224
Cedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak Karyesi Tastepe Karyesi Üçyol Çerçili Kubatlı Parçı Yeşilce Yavadı Aygutağzı Yeşilyurt Ziyaret Abdili Avdulu Abdillu Alan Arıcılar Foruhçulu Kariyesi Fostere Arıkmusa Armutkolu Musulu Arpaalan Arpaalanı Aşağıgökçe Faldacı-i sufla Karyesi Aşıklı Balıklı Baluklu Bayırköy Hatunviran Gölüvere Bayraklı Beşbıyık Mismilon Beyağaç Zile Çağman Beyseki Beysüküsi Birebir Katran Pirik Celal Çaltepe Herise Hervise Çardaklı Afan Çavdar Çerçi Çiftlik Sarıca Sarıca-i kafi Çukuralan Darıcabaşı Dayılı Daylu Burnaz Derebaşı Doğança Bıçakçı Serpin İstavri Dursunlu Fiyez-i kafi Çorak-ı kafi Erik Esatlu Göçbeyi Röstbene Gülpınar Güneyce Keykuş Başkeykuş Gıcı Güvenli Busay Göbeden Güzelce Gergeçi Şuvey Güzle Lavuz Muzamana Kenger Hamzalı Herközü Maden Ilışar Kale Mirahor Karabayır Karabelen Karacaören Karacaviran Kavaklıdere Eskidir Kışlacık Konacık Başağrı Mahmudiye Mahmat Gökçekilise Çarıkçıkaran Eskiköy Yenerli Cambazlı Çataldere Musalu Karıca Pınarlı Sarıyayla Ispanasa Türkköyü Yağmurlar Sülümü Yardere Manol Gündoğmuş Yavşan Aşut Mihalçurumu Mezere Yeşilçit Yastura İlisana Yenice Yeniköy Yeveli Yukarıgökçe Faldaca-i ülya Manahos Yuvalı Karamerek Kotanı Çorak- ı müslim Eykerek Ortaviran Bağçeköy Kabak-ı

 · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

  • Upload
    others

  • View
    18

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

Cedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak Karyesi Tastepe Karyesi Üçyol Çerçili Kubatlı Parçı Yeşilce Yavadı Aygutağzı Yeşilyurt Ziyaret Abdili Avdulu Abdillu Alan Arıcılar Foruhçulu Kariyesi Fostere Arıkmusa Armutkolu Musulu Arpaalan Arpaalanı Aşağıgökçe Faldacı-i sufla Karyesi Aşıklı Balıklı Baluklu Bayırköy Hatunviran Gölüvere Bayraklı Beşbıyık Mismilon Beyağaç Zile Çağman Beyseki Beysüküsi Birebir Katran Pirik Celal Çaltepe Herise Hervise Çardaklı Afan Çavdar Çerçi Çiftlik Sarıca Sarıca-i kafi Çukuralan Darıcabaşı Dayılı Daylu Burnaz Derebaşı Doğança Bıçakçı Serpin İstavri Dursunlu Fiyez-i kafi Çorak-ı kafi Erik Esatlu Göçbeyi Röstbene Gülpınar Güneyce Keykuş Başkeykuş Gıcı Güvenli Busay Göbeden Güzelce Gergeçi Şuvey Güzle Lavuz Muzamana Kenger Hamzalı Herközü Maden Ilışar Kale Mirahor Karabayır Karabelen Karacaören Karacaviran Kavaklıdere Eskidir Kışlacık Konacık Başağrı Mahmudiye Mahmat Gökçekilise Çarıkçıkaran Eskiköy Yenerli Cambazlı Çataldere Musalu Karıca Pınarlı Sarıyayla Ispanasa Türkköyü Yağmurlar Sülümü Yardere Manol Gündoğmuş Yavşan Aşut Mihalçurumu Mezere Yeşilçit Yastura İlisana Yenice Yeniköy Yeveli Yukarıgökçe Faldaca-i ülya Manahos Yuvalı Karamerek Kotanı Çorak-ı müslim Eykerek Ortaviran Bağçeköy Kabak-ı müslim Çamlık Çatak Deri Elmayurt Enekalan Gündoğmuş Ihvadı İnşanşa Kıcı Mesutalanı Sarıcayukarı

Page 2:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

GÜRSEL YILDIRIMMESUDİYE AĞZI

DERLEME ÇALIŞMASI

Adres: Kuğukent Sitesi E-1 Blok No:6Karşıyaka Mah. 52200 ORDU

Tel: 0452 233 01 59Cep: 0537 395 09 96

[email protected]

1

Page 3:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

Torunum OZAN ARDA’nın anısına …

ORDU / 2006

SEN SÖZ GİBİ GÜZELDİN

SEN TÜRKÜ GİBİ ÖZELDİN

HEM VARSIN ARAMIZDA

HEM YOKSUN

YOKLUĞUN VARLIĞIMIZLA

BİLEYDİN

2

Page 4:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ÖZGEÇMİŞ VE …

Babamın memur oluşu, geçim nedeniyle gurbete çıkan Mesudiyeliler için ortak bir öykü. Ailenin diğer bireyleri gibi bende bu öykünün bir parçası olarak Giresun / Görele’de 08.03.1945 tarihinde doğdum. İlkokulu Fatsa’da, Ortaokulu Ünye’de, Öğretmen Okulu’nu Perşembe’de bitirdikten sonra 1963’te Siirt’te öğretmen olarak göreve başladım. Sonra Sivas, Ordu, Kastamonu, Ordu’da görev yaptım. Gönül bağımın kopmadığı ilçem Mesudiye ve köyüm Yukarı Gökçe’yle ilgili olarak sürekli araştırma, inceleme yaparak dosyalar hazırladım. Yerel gazetelerde yazdım. Sivil toplum kuruluşlarında görev aldım. Ordu Mesudiyeliler Derneği ve Atatürkçü Düşünce Derneği kuruculuğunu yaptım. Evliyim. Üç çocuğum var. Köyümle ilgili olarak “Faldaca” adlı kitabımı yayımladım. Bu kitapta, köyümün tarihsel, sosyal, kültürel ve soyağacı geçmişini sergiledim. Gelecek kuşaklara önemli bir kaynak sağladığımı sanıyorum. Bu kitabımla Mesudiye yöresinin sözel kaynağına bir parça girerek, yaşadığımız toprakların kültür / dil yapısını ortaya koymaya çalıştım. Çünkü dilimizin otantiğini bildiğimiz oranda geçmişimize doğru yolculuk yapabileceğimizi düşünüyorum. Bu nedenle sözcük seçimini, Mesudiye ağzında kullanılanlarla yaptım. Alfabetik sıralamasında da bu kurala uymaya çalıştım. Bana destek veren tüm kişi ve kurumlara teşekkür ediyor, sağlıklar diliyorum.

3

Page 5:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

HARF İNKİLÂBINDAN SONRA KARADENİZ HAVALİSİ MEBUSLARININ VAPURLA, YENİ HARFLERİ VATANDAŞLARA ÖĞRETMEK ÜZERE SEÇİM BÖLGELERİNE GİTMELERİ ESNASINDA ÇEKTİKLERİ TELGRAFA CEVAP (14 EYLÜL 1928, REŞİT PAŞA VAPURU)

Rize Mebusu Ali (Zırh), Karahisar Mebusu Mehmet Emin (Yurdakul), Kars Mebusu Ahmet (Ağaoğlu), Artvin Mebusu Mehmet Ali (Okar), Giresun Mebusu Kâzım (Okay), Samsun Mebusu Rana (Tarhan), Tokat Mebusu Bekir Lûtfi, Ordu Mebusu Recai, Samsun Mebusu Adil (Okuldaş)

İdealist arkadaşlarım; büyük milletimizi irşat için Karadeniz’in dalgaları sinesinde beni, aciz arkadaşlarınızı hatırladığınızdan çok mütehassis oldum. Cümleniz için millete nafi olmanızı temenni ederim. Aynı dalgalar içinde sizi de karanlık gecenin milletimiz için nur saçan rehberleri olarak takip ediyorum. Muvaffakiyet.

Gazi Mustafa Kemal

Kaynak: Yazı Devriminin Öyküsü Sami N. Özerdim Cumhuriyet Gazetesi yayını

SÖZCÜKLERİrşat: Doğru yolu gösterme.Sine: Göğüs.Mütehassis: Duygulanmış.Aciz: Güçsüz (burada, alçakgönüllü sözü)

Cümleniz: Hepiniz.Nafi: Yararlı.Rehber: Önder.Muvaffakiyet: Başarı.

4

Page 6:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ORDU İLİ VE YÖRESİ AĞIZLARI (Doç. Dr. Necati DEMİR)

Ordu ili ve yöresi ağızlarının bu genel özelliklerinin yanında kendi içerisinde de bazı farklılıklar gösterdiği yaptığımız inceleme ve gözlemler neticesinde ortaya çıkmıştır. Çeşitli sebeplerin ortaya çıkardığı bu farklılıkların değerlendirilmesi sonucunda bölgenin üç ağız yöresinden oluştuğu tespit edilmiştir.

1) Ağız Yöresi: Ordu ili merkezi ve merkez ilçeye bağlı köyler, Gülyalı, Kabadüz ve Ulubey ilçelerinin tamamı...

I. Ağız Yöresi: Fatsa, Ünye, İkizce, Çaybaşı ilçelerinin hemen hemen tamamı ile Perşembe ilçesinin Gürgentepe’den Çaytepe’ye çekilecek bir çizginin batıda kalan bölümü, Çamaş ve Çatalpınar ilçelerinin kuzey kısımları...

II. Ağız Yöresi: Mesudiye, Aybastı, Gölköy, Gürgentepe, Kabataş, Korgan, Kumru, Akkuş ilçelerinin tamamı ile Çamaş ve Çatalpınar ilçelerinin güneyinde kalan bölgeleri bu ağız yöresini oluşturur. Bu yörenin genel özellikleri şunlardır:

1. Şimdiki zaman teklik birinci şahıs çekimi genellikle “–yom” ile yapılmaktadır (geliyom, alıyom, koşiyom...). Üçüncü teklik şahıs eki ise “-yo” şeklinde telaffuz edilmektedir (geliyo, varıyo, geziyo...).

2. (ń) sesi bu yörede seyrek de olsa duyulur (donuz, geliyon, bana...). (Not: “ń” sesi, damaklı geniz ünsüzü olarak çıkar.)

3. Ön seste bulunan “k” ve “g” ünsüzleri, yanlarında bulunan yuvarlak ince ünlüleri (ö,ü) kısmen kanlınlaştırır (o,u) ve ünlü uyumsuzluğuna sebep olur. (güzel-gozel, köy-kóy güneş-gúneş...) (Not: “ú” sesi yarı kalın, yuvarlak, dar, u-ü arası ünlü sesi olarak çıkar.)

4. Gelecek zaman eki –ecek bünyesinde bulunan “k” veya “ğ” sesi düştükten sonra bir önceki ünlü hem kalınlaşır, hem de uzun telaffuz edilir. Dolayısı ile kelimede kalınlık-incelik uyumsuzluğu ortaya çıkar. (gelicàm, gedicàm, gezicàm...) (Not: “à” sesi, normalden uzun “a”sesi olarak çıkar.)

5. GİTMEK fiili birinci ve ikinci ağız yörelerinde GİTMEK şeklinde söylenirken bu ağız yöresinde genel olarak (getmek) şeklinde karşımıza çıkar. (Not: “é” sesi yarı geniş, düz, ince e-i arası ünlü sesi olarak çıkar.)

6. Çokluk birinci şahıs istek ve emir bu bölgede çoğunlukla –ak, -ek’tir (alak, gezek, görek...).

5

Page 7:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

7. Bu yörede zaman zaman rastlanan bir –k*-h sızılaşması da söz konusudur. Çok genel olmayan bu değişme, birinci ve ikinci ağız yörelerinde hemen hemen hiç duyulmaz (ahşam, sahalla, yuha...).

6

Page 8:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

TÜRK DİLİNİN ETİMOLOJİ SÖZLÜĞÜ - İSMET ZEKİ EYÜBOĞLU SOSYAL YAYINLAR BABIALİ CAD. No: 14 İst. (0212 528 33 14)

...Dil çalışmalarını doğru ve tam yapmak kişinin değil kurumların işidir. Ancak kişiler yaptıkları çalışmalarla yardımcı olabilirler. Köken bilim araşırmalarının metodik bir dayanağı ve kuralları olur. Ayrıca uzun yılları gerektiren bir çalışmayla istenilen nitelikte sözlük ortaya konabilir.

Dillerin değişik ağızlara ayrılması ve başka anlamda sözcükleri kapsaması tüm Dünya dillerinde görülebilen bir olaydır. Bu durum yaptığımız çalışmada da kendini göstermektedir. Anadolu halk ağızlarından bölgemize mahsus bir çalışmayı ortaya koydum. Ancak eksiksiz bir ürün ortaya koydum, diyemem. Hatta dilbilim açısından tartışılabilir. Niyetim bu dil çalışmasını yaparken birtakım kültür varlıklarını da sergilemek, onlara sahip çıktığımızı göstermekti. İnanıyorumki Mesudiye doğası hala otantik doğasını korumaktadır. Mesudiye’yi tanımak için yerleşik halkın ağzını da bilmek gerekir. Mesudiye tarihi, bu bölgeye yerleşmiş insanların dillleriyel özdeştir. Yaptığım çalışmamda, bu öngörüyü ortaya koymak istedim. Sözlükte kullanılan sözcükler, doğrudan halkımızın ağzından derlemedir. Dilbilgisi açıısndan yazış yanlışlıklarını anlayışla karşılamınızı isteyeceğim.

Dillerin ayakta durmasını, yaşamasını ve yayılmasını sağlayan yazıdır. Yazı kullanılmadığında da dil, belli alanlarda kalır ve ömrünü sürdüremez. Bundan dolayı bölgemize çok eski dönemlerde yerleşmiş halkların ancak varlığını biliyor, dillerini ise bilmiyoruz. Ancak Sümer, Eti, Roma/Grek, Bizans/Hellen, Selçuklu, Osmanlı, Cumhuriyet dönemi yazılı belgelerle dilimizi ortaya koyuyoruz. Halen konuştuğumuz dilde, yukarıda sıraladığım dönemlerin sözcükleri vardır. Birbirinden etkilenmiştir. Böylece ortak kültürümüzü de oluşturmuştur. Bu Anadolu kültürüdür. Herhangi siyasal, ideolojik yapıya dayandırılması mümkün değildir. Bu dilin tanımı da Anadolu Türkçesi diye tanımladığımız Türk Dili’dir.

Bölgemizde kullandığımız bazı sözcükler, insnaların ticaret-iş ilişkisi nedeniyle Batı dillerinde; bazı sözcükler bu bölgenin kadim halkı olan Rumlardan ve başka halklardan, Ermenilerden; bazı sözükler egemenlik sürmüş Araplardan ve Farsçadan; bazı sözcükler Doğu Karadeniz yöresine kadar uzanmış Moğolcadan ve binlerce yıl bu

7

Page 9:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

toprağın yerleşik halkı Türk boylarından gelerek; bazen ayrı ayrı, bazen karışıp ortak bir yapıda oluşarak, bazen kendi varlığını sürdürerek günümüze değin gelmişlerdir. Bu sözcüklerin kaynağını, yapabildiğim araştırmalarla ortaya koymaya çalıştım. Yöntem olarak, kullandığımız sözcüklerin dilbilgisiyle ilgili açıklamalar yapıp okuyucumun kafasını karıştırmak istemiyorum. Onun için özellikle sözcüklerin Mesudiye kullanılışını/ağzını yazmayı ve anlamlarını sergilemeyi hedefledim. Bu konuda İ.Zeki Eyüpoğlu’nun görüşüne aynen katılıyorum...”Kimse, konuştuğu dilin bütün inceliklerini biliyorum diyerek, dil alanında kendini yetkili saymamalı. Yetkiyi veren yalnızca bu alanda tüketilen emek, sağlanan başarıdır. Dili bir sorun, dahası bir varlık sorunu olarak görmeyen kimsenin b alanda söyleyecekleri duygusal karşı çıkışlardır. Dilin korunması, onunla yaratıcı olmayı, ürün vermeyi, geliştirici bir atılımla ilerlemeyi gerektirir. Eski alışkanlıkların etkisinde kalarak dilde üretici olmayı engellemek, dili savunmak değildir. Dili savunmak, dilin yapısı gereği yapılacak olanı bilmektir...

Dil, kişinin ne olduğunu, hangi kaynağa bağlanması, hangi topluluktan sayılması gerektiğini bildiren en saygın, en sağlıklı kanıttır. Kişi konuşup yazdığı dilin dışında değil, içindedir. Yeterki onu görecek göz, kavrayabilecek anlayış yeteneği ola...”

8

Page 10:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

TÜRKÇE-PONTOSCA/RUMCA SÖZCÜKLER

Türkiye’de kendini Pontoslu olarak tanımlayan herhengi bir etnik grup olmamakla birlikte, Yunanistan’da, Kafkasya’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan Pontuslularla aynı dili konuşan, benzer gelenekleri hala sürdüren bir grup mevcuttur. Bu grup, Eski Elence’nin Pontos diyaleği olan yöre halkının Rumca olarak adlandırdığı bir dili halen konuşmaktadır.

Trabzon’un ve dolayısıyla Karadeniz’in fethinden sonra bölgede başlayan İslamlaşma süreci sonunda ilginç dinsel gruplar oluşmuştur. Türkçe konuşan ama Grek alfabesiyle yazan ve okuyan Hıristiyanlar olduğu gibi, Rumca konuşan ve Grek alfabesi kullanan Rumlar varlıklarını koruyabilmişlerdir. Bunun yanında Rumca konuşan ancak müslümanlaşan ve Arap alfabesi kullanan gruplar meydana geldi.

Amasyalı coğrafyacı Strabon (M.Ö. 63-M.S. 21) Geographika’sında “Pontos Eukseinos’un her tarafı, keza Propontis ve diğer birçok bölgeler Miletoslular tarafından koloniye edilmiştir.” diyor. Büyük bir olasılıkla Miletliler Pontos kıyılarına geldiklerinde hiçbir zorlukla karşılaşmamış, yerli halklar tarafından dostça karşılanmışlar...

Pontos’ta kolonileşen Miletliler kimlerdi, nereden gelmişlerdi? “Miletliler, Miletos denilen, Batı Anadolu’da, Ionya bölgesinin güneyinde, Meandros (B. Menderes) ırmağının ağzında kurulmuş kentte ikamet ederlerdi.

Strabon ve diğer kaynaklardan Mithridat (Pont Kralı) zamanında Pontos Krallığındaki idari taksimatın şu şekilde olduğu anlaşılıyor:

1. Bölge 2. Bölge3. Bölge: Kelkit/Yukarı Fırat arası dört bölge: Orbalisen, Autulane, Orsen, Orbisen4. Bölge: Sahil kısmı sekiz bölge: Batı Sahil Paflaganyası (Amostris/Amasya), Doğu Sahil Paflaganyası (Sinop), Cazelonitid, Saramen, Themiskyra, Sidon, Tibarenia (Farnakia/Giresun), Sannika (Trabzon)

(S. Yerasimos/Milliyetler ve Sınırları) Diğer bir hatamız “Pontos” denen dilin Yunanca olduğunu kabul etmemizdi. Hakikatte ise, Pontos Rumcası denen dil yalnızca Karadeniz yöresine mahsus özel bir dildir. Bu dil, içerisinde Yunanca szcüklerin yanında sayıları 600

9

Page 11:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

civarında olan Türkçe sözcükler ve aynı oranda da kökenlerini bilinmeyen sözcükler ve Arap, Fars, Lâtince sözcükler barındırır.

Karadeniz bölgesinde Yunan unsurunun olmadığına bütün kalbimle inanıyorum. Fakat, ne yazıkki, Rum sözcüğünden Yunan/Hellen anlamını çıkaran yetkili ve yetkisizlerimiz yörede asırlardan beri yaşayan Hıristiyan Türklere hıyanet etmiş olduklarının farkında bile değildir.

Pontos’un tarihi uzun vadede, farklı etnik kökenlerden gelen, İskender İmparatorluğu döneminden Komnenler İmparatorluğu dönemine kadar Hıristiyanlaşan ve büyük ölçüde Helenleşen, daha sonra Osmanlı yönetimi altında İslamiyeti benimseyerek büyük ölçüde Türkleşen (Osmanlıda Türk=Müslüman) ve 19.yy’da ulusal ideolojinin etkisiyle dini bölünmelerin etnik bölümlere dönüşen hakların tarihidir.

ÖMER ASAN / İLYAS KARAGÖZ

10

Page 12:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

SONUÇLAMA

Bölgemizin tarihini, bu kitapta ayrıca açıklamaya gerek yok. Başka bir araştırma konusudur. Bölgemize M.Ö. 3000 yılından itibaren yerleşen halkların kültürel/sosyal/ekonomik/tarihsel kaynaşmalara uğrayıp bugünkü kültürümüzü oluşturdukları açıktır. Bu kaynaşmaya asıl neden, elbette tarihsel olaylardır. Dil de bu oluşumdan etkilenerek yöremizde kullanılan yapıya ulaşmıştır. Bu yapı, bölgemize yerleşen toplulukların, geldikleri yerden taşıdıkları ve burada karşılaştıklarıyla kaynaşarak oluşmuştur. Ancak unutmayalım ki, bu yapı, Türk birliğinin anaunsuru öğelerden Türkçe’den ayrı değildir. Türkçe’nin işlek olarak kullanılan bir ağzıdır.

Bu ağız derlemeleri sırasında belirleyebildiğim bazı sözcüklerin Rumca, Arapça, Ermenice, Grekçe, Rusça, Farsça kaynaklı olması, yöremizin tarihsel oluşumunun ne denli uzun süreyi kapsadığını ve yöremizin hangi uygarlıklara beşiklik ettiğini gösterir. Bilgi vermek ve farklılıkları belirtmek amacıyla, bu tür sözcüklerin önünde açıklamalarda bulunulmuştur.

Yöremizde konuşulan sözcüklerin, İstanbul lehçesine göre değişimi, Türk ağızlarının değişik söylenişlerinden kaynaklanmaktadır. Belirgin veya fark eden değişimi, yöremiz ağız özelliğine göre şöyle açıklamak mümkün: A/O/U seslerinin ertesinde Ğ sesini sezdiren üretici bir yansıma vardır. Yani bazen A derken Ğ sesini de sezmeden söyleriz. Çoğu sözcüklerimizde de bu anlayışa bağlı olarak Ğ sesini yutarız. Daha doğrusu Ğ sesi düşmüş olur. Yine; A sesinin önünden/ardından gelen K sesini G,Ğ veya H sesine dönüştürdüğümüz çok görülür. Örnekler: Akıtmak/Ahıtmak; Akşam/Ağşam; Aktı/Ahtı; Kazma/Gazma; Kavurga/Gavurga; Kevük/Gevük/Gevüh; Cıvık/Cıvıh... Görülüyorki kullandığımız sözcükler çokluk, A sesinin yapısına dayanıyor. K, G, Ç, C, Ğ, H, Ö, E, U, Ü sesleriyle değişme, dönüşme oluyor. Türkçe olmayan sözcükleri de kendi ağzımıza uydurmada dil yeteneğimiz ortaya çıkıyor. Bu çalışma sırasında, yöremiz ağzından kullanılan sözcükleri ve özlü sözleri sergilerken, ifade ettikleri tarihsel bilgileri de belirtmiş oldum.

Çalışmamın ana çıkışı Tuncer Uzun, Şükrü Yaman, Mesude-Mehmet Tuncalı’nın derlemeleridir. Bu kaynağımı sözlük ve diğer yayınlarla şekilllendirerek sizlere sunma sürecine eriştim. Muhakkakki noksanlıklarım, belki de yanlışlarım vardır. Ben bir pencere açtım. Artık

11

Page 13:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

bu pencereden başka bakışların kendisini sergilemeleri gerekmektedir. Yine, özellikle her yıl dramatik bir şekilde yaptığımız Kurultayımızda kültürel yanımıza önem verilerek yöremizin bu pek bilinemeyen varlığını ortaya çıkarmak, bu yöndeki çalışmalara da destek olmalıyız.

Bu kitapla ilgili öngörülerinizi her zaman bekliyorum. Amacım, Mesudiye için herşeyi yapabilmektir. Kitabın düzenlenmesi, yayınlanması sırasında bana kaynak olan ve yardımlarını esirgemeyen tüm kurum ve kişilere teşekkür ediyorum.

Saygı ve sevgilerimle.

GÜRSEL YILDIRIMMAYIS 2006ORDU

12

Page 14:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

YARARLANILAN KAYNAKLAR

1) Divan-ül Lûgat-ül Türk / Kaşgarlı Mahmut2) Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi / TDK Yayınları3) Türk Dil Kurumu Sözlüğü4) Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü / İsmet Zeki Eyüboğlu5) Osmanlıca/Türkçe Sözlük / Ferit Develioğlu6) Ordu İli ve Yöresi Ağızları / Doç Dr. Necati Demir7) Ordu/Mesudiye Gazetesi Arşivi8) Mesudiye Kurultayı Yayınları9) Mesudiye Kitabı/Mithat Baş

10) Pontos Kültürü / Ömer Asan11) Mitelojide Doğu Karadeniz / İlyas Karagöz12) Doyma Noktası / Sema Kaygusuz13) Tuncer Uzun’un Derleme Çalışmaları14) Şükrü Yaman’ın Derleme Çalışmaları15) Mesude-Mehmet Tuncalı’nın Derleme Çalışmaları16) Faldaca / Gürsel Yıldırım17) Ordu Mesudiyeliler Kültür ve Dayanışma Derneği

13

Page 15:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

A: Türk ABC’sinin ilk sesi, doğal seslerin yansıltılmasında, sözcük köklerinin oluşmasında A/O/U bağlantısı içinde, gelişen, ağızdan çıkarken (Ğ) sesini sezdiren üretici bir yansıma: A sesi, yapısı, ağızdan çıkışı, oluşumu gereği Ğ sesinden ayrı tutulamaz; A’nın ardından “Ğ” sesinin; kapalı bir ses düzeni içinde gelmesi doğaldır, kaçınılmazdır. Nitekim A derken Ğ sesini de söyleriz, bunu sezmeden yaparız...A sesinin ardından onu bütünleştiren “Ğ” sesinde sürekli bir dönüşme, değişme görülür. “G, H, K” sesleriyle “Ğ” sesi eş kökenlidir, birbirinin yumuşaması, kalınlaşması sonucudur. ÖRN: akşam-ahşam-ağşam/akıcı-ahıcı/akmak-ahmak. Verilen örneklerde “A” sesinin ardından gelen “Ğ, H, K, G” seslerinde dönüşme oluyor. ÖRN: akdı-aktı-ahtı.

ABA: Yünden dövülerek yapılan kalın ve kaba kumaş. ABARA: Toprak, kum, saman elemek için kullanılan iri delikli

kalbur. ABANMAK: Eğilerek bir şeyin, bir kimsenin üzerine kapanmak.

Zorlamak. ABLAK: Yayvan ve dolgun yüzlü olan. ABRAŞ:

1) Biçimsiz (adam). 2) Alaca benekli at.

ABRUL: Nisan ayı. APRİL (Rumca); NİSAG (Sümerce) ABRULUN BEŞİ/ ABRUL FIRTINASI: Bu tarihte genellikle

Abrul fırtınası diye tanımlanan bir fırtına olur ve beraberinde kış mevsimini geri getirir. Bunun için halk ağzında “Korkma zemherinin kışından/ Heder eyle Abrul beşinden/ Öküzü ayırır eşinden” şeklinde bir söz derlemesi vardır.

ABU/ABI/ABAH(!): Şaşma sözleri. ABU-ECİM: Abla. ACIGICI: Labada. Kuzuların pek sevdiği mayhoş bir ot. Yabani

soğan.

14

Page 16:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ACI KABALAK: Bir çeşit ot olpu zeytinyağı ile karıştırılarak ağrı ve sızı duyulan yere sürülür.

ACIMUK/ACIMIK/ACIMUH: Acımsı, karamuk. Peygamber düğmesine benzeyen bir çeşit ot.

ACINA OSMAK: Çok acıkmak. ACIYONCA: Koyu yeşil ve küçük yapraklı bir çeşit ot olpu,

hayvanlara çok yarar, ekin tarlalarında bulunur. ACUK-H: Azcık. ACCUK-H ACUMAK: Tadı acı duruma gelmek. AÇAR: Anahtar. AÇARUK: Fakir, karnı aç, hiç tutarı olmayan. AÇKICI: Baklavalık, böreklik hamur açan. AÇKU/AÇKI: Açma aracı. Anahtar. Yufka açarken kullanılan

ince,uzun, silindir biçiminde değnek. AFAL AFAL: Şaşkın şaşkın. AFARA: Harman yerindeki hububatın taş ve toprakla karışık

kalıntısı. AFARTAFUR: Çalımlı, afi. AFAT: Büyük felaket. Bela. AFGURMAK/AFKIRMAK/AFKURMAK/AFURMAK:Köpek

havlamasını bildiren sözcük. ÖRN: “Karşıdan afgurma” (Boşuna söylenme, sözünün değeri yok.)

AFURMAK: Söylenmek, boşuna (başkasına karşı) bağırmak, kötü konuşmak.

AGUR (Divanü Lügati’t-Türk): Ahır (Bakınız SIPAGUR). Yem torbası.

AĞ EKMEK/FALDACA SOMUNU: (Derleme öykü) Bir Türk, bir Rum kavile tutuşmuşlar. Leylekler gelince kimin bacasına konacaklar diye. Rum’un bacasına konmuş. Türk koca öküzünü vermiş ama birkaç gödük buğday istemiş. Rum’un Manahos’ta yetişen buğdayı iyiymiş ve iyi ekmek oluyormuş. Türk koca Rum’dan aldığı buğdayı değirmende öğütmüş. Eve götürmüş. Hanımından ekmek yapmasını istemiş. Hanımı unu yuğurmuş, somun yapıp fırına sürmüş. Pişince eve getirip yemeye başlamışlar. Ancak adam beğenmemiş. Rum karısının yaptığı gibi olmuyor demiş. Kalkmış, Manahos’a çıkmış. Rum’a sormuş: “Benim ekmek aynı buğdaydan ama sizinki gibi ağ somun olmuyor, niye?” diye. Rum cevap vermiş: “Gel, şu içeri bak. Şu sarı gelini görüyor

15

Page 17:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

musun? Ben sana ağ buğdayı verdim ama sarı gelini vermedim. Marifet onda.” demiş. (Bak Faldaca Somunu)

AĞ YONCA: Bir çeşit yaban otu. AĞARIK. Ağaruk : Aklanmış, rengi solmuş. AĞBULUT: Yağmur getiren bulut. AĞÇİK/AHÇİK: Bir halk söylencesinden çıkan ve bir

Ermeni/Rum kızına sevdalanan bir Türk delikanlısının öyküsünü anlatır. Türk halk müziği arşivinde Erzincan yöresine ait olduğu söylenir. Ancak bu türkü Yukarı Gökçe köyü Manahos’taki Rumlar tarafından söylendiği köy halkından Dürdane Tuncer tarafından anlatılmıştır. Anlamı “sevgili” demektir.

Ağçiği yolladım urum elineEser badı sabah zülfün telineGel seni götürelim islam ilineAman ağçik, civan ağçikBaşımı sevdaya saran o ağçik

AĞDIRMAK/AVDURMAK: (Ölçüde) ağır gelmek. AĞIL/AĞAL (Farsça): Hayvaların (genellikle koyun, keçi gibi

küçük baş hayvanların) gecelediği, çit veya duvarla çevriliyattığı yer. AGIL (Divanü Lügati’t-Türk): Koyun ağılı. Oğuzlar arasında bu sözcük “koyun pisliği” anlamına gelir.

AĞIRŞAK/AĞARŞAK: Dönerek yükselen, takıldığı iğin hızlı dönmesiyle yünün eğerilmesini sağlayan araç. Tarama Sözlüğü: İplik eğrilecek iğe takılan tahta yuvarlak. Anadolu ağazında AĞŞAK, AHIRŞAK, ARŞAK, EKERCEK gibi söylenişleri vardır. Anadolu’da 16. yy’dan itibaren kullanılmaya başlanmıştır.

AĞKURU/AVKURU: Çapraz. Verev. Aykırı. AĞRU/A-KURU: Düz,doğru (ca) gelmek. AĞKURU/AĞHURU: Altı üstü pişmeyen çörek,börek. A (Ğ) NAT: Anlat. A (Ğ) ŞAMCA: Akşam olunca. Akşamleyin. AĞLAMSUH-K: Ağlamaya yakın durumda olan.Varayoğa

ağlayan.Sulugöz. AĞRO ( Rumca) Yabani. AĞUNUN DİBİ: Beddua anlamında kullanılır. AĞYEL: Lodos. AHA. AHACUK: İşte, burada.

16

Page 18:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

AHBUN(ErmeniceAHBUN): Gübre.AKBUN/AHPİN ( Rumca) Hayvan Gübresi.

AHBUN TARLA: Ev yerine en yakın tarla. AHBUN-AKBUN-AHBIN-AKBIN (Ermenice) gibi söylenişleri vardır. Gübre, özellikle sığır-koyun gübresi anlamındadır.

AHIR: Büyük baş hayvanlarının barındığı kapalı yer. AHLAT: (Akhrados): Yaban armudundan akrad/ahlat. Dilimize

Anadolu’da konuşulan Rumca’dan girmiştir. ÇÖĞÜR adıyla da anılır. Olgun meyveleri yaze halde veya kurutulduktan sonra yenir.

AHLAT ANLATISI: Meletli ile Cenikli askerde arkadaş olmuşlar. Yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor. Asker arkadaşlığını bilirsiniz, unutulmaz. Ömür boyu sürer, anımsanır ve her yerde anlatılır. Bu iki arkadaşın askerlik günleri bitmiş, ayrılık günü gelmiş. Birbilerine söz vermişler. Dostlukları devam edecek ve ileriki yıllarda birbirlerini ziyaret edecekler. Günler geçmiş. Ceniklinin aklına askerlik arkadaşı gelince düşmüş Melet’in yoluna. Arkadaşını köyünde bulmuş. Yer evi, yoksulca bir görünüm ama müthiş bir sevgi. Kıyıda köşede saklanmış bal, yumurta, kaymak, köy ekmeği çıkarılmış, yenilmiş. Ertesi gün sarılıp ayrılmışlar. Günler geçmiş Meletli harmanını toplamış, kış hazırlığını görmüş, niyeti Cenikli arkadaşını ziyaret etmek. Heybesine biraz azık koymuş düşmüş yola. Sora sora arkadaşını evini bulmuş, bahçe kapısından seslenmiş. Pencereden bakmışlar, yoksul gürünüşlü bir kişi. Cenikli “Bu benim asker arkadaşım” demiş. Demiş ama hanımına beğendirememiş. Evde konaklamasına razı edememiş. Cenikli boynu bükük arkadaşını karşılamış, kemküm etmiş. Meletli meseleyi anlamış. “Ben bu gecelik samanlıkta yatarım” demiş. Yemek olarak verilenleri yutkuna yutkuna yemiş. Yatmış, uzanmış. Sabah olmadan uyanmış ve düşmüş dönüş yoluna. Yürü yürü yol bitmiyor. Karnı acıkmış, sırtındaki heybesi aklına gelmiş. Heybenin gözlerini yoklamağa, eliyle diplerine kadar gezdirmeye başlamış. Dipte kurumuş bir ahlat bulmuş. Sevinmiş. ahlatı eline alıp yönünü Cenike doğru dönmüş, şu dizeyi okumuş:

Cansın boz ahlat, cansınMeletliyi kıştan yaza çıkaran sensizSenin bir taneni, bin Cenikliye değişirsemKıblem böyleyken böyle olsun

AHLATLAR KEL BAĞLADI: Yöremizde nisan-eylül ayları özellikle sisli ve yağışlıdır.Bazen beklenmedik don olayı olur ve

17

Page 19:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

meyvelere zarar verir.çoğu kez güneşibile görmek zordur.Halbuki doğanın yeşerip çiçeklendiği,çiçeklerin meyveye dönüştüğü ya da olgunlaşan meyvelerin derlenmeye başlanacağı günlerdir bu günler.İklimin uygunsuzluğu bitkiler kadar insanlarda da olumsuzlzğa neden olur. Doğadaki canlılığı yaşayamamanın sıkıntıları kendini gösterir. Bitkiler olgunlaşamayıp cücek kalır.Yöremizde çok sevilen ahlat meyvasının belirtilen nedenlerle büyüyememesi ya da olgunlaşamaması üzerine yakınma ifadesi olarak “Ahlatlarımız kel bağladı, yeter artık”anlamında söz söylenir.

AHMAK ISLATAN YAĞMUR: Hafif yağan yağmur. Çakal yağmuru.

AHMAK: Derek, semelek, sümsük, vazalak (h), zırlak. AHRETLİK: Sadıç, dost değerinde arkadaş. AKINDIRIK/AYKUNDURUH/AKUNDURUH/AK-

UNDURUK:Çamsakızı. Reçine.AYKINDURUK. AKINMAK/AYHINMAK: Kayma. AKSI/AKSİ:Tersi,diğeri. AKITMA: Kimi hayvanların özellikle atların alınlarında bulunan ve

burunlarına doğru uzanan beyaz leke. AKRAN: Yaşça denk, boydaş.AHRAN. ALA HEY ÇEKMEK: Yöremizde halk oyunları oynanırken

oyunun ve davul zurnanın en heyecanlı yerinde bağırmak. Ekin biçerken keyiflenip ünlemek.

Yöremizde ekin biçilirken söylenegelen bir ünlemeyi şöyle yazabiliriz:Irgattan bir kişi : YATMIŞLARBütün ırga : YAĞI BALA KATMIŞLARDeğişik bir kişi : ÜÇ GÜZEL ÖPMÜŞLERBütün ırgat : NEREDEIrgattan bir kişi : ŞU KARŞIKİ IRGATTABütün ırgat : ALADA HEY HEYSonra karışık şekilde zılgıt çekilir:YU Hİİ..Hİ..HU..Karşıki ırgata sıra gelir ve böylece devam eder.

ALABALIK (Alag-Balık): Moğolca alak, değişik boyalı, renkli anlamına gelir. Türkçe’de G sesi düşerek ekler alınca “derisi kızıl çizgi mavi pullarla örtülü tatlı su balığı” anlamına gelir.

ALACA: Kötü huylu adam olmak. ÖRN: Hayvanın alacası dışında, insanın alacası içinde.

ALAF: Hayvan yiyeceği.

18

Page 20:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ALALAMAK: Çizgilerle, renklerle bezeyerek güzel duruma getirmek. Maskelemek. Kamufle etmek.

ALAMUH-K: Yakıcı, bunaltıcı hava. Bungun. Umuk ALAN:Türkçe “Düzlük,ova,orman içindeki açıklık”anlamına gelir

ama bazı yer adı olarak Kafkas kavimlerinden Oset ve As kavminin ataları olan Alanlar’ın adı olarak ta geçmektedir. Bizans döneminde bu kavmin Anadolu’ya gelerek yerleştiği bilinir.

ALASEFİYE: Rastgele, üstünkörü. ALATAV: Toprağın yarı yaş yarı kuru olma durumu. Az tazlı. ALBASMA/ALBASTI: Doğum sırasında lohusanın tutulduğu

ateşli hastalık. ALDAK: Hile. ALDAK VERMEK:Karşısındakini kandırmak,yanıltmak ALEKSİ/(A)LEKSİ: Yokluk anlatımında kullanılan söz. ALIÇ (Farsça: ELÜÇ)/ALUÇ: Gülgilllerden kırlarda yetişen

yabansı bir ağaç ve onun yemişi.(Divanü Lügati’t Türk):Sarı erik. ALIK/ALUK: Söylenen sözden veya davranıştan alınan. ALKARASI: Lohusayı, bebeği boğmaya çalıştığı sanılan düşsel

yaratık.ALKARISI ALKURU: Düz doğruca gelmek. ALLAME: Çok bilgili. ALLAME KESİLMEK: Konuşulan

konuda bilgili olduğunu savunmak. Bilmediği halde her şeyi bilir görülmek.

ALMA/ALMILA (Oğuz lehçesi-Divanü Lügati’t-Türk): Elma. ALUTA: Tehlikeli yer. Zarar verebilecek yön. AMARAT: Marangoz ve çiftçi araçlarının tamamı AMAN (Rumca). AMAN.Yardım isteğini ya da bir suçun

bağışlanılması istenildiğini anlatır. AMBAR/ANBAR: Zahire konulan yer. AMCA: Babanın kardeşi. Babanın (-ca) eki nedeniyle küçük

kardeşi anlamına gelir. Eskiden EMMİ (amca), EMMİZADE (amcaoğlu), AMUCA-EMİCE söylenişleri vardı.

ANAA: “Hayret etme”yi ifade eden ünlem. ANAÇ: Suyun değirmen oluğuna girmeden önce toplandığı gölet.

Suyun ana kaynağı. ANADAN-GÖDEN: Çırılçıplak. ANADUT: Rumca ANADONTİS (dişli, kıvrık dişli)’den

ANADOTİS/ANADOT/ANADUT şeklini almıştır. Harmanda sap, demet, deste atmak için üç parmaklı ekin savurma aracının adıdır.

19

Page 21:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

Anadolu Türkçesi’ne Anadolu’da yaşayan Rumca’dan geçmiştir. Açıklama: DONTİS (diş) ANA (yukarı, uç) ANADONTİS : Ucu dişli olan. ANADOT-ANADUZ-ANNADUT: Halk ağzında dirgen, yaba.

ANAKTAR: Anahtar. ANASINI BELLEMEK: Sövgü sözü. ANCA/ANCAK: Şimdi, az önce. ANCAP: Ahlattan büyük meyve. ANDIR: Miskin, kötü. ANDIRGALA/ANDIRKALA: Bezginlik ifade eder. Ellere kalma.

Olmaz olsun. ANDIZ: Meşru olmayan çocuk. ANGUT: Kafası çalışmayan, avanak.ANGILT. ANIK/ANUK/ANUH: Nane.Yemeklere koku vermek için

kullanılan dağ reyhanı,kekik,nane gibi kokulu bitki türlerine verilen genel ad.

ANIZ: Firez. Ekin biçildikten sonra toprakta kalan köklü sap. Ekin biçildikten sonra sürülmemiş tarla (Anıza bırakmak). ANIZ BİÇMEK: Kalan kökleri ve tarla kenarındaki otları biçmek. ANIZ YAKMAK: Kalan sapları yakmak (Yanlış bir davranış).

ANLAHLAMA: Karşısına geçip bakma. ANNAK-H: Görülebilen yer. ANNAKLAMAK: Gözle uzaktan gözlemlemek. ANNAŞMAK: Anlaşmak. Bir konu hakkında fikir birliğine

varmak. ANNELERİN BAHARI

Anneler içinde neşeli sendin Bizi büyüterek kaderi yendinSizden birgün ayrılırım derdinBenim hasretine yandığım annemVer demedin, yok demedin yemek pişirdinKarda, kışta suya gider üşürdünBize fıkralar söyler gülüşürdünBenim hasretine yandığım annem (Adile Yeniçerioğlu)

ANŞA: Ayşe’nin yerel söylenişi. APAZ: Bir avuç dolusu (buğday). ARABAYA KOŞMAK: Çift sürmek yada odun taşımak için

kullanılan arabanın boyunduruğuna bir çift öküzü geçirmek. ARAFA/ARİFE: Bayramdan önceki.

20

Page 22:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ARALIK EKMEĞİ: Tarlada çalışırken asıl öğünün arasında yenen yemek. Genellikle ekemk ve ayrandan oluşur.

ARBAZA: En çok köpeklerin birbirlerine karşı hırsı, kindar olmaları.

ARDUÇLUK: Fazla eşyaları koymaya yarayan yer. Arduş ağacının bulunduğu bölge.

ARHAÇ/ARKAÇ: Koyunların gece yattıkları üstü açık, kuytu yer. ARIK (Türkçe ırmak/armak’tan AR-I-K/ARIK): Akarsuyun

toprakta açtığı yol, germeç. Hark.Eti yağı erimiş.Kuru,sıska. ARİFANE: Yiyeceği ortaklaşa sağlanan toplantı. ARK: Su yolu, su akacağı, oluk. (H) sesinin düşmesiyle

HARK/ARK. ARKAÇ: Şal dokurken kullanılan ağaca sarılı ip yumağı. ARKALIÇ: Sırta alınan çanta. ARKARU/AYKURU: Karşıt, doğru diye bilinene uygun olmayan

davranış. Gidilen yol üzerinde gidiş yönüne ters düşmek. ARMUT: Farsça EMRUD’tan Anadolu Türkçesi’ne halk ağzıyla

geçerek ARMUT oldu. ARPALAMA: Çok arpa yemekten olan hayvan hastalığı. ARPASI ÇOK GELMEK: Coşmak, azmak. ARŞAH/AĞIRŞAK: İp eğirceğinin topuzlu kısmı. ARTUK/ARTUH/ARTIK: Artık, bundan böyle, şimdiden sonra.

Bundan başka, gayrı olan. Yemekten arta kalan. ARUG (Oğuz lehçesi-Divanü Lügati’t-Türk): Sıska, zayıf, cılız.

ARUG ER: Yorgun adam. ARUK-H: Sefil, bakımsız.Ağrımış(yer) ARVAT:Kadın,eksik etek. ASACAK: Askı. ASAR: Eski yapılar. Sınır.(Halk dilinde) Yüksek kaya kütlesi. ASLIBAŞI: Hepsi, tamamı, görüneni olan. ASMA: Dalları çardak üzerine yayılan ve üzüm veren bitki.

Yaprağı zeytinyağlı ve dolma yapmakta kullanılır. AŞERME: Gebelikte kimi yemeklerden tiksinip olmayacak şeyler

için aşırı istek duymak. AŞI TAŞI: Toprak boya. AŞLAMA: Yeni dikilmiş küçük ağaç. AŞURE AYI: “Muharrem ayı”. Toplumsal geleneğimizde bu ay

gelince aşure pişirilir ve komşulara dağıtılır.

21

Page 23:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ATARAÇ: Saç üstünde pişirilen yufkayı çevrimeye yarayan yassı, tahta aygıt.

ATAŞ ALMAK: Çok ivedi işi olmak;hemen ayrılmak,gidivermek. AVKURU/AYKURU: Aykırı.Ayrı yönde. AVUKMA:

1) Çökelek,taze soğan ve zeytinyağı ile yapılan bir tür salata.2) Aslının yerini tutmadan giderme; karın açlığını geçici

giderme; üzüntüsünü şimdilik giderme. ATMALAR: Bir yer adı. AVADANLIK: Farsça ÁBÁDÁN (Bayındır)’dan Türkçe’ye

geçerekn B sesi V sesine dönüştü, anlam genişlemesi oldu. Bayındırlaştırıcı, onarıcı, geliştirici araçlar anlamına geldi.

AVANAK-H: Salak, saf. AVARA: Boş duran. AVKIMAK/AVKAMAK: Eğmek, ufaltmak, ezip ufalamak. AVLO(Ğ): Ev çevresi. AVRAT/ARVAT: Kadın. Eksik etek. AVUKMAK: Ezmek. AVULANMAK: Zehirlenmek. AVUT: Yanaklar. AVUZ/AĞIZ/AĞUZ: Yeni doğmuş ineğin ilk sütünden elde edilen

(yiyecek) AY : Ay (Kaşgarlı Mahmut anlatısı) Türk hakanlarından biri kendi

saltanatından önce gerçekleşmiş bir savaşla ilgili bilgi ister, ancak vezirleri savaşın yapıldığı tarih konusunda yanılırlar. Bunun üzerine tebasına danışır. Kurultayda “Biz bu tarihte nasıl yanıldıksak, bizden sonra gelenler de yanılacak. Öyleyse biz şimdi ayların ve göğün oniki burcunun sayısına tekabül eden oniki yıllık bir döngü yaratalım. Ve her yıla birer ad koyalım; böylece yılları hesaplama bundan böyle onların birbirlerini izleyişi takip edilerek yapılsın ve bu hepimiz için ölümsüz bir anıt olsun “der. Tebası “Siz nasıl isterseniz der” ve onu onaylar. Bunun üzerine Hakan ava çıkar: vahşi hayvanların Ila vadisine, buradaki büyük nehre sürülmesini emreder. Bu vahşi hayvanları avlar; nehre doğru sıkıştırır ve suya düşmelerini sağlarlar. Yalnızca oniki değişik hayvan nehri geçmeyi başarır ve her birinin adı bir yıla verilir. Bu hayvanlardan birincisi sıçgan : fare dir. Nehri ilk geçen hayvan olduğu için adı ilk yıla verilir ve yıl döngüsünün başlangıcı olur. Nehirden çıkış sırasıyla hayvan yılları sıralanır. âd yıllı: Öküz yılı; bars yılı : Pars yılı ;

22

Page 24:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

tawışgan yılı : Tavşan yılı; nâg yılı : Timsah yılı; yılan yılı: Yılan yılı; yond yılı: At yılı; qoy yılı : Koyun yılı; beçin yılı : Maymun yılı; tadagu yılı : Tavuk yılı; ıt yılı : Köpek yılı; tonguz yılı : Domuz yılı. Öküz yılında yiyecek çok olur. Timsah ya da Yılan yılında çok yağmur yağar, bolluk olur. Domuz yılı geldiğinde kar ve soğuk çok olur. Yani Türklerin her yıldan bir beklentisi vardoır.

AYAĞI SEKÜR: At hayvanlarının ayağındaki beyaz kıl topluluğu nedeniyle “uğurlu” anlamında kullanılır.

AYAK AYARI: Değirmende un inceliğini ve kalınlığını ayarlamak için kullanılan nesne.

AYAKYOLU: Kenef. Tuvalet. Yüznumara. AYALAMA:

1) Harman yerindeki taneleri ya da saplarlı avuç içi ile toplama.2) Evlerin üstündeki karı atmada kullanılan tahta kürek.

AYAMA: Kişiye adının dışında takılan lakap. AYBEDÜRÜK: Ay’ın doğduğu yer, taraf. “Aybedir Allah” AYHUNDURUH-K: Çamdan çıkan sakız gibi yapışkan madde. AYI/AYU: Eski Türkçe ADIK’tan AYI. Yabani bir hayvan. AYIPSIANMAK/AYIPSANMAK: Utanmak, çığşılmak. AYNALAMAK: At, eşek tökezleyerek diz kapaklarında yara

açılması. AYRAN(Rumca)AYRAN.Yoğurdu sulandırarak veya pişmiş süt ya

da yoğurdu yayıkta çalkalayarak yapılan içecek. AYUGMA: Kendine gelme, ayıkma. AYUK: Bundan böyle, artık. AYVAN: Balkon. AZIK/AZUK/AZUH: AZZIKA (yiyecek)’dan Türkçe

AZUK/AZUĞ/AZIĞ/AZIK: Yiyecek, yemeklik nesne. AZUKLUK:(Yiyecek) Yolluk. AZIMSAMAK: Az görüp beğenmemek. AZMAK: Taşkınlıkta ileri gitmek, kötülüğü artırmak. Kabarmak,

taşmak. BABA TARLASI: Babadan miras kalan tarla. BADADİYE: Ahşap evlerin duvarlarının yapımında kullanılan dar

hartamalar. BADAK-H: Cüce. Gödek. BADAL: Merdiven basamağı, basamak.

23

Page 25:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

BADAS: Rumca BATHOS (dip, temel, derinlek, alt)’tan BATOS/BATAS/BADAS/BADOZ: Halk ağzında; harman kaldırıldıktan sonra dipte, altta kalan ekin kalıntıları, taşlı topraklı samanla karışık tahıl kırıntıları.

BADASLAMA: Kalın taneleri ayıklama. BADIÇ: Fasulye, bakla gibi taze sebzelerin yeşil kısmı. BADUT: Fiğ otunun yeşil meyvesi.BADUÇ. BAĞA:

1) Kaplumbağa.2) Damarotu. Siğilotu. Yılanotu. Yaprakları yara iyi edicidir. Et

dolması sararken sebze olarak kullanılır. BAĞBOZUMU ÖZLEMİ: Anadolu’da M.Ö. 2000 yılında

kurulmuş ilk devlet olan Hitiler’den beri, sonbahar bereket mevsimi olarak kabul edilir. İlkbaharda ekilen ürünlerin toplanmasıyla birlikte her tarafta bir bolluk olur. Kışlıklar anbarlara, serenlere yerleştirilir. Fazla olanlar kendinde olmayan ürünlerle değiştirilir yada pazarlarda satılır. Aylardır yapılan zahmetli çalışmaların yorgunluğu, bol ürün alınmasıyla bir anda unutulur. Yerini tatlı bir rahatlık ve huzura bırakır. Anadolu’nun bereket tanrısı Kibele’nin bu mevsimde evleri ziyaret ettiğine inanıldığı için, bağbozumu törenleri yapılır. Ürünler tarlada toplanırken bir taraftan da seyyar ocaklar kurularak mısır, patates haşlanır. Yoldan geçenlere ikram edilir. Mesudiye köylerinden 1950’li yıllarda başlayan göç, 1970’li yılların sonunda en yoğun dönemini yaşayınca nüfus iyice azalmış, su kenarlarında bereketli tarla ve bostanlar bile ekilmeyerek terk edilmiş ve otlak haline gelmiştir. Geçmişin üreticisi köylülerimiz tüketici konumuna geçmiştir (Mesudiye Gazetesi).

24

Page 26:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

BAĞIR YORGANI: Beşikteki çocuğun göğüs kısmına serilen ince yorgan.

BA(Ğ)LAK (Türkçe BAĞLAMAK’tan BAĞLAK): 1) Geçit, kimi tarla duvarlarına çekilen kuru duvar; av hayvanlarının geçeceği yer.

2) Bağlantı yeri.3) Ot büyütmek, yetiştirmek için özellikle yaylalarda çevrilerek korunmaya alınan çayır yer.

BAĞRAÇ/BAKRAÇ: İçine süt ve sulu nesneler konulan bakır gereç.BAHRAÇ.

BAHARIN EN GÜZEL AYI: Bahar gelen de dağ taş uyanır. Issız yerlerden sesler gelmeye başlar. Kapalı kapılar, örtülü pencereler açılır. Kuzu sesleri ortalığı kaplar. Köpek havlamaları, horoz sesleri, tongurakların, ince zillerin nağmeleri, sabahtan akşama değin uzar gider. Sadece onlar mı?..Beyaz kelebeği görenler niye tutar? Günlerinin sevinç içinde geçeceğini düşünür. Arılar vızırdar, kovanlar düzenlenir. Çayırları, orman diplerini, ekilmemiş tarlaları

25

Page 27:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

renk renk çiçekler kaplar. Her sabah uyandığımızda boy atmış, mis kokulu çiçeklerin size gülümsediğini, müthiş aromalı kokusuyla sizi çağırdığını farkedersiniz. Koşar, halı gibi çayırlara uzanır, kokuyu içinize çekersiniz. Melet’in çiçeklerinden kolye yapıp, hiç sevdiğinizin boynuna astınız mı?

BAHDULU: “Ne mutlu” anlamında yergi sözü olarak kullanıldığı gibi “mutluluk” anlamında da kullanılır.Bahtı açık.

“Gezmek dolaşmak için birgünİnmek istemiştim köyden şehireYanımda karımGeçerken arabamla Geleşer’den Sırtında otYüzünde ter toza karışmışGenç bir kadınYüzünü bize döndü, durdu“Bahdulu size, bahdulu” dediAnamı hatırladım, üzüldüm, utandım...”(Yılmaz Doğan)

BAKRAÇ/BAHRAÇ: İçine sulu maddeler konulan gereç. BALAK: Türkçe BALA’dan yavru, döl, yeni doğan. Anadolu

Türkçesi’nde genelde (yavru), özelde ise (manda yavrusu, ayı yavrusu)...Sözcükteki B/P dönüşmesiyle PALAK/PALAH (ayı yavrusu) anlamındadır.

BALATUR:Anadolu evlerinde oda kapılarının üstüne eşya koymak için yapılan ufak oyuk.

BALDIRAN: Nemli yerler yetişen zehirli bir bitki, ağıotu, kediotu. İtalyanca’dan türeme bir sözcük. Maydanozgillerden olan bu bitkinin büyük baldıran, küçük baldıran, su baldıranı bitki türleri vardır. “Baldırgan” da denir.

BALIGLIG (Divanü Lügati’t-Türk): Balıklı ögüz; balıklı ırmak.-Çamur (Orta Asya)

BALTA/BALDU (Divanü Lügati’t-Türk): Anadolu ağzında bu sözcük üç anlamda kullanılır:1)Değirmen taşını döndüren aygıt. 2)Belli yaşa gelmiş genç hayvan.3)Odun kesme aracı.

BALTACIK/BALTACUH-K: Değirmen taşları arasında alt taşın ortasından yukarı taşa geçirilmiş balta biçiminde bir demir, üst taş bunun üzerinde döner. Konmazsa öğütülen bulgur kalın veya ince çıkar.

26

Page 28:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

BANMAK/BANDIRMAK/BANDURMAK: Katı bir nesneyi sıvıya batırıp çıkarmak.

BARDABAŞ: Yaramaz, yerinde duramayan çocuk. Saygısız. BASTIBACAK: Kısa boylu, bacakları kısa veya çarpık kimse. BASTIK: Pestil. BAŞAK: Arpa, yulaf, buğday gibi ekinlerin tanelerini taşıyan

kılçıklı başı. BAŞAKCI: Tarlalarda dökülmüş, kalmış taneleri toplayan, derleyen

kimse. BAŞANNA/BASANNA: Kaldıraç. BAŞATTA: Belki de. BAŞGÖZ ETMEK: Evermek. Evlendirmek, başını bağlamak. BAŞLIK: Evlenecek erkeğin kız tarafına verdiği para veya eşya. BAŞMAKLIK/PAŞMAKLIK: Camide ayakkabı konulan yer. BATAR:Zatürree. BATILGAN: Bataklık yer. BATAMİ: BOTAMİYA (POTAMİA-Pelask dili). POTAMUS:

Dere. Açıklama: Sözün çeşitlemesine göre “dere bekçileri, dere işçileri, dere sakinleri” anlamı olabilir. Bizans döneminde dere adları ünlüdür. Hudut akıncılarından buraya yerleşenlerden birinin adı olabilir.

BATÖZ/PATOZ: Harman makinesi. BAVLİSİNE AĞLAMAK: (Herkes Bavli’sine ağlar.) Herkes

kendi derdini söyler. BAYRAKLI: Bayrağı taşıyan. BAZLAMA: Yağlı tandır ekmeği. Sacta pişirilen oval ekmek. BE ERME: Keçinin veya oğlakların acı acı bağırması. BEBEKTEN BÜYÜME: Kendi ocağında, kendi elinde yetişmiş

“çocuk”. BEHNİ: Ahırda oluk şeklindeki hayvan yemliği. BEK GONUŞMAK-H: Yüksek sesle konuşmak. BEKİ: Katı. BEKİTMEK/BEKETMEK: Örtmek. BEKİŞTİRMEK:Sıkılaştırmak.Sağlama bağlamak. Pekişmek-

beküşdi BEKLEŞMEK: Beraberce bir yerde beklemek. BEL: Toprağı kazmaya yada kirizma yapmaya yarayan, uzun saplı,

ayakla basılacak yeri olan ucu sivri yada çatal biçiminde tarım aracı. BEL ÇUBUĞU: Binanın ortasına konulan ağaç.

27

Page 29:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

BEL VERMEK: Direkler üzerindeki ağırlıktan çukurlaşmak. BELERTMEK: Gözü hiddetle çok açmak. BELİK: Saç örgüsü. BELİNLEMEK: Sinirlenip kabarmak, heybetlenmek. BELLEMEK: Öğrenip akılda tutmak. BENNA: Yapı yapmak sanatıyla geçinen adam, kalfa, mimar. BERİ GEL: “Benden tarafa gel. Bu tarafa, benden yana gel.” BERİ: Eski Türkçe BERÜ: Buyana, buraya. BERİDEN AĞRI: Küçümseyici bir söz. BERİKİ: Öteki. Yanında olan (kişi). Öbürü. BERKİŞMEK: Katılaşmak, pekişmek. BERKİTMEK/BERKİŞMEK: BERK (sağlamlık, güç,

dayanak)’tan güçlü kılmak, sağlamlaştırmak, destek vererek kuvvetlendirmek.

BERNEK: Doğu Karadeniz yaylalarında yaylanan Çepni obalarında başka komşulardan koyun alıp yaylamak, otarmak eylemi yaygındır. Belli bir süre yaylamakla üstlenilen hayvanlara BERNEK/BARNEK/PERNEK denir.

BERTİK: İncilmiş durum, çürük. BESBE(Ğ): Herhalde. BESBELLİ: Belli ki. BESİYE ALMA: Sağlıklı büyümesi için özel olarak besleme,

yedirip çirme. BEŞİK ÖRTÜSÜ: Akıntısı iki yana olan çatı. BEŞİK: Kağnı arabasının üzerine yerleştirilen yük aleti. BETGU: Aksi, iğneliyici sözle konuşan. BEYHUT DÜŞMEK: Kendinden geçmek. Yorgunluktan halsiz

düşmek. BEZİKMEK: Rengi uçmak. BICI BICI: Küçük baş hayvanları çağırma ünlemi. BICIMAK-H: Geri caymak, sözünden dönmek, oyun bozanlık

etmek. BIÇIŞDI (Divanü Lügati’t-Türk): İki kişinin ilişkilerini kesmelerini

anlatmak için kullanılan sözcük. BIDIHTI: Boyundurukta kayışı tutan iki adet ağaç çivi.BINDIHTI. BIDIK KIZ: Küçük, sevimli kız. BIDIK/BİDİKE/BİDİK: Azıcık, küçücük, ufak. BIHO/BIHO(Ğ): Atı otlağa bağlarken ayak tırnağındaki boşluktan

bağlama şekli.

28

Page 30:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

BILDIR: Geçen yıl.Bir yıl önce. BILHILAMA/BILHIMA: Yumuşak, gevşek. BILIH BILIH: Yumuşak, yumuiağa yakın. BINAK-H: Deli. BINAMIŞ/BUNAMIŞ: Delirmiş. BINGIL: Yumuşak.BINGILDAK(H) Kafatasındaki kıkırdak

bölüm. BITRAK-H/PITIRAK: Tarlalarda biten bir bitkinin elbiseye

yapışan dikenli tohumu. BIZDIK: Ermenice BHİZDİK (ufak çocuk)’tan BIZDIK: Çocuk,

yavru, yaramazlık eden küçük çocuk. Bİ(R)LOHMACUH/Bİ(R)LOHMACUK/Bİ(R)LOKMACIK:

Bir yudum. Küçük, ufacık. Bİ PIRTIH/Bİ PIRTUH:Çok az. Bİ(R) HASIMKİ: Çok iyiyim. Bİ(R)GIYNAH/Bİ(R)GIYNACUH: Küçük. Azıcık, ufak.

BİGIYIM/BİGIYTUH. Bİ(R)KIYMUH/Bİ(R)KIYMIK/Bİ(R)KIYMUK/KIYNAK/Bİ(R)GIDIM:

Yarı, azıcık, küçücük. BİBİ: Hala. BİÇENEK: Biçilecek yer. BİÇİK/PİÇİK/BİCÜK: Buzağı. BİDEK: Tomurcuk. BİDİ BİDİ: Tavukları çağırma ünlemi. BİLE: Birlikte, beraberce. BİLGÜ (Divanü Lügati’t-Türk): Bileğitaşı. BİLİ BİLİ : Tavuk gibi kümes hayvanlarını çağırmak için

çıkarılan ses BİMAFİR: Bir süre sonra. BİNDİRMELER: Köyden veya yayladan çıkarken at hayvanına

binilen yer. BİNDİRME ALTI: Genellikle kuzu ayrılan yer. BİNEK: Üzerine binilen, binmeye yarayan yer. BİO-RON/BİR-Ö-Ğ-N: Yarından sonraki gün.

BİR-ON/Bİ ROĞN. BİRİSİ: Bir kişi. İçinizden herhangi biri. Bİ(R)SOKUM: Küçük anlamında. BİŞGÜN (NÜK): Pişkinlik, aldırışsızlık, olgunluk. BİŞİ/PİŞİ/PİDE: Yağda kızartılmış ekmek.

29

Page 31:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

BİTEK: Verimli, ekin bitmeye, yetişmeye elverişli toprak. BİTİGE/Bİ(R)TİKE: Çok az, küçücük. Bir yudum. BİTİLGEN:Ayak parmakları arasında olan yara. BİYOL: Bir defa. BİZ: Katı, kalın şeyleri dikerken iğne geçirilecek delik açmak için

kullanılan, çelikten yapılmış ağaç saplı, sivri uçlu tığ. BOCA ETMEK: Birden çevirip boşaltmak. BODUÇ/POTUK:

1) Ayı yavrusu. 2) Boyu kısa, tıknaz olan. Bodur olan.

BOĞA: Damızlık erkek sığır. BOKYEDİBAŞI: Üzerine bir iş, görev düşmediği halde ortaya

atılıp görev çıkartan. BOLATLAMAK: Tarım aletlerinin ağzına ek yapmak, çelik

vurmak. BONCUKLAMA: Zor gelen işten kaçma. Öküzün boynundaki

boyunduruğun yan dönmesi hali. BORAN: Doluyla karışık yağmur. BORANI: Yoğurtlu, sarımsaklı pezük yemeği. BOY(U)NA: Her zaman. BOY(U)NA AYNI: Her zaman aynı. BOYDAK-H: Yalnız, tek. BOYMUL (Divanü Lügati’t-Türk): Boynunda beyaz bir leke olan

at, koyun yada başka hayvanlar için kullanılan sözcük. Boymul koyun; boymul at.

BOYUNDURUK-H: 1) Boyun ile (-duruk) ekinden BOYUN-DURUK: Tarım işlerinde öküzleri sapan okuna bağlamaya yarayan, öküzlerin boyunlarına takılıp birlikte çalışmayı sağlayan aygıt.

2) Anlam genişlemesiyle “tutsaklık bağı, bağımsızlığı ortadan kaldırma uygulaması” anlamına gelmiştir. Başka dillerde (Boyunduruk) anlamında kullanılır. Himaye, ocağına düşmek.

BÖ(Ğ)ÖN/BÖ(Ğ)ÜN: Bugün. BÖCÜK/BÖCEK/BÖCÜ: Böcek, bağısak paraziti. BÖĞEK/BÖĞET/BÖVET/BULA: Suyun öününe çekilip akmasını

önleyen, toplanmasını sağlayan engel, su bendi.. BÖĞRÜKBAŞI: Ocak başı. BÖĞÜR: Yan , sağrı. BÖREMÜT: Armut kurusunun kurumamış, iyi pişmemiş hali.

30

Page 32:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

BÖRTMEK: Az pişirmek. BÖRTÜH-K: Morartı. BUDAL/BADAL/PADAL: Merdiven basamağı. BUDALA:Zekaca geri olan.(Rumca)SEHLUK. BUDAMA: Ağacın dalını kesme. Daha çok ürün almak amacıyla

veya düzgün şekil vermek için ağaç, asma gibi bitkilerin dalını kesmek, dallarını kısaltmak. Yeni filiz vermesi için de yapılır. Bunun için “budama bıçağı” kullanılır.

BUGDAY/BUĞDAY (Divanü Lügati’t Türk)BUDGAY. BUHACUH-K: Değirmen taşları arasına konulan taş araç,nesne.

BOHUCUH. BUHOO: Aygır atın ön ayağına bağlanan kelepçe.BIHO BUKAĞI: Atların ayaklarına kaçmasını önlemek için vurulan demir

halka, köstek. BULAMA/BULAMAÇ: Unun sulandırılmış şekli. BULANIK: Hoppa, fingirdek (Kişi). BULDUH-K: Üvey çocuk. BULGUR: Kaynatılıp kurutulduktan ve kabuğu çıkarıldıktan sonra

kırılan buğday. Eskiden köy değirmeninde veya evdeki el çevirmeli taş değirmenlerde kırılır, iyice kurutulur. Bez torbalar içinde veya ambarda saklanır. Daha çok kışın ve imece zamanında tüketilir. Bulgur pilavı, soğanlı bulgur çorbası yapılır.

BULGURCUH-K: Küçük, dolu yağışı. BULGURLUK Bulgur yapmak için kullanılan buğday. BUNDANA(Ğ)RI: Bundan dolayı. BURMAK: Erkek hayvanları eneme. BURUCU: Hayvanları

eneyen kişi. BURUNSUH-K/BURUMSUH-K: Anasını emmemesi için

buzağıların burnuna takılan demir başlık (Bakınız BÜĞEK). BURUNSALIK: Öküzü yemekten alıkoyan ağızlık.

BUYMAK-H: Çok üşümek, donmak. BUYTU: Tekerin mazusuna çakılan ağaç çivi. BUZAGU (Divanü Lügati’t-Türk): Buzağı. “Evdeki buzağı öküz

olmaz.”: Onur ve erdem bakımından yükselse bile, akrabaları tarafından hala çocuk sayılan bir yetişkin anlamındadır.İneğin erkek yavrusu.

BÜ(Ğ)EK/BÜVEK: İneği emmemesi için dananın burnuna takılan sivri denir (Bakınız BURUNSUK-H).

31

Page 33:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

BÜĞLÜ: Araba yada kızak tekerinin sabir durmasını sağlayan yontulmuş ağaç parçası.

BÜK: Çalılık. Sulak tarla. BÜKELEME/BÜKELE(Ş)MEK: Yazın hayvanların at sineği

sokması nedeniyle sağa sola koşuşması. BÜKERGEÇ: Eğiş. Gözleme çevirmeye yarayan uzun saplı, ağzı

düz ağaç yada demir araç. BÜKME:

1) Köşe,dirsek. 2) Yufka içerisine patates,soğan,ıspanak,peynir konularak yapılan yemek.

BÜKRÜ: Eğri, kambur. BÜKÜRGEÇ: (Bakınız EĞİŞ). BÜNEK: Yaşar danaların annelerini emerken rahatsız etmemesi

için burnun ucuna takılan çatal demir. BÜRME YANI: Ağaçların toplu olduğu yer.Sık ağaçlık. BÜRÜ(ĞÜ)N/BÜRÜN: Ertesi gün, yarından sonraki gün. BÜRÜK: Gövdesini sarmaşık sarmış ağaç. Başa gelişigüzel

bağlanan bez parçası. BÜRÜMCEK: Yumaklanmış şey. Başa bürünerek, sarılarak

kullanılan örgü. BÜŞÜRGEÇ: Yufga çevirme aleti. BÜVEK/BÜVEĞEK/BÜĞELEK/BÜVELEK/BÜKELEK: Daha

çok sığırlara saldıran, onların kanını emen, vızıltısıyla tedirginlik yaratan sokucu sinek.

BÜVELEK KONMASI:1) (Anlam genişlemesi) Birşeyden işkillenme; ısırılmış gibi hareket etme.

2) Büvelek denen sokucu sinek,sığıra konup kanını emerken hayvan rahatsız olur.Yerinde duramaz.Bu durumdaki hayvanı ifade etmek için söylenen söz.

BÜVET: Derenin derin yeri. BÜYÜKBAŞ: Sığır, manda gibi hayvanların ortak adı. BÜZÜK: Buruşturulmuş. CA(Ğ)AL: Cahil. CABALAMAK: Çok çaba, gayret göstermek. CABLAMA: Çatılarda kiremitlerin altına konulan tahta.

CAPLAMA.

32

Page 34:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

CAĞ/CAV: Kağnı arabasının direği. Kızağın tabanına konan iki eğri uçlu sopa.

CAĞILDAK-H: Çakıldak. CAHAL/CAHİL: Cahil kalmış. CAHDETMEK: İstekle iş yapmak. CAMEŞ-BUZAĞI DOSLUĞU: Cameş, camız dediğimiz

mandalar, yaban hayvanalara karşı kendilerini korumak amacıyla birbirlerine arkalarını dönerek çember oluşturur.Yaylalar hayvanlar için tam bir özgürlük alanıdır. İstedikleri yerlerde, istedikleri şekilde otlayıp gezebilirler. Oysa köylerde tarla ve bahçeler nedeniyle özgürlükleri kısıtlanır, sadece belirli yerlerde otlamalarına, genellikle bir çoban kontrolünde dolaşmalarına izin verilir. Yaylalar at yılkıları için tam bir cennettir. Baharla salıverdikleri yaylaların altını üstüne getirerek, özgürlüğün verdiği enerjiyle istedikleri gibi koşup coşarlar. Cameş, camız, kömüş adı verilen mandalar için durum biraz farklıdır. Fazla dolaşmadan göl ve bataklık gibi sazlık alanları tercih ederler. (Mesudiye Gazetesi)

33

Page 35:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

CAMIŞ: Manda. CANDI: Binaların kiremitliğine, üst çatısına çıkılmak için çatıya

açılan delik. CAR/CER:Tellal ile duyurma. CAR/CER KARI-KADIN:Çok konuşan,bağıran kadına yakıştırılan

söz. CARCAR (Doğal ses, yansıma ses): Kavram bakımından anlamı

yoktur. Yalnız geçersiz konuşmaları, sözleri yansıtmaya yarar. ÖRN: “Carcar edip durma” (Boşuna konuşma).

CARTILLAMAK: Yorulmak, güçten düşmek. Telesimek. CASCAVLAK-H: Çırılçıplak şeklinde abartı sözü.. CAVLAK-H: Tüysüz, saçsız. CAYIK: Sözünden vazgeçmiş, dönmüş olan. CAZU-I/CAZGIR: Kadınlara kullanılan kötü anlamında sözcük.

Bağırtgan. CEBİŞ: Bir yaşındaki keçi.ÇEMİŞ. CEBİŞ GİBİ: İri. CECİM (Farsça CACİM/KİLİM): CİCİM-ÇEÇİK: İran dilinden

Anadolu ağzına geçme sözcük. Kilimden daha ince, daha düz özgesiz bir dokunuşu vardır.

34

Page 36:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

CELECOŞ: Kalecoş. Gelecoş. Anadolu’nun birçok yerinde tirite benzer yemeğe verilen ad.

CELEP: Hayvan ticareti yapan kimse. CEMBER/ÇEMBER/YAŞMAK/YAZMA/BÜRÜK: Baş örtüsü. CEMEK: Öğendirenin arasında bulunan geniş demir parçası. CEMİÇ: Kiraz kurusu. CENCİ: Sahtekar, para tuzakçısı. CENİK: Sahil. Yaylaya çıkan. CENİKLİ: Meletli olmayan, deniz tarafından gelen, yaylacı. CEREH-K: Dalı budağı olmayan düz, uzun ağaç. CEREME/CERME (Arapça CERİME): Suç, kabahat. İşlenen bir

suçun, uygun görünmeyen bir işlemin karşılığı olarak gereken ödeme.Kuçuk piçağundan/Açdum penceresiniDişledum yanağini/Verdum ceremesini

(Karadeniz manisi) CERİ: Asker. ÇERİ CERTLEK-H/CÖRTLEK: İri açılmış göz. CIBBAN/CİBBAN/CİPPAN: Alkış. CİBBAN ÇALMAK:

Alkışlamak. CIBIL: Çıplak. Üzerinde giysisi olmayan. CIBIR: Parası olmayan, züğürt. Üzerinde birşeyi olmayan, çıplak

durumunda olan. CIBIRLAMAH-K: Parasız kalma. CIDUH/CIDIK-H: Ufak, küçük. CIGARA: Sigara. CIĞIZ: Acizlenmek. CILDIR CILDIR: Gittikçe azalan su. CILGA:Sokaktan ayrılan küçük yol ya da suyu az,ayrık küçük dere

(CILGA DERE) CIMAK-H :Ağaç kökünün saçakları. CIMBIŞ/CINBIŞ/CÜMBÜŞ: Eğlenceli olan. CINCIK GİBİ OLMAK: Tam olmak. Denk düşmek. CINGAN:Çingene. CINGILDAH-K: Küçük odun çekmeye yarayan demir çivinin

halkası.GINGIRT. CINGILLI ORAH/CINGILLI ORAK: Ekin biçmekte kullanılan

orağın sapına, ses çıkaracak bir nesne takılır. Orak sallandıkça bu

35

Page 37:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

nesne ses çıkarır. Bundan amaç, ekinin devamlı olarak biçildiğini belirtmesi ve diğerlerini şevke getirmek istenmesidir.

Elinde cıngıllı orakGelin tarlan ne ırakNe oturak ne durakBu tarlayı kurtarak (Rüştü Tuncalı)

CIRIHLA/CIRIHTA: Cıvık hamurdan yapılan sac ekmeği. CIRIKLA

CIRIK/CIRIH/CIRUH/ÇIRUH: Zayıf, gelişmemiş (Bakınız DIRIH).

CIRNAH-K: Kök. CIRUK-H: Zayıf, sıska, coruk. CIŞKI:Döneklik.Oyun bozanlık.Mızık. CIŞKIMAK-H: Verdiği sözde geri dönmek. Oyun bozanlık etmek. CITMA/ÇITMA: Tekme, sıçrayarak sağa sola ayak sallamak. CITLA PARMAK: Serçe parmak. CITTIR/ÇITTIR: Küçük, ufak. CIVIK/CIVUH: Sulu. CIZ: Çocuk oyununda esir alırken ebeden çıkan ses CIZILAMAK/CIZLATMAK:.Az yağı kızdırarak yemeğe

koymak.. CİCİH-K: Meme. Emcik. CİCİM/CİCİM DOKUMA: Köy yerinde, yayla düzünde boş

zaman mı vardır? Yumaklarla doldurulmuş çuvallar açılır. Evin arkasındaki çayıra, cicim dokumak için ağaç çiviler, çevirgeç yerleştirilir. Önce yün ipler bilinmez ve umulmaz bir güzellikte uzatılır; gerilir; tokmaklanır. Birkaç mekikten sonra, cicim, kendini göstermeye başlamıştır.

36

Page 38:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

CİĞİR ETMEK: Nefret etmek, kızmak, iğrenmek.ÇİĞİR ETMEK

CİLİM TOPRAK: Rutubetli, killi toprak. CİMAK: Toprağa yayılmış ağaç kökü. CİNGİRT: Ağaç kütüğünü çekmede kullanılan halkalı demir.

Asma kilitleri takmak için kapıya çakılan demir halka (Bakınız ÇİNGİL).

CİVEK: Çok küçük. CİVİL/ÇİVİL: Küçük, ufak. CİVİLDEK: Küçük, olmamış (meyve). CİYİR ETMEK/CİĞİR ETMEK: Kendine yapılan işi zor kabul

etmek. Razı olmayıp terk etmek. Gücüne gitmek.Nefret etmek. CODAM: Sakat.CUDAM CONGURAMAK: Öfkeyle ağlamaktan tepki göstermek. CORUK/CORUH: Zayıf insan veya hayvan. CORUKLAMAK:Uyumak.Peneklemek. CÖ(Ğ)ÜZ/CEVİZ/CÖ(Ö)Z: Kabuklu bir meyve. CÖBRE: İşe yaramayan artık. ÇÖPRE.COBRA. CÖHDETMEK: Dost gibi görünüp sahte davranmak. CÖRÜTLEME: Fışkırma.

37

Page 39:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

CUDAM: Kötü, pis. CUMBULLAMA/COMBULLAMA: Suya girip yürüme. CURUH: Arabanın ipini sıkan yer. CI(Ğ) RIK :İp burma aleti. CÜCE BAĞI :İpin çok dolanık,çözülemez durumdaki görünüşü. CÜCÜK: Civciv. CÜCÜL: Bir tür mantar. CÜDAM: Kötü (adam). CÜRE: Küçük zurna. ÇA: Keçileri srme ünlemi ÇAAL:Tarla ortasındaki taş yığını. ÇA(Ğ)A: Kısa ve sert yağan yağmur. ÇAĞ: Kızağın tabanına konan, eğri uçlu, uzun iki sopa. ÇAĞMAK (Türkçe ÇAVMAK): İleri atılmak, çıkmak, yükselmek.

Güneşin doğması, ortalığın ışıması (ÇAĞMAN). ÇAĞMAN OTU: Ispanağa benzeyen ve yaylalarda biten bir çeşit

ağılı bitki. ÇAHILDAH-K/ÇAKIRDAK/ÇA(Ğ)ILDAK:

1) Değirmende buğdayın düzenli akmasını sağlayan, ağaçtan yapılan basit alet.

2) ÇAĞILDAK : Yarı olgunlaşmış meyva. ÇALACAK: Yoğrt mayası. ÇALAÇAR YAPMAK: Acele acele yapmak. ÇALAPA/ÇALPA: Beceriksiz. Sömeldek. ÇALCAH-K: Yoğurt mayalamak için ayrılan maya, az

yoğurt.ÇALACAK-H ÇALGI-U: Hayvanların tozunu almak için kullanılan, çalı

süpürgesinin altı yada yedi çubuktan yapılan küçük şekli. ÇALI ÇIRPI: Ağaçlardan kesilen dal ve budaklar; ağaç kırpıntısı. ÇALIM: Yakınlık duymak. ÇALIMLI: Kibirli.Yakınlık duyarak gösteriş yapan. ÇALMA: Yoğurt çalmak, mayalamak. ÇALMAÇ:

1) Pirinç unu veya nişastadan yapılan pelte.2) Mısır ununun suyla karıştırılmasıyla yapılan yemek.

ÇALPALAMAK/ÇALP(MAK) : Koyu yoğurdu çalkamalak, karıştırmak.

ÇALPALAMA :Yoğurdun karıştırılarak ayran haline getirilmesi.

38

Page 40:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ÇAM ÇIRASI: Çam ağacından elde edilen yağlı parça. Özellikle ateş tutuşturmak için kullanılır. Evlere parçalar halinde konduğunda, yayılan aromalı kokusu nedeniyle ev böceklerden korunur.

ÇAMDU: Duvar. Evin duvarı. ÇAN: Hayvanların boynuna takılan madeni zil. ÇANÇAN SÖYLENMEK: Heryerde söylenmek, konuşmak. ÇANGA-ÇENGEL: Kapıyı kapatmak için kullanılan demir uzantı. ÇANGAL: Fasulye sırığı.ÇENGEL sözcüğünden

türetilmiştir.”Eğri,kıvrık,dallı budaklı” anlamındadır. ÇAP DEMİRİ/ÇAP DEMÜRÜ: El hızarının dişlerini ayarlamaya

yarayan alet. ÇAPA:Toprağı işlemede kullanılan ağaç saplı,ağzı demirden olan

tarım aracı. ÇAPLAMA: Kiremitlerin altına konan düz, al tahta. ÇAPALAMAK: Bahçeyi sebze üretimine hazır duruma getirmek

için çapa ile kazımak, deşmek. ÇAPARIZ: Ters giden iş.

39

Page 41:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ÇAPUL: Başka yerden edinilen yağma. ÇAPULA: Elde deriden yaplımış bir tür ayakkabı. ÇAPUT/ÇAŞUT: Yamalık. Donun ağına eklenen üçgen parça. ÇAR İĞNE: Çatal iğne, mandallı iğne. ÇARDAK-H (Farsça ÇAR-TAK): ÇAR: Dört. TAK: Dam, direk:

Dört direk üzerine atılmış, damdan oluşan barınak. ÇARIK (Farsça ÇARUĞ): Seskiden giyilen, sepilenmiş sığır

gönünden yapılan, kenarlarındaki deliklere deri şerit veya kınnap geçirilerek ayağa bağlanan ayakkabı. ÇARUK-ÇARIH-ÇARUH...gibi söylenişleri vardır. Bu ayakkabı türü Anadolu’nun yerleşik halklarından Hititler’de de vardı. ÇARIĞI ÇIKARMAK: Köylülükten kurtulmak. DEMİR ÇARIK: Çok dayanıklı ayakkabı. ÇARIK (Divanü Lügati’t-Türk): ÇARUG.

ÇARPI/ÇARPU:Yapıya ters gelecek şekilde konulan ağaç ya da fıraktıya,eğreti duran herhangi bir nesneye yapılan dayantı.

ÇARPI KOYMAK: Uzun ağaç yerleştirmek. ÇARTIL KESME: Çok çabalama. ÇAT PAT: Tek tük bulunur olmak. ÇATISI AYRILMAK: Bacakları çok açılmak. ÇATLAMAK:

1) Hırsatn kendini tutamaz hale gelmek.2) Beklenen birşey karşısında sabırsızlık etmek.3) Büyük aptestini yapmak.

ÇATMA: 1) Çul dokuma aleti. Şal dokunurken ipleri havada tutmaya yarayan üç ayaklı dokuma düzeneği.Ordu ve ilçelerinin el dokuması şalları çevre illerde yüzyıllardır beğeni kazanmıştır. Özellikle ilkbahar ve sonbaharda harmanlara kurularak kök boyalarla boyanmış rengarenk kendir ve yün iplerde dokunan şallar, göç nedeniyle ve teknolojik gelişmelerle daha kolay ve ucuz elde edilebilen benzerlerinin piyasaya çıkmasıyla neredeyse yok olmayla karşı karşıya...Eski yıllarda hemen hemen her evde şal tezgahı ve şal dokumsanı bilen varken, bazı köylerde şal dokuması neredeyse unutuldu. Eskinin göz kamaştıran renkleriyle dokunmuş çul, çuval, namazlık, sofra bezi...artık anılarda kalacak. Eğer bu yöresel el sanatları koruma altına alınmazsa...

2) Ağaç gövdelerinin çivisiz olarak birbirine çatılmasıyla yapılan duvar ya da ev.

40

Page 42:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ÇATMAK-H: Hızlı yürümek, yetişmek. ÇAVDAR: İki anlamı vardır:

1) (Moğolca ÇAVDAR): Bir oymak beyinin adı, ona bağlı topluluk.2) Ekmek yapımında kullanılan başaklı bitki, tahıl.

ÇAVGUN/ÇAVGIN: Fırtınalı yağmur. ÇAYAN: Kızak. Kışın kayma aracı. ÇE(Ğ)EL TAŞI: Evin köşesinin taşları. ÇE(Ğ)EL: Yaramaz. ÇEBİÇ/ÇEPİÇ (Divanü Lügati’t-Türk) (Farsça ÇEPİŞ): Bir yaşına

basan keçi yavrusu. ÇEMİT: Keçinin erkek yavrusu. ÇEBİŞ GİBİ: Büyük, iri. ÇEC/ÇEÇ: Buğdayın samandan ayrılmış parçası. “Nisan yağar sap

olur, Mayıs yağar çeç olur.” ÇEÇ ETMEK: Tahılı yığmak. ÇEÇİK: Ağaç çivi. ÇEEL: Bayırdan aşağı akan küçük taş kümesi. ÇEKİŞ: Ağız kavgası. ÇEKNENMEK: Çekingen davranmak. ÇEKÜ: Bayanların başına bağladığı eşarp. ÇEKTİRİK: Dövülmüş harmanı bir yere toplamak için kullanılan

tahta sürgü. ÇELECOŞ: Tuzluktan yapılan ılık yemek (Bakınız DUZLUK-H). ÇELİK ÇOMAK: Sopalarla oynanan çocuk oyunu. Bir değnek ve

bir çelikle oynanır. Değnek ve çelki dayanıklı, ağır bir ağaçtan

41

Page 43:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

yapılmalı ve boyları çocuk boyuyla orantılı olmalıdır. Çelik havaya atılır. Havada iken değnekle vurulur. Değnek çeliğin ortasına vurmalı ki mümkün olan en uzak yere gidebilsin. Bilinen çelik oyunları şunlardır:Çelik,gömme çelik,süldür.

ÇELLEMEK: Çok üşümek ÇELPEK : Göz çapağı. ÇENKÜRMEK: Köpek havlaması. ÇENTELEMEK: Öğrenmeye yeni geçiş yapmak. ÇENTİK (Türkçe ÇENTMEK)’ten: Ucu sivri, keskin bir araçla

açılmış kestik, derin çizgi; bıçak-keser izi.ÇENDÜK ÇENTMEK: Gedik halinde (işaret) koymak; kertmek. ÇEPEL/ÇELPEŞİK: Kar, yağmur karışımı yağış. Çeper.

Çerpeşik.Pislik. ÇEPEL TARLA:Otlu,dikenli,çayırlı tarla. ÇEPELLİ: Etrafı karışık halde. İçinden çıkılamaz durumda. Çok

ıslak ve çamurlu duruma gelmiş. (Ne çapul adamsın) Anlaşılmakta zorluk çekilen kişi.

ÇEPİN: İki ağızlı, küçük çapa. ÇERMÜK: Harman sonu artığı. ÇEŞTE: Şekil verme, nakışlama. ÇETEN: Buzağı veya kuzu ağılı. ÇI(Ğ)RIH KAPI: Harmana giriş yapan dış kapı. ÇI(Ğ)RIK-H/ÇIĞRUK/ÇIKRIK:...Ahşah çıkrıklar karlı kış

günlerinde sürekli işliyor. Örgüler için yün iplikler eğrilecek. Çoraplar, eldivenler, başlıklar dokunacak. Renkli örgülü kim bilir hangi duyguların ifadesi olan bu desen dolu örgüleri kimler giyecek!...

42

Page 44:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ÇIBARMAH-K: Kabarmak. ÇIĞIR (AÇMAK): Kar üzerinde yol (açmak). ÇIĞIZ: Acizlenme, oyunda yan çizme, vazgeçme. ÇIKI: Küçük bohça. ÇIKMA: Evlerin önündeki artırma. ÇILBIR: Yoğurt ve yumurta ile yapılan bir tür yemek. ÇINGA: Kovan. ÇINGILT: Halka. ÇIĞIR: Karda açılan iz. ÇIĞRILMAK: Davet edilmek, çağrılmak. ÇIĞRIŞMAK: Hep birlikte ve bir ağızdan bağırmak; çağırmak. ÇIRA: Çam ağacından çıkartılan yanıcı ağaç parçası. Mesudiye’nin

Kara Tepe olarak adlandırılan İğdir Ormanları genellikle çamdan oluşur. Gökyüzüne bir cetvel düzlüğünde ve selvi boylu olarak uzanışları ile gören herkesin haklı bir beğenisini ve hayranlığını kazanır. Mis kokularıyla her tarafı adeta çıra olan çam odunlarını yüklemiş bir köylü, yüzyılların geleneği olan “kışlık odun” ihtiyacını bu şeklide karşılamak zorunda kalıyor. (Kaynak: Fahrettin Kaymaz)

ÇITIK PARMAK:Serçe parmak. ÇITIK/ÇITIK ÇALMAK:Baş ve işaret parmağımızı birbirine

sürterek ses çıkartmak.Bir olay ya da sevinç karşısında durumumuzu belirtmek için gülüp oynamak.Çok sevinmek.

ÇITLAK: Kıvılcım. ÇITMA: Sıçrayarak sağa sola ayak sallama. Tekme.

43

Page 45:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ÇITNAK: Nokta. ÇIVGIN/ÇAVGUN: Kar ve rüzgarla karışık yağan yağmur. ÇİÇE: Babanın kız kardeşi. ÇİĞİT: Baklagillerin tanesi, kabuklu çekirdek, kabak tohumu. ÇİĞNEM: Bir defada çiğnenebilecek miktarda. Sakız ekmek. ÇİLİNK ATMAK: Yüksekten atmak. ÇİLTE: Çorap şişi. ÇİMECEK: Yıkanılacak yer. Banyo. ÇİMMEK: Yıkanmak, banyo yapmak. ÇİNGİL: Büyük bakraç. ÇİPAR: Yüz, çehre. ÇİRİŞ: Bağlantıyı yapan uzun ağaç. ÇİSE: Çok ince ve hafif yağmur. ÇİSELEMEK: İnceden inceden yağmak. (ÇİSEMEK-

ÇİĞSENTİ-ÇİSKİN). ÇİT: (Rumca) FRAHTI

1) Kaburga kemiği. 2) (Divanü Lügati’t-Türk): Kamıştan veya dikenden yapılan duvarımsı örgü.

ÇİTE: Yün öremk için kullanılan tel çubuk. ÇİTEN: Kulpsuz sepet. ÇİTİL: Kavgacı, huzursuzluk yaratan. Belalı. ÇİTİLLİK ETMEK: Aksilik etmek. ÇİTİMEK: Sıkı dikiş. ÇO: Eşeği sürme ünlemi.ÇOĞĞ. ÇOCUK OYUNLARI:Yöremizde oynanan çocuk oyunları

şunlardır:Dönme Dolap ve Çıkrık,Mile ve Enek,Ara Kesme,Saklambaç,Salıncak,Uzun Eşek.

ÇOĞUMSAMAK: Çok görmek. ÇOLAPA: Beceriksiz, eli hiçbir işe yakılşmayan (kişi). ÇOLPA (COLPA): Eli yakışıksız, ayağı dolaşan, acemi. Bir ayağı

sakat olan. ÇON KESMEK: Çok üşümek, buymak. ÇON OLMA: Hayvanın üşüterek hastalanması. ÇON: Bir hayvan hastalığı. ÇOR: Karında su toplama hastalığı. ÇORT/ÇORTUK/ÇORTLUK: Dikenlik. ÇOPRA/COBRA: Sık çalılık veya sazlık. ÇOTUK-H: Kabarık, yaramsık.

44

Page 46:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ÇOTUL: Tepesi kesik, büyüyemiyen ağaç. ÇOTUR: Kabarık,dikenli yer. ÇÖĞEN/ÇEVGEN: Ucu eğri ağaç. ÇÖH ÇÖH (Divanü Lügati’t-Türk): Atları yönlendirmek için yada

vurmak için kullanılan bir ilgeç. ÇÖKELEK: Yağı alınmış yada yoğurdun kaynatılmasıyla elde

edilen bir tür peynir. ÇÖMÇE: Ağaç kepçe. ÇÖMÇE GELİN : Kuraklık dönemlerde yağmur yağmasını

sağlamak için çocuklarla gençlerin yaptıkları tören ve bu tören için özel olarak hazırlanan kukla. ÇULLU KADIN, KEPÇE KADIN ,KEPÇE GELİN,KEPÇELEYİN gibi adları vardır. Bir sırığa kol olarak iki çömçe takılıp entari giydirilir. Başı gelin gibi duvakla süslenir. İki çocuk bu çömçelerden tutup bu kuklayı ev ev gezdirirken öbür çocuklar da hep bir ağızdan tekerlemeler söylerler. Tekerlemeler yağmur yağması ve bol ürün alınması üzerinedir.Dolaşılan evlerden yağ,bulgur,un,tuz .. toplanır ve sonra bunlardan yemek yapılarak yenir. Veya köydeki muhtaç ailelere dağıtılır./Ana Britannıca) Yukarı Gökçe köyünde söylenen bir tekerleme: Kepçeleyn ne ister/Kaşık kaşık yağ ister/Gökte yağmur yerde çamur/Ver Allah’ım ver hayırlıca yağmur.

ÇÖPRE/CÖBRE :Biriken mum,pekmez artığı. ÇÖPLÜK: Evin avlusu. ÇÖPÜR: Keçi kılı. ÇÖREK (Divanü Lügati’t-Türk): Çörek. ÇÖRÖŞ: Arabasız, yakın taşınan ağaca yardımcı, ikinci bir çift

öküz koşulması.Yardımcı öküz.ÇOROŞ. ÇÖTE: Topaç. Bıyu kısa. ÇÖTEN: Kemre arabasının yanına çivilenen tahta. ÇÖTÜR: Orman içindeki diken ve çalı topluluğu. ÇÖVDÜRMEK/ÇÖDÜR(MEK)/ÇÖĞDÜRME: İşemek. ÇÖVEN: Kökü ve dalları, suya sabun katılmış gibi köpüren bir

bitki, sabun otu. ÇUL (Arapça CULL): Kalın iplikten örülmüş bir dokuma. Kıldan

örülmüş kaba dokuma, giyim. ÇULLAMA, ÇULLANMAK, ÇULLAMAK, ÇULLU, ÇULSUZ...gibi kullanımları vardır. Hayvan örtüsü.

ÇUL ÇÜRÜTEN: Misafirlikte fazla kalan. ÇUL TUTMAZ: Sebatsız, herşeyi çabuk kaybeden.

45

Page 47:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ÇULLAMA: Eti pişirdikten sonra yufka içine koyup yağda kızartarak yapılan yemek türü.

ÇÜŞ: Eşeğe verilen “yürü” ve “dur” emri. Ahmakça harekette bulunan kişilere söylenen söz.

DABAK OLMAK: Tabak olmak. Hayvanın ağzındaki ve ayağındaki tırnak aralarında çıbanlı yara açılmasıyla oluşan hastalık.

DABANA KUVVET/TABANA KUVVET: Ayağına kuvvet. Dayanıklı olmak. Bir yere yetişmek, varmak için yürümeye hız vermek. Ara vermeden yürümek.

DADANMAK: Alışkanlık haline getirmek. DAĞ BAYIR : İniş çıkışlı yer. DAH/DEH: Atı, eşeği sürme eylemi. DAHACIK: İşte, orada! DALAHLANMA: Hayvanın dilinin boğazına kaçarak bayılması. DALAKLANMAK: Hayvanlarda karın boşluğuna vurulmasıyla;

insanlarda ani bir darbeyle sersemlemek. DALAŞ(MAK): Kavga etmek. Köpeğin dövüşmesi. DALFİDAN : Taze ve yeni fidan. DALOĞLAN : DALOĞU. Gealişkin erkek çocuk. DALÖĞLE : Tam öğle zamanı. DALUYKU : Derin uyku. DAM: Evin üstü. DAMARSIZ: Huysuz, geçimsiz. DANGALAK-H: Boşboğaz. DANGIR: Geveze. DANİK: Kötü ayakkabı. DANİSKA/TALİSKA: Çok iyi. DARABA: Bahçe kenarına çakılan tahta parçaları. Balkon,

sundurma. DARAÇ (Türkçe DAR)’dan: Dar yer, dar geçit. DARALGELMEK/DARAL:Sıkıntıya düşmek DARAR GELMEK

Daralman komşular, yaz geldi ahaOdunlar da bitti hep yaha yahaSıçan gevenleri ediyor pahaOnlar da tükendi, şaştık be yahu(Rüştü Tuncalı)

DARALMAH-K: Sıkılmak, rahatsız olmak. DARI: Mısır. Mısır tanesi. DASTAR/DASDAR: Kendir ipinden dokunmuş kilim.

46

Page 48:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

DATLU :Tatlı DATLUM : Çok sevilen kişiye söylenen sevgi sözü. DAV DEMEK: Çok yaramazlık etmek, yerinde duramamak. DAVAR (Eski Türkçe TAVAR): Mal, mülk anlamında. Anadolu

Türkçesi’nde inca baş hayvanlara, özellikle koyun cinsine denir. DAVUN TUTSUN : “Ağzın konuşmaz olsun” anlamında yergi

sözü. DAVUN: Ağız yarası. Zehir. DAYAK:

1) Dayanacak değnek, sopa.2) Dövmekte kullanılan değnek, kötek.3) Kapı arkasına dayatılan destek.

DAYFAL(AN)MAK: Çok acıkmak. DAYFALAMAK: Bulantı duymak. DAYLI:

1) Şiddetli sancı.2) Bol su olan yer.3) Zehirli olup hayal gücüyle yaratılan düşsel bir hayvan.

DAZIRAMAK: Sıcak günlerde hayvanı sokacak olan sinekler bu eylemleri önlendiğinde ses çıkarırlar.Bu hayvanların dazıramasıdır.İnsanlar4 da kızgınlıklarını belli etmek için homurdanırlar,ses çıkarırlar.Bu “Belirtilen işe karşı olduğunu sezdirmek” anlamındadır. Bu sezgiyi fark eden kişi ise karşılık olarak boşuna söylenme,konuşma anlamında “Boşuna dazırama” şeklinde konuşur.

DEBERTMEK: Eşelemek. DECCAL/TECCAL: Yaramaz. Herşeyi duyuran. DEDÜKLİĞİN/DEDÜKLİYİN: Dediğin gibi. DEĞİRMEN: Zahra öğütülen yer. TEGİRMEN (Divan-ı Lügat-ül

Türk) DEH DEH: Atı yürütmeye başlatmak için söylenen söz. DEHLEMEK:

1) Baştan savmak.2) Atı yürüyüşe sevketmek.

DEHLİZLERİN SIRRI DEKMÜK: Tekme. DELEK/SEMELEK/SÜMSÜK: Ahmak. DELİDÖMBEK: Çok deli, zır deli. DEMİN/DEMİNCEK: Az önce.

47

Page 49:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

DENE: Tane. DENELEME: Buğday ve arpayı fazla yiyen hayvanın karnının

şişmesi. DENK: Sarılmış yük. DENSİZ: Münasebetsiz. Akılsız. DENÜK: Kendini beğenmiş. DEPME : 1-Ağzı dar testi. 2-Bu testiye konan peynir. DEPMEK: 1- Vurmak, tekme atmak.2-Bir nesneyi

sıkıştırarak,bastırarak kabına sığdırmak için çabalamak.Örn:Küpe peynir depmek.

DEPREŞMEK: Kımıldanmak, harekete geçmek. DEPÜK: Kuru, kuru yer. DEPÜRMEK: “Dudak puştur güler/Göz güneydir, depür”. Hazır

duurma gelmek. DEREGAP: Derhal, çabuk. DESDERE/TESTERE: El bıçkısı. DESDİ GEÇMEK: Sözünü dinletmek, nazı geçmek. DESTE: Bir bağlamlık ekin sapları toplamı. DESTE KALDIRMAK: Tarlada ekin biçerken yoldan geçen kişiye

biçtiği buğday desteğini kaldırarak göstermek, ondan bahşiş istemek anlamında davranışta bulunmak. Deste kaldıran kişi şöyle der: “Ekenler biçer/konanlar göçer/cennetin kapısını/cömertler açar”. Bu eylem genellikle atlı yolculara yapılır. Çünkü atlı kişi, zengin kişi sayılır. Deste kaldırılan kişi de bahşişi verir. Böylece ‘bereketli olsun’ dileğinde bulunulmuştur ve deste kaldıranı mahcup etmemiştir.

DEŞELEMEK: Bir nesneyi herhangi gereçle içini ortaya çıkaracak şekilde oymak.(Geniş anlamıyla) Bir olayı karıştırmak,içinden çıkılamaz duruma getirmek için şurasından burasından söz üretmek.

DEŞMEK: Yarmak, delmek. Çıbanı deşmek. GÖNLÜNÜ DEŞMEK: Acısını, dertlerini söyletmek.

DEŞÜK . Teşik : Obur, karnı doymasına karşın gözü doymayan kimse. Ya da çok yemek yemekten karnı şişkin kimse.

DEVE BOYNU: Tınaz makinesinin elek sallayıcısı. DEYNEK: İnce sopa. DIDIÇ: Ufak tefek. DIĞIL: Küçük, ufak. DIKMAÇ: Ekmeği fazla doğranmış yoğurt. DILDIVIZ: Basit.

48

Page 50:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

DIRANGA KESMEK: Şişmek. DIRÇ ETMEK: Çabucak uzun mesafeyi dolaşmak. DIRIH: Zayıf durumda olan.DIRIK-H :Mecalsiz,fersiz. DIRIZ: Zayıf. Küçük kalmak. DIRMUH/TIRMIK: Ot dırımak için kullanılan ucu dişli,tarak

biçiminde ağaç saplı tarım aracı. DISTIRIÇTA KALMAK: Oldukça dar yerde veya durumda

kalmak. DIZDIZ: Çabuk ağlayan. DİBEK (Türkçe TÜP: TEPE, DİP, TEMEL kökünden)

TÜBEK/TİBEK/DİBEK...Dövmekle ilgili olduğu da belirtilir. Kök anlamı: Tepesine vurulan, tepesine vurularak dövülen. Buğday dövmek için ağaç veya taştan oyulmuş nesne.

DİBLE: Taze fasulye veya kara lahana doğranıp haşlandıktan sonra içine soğan, pirinç, yağ karıştırılarak yapılan yemek.

DİDİKLEMEK: Elle, çubukla uğraşmak, ince ince kazmak. DİDİŞMEK: Birbiriyle azar azar kavgalanmak. DİK OLUK-H: Değirmen oluğu. DİKİLGEN: Sancı. Kramp. DİKME: Yeni dikilmiş fidan. DİLMEK: Dilim dilim kesmek. DİNELMEK: Ayakta durmak. DİNGİL: Çark, tekerlek gibi araçların merkezinden geçen mil DİNGİLDEK: Yerinde duramayan, oynak. Sözüne güvenilmez,

kaypak. DİNGİLDEMEK: Kımıldamak. Bıcıramamak. DİNGİLİTOS: Tahtaravalli. DİNLENGÜN: Yorgunluğu gitmiş, dinlenmiş. DİREKSİ GELME: Karşı gelme. DİRGEN/DİRGON: Harmanda sapları yaymak ve karıştırmak için

kullanılan iki dallı nesne. DİŞ: Arabanın mazusunu tutan nesne. DİŞATIĞI/DİŞATUĞU:Gereksiz,fazlalıktan ortaya çıkan nesne ya

da iş. DİŞEĞİ(TürkçeDİŞ)’ten. DİŞEK/DİŞEKİ/DİŞEĞİ: Değirmen

taşını dişlemeye yarayan iki yanı keskin aygıt. DİŞEK: Değirmen taşlarının düzenli dönmesini sağlayan demir

alet. DİŞKURDAĞUÇ: Kürdan.

49

Page 51:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

DİŞO(Ğ): Değirmen taşına diş açma aleti. Demirden yapılmış taraklı nesne.

DİZ BA(Ğ)DAŞ KUMAK: Yere yayılarak, ayakları dizden ikiye bükerek üstüne oturuş şekli.

DİZEK: Ahır tahtası. DİZGE :Dizilmiş halde bulunan. DİZGİN: Atın başın atakılan yular. DOCU OLMAK : At yada eşeğin terli iken su içmesiyle

hastalanması. DOĞCA: Küçük kulaklı. DO(Ğ)Ş:At,eşek gibi yük hayvanlarını durdurma ünlemi DOĞURCUK-H: Bakınız TOKURCUN. DOĞUZLUK-H: Değirmene gelen suyun aktığı yer. DOHURCUN/DOKURCUN/DOĞURCUN: Dokuz taşla oynanan

oyun. DOLAK: Kaşkol. DOLAP AĞACI: İp sıkmaya yarayan ağaç. DOLAŞIK: Birbirine karışmış durumda olan. DOLUKMAK: Ağlayacak duruma gelmek, gözü yaşarmak. DOMALTMAK: Bir tarafını tümsek gibi çıkıntılı hale getirmek;

önünde çöktürmek. DOMUZLUK . Domuzlaşma : Hainlik etme, aksilik etme. İnadına

tersini yapma. DON: İç giysi. DONAM: Bir evin kapı, pencere, tavan, döşeme gibi bölümleri. DONCUHLAMAH-K/DUNCUKLAMA: Fazla koşup yorularak

düşme. DONCUKMAK: Yerine beğenmemek. DONGİLİK: Küçük baş hayvanlara takılan çıngırak. DONUZLUK-H: Değirmenin alt kısmındaki oyuk. DORAN: Çam ağacının yeni yetişmişi. Çamın gövde ile kabuk

arasında yenilebilen zarımsı sıvısı. DOĞOŞ/DOĞA: Öküzleri durdurma ünlemi. DÖĞME: Ahlatın kurutulup ezilmesiyle yapılan toz halindeki

yiyecek maddesi. DÖKME: 1-Ortası delikli ve şekli yuvarlak,köy fırınlarımızda

pişirilen buğday ekmeği. 2-Ahşap ev yapımında kullanılan ağaç. DÖLLEME: Erkeğin dişiyi yavru yapacak duruma getirmesi. DÖMEK: Ahırdan dışarıya gübre atılan delik.

50

Page 52:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

DÖNÜK: 1) Tersine çevrilmiş.2) İlçemizde yaşayan, ancak daha önce hristiyanken sonra Müslüman olan kimselere söylenen söz.

DÖŞ: Bağır. DÖŞEK: Yatak. DULDA (Moğolca DALDA: Korunma, sığınma)’dan Anadolu

ağzına geçti. Rüzgar, yağmur vurmayan yer. Arka taraf. DULDALANMAK: Siperde, bir köşede, kenarda özellikle gölgede

barınıp kollanmak, dinlenmek. DUT: İlkbahar meyvelerinden olan dut, değişik tadı ve lezzetiyle

çok aranılan ve sevilen bir yiyecektir. Ülkemizin birçok yöresinde yetişen dut, sıcak bölgelerimizde Nisan, Mayıs aylarında, genel olarak ise Mayıs sonları, Haziran başlarında yetişir. Yayla özelliğine sahip olan Ordu’nun iç kesimlerindeki iç kesimlerinde ise bu tarih Temmuz ortalarını bulur. Yukarı Gökçe köyünde Temmuz’un 20’sinde ağaçtan dut sirkeleme anı. Bir kişi duta çıkmış dalları sirkelerken, yerdekiler örtüyü açarak dutların yere düşmesini önlüyorlar. 10 kg’yu aşkın toplanan dutun bir bölümü “göz hakkı” olarak komşulara dağıtılıyor. Geri kalanı sohbet eşliğinde yenirken dutun lezzeti damaklarda kalıyor.

51

Page 53:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

DUZLUK-H: Çorbada kullanılan yoğurttan yapılan tuzlu yiyecek. DÜDEK: Çam sakızının tazesi, bir çeşit reçine. DÜĞ : Sulu kar. DÜĞ GİBİ: Çok küçük kırılmış. Tane arpa kırılmış duruma gelince

böyle tanımlanır. DÜĞDÜ: Nacağın, girebinin arka kısmı. Küplentü. DÜĞE: İki yaşındaki kara sığır. DÜĞLEK: Küçük yumru. DÜĞNELEMEK: Ufalamak. DÜĞÜN / GELENEKSEL DÜĞÜNLERE ÖZLEM: Türkiye’de

tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin sancılarını en fazla çeken yörelerin başında Mesudiye geliyor. Toprağın verimsiz ve az oluşu nedeniyle yıllardır göç veren, neredeyse göç edecek insanı kalmayan Mesudiye’de geleneksel düğünler de unutulmakta...Düğün dedikse elbette köy düğünlerini kastediyoruz. Telli duvaklı, at sırtında gelin alınan düğünleri...Cuma günü başlayıp akşam “çuval ağzı” töreniyle kız evine giden köy kadınlarının, yanlarında katkı amacıyla götürdükleri süt, yoğurt,

52

Page 54:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

yumurta, yağ, peynir gibi yiyecekelerini gelinin annesine sunması ve “hayırlı olsun” dilekleriyle başlayıp, topluca yenen yemeğin ardından kemençe eşliğinde oynanan horonla başlayan köy düğünlerini kastediyoruz. Cumartesi gün boyu ve gece sabah kadar devam eden eğlenceler, davul zurna eşliğinde oynana oyunlar; Pazar günü gelin alma ile devam eden düğünler unutulmak üzere. Kız evinden, gelinin kardeşleri ve yakınlarının yardımıyla ata bindirilen gelin, gözyaşlarını dökerken geleneksel renkli gelin başı örtülerek damat evine doğru yola çıkar.“Düğüncü” adı verilen kalabalık toplulukla yapılan yolculuk sırasında at yarışları yapılır, gelinin çeyizinden yastık çalınarak damada götürülüp yüklü bahşiş alınan düğünler anlatmak istediğimiz. (Mesudiye Gazetesi)

DÜĞÜRCÜ: Gelin almaya gidenler. DÜĞÜRCÜ GİTMEK: Gelin

almaya gitmek. DÜĞÜRCÜK : Küçük dolu tanesi. DÜNELEMEK: Taş sopla ile vurup sersemletmek. DÜREMEÇ/DÜRMEÇ: Gözleme Ekmeğinin içinde çökelik

konarak yuvarlakça sarılıp, dürülüp yenmesi. DÜRME: Beyaz lahananın körpe hali.

53

Page 55:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

DÜRMEÇ/DÜREMEÇ: Sandöviç. DÜRME PANCARI: Beyaz lahana. DÜRTÜKLEME : Bir nesneyi parmakla veya başkabir nesneyle

ileri doğru itmek,karıştırmak.(Geniş anlamıyla) Bir konuyu ilgilileri rahatsız edecek şekilde konuşmak,ortaya çıkarmak.

DÜRÜM: Büklüm, katlama. İçine peynir konup dürülmüş yufka. DÜRÜMÜYESİCE: Yaramaz insana ileri gitmsi istenilmeyen

durumlar için söylenen beddua sözü. DÜVEN/DÖVEN/DÖĞEN:(TürkçeDÖVMEK)’ten. Ezen.Otu

saman haline getiren dişli tahta.Harmanda sapla taneleri ayırmak,sapları saman haline getirmek amacıyla; genellikle bir çift öküz tarafından çekilen,altı keskin taşlarla donatılmış ,kalın tahtadan yapılmış düzenek

E Mİ?: “Öyle mi?” anlamındaki soru sözcüğü. E(Ğ)OS: Tarlaya çift sürülürken açılan kanal. EBELEME: Oyunda kaçan, saklanan çocuğun ebe tarafından

yakalanması. ECENE: Ağaç oymada kullanılan dört köşeli çelik alet. ECİM (ÇEKMEK-ÇEKİŞMEK): Lades çekmek. İddialaşmak.- Ecim ecim olsun mu?- Olsun.- Ahirette de borcun olsun mu?- Olsun.- Vermeyen külli kafir olsun mu?- Olsun.- Çek kopsun. ECİR:

1) Sevap.2) Ücretle çalışan kişi.

ECÜNNÜ/ECİNNİ: Hortlak, cin, peri. EDÜKLEME: İneği ikinci defa sağma. EFERİM : Aferin. EFERİMCİ: Öğülmeye ve bu yolla kandırılmaya yatkın kişi. EGEN: Huysuz hayvanların ağzına takılan araç. EGLEK/EĞLEK/EYLEK :Beklenti yeri.durak. EGSÜK (Divanü Lügati’t-Türk): Eksik; bir şeyin

kusurlu,aksak,bozuk hali.EKSÜK/EKSİK/EVSÜK :Tam olmayan. EĞEK: Saban demirinin içine giren kısmı (Bakınız ENEK). EĞİRCEK: Elde yün eğirmeye yarayan alet.

54

Page 56:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

EĞİŞ: Yufka pişirirken çevirmek için kullanılan ağzı geniş tahta ya da demir alet.EĞİNŞ.

EĞLEMEK: Durdurmak, bekletmek. EĞMEÇ: Kızağın yanlarındaki fındık yada meşeden yapılan ince

çubuklu korkuluk.EYMEÇ. EĞNİ: Çamaşır. EĞREK: Küme halinde oturmak. Oturma yeri. Öğle sıcağında

koyunların toplu halde dinlendikleri gölgeli yer. EĞREK BAŞI: Oturulan yerim önü, önemli yeri veya kişisi.

(Bakınız BÖĞRÜK BAŞI). EĞREK KAYA: Gölgelik veren eğik,tam düz olmayan kaya

kütlesi. EĞRÜLCE: Erik ağacında eriğin dışındaki ek meyvesi. EKDİ: Başkasının topraında otlayan hayvan. EKE: Tecrübeli, usta (kişi). EKENEK: Ekilebilen, ekilmiş tarla. EKİN: Tahılın tarlaya atıldığı andan harman oluncaya değin aldığı

duruma verilen ad. EKİN BİÇMEK: Tarlada büyüyüp olgunlaşmış tahılın biçilme işlemi. EKİN KIYISI: Büyümüş tahılın (buğday, arpa, yulaf, çavdar) biçilmemiş,sonradan biçilecek kıyısı.

Ekini biçe biçeBulamadım ucunuGerisini söylememAnşa bilir suçunu (Rüştü Tuncalı)

EKLEŞMEK: Sataşmak, takılmak. EKSER: Çivi. Büyük çivi. Mıh. EKSÜK/EKSİK: Noksan, tam olmayan. EKSÜKSÜZ: Noksansız.Tam olarak. EKTİ : Her yiyeceğe canı çeken. EL AVI: El yordamıyla yapılan. EL DEĞİRMENİ: Zahrayı öğütmek için üstüste iki taştan oluşan

ve elle çevrilen taş değirmen. EL FEHMİNE: El yordamı, el ölçüsü ile. ELBENDİ: Hoppa kadın. ELECEK: Buğday dövme aracı, tokmak. ELEK: Zahra elemek için kullanılan nesne.

Geniş tahtalarla döşenmiş duvarlara yine ahşap, tek bir ağaçtan oyularak yapılmış hamur tekneler, un elekleri, yağ külekleri, bez torbalar, deri eşyalar asılmış...

55

Page 57:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ELENTİ: Kalburdan geçirilmiş, kalburun altındaki hububat. ELİNİN KÖRÜ: Aslında (ölünün gûru)dür. “Ölünün gömüldüğü

yer” anlamına gelir. Gur (Farsça) mezar anlamındadır. Elinin körü’ne nasıl dönüştüğünü pek açıklayamıyoruz. Olumsuzluk bildiren bir sözdür.

ELLEHEM: Galiba. ELLEHEME/ELLAME: Yine, her durumda (davranmak). ELVERÜ: Yeter, kafi. EMCİK: Meme. EMEÇER: Emsallerinden daha güçlü olan. EMEKSİZ: Babası askerdeyken doğan çocuk. EMİŞME: Koyunun kuzusu tarafından emilmesi.

EMME: Amma. “Emme iş gördün!”: Fazlasıyla iş yaptın. “Bu ev yapılır emme!...”: Evin yapılması, sorunu bitirmiyor. Ardını düşünmek gerek.

EMMİ: Amca. Babanın erkek kardeşi. EMMİ OĞLU: Amcaoğlu. EMÜŞÜK/EMİŞİK: Aynı zamanda doğan aynı memeden emmiş

çocuklar. EMZİK/EMZÜK: Çocuklarım emdiği lastik meme. EN(Divanü Lügati’t-Türk):

1) Herhangi bir şeyin genişliği.2) EN YER: Aşağıya doğru eğimli yer.

ENBEK GEL: Çok çabuk gel. ENCEP/ANCAP: Armudun küçüğü. ENCİK: Erkek çocuk.

56

Page 58:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ENDİRES GÖDÜĞÜ: Büyük ölçekli kile, buğday ölçeği. ENEK:

1) Burulmuş, iğdiş edilmiş (erkek hayvan).2) Bakınız EĞEK.

ENEMEK: Erkekliğini gidermek. İğdiş etmek. Hadım etmek. Yöremizde, öküzlerin erkeklik bezleri burularak erkekliği, dolayısıyla döl verme güçleri yok edilir.

ENNÜ/ENLİ: Geniş. ENTERİ/ENTARİ: Bayan elbisesi. ENÜK/ENÜK/ENİK/ENCİK: Köpek yavrusu. ENÜKLEME: Ele yakılan kınanın ara sıra siyah renk alması. Bir

başka anlamıyla da “Köpek yavrusu gibi yerde sürüklenme”. EPEY: Çokça. EPRİMEK: Bozulmak, ekşiyip çürümek. ER: Erken. Sabahın ilk vakti. ERCEK :Erkenden. EREK: Durak yeri. ERİK KURUSU : Çekirdeği çıkartılarak gölgede ya da fırında

kurutulmuş erik.Daha sonra sulandırılarak sulu katık olarak sofrada kullanılır ya da suyu soğukluk olarak içilir.

ERİNMEK: Üşenmek. ERİNTİ: Hayvanların beğenmeyerek yemediği saman. ERİŞTE (Farsça RİŞTE: İplik)’ten. Elle yufka inceliğinde açılan

hamurdan, kalın iplik biçiminde kesilen bir makarna türü. Açıklama: Yabancı sözcüklerin önüne getirilen –i, -e, -u,-o, -ü, -ö seslilerinden türeme yapılarak (E)RİŞTE olmuştur. ÖRN: (İ)RECEP, (İ)RAMAZAN söylenişleri gibi.

ERKETE: Yasa dışı bir işin yapıldığı yerde geleni haber verme işi. ERKETECİ: Haberi verme işini yüklene kişi. ESİRGÜN/ESÜRGÜN: İlkbahar fırtınası. Hafif rüzgarlı fırtına.

Çok şımarık olan. ESİRİTME: Rastgele hareket etme. ESİRÜK/ESERÜH/ESERÜK/ESİRİK: Şımarık. Düşüncesizce

hareket eden. ESSAH MI?: Sahi mi? Gerçek mi? EŞEK: Odun kesme sehpası. EŞELEK:

1) Elma, armut, ayva gibi meyvelerin yenmeyen iç bölümü.

57

Page 59:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

2) Hayvanların otlatıldıktan sonra dinlenmesi amacıyla bırakıldıkları tozlu yer.

EŞENEK: Eşinme işleminin yapıldığı uğraşılan yer. EŞİK: Kapı boşluğunun alt yanında bulunan alçak basamak veya

kapı ağzında basamak yapılan yer. Kömsek. EŞKİN: Atın bir türlü hızlı yürüyüşü. EŞME: Yaylada koyun yatırılan topraklı yer. EVCEKLİK: Bir işte acele etme. EVCİMEN: Evine bağlı, ev işlerinde becerikli. EVDİRMEK: Acele ettirmek. Su kabı doluncaya kadar bekleme. EVECEK: Aceleci. EVEĞEN (TürkçeİVMEK/EVMEK)’ten EVEGEN, EVEĞEN:

İvedi davranan. İVECEN/EVECEN: Hızla ilerleyen. EVEKLEMEK: Acele etmek (Baknızı TELESİMEK).

EVEKLEMEK : Acele etmek. EVELEK: Ispanağa benzer yenilen bir bitki. EVERMEK (Türkçe EV)’den: EV-E-R-MEK: Evlendirmek, evinin

olmasını sağlamak. EVETÜ: İvedi, çabuk. EVKOŞ: Saban izi. Sabanın toprakta bıraktığı sürgü izi. EVLEK: Tarlada çift sürerken eşit parçalara ayrılmış hali.

(KAYNAK Çiftçi’nin El Kitabı/Ziraat Tarihi’nde çiftçilik hakkında yazılmış en eski el kitabı): “Kim tarlaya ufki yollar açmışsa bu defa sabanı, dkey olarak gezdirmeli ve öyle yollar açılmalı; önce dikey olarak iz yapılmışsa ikinci defa ufki yollar açılmalıdır. Ekilmeyi takip eden günlerde filizlerin çıkmasına engel olmamak için oyuklarda bulunan büyük toprak parçaları temizlenmelidir.”

58

Page 60:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

EVLEK: Tarlanın ,tohum ekmek için saban iziyle ayrılan veye bölünen bölümlerinden her birine verilen ad.Genelde dönümün dörtte biri ölçüsündedir. Tarlayı sürenken zaman ayarlamak ve tohum kullanmada bilinen bir ölçü olarak düşünülmüştür.Bazı yörelerde “ Andal” da denir. Fotoğrafta , bölünmüş bir evleklik yerin sürülmesini görüyoruz.

EVME: Acele etme.(Oguzca) ewdi. Evmek. EVSECEK: Sini gibi düz yuvarlak tahta parçası. Zahra eleme

nesnesi. Buğday savurma aleti. EVSÜK : Eksik. EVŞELEME: Hırpalayarak yapılan el şakası.Vücudu ezgin hale

getirme. EVVELCE: Biraz evvel, az önce. EVVELSİ/EVVELKİ: Sondan önce gelen. Dünden daha önceki

gün. Geçen seneden önceki sene. EVZA: Kibrit. EY: Yüksek sele çağrıldığında cevap olatrak söylenen söz. EYELTİ: Elle yapılan seyrek dikiş. EYER: At sırtına konan oturak.

59

Page 61:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

EYİN : Giysi. EYİŞ: Küçük, demir ağızlı ve demir saplı ateş küreği. EYLEMEK: Bekletmek. Durdurmak. EYLENMEK/EĞLENMEK: Durup beklemek. Öğlendi(Yorgun

adam)dinlendi. EYVAH: Yazık, yanıp yakılma ünlemi. EZEMEÇ: Yoğurt, pekmez gibi maddeleri suyla içecek duruma

getirmek. FADİK: Fatma’nın halk ağzında söylenişi. FAFALAMA: Bir nesneyi el yordamıyla aramak, el gezdirmek. FALDACA (İtalyanca FALCETTE): Ufak tırpan

(FALÇETA/FALÇATA).YukarıFaldaca/Aşağı Faldaca…(Bak: Gürsel YILDIRIM –FALDACA adlı kitabı)

FALDACA SOMUNU: Mesudiye yöresinde lezzeti ile tanınmış Yukarı Gökçe köyünde yapılan fırın ekmeği.Karadeniz ekmekleri Türkiye’de birhayli ünlü olup lezzetiyle yiyenlerin beğenisini kazanmıştır. İstanbul ve diğer büyük şehirlerde özellikle Trabzon ekmeği adıyla birhayli müşteri potansiyeline sahiptir. Mesudiye’nin geleneksel ekmekleri de lezzetleriyle hep beğeni kazanmıştır. Köylerdeki fırınlarda kadınlar sıra ile bir haftalık, on günlük ekmeklerini pişirirler. Çünkü bu ekmekler on günden önce bayatlamazlar. Mesudiye ekmekleri içinde en beğeni toplayanı, “faldaca somunları” dır. Yüzyılların birikimiyle diğer köylerde yapılanlar aynı lezzete ulaşamazlar. Gerek yoğruluşu, gerek mayası, gerek pişiriliş ile hep ayrı bir lezzete sahip olan Faldaca somunlarından yiyenlerin tadı damaklarında kalır.Esmer undan yapılan bu somunlar Faldaca’ya gelenlerce mutlaka istenirken, misafir olarak bu köylere gidenlerden dönüşte somun getirmesi özellikle istenir. Fotoğrafta evin bahapılan kahvaltı sırasında köyde yeni pişen sıcak bir Faldaca somununu ve bu somunun kalitesini ölçen Prof. Dr. Aziz Ekşi ve diğer konukları görüyoruz.

60

Page 62:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

Kaynak:Mesudiye Gazetesi

FARFAR: İçine gaz yağı koyularak aydınlatma amacıyla kullanılan fitilli şişe.

FARFARACI: Yalan, palavra atan. FARIMAH-K: Eskimek.Yorulmak. FARLAMAK: Alevlenmek. FAYRAPLAMA: Hızla ilerleme, panik etme, birden koşma. FEFELEME: El yordamıyla arama. FEHMETME: Görememek. FELFECİR: Uyanık, açık göz. FELFELEK:1- Afallamak. Eski canlılığını yitirmiş olmak.

Şaşırmak.2-Ketern döğmeye yarayan topak. FELFENEZ : Birkaç kişinin toplanarak kaynaşması.. FELLENMEK: Sinirlenmek. FENAHAS: Çok iyi. FENER: İçinde ışık kaynağı bulunan, etrafı cam çerçeve ile

çevrilmiş aydınlatma aracı. Donuk ışık. FENİKLEMEK/FENİKMEK: Bozulmak.Ağlamaktan yorulmak. FER: Güç, kuvvet. Gözdeki canlılık. FERAHLAMAK: Serinlemek. FERFENE: Uzun kış gecelerinde dost ve akrabalarla birlikte yenen

akşam yemeğine ve o gece yapılan eğlenceye verilen ad. Bazı köylerimizde “ortaklaşa yapılan et yemeği” anlamında da kullanılır.

61

Page 63:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

FERİK: Yumurtlamaya yeni başlayan tavuk.Civcivlikten çıkmış yavru.Piliç.

FEŞEL: Yaramaz, afacan. Açıkgöz. FETİL: Sac üzerinde pişirilen bir tür ekmek. FIHRAMA: Ekşime. FIRAHTU/FIRAKTI/FIRAHDU: Tarlaların kenarına çalılardan,

tahtadan örülen set.ÇİT. FIRHIL/FIRĞIL: Haşlanmış yumurta veya meyve. Armudun

haşlanması.. FIRT GELDİ: Hemen, çabucak geldi. FIRTKELEK: Düzen, hile. FISKA/FİSİL: Arpacık soğanı. FISLAMAK: Bir sözü başka kimsenin kulağına fısıltı halinde

söylemek, gizlice haber vermek. FIŞIR/HIŞIR: Eski. FIŞKI (Rumca PHUSKİ): At, eşek pisliği. Hayvan dışkısının

kurutulmuşu. FIYDU: Ağızdan laf kaçırmak. FIYMAH-K: Kaçmak. Farızmak. Puymak. (Ürküp kaçmak).

Tezikmek. Fİ(Ğ): Hayvan yemi olarak yetiştirilen bir bitki. FİLARİZ: Keten döğmeye yarayan tokmak. FİLDİR FİLDİR: Çok oynak, hareketli. FİNGİL : Kum taneciklerini iterek çıkan kaynak su kabarcığı. FİNGİLDEME : Görünmeden ortaya çıkma. FİRİKLENMEK: Dört dönme. FİSİRTİ: Yavaş konuşma. FODOLLAMA/FODULLANMA: Kızma, darılma. FODUL: Sinirli, kendi kendine kızıp sinirlenen, geçimsiz, çitil.

Bilmediği halde akıl öğreten. “Hem kel, hem fodul.” FOL: Tavukların yumurtlaması için bırakılmış yumurta veya

yumurta biçiminde taş.(Rumca) FOL-(Türkçe) YUVA FOLLUK-H: Tavukların yumurtladıkları yer. FOLTAK-H/FÖLTEK-H: Üzrine bol gelen. Yerleştiği yerde

boşluk bırakan. FORT: Bol. FORT GELMEK: Bol gelmek. FORUZ : Horoz FOS: Kof. Kafalak. FOSALAK : İçi boş.

62

Page 64:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

FOSFOSALAK-H: Hepten boş gelmiş olan. FOSUL: Haşlanmış (meyve). FÖRTEDEK ÇIKMAK: Bulunduğu yerden birden ortaya çıkma

eylemi. FÖRTLEK: Gözü, korkudan dışarı çıkmış gibi olan. Dışarı çıkma

eylemi. FÖSÜLLEME: Rastgele yapma, gelişigüzel iş yapma. GAAM/GAAMA/GEEM/GALİBA: Zannederim. GAARUK: Büyük ağaç. GABALAK-H/GELABAK : Dul avrat otu.Hayvan yiyeceği olarak

kullanıldığı gibi geniş yapraklarıyla ot sarması yapılırken de kullanılır.

GABARA/KABARA: Ayakkabının altına çakılan büyük başlı çivi. GABARDAH-K: Kabarmış durumda olmak. GADA: Hastalık, dert. GADASINI YEMEK: Hastalığına çare

olmak. GADASINA KURBAN OLMAK: Derdine yaardımcı olak. Bu uğurda gönüllü olmak.

GADAMAK: İyice yaklaştırmak. GADANI ALMAK (GADAN ALDUM): Belasını almak. GADİMİ: Daha çok, daha ziyade. GADİRLİK: Vefasız olmak, hainlik. GADRİ GEÇMEK: Güvenine inanmış olmak. GAGEÇ KESMEK: Sertleşmek. GAĞARTMAH/GAĞARTMAK/KAHIRTMAK/KAĞARTMA:

Zorlarak bükme. GAĞIŞ: Ağır, yavaş hareket eden. Birisini dürtmek. GAĞIŞLAMA/KAKIŞLAMA: İtikleme. GAHBE/GAHPE/KAHBE: Dönek. Kötü yola düşmüş kişi.

Orospu. GAHMA/KAKMA: İtmek. GAHURA/GAPULA (Pontosça): Küçük dal, ağaç filizi. GALDİRİK-H/HODAR: Yer pancarı türünden yenen ot. GALDURUM: Germenin altına konan çaput. GALIÇ: Orak. GALLE: Pazı yemeği. GALUH-K/KALIK/GALUĞAN/GALIVAN: Kocamış, iyi

durumdan düşmüş hal. Evde kalmış kız. GAMBAK : Başı saçsız olan.

63

Page 65:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

GAMCI/KAMÇI: At sürmek için deriden yapılan nesne (Bakınız KAMÇI).

GANAYAHLU/KANAYAKLI: Yavaş olan, umursamayan. GANGIBİLİÇ: Tahta revan. GAPÇUH/GAPCUK/KAPCUK FASİLLE: Taneler halinde

kırılarak kurutulan fasulye. Anadolu’da 4000 yıldan beri süregelen bir geleneğin değeri günümüzde adeta yeniden keşfediliyor. Bazı sebzelerin kuruutularak kış mevsiminde yenmesi yüyıllardır devam etmiş, ancak köyde kente göçün hızlanması sonucu 80’li yıllardan sonra adeta modasını yiitirerek ter edilmeye başlanmıştı. Taze fasulyenin bıçakla ince ince kesilerek “kıyma” fasulye adıyla kurutulması, bütün bunların kurutulmasına ise “kapçuk” denilmesi; biberlerin sıra sıra iplere dizilerek kızarmış durumda kurutulması; patlıcan, kabak, dağ nanesi (anuk) gibi onlarca sebzenin kış aylarında tadılmasını sağlıyordu. Kurutulan sebzelerin daha sağlıklı olduğu ortaya koyulunca serenlerde, samanlık ve evlerin duvarlarında yapılan kurutma geleneği yeniden gözde duruma gelmeye başladı.

GAPPO(Ğ): Kahpe durumda olan. GAPUSKA/KAPUSKA: Etli lahana yemeği.

64

Page 66:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

GARAFATMA/KARAFATMA: Tarıma yararlı, parlak siyah renkli böcek. Hamam böceği.

GIRNATA: Davul-zurna ekibi. GARABABA: Öldürücü, zehirleyici yiyecek. GARA BACAK: Kara lahana. GARADAVUN: Hayvan hastalığı. Beddua anlamında söylenen söz. GARAMUH/KARAMUK-H:

1) Ekin tarlalarında biten, yaprakları karşılıklı, çiçeği pembe, mor renkte, zararlı bir bitki.

2) İnsan ve ya koyun vücudunda görünen kara kabarcıklı hastalık. GARA YOL: Dönüşü olmayan yol. GARDAŞLIK/GARDAŞLUK-H/KARDEŞLİK GARGABARDA (Karga bardağı): Bir tür bitki. GARGALAK: Deniz, dere sularının kıyıya attığı ağaç parçaları. GARI/KARI: Kadın, eş. GARIPSAMAK-H (GARİPSEMEK): Özlemek. GARUH-K/GARIK: Bir ekimlik yer. GASBAHANEK/GASBENEK: İnadına, kasıtlı, bilerek, özellikle. GASBANA: Kasıtlı olarak. GASNAH/KASNAK: Tahtanın silindir şekline gelmiş hali. GAŞAMA: Eskiyecek malzeme parçalarının açılması, boyanması.

Deforme olması. GAŞO(Ğ)O: Hayvanları kaşıma, tüyünü temizlemek için kullanılan

dişli demir tarak. Kaşağı. GATİLİK/KATİLİK: İnat. GATUĞAZ: İri. Sert, dayanıklı. GAVAZAH: Çok yavaş, ağır. GAVİ/KAVİ: Çok sağlam. GAVİL: Lades. Anlaşma. GAVNİK: Yorgun düşmüş. GAVRAN: Kavran. Ağaçtan yapılmış uzun kap. Bal, un kabı. GAVUM: Akraba ziyareti. GAVURGA/KAVURGA: Buğdayın kuruyemiş gibi yenilmek için

kavurlarak hazırlanmış durumu. GAVUT: Buğdayın kavrulmuşu. GAYAR: Atın ayağını eski nalla onarma. GAYASAH/GAYSAH : Çok çok kirli. GAYBANA : Yakışıksız.Yakışık olmaktan uzak olan. GAYDA/GAYDE/KAYDA: Müzik.

65

Page 67:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

GAYDALI/GAYDELİ/KAYDALI: Kulağa hoş gelecek şekilde, hoş gelişli.

GAYER: Tırnağın nala değimesi yüzünden yapılan nal düzeltme işlemi.

GAYKINCAH/KAYKINCAK-H: Kaymak için yapılan tahta araç. Kızak.

GAYLIK/GAYLIĞAN/GAYUĞAN/ GAYLUĞAN :Düz,srt taş. GAYLUH-K: Yufka ekmeğinin kaşık şekline getirilip baş ve işaret

ile tutularak yeme çeşidi. GAYPANAK-H/KAYPANAK: Sözünden, işinden vazgeçmiş

olan. Dönek. Kasıtlı olarak. GAYTARMA/KAYTARMA: İşten kaçmak, sıvışmak. GATUVAZ/GATUĞAZ: :Elindekini sıkı tutan,vermek

istemeyen. GAZAL/GAZEL: Kurumuş yaprak. GAZANDİBİ: Evin küçük çocuğu. Kazandibi. GAZMA/KAZMA: Toprak eşme aleti. GAZO : Hamur kazıma aleti. GEBERİK : Ölü, gebermiş. GEBEŞ: Çok şişman, iri karınlı.G embeş. GEBRE: Genelde atların korunmasında kullanılan keçi kılından

yapılan örme. GEÇEK: Geçilen yer. Geçit. GEDEK: Manda yavrusu. GEGEK: Gaga, uç. GEĞER: Bahçe sularken akan suyu ince kollara ayırmak. GEĞİRME: Ağızdan, mideden gelen gazı çıkarma. GEĞREK: Kaburganın altıü böğür üstü. GELBERİ (Türkçe GELMEK ile BERİ’den): GEL/BERİ: Uzun

saplı ocak küreği. Ateşi öne doğru çekmeye yarar. Harmanda tane buğdayı öne çeker.

GELECOŞ/KALECOŞ: Soğan, kıyma, ayranla yapılan yemek. Yoğurt kurusu, keş. Suda ezilip kaynatılan keşin içine pide doğranarak pişirilen ve üstüne yağ dökülen yemek.

GELENEKSEL YERLEŞİM: Gözlemlerim 1935’li 40’lı yıllarda başlar. Anımsadığım kadarıyla 100-150 kadar ve çoğunlukla 2 katlı konuklarda ve bir sürü küçük küçük işyerlerinden oluşmuş bir ilçe merkezi. Sanıyorum 300’ü geçmeyen bir nüfus varlığı. Konutlar beyaz badanalı, genellikle çatılar hartama kaplı, çok pencereli,

66

Page 68:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

yüksek tavanlı yapılmış, çoğu konut Rumlar’dan kalmış, sonra yapılan konutların da mimari biçimi Rumlar’dan alınmış yapılar. Gözalıcılıklarına, şirinliklerine diyecek yok. Yerel deyimle konut değil büyüklüklerine göre konaklar da var içlerinde; tam bir derebeyi malikanesinin sanki küçük bir örneğiydiler. Özellikle Karayakalar’ın, Serdaroğlu, Boduroğlular’ın konakları kasabaya ayrı bir görkemlilik veriyordu. Rumlar’dan kalma marinaların konağı ise apayrı bir mimari zevki yansıtıyordu. Bu konakların bazıları bu günlere gelebildiler, ya diğerleri...(Turgut Hacıoğlu)

Köykent alanındaki yöreye has geleneksel kütük evlerden iki örnek.

GELİNLİK TUTMAK: Yeni gelinin kaynatası ile kendisine izin ya da armağan verilene değin konuşmaması.

GELOĞU: İri sıçan. GELPEDEK GERİLMEK: Aniden kaskatı olup sırtüstü düşmek. GEM (Grekçe KHEMOS)’tan: At takımlarından ağıza takılan özel

aygıt. Anadolu Türkçesi’na Anadolu’da konuşulan Rumca’dan geçti.

GEN: İpe ilmek atılarak yapılan ve atın alt çenesini çeken dizindirik.

67

Page 69:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

GEN TARLA : Ham araziden açılmış ya da dağlarda boş duran otla yerden açılmış tarla “.Toprağı kabarık tarla anlamında da kullanılır”.

GEN TOPRAK : Yaş toprak. GEN YER: İşlenmemiş arazi. Dağ üstündeki arazi. GENDÜME: Buğdayın dövülerek kabuğunun çıkartılmış hali.

Genel olarak “buğday vesair hububatın kırılmış ince kabuğu” diyebiliriz.

GERCE: Sarmaşık türünden bir bitki. GERİSİNİ BİLMEM: Söylenecek sözü olmamak. Ne olacağını

kestirememek. “Benim bildiğim bu kadar” anlamında. Bazen “Ben bu kadarını söylerim ama olacakları sen düşün” şeklinde tehdit sözü olarak da kullanılır.

GERME OLUK: Su değirmenlerinde suyu büyük oluğa taşıyan düzenek.

GERME: Bir yeri bölmek, sınırını belli etmek için çakılan tahta perde.Bu perde de kullanılan uzun, genişçe tahta.

GERMEÇ: Tarlayı, harmanı hayvanlardan korumak için tarla kenarına uzatılan uzun cerek.

GERMO(Ğ): Meyve toplamakta kullanılan ucu eyri uzun değnek. GERMÜCEK: El değirmeninde üst taşın altına konan tahta. GERO(Ğ): Ağaçtan uzun bir sapı olan kesici demir alet. GEVEN : Kitre denen zamkı çıkarılan dikenli,bodur çalı. KEVEN. GEYREK: Böğür.Kaburga altı. GEZEH-K: Gezecek yer. GEZEKLİK: Sığır sürüsünün otlamaya gitmeden önce toplandığı

yer. GEZELEME: Tuvalete gitmek. GI : Seslenme bildiren bir ilgeç. GIBAN/KIBAN: Çağlanın kızarıp yetişeni.Yenecek durumda

olanı. GIBAN OLMAK : Yetişip olgunluğa erişmiş duruma gelmek. GICGIRUM: Gelişigüzel saldırı. GICI OĞLAK: Kuzu kulağı. Roka yaprağına benzer, mayhoş tatlı

yabani bir ot. GICI:

1) Küçük kız çocuklarına söylenen seslenme sözcüğü.2) Çam kozalağı. 3) Semiz otuna benzer, yaprağı daha küçük bir bitki.

68

Page 70:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

4) (Bazı köylerde) Kar. GICIK VERMEK: Vesvese. İşkil. GICIK/KICIK/KICI/KOZAK: Çam kozalağı. GICIK:

Güvenilemez. GICILAMAK: Kağnı arabalarının yük taşırken çıkardıkları sesler. GIÇMUK/GIŞMUH: Hayvanalrın arka ayaklarıyla vurduğu veya

insanların buna benzer türde attığı tekme. GIDIH-K: Fındık çubuklarından örme, çok küçük sepet. GIDIK : Çene altı, gerdan GIDIKLAMA : Çene altını kaşıma, güldürme işi. Ya da

eğlendirici, hoşa giden sözler söyleme. GIDIM: Ufak parça. GIDIMAN: Küçük, tombul. GILIK/GİLİK/KİLİK: Tandır veya sacta pişirilen, çörekten daha

küçük (çocuk için yapılan) ekmek.. GILLAH-K: Sarı. GIMIH/KIYMIK-H: Azıcık. GINALUM: Sevgi belirten sözcük. GIRAMAK: Kır olmak durumuna gelmek. GIRAN GİRE/KIRAN GİRE: Yok edici bir hastalık nedeniyle

“kaybolasın, yok olasın, hastalıktan ölesin” anlamında ilenç sözü. GIRAN/KIRAN: Dağ sırtı. Çıkılacak dik yokuş. Tepe.

Tepedüzlüğü. GIRBIZ/KIRBIZ: Kır rengini almış. GIRHLIH/KIRTLIK: Koyun kırpma makası. GIRIH/KIRIK: Köpeğin kendi cinsinden olmayan köpekten

meydana gelen yavrusu. GIRIMSO(Ğ)/GIRO-Ğ: Kırağı. GIRMUT/KIRMUT: Eylül ayında yetişen küçük boylu, üeüme

benzer meyveleri olan, siyah renk görünümlü ağaççık. GIRNAP/KIRNAP : Kendirden yapılmış ince ip. GIRNATA: Klarnet. GIRTICI KESİLMEK: Çaresiz kalmak. GIRTIL: Bozkırda yetişen sert ve kısa otlar. GIRUH GAZMAK-H: Ormandan tarla açmak. GITINDA ALSIN: “Boğazında kalsın”. GIVIRMA: İpi bükmek için kullanılan sözcük. GIYIL: Koşu, koşmak. GIYIŞUH/KIYIŞIK: Az aralıklı.

69

Page 71:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

GIYMUH/GIYMIH: Ele ayağa batan çöp parçası. GIYNAH-K/KIYNAK: Birazcık. Azıcık. Bir kıdım. GIYUH: İnce parçacık. GIYULUH/KIYILIK/KIYILUK: Önemli günlerde giyilen elbise. GIYUŞTUMA(H): Aralamak, açık bırakmak. GIYUŞUK-H: Aralık. GIZANA GELMEK: Dişi hayvanın erkek hayvan istemesi. Öğüre

gelmek (köpek). GIZZ/KIZZ: Kadınlara söylenen seslenme sözcüğü. GİDİ : (Rumca) KİDİ. Şaka yollu söylenen azarlama sözü. Ör :

Seni gidi seni. GİDİK: Oğlağın küçüğü. GİDİŞMEK: Kaşınmak. GİLLETİNİ KESMEK: Bir işin sonunu getirmek. GİREBİ: Burnu dar, ucu sivri olan küçük balta türü.(Rumca)

KİREPİ. GİRGE: Büyük kazan. GİRİNTİ/KİRİNTİ: Orak. GİYO(Ğ): Güvey. Damat. GOCACUH: Semerin çengelli arka demiri. GOCAGİŞİ (Kocakişi): Yaşlı erkek. GOCUNMAK. Kocunmak(h) Çekinmek, alınmak. GODOŞ: Şişman. GOĞUR/KOĞUR: Sarı (öküz). GOHURDAK-H: Zil gibi öten alet. GOLAN/KOLAN: Sargı, yük ipi. GOLİT: Kurutulmuş ekmek. GOLTAK: Bol, gevşek (Bakınız FOLTAK). GORUNGA/KORUNGA: Hayvanlara yiyecek olarak da verilen

yabani yonca. GOSTAK: Yürüyüşü edalı. Kostak. GOSTİL: Patates. GOŞAN: Kütük çekmek için kullanılan ikinci takviye öküzü. GOVSAH-K: İçi boş. Kabarmak. GOYULTMAÇ/GO(Ğ)URTMAÇ/KOYULTMA: Sütün unla

kavrulmuş hali. GÖBEL (Rumca KHOPİLİ): Küçük çocuk. AnadoluTürkçesi’nde

KOPİL-GÖBEL-KOPEL. (Bakınız KOPİL). GÖCEK: Sepet.

70

Page 72:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

GÖCÜK: Kısa. GÖDELLEMEK: Keşkek yaparken karıştırmak. GÖDEN: Kurbağa. GÖDÜK-H: On yada oniki okkalık ağaçtan yapılmış ölçü kabı. Bu

kabın ölçüsü. Zahra konan ağaçtan yapılmış kap. GÖĞ KÖÇEMEN/GÖK KÖÇEMEN: Özellikle yeşil, sulu

bitkilere dadanan, yeşil rengiyle kendini kaybettirerek beslenen, bahar aylarında ötüşüyle kendini belli eden, uçucu bir hayvan.

GÖĞ: Olmamış, ham. GÖĞERMEK/GÜVERMEK: Yeşermek. GÖĞERTİ: Çürük, bere. GÖĞNÜ GELME : Razı olma,razı gelme. GÖĞNÜK: İçi olgun. İçi geçmiş (kişi).Göynük. GÖ(Ğ)NÜME : Meyvaların olgunlaşması. GÖĞNÜMEK: Olgunlaşmak (meyve). GÖKÇE: Ağaçlarda kendi kendine biten yenir bir bitki. GÖLMEÇ: Küçük göl, su birikintisi. GÖMENİ: Döveni boyunduruğa bağlayan aracı ağaç. GÖMME: Kışın ekilen ekin. Külde pişirilen ekmek. Mayasız sac

ekmeği. GÖMÜ: Define. GÖN: Deri. GÖNLEME: Döğen oku. GÖNLÜ BÜYÜMEK/GÖYNÜ BÜYÜMEK: Büyüklenmek. Bir

şeye rıza göstermeyerek büyüklük taslamak; olumsuzluk göstermek. Bir işe razı olmaz görünmek.

GÖNÜ: Olgunlaşmış durumda olan (meyve). Ahlatın gönüsü daha iyidir.GÖ(Ğ)NÜ: Olmuş,yetişmiş meyva.

GÖNÜH-K: İyice olgunlaşmamış. GÖREMEZ/KÖREMEZ: Ekşimiş süte tazesi katılarak yoğurt gibi

yapılan yemek. Ayranla koyun sütünün karıştırılmasıyla yapılan yiyecek.

GÖRESİMEK/GÖRESMEK: GÖRMEK’ten göreceği gelmek, özlemek.

GÖRÜM(CE): Bir kadının kocasının kız kardeşi veya ablası. GÖTÜNBERİ: Arka arka gitmek. GÖTÜRÜ : Satılan ya da yapılan işler için toptan fiyat vererek işi

parasal yönden kararlaştırmak.

71

Page 73:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

GÖV EKİN: Topraktan yeni çıkmış, kendini göstermiş yeşilimsi görünüşlü ekin.

GÖVMEK : Olgunlaşmış duruma gelmek. GÖYNEK/GÖMLEK: İç giysisi. GÖYNÜK : İçi acılı. GÖYNÜKMEK: İçini çekerek ağlamak. GÖZE: Anadolu halk ağzında; yerden çıkan, pek bol olmayan, az

akan, yavaş akan sular anlamındadır. Kaynaktan çıkan ince su. GÖZEL: Kalburun irisi. GÖZER: Zahra eleği (deriden yapılı büyük gözenekli alet). GÖZLEME: Yağlı köy ekmeği, yufka. GUDURUK/ KUDURUH : Kudurmuş gibi olan,gözü dönmüş olan. GULDURUM: Fişekleme, insanı gaza getirme. GULUN: At yavrusu.KULUN. GULUNLAMAK : (Eşekler için) doğurmak.Kulunlamak. GUNNAMAH-K: Hayvanın boğuşması. GUP BAĞI: Hayvanlara takılan çan ve keleklerde kullanılan

kayışların geri açılmasını önleyen bağ. GURU(Ğ)AZ: Zayıfça. GURU: Armudun kurutulmuşu.KURU. GURUŞBAŞI: Ocaklık üstü. GUŞ BAĞI / KUŞ BAĞI : Hayvanlara takılan çan ve keleklerde

kullanılan kayışların geri açılmasını önleyen bağ. GUŞLUK-H/KUŞLUK VAKTİ: Sabah ile öğle arası. GUZ/KUZ: Anadolu halk ağzında güneş görmeyen, geç ısınan,

erken soğuyan yer. Bu tür yerlerde yetişen ağaçlar ev yapına dayanıklı değildir şeklinde bir inanç vardır.

GÜ(Ğ)EÇ/GÜVEÇ: İçinde yemek pişirilen, pişmiş topraktan yapılan yemek kabı.

GÜBÜR: Çöp, toz toprak, kırpıntı artığı. GÜCCÜK: Küçücük. GÜCÜK: Üç anlamda kullanılır.1) Şubat ayı. 2) Kısa. 3) Ocak ayından sonraki iki günlük müddet.

GÜCÜLE: Zorla. GÜDE: Taşları üstüste dizerek oynanan yöresel oyun. GÜDEL: Keşkeği pişirirken kullanılan, ağaçtan yapılmış karıştırma

aleti.

72

Page 74:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

GÜDELEME :Keşkek buğdayını ezmek, diğer katkı malzemeleriyle karıştırma işi.

GÜDÜ: Çocukların oynadığı ağaç topuzu. Yöremizde eskiden çocukların oynadığı oyunların en başında gelir. Oynamak için üçlü ve uyumlu bir ekip gerek; çocuk, ucundaki kertmeye kınnap, çaput bağlı bir değnek ve güdü. En önemlisi çocuktur. Çünkü güdüğü ve değneyi o yapar. Çocuk usta olmalı. Her güdü ile harmanda gösteri yapamazsınız. Yapacağınız ağaç sert olmalı. Şekli topaca benzer. Daha ince ve uzundur. En doğrusu 10-15 cm boyunda ağaçtan bir koni düşünün, onun ucuna bir çiviyi kabaca çakmalısınız. Güdü budur. Değnek hafif ve budaksız bir ağaçtan olmalıdır. Değneğin boyu çocuğa uygun olmalı, ucundaki ipin uzunluğu güdüğe göre ayarlanmalıdır. Herşey tamamsa ilk hareketi vermelsiniz, çok önemlidir. Hüner ister. Değneğinizin ucundaki ipi güdüğünüze sıkıca dolayınız. Yanlamasına yere yatırınız. Değneğinizi sağa doğru hızlıca çekerseniz güdünüz ilk haraketi alır. (Gültekin Karahan)

GÜDÜK: Kısacık. GÜLK: Kuluçkaya yatmış tavuk.GURK. GÜLLEP: Kapı menteşesi. GÜLLETO: Bir olay üzerine toplanan insanlar topluluğu. GÜMBÜL LASTİK: Yuvarlak arkalı lastik ayakkabı. GÜMBÜL: Yuvarlak. GÜN DÖNDÜ: Öğleden sonra. GÜN YAĞMURU: Güneşli havada yağan yağmur. GÜNİNDİ: Günün akşam olan zamanı. Gün batısı. GÜNLÜK: Yevmiye. GÜRE: 1-3 yaş arası tay. GÜRGEN: Karadeniz Bölgesi’nin en fazla sevilnen ve söylenen

türkülerinden biri de “Püsküllüdür püsküllü ala gölgenin dalı” türküsüdür. Ordu’nun hangi ilçesine, hangi köyüne gitseniz bu türküyü duyarsınız. Bir aşk ezgisi, gürgen ağacını simge yaparak sevdiğine seslenmekte ve sitem etmektedir. Bu sevginin simgesi olan gürgen ağacı gerek dayanıklılığı, gerek kerestesi, gerekse odunun ısı değerinin yüksek oluşu nedeniyle hep el üstünde tutulur. Tıpkı aşık gencin sevdiği kızı el üstünde tutması gibi. Yılın her mevsimi yemyeşil yaprakları ile doğaya eşsiz güzellik katan ağacın yaprakları, geceleri oluşan çisenin ıslaklığı ve sert esen rüzgarla bir süre sonra yosun bağlıyor. İşte bu beyaz renkli sarkık yosunlar, halk

73

Page 75:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

arasında “püskül” olarak adlandırılıyor. Gürgenlerin beyaz püskülleri, hep bu türküyü, o aşkı anlatır, sevenlere...(Derleyen: Semra Uzunyurt)

GÜRPEDEK: “Gürp” diye ses çıkararak, hemencecik yapılan (iş). GÜTMEK:Hayvan otlatmak. Takip etmek. GÜZ : (Eski Türkçe KÜZ)’ den “Gölge,güneşi az yer,sıcakların

azaldığüı dönem” anlamındadır.KÜZ :Eski Türk sözlüklerinde “Yazdan sonra gelen dönem,sonbahar” anlamındadır.

GÜZ ÇİĞDEMİ /KALKGİT /GÖÇ KOVAN : Sonbaharda çiçek açan zehirli bir bitkidir. Bu dönemde yalnız çiçek meydana getirir,yaprakları ve meyvası gelecek ilkbaharda görülür.Bu çiçeğin açmasıyla birlikte yayılan hayvanların zehirlenmesi başlar. Bu durum artık göç zamanının geldiğini gösterir. Dolayısıyla çiçeğin adı, yöremizde “KALK GİT-GÖÇ KOVAN” şeklinde de söylenir.

GÜZE : Güzlük yer.Güzün oturulan,hayvanlara bakılan yer. GÜZLÜK: Sonbaharda oynanan oyun. GÜZÜN: Güz vaktinde, sonbahar mevsiminde. HABİRE: Biteviye, devamlı. HACİL ETME: Zorda bırakma. HAÇAN: Ne zaman, ne vakit? HALBUR: Zahra eteği (deriden yapılı gözenekli alet). HALINCAK/ILINGAÇ/HILINCAK: Salıncak. Oturma yerine

bez konarak iple tavana asılmış şekilde yapılmış beşik. HALKA: Yöremizde, simit gibi yapılan mayalı hamurun köy

fırınında pişirilmesiyle elde dilen türü. HALT:1) Karıştırma.2) Münasebetsiz söz söyleme, saçmalama.

HAMAGAT: İhmallik etmek. HAMARAT: İşinde titiz, çalışkan. HAMAZ: Verimsiz ve kıraç toprak. HAMPA: Köpeklerin birbirleriyle barış içinde yaşamaları. HAN (Topal Şerif’in Hanı): Tarihte bazı yapılar vardır ki

bulunduğu şehir veya yörenin simgesi durumuna gelirler. Havza’da Mustafa Kemal’in çalışma yaptığı Mesudiye Oteli, İstanbul’daki Kızkulesi, Bodrum’un kalesi gibi...Seferberlik yıllarında başgösteren kıtlık nedeniyle, yiyecek temin etmek amacıyla Samsun, Çarşamba, Terme gibi yerlere başlayan mevsimlik göç 1950’lere kadar devam etmiştir. Bu dönemde yüzlerce, binlerce aile

74

Page 76:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

Koyulhisar, Suşehri, Mesudiye, Gölköy gibi ilçelerden sahilin Çarşamba, Bafra ovalarında mısır kırmış, tütün toplamış, kışı orada geçirdikten sonra ilkbaharda yeniden köylerine dönmüşlerdir. Sonbaharda sahile, ilkbaharda iç kesimlere yönelen bu göçler sırasında yol güzelgahları üzerinde konaklama yerleri oluşmuştu. En meşhur konaklama yeri, o zamanki adı Gökçe Kilise olan Harçbeli dağı yamacında kurulmuş bugünki Mahmudiye köyüne ait Topal Şerif’in hanı idi. Mesudiye-Ordu yolu üzerinde bulunan iki katlı han, hem yolcular hem de hayvanlar için önemli bir sığınaktı. Bu meşhur han 1970’lere kadar hizmetini sürdürüdü. Günümüzde yıkılmadan ayakta kalan bu binanın onarılarak korunması ve müzeye dönüştürülmesi gerekiyor (Mesudiye Gazetesi).

HAPAS/HAPAZ:Avuçdolusu.Toprak parçası.Düğül. HAPAHAP : Karşı karşıya. HAPAZLAMAK : Avuçlamak.Dolu dolu almak. HAR HAR (ETMEK): Gürültülü, bol ve sürekli, gereksiz ses

çıkaran. HARAL/HARAR: Büyük çuval. HARAN: Büyük sepet. HARANA/HARANİ: Keşkek kazanı (büyük kazan).

75

Page 77:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

HARK/ARK (Arapça): Yarma, yutma, su yolu anlamında olup Türkçe ARK bu sözcükten türemedir.

HARMAN (Farsça HIRMEN/HARMAN): Tahılın saptan ayrıldığı yer anlamındadır. Tahılı saptan ayırma işleminin yapıldığı yer olarak da belirtilir.

HARMAN ÇEVİRMEK : Harman yerindeki sapları iç dış etmek. HARMAN SAVURMAK : Harmandaki ürünü tanelemek için

kurumuş, ezilmiş, döğülmüş sapları rüzgarlamak. HARMAN SONU : Harman işinin bittiği zaman.

Bir şiirimde “ Harmaların öksüz kaldı faldaca’m “ demiştim.Hangi hemşerimin yanında söylesem aynı gönül üzgünlüğü , aynı vefaszılıktan doğan gönül burkulması yaşanıyor. Şimdilerde o toprak harmanları otlar bürümüş.Çakmak taşlı dövenler çardağın bir kenarına atılmış;yabalar, öğendireler,boyunduruklar terkedilmiş… Ne yığın yığın kuru otlar , samanlar var; ne de harman suvarmak için taşsız, ayıklanmış, elenmiş çamur hazırlığı !. Çocuklarımız döğene bnmenin zevkini unutuvermiş; öküz modullamayı , haylamayı bilmez olmuş. Önce rüzgarda savrulan harman adetleri kayboldu. Elle çevrilen harman makineları elektiriğe bağlandı.Hortumlar uzatıldı. Gelberiler kenara atıldı.Göç

76

Page 78:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

başlayınca ne tarlalar ekildi, hozanlara gidildi. Nede harmanlarımız yığın yığın saplarla doldu. En önemlisi “Harman Sonu Börekleri” yapılamaz oldu. Her olayı, özgün bir davranışla kutsayan o güzelim Türk gelenekleri yok olmaya başladı. “Şimdi bir harman olsa , döveni ben haylasam, sapları ben çeksem , harman tozlarına belenip çardağı doldurduktan sonra anamın harman çöreğine çöksem” diye kahroluşlarınızı duyuyorum.

HARMAN MAKİNESİ: Saman savurma, eleme makinesi. Yüzyıllar boyunca çiftçiler Anadolu’da dövenle harman ettikleri buğfay, arpa gibi ürünleri sapından ayırmak için, rüzgarlı havalarda yaba ile havaya savurarak büyük bir zorluğa katlandırlar. Eğer rüzgar yoksa, yada iş yaparken kesilmişse tığ denilen dövenlenmiş ve saman haline getirilmiş buğday sapları günlerce harmanda beklemek zorunda kalırdı. Derken yıllar yılı kovaladı ve devrim niteliğinde sapları kolla çevrilen bir makineyle savuracak alet yapıldı. Adına “harman makinesi” dendi. Köylülere büyük kolaylık ve işte de çabukluk sağlayan bu makineler yıllarca kullanıldı. Ne yazıkki, teknoloji onların da sonunu getirdi. Patoz denilen traktörle çalışan yeni makineler, harman makinelerini önce ikinci plana, daha sonra tamamen tarih sahnesinin unutulmuşluğa itti. Şimdilerde eski samanlıkların önünde kararmış renkleri, kırılmış parçalarıyla “bir dönemde biz de vardık” dercesine birşeyler anlatmaya çalışyorlar. (Mesudiye Gazetesi)

77

Page 79:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

HARTAMA: Çatıların üzerine kiremit yerine kullanılan ağaçtan yapılan ince tahta.

HARTI : Çarığa vurulan deri yama. HASPUT: Tekerin ağaç kısmı. HASUT: Kıskanç olan. HAŞ(A)LAK-H: İşe yaramayan, değersiz şey. İşi çabuk yapmak. HAŞLAK: Sıcak rüzgardan kuruyup ince kalan hububat

tanesi.KAVUT. HAŞIL: Mısır veya bulgur unundan yapılan yemek. HATIL (Arapça HATL): Ağaç direk. HATIL: Duvarı bağlama

direği, direk. Hitit dilinde HATTULA (halıt, duvar direği). Kanımca HATTULA, KAYNAK sözünden dilimize gelmiştir. Dört köşe oyulmuş ağaç.

HAVLU : (Rumca) PEŞKİR. Kurulanmaya yarar havlı bez. HAYAT: Hol. Evin giriş bölümü. Davarların geceledikleri yer. HAYIFSINMAK: Dövünmek, pişmanlık duyup üzülmek. HAYLAMA: Kişinin önündeki hayvanları yürütmesi, götürmesi,

sürmesi. HAYNITMAK: Ürkütmek. HAYTA: Yaramaz (kişi). HAYTUK: Boşluk, delik. HAYULET: Şeytani, sinsi. HAZ ETMEK: Sevmek.

78

Page 80:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

HAZAN : Güz.Sonbahar. HE Mİ?: “Öyle mi?”. HEMİ GI?: “Gerçek mi?” anlamında ünlem

sözcüğü. HELENEMNE: “Heleneyime”. Bilemediğim, anlayamadığım şey.

“Banane”. HELİÇ : Hayvanları bensiye bağlarken boynundaki mengürtle

bağlantıyı sağlayan deri veya ketenden yapılmış ip. HELKE: Süt sağmaya veya kuyudan su çekmeye yarayan sactan

yada bakırdan yapılmış kova. HELLE: Undan yapılan çorba. HEMEN: Çok çabuk. HENGİLT: Dana boyun bağı. HEPEK: Evin ortasından ahıra inilen merdiven deliği. HEREMİ/HARANI: Büyük bakır kazan. HERK : Toprağın sürülüp aktarılması. HERK (ETMEK): Ermenice HERG: Toprağı sürmek ile Türkçe

ETMEK’ten HERKETMEK: Toprağı sürmek, tarla sürmek, ekmek için tarlayı sapanla eşmek anlamındadır.

HERKÜSTÜ: Nadasa bırakılmış tarlanın üst tarafı. Sınır olarak belirtilen yer.

HEYBE: Kilim veya halıdan yapılmış iki gözlü torba.HEBEE.HABE.

HEYLEMEK: Koyunları sürmek. HIDIRELLEZ ŞÖLENİ : 25-26 Mart tarihleri yöremiz

kültüründe “Gün dönümü,yılbaşı günleri” olarak anılır.Orta Asya’dan gelen Türkmen boylarının ve Şaman inancının gereğidir bu törenler.O günlerde yapılan eğlence,tören ve ibadetlerle günün dönümü sevinçle karşılanır.Dileklerde bulunulur.

79

Page 81:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

HINIZ :Zayıf,güçsüz. HIRLAVUK: Göğsü hırlayan (adam). HIRLI DURMAK: Uslu durmak. HIRMAHIŞIR/HILMAHIŞIR: Yorgunluktan bitkin hale düşmek. HIRPANİ: Dağınık. HIRTI: Boşuna üren köpek. Pıtrak dikeni gibi olmak. HIRTLANBOZ/HORTLANBOZ: Fasulye, nohut, mısır gibi

yiyeceklerin iyi pişmemeiş hali. HIRTLEYİK: Bir tür mantar. HISIM: Akraba, tanıdık. HIŞIR: Eski, kırık dökük. Sert adam. HIŞIR MEYVE:

Toplanırken zedenlenmiş meyve. HIŞIR HAYVAN: Yaylıma çıkınca sürüden ayrılıp başka yerlerde yayılmış, korkmuş ve normal görünümünden ayrlımış hayvan.

HIŞIRLANMAK: Ağır işte çalışarak çok yorulmak. HIYANET: İstenmeyen iş yapmış olma durumu. Kötülük etme. HIZAN: Çoluk çocuk. HIZANA GELMEK: Öğürsemek. Hayvanların çiftleşme isteği. HIZAR: Tahta ve kereste biçmeye yarayan büyük bıçkı.

25 – 26 Mart tarihleri , yöremiz kültüründe “Gündönümü, yılbaşı günleri “ olarak anılır. Orta asya’dan gelen Türkmen boylarının ve şaman inancının gereğidir bu. O günlerde yapılan eğlence , tören ve ibadetlere günün dönümü sevinçle karşılanır. Dileklerde bulunulur. Yukarıdaki fotoğraf Hıdırellez gününde yapılan yerel şölenden bir görüntüdür .

80

Page 82:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

HIZIM: Zahrayı yıkadıktan sonra arta kalan kalın saman. HIZMA: Çoban köpeklerinin boynuna takılan dişli demir. HIZMAT: Satılmaz. Zayıf, güçsüz. HIZMUL: Tınaz makinesi artığı. HİNOĞLUHİN: Sinsi, sahtekar. HO : Muhakkak. Harman yaparken öküzü yönlendirmek için

yapılan seslenmi HOHLAMAK: Ağzını yaklaştırıp solğunu birşeyin üstüne üflemek. HOLASA: Olur olmaz konuşan. HOLASALIK ETMEK: Gelişi güzel konuşmak. HOLDURAMAK: Soğuktan titremek, üşümek. HOPAL: Enikten biraz büyük köpek yavrusu. HOPALLANMAK: Serpilmek. HOPARLAMAK: Avuç dolusu almak. HORA GEÇMEK: Bütün güçlüklere karşın yaşamı sürdürmek. HORANTA : Aile halkı.Çoluk çocuk. HORATA : (Rumca) dan Şaka,eğlence,mizah. HORON: Yöremizde özellikle kemençe veya davul zurna ile

oynanan halk oyunu. (Düz horon,Urtum Diki,Dellocan,Oğlan Beni Sudan Geçir) Yunanca’da “Halka şeklinde oynanan dans,bu dansın oynandığı yer,boş mekan,çiftlik” anlamlarına gelen XOROS/HOROS/HORON.

HORON DEPMEK/HORON TEPMEK : Horon oynamak.

HORSUMA: Hor görme.

81

Page 83:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

HORUM: Çevrili otlaktan biçilen ot toplama. Balya haline konulan ot.

HOS : (Derleme Sözlüğü) Hastalıklı,sıska. (Ermenice) XOZ-XOZABİR : Sopa,kalın değnek.

HOŞGIRAN/HOŞKURAN/HOŞKIRAN HOŞMERİM/HÖŞMERİM: Taze peynir ve unla yapılan bir çeşit

tatlı. HOŞURAN: Bağlarda kendi kendine biten ıspanağa benzeyen yenir

bir bitki. HOYTUK: Boşluk, delik. HOZAN: Boş tarla. Ekilmemiş otlu tarla. HOZAN DİLGİSİ/TİLKİSİ: Çok gezen, zayıf, sevimsiz. HOZMUL: Patatesin küçüğü.HOZMUR. HÖBEK: Hayvan gübresinin tarlaya çekildiği zaman küme halinde

bulunması. HÖÇÜK/HÜÇÜK: Panik atak. HÖDÜK/HÜDÜK/HODUK: Ürkek. HÖDÜKLEME: Huylanma, gıdıklanma. HÖKELEMEK/HÖKELENMEK: Üzerine yürümek. HÖKÜMLÜ: Çok sinirli. HÖL: Islak, nemli. Ekilmek için hazılanan toprak. HÖLLENGEÇ :Batık yer. HÖLLÜK (Türkçe): Bez yerine kullanılan ıslak toprak.

“Hep yalan, hepsi yalanYalan oğlu yalanHöllüğünü eledim, beşiklere beledimSırtımda beşik, elimde orağımIrgata gittimBeşiğini astım alıç dalınaSütüm yokken şeker çaldım emziğineBir yandan ana, bir yandan işçi oldum tarlalarda Of gidi of...Hepsi yalan hepsi yalan.” (Bahattin İncedere)

HÖME: Çocuk oyununda ebenin bulunduğu yer. HÖRELEK-H: Aceleci. HÖRTLEMEK: Gözü dışarı fırlamak. HÖST: Atı uzaklaştırma ünlemi. HÖŞELEK: Cıvık. HÖŞÜL: Akıcı. Çürümeye yüz tutmuş olan. Kirli, pis.

82

Page 84:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

HURRAA: Hayvanların çiftleşmesinde destek sözü. I(Ğ)RIBINI BİLMEK: İşin erbabı olmak. IBA: Sabah erkenden yerlerin nemlenmesi. IBRUK-H/İBRİK: Su koymaya yarayan kuplu, emzikli, abkır veya

topraktan yapılmış kap. ICIK/ICUH: Azıcık. Biraz. IĞRIP/IGRIP: Düzen. IIH!: Hayır ünlemi. ILGA: Fitne, dolan. ILIHMA/ILIKMA: Çok acıkma. IPIL IPIL: İçi geçme. IRAŞI: Düz yerden sonra aşılması gereken yokuş yer. IRGANMAK . Irgadı : Silkelenmek. Sarsılan herhangi bir şeyi

anlatmak için kullanılan söz. IRGAR: İstifini bozmamak. IRGAT: Tarım işçisi. Rençber. IRIMA : Düğüne giden topluluk. IRIP: Usul, erken, tutulması gereken yol. “Bu işin ığrıbı buduru.” IRUHSUZ/IRUZSUZ: Arsız. IRUKEN: Sabahın erken vakti. ISIRAN: Teknelerdeki hamuru kazımaya yarayan araç veya

fırındaki ekmeği çevirmeye yarayan uzun tahta kürek. ISMARIÇ: Ismarlamak, istemek. IŞGIN: Ağaç sürgünü.IŞKIN. IŞIDI MI?: Hava aydınlandı mı? IYILMAK: Dökülmek, saçılmak. IYMAK: Yaymak, sermek. IZGAR: Hastalık. İBRA(A)M-İBRAHİM: İbrahim’in halk dilinde söylenişi. İÇİRİK: Yatak, yastık, minder doldurmaya yarayan yün, pamuk,

kıtık gibi şeyler. İDARE: İçine gaz konularak yanan cam lamba. İĞ:EskiTürkçeYİG’den:Yün eyirme aracı.EĞİRCEK İĞNELİK: Üzerine iğne saplanan küçük yastık şeklindeki bezden

yapılmış nesne. İğnedenlik. İKİLEMEK: Tarlada, bostanda ikinci otun ayıklanması. İLENÇ: Beddua. İLENMEK: Beddua etmek. İLERİ GERİ ETMEK: Dövüş, kavga etmek (ağız kavgası).

83

Page 85:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

İLİSTİR: Kevgir. Süzgecin büyüğü. İLVAR: Ormanlık, düz arazi. İMECE (Türkçe): İMGEK/EMGEK: EMEK’ten EMGEK/İMGEK-

EMEK-İMEK/EMEKCE/İMEKCE/EMECE/İMECE: Emekle, emeklerin ortağıyla yapılan iş. Topluca görülen ortaklaşa iş.

İMRÜK : Hayvan yiyeceği artığı. İNEMİK/ENENÜK: Burulmuş hayvan. İNGILIP: Sallanan. İP: Bükülmüş yün, liften yapılan bağ. İPİL İPİL : Az az .Örn.: İpil ipil yanan gaz lambasının isli

aydınlığında kitap okuyarak öğrenimimizi yaptık. İRMİKLEMEK: Hayvanların yemeyip bıraktıkları saman artıkları. İSDAR: Kilim tezgahı. İSİ(İN): Hüseyin’in halk dilinde söylenişi.ÜSEYİN İSİRİN: Gürgen ağacı. İSKELE: Keresteden basamak basamak kurulan, üstüne çıkılan

ağaç yapı. İSKOLOS ETMEMEK: Bakış, görüş etmemek, ilgilenmemek. İSTAVRİ (Yunanca): STAVROS. Halk ağzında İSTAVRİ. B.

Umar’a göre LÜWI ardılı dillerinde “Yunan haçı” anlamındadır. İŞKİL/EŞKİL :Şüphe.vesvese,gıcık. İŞMAR: İşaret, kaş göz hareketiyle gösterme. İT: Köpek. İT DALAŞI: Köpeklerin kavgası, boğuşması. İT DİRSEĞİ: Arpacık. İT OĞLU İT/İTOOLİT: Kızgınlık bildiren sözcük. İTEĞİ : Un elerken unun yere dökülmemesi için serilen örtü. İVDİRMEK/EVDİRMEK: Koşturmak, acele etmek. KAB/KEP : Kaşgarlı Mahmut’a göre “Kabuk” anlamındadır.Başa

giyilen örtü. KABALA: Götürü. KABA KUŞLUK ÇAĞI: Günün saat 10:00’a kadarki bölümü. KABAL ( ALMAK ) : Bir işi toptan almak. KABALAK: Çayırlarda yetişen iri yaprak şeklindeki yenir bitki. KADİMİ: Devamlı, daim. KAĞE : Ölü doğan kuzunun derisi. KAĞNI: Bu sözcük Türk dünyasında çok eski ve yaygındır.Orhonn

yazıtlarında kağnı sözcüğüne rastlanmamakla beraber MS 1X . yüzyıl Uygurcasında KANGLI/ KANGA’dan başka KANGLI TİLGENİ/KOŞUGLUK ve KANGLI/ULUĞ KANGLI

84

Page 86:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

BOYUNDURUĞU terimlerine de rastlanır.Yük taşımaya yarayan, çift öküz koşulan iki tekerlekli ve bu tekerlekleri mazı adı verilen dingile bağlı araba.Cilalı Taş Çağı’nda tekerin icadı kağnı yapımını sağlamış ve uzun deneme,gelişmelerden sonra çiftçinin her hizmetini görebilen bugünkü biçimini almıştır.(Kaynak: Türk Ans.) Divan-ı Lügat-üt Türk’te KANLI biçiminde yazılıdır.

KAĞNI ARABASI: Ekin ve yük taşıma aracı. KAKALA: Ortaı delik tandır ekmeği. KAKANÇ OLMAK: Hakarete uğramak. Bir yerde istenmemek. KAKINÇ/KAKIÇ: Başa kakılan şey, söylenen söz. KAKIŞMAH-K: İtelemek. KALDIRAÇ: Değiren ununun, ince veya kalın olmasını ayarlayan

nesne. KALE ARDI/KALARDI: Kalenin arkası (yer). KALE BOYNU: Kaleye çıkılan (yer). KALE YANI: Kalenin ön tarafı. KALENDER : Çelebi,anlayışlı kişi. KALLENKAŞ: Komik, şakacı. KALTAKKAŞI: Eyerin önden ve arkadan olan yüksek yerleri. KALTAK-H (Türkçe KALMAK’tan T-AK ekiyle KAL-TAK)1) Üzerine oturulan, alta konan, eyerin ağaçtan olan bölümü. 2) GALTAK-H: Kötü kadın.

KALUH-K/GALUK: Evlenme çağını geçmiş kız. KAMÇI (Eski Türkçe): KAM: Şaman rahibiyle –ÇIĞ ekinden

KAMÇI: Kam denen görevlilerin, törenlerde davula vurdukları özel değnek. Açıklama: Kamçı’nın en iyisi öküzün üreme üyesinden yapılır (Bakınız GAMÇI).

KANARA/ GANARA :Miras yoluyla gelen mal veya bu tür getiri.KANARACI : Bu tür getiriyi gözeten kimse.

KANI/HANI/HANİ: Nerede, nerededir? KANIRTMAK: Birşeyi dödürüp çevirmek, kasmak. KAPAN: İçindeki yeme aldanarak yanaşan hayvanlara tutan tuzak. KAPÇIK : Vaktinden önce doğuran (hayvan). KAPU/KAPI: Memurluk, iş, görev. Her işte başvurulan büyük

yer.Örn: Devlet kapısı. KARMAÇ/KARAMAÇ : Mısır ekmeğinin ufalanarak yağda

kavrulmasıyla yağda yapılan yemek. KARAÇALI: Kırlarda yetişen dikenli bir ağaç. KARAMUH-K: Bir çeşit koyun hastalığı.

85

Page 87:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

KARAVELEK/KARA MELEK:Yağmurun toprağa 25cm kadar geçmesi.

KARGABEYİN :Yoğurda tatlı,pekmez karıştırılarak yapılan yemek. KÖLEMEZ.

KARIK/KARUH/GARUH: Bahçede fidelerin dikildiği yer,bölüm. KARILMAK: Karışmak, birbiri içine girmek. KARUK AÇMAH/GARUH AÇMAK: Fidelenmiş yere su

akıtmak için çapayla hendek açmak. KAŞ: Semer ağacına verilen isim. KAŞAĞI : Hayvanları tımar etmek için kullanılan dişli,saç araç.

(Rumca) KAŞAVU. KATIK/GATIK/GATUH : Ekmeğe katılan peynir gibi yiyecek. KATIKLI AŞ/KATIKLI ÇORBA : İçine yoğurt katılarak bulgur

ya da yarmadan yapılan çorba. KATMİR: Üç köşe kesilip yağda kızartılmış ekmek hamuru. Bir tür

pide. KAVARA: Balı alınmış petek. KAVAŞA: Huysuz atları yola getirmek için dudaklarına takılan

tahta kıskaç. KAVGAN: Eşek ve atların seve seve yedikleri yaprakları dikenli bir

bitki. KAVİL: Söz birliği, uyuşma. KAVLAĞAN (Türkçe KAVLAMAK): Çıplaklaşmak,

gevşemek’ten yaprakları kolay dökülüp çıplak kalması nedeniyle çınar ağacının adı.

KAVURGA(N): Kavrulmuş, yenilebilen buğday tanesi. KAVUT: Kavrulmuş undan yapılan yemek. KAY/GAY: Kusmak. KAYASA: Eyeri hayvana bağlamak için kullanılan kolan. KAYGANA : Kızarmış ekmek üzerine pekmez dökülerek yapılan

ye yapılan hamur yemeği.mek.Ya da cıvak hamurun kızgın yağda pişirilmesiyle yapılan hamur yemeği.

KAYIM: Sağlam, kuvetli. KAYKI/GAYHI: Kızaktan büyük kayacak. KAYKINCAK: Kayılabilen yer. KAYPAH-K: Dönek. KAYTARMA/GAYTARMA: 1-İşten kaçmak .2- Atların

ağzına takılan demir halka. KAZGUÇ: Ucu sivri yontulmuş ağaç.

86

Page 88:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

KAZMA: Toprağı kazmaya mahsus aletlerin en eskisi ve en sadesi olup ağaçtan yapılmış, yuvarlak ve uzun sapı ile bu sapın geçeceği deliği olan düz, ağzı keskin demir tarım aracı. Arka tarafı külünk gibi sivri, çapa gibi çatal ve balta gibi keskin şekilleri vardır. Bunların her birinin ayrı ad verilmiştir.

KEBE (Rumca KAPA): Yünden yapılan kalın yağmurluktan KEPE/KEBE: Çoban yağmurluğu.

KEÇEMEN GÖZLÜ: Yeşil, çakır gözlü. KEÇEMEN/KÖÇEMEN: Kertenkele azmanı bir hayvan. KEFERETSİZ/KEFERETSÜZ: Beceriksiz, yetersiz, cesaretsiz. KEFİN/KEFEN: Ölümün sarıldığı bez. KEHLE: Bit. KEHEL : İş kaçgını. KEKÜL: Öne, alına sarkan saç. KELÇÜK: Meyvenin yenmeyen bölümü. KELEK-H: Zil. Hayvan zili. Büyük çan. KELEP: Dürülmüş ve sarılmış halde olmak. KELEPLEMEK: Fırlatıp atmak. KELEZİMEK: Yorgun düşmek, halsiz olmak. KELGİRDİ. Keligsedi: O bana gelmeyi arzuladı. Geleyazdı

anlamında söylenen söz. KELİK: Terlik gibi kullanılan eskimiş ayakkabı. KELLE:1) Hayvan başı veya insan kafası.2) Buğday, arpa başağı.Tanelerin bulunduğu koçan.

KELTEK: Eski, yaşlı, bol gelmek. KELTEK GELMEK : (Ayağa) bol gelmek. KELTÜK/KELTİK/TELTİK: Eksik, yarım, küsüratlı olmak. KEM: Ekin sapından yapılan ip. KEMÇÜK: Yarı yenmiş meyve artığı. KEME: Büyük fare. KEMRE/KERME: Hayvan gübresi. KEMREŞMEK: Boğuşmak. KEMÜK/KEMİK7KEMÜH : Kemik. KENDİR ÇULU: Kendir ipinden örülmüş, zahra kurutma çulu. KENE: Sığırtlak. Sakırga. KEPAZE: Davranışı uygun olmayan, rezil. KEPÇE (Farsça KEFŞE): Büyük kaşıktan KEPÇE.

KEFGİR/KEFLİZ.

87

Page 89:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

KEPE (Rumca)/KAPA: Yünden yapılan kalın yağmurluk. KEPEK (Eski Türkçe): 1) Ekmek yapımında kullanılan başaklı bitki, tahıl.2) Saç dibinde bulunan madde.

KEPELEK-H: Öksürüklü (hayvan) hastalığı. KEPENEK: Kelebek. Bir çeşit öksürtücü koyun hastalığı. KEPKEPİLİ: Temiz giyimli. KERPİN: Yağmur sularının geçmemesi için damların üzerine atılan

bir tür kırmızı toprak. KERTLO(Ğ): Gırtlak. KES: Fiğ otlarının ve diğer otların saman haline getirilmiş

şekilleri.Hububatın kalbur üstü.İrinti. KESBUĞAN :Samanın boğaza sarılıp,dolup kişinin soluk alamama

hali. KESBUĞAN OLMAK : Samanın boğaza sarılmasıyla soluk

alamaz duruma gelmek.(Yemekte) ağza fazla aş doldurarak soluk alamaz durumda olmak.

KESE: Kestirme (yol). KESEG : Çamurlu yol. KESEK (Türkçe KESMEK’ten): Kısaltılmış, kesilerek daha yakın,

daha kısa duruma getirilmiş kestirme (yol). Çimen yapmak için üzerindeki otuyla çıkarılan çayır parçası.

KESEKLEMEK/KESLEMEK: Hayvanlar saman yerken irisini ayırmak.

KESENKES: Tereddütsüz.İkilemesiz. KESİK/KESEH/KESEK: Başaklı kaba saman. KESİMKIRIK: Kaşıntı. KESMÜK: Dövenlenmiş samandan arta kalan iri parçalar. Kalın ve

çakıllı saman. KESTÜĞÜ PİŞTİK: Ucu ucuna. KEŞ: Katı, kurutulmuş peynir. KEŞAN : Omuzlara atılan ya da bele sarılan kadın örtüsü. KEŞBUĞAN: Bir tür armut. KEŞEK: Herhangi bir parçayı bölmek (yarım, azıcık). KEŞİK: Sıra. Sırayla iş yapmak. KEŞİKLEME: Sırayla yapılan işte sıraya girme.İmece

çalışmasında sırada olmak.Örn: Ekin biçme zamanı komşular çağrılır.Hep birlikte tarlaya gidilir ve ekin biçilir.O komşunun işi bitince sıra diğer komşulara gelir.Böylece yardımlaşma ve sıralama

88

Page 90:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ile köyün tarla veya benzeri işleri kolaylıkla görülür.Yaylada peynir yapmak için süt toplamada da aynı yöntem uygulanır.

KEŞKE/KEŞGE: Halbuki; bir daha olabilse dileği. KEŞKEK (Arapça KİŞEK’ten): Et ve buğday karışımı yemek.

Buğdayın anavatanı olan Anadolu’da yüzyıllardır keşkek düğün, bayram, davet gibi önemli günlerde sofralarımızın vazgeçilmez yemeklerinden biri olma geleneğini sürdürüyor. Buğdayın değirmen seteninde dövülüp kabuklarındna ayrılmasıyla oluşan gendümeden yapıldan keşkek, büyük kazanlarda usta keşkek güdelleyicilerinin elinde ancak lezzetini bulabilir. Pişerken içine iki, üç adet tavuk katılan keşkeğin güdellemesinden tavuk etleri eriyerek adeta kaybolur. Tereyağı ile pişen keşkeğe ayrı bir kazanda dana veya koyun etinden pişen yahni katılır. Sahanlara konulan keşkeğin ortası kepçeyle biraz çukurlaştırılarak o bölüme diğer kazandan bol etli sulu yahni konularak konuklara sunulur. Keşkek Mesudiye’de en fazla yapılan yemeklerden biridir. (Mesudiye Gazetesi)

KEŞLEMEK: Yutamamak. KETE: Kül çöreği. Külde pişirilen çörek. KETERİZ: İnceleme, araştırma. KEVEN/GEVEN: Sakız, kirte ve zamk çıkarılan, kurutularak

pakacak yerine kullanılan bir bitki.89

Page 91:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

KEVGİR/KEVGÜR : İlistir. KEVLETMEK: Fırlatıp atmak. KEVÜK: Tahıl sapı. Özellikle mısır gövdesinsn kuru hali. KEVÜĞÜNE DÜZENLEME: Boşuna iş yapma, iş yapar

görünme. Harmanda tahılın başağı iyi olmadığı zaman sapıyla uğraşıp durmak.

KEYFANA: Yaşlı kadın. KEYLETME: Fırlatmak, atmak. KIDI KIDI: Koyunları çağırma ünlemi. KIDIM: Küçük adım. KIDIM KIDIM: Siyem siyem. Yavaş yavaş. KIDIMIK: At ve başka hayvanın adımı. KILAPA: Hatılların üzerine vurulan yarım metre uzunluğundaki

ağaçlar. KILÇIK/GILÇUH: Buğday başağının ince uzantısı. KILICINA KOYMAK : Maktalı demiri,tahtayı ya da tuğlayı dar

yüzüstüne koyup yüzeyini çoğaltmak. KILIÇ: Şal dokurken kullanılan ağaca sarılı ip yumağı. KILTAK/FOLTAK/FÖLTEK: Bol. KIR: Kül rengine çalan beyaz, kirli beyaz.

ALAKIR: Karışık renkli kır (at).BAKLA KIRI: Kurşuniye yakın kır.DEMİR KIR: Demir renginde siyahı fazla kır. GÖK KIR: Maviye çalar kır.“sakalına kır düşmek”, “kır donlu at”, “kırat”, “kırçıl”.

KIRAÇ/GIRAÇ: Bitek olmayan, sulanamayan verimsiz arazi. KIRAN/GIRAN: Üç anlamda kullanıyoruz:1) (Grekçe KRANOS): Tepe’den kıran (küçük tepe, tümsek). Dilimize

konuşulan Rumca’dan geçme sözcüktür.2) (Türkçe KIRMAK’tan) KIR-A-N/KIRAN: Bölen, ayıran, sınır.3) (Türkçe KIRMAK’tan) KIR-A-N: Öldürücü hastalık, salgın.

KIRHIL/KIRKIL: Armut hoşafı. KIRBIS: Koyu sarı.KIRBIZ. KIRIH/KIRIK: Eşeğin yavrusu, sıpa. KIRKIM: Koyunun yapağısının kırkılması. Kırkımın yapıldığı

mevsim. KIRKILMAMIŞ ŞİŞEK: Yünü daha kesilmemiş, sütü sağılmamış

koyun.

90

Page 92:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

KIRKLAMAK: Kırk günü doldurma adeti. Loğusa kırklamayınca evden dışarı çıkmaz. Yeni doğan çocuun kırklaması. Bir işin geç olduğunu belirtmek. (Çok pis biri için) “kırklamaya az kaldı”.

KIRNAV OLMAK : Dişi kedinin döllenme tutkusuyla erkek kedi isteme durumuna gelmesi.

KIRTABAN: Az mahsül veren toprak. KISIK : İki duvar arasındaki dar yol. KISKA: Arpacık soğanı. KISKISLAMAH-K: Köpeği kışkırtmak. KISRAK: Dişi at. KIŞE KIŞE: Tavukları kovma ünlemi. KIŞLAK: Koyun gibi evcil hayvanların kışın çekildiği yumuşak

havalı, kar yağmaz ve korunmaya uygun yer; böyle yerdeki otlak, yaylak.

KIŞLAMAK . qışladı : Kışı evde ya da bir yerde geçirmek KITIK (Uygurca PAMUK): Yastık, yatak yapımında kullanılan

yün, pamuk artığı. KITIR: Suyunu kaybetmiş, aşırı derecede kurumuş maddelerin

tümü. KITIRO(Ğ): Uydurma söz söyleyen. Kıtırcı KIYIMSIZ/KIYUMSUK/GIYIMSUH : Karşısındaki kişiye

acıyarak kötü davranmamak,kötü söz söylememek. KIYŞAK: Kıyıcı olma durumu. KIZAK: Ot taşıma arabası. KIZAN (Türkçe KIZ’dan): 1) KIZ-AN/KIZAN: Genç, delikanlı.2) Dişi köpek yada kurdun döllenme tutkusuyla azıtması. ÖRN:

Kızana gelmek: Döllenmeye hazır olmak.Öğürsemek.3) KİÇİ : (Orta Asya Türkçesi) Küçük. Örn:Yukarı Gökçe’nin eski

adlarından biri olan Kiçi Faldaca bu tanımlamadan ad almıştır. KİLER: Yiyecek, içecek ve erzağın saklandığı yer, oda, ambar

yada dolap. KİLİSE: Kurultay geleneğini başlatarak Türkiye geneline örnek

olan Mesuide Kurultayı, Belediye’nin Düğün Salonu’nda yapılıyor. Oysa Kurultay diğer kültür ve sanat etkinlikleri tarihi mekandan oluşturulmuş bir yerde daha anlamlı olabilir. Bunun için Mesudie Rum Kilisesi en uygun yerdir. Dileriz Mesudiye’deki tarihi kilise ve diğer tarihi evler korunarak taş işçiliği olağanüstü güzelliğe sahip bu binayı gelecek kuşakların da görmesi sağlanmalıdır. Yapılan

91

Page 93:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

araştırmalara göre Mesudiye’de Aya Konstantin ve Theodoka adlı 2 kilise olduğu görülmektedir.

KİLLETME: Fırlatıp atma; birden kalkıp gitme. KİP: Kullanışlı. KİREN: Kızılcık. KİRENTİ VURMAK : Tarladaki otu ya da ekinleri tırpanlamak. KİRİŞ: Dört köşe kalın keresteden, demir-çimento dökümünden

yapılmış yatay destek parçası. KİRKİRLENME: Ekşiyen, mayalanan hamurun teltel olup

kabarması. KİRMAN: Elde yün eğirmeye yarayan araç.KİRMEN. KİRPİKLİ SAHAN/KİPİRLİ SAHAN : Kenarları kıvrık kıvrık

ve dişli olan sahan.

92

Page 94:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

Geniş tahtalarla döşenmiş duvarlara yine ahşap, tek bir ağaçtan oyularak yapılmış hamur tekneleri, un elekleri, yağ külekleri, bez torbalar, deri eşyalar asılmış…

KİRPİKLİ TAŞ: Kenarlarına şekil verilmiş taş. KİRTİK: Sabunun küçüğü. KİSBETTE: Dar giysi. KOCA KUŞLUK: Öğleden az evvel. KOÇ: Damızlık erkek koyun. KOÇ KELEĞİ: Koş hayvanına takılmış büyük zil. KOÇSAMAH-K: Dişi koyunun çifteleşmek istemesi. KOĞUR/KOHUR/KONGUR: Kahverengine benzer sarı. KOĞUR ÖKÜZ : İyi yetişkin öküz. KOLAN: Beş santimetre genişliğinde ip olarak kullanılan örülmüş

ip dizini. KOLÇAKLANMA: Yılışma, yağ çekme. KOM: Davar ağılı. KONAK . qonat :

1) Birbirine bağlı kalan herhangi insan topluluğu. Düğün topluluğu gibi. “Konak geldi” denildiğinde düğüne insanlar geldi anlamı çıkar.2) Büyük yapı.

KOPANÇA: Kuş tuzağı.

93

Page 95:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

KOPİL (Arnavutça-Rumca KHOPİLİ): Küçük çocuktan Anadolu ağzında GÖBEL/GOBİL/KOPEL. (Bakınız GÖBEL).

KORUNGA : Hayvanlara yiyecek olarak ta verilen yabani yonca. KOS/KOZ: Ahırda yavruların konması çin ayrılan yer. KOSALAK: KOSMAK’tan çalımlı, süslü, gösterişli. Kendisini

kasan. KOŞU: Öküzleri boyunduruğa bağlayan ip. KOŞUM: Araba hayvanının kayış takımı. Hayvanın arabaya

koşulması. KOTAN: Birkaç demirli büyük pulluk. KOVAN: Arılara barınak olarak yapılan tahta sandık. KOVANLIK: Arı kovanlarının konduğu yer. Arılık. Eskiden

çardakların sabah güneşi gören tarafına yapılırdı. KOYULTMA: Koyulaştırma. KOYULTMAÇ: Süt, un, şekerle yapılan peltemsi yemek. KOYUN SÜRÜSÜ: Yaylıma çıkmış koyun hayvanının oluşturduğu

topluluk. Çoğu kez önde giden karabaş koyunun veya çobanın peşine takılarak giden sürü. (Argo) Düşünmeden peşine takılan insan topluluğu.

KOYUNTU: Sıkıntı, üzüntü, keder. KOZ : Ceviz. KÖFREK : Kendir sapı. KÖĞREK: Zayıf, halsiz, cılız insan.

94

Page 96:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

KÖKÇE/GÖKÇE: Ağaçların gövdesinde oluşan yeşil renkli otumsu bitki.

KÖKREK: Havanın yağışa hazır olması. KÖKREMEK: 1) Yüksek sesle bağırmak.2) Havanın durumunu değiştirerek fırtınalı, yağmurlu duruma gelmesi.

KÖLEMEZ: Ayran ve koyun sütünün karışımıyla yapılan yiyecek. KÖM: Koyun, keçi ağılı. KÖMSEK: Ahır kapısı. KÖNÜŞ/KÖMÜŞ: Mandanın büyüğü. KÖP: Öküz arabasının arka ve önünde bulunan tahta çıkıntı,

bağlantı. KÖR DUMAN : Çok puslu,sisli, önü görülemez halde olan dumanlı

hava. KÖR ORAK: Ekin biçmeye madası olmayanın kullandığı

biçmeyen orak. KÖROĞKUŞU: Baykuş. KÖRTEMEN: Türk toplumları ta Orta Asya’dan “Oniki hayvanlı

takvimi” Ocak- Şubat ayında denk gelen yılbaşını büyük eğlencelerle kutlardı. Bu gelenekler değişikliğe uğramakla birlikte varlığını yine de sürdürmektedir. Mesudiye’nin her köyünde, geçmişte, yıılbaşı gecesi körtemen adı verilen çeşitli hayvan figürlerinin gençler tarafından canlandırıldığı, ev ev dolaşarak, insanlara hoş anlar yaşatarak, karşılığında bulgur, yağ, un gibi maddeleri topladıktan sonra bu malzemelerden yaptıkları yemekleri yiyerek eğlendikleri, artan malzemeleri ise köyün fakirlerine dağıttıklarını hatırlarız.

KÖS : Sokak kapılarının arkasına kapının kolay açılmaması için vurulan ağaç.

KÖSEMEN : Sürünün önünde giderek ona kılavuzluk eden koç veya teke.

KÖSKÜ : Kapıyı arkadan kilitleyen ağaç sürgü. KÖSLEME : Kapının arkasına takılan demir. KÖSLEMEK: Kapıyı arkadan ağaçla besleyip kuvvetlendirmek. KÖSMEK: Ahır penceresi. KÖSMÜK :/GÖMSÜK : Sigara artığı.İzmarit. KÖSNÜ: Köstebek. KÖSNÜK: Azgın, dölleşme isteği çok artmış hayvan veya kişi. KÖSNÜMEK: Boğaya gelmek.Boğa ister durumda olmak.

95

Page 97:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

KÖSTÜRE/KÖSÜRE : Kesici aletleri bilemek için kullanılan sert, yuvarlak taştan yapılmış, elle çevrilerek ve su dökülerek bileme işlemi yapan alet. Bileği taşı.

KÖSTÜRELER BİLE GARİP (Mesudiye Gazetesi)Yüzyıllardan beri Anadolu’da bıçak, kama, balta, nacak, girebi gibi ev ve günlük yaşamda kullanılan kesici aletleri bilemek için kullanılan taştan yapılmış köstüreler artık unutulmak üzere. Yaklaşık olarak M.Ö.2000 yıllarında Çorum merkez olmak üzere Kızılırmak nehrinin yayı içinde bir devlet kuran Hititler tarafından bulunduğu ve günlük yaşama katıldığı belirtilen köstüreler, nesilden nesile aktarılarak, 1970’li yılların sonuna kadar her evin vazgeçilmez bir parçasını oluşturmuşlardı. Ordu’nun ve çok göç veren iç kesimlerdeki ilçelerinin köy nüfusunun azalması ve teknolojik gelişmelerler köstüreler yok olmaya, evlerin avlusunda unutulmaya başladılar. KÖSTÜRE ÇATALI: Birşeyi anlamayan, aklı birşeye ermeyen. KÖVREK/KÖFREK : Kendir sapı.

96

Page 98:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

KÖY ÇEŞMESİ

KÖY ÇEŞMESİ: Mesudiye’ nin hangi köyüne gitseniz, köy ortasında “Şöyle garip bencileyin” akan suyuyla mahzunluğumuza gönül ferahlığı veren, taş örgülü, kurna ağızlı, uzun yalaklı bir köy çeşmesi görürüz. O çeşme başında suladığımız hayvanlarımız, doldurduğumuz kovalarımız usumuza gelir. Hele çeşme başı sohbetleri yok mu?.. Kaplar dolar taşar ama sohbet bitmez. Gelinlik kızler tokaçlarını öylesine sallarki çeşme başında, yanlarına yaklaşmak kolay mı?..

Nerde görsem bir köy çeşmesi Usuma Karacaoğlan gelir Tas tas içsem, saz saz çalsam Ne suyu, ne de sözü tükenir.

Uygarlık rahat yaşamamızı sağlarken bir yandanda bazı değerlerimizi silip süpsrsyor.Yıllar önce binbir emekle yapılan köy çeşmelerimizin neredeyse suları akmaz oldu.İşlemeli kurnaları söküldü,atıldı.O günlerin çeşme başı anıları da unutuldu gitti…

97

Page 99:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

KÖY FIRINI EKMEĞİ:

Gurbete çıkarken yanımızda olmasını istediğimiz gilikleri,kuru ekmekleri torba torba taşıdığımız,çoğu kez su başlarında ıslatıp tadına baktığımız peksimetleri yapan ustalar,o ustaların emeklerini döktükleri köy fırınlarımız da unutulmaktan nasibini almaya başladı.Bu fotoğrafa bakıpta yaptığımız yanlışları görebilecek miyiz acaba!.. KÖY KUSURU: Yöremizde okuyamayan, işi olmayan kişilere

söylenen söz. KÖYDEN EV GÖRÜNTÜLERİ : Şu beton yığını

yerleşimden,hiçbir özelliğl olmayan birbiri üzerine yapılaşmadan ne zevk alırız bilmem.Halbuki canım Anadolu’nun art arda yaslanmış tepelerinin yamaçlarında ne güzel köyler,ne güzel evler kurmuşuz.Yöreye uygun yapı tarzı,yöreye uygun yapı malzemeleri,bunlarla yapılan yer evleri,ağaç kütüklerle donanmış çatılar,köşe taşları üzerine kondurulmuş yapılar,güneşe açılmış kapılar…

98

Page 100:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

Şu beton yığını yerleşimden, hiçbir özelliği olmayan birbiri üzerine yapılaşmadan ne zevk alırız, bilmem. Halbuki canım Anadolu’ nuun artarda yaslanmış tepelerinin yamaçlarında ne güzel evler kurmuşuz. Yöreye uygun yapı tarzı, yöreye uygun yapı malzemeleri, yer evleri, ağaç kütüklerle donanmış çatılar, köşe taşları üzerine kondurulmuş yapılar, güneşe açılmış kapılar…

KUBARMAK : Övünecek bir iş yapmış olarak kendini övgülendirmek,horozlanır gibi olmak.Karşı koymak.

KUÇU KUÇU: Köpekleri öağırmak için kullanılan söz. KULAKLI SAHAN: İki kulplu sahan. KULUN: Atın yavrusu, tay. KULUNÇ (Farsça): Bağırsak ağrısı. (Türkçe): Omuz ağrısı. KUMA/GUMA: Ortak kadın. KUNNAMAH-K: Doğurmak. KUŞBURNU: Yaban gülü olan kuşburnu, baharda .. beyaz ve

pembe gülleri, sonbaharda kırmızı meyveleri ile dağların vazgeçilmez güzelliklerine renk katarlar. Anadolu’da Hattiler ve

99

Page 101:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

Hititler’den beri varlığının bilindiği tarihi kayıtlardan anlaşılan kuşburnu hem ilaç, hem bir besin maddesi olarak yüzyıllardan beri tüketilmektedir.

Karadeniz ikliminin geçiş noktasında bulunan ilçemiz ile Gümüşhane çevresinde çok yagın yetişen kuşburnu, genellikle pekmez olarak kahvaltılarda; içecek olarak ise yaşamın her anında tüketilir. C vitamini bakımından çok zengin olduğu, hatta kansere bile iyi geldiği iddia edilen kuşburnu pekmezinin yapılması ise son derece zor olup, 10-12 kilosundan ancak 1kg pekmez üretilebilir.

KUŞ GEDİĞİ : Odun keserken baltanın vurulacağı yarmaçanın budaklı yeri. (Köylerde) mahalle ayırım yerlerine verilen ad.

KUYMAK/ÇALMAÇ: Pirinç unu veya nişastandan yapılan pelte. Mısır ununun suyla karıştırılmasıyla yapılan yemek.

KUZ: Güneş görmeyen yer. Kuzey. İ.Zeki EYÜBOĞLU “OĞUZ-OGUZ-KUZ adlarından söz eder.Etimolojik anlamı “Güneşin az olduğu ,serin,ıslak yer “ olarak verilir.Ayrıca,genellikle KOZ(ceviz) in az güneş gören yerlerde yetiştiği düşünülürse KOZ/KUZ bağlantısı ve anlam ilişkisi görülür.

KUZU ÇUBUĞUYLA DÖVMEK: İncitmeden vurmak. KUZULUK : Büyük kapı ortasındaki küçük kapı.(Argo) Aralık yer. KÜCÜ: Çul dokuma işinde kullanılan sopa.

100

Page 102:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

KÜLEK/GÜLEH: Bal, yoğurt, yağ gibi şeyleri koymaya yarayan, üst tarafı kapaklı, silindir şeklindeki ağaçtan yapılı kap.

KÜLLÜH-K: Kül veya süprüntü atılan yer. KÜNÜCÜ: Kıskanç. KÜP (ILIŞARIN KÜPLERİ): İleri yaşlarda olanlar hemen

hatırlayacaklardır. Bizim Ilışar köyümüz eskiden küp ve testileriyle çok ünlüydü. O zamanlarda ulaşım çok zorluklarla sağlandığı için dışarıdan küp ve testi gibi eşyaların gelmesi çok zor, hatta imkansızdı. İlçemiz kapalı bir havzada olduğu çin kışlık yiyecekler yaz aylarından stok edilmeye başlanırdı. Makarna, bulgur, peksimet, meyve kuruları hazırlıkları yapıldığı gibi patatesler kuyulara gömülür, bol bol dürme ve fasulye turşuları hazırlanırdı. Hem de küpler dolusu olup 4-5 aylık ihtiyaca yetecek miktarlarda yapılırdı. Bu yüzden de Ilışar’ın küpleri hemen hemen her evin vazgeçilmez ihtiyacıydı. Ayrıca küplerde en ufak bir sızıntı olmadığı gibi yapıları da çok sağlam olurdu. Sözü uzatmamak gerekirse Meletli olup da evinde Ilışar küpü olmayan kimse olmazdı. O küpler sanki birer can kurtaran simitleriydi. (Naim Tuncalı)

KÜP/KÖP: 1) Küçüklük, çokluk bildirir. 2) Turşu yapmak amacıyla topraktan yapılı kap.

KÜPDÜŞEN/KÜDTÜŞEN: Kış armudu, büyük armut cinsi. KÜPEÇTE: Kilit takma yeri. KÜPLENTİ-Ü: Baltanın arka kısmı. KÜRTÜK: Rüzgarın kuytularda, büyük çukurlarda topladığı kar

birikintisi, kar yığını. KÜRTÜR.KÜRTÜN. KÜRTÜKLEY(İ)N: Birikmiş karın bulunduğu yer. KÜSKÜ/KÜŞGÜ: Toprağı eşmek için kullanılan ucu sivri ağaç

aygıt. KÜT (Türkçe) : Kötürüm olmuş ( kişi.) KÜVENLEME: Boşa çalışma. KÜYCÜ: Bir işi abartarak anlatan, yapan kimse. LABADA : (Rumca) LAPAZA .Yenen bir ot türü. LAĞ: Taklit. LA(Ğ)LANMA: Taklit etme, öykünme. LAHANA : (Rumca) MANCAR. Güz ve kış sebzesi olarak yetişen,

geniş yapraklı ve köklü bir bitki. Kelem. LAMBA: “Gaz lambası”. Alttaki cam haznesine gazyağı konan ve

içine bir mekanizma ile fitil sarkıtılan, fitili örtecek şekilde lamba

101

Page 103:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

camıyla tamamlanan, fitili yakıldığında ışık saçan bir aydınlatma aracı. Lamba camının büyüklüğü numarasıyla ölçülür. Fitli yandıkça emdiği gazyağı da tükenir. Bu sırada gaz kokusu saçar. İyi yanmadığında is çıkararak lamba camını karartır. Ertesi gün bu camdaki is, bez parçası sarılarak bir çubukla silinerek temizlenir. Lambalar odanın yüksek yerine, ocağın üst çıkıntısına konur.

LE(Y)LEK: Sacta pişirilen bir tür ekmek. Bu ekmek türü yılın belirli günlerinde (9 Mart) yapılır.

LENGER: Yayvan ve kenarları geniş, büyük bakır kap.(Rumca) Lenger.

LEŞ/ÜLEŞ : Hayvan ölüsü. LIĞLAMAK: Suyun kumu dere kenarına yığması. LİNK: Atın eşki yürüyüşü. LO(Ğ) TAŞI: Harmanı, toprak çatılı evlerin toprağını pekiştiren

silindir taş. LODA: Üzeri toprak yada otla örtülmüş saman yığını. LOĞ(Türkçe):YUĞ/YUĞU/YUGAÇ/YUGA’dan YUĞ/LUĞ/LOĞ:

Damların üzerine serilen toprağı düzleyip yağmur sularının alta geçerek, sızarak akmasını önleyen silindir biçiminde taş.

LOĞLAMAK: Üzerinde loğ taşını gezdirip toprağı sıkıştırmak. LOR (Farsça LÛR): Peynir suyundan yapılan toz peynir. Çökeleğin

sıkılmış hali. LÖK: (Çok) ıslanmış durumda olma. LÖNGÖZ/LÖNGEZ : Çok çamurlu,bataklık yer. LÖŞ: Islak.LÖC. MA(Ğ)A: Suyun toplanması için önüne çekilen ağaçtan set. MADA: Birşeye duyulan arzu, istek. Canı çekmek, iştahlanmak. MADAM YOK-H: İsteğim yok. İştahım yok. MADASI OLMAK: Bir işi yapmak, bir yiyeceği yemek için isteği,

iştahı olmak. Gönlü olmak. MADASUZ/MADASIZ: Gönlü yatkın olmayan. MADRABAZ: İşe yaramaz halde olan. MAGADİR: Kıymet, değer. MAGÜLE: Sülale. MAHAT/MAKAT: Ev içinde ağaçtan yapılmış oturma yeri

(Bakınız SEDİR). MAHSUS: Bilerek, özellikle. MAHUH: Ayrandan yapılan ve yemeklerde kullanılan ekşimen

yiyecek.

102

Page 104:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

MAKİNE: Yolcu taşıma aracı (kamyon). MAL: Büyük baş hayvan. MALA GİTMEK: Büyükbaş hayvanları otlatmaya gitmek. MAL ARAMAK: Kayıp olan büyükbaş hayvanları bulmaya

çalışmak. MAL GÜTMEK: Büyükbaş hayvanları otlatmak. MALAK: Manda yavrusu (Bakınız BALAK). MALUH/MALUK: 1) Boyunduruk kayışına sokulan çivi. 2) Kilit zerzesine takılan nesne. 3) Saban okunun ucunda halkayı tutmaya yarayan ucu yoplu çelik.

MANAHOS (Rumca): Ana yurt. Hırıstiyan azişzinin kaldığı yer.MANAHA : (Erkekler için) Yalnız. MANAŞI (Kadınlar için) Yalnız.

MANDA: Su sığırı. Manda yoğurdu çok sevilir. MANTI: İçine kıyma konularak küçük bohçalar biçiminde

dürülmüş, üzerine sos olarak yoğurt, kızgın yağ dökülerek yenen hamur yemeği.

MART DOKUZU : Kış mevsiminin bitmesine rağmen soğuklar ya da kış esintisi belli aralıklarla kendini göstermektedir.Eski takvim yılı hesabına göre özellikle Mart dokuzu günü kış soğununun tekrar görüldüğü gündür.Kış mevsiminin unutulmaması gerektiğini anımsatır.Yaşlıların anlatımıyla “Mart dokuzu çıkmadan kış geçmiş olmaz”.

MASTA YONTMA: Toplumumuzun en güzel özelliklerinden birisi de el anatlarının çeşitliliğidir. Orta Asya’dan günümüze kadar birçok kültürden etkilenerek son şeklini almış Anadolu kültürü dünyada kendisine haklı bir yer edinmiştir. Mesudiye yöresinde yayık, döven, külek, hartama, yaba, sepet, sele, semer, eğer yapımı varlığını zor da olsa hala sürdürüyor. Ancak her eşya her köyde yapılamıyor. Bunların ustası olan köyler var. Küp dalında Ilışar, sepet, gıdık örmede Göçbeyi, döven yapımında Güneyce, yayık yapımında Gelgeçi, elişi ve nakışçılıkta Akkırık işçiliği...Sepetin küçüğü olan gıdıh örmek de büyük hüner ister. Önce çok güzel ve düzgün masta yontulması gerekir.

103

Page 105:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

MASURA: Çeşme zıvanası. MAŞA: Ateş tutmak, yanan odunu kaldırmak için kullanılan iki

saplı demir alet. MAŞLAK: Pelerin gibi giysi. MAŞRABA/MAŞRAPA: Ortası boğumlu, kulplu bakır kap. MATAH: Adamın kötüsü. Çok aranılır olma. MAZU/IMAZU/MAZI: Kağnı arabasının iki tekerini

tutan,birleştiren ağaç eksen.Tekeri tutan ağaç. ME(Ğ)EL: Toprağı eşmeye yarayan bahçe kazması. Bostan

sulamada kullanılır. MEĞELLEMEK : Toprağı çapa ile kabartmak. ME(Ğ)SİME-K/ MEH(E)SİMEK: Önemsemek. MEĞSİMEMEK: Önemsememe. ME(H): “AL” anlamında sözcük. MECANEN/MECCANEN: Bedava. MECEKBAŞI: Yaramazların lideri. Hayinliğe önderlik eden. MECEL: Derman, güç. MEFES: Yanına değme, hafif temas. MELEMEK (Türkçe): Doğal seslere öykünme yoluyla ME-LE-

ME-K: Özellikle kuzuların çıkardıkları “ME” sesinden türeyen eylem.

MELEŞMEK: Çifte kuzulu koyunun bağırması, melemesi.

104

Page 106:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

MELET ÇAYI: Bizanslı Stefanos’ta gösterilen Melandios adı aynı adı taşıyan bir millete bağlanır. Yani Melet Deresi adını bir milletten almıştır. Anabasis adlı eserde Melandit adı ile geçen millet Trakya kökenli olduğu belirtilir. Bilge Umar “Mesudiye’den geçen Melet Deresi’nin Türklerden öncesinde Melanthios diye anılırdı. Bu dere adının aslında Melanda gibi Anadolulu bir sözcük iken Hellenleşme, Rumlaşma dönemlerinde çarptırılıp Melanthios’a çevrildiği de olasıdır” der. Ancak Yunan öncesi yer adlarında Pelasglara ait gösterilen bu sözcük aynı biçimiyle Melandia şeklinde Yunanistan’da da geçer. Yani B. Umar’ın olası gördüğü çarptırılmış değil, adın öz biçimidir. Meladiasis biçiminde Likyalılar’da şahıs adı olarak kullanılırdı. Böylece Melet Deresi’nin antik çağ adı Melandia, günümüze kadar yaşamasını başarmış Pelasglılar’dan kalma bir hatıradır. (İlyas Karagöz)

MESUDİYE’YE CAN VEREN MELET ÇAYI (MELANTHİOS) VE VADİSİ/Fotoğraf: Nezih BAŞGELEN Bizanslı Stefanos’ta gösterilen MELANDİOS adı, aynı adı taşıyan bir millete bağlanır. Yani Melet Deresi adını bir milletten almıştır. (Kaynak:B.Stefanos.Ethnika.Graz.1958-Syf.44) Anabasis adlı eserde MELANDİT adı ile geçen millet trakyası olduğu belirtilir. (Kaynak:

105

Page 107:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

Anabasis 7.cilt Syf 32) Bilge UMAR “Mesudiye’den geçen Melet Deresi’nin Türkler öncesinde MELANTHİOS diye anılırdı.Bu dere adının aslında MELANDA gibi Anadolalu bir sözcük iken Helenleşme-Rumlaşma dönemlerinde çarptırılıp MELANTHİOS’a çevridiği anlaşılır” der. (Kaynak:B.UMAR- Türkiye’deki Tarihsel Adlar/İST.1993 Syf.560 ) MELET/ HAMİDİYE: Melanthia (Pontus Bölgesi) sınırları

doğuda Kolonia ve çevresiyle sınır, kuzeyinde Çambaşı, batısında Hapsomanas (Gölköy) bölgesi ve güneyinde ise Reşadiye ilçesi bulunmaktadır. Ortasından geçen Melanthio ırmağı Kofa Dağı Gölü’nden başlar, Kotiora yakınlarından Karadeniz’e boşalır. Bölge aynı zamanda bu derden almıştır (Bakınız Melet Çayı). Melanthia az vadileri olan dağlık bir bölgedir, herşeyden önce 20.yüzyılın başlarında otuz Rum ve otuz iki tane Türk köyüne sahipti. İlçe sakinleri tahıl üretimi, hayvancılık ve arıcılıkla uğraşıyorlardı. Diğer bir uğraşıları ise deri ticareti idi. 1914’ten önce 20.000 nüfusu vardı. Bu sayıyı Türkçe konuşan Yunanılar, Ermeniler ve Türkler oluşturuyordu. Bölgenin ticaret merkezi 2000 nüfuslu Mesudiye idi. Mesudiye Fatsa’nın Kotoiro, Erpa, Maden ve diğer bölgeleri Rumlar öncesi yerleşmiş halklar tarafından kuruldu. Rum nüfusunun büyük köyleri Malkoç, Şene, Çorak, Yafsan, Fotone, Mezine, Antonlu, Musullu, Pitbisi, Yukarı Faltatsa, Bayraklı, Eskitir ve Sorson’dur. Bu bölgeye Heybeli Ada’Dan maden ocaklarında çalışmak üzere Türk-Rus savaşından sonra pek çok madenci göçmen geldi. Bunlar genellikle Rum idiler. Bunların bölgeye katılımı yerli Türk nüfusun güven duygusunu artırdı. (Kaynakça: Melanthia Tarihi/Selanik)

MEMED: Mehmet’in halk dilinde söylenişi. MENEHOS: Elinden iş gelmeyen, beceriksiz, uyuşuk kimse. MENEMEN: Yumurta, sivri biber ve domatesle yapılan yemek. MENENDİ: Eşi, benzeri. MENGÜLT: Öküzleri behniye bağlayan ağaçtan yapılmış çubuk. MENGÜRT: Yular görevini yapan halka ağaç. MENTEŞE: Kapı tutmaya yarayan demir parçası (Bakınız

ZERZEE). MEREK (Ermenice MARAK): Ot konulan yer, ot yığınağından

(Türkçe MEREK): Otluk, ot konulan üstü örtülü yer. MERET: Aksi (adam).

106

Page 108:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

MERTEK: Ahşap binayı ahırdan ayıran ağaçlar. Genellikle yağlı çamdan yapılan kabaca yontulmuş, düzlenmiş orta boyda kalın tahta. Mertekler, mezar örtülerinde ver yer evlerinde kirişler arasında kullanılır.

MESO(Ğ)/MESOO: Dedikodu, asılsız söz. MESEHOR: Orta yer,orta avlu,orta çiftlik. MESUDİYE (Halbrook): Mesudiye zırhlısını batıran savaş

gemisinin bulunduğu, Mesudiye ilçesine kardeş kent olan Avustralya’da bir belde (Bakınız MELET HAMİDİYE). Melet, Melet derler, suyun bulanıkBaşın dumanlıdır, yüreğin yanıkYaman-i sazının telleri kırıkÇalamam sevdiğim, derdim çok büyük. (Şükrü Yaman)

MEYMENETSÜZ/MEYMENETSİZ: Hayırsız, kimseye faydası olmayan.

MEZELENMEK: Ağzı öykünmek. MEZERE (Arapça MESHERE): ZEHRE: Çiçek. Çiçekli yer, otlu

yer. Yaylım yeri. Anadolu ağzında yaz başı otlakların ilk yeşerdiği dağ düzlükleri. Yöremizde ilkin bu yerlere, hava ısınınca da yaylaya çıkılır.

MEZETE GALASICA: Ellere kalasıca. MEZMELE: Duvar yapımında kullanılan küçük taş kırıntıları. MIH (Farsça MİH): Ulu, yüce. Anlam değişmesiyle; yapılarda kalın

ağaçları birbirine bağlamada kullanılan büyük çivi (MIH-MUH). MIHLAMA: Soğanlı kıyma yada pastırma üzerine yumurta

kırılarak yapılan yemek. MINDILIÇ: Yağmur yağdırmak için çocukların bir kukla yaparak

köylüden yağ, bulgur toplayarak yemeleri. MIRIĞI DÜŞMEK: Keyfi bozulmak. MIRIH-K: Keyif. MISMIL: Murdar olmayan.( Arapça) bismil’den bozma. Bismil,

besmeleyle kesilen hayvan. Temiz. Mismilon. MIŞAVARA/MÜŞAVERE: Karşı iki cins arasında arayı

uydurmak. MITIRIP: Cimri, eli sıkı. MIYMINTI: Becereksiz (Bakınız SÜNEPE). MIZGIÇ: Çabuk vazgeçen.Oyunda bozanlık eden. MIZIHLAMAH-K: Oyundan vazgeçmek.

107

Page 109:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

MİLAS (Eski Anadolu dilleri): MYLASSA’dan MİLAS: İ.Ö. İsa 3000 dolaylarında yerleşme yeridir.

MELASO/MELASSO/MELASSA/MİLASO/MİLAKSO/MELALAKSO (Bakınız MELET HAMİDİYE).

MİLE: Misketin diğer adı. MİLE ve ENEK : Yöremizde oynanan çocuk

oyunlarıdır.Düğmelerle oynanır.Düğmelere “Kopça” denir.Sedef kpçalar daha değerlidir.Sıra ile dizilen kopçalara uygun uzaklıktan taştan ya da camdan yapılmış mileler atılır.Kopçaya en yakın duran mile sahibi oyuna başlar.Elin iki parmağı arasıma alınan milelerle,diksıralanmışkopçalara nişan alınır.Kopçayı vuran onu kazanır.Vurdukça oyuna devam eder.Sonra ikinciye,üçüncüye sıra gelir.Kopçalar biticeye değin oyuna devam edilir.

MİNTO: Enik, it yavrusu. MİTİL: Astar. Yatak kılıfı. MİZELDEK-H/MEZELDEK: Ağır hareket eden. MOBAL: Vebal. MOBAL ATMAK : Verilen bir işi,bir sözü yerine getirmesi için

görevli kılmak. MODUL/MUDUL/NUDUL: Öğendire (üvendire)nin demir ucu. MUALLAK-H: Boşta kalmış. MUCMULUH: Obur. MUCUR: Gödüğün ufağı. MUCURUM : (Rumca) Özürlü,sakat. (Arapça) Mücrim. MUDARA: Gereksinim duymak. İğreti. Sonu gelmek üzere,

yıkılmaya az kalmış, dayanıksız. MUDUL: Öğenderenin ucuna çakılan çivi.NODUL. MUNDAR/MURDAR: Pis ve kötü şeyler için kullanılır.

Kendiliğinden ölen, kesilmemiş etler için de söylenir. MUŞMUK: Elle vurulan yumruk .Sevgi anlatmak amacıyla “Seni

muşmuklarım” denir. MÜKKEM: Sağlam. MÜSEFLER: Çocuk oyunu. MÜZEVİR: Söz taşıyan, ağzında laf duramayan (kişi). NACAK (Farsça NEÇEK): Baltadan NACAK (Türkçe): Kısa saplı,

küçük odun baltası. Kesici alet. Açıklama: Kaletepe Deresi adlı buluntu yeridir. Eski tabakalarında, Türkiye’de bugüne kadar pek çok yüzey araştırmasında bulunmuş olsa da Türkiye’de kazılmış Pakolitik Çağ buluntu yerlerinden

108

Page 110:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

sadece birkaçında tabaklanmış olarak bulunabilmiş olan Acheul kültürünün (Afrika Alt Paleotiği’nin ilk kültürü) tipik aletlerinden iki yüzeyliler (el baltaları) ortaya çıkarılmıştır. Yine aynı tabakalarda bulunan ve Afrika Acheul Kültürü’nün tipik aletlerinden olan nacaklar ise, Türkiye’nin bilinen ilk ve şimdilik tek nacaklarındandır (Cumhuriyet Bilim Teknik).

NADAS (Rumca NEATE): Dinlenmeye bırakılan yer, ekilmeyen topraktan NADAS. Anadolu’da konuşulan Rumca’dan geçerek NEATE/NATE/NATA/NATAS/NADAS olmuştur.

NAHIR : Hayvan sürüsü. NASİBETSÜZ: Münasebetsiz. Düşüncesizce davranan. NALÇA: Eskiden kundura (ayakkabı)ların alt ucuna (burnuna)

köselesi erimesin diye çakılan demir. NALÇAN: Nalbantların kullandığı küçük çekiç. NAMTU: Küçük bıçak. NARDENK : Erik,kızılcık gibi yemişlerden yapılan pekmez;sulu

içecek. NEME LAZIM: Bana ne. NİNE: Torunu olan kadın, büyükanne. NİZA ETMEK: Kavga, dövüş etmek. Tartışmak. OBA (Eski Türkçe UBA): Düz yer, komşu, yaylak, konar-göçer

yeri. OCAK (Eski Türkçe): Ot. “Ateş” ‘ten ODAK/OCAK: Ateş olan

yer, ateşlik. OCAK (ateş yakılan yer olması nedeniyle) ev, yuva anlamında da kullanılır. Mantar, madımak gibi bitkilerin toplu bulunduğu yer.

OCUMAH-K: Korkmak, ürkmek, çekinmek. OĞALAMAÇ: Ayran veya sütle ekmek doğrayarak yapılan yemek. OĞLAK (Türkçe): OĞUL ile AK’tan OĞULAK/OĞLAK: Küçük

yavru, yavrucak. Halk ağzında genellikle keçi yavrusuna denir. OĞLAN: Erkek çocuk. O(Ğ)MAÇ: Un çorbasında unların yuvarlak hale getirilmesi. OĞUL BALI: İlk bal veren arı, bal verecek duruma gelen arının

verdiği ilk bal. OĞUL VERMEK: Arıların çoğalması, ayrı bir kovan dolduracak

niceliğe ulaşması. OĞUL: Yeni doğan, yavru. Bey denilen dişi arıyla kovandan çıkan

arı topluluğu. Oğul kovandan çıkınca yakın bir ağaç dalına üzüm salkımı gibi topluca sarılır. Arı sahibi (eskiden) teneke çalarak oğula

109

Page 111:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ait arıların bir yerde toplanmasını, başka yere, başka kovana kaçmamasını sağlar.(Sandık Lekesi/Sema Kaygusuz):...Hanım, uzaklara dikti gözünü. Taa ötelerden baktı oğluna. Oğul...Bir kadının şakağındaki kirli kan damarı. Gerdanındaki gösterişli beşibiryerde. Bahçenin en ulu ağacı. Yarin gençliği oğul. Evdeki sessizlik, köydeki uğultu, tütün kokusu, ter ekşisi, toprak sevdası oğul. Karanfil Dağı’nın gölgesi, Ecemiş’in taşkın suları, keçiboynuzunun ağdalı tadı...Bir kadının dirsekli kaşı...Toroslar gibi delikanlı...”

OĞUNMAK : Acı içinde kıvranmak. OĞURA GELME/UĞURA GELME: İnekler çiftleşme zamanı

gelince azıtır, döl yatağından sümüksü bir sıvı sızar. Onu koklayan boğa, ineğe atlar (ineği döller). İneğin öküzle çiftleşme belirtisinin görülmesi olayına “oğura gelme” denir. Erkek çocuklar da atalarının soyunu sürdürdüğü için “uğurlu” diye sevilir. Kısır ineklere, kısır kadınlara “uğursuz” denir. Ekinlerin bol olduğu yıllara da “uğurlu yıllar” denir.

OĞUZ (Türkçe OĞ-OG): Kutluluk, güçlülükten OĞ-U-Z/OĞUZ/OGUZ. Güçlü, kutsal, sağlam, tosun. Öküzle eş anlamlı (Hint Ari dilleri) olduğu da söylenir. Yaffes’ten sonra Türklerin büyükbabası.Bir Türk kavmi. Türkmen. Her biri hayvanlarına vurdukları ayırt edici bir damgaya sahip yirmi iki koldan oluşan adları şöyledir. 1-qınıq’lar(Kınıklar) 12- qara bölük’ler 2-yayıq’lar 13- alga bölük’ler3-bayundur’lar 14- İgdir’ler. Iğdırlar4- ewe’ler. Yeve’ler 15-üreğir’ler. Yüreğir.5- salgurlar 16- tutirga’lar6- afşar’lar 17- ula yondluğ’lar7- begtil’ler 18- töger’ler. Döğerler8- bügdüz’ler 19-beçenek’ler. Peçenekler9- bayat’lar 20- çuvuldar’lar.10-yazgır’lar 21- çepni’ler 11- eymür’ler 22- çaruqlug’lar Not : Bunlar temel alt kavimlerdir. Daha sonra bu alt kavmlerde alt kollara ayrılmaktadır. Bu alt kavimlerin adları eski zamanlarda onları var eden kurucu atalarının adlarından alınmıştır. Soylarının kökeni onlara dayandırılır.

110

Page 112:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

OHA: Öküze hareket etmesi için seslenme. Kaba davranış karşısında söylenen söz.

OHLAVA/OKLAVA/OHLOĞ/OHLOO: Hamur açmakta kullanılan silindir biçiminde uzunca tahta değnek.

OK: Üç değişik anamda kullanılmaktadır:1) Yay ile atılan araç.2) Toprak, tarla gibi yerlerin üleştirilmesinde yetkililere düşen bölümü

sağlamak için atılan ok, kalıtım bölünmesinde kalıtçılara düşen eş (Kaşgarlı Mahmut).Toprakta miras payı.

3) Tarla sabanında kullanılan OKUMAK: Halk ağzında OKU (Çağrı), davetiye. Düğüne çağırma

(OKUMA). Düğüne çağırmakla görevli kimse (OKUYUCU). Bir toplantı için gönderilen çağrı (OKUNTU).

OKARI7UKARI : Yukarı taraf. OLAMAN: Tuzlanmış ve deri tuluma bastırılmış peynir. OLUH/OLUK: Değirmenin çarkına suyun akmasına yarayan üstü

açık boru. Değirmen oluğu. OLUUU: İp sıkacağı. OMACA: Kesilen ağacın toprakta kalan kütük dibi. OMUZLUK: Çatı direklerine çapraz çakılan ağaçlar. ONATLAMA: Onarma, tamir etme. ONMA/ONMAYASIN: “İyilik görmeyesin” anlamında ilenme

sözü. ONMAK: Gelişmek, büyümek, iyi duruma gelmek. ONMAZ : İyileşmez ORA: Uzak yer belirten işaret sözü. ORAK-H (Eski Türkçe ORGAK’tan OR-G-AK/ORAK).

ORAMAK (toprağı eşmek), ORAMAK (kesmek, hendek açmak), ORATMAK (kesip biçmek) anlamları vardır. Dilimize ORAMAK/ORGAK/ORAK şeklinde girmiştir. ORAMAK eylemini yapan araç anlamındadır. Ekin biçme aleti.

ORDU (Moğolca) ORTU/ORDO: Sürü, topluluktan ORTU/ORDU. Türk dilinde OR (yer), Uygurca ORTA/ORDU (sürü, topluluk ve konak, saray, ordu), Türkçe ORUN (görev yeri), Arapça (makam), Latince ORDO (birlik oluşturmak, düzen sağlamak).

ORMAN GÜLÜ/KARA AĞU/DELİBAL: Boyları 10 m kadar yükselebilne, kışın yaprağını dökmeyen, mavimsi pembe çiçekli bir ağaçcıktır. Zehirli bitki tanımına girer. Arılar çiçekleriyle beslendiklerinde “delibal” yaparlar. “Kara ağu” adı da verilir.

111

Page 113:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

Ayrıca kışın yapraklarını döken, sarı çiçekli ve çalı görünüşünde türleri vardır. Bunların da çiçeklerinden beslenen arılar delibal yaparlar. Bu türüne “sarı ağu” da denir. Gürgentepe yolunda bal satan Gürcü kocamanına rastladım, çeşmenin üstüne bal kavanozlarını sıralamış. Kiminde “delibal”, kiminde “akilli bal” yazıyordu. Niye böyle yazdın, diye sordum. Halk bilgesi tavrıyla, “Oğul” dedi, “bilesinki balın delisi insanı akilli yapar. Akıl herkeste var ama deliden akıl almaya bayılır insanoğlu”. Baba, başka faydası var mı, dedim. “Miden rahatsızsa bundan her sabah ye. Ama bir kaşık, fazla değil. Yoksa deli bir uyku sarar bedenini. Ayakların uyuşur, tutmaz olur.” Akıllı bala ne dersin, dedim. “Deli, akıllının yanında belli olur. Yazmasaydım okur geçerdin. Demek ki delilik iyi bir şey...” Bu toprakların değerini bilelim dostlar. Adamın delisi, balın delisi, suyun deli dolu akanı, dellenmek...hepsi para ediyor. Var mı böylesi?...

112

Page 114:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

Orman Gülleri

ORTA SOFRASI: Bir, iki kişi ile konuşulan dedikodu. ORUH-K: Dövülmüş et, bulgur ve soğanla yapılan ızgara köfte. ORUM : Bir tutam ot. OSMAK: Acıkmak. OSTIK: Küçük kalmış, büyümemiş. OSMAK: Acıkmak. OSUMA ÖLDÜM: Çok acıktım. OŞT: Köpeği kovmak için söylenen söz. OŞT KÖPEK: Aşağılamak, köpek yerine bile koymamak,

önemsememek. OT TOPLAYANLAR: Anadolu’nun her yöresinde kırsal kesim

insanları farklı otları sofralarına getirir. Bu otlar, beslenmedeki tek düzeliğe önemli bir renk ve sağlık katar. Türkiye, 12.000 kadar tohumlu bitli ile çok zengin bir doğal mirası barındırıyor. Bu bitkilerin nasıl kullanıldığına ilişkin bilgilerin araştırılmasına “etobotanik” adı veriliyor. Tüketilen yabani otların bir bölümünün protein değerlerinin çok yüksek olduğu ve kalsiyum, potasyum, demir, magnezyum gibi mineraller içerdiği görülmüştür. Ayrıca çoğu şifalı bitkiler olarak da değerlendirilir. Bitkinin nereden toplandığı önemlidir. Yol kenarlarından, fabrika yakınlarından toplanan bitkiler kurşun, civa gibi ağır metallar içeriyor. İlçemiz bu bakımdan farklı bir konumda. Genellikle yaylalarda topladığımız ısırgan ve kekik sağaltım bakımından çok önemlidir. Aslında Mesudiye’nin dağında taşında yetişen ve toplanan bilinçli olarak hastalık sağaltımlarında kullanılan bitkiler, doğal yaşamın en güzel, en sade ve en katıksız ürünleridir. Bu bakımdan topraklarımızın değerini bilelim.

113

Page 115:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

OTURAKLI ADAM: Ağırbaşlı adam. OYAN: Atın başına geçirilen dizgin ve süsler. OYTUK-H: Kuytu yer. OYULGAMAK: Dikişte gelişigüzel dikmek. Teğellemek. ÖCEŞMEK/ÖÇEŞMEK: Yarışmak. Lades tutuşmak. Bir konu

üzerinde kimin dediği olacak diye yarışmak. Bu yarışmada kazanana, kazanamayan bir ödül verir.

ÖDLEK-H: Korkak. ÖDÜÇLEME: Ödünç alıp verme. Sırayla, belli ölçülerde süt alıp

verme. ÖDÜDLEME/ÖDÜTLEME: Hayvanlar sağılmadan önce

yavrularının serbest bırakılarak analarını emmesini sağlanması. ÖDÜNÇLEME: Yaylada sırayla birbirine süt verme. Peynir, keş

yapılacağı zaman noksan sütü tamamlamak için sırayla süt verme işi.

Ö(Ğ)MEÇ/ÖVMEÇ/ÖYMEÇ/OVAMAÇ/OĞA-MAÇ: Yumurta ve yağla yapılan ekmek kavurması.

Ö(Ğ)NÜNDE ÖLMEK: Kurban olmak. Yapacağı işten dolayı çok sevincek olmak.

ÖĞÜN: 1) Her dönem, her dönemde yapılan iş. 2) Belli aralıklarla yenen yemek.Yemek vakti.

ÖĞÜR: Danaların ilk çiftleşme arzusu. ÖĞÜR ALMAK: Hayvanın gebe kalması.

114

Page 116:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ÖĞÜRSEK: Hayvanlarda cinsel dürtüyle huysuzlanma. ÖKLEMEK: Bağlamak. ÖKSÖÖ(Ğ): Ateşte yanan odunun uç kısmındaki köz odun parçası. ÖKSÜCEN TEKNESİ: Değirmende buğdayın konduğu tekne. ÖKÜZ GÜTMEK: Öküzümün birinin adı Kara öküz, diğerinin ki

Gır öküzdür. Babam komşu köy Mismilon’dan almıştı. Satan adam bu kadar zıt iki öküzü nasıl bulmuştur bilinmez. Kara öküzüm ağır başlı, efendi, her işi usulüne göre yapar, düşünceli, filozof değil ama o edayla hareket eden bir dosttur. Gır öküzüm tam tersi, ne yapacağını bilemezsiniz. Ekin kıyısında yayılıyor zannedersiniz, sizi takip eder, ona bakmadığınızı anlar ve ekinde yayılır. Görünce telaşla sınıra döner, uğraşamazsınız. Sevmek isterseniz, vurur. Okşarsanız, teper. Şımarıklığını da seversiniz ama kabullenmez. Yiğittir, güzeldir. Amma karnını doyurmak için her hileye başvuru. Olmazsa fırahtıyı yıkar, bostanı talan eder. Öküz bizdendir. Aileden biridir. Onu gütmek, doyurmak önemli bir uğraştır. (Gültekin Karahan)

ÖKÜZ KAKMASI: Öküzün öndekine vurması. ÖKÜZ VURUŞMASI: İki öküzün birbirleriyle itiş kakışması,

döğüşü. ÖLÇERMEK: Sönmekte olan ateşi kuvvetlendirmek için

karıştırmak. ÖNDEL: Tarlalarda ekin biçinlerin sağ yanında giderek, çıkmı

yaran kılavuz, öncü. ÖNER: Ekin biçenlerin oluşturduğu sıra. ÖNERBAŞI: Sıranın başı, bu sırayı sürükleyen kişi. ÖÖ(NÜ)NDE ÖLDÜM: Sevgi anlamında sözcük (Bakınız

SEBEBİM).Ne dersen yaparım.Yeterki sen hoş ol. ÖRME: Kolandan ince ip örgüsü. ÖREKE (Rumca RÖKA): İplik eğirme aracından RÖKA-RÖKE-

REKE-ÖREKE: Kadınların yün, pamuk eğirmede kullandığı ucu çatal değnek. Dilimize Anadolu’da konuşulan Rumca’dan geçme.

ÖRK: Hayvanı çayıra çıkarıldığunda bağlandığı ucu kısa kazıklı ip. ÖRKLEMEK: Hayvanı otlakta iple kazığa bağlamak. ÖRÜ : Tarlalarda sele karşı yapılmış taştan set. ÖRÜM (Türkçe ÖRÜ): Yer, alandan ÖRÜ-M/ÖRÜM: Yaylım,

otlak. Özellikle hayvanların gece otlatıldığı alan. ÖRÜM YERİ: Sürülerin otlatıldıktan sonra dinlendikleri yer.

ÖRÜM YAYMA: Koyunu gece otlatma.

115

Page 117:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ÖRÜME ÇIKMAK: Hayvanların gece otlatılması. ÖRÜZGER: (R)üzgar. ÖSO(Ğ): Ucu yanan odun. ÖTE GEÇE: Karşı taraf. ÖTE(Ö)N/ÖTÖ(Ğ)N: Öteki gün. Geçen gün. ÖTECE(Ğ)/ÖTEÇE/ÖTEGEÇE: Öbür taraf, karşı taraf. ÖTÖÖN/ÖTEGÜN: Önceki gün. ÖTÜREK: İshal olmak. ÖVENDİRE (Türkçe) ÖĞENDİRE (Uyarıcı, kımıldatıcı,

anımsatıcı’dan ÖĞENDİRE): Sığır sürmeye yarayan ucu sivri değnek (Bakınız ÜĞENDİRE).

ÖYMEK: Karıştırmak, yoğurmak. ÖYKÜNMEK: Birisinin yaptığını aynen yapmak, taklit etmek. ÖZEMEK: Yoğurt, pekmez gibi şeyleri suyla inceltmek. ÖZENGİ: Eyerin iki yanında ayak konulan demir halka.ÜZENGİ:

Bu sözcüğün kökeni uzun zamanlardan beri tartışmalara konu olmuştur.İran ve Hint sınırlarında bulunan ve V1.yüzyıl öncesine ait olan üzengilerin sadece sol kısımdan ibaret olduğu,sağ eşi bulunmadığını;bunların yalnız eğere yerleşmek için işe yaradıklarırnr,gereken sarsılmazlığı sağlayamadıklarını…çift olarak kullanılan demir üzenginin Çin kaynaklarına göre Göktürkler’in icadı olduğu… belirtiliyor.

PAÇİK: Dağınık. PAÇUR: Çapaçul. Höllüm.Üstüne başına dikkat etmeyen. PAÇUK : Ağaç kökü.Geniş anlamıyla “küçük çocuk”. PADAR: Hartama çeliği. PAĞAÇ/PAHAÇ: Fırında pişirilen mayasız bir tür küçük çörek. PAH :Eğik olarak kesilmiş kenar ya da eğik duvar. PAHIL: Kıskanç.PAHAL.İstememek ile kıskanmak arası.İster

durumda olmak.Yapılan işten dolayı da kıskanmak. PAHILLANMAK: Kıskanmak; kıskanma durumuna gelmek. PAHILLIK: Elindeki olanakları başkalarından esirgemek. Hasetlik.

Hasutluk. PAHIRLANMAK: Yetersiz olmaktan dolayı sızlanmak,

dertlenmek, acılanmak. PAHLO(Ğ)A: Hamurun kıvrılarak yağda kızartılıp

şerbetlenmesiyle yapılan tatlı.

116

Page 118:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

PALDIM (Farsça PALDÜM):Semeri, eyeri, hayvanın kalçaları üstünde tutturan kayıştan PALDIM. Kuyruğun altından geçerek öne kaymaktan kurtaran ip, kayış.

PALTON KAYIŞI: At semerinde atın arka kayışı. PALTUN: Eşek semerinin ileri kaymaması için kullanılan kalın

kayış, kemer. PAMPAL: Gür kız. PANÇAK: Ağacın kökündeki emici kıllar. PAPUÇ: Ayakkabı. PARASI CEPTE OLMAK: Bir işe rıza göstererek hazır durumda

olmak. Parasına değer kazandırmak. Parasını kullanma konusunda dikkatli ve hazır olmak.

PARÇA TİRŞE ETMEK: Parçalamak, dağıtmak. PARPU: Tehlike. PARTIÇ/PARTUÇ: Fırın süpürmede kullanılan bez parçası,

süpürge. PARTUSUNU YEMEK : Yapılmayan bir iş karşılığında söz

işitmek.Azarlanmak. PARYAVŞAN: Kırda biten ve kir çıkarmakta kullanılan acı sabun

gibi köpüren bir bitki. PASA: Boyuna, devamlı. PASPANAH-K: Pasaklı, kirli. PAŞMAKLIK: Camilerin girişinde ayakkabı bırakılan yer (Bakınız

BAŞMAKLIK). PATATES : (Rumca) KARTOF. Yumrusu toprak altında olan

nişastaca zengin bitki.YER ELMASI.. PATEZ/BATÖZ: Harman makinesi.Patoz şeklinde kullanıyoruz. PAYA: Böbürlenmek. PAYANDA/PAYANTA: Destek. PAYANTI: Dayanak. Yaslanacak nesne yada birşeye destek

vermek için yapılan ilave.PARTU. PAYSIMAK : Önem vermek. PAZARLIKTAN CAYMAK: Döneklik etmek. PE(Ğ)/PEY/PEE: Tarla, çöplük, bostan gibi yerlerin genellkile alt

kenarına yapılan örme taş duvar. Yıkılan evin kalan duvarı. Tarla etrafına açılan hendek.

PEKLEDİM: “Temizledim”. PEKMEZ (Eski Türkçe BEKMEZ): Bekletilen, saklanan bir yerde

korunan.

117

Page 119:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

PEKMEZİ EKMEĞE DOLAMAK: Bir işi becermede ustalık göstermek.

PEKSİMET (Farsça BEKSEMAD): Kuru ekmek, katı ekmek. (Grekçe PAKSİMADİ): Kuru ekmek, galeta’dan PEKSİMET. Kurutulmuş ekmek, fırında kurutulmuş ekmek. Köylerimizde bu ekmeğin şekli değiştirilerek kurutulur. Yukarı Gökçe’de GOLİT denir.Fırın ekmeğinin uç kısmına benzer. Fırında iyice kurutularak saklanır. Yerli undan yapılırsa iyi olur.Zile köyü yöresinde yuvarlak şeklindedir.

PELEHOŞ/PELEPOŞ: Debeder, dağınık. PELLİKLEME: Çok heyecanlanıp koşma. PENEK: Ufak duvar deliği. PENEKLEMEK: Uyuklamak. PERNEK: Koyunların küme küme durması. PERS OLMAK: Çok yorulmak. PERSİN: Çok hırpalanmış çocuk. PESO(Ğ): Kir, pasak. PEŞ: Evde soba yerine kullanılan toprak yada tuğladan yapılmış

ocak. Dal. PEŞKİR: Küçük havlu. PEŞTEMAL (PEŞTEMBAL) VE KEŞANLAR: Kadınların

kullandığı önlük. Bembeyaz yazmaları, renkli peştemallarıyla elleri öpülesi ninelerimizin, teyzelerimizin, annelerimizin alıştığı bu güzel giysilerini yoksa unutacak mıyız?

118

Page 120:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

PEŞTİK: Erik ağacından akan yapışkan madde. PETEK: Akan çeşme suyunun birikildiği ağaç oyuğu yer. Sonraları

taş örgüyle yapılmıştır. (Ermenice PETAK): Arının balla doldurduğu mumlu yer.

PEYKE : Tahta divan,oturma yeri.(Rumca) PEKE. PEZÜK: Şekerpancarı. PIRAÇAL/PURAÇAL: Dağınık. PIRLAMAK: Uçmak, çabuk hareket etmek. PIRMIT: Biçilip, kucakta tutulan ekin veya ot demeti. PIRNAS: Ocakla biçilen bir tutam ekin. PIRNAT: Birkaç kişinin sıra ile ekin biçmesi. Ekin yolucuların

parmaklarına taktıkları kayıştan elekle ekini kavraması. PIRTIL : Yaama.Kumaş parçası.(Rumca) PURTUL. PISS: Atı durdurma ünlemi. PISKIRMAK: Hapşırmak. PITI ÇIKMAMAK : Ses çıkarmadan durmak. PITIRAH (PITIRAK) GİBİ OLMAK: Davranışıyla başkalarını

ürkütmek, çevresine zararlı olacak davranışta bulunmak. PİÇTEK: Köpek yavrusu. PİLEKİ : Yufka pişirilen saç.(Rumca) PLEKİ. PİLLA BÖCÜK: Uğur böceği. PİN/PİNNİK-H: Tavuk kümesi. Ahırda buzağı yeri. PİPİL : (Rumca) Tepecik.Çocuğun erkeklik organı. PİRPİRİN: Semiz otu. PİSTAN/PİSİK: Kedi. POLEN: Çiçek tozu. PORSUK-H: Saçı başı dağınık. İnatçı. POSARMAK: (Bir olay karşısında) rengi değişmek, bozulmak. POTAM : (Rumca) Dere,nehir. POTAMİ-BOTAMİ. POTUR: Diz kapağına değin geniş olarak inen, arka yanındaki

büzgünleri çok, dizkapağından aşağı darlaşan pantolon. POYDURMAK: Darıltmak. POYMAK: Kaçmak. Kaçarak yol değiştirmek. Vazgeçip

bırakmak, caymak. PUYMAK. Tezikmek. POYRA : At arabalarında tekerleğin ortasında bulunan göbek. PÖÇÜK: Halka oyununda halkanın sonu. Eteklik. PÖHRENK: Kanal, lağım yatağı. PÖSTEKİ: Kullanılacak duruma getirilmiş koyun yada keçi postu. PU(Ğ)AR/PINAR: Çeşme, pınar.

119

Page 121:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

PULLUK (Rusça PLONG): Sapan, tarla sürme aracından PULLUK.

PUR: Killi toprak. Toprak altında kalmış, sarı tenkte, çok sert olmayan alçıtaşı. Katman katman olup arasından su sızar, otsu bitkiler uzar. Köylerimizde evlere ait fırın yapımında taban taşı olarak da kullanılır. Su emmemiş olanlar tercih edilir.

PURÇ: Hayvanların yemesi için toplanan ağaçların bir yıllık sürgünleri, genç ve ince uçları.

PURMUT/PIRMIT: Ele sığacak kadar biçilmiş ekin. PUŞUT/PUĞUT: Ağlatın öğütülerek elde edilen unu. Mısır unu ile

ince şekerden yapılan tatlı. PÜR: Odunsu bitki. Çamın kesilmiş dal uçları. PÜRÇEKLENMEK: Bir işi yapmamak için karışık duruma

getirmek. Söylenene karşı gelmek. PÜRSÜLANET: “Rezil ederim” anlamında, kötülemek. PÜSÜR: Karışmış, iç içe geçmiş durumda olan. RAF: Sergen. RAFADAN: Az pişirilmiş yumurta. REÇİNE: Özelllikle çam ağaçlarında oluşan akışkan sıvı. RESME: Dizgin yerine kullanılan yular. RUM (Latince): Roma (Roma ilinin adı)’ndan Arapça RUM. Daha

sonra Türkçe RUM. Roma İmparatorluğu’na hakim olan Anadolu’ya DİYAR-I RUM (Roma Ülkesi) denirdi. Aradan geçen zaman içinde yanlış olarak Grekçe konuşanlara RUM dendi. ÖRN: Erzurum adı da ARZ-I RUM (Roma Ülkesi)’nden gelir. Bu gün Anadolu’da RUM adı verilen insanların Roma ile en ufak bir ilgisi yoktur. Onlar Grekçe/Hellence konuşan eski Anadolu yerlileridir. Hristıyan dinini Grek diliyle öğrenmeleri, benimsemeleri sonucu bir tarih yanlışı olarak kendilerine Rum dendi. Mevlana Cellaleddini Rumi, Eşrefoğlu Rumi, Firdevsi-i Rumi gibi gelen adlara eklenen RUM sözcüğü Anadolu anlamındadır. Hristiyanlığın Doğu Karadeniz’e yayılışı ve bu bölgede demir, bakır gibi madeni aramaya gelen Fenikeliler, Cenevizliler ve Helenliler (bugünkü Yunanlılar) tarafından sürdürülerek sahil kenarlarına koloniler (ticaret merkezleri) kurulmuş; yöreye egemen olunmuş ve Hristiyanlık kabul edilir bir din olmuştur. Bölgeye daha önce yerleşmiş halklar da bu dini kabul ederek kültürel değişmeye uğramış; yöre diliyle birlikte getirilen yeni dil arasında kaynaşma olmuştur. Böylece bu bölgede yerleşmiş ve Hristiyanlaşmış ahaliye

120

Page 122:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

RUM, kullanılan dile de RUMCA denmiştir. Yapılan araştırmalara göre bölgede kullanılan Rumca sözcük sayısı 800’ü geçmez. Rumca bu bölgeye has bir kaynaşım dilidir.

SABAN (Türkçe): SAP kökündeki P/B yumuşaması ile SABAN. Toprağa saplanarak dizi dizi oluklar açan araç. Açıklama (SAP): Eşme, delme, yarma anlamındadır. Çift sürme aleti.KAYNAK (Saban ile Kazma’nın Tartışması/S.N. KRAMER/TARİH SÜMER’DE BAŞLAR/Çeviren: M.İ.ÇIĞ): Ben büyütürüm, sen neyi büyütürsün?Su hızlansa, onu bentlerimSepeti toprakla dolduramazsın sen,Çamuru karamaz, tuğla yapamazsın sen,Temeleri atamaz, evler yapamazsın sen,Eski suların altını onaramazsın sen,Saygın adamın çatısını düzgün yapamazsın sen...

Hey Kazma! Ben Saban’ı yüce Tanrı yarattı,Ben Enlil Baba’nın soylu çiftçisiyimŞunumun ayında tarlada bayram kutlanırkenKral benim için öküz, koyun kurban ederAçtığım arıklar kırları süslerTahıl ekildikten sonraAmbarları doldururum.

Sonra ikisi birden Yüce Tanrımız Enlil’e giderek “İnsanlık için hangimiz daha yararlıyız?” diye soruyorlar. Tanrımız Kazma’yı daha yararlı bulmuş. Saban buna çok üzülmüş ama ne yapsın, Tanrı kararı, karşı gelinemez ki...Saban “Yalnız karın doyurmayı” Kazma “Evsiz, barksız yiyeceksiz bırakılmayan işçileriyle koskaca bir uygarlığı” simgeliyor. Şu halde Tanrımız, yalnız tahıl ile karın doyurmaktan çok, insanlarımızın uygar olmalarını öngörüyor, demiş.

SABAN DEMİRİ: Sobanın ucuna takılan sivri demir parçası. SABİ: Ergenlik çağına erişmemiş, aklı ermeyen çocuk. SAC: Ekmek pişirilen düz, yuvarlak nesne. SACAYAĞI/SACIYAK-H/SACİYAH: Ateşin üzerine konan üç

ayaklı demir parçası. “Sacıyak bacağı anam yerden yücedir.” (Gelin havası)

SADIR: Küçük çiş (idrar). Gübre şerbeti.

121

Page 123:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

SAĞDIÇ (Türkçe) SAĞ: Sağlamlık, güçlülükten SAĞ-D-IÇ/SAĞDIÇ: Düğünde güveyin sağında yürüyen kişi, sağda bulunan.

SAĞMAL: Süt veren inek, koyun veya keçi. SAĞRAK (Eski Türkçe SAGURMAK): 1) Su içmek, suyunu çekmek. Uygurca EMMEK anlamındadır.2) Yöremizde yüksek kesimlerde yetişen bir mantar çeşidi adı olarak

kullanılır. Suyu emerek büyüyen mantar. 3) Yağ koymak için ağaçtan yapılmış kap. SAHAN: Yemek yenen kalaylı bakır kap. SAHTİYAN: At semerleriyapımında kullanılan ince deri. SAHURTLAK/SAHIRTLAK: Kene. SAKAR: Sık sık küçük ve önemsiz kazalar yapan kimse. SAKIRGA: Kene. SAKIZLIK: Kökü kesildikten sonra sızan suyundan zamk yapılan

bir yaban otu. SALAHANA: Başıboş, aptal aptal dolaşmak. SALAK-H: Konup göçülen hayvanların otlaması için bırakılan yer,

yaylım. Koyunun yattığı yer. SALAMURA: Anadolu Türkçesi’ne denizciler aracılığıyla ve

Rumca’dan geçti. SALAMURA/SALMURİS. Latince (SAL): Tuz ile (MURİA): Peynirden SALAMURİA (tuzlu peynir).

SALIM: Bir köyün ekilmiş bölgesi. SALMA: 1-Yapılarda kullanılan direk, kalın ağaç.2-Köy bütçesi

yapılırken her haneye düşen parasal ya da işsel miktar. SAMAN KESMESİ: Ayrılan samanın samanlığa yığıldıktan sonra

geri tepmesi. SAMANLIK: Merek. SAPA (Türkçe): Yoldan ayrılma, aykırı yönde, ayrı yanda olan. SAPAK (Türkçe): Yol ayrımı, başka yöne gitme yeri. SAPAN: Kuş vurma aleti (lastikli iki çatal çubuk). Tarlayı sürmeye

yarayan demir veya ağaç alet. SAPLIYAK: Sıvı yiyecekleri içmekte kullanılan alet.ŞAPLIYAK. SARAT: Büyük delikli kalbur. SARICA : Eyalet valilerinin buyruğundaki başıbozuk asker.(TDK

Sözlüğü) SASI: Tadı olmayan, kü ve çürük gibi kokan. SASUK-H: Tatsız. Olmaz laf söyleyen. Açık renk.

122

Page 124:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

SAVACAK-H: Değirmene suyun gitmesi veya gitmemesini sağlayan tahta kapak.

SAVAT: Gümüş üstüne kurşunla işlenen siyah nakış. SAY: Ekime elverişsiz toprak. SAYVAN: Tarlada, bahçede kurulan ağaç kulübe. SAZAK (Türkçe) SAZ-AK: Saz denen bitkinin yetiştiği yer. Çorak.

Saz, çok sulu, bataklı yerde yetiştiğinden (bataklık) anlamında da söylenir.“Sazak yere ev yapma anam o batar gider Uzak yere kız verme anam o yiter gider”

SEBEBİM: Sevgi anlamında sözcük (Bakınız ÖÖÖNDE ÖLDÜM). SEBEN: Üstünde yufka açılan tahta sofra. SEÇEK: Koyun ile kuzuyu ayırma iş. SEDİR: Evin içinde tahtadan yapılma, alçak oturma yeri (Bakınız

MAHAT). SEFİLETME: Yaşlılığın verdiği akıl noksanlığı. SEĞİRDİM: Değirmen arkından çarka giden suyun aktığı dik oluk. SEĞİRMEK: Göz kapaklarının sinirle kasılması. SEKİ (Farsça SEKÜ): 1) Dış kapının yan basamağından SEKÜ/SEKİ: (Oturulacak)

Merdiven, küçük oda, düzlük yer, küçük ev. BEYSEKİSİ/BEĞSEKİ : Bey’in oturduğu yer,divan.

2) Atın alnındaki akıtma (ahıtma), boynuna doğru uzayan beyazlık. SEKMEN (Yunanca SKAMNİN): Oturacak, iskemleden

SEKMEN. Oturak. Pontus Rumcasına SKAMNİN olarak geçmiş, Anadolu Türkçesi’nde SEKMEN olarak kullanılmıştır. Tahtadan yapılmış alçak oturak.

SELE: Fındık çubuğundan yapılan örgülü kap.

123

Page 125:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

SELLİM: Serbest, özgür. Hayvanların otlamaya serbest

bırakılması. SELLİM AYI: Tarım işleri bitince hayvanların otlamak için

serbest bırakıldığı ay. SELLÜ/SEYİRLİ: Komik. SELEKÜM: Çarparak silkelemek, savurmak. SEMELEK-H: Sersemlemiş durumda olan. SEMER (Grekçe SAMARİ): Yük’ten SEMER. Yük hayvanının

sırtına konan, üzerine yük bağlayan veya binilen, iskeleti ağaçtan, yastık örgüsü kamış ve ottan olan binmelik; arkalık.

SEMERE : Bir iş karşılığında alınan sonuç. SEMİZOTU: Pirpirim. SEME: Sersemlemiş adam. SEPET:...Yıllar önce Ordu’nun köylerinden birinde mutlu bir karı

koca yaşıyormuş. Birbirleriyle çok iyi anlaşan ve birbirini çok seven bu ailenin tek üzüntüsü çocuklarının olmayışıymış. Evleneli 10 yıl geçmesine rağmen bir türlü çocukları olmamış. Nihayet evliliklerinin 15.yılında nur topu gibi bir oğulları olmuş. Bu sevinçli olay, ailenin mutluluğunu daha da artırmış. Oğullarıyla birlikte köyün en mutlu ailesi olarak yaşamlarını sürdürmüşler. Oğulları da baba ve annesine karşı çok saygılı bir çocuk olarak büyümüş ve yakışıklı bir genç haline gelmiş. Anne baba çok sevdikleri oğullarının mürivetini görmeye arzu etmeye başlamışlar. Komşu köyün en güzel kızlarından birini oğullarına istemişler. Üç gün üç gece düğün olmuş. Yenilmiş, içilmiş. Gelin ve damadın mutluluğu

124

Page 126:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

paylaşılmış. Günler geçmiş bir de torunları olmuş. İyice yaşlanan anne babadan önce anne ölmüş. Gelin kaynatasını evde istememeye başlamış. Süreli olarak kocasından evden götürmesini istemiş. “Ben babana bakamam, onu evden götür, yoksa ben evden giderim” diye sürekli kocasını rahatsız etmeye devam etmiş. Kocası “Sen ne diyorsun? Beni büyütüp bu günlere getiren babamı nasıl sokağa atarım?” diye cevap veriyormuş. Ancak karısının sürekli olarak yakınması, evi terk edeceğini söylemesi ve dırdırından bıkınca bir gece yaşlı babasını saman sepetinin içine koyarak sırtına alıp uzak bir yere götürmüş. Sepeti sırtından yere indirerek babasını kucaklayıp sepetten dışarı almış. Yaşlı babasının yüzüne bakmadan saman sepetini ve babasını sısız yerde bırakarak yürümeye başlamış. Henüz 5-6 m yürümüşken arkadan babasının “Oğlum sepeti unutma. Senin oğluna da lazım olur!” diyen sesini duymuş. Babasının ne demek istediğini anlayarak yaptığı hatanın büyüklüğünü kavramış. Derhal geri dönerek babasını kucaklayıp sepete koymuş, sırtına alıp eve geri getirmiş. (Derleyen: Sefai Uzunyurt)

SEPET ÖRME: (Göçbeyi köyü’nün fındık çalılarından örülmüş sepet ve seleleri günlük yaşamdaki kullanımı yanında, esnetik görünümyle de haklı bir üne sahiptir.) Ordu yöresi el sanatları ürünleri Karadeniz Bölgesi’nin ayrı bir rengini oluşturuyor. Sepet, sele, külek, gödük, kolan, sicim, baston, kilim, heybe, kaval, klarnet, kemençe gibi onlarca el sanatı bütün ihmal edilmişliğine rağmen varlığını hala sürdürüyor. Ordu folklorunu oluşturan el sanatları dışında, düğünlerde davul zurna, kemençe, klarnet eşliğinde horon ve karşılama oynanarak ayrı bir özellik devam ettiriliyor.

125

Page 127:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

SEPİ: Deriyi, postu kullanılır duruma getirme işi; tabaklık. SEREK(İ): Çul dokuma aleti. SERENDİ: Zahire ambarı. SEREN(Gİ): Şal dokumada kullanılan düz ağaç parçası. SERGEN: Meyvelerin ağacın dibine dökülme olayı. SEPKEN/SEBEN: Rüzgarlı havada yağan yağmur. SET: Bulunduğu yerden daha yüksekte kalan, evlerde oturulan

üzerine genellikle kilim gibi eşya serilip minder konan; arkaya yasnlanmalık olarak kamışla doldurulmuş kanepeler konan yer; minderli alçak sedir.

SETEN: Değirmende buğdayı ve arpayı gendüme haline getiren taş. SEYİRTME: Koşma, hızlı yürüme. SEZEK (Türkçe): Duygulu, duyarlı, kolay sezen. SEZİKMEK : Bir işi başkasından sezmek SIFA: Samanlığın önündeki kuruluk. SIFRA/SOFRA: Yemek yemek için kullanılan düz tahta. SIĞIRGI/SIYIRKI/SIYIRGI: Harmanda dövenlenmiş sapları,

dökülen veya kalan taneleri toplamaya yarayan geniş ağızlı, ağaçtan yapılan araç.

SIĞIRTMAÇ: Köyün sığırını otlatan çoban. SIPA: Eşeğin yavrusu. Kırık. Hotuk.

126

Page 128:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

SIRACALU/SIRACALI: Sıradan, basit. SIRÇAN: Koyun yününün iğde eğrilerek yuvarlak hale getirilmiş

şekli. SIRIM: Deriden yapılmış çarık yamalığı. SIRIM GİBİ: Çok

dayanıklı olan. SIRIMAK: Tamir, onarım.Çarığı onarmak. SIRTARUK-H: Yüze gelen (kişi). Arsız. SIVARMA: Su ile harmanın yüzünü düzleme, toprağı bekiştirme. SIYIRGI/SIYURGU: Serili samanı toplama aleti. Karı kürelemek

için kullanılan ağzı geniş tahta araç. SIYMAK : Verilen işten kaçmak. Kırmak. Sİ(Ğ)İL Sİ(Ğ)İL: İnce ince yağan yapmur. SİĞİL OTU: Yarayı iyileştirmek için yaprağı kullanılan bir bitki. Sİ(Ğ)İLLENMEK: Hırslanmak, kızmak. Sİ(Ğ)İNEZ: Sinsi, kurnaz. SİCİM: Kendir ipinden kıvrılmış ince yük taşıma ipi. SİM SİM: Yavaş yavaş. SİMİYON: Yavaş, pinti SİMSİMEK /SÜMÜL/SÜMSÜMEK : Yalvarmak.. SİNİ: Büyük bakır tepsi. Bazı köylerimizde ağaç tepsiler de vardır. SİNMECE: Saklanbaç oyunu. SİNNİMEK: Şımarmak. SİNOR: Sınır, hudut. SİNSAL: Yaş, yaşlı, hali kötü durumda olmak. SİRON: Yufka ekmeğinden yapılan üzerine yoğurt dökülen yemek. SİTİL: Bakraçtan büyük bakır kap. SİVİÇ: Lahana dikerken kullanılan ince ağaç çivi. SİVİŞMEK: Sessizce ortadan yok olmak. SİVLEK: Hoppa, zıpır. SİVRİÇ: Ağaçtan yapılmış sivri sopa. SİVRİK: Yabani, batıcı ot. Yeni yetişen ekin. SİVSİKLENMEK: Ağır davranmak. SİVSEKLENMEK: Ağır, yavaş davranmak. SİYELLEMEK: Yıkamak. SİYMEK: Yerden başka şeye, duvara işemek. SİYSİ SİYSİ AĞLAMAK: Sessiz sessiz ağlamak. SOFA : Ara ev. SO(Ğ)OLMAK: Bitme, tükenme, mevsimin geçmesi. SO(N)OLMAK :En arkada kalmak,sondan gelmek.

127

Page 129:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

SOĞUKLUK: Hoşaf, kompostu. Yöremizde ahlat suyu, erik pekmezi soğukluk olarak kullanılır.

SOHARIÇ/SOKARIÇ/SOHARIK: Yemeklere, özellikle madımağa kızartılmış tereyağlı, biberli ve soğanlı sos ilave etmek.

SOLUĞAN: Atlarda terli iken su içmeler sonucu ortaya çıkan solunum hastalığı (Bakınız SAHO).

SOMUN: Köyde pişirilen yuvarlak buğday ekmeği. SONCA: Fırın süpürgesi. SOYKA: Ölüden arta kalmış elbise. SOYA :Yalancı kişi. SOYMUK : Çam ağacının emilen iç kabuğu.YALAMUK. SÖĞÜT/SÖĞÜT/SÖGÜT/SUVIK/SIVIK/SUBİ/SÖBİ

sözcüklerindeki U-I-O-Ö dönüşümünden yola çıkarak SUV-U-T/SUVUT: Suyu seven, suda yetişen, suyla bağlantılı anlamı ortaya çıkmaktadır. SUVAT: Dereden, çaydan su alınan yer; SÖVÜT de SÖĞÜT ağacı anlamındadır. Öyleyse Söüt ağacına, suda yetişen ağaç diyebiliriz.

SÖMELEK /SEMELEK : Sersemlemiş durumda olan. SÖYE: Kapı kasası. SÖYKENMEK: Yaslanmak, dayanmak. SU (Türkçe SUV) SUHARIÇ/SUĞARIÇ: Yemek üstüne yakılan yağ. SULU ZIRTLAK: Sulu yemek. SUNT ETMEK : Bu deyimi yöremizde yaşanan bir olayla

açıklayalım: Geçmişte,köylerimizden birinde sıtmaya tutulmuş bir adamı,terlesin diye erişte kavrulan köy fırınına koymuşlar.Bir süre bekledikten sonra “Hele bakalım terledi mi?” diye fırının kapağını açmışlar.Bakmışlarki adam sırıtık bir halde duruyor.”Demekki iyi geliyor.Neşesinden güldüğüne göre ,devam “ demişler.Aradan az zaman geçip,fırının kapağını açıp bakmışlarki adam kavrulmuş.Bu durumu görenler “ Vıyy!.Herif sunt etmiş…” demişler.Sözcüğün geniş anlamını “Hepsi öldü,sona erdi” şeklinde söyleyebiliriz.

SUSAK-H: Değirmencinin ölçeği. SUVARMAK:

1) (Hayvanlara ) Su vermek.2) (Araziye) Su koyvermek.Araziye bir kerede verilen su miktarı.

SÜLDÜR: Sopalarla oynanan çocuk oyunu (Bakınız ÇELİK ÇOMAK). Çeliğin iki ucu eğik (verev) olarak kesilir.Ayrıca “çomak” dediğimiz kalınca bir değnek vardır. Çelik ‘Süldür,yüzümü

128

Page 130:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

güldür’ denilerek çomağın tepesinden aşağı doğru yuvarlanır.Yere düşen çeliğin iki ucundan uygun olanına çomakla vurularak havalandırılır.Havada iken çomakla tekrar vurularak uzağa gitmesi sağlanır.Ustalık,çeliği en uzağa çelmektir.İlk yer ile uzağa düşen çelik adım hesabı ile sayılarak oyuna devam edilir.(Kaynak:Gültekin KARAHAN)

SÜLÜMAN : Süleyman. SÜLÜMSÜH-K: Sümsük. Pis boğaz. SÜMELEK: Yavaş hareketli, yavaş yavaş.Uytuşuk.(Bak:Sömelek) SÜMSÜK: Aylak aylak dolaşan, yapışkan. Açgözlü. SÜNEPE: Beceriksiz, ağır davranışlı (Bakınız MIYMINTI). SÜREK: Satmak için pazara götürülen hayvan sürüsü. SÜRÜM: Pazarlama. Bir ürünü meydana çıkarma. SÜRÜTME AĞACI: Damları örtmek için kullanılan çalı veya

ağaç. SÜRÜTME KIZAK: Tekerleksiz kızak. SÜSEK: Tos vuran koyun. SÜTLEN/SÜTLÜĞEN: İçinde süt gibi beyaz bir sıvı bulunan

yaban otu. SÜTLÜ: Armutgillerden olup armuttan ufak ahlattan büyük sulu

meyve. SÜRUR: Sevinç. SÜZME: Yoğurdun suyunun süzülmüş (tuzsuz) hali. ŞABADAN: Geveze. ŞAHO: Tek tırnaklı hayvanlarda akciğer yetmezliği hastalığı. ŞAHNE : (Arapça) Şuhne : Anadolu ve İran ‘da devlet kurmuş

halklarda devlet görevlilerine verilen ad. Vali. Şehrin inzibatına bakan memur. Şahna pınarı

ŞELEK-H: Ağzı geniş, dibi dar sepet. ŞELLEK: Hayvan ağzından akan su. ŞELLO(Ğ): Taze fasulye, kabak ve erikten yada mahuhtan yapılan

yemek, çorba. ŞEV: İnişli yer, bayır. ŞIPÇA: Çabuk. Yalabuk. ŞIPNADAK: Çırpıdah. Yepelek. Şapırtdak. Çarçabuk. ŞİLTE: Yün döşek veya ot minder üzerine yapılan pamukla

doldurulmuş hafif ve yumuşak döşeme. ŞİMDİCEK: Tam bu zamanda. ŞİNİK: Okka ölçeği.

129

Page 131:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ŞİP: Çabuk, çevik. ŞİP GELME: Çabuk gelme. ŞİP ŞİP: Çabuk çabuk. ŞİPİLETMEK: Çabuk iletmek. Olumsuz haberi çarçabuk

ulaştırmak. ŞİŞEK: Kuzulama dönemine girmiş dişi koyun. Sütü bol koyun. ŞOR : Karışık, tuzlu. ŞŞŞ !..:”Sus” anlamında sözcük. ŞU SİNSALDA: “Şu yaşta” anlamında kullanılır. TA: Uzaklık işareti. TAANUT: Uyumsuz, bozguncu olan. TABAH-K/DABAK: Çatal tırnaklı hayvanların ayaklarında çıkan

çıban. TABAN ARAZİ: Sulak verimli arazi. TAABANA KUVVET : Bir yere yetişmek,varmak için yürüyüşe

hız vermek.Ara vermeden yürümek. TAFARSUZ: Laftan anlamaz, utanmaz adam. TAHALAK/TAKALAK: Laf yapmak, gevezelik etmek. TAHTAMAÇ: Sedir. TAKAZ: 1) Ahşap evlerde tahtaları tutturmak için yapılan düz veya çapraz

deste. 2) Yazın kuzuların ayağında görülen irinli hastalık.

TAKAZA (Arapça): Çekişme, çıkışma, alay etme. Nükteli söz. TAKAZA ETMEK: Sitem etmek.

TAKAVUT /TAKAVÜT :Emekli. TAKI : Kadınların süs eşyası.Geline takılan armağanlar. TAKILCAH-K/TAHILCAH/TAKILDAK: Şakşak. Değirmende

buğdayı öğütme deliğine atan ağaç kutu. Değirmen taşı döndükçe sarsılan bu kutu (tak) diye bir ses çıkaran koluyla buğdayı öğütme taşının altına akıtır.

TAKALAH-K: Boşuna söylenen söz. TALLA TAPAN : Yer yurt.Arazilerin tümü. TAM/DAM: Ahır, hayvan barınağı. TANDIR (Arapça TENNUR): Yere çukur kazılarak

yapılanbirtürfırındanTANNUR/TANDUR/TANDIR...Halk ağzında TANDUR. Tandır ekmeği, Tandır kebabı.

TAPAN : Ağaç sürgü.

130

Page 132:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

TAPAN ÇEKMEK: Tarlaya atılan tohumu kapatmak için üstünden sürgü geçirmek.

TAPAN: Tarla toprağını düzeltmeye yarayan dişli alet. Harman sıvarmakta kullanılan saban ağızlığı.

TAPAN ARAZİ: Rutubetini daima koruyan verimli toprak.Taban arazi.

TAPIŞLAMA: Hamurun üstünü elle sıvamak. TAPSIMA: Yiyeceğin kokması TAPSIMAK/TAPUSAMAK : Hizmet etmek.. TARLA (Eski Türkçe TARIGLAG): Ekin ekilen yer. TAS: İçine sulu şeyler konan, biraz derince kalaylı kap. TAŞKALA ETMEK: Alay etmek. TAŞLAR BEŞGEN TAV: Toprağın ekilmeye hazır durumu. TAY: Atın yavrusu. Hayvanın bir yanındaki yük. TAY DURMAK: Bebelerin yürümeye başlarken ayakta durabilme

işi. TAY GELDİ: İkinci kez evlenen kadının beraberinde getirdiği

çocuk. TAYSINMAK:Ehemmiyetvermemek,önemsememe TE(Ğ)ELTÜ:1- Ata ağaçtan yapılan eyer.2-Binek hayvanlarında

eyerin altına konan keçe,örtü. TEB(E)LEŞ OLMA: Sataşmak, rahatsız etmek. TECCAL/DECCAL: Yaramaz. Hain. TEĞELTİ/TE(Ğ)ELTİ: Binek hayvanlarında eyerin altına konan

keçe. Sırta vurulan çul. TEHATTÜR: Aşırıya gitme. TEKÇEK: Çocuklar için yapılan oyuncak kağnı arabasında

direksiyon görevi yapan dümen. TEKE: Erkek keçi. TEKESAKALI/TEKECAN: Çayırlarda biten bir bitki. TELES(İ)MEK: Çok yorulmak. Erginlik hissetmek. TELLENDİRMEK: Sigarayı veya atei tüttürmek. Birisine söz

söyleyerek onu iç heyecana, endişeye bırakmak. TELLENMEK: Gücenmek. TEMBELİÇ: Atın yükü azken üzerine adam binmesi hali. TEMEK : Ahırdaki gübreyi dışarı atmak için kullanılan delik,

pencere. TEMRO(Ğ) : Ciltte iz bırakan kaşındırıcı hastalık.

131

Page 133:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

TENBİH ETMEK: Uyarmak, yanlış yapmamasını sağlamak için önceden söz söylemek.

TEMMUZ : (Halk dilinde) Orak ayı. TENGELTOS (OLMAK) : Tepe taklak gitmek. TENTENE: Dantel. TEPİR: Tahılın taşını ayıklamaya yarayan telli alet. TEREH-K: 1) Mutfakta eşyaların konduğu yer, raf.2) Şapka siperi.

TERELELLİ: Hafif ve hoppa (kimse). TERKİ: Binek atında ikinci kişinin bineceği yer. TERKİLEMEK/TERKİŞMEK: Ata binmek. TERPUŞ/TEPUŞ/TEPUŞLU/TERPOŞLU: Kenarı kirpikli,

işlemeli sahan. Mesudiye Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü’ndeki el sanatları sergisinde yer alan 450 yıllık ağaç sofra görenleri hayran bırakırken aynı zamanda şaşkınlığa uğratıyor. Çünkü 1,5 m çapındaki sofra tek ağaç parçasından yapılmış. Yeni hiç eki yok. Üstelik sofrayı üzerinde tutan ayağı da aynı ağaçtan hiç koparılmadan bütün olarak yapılmış. Eşsiz sanatsal özelliği ve güzelliğiyle belki de Türkiye’de bir benzeri dahi olmayan tek parçalı yer sofrasını imceleyen uzmanlar en az 450-500 yıl önce yapıldığı konusunda hemfikirler. Bu büyüklükte sofranın yapımının büyük ustalık gerektirdiği, üstelik alt ayağının bütün olarak aynı ağaçtan yapılması örneğine çok az rastlandığı belirtiliyor. Bu sofra ve çok orjinal eserlere sahip Mesudiye kültür ve el sanatları eşyalarının gelecek kuşaklara aktarılarak yok olmaması için en kısa sürede Mesudiye Müzesi’nin açılmasını ilgililerin dikkatine sunuyoruz. (Mesudiye Gazetesi)

132

Page 134:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

TERS : Hayvan pisliği TERSE :Çatılarda alta konan (ters) ağaç. TESKERE: Yapılarda gereç taşımak için kullanılan, dört kollu ve

iki kişinin taşıdığı tahta araç.TESKİRE/TEZKERE . TESTERE (Farsça DEST-ERRE): El bıçkısı. Türkçe BIÇKI.

Anadolu ağzında BIŞKI/BIĞÇI/BIKÇI. TEVEK: Asma yaprağı; sürgün. TEYİN: Sincap. TEZ GEL: En hızlı gel. TEZEK (Eski Türkçe): At gübresinden TEZEK: Hayvan

gübresinden kurutularak yapılan, içine saman da karıştırılarak teker haline getirlimiş ve kurutulmuş yakacak. (TEZ-EK).

TEZİKME: Korkup koşarak kaçma. Sürüden ayrılma. Habersiz gitme.

TEZİYE: Çabuk. TIĞ: Düvenlenmiş ekinin savrulmuş hale gelmesi. TIĞ SAVURMAK: Samandan taneleri ayırmak. TIHIL/DIĞIL: Küçük, yuvarlak nesneler. TIKAÇ: Birşeyin ağzını veya deliğini tıkamaya yarayan nesne.

Köylerimizde bulunan çeşmelerin deliğine ağaç tıkaçlar sokularak

133

Page 135:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

suların boşuna akması önlenir. Su akıtılmak istendiği zaman bu tıkaç çekilir.

TIKIZLAMASıkı duruma getirme.TIHIZLAMA/ DIHIZLAMA. TIKIL: Yuvarlak. TIMTIHIR/TAMTAKIR: Bomboş. TINAZ: Savrulmak için hazırlanan dövülmüş saman yığını. Yapılan

bu işe “tınaz çıkarmak” denir. Eskiden rüzgardan yararlanılırdı; şimdilerde ise harman makinesi ve traktör yardımıyla yapılmaktadır.

TINNUK/TINNIK-H: Alıngan. TIRIL TIRIKLAMAK: İshal, tırık tumak. TIRIS: Atın kısa adımlarla hızlı yürüyüşü. TIRPAN: Uzun saplı, ağzı yay biçiminde, keskin, ekin biçme aleti.

Tırpanın ağzı, kesme tarafına uygun şekilde özel çekiciyle dövülerek keskinleştirilir. Buna “tırpan dövmek” denir. Ekin, ot biçmek için özel tırpancılar vardır.(Rumca) KERENTİ.

TISKA: Kuru, zayıf. Tİ(Ğ)TEBER: Bomboş. Parasız, çulsuz olma durumu. TİKE (Eski Türkçe TİKÜ): Parça lokmadan TİKE: Dıkım, sokum,

tıkım. Bir lokma, bir parça ekmek. Az. TİLLE: Yük sarmak için kullanılan çatal odun (sırık). Semerde

üzendgi işini gören “u” şeklindeki urgan. TİRENDEZ: Titiz, hassas. TİRKEŞMEK: Birisine sataşmak. TİRKİ: İçinde hamur yoğurulan ağaçtan yapılmış kap (tekne). TİRŞE: Sepet vs. örmek için fındık ağacından soyulup kesilerek

çıkarılan şerit çubuk. TİRŞECEK: Tirşe çakılan dal. TİŞEK (Türkçe) TİŞ/DİŞ’ten TİŞEK: İki yaşını bitirerek üçüne

basmış koyun. Şişekle ilgisi yoktur. TİTEBER: Yalnız kalmış, tek başına.TİYTEBER.(Argo) Parasız

pulsuz kalma ya da çulsuz olma.Mal varlığı olmaksızlık. TOGAÇ/TOHAÇ/TOKAÇ: Yün ve elbise yıkamak için kullanılan

odun parçası. TOHLU/TOKLU: Bir yıllık kuzu. TOKAT: Üstü açık yaz ağılı. TOKURCUN: Tarlalarda orak biçilirken başakları iç tarafa gelmek

üzere dokuz veya onüç demetten yapılan yığın (Bakınız DOĞURCUK-H).

134

Page 136:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

TONGURAK-H: Köpeklerin boynuna takılan küçük, küre şeklindeki çan. Bu çanın boyunda sallanması sonucu çıkan sesten, hayvanın nerede olduğu farkedilir.

TOPRAK DAM: Eskiden evlerin üstüne kat kat toprak serilirdi. Serilen toprak loğ taşıyla ezilerek düzlenir ve bastırılırdı. Böylece yağmurun geçmesi önlenirdi. “Toprak damlı evlerin tutmaz oldu Faldacam.”

TOPUZ: Çobanın kullandığı dikenli sopa. TORAMAN: Tombul (kişi). Küçük bazlama. TORPAH-K: Topak’ın halk ağzında söylenişi. TOSUNNUK-H: Kahvelerde gizli oyun yeri. TOYNAK: At, eşek gibi hayvanların tırnağı TOZAK : Tozlu.Tozutan.Örn: Tozak kar.. TÖRÖS: Terbiyesiz, birşey bilmeyen, gerizekalı. Kuralları

çiğneyen. TÖST: “Ötegit” anlamında. Terbiyesiz. TULA: 1) Öksüz, kimsesiz.2) Gezici it.

TUMAN: İç giysisi. TUMP: Tarlalar arasında meyilli ve yüksek toprak (Sınır belirtir). TUSCİ: Tuskalar, Etrüksler. TUTAK-H (Türkçe TUTMAK’tan TUT-AK): Bir nesneyi tutmaya

yarayan nesne, sap, bez parçası. TUTAM: Elle tutulacak kadar. TUTARIK-H: Sara, titreme nöbeti. TUTİYA/GÖÇ ÇİÇEĞİ:...Karadeniz ikliminden İç Anadolu

(karasal) iklimine geçişin öpüşme yeri olan ilçemizin coğrafyası, aslında bir doğa cennetidir. Bitki türlerini tam olarak saymış ve belirlemiş değiliz. Ancak bahar gelen de tarlalarımızda boy gösteren binbir renkli, kokulu çiçekleri; sevdalı kollarını sallayan ağaçları, gurbet türkülerini dinleyen koyakları ve bu koyakların bağrındaki çakıl tikenlerini, dağ kekiklerini; hele karların erimesiyle cılga derelerin bakir yeşillikleri arasında kendini gösteren nazenin kardelenleri yayla rüzgarlarında nazlı nazlı sallanan, kokusu baş döndüren papatyaları; eski, unutulmuş sevdaların acıtan günlerini anımsatan mor tikenleri; daha sonraki günlerde boy gösteren

135

Page 137:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

kündü çiçekleri, inciltilmekten korkarak titireyen menekşeleri, ayı gülünü, kokusuna doyamadığımız ıhlamur ve akasya ağaçlarının gülümseyen çiçeklerini; yardo dağı renginde gelincikleri gördükçe cennetin bahçelerini topraklarımızda zannederiz. Yeter ki kıymetini bilelim.

Yüzyıllardan beri Karadeniz yaylalarında 2 bin metrenin üzerindeki yükseltilerde çok ender olarak yetişen pembe renkli ve doyumsuz kokulu tutuyalar en kıymetli çiçek olarak kendisine haklı bir yer edinmiştir.Ordu’ nun özellikle Çambaşı Yayla grubu içinde yer alan yaylalarında rastlanantutuyalar, manilerde kimi zaman “Tutuya Yarim” dizeleriyle sevgiliye, “ Tutuya gibi kokuyorsun… Gözlerini süzüyorsun” dizeleriyle ise ulaşılmaz sevgilinin özlenen kokusu ile özdeşleşmişlerdir.Mesudiye’ nin Göndeliç – Karagöl – Yağlıtepe kuşağında yer alan Başağrı, Çukuroba, Istavru, Rözpene, Tavara yaylalarında da Rumlar döneminden beri baş tacı edilen tutuyalar, güzelliğin ve hoş kokunun simgesi olarak kabul edilmişlerdir.Tutuyalar toprağı ile birlikte söküp köylere götürerek yetiştirmek isteyenlere bugüne kadar başarılı olamamışlardır. En büyük zorluk, yükseltinin 2 bin metrenin altına inmesi ile ekolojik dengenin bozulması ile tutuyaların uyum sağlayamaması olarak gösteriliyor.

136

Page 138:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

TUTMAÇ: Dört köşe kesilmiş hamur parçalarından yapılan yoğurtlu çorba.

TÜH!: Pişmanlık ve üzüntü bildirme ünlemi. TÖMSEK: Ahırda gübrenin dışarı atılması için yapılmış delik. TÜĞ(Y)MEK: Bir işi yapmak istemeyince oradan, kimseye

farkettirmeksızın ayrılmak. Fırlayıp koşmak. TÜNEMEK1) Kümes hayvanlarının kümese girmesi.2) Bir yere sığınmak.

TÜRK (Eski Türkçe TUR/TÜR): Döl, üreme, doğmadan TÜR-E-K/TÜ-REK/TÜRK...Türeyen, var olan, ortaya çıkan. Anlam genişlemesiyle “belli bir topluluğun adı”. (Uygurca TÜRK): Güç, erk. (Arapça TÜRK): Vakit. (Etrüksçe TURAN): Begüm, hanımefendi, tanrıça. (Farsça TURK): Sevgili. Türk-i Çin “Çün güzeli”. (Farsça TURKMAN): Türk soyundan bir ırmak, Türkmen. (Sümerce TUR): Oğul, döl.

TÜRKÜLENMEK: Kendini bir yerden saymak. TÜRKÜN: Oymakların, yakınların toplandıkları yer (Kaşgarlı

Mahmud). UBRUH: Kuplu su kabı.İBRİK-H/IBRIK. UÇKUN: Oynak toprak. UÇKUR: Henüz su verilmemeiş ekin. UĞALMAK: Çocuklarda ağlarken meydana gelen nefes darlığı. UĞRA: Yufka açılırken hamurun yanına konulan un. UĞUNMAK/OĞUNMAK/UVUNMAK: Acı içinde kıvranmak. UĞUNDURMA : Üç gün üç gece süren ermeni orucu.Yöremizde

“Uğundur oğlum,uğundur” diye söylenince geniş anlamıyla “Açlıktan kıvran,acı duy” yorumu çıkar.

UĞURLAMAK: Gideni sevgi ve esenlik dilekleriyle geçirmek. UĞURSUZ: Eşkiya, hırsızlık, haksızlık yapan.

Para verdiğiniz savaş mı yaptıÖyle bilirimki çok yoldan saptıFakir fukaradan rüşvetler kaptıBu zaman uğursuzun dediniz yahu (Rüştü Tuncalı)

UHCUN BİTİ: Yapışkan. UHÇUR: Uçkur. Lastik yerine takılan çaputtan bağ. UMACI: Küçük çocukları korkutmak için uydurulmuş yaratık. UMAR: Çıkan yol, çare. “Umar umar, beklersin.”

137

Page 139:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

UMUK-H: Sıcak. UMSAK : Umut eden. UN HELVASI: Yağda kavrulmuş unun suyla karıştırılmasıyla

yapılan bir tatlı türü. UNLUK-H: Değirmende öğütülen zahranın un halinin döküldüğü

yer. URAĞAN: Yağış getiren fırtına. URGAN: Kendir ipinden kıvrılmış kalın yük taşıma ipi. Semere

yük yüklemek için kullanılan ip. USMAK/OSMAK: Çok acıkmak. UŞ!: Şaşma ünlemi. UVATLAMAK: Tamir edip düzenlemek. UVUNMAK: Üzüntüden döğünüp durmak, acılı ses çıkarmak. UYLAMAK: Sataşmak. UYMAK:1) Birisine sataşmak, kavga eder duruma gelmek.2) Birisiyle anlaşıp beraberlik göstermek

UZUN EŞEK OYUNU: Eğilmiş veya biri ötekisinin arkasına tutunmuş birkaç kişinin üzerinden atlayarak,takla atarak oynanan oyun.

ÜÇAYAK: Yöremizde oynanan halk oyunu. ÜÇGÜL: Üç yapraklı çayır otu. ÜÇÜRDÜM: Ekilen ürünün üçte ikisi ekene, üçte biri tarla sahibine

ait ortaklık. ÜFÜK: Yenilmiş, kaybetmiş. ÜĞEZE: Kamburumsu. ÜĞRÜM: Erken ekilen ekin. ÜLEŞMEK (Türkçe ÜL): Bölme, ayırmadan ÜL-E-Ş-MEK:

Bölüşmek, paylaşmak ÜMÜK :.Yutak.Yemek borusu. ÜNLEMEK: Seslenmek; karşı tarafta, uzakta dana bağırmak. ÜNYE (Eski Anadolu Dilleri) ONEA/ONEY: Şarap ülkesinde

UNYE/ÜNYE. Sonradan Grekçeye geçen ONEA. Halk dilinde UNİA/UNİYA/ÜNYE biçimine girdi. Önce Asur kralı Sarokin’in, sonra Kapadokyalıların eline geçti. (İ.Ö. İsa 722’de Pontos Krallığına bağlandı. Bizans çağında, çok aranan şaraplarıyla ün kazandı.)

ÜR(Ü)MEK (Eski Türkçe) ÜRMEK:1) Havlama.

138

Page 140:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

2) Boşuna konuşma. ÜRÜN: Yapılan hasat sonucu alınan buğday, arpa, meyve, bitki. ÜSTÜNE VARMAK: Bir işin yerine getirilmesi için üstelemek.

Israr edip zorlamak. ÜŞENGEÇ: İş yapma konusunda gevşek ve isteksiz davranan. ÜŞÜK: Sıtma. ÜTME: Ateşte kızartılmış taze buğday yada mısır. ÜTÜK: Yenilmiş, kaybetmiş. ÜVENDİRE/ÖĞENDİRE/ÜĞENDİRE/ÜĞENDERE: Harmanda

öküzü haylamak için kullanılan sivri uçlu, uzun çubuk. ÜYEZ: Sinek yavrusu.ÜVEZ. ÜYEZE: Tembel, elinden iş gelmeyen. VARAGELE: “Vargele” şeklinde de söylenir. Bir şeyi yerden

çekip götürmeye yarayan aet. VAZALAK-H: Sözünü bilmez, geveze. VAZIRADAK-H: Hemen, kolaylıkla, bir hamlede, çarçabuk. VAZIRATMA: Bir hamlede, çarçabuk iş yapma, yerine getirme VEBAL ATMAK: İftira etmek.Sorumlu tutmak.. VEREB: Çapraz köşeli. VEREPLİ(Ğ)İN: Yanlamasına gitmek. VEZEK: Kilotun lastikli olan kısmı. VII(!): “He mi, öyle mi?”. VISVIGIÇ: Ağzında kadar dolu. VIY!: Can yanma ünlemi. VIZ GELMEK : Etki etmemek. VIZDIK-H: Çok gezen, yerinde durmayan. VU(Ğ)UU!: Şaşkınlık sözcüğü. VUR OYUNU: Kavga etmek, dövüşmek. YABA (Türkçe YAV): Karıştırma, dağıtma, atma kökünden YAV-

A/YAVA/YABA: Harman savurma aleti. (Beş parmaklı tahta alet). YADOVA: Yabani. YAĞANNI: Kol küreklerinin arası. YAĞDANLIK (Türkçe YAĞ) ile (Farsça DAN) ekinden YAĞ-

DAN:Yağlık, yağ kabı, yağla aydınlatma aracı. YAĞI BALA KATMAK : Yapılacak işi çok ballandırmak. YAĞLAŞ: Mısır unu ve peynirle yapılan bir yemek. YAĞLIKARA HASTALIĞI: Hayvanın fazla yağlanıp ölmesi.

Yanıkara. YAH EYLEMEK: Fırlatıp atmak, savurmak.

139

Page 141:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

YAHU!: Birbirine söylenme ünlemi. YAL (Türkçe YAL): Geçimlik, aylık, yiyecekten halk ağzında daha

çok evcil hayvanlara, özellikle sığırlara verilen yiyecek. YALABURDAK/YALBURDAK: Pırıl pırıl parlayan. (anlam

genişlemesiyle) Çıplak, açık, örtüsüz. Yalnız başına.Çırılçıplak. YALAH-K: Hayvanların su içtikleri taş yada ağaçtan oyma kap.

Yalaklar öncelikle yağlı çam gövdesinden oyularak yapılırdı. Bir uc tarafta aşağısında su akması için delik bırakılırı, ancak bu delik kapatılarak yalakta suyun birikmesi sağlanır. Su çok kirlendiği zaman delik açılarak yalağın boşalması sağlanır. Ne yazık ki günümüzde ağaç yalakların yerini beton, taş yalaklar aldı. Onlar da yöremizin soğuk, don yapan kış günlerinde bozularak çirkin görüntüler oluşturmaktadır. Fazla içmiş kişilerin yalağa yatırılarak ayıltılmalarına ait öyküler de anlatılır.

YALAMA: Sözünde durmayan. YALAMUK-H:1) Soymuk.Çam ağacının iç kabuğunu emmek için açılan yara.2) Güneşten yanmış yüz.(DOYMA NOKTASI-Sema Kaygusuz):...Ağacın gövdesini kanırtarak derin yarıklar açan adam, o günden sonra o fidanın içine böceklerin dolacağını, rüzgarın tokadından kendini koruyamayacağını ve kendini onaramayacak kadar yara aldığını, genç yaşta ölüp bundan böyle dallı budaklı bir iskelet gibi kalacağını bile bile yapıyordu bunu...Bardağın içi yalamukla doldukça, sanrılara kapılıyor; kulağının içinde yankılanan tatlı fısıldayışlar duyuyor, duydukça büyüyüp yükseliyordu. Köklü, savunmasız birşeyin karşısında fazla bir güç harcamadan, ağacın özsuyunu, onun en gizli ışığını sakin sakin çalıyordu.”

YALBURAH-K: Çıplak. YALCI: Birisinin çıkarını belli ve az bir karşılık alarak kollayan.

Yağcı. YALDIRBAK: Başı açık şekilde. YALIN KULPLU YALINKAT: Çok zayıf, ince. YALINKULPLU: Süt yada ayran kaynatmaya yarayan büyük

kazan. YALMAN: Dik yer. YALPAK: Yüze gülen. YALPADAK : Hemencecik.Çabucak.

140

Page 142:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

YAMAMA: Samanlıkların yanına yapılan ilave oda. YAMŞAK ADAM: Ağzı bozuk adam. YAMUH-K: Eğri. YANCAK: Öküz arabalarının yan tahtaları. YANCUK: İnsana yanaşmak. YANGABOZ/YANGABUZ: Güvenilmeyen, iki yüzlü. İşten

kaçan. YANGAL: Yana doğru eğilmiş.YANGIL. YANIKARA: Şarbon hastalığı. YANUÇ: Eğri büğrü. Suyun içindeki bir böcek çeşidi. YAPAĞI: Koyun yünü. YAPILDAK (Türkçe YAP): Kurma, örtme, ortaya koymaktan

YAPILDAK: Çıplak, yanında yapılmış bir nesne bulunmayan. YAPINTI: Hayal gücüyle yapılmış şey. YAR: Uçurum, bayır. YAREN: Şen şakrak, arkadaş. YARIL: Çok ses çıkartan, gürültücü. YARIM AĞIZ: İstemeyerek, gönülsüz olarak. YARMA(ÇA): Ocakta yakılması için bir kütükten yarılan uzun

odunların her biri. YARTI: Aşırı esmer. YARYANI: Uçmuş arazisi olan yer. YASSU/YASSI: Günün akşamdan sonraki vakti. YATIR: Br ermişin yattığı mezar veya yattığı sanılan yer. YAVRU(H) KÜTÜĞÜ: Odun kesmek için altta bulunan kütük. YAVŞAN: Kokulu, dikenli, kırmızımtırak olup kaynatılarak

çıkartılan acı suyu sancılara karşı kullanılan, dallarından süpürge yapılan bir çeşit bitki.

YAVŞIK: Bitin ufağı. Sirkenin büyüğü.YAVŞU. YAYHANTI: Bulaşık suyu. YAYIK (Eski Türkçe YAYMAK): Sarsmak, çalkalamak,

devindirmekten YAY-U-K/YAYUK/YAYIK: Sarsan, çalkalayan tahta araç.

141

Page 143:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

YAYIK AYRANI: Evin ortasındaki merteğe takılmış kancadan aşağı doğru uzanan ipin ucundaki yayığı eskiler çok sallamıştır. İki ağaç çember kuşak arasında, ıslak bezle kapatılmış ağzından topak topak yağlara bakmış, ayranı sasıklamdan içmeye koyulmuşturuz.

YAYIK AYRANI: Evin ortasında tavandan sarkan kancaya veya boylu boyunca uzanmış merteğe asılmış ipin ucundaki yayığı sallayanımız olmuştur. İki ağaç çember kuşak arasında , ıslak bezle kapatılmış ağzından topak topak yağlara bakmış, ayranı sasıklamadan içmeye koyulmuştur. Gurbet ele düşünce bu ozlem biter mi; bu kez çam dallarından sarkıtılan kolonlara bağlı durulur. Önünde fotoğraflar çekilir. Yayık ayranının tadını içenler bilir. Hiç olmazsa o günleri, o tadı fotoğraflarda yakalayablsek!..

YAYLA Dağlık, yüksek bölgelerde kışın yaşam koşulları güç olduğu için boş bırakılan, yazınsa havası iyi, serin olan, hayvan otlatma yada dinlenme yeri.Vadilerde yarılmış düz ya da hafif dalgalı alan olarak tanımlanan plato.Eskiden Türkçe’de “Yaz” sözcüğü İlkbahar, “Yay” sözcüğü de Yaz mevsimi karşılığı olarak kullanılırdı.Yayla ve Yaylak sözcüklerinin de “Yazın çıkılan yer” anlamında Yay’dan türemiş olduğu sanılır. (Ana Britannıca)

142

Page 144:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

Koyunlar meleşir, yavrusunu ararGüzeller söyleşir, sevdiğini ararÜç güzel oturmuş, saçını tararBizim yaylaların güzeli çoktur.(Şükrü Yaman)

YAYLIM: Yayılım. Sürü halindeki hayvanların bulundukları yerden otlamaya gitmesi.

YAYMAK: Hayvanı otlatmak. YEDECEK: Sabanın okuna geçtiği zaman çıkmaması için okun

ucundaki deliğe sokulan yuvarlak, uzun, boru şeklinde olan ağaç parça.

YEDELÜÇ/YEDELİÇ: Kütüklerin çekilmesi için kullanılan kayışların veya iplerin bağlanmasına yarayan (kütüklerin başındaki) delik.

YEFELEK (Türkçe YEĞELEK): Yeğnik olma durumundan Ğ/F dönüşmesi sonucu YEĞELEK/YEFELEK.

YEFEME: Eğirme, ip burma. YEĞ(İ)Nİ(K)/YEYNİK (Türkçe): Ağır olmayan, hafif. YEĞREK: Daha iyi, daha fazla, tercih edilir türden. YEKİNMEK: Davranmak. YEKİNDİRMEK : Yukarı kaldırmak.

143

Page 145:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

YEL: Ağrı, dikilgen.Romatizma. YELDİRME: Kadınların çarşaf yerine kullandıkları, başörtüsüyle

birlikte kullanılan hafif üstlük. YELDİRMEK: Arkasından seğirtmek, koşmak. YELKE: Yüksek yer. YELLEK: Yere yakın. YELLEME: Gaz kaçırma, osurma. YELMÜK: Ekin tarlalarında yetişen ve yenen ot. Genelde roka,

salata gibi tuzlanıp yenir.Yufka ekmeği içine de sarılır. YELPİRDİ (Divanü Lügati’t-Türk): 1) YEL YELPİRDİ: Rüzgar esti.2) ER YELPİRDİ: Adam sanki cin çarpmış gibi sağa sola dönüp

durdu. YELTENMEK : Yapmak istemek. YELPELEK : Hafif olan. YELYEPELEK :Telaşla,hızlıca. YENİK: Yenilmiş. Yenik duruma düşmüş. YENİYE BEKLERİZ: Seneye bekleriz. YENİYETME: Genç, delikanlı. YEPELEK:

1) Hızlıca.2) İnce yapılı, zarif, narin.3) Davarların severek yedikleri bir bitki.

YER EVİ: Eski ev yeri. Toprak damlı, kapısı hemen harmana açılan ev.Anadolu’da Hitit/Eti evi yapımı olarak devam etmiştir.

YER SIÇANI: Sinsi, kurnaz. YESMÜK: Ekin tarlalarında biten yabani bir ot. YEYGÜ/YEYGİ: Hayvan yiyeceği. YEYKİNMEK / YEKİNMEK : Yerinden kalkmak. YEYNİK: Hafif. YIĞIN: Bir araya getirilerek toplanmış, ekin yada ot topluluğu. YILDIRUK-H: Gözünü kısarak bakan. YILIK-H/YULUH: Yılmış. YILMAK: Dış etki nedeniyle doğruluğunu kaybetmek (ağacın

yılması). Kişinin, başkaları tarafından zorlanması, korkutulması sonucu yapacağı işten vazgeçmesi.

YILPIR: Parıltı. YİTİ: Ekşi. YİTİK : Yitmiş.Aranıp bulunamayan.Yeri belli olmayan.

144

Page 146:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

YİVİR: Saçın ikiye ayrılmış bölümü. YOĞURT ÇALMAK: Sütü, yoğurt veya peynir yapmak için

mayalamak. YOKA : Derin olmayan.Sığ.İnce durumda olan. Örn:Yufka

gibi.Kalınlığı az. Derinliği yoka. YOLAKLAMAK-H: Sebzeleri gelişigüzel yolmak, koparmak. YOLLUK: Azık. Yiyecek. YONACAK-H: Atın ayağının tırnağını yanan demirden yapılı

keskin alet. YONCAK: Kağnıların, tekerlekli kızakların birleştiren taşı. YONT: Yoz. YONTMAK: Bir ağacı, keresteyi pıçakla inceltmek. Fazlalıklarını

almak. YONTUK: Kesici bir aletle yontulmuş yer, köşe. YOSMA: Güzel. YOZ: Kısır. YÖREK: Beşikte çocuğun düşmemesi için sarılan bez. YÖRÜK GİTMEK: Şansı iyi gitmek. YU(Ğ)MAK/YUMAK: Yıkamak. YULAR (Rumca EULERA): Dizgin. At ve diğer hayvanların

başına takılan taşıma ipi. YUMMAK: Gözlerini kapamak. YUNAK: Dere kenarında yapılmış, genel olarak çamaşır yıkama,

banyo yapma yeri. Bayraklı köyünde halen kullanılmaktadır. Türk insanının hamam geleneğinden kaynaklanmaktadır.

YUNMAK: Yıkanmak, çimmek. YÜKLÜK: Yatakların konduğu özel bölüm. YÜLEK: Harmanın otunu kazımaya yarayan alet. YÜLEME: Harmanın yüzünün, otunun kazınması. YÜNÜN YUNMASI: Koyundan yeni kırkılmış kirli yünün

yapağısının dere kenarında kazana konarak ve suda iyice ıslatılarak tokaçla dövülerek temizlenmesi.

YÜRÜĞEN: Koşamayan, hızlı gidemeyen at. YÜZKİRİ: Utanılacak şey. YÜZLEME: Harmanın birkaç kez dövenlenmiş hali. Bir tarlayı

dinlenmeden ekme. YÜZLEMEK: Harmandaki sapları çevirerek, karıştırarak

dövenlenecek duruma getirmek. YÜZÜN GERİ : Geri dönerek (gitmek).

145

Page 147:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

YÜZÜNGOYU/YÜZÜN KOYU : Ön tarafın yere bakacak şekilde serilmesi.

YÜZÜN GÖTÜ : Arka arkaya geri (giderek). ZA(A)R/ZAĞAR: Boşta gezen, işi gücü olmayan. ZAĞAR (köpek) : Boş gezen köpek. ZAHRA: Zahire, buğday. ZATTİRİK: Çok gezen, hoplak. ZAVRAK: İçi boş. İçi tohumlanmış, boşalmaya yönelmiş hıyar. ZEBİL: Fazla, istemediğin kadar çok. ZEDELENMEK: Ayakta işemek. ZEFTİR/ZİFTİR: Deriden yapılan, zelveleri birleştiren kalın ip. ZEKNİME: Yumuşama, hafifleme. ZELVE: Ağaçtan yapılı öküzün boynunu tutan çiviler.

ZELVE(NİN) KAYIŞI: Zelveyi boyunduruğa bağlayan uzun deri. ZEMHERİ/ZEMERİ: Karakış ayı. ZENGÜ: Eyerde ayak basma yeri. ZER (Arapça): Ekin ekme, toprağı işleme. ZER ETMEK (Osmanlı ağzında): Tarım işlerini yürütmek. Ekin

ekmek, topraktan ürün almak. ZERZEE: Kapı tutmaya yarayan demir parçası (Bakınız

MENTEŞE). ZEVREİL: Boyu uzun. ZEVZEK: Boşuna konuşan. Çok konuşan. ZIBIN : Giyinilen gömlek.Mintan. (Rumca) ZUPUNA ZIHIM (ZIKIM) YE: “Çölçöp ye”.Geniş anlamıyla ZAKKUM

olabilir.Çünkü Zakkum zehirli bir bitkidir.”Zıkım ye” dendiğinde “Bana yaptığın davranıştan dolayı kötü ol, zehirlen” anlamı çıkartılabilinir.

ZIHIMIN PEKİ: Sitem etme anlamında. ZILGITLAMAH-K: Gözdağı vermek. ZINGA: Arka üstü yatırma. Yere vurmak. ZINGIÇ: Sırta vurulan yumruk. ZIPÇIK/ZİPÇİK: Sap. ZIPIR: Yaramaz veya büyümüş anlamında. ZIRTABOZ: Şımarık, laf dinlemeyen. ZIRVALAMA: Abuk subuk konuşma anlamanında kullanılan

sözcük. ZIVANA (Farsça ZEBANE): Kalın bir borunun içine geçirilen ince

borudan ZIBANE/ZEVANE/ZIVANA. İki ucu açık boru.

146

Page 148:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ZİFOS (Grekçe): Çukur oyuktan Anadolu’da konuşulan Rumca’dan halk diline ZİFOS: Yerden sıçrayan çamur.

ZİLİ: Kilime benzer, renkli ve motifli uzun yolluk. ZİLVE/ZELVE: Çift öküzünün boyunduruktan çıkmaması için

takılan çomak. ZİPÇİ: Söğüt kabuğundan yapılan düdük. ZİRAAT (Arapça ZIRAAT): Ekin biçme işlerinden ZİRAAT: Ekin

biçme, toprağı sürme işleri. Tarım. ZİRZOP: Şımarık, hoplak, deli. ZİRİTOŞ: Lokma tatlısına verilen ad. ZİVİR: Çileden çıkarmak, sinirlendirme. ZOHURDAK-H: At çıngırağı. ZOMBURUMA: Çok üşüyüp titreme. ZOT: Uysal olmayan adam. ZUVAL/ZIVALA: Yufka açılmak üzere hazırlanan hamur parçası. ZÜLBİYE/ZÜRBİYE : Ufak soğanla pişirilmiş et ya da soğanlı et

yahnisi. ZÜLBEYE : Erik. ZÜTTÜRÜK: İşe yaramayan, boş gezen, yaramaz anlamında.

147

Page 149:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

ÖZLÜ SÖZLER

1) ABRUL ONUNDA YA ON HORUM OT, YA DA ÖKÜZÜN GÖNÜNÜ KURUT.Abrul (Nisan) ayı kış mevsiminin bittiği; ağılda kalmış saman ve kepekle beslenen hayvanların dışarıya çıkarılma zamanıdır. Ancak yöremizdeki iklim özelliği bakımından dikkatli olmak gerekir. Bunun için yeterli yiyeceği saklayıp ihtiyatlı davranmak gerek. Yoksa en önemli hayvanımız olan öküzümüzden vazgeçmek zorunda kalırsınız.

2) AÇ AMAN BİLMEZ, ÇOCUK ZAMAN BİLMEZ.Açlığı için hiçbir özür bulamayız. Her ne şekilde olursa olsun açlığını gidermek zorundadır. Çocuk da birşey istedimi yerine getirmek durumundayız. Ona özürü göstermek boşunadır.

3) AÇ KÖPEK HIRTIK OLUR.Aç olanı durdurmak kolay değildir. Açlık, insana herşeyi yaptırır. Aç köpek bile herşeyi yapar. Değişken olur. Kendisine güvenilmez.

4) AH’ YA KARNIM AMBAR OLSA, YA ÇOCUKLARIM YANIMDA OLSA.Çocuklara karşı duyulan özlemi belirtiyor. Çocuk özlemini gideremeyenlerin aklından geçenler, bir ambarı doldurcak kadar çoktur.

5) AHLATIN İYİSİNİ AYILAR YERLER.İyi şeyleri, en umulmadık kimseler yer. Hak eder.

6) AKILLI SÜRÜCÜ ATINA GÖRE ÇUBUK VURUR.Akıllı kişi, davranışlarını ve tutumunu iyi düzenler. Yaptığı işin ne sonuçlar getireceğini iyi kestirir. Yaşadığı koşulları iyi değerlendirir. Durumuna göre dikkatli hareket eder.

7) AKŞAMIN HAYRINDA SABAHIN ŞERRİ İYİDİR.Bir işe erken başlamak gerekir.

8) AL MALIN İYİSİNİ, ÇEKME PARANIN YASINI.Sana uygun işin pahasına bakma.Alacağın eşyanın en iyisini almaya çalış. Ucuz malın değeri olmaz.

9) ALA İNEKTE BİR KOVA SÜT VERİR AMA TEPİP DEVİRİR.Bize iyilik yapanlar bile zaman zaman olumsuz eylemde bulunabilir. Buna hazırlıklı olmak gerekir.

10) ALACAĞIN BİR İĞNE, DEMİRİN BATMANINI SORUYORSUN.İşini veya isteğini bildir.Gereksiz yere oyalama.

148

Page 150:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

11) ALÇAK EŞEĞE BİNMEK KOLAYDIR.Kendisinden küçük biriyle dolaşmak, fakir olanla uğraşmak zengin olan için kolay bir davranıştır. Ona üstünlük sağlar gibi görünür.

12) ALİMDEN ZALIM DOĞAR, ZALİMDEN ALİM DOĞAR.Bazı sözlerin olumsuzluk taşıdığını söylemek gerekir. Geçmişte bilgin, ulema kişiler çocuklarıne gereken özeni göstermediklerinden kendi yolunda gittikleri görülememişti. Aynı söylencenin tersini de belirtmek “zalimden alim doğar” gerekir. Yokluk içinde, zorluk içinde yaşayanların alim olmaya, kendini kurtarmaya, bilge kişiliğe ulaşmaya çabaladıkları da söz konusudur

13) ALTTA KALANIN CANI ÇIKSIN.Herkes kendini kurtarmalı.

14) ANASI OLMAYANIN BABASI OLUR MU?Yapılmış bir iş varsa, onu ortaya çıkaran sebepler ve sonuçlar da vardır.

15) ARABANIN YÖRÜK TARAFINA BİNEN İYİ GİDER.Bir işi yaparken iyi düşünerek, iyi tasarlayarak yapılırsa o işte başarılı olunur

16) ARPA EKMEĞİ YELLENMEYE BAHANE.Bir işi yapmak istemiyorsan gerekçe arama.

17) ARSLAN YATAĞINDA TİLKİ YATMAZ:Toplumun seçkin vf özellikli yerlerine herkesin önem verdiği,değer verdiği kişiler yerlrşmellidir.Böylece güven duygusu sağlanır.

18) ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR.Acıyı en yakını duyar.

19) AVARA DURMAKTAN BEDAVA ÇALIŞMAK İYİDİR.Boş durmak kişiyi kötü yola yöneltebilir. Onun için, belli bir kazanç getirmese de çalışmak olumlu bir davranıştır.

20) AYRANI YOK İÇMEYE AT İLE GİDER S…Becerisi ve gücü yokken, başaramayacağın işe soyunma. Onu yapmaya kalkma. Bu bir gösteriş olur.

21) BİN BAŞ NE İSTERSE BİR BAŞ ONU İSTER.Demokrasinin gereği olan mutabakat sorununu çok güzel tanımlayan bir sözdür. Toplumun, çoğunlukla kabul ettiği düşünceye uyulmasını belirtir.

149

Page 151:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

22) BİR AĞACIN DİBİNDE BİN KOYUN YATAR.Yararlı olan birşeyden herkes faydalanır. Onun için iyi iş yapmakta fayda vardır.

23) BİR YEMEK YİYORUM DİYENDEN, BİR DE YEMİYORUM DİYENDEN KORK.Birşeyi yapmak isteyen veya yapmak istemeyen, isteğini açıkça belitmeli. Kişiler de ona göre hareket etmelidir.

24) BORÇ BİNİ AŞINCA BULGUR PİLAVİ YENİR.Eski yıllarda bulgur pilavı yemek, zenginlik işaretidir. Artık geçinemeyecek duruma gelenler, kendi durumlarına aldırışsızlık eder. Davranışları ölçüye vurulmazsa geçinme kaygısından uzaklaşır.

25) ÇAVDARLIYSAN BAŞ KÖŞEYE.Görünüşüne göre değer veriniz.

26) ÇUL ÇÜRÜTEN OLMAK.Misafirlikte fazla kalıp evsahibini huzursuz etmek.

27) DAĞ DEYİPTE DANGIRDAMA, DAĞIN DA KULAĞI VAR.Olur olmaz yerde ve şekilde konuşmak, konuştuğunun başkalarınca duyulmayacağını sanmak yanıltıcıdır. Her söz er geç duyulur. Konuşmada dikkatli olmak gerekir.

28) DANA YEDİĞİ TAŞI BİLİR.Herkes çektiğini, yaşadığı acı olayları bilir.

29) DERTSİZ BAŞ, YARASIZ AĞAÇ OLMAZ.Her kişinin bir sorunu vardır. Onun için insanlarla onlara önem vererek ilgilenmek gerekir.

30) DOĞAN AY DOĞUŞUNDAN BELLİ OLUR.Yapılacak bir iş, kendini gösterir. O işe ne kadar hazırlıklı olursak o kadar başarılı oluruz.

31) DUAYI BEN EDİYOM YAĞMUR KARATAŞ’ A YAĞIYOR.Yaptıracağın işi ehline, ustasına ver.

32) EKMEĞİ AÇA VER , PARAYI MUHTACA.Bir iyilik yapmak istiyorsan ihtiyacı olana yap.

33) EL ADAMA ÖĞÜDÜ VERİR, EKMEĞİ VERMEZ.Başkasından akıl alarak iş yapılmaz. Yoksa bu işi sonlandıramazdın. Kendine güvenerek yola çıkman gerekir.

34) EL AĞZI TUTULMAZ.Yapacağın işi kendine sakla, gizli tut. Duyanlar elbette konuşur.

150

Page 152:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

35) EL ATINA BİNEN KÖY ORTASINDA KALIR.Başkasının gücüyle iş yapan yarı yolda kalır. Öncelikle kendine güvenmelisin.

36) EL ELİYLE YILAN TUTMA, YILANA DA YAZIKTIR.Bir iş yapmak istiyorsan kendin yap. Başkasına söyleyip yaptırma. Yapacağın işin tehlikesini bil. Tehlikeli işi başkasına yaptırırsan aldırışsızlık eder. Çaban boşuna gider. İşe de yazık olur.

37) ELİ İLE DÜĞÜNE BAYRAMA GİDİLİR.(Bakınız 54). Başkasıyla önemli bir işi yapmaya hemen soyunma. Dışardan destek kolay gelmez.

38) EL YUMRUĞU YEMİYEN KENDİ YUMRUĞUNU BALYOZ SANIR.Başkasından kötülük görmeyen, yapacağı kötülüğün çok korkunç olacağını sanır. Halbuki olayları doğru tanımlamak gerekir. Kişinin kendini çok yüceltmemesi uygun olur.

39) ELDEN KALAN SU GÜN KALIR.Bir iş ertelenirse yapımı uzar gider. Önemini kaybeder.

40) ELİNİN HAMURU İLE ELİN İŞİNE.Bilmediğin, beceri gösteremeyeceğin işe karışma.

41) ERİNENİN OĞLU KIZI OLMAZMIŞ.Bir işi başarmak istiyorsan, emeğini ve gücünü ortaya koymaktan çekinme.

42) EŞEK HOŞAFTAN NE ANLAR.Akılsız kişi, değer bilmez kişi iyilikten anlamaz. İşi bilene vermek gerekir.

43) EŞEĞİN SEMERİ KENDİNE YÜK OLMAZ.Kişiye yapmak zorunda olduğu iş zor olmamalıdır.Kendi işini yüksünmemelidir.

44) EŞEĞİN YATTIĞI KÜLLÜKTÜR, İNASININ AZDIĞI ELLİKTİR.Her varlık kendi değerini bilmelidir. Durumundan fazlasını isterse kötü yola düşer.

45) EVDE KIZI OLANIN PAĞAÇTA TUZU OLMAZ.Evlenecek kızı olan anne, gelen gidenlere karşı dikkatli olur. Yapacağı işlerde fazlalık olmaz. Tuz, kusurun ifadesidir. Anne ekmeği tatlı olur. Herkes beğenmelidir.

151

Page 153:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

46) GELİN AYAĞINDAN,ÇOBAN DAYAĞINDAN BELLİ OLUR.Uğurlu gelin bereket getirir.Evin içinde dolanır,iş yapar. Çobanın iyisi de iyi çubuk taşırki sürüsünü yayarken kendisine kolaylık sağlar.Yaşamda bazı göstergeler bize yol gösterir.

47) GIÇ ÖPMEYLE AĞIZ PİS OLMAZ.Bir iş yapmak istiyorsan herşeye katlanmalısın.

48) HARMANINA KAR YAĞMAMAK.Öyle kişiler vardırki önemli olaylar karşısında bile aldırışsız kalırlar.Herkes dert yanarken o kılını bile kıpırtdatmaz.

49) HUYLU HUYUNDAN VAZGEÇMEZ. Huylu huyundan, teneşir tahtasından vazgeçmez.Davranışı bozuk olanın bu durumunu düzeltmek zordur.

50) ISIRACAK KÖPEK DİŞİNİ GÖSTERMEZ.Kötülük yapacak kişi, yapacağı işi açıkça belli etmez.

51) İTİN AYAĞINI TAŞTANMI ESİRGİYEN?Yapacağın bir iş için olanaklarını niye zorlamıyorsun?

52) KANCIK KUYRUK SALLAMAYINCA ERKEK KÖPEK YANAŞMAZ.Sebepsiz birşey olmaz. Muhakkak onu bu işe yönelten nedenler vardır.

53) KAPIYI BEKLEMEYEN KÖPEĞE YAL VERİLMEZ.Kendisine hizmet etmeyen, yapacağı işte emek harcamayan kişiye destek olunmaz.

54) KAPUCULULAR GÖK GÜRLEYİNCE MÜSLÜMAN OLUYOR.Yukarıgökçe (Faldaca) köyüne ilk yerleşen ailelerden biri de Kapucuoğulları’dır. Bu köyde uzun yıllar ortaöğretim seviyesinde medrese öğretimi ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinden başlayarak 3 yıllık ilköğretim eğitii yapılmaya başlanmıştı. Kapucuoğullarına ait kişiler, bu sistemlerde önemli görevler almışlardır. Din alimleri olarak bilinenleri vardır. Ancak köyde darb-ı masal halinde söylenen bu sözle Kapucuoğullarının geleneklerini zor devam ettirdikleri belirtilmek isteniyor.

55) KARGAYA PİSLİĞİNİ İLAÇ DEMİŞLER, GİTMİŞ DENİZİN ORTASINA YAPMIŞ.Birisinden yardım istenir. Ancak o kişi, kendini önemser, ne büyük varlık olduğunu vurgulamak isterse en olmaz davranışı gösterir.

152

Page 154:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

56) KARAGÖL’DEN KAR BAĞIŞLAMAK.Karagöl, bölgemizin yaylalarla donanmış önemli bir dağıdır. Her mevsim karlarla örtülüdür. Güzelliklerine doyun olmaz. Bu sözde “Karagöl” önemsenerek, yapabileceğin işi söyle, havalı söz söyleme anlamı yaratılmıştır.

57) KAŞINAN KEÇİ, ÇOBANIN DEĞNEĞİNE SÜRÜNÜR.Bir kimse olur olmaz bir işe soyunursa, yapamayacağı işi yapmaya kalkışsa hemen olumsuzluğu ortaya çıkar.

58) KIZ EVİ DOMBUR DOMBUR, OĞLAN EVİNİN HABERİ YOK.Yapılması gereken bir iş var ama kimin kimseden haberi yok. Yapılacak işe aldırışsızlık gösteriliyor. Her iki taraftan biri olayı önemsemiyor.

59) KÖR GÖZDEN YAŞ UMMAK.Yarar getirmeyecek işten destek beklemek.

60) KUZU ÇUBUĞUYLA DÖĞMEK.Bir kişiyi yola getirmek için onu en uygun, zarar vermeyecek en iyi yolla uyarmak gerekir.

61) SEN İŞTEN DEĞİL İŞ SENDEN KORKSUN.Yapacağın şeyi önemse, değer ver. Ona göre çaba göster.

62) SONRADAN GÖRME GAVURDAN DÖNMEDEN BETER OLUR.Din değiştirmek kolay, inandırıcı bir davranış değilse, belli eğitimden geçmemiş kişilerden olumlu davranış beklemek zordur.

63) TARLA EVE HANIM YERE YAKIN OLACAK.İş yapmak,başarılı olmak isteyen kişi (çiftçi) çalıştığı,geçindiği tarlasını evine yakın bir yerden seçer ki zaman kaybı olmaz.Tarımla uğraştığı için çocuklara gereksinimi vardır.Döl almak için de hanımı erine,geniş anlamıyla yere yakın olmalıdır.

64) TARLADA İZİ OLMAYANIN HARMANDA GÖZÜ OLMAZ.Tarla-harman ilişkisi çalışan çiftçi için önemlidir.Tarlada çalışanın orada izi olur.Aldığı ürünle bu izini belli eder.Ürünün sonuçlanma yeri harmandır.Ürününüz yoksa harmana da bakmazsınız.Yani ön hazıtrlık yapmadan sonuç alamazsınız.

65) TARLANIN TAŞLISINI KIZIN SAÇLISINI AL.Kızın saçlısı onun sağlıklı olduğunu belirtir.Taşlı tarla tarıma daha uygundur.Toprağın nemini korur.Onun için tarlanın da taşlısı tercih edilmelidir.

153

Page 155:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

66) TAŞ ATTIN DA BELİN Mİ AĞRIDI.Çok iş yaptın da zorlandın mı? Boşuna duruyorsun. Senden beklenileni yapmıyorsun.

67) TAVŞAN DAĞA DARILMIŞ, DAĞIN HABERİ OLMAMIŞ.Önemsiz bir kişi, önemli bir kişiye küsse bile hiç önemi olmaz.

68) TAY BABASINI GEÇER.Çırak ustasını, çaba gösteren önde gideni geçer. Bir işte başarılı olmak için işine özen göstermek, çabalamak gerekir.

69) TOKLU KELEĞİ/SELLİM KELEĞİ GİBİ ÖTMEK. Toklu genç bir hayvandır.Bardabaştır.Hareketleri olgun değildir.Olgun olmayan hareketlerinden dolayı boynundaki kelek çan çan öter. Gelişigüzel, düşünmeden söz söyleyen kişilerde böyledir.

70) TOKU DOYURMAK ZORDUR.Doygun kişiyi çalıştırmak zordur. İşi, gereksinimi olana vermek gerekir.

71) VURAN OĞUL BABAYA BAKMAZ.Kötülük yapmak isteyen kişi hiçbir engel tanımaz ve duygusal yaklaşım beklemez.Kötülüğünü yapar.

72) YAKIN EVLİYA VARKEN UZAĞA GİDEN ÇAĞRILMAZ.Kişi yardım istiyorsa önce yakınına,eşine dostuna gitmeli.Böylece yardımlaşma ve dostluk duygusu da gelişir.

73) YARASI OLAN GOCUNUR.Söylenen bir söze alınganlık gösteren kişinin, önceden varolan suçu vardır. Yoksa boşuna olumsuzluk göstermez.

74) YERİ AT BOKUNDAN, GÖĞÜ YILDIZDAN TANIMAK.Çevresini iyi tanıyan kişi, kendisine gösterilen işaretlere dikkat ederek, eşini-dostunu iyi tanıyarak doğru yolu bulur.

75) YETTİĞİ YERE YETİYOR, YETMEDİĞİ YERE KELİNİ ATIYOR.Her yere kötülük yapmak istiyor.Bunun için ulaştığı yere kendisi,ulaşamadığı yere karalayıcı söz atarak fenalık yapmak istiyor.

76) YOKSA BAKIR, OLURSUN FAKİR.Bakır madeni, geçmişte özellikle mutfak eşyalarının yapımında önemli yer tutardı. Bakır eşyalarının çokluğu, o kişinin varlığını gösterir.

77) ZORLA KÖPEK KOYUNA GİTMEZ.Bir işi zorla yaptırmanın önemi yoktur.

154

Page 156:  · Web viewCedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak

155