yapmak içim gitmiştim. Daha konuşmama başlamadan öğrenciler “Hocam neden Nazım’ı yazmıyorsunuz?” dediler. Bunun

üzerine bu bir vazife oldu bana ve yazmaya başladım. Benim Nazım’a yaklaşımım bugüne kadar yüzlerce yazılanlar gibi siyasi yaşamı, oyunları, şiirleri üzerine olmayacak. Ben bir insan olarak Nazım’ı ele alıyorum. Çektiği acılarla, hayatındaki kadınlarla, duygularıyla, dostlarıyla olan ilişkileriyle, Ankara’ya gidip Atatürk’le tanışmasıyla, Moskova’ya gitmesiyle… Nazım’a yakın olan bütün isimler aynı zamanda benim de yakınlarımdı. Başta Vâlâ Nurettin ve Münevver. Nazım üç yıl boyunca bu isimlere mektup yazmış. Vâlâ anılarını yazdı: “Bu Dünyadan Nazım Geçti” O dönemde evine gittiğimde Nazım’ı konuşurduk. Abidin Dino çok yakınıydı Nazım’ın. Bizi Abidin tanıştırdı. Paris’te çok yakın arkadaşlarımdan biriydi. Bedri Rahmi Eyüboğlu da ortak arkadaşlarımızdandı. Bu isimlerden Nazım’ı çok dinledim. Benim de Nazım’la anılarım oldu; ama ben bu kitapta anılarımı yazmıyorum; Nazım’ı yazıyorum. Nazım bana çok yakın geliyor. Onun çektiği acıları anladığımı düşünüyorum. O’nu yazmaya başladığım zaman masadan kalkmak istemiyorum. Bugüne kadar 300 sayfa yazmışım. Sanırım bir o kadar daha yazacağım. İstanbul’dan kaçtığı zaman Cumhuriyet gazetesi yazmıştı ilk “Nazım kaçtı.” diye. Hemen Vâlâ’yı aradım. Haberi yoktu. O’na söylememişti. Münevver’in telefonunu aldım; ancak Münevver telefonunu açmıyordu. Ben de evine gittim. Münevveri ilk kez o zaman gördüm. İki gözü ağlamaktan kan çanağı olmuş, perişan bir haldeydi. Nazım’la Paris’te çok özel şeyler konuştuk. Bunlar benim onu daha iyi tanımama yardımcı oldu. Hepsine bu kitapta yer vereceğim.

adv

Ferah

bir mekan

&Enfes yemekler hayal edin...

Çilingirler Cd. No.71 Edirne / 0284 - 213 99 88

Page 8: trakyaplus röportajı

14 15ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

MGK İnşaat

MKG İnşaatın Kurucuları Kimlerdir?

MKG İnşaat’ın kurucuları ortağım ve kardeşim Mustafa Kaşgür ve ben Kemal Mete Gündüz’dür. Bu noktada Süleyman Kaşgür veNizamettin Gündüz’e bizi topluma yararlı ve vatanımıza faydalı

insanlar olmamız yönünde yetiştirdikleri ve lider olmada bizisürekli yönlendirdikleri için teşekkürü borç biliriz.

Firmamızın Hikâyesi Nedir?

MKG İnşaat iki yakın dostun güçlerini, deneyimlerini ve do-nanımlarını birleştirme kararı ile kurulmuş bir firmadır. Çok ufak yaşlardan çalışma hayatına atılmış, sürekli çalışmış ve üniversite yıllarına geldiğinde kendi işlerinin patronu olmuş iki insanın iki dostun kurmuş olduğu bir firmadır. Kardeşim Mus-tafa Kaşgür ve benim etik algımızın, hayata bakışımızın yaşam biçimimizin birebir örtüşmesi kısa yıllar içerisinde şirketimizi kurumsal yapıya kavuşturmamızda yardımcı olmuştur.

Her ikimizde tekstil ve gıda ana başlığı altında birkaç değişik iş kolunda kendi işimizle meşgulken ayrı ayrı bir ayağımızı in-şaat sektörüne kaydırdık. Süreç içerisinde ise tüm diğer faali-yet alanlarımızı devreden çıkartıp MKG İnşaatı kurarak sadece inşaat sektörüne yöneldik.

Neden İnşaat Sektörü? Ve Sektördeki Yeriniz.

Her ikimizde sektörün içerisinde olan ailelerden geliyoruz zaten. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak kendiliğinden yaşanan bir süreç bu. Sonuçta ailenizden ne görürseniz onu yaparsınız. Çocukluktan gelen karakteristik bir özellikle gerek Mustafa gerekse ben, birileri elimizden tutmadan kendimiz başarmak istedik. Bu sebeple nerdeyse bir yaşam boyu çalıştık. Ve ken-di öz sermayemizi yarattık. İnşaat sektörüne taşeron olarak girdik.

Yani hayat boyu hiç çalışmayabilirdik yada direkt inşaat sektörüne müteahhit olarak büyüklerimizden destek alarak da girebilirdik. Şüphesiz o zaman her şey daha kolay olurdu. Tüm bunlar bir tercihti. Biz başardık, Biz yaptık demek istedik. Ve biz yaptık.

Sektörün kalbi olan İstanbul’da ilk yıllarımızı taşeronluk hiz-metleri ile geçirdik. Küçük-büyük ayırt etmeden gelen tüm işleri hakkıyla yapıp teslim ettik ve küçümsenemeyecek bir noktaya geldik İstanbul ilinde. Eğer bugün 500 kişilik usta ve işçi barındırıyorsak bünyemizde işte o yıllara borçluyuz bunu. Süreç içerisinde Ankara, Antalya ve Mersin’de sektörel çalış-malarımız oldu. Edirne projemizden önce son olarak Antalya 64 villalık ve 2 yarı olimpik yüzme havuzlu projeyi tamamla-dık. Yine şuanda Mersin ilinde 17.000 m2 kapalı alana sahip villa projesinin inşaatı devam etmektedir. Kaba imalat bitmiş, ince işlere geçilmiştir. Yakın süreçte Mersin ili için 252 dairelik bir proje daha vardır.

Neden Edirne?Edirne’yi Tercih Etmenizdeki Sebep Nedir?

Edirne’yi tercih etmemizde birçok sebep söz konusu. Baş-lıklar altında toplamak gerekirse. Stratejik konumu, kültürel yapısı, gelişime açık olması diyebiliriz. Stratejik önemi gün geçtikçe artan bir kesişme noktası Edirne. Yakın gelecekle ilgili belki de Türkiye’de en fazla yatırımın yapılacağı ve en fazla gelişimi, değişimi gösterecek olan il Edirne’dir. Bunu yapmış olduğumuz araştırmalar ve önemli kaynaklardan aldı-ğımız bilgilere dayanarak, çok rahat söyleyebiliriz. Biz sadece ilk gelenlerden olmak istedik, en önde yerimizi almak istedik. Bundan şu sonucu çıkartabilirsiniz; daha birçok büyük firma gelecek. Çok ciddi yatırımlar yapılacak Bölgeye. Bu engel-lenemez bir süreç. Sadece inşaat sektörü olarak bakmayın konuya. Birçok sektörde bu gelişmeler yaşanacaktır. Öngö-rüm şudur ki 5 sene sonra bambaşka bir kent ile karşı kar-şıya olacağız. Bu durum gerek Edirne halkı için ve gerekse Trakya Bölgesi için olumlu gelişmelerdir. Ancak Edirne’nin bu hızlı değişime ayak uydurabilmesi için özel sektörünün ve sivil toplum kuruluşlarının daha fazla gelişmesi gerekmektedir.

Peki İnşaat Sektörü İle İlgili Görüşleriniz Neleridir?

Edirne İlinde sadece inşaat piyasasından söz edebiliriz. He-nüz oluşmuş bir sektör yok. Bir ya da iki firma dışında, isimler var sadece firmalar değil. Kurumsal inşaat firmalarından çok bireylere dayalı bir piyasa söz konusu. O yüzdendir ki henüz Edirne’de “site” denilebilecek yapılar çok az. Bireysel insan-ların yaptığı bireysel, düz binalar var. Sosyal imkânları içinde barındırmayan, yüksek teknolojiyle ve işçilik sanatıyla tanış-mamış binalar bunlar. Öte yandan güzel ve sağlam iş yapan müteahhitler de yok değil. Ama bunları sadece genelin içinde istisna olarak değerlendirebiliriz. Edirne ili için artık “ Önce Sat Sonra Yap “ döneminin geride kaldığını düşünüyorum. Öte yandan “ Yap Sat “ mantığında donanımsız ve içeriksiz olarak bu sektörde faaliyet gösterenlerinde birkaç sene içe-risinde piyasada yok olacağı aşikârdır. Çünkü artık insanlar binaların sadece yapılmış olmasını yeterli görmüyor. Ne yap-tığınıza, nasıl yaptığınıza bakıyor.

Mustafa Kaşgür

Kemal Mete Gündüz© Sayfa tasarım / durukan © Fotoğraflar / salihakyürek

Page 9: trakyaplus röportajı

16 17ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

MGK İnşaat

Tuğra Residence / 5 ayda gelinen son durum

Ve yavaş yavaş insanlar bilinçlendik-çe konuya daha detaylı eğiliyorlar. Size nasıl sosyal imkânlar sunduğunuzu, in-şaatın temel bilgilerini, beton kalitesini, kullanılan malzeme kalitesini sormaya başlıyorlar. Bu sorulara cevap verebilen müteahhitler olacaktır ilerleyen yıllarda oluşan inşaat sektöründe.

Residence Ne Manaya Geliyor? Son Zamanlarda Her YerdeGörür Olduk!

Residence; içinde oturanlara hizmet verebilen, sosyal imkânları ve güvenliği sağlayan kendi kendine yetebilen tekno-lojik bir yapıdır. Uzman mühendisliğin en güvenli yapı malzemeleri ile birleştiği ve alanında profesyonel ustaların ellerin-de şekillendiği bir sanatsal tasarımdır. Residence, her şeyden önce evinden çıkmadan her gereksinime erişebilmek-tir. Ve evinizden çıktığınızda tüm sosyal imkânları sağlayan bir yaşam konsepti yaratmaktır. Kapalı yüzme havuzu, fit-ness salonu, saunası, basketbol sahası, tenis kortu, hobi bahçesi, otoparkı, geniş yeşil alanları, temelden çatıya güvenli yaşam sahası ile bir komplekstir Resi-dence. Klasik tanımla Kalitenin yaşamsal boyutudur Residence. Bu perspektifte bakacak olursanız , her yerde gördüğü-müz yapılar için hala aynı tanımlamayı yapabilir misiniz..?

Tuğra Residence’ınÖne Çıkan Artıları Nelerdir?

Çocuk gözüyle bir şantiyeye bakmak çok farklıdır. Çünkü o zaman çatıya çıkıp top oynamak istersiniz. Büyükleriniz ise

“olmaz öyle şey, dolaşma şantiyede aya-ğına çivi batacak” derler. Aslında bizim “ Siz Hayallerinizi Yükseltin Biz Yaşam Kalitenizi” ana sloganımızın çıkış noktası ve Tuğra Residence projemizin çatı ka-tında yer alan tenis kortunun da temelle-ri işte bu çocukluk hayaline dayanır. Çatı katında top oynanır mı? Evet oynanır. Yer altında havuz olur mu? Evet olur. İnsanlar yeter ki bir çocuk masumiyetin-de hayal kursunlar. Bizim misyonumuz onu gerçekleştirmektir. Ama istiyoruz ki hayallerini kısıtlamasınlar. Hayallerini yüksek tutsunlar. Bizde gerçekleştirelim. Tuğra Residence’ı farklı kılan, özel yapan işte budur. Ailesiyle birlikte şantiyemize gelen bir çocuğun bizim tanıtım katalo-ğumuzu masal kitabı okur gibi tebes-sümle okumasıdır bizim farkımız. “Baba ben burada yaşamak istiyorum.” diye-rek babasını elinden tutup bize getiren kız çocuğudur bizim farkımız. Bizim hiç müşterimiz yoktur. Çünkü Biz insanlara müşteri olarak bakmıyoruz. Biz ev sat-mıyoruz çünkü. Biz insanlara hayallerini sunuyoruz. Biz insanlara mutlu, kaliteli ve güven içerisinde yaşayacakları sos-yal yaşam alanları sunuyoruz. Eleştiri alabilir ama evet seçiciyiz. Çünkü biz her geçen gün büyüyen bir aileyiz ve bu aileye girmek için “cepte para olması” geçerli bir kıstas değildir bizim için. Tüm bunlar Tuğra Residence’ı farklı kılmıştır. Ve çok mutluyuz ki bizimle aynı pence-reden hayata bakan birçok dost bulduk. Ve Tuğra Residence ailemizi %90 ora-nında tamamladık. Ve 96 adet dairemi-zin anahtarlarını projeye başladıktan tam 1 sene sonra yani bu yaz ayında Çatı Katında düzenleyeceğimiz barbekü partisinde sahiplerine teslim edeceğiz. Tuğra Residence’ın Elit yapısının dışında tamamlanma süresindeki kısalığının da Edirne ili için alışılmamış bir fark yarattı-ğını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Teknik olarak Tuğra Residence’ın artı-ları nelerdir diye soracak olursanız; 6,5 metre temel derinliği, komple perde be-ton temeli ve üst düzey su-ısı yalıtımı, “T Kolon Sistemi” , 4 metre taşıyıcı kolon genişliği, en ufak kolonunun 1 metreden büyük olması, temelden son kat kapat-masına kadar C30 Beton Sınıfı uygula-ması, tüm binanın hem iç hem de dış cep-hesinde Gazbeton kullanılması, mekanik tesisatından mutfak tezgâhına kadar 1.Sınıf malzeme ve işçilik olması ve daha birçok madde sıralayabiliriz. Yukarda sıraladığımız teknik bilgilerin ve uygula-maların birçoğu kent insanının yabancısı olduğu ve bizde görüp, bilgi edinip, öğ-rendiği şeylerdir. Dolayısıyla diyebiliriz ki; Tuğra Residence projemizin karşısına

geçip bakarsanız bu bile neden bu kadar öne çıktığımız ve bu kadar yoğun ilgi gördü-ğümüz konusunda size birçok fikir verebilir.

Gelecek Projeleriniz Nelerdir?

Edirne İline 2010 yılında 96 dairelik Tuğra Residence projemiz ile merhaba dedik. 2011 yılında ise 236 dairelik 4 farklı projeyle devam ediyoruz. Gündüz Platinum, Tuğ-ra Evleri, Gölet Evleri ve Sönmez Evleri Şubat ayı itibari ile bu 4 projemize aynı anda

başlayacağız. 18 ay içerisinde projelerin tamamını teslim edeceğiz. Bu noktada en az Edirne kadar ilgi gösterdikleri ve bizimle birlikte oldukları için Keşan, Babaeski ve Kırklareli’ne yoğun ilgisinden dolayı teşekkürlerimizi sunarız. 2013 yılında ise bölgede çok farklı ve büyük 2 farklı projeyi hayata geçirmeyi planlıyoruz. Projeler tamamlan-mış ve hatta isimleri bile konulmuş durumda. Ancak Edirne henüz buna hazır değil. Bu nedenle 2 sene daha bekleyeceğiz.

Dergimiz Hakkında Görüşleriniz Nelerdir?

Sayfalar arasında tebessümle dolaştım. Oldukça geniş bir perspektif ve güzel bir içerik ile karşılaştım. Derginin hitap ettiği kesimi zaman içerisinde daha fazla tabana yayacağınız ve işte o zaman tam anlamıyla bölgesel bir dergi olacağınız düşüncesin-deyim. Görünen o ki bunu başaracak çizgidesiniz. Sadece bölgenin nabzını tutmak değil yaptığınız, bölge insanına sahip olduğu değerlerin farkına varmasını da sağ-ladığınıza inanıyorum. Özetle; Elit bir çalışmayı tutuyorum ellerimde, başarılarınızın devamını diliyorum.

MKG İnşaat - 2011 Proje ler i

MKG İnşaat - Tuğra Residence

Page 10: trakyaplus röportajı

18 19ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Sinema -Yazı

HandeKandur

1998 yılında Yabancı Dilde En İyi Film Akademi Ödülü’ne aday gösterilen ilk İran filmi “Cennetin Çocukları”.Ayaklarında zil çalan bir çocukla, eteklerinde hız bulan bir kızın öyküsü...

Bir çift eski ayakkabının dar sokaklardaki ayaklanışını anlatan bir film Cennetin Çocukları. “Bozulmaya yüz tuttu” dediğimiz, “eski zaman kipinde sıkışıp kaldı” diye hayıflandığımız tüm değerlerimize yapılan bir gönderme. Yoksulluğun içindeki bolluk... Sevgi bolluğu... Önünde kör bir kutu taşıyan adamın gözleriyle gördüğümüz sefaletin, iki çocuğun vicdan muhasebesiyle temize çıkması, koca koca adamların bile gösteremediği bir büyüklük olarak karşımıza çıkıyor. Hak yiyen, yedirten hatta yetmeyip birbirlerini yiyen insanların damağında alışık olmadıkları bir tat bırakmak isteyen yönetmen, o kaybolan adalet duygusunun eskizlerini çiziyor. Çiziyor çizmesine de bir deri bir kemik kalmış ruhlarımız doymak bilmeyen nesiller yetiştirirken mutluluklarını bir avluya sığdıramayan iki küçük film kahramanı, yetinmenin sınırlarını zorluyor.Ali ve Zehra’ nın bir çift ayakkabı uğruna girdikleri savaşım… İzlenmeye değer masalsı bir film sunuyor sinemaseverlere. Acıktıkça tüketen değil, tükettikçe acıkan toplumlara elindeki yoksulluk imgesini

sorgulatan film, kalplerde derin izler bırakmayı başarıyor.Başrollerini Mohammed Amir Naji ile Bahare Seddiqi’nin paylaştığı, yapımını Amir Esfandiari ve Mohammed Esfandiari’ nin üstlendiği film 1997 yılında Majid Majidi yönetmenliğinde beyaz perdeye aktarıldı. Dramatik anlatımı ile önemli mesajlar veren Cennetin Çocukları (Bacheha- Ye Aseman) uluslararası birçok film festivalinden başarıyla döndü. Film 1998 yılında Yabancı Dilde En İyi Film Akademi Ödülü’ne aday gösterildi ve bu ödüle aday gösterilen ilk İran filmi olarak dikkat çekmeyi başardı. İran dışındaki ilk gösteriminin yapıldığı Montréal Film Festivali’nde ise FIPRESCI ödülü dâhil 4 ödül kazandı. Film çeşitli yarışma ve festivallerde toplam 10 ödül kazandı.

İzledikten sonra, “Yaşamaya başladığımız andaki çığlıkların gerçek bir anlamı vardır belki de.” diye düşündüğüm film. Ayrılan iki hayatın tam ortasında bırakılan özgürlük ve tüm hayatımız boyunca sahip olduğumuzu düşünerek aldanışımız ya da hali hazırda olmayan bir şeyi bulmaya çalışma devinimimiz, belki de gerçek olan budur...1996 yılında aktör Geoffrey Rush’a ‘En İyi Erkek Oyuncu Oscarı’nı kazandıran “Shine”, kendi eliyle özgürlüğün düğümünü çözen bir adamın gerçek öyküsü. Gerçekliğini kabul etmeyeceğimiz ya da içimizi çok acıttığı için kabul etmek istemeyeceğimiz bir öykü... Dünyanın en ünlü piyanistlerinden David Helfgott ‘un çocukluğuyla başlayan ve yine çocukluğunda biten bir film. Zamana karşı gelmeye çalışan bir babanın üstünlük kurma çabasının çocuğu üzerindeki travmatik etkileri çok uzak kavramlar değil aslında. En ufak hataların bile tahammül sınırlarının içinde yer bulmasının imkansız olduğu bir baba otoritesi altında ezilen yetenekli oğul... Ama aynı zamanda oğlunu çok sevdiğini birçok sahnede şiddetle hissettirerek muhtemel bir tezat oluşturan ve küçük yaştaki bir çocuğu da (nasıl bir durumun içinde olduğunu sorgulayamayacak kadar) bu tezatlığın karmaşasında bırakan bir babayla karşılaşıyoruz film boyunca. Müzik aşığı bir babanın, oğlundan Rachmaninoff’ un 3. Piyano Konçertosu’nu çalmasını istemesi, bunun zamanın ötesinde

bir istek olması ve destek olma olgusunu tamamen farklı şekillerde sergilemesi oğlunun evden uzaklaşmasının haklı sebebidir ve bu dayanılması güç baskının psikolojik dışavurumları kaçınılmaz bir sonun başlangıcı...

Filmin sonunda kazanılan bir zafer midir? Zaferse, baba mı kahramandır yoksa oğul mu? Tezatlığın karmaşasında kalan bu sefer seyircidir. Geçtiğimiz sene nisan ayında

İstanbul’da büyük bir konser veren David Helfgott aslında bu soruların cevabını vermiş görünüyor.

“CennetinÇocukları”

adv

YönetmenMajid Majidi

Page 11: trakyaplus röportajı

20 21ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Yazı

AslıKurt

Bu durumun çok fazla ve çok çeşitli nedenleri var. Başta, bize ne kadar da yararlı olduğunu düşündüğü-

müz, inandığımız teknolojik gelişmeler-dir buna neden; çünkü insanın yaptığı, yapması gerektiği her şeyi yavaş yavaş makineler yapmaya başlamıştır. İnsan-ların bir arada, ortaklaşa yaptıkları işleri de makineler yapmaya başlayınca, birbi-rinden uzaklaşan bireyler yalnız kalmak-ta, bu yalnızlığı makinelerin gidermesini beklemekte ve bunun için yine makinele-re sığınmaktadır.

Bunu şöyle örnekleyebiliriz: Nineleri-miz, analarımız eskiden çamaşır yıkama-ya dereye inerlermiş. Burada türküler söyler, maniler derlermiş karşılıklı. Şimdi bırakın birlikte dereye inip türkü söyle-meyi, iki kişi bir araya gelince –ki bu bile zor ya, neyse- konuştukları konular ta-mamen makineler oldu. Kaç ekran tele-vizyon aldıklarını, bilgisayarlarının, ara-balarının özelliklerini konuşur oldular. Yani genel anlamda insandan, sevgiden söz etmek şöyle dursun, kendi bireysel sevgilerini bile dile getiremez oldular. Hoş, bütün bilgi ve sevgilerini bu tekno-loji harikası makinelere verdikleri için ko-nuşacakları pek başka çeşit sevgileri de kalmadı aslında.

Anamız, babamız, dede ve ninelerimiz doğar doğmaz doğayla tanışmışlar. Bir-çoğu tarlada dünyaya gelmiş hatta. El-bette doğa sevgisi olacak gönüllerinde. Biz hastanede doğduk. Makinelerle. Eve geldiğimizde televizyonun karşısında bı-raktık ağlamayı. İlk öğrendiğimiz sözcük-lerden değildi artık “ağaç, toprak”. Ya-rım yamalak da olsa “televizyon” demeyi öğrendik “anne ve baba” dan sonra. Bir ağacın yaprağı, bir kedinin yumuşacık kuyruğu, bir kuşun kanadı yerine; soğuk ve sert televizyon kumandasına dokun-du o nazik, hassas ellerimiz ve bahçedeki kediyle oynamak yerine çizgi film “Garfi-eld” i izlemeyi seçtik. Nasıl severdik artık doğayı, doğal olanı? Tanımadığımız ya da az tanıdığımız bir şeyi, zamanımızın çoğunu ayırdığımız televizyondan çok sevemezdik elbette o küçük aklımızla.

Bu günlerde doğan çocuklar ise daha da şanssız. Bilgisayar var artık çünkü. Anneler, nineler türkü söylemiyor artık çocuklarını uyutmak için. Açılınca bilgi-sayar, başlıyor müzik zaten. İster ara-

besk, ister türkü, ister ninni dinlet. Yor-ma ağzını bunlarla, sen git dizini seyret. Bizim televizyon kumandası da şimdiler-de bilgisayar klavyesine dönüştü. Yani bir nesil daha geride kaldı “yaprak ve toprak”. Sevebilir mi sizce bu çocuk do-ğayı? İnsanı hele? Nasıl sevsin, tek arka-daşı bilgisayarı. Kapı komşusunun yaşıtı arkadaşı mı var? Nereden bilsin, sokağa mı çıktı bu yaşına kadar… Zaten çıksa da, sevgili teknoloji harikası, her gün bir parçasını değiştirerek piyasaya sürü-len, rengârenk arabalarla dolu sokaklar. Park mı? O da ne? Araba parkından söz ediyorsunuz sanırım. Hayır, çevremde çocuk parkı görmüyorum da… Zaten ol-masına da pek gerek yok. Çocuklar in-ternette savaşmakla meşgul. Oyun bah-çesinde “Kutu kutu pense” oynayacak vakitleri yok bu ara.

Ne ilginç değil mi? Çocuğun oyuna ayı-racak zamanı, sokağın da zaten çocuğa ayıracak mekânı yok. Bu durumda aslın-da ikisinin de birbirine ihtiyacı yok. Hiç olmayacak mı? Olacak elbet. Ne zaman? 15 yaşında motora, 18’inde arabaya bin-meye başladığı zaman. Görecek ki çocuk –artık bir genç olmuştur- , sokaklar inter-nette oynadığı yarış oyunundaki kadar geniş değil ve kaza yapınca tek tuşa ba-sarak kurtaramıyor elindeki oyuncağını.

Nerede kalmıştık? Sevgi mi diyor-duk… Bu çocuk nasıl sevsin insa-nı, doğayı? Sevemez elbette. Tek

arkadaşı: Teknoloji. Hatta “arkadaşlık” kavramı bile yanlış oldu sanırım; çünkü arkadaşlık tek taraflı olamaz. Yani insan-insan, insan-hayvan, hayvan-hayvan bi-çiminde olabilir arkadaşlık. İnsan ve ma-kine kombineleri değil.

Karşılaştığım her çocuğa ve sevgiden yoksun her yetişkine sevgiyi anlataca-ğım. Sevgiyi tatmalılar. Tanışmalılar sev-giyle. Sonra… Sonra zaten ayrılmazlar sevgiden. Çünkü sevgi kuşatır insanı. Na-sıl ki bedenimiz derimizle sarılıysa, sevgi de tüm benliğimizi, ruhumuzu sarar. Ya-ralandığımızda nasıl derimiz kendini iyi-leştiriyorsa, sevgi de ruhumuzda açılan derin yaraları kapar. İzin vermez acılara; çünkü tüm benliği sevgiyle dolu insanla-rın acı çekmeye ayıracak zamanları yok-tur. Onlar içlerine sığmayan, dolup taşan sevgilerini paylaşacaklardır şimdi diğer canlılarla…

n duygusuz, en gaddar, en kötü insandan; en az canlılık özelliği gösteren varlığa ka-dar bütün canlıların sevgi ihtiyacı olduğu bir gerçektir. Bu ihtiyaç canlı türleri arasın-da, hatta bu türlerin kendi içindeki bireyle-ri arasında da farklılık gösterebilir. Yine de her canlının sevgiye ihtiyacı vardır.

İnsanoğlu her geçen gün sevgisizlik batağına biraz daha saplanmakta. Har geçen gün maddi değerlerin değerinin artması, manevi değerleri zayıflatmaktadır. Sanki manevi alandan çalınan bu değer, maddiyata ek-lenmekte.

Sevgi mi teknoloji mi?

Page 12: trakyaplus röportajı

22 23ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Yazı&Fotoğraflar

BahadırMutlu

Kendinizden biraz sözeder misiniz?

1976 yılında İzmir Bergama’ da At-maca Mahallesi’nde dünyaya gel-dim. Babam Ergün Şenlendirici. Kendisi trompet sanatçısıydı. Hüsnü Şenlendirici ve Fahrettin Köfteci’nin torunuyum. Onlar da klarnet sanat-çısıydı. Benim en büyük şansım da bu aslında. Müzisyen bir aileden gel-mek ve müzisyenlerin yoğun olarak yaşadığı Atmaca Mahallesi’nde ya-şamak.

Klarnete nasıl ve kaç yaşında baş-ladınız?

Atmaca Mahallesi müzisyen mahal-lesiydi. Her evden değişik enstrü-manların sesini duyabiliyordunuz. Böyle bir ortamda, bir şekilde mü-ziğe dâhil oluyorsunuz. Ben de Fah-rettin dedemin müzik aletleri kirala-dığı dükkânında girdim bu dünyaya. Benim oyun alanımdı burası. Yaşıt-

larım dışarıda oyun oynarken ben enstrümanlar ile ilgileniyordum. Birçok enstrümanı denerken dedem bir tanesini seç diyerek bana klarne-ti verdi ve Harmandalı ile başladım klarnet çalmaya. 6 yaşındaydım.

Çok erken yaşta başladığınız bu sazda, o zamanlar kendinize koy-duğunuz hedefler neydi? Ne zaman “Ben tamamım, tam bir klarnetçi-yim.” dediniz?

Ben her konserimde -sen de bilirsin- 30 yıldır çalıyorum, 30 yıldır çalma-ya çalışıyorum diyorum. Bunun bir sonu yok. Ben kendimi yeni yeni bildiğim dönemlerde ise yani, 10-11 yaşlarımda, içimden Kibariye ve Muazzez Abacı’ya çaldığım zaman bu iş tamam diyordum. En büyük hayalimdi. 13 yaşında ikisine de çal-dım. Sonra düşündüm daha ne ya-pabilirdim diye ve o günden sonra kendime bir sınır koymadım.

HüsnüSenlendiriciHüsn-ü Kl arnet Sevgili ağabeyim Sıraç Aksoy beni aradığında -kendisi Hüsnü Bey’in

menajeri olur- “Yeni bir organizasyon var sanırım.” diyerek açtım telefonu. Bana “Hüsnü Şenlendirici ile konuşuyorduk. Edirne’ ye gelip

senin için konser vermek istiyoruz. Ne dersin?” diye sorduğunda ben bu röportajı kafamda yapmıştım aslında. Uzun yıllardır yakın olduğum Hüsnü Ağabeyim bu güne kadar yaptıklarım için -ki ne yapılsa azdır ona- bana teşekkür etmek istiyordu. Konsere gelenler hiç şüphesiz eşsiz bir gece ya-şadılar. Öyle umuyorum ki Edirne’ ye daha sık gelip gidecek Hüsnü Şenlen-dirici ve arkadaşları. Bana ve Edirne’ ye böyle bir gece yaşattıkları için baş-ta Hüsnü Şenlendirici olmak üzere, Ergün Şenlendirici, Serhan Yadsıman, Erhan Seçkin, Mustafa İpekçioğlu, Federal Kemerlioğlu ve Sıraç Aksoy’a sonsuz teşekkürlerimle.

Page 13: trakyaplus röportajı

24 25ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Hüsn-ü Klarnet

Oğlunuz Ergün de iyi bir klarnetçi olma yolunda emin adımlarla yürü-yor. Siz ne söylemek istersiniz?

Ergün’ ün klarnet çalması benim için çok mutluluk verici bir şey. Onunla gurur duyuyorum. Bu akşam bura-da Edirne’ de vereceğimiz konser-de bir parça çalar belki bize. Ergün kendini geliştiriyor ve benden hiç yardım almadan yapıyor bunu. Bu çok güzel bir şey.

Bir sohbetimizde “2010 yılı bizim yılımız olacak.” demiştiniz. Ger-çekten de öyle oldu. 2011 de böyle olacak. 2010’ dan biraz söz eder misiniz?

2010 yılı dolu dolu bir yıl oldu sa-yısız konserler verdik festivallere katıldık. Amerika’nın en ünlü müzik okulu Berklee’ de bir hafta boyunca ders verme şansım oldu. “Trio Chi-os, Ege’nin İki Yanı” isimli bir albüm yaptık. İtalya’da katıldığım bir orga-nizasyonda seramik bir klarnet he-diye ettiler bana. Vassilis Saleas’la konserlerimiz oldu. Fas ve Tunus’ta bulunduk ve bugün seninle Edirne’ deyiz.

Edirne’yi nasıl buldunuz?Biraz soğuk. Daha önce burada bu-lundum; ama böyle bir organizasyon için ilk kez buradayım. İlk kez çala-cağız arkadaşlarımızla. Selimiye’yi fotoğraflama şansım oldu ve Meriç Köprüsü’nü. Tarihi dokusu çok gü-zel. Bir ara sadece gezmeye gelmek istiyorum.

HFC diye bir oluşum var hayran-larınıza bir şeyler söylemek ister misiniz?

Evet. Facebook’ ta bulunan bu olu-şum sayesinde insanlar benimle il-gili en yeni ve en doğru haberlere erişebiliyorlar. Beni konserlerde yalnız bırakmıyorlar 40.000’e yakın üyemiz var. Sayısız video ve payla-şımlar mevcut. Hepsi benim için çok değerli bu üyelere sizin aracılığınız-la sevgilerimi iletiyorum. Dünyanın her yerinden üyesi olan bu sayfa insanların benle ilgili en doğru ha-berleri alabileceği tek adres. (www.facebook.com/HusnuSenlendirici)

Yeni albüm ne zaman?

Birkaç ay içerisinde raflarda yerini almasını planlıyoruz. İçinde birbirin-den güzel parçalar yer alacak. Bir Orhan Gencebay eserini çaldık. Bu eseri beni ziyarete geldiğinde zaten dinlemiştin; ama maalesef albüm çıkmadan ismini veremiyoruz. Çok uzun zaman geçti Hüsn-ü Klarnet’ in üzerinden; ama inan bu kadar beklemeye değecek güzel bir albüm geliyor.Kulağım diye bir parçanız var. İsmi farklıydı: ama artık kulağım bu çok merak ediliyor. Neden kulağım?

Bildiğin üzere gözüm diye bir parça-mız var. Gözüm varsa biz sanatçılar için önemli bir duyu organı olan ku-lağım da olsun dedik ve bu parçanın adı kulağım oldu. Hikâyesi bu.

Hüsnü Şenlendirici’nin donanımları nelerdir?

Amati klarnet çalıyorum (ACL 340 S Kraslice). Bek im özel yapım ve tarzımı tavrımda bek önemli bir yer tutuyor. Mikrofon, Yunan yapımı Tab marka. Kamış, mavi kuşak kul-lanıyorum. Bilezik, deri Vandoren marka. Pandoram ise KORG Pando-ra Modeli: PX5D.

Geçmişten oturup bugüne baktığı-nızda neler söylemek istersiniz?

Bergama’daki çocuk yıllarım tütün tarlalarında geçti. Büyük keyifti o yıllar benim için birçok zorluğu ol-masına rağmen. Düğünlerde çalar-dım. İstanbul’a çok sık gidip gelmez-dim. Ancak okul tatile girdiği zaman İstanbul’a gelirdim. Ayrı bir yerdi benim için İstanbul. Müzik benim hayatımı her anlamda bir evrime uğratıp değiştirdi. Benim en büyük servetim klarnetim, parmaklarım ve ağzım.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

2011 bomba gibi olacak. Edirne kon-serimizin bir özelliği de 2010’ un son konseri olması. Buraya senin için geldik. Ayrıca HFC üyeleri için de gerçekleşiyor bu konser. Umarım yeniden burada sahne alırız. Baby-lon’ da Hüsn-ü Arabesk gecelerine başlıyoruz. Burada da Arebesk ge-cesi yapmayı çok isteriz. Umarım en kısa zamanda yeniden görüşürüz.

Hüsnü Fan ClupÜyeleri

Page 14: trakyaplus röportajı

26 27ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

&

Melek Çakır

Kısaca sizi tanıyalım.

Yaklaşık 18 yıldır ticaret ile uğraşıyorum. Bundan iki yıl önce Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine bağlı olarak, illerde kurulan kadın girişimciler kurulu üyesi seçildim. Benim ile birlikte, Keşan’dan iki, Uzunköprü’den iki ve Edirne’den altı bayan olmak üzere Ankara’ya bağlı on kişiyiz. Düzenli olarak Edirne’ de toplantılar yapıyoruz. İki dönem boyunca Edirne’ de Kadın Girişimciler Başkan Yardımcılığı görevinde bulundum. Daha sonra Mustafa başkanımızın başlattığı bir oluşumla biz Keşan kadınları olarak omuz omuza vererek kendi aramızda yedi komite üyesi olma üzere toplam otuz kişi Kadın Girişimciler Komitesi Kurduk. Her pazartesi odamızda toplantımız oluyor. Bu toplantılarda, Keşan’da ki kadınlar için neler yapabiliriz? Ne gibi fayda ve çalışmalar sağlayabiliriz? Sorularına yanıtlar arıyoruz. Belki elimizde henüz somut bir şeyler yok ama ticarete atılmak isteyen bayanlara ve burada çalışan bayanlarımıza çok güzel eğitim programları düzenleyip bunlardan faydalanmalarını sağlıyoruz. Bundan sonra kadınlarımızı daha ön plana çıkarmak için üye ziyaretlerimiz başlatacağız. Ayrıca belediyemiz ve KOSGEB ile birlikte kadınlarımız için bir şeyler yapmaya başlayacağız.

Başından beri bu sektörde misiniz? Nasıl bu sektöre başladınız?

Keşan da bu işi yapan çok fazla kişi yoktu. Benim kız kardeşim kendisi güzellik uzmanıdır onun sayesinde bize her konuda yardımcı olmasıyla başladı diyebilirim. Onun bu işe katkısı büyük. Daha sonra her ne kadar bayanlarla uğraşmak zorda olsa birlikte bir şeyler yapıp paylaşmak ve elimizdekileri daha iyiye taşımak çok keyifli. Bunun yanında aramızda oluşan güven duygusu çok güzel bir şey. Çok iyi yerlerde olduğumuzu düşünüyor ve yaptığınız işi severseniz başarının geleceğine inanıyorum.

Bayan olarak ticarette bulunmanın artıları ve eksileri nelerdir diye sorsam size?

Ben ticarette bir bayan olmanın artılarının daha fazla olduğunu düşünüyorum. İlk olarak işinizde daha düzenli daha disiplinlisiniz. Müşterilerinize kadın ya da erkek demeden çok rahat davranıp güzel iletişim kurabiliyorsunuz ve verdiğiniz öneriler daha ciddi alınıyor. Belki geçmişte erkeklerin daha ön planda olduğu dönemlerde bazı eksilerin olduğu düşünülebilir ama ben her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır sözünü çok doğru bulduğum için ticaret hayatında olmanın bir eksisi olduğunu düşünmeyenlerdenim.

Keşan’ın sosyal ve ekonomik durumu sizce nasıl?

Şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim, Keşan Trakya’da ki ilçelerin için de en iyi durumda olanı. Yazın özellikle Saros bize ekonomik yönden çok büyük katkı sağlıyor. Sosyal yönden baktığımızda Keşan sanırım biraz geride kalmış ve üzerinde bir ürkeklik var gibi. Ama biz komitemizi kurduktan sonra sosyalleşmek daha kolay oldu. İstanbul’da çeşitli aktivelerde bulunduk ve bunların sonucunda herkesin yüzü gülüyordu. Bu tip etkinlikleri arttırarak devam ettirmeye çalışıyoruz. Örneğin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için arayışlarımız başladı. Geçmişte de çok ünlü isimleri Keşanımıza getirmeyi başardık. Bunlardan bir kaçını saymak gerekirse, TÜSİAD

başkanı Ümit Boyner, Pınar Eczacıbaşı ve Aynur Bektaş gibi isimler ilk aklıma gelenler. Hedefimiz daha da ilerlemek.

Keşan’da ki bu büyümenin sırrı sizin böyle omuz omuza çalışmanız mı?

Bu omuz omuza vermenin kesinlikle çok büyük katkısı var. Bizim komitemiz birbirine çok bağlı. Yanlış anlaşılmak istemem ama bu bağlılık ve enerjiyi biz Edirne grubunda göremiyoruz maalesef. Ama biz Keşanlı bayanlar birbirimize çok daha bağlıyız.

Sevgi Özgünay

Kısaca sizi tanıyalım.

1996 yılında ticaret hayatına başladım. O dönemde bir mağaza ile ticarete başlamak istiyordum. Buda çok kapsamlı bir araştırma gerektiriyordu. Keşan da olmayan bir şey olmalıydı. Sonuçta çamaşır ve çorap markalarının satıldığı bir mağaza konsepti oluşturmaya kara verdim ve böylece başlamış olduk. 25 metre kare ile başladığımız dükkânımızda zaman içerisinde çeşit artırma ve gelen talepleri karşılamak amacıyla 50 metre kareye çıkardık. Yine, çamaşır, takı ve çorap üzerinden devam ettik. İlerleyen dönemlerde müşterilerimizin yoğun talepleri üzerine yaklaşık on yıl öncede konfeksiyon işine başladık.

KeşanKadın Girişimciler

Sevtap Engin

Kendinizden biraz bahseder misiniz?

1973 Enez doğumluyum. Edirne Kız Öğretmen Lisesi ve oradan Karadeniz Teknik Üniversitesi Tarih Öğretmenliği’ne gittim. 1994’te dershanede öğretmenliğe başladım. Kendi kurallarımla yaşamak adına dershanecilik benim seçimimdi. Trakya’da Keşan-Tekirdağ-Uzunköprü-Gelibolu’da değişik kurumlarda çalıştıktan sonra2003’te özel bir eğitim kurumu ile tanıştım. Bu benim hayatımdaki dönüm noktası oldu. Tarih öğretmeni olarak başladığım kurumda daha sonra eğitim öğretim koordinatörlüğü görevini yürüttüm. Son dört yıldır da işletme boyutunda eşimle birlikte çalışmaktayız.

Bayan olarak ticarette zorluk yaşıyor musunuz?

Eşim planlama, bense uygulama boyutunda görevlerimizi net bir şekilde ayırdık. Eğitimin özel sektör kanadında kadın-eğitimci-işletmeci kimliğimle olmaktan mutluyum. Her şeyden önce işletmeciliğin iyi bir planlama, onu destekleyen iyi bir pazarlama ve en önemlisi iyi bir network ağından desteklendiğini düşünürüm.

artıları – eksileri?

Eğitimde de anne gibi düşünüp, öğretmen gibi uyguladığınızda ve buna kadının düzenini kattığınızda sanırım kalite olarak ortaya vazgeçilmez bir sonuç çıkıyor. Her zaman Keşan’ı, Trakya’yı düşünerek dershanecilikten öte bir iş ortaya koymaya özen

Omuz omuza, el ele yürüyen ve yürekleri toplu atan bir komiteyle beraberiz. Üyelerinin gözlerinde Keşan için parlayan ışıltıyı görebiliyorsunuz. Hedefleri; bölgedeki gençlerin ve kadınların - edindikleri tecrübeler ışığında- yaşadıkları zorlukları aşmalarını sağlamak ve hep beraber bölge adına en iyisini ortaya koymak.Keşan Kadın Girişimciler Komitesi başkanları Sevtap hanımın liderliğinde ve Keşan Ticaret Odası’nın tüm destekleriyle yarına umutla bakıyor, bölgedeki değişim ve gelişimin “Sebebi nedir?” sorusuna cevap oluyorlar.

gösteriyorum. Dershanemiz kariyer planlamalarının yapıldığı, gençlerimizin geleceğimizin şekillendiği bir ortamdır. Ticari yaşamda bölgemizin sosyo-kültürel yapısından ötürü hiçbir zaman kadın olarak kendimi kötü hissetmedim. Tam tersi birey olmanın ve saygı duyulan olmanın hele de eğitimle uğraşınca her şeyin önünde değerlendirildiğimiz anlar çok anlamlıdır.

Keşan Kadın Girişimciler Komitesi’ni anlatabilir misiniz?

Ben bu tadı alırken ve benimle bu tatları alan arkadaşlarım Türkiye’nin en batısında bir KTSO ya bağlı kadın girişimciler komitesini kurduk. TOBB kadın girişimciler kuruluna bağlı faaliyetlerini sürdüren bu komite sürdürülebilir ekonomik kullanmanın temelimde eğitim ve kadın olduğunun bilincinde olarak eğitime öncelik vermektedir. Bu eğitimler yöremizi ilgilendiren iletişim ağırlıklı eğitimlerle başlamış bu sezonda da devam edecektir. Gençleri, kadınları iyi rol modellerle karşılaştırmak ve eğitimlerden bedelsiz faydalandırmak esaslı bir çalışma yürütürken diğer illerdeki kadın girişimcileri takip etmekte ve ilişkilerin geliştirilmesine öncelik verilmektedir. Komite bu sezonda daha elle tutulur somut şeylere imza atmak için fizibilite çalışmalarını sürdürdüğü bir kaç proje ile ilgilenmektedir. Bu projeler Trakya’ya yakışan Trakya kadınını ait olduğu yerden daha yukarıya taşıyacak, yeni istihdamlar yaratacak ve en önemlisi de yeni girişimcileri doğuracak türdendir.

© Fotoğraflar / ufukakçay

Roportaj

Durukan İsgilip

Page 15: trakyaplus röportajı

28 29ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011

adv

trakyaplus

Keşan Kadın Girişimciler

Çalışma felsefesi olarak her zaman burada olmayan ürün ve hizmetleri Keşan’a getirmeyi benimsedim.

Ticarete nasıl başladınız?

Yurtdışında kaldığım dönemlerde hem çalışıyor hem okuyordum. Evde oturacak biri değildim yani muhakkak bir şeyler yapmam gerekiyordu. Eğitimimi yarıda bırakıp Keşan’a geldiğimde bir yerde çalışmaktansa bir mağaza açmayı kafama koymuştum. Çünkü burada yeniden eğitime başlayıp sıfırdan bir yere gelmek daha zordu. Birde çocuğunuz ve ev hanımı olmanın getirdiği sorumluluklarınız var.

Keşan’ın sosyal ve ekonomik yapısı sizce nasıl?

Son dönemde Keşan da gözlemlediğim, Tıp konusunda etraftaki birçok il ve ilçeye hizmet veriyoruz. Her geçen gün bu alanda ilerliyoruz. Ayrıca alışveriş için gelenler Keşan’ın geniş ve yeniliği takip eden ürün yelpazesinden yararlanıyorlar. Tabii gelen müşteriyi memnun edemez ve satış yapamazsanız buraya gelmelerinin bir anlamı olmuyor.

Keşan halkı sosyal bir halk mı sizce?

Kesinlikle sosyal hayatı olan bir halkımız var. Tiyatro konusunda eksikliklerimiz var biraz ama onun dışında her sosyal aktiviteye katılan bir toplumuz. Bunun dışında Keşan’ da birçok kişi tatil dönemlerinde tatil süresinin bir ya da iki olmasını gözetmeksizin yurtdışına ya da ülke içindeki çeşitli yerlere ailesi ile tatile giden bir yapıya sahip. Gezmeyi seviyoruz. Sosyal ve ekonomik olarak genelde iyi bir seviyedeyiz.

Ticarette kadın olmanın artı ve eksileri nelerdir diye sorsam?

Sektör olarak ben bayanlara hitap ettiğim için onlarla daha iyi iletişim kurup isteklerini daha çabuk anlayabiliyorum. Eksi olarak görülür mü bilmem ama alımlarda çok fazla pazarlık yapamıyorum. Birazda benim yapımdan kaynaklanıyor sanırım ben bu tarz şeyleri hafiflik olarak algılıyorum. Yine toptancı

alışverişlerinde gittiğimiz yerler pek bayanların rahat gidebileceği yerler olmuyor bazen.

Komite hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yaklaşık üç – dört yıl önce Edirne’ de Kadın Girişimciler Kurulunun çatısı altında bir başlangıç oldu. Daha sonra bu gidip gelmeler ve arada ki mesafeler bizi yordu ve kendi aramızda bir oluşum kararı aldık. İnanılmaz derecede birlik ve beraberlik içerisindeyiz. Yedi kişiden oluşan üyelerimizle düzenli toplanıp neler yapabileceğimizi konuşuyoruz. Yakaladığımız bu sinerjiyi en iyi şekilde değerlendirip faydalı şeyler yapma çabasındayız

Necla DevSizi biraz tanıyalım.

İnşaatçılar odasına kayıtlı kadın girişimcilerdenim. Eşim ile birlikte on yılı aşkın bir süredir bu işin içindeyiz. Burada, T-shirt ve forma üretimi yapıyoruz. Bu ürünlerimiz genelde okullara yönelik oluyor. İşyerimize kumaş olarak giren ürünü bitmiş olarak müşterilerimize teslim ediliyor. Ayrıca, ürünlerimizin tasarımları ve kalıpları da bize aittir. İsteklere göre ürünlerimizin üzerine baskı işlemi de gerçekleştiriyoruz.

Keşan’ı sosyal ve ekonomik açıdan değerlendirir misiniz?

Keşan çok canlı ve hareketli bir yer. Özellikle Sarosumuz bu canlılığa canlılık katıyor. Yunanistan’dan

da birçok misafirimiz buraya gelip alışveriş yapıyor. Keşan’ın geleceğinin çok parlak olacağına inanlardanım. Bu hareketliliğin en büyük nedenlerinden biri odamızın ve esnafımızın girişimci ruhudur. Sosyal hayata gelince, gerektiği kadar olduğuna inanıyorum elimden geldiği kadar da bu sosyal etkinliklere katılmaya çalışıyorum.

Sizce bayan olarak ticarette olmanın artılar ve eksileri nelerdir?

Ben bir eksisinin olduğunu düşünmüyorum aksine artıları var. Örneğin daha hoşgörülü ve daha güven ile yaklaşıyor insanlar. Ben bayan olarak ticarette olmanın artı getirilerinin daha fazla olduğunu düşünüyorum.

Komiteniz hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çok güzel bir birliktelik içindeyiz. İyi işler yaptığımıza inanıyorum. Hepimiz, her an iç içe bir aile ortamında gibi birbirimizin yanında oluyoruz. Doğal olarak da başkanımızdan üyelerimize kadar bu omuz omuza olma durumu bizlere çok güzel yansıyor. Çok sayıda eğitim semineri düzenleyip bu seminerler sayesinde geleceğe yatırım yapıyoruz. Buda Keşan’ın geleceğine pozitif bakmamızı sağlıyor.

E-ticaret yapıyormuşsunuz bundan bahseder misiniz?

Evet yaklaşık iki yıldır yapıyoruz. İnternet sitemiz aracılığı ile aldığımız siparişler müşterilerin isteklerine göre hazırlayıp ödeme tamamlandıktan sonra kargo ile müşterimize yolluyoruz. En son Bitlis’ten bir forma işi aldık onu teslim ettik. Bunun yanında spor küpleri, belediyeler ve okullardan sipariş alıyoruz. E-ticaret çok güzel bir düzen riski de yok denilecek kadar az ben herkese tavsiye ediyorum. Keşan da bu çok yaygın bir hale geldi birçok kişi e-ticaret yapıyor.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Keşan her şeyin güzel gittiği ve geleceği parlak olan bir yer. Umarım daha iyi yerlere hep beraber geleceğiz.

Eylem Ezerçe

Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

1979 Gelibolu ‘da doğdum. Babamın Astsubay olması sebebi ile tahsil ha-yatımı Keşan’da tamamladım. Halen Anadolu Üniv. Bankacılık-Sigortacılık Öğrenimime devam ediyorum. Ça-lışma hayatına 1996 yılında atıldım ve 15 yıldır sigortacılık sektöründe bir fiil çalışıyorum. Tabi Herkes gibi benimde hayalim kendi işimin sahibi olabilmekti. Sektörde yasal kanunla-rın çıkması ile kendi işletmemi açabil-meye hak kazandım. 2 yıldır faaliye-timi sürdürmekteyim. Evliyim bir kız çocuğum var.

Ticarete nasıl başladık ve kaç yıldır aktif olarak ticaretin içindeyiz?

Meslek hayatıma İlhami Ertem Ti-caret Meslek Lisesi’nde okuduğum dönemde stajyer olarak başladım ve sonrasında da mesleği hiç bırakma-dan şuan bulunduğum konuma kadar geldim. 16 yıldır aktif olarak ticaret hayatının içindeyim.

Kadın olarak ticaretin artıları ve eksileri nelerdir?

Kadın ev içinde ve dışında çalışabilir. Ailesinin ihtiyaçlarını karşılamada kocasına yardımcı olabilir. Kadın mali ve ticari alanlarda da erkeklerle eşit

Page 16: trakyaplus röportajı

30 31ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Keşan Kadın Girişimciler adv

konumda olup , kadın olması sebe-biyle herhangi bir kısıtlamaya ma-ruz kalmamalıdır.Ticarette Kadın-ların artılarına gelince bulundukları kurumlara,yahut işletmelere ciddi-yet kazandırdıklarına kanaatim son-suzdur.

Sizin gözünüzden Keşan’ın sosyal ve ekonomik yapısı nasıl?

Keşan tarihi, kültürü ve sanatı ile cen-net yurdumuzun bu yazdığım özel-likleri eksik kalmış ender yörelerden biri. Güzel ama bir o kadarda renksiz. Sosyal anlamda 19 Kasımda kutlanan Kurtuluş Bayramı ve mayısın ilk haf-tası yapılan Hıdrellez (dallık) eğlen-celeri ve sonbahardaki Kültür Sanat ve Turizm Festivali dışında başka bir şey bulmak mümkün değil maalesef.

Ekonomik olarak sanayisi gelişme-miş bir bölge konumundadır. Bölge tarım alanında oldukça gelişmiştir. Yazları sahil bölgelerinin ekonomiye katkısı oldukça fazladır. Lakin Turizm anlamında da bölgemize gerekli yatı-rımların gelmemesi turizm ‘ den elde edilecek gelirin; olması gerekenden çok düşük olduğu da aşikârdır.

Son olarak eklemek istedikleriniz?

Çok Teşekkür ediyorum. Sizlerle böl-gemiz ve sorunlarımız hakkında Fikir alışverişi yapmaktan son derece ke-yif aldım. Memnun oldum sizleri iş-letmem de ağırlamaktan. Ayağınıza sağlık diyorum. Sevgiyle Kalın.

Page 17: trakyaplus röportajı

32 33ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

GEBELİKTE BESLENMENİN ÖNEMİ

Yetersiz ve dengesiz beslenme sorunlarından en çok etkilenen gruplar:

Gebe ve emzikli kadınlardır.Annenin sağlığı ve beslenme durumu

sadece annenin değil doğuracağı bebeğin de sağlığı, büyüme ve gelişmesi

yönünden önem taşımaktadır.Anne ve çocuğu birbirinden ayrı

düşünmek mümkün değildir.

GEBE KADININBESLENMESİNDE AMAÇ*Gebenin gereksinimlerinin karşılanması*Annede besin öğesi depolarının dengede tutulması*Emziklilikte yeterli süt salınımı için uygun diyetin planlanması*Anne karnındaki bebeğin sağlıklı normal büyüme ve gelişmesinin sağlanmasıGebelik döneminde anne ile bebek arası uyumda bazı sağlık sorunları :-Bulantı -Kusma -Kabızlık -Mide yanması v.b.

Önlemek için;

BULANTI : -Kalkmadan önce kuru besinler yenmeli-Az ve sık yemek yenilmeli-Şikayeti arttıran koku ve besinlerden uzak durulmalı-Sıvı, yemek aralarında tüketilmeli-Yağlı ve tatlı yiyecekler tüketilmemeli* Gün içinde tost veya kraker , kahvaltılık tahıllar , meyve ve sebze salataları tüketilmeli

KABIZLIK :-Sıvı alımı arttırılmalı-Posa yönünde zengin besinler tüketilmeli (kepekli ekmek, taze sebze ve meyveler gibi)

MİDE YANMASI :-Asitli ve baharatlı besinlerden sakınılmalı (domates, turunçgiller ve suları, sirke, acı biber v.b.)-Süt ve süt ürünleri mide yanması belirtilerini hafiflettiği için önerilir.-Yemekler yavaş yenilmeli-Sıvı,öğün arasında tüketilmeli-Az ve sık yemek yenilmeli-Yatmadan önce fazla yemek yenilmemeli

GEBELİK DÖNEMİNDE AĞIRLIK KAZANIMI :Gebelik boyunca, annenin başlangıç ağırlığına bağlı olarak,

ortalama 9-12 kg ağırlık kazanan bir anne, teorik olarak kendisine 3-3,5kg kadar bir yağ depolar. Bu depo emziklilik döneminde süt üretimi için kullanılır.

ÖNERİLER :- Kalsiyum yönünden zengin olan süt ve ürünleri arttırılmalı.- Et,tavuk,balık,tüketimi arttırılmalı.- Her gün yumurta ve peynir tüketilmeli.- Vitaminlerden zengin sebze, meyve, yeşil yapraklı sebzeler diyette her öğün olmalıdır.- İçeriği bilinmeyen besinler kesinlikle tüketilmemeli.- Hazır meyve suları, gazoz ve kolalı içecekler tüketilmemeli yerine taze sıkılmış meyve suları, süt ve ayran tercih edilmelidir.- D vitamini besinlerde bulunmaz. Ancak güneş ışınlarının doğrudan cilde yansımasıyla sağlanır. Bu nedenle emzikli anne güneşten yeterince faydalanmalıdır.- Yemeklerde mutlaka iyotlu tuz kullanılmalıdır.- Çay tüketimi yemeklerden 1-2 saat önce veya sonra olmalıdır. Açık ve limon eklenerek içilmesinde fayda vardır.- Kahve tüketimi sınırlandırılmalı.- Çay şekeri ve benzeri besinlerin aşırı tüketiminden kaçınılmalı; ancak nişastalı karbonhidrat kaynakları (pilav, makarna gibi) belli miktarlarda tüketilmelidir; aksi durumlarda fetusun beyin gelişimi ve merkezi sinir sistemi gelişimi olumsuz etkilenir. - Sebze ve meyveler bol su ile yıkanmalıdır(sirkeli suda bekletilmemeli vitaminleri korumak amaçlı).- Katı yağlardan uzak durulmalı.- Sigara ve alkol kesinlikle kullanılmamalıdır.- Doktora danışılmadan ilaç kullanılmamalıdır.

YANLIŞ BİLİNENLER-YAPILMAMASI GEREKENLER- Enerji sağlamak için tatlı, pekmez,bal,tüketimi arttırmak.- Aş erdiğimizi düşünerek kontrolsüzce her istediğimizi yemek.- Gebe olduğumuz için yediğimizin iki katını yemek. - Kulaktan duyulan sözlerle önerilen çay vb içecek ve yiyecekleri tüketmek.

advYazı

Dyt.RucinanErgün

© İlüstrasyon / salihakyürek

Page 18: trakyaplus röportajı

34 35ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

adv

Son zamanlarda bu cümleyi sık sık duymaya başladık. Zorlaşan yaşam koşulları, geçim sıkıntısı, dinlenme ve eğlenme olanağı

tanımayan, işten eve taşınan mesai saatleri bir çok insanı depresif bir ruh haline soktu. İnsanlar modern çağın hızlı ve acımasız temposuna uyum sağlamak adına çok daha fazla çalışmaya, daha az uyumaya, daha az iletişim kurmaya ve paylaşmaya başladılar. Çoğumuzun vakit ayırabildiği tek hobisi sinemaya gitmekten ibaret. Bu da insanların yaşam enerjisinin yerini monotonluğun, beklentisizliğin ve umutsuzluğun almasına neden oldu. Tüm dünyada depresyonun bu denli yaygınlaşmasının sebebi, içinden çıkamadığımız bu kısır döngü. Depresyon artık o kadar sık görülmeye başlandı ki, psikiyatristler onu, ruhsal bozuklükların “soğuk algınlığı” olarak tanımlamaya başladı.

Peki, hissettiğimiz her mutsuzluk depresyon mudur?

GerçektenDepresyon mu?

Depresyon artık herkes tarafından bilinen bir terim haline geldiği için, herkes kendine depresyon tanısı koyar oldu. Eşiyle tartışan adam da, final sınavlarına hazırlanan üniversite öğrencisi de, birkaç kilo aldığı için beğendiği kıyafetin içine sığamayan kadın da depresyonda olduğunu iddia ediyor. Arkadaşından,

komşusundan, akrabasından duyduğu depresyon ilacını

eczacıdan isteyen, hatta kendi kendine alıp kullanan insanların sayısı tahmininizden çok daha fazla. Durum böyle olunca, insanlara bunun

ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmada eczacıların ve psikiyatristlerin çok önemli rolü olduğu görülüyor.

Depresyonu Yakından Tanıyalım

Öncelikle bilmeliyiz ki, depresyon tanısını koymak ve uygun tedaviyi belirlemek sadece psikiyatristlerin görevidir. Sizin depresyon sandığınız şey, aslında bir tiroid bozukluğu, vitamin eksikliği, hatta beyin tümörü bile olabilir. Bu nedenle ruhsal durumunuzda herhangi bir bozukluk olduğunu düşünüyorsanız mutlaka bir uzmana danışmalısınız.

Depresyon Tipleri

Depresyonun birden fazla çeşidi var ve hepsi birbirine benzer yakınmalar oluştursa da tedavi şekilleri farklı olabiliyor. En sık görülen ve genelde en şiddetli hissedilen depresyon çeşidi olan majör depresyonda en önemli unsur, hissedilen mutsuzluğun herhangi bir nedene bağlı olmamasıdır. Yani çok yakın birinin vefatı veya şiddetli bir karı-koca çatışması gibi durumlarda hissedilen yoğun üzüntü ve yas durumu, majör depresyon değil, farklı bir psikiyatrik durumdur. Bunun yanında hiçbir nedene bağlı olmadan 3 gün boyunca berbat hissettiğiniz günler olabilir, ama bu durum bir kaç gün içinde geçiyorsa yine depresyon olarak adlandırılamaz, çünkü majör depresyonda belirtilerin en az 15 gün aralıksız devam ediyor olması gerekir.

Doğum sonrası ortaya çıkan postpartum depresyon, sonbahar ve kış aylarında güneş ışınlarının azalmasıyla ortaya çıkan ve ilkbahar-yaz aylarında iyileşme gösteren mevsimsel duygulanım bozukluğu, uzun yıllar süren, hastanın günlük yaşamını genelde etkilemeyen, zaman zaman şiddetlenen, dış çevreden artık hastanın kişiliğiymiş gibi algılanan

(örneğin biraz karamsar biridir, bardağın boş tarafını görür gibi) düşük seviyede bir depresif ruh hali ile seyreden distimik bozukluk, diğer depresyon tiplerinden bazıları.

Hepsi birer depresyon çeşidi, ama hepsi birbirinden ayrı birer rahatsızlık. Bu ayrımı yapacak, tanı koyacak ve uygun tedaviyi seçecek tek kişi ise psikiyatristinizdir.

Majör Depresyon Testi

Bu testin amacı, kendinize sorduğunuz “doktora gitmeli miyim” sorusuna sağlıklı bir yanıt vermenize yardımcı olmaktır. Asla bir tanı koyma aracı değildir.

Bu teste göre aşağıdaki maddelerden,> 1 ve 2. maddelerden birine veya her ikisine de “mutlaka” evet yanıtı vermeniz,> Toplam 5 veya daha fazla maddeye evet yanıtı vermeniz,> Bu şikâyetlerin neredeyse her gün tekrarlaması ve üst üste 2 hafta sürmesi,Majör depresyonu gösterebilir. Vakit kaybetmeden uzmana başvurmanız gerekir.1 Günün çoğunluğunda depresif bir ruh hali içindeyim.2 Önceden zevk aldığım aktivitelerden artık fazla zevk almıyorum.3 Diyet yapmadan önemli derecede kilo kaybettim veya kilo aldım.4 Uyku sorunum var. (Az uyuma, uykuya dalamama, sık sık uyanma veya çok uyuma)5 Huzursuz hissediyorum.6 Bitkin hissediyorum, eski enerjimi kaybettim.7 Değersiz ve suçlu hissediyorum. Sürekli geçmişle hesaplaşıyorum.8 Konsantre olmada ve karar vermede güçlük çekiyorum.9 Ölüm hakkında çok fazla düşünüyorum. (Ölüm korkusu, intiharı düşünme, intihra teşebbüs)

Depresyonda olduğunuzdan şüpheleniyorsanız mutlaka eczacınıza veya doktorunuza danışın ve asla kendi kararınızla ilaç kullanmayın.

Sağlıklı günler.

Dep

resyo

nıyam

d

© İlüstrasyon / salihakyürek

Yazı

Ecz.YağmurÖzkan

Page 19: trakyaplus röportajı

36 37ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Hermes İlk Yardım Eğitim Merkezi

çalış(tırılmadığı)madığını gözlemledik. Çalışma Bakanlığı Bölge Müdürlüğü ile gözlemlerimizi paylaştık. Klişeleşmiş “Denetçi Personel azlığı” açıklaması çokta tatmin edici bir yanıt olmadı.

İlkyardımın ne olduğu niçin hepimiz için hayati önem taşıdığı inanın yaşanan olaylardan sonra çok daha iyi algılanıyor niçin böyle bir bilgiyi ıskaladığımızı geç kalındıktan sonra çaresizce sorguluyoruz. Oysaki o kadar temel basit kavramlar ama o kadarda hayati önem arz eden bilgiler. Birkaç çarpıcı örnek vermek istiyorum: perde takarken merdivenden düşüp ölen bir ev hanımı sizce niçin ölüyor biliyor musunuz? Bilinç kaybolunca dil normal tonusunu kaybediyor ve hava yolu geçişini tıkadığı için boğularak ölüyor… İlkyardım da “Baş-çene pozisyonu “ diye özetlenen çok basit bir hareket ile başın geriye doğru pozisyon verilerek hava yolunu açmak suretiyle hayatta kalmasını sağlayabiliyoruz. İşyerlerinde sıkça karşılaşırız farklı nedenlerle sık sık bayılmalar yaşanır. Ciddi bir telaşa ve genelde hatalı müdahalelere rastlarız bayılmalarda. Doğru yaklaşım bayılan bireyin ayaklarına belli bir yükseklik verip bulunduğu yerde sırt üstü 5-10 dk yatırarak beyne ve diğer hayati organlara daha fazla kanın gitmesini

sağlamaktır. Ama hatalı olarak hemen kaldırıyoruz, su içirmeye çalışıyoruz, kolonya koklatıyoruz ve bunları faydalı olmayı amaçlayarak iyi niyetle yapıyoruz. Keşke yapmasak zaten doğal mekanizmasında bayılan bireyin yere düşerek tüm vücudun aynı düzlemde olması bile beyne daha fazla kanlanmanın gitmesini temin ederken hatalı müdahale ile bu doğal mekanizmayı bile sekteye uğratıyoruz. Hele trafik kazalarında insani duygularımızla araç içinden yaralı çıkarma imecelerine ne demeli? Keşke hiç müdahale edilmese de boyun yaralanmaları ve kalıcı sakatlıklara yol açılmasa. Nice insanımız sırf bu yüzden ya ölüyor ya da hayat boyu sakat kalıyor. İlkyardımda temel ilkelerden birisi de gerektiğinde yanlış müdahalede bulunma riski olan iyi niyetli ama bilinçsiz kişileri yaralıdan uzak tutmak yani gölge etme (zarar verme) başka ihsan istemem kuralı…

2009 yılında ilk eğitimlerimizi benimde halen “işyeri hekimi” olarak görev yaptığım Modavizyon Tekstil ve Sanayi A.Ş. çalışanlarına verdik. 100 kişiye yakın çalışan personelimize her üretim bandından ve her birimden yeterli sayıda istekli kursiyerlerimizi seçerek kurum toplantı salonunu tahsis ederek verdik. İş akışını aksatmadan kurs

saatlerini 3-4 güne yaydık. Eğitimlerimiz uygulamalı ve teorik bölümlerden oluşan yetişkin eğitim metodu kullanıyoruz ve çok zevkli geçiyor. CPR kardio (cardio)-Pulmaner-Resüsitasyon yani kalp ve solunum canlandırması veya daha güzel ve anlamlı tanımlaması ile “Temel Yaşam Desteği” ilkyardım eğitimlerinde edineceğimiz ve hayatımız boyunca korkusuzca ve özgüvenle uygulayacağımız çok önemli bir bilgi. Kalbi hemen sonrasında solunumu durmuş bireye tekrar hayata dönmesi için uyguladığımız dış kalp masajı ve suni solunumu içeren uygulama. Basit ama uygulama yapılarak öğrenilen bir beceri. Bunu kursiyerlerimiz üzerinde gösterme öğretme şansımız yok. Çünkü durmamış bir kalbe kalp masajı yapılmaz. Nasıl tecrübe edeceğiz? CPR mankenleri dediğimiz eğitim mankenleri var. Bu manevraları tek tek öğrenene değin her kursiyerimiz CPR mankenler üzerinde öğreniyor ve gerektiğinde reel bir olayda uygulama cesaret ve becerisine sahip oluyor.

2010 yılında Hermes İlkyardım Eğitim merkezimiz Edirne dışında da tüm Trakya bölgesinde eğitimlerine farklı il ve ilçelerde devam etti. Pek çok kurumsallaşmış işyeri çalışanlarına eğitim verdik. Bireylerden gelen talepler

İŞ SAĞLIĞI VEGÜVENLİĞİ

www.hermesilkyardim.com.tr444 16 04

TUZLA-RİMAKS TEKSTİL ÇALIŞANLARI TEMEL İLKYARDIM EĞİTİMİ”İ

lkyardım bilgi ve becerisinin toplumumuzun tüm bireylerine kazandırılmasını sağlamak için Sağlık Bakanlığı 2002 tarihinde

İlkyardım Yönetmeliği yayınladı. İlkyardım yönetmeliğine göre ülkemiz genelinde tüm özel ve kamu kurumu çalışanlarının Sağlık Bakanlığı Sertifikalı “Temel İlkyardım Eğitimi” almalarını zorunlu kıldı. Ağır ve tehlikeli iş sınıfında çalışanlarda her on personelde bir, diğer alanlarda çalışanların yirmi personelde bir İlkyardımcının olmasını sağlayacak şekilde düzenleme yapıldı.

Hermes İlkyardım Eğitim Merkezimizi 2009 yılı Temmuz ayında Sağlık Bakanlığından gereken izin ve yetkileri alarak Edirne şehrimizde açtık. Faaliyetlerimize başladığımızda Kızılay İlkyardım Eğitim merkezi de şehrimizde faaliyette idi ve birçok ilkyardımcı yetiştirmişti. İlkyardım eğitimlerini ve önemini anlatmak yasal yükümlülükleri irdelemek üzere düzenli olarak şehrimiz ve ilçelerimizdeki hemen hemen tüm kamu ve özel kurumu ziyaret ettik. Özellikle ihracat yapan özel kurumlar ve çok az sayıda kamu kurumunun İlkyardım Yönetmeliğinden haberdar olduğunu ve yine az bir kısmının bu eğitimleri çalışanlarına aldırdığını gördük. Düzenli tanıtım ziyaretlerimize devam ettikçe işyerlerinde bırakın İlkyardım Yönetmeliği hükümlerinden haberdar olunduğunu İş Kanunu ve ilgili yönetmelik hükümlerinden bile haberdar olunmadığını ve aymazlık içinde denetleme mekanizmalarının

GECE OKULUMUZDA

TEMEL İLKYARDIM EĞİTİMİ

İPEKYOL ÇALIŞANLARI

TEMEL İLKYARDIM EĞİTİMİ

Perde takarken merdivenden düşüp ölen bir ev hanımı sizce niçin ölüyor biliyor musunuz?

‘‘

‘‘

Page 20: trakyaplus röportajı

38 39ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Hermes İlk Yardım Eğitim Merkezi

doğrultusunda karma grup eğitimler açtık. Ev hanımından öğrenciye farklı meslek ve alanlarda kursiyerlerimiz Temel İlkyardım Eğitimlerini tamamlayarak aramıza katıldı. Gündüz çalıştığından dolayı kurslarımıza katılamayanlar için 2010 yılında ilk gece okulumuzu açtık ve ciddi ilgi gördü. Eğitimlere 18:00 da başlıyoruz 23:00 a kadar devam ediyoruz. Yetişkin eğitimi formatı, pratik yoğunluğu ve interaktif katılım kursiyerlerimizin uyumasına mahal vermeden hem verimli hem zevkli geçiyor gece okuluna devam dedirtti bize.

Her kurum sosyal sorumluluk projeleri üretmeli veya destekçisi

olmalı. Biz kendi alanımızda ne yapalım diye tartıştık ve her kursumuza yerel basınımızdan bir basın mensubunu ücret ve harçları tarafımızdan ödenmek suretiyle kurslarımıza dâhil edelim diye kararlaştırdık. Bundan böyle her karma grup eğitimimize bir basın mensubumuzu davet ediyoruz. Bunun en değerli yanı basınımızla İlkyardım Bilincini toplumuza yaygınlaştırmak ve ulaşabildiğimiz her bireye aşılayabilmek. ”güzel öldüler…” diye tanımlanmaların en üst düzeyde yapıldığı bir ülkede insanların ölümlerinin kadere tevil edilmeden doğru bilgi ve beceriyle önlenebileceğini göstermek kendimizce bir katkı sağlamak özetle karanlığa bilinçsizliğe, cehalete ışık olabilmek.

2011 yılında sosyal sorumluluğumuzu bir halka daha genişlettik. Artık kurslarımıza basın mensuplarımız la birlikte öğretmenlerimizi de dâhil ettik. Cumhuriyeti sağlam harçla kuran çağlar üstü öngörüsüyle gerçek lider ve önder olan Atatürk’ün öğretmenlerimiz üzerine yüklediği misyon bizim alanımızda da katkı vermemizi gerektiriyor. Genç beyinlerin ilkyardım bilincine dikkat çekebilecek öğretmenlerimiz bizim için değerli. Teorik bilginin dışında bu eğitimlerin pratiğini almış bir öğretmenimiz bizim

için binlerce kişiye ulaşmış olmak adına ayrı bir önem taşıyor. Her eğitimimize öğretmenlerimiz ve basın mensuplarımızı davet ediyoruz. Sadece mesleki kimlikleriyle başvurmaları yeterli. Sınav ve sertifika harç ve kurs ücretleri tarafımızdan karşılanacak.

Hermes İlkyardım Eğitim Merkezimiz Karabıçak Recidence de 240 metre karelik eğitim merkezimizde profesyonel kadromuzla eğitimlerine devam ediyor. Trakya genelinde Çorlu merkezde olmak üzere farklı il/ilçe lerde de eğitim merkezleri açma çalışmalarımız sürüyor. İlkyardım merkezlerimizin yanı sıra İş Sağlığı ve İş Güvenliği Eğitim ve çalışmalarını da vermek üzere farklı disiplinlerde akademisyen ve eğitmenlerimizi bünyemize dâhil ediyoruz. Sağlıklı bir iş yaşamı ve prodiktivite iş ortamının çalışan ve işveren boyutlarındaki sağlıklılığı, eğitimi ve bilinciyle mümkün. Kendi misyonumuzla bölgemizde bu alanlarda katkı sağlamayı sürdüreceğiz. Karanlık bilinçsizlik ve cehalete karşı inadına ve daima bilgi, bilim ve ışık diyoruz…Dr. Gökhan ERÇELİK Hermes İlkyardım Eğitim Merkezi sorumlu müdürü.

TRAKYA BİRLİK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ PERSONELİ TEMEL İLKYARDIM EĞİTİMİ BABAESKİ-ASTER TEKSTİL ÇALIŞANLARI TEMEL İLKYARDIM EĞİTİMİ

HARMANLI KÖYÜNDE KÖMÜR OCAĞIÇALIŞANLARI TEMEL İLKYARDIM EĞİTİMİ

BEYKENT KOLEJİNDE TEMEL İLKYARDIM EĞİTİMİ

Page 21: trakyaplus röportajı

40 41ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Röportaj

TrakyaPlus

İsmindeki T.A.Ş. kısaltmasını ticaret anonim şirketi olarak algıladığımız anda öğreniyoruz ki kısaltmada yatıyor

asıl kalenin heybetinin nerden geldiği. Kartaltepe Mensucat Fabrikası TÜRK Anonim Şirketi. Yabancı sermayenin bulunmadığı bizden biri bu kale. Bu kaleye Anadolu’nun en güzel kentlerinden İzmir’de yetişmiş Makine Mühendisi Nadir KARTAL komuta ediyor. Nadir Kartal 15 yıl önce tanışmış bu fabrikayla. 13 yıl İplikhane İşletmesinde görev almış, son bir buçuk yıldır da Fabrika müdürü olarak hizmet veriyor.

Soruyoruz Kendisine Şaşkınlıkla Çok Genç Gösteriyorsunuz Diye...

Öncelikle teşekkür ederim. Önemli olan genç görünmek değil genç hissedebilmektir. Burası genç hissetmemizi sağlayan, bizi genç kalmaya zorlayan 600 kişilik bir aile. Dünyadaki hızlı değişim ve teknolojik yenilikler ülkemizde de genç ve dinamik insanlara önem verme ihtiyacını doğurmaktadır. Global değişiklikler bilgi ve dinamizmin tecrübeden daha değerli olduğunu kanıtlamıştır. Aslına bakarsanız gençliğin getirdiği enerji zekâdan bile daha önemlidir. Einstein’ın da dediği gibi “Coşku zekâdan daha önemlidir.” Biz de bu sözün ışığı altında tüm kademelerimizde gençleştirme stratejisiyle bölümlerimize taze kan getirerek iç dinamizmimizi arttırmayı seçtik. Bunun sonucunda birçok genç ve aktif insanı bünyemize katarak gücümüze güç kattık ve katmaya devam edeceğiz.

FabrikanızdanBiraz Bahseder Misiniz?

Fabrikamız 1000 dönüm arazi üzerine kurulu yaklaşık 100000 metrekaresi kapalı alandan oluşan devasa bir tesis. Bu tesis 1973 yılında özel teşvik ile dünyaya gözlerini açmıştır. Edirne gibi sanayileşmenin çok gelişmediği bir şehirde 600 çalışanıyla Edirne ve Türkiye ekonomisine katkı sağlamaktadır. Tesisimiz tam entegredir. Tam entegre olması neticesinde adeta bir tekstil okuludur. Bu tesisi zihnimde tasvir ettiğim şekilde anlatacak olursam. 3 ana unsurdan oluşmaktadır göz, beyin ve yumruk. Gözümüz İstanbul’daki genel merkezimizde dâhil olmak üzere tekstil piyasasını ve modayı takip eden AR-GE birimimizdir. Beynimiz modadaki değişimleri ve müşteri isteklerini karşılayacak ürünlerimizi tasarladığımız ÜR-GE birimimizdir. Yumruğumuz ise geniş makine parkımız ve kalifiye personelimizden oluşan, göz ve beyinden aldığı veriyi en iyi şekilde değerlendiren üretimimizi gerçekleştirdiğimiz iplikhane, dokuma, boya terbiye ve indigo olarak adlandırdığımız dört ana bölümdür. Tesisimizde eş zamanlı olarak kumaş ve blue jean üretimi yapmaktayız. Bunun yanında Türk Silahlı Kuvvetlerinin hatırı sayılır bir tedarikçisiyiz. Türk silahlı kuvvetlerinin kullandığı nano olarak adlandırılan kamuflaj kumaşının en büyük üreticilerinden biri durumundayız. Ürettiğimiz kumaşlardan yapılan konfeksiyon ürünleri şu an Marks & Spencer, Zara, Mango, Tommy Hilfiger gibi dünyada sektörün lideri konumundaki birçok markanın raflarında yer bulmaktadır.

Edirnede Birçok Tekstil Fabrikası Kapandı. Sizce Ne İle alakalı?

Bunu sadece Edirne ile sınırlamamak gerekir bu Türkiye’nin genel bir problemidir. Bu problem son 10 yılda izlenen genel politikaların sonucudur. Bunun yanında Türkiye olarak bir marka değerinin oluşturulamaması da bu süreci hızlandırmıştır. Son 30 yılda tekstilin gelişmesi ile birlikte üretim metresi arttı belki ama sonuç olarak bir Lacoste yaratamadık. Avrupa’nın fasoncusu konumuna geldik. Dünyada değişen ekonomik açılımlar, ülkelerin ekonomilerinde de bir takım değişimlere neden oldu. Küreselleşen ekonominin olumsuz tarafları bazı sektörlere darbe vurdu, rekabet şansını daralttı, sektörü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı. Çin, Hindistan, Mısır gibi uluslararası standartlara uyulmayan, ancak üretimin Türkiye’den çok daha ucuza yapılabildiği uzak doğu ülkeleri karşısında, yerli sanayicimiz rekabet edemez duruma geldi. İstihdamın üzerinde bulunan ağır yükler, enerji fiyatlarının rekabet ettiğimiz ülkeler seviyesinden çok daha yüksek olması, yüksek faiz düşük kur politikası gibi nedenler bugün Türk tekstil sektörünü ateşin ortasına attı. Mısırda işçilik maliyetleri Türkiye’nin 6’da 1’i, enerji maliyetleri ise 9’da 1’i kadardır. Hal böyle olunca bazı firmalar fabrikalarını bu ülkelere kaydırmakta tereddüt etmediler. Dolayısıyla bu durum, fabrikaların kapatılmasına neden oldu ama Mısır’da, Çin’de istihdam yaratıldı. Ülkemizde bu tür teşviklerin olmaması tekstil sektörüne gerektiği

önemin verilmemesi bu sektörün yavaş yavaş sonunu hazırlamaktadır. Bir başka sorun, dahilde işleme rejimidir. Dahilde İşleme Rejimi, ihraç ürünlerinin üretimi için ithal edilen ve ithali gümrük vergisine tabi girdilere gümrük muafiyeti sağlayan ihracatı teşvik politikası aracıdır. Fakat İhraç kaydıyla dışarıdan getirilen tekstil ürünlerini işleyip dışarıya ihraç etmek gerekirken, bu ürünler iç pazara sürülüyor. Böyle olunca yerli olanın rekabet şansı bitiyor. Bu nedenle ithalatın kontrollü bir şekilde yapılması ve bu kapsamda da dahilde işleme rejimi sisteminin denetimi gerekmektedir. Haksız rekabetin önüne geçmek için bunların yapılması ve kotaların tekrar geri getirilmesi gereklidir.

Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen unutulmaması gereken bir konu vardır ki dünyada meydana gelen değişiklikler ne olursa olsun insanlar için giyinme ihtiyacı zaruri bir ihtiyaç olmaktan çıkmadıkça bu sektör yaşayacaktır. Burada bize ve ülkemize düşen görev bu uzun soluklu yapıyı ayakta tutmaya çalışmak ve dünya lideri olma yollarını aramak olmalıdır.

Kaliteli Pamuk Nerde Yetişiyor?

Dünyada Türkiywe de dâhil olmak üzere Amerika, Hindistan, Çin, Mısır, Yunanistan ve bunun gibi birçok ülkede pamuk yetiştirilmektedir. Pamuğun lif uzunluğu, lif inceliği, renk ve mukavemet gibi bazı fiziksel özellikleri vardır. Bu fiziksel özelliklerin sonucunda özellikle Mısır da yetiştirilen pamuklar dünya literatürüne girmiştir. Ayrıca ülkemizde de Ege Bölgesinde yetiştirilen pamuklar, kaliteli sınıfa dâhildir.

İzmir’den Sonra Edirne’yi Nasıl Buluyorsunuz.

Bence İzmir ve Edirne kulvarları farklı iki kent. İzmir bir metropol, içinde daha fazla imkan ve seçenek barındıran bir ticaret ve sanayi kenti. Edirne ise daha mütevazi, küçük fakat tarih kokan güvenli ve huzurlu bir kent. İki kent arasındaki ortak nokta insanları ve insanların yaşam tarzları. Bu yüzden ilk geldiğimde kendimi hiç yabancı hissetmedim Edirne de.

Eklemek İstediğiniz Bir Şey Var Mı?

Türkiye ve Edirne ekonomisine sağladığımız katkılardan dolayı bu ülkenin yıldızlarından biri olduğumuzun bilincindeyiz. Bu istikamette çalışmaktan bir an olsun ödün vermeyeceğiz.

KartaltepeMensucat

Edirne’ye ve Edirnelilere umut ışığı olan kentin en sağlam kalelerden birisi

Kartaltepe Mensucat Fabrikası T.A.Ş.

© Fotoğraflar / ufukakçay

Page 22: trakyaplus röportajı

42 43ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

RöportajBahadırMutlu

Bekay Uygunoğlu; 1988 Edirne Uzunköprü doğumlu. Çocukluğunun büyük bir bölümü

Edirne’ de geçti. Daha sonra ailesi ile İstanbul’a yerleştiler. Ancak Berkay, Edirne ile bağlarını koparmadı. Berkay Uygunoğlu babasının kara kalem çalışmaları sayesinde küçük yaşta resim ile tanıştı. Karakalem çalışmalar yaptıktan sonra, Berkay yaşıtlarının aksine grafik ve fotoğrafa ilgisinin de etkisiyle zamanının büyük bir bölümünü bilgisayar başında geçirmeye, çeşitli grafik programlarını öğrenmeye ve çeşitli fotoğraf sanatçılarının fotoğraflarını takip etmeye başladı. Berkay profesyonel fotoğrafçılığa ilk adımını babasının hediye ettiği Nikon D 70 ile atmış oldu. O zaman Berkay 16 yaşındaydı.

İlk neyi fotoğrafladınız?Nikon D 70 ile SultanAhmet’in ara

sokaklarında klasik bir otomobildi ilk fotoğrafım. Ancak sürekli kafamda kurgu fotoğrafçılığı olduğu için bunun üzerine daha çok eğilmeği istiyordum.

Şuan ki ekipmanlarınız nelerdir?Nikon D 300, 24-85 mm F: 2.8, 50 mm f: 1.4.

Ünlülerle çalışmanın ne gibi zorlukları oluyor? Bugüne kadar kimlerle çalıştınız?

Aslın pek bir zor bir yanı yok. Ancak, benim çalışma ortamım setler olduğu için set ortamının ayrı bir yoruculuğu oluyor. Önümüzde ki günlerde 72. koğuş filminin fotoğraf çekimlerine başlayacağız. Bu çekimlerde set ortamında gerçekleşecek. Her ne kadar bu çekimlerde de set ortamının yorgunluğu fazla olsa da ortaya koyacağımız güzel işlerle de üzerimizden atacağımıza inanıyorum

Edirne için bir proje düşünüyor musunuz?

Şuan da İstanbul da geçekleştirmekte olduğum Street Fasihon isminde bir proje var. Bugün sizinle röportaj için buluştuğumda değişen Edirne sokaklarını gördüm. Ve bu Street Fasihon projesinin bir ayağını da Edirne olarak düşünüyorum. Önümüzde ki günlerde hava şartları da müsaade

ederse Edirne ayağının çekimlerine başlamayı planlıyorum. Bunlara ilave olarak, önümüzdeki aylarda Trakya Üniversitesinde söyleşi yapmayı istiyorum. ayrıca, otel odası ismiyle kurgulanan 15-20 fotoğraflık bir sergiyi İstanbul’da ve Edirne’de açmayı düşünüyorum..

İlham aldığınız bir sanatçı var mı?Aslında tek bir isim yanlış olur. Jan

Saudek, Dave Hill, Andrzej Dragan, gibi sanatçıların yanı sıra son projem Street Fashion ile birlikte Akif Hakan Çelebi takip ettiğim fotoğraf sanatçıları arasında.

Kendinizi gelecekte nerede görüyorsunuz?

Her insanın kendine ait gelecek için hayalleri ve kaygıları vardır. Benim ki hayal ve kaygıdan çok bir ego. Genel kapsamda düşünüldüğünde pek çok yöne çekebilirim bunu. Tamamen fotoğrafa bağlı kalmayı düşünmüyorum, yurtdışında görüntü yönetmenliği planlarım arasında.

Bir anınızı paylaşır mısınız?Aklıma ilk gelen anımı sizle paylaşmak

istiyorum. Kendime ait ufak ev stüdyomda çekimlerimi devam ettirirken eski kız arkadaşım vasıtası ile ilk defa bir klibin fotoğraflarını çekmek için çağırıldım. Sanırım ilk defa kendimle yüzleşecektim fakat çekim başlayana kadar içimde oluşan hiç bir heyecan yoktu. Yanlış hatırlamıyorsam set saat 9’da kuruldu. Yavaş yavaş insanlar gelmeye başladı ve bende yavaş yavaş heyecan belirtileri oluşmaya başladı. Nedeni ise o güne kadar sadece televizyon ve basından gördüğüm insanları karşıma alıp fotoğraflarını çekecektim. Emin olun sağ elim ile vücudumun ayrı hareket ettiğine şahit oldum.

Fotoğraf sizce ne demektir?Ben 23 yaşındayım. Doğduğum günden

bugüne kadar fotoğraf dışında hiç bir şey beni tatmin etmedi. Ailem ve çevremdeki insanlar ufaklığımdan bu yana çeşitli ön yargılarla yaklaştılar ama şuanda dönüp baktıklarında kendimi sadece fotoğraf ile iyi hissettiğimin farkındalar. Fotoğraf benim için herşey.

Bu zamana gelene kadar ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Sanat ile uğraşan insanı anlamak gerçekten çok zor. Bunu söylerken insanların yaptıkları eserlerinden bahsetmiyorum kesinlikle. Türkiye şartlarında bir şeyler yapmak istiyorsunuz ve karşınızda ya egolarını tatmin etmek isteyen ya da kendi kişiliğinin dışında bir insana bürünen insanlarla karşılaşıyorsunuz. Geride bıraktığım 4 yılda tasvir ettiğim bu tip insanlarla karşılaştım ve emin olun bu sektörde yalnızsınız. Kısacası anlatmak istediğim ilk başladığım günde yalnızdım ve bugün yine yalnızım.

Şu sıralar üzerinizde çalıştığınız bir proje var mı?

Kurgularını tamamlamaya çalıştığım 4 projem var. Ufak problemleri de atlatırsam aralık ayı içinde projelerime başlamayı planlıyorum. Ve ilk defa bu 4 projemi Edirne başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde sergilemeyi düşünüyorum.

Fotoğrafçılık, günümüzde hızla yükselen bir sanat. Yeni başlayanlara ne gibi önerilerde bulunursunuz.

Fotoğrafı bir hobi ya da meslek olarak ele alırsak her iki alanda da herkesin bir hedefi olmalı. En basit örneği internet üzerinden sürekli olarak fotoğraf incelemek bence vizyon geliştirmek adına en güzel yöntem bu. Bunun dışında bence her insanın haz aldığı bir ya da bir kaç fotoğrafçı olmalı. Ve son olarak herkesin önerilerini dikkate alın fakat kendi çizginizden de şaşmayın.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Bu güzel dergide bana yer ayırdığınız için tekrar teşekkür ediyorum.

Bekay uygunoğlu

Page 23: trakyaplus röportajı

44 45ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Dergimizin bu sayısında sizler için ne zamandır test sürüşü yapmak istediğim ve sonunda o fırsatı yakaladığım Opel İnsignia’ dan bahsetmek

istiyorum. Bu arabanın Opel için ne kadar önemli olduğunu kısaca sizlere anlatmak istiyorum. Hepimizin sancısını derinden hissettiğimiz 2009 mali krizi birçok üretim alanının yanı sıra otomotiv dünyasını da derinden etkiledi. Ülkeler bazında araç satışları azaldı, fabrikalarda üretim durdu. Bu sancılı dönemden en çok etkilenen ise hepimizin bildiği gibi GM grubu oldu. GM bu durumdan kurtulmak için A.B.D. ‘ den yardım alarak ve bazı şirketleri kendi bünyelerinden ayırarak ayakta kalmaya çalıştı. İşte İnsignia bu dönemde meydana geldi. GM grubuna bağlı olan Opel’ in kurtarıcı meleği oldu.

OPEL ‘inKurtarıcı Meleği İnsignia, Opel’ in 1988’ den beri sayısız

başarıya imza atmış Vectra modelinin yerine üretilmeye başlandı. 2009’ da satışa çıktığı yıl Avrupa’ da yılın otomobili ödülünü kazandı. Bu ödülü kazanmak hiç de kolay değil ama İnsignia bunu başardı. Bu ödülü kazanmasında performansının yanı sıra tasarım anlayışı önemli yer tutmakta. İnsignia tasarım olarak günümüz ve geleceğin karması şeklinde tasarlanmış. Yuvarlatılmış ön bölümde tamponlara uzanan LED gündüz farları, arkaya doğru gidildikçe sportifliğini koruyan çizgileriyle sanki Japon bir markanın aracı izlenimi vermekte. Araca arkadan baktığınızda sizi bir sürpriz bekliyor. Daha önce bu şekilde sportif bir tarz orta segment bir otomobilde kullanılmamıştı.

İnsignia’ nın içine bindiğinizde farklı bir boyuta götürüyor kullanıcısını. Orta

konsol ve göstergeler uçak kokpitini andırıyor. Şunu söylemeliyim, orta konsolda bulunan fonksiyon düğmeleri ilk başta size çok fazla ve karışık gelse de benim gibi teknoloji ve sportiflik arayanlar için mükemmel bir kombinasyon. Birbirinden bağımsız olarak tasarlanmış göstergelerin ortasında büyük bir yol

bilgisayarı bulunmakta. Koltuklar ve direksiyon çok sportif. Aracın dışındaki mükemmeliyetçilik iç kısımda da aynen devam etmiş. İç tasarım, kullanılan malzemelerin kalitesi, kusursuz işçilik detayları İnsignia’ yı

premium rakiplerine yaklaştırmış.

Test ettiğimiz İnsignia’ da 1.6 litre hacminde aşırı beslemeli turbo

bir motor görev yapıyordu. Bu motor 5500d/d’ de 180 HP güç, 2200-5500d/d arasında 230 Nm tork üretiyor.

Şunu belirtmeden geçemeyeceğim turbo gücünü hissettirmeye başladığı 2500d/d’ ye kadar cansız kalan bu araç bu devirden sonra hırçınlaşıyor. İşte eğlence burada başlıyor. Aracın devri arttıkça bu gücü dizginlemek bu araca acemi olanlar için biraz zorlayıcı oluyor. Ama kullandıkça bu durum değişiyor. Aracın vites geçişleri biraz kemikli, bu sayede her vites geçişi sportif sürüş için ayrı bir basamak. Ayrıca genel süspansiyon yapısı ve sertliği çok başarılı.

Sonuç: Opel İnsignia kullandığımız süre boyunca bizi mutlu etti. Eksikleri yok mu? Elbette var ama bunlar bizim için o kadar da önemli görünmedi. İnsignia görünüşüyle ve kullanım karakteriyle bütün eksikliklerini maskeliyor. Bu arabayla bize keyifli dakikalar geçirmemizi sağlayan Opel Kale Otomotive ve çalışanlarına çok teşekkür ediyorum. Opel Kale’den sevindirici bir haber de çok yakında Edirne’de de Opel Bayiliği olacağı yönünde.

Motor 4 silindirli turboSilindir hacmi (cm3) 1598Mak. güç kw (hp) 180Mak. güç devri (dev/dak.) 5500Mak. tork Nm 230Emisyon normu Euro 5Vites kutusu tipi 6 ileri manuelMaksimum hız (km/s) 2250-100 km/s (sn) 8.9Bagaj kapasitesi (lt) 500CO2 salınımı (g/km) 170Şehir içi tüketim 10.7Şehir dışı tüketim 6.0Ortalama tüketim 7.7

Yazı

MüminŞentürk

© Manüpülasyon & Retouching / salihakyürek

Page 24: trakyaplus röportajı

46 47ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Röportaj

TrakyaPlus

Yeni İmaret Spor Kulübü 1980 yılında kuruldu. İlk yıllarda futbol alanında faaliyetine devam etti

daha sonraki yıllarda atletizm, basketbol ve voleybol gibi branşlarda eklendi. 2007 yılında hentbolda erkekler liginde mücadele ettik fakat sonraki yıl maddi imkânsızlıklar nedeniyle ligten çekilme kararı aldık. 2010-2011 sezonunda Hentbol Türkiye Birinci Ligi’nde bayan takımıyla mücadele etme kararı aldık. Sezondan önce Tuzcular A.Ş. ile görüşmelerimiz sonucunda sponsorluk konusunda anlaşmaya vardık ve ismimizin önüne Tuzcular ismini aldık ve Tuzcular Yeni İmaret Spor olduk.

İlk sezon olması nedeniyle sıkıntılarımız oldu. Örnek vermek

gerekirse ne hazırlık maçı yapacak takım var Trakya’da ne de hentbolla ilgili görüş alışverişi yapabileceğiniz birileri. Yeni yeni oturtuyoruz kadromuzu. Yeni sezonda kesinlikle bir üst lig olan Süper Lig’i zorlayacağız ve orada iddaa gelirinden pay alarak kendi ayaklarımızın üzerinde durmaya çalışacağız. Bu geçiş döneminde Tuzcular Otomotivin desteklerinin devamını bekliyoruz. Bu takım Tuzcular A.S. ve Yeni İmaret semtinin takımıdır. Tüm olimpik branşlarda 400’e yakın lisanslı sporcumuz var hocalarımız son derece eğitimli branşlarında uzman hocalardır. Edirneli gençleri spor sahalarına, spor salonlarına yönlendirerek onları sağlıklı bir birey ve faydalı birer sporcu olarak yetişmenin gayreti içindeler. Futbol branşıyla başkanımız Av. Murat Kayasöken, tüm yaş gruplarında Muharrem Kesen, hentbolda Serpil Ayas ve Mustafa Deniz Dindar, hentbol sorumlusu olarak ta ben Zafer Gündoğdu Trakyaplus ailesine bize bu fırsatı verdikleri için teşekkür ederiz.

TUZCULAR

SPORYENiiMARET

© Fotoğraflar / ufukakçay

Page 25: trakyaplus röportajı

48 49ŞuBaT2011trakyaplus ŞuBaT2011trakyaplus

Tuzcular Yeni İmaret Spor

Ceren Durmuş 22 yaşında.

Okuyor musun Ceren?Evet. Kırkpınar BESYSO (Beden Eğitimi ve sağlık Meslek Yüksek Okulu) öğrencisiyim aynı zamanda.

Ne kadar süredir hentbol oynuyorsun?10 yıldan beri hentbol oynuyorum. Ortaokuldan buyana, kulüp ve okul takımlarında oynadım. Üniversiteye başladıktan sonrada hentbol oynamaya devam ettim.

Takımınızı nasıl buluyorsun?Yeni kurulan bir takımız ancak buna rağmen çok iyi ilerleme kaydediyoruz. Zaman geçtikçe daha iyi olacağımıza inanıyorum.Birinci ligdesiniz bundan biraz bahseder misin? Bizim bulunduğumuz ligin bir üst ligi daha var. Biz bu yılı alışma dönemi olarak kabul ediyoruz. İsteğimiz bir üst lige çıkmak. Bizler ve hocalarımız bunun için her gün antrenmanlar yapıyoruz. Bu şekilde devam edersek bir üst lige çıkacağımıza inanıyorum.

CerenDurmuş Gizem

TunçDuyguarda

Duygu arda Kaptan 26 yaşında

Duygu sen kaç yıldır bu spor dalının içindesin? Ve bize biraz kendinden bahseder misin?

Üniversite öğrenimimi burada tamamladım. Havsalıyım. 12 yıldır hentbol oynuyorum.

Hentbol zor bir oyun değil mi?

Zor demek belki pek doğru olmaz ama çok çaba gerektiren ve büyük eforlar harcadığınız dayanıklılık isteyen bir oyun. Bunun yanında birazda sert bir oyun.

Kaptan olarak takımınızınasıl görüyorsun?Başarlarda biraz zorlanmış olsak da bu dönemi aşmış durumdayız. Ligde orta sıralardayız ve ilk üçe girme konusunda ben çok umutluyum. Bir üst lige çıkmak istiyoruz ve bunun için çok çalışıyoruz.

Gizem Tunç 22 yaşında.

Okuyor musun Gizem?

Evet. Bende Kırkpınar BESYSO öğrenicisiyim.

Ne kadar süredir hentbol oynuyorsun?Yaklaşık 11 yıldır hentbol oynuyorum. Birçoğumuz takım arkadaşıyız. Ceren gibi bende Tekirdağlıyım.

Sen takımı nasıl görüyorsun?

Bu yılı alışma dönemi olarak görüyoruz. Bulunduğumuz ligden bir üst lige çıkmak için çok çalışmamız gerekiyor. Yeni kurulan bir ekip olduğumuz için birinci ligde zorluk çekiyoruz ama çalışarak hepsinin üstesinden geleceğimize inanıyorum.

Bu spordan biraz bahseder misiniz?

Bayanlara göre sert bulunan bir spor dalı. Sakatlanmalar çok oluyor. Birçok salon sporuna nazaran daha zor. Bunun nedeni de sürekli hareket halinde olup çok büyük efor sarf etmeniz. Ama biz bundan büyük keyif alıyoruz.

Page 26: trakyaplus röportajı

Distribitör: Suat Arslangsm: 0532 381 73 37 - tel / fax : 0284 214 48 051.sanayi Sitesi 13 blok No.13 Edirne

G ı d aArslan

© 19

99 -

2011

sal

ihak

yüre

k

Page 27: trakyaplus röportajı

ErhanBaycan

52 ŞuBaT2011trakyaplus