262
BAŞÖRTÜSÜ RAPORU 2007 Sakarya Başörtüsü Platformu

 · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

  • Upload
    others

  • View
    23

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

BAŞÖRTÜSÜ RAPORU

2007

Sakarya Başörtüsü Platformu

Page 2:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

İÇİNDEKİLER

Sayfa

Önsöz ………………………………………………………….………...…… 3

Giriş ………………………………………………………………………….. 4

I. ‘Din’ vs. ‘Kemalizm’ ……………………...............…..…….……………… 6

II. 28 Şubat Sürecinde Başörtüsü Yasağı …………….…......……………….. 9

III. 2007 Yılında Başörtüsü Yasağı ……………………………...........…....... 12

III. a. Toplumsal Alanda Başörtüsü Zulmü ………………………...……..… 13

III. b. Silahlı Bürokrasi ve Başörtüsü ……………………………………...… 18

III. c. Köşk Seçimi, Siyasi Partiler ve Başörtüsü …………………………..... 23

III. d. “Hukuki” Tartışmalar ve Başörtüsü ………………………………….. 32

III. e. Medya ve Başörtüsü ……………………………………………........... 36

III. f. 2007 yılında Başörtüsü Mücadelesi ………………………………....... 44

Başörtüsü Gündemi Ocak 2007 ………………………………………........... 51

Başörtüsü Gündemi Şubat 2007 ……………………………………………... 56

Başörtüsü Gündemi Mart 2007 …………………………………………….... 59

Başörtüsü Gündemi Nisan 2007 …………………………………………….. 69

Başörtüsü Gündemi Mayıs 2007 …………………………………………….. 87

Başörtüsü Gündemi Haziran 2007 ………………………………………….. 97

Başörtüsü Gündemi Temmuz 2007 …………………………………………. 108

Başörtüsü Gündemi Ağustos 2007 …………………………………………... 116

Başörtüsü Gündemi Eylül 2007 ……………………………………………... 145

Başörtüsü Gündemi Ekim 2007 ……………………………………………... 184

Başörtüsü Gündemi Kasım 2007 ……………………………………………. 195

Başörtüsü Gündemi Aralık 2007 ……………………………………………. 204

Ek: SBP 100. Hafta Röportajı ……………………………………………….. 234

…Başörtüsü Raporu 2007… 2

Page 3:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

ÖNSÖZ .Türkiye; 2007 yılında, başörtüsü meselesinin sembolize ettiği iktidar mücadelesine yakından tanıklık etti. Sorunun sadece bir yasak ya da hak ihlali sorunu olmadığı gerçeğiyle yüzleşildiği bu süreçte yaşananlar, iktidar seçkinlerinin neden başörtüsüne karşı bir pozisyon aldıklarını yakından tahlil etme imkanı sundu. Başörtüsü yasağı üzerinden ‘islam’ ile mücadele edildiği, bu mücadelenin temelinde ise mevcut sisteminin imtiyazlarından ve çıkarlarından faydalananların ellerindeki egemenliği kaybetme korkusunun yattığı çeşitli olaylar vesilesiyle ortaya çıktı. Bugün başörtüsü yasağının yol açtığı sorun, geri adım atılamaz bir noktaya varmıştır. İktidar mücadelesi bu sorunda kilitlenmiştir. Öyle ki, 2007 yılı süresince cumhurbaşkanlığı seçimi, 367 meselesi, asker-siyaset ilişkisi ve muhtıra geleneği, laiklik anlayışı, 22 Temmuz seçimleri, sivil anayasa yapımı gibi tüm konular tamamen başörtüsü ekseninde tartışılmıştır. Saflar başörtüsü yasağına alınan pozisyona göre netleşmiştir. Yasaktan ve özgürlükten yana olanların ayrıştığı bu süreçte, başörtüsü gündemin en önemli belirleyeni olmuştur.Darbeci/muhtıracı vesayet anlayışının devam ettiği, egemenliğini kaybetmekten korkanların topluma karşı her türlü suçu işleme cesareti gösterebildiği, paramiliter çeteleşmenin yayıldığı, hukukun siyasallaştığı, resmi ideolojinin kutsallaştırıldığı bir sistemde; ciddi ve tutarlı bir muhalefet imkanı ise ancak başörtüsüne şartsız-sınırsız ve her yerde özgürlük talep etmekle mümkündür. Bu sebeple başörtüsü yasağı doğru bir zeminde tahlil edilmeli ve buna karşı somut hedefler çerçevesinde ilkeli ve tutarlı bir mücadele pratiği geliştirilmelidir. Platform adına hazırladığımız bu çalışma, hem başörtüsü sorununun teorik arka planını tahlil etmeyi, hem de yasağın 2007 yılındaki seyrini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Başörtüsü gündemine ilişkin geniş bir alanın araştırıldığı raporda, birbirini tekrar eden olay ve yorumlardan tipik örnekler seçilerek, böylece konunun farklı yönleri öne çıkarılmıştır. Başörtüsü sorununda tarafları, hangi tarafın neyi savunduğunu, hangi iddiaları ortaya attığını, neler yaptığını merak edenler için bir başvuru kaynağı olmasını umduğumuz bu çalışmayla, ayrıca meydanlarda yürüttüğümüz şahitlik ve özgürlük mücadelemizi de kayıt altına almış bulunuyoruz.Yaşadığımız sorunlar karşısında sorumluluk bilinciyle hareket eden ve çözümleri başka mercilere havale etmek yerine çözüm için inisiyatif alan öncü bir mücadelenin inşası için gayret göstermeyi bir sorumluluk telakki ediyoruz. Biliyoruz ki, bu çetin sorunun çözümü için hazır bir reçete yoktur. Öncelikle örgütlü ve sürekli bir mücadeleyi yürütebilme yeteneğini kazanabilmemiz, bunu yaparken ilkeliliği muhafaza etmekle ile birlikte reel-politiğe cevap üretebilmenin dengesini oluşturabilmemiz ve tüm bunlar için gerekli kitlesel refleksleri edinebilmemiz gerekmektedir. İçine yaşadığımız ifsad ve zulüm düzenini her boyutuyla deşifre etmede kilit bir sembol gördüğümüz başörtüsü yasağına karşı sistemli ve uzun vadeli bir mücadele ihtiyacını vurgulayarak, herkesi bir kez daha başörtüsü mücadelesinde özgürlükçü bir dayanışmaya davet ediyoruz. Gayret bizden başarı ise elbette Rabb’imiz Allah’tandır.

SAKARYA BAŞÖRTÜSÜ PLATFORMU

…Başörtüsü Raporu 2007… 3

Page 4:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

GİRİŞ .Başörtüsü, şüphesiz daha önceki yıllarda olduğu gibi, 2007 yılında da sosyal ve siyasal tartışmaların temel eksenini oluşturan en önemli ve öncelikli sorunlar arasındaki yerini aldı. 28 Şubat darbesinden bugüne silahlı bürokrasinin yasakçılık konusundaki öncü tavrı; yüzünü bu iktidara dönenlere, başörtülülere karşı her türlü kötü muameleyi yapma cesareti vermeye devam etti. Yasak savunuculuğu, başörtülü annelerin bebeklerinin ölüme terk edilmesine varacak kadar ilerledi. Acil bir hastaya kan vermek için gelen başörtülü hanımlar hakarete uğradı. Kompozisyon birincisi kız öğrenciler başörtülü oldukları için askeri erkan tarafından kürsüden indirtildi. Kimi belediyelerde, örtünme biçimlerinden dolayı su faturasını yatırmaya gelen hanımlar geri çevrildi. Belediye meclisi toplantısını izlemek isteyen bayan muhabir başörtüsünden ötürü hakarete uğradı. Beş kişilik bir gurup, başörtülü öğrenciye saldırarak, örtüsünü başından çekmeye çalıştı... 2007 yılı, bu olayların münferit çıkışlar değil, bilinçli ve sistemli bir politikanın ürünleri/sonuçları olduğunu göstermesi açısından önemliydi.Başörtüsüne ve başörtülü hanımlara karşı giderek katılaşan uygulamalar, ‘kamusal alan’ maskesi altında uygulanan zulmün, insanlık adına hiçbir sınır tanınmadığını ortaya koyuyordu. Silahlı bürokrasinin ; Hz. Peygamber’i (sav) anma etkinliklerindeki kız öğrencilerin başörtüsü takmasını da kapsayan bazı gelişmelere muhtırayla verdiği yanıt; azınlık da olsa, belirli bir tabanda yankı uyandırıyordu. Nitekim ‘başörtülü eş’ ihtimali üzerinden paramiliter yapıların düzenlediği “cumhuriyet” mitinglerinde ortaya çıkan görüntüler, bu tabanın kendi değerlerini sahiplenmek adına nasıl bir faşist düzeni savunduklarını yeterince açıklıyordu. Kendi hayat tarzının tehlikede olduğu söyleminden hareketle, “öteki” gördüğü herkesi sindirmeyi, yıldırmayı ve mümkünse yok etmeyi meşru müdafaa sayan yasakçı zihniyet; 2007 yılı süresince ortaya koyduğu söylem ve eylemlerle, nasıl bir ülkede yaşadığımız gerçeğini tüm açıklığıyla gözler önüne seriyordu. 2007 yılında ‘başörtüsü yasakçılarının maskesi düştü ve sistemin çirkin yüzü tüm çıplaklığıyla meydanlara çıktı! Başörtüsünün anlam ve değerini bilmeyen bir bakış açısı, yaşananları açıklamakta güçlük yaşayabilir. Başörtüsünün dini ve siyasal bağlamını atlayarak, konuyu bir insan/kadın/eğitim hakkı sorununa indirgeyenler; yasağın çok sınırlı şartlar altında kaldırılmasına dahi gösterilen öfkeyi ve sert tepkileri ‘aşırı’ olarak nitelendirebilirler ama bu aşırılığın neden kaynakladığını tam olarak anlamlandıramaz. Başörtüsünü salt geleneksel bir örtünme biçimi algılayanlar ya da ona belirli bir hayat tarzının kısmi bir parçası gibi bakanlar, başörtüsünün hakiki anlamıyla neyin simgesi yada göstergesi olduğunu layıkla kavrayamayabilir. Böyle bir vasatta, kız öğrencilerin başındaki örtünün neden ve nasıl bir rejim sorunu haline gelebileceği şüphesiz tuhaf bir konu gibi değerlendirilecektir, fakat durum hiç de göründüğü gibi değildir.Başörtüsüne karşı şartlı ve sınırlı bir özgürlüğe dahi soğuk bakan ve buna karşı direnç oluşturan yasakçı zihniyet; konuyu bir rejim bunalımına dönüştürmekte haklıdır. Çünkü ortada gerçekten böyle bir sorun vardır. Başörtüsü yasağının sebep olduğu durumu ortaya bu netlikte koyamadığımız sürece, tartışma; salt hak mücadelesi zemininde algılanacak ve çözüm yolları konusunda ortaya koyulan fikir ve öneriler de, nihai bir sonuca varmayacaktır. Mevcut durumu değiştirmek için sorunu her yönüyle ve cesaretle konuşmanın zamanı gelmiştir; zemini ise güçlendirilmeyi beklemektedir. Başörtüsü sorununu anlamak, ülkedeki asker-iktidar ilişkisini tartışmayı, sistemin resmi ideolojisi olan Kemalizm’le yüzleşmeyi kaçınılmaz olarak gerekli kılar. Aksi takdirde, sistemde iktidarı elinde tutma mücadelesi veren silahlı bürokrasinin, başörtüsü karşıtlığının nedenleri yeterince anlaşılamaz. Burada, askeri iktidar için başörtüsünün, darbelerle ve muhtıralarla ayakta tutmaya çalıştıkları düzenin ‘bir gün iflas edeceği kaygısının’ müşahhaslaştığı bir sembol olduğu ifade edilebilir.

* * *Bilindiği gibi, yukarıdan dayatmacı politikalarla, toplumu kendi çizdiği kırmızı çizgiler ve kurallar içinde tutmaya çalışan mezkur yapı; askeri bir darbe sonucu kurduğu yeni düzenin kurtuluşunu; ‘ümmetten ulus yaratma’ projesine bağlamıştı. ‘Tek dil, tek bayrak, tek vatan, tek millet’ formülasyonunu hayata geçirme çabalarının önündeki en büyük engellerden biri ise elde kalan coğrafyadaki insanların çoğunluğunun kendilerini tanımlarken İslam’ı referans kabul etmesiydi. ‘Laik’ bir düzen için ‘dinin belirleyiciliği/egemenliği’ ciddi bir sorundu, özellikle de bu din, İslam gibi hayatın her alanına doğrudan nüfuz eden ve onu her yönüyle kuşatan bir Din ise... Konu, ilk zamanlarda sistemin kurucu unsurları tarafından bir eğitim sorunu olarak telakki edildi. Toplumun kendisini dini referansla tanımlaması, ‘cahil bırakılmışlık’ ve ‘geri kalmışlık’ gibi kavramlar çerçevesinde değerlendirildi. Eğitimde laik ve pozitivist bir ‘aydınlanma’ projesini önemseyen cumhuriyet rejimi; bu vesileyle yeni kuşakların devletin resmi ideolojisi ışığında yetişmesini hedefliyordu. Beşeri bir ideoloji olarak Kemalizmi, kurulmak istenen ‘Türk ulusu’nun yeni dini kabul edenler, bunun toplum tarafından da benimsenebileceğini umuyordu. Toplum ise rızası olmadığı anlaşıldığında kendisine karşı zora ve şiddete başvurmaktan çekinmeyen yeni düzene karşı mesafeliydi. Dini ya da kavmi kimliğini yok sayan, onu yasaklayan ve baskı altında tutan bir yönetim biçimini kabullenmesi kolay değildi. Bu sebeple, yeni düzen; kendisinde neye karşı çıktıysa, onu daha çok sahipleniyordu. Safların ve sınıfların ayrıştığı bu süreçte, İslami değerler ve bu değerlere atıf yapan tüm semboller, aslında rejimi savunmanın ya da rejime karşı çıkmanın argümanları olmaya başladı.

…Başörtüsü Raporu 2007… 4

Page 5:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Kadınların kılık-kıyafeti, en başından beri bu tartışmaların odağındaydı. Batılılaşmaya ve sekülerleşmeye niyet edenler, bu öykünme projesinin hayata geçirilmesindeki en büyük engel gördükleri İslami aidiyeti çözebilmek için, özellikle kadınların örtüsünü çözmeyi gerekli/kaçınılmaz şart olarak görüyordu. Şüphesiz bu jakoben yaklaşım, izlenen politikaların yüzeyselliğini ve şekilciliğini ortaya koyması açısından manidardır. ‘Batılı kadın’ imajını, ‘başı açık olma hali’yle özdeşleştirenler; kendi kurguladıkları projenin bu imajı hayata taşımasını önemsiyordu. Fakat amaçları, çok dar bir çevrede hayata geçirilebildi. Böylece yeni düzeni sahiplenip, iktidarın imkanlarından/imtiyazlarından faydalanan seçkin kesimle, toplum arasındaki makas giderek açılmış oldu. Kadınların örtüsü veya örtüsüzlüğü ise ayrışmanın simgeselleşmesi kabul edildi. Başörtüsünün ayrıştırıcı özelliği bir bakıma bu zeminden beslendi; kendi hayat tarzını Kemalizm’e referansla şekillendirenler ve İslam’ı referans alanlar... Bu ayrım aynı zamanda yönetim sınıfını oluşturan iktidar seçkinleriyle, yönetilen sınıfını oluşturan ‘öteki’ unsurlar arasındaki farklılaşmaya da işaret ediyordu.Başörtüsünü, yeni düzenden geriye dönüş niyetinin bir ifadesi kabul eden iktidar seçkinleri; kısa bir süre sonra, laik-pozitivist eğitimle, dinin hayattan uzaklaşması arasında doğru bir orantı kurmanın pek de geçerli olmadığı gerçeğini fark etmeye başladılar. Üstelik toplum, 1950’lerden sonra yayılan İmam-Hatip okullarıyla birlikte, eğitim sistemi içinde kendisine bir alan açma arayışına da girmişti. Bu kaygı verici bir gelişme kabul edildi ve eğitimle razı edilemeyen toplum, baskı ve yasaklarla kontrol altında tutulmak istendi. Fakat şehirleşme sürecinde, Kemalist ideolojinin geniş bir tabana yaslanamadığının emareleri ortaya çıkmaya başlıyordu. Bu noktada, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacan’ın 1967 yılında başörtülü olarak İslam tarihi dersine girmesi anlamlı bir aşamaya işaret eder. O güne kadar başörtüsünü ‘cahil köylü kadın’ imajının değişmez unsuru kabul edenler, eğitimle bu imajın ortadan kaldırılacağı öngörürken, artık yüksek öğrenimde okuyan bir talebenin bunu başını açmadan gerçekleştirme talebiyle yüzleşilmek zorunda kalınır. Yaşanan olay başka bir açıdan, egemenlerin paradigmasının iflasına işaret etmektedir ve o dersin hocasının ağzından çıkan sözler; bu iflası geciktirmek isteyenlerin yıllar boyunca hangi yönteme başvuracağının da ifadesi olur: “Ya başını aç ya da dışarı çık!” Babacan’ın ne başını açmak ne de dışarı çıkmak istememesi, belirli bir gerilimin konusu olur. Başörtüsü, yeni düzene kolayca ayak uyduranları germektedir; çünkü hayali bir modernlik projesinin köksüzlüğünü açığa vurmaktadır. Üniversiteye giren başörtüsü, toplumsal hayattan kovulmak istenen dinin “geri dönüşü”nü simgeler. Kemalizmin istediği kadın tipi yerine, İslam’ın inşa ettiği kadın kimliğinin baz alınmasını gösterir ve şüphesiz bu durum hem iktidar seçkinlerini hem de yeni düzene uyarak hak etmedikleri yerlere hızlıca varan zümreleri rahatsız eder.Rahatsızlığın dışavurumu baskı ve şiddete başvurmadır. 60’lı yılların sonunda ve 70’li yıllarda, kimi okullarda, derse tesettürlü kız öğrencilerin başörtüleri ve mantolarını parçalanır ve öğrenciler okullardan kovulmaya başlanır. 1971’de Isparta İmam Hatip Okulu’nda Matematik öğretmeninin okul bahçesinde gördüğü tesettürlü öğrencinin başörtüsünü çekip yırtması, bu olayların tipik bir örneğidir. 80’li yılların üniversitelerdeki başörtülü öğrencilerin sayısında artışın yaşandığı bir dönem olması; askeri bir darbeyle toplumsal ve siyasal hayata bir kez daha fiili müdahalede bulunan silahlı bürokrasiyi endişelendirir. Despotik ve militer yönetim anlayışının ürünü olarak ortaya çıkan Yükseköğrenim Kurumu (YÖK); başörtüsünü dini bağlamından kopararak, kılık-kıyafet sorununa dönüştürmeyi ve kendi elleriyle ortaya çıkardığı bu sorunu; ‘türban’ gibi suni bir örtünme biçimine dayanarak çözmeye çalışır. Tesettürün gayesini ortadan kaldırarak, başörtüsüyle ‘din’ arasındaki ilişkiyi örtmeye yönelik bu hamle elbette sonuçsuz kalacaktır. Kemalist ideolojinin, Müslüman kadınlara kılık-kıyafet biçme çabası bir kez daha boşa çıkacaktır. ‘Türban’ı başörtüsüne tercih etmemenin karşılığı, rejimin klasik yaklaşımına maruz kalmak olur: Dönemin hükümeti tarafından YÖK Yasası'na getirilen “Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir” değişikliği, 80 darbesini gerçekleştirenlerin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilir. Bu iptalin gerekçesi ise daha sonraki yıllarda hukuksuz bir biçimde, başörtüsü yasağının dayanağı kılınır.I. ‘Din’ vs. ‘Kemalizm’Anayasa Mahkemesi’nin yorumları, bir bakıma o güne kadar yaşanan tartışmaların hangi zeminde değerlendirildiğini göstermesi açısından kayda değerdir. Mahkeme, konuyu hukuki değil siyasi bir sorun olarak değerlendirmiş, konuyu kanuni görevi gereği teknik açıdan değil, ideolojik görevi gereği siyasal açıdan incelemiştir ve buna uygun davranarak, her defasında başörtüsünün yasaklanmasını savunmuştur. Mahkemenin kararında yer alan “Türkiye Cumhuriyetinde sadece belli bir dini inançta bulunan kesimin yıllardır oluşturmak istediği Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı yaşam biçimi benimsedikleri kılık ve kıyafetle simgelenmekte ve böylece toplumda ayrı bir yeri ve kamplaşmayı ortaya koymaktadır.” ifadeleri, başın dini bir gerekçeyle örtülmesinin Kemalizm’in hedeflediği ‘yaşam biçimi’ne aykırı olduğunun hukuki itirafı niteliğindedir.

…Başörtüsü Raporu 2007… 5

Page 6:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Mahkeme kararında ‘başörtüsü’ ve ‘türban’ kelimelerinin beraber zikredilmesi; meselenin devlet mercilerince sembol olarak tanımlanan belirli bir örtü biçimiyle değil, örtünmeyi gerekli kılan ‘islam’ ile ilgili olduğuna işaret etmektedir. Nitekim, kararda yer alan şu ifadeler, meseleyi izah etmektedir: “Atatürk'çü lâiklik anlayışı, 1925 tarihli Kararnamede de yer aldığı gibi, çağdaş giyimi benimseyen, kapalı yerlerde başın örtülmemesini ve kapalı tutulmamasını öngören bir düşünce biçimini de ortaya koymaktadır. Yapılan düzenlemede, Yükseköğretim kurumlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmanın zorunlu olduğu vurgulandıktan sonra, dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılmasının serbest bırakılması, çağdaş kıyafet ve görünümden duraksamada bulunmaksızın sapmadan başka bir şey olmayıp, bu dahi kendi içinde çelişki yaratmaktadır. Çağdaş kıyafet ve görünüm, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atıldığı ilk yıllarda belirlenmiş olup, bugüne değin Resmi Daireler yönünden başörtüsü ve türban çağdaş giyim olarak kabul edilmemiş ve değer görmemiştir. Bugün için, yukarıda açıklanan ilkelerden ayrılmayı ve laiklikten, çağdaş kılık ve kıyafetten dolayısıyla muasır medeniyetlerin benimsediği görüş ve düşünüş biçiminden ödün verilmesini gerektiren hiçbir haklı neden ve kamu yararı bulunmamaktadır.”Karardan anlaşılacağı üzere; başörtüsü, basit bir kılık-kıyafet sorunu ya da eğitim hakkının ihlali değil, bizatihi devletin resmi ideoloji kabul ettiği Kemalist ideolojiye, bu ideoloji çervesinde kurmak istediği ‘görüş, düşünüş ve yaşam biçimine’ ilişkin temel bir sorundur. Kararın diğer bir boyutu ise, Kemalizm ve ‘Din’ kendi özelimizde “İslam” ilişkisine dair taşıdığı ifadelerle ortaya çıkmaktadır. Kemalist ideoloji, dine-islam’a karşı kendisini konumlandırırken, inkarcılıktan ziyade müdahaleciliğe daha yakın durur. Kendi hayat tarzını dayatma çabaları sonuç vermediğinde, dini-islami hayat tarzına müdahale ederek, onu tanımlamayı ve kontrol altında tutmayı tercih eder. Böylece “Din’in -İslam”ın tanımı da, nasıl yaşanacağı da bu ideolojiye göre şekillendirilmek istenir. İktidar seçkinlerinin ideolojik aygıtı olan Anayasa Mahkemesi, verdiği kararda bu görevi ifa etmekten çekinmemiş ve başörtüsünün ne olması gerektiğine de hükmedebilmiştir. Buna göre, “Din, kendi alanında, vicdanlardaki yerinde, Tanrı-insan arasındaki inanış olgusudur. Kişinin iç-inanç dünyasının düzenleyicisi olan dinin, devlet işlerinde söz sahibi ve çağdaş değerlerle, hukukun yerine geçerek yasal düzenlemelerin kaynağı ve dayanağı olması düşünülemez.” Görüldüğü gibi, Mahkeme, ‘Din’in ne olması gerektiğini tanımlamakta beis görmemektedir. Kemalist ideoloji için ‘din’ ancak vicdanlarda kaldığında makbuldür. ‘Çağdaş değerlerin’ yerine geçmesi düşünülemez!Mahkeme, kararda ‘Din’e ilişkin başka bir tanım daha vererek, ‘yasa koyucu’ olarak bir bakıma ‘tanrı’ya oynamaktadır: “Dinler, doğaları gereği lâik değillerdir. Ancak lâikliğe karşı olmaları da zorunlu değildir... Her tür aşırılık, bağnazlık ve zorlamaya uzak kalmayı, kolaylık ve ölçülülüğü öngören İslâm dini, zamanı gelişmeleri, koşulları gözetmeyen, akla dayanmayan yorum ve değerlendirmelerden kaçınmayı gerektirir.” Kemalist ideoloji, dini kendi amaçlarına uygun biçimde tanımlayarak, başörtüsünü ‘çağdışı’ olarak nitelendirmekte, böylece onun kendi tanımladığı haliyle dine de aykırı görmektedir. Başörtüsü yasağı, Kemalist ideoloji ile Din arasındaki iktidar mücadelesinin sembolüdür. Nitekim konunun, özü itibariyle ‘egemenlik’ sorunu olduğu, Anayasa Mahkemesi’nce de kabul edilmektedir: “Din kurallarının kaynağı Tanrı'dır. "İlâhi istenç, (irade)" tanrı buyrukları, din kurallarının başlıca dayanağıdır. Hukukun kaynağı ise, hukuku yaratan istenç olarak kendi ulusunun istencidir. Din, ulustan kaynaklanan bir değer olmadığından temelini ulusal istencin oluşturduğu bir düzende hukuk kaynağı sayılması olanaksızdır. Egemenliğin ulusta oluşuna dayanan hukuk düzeniyle tanrısal buyruklara dayalı ilâhi istenç arasında ilişki kurulamaz. Hukuk düzeni, dinsel düzeni dışarıda bırakan, varlığını hukuktan alıp hukukla sürdüren devlettir. Egemenlik insana dayalıdır.”Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararına dair sayfalar dolusu eleştiri yazılabilir, fakat tüm bu yazılanlar, nihai noktada aynı sonuca ulaşacaktır. O sonuç şudur ki, yasağın kaynağındaki temel çatışma; yeni düzene egemen olacak yönetim ve yaşam biçiminin Allah’ın gönderdiği dine göre mi, yoksa devletin resmi ideolojisine göre mi şekilleneceği sorusunun cevabından ileri gelmektedir. Devletin bu konudaki tercihi, karardan yapılan aşağıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi açık ve nettir: “Gelişmek ve ilerlemek için durağan din kurallarına değil insanlığa ayak uydurmak, akla ve bilime öncülük tanımak gerekir. Siyasal düzenlemelerin kaynağı hukuk, dayanağı Anayasa'dır. Başka kaynak ve dayanak aranamaz. Hukuksal düzenlemeler dünya işidir, din işi değildir. Bu nedenle incelenen madde, içeriği bakımından hukuk devleti ilkesine bağdaşmamaktadır. Yasalar dinsel temele oturtulamaz. Egemenliğin bağsız koşulsuz ulusta olması ilkesi, dinde olmadığının kanıtıdır. Cumhuriyet, ulusal egemenliğin hukuksal biçimi olduğundan dinsel olguların etkisi dışındadır... Çağdaş bir görünüm taşımayan başörtüsü ve onunla birlikte kullanılan belli biçimdeki giysi, bir ayrıcalıktan ötede bir ayrım aracı niteliğindedir. Şimdiye kadar başörtüsü kullanmadan yükseköğretim kurumlarını bitirmiş bayanlarla şimdi yükseköğretim kurumlarında bulunan bayanları dine karşı ya da dinsiz göstermek için kullanılma olasılığı da kaçınılmazdır. Çağdışı bir görünüm veren bu durumun giderek yaygınlaşması Cumhuriyet, devrim ve lâiklik ilkesi yönünden sakıncalara da açıktır. Demokrasiden yararlanarak lâikliğe karşı çıkışlar din özgürlüğünün kötüye kullanılmasıdır. Dinin

…Başörtüsü Raporu 2007… 6

Page 7:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

birleştiriciliğine, hoşgörüsüne, inandırarak benimsetme özenine aykırı yanlış yorum ve değerlendirmelere dayalı bölücülükler, dinden soğutmaya neden olacak tutumlar din saygısıyla da bağdaşmaz. Türk Devrimi temeline oturan ve bu yapıda lâiklik ilkesine özel bir önem ve üstünlük tanıyan Anayasa, özgürlüklere karşın lâiklik ilkesini özenle korumayı amaçlamış ve bu ilkenin özgürlüklere kıydırılmasına olanak tanımamıştır. 174. maddede korunan lâiklik ilkesiyle bu madde kapsamındaki devrim yasalarının amaç, erek ve içeriklerinin öngördüğü nitelikleri göz ardı ederek dinsel inanç gereğine dayalı bir düzenleme getiren dava konusu kural, Anayasa'nın 174. maddesine de aykırıdır.”

* * *Yasakçı zihniyetin ana hatlarını ortaya koyan bu bakış açısının halen geçerli olduğunu ortaya koyan somut bir örnek ise Meclis’te 411 oyla değiştirilen Anayasa’nın 10’uncu ve 42’nci maddelerin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne verilen dava dilekçesi oldu. Bu dilekçede, yasakçı zihniyetin siyasal simge olarak tanımladığı ‘türban’a değil, bizatihi dini amaçlı her türlü örtünmeye karşı çıkıldığı açıkça ifade edildi. Dava dilekçesinde, düzenlemeyle yükseköğretimde her türlü kıyafetin "türban, dini amaçlı örtünme, dini ve siyasi üniforma dahil" serbest bırakılması eleştirilirken; dilekçede yer alan "Dinî inanca dayalı örtünme, benimsenen dini gösteren kıyafetler giyebilme özgürlüğü, benimsenen dinî inancı gösteren giysiler aracılığı ile toplumda ayrışmalara neden olabilir" gibi ifadeler, "başörtüsü-türban" gibi suni bir ayrımın gerçekte var olmadığı ve karşı çıkılanın Din'in bizatihi kendisi olduğuna somut bir kanıt teşkil etti. İtirazın özünü, başörtüsünün Kemalist ideolojiye aykırılığı tezi teşkil ediyordu. Dava dilekçesinde, yapılan düzenlemeye yönelik itiraz gerekçeleri incelendiğinde; savunulan düşünceler ve ortaya atılan tezler, resmi ideoloji muhafızlarının başörtüsünün simgelediği İslam’a karşı bakış açılarını deşifre etmekte, kamuoyu önünde ‘laiklik, irtica, siyasal simge’ adı altında verilen mücadelenin temelde islam’a karşı yürütüldüğünü göstermektedir. Bu sebeple, Meclis’in yaptığı değişiklik ile başörtüsüne üniversitelerde getirmeyi amaçladığı kısmi serbestliğe karşı açılan iptal davasındaki başvuru dilekçesinde yer alan şu ifadelerin dikkatle incelenmesi gerekmektedir.1) "Dinî örtünme amaçlı kıyafetlerin giyilmesinin sınırsız, koşulsuz serbest bırakılması halinde, bu tür kıyafetlerin giyilmesi, kamu yönetiminde ve toplumsal yaşamda ayırımcılığı davet edebilecek; bu tür kıyafetleri giyenlerin giymemeyi tercih edenlere yönelik bir etkileme, baskı, dayatma ve tehdit unsuru haline gelebilecek; örtünen–örtünmeyen, inançlı–inançsız, Müslüman olan–olmayan şeklinde din eksenli ayrışmalar, kutuplaşmalar ve bunlara bağlı olarak kamu düzenini ve huzurunu tehdit edecek gerginlikler ve çatışmalar ortaya çıkabilecektir." 2) "Dinî inanca dayalı örtünme, benimsenen dini gösteren kıyafetler giyebilme özgürlüğü, benimsenen dinî inancı gösteren giysiler aracılığı ile toplumda ayrışmalara neden olabilir ve toplum kesimlerinin ve bireylerin giysilerinden kendileri ile aynı inancı paylaşmadıklarını anladıkları kimseler üzerinde baskı kurmalarına; birbirlerinin din ve inanç özgürlüğünü zedeleyici, engelleyici davranışlarda bulunmalarına hatta kendi inançlarından olmayanları dışlamalarına yol açabilir."3) "Lâiklik, Atatürk ilke ve inkılâplarının en önemlisidir… Türkiye için lâiklik anlayışı tarihsel gelişimi nedeniyle özellik taşımakta, Anayasa ile benimsenen yapısıyla, batıda ayrı biçimde ele alınsa da, özenle korunması zorunlu bir ilke olarak yaşatılmaktadır... Kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla, devlete dinsel hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisi tanıma, lâiklik ilkesinin gereği olarak anlaşılmaktadır… Gerçekte lâiklik din-devlet işleri ayrılığı biçiminde daraltılamaz. Boyutları daha büyük, alanı daha geniş bir uygarlık, özgürlük ve çağdaşlık ortamıdır. Türkiye'nin modernleşme felsefesi, insanca yaşama yöntemidir, insanlık idealidir… Başörtüsü ve onunla birlikte kullanılan belli biçimdeki giysi, bir ayrıcalıktan ötede bir ayrım aracı niteliğindedir. Şimdiye kadar başörtüsü kullanmadan yükseköğretim kurumlarını bitirmiş bayanlarla şimdi yükseköğretim kurumlarında bulunan bayanları dine karşı ya da dinsiz göstermek için kullanılma olasılığı da kaçınılmazdır. Çağdışı bir görünüm veren bu durumun giderek yaygınlaşması Cumhuriyet, devrim ve lâiklik ilkesi yönünden sakıncalara da açıktır... Bu hususlar çerçevesinde, 5735 sayılı Kanunun 1 ve 2'nci maddelerinde yapılan düzenlemeler incelendiğinde, "dinî gereğe dayalı" sözcükleri kullanılmasa ve dolaylı bir biçimde tanınmış olsa da, dinî amaçlı ve dinî gereğe dayalı örtünmeyi ve giysileri de kapsayacak biçimde getirilmiş olan kıyafet serbestisinin Anayasanın Başlangıcında yer alan lâiklik ilkesine aykırı düşeceği görülmektedir."4) "1 ve 2'nci maddelerde yapılan düzenlemeler herhangi bir sınırlama ve koşul getirmeksizin her türlü kıyafete serbestî tanımakla, kamu düzenini, toplum huzur ve sükûnunu tehlikeye atmaktadır… 2596 sayılı Kanunun ve kıyafet devriminin amaçları ile bağdaşmayan böyle bir durumun da "Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık" ve "çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma azmi" hususlarına aykırı düşeceği açıktır."Dava dilekçesinde özetini sunduğumuz bu itiraz gerekçeleri, Anayasa Mahkemesi'nin 1989 yılında aldığı kararın gerekçesinden uzun alıntılarla desteklendi. Dilekçede, "1’inci ve 2’nci maddelerle dinî amaçlı örtünmeyi de kapsayan bir kıyafet özgürlüğü getirildiğinin ve bu düzenlemeden yararlanılarak türban, dinî kıyafet ve simgeler dahil her türlü kıyafet ilköğretimden yükseköğretime, öğretim hizmetlerinden yararlanma bağlamında herhangi bir engelle karşılaşmadan

…Başörtüsü Raporu 2007… 7

Page 8:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

yayılabileceği"nin altı çizilerek, bunun ‘laikliğe ve Atatürk ilke ve devrimlerine’ aykırı olacağı vurgulandı. İtiraz gerekçelerini değerlendirdiğimizde ortaya çıkan sonuç bellidir: Yasakçı zihniyet, kamuoyuna verdiği demeçlerdeki 'türban, siyasi simgedir' sözlerine rağmen, gerçekte 'dini amaçlı örtünmeye' de karşıdır, örtünme emrinin kaynağı olan İslam'ın kendisine de!Tüm bunlar göstermektedir ki Kemalizm seçkinci silahlı - silahsız bürokrasi tarafından dogma olarak sahiplenilmiş, halkı yönetmede , adaleti ve insan mutluluğunu sağlamada bir yönetim biçimi olarak değil ,herkesin iman etmesi ,şefaatine sığınması , önünde eğilmesi ,gerekirse canını feda etmesi gereken bir “Din” haline getirilmiştir.Tartışmanın bu denli keskin olmasının sebebi dönüp dolaşıp insanları İslam ile Kemalizm arasında bir tercih yapmaya zorlamasından kaynaklanmaktadır.Dindar halk kesimi belki Kemalist bir islama rıza gösterebilecektir lakin ilginç olan Kemalistlerin kesinlikle kemalizme şirk kabul etmemeleridir!II. 28 Şubat Sürecinde Başörtüsü Yasağı28 Şubat süreci, toplumsal ve siyasal hayata yönelik askeri bir darbeydi ve etkisini eğitim alanında da somut olarak gösterdi. Bu sürecin en belirgin öğesi ise şüphesiz başörtüsü yasağıydı. 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında alınan ‘tavsiye’ niteliğindeki kararlar, başörtüsü üzerinden İslam’a karşı “topyekün savaş”ın yeni bir aşamasıydı. MGK’nın “Kılık-Kıyafet Kanunu’na aykırı olarak ortaya çıkan uygulamalara kesinlikle mani olunmalı” şeklindeki tavsiyesi, ANASOL-D Hükümeti ve Yükseköğrenim Kurulu (YÖK) tarafından emir telakki edildi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in atadığı Kemal Gürüz komutasındaki YÖK, 1998 Şubatında yayınladığı genelgeyle, başörtülü öğrencilerin kampüslere sokulmaması konusunda rektörleri tehditvari bir üslupla uyardı. Akabinde ise medya mensuplarına ve hukukçulara verilen askeri brifingler, üniversite rektörlerine de verildi. “İrtica” brifinglerinde “başörtüsünün rejime karşı büyük bir tehdit” olduğu vurgulanıyor ve yasağın tavizsiz biçimde uygulanması isteniyordu. Uyarıları derhal dikkate alan ve üniversitesinde başörtüsü yasağını 28 Şubat süreci boyunca en katı biçimde uygulayan rektörlerin başında İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu geldi. Kendisi, başörtüsü yasağının en faşizan uygulamalarında biri ikna odalarının da mucitlerindendi. Alemdaroğlu ve yardımcısı Nur Sertel'in icat ettiği bu zorba uygulamada, kayıt yaptırmaya gelen başörtülü öğrenciler, arkadaşları arasından ayrılarak, başlarını açmaları yönünde psikolojik işkenceye maruz kaldıkları “ikna odaları”na alındılar. İkna olmayanlar, üniversiteye kayıt yaptıramadı ya da eski öğrenciyseler, okuldan atıldılar.Kariyerini bilimsel “intihal” suçuna borçlu olan Alemdaroğlu, 28 Şubat sürecinde başörtüsü yasağında rektörlerin fonksiyonunu gösteren tipik bir örnekti. Bilimsel açıdan yetersizliğini resmi ideolojinin savunuculuğunu yapmakla kapatmaya çalışan ve kampüsü kışlaya çevirmekle maruf rektör Alemdaroğlu, bu sayede yaptığı onca haksız, usulsüz ve hatta illegal uygulamadan ceza almadan kurtulabildi. Gürüz ve Alemdaroğlu ikilisinin, rektörleri “akademisyen” değil resmi ideolojinin “militan”ı olmaya zorlayan yaklaşımları, 28 şubat süreci içinde YÖK için bir temayül haline geldi ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de atamalarında bu temayülü pekiştirdi. İstanbul Üniversitesi’ndeki baskıcı politikalar sadece öğrencilere yönelik değildi. Alemdaroğlu tarafından öğretim üyeleri içinde ciddi baskı mekanizmaları kuruldu. Rektörlük sıfatını krallıkla değiştiren ve işi öğretim görevlililerinin tırnaklarını kontrole kadar vardıran Alemdaroğlu, yönetimdeki kişilerin yetkileri ve akademik kariyerleri üzerinde keyfi uygulamalar yaparak, onları önce istifaya zorladı, daha sonrasında ise kendisinin baskıcı ve totoliter yönetimine muhalefet eden idareci ve akademisyenleri görevden uzaklaştırdı.Beğenmediği kürsüyü kapatan, 220 bin kitabı kağıt yapılması için SEKA’ya gönderen, kendisini “cumhuriyeti, laikliği, Atatürkçülüğü savunan vatansever” bir rektör olarak tanıtarak tüm uygulamalarını meşru gibi gösteren, öğrenciler hakkında soruşturma açtırarak onları okuldan atan, öğretim üyelerinin sicilleriyle oynayan, kampüsteki kedileri zehirleten, kızdığı akademisyenlerin kitaplarını toplatan ve hatta internet bağlantılarını kesen, atamalarda yaptığı torpiller ayyuka çıkan Alemdaroğlu, 28 Şubat sürecindeki uygulamaları ile hakkında açılan onlarca davaya ve soruşturmaya rağmen, o dönemde herhangi bir cezaya uğramaması 28 Şubat hukukunun ne anlama geldiğini de özetlemiştir.1998 yılındaki başlayan baskıcı ve yasakçı uygulamalar sadece İstanbul Üniversitesi ile sınırlı kalmadı. YÖK’ün 1998 yılına ilişkin değerlendirme raporu açıklandığında, darbenin akademideki ilk etkileri de anlaşılıyordu. Buna göre başörtüsü yasağına uymadıkları gerekçesiyle 637 öğrenci okuldan uzaklaştırılmış ve 1579 öğrenci uyarılmıştı. 1017 öğrenciye kınama cezası verilmiş, 1006 öğrenci hakkında sürdürülen soruşturmaların nihai kararları 1999 yılına sarkmıştı. Ayrıca disiplin yönetmeliğine aykırı davrandıkları gerekçesiyle de 25 öğretim görevlisi ve idari personel, üniversite öğretim üyeliği mesleğinden veya kamu görevinden çıkarılmış, 91 akademisyene aylıktan kesme, 140'ına kınama, 216’sına uyarma, 9'una da kademe ilerleme cezası verilmişti. 57 üniversite personeli hakkında açılan soruşturmalar ise 1999 yılına sarkmıştı.28 Şubat sürecinde YÖK’ün başörtüsü yasağı konusundaki katı uygulamaları sadece öğrencilerin kampüslere başörtülü girmesini engellemeye yönelik değildi. YÖK, 1998 ÖSS ve ÖYS başvurularında, başörtülü fotoğrafı kabul etmeme kararını genişleterek, ÖSYM’nin yükseköğretim

…Başörtüsü Raporu 2007… 8

Page 9:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

kurumlarına öğrenci alımıyla ilgili olarak yaptığı bütün sınavların başvurularında “başörtüsüz fotoğraf” koşulu getirdi. Bu Lisansüstü Eğitim Sınavı (LES), Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS), Yabancı Öğrenciler Sınavı’nda da geçerliydi. YÖK’ün 28 Şubat sürecinde “kılık-kıyafet yönetmeliği” vurgusuyla getirdiği bu uygulamanın gerçekte neye yönelik olduğu geçen yıl daha net ifade edildi. KPDS 2006 için hazırlanan kılavuzlarda doğrudan “başörtüsü” ibaresi yer aldı ve başörtülü adaylar için şu uyarı yapıldı: “Başı örtülü adaylar sınava alınmayacaktır, alınsa bile sınavları geçersiz sayılacaktır.”YÖK’ün başörtüsü yasağını 28 Şubat ruhuyla sürdürmek istediğini gösteren diğer bir uygulama ise yine 2006’da başlatılan “kabinde fotoğraf” uygulamasıydı. Halen sürmekte olan bu uygulamayla; başvurularda, ÖSYM, adayların fotoğraflarının başvuru merkezi görevlilerince çekilmesine başladı. Alemdaroğlu’nun “ikna odaları”nı çağrıştıran uygulama için ÖSYM, başvuru merkezi görevlilerini 2 günlük eğitime tâbi tuttu ve görevlilileri “Öğrencilerin fotoğraflarını çekerken özellikle başlarının açık ve sakalsız olmalarına dikkat edin. Başörtülü veya sakallı olarak gelen öğrencilerin fotoğraflarını çekmeyin. Başörtülü öğrencilerden başlarını açarak fotoğraf çektirmelerini isteyin. Peruk takmak isteyen öğrencilerin de fotoğraflarını çekmeyin,” şeklinde uyararak, 28 Şubat sürecindeki hassasiyetlerini muhafaza ettiklerini ortaya koydu.28 Şubat darbesi sonrasında askeri brifinglerle başlayan başörtüsü yasağı, süreç içinde tüm devlet ve vakıf üniversitelerinde uygulanmaya başladı. Yasağı uygulamaya yanaşmayan rektörler görevden alınırken, kılık-kıyafet genelgesine uymadığına inanılan özel üniversiteler kapatılma tehdidiyle karşılaştı. Öğrenciler ve öğretim görevlilileri bu süreçte bir çok soruşturma geçirdiler ve genellikle en ağır cezaları aldılar. Bu hukuksuz uygulamalara karşı açılan davalar ise brifinglendirilen yargı mensuplarınca geri çevrilmiş, davaları kabul edip mağdurlar lehinde karar veren hakimler ise genellikle soruşturma ve sürgün ile baskı altına alınmıştır. Akademiyi tamamen resmi ideolojinin kışlakları haline getiren YÖK, 28 Şubat sürecinde eğitimi, öğrenci ve öğretim görevlilerini tamamen baskı altında tutarak, bugün yaşanan birçok sorunun kaynağı haline gelmiştir. Akademisyen başına yarım makalenin düştüğü, bilimsel projelerin yürütülemediği, hak ve özgürlük taleplerinin dillendirilmediği üniversiteler, devletin ideolojik aygıtı olma misyonunu en sert uygulamalarla yerine getirmiştir. Anayasa’da yapılan değişiklikle yasağı üniversitelerde aşmaya yönelik adımların, rektörler tarafından ısrarla savunulması, 28 Şubat ruhunu yaşatma çabasından başka bir anlam ifade etmemektedir. YÖK Başkanı’nın değişmesiyle, sistem başka bir ideolojik aygıtı devreye sokmuş ve mücadelesini Üniversiteler Arası Kurulu aracılığıyla yürütmeye başlamıştır. 8 yıllık kesintisiz eğitim 28 Şubat sürecinin en önemli uygulamalarından biriydi. Zorunlu temel eğitimin 8 yıla çıkarılması Milli Güvenlik Kurulu kararlarının neticesiydi ve özellikle “irtica”ya karşı “laik” bir eğitimin ancak böyle bir temel eğitimle sağlanabileceği havası estiriliyordu. 17 Ağustos 1997’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilip 1997-98 döneminde yürürlüğe giren “8 yıllık kesintisiz eğitim kanunu” eğitim sürecinde darbelerin yönlendiriciliğini bir kez daha ortaya koyarken, askeri vesayetin devam ettiğinin de somut bir göstergesiydi. Karar pedagojik araştırmaların ve bilimsel projelerin sonucunda, eğitime fayda getireceği gibi bir gerekçeyle alınmamıştı. Eğitim sisteminin böyle bir kararın sağlıklı biçimde uygulanabilmesine olanak tanıyan bir altyapısı yoktu, fakat emir açık ve netti, tartışma götürmezdi ve gereği yapıldı.Amaç, eğitimde kaliteyi artırmak ve daha nitelikli bir eğitim sağlamak değil, imam-hatip okullarının ve din öğretiminin önüne geçmekti. Kesintisiz sekiz yıllık eğitim kararıyla imam-hatip okullarının orta kademesi kaldırıldı. Başörtüsü yasağı üniversite kampüslerinden imam-hatip liselerine taşındı. İmam-hatip öğrencilerine yönelik getirilen başörtüsü yasağıyla, 14-15 yaşındaki öğrenciler, okul kapılarında polis ile muhatap edildiler. Baskı oluşturmak amacıyla binlerce polis, okul kapılarını ve etraflarını kuşatmaya alarak, öğrencilerin başörtülü olarak okula yaklaşmalarına dahi izin vermedi. Bu süreçte, okullara alınmayan öğrencilerin, kapı önündeki bekleyişlerine izinsiz gösteri yaptıkları gerekçesiyle müdahalelerde bulunuldu. Okul çatılarında konuşlandırılan keskin nişancılar; öğrenci ve veliler üzerinde psikolojik baskı oluşturdu. Başörtülü bir öğrencinin başını açmaya çalışan sivil polislerin fotoğraflandığı kare o dönemin baskıcı uygulamalarının en çarpıcı belgesi oldu. Öğrenci ve öğrenci ailelerine yönelik çok sert ve küçük düşürücü muameleler, hakaretler ve haksız yere gözaltına almalar rutinleşirken, birçok gözaltı kayıtlara dahi geçirilmedi. 18 yaşına gelmemiş öğrenciler kelepçelenerek gözaltına alındı, polis araçlarına doldurularak okul etrafından uzaklaştırıldı ve bazen evlerinden, okullarından çok uzak yerlerde yol paraları dahi olmadan bırakıldı. Yine bu süreçte, Milli Güvenlik Bilgisi derslerinin içeriği değiştirildi. MGB daha militer ve ideolojik bir ders haline getirildi. 28 Şubat ile birlikte, daha önce askerliğe ilişkin bazı bilgilerin aktarıldığı Milli Güvenlik derslerinin siyasal ve doktiriner öğeleri güçlendirildi. Derslere askeri üniformalarıyla giren subaylar, sosyal ve siyasal sorunlar karşısında öğrencilere resmi bakış açısını tek gerçekmiş gibi anlatmaya başladılar. Ders kitaplarında “iç güvenlik” ve “irtica” gibi konular, dönemin şartlarını yansıtan ifadelerle yer aldı. Özellikle imam-hatip liselerinde bu derslere büyük önem verildi. İdareciler ve öğretmenler üzerinde baskı kuran subaylar, yasağın uygulanmaması halinde okulları kapatabileceklerini dahi söylediler; kız öğrencileri ise başlarını açmaya ya da okulu bırakmaya zorladılar. Bu durum bugün halen aynı sertlikte devam etmektedir.

…Başörtüsü Raporu 2007… 9

Page 10:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

28 Şubat sürecindeki askeri müdahalenin her alanda olduğu gibi eğitimde de ciddi sonuçları oldu. Eğitimde resmi ideoloji ve militarizm; ağırlığını daha şiddetli biçimde hissettirmeye başlarken, hukuksuz ve adaletsiz uygulamalar, on binlerce öğrenci, öğretmen, akademisyen ve ailelerinin haklarının gasp edilmesine yol açtı. MGK kararları eğitimde, başörtüsü yasağı, imam-hatip liselerine yönelik katsayı engeli ve din öğretiminde yasaklar şeklinde ağır etkisini gösterdi. Bu sorunlar, birbirinden ayrıştırılamayacak kadar birbiriyle ilgiliydi ve süreç içindeki uygulamalar, darbe siyasetini takip edenlerin de duruma böyle yaklaştığını gösterdi.Başörtülü öğrenciler üniversite kapılarından geri çevrildi, ikna odaları kuruldu. İkna edilemeyen öğrenciler okullardan uzaklaştırıldı. Başörtülü öğretmenler ya da eşleri başörtülü akademisyenler fişlendi, haklarında birçok soruşturma açıldı, müfettişlerin baskısına uğradı ve yıldırma operasyonlarından sonuç alınamadığı takdirde görevden atıldılar. Bu süreçte, öğrencilerin başörtülerine müdahale etmeyen, yasakçılıktan taraf olmayan akademisyenler de benzer haksızlıklara maruz kaldılar. Güvenlik güçleri, başörtüsü yasağını protesto eden öğrenci ve velilere çoğu zaman sert müdahalelerde bulundu. Kaç öğrenci, öğretmen ve akademisyenin başörtüsü yasakçılarının baskıcı uygulamaları neticesinde ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalındığı bugün dahi tam olarak bilinemiyor.Yasak tüm şiddetiyle, tavizsiz bir biçimde sürdürülürken, her geçen gün yeni alanlara sıçradı. 28 Şubat sürecinin kuklaları, yasağı sürdürmek adına yaptıklarıyla, insan hayatını dahi önemsemediklerini ortaya koydu. İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun sağlık karnelerinde başörtülü fotoğrafları kabul etmeme genelgesi sonucu, 71 yaşındaki Medine Bircan’ın hayatını kaybetmesi, yasak vahşetinin en çirkin sahnelerinden biri oldu. Darbe kararlarıyla geçilen kesintisiz eğitim ile birlikte köy okullarının kapanması sonucu taşımalı eğitime başlandıktan sonra yollarda hayatını kaybeden öğrenci sayısı ise bilinmiyor...Bilinen ise 28 Şubat sürecinin eğitimdeki sonuçlarının, bugünkü gerçeklerle yüzleşildiğinde daha net ortaya çıktığıdır. Okullarda ciddi bir dejenerasyon yaşanmaktadır. Suç işleme yaşı giderek düşmüş, okullar adeta birer şiddet yuvasına dönüşmüştür. Her geçen yıl artan şiddet oranları, her darbede adalet duygusunun daha fazla örselendiği bir ülkede neler yaşanabileceğini göstermektedir. Kimlik bunalımları ve yeni nesillerin uğradığı değerler kaybı, eğitim sisteminin iyileştirici bir vasfının kalmadığının izahı sayılmalıdır. Resmi ideolojiyi belletmeyi ve bu coğrafyada mevcut farklı kimlikleri/inançları yok sayarak tek tip bir düşünce ve hayat biçimi inşa etmeye çalışan sistem, eğitime yüklediği ideolojik misyonu pekiştirmek adına her darbeden sonra gittiği değişiklikler ile eğitimin içeriğini daha fazla yozlaştırmıştır. Bu durum öğrenci ve öğretmenleri de baskısı altına almış ve okumayan, düşünmeyen, eleştirmeyen, ahlaki değerlerden yoksun, şiddete meyilli, kimliksiz ve kişiliksiz kayıp nesiller ortaya çıkmasında temel faktör olmuştur. 28 Şubat sürecinde toplumun kendi çocuklarını ilgilendiren eğitim konusunda taleplerinde ısrarcı olmaması, Müslümanların ise tevhidi bir bilinç ile direnç gösterememesi; bu süreçte yaşanan olumsuzlukların giderilememesiyle sonuçlanmıştır.III. 2007 Yılında Başörtüsü YasağıBaşörtüsü, 2007 yılı içinde tartışılan birçok önemli konunun odak noktasında kalarak, gündemin en çok tartışılan konusu oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimleri, silahlı bürokrasinin muhtıralarla siyasete yaptığı müdahaleler, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı, genel seçimler, ‘sivil’ anayasa yapma çabaları, Yükseköğrenim Kurulu’ndaki görev değişikliği vb. birçok konu, başörtüsünün oluşturduğu eksende tartışıldı. Bu gelişmeler, başörtüsü yasağını ‘yüzde bir buçuğun sorunu’ diyerek küçümseme gafletinde bulunanlara; sorunun gerçekte ne kadar büyük, köklü ve derin olduğu göstermesi açısından anlamlıydı. Başörtüsüne odaklanan tüm tartışmaların, yasakçı zihniyet tarafından aynı zamanda ciddi bir ‘rejim meselesi’ne dönüştürülmesi de, bu gerçeği pekiştirdi. 2007 yılındaki ilk tartışmalar, Çankaya Köşkü’ne çıkacak 11’inci cumhurbaşkanı adayının kendisinden ziyade eşinin başörtüsüne ilişkin yaşandığı görüldü. İsim açıklanmadan önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylık ihtimali varken de, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül aday gösterildikten sonra da, bu iki adayın liyakati, ehliyeti ya da sahip oldukları vasıflar değil; Emine Erdoğan ve Hayrünnisa Gül’ün başörtüleri tartışıldı. 1980 askeri darbesi sonrası sembolik bir değer kazanan; Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer dönemlerinde ideolojik aygıt olarak Kemalist sistem açısından önemi ve işlevselliği anlaşılan Cumhurbaşkanlığı makamına ‘eşi başörtülü’ birinin çıkması, bir ‘karşı-devrim’ çabası olarak değerlendirildi. Böylece Kemalist ideolojinin slogancılığını yapan bazı paramiliter örgütler, kitleleri mobilize ederek meydanlarda ‘başörtüsü’ üzerinden İslam karşıtlığı sergilediler. 27 Nisan 2007 gecesi, Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinden verilen e-muhtıra, tartışmaların askeri bir müdahale ile kontrol altına alınmak istenmesiydi. Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinde, öğrencilerin başörtülü olmasının darbe sebebi sayılabileceğine işaret eden e-muhtıra; Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Genelkurmayın taraf olduğunu deklare ettiği gibi, Köşk seçimi için önemli bir karar aşamasında olan Anayasa Mahkemesi’ni nasıl bir sonuç istendiğini de gösteriyordu. Süreç, sistemin işleyiş mantığını kavrayanlar için şaşırtıcı olmadı ve 367 kararı ile Abdullah Gül’ün seçilmesine yönelik ilk girişim akamete uğradı.

…Başörtüsü Raporu 2007… 10

Page 11:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Mezkur karar, 22 Temmuz’da yapılacak seçimleri genel bir seçim olmaktan ziyade, ‘eşi başörtülü’ bir adayın Köşk’e çıkmasının onaylanıp onaylanmadığı sonucunu çıkaracak bir referanduma dönüştürdü. Hükümet seçim bildirgesinde ve mitinglerde, başörtüsüne ilişkin hiçbir somut vaatte bulunmasa dahi, seçmen algısının, başörtüsü tartışmaları üzerinden oluştuğu anlaşıldı. Bir kez daha, Kemalist sisteme karşı sağlıklı, ilkeli ve kalıcı bir muhalif duruşu kitlesel olarak takınamayan toplum; mevcut düzenden hoşnutsuzluğu seçimlerdeki oyunun rengiyle ifade etmiş oldu. 22 Temmuz seçimi sonrası tablodan Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na bir nevi toplumsal onay çıktı. Bu, aslında Abdullah Gül’ün sahip olduğu vasıfları onaylamaktan ziyade ‘eşi başörtülü’ bir adaya yapılan haksızlığa gösterilen tepkiydi. Başörtüsü yasağına karşıtlığı her ankette ortaya çıkan toplum, görüşünü bir de bu vesile ile ortaya koydu ve sonucunda Abdullah Gül, 11’inci cumhurbaşkanı seçildi. Bu seçim, özellikle Kemalist ideolojinin taraftarlarını, başörtüsüne açıktan hakaret ettirecek kadar öfkelendirdi. Başörtülü Hayrünnisa Gül’ün ‘cumhuriyet kadınları’nı temsil edemeyeceği itirazı dile getirilirken söylenilenler, iktidar seçkinlerinin ve taraftarlarının Din’e karşı problemli bakış açılarının hiç değişmediğini ortaya koyuyordu. Bu bakış açısı askeri erkan için de hiç değişmemişti. Başbakan ve Cumhurbaşkanı, askeri resepsiyonlara ‘eşsiz’ davet edilerek, başörtüsüne karşıtlık alenen sergilendi. ‘Birinci hanımefendi’ sayılan Hayrünnisa Gül’e, ‘başörtülü bir kadına asker hizmet’ anlayışından ötürü askeri yaver verilmedi. Cumhurbaşkanının geliş gidişlerindeki merasimlerde görevli bulunan komutanlar, başörtülü Hayrünnisa Gül’ü karşılamaktan imtina etti. Tüm bu davranışlar, Hayrünnisa Gül’ün şahsından ziyade, başında taşıdığı örtüsünü, Kemalist sistemin kendisine karşıtlığın sembolü kabul etmesinden ileri geliyordu.Başörtüsüne karşıtlık, özellikle merkez medya eliyle sürekli sıcak tutuldu. Köşk seçimleri öncesi ve sonrasında, laik ve Kemalist ideolojiyi benimseyen insanlara karşı yoğun bir psikolojik harekat düzenlenerek; başörtüsü karşısında safları sıklaştırmaları sağlandı. Kaygıları ve korkuları, haberlerle ve yorumlarla beslenerek, ‘hayat tarzlarına müdahale edileceği’ endişesi her vesileyle pekiştirildi. Böylece, bireysel, toplumsal, ekonomik ve siyasal hayatın ‘Din’e göre şekillenmesine yönelik itirazı olanlar; bu itirazlarını başörtüsü tartışmaları zemininde dile getirdiler. Üstelik tonu her geçen gün yükselen bu sesler, adeta İslami hayat tarzını tamamen yok etme niyetini belli eder mahiyetteydi. Başörtüsünün ayrıştırıcı etkisi giderek kuvvetlendi ve bu tartışmalar, kimin neyi, nereden ve neden söylediğini açığa çıkardı. Kemalist sistem, toplum tabanında geniş ve ciddiye alınacak derecede karşılığı olmayan ‘başörtülü-başı açık’ kamplaşmasını körükleyerek, sahip olduğu tüm imkanları seferber ederek; adeta karşı Din’e karşı kendi ideolojisinin mücadelesini verdi. Sorunun, hükümet üyelerinin ya da Cumhurbaşkanı’nın başörtülü eşleriyle sınırlı olmadığı, ortada çok daha derin bir çatışmanın yaşandığı bulunduğu görüldü. İktidar seçkinleri, laik ve batıcı hayat tarzını, Kemalist toplum ve yönetim modelini savunuyordu; başörtüsü ise buna karşı İslami hayat tarzına gönderme yapıyordu. Her ikisinin bir arada bulunması ise doğal değildi. Resmi ideoloji ve Din arasındaki kan uyuşmazlığı, artık yasakçılığın arkasında gizlenemeyecek kadar aşikardı. Askeri darbe ürünü olan 1982 Anayasası’nın değiştirilmesi tartışmaları da bu gerçeği bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Anayasanın değiştirilmesine itiraz edenler, bunu tek bir gerekçeye indirgediler ve tüm savunularını bu gerekçe üzerinden yaptılar: “Başörtüsüne serbestlik ihtimali” Resmi ideolojinin muhafızlığını yapanlar, Kemalist sistemin tahakkümünü pekiştiren pek çok uygulamanın kaynağına müdahale edilmesini istemiyordu. Yükseköğrenim Kurulu’na başörtüsü yasağına tavır alan bir başkanın getirilmesi de, diğer bir gündem maddesi oldu. Bugüne kadar üniversiteleri, despotik uygulamaların kaleleri görenler; akademide yaşanan bilimsel sefaleti, kadrolaşma ve soygun düzenini savunmak için başörtüsüne saldırıyordu. Bu sebeple, üniversitelerde özgür bir ortamın sağlanmasında önemli bir engel teşkil eden başörtüsü yasağının kaldırılmasına şiddetle karşı çıktılar. Rektörlerin yasağı savunmak adına ortaya attıkları iddialar ise yaşanan sefaletin kendisini ifşa etmesiydi...III. a. Toplumsal Alanda Başörtüsü ZulmüBaşörtüsü zulmü, 2007 yılında da tüm hukuksuzluğu, adaletsizliği ve haksızlığıyla devam etti. Siyasal alanda başörtüsü tartışmaları gündemin en üst sırasındaki yerini korurken, toplumsal alanda da ‘kamusal alan’ ve ‘kılık-kıyafet yönetmelikleri’ adı altında çok ciddi baskılar uygulandı. Okullarda, hastanelerde, belediyelerde, halk eğitim merkezlerinde, tören salonlarında, panellerde, söyleşilerde, sergilerde, konferanslarda ve daha birçok yerde, başörtülülere karşı acımasız bir ayrımcılık yapıldı. Şüphesiz bu uygulamalar, toplumdaki hak ve adalet duygusunu derinden yaralamış ve toplumsal bellekte acı izler bırakmıştır.Aşağıda farklı örneklerini özetle sunacağımız bu uygulamalar, yasakçı zihniyetin başörtüsü karşıtlığının hangi boyutlara vardığını göstermesi açısından dikkatle incelenmelidir. Çünkü bu yaşanmışlıklar; toplumu kamplaştıran, toplumsal barışın, huzurun ve adaletin tesis edilmesini engelleyen kesimin yasakçılar olduğunu ortaya koymaktadır. ‘Mahalle baskısı’nın başörtüsü yasağına maruz kalanlardan değil, başörtüsünü yasaklayanlardan geldiğini göstermektedir. Başörtülü hastalara doktor hakareti hakaret eden doktora soruşturma (19 Şubat 2007)- Antalya Atatürk Devlet Hastanesi'ndeki bir doktorun, başörtülü hastalarını tedavi etmek yerine onlara hakaretler yağdırması soruşturma konusu oldu.

…Başörtüsü Raporu 2007… 11

Page 12:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

YÖK: Başörtüsü yasağına devam!(28 Şubat 2007)- YÖK, üniversiteye girişte yeni model öngördüğü raporunda başörtüsü zulmünün ve katsayı adaletsizliğinin devam ettirilmesi gerektiğini savundu.Başörtülü avukata soruşturma(7 Mart 2007)- Bursa Barosu avukatlarından Av.Vildan Doğan hakkında, baro seçimlerinde başörtülü olarak oy kullandığı gerekçesiyle disiplin soruşturması başlatıldı.Otel salonunda başörtüsü yasağı(12 Nisan 2007)- Bir otelin salonunda, Türk Eğitim Derneği’nin düzenlediği ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın da desteklediği toplantıyı izlemek isteyen öğrenciler, başörtülü oldukları için salona sokulmadı.Başörtüsü yasağına Zonguldak versiyonu (14 Mart 2007)- Karaelmas Üniversitesi ile TEMA Vakfı’nın kampüs dışındaki halka açık bir mekanda düzenlendiği panele katılmak isteyen başörtülü öğrenciler, yüzlerce kişinin gözleri önünde salondan çıkarıldı. “Başörtüsüne özgürlük” yürüyüşüne coplu müdahale(14 Nisan 2007)- Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu’nun 2. yılına giren “başörtüsüne özgürlük” eylemleri dolayısıyla “özgürlük yürüyüşü” yapmak üzere İzmit Merkez Bankası önünde toplanan topluluğa polis müdahale etti. Polis, cop ve biber gazı kullandı ve çok sayıda kişiyi darp etti.Nüfus cüzdanlarına başörtüsü engeli(16 Nisan 2007)- Bazı dairelerde, çene ucundan örtülü şekilde çekilmiş fotoğraf getiren hanımlara yüz tamamıyla açık olmadığı ve genelgeye uymadığı gerekçe gösterilerek kimlik verilmiyor. Ka-der: Bıyık takarız ama başörtüsü asla! (18 Mart 2007)- Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (Ka-der), genel ve yerel seçimleri öncesinde başlattığı 'bıyıklı' kampanyada, başörtülü kadınların yaşadıkları sorunlara hiç değinilmedi. Daha sonraki açıklamalarda Ka-der’in CHP’li üyelerinden çekindiği ortaya çıktı.“Eşinin başını aç, generale göster!”(20 Mart 2007)- Adaleti Savunanlar Derneği Ankara Şube Başkanı Mehmet Şahin, TSK’dan re’sen emekli edilmeden önce bir komutanın, kendisine “eşinin başını açıp, general göstermesi” yönünde teklifte bulunduğunu açıkladı.E-muhtırada baş örtmek ‘çağdışı’ olarak görüldü(27 Nisan 2007)-Genelkurmay’ın e-muhtırasında Kutlu Doğum etkinliklerinde ilahi okuyan kız öğrencilerin başlarını örtmesi “çağdışı” olarak nitelendirildi. CHP'li üyeden başörtülü gazeteciye hakaret(7 Mayıs 2007)- Kırşehirşehir'de Belediye Meclis toplantısını takip eden başörtülü gazeteciye, CHP'li bir kadın üye "göz zevkimi bozuyorsun, çık dışarı" diye hakaret etti. “Başını örtmek istiyorsa okula gidemeyecek” (15 Mayıs 2007)- ÇYDD Genel Başkanı Türkan Saylan “Türbanlılar okuyamıyor da ben asker olabiliyor muyum! Başını örtmek istiyorsa okula gidemeyecek!” diye konuştu. Yurtdışında okuyan başörtülü öğrencilere yeni bir engel!(17 Mayıs 2007)- YÖK, yurtdışından alınan diplomalarının tanınması için belirlediği kuralları genişletirken, “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık” kriteriyle özellikle başörtüsü yasağından ötürü yurtdışında okuyan öğrencileri hedef aldı. Başörtülü öğrenciyi sınavdan attılar (2 Haziran 2007)- Açıköğretim Fakültesi sınavlarında İlahiyat Fakültesi 1’inci sınıf öğrencisi Gülsüm Coşkun, salon görevlisi tarafından sınavdan çıkarıldı. “Türban Köşk'e çıkmamalı”(6 Haziran 2007)- Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, Çankaya'ya başörtüsünün çıkmaması gerektiğini, cumhurbaşkanının eşinin başörtülü olmasının kabul edilemeyeceğini söyledi. ÖSS’de başörtüsü yasağı(17 Haziran 2007)- Türkiye genelinde yüz binlerce öğrencinin katıldığı üniversite sınavlarına adaylar başörtülü alınmadı. Mezuniyette başörtüsü için Bilkent'e soruşturma(19 Haziran 2007)- YÖK, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün kızı Kübra'nın Bilkent Üniversitesi'ndeki mezuniyet törenine başörtüsü ile katılması nedeniyle üniversite hakkında soruşturma açtı.

…Başörtüsü Raporu 2007… 12

Page 13:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Belediye başörtülüye işyeri açma ruhsatı vermedi(22 Haziran 2007)- Kuşadası Belediyesi, dükkan açmak için ruhsat başvurusunda bulunan bir bayana, fotoğrafı başörtülü olduğu için ruhsat vermedi. Başörtülü anneye hasta çocuğunu göstermediler(29 Haziran 2007)- Hacettepe’de, çocuğu ameliyat olan bir anneye, “Başınız örtülü giremezsiniz, siz burada görüntüyü bozuyorsunuz” denilerek çocuğunun yanına geçmesi engellendi. CHP'li kadınlar başörtüsü dağıttı (13 Temmuz 2007)- Başörtüsü karşıtlığıyla ünlü CHP, Yozgat’taki seçim çalışmalarında başörtüsü dağıttı. Sandık kuruluna ‘başörtüsü’ engeli (22 Temmuz 2007)- İstanbul’un Kadıköy ve Fatih ilçelerinde, başörtülü sandık müşahitlerinin görev yapmaları engellenmek istendi. Başörtülü anne askeri misafirhaneden kovuldu(28 Temmuz 2007)- Asker oğullarını ziyaret için Malatya’ya giden ve Astsubay Orduevi Misafirhanesi'nde kalan aileden, anne ve kızın başörtülü olduğunu gören bir astsubay, aileyi misafirhaneden kovdu. Başörtülülere Sezer’den ev yok(20 Ağustos 2007)- 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in kiraya vereceği evi için başörtüsüz kiracı aradığı ortaya çıktı. Erdoğan ve Gül’e başörtülü eş ayrımcılığı(31 Ağustos 2007)- Genelkurmay'ın K.K.K. Yazlık Bahçesi'nde verdiği resepsiyona Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın eşleri başörtülü oldukları için davet edilmedi. Başörtülü öğrenciler kayıt yaptıramadı (5 Eylül 2007)- ÖSS sonrası Ankara Üniversitesi’ni kazanan başörtülü öğrenci kayıt yaptırmak için geldiği okuldan geri çevrildi.Rektörler: Anayasa değişikliğiyle dahi başörtüsü yasağı kaldırılamaz(20 Eylül 2007)– Rektörlerin olağanüstü toplantısından sonra hazırlanan ortak bildiriyi okuyan YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, başörtüsü yasağının anayasa değişikliğiyle dahi kaldırılamayacağını iddia etti. Askerin başörtüsü tavrı(20 Eylül 2007)– Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül için KKTC dönüşü Esenboğa Havalimanı'nda düzenlenen karşılama töreninde, Garnizon Komutanı Gül çifti tokalaşmaya başlayınca protokolden uzaklaştı. Başörtülü veliler okul bahçesinden atıldı(21 Eylül 2007)– Gelibolu Namık Kemal İ.O.’da, yasalar İstiklal Marşı okunurken başın açık olmasını gerektirdiği için başörtülü veliler; tören sırasında okul bahçesinden dışarı çıkarıldı. Başörtülü kızın örtüsüne saldırıldı(25 Eylül 2007)- Şişli Adliyesi civarında kızlı erkekli beş kişilik grup, başörtülü bir kızı sözle taciz ettikten sonra örtüsünü başından çekip almaya çalıştı. Olay, saldırgan gruba müdahale eden Fenerbahçe Kulübü Disiplin Kurulu Başkanı Avukat Tuncer Erdoğan’ın gördüklerini bir köşe yazarına aktarmasıyla kamuoyuna yansıdı. İHL’de başörtülü öğrencilere baskı (26 Eylül 2007)– Kastamonu İHL’de Ramazan ayında bile öğrencilerin zorla başlarının açtırılması halkın tepkisini çekti. Gazi Üniversitesi, peruk avı başlattı (26 Eylül 2007)- Gazi Üniversitesi'ne bağlı fakültelerde öğrencilerin derslere peruklu olarak girmeleri de yasaklandı. Başörtülü öğrencileri gezi otobüsüne almadılar (1 Ekim 2007)- MEB tarafından başlatılan "Cumhuriyet Eğitim Gezisi" kapsamında Kocaeli Milli Eğitim Müdürlüğü’nün düzenlediği geziye katılan başörtülü öğrenciler otobüse alınmadı. Başörtülü öğrenciler fişleniyor (4 Ekim 2007)- Çukurova Üniversitesi'nde (ÇÜ) başörtülü öğrenciler, güvenlik görevlilerince kampüs içerisinde durdurularak sorgulandı ve kimliklerine el konuldu.

…Başörtüsü Raporu 2007… 13

Page 14:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Üniversiteye “türban” sokulmamalı(5 Ekim 2007)– Genelkurmay eski başkanı Hilmi Özkök, “Üniversite çok kritik bir yer. Sınırda. Serbest bırakılırsa, o örtünmek istemeyen genç kızlarımız direnemezler ailelerine ve sayı birdenbire artar... Üniversiteye türban sokulmamalı” dedi. Başörtülü öğrenciler belediyenin sınavından atıldı(7 Ekim 2007)– Manisa Belediyesi'nin Eğitim Merkezi tarafından açılan ücretsiz OKS ve ÖSS kurslarının seviye tespit sınavına katılan 10 öğrenci başörtülü oldukları gerekçesiyle salondan çıkarıldı.Peruk taktığı için sınavı geçersiz sayıldı (11 Ekim 2007)- AÖF İlahiyat Fakültesi ön lisans öğrencisi iki çocuk annesi Nagehan A., kılık kıyafet ihlali gerekçesiyle sınavının geçersiz sayıldığını öğrendi. Sivil toplum kongresine başörtülü siviller alınmadı(20 Ekim 2007)– Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde düzenlenen 4. Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Kongresi’ne davetli olan İHH temsilcileri başörtülü oldukları gerekçesiyle kampüsten zorla çıkarıldılar.Resepsiyonlarda başörtüsü krizi(29 Ekim 2007)– Kocaeli, Diyarbakır, Gaziantep, Kayseri ve Kırklareli’ndeki resepsiyonlarda, başörtülü bayanları gören komutanlar törenleri terk etti. İzmir’de ise bir albay, iki başörtülü bayanı stadın protokolünden attırdı. Öğrenci servisine başörtüsü engellemesi(30 Ekim 2007)- Astsubayın öğrenci kızını almak için 3. Kolordu Komutanlığı’na Astsubay Lojmanları’na giden öğrenci servis aracının içeri sokulabilmesi için başörtülü öğrencinin başı açtırıldı. Başörtüsü eyleminde çocuklara gözaltı(3 Kasım 2007)- Antalya Başörtüsü Platformu tarafından gerçekleştirilen başörtüsü eyleminde 20 kişi gözaltına alındı. Çocukların eyleme katılmasını bahane eden polis, velilerle birlikte çocukları da gözaltına aldı. Başörtülü sağlık teknisyenine ‘acil’ soruşturma(7 Kasım 2007)– Konya’da, Hayrünnisa Gül havaalanında karşılanırken, muhtemel bir acil durumda müdahale etmesi için görevlendirilen Acil Servis Ambulansı içerisindeki başörtülü sağlık teknisyeni hakkında İl Sağlık Müdürlüğü tarafından soruşturma başlatıldı. “Türbancılar Müslüman değil, topu cehennemliktir!”(18 Kasım 2007)- İlhan Selçuk, Cumhuriyet’teki köşesinde “Türbancılar... Bunlar Müslüman değil, kutsal Müslümanlığı kullananlardır. Topu cehennemliktir.” diye yazması büyük tepki çekti. Başörtülü öğrenci ödül kürsüsünden indirildi (24 Kasım 2007)- 24 Kasım münasebetiyle yapılan yarışmalarda, kompozisyon dalında birincilik kazanan İHL öğrencisi Tevhide Kütük, ödülünü almak için çıktığı kürsüden garnizon komutanının emriyle indirildi. Rize'de emsalsiz başörtü skandalı(1 Aralık 2007) - Kompozisyon yarışmasında dereceye giren öğrenciler için düzenlenen ödül töreninde “erkekler olmayacak” denilerek, İHL öğrencisi Emine Elif Azder’in başı zorla açtırıldı. Bebeğin annesine ‘başörtünü çıkart’ baskısı(4 Aralık 2007)– 22 aylık bebeği ameliyat olan anne, refakatçi kalmak isteyince, anneden hijyenik olmadığı ileri sürülerek başörtüsünü çıkartması istendi. Engelliler kongresinde 'başörtüsü' engeli (8 Aralık 2007)- Tüketiciler Birliği Engelli Tüketici Hakları Komitesi Üyesi Gülsim Horan, Askerî Müze'de yapılan 'Özürlüler'07 Kongresi'ne başörtülü olduğu gerekçesi ile alınmadı. Başörtülü hasta geri çevrilmek istendi (9 Aralık 2007)– Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde, sağlık raporu almak isteyen bir bayanın fotoğrafları başörtülü olduğu için geri çevrilmek istendi. Bakanın başörtüsü tepkisi(13 Aralık 2007)- Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Bilim Olimpiyatları ödül töreninde, bir öğrencinin ödülünü almak için başörtülü olarak sahneye çıkmasına tepki gösterdi ve jet soruşturma emri verdi.

…Başörtüsü Raporu 2007… 14

Page 15:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Kampüse başörtüyle giren öğrencilere soruşturma(19 Aralık 2007)- Çukurova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Alper Akınoğlu, kampüse başörtüyle giren 12 öğrenci ile ilgili soruşturma açıldığını, öğrencileri kaybetmemek için “ikna çalışmaları” yaptıklarını açıkladı.Başörtülü hasta yakınına doktor hakareti (29 Aralık 2007)- SSK Okmeydanı Hastanesi’nde, bir doktor hasta yakınına sırf başörtülü diye olmadık hakaretlerde bulundu. Başörtülü anne hasta kızını başka bir hastaneye götürmek zorunda kaldı.

* * *Tüm bu yaşanan olayları alt alta koyup değerlendirdiğimizde, başörtüsü sorununa karşı köklü bir çözüm getirilmemesinin, yasağın insanlık dışı bir zulme dönüşmesine yol açtığı anlaşılmaktadır. Parti demeçlerinde, askeri bildirilerde, Danıştay kararlarında sürekli olarak başörtüsünün ‘tehdit’ unsuru olarak gösterilmesi; yüzünü bu mercilere çevirenlere, başörtülülere karşı her türlü haksız muameleyi yapma hususunda cesaret vermektedir. Başörtüsüne özgürlük istediği için idamla yargılananların olduğu ama buna karşı yasakçılık perdesi arkasında her türlü yolsuzluğu ve hırsızlığı yapanların yargılanmadığı bir sistemde, adalet duygusunun körelmesi kaçınılmazdır. ‘Laik-antilaik’ ve ‘başörtülü-başı açık’ ayrımını toplumda kökleştirme projesini güdenlerin bu amaçla yaptığı faaliyetlerde; kendileri gibi olmayanlara karşı bu kadar zalimane tutumları cesaretle takınabilmeleri de, adaletsiz ve baskıcı bir sistemin yansımaları olarak değerlendirilmelidir.Gelinen nokta itibariyle, başörtüsüne kayıtsız-şartsız bir özgürlük sağlanmadığı sürece, yasakçı zihniyetin bulduğu her fırsatı, başörtülü kadınlara karşı bir koz olarak kullanmaktan çekinmeyeceği anlaşılmaktadır. Başörtülü hastaların çocuklarını tedavi etmeyi reddetmek gibi insanlık dışı bir ayrım, farklı yer ve zamanlarda nüksedebiliyorsa, bunda 71 yaşındaki Medine Bircan’ın sağlık karnesindeki başörtülü fotoğrafından dolayı ölüme terk edilişinin hesabının henüz sorulmamış olmasının da payı büyüktür. Bu sebeple, başörtüsü mücadelesi sadece bir özgürlük değil, aynı zamanda temel bir hak ve adalet mücadelesidir de...III. b. Silahlı Bürokrasi ve BaşörtüsüTürkiye’de asker-siyaset ilişkisi doğru anlaşılmadığı sürece, toplumsal sorunların anlaşılması ve sağlıklı çözüm yollarının üretilebilmesi çok zayıf bir ihtimal olarak kalır. Sistemin kuruluşundan itibaren kendisine ‘büyük kurtarıcı’ rolü biçen, bu rolü kutsallaştırarak, kendisini sorgulanamaz iktidar gören bu oligarşik yapı; ‘ümmetten ulus yaratma’ projesinde de başrolü kendisine vermiştir. ‘Türklük’ üzerinden Kürtleri ve diğer etnik unsurları ötekileştiren, laik ve batılı hayat tarzını modelleyerek İslami unsurları dışlayan yeni düzende, iktidarını pekiştirmek için her türlü yola başvurmayı meşru kabul eden bir yönetim anlayışının, toplumsal bir barış ve adalet ortamına hizmet edemeyeceği yeterince açıktır. Nitekim, bugün başörtüsü sorunu, Kürt sorunu, 301. madde ve benzeri sorunlar, toplumda derin izler ve yaralar bırakmışsa, sorunun kaynağında düzenin militarist egemenlik anlayışından beslendiği gerçeği yatmaktadır. Savaş koşullarından kalma askeri yönetim modelini, savaş sonrasında da sürdüren zihniyet, yeni kurulan devletin sevk ve idaresinde kendisine öncülük rolü biçtiğinden; bu rolü hayata taşımak için alışageldiği yöntemleri kullanmıştır. Böylece, savaş zamanı düşmana karşı yürütülen strateji ve izlenen politikalar, ‘bölücülük’ adı altında Kürtlere, ‘irtica’ adı altında İslami hassasiyet taşıyan insanlara karşı kullanılmıştır. Bu yanlış uygulamalar, yıllar geçtikçe yeni kamplaşmalara yol açmış; baskı ve şiddet, karşı bir şiddet ortamının doğmasına vesile olmuştur. Sorunlar büyüdükçe çözüm merciinde kendisini gören militer zihniyet; daha çok baskıya/yasağa başvurmuş ve böylece toplumsal sorunlarda kısır bir döngüye girilmiştir. Bu hal, toplumu sürekli gerginlik içerisinde yaşamaya mahkum etmiş, özellikle darbe ve olağanüstü hal zamanlarında sosyal ve siyasal hayatı hayli zedelemiştir.Sisteme ve resmi ideolojiye ilişkin her türlü üretimi/dağıtım/koruyup-kollama misyonunu kendinde gören silahlı bürokrasinin bugüne kadarki uygulamaları; son yıllarda daha çok tartışılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla, başörtüsü yasağını tartışmak da Kemalist ideolojinin olduğu gibi, askerin vesayetin siyaset sahnesindeki rolünü tartışmayı da gerekli kılar.2007 yılında yaşanan olaylar bir kez daha gözler önüne sermiştir ki, silahlı bürokrasinin başörtüsüne karşı takındığı tutum; devletin diğer ideolojik aygıtlarının tavrını belirleyen en önemli faktörlerin başında gelmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararını verdiği süreçte yaşanan hadiselerle, Anayasa değişikliğine rağmen 28 Şubat ruhunu yaşatmaya çalışan rektörlerin militarist söylemleri; bu tespitin somut örnekleri olmuştur.

* * *2007 yılında silahlı bürokrasinin başörtüsü karşısında görüşünü ortaya koyan ilk açıklama, Genelkurmay eski başkanı Orgeneral Doğan Güreş’ten geldi. Katıldığı bir televizyon programında, “Genelkurmay Başkanı olsaydım, ben de 28 Şubat’ı yapardım. Çünkü artık son çare kalmıştı. Haklı

…Başörtüsü Raporu 2007… 15

Page 16:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

bir hareket ve çok büyük bir fırsat'” sözleriyle, askeri müdahaleyi savunan Güreş, “Ankara'da bir bakıyorum, Suudi Arabistan kıyafetleri çoğaldı. Bıyıklar değişmeye başladı, kıyafetler değişmeye başladı” diyerek anlattığı gelişmeleri 28 Şubat öncesi döneme benzetti ve “Şimdikilere söylüyorum, akıllarını başlarına toplasınlar” dedi. Darbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği yanıt ise şöyleydi: “Asker türban var diye Çankaya’ya gitmez. Eski bir asker olarak Erdoğan’ı uyarıyorum: Çankaya’ya çıkarsa çok büyük kaos çıkar. Bunu görüyorum.”20 Mart 2007’de TSK’dan re'sen emekli olan Jandarma Kurmay Binbaşı Mehmet Şahin’in anılarından basına yansıyan bazı pasajlar, silahlı bürokrasinin kendi iç işleyişinde başörtüsüne bakışını yansıtıyordu. Komutanı tarafından “eşinin başörtülü olduğu görülmüştür” şeklinde fişlenen Şahin, kitabında bundan sonraki gelişmeleri şu şekilde aktardı: “Eşim ben istersem başını açabileceğini de defalarca söyledi. Ancak ben bunu kabul edemezdim.” Daire başkanının “eşinin başını açması gerektiği” yönünde kendisine epey baskı yaptığını anlatan Şahin, “Daire başkanı; son söz veya nasihat olarak, inat etmememi, eşimin başını açarak alıp harekat başkanı tümgenerale göstermemi ve bu konuyu böylece halletmemi söyledi. Bu teklif bana çok ağır geldi. Hatta inat etmemem konusunda 'Bak bu konu Türkiye'de halledilecek, sokaktaki kadınlar bile başlarını açacak. Gel sen inat etme, mesleğinden de olma' dedi. Ben de çok şaşırdım. Tepki gösterdim. 'Hangi ülkeden bahsediyorsunuz' dedim. 'Bu ülkede kadınlar başlarını açacaklar öyle mi?' diye sordum. 'Evet’ dedi ‘Açacak’. 'Buna imkan yok komutanım' dedim. 'Görürsün' dedi. 'Görürüz' dedim ve odasından gergin bir şekilde ayrıldım” diyerek yaşadıklarını anlattı.Şahin’e ‘eşinin başını aç, generale göster’ baskısı yapan zihniyet; başörtüsüne karşı negatif bakış açısını her vesile dile getirmiş ve hatta bu konuda ‘dini’ görüş dahi ileri sürerek, başörtüsünün dinde olmadığına hükmedebilmişti. Örneğin, 2005 yılında Edirne'de bir konferansa katılan emekli orgeneral Hurşit Tolon, şunları söylemişti: “Tesettür konusu bir türlü kapanmıyor. Hem Müslümanım diyorsun hem de Hıristiyan bayanların örttüğü gibi iki tane; hem bir sıkma baş takıyorsun ve onun üzerine başka bir şey takıyorsun. Neye benziyorsun. Rahibeye benziyorsun.” Başka bir emekli orgeneral ise şu veciz görüşleri savunmuştu: "Aslında laiklik sokaktaki türbana, hatta evdeki türbana bile karışmalı; ama Türkiye'nin şartları buna müsait değil!"Emekli askerlerin başörtüsü konusundaki bu görüşleri emeklilikle birlikte savunmaya başladıkları düşünülemez. Din’i bir ifade biçimi olarak örtünmenin her türlüsüne karşı çıkan, kadını başörtüsüyle tahayyül edemeyen ve başörtülü kadınlara tahammül edemeyen militarist zihniyet, bunu Kemalist akidenin temel bir hükmü olarak saymaktadır. Bu sebeple, bu akideye zarar vereceğinden şüphelendiği tüm hareketlere şiddetle karşı çıkmaktadır. Merkez medyanın ‘eşi başörtülü bir başkomutan nasıl olur’ sorusunu ısrarla gündemde tuttuğu ve bunu Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a dahi sorduğu günlerde, herkes yanıtın ne olacağını bekliyordu. Beklenen askeri görüş, 27 Nisan 2007 gecesi internet üzerinden verilen e-muhtırada ortaya kondu. ‘Eşi başörtülü’ Cumhurbaşkanı adayının seçimi konusunda önemli bir karar arefesinde bulunan Anayasa Mahkemesi’ni, Meclis’i ve sivil toplumu baskı altına almayı amaçlayan e-muhtıra okunduğunda anlaşılmaktadır ki; Kemalist ideolojinin Kürtlük ve İslam konularındaki bakış açısı hiç değişmemektedir. Kutlu Doğum Haftası’ndaki etkinliklerinin eleştirildiği, kız öğrencilerin başörtüsü takmalarının ‘çağdışı’ olarak nitelendirildiği e-muhtıra, yasakçılığın zihinsel kodlarını somut olarak gösteren ifadeler taşımaktadır:“Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıklarının müşahede edildiğinin” ifade edildiği açıklamada, Kutlu Doğum Haftası çerçevesinde düzenlenen etkinlikler de rahatsızlıkla karşılandı. Konuyla ilgili olarak "Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkatine sunulmakta olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden, devletimizin bağımsızlığı ile ulusumuzun birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Bu faaliyetlere girişenler, halkımızın kutsal dini duygularını istismar etmekten çekinmemekte, devlete açık bir meydan okumaya dönüşen bu çabalan din kisvesi arkasına saklayarak, asıl amaçlarını gizlemeye çalışmaktadırlar.Özellikle kadınların ve küçük çocukların bu tür faaliyetlerde ön plana çıkarılması, ülkemizin birlik ve bütünlüğüne karşı yürütülen yıkıcı ve bölücü eylemlerle şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır. Bu bağlamda; Ankara'da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile aynı günde kuran okuma yarışması tertiplenmiş, ancak duyarlı medya ve kamuoyu baskıları sonucu bu faaliyet iptal edilmiştir.22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa'da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşlan ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş, bu sırada Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur. Ayrıca, Ankara'nın Altındağ ilçesinde 'Kutlu Doğum Şöleni' için ilçede bulunan tüm okul müdürlerine katılım emri verildiği, Denizli'de İl Müftülüğü ile bir siyasi partinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikte ilköğretim okulu öğrencilerinin başlan kapalı olarak ilahiler söylediği, Denizli'nin Tavas ilçesine bağlı

…Başörtüsü Raporu 2007… 16

Page 17:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Nikfer beldesinde dört cami bulunmasına rağmen, Atatürk ilköğretim Okulunda kadınlara yönelik vaaz ve dini söyleşi yapıldığı yolunda haberler de kaygıyla izlenmiştir.Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir. Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk'ün, 'Ne mutlu Türküm diyene!' anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.”Medya mensupları tarafından bir basın toplantısında, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a sorulan “Eşi türbanlı olan subaylara dönük 'ordudan atmaya kadar uygulamalarınız var. Eğer yeni seçilecek Başkomutanınız'ın eşi türbanlı olursa ne yapacaksınız?” sorusunun yanıtı böylece 27 Nisan muhtırası ile öğrenilmiş oldu. Durumu bir televizyon kanalına değerlendiren emekli orgeneral Necati Özgen, bildiriden “Ordumuz, eşinin başı türbanlı bir Başkomutan istemem' demiştir.” sonucunu çıkardı. Akabinde, bu “istememe” halinin Anayasa Mahkemesi’nin kararına nasıl etki ettiği anlaşıldı. Daha önce hiç uygulanmayan “Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk iki turunda toplantı yeter sayısı olarak 367 vekilin bulunması gerektiği” şeklindeki anayasa yorumu, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi girişiminin askıya alınmasına yol açtı.27 Nisan muhtırasını takip eden günlerde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Başbakanlığın Dolmabahçe’deki Çalışma Ofisi’nde bir araya gelmesi ve görüşmeyle ilgili takınılan ketum tutum, gizli kapılar arkasında konuşulanların saklı kalması, birçok soru işaretini de geride bıraktı. “Dolmabahçe Protokolü” olarak da adlandırılan bu görüşme sonrasındaki süreçte, AKP listelerinde önemli sayıda vekilin değişmesi, Meclis Başkanlığı’na Köksal Toptan’ın getirilmesi, AKP ve Genelkurmay Başkanlığı arasındaki işbirliğinin artması ve özellikle Kürt sorununa karşı her iki yapının da ‘şahin’ bir görüntüye bürünmesi ve çözüm için silahların konuşturmaları; hep “Dolmabahçe Protokolü mü işliyor?” sorusunu akıllara getirdi. 27 Nisan muhtırasının ve peşinden gelen ‘367 kararı’nın , toplum tarafından ‘eşi başörtülü Gül Cumhurbaşkanı seçtirilmedi” şeklinde algılandığı, 22 Temmuz seçim sonuçları değerlendirilirken sık değinilen bir husus oldu. Siyasete müdahalenin geri teptiği, toplum mühendisliği çalışmalarının boşa gittiği ve merkez medyanın ürettiği senaryoların tutmadığı ortaya çıktığında, askeri erkanın görüşü, muhtıra ile seçim sonuçları arasında ilişki olmadığı yönündeydi... Fakat bu görüş ikna edici bulunmadı.

* * *Abdullah Gül’ün adaylığı tekrar söz konusu olduğunda, seçim öncesi gösterilen tepkilerin mantığında değişiklik yaşanmamakla birlikte, yoğunluğun düştüğü gözlemlendi ve 11’inci Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül, Çankaya’ya çıktı. Bu çıkışla beraber, gözler yeniden Hayrünnisa Gül’ün örtüsüne askerin ne tavır göstereceğine çevrildi. İlk tepkiler dolaylı imalarla geldi. Cumhurbaşkanı olarak ilk resmi törenine GATA’da katılan Abdullah Gül’e Hayrünnisa Hanım eşlik etmedi. TBMM Başkanı Köksal Toptan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün eşli olarak katıldığı törene Başbakan Erdoğan ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ da eşsiz olarak katıldı. Abdullah Gül’ün salonu girmesinden önce “Sayın Cumhurbaşkanı ayakta karşılanıp uğurlanacaktır” şeklinde anons yapıldı. Ahmet Necdet Sezer dönemindeki “Cumhurbaşkanım” yerine nötr bir ifadenin kullanılması bir mesaj olarak değerlendirildi fakat sonraki protokollerde hitap değişti. İlk törende dikkat çeken diğer bir ayrıntı ise, Abdullah Gül protokol sırası boyunca yürüyüp elleri sıkarken, herkesin Gül oturuncaya kadar ayakta beklemesine karşılık Orgeneral Büyükanıt ve eşi Filiz Hanım beklemeyip oturmasıydı. 30 Ağustos dolayısıyla Genelkurmay'ın Kara Kuvvetleri Komutanlığı Yazlık Bahçesi'nde verdiği resepsiyona Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan eşsiz davet edilirken, TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın eşiyle birlikte çağrılması da, başörtüsü ayrımcılığının devam ettirileceğinin göstergeleri oldu.Seçildikten sonra kamuoyunun önüne eşiyle birlikte pek çıkmayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün KKTCye ziyaretinde kendisine Hayrünnisa Gül de eşlik etmesi, askerin başörtüsü konusundaki tutumunun devam ettiğini ortaya koydu. Hayrünnisa Gül'ün resmi ilk yurtdışı ziyaretinde asker farklı bir protokol uyguladı ve adada en üst düzey askeri yetkili sıfatını taşıyan Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu Ercan Havaalanındaki karşılama yerine Hayrünnisa Gül'ün katılmadığı Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ndeki resmi törende yerini aldı. Aynı tavır dönüşte de sergilendi.

…Başörtüsü Raporu 2007… 17

Page 18:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül için KKTC dönüşü Ankara Esenboğa Havalimanı'nda düzenlenen karşılama töreninde, heyette yer alan Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Aslan Güner, Gül çifti tokalaşmaya başlayınca aniden protokol sırasından ayrıldı. Bu iki olay, herkes tarafından başörtüsüne karşı bir tavır olarak yorumlandı. Hikmet Bila, Cumhuriyet’teki “Vaveyla” adlı köşe yazısında konuyla ilgili şöyle yazdı: Askerle Çankaya arasındaki taktik savaşı sürüyor 4'üncü Kolordu Komutanı Korgeneral Aslan Güner, Esenboğa'da, Hayrünnisa Gülle tokalaşmamak için protokolden ayrılmış. Gül açısından bakalım: Üst düzey bir generalle protokolde tokalaşmak, türbanın önündeki son büyük engeli de kaldırmak demektir. Paşa açısından bakalım: Türbanla tokalaştığı an misyonu bitmiş demektir. Bu kadar basit.” Konuyla ilgili yazılan diğer köşe yazılarında da “asker başörtüsünden kaçıyor” görüşü öne çıktı. Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün, 5 Ekim’de Milliyet’te yayınlanan görüşleri, askerin başörtüsüne bakış açısına dair somut bir belge niteliğindeydi. Fikret Bila’nın “Cumhurbaşkanı seçiminden önce, eşi türbanlı birinin cumhurbaşkanı seçilmesinin, Çankaya makamı için uygun olmayabileceğini söylemiştiniz. Sonra seçim oldu, Sayın Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildi. Eşi türbanlı olan bir kişi Çankaya'ya çıkmış oldu. Değerlendirmeniz nedir?” sorusuna yanıtı şöyleydi: “Artık, söylenen söylenmiş, olan olmuştur. Şimdi, bir şey söylemem yakışık almaz. Artık seçim olduğuna göre bundan sonrası buhran idaresi şeklinde gidecektir. Buhran idaresi... İki taraf da bu buhran, memleketimize zarar vermeden, görüntümüzü bozmadan gidermeye çalışacaktır. Ama, bazı yerlerde tabii, değişmez kurallar olacaktır. Onlar, halk tarafından dikkatle izleniyor. Dediğim gibi, şahsıyla ilgili benim şahsen hiçbir saplantım yok. Onu başkaları söyler. Bir sayın gazeteciyle bir süpermarkette karşılaştık. Bana "Türbanlı eşi olan bir kimsenin Çankaya'ya çıkması rahatsızlık verir mi?" diye sordu; "Gayet tabii yaratır, kendi içlerinde de yaratıyor" dedim... Evet... TSK'nın da kuralları var, gelenekleri var. Kanunlar var, nizamlar var. Kurallar, tabii, sadece kanunla, nizamla belirlenmez. Yerleşmiş hareket tarzları vardır. "Tercih edilmiş hareket tarzı" denir eskiden. Seçilmiş, kabul edilmiş, uygulanmakta olan hareket tarzı vardır. Bunlar değişir mi, değişmez mi? Onu, tabii her iki tarafın da değerlendirmesi lazım. Ama, her iki tarafın da bunu itidalle yürüteceklerine olan inancım tam. Ulusumuz, bundan zarar görmesin... Ama türbanlı olmasaydı böyle problemler de olmayacaktı.”Bila’nın "mahalle baskısı" tartışmalarıyla ilgili sorusuna ise Özkök’ün yanıtı şu oldu: “Sayın Mardin'in söylediklerini, ben daha evvel birkaç kişiyle konuşurken söyledim. Şöyle ki, kız çocuklarının birçoğu örtünmek istemiyor. Aileleri, gelenekleri yönünden ve komşu ailelerin anlayışları yönünden kızları kapansın istiyor. Kız diyor ki: "Babacığım, okuyacağım, başım açık olursa ancak okuyabilirim..." "Peki" diyor baba ve onun etkisiyle kızlarının okumasına müsaade ediyor, aile de alışıyor duruma. Üniversiteyi bitiriyor. Üniversite çok kritik bir yer. Sınırda. Bu olmaz, serbest bırakılırsa, o örtünmek istemeyen genç kızlarımız direnemezler ailelerine ve sayı birdenbire artar. Ama, bazen bunlar, hesapladığımız gibi de olmuyor. Öyle korkulan şeyler başa gelmiyor. Bu çok iyi bir analizle, sosyal araştırmayla olabilir. Bu işi sosyologlar çok iyi incelemeli, davranış bilimcileri özellikle... Tabii, bütün bunlardan da öte, siyasetin içerisindeki bazı katı tutumluların, siyasetin üst kademelerini etkilemesiyle ya da üst kademelerin kendi özgür düşünceleriyle bu iş daha da tırmandırılır mı? Kurcalanır mı? Üniversiteyi serbest bırakınca, öbür taraftan bilmiyorum nasıl olur? Bana kalırsa, üniversiteye türban sokulmamalı. Türbana hiç karşı değilim bakın, inançlar yönünden, örf ve âdetler yönünden, insan hakları yönünden. Ama, bir şeye talipseniz, oranın kurallarına uymak zorundasınız. Ben TSK'ya talipsem, nelere uydum? İnsan öldürmeye "evet" dedim, ölümü göze almaya, hem de bunu seve seve yapmaya "evet" dedim. Haftada bir nöbet tutmaya "evet" dedim. Aylarca, yıllarca eşimle, çocuklarımla ayrı kalmaya "evet" dedim. Bir sürü şeye "evet" dedim. Bilerek, seçerek. Ama, dersen ki, "Türbanlı cahil mi" daha iyi, "türbanlı âlim mi" daha iyi, onda da aklımız karışıyor. Ama, benim özgün düşüncem, türban üniversiteye girmemelidir.”Özkök’ün görüşlerinin kişisel bir görüş olmaktan ziyade, kurumsal niteliği haizdi. Her ne kadar kendisi emekli olsa da, yetiştiği düşünce ortamı değişmediği gibi, bu demeç öncesi ve sonrasında yaşananlar, silahlı bürokrasinin başörtüsü konusundaki tavrının aynen devam ettiği kanaatini pekiştirdi. Bu bağlamda, 29 Ekim törenlerinde yaşananları hatırlamakta fayda var:Kocaeli'nin Körfez ilçesinde gerçekleştirilen “bayram kutlamaları” sırasında, AKP Kocaeli Milletvekili Muzaffer Baştopçu, başörtülü eşi Hale Baştopçu ile birlikte protokolün ön sırasına oturdu. Bu sırada Kaymakam, Belediye Başkanı ve İlçe Garnizon Komutan Vekili tribünden inerek halkın bayramını kutladı. Kutlamaların ardından protokol tribününe dönen Yarbay Vedat Göger, milletvekili Muzaffer Baştopçu'nun başörtülü eşinin ön sırada oturmaya devam ettiğini görünce yerine oturmadan, diğer subay ve astsubaylara baktıktan sonra tribünden indi. Diğer askerler de yerlerinden kalkarak hep birlikte stadyumu terk etti. Diyarbakır Valiliği tarafından düzenlenen “Cumhuriyet resepsiyonu”nda da benzer sahneler yaşandı. Resepsiyona katılanlar arasında 3 başörtülü hanımın bulunması nedeniyle, resepsiyon salonunda bulunan 2. Taktik Hava Kuvvetler Komutanlığı’na ait bando ekibi askerleri ve rütbeli bir subay salonu terk etti. Gaziantep’te ise Valilik tarafından düzenlenen Cumhuriyet resepsiyonuna, bazı başörtülü davetlilerin katıldığını fark eden İl Jandarma Komutanı Albay Ali Tapan ile diğer tüm

…Başörtüsü Raporu 2007… 18

Page 19:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

subaylar, eşleriyle birlikte salonu terk etti. Kayseri’de Valilikçe verilen baloya ise Kayseri Garnizonu’nda görevli yüksek rütbeli subay ve astsubaylar katılmadı. Kırklareli’nde 55. Mekanize Piyade Tugay Komutanı Tuğgeneral Ahmet Baki Erdoğan, valilik tarafından verilen Cumhuriyet resepsiyonunda başörtülülerin olduğunu görünce, erkenden salondan ayrıldı. Tuğgeneral Erdoğan’ın salondan ayrılmasından sonra davette bulunan diğer subaylar da eşlerini yanlarına alarak resepsiyondan ayrıldı. İzmir’in Narlıdere ilçesindeki “Cumhuriyet Bayramı” kutlamalarında ise bir albay, protokol tribününde oturan ve yaşları 60 civarında olan iki başörtülü kadından rahatsız oldu. Hanımlar, polis nezaretinde protokol tribününden gönderilince Albay yerini aldı.Aynı günde, farklı şehirlerde ve birbirinden habersiz gelişen bu olaylar, başörtüsü karşısında silahlı bürokrasinin tek tip bir yasakçı zihniyete sahip olduğunu göstermesi açısından kayda değerdi. Fakat 2007 yılında, hem başörtüsü yasağının hangi aşamaya geldiğini, hem de silahlı bürokrasinin başörtüsü karşısında ne kadar ‘şahin’ kesilebileceğinin en somut delili; 24 Kasım günü Adana’nın Kozan ilçesinde yaşanan olay oldu. Kozan’da 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla protokol üyelerinin de davetli olduğu tören, sabah saatlerinde başladı. Öğrencilerin şiir ve kompozisyonlar okuduğu programa, 24 Kasım münasebetiyle yapılan yarışmalarda derece alan öğrencilerin, hediyelerini almak üzere kürsüye davet edilmeleriyle devam edildi. Davet edilen öğrenciler içerisinde Kozan İmam Hatip Lisesi 11-C sınıfı örgencilerinden Tevhide Kütük de bulunuyordu. Fakat ödülünü almak için sahneye çıkan Tevhide, Garnizon Komutanı Binbaşı Hüseyin Çopur’un talimatı üzerine kürsüden indirildi. Tevhide’nin örtülü olduğunu gören Binbaşı Hüseyin Çopur, görevlileri uyararak, aşağı indirilmesini sağladı. Gözyaşlarına boğulan 15 yaşındaki Tevhide, Milli Eğitim Müdürü’nün karşısına dikilerek “Neden Hocam?” diyebildi. Salonda bulunan öğretmenler ve aileler Garnizon Komutanı’nı protesto ederek salonu boşalttı. Benzeri bir olay daha önce de Malatya’da yaşanmıştı. Malatya’da Öğretmenler Günü için Halk Eğitim Merkezi'nde düzenlenen programın başlamasına kısa bir süre kala yapılan anons ve sonrasında gelişen olaylar, yasakçıların sınır tanımazlığını ve “başörtüsü” ile “türban” arasında herhangi bir fark görmediklerini açığa vuruyordu. 29 Ekim resepsiyonlarında “başörtülü kadınların varlığından dolayı baloyu terk eden asker”in tavrı, silahlı bürokrasinin siyasi ve sivil bürokrasiye ““Ya başörtüsü ya biz!” mesajı şeklinde değerlendirilmiş olmalı ki, önce Malatya’da, sonra Adana’da yaşanan hadiseler meydana geldi.Tevhide Kütük olayı, silahlı bürokrasinin başörtüsüne bakışının özetidir. Nerede olursa olsun başörtüsüne karşı yasakçı bir tutum sergileyen bu yapı, bir çok toplumsal sorunda olduğu gibi bu sorunda da ciddi bir paya sahiptir. Toplumu ‘emir eri’ gören zihniyet, kendi içindeki çeteci oluşumlara karşı ise aynı ‘şahin’ tavrı sergilememiştir. Üstelik Susurluk, Atabeyler, Şemdinli ve Ergenekon davalarında da görüldüğü gibi, olayların üstü örtülmek için ‘ordu yıpratılıyor’ bahanesinin arkasına sığınılmıştır. Oysa ki asıl yıpranan, inanç ve değerleri yasaklanan, sahnelerden kovulan, darbe yapılan, muhtıra verilen toplumun kendisidir... III. c. Köşk Seçimi, Siyasi Partiler ve Başörtüsü2007 yılında 27 Nisan e-muhtırası ve Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla akamete uğratılan, ancak 22 Temmuz seçimlerinden sonra gerçekleştirilebilen 11’inci cumhurbaşkanının seçimi, daha önceki adayların seçilme sürecinden farklı oldu. Süreci farklı kılan, Çankaya Köşkü’ne çıkacak adayın yerine, eşinin başörtüsünün tartışılmasıydı. Köşke yüklenen sembolik anlama karşı, başörtüsüne yüklenen sembolik anlamın çatıştığı bu seçimde; sistemin hangi değerler üzerine inşa edildiği ve ideolojik aygıtlarına yüklenen misyonların deşifre olduğu bir süreç yaşandı.Cumhurbaşkanlığı seçimi, 2007 yılından devralınan bir gündemdi. Henüz adayın açıklanmadığı zaman dilimi içinde, en çok konuşulan muhtemel aday Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı. Çankaya’yı laikliğin ilan edildiği yer olarak görüp kutsayan yasakçı zihniyet, Erdoğan’ın geçmişinin oraya çıkmasına mani teşkil ettiği vurgusu üzerinden bir muhalefet yürütüyordu. Her ne kadar Başbakan Erdoğan, ‘gömlek değiştirdiğini’ söylese de, eşi Emine Erdoğan’ın başörtüsü, muhalefetin ikna olmaması için yeter şarttı. Tez şuydu: “Türban laik çevreleri duyarlı kılıyor.” Bu tez, başörtüsünü ve onun temsil ettiği değerleri ötekileştiren, dışlayan ve toplumsal alandan uzaklaştırmak için direnen kesimin, kendi ‘duyarlılıkları’nı toplum için tartışmasız tek seçenek kabul ettiklerini ortaya koyuyordu. Başbakan Erdoğan aday olmamıştı, fakat tartışmalar 2007 yılının ilk günlerinden itibaren eşi Emine Erdoğan’ın başörtüsüne odaklanmıştı. Kemalist ideoloji, 'çağdaş Türk kadını’na ya da 'Cumhuriyet kadını’na, başı açık bir görüntü tayin etmişti ve bu görüntüye aykırı başka bir görünüme müsaade edilemezdi! Resmi ideolojinin parti muhafızlarından Cumhuriyet Halk Partisi, konuyu temel bir sorun olarak ortaya koydu. Başörtüsüne karşıtlığını yıllardır sürdüren parti organları ve mensupları, sözde ‘halk partisi’ olarak bu konuda halkı ayrımcılığa tabi tutmada ve başörtüsünü destekleyen geniş bir kitleyi ‘yok’ saymada herhangi bir beis görmedi. Başörtüsü kesinlikle reddedilmeliydi ve bunun için her türlü yönden konu tartışmaya açıldı.

…Başörtüsü Raporu 2007… 19

Page 20:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Bu yönlerden biri de, Cumhurbaşkanı olacak kişinin aynı zamanda ‘Başkomutan’ da olacağıydı. CHP lideri Deniz Baykal, kurmaylarıyla cumhurbaşkanlığı seçimleri konusundaki stratejisini paylaştığı bir toplantıda, Başbakan Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olması durumunda Anayasa'nın 104. maddesi gereği TSK'nın da başkomutanı olacağını gündeme getirerek, Erdoğan'ın eşini, geçmişte söylediklerini ve yıprandığını gerekçe göstererek "Cumhurbaşkanı olamaz" dedi. Aday belli değildi ama hiç ara vermeden yoğun bir şekilde ‘başörtüsü’ tartışılıyordu. Konu farklı biçimlerde dile getiriliyor gibi görünse de, asıl amaç ‘Eşi başörtülü olan biri Cumhurbaşkanı seçilemez’ cümlesini doğrudan kurmak yerine dolaylı anlatımlarla mesaj verme gayretiydi. Yine de birçok yazar ve başörtüsü karşıtı gibi, Bilal Çetin de, Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığına niye itiraz edildiği sorusuyla başladığı 3 Şubat 2007 tarihli köşe yazısında, bu gerçeği açıkça ifade edebilmişti:“Birkaç gün önce sohbet ettiğimiz bir politikacı şöyle bir Türkiye resmi çizdi: ‘Üniversitelerde okuyan kız çocuklarına! türban takması yasak. Hem de bu konuda Anayasa Mahkemesi karan var... Ama şimdi bir an için Mayıs sonrasını, 11. Cumhurbaşkanı seçildikten sonrasını düşünün; Cumhurbaşkanı'nın eşi türbanlı, Meclis Başkanı'nın eşi türbanlı, Başbakan'ın eşi türbanlı, Bakanların eşleri türbanlı, Üst kademe sivil bürokrasinin eşleri türbanlı...’ Eğer Mayıs'ta seçilecek olan cumhurbaşkanının eşi de türbanlı olursa Türkiye'nin bütün first leydileri türbanlı olacak… Cumhurbaşkanlığı seçiminde elbette çok sayıda denklem var. Ama, herkes telaffuz etmekten özenle kaçınsa da ana denklemin temelinde türban sorunu var, yeni Türkiye fotoğrafı var...”“Türkiye fotoğrafı” konusu Kemalist sistem için önemliydi. Yukarıdan dayatmacı politikalarla ülkeyi ‘batılılaştırma’ çabası içinde olan, lakin geniş katılımlı bir toplumsal karşılık bulamadığı için ‘görüntüyü kurtarmayı’ dert edinenler; Türkiye’deki ‘başörtülü’ fotoğraf tan çok rahatsızdı. Bu sebeple, başörtüsü karşıtlarının toplandığı ‘cumhuriyet mitingleri’nden sonra yapılan yorumlarda, ‘çağdaş Türk kadını’nın meydanlarda Türkiye’nin imajını kurtardığından bahsedebiliyorlardı. Örneğin Cumhuriyet Gazetesi’nin konuyla ilgili yorumu şöyleydi: “Bugüne dek Türkiye'de çekilen sözde belgesellerde kara çarşaflı, sıkmabaşlı kadınlar, şalvarlı, takkeli, eli tespihli erkekler görülürdü... Son mitinglerle “çağdaş Türk kadını” fotoğrafı öne çıktı. Çağdaş Türk kadını başörtüsünü, yemeniyi, yazmayı, eşarbı sever ve başına takar! Kimse de buna bir şey demez! Siyasal İslam’ın simgesi olan "sıkmabaş" değildir bu örtünme yöntemi. Bursa'nın ipek eşarpları, Anadolu'da genç kızlarımızın çeyiz sandıklarında sakladıkları oyalı yazmaları, yemenileri çağdaşlığın simgesidir. Onun için hiç kimse sapla samanı karıştırmasın!”Kendi şekilci ve içeriksiz ideolojisine güvenmeyen sistem; İslam’a referans yapan başörtüsünün, içeriksiz ve basit bir örtünme şekli olmadığını gördüğü için, seçim süresi boyunca sert bir muhalefet izledi. Katı ve yasakçı tutum, kendisi için ‘kale’ gördüğü Çankaya’nın ‘düşmemesi’ için adeta ideolojik bir savaşım başlattı. Açılan cephe, sadece ‘eşi başörtülü’ başbakanı değil, ‘başörtüsü’ üzerinden tüm İslami değerleri ve Müslümanca yaşama talebini karşısına alıyordu. ‘Laik-antilaik’ kutuplaşmasını besleyerek, seçimi ‘laikliğin korunması’ için kaybedilmemesi gereken bir mevzi olarak görüyordu. Bu süreçte, ortaya atılan diğer bir tez de şuydu: “Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa, çok açıktır ki; Çankaya Köşkü'ne ve 23 Nisan, 30 Ağustos, Cumhuriyet balolarına türbanlılar rahatlıkla girecek, kamusal alan kavramı, birçok yer ve alanda türbanlılar açısından rafa kalkacak... İş orada kalmayacak! Devamı gelecek! Üniversiteler, resmi daireler, kamusal alanlar türbanın mekânı olacak!.. İş o noktaya geldiğinde başı açık olmak, önceleri toplum dışına itilmeyi, devlette iş verilmeme, terfi edememe gibi durumları ortaya çıkaracak, sonra da "suç" ölçeğinde algılanmaya başlanacak!” Bu tez, ‘laiklik’ taraftarlarında belirli bir kaygı ve korku psikolojisini besliyordu. ‘Başörtüsü’ne karşı açılan cephedeki safları sıklaştırmak için sık başvurulan bu argüman, kendisini ‘laik’ olarak tanımlayan insanların belirli bir ‘hayat tarzı saldırısına’ uğramak üzere olduklarına inandırılması için gündemden hiç düşürülmedi. Bu sanal bir korkuydu ama kimliğini ‘İslam’ ile tanımlayan insanların inançlarına, değerlerine ve hayat tarzlarına yönelik yıllardır yapılan baskı, yasak ve saldırılar gayet somuttu...AKP kurmayları ise daha önceki dönemlerde olduğu gibi, bir kez daha çıktıkları programlarda “Başbakan'ın eşi türbanlı oluyor, bundan kimse rahatsız olmuyor da Köşk'e çıkan birinin eşi türbanlı olursa neden rahatsız olsunlar,” yaklaşımıyla, konuyu muhaliflerin çekmek istediği zeminden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Onlar için başörtüsü hiçbir iddia taşımayan, tamamen bireysel bir tercihti ve ‘rejim sorunu’ haline getirecek bir yönü yoktu. Örneğin, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu Milliyet’te yayınlanan bir röportajında, eşi başörtülü bir adayın sorun olup olmayacağı sorusuna şu yanıtı veriyordu: “Türkiye tartışmayı bence asla bu boyutta ve bu seviyede götürmemeli. Yani bir insanın eşinden ve eşinin bireysel tercihlerinden dolayı adaylığı tartışılmamalı. Bir insanın bireysel inançları ve tercihlerini sorgulayarak Cumhurbaşkanlığı makamını yıpratmamalıyız.” Oysa ki; sorunun, muhtemel cumhurbaşkanı adayının eşinin başını örtme tercihinden kaynaklandığını düşünmek ve itirazı ‘bireysel tercih’ argümanıyla gerçekleştirmek yanıltıcıydı. Çünkü başörtüsüne itiraz edenlerin doğrudan söylemedikleri ama yaptıklarıyla doğrudan

…Başörtüsü Raporu 2007… 20

Page 21:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

gösterdikleri şey, ifade edildiği gibi, sorunun kaynağında ‘Din’in toplumsal ve siyasal hayatı şekillendirme potansiyelinin bulunmasıydı.

* * *Bu süreçte yasakçılar ve destekçilerinin başörtüsüne karşı yürüttükleri mücadelenin bir diğer cephesinde ise ‘367’ şartı yer alıyordu. Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun 2006 yılının sonuna doğru merkez medyada gündeme getirdiği, başta CHP olmak üzere birçok başörtüsüne muhalif yapının da dört elle sarıldığı bu formülün öncelikli amacı, cumhurbaşkanlığı seçimini mevcut Meclis’e seçtirmeyerek, zaman kazanmaktı. Sabih Kanadoğlu, Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan yazısında gündeme getirdiği yazısında özetle şu iddiaları ortaya atmıştı: “Anayasa'nın 96/1. maddesinde toplantı ve karar yetersayıları belirlenirken Anayasa'da başka bir hüküm yoksa üye tamsayısının 3'te 1'i ile toplanılacağı ve katılanların salt çoğunluğu ile karar verileceği, ancak karar yetersayısının üye tam sayısının 4'te 1'inin bir fazlasından az olamayacağı vurgulanmıştır. Anayasa'nın 102. maddesi uyarınca, Cumhurbaşkanı TBMM üye tam sayısının 3'te 2 çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilecektir. İlk iki tur oylamada, yoklama istenemeyeceğine göre 102. maddede karar için aranan nitelikli çoğunluk üzerindeki katılımın, aynı zamanda toplantı yetersayısı olduğuna kuşku yoktur. Bunun sonucunda, birinci oylamaya en az 367'nin üzerindeki TBMM üyesinin katılmadığının anlaşılması halinde, ikinci oylamaya geçilemeyecektir. Birinci oylama yapılmamış sayılacaktır. Bu diğer oylamalara da geçilmemesi demektir.Bugün AKP'nin milletvekili sayısı 354'tür. Bu sayı ilk oylamadaki gerekli oy sayısına (367) ulaşmamaktadır. Gerek ana muhalefet gerekse diğer partilerin milletvekillerinin var olan söylemlerini devam ettirmeleri halinde Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçlanması olanaklı değildir. Anayasa'ya göre 30 gün içinde Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçlanmadığı takdirde TBMM seçimlerinin yenilenmesi ve Cumhurbaşkanının oluşacak yeni meclis tarafından seçilmesi kaçınılmazdır. AKP ilk oylamada 367'nin üzerinde bir katılım olmamasına rağmen, ikinci oylamayı gerçekleştirir ve izleyen üçüncü oylamada salt çoğunluğun sağlandığını ileri sürerse, içtüzükte buna ilişkin bir hüküm olmadığı için bu "içtüzük ihdası" niteliğini taşır. Anayasa Mahkemesi'nin böyle bir seçimi iptali zorunlu olacaktır.”Kanadoğlu’nun şahsi yorumu, resmi ideoloji muhafızlarının en ciddi kozuna dönüştü. Sürekli gündemde tutulan bu tartışma, mevcut sorunu bir bakıma ‘hukuki’ bir zemine kaydırma görüntüsü de veriyordu. Sorun, ‘başörtülü eş’ tartışmasından bağımsızmış gibi sunularak, tamamen bir yalan perdesi hazırlanmıştı. Bu tartışmada ayrıca “cumhurbaşkanının seçilememesi durumunda, yeni cumhurbaşkanı seçilinceye kadar, görev süresi dolan Ahmet Necdet Sezer göreve devam eder” iddiası da kabul ettirilmek isteniyordu. 12 Nisan 2007 tarihinde, asker bir kez daha siyasete müdahale ederek, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendisini taraf olarak ortaya koydu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Karargahı'nda ‘gündemdeki konuları değerlendirme’ amacıyla bir basın toplantısı yaptı. Büyükanıt, konuşmasının sonunda, gazetecilerin sorularını almadan önce, ilk olarak hangi sorunun sorulacağını bildiğini söyleyerek, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Cumhurbaşkanı'nın nitelikleriyle ilgili bir değerlendirme yaptı ve şunları söyledi. “Şimdiye kadar bu konuda hiçbir şekilde, hiçbir zeminde, hiç kimseyle konuşmadım. Bir hususu belirtmek istiyorum: Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yalnız basın mensupları değil Türk milleti de yakından tanıyor. Bizim temel düşünce yapımızı, inandığımız temel değerleri, cumhuriyet ilkelerine, laiklik ilkesine bağlılığımızı bilmeyen kimse yoktur herhalde. Olamaz... Bu konulardaki hassasiyetimizi Türk milleti biliyor. Onun için bunları tek tek saymaya gerek yok. Bu değerler manzumesine sahibiz. Bir diğer önemli husus, seçilecek cumhurbaşkanı aynı zamanda TSK'nın başkomutanıdır. Bu yönüyle TSK'yı yakından ilgilendirmektedir. Biz hem cumhurbaşkanımızın hem de aynı zamanda başkomutanımızın Silahlı Kuvvetler ve Türk milletinin sahip olduğu cumhuriyetin temel değerlerine, anayasamızda ifadesini bulan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti idealine, devletin üniter yapısına bağlı ama sözde değil özde, bunu davranışlarına yansıtacak şekilde bir cumhurbaşkanının oraya seçileceğine olan inancımı belirtmek istiyorum. Tabii ki yasal mevzuatı, anayasayı, hukuku, cumhurbaşkanı nasıl seçiliyor, bunların hepsini biliyoruz. Hem vatandaş hem TSK'nın bir personeli olarak cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde sahip olan bir kişinin cumhurbaşkanı seçilecek olmasını umut ediyoruz. Bunu biz bilemeyiz. Karar Meclis'in kararıdır. Cumhurbaşkanlığı konusunda zaten bundan başka da bir şey söyleme durumunda değilim. Hukuken de hakka sahip değilim.” Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, gazetecilerin sorularını yanıtlarken, Habertürk televizyonu Ankara Temsilcisi Taki Doğan şöyle bir soru sordu: “Türk Silahlı Kuvvetleri'nde subay eşlerinin türban takması yasaktır. İhlal ettiği takdirde Silahlı Kuvvetler'den ihraç ediliyor. Acaba TSK'nın başkomutanının eşi türbanlı olursa başkomutanın altında çalışan subay, astsubay ve komutanların tavrı, bakış açıları nasıl olur?” Büyükanıt ise “Cumhurbaşkanlığı konusunu bitirdim, ama sorunuzu aldım.” diyerek “sözde değil özde bağlılık” sözlerine atıfta bulundu.

…Başörtüsü Raporu 2007… 21

Page 22:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Hukuki tartışmaların sürdüğü, silahlı bürokrasinin en üst düzeyde müdahil olduğu bu süreçte; yasakçı zihniyet, bir takım paramiliter örgütlerin taşeronluğu sayesinde, toplumsal bir tabana da sahip olduğu görüntüsü vermeyi ihmal etmedi. 14 Nisan’da, Ankara’da düzenlenen Tandoğan Mitingi, bu durumun ilk kamusal işareti oldu. Eylemi düzenleyenler, ‘Laiklik elden gidiyor!” kaygısıyla mobilize ettikleri kitlenin içinde, “siyasiler, yargıçlar, rektörler, askerler de vardı” vurgusunu yaparak, sistemin temel unsurlarının işbirliği içinde hareket ettiği ve ‘başörtüsünün Köşk’e çıkmasına müsaade edilmeyeceği’ mesajı vermek istiyordu. Bu tartışmalar, AKP hükümetini baskı altında tutuyordu. ‘Gösterilecek adayın yıpratılmaması’ düşüncesinden hareketle, kim olduğu gizli tutulan aday, 24 Nisan 2007 tarihinde yapılan AKP Grup toplantısında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kamuoyuna duyuruldu ve 11’inci cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah Gül’ü gösterildi. Abdullah Gül’ün Köşk için aday gösterilmesiyle birlikte başörtüsü karşıtlarının çıkardıkları gürültü de artmaya başladı. Hayrünnisa Gül’ün başörtülü olması ve ayrıca başörtüsü yasağından ötürü, her ne kadar daha sonrasında geri çekse de, T.C.'yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne şikayet etmiş olması; başörtüsü karşıtları tarafından ‘Cumhuriyete meydan okuma’ olarak değerlendirildi. Abdullah Gül ise ‘Milli Görüşçü’ tabandan gelmesi ve içeriği son derece tartışmalı olan ‘kayıp trilyon’ davası dolayısıyla eleştiriliyordu.Siyasi, hukuki ve ‘sivil’ unsurların elbirliğiyle yürüttükleri mücadele, öncelikle 27 Nisan tarihinde birinci turu yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimini engellemeyi amaçlıyordu. Şayet bu başarılır ve Meclis erken seçime zorlanırsa, yeni tablodan istedikleri gibi bir sonucun çıkacağından emindiler. Toplum mühendisliğinin başarısızlığı ihtimaline karşı ,bir ihtimal daha vardı; o da askeri bir müdahale. Mecliste temsil edilen CHP, Anavatan Partisi, Doğru Yol Partisi, Halkın Yükselişi Partisi ve Sosyal-demokrat Halk Partisi, seçime katılmayarak, hükümeti yalnızlaştırmayı, böylece cumhurbaşkanının meşruluğunu tartışmalı hale getirmeyi planlıyordu. 27 Nisan 2007 günü yapılan birinci turda, 357 kabul oyu çıkmasına karşın 367 sayısına ulaşılamadığı için, seçim ikinci tura kalmıştı. Aynı gün, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), “anayasanın ilgili hükmü gereği, ilk oturumun açılabilmesi için 367 üyenin Mecliste hazır bulunması gerektiği gerekçesi” oturumun iptali için Anayasa Mahkemesi'ne dava açtı. Süreci etkileyen asıl gelişme ise, aynı günün gecesi yaşandı. Türk Silahlı Kuvvetleri adına Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesine, gece saat 23:10'da yerleştirilen ‘Basın açıklaması,’ 28 Şubat darbesindeki gibi, yeni bir ‘balans ayarı’ olarak değerlendirildi. Kutlu Doğum Haftası’ndaki başörtülü kız öğrencilerin örnek gösterildiği e-muhtırada, “TSK'nın yasalar ile kendine düşen görev ve yetkileri kullanmaktan çekinmeyeceği” dile getirilerek, daha önceki darbelere gönderme yapılıyor ve "Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır" denilerek de, toplumdaki kutuplaşmayı derinleştiriliyor ve toplumun belirli bir bölümü ‘düşman’ ilan ediliyordu. AKP, bu muhtıra karşısında, daha önceki hükümetler gibi klasik bir refleks sergilemedi. Bildiriyi üzerine aldı ve Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek bir basın açıklaması yaparak, kendilerinin de laiklikten yana olduğunu bildirdi. Açıklamada ‘TSK’nın Hükümet’e bağlı olduğu bildirilerek’ bir bakıma yapılan müdahalenin hoş karşılanmadığı ifade edildi. Bu ilk çıkışın altı, daha sonraki süreçte doldurulamadığı için, önemli bir kazanım fırsatı, Hükümet eliyle kaçırılmış oldu. Açıklamadan birkaç gün sonra, Genelkurmay açıklamasında vurgu yapılan okullardaki “irticai faaliyetlerle” ilgili görüşmelerde bulunmak için Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Orgeneral Büyükanıt'la iki saat süren bir görüşme yaptı. Bu hesap sormak yerine, hesap vermeyi kabul eden bir yaklaşım olarak değerlendirildi. Bildiriden bir hafta sonra ise Dolmabahçe Sarayı'nda çevrilmesine neden oldu. Başbakan Erdoğan ile Büyükanıt arasındaki telefon görüşmesinden sonra bu ilk yüz yüze buluşmaydı. Görüşmenin içeriğine ilişkin hiçbir açıklama yapılmadı ve kapılar arkasındaki görüşme, Dolmabahçe Protokolü olarak tanımlandı. Diğer taraftan, AKP Hükümeti, “Cumhurbaşkanı'nı halkın seçmesi ve 5+5 modelini” içeren bir anayasa değişikliği paketiyle de gündeme geliyordu. Parlamenter sistemin ne şekilde işleyeceğini tartışmaya açan ve "Cumhurbaşkanını halk seçsin" anlayışına yaslanan bu değişiklik de, ‘Rejim değiştiriliyor’ ekseninde tartışılıyordu. Nisan ayının sonu, askeri muhtıra, Dolmabahçe görüşmesi ve paramiliter kuruluşların düzenlediği Çağlayan Mitingi ile gelirken; Mayıs ayı Anayasa Mahkemesi’nin “Meclis'in Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk oturumunu iptal” kararıyla başladı. CHP, bu süreçte tavrındaki kesinliği korurken, bazı çevreler DYP ve Anavatan Partisi’nin durumlarını gözden geçireceğini ve Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu ikilisinin ikinci tura katılacağını umuyordu. Fakat her iki parti lideri de, ayın yerden tembihlenmiş gibi hareket etti ve 6 Mayıs 2007 tarihinde Meclis’te yapılan iki yoklamada da toplantı yeter sayısının bulunamayışı yüzünden 11’inci Cumhurbaşkanının seçilmesi imkanı tamamen yitirildi. Gerçekleştirilmeyen seçim süreci, sivil-asker ilişkilerinde baskın unsurun kim olduğunu yeniden gün yüzüne çıkaran bir özellik sergiledi:

…Başörtüsü Raporu 2007… 22

Page 23:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Sisteme bağlılık mesajları veren, asker-sivil ilişkisindeki toplum ve siyaset aleyhinde olan mevcut yapıyı bozmamaya çalışan ve söyleminde her defasında Kemalist kodları kullanmaya itina gösteren AKP Hükümeti, e-muhtıra ile birlikte, ilk anda, boşuna kürek çektiği hissine kapıldı. Meclisteki adaylık süreci boyunca, kamuoyu önünde sözde hukuka bağlılık mesajı veren askeri iktidar da, yayınladığı e-muhtıra ile klasik reflekslerini terk etmeyeceğini deklare etti.Cumhurbaşkanlığı seçiminin krize dönüştürülmesi sürecinin diğer bir yönü ise bugüne kadar Türk-Kürt çatışması eksenli senaryolara, laik-antilaik çatışması eksenli senaryolarının da daha güçlü biçimde eklenmesiydi. Böylece iktidar seçkinleri, imtiyazlarını kaybetmemek için oluşturduğu bu tehlikeli kamplaşmalarla kısa vadede seçimi bloke etme şansına kavuşmuşsa da, orta ve uzun vadede ne tür riskler doğuracağı kolayca tahmin edilebilen bu tür bir ateşi yakmakla, bir bakıma gözünü nasıl bir iktidar hırsı bürüdüğünü de göstermiş oldu.

* * *Aslında yaşanan sürecin yoldaki işaretleri belliydi. Avrupa Birliği’ne karşı geliştirilen milliyetçi refleksleri göğüsleyerek, mevcut sistemin köhnemiş yapısını değiştirmeye yönelik kalıcı adımlar atamayan AKP Hükümeti, içerideki gürültüye boyun eğdiğinde, inisiyatifi eline alma fırsatını kaçırmış sayıldı. Buna karşı, oligarşik sistem, Kıbrıs ve Kuzey Irak üzerinden topluma sürekli bölünme paranoyası enjekte etti. Kurulduğu bugünden beri toplumun bu parçalanma travmasından çıkarak normalleşmesini istemeyen iktidar seçkinleri, ellerindeki fırsatı değerlendirmeye yönelik adımlar atmaya başladı. Tam bu noktada patlayan Şemdinli skandalı, sistem içinde askeri olması gereken konuma çekebilmek için Hükümet’e tarihi bir fırsat verdi fakat AKP’nin kendini meşrulaştırma niyetiyle yaptığı vahim hatalar; ağır bir faturaya dönüştü. Şemdinli’de gücünü sivil yönetime kabul ettirmenin güveniyle harekatına devam eden iktidar sahipleri, böylece siyaset, eğitim, hukuk ve merkez medya üzerindeki tahakkümünü pekiştirecek yeni adımlar da attı. Perde arkasından, militer ideolojisiyle techiz edilen ‘sivil’ toplum kuruluşlarını örgütlüyordu. Durumu geç fark eden AKP ise yakaladığı tarihi fırsatları değerlendirememenin bedelini, Cumhurbaşkanlığı seçimi etrafında oluşan krizi yönetemeyerek ödedi. E-muhtıra ile yüksek yargının aldığı 367 kararı, muhalefet partilerinin birleşme telaşı, mitinglerin farklı şehirlere taşınması ve medyanın bu mitingleri özel programlarla canlı yayınlaması, rektörlerin sık sık siyasi demeçler vermesi, muhalif aydınların dahi bir ‘şeriat’ karşıtlığının altını çizmesi vs. iktidar seçkinlerinin yeni süreçte daha aktif mücadele edeceklerini gösteriyordu. AKP ise geride kalan dört yıllık hükümet süresi zarfında, özellikle sivilleşme ve özgürleşme yolundaki adımları sürdürmeyerek, eğitim ve hukukta köklü reform paketlerini uygulamaya sokamayarak kendi aleyhinde işletilebilecek bu tür mekanizmaları tahkim ettiğini maalesef fark edememişti. Bu gelişmeler üzerine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan erken seçime gidileceği açıklamasını yaptı ve tarih olarak 22 Temmuz 2007 belirlendi. Genel seçimler, bir bakıma Cumhurbaşkanlığı seçimini topluma götüren bir referanduma dönüştü. Bu referandumda oylanan ise Abdullah Gül’ün adaylığından ziyade, eşinin ‘başörtüsü’ olacaktı. Böylece, o güne kadar elinde imkanlara rağmen başörtüsü yasağına karşı sahici bir somut atmayan AKP hükümeti, kendisini ‘mağdur’ olarak konumlandırdı ve bunun giderilmesini topluma havale ettiğini ifade etti.AKP, kendisine cumhurbaşkanı seçtirilmemesi konusunun seçim sürecindeki en önemli kozu olduğunun farkındaydı. Fakat bu durumu, sistemin ikiyüzlü ve yasakçı yüzünü deşifre etmenin bir imkanı haline dönüştürmedi, bilakis sisteme karşı bugüne kadar belirli rezervleri olan toplumu, tamamen merkeze yaklaştırmak için bir hamle olarak değerlendirdi. Muhafazakar zihniyetin klasik arızi yaklaşımı kendisini bir kez daha ortaya koyuyordu. Bu yaklaşıma göre sorun ‘sistemden değil sistemin içindeki belirli mevkilerde bulunanlardan’ kaynaklanıyordu. ‘Köşk seçimi, sistem içinde kazanılması gereken önemli bir mevziydi ve birçok sorunun çözümünde anahtar roldeydi.’Bütüncül bir perspektife yaslanmayan ve sahih bir sistem analizine dayanmayan bu yaklaşım, aynı zamanda Müslümanların İslami bir siyaseti inşa etmekten ziyade, sisteme entegre olarak hızlı ve kolaycı çözümleri öne çıkarıyordu. Sistemin meşruiyetini sorgulamak, ideolojik yapısını çözümlemek yerine; kendisinin meşruluğunu ispata muhtaç hisseden bu yaklaşımın öncü taşıyıcılarından AKP, konuşmalarında ‘vatan ve millet sevgisi, milli değerler’ gibi kavramların içeriğini, Kemalist ideolojinin sahipleri tarafından itiraz edilmeyecek şekilde doldurup, yeniden üretirken; diğer yandan bunu kendisine yakın kitlelere de empoze ediyordu. Kimliksiz, renksiz, iddiasız ve talepsiz bir ‘Din’ elbette, iktidar seçkinlerince şimdiki gibi bir muhalefetle karşılaşmazdı. Ortada stratejik bir hamle değil, tamamen teslim olmuş bir politika mevcuttu ve bu politika, kendisine meşruiyet kazandırmak için, kendi görüşlerinin aslında resmi ideolojiyle çatışmadığını ispatlama gibi bir kaygıyla hareket ediyordu.Buna karşı iktidar seçkinleri, toplum mühendisliği faaliyetlerini her koldan sürdürüyordu. 22 Temmuz seçimlerini ‘laik-antilaik’ kutuplaşmasına getiren ve adeta ‘cumhuriyetin kaderinin’

…Başörtüsü Raporu 2007… 23

Page 24:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

oylandığı bir varlık-yokluk mücadelesi gibi ortaya koyan bu yaklaşım; bir bakıma kendi toplumsal tabanını/tabansızlığını da yoklamış oluyordu. Doğru Yol Partisi ve Anavatan Partisi birleşmeye zorlanarak ‘sağda birlik,’ Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokratik Sol Parti birleştirilerek de ‘solda birlik’ sağlanmak isteniyordu. Başında darbe heveslisi emekli askerlerin bulunduğu bir çok Kemalist yapı ise bu birliklere sivil destek sağlamak için mücadele ediyordu. Artık çabalar, Çankaya’ya başörtüsünün çıkmaması için ‘yeniden milli mücadele’ şeklinde tezahür ediyordu. Halk için halka rağmen ve hatta halka karşı başlatılan bu gürültülü kampanyada; Cumhurbaşkanlığı seçimini terk eden sağ partilerin etkisizliği kısa zamanda ortaya çıkınca, sisteme bağlılıklarından şüphe duyulmayan CHP ve MHP’nin isimleri yan yana zikredilmeye başlandı. Fakat MHP, bu kampanyaya pek itibar etmedi.Kamuoyu anketleri hükümetin ‘Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gerilim çıkardığı’(!) için ciddi şekilde oy kaybettiğini gösteriyor, ‘Laiklik elden gidiyor’ mitinglerindeki kalabalıklar ise ‘dinciliğe karşı yeni bir halk hareketi’ olarak lanse ediliyordu. AKP ise, ‘en devletçi, en laik, en Atatürkçü’ partinin kendisi olduğunu sık tekrarlayarak, ‘telaşa mahal yok’ mesajı vermeyi sürdürüyordu. Üstelik, Saadet Partisi gibi seçim bildirgesine ‘başörtüsüne özgürlük’ vaadi koymadığı için de, geçmişiyle hiçbir bağlantısı kalmadığını ortaya koymuş oluyordu. Başörtüsüne karşı hiçbir vaadi bulunmayan, seçimlerde temsil adaletini sağlamak adına tek bir başörtülü vekil adayı çıkarmayan, sistemle karşı karşıya gelecek en ufak bir açıklamaya müsaade etmeyen, parti içindeki karşıt görüşlerin sesini dahi ‘gerilim olmasın’ politikası içinde kısan bir yaklaşım, bu konuda iktidar sahiplerinden ‘icazet almadan’ bir çözümü sunamayacağını ortaya koyuyordu.Doğru Yol Partisi’nin ‘Demokrat Parti’ adıyla girip başörtüsüne çözüm vaat ettiği, CHP’nin hem ‘laiklik ve irtica’ konulu demeçlerle başörtüsüne karşı çıkıp hem de bazı illerde başörtüsü dağıtıp ‘başörtüsüne değil türbana karşıyız’ gibi asılsız bir iddia temelli propaganda yürüttüğü, Saadet Partisi’nin ‘Milli Kurtuluş Seferberliği’ ilan ettiği, sol yapıların başörtüsüne ya sert karşıtlık sergilediği ya da tutarsız söylemlerle sahiplenir göründüğü, AKP’nin bir önceki seçimde de olduğu gibi hiçbir kimlik eksenli ya da toplumsal talep içermeyen ama ‘tek devlet, tek millet, tek vatan’ sloganı ile mevcut sistemi tahkim eden seçim faaliyetleri, toplum tarafından tek zaviyeden okunuyordu. Sol yapıların birçoğu ise ‘Din’ ve onun somut ifadelerinden olan ‘başörtüsü’ konusundaki tutarsız yaklaşımlarını devam ettirdiler. Genel olarak “Hem darbeye hem de şeriata karşıyız” tarzı sloganıyla olaylara yaklaşan bir zihniyet, bilerek ya da bilmeyerek, Kemalist sistem ile aynı safta buluştular.

* * *22 Temmuz seçimleri gerçekleştiğinde, ortaya çıkan tablo, toplumun başörtüsünü sahiplendiğinin göstergesi olarak değerlendirildi. Medyada ‘e-muhtıraya karşı halkın muhtırası’ şeklinde yapılan analizlere itiraz AKP kanadından geldi. Seçime böyle bir anlam yüklenmesiyle, silahlı bürokrasi ile bir kez daha karşı karşıya gelmek istemiyordu. Seçim sonucunda militarist ideolojinin ve Kemalist azınlığın tahakkümünün geriletebileceği beklentisi yükselirken, sonrasında yaşanan süreç bu beklentilerin sanıldığı gibi kolay gerçekleşmeyeceğini ortaya koydu.“Laikliğin oylandığı” havası estirenler, seçim sonrası konuyu bu şekilde gündeme getirmekten imtina etti. Asker de seçim sonucu ile muhtıra arasında bir ilişki olmadığı yönünde kanaat bildirdi. Fakat bunların hiçbiri, seçim sonuçlarında başörtüsü tercihinin ağır bastığı gerçeğini değiştirmiyordu. Öyle ki, Cumhuriyet yazarı İlhan Selçuk bile her ne kadar durumdan şikayetçiyse de “Türban seçimde ağır bastı” diye yazmak zorunda kaldı. Seçim sonuçları, Milli Gazete’deki bir yazıda başörtüsü sorunu etrafında şöyle değerlendirildi: “Milletin "Bizim başörtüsü diye bir sorunumuz yok" diyenleri bu defa eskisinden daha büyük oy oranı ile iktidar koltuğuna oturtmuş olmasının ilk bakışta bir çelişki gibi görünmüyor. AKP'nin aksine milletimizin bir başörtüsü sorunu olduğunu, başörtüsüne sahip çıkmak adına AKP'ye yüklenmiştir. Milletin bu tavrı karşısında AKP'nin atacağı adım, takınacağı tavır önem kazanıyor.Abdullah Gül'ün sırf eşi başörtülü diye cumhurbaşkanı seçtirilmeyişini milletimiz protesto etmiş, "Siz ne düşünürseniz düşünün başörtüsü düşmanlığına karşı tavır koyuyorum" demiştir. Çünkü, milletin seçim sandığının dışında tavır koyması mümkün değildir. Bunun için önüne getirilen seçim sandığına attığı oylarla AKP'ye de bir ikazda bulunmuştur. "Siz her ne kadar başörtüsü sorunumuz yok diyorsunuz ama benim var" anlamına gelen bir tavır sergilemiştir... Buna rağmen yeni dönemde de AKP "Başörtüsü sorunumuz yok" şeklinde bir tavır sergileyecek olursa milletin karşısına getirilecek ilk seçim sandığında kaybolup gidecektir.”Laik ve kemalist kesim, başörtüsü karşıtlığında seçim sonuçlarını baz alan bir siyaset izlemedi ve klasik tavrını sürdürdü. Kısa süreli sarsıntıyı atlatan çevreler, hemen ‘anti-türban’ cephesi altında mücadeleye kaldıkları yerden yeniden başladılar. Amaç, ‘eşi başörtülü’ bir adayın Cumhurbaşkanı olmasını engellemekti. Nitekim AKP de, aday olarak bir kez daha Abdullah Gül’ü göstermişti. Seçim sonuçlarından sonra aksi bir hamle, AKP’nin siyasal anlamda kendisini tasfiye etmeye başlayan bir sürecin başlangıcı olurdu. Çünkü, toplumun seçimlere yüklediği anlam, başka bir adayı ihtimal dışına itiyordu. Abdullah Gül, kendisine itiraz edenlere karşı “Eşimin başörtüsü kendi kişisel tercihidir. Benim için hiçbir şekilde sorun teşkil etmiyor. Türkiye'de başörtüsü takmak da yasalara aykırı değil. Ayrıca ben

…Başörtüsü Raporu 2007… 24

Page 25:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Cumhurbaşkanı olacağım eşim değil...” savunması yaparak, konuyu kişisel tercih bağlamına taşıyordu. Başbakan Erdoğan ise başörtüsünü meşrulaştırma arayışıyla yaptığı çıkışta, geleneksel sağ siyasetin ‘karşıtından medet umma’ hamlesini tekrar etti. AKP MYK toplantısının ardından düzenlenen basın toplantısında, Hayrünnisa Gül'ün başörtüsü nedeniyle yöneltilen, "Bu konuda bir gerginlik olur mu, yoksa konu kapanır mı?" sorusuna şu yanıtı verdi: “Bütün bunları hepsi maalesef huzursuzluk tohumu ekmek isteyenlerin çabasıdır. Bizim işimiz bu olmamalı. Yeri geldiği zaman 'Annem benim böyle giyiniyor. Nenem benim şöyle giyiniyor' diye bunu söylersiniz. Neden bunu söylüyorsun, söylemeye gerek yok ki. Madem annenin, ninenin böyle giyinmesinden memnunsun, kalkıp bunları gündeme getirme. Cumhuriyetimizin birinci Cumhurbaşkanı Atatürk'ün eşine de bak, annesine de bak. Eğer örnek alacaksan, 1. Cumhurbaşkanı Atatürk'ün eşi nasıl giyiniyor, buna bakarsın. Bu da size bir ders olur. Öyle zannediyorum ki, herhangi bir yanlış söz konusu değildir.”Latife Hanım’ın ‘başörtüsü’ tartışması, sağcı/muhafazakar zihniyetin klasik tavrının anlamlı bir örneğiydi. Kendi değerlerini kendi görüşlerine ve örneklerine yaslanarak savunmaktan aciz, fakat sistemin kendi değerlerini kendi niyeti çerçevesinde kullanmaya çalışan bu tür bir yaklaşım; beklenilen sonucu vermemekte, bilakis sisteme belirli bir meşruiyet kazandırmaktaydı. Latife ve Zübeyde Hanım’ların başörtüsü üzerinden yapılan bu tartışmada, herkesin kendisine göre bir ‘Latife Hanım’ tarifi olduğu ortaya çıktı, tıpkı herkesin kendi görüşlerine uygun bir Mustafa Kemal’i olması gibi... Seçim sonuçları ve başörtüsü arasındaki korelasyon, Hayrünnisa Gül ile Latife Hanım’ın örtüsü arasındaki benzerlikler ve farklılıklar, başörtüsüne karşı askerin nasıl bir tavır sergileyeceği tartışmalarının gölgesinde geçen günler, seçim takvimiyle devam etti. Gül, 20 Ağustos 2007 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi birinci turunda 341 oy aldı. 24 Ağustos 2007 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci turunda 337 oy aldı. Anayasaya göre ilk iki turda üçte iki çoğunluk olan 367 sayısına ulaşılamadığı için cumhurbaşkanı seçiminden bir sonuç alınamadı. MHP ve DTP vekillerinin katılımıyla gerçekleştirilebilen turlar, Abdullah Gül’ün 28 Ağustos 2007 tarihinde yapılan üçüncü turda 339 oy alarak 11’inci cumhurbaşkanı seçilmesiyle sona erdi. Başörtüsü tartışması ise tüm hararetiyle devam ediyordu.Daha önceki cumhurbaşkanlarının yemin töreninde hazır bulunan Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının gerekçe göstermeden Meclis’in açılışına katılmaması, askerin “başörtüsüne” ve “DTP”ye tepkisi yorumlarına neden oldu. Oylamanın üç turuna da katılmayan CHP, YÖK Başkanı Prof. Teziç ile Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu'nun da olmayışı, başörtüsüne muhaliflerin görüşlerinden vazgeçmeyeceklerinin ifadesiydi. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonraki ilk ay, askerin Abdullah Gül’e karşı temkinlik ve soğuk yaklaşımı sebebiyle yaşanan protokol krizleriyle geçti. Bu süreçte Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başörtülü eşlerine uygulanan yasak da devam etti. Örneğin Meclis Başkanı Köksal Toptan’a eşli davetiye gönderilirken, protokol açısından ondan daha üst bir makamda bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşine karşı ayrımcılık uygulanıyordu. Tüm bu yapılan gösteriyordu ki; sistem başörtüsüne karşı yaklaşımındaki izleği takip etmekteydi. Nitekim daha sonraki günlerde yaşanan gelişmeler de, bu durumu doğruladı.Genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde istediği sonucu elde eden AKP’nin gündeminde Anayasa değişikliği paketi yer alıyordu. Askerin gündeminde ise Kuzey Irak’a yapılacak bir harekat... Her iki konudan biri, yaşanan gelişmelere göre ya birinci sıraya yerleşiyor, ya da ikinci sırada kalıyordu ama daha alt sıralara düşmüyordu. Bu siyaset satrancında asker, kuralları koyanın kendisi olduğunu ima eden bir yaklaşım sergilerken, AKP de oyuna ortak olma niyetini ifade ediyordu. Kürt sorununa karşı ‘militer’ çözüm anlayışının ağır bastığı ve DTP’ye karşı şahin bir tavır takınan AKP’nin ‘ortak düşman’ vurgusu üzerinden sistemle uzlaşı arayışı içinde olduğu gözlemlenen bu süreçte, silahlı bürokrasi yönetimde etkisini artıyordu. Tüm bu gelişmelerin Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde yürütülen pazarlıklarla ilişkilendiği hesaba katıldığında, artık sorunların daha çetrefilli bir hale geldiği, kapalı kapılar arkasında yapılan pazarlıkların gelişmelere göre takip edilebildiği ve küresel hegemonyanın çıkar hesapları arasında bölge halklarının geleceklerinin ipotek altına alındığı anlaşılıyordu.Yaşananlar, toplumsal sorunlar karşısında daha ilkeli, tutarlı ve adil bir mücadele siyasetinin gerekliliği ortaya koymaktadır. Bunun anlamı, siyaset partilerin reel-politik düzlemde yaptıklarından bağımsız ve özgürlükçü bir siyasetin inşasıdır. Topluma zulüm ve adalet arasındaki farkı güncele angaje olmadan fakat yaşanan gerçeklikten de kopmadan anlatabilecek, topluma öncü olabilecek sivil bir muhalif hareket önemli bir eksikliktir.Mevcut siyasi partilerin merkeze oturma çabaları ve bir takım imtiyazlar elde edebilmek adına çoğu zaman sistemle uzlaşmaları, bu uzlaşı neticesinde zaman içinde saf değiştirmeleri ya da güç kaybetmeleri, ciddi ve tutarlı bir söylem-eylem bütünlüğü içinde hareket etmek yerine pragmatist davranmaları ve bu faydacılık anlayışlarının genellikle toplumsal taleplerin aleyhinde işlemesi gibi sebepler, siyasi mücadele zemininin partici zeminden bağımsızlaştırılması gerektiğine işaret etmektedir.

…Başörtüsü Raporu 2007… 25

Page 26:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Kısa vadeli ve yerel bazlı kıpırdanmalar yerine, planlı, programlı ve söylemiyle eyleminde netlik ve tutarlılık kazanmış bir hareketin geliştirilmesinin çabası içinde olunmalıdır. Başörtüsünün, bu mücadelenin inşasındaki somut bir sembol olarak değerlendirilmesi ise tabi ki kaçınılmazdır... Başörtüsünü merkeze alan ve sistemi, resmi ideolojiyi, askeri vesayeti, siyasal/hukuki/ ekonomik/bürokratik sorunları bu merkez etrafında değerlendirerek geliştirilecek bir söylem, topluma öncülük edecek uzun vadeli bir eylem planı ile desteklendiğinde daha sağlıklı sonuçlar üretebilecektir. Bu sebeple sivil ve muhalif hareketlerin, özellikle İslam iddiasını sahiplenen kesimlerin mevcut tabloyu doğru değerlendirmesi, ciddi bir özeleştiri yapması ve yenilenmesi gereklidir. III. d. “Hukuki” Tartışmalar ve BaşörtüsüBaşörtüsü yasağının hukuki bir gerekçesi olmadığı iyi bilinen bir gerçektir. Tabi ki, askeri darbe süreçlerinden kalma pratiklerin ve görüşlerin değiştirilmesi dahi teklif edilemez bir “kanun”muş gibi algılandığı bir sistemde, hukuki metinlerde yazılı olmadığı bir yasağın uygulanabilmesi şaşırtıcı değildir. Her alanda ortaya çıkan çelişkiler ve tutarsızlıklar, bu sorunda da mevcuttur. Şayet sorunun ‘hukuki’ değil bizatihi sisteme ilişkin temel bir sorun olduğu layıkıyla anlaşılamazsa, ‘hukuki’ olmayan bir yasağın ‘hukuki’ yollarla kaldırılma girişimi gibi trajikomik bir durumun, yasakçı zihniyet tarafından neden büyük bir gürültü ile karşılandığı da anlaşılamayabilir. Bu bağlamda, yasakçılar sorunun ‘teknik’ bir mesele olmadığının farkındadır ve farklı kavramlarının arkasına saklanmayı tercih ederek neye karşı çıktıklarının bilincindedir. Buna karşı, ‘başörtüsü’nün neyi temsil ettiğini doğru anlamadan yapılacak düzenlemeler de, istenilen sonuçları veremeyecektir.Türkiye, 2007 yılı içinde yukarıda tarif ettiğimiz durumu, Anayasa değişikliği çerçevesindeki hukuki tartışmalarda sık sık yaşamıştır. Yasakçı zihniyet, darbe ürünü 1982 Anayasası’nın, sistemin ideolojisi ve çıkarları doğrultusunda hazırlandığını bildiği için, özgürlükçü ve adil bir yönetim inşa edebilecek hiçbir hukuki girişime müsaade etmemektedir. Köklü bir değişiklik ise ciddi, kararlı ve kendinden emin bir girişimin ısrarlı mücadelesiyle gerçekleşebilir.2007 yılında yaşananlar; darbe heveslisi yasakçı zihniyetin ideolojisine en ufak bir müdahalede bulunulmasına müsaade etmeme kararlığını bir kez daha ortaya koyarken; toplumun hak ve özgürlük taleplerini yerine getirmesi gereken siyasi iradenin böylesi bir perspektife sahip olmadığını, değişiklik talebinin belirli konularda sınırlı kaldığını ve bunu dahi yapabilmek için iktidar seçkinleri ile uzlaşı arayışı içinde kaldığını göstermiştir. Anayasa değişikliği ve ‘sivil’ anayasa konularında, tartışmaların sürekli olarak ‘başörtüsü’ merkezli hale gelmesinin bir anlamı vardır. Bu Kemalist ideolojinin değerler sistemi ile İslam’ı değerler sistemi arasındaki farklılıkların bir potada eritilemeyecek olmasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple, hem resmi ideolojiden ödün vermemek hem de gerçek anlamda hak ve özgürlük sağlayan bir anayasa metni hazırlamak, bir takım tutarsızlıkları aşma çabası mesabesinde kalacak ve sonuçları beyhude olacaktır. AKP’nin hazırlattığı anayasa taslağına ilişkin tartışmaların kısır bir döngüye saplanıp kalması da bu tespite örnek teşkil etmektedir.Başörtüsünün hukuki bir dayanağının olup olmadığı sorusu, ilk olarak Cumhurbaşkanlığı seçimleri vesilesiyle gündeme geldi. O güne kadar başörtüsü sorununa ilişkin ciddi bir gündem oluşturmayan, fiiliyatta uygulanan yasağı ‘suç’ kabul edip bu suçla mücadeleyi ön plana çıkarmayan AKP; Cumhurbaşkanlığı seçimleri süresince de sorundan şikayet eden ama çözüme yönelik hamle yapmayan politikasını devam ettirdi. Örneğin, AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak 26 Şubat 2007 tarihinde şunları söylüyordu “Daha zaman var ve cumhurbaşkanı Meclis'in içinden, bir milletvekili olacaktır. Başbakan'ın eşi türbanlı oluyor, bundan kimse rahatsız olmuyor da Köşk'e çıkan birinin eşi türbanlı olursa neden rahatsız olsunlar.” Fırat, seçimden önce “türban sorununu çözeceklerine dair” kimseye söz vermediklerini vurgulamayı ihmal etmeyerek, şöyle konuşuyordu: “Anayasa'da türban yasağı yok, fiili bir yasak var." Fakat bu tespitten hareketle atılan bir adım henüz yoktu. Çözüm, Köşk’e endekslenmiş gibiydi...AKP’nin bu konudaki tutarsızlığın bir diğer örneği ise 12 Eylül rejiminin İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden "fahri hukuk doktorası" payesi verdiği İhsan Doğramacı’nın, TBMM Onur Ödülü’ne layık görülmesiydi. YÖK gibi ideolojik bir kurumun kurucusu olan, "türban" modelini icat ederek sorunun derinleşmesinde rol oynayan Doğramacı, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından aday gösterilmiş ve ödüllendirilmişti. Kendisine karşı gösterilen bu iltifatçı yaklaşıma rağbet etmeyen yasakçı zihniyet ise yasağa hukuki dayanak olarak Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM’in Leyla Şahin davası kararını gösteriyordu. YÖK, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Şubat ayı sonunda sunduğu “Türkiye'nin Yüksek Öğretim Stratejisi” başlıklı raporunda şu ifadelere yer vermişti: “‘Türban’ diye adlandırılan ve ‘İslami simge’ haline getirilen, genç kızların örtünme biçiminin, kamusal alanda kullanılmasının yasaklanması ile ilgili bir ön tespit yapmakta yarar vardır. Zira bu örtünme biçiminin, kamusal alanda yasaklanması, önce ulusal yargı organlarımızın, ardından da uluslararası mahkemelerin bağlayıcı kararlarına dayanmaktadır. Üniversiteler de diğer bütün kurumlar gibi, bu kararlara uymakla yükümlüdür.”

* * *2007 yılında sorunun hukuki boyutuyla ilgili bir diğer gelişme ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kapatılan Fazilet Partisi milletvekillerinden Merve Safa Kavakçı, Nazlı Ilıcak ve

…Başörtüsü Raporu 2007… 26

Page 27:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Mehmet Sılay tarafından 2001 ve 2002'de yapılan başvurularda verdiği karardı. Mahkeme, Türkiye'yi, 'serbest seçim hakkı'nı ihlal ettiği gerekçesiyle para cezasına mahkum etti. Seçilmiş kişilere uygulanan müeyyidelerin de 'ağır ve orantısız' olduğunu söyledi ancak kararın gerekçesinde FP'nin kapatılmasını da haklı buldu. Siyasi haklara getirilen geçici kısıtlamaların 'laikliği koruma amaçlı' olduğuna vurgu yapılan kararda, Anayasa Mahkemesi'nin laiklik ilkesini tehdit eden siyasi partileri kapatmaya hakkı olduğunu belirtildi. Kararın tartışmalara sebep olan tarafı, başörtülü kadınlara milletvekili seçilme yolunu açıp açmayacağı hususuydu. Çünkü Kavakçı'nın avukatı Salim Özdemir, AİHM'ye yaptıkları başvuruda müvekkilinin milletvekilliğinin başörtüsü nedeniyle düşürüldüğüne vurgu yaptıklarını belirterek AİHM’in bu kararla insan hakları ihlali yapıldığı sonucuna vardığını söylemekteydi. Merve Kavakçı kararı, “başörtüsü mağdurlarının kazanımı” olarak değerlendirdi: “AİHM'nin kararı, başörtülü diye hastane kapılarında insanların ölüme terk edilemeyeceğini ve başörtülü annelerin üniversite kapılarında bekletilemeyeceğini ortaya koyuyor. Artık başörtülüler de milletvekili olabilir ve özgür bir şekilde TBMM'ye girebilir.” Uluslar arası mahkeme kararlarının, yasakçıların niyetine göre okunup değerlendirildiği gerçeği, bu karar sonrasında da kendisini gösterdi. Hüküm hemen verildi: “Mahkemenin kararının ne "Bundan böyle başörtüsüyle Meclis'e girilir" anlamına gelen bir tarafı var ne de "Bu milletvekillerine yaptırım uygulamak ve ayrıca partilerini kapatmak, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi'ne aykırı görülmüş" demek mümkün.” Fakat tartışılan yasağın hiçbir hukuki dayanağı olmadığı gerçeği o kadar netti ki, 1980 askeri darbesinin sorumlularından Kenan Evren dahi bu durumu kabullenmişti: Evren, katıldığı bir televizyon programında Başbakan Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına aday olması durumunda eşinin başörtüsünün bir engel teşkil edip etmediğine ilişkin bir soruyu şöyle yanıtlıyordu: “Anayasa ve kanunlarda bunu yasaklayan bir şey yok. Bugüne kadarki cumhurbaşkanlarının hiç birinin eşinin başı örtülü değildi. O yüzden bu garipseniyor. Erdoğan Köşk'e çıkıp tarafsızlığını korursa ve hanımı da başını açarsa, kendisi büyük bir takdir toplar.” Evren, yasağın hukuksuzluğu itiraf etse de, yasakçı zihniyetin asıl niyetini de ifşa etmekten kendini alıkoyamamıştı: “Hanımı da başını açarsa...” Bu, yasakçıları tatmin edecek, takdirlerini kazanacak tek yoldu.

* * *28 Şubat sürecinde üniversitelerde başlayan, zaman içinde “kamusal alan” bahanesiyle tüm sosyal alanları kuşatan bu acımasız uygulama için kanuni bir gerekçe uydurma zahmetinde dahi bulunmayacak kadar kendisine güvenen ve her türlü zorbalığı yapma hakkını doğal olarak kendisinde gören sistem; ‘hukukun üstünlüğü’ ifadesinden ‘kendi çıkarları doğrultusunda uygulanan bir hukukun’ üstünlüğünü anlıyordu. Bu sebeple Genelkurmay’ın bir yandan “Hem vatandaş hem TSK'nın bir personeli olarak cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde sahip olan bir kişinin cumhurbaşkanı seçilecek olmasını umut ediyoruz. Bunu biz bilemeyiz. Karar Meclis'in kararıdır. Cumhurbaşkanlığı konusunda zaten bundan başka da bir şey söyleme durumunda değilim. Hukuken de hakka sahip değilim... Şu anda görevde ve sorumlu bir kişiyim. Her attığım adım yasalar çerçevesinde olmalı. Hukuken doğru olmalı. Yanlış adım atmamalıyım...” gibi hukuka bir sürü atıfta bulunulan demeçler vermesi bir yandan da 27 Nisan 2007’de olduğu siyasete, hukuka ve topluma muhtıra vererek müdahale edebilmesi arasında bir çelişki aranmamalıdır. Genelkurmay Başkanlığı 27 Nisan’da verdiği muhtıra ile Anayasa'nın 138. maddesine göre açıkça suç işlemişti. Üstelik yapılanı “suç” olarak tanımlayan da, 12 Eylül askeri rejiminin hazırladığı Anayasa’nın ta kendisiydi. Üstelik, “biz yaptık, biz çiğneriz, bizden başkasına da elletmeyiz” mantığı ile hareket eden bu zihniyete karşı, herhangi bir hukuki yaptırım sergilenemiyor; ceza vermek bir yana dava dahi açılamıyordu. Dava açanlar ise görevlerinden en ağır biçimde uzaklaştırılıyordu. Türkiye’de sosyal ve siyasal olaylara yön verecek uygulamalarda alınan hukuki kararların keyfiliğini ve bu keyfiliği belirleyen gücün silahlı bürokrasiden beslendiğini gösteren birçok örnek mevcuttur. Eşinin başörtüsü sebebiyle Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için alındığı apaçık belli olan “367” kararı, bu durumun 2007 yılındaki en çarpıcı örneği oldu. Anayasa Mahkemesi'nin, 27 Nisan Muhtırası ve CHP lideri Deniz Baykal’ın “Kaos” tehditleri gölgesi altında verdiği karar; “hukuk devleti” tanımının sözden ibaret kaldığını gösteriyordu. CHP’nin başvurusunu inceleyen Anayasa Mahkemesi raportörü, başvurunun reddedilmesini isteyerek 1980 darbesine zemin hazırlayan ve 150 tura yaklaşan Köşk seçimi sürecini hatırlatmış, Anayasa'nın seçimi kolaylaştırmayı amaçladığına dikkat çekmişti. Anayasa Mahkemesi'nin esastan incelediği kararda ise bunun tam tersi bir yorum yapıldı. Mahkeme'nin esasa ilişkin gerekçeli kararında, Anayasa'nın cumhurbaşkanı seçimine ilişkin 102. maddesinin birinci fıkrasındaki "Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile seçilir." ifadesinin karar yeter sayısı değil toplantı yeter sayısı anlamına geldiği belirtildi. Daha önceki seçimlerde bu şekilde yorumlanmayan Anayasa maddesi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanan ‘başörtüsü sorunu’ bağlamında yeniden incelenmiş ve böylece önceki kararlara taban tabana zıt bir yorum yapılabilmişti. Yorum yoluyla bir tür anayasa değişikliği gerçekleştirilmişti ama hukuki zeminde böyle bir değişiklik mevcut anayasaya göre mümkün değildi. Darbeci geleneğin mirasına, bu kez hukuki bir darbe ruhu üflenmişti. 367 kararı,

…Başörtüsü Raporu 2007… 27

Page 28:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

siyasallaşan ve ideolojik bir aygıt gibi çalışan yüksek yargı oligarşisi, aldığı karar ile asıl önemli olanın ‘hukuka uygunluk değil; iktidar seçkinlerinin niyetlerine uygunluk’ olduğunu göstermiş oldu.Mevcut anayasanın sorunlu halleri, hak ve özgürlükler konusundaki sınırları, ırk temelli tek tip bir kimliği referans alması, resmi ideolojiyle teçhiz edilmesi ve toplumsal sorunlar karşısındaki açmazları, yeni bir anayasaya gerek duyulduğu sonucunu çıkarıyordu. 22 Temmuz seçimlerinden hükümet olarak çıkan AKP de bu konuda açılım vaadi veriyordu. Fakat taslağın bazı maddelerinin medyaya yansıdığı ilk günden itibaren, tartışmalar birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da ‘başörtüsüne özgürlük’ meselesinde kilitlendi. Merkez medyanın “türbanlı anayasa” diye tarif ettiği ve tüm değişikliği tek kriter üzerinden eleştirdiği yeni anayasa taslağı, başörtüsüne ne şekilde olursa olsun izin verilemeyeceği yönündeki bir itirazın da odağı oldu.Oysa ki, taslağın medyaya yansıyan bölümlerinden, hazırlananın gerçekten de toplumsal ihtiyaçları bütünüyle karşılayacak, sivil, özgürlükçü, bütüncül ve sağlıklı bir anayasa değişikliği yapılmadığı sonucu da çıkabilirdi. Mevcut anayasa ile karşılaştırıldığında ‘ileri’ bir aşama görülebilirdi ama yeni hali de olması gerekenin uzağındaydı. Üstelik AKP, anayasaya ruhunu veren maddelere dokunulmayacağını ve hatta yeni düzenlemelerle laikliğin daha da güçlendirileceğini söyleyerek; taslağa meşruiyet sağlamayı amaçlıyordu. Başlangıçtaki şu cümleler, hem iktidar seçkinlerinin tatmin etmeye hem de hak ve özgürlük taleplerini dile getirenleri ikna etmeye yönelik hazırlanmış olmalıydı sonuçta kimsenin beklentisini karşılamayacağı anlaşılabilirdi. Böyle bir ortamda siyasi irade daha cesur davranarak, gerçek bir adalet ve özgürlük ortamını tesis etmeyi, belirli bir azgın azınlığı ikna tatmin etmeye tercih edebilirdi, lakin klasik siyaset usulünden vazgeçilmeyeceği belliydi:“Birey ve toplumun hürriyeti, adalet ve barış içinde bir arada yaşamasını sağlamak amacıyla herkesin insan haysiyetinden kaynaklanan evrensel hak ve hürriyetlerini güvence altına alan, farklılıkları kültürel zenginliğin kaynağı olarak görüp her türlü ayrımcılığı reddeden, vatan ve milletin bütünlüğünü esas alarak, demokratik ve laik Cumhuriyet'in kurum ve kurallarını insan hakkı ve hukukunun üstünlüğü temelinde düzenleyen bu anayasa, Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık hedefi ve ebedi barış idealine olan bağlılığının ifadesi olarak Türk milletinin egemen ve hür iradesiyle kabul ve ilan edilmiştir.”Hükümet, söyleminde sürekli olarak Kemalist ideolojiye ve bu ideolojinin veciz sözlerine atıfta bulunarak kendisine meşruiyet şemsiyesi sağlamaya çalışsa da, sadece ‘başörtüsü’ dahi sistemin gözünde her şeyin bir kenara bırakılması için yeter şarttı. Nitekim, anayasadaki değişikliklerin çoğu göz ardı edilerek, tüm tartışmanın şu maddeye endekslenmesi bu durumu doğruluyordu: “Ceza hukuku veya genel ahlâka aykırı olmamak kaydı ile hiç kimse kılık ve kıyafetinden dolayı yükseköğrenim hakkından mahrum bırakılamaz.” Başörtüsü yasağıyla ilgili düzenlemede, kılık kıyafetin yasaklanamayacağına ilişkin ibare yer alırken, bu uygulamanın sadece yükseköğrenimle sınırlı tutulması, hak ve özgürlükleri parçalayan bir yaklaşımın sahiciliğini eleştiriye açık hale getiriyordu. Yasakçı zihniyetin bahaneleri aynıydı: “Başörtüsüne serbestlik geliyor, laiklik elden gidiyor.” Hukuki açıdan itiraz ise Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararına ve AİHM’in Leyla Şahin davasındaki kararına dayandırılıyordu. Anayasa taslağını hazırlayan komisyonun başkanı Prof. Dr. Ergun Özbudun ise Zaman’da yayınlanan bir yorumunda bu eleştirileri şöyle yanıtlıyordu: “Taslak'ın lâikliği zayıflattığı iddiasının hiçbir dayanağı yoktur. Lâiklik açısından 1982 Anayasası'nda korunup da Taslak'ta korunmayan hiçbir husus mevcut değildir... Taslağın, Anayasa'dan Atatürkçülüğün izlerini silmeyi amaçladığı iddiası da, aynı derecede mesnetsizdir. Taslağın Başlangıç bölümünde “Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık hedefi ve ebedî barış idealine olan bağlılık" vurgulandığı gibi, 2'nci maddede "Atatürk milliyetçiliğine bağlı" ifadesi muhafaza edilmiş, milletvekili (m. 58) ve Cumhurbaşkanı (m. 80) yeminlerinde "Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı"lık ifadeleri yer almıştır... Eğer lâikliğin zayıflatılmakta olduğu iddiasının mesnedi, yükseköğretim kurumlarında hiç kimsenin kılık ve kıyafetinden dolayı öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağı yolundaki önerimiz ise, bunu da haklı bulmaya imkân yoktur. Kız öğrencilerin başlarını örtüp örtmemeleri, bir lâiklik sorunu değil, bir bireysel tercih ve insan hakları sorunudur. Kimsenin bu öğrencileri, dinî inançları ile öğrenim hakkı arasında tercih yapmaya zorlama hakkı yoktur. Lâikliğin bir unsuru ayrım gözetilmeksizin herkesin din ve vicdan hürriyetine sahip bulunması olduğuna göre, böyle bir düzenleme lâikliğe aykırı değil, aksine onun bir gereğidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türkiye'deki başörtüsü yasağını Sözleşme'ye aykırı bulmayan Leyla Şahin kararı karşısında Türkiye'nin Anayasa'sını değiştirmek suretiyle dahi bu yasağı kaldıramayacağı iddiası ise, ya Avrupa insan hakları koruma mekanizmasının mahiyeti konusunda tam bir bilgisizlikten, ya da daha büyük ihtimalle maksatlı bir çarpıtma gayretinden kaynaklanmaktadır. Bir yasağın Sözleşme'ye aykırı bulunmaması, ilgili devletin o yasağı sürdürmeye mecbur olması anlamına gelmez; çünkü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, azami hürriyet alanlarını değil, asgari hürriyet alanlarını belirlemektedir. Bu yasağı sürdürüp sürdürmemek, tamamen ilgili devletin takdirindedir. Nitekim Avrupa Konseyi üyesi devletlerin hiçbirinde, üniversiteler düzeyinde böyle bir kıyafet yasağı yoktur.”Anayasa tartışmasına ilişkin söylenenler, Türkiye’de hukukun ve birçok hukukçunun hangi amaçlara hizmet ettiğini ortaya koyar nitelikteydi. Her dönem ‘hukukun siyasallaştığından’ şikayet edenler bunu atamalarla ilgili bir mevzu gibi dile getirirken, asıl siyasallaşmanın resmi ideoloji tabanında

…Başörtüsü Raporu 2007… 28

Page 29:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

gerçekleştiği gerçeğine nedense değinilmiyordu. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer döneminde hız kazanan bürokratik oligarşinin, her makamı topluma karşı bir mevziye dönüştürmesinin anlamı sorgulanmıyordu. Susurlukta, Şemdinli’de, Atabeyler Çetesi’nde, Küre Operasyonu’nda yaşanan skandalları sorgulayamayan, her darbenin, brifingin ve muhtıranın yargıyı daha çok militerleştirdiğini eleştirmeyen ve hukukçuların kanunları hangi kıstaslara ve kimin keyfine göre yorumladıklarını değerlendirmeyenler; Anayasa değişikliğine karşı çıkmayı ‘hukuku savunma’ adına yaparak, nasıl bir çelişki yaşadıklarını ve hangi efendilere hizmet ettiklerini de gözler önüne seriyorlardı.

Bu yaşananlarda AKP’nin ‘hak, özgürlük ve adalet talebini’ ortaya koyamamasının da ciddi payı vardır. Sistemle barışık bir görüntü vererek, onun değerlerini ve resmi ideolojisini her defasında kutsayarak izlenen bir siyaset; gerçekleşmeyecek ‘kurumsal mutabakat’ bahaneleri ardında çözüm beklentilerini ertelerken, karşı tarafın da güçlenmesine vesile oluyordu. İlkeli ve tutarlı bir siyaseti inşa edememek, değerlerini ve iddialarını net bir kimlikle ifade edememek gibi sıkıntılar, kısa vadeli ve tutarsız adımların atılmasıyla sonuçlanıyordu. MHP ile işbirliği içinde mevcut Anayasa’da gerçekleştirilen değişiklik de ayrı bir örnekti. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin başörtüsüne üniversitelerle sınırlı bir serbestliğin; hizmet alan/veren ayrımına dayalı olmak üzere, anayasanın 10’uncu maddesindeki değişiklikle sağlanabileceğini söylemesi ve AKP’nin de kendi önerisiyle desteklediği bu süreçte, hiçbir hukuki/yasal dayanağı olmayan yasakçı bir uygulamanın, anayasal bir değişiklikle kaldırılması gibi, dünya tarihine geçecek bir vaka yaşandı.Değişikliğin psikolojik baskı oluşturarak yasağın kaldırılmasına yönelik bir hamle olduğu belliydi, fakat mevcut maddelerin özgürlük alanının genişletilmesi ve özgürlüklerin hiçbir tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde somut olarak teminat altına alınması yerine daha az tepki toplayacağı umulan bir yol seçildi. Fakat bu durum dahi, yasakçı zihniyeti memnun etmedi.Yasağı hukuki yollardan kaldırmak girişimi, hukuki bir dayanağı olmadığı için akamete uğraması muhtemel bir yoldu. Üstelik maddede yapılan değişikliklerle, başörtüsü yasağının üniversitelerde serbest bırakılmasına karşılık, tüm diğer alanlarda yasaklamak gibi sakıncalı bir taraf da taşıyordu. Hizmet alan ve hizmet veren şeklindeki bir ayrımın yapıldığı bu madde, bugüne kadar ‘başörtülü-başı açık’ şeklinde tanzim edilmek istenen toplumu, biraz daha ayrıştırıyor ve başörtülüleri de kendi aralarında ‘hizmet alan-veren’ şeklinde iki gurupta topluyordu. Görülüyordu ki, adalet temelli bir çözüm, özgürlüklerin önünü açan bir perspektif; siyasi partilerin dar çerçevesine sığmamaktaydı.Başörtüsü konusunda yaşanan hukuki tartışmaları genel hatlarıyla değerlendirdiğimizde vardığımız sonuçları şöyle özetleyebiliriz: Bugüne kadar hiçbir hukuki dayanağı olmayan bu yasak, darbe dönemlerindeki fiiliyatla geçerlilik kazanmıştı ve bunu yasakçılar da itiraf etmekteydi. Dolayısıyla çözümü yasal değişikliklerle sağlama girişimleri, her defasında ideolojik hukuk aygıtının duvarına çarpmaktaydı. Başörtüsü konusundaki yasakçı tavrından kesinlikle taviz vermeyen yargının büründüğü oligarşik yapı, çeteci ve militer yapılar karşısında, siyasete verilen muhtıralarda ise derin bir sessizliğe bürünerek, bir bakıma hizmet amacını da deşifre ediyordu. Düşünce, ifade ve eleştiri özgürlüğünden, diğer alanlardaki hak ve özgürlüklere kadar temel konularda takındığı ideolojik tutumla, nasıl bir ayrımcılığı beslediği ve adil bir yönetim/hukuk hakkına sahip olması gereken topluma nasıl zarar verdiği yeterince açıktır. III. e. Medya ve BaşörtüsüMedya, başörtüsü tartışmalarında yaptığı haber ve yorumlarla, anketlerle ve analizlerle 2007 yılı süresince sorunun gündemden hiç düşmemesinde önemli bir rol oynadı. Başörtüsü yasağı sorunu üzerinden yaşanan gerilim ve ayrışma, doğal olarak medyada da etkisini gösteriyordu. Başörtüsü sorununa yaklaşım tarzları; alternatif yayın çizgisine sahip olanlarını yapılan değerlendirmelerin dışında tutarsak, basın-yayın organlarının, merkez/kartel medya veya muhafazakar medya başlıkları altında genelleyebileceğimiz iki kategoriden hangisine dahil olduğuna göre değişiyordu. Merkez medya ise izlediği yayın politikası ile yasak sorununun bir parçası haline geliyordu. Yaptığı provokatif ve ihbarvari haberlerle, suni kaygılar ve korkuları kitlelere yaymada öncü bir rol üstlenen merkez medyanın bu tutumu; kamuoyunun gerçekte ne düşündüğünü örtbas ediyordu.Bilindiği gibi “kamuoyu”, tüm kamunun sahip olduğu ortak bir görüşü ifade etmez; daha ziyade bir konu etrafında belirli bir gurup insanın oluşturduğu genel kanaattir. Dolayısıyla herkesin aynı fikri sahiplenmesinden ziyade çoğunluğun savunduğu fikirler kamuoyunda ayrı bir yere sahiptir. Türkiye gibi azınlığın çoğunluğa tahakkümünün geçerli olduğu ülkelerde ise adına ‘kamuoyu’ denilen şey, genellikle iktidar sahiplerinin seslendirdiği görüşlerdir. Kitle iletişim araçlarıyla kamuoyu adına yapılan açıklamalar, haberler ya da anketler, gerçekte toplumun ne düşündüğünü değil; iktidarı elinde tutan gücün ya da güçlerin toplumdan ne düşünmesini istediklerini anlatır. Yukarıdan dayatılan görüşlerin toplum tarafından derhal kabulleneceğini söylemek yanıltı olabilir. Yine de toplumu ikna etmek için her türlü imkanı seferber edilerek yoğun bir propaganda yapmaktan vazgeçilmez. Şayet iktidarın elindeki imkanlar fazla ise ve bu imkanlardan yeterince faydalanılıyorsa, toplumu yanıltmada ya da belirli bir istikamete yöneltmede etkili de olabilirler. Bu sebeple, toplum mühendisliği çalışmaları için kamuoyu oluşturmada medyaya özel bir önem atfedilir. Yaşadığımız zaman diliminde, özellikle internetin yaygınlaşmasına bağlı olarak, iktidar

…Başörtüsü Raporu 2007… 29

Page 30:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

sahiplerinin medya egemenliği aşınmaya başlamıştır. Tabi ki bu vaka, yazılı ve görsel medyanın önemli bir kısmını elinde tutanların gücünün kalmadığı şeklinde değerlendirilemez. Türkiye’de başına merkez, akredite ya da kartel sıfatını getirdiğimiz medya, kamuoyu oluşturmada etkin bir işleve sahiptir. Dolayısıyla yakın çıkarlar etrafında toplanan güçler, iktidar savaşında bu silahı topluma karşı tehdit unsuru olarak kullanmaya devam etmektedir. Medya üzerinden kopardıkları gürültüyü, kamuoyunun yansımasıymış gibi sunarak sanal bir ortam oluşturmaktadırlar. Böylece kendi taleplerini dikte etmek için yaptıkları, azınlık bir tabana yaslansa da merkez medya vasıtasıyla çoğunluğun ortak talebiymiş gibi gösterilebilmektedirler. Başörtüsü sorunu, toplumsal ve siyasal birçok olayda nasıl turnosol kağıdı işlevi görüyorsa, bu konuda da aynı işleve sahiptir. Medyanın başörtüsü sorunu karşısında takındığı hallere bakılarak, kimin ne istediği rahatlıkla anlaşılabilir. Haberlerin, araştırma sonuçlarının ya da anketlerin zamanlamalarına, diline, sunumuna ve bunlara dayanılarak yapılan yorumlara bakılarak; toplum mühendislerinin nasıl bir kamuoyu oluşturmaya çalıştıkları izah edilebilir. 2007 yılı boyunca medyanın başörtüsüne karşı sergilediği yaklaşım, kimin gerçekten kamuoyunu seslendirdiğini kimin de iktidar seçkinlerine dublaj yaptığını artısı ve eksisiyle ortaya koyuyordu.

* * *Merkez medyanın başörtüsü sorunu konusundaki ilk önemli gündemi, cumhurbaşkanlığı seçimiydi. Tehditkâr üslup, daha yılın başında kendisini gösteriyordu. Kurtul Altuğ’un Gözcü Gazetesi’ndeki “Çankaya'nın önemi” adlı köşe yazısında yer alan şu ifadeler, daha sonraki süreçte merkez medyadaki birçok köşe yazarı tarafından farklı şekillerde ama özü itibariyle aynen tekrar edildi. “Çankaya'ya bayrağı diker, post modern Cihadın simgesi olarak oraya Türbanı çıkarabilirsiniz ama, O Çankaya'da ne kendiniz huzur bulabilirsiniz, ne de ulusunuza yararlı olacak ortamı! Denemek bedava! Ama sonradan çıkan fatura ağır olabilir...” Merkez medya, başörtüsünü, İslami bir “cihadın simgesi” olarak görüyor ve buna karşı da ideolojik bir savaşım başlattığını ilan ediyordu. Buna karşı muhafazakar medya ise bu tavrın bir takım marjinal grupların kavgası bağlamında değerlendiriyordu. Örneğin Zaman Gazetesi yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı şu tespitte bulunuyordu: “Bütün Türk halkını kucaklaması şart olan bu makamı kendileri için bürokratik hak olarak görüp kendilerini sistemin asıl sahipleri olarak düşünen çıkar çevreleri var. Onlara göre halk iradesinin -ister parlamentodan gelsin isterse direkt sandıktan- önemi bulunmuyor.” Dumanlı, çıkar çevreleri başlığı altına kimlerin girdiğini söylemediği gibi, silahlı bürokrasinin bu kapsama giren bir görüntü vermesinden de rahatsızlık duyduğunu ifade ediyordu. Bu bir bakıma, yasağın asıl kaynağının anlaşılamadığının da önemli bir işareti olarak değerlendirilmeliydi. Bu klasik tavrın siyasi sahnedeki yansıması da “birkaç kötü adam” marifetine indirgenen yasağın, makamlardaki tasfiye süreciyle aşılabileceği yönündeki uygulamalardı.Cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrasındaki anayasa tartışmalarında başörtüsü konusundaki en yasakçı ve faşizan bir üslubu tercih eden, eleştirmekten ziyade hakaret eden, hiçbir bilgiye ya da belgeye dayanmadan karalayan medya organı ise Cumhuriyet Gazetesi oldu. Hemen her köşe yazısında ya da röportajda, Köşk seçimleri “irticanın karşı-devrim çabası” şeklinde yansıtılıyor, “türban, sıkmabaş, kara çarşaf” gibi kelimelerin ardından İslam’a ve Müslümanlara her türlü çirkin yakıştırma fütürsuzca yapılıyordu. Cumhuriyet, başörtüsü tartışmalarındaki ayrışmanın şu iki siyasi projenin mücadelesinden kaynaklandığını açıklıyordu: “Laik, bağımsız Atatürk Cumhuriyeti” ile “din eksenli ılımlı İslam cumhuriyeti”Köşelerinde sürekli darbe imasında bulunan Cumhuriyet yazarlarından biri olan Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya, örneğin Abdullah Gül’ün adaylığı sonrası şunları yazıyordu: “Biliyorsunuz, Abdullah Gül'ün eşi Hayrünisa Gül "sıkmabaşlı". Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'ne "sıkmabaşın giyim kuşam özgürlüğü" olduğu gerekçesiyle dava açmış, kaybedeceğini anlayınca da davayı geri çekmişti Hayrünisa Hanım. Türkiye'ye karşı dava açan Hayrünisa Hanım, şimdi cumhurbaşkanı eşi olarak Çankaya'da oturacak... Abdullah Gül, cumhurbaşkanı seçilince Türk Silahlı Kuvvetlerinin başkomutanı olacak... Başkomutanın eşi sıkmabaşlı, komutanların eşlerinin ise başı açık olacak bu yaz! Başbakan Erdoğan ve AKP, 14 Nisan'daki Tandoğan Mitingi'nden ders almamış! Türkiye'yi çok sıcak bir yaz bekliyor.” Aynı günlerde görüş aldıkları sivil toplum kuruluşlarının ise şu mesajı verdiği yazılıyordu: “Çankaya'ya türbanlıyı oturtmayacağız!”Cumhurbaşkanlığını “Tehlikenin farkında mısınız?” reklamlarıyla, laikliğin ve Kemalizm’in yıkılma sürecinin son durağı gibi gösteren Cumhuriyet, 27 Nisan muhtırasını AKP’nin hak ettiğini savunarak şu iddiayı yazdı: “Genelkurmay'ın açıklamasından sonraki durum nedir? Bir: AKP taca çıkmıştır. İki: Yeniden sahaya dönebilmesi belli koşullara bağlıdır. Üç: Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olması mümkün değildir. Dört: Türbanı Çankaya'ya çıkarma planı iflas etmiştir. Ve buna benzer planlar bundan sonra da hep iflas edecektir…” Muhtıra sonrası süreçte fiili bir darbe beklentisi içinde olan, toplum mühendisliği dışında bir de siyaset mühendisliği rolüne bürünerek CHP-MHP koalisyonu için “işkenceci” dedikleri MHP’lileri affettikleri söyleyen Cumhuriyet, bu yayın politikası ile Kemalist ideolojinin bu süreçteki tek kriterinin ‘AKP karşıtlığı’ olduğunu ortaya koyuyordu. Elbette bu görüş, AKP’nin gerçekten “İslamcı” bir siyaset izlemesinden değil, partiye kendilerinin biçtiği gömlekten kaynaklanıyordu. Her ne kadar AKP kendisinin “İslamcı” olmadığını sürekli

…Başörtüsü Raporu 2007… 30

Page 31:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

vurgulasa ve söylemini ortaya koyduğu fiiliyatta desteklese de, “başörtüsü” bu konuda da tek gösterge kabul ediliyordu.Cumhuriyet’le birlikte Hürriyet ve Vatan’da yukarıda örnekleri sergilenen bir yayın çizgisini takip etti. Hürriyet, konunun “başörtülü eş” üzerinden tartışılmasına karşı çıkanlara, neden böyle yaptıklarını şu görüşleri savunmaktaydı: “Mehmet Yakup Yılmaz, Hürriyet’teki yazısında, Başbakan Erdoğan’ın muhtemel adaylığı hususunda eşinin başörtüsünün gündeme getirilmesi hususundaki rahatsızlığını ifade etmesini eleştirerek, “cumhurbaşkanı adayının her şeyi tartışılabilir” dedi. Yılmaz, yazısında şu cümlelere yer verdi: “Şu anda Cumhurbaşkanlığı için adı geçen en önemli aday Recep Tayyip Erdoğan. Ve bir demokraside, Cumhurbaşkanlığı gibi önemli bir göreve aday olan kişilerin, sadece kendilerinin değil, tüm aile fertlerinin de kamuoyunda mercek altına alınmasında bir tuhaflık olamaz... Kendisi de önemli kamu görevlerine atadığı kişilerin eşlerinin türbanlı olup olmadığına bakmıyor mu? Siyasette böyle makamlara talip olanların sadece kendilerinin değil, eşlerinin ve ailesinin öteki fertlerinin de "temsil kabiliyetine sahip olup olmadıklarını" tartışmak, yapılması gereken bir şeydir.” “Başörtülü” bir hanımın Türkiye’deki kadınları temsil edemeyeceği görüşü, elbette Kemalist ideolojinin kadın modeliyle ilgili tek tip şablonik yaklaşımının bir tezahürüydü. Bu sebeple, konunun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığına indirgenmesine karşı Yalçın Doğan, “Ya bir başka eşi türbanlı çıkarsa” başlıklı yazısında; Nimet Çubukçu aday gösterildiği takdirde “Çankaya'da türban tartışması sona erecek” derken, sebep olarak Çubukçu’nun “başının açık” olmasını gösterdi. Doğan, adayların en ayırt edici özelliklerinin eşlerinin örtüsü olduğu şu ifadeleriyle açıkça ortaya koyulmuştu: “Sanki, şimdi eğer, Gül seçilirse, onun eşi türbanlı değil mi? Ne fark edecek? Değişen ne olacak? Ya da eşi türbanlı, bir başka biri çıkarsa?”Cumhurbaşkanlığı seçiminin 367 kararıyla kesilmesi ve 22 Temmuz seçimlerinin kararlaştırılmasından sonra tüm stratejisini seçimden istedikleri gibi bir sonuç elde etmeye odaklayan merkez medyanın basın-yayın organları, özellikle militarist bir yayın çizgisini ısrarla sürdürüyor, 27 Nisan’daki muhtıranın arkasının gelip gelmeyeceğini merak eden bir tutum sergiliyorlardı. Artık ‘başörtüsü’nden sonra ‘namaz’ haberleri de gündeme gelmeye başlamıştı. Bu haberler bir bakıma karşı çıkılanın sadece ‘başörtüsü’ değil, her yönüyle, emri ve uygulamasıyla Allah’ın dini olduğunu net biçimde ortaya koyuyordu. Doğan Haber Ajansı, adeta bir ihbar mercii gibiydi ve 2007 yılı boyunca gündeme sık sık ‘başörtülü çalışan’ ya da ‘namaz kılınan oda’ haberleri geliyordu. Bu haberlerde son derece rahatsız edici bir dil kullanılıyor, “başörtüsü ve seccade” birer suç aletiymiş gibi gösteriliyordu.

* * *Merkez medya, genişlettiği bu başörtüsü karşıtı cephede her türlü argümanı ve aracı medyatik bir silaha dönüştürüyordu. Bunlardan birisi de kamuoyu araştırmaları/anketlerdi. Bunlardan en çok konuşulanı ise Konda’nın hazırlayıp sunduğu 'Din, Laiklik ve Türban' başlıklı çalışmasıydı. Yılın son döneminde en önemli tartışma konusu olan araştırmanın sonuçlarına göre, AKP yönetiminde geçen son dört yılda başını örtenler kendi içinde yaklaşık yüzde 8'lik artışla yüzde 64.2'den yüzde 69.4'e yükselirken, “türban”la örtünenlerin oranında ise 4.7 katlık artışla bir patlama yaşanmış durumda: “Türban”la örtünenlerdeki artışın eğitimli gençler arasında çok daha yüksek olması da dikkat çekici olarak değerlendirildi. Örtünme biçimi ve "neden özel olarak türban" gerekçelendirmelerine eğitim kümeleri üzerinden bakıldığında, “türban” kullananların tüm gruplarda en yüksek oranda İslam'ın emrine uyduklarını vurgulamaları dikkat çekici bir unsur şeklinde lanse edildi. Örtünmeyenlerde ise “türban kullananların siyasi eğilimlerini gösterdikleri algısı” olduğu tespiti öne çıkarıldı. Tarhan Erdem’in anketi, Eylül ayında 32. Gün ve A&G araştırma şirketinin ortak çalışması sonucu hazırlanan ve toplumun “türban, muhafazakarlık ve yeni sivil anayasaya bakış açısını” ortaya koyan bir araştırmasıyla ayrı sonuçlar vermişti. Çünkü araştırmaya göre, Türkiye'de her yüz kadından 61'i başını kapatıyordu ve buna göre son 3.5 yılda başını örten kadın sayısında yüzde 2.9'luk bir azalma tespit edilmişti. Benzer bir sonuç daha önce TESEV’in hazırladığı saha araştırmasında da ortaya çıkmıştı. Tarhan Erdem’in önce “Türban serbest olursa, üniversitede başı açık kalmaz.” deyip, sonra da medyaya “türban dört kat attı” başlığıyla verilen bir anketle çıkması da ilgi çekici bir husustu.Bu durum “türban” anketlerinin sosyal bir veri ortaya koymaktan önce, siyasal bir mücadelenin argümanı olarak değerlendirildiğine delil teşkil eder mahiyetteydi. Anket merkez ve muhafazakar medyada her yönüyle tartışıldı. Anket sonuçlarının sosyolojik değerlendirilmesinden, “irticanın geldiğinin kanıtı” olarak sunulmasına; araştırma tekniklerinin ve sorulardaki “başörtüsü-türban” ayrımının temelsizliğinden kaynaklanan hatalardan, AKP’nin kadınlara “zorla başını örttürmeye çalıştığı” iddialarına kadar birçok görüş ve karşı görüş ortaya atıldı. Değişmeyen gerçek ise, başörtüsü sorununun kimin nerede durduğunu gösteren bir işleve sahip olduğuydu. Dış basın ise “başörtüsü”nün nasıl bu kadar etkili bir güç olabileceğini yeni fark ettikleri bu süreçte, konunun özetle temelde bir iktidar mücadelesi olduğu belirtiliyor ve şöyle yazıyordu: “Kemalistler, AKP'nin kadınları başörtüsü takmaya zorlamasından değil, halk üzerindeki tahakkümlerini kaybetmekten korkuyor.” Başörtüsü tartışmalarıyla ilgili dış basında yer alan yazıların çoğu bu sosyal/siyasal düzlemde yorumlar içeriyordu. 2007 yılı içinde merkez medyada tartışılan konu başlıklarından bir diğeri ise “Türkiye’nin Malezya” olup olmayacağı mevzusuydu. Konuyu gündeme getiren Hürriyet Gazetesi’ydi. Ayşe Arman’ın

…Başörtüsü Raporu 2007… 31

Page 32:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

sosyolog Şerif Mardin’le yaptığı röportaj “Türkiye ne Malezya olur diyebilirim, ne de olmaz” başlığıyla verildi ve daha önce birçok kimsenin yabancısı olduğu bir ülke, Malezya, her açıdan incelenmeye başladı.Şerif Mardin, yayınlanan söyleşide “Sayılar açısından azınlık-çoğunluk başka bir şey, moral açısından azınlık- çoğunluk başka bir şey. Bu ikisinin birbiriyle uzlaşması lazım. Cumhuriyet Halk Partisi, kendisini Türkiye’nin ahlaki değerlerini taşıyan parti olarak görüyor. Ama AK Parti de diyor ki, "Ben de senden farklı değilim. Ben de buna tarafım. Senin gibi ben de milli menfaatleri düşünüyorum." Biz de Türkiye’de "AK Parti, samimi mi değil mi, takiye yapıyor mu yapmıyor mu, gerçekten milli menfaatleri düşünebilir mi, düşünemez mi"yi tartışıyoruz. İçinden çıkamadığımız da bu. Cumhurbaşkanı meselesi bile bunun etrafında dönüyor. Bazıları "Düşünemez" diyor. Bazıları da "Bu riski alın, düşünebilir" diyor.” şeklinde düşüncelerini dile getirdikten sonra Arman’ın “laik-antilaik” perspektifinden gelen sorularına şu eklendi: “Yani bir gün Malezya olur muyuz, olmaz mıyız? "Olmayız" deyip, içimizi rahatlatır mısınız lütfen...” Mardin’in cevabı ise şöyleydi: “Rahatlatamam. Çünkü olmayız diye bir söz veremem. Kimse veremez. Öyle dinamikler var ki dünyada, öyle tuhaf iç yapılanmalar, her şey olabilir. Endonezya’da 1960’larda kimse İslam’dan fazla bahsetmiyordu. Ama bugün Endonezya’da İslam, çok önemli bir siyasi güç olmaya başladı. Niçin ve nasıl böyle olduğunu da, Avrupa’da her gün kaleme alınan 100 bin makale anlamaya çalışıyor. Terörizm dendiğinde ne yazık ki din ve terör birlikte algılanıyor. Sadece nasıl geliştiği değil, nasıl bir arka bulduğu, sırtını nerelere dayadığı ve nasıl meşrulaştığı araştırılıyor...” Röportajda, Şerif Mardin, başörtüsü konusundaki görüşlerini de açıklamıştı: “Bir tek bu türban meselesinin anti-demokratik bir uygulama olduğu konusunda yüzde 100 eminim. Bu mesele, artık olguların toplanmasına ihtiyaç olmayan bir ahlaki meseleye dönmüştür. Orada kararım net, türbanlı öğrenciler üniversiteye girebilmeliler. Türban, benim kararımı verebildiğim nadir alanlardan bir tanesi. Ama kadınlar konusundaki problemin çok ciddi olduğuna inanıyorum. Kadınların Türkiye’de kendi durumlarının tehlikede olduğunu düşünmelerini haklı buluyorum. Çünkü orada henüz halledilmemiş bir sorun var. Nasıl türbanlıların üniversiteye girmesini destekliyorsam, bu ülkede kadınlarla ilgili çok ciddi bir problemin olduğuna da inanıyorum.”Her ne kadar Mardin yasağı eleştirdiyse de, Hürriyet Gazetesi bundan tatmin olmadı ve röportajdan “Türkiye’nin Malezya olacağı korkusuna kapılması gerektiği” sonucunu çıkaran bir yöntem izledi. Türkiye’nin İran olup olmayacağı tartışmalarına, Cumhuriyet Gazetesi, Cakarta örneğini de katmak istemişti ama asıl gündem Malezya ile birlikte oluştu. Sonuçta herkesin kendisine göre bir Malezya’sı olduğu ortaya çıktı. Merkez medya, Malezya’dan “dini çoğunluğun tahakkümü ve kadınların hızla örtündüğü” görüntüsü verirken, muhafazakar medya ise “farklı dinlere mensup insanların hoşgörülü birlikteliğinin” görüntüsünü öne çıkarıyordu. Nihayetinde maksat, Malezya’nın ne olup olmadığı değil, Türkiye’de başörtüsü sorununun ne olacağını ortaya koymaktı.Malezya örneği, “başı açıklara baskı yapılacağı” korkusu oluşturmak ve bu sebeple başörtüsüne özgürlük tanınmaması gerektiğini savunmak için bir argümandı. “Türban serbest olursa sarık da girer, çarşaf da girer” “Türban serbest olursa bir tane başı açık öğrenci kalmaz,” “Türbanı yüksek öğretimde serbest bırakırsanız, ilköğretime de iner” şeklinde yapılan yayınlarla, bir yandan “laik hassasiyetli çevreler”e endişe duymaları gerektiği mesajı verilirken, diğer yandan da askeri çevrelere 28 Şubat öncesi tartışmaların yeniden başladığı görüntüsü veriliyordu. Anayasa tartışmalarında “rejim değişiyor” başörtüsü konusunda “laiklik elden gidiyor” gibi klişe sloganların ardından yapılan bu medyatik savaşım; yıllardır başörtülülere ve İslami hassasiyet taşıyan insanlara yapılan baskıları meşrulaştırmak için de yoğun bir gayret sarf ediyordu. Kendi soyut endişelerine karşı topluma somut baskı ve şiddet uygulanmasını haklı kabul eden, kendisini herşeyin merkezinde konumlandırarak, çevresinin kuşatıldığı kaygısıyla her türlü yasak ve zorbalığı meşru gören bu zihniyet, her yönüyle problemliydi.Mustafa Akyol da, Star’daki bir yazısında mahalle baskısı tartışmasına değinerek, şu görüşleri dile getiriyordu: “Keşke Türkiye vatandaşlarının maruz kaldığı baskılar, sadece ‘mahalle’lerden gelseydi. O zaman çoğulculuğu ve diyalog kültürünü yayarak bir çözüm geliştirebilirdik. Ancak problem daha büyük, çünkü toplumla değil devletle ilgili. Çünkü toplumdaki mahalleler karşısında tarafsız olması gereken devlet, bunlar arasında açıkça taraf tutuyor. Devletin demokratik denetime pek açık olmayan çatık kaşlı ‘kurumları’, bazı mahallelerin sakinlerini kendi has vatandaşları olarak kabul edip korurken, diğerlerine tepeden bakıyor. Hatta onları ‘iç düşman’ ilan edip, haklarını ellerinden alıyor. Üniversitelerde ve bir Türkiye icadı olan ‘kamusal alan’da süregiden başörtü yasağı, söz konusu ‘taraf tutan devlet’in en göze batan icraatı. Başörtülü vatandaşlar, diğerleriyle aynı oranda vergi ödemelerine, aynı vatandaşlık sorumluluklarını yerine getirmelerine rağmen, eğitim hakkından mahrum bırakılıyor, ‘ikinci sınıf vatandaş’ muamelesi görüyorlar. ‘Muasır medeniyet’te örneği bulunmayan bu yasak, bugün Türkiye’deki en büyük özgürlük problemidir.”

…Başörtüsü Raporu 2007… 32

Page 33:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Yrd. Doç. Dr. Bekir Berat Özipek’in Zaman’daki “Mahalle baskısına 'hayır' devlet baskısına 'evet' mi?” başlığı altında yayınladığı yorumu da mahalle baskısı tartışmalarının suniliğine ve asıl baskının nerden/kime geldiğine işaret ediyordu: “Bir an için, bu ülkede kadına başını açması için hiçbir baskı yapılmadığını varsayalım. Bu durumda dahi, toplum baskısına karşı devlet baskısını tercih etmemizin hiçbir makul tarafı olamaz. Çünkü hiç kimse devletin dayatmasının toplumunkinden daha az tahrip edici olduğunu iddia ederken haklı olamaz. Elbette baskının her iki şekli de kötüdür; ama makul bir birey, iki kötü arasında bir tercih yapacak olursa, devletinkini seçmez. Çünkü hiçbir toplum homojen olmadığından dolayı, baskı dayanılmaz olduğunda o mahalleyi, o okulu, hatta ailesini terk edebilir. Baskıya karşı devletten yardım isteyebilir. Ama baskı devletten gelirse, bu çok daha büyük bir felaket demektir. Çünkü "meşru şiddet kullanma tekeline sahip en büyük örgüt" olan devletten kaçış yoktur; onun otoritesi ülke sınırlarının içindeki her yerde, her santimetrekarede geçerlidir ve sizi nereye gitseniz orada bulur. Bu anlamda yurtdışına çıkmak bile bazen çözüm olmayabilir. Başörtülü kadınlara yönelik yasakçı tutumdan kurtulmak için Balkanlardaki veya Türki cumhuriyetlerdeki üniversitelere giden, ama devletin elinin oralara da ulaşması nedeniyle gittikleri üniversitelerde de mağdur edilen Türkiyeli genç kızların durumu bunun trajik bir örneğidir. Başörtüsü serbest bırakıldığında, bunun başörtülü olmayan öğrenciler üzerinde baskı oluşturabileceğini düşünmek insani ve ahlaki bir kaygıdır. Ama bir insanın bu kaygıdan hareketle kendi yaşam biçiminden olmayan "öteki kadınlar" için yasak istemesinin ahlakiliği yoktur.”

* * *Merkez medyanın 2007 yılındaki en önemli uğraşılarından biri de başörtüsü-türban ayrımı oldu. Kendisi bugüne kadar sorunu tartışırken, toplumdaki hassasiyetleri uyandırmamak için başörtüsüne ısrarla ‘türban’ diye adlandırıyor ve toplumun asıl soruna yabancılaşmasını hedefliyordu. Buna göre başörtüsü savunulabilir bir örtünme biçimiymiş gibi sunulurken, ‘türban’ rahatsız edici bir unsur olarak karalanıyordu. Medyadaki sık kullanımına bağlı olarak örtünen insanlar arasında da bu kavramın gündelik dilde kullanılmaya başlanması ise dikkat çekiciydi. Merkez medya, 2007 içinde bu ayrımın “fıkhi”(!) altyapısı için de fazlasıyla efor sarf etti.Köşe yazarlarının “medya uleması” rolüne soyunmaları trajikomik yorumların yapılmasına vesile oluyordu. Başörtüsü üzerinden Din’e saldıranların bunu Kur’an’dan ayetleri delil göstererek yapmaları, aslında bir bakıma Din’in sosyal hayattaki belirleyiciliğinin de kanıtıydı. Yasakçılıklarının ‘Din karşıtı’ bir eylem olmadığını ispat etme kaygısı ya da kendi ideolojilerinin delillerine duyulan güvensizlik... Her ne sebeple olursa olsun, sonuçta yapılan kabul edilemezdi. Başörtüsü-türban ayrımı yapanların, örtünmenin Kur’an’da yer almadığını ispatlamak için uğraşanların, beyhude çabalarının hangi boyutlarda gerçekleştiğini göstermek için aşağıdaki alıntılara göz atmak faydalı ve açıklayıcı olabilir:“Anadolu kadını baş örtüsü takar.. Baş örtüsü kullanması gelenektir. Özellikle kentlerde ortaya çıkan AKP'li kadınların tercih ettiği türban ise simgedir. Gelenek olduğu için değil. Simge olduğu için takılır. Danıştay da, Anayasa Mahkemesi de, hatta AİHM de simge olduğuna karar verdi. Siyasal İslam'ın simgesi. İşte fark bu kadar büyük. Bu yüzden AKP'li kadınlar, türban taksalar da türban sözünü ağzına almıyor. Baş örtüsü demeyi tercih ediyorlar... Aslında mesele basit. Türbanın yerine baş örtüsünü tercih etseler... Anadolu kadınının geleneksel örtüsünü kullansalar… Başlar bu şekilde örtülse sorun bitecek.” (Mehmet Tezkan, Vatan, 20 Mayıs 2007)“Bir türban lafı ortalıkta dolaşıyor... Oysa Kuran-ı Kerim'de ne türban var. Ne çarşaf. Ne başörtüsü.” iddialarını ortaya attı. Selçuk yazısını şöyle bitirdi: “Kuran-ı Kerim'de kadınların türban, başörtüsü, sıkmabaş, çarşaf gibi tesettür araçları altına girmeleri konusunda açık seçik bir hüküm yoktur... Kadınların örtünmesi Kuran-ı Kerim'den değil, erkek bencilliğinin toplum düzeninde eski zamanlardan beri egemenleşmesinden kaynaklanıyor... İslam dünyasında Afganistan, Kuveyt, Suudi Arabistan vb. ülkelerde tesettür bir psikolojik erkek hastalığı düzeyindedir; Müslümanlık kadına böylesine eza ve cefaya izin verecek bir din değildir.” (İlhan Selçuk, Cumhuriyet, 3 Haziran 2007)“Başörtüsü ile türbanı ayırmayı bilelim. Başörtüsü, yemeni, boyundan bağlanan eşarp, Anadolu kadınının geleneksel örtüşüdür. Orada saç tellerini saklamak gibi bir hadise yoktur. Türban ise farklı bir olaydır. Bir üniformaya dönüşmüştür. Tamamlayıcı unsurları vardır. Saç telleri asla görünmeyecek. Gerekirse alnına bir de bant koyacaksın. Örtü omuzlardan aşağıya, göğüs ve sırta kadar inecek. Altına uzun, topuklara kadar etek veya pardösü giyilecek. Ayrıca saçın arka bölümüne topuz gibi bir şey takacaksın ve türbanın arka tarafı kalkık duracak.” (Emin Çölaşan, Hürriyet, 26 Haziran 2007)“Türban, yani son zamanlarda hanımların, Başbakan, Bakan vb. hanımlarının ve onlardan görerek diğer kadınların başına geçirilen "şey" öteden beri hanımlarımızın, köylülerimizin başlarına bağladıktan geleneksel "başörtüsü" ile aynı şey değildir. Kıyafet devriminde ve sonra, Atatürk'ten sonraki dönemde, yakın zamana kadar "başörtüsü" problem olmamıştı. Mustafa Kemal bu konuyu Türk kadınlarına ve zamana bırakmıştı. Benim Hukuk Fakültesindeki arkadaşlarımdan bazılarının başörtüleri vardı, kimse itiraz etmezdi. Ve onlar sonra avukat, yargıç olunca, başlarını kendiliklerinden açtılar. Mustafa Kemal evimize geldiğinde, babaannem onu başörtüsüsüyle karşılardı. Ama sonra o da başını açtı. Anamın anası başörtüsünü muhafaza etti ve o da yadırganmadı.” (Altemur Kılıç, Yeniçağ, 3 Temmuz 2007)

…Başörtüsü Raporu 2007… 33

Page 34:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

“Bir defa adını doğru koyalım. Türban değil. Nedir türban? Bir Hint dini inanışı Sih erkeklerinin baş bağlama şekli. Dikkat buyurun erkeklerinin. Kadınlarının değil... Bizde, yakında Köşk'e çıkması beklenen ve kim ne derse desin ülkeyi katıştıran siyasal İslam simgesi örtünün adı, sıkmabaş.. Mucidi Şule Yüksel Şenler adlı ünlü kadın yazar.. Çıkış noktası, Ege adalarındaki Ortodoks Yunan kadınlarının başlarından esinlenen, Lübnan kökenli küçük bir İslam tarikatının baş örtüsü. Şule Yüksel görüşleriyle birlikte başlığını da yaydı. Giderek belirli bir tarikatın simgesi oldu. Siyasete girdi. Erbakan'ın Milli Görüşçü kadınlarının üniformasına dönüştü… Sıkmabaş bir siyasal simgedir. Gamalı haç gibidir. Sorun örtünmekse bin yıllık Anadolu kadını gibi baş örtüsü kullansana’ kıyametlerine rağmen, niye ısrarla Hermes markalı sıkmabaşta direniliyor?” (Hıncal Uluç, Sabah, 22 Ağustos 2007) “Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Süleyman Ateş başörtüsünün asıl nedeninin erkek tacizinden korunmak olduğunu, medeni ülkelerde (Avrupa'da örneğin) şart olmadığını, olmazsa olmaz bir emir olmadığını söylüyor. Onun gibi düşünen çok sayıda din uzmanı var.Şimdiki Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ve yine eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'ın da kızlarına başları açık okuyabileceklerini söylediğini biliyoruz. Nitekim Bardakoğlu’nun kızları eğitimlerini böyle tamamlamışlar. Bütün bu örneklere bakarak düşünmeye başlayalım: Kur'an'da saçını örtmek konusunda kesin emir olduğuna inanan ve en azından okumak için veya devlette görev nedeniyle başını açan bir kadının Müslümanlığına zarar gelir mi?” (Ruhat Mengi, Vatan, 12 Eylül 2007)“Başı örtmenin kökenini etnoloji, taş dönemine kadar indirir. Bu dönemde kişiler, ölümden sonra saç ve tırnakların uzamaya devam ettiğini görerek, onlarda gizli bir kudretin varlığına inanmışlar ve korkmuşlardır… Saçlarda ve tırnaklardaki kudretle, Tann'nın karşısına çıkılamayacağına göre, saçlar örtülür, eller de yen içine saklanarak tırnaklar gizlenir; el pençe divan durmanın kökenini burada aramak gerekir. Bu alışkanlık, gelenek halinde tüm dinlere geçmiştir; Budistler, saçları kökünden kazıyarak sorunu çözmüşlerdir… Hz. Muhammed'in, 50 derece çöl sıcağında kadınları sıkmabaş'a mecbur etmiş olacağı düşünülemez; o sıcak ki, onun yüzünden erkekler entari giyerler, içinde ne don ne pantolon vardır.” (Hürriyet, 20 Eylül 2007)“Son zamanlarda yapılan türban övgülerinden, türban cazgırlığı yapan yazıcıların yorumlarından, türban denen takının puta, Müslüman olduğu iddia edilen kimselerin de putpereste dönüştükleri sonucu çıkıyor... Müslümanlık biçim ve içerik olarak bir bütünsellik ifade eder. Müslümanlığın bilinen, uyulması ve yapılması zorunlu koşullan dışında haramlar, helaller, günahlar var. Örneğin, en bilinen sakıncalardan biri faiz! Faiz İslam'a göre haram, ama türbancıların tamamı faiz yemekte.” (Özdemir İnce, Hürriyet, 13 Ekim 2007)“İyi bir Müslümanın rehberi doğrudan Kuranıkerim'dir. Aymaz kişilere, çokbilmişlere, kendisinde bir hikmet görüp ulema geçinenlere boşverin. Müslümanlıkta papazlık yoktur. Kendi aklınıza güvenin. Allah'ın kitabı Kuranıkerim'i bilmeyen, Müslüman değil, Müslüman mukallidi olur... Nur suresinde bu konuda şu kural konuyor: "Ey Muhammet , Mümin kadınlara söyle. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar..." Kuranıkerim'de türban ya da sıkmabaş yoktur; boyun sarıp sarmalanmayacak, başörtüsü göreneksel usul üzerine yakaların üzerine salınacaktır. Türbanı bir flamaya dönüştürüp siyaset sahteciliğinin en büyüğünü yaparak Müslümanlık taslayanlar ikiyüzlü yalancılardır. Bunlar Müslüman değil, kutsal Müslümanlığı kullananlardır. Topu cehennemliktir; çünkü Anadolu insanına en büyük kötülüğü yapıyorlar.” (İlhan Selçuk, Cumhuriyet, 18 Kasım 2007)“’Ey inananlar! Yahudileri ve Hıristiyanlan dost edinmeyin’ (Kuran, Maide, 51) ayeti günümüzde, uluslararası ilişkilerde geçerli midir? Bu ayetin anlamı yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. Müslümanlara, Yahudilerle, Hıristiyanlarla dost olmayın denilmektedir. Tartışılsın mı? İsteyen bu türden onlarca ayet bulabilir. Mesajların çağa uymadığını ileri süren görüşlere katlanabilecek. Tartışma çok basit ve yalın! Türbanın İslam'ın farzı olduğunu kabul edelim. Peki! Kabul! Peki türban takanlar Anayasayı, Medeni Kanunu, Borçlar Yasasını, aile ve miras hukukunu nasıl kabul ediyorlar? Türbana tapan kadınlar kocalarının dört kadın daha almasına ne diyorlar?Türban dışında laik dünyanın yasalarını isteyerek ya da istemeyerek kabul edenler, türban putuna tapmalarını nasıl açıklayacaklar? Türbanlılar ister cehenneme, ister cennete gitsinler, ister "evde çılgın dekolte giyiyor" olsunlar, benim umurumda bile değil! Bir tavsiye: İslam'ı sadece ahiret işlerinizde kendinize rehber yapınız, dünya işlerine karıştırırsanız zararlı çıkarsınız: "Ey inananlar! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin!" Olur! Ama bunu, ilkin, ayete aykırı davranan Abdullah Gül ile Recep Tayyip Erdoğan'a söyleyin?” (Özdemir İnce, Hürriyet, 2 Aralık 2007)“Aslında türban, "erkek egemen feodal kültürün" bir simgesi. Kadının "ikinci sınıf vatandaşlığını" vurgulayan bir simge. Bu simgeyi, "dinsel bir gereklilik" olarak kutsallaştırıp kadınlarımızı, kızlarımızı örtmeye çalışan "türbancıların" maskeleri yavaş yavaş düşüyor. Kadını örtmenin, Müslümanlıktan önce, Hıristiyanlık ve Musevilikte de geçerli olduğunu, Sümerlerden beri uygulandığını artık herkes öğrendi. Kuran'ın pek çok açık emrini görmezden gelip, faiz gelirleriyle ceplerini dolduranların, "türbancılık" yapmalarındaki samimiyetsizliği artık herkes fark etti.” (Emre Kongar, Cumhuriyet, 10 Aralık 2007)“Türbancıların tümü aynı zamanda faizci... Kuranıkerim'de türban yok. Ama faiz var. Bakara suresinde der ki: "Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar." "Kim faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliktir; onlar orada temelli kalacaklardır..." Yoruma gerek yok... Kerametleri kendilerinden menkul hocalara da gerek yok... Faiz yedikleri mahkeme kararıyla

…Başörtüsü Raporu 2007… 34

Page 35:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

sabit olan: Fethullah Gülen. Recep Tayyip. Hüseyin Çelik. Binali Yıldırım öteki dünyada ne olacaklardır? Mahşerde şeytanın çarptığı gibi kalkıp cehennemde temelli kalacaklardır. Kuranıkerim'e aykırı ne günah varsa işlemeyi meslek edinen türbancı, karısını örtmekle Müslümanlaşabilir mi?.. Türkiye'deki bütün kadınlar türban taksalar, ülkeyi faiz folluğuna çevirmiş bu takımı "mahşerde şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkmaktan" kurtaramazlar... Türbancı ile faizci ikiz kardeş oldular. Kuranıkerim'de bu tür ikizlik -hem türbancılık, hem faizcilik- helal değildir... Yasaktır... Günah-ı kebairdendir... Haramdır...” (İlhan Selçuk, Cumhuriyet,18 Aralık 2007)Yukarıda alıntıladığımız bu örnekler, birçok gazete birçok köşe yazarı tarafından tekrar tekrar yazıldı. Başörtüsüne karşı her cepheden yapılan saldırılarda, Müslümanların rehber kitabındaki açık ayetleri çarpıtmaktan çekinmeyenlerin amaçları belliydi. Kopyala-yapıştır şeklinde çoğaltılan bu görüşleri savunanlar, bunu ‘ilmi bir katkı’ sağlamak için değil, İslam’ı karalamak için yapıyordu. Provokatif sorularla ve tahkir eden yorumlarla yol boyunca yürüttükleri yayın politikasıyla merkez medya, başörtüsü sorununda 2007 yılında da kendisine biçilen rolü layıkıyla oynamak için elinden gelen gayreti gösterdi. Jurnalci gazetecilik, çarpıtmacı köşe yazarlığı, fikirsiz yorumculuk, belgesiz araştırmacılık, düşüncesiz analiz gibi yan yana gelmesi mümkün olmayan durumları kendi bünyesinde imkana kavuşturan merkez medyanın yol açtığı zihinsel yozlaşma ve ahlak tahribatı kayıtsız kalınamayacak bir vakadır. Ne yazık ki, bazı muhafazakar medya organlarının 2007 yılı içindeki yayınlarında da bazı yozlaşma emareleri baş göstermişti. Bu yayın organları; başörtüsü karşıtlarına gereken cevabı vermekte çekinmiş, İslami hassasiyetle savunamadıkları gerçekleri kendilerini “liberal/demokrat” kimlik ile tanımlayan insanlara söyleterek sorumluluklarını yerine getirdiklerini zannettikleri bir yayın çizgisi ortaya çıkmıştı. İlkeli ve tutarlı bir ‘Din’ algısına sahip olmayınca, bunun yapılan her işe sirayet ettiği açıkça görülüyordu.Burada genel bir değerlendirme yaptığımızda, başörtüsü konusunda Vakit, Milli Gazete ve nispeten Yeni Asya Gazeteleri’nin dışında kalan yayın organlarının, başörtüsü sorununu görmekle birlikte “başörtüsü platformlarının özgürlük mücadelesine” genellikle kayıtsız kaldıkları sonucuna varabiliriz. Merkez medya, yılın ilk günlerinden itibaren başörtüsü karşıtlığı konusunda okurlarını işlerken, birçok muhafazakar yayın organı başörtüsü sorun olarak gündemlerine almamaktaydı. Sorun ancak Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştığında değerlendirilmeye alındı. Bu değerlendirmeler ise daha çok “demokratik haklar” ya da “insan hakları” bağlamında yapılıyordu. Üstelik Kemalizm ile yüzleşmek yada “askeri demokrasi” anlayışına güçlü bir itiraz da dillendirilmiyordu. Yayın çizgisine rengini veren, daha çok AKP’nin söylemiydi. Vakit ve Milli Gazete ise bu süreçte başörtüsü sorununu birçok açıdan gündemde tutmayı ve yasak karşıtı mücadelenin kamuoyuna duyurulmasını ihmal etmedi.Muhafazakar çevrelerin AKP sürecindeki tutarsızlıkları ve kurdukları yanlış ilişki biçimleri 2007 yılı süresince medya organlarının yayın politikalarına da yansıdı. Başörtüsü sorunu, İslami kimliğe yönelik bir baskıdan ziyade, üniversite öğrencilerine ve AKP’li siyasilerin eşlerine yapılan bir ayrımcılık mesabesinde değerlendirildi. Oysa ki sorun, daha geniş bir zaviyede tartışılabilir, ortaya konulan söylem AKP’nin politikasına endekslenmeyebilirdi. Böyle bir yayın çizgisi daha tutarlı yorumların önünü açacağı gibi, başörtüsü eylemlerini daha detaylı ve değerine layık biçimde gündemleştirerek, toplumsal sorunlar karşısında okurlarını sorumluluk almaya çağırabilirdi. “Muhafazakar demokrasi” gibi eklektik, belirsiz ve tutarsız bir anlayışın hakim olduğu yayınlarda, ‘liberal’ görüşe İslamcı görüşlerden daha çok yer verilmesi ise medyatik bir ayrımcılıktı. Satın almalarla, yeni kuruluşlarla artan muhafazakar medya organlarının sayısına rağmen, ortaya yeni, etkili ve tutarlı bir yayın politikası koyulamadı.Bu tespitler ve sorunlar, salt ‘medya etiği’ ya da ‘haber anlayışı’ bağlamında tartışılarak çözülecek konular değildir. Ortada nasıl bir Din, nasıl bir kimlik, nasıl bir mücadele anlayışı, nasıl bir hayat tarzı gibi temel sorulara verilen yanlış cevaplardan kaynaklanan sorunlar bulunmaktadır. Bunların çözümü ancak Müslümanların bütüncül ve sahih bir din anlayışına sahip olmasıyla mümkündür. O güne kadar yapılabilecek olan ise muhafazakar medyanın yanlışlarını kendi gündemimizde tutarak eleştirilerimizi ortaya net biçimde koymak, yapılan hatalar karşısında uyanık ve uyarıcı olmak, sadece izleyici/okur gibi pasif bir konumda kalmak yerine daha aktif bir etkileşim sağlamak olabilir. “Mahallenin sesi” olduğu iddiasındaki medya kuruluşlarını mahallede çıkan seslere karşı daha duyarlı davranmaya zorlamak bir sorumluluktur. Sorumlu yayıncılık anlayışına sahip olduklarını iddia edenlere karşı iddialarını doğru ve tutarlı biçimde yerine getirmeleri konusunda uyarmak zorundayız. Merkez medyanın çirkefliklerine ve jurnalci yaklaşıma karşı ‘biz aslında gösterdiğiniz gibi değiliz’ şeklinde sürekli savunma konumunda kalmak yerine, kendisine güvenen, kimliğini özgürce savunmaktan çekinmeyen bir yaklaşım, daha doğru olacaktır.III. f. 2007 yılında Başörtüsü MücadelesiTürkiye’de kılık-kıyafet üzerinden iktidar mücadelesi yürüten laikçi-seçkinci sınıf, karşısında her zaman bir muhalefet bulmuştur. “Ümmetten ulus yaratma” rüyası gören, batıcılaşma projeleriyle topluma tek tip bir hayat tarzı dayatan ve zihniyet değişikliğindeki başarısızlığı kılık-kıyafet

…Başörtüsü Raporu 2007… 35

Page 36:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

üzerinden sembolik ama hayli önemli bir mücadeleye dönüştüren iktidar seçkinleri, karşılarında her zaman bazı direnç noktaları bulmuştur. Bu durumun başörtüsü yasağı bağlamındaki anlamı, başörtüsü yasağı uygulandığı sürece başörtüsüne özgürlük eylemlerinin de yapıldığıdır.Türkiye’deki toplumsal mücadelenin tarihine bakıldığında başörtüsü yasağına karşı verilen mücadelenin en köklü ve en uzun soluklu mücadelelerin başında yer aldığı görülecektir. Konuyu tevhid mücadelesi bağlamında değerlendirdiğimizde safların derinliği insanlık tarihinin başlangıç noktasına kadar götürülebilir elbette ama günümüzde kazandığı anlamıyla başörtüsü yasağı ve bu yasağa karşı yürütülen mücadelede 1964 ve 1967 yıllarının ayrı birer önemi vardır.Cumhuriyet’in kurulmasından sonra kadınlara yönelik kılık-kıyafet politikaları tesettür karşıtlığı üzerinde kurulur. Tesettüre yönelik baskılar tek parti döneminde etkisini arttırır. 1950’lerden sonraki yönetim değişikliği sonrası ortaya çıkan yeni durumda, başörtüsü de sosyal hayattaki görünümünü kazanmaya başlar. 1950’li yıllarda Türkiye ilk kez başörtülü bir doktorla, Hümeyra Ökten ile tanışır. Bu yıllarda özellikle “çarşaf” üzerinden tesettür düşmanlığında da bir artış söz konusudur. 1964'te Cerrahpaşa’da tıp öğrencisi olan Gülsen Ataseven örtünmesi ile süreç ayrı bir anlam kazanır. Ataseven’in okulu birinci bitirdiği için yapması gereken geleneksel mezuniyet konuşmasına izin verilmez. Yerine ikinci gelen öğrenci kürsüye çıkarılır. Başörtüsüne karşı akademideki ilk baskıcı uygulamalardan sayılan bu olay, Hatice Babacan’a yapılan haksızlıkla iyice gün yüzüne çıkar.Türkiye, bugün halen devam eden başörtüsü tartışmalarının ilk kıvılcımına Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacan’ın 1967 yılında başörtülü olarak İslam tarihi dersine girmesiyle tanık olur. Kürsüdeki hoca Prof. Neşet Çağatay’dır. Hatice Babacan’ı fark eder ve şu tarihi cümleyi sarf eder: “Hey sen! Sen başörtülü kız! Sınıfta bu kıyafetle oturamazsın. Ya başını aç ya da dışarı çık!” Hatice Babacan o dönem karşısında Neşet Çağatay’ın dışında, Hüseyin Gazi Yurtaydın ve Bahriye Üçok gibi hocaları bulmuştu. Kendisine yapılan haksızlığa itiraz eden Hatice Babacan’ın yaşadıkları kamuoyuna da yansımış, İlahiyat Fakültesi öğrencileri arkadaşlarına eylemle destek vermişti. Bu eylem birçok öğrenci eyleminin ilki olarak tarihe önemli bir not olarak düşmüştür. Hatice Babacan ise fakülte idaresi ve bazı öğretim üyelerinin “tarikatlar tarafından yönlendirildiğini ve başka amaçlar için örtündüğünü” söyleyerek başörtülü olarak derslere devamına karşı çıkmışları sebebiyle, Şubat 1968'de okuldan ihraç edilmişti. Aynı yıllarda ülke genelinde verdiği seri konferansları, gazete yazıları ve başını örtme şekliyle İslami değerlere uygun bir hayat yaşama konusunda gayret gösteren gazeteci-yazar Şule Yüksel Şenler de başörtüsü mücadelesindeki yerini alan isimlerdendi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 12’inci Genelkurmay Başkanlığını yapan, daha sonra cumhurbaşkanlığına getirilen Cevdet Sunay'ın "Sokaklardaki başı kapalı hanımların öncüleri cezalarını görecekler” diyerek özür dileme çağrısına karşı çıkan Şenler, başörtüsü mücadelesinde hapse giren ilk başörtülü yazar olur.

* * *Kemalist kadroların iktidarlarını kurma ve pekiştirme çabalarında başörtüsüne karşı menfi tavır almaları ve çözümü yasaklarda bulmaları klasik bir baskı siyasetine dönüşür. Askeri müdahale dönemlerinde, darbecilerin ilk uygulamalarının başında başörtüsüyle mücadele etmek gelmeye başlar. Örneğin 1960 askeri darbesi sonrası Milli Birlik Komitesi’nin “irtica” adı altında İslam’la mücadelede kamuoyu faaliyetlerini yoğunlaştırırken, Komite Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel “Çarşaf Türk kadını için bir yüz karasıdır.” diyerek tesettür karşıtlığını ifade eder.1969 Şubat’ında bir kasabada lise müdürü ve bazı öğretmenlerin okula tesettüre uygun giyinerek gelen kız öğrencilerin başörtülerini ve mantolarını parça parça edip onları okuldan kovuşları, kasaba ahalisinin büyük bir üzüntü içinde saldırgan müdürü ve öğretmenleri protesto etmelerine neden olur. Benzeri olaylar birçok yerde yaşanır. 1971’de Isparta İmam Hatip Okulu’nda Matematik öğretmeninin okul bahçesinde gördüğü tesettürlü öğrencinin başörtüsünü çekip yırtması, bu olaylardan yalnızca biridir. Bu süreçte başörtülü öğrenciler ve kadınlara yönelik devlet baskısı artmış ve birçok kadın “devrim kanunlarına aykırılık” iddiasıyla gözaltına alınarak, baskı politikalarına maruz kalmıştır. Türkiye tarihindeki kara bir sayfa olan, darbeci zihniyetin tüm çirkinliğini acı tecrübelere dönüştüren 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında, cuntacıların başörtüsü yasakçısı olduğu tescillenir ve başörtüsü yasaklanır. Daha önceki darbe dönemlerinde baskılara maruz kalan İmam Hatip Liseleri, 1980 sonrası ilk kez başörtüsü yasağıyla karşılaşır. Darbe mahsulü YÖK’ün de ilk icraatlarının başında kıyafet genelgesi çıkararak başörtüsünü yasaklamak gelir. Tepkiler ve gerilim yükselir. 1984'te YÖK tarafından geri adım atılmak zorunda kalınır ve ilk olarak boynu açıkta bırakacak ve kulakların arkasından dolanarak bağlanılan örtülere izin çıkarılır. Ancak darbeci cumhurbaşkanı Kenan Evren’in "Türkiye’de irtica tehlikesi var" çıkışı üzerine 1987’de başörtüsü yeniden yasaklanarak disiplin suçu sayılmaya başlanır. Ne var ki, başörtüsü yasakçılarına karşı sesler de giderek etkisini arttırır. Bu dönemde birçok başörtüsü eylemi yapılır ve başörtüsü mücadelesi Türkiye’nin önemli gündem maddeleri arasındaki yerini korur. 1987 yılında başörtülü oldukları gerekçesiyle derslere alınmayan İstanbul Hukuk Fakültesi’ndeki başörtülü öğrenciler, Macide Göç liderliğinde ilk öğrenci boykotunu düzenleyerek, başörtüsü mücadelesindeki tarihi yerlerini alırlar. Macide Göç, daha sonraki yıllarda da daima en ön saflarda mücadeleye devam ederek, bu vahşi yasağa karşı şahitliğini ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür.

…Başörtüsü Raporu 2007… 36

Page 37:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

1990’lı yılların ilk yarısında başörtüsü yasağı konusunda kısmı bir durgunluk dönemi yaşanır. Bu dönemi sonlandıran ise yine bir askeri darbe olur. 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında alınan kararlar, başörtüsü konusunda da "topyekün savaş" mantığıyla düşmanlık sergilenmesine neden olur. MGK'nın "Kıyafet Kanunu'na aykırı olarak ortaya çıkan uygulamalara kesinlikle mani olunmalır" şeklindeki emri, YÖK tarafından derhal dikkate alır ve ANASOL-D Hükümetinin kurulmasıyla birlikte de tüm üniversite rektörlerine başörtüsü yasağının tavizsiz uygulanması yönünde genelgeler gönderilir. YÖK'ün askerden aldığı “başörtüsü yasağı emrini yerine getirin” talimatına en şirret destek İstanbul Üniveritesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu'ndan gelir. Üniversite dekanlarını toplayan Alemdaroğlu, "Türban yasağını uygulamak için gerekirse bilime ara verin" şeklindeki zorba talimatıyla başörtüsü yasakçılığının önemli kuklalarından biri olur. Alemdaroğlu'nun bu çıkışının, Rektörler Komitesi toplantısından önce askerler tarafından verilen "irtica brifingi"nin hemen akabine denk gelmesi ise yasağın kaynağını deşifre etmektedir. 28 Şubat döneminde başörtüsü yasağına karşı eylemler düzenlenmiştir. Üniversiteden atılan öğrenciler hak mücadelesine girişmiş ve Macide Göç Türkmen, Şeyma Dövücü, Necip Kibar, Cüneyt Toraman ve Fikret Özdemir gibi avukatlar zulme uğrayan öğrencilerin haklarını arayarak onlara destek vermiştir. Bu süreçte toplum da başörtüsü eylemlerine katılmış, birçok ilde farklı etkinlikler düzenlenerek yasak karşıtı mücadelenin tarihine katkıda bulunmuştur. Bu süreçte 28 Şubat cunta rejiminin kararlarıyla gasp edilen eğitim haklarını geri alabilmek için ortaya koydukları sivil tepkilerle sonuç alamayan öğrenciler ve temsilcileri, kendilerine destek veren bazı avukatların, gazetecilerin, yazarların, sivil toplum kuruluş temsilcilerinin ve farklı branşlardan sorumluluk sahibi aydınların katılımı ile sivil bir inisiyatif olarak Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği’ni (Özgür-Der) kurarak, bu mücadelede sağlam bir halka oluşturmuşlardır.

* * *Başörtüsü yasağına karşı verilen bu kesintisiz mücadele 2007 yılında da devam etmiştir. Bu mücadele Başörtüsü Platformları, 2005 yılından beri başlattıkları “Başörtüsüne Özgürlük” eylemleri ile 2007 yılı boyunca her Cumartesi meydanlarda yasak karşıtı mücadelede önemli bir kazanım olmayı sürdürmüştür. İlk olarak, Mazlum-Der’in öncülüğünde kurulan Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu, 23 Nisan 2005 tarihinde İzmit Sabri Yalım Parkı İnsan Hakları Anıtı Önünde saat 12:30 da ilk eylemini gerçekleştirerek direniş meşalesini yakmış, akabinde 17 Eylül 2005’te kurulan Sakarya Başörtüsü Platformu, bu anlamlı direnişe katılmıştır. Başörtüsü yasağına karşı başlatılan özgürlük mücadelesinin üçüncü halkası eylemlerine 11 Şubat 2006’da başlayan Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu olmuştur. 9 Eylül 2006’da ise Van’da eylemler başlatılarak, mücadele zemini genişletilmiştir. 2007 yılı ise Başörtüsüne Özgürlük eylemlerinde direniş hattının gelişmeye ve genişlemeye devam ettiği bir yıl olmuştur. Her Cumartesi yapılan eylemlere, Mazlum-Der Akyazı Şubesi’nin inisiyatifiyle kurulan Akyazı İnanç Özgürlüğü Platformu 10 Şubat 2007’de düzenlediği ilk “Başörtüsüne Özgürlük” eylemiyle destek vermeye başlamıştır. 15 Eylül 2007’de Konya İnanç Özgürlüğü Platformu, başörtüsüne özgürlük için her Cumartesi meydanlarda olacağını deklare ederek, başörtüsü direnişine güç katmıştır. Akabinde, 6 Ekim 2007’de Antalya ve İlçelerinde faaliyet gösteren, Özgür-Der Antalya Temsilciliği, Diyanet-Sen, Memur-Sen, Eğitim-Bir-Sen Antalya Şubeleri, Radyo Mercan, Sebilay, Es-Der, AnÇet, ANSED, ENSAR Serik Şubesi, Mak-Der gibi yapılar, Antalya Başörtüsü Platformu olarak ilk başörtüsüne özgürlük eylemini gerçekleştirdiler. Yıl boyunca Özgür-Der, Mazlum-Der ve İLKAV gibi kuruluşların öncülük ettiği bir çok sivil inisiyatif geliştirildi. Yasağın seyrine ve gelişmelere göre birçok ilde başörtüsü eylemi düzenlendi. Yasağın şartsız-sınırsız kaldırılması talebi gündemde tutularak, topluma sorunlarını sahiplenmesi ve hak mücadelesi vermesi çağrısı defalarca yinelendi. 2007 yılında yasak karşıtı mücadelede yaşanan bir diğer önemli gelişme ise Başörtüsü Platformları’nın birbirleriyle olan irtibatlarını arttırarak, istişare zemininde hareket etme çabalarını güçlendirmeleri olmuştur. Bu çabalar, başörtüsü yasağı bağlamında inşa edilebilecek sivil bir muhalefetin örgütlenmesi açısından anlamlıdır. Birbirinden kopuk hareketlerin toplumsal etkisinin zaman içinde çözülebileceği ve irtibatsız çabaların ortak bir mücadele çatısı altında toplanamaması sonucu yetersiz kalabileceği gibi zaaflar göz önüne alındığında, bu istişare zeminin sağlanmasının ve güçlendirilmesinin önemi de anlaşılabilir.

* * *Başörtüsünün İslami bir kimliğin tezahürü olduğu düşüncesinin pekiştiği, siyasal anlamının 2007 yılı boyunca yaşanan olaylar sürecinde daha net anlaşıldığı bir dönemde; başörtüsü yasağına karşı mücadeleyi güçlendirmek kesinlikle hayati önemi haiz bir eylemliliktir. Türkiye toplumu, bugün yaşanılan sorunlar karşısında çözümü başka mercilere havale ederek sorumluluk almaktan kaçınmayı bir kenara bırakmadığı sürece, taleplerinin karşılanmasının mümkün olmadığını görmek zorundadır. Mevcut düzen, toplumsal talepleri bastırarak, farklı kimlikleri yok sayarak günübirlik politikalarla ülkeyi yaşanılmaz kılmak için her türlü macerayı göze alıyorsa; buna karşı ancak sağlam, ilkeli ve ne istediğini bilen bir mücadeleyle karşı konulabilir. Paramiliter yapıların ve köhnemiş bir resmi ideolojinin taraftarlarının, bugün kendi tanımladıkları bir hayat tarzını topluma dayatmaktan asla yılmayacakları net biçimde ortaya çıkmıştır. Yerel ve küresel gelişmelerden kopuk, halka hiçbir zaman irtibat kuramamış ve jakoben köklerinden güç alan

…Başörtüsü Raporu 2007… 37

Page 38:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

bu sistemin daha adil, özgürlükçü ve barışçı bir zeminde yeniden kurulabilmesi için muhalif hareketlerin ortak mücadele zeminlerinde buluşması ve dayanışması kaçınılmazdır. Türkiye’nin farklı illerinde/ilçelerinde faaliyet gösteren Başörtüsü Platformlarının 2005’te başlattıkları ve 2007’de güçlenerek devam ettikleri Başörtüsüne Özgürlük mücadelesi, yukarıda değindiğimiz bağlamda değerlendirilmelidir. Çünkü platformların yıl boyunca yaptıkları açıklamalar okunduğunda görülecektir ki; meydanlarda dillendirilen haklı ve meşru talepler, sadece bir yasağın kaldırılmasıyla sınırlı değildir. Bu eylemlerde ciddi bir sistem eleştiri yapılmaktadır. Başörtüsü yasağı sistem sorunu olarak ortaya koyulduğunda; bu diğer toplumsal sorunların da çözümü talebini kaçınılmaz olarak gündeme getirmektedir. Dolayısıyla verilen başörtüsü mücadelesi, çok daha geniş bir perspektife sahiptir. Her ne kadar platformlar, eylemlerinde başörtüsü yasağının kaldırılması talebini çeşitli vesilelerle dile getiriyorlarsa da, bu diğer konularda sessiz kaldıkları ya da mücadele etmedikleri şeklinde yorumlanamaz. Evet, eylemlerde öncelikle resmi ideolojinin dayattığı hayat tarzına karşı Müslümanca yaşama hakkı savunulmaktadır ama bunu yaparken, yasağı sistem eleştirisi çerçevesinde değerlendiriyor olmak, askeri ve bürokratik oligarşiye, yargı diktatoryasına, kesintisiz darbe düzenine, tek tip kimlik dayatan resmi politikalara, kangrenleşen Kürt sorununa, düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki 301. madde gibi engellere, insanların onurunu zedeleyen F tipi gibi uygulamalara, baskı ve şiddet politikalarına, emek sömürüsüne, eğitim sorununa, adaletsiz hukuk sistemine, paramiliter örgütlerin toplumun özgürlüklerine yönelik eylemlerine, faili meçhullere, linç, suikast ve katliam üreten yapılanmalara da kayıtsız kalmamaktır. Başörtüsü Platformların açıklamalarını alt alta koyduğunuzda ortaya çıkan sonuç çok açıktır: Başörtüsü mücadelesi sadece ‘başörtüsü’ mücadelesi değildir ve başörtüsüne tamamen özgürlük yoksa; hiçbir konuda adalet ve özgürlük sağlanamayacaktır. Ayrıca başörtüsüne özgürlük mücadelesi, küresel düzlemde ise kirli işgallere, savaşlara, katliamlara, küresel sermayenin kapitalistçe uygulamalarına ve her türlü İslamofobik harekete karşı çıkmaktır. Kendi yerelinden hareketle tüm dünyanın insanlarına ve sorunlarına karşı, kendi kimliği, iddiaları, talepleri ve çözüm çağrılarıyla meydanlarda verilen bu mücadelenin zemini genişletilmek ve daha çok güçlendirilmek zorundadır. Şüphesiz bu, tevhidi bir kimliği kuşanmış Müslümanlar için öncelikli bir meseledir. Başörtüsü sorununu gündeminde tutmayan bir yapının/cemaatin/derneğin/sivil toplum örgütünün; İslami bir çabadan bahsetmesi ancak açık bir şuursuzluk ve tutarsızlık olacaktır. Başörtüsünün önemine vakıf olmayan hiçbir toplumsal/siyasal hareket; hangi ideolojiyi ya da dünya görüşünü savunuyor olursa olsun, Türkiye yerelinde sahici bir söylem ve adil bir çözüm üretemeyecektir. Başörtüsü sorununun neden bu kadar merkezi bir yer teşkil ettiğini anlamayan bir zihniyet, mevcut konjonktürü doğru okuyup, analiz edemeyeceği gibi gelecek projeksiyonun da ciddi yanılgılar ve kırılmalar yaşayabilir.

* * *Başörtüsü yasağı bugün halen devam ediyorsa, bu konunun doğru tahlil edilmesini gerekli kılar. Geldiğimiz noktada başörtüsü yasağının sadece bir yasak sorunu olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız. Başörtüsü, bugün Türkiye’deki iktidar mücadelesinin kilit sembolüdür. Bu sebepledir ki başörtüsü yasağı iktidar seçkinleri için bir egemenlik sorununu ifade etmektedir. Yasakçıların, yasağın kaldırılmasına yönelik en ufak bir hamleyi dahi ölüm kalım mücadelesine dönüştürmesi anlamsız değildir. Lakin 2007 yılında başlayan ve 2008’de iyice gün yüzüne çıkan gerçek; sistemin açmazları giderek çoğalmaktadır. Yönetim ve siyaset tıkanmıştır. Darbe girişimleri, yargı eliyle yürütülmek istenmektedir. Başörtüsü yasağını sürdürmek için bir kez daha siyasal hukuk silahına başvurulmuştur. Başörtüsü sorunu bugün artık kesinlikle ertelenemez ve suni çözümlerle geçiştirilemez bir noktadadır. Ne yasakçıların ne de yasak karşıtlarının geri adım atabileceği bir yer yoktur. Dolayısıyla yasakçılar açısından net bir pozisyonu gerekli kılan başörtüsü, asıl muhatapları tarafından sahiplenilmediğinden kangren haline gelmekte, toplumsal çatışma potansiyelini artırmaktadır. Burada cevabı aranması gereken soru ise başörtüsüne kimin sahip çıkacağıdır. Politik temsilciler, sorunu doğru şekilde sahiplenemeyeceklerini ve attıkları adım sonuç getirmediğinde konuyu derhal geçiştireceklerini göstermişlerdir. Başörtüsüne asıl sahip çıkması beklenen kesim ise öncelikle ‘dindar’ halktır. Ancak halkın da bu rolü ifa etmesinin önünde iki büyük engel var: İlki; geleneksel dindarlığın başörtüsünü bireysel bir tercih olarak görmesi, sahiplenilmesi gereken bir dava değil anasının-bacısının başındaki hürmet edilesi bir ‘bez parçası’ olarak algılamasıdır. Hakim söylem de bu algılayışı şeytanice pompalamaktadır. Mesaj, ‘samimi Müslüman’a, anneannemizin başındaki tülbente, oyalı yazmaya herkesin saygı duyduğu, ancak iş siyasi bir sembol olarak kullanılmasına geldi mi bu durumun kabul edilemez olduğudur.Halka önderlik etmesi gereken Türkiye’deki tevhidi uyanış ekolünden insanların da maalesef İslam’ın geniş halk kitlelerine yeterli düzeyde ulaştırılamadığı bir vasatta, zaten yetersiz olan mevcut kazanımları da son yıllarda geliştirilen “Biz çok siyasallaştık, içe dönmeyi, maneviyatı ihmal ettik!” yollu ‘yorgun demokrat’ tavırlarla bu dağınıklığı büyük oranda etkilediklerini de gözardı edemeyiz.

…Başörtüsü Raporu 2007… 38

Page 39:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Halkın başörtüsüne sahip çıkmasının önündeki ikinci büyük engel ise bu noktada neşet eden ‘önderlik’ sorunudur. Halkın taleplerine önderlik edecek, onu akl-ı selime kavuşturacak, zincirlerinden kurtaracak yeterli ve ciddi bir önderliğin ve birikimin olmayışıdır. Türkiye’nin en büyük açmazı son zamanlarda çokça dile getirilen ‘güçlü bir solun eksikliği’ değil, sahici bir İslami hareketin yokluğudur. Maalesef tevhidi uyanışın önde gelen isimlerinin kararlı, sürekli ve görünür bir hareket hattı oluşturamamaları, bunun imkanlarını üretememeleri yüzünden ‘İslami hareket’ bir slogandan ibaret kalmış, o da zamanla örselenmiş ve utanılacak bir çocukluk suçu gibi bir kenara atılıvermiştir. ‘Tevhidi uyanış’, ‘İslami kimlik’, ‘İslami hareket’ söylemleri ya kitap çevirisi, masa başı teoriler, konferanslar gibi pratikten kopuk çabalarla ya da ‘an’ın fıkhını görmezden gelen ‘gettocu, gizli örgütçü’ yapılanmalarla hayatın dışına itilmiştir. Dolayısıyla halka önderlik edecek bir İslami hareketin olmayışı, halkın hassasiyetlerini törpülemekte, dikkatini dağıtmakta, hakim ideoloji karşısında çaresiz bırakmaktadır.Oysa yurtdışına gönderilen binlerce öğrencinin koordine edildiği başarılı organizasyonlar, Endonezya’dan Afrika’ya kadar ulaşan yardım organizasyonlarının yetkinliği, yurt içinde deprem sırasında ve sonrasında kendini kanıtlayan yardım organizasyonları halkın gücünü ve yeteneklerini göstermekte ancak koordinesiz ve öndersiz potansiyel bir çıkış bulamadığından birçok farklı mecrada akıp gitmekte, egemenlerin baskı ve aşağılamasına gerekli cevabı bir türlü bulamamaktadır. Neticede başörtüsü yasağı karşısında dindar kamuoyu, salt bireysel tercihlerin sayısal çokluğu üzerinden bir hak talep etmekte, egemenler ise bu geniş kitleyi yönlendirerek, zaman içerisinde yozlaştırarak, devşirerek etkisiz kılmayı başarmaktadırlar.Bu tabloyu göremediğimizden sorunu tarif edelim derken, “Başörtüsü diyorsunuz ama tesettürün içinin boşaltıldığını görmezden geliyorsunuz!” gibi değerlendirmelerle topu tekrar halka atmakla, gözden kaçırdığımız şey bu vahim durumun başörtüsünün sahipsiz bırakılması ve başörtüsünü sahipsiz bırakmamız gerçeğinden kaynaklandığıdır.Artık şu soruyu sormanın zamanıdır: Başörtüsüne kim sahip çıkacak? Tüm kırık döküklüğüne, tecrübesizliğine ve donanımsızlığına rağmen sorunun sahibi Müslümanların öncü kadrolarıdır. Ancak öncülük potansiyelini taşıyan kadroların, başörtüsüne yaklaşımda genellikle net ve tutarlı olmayan tutumlar içinde olduklarını görülmektedir. Bu zaaflı yaklaşımları iki ana başlıkta toplayabiliriz: İlki; İslam’ın bireysel bir fıkıh meselesi olarak değerlendirildiği ‘halk dindarlığı’nı aşmada yaşanan tereddütlerdir. Bu potansiyelin Kemalist cumhuriyetin yaptığı budamadan sonra gerek ümmetten kopulmuş olması, gerekse Osmanlı İslamcı düşünsel geleneğinden (özellikle Akiflerin taşıyıcısı oldukları, tüm zaaflarına rağmen tevhidi uyanışın 20.yy. öncülerinin fikir ve pratiklerini coğrafyamıza taşıyan damarı) mahrum kalmaları yüzünden, uzun süre doğru bir başlama noktası bulamamaları gibi bir zaafla malul olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. 70’li yıllardan itibaren belli belirsiz görülen başlangıç çabaları da 12 Eylül ve 28 Şubat’la birlikte sindirilmiştir. Bu arada örgütlülük geleneğinin olmayışı ve geleneksel cemaat yapılarının da dindar halk potansiyelini büyük oranda çembere alması, tevhid mesajını halka ulaştırmada ve bunun pratiklerini oluşturmada büyük beklenti sahiplerinde hayal kırıklıklarına yol açmaktadır. Bu olumsuzluklar bir kısım kadroları yeraltına inmeye -belki de kaçmaya- bazılarını da geleneksel yapıların gücüne öykünerek gettolaşmaya sevk etmektedir. Her iki durumda da, mesajın ulaştırılmasında sorumlu olunan halkın ıskaladığı ortadadır.Üçüncü bir damar olarak partileşme tecrübesini sayabiliriz. Bu damar da halka/kamuoyuna yönelik doğru, taktik açılımlar geliştirmesine rağmen, lider kadronun İslami algılayışındaki zaaflar (sağcılık, devletperestlik vs.) ve makyavelist tutumları yüzünden büyük oranda zayi edilmiştir. Neticede gelinen noktada halkın dindarlığının artışıyla ters orantılı olarak gelişen mezkur çabalar, öncü kadroları, halk dindarlığını oluşturan İslam algılayışına yaklaşma zorunluluğu duymaları gibi yanlış bir çıkarıma sürüklemiştir. Bu yeni anlayışın temelinde her türlü örgütlü siyasal mücadele aracına (parti hariç!) bireysel fıkıh dairesine giren argümanlarla karşı çıkılması yatmaktadır. (Ki özeleştiri zannıyla yapılan bu çıkışları bir hareket olgunluğuna ulaşamamanın verdiği, siyasi ortamın geriliminden ve çatışma riskinden ‘bireyselliğe’ sığınarak kurtulmayı amaçlayan nevrotik bir durum olarak değerlendiriyoruz.)

* * *Siyasi bir sorun olan başörtüsü meselesinde de örgütlü bir mücadele hattı oluşturmaya çalışan çabalara yönelik eleştirilerin kahir ekseriyetinin bu minval üzere olduğunu söyleyebiliriz. Başörtüsü yasağının İslami kimliğimize yönelik bir yok etme mücadelesi olduğu ve buna bireysel olarak karşı durulamayacağı, bir ümmet şuuruyla birlikte hareket edilmesi gerektiğine yönelik tezlere, mesela şu şekilde itirazlar gelebilmektedir: “Başörtüsü diyorsunuz ama eylemlere gelenlerin tesettürü ne kadar düzgün?” Ya da “Bu iş sokaklara çıkmakla, slogan atmakla olmaz, biz önce nefis muhasebesi yapalım!” gibi ilk anda kulağa hoş gelen ama örgütlü, kitlesel bir mücadeleyi öngören bir harekete, bireysel tutumlar üzerinden saldırmak gibi ahlaki bir zaafı taşıyan bir söylemdir bu. Mezkur yaklaşımın kardeşlik hukukunu zedeleyici kabalığı bir tarafa, teorik olarak da adil olmadığını düşünüyoruz.Tesettürün yozlaşması tezini ele alalım: Her şeyden önce bu yozlaşma bir sonuçtur. Sebebinin ise tesettürün bireysel bir mesele derekesine indirgenip 28 Şubat’tan bu yana tamamen sahipsiz

…Başörtüsü Raporu 2007… 39

Page 40:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

bırakılmasında ve Müslümanların birlik olup yasağa karşı çıkacaklarına, sadece kadınların ve kızların eleştirilmesiyle yetinmelerinde yattığını itiraf etmeliyiz.Aynı şey sokağa çıkmaktan önce nefis muhasebesini öneren tez için de geçerlidir. Eğer yaptığınız muhasebe sizi haklı bir davada sokağa çıkan kardeşlerinizin karşısında bir yere oturtuyorsa, ortada gerçekten nefislerle ilgili bir sorun yok mudur? Karşımızdaki örgütlü ifsada karşı ahlaki zaaflar, Müslümanlar açısından bireysel takva çabalarıyla değil, birleşerek, dayanışarak ve topyekûn bir mücadele ile giderilebilir.Resullerin sünnetini fıkhedersek bu dengeyi çok net olarak görebiliriz. Musa (as), kavmindeki bireysel zaaflarla Firavun’un yönetimi altındayken uğraşmaya kalksaydı acaba Kızıldeniz’i aşabilir miydi? Ya da Muhammed (s) aynı şeyi Mekke’nin fethinden önce yapmaya kalksaydı etrafında kaç kişi kalırdı acaba?Öncü kadroların, başörtüsü meselesini kavramada gösterdikleri ikinci zaaf ise, halkın içinde mücadele etmekle halkın öncülüğünde(!) mücadele etmeyi tefrik edememeleridir. Kitleye yönelik siyasi bir mücadele halkın içinde yürütülür demek, kalabalıklarla beraber hareket edilir anlamına gelmez. Öncelikle öncü kadroların halk tarafından fark edilmesi ve öncülüğe liyakatlerinin teslim edilmesi gerekir. Bu aşamada etrafınızda geniş halk kitlelerinin toplanacağını zannetmek safdillik olur.Halkın size güvenebilmesi için sizi tanıması, mücadeledeki sabır, istikrar ve ilkeliliği tespit etmesi gerekir. Bu da bir kerelik sansasyonel mitingler, el ele tutuşmalarla gerçekleşebilecek bir şey değildir. Sürekli ilkeli ve istikrarlı çabalar, kadroları zaman içinde halk nezdinde öncülük pozisyonuna taşıyabilecektir. Bu süre içinde öncü kadrolar da pişecek, olgunlaşacak, safralarından ve ağırlıklarından kurtulacaklardır. Ancak bu aşamadan sonra geniş halk kitlelerinden, onlara iyi ve güzel şeylerden, hak ve adalet davasında öncülük etmekten bahsetme lüksüne sahip olabiliriz.Oysa bahsettiğimiz öncü potansiyelin halk içinde mücadele etme konusundaki tecrübesizlikleri ya “Geniş katılım olmazsa rezil olursak!” gibi çocukça bir endişeye ya da yolun uzunluğu ve meşakkati göze alınamadığından acele ile sansasyonel birtakım eylemlerle kamuoyu oluşturmak, geniş halk kitlelerine ulaşmak gibi kolaycı yaklaşımlara yol açmaktadır. Meselenin çözümünün hazır bir reçetesi yoktur. Öncelikle örgütlü ve sürekli faaliyetler yürütebilme yeteneğini kazanabilmemiz, bunu yaparken ilkeliliği muhafaza ile birlikte reel-politiğe cevap üretebilmenin dengesini oluşturabilmemiz, tüm bunlar için gerekli kitlesel refleksleri edinebilmemiz gerekmektedir.Bahsettiklerimiz yola çıkanların azıklarıdır. Allah cehd edenlere yollarını gösterecektir. Sorunun etrafında dolaşmadan, Allah için küçük düşmeyi göze alamayanların Allah için ölmekten bahsetmelerine aldanmadan, yapamayacağımız şeyleri söylemekten Allah’a sığınarak ve hepsinden önemlisi talip olduğumuz şeyin hiç de kolay olmadığı gerçeğiyle yüzleşerek yola çıkmak zorundayız. Unutulmamalıdır ki; “Hayalleri gerçekleştirmenin yolu, önce uyanmaktır.”

* * *

Türkiye’de kimlik bazında çoğunluğu teşkil eden Müslümanların başörtüsü konusunda ciddi bir uyanışa ihtiyacı vardır. Azgın bir azınlığın başörtüsü üzerinden yürüttükleri İslam karşıtı mücadeleye ancak başörtüsünü kesin ifadelerle sahiplenen ve sonuna kadar savunan bir çizgiden hareketle karşı çıkılabilir. Konuyu ‘demokrasi’ ya da ‘insan hakları’ mücadelesinden ayrı ve çok daha üst noktaya, Müslümanların batıl ve zulüm karşısında verecekleri İslami mücadelesi noktasına taşımak zorundayız.Başörtüsü mücadelesini yasakçıların hukuksuz ve zalimane uygulamaları karşısında anlık tepkiler düzeyinden, sistemli ve programlı bir mücadele düzeyine yükseltemediğimiz sürece, sorun devam edecektir. Bu hayati meselede inisiyatif almak ve topluma öncülük etmek ertelenemez bir insani/İslami/ibadi sorumluktur. Halk içinde bulunduğumuz şartlarda iç içe geçen doğru ve yanlışları ayırt etme, kendisini doğru tanımlama, sorunları tüm yönleriyle kavrayabilme, çözüm yollarını bulma gibi hususlarda kafa karışıklığı yaşamakta ve kendisine model oluşturacak öncü kadrolara ihtiyaç duymaktadır. Bu sebeple Türkiye Müslümanları kendi kimliğini sahiplenen ve savunan ilkeli, tutarlı ve kararlı bir şahitlik örnekliğiyle buluşturulmalıdır. Başörtüsü yasağı, böyle bir şahitlik için en güçlü argümandır. Filistin’de Kudüs’ün ifade ettiği anlam, bugün Türkiye’de karşılığını başörtüsünde bulur. Filistin’in kurtuluş sembolü Mescid-i Aksa’nın özgürlüğü olarak değerlendiriliyorsa, Türkiye’de İslami mücadelenin sembolü başörtüsü olarak ortaya konulmalıdır. Başörtüsüne şartsız-sınırsız bir özgürlük, bu mücadelenin en büyük kazanımı olacaktır. Birçok sorunun olduğu ve bu sorunlar arasında sadece bir tanesini öne çıkarmanın hataya yol açabileceği şeklindeki bir itiraz eksikliklerle maluldür ve başörtüsünün sembolik anlamının doğru kavranamadığına işaret eder. Çünkü başörtüsünü savunmak, diğer sorunları ikinci plana itmek değil, toplumun şikayetçi olduğu tüm sorunların kaynağını kurutmaya yönelmektir. Böyle bir durumda başörtüsü sorununu çözmek mevcut yapının ıslahı demektir. Islah ve ihya hareketleri ise Müslümanların insanlık tarihi boyunca sürdüregeldikleri bir pratiktir. Bu pratiğin günümüzde yeniden güçlendirilebilmesi; Türkiye zemininde başörtüsü mücadelesinde ortaya konacak örneklikle

…Başörtüsü Raporu 2007… 40

Page 41:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

doğrudan ilişkili bir meseledir. Bu sebeple başörtüsü sorunu doğru tahlil edilmeli ve sorun karşısında geliştirilecek hareket metodolojisinin/fıkhının ve pratiklerinin ne şekilde daha stratejik bir zemine oturtulabileceği iyi değerlendirilmelidir.

…Başörtüsü Raporu 2007… 41

Page 42:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

BAŞÖRTÜSÜ GÜNDEMİ . OCAK 2007 2 Ocak 2007 - Başörtüsü ve ayıp kelimesinin yan yana gelmesi talihsizlikM. Naci Bostancı, Zaman’ın Yorum sayfasında “Başörtüsü ve ayıp yan yana gelince” başlıklı bir makale yayınlayarak şu görüşleri ileri sürdü: “Baykal tam olarak ne söyledi: "Başörtüsü eşlerin ayıplarını örtmez." Talihsizlik şurada ki, aynı cümle içinde başörtüsü ve ayıp kelimesi yan yana gelmiş, gerisini kolektif bilinç tamamlamıştır... Baykal gibi tecrübeli bir siyasetçinin gaf yaptığını düşünmek yanlış olur. Ayrıca kürsüye ikinci kez çıkmış ve sözlerinin arkasında olduğunu söylemiştir... Siyasi iletişimde sizin ne söylediğinizden çok bunların nasıl anlaşıldığı önemlidir... CHP'nin siyasi repertuarında başörtüsüne ilişkin sözlerle oluşan külliyata bakanlar Baykal'ın sözünü "zorlanmadan" başörtülülere hakaret olarak yorumlamışlardır... Daha yirmi sene öncesinde yaptığımız kimi tartışmaları hatırladıkça nasıl utanıyorsak, fazla uzak olmayacak bir gelişmede başörtüsü konusuyla da bu ölçüde uğraşmaktan, her vesileyle dile getirmekten dolayı utanacağız. "Demek" diyeceğiz, "Cumhurbaşkanlığı tartışmalarında bile temel gündemi başörtüsü tartışması oluşturdu öyle mi?" Ve üzerinden çok fazla zaman geçmemiş bu gündemi, atalarımızın üzerinden asırlar geçmiş kimi gündemleriyle mukayese ettiğimizde daha tuhaf ve daha arkaik bulacak, bunu da bir tarih bilgisi olarak ortak utancımıza ekleyeceğiz.” 2 Ocak 2007 – “Cihadın simgesi türbanı Çankaya’ya çıkarabilirsiniz ama faturası ağır olabilir!”Kurtul Altuğ Gözcü Gazetesi’ndeki “Çankaya'nın önemi” adlı köşe yazısına “Hiç kimse kendisini aldatmasın! Çankaya ne sadece demokrasinin kalesidir, ne de Atatürk'ün sadece 15 yıl ikamet ettiği devasa bir bina… Çankaya'nın en ayıran özelliği: "Laik Cumhuriyetin ilan edildiği yer olmasıdır." Çankaya o nedenle Cumhuriyetin ve Mustafa Kemal Devrimlerinin aşılmaz kalesidir. Bağımsız Türkiye'nin, tekil devlet yapısının kurgulandığı ve sonra da uygulamaya konulduğu yerdir de!” satırlarıyla başladıktan sonra daha önceki cumhurbaşkanlarının laiklik algıları konusunda örnekler vererek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın muhtemel cumhurbaşkanlığı adaylığına değindi. Altuğ, Erdoğan’ı anlatırken “En önemlisi, Sayın AKP Başının eşinin başında ki Türban laik çevreleri duyarlı kılıyor.” dedikten sonra yazısını şu cümlelerle tamamladı: “Çankaya'ya bayrağı diker, post modern Cihadın simgesi olarak oraya Türbanı çıkarabilirsiniz ama, O Çankaya'da ne kendiniz huzur bulabilirsiniz, ne de ulusunuza yararlı olacak ortamı! Denemek bedava! Ama sonradan çıkan fatura ağır olabilir...”6 Ocak 2007 – Başörtüsü Platformları Eylemleri2007 yılının ilk cumartesi günü de başörtüsü platformları meydanlardaydı. Sakarya Başörtüsü Platformu 69. eyleminde “Direnişin aydınlığı, İslam’ın yüz akıdır” başlıklı bir basın açıklaması okudu. Açıklamada “başörtüsü yasağı ile birlikte bütün zulüm ve haksızlıklar karşısında susmayı ve boyun eğmeyi değil, direnmeyi-direnebilmeyi öncelemenin önemine dikkat çekmek istiyoruz.” denildi. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu ise İzmit Sabri Yalım Parkı’nda 90. “Başörtüsüne Özgürlük” eylemini gerçekleştirdi. Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu yılın ilk eyleminde, 48. basın açıklamasını yaptı. Van Başörtüsüne Özgürlük Platformu, 19’uncu başörtüsü eylemiyle yasak karşıtı direnişin halkası olmaya devam etti. 6 Ocak 2007 – “CHP AKP'ye destek verse başörtüsü sorun çözülebilir”Özlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Baykal ile başörtüsü” başlıklı yazısında CHP lideri Deniz Baykal’ın başörtüsüne yönelik tavrını değerlendirdi: “Baykal, başörtüsü konusundaki tavrı ve safı kanaatimce tamamen belli olmasına rağmen, tuzu kuru bürokrat kesimi, seçilme-oy alma gibi bir kaygısı-tasası olmadan esip savuran Kemalist eliti gibi atıp tutamıyor. Çünkü seçmenin çoğunluğunu bunların değil, başörtülü ya da dini vecibelerini -az ya da çok- yerine getirmek isteyen, en azından yerine getirmek isteyenlerin engellenmemesini isteyen vatandaş oluşturuyor. Bu uğurda ne Kemalizm ve statükoculuktan, ne de muhafazakar oylardan vazgeçebilen Baykal'a da kala kala zikzak ve çelişki kalıyor.. Oysa Baykal, bir avuç cumhuriyetçi oydan vazgeçmeyi göze alsa ve özgürlüklere inançtan değil de, sırf stratejik siyasi manevra gerekçesiyle bile olsa "Hadi bakalım başörtüsü konusunda arkandayım çöz bakalım şu meseleyi" diyerek AKP'ye destek verse, "toplumsal mutabakat ne menem bir şeydir açıkla bakalım" diyerek topu rakibe atsa... Sorun çözülebilir.”8 Ocak 2007 – “Aksesuvar kadınlar”Yıldırım Türker, Radikal’deki yazısında Bakan Nimet Çubukçu'nun CHP lideri Deniz Baykal'a yönelik “Eşiyle akşam yemeği bile yemeyen, yanında hiçbir yere götürmeyen biri, başörtüsüyle eşini her yerde temsil eden, eşinin yanından ayrılmayan kadını oraya yakıştıramıyor" sözlerine ilişkin oluşan gündem hakkında yazdığı yazısında tartışmalar hakkında şu görüşe yer verdi: “Cumhuriyet'in güvencesi tablosunda aydınlık gülüşleriyle mazbut ve gururlu poz vermeye zorlanan şehirli elit Türk kadını. Eşinin gölgesinde uslu uslu dinlenmesi gereken. Bu imgenin tehdit altında olduğu iddiasıyla sonsuz gerilimler yaşıyoruz. Sekülerliğin bir başörtüsü ardına saklanabilecek kadar küçültülüp kavruk bırakılmış yorumu üstünden tartışmaya çağırılıyoruz... Ne kadar çağdaş, değil mi? Kadınların, ilk vazgeçilecek piyonlar olarak birer aksesuar tadında ortaya sürüldüğü; ancak gençlik, güzellik, şıklık zariflik ölçütleriyle tartıldığı bir arena.”

…Başörtüsü Raporu 2007… 42

Page 43:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

8 Ocak 2007 – “Türban laik-seküler rejimi ortadan kaldırmak isteyen bir dünya görüşünün sembolü”Halka ve Olaylara Tercüman Gazetesi yazarı Hasan Ünal; hükümetin başörtüsü yasağı karşısındaki tavırlarına ilişkin yazısında, “Leyla Şahin davası AİHM'e gitmişti ve Mahkeme'nin Şahin lehinde karar vermesi bekleniyordu; ancak tam tersi oldu. Mahkeme, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın, türbanın laik seküler ve demokratik rejimi ortadan kaldırmak isteyen bir fikriyatın sembolü olduğu hakkındaki tezini benimsedi ve yasağı destekleyen bir karar aldı, işin garip tarafı, türbanın, Türkiye'deki laik-seküler ve demokratik rejimi ortadan kaldırmak isteyen bir dünya görüşünün sembolü olduğunu Dışişleri Bakanlığı yani Abdullah Gül söylemiş oluyordu. Çünkü Dışişleri savunmasına bakan onay vermişti. Zaten Gül, bu savunmaya izin verirken, kendi eşinin aynı konudaki davasını da AİHM'den geri çekmişti... Eğer türban gerçekten böyle bir sembol ise Gül ve arkadaşları bununla ilgili yasağı sürdüren YÖK ve üniversiteleri neden içerde eleştiriyorlar? Yok eğer böyle bir sembol değilse, dışarıda neden böyle bir savunma yapıyorlar?” 9 Ocak 2007 – Tartışmalar Emine Erdoğan'ın “türban”ında odaklandıEnis Berberoğlu Hürriyet Gazetesi’ndeki yazısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın muhtemel cumhurbaşkanlığı adaylığını etkileyecek faktörleri sıralarken başörtüsü faktörüne şu satırlarıyla değindi: “Tartışmalar Cumhurbaşkanı'nda aranan vasıflardan çok Emine Erdoğan'ın türbanında odaklandı. Başbakan kararını verirken kaçınılmaz olarak bu açıyı da göz önünde tutacak… Başbakan hayat tarzı farklı (örneğin eşinin başı açık) bir AKP'liyi Çankaya'ya yollasa, kendisini inkâr etmiş olmayacak mı? Alın size hazmı zor bir karar daha…”9 Ocak 2007 - ANAR başörtüsü yasağının etkilerini araştırıyor Başörtüsü yasağından olumsuz etkilenen bayanlar üzerinde, "Türkiye'nin Örtülü Gerçeği" isimli bir anket çalışması yapılıyor. ANAR tarafından yapılan anket çalışması, başörtüsü yasağının yol açtığı sorunların boyutlarını ortaya koymayı amaçlıyor. Müracaatlar sonucu tespit edilen bin kişi üzerinde anket çalışması başladı. "Başörtüsü yasağının yol açtığı sorunların boyutlarını araştırma projesi" isimli anket çalışması ile mağdurların yaşadığı sıkıntılar tespit edilecek. Proje, başörtüsü yasağının ortadan kaldırılması ve yasak nedeniyle ortaya çıkan sorunların çözümüne katkıda bulunmayı hedefliyor. Projeye destek veren Hazar Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Ayla Kerim, bin kişiden gelecek bilgilerle yaşanan sıkıntıların açıkça ortaya konulacağını söyledi. Projenin hedefleri arasında, "başörtüsü mağdurlarının sesini duyurmak, yasağın sebep olduğu ekonomik ve psikolojik sorunların boyutunu tespit etmek, problemi görmezden gelenleri haberdar etmek" yer alıyor. (Zaman)10 Ocak 2007 – Kadının başına “türban” geçiriliyorCumhuriyet Gazetesi yazarı Deniz Som, “Simgeler” başlıklı yazısında simgelerin “aşağılama” ve utanç verme” gibi fonksiyonlarına örnekler verdikten sonra, başörtüsünün de böyle bir fonksiyona sahip olduğunu iddia etti. Som, yazısını şöyle bitirdi: “ABD'Iİ asker, siyaset ve bilim insanları çok zeki oldukları için mi, yoksa biz çok salak olduğumuz için mi, 'ılımlı İslam’ diye bir deli gömleğini bize giydirmeye zorluyor ve benzer 'simgeler'i kullanıyorlar: Kadının başına türban geçirilirken, türbana karşı çıkan askerin başına da çuval geçiriliyor. Bunlar aynı kuklacının oyunundan birbirini tamamlayan sahneler. Simgecilik açısından, askerlerimizin başına çuval geçirilmesi ile kadının başına türban bağlanması aynıdır. İki durumda da 'kendini üstün gören irade' kılığa ilişkin simgeleri kullanarak, kimi köleleştirmek istediğini bu göstergelerle ifade etmekte ve kuklalarıyla bazen ince ince, bazen da en kaba biçimde eğlenmektedir.”10 Ocak 2007 - Eş durumundan 'değer' tayini Nihal Bengisu Karaca, “Eş durumundan 'değer' tayini” başlıklı yazısında, Nimet Çubukçu ve Deniz Baykal'ın tartıştığı eş konusuyla ilgili görüşlerini şöyle açıkladı. “Ne zaman böyle 'eş durumundan' tartılıp ölçülen kadınlar söz konusu olsa; bir de onların 'taşınabilirlikleri' ve hatta 'neyi taşıyıp neyi taşıyamadıkları' tartışması açılsa, içimi bir kasvet basar. Çünkü bu dil, kadının yenik olduğu önkabulünü sessizce haykıran bir deklarasyondan başka bir şey değildir. Aynı kasvet bazı kadınların 'çağdaş Türk kadınını' 'Cumhuriyet kadınını' ve hatta 'Müslüman Türk kadınını' temsil etmek üzere göndere çekildiği anlarda da gelir... Ülkemizde 'çağdaş Türk kadını' mefhumunun sınırı 'başı açık' olmaya, Müslüman Türk kadınınki de 'başı örtülü' olmaya kadar geriletilmiştir ama olsun; yine de gergefe gerilmiş kumaştaki herhangi bir bollaşma infial yaratabilir; 'Çağdaş' bir kadın başını örtmeye kalktığında ya da muhafazakâr bir kadın, 'Ben kaçtım, arrivederci!' dediğinde sözgelimi, erkekler cumhuriyetinde bir panik başlar. Parantezlerin içi boş kalmaya gelmez. Kim dolduracaktır/taşıyacaktır onları şimdi? Erkekler mi? Siz hiç, tüm kabiliyet alanı 'Cumhuriyet erkeği', 'Çağdaş Türk erkeği' ya da 'Müslüman Türk erkeği' gibi ifade kalıpları ile kodlanmış ve buna razı olmuş bir erkek gördünüz mü? Kadınlara mahsus özel hallerdir bunlar ve genelde 'eş durumu' ile şeddelenir, perdahlanır.”11 Ocak 2007 – “Başörtülü” eş durumundan 'başkomutan' da olamaz CHP lideri Deniz Baykal, cumhurbaşkanlığı seçimleri tartışmasına yeni bir boyut getirdi. Baykal, CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) toplantısında kurmaylarıyla cumhurbaşkanlığı seçimleri konusundaki son stratejisini paylaştı. Alınan bilgilere göre, Başbakan Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olması durumunda Anayasa'nın 104. maddesi gereği TSK'nın da başkomutanı olacağını hatırlatan Baykal, Erdoğan'ın geçmişiyle bu göreve layık olmadığını ileri sürdü. Erdoğan'ın eşini, geçmişte

…Başörtüsü Raporu 2007… 43

Page 44:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

söylediklerini ve yıprandığını gerekçe göstererek "Cumhurbaşkanı olamaz." diyen Baykal, konuyu Türk Silahlı Kuvvetleri'ni (TSK) ilgilendiren bir noktaya getirdi. 11 Ocak 2007 - ‘Cumhurbaşkanının eşi kapalı olamaz" sözü hoş değilEkrem Dumanlı, Zaman’daki köşesinde, “Çankaya üzerine absürt tartışmalar” başlığı altında şunları yazdı: “‘Cumhurbaşkanının eşi kapalı olamaz" sözü hoş değil. Milyonlarca aileyi, milyonlarca kapalı bayanı rencide eden bir laf bu. Tersi de absürt olurdu. Biri çıksa "Cumhurbaşkanının eşi başı açık bir bayan olamaz" dese o da doğru yapmamış olur. Çünkü Türkiye'deki sosyal gerçek, hem başı açık hanımefendilere saygıyı gerektiriyor hem kapalılara... "Efendim, cumhurbaşkanlığı çok önemli ve sembol bir makamdır; dolayısıyla bunu halk seçmelidir" diyor birileri. Elhak doğru söylüyorlar. Ancak tuhaf bir durum söz konusu: Cumhurbaşkanını halk seçsin diye feryad ü figan edenlerin önemli bir kısmıyla halk arasında problemler var... Cumhurbaşkanı seçimi üzerinden kavga çıkarmak isteyen marjinal grupların derdi sadece Tayyip Erdoğan değil. Bütün Türk halkını kucaklaması şart olan bu makamı kendileri için bürokratik hak olarak görüp kendilerini sistemin asıl sahipleri olarak düşünen çıkar çevreleri var. Onlara göre halk iradesinin -ister parlamentodan gelsin isterse direkt sandıktan- önemi bulunmuyor.” 12 Ocak 2007 - Tesettürlü kadınlara kendisi olma hakkı tanınmazFatma K. Barbarosoğlu, Yeni Şafak’taki “Eş durumundan siyaset” başlıklı yazısında siyasetçi eşleri üzerinden yapılan tartışmayı değerlendirirken, başörtüsü sorununa da değindi: “Üst kimliği "dindar/İslamcı" siyasetçiler söz konusu olduğunda siyaset eş durumundan yapılması zorunlu bir mahkumiyete evriliverir. Tesettürlü kadınların asla kendisi olma hakkı yoktur. Üstelik bu hakkı ellerinden alanlar, kendi muhitleri ya da eşleri olmayıp, seküler zihniyetteki erkekler/kadınlardır. Tesettürlü siyasetçi eşlerine "daha/daha/daha/daha" mahkumiyeti kesilmiştir. Onların asla İsmail Cem'in eşi, Murat Karayalçın'ın eşi, Deniz Baykal'ın eşi, gibi görünmeme hakları yoktur. Çünkü sosyal demokrat siyasetçilerin eşleri görünmese bile "vardır"lar. Muhafazakarların eşleri ise olanca görünürlüklerine rağmen "yok"turlar. Kadınlar siyaset sahnesinde hiç görünmediklerinde "zaten bu adamlar kendi karılarını eve kapattığı için" diye başlayan hantal cümleler eşliğinde yargılanıp, infazları için darağacı kurulur... Ya da "görünür olmaya" başladıklarında yedikleri içtikleri giyimleri kuşamları; zevkleri son derece tartışmalı kişiler tarafından "puanlanmaya" alınır. Muhafazakar kimlik ile siyaset yapmaya kalkanlar, başkalarının söylemi üzerinden "eş"lerini zoraki kamusal alana dahil etmeye çalışmaktan vazgeçmeli. Çünkü siyaset eş durumundan "görüntü" verilecek bir televole programı değildir.”12 Ocak 2007 - Çarşaflı annenin çocuğunu tedavi etmeyen doktora cezaİstanbul İl Sağlık Müdürlüğü'nün, Zeynep Kamil Hastanesi Çocuk Kliniği Şefi Doç. Dr. Aysu Say'a 'devlet memuru vakarına yakışmayan davranışlarda bulunduğu' gerekçesi ile uyarı cezası verdiği ve cezanın dosyasına işlendiği kaydedildi. Eylül 2005'teki olayda Dr. Say'ın, menenjit şüphesi ile getirilen küçük Muhammed'i annesi örtülü olduğu için tedavi etmediği ve hakarette bulunduğu iddia edilmişti. Savcılığa suç duyurusunda bulunulması üzerine İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü de soruşturma başlatmıştı. Anne Songül Engiz'in şikayeti üzerine başlatılan soruşturma sonucunda Aysu Say hakkında disiplin işlemi uygulandı. Say'ın ismi bir başka skandala da karışmıştı. Dr. Say, Mart 2006'da 4 buçuk aylık bir bebeği hastaneye kabul etmeyip, ölümüne sebep olmakla suçlanmıştı. Rabia isimli bebeğin babası Halil İbrahim Yakupoğlu, valiliğe sunduğu dilekçede, Say'ın kıyafeti sebebiyle çocuğu kabul etmediğini belirtmişti. (Zaman)13 Ocak 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu adına Özgür-der Sakarya Şubesi tarafından 70. basın açıklaması yapılarak “Başörtüsü yasağı caiz midir? Yoksa resmi ideolojinin çıkamadığı bataklık mı?” sorusu gündeme getirildi. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu’nun 91. eyleminde “İnsan onurunu hiçe sayan başörtüsü sorunu, Kürt sorunu ve ülkemizde yaşanan tüm insan hakları ihlalleri bir gün gelecek bitecektir” denildi. Ankara’da başörtüsü eylemi 49’uncu, Van’da ise 20’inci açıklamayla devam etti. 13 Ocak 2007 - “Sol ittifak türbana özgürlük istedi”Milliyet Gazetesi’nden Gürkan Akgüneş’in “DİSK'in de içinde bulunduğu "10 Aralık Hareketi", gerekli hukuki düzenlemeler yapılarak, yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin başörtüsü takmalarının serbest bırakılmasını istedi” spotuyla verdiği haberde, konuyla ilgili şu bilgiler yer aldı: “Laiklikle ilgili kısmında ise, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın daha özerk ve dini tercihlere yönelik eşit bir yaklaşımda ol-ması gerektiği savunularak şöyle denildi: "Siyasetin dine baskı yapmasına, dinin siyasete alet edilmesine, bireylerin özel hayatları üzerinde egemenlik aracı olarak kullanılmasına kesinlikle karşıyız. Dinin siyası alanda istismarına yol açmayacak biçimde uygulanmak kaydıyla, yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin başörtüsü takmalarının toplumsal uzlaşma temelinde, bu doğrultuda gerekli hukuki değişiklik yapılarak serbest bırakılmasını uygun bir çözüm olarak görüyoruz.”13 Ocak 2007 – “İslâm'da başörtüsü yok!”Rahmi Turan Gözcü’deki köşesine Selçuk Üniversitesi İslâm Felsefesi Ana Bilim Dalı Başkanı Doçent Dr. Şahin Filiz’in şu iddialarını taşıdı: “Kur'an-ı Kerim'de sadece 'Hımar' kelimesi geçiyor. 'Hımar' kelimesi ise normal bir örtüyü ifade ediyor, başörtüsünü değil... 'Hür kadınlar örtünür de cariyeler örtünmez!' 'Peki, kim bu cariyeler? diye sorulunca cevap yok. Burada başörtüsünün belirli sınıfa ait hür kadınların bir simgesi olarak gösterilmesi ve başını açanların ise kadın bile sayamadığı söylemleriyle karşılaşıyoruz… Başörtüsü Yahudi geleneğidir. Tevrat ve Talmud'da başörtüsü ile ilgili

…Başörtüsü Raporu 2007… 44

Page 45:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

ayetler bulunuyor. Yahudi geleneğini inceledim. Yahudilerde "Başörtüsüz kadınlar iffetsizdir, namussuzdur, iffet ve namusun korunmasının ölçüsü başörtüsüdür. Baş çirkindir, örtülmesi gerekir. Başörtüsüz hiç bir kadın çıkmamalıdır" denilmektedir. Yahudi geleneği direkt olarak islâm'ı etkilemiştir. Yoksa İslâm'da başörtüsü kesinlikle söz konusu değildir.”17 Ocak 2007 – “Yabancı yatırımcı 'Köşk'te türban endişesi' yaşar, biz seçime bakarız”Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan bir haberde şu ibarelere yer verildi: “Standart and Poors (S&P) Ortadoğu ve Afrika Kredi Derecelendirme Direktörü Farouk Soussa, 2007'de Türkiye'yi siyasi ortamdan kaynaklanabilecek bazı risklerin beklediğini belirterek, “Uluslararası yatırımcılar Cumhurbaşkanlığı seçimine odaklanırken, biz kasımdaki genel seçimlerin daha belirleyici okluğunu düşünüyoruz” dedi. Soussa, yatırımcıların aşın muhafazakar ve eşi türbanlı birinin Cumhurbaşkanı seçilmesinden endişe duyduğuna işaret ederek, “Laik kesim İle Silahlı Kuvvetler'in böyle bir duruma nasıl tepki verecekleri merak ediliyor. Bir askeri müdahale sonucu anayasal yapıda bir değişiklik ortaya çıkabilir mi' diye soruluyor” dedi.”18 Ocak 2007 - Çankaya ve bir ekip işi olarak irtica!Deniz Som, Cumhuriyet’teki köşesinde, ismi köşk adayları arasında geçen Abdullah Gül ile ilgili şöyle yazdı: “Abdullah Gül; Tansu Çiller başkanlığındaki RP-DYP koalisyon hükümetinin bakanıydı, ABD'de katıldığı resmi resepsiyondaki kadın davetlilerle tokalaşmayarak ismini duyurmuştu! Şimdilerde ise; üniversitelerdeki türban yasağı nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti'ni Avrupa'ya şikâyet eden tesettürlü eşi ile katıldığı salon toplantılarındaki harem-selamlık oturma düzenlerinin yatay değil, dikey olmasını istiyor! … “Sorun cumhurbaşkanının eşinin türbanı değil. Önemli olan cumhurbaşkanının sahip olduğu dünya görüşü” demek de yanlış. Bunların tümü bir bütünün parçaları değil mi? Sonuç: Tek tek ağaçlarla değil, ormanın bütünü ile ilgilenmek gerekiyor. İrtica bir ekip işi, takım çalışmasıdır. Sadece takım ruhuna sahip olanlar orada kalabilirler. Öyle ise?”20 Ocak 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu, 71. basın açıklamasında yasağın küreselleştiğini ifade ederek, bu sorunun ancak tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesiyle ortadan kaldırılabileceğini söyledi. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu İzmit Sabri Yalım Parkı İnsan Hakları Anıtı Önünde 92. haftasına giren “Başörtüsüne Özgürlük” eylemini gerçekleştirdi. Açıklamada “Bir gün  özgürlük  kazanacaktır bunu  biliniz. Bir gün  başını  eğmeme  kazanacaktır  bunu  biliniz  bir  gün  zor  zaman da  olsa  gerçekleri  söylemeye  çalışanlar kazanacaktır  bunu  biliniz.” denildi. Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu 50’inci açıklamasında “İçerisinde bulunduğumuz süreç içerisinde Türk vatandaşı bir Ermeni gazeteci olan Hrant Dink’e sıkılan kurşunlar Türkiye huzuruna ve barışına sıkılmıştır.” dedi. Van’da ise 21’inci Başörtüsüne Özgürlük eylemi yapıldı. Eylemde “Başörtüsü sorunu bir sistem sorunudur. Bu sorun sistemin İslam’la sürekli çatışma içerisinde olmayı tercih etmesinin bir sonucudur.” tespiti yapıldı.27 Ocak 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu, 72’inci eyleminde “Tevhidi adaleti ve özgürlüğü ilke edinerek gücümüzü ve aydınlığımızı Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’den alarak Hazreti Peygamberin tertemiz örnekliğini rehber edinerek başlatmış olduğumuz direnişimiz bugün 18.ayını dolduruyor.” mesajı verdi. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu 93’üncü eylemini gerçekleştirdi. Ankara’daki 51’inci başörtüsü eyleminde “Kim olursa olsun zalime karşı mazlumdan yanayız” denildi. Van’daki 22’inci eylemde de yasakçılar kınandı.28 Ocak 2007 - Başörtüsüyle sınava girilemeyecek“Milli Eğitim Bakanlığı’nın türbana kapıyı aralayan kararı geçen yıl gündeme gelmişti: MEB Merkezi Sınav Yönergesi'nin kılık kıyafeti düzenleyen 11. maddesinin (i) bendi geçen yıl değiştirildi. Önceki yönergede yer alan 'başı açık' ibaresi çıkarılarak sınav komisyonunun 'sınavlara başı açık kıyafetle girilmesini denetleme' görevine son verildi. Eğitim-İş Sendikası da düzenlemenin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle Danıştay'a dava açtı. Danıştay 8. Dairesi de geçen ağustos ayında sendikayı haklı buldu, tartışılan maddenin yürürlüğünü durdurdu. Bakanlık da bunun üzerine Danıştay 8. Dairesi'nin aldığı bu karara itiraz etti. Eğitim-İş Sendikası, şimdi MEB'in itirazının Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu tarafından iptal edildiğini açıkladı. Açıklamada “Bakanlığın sınavlara başörtüsüyle girilebilmesine yönelik ısrarı yine sonuçsuz kaldı” denildi. Sendika, Danıştay'ın itirazını reddetmesi nedeniyle merkezi sınavlardan hiç birine türbanla gidilemeyeceğini savundu. 29 Ocak 2007 – “Türbanın çözümü bende saklı”2005 yılında kurulan Halkın Yükselişi Partisi Genel Başkanı Prof. Yaşar Nuri Öztürk, Akşam Gazetesi’ne verdiği röportajda, “Partinizin türban meselesine yaklaşımı ne tam olarak?” sorusuna şöyle yanıt verdi: “HYP'nin türban diye bir meselesi yok. Ama birilerinin türban diye meselesi var. Bir din otoritesi olarak söyleyeyim: İslam'ın bu türbancıların söylediği anlamda kadının saçını örtmek gibi bir talebi yoktur. Ama kadın saçını örtmek isterse saygı duyarız… Bu işi ben çözerim ama nasıl çözeceğimi söylemem…. Bu işi Atatürk, evlatlarından birini kullanarak çözer. İşte o evladı benim. Avrupa türban meselesini İslam'ı Hıristiyanlaştırmak için kullanıyor… Bugün türban diye takılan rahibe kıyafeti. Alttan bant, üstten burma. Sorun bu. Bunu Müslümanlığın verileriyle çözecek iyi niyetli siyasetçi lazım.”30 Ocak 2007 - “Türban Çankaya'ya taşınmak isteniyor”

…Başörtüsü Raporu 2007… 45

Page 46:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Ege Genç İşadamları Dernekleri Federasyonu (EGl-FED) Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Dalan, “Yıllardır türban konusunu siyaset aracı olarak kullanan zihniyet, şimdi bunu Çankaya'ya kadar taşımak istiyor. Biz EGİFED olarak buna sonuna kadar karşı olduğumuzu ifade ediyoruz… Atatürk'ün Çankaya'sında laik Türkiye'ye yakışmayan görüntüler istemiyoruz.” dedi. (Cumhuriyet)31 Ocak 2007 - Kartelin başörtüsü düşmanlığı tescillendi Hürriyet’in; ‘Tesettür faciası’ haberinin yalan olduğunu Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün “özür” yazısı ile kabul etmesini Vakit’e değerlendiren kadın dernek temsilcileri, “Hedeflerinde başörtüsü olduğu bir kez daha ispatlanmış oldu” dedi. Mazlum-Der, KAD-BİR, İLKDER, Özgür-Der temsilcileri, Özkök ve Uğur Dündar’ı istifaya davet ettiler. Mazlum-Der Yönetim Kurulu Üyesi Serpil Kayaer, “Hürriyet gazetesinin hedefinin başörtüsü olduğu ortaya çıkmıştır.” dedi. İLKDER Başkanı Özden Zehra Sönmez ise, Hürriyet’in bu yalanının ilk olmadığını, sürekli Müslümanları hedef alan haberler yaptığını belirtti. Özgür-Der Başkanı Hülya Şekerci de, “Bu gazetenin varlık nedeni, provokatif haberlerdir. Tek rantları budur.” dedi. (Vakit)BAŞÖRTÜSÜ GÜNDEMİ . ŞUBAT 2007 3 Şubat 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu, 73’üncü basın açıklamasında “Özgürlük ve adalet talep eden herkesi, “derin devlet” tartışmalarında su üstüne çıkan askeri vesayet düzeni ile yüzleşmeye ve resmi ideolojinin baskıcı siyasetine karşı sivil bir muhalefet yürütmeye davet ediyoruz.” çağrısı yapıldı. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu’nun 94’üncü haftasına giren “Başörtüsüne Özgürlük” eyleminde “Türkiye’nin  rotasını  ulusalcılık adı altında  80  yıllık  statüko  yönüne  doğru  kırmaya  çalışanlar… Hiç  uğraşmayın… Maskeleriniz düşüyor  gerçekler  ortaya  çıkıyor.” denildi. Ankara’da başörtüsü eylemi 52’nci, Van’da ise 23’üncü açıklamayla devam etti. 3 Şubat 2007 – “Tartışmanın gerisinde hangi fotoğraf var?”Bilal Çetin, Vatan Gazetesi’ndeki “Cumhurbaşkanlığı tartışmalarının gerisinde ne yatıyor? Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasına niye itiraz ediliyor?” sorularıyla başladığı köşe yazısında görüşlerini şöyle açıkladı: “Birkaç gün önce sohbet ettiğimiz bir politikacı şöyle bir Türkiye resmi çizdi: ‘Üniversitelerde okuyan kız çocuklarına! türban takması yasak. Hem de bu konuda Anayasa Mahkemesi karan var... Ama şimdi bir an için Mayıs sonrasını, 11. Cumhurbaşkanı seçildikten sonrasını düşünün; Cumhurbaşkanı'nın eşi türbanlı, Meclis Başkanı'nın eşi türbanlı, Başbakan'ın eşi türbanlı, Bakanların eşleri türbanlı, Üst kademe sivil bürokrasinin eşleri türbanlı...’ Eğer Mayıs'ta seçilecek olan cumhurbaşkanı'nın eşi de türbanlı olursa Türkiye'nin bütün first leydileri türbanlı olacak… Cumhurbaşkanlığı seçiminde elbette çok sayıda denklem var. Ama, herkes telaffuz etmekten özenle kaçınsa da ana denklemin temelinde türban sorunu var, yeni Türkiye fotoğrafı var...”10 Şubat 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu, 74’üncü eyleminde başörtüsünü yasaklayanlarla, Mescid-i Aksa’yı yıkmaya çalışanların aynı zihniyette olduğunu söyleyerek Küresel İntifada çağrısı yaptı. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu, 95’inci eylemini yaparken, Ankara’daki 53’üncü açıklamada “Zulüm var oldukça bizler de var olacağız” mesajı verildi. Van’da 24’üncü Başörtüsüne Özgürlük eylemi yapılırken, Başörtüsüne Özgürlük İzmir Platformu’nun eyleminde “Başörtüsü yasağı özel alanı da etkilemekte yerel yönetimlerce de uygulanmaktadır” değerlendirilmesi yapıldı. Mazlum-Der Akyazı Şubesi’nin inisiyatifiyle kurulan Akyazı İnanç Özgürlüğü Platformu da ilk “Başörtüsüne Özgürlük” eylemini düzenledi. Akyazı Merkez Park’ta düzenlenen eyleme Mazlum-Der Genel Başkanı Ayhan Bilgen, 24 ilin Mazlum-Der temsilcileri ve ilçe sakinleri destek verdi.14 Şubat 2007 - AP, başörtüsü yasağı için 'ayrımcılık' dedi Hollandalı parlamenter Emine Bozkurt'un hazırladığı 'Türkiye'de Kadın Hakları' raporunu oylayan Avrupa Parlamentosu, 15 'hayır' oyuna karşılık, 522 'evet'le raporu kabul etti. Başörtülü kadınların iş hayatında ayrımcılığa maruz kaldığına dikkat çekilen raporda, Türk hükümetinin, kadın hakları konusunda gerçekleştirdiği yasal reformlar 'memnuniyet verici' bulundu; ancak uygulamadaki aksaklıkların giderilmesi istendi. Geçen sene onaylanan Türkiye İlerleme Raporu' nda da başörtüsü yasağına çözüm bulunması istenmişti. Sorunun iki AP raporunda yer alması önemli bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Üniversitelerdeki başörtüsü yasağının 'dolaylı ayrımcılık'a yol açtığını belirten Bozkurt, 2005 yılında hazırladığı kadın hakları raporunda başörtüsü yasağına değinmemiş, yasağın raporda yer alması için getirilen değişiklik önergelerine de karşı çıkmıştı. (Zaman)16 Şubat 2007 - “Çankaya için kılıf hazırlanıyor!”Gözcü yazarı Hurşit Toksözlü, “Kimine göre ortada oynanan bir ‘Alışırlar, alışırlar’ oyunudur ve Erdoğan dikkatleri başka tarafa çekerek, kamuoyunu yavaş ve derinden kendi cumhurbaşkanlığına ve türbanın Köşkte kabulüne zemin hazırlamaktadır.” diye başladığı yazısında şu ifadeleri kullandı: “Dikkat ederseniz medyamız Çankaya'yla artık meşgul bile değildir. O kadar alışmışlardır ve meselâ denilmektedir ki: ‘Canım ne var bunda yadırganacak? Çankaya. Köşkü'nün tam karşısında ne var? Dışişleri Köşkü! Orada kim oturuyor? Bayan Gül! Hani şu AİHM'e türban için başvuran hanımefendi! Ona ses çıkaran asker-sivil var mı?’ Doğru! Ancak bundan bir yıl önceki gazetelerin havasına orada yer alan askeri ve sivil kesimin, Meclis’teki muhalefetin hassasiyetine bakarsanız; demek ki aradan zaman geçince bu işe ‘alıştık!’ bile...”

…Başörtüsü Raporu 2007… 46

Page 47:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

17 Şubat 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu, 75’inci açıklamasında “Asıl siyasetin belirleyicisi konumunda bulunan üniformalılar, kendi ideolojileri dışında hiçbir görüşe hayat hakkı tanımamak ve bilhassa Müslümanlara, İslami düşünceye, İslami hak ve taleplere olan isteği yok etmek için tüm imkanlarını seferber ediyorlar.” denildi. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu, 96’ncı eyleminde “Yıllardır  hukuksuz  uygulamalara  maruz kalan başörtülü hanımlara uygulanan ayrımcılığı, daha hangi  hukuksuzluklar olduktan sonra kabulleneceksiniz?” denildi. Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu 54’üncü açıklamasıyla eylemlerine devam ederken, Van’daki 25’inci eylemde de tevhid ve özgürlük mesajı verildi. Akyazı İnanç Özgürlüğü Platformu da 2’inci eylemini gerçekleştirdi.19 Şubat 2007 - Başörtülü hastalarına hakaret eden doktora soruşturma Antalya Atatürk Devlet Hastanesi'nde radyoloji uzmanı olarak çalışan ve kendisini 'devrimci' olarak tanımlayan Doktor Levent Tuncel, başörtülü hastalarını tedavi etmek yerine onlara hakaretler yağdırıyor. Sık sık görevden uzaklaştırılmasıyla tanınan Tuncel, son olarak Hatice Akpınar (42) isimli başörtülü hastasına sözlü tacizde bulundu. 'Devrimci' doktor hakkında soruşturma açıldı. Atatürk Devlet Hastanesi'nde görevli Dr. Levent Tuncel, hastaneye safra kesesindeki rahatsızlığı sebebiyle ultrason çektirmek üzere giden Hatice Akpınar'ı muayene etmek yerine inancı ile dalga geçti. Akpınar, hastanede sıranın kendisine gelmesi üzerine Tuncel'in bulunduğu radyoloji bölümüne girdiğini belirterek, doktorla aralarında geçen diyaloğu şu şekilde anlattı: "Doktor, 'Kadınlar başörtüsünü neden takar?' diye sordu. Sesimi çıkarmadım. Üsteleyince, 'bilmiyorum' şeklinde cevap verdim. Daha sonra, 'Kadınlar müstehcenlikten ötürü başörtüsü takar. Kadınlar bir şey hissederse erkekler de mi takacak?' dedi." Kendisini 'devrimci' olarak tanımlayan Levent Tuncel'in hakaretleri bununla sınırlı kalmıyor. Ultrasonu çekip masasına geçtikten sonra Tuncel, sözlü tacizlerine devam ediyor. Tuncel, oruç tutan, başörtüsü takanlarla ilgili yorumlarını sürdürüyor. Akpınar, "Bunları neden bana söylüyorsunuz?" diyor. Tuncel ise, "Niye üzerine alınıyorsun? Aynı şeyleri senden sonraki başörtülü bayana da söyleyeceğim." şeklinde konuşuyor. Levent Tuncel, hastası ile arasında geçen konuşmaları doğruladı.” (Zaman)21 Şubat 2007 – “Çankaya ve Türban”Cumhuriyet yazarı Burhan Özbey, Başbakan Erdoğan’ın köşke adaylığı ihtimali hakkında şöyle yazdı: “Emine Erdoğan'ın türbanlı olması Cumhurbaşkanlığı seçiminde şu ya da bu şekilde tartışılacak... Muhalefet kanadında yer alan partilerin, ara sıra; "Sorun Emine Erdoğan'ın türbanlı olması değil.." biçimindeki açıklamalarına siz bakmayın. Aslında bunu fazlasıyla önemsiyorlar ama, "oy hesabı" için türbana karşı değillermiş mesajını zorunlu olarak vermeye çalışıyorlar. Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa, çok açıktır ki; Çankaya Köşkü'ne ve 23 Nisan, 30 Ağustos, Cumhuriyet balolarına türbanlılar rahatlıkla girecek, kamusal alan kavramı, birçok yer ve alanda türbanlılar açısından rafa kalkacak... İş orada kalmayacak! Devamı gelecek! Üniversiteler, resmi daireler, kamusal alanlar türbanın mekânı olacak!.. İş o noktaya geldiğinde başı açık olmak, önceleri toplum dışına itilmeyi, devlette iş verilmeme, terfi edememe gibi durumları ortaya çıkaracak, sonra da "suç" ölçeğinde algılanmaya başlanacak!”24 Şubat 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu, 76’ıncı basın açıklamasında “Toplumsal sorunlar karşısında ruhunu 28 Şubat darbecilerine teslim edenlerin; bu ülke halkının sorunlarına sahici ve kalıcı bir çözüm sunması mümkün değildir” ifadeleri yer aldı. Kocaeli’deki 97’inci eylem yapılırken, Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu’nun 55’inci eyleminde “Türkiye'de toplumsal barış tehdit altındadır” denildi. Başörtüsü eylemleri, Van’da 26’ncı, Akyazı’da 3’üncü eylemle devam etti. 24 Şubat 2007 - 28 Şubatçılar kadınları eve kapatmıştırYasin Aktay, Yeni Şafak’taki “28 Şubat'ın onuncu yıldönümü” başlıklı yazısında aradan geçen sürecin sonuçlarını şöyle değerlendirdi: 28 Şubat sürecinin başarıya ulaşmış olduğu doğru değildir. Sadece bir iki kalemdeki duruma göz atalım: 1. On yıl sonra tek başına iktidara gelme ihtimali var diye engellenmek istenen hareket bu sayede sadece beş yıl sonra ezici bir çoğunlukla iktidara geldi. 2. Üniversitelerde başörtüsü sorunu çözülmüştür. Hiçbir direnç yoktur artık. Birileri okulda sebep olanlara lanet okuyarak açmakta, okul dışına çıkar çıkmaz kapanmaktadır. Önemli sayıda birileri de başörtüsünü çıkarmaktansa okul okumayı bırakıp eve kapanmaktadır. Demek ki neymiş? Kadını özgürleştirme adına hareket ettiğini söyleyen 28 Şubatçılar kadınları eve kapatmıştır. 3. İmam-Hatip liselerinin orta kısımları kapanmıştır, ama gelişen dünyanın yeni eğitim ve öğretim imkânları ve birçok başka nedenle din eğitimi çok daha yaygın ve çok daha verimli bir biçimde artmıştır. Üstelik kontrolü çok daha fazla zorlaşmıştır.”25 Şubat 2007 - Binlerce kızı okumaktan mahrum etmek çözüm mü oluyor?Hayrettin Karaman, Yeni Şafak’taki “Teziç'in savunması” başlıklı yazısında Erdoğan Teziç’i eleştirdi: “Sayın Teziç söylediklerine kendi inanıyor mu bilmem, ama bir avuç "toplum mühendisi" dışında halkı ikna edemediğini -halkın içinden birisi olarak- ben kendisine haber vereyim... "Üniversitelerde giyinme biçimi yargı organları kanalıyla iç hukukta çözüldüğü gibi uluslararası mahkemelerce de bir sonuca bağlanmıştır" diyor. Şu sorulara ne cevap verecek: YÖK üniversitelerde başörtüsünü yasaklamasaydı iç ve dış yargı bu işe karışır mıydı, yasağı yargı kararına bağlar mıydı? "Çözüldü" diyor, YÖK başkanına göre çözüm, binlerce kızı okumaktan mahrum etmek ve binlercesinin de zorla başlarını açtırmak ise bu çözüm mü oluyor, çözüm ise demokratik ve çağdaş mı oluyor?”

…Başörtüsü Raporu 2007… 47

Page 48:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

25 Şubat 2007 – “Türban Protokolü”Akşam Gazetesi, köşk seçimine üç ay kala hükümetin diplomatik hareketlerle türbanı protokole soktuğunu yazdı. Haberde, İran Dışişleri Bakanı Muttaki'nin ziyareti sırasında, Tahran heyetinin hükümet görüşmesinde türbanlı tercüman, Sezer'le görüşmesinde erkek tercüman yer alması kriz olarak değerlendirildi. Haberin devamında ise ikinci kriz olarak nitelendirilen değişiklik hakkında şu bilgiler aktarıldı: “Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 'Türbanın Köşk'te yer alamayacağı’ mesajını etkili olarak vermeye devam ediyor. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın olası cumhurbaşkanı adaylığıyla ilgili tartışmanın yoğunlaştığı bugünlerde, bir yandan Sezer "türban"a geçit vermiyor, diğer yandan diplomatik temaslar için "türban" manevraları yapılıyor. Sezer'in davetlisi olarak Türkiye'ye gelecek Hollanda Kraliçesi Beatrix'in Emine Erdoğan ile görüşebilmesi için protokol kuralları değiştirildi. Beatrix, Çankaya köşkü bünyesindeki Camlı Köşk'te ikamet edecek. Türbanı nedeniyle Köşk'e giremeyen Emine Erdoğan, Kraliçe ile Köşk'ün hemen karşısındaki Başbakanlık Konutu'nda görüşecek.” 26 Şubat 2007 – “Cumhurbaşkanı'nın eşi neden türbanlı olmasın”AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, Habertürk'te yayınlanan Basın Kulübü programına katılarak soruları yanıtladı. Fırat, cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak şunları söyledi: “Daha zaman var ve cumhurbaşkanı Meclis'in içinden, bir milletvekili olacaktır. Başbakan'ın eşi türbanlı oluyor, bundan kimse rahatsız olmuyor da Köşk'e çıkan birinin eşi türbanlı olursa neden rahatsız olsunlar.” Seçimden önce “türban sorununu çözeceklerine dair” kimseye söz vermediklerini de ifade eden Fırat, “Anayasa'da türban yasağı yok, fiili bir yasak var" diye konuştu. 28 Şubat 2007 – “Kendim örtündüm hiç pişman değilim”Aktüel Dergisi, eşinin olası adaylığı sebebiyle tartışmaların odağında yer alan Emine Erdoğan’la Kasım 2004 yılında yapılan ve yayınlamayan röportajı sayfalarına taşıdı. Röportajda, Emine Erdoğan ağabey baskısıyla örtündüğü yönündeki iddialara şu sözlerle yanıt verdi: “Bu konuda yanlış anlaşılmış olmaktan dolayı çok rahatsızım. Maalesef böyle bir şey çıktı. Ben başımı asla zorla örtmedim. Sanıyorum daha eski bir mülakatta söylediklerimin yanlış yada eksik yansıtılmasından kaynaklandı bu. Ben zaten muhafazakâr bir aileden geliyorum. O zamanki mülakatta ağabeyim örtünmemi istediğinde buna karşı çıktığımı anlatmak istemiştim. Ben özgürlüğüme düşkünüm. Kılık kıyafet konusunda bana baskı yapılmasını genç yaşta bile bir türlü kabullenemediğimi anlatmak istemiştim. Daha sonra kendi isteğim doğrultusunda karar vererek örtündüm ve bu kararımdan dolayı hiçbir zaman pişmanlık duymadım.”28 Şubat 2007 - “YÖK'ün raporunda hükümete üç uyarı”Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), üniversiteye girişte yeni model öngördüğü “Türkiye'nin Yüksek Öğretim Stratejisi” raporunda başörtüsü yasağı sorunu hakkında şu ifadelere yer verdi: “‘Türban’ diye adlandırılan ve ‘İslami simge’ haline getirilen, genç kızların örtünme biçiminin, kamusal alanda kullanılmasının yasaklanması ile ilgili bir ön tespit yapmakta yarar vardır. Zira bu örtünme biçiminin, kamusal alanda yasaklanması, önce ulusal yargı organlarımızın, ardından da uluslararası mahkemelerin bağlayıcı kararlarına dayanmaktadır. Üniversiteler de diğer bütün kurumlar gibi, bu kararlara uymakla yükümlüdür.”BAŞÖRTÜSÜ GÜNDEMİ . MART 2007 2 Mart 2007 – “Ve Reyhan Gürtuna başörtüyü attı...”Eşinin belediye başkanlığı döneminde başörtülü olan Reyhan Gürtuna, daha önce de şapkalı haliyle görüntülenmişti. Son olarak objektiflerin onu başı açık görüntülemesini Gürtuna şu şekilde yorumladı: “Ben özel hayatımla ve giyim tarzımla kamuoyunun gündeminde yer almak istemiyorum. Ayrıca başörtüsünün de polemik konusu olmasını doğru bulmuyorum. Herkes giyim tarzında, yaşayış biçiminde özgür olmalıdır. Dini kavram ve simgeler, siyasi ve ideolojik istismar konusu ya da düşmanlık konusu olmaktan, siyasetin malzemesi olmaktan çıkarılmalıdır. Enerjimizi-çabamızı, barış ve uzlaşma kültürünü hakim hale getirmek için sarf etmeliyiz. (Sabah)2 Mart 2007 – Başörtüsü yasağı basit, önemsiz bir konu muydu?Ahmet Kekeç, Star’daki “Seni şöyle alalım Süheyl Batum” başlıklı yazısında anayasa hukuku profesörü Süheyl Batum’u özgürlükler konusunda eleştirdi: “Madem konu özgürlüklerden açıldı... Benim de değerli profesöre soracaklarım var. Özel üniversitelerdeki başörtüsü uygulamasıyla (yahut talebiyle) ilgili bir açıklamanızı hatırlıyorum. Ki, yasağın sürmesinden yana tavır koydunuz. Bu üniversitelerin yasak kapsamı dışında tutulması gerektiğini söyleyenlere de ‘kanunları’ hatırlattınız. ‘Vakıf üniversitesi demek bakkal dükkanı demek değildir. Devlet üniversiteleri hangi kurallara bağlıysa özel üniversiteler de o kurallara bağlıdır’ dediniz. Konu, acaba, ‘bakkal dükkanı’ diye istihfafla karşılayacağınız ve yaptığınız amiyane benzetmenin keyfini süreceğiniz kadar basit, önemsiz bir konu muydu? Madem özgürlüklere bu kadar düşkündünüz, hiç değilse ortadaki makul çözüm önerisine katkıda bulunacak bir cümle, fazla değil, bir tek ‘cümlecik’ sarf etseydiniz.”2 Mart 2007 - Özgürlükler bir takım kurumların dağıttığı ulufe midir?

…Başörtüsü Raporu 2007… 48

Page 49:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Nedim Odabaş, Milli Gazete’deki “Bizi şaşırtın bakalım!” başlıklı yazısında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın toplumsal mutabakat anlayışını eleştirdi: “Kurumsal mutabakat ne demek?... Toplumun büyük kesimi bu meseleyi, mesele olarak görmek istemediğini beyan ederken, açıkça “başörtüsü mağdurlarına” özgürlüklerinin verilmesini talep ederken, kendilerini bu toplumdan daha büyük, mağrur gören kurumlar mı var? Özgürlükler bir takım kurumların dağıttığı ulufe midir? Birilerine verilip birilerine verilmeyecek bir şey midir? Lütfen sümen altı ettiğiniz, artık konuşulmasına, tartışılmasına, gündeme getirilmesine bile için için kızdığınız bu özgürlük mücadelesini, kurumsal mutabakat safsatalarıyla sulandırmayın! Açık açık, “Bizim böyle bir derdimiz yok” deyin, olsun bitsin!... “Başörtüsü özgürlük mücadelesidir, kurumsal mutabakat bekliyoruz”… Dön baba, dönelim!... Sağ elle sol kulağınızı göstermek için kendinizi böyle kasmanıza gerek yok!”3 Mart 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu’nun 77’nci eyleminde “Darbeciler! Bu ülke sizin eserinizdir!” denildi. Başörtüsüne Özgürlük İzmir Platformu’nun açıklamasında 28 Şubat post-modern darbesinin hala sürdüğü, yasakçı zihniyetin her gün yeni yasakçı uygulamalarla karşımıza gelme cesaretini AKP hükümetinin uygulamalarından aldığı vurgulandı. Kocaeli’deki 98’inci açıklamada da yasakçılar protesto edildi. Ankara’da 56’ıncı, ve Akyazı’da yapılan 4’üncü eylemle başörtüsüne özgürlük mücadelesine devam mesajı verildi. Van İnanç Özgürlüğü Platformu 27’inci eyleminde “28 Şubat 1997 unutulacak ve affedilecek bir tarih değildir. 28 Şubat başarısız bir toplum mühendisliği örneğidir.” denildi.3 Mart 2007 - 28 Şubat en çok başörtülü kadınları vurduAyşe Böhürler, Yeni Şafak’taki “Şubat en çok kadınları vurdu” başlıklı yazısında 28 Şubat sürecini değerlendirdi: “28 şubat en çok kadınları vurdu. Sadece Merve Kavakçı meclisten çıkarılmadı,binlerce kadın kamusal alandan ve eğitim hayatından dışlandı. Fatma Şahin- Ali Kalkancı senaryosu üzerinden kadınların dindarlıkları tartışmaya açıldı, imajları değiştirilmeye çalışıldı, dindar kadınların kazandıkları saygınlıkları darbe yedi. Türkiye'de kadınların dindar olma hakları elinden alındı. Seçim yapmak zorunda bırakıldılar. Binlerce subay eşi başörtülü olduğu için emekliye ayrıldı, görevden atıldı, işinden oldu. Boşansalar da,eşler başını açsalar da erkeklerin sicilinden 'eskiden eşi başörtülüydü' kaydı silinmedi. Dindar erkelerin eş beklentisi değişti; kariyere,sicile mani olmayan eş statüsü revaç buldu/kadınlar çaresiz buna uyum sağlamaya çalıştılar. Başını örtenlerin bir bölümü başörtüsüne inancını yitirdi. Açanlar ise mutsuz oldu, üzerlerindeki baskılar ile baş edemeyenler ise tıbbı tedaviler almak zorunda kaldılar. 3000’den fazla genç kız bu nedenle dünyanın dört bir yanına üniversite eğitimi almaya gitti. Peruk takanlar perukların test etmek isteyen parmaklardan uzak tutmaya çalıştılar, içerde açık dışarıda örtülü çoğu zamana da tamamen açık/örtülü/ çelişkiler/ gelgitler/aşağılanmalar/ baskı altında 10 yıl geçti. Meslek sahibi kadınlar kendilerinden vasat erkek veya başı açık kadın idarecilere katlanmak zorunda kaldılar. Hiçbir zamana akademik kariyer imkanları olamadı. Mesleklerinde de ilerleme şansları da…”4 Mart 2007 – Hükümet’in başörtüsü dilekçesine cevabıAKP iktidarı, binlerce başörtüsü mağdurunun talebine kulak tıkadı. Bu konuda 5 yıldır en ufak bir adım atmayan Hükümet, buna rağmen başörtüsü mağdurlarına, “çalışmalar sürüyor” demeye devam ediyor. Hükümetin tavrını ortaya koyan en ilginç örneklerden biri, başörtüsü mağdurlarının TBMM Dilekçe Komisyonu’na yaptığı başvuru ile yaşandı. Başörtüsü mağduru bir genç kız, mağduriyetinin giderilmesi ve başörtüsü yasağının kaldırılması konusunda TBMM Dilekçe Komisyonu’na şikayette bulundu. Komisyon’da prosedür gereği konunun muhatabı olarak Başbakanlıktan bilgi istedi. Başbakanlıktan gelen cevapta ise “Farklı giyim tercihleri olan bireylerin yakınmalarının ortadan kaldırılması çalışmaları sürmektedir” denildi. Bu cevabın ardından TBMM Dilekçe Komisyonu da Başörtüsü mağduru bayana gönderdiği cevabi yazıda “gereği düşünüldü” diyerek şu ifadelere yer verdi: “Başbakanlıkça komisyonumuza gönderilen cevabi yazıdan; başvurunun incelendiği ve ‘hükümetimizin kendi yaşam alışkanlıkları ve gelenekleri içerisinde farklı giyim tercihleri olan bireylerin yakınmalarının ortadan kaldırılması çalışmaları sürmektedir’ şeklinde bilgi verildiği anlaşılmış olup 3071 sayılı Dilekçe hakkının Kullanılmasına Dair Kanun ileTBMM iç tüzüğünün 116. maddesi uyarınca dilekçe hakkında komisyonumuzca başka bir işlem yapılamayacağına karar verildi” (Milli Gazete)4 Mart 2007 - Cakarta'nın kadınları yavaş yavaş kapanıyor...Hikmet Çetinkaya, Cumhuriyet’teki “Cakarta’nın Kadınları” adlı köşe yazısında, dünyanın en büyük İslam ülkesi olan Endonezya’nın bir zamanlar Türkiye’ye örnek gösterildiğini ifade ederek, “Türkiye, Endonezya olur mu?” sorusunu sordu. “Endonezya'daki köktendinciler şimdilerde federal düzeyde "anti pornografi" yasası çıkarmaya hazırlanıyorlar... Eyaletlerinde işi bitirdiler! Endonezya'da tasarı halinde olan yasa çıktığında toplum içinde öpüşen kadınlara beş yıla dek hapis cezası getirilecek... Eğer bir kadın, bedeninin "duyarlı" yerlerini açarsa bir yıl hapis yatacak... Endonezya'nın başkenti Cakarta'da yaşayan kadınlar tedirgin... Endonezya, köktendincilerin baskısıyla laiklikten vazgeçiyor... Kadınlar yavaş yavaş kapanıyor... Eğer bu uygulamalara karşı çıkarlarsa başlarına ne geleceğini biliyorlar... ‘İslam karşıtı olanların katil vaciptir!’” satırlarına yer vererek, Türkiye’de de benzer durumların yaşanacağını ima etti.4 Mart 2007 - Sorun türban değil, bilgi

…Başörtüsü Raporu 2007… 49

Page 50:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Cumhuriyet Gazetesi’nden Leyla Tavşanoğlu’nun Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sezer Ş. Komşuoğlu ile yaptığı röportaja “Sorun türban değil, bilgi” başlığı atılırken, başörtüsü yasağı sorunu “suninin de sunisi” bir gündem olarak değerlendirildi. Tavşanoğlu’nun “Peki, özellikle yükseköğretimde, üniversitelerde bir türban, daha doğrusu sıkmabaş sorunu var. Siz bu konuya nasıl yaklaşıyorsunuz?” sorusuna ise Komşuoğlu şu yanıtı verdi: “Bu, ülkenin sorunu. Her yerdeki sorunlardan bir tanesi. Bunda ısrarlı olacak bir durum yok. Bu anayasayla tanımlanmış bir konudur. "Bunu toplumsal bazda çözelim" gibi yorumlar getiriliyor. Ama anayasanın bir tanımı var Üniversitelerde öğrenci ve öğretim üyelerinin kılık kıyafetlerinin nasıl olacağı belirlenmiş. Biz anayasanın gereklerini uyguluyoruz. Burada toplumsal bir baskıyı yada toplumsal bir bakış açısını dayatmanın son derece yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu konu çözülecek gibi olsaydı çözülürdü. Bunu yapmaya söz veren hükümet de zaten zorlandı. Bu ülkenin, üniversitelerin sorunu türban değil, bilgiyi üretmek. Dolayısıyla konuyu hiç buraya taşımamak lazım. Bu, anayasada net olarak belli. Konu çözülmüştür. Öğrenciler üniversiteye hangi kılık kıyafette gelmeleri gerektiğini biliyorlar ve gereğini yerine getiriyorlar.”5 Mart 2007 - Cumhurbaşkanı eşi devlet memuru değil!Derya Sazak’ın Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu ile Milliyet için yaptığı röportajda, Çubukçu’nun “Cumhurbaşkanı'nın eşinin örtülü olup olmaması gibi bir şeyin tartışılmasını hukuki, insani ve demokratik bulmuyorum.” sözleri öne çıkarıldı. Sazak’ın “Erdoğan'ın ya da eşinin başı bağlı bir başka AKP'linin adaylığı bir sorun oluşturur mu?” sorusuna “Türkiye tartışmayı bence asla bu boyutta ve bu seviyede götürmemeli. Yani bir insanın eşinden ve eşinin bireysel tercihlerinden dolayı adaylığı tartışılmamalı. Bir insanın bireysel inançları ve tercihlerini sorgulayarak Cumhurbaşkanlığı makamını yıpratanlayız. Cumhurbaşkanlığı seçiminin nasıl yapılacağı, hangi şartlara haiz olanların aday olacağı Anayasa'da yazılı. Sorun bir hoşgörü beklentisiyle de ilgili değil. Çankaya seçimini konuşurken cumhurbaşkanının eşinin örtülü olup olmaması gibi bir şeyin tartışılmasını hukuki, insani ve demokratik bulmuyorum.” cevabını verirken; Sazak’ın “AKP 4.5 yıldır Meclis'te tek başına iktidar. Türban sorununu isteseniz çözecek güçteydiniz. Yapmadınız.” sözleri karşısında şu savunmayı yaptı: “Türkiye'de birçok konuda özgürlüklerin dönüşmesi o kadar kolay olmuyor. Demokrasi ve özgürlük anlayışının belli bir çıtaya yükselmesi çok önemli, o yüzden AKP belki de, Başbakan çok ifade etti ‘Yasaklarla mücadele ediyoruz’ diye. Yasaklar ve yasak zihniyetinin ortadan kalkması gerekiyor öncelikle. Türban konusu da ancak konsensüsle çözülür.”8 Mart 2007 - Deen Muhammed: Kur'an saçı ört demezEgemen Bağış'ın davetlisi olarak Türkiye'ye gelen W. Deen Muhammed, ilginç açıklamalar yaptı. Geçen sene Türkiye'ye gelerek başörtüsünü kameralar önünde çıkardan Virginia Commonweulth Üniversitesi Öğretim Üyesi Afrika Asıllı Amina Wadud da benzeri görüşleriyle dikkat çekmişti. Müslüman Amerikan Toplumu'nun lideri imam W. Deen Muhammed, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde Sabah'a verdiği özel demeçte, "İslam'ı bilmiyorlar' iddiasında bulundu. ABD'li imam "Kuran, kadınların saçını ya da yüzünü kapatmalarını emretmez. Göğsünü kapatmasını söyler. Dünyadaki birçok imam Kuran'ı bilmiyor" dedi. Muhammed, şöyle konuştu: "Eskiden duvarlı evler yoktu. Eve girip çıkanların yatak odası ya da banyo gibi özel bölgeleri görmemesi için bir kumaş kullanılırdı. Buna hicap denilirdi. Biz bu anlayışın orijinalliğini unuttuk. Kuran'ı unuttuk. Liderlerin dediklerine takıldık. Mısır mitolojisindeki İsis'i takip ediyoruz artık. O bir peçe kullanırdı ve tasmasıyla bir köpek tutardı. Dikkatli olmazsak İsis'in köpeğine benzeyeceğiz." 8 Mart 2007 – “Türbanlılar, çarşaflılar girebilir, ama şapkalı kadınlar giremez”Cumhuriyet’in “TBMM'de türbanlı kadınların oturumu izlemesine izin verildi, şapkalı kadınlar dışarı çıkarıldı” üst başlığı ile verdiği haberde, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle düzenlenen oturumu izlemek isteyen bir grup kadının, yasal engel olmamasına karşın şapkaları olduğu için locadan çıkarıldığı” iddia edildi. Haberde şu ifadeler yer aldı: “CHP'li Arıtman Meclis'te yaşanan söz konusu skandalın Arınç’ın çifte standartlarını gösterdiğini belirterek "Türbanlılar, çarşaflılar girebilir, ama Meclis Başkanı'nın hoşuna gitmeyen kıyafetliler giremez. Bunu anlamış olduk" diye konuştu. Arıtman, şapkalı kadınların Cumhuriyetin kurulduğu yılları ve Cumhuriyet devrimini anımsattığı için Arınç'a rahatsızlık verdiğini söyledi. Bu durumun Türkiye'nin nereye götürülmek istendiğinin göstergesi olduğunu ifade eden Arıtman, "Tehlikenin farkında olalım. Türkiye nereye götürülmek isteniyor? Türk kadını nereye götürülmek isteniyor? Bunu görelim. Meclis'te yaşananlar bunun önemli bir göstergesiydi" dedi. Şapkalı kadınların dışarı çıkarılma gerekçesi olarak “Türban kıyafetle bütünlük içinde, şapka ise aksesuvar” denildiğini anımsatan Arıtman, şöyle devam etti: “O zaman Hollanda Kraliçesi şapkasıyla TBMM'ye nasıl girebildi? Bu, Türk kadınını nasıl görmek istediklerinin, hangi statüde görmek istediklerinin bir göstergesidir.”8 Mart 2007 – “Türban mesajları”Milliyet Gazetesi “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Biijent Arınç ve Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'nun 4 Kasım 2007 seçimleri yaklaşırken art arda "türban" mesajları vermeleri dikkat çekti.” diyerek başladığı haberinde “4 Kasım 2007'de yapılması öngörülen milletvekili genel seçimi yaklaşırken, AKP'den türbana yönelik mesajlar artmaya başladı” alt başlığını kullandı. Erdoğan’ın konuşmasında başörtüsü sorununa değinmediği halde “Ne toplum ne de devlet, kadının hukukunu çiğneyecek hiçbir uygulamayı töre haline getiremez” şeklindeki sözleri, Milliyet’te “Erdoğan bu sözleriyle, iktidarda olmalarına rağmen türban konusunda adım atamamakla eleştirilen hükümetinin aynı hassasiyetleri koruduğu mesajını verdi.” şeklinde yorumlandı.

…Başörtüsü Raporu 2007… 50

Page 51:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

9 Mart 2007 – “Tek kriter 'eş'in başının açık olmasına indirgeniyor”Doç. Dr. Zeynep Dağı, Zaman’ın Yorum sayfasında “Cumhurbaşkanlığı seçimi: 'Eş'e göre makam tahsisi” başlığıyla bir makale yayınlayarak görüşlerini şöyle ifade etti: “Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili tartışmalar irdelendiğinde belki de ilk kez 'kadın' olgusunun neredeyse tek başına belirleyen bir etki kazandığı görülmekte. Bu etkinin kadının gücüne ve hakkına yapılan vurgudan değil, bizzat rejimi koruma refleksinden kaynaklanması, kadın haklarına bakıştaki 'ikircikliği'n somut kanıtıdır. Bir yanda kadın haklarının bayraktarlığını yaparak çağdaş görünüm sunanlar, öte yandan kadını şekil şartlarına göre toplumsal ve siyasal sürecin dışına itmekte bir sakınca görmeyenler. Bu bağlamda, cumhurbaşkanlığına aday olacak kişilerin yeterliliğinin değil, 'eş'lerinin başının açık olup olmamasının tartışılması da, kadının bu konuya çirkin bir şekilde alet edilmesine neden olmaktadır. Ayrıca, adayın 'eş'inin 'başörtüsüne' endeksli bakış açısı seçim sürecini daha baştan 'irrasyonel' hale getirmektedir. 'İşe göre adam' ilkesini öne çıkarmak gerekirken, seçim tartışmalarında görüldüğü gibi 'eşe göre makam' tahsis etmek her türlü mantığa terstir. Bu mantıkta hem kadın hakları ihlal edilmekte, hem de 'eş'in konumuna göre görev biçilmesi seçim sürecine ve adaylara da zarar vermektedir. Demokratik kuralların işlediği Batı toplumlarında, parti mekanizmalarında ve seçim süreçlerinde kadın ya da erkek o görevi yapacak 'birey'ler ön plana çıkar. 'Eş'e göre konumlanmış bir perspektifin, aday olacak 'birey'in yetkinliğini ve gücünü sıfırlayan bir anlayışı dayattığı dikkatlerden kaçmamalıdır. Rejimi koruma refleksi rasyonel düşünme ve tartışmanın önüne geçerek, cumhurbaşkanı olabilecek adaylarda seçilebilmenin tek kriterini 'eş'in başının açık olup olmadığına indirgeyebilmekte.”10 Mart 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu, 78. eyleminde başörtüsü yasağı ve CHP zihniyetinin yasakçı tavrı sert ifadelerle eleştirilirken, “28 Şubat sürüyor, tehlikenin farkında mısınız” yazılı dövizler açıldı. Kocaeli’deki 99’uncu eylemde “Türk  Silahlı Kuvvetleri    birimlerine  girişte  başörtü  ile giriş  yasaktır. Eşi başörtülü  diye bir çok  asker  meslekten men edilmiştir. Meslekten atılan bu  kişilerin  herhangi  bir  kamu kurumunda  çalışmasına  dahi  izin  verilmemiştir.” denildi. Ankara’daki 57’nci açıklamada özgürlük için mücadeleye mesajı verildi. Van’da 28’inci, Akyazı’da ise 5’inci eylem yapılarak “Türkiye de halen kanayan yara misali eğitim hakları ellerinden alınan başörtülü öğrenciler ve kamudan men edilip hayatları kararan kadınlarımızın mağduriyetlerini gidermek için adım atmayanları iktidarları uğruna darbeci zihniyetle başörtüsü yasağını devam ettirmekte ısrar edenleri de kınıyoruz.” ifadeleri kullanıldı.10 Mart 2007 – “Başındaki o acayip kaplamayı çıkarmasını rica ediyoruz”Başbakanlık İnsan Haklan Danışma Kurulu İzmir Barosu Temsilcisi Av. Sabri Kurt, Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan ve “Cumhurbaşkanlığı Sorunu” başlığını taşıyan yorumunda, Başbakan Erdoğan’ın olası adaylığını çeşitli nedenlerden ötürü “sindirilemez” şeklinde değerlendirirken, sorunun başörtüsüne ilişkin boyutu hakkında ise şu satırları kaleme aldı: “Cumhurbaşkanı eşinin kılık kıyafetini önemseyen de önemsemeyen de vardır. Ancak Kadın Haklan Koruma Demeği Genel Başkanı Sayın Gönül İşler, başbakan eşinin özellikle uluslararası toplantılarda ve yurtdışı gezilerde bu kıyafetlerle Türk kadınını temsil etmeye kalktığına dikkat çekerek ‘Kendisinin kıyafetlerinden çağdaş Türkiye Cumhuriyeti kadınları olarak utanıyoruz. Başındaki o acayip kaplamayı çıkarmasını ve çağdaş, bük Türkiye'ye yakışır bir şekilde giyinmesini rica ediyoruz’ diyor. Cumhurbaşkanı eşinin kılık kıyafeti Türkiye'nin imajını yansıtır. Bu kıyafet, çağdaş Türk kadınını utandıracak bir kıyafet olmamalıdır.”11 Mart 2007 – “Kıyafetler zenginliktir”Boğaziçi Üniversiteliler Mezunları Derneği'nin genel kurul toplantısına katılan TBMM Başkanı Bülent Arınç “Giyimlerimizle, kuşamlarımızla, inançlarımızla, etnik farklılıklarımızla; her birini zenginlik olarak görüp, bunların toplumda yaşamasını arzu eden insanlarız, Buna, Türkiye'nin ihtiyacı var” dedi. 8 Mart Dünya Kadınlar Gü-nü'nün her yerde kutlandığını hatırlatan Arınç, karşılaştığı bir olayı şöyle anlattı: “Öylesine çarpıcı fotoğraflar vardı ki. Birçok hanımefendi Atatürk'ün büstüne veya heykeline çelenk koyuyorlardı. Başörtüsüyle bu çelengi koymak isteyen hanımefendiye karşı ne kadar haşin, ne kadar korku ve endişe dolu bakışlar vardı bazılarında, Türkiye adına üzülmemek mümkün değil…”11 Mart 2007 – “Türban özgüven veriyor”Almanya'da yaşayan türbanlı Türk kadınlarına ilişkin araştırmasında, kadınların yüzde 87'sinin, başörtüsünün kendilerine özgüven kazandırdığını düşündüğü sonucu çıktı. Türban takan kadınların yüzde 11'i şeriat rejiminden yana olduklarını belirtti. Almanya'da başörtüsü takan 18-40 yaş arası 315 Türk kadınına, "Bir Simgenin Örtüsünü Kaldırmak" adıyla uygulanan araştırmaya göre; kadınların yüzde 97'si, örtünmeyi dini bir görev olarak görüyor. Yüzde 31 oranında kadın dini kurallara tamamen uyduğunu, yüzde 11 ise kısmen uyduğunu belirtti. Kadınların yüzde 42'si, insanların Tanrı önünde eşit olmadığını düşünüyor. Ankete katılan türbanlı Türk kadınlarının yüzde 43'ü yüksek okul mezunu. Araştırma, kadınların daha çok annelerinin etkisinde kalarak başörtüsü taktıklarını da ortaya koydu.” (Akşam)14 Mart 2007 – “Asker kaygısı”

…Başörtüsü Raporu 2007… 51

Page 52:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Mehmet Ali Kışlalı, Radikal’de yayınlanan haftalık köşe yazısında, ‘Cumhurbaşkanlığı seçiminin askeri çeşitli sebeplerden dolayı kaygılandırdığını’ iddia etti. Kaygıları emekli generallerin yorumlarından aktarmalarla yazısına taşıyan Kışlalı, konunun başörtüsüyle ilgili bölümünde şunları yazdı: “Çankaya'ya eşi türbanlı bir cumhurbaşkanının çıkmasının yaratacağı sorunlar, bu konuyu küçümseyen kimi çevrelerce, yok farz edilmiştir. Bu 'Cumhurbaşkanı eşinin türbanlı olmaması yasalarda yazmıyor' diyenlerin ne denli bir aymazlık içinde olduklarını geçen hafta bir başka eski Genelkurmay Başkanı, Doğan Güreş hatırlattı. “Türbanlı cumhurbaşkanı eşinin bulunacağı Çankaya'da hiçbir resmî kabule asker katılmaz” dedi. Yüksek yargı gibi birçok kurum yetkilisinin de katılmayacağını hatırlattı. Böyle bir durumun yaratacağı neticenin ise 'kaos' olacağını söyledi.”14 Mart 2007 - Başörtüsü yasağına Zonguldak versiyonu Türkiye’nin kangren sorunlarından başörtüsü yasağı bu kez Zonguldak’ta, kampus dışındaki bir panel programında ortaya çıktı. Karaelmas Üniversitesi ile TEMA Vakfı’nın kampus dışındaki mekanda düzenlendiği panele katılmak isteyen başörtülü kız öğrenciler, içinde vatandaşların da bulunduğu yüzlerce kişinin gözleri önünde salondan çıkarıldı. Yasağın kampus dışındaki bir mekanda karşılarına çıkması karşısında şoke olan öğrencilerin bir kısmı ise aynen okulda olduğu gibi zorunlu olarak başını açmak zorunda kaldı. Olay, başka bir tartışmayı da başlattı. Kampus dışında bir program organize eden Üniversite, halka açık bir programda insanların kıyafetine karışabilir mi? Paneli dinlemeye gelen vatandaşlar arasından başörtülülere ‘öğrenciyseniz başınızı açacaksınız!’ deme yetkisini, kim ve hangi yasal gerekçeyle kullanıyor? (Milli Gazete)16 Mart 2007 - Başörtüsü sorununu çözemeyenler Çankaya yolunda Süleyman Arif Emre, Milli Gazete’deki yazısında başörtüsü sorununu değerlendirdi: “Bilindiği gibi başörtüsü yasağının hiçbir kanuni mesnedi yoktur. Zira Anayasa’nın sarih ve amir hükümlerine göre, yasaklar ve güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulabilir... Ama siz iktidar olarak, biz yasa dışı da olsa mesnedsiz ve defakto kararlardan çekiniyoruz, onun için bu başörtüsü yasağına boyun eğiyoruz diye bir mazerete sığınmayı, kendiniz için, kaçınılmaz sayıyorsanız, bu mazeretiniz asla şayan-ı kabul değildir. Çünkü çoğunluğunuz, Anayasa’yı değiştirecek oranda idi. Anayasa’nın 38’inci ve 153’üncü maddelerine bir satırlık bir hüküm ilave ederek, yargı erkinin yasama erkinin hudutlarına tecavüz etmesini bile önleyebilirdiniz. Ne yazık ki, hiç bir siyasi partinin eline geçmeyecek tarihî bir fırsat değerlendirilememiştir... Hasılı kelâm, AKP, YÖK gibi oligarşik kurum ve kuruluşlar karşısında gereken performansı gösterememiş bu mücadelelerde ikinci lige düşmüştür. ikinci lig takımı olarak şimdi birinci lig şampiyonluğuna soyunmak istiyor. Bu sebepten AKP’nin işi zordur.”16 Mart 2007 – “Türban seçimi”Vatan Gazetesi yazarlarından Güngör Mengi, “Eşi türban takan bir cumhurbaşkanına gelmesi beklenen tepkiler AKP'yi korkuttu mu? Örgütün nabzını tutmak amacıyla düzenlenen anket, bu soruya "evet" cevabı vermemizi sağlıyor” satırlarıyla başladığı başyazıda, Başbakan Erdoğan’ın aday olmaması halinde “eşi türban takmayan” bir aday çıkarılacağını iddia etti. Yazısının devamında ise Mengi şu planların yapıldığını ifade etti: “Ama şu gözden kaçmamalı: "Başbakan Erdoğan aday olmadığı takdirde" alternatifleri arasına Meclis Başkanı Armç ve Dışişleri Bakanı Gül dahil edilmemiştir. Demektir ki türban sorun olmazsa Başbakan kesin kararlıdır. B planında ise türban itirazlarını göğüslemek amacıyla seçilmiş ama Çankaya'da bile Başbakan Erdoğan'ın otoritesini gölgelemeyecek kişiler aday gösterilmiştir. Gerçi iddiasız bir cumhurbaşkanı seçmek mecburiyetine düşerse bunun çaresizlik olarak gösterilmesini önleyecek senaryolar bile şimdiden hazırlanmıştır. Mesela... Eşi türbanlı olmayan aday seçilirse Çankaya'da “geçici” olacaktır. AKP Erdoğan'ın liderliğinde seçimdeki şansını artıracak, bu imkân Türkiye'yi başkanlık sistemine geçirecek olan anayasa değişikliğini getirecek, Erdoğan iki yıl içinde başbakan yetkilerini de kullanan bir Cumhurbaşkanı olarak Çankaya'ya çıkacaktır.”17 Mart 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu adına Özgür-Der Sakarya Şubesi’nce okunan 79’uncu açıklamada; iktidarlarını korumak isteyen egemenlerin, oluşturmaya çalıştıkları darbe ortamıyla halkın hak ve taleplerini baskı altına almaya çalıştıkları ama tüm bu baskı ve zorbalıklara karşı, Kocaeli’nden başlayan ve tüm Türkiye’ye yayılan onurlu bir direnişi hakim kılma mücadelesinin de devam ettiği vurgulandı. Kocaeli’de ise 100’üncü haftayı dolduran eylemler önemli bir kazanım olduğunu gösterdi. Başörtüsü eylemleri Ankara’da 58’inci, Van’da 29’uncu ve Akyazı’da 6’ncı açıklamayla devam etti. Van’daki açıklamada “Başörtüsü yasağı kölelik düzeninin devamı içindir” denildi. 17 Mart 2007 – ‘Türban’ın mucidi Gül tarafından aday gösterilsin, aferin doğrusuKürşat Bumin, Yeni Şafak’taki “Şaka gibi: TBMM Ödülü Doğramacı'ya!” başlıklı yazısında önemli bir çelişkiye işaret etti: “12 Eylül rejiminin başındaki kişiye İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde "fahri hukuk doktorası" payesi verdiren bir "hocabey"e TBMM gibi bir kurumun "onur ödülü"nü vermek münasip midir? Yoksa bu işin adı münasebetsizliğin dik âlâsı mıdır? Ayrıca anlaşılır gibi değil gerçekten... Ortada ne yapılacağı, nasıl bir şekle sokulacağına bir türlü karar verilemeyen YÖK gibi bir kurum dururken; bu kurum "türban" lafının mucidi tarafından hâlâ sonuna kadar savunulurken; ülkenin yüksek öğretim politikası iflas etmişken, sen tut "TBMM Onur Ödülü"nü Abdullah Gül tarafından aday gösterilen (?) YÖK'ün kurucu babasına ver... Aferin doğrusu....” 18 Mart 2007 - ‘Yasakçıya TBMM Onur Ödülü’ üzüntü verici

…Başörtüsü Raporu 2007… 52

Page 53:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

TBMM Onur Ödülü’ne YÖK eski başkanı İhsan Doğramacı’nın layık görülmesi tartışmaya neden oldu. Doğramacı’nın 1980 darbesi’nin bir ürünü olarak ortaya çıkan ve Başörtüsü başta olmak üzere antidemokratik uygulamalarıyla sürekli eleştiri alan YÖK’ün kurucusu olması tartışmanın merkezini oluşturuyor. Ödüle CHP’den sonra AKP içinden de tepki geldi. AKP Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay "Onur Ödülü"ne Doğramacı’nın layık görülmesinin üzüntü verici olduğunu söyledi. (Milli Gazete)18 Mart 2007 – Ka-der: Bıyık takarız ama başörtüsü asla! Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (Ka-der), 2007 genel ve yerel seçimleri öncesinde kadın adayların siyasette temsil edilmesini sağlamak için 'bıyıklı' kampanya başlattı. The Marmara Oteli'nde yapılan basın toplantısı ile tanıtılan kampanya "Meclise Girmek İçin Erkek Olmak Şart mı?" sorusuyla yola çıkıyor, "Haydi Kadınları Seçelim" mesajı verdi. Başkan Seyhan Ekşioğlu hedeflerinin yalnızca parlamentoda değil, yerel yönetimlerde de kadın adayların seçilmesini sağlamak olduğunu belirtti. Fakat Ka-der’in talepleri arasında başörtülü hanımların siyaset hakkı ve temsil sorunu üzerine hiçbir talebin yer almaması dikkat çekici bulundu. 19 Mart 2007 – “Yargıç Rıza Türmen'e başörtüsü vetosu mu?”“Avrupa Konseyi'ne gönderilen ve 9 yıldır AİHM'de görev yapan Rıza Türmen'in de yer aldığı yargıç listesi son anda geri çekildi. Dışişleri Bakanlığı, Konsey'e 3 yeni ismin bulunduğu yeni liste gönderdi.” şeklinde medyaya yansıyan haberlerde, Türmen’in AİHM'nin Leyla Şahin kararında türban yasağının sürmesi yönünde oy kullanması ve RP'nin kapatılmasına ilişkin davada da kapatma yönünde oy vermesi gibi sebeplerden AKP hükümetinden "veto" aldığı öne sürüldü. Sabah Gazetesi de “AİHM yargıçlığında 'türban' izi” başlığıyla verdiği haberde, Türmen’in listede isminin yer almamasının sebebi olarak başörtüsü yasağını savunması gösterildi. 20 Mart 2007 - Eşinin başını aç, generale göster!Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) Ankara Şube Başkanı Mehmet Şahin, “Bağımsız Türk Mahkemelerinde Yargılanmak İstiyorum” adlı bir kitap yazdı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nden re'sen emekli Jandarma Kurmay Binbaşı olan Şahin, kitabında, evine ziyarete gelen Asayiş Daire Başkanı Albay tarafından hazırlanan “eşinin başörtülü olduğu görülmüştür” yazılı “belge” üzerine, 20 yıllık askerlik hayatına son verildiğini belirtti. Eşine dosyasının Yüksek Askeri Şura'ya gittiğini söyleyerek onu da henüz karar verilmediği için yavaştan alıştırmaya çalıştığını belirten Şahin, kitapta gelişmeleri şu şekilde aktarıyor: “Eşim ben istersem başını açabileceğini de defalarca söyledi. Ancak ben bunu kabul edemezdim.” Daire başkanının “eşinin başını açması gerektiği” yönünde kendisine epey baskı yaptığını anlatan Şahin, “Daire başkanı; son söz veya nasihat olarak, inat etmememi, eşimin başını açarak alıp harekat başkanı tümgenerale göstermemi ve bu konuyu böylece halletmemi söyledi. Bu teklif bana çok ağır geldi. Hatta inat etmemem konusunda son sözleri, 'Bak bu konu Türkiye'de halledilecek, sokaktaki kadınlar bile başlarını açacak. Gel sen inat etme, mesleğinden de olma' dedi. Ben de çok şaşırdım. Tepki gösterdim. 'Hangi ülkeden bahsediyorsunuz' dedim. 'Bu ülkede kadınlar başlarını açacaklar öyle miı' diye sordum. 'Evet dedi Açacak. 'Buna imkan yok komutanım' dedim. 'Görürsün' dedi. 'görürüz 'dedim ve odasından gergin bir şekilde ayrıldım” diyerek yaşadıklarını anlattı. (Yeni Şafak)22 Mart 2007 – “Türban ankete girdi”“AK Parti Yönetimi, bazı bakan ve milletvekillerinin tepkisi üzerine, cumhurbaşkanlığına alternatif 4 isme, eşi türbanlı Başbakan Yardımcıları, Abdüllatif Şener ve Mehmet Ali Şahin'i de ekledi. AK Parti yönetimi geçen hafta başlattığı anket çalışmasında Başbakan Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Annç'ın dışında, Beşir Atalay, Mehmet Aydın, Vecdi Gönül ve Koksal Toptan'ın isimlerini ankette sıralamıştı, Ancak "alternatif isimlerin tümünün eşlerinin başı açık" eleştirilerine neden olmuştu. Yeni anket İl Başkanları toplantısında dağıtıldı.” (Sabah)22 Mart 2007 – “AKP iktidarında 'başörtüsüz eş' durumu incitici”Tempo Dergisi yazarı Elif Çakır, cumhurbaşkanlığı seçimi ve başörtüsü konusu etrafında dönen tartışmalar hakkında kaleme aldığı haftalık yazısında şu görüşlere yer verdi: “Sayın Başbakan ve yardımcıları, son dönemde, başörtüsü sorununu dile getiriyorlar. Samimi düşüncelerini gerçekten öğrenmek isterdim. Davetlere eşlerini götürememelerinin kendilerinde ve eşlerinde oluşturduğu iç sıkıntısını bilmek isterdim. Başörtülülere sorsak acaba, bu kadar kırılmış, incitilmiş insanlar, "Çankaya Köşkünde başörtülü eşi olan bir cumhurbaşkanı görmek istiyorlar mı?" diye, ne tür cevaplar çıkardı? Benim tanıdığım birçok insanın umurunda değil, eşi başörtülü bir cumhurbaşkanı. Hatta "Bu şekilde çıkacaksanız, oturun oturduğunuz yerde" diyenler çoğunluk çıkacaktır, benim gibi. Eşimin başı örtülü değil diye cumhurbaşkanı adayı olmak!.. Bu kişiler için de zor değil mi? Kendilerinden dolayı değil de eşlerinden ötürü Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmek. Ne garip bir kısır döngünün içindeyiz. Öyle veya böyle, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de kadınlar etkilemeye başlıyor demek ki! Bu bana hem trajik geliyor hem komik. Ben geçmiş dönemde "Başörtülü kiminle evlensin?" yazımı hatırladım, size de mükerreren sormak ihtiyacı hissettim. Ne dersiniz? AKP iktidarında 'başörtülü eş' olmak kadar 'başörtüsüz eş' durumu da incitici değil mi?”23 Mart 2007 - Müslümanlar, başörtüsü konusundaki inançlarından vazgeçemezHayrettin Karaman, Yeni Şafak’taki “Uzlaşma mı tahammül mü?” başlıklı yazısında toplumsal uzlaşı tartışmasına değindi: “Birçok konunun (meselenin) yanında daha ziyade başörtüsü ve cumhurbaşkanı seçimi konularında “toplumun uzlaşması” şartından söz edildiğini görüyoruz.

…Başörtüsü Raporu 2007… 53

Page 54:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Başörtüsünü ele alalım. Başörtüsünün her alanda serbest (isteyen örter, istemeyen örtmez) olması aslında Müslümanların uzlaşacağı değil, tahammül edebilecekleri bir çözümdür ve Müslümanlar yıllardan beri (en azından cumhuriyetin ilanından bu yana) buna tahammül etmektedirler. Marjinal olaylar dışında sokakta kadınlarımızın çarşafları ve başörtülerine el uzatıldığı olmuştur, ama başını açıp gezen bir kadına veya kıza müdahale eden olmamıştır, yoktur. Demokrasi ve insan hakları bakımından da bu yeterlidir. Uzlaşmaya gelince, bunun olabilmesi için Müslümanların, başörtüsü konusundaki düşüncelerinden (yani inançlarından) vazgeçmeleri, bu konuda karşı tarafın düşüncesini benimsemeleri veya tersi gereklidir. Peki bu mümkün müdür? Hayır. Ne Müslümanlar, örtünmenin dinin emri ve gereği olduğu inancından vazgeçerler, ne de karşı taraf “bu, dinin gereğidir, biz yapmasak da başkalarını engellemek olmaz” noktasına gelirler. Bu durumda “çözüm, toplumun uzlaşmasına bağlı” demek, çözüm olmayacak, taraflardan birinin dediği olacak, diğer taraf da mağdur yaşayacak demektir.”24 Mart 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu 80’inci eyleminde “1400 sene önce ilk olarak kırk kişiyle başlayan kutlu yürüyüş bugün burada Adapazarı’nda sekseninci haftasını doldurmuş olmanın onurunu yaşıyor” denildi. Kocaeli’deki 101’inci açıklamada “Tüm mazlumlar adına direneceğiz, yeryüzünde ki mazlum kalplerin yanında olacağız. Tüm zalimler ve zalimlikler bitene dek” mesajı verildi. Ankara’da gerçekleştirilen 59’uncu eylemde değişiklik yapılarak sessiz oturum ağızlarını bantlayan eylemciler, “58 haftadır hak ve özgürlükler için burada bütün yetkililere seslendik. İstedik ki bu sorun çözülsün ama sesimizi duymak istemediler, bizler de kulakları duymuyorsa, dedik, belki gören gözler olur diyerek ağzımızı bantladık ve sessiz eylem yapmaya karar verdik” dediler. Van’da 30’uncu ve Akyazı’da da 7’inci açıklama okundu. Van’daki eylemde “Zulme karşı sessiz kalanlar haklarıyla birlikte şeref ve onurlarını da kaybederler” uyarısı yapıldı.25 Mart 2007 – Sezer’in protokolü yeni cumhurbaşkanın eşinin başına göreMurat Yektin, Radikal’de yayınlanan köşe yazısında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in “cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmalarının içindeymiş gibi gösterilmesinden rahatsız” olduğunu iddia etti. Yetkin’in diğer bir iddiası ise şu oldu: “Köşk kaynakları, Sezer'in cumhurbaşkanlığı devir teslim töreninin, yeni cumhurbaşkanının eşinin türbanlı olup olmamasına göre eşli ya da eşsiz düzenlenmesi konusunda da herhangi bir hazırlık bulunmadığını da vurguluyorlar… Sayın Cumhurbaşkanının, görevini yeni cumhurbaşkanına devredeceği töreni, seçilecek kişinin eşinin türbanlı olması durumunda eşsiz olması yönünde düzenlenmesi talimatı verdiği doğru değil. Daha 16 Nisan gelmedi. Henüz cumhurbaşkanlığı adayları ortaya çıkmamışken, bir hukuk adamı olan sayın Cumhurbaşkanı'nın faraziyeler üzerine hareket etmesi, Anayasal yetkilerinin dışına çıkması söz konusu değil. Şu olursa eşsiz, bu olursa eşli tören istediği yolunda bir talimatı yok. Ancak sayın Cumhurbaşkanı'nın şu ana dek izlediği çizgiye uygun olarak sade, gösterişsiz bir tören olması beklenebilir.”27 Mart 2007 - Başörtülü kadını, KADER neden “kadın” olarak kabul etmiyor?Fatma K. Barbarosoğlu, Yeni Şafak’taki “Bıyığına bakma muhannesin!” başlıklı yazısında KADER’in kampanyasını değerlendirdi: “KADER için sadece bazı kadınlar Meclis'e girmeyi hak edecek kadar “kadın”. Ünlü kadın bedenlerine raptedilmiş bıyık ile KADER “bana benzeyen benim gibi kadınlar olsun” demiş oluyor. Benim gibi kadınlar tanımına da sadece liberal-kentli-feminist kadınlar giriyor... Başörtülü kadını, KADER neden “kadın” olarak kabul etmiyor. Bazı kadınlar kadın doğuyor da, neden bazı kadınların “kadınlıklarını” tescil ettirmeleri gerekiyor?!”28 Mart 2007 - AİHM hakimi tesettür davalarında tarafsız değildiHukukçular Derneği Başkanı Hüsnü Tuna, Zaman’daki “'Yargıç tarafsızlığı' ve Rıza Türmen” başlıklı yorumunda, Avrupa Mahkemesi’nde hakimlik yapan Rıza Türmen’i eleştirdi: “Avrupa Mahkemesi üzerinde Rıza Türmen, yargı mensuplarını yönlendiren "brifingci bir general" fonksiyonu icra etmiştir... Türkiye'deki 28 Şubat süreciyle paralel olarak Rıza Türmen tarafından, Türkiye ile ilgili davalar -özellikle dindar kesim tarafından açılan tesettür, inanç özgürlüğüne ilişkin davalar- mahkemece karara bağlanmadan önce basın aracılığı ile sonuçlandırılmıştır. Dolayısıyla Rıza Türmen bir hakim gibi değil, Türk toplumunu -baskı, dayatma ve gerçek dışı bilgilerle kamuoyunu yönlendirmesi ile- dizayn etmeye çalışan asker-sivil darbecilerin amacına hizmet eder mahiyette davranmıştır... Üniversite öğrencisi Leyla Şahin dışında yüzlerce üniversite öğrencisi ile kamu görevinden kılık kıyafeti nedeniyle çıkarılan onlarca bayan memur da AİHM'ye başvuruda bulunmuştur. Türkiye'deki brifinglere paralel olarak "başörtüsüne ölüm" anlayışıyla diğer başvuruların da sonuçsuz kalması için gerekli görevi ifa etmiştir. Leyla Şahin davasının dışında sonuçlanmamış, inceleme aşamasında olan başvuruların bir çırpıda bitirilmesi kararı verilmiştir. Bunun zeminini hazırlama görevi de Rıza Türmen'e verilmiştir.”28 Mart 2007 – “Mesaj için bıyık takarım, türban takmam”Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği KA-DER'in kampanyasını desteklemek için bıyık takan Milliyet Gazetesi yazarı Meral Tamer, bir meslektaşının “Türbanlı adayların TBMM'ye girebilmesi için de başörtüsü takıp fotoğraf çektirir miydiniz?” teklifini neden reddettiğini anlattığı köşe yazısında görüşlerini şöyle açıkladı: “Bıyık, erkek egemenliğine karşı bir tavır, türban ise değil. Kadınların bıyık takması bir metafor, bir eleştiri yöntemi. Maço zihniyetin bir numaralı simgesi bıyığı takarak bir kere komik oluyoruz ve ciddi bir mesajı eğlenceli bir biçimde aktarmaya çalışıyoruz. Dünyada da son dönemde bu tür ciddi mesajlar komiklik yaparak gündeme taşınıyor. Hele maço zihniyeti eleştirmek

…Başörtüsü Raporu 2007… 54

Page 55:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

istiyorsanız, kadın dilinin ALFABESİ bıyık! Erkek ya da kadın doğmak tercih değil. Ben istesem de bıyık bırakamam. TBMM'ye gidecek kadınlann da bıyık takması söz konusu değil. Evet bendeniz kadın adayları desteklemek için bıyık taktım, ama türban takmam. Çünkü benim bu dönemde öncelikli olduğunu düşündüğüm mesajı bıyık veriyor, türban vermiyor. Bu arada türbanlı hemcinslerimiz bize göre bayağı şanslılar. Onların gönül rahatlığıyla oy verebilecekleri partileri var, bizimse yok.”28 Mart 2007 - Başörtüsü takın da cesaret görelimGülay Göktürk'ün Bugün Gazetesi'ndeki yayınlanan yazısında Ka-der’in kampanyası eleştirildi: “Açıkça görülüyor ki; Türkiye'de feminist hareket, İslami kimliğinden soyunmadan kamu alanına çıkmak isteyen kadınlara karşı tutumunu netleştirmek zorunda. Çünkü burada, bir azınlık sorunundan, marjinal bir hareketten ya da marjinal bir talepten söz etmiyoruz. Bir ülkenin kadınlarının yüzde ellisinin başı örtülüyse ve feminizmin o çok sözünü ettiği "patriarka" bu yüzde elliye eğitim yapma, siyaset yapma, kamu alanında görev alma hakkı tanımıyorsa, (yani eve, eş ve annelik rolüne hapsediyorsa) o ülkedeki kadın hareketi, bu konuda bir tutum almak, taraf olmak zorundadır. Feministler, ya Çağdaş Yaşam'cılar kadar sığ bir çağdaşlık anlayışına sahiptirler; onlar gibi başörtülü kadınları çağdaşlığın baş düşmanı olarak mahkum edip Meclis'e girmelerini önlemek için Yüksek Seçim Kurulu'nun kapısına koşarlar... Ya da "Başörtülü kadınlar" konusunu, kadın hareketi açısından analize çalışır; evinin dört duvarı arasından çıkıp yüksek eğitim gören, meslek sahibi olan, sosyal hayata ve politikaya katılan bir başörtülünün; kutsal eş ve annelik rolü dışında hiçbir role talip olmayan bir başörtülüden daha olumlu olduğunu anlamaya çalışırlar. Ama iki arada bir derede kalmaya daha fazla devam edemezler..."29 Mart 2007 - Hanımların aklına neden başörtüsü takmak gelmedi? Hüseyin Akın, Milli Gazete’deki “Bıyık altı” başlıklı yazısında Ka-Der’in “bıyıklı kadın” kampanyasını eleştirdi: “Asıl merak edilen nokta, meclise daha fazla hemcinslerini sokmak için çok da kullanışlı olmayan böyle bir enstrümanı kullanan hanımların aklına neden başörtüsü takmak gelmediğidir. Kim bilir erkeklerin önemli bir kısmı böyle bir çelişkiyi ıskalamamak ve alttan alta gülmek için bıyık bırakıyorlardır. Ne de olsa gülüşün en sinsi ve bir o kadar da kalıcı olanı, bıyık altında cereyan edenidir. Meclisteki bu kadınsal tenhalığa erkekten ödünç aldığı bıyıkla dikkat çekmeye çalışan hanımlar o halde ne demek istiyorlar?” 30 Mart 2007 – AKP’nin oluşturduğu imaj başörtülüleri göstermiyorFatma K. Barbarosoğlu, Yeni Şafak’taki “Başörtüsü yasaklarını dile getiren kadın, başı açık ise demokrat kimlik üzerinden takdir edilip payelendiriliyor. Acı olan şu ki, başörtüsü yasağını dile getirenin kendisi başörtülü ise "a bunlar da sıktı ama" şikayetine, "dinci" suçlamasına maruz kalıyor... Yani başörtülüler "eskiden başörtülü olup" şimdilerde şapka takmaya başladıklarında, haber değeri taşıyor. Ya da bir skandal objesi olarak. Ötekilere külliyen görünmezlik örtüsü... Bunu sadece seküler zihniyetliler mi yapıyor? Hayır. Kadınlar üzerinden yürütülen siyaset projeleri, sanki inadına başörtülü kadınları imha etme operasyonu gibi... Bu hükümetin çelişkisi de tam burada işte. İktidara geldikleri andan itibaren "haydi kızlar okula kampanyası" gibi kampanyalar ile imaj oluşturmaya çalıştılar ama, bu oluşturulan imajın altına kendisine oy veren başörtülüleri gömmüş olduklarını hiç fark edemediler. Yani AKP hükümeti iktidarını laikçi kadınlarla paylaşmayı tercih etti.”30 Mart 2007 – “Laiklik olmayınca ne oluyor?”Ruhat Mengi, Vatan Gazetesi’ndeki köşe yazısında, ‘demokrasiden çok laikliğe vurgu yapılmasının gerekliliğini’ anlatırken diğer Müslüman ülkelerde mezhep farkından dolayı aynı dinden insanların birbirini öldürürken Türkiye'de laikliğin bu olayları engellediğini iddia etti. Mengi, KA-DER’in kampanyası ve başörtüsü yasağı hakkında ise görüşlerini şöyle açıkladı: “Bakıyorum da bazı kadın meslek-taşlanmız siyasette kadın kotası konusunda Başbakan Erdoğan'dan hiç farklı düşünmüyorlar. Örneğin; KA-DER'in başka çare olmadığını görerek “Meclis'e girmek için bıyıklı mı olmak lâzım”ı anlatmak üzere hazırladığı bıyıklı kadın kampanyasını kıyasıya eleştiriyorlar. Genellikle sorulan şu; "KA-DER neden türbanlı kadınları da kampanyaya almıyor"... Aslında bu yazar arkadaşlarımız da “Neden kadınların İslâm! kimlikleriyle politika yapmasına karşı çıkılıyor" sorusuyla sadece türban takmadıkları için diğer kadınları "İslâmi kimlik"ten soyutlama hatasına düşüyorlar. Oysa bir dinî kimliği gösterecek işareti taşımıyorsunuz diye ondan soyutlanmış sayılmazsınız. Ote yanda aynı arkadaşlarımız bu ülkede siyasette, Meclis'te dinî simgeye izin vermeyen bir laiklik kuralı olduğunu da unutmuş gibi yazıyorlar. Sanki ilgili Anayasa maddesi değiştirilmiş gibi. Böyle bir imkân yoksa KA-DER neden mevcut olmayan bir konuda kampanya yapsın?”30 Mart 2007 – “Başörtülü olmamak yeterli”Zaman yazarı Bülent Korucu, “Bıyıklı güzel kadın!” başlıklı yazısında KADER’in kampanyasıyla ilgili şunları ifade etti: “Partilerin henüz iltifat etmediği kampanya bir dernek ve reklâm şirketi tarafından organize ediliyor. Bıyık takmış ya da fotoğrafına bıyık çizilmiş kadınlar, 'Meclis'e girmek için erkek olmak şart mı?' diye soruyor. Tabii ki bıyık bırakmak şartı aranmıyor, başörtülü olmamak yeterli! Erkeklerin bıyık altından gülmesine sebep olan kampanya birinci adımı başardı. Kendinden söz ettirdi... KA-DER'in söylemleri bütün kadınların temsilciliğine soyunduğunu gösteriyor. Hal böyle olunca 'bıyıklı kadınlara' kadının temsili ile ilgili soru sorma hakkımız doğuyor. 'Toplumun yarısı kadınlardan oluşuyor' şeklinde söze başladığınızda, kıyafetinden ve yaşam tercihinden dolayı ötekileştirilen insanların, 'beni ne kadar temsil edebilirsiniz ki' serzenişine muhatap olursunuz. Siz zaten yasaklısınız cümlesi, kabahatten büyük özürden olur. Adalet arayışı önce yapay hukuki

…Başörtüsü Raporu 2007… 55

Page 56:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

sınırları hedef almalı değil mi?... Son soru: Bıyıklı kadınlar, başörtülü bir kadının bırakın seçilmeyi, seçilmişin eşi olmasını bile hazmedemeyenlere karşı neden susuyor? Yoksa...”30 Mart 2007 – Başörtüsü üzerindeki baskı toplumun istikrarını engelliyorBeyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü Muhammed Nureddin’in Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi Haliç’te yayınlanan yazısında, “Türkiye'de kim cumhurbaşkanı seçilirse seçilsin, istikrar için laiklik ilkesini korumalı. Başörtüsü sorunu da demokrasi çerçevesinde çözülmeli” görüşlerine yer verildi. Radikal’in tercümesini verdiği yazıda Nureddin konuyla ilgili şunları yazdı: “Türkiye'de cumhurbaşkanı konusunda şu iki husus gerekli: Birincisi, Türkiye din ve mezhep çeşitliliğine sahip; bu nedenle de istikran için laiklik ilkesini korumaktan feragat edemez. Erdoğan ve partisinin de üzerinde çabalaması gereken bu. Zaten şu ana kadar da çabaladılar. İkinci önemli konuysa, başörtüsü düğümünden kurtulmak. Bu da, bireysel özgürlüklere üniversitelerde, diğer kamu kurumları ve resmi kurumlarda saygı göstermesi gereken laikler ve askerlerle bağlantılı. Başörtüsü üzerindeki baskının sürmesi, toplumun istikrarı, kalkınması ve güçlenmesinin önünde engel oluşturuyor. Bu iki noktaya saygı, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin selametle geçmesinin güvencesidir.” 31 Mart 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu’nun 81’inci basın açıklamasında “Allah’a kulluk yasaklara baskılara ve adaletsizliklere karşı çıkmaktır.” denildi. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu 102’inci eylemini yaparken, Ankara’daki eylemlerde 60’ıncı hafta geride kaldı. Van’da yapılan 31’inci basın açıklaması yapılırken, Akyazı’da da İnanç Özgürlüğü Platformu 8’nci kez toplanarak “başörtüsüne özgürlük” çağrısı yaptı.31 Mart 2007 - 'Danıştay saldırısının sebebi türban değil, para' Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada sanık avukatları esas hakkındaki savunmalarını yaptı. Danıştay saldırganı Alparslan Arslan'la 7 tutuklu sanığın katıldığı duruşmayı Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan ile birlikte çok sayıda yüksek yargı mensubu izledi...Sanık avukatlarından Mehmet Taşdelen, “Hırsızlıktan sabıkalı, tahsilatçılık yapan, kumar oynayan, uyuşturucu ve alkol kullanan sanıkların 'türban' amacıyla Danıştay'a saldırmak için örgüt kurmalarını aklım almıyor.” diyerek müvekkilinin başörtüsü nedeniyle eylem gerçekleştirecek dünya görüşüne sahip olmadığını ifade etti. Taşdelen, Danıştay saldırısı soruşturmasının 'türban kararı' önkabulüyle yürütüldüğünü ileri sürerek, "Bu nedenle gerçeklerin üzeri örtüldü." diye konuştu. (Zaman)31 Mart 2007 - Başörtülü kadınları kabullenmedikçe hiçbir fikriniz maya tutmazÖzlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Siyaset ile simge!” başlıklı yazısında başörtüsü karşıtı söylemleri eleştirirken, KADER’in kampanyasını değerlendirdi: “Kadına öngördüğünüz modelin, bu toplumun aileye atfettiği değerler ve kadın algısıyla çatışma ve buluşma noktalarını saptayıp, 'aşırılık'larınızı törpülemedikçe hedefi bulamayacaksınız. Kadınlarla ilgili kazanılmış evrensel hak ve özgürlüklerin kabul göreceği kültürel meşruiyet alanları oluşturmadıkça söylemleriniz 'terane' olarak kalacak. Her şeyden önemlisi hak ve özgürlükleri sadece siz ve sizin gibiler için istemediğinize bütün kadınları ikna etmedikçe ve bu 'bütün'ün içerisine başörtülü kadınları da almadıkça, hiçbir fikriniz maya tutmayacak bu memlekette... Kadının gelişimini yalnızca ve yalnızca ekonomik bağımsızlığa fikslediğiniz müddetçe yerinizde sayacaksınız. Anlayacağınız böyle devam ederseniz, şimdiye dek olduğu gibi kendiniz çalıp kendiniz oynayacaksınız. “Başörtüsünü siyasete alet ediyorlar” ve benzeri ebleh, alık ifadelerden dilinizi temizleyerek işe başlayabilirsiniz.”

…Başörtüsü Raporu 2007… 56

Page 57:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

BAŞÖRTÜSÜ GÜNDEMİ . NİSAN 2007 2 Nisan 2007 - Yasağa karşı dayanışma fotoğrafıBaşörtüsü yasağının utanç verici bir hak ihlali olduğunu düşünen, Nazlı Ilıcak, Nuray Mert, Leyla İpekçi, Pınar Selek ve Ülkü Özakın, Yeni Şafak'ın davetine uyarak 'ayrımcılığa' ve 'ötekileştirmeye' karşı dayanışma fotoğrafı çektirdi. Başörtüsü yasağı yüzünden üniversite kapıları yüzlerine kapanan, iş bulup çalışamayan, hatta yeterince sosyal faaliyetlere bile katılamayan kadınların sorununu, bir kez daha hatırlatmak isteyen Gazeteci-Yazar Nazlı Ilıcak, Gazeteci Nuray Mert, Gazeteci-Yazar Leyla İpekci, Sosyolog Pınar Selek ve Amargi Feminist Dergi İmtiyaz Sahibi Ülkü Özakın, başlarına taktıkları örtüleriyle ayrımcılığa ve ötekileştirmeye karşı dayanışma fotoğrafı çektirdiler. Demokrasi, özgürlük ve insan hakları adına biraraya gelen kadın gazeteciler başörtüsü yasağının utanç verici bir hak ihlali olduğunu vurgulayarak, başörtüsünden bahsetme sırası şimdi değilse ne zaman gelecek sorusunu yönelttiler. Bu arada son günlerde düzenlediği kampanyayla “kadının siyasete girme hakkı gasp ediliyor” mesajı veren Ka-Der “Başörtülü kadınlara da haksızlık yapılıyor” diyen Yeni Şafak'ın dayanışma fotoğrafında yer almak istemedi. 4 Nisan 2007 – Başörtülü kadınlar da 'temsil' sorunu yaşıyorFehmi Koru, Yeni Şafak’taki “Bıyıklı ve başörtülü kadınlar” başlıklı yazısında KADER’in kampanyasını değerlendirdi: “Türk siyasetinde bir 'temsil' sorunu olduğu biliniyor. İnsanların kendi kimlikleriyle siyasî hayat içerisinde yer almalarına müsaade etmeyen bir sistemimiz var. 'Başörtülü kadınlar' da bu sorunu kendi özellerinde yaşıyorlar; onlarınki de bir tür 'temsil' sorunu… Ancak, diğer başörtülü kadınların temsili sorunundan daha derin bir boyutu var bu konunun… Başörtülü kadınlar diğer hemcinslerinden farklı görülüyor ve içlerinden siyasete meraklı olanları, siyasî hayat içerisinde yer alarak hizmet etmek isteyenleri, bu haktan mahrum ediliyorlar. Yararlı hizmetler görebilecekken bundan mahrum bırakılmaları yüzünden, ülkemiz kim bilir neler kaybediyor?”4 Nisan 2007 – Muhafazakâr kesimden zulüm görmüş tek topluluk, başörtülü, öğrenci genç kadınlardırEce Temelkuran, Milliyet’teki köşesinde İçişleri Bakanlığı'nın içkili yerlerin şehrin dışına taşınmasına ilişkin genelgesinin Danıştay tarafından iptaline dair yazdığı yazıda; Türkiye’nin adım adım İslami/muhafazakar bir hayata gittiğini ve AKP iktidarıyla bu genel vaziyetin giderek daha can sıkıcı bir hale geldiğini ifade etti. Temelkuran, “Artık hiçbir kadın şort giyemiyor, ramazanda iftar olmadan yemek yenemiyor, Ankara metrosunda insan trafiğini engelleyecek şekilde toplu namazlar kılınıyor vesaire... Ne ki buna karşı ne yapılacağı, daha nasıl yapılacağı problemli bir konu. Çünkü öyle içinden bir duruma sokuluyor ki insanlar "günahı" savunmak zorunda kalıyorsunuz. Abuk sabuk bir hale geliyor mesele. Açık saçık giyinmeyi savunuyormuşsunuz gibi, ayyaşlığın tarafını tutuyormuşsunuz gibi ve daha çok birçok tam olarak istemediğiniz şeyleri savunuyormuşsunuz durumuna düşürüyorlar sizi.” diye devam ettiği yazısında, “başörtülü genç kadınlar” başlığı altında şu satırlara yer verdi: “Lüzumsuz ve dayanaksız bir hınçla davranıyorlar. Sanki bunca zaman çok zulüm görmüşler de şimdi zulüm sırası onlara gelmiş gibi... Oysa muhafazakâr kesimden zulüm görmüş tek topluluk, başörtülü, öğrenci genç kadınlardır ve kendi düşünceleri iktidarda olmasına rağmen o düşüncenin taşıyıcısı olan erkekler kendileri için hiçbir şey yapmamaktadırlar. Bu ikiyüzlülüğü o erkeklerin yüzlerine vurmak isteyen genç kadınlar ise "cazgır" olmakla suçlanmaktadırlar.” Temelkuran, yazısında sokakların da değişeceğini ve durumun giderek kötüleşeceğini iddia etti.4 Nisan 2007 – Ka-der, CHP korkusundan başörtüsü ayrımcılığını desteklememişNihal B. Karaca, Zaman’daki “KADER utansın!” başlıklı yazısında KADER’in kampanyası ve sonrasındaki tartışmalar hakkında şu görüşleri ifade etti: “Pazartesi günü Yeni Şafak gazetesini görenler birinci sayfadan anonslanan 'olay' fotoğrafı görmüşlerdir. Gazete, KADER'in, 'Meclis'e girmek için erkek olmak şart mı?' şeklindeki bıyıklı sorusuna 'Meclis'e girmek için 'bazı' kadınlardan olmak şart mı?' sorusuyla cevap vermek anlamına gelebilecek bir organizasyon düzenledi... Kamuoyunda demokrat tutumlarıyla tanınan ve çağrıda bulunulan isimlerin bir kısmı son anda gelmekten vazgeçmişlerdi. Bazıları zaten 'yasaklara karşı olmalarına rağmen' asla başörtüsü takmayacaklarını belirtmişlerdi. KADER üyeleri 'Ayrımcılığa karşı tavır koymak için bıyık taktınız, peki başörtüsü de takar mısınız?' çağrısına kısmen 'hayır' kısmen de 'Böyle bir şeyin içinde yer alırsak KADER'de epeyce etkin olan CHP'li kadınlar bizi asla affetmez' cevabı vermişlerdi. Davalarına kan kaybettirecek bir riski göze almak istememişti 'kalpleri' bizimle olan KADER'liler; fakat pardon, dava 'kadın' değil miydi? 'Kadın' olmayı bir siyasal kategori oluşturacak denli önemli bir ortak payda olarak gören bir hareketin, kadına yönelik her türden ayrımcılığın karşısında olması gerekmez miydi? Gerekmezmiş. KADER'e hayatta başarılar dileriz.” 5 Nisan 2007 – Devir-teslim töreni için türban endişesiGörev süresi 16 Mayıs'ta dolacak Türkiye'nin 10'uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Çankaya Köşkü'nü boşaltma çalışmalarına başladı. Cumhurbaşkanı Sezer, alternatifli bir devir-teslim tören programı istedi. En merak edilen konu yeni cumhurbaşkanının eşi türbanlı olursa Sezer'in nasıl tavır alacağı. ezer ne yapacak? Çankaya Köşkü'ndeki törenlerde eşi türbanlı olan siyasetçilere eşsiz davetiye gönderen Cumhurbaşkanı Sezer, devir-teslim töreninin nasıl yapılacağına adaylar belli olduktan sonra karar verecek. Bu durumda Sezer'in devir teslim törenineeşini de götürüp götürmeyeceği merak konusu oldu.” (Posta)

…Başörtüsü Raporu 2007… 57

Page 58:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

6 Nisan 2007 – Başörtülü kadınlar hiç gözükmesinFatma K. Barbarosoğlu, Yeni Şafak’taki köşesinde KADER’in kampanyasıyla başlayan kadın ve siyaset tartışmasına değindi: “Dört bir yanımız duyarsızlar cemaatinin yan kollarıyla çevrilmiş vaziyette. Bakınız Milliyet'ten Meral Tamer. Parlamentoda kadınların temsiliyle ilgili problemi kabul ediyor, o kadınların içinde başörtülüler olmadığı sürece. Yani kadınları en iyi kadınlar temsil ediyor ama ne hikmet ise bu kadınların içinde başörtülüler yok. Başörtülüler olmayınca bu ülkede “öteki” kadınların seçme ve seçilme hakkının gasp edilişi problem olmaktan kendiliğinden çıkıyor zaten. Kadınları kadınlar temsil etsin ama, başörtülü kadınlar hiç gözükmesin. Yok etsin kendini. Ya da sadece en kadınlara/saçlı kadınlara oy verme hakkı olduğunun bilinciyle hareket etsin. Ev ekonomisinden mezun, gazete bile okumaktan aciz bazı kadınlar, “kadın olsun torba dolsun” kotasından parlamentoya girsin. Ama siyaset üzerine doktora yapmış başörtülü, neden seçilme hakkım gasp ediliyor diye soru soracak gibi olunca; köşe yazarı kadınlardan, “yetti ama bu temcid pilavı” diye, anti türbanist kampanya tokadı yesin.”6 Nisan 2007 – “Meclis'te türbana geçit yok” tartışmasıAvrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AIHM), kapatılan Fazilet Partisi milletvekillerinin serbest seçim haklarının ihlal edildiğine karar verdi. Merve Safa Kavakça, Nazlı Ilıcak ve Mehmet Sılay tarafından 2001'de ve 2002'de yapılan başvurularda Türkiye'nin Avrupa insan Hakları Sözleşmesi'nin toplam 6 maddesini ihlal ettiği savunulmuştu. Ancak Mahkeme, serbest seçim hakkı dışındaki beş maddeyi incelemeye değer bulmadı. Davacıların siyasi haklarına getirilen kısıtlamanın Türk politik sisteminin laik yapısını korumaya yönelik olduğunun not edildiğini vurgulayan AİHM, bu unsurun Türkiye açısından taşıdığı önemli olduğunu belirtti. Bu karar bağlamında özellikle Kavakçı'nın başvurusu, diğerlerine göre öne çıkan bir niteliğe sahip. Kavakçı başvurusunda, din ve vicdan özgürlüğünü garanti altına alan madde ile ayrımcılığı yasaklayan maddeyi gündeme getirmişti. AİHM’in bu maddelere yönelik şikâyetleri incelemeye gerek görmemesi medyada “Kavakçı’nın türbanıyla Medis'e alınmaması konusunda AİHM, Türkiye'nin üniversitelerde uyguladığı türban yasağının TBMM'de de uygulanmasını uygun buldu ve Kavakçı'ya ayrımcılık yapılmadığına karar verdi. Türban yasağının düşünce, din ve vicdan özgürlüğünün ihlali olmadığı sonucuna vardı.” yorumları yapıldı. Diğer taraftan Vakit Gazetesi, AİHM kararını "28 Şubat mahkum oldu" diye değerlendirirken, Yeni Şafak "Onlara haksızlık yapıldı", Zaman ise, "AIHM'nin Merve Kavakçı karan: Serbest seçim hakkı ihlal edildi" başlıklarıyla okurlarına duyurdu.7 Nisan 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu 82’nci eyleminde “Yapılması gereken bilgi inanç ve eylem bütünlüğünde Yüce Kitabımız Kur’an’ın ve Resul’ün örnekliğinde emredildiği gibi dosdoğru yaşayabilmektir.” ifadelerine yer verildi. Kocaeli’de İnanç Özgürlüğü Platformu tarafından 103’üncü özgürlük eylemi yapılırken, Ankara’daki 61’inci açıklamada “Türkiye’de başörtüsü problemi çözülecekse bunu çözecek olan bizleriz. Haklarımızı aramak ve korumak için hiç kimseyle siyasi ya da toplumsal mutabakat arayacak da değiliz.” mesajı verildi. Van’da 32’nci, Akyazı’da 9’uncu basın açıklamasıyla başörtüsü eylemleri devam etti. Van’daki açıklamada “Hak ve adalet direnenlerin omzunda yükselerek bir gün yerini bulacaktır. Doğudan batıya, yerdekiler ve göktekiler şahit olsun ki başörtüsü onurumuzdur ve onu korumaya devam edeceğiz.” denildi.7 Nisan 2007 – AİHM kararının “başörtüsüyle Medis'e girilir” anlamına gelen bir tarafı yokAİHM’in Merve Kavakçı, Nazlı Ilıcak ve Mehmet Sılay hakkındaki kararını Hürriyet’teki köşesinde değerlendiren Oktay Ekşi, mahkeme kararını şöyle yorumladı: “Şimdi bakıyoruz, bazı kalemler mümkün olsa sütunlarında zil çalıp oynayacaklar. Çünkü bu karar "Kadın artık parlamentoya başörtüsüyle (türbanla) girebilir" anlamına geliyormuş. Gerçi ortada "sevinç naraları" atılacak bir durum yok ama, hadi diyelim ki "başvuruları kabul edildiğine" göre demek ki mahkeme karar vermeye değer bir durum görmüş. Bu bir. ikincisi, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi ne ek 1 No'lu protokolün 3'üncü maddesinin, Türkiye tarafından ihlal edildiğine karar verildiğine göre "davalıların hiç değilse bir noktada haklı bulundukları" da doğrudur. Nitekim "mahkeme masrafları karşılığı" ödenecek para bunun gereğidir. Lakin mahkemenin kararının ne "Bundan böyle başörtüsüyle Meclis'e girilir" anlamına gelen bir tarafı var ne de "Bu milletvekillerine yaptırım uygulamak ve ayrıca partilerini kapatmak, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi'ne aykırı görülmüş" dernek mümkün.”7 Nisan 2007 – “AİHM Kararı TBMM'de Türbana Yol Açıyor mu?”Cumhuriyet yazarı Ali Sirmen, AİHM’in Fazilet Partisi’nin kapatılmasıyla ilgili davada aldığı kararla ilgili yorumunda, “Mahkeme Türkiye'yi tazminata değil, mahkeme masraflarını ödemeye mahkûm etmiştir. Ama ne gam! Merve Kavakçı aracılığıyla, türbanı TBMM'ye yani kamu alanının en önde gelen yerine sokmaya çalışan davacı Nazlı Ilıcak, kararı hukuki gerekçesine uygun biçimde değil de, kendi amacı doğrultusunda, tabii ki, yanlış biçimde yorumlayarak AİHM'nin TBMM'de türbana kapıyı açtığını yazabilmiştir.” ifadelerine yer vererek, karardan AİHM’in başörtüsü yasağını eleştirdiği gibi bir sonuç çıkmayacağını savundu.7 Nisan 2007 – “Semra Sezer: Köşk törenine katılırım”Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in eşi Semra Sezer, Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilirse eşi Emine Hanım türbanlı olduğu için 16 Mayıs'ta gerçekleşecek devir teslim törenine katılmayacağı

…Başörtüsü Raporu 2007… 58

Page 59:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

yönünde ortaya atılan iddialar konusunda ilk kez konuştu. “Neden katılmamayım” diyen Semra Sezer, “Katılmamam için bir neden yok. Henüz hiçbir şey belli değil.” dedi. (Sabah)8 Nisan 2007 – “Eşinin giyim tarzı karşıtlarını güçlendiriyor”“Fransa’nın muhafazakar Le Figaro gazetesi, cumhurbaşkanlığı seçimlerini yorumlarken, muhafazakar islamcı hükümet başkanının, devletin zirvesine geçme olasılığının, ordu tarafından desteklenen laikler kampının şiddetli tepkisiyle karşılandığını yazdı. Le Figaro, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın sessizliğini koruyarak aday olup olmayacağı konusunda gizemli kalmaya devam ettiğini belirtti. Gazete, Türk cumhuriyet tarihinde iik defa İslami kesimden bir devlet adamının, laikliğin kalesi olarak görülen Çankaya Köşkü'nü fethetmek üzere olduğuna dikkat çekti ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın "Laiklik karşıtı saldırılar ve terörle mücadele konularında hiç kimse Türk ordusunu saf dışı kalmaya zorlayamaz" sözlerine yer verdi. Le Figaro, Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan için de "Çok ağırbaşlı bir kadın olan Başbakan'ın eşi sadece türban taktığı için gündeme geliyor" diye yazdı. Gazete, Emine Erdoğan'ın her zaman zarif ve İslami Kurallara uygun giyindiğini belirterek, bu giyim tarzının eşinin cumhurbaşkanı seçilmesine karşı olanları güçlendirdiğine yer verdi. Emine Hanım'ın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Köşk'teki davetlere çağrılmadığı da vurgulandı.” (Hürriyet)9 Nisan 2007 – . Başörtüsünü kamusal alana çıkartma ısrarı, kadın erkek eşitsizliğinin gönüllü kabulüFerai Tınç, Hürriyet’teki köşe yazısında, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve başörtüsü sorunu hakkındaki görüşlerini şöyle açıkladı: “Biz maalesef cumhurbaşkanı adaylarımızı tartışamadık. Çünkü tanımadık. Bir numaralı kadının profilini, bu profilin ikiden itibaren tüm kadınlara vereceği vizyonu tartışamıyoruz. Erdoğan, Türkiye için nasıl bir cumhurbaşkanı istediğini açıklıyor ama başkaları açıklayınca kızıyor. Başbakan Erdoğan'ın eşinin başı örtülü olduğu için Çankaya'ya çıkmaması gerektiği görüşünde değilim. Eğer bu konuda toplumsal uzlaşı sağlanmışsa neden olmasın. Ama yok. Olması da mümkün değil. Çünkü mesele bir başörtüsü değil. Başörtüsünü kamusal alana çıkartma ısrarı, kadın erkek eşitsizliğinin gönüllü kabulü. Bu yüzden kadınların bu konudaki ısrarını anlamıyorum. Erdoğan'ın uzlaşma taleplerine kulak tıkayarak Çankaya'ya çıkmasının ideolojik rövanş iklimini tetiklemesinden endişe ediyorum.”10 Nisan 2007 - Çankaya sorunu tesettürden kaynaklanmıyorAli Bayramoğlu, Yeni Şafak’taki “Yasaklar bölücüdür” başlıklı yazısında başörtüsü sorununu toplumsal sorunlar açısından değerlendirdi: “Çözülmeyen derin toplumsal sorunlar, sebep oldukları siyasi kavgalarla, bu kavgaları besleyen toplumsal kutuplaşmalarla, güvensizlik ve tedirginlik ortamıyla krizler üretirler. Bu krizler gündemin içinden, somut sorunlardan doğmaz, sistemin dibindeki tortulardan, korkulardan ileri gelir ve gündemi bir anda kuşatır... Tesettür sorunu, ona bağlı yönüyle Çankaya sorunu, tesettürden, dindarlıktan, dinî hareketlerden kaynaklanmaz örneğin... Güç kavgalarından ve bir kesimin sistem üzerindeki kültürel tekelini korumak çabasından, bu çerçevedeki kurmacalardan ileri gelir. Bu ise derindeki bir modele, aşırı devletçi, toplum üzerinde tahakküm kuran bir yönetim anlayışına dek uzanır.Bu anlayışın bugün toplumun özellikle İslami kimlikten Kürt ve Alevi kimliğine farklı aidiyetlerle ilgili kimi sorunlarını çözülmez hale getirdiği açıktır...Türk siyasi sistemi tâbi olduğu, rejim krizleri üzerine oturan fasit daireyi bir türlü kıramıyorsa, bu, büyük ölçüde bu derin toplumsal sorunların varlığını devam ettirmesinden, devam ettirdikçe toplumsal ortak paydaları örselemesinden kaynaklanıyor... Böyle oldukça, sorunlar çözümden uzak düştükçe önlem gerektirir, en nihayetinde yasaklar üretir... Ama özgürlükler ne denli birleştiriciyse, yasaklar o denli bölücüdür.”10 Nisan 2007 – Örtülüler bazı yazarlarda parça tesirli bomba etkisi yapıyorÖzlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “İrticadan önce son çıkış; laikçilere öneriler” başlıklı yazısında bazı yazarların başörtüsüne yaklaşımlarını ortaya koydu: “Bütün benlikleri, tüm varlıklarıyla iman edip, iki yazısından birinde sokakların muhafazakarlaştığından, yolda 'açık' olarak yürümenin zorlaştığından yana yakıla bahseden ama sadece anlık bir zaman dilimi içinde aynı kaldırımı paylaştığı örtülünün onda nasıl ve neden bir parça tesirli bomba etkisi yaptığını açıklayamayan, 'nasıl zorlaştı sokakta yürümek pardon' deyip tezine somut, tutarlı, anlamlı tek bir örnek rica ettiğinizde aval aval bakacak yazarlar var bu memlekette. Bir süre sonra kendilerine yönelik bir dayatmanın aktörleri haline geleceğinden adları gibi emin oldukları örtülülerin, çapkın rüzgarla savrulan farbelalı eteklerine, gün ışığının devinimlerine ahenkli salınımlarıyla eşlik eden saçlarına nasıl bir tehdit oluşturduğunu izah edemeyen. Ama ille de örtünmeyi 'tehdit' konsepti üzerinden değerlendiren, sırf 'manzarayı bozuyor' diye haklarından feragat etmelerini beklediğini telmihe mahal bırakmadan deklare eden, duyduğu rahatsızlığın sokakları 'ayıklamak'la giderilmesi gerektiğini düşünecek kadar 'ayrımcılıkta' ileri gidebilen…”10 Nisan 2007 – “AKP'lilerden ‘türban' adımı”Antalya İl Genel Meclisi'nin AKP'li üyeleri, içtüzükte yer alan yemin ve kılık kıyafet maddelerini kaldırdı. AKP'lilerin oyçokluğuyla aldığı karara, muhalefet sert tepki gösterdi. CHP'li üyeler, AKP'lilerin kafalarının arkasındaki düşünceleri uygulamaya geçirmeye çalıştığını belirterek "Türbanın önünü açmaya çalışıyorlar" dedi. Geçen aylarda hazırlanan ve içinde kılık kıyafet ile meclis üyelerinin yeminini de içeren içtüzük, AKP'li Turhan Anatürk başkanlığındaki 5 kişilik İl Özel idare Komisyonu'nda görüşüldü. Ardından konu meclise getirildi. Mecliste yer alan gruplara içinde kılık kıyafet ve yemin maddelerinin yer aldığı içtüzük verildi. Ancak oylama sırasında ise bu maddeler

…Başörtüsü Raporu 2007… 59

Page 60:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

çıkarılarak oylamaya gidildi. Tepkilere karşın içtüzük, söz konusu iki madde çıkarılarak onaylandı. CHP İl Başkanı Ömer Melli, AKP'li meclis üyelerinin, "Yasaların İl Genel Meclisi'ne verdiği görevleri tanı ve tarafsız uygulayacağıma, hukukun üstünlüğüne demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma, toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı, insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma, namusum ve şerefim üzerine ant içerim" yeminini etmek istemediklerini, kılık kıyafetleriyle Cumhuriyet yasalarına karşı çıkma niyetinde olduklarını söyledi. Melli, "Niye kılık kıyafet maddesini kabul etmek istemiyorlar? Kafalarının arkasındakileri söyleyemiyorlar ama yaptıkları bunun açığa vurulmasıdır" dedi. (Cumhuriyet)10 Nisan 2007 - Başörtüsü yasağının çözümü gerilim olmasın diye ertelenmişti Zeki Ceyhan, Milli Gazete’deki “Ortamı germeme ilkesi!” başlıklı yazısında Cumhurbaşkanlığı seçimi ve başörtüsü sorununu ele aldı: “Tedirginlik had safhada! Oysa AKP iktidarının “Ortamı germeme” gibi bir ilkesi vardı! Ortamı geren taraf olmamaya büyük özen(!) gösterirken de önce toplumsal mutabakattan sonra da kurumsal mutabakattan söz ediyorlardı! Mesela başörtüsü yasağının kaldırılmasıyla ilgili beklentiler hep bu “Ortamı geren taraf biz olmayalım” gerekçesi ile ertelendi! Şimdi ise ortam giderek geriliyor! Ama AKP iktidarı bu ilkesini unutmuş gibi gözüküyor! İnanıyoruz ki iktidar sahiplerinin gözü biraz kara olmalı! Ama bu gözü karalığı sadece kendileri için ya da ulaşmak istedikleri makam ve mevkiler için değil kendilerini iktidara taşıyan kitlelerin beklentilerini karşılamak için de göstermeliydiler!”12 Nisan 2007 – “Çankaya Tartışması ye 14 Nisan Mitinginin Özü”Cumhuriyet’teki yazısında Ali Sirmen, cumhurbaşkanlığı seçiminin başörtüsü boyutu hakkında şunları yazdı: “Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Tayyip Erdoğan'ın kişiliğine odaklamak büyük bir yanılgıdır. Önemli olan, oraya Tayyip Bey'in çıkıp çıkmaması veya Çankaya'ya çıkacak kişinin eşinin başının örtülü olup olmaması değildir. Önemli olan Çankaya'nın yeni sakininin sivil darbeyi kolaylaştıracak bir kişi olup olmayacağıdır. Sivil darbeye "okey" diyecek olan, AKP'li olmayan, eşi türbansız birini bulmak bugünün Türkiye'sinde pek güç değildir. Olaya bu açıdan bakıldığı zaman, muhalefetin taktiklerinin ve liderlerin demeçlerinin de bir anlam taşımadığını, hatta tam tersine kafaları karıştırıp gerçeklerin gözden kaçmasına neden olduğunu görmemek mümkün değildir. Görüldüğü gibi tablo karanlıktır ve Çankaya seçimi gerçekten yaşamsal önemdedir.”12 Nisan 2007 – RTÜK’ten STV’ye başörtüsü uyarısıRTÜK, "Yağmurdan Sonra" adlı dizide, başörtülü olduğu gerekçesiyle tedavi edilmeyen ve hastane kapısında yaşamını yitiren bir kadının ekrana yansıtıldığı bölümü nedeniyle Samanyolu Televizyonu'nu (STV) uyardı. Senaryoya göre, ‘silahla yaralanan türbanlı bir kadın cankurtarana konularak özel bir vakfa ait hastaneye götürülüyor. Ancak doktor, kızın babasına hastayı kabul edemeyecegini söylüyor. Bunun sebebini soran babaya doktor kurallara göre başörtülü bir kadını ameliyat edemeyeceğini kaydediyor. Çaresiz baba kızına başörtüsünü açmasını rica ediyor. Bu sırada sedyede yatarken "Olmaz baba" diye bağıran hastaya babası "Mecburuz kızını" yanıtını veriyor. Tartışmaların ardından hastanın babası, kızının başörtüsünü çıkarıyor. Kız, ameliyata götürülürken babasına "Başörtüm nerede baba" diye sesleniyor, babasının "Mecbur kaldım" yanıtı üzerine "Gerek yoktu baba" diyen kız, "Hakkını helal et" sözlerinin ardından şahadet getirerek sedye üzerinde ölüyor.’ Olayın seyrinin bu şekilde ifade edildiği raporda, söz konusu yayının, insanların sağlık kuruluşlarında ve ölüm kalım halinde bile inançlarından ötürü farklı muamelelere tabi tutulduğu şeklinde gösterildiği ancak böyle bir durumun yaşanmadığı belirtildi. Oysa ki, İstanbul Üniversite’sine bağlı bir poliklinikte, Medine Bircan adlı yaşlı bir kadının yeşil kartındaki başörtülü fotoğrafı gerekçesiyle tedavi edilmediği ve hayatını kaybettiği olay hafızalardaki yerini koruyor.12 Nisan 2007 – “Cumhurbaşkanı adayının her şeyi tartışılabilir”Mehmet Yakup Yılmaz, Hürriyet’teki yazısında, Başbakan Erdoğan’ın muhtemel adaylığı hususunda eşinin başörtüsünün gündeme getirilmesi hususundaki rahatsızlığını ifade etmesini eleştirerek, “cumhurbaşkanı adayının her şeyi tartışılabilir” dedi. Yılmaz, yazısında şu cümlelere yer verdi: “Şu anda Cumhurbaşkanlığı için adı geçen en önemli aday Recep Tayyip Erdoğan. Ve bir demokraside, Cumhurbaşkanlığı gibi önemli bir göreve aday olan kişilerin, sadece kendilerinin değil, tüm aile fertlerinin de kamuoyunda mercek altına alınmasında bir tuhaflık olamaz... Kendisi de önemli kamu görevlerine atadığı kişilerin eşlerinin türbanlı olup olmadığına bakmıyor mu? Siyasette böyle makamlara talip olanların sadece kendilerinin değil, eşlerinin ve ailesinin öteki fertlerinin de "temsil kabiliyetine sahip olup olmadıklarını" tartışmak, yapılması gereken bir şeydir.”13 Nisan 2007 – Dedeman Otel’de başörtüsüne kamusal alan yasağı Türk Eğitim Derneği’nin düzenlediği ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın desteklediği ‘Eğitimde Yeni Ufuklar Sempozyumu’ konulu toplantıyı izlemek isteyen öğrenciler, başörtülü oldukları için salona sokulmadı. MEB Müsteşar Yardımcısı Salih Çelik’in eğitimde yaptıkları icraatları anlattığı sırada salon kapısına gelen başörtülü öğrenciler, ‘başörtülü şekilde girişin yasak olduğu’ uyarısıyla geri çevrildiler. Dedeman Otel’de düzenlenen ve halka açık olan sempozyumda uygulanan başörtüsü yasağının gerekçesi ise açıklanmadı. (Milli Gazete)14 Nisan 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu 83’üncü eyleminde açıklama yapan Sapanca Bilgi Eğitim ve Dayanışma Derneği (SABED), “Rejimin asıl sahibi konumundaki TSK farklı açılımlar ile kendince dost

…Başörtüsü Raporu 2007… 60

Page 61:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

olarak gördüğü ve STK’larla işbirliği politikaları izliyor ve yaşadığı bunalımı aşmak, girdiği çıkmazdan kurtulmak için çırpınıp duruyor.” dedi. Kocaeli’deki eylemlerin 3’üncü yılına girmesi dolayısıyla özgürlük yürüyüşü yapan başörtüsü eylemcilerine ise polis biber gazı ve copla saldırarak, çok sayıda kişiyi darp etti. Mazlum-Der Kocaeli Şube Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu yaptığı açıklamada “yasadışı bir darbeyi isteyenler yürürken, yüz binlerce genç kızın hayatını karatan bu yasağa karşı barışçı bir yürüyüş yapmak isteyenler sert bir müdahale ile karşılaşmışlardır.” dedi. Ankara’da 62’inci, Van’daki 33’üncü ve Akyazı’da 10’uncu eylemle başörtüsü mücadelesine devam edildi. Van’da “Kimden gelirse gelsin, hangi amaçla yapılmış olursa olsun her türlü zulüm ve haksızlığa karşı çıkmak platformumuzun asıl amacıdır.” denildi. 15 Nisan 2007 – Yasağı meşru göstermek için örtünmeyi “sıkmabaş” diye yaftalıyorlarHayrettin Karaman, Yeni Şafak’taki “Sıkmabaş ne demek?” başlıklı yazısında medyada kullanılan “sıkmabaş” tabirini eleştirdi: “Bir okuyucu bana gönderdiği mektupta şöyle diyor: “Sizin başörtüsü dediğiniz, bizim anamızın, bacımızın başındaki örtüdür. Yasak olduğunu söylediğiniz ise sıkmabaşdır. Sıkmabaş, ideolojik bir semboldür. Yasak olması doğaldır. İslam dini ile bir ilgisi yoktur...” Gerek bu ifade ve gerekse genç kızlarımızın başörtüsü karşısındaki bu olumsuz tavır, belli merkezlerde oluşturulup yayılıyor. Bu sivil ve asker kocaman adamların bilgi eksikliği yüzünden böyle konuştuklarını kabul etmek mümkün değildir. Bunlar, şekli nasıl olursa olsun dindar Müslüman bayanların kullandıkları başörtüsünün dinle ilgisinin bulunduğunu, örtenlerin, bunun farz olduğuna inandıklarını biliyorlar. Buna rağmen hem sıkmabaş ifadesinde hem de bunun siyasi/ideolojik bir sembol olduğu iddiasında ısrar etmelerinin asıl sebebi, şehirli, okumuş yazmış ve genç kızlarımızın, kadınlarımızın örtünecek kadar dindar olmalarına tahammül edememeleridir. Bunu yasaklamayı meşru göstermek için belli bir örtünme biçimini “din dışı, ideolojik, moda…” ifadeleriyle yaftalamakta, mahkum etmektedirler.”17 Nisan 2007 – “Eşi başörtülü olan biri tarafından temsil edilmek laiklerin tüylerini diken diken ediyor”Ankara'da düzenlenen Cumhuriyet mitingi ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanı adaylığı konusunda Fransız medyasında da değerlendirildi. Liberation “Laik Cumhuriyetin, eşi başörtülü olan bir devlet başkanı tarafından temsil edilmesi olasılığı, Kemalistlerin ve kamuoyunun önemli bir bölümünün tüylerini diken diken ediyor. Büyük bir kamuoyu yoklamasına göre Türklerin yüzde 57.3'ü, Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmasına karşı olduğunu bildirmiş bulunuyor” ifadelerine yer verdi. Gazete, ordunun kendisini Cumhuriyetin korucusu olarak gördüğüne, üç defa iktidara el koyduğuna dikkat çekerken “Ancak ülke o zamandan beri değişti. Askerler de bunu biliyor” yorumunu yaptı.18 Nisan 2007 – “Anayasal kural nedeniyle bir siyasetçi eşini mağdur gibi göstermek yanlış”Ruhat Mengi, Vatan’daki köşe yazısında, Emine Erdoğan’ın başörtüsü yasağına uyması gerektiğini savundu. Mengi yazısında, Emine Erdoğan'ın başörtüsüyle ilgili ‘Köşk'e çıkarsak, ben ve kızlarım üzülürüz' açıklaması hakkındaki görüşlerini şöyle yazdı: “Emine Erdoğan samimi konuşuyor olabilir, bunlar onun içten duygulan olabilir ama devletin mevcut bir Anayasal kuralı nedeniyle bir siyasetçi eşini mağdur gibi göstermek yanlıştır. Çünkü milletvekilleri Meclis'e, Anayasa'ya bağlı kalacaklarına yemin ederek girerler. Bunu yaptıktan sonra elinde Meclis çoğunluğu da varken ya şikayetçi olduğun yasayı değiştirirsin veya devletin tüm kurumlarını, toplumu tepkiye, ülkeyi gerilime sürükleyecek tavırlarını sürdürmek yerine susar ve yasalara her vatandaş gibi saygı gösterirsin. Kuralına, kanununa uymayacağın bir göreve de talip olmazsın. Hele de bu görev cumhurbaşkanlığı ise...”19 Nisan 2007 – İlkokula giden türbanlı kız çocuklar AKP’nin zihniyetini gösteriyorKutlu Doğum Haftası nedeniyle Denizli’de düzenlenen programda kız çocuklarının başörtülü ilahi söylemesini eleştiren Hürriyet yazarı Yalçın Doğan, konuyu Başbakan Erdoğan’ın muhtelem cumhurbaşkanlığı adaylığına şu ifadelerle bağladı: “Sekiz on yaşlarında ilkokul çocukları. Kız çocukların hepsi türbanlı... Koro oluşturmak, oyun sahnelemek, gibi masum görünen etkinlikler, ideolojik şırıngalar için, sinsi oyunlar. Ve sekiz, on yaşında ilkokula giden türbanlı kız çocukları. Bu fotoğraf bir sembol. AKP zihniyeti bu fotoğrafta. Ne AB, ne yabancı sermaye, ne Batı ile diyalog, onlar aldatmaca. Gerçek, bu fotoğrafta. İşte, Tayyip Erdoğan bu fotoğraf nedeniyle cumhurbaşkanı ol-ma-ma-lı.” Başka bir Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz ise konuyla ilgili yazısında şu satırlara yer verdi: “Denizli Müftülüğü ile AKP yönetimindeki Denizli Belediyesi’nin ortaklaşa düzenledikleri "Kutlu Doğum Haftası" etkinliklerinde başlan türbana sarılmış ilkokul öğrencilerinden oluşan bir koro ilahiler söylemiş. "İlahi", bildiğiniz gibi tasavvuf şiirlerinin belli makamlarla okunması. Elbette dinsel içeriği var ancak ilahi değil, kul tarafından yazılmış metinler. Kuran-ı Kerim'in okunuşu sırasında başını örtme gerekliliğini anlıyorum da makamla şiir okuyan küçücük kızların başlarının örtülmesi zorunluluğunu açıklayabilmek güç.”19 Nisan 2007 – “Evren: Köşk'te başörtüsü serbest”“Can Dündar'ın NTV'deki "Neden?" adlı programına katılan Evren, Erdoğan'ın seçilmesi durumunda bunun bir rejim kaygısına yol açıp açmayacağına ilişkin soru üzerine şu yanıtı verdi: “Bu, Sayın Başbakan'ın, cumhurbaşkanı seçilmesinden sonraki tutumuna bağlıdır. Erdoğan da tarafsız olursa kimse bir şey demez. Ama bir siyasi parti lideri gibi davranırsa, o zaman uygun olmaz." Evren, Erdoğan'ın eşinin başının örtülü olmasının Çankaya'ya çıkmasında bir engel teşkil edip etmediğine

…Başörtüsü Raporu 2007… 61

Page 62:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

ilişkin bir soruyu ise şöyle yanıtladı: "Anayasa ve kanunlarda bunu yasaklayan bir şey yok. Bugüne kadarki cumhurbaşkanlarının hiç birinin eşinin başı örtülü değildi. O yüzden bu garipseniyor. Erdoğan Köşk'e çıkıp tarafsızlığını korursa ve hanımı da başını açarsa, kendisi büyük bir takdir toplar." (Milliyet)19 Nisan 2007 – “Örtmeli mi, örtmemeli mi?”Leyla Pervizat imzalı ve Radikal’de yayınlanan bir makalede, kadınların durumları ve başörtüsüyle ilgili tartışmaların ister istemez laiklikle ilişkilendirilebileceğini ifade edildi. Pervizat, University of College London'da yapılan geniş bir araştırmaya dayandırdığı ve Türkiye ile İngiltere’de, konunun ele alınış biçimlerini karşılaştırdığı yazısını şöyle tamamladı: “Bundan birkaç yıl önce radikal bir feminist olarak başörtüsü konusundaki duruşumun bir göstergesi olarak Başkent Kadın Platformu'na üye olduğumda (genellikle dindar feministlerden oluşan çoğunluğu başı örtülü Ankara Merkezli yerel bir kadın örgütü) Türkiye'nin önde gelen feminist kadınlarından biri 'konunun hassasiyetini ve Türkiye'nin içinde bulunduğu tehditleri göz önüne alarak' önümüzdeki 10 yıl için bu konuda sessiz kalmam gerektiği konusunda beni uyarmıştı. Böyle bir konuda sessiz kalmak ve konuyu tartışmaktan kaçınmak yapılacak en hamli davranış olur. Ben radikal bir feminist ve kadının insan haklan savunucusu olarak ne Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri elde edilen kazanımları elimden bırakmaya niyetim var ne de başörtülü kadınların yaşadıklarına göz yummaya. İhtiyacımız olan ise bu karmaşadan çıkabilmek için bize yol haritası görevi yapacak olan bir kılavuzun oluşturulması.” 20 Nisan 2007 – “Söz, özü gizleyemiyor!”Onur Kumbaracıbaşı, Vatan Gazetesi’ndeki köşe yazısında Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına adaylığı koyma ihtimalini eleştirirken, konuyu başörtüsüne getirdi ve şunları yazdı: “Ana muhalefettekiler ise "kafanın dışıyla değil, içiyle meşgulüz" tekerlemesiyle türbana yeşil ışık yakmayı marifetten sayıyorlar. Türbanın kafasını gizleyen kadından çok, asıl eşi olduğu erkeğin kafasının içini açığa çıkardığını algılayamıyorlar. Belki eşlerinin türban takmaması sayesinde kendi kafa karışıklıklarının görülmeyeceğini sanıyorlar?! Gerçek şu ki, T. Erdoğan'ın Köşk'ten vazgeçmesi büyük politikadır! Kapasitesini aşar! İhtimal, son uyarılan dinlemeyecek! Türkiye'yi zor günlere sürükleyecek.”21 Nisan 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu 84’üncü eyleminde “Militarizm sorgulanmadan adalet ve huzur gelir mi?” sorusunu gündeme getirdi. Kocaeli’deki 105’inci eylemde “14 Nisan 2007’de İzmit’te hukuka aykırı bir şekilde Emniyet müdürlüğünün müdahaleler yaptığı ortadadır. Keyfilik ortadadır. Kocaeli Emniyet müdürü Hüseyin Namal halktan özür dilemeli ve derhal istifa etmelidir.” denildi. Ankara İnanç Platformu üyeleri 63’üncü haftada da Abdi İpekçi Parkı’nda bir araya geldi. Malatya’daki misyonerlerin öldürülmesiyle ilgili olarak açıklamada, Ankara Mazlum-Der Şubesi başkanı yardımcısı Ali Dalaz, “Bu bir vahşettir. Hangi dine mensup olursa olsun insanlar dinlerini özgürce yaşama ve anlatma hakkına sahiptir. Fikrin karşılığı silah değil düşüncedir” dedi. Eylemler Van’daki 34’üncü, Akyazı’daki 11’inci açıklamayla devam etti.22 Nisan 2007 – Sorun Erdoğan'ın kafasının içinin türbanlı olup olmamasıdırAKP iktidarına karşı birlik çağrısı yapan Alevi-Bektaşi örgütü temsilcileri 14 Nisan'dan sonra ülkenin yeni bir sürece girdiğini söylediler.Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Selahattin Özel, 14 Nisan'lara gereksinim duyan bir ülkenin yurttaşlarının daha bilinçli hareket etmesi gerektiğini vurguladı. Özel, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Sorun Sayın Erdoğan'ın eşinin kafasının türbanlı olup olmaması değil, kafasının içinin türbanlı olup olmamasıdır. O Sivas katillerini bir kere kınadı mı ki benim de cumhurbaşkanım olsun. Solingen'e gitmeyi biliyor, Madımak'ın müze olması önerisi AKP oylarıyla engelleniyor. (Cumhuriyet)23 Nisan 2007 – “İki Ayrı Türkiye (mi Var?)...”Erdal Atabek, Ankara’da 14 Nisan’da yapılan Cumhuriyet mitinginden sonra dış basına yansıyan “İki ayrı Türkiye” görüntüsü hakkında Cumhuriyet gazetesinde yazdığı yazısında, “Laik Türkiye, İslam ülkesine dönüşmüştür.” derken, tespitine delil olarak şu ifadelere yer verdi: “Köy Enstitülerinin yerini imam hatip okulları almıştır. Halkevlerinin yerine çocuklarımız Kuran kurslarında eğitilmektedir. Kadınların başını örtmesi özgürlük olarak nitelenmekte, başı açık olmak din emrine aykırılık olarak yorumlanmaktadır. Başbakan'ın bütün söylemleri din referanslıdır. Politika, açıkça din ekseninde yürütülmektedir. Eğitim, zorunlu din dersleri odağında genişletilmektedir. Yönetim kadrosu, din eğitimi görenlere teslim edilmektedir. Ekonomi, yeşil sermayenin ağırlığı altına girmiştir. Türkiye açıkça iki ayrı ülkeye dönüştürülmektedir: "Laik, bağımsız Atatürk Cumhuriyeti" ile "din eksenli ılımlı İslam cumhuriyeti".”24 Nisan 2007 – “Ya bir başka eşi türbanlı çıkarsa”Yalçın Doğan, köşk seçiminin Başbakan Erdoğan’a kilitlendiği bir noktada “Ya bir başka eşi türbanlı çıkarsa” başlığıyla Hürriyet’te kaleme aldığı yazısında; Nimet Çubukçu aday gösterildiği takdirde “Çankaya'da türban tartışması sona erecek.” derken sebep olarak Çubukçu’nun “başının açık” olmasını gösterdi. Doğan, adayların en ayırt edici özelliklerinin eşlerinin örtüsü olacağını ise şu ifadeleriyle ortaya koydu: “Sanki, şimdi eğer, Gül seçilirse, onun eşi türbanlı değil mi? Ne fark edecek? Değişen ne olacak? Ya da eşi türbanlı, bir başka biri çıkarsa?”

…Başörtüsü Raporu 2007… 62

Page 63:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

25 Nisan 2007 – “Türban bireysel tercihtir”AKP'nin cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdiği Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, yaptığı basın toplantısı eşinin başörtülü olmasıyla ilgili olarak, "Bunlar bireysel tercihlerdir. Bireysel tercihlere herkesin saygı göstermesi gerekir. Demokrasi içinde herkesin bireysel temel hak ve özgürlükleri vardır. Bunlara bireysel, temel hak ve özgürlükler çerçevesinde bakarsanız o zaman Türkiye'nin birçok probleminin zaten çözüldüğünü görürsünüz" dedi. Eşi Hayrünisa Gül'ün AİHM'ye başvurusunun anımsatılması ve bu konunun zamanında sıkıntı yarattığı yorumunun yapılması üzerine Gül, “Sıkıntı falan söz konusu değildi, çünkü Türkiye vatandaşlarına AİHM'ye başvurma hakkını vermekten övünç duymuştur. Ama bazı şeyler vardır ki şık olmaz ve siz fedakârlıklarda bulunmak zorundasınız. Benim o konumuma pek yakışmıyordu. Ama eşimin bireysel hakkıdır o. Dolayısıyla AİHM'ye gitmekten dolayı sıkıntı olduğu doğru değil; o zaman Türkiye Cumhuriyeti, vatandaşlarına verdiği hakkı önemsemiyor demektir” dedi.25 Nisan 2007 – “Gül suyu”Türker Alkan, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesiyle ilgili şunları yazdı: “AKP'yi oluşturanların en büyük icatlarından birisi geçmişte 'türban' olmuştu. Başörtüsünün yarı askeri, yarı üniforma gibi olan bir biçimiydi türban. Sezer, beğenin veya beğenmeyin, kendince bir çözüm getirdi, 'Kamusal alanda giyilemez' diyerek türbanı Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne sokmadı. Gül nasıl bir çözüm bulacak, göreceğiz. Fakat, türbandan daha büyük sorunu, kadrolaşma atağında yaşayabilirler. AKP dışından ve Meclis dışından, herkesin saygı göstereceği bir aday olsa, yaşanmayacak pek çok sorun, Pandora'nın kutusu açılacak ve ortalığa saçılacak. Allah hepimize kolaylık versin!” 25 Nisan 2007 – Türban ilk kez Çankaya'ya tırmanıyorMelih Aşık, Milliyet’teki köşesinde yer alan ve “Gül'ün adaylığı AKP grubunu sevince boğarken geri kalan toplum kesimleri endişeler içinde. E-postalar birbiri peşinden sökün ediyor... Bizim dostlar kaygılı...” cümleleriyle başladığı yazısında, adaylık konusunda görüşünü şöyle açıkladı: “Köşk adayı "sözde değil, özde laik" tanımına da uymuyor. Türban ilk kez Çankaya'ya tırmanıyor. Abdullah Gül adını Bülent Arınç'ın zorladığı artık sır değil... Arınç'ın bu zorlamasında biraz da türban intikamı seziliyor... Abdullah Gül denince kayıp trilyon davası anımsanıyor. İkincisi, eşinin türbanı ve Türkiye Cumhuriyeti'ni türban yüzünden mahkemeye vermiş olması...”25 Nisan 2007 – Gül'ün eşinin türbanı hemen sorun olarak algılanmaya başlandı bileİsmet Berkan, Radikal’deki yazısında Abdullah Gül’ün adaylığını şu şekilde değerlendirdi: “Cumhurbaşkanlığı seçimine bugün gelinen nokta itibarıyla iki açıdan bakmak mümkün. Birinci açı, ülkemizin ve rejimimizin geleceği. Recep Tayyip Erdoğan aday olmadı, yerine Abdullah Gül'ü aday gösterdi diye mevcut gerilimin kalkmasını beklemek doğru olmaz. Evet, Gül için 'Çankaya noteri olur" veya 'Erdoğan'ın sözünden çıkmaz' denemez. Ama Erdoğan için geçerli itirazların tamamının, itirazcılar açısından düşünüldüğünde, Gül için de geçerli olduğunu unutmamak gerek. Gül sonuçta iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iki numaralı lideridir. Kişisel olarak ben Türkiye'deki gerçek kavganın laik-dinci veya türban kavgası olmadığını düşünsem de kavganın bu araçlarla yapıldığını unutmamak gerek. O bakımdan Gül'ün eşinin türbanı hemen sorun olarak algılanmaya başlandı bile. Bu da gerginliğe hizmet edecektir. Türkiye'nin ise en son ihtiyacı olan şey gerginlik…”25 Nisan 2007 – Hangi kural, seçilecek kişinin eşinin baş örtülü olmamasını hükme bağlıyor?Cengiz Çandar, Referans’ta yayınlanan yazısında Abdullah Gül’ün adaylığıyla birlikte gelen tartışmaların alevlendiği başörtüsü konusunda şunları ifade etti: “Tayyip Erdoğan olmayacaksa Abdullah Gül'den doğal bir başka bir isim niçin olsun? Ama onun da eşi baş örtülü. Evet, öyle. Ve yine ama: 1- Türkiye'de cumhurbaşkanı seçimini düzenleyen hangi kural, seçilecek kişinin eşinin baş örtülü olması ya da olmamasını hükme bağlıyor? 2- Daha önemlisi: Türkiye, cumhurbaşkanı seçiyor; "First Lady" seçmiyor. Bırakın da Türkiye'ye cumhurbaşkanı olabilecek insan, eşini seçebilsin! Artık, ona da karışılmasın. Onlar, başkalarının giyimine müdahale etmedikleri sürece. Ki, Gül çiftinin insan ilişkilerinde insancıl ve kıvamlı, hoşgörülü kişiliklerini, kendilerini tanıyan herkes biliyor.”25 Nisan 2007 – “Cumhurbaşkanlığı işine başörtüsü karıştırılmamalı”Zaman yazarı Mustafa Ünal, “Abdullah Gül” başlıklı yazısında, Gül’ün adaylığında ‘eş’ durumunu dile getirenleri eleştirdi: “Başından beri başörtüsünü bir kriter olarak sunuyor bazı kesimler. Gül'ün adaylığına da buradan yaklaşanlar var, bu kesinlikle doğru değil. Cumhurbaşkanlığı işine başörtüsü karıştırılmamalı. Bu ülkede başı açıklar da, başı kapalılar da bir arada huzur içinde yaşıyor. Bir tarafı doğru diğer tarafı yanlış diyerek cumhur arasında ayrım yapmak bölücülükten farksız... Başı açığa da kapalıya da saygı duyulmalı. Abdullah Gül isminin başörtüsü üzerinden kritiğe tabi tutulmasını yadırgamamak mümkün değil.”25 Nisan 2007 – Başkomutanın eşi türbanlı olursa...Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya, Abdullah Gül’ün aday olmasıyla Hayrünnisa Gül’ün konumunun tartışma doğuracağını söylediği yazısında şu ifadelere yer verdi: “Biliyorsunuz, Abdullah Gül'ün eşi Hayrünisa Gül "sıkmabaşlı". Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'ne "sıkmabaşın giyim kuşam özgürlüğü" olduğu gerekçesiyle dava açmış, kaybedeceğini anlayınca da davayı geri

…Başörtüsü Raporu 2007… 63

Page 64:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

çekmişti Hayrünisa Hanım. Türkiye'ye karşı dava açan Hayrünisa Hanım, şimdi cumhurbaşkanı eşi olarak Çankaya'da oturacak... Abdullah Gül, cumhurbaşkanı seçilince Türk Silahlı Kuvvetlerinin başkomutanı olacak... Başkomutanın eşi sıkmabaşlı, komutanların eşlerinin ise başı açık olacak bu yaz!.. Aklıma, Habertürk Ankara Temsilcisi Taki Doğan'ın, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'a basın toplantısında sorduğu soru geldi: "Aslında Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili görüşlerinizi söylediniz, ama şu soruyu sormadan geçemeyeceğim: Türk Silahlı Kuvvetleri'nde subay eşlerinin türban takması yasaktır. İhlal ettiği takdirde Silahlı Kuvvetler'den ihraç ediliyor. Acaba TSK'nin başkomutanının eşi türbanlı olursa başkomutanın altında çalışan subay, astsubay ve komutanların tavrı, bakış açıları nasıl olur?" Başbakan Erdoğan ve AKP, 14 Nisan'daki Tandoğan Mitingi'nden ders almamış! Türkiye'yi çok sıcak bir yaz bekliyor.”25 Nisan 2007 – Kızınıza türban, oğlunuza takke, eşinize çarşaf...Necati Doğru, Vatan’daki köşesinde, Abdullah Gül’ün adaylığı ve AKP hakkında şu yorumu yaptı: “Oyları yüzde 25'in altına inmez ve yeni seçimlerde alacaktan oyla yeniden iktidarda kalabilirlerse; "Türkiye'yi beyaz laiklikten fıstık yeşili ikinci cumhuriyet'e götürecekler… Demokrasi bu! Saygı duymalıyız. Halk isterse yaparlar. Her halk da eninde sonunda kendisine layık olardan seçer. Ve isterse onları yıllarca iktidarda tutar, isterse ve izin verilirse seçimle indirir, izin verilmezse devrimle devirir. Bu yüzden telaşlanmayın. Kızınıza türban... Oğlunuza takke. Kendinize tespih... Eşinize çarşaf... Hazırlamak için acele etmeyin ve "beyaz birinci cumhuriyet bitti, fıstıki yeşil ikinci cumhuriyet geldi" diye dövünüp üzülmeyin, önümüzde seçimler var… Son sözü halk söyleyecek. O söylemeli. ” 25 Nisan 2007 – “Türban meselesi çözülüyor”Akşam Gazetesi yazarı Serdar Turgut, modernleşme tartışmalarının kılık-kıyafet üzerinden yapılmasına değindiği yazısında, Hayrünisa Gül’ün sorunun çözümünde önemli bir görev üstlenebileceğini iddia etti. Turgut, yazısını şu şekilde tamamladı: “Hayrünnisa Hanım, muhafazakâr olabilir ama moderndir de... O kendi kişiliğinde ikiye bölünmüş Türk kadınını birleştirmek, buluşturmak gibi bir misyon üstlendi şimdi. Bu konuda ilginç tartışmalar olabilir ama kriz olmasını beklemiyorum. Aksine, Türkiye bir rahatlama sürecine girecektir. Hayrünnisa Hanım, türban takmayan ve takmayacak kadınlarla iyi bir diyalog kurar, güven ortamını oluşturur ve bölünmüşlük görünümünden bizi kurtarırsa kocasından daha fazla bu memlekete hizmet etmiş olacaktır. Bir de not: Ben Hayrünnisa Hanım'ın eşinin görevine rağmen Türk Devletini İnsan Haklan Mahkemesi'nde dava etmiş olmasını hayli de modern bir davranış olarak görüyorum. Sokağa kocasının izni olmadan çıkamayan çok sayıda kadının var olduğu bir ülkede bu yüzden bu modern bir davranıştır, ileriye doğru açılımdır.”26 Nisan 2007 - Eşi tesettürlü bir siyasetçi Çankaya'ya çıkmaya hazırlanıyorAli Bayramoğlu, Yeni Şafak’taki “Abdullah Gül ve 367 meselesi” başlıklı yazısında Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adayı olmasını değerlendirdi: “Türkiye ve Türk demokrasisi kritik bir eşikten geçiyor. Eşi tesettürlü bir siyasetçi, laik düzene hiç halel getirmeden Çankaya'ya çıkmaya hazırlanıyor. Uzun süre İslami kökenli addedilen bir siyasi parti ve siyasi aktörler siyasi merkeze tüm gücüyle damgasını vuruyor ve her geçen gün merkezi bir özellik kazanıyor. 1982 Anayasası'nın öngördüğü “iki başlı yürütme modeli”nin sonuna gelmiş bulunuluyor. Ülke emekli ve devlet dengeleri gözeten cumhurbaşkanı modelini de terk etmeye hazırlanıyor. Asker, kışla ile siyaset arasında huzursuz bir şekilde zihni ve siyasi gezintiler yapıyor. Bu çerçevede “laiklik elden gidiyor, karşı devrim gerçekleşiyor” üzerine kurulu ne karşıtı ne yandaşı itibariyle toplumsal karşılığı bulunan siyasi seferberlik çabaları “son ciddi kurşunları”nı atıyor. Bu kritik eşiğin demokratik kurallar ve imkânlar içinde atlatılması son derece önemlidir ve bir o kadar da mümkündür.”26 Nisan 2007 - “Türban bu millete zorla kabul ettiriliyor” Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin (ODTÜ) düzenlediği Kıbrıs Sorunu konulu toplantıda konuyla ilgili sorularla karşılaşan Denktaş, "Hayırlı olsun" dedikten sonra Atatürk'ün ilkelerine bağlı biri olarak başörtüsü konusunda konuşma ihtiyacı duyduğunu söyledi. Denktaş, ardından şunları kaydetti: "Keşke türban böyle zorla bir memlekete kabul ettirilmek için bu mücadele verilmeseydi. Kadınlar başlarına ne koyar ne koymaz bu kendi işleri olsaydı. Bunu üniversiteye girmek için istiyorsa yanlıştır. Bu insan hakları ve dinî bir meseleyse bizim dinimizin giysisi yoktur. Onun arkasından yarın kara çarşaflı insanlar gelecektir. Bu da benim insan hakkımdır diyecektir. Türkiye'yi hangi medeniyete götürüyorsunuz, Batı'ya mı Doğu'ya mı? Bunlar bilinmeli ve millete empoze edilmemeli." Gençlere "Yanınızda daima Atatürk'ün nutku olsun, muhakkak onu okuyunuz, bağımsızlık nasıl kazanıldı onu biliniz." diyen Denktaş, Atatürk'ün "Herkes dinini bilsin, din yobazlarının, simsarlarının etkisinden kurtulsun diye." Kur'an-ı Kerim'i Türkçeye çevirttiğini söyledi. Denktaş, "Kimse bu evrensel dini çarşafın içerisine, Arap'ın giysisinin içine sokmasın, bizim dinimiz giysinin içine girecek kadar dar, eski, köhnemiş bir din değildir, evrensel bir dindir. Son peygamberdir gelen." dedi. (Zaman)26 Nisan 2007 – “Türban Muhabbeti”Türker Alkan, Radikal’deki köşe yazısında, İran’ı gündeme taşıyarak şöyle yazdı: “Sınır dediğin nedir ki? Hayali bir çizgidir nihayet. Türk-İran sınırına gidin, o hayali çizgiyi bir adım İran tarafına geçin, kadınsanız ve saçınızdan bir tutam gözüküyorsa o anda polisle başınız derde girer. Bir adım Türkiye tarafına geçin, türbanlıysanız okula gidemezsiniz. Ama cumhurbaşkanının eşi olabilirsiniz! Garip mi garip bir hal!.. Asıl sorun erkek egemenliğidir. İslam ülkelerinin hemen hepsinde temelde yatan

…Başörtüsü Raporu 2007… 64

Page 65:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

tartışma, kadınların erkeklerle eşit düzeyde olup olmaması sorunudur. Din, bu tartışmada erkek egemen ideolojinin bir aracı haline getiriliyor. Çoğu kez kadınların da erkek egemenliğini desteklemeleri bu ideolojinin ne kadar derinlere indiğinin bir göstergesidir. 'Türban' dediğimiz şey basit bir bez parçası değil. Arkasında çok boyutlu ve derin oluşumları taşıyor. O nedenle de çözümü pek kolay gözükmüyor. Biliyorum, Hayrünnisa hanımın türbanına getirmemi bekliyorsunuz konuyu. Doğrusu şık giyinmesini bilen sevimli bir hanımefendi. Ama arada bir perçemi gözüküyor. İran'a gitmesini tavsiye etmem!”26 Nisan 2007 – “İslamcı geçmişi ile türbanlı eş öne çıktı”Milliyet, Abdullah Gül’ün dış basında nasıl yansıdığını “İslamcı geçmişi ile türbanlı eş öne çıktı” başlığı ile sayfalarına taşıdı. “Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adayı olması, dünya basınında geniş yer buldu. Uluslararası basın kuruluşları, Gül'ün "islamcı geçmişi olan ilk cumhurbaşkanı olacağı" yorumunda bulunurken, bazı gazeteler dikkatlerin Hayrünnisa Gül'ün türbanına çekileceğini yazdı.” diye başlayan haberde, dünyanın çeşitli gazetelerin haberlerinin özetlerine yer verildi. Habere göre The Guardian gazetesi, şu yorumu yaptı: “Sayın Gül'ün adaylığıyla birlikte muhalefetin, türban yasağı ile ilgili olarak AİHM'ye başvuran eşi Hayrünnisa'ya odaklanması bekleniyor.” 26 Nisan 2007 – “Çankaya'ya türbanlıyı oturtmayacağız!”Cumhuriyet Gazetesi, “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanı adayı olarak göstermesine tepkiler sürüyor.” şeklinde başladığı haberde sivil toplum örgütlerinin şu açıklamayı yaptığını yazdı: “Çankaya türbanlıyı oturtamayacaklarını belirten sivil toplum kuruluşları, cumhurbaşkanının Başbakan tarafından memur gibi atandığım vurgulayarak "Bu, demokrasiye saygısızlıktır" dediler.” Haberin devamında şu açıklamalara yer verildi. “Hukukun Egemenliği Derneği Genel Başkam avukat Erdem Akyüz, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine AİHM'de dava açan iki kişiden birinin cumhurbaşkanı adayı, diğerinin Başbakan olduğunu ifade ederek “Yani devletin zirvesi, devlet ile mahkemeliktir” görüşünü savundu. Yeniden Kuvayı Milliye Hareketi Derneği Genel Başkanı Hakkı Sevim de dinci AKP iktidarının tüm seçmenin 4'te 1 oyunu alarak dikta rejimlerinde dahi görülmeyen dayatmacı tavrıyla Cumhuriyetin temel değerlerini dinamitlediğini ve toplumumuzu iç kargaşaya sürüklediğini söyledi. Sevim, “Çankaya'ya türbanlıyı oturtmayacağız!” dedi.”26 Nisan 2007 – “Türbanlı First lady'e kadınlardan büyük tepki”Hürriyet Gazetesi, Abdullah Gül’ün köşk adaylığıyla gündeme gelen Hayrünnisa Gül’e ‘kadınların’ büyük tepki gösterdiğini iddia ettiği haberde şu bilgileri aktardı: “Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı adaylığına ve Köşk'te ilk defa türbanlı bir 'First Lady' olma ihtimaline Kadın Sivil Toplum Örgütlerinden tepki geldi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Cumhuriyet Kadınları Derneği, 14 Nisan'daki Cumhuriyet Mitingi'nin devamı olacağını, 29 Nisan Mitingi'nin Gül'e yönelik olacağını ve Çankaya'nın laik kalması için ellerinden geleni yapacaklarını söylediler. Gül'ün laik cumhuriyetten intikam almak için aday gösterildiğini savunan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkam Türkan Saylan, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakan'ın eşlerinin türbanlı olmasının çok dikkat çekici olduğunu belirterek, şunları söyledi: “Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'ne ülkesini şikayet etmiş bir kişinin, cumhurbaşkanı eşi olarak Köşk'e çıkması çağdaş Türkiye'nin insanlarının onaylayamayacağı bir girişim. Türbana tamamen karşı değiliz, yasalara uyuluyorsa herkes takabilir. Ancak siyasi simge olması gereksiz. Muhalefet de bu konuda çok ikiyüzlü davranıyor, hiç ses çıkarmıyor. Bizim seçmediğimiz bir ailenin Çankaya'ya çıkması, laik Türkiye'ye ayları ve bu zorla yapılıyor. Ama bundan sonra AKP'nin içinde de sorunlar yaşanacak. Genel seçimlerde büyük fire verecekler.””26 Nisan 2007 – Gül’ün eşi başörtülü olduğu için yaver verilmeyecekHayrünnisa Gül ile askerin arasındaki protokolün ne şekilde olacağının sık gündeme gelmesi üzerine Hürriyet’te konuyla ilgili şöyle bir haber yayınlandı: “Abdullah Gül’ün First Lady olacak eşi Hayrünisa Gül'e yaver verilmeyecek. Türbanlı olduğu için “Asker nasıl kapı açacak?” sorularına neden olan First Lady adayının imdadına Cumhurbaşkanlığı Protokol Yönetmeliği yetişti. Protokole göre Cumhurbaşkanına bir subay yaver olarak hizmet ederken First Lady'ye yaver verilmiyor. First Lady'ye Cumhurbaşkanlığı Koruma Müdürlüğü'nce tahsis edilen koruma memuru eşlik ediyor.”26 Nisan 2007 – Eşi başörtülü birinin Köşk'e çıkması, AKP açısından büyük önem taşıyorCumhuriyet Gazetesi Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçildiği taktirde kadrolaşmayı hızlandıracağını yazdı. “AKP, genel seçime kadar geçecek 6 aylık süreçte ve daha sonra yeniden tek başına iktidara gelmesi durumunda Cumhurbaşkanı Sezer'e takılan tüm atamaları gerçekleştirebilecek.” alt başlığı ile verilen haberde, konu başörtüsüne şu şekilde getirildi: “Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte görüş birliği içinde hükümetin çıkardığı yasaları iptal eden, türban yasağının anayasaya uygun olduğuna karar veren, bakanları yargılamak için Yüce Divan sıfatıyla çalışan, siyasi partileri kapatma davalarının görüldüğü Anayasa Mahkemesi'ni istediği gibi şekillendirebilecek. Abdullah Gül, okula gelip giderken türban takan öğretmenin görevden alınmasını onaylayan ve AKP yöneticilerinin hedef aldığı Danıştay üyelerini de atayacak. AKP'nin sık sık sert tepki gösterdiği YÖK ve üniversiteler de AKP tarafından biçimlendirilecek. YÖK Başkanı ve üyelerini atayacak olan Gül, kurumun yapısını AKP'nin görüşü doğrultusunda değiştirebilecek. Eşi başörtülü birinin Çankaya Köşkü'ne çıkması, AKP açısından büyük önem taşıyor. Gül'ün cumhurbaşkanı olmasıyla türbanlı eşi Hayrünnisa Gül de Çankaya Köşkü'ne çıkmış olacak.”

…Başörtüsü Raporu 2007… 65

Page 66:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

26 Nisan 2007 – “Hayrünnisa Gül devletle kavgalı mı?”Nazlı Ilıcak, Takvim’deki yazısında, Hayrünnisa Gül’e yönelik eleştirileri haksızlık olarak değerlendirdi. Ilıcak görüşlerini şöyle açıkladı: “Abdullah Gül'ün şahsını eleştiremeyenler eşine takmış durumda. Hayrünnisa Gül'ün de ahlâkı veyahut davranış biçimi değil, sadece başörtüsü hedef tahtasına oturtuluyor… hukuku üstün hukuk; Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'nin kararları Türkiye açısından bağlayıcı. Hakkının, hukukunun Türkiye'de çiğnendiğini düşünen herkes, Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'ne başvurabilir. Bence Hayrünnisa Gül, böyle bir müracaatı yaparak, cesur ve çağdaş bir tavır sergilemiştir. Kaderine razı olan, sünepe ve eğik bir kadın olmak yerine, hakkını aramayı tercih etmiştir. O zaman da anlatmıştı. 15 yaşında evlendiği için üniversite tahsilini tamamlayamamıştı. Bu içinde ukde olarak kaldı. Aradan yıllar geçti; sıkı bir çalışma ile imtihanlara hazırlandı; 1998'de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arap Dili ve Edebiyat bölümüne girmeye hak kazandı. Başörtülü fotoğrafı yüzünden kaydı yapılamayınca, Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'ne başvurdu. Daha sonra kocası Dışişleri Bakanı olunca, hem davacı, hem davalı konumunda bulunmamak için müracaatını geri çekti. Sakın Batı dünyası böyle bir saçmalık yüzünden Abdullah Gül'ün eleştirildiğini duymasın. Sadece bu iddiaları ortaya atanlar değil, hepimizin utançtan yüzü kızarır vallahi.”26 Nisan 2007 – “Türbanlı First Lady’ye ABD’den vize”Milliyet, “ABD Büyükelçisi Wilson, 'Biz, insanlarla bize kendilerini sundukları şekliyle ilgileniriz' diyerek, Gül'ün türbanlı eşinin ABD için sorun olmayacağını söyledi” alt başlığı ile verdiği haberde, Wilson’ın sözlerinin Hayrünnisa Gül’e vize şeklinde değerlendirildi. Haberde şu bilgiler yer aldı: “ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson, türban sorununun Türkiye'nin bir iç meselesi olduğunu belirterek, ABD olarak insanlarla onların kendilerini sundukları şekliyle ilgilenmeye özen gösterdiklerini kaydetti. Wilson, "Türkiye Cumhurbaşkanı'nın eşinin türbanlı olması ABD ile ilişkilerde sorun yaratır mı?" sorusu üzerine, "Türkiye'nin iç meselesi olan ve kendi karar vereceği konular vardır, bu da onlardan biridir" dedi. Wilson şöyle devam etti: “ABD olarak biz insanlarla, onların kendilerini bize sundukları şekliyle ilgilenmeye özen gösteririz. Özellikle de bu insanlar üst düzey devlet görevlileriyse. Mesela Bayan Emine Erdoğan geçen Ekim’de Bayan Bush ile bir görüşme yaptı. Bu konuda bir problem yaşamadık." ABD Başkanı George Bush'un eşi Laura Bush, Beyaz Saray'da ağırlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan için iki kez çay daveti vermişti.”26 Nisan 2007 – Tepkileri "türbanlı cumhurbaşkanı eşi"ne imiş gibi gösterenler hedef saptırıyorRuhat Mengi Vatan’daki köşesinde Abdullah Gül’ün adaylığını değerlendirirken, Gül’ün ayrımcı bir zihniyeti temsil ettiğini iddia etti. Mengi şöyle yazdı: “Abdullah Gül'e gelen "Onun Erdoğan'dan ne farkı var" tepkilerine karşılık "Ona bir şans verilmeli" diyenler bir düşünsünler bakalım; Bu tepkileri kimler yarattı? Endişe duyanlara bu korkuyu vermek, güvenlerini sarsmak için kim uğraştı? Halkı "zenci-beyaz" diye kutuplara ayıranlar, Meclis'te "Kadınlar cehennemliktir" diyen uydurma hadisleri dağıtanlar, benzer buluşları ders kitaplarına bile koyduranlar, yasa dışı Kur'an kursları hakkında konuşan eski TÜSİAD Başkanı'na "Dikkat edin, size dinsiz derler" diyenler kimlerdi? Şimdi tepkileri sadece "türbanlı cumhurbaşkanı eşi"ne imiş gibi gösterenler yine hedef saptırıyorlar.”26 Nisan 2007 – “Yeni cumhurbaşkanı adayı”Radikal Gazetesi yazarı Nuray Mert, köşk seçimiyle ilgili olarak “Türkiye'de yaşanan tartışma, kişilikten ziyade kimlik etrafında dönen bir tartışmaydı.” dediği yazısında, “Türkiye’nin kronik sorunu” şeklinde tanımladığı başörtüsü yasağı sorunun çözülmeyeceği yönündeki görüşlerini şu şekilde açıkladı: “AKP, meseleyi kimlik çerçevesinde 'çözmüş' gözüküyor. 'Başörtüsü olmaz' dayatmasına karşı, ‘illa başörtülü eşi olan biri’ ısrarının etkili olduğu açık; Bu ısrarın, veya bu 'ısrar' algısının, uzun vadede gerilimlerin çözülmesi açısından olumlu değil, olumsuz etki yapacağını düşünüyorum... Tekrar hatırlatayım, tüm bunları Abdullah Gül'ün kişiliğinden ve politika kariyer ve kalitesinden bağımsız olarak söylüyorum. Aynı bağımsızlık çerçevesinde, başörtülü kızların üniversiteye girmesinin, mesleklerini icra etmelerinin yasak olduğu bir ülkede, bu sorunu çözemeyen bir iktidarın, eşi başörtülü bir cumhurbaşkanı adayı çıkarmanın zafer coşkunluğunu büyük bir hüzünle izliyorum. Yıllardır başörtüsü özgürlüğü savunuculuğu yapmış birinin bunları söylemesini yadırgayabilirler. Ancak, ben tam da bu nedenle, haklı bir burukluk hissettiğimi düşünüyorum.”27 Nisan 2007 – “Tesettür kadınları sığıntı haline getiriyor”Bekir Coşkun Hürriyet Gazetesi’ndeki yazısında ‘Atatürk’ün kızları’ dediği bir kitlenin “Mustafa Kemal'in laik-çağdaş devrimlerini savunduklarını” söylerken tesettürün kadınları “sığıntı” haline getirdiğini iddia etti. Coşkun yazısında şu ifadeleri kullandı: “Atatürk'ün kızları ellerinde bayraklarıyla, net, açık, berrak, mertçe ve yiğitçe oradalar: Sokaklarda.. Kimi kadınların tesettürlere bürünerek; kadının sosyal yaşamda varlığını reddetmelerine, kadınların birer sığıntıymış gibi arkalara itilmelerine... Sessiz-sinmiş-sakıncalı birer eşya gibi taşınmalarına... Ama asıl erkeklerin siyasi oyunlarının malzemesi olmalarına karşın, Atatürk'ün kızları çığlık çığlığa erkekleriyle omuz omuza, Mustafa Kemal'in laik-çağdaş devrimlerini savunuyorlar. Her yerde onlar var. Bulvarlarda, meydanlarda... Bu pazar günü saat 13.00'te İstanbul Çağlayanda olacaklar, tek dertleri yar: Çocukları için aydınlık. Bu satırlar yazılırken dahi penceremden sesler geliyor, ellerinde bayraklarla geçiyorlar Atatürk'ün kızları. Alınları açık, başlan dik...”

…Başörtüsü Raporu 2007… 66

Page 67:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

27 Nisan 2007 – “Türkiye'de başörtüsü gerici değil”Adrian Hamilton’ın Radikal’de yayınlanan yazısında, Abdullah Gül’ün adaylığının “Türkiye Anayasası devlet binalarında başörtüsü takılmasını yasaklarken, başörtüsü takmakta ısrar eden bir eşe sahip olan İslamcı bir siyasetçi, bütün devlet binalarının en önemlisini, yani cumhurbaşkanlığı konutunu nasıl olur da işgal edebilir?” sorusunu gündeme getirdiğini ifade ederken, yazısını şu görüşlerle tamamladı: “Dine dayalı okullar ve dini kıyafetin, Atatürk'ün başardıklarım geriye döndürebileceğine dair gerçek kaygılar söz konusu. Fakat Türkiye'deki İslami partinin Batılı bir bakış açısına sahip olduğu ve ilerici bir güç teşkil ettiği de bir gerçek; bölgenin başka yerlerinde de bu partinin paralelleri mevcut. Çağdaş, orta sınıf islami dirilişi anlamak için bir araştırma yapmaya kalksanız, bunun için Türkiye'den daha uygun bir yer bulmanız zor. Ülke nüfusunun neredeyse yüzde 50'si kendisini inançlı Müslüman olarak tanımlıyor. Şeriat hukukuna dayalı İslami bir devlet istediğini söyleyenlerin oranıysa yüzde 10'dan az. İçgüdüsel olarak geleceğe ve genel olarak da dünyaya bakan bir ülke Türkiye, geçmişe dönen bir ülke değil… Türkiye, Avrupa'ya, doğusu ve güneyindeki yeni dünyayı anlamak ve o dünyayla uzlaşmak yönünde eşsiz bir şans sunuyor. Başörtüsüyle ilgili yorumları geçenlerde tartışma yaratmış Britanya İçişleri Bakanı Jack Straw ne der bilmem ama, bu kez hepimiz başörtüsü giyenlerden yana olmalıyız.”27 Nisan 2007 – “Kadın görüntüsüne ters düşen eşleri istemiyoruz” “Kadın Sivil Toplum Örgütlerinin önderliğinde düzenlenecek ve 2O0'ü aşkın dernek ile birçok üniversitenin destekleyeceği 29 Nisan'daki İstanbul "Çağlayan Mitingi"nin, Türkiye'nin bugüne kadar yapılan en büyük "kadın" mitingi olması bekleniyor.” diyerek başlayan haberlerde, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Türkan Saylan’ın şu ifadelerine yer verildi: “Biz her alanda büyük boyutta islami yöntem uygulayan bir partinin cumhurbaşkanı ve onların kadın görüntüsüne ters düşen eşleriyle karşımızda durmalarını istemiyoruz. Türkiye gerçek bir Atatürk cumhuriyeti olana ve fırsat eşitliği sağlanana kadar bu tip mitinglere devam edeceğiz.”27 Nisan 2007 – “Laik Cumhuriyet’te dinsel simge Çankaya'ya damgasını vuracak mı”Cumhuriyet’in Pencere köşesinde İlhan Selçuk, Abdullah Gül’ün adaylığını yorumlarken şunları yazdı: “Laik Atatürk Cumhuriyeti'nin aleyhine olduğu "müsellem" bir kişi Çankaya'da kimin 'amali'ne hizmet edecek?.. Gül'ün eşi türbanlı!.. Türk kadınlarının çoğu başörtüsü takar, azınlığı çarşaf giyer; dinle ilgisinden çok erkek tahakkümünden türeyen bir görenektir tesettür... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi türbanın dinsel bir simge olduğuna karar vermiştir... Laik Cumhuriyet’te dinsel simge Çankaya'ya damgasını vuracak mı?.. Neresinden tutarsanız tutun, Gül'ün Çankaya'ya çıkması, Atatürk'ün kurduğu laik Cumhuriyete bir karşıdevrim darbesidir... Biçimsel açıdan "meşru" sayılsa bile içerik açısından "gayri meşruluğu" vurguluyor... Türkiye'de siyasal mücadele artık kaçınılmaz olarak bu raya oturacaktır.”27 Nisan 2007 – “Yeni türban burjuvazisinin profilinin verdiği görüntüyü dışlayıcı buluyorum”Meral Tamer, Abdullah Gül’ün adaylığı ile ilgili yazısında konunun başörtüsüyle ilgili boyutları hakkında şu görüşleri savundu: “Kendinden olmayanı dışarıda bırakan takım ruhu, Emine Hanım ile kızı, Babacan ve Arınç'ın eşlerinin hep birlikte Hayrünnisa Gül’ü tebrik etmek için Dışişleri Bakanı konutuna gittiklerinde ekranlara yansıdı. Ne Semra Özal'a, ne Nazmiye Demirel'e ne de Semra Şener'e yapılan tebrik ziyaretlerine benzeyen bir görüntüydü bu. Aralarında türbanlılar olmuş olsa bile. AKP çekirdek kadrosunun türbanlı eşlerinin görüntüsü ise çok farklıydı. Türbana, kadın hakları açısından baktığımda karşı olmama rağmen, hiçbir zaman türbanlı bir kadına kendimi uzak hissetmedim. Buna rağmen, Çankaya tebriki için Dışişleri konutu önünde beliren yeni türban burjuvazisinin profilinin verdiği görüntüyü dışlayıcı bulduğumu da söylemeliyim.”27 Nisan 2007 – “Tesettürün karşılığı çıplaklık değildir, çağdaş giyimdir”Tufan Türenç, Hürriyet’teki yazısında Abdullah Gül’ün köşkte tarafsızlığını koruyamayacağını iddia ederken şu görüşlere yer verdi: “Abdullah Gül tansiyonu düşürmek için tutulması zor olan bazı sözler veriyor. Örneğin şöyle diyor: "Cumhuriyete, Anayasa'da yazıtı laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ilkelerine özde bağlıyım." İyi güzel de Sayın Gül'ün eşinin tesettürü laiklik ilkesiyle nasıl bağdaşacak? Çankaya'da türban "bireysel tercih" diye geçiştirilebilir mi? Hadi bütün gelenek, görenek ve kamusal alan kuralları çiğnendi diyelim. Verilen görüntü nasıl kurtarılacak? Yani ne yapılırsa yapılsın, Türkiye Cumhuriyetinin First Ladysinin tesettürü yalnız Türkiye'de değil, tüm dünyada hep gündemde olacak. Burada bir konuyu vurgulamakta yarar var. AKP'lilerden gelen, küfürle başlayan, küfürle biten mesajlarda Atatürk'ün eşi Latife Hanım'ın da başının örtülü olduğu vurgulanıyor. AKP'liler bu tip savlar ileri sürürken bir sorup soruştursunlar. Latife Hanım'ın başı örtülü fotoğrafları devrim yasaları çıkmadan önceki durumu yansıtır. Devrimlerden sonra zaten son derece modem bir kadın olan Latife Hanım hiçbir zaman başını örtmemiştir. Bir de küfür edenlere şunu da anımsatmak istiyorum: Tesettürün karşılığı çıplaklık değildir, çağdaş giyimdir.”27 Nisan 2007 – E-muhtıra: “Çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocukları”Genelkurmay Başkanlığı gece yarısı internetten yayınladığı e-muhtıra ile cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda önemli bir karar arefesinde olan Anayasa Mahkemesini, Meclis’i ve sivil toplumu baskı altına aldı. Muhtırada kız öğrencilerin başörtülü olmaları şöyle eleştirildi: “Özellikle kadınların ve küçük çocukların bu tür faaliyetlerde ön plana çıkarılması, ülkemizin birlik ve bütünlüğüne karşı yürütülen yıkıcı ve bölücü eylemlerle şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır. 22 Nisan 2007 tarihinde

…Başörtüsü Raporu 2007… 67

Page 68:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Şanlıurfa'da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşlan ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş, bu sırada Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur. Ayrıca, Ankara'nın Altındağ ilçesinde 'Kutlu Doğum Şöleni' için ilçede bulunan tüm okul müdürlerine katılım emri verildiği, Denizli'de İl Müftülüğü ile bir siyasi partinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikte ilköğretim okulu öğrencilerinin başlan kapalı olarak ilahiler söylediği, Denizli'nin Tavas ilçesine bağlı Nikfer beldesinde dört cami bulunmasına rağmen, Atatürk ilköğretim Okulunda kadınlara yönelik vaaz ve dini söyleşi yapıldığı yolunda haberler de kaygıyla izlenmiştir.”28 Nisan 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu 85’inci eyleminde “Dün gece geç saatte Genelkurmay’ın web sitesi aracılığı ile tüm Türkiye’ye geçilen açıklama, Türkiye’de askerin hala umarsızca ve küstahça halkın iradesine ipotek koyma alışkanlığına devam etmek istediğini ortaya çıkardı.Yıllar yılı halkın dini ile barışık olmayı bırakın tam anlamıyla bir savaş içerisinde bulunan askeri vesayet sisteminin bu açıklamasıyla Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden laiklik vurgusu yapmayı uygun görmesi yaşadığı tıkanıklık ve iflasın apaçık bir göstergesidir” dedi. Kocaeli’de 106’ncı özgürlük eylemi gerçekleşirken, Ankara’da 64’üncü açıklamada “Türkiye Büyük Millet Meclisinin anayasa ve yasalar çerçevesinde yürüttüğü 11. Cumhurbaşkanı seçimlerine gece yarısı operasyonu sayılabilecek ve yüksek yargının vereceği kararı da zan altında bırakabilecek muhtıra bildirilerini ülkemiz adına üzüntü verici buluyoruz.” denildi.Van’da 35’inci eylemde “Genel Kurmay Başkanlığı adına yapılan açıklama temel hak ve özgürlükleri hedef alan bir muhtıra niteliğinde olup hukuk devleti anlayışını tehdit eder niteliktedir.” denildi. Akyazı’da ise 12’inci özgürlük eylemi yapıldı. Eylemde “Ülkemizde başı kapalı başı açık olarak yaşayan kadınlarımızın günlük yaşamlarında kendi aralarında hiçbir sorun yok iken, hukuksuz olarak uygulanan başörtüsü yasağına devam ettirmek için her türlü çağdışı açıklamalarda bulunanlara, inanıyorlarsa, İslam dininin emir ve hükümlerini iyi anlamaya veya demokrasi ve laikliği gerçek olarak anlamaya davet ediyoruz.” denildi.28 Nisan 2007 – “Gül’e başörtüsü üzerinden itiraz, siyasi olmaktan çok sınıfsal”Ayşe Böhürler, Yeni Şafak’taki “Aman başımızı örtecekler” başlıklı yazısında Cumhurbaşkanlığı ve başörtüsü sorunu etrafında dönen tartışmaları değerlendirdi: “Müslüman etiketi ile yetinmeyip dini emirlere riayet etmek isteyenler uzun süre kendilerini gizlemişler. "Aman karımın başörtüsünü kimse görmesin", "namaz kıldığımı görmesinler”. Bu korku ve söylem bizden önceki neslin içine o kadar işlemiştir ki… Kendilerine Müslüman denmesinden de korkan prototip elbette bugün değişti... Bu yeni anlayışta Müslümanlar takiyye de yapmıyorlar, düşüncelerini de tartışıyorlar, değişime de kapılarını sonuna kadar açıyorlar... Bu dar çevrenin dışına çıkıp olduğu gibi görünen göründüğü gibi olanlardır bugün Türkiye'yi değiştirenler. Hem laik kesimde hem de dindar kesimde. Türkiye'de ki bugün ki tartışmalar hep bu sınıf yaklaşımının gerisinden okunmalı. Çankaya'ya itiraz hele de başörtüsü üzerinden itiraz siyasi olmaktan daha çok sınıfsal ve dar çevrelerin kendilerini yenilmiş hissetmelerinden kaynaklanıyor.”28 Nisan 2007 – “Başörtüsü için zaman gerek”The Economist Dergisi’nin başyazısında AKP’nin başörtüsü yasağı karşısındaki tutumu işlendi. “Laik kıyamet havarileri, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve meclis başkanlığının AKP elinde bulunmasının gizli bir İslamcı gündemin dayatılmasma yol açacağını iddia ediyor. Gül'ün eşi Hayrünnisa Gülle birlikte Türkiye'nin ilk kez İslami başörtüsü takan bir first lady'ye tanık olacağını ve bunun da Atatürk laikliğine doğrudan saldın anlamına geldiğini iddialarına ekliyorlar. Bu tür endişelerin haklılığı kanıtlansa bile, laikler de kısmen kabahatli. Ceplerini doldururken, İslamcıları kenarda tutmak için orduya sırtlarını dayadılar ve 2 001'de ülkeyi ekonomik çöküşün eşiğine getirdiler.” ifadelerine yer verilen başyazı, şu şekilde son buldu: “Gelecekteki gelişmeler büyük ölçüde Erdoğan'ın siyasi merkez üzerindeki gücünü artırıp artıramayacağına ve Cumhurbaşkanı Gül'ün tavrına bağlı. Dindar seçmenlerin başörtüsü yasağının gevşetilmesi ve imam-hatip mezunlarının üniversiteye girmesinin kolaylaştırılması taleplerine şu an için kulak tıkarsa iyi yapar. Üst düzey bir Türk yetkilinin de dediği gibi: "Hayrünnisa'nın başörtüsünü hazmetmek zaman alacak"; özellikle de cumhurbaşkanlığı konutunu paylaşacak olan askerler için.”28 Nisan 2007 – “Türkiye'deki hayat tarzının doğası değişecek”Radikal’de, Morton Abromowitz ve Henri J. Barkey imzalı yayınlanan bir makale, “Türkiye'de yükselen gerilim ve darbe söylentileri önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimlerin tarihi bir dönüm noktası olacağı kanısını güçlendiriyor. Modern Türkiye'de ilk kez İslam esinli bir siyasi parti devletin en önemli iki kurumunu, cumhurbaşkanlığı ve parlamentoyu kontrol edecek.” satırlarıyla başlarken, “Laiklerin çoğunun öncelikli endişesi şeriatın getirilmesi değil, dinin Türkiye'deki hayat tarzının tüm alanlarına daha fazla nüfuz etmesi. AKP içindeki pek çok kesim dini okulların konumunun güçlendirilmesine, özellikle üniversitelerde olmak üzere türban yasağının gevşetilmesine yoğun destek veriyor. Kısacası Türkiye'deki hayat tarzının doğası değişecek.” ifadelerine yer verildi. “İslami bir partinin demokrasinin tüm unsurlarını kontrol etmesiyle Türkiye'nin laiklik ve Batı yanlılığından ödün vereceği endişesine kayıtsız kalınamaz. Fakat reform yanlısı AKP bu endişeyi boşa çıkarabilir; Türklerin Batı, demokrasi ve laiklikle bağı da koparılamayacak kadar güçlü” yargısının işlendiği yazıda, “Her ne kadar yeni cumhurbaşkanının

…Başörtüsü Raporu 2007… 68

Page 69:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

partiler üstü bir kişilik benimsemesi gerekiyorsa da bu durum AKP, Erdoğan ve türbanlı eşini lanetli olarak gören başlıca laikleri tatmin etmeyecek.” yargısı vurgulandı. 28 Nisan 2007 – “Türbanlı konuk görüldüğünde askeri erkân toplantıları boykot ediyor”Mehmet Ali Kışlalı, Radikal’de yayınlanan “Askeri kurtarmak” başlıklı yazısında, ‘laik kamuoyunu en fazla Abdullah Gül’ün eşinin türbanlı olması rahatsız etmekte’ derken, başörtüsü ve asker konusunda şu düşüncelere yer verdi: “Gül'ün türbanlı eşi ile Çankaya'ya Atatürk'ün köşküne çıkması engellenemediği takdirde, korkarım askerler laik kamuoyunun baskısı altında kalacaklar… Anadolu'nun kimi kasabasında bile, bayramlarda mülki erkânın tertiplediği resmi kabullerde türbanlı konuk görüldüğünde, askeri erkân bu toplantıları boykot edip kapıdan dönmüştü. Askerin bu laik düzeni tehdit etmek için, meydan okumak için ihdas edilmiş başörtüsü türünü kendi özel yaşamında, sadece garnizonlarda değil, asker lojmanlarında da kabul etmediği, yasakladığı bilinir. Türbanlı yaşamda ısrarın bünyeden çıkarılmakla neticelendirildiği de sır değildir. Bu durumda acaba askerin eşi türbanlı olan bir başkomutan ile kurumsal ilişkisi nasıl düzenlenecek. En basit bir olasılıkla, türbanlı eşiyle bir ordu evine gelen cumhurbaşkanına nasıl bir hoş geldiniz muamelesi yapılacak?... Bu durum karşısında asker sıkıntılı. Ama ne olursa olsun, sivil laik kesim ne yapıp edip askeri bu konuda baskı altında kalmaktan kurtaracak girişimlerde bulunmalıdır. Çözüm, galiba büyük ölçüde bayan Gül'ün başındaki örtüdedir.”28 Nisan 2007 – “Bir türban yazısı nasıl tepki alır?”Milliyet’teki yazısına, “Birkaç ay öncesine kadar türbanı, kişisel özgürlüklerin ayrılmaz parçası sayan başı açık kadınlar, yarınki Çağlayan mitingine katılabilmek için, hafta sonu tatil programlarını iptal etme noktasına nasıl geldiler? Sorunun yanıtını hepimiz biliyoruz: Başbakan ve TBMM Başkanının ardından, Cumhurbaşkanı'nın eşinin de türbanlı olacağı anlaşılınca, kimi hoşgörülü hemcinslerimin kafasındaki dengeler altüst oldu. “Artık bu kadarı da fazla” diyerek bir anda saf değiştirdiler.” cümleleriyle başlayan Meral Tamer içerikleri birbirinden farklı şu tür maillerin geldiğini yazdı. “Sen daha hâlâ, türbanı kişisel özgürlük zannet, 3-4 sene sonra başı açık sokağa çıkamayacaksın!” “İran'da da başlangıçta tür bana hoşgörülü davranıyorlardı. Bugünkü İranlı kadınların içler acısı durumunu, lütfen artık bizim türbana hoşgörülü kadınlarımız da görsünler.” “"Mısır'da olan-bitene biraz ilgi gösterin. 1973'de Mısır'a gittiğimde, kasaba ve köylerde bile başını örtenlerin sayısı, örtmeyenlerden daha azdı. 1983'deki ziyaretimde şaşırmıştım; kadınların çoğu türbanlıydı. Bugünse başını örtmeyenlere yapılan baskı her geçen gün artıyor.”28 Nisan 2007 – “Cumhurbaşkanlığı tartışmaları”İlter Türkmen, Hürriyet’te yayınlanan yazısında Abdullah Gül’ün eşinin başörtüsüne karşı çıkışı meşrulaştırmak için şu ifadeleri kullandı: “Tabii Gül seçilirse bazı ciddi güçlüklerle karşılaşılacaktır. Politik ve kültürel bir simge olarak algılanan türbanın Çankaya'ya çıkışının yaratacağı tepkilerin boyutu bugünden kestirilemez. Bu güçlüğün karşılıklı özveri zihniyetiyle aşılmasına çalışılmalıdır. Bireysel tercihlere saygı ne kadar gerekliyse, devletin zirvesinde Cumhuriyetin temel değerlerinin, kültürel simgelerinin ve geleneklerinin korunması konusundaki duyarlılık da aynı derecede meşrudur.”29 Nisan 2007 - Ayette başörtüsü vardırHayrettin Karaman, Yeni Şafak’taki “Yine sıkmabaş” başlıklı yazısında tesettür konusuna değindi: “Kur'an-ı Kerim'de “kadınlar saçlarını göstermesinler” de denebilirdi, böyle değil de “başörtüleri ile boyun ve gerdanlarını da örtsünler” denmiş olması bir kusur değildir, bir ifade tercihidir. Ayette -araya beşer yorumu filan girmeksizin- başörtüsü vardır, boyun ve gerdanlığın da aynı örtü ile kapatılması vardır. Geriye şu kalır: Acaba başın tamamı mı kapatılacak, yoksa önden, yandan, arkadan bir kısmı açıkta bırakılabilir mi? Bu sorunun cevabı da Hz. Peygamber devrinden bu yana görülen uygulama esas alınarak açıklanmış, saçın tamamının kapanması gerektiği sonucuna varılmış, bu konuda alimler ittifak etmişlerdir. Asırlar boyunca Müslümanların alim olanları İctihad ederek, bilmeyenler ise onlara uyarak “kadının başını örtmesinin farz olduğunda” ittifak etmişler ve bunu da genellikle uygulamışlardır.”29 Nisan 2007 – Kızlarımızı 'türban'a sokmak için gizliden gizliye bir baskı uygulanmadı mı?Yalçın Bayer, Genelkurmay’ın e-muhtırası ile ilgili yazısında, olayı şu ifadelerle haklı kılmaya çalıştı: “İster 'uyarı', ister 'muhtıra' veya 'bildiri' densin, askerin açıklamasını karşı tepki gösterenler, geçmişte ve bugün olanları hiç düşünüyorlar mı? ‘Din tacirliği'ne karşı hangi somut adım atılabildi? Hükümetler, 'Devrim Yasaları'na uygunluğu sağladı mı? Cemaat ve tarikatlara karşı hangi yaptırımlar getirildi? Türkiye sarık ve cüppelilerden kurtarıldı mı? Kadın ve kızlarımızı 'türban'a sokmak için gizliden gizliye bir baskı uygulanmadı mı? Devlet dairelerinde ve belediyelerdeki 'köktendinci' kadrolaşmalara karşı bir mücadele gösterildi mi? Ordudan irticai faaliyetler nedeniyle uzaklaştırılan subaylar, belediyelere alınmadı mı?.. Dün 'Kudüs geceleri'; bugün de 'Kutlu Doğum Haftaları' düzenlemekle genç nesillerin körpe dimağları köreltilmek istenmiyor mu?”29 Nisan 2007 – Türbanı Çankaya'ya çıkarma planı iflas etmiştirCumhuriyet yazarlarından Hikmet Bila, Genelkurmay Başkanlığı tarafından verilen e-muhtırayı savunduğu yazısında, ortaya şöyle bir durum çıktığını iddia etti: “Genelkurmay'ın açıklamasından sonraki durum nedir? Bir: AKP taca çıkmıştır. İki: Yeniden sahaya dönebilmesi belli koşullara bağlıdır. Üç: Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olması mümkün değildir. Dört: Türbanı Çankaya'ya

…Başörtüsü Raporu 2007… 69

Page 70:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

çıkarma planı iflas etmiştir. Ve buna benzer planlar bundan sonra da hep iflas edecektir… Efendim, Avrupa'da, Genelkurmay'ın açıklaması hoş karşılanmamışmış. Geçiniz. Onlar da gerçeği öğrenirler. Biraz geç de olsa...”29 Nisan 2007 – Küçük çocukları örtüyorlar, ilahiler okutuyorlarEmin Çölaşan, Hürriyet’teki yazısında, e-muhtıradaki laiklik vurgusunu “Milli eğitim ve ulusal kavramlar yok ediliyor. Onların yerini din sömürüsü alıyor. Küçücük öğrenciler bile devlet tarafından düzenlenen ve göz yumulan dini törenlere türban ve sıkmabaşlarla çıkarılıyor.” cümleleriyle haklı gördüğünü ifade ederken, muhtırada değinilmeyen bir olayın belgesinin elinde olduğunu iddia etti. Buna göre Çölaşan, Kutlu Doğum Haftası münasebeti ile Çarşamba’daki ilköğretim okulları arasında Hazreti Peygamberde Çocuk Sevgisi, lise ve dengi okullarda ise İslam’da İnsan Sevgisinin Toplumsal Boyutları konulu bir kompozisyon yarışması düzenlemesini suç gibi göstererek, “Küçük çocukları 23 Nisan haftasında okullarda, spor salonlarında örtüyorlar, ilahiler okutuyorlar. Ankara'da bile 23 Nisan günü Atatürk Spor Salonu'nda küçük çocuklar için Kuran okuma yarışması düzenlemişlerdi. Sonra iptal ettiler. Din sömürüsüyle oy avcılığı yapıyorlar.” ifadelerini kullandı. 29 Nisan 2007 – “Türbanlı bir hanımefendinin Atatürk'ün Köşkü'ne çıkması olmaz”Radikal Gazetesi, 27 Nisan muhtırasına ilişkin değerlendirmeleri aktaran bir haber hazırladı. Haberde Emekli Orgeneral Necati Özgen’in görüşleri şöyle aktarıldı: “Genelkurmay Başkanı'nın 12 Nisan'da yaptığı açıklamadaki mesaj algılandı, fakat alınmadı. Milli Görüsçüler bu devletin başında olurlarsa algılamazlar tabii. Onların beyinleri yıkanmıştır çünkü. Türbanlı bir hanımefendinin Atatürk'ün Köşkü'ne, Cumhurbaşkanlığı makamına çıkması olmaz diyor.” Emekli Orgeneral Hurşit Tolon ise şöyle dedi: “Nuh ile uslanmayana tekdir verildi.”29 Nisan 2007 – “Eşi türbanlı Başkomutan istemiyoruz”Hürriyet yazarı Vahap Munyar, 12 Nisan günü Habertürk'ten Taki Doğan'ın Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a sorduğu “Eşi türbanlı olan subaylara dönük 'ordudan atmaya kadar uygulamalarınız var. Eğer yeni seçilecek Başkomutanınız'ın eşi türbanlı olursa ne yapacaksınız?” sorusunun yanıtının “27 Nisan Süreci” diye nitelenen sert içerikli gece yansı bildirisinde ortaya çıktığını” yazdı. Munyar’ın yazısı şu satırlarla son buldu: “Emekli Orgeneral Necati Özgen, bildiriyi CNN Türk'te değerlendirirken tercümesini yaptı: "Ordumuz, eşinin başı türbanlı bir Başkomutan istemem' demiştir.” Büyükanıt, söz konusu soruya yanıtı açıkça 12 Nisan'da verseydi acaba Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, TBMM Başkanı Bülent Arınç’ı “eşi türbanlı olmayan Cumhurbaşkanı adayı” konusunda ikna edebilir miydi?”29 Nisan 2007 – “Valiler Genelkurmayın uyarısını ciddiye aldı”Radikal’de yayınlanan bir haberde, Genelkurmay Başkanlığı tarafından verilen e-muhtıranın valileri harekete geçirdiği belirtildi. “Denizli Valiliği Çınar Meydanı ve Tavas'ın Nikfer Beldesi'ndeki etkinliklerle ilgili 19 Nisan'da inceleme başlatıldığını açıkladı. Şanlıurfa'da düzenlenen ve çocuklara çağdışı kıyafetler giydirildiği belirtilen geceyle ilgili görüntüleri polis incelemeye aldı. Valilikteki dernekler bürosu'nda incelenen görüntülerde 'Dernekler Yasası'na muhalefet' suçu işlendiği belirlendi ve savcılığa suç duyurusunda bulunuldu.”29 Nisan 2007 - Muhtırada açıkça başörtüsü ve tesettüre saldırılmıştırGenelkurmay muhtırası Özgür-Der’in çağrısıyla gerçekleştirilen bir yürüyüşle protesto edildi. “Darbeciler Halkı Yıldıramaz! Genelkurmay Siyasetten ve Yargıdan Elini Çek!” yazılı bir pankart açarak Saraçhane’ye kadar yürüyen grup, darbe girişimleri karşısında sessiz kalınmayacağı mesajını verdi. Genelkurmay'ın açıklamasındaki İslami değerlere yönelik saldırılara karşı "Örtüye, Kur'an'a, Peygamber'e Can Feda!" sloganıyla karşılık verildi. Haksöz dergisi yazarlarından Bahadır Kurbanoğlu’nun yönettiği protesto eyleminde, Özgür-Der Başkanı Hülya Şekerci, Haksöz dergisi yazarı Rıdvan Kaya, Vakit gazetesi sahibi Mustafa Karahasanoğlu, Abdurrahman Dilipak ve Av. Sibel Eraslan, Mazlum-Der İstanbul Şube Başkanı Mustafa Ercan, Demokrat Hukukçular Derneği’nden Av. Ömer Faruk Uysal ve Tüketiciler Birliği’nden Hatice Kalyoncu birer konuşma yaptılar. ASDER, Mazlumder ve Özgür-Der adına okunan basın açıklamalarında ve yapılan konuşmalarda özetle şu vurgulara yer verildi: “Bu muhtıra hukuka aykırıdır ve suçtur. Ordunun, kendisini halk ve seçilmişlerin üzerinde görmesi, demokratik işleyişi ipotek altına almasıdır... Muhtıra’da açıkça halkın değerlerine, başörtüsü ve tesettüre, İslami değerlere saldırılmakta, üstelik Malatya olayı gibi, Müslüman halkla hiç ilgisi olmayan gelişmeler üzerinden Müslümanlar zan altında bırakmakta, Türklük dayatmasıyla tek bir etnik kimlik üzerinden düşmanlıklar ihdas edilmektedir. Hükümet ve halk susmamalıdır. Hükümet, Şemdinli’den Özden Örnek olayı ve Nokta dergisi operasyonlarına değin bugüne kadar iyi bir sınav vermemiş olabilir ama şimdi dik durmalı ve tarihi bir misyonu yerine getirmelidir. Gün o gündür!” (Haksöz Haber)29 Nisan 2007 – Nasıl giyineceğimize Genelkurmay karar veremez!Genelkurmay Başkanlığı’nın muhtıra niteliğinde ki açıklamalarına yönelik tepkiler sürerken, İLKAV üyeleri Abdi İpekçi Parkında bir araya gelerek her türlü darbelere karşı direneceğiz mesajı verdi. İLKAV dostları Genelkurmay Başkanlığı’nın demokrasi ile milli ve manevi değerleri hedef alan açıklamasını halkın değerlerine meydan okuma olarak değerlendirdiklerini bildirdiler. Meydanda toplanan duyarlı insanları temsilen bir açıklama yapan, Abdurrahman Çeliker, “Bu açıklama, Türkiye’de siyasetin, hukukun ve en genelde de toplumun militarist bir kuşatma altında olduğunun somut belgesi niteliğindedir... Bu gece yarısı bildirisi, şu veya bu kurum ya da çevreden de önce

…Başörtüsü Raporu 2007… 70

Page 71:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

doğrudan halka ve halkın iradesine yöneltilmiş bir muhtıradır... Genelkurmay Başkanlığının açıklamaları bizzat kendilerinin yaptıkları Anayasaya aykırıdır. Hükümeti ve savcıları Anayasa ve yasaları ihlal eden bu açıklamalarla ilgili gerekenleri yapmaya, halka ne yapması gerektiğini, nasıl ve ne kadar düşünmesi gerektiğini, nasıl ve neye inanacağını, nasıl giyineceğini ve hatta bu son bildiride ifade edildiği üzere “çocuklarını ne zaman yatıracağını” bile dikte ettirmeye kalkışan faşist dayatmalara son verecek, kimsenin halkın üzerinde efendi olmadığını öğretecek ve halkımızı gerçek anlamda hak ve özgürlüklerine kavuşturacak tedbirleri almaya çağırıyoruz.” (Haksöz Haber)30 Nisan 2007 – “Bu Noktaya Nasıl Geldik?”Emre Kongar, Cumhuriyet’te yayınlanan yazısında, “Türkiye Cumhuriyeti tarihi, üç döneme ayrılır” diyerek bu dönemleri şöyle açıkladı: “Kuruluş Dönemi: 1919-1946. Soğuk Savaş Dönemi: 1946-1997. Küreselleşme Dönemi: 1997-... Türkiye Cumhuriyeti'nin, eğitim yoluyla çağdaş bir Ulus Devlet modeli üretme çabaları Kuruluş Dönemi sonunda sona erer, devlet, Soğuk Savaş döneminde, ABD'nin de etkisiyle, henüz feodaliteden kurtulamamış olan eski yapıya teslim olur. Önce Köy Enstitüleri projesinden geri dönülür. Sonra İlahiyat Fakültelerinin açılmasına hız verilir. Milli Eğitim, dinci temele oturtulmaya başlanır. En sonunda İmam Hatip okulları açılır ve bir eğitim modeli olarak yaygınlaştırılır... Bu arada Milli Eğitimin bütünüyle dinci bir yaklaşıma oturtulması projesi başarıyla uygulanmaktadır. Türban olayı, eğitimin dinselleştirilmesi projesinin bir simgesi olarak icat edilir ve topluma bir özgürlük gibi sunulur. Bugünlere eğitimle geldik. Kuruluş Dönemi eğitimini terk ettik. Soğuk Savaş'ın anti-komünist, dinci eğitimine teslim ettik evlatlarımızı. Laikliğe saldırlar da, Trabzon'dan, Malatya'dan çıkan katiller de işte bu eğitimin sonucudur.”30 Nisan 2007 – Başlarını örtmedikleri takdirde en hak ettikleri işleri bile alamayacakları duygusuHürriyet Gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, ismini vermediği ve “Gündüz mini etek giyiyordu, gece yatağa girdiğinde dua ediyordu.” diye anlattığı bir kızın başından şöyle bir olay geçtiğini yazdı: “Üniversiteye girdiğinde başına çok ilginç bir olay geldi. Ankara'nın büyük bir üniversitesinde, seçmeli olarak aldığı bir dersin ilk günüydü. Sınıfa türbanlı bir kız girmişti. Hocası çok sert tepki gösterdi ve azarlayıcı bir tonla "Dışarı çık" dedi. Genç kız bu sahneyi sessizce izledi. Ders bittiğinde hocasının odasına gitti ve ona şunu söyledi: "Bu kıza sınıfta böyle bir muamele yapmaya hakkınız yok..." Dersini değiştirdi. Atatürkçüydü, moderndi, laikti, ama kendi yaşında bir kıza bu muamelenin yapılmasına çok içerlemişti.” Özkök, “O kız şimdi 34 yaşında... AKP'ye oy vermemişti, ama iktidara geldiğinde, "Önyargılı davranmamak lazım" demişti.” diye anlattığı “o kız”ın Çağlayan mitingine katıldığını ve bunun şu korkulardan kaynaklandığını iddia etti: “Hayat tarzının zorla değiştirileceği, Türkiye'nin Atatürk'le kurulan imajının bozulacağı, "devletin baştan sona zapt edileceği" korkusu. Mesela kendisi gibi kadınlar başlarını örtmediği takdirde, eşlerinin devlette yüksek makamlara çıkamayacağı duygusu. Başlarını örtmedikleri takdirde, ne kendilerinin, ne eşlerinin ihaleleri kazanamayacağı, en hak ettikleri işleri bile alamayacakları duygusu.” Özkök, yazısını şöyle tamamladı: “Bu gerçek bir korku mudur? Yoksa hayali mi? Hiç fark etmez. Geçen 4 yıl içinde bu iktidar onlarda işte bu duyguyu yaratmıştı.”BAŞÖRTÜSÜ GÜNDEMİ . MAYIS 2007 1 Mayıs 2007 – Başı açık olma hali de siyasallaştırılıyorÖzlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Ya laiksin, ya düşman!” başlıklı yazısında Cumhuriyet mitinglerindeki başörtüsü karşıtlığına değindi: “Ontolojik olarak başörtülülerden üstün olduğunu düşünen ve bu üstünlük dışında kalan her şeyi alabildiğine değersiz gören, bu üstünlük algısı sayesinde kendilerini daha vatanperver ilan edip, örtülüleri vatanı satma ihtimaline karşı tetikte olunması gerekenler olarak kodlayan, ülkeyi molla rejimine götürmek arzusunu bitmeyen bir hülya gibi göğsünde taşıyan kalabalıklar olarak tanımlayanlar kimlerdir? Açıklar mıdır? Örtü düşmanları mı? Bu mitingin sonuçlarından biri de 'açık olma halinin' birileri eliyle siyasallaştırıldığı ve bunun ilk adımının atıldığıydı ve doğrusu tek başına 'açık olma' durumundan ötürü bir sıkıntı yaşamamış, sistemin gadrine bir kez bile uğramamış, hatta rejimin yasaklarıyla mücadele ettiği için aynı rejim tarafından marjinalize edilmiş örtülü kadınlarla, ne özde ne de sözde hiçbir problemi olmayan bu kalabalıkları, 'örtü'nün karşısına, dindarlığın karşısına geçirme niyetinin halis olmadığını düşünüyorum.”1 Mayıs 2007 - Başörtülü kadınlar üzerinden siyaset kurmaktan vazgeçilmeliFatma K. Barbarosoğlu, Yeni Şafak’taki “Ateşinden ısınmadık lakin dumanından gözümüz kör” başlıklı yazısında şu görüşleri dile getirdi: “Siz! Yani saçlılar! Evet saçlılar! Türkiye'de başörtülüler var, başı açıklar var. Sorunları yok birbiriyle. Lakin bir saçlılar taifesi var ki, her pişen aştan onların saçı çıkıyor! Sözleriniz vardır söyleyecek. Öfkeniz vardır kusacak... Oysa biz! Yani başı örtülü diye her yerden sürgün olanlar… 1979 yılından beri, Türkiye İran olacak diye her vesile ile küfredilenler, irticacı diye horlananlar… Başımızı örttürecekler diye korku ticaretinden parsa toplamaya talip olanlar. Nasıl “yaşayamadığımızı” bir defa sadece bir defa hissedebilseydiniz. Sadece bir defa. Korkunun tohumlarına gübre niyetine kullanılmazdı yürekleriniz! Yoruldum artık. Büyük oyunu göre göre, ”tekinsiz kimliğin” küçük oyuncuları niyetine taşa topa tutulmaktan yoruldum... Demokrasi kültürünün oturması için başkalarının ev düzenini değil, kendi ev düzenimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Sosyal Demokratlar, AKP'nin aksayan taraflarını önce kendilerinde aramalı. Neden ayna olamıyoruz diye sormalı. Lokomotifin takıldığı noktada başörtülü kadınlar üzerinden siyaset

…Başörtüsü Raporu 2007… 71

Page 72:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

kurmaktan vazgeçilmediği sürece, “İrticayı beklerken” sendromu daima bizimle olacak. Oysa herkes biliyor! Başörtülüler bu hükümetin ateşinden ısınmadı lakin dumanından gözü çıkıyor işte.”1 Mayıs 2007 - Bazı sembolleri tehlike olarak göstermek toplumu yaralıyorAkif Emre, Yeni Şafak’taki “Sanal muhtırayı kim hackerledi?” başlıklı yazısında Genelkurmay’ın e-muhtırası hakkındaki görüşlerini şöyle ifade etti: “Bazı sembollerin tehlike olarak gösterilmesinin bu toplumun vicdanında ne türden bir yara açtığını hesaplayamayacak kadar topluma yabancı bu metni kaleme alanları kimin/neyin provoke ettiğini düşünmek zorundayız… Kutlu Doğum'u bu milletin varlığına karşı alternatif, tehdit olarak algılayan ifadeleri sahiplenmenin nasıl bir 'akıl tutulması'nın ürünü olduğunu birileri hatırlatmalı… Bir tür pagan görüntüsü vermeye başlayan kitleselleştirilmeye çalışılan çağdaşlık ritüelleriyle mi bu memleket var olacak? İktidar çekişmelerinin üstünde bu toplumun ortak kutsalı yok mu?”1 Mayıs 2007 - Başörtülü ikinci First Lady Dışişleri Bakanı Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilirse Hayrünisa Hanım da First Lady pâyesini alacak. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül cumhurbaşkanlığına aday gösterilince Türkiye’nin kronik tartışması yeniden alevlendi. Müstakbel First Lady Hayrünisa Hanım’ın başörtüsü, Çankaya yolunda nasıl bir ‘sorun’ teşkil edecekti? Bakan Gül, “Eşimin bireysel tercihidir, saygı gösterilmesi lazım.” dese de başörtüsünün Köşk için ‘engel’ olduğu iddia edildi bazı kesimlerce. Hatta birçok gazete ertesi gün “Başörtülü ilk First Lady Hayrünisa Gül” şeklinde lanse etti. Ancak görmezden gelinen bir şey vardı. Aslında cumhuriyet tarihinin ilk başörtülü First Lady’si Hayrünisa Gül değil, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün eşi Latife Hanım’dı. (Zaman)2 Mayıs 2007 – Başörtülü küçük kızları suçlu gibi deşifre ettilerMine Alpay Gün, Milli Gazete’deki “Ülke çocuklarını öcü gösteren bir darbe nedeni duydunuz mu hiç?” başlıklı yazısında e-muhtırayı eleştirdi: “İki cihanın güneşine hürmeten başlarına aldıkları örtü, hain kurtların kötü niyetlerine dolanmıştı. İşte aradığımız kötü kokulu yemeğin malzemesi buydu dercesine ellerini çırpmışlardı. Televizyonlar saatlerce küçük çocukların yakın çekim yüzlerini gösterdiler. Bir suçlu gibi deşifre ettiler... Şimdi madalyonu şöyle bir çevirin ve bale giysili çocukları ekranlarda teşhir edin, ne kadar çirkin bir davranış olduğunu görün. Bir de bu bale giysili çocukları ideolojik suçlu ilan edin. Olayın vahameti bu kadar büyük... Ülkenin kaosa uğramasından medet umanlar, mitinglerde halkın pankart sopaları ile iktidara ders verdiğini göğüslerini gererek yorumlamaktalar. Bu ülkede başörtüsü yasakları ve İmam hatip lisesinde okuyanların mağduriyetlerinin giderilmesi için de mitingler düzenlenmişti. Kimse sopa olarak algılamamıştı. Hatta Irak mitingi, hükümete karşı düzenlenmişti. O vakitte iktidar olmasalar da, iktidardan daha etkili kurumlar; bu mitinglerin mesajlarını hiç görmemiş ve duymamışlardı. Şimdi ne oldu ki, birdenbire halk toplantılarını böyle başat bir etken olarak görmeye başladılar.” 4 Mayıs 2007 - Başörtüsü “mağduriyeti” ABD raporunda ABD Uluslararası Dinî Özgürlükler Komisyonu (USCIRF), Türkiye'de Müslümanlar ve azınlık dini mensuplarının bir araya gelme ve ibadet etme özgürlüğünün anayasayla koruma altında bulunduğunu, ancak bazı alanlarda dinî özgürlüklerin tam olarak ifade edilmesine izin verilmediğini ileri sürdü. "Türban takan kadınların, kamu alanındaki işlerini kaybettiği, doktor, hukukçu, hemşire, öğretmen olamadığı, üniversitelere kayıt yaptıramadığı" ifade edilen raporda, "Türbanlı kadınlar Türkiye'de, üniversite eğitimiyle, kendi dinî ilkelerini uygulama arasında seçim yapmak zorunda." denildi. "Müslüman olarak ibadet eden veya karısı türbanlı olan ordu mensuplarının da 'disiplinsizlik' gerekçesiyle ihraç edildiği" belirtildi. "Ayrıca, karısı türbanlı bazı hükümet üyelerinin, resmî resepsiyonlara eşlerini getirmesine izin verilmediği" savunuldu.5 Mayıs 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu adına Özgür-der Geyve Temsilciliği tarafından yapılan 86’ncı eylemde, “Darbe ortamına karşı duruşumuzla birlikte ayrıca; komple bir program olarak topluma sunulmak istenen Türk Müslümanlığı olgusunun içerisinde barındırdığı tehlikelere de dikkat çekmek istiyoruz. Kendi kutsallarını bütün bir halkın kutsalı olmak zorunda imiş gibi halka sunulan bu sistem projesi de büyük bir aldatmacadır.” denildi. Kocaeli’de 107’inci, Ankara’da 65’inci, Van’da 36’ncı ve Akyazı’da 13’üncü eylem yapılırken; Başörtüsüne Özgürlük İzmir Platformu’nun Mayıs ayı basın açıklamasında grup sözcüsü Sıdıka Çetin muhtıraya verilen yanıtın yanında AKP hükümetinin de başörtüsü yasağını kaldırmaya yönelik çaba sarf etmemiş olması eleştirildi.6 Mayıs 2007 - Asıl rahatsız eden baş ve vücut örtüleri değil bu zalim yasaktırHayrettin Karaman, Yeni Şafak’taki “Başörtüsü ve sıkmabaş” başlıklı yazısında başörtüsüne yönelik eleştirileri yanıtladı: “Kadının örtüsünü "sıcak havada çuval gibi kalın manto", "başına geçirilmiş torba" şeklinde tasvir etmek, bunu yapanın iyi niyetli olmadığını gösterir. İslam dünyasında soğuk ve sıcak bölgeler var, mümin kadınlar bu yerlerde nasıl rahat edeceklerse öyle kıyafetlerle örtünürler; din onları çuvala sokmaz ve başlarına torba geçirmez. Türkiye'de de şehirde, köyde ve kırda kadınlarımız farklı elbiseler ve kumaşlar kullanarak hem örtünürler, hem de rahat ederler. Eğer bir vatandaş, örtünen kadınları rahatlatmak istiyorsa ve bunda samimi ise yapacağı şey, örtü yasağının kalkması için çaba sarf etmektir, kadınlarımızı asıl rahatsız eden baş ve vücut örtüleri değil bu zalim yasaktır... Laik bir ülkede olması gereken uygulama, kimsenin diğerine kendi inanç ve hayat tazını dayatmamasıdır. Birileri çıkıp da başörtüsünü "sıkmabaş ve sıkmamabaş" diye ikiye

…Başörtüsü Raporu 2007… 72

Page 73:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

ayırır, birini yasaklar, herkesin kendine uymasını isterlerse bunun sonu huzursuzluk, çatışma, bölünme olur.”6 Mayıs 2007 – “İrticanın Dibi Yoktur...”İlhan Selçuk, Cumhuriyet’teki Pencere adlı köşesinde, ABD’nin Türkiye’yi ılımlı bir İslam devletine dönüştürme projesini yürüttüğü yazısında, irticayı tanımlarken konuyu tesettürle ilişkilendirmeyi tercih etti. Selçuk, yazısında şu ifadeleri kullandı: “İslam kutsal bir dindir... Ama, ister ılımlısı olsun, ister radikali, "İslam Devleti Modeli"nin gerçek adı nedir?.. Tek sözcük: İrtica!.. Peki, irtica nedir?.. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad Tahran sokaklarında kadın avına çıkmıştı... O kadının başörtüsünden taşan saçı, bu kadının türbanından taşan perçemi tesettüre uygun muydu, değil miydi?.. İrtica budur!”7 Mayıs 2007 - CHP'li üyeden başörtülü gazeteciye hakaretKırşehirşehir'de Belediye Meclis toplantısını takip ederken "göz zevkimi bozuyorsun, çık dışarı" diye hakarete maruz kalan yerel Kırşehir Çınar Gazetesi muhabiri Fatma Alkan, CHP'li Belediye Meclis Üyesi Saadet Balcı'yı mahkemeye verdi. Fatma Alkan, CHP'li Saadet Balcı'nın daha önce de kendisine başörtüsünden dolayı hakaret ettiğini belirterek yaşananlardan duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Alkan yaşananları şöyle anlattı: "Belediye encümen toplantısı vardı. Haberi takip etmek için encümen salonuna girdiğimde Saadet Balcı bana başörtümü çıkarmamı ya da dışarı çıkmamı söyleyerek hakaret etti. Ben de meclis toplantısı başlamadığı için gerginlik yaşanmasın diye dışarı çıktım. Kapının önünde beklerken Kırşehir Belediye Başkanı Halim Çakır geldi. Ben tekrar içeri girince Saadet Balcı el kol işaretleri yaparak salonu terk etmemi istedi. Belediye Başkanı yaşanan tartışmaları duyunca duruma müdahale etti. Saadet Balcı hakarete varan sözler sarf edince diğer meclis üyeleri de duruma müdahale etti." Fatma Alkan başını siyasi bir amaçla değil inancından dolayı örttüğünü kaydederek, Saadet Balcı hakkında suç duyurusunda bulunduğunu belirtti. CHP'li Meclis Üyesi Saadet Balcı ise olayların çarpıtıldığını savundu. Zaman zaman kendisinin de başını kapattığını belirten Balcı, konuşmasını şöyle sürdürdü; “Ben örtüye karşı değilim. Türbana karşıyım. Belediye encümen salonu bir kamusal alandır.” (Zaman)6 Mayıs 2007 – “Baştaki bez parçası hükümeti indirebilir”Time dergisi birinci sayfadan “Türkiye'nin büyütülen cumhurbaşkanlığı krizi” anonsuyla Türkiye'deki gelişmelere tam dört sayfa ayırdı. Cumhuriyet mitinglerinden, eşi başörtülü bir cumhurbaşkanı adayını protesto edenlerin çekilmiş görüntülerini yayınlanan dergide başörtüsünün Türkiye'de etkisini anlatılırken, “küçük bir bez parçasının hükümeti indirebileceğine, demokratik kurumlarını ve laik geleneklerini krize sokabildiğine” dikkat çekildi. 7 Mayıs 2007 – “Türkiye'de asıl sorun türban değil”İngiliz Observer gazetesi dış haberler müdürü Peter Beaumont'un kaleme aldığı makalede Türkiye'deki tartışmanın gerçek nedeninin politik değil sosyal bir olgu olduğu belirtildi. Yazıda asıl sorunun “türban” değil, ilk kez orta sınıfa mensup dini inançlarına bağlı bir kesimi temsil edenlerin iktidar olmasının yarattığı farklılık korkusundan kaynaklandığı tespiti yapıldı.7 Mayıs 2007 – Bu kadınların bir günde başlarını açmalarını nasıl bekleyebiliriz?Akşam gazetesinde Nagehan Alçı'nın Prof. Çiğdem Kağıtçıbaşı ile yaptığı bir röportaj yayınlandı. Kuran'ı tümüyle günümüz toplumlarına uyarlayamayız. Türban moda esintisi olarak yayılıyor. Tehlikeli bir yayılma bu.” diyen Kağıtçıbaşı, “Türban takan ve profesyonel hayat içinde yer almak isteyen önemli sayıda kadın var, Bu kadınların bir günde başlarını açmalarını nasıl bekleyebiliriz?” sorusuna ise şöyle yanıt verdi: “Söylediğiniz doğru, çünkü ortada bir ikilem var. Kız çocuktan 7/8 yaşında kapatılıyor, imam hatiplerde başlarını açmadan eğitim görüyorlar. Sonra üniversiteye gelince bir anda başlarını açmaları bekleniyor. Bu tabii ki olmaz.”8 Mayıs 2007 – “Çözümü Kemalistler zorlaştırıyor”Radikal, Londra'da Arapça yayımlanan Kuds-ül Arabi gazetesi’nden Abdulvehhab el Efendi’nin makalesini yayınladı. Efendi, “Kemalistler, AKP'nin kadınları başörtüsü takmaya zorlamasından değil, halk üzerindeki tahakkümlerini kaybetmekten korkuyor. Oysa iradelerini dayatanlar, mücadeleden başka seçenek bırakmayarak çözümü zorlaştırır” dediği yazısında, orduyu “sanki silahlı bir siyasi parti” şeklinde niteledi. Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili olarak da şunları yazdı: “Ortak bir çözüm bulunmasındaki paradokslardan biri de, Kemalistlerin endişelerinin kendi haklarının ihlaliyle değil, başkaları üzerindeki tahakkümlerinin kaybolmasıyla ilgili olması. Kemalistlerin Abdullah Gül'e dair duyduğu endişe, Gül'ün Türk kadınlarına başörtüsünü dayatacak olmasından değil, eşinin başörtüsü takmasından kaynaklanıyor. Hiç kuşkusuz kendi iradesini başkalarına dayatarak huzur bulan taraf, hem kendisini hem de başkalarını mücadele dışında bir çözümü bulunmayan zor bir konuma koyuyor. Erdoğan ve ekibi görüldüğü gibi mücadele etmeyi seçti. Halk desteğine güveniyorlar. Kamuoyu anketleri de bu desteğin varlığını gösteriyor. Fakat bu durum mücadelenin tehlike barındırmadığı anlamına gelmez.”8 Mayıs 2007 – Kavakçı: Laiklik bize yaşama izni vermiyorMeclis'e başörtülü girdiği için vekilliği düşürülen ve vatandaşlıktan çıkarılan eski Fazilet Partisi milletvekili Merve Kavakçı, “Türk laikliği benim gibilere yaşama izni vermiyor” dedi. Kavakçı, Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi'nin, konferansına konuşmacı olarak katıldı. Kürsüye 'seçilmiş

…Başörtüsü Raporu 2007… 73

Page 74:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

olmasına karşın milletvekilliği elinden alınan eski TBMM üyesi' anonsuyla çağrılan Kavakçı, duayla başladığı konuşmasında, şunları kaydetti: "ABD'de laiklik, devlet ve kilisenin ayrılığı ilkesiyken, Türkiye'de laiklik devletin dine müdahalesidir. Türkiye 'din devleti kurulmaması' yönünde iyi bir iş yaptı, ama 'devlet dini1 kurulmasına yol açtı. 80 yıldır süren laik aşırılık, diğer aşırılıklar kadar tehlikelidir. Benim durumum Türkiye'de türbanlı kadınların yaşadığı sorunların küçük bir parçası. Türk laikliği benim gibilere yaşama izni vermiyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi bile adayların eşlerinin başörtüsüne odaklandırılıyor. İnsanlar 'Çankaya'da türban istemeyiz' diye sokaklara çıkıyor." (Radikal)8 Mayıs 2007 – Siyaset kadını keşfetti ama yasak sürüyorSeçimlerin yaklaşmasıyla birlikte siyasette kadın vekil sayısı bir kez daha gündeme gelirken, milyonlarca başörtülü kadının Meclis’te temsil edilememesi gerçeği de yeniden ortaya çıktı. Siyasi partiler, “"Her ilden bir kadın vekil," “Vitrin değil vizyon sahibi” “Laik-demokratik bağımsız Türkiye, ancak kadınlarla,” “Seçimi kadınlar kazanacak,” “Sadece seçen değil, karar veren, yöneten kadın” gibi sloganlarla daha çok kadının siyaset sahnesinde yer almasını istediklerini dile getirirlerken, tercih listelerinde başörtülü aday gösterip göstermeyecekleri konusundaki soruları cevaplamaktan kaçındılar.8 Mayıs 2007 – “AKP insanların kılık kıyafetine gizli gizli müdahale etti”Mehmet Tezkan, Vatan’da, “Kabul etmiyorlar ama, AKP insanların kılık kıyafetine gizli gizli müdahale etti” başlığıyla yayınladığı yazısında, AKP’nin atamalarda “başörtülü eş” kriteri getirdiğini iddia etti. AKP’nin Milli Görüş gömleğini çıkarmadığını söyleyen Tezkan, “AKP'nin merkez partisi olmak istediğini zannetmiyorum. Bakın Dışişleri Bakanı Gül, Newsweek dergisine demiş ki; “Ailemdeki tüm kadınlar baş örtüsü takmıyor. Ben kendi ailemdeki kadınlara baş örtüsü konusunda bir şey söylemezken neden diğerlerine bir şey söyleyeyim? Böyle bir şey yapmaya kalksam en başta ailemden tepki alırım.’ Bunlar güzel sözler.. Hoş yaklaşımlar.. Gül, dışarıya verdiği demeçte bunları söylüyor ama 4.5 yıldır uyguladıkları politika tam tersi. Bütün üst düzey atamalarda türban kriter oldu. Badem bıyık koşul oldu. Bilgi, beceri, yeterlilik ikinci planda tutuldu. Yani bizden anlayışı, bizden değil anlayışı etkili oldu. Bu, AKP'nin merkeze gelmek istemediğinin kanıtı değil mi?” görüşlerini savundu.8 Mayıs 2007 – Tipik bir Anadolu kadını gibi başını bağlamış...Serdar Turgut, Vatan’daki yazısında, Manisa’da düzenlenen Cumhuriyet mitinginden ekrana yansıyan bir görüntünün kendisini heyecanlandırdığını anlattı. Turgut, kendisini heyecanlandıran kareleri şöyle açıkladı: “Şimdi Türkiye'de bir türban tartışması var ya; kim dinci kim değili tartışıyor bazıları ya... Anadolu bu tür konulan çoktan çözmüş bitirmiş işi, bizim haberimiz bile yok. Fotoğraftaki kadın, tipik bir Anadolu kadını gibi başını bağlamış, elinde bayrağımız ile Atatürk resminin önünde gururla duruyor. Miting alanından canlı yayında bu kadın gibi yüzlercesi hep bir ağızdan Milli Marşımızı söyledi. Son derece duygulandırıcı bir sahneydi. Benim için modern Türk kadını budur. Bu kadınlar kendi kişiliklerinde müthiş bir sentezi gerçekleştirmiş durumdadırlar. Atatürkçü Türkiye'nin değerleriyle, dini ve geleneksel değerlerimiz, bu kadınların kişiliğinde senteze uğramış, ortaya müthiş bir vatandaş türü çıkmıştır.”10 Mayıs 2007 - Başörtüsü hasım sayılıyorsa, bu küfrün bombardımanıdır Atilla Yaramış, Milli Gazete’deki “CHP görevini yapıyor” başlıklı yazısında CHP’li Saadet Balcı’nın başörtülü basın mensubuna “Göz zevkimi bozuyor” demesini eleştirdi: “Bir insanın göz zevkini bozacak kadar, başörtüsü hasım sayılıyorsa, bu vatan, görünenden çok daha fazla küfrün bombardımanı altında kalmış demektir. Ne kötü ki başörtüsüne bu denli karşı olanlar, boyalı dudak ve tırnaklarıyla, dekolte elbiseleriyle meydanlarda “cumhuriyet”e sahip çıkanlardır. Oysa Milli Mücadele’de cephelere silah taşıyan annelerimiz, terlerini başlarındaki yazmalarıyla siliyordu.”11 Mayıs 2007 – “Başörtüm başımı örtüyor beynimi değil”Dünyanın önde gelen iktisat dergilerinden İngiliz The Economist'te, islam dünyasında başörtüsünü konu alan Müslümanlar ve Başörtüsü adlı bir makale yayımlandı. Makalede Cumhurbaşkanlığı adaylığıyla gündeme gelen Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrunnisa Gül'ün de görüşleri yer aldı. Değerlendirme yazısında, Hayrünnisa Gül'ün, "Başörtüm başımı örtüyor, beynimi değil. Ben modern bir kadınım. Arabayla Abdullah'ı işe, çocukları da okula götürürdüm. Dolayısıyla kadınların araba kullanamadığı bir ülkede yaşamayı hayal edemem" sözlerine yer veren dergide Gül'ün Taliban tipi katı bir rejimi benimsemediği görüşü ifade edildi. Bununla beraber makalede, Türkiye'de Hayrünnisa Gül'ün giyim tarzından kaynaklanan somut bir tartışma yaşandığı vurgusu da yapıldı. Cumhurbaşkanlığı Konutu'nda başörtülü bir cumhurbaşkanı eşi fikrinin Türkiye'de bazı vatandaşları memnun ederken bazıları tarafından ise hoş karşılanmadığı görüşü belirtildi. 11 Mayıs 2007 - Muhtıranın sebebi Gül’ün eşinin başörtüsü değildiBekir Berat Özipek, Star’daki “27 Nisan Süreci’ni nasıl okumalı?” başlıklı köşe yazısında 27 Nisan muhtırasını değerlendirdi: “27 Nisan gecesi, Türkiye demokrasisi son on yılın en ölümcül darbesini aldı. Siyasetin taşları yerinden oynadı, hukuk tahrip edildi... Eskiden her darbe ve muhtıra, kendisini haklı gösterecek mazeretler üretirdi... Ancak bu sefer gerçekten ortada kullanılabilecek hiçbir malzeme yoktu. Hükümet, onların ‘irticaya taviz’ diyebileceği hiç ama hiçbir şey yapmamıştı. Başörtüsü sorununu çözmemiş, katsayı adaletsizliğini giderememiş, hatta ‘gerginlik çıkmasın’ diye milletvekilleri ve bakanlar, eşsiz çağrıldıkları kokteyllere gitme tuhaflığını bile göstermişlerdi... 27

…Başörtüsü Raporu 2007… 74

Page 75:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Nisan’da da sorun ‘hükümetin irticaya taviz vermesi’ falan değildi. Egemen bir zümrenin, kendi sınıfsal çıkarlarını tehdit edebilecek bir demokratik süreci baltalama çabasıydı ve bu yapıldı. Sorun Gül’ün eşinin başörtüsü değildi... 27 Nisan ‘merkez’deki ayrıcalıklı zümrenin, sahip olduğu ekonomik gücü, makam ve mevkileri, dezavantajlı çoğunluğu oluşturan ‘çevre’yle paylaşmamak için demokrasiyi kurban etmesinden ibarettir.”11 Mayıs 2007 – Çarşaflara dolanıp ilahiler okumak, küçücük kızlara "vahiy" olarak mı inmiştir?Mine G. Kırıkkanat, Vatan’da yayınlanan köşe yazısında, hükümette dört buçuk yılını dolduran AKP’nin İslamcı bir parti olduğunu savunurken, görüşlerini şu ifadelerle desteklemeye çalıştı: “ABD'ullah, bulmuş elin İngiliz'ini, tabii ki Financial Times'a sorar, “onlara İslami yaşam tarzı empoze edilen tek örnek var mı” diye. Onlar dediği biziz ve sormaya cesareti olsa, istediği örneği, tek değil yüzlercesiyle katlar veririz eline: 23 Nisan'da çarşaflara dolanıp ilahiler okumak, küçücük kızlara "vahiy" olarak mı inmiştir? Dokuz yaşındaki kızların evlendirilmesi vaazları, İSKİ gişelerinde harem ve selam kuyruklan, tesettür plajları, kadın parkları.. yurt çapında sistemli, bilinçli, sinsi bir empozisyon sonucu değil de nedir? Borsa emisyonu mu?”12 Mayıs 2007 - Başını örtmeyi tercih edenleri yok mu sayacağız?Ayşe Böhürler, Yeni Şafak’taki “Türk kadını rejimi kime karşı koruyacak!” başlıklı yazısında başörtüil kadınlara ayrımcılık yapanları gündeme aldı: “Dünyanın en saygın üniversitelerinden birisinde LSE'de mastırını yapmış birini başını örtmeyi tercih etmiş diye yok mu sayacağız... Tanımadan önyargılarımızla paketleyip sınıfsal bir değerlendirme içinde rejimi tehdit edenler arasına mı iteceğiz onları. Görüntü kirliliği algısı içinde “ne var canım başlarını açıversinler olur biter” tarzı tabiri caizse mahalleli üslubu ile mi tartışacağız siyaseti. (Bir okuyucum bana diyor ki; kendini modern diye nasıl tanımlayabilirsin önce aynaya bak). Bu cümleleri ne yazık ki Türkiye'nin en saygın insanlarından duyuyorum.”12 Mayıs 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu 87. Başörtüsü eyleminde; 27 Nisan sonrası ülke gündemine ilişkin açıklamalarda bulundu. Süreç içerisinde üniformalı-sivil bürokrasinin, siyasi partilerin, TÜSİAD’ın ve Danıştay Başkanının açıklamaları ve düzenlenen Cumhuriyet Mitinglerinin arka planına değinilerek, platformunun tevhid ve adalet eksenli hak ve özgürlükler için sesini yükseltmeye devam edeceği vurgulandı. Kocaeli’de İnanç Özgürlüğü Platformu çağrısını 108’inci kez meydanlara taşıdı. Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu 66’ncı açıklamasında “Yeni nesil, üniversite kapılarının başörtülülere açık olduğu günleri hatırlamıyor bile. Ancak geçen yıllar, bizim başörtüsü mücadelemizi azaltmaya yetmedi. Çünkü biz, başörtülerimizi yasaklarla, baskılarla, emirlerle örtmedik. Ve hiçbir yasak, hiçbir baskı, hiçbir emir bizi ondan vazgeçiremeyecektir.” denildi. Van’da 37’nci, Akyazı’da ise 14. eylemle başörtüsüne özgürlük mücadelesi devam etti. Van Başörtüsüne Özgürlük Platformu’nun açıklamasında başörtüsü zulmüne direnmenin yanı sıra orduyu göreve çağıran zihniyetin teşhir edilmesinin önemi de vurgulandı.14 Mayıs 2007 – Başörtüsü düşmanları İslamofobia üretiyorYasin Aktay, Yeni Şafak’taki “Laik duyarlılık değil, düpedüz İslamofobia” başlıklı yazısında korkularını siyasete alet eden laik kesimi eleştirdi: “İslamofobia tıpkı diğer korkmacı veya korkutmacı söylemler gibi bir insanlık suçudur... Başörtüsü, kim ne derse desin, İslam'ın metinlerinde de nasıl geçiyor olursa olsun, küresel dünyada da artık Müslümanları temsil eden en vazgeçilmez simgelerden kabul ediliyor. Başörtüsü aleyhine her türlü düzenlemenin bir İslam düşmanlığı olarak algılandığı noktasında neredeyse hiç kimsede bir kuşku kalmamıştır. O yüzden başörtüsüne karşı çıkanlar neredeyse açıkça Müslüman düşmanı sayılmayı göze almış olarak yapıyorlar bunu. Bizde ise “laik duyarlılık” adı altında her geçen gün İslam'ın en olağan söylemleri ve tezahürleri açıkça bir korku unsuru olarak sunuluyor. Korkular, azılı bir düşman tahayyülü yaratıyor. Düşman imgesi ise korkuları daha da artırıyor. Sonuçta İslam'ın en doğal simgeleri bir korku ve düşmanlık konusu haline gelerek, Türkiye'nin içinde garip bir İslamofobia üretiyor. “Başörtülülerin istihdamından” geçtik, “istihdam edilenlerin eşlerinin başörtülü olup olmadığının” sorgulanmasının laik duyarlılıkla ne alakası var? Bu düpedüz İslam düşmanlığıdır ve bu ülkede sergileniyor.”15 Mayıs 2007 - “Başını örtmek istiyorsa okula gidemeyecek” Fadime Özkan'ın, Star Gazetesi için Türkan Saylan'la yaptığı röportaj “Türbanlılar okuyamıyor da ben asker olabiliyor muyum” başlığı ile yayınlandı. Röportajdan çarpıcı ifadeler: “Atatürk'ün, laik cumhuriyetin çocukları olarak biz türbanın belli yerlerde siyasal simge olarak kullanılmasını kabul etmiyoruz. Bu yasal bir tavırdır... Başörtülü kadınlarla türbanlıları aynı kefeye koyamazsınız. Türban siyasal İslamcı bir davranıştır. 80'den sonra belli bir kadın vaiz ortaya çıkmış, kadınları ikna etmeye başlamıştır. Türban modamsı bir şey. Başörtülü kadınlara karşı değiliz. Anadolu'da analarımız, babaannelerimiz de başörtülü. Biz cumhuriyet kadını olarak yetiştik. Hiçbir örtülü anne de kızının örtünerek okumasından yana değildir... Ben kızların özgürlüğüne bir şey demiyorum. Erkekler nasıl kravatlı olduysa onlar da çağa uymak zorundalar. Size garanti veriyorum, bizim okuttuğumuz kızlarımızın hiç birisinin anne-babası kızının örtülü olmasını istemez...” 16 Mayıs 2007 - Tesettür sorunuyla ilgili ders aldınız, başınız belada demektirAli Bayramoğlu, Yeni Şafak’taki “Atatürkçü olmayana diploma yok” başlıklı yazısında YÖK’ün Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliği'nde yaptığı değişikliğe dikkat çekti: “Önce

…Başörtüsü Raporu 2007… 75

Page 76:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

yapılan değişikliğe göz atalım...“Yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarında öğrenim gören öğrencilerin programlarında; programın müfredatı ile ilgisi olmayan ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın Temel İlkeleri ile 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 4'üncü ve 5'inci maddelerinde belirtilen amaç ve ilkelerine aykırı dersler bulunması halinde, alınan diplomalara denklik verilmez…” Türk üniversitelerini “garnizon” haline getiren, 12 Eylül'ün “askeri cumhuriyet modeli”nin özünü yansıtan hükümlerin önde gelenleridir, YÖK Yasası'nın 4. ve 5. maddeleri… Yurt dışında, diyelim Nakşibendilik hakkında, diyelim Kürt sorunu üzerine, diyelim tesettür sorunuyla ilgili bir ders aldığınız, aldınız derste resmi görüşlere uymayan bir çalışma yaptınız, başınız belada demektir…”16 Mayıs 2007 – Çağdaş Türk kadını başörtüsünü, yemeniyi, yazmayı, eşarbı sever ve başına takarHikmet Çetinkaya, Cumhuriyet’teki yazısında Tandoğan, Çağlayan ve Gündoğdu’da düzenlenen Cumhuriyet mitinglerinin Türkiye’nin batıdaki imajını değiştirdiğini iddia etti. “Bugüne dek Türkiye'de çekilen sözde belgesellerde kara çarşaflı, sıkmabaşlı kadınlar, şalvarlı, takkeli, eli tespihli erkekler görülürdü...” diyen Çetinkaya, son mitinglerle “çağdaş Türk kadını” fotoğrafının öne çıktığını yazdı. Çetinkaya, yazısının devamında şunları ifade etti: “Çağdaş Türk kadını başörtüsünü, yemeniyi, yazmayı, eşarbı sever ve başına takar! Kimse de buna bir şey demez! Siyasal İslamın simgesi olan "sıkmabaş" değildir bu örtünme yöntemi. Bursa'nın ipek eşarpları, Anadolu'da genç kızlarımızın çeyiz sandıklarında sakladıkları oyalı yazmaları, yemenileri çağdaşlığın simgesidir. Onun için hiç kimse sapla samanı karıştırmasın!”16 Mayıs 2007 - Başörtülü kadınların nasıl olup da Cumhuriyet'i tehdit ediyor?Nihal B. Karaca, Zaman’daki “Cumhuriyet, kendine yakışanı giymek demek değildir” başlıklı yazısında Cumhuriyet mitingleriyle ilgili görüşlerini açıkladı: “Eğer başörtüsü, şimdi tel'in edilen hükümetin yetkin ağızlarından biri olan Mehmet Ali Şahin'in de dediği gibi, halkın %1,5'inin sorunu ise yapılan anketler de zaten başörtüsü takma oranının giderek düştüğünü gösteriyorsa, başörtülü kadınların nasıl olup da Cumhuriyet'i tehdit etmekte olduğu hâlâ izaha muhtaçtır. Mesele, Sabih Kanadoğlu kuşağının zihnindeki pilili etekli, karpuz kollu, beyaz bluzlü, cici tahsilli Türk kızı (Filiz Akın modeli) imajının yerinin başörtülü bakan eşlerinin katıldığı uluslararası resepsiyonlar dolayısıyla bir parça buğulanmasından ibaret olsa gerektir. Bugün 'ulusumuzun bağımsızlığı', 'AB'ye hayır' sloganlarının 'laiklik' ekseninde hizalanmasını bir 'aydınlanma' olarak görenlerle, bundan üç dört yıl önce, Başbakan ve bakanların Batılı ülkelerdeki davetlere başörtülü eşleri ile birlikte katılmasından fena halde rahatsız olanların, (ayy bizi rezil ediyorlar'cıların) aynı kimseler olması, meseleyi büyük ölçüde izah eder kanaatindeyim.”16 Mayıs 2007 – Türk laikliği dindarlığın kamusal alanda görünür kılınmamasını istiyorRadikal’de, İsmail Özcan imzalı bir makalede laik-antilaik ayrımının Türkiye’ye enerji kaybettirdiği ifade edildi: “Çağdaş hiçbir laiklik yorumunda, vatandaşın kamusal alanlara hangi kıyafetle girip giremeyeceğinin bir kriteri yoktur. Çağdaş laik hiçbir ülkede laiklik Türkiye'de olduğu kadar dindarların başı üzerinde Demokles'in kılıcı gibi bir tehdit aracı olarak gezdirilmez... Laiklik, inanç özgürlüğü kadar inancın dışavurumu ve yaşanması olan dindarlığın da güvencesidir. Bu sistemde isteyen, kimseye din ve dindarlık empoze etmeden dilediği kadar dindar olabilir. Giyimini, kuşamını, yaşam tarzım düzenleyebilir. Ama Türk laikliği, böyle bir dindarlığın evin veya caminin dört duvarı arasına hapsedilmesini, kamusal alanda görünür kılınmamasını istiyor. Laik aydınlar, Türkiye'nin toplumsal barış ve uzlaşmasını imkânsız kılan katı, dayatmacı, alternatif bir din haline getirdikleri laiklik anlayışlarında en küçük bir esnemeye, özüne uygun bir rötuşa razı olmamışlardır.”16 Mayıs 2007 – Yırtmaçlı etek giyen başörtülü kadınlar da bu "Batılı" kimliklerini savunuyorMilliyet gazetesi köşe yazarlarından Ece Temelkuran ‘Medeni Müslüman’ başlıklı yazısında “Elbette zorunlu din dersini getiren darbeyle, sonra da dindarları rol model haline getiren Özal dönemiyle birlikte başlayan, AKP iktidarıyla tavan yapan bir süreçte memleketin dini yaşama biçimi Müslümanlığın kıvamı bozuldu. Birileri kendini "daha Müslüman" ilan edince diğerleri de geri kalmak istemedi. Sokaklardaki tutuculaşma böyle yayıldı. Bütün bu sürecin yaptığı şey şuydu: Benim günahım başkasının da meselesi oldu... Şimdi oruç tutmayan çocukları öldüresiye döven başka bir kıvam hâkim.” diye yazdıktan sonra bu kıvamdan başörtülü kadınların da rahatsız olduğunu şu şekilde ifade etti: “Üstelik bu kıvamdan sadece laikliği savunmak için mitinglere katılanlar değil, başörtülü kadınlar, mütedeyyinler de rahatsız. Parklarda öpüşen, yırtmaçlı etek giyen, pür makyaj dolaşan genç, başörtülü kadınlar da aslında farkında olmadan bu "Batılı" kimliklerini savunuyor hayat biçimleriyle.”16 Mayıs 2007 – Türban meselesini Türkiye, gündeminden atmalıdırSerdar Turgut, Akşam’daki başyazısında, seçimlerin en önemli gündem maddelerini “fakirlik, eğitim, sağlık, türban” şeklinde sıralarken, “Türban meselesini Türkiye, gündeminden atmalıdır. Ama siyaset, değerler çatışması üzerinden yapıldığı vakit gerçek temellerine oturmuyor. Türkiye bu yüzden işsizliği, üniversite kurslarından bunalan çocukların meselelerim, üretimden çekilerek kaybolan KOBİ'lerini konuşamıyor” görüşlerine yer verdi. Çözüm konusunda siyasi parti liderlerinin sözlerini aktaran Turgut, yazısını şu cümlelerle tamamladı: “toplumsal uzlaşma zemini zaten var. Mesele, biraz iyi niyet ve karşılıklı güven ortaya konularak ve çatışmadan beslenen unsurları devre dışı bırakarak çözülebilecek gibi görünüyor.”

…Başörtüsü Raporu 2007… 76

Page 77:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

16 Mayıs 2007 – Baş örtülü devlet korkusuReferans’taki “Baş örtülü devlet korkusu” yazısında “Türk toplumu kendi hayatını değil Batı hayatını yaşamaya zorlanmış bir toplumdur. Batı demokrasisini, yaşamın doğal seyri içinde kendileştirerek, kendi doğal mecrasında yaşamamıştır. Fesi atıp şapka giydiği zaman modern olduğu sanısı onu, "Nasıl modern olunur" sorusunu sormaktan alıkoymuştur. Batılı görüntü anti-modern yaşam tarzının üstünü örtmüştür.” diyen Nabi Yağcı, demokrasi ve başörtüsü sorunu hakkında şunları yazdı: “Demokrasi bir biçim değil, yaşam tarzıdır. Bir yaşam tara olarak demokrasi, kendi doğal seyri içinde gelişmiyor, başkasının hayatını yaşamak gibi duruyorsa var olan bu demokrasi için söylenecek en fazla şey bunun biçimsel demokrasi olduğudur... Bizim demokrasimiz baş örtülü bireysel bir tercihe parlamentoya kadar izin verebilmektedir ama cumhurbaşkanlığına kadar değil. Başbakan'ın eşi baş örtülü olabiliyor da cumhurbaşkanının değil. Bu çelişki demokrasimizdeki damar tıkanıklığının nedeni değil ama esaslı bir göstergesidir… Devlet başını örtmemelidir, ben de buna katılırım ama devletin başını örtmesine karşı olmakla başını örten birinin devlet başında olmasına karşı olma, buna İzin vermeme anlayışı arasındaki tezadı, yanlışı görememek veya laiklik arayışımızdaki bu çarpıklık bizim demokrasi geleneğimizdeki kronik damar tıkanıklığının temel nedenidir.”17 Mayıs 2007 – YÖK'ten yurtdışı denkliğine yeni bir kriter!YÖK, yurtdışındaki üniversite mezunlarının diplomalarının tanınması için belirlediği kuralları genişletti. Yeni yönetmeliğe göre, “Atatürk milliyetçiliği, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık” amaçlarına “aykırı” derslerin bulunduğu üniversitelerin mezunlarına diploma denkliği verilmeyecek. Yeni ihdas edilen bu uygulamanın, özellikle başörtüsü yasağından ötürü yurtdışındaki üniversitelerde öğrenim görmek durumunda kalan öğrencileri hedef aldığı belliydi. Bir YÖK yetkilisinin açıklamaları da bu görüşü destekler mahiyetteydi: “Dışarıda eğitim almış öğrencinin programı ile Türkiye'de aynı program için verilen diplomada bir fark olmadığı sürece denklik verilecek. Ancak, mühendislik eğitimi almış; bakıyorsunuz aldığı dersler arasında İslam dersi de var. Bilgisayar mühendisliği dersine biri şeriat dersi koyuyorsa bu ilahiyat, imam hatip değil. Benim mühendislik programımla şeriatın hiçbir ilgisi yok. Mühendislik bölümü sosyal bilim alanı da değil. Bu bizim mühendislik programlarımıza uygun olmayacağı için denklik verilmez. Reddedilen denklik, program uyuşmazlığından kaynaklanacak.”18 Mayıs 2007 – “Böyle örtünün!”Vatan gazetesinde köşe yazarlığı yapan Ruhat Mengi, siyasi partilerin dini istismar etmediği takdirde “üniversitede "dini simge" yasağı da, orduevlerine dini simge sayılan başörtüsüyle (şimdi daha çok türban) girilmemesi de sorun olmazdı.” dedi. Mengi “Bugün bazı üniversitelerde saçını şapka ile örten genç kızlar okuyor. Aynı şekilde orduevlerine de bir şapka ile girilebilir. Devletle kavga etmek istenmiyorsa çözüm bulunabilir.” diyerek devam ettiği yazısında sözü İran’a getirdi. “İki gün önce basında "İran'da son 1 ay içinde 17 bin kadını şeriata uygun giyinmedikleri için uyaran ahlâk polisi şimdi de mağazalara kadınların nasıl örtünmesi gerektiğini gösteren şeriat mankenleri yerleştirdi" haberleri çıktı. Mankenlerin üzerinde "gerçek örtünme böyle olur , "Kadınlar bu şekilde örtünmelidir" yazıyormuş… Türkiye'de siyasi İslâm tümüyle geçit bulsa (meselâ laiklik olmasa) acaba içindeki çok miktarda "İran devrimi hayranı İslamcı" hangi noktada "yeter" der ve durur? Türban yeter mi, İran'da bugün beğenilmeyen tesettür yeter mi, yoksa son olarak vitrinlere koyduktan çarşaf modeline kadar varır mı iş? “İnancıma göre ben de çarşafla kamusal alanda olabilmeliyim” diyenler de haklı olmaz mı? Sonunda Taliban dönemi burkasına varır mı? Haydi düşünelim birlikte... Bu gidişle gelişecek baskıyı da düşünelim. Biraz daha zamanımız var nasılsa!”19 Mayıs 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu 88’nci eyleminde “Ahmet Necdet Sezer, nöbetin bitti!.. Evine dön!” çağrısı yaptı. 109’uncu başörtüsüne özgürlük eyleminde Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu “Cumhuriyet” mitingleri, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanan gelişmeler, CHP’nin borazanlığı, muhtıra ve Anayasa Mahkemesi kararı ülkedeki hukuk, demokrasi anlayışını tüm çıplaklığıyla halkın gözleri önüne serdi. Demokrasi geçidinde halk, dayatmacının elinde tek tipçilik, dayatmacılık, faşistlik bıçağını yakaladı.” mesajı verdi. Ankara’daki 67’nci eylemde “Bizler başlarımızı “inancımız gereği” örtüyoruz. Kimse kendi inanç ve dünya görüşünü bize dayatmasın.” denildi. Van Başörtüsüne Özgürlük Platformu eylemlerine 38’nci “başörtüsüne özgürlük” çağrısıyla devam etti. Akyazı’da ise 15’inci basın açıklaması yapıldı.20 Mayıs 2007 – “Din kimin tekelinde?”Türkan Saylan’ın umrede örtünmüş halde bir fotoğrafının yayınlanmasıyla ilgili bir yazan Ruhat Mengi, “Neden gerek duyuldu buna?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Saylan laik demokratik Cumhuriyet rejimini, çağdaş eğitimi ve yaşamı savunuyor diye... Hep aynı anlayışın, propagandanın sürdüğünü gösteriyor bunlar: Rejime saygılıysanız veya günlük yaşamınızda tesettürlü değilseniz Müslümanlığınız makbul değildir. Dua ederken, camide, umrede, hacda örtünmenizi birileri "yeterli" bulmuyor, sizi de yeterine» Müslüman saymıyordur. Birileri Müslümanlığı kendi tekelinde zannetmektedir çünkü... "Dinin bir partiye ve onun destekçilerine tapulu olduğu", kolay etkilenen, söylenenleri irdelemeyen, üzerinde düşünmeyen beyinlere bugüne kadar kazınmıştır çünkü... Oysa dünyanın parmakla gösterilen tek özgür, laik, demokratik Müslüman çoğunluklu ülkesinde insanların özel alanlarında nasıl giyindiğine, dini nasıl uyguladığına veya neye inandığına hiç kimsenin karışma, eleştirme hakkı yoktur. Zaten laiklik de bunu sağlamaktadır. Baskı yaratılmamasını.”

…Başörtüsü Raporu 2007… 77

Page 78:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

20 Mayıs 2007 – Türban yerine baş örtüsünü kullansalar sorun bitecekVatan yazarlarından Mehmet Tezkan, başörtüsünün Türkiye’nin en önemli sorunu olmadığı iddiasıyla başladığı yazısında, başörtüsü ve türban arasında ayrım olduğunu savunmak için şu görüşleri ileri sürdü: “Anadolu kadını baş örtüsü takar.. Baş örtüsü kullanması gelenektir. Özellikle kentlerde ortaya çıkan AKP'li kadınların tercih ettiği türban ise simgedir. Gelenek olduğu için değil. Simge olduğu için takılır. Danıştay da, Anayasa Mahkemesi de, hatta A1HM de simge olduğuna karar verdi. Siyasal İslam'ın simgesi. İşte fark bu kadar büyük. Bu yüzden AKP'li kadınlar, türban taksalar da türban sözünü ağzına almıyor. Baş örtüsü demeyi tercih ediyorlar. Abdullah Gül'ün yaptığı gibi. Peki bu bir taktik mi? Evet. Anadolu kadınını yanlarına alabilmek için. Çünkü Anadolu kadını bu farkı bilmiyor. Kendisi başını neden örtüyorsa, kendisinden oy isteyenlerin de aynı amaçla örttüğünü zannediyor. Türbana karşı çıkanlara bu nedenle kızıyor. Kendi baş örtüsünün hedef alındığını zannediyor. Kimse de çıkıp fark anlatmıyor. Biz türbana karşıyız, baş örtüsüne değil demiyor. Aslında mesele basit. Türbanın yerine baş örtüsünü tercih etseler... Anadolu kadınının geleneksel örtüsünü kullansalar… Başlar bu şekilde örtülse sorun bitecek.”24 Mayıs 2007 - Af Örgütü'nden başörtüsü eleştirisi Merkezi Londra'da bulunan muteber insan hakları kuruluşlarından Uluslararası Af Örgütü (UAÖ), başörtüsünü yasaklayan Türkiye ve Fransa'yı eleştirdi. Genel sekreter Irene Zübeyde Khan tarafından yazılan raporun önsözünde devletin görevinin kadınların "tercih hürriyetini" sınırlandırmak değil, korumak olduğu vurgulandı. Kadınları başlarını örtmeye zorlayan İran ve Suudi Arabistan kadar kadınların başlarını açmaya mecbur eden Türkiye ve Fransa'yı da tenkit eden UAÖ'nün ilk Müslüman genel sekreteri, başörtüsü meselesinin kültürlerarası mücadelenin ana unsurlarından biri haline getirildiğine dikkat çekti. Batılı liderleri de sert şekilde suçlayan UAÖ, "bir parça bezin sosyal uyuma engel teşkil ettiğini" iddia eden Batılı siyasetçi ve aydınları "aptallık" yapmakla itham etti. İfade ve dinî hürriyetler çerçevesinde kadınların ne giyeceklerine kendilerinin karar vermesi gerektiğine işaret eden rapor, devlet ve dinî liderlerin her kadının bu seçimi bir baskı olmadan kendi hür iradesi ile yapma imkanı hazırlaması gerektiğine işaret etti. (Zaman)25 Mayıs 2007 – Başörtüsü özgürlüğüne destek işinden ettiProf. Dr. Ahmet Ağırakça, başörtü mağduru olan kız öğrencilerin aileleri ve yakınları tarafından kurulan bir dernek olan Özgür-Der’e, “Hayırlı olsun. Hayırlı bir teşebbüs” dediği için YÖK tarafından ‘bir daha mesleğe dönmemek’ üzere üniversiteden ihraç edildi. Prof. Dr. Ahmet Ağırakça, Necla Arat'ın doçentlik tezinin çalıntı olduğunun İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Akademik Kurulu’nda Prof. Dr. Nihat Keklik tarafından belgeleriyle ispatlandığını ve 1 yıl fakülteden uzaklaştırma cezası aldığı halde geri döndüğünü hatırlatarak, “Necla Arat, daha sonra bir çalıntı daha yaptı. Necla Arat bugün üniversitede, ama bendeniz fikir özgürlüğü kurbanı oldum. Bunu bütün alem duysun. Hırsız öğretim üyeleri içeri ama bendeniz dışarı edildim. Hiçbir suçum olmadığı halde. Ama onurluyum ben düşüncemden dolayı atıldım; onlar ise ilim hırsızlığı ile suçlanıyor” dedi. (Vakit)25 Mayıs 2007 – Laik sınıf arkadaşları yüzlerine tükürmekten çekinmediRadikal’de, Maureen Freely imzasıyla yayınlanan bir makalede, “laik kadınlarla” “İslamcı kadınlar” arasında bir ayrışma yaşandığını belirtilirken, ilginç bir de anektod aktarıldı: “Türkiye'deki kadın profesörlerin oranı 1990'lann ortalarında dünyanın birçok bölgesinden yüksekti; tam da bu yıllarda iktidardaki İslamcı parti başı kapalı kadınları, genelde laikliğin en kutsal kurumlan addedilen üniversitelere göndermek gibi parlak bir fikirle ortaya çıktı. Laik sınıf arkadaşları bu kadınların görüntülerinden o kadar rahatsız oldu ki, yüzlerine tükürmekten çekinmedi. Bu rivayet falan da değil, kendi gözlerimle gördüğüm bir şey... ” 25 Mayıs 2007 – “Örtünme Konusu”Cumhuriyet’te Prof. Dr. Ahmet F. Akyüz imzasıyla çıkan bir makalede, Kur’an’da başörtüsü konusunda herhangi bir emrin yer almadığı ifade edilerek şu iddialara yer verildi: “Esasen Kuran'ın tercümesini okuyan herkes böyle bir emrin Kuran'da yer almadığını anlayabilir... Arabistan'da yaygın olarak başörtüsü kullanılmasının nedeni, saçların kurulanmasına karşı önlemdir... Başörtüsü kullanmanın, istendiği yerde istendiği şekilde kullanılmasının inanç özgürlüğü uygulamasının gereksinimi olduğunu iddia etmek akıldışı bir önyargıdır, ister inanç ister düşünce özgürlüğü nün uygulamasının sınırsız olduğu kabul edilemez. Sokakta dolaşırken hatta evimiz de dahil, yalnız olmadığımız zaman uymak zorun da olduğumuz giyim kuralları vardır. Bu yerlerde iç çamaşırı ile veya tamamen çıplak dolaşmak olanaksızdır. Toplumsal alanlarda, örneğin okullarda veya hastanelerde kadınların çarşaflı ve peçeli, erkeklerin kar maskeleri ile dolaşması, inanç özgürlüğü dayatması ile kabul edilebilir davranışlar olabilir mi?... Birkaç nesil sonra baş örtmenin bilgisizlik simgesi olarak anılabileceğini de düşünmemiz gerekir.”26 Mayıs 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu 89’uncu özgürlük eyleminde; iktidar seçkinleri olarak nitelenenlerin haksız ve hukuksuz uygulamalarına, laiklik adı altında din düşmanlığı yaptıklarına değinildi. Kocaeli’deki 110’uncu eylemde “Halkın yönetime katılımını hazmedemeyen güçler Anayasa’yı amuda kaldırmak yetmediği zaman hukuka künde attırıp demokrasiyi tuş ediveriyorlar. Her 10 yılda bir bu sahneyi sıkıcı tekrarı ile tekrar izlemek zorunda mıyız?” sorusu soruldu. Ankara’da

…Başörtüsü Raporu 2007… 78

Page 79:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

68’inci eylem yapılırken, Van’daki 39’uncu eylemde yasakçılar eleştirildi. Akyazı, başörtüsüne özgürlük mücadelesine 16’ncı açıklamasıyla devam etti.26 Mayıs 2007 - Kafalarına baş örtüsü takanlar ve kafalarını baş örtüsüne takanların 'savaşı'.... Hasan Karakaya, Vakit Gazetesi’ndeki yazısında şu görüşleri dile getirdi: “Malûm; bu ülkede “iki çeşit insan” var: “Kafalarına başörtüsü takanlar!.. Kafalarını başörtüsüne takanlar!” İşte, “kafalarını başörtüsüne takanlar”dan bazıları; hiç utanıp sıkılmadan şunu söyleyebildiler: “Emine hanımın başı kapalı!.. Hayrünnisa hanımın başı kapalı!.. Münevver hanımın da başı kapalı!.. Devletin en tepesindeki üç ismin eşlerinin başörtülü olması, Türkiye gerçeğini yansıtmıyor!.. Ne yani, Türkiye’deki bütün hanımların başı kapalı mı?” İsminde “halk” olmasına rağmen, “halktan kopuklar”ın partisi CHP’nin bu argümanı, “halk” tarafından anında çürütüldü!.. Halk dedi ki; “Cumhurbaşkanı Sezer’in eşinin başı açık!.. YÖK Başkanı Teziç’in eşinin başı açık!.. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın başı açık!.. Rektör eşlerinin başı açık!.. Hakimlerin başı açık, savcıların başı açık!.. Peki, temsilde adalet bu mu?.. Devletin en üst düzeylerindeki bu tablo, Türkiye gerçeğini mi yansıtıyor?.. Ne yani, Türkiye’deki bütün kadınların başları açık mı ki; kamusal alanlar başörtülülere kapatıldı?!?”27 Mayıs 2007 – “Sıkmabaş siyasal simgedir”Cumhuriyet’ten Leyla Tavşanoğlu’nun AP Sosyalist Grup Başkanı Avusturyalı Parlamenter Hannes Swoboda ile yaptığı röportaj “Sıkmabaş siyasal simgedir” başlığı ile verildi. Swoboda’nın başlığa da çekilen görüşlerini aktardığı bölüm şu şekildeydi: “Avrupa'da Müslüman toplumumuz olmadığı ve Müslümanlık kavramlarının devlet işlerine karışmasının söz konusu olmadığı açıktır. Dolayısıyla kadınların ve genç kızların örtünmeleri kendilerinin seçimlerine bırakılmalıdır. Biliyorum ki bazı ailelerde babalar hatta anneler genç kızları örtünmeye zorluyorlar. Ben her türlü zorlamaya, baskıya karşı çıkan bir insanım. Öte yandan dini inançlara saygı duymadığımız izlenimini vermemeliyiz. Türkiye'de ise kadının başını örtmesi laik sisteme saygısızlık olarak algılanıyor. Türkiye'yle aramızdaki fark bu. Bakın Avrupa'da genç kız ya da kadınların tercihlerine aileleri saygı göstermelidir. Ama eğer bu örtünme biçimi, "Bu dini yayma amacımız var" gibi bir siyasi simge taşıyor ve siyasi sistemi etkilemeye çalışıyorsa bunun reddedilmesi gerekir. Buna İslam, Katoliklik ve öbür dinler dahildir.”30 Mayıs 2007 – “Türbanın yerine bir şey?..”Bekir Coşkun, Hürriyet gazetesinde yayınlanan ve “Kimi AKPliler türbandan kurtulmak istiyorlar. Ama kurtulamıyorlar.” diyerek giriş yaptığı yazısında, “Türbanın seklini değiştirmek gerek. Türbanlı eşlere bu sorumluluk düşüyor. Gül, cumhurbaşkanı seçilseydi, eşi bunu gerçekleştirecekti.” iddialarına yer verdi. Coşkun, yazısında alaycı bir üslupla çeşitli stiller önerdikten sonra yazısını şöyle noktaladı: “Kim ne derse desin; bu dönemde yaşanan türban sorunu, bir devlet sorunudur. Çünkü; türban, laik cumhuriyetle kavgalı, onu ezmek isteyen bir siyasi kadronun simgesidir. AKP'nin ikinci adamı ve cumhurbaşkanı adayının dilinden duyduğunuz bu türbandan kurtulma niyeti, Anayasa değişikliği kadar Önemli, ancak "Anayasa Değişikliği Paketinde" yer almayan bir eğilimdir. Türbandan kurtulmak istiyorlar. Ama çağdışı her eğilimi savunanların eninde sonunda başlarına geldiği gibi... Kurtulamıyorlar.”31 Mayıs 2007 – “Darbe türbandan iyi olabilir mi?”Radikal, The Economist dergisinin Avrupa editörü John Pett'in Türkiye izlenimleri çevirerek yayınladı. Yazıda Pett, “Ordu, hükümetin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanı adayı göstermesini eleştiren ve dolaylı askeri darbe tehdidi içeren bir bildiri yayımladı. Ordu, İslami kökenlerinden dolayı Tayyip Erdoğan'ın liderliğini yaptığı AKP hükümetinden hiçbir zaman hoşlanmadı. Gül'ün en büyük kabahati, eşinin kamuya ait binalarda giyilmesi yasak olan türbanı takmasıydı.” görüşlerine yer verdikten sonra, AKP’nin genel seçimleri kazanacağını söyleyerek “Parti seçimlerden sonra yeniden ılımlı İslamcı bir ismi cumhurbaşkanlığına getirmeyi deneyebilir. Yani olası bir ordu müdahalesi tehdidi uzun bir darbe tarihine sahip Türkiye'nin üzerinde hâlâ asılı duruyor.” ifadelerini kullandı. Pett, izlenimlerini aktardığı yazısının devamında görüşlerini şöyle aktardı: “Bütün bu çekişmenin ardında sınıf çatışması var. Elitlerin asıl karşı çıktığı, başörtüsü giyen Anadolulu Müslüman köylü kadınlarının İstanbul ve diğer kentlere akını. Ne var ki başka birçok ülkedeki gibi bu, onların birlikte yaşamayı öğrenmek zorunda kalacakları bir durum.”BAŞÖRTÜSÜ GÜNDEMİ . HAZİRAN 2007 1 Haziran 2007 – Namaz düşmanlığına tepkiİstanbul Bağcılarda bir lisede namaz kılıdığı yönündeki haberleri aşağılayıcı ve korkutucu bir uslupla veren basın kuruluşlarına tepki yağdı. Sivil toplum örgütü temsilcileri ve ilâhiyatçılar, bu tür haberlerin bir takım hassasiyetleri tahrik etmek amaçlı yapıldığını kaydederek ortamı gerginleştirmek ve yangına körükle gidilmek istendiğini belirttiler. Özgür-Der Genel Başkanı Hülya Şekerci lise öğrencilerinin namaz kılıyor oluşunun çok olumlu olduğunu ve kendilerini tebrik ettiğini belirterek, "Çünkü son zamanlarda özellikle ilköğretim okullarında şiddet, uyuşturucu kullanımı gibi olaylar tehlike sinyalleri veriyordu. Böyle bir ortamda o gençlerin namaz kılıyor oluşu gerçekten önemli ve takdire şayan. Çocukların ibadetlerini yapmaları için bodrum katı değil, daha iyi imkânlar oluşturulmalı" dedi. (Yeni Asya) 1 Haziran 2007 - Yok mu Allah rızası için şu başörtüsünü modernize edecek olan!

…Başörtüsü Raporu 2007… 79

Page 80:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Fatma K. Barbarosoğlu, Yeni Şafak’taki köşesinde, başörtüsü ve modernlik tartışmalarına değindi: “Abdullah Gül'ün Hürriyet'e vermiş olduğu söyleşide “başörtüsünü modernize edelim” cümlelerini okuyunca işte siyasetin şematik zekaya teslim olduğu an dedim... Anti semitistler için kişi dinini değiştirse bile “eski Yahudi” olmaktan kurtulamaz. Başörtülüler için de durum aynı. Başını açsa durum değişmez. “O eski bir başörtülü” olduğu için “lanet”lenmeye devam edecektir. Onun için istediğiniz kadar şeklini stilize edin, modernize edin, dünyanın bir numaralı modacılarını yardıma çağırın anti-türbanistler tarafından denetlenmekten kurtulamazsınız. Denetlenmekten kurtulamadığınız gibi bu defa sitilize edilmiş “türban” kullananlar ile, kendi bildiği gibi örtünmeye devam edenler arasında bir fay hattı oluşturmuş olursunuz. Çünkü anti-türbanistlerin estetik kanadı bu durumu memleketi germemek için fedakarlık edip stil-örtünenler ile ısrarla kendi bildiğinden vazgeçmeyen vatan hainleri ayrımına getirecektir. Anti-türbanistlerin siyasi kanadı ise tam tersini söyleyecek ve “biz başından beri bunların başlarını siyasi olarak örttüğünü söylüyorduk. İşte size ispatı. Çankaya için neler yaptılar. Benim anneannem de örtülüydü. Ama bunun gibi değildi. Bunların niyeti siyasi” diyeceklerdir.”1 Haziran 2007 - Okullarda türbanı demokratik hak talep eden anlayış namazı da talep edecektirReha Muhtar, Bağcılar lisesinde öğrencilerin namaz kılması olayıyla ilgili Vatan’daki yazısında, genel durum hakkındaki tespitlerini “gidişat hayra alamet bir gidişat değil” diyerek aktardı. Muhtar, başörtüsü ve namaz konusundaki görüşlerini şöyle ifade etti: “Elbette namaz Müslümanlık dininin bir gereğidir... Elbette, ergenlik çağından itibaren kız erkek gençlerin namaz kılmaları dini açıdan uygundur... Ama mescit haline getirilen ve namaz kılman yer bir lisenin alt katıdır... Burada eğitim ve öğretim yapılmaktadır... Aile daha reşit olmamış çocuğun ergenlik çağma gelmesiyle birlikte namaz kılmasını arzuluyorsa, bu sorunu bir türlü evde çözebilir... Lisede küçücük kız çocuklarının ders saatlerinde namaza durmaları, üstelik bunun okul yönetimi tarafından mescit haline getirilen bir odayla teşvik edildiği izlenimi veren görüntüleri Türkiye'de çok yere anlatamazlar... Laikliği benimsemiş çevreleri ayağa kaldıracak görüntülerdir onlar ve etkileri sınırsızdır... Okullarda türbanı demokratik hak ve talep olarak talep eden anlayış bir süre sonra anlaşılıyor ortaokul ve liselerde namazı da demokratik hak olarak talep edecektir...” 1 Haziran 2007 – Bir suç aleti olarak başörtüsü ve seccadeBülent Korucu, Zaman’daki “Bağcılar Lisesi'nde namaz skandalı!” başlıklı ironik yazısında, merkez medyanın konuya yaklaşımını değerlendirdi: “Son yılların en büyük çete operasyonunda Bağcılar Lisesi'nde 'toplu namaz' eylemi ortaya çıkarıldı. Yasadışı namaz eyleminde kullanılan başörtüsü, seccade ve duvar saati ele geçirildi... Suç aletleri olan başörtüsü ve seccadeler kullanıldığı için 'düzenek' tamamlanmış, yani bunlara tehlikesiz dememiz mümkün değil. Ayrıca eylem toplu yapıldığı için 'örgüt' ispat edilmiş durumda. Anlayacağınız, 'Burası Bağcılar, buradan çıkış yok'. İş bilir bir avukat, Diyanet'ten görüş alarak kadınların namazı cemaatle kılmaları gibi bir uygulamanın olmadığını belirterek olayı hafifletebilir. Ama suç aletlerinin kullanıldığı ve düzeneğin tamamlandığı apaçık ortada! Bazı okurların bu kinayeli anlatımdan dolayı bana yine kızacağını biliyorum. İnanın bu saçmalıklara tahammül etmenin başka yolu yok. Bazı gazeteler, hem de bilgiç bir havayla öyle anlamsız şeyler yazıyor ki düz anlatımda tıkanıyoruz...Hıristiyanlığın en koyu şekillerinden birini yaşayan bir ülkeye yerleşmiş bir arkadaşım anlatmıştı. İlkokul 5. sınıfa giden kızı babasından habersiz okul müdürüne bir dilekçe verir. 'Biz Müslüman'ız, günde birkaç defa ibadet etmemiz gerekir. Bana bu imkânı hazırlayabilir misiniz?' Müdür önce şaşırır, biraz zaman ister. Bir hafta sonra küçük bir oda tahsis edilir. Kendi insanımıza reva gördüğümüz uygulamalar içimizi acıtıyor.”2 Haziran 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu, 90’ıncı basın açıklamasında “Tevhid ve adalet tesis edilmeden, başörtümüzün ve namazımızın yasaklanmasının önüne geçemeyiz. Başörtümüz, namazımız, orucumuz, kurbanımız nasıl Allah içinse, direnişimiz de ancak onun içindir. Bizi bu öncelikten koparacak, hiçbir günübirlik siyasete prim vermeyeceğiz.” mesajı verildi. Kocaeli’de 111’nci basın açıklamasında “Başörtüsü düşmanları namaz düşmanlığı ile yakayı ele verdiler” denilirken, Ankara’daki 69’uncu, Van’daki 40’ıncı ve Akyazı’daki 17’nci eylemlerde merkez medyanın namaza karşı tavrı ve Bolu’da mescide ayrılan bir otobüs için Bolu Belediye Başkanına karşı yargı süreci başlatılması kınandı. İzmir’de yapılan eylemde ise "Bizi meydanları dolduran milyon(!)lar gibi darbe destekçisi yapamayacaksınız. Zira bizi bir araya getiren şey özgürlük talebimizdir. Sabırla, inançla, korkmadan yılmadan yolumuza devam etmemizdir.” denildi.2 Haziran 2007 – Başörtülü öğrenciyi sınavdan attılar Yüksek Öğretim Kurumları (YÖK) tarafından yapılan Açıköğretim Fakültesi sınavlarına başörtülü öğrenciler yine alınmadı. Behçet Kemal Çağlar Lisesi’nde sınava giren Açıköğretim İlahiyat Fakültesi 1’inci sınıf öğrencisi Gülsüm Coşkun, salon görevlisi tarafından sınavdan çıkarıldı. Kızının yaşananlardan dolayı çok üzgün olduğunu ve eğitim hakkının engellendiğini belirten İdris Coşkun, “Benim kızım İlahiyat Fakültesi’nde okuyor ve Kur’an kursunda, Kur’an öğreticisi olmak istiyor. Bu nedenle de Allah’ın emri olan başörtüsünü takıyor. Kur’an öğretecek bir insanın başını açması düşünülemez” dedi. İlahiyat Fakültesinde okuyacak bir öğrenciye başını aç demenin ne akılla ne de mantıkla bağdaşmadığının altını çizen baba İdris Coşkun, “Salon görevlisi bir bayan kızıma ‘Başörtülü bir şekilde sınava giremezsin, huzuru bozuyorsun ve diğer öğrencilerin dikkatini dağıtıyorsun’ diyerek zorla dışarı çıkarıyor. Bu yapılan resmen bir tahriktir. O görevli eğitimini tamamlamak için girdiği sınavda benim kızıma böyle davranma cesaretini nasıl gösterebiliyor. Siz

…Başörtüsü Raporu 2007… 80

Page 81:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

insanları askere çağıracaksınız sonra da sen asker üniforması giyemezsin diyeceksiniz. Böyle bir şey mümkün mü? Benim kızım da inançları gereği başını örtüyor.” şeklinde konuştu. (Milli Gazete)2 Haziran 2007 - Başörtülü kadınlar iki ateş arasında kalıyorAyşe Böhürler, Yeni Şafak’taki “Çevre baskısı” başlıklı yazısında şöyle bir tespit yaptı: “Başörtülü kadınlar iki ateş arasında kendi seslerini bir türlü doğru duyuramadılar. Tesettürün, kadınla ilgili meselelerin yeniden yorumlanması gerektiğini yıllar önce söylemeye başladılar ama geleneksel İslam'ı savunan kesim tarafından feminist, reformist olarak tanımlanıp ötelendiler. Kadın sorunlarının aile,eş hanımefendilik ideolojisi dışında kadının birey kimliğine vurgu ile yapılması gerektiğini söylediler aileyi yıkmakla suçlandılar, yeşil feminist oldular. Elbette fikirlerini değiştirmediler ama incindiler… Sağdan soldan gelen her türlü çevre baskısına direnerek kimliklerini korumaya çalışan başörtülü kızlar bu nedenlerle çok hassaslar.” 2 Haziran 2007 – “Bir siyasal araç olarak türban”Türker Alkan, Abdullah Gül’ün Hürriyet genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’e söylediği 'Cumhurbaşkanı seçilirsem türbanı modernize etme konusunda girişimlerim olacaktı!' anlamına gelen sözlerini, Radikal’deki köşesinde, şu şekilde yorumladı: “Bu sözler elbete rastgele söylenmiş şeyler değildi. Hesaplanmış sözlerdi. En büyük hesap da hâlâ cumhurbaşkanı adayı olan Gül'ün bir tür seçim vaadi olarak değerlendirilmelidir… Yalnız bu ifadede pek iyi anlaşılmayan noktalar oldu, kamuoyunda tartışmalar çıktı. Birincisi, türbanın nasıl 'modernize' edilebileceğini kimse pek anlamadı... Ve bu konuda karar mercii kim olacaktı? İkincisi, 'Türbanı modernize ederim' demek, 'Şimdi takılan biçimiyle türban modernizme karşıdır' anlamını da içermiyor mu? Abdullah Gül bu sözlerle, 'Devletin tepesinde bulunanların hepsinin de eşleri türban takıyor, bu da çağdaş bir görüntü yansıtmıyor' diyenleri haklı çıkarmış olmuyor mu? Üçüncüsü, madem Sn. Gül cumhurbaşkanı olsa türbanı modernize edecekti, Dışişleri Bakanı olarak neden aynı şeyi yapmadı? Cumhurbaşkanlığı makamı için uygun olmayan bir şeyi neden Dışişleri makamı için uygun gördü? Dışişleri Bakanı ülkemizi bütün dünyada temsil etmez mi? Eşiyle birlikte ülkemizi bütün dünyada çağdışı bir kıyafetle temsil etmesi doğru muydu?”2 Haziran 2007 – “Kemalizm ve din”Murat Belge, Radikal’de yayınlanan, Türkiye’de Kemalizm ideolojisiyle, devletin dine yaklaşımı arasındaki ilişkiyi sorguladığı yazısında, şu görüşleri ifade etti: “Kemalizm’in 'Müslümanlık yanlıştır' diye bir iddiası yoktur. 'Dindar olmayın' demez ve genel bir (sekülarist) din eleştirisine hiç girmez, bu konuda söylenmiş tek sözü yoktur. Ama "İslam sizin bildiğiniz gibi değildir. Şimdi oturun, kollarınızı göğsünüzde kavuşturup dinleyin, İslam'ın ne olduğunu ben size anlatacağım" der. Başlar anlatmaya: "İslam'da örtünme yoktur. Bursa'da Türk kadınları çok güzelmiş. Erkekler arasında kavga çıkıyormuş. Onun için 'Şunlar örtünsün' denmiş" diye 'aydınlatır', 'hurafe' ile yaşamaya atışmış kitleleri, devlet televizyonundan. (Bunun kaynağı Falih Rıfkı'dır: "Bilmem ne kadar doğrudur elyazması bir Karaman tarihinde okumuştum. Sultan Orhan vaktinde Türk kadınları örtünmezlermiş. Fakat Bursa'ya yerleşen bir aşiretin kadınları o kadar güzelmiş ki çarşıya gelip gittikçe kimse onlardan gözünü ayıramazmış. Padişah, sadece güzellikleri herkesi işinden alıkoyduğu ve bazı vakalara sebep olduğu için, kapanmalarını emretmiş.") Falih Rıfkı'nın 'bilmem ne kadar doğrudur' diye aktardığı hikâyeyi (o dönemde Türkler arasında kaçgöç olmadığı doğrudur, ama o başka hikâye) Kenan Evren her akşam halkını aydınlattığı günlerde kesin gerçek olarak anlatırdı. Ne kadar inandırıcı ikna edici olduğu bugün yaşananlardan belli (dün yazdığım, 'yukarıdan aşağı' metazori 'bilinçlendirme'nin kaderi bu).”2 Haziran 2007 – Gül: Atatürk'ün eşi de başörtülüydüDışişleri Bakanı Abdullah Gül, The Times'la özel söyleşisinde, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaşananların çok üzücü olduğunu, dünyaya bugünün Türkiye'siyle ilgili yanlış bir imaj verilmesine yol açtığını söyledi. Atatürk'ün mirasının bekçiliğini, gösterdiği hederi yerine getirerek yaptıklarını savunan Bakan Gül, "Atatürk'ün eşinizin başörtüsüyle sorunu olur muydu?" sorusunu, "Neden olsun, onun eşi de başörtüsü takıyordu” yanıtı verdi. Gül, laikliğin bekçisinin ordu değil halk olduğunu ifade etti… Gül, 15 yıldır siyasetin içinde, Başbakanlık yapmış şeffaf bir politikacı olarak kendisi ve eşinin inançlarının bir yana bırakılmasını ve yaptıklarıyla değerlendirilmeyi istediğini de belirtti… Gül, Türkiye'yi Avrupa ile bütünleştirmek isteyen Atatürk'ün mirasının bekçiliğini kimin yaptığı sorusunu da, "Biz bunu yapmaktayız, Atatürk'ün bize gösterdiği hedefi yerine getirmekteyiz" diye konuştu. "Atatürk yaşasaydı 22 Temmuz'da AK Parti'ye oy verir miydi?" sorusu üzerine, “Yaptıklarımız, eminim ki gerçek Atatürkçüler tarafından memnuniyetle karşılanıyor" diye konuştu. (Radikal)3 Haziran 2007 – Politikada türban tezgâhıCumhuriyet yazarı İlhan Selçuk, “Bugün Türkiye'de, Müslüman geçinen dinciler, halkımızı aldatma yarışında kutsal İslamı tepe tepe kullanarak düzenbazlık yapıyorlar” diye başladığı yazısında “Bir türban lafı ortalıkta dolaşıyor... Oysa Kuran-ı Kerim'de ne türban var. Ne çarşaf. Ne başörtüsü.” iddialarını ortaya attı. Selçuk yazısını şöyle bitirdi: “Kuran-ı Kerim'de kadınların türban, başörtüsü, sıkmabaş, çarşaf gibi tesettür araçları altına girmeleri konusunda açık seçik bir hüküm yoktur... Kadınların örtünmesi Kuran-ı Kerim'den değil, erkek bencilliğinin toplum düzeninde eski zamanlardan beri egemenleşmesinden kaynaklanıyor... İslam dünyasında Afganistan, Kuveyt, Suudi Arabistan vb. ülkelerde tesettür bir psikolojik erkek hastalığı düzeyindedir; Müslümanlık kadına böylesine eza ve cefaya izin verecek bir din değildir. Türban takmayı özgürlük ve demokrasi diye

…Başörtüsü Raporu 2007… 81

Page 82:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

millete yutturmaya kalkışan bu çarpık politika elbette bir gün aşılacaktır... İşte kadını özgürleştirip erkekle eşitleştiren gerçek demokrasiye o gün kavuşacağız!”6 Haziran 2007 – Türban Köşk'e çıkmamalıKoç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, Çankaya'ya başörtüsünün çıkmaması gerektiğini, cumhurbaşkanının eşinin başörtülü olmasının kabul edilemeyeceğini belirtti. CNBC-e Business dergisine değerlendirme yapan Rahmi Koç, “Kamusal alanlar tarif edilmiştir. Şimdi böyle bir tarif varken cumhurbaşkanı eşinin türbanlı olması, bütün bunların hiçe sayılması demektir ki, bu olmaz. Diğer taraftan da demokrasi var diyoruz. Demokratik bir seçimle gelirse o zaman ne yaparız, doğrusu buna cevap vermek zor. Ciddi bir sorun. O noktada laikliği korumak için demokrasi dışı adımlar atılabilir mi sorusu gündeme geliyor. Türkiye laik olmalıdır. Başka türlü olması mümkün değil” dedi. 6 Haziran 2007 - Koç'un 'başörtüsü düşmanlığı'na tepki Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç’un; “Cumhurbaşkanının eşinin türbanlı olması kabul edilemez” şeklindeki sözleri ve başı örtülü insanların çokluğundan rahatsız olması tepkiyle karşılandı. KOBİDER Genel Başkanı Nurettin Özgenç, “Oysa kendileri Fener Patriği önünde eğilip elini öpmesi ve o dinin temsilcine gösterdiği saygıyı halkın yüzde 95’i Müslüman olan milletine göstermemesini manidar buluyorum. Başı örtülü insanların çokluğundan rahatsız olması, kendisinin hangi dine hizmet ettiğinin göstergesi olduğudur” dedi. Özgür-Der Genel Başkanı Hülya Şekerci de, “Tek parti ve darbe dönemlerinde sermayelerini daha bir büyütenler, siyasal-sosyal hiçbir alanda, ama özellikle yönetim kademelerinde başörtünün görünür olmasını istemiyorlar. Herkes kendi işine baksın diyeceğiz, ancak aslında sermaye kapitalist hayatı yaygınlaştırma misyonunu özellikle başörtüsü ve namaz düşmanlığı üzerinden ifa etmeye çalışıyor. Çünkü bu ülkeye egemen olan anlayış ve pratik namazla, başörtüsüyle mücadele etmek üzere dizayn edilmiştir” dedi. (Vakit)8 Haziran 2007 – AKP başörtüsünü savunmanın ötesinde bir sorumluluğa sahipMichael Gerson’un, Radikal’de, “Türkiye'de insanların başına ne giydiği bir hayli ciddiye alınıyor. 1925'te fes takılmasının yasaklanması, milyonlarca Türk erkeğinin daha Batılı ve laik görülen melon şapkaları takmak zorunda kalmasına yol açtı, 1982'de, Türk hükümeti, kadınlara peçe giymeyi zorunlu kılan sınır komşusu İran'daki devrimin rotasından gidilmeyeceğinin sembolik bir ifadesi olarak, üniversitelerde kadınların türban takmasını yasakladı. Ancak bugün Türkiye sokaklarında inanç ve protesto amacıyla giyilen rengârenk başörtüleri çok yaygın. Ve Türkiye'deki başörtü tartışması, Amerika'daki kürtaj tartışmasına çok benzer biçimde, hararetli, kültürel temelleri olan ve uzlaşmaya yanaşmayan bir noktaya varmış durumda.” paragrafıyla başlayan makalesinde, “en kararlı laik” ülkelerinden biri olarak ifade ettiği Türkiye’de “dinin devletleşmesi” süreci yaşandığını yazdı. Gerson, “Bir dizi siyasi parti Türk devletinin kamusal alanda dini ifade özgürlüğüne daha hoşgörülü davranması çağasında bulundu ve art arda laik devlet kurumlarınca yasaklandılar. Bunların vücuda gelmiş son şekli olan AKP, mecliste çoğunluğu elinde bulunduruyor. Şu anki Başbakan Tayyip Erdoğan bu partiden ve AKP, cumhurbaşkanlığına da göz kırptı. Bu son girişim devleti savunmak üzere anayasal hakka sahip orduyla karşı karşıya gelmelerine neden oldu.” 8 Haziran 2007 - Başörtüsü parti politikası olarak kullanılmamalıBelçika'da yapılacak genel seçim öncesi, Yeşiller partisi Meclis adayı Meryem Kaçar'ın seçim kampanyasına katılan Cem Özdemir, Türkiye'nin iç sorunları diyalog yoluyla çözmesi gerektiğini belirtti. Özdemir, "Türkiye'de yapılan son cumhuriyet mitinglerinde hükümet, sokakta yürüyen insanın gerçeğini görmezlikten gelmemeli" şeklinde konuştu. Hükümetin, kadın hakları ve Alevilerin sorunlarında yetersiz kaldığını savunan Özdemir, "Askerlerin de siyasette yeri olmadığının altını çizmek istiyorum. Askerler, siyasi hayata müdahale etmemeli" ifadesini de kullandı. Cem Özdemir, başörtüsü konusunun parti politikası olarak kullanılmaması gereğini vurgularken de "Bu konu diyalog ortamında ele alınmalıdır" dedi. (Zaman)9 Haziran 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu, 91’inci eyleminde “Oynanan demokrasi oyununu bozmak, seçim aldatmacalarını boşa çıkarmak, darbe ve baskılarla kısıtlanan özgürlükleri korumak , yasaklanan başörtümüz ve İslami hak ve taleplerimizi elde edebilmenin tek yolu, ilkeli onurlu bir direnişi hakim kılmaktır” denildi. Kocaeli’deki 112’nci açıklamada “namaz kıldıkları için nerdeyse terörist damgası yiyen öğrencileri,sadece eşi başörtülü olan bir cumhurbaşkanı adayı için ortalığın ne kadar karıştırıldığının hatta bu konuda askeri darbeye bile çağıran siyasetçileri, darbe yapmakla tehdit eden askerleri, sözde sivil toplum kuruluşlarını, sözde aydınları ve tabi ki malum medyayı unutmuş değiliz.” uyarısı yapıldı. Ankara’da yapılan 70’inci eylemde “22 Temmuz'da gerçekleştirilecek genel seçimler öncesi, silahlı ve silahsız kuvvetlerin organize ettiği provokasyonlar bu kez de etnik kimlikler ve din-inanç ekseninde devam etmektedir.” denildi. Van’daki 41’inci eylemde başörtüsüne özgürlük çağrısına destek büyürken, Akyazı İnanç Özgürlüğü Platformu da 18’inci kez meydanlardaydı.12 Haziran 2007 – 18 yaşına kadar devlet okullarında başörtüsü kullanılamazZaman’daki “Okulda ibadet ve laiklik” başlıklı yazısında Şahin Alpay, Bağcılar Lisesi'nde öğrencilerin kıldığı namaz sonrası yapılan tartışmalara kendi görüşleriyle katıldı: “Laik bir devlette 18 yaşını doldurarak rüşte ermiş tüm yurttaşlar, dini inançlarını (başkalarının inançlarını ihlal etmemek koşuluyla) yerine getirmekte özgür olmalıdır. Henüz rüştüne ermemiş olan çocuk ve gençlerin

…Başörtüsü Raporu 2007… 82

Page 83:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

velayeti anne babalarındadır. Çocuklarının dini eğitim görüp görmemelerini ya da nasıl bir dini eğitim göreceklerini tercih, anne ve babalarının insan hakları sözleşmelerine de giren bir hakkıdır. Bu temel ilkeler ışığında okullarda din dersleri, başörtüsü ve ibadet sorununa laik ve demokratik bir çözüm ancak şu olabilir: Bütün inançlara eşit mesafede durmak zorunda olan devletin rüşte ermemiş öğrencilerin okuduğu okullarında, yani devlete ait temel öğretim okulları ve liselerde (söz konusu olan toplumun ezici çoğunluğun dini de olsa) belirli bir dinin eğitiminin verildiği zorunlu din dersleri okutulamaz. Aynı şekilde, dini simgeler bu arada başörtüsü kullanılmasına, dua ve ibadete izin verilemez. Buna karşılık rüşte ermiş öğrencilerin okuduğu devlete ya da vakıflara ait veya özel üniversite ve yüksek okullarda ilahiyat, din, din felsefesi dersleri özgürce verilebileceği gibi, dini simgeler (bu arada başörtüsü) kullanılması kişinin tercihine bırakılabilir; talebe uygun olarak dini ibadet yerleri açılması serbest olabilir.” 13 Haziran 2007 – Kübra Gül, mezuniyet törenine başörtüsüyle katıldıDışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün kızı Kübra Gül’ün Bilkent Üniversitesi'nde düzenlenen mezuniyet töreninde, başörtüsü takması tartışma konusu oldu. Mezuniyet töreninde adları okunan öğrenciler sahneye çıkarak diplomalarını alırken Kübra Gül için özel uygulama yapıldı ve töreni protokol sırasında izleyen Kübra Gül, ismi okununca sahneye çıkmayarak babasının yanına gitti. Gül, kızına, öperek diplomasını verdi. Bilkent Üniversitesi yetkilileri, törene katılan başörtülü öğrencilerin peruk takmaları gerektiğini belirtirken Kübra Gül'ün bu uygulama dışında kalmak için programı ailesiyle birlikte protokolde izlemek istediğini söylediler. Gül'ün, sahneye başörtüsüyle çıkamayacağı için diplomasını protokol önünde almayı tercih ettiği belirtildi.14 Haziran 2007 – Kamusal alan yarasıAkşam gazetesi yazarı Serdar Turgut, Pencere adlı köşesindeki yazısında “ülkemizin ciddi bir kanayan yarası” diye nitelediği başörtüsü yasağı hakkında herhangi bir gelişme yaşanmadığını ifade etti. Sorunun çözümünü “hizmet alan-hizmet veren” ayrımında gören Turgut, görüşlerini yazısına şöyle taşıdı: “Aklı başında olan tüm siyasetçi ve düşünürler, üniversite öğrencilerine türban yasağı getirilmesinin yanlış olduğunu, çözümün hemen buradan başlayabileceğini söylüyorlar. Aslında Türkiye'nin tüm türban meselesinin üniversitedeki türbandan ibaret olduğunu, orada sorun çözüldüğünde Türkiye'deki sorunun büyük ölçüde rahatlayacağını düşünenler de var. Bu bağlamda kamusal alanda hizmet alanlar ile hizmet verenler arasında ayırım yapılması gerektiğini söyleyenler de hizmet verenlerde yani devlet dairelerinde türban meselesinin olmadığını, bu yönde bir talep de bulunmadığını söylüyorlar. Ancak türbana mutlak olarak karşı olanlar, bu tür nüanslara dikkat etmiyorlar… Bu çok sağlıklı bir durum değil tabii, Eğer bu ayrım sağlıklı yapılırsa ve kriterler net olarak konulursa, Türkiye'nin kanayan yarası türban meselesinin çözümü yolunda büyük adım atılabilir. En azından türban sorun olarak halkın gündeminden çıkar.”15 Haziran 2007 – Eğer başı örtülü bir kadın olsaydımEski İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna'nın eşinin başı açık fotoğraflarının medyaya yansımasından sonra bir yazı kaleme alan Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök şunları yazdı: “Şu izlenimime herhalde çok katılan olacaktır. Reyhan Gürtuna, bir anda sanki 10 yaş gençleşti. Meğer türban, bir kadını olduğundan çok yaşlı gösteriyormuş. Daha da önemlisi, bir kadın yüzünün güzelliğini fena halde saklıyormuş. Daha daha da önemlisi, bir kadının karakterini gizliyormuş. Go-kart üzerindeki kadın bana çok rahatlamış göründü… Reyhan Gürtuna, bir tabuyu yıktı, bir putu devirdi. Demek ki bir kadın örtünebildiği gibi, örtüsünü çıkarabilirmiş de... Benim özlediğim Türkiye bu. Kadının açılma özgürlüğünü de, örtünme kadar meşru kabul eden bir zihniyet ortamı. Elbette karışmak haddime düşmez ama örtülü bir kadın olsaydım, bu fotoğrafı karşıma koyar, üzerimdeki bütün "mahalle baskılarını" bir kenara bırakıp özgürce düşünürdüm... Güzellik bu dünyaya ait bir şeydir. Ama emin olunuz, bu dünya da çok güzeldir ve asla ihmal edilmemelidir.”15 Haziran 2007 – Medya başörtüsü zulmüne çarpık bakmaya kararlıAli Müfit Gürtuna’nın eşi Reyhan Gürtuna önce çıkardığı başörtüsünün yerine taktığı şapkasıyla, şimdi de fönlü saçlarıyla medyanın gündemine geldi. Konuyla ilgili Özgür-Der Genel Başkanı Hülya Şekerci’nin görüşlerine başvurduk. Şekerci, konuyu şöyle değerlendirdi: “Medya Türkiye’de giderek derinleşen başörtüsü yasağını görmezden gelmeye ve bu akıl almaz zulüm uygulamasına çarpık bakmaya kararlı. Bu amaçla gerçekleri ters yüz etmekten kaçınmayanlar bir yandan da konuyu magazin malzemesi haline getirerek çirkinliği, hukuksuzluğu, faşizan tutumu örtme derdinde. Bugünlerde Reyhan Gürtuna üzerinden gündemleştirilen “başörtüsü” haberlerinde de aynı pespayeliği görmekteyiz... Elbette başörtüsünün bu kadar ağır baskılara, saldırılara, linç girişimlerine uğradığı bir vasatta başörtüsü onurunu taşıyabilecek bir yüreklilik ve şahsiyete sahip olmayan politikacı eskilerine medya maymunu rolü tevdi edilmesi çok garip değil. Garip olan kamuoyu önüne bunca süre belli bir kimlikle çıkmış insanların bu kadar basit ve ucuz hesaplarla kimliklerini, kişiliklerini ayaklar altına alması. Ve daha acısı da bu tarz “operasyonlarda” rol alarak milyonlarca insanı rencide etmekten çekinmemeleri. Reyhan Gürtuna’ya ve eşine acil şifalar diliyoruz. Muhtemelen ailecek yaşadıkları “politik depresyon” neticesinde içine girdikleri bu acınası durumdan çıkabilmeleri kolay olmayacaktır.” (Haksöz Haber)16 Haziran 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu, 92’nci basın açıklamasında eğitim sistemindeki çarpıklıkları, uygulanan baskı ve yasakları protesto etti. Kocaeli’de 113’üncü açıklama yapılırken, Ankara İnanç

…Başörtüsü Raporu 2007… 83

Page 84:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Özgürlüğü Platformu destekçileri başörtüsüne özgürlük çağrısını 71’inci kez yükseltti. Başörtüsü eylemleri Van’daki 42’nci ve Akyazı’daki 19’uncu basın açıklamalarıyla devam edildi. Akyazı’da yapılan 19’uncu eylemde “Senelerdir suni gündemler oluşturarak irtica yargalarıyla eğitim hakları ihlal edilen başörtülü kızlarımız kamudan uzaklaştırılan başörtülü kadınlarımızın günlük yaşamın her alanında var olmalarını engellemek cumhuriyet, demokrasi ve laiklikle bağdaşmamaktadır.” denildi. 16 Haziran 2007 - Katsayı adaletsizliği ve başörtüsü zulmü ne zamana kadar sürecek Ankara Kızılay’da ÖSS’deki uygulamalar ile başörtüsü zulmünü protesto eden Saadet Partisi Ankara Gençlik Kolları üyesi bir grup genç, 3 Kasım seçimleri öncesinde AKP temsilcilerinin katsayı adaletsizliğini giderme ve başörtüsü zulmünü kaldırma konusunda namus sözü verdiklerini hatırlatarak, “Meslek liselerine uygulanan katsayı adaletsizliği ile başörtüsü zulmü bir an önce giderilmelidir. Ertelemek asla çözüm değildir. AKP hükümetinin bu konudaki acziyeti ve samimiyetsizliği ta başından beri ortadadır. Başbakan ve hükümet topu hep taca atmışlardır. Bu hükümet ne meslek liselerine uygulanan katsayı adaletsizliği ortadan kaldırmak için, ne de yıllardan beri uygulanmakta olan ve kızlarımızı okul kapılarının dışında bırakan başörtüsü zulmünü sona erdirmek için en küçük bir adım dahi atmamıştır. Öyle ki Başbakan Tayyip Erdoğan, “Başörtüsü sorunu Türkiye’de yüzde 1,5’un sorunudur” diyebilmiştir” diye konuştu. (Milli Gazete)16 Haziran 2007 – “Türban da vardı dekolte de...”Milliyet Gazetesinde, başörtüsü sorununu magazinleştiren bir üslupla şöyle bir haber aktarıldı: “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın veri koordinatörü ve danışmanı, AKP MKYK üyesi Cûneyd Zapsu'nun asistanı Gülsen Karanis, İstanbul Büyükşehir Belediyespor'da futbolcu olan Ekrem Ekşioğlu ile evlendi. Erdoğan'ın nikâh şahidi olduğu düğün, farklı kültürleri ve giyim tarzlarını bir araya getirdi. Düğünde, markalı ve derin dekolteli kıyafetler içinde şıklık yarışında olan kadınlar ie türbanlılar, içki içenler ile meyve suyunu tercih edenler birlikte eğlendi… Düğün töreninde alkolsüz içeceklerin yanı sıra rakı, kırmızı ve beyaz şarap servisi de yapılırken, iki farklı Türk kadını portresi ortaya çıktı. Bir yanda iddialı renkleri, mini etekleri ve derin dekolteii elbiseleri tercih edenler, diğer yanda türbanlı kadıniar vardî. Düğüne katılan bazı kadınların gece kıyafetlerini tamamlayan parlak türbanlar kullanması da dikkat çekti.”16 Haziran 2007 – “Türbanını çıkaran Reyhan Hanım mı daha modem? Yoksa Hayrünnisa Hanım mı?”Şakir Süter, Akşam gazetesinde “Türban ve modernlik” başlığı ile yazdığı yorumda şu görüşleri dile getirdi: “Abdullah Gül, geçtiğimiz günlerde şöyle dedi: “Türban daha modem olur!” Biz de bu sözlere belli çevrelerden yorum bekledik. Özellikle de.. Yıllardır türbanı tanımlarken “Türban İslam'da modernleşmenin sembolü” diyenlerden! "Daha modem" ne demek? "Yarı açık bir örtü mü?” Sıkı biçimde kapanmak "modern" sayıldıysa şimdiye kadar... Daha moderni, "daha da kapalı” bir yüz mü?! Ayrıca Dışişleri Bakanı Gül, eşi Hayrünnisa Gül Hanımefendi’nin, Abdullah Bey cumhurbaşkanı seçilseydi, türbanına 'yeni bir şekil vereceği" yolunda açıklamada bulunmuştu. Tam bu konu kapanmış gibi dururken... Bu kez ortaya Ali Müfit Gürtuna’nın eşi Reyhan Gürtuna’nın türbanını çıkardığı haberi resimleriyle Hürriyet’ten yansıdı gazetelere... Alın size bir soru daha: “Türbanını çıkaran Reyhan Hanım mı daha modem?' Yoksa, bu haliyle Hayrünnisa Hanım mı?! Ve de, hangisi “daha Müslüman” sayılmalı?”18 Haziran 2007 – “Türban başı örten bir aksesuar olmakla birlikte çok farklı bir siyasi semboldür”Mehmet Yakup Yılmaz, Hürriyet’te, cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçsuz kalmasıyla ilgili kaleme aldığı yazısında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bir televizyon kanalındaki söyleşisini köşesine taşıyarak şöyle yorumladı: “CNN Türk'te gazetelerin genel yayın yönetmenlerinin sorulannı yanıtlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı izlerken dikkatimi bir konu çekti. Programın yöneticisi Ahmet Hakan şöyle bir soru sordu: Diyorsunuz ki "Özal seçildi. Sezer seçildi, Demirel seçildi, hiçbirinde sorun olmadı, bizde sorun oldu"... Sorun Abdullah Gül'ün eşinin başındaki örtü müydü? Ve konuşma şöyle devam etti: Erdoğan: O aslında daha da üzücü olur. Eğer oysa. Hakan: O muydu gerçekten? Eşi türbanlı olan birisi cumhurbaşkanı olamaz diye açıkça yazıldı çizildi. Erdoğan: O zaman şunu söylesinler, başörtülü olan birisi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olamaz. Taha Akyol: Evet... Erdoğan: Orada bir cumhurbaşkanında aranan nitelikler bellidir. Eşi başörtülü olan insan bu ülkenin vatandaşı değil mi? Soru, ısrarla "türban" olarak soruluyor ama Başbakan ısrarla "başörtüsü" diye yanıtlıyor. İkisinin aynı şey olmadığını bizlerden daha iyi bildiği halde böyle davranıyor. Türbanın, esas olarak başı örten bir aksesuvar olmakla birlikte çok farklı bir siyasi sembol olduğunu, "türban" dendiği zaman, geleneksel başörtüsünün kastedilmediğini bildiği halde konuyu saptırıyor.”19 Haziran 2007 - YÖK, mezuniyette başörtüsü için Bilkent'e soruşturma açtı Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK), Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün kızı Kübra'nın Bilkent Üniversitesi'ndeki mezuniyet törenine başörtüsü ile katılması nedeniyle üniversite hakkında soruşturma açtığı ortaya çıktı. YÖK'ün 15 Haziran'da başlattığı öğrenilen soruşturmanın gerekçesi ise 'üniversite içindeki bir törende türban takılmasına göz yumulması'. Bilkent Üniversitesi şubatta mezun olan Kübra Gül'ün normal tören akışı ve platform dışında diplomasını aldığını kaydederken, üniversitede türbana izin verilmediğini belirtti. 13 Haziran'da gerçekleştirilen mezuniyet töreninin ertesi günü, rektörlüğünü Atatürkçü Düşünce Derneği Yönetim Kurulu üyesi Mustafa Yurtkuran'ın yaptığı Bursa Uludağ Üniversitesi, Kübra Gül'ün mezuniyet törenine başörtülü

…Başörtüsü Raporu 2007… 84

Page 85:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

katılması nedeniyle Bilkent Üniversitesi'ni kınamış, YÖK'ü de konuyla ilgili işlem yapmaya çağırmıştı. Soruşturma sonucuna göre üniversite yöneticilerine çeşitli cezalar verilebilecek. (Zaman)20 Haziran 2007 – “Kırmızı beyaz renkli türban”Orhan Birgit, Cumhuriyet’teki yazısında, Abdullah Gül’ün kızı Kübra Gül’ün diploma töreninde “kırmızı beyaz renkli türban” üstüne kep takmasına müsaade edilmesini eleştirirken, şu ifadelere yer verdi: “Kübra da başka binlerce genç kızımız gibi, kendi inançları açısından türban taşıyor. 4 yıllık üniversite öğrenimi sırasında, derslere bu yüzden peruklu olarak devam ettiğini öğreniyoruz. Ama diploma törenine sıra geldiği zaman, Kübra Gül, öteki türbanlı arkadaşlarını adeta yarı yolda bırakarak elbette babası Türkiye Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün dokunulmazlığı altında Bilkent yerleşkesindeki törene kırmızı beyaz renkli türbanı ile geliyor. O yarı yolda bıraktığı kız arkadaşlarının arasında, farklı görüntüsü ile yer alıyor. Bu görüntü ile sadece, "Anayasa ve diğer mevzuat ile ulusal ve uluslararası yargı organlarının kararlarına" değil, diplomalarını peruk takarak almak zorunda olan türbanlı öteki kız arkadaşlarına da bir tür meydan okumuş oluyor…”22 Haziran 2007 - AKP’li Belediye Başkanı başörtülüye işyeri açma ruhsatı vermediAKP’li Kuşadası belediyesi’nden skandal. Kuşadası’nda hediyelik eşya dükkanı açmak için belediyeye ruhsat başvurusunda bulunan Aynur Göktaş isimli bayana, fotoğrafı başörtülü olduğu için ruhsat vermedi. Eşinin adına vekaleten ruhsat işlemlerini takip eden Aynur Göktaş’ın eşi Burhan Göktaş istenilen bütün evrakları tamamladı. Ancak Göktaş ailesine Aynur Göktaş’ın resimleri başörtülü olduğu gerekçesiyle Başkan’ın ruhsatı imzalamadığı bildirildi. AKP’li Kuşadası Belediye Başkanı Fuat Akdoğan’ın, Kuşadası Belediye’sine ait resmi internet sitesinde yer alan bir açıklamasında kendisini; “Yeni Dünya Düzeninin şartlarını sağlamakla görevli” ilan etmesi de dikkat çekti. Başkan’ın bu açıklaması, “Başörtülülere ruhsat verilmemesi yeni dünya düzeninin bir gereği mi?” sorusuna neden oldu. Aynur Göktaş’ın eşi Burhan Göktaş; “Bu ayrımcılıktır. Bu insan haklarına aykırıdır. Hakkımızı sonuna kadar arayacağız” dedi. (Milli Gazete)23 Haziran 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu’nun 93’üncü Başörtüsü eyleminde; partilerin seçim propagandalarında baskı ve yasaklarla ayakta durmaya çalışan sistem ve sistem içerisindeki yarı resmi çeteleşmelerin sorgulanmasının bir kenara bırakılıp, mazot fiyatları gibi konular üzerinden oy avcılığı yapılması eleştirildi. Kocaeli’deki 114’üncü eylemde ise “Sorunu çözmeye yönelik ifadelerde bulunan siyasi liderler kayıtsız şartsız eğitim ve öğretim alanlarında kamu kurum ve kuruluşlarında var olan yasağı mutlak anlamda ortadan kaldırmak için ellerini taşın altına koymalarının bilincinde olmaları gerektiğini hatırlatırız.” denildi. Ankara’daki 72’inci eyleme Kocaeli, Sakarya, Van, İzmir Başörtüsüne Özgürlük Platformu temsilcileri de destek verdi. SBP sözcüsü Kadrican Mendi, “Başörtüsü meselesi sadece bir insan hakkı davası değil öncelikli olarak müslüman kimliğin bu topraklarda uğradığı aşağılanma ve yok saymaya karşı verilen müslümanca bir mücadelenin adıdır” dedi. Eylemler Van’daki 43’üncü ve Akyazı’daki 20’nci açıklamayla devam etti. 23 Haziran 2007 – Belediyenin başörtüsüz fotoğraf talebine tepki Her şeyi tamam olan bir işyerinde başörtülü fotoğraf yüzünden açma ruhsatı vermeyen AKP’li Kuşadası Belediyesi’nin hukuk dışı uygulamasına tepkiler sürüyor. Hukuk-Der Genel Başkanı Fikret Karabekmez, uygulamanın yasal bir dayanağı bulunmadığını söyledi. “Yasak kapsamında olmayan ve yasalarda hiçbir şekilde yeri bulunmayan bir keyfilik”ten ibaret bu uygulamanın yasalar karşısında da suç olduğunu kaydeden Karabekmez, “Sanırım AKP değişimini ispat etme ve bazı mahfillere şirin görünme adına böyle uygulamalar içine giriyor” şeklinde konuştu. (Milli Gazete)23 Haziran 2007 - Başörtülüleri sınava yine almadılarBaşörtülü olarak onaylanmış kimliklerle harcırahını yatıran ve açıköğretim sınavına katılmaya hak kazanan öğrencilere okul kapısı yine duvar oldu. Okul kapısında içeriye alınmayan öğrenciler ile görevlililer arasında gergin anlar yaşandı. Öğrenciler 60 YTL para yatırdığı halde ve kendilerine başörtülü olarak onaylanmış öğrenci kimlik kartı verilmesine rağmen sınavlara alınmayışlarına isyan ediyor. Öğrencilere gerekçe olarak Danıştay Sekizinci Daire'nin bir yıl önce aldığı karar gösterildi. 23 Haziran 2007 – “Laik-antilaik, türban-mürban”Hürriyet yazarı Özdemir İnce, Nilüfer Göle’nin bir röportajda verdiği cevabı eleştirdiği köşesinde şu satırlara yer verdi: “Nilüfer Göle, kendisiyle söyleşi yapan Belkıs Kılıçkaya Hanımla birlikte bir Paris kahvehanesinde oturmuş ahkâm kesiyor. Sanki Türkiye'nin AKP'si tam anlamıyla eksiksiz bir moderniteyi temsil ediyor, Cumhuriyetçiler bunu görmeyip İslamcının, Milli Görüşçünün başındaki türbana takmışlar. Bunun adı da sosyolojik yorum. Nilüfer Göle, Cumhuriyetçileri kör ve sağır sanıyor ve budala yerine koyuyor. Sanki Cumhuriyetçiler sosyolojik yorum yapmıyormuş gibi. Dilerim bu yılın ramazan ayında Nilüfer Göle Türkiye'ye gelir, Paris'te giydiği yazlık kıyafetlerle Anadolu kentlerinde dolaşmak ve karnını doyurmak için açık bir lokanta aramak zorunda kalır. Ve uykusu kaçacağı için, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öteki Devrim Yasalannın gerekçelerini, günümüzdeki uygulama ve sonuçlarını düşünür.24 Haziran 2007 – Açıköğretim lisesi sınavında başörtüsü krizi

…Başörtüsü Raporu 2007… 85

Page 86:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Danıştay'ın, Milli Eğitim Bakanlığı'nca (MEB) yapılan merkezi sistem sınavlarına, öğrencilerin "başı açık" olarak girmeleri yönündeki kararının kimi okullarda uygulanıp, kimi okullarda uygulanmaması çeşitli sıkıntılara yol açtı. Her sınav öncesi MEB'in okullara gönderdiği yazıda bu kez, "öğrencilerin başı açık, düzenli ve aşırılığa kaçmayan kıyafetlerle sınava alınmaları" yönündeki uyarıya yer verilmedi. Bu nedenle sınavlarda inisiyatif okul müdürlerine kalınca, birçok okul müdürü öğrencileri başlarını açmaya zorladı. Bazı illerde "MEB, kılık kıyafetle ilgili uyan yazısı göndermedi" denilerek sınava alınırken, bazı illerde de "Bakanlığın genelgesi var, sınava giremezsiniz" diyerek okul kapısından çevrildi. Eğitim - İş Ankara İl Örgütlenme Sekreteri Kasım Demirci, başörtüsü yasağı konusundaki ısrarcı tutumlarını devam ettirerek, "Öğrenciler türbanlanyla sınava girdi. MEB'den gönderilen yönergede kılık-kıyafette ilgili maddeye yer verilmemiş olması dolayısıyla, öğretmenler, öğrencileri kıhk-kıyafet yönetmeliğine aykırı olarak sınava almak zorunda bırakıldı. Türbanla sınava katılan öğrencilerle ilgili tutanak tutuldu. Tutanak yırtılırsa, bütün öğrenciler normal sınava girmiş gibi görülecek" diye konuştu. 24 Haziran 2007 – “Türban üstü kep”Türker Alkan, Radikal’de yayınlanan köşe yazısını Kübra Gül’ün diploma töreninde başörtüsünün üzerine kep takması konusuna ayırdı. Alkan, yasakla ilgili “Önce (yanlış anlaşılmamak için) kişisel düşüncemi söylemeliyim; Üniversite öğrencilerine konan türban yasağının yanlış olduğunu düşünüyorum. Fakat bu yasağın Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından uygun bulunduğunu anımsamak gerekiyor. Yani ortada pozitif hukuka ve insan haklarına uygun olan bir yasaklama var.” derken, Abdullah Gül’ün medyada törenle ilgili çıkan haberleri eleştirmesini doğru bulmadığını ifade etti. Alkan, yazısını şöyle tamamladı: “Aklıma gelmişken söyleyeyim. Üniversite hocalarının ve öğrencilerinin giydiği o kepler ve cüppeler neyin işaretidir biliyor musunuz? Papazlardan kalmadır. Üniversitelerin kiliseye bağlı olduğu dönemlerin bir anısıdır. Zamanla bilim laikleşse de bu biçimsel anı kaldı. Bazen biçim özden daha dayanıklı olabiliyor galiba. Neden böyle bir işe kalkıştı baba Gül? Elbette ki inançlarının gereğiydi. Biraz da seçimin gereği olmasın? Mazlum olmanın dayanılmaz cazibesi...”24 Haziran 2007 – “Türban'ın diyeti: TBMM Onur Ödülü”Hürriyet’in “Yeter Söz Milletin” köşesinde Barış Arkadaş imzalı bir okur mektubu yayınlandı. “12 Eylül'de YÖK'ün kurucusu İhsan Doğramacı'nın 'üniversitelere türbanla girilmez' kararının mimarı olduğu” hatırlatılan mektupta, bu gerçeğe rağmen Doğramacı’ya onur ödülü verilmesi bir tür diyet olarak değerlendirildi. Mektupta şu satırlar yer aldı: “Kamuoyu, Bİlkcnt Üniversitesi'nin, 12 Eylül'de YÖK'ün kurucusu İhsan Doğramaci'nın 'üniversitelere türbanla girilmez' kararının mimarı olduğunu unutmuyor... Ama Doğramacı, Gül'ün kızının mezuniyet töreninde, kurucusu olduğu üniversitede 'türbanla diploma' verilmesi için olanak yaratıyor. Ve okulun rektörü olan oğlu Ali Doğramacı'nın 'özel iznî'yle Gül, hiç kimsenin türbanla giremediği okulda türbanlı kızıyla birlikte diploma törenine katılıyor. Bu 'imtiyaz'lı tören, 'ilginç' bir başka töreni anımsatıyor. TBMM Başkanı Bülent Annç ve Gül'ün, "Türbanla okula girilmez" kararını alan YÖK'ün mimarı İhsan Doğramacı'ya onur ödülü' vermesini... Takasın adı mağduriyet oluyor. İşte, üniversite kapılarında eylem yapan, AKP’den umudu olan türbanlı kızların içine düştüğü durum.”26 Haziran 2007 - Başörtüsü meselesini sürekli kaşımanın faydası yokZaman Gazetesi yazarlarından Ekrem Dumanlı, “İhbarcı rektörler” başlıklı yazısında Bilkent’teki mezuniyet töreniyle ilgili haberleri değerlendirdi: “Ne mezuniyet töreniymiş ama. Günlerdir konuşuluyor, hâlâ bir sonuca varılmış değil... Mezuniyet töreninden bir gün sonra Uludağ Üniversitesi Senatosu ve Yönetim Kurulu toplanıyor ve kamuoyuna duyuruda bulunuyor. Şaşırtıcı bir durum... Uludağ Üniversitesi Senatosu, Abdullah Gül ve kızını YÖK'e jurnalliyor. İşte tam bu noktada belirtmek zorundayım ki; Uludağ'dan yükselen jurnal sonrasında mesele "başörtüsü sorunu" olmaktan çıkıyor. Gammazlama, jurnalleme, ihbar etme gibi çağrışımları olan duyuru, özgürlükler sembolü olması gereken üniversiteleri bambaşka bir yere itiyor... Başörtüsü meselesini sürekli kaşımanın, kraldan çok kralcılık yaparak insanları sürekli rencide etmenin hiç kimseye faydası yok. Hele üniversitelere faydası hiç yok. Çünkü üniversiteler "ihbarcılığın" değil; gelişimin, değişimin merkezi haline gelmek zorundadır; tabii faşizm özlemi söz konusu değilse...” 26 Haziran 2007 – Hükümetin seçim bildirgesinde başörtüsü sorunu yokAKP seçim bildirgesinde 'uzlaşma' vurgusu yaparak ve tartışmalı konulara girmeyerek 'merkez partisi' görüntüsü vermeye çalışırken başörtüsü yasağı, katsayı sorunu ve imam-hatip liseleri gibi konularda sonradan 'AKP sözünü tutmadı' suçlamasıyla karşılaşmamak için bağlayıcı vaatlerden kaçındı. Tartışmalı konulara girmeyen ve "sivil bir uzlaşı anayasası" önerisiyle "uzlaşma" vurgusu yapan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, bir anayasa taslağı hazırlattığı da kamuoyuna yansıdı.26 Haziran 2007 – Türban gerçekleri ve oy avcılığıEmin Çölaşan, Hürriyet’te çıkan yazısına başörtüsü ve türban arasında şöyle bir ayrım yaparak başladı: “Başörtüsü ile türbanı ayırmayı bilelim. Başörtüsü, yemeni, boyundan bağlanan eşarp, Anadolu kadınının geleneksel örtüşüdür. Orada saç tellerini saklamak gibi bir hadise yoktur. Türban ise farklı bir olaydır. Bir üniformaya dönüşmüştür. Tamamlayıcı unsurları vardır. Saç telleri asla görünmeyecek. Gerekirse alnına bir de bant koyacaksın. Örtü omuzlardan aşağıya, göğüs ve sırta kadar inecek. Altına uzun, topuklara kadar etek veya pardösü giyilecek. Aynca saçın arka bölümüne topuz gibi bir şey takacaksın ve türbanın arka tarafı kalkık duracak.” Çölaşan yazısının devamında, hükümetin “türban”a “başörtüsü” diyerek siyasi oy avcılığı yaptığını iddia etti ve şu görüşleri

…Başörtüsü Raporu 2007… 86

Page 87:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

köşesine taşıdı: “Türban konusunda ne yaptılar? Hiçbir şey! Yapamazlar mıydı? Yaparlardı, çünkü Meclis'teki büyük sayısal çoğunluk ellerindeydi. O halde niçin yapmadılar? Çünkü türban, bunların elinde bir sömürü aracıydı. Buna çözüm bulsalardı, o silah ellerinden gitmiş olurdu. O yüzden sizi kullandılar ve siyaset oyununu sizin üzerinizden oynadılar... Ve oynamayı aynen sürdürüyorlar!”27 Haziran 2007 - Danıştay 2. Dairesi 'okul dışında başörtüsü' davasından çekiliyor Anaokulu öğretmeni Aytaç Kılınç'ın, okul bahçesinde başörtüsü takmasını laikliğe aykırı bulan Danıştay 2. Dairesi üyeleri, yapılan karar düzeltme başvurusuna ilişkin olarak 'çekilme' kararı verdi. Daire üyeleri, verdikleri karar sonrası Mustafa Yücel Özbilgin'in ölmesine sebep olan saldırıya maruz kaldıklarını ve verecekleri kararın tarafsızlıklarına gölge düşürebileceği gerekçesiyle davadan çekilmek istediklerini bildirdi. Danıştay 2. Dairesi Başkanı Mustafa Birden, üyeler Kamuran Erbuğa, Ayfer Özdemir ve Ayla Gönenç'in kamuoyunda tartışmaya yol açan başörtüsü kararına ilişkin yapılan karar düzeltme başvurusundan çekilme taleplerini Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu karara bağlayacak... Gölbaşı Bayrak Anaokulu Müdürlüğü'ne atanan ve başı kapalı kimlik göstererek okula girmek isteyen Aytaç Kılınç, 2001'de görevinden alınarak Mamak Kıbrıs Köyü İlköğretim Okulu'na çocuk gelişimi öğretmeni olarak atanması işleminin iptali istemiyle dava açmıştı. (Zaman) 27 Haziran 2007 - Açık lise sınavlarına başörtülüleri almayanlara soruşturma açılmalı Eğitimciler Birliği Sendikası (Eğitim Bir-Sen) Adana Şube Başkanı Mehmet Pala, geçtiğimiz hafta sonu yapılan Açık Lise sınavlarına, bazı öğrencilerin kılık kıyafetlerinden dolayı alınmamasını bir sendikanın organize ettiğini iddia etti. Pala, hukuksuz olarak öğrencileri sınava almayan bu salon görevlileri hakkında soruşturma açılmasını istedi. Pala, Açık Lise'nin adı üstünde informel bir eğitim şekli olması sebebiyle, öğrenciler arasında ev kadınlarının hatta yaşlı bayanların bile olduğunu söyledi. Açık lise sınavlarında yıllarca herhangi bir sorun yaşanmadığına işaret eden Pala, "Yasakçı zihniyet sahiplerinin aksi yönde uygulama yapmaları sebebiyle bir çok öğrencimizin eğitim özgürlüğü engellemek istendi. Son beş yılda açık lise sınavlarında böyle bir yasakçı uygulama söz konusu olmamışken seçimlere 20 gün kala bir çok ilde sınava yasak gölgesi düşmesi akıllara başka senaryolar getiriyor." dedi. Mevzuatta, başörtüsü sebebiyle sınava alınmamak suretiyle eğitim hakkının engellenmesine yol açacak bir düzenleme bulunmadığını da vurgulayan Pala, okul okul dolaşarak türbanlı avına çıkan, öğrencilerin en temel haklarını hukuksuz olarak kısıtlayan salon görevlileri hakkında soruşturma açılmasını istedi. (Zaman)27 Haziran 2007 - Hükümet yasak karşısında muktedir olamadıBaşörtüsü yasağının kalkması için yıllardır mücadele eden isimlerden Özgürder Genel Başkanı Hülya Şekerci, başörtüsü ile ilgili mağduriyetin artarak devam ettiğini söyleyerek, “Başörtüsü ve YÖK konularında, başbakan sivil toplum örgütünün lideri gibi konuşuyor. Ama kendisi aslında icra makamında. Ve o icra makamında bir başbakan gibi tavır almalıydı. Ama almadı. Bu anlamda çok pasif bir tutum sergiledi. İktidar oldu ama muktedir olamadı” diye konuştu. Başörtüsüyle ilgili mağduriyet aslında artarak devam ettiğini yasak alanının gittikçe daraldığını vurgulayan Şekerci, “Açık liselerde okunuyorken, Danıştay’ın aldığı karar nedeniyle şimdi onlara da girilemiyor. Artık, bu ülkede başörtülülere nefes alma imkânı bile yok. Bu sorunları görmeden iktidarda kalmaya devam etmek mümkün değil. Sorunları yokmuş gibi farz edip, gerilim yaratmayalım ileride bu sorunları çözeriz veya kendiliğinden çözülür mantığının artık işlevi olmadığı görülmek zorunda. Bu sorunlar, üzerine giderek çözülür, kaçarak değil” dedi. (Milli Gazete)28 Haziran 2007 – Demek ki türban amaç değil araçmış!Vatan yazarı Mehmet Tezkan, iki yıldır devam eden başörtüsüne özgürlük eylemlerinden bihaber olduğunu ortaya koyduğu yazısında, gerçek olmayan bu durumu AKP’nin hükümet kurmasıyla ilişkilendirdi. Tezkan şunları yazdı. “2002 yılının kasım ayından sonra bu eylemler bıçak gibi kesilmedi mi? Evet. Niye? AKP iktidar oldu diye. Peki türban hassasiyetini kullanarak iktidara gelenler 5 yılda ne yaptı? Hiç. Ne dediler? Türkiye'nin öncelikli meselesi değildir. 2002'ye kadar öncelikli mesele. 2002'den sonra değil. Ağlayanlar, sızlayanlar, okuma hakkımız elimizden alınıyor diyenlerin hepsi ortadan kayboldu. Onların iktidara taşıdıkları siyasal kadrolar da bu işi unuttu.. Peki geriye kim kaldı? Özgürlük adına türbana destek veren 'aydın' liberaller. Türban isteyen kitle yok. Hâlâ üniversitelerdeki türban sorunu ne olacak diye soruyorlar. Ama kime? Muhalefete... Başbakan'a sormuyorlar! Sorsalar. Erdoğan belki de; ne türbanı diyecek! Dünyaları yıkılacak. Aslında haksızlık etmeyelim.. AKP gündeminin birinci sırasında yine türban var. Yine türban mağduriyeti üzerinden oy istiyorlar. Ne için? Köşk'e çıkmak için. Cumhurbaşkanı olmak için. Yani kendileri için. Üniversite önündekiler için değil. Demek ki türban önemli bir sorun değil, araçmış.”28 Haziran 2007 - Atila Kaya: CHP başörtüsüne bin yıl daha 'evet' demez MHP İstanbul 3. Bölge 2. sıra milletvekili adayı Atila Kaya, CHP'nin başörtüsüne asla 'evet' demeyeceği görüşünde. Kaya, AK Parti iktidarının başörtüsü ve üniversiteye girişteki katsayı uygulamasını çözemediğini vurgularken, "Başbakan, toplumsal mutabakat istiyor. Toplumun zaten bu konudaki fikri belli. Fakat eğer kurumsal mutabakat istiyorsa, CHP bu işe 1000 yıl daha yaklaşmaz." değerlendirmesinde bulunuyor. Bu tür sorunların 'siyasal İslamcı' ve 'laikçi' partiler tarafından kullanıldığını iddia ediyor. (Zaman)29 Haziran 2007 – Vaatlerde Türban'ın adı yok“Türkiye’nin en önemli tartışma konularından biri olmasına rağmen, partilerin seçim bildirgelerinde türban sorununa yer verilmedi. AKP'nin, 2002'deki Seçim Bildirgesi'nin "Temel Hak ve Özgürlükler"

…Başörtüsü Raporu 2007… 87

Page 88:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

başlıklı bölümünde, "Yaşama ve mülkiyet hakkını, düşünce, ifade, inanç, teşebbüs ve örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan hükümler, evrensel hukuk ve özgürlük anlayışı dikkate alınarak yeniden düzenlenecektir" dedi, Bildirgede "Üniversiteler" başlığı altında da, "Üniversiteler, her çeşit düşüncenin demokratik bir ortamda, hoşgörü içinde öğretilip tartışıldığı, yasakların ve sınırlamaların olmadığı özgür bir foruma dönüştürülecektir" ifadesine yer verdi. AKP'nin 22 Temmuz seçimi için hazırlanan bildirgenin "Temel Hak ve Özgürlükler" bölümünde ise, 5 yıl önceki "Sınırlayıcı hükümler yeniden düzenlenecektir" maddesi yer almadı. Bildirgede "Toplumun değişik kesimlerinin sorunlarına ve taleplerine karşı duyarlı olunacak, bu alanda çifte standartlara ve siyasi istismarlara izin verilmeyecektir" denilerek bu konuda "gerginlik yaratılmayacağının" sinyali verildi. Yeni bildirgenin "Üniversiteler" bölümünde ise bu konuya hiç değinilmedi. CHP ve MHP'nin seçim bildirgelerinde de türban konusuna değinilmedi.” (Vatan)29 Haziran 2007 – Hacettepe’de başörtülü anneye hasta çocuğunu göstermedilerDaha önce kan vermeye giden ancak başörtülü diye kanı alınmayan Hacettepe Hastanesi’nde yeni bir skandal daha ortaya çıktı. Bademciklerinden rahatsız olan 6 yaşındaki Beyzanur Irkmak isimli çocuğunu Hacettepe Hastanesi’ne götüren anne Fikriye Irmak’a doktorlar çocuğun ameliyat olması gerektiğini söylediler. Kısa sürede ameliyat edilen küçük Beyzanur, yoğun bakımdan sonra normal hastalar bölümüne ayrıldı. Çocuğunu görmek isteyen annesi ise başı örtülü olduğu için engellendi. Çocuk bölümünden sorumlu hemşirelerden biri, kendisine “Başınız örtülü giremezsiniz, siz burada görüntüyü bozuyorsunuz, diyerek anne Fikriye Irmak’ı engelledi. Irmak, kendisinden önce başörtülü bir bayanın da çocuğunu görmek için içeri girdiğini ve kendisine başını açmaları gerektiğini ve bayanında başını açtığını söyledi. Ancak kendisi başını açmayarak çocuğunu görmeye gittiğinde “Siz böyle buraya giremezsiniz, başınız açın” dendiğini söyledi. Hemşerilerden birinin “Bu başhekimliğin talimatı, böyle bu odaya giremezsiniz” dediğini de kaydeden Irmak, böyle bir uygulamayı kabul etmediklerini söyledi. Anne Fikriye Irmak, bu olaydan 30 dakika sonra çocuğunun taburcu edildiğini de ifade etti. Normal şartlar altında bu kadar kısa bir sürede her hangi bir hastanın taburcu edilmediğini söyleyin Irmak, küçük Beyzanur’un hemen taburcu edilmesini de kendilerinde şok etkisi oluşturduğunu dile getirdi. (Milli Gazete)30 Haziran 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu adına Özgür-Der Sakarya Şubesi tarafından yapılan 94’üncü açıklamada “Militarist kuşatmayı aşabilmenin en makul yolunun direnmek, direnmek ve yine direnmek olduğu gerçeğini bir kez daha vurgulamak istiyoruz. En temel insani haklarımız ile birlikte İslami kimliğimiz, başörtümüz ve namazımız gibi diğer tüm inanç ve ibadetlerimizi özgürlüğe kavuşturmak, direnişten başka bir şeyle gerçekleşmeyecektir.” denildi. Kocaeli’de 115’inci özgürlük eylemi yapılırken, Ankara’da 73’üncü, Van’da 44’üncü ve Akyazı’da 21’inci açıklamayla başörtüsüne özgürlük çağrısı yinelendi. Van’da yapılan 44’üncü başörtüsüne özgürlük eylemine İzmir ve Kocaeli’deki platformlardan destek gelirken, Akyazı İnanç Özgürlüğü Platformu da açıklamasında net bir tavırla “Zillettense, izzetle yaşamak tercihimizdir.” mesajı verdi.30 Haziran 2007 – Hakim zihniyet örtünmenin her türlüsüne karşıdırM. Nedim Hazar, Zaman’daki “Uysa da...” başlıklı köşe yazısında AKP’nin seçim bildirgesinde başörtüsüne ilişkin bir ibare olmamasını değerlendirdi: “Medyamızın enteresan bir durumu var. Buna 'uysa da uymasa da' mı demeliyiz yoksa 'nala da çakarız mıha da' mı? Seçim beyannamesi dolayısıyla giydirilecek ya... Vay efendim 'İşte AKP'nin bu seçim beyannamesinde tek kelime bile başörtüsü yok. (Onlar büyük bir ikiyüzlülük ile türban ile başörtüsünün farklı şeyler olduğunu söyleseler de, herkes çok iyi biliyor ki, YÖK ve hakim zihniyet örtünmenin her türlüsüne iliklerine kadar karşıdır.) Bunların samimiyeti bu kadar!' denildi. Pekiyi AKP beyannameye üniversitede yapılan başörtüsü zulmünü koysaydı ne olacaktı? Aynı leşkerler bu sefer, 'bakın işte değişmemişler hiç. Şüphelerimizde haklıymışız, bunların gizli ajandaları varmış' demeyecek miydi? Kurdun kuzuyu yemek için ileri sürdüğü 'suyu bulandırma eyleminin' mevkisi önemli değil anlayacağınız...” 30 Haziran 2007 - Başörtüsü yasağını vahşet boyutlarını aşıyorHacettepe Üniversitesi Hastanesi’ndeki skandal olaya tepki gösterildi. Sağlık İşçileri Sendikası Genel Başkanı Mustafa Başoğlu, Hacettepe Üniversitesi’ne bağlı hastanelerde buna benzer olayların meydana gelmesine tepki gösterdi. Başoğlu, başörtüsü yasağının giderek vahşet boyutlarını aşmaya başladığının altını çizerek, “İnsan sağlığını bile tehlikeye atabilecek bir boyuta ulaşmıştır. Bu tavrı şiddetle kınıyorum” dedi. Memur-Sen Konfederasyonu’na bağlı Büro Memur- Sen Genel Başkanı Yusuf Yazgan ise Hacettepe’de meydana gelen skandal olayı şiddetle kınadıklarını belirterek, “Kamusal alan adı altından inanç ve giyim özgürlüğü engellenmek isteniyor. Anadolu insanının üniversite hastanelerinde tedavi edilmelerinden rahatsız olan bazı kesimlerin olduğunu da kaydeden Yazgan, bu olayı şiddetle kınadıklarını da sözlerine ekledi. (Milli Gazete)BAŞÖRTÜSÜ GÜNDEMİ . TEMMUZ 2007 2 Temmuz 2007 – Başörtüsüyle eğitim alan İlhan’ın başarısıYÖK'ün katsayı uygulaması nedeniyle çok yüksek puan almasına rağmen Türkiye'de üniversiteye giremeyen Düzce Anadolu İmam Hatip Lisesi mezunu Ayşegül İlhan, Avusturya'da 6 yıllık tıp fakültesini 4,5 yılda bitirerek büyük bir başarının altına imza attı. Nefroloji bölümünde bilimsel çalışma asistanlığına başlayan İlhan, diplomasını Viyana Tıp Üniversitesi rektörünün elinden törenle aldı. Ayşegül İlhan okulda başörtüsü ile özgürce eğitim alabildiği gibi Viyana Üniversite

…Başörtüsü Raporu 2007… 88

Page 89:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Hastanesi'nde yaptığı pratik eğitimlerde bile kısıtlanmadı. Ayşegül İlhan, Viyana'da üniversite çevresinde başörtüsü ve inancı konusunda hiçbir engelleme ile karşılaşmadığını, fakat ülkesinin bu hususta kat etmesi gereken yolu düşündükçe kederlendiğini söyledi. (Zaman)3 Temmuz 2007 – Üniversitede başörtüsünü serbest bırakma sözüDemokrat Parti Genel Başkanı Mehmet Ağar'ın bir basın toplantısıyla açıkladığı seçim beyannamesinde üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılacağı, kimsenin kıyafetine müdahale edilmeyeceği ve YÖK Yasası'nın değiştirileceği taahhüt edildi. Beyannameye göre, “YÖK, üniversitelerarası eşgüdümü sağlayan bir kurula dönüştürülecek. Üniversitelere tam özerklik sağlanacak. Türbanlılar üniversitelere kabul edilecek. Devlet eliyle kimsenin kıyafetine müdahale edilmeyecek.”3 Temmuz 2007 – Türbanın boyun kısmı çözülüyor mu?Hürriyet’in genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Bülent Arınç ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile gittiği Kayseri ve Balıkesir'deki seçim mitinglerinden izlenimlerini aktardığı yazısında, Kayseri’de gördüklerini şöyle anlattı: “Kayseri'de kadınlara dikkat ettim. Çoğunluğunun başında Örtü vardı. Ama bir şey dikkatimi çekti. Örtülerin çoğu, klasik türban gibi değildi. Bana sanki, başörtüsü, boyun kısmından başlayarak "yumuşuyor" gibi geldi. Ayrıca kadınların ve kızların elbiseleri gayet rahattı. Tabii eski durumu çok iyi bilmediğim için karşılaştırma yapamıyorum. O nedenle genellemeden de kaçınıyorum. Ama Kayseri'de gördüğüm başörtülü kadınların, Ankara'da milletvekillerinin eşlerinde gördüklerimden çok farklıydı. Eskiden beri savunduğum görüşüm, Kayseri'de biraz daha güçlendi. Eğer siyasiler germez, bir süre gündemden düşürürse, türban konusu kesinlikle gündemimizden çıkacaktır.”3 Temmuz 2007 – Babaannem Mustafa Kemal’i başörtüsüyle karşılardı ama sonra o da başını açtıYeniçağ gazetesi yazarlarından Altemur Kılıç, “Seçim propagandalarında öne çıkarılacak konular laiklik, Müslümanlık ve bununla bağlantılı olarak türban meselesi... Gerçekten de, parti polemikleri ötesinde, türban konusunun açıklığa kavuşturulması, çözülmesi, milli birlik ve beraberliğimizin sağlanması ve muhafazası için, Güney Doğu sorununun çözülmesi kadar zorunlu!” diyerek başladığı yazısının devamında “türban” ile “başörtüsü” arasında şöyle bir ayrıma gitti: “"Türban" yani son zamanlarda hanımların, Başbakan, Bakan vb. hanımlarının ve onlardan görerek diğer kadınların başına geçirilen "şey" öteden beri hanımlarımızın, köylülerimizin başlarına bağladıktan geleneksel "başörtüsü" ile aynı şey değildir. Kıyafet devriminde ve sonra, Atatürk'ten sonraki dönemde, yakın zamana kadar "başörtüsü" problem olmamıştı. Mustafa Kemal bu konuyu Türk kadınlarına ve zamana bırakmıştı. Benim Hukuk Fakültesindeki arkadaşlarımdan bazılarının başörtüleri vardı, kimse itiraz etmezdi. Ve onlar sonra avukat, yargıç olunca, başlarını kendiliklerinden açtılar. Mustafa Kemal evimize geldiğinde, babaannem onu başörtüsüyle karşılardı. Ama sonra o da başını açtı. Anamın anası başörtüsünü muhafaza etti ve o da yadırganmadı.” 4 Temmuz 2007 – Eğitim-Bir-Sen’den başörtüsüne özgürlük çağrısıMemur-Sen’e bağlı Eğitim-Bir-Sen, ‘ÖSS’yi kaldıracağız’ sloganlarının arkasında demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlüklerin kullanılması gibi demokratik ve sivil toplum beklentilerine ilişkin vaatlerin temenni cümleleriyle geçiştirilmesine dikkat çekti. Eğitim-Bir-sen, seçimler sonucunda oluşacak Meclis’ten ve hükümetten, başta eğitim olmak üzere temel konulardaki beklenti ve taleplerini şöyle sıraladı: “YÖK’ün Anayasal kurum sıfatına son verilmeli ve süreç içinde YÖK yapılanması sona erdirilmeli. Yükseköğretimden yararlanmayı engelleyen sınırlamalar (katsayı, alana bağlılık v.b.) kaldırılmalı. Kadın vatandaşlarımızın kamu hizmetlerinden yararlanmasını veya kamu görevlisi sıfatını elde etmesini engelleyen hukuksuz ve keyfi başörtüsü engellemesi -gerekirse konuyla ilgili yasal düzenleme yapılmak suretiyle- sona erdirilmeli. İnanç ve düşünce hürriyetinin somut kullanımına imkan sağlayan hükümler hayata geçirilmeli.” (Milli Gazete) 6 Temmuz 2007 – Başörtüsü sorununun çözümü yasağı kaldırmaktırHayrettin Karaman, Yeni Şafak’taki “Türban çözülüyor mu?” başlıklı yazısında Ertuğrul Özkök’ün “Bana sanki, başörtüsü, boyun kısmından başlayarak "yumuşuyor" gibi geldi.” tespitini değerlendirdi: “Sayın Özkök'ün söylediklerinden şunu anlıyorum: Türban başörtüsünden başka bir şeydir; dinin değil siyasetin icadıdır, gereğidir, sembolüdür. Türban boyunu da örtüyor, başörtüsü boyunu fazla örtmüyor. Türban bir kısım kentli kız ve kadınlar ile bakan hanımlarının başörtüsüdür ve bu örtü Anadolu'daki başörtüsünden farklıdır. Probleminin çözülmesi demek "başörtüsünün yumuşaması, sımsıkı kapanma yerine daha gevşek kapanmanın gelmesi, başörtüsü yasağının kaldırılması konusunun gündemden çıkarılması ve böylece işin çözülmüş sayılması” demektir... Çözüm, meseleyi unutmak ve unutturmak değildir (çünkü bu mümkün olmaz), çözüm yasağı kaldırmaktır, laikliği buna uygun bir şekilde anlamak ve yorumlamaktır.”7 Temmuz 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu’nun 95’inci eyleminde başörtüsü yasağı protesto edilirken, Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu 116’ncı eyleminde seçimlere yönelik “Siyasilerden ve halkımızdan onurlu bir duruş bekliyoruz. Mazot hesabının insanlık onuruna öncelenmemesi gerektiğini düşünüyoruz.” mesajı verildi. Ankara’daki 74’üncü eylemde “Ulusal ölçekte, genelde İslam inancına, özelde ise başörtüsüne dair suskun kalanlar ve sorunları yok sayanlar, bununla da yetinmeyip manevi tahribata yönelik özel çalışmalar yapmaktadırlar.” denildi. Van’da yapılan 45’inci eylemle

…Başörtüsü Raporu 2007… 89

Page 90:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

mücadeleye devam edilirken, Akyazı İnanç Özgürlüğü Platformu ise 22’inci basın açıklamasını yaptı. Eylemde başörtüsü zulmünün milyonlarca insanı bedbaht kıldığı ifade edildi.7 Temmuz 2007 - Başörtüsü "yeryüzü lanetlileri"nin simgesi olduAli Bulaç, Zaman’daki “Ağar, başörtüsünü çözer mi?” başlıklı yazısında Demokrat Parti’nin seçim bildirgesinde yer alan başörtüsü konusunu irdeliyor: “Ağar, 27 Nisan sürecinde sendeledi, güven krizine yol açtı. Fakat kendine göre geçerli sebepleri olsa bile, şimdi bir miktar toparlanma sürecine girdi. Ağar tek başına, "Başörtüsü sorununu çözeceğim" diyor, bunun "bir namus borcu" olduğunu söylüyor. Seçim kampanyasında bunu yüksek sesle söylemenin açık bir erdem olduğunun altını çiziyorum. Çünkü milyonların canını yakan bu sorunu dile getirmek, neredeyse "terör örgütlerine ve teröristlere arka çıkmak"la aynı şey haline getirildi. Başörtüsü "yeryüzü lanetlileri"nin simgesi oldu. Bu konuyu AK Parti programına bile almadı, bundan önce en yüksek düzeydeki sözcülerinden biri (M. Ali Şahin) bu konuyu sorun görenlerin "yüzde 1,5" olduğunu, dolayısıyla üzerinde durulmaya değer bulmadığını söyledi. AK Parti ve CHP'nin gündeminde böyle bir sorun yok. Kısaca yasağın geçerli teamül halini almasına çalışılıyor, bu en büyük tehlikedir; yani artık hiç kimse bu konuyu programına almayacaktır. Çözüp çözmeyeceği, samimi olup olmadığı hiç önemli değil, Ağar'ın bunu programına almış olması, meydanlarda dile getirmesi önemli bir şeydir. Bu arada sahiden bu sorunun yüzde 1,5'in sorunu olup olmadığını, milyonların da kendilerini bu marjinal çerçevede görüp görmediklerini ileride öğreneceğiz.”9 Temmuz 2007 – Türban-başörtüsü farklılaşması tamamen bir palavraM. Nedim Hazar, Zaman’daki “Kınalama!” başlıklı köşe yazısında, medyadaki “başörtüsü-türban” ayrımına ilişkin yorumları eleştirdi: “Yüreğinin her zerresinde baskıyı, jakobenizmi, din alerjisini hisseden zevat, söze şöyle başlıyor hep (hep ama hep): 'Bakınız türban ayrı şey başörtüsü ayrı şey. Biz türbana karşıyız, yoksa bizim de annelerimiz başörtü kullanıyor...' Ne büyük bir yalan, ne ikiyüzlü bir illüzyondur bu bir bilseniz. İkiyüzlülük, zira delikanlı gibi ortaya çıkıp, 'Arkadaş örtünmenin, başını örtmenin her türlüsüne karşıyız... Adı ne olursa olsun, ne amaçla, ne gerekçeyle olursa olsun, rahatsız oluyoruz, istemiyoruz, bizi kılıf bulmak zorunda bırakmayın, karşıyız işte!' demiyorlar, diyemiyorlar, maça ile menü arasındaki ilintinin diyalekti gereği böyleler. Yemiyor yani... Neymiş efendim, türban farklıymış, yeni icatmış. Hani insanın 'size bir şey olmasın' diyesi gerekiyor... Yani türban-başörtüsü farklılaşması tamamen bir palavra. Eminim zira peruk takmayı göze alan kızcağıza, 'tamam başını tülbent ile ört' denilse anında kabul eder. İster yemeni olsun, ister eşarp, ister başörtüsü. Onlar için örtünmek önemli, zira inançları gereği... Siyasal simge palavrasına hiç girmiyorum, zira bugün en az 10 partinin seçmenlerine de üyelerine de baktığınızda örtülüleri görebilirsiniz. Söyler misiniz, CHP hariç tüm partilerin mi simgesi başörtüsü?”10 Temmuz 2007 - MHP, başörtüsü yasağının kaldırılmasını istedi MHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Bal, eğitim hizmeti alanlara uygulanan başörtüsü yasağının kaldırılmasını istedi. Bal, "Devlet nasıl farklı din, dil, ırk ve düşünceye mensup kişiler arasında sağlık, adalet gibi temel kamu hizmetlerini sunarken ayırım yapamaz ise başörtülü öğrencilere de eğitim hizmeti sunarken farklı muamele yapmamalıdır." dedi. Yazılı açıklama yayınlayan Bal, MHP'nin, din ve vicdan hürriyetinin tam olarak uygulanması kararlılığında olduğunu kaydetti. Dinî inançları sebebiyle insanların 'ikinci sınıf vatandaş' muamelesine tabi tutulmasına karşı olduklarını belirten Bal, şu ifadeleri kullandı: "MHP, laiklik prensibine samimi olarak inanmaktadır. Laiklik ilkesi ile din ve vicdan hürriyetini birbirini tamamlayan iki temel kavram olarak kabul etmektedir. Din istismarını siyasi rant aracı olarak kullanan inanç hortumculuğuna karşıdır. MHP, laikliği din karşıtlığı olarak algılayan ve dinî mukaddesler ile çatışan anlayışa da karşıdır. Kamu hizmeti alan herkesin din ve vicdan hürriyetine saygı gösterilmelidir." dedi. (Zaman)13 Temmuz 2007 - CHP'li kadınlar başörtüsü dağıttı Yozgat'ta farklı bir seçim çalışması yürüten CHP teşkilatı, vatandaşlara başörtüsü dağıtıyor. Kadın Kolları İl Başkanı Özgür Karslıoğlu, bu girişimin sebebini şöyle açıkladı: "CHP'nin cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tutumu sebebiyle başörtüsü karşıtı gibi gösteriliyorduk. Bundan rahatsızlık duyduğumuz için gittiğimiz yerlerde eşarp dağıtmaya başladık." Karslıoğlu, dün parti üyesi kadınlarla birlikte Organize Sanayi Bölgesi'nde bulunan fabrika çalışanlarını ziyaret etti. İşçilere, tek tek başörtüsü hediye eden Karslıoğlu, CHP'nin kesinlikle başörtüsüne karşı olmadığını iddia etti. (Zaman)13 Temmuz 2007 - CHP'li Yılmaz Ateş: Başörtüsü sorununu biz çözeriz TBMM Başkanvekili olan CHP Ankara milletvekili Yılmaz Ateş, başörtüsü sorunu konusunda iddialı bir açıklama yaptı. Ateş, başörtüsü konusunun AKP tarafından istismar edildiğini ve seçim beyannamesine bile konulmadığını söyledi. "Bu sorunu biz çözeriz" diyen Ateş, programı sunan gazeteci Ömer Şahin'in, çözüm formülünü sorması üzerine, " Kaşımadan, çözeceğiz" karşılığını verdi. CHP'li Yılmaz Ateş, kamuoyunda bilinen yargının aksine Cumhurbaşkanlığı sürecinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrunisa Gül'ün başörtüsü takmalarını sorun yapmadıklarını da öne sürdü. Ateş,"Biz Emine Erdoğan'a sevgi ve saygı duyuyoruz. Başımızın üzerinde yeri var. Bizim sorunumuz eşlerin başörtüsü ile değil, Sayın Erdoğan ve Gül'ün kafalarının içiyle" dedi. (Zaman)13 Temmuz 2007 – Başörtüsü ve Türkiye'nin 'ikilemi'

…Başörtüsü Raporu 2007… 90

Page 91:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Dünyanın önde gelen dergilerinden Time Türkiye'yi kapağına taşıdı. Başörtülü bir genç kızın yer aldığı "Türkiye'nin ikilemi" başlığının yer aldığı kapakta "Barajlı seçimler yaklaşırken, Türkiye ne kadar dini bir ülke olacağına karar vermeye çalışıyor" denildi. Time'ın çeşitli röportajlara da yer verdiği çalışmasında, Türkiye'nin son günlerde laiklik tartışması üzerinden yaşadığı kamplaşmaya dikkat çekildi. Özellikle gençlerle röportajlar yapan ve sayfalarında onların görüşlerine yer veren Time, Türkiye'de gençlerin laikliğe sahip çıkmak konusunda bir sene öncesine göre çok daha politize hale geldiğini vurguladı. AKP iktidarının ilk yıllarında laiklik konusundaki endişelerin bu denli yoğun olmadığına işaret eden Time araştırmasında, başta kadınlar olmak üzere laikliği savunan kesimlerin son dönemde Batı tipi hayat tarzlarının tehlikeye girdiği konusunda büyük kaygı taşımaya başladığına dikkat çekildi. Dışişleri Bakanı Gül'ün de konuyla ilgili görüşlerine yer verdi. Gül'ü, okurlarına, Cumhurbaşkanı olma konusunda çabaları, eşinin başörtülü olması nedeniyle askerlerin muhalefeti ile karşılaşan Türkiye'nin Dışişleri Bakanı olarak tanıtan dergiye göre, Gül, partisinin tekrar iktidara gelmesi durumunda Cumhurbaşkanlığı görevi için talip olmayı planladığını söyledi. "Son beş yılda yaptıklarımız zaten kendisini anlatıyor" diyen Gül, partisinin Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne uyumunu sağlamak yönündeki atılımını örnek olarak gösterdi. 14 Temmuz 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu adına Özgür-Der Geyve Temsilciliği tarafından yapılan 96’ncı basın açıklamasında “İktidar neredeyse ; direniş oradadır” denildi. Açıklamada ayrıca başörtüsü direnişçileri Macide Göç ve Özlem Özyurt da anıldı. Kocaeli’deki 117’nci başörtüsüne özgürlük eyleminde yapılan açıklamada ise “Seçim olsa da olmasa da biz buradayız ve burada olmaya yasak sürene kadar devam edeceğiz.” denildi. Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu’nu tarafından yapılan 75’inci eylemde “Özgürlüğe kadar direniş” mesajı verildi. Van’da düzenlenen 46’ncı eylemde “Buradan bütün dünya zalimlerine sesleniyoruz: Yeter artık; yaptığınız zulümlere bir an önce son verin!” çağrısı yapıldı. Akyazı’da ise 23’üncü başörtüsü eylemi yapıldı. 15 Temmuz 2007 - Çankaya yasak, halka başörtüsü dağıt! Abdülkadir Özkan, Milli Gazete’deki yazısında CHP’nin seçim çalışmalarında başörtüsü dağıtmasına değindi: “Bu memlekette başörtüsü karşıtlığını yapanların başında CHP ve CHP'liler gelmiyor mu? Başörtüsünü rejime karşı ciddi bir tehlike olarak algılayıp öyle takdim etmiyorlar mı? Çankaya'ya eşinin başı örtülü bir kişinin çıkmaması için CHP yiğitçe(!) mücadele vermedi mi? Cumhurbaşkanı Sezer Köşk'teki davetlere eşlerinin başı açık milletvekili ve bakanları eşleri ile birlikte davet ederken eşlerinin başı örtülü milletvekili bakanları tek davet etmedi mi? CHP'nin buna karşı bir tavrı oldu mu? CHP eğer başörtüsüne karşı değil, başı örtülülere saygı duyuyorsa, Cumhurbaşkanı'nın bu tavrının insan haklarına aykırı olduğunu bir kere olsun niçin dile getirmedi? Niçin hala Baykal, Sezer gibi Cumhurbaşkanı arıyor? Seçimlerden sonra uzlaşma ile Sezer gibi birinin Cumhurbaşkanı seçilmesi gerektiğini söylüyor? Düne kadar başörtüsü karşıtlığının bayraktarlığını yaptıktan sonra seçim meydanlarında başörtüsüne sarılıyorsa bu tavrı samimi bulmak mümkün olabilir mi?” 15 Temmuz 2007 – “Time'ın İki Kapağı”Cumhuriyet’ten Hikmet Bila, başörtülü bir genç kızın Time dergisinde kapak olmasını, “'Tarafsız yayıncılık' ayaklarına yatıp, Türkiye'yi türbana sarıp kapağa çeken bir eylemle karşı karşıyasınız... Çağdaş uygarlık yolundaki yürüyüşü, birtakım iç ve dış güçler tarafından engellenen... Eğitimini ortaçağ hurafelerine teslim etmiş... Güvenliğini bile dış güçlere terk etmiş... Kıbrıs'taki, Irak'taki, Almanya'daki soydaşlarından vazgeçmiş... Bölücülüğün ve gericiliğin insan hakkı gibi sunulmaya çalışıldığı bir ülke, Time'a olsa olsa böyle kapak olur.” şeklinde yorumladı. 16 Temmuz 2007 - Ağar 'başörtüsü yasağını' nasıl kaldıracak?Kürşat Bumin, Yeni Şafak’taki yazısında DP’nin "başörtüsü yasağı"na seçim beyannamesinde yer vermesine değindi: “Ağar bu yasağa karşı çıkarken farklı-özel bir açıklama getirmiyor. DP Genel Başkanı da, bağımsız aday Baskın Oran'a varıncaya kadar birçok kişi ve çevrenin benimsediği gibi söz konusu yasağın "hizmet alan-hizmet veren" ayrımını gözetmediği fikrinde. Oysa bana göre, mutlak yasakcılar karşısına -epeyce zamandır- çıkarılan bu "çözüm yolu" yasağın kalkması sürecinde geçilmesi gereken etaplardan sadece birisidir. Asıl çözüm, muhakkak ki, bu ayrımı esas alarak değil, meseleye ilişkin çok daha gelişmiş, çok daha farklı bir teori-pratik üzerinde çalışmamızı gerektirmektedir... DP bu "yasal" engeli nasıl aşacağını açıklamak zorundadır. Eğer ciddiye alınmak istiyorsa tabii ki. İktidara gelince ne olacak bitecek de bu yasak kalkacak. Hayal ettiği Meclis çoğunluğu ile yasaya yeni bir "madde" mi ekleyecek; eklediği madde için Anayasa Mahkemesi'nin gönlünü nasıl alacak; Cumhurbaşkanı'nı da gönlüne göre belirleyip bu yolla Mahkeme'nin kompozisyonu çıkardığı yasaya sempatiyle bakan bir hale dönüştürerek mi? Nasıl?”16 Temmuz 2007 – Ne türban ne mini etek yasağı olsunCan Ataklı, Vatan gazetesinde çıkan köşe yazısında, genç bir bayanla yaptığı söyleyişi aktarırken, konuştuğu bayanın “Ben ne türbanın ne mini eteğin yasaklanmasını istiyorum, ikisi de serbest olmalı.” demesinin kendisini çok şaşırttığını belirtti. Ataklı, yaşadığı durumu şöyle anlattı: “Peki nasıl oluyor da, türbanla mini eteği karşı karşıya getirip, üstelik ikisinin de yasak olmamasını savunduğunu söyleyebiliyor. Öyle sanıyorum ki, karmakarışık bilgi ortamında, inanılmaz bir kirlilik yaşıyoruz ve bundan hepimiz etkileniyoruz. Türkiye'de ne türban takmak ne de mini etek giymek yasak. Ama her ikisini de giyemeyeceğiniz yerler var. Nasıl türbanla polislik yapamıyorsanız, mini etekle de yapamazsınız. Bu yasaklama değil kamu düzendir. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın tüm ülkelerinde, demokratik ülkelerde geçerli bir düzendir... Pek çok kişi "Ben başım açık, dilediğim

…Başörtüsü Raporu 2007… 91

Page 92:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

kıyafeti giyerek dolaşmak istiyorum. Bu benim kişisel özgürlüğümdür. Türban takan da kişisel özgürlüğünü kullanmaktadır, o halde o da istediği gibi olabilmelidir" diyor. Propaganda bombardımanı altında göremedikleri, türban savunucularının asla böyle düşünmediği ve ellerine fırsat geçtiğinde herkesi bu hale getirecekleri. Türkiye'nin tıpkı hikâyedeki kurbağa gibi, altında ateş yanan tencerenin içinde olduğunu fark edememektir sorun.”18 Temmuz 2007 - Başını örten kadınlar zalimane bir ayrımcılığa maruz kalmaktadırRichard Falk, 22 Temmuz seçimlerini Zaman’a değerlendirdiği yazısında başörtüsü sorunuyla ilgili şunları ifade etti: “Başını örten kadınlar Türk üniversitelerinde okuyamazlar, pek çok mesleği icra edemezler ve kamu görevlerinde çalışamazlar; uzun zamandan beri de Türkiye'deki yaşam alanlarının neredeyse tamamında zalimane bir ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar. Onların sürekli boyun eğmeleri meseleye Türkiye'nin ne tür bir toplum haline geldiğini test etmek için elverişli bir turnusol kağıdı potansiyeli kazandırmaktadır. Bu husûmetlerin altında yatan şey, AKP'nin Türk toplumunun dinî yönelime sahip çoğunluğunu serbest bırakması halinde bunların hükûmetin kontrolünü sağlam bir şekilde bir kez ele geçirdikten sonra bütün ılımlılık görüntüsünden vazgeçerek durumun daha önce kendilerine baskı yapmış olanların aleyhine döneceği şeklindeki zımni bir endişedir. Nietzsche'nin de ikaz ettiği gibi, daha önce baskı altında olanların öfkelerinden sakınmak gerekir.” 19 Temmuz 2007 – Türban Çankaya'ya çıksın mı?Doğan Heper, Cumhuriyet’te yayınlanan yazısında AKP’nin seçim mitinglerindeki kalabalığın gerçek seçmen kitlesini yansıtmayabileceğini söylerken, AKP’nin seçimlerden birinci çıkması ve cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili şu yorumu yaptı: “Bu seçimde "iki sandık" seçmenin önüne getirilemedi. Yani cumhurbaşkanını halk değil, yüzde 99 ihtimalle bu Meclis, yani yeni Meclis seçecek. Peki Çankaya'ya nasıl biri yollanmalı? Bana sorulursa bu kişi şu partiden veya bu partiden olabilir, yeter ki eşi türbanlı olmasın. Çünkü türban birçokları tarafından "sembol" haline getirildi. Ve bu sembolün neler ifade ettiğini sizler biliyorsunuz.”19 Temmuz 2007 - Kurumsal mutabakatı gerektiren konulara özel eğilim göstereceğiz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Kanal A'da canlı yayımlanan ''Gündem Ankara'' programında gazetecilerin sorularını yanıtladı. Erdoğan, tek başına iktidar olmaları durumunda eğitim ve sağlığa öncelikli önem vereceklerini söyledi. Erdoğan, ''Ama her şeyden önce o kurumsal mutabakatı gerektiren konuların üzerine özel bir eğilim göstereceğiz. Çünkü bu konuda çok mağdur olan insan var. Bir tanesi eğitim konusu biliyorsunuz'' dedi. ''Yani başörtüsü dahil'' sözüne karşılık Erdoğan, ''Biz onlara eğitim özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü olarak bakıyoruz. Yani o konudaki yaklaşım tarzı niçin bir Amerika gibi olmasın, niçin bir Avrupa gibi olmasın? Niçin bu ülkenin evlatları, insanları ayrımcılığa tabi tutulsun? Olaya buradan bakıyoruz. Gerilimden yana bir noktada değiliz'' diye konuştu.20 Temmuz 2007 - Ağar başörtüsünü böyle çözmüş!Partisinin seçim beyannamesinde başörtüsü yasağını kaldırma sözü veren Demokrat Parti lideri Mehmet Ağar'ın Meclis'e sunduğu teklif kafaları karıştırdı. Vakit gazetesinden Kenan Kıran'ın haberine göre, DP lideri Mehmet Ağar, DYP Elazığ Milletvekili iken, 15 Ocak 2003 tarihinde, Meclis’e 'iç tüzük değişikliği teklifi' vermiş ve bu teklifinde Meclis'e gelen kadın ziyaretçilerin "başlarının açık" olmasının esas alınmasını istemiş. Maddede şu ifade yer almış: “Madde 56 - Genel Kurul Salonu’nda yer alan milletvekilleri, bakanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Teşkilatı memurları ve diğer kurum personeli ceket giymek, kravat takmak ve başı açık olmak zorundadır. Kadınlar başları açık ve tayyör giyerler. Ziyaretçiler yönetmeliğinde ziyaretçilerin kıyafetleri de yukarıdaki ilkelere uygun olarak tespit edilir.” 20 Temmuz 2007 – Mesut Yılmaz, başörtülüleri coplattı, şimdi eşarp dağıtıyorEski milletvekili Şevki Yılmaz, Rize'de yayın yapan Çay TV'ye ilginç açıklamalar yaptı. Mesut Yılmaz eleştiren Şevki Yılmaz şöyle konuştu: "Ben imam-hatip lisesi ve Kur'an kurslarının 8 yıllık eğitimle kapatılmamasından yana oy kullandım, o kapatılmasından yana kullandı. Ben başörtüsü yüzünden ağlayanların yarasını gönlümde hissedenlerdenim, o başörtüsünü yasak edenlerin yanında olmuştur. O imam-hatiplilere 'yarasalar' diyebilmiştir, ben bunu yanlış görmüşümdür. Nasıl benzerliğimiz olsun ki? Şimdi Rize'de fotoğraf çektirerek ve başörtüsü dağıtarak oy toplamaya çalışıyor. Nasıl oy bir fotoğraf karşılığında verilir ya. O kadar ucuz mu bu vatana vatandaşın seçme hakkı? Yanıma gel, fotoğraf çek oy ver, Allah Allah!.. İktidarında imam-hatiplerin bahçesinde kızları polis copu ile okuldan kovacaksın, şimdi gelip Rize'de başörtüsü dağıtacaksın ve oy alacaksın. Bu millet bunları unutmuş mudur? İmam-hatiplilere 'yarasa' diyeceksin, 'siyasi hayatıma da mal olsa 8 yıllık eğitim geçecek' diyeceksin, şimdi fotoğrafla oy alacaksın. Rizeli çok zeki. Böyle bir fotoğrafla vatandaşlık haklarını Rizeli ve Türkiye'deki vatandaşlar sunacak değildir." 21 Temmuz 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu tarafından yapılan 97’nci basın açıklamasında “seçimimizi kukla partilerden değil İslami direnişten yana yaptığımızı kamuoyuna duyuruyoruz” ifadeleri yer aldı. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu’nun 118’inci basın açıklamasında “tüm siyasi partilere, liderlere bir defa daha sesleniyoruz; kuru gürültü çıkarmayınız, din tacirliğine hele hiç soyunmayınız bu yasak tokat gibi sizin suratınıza inmeden geliniz bu yasakla er gibi yüzleşiniz.” denildi. Ankara’da 76’ncı kez toplanan başörtüsü eylemcileri ise seçim öncesi “Allah’ın emri başörtüsü yasağının,

…Başörtüsü Raporu 2007… 92

Page 93:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

İHL’leri hedef alan katsayı probleminin, Kur’an Kursları önünde bulunan yasak ve kısıtlamalarının, YÖK zulmünün son bulmasını” istediler. Van’da 47’nci, Akyazı’da ise 24’üncü eylem düzenlendi. Van’daki eylemciler, tek başına iktidar olan AKP kadrolarından, halkın teveccühüne sırtını dönmeyen ve çözüm noktasında somut irade ortaya koyabilen politika ve faaliyet yürütmelerini istediler.21 Temmuz 2007 - CHP yine başörtüsü dağıttı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Abdullah Gül'ün eşinin başının kapalı olmasına itiraz eden CHP, halk arasında başörtüsü karşıtı olarak değerlendirilince yeni bir strateji geliştirdi. CHP Yozgat teşkilatı oy istemeye gittiği her yerde başörtüsü dağıtmaya başladı. Başörtüsü karşıtı olmadıklarını iddia eden CHP'liler, Lütfullah Kayalar'ın seçimlere bir gün kala Yozgat Cumhuriyet meydanında yaptığı miting öncesi yine başörtüsü dağıttı. CHP'nin bedava başörtüsünü almak isteyen vatandaşlarla CHP'liler arasında zaman zaman tartışma yaşandı. Özellikle kırsal kesimlerden gelen erkekler ücretsiz başörtüsü almak için yarıştı. Bazı partili kadınların kalabalığı coşturmak için başörtüsünü CHP bayrağı gibi sallaması dikkat çekti. Dağıtılan başörtülerini erkekler boyunlarına, kadınlar ise bellerine doladıkları gözlendi. 23 Temmuz 2007 – Başı açık kadın oranı yüzde 10Seçimlerin büyük şaşkınlık yarattığı Cumhuriyet yazarlarından Şükran Soner, seçim sonuçlarını “Tarikatların boyunduruğunda seçmen olmak” adlı bir makaleyle açıklamaya çalıştı. Soner, Fatih’ten Haliç’e çeşitli yerlerde seçmenleri gözlemlediğini söylediği yazısında, “Fatih'te başı açık kadınların olduğu aileler azınlıkta, türban ve çarşaflılar çoğunlukta… Fener'deki seçim sandıklarına ulaştığınızda başı açık kadın oranı zaten yüzde on, en fazla yüzde yirmilere düşüyor… Bu bölgede artık çeneden bağlanmış çarşafların yerine burun altı bağlanmışlar alıyor. Sokak aralarında tatil, yani Kuran kursu günü olmadığı halde, takkeli, türbanlı erkek ve kız çocukları oynuyor.” şeklinde gözlemler aktardığı yazısında, bu seçmenlerin okuma-yazma bilmeyen “cahiller” olduğunu ima ederek, tarikatlerin bu kitleyi hangi partiye oy atacakları konusunda yönlendirdiğini anlattı.23 Temmuz 2007 - Sandık kuruluna ‘Başörtüsü’ engeli Türkiye sandık başına giderek ülkeyi 5 yıl yönetecek kadroları seçti. Geçtiğimiz seçim döneminde özgürlüklerin önünün açılacağına dair verilen sözlerin peşinden giden vatandaşlar, aradan geçen süre içinde bu sözlerin tutulmadığı gördü. Şimdi ise daha seçimler sonuçlanmadan özgürlüklerin önü tıkanmaya başlandı. İstanbul’da Kadıköy ve Fatih ilçelerinde yaşanan çirkin olaylar yaşandı. Fatih’te oy kullanımı yapılan birçok okulda ve Kadıköy Mehmet Beyazıt Lisesi ile Münevver Şefik İlköğretim Okulu’nda başörtülü sandık müşahitlerinin görev yapmaları engellenmek istendi. Okula girişleri engellenmek istenen başörtülü görevliler bu duruma itiraz ederken, görevlileri engellemek isteyen kişiler ise okulun bir kamusal alan olduğunu ve hâkimlerin bu yönde kararı bulunduğunu bahane ederek, görevlilerin çalışmasını engellemek istedi. Daha sonra araya giren yetkililer ve vatandaşlar, başörtülü görevlilerin çalışmasının engellenmesinin hukuki hiçbir dayanağı olmadığını belirterek görevlilerin sandık başlarındaki yerlerini almalarını sağladı. (Milli Gazete) 23 Temmuz 2007 – Kadın vekil oranında cumhuriyet rekoru ama tek başörtülü vekil yokMerkez medyanın, seçim sonuçlarından sonra meclise giren 50 kadın vekille ilgili haberlerde, “Kadın vekil oranında cumhuriyet rekoru. 1935-39 dönemindeki yüzde 4.5'lik en yüksek kadın vekil oranı yüzde 10’la kırıldı.” ifadelerine yer verilirken; geniş bir seçmen kitlesi oluşturan başörtülü kadınların tek bir vekille dahi temsil edilemediği gerçeği görmezden gelindi.24 Temmuz 2007 – Ne türban ne de tankYunan gazetesi Elefterotipia, 22 Temmuz genel seçimlerini yorumladığı yazısına “Ne türban ne de tank” başlığını attı. Başyazıda şu tespitlere yer verildi: “Halk seçim öncesinde, 'İslam mı, laik devlet mi?' ikilemiyle karşı karşıya bırakıldı. Kemalistlerin gösterilerindeki baskın slogansa şuydu: Ne türban, ne tank.' İşte bu slogan demokrasinin temel ilkelerine saygı talebini yansıtıyor. Teokratik devletlerde insan haklan, askerin yönettiği devletlerde de halk egemenliği çiğnenir. Kemalist düzen, laik yapıyı korumak için halk egemenliğini defalarca ihlal etti. Buna karşın, AB'ye girmek isteyen Erdoğan hükümeti, yeni orta sının kendi safına çekebilmek için vatandaşların anayasal haklarını ve halk iradesini destekliyor gibi görünüyor. Yeni cumhurbaşkanını seçtirebilmek için Meclis'le müttefik aramak durumunda olan Erdoğan, hem teokratik devletin geleneksel alışkanlıklarının ortaya çıkmasını, hem de Kemalist düzenin müdahalesini önlemek için uzlaşmaya gideceğine yönelik sinyal veriyor. Şüphesiz, bu çabası AB'den destek görecek.”25 Temmuz 2007 – Başörtüsü mağduriyeti olmasaydı başarı asla bu düzeyde olamazdıAli Bulaç, “Tepki, korku ve umut” başlıklı yazısında 22 Temmuz seçimlerinde başörtüsünün rolünü şöyle değerlendirdi: “Gözden kaçırılmaması gereken ana nokta şu ki, 27 Nisan bildirisi, 367 ve CHP'nin ötekileştirici tutumu dolayısıyla cumhurbaşkanı seçilemeyen Abdullah Gül'ün uğradığı büyük mağduriyetin, açık haksızlığın gerçek sebebi, hanımının "başörtülü" olmasıdır. AK Parti'nin mart ayında yüzde 30'un altına inen oylarını 46'lara çıkartan, toplumun ana gövdesinin başörtüsüne verdiği destektir; eğer söz konusu olayda başörtüsü mağduriyeti olmasaydı başarı asla bu düzeyde olamazdı. Bu açıdan CHP ağır bir yenilgiye uğramış, başörtüsüne sahip çıkmasına rağmen, 27 Nisan günü Meclis'e girmediği için Ağar seçmene inandırıcı gelememiştir.” 26 Temmuz 2007 – Devletin zirvesinin türbanlı eşleri

…Başörtüsü Raporu 2007… 93

Page 94:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Seçim sonuçlarının netleşmesinden sonra merkez medyada başörtüsü tartışması yeniden alevlendi. “Son dönemin en gergin konusu hiç kuşkusuz “Devletin zirvesinde 3 AK Partili mi olacak” tartışmasıydı. Bundan kasıt üç önemli göreve gelecek isimlerin eşlerinin türbanlı olup olmamasıydı elbette. Kulislerde konuşulanlara göre bu dönemde zirvedeki üç isimden birinin eşi türbanlı olmayacak.” şeklinde bilgilerin aktarıldığı haber ve yorumlarla bir nevi “basın” baskısı oluşturulmaya çalışıldı.27 Temmuz 2007 - Milletin başörtüsü sorunu var Abdülkadir Özkan, Milli Gazete’deki yazısında seçim sonuçları bağlamında başörtüsü sorununu değerlendirdi: “Milletin "Bizim başörtüsü diye bir sorunumuz yok" diyenleri bu defa eskisinden daha büyük oy oranı ile iktidar koltuğuna oturtmuş olmasının ilk bakışta bir çelişki gibi görünmüyor. AKP'nin aksine milletimizin bir başörtüsü sorunu olduğunu, başörtüsüne sahip çıkmak adına AKP'ye yüklenmiştir. Milletin bu tavrı karşısında AKP'nin atacağı adım, takınacağı tavır önem kazanıyor. Abdullah Gül'ün sırf eşi başörtülü diye cumhurbaşkanı seçtirilmeyişini milletimiz protesto etmiş, "Siz ne düşünürseniz düşünün başörtüsü düşmanlığına karşı tavır koyuyorum" demiştir. Çünkü, milletin seçim sandığının dışında tavır koyması mümkün değildir. Bunun için önüne getirilen seçim sandığına attığı oylarla AKP'ye de bir ikazda bulunmuştur. "Siz her ne kadar başörtüsü sorunumuz yok diyorsunuz ama benim var" anlamına gelen bir tavır sergilemiştir... Buna rağmen yeni dönemde de AKP "Başörtüsü sorunumuz yok" şeklinde bir tavır sergileyecek olursa milletin karşısına getirilecek ilk seçim sandığında kaybolup gidecektir.”28 Temmuz 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu tarafından yapılan 98’inci başörtüsü eyleminde “Tartışmadan, mücadele etmeden, bedel ödemeden, hak ve özgürlüklerin elde edilmesi, gerçek bir kazanım değil başkalarınca verilen bir lütuftan öteye geçmez.” tespiti yapıldı. Kocaeli’de yapılan 119’uncu eylemde AKP hükümetinden insan hakları konusunda acil yaklaşımlar sergilenmesi istendi. Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu’nun 77’nci eyleminde ‘yasakçı devlet’ yerine ‘hakem devlet’ anlayışının haklim kılınması gerektiği vurgulandı. Van Başörtüsüne Özgürlük Platformu tarafından düzenlenen 48’inci mücadeleye devam edilirken, Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu’nun düzenlemiş olduğu 25’inci basın açıklamasında ise başörtüsünün Allah’ın emrettiği bir farz olduğu belirtildi. 28 Temmuz 2007 – Başörtülü anne askeri misafirhaneden kovulduMalatya Tulga Kışlası'nda askerlik yapan oğullarını ziyaret etmek için İstanbul’dan Malatya’ya giden Kurtuluş ailesi, diğer şehirlerden gelen er yakınlarının da kaldığı Astsubay Orduevi Misafirhanesi'ne gitti. Kurtuluş ailesinden anne Hülya ve kızları 16 yaşındaki Emel başörtülüydü. Görevli, başörtülerini “tavşan kulağı” şeklinde bağlamaları durumunda misafirhaneye kabul edilebileceklerini söyledi. Başörtülerin istenilen biçime getirilmesi ile kayıtları yapılan aile, odalarına yerleşti. Bir süre sonra şehir merkezine gitmek üzere misafirhanenin bahçesine çıkan Hülya ve Emel Kurtuluş, kendilerini gören ve isminin Cengiz olduğu öğrenilen bir astsubayın sözlü tacizlerine maruz kaldı. Astsubay, “Ne işiniz var burada, bu kıyafetle burada kalamazsınız. Çabuk çıkın, terk edin burayı” diyerek Hülya ve Emel Kurtuluş'a tacizde bulundu. Cengiz astsubay, Kurtuluş ailesinin misafirhaneyi terk etmesini istedi. Eşyalarını toplayan Kurtuluş ailesi, misafirhaneyi terk etmek zorunda kaldı. (Vakit)29 Temmuz 2007 – Gül aday olmasa başörtüsü sorunu çözülebilir bir kıvama gelir mi?Leyla İpekçi Zaman’daki “Eş durumundan fedakârlık!” başlıklı yazısında Abdullah Gül’ün adaylığını başörtüsü sorunu etrafında değerlendirdi: “Gül adaylıktan çekildiğini söylerse hemen hepimiz bunun 'eş durumu' yüzünden bir çekilme olduğunu düşünmeyecek miyiz? Eh, böyle bir adım atmak demek, "eşi başörtülü bir cumhurbaşkanı asla olamaz" diyenlerin söylemini meşrulaştırmak değil midir? O halde ne adına başörtüsü mağdurlarının okuma ve siyaset yapma hakkını savunuyoruz? Başörtüsü sivil bir durum arz ederek Çankaya'ya çıkabilirse, belki orta vadede bu mevzu kendiliğinden çözülmeye gidecektir. Fakat Gül'den 'eş durumu' gerekçesiyle feragat bekleyenler, diyelim bu feragat gerçekleşti, başörtüsü sorununu daha çözülebilir bir kıvama getirmiş olacaklar mı? Madem üniversiteli kızlar halen mağdur, siz de mağdur olun demekle yapıcı bir açılım getirileceğine ihtimal verilebilir mi? Buna bir de Gül'ün kendi 'liyakat etiği'ni başörtüsünü gerekçe göstererek sıfırlayacağını da ekleyin. Bu ülkede dört buçuk yıl Dışişleri Bakanlığı, bir dönem de Başbakanlık yapmış bir siyasetçinin tüm tecrübe ve birikimini bu söylemle uzlaşma adına inkâr etmesi kendine veya başörtülülere ne getirecektir?” 30 Temmuz 2007 – Başörtüsü takıntısının tedavisi için Gül aday olmalıYasin Aktay, Yeni Şafak’taki “Gül'ün Cumhurbaşkanı olmama lüksü yok” başlıklı yazısında köşk seçiminin başörtüsüyle ilgili kısmı hakkında şunları ifade etti: “Gül'ün adaylıktan çekilmesinin siyasi moral açısından, içinde bulunduğumuz bağlam içindeki faturası çok daha önemli olacaktır. Bu fatura, Gül'ün adaylığına karşı, kalan son inatçı, kindar, sınıfçı, elitist, vesayetçi ve anti-demokratik direnişe alışmış olduğu rüşveti "Sezar'ın hakkı" gibi vermeyi sürdürmek olacaktır... Bir de 4,5 yıllık iktidar süresince okullarda, çalışma hayatında ve TBMM'de başörtüsünü çözememiş olması dolayısıyla AK Parti'nin eşi başörtülü birini seçtirme hakkını kendiliğinden kaybettiğini düşünenler var. Başörtülülerin hem eğitim hem siyaset hakkını savundukları halde eşi başörtülü diye Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'na itiraz edenlere Leyla İpekçi çok haklı olarak şunları soruyor: "Madem üniversiteli kızlar halen mağdur, siz de mağdur olun demekle yapıcı bir açılım getirileceğine ihtimal verilebilir mi?" Ayrıca Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'na karşı en sağduyulu muhalefetin bile gelip eşinin

…Başörtüsü Raporu 2007… 94

Page 95:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

başörtüsüne takılmış olması, bu konuyu gerçekten çok önemli kılıyor ve tam da bundan dolayı, yani bazılarının takıntı hastalıklarının tedavisi için onun Cumhurbaşkanı olması gerekiyor.”BAŞÖRTÜSÜ GÜNDEMİ . AĞUSTOS 2007 1 Ağustos 2007 – Türban bayan Gül taşıdı diye 'meşru' mu sayılacak?Mehmet Ali Kışlalı, Radikal’de yayınlanan “Yumurta küfesi” başlığını attığı yazısında Abdullah Gül’ün köşke seçilmesi halinde “AKP iktidarına hangi boyutta güçlük çıkarabileceğini hesaplıyor mu?” sorusunu gündeme getirirken, asıl güçlüğün Hayrünnisa Gül’ün başörtüsünden çıkacağını şu satırlarla ifade etti: “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, dikkatle saptanmış, yıllardır uygulanan kurallarına uymadıkları için tasfiye edilen kimi subay-astsubay ailesi için 'kabul edilmez' sayılan türban, şimdi, TSK Başkomutanı eşi olacak bayan Gül taşıdı diye 'meşru' mu sayılacak? Şimdi hemen herkes merak etmektedir; ordu evlerinin türbanla girilmeyen alanlarına, türbanlı Başkomutan eşi gelecek diye kurallar mı değiştirilecek? Yoksa Erdoğan'ı zor durumda bırakmak isteyen kimi AKP muhibbinin (yanlısı) imam-hatip okullarıyla ilgili olduğu gibi 'Artık türban yasağı da kaldırılmalı, kurumların da muvafakat vermesi sağlanmalı' kampanyası açmaları mı beklenecek? Gül'ün işi kolay, ama yumurta küfesi Erdoğan'ın sırtında.”1 Ağustos 2007 – Türban Köşk'e çıkarsa ülkenin çehresi değişirWashington Times gazetesinde Tülin Daloğlu imzası ile yayımlanan yorumda, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı iddiasını sürdürmesine karşın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Gül'e sözlü olarak destek vermediği belirtildi. “Gül'ün eşinin türban kullandığına” dikkat çekilien yorumda "Eğer Gül cumhurbaşkanı olursa devlet dairelerinde kadınların başlarını örtmelerine engel kalmaz. Bayan Gül başını sıkı sıkı örtüyor. Bu, resmen Türkiye'nin çehresini değiştirir. Atatürk döneminin sonunu simgeler.” ifadesine yer verildi. 2 Ağustos 2007 – Sorun adayda değil, başörtüsündeTürkiye gazetesinde Nuri Elibol imzası taşıyan bir köşe yazısında, “Eşi başörtülü birinin köşke çıkmasını istemeyen bazı çevreler ve bazı devlet kurumlan var. Milletin yüzde 70'i de iradesini Abdullah Bey'den yana koysa (Halkın seçmesi halinde bu durum rahatlıkla görülür) bu çevreler ve kurumlar Çankaya'da eşi başörtülü birisini görmeye maalesef hazır değiller. Kimsenin Sayın Gül'ün şahsı ile ilgili bir sorunu olduğunu sanmıyorum. Eşi başörtülü kimi aday yaparsanız yapın bu çevrelerin ve kurumların aynı gerekçelerle o adaya karşı çıkacaklarını göreceksiniz. Devlet kurumlarının birçoğu başörtülü bir First Lady'i Çankaya Köşkünde görmeye hazır değiller.” tespitleri yapıldı. 2 Ağustos 2007 – Onlar türbana değil, AKP'nin insanları din üzerinden bölmesine karşıydılarRuhat Mengi, Vatan’daki köşesinde, Cumhuriyet mitinglerine katılan “laikliğe saygılı vatandaşlar” için söylenen “türbana (veya başörtüsüne) karşı oldukları” yönündeki açıklamaları “çok haksız bulduğu”nu vurgularken, konuyu şöyle tamamladı: “Onlar türbana değil, 4,5 yıllık iktidarı döneminde AKP'nin insanları din üzerinden bölmesine, laiklik karşıtı söylemlerine, kendilerini dindar bu parti dışında kalan herkesi "din karşıtı" saymalarına, İslamcı anlayışın ülke yönetimini tümüyle ele geçirmesine karşıydılar. Böylece geri dönüşü olmayan bir yola girilip, bir yandan AB isteniyor gibi bir görüntü verilirken diğer yanda köktendinci bir Ortadoğu ülkesine dönüşmekten korkuyorlardı.” 2 Ağustos 2007 – Türban seçimde ağır bastıİlhan Selçuk, seçim sonuçlarını yorumladığı Pencere adlı köşesinde, “Tesettürlü kadının tepesinde Avrupa giyimli, markalı kravatlı, başı açık erkek... Bu ikili fotoğraf, seçimde AKP'nin oylarını çoğalttı...” diye yazdığı köşesinde şu görüşleri ileri sürdü: “Okulda, üniversitede, memuriyette, daha başka deyişle devlet bürokrasisinde, ciheti askeriyede giyim-kuşam özgürlüğünden söz açılabilir mi?.. Ne Avrupa'da böyle bir özgürlük var... Ne de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde... Türkiye'de siyasal türban çatışması, çok partili rejimin birincil gündem maddesine yıllardan beri oturdu... Daha doğrusu oturtuldu.... Bu devleti ve hükümeti yöneten erkek, Batılı Hıristiyan ya da Musevi gibi ceket-pantolon-gömlek-kravat üzerine alafranga giyinip ünlü markalardan oluşan kılık kıyafetiyle politikada hava atacak... Yanında tesettürlü, türbanlı, tepesinden topuğuna dek örtülü hatunu eş diye dolaştıracak... Ortalıkta bir'eş'yok,.. Eşitlik yok.. Eşitsizlik var. Ancak bu eşitsizlik, yalnız İktidar partisine özgü değil. Anadolu ya da varoş kadını, çeşitli nedenlerle, başını örter, nisa tayfası tesettürü aşan özgürlüğü tadamamıştır... Gerekçesi de yalnız din değildir... Erkek egemenliği... Ve kıskançlığı ağır basar... Kuran-ı Kerim der ki: ‘Egemen erkektir!’”2 Ağustos 2007 – Türban Çankaya'ya çıkıyorsa orduevlerine de girerMehmet Tezkan, Vatan’daki köşe yazısında, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi halinde “Askerlerle sıkıntı yaşanır mı?” sorusunun gündemde kalacağını ifade ettiği yazısına şöyle devam etti: “Meseleye önce Genelkurmay açısından bakalım.. Askerin sıkıntısı şu: Başkomutanın eşi türbanlı olursa teğmene ne deriz? Başkomutanın eşi türbanlı olursa, teğmeninki neden olmasın. Türban Çankaya'ya çıkıyorsa orduevlerine de girer. Üniversitelere de girer. Kamuya da yayılır. O zaman ne olur? Rejim değişir... Ankara'nın kafasını kurcalayan ama dillendirilmeyen bir soru: Gül aday olursa, Cumhurbaşkanı olursa, türban Çankaya'ya çıkarsa, Genelkurmay Başkanı ne yapar?”

…Başörtüsü Raporu 2007… 95

Page 96:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

3 Ağustos 2007 – Cumhurbaşkanı eşi türbanlı olmamalıDSP Genel Başkanı Zeki Sezer, “Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün adaylığının dayatılmasının gerginliğe yol açtığını” ifade ederek, “Sayılar dikkate alınmadan geniş bir uzlaşma aranmalı” dedi. Sezer, “DSP'nin, eşi türbanlı bir Cumhurbaşkanına itirazı var mı?” sorusuna, “Normalde başörtüsü diye bir sorunumuz yok. Bu dönemde eşi türbanlı bir Cumhurbaşkanı'nın oraya çıkmaya çalışması, yeni gerginliklere yol açabilir. Bu dönem için Cumhurbaşkanının eşinin türbanlı olmamasını tercih ederiz” diye cevapladı.3 Ağustos 2007 – Gül değil Gül'ün eşinin türbanı tartışılıyorSerdar Turgut, Gündem adlı köşesinde, “Bu ülkeye Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı yapmış olan bir insanın Çankaya'ya uygun görülmemesi hatta isminin rejim tartışması konusu haline getirilmesi hem ayıp hem de tuhaftır.” dedikten sonra konuya şöyle devam etti: “Aslında bu konuda Gül değil Gül'ün eşinin türbanı tartışılıyor. Bunu açıkça söyleyemiyor. Herhalde bunun tartışma konusu olmasından utanıyor olmalılar. Başbakan, Gül ismini ilk açıkladığı zaman onun yerine farklı bir isim söyleseydi bugünlere gelinmeyecek, böylece de kendisini zor bir işin içine sokmamış olacaktı.”3 Ağustos 2007 – “Sistemin kendini koruma refleksi”Akşam yazarı İsmail Küçükkaya, “Abdullah Gül cephesinden bakınca” adlı yazısında, “Gül, "Başkent güç dengelerini" ve "kurumsal hassasiyetleri" iyi görememişti, Sonuçta, kendi kişiliğinden bağımsız çok daha farklı tarihsel-ilkesel sebeplerle seçilmesi önlendi, O bu süreci kendisinin "haksızlığa uğradığı" inancıyla yorumluyor. Olup bitenler Gül'ün kendisiyle ilgili değildi, Türkiye'nin gerçeklikleriyle ve dengeleriyle ilgiliydi Çok açıktır ki, "türbanlı bir cumhurbaşkanı eşine" geçit verilmedi. Sistem, Başbakan eşi, bakanların büyük bölümünün eşleri için türbana ses çıkarmaz, 4.5 yıllık AK Parti iktidarına direnç göstermezken ‘işin içine Çankaya Köşkü' girince set çekti. Bu da "sistemin kendini koruma refleksiyle" ilgiliydi.” yorumunu yaptı.4 Ağustos 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu’nun 99’uncu başörtüsü eyleminde, seçim sonuçlarını içine sindiremeyen darbe yanlısı çevrelerin yaptıkları açıklamalara değinilirken, vicdani retçilere yapılan insanlık dışı muameleler protesto edildi. Eylem başörtüsü direnişçisi Nurulhak Saatçioğlu’nun rahmetle anılmasıyla son buldu. Kocaeli’deki 120’nci açıklamada “AKP eşi başörtülü aday çıkarma konusunda dirayet göstermelidir” uyarısında bulunuldu. Ankara’da 78’inci eylem düzenlenirken, Van Başörtüsü Platformu üyeleri de yaptıkları 49’uncu eylemde hukuk dışı uygulamayı protesto ederek sorunun çözümünü beklediklerini söylediler. Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu düzenlediği 26’ncı eylemde “Ülkenin idaresine yön vermeye çalışan sözde seçkinler özgürlük ve yasakçı beyanat vermekten uzak durmalı ve toplumsal mutabakata saygı duyulmalı görüşündeyiz.” mesajı verdi. 4 Ağustos 2007 – YAŞ'ta 10’u irticai faaliyetten olmak üzere 30'u aşkın personel ordudan atıldıTürk Silahlı Kuvvetleri (TSK) komuta kademesi ile üst rütbeye yükselecek subayların durumlarının ele alındığı YAŞ kararları, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in onayının ardından kamuoyuna duyuruldu. Askeri Şura 10'u irticai faaliyette 13'ü TSK'nın itibarını sarsacak şekilde disiplin bozucu hareketlerde bulunan toplam 23 askeri personelin ihraç edilmesi yönünde karar verdi. Erdoğan ve Gönül, yine muhalefet şerhi koyarak kararları imzaladı.5 Ağustos 2007 – Asker Köşk için “eşi başörtülü aday” Abdullah Gül'e mi tavır koydu?Meclis Genel Kurulu'nda gerçekleştirilen 23. dönem milletvekili yemin töreni bir ilke sahne oldu. Asker bir gerekçe göstermeden törene katılmadı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in yemin törenine katılmayacağının önceden açıklanması nedeniyle, Genel Kurul'daki 'Cumhurbaşkanlığı Locasının bulunduğu kapı kilitli tutuldu. Ancak askerlerin gelme ihtimali göz önünde tutularak, 'Askeri Erkân Locası' kapısı, saat 14.50'ye kadar açık tutuldu. Askerlerin gelmemesi üzerine loca kapısı, görevli polisler tarafından kilitlendi. 12 Eylül darbesinden bu yana ilk kez alınan bu tavır iki ihtimale dayandırıldı: Köşk için “eşi başörtülü aday” Abdullah Gül'ün öne çıkmasına tavır koydular. DTP ile aynı çatı altında olmak istemediler. 6 Ağustos 2007 – Başörtüsü gitti zikirmatik geldiNazif Okumuş, Takvim’de yayınlanan yazısında şunları aktardı: “Van Milletvekili Gülsen Orhan, seçim öncesi başörtülü olarak dikkat çekerken, TBMM'ye kayıt yaptırırken başı açıktı. Çiçeği burnunda AKP'li, bu durumu da gazetecilere şöyle izah etti: "Basımdaki geleneksel örtüdür. Bizim oralarda saçın ön tarafı görülecek şekilde baş örterler. Benimki de öyle. Kaldı ki, gerektiğinde başımı açarım" Ancak, önceki dönemde MHP'li Nesrin Ünal'ın TBMM Genel Kurulu'na girerken başını açmasını çok ağır eleştirip, sürekli gündemde tutan AKP'liler, kendi milletvekillerine ses çıkartmadılar. Tersine, Gülsen Orhan'ın "Başörtüsü takmıyorum ki, çıkarayım" açıklamalarıyla savunma yaptılar. Yine, AKP'nin Konya'dan seçilen kadın milletvekili Ayşe Türkmenoğlu da çok ilginç görüntüler verdi. Mazbatasını, zikirmatik denilen numerator elinde olduğu şekilde aldı. "Elinizdeki ne işe yarar?" diyenlere de "Sürekli dua okuyorum. Allah'ın 99 ismini çekiyorum" cevabını verdi.”7 Ağustos 2007 – Başörtülü kadınlar seçiyor ama seçilemiyorlar

…Başörtüsü Raporu 2007… 96

Page 97:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Kadın kuruluşları, kendilerini TBMM'de daha ciddi sayıda temsil eden hemcinslerinden ''kadın olduklarını unutmamalarını, sivil toplum kuruluşları ile irtibatta olmalarını, kadınların yaşadığı haksızlıklara çözüm aramalarını, kürsüye daha çok çıkmalarını, ülkedeki çok sesliliği yansıtmalarını, kadın sorunları konusunda öncelikler listesi oluşturmalarını ve kadın-erkek eşitliği komisyonu kurmalarını' istiyor. Başkent Kadın Platformu 2000 yılı dönem başkanı Fatma Ünsal Bostan: “Platform olarak amacımız kadına yönelik yaygın statiklerin engellenmesi için çalışmalar yapmak. Kadınları toplumsal hayatta engelleyen iki statik var. Dinî camiadaki, kadının evde oturup çocuk bakması gerektiği düşüncesi kadının çalışmasını engelliyor. Kadınların başı açık çalışmasını zorunlu kılan resmî statik de en büyük engel. Kadın vekillerden bu durumu düzeltmelerini bekliyoruz. Geçen dönem hayal kırıklığı yaşadık gerçi; ama bu dönemde gayretlerini bekliyoruz. Bu statikler yüzünden Türkiye'de kadınlar ikiye ayrılıyor. Toplumda kadınların çoğu başörtülü; ama seçimde sadece seçme haklarını kullanabildiler. Başörtülü kadınlar seçilemiyor, resmî kurumlarda çalışamıyor. Bu haksızlıkların düzeltilmesini istiyoruz.” Hazar Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Ayla Kerimoğlu: “Kadın dilini ve duyarlılığını siyasete taşıyarak sivil topluma kulak veren ve bütün kadınların vekili olarak siyaset üretmelerini ve Meclis'te varlık göstemelerini istiyoruz. Türkiye'deki kadınların büyük çoğunluğunun sorunu olan başörtüsü yasakları konusunda da çözüm üretmelerini bekliyoruz.” 8 Ağustos 2007 – “Başörtülüler de hakları hala olmayan bir sosyal gruptu ve 'öteki'ydi”Özlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Kendine solcu” başlıklı yazısında Ece Temelkuran’ın başörtüsü sorunundaki tutarsızlığını eleştirdi: “Ece Temelkuran'ın örtülü kadınların kendisini açık hissettirdiğini söylediği yazıları bana şaşırtıcı gelmişti. Bu çünkü bana göre, kamuoyu önünde yıllarca üst üste konulmuş, kayıtsız ve şartsız, şeksiz ve şüphesiz insan hakları savunucusu, çit çizgisi dışına itilmiş 'öteki'nin yılmaz koruyucusu, şerhsiz bir 'eşitlik' üzerine kurulu bir sistemin özleyicisi gibi özelliklerin oluşturduğu imajın çöküşüydü. Takdir edersiniz ki, başörtülüler de bu sistemde hem aritmetik üstünlüğü, hem de AK Parti faktörü nedeniyle moral üstünlüğü varmış gibi görünmesine karşın birtakım hakları hala olmayan bir sosyal gruptu ve 'öteki'ydi... Dolayısıyla 'ötekilik' kriterlerini eksiksiz biçimde haiz olmaları nedeniyle 'Özgürlük Savunucusu'nun ilgi alanına girmeleri, azınlıklara dağıtılan hoşgörünün onda birine nail olmaları beklenirdi. Başka türlüsü 'ayrımcılık'a girerdi... Dine, dindara mesafeli durmayı anlarım, ama bana kalırsa adaleti de, eşitliği de sadece kendin için istiyorsan orada sol ve inandırıcılık biter, adını anarken bile tüylerini diken diken eden faşizm başlar.”9 Ağustos 2007 – “Gül, neden aday olmasın?”Posta gazetesi yazarı Mehmet Ali Birand, Abdullah Gül’ün seçilmesi konusunda “hayırcılar” ve “evetçiler” adlı iki grubun oluştuğunu yazarken, konunun başörtüsü boyutuyla ilgili ileri sürülen görüşleri şu başlıklar altında topladı: “Türban kışlaya girecek. Hayırcılar: Cumhurbaşkanı’nın eşi türbanıyla Köşk'e çıktığı taktirde "kamusal alanda türban takılmaz" ilkesi bozulacak ve en önemlisi asker eşlerinin türban takması engellenemeyecek. Evetçiler: Başbakan ve daha nice bakan eşi türbanlı dolaşmakta, devlet kurumlanna girip çıkmaktadır. Bu uygulama zaten güçlükle yaşatılmaktadır. Köşkte bir first lady'nin türbanı ekstra bir zorluk yaratmaz. Asker eslerine gelince; TSK’nın kesin ve katı kuralları vardır. Kişiler bu kuralları baştan kabullenerek mesleğe katılmaktadırlar. Bundan dolayı, Hayrünnisa Hanım kötü örnek olmaz. Askerle gerilim çıkar. Hayırcılar: Askerler, cumhurbaşkanının türbanlı eşiyle birlikte vereceği davetlere, kutlama törenlerine katılmayacaklar, bir kesim laik demek ve sivil toplum örgütleri ve muhalefet de bu kampanyaya katılacak. Sonuçta, sürekli bir gerilim içinde yaşanacak, devletin en önemli kurumlan birbirleriyle küskün kalacak. Evetçiler: Yüzde 47'lik oy oranıyla ve eşinin türbanı nedeniyle çıkan tartışmalara konu edildiği bir seçimden çıkan Gül toplumdan vize almıştır. Demokratik sistemin temelinde milli irade yatıyorsa, ister asker ister laik demekler olsun, bu karan kabul etmek zorundalar.”11 Ağustos 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu 100’üncü başörtüsü eylemini düzenledi. Özgür-Der Sakarya Şubesi tarafından platform adına yapılan açıklamada “Bizler biliyoruz ki bu ülkede baskı yasak ve zulüm altında yaşamak bir kader değildir. Sorunlarımızı paylaşmak birbirimizle istişare etmek ve Allah’ın sözünü hayatımıza hakim kılmak zorundayız. Bu yüzden namazı ve orucu nasıl görüyorsak Allah’ın emri olarak kabul ediyorsak aynı şekilde zulme boyun eğmemeyi de Allah’ın emri olarak görüyoruz. Bizler biliyoruz ki zalimin zulmüne karşı direnmek ertelenemez açık bir sorumluluktur. Hem Allah’a güvenen bir müslümanın dünyevi korkular ırmağında boğulmayı değil akıntıya karşı mücadele içerisinde olmayı tercih etmesi gerekir. Bu yüzden bu ülkede haksız bir şekilde sürdürülen başörtüsü yasağına karşı ilkeli ve tutarlı eylemliliklerin artırılması daha çok fedakarlık yapılması daha çok platform kurulması ve iktidarı ellerine tutan azgın azınlığa karşı istikrarlı bir mücadelenin hakim kılınması gerekmektedir.” Başörtüsü eylemleri Kocaeli’de 121’inci, Ankara’da 79’uncu, Van’da 50’nci ve Akyazı’da 27’nci basın açıklamasıyla devam etti.11 Ağustos 2007 - Başörtüsünün tatille imtihanı Özlem Albayrak, Yeni Şafak’taki yazısında tesettür ve tatil konusuna değindi: ““Türbanlıların haşemayla denize girme” meselesi modern bir talebin tezahürü ve tıpkı okula gitme talebi gibi, tıpkı siyasette görünür olmak gibi, tıpkı çalışma, para kazanma talebi gibi konuların nedeniyle aynı nedenden çok tartışılıyor ve çok su kaldırıyor... Mesele, deniz tatili falan değil, kadınların eğitim talebi de aynı gerekçelerle püskürtülmüştü çünkü. Mesele, kadının modern yaşama intikal etme

…Başörtüsü Raporu 2007… 97

Page 98:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

talebinin laiklerce gerici bulunduğu için, Müslümanlarca ise, İslam dairesinden çıkmak olarak telakki edildiği için engellenmesi. Bütün bunlardan illallah edip evine dönmeyi tercih edenleri ise bu kez, burnu sonradan büyümüş eşi tarafından 'küçümsenmek' kaderi bekledi... Gelgelelim, İslam kurallarının modern yöntemlerle çakıştığı noktalarda ortaya çıkan ve aslında dininin gereklerine riayet ederek modern yaşama tutunmaya çalışan dindar kesimin de memnun kalmadığı bu çelişkili manzaraları da ağır eleştiri sebebi saymıyorum. Modern hayata entegre olma sürecinin çünkü deneme-yanılma yoluyla işlediğini ve bu şaşkınlığın zamanla atılacağına inanıyorum. Bir sebep daha var; o da başörtüsünün artık, laik Kemalistlerle İslam'ı referans noktası olarak almış insanları, 'örtülünün çeşitli nedenlerle görünür olmaması' konusunda eşitleyen bir niteliğe bürünüyor olması. Yanlış olan da bu. Bazen, erkeklere “Bu davanın yükünü biz çektik, siz ne bedel ödediniz ki?” diyen başörtülü kadınların haklılık payının yüksek olduğunu düşünüyorum.” 11 Ağustos 2007 – Hayrünisa Hanım başını örtmeseydi, Abdullah Bey çoktan cumhurbaşkanı olmuştuMemsur Akgün Referans gazetesindeki makalesinde, şu yorumları yaptı: “Planlar, konuşulanlar, komplolar ne olursa olsun Gül'ün adaylığına karşı olunmasının ardında yatan gerçek neden beni çok rahatsız ediyor… Hepimiz bal gibi farkındayız ki sorun Abdullah Bey değil Hayrünisa Hanım, onun başına inancı gereği taktığı bir bez parçası. Eğer o tez parçası Hayrünisa Hanım'ın başında olmasaydı hiçbirimiz Abdullah Gül'ün adaylığına karşı çıkmazdık. Hayrünisa Hanım başını örtmeseydi, Abdullah Bey çoktan cumhurbaşkanı seçilmiş, Türkiye de tüm bu sorun ve krizlerle karşılaşmamış olurdu…” 11 Ağustos 2007 - Başörtülü değildim ki, Meclis'e girince açayım AK Parti'nin kadın milletvekillerinden Gülşen Orhan'ın ismi başörtüsü tartışmaları ile gündeme getiriliyor. Memleketi Van'da başının yarısını kapatan örtü kullandığı için, seçildikten sonra başörtüsünü çıkaran MHP eski Antalya milletvekili Nesrin Ünal'la karşılaştırılıyor. Bu tartışmalardan rahatsız olduğunu ve üzüldüğünü belirten Orhan, başını milletvekili seçildikten sonra açmadığını söyledi. Orhan, "Geçmişte ne isem şimdi de oyum. Kapalı olmayan başımın açılması söz konusu değil." dedi. Nesrin Ünal, eski Meclis Başkanı Bülent Arınç ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'e mektup göndererek, konuyu gündeme taşıdı. Mektupta, "Keşke Gülşen Orhan'a gösterdiğiniz anlayışı bana da gösterseydiniz." ifadelerini kullandı. Orhan, bu tartışmalarla yargısız infaza uğradığını düşünüyor. Hakkında sürekli yanlış haberler yapıldığını kaydeden Orhan, memleketinde iken bağda, bahçede herkes gibi saçları yarım örten başörtüsü taktığını söyledi. "Ben ne isem hep o oldum. Halkım beni böyle gördü, tanıdı, oy verdi. Bu şekilde üniversite okudum, diploma aldım." diye konuştu. (Zaman)11 Ağustos 2007 – O pis türbanlı karısı oraya çıkarsa biz sokaklara dökülürüzM. Nedim Hazar, Zaman’daki “Şövalye ruhlu medyam!” başlıklı yazısında, Abdullah Gül’den adaylıktan çekilmesini bekleyen medyayı eleştirirken, kendisine gelen bir e-mailde ifadeler dikkat çekiciydi: “‘Sayın gazeteciler! Pis yobazlar oy almış olabilirler; ama bu onlara her şeyi yapma imkânı vermez. O pis Gül, o pis türbanlı karısı oraya çıkarsa biz sokaklara dökülürüz. İstemiyoruz o pis insanları orada..." Böylesine bir mesaj ile yazıya başladığım için özür dilerim. Sanmayın ki, spam bir mail bu. İsmi cismi belli, telefonu, web sitesi olan ve yat işleten bir hanımefendi, bu mesajı tüm gazetecilere yollamayı hayatının gayesi ve anlamı yapmış durumda. 22 Temmuz'dan sonra birkaç gün şaşkınlık yaşayıp maillerini kesen bu bayan yukarıdaki maili kısa süre önce yine yollamaya başladı sağa sola... Ve yine sanmayın ki, yukarıdaki mailin sahibi ve zihniyetindeki insanlar azınlıkta yahut marjinal kıyılarda konuşlanmış durumdadır. Açın Andıç ve Ulak medyasının sayfalarını imzasıyla, resmiyle görün bu zihniyeti.” 11 Ağustos 2007 – “Müslümanlık'ta ‘devlete itaat’ de vardır.”Ruhat Mengi, “AKP'de başka aday yok mu?” adlı köşe yazısında, Abdullah Gül’ün adaylığı ile ilgili şu yorumu yaptı: “Bugüne kadar eşi türbanlı olanlar her mevkiye geldiler. Cumhurbaşkanlığı devletin zirvesi olduğu, tüm toplumu temsil ettiği ve türban "devlete dinsel kimlik" anlamına geleceği için bu laiklik ilkesi bağlamında sorun yaratıyorsa, laiklik üzerine yemin edilerek girilen Meclis'te, verilen söze sadık kalmak neden bu kadar zor onu da anlamak mümkün değil. Ne "laiklere jestle ilgisi vardır bunun, ne "dindarlara saygısızlıkla, ne de "parti tabanına karşı gelmekle..” Tek anlamı ‘devlet kurallarına uymak'tır ve madem ki artık olayları bu eksene taşıdılar, Müslümankk'ta "devlete itaat" de vardır. O zaman neden bu kadar çözümsüz bir noktada kilitleniyoruz ve dünya medyasının kendini bilirkişi saymasına fırsat veriyoruz? Abdullah Gül'den başka aday yok mu? Olamaz mı?”12 Ağustos 2007 – Başı örtülü bir hanımın eşi cumhurbaşkanı olmalı Mümtaz’er Türköne, Zaman’daki “Çankaya'nın işaretleri, simgeleri, sembolleri” başlıklı yazısında cumhurbaşkanlığı seçimi ve başörtüsü sorunu konusunu işledi: “Çankaya'ya çıkacak cumhurbaşkanının eşinin başörtülü olamayacağı iddiasında bulunmak, herkesin bildiği üzere hukukî mesnedi olmayan bir iddia. Bu yüzden konu siyasî bir zeminde tartışılıyor. Siyasî zeminde tartışıldığı zaman da bu iddiadan önemli siyasî sonuçlar çıkıyor. Çankaya'da oturan cumhurbaşkanının eşinin başı kapalı olduğu zaman, başörtüsü kullanmayanların, hatta başörtüsüne karşı olanların yapacağı tek şey tahammül göstermek veya saygı duymak olacaktır. Peki, bir cumhurbaşkanı adayına, eşinin başı kapalı olduğu için engel olunduğunda; üstelik bu engelleme de şimdi yapıldığı gibi başörtü merkeze alınarak yapıldığında başörtüyü tercih edenler ne olacaktır? Nüfusun yarısının başörtüyü tercih ettiğini hatırlatarak sorumuza devam edelim. İşte bu durumda, başörtülü olanlar rencide

…Başörtüsü Raporu 2007… 98

Page 99:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

edilmiş, aşağılanmış olmayacaklar mı? Başörtüsü, bir hanımın kendisi için bile değil, eşi için hak kaybına sebep olunca başörtülü olanların bu toplum içindeki yeri ve mevkiine dair esaslı bir meşruiyet problemi ile karşı karşıya kalmayacak mıyız?.. Şayet önümüze "cumhurbaşkanının eşinin başörtüsü sorunu" şeklinde bir sorun geldiyse; bu sorun mutlaka önümüze konduğu şekilde çözülmeli. Çankaya köşkünde "başı örtülü bir hanımın eşi" cumhurbaşkanı olarak oturmalı. Aksi takdirde demokratik temsil makamlarını, toplumun bir kesiminin aşağılandığı yerlere dönüştürmüş olursunuz... Geldiğimiz noktada, süregelen tartışmalar ışığında söylenecek tek şey var: Çankaya'da oturacak cumhurbaşkanının eşinin mutlaka başörtülü olması gerekir. Bu mecburiyetin sorumluluğu da; başörtülü eşi Çankaya için peşinen engel olarak gören ve gösterenlere ait.” 12 Ağustos 2007 – Ülkemizde ne başörtüsü derdi vardı, ne siyasette tesettür derdi...İlhan Selçuk, herhangi bir dayanak gösteremediği “İslamcılığın siyasal yorumunda kadın günahtır, tesettür modasına tabidir.” tespitinden sonra “cumhurbaşkanlığı seçiminin özü” dediği konuyu şöyle açıkladı: “Tesettür Çankaya'ya çıksın mı, çıkmasın mı?. Tesettürün öteki adı ne? Türban… Hayır, ne başörtüsü. Ne yemeni. Ne yazma. Ülkemizdeki çok partili rejimde “Amerikana Ilımlı İslam Devleti”nin siyasallaşmış modası başa dolanmış türban…”13 Ağustos 2007 – Başörtüsünü halkın 'sorun' haline getirmediği açıkAli Bulaç, Zaman’daki köşesinde cumhurbaşkanlığı ve başörtüsü konularını değerlendirdi: “Başörtüsünü kamusal hizmetlerin alındığı ve verildiği alanlarda ve bu arada cumhurbaşkanlığı seçiminde halkın 'sorun' haline getirmediği gayet açık... Başörtüsünün Mustafa Kemal'in "çağdaşlaşma projesi"yle ve görüşleriyle de ilişkilendirilmesi çok zor. Mustafa Kemal, devrimler yaptı; ama kadınların başörtüsüne dokunmadı, bugüne kadar elde bulunan bütün resimlerinden de anlaşılacağı üzere eşi Latife Hanım'ın başı örtülüydü, eşi yanında toplantılara veya gezilere katılırdı... Sonuç itibarıyla söylenecek olan şudur: Hanımı başörtülü olan Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olması ile olmaması arasında önemli bir fark yok. Hayrünnisa Gül'ün başörtülü olarak Çankaya Köşkü'ne çıkması, sistemin temel yapısında, Türkiye'nin genel yöneliminde herhangi bir değişikliğe yol açmaz. Belki, hiçbir şeyin değişmeyeceği olgusunun ortaya çıkması bakımından 'iyi de olur', bu sayede normalleşme yolunda sahici bir mesafe alınmış olur. Türkiye'yi ve siyaseti yıllardan beri sahte konular meşgul etmekte, birikmiş enerjinin boşa harcanmasına sebep olmaktadır. Bu hengameden acı çeken ve temel hakları çiğnenen, sadece inandıkları gibi yaşamak, okumak ve kamusal hizmet verip almak isteyen kadınlardır. Cumhurbaşkanlığı meselesi kadar bu kadınların acılarının dindirilmesi de önemlidir.”13 Ağustos 2007 – “TBMM'deki eşi türbanlı vekil sayısı 274'ten 235'e düştü” Hürriyet gazetesi, eşleri tesettürlü vekillerle ilgili yaptıkları araştırmadan “Bir önceki dönemde 274 milletvekilinin eşi tesettürlü olan TBMM'de, bu oran azaldı. Yeni seçilen milletvekillerinin 235'inin eşi tesettürlü. Bunların arasından, birisi çarşaflı olmak üzere 226'sı AKP'li milletvekillerinin eşleri. CHP'den ise, TBMM'de eşi tesettürlü milletvekili kalmadı.” sonucu çıkardı. Haberin detaylarında şu bilgiler aktarıldı: “MHP'li 6, DTP'li 1, BBP’li 1 ve bağımsız 1 milletvekilinin eşleri türbanlıyken, 226 AKP milletvekili eşi türbanlı. Bir önceki dönemde Mec-lis'e 363 milletvekiliyle giren AKP'de 238 milletvekili eşinin başı kapalıydı. Bu dönem AKP'nin çıkardığı milletvekili sayışman 341 olduğu düşünülürse AKP milletvekilleri arasında eşi türbanlı milletvekili oranının, yüzde 65'ten yüzde 66'ya yükseldiği ortaya çıkıyor. Ancak bu dönem AKP'den 30 kadın milletvekilinin meclise girdiği düşünülürse eşi türbanlı milletvekili oranı daha da yükseliyor. Bu arada bir önceki dönemde CHP'li 1 milletvekilinin eşi türbanlıyken, bu sefer tek bir CHP milletvekilinin bile eşi türban takmıyor.” Haberin devamında, eşleri başörtülü vekillerin isimlerin tek tek verilmesi, haberin bir nevi “fişleme-ihbar dosyası” şeklinde yorumlanmasına yol açtı.13 Ağustos 2007 – Başörtüsüyle 'uzlaşmak' gerekiyorRadikal’de yayınlanan makalesinde Ömer Taşpınar, “Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkan Türk basını istikrar, uzlaşma ve normalleşme gibi kavramların arkasına sığınıyor. Batı basını ise istikrar, uzlaşma, normalleşme ve demokratikleşme gibi kavramları Abdullah Gül ile eşanlamlı kullanıyor” diyerek, 22 Temmuz seçimleri sonucu ortaya çıkan tabloda, Gül’ün aday gösterilmemesinin büyük bir kayıp olacağını dile getirdi. Taşpınar, “Eğer AK Parti 22 Temmuz'da elde ettiği tarihi başarıya rağmen hjen rejim korkusu nedeniyle Abdullaı Gül'ü aday göstermezse bu sadece AK Parti'ye oy veren milyonlar değil, Batı taraflıdan da, Türkiye'de askeri vesayet rejiminin devam ettiğinin açık bir göstergesi olarak algılanacaktır.” tespitini yaptığı yazısını şöyle tamamladı: “Ben kendi adıma artık herkese Türkiye'de neden üniversitelerde başörtüsü yasağı var anlatmaktan utanır hale geldim. Bu yasağı en iyi anlayacak durumda olan Fransızlar bile bize şaşırıyor. Zira Fransa'daki yasak sadece ve sadece devlet liselerinde geçerli. Devlet üniversitelerinde ve tabii ki siyaset alanında böyle bir yasakçı anlayış kesinlikle yok.”13 Ağustos 2007 – “Türbana başörtüsü diyen demokrat mı oluyor?”Vatan yazarı Mehmet Tezkan, “başörtüsü” ve “türban” kelimelerini kullananların siyasi kimliklerini deşifre ettiklerini ileri sürdüğü yazısında görüşlerine şöyle açıklık getirdi: “Türbana başörtüsü deyince insan demokrat mı oluyor? Şöyle ifadeler okuyorum.. Abdullah Gül'ün başörtülü eşi nedeniyle… Ama eşi başörtülü değil ki türbanlı. Bile bile bu tanımı seçen ya İslami kesimin yazarıdır ya da AKP'ye yakın olduğunu belli etmek istiyordur. Çünkü türbana başörtüsü demenin demokratlıkla falan ilgisi yok. Sadece siyasal tercih. İslami kesimin yaklaşımını anlıyorum. Onlar belli bir kampanyanın parçası olarak türbana başörtüsü diyor. Peki AKP'ye yaranmak için bu terimi

…Başörtüsü Raporu 2007… 99

Page 100:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

kullananlar... Bunu demokratlık, liberallik adına yapanlar! Sahi onlar niye türbana başörtüsü diyor. Yoksa türbana türban demek ayıp mı oldu?”13 Ağustos 2007 - Başörtüsü yanılgısı!Hüseyin Üzmez, Vakit Gazetesi’ndeki köşesinde şunları yazdı: “Atatürk, vatandaşlar arasında kılık kıyafet ayrımı yapmazdı. Ama sözde Atatürkçüler, çağdaş bağnazlığın celladı kesilmişler. Mustafa Kemal sağ olsaydı, bugünküler onu, annesi ve eşi başörtülü diye, YAŞ kararıyla ordudan ihraç ederlerdi. Bugünkü Atatürkçüler(!) bir marifetmiş gibi başörtüsüne “simge olduğu için karşı çıktıklarını” söylüyorlar. Yanlış değil. Evet, elbette ki başörtüsü kutsal bir simgedir. Ama herhangi bir parti veya görüşün simgesi değildir. Vatanı ve milleti sevmenin simgesidir. Üç çeyrek asır önce Mustafa Kemal'i tanıyıp ona güvenmenin simgesidir. En kötü günümüzde, vatanımızı dört bir yandan aç ve kuduz köpekler gibi kuşatan emperyalizme karşı savaşan ninelerimizin, annelerimizin simgesidir. Onların İstiklâl Savaşımızdaki fedakârlık ve kahramanlıklarının simgesidir. Sabır, metanet ve umudun simgesidir. Tabiî ki bu sözlerimizden, ‘başı açık olanlar, bu millî manevî ve kutsal değerlerimizden uzaktır veya onlardan tümü ile mahrumdur’ anlamı asla çıkarılmamalıdır. Elbette ki kardeşlerimiz de o kahraman ninelerimizin torunlarıdır.” 14 Ağustos 2007 - Siyasette dindarlık eşlerin başörtüsü üzerinden eleştirisi nesnesi kılındıÖzlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Bu hayatta herkes kendi çektiğini bilir” başlıklı yazısında modernlik, dindarlık, siyaset ve başörtüsü konularına değinirken şöyle bir eleştiri yaptı: "Mesele dinin modernizmle kesişme noktalarında ortaya çıkan manzaraların faturasının hep neden kadınlar üzerinden kesilmesi meselesiydi. Nitekim, erkeklerin dindarlığı bahsinin en çok göze battığı alan olan siyasette dahi, bu dindarlık eşlerin başörtüsü üzerinden görünür ve eleştirisi nesnesi kılındı... Eşi başörtülü olmayan, ancak dini bir görev addederek Cuma namazını kaçırmayan siyasetçiler bile, burun kıvrılarak bakılsa dahi, başörtülü eşleri olanlara reva görülen 'tehdit' algısına muhatap kılınmadı. Bu, bir süre sonra, 'dışarıdan' olduğu kadar, 'içeriden' de asla söze dökülmese de başörtüsüne karşı bir blok oluşmasına sebebiyet verebilirdi. Kimi yüksek mevki, makamlara yerleşmiş ya da göz dikmiş, dindar erkekleri 'başörtüsüne irrite olma' noktasına bile geriletebilirdi. Nitekim ortaya dökülmese de bu -az ya da çok oranda- vardı...” 14 Ağustos 2007 - Örtülülerle örtüsüzler arasında kavga yokEkrem Dumanlı, Zaman’daki “Ortak akıl yetmez ortak vicdan da gerekir” başlıklı yazısında şu görüşleri ifade etti: “Başörtüsü meselesi için zirvelerde saç saça baş başa kavga veriliyor; halkın umurunda bile değil. Örtülülerle örtüsüzler arasında kavga yokken, koca koca adamların semboller kavgasında ömür törpülemesinin başka anlamları olsa gerek. Belli ki bir egemenlik tartışması yaşanıyor, bir tahakküm kavgası veriliyor. "Kürt sorunu" da öyle, "Alevi-Sünni ayrışımı" da öyle. Sosyal hayatta gerçek yansıması olmayan kavgaları sürekli körükleyenler sadece kendilerini küçük düşürmüyor, ülkenin yükselip kanatlanmasına da mani oluyor.Türkiye'nin en büyük avantajı insanıdır. Bu topraklarda yaşayan insanlara kulak vermek gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında bundan sonra zirvelerde alınacak her kararın ortak akla hitap etmesi kadar ortak vicdana yakın olması gerekiyor... Bu saatten sonra Türkiye'de her konu sadece ortak akıl değil, ortak vicdana da uygun olmak zorunda.” 14 Ağustos 2007 - Eşi başörtülü milletvekili listesine sert tepki: Utanç verici Hürriyet Gazetesi 'Türbanlı vekil sayısı azaldı' başlığı ile verdiği haberde il il eşi başörtülü olan milletvekillerinin listesini yayınladı. Kamuoyunda şaşkınlıkla karşılanan bu duruma milletvekilleri sert tepki gösterdi. Milletvekilleri, 'fişleme'yi hatırlatan Hürriyet'in haberini 'utanç verici' buldu. Eşlerin başı açık-başı kapalı ayrımı yapılmasına sitem eden vekiller, bu tür haberlerin Türkiye'ye yakışmadığını vurguladı. Vekiller, insanların kişisel tercihleri sebebiyle kategorize edilmesini doğru bulmazken, ülkenin daha önemli sorunları olduğunun altını çizdi. Konuyla ilgili haberlerde eşlerinin başörtülü olduğu belirtilen bazı vekillerin tepkileri şöyle: Recep Yıldırım (AK Parti, Sakarya): Bizim ve eşlerimizin birer suçlu gibi liste yayınlanması çok acı ve utanç verici bir olay. Türkiye'nin gündemi başörtüsü değil. Halkın böyle bir gündemi yok. Mehmet Ekici (MHP Genel Başkan Yardımcısı): Milletvekilinin eşinin başörtülü olması siyasi imge olarak algılanmamalı. Benim eşim de başörtülü. Buradan farklı anlam çıkartılmamalı. Bu bir inanç meselesidir. İbrahim Binici (DTP, Şanlıurfa): Koskoca bir medya grubunun bir milletvekilinin eşinin başının açık ya da kapalı diye yazmasını ahlaki bulmuyorum. Eşimin kendi tercihidir bu. (Zaman)14 Ağustos 2007 – Bozdağ: “Kuran'da başörtüsü yok”Yazdığı tarih kitapları ve araştırmalarıyla tanınan İsmet Bozdağ, 8 yıl önce dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in kendisinden "Başörtüsünün Kuran'da yeri olup olmadığı"na ilişkin bir çalışma yapmasını istediğini belirtti. Bozdağ, "Araştırmayı yaptım ve Sayın Ecevit'e sundum. Çalışmayı inceledi ve sonra, 'Tıpkı benim düşündüğüm gibi. Ancak ben bunu açıklayamam. Bence bunu siz yayın yoluyla açıklamalısınız' demişti" dedi. Toplam 67 kitap yayımlayan 91 yaşındaki Bozdağ, başörtüsüyle ilgili bu çalışmasını yayımlamaya fırsat bulamadığını, ancak bunu kamuoyuna açıklamayı bir borç bildiğini belirterek, islam dininin başörtüsünü emretmediğini, Nur Suresi'nin 31. ayetinde yer alan örtünme konusunun başla değil, göğüslerin örtülmesiyle ilgili olduğunu ileri sürdü. Bozdağ, "Kuran, 'Dışarı çıkarken başınıza örtü alın" diyor, ama bunu emretmiyor; 'iyi olur' anlamında tavsiye ediyor. Ancak süslerinizi gizleyin dediği yer Diyanet'in dediği gibi 'gerdan' değil, 'göğüsler'dir. Bunu bir tek Yaşar Nuri Öztürk mealinde dile getirdi" diye konuştu. (Milliyet)

…Başörtüsü Raporu 2007… 100

Page 101:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

14 Ağustos 2007 – “Eşi türbanlı vekil oranı neden azaldı”Daha önce “eşi türbanlı vekil sayısı” ile ilgili bir haber hazırlayan Hürriyet gazetesi, dosyanın devamında, düşüşün sebeplerini ele almaya çalıştı. Haberde konuyla ilgili şu bilgiler yer aldı: “Eşi türbanlı milletvekili sayısındaki düşüşte, üç önemli etken rol oynadı. Bunlar şöyle sıralanabilir: 1- Meclis'e giren AKP dışındaki partilerde ve bağımsızlarda eşi türbanlı milletvekili sayısının çok düşük olması {226 AKP'liye karşın diğer partilerden 9 milletvekili) 2- Meclis'e giren kadın milletvekili sayısındaki artış. (2002-2007 arasında, TBMM'deki kadın milletvekili sayısı yüzde 100'ün üzerinde bir artışla 24'ten 50'ye, toplama oranı ise yüzde 4.4'ten yüzde 9.1'e yükseldi.) 3- Ve nihayet eşi türbanlı AKP milletvekili oranının düşüşü etkili oldu. (22.Dönemde kadınlar dahil 363 AKP milletvekilinden 273'ünün eşi türbanlıydı. Oran yüzde 75,2 idi. 23.Dönemde 341 milletvekilinden 226'sının eşi türbanlı. Oran yüzde 66.3).”14 Ağustos 2007 – “Eşi başörtülü” Abdullah Gül ikinci kez adayAKP, 22 Temmuz seçimleri öncesinde Cumhurbaşkanlığı’na aday olması siyasi ve askeri gerilime neden olan Abdullah Gül’'ü yeniden aday gösterdi. Merkez yürütme kurulu toplantısı öncesinde Erdoğan ile baş başa görüşen Gül, aday olmakta kararlı olduğunu söyledi. MYK toplantısında bazı üyelerin "gerilim" uyarısında bulunmasına karşın Erdoğan, Gül'ün aday olduğunu açıkladı. Merkez medya adaylıkla ilgili “Geri adım atmayan Gül, seçilmesi durumunda eşi türbanlı ilk cumhurbaşkanı olacak” yorumunu yaptı. Eşinin AİHM’e başörtüsüyle ilgili yaptığı başvurunun da gündeme taşındığı haberlerde, başörtüsü sorununun yine gündemin en önemli maddesi olacağına işaret edildi.14 Ağustos 2007 – “Orduevlerine türbanla giremezsin” denilemeyecek!Vatan’daki, “Gül'ün adaylığıyla başlayacak sorunlar!” başlıklı yazısında Mustafa Mutlu, şu yorumlarda bulundu. “Diyelim ki subay ya da astsubaysınız. Eşiniz ya da kızınız türbanlı. Hele hele bir de tarikatlarla ilişki içindesiniz! Bunlar saptanınca ne oluyor? Ordudan ihraç ediliyorsunuz! Bugünkü uygulamaya göre hangi rütbede olursanız olun durum böyle! Tarikatlarla ilişki ve özel yaşamda dini semboller kullanmak yasak! Peki; Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildikten sonra ne olacak? Astsubayını, üsteğmenini, yüzbaşısını yukarıda saydığım nedenlerden dolayı meslekten ihraç eden ordunun başına "başkomutan" olarak geçecek... Böylece Türk Silahlı Kuvvetleri, tüm geleneklerini gözden geçirmek zorunda kalacak... Eşi türban takan bir "başkomutan" iş başındayken, kimse düşük rütbeli subayın eşine ya da kızına, "orduevlerine türbanla giremezsin" diyemeyecek! Derse, kendisiyle çelişecek... Ama siz, "canım bu uygulamalar zaten saçmaydı" diyorsanız; size soracak tek sorum kalıyor: Bugüne kadar neden bunu söyleyemediniz? Yoksa maçanız mı sıkmadı?”14 Ağustos 2007 – Eşini saklayan vekilCumhuriyet, Sakarya milletvekili Recep Yıldırım’ın çarşaflı eşini ve kızlarını camları koyu renkli bir minibüsle dışarı çıkarmasını haber yaparken, şu ifadelere yer verdi: “Sakarya milletvekili Recep Yıldırım'ın eşi Türkan Yıldırım'ın kara çarşaflı olduğu öğrenildi. Sakarya'nın Akyazı ilçesinde oturan, iki dönem ise milletvekili olarak Ankara'da bulunan Yıldırım'ın bugüne kadar hiçbir törende, etkinlikte eşiyle birlikle görülmemesi dikkat çekti. Yıldırım'ın 4 kız çocuğunun da uzun yıllar Akyazı'da yaşamalarına karşın kimse tarafından görülmediği belirtildi.”15 Ağustos 2007 – Hayrünnisa Gül'ün başörtüsü uzlaşmanın konusu olamazNihal B. Karaca, Zaman’daki “Bıçkınlığın yeni adı: Uzlaşma” başlıklı yazısında Abdullah Gül’ün köşk adaylığını etkileme çabaları değerlendirildi: “'Uzlaşma' hiç bu kadar totaliter bir baskı aracına dönüşmemiş, hiç bu kadar 'bıçkın' bir şey olmamıştı... Hayrünnisa Gül'ün başörtüsü ise istenilen türde bir uzlaşmanın konusu olamaz. Çünkü o nokta, -diğerinin aksine- milyonlarca genç kızın incitildiği, umutlarının yok edildiği bir yerdir artık. Dün, üniversite kapılarında ağlatılan başörtülü kızlar karşısında dondurulmuş yiyecekler kadar hissiz olanlar, 'çağdaşlık' adına ideolojileştirdikleri 'estetik' kaygılardan asla taviz vermeyenler, ne yüzle 'Çankaya özverisi' beklerler, bu gönül indirmeye hangi hakla 'uzlaşma' derler, anlaşılır gibi değildir. Uzlaşma, özveri demektir. Özveride gözü olmayanların uzlaşma talepleri, geçtim 'onur'u, 'estetik' açıdan dahi, bir hayli sorunlu bir taleptir.” 15 Ağustos 2007 - Köşk'te türban ya da başörtüsüne karşı çıkmadıkAtatürkçü Düşünce Derneği'nden (ADD) Abdullah Gül'ün Köşk adaylığıyla ilgili ilginç bir açıklama geldi. Duman, Cumhuriyet mitinglerinin Abdullah Gül'e karşı yapılmadığını, 'cumhuriyetin tehlikede' olduğu gerekçesiyle gerçekleştirildiğini kaydetti. Duman, "Cumhuriyet şimdi tehlikede mi?" şeklindeki soruya ise şu karşılığı verdi: "Şu an Cumhuriyet tehlikede değil. Devletimiz sağlam. Eğer böyle bir tehlikeyi görürsek tekrar bu mitingleri düzenleriz." Duman, Anayasa'da belirtilen şartlara uyan herkesin cumhurbaşkanı olma hakkının bulunduğunu ifade etti. ADD başkanı, şöyle devam etti: "Abdullah Gül, Parlamento teveccüh gösterirse cumhurbaşkanı olabilir. Gül'ün eşinin başının kapalı olması sorun olmaz. Biz, Köşk'te türban ya da başörtüsüne karşı çıkmadık. Liyakatli insanların seçilmesini istedik. Gül'ün 4,5 yıllık Dışişleri bakanlığı döneminde izlediği politikaları başarılı bulmuyoruz. Böyle bir başarı karnesi olan kişi cumhurbaşkanı seçilecek. Konu, başörtüsü türban değil. Konu Türkiye'nin bütünlüğü, Kuzey Irak ve Kıbrıs'taki siyasi boşluktur." (Zaman)15 Ağustos 2007 – “Kör olası türban tutkusu”

…Başörtüsü Raporu 2007… 101

Page 102:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Cumhuriyet yazarı Cüneyt Arcayürek, “Gül Abdullah bal gibi azınlığın cumhurbaşkanı adayıdır” diyerek başladığı yazısında, şu tür ifadeler kullandı: “70 milyonu kucaklaması gereken, ne ki laik Cumhuriyetin erdemleri arkasında durmayacağı kuşkusunu yaratan, TC'yi kör olası türban tutkusuyla eşi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne şikâyet eden, Dışişleri'nde başarısız, ABD uydusu bir siyaset izleyen Bay Gül'e ve destekleyicilerine karşı bu gerçekleri, gazetemizle CHP lideri Baykal'dan başka kim söyleyecek, kim?” 15 Ağustos 2007 – “Türban konusu yeniden alevlenebilir”Melih Aşık, Milliyet’te, “Gül'ün faturası” başlıklı yazısında “Cumhurbaşkanlığı, AKP ile asker arasında bilek güreşine dönüştürüldü. Eğer Gül aday yapılmazsa Erdoğan askere yenilmiş sayılacaktı. Tahrik dozajı yükseltildi. Gül’ün adaylığı askere kafa tutmanın sembolü haline getirildi. Konu Erdoğan'ı da aştı. Gül aday yapıldı...” diyerek, “Bundan sonra ne olacak?” soruna şöyle yanıt verdi: “Türban konusu yeniden alevlenebilir. TSK, yüksek yargı ve üniversiteler ile Çankaya arasında sürtüşme başlayabilir. Gerginlik ekonomiye yansıyabilir.”15 Ağustos 2007 – “Sıkmabaşlı bir Başkomutan eşi”Akşam’daki “Ekran Polisi” köşesinde medya yorumları yapan Burhan Ayeri, Abdullah Gül’ün adaylığı hakkında yazdığı yazısında “30 Ağustos kutlamalarında "Sıkmabaşlı bir Başkomutan eşi" görme olasılığımız arttı. Bazı eyyamcılar ise “düğümü değişik yapar ve gevşetirse türban sayılmaz. Ordu da bunu kabul eder" şeklinde kandırmacalarda bulunuyorlar. Unuttuklarınıysa hatırlatmakta yarar var” dedikten sonra yazısına şöyle devam etti: “İlk buluşma sanırız Gazi Orduevi'nde yapılacak. 30 Ağustos Resepsiyonu'nda gerçekleşecek. Bir şehit annesinin bile türbanlı diye alınmadığı yere bu kıyafetli Cumhurbaşkanı eşi nasıl girecek merak içindeyiz. Hadi oraya 'Bekâr takılındı' diyelim. Ya Çankaya'daki yeni First Lady nasıl kabullenilecek? Sanırız, sıkıntılı günlere dönüş yolu yeniden açıldı.”15 Ağustos 2007 – Hep aynı soru: Başörtüsünden kriz çıkar mı?Vatan yazarı Ruşen Çakır, “Normal şartlarda 28 Ağustos'taki üçüncü turda seçilmesi garanti olan Gül'ün cumhurbaşkanlığının özellikle ilk yıllarının çok sıkıntılı ve gergin geçeceğini kestirmek için kahin olmak gerekmiyor.” dediği yazısında, gerginlik-kriz oluşturan unsurlarından birinin TSK’nın 27 Nisan muhtırasındaki tavrını devam ettirmesi şeklinde anlatırken, diğer unsur olarak “First lady adayı Hayrünnisa Gül'ün kıyafetinin askerlerin gözünde ciddi bir sorun oluşturması”nı gösterdi.15 Ağustos 2007 – Asker başörtüsü karşısında ne yapacak?Vatan yazarlarından Bilal Çetin, “12 Nisan açıklaması ve 27 Nisan bildirisinin ardından askerin Gül'ün cumhurbaşkanlığını nasıl karşılayacağı”nın önemli bir durum olduğunu ifade ettiği yazısında, başörtüsü konusuyla ilgili şunları yazdı: “TSK açısından önümüzdeki dönemde en önemli sıkıntı, Bülent Arınç'ın Meclis Başkanlığı'nın ilk döneminde olduğu gibi yine türban olacak. Belki de Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül'ün vereceği 29 Ekim resepsiyonuna eşli davet gelmesi durumunda komutanlar gitmeyecek.”15 Ağustos 2007 – “Göbeğini kaşıyan adamın zaferi”Bekir Coşkun, Hürriyet’teki yazısında, Abdullah Gül’ün adaylığı konusunda “Doğrusunu isterseniz "Göbeğini kaşıyan adam"ın zaferidir bu. Taa genel seçimlerde kararı o verdi. Çocukları için aydınlık Türkiye isteyenler meydanlara dökülürken, o uzakta bıyık altından güldü, göbeğini kaşıdı ve dinci devletin yolunu açtı... Abdullah Gül tam ona göredir. Zaten onun cumhurbaşkanı olacaktır. Benim değil...” dediği yazısında başörtüsü konusunda ise şu ifadeleri kullandı: “Artık türban devletin başındadır... Devletin temsil edildiği birinci sıradaki kamusal alana tesettürün adım atmasıyla; AİHM'nin, bizim Anayasa Mahkemesi'nin, Yargıtay'ın, Danıştay'ın ve evrensel hukukun tüm "Laik yönetimlerde dini simge olmaz" kararları çöpe atılmaktadır. Bizim 235 türbanlı eşe sahip TBMM tarafından... Bundan böyle tesettürü tapu dairelerinde, nüfusta, bankalarda, karakollarda, belediyelerde, okullarda, üniversitelerde nasıl yasaklarsınız?”15 Ağustos 2007 – Ben Cumhurbaşkanı olacağım, eşim değilAbdullah Gül, yabancı basına özel bir toplantı yaparak, ordunun kendisinin adaylığını nasıl karşılayacağı ve eşi Hayrunnisa Gül'ün başörtüsü hakkındaki soruları yanıtladı. Reuters ve AFP haber ajansları Gül'ün bu konulardaki açıklamalarını yayınladı. İşte Gül'e sorulan sorular ve yanıtları: “-Cumhurbaşkanlığı adaylığı nedeniyle orduyla problem yaşayacağınızı düşünüyor musunuz? Gül: Kesinlikle hayır. Ben Dışişleri Bakanlığım süresince orduyla çok yakın bir çalışma yürüttüm. Türkiye'de demokrasi ve hukukun üstünlüğü çok güçlüdür. Hepimizin anayasayı takip edeceğimize inanıyorum. Çünkü anayasa hepimizin rehberidir. - Peki ya eşinizin başörtüsü? Gül: Eşimin başörtüsü kendi kişisel tercihidir. Benim için hiçbir şekilde sorun teşkil etmiyor. Türkiye'de başörtüsü takmak da yasalara aykırı değil. Ayrıca ben Cumhurbaşkanı olacağım eşim değil...”15 Ağustos 2007 – “Demokrasi türban sınavında”“AKP'nin Gül'ü tek cumhurbaşkanı adayı olarak belirlemesi, dünya medyasında "Türkiye'de ordu ile dinci kesimler arasında yeni bir krizin işareti" olarak değerlendirildi. Spiegel, "AKP yeniden deniyor" derken, BBC, Gül'ün adaylığını, "orduya güç gösterisi" diye yorumladı. Times'ın değerlendirmesi, "Gül'ün adaylığı orduya açık mesaj" oldu. Dünya medyasındaki bu değerlendirmeler, eşi başörtülü bir kişinin Köşk'e çıkma olasılığına yönelik 22 Temmuz öncesinde TSK'nın gösterdiği iki önemli

…Başörtüsü Raporu 2007… 102

Page 103:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

reaksiyondan kaynaklandı. Birincisi, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın 12 Nisan 2007'deki basın toplantısında "Cumhurbaşkanı Anayasa'ya sözde değil özde bağlı" olmalı demesiydi. İkincisi ise Gül'ün adaylığına karşı Genelkurmay'ın internet sitesinde yayınlanan sert bildiri. Muhtıra gibi algılanan bu sert bildiri sonrasında Türkiye cumhurbaşkanını seçemediği gibi AKP'nin de çektiği restle erken seçim sürecine girildi. 22 Temmuz seçimlerinden yüzde 46.6 oyla galip çıkan AKP, önceki gün yeniden eşi türbanlı olan Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanı adayı olarak belirleyince Türkiye'de demokrasi bir kez daha türban sınavıyla karşı karşıya kaldı.” (Radikal)15 Ağustos 2007 – Muhalifler Gül'ün eşinin başörtülü olmasından rahatsızAbdullah Gül’ün adaylığı konusunda dış basında darbe ihtimali sık zikredilirken, başörtüsü sorunu da en çok değinilen konu oldu. Reuters, “Gül, türban takan kızı Kübra'nın Bilkent Üniversite-si'ndeki mezuniyet törenine katılmıştı. Bu fotoğraf, güçlü ordu generalleri dahil Türkiye'nin laik elitleri açısından, Gül ile iktidardaki AKP'nin Atatürk'ün 1923'te kurduğu laik devleti tasfiye etmek istediğine dair ilave bir kanıttı. Gül'ün başkomutan olup yanında türbanlı eşi Hayrünnisa varken, generalleri selamlaması düşüncesi laiklerin tüylerini ürpertiyor.” diye yazarken; AFP, “Eski İslamcı Gül, cumhurbaşkanlığı için yeniden mücadele edecek. Gül'ün ilk cumhurbaşkanlığı adaylığı derin bir siyasi krize yol açmıştı. Dindar bir Müslüman olan Gül'ün karısı ve kızı türban takıyor. Laik Türkler ise siyasi İslam'ın simgesi olarak saydıkları türbanı, cumhurbaşkanlığı makamında görmek istemiyor.” yorumunu yaptı. BBC, “İktidarın yine Gül'ü aday göstermesi, laik yapı ve orduyla güç gösterisine dair korkuları kamçılıyor. Muhalifler Gül'ün eşinin başörtülü olmasından rahatsız.” ifadelerini kullanırken, Financial Times şöyle yazdı: “Türkiye, Gül'ün tekrar aday olmasıyla hükümet ile laik ve askeri elitler arasında yeni bir krizle yüz yüze. Hayrünnisa'nın türbanı, cumhurbaşkanlığı dahil kamu binalarında yasak.”15 Ağustos 2007 – “Gül'ün asıl yükü eşinin türbanı”Vatan yazarı Mehmet Tezkan, “'Dindar' Cumhurbaşkanı adayının sırtındaki yük sadece eşinin türbanı mı?” başlıklı yazısında “Gül'ün adaylığını açıkladığı basın toplantısını dikkatle dinledim… Kurumların hassasiyetini iyi bildiğini de üç kez tekrarladı. Bu sözün anlamı ne? Türban sorunu. Türbanın Çankaya'ya çıkması hadisesi. Bu, ne yapalım sandıktan AKP çıktı, AKP de Gül'ü Cumhurbaşkanı seçti denecek kadar basit bir mesele değil… Gül'ün asıl yükü bu. Eşinin türbanı. Asıl tartışma şimdi başlıyor. Tartışma ne? Sorun ne? Siyasal İslamın simgesi olarak resmen kabul edilen, Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'nin de simgedir dediği türbanın en ön safta durması. Başkomutan eşinin takması. Teğmen eşinin takamaması. Yük bu. Gül, bu yükü taşıyacağına inandı ki o göreve soyundu. Dilerim yeni bir 'sıkıntı'ya davetiye çıkmıyordur.”16 Ağustos 2007 – Kamusal alanda başörtüsünün yasak olduğunu belirten hiçbir kanun yoktur!Taha Akyol, Milliyet’teki yazısında Hayrünnisa Gül’ün AİHM’e açtığı davayı gündeme getirenlere “Hak arama bir insan hakkıdır… Çağımızın üst değerlerden biri “bireyin önceliği”dir. Elbette AİHM kararlan eleştirilebilir ama kişinin hak arama için AİHM'ye başvurmasını "devlet düşmanlığı" gibi görmek, çağdışı totaliter bir zihniyettir!” derken, “kamusal alan” başlığı altında şunları yazdı: “Başörtüsünü yasaklayan yargı kararlan öğrenciler ve memurlar hakkındadır. Üniversitedeki yasak yanlış ve ideolojiktir, ama değişene kadar hukuken bağlayıcıdır elbette. Çankaya için hiçbir hukuki yasak yoktur; Sayın Sezerin kişisel tercihi, "hukuk" değildir. "Kamusal alan*da başörtüsünün yasak olduğunu belirten hiçbir kanun yoktur! Başörtüleri yüzünden kadınların bir bölümüne "Haso'lar, Memo'lar" diye bakmak, onlara ırkçı rejimlerdeki "zenci"ler gibi davranmak bizdeki elitist bağnazlığının bir fotoğrafıdır ve bu eski fotoğraf, gelişen, bireyleşen Türkiye'ye uymuyor. Ama türbanı irtica zanneden, kaygı duyan vatandaşlarımız da az değildir. Çankaya'ya çıkacak Güller bu duyarlığı da gözetmelidirler.”15 Ağustos 2007 – Köşk'te başörtüsüne “Atatürk savunması”Başbakan Erdoğan, AKP MYK toplantısının ardından bir basın toplantısı düzenledi. Erdoğan, Hayrünnisa Gül'ün başörtüsü nedeniyle yöneltilen, "Bu konuda bir gerginlik olur mu, yoksa konu kapanır mı?" sorusuna şu yanıtı verdi: “Bütün bunları hepsi maalesef huzursuzluk tohumu ekmek isteyenlerin çabasıdır. Bizim işimiz bu olmamalı. Yeri geldiği zaman 'Annem benim böyle giyiniyor. Nenem benim şöyle giyiniyor' diye bunu söylersiniz. Neden bunu söylüyorsun, söylemeye gerek yok ki. Madem annenin, ninenin böyle giyinmesinden memnunsun, kalkıp bunları gündeme getirme. Cumhuriyetimizin birinci Cumhurbaşkanı Atatürk'ün eşine de bak, annesine de bak. Eğer örnek alacaksan, 1. Cumhurbaşkanı Atatürk'ün eşi nasıl giyiniyor, buna bakarsın. Bu da size bir ders olur. Öyle zannediyorum ki, herhangi bir yanlış söz konusu değildir.”16 Ağustos 2007 – Latife Hanım başı açık bir kadındı“Latife Hanım'ın yaşamını araştırarak kitap haline getiren yazar ipek Çalışlar; Mustafa Kemal Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı döneminde başı örtülü Latife Hanım'ı şöyle anlatıyor: “Latife Hanım evlendiğinde başörtülü değildi. O dönemin koşullarını göz önüne alarak, muhafazakâr tepkiyi üstüne çekmemek için, kendine özel bir örtünme biçimi yarattı. 1925 yılında boşandı. Boşandıktan sonra da başı açık yaşadı. Latife Hanım'ı başörtülü bir kadına örnek gösterirken; bu duruma dikkat etmek lazım. Onun durumu, Çankaya'da göz önünde olan bir cumhurbaşkanı eşi olarak taşıdığı sorumluluktan ileri geliyordu. Dönemin koşullarını yerine getirmek için, Türkiye'nin içindeki muhafazakâr cephenin kışkırtılmasına neden olmamak için kapalı geziyordu. Ama Latife Hanım, başı açık bir kadındı. Cumhurbaşkanlığı döneminde Mustafa Kemal ile birlikte gezilere giderken başı hep

…Başörtüsü Raporu 2007… 103

Page 104:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

kapalı, ancak evin içinde ailesiyle olduğu durumlarda başı açıktı. Misafir ağırlarken başına bir örtü . Hatta, nikâh günü anlatılırken, 'oradan bir örtü aldı, sardı’ diye anılarda tarif ediliyor… 'Latife Hanım o dönemde başı örtülü bir cumhurbaşkanı eşiydi' diye tarif etmek çok doğru değil.” (Milliyet)16 Ağustos 2007 – “Türbanın” ülkemizi temsiline karşıyız ve asla içimize sindirmeyeceğizÇağdaş Yaşamı Destekleme Demeği (ÇYDD), Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adayı gösterilmesine, “AKP'nin desteğiyle Gül ailesinin gerçekte özümseyemedikleri bir rejimin en üst makamına aday olmamaları gerekir” ifadeleriyle tepki gösterdi. ÇYDD genel merkezi ve tüm şubeler adına Genel Başkan Prof. Dr. Türkan Saylan imzasıyla yapılan yazılı açıklamada, “Cumhurbaşkanlığı, ülkemizi yurtiçinde ve dışında temsil eden en büyük ve üst makamdır. Ve her şeyden önce ulusumuzun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü ve çağdaş Türkiye'yi simgelemektedir. Sayın Gül, Milli Görüşçü geçmişi, eşinin, kızlarının tesettürlü oluşu ve devleti dava edişi dikkate alınmaksızın Dışişleri Bakanlığı'na kadar gelmiştir... Kişisel özgürlükler kavramına sığınılarak siyasal, dinsel simge haline getirilmiş olan türbanın Cumhurbaşkanlığı makamında ülkemizi temsiline karşıyız ve asla içimize sindirmeyeceğiz.” (Milliyet)16 Ağustos 2007 – Türban siyasallaştırılmış dini simgedirGüngör Mengi, Vatan Gazetesi’ndeki “Asıl Mesele” başlıklı köşe yazısında, “Sorun Gül'de değil, eşinin türbanındadır. Herkes biliyor ki mesele, laik cumhuriyetin türbanlı bir "first lady" nedeniyle darbe alacağı ve çözülmenin de orada sınırlı tutulamayacağı meselesidir. Dün Başbakan da Abdullah Gül de türbanın bireysel hak olduğunu savundular… İkisi de çözümün bu kadar basit olmadığını farkındalar aslında... Başbakan Erdoğan ise örnek arayanlara "Atatürk'ün eşi nasıl giyiniyorsa öyle giyinirsin" diye yol gösterdi. Tabii ki devrimler öncesinin giyim alışkanlıklarını örnek gösteren bu savunmalar mantıklı değildir ve türbanı siyasallaştırılmış dini simge sayarak kamu alanlarında yasaklayan yüksek mahkeme kararlan bu şekilde ortadan kalkmıyor.”16 Ağustos 2007 – “Cumhurbaşkanı eşi bile olsanız; kurallar hepimiz için geçerlidir”Mustafa Mutlu, “Düğünde bile 'koyu renkli elbise' şartı var... Bu da bireysel hakka müdahale mi?” başlıklı yazısında, Abdullah Gül ve Erdoğan’ı eleştirdi: “Kimse kimsenin ne giydiğine, nasıl dolaştığına karışamaz... Ama evinde! Örneğin Abdullah Bey, sıradan bir alışveriş merkezine bile "Bu benim bireysel hakkım" diyerek haşemayla ya da mayoyla gidemez... Çocuklarımız okulda, askerlerimiz, postacılarımız, zabıtalarımız, doktorlarımız, hemşirelerimiz iş yerlerinde sadece "belli kıyafetleri” giyebilir... Ama hiçbiri "Ben bireysel hakkımı kullanmak ve işimi pijamayla yapmak istiyorum" diyemez... Bunu bir "hak ve özgürlükler" sorununa dönüştürmez. Çünkü gittiğimiz ortamın, yaptığımız işin kurallarına göre giyiniriz. Kısacası; "bireysel hak ve özgürlükler" e sonuna kadar saygılıyım. Ama "ortak yaşam"ın kuralları vardır. "Cumhurbaşkanı eşi" bile olsanız; bu kurallar hepimiz için geçerlidir. Dini inancınız kurallara ve geleneklere uymanızı engelliyorsa, onları değiştirmeye değil de "ortak yasam "in içine girmemeye özen gösterirsiniz.”16 Ağustos 2007 – “Türban sorun olmayacak”Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nde (TOBB) biraraya geldiği işadamlarına “Türban sorun olmayacak” mesajı verirken, bugüne kadar askeri kurumlar da dahil hiçbir kurumla sorunu olmadığını söyledi. Toplantı sonrası basına açıklama yapan Gül, sorular üzerine başörtüsü tartışmalarına değindi. Gül, “Türban nedeniyle 30 Ağustos resepsiyonu tartışması yaşandığının” anımsatılması üzerine, “Bunların gereksiz olduğu kanaatindeyim. Görürsünüz o zaman” dedi. Gül, başörtüsüyle ilgili sorulara da “Türkiye'deki insanlar, hanımlar arasında ayrım yapmamaya çok dikkat etmenizi, kimseyi rencide etmemeye dikkat etmenizi rica ederim. Cumhurbaşkanı seçilecek olan kişi benim, eşim değildir. Ben kendi işlerime giderim, yeri geldiğinde nasıl davranacağımı bilirim. Bu kadar siyasi tecrübem var” yanıtını verdi.16 Ağustos 2007 – “Türbanlı demokrasiye karşıyım”“Türbanlı demokrasiye de karşıyım. Türbansız askeri vesayet rejimine de” başlıklı yazısında Mehmet Tezkan, “Yüzde 46,6 siyasal İslam'ın simgesinin Çankaya'ya çıkması için verilmedi. AKP'nin tek başına iktidar olması için verildi. Kimsenin siyasal İslam'ın bayrağını Çankaya'ya dikelim diye bir derdi yok. Başbakan'ın söylediği gibi, herkesin derdi başka. 10 bin dolar seviyesini yakalamak. İş bulmak. Aş bulmak. Yoksulluktan kurtulmak. 46,6'nın gerçek anlamı budur. Gül de Erdoğan da bu sonucu doğru okursa Türkiye kazanır.” diye yazdı. 16 Ağustos 2007 – Başını örten sayısı artıyorHürriyet'in ekonomi sayfasında ünlü kozmetik markası Oriflame'in Ceo'su Magnus Brannström’un şu ifadeleri yer aldı: “Kadınlar seçimden önce de kadındı, seçimden sonra da kadın... Makyaj yapmaya devam ediyorlar. Ama Türkiye ve Endonezya'da daha çok kadın kapanmaya başladı. Başını örten sayısı artıyor. Böyle bir trend var... Bu durumu, havalimanından şehre girerken görmek mümkün.” 17 Ağustos 2007 – “Türbana Çankaya tipi tasarım”Hürriyet gazetesinde “Hayrünnisa Gül'ün Köşk'e çıktıktan sonra türbanını stilize edeceği” yönünde bir haber hazırlayarak, başörtüsü sorununu magazinleştirmeye yönelik çabalarını sürdürdü. Haberde, “Kulislerde, Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde, yakından tanıdığı ünlü modacı Atıl

…Başörtüsü Raporu 2007… 104

Page 105:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Kutoğlu ile konuyu görüşmek için bir araya gelmesi beklenen Hayrünnisa Hanım'ın, türbanı takış şeklinde yeni bir stil yaratacağı konuşuluyor. Yakın çevresine göre Hayrünnisa Gül, türbanını şimdiki gibi halk arasında bilinen şekliyle takmayabilecek. Hayrünnisa Hanım bunun yerine, kullanacağı eşarpla göstermeyecek şekilde saçlarını arkada toplayacak ve eşarbın ucu dekoratif biçimde omuzu üzerinden yandan serbest kalacak. Hayrünnisa Gül'ün elbise, el çantası ve ayakkabısının da yeni stille uyumlu olmasına da özen gösterilecek.”17 Ağustos 2007 – “Türbanlı eş kimliktir”Bekir Coşkun, Hürriyet’te, “Türbanlı eş bir kimliktir. Elbette AKP'liler olsun, onlara şirin gözükmek isteyenler olsun "Eşinin türbanı ile cumhurbaşkanlığının ne ilgisi var?" diyecekler. Bu doğru değil. Türbanlı eşin bir kimlik olduğunu hepimiz biliriz. Türban; şeriatın emridir.” diye başladığı yazısında şu satırlara yer verdi: “Türbanlı eş bir kimliktir. Bu nedenle çağdaş hukukun, ulusal ya da uluslararası en üst mahkemelerin, türbanı bir simge saydıkları ve kamusal alanda, okullarda, üniversitelerde yasakladıklarını bilmeyen var mı? Bu dönemde 235 milletvekilinin türbanlı eşe sahip olması, ya da AKP'nin tüm bürokrat kadrolarının türban eşlilerden oluşması rastlantı mıdır? Bu iktidarın türbana yapışmasını ve meydanlarda "Türban namusumuzdur" diye diye oy topladığını nasıl unutursunuz? Türbanlı eş bir kimliktir. O kimlik; cumhuriyeti istemez. Laikliği beğenmez. Atatürk'ü sevmez.”17 Ağustos 2007 – Ordu kışladan çıkar mı?Ürdün gazetesi Rey’de, Muhammed Harrub imzasıyla çıkan bir makalede, Abdullah Gül’ün adaylığıyla ilgili olarak “Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk oturumunda üçte ikilik çoğunluğun sağlanmasını engelleyen laikler ve ulusalcılar bu nedenle, Ankara, İstanbul ve bazı diğer büyük kentlerde, laikliğin ve özellikle de 'Atatürkçülerin sembolü cumhuriyet sarayı'nda başörtüsü giyen birinin bulunmasına karşı gösteri yaptı. Diğer yandan, askeri darbeye de hayır dediler. Laiklerin yanı sıra ordunun da cumhurbaşkanlığı köşkünde bulunmasını reddettiği başörtülü bayan Gül'ün eşi. Gül, dün yeniden cumhurbaşkanı adayı olduğunu resmen teyit etti. Her an bir kriz patlayabilir. AKP hükümetiyle ordu arasındaki ilişkinin geleceği hakkında birçok soru yöneltilmeye başlandı bile.17 Ağustos 2007 – “İlkelerimizi çiğneyecek halimiz de yok”Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt, işadamı Jak Kamhi'ye "Devlet Üstün Hizmet Madalyası" verilmesi nedeniyle Çankaya Köşkü'nde düzenlenen resepsiyonda gazetecilerin sorularını yanıtladı. Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda 30 Ağustos'ta nasıl bir davetiye gönderecekleri sorusuna Büyükanıt, "Bizim prensiplerimiz, ilkelerimiz var. Ona göre hareket ederiz. Kimse ile kavga edecek halimiz yok. tikelerimizi çiğneyecek halimiz de yok" yanıtını verdi. Türban ile ordu evlerine girilmediğine dikkat çekilmesi üzerine Büyükanıt, "Bizim ilkelerimiz var" dedi. Gazetecilerin Gül'ün başka devlet görevlerinde de bulunduğunu, cumhurbaşkanı da olabileceğini açıkladığını anımsatmaları üzerine Büyükanıt, bu soruya yanıt vermesinin doğru olmayacağını söylemekle yetindi.17 Ağustos 2007 – “Türbanlı Latife”Sabah yazarı Yılmaz Özdil, Latife Hanım üzerinden yapılan başörtüsü sorunu tartışmaları hakkında şunları yazdı: “Latife Hanım ile Hayrünnisa Hanım'ı birbirlerine benzetiyorlar. Benzetsinler de... Allah korusun. Sonlan benzemesin! Çünkü her yaptığını yapacaklarsa Gazi'nin... Çankaya'ya çıktıktan iki yıl sonra boşaması gerekiyor Abdullah Bey'in, eşini... O boşanmıştı. Niye boşamıştı derseniz... Latifenin babası söylemişti: "Bu kız kendisinin cumhurbaşkanı eşi olduğunu unutmuyor ama, eşinin cumhurbaşkanı olduğunu unutuyor!" Yani? Oturduğun koltuğun, oturma odası koltuğu olmadığını; "devlet için" ne manaya geldiğini unutmamak lazım... Mesele budur.”17 Ağustos 2007 – “Fişlediğim kadınlar”Hürriyet’in genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, tesettürlü vekil eşleriyle yaptığı haberlere gelen eleştirilere cevap verdiği yazısında, haberi şöyle savundu: “Benim bildiğim fişleme, gizli bazı şeyleri ortaya çıkarmak için yapılır. Milletvekillerinin türbanlı eşleri, gizli bir şey mi yapıyor da onları fişlemiş oluyoruz? Bu insanlar hiç mi sokağa çıkmazlar? Çarşıya pazara, sinemaya hiç mi gitmezler? Eşi dostu yok mudur? Milletvekillerinin eşleri gizli örgüt üyesi, biz de onları "deşifre eden", "fişleyen" istihbarat örgütüyüz öyle mi? Hani onlar bu toplumun başını örten yüzde 60'ıydı? Eğer öyleyse, asıl soruma geçebilirim. Eğer türbanlı milletvekili eşleri, "fişlenecek", "deşifre edilecek", "saklanacak" kişilerse, o zaman "Çankaya'ya türbanlı eş olmaz" diyen İnsanlara niye kızıyorsunuz? Yine yanlış anlamayın. Ben, "Olmaz" demiyorum. Siz türbanlı eşleri böyle görüyorsunuz. Günlerden beri o köşede bu köşede durmadan Hürriyet'i "türban fişçisi" gibi yerden yere vuruyorsunuz. Bu konuda asla kendimi savunmaya kalkmam. Bu tür saçma sapan yorumlar ve ona bağlı eleştiriler bir kulağıma bile girmez ki ötekinden çıksın. Biz fevkalade güzel bir sosyolojik analiz yaptık. Medis'te eşi türbanlı milletvekili sayısının azaldığını ortaya koyduk. Bunun adı sosyolojik tahlildir.” 17 Ağustos 2007 – “Türbansızlık kamusal alan için bir zorunluluktur”Server Tanilli, Cumhuriyet’te yayınlanan “Bir Hedefe Doğru, Bir Adım Daha...” başlıklı yorumunda, “Abdullah Gül'ün bir başka sorunu da, eşinin türbanı; başörtüsü değil, düpedüz türbanı...” dedikten sonra sözlerini şöyle devam ettirdi: “Türban, gerici bir güruhun, Müslüman Kardeşler'in, İslam dünyasında örtünme adına, bir üniforma kılığında kadınlar arasında yaygınlaştırdığı -ve dayattığı- bir icat. Batılılaşma ve laikliğe düşmanlığın bir aracı; bir dinsel simge... Gül'ün eşi de Çankaya'ya çıktığında, bu türbanı ile ne yapacaktır? Çünkü, bulunacağı ortam, bir laik kamusal alan. Eşinin

…Başörtüsü Raporu 2007… 105

Page 106:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

türbanı, Abdullah Gül'ün kimliğinden, kişiliğinden soyutlanamaz. Böylece, türbansızlık kamusal alan için bir zorunluluktur; Çankaya, bireysel dinsel tercihin sergilenmesine olanak vermez, veremez.”17 Ağustos 2007 – “Atatürk'ün annesinin de, eşinin de kullandığı başörtüsüdür, “türban” değil”Başbakan Erdoğan’ın “"Atatürk'ün eşine bak, annesine de bak. Türkiye Cumhuriyeti'nin Birinci Cumhurbaşkanı Atatürk'ün eşine bakarsın, o da size ders olur” sözleriyle başlayan tartışmaya, Başkent Üniversitesi’nden Yrd.Doç.Dr. İsmet Görgülü de katıldı. Cumhuriyet’e verdiği beyanda Görgülü şunları söyledi: “"1923'e bakan kişi, aynı zamanda 1600'e de bakabilir. Osmanlı saray kadınlarının, padişahların eşlerinin başı açıktı. Onlar Müslüman değil miydi.” Anadolu'da “türban kültürü” olmadığına da ifade eden Görgülü sözlerine “Eskiden yıkanma, temizlenme koşulları şimdiye göre daha zahmetli ve kısıtlı olduğundan, tarlada, bahçede çalışan kadınlar kendilerini kirden, tozdan korumak için başörtüsü takardı. Bunu sadece kadınlar değil, erkekler de kullanırdı” diyerek devam etti. Görgülü, "Atatürk'ün annesinin de, eşinin de kullandığı başörtüsüdür, türban değil. Bu asla bir kıyas olamaz" diye konuştu. Erdoğan'ın açıklamalarını "kurnazlık" olarak değerlendiren Görgülü, "Başörtüsü ayrı, türban ayrı. Yapılan yorum hiç gerçekçi değil. Türban, İslamiyetin değil Amerikan İslamı’nın gereğidir” dedi.17 Ağustos 2007 – “Türbanlı demokrasi “diyenler kazandıMehmet Tezkan, Vatan’daki köşe yazısında askeri müdahaleler ile başörtüsü sorunu arasında şöyle bir bağlantı kurdu: “Türbansız demokrasiyi savunanlar, türbanla demokrasi olmaz diyenler seçimi kaybetti. Türbanlı demokrasi diyenler kazandı. Şimdi demokratlar, aydınlar, yazarlar çizerler de türbanlı demokrasiye evet mi diyor? Peki çare ne? Türbansız askeri vesayet rejimi mi? Hayır. Türkiye bunu o kadar çok denedi ki... Hiçbirinde başarılı olamadı. Doğrudan müdahaleler, uzaktan kumanda ile idare etmeler. Hepsi kayaya tosladı. Her askeri vesayet rejimi, türbanlı demokrasiyi pompaladı. Yüceltti, büyüttü, iktidar yaptı. Yetmedi, yüzde 46,6'ya çıkardı. Demek ki askeri rejim yanlış. Askerin müdahalesi doğru değil. Asker, sivil hayatı doğru okuyamıyor. Kışlalarında yaşadıkları için, lojmanlarında kaldıktan için sivil hayatı anlayamıyorlar... Sivil hayat bilmedikleri için de yaptıkları tüm hamleler türbanlı demokrasiye zemin hazırladı, pompaladı..”17 Ağustos 2007 – Türk kadınlarının yüz yıl önceki durumu bugüne örnek olabilir mi?Ferai Tınç, Hürriyet’teki yazısında Latife Hanım’ın örtüsü hakkındaki tartışmaya şu görüşlerle katıldı: “Erdoğan, Atatürk'ün annesinin ve eşi Latife Hanım'ın da başlarının bağlı olduğunu söylüyor. Her şeyden önce Latife Hanım, cumhuriyet karşıtı tutucu güçlerin, Atatürk'ü ve siyasetini yıpratmalarına neden olmamak için dışarı çıkarken başını örtüyor. Diyelim ki başı örtülüydü. Türk kadınlarının yüz yıl önceki durumu bugüne örnek olabilir mi? Yüz yıl önceki kadınları örnek alan bir cumhurbaşkanı eşi, bugünküleri temsilde zorlanmaz mı? Ayrıca böyle örneklerden medet ummak, bu topraklarda yaşayan kadınların yüz yıldan beri verdikleri eşitlik mücadelesini görmezden gelmek, yok saymak anlamına gelmez mi?”18 Ağustos 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu’nun 101’inci basın açıklamasında 17 Ağustos depreminde hayatını kaybedenler rahmetle anılırken, deprem sonrası Müslümanların sergilemiş oldukları dayanışmanın yasaklar karşısında da gösterilmesi gerektiği ifade edildi. Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ün ve eşi Hayrünnisa Gül’ün ilkeli bir tutum sergileyerek, başörtüsünün ne anlama geldiğinin bilincinde olarak hareket etmeleri gerektiğinin altı çizildi. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu’nun 122’nci haftasına giren “Başörtüsüne Özgürlük” eyleminde ise “Başörtüsü yasağı bitene kadar buradayız” mesajı verildi. Ankara’da 80’inci, Van’da 51’nci eylem yapılırken, Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu’nun düzenlediği 28’inci basın açıklamasında, “22 Temmuz’da halkın ortaya koyduğu tablo çok nettir. Artık bu ülkede insan hakları ihlali olmasın, dikta edilen kamusal alan yani kamusal yalan dayatmasına son verilsin mesajı ile mevcut hükümetin devamına ve Cumhurbaşkanı adayına onay vermiştir” denildi.18 Ağustos 2007- “Latife Hanım da türbanlıydı" tezi zamansal uyarlama anlamında yanlıştırÖzlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Gericilik cephesinde değişen bir şey yok!” başlıklı yazısında Hayrunnisa Gül-Latife Hanım karşılaştırmasına değindi: “"Latife Hanım da türbanlıydı" tezi fiziken doğru olsa da, zamansal uyarlama anlamında yanlış bir saptama olabilir. "Bu iki kadının, bu rejimin bekçilerinden gördüğü muamele farklıdır' da denilemez ama. Çünkü; Hayrunnisa Gül'ün başörtüsünü modern, ilerici bir görüntü vermiyor iddiasıyla dillerine dolayanlar, kabrinde ağlama rükusuna duracak denli çok sevdikleri Atatürk'e 'başarısızlık' tattırdığı için de Latife Hanım'a, İslam'a atfettikleri ve kadını ikinci plana atan hisler nedeniyle düşmandırlar. Oysa, modern, eğitimli, eşinin başarısı ve çocuklarının selameti için saçını süpürme etmeyip, kendini gerçekleştirmeyi tercih etmiş modern kadınları mumla arıyorlar sanırdık...” 18 Ağustos 2007 - Başörtüsü "dokunulamayan" bir mevzu olmaktan çıkarılmalıYasin Aktay, Yeni Şafak’taki “Rövanşizm bize ters, ama…” başlıklı yazısında Nuray Mert’i Abdullah Gül’ün köşk adaylığı konusundaki görüşlerini şöyle eleştirdi: “Nuray Mert tabii ki söylediklerine kayıtsız kalınmayı hak eden biri değildir... Ama Allah aşkına başörtüsü meselesini bir yerde çözememiş diye AKP'lilere önerilecek şey bir "siyasal mahrumiyet" midir? AKP'nin şu ana kadar başörtüsü konusunu gündeme getirmemesinin bu konuda oluşturulmuş ve hükümetin bu konudaki

…Başörtüsü Raporu 2007… 106

Page 107:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

inisiyatifini epeyce aşan fiili bir blokajdan kaynaklandığını kim bilmiyor? Bir yere kadar toplumda uzlaşma aranmış da bir türlü bulunamamış, hatta bu birilerine fena halde bir gizli iktidar yolu açmışsa buna da bir noktada dur demek gerekmez mi artık? "Bir yerde bir haksızlığı gideremediyseniz, ebediyen bir haksızlığa maruz kalınız!" böyle bir mantık olabilir mi? Şimdiye kadar "gerilim", "uzlaşma" gibi kavramlar yoluyla siyasal süreci despotik bir baskı altında tutan ideolojiye gereğinden fazla prim verildiği için başörtüsü artık "dokunulamayan" bir mevzu haline getirilmedi mi zaten. Siyasal zararın neresinden dönülürse kardır demek varken, bu konudaki ulaşılabilir bir çabayı da "fetihçi-rövanşist" diye harcamak hangi siyasete hizmet eder?” 18 Ağustos 2007 – “Havva anamız nasıl giyiniyordu?”Hürriyet’ten Özdemir İnce, “Hayrünnisa Hanım'ın evlenmeden önce çekilmiş bir fotoğrafını gördüm bir gazetede. Müstakbel Gül Hanım'ın başı açıkmış lisede okurken. O dönemden kalma bir türbanlı ya da sıkma başlı fotoğrafı var mı acaba? Görsek iyi olur.” dediği yazısında Hayrünnisa Gül’ün örtünmesiyle ilgili şu çarpıtıcı senaryoları kaleme aldı. “Benim aklıma şöyle bir senaryo geliyor: Abdullah Bey'in valideleri gelin adayını bir kenara çekip "Bak kızım bizim aileye gelin geliyorsun. Biz Kayseriya'nın Weberyen küçük burjuvası bir aileyiz, başını örtmen lazım tez elden!" demiş olabilir. Ya da gelin adayı uyanık davranıp ve de kayınvalidesinin gözüne girmek için kendiliğinden karar vermiş olabilir türbanlanmaya. Türbanlanmanın bir başka nedeni de olabilir. Ama sonuçta türbanlanmanın miladı Abdullah Gül Bey ve Gül familyası. Başka bir kimse kısmet olsaydı, Hayrünnisa Hanım nisan ayında cumhuriyet mitinglerine katılanların arasında yer alabilirdi. Gerçek olan şu ki Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı adayının eşi, aday için mihenk taşıdır…” İnce, Latife Hanım tartışmaları hakkında ise şunları yazdı: “Başbakan Erdoğan, Gazi Paşa'nın annesini ve eşini örnek göstererek tehlikeli bir mukayeseye yol açıyor. Ben demem ama birisi çıkıp "Havva anamız nasıl giyiniyordu?" diye sorabilir. Sorabilemez mi?”18 Ağustos 2007 – ‘Başörtüsü kişisel tercih’ deyip geçemeyizMehmet Yakup Yılmaz, Hürriyet’teki köşesinde şu görüşleri ifade etti: “Evet, türban belki o kadınların hiç olmazsa sokağa çıkabilmelerini sağlıyor ama giderek bir "mahalle baskısına" dönüşerek başka kadınların da sokağa çıkabilmelerinin ilk koşulu haline geliyor. Bundan 25 sene öncesinin herhangi bir Anadolu kentinde kadınların serbestçe ve rahatsız edilmeden giyebilecekleri kıyafetlerle, bugün o kadınların kızları sokağa çıkamıyor. Evet, türban takmak bir bireysel kıyafet tercihi gibi görünüyor ve kişisel özgürlükleri ilgilendiren bir alanda bulunuyor ama temsil ettiği fikir, başka kadınların bireysel özgürlüklerini kullanamamaları sonucunu yaratıyor. Bu nedenle yeni Cumhurbaşkanı'nın eşinin türbanı da sadece kendisini ilgilendiren bir durum olmaktan çıkıyor. Türbanın, devletin en tepesine yerleşmesi hiç kuşku yok ki kadınların daha çoğunun sokağa çıkabilmek için örtünmeleri sonucunu yaratacak. "Kadın-erkek eşitsizliğinin" bayrağı haline gelen türban ile mücadele etmek bunun için gerekiyor.”18 Ağustos 2007 – Sıra türbanın modenizasyonuna mı geldi?Türker Alkan, Radikal’deki köşesinde “Hayrünnisa hanımın türbanı modernize' edilecekmiş!” dedikten sonra konuya şöyle devam etti: “Biz de siyasal bir sorunu sonunda modacıya havale etmeyi başardık!.. Yalnız benim pek anlamadığım iki husus var. Birincisi, AKP'nin nasıl bir 'muhafazakâr' parti olduğudur. Benim bildiğim kadarıyla, muhafazakârlık eski ve yerleşik değerlere sahip çıkmaktır. 'Türban' bizim geleneksel giysimiz değildir. Halkımız geleneksel olarak 'başörtüsü' veya 'yemeni' takar. AKP'liler köylünün ve orta sınıf kentli kadınların taktığı başörtüsünü takmamak için bin dereden su getiriyorlar… İkincisi, "türbanın modernize edilmesi' ne demek? Bunun nasıl bir ölçütü olabilir? Örneğin Latife Hanım'ın başını örtme biçimi 'Rus başı' imiş, yeni öğrendim. Ve Allah aşkına, Türkiye'de modernize edilecek şey kalmadı da sıra türbanın modenizasyonuna mı geldi?.. Diyelim ki türban modernize edildi (bu işe kalkışanlar, türbanın şimdiki haliyle 'modern' olmadığını da dolaylı yoldan kabul etmiş olmuyorlar mı?), sonuç olarak bu yapılan işin, Kemalistlerin 'kılık kıyafet' devriminden bir farkı kalır mı? Devlet, vatandaşa cumhurbaşkanlığı yoluyla nasıl giyinmesi gerektiğini tebliğ etmiş olmaz mı?”18 Ağustos 2007 – Örtülü laiklik ön plana çıkıyorCüneyt Arcayürek, Cumhuriyet’te, Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Yılmaz Esmer’in "seçmenin davranış ve tercihleri" konulu bir araştırmanın sonuçlarına değindiği yazısında, “AKP seçmeninin yüzde 59'u din kitaplarını, yüzde 36'sı bilimsel buluşları yeğliyor. Bu oran MHP'de (AKP'ye yakın) din kitapları yüzde 46, bilimsel buluşlar yüzde 51! Din ve dünya işlerinin kesinlikle birbirinden ayrılmasını isteyenlerin sayısı, toplumun henüz şeriata istekli olmadığını gösteriyor. Tabii ayrılmalı diyenlerin yüzde 53'ü AKP'li seçmen. CHP'de ise yüzde 90, MHP'de yüzde 73. Laiklik hesabına tek teselli bu sonuç! Fakat örtülü laiklik ön plana çıkıyor. Bir kadının plajda, havuzda mayo ile dolaşmasını "günah" sayanların oranı AKP'de yüzde 83. MHP'de yüzde 63 ve CHP'de 14! Ramazanda lokantalar gündüz açık kalmalı mı yoksa? AKP'li seçmenin yüzde 53'ü, CHP'nin yüzde 12'si, MHP'nin yüzde 30'u "kapanmalı" diyor. Araştırma, mayo krizinin, kimi illerde yıllar önceden zaten gördüğümüz gibi lokantalann ramazanda kapalı kalmasına yönelik uygulamanın giderek yerleştiğini gösteriyor.” dedikten sonra laiklikle ilgili şu tespitle yazısını tamamladı: “Laiklik bindi bir alamete hızla gidiyor kara çarşaflı, takkeli, sıkı başlı, şeriat kokan bir aleme!”

…Başörtüsü Raporu 2007… 107

Page 108:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

19 Ağustos 2007 - Eşimizin başörtüsü ile yani kimliğimiz ile iftihar ederiz Zeki Ceyhan, Milli Gazete’deki “Kimliğimiz ile iftihar ederiz!” başlıklı yazısında Hayrunnisa Gül’ün başörtüsünü sorun edenleri eleştirdi: “Abdullah Gül gibi birinin Cumhurbaşkanı olmasına itiraz edecek iseniz, “Böyle biri Cumhurbaşkanı olmamalı” diyecekseniz binlerce sebep bulabilirsiniz! Eşinin başörtüsünü niye gündeme taşırsınız ki! Neymiş efendim, eşinin başı örtülüymüş! Ve dahi başörtüsü bir kimlikmiş! Başörtüsü bir kimlik ise başörtüsüzlük de doğal olarak kimliksizlik olur değil mi? Biz eşimizin başörtüsü ile yani kimliğimiz ile iftihar ederiz! Başörtüsü kimliktir hem de güven verici bir kimlik! Başörtüsü sadece bizim laikleri daha doğrusu laiklik canavarı kesilen kesimleri rahatsız ediyor! Gerçek laiklerin de başörtüsünden yana bir problemleri yok! Ancak trafik canavarları gibi laiklik canavarı kesilenler başörtüsü korkusu ile yatıyorlar başörtüsü korkusu ile kalkıyorlar! Hayallerinde oluşturdukları korkular yüzünden günlük yaşamlarını da çekilmez hale getiriyorlar!” 19 Ağustos 2007 – Latife Hanım türbanlı mıydı?H.O. Tercüman yazarlarından Sırrı Yüksel Cebeci, “Türban ile başörtüsünü aynı kefeye koymak, sap ile samanı birbirine karıştırmaya benziyor. Saf ve temiz Anadolu insanı, türban ile başörtüsü arasındaki farkı bilmez ki... Onun için önemli olan, kadının başını örtmesi... Nasıl ve ne şekilde, hatta hangi amaçla örttüğü hiç önemli değil. Türkiye'de Silahlı Kuvvetler dahil hiçbir kurum veya kişinin, Müslüman Türk kadınının iffet simgesi olan "başörtüsü'ne karşı olması düşünülemez. Cumhuriyet tarihimizde "başörtüsü"ne kimse dil uzatmamış, uzatamamıştır. Türkiye'de yaklaşık otuz yıldır tartışılan, Türk kadınının geleneksel "başörtüsü" değil, siyasi simge olarak kullanılan ‘türban'dır.” satırlarıyla başladığı yazısında, Başbakan Erdoğan’ın demagoji yaptığını söyledi. 19 Ağustos 2007 - Örtünme karşısında kadınların bin bir yüzü Leyla İpek, Zaman’daki köşesinde “Örtünme karşısında kadınların bin bir yüzü” başlığı altında şunları yazdı: “Mağazada karşılaştıkları başörtülülere (bu modern tüketim mekânlarında ne işleri olabilir diye hesap sorarcasına) saldırgan bir üslupla laf atan, bindikleri asansörde bayrak açarak (!) onları tehdit eden kimi kadınlar dünyaya dokunmakta, bugünün ruhuna nüfuz etmekte, evrensel kavramların hakikatine kendi mecazlarını katmada yetersiz kaldılar. Çoğu ne Dostoyevski'den zevk aldı örneğin, ne hamur açmayı kendine yakıştırdı. Meselelerin izini sürmek, tarihin ve siyasetin görünmez bağlantılarına odaklanarak olan bitenin öte tarafını anlamaya çalışmak gibi zihinsel çabalara girmektense, en acımasız slogan ve klişelerle 'tank kardeşliği' yaptılar. Ülkemizin taşralarında son beş yıldır hayat nasıl dönüşmüştür, neye benzemektedir, bakmaya gerek duymadılar. Başörtüsünü siyasi simgeye, gericiliğe, sınıfsallığa, töreye ve tarihselliğe indirgemek için tüm enerjilerini tüketip durdular. Bir kez olsun örtünmenin metafizik boyutunu ve bunun beşeri hayattaki tezahürünü görmeye çalışmadılar. Her şeyin en doğrusunu zaten onlar biliyordu... Beni bir o kadar inciten başkaları da var: Bugüne dek başörtüsü yasaklarına karşı çıkanların 'Çankaya'daki eş' söz konusu olduğunda, meseleyi bambaşka bir boyuta saptırmaları. Ve argümanlarını türban gerçeği üzerinden değil, mevkii ve iktidar sembolleri üzerinden kurmaya çalışmaları. Bu kişilerin başörtüsü yasağının acıtıcı sonuçlarını çözmeyi değil, iktidara gelenlerin mevkilerini nasıl dolduracağını dert ettiklerini görmek incitici oldu benim için.”19 Ağustos 2007 – Sezer'den başörtüsüne karşı 'alternatifli tören' talimatıCumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, Çankaya Köşkü'ndeki "devir teslim" için Dışişleri Bakanlığı'nın Protokol Dairesi'ne, "seçilecek adaya güre tören yapılması" konusunda talimat verdiği, bu talimat doğrultusunda da Protokol Dairesi'nin, AKP'nin adayı Abdullah Gül veya eşi başörtülü olmayan bir başka adaya göre iki farklı tören taslağı oluşturduğu öğrenildi. Cumhurbaşkanı Sezer, törenin ayrıntılarının başörtüsü konusundaki ayrımcılık hassasiyetine göre şekillendirilmesini istedi. Taslaklara son şekli verilmesinden sonra Sezer'in onayı alınacak. TBMM Gül'ü Çankaya Köşkü'ne gönderirse, tören sade ve eşsiz gerçekleştirilecek. Köşke davetli alınmayacak. Törene sınırlı sayıda katılım öngörülecek. Eşi başörtülü olmayan bir cumhurbaşkanının seçilmesi durumunda ise Sezer, eşli davetiye ile törene önemli sayıda davetli çağıracak. Ardından yeni Cumhurbaşkanı için eşli bir resepsiyon da verecek.19 Ağustos 2007 – Kültürel bölünme artık iyice keskinleştiRahmi Turan, “Son ve Büyük Hesaplaşma” başlıklı yazısında “Cumhuriyet boyunca süren 'kültürel bölünme' artık iyice keskinleşti.” dedikten sonra toplumu şu iki kategori altında topladı: “Bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısının önünde çıkaran, kadınlarının başını örttüğü, erkeklerinin sokağa pijamayla da çıkabildiği, erkek çocuklarının kahveye gittiği, kızlarının tam bir baskı altında yaşadığı, türkü ile arabesk arası bir müzikten hoşlansın, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, kan-koca birlikte hiç lokantaya gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançtan kuvvetli, kalabalık bir kitle var. Diğer yanda ise, kız lisesiyle Robert Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okumuş, müzik zevki pop şarkılarla klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızların flörtüne izin verilmese bile göz yumulan, Allah'a inanan ama ibadete pek aldırmayan, kadınlarının başını örtmediği, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da okumuş yazmış, Batı standartlarına yakın bir grup var. Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk… Hatta birbirine düşmanca...”

…Başörtüsü Raporu 2007… 108

Page 109:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

20 Ağustos 2007 - Niye başörtülü kadın hakaret diye algılanıyor?Aziz Nesin'in oğlu Ali Nesin, Sabah’tan Balçiçek Pamir'e verdiği röportajda, “Türk solu halktan kopuk mu sizce?” sorusunu şöyle yanıtladı: “Tabii ki kopuk. "Cumhurbaşkanının karısı başörtülü olmaz" diye tutturmuşlar. Neymiş efendim? Biz devlete başörtüsü taktırmayız. Bu devletin başındaki saçı sarıya boyadılar ama. Semra Özal ile birlikte devletin başı sarışındı. Niye o hakaret diye algılanmadı da başörtülü kadın hakaret diye algılanıyor?.. Kızım ya da karım örtünürse çok üzülürüm. Cumhurbaşkanının kendisi, eşi başı kapalı olsun istemem ama böyle oluyor diye hakarete uğramış gibi olmak da istemem... Eğer oraya başörtülü biri çıkacaksa ben bundan niye kompleks duyayım? Niye halkımdan utanayım ki? Bazı aydınlar halktan utanıyor. Ben isterim ki halkımın başı dimdik olsun, öyle gururla yürüsün. Kızım başörtüsü takmak istediğini söylerse bir gün, kızımı dışlayabilir miyim? Olabilir mi böyle bir şey? Matematik Köyü'nde de başı kapalı öğrenci var. "Aç başını öyle ders vereceğim" diye bir tutumum olabilir mi? Ne hakkım var? Devletin bana "Sakalını kes" demeye hakkı yoksa "Başörtünü çıkar" demeye de hakkı yok. Ayrıca solcular yıllarca saç sakal bıyık birbirine karışmış halde siyaset yaptı. Niye siyaseti başörtüsü ile yapana kızıyorlar?20 Ağustos 2007 – Tesettürlüye ev yok!Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Çankaya Köşkü'nü kamusal alan ilan edip, başörtülülere kapatan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in kiraya vereceği evi için başörtüsüz kiracı aradığı ortaya çıktı. Evi kiraya verecek olan TEM Emlak yetkilisi Sibel Kuyulu, "Kiralamak isteyenlerin sosyal yapısına ve yaşam tarzına baktıklarını, bunun için de evi kiralamak isteyen ailede türbanlı kimse ya da kimselerin olup olmadığına dikkat edildiğini" söyledi. Sibel Kuyulu, söz konusu talimatın Sezer'den mi geldiğine ilişkin sorumuza, "Böyle bir özel talimat gelmesine gerek yok. Zaten gelmiş değil de. Ancak biz gerekli hassasiyeti gösteriyoruz" cevabını verdi. Kuyulu, eve talip olan ailede tesettürlü kimselerin olup olmadığı bilgisine nasıl ulaştığına ilişkin sorumuza ise, "Bunu bilmek öyle zor bir şey değil. Kişiler belli olur, ben 22 yıldır bu işi yapıyorum. Tesettürlüye ev yok. Bu konuda daha fazla konuşmak da istemiyorum" dedi.21 Ağustos 2007 - 'Bize kendimizi açık hissettiriyorsunuz' diyecek denli bir faşizmÖzlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Başörtüsü, Çankaya, bıkkınlık” başlıklı yazısında gündemi değerlendirdi: “Aslında konu sadece Hayrunnisa Hanım değil.. Mesele, cumhuriyet değerlerinin incinme eşiğinin küçük kızların ilahi okuması işlemine kadar gerilemiş olduğu, muhtıramsılara sebebiyet verecek denli büyük bir 'tehdit' addedilmeye başlanmasıdır. Resmi ideolojinin şehir vitrininin bozulmuş olduğu gerçeğidir. Şimdiye kadar Anadolu'nun bir köyünde rastlaştığı örtülü kadına acıyarak da olsa pekala tahammül eden, haklarında sayfalarca oryantalist izlenim yazıları döktüren ve tehdit filan addetmek bir yana gönülden-candan sevmiş görüntüsü veren, ama başörtüsü şehre taşındığında nevri dönenlerin çokluğudur. Mesele, köydeki başörtülü genç kadının bahtsızlığı üzerine romanlar çıkaracak denli özdeşim kurma, ama aynı kadını kendisiyle aynı tahsil düzeyinde ve aynı şehirde, aynı iddia ile görünce 'bize kendimizi açık hissettiriyorsunuz' diyecek denli ayrımcılığa, faşizme düşme meselesidir. Cumhuriyete tehdit olan ve olmayan olarak örtü biçiminin ikiye (türban-başörtüsü) ayrılmasının sebebi de budur. İslami olana ancak taşrada kalakalmış bir gelenek kalıntısı olarak tahammül edilebilirdi, şehirde başörtüsünün adı türbana evrilirdi... Ama yine de söylemek gerek; mesele milletin masada kendisine de yer açılması talebinin bir sistem krizi haline getirilmesidir.”21 Ağustos 2007 - Başını açmadıkları için görevlerine son verilen pek çok kadın varAbdülkadir Özkan, Milli Gazete’deki “Kim kime baskı yapıyor?” başlıklı yazısında başörtüsü ve baskı konusunu değerlendirdi: “Bu ülkede bugüne kadar genel olarak kimseye başının açık oluşundan dolayı bir baskı söz konusu olmamıştır. Başı açık bir tek hanım bile bir takım haklarından mahrum edilmemiş, okuması engellenmemiştir. Kamu görevlerinden işlerine son verilmemiştir. Ama bunun aksine pek çok örnek vardır. Başını açmadıkları için görevlerine son verilen tanıdığım pek çok hanım var... Cumhurbaşkanı seçim sürecini bile getirip başörtüsüne bağlayanlar ve bu sebeple bir kişinin Anayasadan gelen hakkını kullanmasına karşı çıkanlar bu ülkede hâlâ demokrasiden, insan hak ve hürriyetlerinden nasıl bahsedebiliyorlar, anlamak mümkün değil. Görüntüyü şöyle özetlemek mümkün: Bazı çocuklar vardır. Sokakta oyun oynarken sık sık kavga çıkarırlar. Kavgada karşısındakine sürekli tekme ve yumruk atarlar ama bu arada “Yetişin adam dövüyorlar” diye bağırırlar. Yani hem dayak atar hem de dayak yiyormuş gibi bir hava estirirler. Yukarıda aktardığım örnekte bunu andırıyor. “ 21 Ağustos 2007 – Halife-i Müslimin Kızları saçlarını açarak günah mı işlemişlerdi?Özgem Acar’ın Cumhuriyet’te yayınlanan makalesi, Latife Hanım’ın örtünmesi tartışmalarına şu ifadelerle katıldı: “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan "Örnek alacaksan Atatürk'ün eşi nasıl giyiniyor, ona bakarsın... O da size ders olur" diyor. Laik bir devlet olmayan Osmanlılara göz atalım. Bilindiği üzere, Hz. Muhammet'in ölümünden sonra yerine geçen kişilere "halife" denilmiştir. Yavuz Sultan Selim'in halifeliği İstanbul'a getirmesinden sonra Osmanlı imparatorları da "sultan" ve "halife" unvanlarını birlikte kullanmışlardır. Bir başka deyişle, sultanlar aynı zamanda "halîfe-i müslimin (Müslümanların halifesi)" olmuşlardır. Osmanlı İmparatoru ve "halîfe- müslimin" 2. Mahmut'un kızı, divanı ile ünlü şair Adile Sultan'daki başörtüsü mü türban mı? Ya da imparator ve "halîfe-i müslimin", Abdülmecit'in kızları Fatma ve Refia sultanlar da saçlarını başlarını açarak günah mı işlemişlerdi? Yoksa kızlarının resimlerini yapan, ressam son halife Abdülmecit, kızı Dürrüşehvar ile fotoğraf çektirirken günaha girmiş miydi? Başbakan'a göre, son halifenin torunu Neslişah da dini

…Başörtüsü Raporu 2007… 109

Page 110:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

bütün Müslüman sayılmazdı! Şimdi söyleyin bakalım! Erdoğan, Müslümanların halifelerinden daha mı Müslüman?”21 Ağustos 2007 – Kemalizmin idealindeki kadının başı açıktırTaha Akyol, Milliyet’te yayınlanan yazısında Latife Hanım tartışmalarıyla ilgili şu yorumu yaptı: “Avrupa mekteplerinde okumuş aristokratik Osmanlı Kızı Latife Hanım, evlenmeden önce başını örtmüyordu. Evlenince, başını örttü, büyük bir ihtimalle Gazi’nin isteğiyle... Gazi tabii tesettüre inanmıyordu ama Türkiye'de o günkü ortam "Gazi'nin eşi'nin öyle olmasını gerektiriyordu... İyi örnek, Latife idi; çarşaf yok, peçe yok, yüzü açık, başı kapalı ama kaç göç yapmayan, topluma katılan, erkekle eşit kadın... Şapka devrimi yapıldığında Gazi de kalpağını çıkarıp şapka giyecekti ama Latife Hanımla boşanmışlardı. Latife Hanım artık kendi hayatında başı açık yaşayacaktı. Kemalist devrimin kadın kıyafeti hakkında özlemleri vardır ama hiçbir yasak koymamıştır. Genel Batılılaşma sürecinde yüksek sınıflara mensup kadınların başlan açıktı. Tarihi gerçek budur. Atatürk'ün eşinin ya da annesinin kıyafetine "referans" yaparak bugün başörtüsünü savunmak ya da başı örtmeyi kötülemek yanlıştır! Başbakan böyle konuşmakla yanlış yapmış, yanlış "referans" seçmiştir. Kemalizmin idealindeki kadının başı açıktır; bu bir gerçektir. Bu gerçeğe "referans" yaparak başörtüsünü veya türbanı aşağılamak, yasaklamak da yanlıştır.”21 Ağustos 2007 – Modern bir tesettür bulma yarışından utanç duyuyorumDeniz Banoğlu, Cumhuriyet’te yayınlanan köşe yazısında “Türbanı, kapanmayı, örtünmeyi insan hakları, demokrasi, anayasal hak olarak görerek savunanlar kendilerince ne kadar haklıysalar, ben de "düşünce özgürlüğümü" kullanarak, açıkça ve alenen bundan "utanç" duyduğumu söyleme hakkını kendimde görüyorum…” dedi ve görüşlerini şöyle açıkladı: “Yirmi birinci yüzyılda kadınımızın, hangi bilinçle ve inançla olursa olsun, günlük yaşamında modernlikte en ufak bir fedakârlık göstermezken, (kamuya açık alanlarda flört etmek dahil) kolu başı açık eşinin yanında kendisini kapatarak köleliğini adeta tescil etmesinden utanç duyuyorum… Ve yirmi küsur yılın sonunda nihayet, türbanı ve içindeki gerici zihniyeti elbirliğiyle Çankaya'ya taşıyanlardan utanç duyuyorum. Ve şu sıralarda yine gazetelerde tanık olduğumuz kadarıyla, kimi sosyete terzilerinin Çankaya'ya çıkacak leydiye "modern bir tesettür" bulma yarışına girmelerinden daha büyük utanç duyuyorum…”21 Ağustos 2007 – “Sıkmabaşlı “kadınlar ve onları savunanlarCumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya “Nedense siyasal İslamın simgesi olan "sıkmabaş", ülkemizde "türban" ve "başörtüsü" gibi anıldığından farklı algılanıyor... Başta Emine ve Hayrünnisa Hanım olmak üzere AKP milletvekillerinin, bakan eşlerinin başlarına geçirdikleri "türban" ya da "başörtüsü" değil "sıkmabaş"tır.” dedikten sonra yazısında şu görüşlere yer verdi: “Bakıyorum, medyamızın ve üniversitelerimizin "güçlü kadın fotoğrafı" veren yazarları ve akademisyenleri, "İslamcı kesim"le sıkı dirsek teması kurduklarından "sıkmabaş"! kadınların özgürlüğü haline getirdiler... Bir kadın, bir sosyolog, bir siyaset bilimci bu çağda neden kadının örtünmesini savunur ve niçin bunun savaşımını verir? Bunlar İran'daki kadınların mücadelesinden haberdar değil mi? Elbet haberdarlar... Ben en çok örtünen kadının değil, örtünmeyen, Beyoğlu meyhanelerinden, barlarından çıkmayan, Ortaköyü mesken edinen, eğitimli, dil bilen, eli kalem tutan, içindeki kin ve nefret duygusunu çoğaltan kadınlara acıyorum aslında...”21 Ağustos 2007 – Askerler çok rahatsızEmekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu, “Abdullah Gül, Atatürk ilkelerinin halka zorla dayatıldığını, 'Ne Mutlu Türküm Diyene' söylemini her yere yaza yaza Türkiye'nin ilkel bir hale dönüştürüldüğünü ifade etmiş, Türkiye'de bir sistem bunalımı olduğunu ve bu sistemin halka düşman olduğunu anlatarak sistemle kavgalı olduğunu açıklamıştır... Eşinin de türbanı, devlete direnişin bir sembolü olarak kullanıp, üniversiteye kayıt yaptırmaya çok sayıda basın mensubu ile gittiği bilinmektedir…” diyerek Gül'ün adaylığına askerin sıcak bakmadığı mesajını verdi.” (H.O. Tercüman)21 Ağustos 2007 – Uzlaşma Sayın Gül'ün eşinin türbanında sağlanamazVatan gazetesi yazarlarından Mustafa Mutlu, “Light türban!” başlıklı yazısında, “Seçimlerden hemen sonra yaptığı açıklamada ne demişti Sayın Başbakan? "Sadece bize oy veren vatandaşlarımızı değil, vermeyenleri de kucaklayacağız. Cumhurbaşkanımızı uzlaşmayla seçeceğiz..." Bu sözler güzeldi, ama çabuk unutuldu! Çünkü adaylığıyla ülkeyi erken seçime götüren Abdullah Gül direndi. Sonuçta da "AKP'ye oy vermeyen vatandaşların kaygıları" yine yok sayıldı... Peki, "uzlaşma" sözü nerede kaldı? Hemen söyleyeyim: Türbanda! Kafalarıyla uzlaşamayan AKP kurmayları çözümü "kafanın üzerindeki bez parçası"nda uzlaşmakta buldu!” ifadelerine yer verdi. 21 Ağustos 2007 – Sivil anayasa ile üniversitelerde türbana izin çıkacak mı?Mehmet Tezkan, Vatan’daki köşesinde yeni yapılacak anayasa ve başörtüsü yasağı sorunu hakkında şu iddiaları ileri sürdü: “28 Ağustos akşamı Gül Çankaya'da demektir. Sonra sırada ne var? Anayasa değişikliği.. AKP'liler ilk sivil anayasa diyor. Öyle birkaç maddelik değişiklik değil. Anayasa yeniden yazılacak, halkoyuna sunulacak. Peki içinde türban da olacak mı? Üniversitelerde, kamusal alanlarda türbanı özgür bırakan düzenleme? Kamu görevi yapanları bilemem ama galiba üniversite öğrencileri için türbana izin çıkacak. Türban hızla yayılacak. Bir bakarsınız, türban takmayanlar azınlıkta, türban takanlar çoğunlukta olur. Üç beş yıl içinde… Sonra da şu konuşulmaya başlanır. Türbanla okumaya izin var ama hakim olmaya, savcı olmaya, kaymakam olmaya yok, bu nasıl demokrasi! Mahalle havasının, mahalle baskısının önünde kim durabilir ki? Önümüzdeki günlerde

…Başörtüsü Raporu 2007… 110

Page 111:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

türbanla boy gösterme yarışı da başlar. Ben de sizdenim demek için... Herhalde bu akımın öncüsü müteahhitler olur! İhale kapmaya çalışanlar. Sonra yavaş yavaş yayılır.. Mahalleyi sarar. Bir süre sonra başı açık bakkala gitmek bile ayıp hale gelir. Bunu bu hükümet yapar demiyorum. İnsanlara baskı uygular, tesettüre zorlar da demiyorum. AKP asla bunu yapmaz… ama mahalleye de karışamaz. O istemese bile mahalle tesettür üretir. Türbanı doğal hale getirir.”22 Ağustos 2007 – Ortada devlet baskısını meşrulaştırma çalışmaları varÖzlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Bu diyar baştan başa, mahalledir, baskıdır” başlıklı yazısında “mahalle baskısı” tartışmasına değindi: “Mahalle baskısına gelince; evet, toplumsal arenada böylesi bir havanın varolduğu, fertlerin yaşamını sınırlayan bir takım şeffaf kuralların o mahalle mukimlerince bağlayıcı olabildiği bir gerçek. Fakat tarihin hangi döneminde, toplumsalın hangi çeşidinde böylesi bir baskıdan azade kılınmıştır insan ırkı acaba? Mahalle var, mahalle var hem; envai çeşit baskı var: Üniversitede, başı açık olan ama uzun kollu bluz giymesinden belli ki dışarıda başını örten öğrenci adaylarını “Bu sıcakta bu ne kıyafet. Bunalmadın mı? Bir de çarşaf giyseydin bari” sözleriyle taciz eden, “Böylesini tercih ettim” cevabına ise, “Tabi tabi... Bireysel hak ve özgürlükler değil mi? Eki eki” şeklinde sırıtarak mukabele eden, sözün ilerisinde ise “Seni TRT'ye genel müdür de yaparlar” diyebilecek kadar terbiyesizleşen bir bölüm başkanı faşizmi karşısında, söze dökülmemiş, bu derece açık sınırlamaya yaslanmamış bir “mahalle baskısı”nı tercih eder, hatta kırmızı dipli mumla arayabilirsiniz pekala... Ortada anakronik bir mesele var; mahalle baskısından milyon kez daha baskın olan devlet baskısını, rejim baskısını, seçkinci baskısını, jakoben baskısını, oligarşi baskısını, yüzbinlerce kez çoğaltılan bir yayın organından açık açık yüzbinlerce kez tekrarlanan darbe tehdidi baskısını, “mahalle baskısı” metaforunu ortaya atarak meşrulaştırma çalışmaları sözkonusu.” 22 Ağustos 2007 – “Yasa ve gelenekte Köşk için türban yasağı yok” Kenan Evren, düzenlediği basın toplantısında cumhurbaşkanlığı seçim süreci, başörtüsü ve laiklik tartışmalarıyla ilgili ilginç değerlendirmelerde bulundu. "Bu hükümeti nasıl değerlendiriyorsunuz?'' sorusuna "Bak, Genelkurmay Başkanı ne demiş, 'dükkân kapalı' demiş. Biz de dükkânı kapatıyoruz.'' karşılığını veren Evren, "Seçilecek olan cumhurbaşkanının eşinin türbanlı olması sorun olur mu?'' sorusu üzerine de şöyle konuştu: "Kanunlarımızda, geleneklerimizde böyle bir yasak yok (Cumhurbaşkanının eşi türbanlı olamaz..), zaten böyle bir yasak olmaz. Atatürk'ten bu yana böyle bir gelenek var, oraya bugüne kadar başörtülü bir 'first lady' çıkmamış, bu bakımdan yakıştıramıyoruz, ben de yakıştıramıyorum. Ama onun hakkı yok mu, var, belki insan hakkı olarak var." Laiklik konusuna da değinen 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, geçen sürede elde edilen kazanımlar sayesinde Türkiye'yi artık kimsenin geriye götüremeyeceğini vurguladı. "Şeriat düzeni olamaz. Biz onları aştık. Biz, İslam dünyası içinde birçok ülkeye örnek olacağız. Bir de öyle bir nesil yetişti ki, Atatürkçü nesil, geriye dönüş olamaz." diyen Evren, sivil anayasa tabirini ise kabullenemediğini anlattı. (Zaman)22 Ağustos 2007 – “Türban karşı devrim sembolü”Mehmet Ali Kışlalı, Radikal’de çıkan köşe yazısına, “Atatürk'ün Cumhuriyet'i kurduktan sonra getirdiği temel ilkeleri özümsemiş kitleleri, galiba en fazla bu temel ilkelere karşı tavrı simgeleyen ‘türban' rahatsız ediyor. Hele bugünlerde Gül'ün cumhurbaşkanlığına seçilmesi söz konusu olduğundan, eşinin türbanı gündemde ön plana çıkıyor. Kimi kesimler artık türbanın Atatürk devrimlerine karşı gerçekleştirilmeye çalışılan 'karşı devrim' sembolü olduğunu düşünüyor. Bu da havayı her yerde fark edilmediği kadar gerginleştiriyor.” ifadeleriyle başlayarak, konuyu askerin tavrına getirdi: “Ülkede yeni AKP iktidarının yaratabileceği 'karşı devrim' havasının, askeriyle, siviliyle Atatürk devrimleriyle yetişmiş kitlelere, taşıdıkları türban bayrağı ile nasıl etki yapacağı hiç düşünülmüyor. AKP'nin bu konudaki görüşlerini paylaşmayan muhalefet partilerinden bile ses çıkmıyor. Ülke abartılı yorumlanan seçim neticelerinin baskısı altında, sanki Atatürk devrimleri kırılma noktasına gelmiş, işgale uğramışlık moral bozukluğu havasında.”22 Ağustos 2007 – “Sıkmabaş “nedir? Ne değildir?Sabah yazarı Hıncal Uluç başörtüsü tartışmalarına şöyle katıldı: “Sıkmabaş bir siyasal simgedir. Gamalı haç gibidir. ‘Sorun örtünmekse bin yıllık Anadolu kadını gibi baş örtüsü kullansana’ kıyametlerine rağmen, niye ısrarla Hermes markalı sıkmabaşta direniliyor? İşte en önemli noktaya geldik. Çünkü klasik baş örtüsü, köylü kadınların, kenar mahallelilerin, eve ve işe gelen hizmetçi sınıfının başlığı kabul ediliyor... Onlardan ayrılmak, farklı olmak gerek ki, gören karıştırmasın. Hele de markalı sıkmabaş, kentli, üst sosyal sınıf, sosyetik kadın başlığı. Farkı hemen ortaya koyuyor ve "Ben kent soylu, okumuş ve ekonomik üst sınıftanım. Beni köylüler, kenar mahalleliler ve domestiklerle karıştırmayın" anlamına geliyor. Yani sıkmabaş, baş örtülülerle sınıf farkının simgesi aslında, Siyasal İslamın sembolü olmanın da ötesinde… Anlatabildim mi?”24 Ağustos 2007 – “Türbanlı anayasa”Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ergun Özbudun başkanlığındaki hukukçulardan oluşan bir komisyonun hazırladığı anayasa taslağın ayrıntıları, medyaya “Türbanlı anayasa” başlığı ile yansıdı. Özbudun, başörtüsü ve kıyafetle ilgili olarak bir öneride bulunduklarını, ancak konunun hassas olması nedeniyle bir açıklama yapmak istemediğini söylerken, eğitimin laik esaslara göre yapılmasına ilişkin hükmün korunacağını ve kişisel olarak üniversitelerde başörtüsü yasağına baştan beri karşı olduğunu bildirdi.

…Başörtüsü Raporu 2007… 111

Page 112:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

24 Ağustos 2007 – “Türban ve göstergebilim”Özdemir İnce, Hürriyet’te yayınlanan köşe yazısında şu görüşleri ileri sürdü. “Türban'ın bir gösteren simge olarak neyi gösterdiğini anlamak için yapmamız gereken ilk işi yapalım ve geleneksel başörtülerini türbandan ayıralım. Ayırdıktan sonra, türbanlanma sürecini incelediğimiz zaman siyasal dürtülü bir militanlaşmayla karşılaşırız. Sonra karşımıza Milli Selamet Partisi ve öteki Milli Görüş partileri çıkar. Bir gösterge olarak türban. Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Milli Görüş Partilerinin ideolojisini göstermektedir. Bu gerçeği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de onayladı. Türban, Nilüfer Göle'nin pazarlamak istediği gibi "Modern Mahrem" olarak algılanamaz. Bilgisayar ve mikroskop kullanan, doktorluk ve CEO'luk yapan kadının başındaki türban çağdaş laik birey ve toplumu değil, modern teknolojiden yararlanan parçalanmış bir birey ile totaliter bir İslami cemaati gösterir.”24 Ağustos 2007 – Komutanlar Hayrünnisa Gül ile yan yana gelecek mi?Milliyet’te yayınlanan bir haberde “Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda aynı gün yapılacak olan yemin töreni, türban tartışmasına kilitlenen sürecin en ilginç görüntüsüne sahne olabilecek. Seçim beklendiği gibi sonuçlanır ve komuta kademesi yemin törenine gelirse, askerler türbanlı cumhurbaşkanı eşi Hayrünnisa Gül ile yan yana oturacak…” ifadelerine yer verildikten sonra “Komutanların yemin törenine katılıp katılmayacakları konusunda TBMM Başkanlığı’na bilgi vermediğini” aktarıldı.25 Ağustos 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu’nun 102’nci eyleminde cumhurbaşkanlığı seçim süreci değerlendirilirken, eylemlerinin birinci yılını geride bırakan Van Başörtüsüne Özgürlük Platformu’na selam edildi. Kocaeli’de 123’üncü, Ankara’da 81’inci ve Akyazı'da 29’uncu eylem yapılırken, Van’daki başörtüsü direnişi, 52’nci eylemle birinci yılını doldurdu. Eylemde, direnişe destek amacıyla Van’a gelen Özgür-Der Genel Başkanı Hülya Şekerci bir konuşma yaparken, Türkiye’de diğer illerde mücadele yürüten başörtüsü platformlarının destek ve tebrik mesajları da okundu. 25 Ağustos 2007 – Taslak, üniversitede başörtüsünün yolunu açıyor mu?Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Ergun Özbudun başkanlığındaki altı akademisyen tarafından hazırlanan ve AKP'ye sunulan anayasa taslağı, hükümet ve YÖK'ü karşı karsıya getiren başörtüsü yasağını iki seçenekli bir formülle kaldırmayı öneriyor. "Başörtüsü" sözü geçmeksizin üniversitelerde kılık kıyafet yasağını kaldırmayı öneren bu iki öneride, sadece cümlelerin ifade biçimi değiştiriliyor. Buna göre, Anayasa'nın "Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi" başlıklı 42'nci maddesine ekleme yapılarak, ya ''üniversitelerde kılık kıyafet serbesttir" ya da "hiç kimse kılık kıyafetinden dolayı yükseköğrenim hakkından yoksun bırakılmaz" ifadesinin kullanılması öneriliyor. Öneri, AK.P bünyesinde oluşturulan komisyonda değerlendirilerek nihai karar verilecek.25 Ağustos 2007 – Başı açık kadınlara “korku baskısı”Özlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Bölücülüğün dikalası olarak korku” başlıklı yazısında başörtüsünden korku psikolojisini analiz etti: “Korkunun doğasının zaten iyi ve güzel olan hiçbir şeyi “korkulan”a yakıştırmadığına, dolayısıyla endişe giderici açıklamaların sizi kesmeyeceğine, korkularınıza irtifa kaybettirmeyeceğine zaten eminim. Meselemiz de burada başlıyor zaten; “Cumhuriyet kadınları korkuyor” ve Cezayir'den sonraki yeni korku rotamız olan “Türkiye Malezya olur mu?” çekincelerini taşıyanlara, Ramazan'a saygı nedeniyle bir içki reyonunun önünün kapatılmasının nasıl bir “yaşam standardı tehdidi”ne dönüşebileceğini sorsanız cevap veremezler.. Özellikle medyanın neredeyse holiganlığa vardırdığı bir taraftarlıkla yaygınlaştırmaya çalıştığı korku kültürü, kadınlara pompaladığı “dikkatli ol, yoksa başına geleceklere katlanırsın” uyarısı, toplum iradesinin rolünü en aza indirgeyen, ikiliğe ve 'öteki'ne karşı düşmanlığı teşvik eden bir bakışı yansıtıyor... Bir yandan yarım ağızlarla “Asker siyasete vesayet etmesin” deyip, demokrasiyi överken, bir yandan da mesnetsiz korkuların sivil siyasete ve toplumun birleştirici dinamiklerine balta vurması ihtimalini içlerine sindirebilenlerin istediklerinin nasıl bir toplum olduğu hakkında kuşkularım var.” 25 Ağustos 2007 - Başörtüsünün sınırını modacı değil ilahiyatçı belirler Ünlü modacı Neslihan Yargıcı, cumhurbaşkanı olmasına kesin gözüyle bakılan Abdullah Gül'ün eşi Hayrunnisa Gül'ün başörtüsü üzerinden yapılan 'moda' tartışmalarına tepki gösterdi. Başörtüsünü modernize etmenin modacıların işi olmadığını söyleyen Yargıcı, "Bunu ancak din adamları yapabilir. Modacıların eksik dinî bilgileriyle ilahiyatçılığa soyunması hoş değil." dedi. Dayatılmaya çalışılan 'Sophia Loren' tarzına karşı çıkan Yargıcı, "Hollywood'a değil, Çankaya Köşkü'ne çıkıyor. Ona çizilen başörtüsü şekilleri çok çirkin." ifadesini kullandı. Hayrunnisa Hanım'ın keyfinden değil, inancı gereği örtündüğünü söyleyen Yargıcı'ya göre Türkiye'nin 'first lady'sinin tarzı Türk kadını tarafından örnek alınacak. Dolayısı ile şık giyinmesi gerekir. Modacı Faruk Saraç da Bayan Gül'ün başörtüsünün magazinleştirilmesini anlamsız buluyor. Gelinen noktayı 'Bir deli kuyuya taş attı' sözü ile özetleyen Saraç, "Dışişleri bakanı eşi iken de başı kapalıydı, cumhurbaşkanı olunca da kapalı olacak. İnsanlar öyle kabul etmiş ve oy vermiş." diyor. (Zaman)25 Ağustos 2007 - Evde kalan başörtülüler Ekrem Dumanlı, Zaman’daki “Ayıp, ayıp; çok ayıp” başlıklı yazısında medyanın başörtüsüne yaklaşımını eleştirdi: “Tesettürlü kızların sorunlarına (!) karşı fevkalade duyarlı medyamız, bir

…Başörtüsü Raporu 2007… 112

Page 113:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

kitaptan hareketle şu cümlenin altını çiziyor: "Şimdiki erkekler, namus kavramını önemsemeyen kızlardan hoşlanıyor. Bekâretimizi mezara mı taşıyacağız?" Otuz seneye yaklaşan bir zaman diliminde on binlerce genç kızın üniversite kapısından kovulmasına gık demeyenler, şimdi onların daha değişik sorunlarıyla(!) ilgileniyor. Tuhaf, ilginç ve maalesef oryantalist bir yaklaşım bu. Sabah'tan Emre Aköz, türbanlıların evlenme konusunda çektiği sıkıntıyı başka büyük bir nedene bağlıyor ki doğrusu da budur: "Eşi türbanlı bir erkeğe ikbal değil sorun vaat ediyor." Evet, doğrunun en can alıcı kısmı budur. Başörtülülere reva görülen baskı, onların eşlerine de dolaylı bir şekilde reva görülüyor. Bunu görmezden gelip meseleyi tamamen cinsel bir alana kaydırmak vahim bir hatadır. Kasıtlı ve ısrarla yapılıyorsa ayıptır, günahtır, vebaldir...” 25 Ağustos 2007 - Başörtüsünü magazinleştirmenin bir anlamı yok Faruk Saraç, Hayrünnisa Gül’ün başörtüsü üzerinden yapılan tartışmaları Zaman’a değerlendirdi: “Hayrunnisa Hanımefendi'nin şu an kullandığı başörtüsüyle ilgili bir rahatsızlığı var mı yok mu bunu kimse sormuyor. Herkes oturduğu yerden birtakım yorumlar yapıyor. Belki Hayrunnisa Gül kullandığı başörtüsü tarzından çok memnun... Başörtüsünün modernize edilmesinden herkes farklı şeyler anlayabilir. Çünkü örtünün 50 çeşit farklı kullanım biçimi var. Tabiî ki siyasiler gibi onların eşleri de bir tasarımcıdan yardım almalı. Gazeteciler, vatandaşlar ya da modacılar onun kıyafetinin değişmesini isteyemez... Bu konu magazinleştirildi, ama bir anlamı yok. Dışişleri Bakanı eşi iken de başı kapalıydı, cumhurbaşkanı eşi olunca da kapalı olacak. İnsanlar böyle kabul etmiş ve oy vermiş. Ben değiştirmesini de istemem. Başörtüsü modernize edilebilir mi? Bir akıllı çıkıp da türbanın ne olduğunu anlatmalı.” 26 Ağustos 2007 – YÖK’ten başörtüsü yasağı hakkında farklı açıklamalarAKP'nin hazırladığı yeni anayasa taslağında, 'üniversitelerde başörtüsü yasağını' kaldıracak düzenlemelere yer verilmesine YÖK’ten tepki geldi. YÖK Başkanvekili İsa Eşme, “Türbanın serbest bırakılması, ileriki yıllarda örtünme zorunluluğuna dönüşür. Bunu geçmiş yıllarda gördük. Bu gelişmeleri kaygıyla karşılıyorum. Böyle bir uygulama gelirse, tarikat yurtlarında kalan kız öğrenciler baskıyla karşılaşacaktır.” iddiasında bulundu. YÖK Genel Kurulu üyesi Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu ise şunları söyledi: “Üniversitelerdeki türban yasağı pozitif kuraldan çok mahkeme kararlarına dayanıyor, yeni kural konulacağını zannetmiyorum. Gül, türbanlı eşiyle cumhurbaşkanı oluyor, devlet katında nasıl gelişme olacak, eşi türbanıyla törenlere katılacak mı, görelim. Çankaya'ya türbanın girdiği anda türbanı yasaklamak da zor olur. Kamusal bir alana girdikten sonra, devlet dairelerine, üniversitelere de girebilecektir. O aşamadan sonra zaten yasak anlamsızlaşır.” YÖK üyesi Halis Ayhan da, kurumun genel görüşünün aksine böylesi bir yasağın anlamının olmadığını savundu.26 Ağustos 2007 – “Türbana yönelik koruma zırhı getirilmesi hukuka aykırı”Anayasa taslağında başörtüsüne özgürlük getirilmesi ihtimali üzerine Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Türkân Saylan şu açıklamayı yaptı: “Ilımlı İslama geçit verirken, laiklik ve demokrasiden ayrılmayacağına söz veren 11. Cumhurbaşkanının ülkesinde bunlar nasıl çözülecek? Milli Görüş çizgisini içinde barındıran AKP hükümeti, bu işin içinden nasıl çıkacak? AİHM kararı ne olacak? Türbanı siyasal simge olarak görüyoruz.” Cumhuriyet Kadınları Derneği Genel Başkanı Şenal Saruhan ise şunları söyledi: “Laikliği temel alan bir Anayasa'da, özel bir madde ile türbana yönelik koruma zırhı getirilmesi hukuka aykırı. Türban ile ilgili hükmün Anayasa'ya konulması, anayasa eliyle anayasal laikliğin ihlali anlamına geliyor.”26 Ağustos 2007 – CHP: Anayasa'nın özünü değiştirmek rejime karşı bir harekettirAnayasa taslağının medyaya yansımasıyla başlayan tartışmaya CHP grubu şu açıklamalarla katıldı. Onur Öymen (Genel Başkan Yardımcısı): “Anayasa'nın yanlış, eksik maddeleri tartışılır ama Anayasa'nın özünü değiştirmek rejime karşı bir harekettir. Belli ki AKP rejim değiştirme hazırlığı içinde. Atatürk Cumhuriyeti'nin yerine Türkiye'yi İslam devletine doğru götürme girişiminde oldukları anlaşılıyor. Mustafa Ozyürek (Genel Başkan Yardımcısı): Şimdi de sıra türbanda. 'Anayasa'da bu kadar ayrıntıya gerek yok' diyen AKP, iş türbana gelince 'kılık kıyafet' deyip böylesine ayrıntıya iniyor. Türban konusu toplumsal uzlaşma olmadan, Anayasa'ya madde koyarak 'yaptım, oldu' şeklinde çözülecek bir konu değil.”26 Ağustos 2007 – “Türbanlı”ya cüzzamlı muamelesi yapmak ayıptır Hasan Cemal, Milliyet’teki köşesinde görüşlerini şöyle açıkladı: “Farkındasınız herhalde, uzunca zamandır Hayrünnisa Gül'ün türbanı ile uğraşıyoruz. Nasıl modernize edileceği tartışılıyor köşelerde. İşin içine incesinden, kalınından alay da giriyor… Biraz düşünün. Biraz da duyarlı olun… Bütün bunların yalnız Gül ailesinde değil, türbanı doğal karşılayan toplum kesimlerinde de estirdiği 'duygu fırtınaları'nın farkında mısınız? Hissetmeye çalışın. Anlamaya çalışın. Bu duyarlıkları hissetmeden, anlamaya çalışmadan bu ülkede türban sorun olmaktan çıkmaz. Kendimizi karşı tarafın yerine koymaya, karşı tarafın duygu ve düşünce dünyasına girmeye gayret etmeliyiz. Bu tutum elbette türbanlılar için de geçerlidir. Onların da karşı taraftaki korku ve tedirginliklere, duyarlıklara eğilmeleri gerekir. Kısacası: Yalnızca tepki koymakla, reddetmekle bir yere varamayız. Yasakçılık kesinlikle çare değildir. Türbanlıya cüzzamlı muamelesi yapmaya gelince... Bu da yalnız ayıp değil, aynı zamanda çıkmaz sokaktır Türkiye için.”26 Ağustos 2007 – “First lady niçin “türban” yerine peruk takmayı düşünmüyor?”

…Başörtüsü Raporu 2007… 113

Page 114:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

“Vatan diyor ki” köşesinde “Uzlaşma” başlığı altında Güngör Mengi şunları yazdı: “Cumhuriyetin değerleri ile barışık olmadığından şüphe edilen bir siyasi akım, temsilcisini Çankaya'ya çıkarmak üzere. AKP bir yandan kendilerine atfedilen şüphelerin haksız olduğunu söylüyor ama öte yandan rejimin laik karakterine meydan okumanın simgesi olan türbanı da beraber çıkarıyor. Cumhurbaşkanlığı bir siyasetçi ve ailesi için en yüksek onur makamıdır. Olay halkın yansında mutluluk, öbür yarısında cumhurbaşkanının eşinin türbanı nedeniyle yenilgi duygusu ve huzursuzluk yaratıyorsa önemsenmelidir. Müstakbel first lady mesela niçin üniversite öğrencileri gibi türban yerine peruk takmayı düşünmüyor?”26 Ağustos 2007 – Latife Hanım başını görev icabı kapattıAkşam gazetesinde Latife Hanım'ın yaşayan en yakın akrabalarından Mehmet Öke ile bir röportaj yayınlandı. Öke, “Latife Hanım peçeyi çıkarmıştır. Ve örtünün de sonunda muhakkak çıkarılması gerektiğini söylemiştir. Ama Mustafa Kemal'le bu konuda farklı düşünürler. Mustafa Kemal "Elimde güç olsa tüm kadınların başını bir gecede açtırırım" der. Latife Teyzem de "Bu devrimle değil evrimle olur. Kadının açılması için bilinç sahibi olması gerekir. Kadın eğitilmeli ki bu bilince sahip olsun" der.” şeklinde açıklamalar yaptığı röportajında insanların zorla başlarının açtırılmasına karşı olduğunu ama Hayrünnisa Gül’ün Türkiye’yi temsil ettiği toplantılarda “başını açmasa bile kabul edilebilecek bir başörtüsü ya da saç modeli uygulaması” gerektiğini ifade etti.26 Ağustos 2007 – “Türban” konusunda çelişki içindeyimFerai Tınç, Hürriyet’teki, “Kadınların başlan üzerinden yapılan ideolojik bilek güreşinden ben de çok sıkılıyorum. Kadınlar yalnız kalsa, bu dayatmacı itiş kakış, "kadınlar arası" bir tartışmaya dönüşebilse eminim işin özü konuşulacak, kadının dinlerdeki yeri ve hakları gözden geçirilebilecek. Bir yandan, türbanlı kadınlara yönelik ayrımcılıktan rahatsız oluyorum ama öte yandan bu "muhafazakarlığın" yaygınlaşmasından tedirginim.” dediği yazısını şöyle tamamladı: “Bu türban konusunda çelişki içindeyim. Ve tedirginliğimde yalnız değilim. Bu tartışmaları aşıp, yaratıcı çözümlerle Türkiye'yi ileri taşıyacak ivmeyi yakalamak için Abdullah Güle de büyük sorumluluk düşüyor. Söz verdiği gibi bütün Türkiye'nin cumhurbaşkanı olarak, kendisine şüpheyle bakanların kaygılarını ciddiye alacak mı, yoksa "kaleyi ele geçirmenin cuş-u huruşu'na kapılan amigoların korosuyla sarhoş mu olacak?”26 Ağustos 2007 – “Türban gibi konularda hizmet verenler ve alanlar ayrımı yapılmalı”Akşam’dan Serdar Turgut, anayasada başörtüsüyle ilgili yapılacak düzenleme hakkında kaleme aldığı yazısında başörtüsü yasağına daima karşı olduğunu belirtti ve konuyu hizmet alan-veren ayrımına getirerek şunları yazdı: “Kamusal alanda türban gibi konularda hizmet verenler ve alanlar ayrımı yapmanın doğru olacağına inanıyoruz. Üniversite öğrencileri istedikleri kıyafeti giysinler ama hocalar üniversite kamusal alanında üniversite hocası olmanın evrensel kriterine uygun kıyafetle ders versinler. Birey haklarını savunan değişiklikler yapılırken kamusal alan ve hizmet verenler/alanlar ayrımına dayanan tanımlamaları yeniden yapmanın ve kriterleri net koymanın zamanı geldi sanıyoruz.”27 Ağustos 2007 – Sizin mahalle, bizim mahalle!Ruhat Mengi, Vatan’daki yazısında mahalle baskısı tartışmalarını yeniden gündeme getirerek şu ifadelere yer verdi: “Bugün bile Nihal Bengisu Karaca sanki kendisinden tesettürünü açmasını isteyen varmış gibi "Ben onların göğüs çatalını göstermesine/göstermemesine karışıyor muyum" diyebiliyor. Peki söylesin bakalım onun türbanını (devlet alanı dışında) takmasına, tesettürüne kim itiraz etmiş? Devlet dairesinde, kamu kuruluşunda çalışmak isteyenlerin mini eteğine, göğüs çatalı göstermesine de izin verilmez. İnanmıyorsa kadın milletvekillerine "pantolon izni" verilmemesine, kadın meclis başkan vekillerinin kıyafet tartışmalarına baksın. Ayrıca bugüne kadar başı açık ve kapalı kadınların arkadaşlığında ne sorun olmuş? Toplumda tepki yaratacak asılsız provokasyonları reklâm amacıyla neden yapıyorlar?.. Türbanlılarla türbansızlar bu yolla kolayca düşman kamplara bölündüğü gibi kadının kadına uyguladığı baskı erkeklerin, kendinde -Ayşe Böhürler'in vurguladığı- imanı sorgulama yapma hakkını görmesini kolaylaştırır. Biz ve onlar! Müslümanlar ve olmayanlar! İçimizden olanlar ve olmayanlar! "Yoksa sen de mi davayı satıyorsun”lar. Son günlerde değindiğim gibi bu "mahalle baskısı" bizim mahallede, medyada bile aldı başını gidiyor.”27 Ağustos 2007 – Türbanı modernleştirmek maskaralıktır!Mine Şenocaklı’nın Vatan’da Prof. Ümit Meriç ile yaptığı bir röportaj yayınlandı. Şenocaklı’nın “Türkiye'de benim ve pek çok kişinin türbandan anladığı sizinki gibi bir örtüş şekli. Bir de benim annemin örttüğü, saçlarının gözüktüğü baş örtüsü var,” sorusuna Meriç şu yanıtı verdi: “Doğrusu o değil... İslamiyet dini yeni gelmedi. 14 yüzyıldır uygulanıyor. Baş örtüsü sadece islamiyette de yok. Allah'ın bütün kitaplarında var. Yahudilik'te de kadınların başını örtmesi var, Hıristiyanlık'ta da... Batılı bütün ressamların resimlerinde Meryem Ana'nın başı örtülüdür. Dindarlığın bir alemeti olarak baş örtüsü var. Gidin ayin zamanı Samatya'daki Sulu Manasür'a, kadınların başı hep örtülüdür.” Meriç başörtüsünün modernleştirilmesi ve perukla ilgili de şu yanıtları verdi: “Başörtüsünün takiyyesi olmaz. Hayrünnisa Gül böyle bir şeye kesinlikle tenezzül etmez… Peruk da, modernleştirme gibi maskaralıktan ibarettir. Bu konularda taviz olmaz… Eğer başınızı örtmeye ve Allah'ın bir emrini yerine getirmeye karar verdiyseniz bunu uygularsınız… Dinde taviz, kim ne der olmaz!”

…Başörtüsü Raporu 2007… 114

Page 115:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

28 Ağustos 2007 - Başörtüsü gündemden çıkmalı DSP’nin kilit isimlerinden Emrehan Halıcı’nın Köşk’te yeni dönem ve başörtüsü gibi konularda yaptığı açıklamalar Aksiyon Dergisi’nde yayınlandı: “Başörtüsü tartışmasının hiçbir zaman doğru olmadığını düşünüyorum. Türkiye, bu problemi bir şekilde halledebilse. Çünkü bu mesele siyaseti olması gerektiği noktadan alıp hep başka mecralara götürüyor. Yani partilerin ülke için ne yapacakları, hangi projeleri gerçekleştirecekleri tartışmalı. Ancak asıl konular yerine; işte artık kronikleşmiş 3-5 konu var, hep bunlar konuşuluyor. Ve bu konular bazen hak etmediği siyasi primleri bazı partilere kazandırır. Bazen alması gereken oyları alır götürür. Bu yapay ve rahatsız edici bir konudur. Çözüm için sihirli bir formülüm yok. Ama bu sorunun muhakkak çözülmesi gerektiğine inanıyorum... Bunun tartışma alanına çekilmemesi gerekir. Tartışma alanına çeken bütün tarafların bu hassasiyeti göstermesi lazım. Çünkü bazen bu tartışmaları yaparak insanlar ajite edilebiliyor. Kimisi laikliğin, kimisi dinin elden gittiğini, kimisi namus-şeref gibi kavramların zedelendiğini öne sürüyor. Oysa bunlar çok önemli kavramlar. Bu tartışmaların Türkiye’nin gündeminden çıkarılması gerekiyor. Ama bu tek taraflı olmaz. Hep birlikte olacak. Bu olgunluğu gösterebilmeliyiz.” 28 Ağustos 2007 - DTP'li Tuncel: Başörtüsü Müslüman'ın en doğal hakkı DTP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, cumhurbaşkanı eşinin başörtüsünün tartışma konusu yapılmasına tepki gösterdi. Tuncel, "Biz Müslüman bir ülkeyiz. Türbanın bu kadar siyasallaştırılması, siyasete alet edilmesi doğru değil. İş yapacak olan türban değildir, insandır." dedi. Tuncel, Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş ve DTP MYK Üyesi Kamuran Yüksek ile birlikte Polatlı'nın Kozlu köyüne giderek tarım işçilerinin sorunlarını dinledi. Burada gazetecilerin sorularını cevaplayan DTP'li vekil, başörtüsünün din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde ele alınmasını istedi. Herkesin kendini nasıl ifade etmek istiyorsa öyle ifade edebilmesi gerektiğine işaret eden Tuncel, "Bu onun en doğal hakkıdır. İnsan hakkıdır." ifadelerini kullandı. (Zaman)28 Ağustos 2007 – “Çankaya'da 'Tesettür' mü?Oktay Akbal, Cumhuriyet’te yayınlanan yorumuna “Bugün Çankaya'ya Bay Abdullah Gül çıkacak! İstediğiniz kadar "Benim Cumhurbaşkanım değil" deseniz de, o tam yedi yıl Çankaya'da, en sağlam yandaşı olduğu Milli Görüş'ün çizgisinde görev yapacak... Bütün bunlar ortadayken, yalnızca Sayın eşi Hayrünnisa Hanım'ın başörtüsü üzerinde tartışılıyor! Çankaya'nın baş hanımının başı açık olmalı; saçları, boynu görülmeli, gözlerden saklanmamalı diyorlar. İslam ülkeleri liderlerinin hatta kralların bile eşleri çağdaş giysiler içinde... Kısa etekler, açık başlar, uygar kılıklar... Müslüman kadınların ille de kendini toplumdan saklaması diye bir yasa var mı?” satırlarıyla başladı ve şöyle bitirdi: “Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir başbakanın birçok AKP'li bakanın eşi tesettürlü... Gül Bey'le birlikte Çankaya'da tesettürlü bir hanım da yaşayacak... Nasıl olacak, toplum bunu nasıl içine sindirecek, bilmem. Çankaya'ya yedi yıl egemen olacak 'tesettür' havasına ne demeli, hayırlı mı olsun, yoksa dedemin dediği gibi, "şer"li mi?”28 Ağustos 2007 – Yeni anayasada “türban” olmayacakMerkez medya, AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın "Türbanla üniversiteye girilebilir diye bir madde anayasada yer almaz. Anayasalar yönetmelik değildir. Etek boyu da böyle olacak, türban takılacak ya da takılmayacak diye bir metin olamaz, dolayısıyla böyle bir şey olmayacak” sözlerini yeni anayasada başörtüsü yasağını kaldıran bir düzenleme olmayacağını ileri sürdü. 28 Ağustos 2007 - Eşi tesettürlü ancak Gül siyasi değerler açısından sekülerAli Bayramoğlu, Yeni Şafak’taki “Çankaya'da bir “adam” başlıklı yazısında Abdullah Gül’ün adaylığını değerlendirdi: “Kanımız odur ki, Gül'ün cumhurbaşkanlığı, laik kesimin “demokratikleşme”, İslami kesimin “sekülerleşme süreci” yaşamasıyla ortaya çıkan “derin toplumsal bir değişim”in sonucudur... Gül bu açıdan farklı, özellikle kendisinden kesimlerin yaşadığı “değişimi yansıtan ayna”dır. Evet, Gül'ün eşi tesettürlüdür ve ancak aynı Gül bugün siyasi değerler açısından seküler ve liberal anlayışı en önde temsil eden siyasi aktörlerden birisi haline gelmiştir. Bunu gerek şahıs olarak gerekse içinden geldiği ve sorumluluğunu paylaştığı siyasi partinin politikaları açısından kanıtlamıştır. Gül'ün dün benimsediği siyasi söylem ile bugün aldığı siyasi tavır arasındaki fark, hem yaşadığı değişimin niteliğini hem toplumsal deneyimlerin derinliğini göstermektedir.”28 Ağustos 2007 – “Türban” kimin sorunu?Orhan Bursalı Cumhuriyet’te yayınlanan yazısında şunları söyledi: “Her türbanlı kadının-kızın arkasında bir erkek öyküsü olduğu sürece, türban, kadınların özgürlük sorunu olamaz. Sadece, özünde, erkeklerin kadınları özgürce türbanlama sorunu olarak kalır. Ve, erkek egemenliğinin bir parçası olarak, siyasal ve kültürel açıdan türbana karşı çıkmak, kadının özgürleşme mücadelesinin bir parçası olabilir ancak... Kadınların türban takmasını, kadınların özgürlüğü olarak yorumlayan ve bunun toplumsal mücadelesini veren türbansız kadınlara ve yazarlara doğrusu diyecek hiçbir söz bulamıyorum. Onlar, buna karşı çıkmıyorlarsa, en azından susmaları gerekmez mi? Hayrünnisa Hanım lise öğrencisiyken türbansızdı, 15 yaşında başı türbanlanarak Gül'e verildi. Üstelik eğitimi yarıda bıraktırıldı. Münevver Hanım türbansızdı, Bülent Annç'a varınca türbanlandı. Emine Hanım, baba veya ağabeyisinin tokadı karşısında başını türbanladı! AKP'nin tepesindeki üç kişinin eşleriyle

…Başörtüsü Raporu 2007… 115

Page 116:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

sınırlı değil bu örnekler... Hemen hemen, türban takmış her kadının arkasında bir erkek öyküsü vardır! Türbanı buradan başlayarak tartışmayan görüşlerin bir anlamı olabilir mi?”28 Ağustos 2007 – Rektörler: Türban üniversite öğrencisinin üniforması olmazAKP'nin, hazırlattığı yeni anayasa taslağı ile Yükseköğretim Kurulu'nu (YÖK) tamamen kaldırmak ve üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakmak istemesine, üniversite rektörlerinden tepki geldi. ODTÜ Rektörü Prof. Ünal Akbulut; Fransa, Almanya gibi ülkelerde dini simgelerin eğitim kurumlarına taşınmaması yönünde yasal düzenlemeler bulunduğuna söyleyerek “Dünyada böyle bir yaklaşım varken, bunu zorlamak, dini simgeleri, objektif olması gereken bilimsel ortamlara sokmak ülkeyi çok ciddi gerecektir. Gerginlik de her zaman zarar verir. Ülkenin geleceği açısından bu yaklaşımı riskli görüyorum” dedi. Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Mustafa Yurtkuran ise YÖK'ü tamamen kaldırmak yerine yetkilerinde düzenlemeye gidilmesi gerektiğini belirtti. Yurtkuran, «YÖK türbanın önünde engel. Anayasayı değiştirip YÖK'ü kaldıralım gibi bir mantıkla yola çıkarsanız, baştan yanlış yaparsınız. Öfkeyle kalkılıp zararla oturulmaması gerekir." dedi. Üniversitelerde “türbanın gündeme getirilmesinin çatışma ortamı oluşturacağını” belirten Yurtkuran, "Üniversitelerin, 12 Eylül ortamındaki kaoslara tekrar sokulmaması lazım. Türbanın önünü açmaya çalışmak, türbanlı-türbansız ayrımına neden olacak. Bizim kimsenin kılık kıyafetiyle uğraştığımız yok. Bizim karıştığımız üniforma.Türban da siyasi görüşün üniforması haline geldi, üniversite öğrencisinin üniforması olmaz" dedi.28 Ağustos 2007 – Başörtüsü dindarlık simgesiİran’da yayımlanan The Tehran Times, Hayrünnisa Gül'ün başörtüsünün "bölünme" değil, "dindarlık" simgesi olduğunu yazdı. İngilizce yayımlanan gazetede Hüseyin Hakkani imzasıyla çıkan yorumda, "ABD ve İngiltere'de kiliseye giden kişilerin cumhurbaşkanı ya da başbakan olarak seçilmesi nasıl bir tür heyulaya (korkunç hayal) neden olmamışsa, aynı konu Müslüman çoğunluklu Türkiye'de de gerçekleşecektir" denildi. Fransız haber ajansı AFP, Hayrünnisa Gül'ün başörtüsü nedeniyle "sıkı laiklerin kabusu" haline geldiğini yazdı. Kamuda türbanın yasak olduğu Türkiye'de sıkı laiklerin, Cumhuriyet'in kurucusu Atatürk'ün evi Çankaya Köşkü'nde, başörtülü bir First Lady'yi hazmetmesinin kolay olmayacağı yorumuna yer verilen haberde, buna karşın Gül'ün başörtülü olmasının modern olmayı engellemeyeceği görüşünde olduğu ifade edildi.28 Ağustos 2007 – Kara çarşafa da yol açılırAnayasa Profesörü Necmi Yüzbaşıoğlu, akademisyenlerce hazırlanarak AKP'ye sunulan yeni anayasa taslağının,” özü itibarıyla Atatürk ilke ve devrimlerinden, kazanımlarından ödün verme ve tarikatların önünü açma yönünde bir arayışı ifade ettiğini” söyledi. Üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasına yönelik düzenlemelerin beraberinde bir karmaşayı getireceğini vurgulayan Yüzbaşıoğlu, "Bu tam bir curcuna olur. Siz 'Kıyafetinden ötürü kimse eğitim hakkından mahrum bırakılamaz' derseniz, kara çarşafla okula gelene ne diyeceksiniz? Birileri okula son derece dekolte giysilerle, birileri de çarşafla gelirse ne yapacaksınız?" görüşünü dile getirdi. (Cumhuriyet)29 Ağustos 2007 – Gelin naz etmeyin, açın başınızıNihal B. Karaca, Zaman’daki “Evlenemeyen kadınlar-evlenemeyen erkekler” başlıklı yazısında bir kitaba dayanılarak yapılan başörtülü kızların evlenemediği haberlerine ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: “Memleketin bağrına yeni bir acı daha salınmış oldu. Şu malum kitap: Evlenemeyen kızlardan ve evlenmeyen erkekler'den bahseden. Tesettürlü kızların damat namzedi konusunda yaşadıkları sıkıntılar, zaten başlı başına siyasi bir gerilim alanı olan başörtüsü sorununa eklemlenince ister istemez tatsız bir görüntü hasıl oluyor... Alt metinde şu okunuyor çünkü: 'Ey kadınlar, bakın zaten üniversitelere giremiyordunuz, artık bir de evde kalıyorsunuz, gelin naz etmeyin, açın başınızı. Siz de kurtulun, biz de kurtulalım' Emre Aköz de yazdı. İslami kesimdeki erkeklerin evlilik yaparken kendilerine 'başörtüsü' kullanmayan bir kadını seçmelerindeki asıl neden, kapitalizm. Başörtülü eş, ideal bir kariyer planlaması için tercihe şayan seçenek değil. Bir de şu var tabii: Başörtülü kadınların evlilik ilişkisinde eşit muamele görme beklentisi, muhafazakâr kesimin erkeklerini ciddi şekilde 'yaralıyor'. Okuldan atılmış, kimliğini sorgulamak durumunda kalmış, zorluklar karşısında bilenmiş ve bu arada İslam'ın kadınlara epey de hak verdiğini öğrenmiş, 'muhalif' olmanın ayrıcalığıyla ciddi bir özgüven kazanmış bir kadınla mı evlenmek; yoksa nasihat dinleyebilecek, uyumlu, en önemlisi hiç acıtılmamış olmanın uysal buharı üzerinde tüten tatlı bir kumral ile mi evlenmek? Hiç düşünmeden 'ikincisi' diyecek dindar erkek sayısındaki artıştır sorun olan.” 29 Ağustos 2007 - Başörtüsü sorununa toptan çözüm Sivil anayasa çalışmalarıyla birlikte tartışmaya açılan başörtüsü sorununa ilişkin değerlendirmelerde bulunan Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası Genel Başkanı Mustafa Başoğlu, “Haberlere göre, başörtüsünün adı türban olarak değiştirilmiş ve çözümü için sadece üniversitelerde okuyan öğrenciler için bir kolaylık sağlanacağı esas alınmıştır. Böyle bir anlayış başörtüsü sorununu çözmez, daha çok yozlaştırır ve işe yaramaz hale getirir. Her şeyden önce bilinmelidir ki bir kız öğrenci başı örtülü üniversiteyi bitirse bile kamu hizmetlerinde başı örtülü çalıştırılmayacaktır. Hatta son zamanlarda özel sektörde de başı örtülü eleman çalıştırmanın giderek azaldığı ve başı örtülülerin düşük ücret verilerek sömürüldüğü anlaşılmaktadır” diye konuştu. Başörtüsü sorunun çözülmesi gerektiğini, ancak bu çözümün sadece üniversiteye giden öğrencileri değil, bir bütün olarak başını örterek okumak ve çalışmak isteyen herkesi kapsaması gerektiğini vurgulayan Başoğlu, “Bu

…Başörtüsü Raporu 2007… 116

Page 117:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

gerçekleşmediği sürece başörtüsü sorunu çözülmeyecek, çözülmesi gereken yeni tartışmaları karşımıza çıkaracaktır.” dedi. (Milli Gazete) 29 Ağustos 2007 – Biz de korkuyoruz, hadi bakalımÖzlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Biz de korkuyoruz, hadi bakalım” başlıklı yazısında ironik bir üslupla gündemi değerlendirdi: “Adı laikçi dillerin duası, tekerlemesi olmuş "mahalle baskısı"nın baskısı, geniş kitlelere yayılması planlanan maçta ilk faule sebebiyet vermiş ve başörtülü bir genç kadın güpegündüz Şişli caddelerinde beş kişilik bir grubun hem sözlü hem fiziksel saldırısına uğramışsa; o kadın merhametli bir adam tarafından oradan uzaklaştırılmak suretiyle başörtüsünü o beş kişilik grubun elinden kurtarabildiyse... Kesinlikle korkmamız gerektiğini düşünüyoruz. Korkuyoruz… Çünkü, hem rejimin tepeden indirdiği yasaklarla, hem de zarif konuşmaların asla renk vermediği kibar ortamların şeffaf engellemeleriyle, kısıtlamalarıyla mücadele edenler başörtülüler olduğu halde, bir de "açık kadınlara kendilerini daha az dindar hissettirdiğimiz için" kabahatli bulunuyoruz. Korkuyoruz efendim. "Üniversitelerde kılık kıyafet serbest olsun" sözü daha ortaya atılır atılmaz, kopan bu kıyametten, eşit, özgür ve huzurlu yaşanabilecek bir geleceğimizin olmayabileceği sonucuna varıyor ve korkuyoruz. Geleceğe dair mesnetsiz, tutarsız, verisiz, kanıtsız vehimlerin, bugün varolan, birebir yaşanan, milyonlarca insanı baskı ve yasak altında tutan engellemeleri çoğaltmak için mesnet teşkil etmesinden, yeterli gerekçe sayılmasından ve bunun müzminleştiğinden korkuyoruz…”29 Ağustos 2007 – Genelkurmay’dan Gül ve Erdoğan'a eşsiz davetiyeGülhane Askeri Tıp Akademisi'nde (GATA) mezuniyet töreni için Genelkurmay, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan'a eşsiz davetiye gönderirken, protokolün iki numaralı ismi TBMM Başkanı Köksal Toptan'a eşli davet yolladı. Gül, cumhurbaşkanı olarak askerlerin düzenlediği ilk törene de bugün katılacak. GATA'nın 2005-2006 Eğitim Öğretim Yılı Mezuniyet Töreni geçen yıl 29 Ağustos tarihinde gerçekleşmişti. Söz konusu davetiyeler 10'uncu Cumhurbaşkanı Sezer'e eşli gönderiliyordu.29 Ağustos 2007 – Askerin tavrı “başörtüsü tepkisi”Bugüne kadar tüm cumhurbaşkanlarının yemin töreninde hazır bulunan Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları, gerekçe göstermeden dünkü törene katılmadı. Askerin bu tavrı 'başörtüsü tepkisi' yorumlarına neden oldu. Oylamanın üç turuna da katılmayan CHP yemin töreninde de yoktu. YÖK Başkanı Prof. Teziç ile Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu'nun koltuğu da boştu. 30 Ağustos 2007 – Kabinede de türban azaldıHürriyet gazetesi, Meclis’teki vekillerden sonra kabine üyelerinin de eşleriyle ilgili bir haber hazırladı. Haberde şu bilgiler aktarıldı: “Seçimden sonra Meclis'te azalan eşi türbanlı vekil sayısı Başbakan Erdoğan'ın kabinesinde de kendisini gösterdi. Erdoğan'ın yeni kabinesinde eşi türbanlı olan bakan sayısı 2 azalarak 14'e düştü. Geçen hükümette Başbakan Erdoğan dahil 23 bakan görev yaptı. Emine Erdoğan dışında 16 bakanın eşi türban takıyordu. Yeni kabine, Erdoğan dahil 25 kişiden oluşuyor. Bu kabinede eşi türbanlı olan bakan sayısı, başbakanın eşi dahil 14'e düştü.”30 Ağustos 2007 – Eşli resepsiyon!Milliyet, “Cumhurbaşkanı Gül'ün, eşinin ev sahipliği yapacağı büyük bir resepsiyon düzenleyeceği ve yemin törenine katılmayan komutanlar ile Baykal'ı eşli olarak Çankaya Köşkü'ne davet edeceği belirtildi” cümleleriyle anons ettiği haberde şu bilgilere yer verdi: “TBMM'de yaptığı teşekkür konuşmasında, "Kapını herkese açık olacak" diyen Gül, önümüzdeki günlerde Çankaya Köşkü'nde devlet protokolü, yabancı büyükelçiler, iş dünyasının temsilcileri ve sivil toplum örgütlerinin davet edileceği büyük bir resepsiyon verecek. Eşi Hayrünnisa Gül ile birlikte ev sahipliği yapacağı resepsiyon için yasama, yürütme ve yargı organlarının temsilcilerine davette bulunacak olan Gül, TBMM'deki cumhurbaşkanlığı oylamalarına ve yemin törenine katılmayan Baykal ile yine yemin töreninde yer almayan Büyükanıt ve kuvvet komutanlarını davet edecek. Gül'ün eşli davetiye göndermesi beklenen Büyükanıt ve Baykal'ın nasıl bir tutum izleyeceği henüz bilinmezken, türbanı nedeniyle tartışma konusu olan Hayrünnisa Gül, son anda bir değişiklik olmazsa, resepsiyonla Çankaya Köşkü'nde ilk kez kamuoyunun önüne çıkacak.”30 Ağustos 2007 – Türban siyasal bayrak, gerilim aracıŞükran Soner, “İşçinin Evreninden” adlı köşesinde “Dinci” başlıklı bir yazı yayınladı. Soner köşe yazısında şunları ifade etti: “Elinizi vicdanınıza koyun da bir düşünün. Sayın Gül gerçekten Anadolu kökenli, eğitim görmüş, siyasete girmiş bir aydın olarak siyaset yapma sınırlarını yemin ettiği Cumhuriyet ve laikliğe bağlı çizgide sürdürmüş olsaydı, kökeni nedeni ile, inancının gereği olarak karısının taktığı türbanı, hangi haddini bilmez bu kadar ciddi bir cepheleşmenin simgesi olarak gündeme getirebilirdi? Sayın Erdoğan ve Sayın Gül, AKP'nin ilk iktidara gelişi ile birlikte, özellikle, karı-koca birlikte seçilmişler, birlikte iktidar olmuşlar, devlet yönetiyorlarmış gibi, olur olmaz her yerde, özellikle vitrinde türbanı bayrak yapmaya kalkışmasalardı, bu ülkede türban siyasal bayrak, gerilim aracı olarak bu kadar büyük sorun olur muydu?”30 Ağustos 2007 – Türban abartılamayacak bir sembolik önem kazandıThe Times gazetesinde, Bronwen Maddox imzasıyla çıkan makalede şu görüşlere yer verildi: “Türban abartılamayacak bir sembolik önem kazandı ve politika üzerine diğer her türlü ayrıntılı

…Başörtüsü Raporu 2007… 117

Page 118:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

tartışmayı boğar hale geldi. Her ne kadar Gül eşinin türbanı biraz daha modern bir tarzda takabileceğini, geleneksel boyun çevresinden dolaştırma yönteminden çıkabileceğini söylese de, kendisini eleştirenler bunu da İslami uygulamaların devlet işlerine tehditkâr bir biçimde ve zorla girişi olarak görüyor. Türban, kısmen Atatürk'ün 1930'lu yıllarda yaptığı reformlardan kalan ve İslamcı kıyafetlere yönelik olan kısıtlamalar nedeniyle şu anda üniversitelerde yasak. YÖK ve ordu, İslamcı sempatizanların çoğalmasını önlemeye çalışıyor... Gül'ün karşıtları, bu yasağı kaldırması ve benzeri diğer değişiklikleriyle, devlet ve İslam arasındaki ayrılığı ortadan kaldıracağını ve günün birinde tüm kadınların örtünmeye zorlanacağı görüşünde. Gül'ü savunanlarsa bu değişimin sadece sıradan kadınların isteğini yansıttığını, bu kadınların çoğunun (onların iddiasına göre) türban taktığını, aralarından üniversiteye gitmek isteyenlerin başlarını açmak zorunda kalacağı için gidemediğini söylüyor.”30 Ağustos 2007 – Askerin töreninde Gül'e ince tavırCumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan, Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nin dünkü mezuniyet törenine, askerin davetine uyarak eşsiz katıldılar. Orgeneral Büyükanıt kapıda karşıladığı Gül'ü, kürsüye çıkarken selamlamadı. Gül'ün eşi olmadığı için karşılama sırasında Büyükanıt'ın eşi Filiz Büyükanıt salonda oturdu. GATA Komutanı Korgeneral Necati Özbahadır ve diğer konuşmacılar da alışıldığı gibi "Sayın Cumhurbaşkanım" yerine "Sayın Cumhurbaşkanı" diye hitap ettiler… Dönem birincisinin ödülünü veren Gül ve üçüncünün ödülünü veren Erdoğan, salondakilerden nispeten cılız alkış alırken; dönem dördüncüsünün ödülünü veren Büyükanıt coşkulu bir şekilde alkışlandı. (Hürriyet)30 Ağustos 2007 – Asker Gül’e niçin selam versin ki?”GATA’daki mezuniyet töreninde askerlerin sergilediği tavır ile ilgili yazan İlhan Selçuk şu görüşleri ifade etti: “Gül ve eşi tesettürü kamu alanlarında meşrulaştırmak için AİHM'e başvurdular; kaybedeceklerini anlayınca davadan vazgeçtiler. AİHM ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi tesettürü kamu alanlarında yasaklamışlardı... Kadını erkekten aşağı ve farklı görerek eşini tesettüre mahkûm eden Gül bu kafayla Cumhurbaşkanı olduğu için, sakıncalı, kusurlu, laik Atatürk Cumhuriyeti'ne ters düşen kimliktedir... Kadın-erkek eşitliğine karşıt. Kadının saçının telinin bile görünmesini günah sayan. Laik Cumhuriyete karşıt. İslamcı-dinci düzenden yana. Dosyalı. Zanlı. Bir Cumhurbaşkanı ile karşı karşıyayız. Atatürk'ün askeri bu kişiye neden selam versin ki?”30 Ağustos 2007 – Eski seçkinlerle yeni seçkinler arasındaki iktidar rekabetiLe Monde gazetesinde Sophie Shibab imzasıyla yayınlanan makalede “İslamcı eğilimli ama Avrupa yanlısı Gül'ün cumhurbaşkanlığı Türkiye için yeni fırsatlar açacak bir dönüm noktası. Laik seçkinlerle AKP uzlaşma ve hoşgörüye dayanan bir denge sağlayabilirse Türk demokrasisi kök salmakla kalmayıp Avrupa ve bölgeye de fayda sağlar” yorumu yapıldı. Shibab, Gül ve eşinin başörtüsü nedeniyle yaşanan tartışmalarla ilgili ise şu görüşleri yazdı: “Başbakan Tayyip Erdoğan da 'göbeğini kaşıyan bıyıklı' (yani halktan Türklerin imajı...) bir cumhurbaşkanını tanımayacağını söyleyen bir köşe yazarına ülkeyi terk etmesini önerdiği için özür diledi. Böyle bir tanım zaten, 'laiklerin' bile yurtdışında kendilerini temsil etmesinden mutluluk duyacağı Gül gibi mükemmel İngilizce konuşan bir iktisatçı için yersiz. Ama bir de Gülün eşinin türbanı olmasaydı... Eşi, bir stilistten biraz 'modernleştirilmiş' bir türban modeli istediği iddialarını yalanladıysa da, yerel basın bu konunun üzerine atlayarak ülkeyi bölen diğer konuları neredeyse bir kenara itti. Aslında bu bile ülkedeki yatışmanın bir başka işaretiydi. Böylece bu bölünmelerin aslında eski seçkinlerle yeni seçkinler arasındaki bir iktidar rekabetinden kaynaklandığı ortaya çıkıyor. Oysa halk gündelik hayatta çeşitliliği yaşamayı öğrendiğini gösteriyor; türbanlı ve başı açık kadınlar sık sık aynı kurumlarda hatta aynı ailelerde yan yana.”31 Ağustos 2007 – Erdoğan ve Gül’e başörtülü eş ayrımcılığı30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla Genelkurmay'ın Kara Kuvvetleri Komutanlığı Yazlık Bahçesi'nde verdiği resepsiyona Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan eşsiz katılırken, TBMM Başkanı Köksal Toptan ise eşi Saime Toptan'la birlikte katıldı. Tören Kıta Komutanı olan Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanı Tümgeneral Necdet Sezginer, "Sayın Cumhurbaşkanım" hitabıyla başladığı konuşmasında, laikliğin koruyucusu olacaklarını vurguladı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, resepsiyona gelişi sırasında Çankaya Köşkü'nde eşi Hayrünnisa Gül'le birlikte eşli bir davet verip vermeyeceğinin sorulması üzerine, "Şimdilik hiçbir şey planlamadık" dedi.31 Ağustos 2007 – First Lady’nin tesettürü modern Türkiye imajıyla nasıl bağdaşacak?Hürriyet yazarı Tufan Türenç; “Hem Cumhurbaşkanı'nın, hem de eşinin önemli görevlerinden biri de devleti temsil etmektir.” dediği yazısında Abdullah Gül’ün bazı açmazları olduğunu ifade etti. Türenç, konuyla ilgili şöyle yazdı: “Gül çiftinin dünyaya verecekleri imaj, Türkiye açısından son derece önemlidir. Oysa Gül ve eşi, bu açıdan avantajlı bir durumda değildir. Dünyada devlet başkanları ile eşlerinin giyim kuşamları, hareketleri, davranışları, konuşmaları, halkla ilişkileri, toplumsal olaylara, çevre sorunlarına karşı duyarlılıkları titizlikle elden geçirilir. Oysa Türkiye'nin "First Lady"si tesettürlüdür. Bu, modem Türkiye imajıyla nasıl bağdaşacak? Çünkü Türkiye'de pek çok kişi tarafından ileri sürülen "İnsanların kafasının içi önemli, dışı değil" yaklaşımı, uygar dünyada kabul edilen bir argüman değil.”

…Başörtüsü Raporu 2007… 118

Page 119:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

31 Ağustos 2007 - Başörtülüler niçin “tekinsiz kimlik” kapsamı içine giriyor?Fatma K. Barbarosoğlu Yeni Şafak’taki köşesinde Hayrünnisa Gül’ün başörtüsü üzerinden yapılan haberleri eleştirdi: “Neden bazıları için Hayrunisa Gül'ün saçlarının konumu çok önemli oluyor? Neden Hayrunisa Gül ya da başka başörtülüler için mevcud baş örtme biçimi “tekinsiz kimlik” kapsamı içine giriyor da,falan feşmekan modacının emirlerine amade bir şekilde “saçlar konumlandırıldığında” tekinsiz kimlik, modern hale geliyor! Modacı elinde tasarlanan model ile, baş örtme kendiliğinden/iradi bir şey olmaktan çıkarak, modacının emrine amade bir “tercih”e dönüşüyor. Yani bugün böyle olurken yarın başka bir şey olabilir. Modanın değişebilirliği ve değişimin köken olarak seküler bir kurumdan beslenmesi, antitürbanistleri umutlandırıyor. Tasarlanan yeni modeller ile, başörtüsü başkalarının beğenisine açık hale gelmiş oluyor. Yaratıcı ile kurulmaya çalışılan bağ olmaktan çıkıyor böylece tesettür. Başını tesettüre uygun olarak Allah'ın rızasını kazanmak için örten bir kadın, bu örtme biçiminin denetimini herkesin elinden alıyor. Tasarlanan başlıklara/şapkalara razı olan kadın ise, önce denetim, sonra da estetik terörün şiddeti altında tesettürünü kaybediyor.”BAŞÖRTÜSÜ GÜNDEMİ . EYLÜL 2007 1 Eylül 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu’nun 103’üncü basın açıklamasında “Müslümanları yedeklerine alıp başkalarının üzerine saldırtmak oyununa figüran arayanların oyununu görüyoruz ve müslüman halkın bu oyuna alet olmamasını tavsiye ediyoruz.” mesajı verildi. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu 124’üncü basın açıklamasında “Bizler inancımıza değerlerimize küfreden, tahkir eden iç ve dış mihraklara karşı her şeyimizle mücadele etmeye devam edeceğiz. Çünkü bizler biliyoruz ki küfür tek millettir. Küfre karşı mücadelede inancımızın buyruğudur.” dedi. Ankara’da 82’nci “Bundan böyle, meclisin tüm baskı unsurlarından arındırılması zaruridir. Bu nedenle kendini milletin üstünde gören bu statüko zihniyetine sahip kimseler kendisini ya“sahip”likten kurtarmalı veya derhal istifa ederek milletin önünün açmalıdırlar.” çağrısı yapıldı. Başörtüsü eylemleri Ankara’da 82’nci, Van’daki 53’üncü, Akyazı’da ise 30’uncu açıklamayla devam etti. 1 Eylül 2007 – Eşsiz davetiye eleştirisiİsmet Berkan, Radikal’deki “İki Türkiye mi, iki devlet mi?” başlıklı yazısında eşsiz davetiye uygulamasını eleştirerek “Yanlış anlamayın, Cumhurbaşkanı ve eşi birlikte davet edilmiş de Hayrünnisa Gül bu davete icabet etmemiş değil. Cumhurbaşkanı, tek başına çağırılmış bu davete. Bu durumda bütün davetin eşsiz yapılması, yani kimsenin oraya karısı veya kocasının refakatinde gelmemiş olması gerekirdi. Bu olsa, en azından sembolik bir şekil şartı yerine getirilmiş olurdu.” dedikten sonra Çankaya ve başörtüsü konusunda şunları yazdı: “Başı türbanlı birisinin cumhurbaşkanı eşi olmasını kişiler içlerine sindiremeyebilirler, bunu protesto etmek isteyebilirler, protesto için çeşitli (yasalara uymak şartıyla) eylemler yapabilirler. Bütün bunlar kişilerin kişisel haklarıdır, bir demokratik hukuk devletinde böyle şeyler olması doğal karşılanmalıdır. Ama aynı şeyi kurumlar ve o kurumları temsil eden kişiler yapamazlar.”1 Eylül 2007 – İslami başörtüsü siyasi krizin merkezindeThe Economist dergisinin “Yeni anayasa orduyla sürtüşme nedeni” başlıklı başyazısında şu görüşlere yer verildi: “Başörtüsü bütün devlet kurumlarında ve okullarda yasak; bu haftaya gelinceye dek vaktiyle cumhuriyetin kurucusu olan Atatürk'ün yaşadığı Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde de yasaktı... Ancak 56 yaşında eski bir iktisatçı olan Gül, Türkiye'nin kendine has laiklik anlayışını daha yumuşak bir biçimde yorumlayacağının da işaretini verdi. Bugüne dek bu yorum Atatürk'ün izinden gidilerek, İslami simgelerin terk edilmesi ve dinsel hayatın tüm veçheleri üzerinde katı devlet kontrolü uygulanması şeklinde yapıldı. Gül'se laikliğin 'toplumsal barışın' önşartı olduğunu, fakat aynı zamanda 'farklı hayat tarzları için' bir model sunduğunu söyledi. Bazıları bu sözlerden, Gül'ün başörtüsü ve dini eğitim üzerindeki kısıtlamaların gevşetilmesine destek vereceğinin kanıtını çıkardı.”1 Eylül 2007 – First lady'e ilk davet30 Ağustos resepsiyonuna, 'First Lady' Hayrünnisa Gül'ün başörtüsü nedeniyle eşsiz davet edilen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e 6 Eylül'deki adli yıl açılış kokteyli için ilk eşli davetiyeyi, geleneklere uygun bir şekilde Yargıtay Başkanı Osman Arslan bizzat götürecek. Yargıtay'ın tümünü eşli bastırdığı ve bekârlara da gönderdiği davetiye şöyle: "Yargıtay Birinci Başkanı Osman Arslan ve Bayan Arslan adli yıl açılış töreni ve Yargıtay onur günü nedeniyle verecekleri kokteyle sayın eşinizle birlikte katılmanızı dilerler" Gül'ün 6 Eylül akşamı yapılacak adli yıl açılış kokteyline başörtülü eşi Hayrünisa Gül'ü getirip getirmeyeceği merak konusu oldu.1 Eylül 2007 – Köşk'e ilk davet eşsizCumhurbaşkanı Abdullah Gül, devletin tüm üst düzey yetkililerini, milletvekillerini, bakanları, yargı organlarının temsilcilerini, büyükelçileri ve parti temsilcilerini 5 Eylül Çarşamba günü Çankaya Köşkü'ne davet edecek. Ev sahipliğini tek başına yapacak olan Gül, konuklarını da eşsiz çağıracak. 1 Eylül 2007 – Türban büyük rövanşa hazırlanıyorGüneş gazetesi, Çankaya'daki 29 Ekim Resepsiyonu için eşli davetiye gönderileceği bilgisini ““Türban büyük rövanşa hazırlanıyor” başlığı ile verirken, haberin anonsunda “Köşk yıllardır bugünü

…Başörtüsü Raporu 2007… 119

Page 120:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

bekleyen türbanlılar tarafından adeta işgal edilecek” ifadelerini kullandı. Haberin metni ise şöyle: “Ankara kulisleri 2 ay sonra Türkiye'yi sarsacak olan kıyamet senaryoları ile çalkalanıyor. Sızan bilgilere göre Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu, milat olacak ve o güne kadar kriz çıkmasın diye başvurulan "Eşsiz davet" uygulamasına son verilecek. Türkiye'nin ilk türbanlı first lady'si de değerli misafirlerini büyük bir keyifle kabul edecek. Askerler, böyle bir daveti kabul etse, bugüne kadar duruşlarına ters düşecek. Davete uymayıp da Köşk'e gelmezlerse bu defa son günlerde dilleri iyice uzayan dinci gazeteler koro halinde "Ne hakla kriz çıkartıyorsunuz" diye iyice şirretleşecek.”2 Eylül 2007 - Başörtüsü mağduriyetini 'ikna odası'nda anlattılar Ayrımcılığa Karşı Kadın Hakları Derneği (AKDER), Feshane Kültür Merkezi'nde kurduğu 'ikna odası'nda başörtüsü takma sebeplerini anlattı. 'Kamusal alan kavramı gerekçe' gösterilerek uygulanan başörtüsü yasağının tartışıldığı toplantıda, eğitim ve çalışma hakları yasak nedeniyle elinden alınan bayanlar, karşılaştıkları zorlukları ve deneyimleri aktardı. Programda kurulan 'ikna odası' ile bu tip odaların üniversitelerdeki mimarı eski İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Nur Serter'e de gönderme yapıldı. 'İkna odasında başı açık ve başörtülü bayanlarla bir araya gelen ve başörtüsünü neden taktığını anlatan Vakit Gazetesi yazarı Sibel Eraslan, özgürlüklerin önemine dikkat çekti. (Zaman)2 Eylül 2007 – “Atatürk'ten türbana meşruiyet çıkarmak”Hürriyet gazetesi yazarlarından Ahmet Hakan Coşkun, “Ne zaman "Çankaya'da türban" konusu açılsa... İslami camianın yayın organları, hemen "Latife Hanım'ın türbanlı fotoğraflan"nı arşivden çıkarıp, "Atatürk'ün eşi Latife Hanım da Çankaya'ya türbanla çıkmıştı, Hayrünnisa Hanım niye çıkmasın?" sorusunu soruyor. Bunun üzerine... Anti türban cephesi de harekete geçip, Latife Hanımın başı açık fotoğraflarını arşivden çıkarıyor.” ifadeleriyle başladığı yazısında, Latife Hanım’ın fotoğraflarının ya da Mustafa Kemal’in din konusundaki bazı ifadelerinin kullanılmasını kurnazlık olarak değerlendirdi ve “türbanın bir tercih meselesi, insan hakları meselesi” olduğunu ileri sürdü.3 Eylül 2007 – Türban erkek egemen kültürün ürünüdürOral Çalışlar, Cumhuriyet’te yayınlanan yazısında başörtüsünün kadın özgürlüğüne engel olduğunu iddia etti ve yazdı: “Türban, geleneksel olarak erkek egemen kültürün ürünü olarak kabul edilebilir. Ancak, erkek egemenliği yalnızca türbanla sınırlı bir anlayış değildir. Çünkü sonuç olarak örtülü de olsa, açık da olsa kadınlar, erkek egemen söylemin muhatabı ve mağduru durumundalar... Dini bağnazlığın egemen olduğu ülkelerde kadın örtülü de olsa eve hapsedilmek isteniyor. Ancak, kadın yalnızca bu tür ülkelerde değil, demokrasinin yerleşmediği bütün ülkelerde, demokratik ülkelere göre çok geri konumda ve aşağılarda. İktidar mücadelesinin kadın üzerinden yürütülmek istenmesi de aslında bu mücadelenin demokrasi eksenli yürütülmediğinin önemli bir göstergesi...”4 Eylül 2007- Başörtüsü yasağının kaldırılması demokratik rejimin icabıdırŞahin Alpay, Zaman’daki “22 Temmuz ve laiklik sorunu” başlıklı yazısında seçim sonuçlarını laiklik tartışmaları ekseninde değerlendirdi: “Üniversitelerde ve kamu binalarında uygulanan başörtüsü yasağının kısmen veya tamamen kaldırılması, bir kısım kadınlara karşı uygulanan ayrımcılık ve eğitim hakkı kısıtlamasına son verilmesi demek olur. Bu da herhangi bir demokratik rejimin icabıdır. Üniversitelerde başörtüsü yasağının kalkması durumunda, sosyal baskı sonucu bütün öğrencilerin başlarını örtmek zorunda kalacakları iddiasının gerçekçi olup olmadığı ancak uygulama ile görülebilir. AKP'nin bunların çok ötesinde, toplumun her alanında sinsice ve tedricen İslami kuralları hakim kılacağına dair "gizli gündem"e sahip olduğu iddialarını, akıl ve mantıkla ele almak ve sosyal bilimler ışığında cevaplamak imkanı mevcut değildir.”4 Eylül 2007 – Çankaya'da kadının adı yokCumhuriyet’te, Özgen Acar imzasıyla çıkan yorumda, “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Çankaya'da kabul töreninin davetini eşsiz yapacakmış. Eşi Hayrünnisa Hanım köşkte, ama sanki kapatma... Hayrünnisa Hanım 16 yaşından bu yana aynı konumda değil mi? Bayan Gül başını kapatıyor diye, başı açık evli Türk kadınları Çankaya'ya davet edilmeyerek cezalandırılıyorlar. Cumhurbaşkanlığı resmi internet sitesinde "kadın eş" ağza alınmıyor. Çünkü Çankaya Köşkü'nde kadının adı yok. Bakalım bir yabancı devlet başkanı eşi ile geldiğinde ne olacak?” ifadelerine yer verdi.4 Eylül 2007 – Başörtüsü olmayınca rejim rahatlıyor, ülke çağ atlıyor!Nuh Gönültaş, Bugün Gazetesi’ndeki “First Lady buhar olup uçtu!” başlıklı yazısında Hayrünnisa Gül’ün askeri törenlerde olmamasını değerlendirdi: “İlk gün kabulünde yok. 30 Ağustos resepsiyonunda yok. Harp okulları yemin töreninde de yok... Hayrünnisa Hanım olmayınca, rejim rahatlıyor, ülke çağ atlıyor. Buna biz kısaca rejim diyoruz. Sindirme ve hazmetme sorunu olan bir rejim. Kendine göre hassasiyetleri olan, bu yüzden demokrasisi olan ama başkalarınkine benzemeyen, laikliği olan ama onu, laikliğin alındığı ülkelerden bile katı uygulayan bir rejim. Sanki Hayrünnisa Gül, buhar olup uçtu. Böylece rejimin bütün problemleri de yok olmuş oluyor. İçimiz rahat ediyor!”4 Eylül 2007 – Başörtüsü Türkiye'de rakip tanımayan bir bölücü güçThe Daily Telegraph’da Damien Mcelroy imzasıyla yayınlanan ve “Gül orduyu dizginlemek zorunda” başlığı atılan bir makalede başörtüsü konusunda şu ifadelere yer verildi: “Başörtüsü Türkiye'de rakip tanımayan bir bölücü güç. Üniversitelerde giyilmesi yasak. Devlet dairelerinin

…Başörtüsü Raporu 2007… 120

Page 121:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

düzenlemelerinde de engelleniyor. Ancak yeni first lady başörtüsü takmasının yanında, bu yasak nedeniyle Türkiye aleyhine AİHM'e başvurmuştu... Yeni görevinde Gül, İslami faaliyetlerin alanını genişletmek amaçlı bir gündemin peşinden gitmek ya da ülkenin unvandan ibaret temsilcisi olarak hareket etmek arasında bir seçimle karşı karşıya...”4 Eylül 2007 – Türban, İslamiyet'in de ötesinde siyasi bir simgeVatan’dan Mine Şenocaklı’nın İsmet İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan ile yaptığı ve “Hayrünnisa Gül, tatlı bir hanım ama pekala siyaset de yapıyor” başlığıyla yayınlanan röportajda Bilgehan, “Aslında sadece örtünmek değil ki sorun. Neredeyse Türkiye'nin yansı baş örtüsü takıyor. Ama geleneksel şekilde, türban değil. Ben türbanı, İslamiyet'in de ötesinde siyasi bir simge olarak görüyorum. Zaten Hayrünnisa Hanım da böyle takıyor. Ve siyasi misyonunu da Çankaya'ya taşıyacak” derken, “Çankaya'ya türbanıyla çıkağında ne hissettiniz?” sorusunu ise şöyle yanıtladı: “Arap dünyasındaki Müslüman kadınların örtülerinden kurtulmak için verdikleri mücadeleyi bilirken, Türkiye'nin 84 yıl geriye dönerek, tesettürün Çankaya'ya çıkmasını düşündürücü buluyorum. Şu anda Çankaya'da kadın erkek eşitliği çakışıyor. Ben eşitlik deyince kadınla erkeğin aynı şekilde güneşten yararlanabilme, denize girebilme ve giyinebilme hakkını anlıyorum. Yani 40 derece sıcaklıkta biri şortla gezerken, diğerinin kapalı bir kıyafetle sıkıntıya girmesini değil...” 4 Eylül 2007 – Çankaya'da ilk başörtülü first lady pozuAhmet Necdet Sezer'den sonra kaldırılan resmi web sitesindeki "Sayın Hanımefendinin Özgeçmişi" başlıklı bölüm Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün talimatıyla yine siteye kondu. "Cumhurbaşkanımız" üst başlığının içinde yer alan, "Sn. Cumhurbaşkanımızın özgeçmişi" başlığının altına "Sn. Hanımefendinin Özgeçmişi" bölümü eklendi. Gül, medyada çıkan haberler üzerine Medya ve Halkla İlişkiler Müşaviri Ahmet Sever'e, Hayrünnisa Gül'ün özgeçmişinin siteye konması talimatı verdi. "Sn. Hanımefendinin Özgeçmişi" başlığı altında yer alan iki fotoğraftan ilkinde Gül çifti, bir cami tablosu önünde poz veriyor. 5 Eylül 2007 - Başörtüsü öğrencilerin kampüse alınmamasına tepkiÖSS sonrası Ankara Üniversitesi’ni kazanan başörtülü öğrenci kayıt yaptırmak için geldiği okuldan geri çevrildi. Başı örtülü diye okulun kampüs alanına dahi alınmayan öğrenciye destek sivil toplum kuruluşlarından geldi. Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu ve sendika temsilcileri Ankara Üniversitesi Tandoğan Kampüsü Rektörlük binası önünde eylem yaparak olayı kınadı. Üniversite yönetiminin yasalara aykırı uygulamasını kınayan sivil toplum kuruluşları Ankara Üniversitesi Rektörü Nusret Aras’ın bu uygulamayı derhal geri çekmesi gerektiği uyarısında bulundular. Rektörlük giriş kısma gelen STK üyeleri ‘Haydi kızlar okula, okuldan atılmaya’ pankartı açarak, Haydi kızlar okula kampanyası’na da göndermede bulundular. (Milli Gazete) 5 Eylül 2007 – Türban ve başörtüsüHürriyet yazarı Cüneyt Ülsever, “Baş örtmenin çeşitli yöntemlerinden sadece birisi olan türban toplumun belirli kesimlerince tehdit algılaması yaratan bir sembol olarak kabul edildiğini kabul edip üniversitede yasaklanmasının özgürlüklere engel teşkil etmediğine dair AİHM kararından sonra (Leyla Şahin davası) hükümetin noteri olarak görev yapan gazeteciler hemen AİHM'ye saldırdılar. Bir dil oyununa başvurarak "AÎHM'nin başörtüsü takmayı yasaklamaya kalktığını" söylemeye başlayarak neredeyse AÎHM'yi İslam düşmanı ilan etmeye kalktılar... Bu çevreler giderek türban kelimesi ile başörtüsünü eşanlamlı kelimeler olarak kullanmaya başladılar” dediği yazısında “AİHM'nin verdiği karar Türkiye'yi bağlar. Mahkemenin karan her ne kadar sadece üniversitelerle ilgili olsa da AİHM genelde türbanı bir siyasa] sembol olarak ilan etmiştir. Artık kimsenin "Ben bu kararı saymıyorum" demesi mümkün değildir.” iddialarını ileri sürdü.7 Eylül 2007 – Açık öğretim lisesinde başörtüsü yasağıAçık öğretim lisesi (AÖL) sınavlarına başörtülü girilemeyecek. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), AÖL sınavlarında Merkezi Sistem Sınav Yönergesi disiplin hükümlerinin uygulanacağını duyurdu. Buna göre sınavlarda tüm kız öğrencilerin 'başı açık' olacak. Kopya alma veya verme girişiminde bulunan, başkasının cevap kâğıdını kullanan, soru kitapçığını teslim etmeyenlerin sınavı geçersiz sayılacak. AÖL'lerde türban tartışması bazı salon görevlilerinin, başörtülü kızların sınava türbanla girmesine izin vermesiyle gündeme gelmişti. Daha sonra konu yargıya taşınmış ve öğrencilerin başörtülü sınava girmesine izin verdiği ilen sürülen AÖL yönetmeliklerinin ilgili maddelerinin yürütmesi Danıştay 8'inci Dairesi tarfından durdurulmuştu. Bunun üzerine yeni yönetmelik hazırlamak için çalışma başlatan MEB bu süreçte doğacak boşluğu gidermek için dün bir genelge yayımladı. Genelgede, yönetmeliğin yürütmesi durdurulan maddeleri, yemden düzenleninceye kadar Merkezi Sistem Sınav yönergesindeki disiplin hükümlerinin uygulanacağı belirtildi. Söz konusu yönergede, sınavlara başörtülü girilemeyeceği yönünde düzenleme de yer alıyor. (Radikal)8 Eylül 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu’nun 104’üncü eylemiyle başörtüsü mücadelesinde üçüncü yılına girdi. İsveç’te Peygamberimize hakaretler içeren yayınların protesto edildiği eylemde ayrıca Üniversitelerdeki kayıtların başladığı ve Başörtülü öğrencilerin yine kapılardan döndürüldüğü ifade edildi. Açıklamada “Müslüman halkın yıllardır umudunu bağlamış olduğu siyaset kurumu bu yasağı kaldırmada yetersiz ve etkisiz kalmıştır ve halen de kalıyor. Öyle ki; yetersiz kaldığı gibi, geniş halk kesimlerine umut olma, vermiş olduğu vaatlerle halkı oyalama gibi bir çıkmazın içinde halkında aynı çıkmazda kalmasına sebep olmuştur ve halen de oluyor. Sakarya Başörtüsü Platformu olarak her

…Başörtüsü Raporu 2007… 121

Page 122:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

zaman söylediğimiz gibi; çözüm başka mercilerde değil, Allah’ın Kitabı olan Kur’anı Kerim’de ve Hazreti Peygamberimizin örnekliğindedir.” ifadelerine yer verildi. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu, 125’inci eylemini yaparken, direniş Ankara’da 83’üncü, Van’daki 54’üncü ve Akyazı’da 31’inci basın açıklamasıyla devam etti. 8 Eylül 2007 – Türban Köşk'e çıktıBaşkent Kadın Platformu Başkanı Zeynep Piyade, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Çankaya Köşkü’ nde verilen resmi kabule başörtüsüyle gitmesi merkez medyada ““Türban Köşk'e çıktı” başlıklarıyla haber oldu. Hayrünnisa Gül ise kabulde eşinin yanında yer almadı. Piyade, cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında Vakit gazetesine yaptığı açıklamada Hayrünnisa Gül'ün, kendisine yönelik eleştirilere prim vermeyeceğini inandığını belirterek, "Biz neden örtündüğümüzü biliyoruz ve bu uğurda işimizden, kariyerlerimizden olduk. Hayrünnisa da bunlardan biri. Onun aklı başında bir insan olduğunu düşünüyorum. Kendi çizgisinde devam edecektir" demişti.9 Eylül 2007 - Örtünme kararının temel gerekçesi dindarlıktırMustafa Karaalioğlu, Star’daki “Kadın ve Cumhurbaşkanı” başlıklı yazısında köşk seçimi ve başörtüsü konusunu yorumladı: “Başörtüsü, türban veya günümüz şehirli kadının örtünme biçimi aslında tam da bir modernlik ürünüdür. Kadının kimliğiyle, kıyafetiyle modern hayatta, şehir içinde var olma, üretime, siyasete, sivilliğe katılma talebinin yansımasıdır. Hayrünisa Gül’ün giyim biçimi ve gerekçesi de böyledir, adı bilinmeyen bir üniversite öğrencisinin örtünme şekli de... O biçimler asla bir siyasal simge değildir çünkü örtünme kararının temel gerekçesi dindarlıktır. Siyasal simgeden söz edebilmek için ortada dini bir gerekçe olmaması lazımdır. En azından bugün tartışmanın muhatabı olan kadınlar için bir siyasal militanlık ve fanatizm iddiası ileri sürülemez. Bununla birlikte, örtünme siyasal amaçlı olduğu varsayılsa bile bir demokraside bunun da tartışması olamaz... 11. Cumhurbaşkanı’nın seçimi, bütün siyasal sonuçlarının ötesinde ileride hiç de iyi anılmayacak bir kadın düşmanlığı öyküsüdür. Bazıları sadece demokrasi sınavından değil, kadın hakkı dersinden de sınıfta kaldılar.” 10 Eylül 2007 – “Serbest bırakırsanız türbansız öğrenci kalmaz”Radikal’den Neşe Düzel’in Tarhan Erdem ile yaptığı röportajda, üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılması hususunda şunları söyledi: “İki sene içinde, hiçbir üniversitede başı açık kız göremezsiniz. Çünkü toplumsal baskı yaratılır... Türban gerçekten netameli bir konu. Ben yakın zamana dek ülkede örtünmenin, türban takanların sayısının azaldığını düşünüyordum. Ama şimdi türbanın arttığı izlenimine sahibim. Son zamanlarda duyduklarım hep arttığı yönünde. Türkiye'de demokrasi ve toplumun yaşam biçimi, örtünmenin artmasıyla çok zorlanacak… Çünkü türban, kişinin hayata bakışını,yaşam biçimini belirleyen en önemli unsurlardan biri. Toplumun yaşam biçimiyle örtünme arasında çok önemli bağlar var.”10 Eylül 2007 –Hayrünnisa Hanım Paris'teki bir modaevinden tesettüre girsinAkşam gazetesinden Nagehan Alçı’nın, Milli Gazete yazarı Mehmet Şevki Eygi ile yaptığı röportaj, “Türkiye'ye laik demek için deli olmak lazım” başlığı ile yayınladı. Eygi, Hayrünnisa Gül’e ortalığa pek çıkmamasını tavsiye ederken, çıkması durumunda şu tavsiyeyi verdi: “O zaman tek renk sade giysilerle çıksın. Bir de muhakkak Paris'teki bir modaevinden tesettüre girsin. Yoksa Ankara tesettürü, Kayseri tesettürü ile başarılı olamaz. Bastıracak parayı Yves Saint Laurent'den giyinecek. O zaman başına öyle bir şal atacak ki bütün dünya ona hayran kalacak.” Eygi yasağın çözümü içinse şunu önerdi: “Bir kere bize tolerans lazım. Müslümanlar garanti verecek. Karşı taraf da garanti verecek ve sosyal bir mukavele imzalayacağız… Aydınlar arasından 25 kişi seçilecek ve onlar bir metin hazırlayacaklar. Karşı taraf diyecek ki 'Biz başını örtenlere zorluk çıkarmayacağız', biz de diyeceğiz ki 'Sizi zorla tesettüre sokmayacağız.' Bu iki hususta anlaşabilirsek büyük bir engeli aşarız.” şeklinde oldu.10 Eylül 2007 – “Türban bahane, kadrolaşma şahane!”Ruhat Mengi başörtüsü tartışmalarının kadrolaşmayı gözden uzaklaştırdığını iddia ettiği yazısında, şu görüşleri dile getirdi: “Dün KA-DER Başkanı Avukat Hülya Gülbahar'la telefonda bu konulan tartışırken Gülbahar "Aslında konu dönüp dolaşıp türbana kilitleniyor ve hep baskı altında kalan, üzerinden siyaset yapılan 'kadın' oluyor. Zaten tesettürlü kadınların büyük çoğunluğu bir yandan da eş ve aile baskısı altında... Burada asıl üzerinde durulması gereken şey türbandan çok hayatın her alanına yayılmakta olan aşırı muhafazakar anlayış. Gözler türbandayken birçok konuda yaşanan değişim gözden kaçıyor" dedi.” Mengi yazısını şöyle tamamladı: “Artık Hayrünnisa Hanımla uğraşmayı bırakıp Türkiye'de sessiz sedasız nasıl bir kadrolaşma yaratılıyor, günlerdir yazılıp çizildiği gibi Milli Eğitime bu nasıl yansıyor konusuna eğilmek lâzım.”11 Eylül 2007 – 'Eşsiz' demokrasiNuray Mert, Radikal’de yayınlanan “'Eşsiz' demokrasi” başlıklı yazısında “ Başörtüsü sorunu, bu ülkede, her zaman sıradan bir giyim tercihi değil, fazlasıyla yüklü bir arka planı olan bir çatışmanın konusu oldu. Bu çatışma alanında her şeye rağmen bir türlü ilerleme, barışmaya giden bir süreç yaşanamadı. Böyle bir ortamda, asker kışlasından çıkmasa da, demokrasiden bahsetmek zor. Bu yolda ne kadar ilerleme sağlandığı, cumhurbaşkanlığı resepsiyonunda, başörtülü eşlerin evde bırakılmasının çözüm olarak görülmesiyle bir kez daha ortaya çıktı.” tespitini yaptığı yazısında “eşsiz davetiye” uygulamasıyla ilgili şunları yazdı: “Eşsiz resepsiyon taviz değil mi? Nerede demokrasi havarileri, neden bir şey söylemiyorlar?”

…Başörtüsü Raporu 2007… 122

Page 123:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

11 Eylül 2007 – Gündemimizdeki türban 'bugünkü türban' değil, "yarınki türban'Onur Öymen, Radikal’deki makalesinde “Milyonlarca insan, çocuklarının yaşam biçiminin 'toplumsal baskı'lar yoluyla değişebileceğinden kaygı duyuyor. AKP'nin 'sır perdesi' altındaki yeni anayasa değişikliği girişiminden sızan haberler de o kaygıları artırıyor, AKP iktidarı, o konudaki sorulara inandırıcı cevaplar verebilmeli...” dediği yazısında “Bugünkü gerginliğin temel nedeni, çok kimse düşünse bile 'telaffuz1 etmiyor ama türban' konusuydu ama türban' derken... Bence bu türban konusu, Gül'ün sayın eşinin başındaki 'türban'la da ilgili değildir. Hatta, genel olarak 'bugün'le de ilgili değildir. 'Yarınla ilgilidir… Gül'ün sayın eşinin türbanı kimseyi rahatsız etmezdi, eğer o türbanın Köşk'e çıkmasının, daha sonraki nesillerin türbanlılaşması yolunda bir aşama sayıldığı izlenimi ortaya çıkmasaydı…”11 Eylül 2007 – “Yeni cariyeler”Güneş yazarı Rıza Zelyut, “Türkiye'de şeriat tehlikesi yok imiş...” diyenler için şunları yazdı: “Kendilerine biraz İstanbul'u dolaşmalarını tavsiye ediyorum. Öncelikle de şu "yeni odalıklar" konusunu bir incelesinler. Türban altına alınan kadınlar içinden devşirilen birileri, artık "ikinci eş" yani "imam nikahlı eş" olarak kullanılmaya başlandılar. Şeriat resmen olmasa bile fiilen aile hayatına girdi. Bunu başlatanlar kimler mi? Ticaretten para kazanan AKP yandaşı bazı muhafazakarlar; bunlara destek veren bazı yazarlar, gazeteciler...”12 Eylül 2007 – Başörtülülerin de 'halk'a dahil olduğunu görmezden geliniyorNihal B. Karaca, Zaman’da yayınlanan “Tarhan Erdem ve yer değiştiren kadınlar” başlıklı köşe yazısında Tarhan Erdem’i şöyle eleştirdi: “AKP'nin yükselişini ve çabasını doğru tahlil etmeyen medyayı 'halkı anlamamakla ve halkı sevmemekle' açıklayan Erdem, başörtülü kadınların da 'halk' kapsamına dahil olduğunu görmezden gelerek onları masif bir siyasal kategori olarak değerlendiriyor, hatta başörtüsünü de eşitlik talebinden vazgeçişi sembolize eden, bu nedenle de kadının toplumdaki yerini değiştirebilecek kadar tehlikeli olan bir arayüz olarak kodluyor. Oysa, Türkiye'deki kadınların %70'inin başını 'zaten' örtüyor olduğunu da kendi gözetiminde yapılan bir araştırma vesilesi ile öğrenmiştik. O halde bu, hangi yerin değişmesi? Var olan mevcuda hak ettikleri konumu teslim etmenin nesi yanlış, nesi tehlikeli? Dahası, bu cümlelerin 'biz %30'u eğitelim, %30'un yerini güzelleştirelim' demekten ne farkı var?”12 Eylül 2007 – “Türbanı kadınlar mı, erkekler mi istiyor?”Vatan’daki yazısına “Türban konusu nihayet daha düzeyli biçimde tartışılmaya başlandı. En azından artık "laiklik" vurgusu tek tük yapılıyor. Bunun yerine muhafazakâr kesimlerin toplumun diğer kesimleriyle birlikte yaşama istek ve arzuları daha ön planda.” diyerek başlayan Can Ataklı, daha sonra şu ifadeleri kullandı: “Bugüne kadar izlediğim kadarıyla Türkiye'deki türban konusu kadınlardan çok erkeklerin sorunu. Tahrik eden, konuşan, bu işin bayraktarlığını yapan hep erkekler. Onların da tek amacı var, bu konuyu siyasi arenada kullanmak. Son zamanlarda herhalde herkesin dikkatini çekiyordur. Türbanla gezen genç kız sayısında önemli artış var, bu gözle görülüyor. Peki bu kızlar bugüne kadar inançsız mıydı, birden hidayete mi erdiler de başlarını örttüler. Üstelik başlarda türban takılıyken altta vücuda yapışmış bir gömlek ve kot pantolon, en altta da spor ayakkabı. Bu da şunu akla getiriyor. Sıkça konuşulan mahalle baskısı giderek egemen oluyor. İyi de bu mahalle baskısını oluşturan kadınlar değil erkekler. Onlar kahvelerde, erkek toplantılarında bunları konuşuyorlar ve ortaya bir baskı unsuru çıkıyor.” 12 Eylül 2007 – “Bu kadınlar Müslüman değil mi?”Ruhat Mengi, “Bu kadınlar Müslüman değil mi?” başlıklı yazısında şunları ifade etti: “Biz, özellikle kadınlar başörtüsünün kadını daha çok/daha az, daha iyi/daha kötü Müslüman yapıp yapmadığını tartışabiliriz. Biz tartışmalıyız, çünkü başörtüsü takarak özgürleştiğine, iyi Müslüman olduğuna olmadığına inanılan, baskıyla karşılaşan, üzerinden siyaset yapılan, mağdur olan hep bizim aramızdan çıkıyor... Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Süleyman Ateş başörtüsünün asıl nedeninin erkek tacizinden korunmak olduğunu, medeni ülkelerde (Avrupa'da örneğin) şart olmadığını, olmazsa olmaz bir emir olmadığını söylüyor. Onun gibi düşünen çok sayıda din uzmanı var. Şimdiki Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ve yine eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'ın da kızlarına başları açık okuyabileceklerini söylediğini biliyoruz. Nitekim Bardakoğlu’nun kızları eğitimlerini böyle tamamlamışlar. Bütün bu örneklere bakarak düşünmeye başlayalım: Kur'an'da saçını örtmek konusunda kesin emir olduğuna inanan ve en azından okumak için veya devlette görev nedeniyle başını açan bir kadının Müslümanlığına zarar gelir mi?”12 Eylül 2007 – “Sırada türbanlı üniversite var!”Vatan yazarı Mehmet Tezkan “Türbanlı demokrasiye geçtik sırada türbanlı üniversite var!” başlıklı köşe yazısında şu iddiaları ortaya attı: “Üniversitelerde türban yasağı kalkacak. Türban yasağının kalkmasıyla birlikte türban teşvikleri de başlayacaktır. Burs yoluyla. Yurt yoluyla. Aile baskısıyla. Mahalle baskısıyla. Yavaş yavaş okula başı açık gelenlere, erkeklerle aynı sıraları paylaşanlara kötü gözle bakılmaya başlanacak. Türban takanlar anfilerde kendilerine ayrı bir köşe oluşturacak. Ve o köşeyi de genişletmeye çalışacaklar... Okumak için Anadolu'dan kente gelen kız ne yapacak?.. Başı açıksa bile arkadaşlarına uymak için türbanı takacak. Mahallemizin yeni havası bu. Hiç kimse çıkıp hayır böyle olmaz, diyemez. Zaten amaç bu değil mi? Türbanı üniversitelerde yaygınlaştırmak sonra

…Başörtüsü Raporu 2007… 123

Page 124:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

diğer kamu alanlarında da etkin kılmak... Umarım olmaz. Ama gidiş böyle değil. Sivil anayasadan türban çıkacağı belli. Türbanlı demokrasiye geçtik, sırada türbanlı üniversite var.”13 Eylül 2007 – Türban serbest olursa sarık da girerEski Adalet Bakanı ve Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, anayasa taslağında üniversitede başörtüsünün serbest bırakılmasına karşı çıktı. Türk, taslağı değerlendirirken, şunları söyledi: ““Kılık kıyafetinden dolayı hiç kimse yüksek öğrenim hakkından mahrum bırakılamaz" ve "Kılık kıyafet üniversitede serbesttir"(45. md) deniyor. Eğer bunu yaparsanız, bir süre sonra türban kullanmayan kız öğrenciler üzerinde, çok büyük bir baskıya dönüşecektir. Kızlarla da sınırlı kalmaz. 'Kılık kıyafet serbest' dediğinizde erkek öğrencilerin de dışarıda yasak sarıkla cüppeyle üniversiteye gelmesini önleyecek hüküm kalmaz. Fatih'teki gibi birtakım adamların sarıkla cüppeyle üniversiteye girmesine nasıl engel olacaksınız?”13 Eylül 2007 – Demokratik sivilleşme mi türban mı?Sabah’ta yazan Hasan Bülent Kahraman, anayasa ve başörtüsü yasağı konulu yazısında, görüşlerini okurlarıyla şöyle paylaştı: “Türban da laiklik de önemli konulardır Türkiye her iki konuda da açık ve ciddi çelişkiler, iç gerilimler yaşıyor. Bu bir gerçek ve toplumun, iktidarların bu sorunlara bir çözüm bulmak yükümlülüğü var. Bununla birlikte anayasa tartışmasının bu noktaya yoğunlaştırılmasını, öylece de daraltılmasını kabul etmek olanaksız. Çünkü, Türkiye'nin türbandan önce doğrudan doğruya bir anayasa sorunu vardır. O sorun öncelikle bir egemenlik ve özgürlük sorunudur. Dolayısıyla işi tersine çevirmek ve söyle söylemek mümkün: özgürlük, sivilleşme ve onlara bağlı diğer kavramlar etrafında tarif edilen bir anayasa değişikliği ve tartışması türbanı da laikliği de kapsar. Ama sadece türban ve laiklik üstünden giden bir anayasa değişikliği özgürlükleri, egemenlik sorununu kuşatamaz... Demokratik yönetim sorunları var. Dinsel, mezhepsel, etnik kimlikler bağlamında aşılması gereken sorunlar var. Onları unutup, yok sayıp anayasa değişikliğini sadece türban-laiklik hattında sıkıştırmak, ölü çocuk doğurmaktır.”13 Eylül 2007 – Sıra geldi üniversitede türban yasağına!Vatan yazarlarından Ruhat Mengi, köşe yazısında şu görüşleri dile getirdi: “Avrupa Parlamentosunda Türkiye'nin en büyük savunucularından olduğu belirtilen Michel Rocard: "Türban yasağının üniversitelerde kaldırılması çok büyük bir değişikliktir. Türbana geçit verirseniz Avrupa kamuoyunda Türkiye'ye karşı düşmanlık artar." demiş. Daha sonra da "Türkiye'dekinin tersine Fransa'da yasak giderek sertleşecek. Laiklik bizim bir arada yaşamamızın temelidir" diyerek benim dünkü yazımda hatırlattığım Ürdün Kraliçesi'ni örnek göstermiş... Michel Rocard da aynen Tarhan Erdem gibi üniversitede türbanın serbest bırakılmasının kısa sürede Türk toplumunun yaşam biçimini de etkileyeceğine ve İran görüntüsünde bir ülkenin AB'de tepki toplayacağına inanıyor ve Erdoğan'ı uyarıyor…”14 Eylül 2007 – Elimde güç olsa tüm kadınları bir gecede açardımReferans gazetesinden Nuray Başaran’ın Latife Hanım'ın kızkardeşi Vecihe Hanım'ın torunu Mehmet Öke ile yaptığı röportaj “Hayrünnisa Hanım eşinin yanında olmazsa tüm kadınları silmiş olur” başlığı ile yayınlandı. Söke; “Latife Teyzem ile Mustafa Kemal arasında bir görüş ayrılığı vardır, bu çok önemli bir görüş ayrılığıdır. Mustafa Kemal, "Elimde güç olsa tüm kadınları bir gecede açardım" demiş, anılarda var, Buna karşılık Latife Hanını derki, "Bu devrimle olmaz, evrimle olur" bu çok önemlidir. Evrim dediğiniz zaman, kadının bilinçlenmesidir. Bilinç sahibi olan bir kadının eğitilmesi gerekir. Kadın eğitildikten sonra, iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı anlayabilecek. Etrafını çözebilecek algılama noktasına geldikten sonra verdiği bir karar varsa ayrı bir şeydir. Ama önce bu evrim sağlanacak, kadın belirli bir noktaya gelecek kararını ondan sonra verecek.” diye konuştu.15 Eylül 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu’nun 105’inci eyleminde “AKP Cumhurbaşkanını seçtikten sonra şimdi de 12 Eylül askeri darbesinin ürünü olan 82 Anayasasını değiştirmek için yeni bir sivil anayasa taslağını tamamlamış durumda. Ne kadar sivil olursa olsun şayet bu anayasa; bugüne kadar yapılan tüm askeri darbe muhtıra ve diğer müdahalelerin sorumlularını ortaya çıkartıp yargılamayı sağlamaz ise, askeri darbe dönemlerine ait malvarlıklarını sonuna kadar incelemeyi başaramaz ise, sadece 12 Eylül döneminde kaybedilen beş bine yakın insan ile birlikte faili meçhul hale gelen tüm diğer kayıpların hesaplarını soramaz ise, 28 Şubat ile birlikte örtüsünden dolayı hakları gasp edilen başörtülülerin hakları kendilerine iade edilip sorumluları yargılanmaz ise, Bu “sivil” tabiri laftan öteye geçmeyecek, darbecilerin yaptıkları yanlarına kar kalacak ve onları daha da cesaretlendirecektir.” ifadelerini kullandı. Başörtüsü eylemleri Kocaeli’de 126’ıncı, Ankara’da 84’üncü, Van’da 55’inci ve Akyazı’daki 32’inci açıklamayla sürdü. Van’daki eylemde “Başörtüsü yasağı kesinlikle bir hak ihlalidir ve özgürlük alanlarının daraltılmasıdır. Başörtüsü yasağına zulüm düzeninin devamı için çözüm diye yaslananlar, yalnızca kendi sonlarını hazırlamaktadırlar. Ancak korkunun ecele faydası yoktur.” denildi. Başörtüsü eylemlerine bir destek de Konya’dan geldi. Konya İnanç Özgürlüğü Platformu, başörtüsüne özgürlük için her Cumartesi meydanlarda olacağını deklare ederek, başörtüsü direnişine güç kattı. 15 Eylül 2007 - Zorbalığa Son, Başörtüsüne Özgürlük!" Özgür-Der mensupları Ramazan boyunca her Cumartesi tertipleyeceği “Zorbalığa Son, Başörtüsüne Özgürlük!” eylemlerinin ilkini Saraçhane Parkı’nda gerçekleştirdi. Eylemde Beykoz Şube Başkanı Zehra Ergül Kaya, başörtüsü yasağının kaldırılmasını ve atılan tüm öğrencilerin yeniden okullarına

…Başörtüsü Raporu 2007… 124

Page 125:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

dönebilmesine imkan tanınmasını istedi ve yasağın hizmet alan-veren ayrımı olmaksızın tümüyle kaldırılmasını talep etti. Eylemde bir konuşma yapan Özgür-Der Genel Başkanı Hülya Şekerci, başörtüsünün Müslüman kadının kimliği olduğunu belirterek, yasağa karşı direnişi asla çözemeyeceklerini ifade etti. Şekerci, başörtüsünü namaz gibi, oruç gibi Allah’a kulluğun bir ifadesi olarak algıladıklarını ve kimliğin asla yasaklanamayacağını belirtti. AK Parti hükümetinin bu konuda ciddi bir irade geliştiremediğini de vurgulayan Şekerci, yeni anayasa taslağının başörtüsü yasağına tümüyle çözüm getirmediğini söyledi. Yasağın ve insan hakları alanındaki tüm ihlallerin devam etmesinde AK Parti hükümetinin büyük bir sorumluluğu olduğunu hatırlatan Şekerci, zulüm devam ettikçe, zulme karşı direnişin de devam edeceğinin altını çizdi. (Haksöz Haber)16 Eylül 2007 – Anayasal türbana AİHM duvarı“Sapanca'da yeni Anayasa taslağını şekillendiren komisyon, üniversitelere türban serbestliği getirmeyi amaçlayan "kılık kıyafet" düzenlemesinde uzlaşma sağlayamadı. Anayasa Komisyonu'nun AKP'li bazı üyeleri, AİHM kararlarını, Anayasa Mahkemesi'nin cumhuriyet ilkelerine yaptığı atıfları ve yeni gerilimler olabileceğini gerekçe göstererek türbanın bu kadar ayrıntılı şekilde taslağa konulmasına karşı çıktı. Anayasa'nın tümünün de tehlikeye gireceğini belirten üyeler kararın siyasiler tarafından verilmesini istediler.” (Hürriyet)16 Eylül 2007 – Neden sadece türbanın inanç meselesi yapıldığını sorgulamak gerekiyorGüneş yazarı Kemal Baytaş, “Keyfe göre uygulama” başlıklı yazısında “Kur'ân'da yer aldığı halde gerek yasalarla men edilen gerek toplumsal olarak kendiliğinden uygulanmayan bir çok hüküm bulunuyor. Dincisi, dindarı kim varsa bu duruma karşı çıkan olmuyor. Aksine hepsi bunları paşa, paşa kabullenip uyuyor. Uygulanmayan din hükümlerinin hepsi toplumun vazgeçilmez uygar bir yaşam tarzı oluyor. Bunlar arasında; kadının dövülmesi, bir erkeğin tanıklığının iki kadına bedel olması, mirasta kız çocuğa yarım, erkek çocuğa tam pay verilmesi, hırsızlık yapanın elinin kesilmesi, faizin haram olması gibi…” dedikten sonra “Ama türban söz konusu olunca işler değişiyor. Baş örtmek tarz ve vazgeçilmez bir din gereği oluyor. Bu durumda birçok din hükmüne "Yasalara ve çağa uymuyor diye" riayet edilmediği halde neden sadece (bir inançtan öte simge olduğu kanıtlanmış) türbanın inanç meselesi yapıldığını sorgulamak gerekiyor” ifadelerini kullandı. 16 Eylül 2007 – Başörtüsü İslam'dan önce de vardıSoner Yalçın, Hürriyet’te yayınlanan araştırmasında “Yaklaşık 4 bin yıl önce Babil İmparatoru Hammurabi'nin kanunlarında kadının sosyal statüsü ilk kez yazılı yasa haline getirildi: "Kadınlar sokağa çıkarlarken başlarını açmamış olacaklardır." Bu kanun yeniydi, ama uygulama eskiydi. Sümer, Asur, Hitit, Urartu, Akad gibi site devletlerimle de benzer uygulamalar vardı. Kadını örtüye sokmanın temel nedeni, hür kadın ile kök kadınların birbirinden ayrılmasını sağlamaktı. Yani amaç, hangi kadının bir erkeğin koruması allında, hangisinin ise "kolay av" olduğunu göstermekti! Eski Anadolu kültüründe olan bu örtünme anlayışı, dünyanın çeşitli topluluklarında da vardı,” diye yazdıktan sonra “Orta Asya'daki göçebe Türkmen kadınlarının Müslümanlığı kabul ettikleri 9. ve 11. yüzyıllardaki yaşam biçimleri de geleneksel Müslüman yaşamına uymuyordu. Osmanlı döneminde, Bizans alınana kadar örtünme kurumsal olarak yerleşmedi. Göçebe toplumun izlerini taşıyan Osmanlı'da kadın, erkekle birlikte hareket etmekte, törenlere katılmaktaydı. Bu dönemde kadınların yüzleri de açıktı… Örtünme yıllar sonra, Osmanlı Devletinin "halifelik" makamına sahip olmasıyla yaygınlaştı… Osmanlı'da kadının kapanması 16. yüzyılda başladı ve Cumhuriyet Türkiye'sine kadar sürdü.” bilgilerini aktardı. 17 Eylül 2007 – “Çarşaf da girer”Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Mustafa Bumin, üniversitede başörtüsünün serbest bırakılması ile ilgili olarak Hürriyet'e verdiği demeçte “Türkiye gerçeklerini bilmiyorlar, göremiyorlar. Anayasada kıyafet serbest olursa, türbanlı öğrenciler 'Yüzde 98'i müslüman olan ülkede yaşıyorsunuz' diye başı açık gelenleri üniversiteye almayacaklar. Bunu bir kenara yazın… Anayasa'da, 'Kılık kıyafet serbesttir' dediklerinde sanmasınlar ki, bu türbanla sınırlı kalır. Birisi çıkıp, çarşaflı gelse, artık çarşaflıya 'hayır' diyemezsiniz. Sadece çarşaflı değil, başka dinden olanlar da özel kıyafetleri ile girmek isteyecekler.” dedi. 17 Eylül 2007 – Sıkmabaş, özgürlüğün simgesi mi?Hürriyet yazarı Rahmi Turan “Türkiye, çağdaş eğitimi, kız çocuklarının okula gönderilmesini değil, "sıkmabaş türbanı" tartışıyor, bunun "kıyafet serbestliği" adı altında anayasaya sokulmasına çalışılıyor… "Sıkmabaş" anayasaya sokulmaya çalışılırken, önemli sorunlar rafa kaldırılmış gibi...” ifadelerini kullandığı yazısını şöyle bitirdi: “Türkiye'de 17 milyon aile var, 12 milyona yakın ailenin aylık gelirinin 2000 YTL'nin altında olduğu belirtiliyor... Bu hesaba göre ülkenin yaklaşık yüzde 70'i yoksul! Bu durumla ilgilenilmiyor, Türkiye'nin en büyük sorunu olarak "sıkmabaş türban" gösteriliyor. Bu uğurda anayasa bile değiştiriliyor. Ne yapalım? Helal olsun, ülke türbanla dolsun!”18 Eylül 2007 - Türban bir kimliktir! Nuh Gönültaş, Bugün Gazetesi’ndeki köşesinde şu görüşleri dile getirdi: “Türkiye'nin yönetim tarzı milletin sorunlarını çözmeye değil, bilakis yeni sorunlar oluşturarak milletin bu sorunlarla boğuşması esasına dayanıyor. "Türban" diye bir sorunumuz yoktu. Elbirliği ile ürettik. Ve yıllardır, 20 yıldır, bu sorunla boğuşuyoruz... Evet türban bir kimliktir. İster siyasi deyin isterse başka bir şeyin kimliği... Kendi ülkesinde "mülteci" muamelesi gören Müslüman kadının devletine ve milletine kendini anlatma çabasıdır. Hiçbir partiye ait değildir. Eğitimli, kafası çalışan, şehir kültürüyle büyümüş

…Başörtüsü Raporu 2007… 125

Page 126:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

dindar kadınların dışarıya karşı gösterdikleri kimlik kartlarıdır. Şu dünya ne garip! İslam aleminde bir zamanlar örtülü kadınlar hür kadınlarmış. Açık olanlarda cariyeler ve köleler... Hatta Cariyelerin ve kölelerin örtülmesine müsaade edilmezmiş. Oysa bugün tesettürlü kadınlar Müslüman ülkelerde bile köle muamelesi görüyorlar!” 18 Eylül 2007 – Başörtüsüne devletin karışması doğru değil Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) Başkanı Can Paker, sivil anayasa girişimine destek verdi. 12 Eylül darbesinin ürünü olan bir anayasayla Avrupa Birliği'ne girilemeyeceğini belirten Paker, tartışmaların başörtüsü meselesine indirgenmesini de yanlış buluyor. Üniversiteye gidenlerin kendi kıyafetine karar vermesinin 'insanlık hakkı' olduğunu belirtiyor. Yeni anayasadan sonra 'okullarda başı açık kimse kalmayacağını' düşünenlerin, bilimsel sonuçlara ters, yanlış bir kanı taşıdığını vurguluyor. Başörtülü öğrenci sayısının azaldığını kaydeden Paker, "Başörtüsüne ne toplumun ne de devletin karışması doğru değil." ifadesini kullanıyor. Paker'in sözünü ettiği bilimsel araştırmayı TESEV adına 2006 Mayıs ayında Sabancı Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ve Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Binnaz Toprak gerçekleştirdi. Araştırma sonuçları, genel izlenimlerin aksine örtünen kadınların oranında 1999 yılına göre düşüş olduğunu ortaya koyuyor. (Zaman)18 Eylül 2007 – Türbana 1988 formülü“Hükümet, üniversitelerdeki türban yasağını, arşivden bulup çıkardığı bir formülle kaldırmaya hazırlanıyor. AKP'nin formülü Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde Meclis'te kabul edilen, ancak dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından veto edilen, Anayasa Mahkemesi tarafından da iptal edilen, 16 Kasını 1988 tarihli 3503 sayılı kanuna dayanıyor. YÖK Kanunu'nda değişiklik yapılmasını öngören vetolu hüküm şöyle: "Anayasanın 174. maddesinde yer alan inkılap kanunlarına aykırı olmamak kaydıyla ile yüksek öğrenim kurumlarında öğretim elemanları ile öğrenciler için kılık, kıyafet serbesttir." AKP, bu düzenlemede yer alan "öğretim elemanları" bölümünün çıkarılıp öğrencilerle ilgili bölümün henzer şekilde konulmasını değerlendiriyor.” (Akşam)18 Eylül 2007 - Örtünme haklarına saldırma pratiğinin raf ömrü tükenmiştirMustafa Karaalioğlu, Star’daki “Yine o türban!” başlıklı yazısında başörtüsü sorununu değerlendirdi: “Yakın geçmişin öyküsü ve meselenin bugün yeniden filizlenmeye başlaması türbanın aslında bir türban sorunu olmadığını da anlatıyor. Bu bir politik sorundur ve kız öğrencilere yönelen suçlamanın tam aksine türban, sistem tarafından bilinçli olarak politikleştirilmiş bir sorunun adıdır. Bir direnç örgütlenmesi gerektiğinde her defasında türbanın ileri sürülmesi bunu göstermektedir. Yine de muhtemelen bu, türbanın bir direniş bahanesi olarak son kez kullanılışı da olacaktır. Zira, kadınların örtünme haklarına, örtünmeye dair inançlarından kaynaklanan doğal taleplerine karşıtlık; onu bir sembol olarak görüp saldırma pratiğinin raf ömrü de tükenmiştir...” 18 Eylül 2007 – “Türban”a tarif arayışı“AKP'li hukukçularla Prof. Dr. Ergün Özbudun başkanlığındaki bilim kurulunun bir araya geldiği Sapanca kampında üniversitelerde türbanlı öğrencilerin de okuyabilmesi, ancak cüppe, çarşaf, sarık gibi Devrim Kaınınları'na aykırı kılık ve kıyafetle üniversiteye girilememesine yönelik formül üzerinde uzlaşma sağlandı. Sivil anayasa taslağına son şeklini vermek için hafta sonu Sakarya'nın Sapanca ilçesinde kampa giren Anayasa komisyonunu en çok uğraştıran düzenleme mevcut anayasanın "eğitim hakkı" başlıklı 42. maddesi oldu. AKP'li bazı hukukçular. "Anayasa'da üniversitelerde türban takılamayacağını gösteren bir yasak yok. Bu nedenle türbanı serbest bırakmak için özel bir düzenlemeye yer verilmese de olur" görüşünü savunurken, kurul üyeleri Anayasa Mahkemesinin üniversitede türban takılmasının laikliğe aykırı olduğu yönündeki kararlarının, yeni anayasaya bir hüküm konulmasını zorunlu hale getirdiğini belirtti.” (Milliyet)18 Eylül 2007 – Eğitim hakkı ve başörtüsüNazlı Ilıcak, Sabah’ta yayınlanan köşe yazısında birlikte düşünülmesini istediği şu soruları kaleme aldı: “1) Erbakan türbanı siyasallaştırmışsa, okumak isteyen binlerce kızın günahı ne? 2) Üniversitede siyasal simge taşımak yasak mı? 3) Üniversitede suç olan neden sokakta da suç değil? 4) "Anneanne örtüsü" olarak bir model belirlenebilir mi, yoksa, arada, görüntüden ziyade bir zihniyet farkı bulunduğu mu anlatılmak isteniyor? Eğer öyleyse, kimin, hangi amaçla, hangi zihniyete hizmet için başını örttüğü nasıl tespit edilecek? 5) Kızların, "laik cumhuriyeti yıkma" amacını taşıdığını farz etsek dahi, üniversitede okumaları, onların "ıslah" (!) olmalarına katkı sağlamaz mı? 6) Ebeveyn zoruyla örtündülerse, yüksek tahsillerini tamamlayıp bir meslek sahibi olmaları, ana baba baskısını bertaraf etmeyi kolaylaştırmaz mı?”18 Eylül 2007 – Başörtüsü serbest olursa Gaffur tipi pijama giyenler de olabilir!Onur Öymen, Radikal’de yayınlanan makalesinde şunları yazdı: “1988 yılında Özal başbakanken, TBMM çatısı altında çok uzun ve çok tartışmalı görüşmelere yol açmıştır. Yasa değişiklikleri yapılmış, kabul edilmiş, fakat Anayasa Mahkemesi'nden dönmüştür. Daha sonraki yasa girişimlerinden de bir çözüm çıkmamıştır. Nedeni, bu gibi genel hükümlerin yol açabileceği çeşitli sakıncaların, o zaman da görülmüş olmasıdır. O sakıncalar, bugün de ortadadır. O iki seçeneğin ikisi de üniversite kapısının sadece türbana değil, her çeşit kıyafete açık olmasını kural haline getirir... Üniversite öğrencisi kızlardan isteyen oraya kara çarşafla gidebilir, isteyenler de mayoyla... Erkekler de,

…Başörtüsü Raporu 2007… 126

Page 127:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

derslerde, isterlerse cübbe ve sarık, isterlerse Gaffur tipi pijama giyebilirler... 'Olmaz, olmaz' demeyin.” 18 Eylül 2007 – Törene 'türban' damgasıOkulların açılması dolayısıyla Ankara'da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın katılımıyla düzenlenen törene başörtülü velilerin de katılması, merkez medyada “Törene 'türban' damgası” şeklinde yankı buldu. Protokol platformunun en arka sırasında tören boyunca başörtülü bir kadının oturması, başörtülü bir öğretmen ise törene perukla katılması tartışma konusu yapıldı. 18 Eylül 2007 – Baş örtme konusunda kolay kolay bir uzlaşma yakalanamazCüneyt Ülsever, Hürriyet’teki “Başörtüsü ve Türban” başlıklı yazısında şu görüşleri ifade etti: “Hangi perspektifle bakarsanız bakın; "türban" bir siyasi sembol olarak merkez ile taşra (mahalle) arasındaki iktidar mücadelesinin merkezine oturmuştur. Bu konuda uzlaşma olmayacağı ise en açık şeklini bir tarafın baş örtme yöntemlerinden sadece birisi olan türbanı ısrarla başörtüsü olarak adlandırması ile almaktadır. Başörtüsü kelimesini türbanla eşdeğer tutan tavır; türbanı tehdit algılamasının sembolü olarak kabul eden kesimde "Uzlaşma yok, şimdi iktidar bizde!" sloganı olarak kabul edilmektedir. Böylelikle bu kesimde tehdit algılaması sadece büyümektedir. Türbanı başörtüsü adı altında savunanların, ayrıca türbanı tehdit algılaması içinde görenlerin hepsinin "askeri vesayeti" benimseyenler olduğu varsayımı, türban takanların tümünün "şeriatçı" olduğu varsayımı kadar kaba genelleme yapan ve kanımca uzlaşmayı neredeyse imkânsız hale getiren son noktadır.”19 Eylül 2007 – Yasağın zencilere reva görülen ayrımcılıktan farkı yokYard. Doç. Dr. Adnan Küçük, Zaman’daki “Bunun adı demokrasiye saldırı değil de ne?” başlıklı yorumunda, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Mustafa Bumin’in başörtüsü yasağını savunmasını eleştirdi: “Hukuk devletinde var olan olgu ve fiillere göre yasak getirilir. Varsayıma ve vehme dayalı yasaklama öngörülemez. İçeriği birkaç kitabı dolduracak kadar geniş olan hukuk dışı ve hak ve hürriyetin özünü zedeleyen bu yasağın, bir zamanlar ABD'de zencilere reva görülen ayrımcı yasaklardan hiçbir farkı yoktur. Orada zenciler beyazlarla aynı okulda okuyamıyor; aynı taşıta binemiyordu; bizde de türbanlı olanlar okuyamıyor. Bu yönüyle bizdeki yasak daha şiddetlidir. Çünkü beyazlardan ayrı da olsa, zenciler bir arada okuyabiliyor, seyahat edebiliyordu. Bizde ise türbanlı olanların okuma hakları tamamen ellerinden alınmaktadır. Hâlâ ABD'de bir zamanlar yaşanan malum ayrımcı yasakların günümüzde savunulması ne kadar makul ise türban yasağının savunulması da o oranda makuldür.” 19 Eylül 2007 - 'Üniversitelerde başörtüsü yasağı kaldırılmalı' Başbakan Erdoğan'ın, İngiltere'de yayımlanan Financial Times gazetesinin Türkiye muhabiri Vincent Boland'a verdiği demeç, gazetenin basılı sayısında ve internet sayfasında geniş yer aldı. Başbakan Erdoğan, demecinde, üniversitelerde başörtüsü yasağının Anayasa değişikliği çerçevesinde kaldırılması gerektiğini belirterek, başörtüsü sorununun Anayasa değişiklikleri içinde yer almasının, Türkiye'nin demokratik ve laik kurumlarını güçlendireceğini vurguladı. Erdoğan, "Bazı kızlarımızın sırf başörtüsü takmalarına izin verilmediği için daha yüksek eğitimden yoksun kalmaları adil değildi" dedi. Başörtüsü sorununun geçiştirilemeyecek bir siyasi sorun olduğunu belirten Başbakan, " Üniversitelerde türban yasağının gevşetilmesiyle durumun 1980 askeri darbesinden önceki noktaya döndürülmüş olacağını söyleyen Erdoğan, 1982’den bu yana başörtüsünün üniversite kampüslerinde yasak olduğuna dikkat çekti ve " Türkiye'de başörtüsüyle üniversiteye gitmek mümkündü, sonradan imkansızlaştı. Yani bu yeni bir olay değil" diye konuştu.” (Zaman) 19 Eylül 2007 – Sadece türbana indirgemeyinİlk resmi ziyaretini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne (KKTC) yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, uçakta gazetecilerle yaptığı sohbette, yeni anayasanın en geniş uzlaşma ile oluşturulması gerektiğini söyledi. Bir gazetecinin "İş türbana dayandı gibi" yorumuna Gül karşı çıkarak, Eğer anayasa bir cümle içinse o zaman yeni anayasa yapmaya gerek yok. Ona indirgememek gerekir" karşılığını verdi.19 Eylül 2007 – Türbanı serbest bırakmak mümkün mü?Radikal yazarı İsmet Berkan, köşesinde şu düşüncelerini ifade etti: “Anayasa metnine ne yazarsanız yazın, Anayasa'dan laiklik ilkesini çıkarmadığınız sürece, ki herhalde çıkarmayacaksınız, türbanı serbest bırakmak çok zor. (Ancak yarın öbür gün Anayasa Mahkemesi laiklik yorumunu değiştirir ve bu yolla türbanın önünü açarsa, o ayrı tabii.) Aslına bakacak olursanız, türbanı üniversitede serbest bırakmak isteyenlerin önünde bana göre tek bir yol bulunuyor: Üniversitelerin türban yasağı uygulamasını yumuşatmasını sağlamak. Bunun için önce YÖK'ün, ardından da üniversite rektörlerinin bu anlayışa uygun hale gelmeleri gerekiyor. Bu doğru ve uygun bir yol mudur, bunu tartışmayacağım ama bana göre tek yol bu.”19 Eylül 2007 – Türbanla okula gitmek evde oturmaktan iyidirAbdullah Gül, Fikret Bila yaptığı kısa söyleşide Şerif Mardin'in, "ileride kızların başını örtmesi için mahalle baskısı oluşabileceği" şeklindeki sözlerine, "Türkiye'de mahalle baskısı olmaz. Neden olsun? Düşünün ki aynı mahallede ya da aynı yerde, başı örtülü bir kızmıızla başı açık bir kızımız kol kola yürüyorlar. Bir ailede hem başı örtülü hem başı açık kızlar olabiliyor. Biz böyle bir sosyal yapıya

…Başörtüsü Raporu 2007… 127

Page 128:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

sahibiz." diyerek itiraz etti. Gül, üniversitelerde yasağın kalkması konusunda, başörtüsüne bireysel özgürlükler açısından yaklaşılması gerektiğini vurguladı: "Şimdi bu konuya özgürlükler açısından ve modernleşme olgusuyla bakmak gerekir. Eskiden kızlarımız evde oturuyor, toplumsal hayata girmiyorlardı. Modernleşme zaten herkesin toplumsal yaşama katılmasıdır. Şimdi yüksekokula gitmeyi istemelerini böyle karşılamak ve anlamak gerekir. Okula gitmesi, evde oturmasından, toplumsal hayatın dışında kalmasından iyidir. Ama diyor ki, 'Ben dindar bir insanım, okula giderken de başımı örtmek istiyorum.' Bunu bireysel tercih ve özgürlükler açısından görmeliyiz ve modernitenin bir sonucu olarak algılamalıyız. Tabii şurası önemli: Bireysel olması lazım."19 Eylül 2007 – AKP başörtüsü için aradığı formülü bulamadıYeni anayasa taslağını Merkez Yürütme Kurulu'nda (MYK) değerlendiren AKP, taslağın son şekli üzerinde görüş birliğine varamadı. Akademisyenler, "Kılık ve kıyafetinden dolayı hiç kimse yükseköğrenim hakkından mahrum bırakılamaz" ve "Yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir" önerilerini getirmişti. Ancak bu önerilerin “çarşaf, cüppe ya da mayo ve benzeri kıyafetle üniversiteye girişin önünü açacağı” değerlendirilerek benimsenmemişti. Yasağı kaldırmak için formül arayan AKP'de son olarak "İnkılap yasalarına aykırı olmamak kaydı ile yükseköğretim kurumlarında öğrenciler için kılık ve kıyafet serbesttir" hükmünün anayasa taslağına konması eğilimi öne çıktı ancak MYK'de bu formül üzerinde de bir karara varılamadı.19 Eylül 2007 – AKP'nin "öz" tabanı türban meselesinin halledilmesini istiyorduOkan Gönensin, Vatan’daki “Türbanlı üniversite” adlı köşe yazısında, “AKP hükümeti, anayasa tartışmasını kendi kendine türbana kilitliyor. Bunda şaşılacak fazla bir şey yok. AKP'nin "öz" tabanı türban meselesinin halledilmesini istiyordu. Ancak onların anladığı "hal tarzı", üniversitede, İlköğretimde ve liselerde ve tabii bütün kamuda yasağın kalkması.” dedikten sonra; yazısına şöyle devam etti: “Aslında bir tanım farkı var. Üniversiteye başı kapalı girebileyim diye uğraşan, bu uğurda her yola başvuran genç kızlar için bu bir bireysel özgürlük alanı mıdır yoksa bir dini aidiyet işareti midir? Türbanın dini işaret ya da simge ve siyasal çatışma alanı olduğu görüşünü kabul ettiğimiz takdirde üniversitedeki yasağın devam etmesini istemek durumundayız. Yasak kalktığı andan itibaren, başları kapalı kız öğrencilerle onları destekleyen erkek öğrencilerin üniversitenin tümünde yaratacakları hava bellidir…Birinci hedef, doğal olarak, kendi saflarını genişletmek olacaktır. Bu da başka tepkiler yaratacak, başka simgeler üzerinden rekabete hatta gerilimlere yol açacaktır...”19 Eylül 2007 – İnkılap kanunları ve başörtüsüNazlı Ilıcak, Sabah’taki yazısında “Anayasada, başörtüsü yasağının kalkabilmesi için formül aranıyor. Bu çerçevede, dikkat edilmesi gereken noktalan hatırlatmak isteriz.” dedikten sonra şunları sıraladı: “Yüksek Öğretim Kanunu'nun ek 17'nci maddesinde yer aldığı gibi, "Kanunlara aykırı olmayan her türlü kılık kıyafet serbesttir" cümlesi yeterli olmayabilir. Çünkü, şu anda, ek 17'ye rağmen. Anayasa Mahkemesi'nin bir yorumu ile yasak fiilen sürdürülüyor. 2) İnkılap kanunlarına aykırı olmamak kaydıyla kılık kıyafet serbesttir" düzenlemesine de bir kılıf bulunabilir. Çünkü, "Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun" konusunda ihtilaf var. Kimine göre, bu kanunun ikinci maddesi, "türbanı" yasaklıyor, ikinci madde şöyle: "...izcilik, sporculuk gibi topluluklar ve cemiyet ve kulüp gibi heyetler ve mektepler, mahsus kıyafet, alamat ve levazım taşımak istedikleri zaman, yalnız nizamname veya talimatname ile muayyen tiplere uygun kıyafet, alamet ve levazım taşıyabilirler." Bu sözlerin başörtüsünü yasakladığını iddia etmek gerçekle bağdaşmasa bile, gene de temkinli davranmakta yarar var. Sanki 1934'te "türban tartışması vardı ve Atatürk bu yüzden böyle bir kanunu gerekli gördü!!! Söz konusu kanunun l'inci maddesi ruhban sınıfının kıyafetiyle ilgili. Hıristiyanlıkta, Musevilikte veya İslam'da, dini temsil eden sadece bir kişinin, özel kıyafet giyebileceğini öngörüyor. İkinci madde, izcilikte veya mekteplerde, ancak, yönetmelikle tespit edilen üniformanın ve amblemin taşınabileceğini belirtiyor.”19 Eylül 2007 – Türbanla oyalan faizle oyul!Vatan yazarı Mustafa Mutlu, “Türban için fırtınaların koptuğu bu ülkede, neden hiçbir "samimi" dindar, faiz konusuna girmemeye özen gösteriyor?” sorusunu gündeme getirip, kendi cevaplarını şu şekilde sıraladı: “Sorun türbanda değil, faizde... Faiz meselesini çözemeyen, ekonomiyi ancak sıcak parayla ayakta tutan iktidar, "türban", "imam hatip", "Kuran kursu", "tarikatlar", "din dersi" gibi konuları gündemde tutup, hepimizi uyutuyor... Sonuçta da biz Hayrünnisa Hanım’ın başındaki bez parçasıyla uğraşırken, bütçemizin yarıya yakını elalemin cebine 'faiz" olarak giriyor... Kimse de bu beceriksizlik yüzünden hükümeti suçlanıyor! İşte, yıllardır "türban" benzeri konularla oyalanmamızın tek nedeni bundan ibarettir... Aksini iddia eden, önce faiz sorununu çözmelidir!”19 Eylül 2007 – Komutanların başörtüsü tavrıTürkiye'nin 11. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra uzun süre ortak bir programda kamuoyunun önüne eşiyle birlikte çıkmayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün KKTCye ziyaretinde kendisine Hayrünnisa Gül de eşlik etti. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in "kamusal alanda başörtüsü takılamaz" görüşü nedeniyle uğurlama ve karşılama törenlerinde başörtüsüne geçit vermediği büyük VIP apronu da ilk kez "türbanlı" bir Türkiye Cumhuriyeti "first lady"sine ev sahipliği yaptı. Türkiye'nin ilk başörtülü 'first lady'si Hayrünnisa Gül'ün resmi ilk yurtdışı ziyaretinde farklı bir düzen vardı. Adada en üst düzey askeri yetkili sıfatını taşıyan Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu Ercan Havaalanındaki karşılama yerine Hayrünnisa Gül'ün katılmadığı Cumhurbaşkanlığı

…Başörtüsü Raporu 2007… 128

Page 129:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Köşkü'ndeki resmi törende yerini aldı. Bu durum medyada başörtüsüne karşı bir tavır olarak yorumlandı.19 Eylül 2007 – Örtü zırh verir insana...Milliyet’teki “Kıyıdan” adlı köşesinde “Ben de kapanmak istiyorum!” adlı bir yazı yayınlayan Ece Temelkuran şu görüşleri dile getirdi: “Başörtüsü, benim fikrimce, bu ülke kadınlarının cumhuriyetin ilanından sonra ortada bırakılışlarına verdikleri bir cevaptır. Hatta kendi cinslerini, cinsel kimliklerini korumak için verdikleri içgüdüsel bir cevaptır. Çünkü cumhuriyet, kadını toplumsal hayata katabilmenin tek yolunu onu cinsiyetsizleştirmekte bulmuştur, Kadını, "cinsi-yetsizlik" örtüsüyle "örtünerek", "kapanarak" toplumsal hayata girmeye teşvik etmiştir… Bu rejim, "Hem çağdaş ol hem de geleneksel kal" baskısına karşı kadını erkek düzeni karşısında tek başına bırakmıştır. 70'lerin sol hareketleri bile kadına "Hem devrimci ol hem de feodal düzenin namuslusu" dememiş midir? Bugün, bu kadar çağdaş elitimiz bile iş yerlerinde "genç güzel kadınları'' yumuşak yumuşak, ince ince taciz etmiyor mu? Bu ikilemlere hangi insanın benliği dayanır? Örtü, "Ben kadınım ve bana zarar verirsen bir kadına değil, bir Müslümana saldırmış olursun" zırhını verir insana...”19 Eylül 2007 – Sivil anayasa türban üzerinden sistemi değiştirecekMehmet Tezkan, Vatan’daki “Apoletsiz emir komuta düzeni değişmedikçe 'sivil anayasa' olmaz” başlıklı yazısında şunları kaleme aldı: “Türban serbest olursa ortaya başka bir Türkiye çıkacak. Türkiye beş yıl içinde siyasal İslam’ın hakim olduğu bir yapıya kavuşacak. Sistemin kırılma noktası da türban… Gerçek şu: Sivil anayasa türban üzerinden sistemi değiştirecek. AKP yönetimi istemese de sistemle oynanacak. Amaçlan bu olmasa da sonuç böyle olacak.”19 Eylül 2007 – Yasak kalkarsa başı açığı da koruruzAİHM’in Türkiye yargıcı Rıza Türmen, Vatan’daki söyleşisinde, “Üniversitelerde türban yasağının kaldırılması AİHM kararlarını etkiler mi?” sorusunu “Türkiye'deki anayasa çalışmasının buradaki süreçle bir ilgisi yok. Çünkü Türkiye'de üniversitelerin koyduğu türban yasağını biz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) uygunluğu açısından incelemiştik. Türban yasağı anayasa hükmü ile kalkarsa, AİHM kararı buna engel teşkil etmez. Yasak kalkınca, AİHM kararlarının konusu da kalkmış olur.” şeklinde cevapladı. “Türban yasağı kalkarsa, başı açık biri "Bana inanç ve gizli türban baskısı yapılıyor" diye AİHM'e başvurursa ne olur?” sorusuna ise Türmen şöyle cevap verdi: “AİHM'e başvuruda bulunabilmek için başvuranın zarar görmüş olması gerekiyor. Eğer şikayet kabul edilirse, bu durumda, türbana ilişkin önceki AİHM kararlarının esasları dikkate alınır. Çünkü türban kararıyla ilgili emsaller var, içtihat var.”20 Eylül 2007 – Rektörler Komitesi: Anayasa değişikliğiyle dahi türban yasağı kaldırılamazRektörlerin olağanüstü toplantısından sonra hazırlanan ortak bildiriyi YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç okudu ve soruları yanıtladı. Teziç, AİHM'ye başvurmayacaklarını belirterek, şunları söyledi: "Mahkeme kararı ister bireysel olsun, ister bir partinin müracaatı üzerine verilmiş olsun. Sonucu bizim için önemlidir. Buradan ne sonuç çıkıyor; Türkiye'de getirilen yasaklama sınırlama Avrupa normlarıyla örtüşüyor onlara aykırı değil' diyor mahkeme." Başörtüsü açıklamalarında Leyla Şahin kararının mı kastedildiği sorusuna Teziç, “Kararları bir tane değil birkaç tane. Bakın iki parti kapatıldı. AİHM'den çıkan bağlayıcı bir karardır. Anayasa'nın 90. maddesinde yapılan değişiklikle 2004 yılında, insan hakları sözleşmeleri ile onun uzantıları olan içtihatlar, eğer kanunlarla bir farklılık gösteriyorsa burada esas alınacak olan uluslararası belgedir” yanıtını verdi.20 Eylül 2007 – Türban yasağı değiştirilemezODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut, üniversitenin açılış töreninde şöyle konuştu: " Türban yasağı, yük sek mahkemelerin ve AİHM'nin kararlarıyla oluşan bir hukuki durumdur. Bu hukuki durum ortaya çıkarken, Türk yüksek mahkemelerinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Atatürk ilke ve devrimleriyle oluşturduğu laik tanımı ve yorumu, tarafından Avrupa norm ve değerleriyle de uyumlu bulunmuştur. Bu nedenle Rektörler Komitesi Anayasa'da kılık kıyafet serbestliğini öngörecek bir düzenleme yapılmasının hukuken mümkün olamayacağını bir kez daha kamuoyuna hatırlatmak sorumluluğunu duymaktadır."20 Eylül 2007 – Yasaklar, yasal hale getirilmesinAKP'nin Anayasa taslağını eleştiren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, yaptığı yazılı açıklamada, şu mesajları verdi: "Anayasamızın başlangıç kısmından, bütünlüğü bozan temel ilkeler ve esaslar çıkarılamayacağı gibi değiştirilemez olan ilk 4 maddeye aykırı ilkeler de eklenemez. Hukukun üstünlüğünün kabul edildiği çağdaş ülkelerde, yargı organlarınca ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce, Anayasa ve yasaların verdiği görev ve yetki çerçevesinde yasak getirilen fiiller yasalarda, hele hele Anayasa'da değişiklikler yapılarak yasal hale getirilmemelidir. Bu hal, yasama, yürütme ve yargı organına karşı olan itibar ve güveni sarsacağı gibi halk arasında kin ve nefreti uyandırır, yasalara olan inancı sarsar, karmaşayı, kutuplaşmayı getireceği gibi yürütme organının oligarşiye yöneldiği kanısını uyandırır.” 20 Eylül 2007 – Bugünkü ortam böyle bir yasağın kalkmasını ne kadar kabule hazır?Hasan Cemal, Milliyet’teki “Türban: Demirel'in yüreğinin sesi...” adlı köşe yazısında Süleyman Demirel ile yaptığı bir telefon görüşmesinden şu notları aktardı: “Kendisine sordum: "Yasak kalksın

…Başörtüsü Raporu 2007… 129

Page 130:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

mı?" Demirel dedi ki: "Kalksın mı, kalkmasın mı değil bugün mesele. Bugünkü ortam böyle bir yasağın kalkmasını ne kadar kabule hazır?.. Esas mesele budur…" Biraz üsteliyorum: " Bu yasağın kaldırılmasına ilke olarak taraftar mısınız?" Demirel yine aynı yerde: "Bazen problemlerle bir süre yaşamak gerekir. Türban yasağının kalkması doğru mu, eğri mi yerine, bugün kalkması lazım mı, değil mi sorusunu düşünmekte yarar var. Türkiye'nin o kadar çok meselesi var ki çözüm bekleyen... Yalnız türban için anayasa değişikliğine gidilir mi? Bak şimdi üniversite rektörleri de ayaklanıyor." Üstüne gidiyorum: "Yüreğinizin sesini dinlediğiniz vakit, o ses size ne diyor? Böyle bir yasak olur mu diye ses veriyor mu?... Tipik Demirel. Değişmiyor. Hala politika peşinde. Demek ki, "Laiklik elden gidiyor!" feryadı içinde olanların değirmenine su taşımakta herhangi bir sakınca görmüyor Sayın Demirel...”20 Eylül 2007 – Askerin türban tavrıCumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül için KKTC dönüşü Ankara Esenboğa Havalimanı'nda düzenlenen karşılama töreni "askerin türban tavrı" olarak yorumlanabilecek bir olaya sahne oldu. TBMM Başkanı Köksal Toptan ile uçağın merdivenleri önünde bekleyen karşılama heyetinde yer alan Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Aslan Güner, Gül çifti tokalaşmaya başlayınca aniden protokol sırasından ayrıldı. Böylece saniye farkıyla Gül ve eşinin elini sıkmayan ve protokolün karşısında Gül'e asker selamı veren Güner "Maksat aramayın, kuralları uyguladım" dedi.20 Eylül 2007 – Türban gerilimi yeniden tırmanıyorBilal Çetin, Vatan’daki yazısında “komutanlar, Gül ve başörtüsü” konusunda şunları yazdı: “Anayasa Mahkemesinin 1989 yılında verdiği bir kararla "Siyasal İslamın Sembolü" olduğu hüküm altına alman türbanın, devletin zirvesine çıkmasını, kamusal alana girmesini kabullenemiyor asker. O yüzden bu tür tatsız, hatta trajikomik görüntüler ortaya çıkıyor. Ve türban sorunu serinkanlılıkla konuşulmadıkça, tartışılmadıkça, bir çözüme kavuşturulmadıkça yaşanan bu tatsızlıkların, bu gerilimlerin Türkiye'yi ciddi bir siyasi krize götürmesi hiç de ihtimal dışı gözükmüyor.”20 Eylül 2007 - Başörtüsü altında din düşmanlığı yapılıyor Emekliler Birliği Sendikası Genel Başkanı İsrafil Odabaş, laikliğin tehlikede olduğu açıklamaları ile topluma korku verilmesinin büyük bir yanlış olacağını açıkladı. Odabaş, “Üniversitelerimiz, profesörlerimiz ve aydınlarımız ülkemizin kalkınması, çağdaş dünyada gerekli gelişmelerle uğraşmaları gerekirken, genç kızlarımızın kılık, kıyafeti ile uğraşmaları çağdışılıktır. Başörtüsü bahane edilerek din düşmanlığı yapanlara, bilimle ve teknolojiyle uğraşmak yerine kişilerin kendi tercihleri olan giysileri ile kılık kıyafetleri gündeme getirenlere, gelişmelerden bilgilendirme yerine toplumun mahrem yerlerini ifşa etmeyi haber yapanlara, hukukun üstünlüğü ve adaleti tesis edeceklerine vatandaşlar arasında korku ve ayrım yapanlara asli görevlerini hatırlatıyorum.” dedi. (Milli Gazete) 20 Eylül 2007 – Başı örtmenin kökeni taş dönemine kadar inerHürriyet’te yayınlanan bir okur mektubunda şu iddialar yer aldı: “Başı örtmenin kökenini etnoloji, taş dönemine kadar indirir. Bu dönemde kişiler, ölümden sonra saç ve tırnakların uzamaya devam ettiğini görerek, onlarda gizli bir kudretin varlığına inanmışlar ve korkmuşlardır… Saçlarda ve tırnaklardaki kudretle, Tanrı'nın karşısına çıkılamayacağına göre, saçlar örtülür, eller de yen içine saklanarak tırnaklar gizlenir; el pençe divan durmanın kökenini burada aramak gerekir. Bu alışkanlık, gelenek halinde tüm dinlere geçmiştir; Budistler, saçları kökünden kazıyarak sorunu çözmüşlerdir… Hz. Muhammed'in, 50 derece çöl sıcağında kadınları sıkmabaş'a mecbur etmiş olacağı düşünülemez; o sıcak ki, onun yüzünden erkekler entari giyerler, içinde ne don ne pantolon vardır.”20 Eylül 2007 – Türbanın zihniyet coğrafyasıMilliyet yazarı Güneri Civaoğlu, Milliyet’teki köşesinde “Türban, modernlik midir?” diye başladığı yazısında sorunun cevabını şöyle verdi: “Evet. Çünkü... Sadece gözleri açıkta bırakan burkaya, yüzün bir bölümünü açmaya olanak veren kara çarşafa göre elbette modernliktir. Kadının sanki bîr potansiyel günaha çağrı objesi gibi görülerek kumaşlarla sarıldığı, umacıya dönüştürüldüğü uygulamalara kıyasla türban, daha ileri, daha ılımlı bir anlayışı ortaya koyar.” Civaoğlu, yazısında şunları yazdı: “Bir diğer soru: Türban, çağdaş yaşamın geriye sarılması mıdır? Bu açıdan bakıldığında o soruya da "evet", doğru cevap olur. Başı açık, kendini potansiyel günaha çağn objesi algılamalarına bırakmayan, cinsiyet ayrımı olmaksızın tam özgür ve eşit bir dünya insanı olmak elbette daha ileri aşamadır. Modernlik kavramıyla örtüşür. Yani... Hadise "nerede durduğunuza" ve "nereden baktığınıza" endekslidir. Blue jean'i, vücuduna oturmuş dar ceketi, topuklu pabuçlarıyla "türbanlı" bir genç kadın softa zihniyet için "cehennemlik" sayılabilir. Aynı türbanlı kadın, ödünsüz laik kesimde "irtica” olarak algılanır. O nedenle... Türkiye'de "türban", bir sorun sarmalı halinde döne döne yaşanıyor.” 20 Eylül 2007 – Anayasa ve türbanTaha Akyol, Milliyet’teki köşesinde “Prof. Teziç, eskiden beri türban yasağının kaldırılamayacağını savunuyor: Anayasa'nın 90. maddesine göre uluslararası sözleşmeler milli hukukun üstündedir, anayasa değişikliğiyle dahi türban yasağı kaldırılamaz! Özeti bu.” dedikten sonra görüşlerini şöyle açıkladı: “Hukuki bakımdan mesele şudur: Bir yasağın bir 'üst norm'a uygun olması, o yasağı kaldırılamaz hale getirir mi, getirmez mi?! Sayın Hocam Teziç'e bunu soruyorum. Örnekler... Anayasa Mahkemesi, açılan iptal davalarında, eski 312. maddedeki yasaklan defalarca uygun

…Başörtüsü Raporu 2007… 130

Page 131:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

bulmuştur! "Zana Davası" örneğinde olduğu gibi, AİHM de uygun bulmuştur! Ama 312. madde kaldırıldı! Kürtçe yasağı da öyle!.. Bir yasağın 'üst norm'a uygun olması, onun kaldırılamazlığı anlamına gelmez! Hocam, siz benden iyi bilirsiniz, modem hukukta "içtihat kapısı kapanmaz"; kapandı derseniz hukuku "laik şeriat" gibi anlamış olursunuz! Türban yasağını siyasi ve sosyal gerekçelerle savunabilirsiniz; o zaman tartışma dili siyaset ve sosyolojidir. "Yasak hukuken kaldırılamaz" demek ise sadece yanlış değil, hukuk ilmini küçük düşürmektir!”20 Eylül 2007 – Rektörler kendi işine baksınBaşbakan Tayyip Erdoğan, üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırmak için anayasada değişiklik yapılacağının mesajını verirken bu konuda kurumlarla yüzde 100 mutabakat aranmayacağını söyledi. Erdoğan, "Onay makamı millet" dedi. Erdoğan, Rektörler Komitesi'nin açıklamasının anımsatılması üzerine şöyle konuştu: "Rektörler önce kendi işine baksın, böyle bir hakları yok. Kendi içinde çelişkilidir. Böyle bir çalışma zaten hukuki temel oluşturmak içindir. Kaldı ki, ifade edilen konuyla ilgili olarak bu işin ne kadar temeli olduğu konusu ayrıca tartışmalıdır. Millet de burada kararını verecektir. Hem egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyeceksiniz, ondan sonra birileri çıkacak, bunlar seçkinci takımı, biz ne kadar istersek onu millete götürebilirsiniz, bizim istemediğimizi götüremezsiniz diyecek. Demokrasilerde böyle bir şey olmaz." Erdoğan, Rektörler Komitesi'nin başörtüsünün siyasi simge olduğu, AİHM kararlarına ters düşeceği yönündeki açıklamasının anımsatılması üzerine, anayasaları Rektörler Komitesi'nin değil TBMM'nin yapacağını belirtti. 20 Eylül 2007 – Üniversitelerin eğilimlerinin dikkate alınması şarttırOkay Gönensin, Vatan’daki “Anayasa kimin derdi?” başlıklı köşe yazısında şu görüşleri kaleme aldı: “Üniversite rektörleri dün bir açıklama yaparak üniversitede türban yasağının kalkmaması gerektiğini söyledi. Başbakan'ın buna cevabı ise "Size ne, yetkili olan Meclistir ve anayasayı halk oylayacaktır" şeklinde özetlenebilecek bir tepkiden ibaret kaldı. Oysa üniversitede türban kavgası ve yasağı üniversite rektörlerini birinci derecede ilgilendiren bir sorundur. Ve bu alanda atılacak her adım öncesinde üniversitelerin eğilimlerinin dikkate alınması şarttır. Bunun demokrasiye aykırı bir yanı yoktur. Fikrini beyan edecek tek bir vatandaşa bile kimsenin "sana ne" deme hakkı yoktur.”20 Eylül 2007 – Türbana dolaşan yeni anayasaHasan Celal Güzel, Radikal’deki köşesinde anayasa tartışmalarıyla ilgili olarak “Herkes, 1982 Anayasası'nın Türkiye'nin önünü tıkadığı ve Yeni Anayasa gerektiği konusunda görüş birliği içerisindeyken, hazırlanan taslak bir anda türbana dolaştırılıp kilitlenmek isteniyor. Böylesine büyük bir projeyi, ne sırf başörtüsü yasağını kaldırmak için hazırlamak doğrudur, ne de başörtüsü yasağını kaldıracak diye karşı çıkmak” dedikten sonra şu görüşlere yer verdi: “Türkiye'de egemenliğin gerçek sahibi olan oligarşik jakoben mahfiller, bu antidemokratik egemenliği kaybetmek istemiyorlar. Bu çevrelerin daha önceki son kale'si Cumhurbaşkanlığı idi. Bu kale düştükten sonra artık hep birlikte 'türban yasağı' üzerinde odaklanmış durumdalar… YÖK Başkanı Teziç, Rektörler Komitesi bildirisini okurken ve türban yasağının kalkması konusunda dehşetengiz hukuk engellerini sıralarken, aslında koltuğun altından kaymasının tepkisi içerisindeydi…” 20 Eylül 2007 – Teziç saçmaladıNazlı Ilıcak, rektörler komitesinin yeni anayasa ve başörtüsü konusundaki açıklamasını “Teziç saçmaladı” başlıklı yazısında şöyle eleştirdi: “AİHM, "Üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılması, sözleşmeye aykırıdır" diye bir karar almadı ki, elimiz kolumuz bağlansın. Sadece "Yasak, sözleşmeye aykırı değildir" şeklinde bir karar verdi. Aradaki farkı Erdoğan Teziç görmüyor mu, yoksa zihinleri bulandırma görevini mi üstlendi? Okullarda başın örtülmesi sözleşmeye aykırı olsa, AB ülkelerinde neden böyle bir yasak yok? Maalesef eksik veya yanlış bilgiye dayanarak bazı iddialar ortaya atılıyor... Teziç, "türban" yüzünden iki partinin kapatıldığını hatırlatırken, aba altından sopa gösteriyor… Başörtüsünü serbest bırakmak amacıyla yasal düzenlemeye gitmek parti kapatılmasına yol açacaksa, bu maksatla, Yüksek Öğretim Kanunu ek 16 ve sonra da ek 17'nci maddeyi Meclis'ten geçiren Anavatan Partisi niçin kapatılmadı?”20 Eylül 2007 – Önce "açık giyineni" yasaklarsın, sonra orada duramazsınOktay Ekşi, Hürriyet’teki yazısında “Malezya olmak” konusunda şu iddiaları ortaya attı: “Giderek Malezya'laşıp Malezya'laşmayacağımız artık günlük tartışmaların parçası oldu. Önceki günkü gazetelerde yayınlanan fotoğraflı bir haberden öğrendiğimize göre Malezya'nın Kalantan Eyaleti'nde bu yıl ilk kez, "Ramazanda oruç tutmayan kişiler ve onlara servis yapan restoran ve büfelere karşı operasyonlar yürütülmeye" başlanmış… Hoş bu eyalette geçen yıl da "açık giyinen kadınlara para cezası uygulanmakta" imiş. Zaten öyledir. Önce "açık giyineni" yasaklarsın. Sonra orada duramazsın. Çünkü "dinimizin öteki emirlerinin de yerine getirilmesini" isteyenleri tatmin etmenin yolu ve sonu yoktur. Sonra sıra "ramazan polisine" gelir. Derken ya İran'da olduğu gibi "kadınların bisiklete binmesi" ile cinsel güdüleri arasındaki ilişki tartışılıp yasak getirilir veya Suudilerin yaptığı yapılır "kadınların araba kullanması" suç sayılır. Dedik ya... Bu yola bir kere girdiniz mi onun sonu yoktur.”20 Eylül 2007 – Türban ve siyasi simge!Vatan yazarlarından Mustafa Mutlu, “Anayasa bahane... Türbanı oylayacağız!” başlıklı yazısında “türban”ın siyasi bir simge olduğuna dair görüşünü şu şekilde açıkladı: “Başbakan’ın dün söylediği "veciz" sözlerden biri de türbanla ilgili "siyası simge" eleştirilerine verdiği yarattı: "Siyasi simge

…Başörtüsü Raporu 2007… 131

Page 132:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

dediğiniz zaman bir partinin simgesi olması gerekir. Baş örtüsü ya da onların deyimiyle türban siyasi simge değil. Bir tek AK Parti'de mi var, hepsinde var... Ama dertleri başka...” Bir simgenin "siyasi" olması için ille de "parti amblemi" olması gerekmez... Örneğin 12 Eylül'den önce bazı gençlerin giydiği parka, bıraktıkları bıyığın şekli hep birer siyasi simgeydi... Onların giyimine, yüzlerine bakarak anlardık hangi dünya görüşünü savunduklarını... Tıpkı şimdi türban takan kadınların siyasi görüşünü anladığımız gibi. Bu yüzden türban bal gibi siyasi simgedir. Bunun için ille de partinizin rengi olan "turuncu" olması gerekmez!”20 Eylül 2007 – Bu darbe sizi de götürürErtuğrul Özkök, Hürriyet’teki köşesinde Malezya ve mahalle baskısı konularını tartışırken şu görüşleri kaleme aldı: “Şerif Mardin gibi ben de türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasından yanaydım. Ama 22 Temmuz seçiminden sonra gözlediğim "Bolşevik görgüsüzlüğü" kafamda şüphelerin doğmasına yol açıyor... Türban serbest bırakıldığı takdirde, Anadolu üniversitelerinde türbansız kızların mahalle baskısına nasıl direnebileceğini biliyor muyuz? İşte bu noktada Cumhurbaşkanı ve Başbakanın sözü kulaklarımızda çınlıyor. İyi ama, onlara ne kadar güvenebiliriz? Hele hele seçim meydanlarında verilen "uzlaşma" sözünün, ikinci gün unutulduğu gibi bir hatıra hafızamızdayken. Yine de devletin en tepesindeki iki insana güvenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ama beni korkutan, zaten onların tavrı değil. Şerif Mardin gibi ben de, onları bile aşabilecek bir "mahalle ikliminden" korkuyorum. İsterseniz daha açıkça söyleyeyim. Yarın bu şehirlerde türban muhafızlığı yapacak "Ogün'lerin, "Yasin"lerin ortaya çıkmasından korkuyorum… Günlerdir bu tehlikeye dikkati çekmeye çalışıyorum. Darbe dediğim şey budur ve bu askeri darbeden çok daha tehlikeli bir şeydir…”20 Eylül 2007 – Türban başkomutanıCumhuriyet yazarlarından Deniz Som, “Vaziyet” adlı köşesinde “ABD-ullah Gül, Ağustos'un 28'inde cumhurbaşkanı seçildi ve tarafsızlık yemini ederek aynı gün Çankaya Köşkü'ne çıktı. ABD-ullah 18 Eylül'de, kızların türbanla okula gitmesinin türbanla evde oturmasından iyi olduğunu söyledi. Yani, ABD-ullah, Çankaya'ya çıkışının 21. gününde tarafsızlığını bozdu, devletin laiklik ilkesi karşısında türbandan yana taraf olduğunu açıkladı.” dedikten sonra yazısına şöyle devam etti: “Tarafsızlık yemini etmek işe yaramıyor. ABDullah türbandan yana taraf. Nasıl tarafsız olabilir ki? Karısı türbanlı… Kızı türbanlı... ABD-ullah.türbandan yana taraf olmakla kalmıyor türbanı özendiriyor ve "Aynı mahallede başı örtülü bir kızımızla başı açık bir kızımız kol kola yürüyorlar" diyor. Ama nedense bir süre sonra başı açık kızımızın tesettüre girdiğini söylemiyor. Devletle türban hesaplaşması, devletin en tepesinin sağladığı en geniş olanaklarla sürdürülüyor. ABD-ullah, 21. günde türban cephesindeki yerini alıyor ve RTE'nin de önüne geçiyor. Ne de olsa başkomutan! Sorumluluğunu biliyor!”20 Eylül 2007 – Başörtüsü Müslüman kimlikle ilgili genel bir sorunun parçasıdırNuray Mert, Radikal’deki “Türban” başlıklı köşe yazısında başörtüsü sorununu değerlendirdi: “Başörtüsü konusunu bu ülkenin kimliğine ilişkin komplekslerin bir uzantısı olarak gördüğüm için, mağduriyet ötesinde de tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Yanlış anlamaya teşne olanlara karşı hemen söyleyeyim, başörtüsü bu ülkenin kimliğini temsil eder demiyorum. İslami bir sembol olması dolayısı ile bu ülkede Müslüman kimlikle ilgili genel bir sorunun parçasıdır diyorum. Türban konusu, sıradan bir özgürlük, mağduriyet konusu değil, açıkça konuşulmayan, konuşulamayan bir sürü mesele türban sembolü üzerinden konuşulmaya çalışılıyor...” 20 Eylül 2007 – Türbanını başka bir tür başörtüsü ile değiştirerek mesaj vereceğini bekliyordumKöşesinde “Bir sukut-u hayal yazısı” başlığıyla Gül’ün başörtüsü tavrını inceleyen Cüneyt Ülsever, “Ben, Cumhurbaşkanı'nın eşinin ilk resmi törende türbanını başka bir tür başörtüsü ile değiştirerek topluma, sembolik seviyede de olsa bir kucaklaşma mesajı vereceğini bekliyordum. Bunu da açıkça yazıyordum. KKTC'deki törende ilk adımın atılacağını umuyordum. Yanılmışım! Okurdan özür dilerim.” dedi. Ülsever devamında şöyle yazdı: “Ben Cumhurbaşkanının hanımefendisinden bir jest bekliyordum. Efendim, "öbür köyün" bağnazları anlamazmış. isterlerse anlamasınlar! Uzlaşmak için bir el uzatıldığını dünyada aklıselim sahibi olan herkes anlayacaktı. .. Eğer Cumhurbaşkanı, söz verdiği gibi hepimizin ama hepimizin Cumhurbaşkanı olacaksa, seçimlerden önce büyük şehirlerde mitingler yapan milyonların da Cumhurbaşkanı olmak zorundadır.”20 Eylül 2007 – Toplumsal çatışma tehlikesi görüyorumÜnlü bilim adamı Prof. Dr. Vamık Volkan Akşam'a yaptığı açıklamalarda başörtüsü ve laiklikle ilgili tartışmalardan dolayı endişeli olduğunu söyledi. Akşam’ın sorularını yanıtlayan Volkan; “Türban üzerinde konuştuğumuz zaman bir yere gidemiyorsunuz. Türbanın altında ne var onu konuşmanız gerek. Tarihi süreçlerin imajlarına bakmanız lazım. Türban bir semboldür. Daha derinlemesine tarihsel köklerine inmeliyiz...” dedi. Volkan, kimlik ve başörtüsü konusunda ise şunları söyledi: “Büyük bir travmadan sonra kimlikler değişiyor. İstiklal harbinden sonra kimlik ortaya çıkıyor: Türk kimliği. Cumhuriyet'ten yüz sene sonra şimdi bu kimlik değişiyor. Onlara bakmak gerekiyor. Nasıl değişiyor, nereye doğru değişiyor? Yeni bir Türk kimliği gelişiyor. Bütün çatışma buradan çıkıyor… Türban meselesine dönersek… Türk kimliği nedir, sorusuna bakacağız. Niye Atatürk'ün başlattığı yoldan gidiyoruz? Ona bir şeyler eklemeli miyiz, o yoldan dönebilir miyiz, veya niye dönemeyiz. Bunları tartışmak gerekiyor. Türban bütün bunlarla birlikte ele alınacak konudur, tek başına değil.”

…Başörtüsü Raporu 2007… 132

Page 133:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

20 Eylül 2007 - Mahkeme Türkiye'ye "başörtüsünü yasaklayın" dememiştirYÖK Başkanı Erdoğan Teziç'in "Türban yasağı AİHM kararlarıyla oluşan hukuki durumdur." şeklindeki açıklamasına Avrupa'dan tepki geldi. AİHM uzmanlarından İngiliz Prof. Kevin Boyle, Teziç'in yorumunu 'saçma' bulurken, Türkiye'nin yasağı kaldırması durumunda AİHM'nin hiçbir itirazı olamayacağını söyledi. Essex Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku uzmanı Prof. Kevin Boyle’ın görüşleri şöyle: Teziç'in sözleri saçma. AİHM'nin Leyla Şahin kararının söylediği, bu meselenin tamamen Türkiye'nin işi olduğudur. Yani "başörtüsünü yasaklayın" şeklinde kesinlikle bir yaklaşım yoktur. Söylenen bu işin çözümü Mahkeme'nin değil Türkiye'nin meselesi olduğudur. Mahkeme, Türkiye'ye "başörtüsünü yasaklayın" dememiştir. Türkiye yeni anayasasında yasağı kaldırmaya karar verirse AİHM'ye söyleyecek söz düşmez. Zaten AB'nin 27 üyesinin hiçbirinde başörtüsü yasağı yok. (Zaman) 20 Eylül 2007 - YÖK iktidarını kaybetmemek için türbana sarıldı Tüm Öğretim Elemanları Derneği Başkanı Prof. Dr. M. Tahir Hatipoğlu, Zaman’daki yazısında YÖK Başkanı Teziç’i eleştirdi: “Rektörler için türban "ben senden daha Atatürkçüyüm" yarışına dönmüştür... Rektörler, kargaşa olur da yeni oluşumda yeniden rektör olur muyuz telaşındalar. Kısacası, devlet iktidarının organları başta olmak üzere yurttaşların neredeyse tamamı siyasallaşmış vaziyettedir. Artık buna dur denilmelidir. Üniversite, bilimin yol göstericiliğinde olaylara en çok sağduyu ile yaklaşması gereken kurumdur. Oysa, bir bakıyoruz ki, üniversite gerginlik ve kargaşa yaratıcı bir tavır içindedir.” 20 Eylül 2007 - Başörtüsü problem olmaktan çıkartılmalıEskişehir MÜSİAD Şube Başkanı Harun Çetintürk yaptığı açıklamada başörtüsü yasağına değindi. Çetintürk, "Artık bu yasak problem olmaktan çıkarılmalı ve hazırlanan Anayasayla gençlerimizin geleceği aydınlatılmalı" dedi. Ellerinden eğitim hakları çalınmış başörtülülere temel haklarının iade edilmesini isteyen Çetintürk, "Başörtüsü özgürlük ve hak meselesidir. Başörtüsü yüzünden binlerce kızımız mağdur edilmiş ve eğitim hakları ellerinden alınmıştır. Artık bu yasak sorun olmaktan çıkarılmalı ve hazırlanan anayasayla gençlerimizin geleceği teminat altına alınarak aydınlatılmalıdır" dedi. (Yeni Şafak)20 Eylül 2007 – Başörtünün serbestliğinde geri adım sorunu düğümlerZaman yazarı Ahmet Selim, “İyi düşünmek gerekir” başlıklı yazısında anayasa taslağı ve başörtüsü sorunu konusunda şu tespiti yaptı: “Açıklanacak metin, başörtünün serbestliği konusunu içerecek; ama tepkilerden sonra geri çekilecek ise; öncekine benzeyen bir değerlendirme mantığı işlemeye ve dolaylı sonuçlarını vermeye başlar. Önceki durumda "anayasaya aykırılık" söz konusu olmuştu, bu defa çeşitli anayasa tercihlerinin de üstüne çıkacak bir değerlendirmeyle "Demokrasiye, demokrasi kültürü, çağdaşlık ve uygarlık temellerine" aykırılık söz konusu olmaya başlar. Çünkü olumsuz tepkiler böyle bir keskinlik taşıyacaktır; onları dikkate alarak ve haklı bulma zorunda yahut görüntüsünde kalarak geri adım atılınca da, mesele "ebediyen çözülemeyecek bir düğüm" hüviyetiyle sabitleşir...”20 Eylül 2007 - Avrupa, Teziç'in yasakçı tezlerini yalanlıyor Anayasa değişikliğiyle ilgili tartışmalara katılan YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, üniversitelerdeki yasakçı uygulamalara Avrupa'yı dayanak gösterdi. Ancak AB üyesi hiçbir ülkede Teziç'in dile getirdiği yasaklamalar üniversitelerde uygulanmıyor. Özellikle üniversite öğrencilerinin dinî vecibelerine göre giyinmesine ilişkin bir yasak bulunmuyor. Avrupa'da en kalabalık Türk nüfusunun yaşadığı Almanya'da da üniversitelere girişte kıyafet yasağı bulunmuyor. Din konusunda Avrupa'nın en özgür ülkelerinden birisi olan İngiltere'de ise sadece hizmet alanlar değil hizmet verenlere yönelik de bir yasak yok. 2004'te devlete ait ilk ve ortaöğretim okullarında öğrencilerin büyük haç, kippa ve başörtüsü ile derslere girmesini yasaklayan Fransa, özel ilköğretim kurumları ve üniversiteleri kapsam dışı bıraktı. Fransız üniversitelerinde çok sayıda başörtülü, Müslüman öğrenci hiçbir sorunla karşılaşmadan derslere giriyor. Başörtüsüyle ilgili tartışmalar sırasında üniversiteler de gündeme geldi. Fakat üniversitelerin "özgür alanlar" olarak kalması gerektiği ve öğrencilerin "ergin" insanlar olduklarına dikkat çekilerek yükseköğrenim kurumları kanuna dahil edilmedi. (Zaman)21 Eylül 2007 – Teziç aldatıyorSabah yazarlarından Emre Aköz, “Okula döndüğünde yüzü kızaracak mı?” başlıklı yazısında YÖK Başkanı Teziç’in söylediklerini aldatıcı olarak değerlendirdi. Aköz şunları yazdı: “Biliyorsunuz YÖK Başkanı, özetle, "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi türban yasağını onayladı... AİHM kararları iç hukukun üstündedir... Dolayısıyla anayasayı değiştirseniz dahi türban yasağı kaldırılamaz" dedi. Teziç aldatıyor. Bunu söyleyen Teziç, hukuksal konulara vakıf olmayan insanları resmen aldatıyor. Olayın doğrusu şöyle: Diyelim ki bir yasak koydunuz... Üst mahkeme de bu yasağı uygun buldu... Aradan zaman geçti... Yasağı kaldırdınız... Böyle bir durumda, "Hayır efendim madem ki üst mahkeme uygun bulmuştu, o yasak devam eder" denemez. Aksini iddia etmek saçmalıktır, mantıksızlıktır. Zaten AİHM mevcut anayasaya ve yasalara göre karar verdikten sonra Türkiye'ye şu mesajı gönderdi: "Türban yasağını kaldırmak istiyorsan, yasalarını değiştir," İşte olay bu kadar basit. Üniversitelerde türban yasağının devam etmesini isteyebilirsiniz. Bu sizin fikrinizdir, dünya görüşünüzdür, ideolojinizdir. Yasağın sürmesi için mücadele de edebilirsiniz. O da demokratik

…Başörtüsü Raporu 2007… 133

Page 134:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

hakkınızdır. Ancak Teziç'in yaptığı gibi AİHM kararını öne sürerseniz, saçma saparı bir iddiada bulunmuş olursunuz.”21 Eylül 2007 - Şerif Mardin başörtüsüne karşı mı?Dünyaca ünlü sosyolog Prof. Dr. Şerif Mardin'in Hürriyet'ten Ayşe Arman'a yaptığı son açıklamaları Türkiye'de geniş yankı buldu. Açıklamasıyla ilgili olarak Vakit gazetesine konuşan Mardin, Hürriyet gazetesine yaptığı açıklamalarının 20 farklı yorumunun yapılabileceğini vurguladı. Mardin şöyle konuştu: "Hürriyet benim sözlerimi bu şekilde yorumlamış. Sosyal bilimlerde öyle kesin mutlak ifadeler olmaz. Bu nedenle kesin ifadeler kullanmadım. Ancak başlıkta öyle verilmiş. Benim sözlerimin 20 farklı yorumu yapılabilir. Benim pek çok başörtülü öğrencim oldu. Bu konudaki görüşlerim belli." Başörtüsü yasağının demokratik olmadığının altını çizen Mardin, başörtülü öğrencilerin de üniversiteye gidebilmesi gerektiğini kaydetti. Mardin, bu konuda daha fazla spekülasyona yol açmak istemediğini de sözlerine ekledi. (Vakit)21 Eylül 2007 - “Türbanlı” ODTÜ'yü Bilkent'i kazanamaz!ODTÜ Rektörü Prof. Akbulut, bir televizyon kanalında, başörtülü öğrencilerin katsayı problemi yüzünden yurtdışında okumak zorunda kaldıklarının hatırlatılması üzerine “Türbanlılar ODTÜ'ye girecek kadar puan alamıyor” dedi. Akbulut şöyle konuştu: “Ben 40 yıllık öğretim üyesiyim, çocuk değilim. Türkiye'de türbanlılar ODTÜ'ye Bilkent'e girecek kadar puan alamıyor. Bu öğrenciler, bu üniversitelere girip türbandan dolayı okullarını bırakarak başka ülkelere gitmiyorlar. Genelde bu öğrenciler Açık Öğretim'e giriyorlar. Buradaki düzgün üniversiteleri kazanıp bırakıp yurt dışına giden yok.” Akbulut'un sözlerine tepki gösteren ÖNDER Başkanı Sula, “Rektör saçmalıyor” dedi. Sula sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu cümlenin içinde zımnen şu var: Aklı başında, uyanık ve zeki insanlar başlarını örtmez. Geri zekalı ve aptallar başını örter. Başını örtenler onun okulunu kazanamıyorlarmış, boşuna yaygara koparıyorlarmış. Başörtülü öğrenciler tüm sıkıntılara rağmen 280 puan üzerinde ham puan alan yüzlerce öğrenci bize başvuruyor ki bu puanla Türkiye'de girilemeyecek üniversite neredeyse hiç yok.” 21 Eylül 2007 – Başörtülü veliler okul bahçesinden atıldıGelibolu Namık Kemal İlköğretim Okulu Müdürü Nevzat Kaya, bayrak töreni sırasında baş örtülü velileri okulun dışına çıkarttı. Kaya, konuyla ilgili yasa olduğunu, bayrağa saygı dolayısıyla ve İstiklal Marşı okunurken baş örtüsüyle okul bahçesinde bulunmanın uygun olmadığını, bu bakımdan tören sırasında baş örtülü velilerin okul bahçesinin dışına çıkması gerektiğini belirttiğini söylerken; İlçe Milli Eğitim Müdürü Haki Mutlu ise baş örtüsüyle okul bahçesine giren velilere yapılan uygulamanın yanlış olduğunu, konuyla ilgili haberleri suç duyurusu kabul ederek okul müdürü Kaya hakkında soruşturma açacağını söyledi.21 Eylül 2007 – Türban "çağdaş" olma misyonu yüklenmiş cumhuriyete ters geliyorNagehan Alçı, Vatan’daki köşesinde “Çağdaşlık miti yıkılıyor mu?” sorusuna yanıt vermeye çalıştı. “Saçları boyalı, ruju yerinde, kıyafetleri modaya uygun Zeynepler, Burcular yarattı bu cumhuriyet. "Modern dünyaya ayak uyduran" kriterine uymak belli kıyafet kıstasları ile açıklandı hep. Ve bu kıstaslar kutsandı, kutsallaştırıldı. Ortaya çıkan resme de "çağdaşlık" dendi. Ancak "çağdaşlık" bu çağa ait olma, onun gereklerini yerine getirme anlamında kullanılmıyor, salt görüntüye indirgeniyor. Böyle olması da anlaşılır aslında. Kısa sürede bir sistemi kökten değiştiren cumhuriyet, değerlerini en kestirme yoldan simgeler üzerinden anlatma yoluna gitti. Bir toplumdaki en güçlü simgelerin başında da dış görünüş geliyor... Ancak toplumun değişen dinamikleri ile birlikte mitler de değişiyor. Ve artık cumhuriyetin kurulduğu yılların dinamikleri yönlendirmiyor toplumu. İhtiyaçlar, değerler farklı, işte bu değişim mitleri de değiştiriyor. Çağdaşlık mitini tartışılır hale getiren de türban meselesi tabii ki. Türban "çağdaş" olma misyonu yüklenmiş cumhuriyete ters geliyor. Çünkü onun bu misyonunu yerle bir ediyor. Bu yüzden yapılması gereken kutsallığı sorgulanır hale gelmiş "çağdaşlık" mitinin yerine toplumun yeni dinamiklerine uyan bir mit koymak. Bu mit de "demokrasi" olabilir.”21 Eylül 2007 – Türban 'Türban siyasi değildir' diyerek savunulamazTürker Alkan, Radikal’deki “Hangi Erdoğan'a inanacağız?” başlıklı yazısında Başbakan Erdoğan’ın başörtüsünün siyasi bir simge olmadığı yönündeki görüşlerini şöyle eleştirdi: “Türban siyasal bir simgedir... Herhangi bir partinin değil, dine ağırlık ve öncelik veren bir siyasal eğilimin simgesidir. Erdoğan'ın şunu demesi gerekirdi: "Evet, türban siyasi bir simgedir! Ve üniversite öğrencilerinin siyasi simge takma, siyasetle uğraşma, örgütlenme, tartışma hakları olduğu gibi türban takma hakkı da vardır! Üniversiteler düşünce özgürlüğünün kaleleri olmalıdır. Üniversitelerde her türlü düşünce serbestçe tartışılabilmelidir. Buna türbanın simgelediği dincilik veya muhafazakârlık da dahildir!" Ama sayın Başbakan bunları söyleyeceğine demagoji yolunu seçti ve bence pek de başaramadı.”21 Eylül 2007 – İnançlar türbandan ibaret değilMelih Aşık, Milliyet’teki “Açık Pencere” adlı köşesinde anayasa ve başörtüsü tartışmaları hakkında şunları yazdı: “Anlaşılan çoğumuz türban tartışmasını türbandan ibaret sanıyoruz... Oysa gündemdeki paket çok daha kapsamlı... Türban kimilerinin göstermek istediği gibi... Bir giyim modası veya özgürlük sorunu değil. Türban inanç gerekçesiyle takılıyor. Ama inançlar türbandan ibaret değil. Türbanın serbest bırakılması, dünya yaşamının dinsel kurallara göre düzenlenmesi yolunda bir ilk adım... Türban serbest bırakılınca sıra laik cumhuriyetin din devletine dönüşmesi için

…Başörtüsü Raporu 2007… 134

Page 135:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

zorunlu diğer adımlara gelecek... Demokrasinin yerini teokrasi alacak... Ülkede sistem Suudi Arabistan, İran, Malezya karışımı bir rejime dönüşecek... ABD destekli AKP bu yolda kararlı ve emin adımlarla yürüyor. Muhalefet türlü çeşitli taktiklerle eritilmiş. geriletilmiş. Ilımlı İslam diye bir model açık açık konuşuluyor. Ufuktaki karanlığı görmek zorundayız...”21 Eylül 2007 – Başörtüsü yasağıyla kendi çıkarlarını savunuyorlarMümtaz’er Türköne, Zaman’daki köşesinde rektörlerin başörtüsü yasağını savunmasını şöyle eleştirdi: “Bir kere "Rektörler Komitesi" adında bir kurum ne Anayasa'da ne de kanunlarda var. Kanunda yer almayan bu komitenin toplanması da, açıklama yapması da bir hukuksuzluk örneği... İşte sormamız gereken soru: Rektörler Komitesi neden kendilerini doğrudan ilgilendiren yükseköğrenim düzenine dair bir söz söylemiyorlar, kendi yetkilerini ve pozisyonlarını savunmuyorlar da savunma hatlarını başörtüsü üzerine inşa ediyorlar. Çünkü Türkiye'nin üniversite düzenini kimse savunamaz. YÖK düzeni, tam anlamıyla ortaçağa özgü bir düzen... Bu geri düzen yüzünden, insan kalitesi yüksek olmasına rağmen YÖK düzeni bilimi boğuyor. Aradaki farkı, başta hükümet olmak üzere herkesin anlaması şart. Üniversiteyi, yükseköğrenimi ve bilimi temsil edebilecek en son kişiler rektörler. Rektörler, çağdaş bilime ve dünyaya uzak ve hukuk dışı bir kurum olan Rektörler Komitesi'ne vücut verirken görüleceği üzere keyfiliği temsil ediyorlar. Anayasa değişirse bu düzen sona erecek, bu rektörlerin tamamı sadece akademik unvanları ile yetinmek zorunda kalacaklar. Bu yüzden "Anayasa çalışmalarını durdurun" çağrısı yapan Rektörler Komitesi, üniversiteleri değil kendi çıkarlarını savunuyor.” 21 Eylül 2007 – Türban alerjisi Mustafa Ünal, Zaman’daki “Türban alerjisi” başlıklı yazısında başörtüsü aleyhinde yapılanları şöyle değerlendirdi: “Maalesef bazı çevreler, özgürlük alanlarının genişlemesini istiyor; ancak başını örtenlerin bu özgürlük ortamından yararlanmasına karşı. Özgürlüklerden sınırlı kesimler değil herkes yararlanırsa gerçek özgürlük olur. Şu veya bu amaçla başını kapatanlar istisna tutulursa özgürlükten söz edilemez. Bu ülkede bir başörtüsü gerçeği var. Sadece Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve yönetimdeki birkaç kişinin eşi değil örtülü olan. Avrupa'da başı kapalı kızların üniversiteye giremediği tek ülke Türkiye... Devlet politikasına dönüşen 'Başını aç, okuluna devam et' formülü sorunu çözemedi, aksine daha da ağırlaştırdı. Yarına ertelemek de çözüm değil. Başörtüsü gerçeğiyle yüzleşmek ve çözüme giden yolda yeni ve kabul edilebilir formüller üretmek durumundayız. Yeni Anayasa çözümün bir parçası niye olmasın...” 21 Eylül 2007 - Rektörlere, 'özgürlükler için seferber olun' çağrısıMilli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, rektörlerin 'başörtüsü yasağı kaldırılamaz' ve 'sivil anayasa hazırlığı ertelensin' şeklindeki açıklamalarına tepki gösterdi. Çelik, "Biz özgürlükçü bir anayasa hazırlamak istiyoruz. Burası mayın tarlasıdır, şu yapılamaz, bunlar tabudur şeklinde insanların kafasına bariyer konulmamalıdır." dedi. Üniversitelerin, evrensel değerlerin hür bir şekilde konuşulduğu ortamlar olduğunu kaydeden Çelik, "Rektörler düşünce özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması ve akademik özgürlüğün geliştirilmesi için seferber olmalı. Akademik özgürlüğü kısıtlayan kanunlarda ve Anayasa'da ne varsa kaldırılması için gayret göstermeliler." ifadelerini kullandı. (Zaman)21 Eylül 2007 – Laiklik gerekçe gösterilerek özgürlüklerin önü kesiliyorMehmet Katmış, Zaman’daki “Statükonun direnişi” başlıklı yazısında başörtüsü yasağını savunanları eleştirdi: “Bu ülkede çok garip bir denge kurulmuş, bu çarpıklık ve yamukluktan nemalanan hiç kimse statükonun değişmesini istemiyor. Ne Abdullah Öcalan, ne oligarşik bürokrasi, ne uyuşturucu kaçakçıları, ne çok zenginler, ne yıllarca devletten beslenenler mevcut düzenin değişmesini istiyor... Statükonun değişmesinden rahatsız olanlar her dönem yaptıkları gibi çok küçük pirelerden develer ortaya çıkartıp ortalığı geriyorlar... Normalleşmek herkesin altını oyuyor. Bu gerginlik tuzağına karşı hükümetin olabildiğince dikkatli olması gerekir. Yıllardır PKK terörünü gerekçe göstererek, başörtüsü ve laikliği gerekçe göstererek özgürlüklerin önünü kesenler aynı tezgâhı yeniden hayata geçirmek istiyorlar. Apo gelişmelerden rahatsız, üniversiteler gelişmelerden rahatsız, CHP gelişmelerden rahatsız, oligarşik bürokrasi de gelişmelerden rahatsız. Ben bu ülkeyi hakikaten anlamıyorum.”21 Eylül 2007 – Mahalle bizden bağımsız mı?Radikal’den İsmet Berkan “Anadolu başka bir ülke mi, mahalle bizden bağımsız mı?” başlıklı köşe yazısında mahalle baskısı tartışmalarına değindi. Berkan, “Bugünlerde Türk basınının köşeleri 'mahalle baskısı'ndan ve 'Anadolu'dan söz eden yazılardan geçilmiyor neredeyse. Ama bir şey dikkatimi çekiyor: Yazarlar, 'Anadolu' derken sanki çok uzaktaki bir masal ülkesinden söz ediyormuş havası veriyorlar.” tespitine yer verdiği yazısına şöyle devam etti: “Ve yine aynı yazarlar öyle bir hava veriyor ki, Anadolu'yu bir tek onlar biliyor, başka kimse onlar kadar bilmiyor ve Anadolu 'kötü' bir yer. 'Mahalle baskısı'nı fiziki mekân olan gerçek mahallenin, hadi bilemediniz 'sosyal çevre'nin baskısı olarak görüyor ve bu baskıcı mahalle ya da çevrenin Anadolu'da çok daha etkili olduğunu söylemeye getiriyorlar. Doğru mu bu tespitler, yoksa bütün kötülükleri yeterince bilinmeyenin üstüne yıkma, yani bir çeşit 'demonizasyon' çabası mı? 'Türban serbest kalırsa Anadolu üniversitelerinde neler neler olur'muş. Neler olurmuş? 10 yıl önceye kadar pek çok Anadolu üniversitesinde türban fiilen serbestti. Ne oldu? Oralardan mezun olanlar ne oldu? Oralarda türbansızların zorla örtünmesi için bir 'baskı' mı kurulmuştu?”

…Başörtüsü Raporu 2007… 135

Page 136:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

21 Eylül 2007 – Paşa türbanla tokalaştığı an misyonu bitmiş demektirHikmet Bila, Cumhuriyet’teki “Vaveyla” adlı köşe yazısında şu görüşü dile getirdi: “Askerle Çankaya arasındaki taktik savaşı sürüyor 4'üncü Kolordu Komutanı Korgeneral Aslan Güner, Esenboğa'da, Hayrünnisa Gülle tokalaşmamak için protokolden ayrılmış. Gül açısından bakalım: Üst düzey bir generalle protokolde tokalaşmak, türbanın önündeki son büyük engeli de kaldırmak demektir. Paşa açısından bakalım: Türbanla tokalaştığı an misyonu bitmiş demektir. Bu kadar basit.”21 Eylül 2007 – Seçmen AKP'ye türban için mi oy verdi?Vatan yazarı Bilal Çetin, Başbakan Erdoğan’ın başörtüsü konusundaki sözlerini şu görüşleri ileri sürerek eleştirdi: “Acaba bugün gerçekten Türkiye'nin çok acil ve öncelikli konusu yeni anayasa ve üniversitelerdeki türban yasağının kaldırılması mı? AKP'ye oy veren seçmenlerin öncelikli beklentisi bu muydu? Seçim sonuçlarını yüzde yüze yakın bir isabetle tahmin eden Tarhan Erdem'in Kon-da şirketinin yaptığı araştırmaya göre değildi. Erdem'in araştırmasına göre 22 Temmuz'da seçmen tercihlerini etkileyen en önemli faktör, "ekonomik durum ve beklentiler" idi. Seçmenin yüzde 78,3'ü bu beklentiyle oy vermişti, türban için değil...”21 Eylül 2007 – “Türban yasağı” kalktığında laik rejim gerileme sürecine girecektirGüngör Mengi, Vatan’daki “Oynamayın” başlıklı yazısında şu görüşleri kaleme aldı: “Türban yasağının kaldırılmasını isteyenlerin bile bir kısmı "mahalle baskısı" dendiği zaman duruyor... Çünkü öyle bir durumda türban baskılarına karşı türban yasağını sığınak olarak kullanan kadınlar, kızlar savunmasız kalacak, direnemeyecek, teslim olacaklardır. Laik cumhuriyetin ölümü buradan başlayacaktır! Laiklik olmayan yerde demokrasi olur mu? Toplum Müslümansa olmaz. Çünkü din-devlet aynımı meselesini Batı çözmüştür ama Müslüman toplumlar çözememiştir. Din devleti bizde bile seksen yıldır pusuda bekliyor, yorulmadan, usanmadan toplumu tarikat, cemaat örgütlüyor. Yani bizde denklemi şöyle kurmak gerekiyor: Türban yasağı kalktığında Türkiye'de laik rejim gerileme sürecine girecek midir? Evet..”21 Eylül 2007 – “Türban, türban, türban..!”Vatan yazarlarından Ruhat Mengi, köşesinde “Artık Türkiye'de de her konuşma türbanla başlıyor, türbanla bitiyor” görüşüyle başladığı yazısında şunları ifade etti: “Anayasalar her ülkenin kendi koşullarına göre hazırlanır. Yani başlangıç noktası "hangi ülke ve hangi dönem için"dir. Belirleyici unsur "o ülkenin şart!an"dır. Bu nedenle örneğin Hıristiyan çoğunluklu bir ülkede laikliği koruma konusunda getirilen kurallar, oluşacak baskıların oranı göz önüne alındığı İçin Müslüman çoğunluklu bir ülkeninkinden farklı olabilir. AİHM'den çıkan dava sonuçlarında ve Avrupa insan Hakları Sözleşmesi'nde bu durum göz önüne alınmış ve diğer ülkeler örnek kabul edilmemiştir. Olay budur.”21 Eylül 2007 – “Türban savaşları” nasıl sonuçlanacak?Yeniçağ’daki yazısına Selahattin Önkibar, “Kaçıncısı olduğunu hatırlamanın mümkün olmadığı türban savaşları devam ediyor. Yeni Anayasa bağlamında başlayan son savaşın, diğerlerine kıyasla daha keskin olacağı ve de bazı sonuçlara zemin hazırlayacağı güçlü ihtimaldir.” cümleleriyle başladı ve şu iddiayı dile getirdi: “Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Aslan Güner, Cumhurbaşkanı Gül'ün türbanlı eşine protokol uygulamamak için tören kıtasından ayrılarak yerini değiştirdi ve tavrını gösterdi. Kuşkusuz bir Korgeneralin bu tavrı şahsi olamaz yani kurumsaldır. Peki asker, Hayrünnisa Hanımı mı protesto ediyor?Hayır... TSK bir zihniyete karşı çıkıyor.. Asker karşı çıkarken de kuralları yani kanunları çiğnemiyor ve gayrimeşru bir pozisyona düşmüyor.. Diyeceksiniz ki bu iş nereye kadar? Aslında Türkiye'nin sorunu da budur.. Kabul edin etmeyin ortada ciddi bir buhran ya da bunalım vardır. Bir kurum, ilkeleri uğruna Başkomutanın eşini simgesel bağlamda bu biçimde protesto ediyor.. Biz hiç temenni etmeyiz ama bu tablonun er ya da geç bazı sonuçlan olacaktır.”21 Eylül 2007 – Emir-kumanda zinciri bunu gerektiriyorRauf Tamer, “İkisi de yanlış” adlı köşe yazısında karşılama törenlerinde yaşanılan asker-Hayrünnisa Gül sorunu için şu yorumu yaptı: “Komutan niye orada bulunuyor? Uçaktan Bayan Gül'ün de ineceğini bile bile niye protokol'de yer alıyor? Elini sıkıp hanımefendiye "hoş geldiniz" demek için mi? Hayır. Sırf kötü muamele yapmak için. Nitekim protokol kuyruğundan çıkıp hemen karşı tarafa geçiyor... Göstere göstere. Hayret bir davranış. Onaylanacak yanı yok. Ama emir-kumanda zinciri bunu gerektiriyor. Pekâla. Onu anladık. Ne var ki, sayın Abdullah Gül'ü hiç anlayamıyoruz. Eşi hanımefendi'ye sürekli "hakaret" ediliyor. Cumhurbaşkanı seçildiği 28 Ağustos'tan bu yana, sürekli hakaret. Hakaret değilse bile her gün bir tavır. Sayın Gül gibi "muhafazakâr" bir Anadolu erkeği, buna niçin katlanıyor? Çankaya'da kalabilmek için mi? İnanmam. Gerçi aşkı veya eşi uğruna tahtını feda eden krallar, artık masallarda yaşıyor ama bu kadar "uysallık" da fazla değil mi? "Buyrun, Çankaya sizin olsun, ben eşimi alıp evime dönüyorum" diyemez mi? Böylece, bütün ülkenin gönlünü fethedemez mi?”21 Eylül 2007 - Abdullah Gül Çankaya'ya çıkarken eşinin türbanının sorun olacağı belliydiMilliyet’in köşe yazarlarından Derya Sazak, “Anayasa değişikliğini "türban serbestisine” indirgemenin AKP'nin "yeni" ve "sivil" anayasa yapma iddiasını sakatlayacağı belliydi” diyerek başladığı yazısında şu görüşleri ifade etti: “KKTC'den dönen Cumhurbaşkanı'nın eşi Hayrünnisa Gül ile karşılaşmamak için Ankara Garnizonu ve 4. Kolordu Komutanı Korgeneral Aslan Güner, protokolü terk etti... Abdullah Gül Çankaya'ya çıkarken eşinin türbanının sorun olacağı belliydi. AKP yönetimi şimdi "Gül'ü seçtirdik, madem Cumhurbaşkanının eşi türbanlı, üniversitelerdeki kızlar da başı kapalı

…Başörtüsü Raporu 2007… 136

Page 137:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

okuyabilmeli" diye bastıracak. Bu tartışma Türkiye'de "ılımlı İslam"ın kökleşmesi ve laik cumhuriyetin değişmesi, dönüşmesi kaygılarını tetikleyecek. Erdoğan hükümeti, ikinci dönemini bu kavgalarla tüketmez diye umuyoruz. Yüzde 47 oy, AKP iktidarını aldatmasın; türban sorunu yüzde 2-3'leri aşmaz, toplumun yüzde 90'ı daha iyi bir yaşam, aş ve iş istiyor!”21 Eylül 2007 – “Kadınlar korkmuş. Örtülmüş, kapatılmış, tesettüre mahkûm edilmiş”Cumhuriyet yazarı İlhan Selçuk "Kadınlar Korkmasın!.." Ne Demektir?..” başlıklı yazısında Başbakan Erdoğan’ın “Kadınlar korkmasın!” sözleri üzerine şunları yazdı: “Yalnız bu tümcenin "telaffuzu" bile Türkiye'nin hangi bıçağın sırtında yaşadığını vurgulamaya yeterlidir. Ne demek "kadınlar korkmasın"? Kadınlar zaten korkmuş... Korkutulmuş... Kadınlar korkak... Örtünmüş, örtülmüş, kapanmış, kapatılmış, sinmiş, sindirilmiş, tesettüre mahkûm edilmiş, ikinci sınıf insan, erkekten aşağı yurttaş sayılmış... Kadın gözünü açamıyor, erkeğine biat ile mükellef; dincilerin gözünde sarıp sarmalanması, çuvala sokulması; kaşlarının üstünden çenesine dek açabildiği pencerenin dışında erkeğe görünmesi günah yaratık... AKP'nin Cumhurbaşkanı Gül kendi hanımını korkutmuş. Nasıl? -Aman, sakın ha! Başını açayım deme! Türbanını çıkarma!.. Sonra günah işlersin!,. Cehenneme gidersin!.. Saçının teli erkeğe göründü mü ben seni boşarım!.. Güzelim ülkemizde en başta Abdullah Gül olmak üzere çoğu erkek kendi eşini, hanımını, karısını korkutmuş...” 21 Eylül 2007 – “İş almak isteyen müteahhitlerin eşlerinin örtünmesi normal”Nuray Başaran’ın AK Parti Kurucu Üyesi, MKYK Üyesi ve Genel Başkan Danışmanı Hüseyin Tuğcu ile yaptığı röportaj, Referans’ta “Devletten iş almak isteyen müteahhidin, eşinin örtünmesi şansını yükseltir” başlığı ile yayınlandı. Tuğcu, Başaran’ın “Son dönemde, devletten iş alacak müteahhitlerin eşlerinin örtünmeye başladığı, hükümetin bu tür uygulamalarında da söz edilen iddialar var bunlara ne diyorsunuz?” şeklindeki sorusunu “Evet tabi ki bunlar olabilir, insanın olduğu her yerde her şey mümkün. Elbette iş alacaksa, iş yapacaksa kendine çeki düzen verecektir insan. Bu yönetimin durumuna göre şekillenecektir.” diye yanıtladı. Bunun üzerine “Yani iş alan müteahhidin kendine çekidüzen mi vermesi gerekiyor. Eşi kapalı olmazsa, olmaz mı?” sorusunu yönelten Başaran’a Tuğcu bu kez şunları söyledi: “Hayır o anlamda değil... Yani düşünün bir öğrenci üniversite mezunu, iş için bir yere başvurduğunda, en azından oraya kravat takması, düzgün gitmesi, konuşması onun ise alınıp alınmamasını etkileyecektir. Tabii bu anlamda insanda gittiğinde, o işi alması ve sonuçlandırması için başarılı olabilmesi için karşısındaki insana göre kendisine çeki düzen verecektir bu anlamda söylüyorum çekidüzeni.” 21 Eylül 2007 – Kadınların korkusuFerai Tınç, Hürriyet’teki yazısında Başbakan Erdoğan’ın kadınlara korkmamaları gerektiğini söylemesi üzerine şu görüşleri aktardı: “Ben türbandan korkmuyorum. Türbanlı arkadaşlarımdan, onların dindarlığından da korkmuyorum. Ben, bu türban savunması kılıfı altında kadınların etrafında zaten varolan "baştan çıkartıcı Havva", "erkeğin kaburgasından meydana gelen ikinci sınıf varlık" cenderesinin daraltılmasından ve bunun yol açtığı ve açacağı sonuçlardan rahatsız oluyorum. Bir ucu namus cinayetleri taassubuna uzanabilen muhafazakar zihniyetin, "eşitlik" kavramının da içini boşaltmasından korkuyorum… Türban, kız çocuklarının okula gidebilmelerini sağlıyormuş. Cumhurbaşkanı da böyle söylüyor. Neden? Çünkü örf ve adetler, kızların ve doğurma çağındaki kadınların saklanmasını istiyor. Bu zihniyeti sorgulayacak hiçbir adım atmadan, ona "işte modernleşme budur" diyerek hak veren zihniyet beni endişelendiriyor.”21 Eylül 2007 – “Türbanın baskıcı bir sistemin parçası olarak ortaya çıkışına karşıyız”Serdar Turgut, Akşam’daki yazısında başörtüsü konusunda yasağı desteklemediğini ama AKP’nin dikkat etmesi gereken hususlar olduğunu söylerken görüşlerini şöyle açıkladı: “kişisel tercih ve özgürlüğün bir sonucu olarak türbana karşı olmak söz konusu değil. Sadece türbanın çok daha geniş ve baskıcı bir sistemin parçası olarak ortaya çıkışına karşıyız ve bununla mücadele edilmesini istiyoruz. AKP liderliği istediği kadar bu soruna yok desin, bizlerin her gün muhatap olduğumuz mektuplan tehditleri, tavırları bir görselerdi, eminiz ki bu konuyu yeniden düşünürlerdi. Uyanabilecek tehlikeyi kontrol altına almak basta AKP'ye düşüyor. Çünkü yıllardır beklemekte olan, baskı altında tutulmakta olan öfkeler, beklentiler, arzular, AKP sayesinde yeni bir hayat alanı buldu. O yeni hayatın nasıl olacağına, paylaşılan bir yaşam biçimini-kültürü nasıl kuracağımıza AKP yön verecek.”21 Eylül 2007 – “Türbanlı kızlara değil, türban fikrine karşıyım”Mehmet Yakup Yılmaz, Hürriyet’teki köşesinde “Türbanlı kızlara değil, türban fikrine karşıyım” başlığı altında şunları yazdı: “Ben türbanlı genç kızlara değil, türban fikrine karşıyım. Kadınların, toplumsal yaşamın içinde yer almalarını bu devirde bile belli örtünme kurallarına bağlayan anlayışa karşıyım. Bunun kadın-erkek eşitsizliğinin kaba bir göstergesi olduğunu düşünüyorum. Kadınları sokağa çıkabilmeleri, okula gidebilmeleri için örtünmeye zorlayanların, yarın bu fikre karşı çıkanları da sessiz bir baskıyla aynı şeye zorlayabileceğine inanıyorum. Bugün türban ile üniversiteye gitmekte ısrar eden genç kızların, yarın bilimin ışığı ile tanıştıkları vakit, bu eşitsizliğe karşı çıkacaklarına da inanıyorum...”21 Eylül 2007 – “Türban ve "Dindar Cumhurbaşkanı" sloganı kaldıraçtır!”Arslan Bulut, Yeniçağ’da, AKP’nin din istismarı yaptığı yönündeki görüşlerini şöyle yazdı: “Bana göre, Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti'nin rejimini kökünden değiştirmeye çalışıyor. Türban burada kitleleri arkasına almak için kullandığı bir manivela, bir kaldıraç! Türban bu defa kaldıraç

…Başörtüsü Raporu 2007… 137

Page 138:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

olarak rejimin dibine sokulmamış, aksine balon gibi sisteme bağlanmıştır. AKP sıkıntıya girdikçe, bir üniversitede sorun çıkarılıp türban balonu şişiriliyor. Bu konuda en büyük yardımcıları, kendilerini Atatürkçü-laik olarak tanıtan sözde rejim yanlıları. "Dostlar laiklik eylemi yaparken görsün" mantığıyla ortaya koydukları ucuz ve basit tepkileri geniş halk kitleleri nefretle karşılıyor… Tayyip Erdoğan'ın Anayasa'yı rejimin temellerini sarsacak derecede değiştirebilmek için türbanı kullanması da tam bir din istismarı değil midir?”21 Eylül 2007 – “Başörtüsü serbest bırakılsın diyemiyorum, bu sefer öbür taraf eziliyor”İlahiyat Profesörü Beyza Bilgin, Ankara İlahiyat Fakültesi’nde yönetici olduğu 1988’de başörtüsünün serbest bırakılmasının ardından, fakültede başını örtmeyen tek kız kalmadığını söyledi. Başörtüsü serbest olursa yine çevre baskısı olabileceğini kaydeden Bilgin, "Ancak Malezya’da olduğu kadar ileri gidileceğini düşünmüyorum" dedi. Bilgin şöyle konuştu: 1988’de fakültenin dekan yardımcısıydım. Önce yasak dönemini yaşadık. Okulun bahçesinde çadırlar kuruluyor, siyasiler yasağın kaldırılması için konuşma yapıyorlardı. O dönem başörtüsü yasağı taraftarı değildim. Kızların okuma imkanıdır, dışı örtülü de olsa kafalarının içi açılıyor diye düşünüyordum. Yönetici olarak buna izin veremesem de gönül olarak öyleydim. Ne oldu, başörtüsü çağdaş kıyafettir dendi, olay tersine döndü. Yanlış, yön değiştirdi. Bu sefer bir tek kız kalmadı başı açık. Okumak için saçlarını açıp örgü yapan, toka takan kızlara, erkekler koridorlarda ’Manken oldunuz, niye örtünmüyorsunuz’ diye laf atmaya başladılar. Kızlar şikáyetçi olmadılar. ’Biz kendi rızamızla örtüyoruz’ dediler. Zaten şikáyet de olamaz. Ağabeyler, ablalar vardır. Malezya kadar baskı olmaz, ama bir miktar olacaktır.” 22 Eylül 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu tarafından yapılan 106’ncı özgürlük eyleminde “Başörtüsünün, “türban” adı altında üniversitelerde serbest olup olmaması noktasına indirgenmesi hiçbir şekilde kabullenilemez bir durumdur. En başta başörtüsü İslam’ın açık bir emridir ve asırlardır bu coğrafyada bu şekilde kullanılmaktadır. Hayatın her alanında Müslümanların rahatça ve özgürce İslami inanç ve kimlikleri gereği taktıkları başörtüsünün sadece üniversiteler gibi sınırlı ve kısıtlı bir alana sıkıştırılmak istenmesi açıkça bir dayatmadır, zorbalıktır.” uyarısı yaptı. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu’nun 127’nci basın açıklamasında “İnancımızı kimsenin keyfine, inisiyatifine ipotek vermedik, vermeyeceğiz.” denildi. Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu üyelerinin 85’inci eyleminde ise, YÖK’ün ‘sivil anayasa çalışmaları askıya alınsın’ isteğini eleştirerek, “ Yapılacak olan sivil anayasada sadece üniversitelerde değil, bütün alanlarda başörtüsü serbest olmalı” açıklaması yaptı. Van’daki 56’ncı eylemde “Başörtüsü problemini sadece üniversiteler düzeyinde tartışmanın yanlış olduğu” söylendi ve “Başörtüsü hem dinî inanç ifadesi hem de insan hakları problemidir” denildi. Akyazı’daki 33’üncü ve Konya’daki 2’nci eylemde de başörtüsüne her yerde özgürlük talep edildi. 22 Eylül 2007 – Laikliğe darbe indirirsinizİstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi (KHM), İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği (İKKB) ile beraber İstanbul Barosu'nda "Taslak nerede, biz neredeyiz" konulu bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıda konuşan KHM Başkanı avukat Aydeniz Alisbah Tuskan, AKP iktidarının hazırlattığı yeni anayasa taslağının kamuoyunda endişe yarattığını savundu. KHM Başkanı Tuskan, "Demokrasi adına anayasaya 'Yüksek öğrenim kurumlarında kılık kıyafetle ilgili serbestlik' koyarsanız 'Benim kurallarım yargı kararlarının, AİHM'nin görüşünün üstündedir’ anlayışı sergilerseniz, cumhuriyetin temel ilkesine, laikliğe darbe indirirsiniz" dedi.22 Eylül 2007 – Asker türbandan, türban askerden kaçar haldeCaner Soner Göksel, Halka ve Olaylara Tercüman gazetesindeki “Baş örtüsü–türban” başlıklı yazısında “Sayın Gül'ün Kıbrıs gezisinde eşinin protokol de görünmemesi, askerin türbandan, türbanın askerden kaçar halde olduğunun çok açık bir ifadesidir.” dedi. Göksel devamında şunları yazdı: “Bugün yeni anayasa tartışmaları başlamıştır. Anladığımız kadarı ile, bütün uğraşı kamusal alanda türbanın serbest bırakılması istenmektedir. Her ne kadar Sayın Başbakan bugünkü örtünme şekline baş örtüsü diyorsa da, bu tür örtünmenin siyasi bir simge olduğunu herkes bilmektedir. Milli Selamet Partisi'nin kuruluşu ile, literatüre girmiş simgesel bir örtünme ve giyim tarzıdır. Bu ülkede yaşayan nüfusun yüzde 50'si kadındır. Bu tarz giyinmeyi tercih edenlerin sayısı yüzde 6-8 arasındadır. O halde bu konuda ısrarcı olmanın anlamı yoktur.”22 Eylül 2007 – Başörtüsü ve modernlikNazlı Ilıcak, Sabah’taki köşesinde “Başörtüsü ve modernlik” başlığı altında okurlarını şu görüşleri aktardı: “Bu başlıktan, kimisi, "kadınlar modern olmak için başını örtüyor" manası çıkartıyor ve haklı olarak buna itiraz ediyor. Modernlik, sadece bir giyim kuşam meselesi ve bir hayat tarzı değildir. Ama maalesef Türkiye'de böyle anlaşılıyor. Bazıları, yerel ve dini kimliğinden, kültürel birikiminden arınıp, Batılı gibi yiyip içmeyi, giyinip kuşanmayı, çağdaşlık "modernlik" ölçüsü sanıyor. Bu yüzden bir genç kadının nasıl, hem başı bağlı hem de modern olabileceğini çözemiyor. Muhafazakar kesimler modernleşiyor derken, kastedilen şu: mesela kızlarını okula gönderiyorlar. Yüksek tahsil alsın istiyorlar. Kadınların çalışmasına ses çıkarmıyorlar. Kadın böylece okuyor, meslek sahibi oluyor, şahsiyet kazanıyor. Siyasi mücadelede de erkeklerin yanında yer alıyor. Bütün bu faaliyetlerde bulunurken, geleneksel başörtülerinden kurtulup, göze daha hoş gelecek kıyafetleri tercih ediyorlar.”

…Başörtüsü Raporu 2007… 138

Page 139:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

22 Eylül 2007 - Baskıyı “Başörtümle okumam istiyorum” diyen görüyorYeni Asya Gazetesi’nden Faruk Çakır, “Kimden kime baskı?” başlıklı köşe yazısında mahalle baskısı tartışmalarına değindi: “Türkiye’deki bir ‘azınlık’ çoğunluğa karşı uyguladığı maddî ve manevî baskıyı devam ettirebilmek için ‘hem suçlu, hem güçlü’ pozisyonu almak istiyor. Gündeme taşınan ve ‘mahalle baskısı’ adıyla isimlendirilen bu durum, tartışmaları özetliyor... Doğrudur, orta yerde bir ‘baskı’ ve bunu uygulayanlar var. Ama bu baskı, ‘mütedeyyin insanlar’dan kaynaklanan bir baskı değil, aksine ‘mütedeyyin insan’ olarak yaşamak isteyenleri hedef alan bir baskıdır! Unutanlar için, geçmişe doğru hayalî bir seyahat etmeye var mısınız? Yakın tarihimizde kimlere, kimler tarafından ve ne için ‘baskı’ uygulandı? Hayalî değil, müşahhas örnekler verelim: Kendisi ya da çocuğu Kur’ân öğrenmek isteyen ‘baskı’ gördü. Tek partiye karşı ‘muhalefet’ etmek isteyen ‘baskı’ gördü. Ezan-ı Muhammedîyi aslıyla okumak isteyen ‘baskı’ gördü. Ve gele gele “Başörtümle okumam istiyorum” diyen baskı gördü ve görmeye de devam ediyor. Bütün bunlar ortada iken, bu konuda ‘mağdur’ olanların diğer insanlara karşı ‘baskı kurma ihtimali’nden bahsetmek mümkün müdür? Kimse, “Eski tartışmaları bırak, yaraları kaşıma, bu güne gel” demesin. Çünkü bu güne de gelsek ‘sistem’ aynı, değişen bir şey yok. Tarihten ibret almadıktan sonra ‘tekerrür’ü nasıl önleyeceğiz? Geçmişte bu yanlışlara imza atanlar, ‘tövbe’ etti mi ki bu gerçekleri hatırlatmayalım?” 22 Eylül 2007 - “Ya çarşaflılar da girerse...” Sibel Eraslan, Vakit’teki yazısında Mustafa Bumin’in görüşlerini eleştirdi: “Bugün türbanlıların üniversitelere girmesine geçit verirsek, birkaç yıla kalmaz herkes örtünür, hatta çarşaflılar da okullara girmek ister mahiyetinde bir itirazdı Mustafa Bumin’inki…Halbuki dini kurallar çerçevesinde asırlardır örtünüyor kadınlar bu gezegende, ama yine de kadınların istisnasız hepsi örtülü değil… Örtü yasakları yokken yani örtülü öğrenciler serbest bir şekilde okullarına giderken de dünyanın sonu gelmiyordu, herkes bu kızlara bakarak derhal başını örtmediği gibi, örtülü kızlar da başı açık kızlara bakarak derhal saçlarını fora etmiyorlardı… Allah aşkına insanlara her gördüğüyle tesir altında kalacak çocuk muamelesi yapmayı ne zaman bırakacağız? Niçin bizim dışımızdaki herkes; kafadan cahil, kafadan aklı çelinmeye müsait, kafadan aydınlatılması gereken bir zavallı… Niçin? “Ötekileri” kurtarmaktan ne zaman vazgeçeceksiniz… Şimdi biz sizin cümlenizi evirip çevirip aynen size iade etsek ne diyeceksiniz? “Bugün okullara başı açık girerlerse, yarın bilemeyiz ki nerelerini açıp da girecekler, bundan kelli zinhar başlarını açıp gelmeyeler” şeklinde haksız, sahte ve kaba saba bir korkuyu sizin mantığınız üzerinden yürütsek, ne düşünürsünüz? “Bugün mini etekle giriyorlar okullara, onları gören diğerleri de üstlerinde başlarında ne varsa çıkarıp maazallah iç çamaşırıyla giriverirler okullarına” şeklinde pornografik bir mantıksızlıktır Mustafa Bumin’inkisi… Kadınların giysileri üzerinden potansiyel suç portresi çizmeye kalkan bu bakış açısı her şeyden evvel kötü niyetlidir.” 22 Eylül 2007 – MHP’den başörtüsü sorununa "hizmet alan ve veren" çözümüMHP, yeni anayasa konusunda üniversitede başörtüsü sorununa "hizmet alan ve veren" olarak yaklaşırken, toplumsal uzlaşmayla kabul edilmesi durumunda üniversitede başörtüsüne serbestisine karşı çıkmayacak. MHP; konunun "hizmet alan-hizmet veren" formülüyle çözülmesi taraftarı. Buna göre yüksek öğrenim gören öğrenci, zorunlu eğitime tabi bir öğrenci olarak değil, hizmet alan bir vatandaş olarak görülüyor ve başörtüsüne bu yolla serbestlik getiriliyor. Ancak bu tür bir değişiklik için de yine toplumsal uzlaşma aranması şart koşuluyor.22 Eylül 2007 - Başörtüsü bahane Yeni Anayasa ve başörtüsü tartışmalarının İslâm’a taraf olanlarla İslâm’a karşı olanların mücadelesi olduğunu belirten Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu, “İslâm var ve de İslâm’a karşı olanlar var. Bu mücadele de başörtüsü üzerinden yapılıyor. İki dünya görüşünün mücadelesi” diye konuştu. AKP’de bakan düzeyinde olanların bile bu süreçte nasıl rol oynadıklarına iyi bakmak gerektiğine işaret eden Kırbaşoğlu, “Burada başörtüsü bir bahane. Bir dünya görüşü olarak, ideoloji olarak İslâm var. Bir de İslâm’ın bu memlekette güçlenmesini istemeyenler var. Daha doğrusu statükoya hizmet eden bir İslâm’ı isteyenler ile statükoyu sarsan, değiştirmek isteyen İslâm’a ve Müslümanlara karşı olan bir zihniyet var. Bu ikisinin mücadelesi başörtüsü üzerinden yürütülüyor. Burada başörtüsüne karşı çıkanlar başörtüsüne mi yoksa İslâm’a mı karşı olduklarını eğip bükmeden söylemeleri lazım ki her şey netleşsin” dedi. (Milli Gazete) 22 Eylül 2007 – Dışlanan kişilerin daha çok radikalleşeceğine inanıyorumKKTC ziyareti boyunca Hayrünnisa Gül'ü yalnız bırakmayan Oya Talat halkın seçtiği kişilere her kesimin saygı duyması gerektiğini belirterek başörtüsü nedeniyle özellikle askerin bir araya gelmemek için özen gösterdiği Hayrünnisa Gül için “Dışlanan kişilerin daha çok radikalleşeceğine ve düşüncelerinin daha negatifleşeceğine inanıyorum. Kucaklayıcı olmak lazım" dedi. Talat, Sabah gazetesine verdiği demeçte “Hayrünnisa Hanım'ın türbanı konusunda Kıbrıs Türk halkı arasında herhangi bir tavır yok... Türkiye'nin de sorunu demokratik şartlar altında çözeceğini inanıyorum. Hiçbir siyaseti kadının üzerinden yapmamak lazım… Giyim kuşam değil, kafamızın içindeki düşünceler önemli” dedi.22 Eylül 2007 – AİHM başörtüsü yasağının kaldırılmasına engel değilÜniversitelere başörtüsüyle girilebilmesine yönelik düzenleme nedeniyle büyük tartışma yaratan anayasa taslağının mimarlarından Prof.Dr. Ergun Özbudun Milliyet'e konuştu ve Rektörler Kurulu'nun gündeme getirdiği AİHM kararları için şunları söyledi: “AİHM kararı karşısında,

…Başörtüsü Raporu 2007… 139

Page 140:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Türkiye'nin bu konuda düzenleme yapamayacağı iddiası, ya AİHM'nin niteliği ve yetkileri konusunda tam bir bilgisizlikten kaynaklanmaktadır ya da açık bir çarpıtma girişimidir. AİHM'nin türban yasağını sözleşmeye aykırı bulmaması, üye devletlerden herhangi birinin bu yasağı koymaya ya da bu yasağı kaldırmaya mecbur olması anlamına gelmez. Böyle olsaydı bütün ülkelerin koyduğu ya da kaldırdığı kuralları buna göre belirlemesi gerekirdi. Oysa, Türkiye'nin dışında böyle bir yasağın uygulandığı ülke yok,"22 Eylül 2007 – Anayasaya “türban”ın şekli de çizilmeliMilliyet yazarı Hasan Pulur; köşesinde şunları yazdı: “Bu "türban" işinden en çok memnun olanlardan biri de kimdir biliyor musunuz? Erbakan Hoca! Bir tarihte, başı örtülü kızları "Rektörler size selam duracak!" diye teşvik ediyordu. İşte o gün geldi! Erbakan, beceremedi ama, öğrencisi inşallah becerecek!.. Hadi diyelim anayasaya "türban" girdi... Peki nasıl bir türban? Ölçüleri ne, nasıl bağlanacak? Bunu da düşünmek lazım! Nasıl bayrak kanununda bayrağın ölçülere göre çizimi varsa, anayasaya türbanın çizimi konur, (Şekil 1-a'da görüldüğü gibi) diye not düşülür.”22 Eylül 2007 – “Türban” bayrak olarak kullanılıp şeriat adına çok hızlı bir yol kat edildiŞükran Soner, Cumhuriyet’teki “AB Derken.. Malezya” başlıklı yorumunda şunları yazdı: “AKP'nin birinci iktidar sürecinde, kadın üzerinden yapılan siyasette, türban bayrak olarak kullanılıp, aslında çarşafın da yolu açılarak, şeriat, ılımlı İslam adına, çok hızlı bir yol kat edildi. Kamu alanında dinsel kimlik yasağını aşmak üzere de doğrudan laikliğin çiğnenmesi, şeriat hukukunu geçerli kılmak olamayacağına göre, en kolay türban kullanıldı. Gül-Erdoğan hanımların türbanları ile eş konumunda kamu alanlarında boy göstermelerinin ardından, kadınların hiç de özgür iradeleri ile olmayan biçimde, erkekler için geçerli olmayan kıyafet baskısıyla, türbana, çarşafa sokulmalarında akıl almaz bir patlama yaşandı… Şimdilerde üniversitelerde türbanın serbest olması bağlantılı, tüm kamu hizmet alanlarına girmesinin hak olacağı, başı açık kadınların asıl baskı ve tehdit altına girecekleri, beyaz Türkler olarak suçlananların zenci beyazlar olarak insan haklarını kullanamaz konuma düşecekleri tehditleri ağır basıyor.”22 Eylül 2007 – “Biz kadınlar korkuyoruz Sayın Başbakan!”Milliyet yazarlarından Meral Tamer Başbakan Erdoğan’ın “Kadınlar korkmasınlar, hiç endişe etmesinler. Bakın 5 yıl AKP iktidar oldu. Ne oldu Türkiye'de, nerede hangi sıkıntı doğdu?” şeklindeki sözlerine karşılık şunları yazdı: “Cihangir'de, Caddebostan'da, Nişantaşı'nda çocuk bakmaya, ev işleri yapmaya gelen genç kadınların hepsi son yıllarda birer ikişer örtünmeye başladılar. Artık hepsi türbanlı; ama çalıştıkları evlerden içeri girinceye kadar... Çünkü çalıştıkları evler, kendi evlerinden uzak mahallelerde. Gün boyu ev işi yaparken, çocuk bakarken kısa kollu tişörtlerle, diz altı eteklerle dolaşmakta, hatta eve gelen erkek tamircilere bu şekilde kapı açılmakta beis görmüyorlar. Zira AKP iktidar oluncaya kadar da böyle yaşamışlar zaten... Ancak son yıllarda kendi mahallelerindeki baskı ağır basmış. Kimisi mahallede kendi yaşındaki genç hanımlar art arda kapandığı için, kimisi gıda ve kömür yardımı almak uğruna, özellikle dul kadınlar mahallede kötü gözle bakılır diye son 3-4 yılda hızla kapanmışlar. Ve Sayın Başbakan emin olunuz; mahalle baskısı bir gün kalkacak olursa derhal başlarını açacaklar.”22 Eylül 2007 – AKP yasak karşısında cesaret kazandıAmerikan dergisi Time, bugüne kadar başörtüsü konusunda adım atmaktan kaçınan AKP hükümetinin, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından "cesaret kazandığını" yazdı. Time dergisi haberinde, “Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, Türk siyasetinin en hassas konularından biri olan türban yasağını sürdürdüğünü” vurgulayan Andreve Pervis, Erdoğan'ın yasağın kaldırılmasına yönelik açıklamalarının, “AKP'nin, Türkiye'nin laik anayasasını değiştirme girişimlerinin yönü konusunda kaygılara sebep olduğunu” yazdı. Haberde, uluslararası spekülatör George Soros bağlantılı İstanbul Açık Toplum Enstitüsü'nün Başkanı Hakan Altınay'ın, “türban yasağının kaldırılmasının, ifade özgürlüğünün sağlanması gibi, anayasanın liberalleştirilmesi adımlarının parçası olması gerektiği” yönündeki görüşlerine de yer verildi. 22 Eylül 2007 – AİHM kararında 'türban takılmaz' diye bir hüküm yokTBMM Başkanı Köksal Toptan, Türkiye'nin Batılılaşmak için Batı ile savaşan dünyadaki tek ülke olduğunu belirterek, "Böyle bir ülke Malezya olmaz, bu istikametten dönüş mümkün değil" dedi. Toptan, Hürriyet'in sorularını yanıtlarken, şu değerlendirmelerde bulundu: “Avrupa insan Haktan Mahkemesi'nin türbanla ilgili kararının nasıl okunduğu önemli. Orada 'türban takılmaz' diye bir hüküm yok. Bunun yasaklanmasına itirazı reddediyor. Farklı bir konu. İç hukukta bir düzenleme yapılırsa o çerçevede yapılabilir.”22 Eylül 2007 – Yeni anayasada türban yasağı kaldırılırsa AİHM karşı gelemezİlter Türkmen, Hürriyet’teki köşesinde “AİHM’in Leyla Şahin davasında aldığı kararın yeni anayasada üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasına engel teşkil ettiği ileri sürülebiliyor. Evet, AİHM Şahin davasında Anayasa Mahkemesi'nin "türbanın Cumhuriyetin temel prensipleri ile uyuşmadığı" yolundaki görüşünü benimsemişti... Bütün bu çok kuvvetli ifadelere rağmen yeni anayasada üniversitelerde türban yasağı kaldırılırsa AİHM'nin bu değişikliğe karşı gelmesi söz konusu olamaz. Mahkemenin anayasa hükümlerini iptal etmek yetkisi yok. Bu maksatla yapılacak başvuruları kabul edemez. Olsa olsa üniversitelerde türban takılması için "mahalle baskısı" olursa bireysel başvurular üzerine hükümetin bu baskıları önlemeye yönelik tedbirleri almadığını saptayarak başvuruda bulunanlara tazminat ödenmesine karar verebilir.”

…Başörtüsü Raporu 2007… 140

Page 141:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

22 Eylül 2007 - İlahiyat'ta başörtüsüz öğrencilere baskı yoktuProf. Dr. Beyza Bilgin'in, 1988'de Ankara İlahiyat Fakültesi'nde başörtüsünün serbest kalmasıyla başını örtmeyen tek kız kalmadığını söylemesi, İlahiyat camiasında şaşkınlıkla karşılandı. İlahiyatçılar, "Üniversitelerdeki yasakları tasvip etmiyoruz; ama dinimizi öğretecek öğrencilerin yetiştirildiği bir okulda başörtüsü yasağının olmasını hiç tasvip etmiyoruz." dedi. Beyza Bilgin'in dekan yardımcılığı yaptığı dönemde fakülte dekanı olan Prof. Dr. Meliha Ülker Anbarcıoğlu, başı açık öğrencilere karşı hiçbir baskıya şahit olmadığını söyledi. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Abdurrahman Dodurgalı ise, "Her dönemde başı açık öğrencilerimiz oldu. Hiçbir baskıya maruz kalmadan öylece mezun olarak gittiler." ifadelerini kullandı. (Zaman)22 Eylül 2007 - Hürriyet’te başörtülüler çalışabiliyor mu?Prof. Dr. Şerif Mardin'le yapılan bir röportajdan sonra alevlenen 'mahalle baskısı' kavramı AK Parti'yi kızdırdı. AK Parti Grup Başkan Vekili Nihat Ergün, Türkiye'nin bütün il, kasaba, köy ve mahallelerinde başörtülü ve başörtüsüz insanların barış ve huzur içinde yaşadığını vurguladı. Ergün, 'mahalle baskısı' kavramını sıkça kullanan Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ü de sert bir dille eleştirdi. Ergün, "Ertuğrul Özkök kendi mahallesine baksın. Orada faşizm kol geziyor. Farklılığa saygı yok, aşağılama var. Kendi yayın organında bir tane başörtülü insan çalışabiliyor mu?" dedi. (Zaman)22 Eylül 2007 - Başörtüsü bir nevi geçim kapısı oluvermişAhmet Turan Alkan, Zaman’daki “Tarihin en uzun ve en berbat kamera şakası” başlıklı yazısında sorun hakkındaki görüşlerini şöyle ifade etti: “Meseleye bakın: Bir grup insan diyor ki, "başörtülü kızlar üniversitede okursa cıss olur, devlet yıkılır" bir başka grup ise, "bir şey olmaz, yasakçılık ayıptır" fikrinde. Bir dakika, lütfen bir dakika... Neyi tartıştığımıza bir bakınız sakin kafayla lütfen, yeniden bakınız. Şu saçmalığın dinle, imanla, vatanla, cumhuriyetle, rejimle, inançla hiçbir ilgisinin olmadığını, olamayacağını fark edeceksiniz. Artık netleşmeye başlamıştır ki başörtüsünü savunanın asıl derdi din-iman değil; karşı çıkanın da yegâne meselesi rejim, cumhuriyet filan değil. Başörtüsü ekmek gibi bir şey olmuş; bir nevi geçim kapısı oluvermiş, bir iktidar nesnesi bu; dikkat, artık mâsum değil! Kendini iyi ve anlamlı bir cümle kuramayacak durumda hisseden herkes, ilk iş olarak vaziyeti kurtarmak için içinde başörtüsü geçen bir lâf ediyor. Aslanın tavşanı, "nerde senin şapkan" diye pataklaması gibi, bunaldıkça başörtüsünü bir ucundan çekiştiriyoruz.” 22 Eylül 2007 - Sorunlar unutuldu, sadece başörtüsünü konuşuyorlarSivil anayasa kamuoyunun tartışmasına açılacak. Barolar, iş dünyası, sivil toplum örgütleri ve akademisyenlerin katkısı istenecek. Ancak YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, rektörlerle birlikte bir açıklama yaparak bu çalışmaların durdurulmasını istedi. Başörtüsü yasağının kaldırılamayacağını ileri sürdü. Bu çıkış, eğitim camiasında şaşkınlığa yol açtı. Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Dursun, 'daha anayasa taslağını görmeden' açıklama yapılmasını 'anlamlı' buluyor. Rektörlerin özgürlükler ve üniversitelere getireceği katkıları yerine başörtüsünü tartışmasını eleştiriyor. Dursun, "Rektörlerin 'tüm siyasiler uzlaşsın' yaklaşımı 11. Cumhurbaşkanı'nın önünü kesmek için çıkarılan oyunun bir parçası. Hangi partiyle uzlaşma şartı koştuklarını tahmin edebiliyorum." diyor. Üniversiteleri temsil eden insanların siyasi açıklamalar yapmak için bir araya gelmesini 'garip' karşılayan Dursun, "Bilimsel çalışmalar ve üniversitelerin sorunları unutuldu, sadece başörtüsünü konuşuyorlar." değerlendirmesinde bulunuyor. (Zaman)23 Eylül 2007 – “Türban” üniversitelerde serbest olmalı4 yıldır da kurucusu olduğu Toplum Gönüllüleri Vakfı'nın (TOG) liderliğini yapan İbrahim Betil, Vatan’dan Elif Ergu’nun sorularını cevaplarken “Bir gencin başını kapıyor olması onun toplumun eğitim olanaklarından dışlanmasına neden olamamalı. Bu toplum farlılıklarla bir arada olabildiği sürece zengin, ilerici ve gelişmiş olabilir. Toplum tek tip olsun arayışında olduğumuz sürece tepkiler oluşacak. Sen Kurtsun, sen Alevisin, sen Çerkezsin, sen saf Türksün. Kanını tahlil ettim, sen Ermenisin... Bir yanda Anadolu toplumunun kökeninde böyle bir çok kültürlülük var. Ve birey haklan diye bir şey var, Bana inananı dayatmadığı sürece herkese saygılıyım. Herkes eğitim almalı. Kız öğrencilerin türbanla eğitime alınmaması bir ayrımcılığa da yol açıyor. O kız öğrenciyle aynı görüşteki erkek eğitim olanaklarından yararlanıyor. Belki kız kardeşinin başını zorla örttüren abi okuyor, kız okuyamıyor. Türkiye'nin geleceğiyle ilgili tartışmaların türban meselesine odaklanmış olmasından utanç duyuyorum. Türk-Kürt meselesi için de aynı şeyi düşünüyorum. Ben bu konuların kasıtlı olarak gündemde tutulduğunu düşünüyorum.” diye konuştu.23 Eylül 2007 – Başındaki sıradan bir örtü değil...Sibel Eraslan, Vakit Gazetesi’ndeki “Anayasa’da yazmasa ne olur? -Benimkinde yazıyor” başlıklı yazısında şunları ifade etti: “Şu koparılan tantanaya bakınca, gariptir güleceğim geliyor, evet gülüyorum! Yani Anayasa’nızda yazsa ne olur, yazmasa ne olur? Kaç yazar, kim yazar, kime yazar?Benim kalbimdeki, içimdeki, ruhumdaki Anayasa’mda yazdıktan sonra… Yaşlı başlı adamlar, cüppeli, rütbeli, saygıdeğer erkeklerle, bol ünvanlı, etek döpiyesli saçları düzgün taralı ve yaşlarını hiç belli etmeyen bakımlı kadınlar korosu… Ayaklarını yere vurarak tam tam sesleri ile itiraz ededursun… Kilit üstüne kilit vurduklarını sansınlar hayata… Kaç yazar, kim yazar, kime yazar? Alın o hayatın hepsi sizin olsun, demirden para kasalarınız, kabarık hermes cüzdanlarınız, ütülü pantolonlarınız, yaşlanmayı geciktiren gece kremleriniz, kariyer, rayting, spor araba, renk renk kadınlar, kırmızı halılar, mühür ve zebercetten tahtlar, önünüzde iki büklüm eğilen kıtalar, alkışlar,

…Başörtüsü Raporu 2007… 141

Page 142:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

ödüller hepsi sizin olsun… Kırk yıldır hayatı yasaklıyorsunuz da ne oluyor? İşte hayat akıyor, hayat devam ediyor, yasaklara, barikatlara, kelepçelere, rektörlere, panzerlere rağmen devam ediyor… Sevgili küçük arkadaşım! Başındaki sıradan bir örtü değil... Onlar yol kesecek ve sen yürüyeceksin…”23 Eylül 2007 – “Türban” İslam devletine giden yolun göstergesidirHikmet Çetinkaya, “Başkomutan'ın Eşi...” başlıklı yorumunda şunları yazdı: “Tayyip Bey kadınlara güvence veriyor: "Korkmayın!" Ardından devam ediyor: "Bu türban değil başörtüsüdür" Kimi kandırıyor Tayyip Bey? Onun adı "sıkmabaş"tır. Dinsel ve siyasal bir simgedir! Ilımlı İslama değil, "İslam devleti"ne giden yolun göstergesidir. İşte size 85. yılında laik demokratik Cumhuriyet'in geldiği nokta... Bayanlar ve baylar! Ey Soros çocukları, ey dönekler, ey İkinci Cumhuriyetçiler konuşun! Sivil darbe yapıldı. Başkomutan Abdullah Bey'in eşi Hayrünnisa Hanım Kuzey Kıbrıs'tan Türkiye'ye mesajı verdi.”23 Eylül 2007 – Meclis'te yeniden 'eşli davet' dönemiEski Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın eşi Münevver Annç'ın başörtülü olması nedeniyle yaşanan sıkıntının etkisiyle beş yıl boyunca tüm davetlerini "ev sahibesi" olmaksızın düzenleyen TBMM, eski günlerine geri döndü. 1 Ekim'de TBMM'nin yeni yasama yılı açılış töreni için hazırlıklar tamamlanırken, konuklara beş yıl aradan sonra "Meclis Baskanı'nın eşi"nin de yer aldığı davetiye gönderildi. Geçen dönem Çankaya Köşkü'nde verilen davetlere başörtülü eşlerini götüremeyen AKP milletvekilleri için de açık davet oldu.23 Eylül 2007 – Japonya da türban için yakın takipteAKP'nin sivil anayasa çalışmalarını AB üyesi ülkelerin ardından Japonya da yakın takibe aldı. Japonya'nın Ankara Büyükelçisi Tomoyuki Abe, AKP'nin "sivil anayasa komisyonu başkanı" olan Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat'ı ziyaret etti. Abe Fırat'a, "Üniversitelere türbanlı öğrenciler girebilecek mi? Böyle bir değişiklik yapacak mısınız?" sorusunu yöneltti. Fırat ise türbanla ilgili net bir yanıt vermezken, çalışmaların sürdüğünü ve taslağm henüz ortaya çıkmadığını söyledi.” (Milliyet) 23 Eylül 2007 – Öğretmen-Sen: Başı açık rektör üniversiteye giremezSivil anayasa tartışmasına Öğretmen-Sen ilginç bir basın açıklamasıyla katıldı. Açıklamada, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına bakıldığına “başı açıklık” değil aksine “başı kapalılık” esastır, kamusal alanda devlet memurlarının ve müstahdemlerinin başlarının kapalı olması esastır. 28.11.1925 tarihli 671 sayılı Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kanunun 1. maddesi TBMM azalarının, memurların ve müstahdemlerin kamusal alanda başlarının ne durumda olması gerektiğini çok sarih bir biçimde ortaya koymuştur” denildi. Kamusal alanda başın şapkayla örtülmesi kanununa uymayan rektörler için ise ikna odalarının kurulması önerildi. (Milli Gazete) 23 Eylül 2007 – Üniversiteye girmek istiyorsan türbanını çıkarır öyle girersinPosta gazetesinden Tolga Can Işık’ın, İstanbul Üniversitesi rektörü Mesut Parlak ile yaptığı röportajda, Parlak “Üniversitede türban konusu tartışmaya açık mı?” sorusuna şu cevabı verdi: “Hayır. Bu bir cumhuriyet kazanımıdır ve tartışılamaz. Kimsenin böyle bir derdi yok zaten. Örneğin bu yıl kayıt yaptıran bir sürü türbanlı öğrenci vardı. Hiçbir olay ya da gösteriye karışmadan türbanlarını çıkarıp kayıtlarını yaptırdılar. Türkiye laik bir hukuk devletidir. Yasalar var. Okuldan çıktıktan sonra nasıl istiyorsan öyle giyin ama üniversiteye girmek istiyorsan hukukun kuralları gereği türbanını çıkarır öyle girersin.” Parlak, yeni anayasayla ilgili başörtüsü tartışmaları hakkında ise şunları söyledi: “Anayasada böyle bir değişiklik yapılırsa iptali için Anayasa Mahkemesi'ne ve AİHM'e gideriz. Bu şekilde bir yasa çıkmasın diye elimizden ne gelirse yapacağız. Biz bu cumhuriyet için varız. Sonuna kadar da olmaya devam edeceğiz…” 23 Eylül 2007 - Türbandan korkanlara açık mektup Leyla İpekçi, Zaman’daki yazısında “türban”dan korkanlara seslendi: “Diyorsunuz ki: "Türban serbest bırakılırsa, türbanlılar Müslüman değil misiniz gerekçesiyle başı açıkları üniversiteye almayacak." Böylesine kesin bir veri bu sizin için. İddia bile değil. İnfaz. İnsanın iç dünyasının, kalbinde olanın hükmünü vermek kimseye düşmezken, o insanın niyetini okumakla kalmayıp koskoca bir topluluğu bir genellemeye indirgiyorsunuz. Dünyaya hangi tanımlarla esir düştüğünüzü görmüyor musunuz? Tanımadığınız biri için yaptığınız her tanım öncelikle sizi kendi dünyanıza hapsediyor. Öte yandan "türban serbest olursa başı açıklara mahalle baskısı uygulanacak, yakında türbansız öğrenci kalmayabilir" derken, bizzat sizin bu hükmünüz 'mahalle baskısı'ndan çok daha öte bir baskı oluşturmuyor mu? Tam da sivil bir anayasa hazırlandığı şu günlerde? "Türban masum inanç gereği bir örtünme değil, siyasi simge" diyorsunuz. Bu yargı mesela, masum bir inançtan ne anladığınızı iyice ele veriyor doğrusu. Sizin için inanç yalnızca gizemli bir zevk unsuru, kişisel hazza yönelik bir tüketim metaı anlamına geliyor. Söyledikçe içeriğini yitirecek, genleriyle oynanmış, yıpratılmaya açık alelade bir kelime belki de sizin için... Türbanın, kendini geleneksel ve taşralı büyüklerinden ayıran kadınların örtünme biçimi olduğunu, sayılarının zaten bu kadar çok olduğunu, şimdilerde sizin yakınınıza geldikleri için daha 'görünür' olduklarını bir türlü anlamak istemiyorsunuz. Bu stili beğenir veya beğenmezsiniz ama kendi vehimlerinizden güçlü bir 'siyasi imge' yaratabileceğinize niye bu kadar şartlanmışsınız? Şehir, tüketim, üstün zevkler, steril değerler, birtakım 'süslü' erdemler salt sizin yaşam alanınıza mı ait olsun istiyorsunuz? Hayatı nimet ve külfetleriyle bir bütün olarak paylaşmaktan niye bu kadar korkuyorsunuz?”

…Başörtüsü Raporu 2007… 142

Page 143:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

24 Eylül 2007 – Teziç yasağı savunmaya devam ediyorTaha Akyol, YÖK Başkanı Erdoğan’ın AİHM’le ilgili yorumundan sonra Teziç ile bir telefon görüşmesi yaptığını ve Teziç’in bu görüşmede yasağı şöyle savunduğunu yazdı: “Her yasak kalkabilir. Her içtihat değişebilir… Ancak, içtihat, yalnız yeni bir içtihatla değiştirebilir. Meclis eliyle değiştirilemez. Yargının içtihat yoluyla oluşturduğu bir yasağı, anayasa değişikliğiyle kaldırmak, yargının içtihadını yasama organının değiştirmesi demektir; mümkün değildir… Milli mahkemelerin ve İnsan Haklan Avrupa Mahkemesi’nin türban konusunda istikrar kazanmış kararları, yerleşmiş içtihadı var: Türban yasağı Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi'ne aykırı değildir, uygundur. Yasama organı, Anayasa’yı değiştirerek de bu içtihadı değiştiremez. Türban konusundaki Anayasa Mahkemesi kararı beni bağladığı gibi, TBMM'yi de bağlar. Aksine bir anayasa değişikliği yapılamaz!”24 Eylül 2007 – “İstesek türbanı serbest bırakabilirdik”Yeni sivil anayasa çalışmalarını yürüten AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ile Sabah gazetesinden Aslı Aydıntaş bir röportaj yaptı. Röportajda Fırat şunları söyledi: “82 Anayasası'nın 6. maddesi. "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti egemenliğini anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organların eliyle belirler, kullanır…" Millet bu egemenliğini yasama, yürütme ve yargı erkleriyle kullanır. Bu organlar bu yetkiden vazgeçmek istemiyor. İstedikleri bu milletin vekaletini almadan onun adına egemenlik kullanmak ama bu egemenliğin sonunda da ona hesap vermemek. Alışkanlık bu. Asıl kavga 50'lerden beri bunun üzerinedir. Biz yalnız başörtüsünü serbest kılmak istesek, aslında çok daha kolay ve çok daha az baş ağrısı yapabilirdik. Anayasanın ilgili maddesini değiştirirsiniz, bir fıkra koyarsınız, halkın oylamasına götürürsünüz. Çıkmaz mıydı? Çok kolay. Ekimdeki referanduma bir madde eklenirdi. Ama yanıldıkları bu. Biz, anayasa değişikliğinin temeline başörtüsünü oturtmadık. Biz asıl biraz önce problem olarak gösterdiğim temel soranları çözmek için yeni anayasa yapma ihtiyacı hissediyoruz.”24 Eylül 2007 – “Türban takanlar” artacak korkusu yersizRadikal’den Neşe Düzel, İslam ve demokrasi, başörtüsü ve kadın sorunları üzerine yıllardır çalışan, kitap ve makaleler yayınlayan Boğaziçi Üniversitesi öğretim Üyesi siyaset bilimci Prof. Yeşim Arat'la bir söyleşi yaptı. Arat şunları söyledi: “Herkes karşı tarafta en istemediği, en sevmediği, en korktuğu şeyi türbana yüklüyor. Ve, türban anlaşmazlıkların, korkuların ve çözümsüzlüklerin odağı oluyor. Türbana farklı manalar veriliyor. Mesela yüzde 20'lik azınlık, türbanın laik rejimin sonu anlamına geldiğini, türbanın laiklik karşıtı olduğunu, İslami rejimin simgesi olduğunu düşünüyor. Türbanı savunanlar ise bu korkuları anlayıp yatıştırmak yerine, türban sorununu anayasa değişikliğiyle çözmeye çalışarak korkulan daha da ateşliyorlar... Siyaseti, güç paylaşımını temsil eder hale geldi türban. Siyaset, insanların ortak yaşamını şekillendirme biçimidir. Türban, kadınların bedenleri üzerinden siyaset yapmaya dönüştü. Herkes siyasi hesabını, alacağını, vereceğini türban üzerinden yapıyor.”24 Eylül 2007 – Başörtüsü sorununu inançları siyasete alet edenler başlattıDSP Genel Başkanı Zeki Sezer, AKP hükümetinin kendi hazırladığı anayasayı dayatmaması gerektiğini savunurken şu görüşleri dile getirdi: “Bütün tartışmaların türban konusuna odaklandığını anlatan Sezer, "Başörtüsü tartışması öyle bir noktaya gelecek ki AKP 'topluma, halka sunacağız' diyecek. Öteki 129 madde konuşulmayacak bile. Halk 'üniversiteye başörtülü girilsin mi, girilmesin mi' onu oylayacak. Bu millet dinine, inancına, imanına bağlı. Ancak laik Türkiye ve Atatürk'le de sorunu yok. Başörtüsü sorununu insanların inançlarını sömürerek siyasete alet edenler başlattı. Ateşle oynuyorlar. Başını örtenler örtmeyenler tartışmalarının yapılması ülkeye haksızlık" dedi.24 Eylül 2007 – Taksim’in göbeğinde bile sık sık kara çarşaflılar görüyorumRahmi Turan, Hürriyet’teki köşesinde şunları yazdı: “Bir süre önce Başbakanın eşinin bakan ve milletvekili eşlerine verdiği davete katlan hanımların çoğunun, forma gibi türbanlı olduğunu görmek beni hiç şaşırtmadı. Üniversitelerde türbanı serbest bırakmak için anayasa değişikliği yapılıyor, devletin zirvesindeki davetlere katılan eşler, iktidarın gözüne girmek için türban takıyor, birçok hanım da bundan etkileniyor. Giderek Malezya ya da İran gibi mi oluyoruz, nedir? Kadınlar başlarını, erkeklerin istediği gibi kapatıp tesettüre bürünerek, onların egemenliğini peşinen kabul etmiş oluyorlar... İran’daki kadınlar kara çarşaflardan ve başlarına sardıkları örtülerden kurtulmaya çalışırken, bizim kadınlarımız kapanmaya başladı. Genç kızlarımız arasında da sıkmabaş yaygınlaşıp moda haline geldi. Taksim’in göbeğinde bile sık sık kara çarşaflılar görüyorum. Ben, kapanma hevesindeki kadınlarımızın, İranlı kadınlarla bir konuşmalarını isterim. Eli kolu bağlı İran kadını esaretten kurtulmaya çalışırken, özgür Türk kadınının kapanması hazin bir çelişki yaratıyor!”24 Eylül 2007 - Kampüse girerken bile başörtüsünü çıkartmak zorunda kaldılar Ankara Üniversitesi 2007-2008 Akademik Yılı Açılış Töreni, üniversitenin Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde yapıldı. Anayasa Mahkemesi eski başkanları Yekta Güngör Özden ve Mustafa Bumin'in katıldığı açılış töreninde açılış konuşmasını rektör Prof. Dr. Aras yaptı. Rektör Aras'ın başörtüsü serbestliğine karşı konuşma yaptığı sırada Dil Tarih Coğrafya Fakültesi önünde bekleyen bir grup başörtülü öğrenci kampus girişinde polislerin arkasında bekledi. Bir süre burada bekleyen öğrenciler daha sonra başlarını açarak giriş kapısındaki güvenlik görevlilerinin arasından kampuse girmek zorunda kaldı. (Zaman)

…Başörtüsü Raporu 2007… 143

Page 144:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

24 Eylül 2007 - Avrupa'da, başörtüsü yasağını ırkçı partiler istiyor Profesör unvanı olan biri, başörtüsü yasağının yeni anayasada kaldırılması durumunda Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyeliğinden kovulacağını söylemiş. Başörtüsü yasağını kaldırdı diye Türkiye'yi üyelikten çıkaracak Avrupa Konseyi'nin, en az 27 üyesini daha behemehal Strasburg'dan kovalaması lazım. Zira Avrupa Birliği'nin 27 üyesinin hiçbirinde üniversite seviyesinde yasak yok. AB üyeliğine şiddetle itiraz eden çevrelerin şimdi Brüksel'den medet ummaları hem kendileri açısından ahlaksız hem de beyhude. Brüksel, kendilerini rahatlatacak bir açıklama yapmayacaktır. Başörtüsü birçok Avrupa ülkesinde tartışılıyor. Bu ülkelerin hiçbirinde "makulü" temsil eden partiler üniversitelerinde başörtüsü yasağı talebinde bulunmuyor. Belçika'da başörtüsünün yasaklanmasını isteyen, Müslüman, Arap ve Türklerin ülkelerine dönmesini savunan ırkçı-faşist Flaman Menfaatleri (Velams Belang) Partisi. Avusturya'da başörtüsü yasağını AB'nin "Avusturya'yı karantinaya aldık" demesine yol açan ırkçı FPÖ, Jorg Haider'in meşhur partisi talep ediyor. (Zaman)25 Eylül 2007 – Beş kişilik bir grup başörtülü kızın örtüsünü çekip almaya çalıştıSabah gazetesinde Emre Aköz, “Türbanlıya saldırı” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Aköz, olayı şöyle aktardı: “Dün Fenerbahçe Kulübü Disiplin Kurulu Başkanı Avukat Tuncer Erdoğan aradı. Sesi titreyerek, şöyle bir olay anlattı: Dün Şişli Adliyesi’nden çıkıp Cevahir Alışveriş Merkezi’ne doğru yürürken şöyle bir olaya şahit oluyor: Üçü erkek, ikisi kız, beş kişilik bir grup, türbanlı bir kızı önce sözle taciz ediyor. Ardından hızlarını alamayıp kızın türbanını başından çekip almaya çalışıyorlar. Tuncer Bey müdahale ediyor. Türbanlı kızı kurtarmaya uğraşıyor. Civardaki iki trafik polisinden yardım istiyor. Polisler ilgilenmiyor. O da ancak türbanlı kızı bir araca binerek, uzaklaşmasını sağlıyor. Av. Erdoğan, ” 65 yaşındayım, daha fazla bir şey yapamadım. Kulübe gidecektim, sinirden titreyerek ev geldim” dedi telefonda.” 25 Eylül 2007 – Çanakkale gezisinde başörtüsü tartışmasıMEB'in 2004 yılından beri yürüttüğü "Çanakkale Eğitim Gezileri Projesi" genişletilerek "Cumhuriyet Eğitim Gezileri" projesine dönüştürülmüştü. Bu projeden son üç yılda 37 bin 216 öğrenci yararlandı. Projenin dördüncü turu başladı. Grup, Diyarbakır, Şanlıurfa ve Hakkâri'den bin 120 öğrenci, 56 öğretmen ve 10 yöneticiden oluşuyordu. Kafile için Milli Eğitim Şûra Salonu önünde uğurlama töreni yapıldı. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik lise ve ilköğretim öğrencilerinden oluşan grubu bizzat uğurlarken, törende başörtülü öğrencilerin olması medyada tartışma konusu oldu. 25 Eylül 2007 - Başı açıklara baskı görmedim Bilkent Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi dekanı Prof.Dr. Metin "Herkesin oturduğu yerden birtakım tahminlerde bulunması yanlış. 37 senedir üniversitelerde ders veriyorum, türban takan kızların takmayanlara baskı uyguladığına şahit olmadım." diyor. 'Mahalle baskısı' korkularının halka uzak olmaktan kaynaklandığını belirtiyor. İddiaların gerçekliğini anlayabilmek için geçmişe bakmak gerektiğini anlatan Heper, "Bir grup belli şekilde hareket edip diğer grubu baskı altına aldı mı?" sorusunu yöneltiyor... Heper, 'mahalle baskısı' iddialarının yersizliğini şöyle açıklıyor: "Çok değişik kıyafette öğrencilerimiz birlikte arkadaşlık edip ders çalışıyor. Türban yasak; ama onun yerine şapka giyiyor öğrenciler. Örtünmeyen öğrencilerimiz başını şapkayla kapatanların türban takmak istediğini biliyor. Ama buna karşın hiçbir tepki göstermiyorlar. Benim kanaatim, şu anda şapkayla başını kapatan öğrenciler başörtüsüyle kapatsalar da açık öğrencilere baskı uygulamaz." (Zaman)25 Eylül 2007 – Anayasa taslağı ve türban meselesiTürk-Eğitim-Sen başkanı Şuayip Özcan, Yeniçağ’daki yazısında görüşlerini şöyle aktardı: “Nedir bu kızılca kıyameti koparan türban meselesi? İki metre bez parçası, neyi değiştirir? Hemen yanıtlayayım, sadece örtünenin görünümünü. Peki görünümü sadece türban mı değiştirir? Elbette hayır. İyi bir makyaj, farklı renklere boyanmış saç ya da usturaya vurulmuş bir kafa da görünümü değiştirir, öyle ise türban, niye mesele haline gelmiştir? Çünkü türban kimilerine göre irticayı getirir. Efendim türban ilticanın bir simgesi deniyor. Yapmayın beyler; irtica, kominizm, faşizm gibi insanlığın baş belalan görünüşteki simgelerle gelmez. O insanlık ayıbı sistemler, kafanın içine yerleşen mikropların beyne hükmetmesiyle oluşur. Yapılması gereken ise; beyne hükmeden bilgilerin, ehil eller vasıtasıyla doğru öğretilmesidir. Siz insanlara inançları, devlet eliyle okullarınızda doğru öğretemezseniz, bireyler farklı yerlere yönelir, aldığı yanlış bilgilerden dolayı, insan öldürmeyi bile mubah sayarak birer canavar olurlar. Öyle ise niye başörtü tartışılıyor da, din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılması tartışılmıyor. Bugünkü iktidar başörtüde ısrar ederken, din dersini niye seçmeli yapıyor hiç düşündünüz mü? Bu konuda hiç kafa yordunuz mu?”25 Eylül 2007 – Amaç laikliği kazımakPir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı Başkan Yardımcısı Emel Sungur, AKP'nin anayasa taslağının laikliği tamamen "kazıma" amacıyla hazırlandığını iddia etti. Alevilerin kaygılarını ve taleplerini içeren bir dilekçe hazırlayarak TBMM Dilekçe Komisyonu'na teslim eden vakfın başkan yardımcısı Sungur, yaptığı açıklamada “Bugünün hükümet yetkilileri, çoğulculuktan 'dinci çoğunluğu', laiklikten 'türbanlı üniversite öğrenim hakkını', demokrasiden de 'şeriat devleti önündeki yasal engellerin kaldırılması mücadelesinin serbest olmasını' anlamaktadır. Yeni anayasa denilerek laikliği tamamen kazıma çabalarının tek amacı, mevcut yasal engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Düzeltilmesi gereken, anayasanın laiklikle ilgili bölümleri değil, işte bu zihniyettir" dedi.

…Başörtüsü Raporu 2007… 144

Page 145:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

25 Eylül 2007 - Başörtüsüyle yüzleşmekten kaçamazsınız. Bekir Berat Özipek, Star’daki “Sivil anayasa, başörtüsü ve kedinin bacağı” başlıklı yazısında şu görüşleri ifade etti: “Sivil anayasa girişimini başarısızlığa uğratmak isteyenler, yapılmak istenenin sadece başörtüsünü serbest bırakmaktan ibaret olmadığını pekala biliyorlar... Başörtüsü yasağının hukuki bir zemininin olmadığını, militarizmin dayatmasıyla uygulanan bir yasak olduğunu da. Ama yine de ‘türban’ üzerinden sivil anayasa girişimini boşa çıkarmaya çalışıyorlar. Çünkü Hükümeti korkutup Anayasa değişikliğini engelleyebilirlerse, bunun siyasi sonuçlarının ve psikolojik etkisinin ne olacağını iyi biliyorlar. Eğer daha önce yaptıkları gibi Hükümete bir kez geri adım attırırlarsa, bundan sonra korkmalarına gerek kalmayacağının da farkındalar...Başörtüsüne gelince, demokratikleşme, hukukun üstünlüğünü sağlama ve normalleşme sürecinde bu konuyla yüzleşmekten kaçamazsınız. Bu sorunu çözmeden demokratikleşmeyi de gerçekleştiremezsiniz. Başörtüsü sorununu sivilleşme sorunundan, Kürtlerin, Alevilerin ve gayrimüslimlerin sorunundan, kısacası diğer insan hakları sorunlarından ayıramazsınız. ‘Yüzde bir buçuğun sorunu’ diyemezsiniz.” 26 Eylül 2007 – İlkokulda türbanMelih Aşık, Çanakkale gezisindeki başörtülü öğrencilerle ilgili olarak Milliyet’teki köşesinde şunları yazdı: “Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Nusret Aras, geleceği tahmin etmekte başarılı değil! Rektör Bey demiş ki: "Türban liseye de inebilir, liselerden de türban takma talebi gelebilir..." Bilememiş. Aynı gün, yani dün, gazetelerde yer alan habere göre: Milli Eğitim Bakanlığını düzenlediği gezide bazı ilkokul öğrencilerinin türbanlı olduğu görülmüş, Bakan Hüseyin Çelik onlarla sohbet etmiş fotoğraf çektirmiş... Diyeceğimiz türban ne lisesi, ilköğretime inmiş Nusret Hocam!”26 Eylül 2007 Başörtülülere yönelik doğrudan devlet-toplum baskısı varMustafa Karaalioğlu, Star’daki “Baskı ararsan çok var” başlıklı yazısında mahalle baskısı konusunu işledi: Arka planda politik kaygılar, iktidar paylaşma, zenginliğe sahip olma savaşı, medya iktidarını koruma kaygıları olmasa yüzeydeki ‘mahalle baskısı’ konuşmaları hiç de anlamsız bir tartışmanın ürünü değildir. Vakıa, ülkede toplumsal bir sınıfın bir başka sınıf üzerinde üzerinde, devletin bir toplumsal sınıf üzerinde ve de bazı toplumsal sınıflarla devletin birlikte bazı toplumsal sınıflar üzerinde baskısı vardır... Başörtülülere yönelik doğrudan devlet yasaklaması, onların eğitim ve istihdamlarını kısıtlayan devlet-toplum baskısı buna apaçık bir örnektir. Bu baskının adı açıkça konulmuştur ve üstelik yasak da sistematik bir biçimde korunmaktadır. Başörtülü okumak ve resmi hatta son zamanlarda bazı özel kurumlarda çalışmak yasaktır.”26 Eylül 2007 – İHL’de başörtüsüne okul baskısı yıllardır sürüyor Kastamonu İmam Hatip Lisesinde basörtüsü zulmü devam ediyor. Kastamonu halkı gazetemizi arayarak, “Mübarek Ramazan ayında bile Kastamonu İHL’de zorla öğrencilerin başı açılıyor. Bu bir zulümdür. Halka dinini öğretmek için açılmış bir okulda öğrencilerin başlarının zorla açılması kabul edilebilir bir durum değildir” diyerek tepkisini dile getirdi. Konuyla ilgili bilgi almak için aradığımız Kastamonu İHL Müdür Muavini Ahmet Çönen, “Öğrenciler okul dışında nasıl davranacakları bizi ilgilendirmez. Okul bahçesinde ve okulun içinde başörtüsü takmak yönetmelik gereği yasaktır” dedi. Başka okullarda böyle bir uygulamanın olmadığını söylediğimizde ise, “Başka okullar bizi ilgilendirmez” diye cevap verdi. (Milli Gazete) 26 Eylül 2007 – Erdoğan'ın başörtüsüne sarılmasının sebeb-i hikmeti nedir?İsrafil Kumbasar, Yeniçağ’daki köşesinde AKP’nin Kasım 2002 seçimlerinden sonra başörtüsüyle ilgili hiç çözüm üretmediğini ve hatta “yüzde 1,5’un meselesidir” diyerek küçümsediğini hatırlattıktan şöyle yazdı: “Özbudun ve arkadaşları tarafından hazırlanan yeni anayasa taslağı, ABD ve AB'nin talepleri doğrultusunda 'ulus devleti' ortadan kaldıracak 'tuzak ifadeler' ile dolu. Başlangıç bölümündeki Atatürk, Türk, milliyetçilik gibi kelimeler çıkarılıyor… “Devletin dili Türkçedir" ifadesi, "Resmi dil Türkçedir" şeklinde değiştiriliyor, 'Türk vatandaşlığı' yerine 'Türkiye vatandaşlığı' öneriliyor. 'Zorunlu din dersi' sulandırılıyor. 'Kürtçe eğitimin' önü açılıyor. Tayyip Erdoğan’ın çıkışının birinci hedefi, gündemi saptırarak 'yeni anayasa taslağının içeriği üzerine' başlayan tartışmaların önüne geçmekti. Bunu tereyağından kıl çeker gibi başardı. Çıkışın ikinci ve asıl hedefi ise 'laik/antilaik' eksenindeki kutuplaşmayı iyice keskinleştirmek… Sağolsunlar, 'başörtüsü yeminin' cazibesine dayanamayıp, 'gözü kapalı oltaya gelen laiklik tüccarları' da bu oyuna 'tuz biber' oluyorlar... Siz, 'başörtüsü' fobisi ile 'canbaza' bakmaya devam edin sevgili tosuncuklar. Atı alan Üsküdar'ı geçiyor.”26 Eylül 2007 – Medya çarpıtıyor savunmasıMEB Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği'nden yapılan yazılı açıklamada Çanakkale gezisi öncesindeki uğurlamada başörtülü öğrencilerin bulunduğunu yazması ve 'Bakan, türbanlı öğrencileri uğurladı' başlığıyla haber yapmasıyla ilgili olarak bir açıklama yaptı. Yazılı açıklamada şöyle denildi: "Geziye katılan öğrenciler törene sivil kıyafetlerle katılmıştır, Kot pantolonlu ve tişörtlü öğrencilerin yanı sıra Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinden birkaç öğrenci de başörtülü katılmışlardır. Bu görüntü bir okulda bir sınıfta değil, açık havadaki bir görüntüdür. Netice itibarıyla bu proje, öğrencilerimizin tarihi yerleri gezip bilgi ve görgülerini artırmaya yönelik bir gezidir. Bu geziye öğrencilerin kendilerini en rahat hissettikleri kıyafetle katılmalarının bazı medya kuruluşları tarafından bu kadar çarpıtılarak ele alınması şaşırtıcıdır.”26 Eylül 2007 – Başörtülü öğrenciler resmi törene alınmadı

…Başörtüsü Raporu 2007… 145

Page 146:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Çanakkale'ye gidecek 1120 ilköğretim öğrencisinin uğurlama töreninde Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in başörtülü öğrenciyle çekilen fotoğrafı nedeniyle medyanın odağı olan Cumhuriyet Eğitim Gezisi'nde, başörtülü öğrenciler gazeteciler tarafından görüntülenince, Şehitler Abidesi önündeki resmi törene alınmadı. Bazı öğrenciler kız başörtülerini çıkarıp şapka takarken bazıları da başörtülerini boyunlarına bağlayarak dolaşmayı tercih etti. 26 Eylül 2007 - Başörtüsü rahibe kıyafeti değilBBP Genel Başkan Yardımcısı Şanverdi, son günlerde yeni anayasa çalışmaları çerçevesinde gündeme gelen baş örtüsü tartışmalarına ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Şanverdi, "Baş örtüsünü rahibe kıyafeti olarak tanımlamak cehalet değilse kasıtlı bir saptırmadır. Kur'an ve sünnet ile sabit olan tesettür, milletimizin temel hasletlerinden biridir" dedi. Dünyadaki bütün islam ülkelerinde tesettürün değişik şekillerde de olsa hayatın içerisinde olduğuna işaret eden Şanverdi, "Baş örtüsü ve tesettür, bin beşyüz yıllık islam tarihinde, son yıllar hariç hiçbir islam ülkesinde mesele yapılmamıştır" diye konuştu. Şanverdi, demokrasi ve insan haklarına inandıklarını iddia edenlerin başörtüsüne karşı gelmelerinin anlaşılır bir durum olmadığını dile getirdi.26 Eylül 2007 – Tayyör üstü türban kitaba uyuyor mu?Ruhat Mengi, “Tayyörlü tesettür kısa kollu tesettür” adlı yazısında bir çok ülkede hem örtünen hem de dar ya da kısa kollu elbiseler giyen genç kızları gördüğünü aktararak, konuyu şuraya getirdi: “Sonra aklıma vücuda oturan dar tayyörlerin üzerine takılan türbanlar geliyor, örneğin Cumhurbaşkanı'nın eşi Hayrünnisa Gül’ün Kıbrıs'taki resepsiyonda giydiği gümüş rengi, vücuda oturan tayyör... Doğrusu çantası dahil son derece göz alıcı bir kıyafetti. Bu kez gerçekten şık, diyecek yok. Ama dar ve vücut hatlarını belli ediyor. Peki bu tarz bir kıyafet, sadece başında türban olduğu için Kur'an'a uygun mu, yani bütün olay saçların kapatılması mı fotoğrafa bakarken de aklımdan bu soru geçmişti. Öyle ya, madem ki bir kısmımız sadece türbana göre insanları "Kur'an'ın emrine uyuyor" veya "uymuyor" diye değerlendirebiliyor, o zaman bir kısmımız (veya ben tek başıma) da bu soruyu sorabiliriz; Tayyör üstü türban kitaba uyuyor mu?”26 Eylül 2007 – Türban ortaöğretime de sıçrarDSP-MHP- ANAP hükümeti döneminde 37 maddelik anayasa değişikliğinin yapıldığı süreçte anayasa komisyonu başkanlığı yapan, eski Milli Eğitim ve Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, AKP'nin anayasa değişikliğiyle ilgili çalışmalarını değerlendirdi. Tayan, üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasının tehlikeli olacağını iddia ederek “Eğer böyle bir serbestlik getirilirse, bunun nerede duracağı belli olmaz, tutamazsınız. Bu AKP'nin uzun vadeli, sabırla yürüttüğü bir projedir. Din esaslı devlet ve toplum hayatını düzenlemeye yönelik çabalardır” dedi. Yasağın kaldırılması durumunda üniversitelerin ardından ortaöğretim kurumları ve kamu kurumlarında da bunun gündeme geleceğini söyleyen Tayan, “Nerede başladığı önemli değil, nerede duracağı ve biteceği önemli. Bana göre başladı mı durmaz ve bitmez. Malezya ve İran'da böyle oldu” diye konuştu.26 Eylül 2007 - Gazi Üniversitesi, peruk avı başlattı Türkiye'de mahalle baskısı tartışmaları devam ederken üniversitelerdeki başörtüsü yasağı artarak devam ediyor. Gazi Üniversitesi'ne bağlı fakültelerde öğrencilerin derslere peruklu olarak girmeleri de yasaklandı. Üniversitede 2007-2008 öğretim yılının başlamasıyla birlikte peruklu olarak derslere girmek yasaklandı. Fakülte binalarının girişinde bulunan görevliler tarafından peruklu olarak binaya girmek isteyen öğrenciler engellendi. Derslerini takip etmek isteyen öğrenciler giriş kapısında peruklarını çıkardıktan sonra derslerini takip edebiliyorlar. Peruklu olarak derslerine yıllardır giren öğrenciler ise söz konusu yasağı anlamakta zorlandıklarını belirttiler. 27 Eylül 2007 - Yasakçıların ideali Tunus gibi olmak Anayasa taslağı çalışmalarında kılık kıyafet ile ilgili düzenlemeden yola çıkarak başlatılan başörtüsü tartışmalarında Türkiye’nin gelecekte Malezyalaşacağı tehlikesini ortaya atanların, ‘yasağın sokağa taştığı’ Tunus’taki baskı ve dayatmalara özlem duyduğu anlaşıldı. Türkiye gibi Fransız usulü laikliğin uygulandığı ikinci ülke olan Tunus’ta, 1981 yılından bu yana katı bir başörtüsü yasağı uygulanıyor. 60 yaşından küçük olan kadınlar başörtülü şekilde sokağa çıkarsa, polis tarafından karakola götürülüyor. Bu kadınların, ya başı zorla açtırılıyor ya da ‘bir daha kapatmayacağına’ dair yazılı belge imzalattırılarak ‘fişlendikten sonra’ serbest bırakılıyor. (Milli Gazete)27 Eylül 2007 - Başörtülü olduğu için saldırıya uğradığı bilgisi doğrulandı İstanbul Şişli’de başörtülü olduğu gerekçesiyle genç bir kızın saldırıya uğraması olayı polis tarafından doğrulandı. İstanbul Emniyet Müdürlüğünden yapılan yazılı açıklamada, bazı yazılı basın organlarında, ”Şişli’de başörtülü olduğu için bir genç kıza bir grup genç tarafından müdahale edildiği ve orada bulunan polislerin konuyla ilgilenmedikleri” şeklinde haberlere yer verildiği ifade edildi. Konuyla ilgili olarak, olayda adı geçen avukat Tuncer Erdoğan’ın bilgisine başvurulduğu kaydedilen açıklamada, şöyle denildi: ”Tuncer Erdoğan, ‘24 Eylül 2007 günü Şişli Adliyesinden Cevahir Alışveriş Merkezine yürürken 2’si bayan olmak üzere 5 gencin, 18-19 yaşlarında başörtülü bir genç kızla tartıştıklarını, kendisinin de onlara yaklaşarak nasihat ettiğini; bu esnada orada bulunan 2 özel güvenlik görevlisiyle birlikte gençleri ayırdıklarını ve başörtülü genç kızı otobüse bindirerek oradan uzaklaştırdığını’ beyan etmiştir.”

…Başörtüsü Raporu 2007… 146

Page 147:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

27 Eylül 2007 - Türkiye'de her yüz kadından 61'i başını kapatıyorMehmet Ali Birand ve Rıdvan Akar'ın birlikte hazırladıkları 32. Gün programında 32. Gün ve A&G araştırma şirketinin ortak çalışmasıyla halkın “türban, muhafazakarlık ve yeni sivil anayasaya bakış açısını” ortaya koyan bir araştırma yaptılar. Araştırmaya göre, Türkiye'de her yüz kadından 61'i başını kapatıyor. Bunun yanısıra son 3.5 yılda başını örten kadın sayısında yüzde 2.9'luk bir azalma göze çarpıyor. Üniversite öğrencilerinin %51.8'i başörtüsü yasağını savunurken, genelde üniversitelerde yasağın kaldırılmasını savunanların oranı %73.7 olarak gözüküyor. 27 Eylül 2007 – AKP ve “Sıkmabaş”Emekli Cumhuriyet Savcısı Gündüz Akgül, Cumhuriyet’te yayınlanan yorumuna “AKP iktidara geldiği günden beri temel iki konu hiç gündemlerinden düşmedi. Birincisi imam okulları, ikincisi ise sıkmabaş (türban). Emperyalistleri arkasına alan AKP, ileride Türkiye'de gerçekleştirmek istediği "Ilımlı İslam" projesi için oluşturacağı kadrolarda kullanmak üzere imam okullarına gereken önemi vermekte ve mevcutları ile şimdiden kadrolaşmasını pekiştirmektedir. Sıkmabaş ise sürekli simge olarak kullanılmaya ve istismara uygun olduğundan, konuyu kökünden halletmek yerine askıda tutmayı ve ağzında sakız yapmayı yeğlemektedir. Sıkmabaşı savunurlarken, bunun dini inanç gereği ve Kuranı kerim'in emri doğrultusunda kullanıldığını söylemektedirler.” diyerek başladı ve devamında Nur suresi 31. ayeti “burada örtülmesi emredilen göğüs yırtmacıdır ve örtülen de sıkmabaş değil başörtüsüdür. Sıkmabaşın örtüldüğü biçimdeki gibi saçının hiçbir teli görünmeyecek diye bir ifade de bulunmamaktadır” iddiasını ortaya attı. 27 Eylül 2007 – “Türban bir sorundur, Meclis çözmeli”Devlet eski Bakanı Abdüllatif Sener başörtüsü meselesinin önemli bir sorun olduğunu belirtti. “Türkiye'de böyle bir sorun var. Başörtüsüyle üniversitelere girilmemelidir diyenler de, girilebilir diyenler de bunu bir sorun olarak kabul ediyor. Dolayısıyla böyle bir sorun yoktur demek yanlıştır" dedi. Başörtüsü sorunu ile ilgili bir Anayasal çözüm arayışı olduğunu hatırlatan Şener, Anayasal değişikliği TBMM'nin yapacağını söyledi. Şener, TBMM'den gereken sayının çıkmaması durumunda da konunun referanduma tabi tutulabileceğini anımsattı. Şener şöyle devam etti: "Üniversite gençliğinin kendisiyle ilgili kararları alabilecek yeteneğe sahip olabileceğini düşünüyorum. Sıkı kıyafet biçimleri önermek gençlerimizin kimliğine ve kişiliğine saygıda kusur gibi bir yoruma yol açar. Onun için ben tüm öğrencilerime güveniyorum. Kendileri için yakışan neyse ona göre giyinip derse gelmeyi, katılmayı her zaman başarmışlardır. Bundan sonra da başaracaklardır.”27 Eylül 2007 - Başörtüsü sorunu toplumsal bir tartışma ile çözülürAvrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu siyasi danışşmanı Ali Yurttagül, Zaman’da çıkan “AB, başörtüsü yasağını anlamakta zorlanıyor” başlıklı yazısında şu görüşleri dile getirdi: “AKP Türkiye'ye özgü, Türkiye'nin tarihi, toplumsal yapısı, coğrafyasını da gözeten bir "séculartité" anlayışının anayasaya taşınmasını sağlayabilir ve olayı sadece bir "başörtüsü sorunu" olmaktan çıkarırsa, bu konuda başarılı bir süreci gerçekleştirir. Bu da sadece geniş toplumsal bir tartışma ile mümkündür. Türkiye'de ne yazık ki kafalar bu konuda berrak olması gereken yerlerde bile oldukça karışık bir durumdadır. Başörtüsünü serbest kılan; fakat mesela peçeye sınır koyan, üniversitelerde hoş gören; fakat ilk ve ortaokullarda sınırlayan, bir uygulama çözüm olabilir Türkiye için.” 27 Eylül 2007 – “Türban meselesi” bireysel bir mesele olarak kalmalıdırLe Monde Türkiye eski temsilcisi Nicole Pope, Zaman’daki “Kadın şahsiyeti bu kadar itibarsız mı?” başlıklı yazısında başörtüsü sorununu değerlendirdi: “Türban meselesi bireysel bir mesele olarak kalmalıdır. Problem, laik kurumların başörtüsünü siyasî bir sembol ve dinî bir hareket olarak algılamasından kaynaklanmaktadır. Öğrencilerin başörtülerini geleneksel şekilde çenelerinin altında bağlamak yerine türban giyme eğiliminde olması, onların siyasî bağlantılarının bir delili olarak görülmektedir. Bir başka yorum ise genç kadınların anneleri gibi giyinmek istemedikleri, türbanın yeni şehirli nesil tarafından kendi inançlarını ifade etmenin daha modern bir şekli olarak tercih edildiği şeklinde yapılabilir. Üniversitelerdeki başörtüsü yasağının sürmesi pek çok genç kızın hayatını karartmaya devam ediyor..” 27 Eylül 2007 – Örtülü kadın azaldı Malezya olmuyoruz!32. Gün programıyla A&G Araştırma Şirketinin “başörtüsü” araştırması medyada geniş yankı uyandırdı. Araştırmanın sonucu “Türkiye'de 100 kadından 61'i başını örtüyor. Başı kapalı kadın sayısı ise son dört buçuk yılda yüzde 2.8 azaldı.” şeklinde özetlendi. A&G Araştırma Şirketi'nin başkanı Adil Gür, sonuçları şöyle yorumladı: “Yaygın kanaatin aksine, toplumda örtünme oranı veya dindarlık artmıyor, aksine azalıyor. Sadece görünürlük artıyor. Kapalı kadınlar artık daha fazla sosyal hayatta yer almaya başladı. Eskiden sadece otobüste, minübüste görmeye alıştığımız kadınlar, bugün son model arabalara binip, Nişantaşı'nda, Bağdat Caddesi'nde alışverişe çıkmaya başladı. Bu nedenle sayıda artış yok, algıda farklılık ve artış var.”28 Eylül 2007 – Hayrünissa Gül Hanım köktendinci İslam'ın bir neferi gibiÖzdemir İnce, Hürriyet’teki “Müslümanca yaşamak ve Malezya korkusu” başlıklı köşe yazısında “Bayan Hayrünissa Gül'ün türbanı çevresinde yapılan tuhaf savunmalar, İslam'ın tek şartının türban olduğu izlenimi uyandırıyor artık. İslam inancını yaşamak = Türban takmak!” dedikten sonra örtünmenin dini bir dayanağı olmadığını iddia etti ve ekledi: “Türban, İslam'ın değil Müslüman Kardeşler türünden siyasal İslam'ın dayatması. Köktendinci İslamcılığın askeri üniforması.” İnce

…Başörtüsü Raporu 2007… 147

Page 148:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

yazısına “Hayrünissa Gül Hanım, tam anlamıyla, köktendinci siyasal İslam'ın bir neferi gibi davrandı, davranıyor!” sözleriyle devam ederek hiçbir dayanak göstermeden şu iddiaları dile getirdi: “Yasalara göre meşru olan faiz İslam'a göre haram. Ama Bayan Gül'ün herhangi bir bankada mutlaka parası vardır. Faizin haram parasını yiyor ve türban takıyor!”28 Eylül 2007 – Oruca, namaza, türbana da baskı var mı?Vatan’dan Ruhat Mengi, “Son günlerde "Malezya fobisi" aldı yürüdü ya, Şerif Mardin'in söz ettiği "mahalle baskısı" dillerden düşmez oldu ya bunun karşıtı da icat edilecekti elbet ve dahi edildi.” diyerek başladığı yazısına şöyle devam etti: “Şimdi artık "Ama bizim mahallede de bunun tam aksi bir durum mevcut. Türbanlılara, oruçlulara, namaz kılana baskı var" demeye başladılar. İyi ama bugüne kadar hiç akla gelmeyen, bir tek kez bile dile getirilmemiş bu baskı nasıl oluyor da tam şu sırada ortaya çıkıyor? Bugüne kadar canının istediği semtte, istediği parkta, kafede, alışveriş merkezinde, bu merkezlerin güzellik ürünü satan mağazalarında dolaşan, hatta makyaj uzmanlarının önüne oturup makyaj yaptıran türbanlı hanımlardan kim rahatsız oldu, kim rahatsız etti? Soruyorum; namaz kılana, oruç tutana karşı herhangi bir saygısızlık hiç duyuldu mu? Ben bu iddiaların hem büyük bir haksızlık olduğuna, hem çok zararlı sonuçlar yaratabileceğine, hem de sırf karşı tez üretmek uğruna yapıldığına inanıyorum.”28 Eylül 2007 – Türkiye Mısır olur mu?Başkent Üniversitesi Ceza Hukuku Öğretim Üyesi Prof. Dr Zeki Hafızoğulları, anayasanın değiştirilemeyecek maddelerini değiştirilmeye kalkışmanın "sivil ihtilal girişimi" olduğunu ve oeza kanununa göre suç oluşturduğunu söyledi. Anayasa konulu panelde konuşan Haftzoğulları, anayasada başörtüsünün serbest bırakılmasına ilişkin düzenlemenin de Türkiye'yi Malezya ve Mısır'a benzeteceğini belirterek, "Bir ülkede medeni kıyafet yanında dini kıyafet bir kamusal değer yapılırsa, yarın erkekler de sünnettir diye yıllarca önce giyilen kıyafetle üniversiteye gelirse ne yapacağız?" dedi.28 Eylül 2007 – Başörtülü ilköğretim öğrencisi tartışmasıDiyarbakır’da, Özel Avrupa Birliği İlköğretim Okulu'nda öğrenci ve öğretmenlerin istediği kıyafeti giyebildiği, saçını uzatabildiğini ve öğrencilerin 2'sinin okula başörtülü gelebildiği haberi medyadaki tartışmaları alevlendirdi. Öğrencilere kıyafet konusunda müdahale etmediklerini, disiplini bozmamak şartıyla özgürlükte kısıtlamaya gitmediklerini bildiren okul müdürü Mustafa Çakır, "Okulun belli bir forması var. Ancak bir öğrenci o kıyafet tonlara yakın bir elbise giydiyse bunda da kıyameti koparmıyoruz" diye konuştu. Okulda başörtüsü takmanın yasak olduğunu bildiğini belirten Çakır, sınıfta görüntülenen başörtülü öğrenciyle ilgili ise yorum yapmaktan kaçındı.28 Eylül 2007 - Kanunsuz başörtüsü yasağı, her kademede kalkmalıdırYeni Asya Gazetesi’nden Faruk Çakır, “Başörtüsü ilkokula indi!” medyanın iddialarını şöyle değerlendirdi: “Türkiye’nin önünü tıkayan ve ufkunu karartan ‘kanunsuz başörtüsü yasağı’nın devam etmesini arzu edenlerin bir iddiası var. “Üniversitelerdeki başörtüsü yasağı kalkarsa, başörtüsü zamanla liselere kadar iner” diyorlar. Tesbit doğru, ancak eksik. Çünkü böyle bir talep, mevcut yasak kalktıktan sonra değil, devam ettiği günlerden beri zaten var. İkincisi de, bu talep sadece ‘lise’ öğrencileri için değil, ilkokul öğrencileri için de geçerlidir. Tabiî ilâvesi de var: Başörtüsü yasağının kalkmasını isteyenler, sadece ‘Okullarda yasak kalksın’ demiyor ki! Hali hazırda devam eden kanunsuz başörtüsü yasağı, her kademede, her yerde kalkmalıdır. Ve bu talep, bugün dile getiriliyor da değil. Başörtüsü yasağının uygulanmaya başlandığı günden itibaren millet bu yasağa itiraz ediyor ve uygulandığı bütün mekânlarda kalkmasını istiyor. “28 Eylül 2007 – Laiklik evdeki türbana bile karışmalıTamer Korkmaz, Zaman’daki “Peruk bile yasak: Üniversiteye kafa ile girmek de yasaklansın!” başlıklı yazısında Gazi’deki peruk yasağını değerlendirdi: “Başörtüsü yasağı nedeniyle peruk takan öğrencilere Gazi Üniversitesi "dur" demiş: Fakülte binalarının girişindeki "görevliler" öğrencilerin saçlarını kontrol ederek perukla içeriye girmek isteyenleri engellemişler! Türban yasağı faşizminin hangi boyutlara vardığını gözler önüne seren bu "Peruk Avı" Ankara'daki Gazi Mahallesi'nde cereyan etmiyor; yasakçı rektör Prof. Kadri Yamaç'ın üniversite mahallinde "Gazi"de yaşanıyor... Şimdi şöyle bir düşünün: Türban zaten yasak, üstüne bir de akıllara ziyan peruk yasağı... Bir yerden sonra bu da kesmeyecektir, yasakçıları... Mutlaka uyanacaklardır: "Eyvah, bu öğrencilerin kafası içeriye giriyor" falan diyeceklerdir. Bakalım Rektör Kuvvetleri "bu yaman soruna" nasıl bir çözüm bulacaklar, göreceğiz... 28 Şubat döneminde Nur Serter'in "İkna Odaları" Mahallesi'nden geçmiştik... Peruk yasağını da Kadri Yamaç'ın "Gazi Üniversitesi Mahallesi"nde görmüş olduk... Adı bende kalsın "şöhretli" bir emekli orgeneral de üç yıl kadar önce etrafındakilere şöyle sesleniyordu: "-Aslında laiklik sokaktaki türbana, hatta evdeki türbana bile karışmalı; ama Türkiye'nin şartları buna müsait değil!" 29 Eylül 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu tarafından yapılan 107’inci basın açıklamasında “Türkiye Malezya olur mu?” ya da “mahalle baskısı” çıkışları da Müslüman halk üzerinde oynanmak istenen oyunun birer parçalarıdır. ABD’nin Ortadoğu’ya “ılımlı İslam” tanımıyla model bir ülke haline getirmeye çalıştığı Türkiye’de, Müslüman halk hem bu “ılımlı İslam” politikalarının ve hem de darbeci zorbalar eliyle zorlanan baskıcı ve yasakçı politikaların arasında sıkışmış durumda gözüküyor.” değerlendirmesi yapıldı. Kocaeli’deki 128’inci açıklamada “Sanki yıllardır hep beraber bu ülkede yaşamıyoruz? Sanki

…Başörtüsü Raporu 2007… 148

Page 149:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

yıllardır bu ülkede milyonlarca genç kız ve ailesi baskılardan birçok farklı şekilde etkilenmedi? Sanki yıllardır sırf başörtülü oldukları için genç kızlar itilip kakılmadı? Hem zorbalık yapıp hem de utanmadan ‘yasak kalkarsa başı açıklara baskı yapılır’ şeklinde yalanlar atmaktalar” denildi. Eylemler Ankara’daki 86’ncı, Van’daki 57’inci, Akyazı’daki 34’üncü ve Konya’daki 3’üncü basın açıklamasıyla devam etti ve başörtüsüne özgürlüğün sınırlandırılmaması çağrısı yapıldı.29 Eylül 2007 – Eğitim-Sen’in başörtüsüne yasak ısrarıCumhuriyet gazetesi “Çanakkale'de türban ısrarı” başlığı ile verdiği haberde “Çanakkale Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde Kılık Kıyafet Yönetmeliği'nin ilgili yaptırımları, 2007-2008 eğitim-öğretim sezonunun başladığı günden bu yana açıkça ihlal ediliyor. Okul yönetiminin ise bugüne kadar hiçbir türbanlı öğrenciyi uyarmadığı savunuluyor. Çanakkale Anadolu İmanı Hatip Lisesi'nde kız öğrencilerin neredeyse tamamı okula türbanla gelip gidiyor. Öğrencilerin türban takmasını okul yönetiminin teşvik ettiği öne sürülüyor. Okul müdürü Aiaeddin Engin'in türbanlı öğrencilerin fotoğrafını çeken Olay gazetesi muhabirinin önce fotoğraf çekmesini engellemeye çalıştığı, başaramayınca küfür ve hakaretler savurduğu iddiası da okul yönetiminin türban konusundaki "hassasiyetini (!)" gösteriyor.” ifadelerini kullandı. Eğitim-Sen Çanakkale Şube Başkanı Yasin Hacunusalar, "Biga, Lapseki, Çan ilçelerindeki imam hatip liselerinde de Kuran dersi dışında öğrencilerin okul içerisinde türbanlı dolaşmalarına izin veriliyor" diyerek ihbarda bulundu.29 Eylül 2007 – First Lady'li ilk davetŞehit aileleri ve gazileri derneğine üye ailelere iftar yemeği veren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Çankaya Köşkü'ndeki bir programa ilk defa eşi Hayrünnisa Gül'le birlikte katıldı. Köşk'teki iftara 225 konuk katıldı. Yemek boyunca Abdullah Gül masaların bir bölümünü, eşi diğer bölümünü dolaştı. Cumhurbaşkanı Gül, saat 21.00'e kadar süren yemeğin sonunda duygulu bir veda konuşması yaptı. Gül, “Vatan şehitler ve gaziler sayesinde vatandır. Bu vatanın gerçek sahipleri şehitler ve gazilerdir” dedi. 29 Eylül 2007 – “Türban” yıllardır hizmet de veriyor!Mustafa Mutlu, Vatan’daki yazısında birçok hastane ve belediyede başörtülülerin çalıştığını ifade ettiği yazısında şu görüşleri aktardı: “Yeni anayasa taslağında türbanlı öğrencilere üniversite kapısını aralayan akademisyenler yine "hizmet alan" ve "hizmet veren" ayrımından yola çıktılar... Onlara göre "türbanlı öğrenciler" üniversiteye giderken "hizmet alan" konumundadır ve öğrenim haklarının engellenmesi asla söz konusu bile olamaz! Şimdi bazı arkadaşlarımız diyor ki, "İyi de diyelim ki tıp fakültesine gidip de doktor olan ya da hukuku bitirip hakimlik savcılık yapmak isteyen bir türbanlı kız, 'Madem mezun olduktan sonra bana iş vermeyecektiniz, o zaman neden bunca yıl okuttunuz' demez mi? Bu kez de türbanlılara devlet dairelerinde çalışma özgürlüğü istenmez mi?" Biliyorum, bu soruyu soran arkadaşlar iyi niyetli... Ama bir o kadar da Türkiye gerçeklerinden uzaklar! Belli ki hayatlarında bir kez bile bir devlet hastanesine düşmemiş yolları. Yıllardır yazıyorum (fotoğraflarını yayınladığım da oldu). AKP'nin iktidara geldiği günden bu yana devlet hastanelerinde binlerce kadın doktor ya da hemşire türbanlarıyla görev yapıyor. Ve Ankara'nın göbeğindeki birçok devlet dairesinde... Hele hele AKP'li belediyelerin neredeyse tamamında! Gidin İSKİ ye, İGDAŞ'a bakın; çalışan on kadından kaçının başı açık?”29 Eylül 2007 - AB başörtüsü yasağını desteklemiyor Avrupa Birliği, bir defa daha başörtüsü konusunda taraf olmadığını açıkladı. Genişleme komiseri Olli Rehn'in New York'taki açıklamaları bazı haberlerde Brüksel'in Türkiye'de uygulanan başörtüsü yasağını desteklediği şeklinde çıkarım yapılmıştı. Rehn'in sözcüsü Krisztina Nagy ise, Zaman'a yaptığı açıklamada başörtüsü meselesinin Türk toplumu tarafından çözülmesi gerektiğini söyledi. Nagy, "Komisyon bu konuda hiçbir yorum yapamaz. AB'nin 27 üye ülkesinde farklı uygulama var. Rehn'in söylediği şudur: Bu, Türkiye'nin iç meselesidir ve Türkiye tarafından çözülmelidir." dedi. Zaman'a konuşan AB diplomatları ise Rehn'in sözlerinin çarpıtıldığını, Rehn'in başörtüsü yasağını destekleyen bir yaklaşımı olmadığını vurguladılar. Üst düzey bir yetkili, Rehn'in AİHM kararına atıf yapmasının son derece tabii olduğunu; zira AB'nin AİHM kararlarına uymakla yükümlü olduğunu vurguladı. "Ancak AİHM kararı herkes başını açsın diye bir talimat vermiyor. Dolayısıyla Rehn de Türkiye'de herkes başını açsın gibi bir şey demez." diyen aynı yetkili, kararın Türkiye'ye ait olduğunu sık sık vurgulama ihtiyacı hissetti. AB'nin 27 üyesinin hiçbirinde üniversitelerde başörtüsü yasağı uygulanmıyor. Fransa'da uygulanan yasak sadece orta öğrenimde ve devlet liseleriyle sınırlı. (Zaman)29 Eylül 2007 - Başörtüsü ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığıİnsan Hakları Gündemi Derneği genel sekreteri Hakan Ataman, Zaman’daki “Başörtüsü ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığı” başlıklı yazısında şu görüşleri ifade etti: “Son yirmi yıl içinde oldukça hızlı dönüşümler yaşayan Avrupa'da din özgürlüğü en önemli bir tartışmalardan bir tanesi oldu. Yaşanan tartışmaların merkezinde dinî sembollerin kamusal alanlarda ve özellikle de okullarda kullanımı, tartışmaların merkezinde yer aldı. Başörtüsü sorunu, 1980'li yılların sonundan günümüze kadar dozajını her geçen gün artarak devam etti. Özellikle de, Türkiye'de sorunun tamamen politik bir çatışma öğesi olarak kullanılması, hak temelli bakış açısını gölgede bıraktı. Sorunun sadece din özgürlüğü kapsamında ele alınması ve insan haklarını oluşturan diğer argümanların eksikliği, özellikle de başörtüsü takan kadınlara yönelik toplumsal cinsiyet ayrımcılığını derin şekilde etkiledi. Dolayısıyla Türkiye'nin başörtüsü sorunu önce 1998'de Anayasa Mahkemesi'nin, ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 2005'te verdiği kararlara paralel olarak, liderliğini erkeklerin yaptığı

…Başörtüsü Raporu 2007… 149

Page 150:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

politik partilerin iktidar mücadeleleri arasında sıkışıp kaldı. Aynı yıl, tartışmanın vardığı boyut öylesine büyüdü ki, İngiltere'de Şabina Begüm'ün okula bir tür başörtüsü olan "jilbab" ile girmesini yasaklayan kararı bozan İngiltere Yüksek Mahkemesi, kararının sonuna "bu karar Türkiye'yi bağlamaz" ibaresini koymadan edemedi...” 29 Eylül 2007 - AİHM başörtüsü yasağı getirmemiştirBağcılar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Sivil Anayasa ve Hukukun Üstünlüğü Paneli'ne katılan Sami Selçuk, "1982 Anayasası ile Türkiye 2000'li yıllara girmemeliydi, yanlış yapmıştır. Ben isterdim ki 2002 iktidarı öncelik olarak anayasayı değiştirsin." dedi. Selçuk, anayasa yapılırken sadece rakamların değiştiğini söyledi.Başörtüsü yasağına da değinen Sami Selçuk, "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM), başörtüsü yasağı getirmemiştir." dedi. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararı ilk eleştirenlerden biri olduğunu söyleyen Selçuk, "Anayasada dinsel bir hükmün laik bir düzende yasalaştırılması yasaklanmıştır." şeklinde konuştu. Üniversite hocalarının bu yasağa alet olmasını şaşkınlıkla gözlemlediğini aktaran deneyimli hukukçu, başörtüsü yasağı diye bir uygulamanın olamayacağını ifade etti. Yasakla ilgili YÖK'ün ve üniversitelerin yanılmışlık içinde olduğunu dile getiren Selçuk, şunları söyledi: "Yasağı şaşkınlık içerisinde izliyorum. Bu üniversiteler içinde hukukçular var. Niçin bunların sesi çıkmıyor. Çünkü önlerine yasakla ilgili doktora tezleri geliyor. Biri çıkıp başörtüsü lehine konuşsa doktora tezi kabul edilmez. Bu uygulamayı benim aklım almıyor, tüylerim diken diken oluyor." 30 Eylül 2007 – Bir insan haklan ihlaliOral Çalışlar, Diyarbakır’daki özel bir okulda okuyan başörtülü öğrenci haberiyle ilgili Cumhuriyet’te şu yorumu yaptı: “İlköğretim okulunda türbanlı kız öğrenci olayı önemli bir haber olarak iki gündür gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Bu konuya önem verilmesi ve konunun üzerine gidilmesi doğrudur. Çünkü, henüz reşit olmamış, yani 18 yaşına girmemiş çocukların eğitim sırasında dini bir yönlendirme içine sokulmaları yanlıştır. Doğrusu 18 yaşını geçen kadın veya erkeğin başkasına zarar vermedikçe istediği gibi giyinebilmesi hakkıdır. 18 yaşından küçüklerin devlet kurumiannda dini yönlendirme altında tutulması, o çocuğun hayatına yapılmış bir müdahaledir. Bir insan haklan ihlalidir…İlköğretim öğrencisinin türbanla derse girmesi bir gelecek tehlikeyi işaret ediyor.” 30 Eylül 2007 – Anayasa ve “Türbanyasa”Gözlem gazetesi yazarlarından emekli general Sedat İlhan, anayasa ve başörtüsü tartışması hakkında şunları yazdı: “Anayasa üzerinde yapılan çalışmalara gölge düşerek, bu çabanın sadece İmam Hatip Okullarının önünü her yere açmak ve türbanı yasallaştırmak için yapıldığı görüşü yaygınlaştı. Anayasa Türbanyasa oluyor.”30 Eylül 2007 – Hangi boyutuna karşı çıkacaksınız; iftara mı, asker ailelerinin başörtülü olmasına mı?Serdar Turgut, Abdullah Gül’ün Köşk’te verdiği ilk iftara eşinin başörtüsüyle katılması hakkında köşesinde şu yorumu yaptı: “Önceki akşam Abdullah Gül ve eşinin Çankaya Köşkü’nde verdiği iftar Abdullah Gül'ün ne kadar büyük bir taktisyen olduğunu tekrar göstermiş olmalı bize. "Hayrünnisa Hanım başörtüsü ile Köşk'e çıkamaz, resmi davetlerde bulunamaz", diye giden ve kaybetmeye baştan mahkum olan söylem var ya; birkaç akıllı küçük hamle ile bitip tükeniverdi iftar saatinde. Cumhurbaşkanı, şehit aileleri ve gazilere davet verdi. Onların bir kısmı da başı örtülü eşlerini, yakınlarını alıp geldiler davete. Hayrünnisa Hanım da gayet güzel karşıladı. Buyurun bakalım haydi sıkıyorsa karşı çıkın buna da... Hangi boyutuna karşı çıkacaksınız; iftara mı, Hayrünnisa Hanım'ın şehit aileleri ve gazilerle ilgilenmesine mi, askerlerin ailelerinin başörtülü olmasına mı?. Hiçbirisine tabii ki... Zaten karşı çıkış daha önce neden vardı ki; o da belli değil...”30 Eylül 2007 – Serbestliğin üniversitelerle sınırlı kalışı dikkat çekiciRadikal’in Pazar eki İki’de Ayhan Yeşiltaş imzasıyla yayınlanan “AKP'nin özgürlük retoriği” başlıklı makalede şu görüşler ifade edildi: “Anayasa değişikliği sürecinde türbanla ilgili olarak münazara edilen serbestlik alanının üniversitelerle sınırlı kalışı dikkat çekicidir. Kamu kurumlarında da yasak devam ediyorken AKP kadrolarının sadece üniversitelere takılıp kalması ise ancak YÖK'le sürdürülen iktidar mücadelesi ve AKP'nin hayat kültürüyle izah edilebilir. Kadın eğitimini, annelik yüzü suyu hürmetine önemseyen muhafazakâr-İslamcı cenahın üniversitede türban serbestliğine odaklanmasının nedeni daha çok bu minvaldedir. "İyi bir anne olmak için eğitim" şiarını benimsemiş bu hayat kültürünün erkekleri, türban serbestliğini bu nedenle daha çok üniversiteler bazında istiyor; kadınları ise kendilerine "müstahak" gördükleri yaşam sınırları içerisinde, eğreti özgürlük talebini bile erkeğine bırakıyor. Hayatın içinde kadın kimliğiyle bulunmak yerine, türbanlı kimliğiyle erkeğinin arkasında yer almak çok daha kolay ve meşakkatsizdir. İyi anneler olma yolunda kendilerine başarılar diliyoruz.”30 Eylül 2007 - Asıl mesele başörtülülerün ‘insan’ olmadığı şeklindeki örtük ön kabuldür Nazife Şişman, Star Gazetesi’nin Açık Görüş sayfasındaki “Kızlar ve de ‘kızlar’” başlıklı yorumunda başörtüsü ayrımcılığı konusunu işledi: “Belli bir seçkin kesim için başörtüsü, uygar profili bozan, bizi Batı karşısında utandıran, geri kalışımıza neden olan geçmişimizi hatırlatan bir sembol... Gerilik-köylülük-görgüsüzlük-cehalet vs. gibi pek çok çağrışımla bir arada düşünegeldiler hep başörtüsünü. Yani başörtüsü, kendilerini cumhuriyetin ve kamusal alanın bekçileri olarak görenlerin gözünde sınıfsal bir ayrım noktasına da işaret ediyor. Nasıl Batı, örtüyü İslam dünyası ile arasındaki ileri/geri

…Başörtüsü Raporu 2007… 150

Page 151:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

ayrımının bir işareti, bir kültürel fark olarak kabul ediyorsa; Türkiye’de de modernleşmiş olanlar ve ‘kovuklarında’ kalmışlar arasındaki hiyerarşinin bir sembolü olarak görülüyor. İşte bu hiyerarşi nedeniyle başörtüsü yasağının devam etmesini isteyen laikçi zihniyet, başörtülüleri, kamusal alanda ‘eşitler’ olarak görmek istemiyor. Köydeki kadının, babanenin başörtüsünden bahsedilmesinin sebebi de bu. Babaannelerin örtüsü rahatsız etmiyor laikleri, çünkü onlar özel alanda oturur, öğretmenlik, doktorluk falan yapmaya kalkmazlar. Sınıfsal bir paylaşım iddiaları yoktur. Bugün sorun, başörtülü bir kadının, kamusal alana çıkması. Hem kamusal alanda ‘eşitlik’ iddiasında bulunması, hem de laiklerin ‘ilerleme, modernleşme’ beklentilerini boşa çıkarmasıdır.Fakat bunların da ötesinde asıl mesele, ‘başörtülüler’ denilen ‘güruh’un pek de kendileriyle aynı anlamda ‘insan’ olmadığı şeklindeki örtük ön kabuldür. Yoksa örtünme yasağıyla ilgili binlerce örnek, buna gerekçe olan hukuki düzenleme varken, olmayan bir örtü zorlaması için bu kadar yaygara koparılmasını nasıl izah edebilirdik?” 30 Eylül 2007 - Mahalle baskısı ya da mahalleye baskı Ahmet Çiğdem, Star’daki Açık Görüş sayfasında mahalle baskısı konusunu değerlendirdi: Mahalle şimdi, tek geçim kaynağının devlet olmadığını anlamış durumdadır. Hatta devletin bir geçim kaynağı olmaktan çok, bu kaynağı kurutan bir güç olduğunu da farketmiştir. Yaşadığı dinselliğin, kurduğu dayanışma sisteminin, gündelik hayatının daha iyiye evrilmesinin yegáne şartının demokrasiden geçtiğini de. Daha fazla zenginliğin ancak demokrasiyle mümkün olduğunu, evdeki televizyonu değiştirmekle mütesettir kızının üniversitede okumasının da devletin demokratizasyonuyla sahih hále geleceğini ‘mutlu bir bilinç háliyle’ kavramış durumdadır. AKP iktidarı, ‘toplumun bilmedikleriyle’ ne kadar idare etsin, toplum kendi bildiğiyle önünü açmakta, geçimliğini tedarik etmektedir... Kopan gürültüden anlıyoruz ki AKP iktidarını oluşturan siyasal ve kültürel elitin normalizasyonu, statükonun isterlerine göre çekip çevrilmesinin yolları hálá tükenmiş değildir. Fakat mahalleyi çekip çevirmek, hizaya getirmek sanıldığından daha zor hále gelmiştir. Bugün mahalle baskısından şikayet edenlerin söyleyemedikleri gerçek budur. Mahalleden korkmaları, kurdukları hegemonyanın mahalleyi denetim altında tutacak mekanizmalarını tüketmesine dayanır. Devleti, kurumlarını ve piyasayı istedikleri gibi düzenleyebilecekleri dönemler geride kalmıştır.”30 Eylül 2007 - Başı açıklık, üniversitelerde yasaklansın mı? Sibel Eraslan, Vakit Gazetesi’ndeki yazısında, A&G şirketi ve 32. Gün programının ortaklaşa düzenlediği başörtüsü konusundaki davranış biçimleri hakkındaki kamuoyu araştırmasını kaleme aldı: “Anketörler örtü yasağı bağlamında yönelttikleri farklı sorularla yasakçıların davranış biçimleri hakkında bilgiler de veriyorlar bize. Benim için hayli şaşırtıcı oldu mesela; eğitim seviyesi arttıkça, örtü yasakçılığı da artıyormuş. Üniversite öğrencilerinin % 51,8’i örtü yasağı taraftarıymış. Bu rakam bana çok yüksek geldi. Yani evinde ve televizyon başında yasak olsun/olmasın demek ayrı, aynı kampus içinde akranı olan kişiler hakkında hayır okula girmesinler demek çok ayrı... Başörtülü kızlar, akranları içinde ciddi bir baskı altındalar demek ki... Yani araştırmaya bakarsanız üniversitelilerin bir yarısı diğer yarısını aynı okulda istemiyor demek bu! Bu uzaklaştırmayı, sırt dönüşü, umarsızlığı, her ne kadar nefret şeklinde okumamaya çalışsam da, neticede “benim okuluma girmesinler” anlamı çıkmıyor mu? Hitlervari bir yaklaşım! Irkçı, sevgisiz, bağnaz ve ilkel bir iteleyiş... “Başı açıklar üniversiteye alınsın mı alınmasın mı?” şeklindeki bir soru hiç de gelmiyor aklımıza oysa! “AA, bu ne biçim soru” deriz, değil mi? “Başı örtülüler üniversiteye alınsın mı alınmasın mı” da işte aynen o kadar “AA, bu ne biçim soru”dur...” 30 Eylül 2007 – İLKAV’dan “İslami Kimliğimizi Savunuyoruz” eylemiİlmi ve Kültürel AraştırmalarVakfı (İlkav)’nın düzenlediği “İslami Kimliği Savunma” konulu basın açıklaması Ankara Abdi İpekçi Parkı’nda yapıldı. Yoğun ilginin gösterildiği basın açıklamasına Ahmet Kalkan ve Hamza Türkmen gibi İslami camianın tanınmış yazarları da katıldı. Kur’ani Kerim okunması ile başlayan basın açıklamasında ilk konuşmayı yapan İlkav Genel Başkanı Mehmet Pamak; “Yeni anayasa hazırlık çalışmalarının gündeme geldiği bu süreçte, halka daha yakın bir partinin büyük bir çoğunlukla mecliste ve hükümette olmasından rahatsız olanlar, üstelik Cumhurbaşkanlığını da halka kaptırmanın paniği içerisinde ülkede kaos ve gerginlik çıkararak, halka ve temsilcilerine sopa sallayarak, kendilerine iktidar ve rant sağlayan Kemalist statükoyu korumaya çalışıyorlar. Müslüman halkımıza, İslami kimlik ve değerlerimize, namazımıza, başörtüsümüze ahlaksızca saldırıp aşağılıyorlar.’’dedi. İnsanların kimliklerinin nasıl oluştuğunu ve Kur’an’ın önerdiği kimliğin netliği üzerinde duran Haksöz Dergisi Yazarı Hamza Türkmen, Türkiye’deki temel çatışmanın ümmet bilincine karşı dayatılan seküler ulusal kimlikle, vahye dayanan İslami kimlik arasında yaşandığını söyledi. Son olarak İlkav adına basın açıklaması okundu. Açıklamayı okuyan Abdurrahman Çeliker; “Biz Müslümanların, kendi dinimizin eğitim kurumlarını açmak ve çocuklarımızı bu eğitim kurumlarında kendi dinimize göre eğitmek vazgeçilmez, kısıtlanamaz en temel hakkımızdır. Çocuklar bizim çocuklarımızdır, devletin değil,bizimdir’’ diyerek önemli noktalara vurgu yaptı. (Haksöz Haber)BAŞÖRTÜSÜ GÜNDEMİ . EKİM 2007 1 Ekim 2007 - ‘Mahalle baskısı’ devlet baskısını aklamaz

…Başörtüsü Raporu 2007… 151

Page 152:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Mustafa Akyol, Star’daki yazısında mahalle baskısı tartışmasına değindi: “Keşke Türkiye vatandaşlarının maruz kaldığı baskılar, sadece ‘mahalle’lerden gelseydi. O zaman çoğulculuğu ve diyalog kültürünü yayarak bir çözüm geliştirebilirdik. Ancak problem daha büyük, çünkü toplumla değil devletle ilgili. Çünkü toplumdaki mahalleler karşısında tarafsız olması gereken devlet, bunlar arasında açıkça taraf tutuyor. Devletin demokratik denetime pek açık olmayan çatık kaşlı ‘kurumları’, bazı mahallelerin sakinlerini kendi has vatandaşları olarak kabul edip korurken, diğerlerine tepeden bakıyor. Hatta onları ‘iç düşman’ ilan edip, haklarını ellerinden alıyor. Üniversitelerde ve bir Türkiye icadı olan ‘kamusal alan’da süregiden başörtü yasağı, söz konusu ‘taraf tutan devlet’in en göze batan icraatı. Başörtülü vatandaşlar, diğerleriyle aynı oranda vergi ödemelerine, aynı vatandaşlık sorumluluklarını yerine getirmelerine rağmen, eğitim hakkından mahrum bırakılıyor, ‘ikinci sınıf vatandaş’ muamelesi görüyorlar. ‘Muasır medeniyet’te örneği bulunmayan bu yasak, bugün Türkiye’deki en büyük özgürlük problemidir.”1 Ekim 2007 - Merkez medyanın başörtüsü ayrımcılığıHasan Karakaya, Vakit Gazetesi’ndeki “Vakit de olmasa, bunları yazan olmayacaktı!” başlıklı yazısında başörtüsüyle ilgili merkez medyadaki haberleri eleştirdi: “Yıllardır devam eden tüm “dayatma”lar ve “zorbalık”lar, “mahalle”de adeta “terör” estiren ve “Ali kıran, baş kesen” bir ceberrutluk sergileyen “mahalle kabadayıları”nın icraatlarıydı. İşin garip tarafı; “Karşı mahallenin kabadayıları” tarafından estirilen bu terör, “bizim mahalle”nin insanlarına yönelikti! Yani, bu “kabadayı”lar, “kendi mahalleleri”ne dokundurtmuyor, kendi mahallelerine lâf söyletmiyorlardı!.. Meselâ; Diyarbakır’daki “Özel AB İlköğretim Okulu”nda olduğu gibi, “başörtülü” öğrenci hedef gösteriliyor, ama “kısa kollu tişört” giyen öğrenciye lâf yoktu!.. Meselâ, Galatasaray Lisesi’nde “mini etek” veya “pantolon” giyen, kulağına “küpe”, orasına-burasına “piercing” takan öğrencilere “sonuna kadar özgürlük” tanınıyordu!.. Meselâ bir öğretmen veya öğrencinin “başörtüsü” ile sınıfa girmesi “Kılık-Kıyafet Yönetmeliği”ne aykırıydı, ama İstanbul Ulus’taki “Özel Musevi okulları”nda; “haham” olması kuvvetle muhtemel bir öğretmenin başında “kippa” ile derslere girmesinde bir sakınca yoktu!.. Meselâ, “başörtüsü” için “dinî simge” deniliyor ve bu yüzden “yasak” olduğu söyleniyordu, ama “Ulus Özel Musevi Okulları”nın duvarlarına “Museviliğin simgesi” olan “Yedi Kollu Şamdan” asmanın hiçbir mahzuru yoktu!? Bunun gibi nice örnekler!..”1 Ekim 2007 - "Türbanı kaşımayın" diyenlerin ne demek istediği anlaşılıyorM. Nedim Hazar, Zaman’daki “İçerik boş, ama süreç iyi” başlıklı yazısında şu görüşleri ifade etti: “"Türbanı kaşımayın" diyenlerin ne demek istediği şimdi çok iyi anlaşılıyor. Yani, 'Unutun'... Türban hakkındaki fikirlerimi yazarak yer işgal etmek istemiyorum; zira meslek yaşamımda yüzlerce kez bu konuya değinmişimdir. Meselenin kendini izah ve ifadeyle ilgisi olduğunu da düşünmüyorum artık. Yani muhataplara kalkıp, 'Ya türban siyasi simge değilse! Ya inancı gereği örtünüyorsa! Ya türban ile başörtüsü farklı değilse? Türkiye Malezya olmazsa!' gibi safdil açıklamalar, analizler yapmak niyetinde değilim; çünkü muhatabın bunu bırakınız anlamayı, dinlemeye bile niyet ve tahammülü olmadığından eminim artık...” 1 Ekim 2007 - Mahalle baskısına 'hayır' devlet baskısına 'evet' mi?Yard. Doç. Dr. Bekir Berat Özipek, Zaman’daki “Mahalle baskısına 'hayır' devlet baskısına 'evet' mi?” başlığı altında yayınladığı makalesinde mahalle baskısı tartışmalarını değerlendirdi: “Bir an için, bu ülkede kadına başını açması için hiçbir baskı yapılmadığını varsayalım. Bu durumda dahi, toplum baskısına karşı devlet baskısını tercih etmemizin hiçbir makul tarafı olamaz. Çünkü hiç kimse devletin dayatmasının toplumunkinden daha az tahrip edici olduğunu iddia ederken haklı olamaz. Elbette baskının her iki şekli de kötüdür; ama makul bir birey, iki kötü arasında bir tercih yapacak olursa, devletinkini seçmez. Çünkü hiçbir toplum homojen olmadığından dolayı, baskı dayanılmaz olduğunda o mahalleyi, o okulu, hatta ailesini terk edebilir. Baskıya karşı devletten yardım isteyebilir. Ama baskı devletten gelirse, bu çok daha büyük bir felaket demektir. Çünkü "meşru şiddet kullanma tekeline sahip en büyük örgüt" olan devletten kaçış yoktur; onun otoritesi ülke sınırlarının içindeki her yerde, her santimetrekarede geçerlidir ve sizi nereye gitseniz orada bulur. Bu anlamda yurtdışına çıkmak bile bazen çözüm olmayabilir. Başörtülü kadınlara yönelik yasakçı tutumdan kurtulmak için Balkanlardaki veya Türki cumhuriyetlerdeki üniversitelere giden, ama devletin elinin oralara da ulaşması nedeniyle gittikleri üniversitelerde de mağdur edilen Tükiyeli genç kızların durumu bunun trajik bir örneğidir. Başörtüsü serbest bırakıldığında, bunun başörtülü olmayan öğrenciler üzerinde baskı oluşturabileceğini düşünmek insani ve ahlaki bir kaygıdır. Ama bir insanın bu kaygıdan hareketle kendi yaşam biçiminden olmayan "öteki kadınlar" için yasak istemesinin ahlakiliği yoktur.” 1 Ekim 2007 - Başörtülü öğrencileri gezi otobüsüne almadılar Milli Eğitim Bakanlığı tarafından başlatılan "Cumhuriyet Eğitim Gezisi" kapsamında Kocaeli Milli Eğitim Müdürlüğü de bir gezi düzenledi. Geziye 11 okuldan başarılı 40 öğrenci çağırıldı. Valilik önünde toplanan öğrenciler, hareket edecekleri sırada başörtülü birkaç kız öğrenci öğretmenlerin dikkatini çekti. Görevli öğretmenler durumu Cumhuriyet Gezisi Yürütme Kurulu Başkanı Süleyman Yıldırım'a iletti. Yıldırım, geziye başı örtülü öğrencilerin alınmamasını istedi. Gezide görevli öğretmenler Abdullah Ünver ve Yasemin Kartal, başörtüsü ile otobüse binmeye hazırlanan Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi öğrencisi Neslihan Özkar'ın yanına giderek, başörtüsü ile otobüse binemeyeceğini ve geziye katılamayacağını söylediler. Diğer başörtülü öğrenciler de otobüse alınmayınca öğrenciler ve onları yolcu etmek için gelen veliler Yıldırım ile üzün süre tartıştı. Yıldırım'ın kararı kılık kıyafet yönetmeliği gereği alındığını belirtmesine veliler tepki gösterdi. Yıllardır

…Başörtüsü Raporu 2007… 152

Page 153:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

bu tür gezilere başörtülü öğrencilerin alındığını belirten veliler, ilk defa böyle bir yasakla karşılaştıklarını söyledi. Nagihan'ın babası Ömer Özkar da bu karara tepki gösterdi. Ömer Özkar, "Bu bir resmi gezi değil. Bayram değil. Solcu hükümetler döneminde bile böyle şeyler yapılmadı. Çocuklarımızı böyle ayırmasınlar. Bu vatanı başörtülüler ve başörtüsüzler diye bölmesinler." diye bağırdı. Tepkiler bir sonuç vermedi, başı örtülü öğrenciler bırakılarak diğer öğrenciler 2 Ekim'e kadar sürecek Çanakkale gezisine çıktı. (Zaman)2 Ekim 2007 - “Saçlı”lar hiçbirşey üretmeden kariyer yapmış olanlardırFatma K. Barbarosoğlu, Yeni Şafak’taki “Yekpare mermerden “değişimsiz” kadınlar” başlıklı yazısında Necla Arat, Nur Sertel gibi tipleri dahil ettiği “saçlılar”ın başörtüsü tavrına değindi: “Ekranlardaki tartışmalarda, başörtülü katılımcı ile “saçlı” katılımcıların arasındaki ilişkiye dikkat ediniz lütfen. Saçlılar bir fikri tartışmaktan ziyade, programa katılmış olan başörtülüye “samimiyet testi” uygulamaya kalkıyor. “Değiştim diyorsunuz. Ah nasıl değişirsiniz. İnsan hiç değişir mi? Bak biz hiç değişmedik.” Saçlı katılımcıların üst kimliği Kemalist ise tablo şöyle: İslam'ı eleştirmek konusunda sınırsız, lakin Kemalizm eleştirilerine tahammülsüz. Fikirden ziyade ortaya konan eda ile götürülüyor tartışma. Bir eda bir eda! Eller sopa, gözler ateş kuyusu. Diller küfür deposu. Saçlıların üst kimliği Feminist-Kemalist ise bu defa, “sizi kandırıyorlar siz hiç birşey bilmiyorsunuz. Sizi bu aldanmışlıktan kurtaracağız. Çünkü her şeyin en iyisini biz biliriz. En iyinin ne olduğuna biz karar veririz. Bizim gibi kadınlar her şey! Sizin gibi kadınlar hiçbirşey” modunda ilerliyor...” 2 Ekim 2007 – “Türban”a zorlanan AİHM'e başvurabilirAvrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi Başkanı Van den Linden, Sabah’tan Nur Batur ile yaptığı söyleşide “Üniversitelerde türban tartışması iyice şiddetlendi. Avrupa'da okullarda türban ne ölçüde serbest?” sorusuna “Bence devlet okulları tarafsız olmalı. Dini eğitime dayanmamak. Bu okullarda türban laiklik eğitimi zedeler. Eğer Türkiye, geçmişteki gibi dini devlet işlerinde uygulamaya başlarsa, Türkiye diğer Avrupa ülkelerinden çok daha ileri bir noktaya gelir... Eğer geçmişe dönerlerse, hiçbir şansları kalmaz.” yanıtını verdi. Batur’un “Bir gün ben "Türban takmaya zorlanıyorum " diye AİHM’e başvurabilir miyim?” sorusunun yanıtını ise “Eğer ayrımcılığa uğradığınıza ilişkin bir düşünceniz ve kanıtınız varsa tabii başvurabilirsiniz. Ama önce Türk mahkemelerinde dava açacaksınız. Sonuç alamazsanız Strasbourg'a gelin.Tek sorun var. Mahkemenin önünde 80 bin dava dosyası bulunuyor” şeklinde verdi. 2 Ekim 2007 – “Örtünme bireysel tercihtir”Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nde (AKPM) konuşan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Kadınların başını örtmesi Türkiye'nin gerçeklerindendir. Hanımların çok önemli bir kısmı geleneksel nedenlerle ya da dini inançlar gereği örtü kullanmaktadır. Ancak örtme örtmeme zorlaması yoktur. Bireysel tercihtir. İsteyen örter, isteyen açar. Bir aile içinde bile başını örtenler ya da örtmeyenler olabiliyor, ancak bu sorun yaratmıyor. Üniversitelerde bu konuda sıkıntılar var. Temel hak ve özgürlükler, özellikle de eğitim özgürlüğü evrensel düzeyde uygulanmalıdır. Bazı konular çok tartışılırsa kronikleşiyor. Soğukkanlı olunmalı ve evrensel kriterler çerçevesinde hareket edilmeli. Bu konular çatışma unsuru olarak öne çıkarılmamalı.” dedi.2 Ekim 2007 - Özgürlük olmadan büyüme olmazDr. İbrahim Kalın, Zaman’da çıkan “Yeni anayasa eski kavga” başlıklı yazısında başörtüsü sorununa da değindi: “Bugün Türkiye'de başörtüsü yasağı dâhil özgürlük alanının genişletilmesine karşı çıkanlar, "sürekli devrim" adı altında Kemalist devrimleri ebedîleştirmek istiyorlar; ama gözden kaçırdıkları temel bir nokta var: Özgürlük olmadan Türkiye Cumhuriyeti'nin hak ettiği yere gelmesi mümkün değil. Kendi insanına güvenmeyen, siyasî tercihlerini hiçe sayan, onu yer yer ahmaklıkla, yer yer kandırılmış olmakla suçlayan, "haso-memo" kategorisine indirgeyen bir söylem, insan ve millet eksenli bir siyasî sistemi arzu ediyor olamaz. Ulus-devletin ürettiği sınıf çatışmalarını imparatorluk bakiyesi bir ülkeye empoze etmek zaten kendi başına bir hataydı. Tek sonucu, Türk toplumunun çok büyük bir kesiminin marjinalleştirilmesi ve sisteme yabancılaştırılması oldu. Aynı hatada bugün ısrar etmek, ancak siyasî intihar olabilir. Toplumsal gelişmenin ana dinamiklerinden olan ekonomik büyüme de artık bu bakış açısını geçersiz kılıyor. Batı'yı "iyi yönetim"in nihai modeli olarak gören seküler elitlerimiz, özgürlüklerle ekonomik büyüme arasındaki bağı ısrarla hasıraltı ediyorlar.” 4 Ekim 2007 - Başörtülü öğrencilere 'kampüs baskısı' Türkiye'de günlerdir 'mahalle baskısı' tartışmaları yapılıyor. Özellikle bazı köşe yazarları üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılması halinde başı açık öğrencilere baskı uygulanacağını savunuyor. Bu iddiaların aksine Çukurova Üniversitesi'nde (ÇÜ) başörtülü öğrencilere kampüs içerisinde büyük baskılar uygulanıyor. Güvenlik görevlilerince kampüs içerisinde durdurulan öğrenciler 'ağlatılıncaya kadar' 'neden kampüse başörtülü girdiği' yönünde sorguya çekiliyor. Ardından da kimliklerine el konuluyor. Güvenlik görevlilerince 'fişlenen' öğrenciler hakkında rektörlük tarafından soruşturma açılıyor. Baskılara en fazla maruz kalanlar İlahiyat Fakültesi öğrencileri. Öğrencilerin 'perukla' dahi üniversiteye girmelerine izin verilmiyor. Rektör Prof. Dr. Alper Akınoğlu kampüste başörtüsüne yasak olmadığı yönünde açıklama yapmasına rağmen, güvenlik görevlileri talimatın rektörlük tarafından verildiğini belirtiyor. İlahiyat Fakültesi öğrencisi İlknur Giyik, arkadaşlarıyla üniversite kampüsünde gezerken başörtülü oldukları gerekçesiyle güvenlik görevlileri tarafından durduruldu. Önce 'Neden kampüste başörtülü geziyorsunuz? Yasak olduğunu bilmiyor musunuz?' diye azarlanan öğrencilerin daha sonra kimliklerine el konuldu.

…Başörtüsü Raporu 2007… 153

Page 154:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Denizli'deki Pamukkale Üniversitesi'nde ise başörtülü öğrenciler 2007-2008 akademik yılı açılış törenine alınmadı. Öğrencilerin başörtülerini çıkardıktan sonra törene katılmasına izin verildi. (Zaman)5 Ekim 2007 – 'Mahalle baskısı yok' aymazlığıTufan Türenç, Hürriyet’teki köşesinde mahalle baskısının olduğu iddiasını şöyle anlattı: “Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth, önceki gün Başbakan Erdoğan'la görüşmek için AKP Genel Merkezi'ne geldiğinde sıkıntılıydı. Üzerinde kolsuz bir elbise vardı. Alman parlamenter tereddüt etti ve otomobilden inerken üzerine bir şal aldı. Sonra yeterli olmayacağından endişe ettiği için şalı bıraktı ve hırka giydi. Sonra AKP Genel Merkezi'ne girip Başbakan Erdoğan'la görüştü… Mahalle baskısı, Claudia Roth'a hırka giydirecek boyutlarda. Üstelik bu baskı mahalleyi de aşıp toplumsal baskıya dönüşmeye başladı. Türkiye'de insanlar bundan tedirgin, Avrupalılar ise endişeli… Herkes şunu iyi bilsin ki Avrupa, Atatürk'ün laik Türkiye'sini istiyor. AKP'nin Türkiye'sini değil.”5 Ekim 2007 – Üniversiteye “türban” sokulmamalıMilliyet’ten Fikret Bila’nın Genelkurmay eski başkanı emekli orgeneral Hilmi Özkök ile yaptığı röportaj, okurlara “Üniversiteye türban sokulmamalı” başlığı ile takdim edildi. Röportajda “mahalle baskısı” tartışmaları konusunda Özkök, görüşlerini şöyle ifade etti: “Kız çocuklarının birçoğu örtünmek istemiyor. Aileleri, gelenekleri yönünden ve komşu ailelerin anlayışları yönünden kızları kapansın istiyor. Kız diyor ki: "Babacığım, okuyacağım, başım açık olursa ancak okuyabilirim..." "Peki" diyor baba ve onun etkisiyle kızlarının okumasına müsaade ediyor, aile de alışıyor duruma. Üniversiteyi bitiriyor. Üniversite çok kritik bir yer. Sınırda. Bu olmaz, serbest bırakılırsa, o örtünmek istemeyen genç kızlarımız direnemezler ailelerine ve sayı birdenbire artar.... Bana kalırsa, üniversiteye türban sokulmamalı. Türbana hiç karşı değilim bakın, inançlar yönünden, örf ve âdetler yönünden, insan hakları yönünden. Ama, bir şeye talipseniz, oranın kurallarına uymak zorundasınız. Ben TSK'ya talipsem, nelere uydum? İnsan öldürmeye "evet" dedim, ölümü göze almaya, hem de bunu seve seve yapmaya "evet" dedim... Ama, benim özgür düşüncem, türban üniversiteye girmemelidir.”5 Ekim 2007 - Başörtüsü meselesini siyasallaştıran laikçi "Resmi Görüş"türTamer Korkmaz, Zaman’daki 'Madem başını örtüyorsun, öyleyse evinde oturacaksın!' başlıklı yazısında başörtüsü sorununu tartıştı: “Üniversitelerdeki başörtüsü/türban/eşarp yasağının temelinde "Laikçi Statüko"nun kadınların örtünmesine duyduğu büyük (sistematik) alerji yatıyor... "Gizli İktidar" bu ülkede başını örten kadının kamusal alana çıkmasını, sosyalleşmesini kesinlikle istemedi. Çünkü başını bağlayan kadınlara laiklik adına biçtiği rol "Madem başını örtüyorsun öyleyse evde oturacaksın, bizim dünyamıza zinhar burnunu sokmayacaksın" anlayışına (yazılı olmayan bir kural) dayalıydı!... Gerçekte başörtüsü meselesini siyasallaştıran yasağın başından itibaren "Türban siyasi simgedir" demek suretiyle hakkı ve hukuku çiğneyen laikçi "Resmi Görüş"tür... "Ülkede askerler dahil kimsenin başörtüsü ile meselesi yok" illüzyonuna başvuran Hürriyet'in Kaptanı "Türbanı başörtüsü gibi bağlayıp iyi niyeti göstermek güzel bir adım olmaz mı?" diye sorarak gerçeği hasıraltı etmeyi amaçlıyor. Asıl soruyu ben sorayım: "Üniversite kapısına yarından itibaren başını eşarpla örtüp gelen öğrenciler bundan sonra içeri alınacaklar mı?" -Zerre kadar samimi olanlar/ yasağın kaldırılmasını gerçekten isteyenler bunun özgürlükçü cevabını anında verirler!” 6 Ekim 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriTürkiye’nin birçok ilinde yapılan eylemlerle başörtüsü yasağı protesto edildi. Sakarya Başörtüsü Platformu tarafından yapılan 108’inci başörtüsü eyleminde Filistin’i işgal altında tutan Siyonist İsrail ve üniversitelerle birlikte ülke sathında dozu artarak devam eden başörtüsü yasağı protesto edildi. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu 129. haftasına giren “Başörtüsüne Özgürlük” eylemini gerçekleştirdi. Eylemde başörtülü öğrencinin geziye alınmaması skandalına Kocaeli’yi ziyaret eden Milli Eğitim Bakanlığı’nın da duyarsız kaldığını kaydedildi. Ankara Sıhhiye Abdi İpekçi Parkında istikrarlı bir şekilde “Ağlamak Çare Değil, Susmak Yakışmaz” sloganıyla hareket eden ve “İnanca Saygı Başörtüsüne Özgürlük” için eylem yapan Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu, 87’inci eylemini yaptı. Van Başörtüsü Özgürlük Platformu 58’inci basın açıklamasını gerçekleştirdi. Açıklamada “Müslüman toplumun inancını değiştirmedikçe bu yasağın başarılı olması mümkün değildir.” ifadelerine yer verildi. Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu tarafından gerçekleştirilen başörtüsüne özgürlük eylemi 35’inci haftasını tamamladı ve inanç özgürlüğünü engelleyen hukuk dışı uygulamaların sonlandırılması talep edildi. Konya'da Kayalıpark'ta biraraya gelen İnanç ve Özgürlük Platformu üyeleri adına yapılan 4’üncü açıklamada “Başörtüsüne özgürlük talebimizin kaynağı İslami kimliğimiz, başörtüsünün meşruiyetinin kaynağı Kur’an’dır. Kur’an’a dayanan bir emri kaldırmaya kimin gücü yetebilir?” denildi. Antalya Başörtüsü Platformu Kışlahan İşhanı önünde yaptığı başörtüsü eyleminde başörtüsü yasağının ve düşünce-inanç özgürlüğü önündeki engellerin şartsız ve sınırsız hemen kaldırılmasını talep etti. Özgür-Der, Ramazan boyunca her Cumartesi düzenlediği başörtüsü eylemlerinin sonuncusunu yine geniş katılımla gerçekleştirdi. Fatih'teki eylemde "Zorbalığa Teslim Olmayacağız!" sloganları tekbirlerle buluştu. Özgür-Der Diyarbakır Şubesi'nin gerçekleştirdiği başörtüsü yasağını protesto eylemine yoğun katılım gözlendi. Eylemde başörtüsünün uzlaşma ve mutabakat konusu yapılamayacağı vurgulandı.6 Ekim 2007 – Hilmi Özkök’e başörtüsü eleştirisiSabah yazarı Emre Aköz emekli Org. Hilmi Özkök'ün sözlerini şöyle eleştirdi: “Özkök'ün dedikleri doğru. Ama tam tersi de doğru: 'Babacığım, üniversiteyi kazandım ancak basımı açmak mecburiyetindeyim' diyen nice kız, aileleri izin vermediği için okuyamıyor. Zorunlu eğitime ses çıkaramayan babalar,

…Başörtüsü Raporu 2007… 154

Page 155:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

amcalar; iş üniversiteye geldiğinde 'olmaz' deyiveriyor. O durumda kız ne yapsın? Hem okuyup, hem para kazanmak, Türkiye gibi bir ülkede, hele bir kız için kolay mı? Ailesinin yardımına muhtaç oldukları için onların sözlerinden çıkamıyorlar. Özetle: Siz de kızların eğitimine mani oluyorsunuz. Aynı eleştirdiğiniz o tutucu aileler gibi!” 6 Ekim 2007 – “Bizim imkânımız var, yurtdışında okutuyoruz”Erdoğan iftarını Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'le birlikte Mehmet Akif Kız Öğrenci Yurdu'nda açtı. 1200 öğrencinin katıldığı basına kapalı iftar yemeğinde Erdoğan öğrencilerle sohbet etti ve sorularını yanıtladı. Edinilen bilgiye göre, başörtülü bir öğrencinin, "Üniversiteye başörtülü girebilecek miyiz?" sorusuna Erdoğan şu yanıtı verdi: "Benim dileğim başörtülülerle başı açıkların el ele dolaştığı üniversiteler olsun. Birlikte sınıflarına rahatça girsinler. Bunun için uğraşıyoruz." Erdoğan, yaşadığı katsayı sorunu nedeniyle okumak istemediği bir bölümde eğitimini sürdürdüğünü söyleyerek, "Bu hak mı?" diye soran bir başka öğrenciye ise, "Benim çocuklarım da Boğaziçi Üniversitesi'ni katsayı nedeniyle kaybettiler. Peki bu bana ve onlara hak mı? Çocuklarım da katsayı kurbanı. Bizim imkânımız var, yurtdışında okutuyoruz" dedi.6 Ekim 2007 - Başörtülü öğrencilerin el konulan kimlikleri iade edildi Rektörlük, Ç.Ü. İlahiyat Fakültesi birinci sınıf öğrencisi İlknur Giyik ile İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği öğrencisi Nurcan Çaylı'nın yanısıra çok sayıda öğrencinin kampüste başörtülü gezdikleri gerekçesiyle öğrenci kimliklerine el koymuştu. Zaman'ın 'Başörtülü öğrencilere kampüs baskısı' haberiyle gündeme taşıdığı konu sonrası ÇÜ Güvenlik Şube Müdürlüğü, öğrencileri arayarak kimliklerini rektörlükten teslim alabileceklerini iletti. Bunun üzerine başörtülü öğrenciler rektörlüğü giderek öğrenci kimliklerine kavuştu. Geçmiş yıllarda derslere başörtüsü ile giremeyen öğrencilere bu yıl kampüste baskı uygulanması tepki çekti. Özellikle üniversiteye yeni kayıt yaptıran öğrencilere yapılan ve hakarete varan cümlelerle zorla kimlikleri alınan öğrenciler, kendilerine yapılan bu davranışı da rektörlüğe şikayet etti. Çoğunluğu İlahiyat Fakültesi'nden başörtülü öğrencilere yapılan bu uygulama sonrası öğrencilerden de savunma alınmıştı. ÇÜ Soruşturma Komisyonu Başkanı ve İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kerim Yavuz, tarafından alınan savunma sonrası öğrencilerin perukla dahi derslere girmeleri yasaklanmıştı. (Zaman)7 Ekim 2007 – AKP'li belediye başörtülüleri sınava almadıHürriyet gazetesinde AKP'li bir belediyenin başörtülü öğrencileri sınava almadığı yönündeki haber şöyleydi: “AKP'li Manisa Belediyesi'rün Eğitim Merkezi tarafından açılan ücretsiz OKS ve ÖSS kurslarının seviye tespit sınavına türbanlı öğrenciler alınmadı. Toplam 384 öğrencinin alı nacağı ücretsiz OKS ve ÖSS hazırlık kurslarına ilgi büyük olunca, 600 öğrenciye, Şehitler İlköğretim Okulu'nda, dün sınav yapıldı. 10 öğrenci türbanlı oldukları gerekçesiyle salondan çıkarıldı. Öğrencilerden bazıları, türbanını çıkartıp sınava girerken, bazıları da evlerine dönmek zorunda kaldı.”7 Ekim 2007 – “Türban sorununu AKP çözemez”Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği ve 78'liler Türkiye Girişimi tarafından düzenlenen "Nasıl bir anayasa istiyoruz" konulu toplantıda akademisyenler, siyasiler ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri, yeni anayasaya ilişkin görüş ve taleplerini tartıştı. Açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. Tahsin Yeşildere, anayasa gibi toplumun geleceğini düzenleyecek bir metnin oluşturulmasında solun belirleyici olması gerektiğini söyledi. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, öncelikle "İslami başörtünün" bir anayasa konusu olup olmadığına karar verilmesi gerektiğini dile getirdi. AKP'nin hazırladığı taslağı hak ve özgürlükler açısından irdeleyen Kaboğlu, "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin esas alındığı söyleniyor ama o sözleşmeye aykırı çok sayıda hüküm var." diye konuştu. Toplantı arasında gazetecilerin sorularını yanıtlayan ibrahim Kaboğlu, başörtüsü konusunun Anayasa konusu olmadığını vurgulayarak, "Bu konuyu ancak AKP'ye karşıt bir parti, bir sosyal demokrat parti çözümleyebilir, çünkü o güven verir" yorumunu yaptı.7 Ekim 2007 - Başörtüsü, Malezya'da hayat tarzının bir parçası Zaman Gazetesi’nin Gençlik ekinde, “Türkiye Malezya olur mu” tartışmaları sürerken Malezya’da okuyan üç öğrencinin konuyla ilgili düşünceleri yer aldı. Haberde, öğrencilerden Zeliha Sağlam başörtüsü ve Malezya konusunu şöyle özetledi: “Orada başörtüsü yalan söylememek gibi, içki içmemek gibi Müslümanların hayat tarzlarının içinde olan bir şey. İslam’ı ve onun vecibelerini ayrı bir şey olarak görmüyorlar. Biz de hayatın içine ayrı bir bölüm olarak görülüyor ya, orada öyle değil. Teknoloji, modern hayat ve İslam iç içe. Yani bir hayat algısı şeklini almış. Müslümanlığından dolayı yalan söylememek nasıl ön plana çıkıyorsa başörtüsü de böyle bir şey. Başı açığı ve örtülüyü yan yana gördüğünüzde de bu açık bu kapalı diye görmüyorsunuz. Ama bizim ülkemizde bu imkânsız. Çünkü ayrımlar beynimize kazınıyor. Şu anda başbakan ilahiyat mezunu; ama eşinin başı açık. Bunu kimse sorgulamıyor; çünkü bizdeki gibi keskin ayrımlar yok. ‘Türkiye Malezya olur mu?’ kıyası da saçma bence. Ülke ülkeyle kıyaslanmaz. Her ülke kendi kültürünü ve geleneğini kendisi oluşturur.” 7 Ekim 2007 - Başörtülü kadın, kamusal alanda da olmalı! Zaman’ın Pazar ekinde, Ayşe Kulin’le yapılan röportajda, Kulin başörtüsü konusundaki düşüncelerini şöyle açıkladı: Bizde kadının her anlamda modernleşmesine daha epey zaman var. Çünkü Türkiye nüfusunu düşünürseniz, okumuş türbansız kadınlarla türbanlı kadınları da ayırdığınız zaman geriye çok büyük bir kitle kalıyor. Türkiye’nin çok az biz kısmıyız bizler... Bu memlekette demokrasi bence yok; ama olduğunu farz ederek yaşamaya çalışıyoruz. Demokrat olmaya çalışıyoruz ve eşit olduğumuzu kabul ediyoruz. Başı kapalı kadının ben nereye girebiliyorsam o yere, her yere girebilme hakkı olduğunu düşünüyorum. Üniversite hatta kamu alanı dahil olmak üzere. Bir gerçek

…Başörtüsü Raporu 2007… 155

Page 156:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

var benim ülkemde, maalesef ben hoşnut değilim bundan, ama kadınlar başlarını örtüyorlar. Yasaklayarak hiçbir yere varılmaz... Kadınlar örtülü veya örtüsüz mutlaka hayatın içinde yer almalılar. 7 Ekim 2007 - Başörtülü öğrencileri, okullara almayanlar söz ediyor baskıdan!Sibel Eraslan, Vakit Gazetesi’ndeki “Patates baskısı” başlıklı yazısında mahalle baskısı tartışmalarına değindi: “Okullara alınmayan başörtülü öğrencileri, okullarına almayan yaşlı başlı profesörler söz ediyorlar baskıdan… Tamam da daha ne yapalım? İşte bütün okullar da senin, bütün kariyerler, bütün ünvanlar, 100 üzerinden yıldızlı 100 aldığın bütün zeka testleri, kampusler, banka hesapları, uluslararası ilişkiler, hepsi senin, daha ne istiyorsun? Yok olmaz! Sen gözlerine gözükmesen bile gizli gizli varsın ya, gizli gizli yaşamaya devam ediyorsun ya, gizli gizli nefes alıyorsun ya, olmaz! Orucu sessizce biz tutuyoruz, baskıyı en gürültülü şekilde onlar yaşıyor her nasılsa. Sözgelimi; Zincirlikuyu Mezarlığı’nın önünden geçmek bile ruhsal travmaya sebeb olabiliyor bu arkadaşlarımız için. Yok kardeşim bizim mahallede ölmeyin! Ya ne yapalım? Yani nereye gidelim, nerede ölelim onun cevabı da yok. Kimseye göstermeden bir hayat yaşayıp yine kimseye çaktırmadan ölüp gitmemiz bekleniyor ama biz bunu başaramıyoruz işte... Olay bu!”7 Ekim 2007 – “Üniversitelerde başörtüsü yasağı demokrasi anlayışıma uymuyor” Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkan Vekili ve Boyner Holding Yönetim Kurulu Üyesi Ümit Boyner, demokrasiye inanılan ülkelerde hiç kimsenin inancından dolayı yargılanamayacağını söyledi. Üniversitelere başörtülü öğrencilerin alınmamasının kendisinin 'demokrasi anlayışına uymadığını' anlatan Ümit Boyner, ayrıca toplumun dokusunu başörtüsünün değil, magazin programlarının bozduğunu ifade etti. Boyner, "Bir taraftan nüfusun önemli bir parçasının türbanı olduğu için üniversiteye girememesi, 'evde' otur denmesi benim demokrasi anlayışıma uymuyor. (Başını) Aç gel demekle, diyorsun ki yani 'sen 18 yaşını bitirmişsin; ama hala hür iradeye sahip olmadığını düşünüyorum ve başını açman lazım.' O zaman üniversiteye forma giyip gidelim! Dinin toplumsal hayatta çok fazla rol oynamasından korkanlar, mücadelesini demokratik kurallar içinde vermeli. Türban sorunu da demokrasi içinde çözülmeli. Başkalarının hakları için de savaşmalısınız. Onlarla aynı fikirde olmasanız bile. Türkiye buraya gelecek. Camiyle kışla arasında bir Türkiye tükendi." dedi. (Sabah)8 Ekim 2007 - Başörtülüler daha az vergi ödemeliMustafa Akyol, Star’daki köşesinde başörtüsü ayrımcılığını yazdı: Başörtülü vatandaşlar açısından vergi-hizmet denkleminde bir problem var. Çünkü onlar da herkes gibi vergi ödemelerine karşın, devletin eğitim hizmetlerinden yararlanamıyor, bundan sistematik olarak dışlanıyorlar. İş bunla kalsa yine iyi. Devletin kimi üst düzey memurları, bu vatandaşları sık sık ‘mürteciler’, ‘karanlık odaklar’ gibi laflar kullanarak aşağılıyor, hatta onları ‘iç düşman’ ilan edip tehdit bile ediyorlar. Ama ne ilginçtir ki bu memurların aldığı maaşlarda, söz konusu başörtülü vatandaşların ödediği vergilerin de payı var. Yani bu yurttaşlarımız için günlük dilde ‘kendi paranla rezil olmak’ diye tarif edilen traji-komik durum geçerli. Aslında durum öyle garip ki, devletin bazı kurumları adeta vatandaşların sadece bir kısmının hizmetinde ve onları diğerlerinden gelebileceği varsayılan tehditlerden korumak için çalışıyor.”8 Ekim 2007 – Mahalle baskısı var mı?Sabah’tan Balçiçek Pamir, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, KA-DER Başkanı Hülya Gülbahar’ı eleştirmesi üzerine Gülbahar şunları söyledi: “Mahalle baskısı yıllardır var. Zaten kadın hareketinin çıkış noktası bu. Bir süreden beri muhafazakârlık dalga dalga yayılıyor. Dansözler Derneği bile kıyafetleri gözden geçirme kararı alıyor. Bu mahalle baskısı namusken şimdi başını örtme ve ikinci eş baskısı olarak karşımıza çıkıyor. Kadınlar bir süredir başını kapatmadığı ya da ikinci eşi, kumayı kabul etmediği için eşinden dayak yiyor. Bir sürü davayla karşılaşıyoruz. En son Ümraniye'de başı kapalı bir müvekkilem pantolonun üzerine sadece tunik giydiği ve pardösü giymediği için rahatsız edildi. "Açık giyiniyorsun" diye tanımlandı. 2002 seçimlerinden sonra kapanma ve kapatma eylemi bize gelen şiddet vakalarının en önemli parçasını oluşturdu. Sonra bu dalga yavaşladı ama bitmedi. Yokmuş gibi davranmayalım lütfen.”8 Ekim 2007 – “Türban”, Erdoğan'ın başına dolanacak gibiMehmet Yakup Yılmaz, Hürriyet’teki köşesinde “Türban konusunu kaşıyarak siyasette puan toplama hevesi, AKP hükümetinin ve Başbakan'ın başını ağrıtacak gibi görünüyor.” diyerek şunları yazdı: “Öyle görünüyor ki türbanın serbestliğine ilişkin talepler, devlet memurlarını da kapsayacak şekilde genişletilmek isteniyor. Başbakanın söylediği "Aşama aşama yapacağız" sözü, türban yasağının "ileriki bir aşamada" kamu görevlileri için de kalkacağının müjdesi mi acaba? Ve daha da vahimi, meydanlara sürülen yaşları 6 ile 10 arasındaki küçücük kızların da başlarının türbanla bağlanmış olması! Türbanın bir kişisel tercih olduğu iddia ediliyor ama belli ki "baba-amca-dayı-ağabey baskısı", türbanın ilkokullara kadar inmesine de neden olacak.”12 Ekim 2007 – “Bu başörtüleri, Avrupa'dan uzaklaşmanın bir işareti mi?”İngiltere'de yayımlanan The Independent gazetesinin yazarlarından Mary Dejevsky, İstanbul'dan izlenimlerini aktardığı yazısında, kentte bu yıl başörtülü kadınların sayısının artmış olduğunu fark ettiğini belirtti. Dejevsky, "Bu başörtüleri, Avrupa'dan uzaklaşmanın bir işareti mi?" başlıklı yazısında, 2000’den beri her yıl İstanbul'a geldiğini, en son geçen haftasonunda yaptığı ziyarette ise bir farklılığın gözüne çarptığını yazdı. “Gözlemlediğim değişimlerin (eğer gerçekten varsa) AKP'nin iktidarı ya da Gül'ün cumhurbaşkanlığıyla doğrudan ilgisi olduğunu sanmıyorum. Bunlar, Atatürk'ün ölümünden 70 yıl sonra

…Başörtüsü Raporu 2007… 156

Page 157:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

pek çok Türk'ün, ülkenin modernleşmesini tehdit eden geri kalmışlıkla İslam'ı özdeşleştirmekten vazgeçtiğini gösteriyor. Merkezinde din olsun ya da olmasın, Türkiye en azından bir sosyal ve kültürel değişim dönemine giriyor." 9 Ekim 2007 - Devlet başörtüsünü yasaklayamaz Viyana Üniversitesi'nin Hukuk Fakültesi Dekanı Profesör Heinz Mayer, devletin kamusal alanda başörtüsünü yasaklama hakkı olmadığını söyledi. Mayer, Avrupa İnsan Hakları Anlaşması'nın dokuzuncu maddesinde bahsedilen inanç özgürlüğüne göre, kişinin kendi tarafından seçtiği inancını yerine getirme, dinî sembolleri taşıma ve inancını gereğince yaşama noktasında serbest olduğunu belirtti. Avusturya'da başörtüsü taşımanın ya da taşımamanın tamamen kişinin hür iradesine kalmış bir mesele olduğunu vurgulayan Mayer, üniversite öğrencilerinin de diğer bütün insanlar gibi başörtüsü konusunda serbest olduğunun altını çizdi. Prof. Mayer ayrıca, kamusal alanda ya da üniversitelerde Avusturya devleti tarafından başörtüsü yasağının düşünülebilir olmadığını sözlerine ekledi. Mayer, inancından dolayı başörtüsü taşıyan kişi veya kişilerin, devlet gücünü eline geçirmek isteyen bir grup olduğu iddia edilerek zan altında bırakılamayacağını vurguladı. (Zaman)9 Ekim 2007 – Serbestlik olursa başörtülülerin sayısında artış görülecektirFatma K. Barbarosoğlu “Üniversitelerde başı açık kız sayısı azalacak çünkü” başlıklı yazısında “Başörtüsü serbest bırakılırsa ne olur?” sorusuna verilen yanıtları değerlendirdi: “Evet, başörtüsü serbest bırakılırsa ilk birkaç yılda yoğun bir şekilde başörtülülerin sayısında artış görülecektir. Ama zannedildiği gibi başı açık kızlar baskı sonucu başını örttüğü/örttürüldüğü için değil. Hali hazırda okulun kapısında başını açmak istemediği için, çeşitli yöntemlere baş vurmak zorunda kalan başörtülü kızlar kolaylıkla üniversiteye gireceği için. Başı örtülü kızlar başı açık kızların yerini almayacak. Yani rekabet başı açıklık ya da kapalılık üzerinden değil başarı ve çalışma üzerinden olacak.” 11 Ekim 2007 - Peruk taktığı için sınavı geçersiz sayıldı AÖF İlahiyat Fakültesi ön lisans 1. sınıf öğrencisi iki çocuk annesi Nagehan A., sınav sonuçlarını merakla beklerken kılık kıyafet ihlali gerekçesiyle sınavının geçersiz sayıldığını öğrenince şoke oldu. 8-9 Eylül 2007 tarihlerinde yapılan AÖF bütünleme sınavlarının 8 Eylül tarihindeki oturumuna Bartın Meslek Yüksekokulu'nda giren Nagehan A., sınav esnasında salon görevlileri tarafından herhangi bir ikaza maruz kalmadığını söylüyor. Bir yıllık emeğinin ve zahmetinin boşa gittiğini ifade eden Nagehan A., "Keşke sınav esnasında sınav salon görevlisi uyarıda bulunsaydı, aceleyle başörtüsü üzerine peruk takarak sınava girdim. Ne salona girerken ne de sınav esnasında hiçbir görevli tarafından uyarılmadım. İnsan bu kadar acımasız nasıl olabilir. Sınav sonuçlarını ve ikinci sınıfa geçmeyi merakla beklerken karşılaştığım duruma çok üzüldüm. İkaz edilmeden kişinin arkasından işgüzar bir niyetle kıyım yapılıyor. Söz konusu uygulama ve yasağı anlamakta gerçekten zorlanıyorum." dedi. (Zaman)13 Ekim 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu tarafından yapılan 109’ncu basın açıklamasında “Vahşi kapitalizm kadını en çok sömürülen kurban mesabesinde görmektedir. İşte bu yüzden de başörtüsüne özgürlük mücadelesi çok büyük önem arz etmektedir.” denildi. Kocaeli’deki 130’uncu eylemde “"Bir gün biz de bayram yapacağız" temennisinde bulunuldu. Ankara’daki 88’inci başörtüsüne özgürlük eyleminde “Bayram, bizi mücadele ve sabrın sonunun hayır olduğu gerçeğini anlamaya çağırmaktadır. Bu nedenle bizim bayramımız, haksızlığın, zulmün ve adaletsizliğin sona ermesini sağlamaya çalışan bir birlik ruhu içinde olmalıdır.” ifadelerine yer verildi. Başörtüsüne özgürlük eylemleri Van’daki 59’uncu, Akyazı’daki 36’ncı ve Konya’daki 5’inci basın açıklamasıyla devam etti.13 Ekim 2007 – “Türbana tapan putperestler”Özdemir İnce, Hürriyet’teki yazısına “Son zamanlarda yapılan türban övgülerinden, türban cazgırlığı yapan yazıcıların yorumlarından, türban denen takının puta, Müslüman olduğu iddia edilen kimselerin de putpereste dönüştükleri sonucu çıkıyor.” diyerek başladı ve bir kez daha eski iddiasını dile getirdi: “Müslümanlık biçim ve içerik olarak bir bütünsellik ifade eder. Müslümanlığın bilinen, uyulması ve yapılması zorunlu koşullan dışında haramlar, helaller, günahlar var. Örneğin, en bilinen sakıncalardan biri faiz! Faiz İslam'a göre haram, ama türbancılann tamamı faiz yemekte.” İnce, yazısının sonu ise şu tespitle geldi: “Türban sorunu (fesadı) imam hatip okulu sorunundan (fesadından) bağımsız değildir. Her kim ki türban dayanışması, savunması yapar, o kimse imam hatip okulları konusunda da görüş açıklamak zorundadır.”16 Ekim 2007 – “Türban ulusal kimliğe tehdittir”Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şahin Filiz, Cumhuriyet’in sorularını yanıtlarken “mikro faşizmin çekirdeği olarak tanımladığı türbanın Türk devletinin tasfiye ve teslimine geçirilen kılıflardan biri olduğunu ve Türkiye'yi bekleyen tehlikenin, mahalle baskısından çok "mikro faşizm" olduğunu söyledi.” “Mikro faşizm diye nitelediğiniz baskının temel simgesi ve aracı türban mı?” sorusuna “Evet, bir dinde ne kadar simgeye, gösterişlere vurgu yapılırsa, o dinden beklenen toplumsal yarar da o derecede azalmaktadır. Dindarlığın ölçüsü tamamen sembollerin görünürlüğü ve tüketilebilirliği ile ilgili bir ölçü olacaktır... Türban, 1970'lerden sonra mahalle baskısı ya da mikro faşizm dediğimiz kavramların ilk çekirdeği olarak ortaya çıktı. Bu kıyafet, ülkemiz ve ulusumuzun karşı karşıya kaldığı tehlikeleri karartıp örten bir işlev yüklenmiştir ve Atatürk Cumhuriyetine, onun ilke ve devrimlerine, Türk devletinin tasfiyesine, teslimine geçirilen kılıflardan

…Başörtüsü Raporu 2007… 157

Page 158:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

birisidir. Türban, Türk ulusunun ortaçağ katolisizmine ve ABD evangelizmine hapsedilme projesidir, Türk ulusal kimliğine ve bütünlüğüne yönelik bir tehdittir. Türban, artık toplumda bir iletişim ve referans aracı haline gelmiştir.” diye yanıt verdi.17 Ekim 2007 – Başörtülü öğrenciler de vardıAbdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçildikten sonra YÖK'ün bildirdiği listenin ikinci sırasından Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Rektörlüğü'ne atadığı Prof. Dr. Fazıl Tekin'in katıldığı ilk törende başörtülü öğrenciler de salona alındı. Prof. Tekin, yaptığı konuşmada YÖK'le ilgili olarak Türkiye'de üniversite yapısı oluşturulurken gelişmiş ülkelerdeki birtakım birimler ve kurulların yer aldığını, ancak bunların etkin biçimde çalışmadığını ifade ederek üniversitelerde hem içeriden hem dışarıdan temsili üyelerin yer aldığı katılımcı kurulların oluşturulmasını, yöneticilerin bu kurullara hesap vermesinin sağlanmasını istedi. Prof. Dr. Tekin üniversitelerin topluma açık ve hesap verebilir konuma gelmesi gerektiğini vurgulayarak, üniversite kapılarında bekleyen ve yükseköğretim görme talebinde bulunan genç kitlelerin talebini karşılamaya yönelik ivedi çözümler bulunmasını istedi. 17 Ekim 2007 - Başörtüsü yasağı kadına yönelik şiddettirİnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Reyhan Yalçındağ, Türkiye'de uygulanan başörtüsü yasağının kadına karşı yapılan bir şiddet olduğunu söyledi. Diyarbakır Kadın Platformu tarafından düzenlenen 'Kürt kadınları sivil anayasayı tartışıyor' konulu panelde konuşan Yalçındağ, "Anayasa taslağının başlangıç bölümünde hem 'kültürel farklılıklara zenginlik' diyeceksin hem de etnik köken vurgusu yaparak 'biz Türk milleti' diyeceksin. Peki biz Türk olmayanlar ne diyeceğiz? İnanan kadın, başörtüsü taktığı için eğitim hakkından ve çalışma hayatından mahrum bırakılıyor. Aynı inancı taşıyan erkekler benzer müeyyideyle karşı karşıya değil. Başörtüsü yasağı aynı zamanda kadına yönelik şiddettir. Çok temel bir hak ihlalidir. Kadınlar sadece eğitim hakkından değil, çalışma hakkından da mahrum bırakılıyor." dedi. (Zaman)19 Ekim 2007 - Başörtülü yarı çıplaklar Mine Alpay Gün, Milli Gazete’deki yazısında tesettür ve yozlaşma konusuna değindi: “Etraf başörtülü yarı çıplaklardan geçilmiyor. Tesettürle başkaları değil ama başörtülüler fena halde dalga geçmekte. Arkadaş zor geliyorsa çıkar kafandaki örtüyü. Sana zorla taktıran mı var? Bir salaşlık, bir derbederlik. Sanki kafasındaki iki kılı kapatınca hatun kişi, bütün vazifelerini tamamlamış gibi vücudunu orta yere saçıveriyor... En baştakilerdeki bozulma bütün toplumu etkilemekte. VIP kadınlardan başlayan bir dezenformasyon... Büyük başlarımız böyle yapınca; halk çocukları da nereden bulsunlar cici salonları, şık avizeleri, pahalı kostümleri; onlar da sokaklarda soyunmaya başladılar. Rabbimizin Müslüman kadınlara hediye ettiği tesettür tacını, toza kire bulayıp ayağa düşürmeyin lütfen... Tesettürün bozulmasında en büyük suçlu erkekler. Onlar açık bayanlara, televizyonun edepsiz çıplaklarına hayranlıkla bakarken, hanımları da; o aptal beylerini ellerinde tutabilmek için açılma yarışına girdiler. Bizim pek çok kadınımız niçin kapanmıyor sanıyorsunuz, ya da böyle yarı çıplak dolaşıyor derseniz; kocaları yüzlerine bakmaz diye.”20 Ekim 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu tarafından yapılan 110’ncu açıklamada “Irk temelli politikaların hiçbirinin çözüm üretebilmesi mümkün değildir. Yapılması gereken; ulusçuluk kirine bulaşmamış, tevhid ve adalete dayalı İslami bilincin toplumun gündemine güçlü ve yaygın bir şekilde taşınmasına yönelik bir mücadelenin hakim kılınmasıdır. Toplumların özgürlüğü ve kurtuluşu da hiç kuşkusuz ancak böylece gerçekleşecektir.” mesajı verildi. Kocaeli’de düzenlenen 131’inci özgürlük eyleminde ise “On yıllardır bu ülke insanının hakkını, hukukunu gasp eden onu kamplara bölerek ayrıştıran, sadece eğitim öğretim hakkını değil, düşünce ve ifade hürriyetini, kadının insan hakkını elinden alan ve yaşam hakkına kadar müdahil olan yasak artık tarihe gömülmelidir” çağrısı yapıldı. Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu 89’uncu açıklamasında yasağın bitirilmesi çağrısını yinelerken, Van’daki 60’ıncı eylemde “Başörtüsü terörü sürdükçe direnişimiz de devam edecektir. “Kamusal alan” safsatası dayanak gösterilerek başörtülülere karşı sürdürülen baskı ve zulüm, mutlaka son bulacaktır. Başörtüsü yasağını sürdüren yasakçıların “toplumsal mutabakat”a dahil olmasını bekleyecek sabrımız kalmamıştır.” denildi. Konya’da 6’ncı eylem yapılırken Akyazı’daki 37’nci açıklamada ““Allah’ın ‘örtünün’ emrine uyarak başlarını örten kız çocuklarımız ve kadınlarımızın örtünme şekillerini, nerelerde örtüneceklerini ve hangi kıyafeti giyeceklerini tayin etmek ve emir komuta zincirine bağlamak hiçbir kurumun, idarecinin, yazar-çizerin tasarrufu da değildir.” ifadelerine yer verildi.20 Ekim 2007 – Sivil toplum kongresine başörtülü siviller alınmadıÇanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde düzenlenen 4. Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Kongresi büyük bir rezaletle başladı. Dünyanın dört bir yanından temsilcilerin katıldığı “Küresel Yoksulluk” toplantısına davet edilen İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı (İHH) temsilcileri Zehra Öztürk ve Zeliha Sağlam, başörtülü oldukları gerekçesiyle kongrenin düzenlendiği Onsekiz Mart Üniversitesi Terzioğlu Yerleşkesi’ndeki Trio Kültür Merkezi’nden çıkarıldılar. Öğrenci olmadıklarını belirterek toplantıya katılmakta ısrar eden İHH temsilcilerine, “Burada YÖK kanunları geçerli, bu şekilde kongreye katılamazsınız” denildi. İHH temsilcileri güvenlik görevlilerince zor kullanılarak üniversite yerleşkesi dışına çıkarıldı. (Vakit)20 Ekim 2007 – “Sağlık ocağında türbanlı doktorlar görev başında”

…Başörtüsü Raporu 2007… 158

Page 159:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Medyanın başörtülü çalışanları ihbar eden haberlerine bir yenisi daha eklendi. Erzurum’da bir sağlık ocağıyla ilgili haber şöyleydi: “Kamusal alanda yasaklanan türban, Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın seçim bölgesi Erzurum'da sağlık ocağına girdi. Ceylanoğlu Sağlık Ocağı'ndaki doktorlar türbanlarıyla görev yaparken fotoğraflandı. Rahat tavırlarıyla dikkat çeken doktorlar muayene ettikleri erkek hastalarını birlikte kabul ediyor. Sağlık Ocağı'nın bir odasında türbanlı olarak çalışmalarını sürdüren kadın doktorlar görüntülerinin çekildiğini fark edince panik yaşamaya başlıyor. Sağlık ocağı personeli çekim yapılmasını engellemek isterken, 'Neden türbanlısınız' sorusuna sinirlenen Dr, B.A., "Lütfen çekim yapmayın, dışarıya çıkın. İzin almadan geldiniz" diyor.”21 Ekim 2007 – Türkiye’nin örtülü gerçeği Eğitim, Kültür ve Dayanışma Derneği HAZAR tarafından yapılan ve adına “Türkiye’nin Örtülü Gerçeği’ adı verilen araştırmada başörtülülerin büyük çoğunluğunun başörtüsü yasağı sebebiyle çeşitli sosyal baskılara maruz kaldıklarını belirttikleri ortaya çıktı. Green Park Hotel’de gerçekleştirilen basın açıklamasıyla duyurulan araştırmada denekler, yüzde 36,4 oranında yasağı siyasilerin çözeceği vurgularken Cumhurbaşkanının yasağı çözeceğini düşünenlerin oranı ise yüzde 13,8 oldu. ANAR tarafından yapılan araştırmanın lise ve üstü seviyede bin 112 denek üzerinde yapıldığı belirtilerek, başörtülülerin yüzde 79,4 oranında örtülerini başörtüsü olarak adlandırdıkları ortaya çıktı. Örtülerini türban olarak ifade edenler ise yalnızca yüzde 6’da kaldı. Deneklerin yüzde 96,7 gibi bir oranla başörtülerini ‘Dini bir gereği’ olarak taktıklarını ifade ettikleri belirtilen araştırmanın ilgi çekici sonuçlarından biri de ‘Yargıya ve adalet sistemine olan güvensizlik’ nedeniyle başörtüsü yasağı mağdurlarının sadece yüzde 16,6’sının haklarını kazanabilmek için yargıya gitmeleri oldu. (Milli Gazete)25 Ekim 2007 – “Nerde o türbanlı kızlarımız, kadınlarımız”Oktay Akbal, Cumhuriyet’teki köşesinde Güneydoğu’daki şiddet olaylarına gösterilen kitlesel tepkiler konusunda görüşlerini yazarken şu ifadeleri kullandı: “Bütün Türkiye dalga dalga, bayrak bayrak… Kentler, kasabalar, köyler çığlık çığlığa… On binler, yüz binler, milyonlar yurt, ulus, vatan sevgisiyle yollarda, alanlarda… Bakıyorum, içlerinde başı örtülü, başı türbanlı kadınlarımızı pek göremiyorum. Nerede başları sımsıkı kapalı kadınlarımız, kızlarımız?.. Hiçbiri ortada yok! Öte yanda nerdeyse bir savaş öncesinde, derin coşkular, tutkular içinde çırpınan başı açık ama içleri Cumhuriyet’in getirdiği, Atatürk devrimlerinin kazandırdığı güçle dopdolu kadınlarımız, kızlarımız… Başını örtmeyi bir erdem sayan türbanlılar, içinde yaşadığımız ulusal kavganın neresindeler? Değillerse, kimin, hangi amacın, özlemin yanındalar? Bunu sormamız, başı türbanlıların da bu ulusal kalkışmada yer almalarını beklememiz yanlış mı?”26 Ekim 2007 “Tesettürsüz tesettür” üzerine bir açılım Mine Alpay Gün, Milli Gazete’deki köşesinde tesettür ve yozlaşma konusundaki düşüncelerine gelen tepkileri değerlendirdi: “Dejenerasyon ve dezenformasyon tüm dünyada olduğu gibi, Müslümanlarda da bazı değerleri alt üst etti. Paranın el değiştirmesi, standartlarda yükselme, Müslümanlarda çözülmelere, gevşeme ve yozlaşmaya neden oldu... Tamam, belki baskıcı rejimin getirdiği yasaklar sonucu yaşanan zorluklar, tesettür yozlaşmalarında bir etken. Fakat Müslümanlar da hiç masum değiller. Reaksiyonerliği bir taviz katarı ile ortaya koyunca, kimi soylu değerleri hızla terk ettik. Bu bir “tesettür yorgunluğu” değildi. Ters istikamette gelişen bir tesettür “çözme” idi. “İkna odalarına” karşı çıkanlarda bile, biraz ödün verilirse daha şirin gözüküleceği inancı ile bir iki eskiz ile tesettürü modernize etme hevesi oluştu. En acısı da, siyasi arenaya giren Müslümanlar, belki medyanın aforozundan korktukları için tavizsiz duruş sergileyenleri istemiyorlardı. Usanmış ve bıkmış bir psikoloji ile tıpkı laikçi rejim gibi, kimi Müslümanlar da; düzgün tesettürlülere “gözlerden ırak ol!” mesajları ile yok sayarak bakıyorlardı. Adeta ikinci cumhuriyet isteyenler gibi, rejimi rahatsız etmemeye özen gösteren ikinci yumuşak tesettür biçimi de gelişiyordu...” 27 Ekim 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu 111’inci eyleminde “Adalet ve özgürlüğün olmadığı yerde; haksızlık, baskı ve zulmün olmasına şaşırmamak gerekiyor. Yıllardır baskı ve yasaklarla ayakta durmaya çalışanların, uygulamış oldukları bu politikaların artık iyiden iyiye iflas ettiğini görüyoruz... Zaman, toplumsal adalet ve sağduyunun sağlanmasına yönelik hamleler yapılması zamanıdır. Zaman seküler ulus temelli siyasetlerin bu coğrafyada kan ve gözyaşlarından başka bir şey getirmediği gerçeğinin görülmesi zamanıdır.” tespitini gündeme taşıdı. Başörtüsüne özgürlük eylemleri platformların Kocaeli’de 132’nci, Ankara’da 90’ıncı, Van’da 61’inci, Akyazı’da 38’inci ve Konya’da 7’inci basın açıklamasıyla devam etti. 27 Ekim 2007 - Başörtüsü takanlar ve başörtüsüne takanlar Hekimoğlu İsmail, Zaman’daki köşesinde başörtüsü sorununu değerlendirdi: “Bana göre Avrupalı, başörtüsünü görünce Osmanlı'yı görüyor! Osmanlı'nın gelmesinden korkuyor! Osmanlı devleti gökten inmedi. Osman Gazi isminde bir adam, Osmanlı devletini kurdu. Başörtüsünden korkanlar da böyle düşünüyor. "Başörtüsü, Türkiye'yi Osmanlı yapmaya yetebilir!" İnsanlar, Avrupavâri yaşayabilmek için, Avrupa'yı istiyor. Bugün bir kız üniversiteye başörtülü girse, şeriat mı gelmiş olur? Bu bir korkudur. Korkulan, şeriat değil, dindir. Türkiye'de devlet adamları teferruatla çok meşgul oluyorlar... Devlet, başörtüsüne bakmamalı, başın içindeki ilme bakmalı. Bilkent'e, Ortadoğu Üniversitesine giden kızın kafasının içinde fizik var, kimya var, cebir var, geometri var, bilim var! Ve bu kızlar derslerinde başarılı. Başörtüsü, fiziği öğrenmeye mani değil. Fiziğin formülleri gelip başörtüsüne çarpıp da yere düşmüyor; kızın kafasına girebiliyor. Ekonomimizi daha iyiye nasıl

…Başörtüsü Raporu 2007… 159

Page 160:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

götürebiliriz, sosyal imkânlarımızı nasıl geliştirebiliriz, dünya politikasında ağırlığımızı nasıl koruyabiliriz; mesele budur!28 Ekim 2007 – “Türbancılar ne kadar Müslüman?”Özdemir İnce’den sonra İlhan Selçuk’da başörtüsü konusunu faiz almayla ilişkilendirip “dinciler Türkiye’yi bir faiz folluğuna dönüştürdüler” dedi. Yazısına “Bizim dinci medyaya bakıyorum, mangalda kül bırakmıyorlar. Ne diyorlar: Türban da türban… Sıkmabaş. Tesettür. Türban Başbakanlığa el attı. Çankaya’ya da çıktı, dinciler dört köşe oldular… Ne diyorlar: Türkiye Müslümanlaştı… Allah. Hazreti Muhammet. Kuran-ı Kerim. İyi de… Türbancı-İslamcı medyanın Müslümanlığına diyecek yok mu?.. Dinciler sandıktan çıkarak iktidara geçtiler. Türkiye’yi bir faiz folluğuna dönüştürdüler. En yüksek faiz Türkiye’de… Dinci iktidar böylesine İslamcılık yapıyor; Allah’ın buyruğuna, Kuran-ı Kerim’e, Hazreti Muhammet’e boş veriyor, sonra da ne diyor: Türban da türban. Ne büyük sahtekarlık!”28 Ekim 2007 - Başörtüsü yasağı devletin dine müdahalesidirHayrettin Karaman, Yeni Şafak’taki yazısında “mahalle baskısı” konusuna değindi: “Geçen günlerde başını örtmeyenler (dindar olmayanlar) üzerinde bir mahalle baskısının bulunduğu sanal rüzgârı estirildi; o günlerde pek az yazar “asıl başını örtenler üzerindeki mahalle ve kamusal alan baskısı”nı dile getirdi... Başörtüsü bir aksesuar değildir, devlet istedi diye kadın başı, belli yerlerde açılıp belli yerlerde kapatılamaz. İnanan kadın, mahrem olmayanların bulunduğu her yerde başını örter. Kızlarımıza üniversitede başını örtme hakkını verip öncesinde ve sonrasında açmaya mecbur etmek “devletin dine müdahalesidir, öğrenim hakkını gasbetmektir”.30 Ekim 2007 – Resepsiyonlarda askerin başörtüsü krizleri29 Ekim kutlamalarına başörtüsü krizleri damgasını vurdu Kocaeli’nin Körfez İlçesi'ndeki Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına başörtülü eşiyle gelen AKP Kocaeli Milletvekili, protokolün ön sırasına eşiyle oturunca Garnizon Komutan Vekili Hava Yarbay Vedat Göger, diğer askerlerle birlikte töreni terk etti. Diyarbakır’da Valilik tarafından düzenlenen Cumhuriyet resepsiyonunda, askerler, 3 başörtülü kadın bulunması nedeniyle, resepsiyon salonunda bulunan 2'nci Taktik Hava Kuvvetler Komutanlığı'na ait bando ekibi askerleri ve rütbeli bir subay salonu terk etti. Gaziantep’te Valilik tarafından düzenlenen Cumhuriyet resepsiyonuna, aralarında merkez Şahinbey Belediye Başkanı AK Partili Ömer Can’ın eşi Belgin Can’ın da bulunduğu bazı başörtülü davetlilerin katıldığını fark eden İl Jandarma Komutanı Albay Ali Tapan ile diğer tüm subaylar, eşleriyle birlikte salonu terk etti. Kayseri’de Valilikçe Cumhuriyetin 84. yıldönümü nedeniyle Hilton Oteli’nde verilen baloya, Kayseri Garnizonu’nda görevli yüksek rütbeli subay ve astsubaylar katılmadı. Kırklareli’nde 55. Mekanize Piyade Tugay Komutanı Tuğgeneral Ahmet Baki Erdoğan, valilik tarafından verilen Cumhuriyet resepsiyonunda başörtülülerin olduğunu görünce, erkenden salondan ayrıldı. İzmir’in Narlıdere ilçesindeki Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında bir albay, protokol tribününde oturan ve yaşları 60 civarında olan iki başörtülü kadından rahatsız oldu. Hanımlar, polis nezaretinde protokol tribününden gönderilince Albay yerini aldı. (Vakit)30 Ekim 2007 - Öğrenci servisine başörtüsü engellemesiAstsubayın öğrenci kızını almak için 3. Kolordu Komutanlığı’na bağlı 4. Levent’teki Astsubay Lojmanları’na giden öğrenci servis aracındaki başörtülü öğrencinin başı açtırıldı. Muammer Selvi kızının yaşadıklarını şöyle anlattı: “Benim kızım Sümeyye Anadolu lisesine gidiyor. Cumartesi günü okulun Fizik, Matematik ve İngilizce kursu var. Ben de kızımı daha iyi yetişmesi için kursa yazdırdım. Servis, 4. Levent’ten itibaren öğrencileri alıyor. 4. Levent’te bulunan Astsubay Lojmanları’nda bir astsubayın kızı olan öğrenci var. Servis aracı Astsubay Lojmanları’na gittiğinde, nöbetçi asker başörtülü kızımı araçta görüyor ve servisi durduruyor. Servis şoförünün, ‘Problem ne?’ şeklindeki tepkisi üzerine, nöbetçi asker, ‘Minibüsün içerisinde başörtülü bayan var. Bu başörtüsünü çıkarması gerekir. Yoksa aracı içeri alamayız’ diyor. Servis şoförünün, ‘İçeride öğrenci var. Öğrenciyi alıp çıkacağız’ demesi üzerine nöbetçi asker, ‘Olmaz. Kameralar çekiyor. Ben alamam’ diyor. Bunun üzerine kızım başını açmak zorunda kalıyor ve ağlamaya başlıyor.” 4. Levent Astsubay Lojmanları yetkilileri, söz konusu olay hakkında konuşmaktan kaçındılar ve “Bu konuda hiçbir açıklamada bulunmayacağız” dediler. (Vakit)BAŞÖRTÜSÜ GÜNDEMİ . KASIM 2007 1 Kasım 2007 – Komutanların katılacağı davetlerde başörtüsü yok!Kazım Güleçyüz, Yeni Asya Gazetesi’ndeki köşesinde resepsiyonlar ve başörtüsü konusunu değerlendirdi: “Resepsiyonlarda, şimdiki Jandarma Genel Komutanı Org. Koşaner’in seneler önce Genelkurmay 2. Başkanı sıfatıyla dile getirdiği formül benimsenmiş gibi görünüyor. Komutanların katılacağı davetler “eşsiz,” sivil katılımcılara yönelik resepsiyonlar eşli organize ediliyor. Kimileri, bu eşli davetlerde Çankaya’nın “türbanlı istilâsı”na uğrayacağı kehanetinde bulunuyorlardı. Ancak bu ilk davet açıkça gösterdi ki, öyle olmadı ve olacak gibi de görünmüyor... Belli ki, davet devletin en üst makamından da gelse, başörtülü hanımların protokolde görünme yönünde bir hevesleri yok. Hal böyle olunca, provokatörlerin buradan çıkarabilecekleri bir malzeme de yok. Gelinen nokta, Özal ve Demirel dönemi resepsiyonlarındaki duruma yeniden dönüldüğünü gösteriyor. O zamanlar da arzu eden başörtülü hanımlar davete katılıyorlardı ve bu durumu kimse yadırgamıyordu. Sezer’le birlikte keşfedilip uygulamaya konulan “kamusal alan” kavramıyla Çankaya’nın da başörtülüler için “yasaklı alan” haline getirilmesi, bazılarına şimdiki tabloyu sanki çok farklı ve olağanüstü bir gelişme gibi gösteriyor. Ama hiç de öyle değil. Tersine, son durum normale dönüşün ifadesi... Bu tartışmaların,

…Başörtüsü Raporu 2007… 160

Page 161:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

First Lady’nin başörtülü olmasının ve Köşkün yedi yıl sonra başörtülülere açılmasının, eğitim kurumlarıyla resmî dairelerdeki 12 Eylül+28 Şubat yasağı mağdurlarına fayda getirip getirmeyeceği ise hâlâ meçhul...” 1 Kasım 2007 – “Meydanlarda neden türbanlılar yok'a dair”Hürriyet yazarı Ahmet Hakan Coşkun, Oktay Akbal’ın “Nerde o türbanlı kızlarımız, kadınlarımız” başlıklı yazısı hakkında köşesinde şunları ifade etti: “Gerçekten yoklar mı? "Baktım yoklar" deyip geçiştirebilir miyiz? "Meydanlarda neden türbanlılar yok" sorusu, başka "tehlikeli" ve "bölücü" soruları da kışkırtmaz mı? Mesela, "Madem her tür sorunun sorulması meşrudur" mantığından hareket eden biri, "Neden şehit analığı hep başı örtülü yoksul kadınlara düşer usta?" diye sorsa… Hazırladığınız bir yanıt var mı? Bir de şu var: "Türbanlılar" diye homojen bir grup mu var? Bunlar düğmeye basılınca hareket eden, düğmeye basılınca duran birer "otomatik portakal" mıdır? "Başı açıklar" diye bir kategoriden söz edilebilir mi? Bir "başı açık" ile başka bir "başı açık" arasında fark olabileceğini düşünüyoruz da, neden bir "türbanlı" ile başka bir "türbanlı" arasında fark olacağını düşünmüyoruz? Eğer "Arada bir fark yok... Bunların hepsi aynı" diyorsanız... O zaman bu tür bir genellemenin sizin için de geçerli olabileceğine onay vermiş olursunuz.” 2 Kasım 2007 – Başı açık kadınlar da başörtüsüne özgürlükten yanaFatma K. Barbarosoğlu, Yeni Şafak’taki “Kalbi olan başı açık kadınlar” başlıklı yazısında başörtüsü yasağını eleştiren “başı açık” kadınlara değindi: “Ayşe Kulin, Emine Çaykara, Nuray Mert, Perihan Maden, Leyla İpekçi, Müge İplikçi, Gülayşe Kocak, Sibel K.Türker, Nuriye Akman, Elif Şafak şimdi bir solukta isimlerini hatırlayamadığım pek çok başı açık kadın var. “Saçlı”ların kuma gömdükleri başlarını çıkarmaya uğraşan. Yani, edebiyatın kadın kalemi, biraz geç kalmış olmakla birlikte nihayet başörtülülerin sıkıntılarını “korkusuzca” dile getirebiliyor artık. Bu hiç de azımsanacak bir şey değil. Bir siyasi partinin başörtüsü taraftarı olmasından çok daha önemli. Yani kalbi olan kadınlar haksızlığa karşı. Kendi sınıfının ya da kendi konumunun peşinde değil. Kalbi olan bütün kadınlar olarak nefeslerimizi biriktirmemiz gerekiyor. Bize hiç benzemeyene saygı göstermeyi, her ne olursa olsun insan yanımızın, anne yanımızın yekdil olmaya yeteceğini görmek ve göstermek zorundayız... Sınıfımızı, konumumuzu korumak adına her türlü ahlaksızlığa razı olmak için “korku” biriktirmek neden!!! Hadi hesaplaşalım aynadaki çehremizle. Türbanistlere de antitürbanistlere de karşı durmanın tam zamanı.”2 Kasım 2007 - Muhabirin başörtüsünü almaya çalışmıştı Kırşehir'de mayıs ayında yapılan belediye meclis toplantısını takip ederken "göz zevkimi bozuyorsun, çık dışarı" diye hakarete maruz kalan Kırşehir Çınar Gazetesi Muhabiri Fatma Alkan'ın, CHP'li Belediye Meclis Üyesi Saadet Balcı hakkında açtığı davanın ilk duruşması yapıldı. Duruşmaya katılmayan Balcı'nın ikinci duruşmaya polis zoruyla getirilmesine karar verildi. İlk duruşmaya şikayetçi ve mağdur Fatma Alkan ile tanıklar katıldı. Belediye Meclis Üyesi Tahsin Karaman Saadet Balcı'nın daha önce de bayan muhabiri başörtüsü nedeniyle sözle taciz ettiğini söyledi. Kahraman, toplantı bitiminde Balcı'nın muhabire yönelik tehditler savurduğunu ve başörtüsünü zorla çıkarma teşebbüsünde bulunduğunu belirterek, "Muhabir arkadaşa hakaretlerde bulundu. Çıkışta ise muhabirin başörtüsünü almaya çalışınca, diğer meclis üyeleri duruma tepki gösterdi" şeklinde konuştu. CHP Kırşehir İl Başkanı Yılmaz Zengin ise belediye encümen salonunun kamusal alan olduğunu iddia ederek, "Kimsenin başkasının başörtüsüne müdahale etmeye hakkı yok. Benim eşimin ve annemin de başı kapalı. Ancak kamusal alana türbanla girilmez" iddiasında bulundu. 2 Kasım 2007 - 'Başörtülü kamu hizmeti verilemez' demek ayrımcılıktırYard. Doç. Dr. Bekir Berat Özipek, Zaman’daki yorumunda başörtüsü sorununu hizmet alan-hizmet veren şeklinde tartışmanın sakıncalarına değindi: “"Kamu hizmeti yürüten tarafsız olmalı, bu yüzden başörtüsü takamaz" diyenler, iki temel hata yapıyorlar. İlki, tarafsızlığı yanlış anlıyorlar. Tarafsızlık, kamu hizmetini niteleyen bir sıfattır; o hizmeti yürüten kişinin var oluş tarzını veya görünüşü değil. Tarafsızlık, kurallarla ilgili bir kavramdır. Yani biz "kamu hizmeti tarafsızlık esasına uygun yürütülmelidir" derken, o hizmeti yürüten kişinin, o hizmeti alan herkese aynı şekilde muamele etmesi, kural izleyici olması ve hizmet verdiği insanlar arasında ayrım yapmaması anlamında tarafsız davranmasından söz ederiz. Tarafsızlık, kamu görevlisinin bir dine, ideolojiye veya siyasi partiye ait olduğunu belli etmeyecek biçimde giyinmesi değil, bütün bu değerler ve aidiyetlerini yaptığı işin içine sokmamasıdır... İkincisi, kamu görevlisinin başının açık olmasını tarafsızlık olarak görenler, farklında olmadan "tarafsız" kıyafeti belirli bir yaşam biçimiyle, genellikle de kendilerininkiyle özdeşleştirdiklerini ifade etmiş oluyorlar. Kendi yaşam biçimlerini ve buna bağlı olarak kendi "normal"lerini temel alarak, ötekini "normal dışı" gördüklerini ifade etmiş oluyorlar ve devletten de "normal" giyinmiş personel bekliyorlar... "Başörtülü kamu görevlisi olmaz" diyenler, bunu tarafsız devlet ilkesine dayandırıyorlarsa, kadın nüfusunun yarısının başörtülü olduğu bir ülkede, devletin tarafsızlık adına neden bunlardan birini temel aldığını, bunu "kadının normal hali" olarak kabul ettiğini de açıklamak zorundadırlar... Devletin yapması gereken, bütün kamu görevleri için, görevin gerektirdiği niteliklerden başka kriter koymaması ve bu nitelikleri taşıyan herkese (başörtülü, başörtüsüz, haçlı, kipalı vd.) bu pozisyonları eşit ölçüde açık tutmasıdır... Türkiye toplumu, eğer bir gün gerçekten medeni bir ülkede yaşayacaksa, er veya geç ulaşacağımız çözüm budur ve sadece budur.”

…Başörtüsü Raporu 2007… 161

Page 162:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

3 Kasım 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriBaşörtüsüne özgürlük eylemlerine yönelik karalama ve yıldırma politikalarının sonucu olarak Antalya Başörtüsü Platformu tarafından düzenlenen ikinci basın açıklamasında, çocukların eyleme katılmasını bahane eden polis velilerle birlikte çocukları da gözaltına aldı. 20 kişinin gözaltına alındığı eylemde, yapılan hukuksuzluk protesto edildi. Sakarya Başörtüsü Platformu, 112’inci basın açıklamasında “Sorunların temeline inmeyen ve sorunlara çözüm üretmek yerine tam tersine baskıcı ve yasakçı tavrını alenen ortaya koyan resmi ideoloji ve bunun en belirgin unsuru askeri vesayet, uyguladığı ve uygulamaya devam edeceğini ilan ettiği politikalarla toplumun tüm katmanlarından sorgusuz sualsiz mutlak bir itaat bekliyor.” ifadelerine yer verirken, Kocaeli’deki 133’üncü eylemde, 29 Ekim törenlerinde protokolde ve resepsiyonda milletvekilinin başörtülü eşinin olmasından dolayı töreni terk eden komutanların davranışı eleştirildi. Eylemler, Ankara’da 91’inci, Van’da 62’nci, Akyazı’da 39’uncu ve Konya’da 8’inci basın açıklamasıyla devam etti. Konya’daki eylemde “Haksızlığa uğrayanlarında haksızlığı yapanlar kadar cesur olmadığı ve haklarına sahip çıkmadığı ortamlar ihlallerin ve keyfiliklerin artmasını sağlar. Haksızlığa muhatap olan insanlar olarak sessiz kalmayacak, keyfiliğin artmasına izin vermeyeceğiz.” mesajı verildi.3 Kasım 2007 - AB, yeni raporunda da başörtüsü sorununa yer vermiyor Yahova Şahitleri'nden ekümenikliğe kadar birçok dini soruna işaret eden rapor taslağı, Türkiye'nin yıllardır tartıştığı başörtüsü sorununu görmezden geliyor. Taslakta yer alan "Bütün dini cemaatlerin lüzumsuz sınırlamalara maruz kalmadan faaliyet gösterebilmeleri için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne uyumlu bir hukuki çerçeve henüz oluşturulmamıştır." cümlesine rağmen Müslümanların sorunlarına hiç değinilmiyor. AB Komisyonu'nun aksine başörtüsü sorunu Avrupa Parlamentosu Türkiye raporlarına girmiş bulunuyor. (Zaman)4 Kasım 2007 – “Türk kadınını temsil ediyorsa başının örtülü olması beni rahatsız ediyor”Yazgülü Aldoğan, Posta’daki köşesinde Hayrünnisa Gül’ün resepsiyondaki başörtülü görüntüsünün kendisini rahatsız ettiğini yazdı. Daha önceki bir yazısında Gül’ün Cumhuriyet resepsiyonundaki kıyafetini rahibe elbiselerine benzeten Aldoğan, iddiasında haklı olduğunu da iddia etti. Aldoğan’ın yazısı şöyleydi: “Hemşire dedim de aklıma geldi, bizimkiler de maşallah hepsi türbanlı oldu. Sağlık Bakanlığına bağlı çalışan ambulansların hepsinin içinde türbanlı hemşireler çalışıyor.... Kamu görevi yapanların dini sembol kullanamayacağı yasa gereği, itiraz etme noktam bu. Bn. Gül'le uğraşmam da bundan. Çünkü bence Bn. Gül de kamu görevi yapıyor. Çankaya Köşkü, Cumhurbaşkanlığı resmi makamı. Orada verilen resepsiyon, resmi bir resepsiyon. Ve Bn. Gül, orada bir saat dikilerek yüz kişinin elini sıkarken Türk kadınını temsil ediyorsa başının örtülü olması beni rahatsız ediyor...” 5 Kasım 2007 – “Gül Köşk’e türbanla girememelidir”Star Gazetesi’nden Ahmet Kekeç, “Bu hanımefendi başınızı çok ağrıtır Deniz Bey” başlıklı yazısında CHP’li Canan Arıtman’ı eleştirdi: “Hiç de şakacı birine benzemeyen Arıtman diyor ki, ‘Eğer üniversite öğrencileri okullarına türbanla giremiyorsa, Hayrünnisa Gül de Köşk’e öyle yani türbanla girememelidir. Bu hukuken yanlıştır.’ Değerli Arıtman’ın kafasında bir ‘hukuk’ ve ‘haklar’ telakkisi var mı bilmiyorum. Söylediği şey, esasında pek de yabana atılır cinsten değil. Çünkü, ortada, hukuken ‘yanlışlanması’ gereken bir uygulama var. Madem Bayan Gül Köşk’e ‘öyle yani türbanla giriyor’, üniversite öğrencileri neden bu hakkı kullanamıyor? Hayır, Arıtman bunu söylemiyor. Üniversite öğrencilerinin kullanamadığı bir hakkı, Bayan Gül’ün neden ‘öyle yani’ kullanabildiğini soruyor? Bir sosyaldemokrat olarak eşitlik istiyor. Bu eşitlik isteğini de ‘haklar’la ilişkisini kurcalamadığı (bence kurcalamadığı) ‘hukuk’a dayandırıyor. Hak kısıtlaması temelinde bir eşitlik anlayışı... “7 Kasım 2007 – Başörtülü sağlık teknisyenine ‘acil’ soruşturmaKonya’da Selçuk Üniversitesi Alaeddin Keykubat Kampusu’nda Sabancı Vakfı tarafından yaptırılan Dilek Sabancı Konservatuvarı’nın açılışında Hayrünnisa Gül, protokol üyeleri tarafından havaalanında karşılanırken, muhtemel bir acil durumda müdahale etmesi için görevlendirilen 112 Acil Servis Ambulansı içerisinde bulunan başörtülü sağlık teknisyeni hakkında İl Sağlık Müdürlüğü tarafından soruşturma başlatıldı. (Vakit)8 Kasım 2007 - Örtü var, ama örtülü kadının kendisi yok Sosyolog Nilüfer Göle'nin 'Batı-Dışı Moderniteler Projesi' kapsamında açılan 'Mahrem' başlıklı sergi, dünya görüşü ve inançları gereği örtünmeyi tercih eden kadınları rencide ediyor. Santralistanbul'daki sergide, örtünmeyi, kadını her durumda boğucu, engelleyici bir durum olarak gösteren sanatçılar, başını, yüzünü örten kadınları hastalıklı ruh halleriyle yansıtıyor. Örtünün, şiddet ve cinsellik mesajları ile birlikte gösterildiği çalışmalar, klasik Batı dünyasında var olan Doğu'ya harem ve hamam tablolarından bakma âdetinin modern versiyonları olmaktan öteye gidemiyor. Örtülü kadınların manevi tatminlerini, olumlu ruh hallerini yansıtan, örtüyü doğal bir durum olarak kabullenmelerini ifade eden tek bir çalışmanın bile olmayışı, sanatçıların İslam karşıtı yaygın anlayışlardan nasibdar olduklarını ispat ediyor. (Zaman)

…Başörtüsü Raporu 2007… 162

Page 163:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

9 Kasım 2007 - Başörtüsü yasağı Anayasa'ya aykırıTBMM İnsan Hakları Komisyonu'nda üniversitelerde uygulanan kanunsuz başörtüsü yasağının kaldırılması gerektiği dile getirildi. AK Parti Çorum Milletvekili Murat Yıldırım, eğitim hakkının engellenmemesinin temel insan hakları alanına girdiğini belirterek, "Başörtülü kız öğrencilerin yaşam tarzlarına müdahele ediliyor. Başörtülü kız öğrencilerin yeniden okullarına kavuşturularak mağduriyetlerinin giderilmesi gerekir"dedi. CHP Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir, "Türban siyasi simgedir. Türbanı buraya getirmenizden üzüntü duyuyorum. Üniversiteden her gelen yetkiliye türbanı soruyorsunuz" dedi. (Yeni Şafak)9 Kasım 2007 – “Türban” yoksa Avrupa da yokMehmet Tezkan, Vatan’daki, Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin ilerleme raporunu yayınlamasıyla ilgili yazısında şu görüşleri ileri sürdü: “AB raporunda dikkat çeken bir bölüm daha var: Reformlar yavaşladı. Evet yavaşladı. Çünkü AKP iktidarı AB'den vazgeçti. Çünkü iştahları kaçtı. Gerçek şu: Bu işin peşini bıraktık. Peki neden böyle oldu? Söyleyeyim. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi üniversitelerdeki türban yasağını onayladı ya, iş bitti. AKP, Avrupa'dan soğudu.. Canla başla asılıyorlardı. O gün defteri kapattılar. Çünkü AKP, Avrupa Birliği marifetiyle türbanı resmi giysi yapmaya niyetliydi. Olmadı. Şimdi türban yoksa Avrupa da yok diyorlar…”10 Kasım 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu, 113’üncü basın açıklamasında, “Üniversiteleri özgür düşünceye ve bilime hizmet eden zeminler haline getirmek en başta YÖK’ün tasfiye edilmesi ile mümkün olacaktır. YÖK tasfiye edilmeden ve yapmış olduğu yolsuzluklar, intihaller, ikna odaları marifetiyle yapmış oldukları zulümler araştırılıp yargılanmadan üniversitelerde özgürlüğü ve bilimi konuşmak ham bir hayaldir.” denildi. Kocaeli’de 134’üncü yapıldı., Ankara’da 92’nci eylemde “İnsanlar inandıkları gibi, inançlarının gereği olan başörtüsünü üniversitelerde, iş hayatında, ne anlama geldiği tam olarak bilinmeyen kamusal alanda takabilmeli ve özgür kalabilmelidir” denildi. Van’da Hak ve Özgürlükler Platformu’nun düzenlemiş olduğu 63’üncü basın açıklamasında ise, “Başörtüsü yasağının gerekçelerinin hiçbiri hukuki değildir. Bireyin temel haklarından olan düşünce, düşünceyi açıklama, inanma, inandığı gibi yaşama hakkı ihlal ediliyor. Bu ise hukuksuzluktur” denildi. Başörtüsüne özgürlük mücadelesi Akyazı’daki 40’ıncı ve Konya’daki 9’uncu açıklamayla devam etti. Akyazı’daki eylemde “İnsanlarımızın üzerindeki bu baskı ve ikinci sınıf muamele sona erinceye dek, bizler burada mağdur ve mazlum kişilerin sesi olmaya devam edeceğiz” ifadeleri dile getirildi. 11 Kasım 2007 – “Başörtülü eşler Anıtkabir'de neden yoktu?”Vatan yazarlarından Mustafa Mutlu, Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Gül’ü, eşlerini Anıtkabir’deki 10 Kasım törenlerine getirmedikleri için şöyle eleştirdi: “Dün Anıtkabir'deki Atatürk'ü anma törenlerini izlerken gözlerim ister istemez bu "eşleri” aradı! ABD'yi komşu kapısına çeviren o eşler, birkaç kilometre uzaklıktaki evlerinden çıkıp da gelmemişlerdi; artık ne işleri varsa? Avustralya'ya, İngiltere'ye, Uzak Doğu'ya koşa koşa gidiyorlardı ama Anıtkabir'de yoktular! "İlle de devlet törenine katılsaydılar" demiyorum ama vatandaşların arasına da mı karışamazlardı? Türbanı Çankaya'ya soktular ya… Anıtkabir'e de sokamazlar mıydı?”11 Kasım 2007 – Yeni anayasada “türban”dan fazlası varLondra'daki Avrupa Reformu Merkezi'nin başkan yardımcısı Katinka Barysch’in Radikal’de tercümesi yayınlanan yazısında “AKP, yıllardır ihtiyaç duyulan sivil anayasayı hazırlarken büyük bir hata yaptı: Taslakta türban yasağının kaldırılması dışında sivil haklara yönelik önemli düzenlemeler bulunmasına rağmen, metni kapalı kapılar ardında, kendi seçtiği kişiler yazdırarak samimiyeti hakkında şüphe yarattı” görüşü dile getirildi: “Dikkatler, hükümetin üniversitelerdeki türban yasağının kaldırılması önerisine odaklandı. Bakış açınıza göre bu, ya daha fazla din özgürlüğü ve fırsat eşitliğine, ya da Atatürk'ün 1923’te kurduğu laik sistemden uzaklaşılarak Türkiye devletinin İslamlaşmasına yönelik bir adım teşkil ediyor. Tartışmaların dar bir biçimde türban konusuna odaklanması talihsiz bir durum. Yeni anayasa, kadınların siyaset ve toplumdaki rolü, azınlık hakları ve devletin birliği, Türkiye'nin geleneksel anlamda hassas olan demokrasisinin işlemesini sağlayan karmaşık denetim sistemi gibi çok daha farklı konuları da içeriyor. Bu, modern Türkiye'yi kimin ve nasıl yönettiğiyle ilgili.” 12 Kasım 2007 – Askerin başörtüsüne karşı 'sivil' formülüBaşörtüsü devletin zirvesinde ve protokolde de yer alınca; asker bu konudaki tavrını korumaya devam etti. Bu amaçla, başörtüsünün yer aldığı programlarda üniformalı olarak bulunmama formülünü geliştiren asker, bunu geçen hafta iki uygulama ile ortaya koydu. İlk örnek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD ve ttalya gezilerinde yaşandı. Başbakanlığın ATA uçağında. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'la birlikte seyahat eden Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ergin Saygun ve diğer generaller, ziyaret boyunca üniforma yerine sivil kıyafeti tercih etti. İkinci uygulama ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Azerbaycan ziyaretinde yaşandı. Eşi Hayrünnisa Gül ile birlikte Azerbaycan'a giden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü karşılayanlar arasında TSK Askeri Ataşesi Tuğgeneral Fahri Kır da yer aldı. Ancak Kırın, karşılamaya üniforma yerine sivil bir kıyafetle gelmesi dikkat çekti. 12 Kasım 2007 – Başörtüsü sorununu YÖK başlattıTBMM İnsan Haklan Komisyonu Başkanı AKP'li Prof. Zafer Üskül, başörtüsü yasağının "YÖK'ün başlattığı bir sorun" olduğunu söyledi. Üskül, "Türbanlı öğrenci, tapu dairesindeki işini yapabiliyor, suç işlerse

…Başörtüsü Raporu 2007… 163

Page 164:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

karakola götürülebiliyor. Buralar da devletin kurumları ama devletin üniversitesine alınmıyor. Burada bir çelişki var, bunun ortadan kaldırılması gerek" dedi. Üskül, şöyle konuştu: "Eğitim hakkı da herkesin sahip olduğu bir haktır. Olağan koşullarda, herkesin bunlan kullanması gerekir. Ancak, türbanlı öğrencilerimiz şu anda bu haklarını üniversitelerimizde kullanamıyor. Getirilen sınırlamalar bana göre doğru değildir. Sonuç olarak öğrenci yurttaştır ve hizmet alandır. Ama, hukuken üniversitelerimiz bir şey yapamaz. Çünkü, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi karan var. Dolayısıyla bu sorunu başka bir biçimde çözmeye çalışmak gerekiyor. Türban, YÖK yönetiminin başlattığı bir sorundur. Türbanı olan olmayan hiç kimse arasında geçmişte bir sorun yoktu. "12 Kasım 2007 – Türban 'masum' değil!Mehmet Tezkan, Vatan’daki köşesinde Prof. Zafer Üskül’ün başörtüsü yasağına ilişkin sözlerini şöyle yorumladı: “Türban basit bir mesele midir? Yap değişikliği olsun bitsin. Hayır. Toplumda açtığı derin yaralar ne olacak? Türban üzerinden rant yapmaya çalışanlar. Eskiden böyle bir sorun yoktu. Doğru! Eskiden lafı bile edilmezdi. Çünkü o zaman baş örtmek sadece inançla ilgili bir tercihti. Sonra simge haline getirildi. Siyasal İslamın simgesi. Peki bunu kim yaptı? Türbanı siyasete kim çekti, türbanı kim siyasallaştırdı? Kim oya dönüştürmek istedi, kim türban takanları rejim değişikliğinin önemli bir aktörü haline getirmeye çalıştı? Refah anlayışı değil mi? Türban yasağını koyduran bu anlayış değil mi?” 12 Kasım 2007 - Yasaları uygulayın yeter Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği Başdanışmanı Prof. Dr. Ferman Demirkol, kılık-kıyafet konusunda anayasaya madde eklenmesinin yersiz olduğunu belirterek, üniversitelere başörtüsü ile girmenin serbest olduğunu ve var olan yasağın sona ermesi için Hükümet, savcılık ve yargı organlarının harekete geçmesi gerektiğini söyledi. Üniversite kampüsünde başörtülü öğrencilerin rahatça dolaşabileceğini ve derslere, laboratuvarlara katılabileceğini vurgulayan Demirkol, bu özgürlüğü sağlamak için anayasaya madde eklemenin gerek olmadığını bildirdi. (Milli Gazete)13 Kasım 2007 - Heidi kitabındaki başörtü Akşam'a 'pes' dedirttiMilli Eğitim Bakanlığı tarafından okullara tavsiye edilen ancak denetlenmeyen “100 temel eser” aileler için kabusa döndü. Aralarında Heidi, Alice Harikalar Diyarı’nda gibi ünlü çocuk klasiklerinin bulunduğu kitaplardaki özensizlikler pes dedirtti. Karanfil Yayınları’ndan çıkan Heidi kitabında, Klara’nın büyükannesi Bayan Seseman’a türban takılırken; Martı Yayınları’ndan çıkan Alice Harikalar Diyarı’ndaki yazım hataları isyan ettirecek kadar vahim. (Akşam)15 Kasım 2007 - 'Türban için saldırı terör değil’ iddiası“Danıştay 2. Daire üyeleri ve Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırılarla ilgili davada, sanık avukatı ilginç bir tezi işledi: "Diyanet'e türbanın ibadet olup olmadığını soralım. İbadet ise, türban gerekçesiyle yapılan saldın terör sayılmaz." Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davanın duruşmasına tutuklu sanıklar Alparslan Arslan, Osman Yıldırım, İsmail Sağır, Tekin İrsi, Aykut Metin Şükre ve Süleyman Esen avukatları katıldı. Duruşma ileri bir tarihe ertelendi, Sanık Arslan'ın yeni avukatı Abdurrahman Sarıoğlu, soruşturmanın genişletilmesiyle ilgili olarak mahkemeye önceki gün sunduğu dilekçede, "olay din ve vicdan özgürlüğünü ilgilendirdiğinden. Diyanet İşleri Başkanlığından, başörtüsünün hanımlar için farz bir ibadet olup olmadığı konusunda bilirkişi raporu alınması" gerektiğini savundu. Dilekçede şu ifadeler yer aldı: "Çünkü, gerek Cumhuriyet gazetesine bomba atılması olayında ve gerekse Danıştay olayında bu rapor aydınlatıcı olacaktır. Eğer başörtüsü ibadet ise Danıştay'a vaki saldırı terör sayılmayacaktır. Çünkü, terörde belirleyici olan amaçtır. İbadet amacı terör sayılamaz. Başörtüsü yasağı Müslümanları silahlı militan saflarına itmektedir." (Radikal)16 Kasım 2007 - “Yaşasın, ibadet amacıyla siyaset yapmak!”Cumhuriyet yazarı Deniz Som, “İbadet” başlıklı köşe yazısında, Danıştay davasında sanık avukatlarının savunması hakkında şunları dile getirdi: “Sanık, bir erkek. Nasıl ki karıları türbanlı olan Cumhurbaşkanı ve Başbakan türban takmıyorsa, o adam da türban takmıyor; erkeklerin "ibadet"i türbansız. Ama Cumhurbaşkanı ve Başbakan karıları “ibadet”lerini özgürce yaparken, o kadınlar gibi "ibadet" edemeyen kadınlar adına silaha sarılıyor ve bu sarılmanın terör sayılmaması gerekiyor. Güzel mantık. Daha da güzeli... Özel hayatlarında dinlerini özgürce yaşamak isteyen insanların kafasında, din ve vicdan özgürlüklerini yasaklayan devletin şeklini değiştirme fikrinin doğması. Devletin şeklini değiştirmenin yollarından biri bu işi silahla halletmek. Bir başka yol ise, "demokratik" bir şekilde anayasayı değiştirmek.”17 Kasım 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu, 114’üncü eyleminde “İşgalcilere baskıcılara yasakçılara katillere gösterilecek en güzel tavır da yine onlara taviz vermek onlara şirin görünmek onların menfaatlerine çalışmak değil ne pahasına olursa olsun tavizsiz ilkeli bir direnişi istikrarlı bir şekilde yaygınlaştırabilmenin yollarını aramaktır. Mescidi Aksa’yı işgal etmek ile başörtüsünü yasaklamanın mantığı arasındaki fark sadece coğrafi bir farktır.” değerlendirilmesi yapıldı. Kocaeli’deki 135’inci eylemde “Kızlarımızın eğitim oranının yükselmesi için kampanya düzenleyenler, başörtülülerin eğitim haklarının gaspını görmezden geliyorlar” denildi. Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu’nun 93’üncü eyleminde “Özgürlükler ve insan hakları iddiasının pratiğe yansıması zulme rıza gösterenlerle hayata geçirilemez” ifadeleri kullanıldı. Van’da 64’üncü eylem yapılırken, Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu ise 41’inci eyleminde, yaşanan kötü gelişmelerin ilacının inancın önündeki engellerin kaldırılması olduğuna dikkat çekti. Konya’da da başörtüsüne özgürlük çağrısı 10’uncu kez meydanlara taşındı.

…Başörtüsü Raporu 2007… 164

Page 165:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

18 Kasım 2007 - “Türbancılar” Müslüman değil, topu cehennemliktirİlhan Selçuk, “Türbancılar” dediği insanları “Bunlar Müslüman değil, kutsal Müslümanlığı kullananlardır. Topu cehennemliktir” diye nitelediği köşesinde şunları yazdı: “İyi bir Müslümanın rehberi doğrudan Kuranıkerim'dir. Aymaz kişilere, çokbilmişlere, kendisinde bir hikmet görüp ulema geçinenlere boşverin. Müslümanlıkta papazlık yoktur. Kendi aklınıza güvenin. Allah'ın kitabı Kuranıkerim'i bilmeyen, Müslüman değil, Müslüman mukallidi olur... Nur suresinde bu konuda şu kural konuyor: "Ey Muhammet , Mümin kadınlara söyle. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar..." Kuranıkerim'de türban ya da sıkmabaş yoktur; boyun sarıp sarmalanmayacak, başörtüsü göreneksel usul üzerine yakaların üzerine salınacaktır. Türbanı bir flamaya dönüştürüp siyaset sahteciliğinin en büyüğünü yaparak Müslümanlık taslayanlar ikiyüzlü yalancılardır. Bunlar Müslüman değil, kutsal Müslümanlığı kullananlardır. Topu cehennemliktir; çünkü Anadolu insanına en büyük kötülüğü yapıyorlar.” 19 Kasım 2007 - Kur'an'da örtü var ama "devletin kurallarına uymak" da varVatan’dan Ruhat Mengi, “Zafer Üskül'ün şikayeti” başlıklı yazısında şu iddiayı ortaya attı: Radikal İslâm'ın yayılma metodunda kadının örtünmesinin, mümkün olduğunca hızlı yayılmasının önceliğinden söz ediyorum. Bugün, daha önce "ılımlı" olan Malezya'nın, Endonezya'nın nasıl kolayca radikal islâm'a dönüştüğünü, son olarak turizm cenneti Maldlv'lerin şeriatla yönetildiği halde radikal İslâm'a kaydığı için sokakta peçeyi, TV’de başörtüsünü yasaklamak zorunda kaldığını, iran'da son açıklanan "ahlaksızlık listesinde" Batı tarzı veya dar kıyafet giymenin olduğunu iyice düşünmek gerekiyor... Zafer Üskül "Üniversitede baskı gören olursa Komisyona gelsin, biz olayın üstüne gidelim" diyor ama bu baskıyı yaşayanlar okullarını olaysız, kazasız belasız bitirebilmek için susmak zorunda kalacakları gibi, üç beş kişi de olmayacaklardır... Bir bakarsınız çarşafıyla, sarığıyla, fesiyle Osmanlı manzarası geri dönmüş. Örneğin Üskül "çarşaf kesinlikle olmaz" diyor. Neden? İnanç veya kişisel tercihten söz ediliyorsa o da olabilir. Sonuçta Kur'an'da (indirüiş nedeni ve o günler için oluşu düşünülmüyorsa) örtü var. Ama "Devletin kurallarına uymak" da var. Anayasa'yı hazırlayanların geleceği çok iyi okumaları gerekiyor.”20 Kasım 2007- Allameliği o kertede ki; türbanlıların cehenneme gitmesi hükmedebiliyorÖzlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Böyle buyurdu cehennem gişecisi” başlıklı yazısında İlhan Selçuk’u eleştirdi: “Son dönem modası bu; 'dini literatür'le dindar vurmak. Kural ise şu; dindarı almak, o dindarın riayetle memur kılındığı emir-nehiyleri tespit edip dindar kişinin günlük hayat pratiğiyle çeliştiği noktaları yakalamak. Çelişki gibi görünen bu yorum ve usulleri samimiyetsizlik olarak tefsir etmek ve ballandıra ballandıra kitlelere maletmek... Örnekler onlarcadır, yüzlercedir… Ama Cumhuriyet yazarı İlhan Selçuk'un 'Türbanlılar cehennemliktir' şeklindeki formüllere sığmaz taşar son bombasının yeri, kalbimizde başka türlü makes bulmuştur ve dahi yeri doldurulamaz incilerdendir. Bu yaşından sonra üşenmiyor, 'İslami literatür'ü okuyor, benim diyen müçtehidlere parmak ısırtacak deliller-kıstaslar çıkarıyor, faizmiş falan doğruyu-yanlışı önümüze koyuyor. Allameliği o kertede ki; başörtülü ve türbanlı olarak tasnif ettiği örtülü kadınların ikinci kısmının cehenneme gitmesi hükmüne varıveriyor Nur Suresi ispatıyla. Tevekkeli değil, laikliğin bir din olarak tecessüm edişini idrak etmemiz. Adamlar zaten 'Büyük Atatürk' gibi bir peygambere, 'Cumhuriyet değerleri' gibi müntesiplerini aynı arenaya toplayan işaret fişeklerine sahip bir dine mensupturlar, şu 'din' işinden iyi anlamalarına da şaşmamalı yani...”21 Kasım 2007 - “Dini baskı yüzünden okulumuzu değiştirdik” iddiasıAmasya'da öğrenim gördükleri ve pansiyonunda kaldıkları Anadolu Kız Meslek Lisesi'nde dini baskı gördüklerini iddia eden 4 öğrenci, bu okulu bırakıp Aydınca beldesindeki düz liseye kayıt yaptırdı. Öğrenciler Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri Ahmet A. ve kaldıkları pansiyonun müdür vekili Özlem Y. tarafından, namaz kılmaları ve kapanmaları yönünde baskı gördüklerini ileri sürdü. Bu konuda İ1 Milli Eğitim Müdürlüğü'ne şikâyette bulunduklarını söyleyen öğrencilerden Ş.Ç.'nin annesi Zekiye Ç., kızının okulda baskı gördüğü için kaydını düz liseye aldırdıklarını söyledi. 22 Kasım 2007 - İlköğretim öğrencilerine türban telkininde bulunuluyorAmasya Anadolu Kız Meslek Lisesi 'nden 4 kız öğrencinin “baskı” nedeniyle okuldan ayrıldıklarını iddia etmeleriyle ilgili olarak Eğitim-İş İstanbul Anadolu Yakası Temsilciliği Başkanı Abidin Baysal “Kimi okullarda beslenme saatlerine dua ile başlanıyor. Birçok okulda mescit açılıyor, bazılarında ise namaz saatlerinde kütüphaneler mescit olarak kullanılıyor. İlköğretim öğrencilerine derslerde türban telkininde bulunuluyor. Bu tür olaylar genellikle sosyoekonomik düzeyi düşük, veli duyarlılığının az olduğu okullarda gerçekleştiriliyor" dedi. Eğitim-Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer de “eğitimdeki dini baskıcı tutumun tırmanma eğitiminde olmasının” kendilerini kaygılandığını belirtti. 22 Kasım 2007 - Sigara, başörtülü kızın özgürlük sembolü değil mi?!Abdurrahman Dilipak, Vakit Gazetesi’ndeki “Yazık, çok yazık!” başlıklı köşe yazısında muhafazakar kesimin tesettür ve ahlak anlayışındaki yozlaşmaları eleştirdi: “Tesettür modası ve tesettür defilelerine alıştık.. Şimdi pirsingli tesettür moda. Marka takılacaksın, moda müzikleri dinleyeceksin.. Sigara, başörtülü kızın özgürlük sembolü değil mi?! Maça gidip slogan atacaksın, konserlerde çılgınca dans edeceksin. Bizim BBG ne zaman? Hani o eksiğimiz de kalmasın.. Geçen gün bizim muhafazakar marketlerden biri buz dansı salonu açmış, onun reklam afişini gördüm, mini etekli, aynen. Hani tesettürlüsü de ten rengi tayt giyer! Geçen Ramazan yine tesettürlü (?!) sosyetenin gittiği otellerden birinde bayan starlardan birinin konseri vardı. Ramazan’da sizi hocaefendilerin sohbetine değil, tatilde popüler sanatçının konserleri ile efkar dağıtmaya çağırıyordu.. O eskidendi, artık bizimkiler parayla tanıştı. Şimdi dünyadan kam alma zamanıdır..

…Başörtüsü Raporu 2007… 165

Page 166:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Ömür kısa.. Hani biraz da biz varalım dünyanın tadına değil mi efem.. Eee. Az zamanda çok yol kat etmişler demek ki! İlhan Selçuk, ya da Soros umutlanmakta haklı..”24 Kasım 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu, 115’üncü açıklamasıyla direnişte 26’ncı ayı geride bıraktı. Açıklamada “Bu ülkede, en başından beri bu karakteristik yapı değişmiyor. Günü birlik yaşamaya özendirilen Müslüman halkın, bu olan biteni sorgulamaması için de yine baskı ve yasakların yanında gerçeklerin üzerini örtmek için de kartel medyası, magazin kültürü ve spordaki taraftarlık histerisi kullanılmaya devam ediliyor. Asırlardır Müslüman bir kimlikle yaşayan insanlar İslam’dan her geçen gün biraz daha uzaklaştırılmaya çalışılıyor.” denildi. Başörtüsü mücadelesi, Kocaeli’deki 136’ncı, Ankara’daki 94’üncü, Van’da 65’inci eylemle devam etti. Akyazı’daki 42’inci açıklamada, bir zamanlar yasakçıların ‘gâvurlar’ olduğu ifade edilerek ,” Bugünkü başörtüsü yasakçıları kim?” sorusu gündeme taşındı. Konya İnanç Özgürlüğü Platformu’nun 12’inci hafta açıklamasında ise şu ifadelere yer verildi: “Kur'an'ın başörtüsü emrine uyduğumuz, başörtümüzü Peygamberimizin öğrettiği şekilde takmaya çalıştığımız için saldırılara uğruyor, engellerle karşılaşıyoruz. "mikro faşist" suçlamalarını duyuyoruz. Bunları önemsemiyor, Kur'an'ın "..cahillerden yüz çevir..." emri gereğince saldırganlardan yüz çeviriyor ve ".. selam" deyip geçiyoruz. Ancak Kur'an'ın ve Peygamberin emirlerine "mikro faşist" sıfatını uygun görenlere, Ebu Cehiller'in saflarını seçtiklerini, "makro Ebu Cehiller" olduklarını hatırlatmak istiyoruz.” 24 Kasım 2007 - Başörtüsü yüzünden ödülünü alamadı Öğretmenler Günü dolayısıyla Kozan Belediye Sineması'nda program düzenlendi. Programın sonunda 24 Kasım münasebetiyle yapılan yarışmalarda derece alan öğrenciler kürsüye davet edildi. İmam hatip lisesi 11-C sınıfı öğrencilerinden Tevhide Kütük, "Bir Öğretmen Olmalı" isimli eseriyle kompozisyon dalında kazanmış olduğu birincilik ödülünü almak için kürsüye çıktı; ancak Kaymakam Aydın Tetikoğlu ve Garnizon Komutanı Hüseyin Çopur tarafından indirildi. Kütük, gözyaşları arasında kürsüden ayrıldı. Başörtülü öğrenci, tepkisini Milli Eğitim Müdürü Mutlu Canbolat'ın karşısına gelerek "Neden hocam?" diyerek gösterdi. Salondakiler de yaşananlara tepki gösterdi. (Zaman) 24 Kasım 2007 – Yeni anayasa tartışması 'giyim kuşam' sorununa indirgeniyorAKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan anayasa tartışmaları hakkında şöyle konuştu: 'Yeni anayasa tartışmasını giyim kuşam sorununa indirgemek ve bütün süreci bu esasta tartışmak herhalde 25 yıl süren anayasa tartışmalarını hiçe saymaktır. Daha henüz süreç başlamışken ve ortaya henüz bir metin çıkmamışken, bunu 'AKP'nin Anayasası' diye yaftalamak demokratik ahlaki bir bakışın ürünü olamaz. Aslında demek istedikleri şudur, çünkü bunlar biliyorsunuz niyet okuyucudur; 'Siz yapmayın'... Peki biz yapmayacağız da kim yapacak? Bundan önce, yamalı bohça halindeki koalisyon hükümetleri bunları yapmaya gayret etti de şu anda bu milletin parlamentoda yüzde 65 güç vermiş olduğu bir iktidar niye böyle bir çalışmayı yapmasın? Biz burada kendi adımıza yokuz... Milletimizin verdiği vekaleti de yerine getirmekle sorumluyuz.'' 24 Kasım 2007 – “İslam'a göre türban nedir, var mıdır, yok mudur?” Hürriyet yazarı Özdemir İnce, “Gerçek Zulüm: Mikrofaşizm” başlıklı yazısında ilahiyat fakültesindeki öğretim görevlilerine şu soruları yöneltti: "İster yasanın, ister İslam'ın cehennemi olsun, dini kötüye kullananlar cehenneme gitmeyeceklerse kim cehenneme gidecek? Cehennemlik fuller (eylemler) belli değil mi? Katiller, hırsızlar, ırz ve namus düşmanları, işçinin ve yoksulun hakkını yiyenler, dini politikaya alet edenler, işçiyi sendikasız bırakanlar cehenneme gitmeyecekse, kim gidecek? Bir de adam gibi karar versinler: İslam'a göre türban nedir, var mıdır, yok mudur? Laiklik iki karara da eşit mesafededir, soğuktur, ama bir karar versinler, verebilirlerse tabii..."25 Kasım 2007 – Tevhide Kütük’e yapılan militer faşizmin açık bir yansımasıdırAdana'nın Kozan ilçesinde başörtülü İmam Hatip 11. sınıf öğrencisinin, ödülünü almak için çıktığı kürsüden indirilmesini Özgür-Der Başkanı Hülya Şekerci, yaptığı bir basın açıklamasıyla kınadı. Açıklamada şöyle denildi: “Utanmazlık, zorbalık sınır tanımıyor! İnancımızın gereğini yerine getirdiğimiz için maruz kaldığımız zulüm ve hakaretlere her gün yenileri ekleniyor. Başörtümüz, aşağılık komplekslerinin baskısı altında kendilerini bir biçimde fark ettirmeye çalışan hasta kişilikler eliyle inanılmaz saldırılara uğruyor. Ve tüm bu vahşilik kesintisizce sürerken, insan hakları ve özgürlüklere yönelik her türlü baskıyı sona erdirme vaadiyle halktan yetki talep eden siyasi sorumlular ise olan biteni boş gözlerle seyrediyorlar. Kaymakam Aydın Tetikoğlu ve Garnizon Komutanı Binbaşı Hüseyin Çopur’un talimatıyla gerçekleştirilen bu aşağılama sıradan bir insan hakkı ihlali olarak görülemez. Yapılan İslami kimliğe yönelik açık bir düşmanlık, aynı zamanda da halkı gerektiğinde sopa zoruyla güdülecek bir sürü olarak gören militer faşizmin açık bir yansımasıdır... Tevhide Kütük adlı genç kızın onlarca davetli ve yaşıtının arasında maruz kaldığı bu zorbalığı protesto ediyoruz. İnandık demelerine rağmen tutarsız ve samimiyetsizce hareket edenlere benzemeyip, inancına uygun bir hayat tarzı sergileme gayretinde olan kardeşlerimiz ve tüm başörtüsü savunucuları, direnişçileri onurumuzdur.” (Haksöz Haber)26 Kasım 2007 - Bir başörtülü öğrenciyi değil, bütün bir milleti ağlattınız!Yeni Asya Gazetesi’nden Faruk Çakır, “Bu kızı nasıl ağlattınız?” başlıklı yazısında Tevhide Kütük olayını değerlendirdi: “Eğer Türkiye ‘hür ve demokrat bir hukuk devleti’ ise, bu yanlışlara imza atanların; kanun önünde hesap vermesi gerekir. Dünya âlem biliyor ki, başörtüsünü yasaklayan ve halen yürürlükte olan bir kanun maddesi yok. O halde, bu kanunsuz uygulamalara sebep olanlara

…Başörtüsü Raporu 2007… 166

Page 167:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

uygulanması gereken hukukî bir müeyyide yok mu? Hiç kusura bakılmasın, ama burada asıl kabahatli olan; birinci olduğu halde o öğrenciyi sırf başörtülü olduğu için kürsüden indirenler değil, onlardan daha önce buna göz yumanlar ve bu yanlışa imza atanlara hukuk önünde hesap sormayanlar, soramayanlardır. İktidara talip olanlar; milletin sıkıntılarına çare olmayacaklarsa niçin o makamlara talip olurlar? Ortada dünyanın da bildiği bir yanlış uygulama var ve milyonları mağdur ediyor. Son haber, bunun sadece bir örneğidir. Bu kadar kanunsuz, bu kadar keyfi uygulamalar sürüp gidecekse ve ‘tek başına iş başına’ gelen hükümet de bunları seyredecekse millet kime derdini anlatsın? Başörtüsü yasağı kökten yanlıştır ve bunun devamından da tabiî ki kesinlikle hükümet sorumludur. Bir başörtülü öğrenciyi değil, bütün bir milleti ağlattınız! Ya bu yasağı kaldırın, ya da bu yasağı kaldırın!”28 Kasım 2007 - Askerî kesim başörtüsü karşıtı bir görüntüye büründüMustafa Ünal, Zaman’daki “Bir genç kızın gözyaşları” başlıklı yazısında Kozanlı’da yaşanan haksızlığı kaleme aldı: “Tevhide henüz hayatının baharında. Ne siyasi simge bilir, ne politik mücadele. Başını örtmesi sadece inancı gereği. Bir imam hatip öğrencisi. 15 yaşındaki bir genç kızın örtüsüne bundan öte anlam yüklemek akla ziyan. Devlet 15 yaşındaki kızın örtüsünden bu kadar korkar mı? Sırf başı örtülü diye 15 yaşındaki kızı ağlatan devlet görüntüsü yakıştı mı Türkiye'ye? Maalesef resmi törenler veya özel günler dolayısıyla düzenlenen resepsiyonları fırsat bilerek sırf başörtülü eş yüzünden çıngar çıkarmayı hedefleyen kesimler var... Üzücü olan, bu fotoğraf karesine asker girmeye başladı..ç Son dönemde münferit bazı olaylar üzerine askerî kesim başörtüsü karşıtı bir görüntüye büründü. Paşaların karşılama sırasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşine dönük kaçış manevraları, resmi törenlerde başörtülüler gerekçe gösterilerek yaşanan tatsız hadiseler... Askeri, başörtü karşıtlığında YÖK ve CHP'nin önüne geçirdi. Askerin bu fotoğrafta yer alması Türkiye için iyi değil... Başörtüsüne karşı sert ve tavırlı duruşunun yıpratıcı etkisini bir daha düşünmelerinde yarar var.” 28 Kasım 2007 - Bu haksızlık mutlaka bitecek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan, başörtülü olduğu için Kozan Kaymakamı ve Garnizon Komutanı tarafından ödül töreninde kürsüden indirilen İmam Hatip Lisesi 11. sınıf öğrencisi Tevhide Kütük'ü telefonla arayarak üzüntülerini ilettiler. Başbakan Erdoğan, Kütük ailesine üzüntülerini ilettikten sonra Tevhide Kütük'ü başörtülü olduğu gerekçesiyle kürsüden indirilen yetkililer hakkında inceleme talimatı verdiğini söyledi. Başbakan Erdoğan, "Sakın üzülmeyin. Ben gerekli talimatları verdim. Gerekenler yapılacak" dedi. Baba Arif Kütük'e başörtüsü yasağının kendisini çok üzdüğünü söyleyen Başbakan Erdoğan, "Kızımız Tevhide'nin maruz kaldığı haksızlık hepimizi çok üzdü. Ama bu haksızlık mutlaka bitecek. Böyle haksızlıklar maalesef hala devam ediyor. Bu sorun sadece sizin sorunumuz değil, hepimizin sorunu" dedi. (Yeni Şafak)28 Kasım 2007 – Atatürk türbana karşı çıkmazdıWashington Times'ta yayımlanan bir yorumda, Atatürk uzmanı Andrew Mango'nun ilginç açıklamalarına yer verildi: Atatürk, türban sorunu ile karşı karşıya kalsaydı bazı kriterlere bakardı. "Türkiye uygar ülkelerden farklı görünür mü ve sosyal ve ekonomik kalkınmada olumsuz etkisi olur mu?" sorularının yanıtı "Hayır" ise Atatürk görüntüsü kendisini memnun etmezse de üniversitelerde türbanlı kızların varlığına karşı çıkmazdı. (Takvim)28 Kasım 2007 – Duyguları kullanarak “türban” baskısıRuhat Mengi, Vatan’daki yazısında “Yeni Şafak gazetesinden bir gazeteci arkadaşımız Pazartesi günü telefonla arayarak Adana Kozan'da kompozisyon yarışması kazanan ama "türbanı nedeniyle ödülünü alamayan" öğrenci olayıyla ilgili görüşümü sordu.” diyerek başladığı yazısında cevabının tam yayınlanmadığını belirterek, konuyla ilgili düşüncelerini şöyle aktardı: “Ödül töreni bir sinemada yapılmış, demek ki "kamusal alan" değil. Olsaydı duygusal açıdan olaya üzülmekle birlikte mevcut kurallara öğrencilerin, memurların ve herkesin uyması gerektiğini söylerdim. Yani siz kurallan bildiğiniz halde bir trajediye neden oluyorsanız sizin de sorumluluğunuz vardır. Ama sinemada yapıldığına göre böyle bir sorun çıkmaması gerekirdi. Ben okul, üniversite, devlet dairesi ve diğer 'kamusal alan' sayılan yerler dışında bir "dini simge" kuralı olmadığını, artık bazı belediyelerde bile türbanlı görevlilerin çalıştığını, bu nedenle de haberi inandırıcı bulmadığımı' söyledim.”29 Kasım 2007 – Mahalle değil arkadaş baskısıNamaz kılmaları ve örtünmeleri yönünde baskı gördükleri iddia edilen 4 kız öğrencinin durumunu incelemek amacıyla Amasya Anadolu Kız Meslek Lisesi 'nde incelemelerde bulunan TBMM İnsan Haklarını İnceleme Alt Komisyonu raporunda okulda “dini baskı” yapılmadığı belirtilerek, medya eleştirildi. Rapora göre, görüşülen Okul Müdiresi Fatma Dikdere, okullarında öğretmenler ve öğrenciler tarafından kimseye “dini baskı” yapılmadığını söyledi. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Ahmet Aydın ise öğrencilere Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bastığı Kuran-ı Kerim'in mealini okumalarını tavsiye ettiğini ve okuldaki hangi öğrencinin Alevi olduğunu bilmediğini kaydetti. Pansiyonda kalan öğrencilerden bazıları oruç tutmadıklarını ve bu yüzden baskı görmediklerini savundu. Rapora göre kız öğrencilerden Ş.D, okuldan ayrılış gerekçesi olarak, kurumsal baskı görmediği halde arkadaşları arasında kendisini dışlanmış hissetmesi ve ailesinden uzak olmasını gösterdi. Raporda, "Okuldaki arkadaş baskısının varlığının, genel bir toplumsal sorun olarak vurgulanmasının, okul ve pansiyon yönetiminin bu konuda daha da duyarlı davranmasının yararlı olacağı" ifade edildi. 29 Kasım 2007 – Türbanlı hanımların bürokrat beyleri

…Başörtüsü Raporu 2007… 167

Page 168:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Cüneyt Ülsever, Hürriyet’teki köşesinde iki bölüm halinde yayınladığı “Yeni asalaklar: Türbanlı hanımların bürokrat beyleri” başlıklı yazılarda, AKP döneminde “türbanlılara herkesle eşit hak iddiasıyla yola çıkıldığını ancak eski komünist George Orwell'in Rusya'da yaşanan rezaletleri gördükten sonra komünizmi yerden yere vurduğu romanında yazdığına benzer bir şekilde eninde sonunda "bazı türbanlılara daha çok hak!" sözüne ulaşıldığını” iddia ettiği yazısında şu görüşleri ifade etti: “Bu ülkede Turgut Özal kendi zenginini yarattı, Süleyman Demirel hiç geri kalmadı, hemen her dönemde para el değiştirdi. Ancak, paranın el değiştirmesi için önce kamuya kapılanmış asalakların yer değiştirmesi, sonra da zenginlerin sıra değiştirmesi gerekir. AKP iktidarı sırasında da kural değişmedi.... Ama bu kez değişim daha belirgin, zira AKP iktidarı ile bürokratların ve eşlerinin görünümü de bariz bir şekilde farklı olduğu için oyuncu değişimi anında fark ediliyor. Artık beylerin saç/bıyıklarının tıraşları başka, hanımefendileri ise türbanları ile metrelerce öteden dikkat çekiyor.”30 Kasım 2007 – Şûra'ya Köşk'te eşsiz öğle yemeği Cumhurbaşkanı Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül'ün başörtülü olması nedeniyle Şûra'da yemek düzeni değişti. Gül, Şûra üyelerine Çankaya Köşkü'nde eşsiz yemek verdi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ise dün akşam Şûra üyesi komutanları eşli akşam yemeğinde ağırladı. 30 Kasım 2007 – “Bu da ezber bozan türbanlı komünist”Hürriyet, başörtüsünü magazinleştirerek anlamını yozlaştırma gayretine ilk sayfadan duyurduğu şu haberle devam etti: “Çevre duyarlılığı ya da nükleer santrallara karşı imza toplayan, taraftan olduğu parti ya da derneğin yayın organlarını satan gençler, İstiklal Caddesi'nin ayrılmaz parçalarından biridir. 24 Kasım günü akşam üzeri Yunanistan Başkonsolosluğu'nun önünde arkadaşlarıyla birlikte "Kızıl Bayrak" gazetesi satan türbanlı genç kız, o gün yolu Beyoğlu'na düşenlerin dikkatini çekti.“BAŞÖRTÜSÜ GÜNDEMİ . ARALIK 2007 1 Aralık 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu adına Sabed tarafından düzenlenen ve yağmur altında gerçekleşen 116’ncı özgürlük eyleminde 24 Kasım’da Tevhide Kütük’e yapılan muamele eleştirildi. Açıklamada şu konuya da dikkat çekildi: “Olaydan sonra Başbakan Erdoğan’ın teselli etmek için Tevhide Kütük ve ailesini arayarak annesine ve babasına somut hiçbir şey söylememiş olmasının kabul edilebilir hiçbir tarafı yoktur. Erdoğan’ın Başbakan olduğu halde kendi eşinin başörtüsüne sahip çıkamazken Tevhide’nin ve diğer tüm Tevhide’lerin başörtüsüne sahip çıkmasını beklemek çok uzak bir hayalden başka bir şey değildir.” Başörtüsüne özgürlük mücadelesi Kocaeli’deki 137’nci, Ankara’daki 95’inci, Van’daki 66’ncı, Akyazı’daki 43’üncü ve Konya’daki 13’üncü eylemle devam etti. Eylemlerde Tevhide Kütük’e yapılan muamele sert ifadelerle eleştirilirken, yasakçılar kınandı. Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu’nun açıklamasında şu tespit yapıldı: “Asker cenazelerinde evladını kaybeden başörtülü ananın sırtını sıvazlayan zihniyet, aynı başörtüsüne değişik platformlarda adeta postalını fırlatabilmektedir.. Bundan daha vahim olanı ise bu olaya tepki göstermesi gereken yetkililerin, bu olayla ilgili harekete geçmesi gereken içişleri bakanı ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanın sus pus olmaları ve herhangi bir girişimde bulunmamalarıdır.” 1 Aralık 2007 - Rize'de emsalsiz başörtü skandalıVakit gazetesinde yer alan habere göre, kompozisyon yarışmasında dereceye giren öğrenciler için düzenlenen ödül töreninde erkekler olmayacak denilerek, İHL öğrencisi Emine Elif Azder’in başı zorla açtırıldı. Kompozisyon yarışmasında kazandığı birincilik ödülünü almak için, Kalkandere’den Rize’ye gitmeye karar veren Azder, önce babasından izin aldığını daha sonra öğretmenlerine danıştığını söyledi. Başörtüsünün çıkartılmaması noktasında babasından tembih aldığını belirten Azder, Okul Müdürü Kazım Kayabaşaran, ve Edebiyat öğretmeni Satiye Karakeleş’ten kendisine salonda sadece bayanların olacağı söylendiğini belirtti. Rize’ye gittiklerinde bambaşka bir durumla karşılaştıklarını ifade eden Azder, salondaki görevlilerin kendilerine başörtülerini çıkartmaları için baskı yaptıklarını söyledi. Salonda erkek olmayacağı söylendiği için yapılan baskı sonucu başörtülerini çıkarttıklarını belirten Azder, kompozisyonunu okumak için kürsüye çıktığında içeri erkeklerin alındığını ve bir an da fotoğraflarının çekildiğini söyledi. Azder, gazetelerde başörtüsüz fotoğrafını görünce yıkıldığını söyledi. (Vakit)1 Aralık 2007 – YAŞ kararları açıklandıYüksek Askeri Şûra (YAŞ), 7’si irticai tutum ve davranıştan olmak üzere, toplam 38 personelin ordudan ihraç edilmesine karar verdi. Genelkurmay Başkanlığı şûrayla ilgili kamuoyuna açıklama yaparken bir ilke imza atarak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün ihraç kararlarına şerh koyduğunu gösteren bir ifadeye yer verdi. Açıklamada, ihraç kararlarının "oyçokluğu" ile alındığı belirtilerek, şûra çalışmalarına katılan hükümet üyelerinin kararlar alınırken oylamada aleyhte oy kullandığı gösterildi. 58. Hükümet'in Başbakanı olarak katıldığı şûra toplantısında ihraç kararlarımı "şerh" koyan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kendisine arz edilen kararlan imzaladı.1 Aralık 2007 - Başörtüsüne askeri mahalle baskısı Ahmet Taşgetiren Bugün Gazetesi’ndeki köşesinde mahalle baskısı tartışmalarında farklı bir hususa dikkat çekti: “Kimse baskı altında kalmamalı. Hadi gelin bu mantığı bir başka yerde kullanalım. Askeri alanda... Askeri lojmanlarda da mahalle baskısı vardır, hiç kuşkunuz olmasın. “Bir subayın eşi başörtülü olabilir mi?” Bu soruyu sormak bile nasıl bir baskı ortamı oluşabileceğinin göstergesi değil

…Başörtüsü Raporu 2007… 168

Page 169:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

mi? “Evlenirken eşinizin başörtülü olup olmamasına, daha doğrusu başörtülü bir eşle evlenmemeye itina etmeli misiniz, etmemeli misiniz?” “Eşiniz başörtülü ise askeri lojmanlarda kalmalı mısınız, kalmamalı mısınız?” “Eşiniz eskiden başörtülü idi, YAŞ kararı ile ihraç baskısından bunaldınız ve eşinize başını açtırdınız, buna rağmen, eski kayıtlar silindi mi silinmedi mi? Siz hâlâ kuşkulu personel misiniz değil misiniz? Bu endişeden kurtulabilir misiniz?” “Başörtülü eşinizden "resmen" boşandınız, acaba sakıncalı olmaktan kurtulabildiniz mi?” “Eşinizin başını açtırdınız ama, ya kız çocuğunuzun kılık kıyafeti nasıl?” Bütün bunlar, askeri alanda nasıl bir mahalle (ya da garnizon) baskısı olduğunu anlatmıyor mu? Bu mantığın hukuk devletinde işi var mı?”1 Aralık 2007 – Öğrencinin “türban”la çıkmaması gerekiyordu ama o çıkarıldıBaşbakan Erdoğan ve eşinin Adana'da başörtüsü nedeniyle ödül alması engellenen kız öğrenciye açtıkları telefonu yorumlayan Ruhat Mengi “Başbakan'ın telefon hatası” başlıklı köşe yazısında şunları yazdı: “Evet tören bir sinemada yapılıyor ama sonuçta eğitimle ilgili bir ödül töreni, bir eğitim aktivitesi, film seyrediliyor değil... İlçenin kaymakamı, garnizon komutanı, protokolü orada... Eğitimde; okulda, üniversitede dini sembollerin, dolayısıyla "türban haline çevrilmiş başörtüsü" nün kullanılmadığı da öğrenciler ve eğitimciler tarafından biliniyor. Demek ki normal olarak öğrencinin türbanla çıkmaması gerekiyordu ama o çıktı… Çıkarıldı.”1 Aralık 2007 – Başörtüsünü devletin müdahalesi soruna dönüştürdüAvrupa Parlamentosu (AP) üyesi Alman Yeşiller Partisi üyesi Cem Özdemir, Tevhide Kütük'ün ödül almak üzere çıktığı kürsüden indirilmesinin tamamen yanlış olduğunu söyledi. Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk de, "Kaymakam ve komutanın tepkilerine sempati ile bakmak mümkün değil." dedi. AP üyesi Cem Özdemir, halk arasında bir başörtüsü sorunu olmadığını; ancak birçok konuda olduğu gibi devletin müdahalesi ile sorun haline dönüştürüldüğüne dikkat çekti. Küçük bir çocuğa reva görülen muamelenin tasvip edilemeyeceğini vurgulayan Özdemir, "Eğer niyet köktendincilik ile mücadele ise yetkililer bu tavırları ile radikal hareketlere destek veriyorlar. Bu tavırlar ancak radikal unsurları güçlendirir." diye konuştu. (Zaman)1 Aralık 2007 – “Türban” diye tutturuyorlar ama asla samimi değillerVatan yazarı Can Ataklı, başörtüsü sorununun “bir inançtan kaynaklanmadığını, kimi siyasi zihniyetlerin ülkedeki egemenliklerini pekiştirmek için kullandıkları bir araç olduğunu” iddia ettiği yazısında şu görüşlere yer verdi: “AKP iktidarı 5 yıldır iktidarda. Türban konusuyla ilgili tek bir açılım bile yapmadı. Sadece bel altından vurarak ve takiye yaparak sorunu diri tutuyor. Şimdi bir anayasa hazırlığı var. Anayasa hazırlığı içinde olan ve bir kısmı eski solculardan oluşan profesörler "demokrasi gereği" türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasını istiyorlar. Eğer türban bir "inanç" konusuysa ve demokratik anlayış bunu gerektiriyorsa türbanın sadece üniversitelerde değil her yerde serbest olması lazım. "Ben inancım gereği başımı örtüyorum ama şimdilik üniversiteler yeterli" demek inançla açıklanabilir mi? İnançlı biri her zaman ve her yerde bu mücadeleyi yapmak zorundadır. Türbanı üniversitelerde serbest bırakmak için çaba harcamak bile konunun ne kadar samimiyetsizlikle sırıttığının ve bunu talep edenlerin asıl niyetlerinin başka olduğunun bir göstergesi.” 2 Aralık 2007 – “Türban putu”na tapmalarını nasıl açıklayacaklar?Özdemir İnce, Hürriyet’teki köşesinde şunları ileri sürdü: “Türbanın İslam'ın farzı olduğunu kabul edelim. Peki! Kabul! Peki türban takanlar Anayasayı, Medeni Kanunu, Borçlar Yasasını, aile ve miras hukukunu nasıl kabul ediyorlar? Türbana tapan kadınlar kocalarının dört kadın daha almasına ne diyorlar? Türban dışında laik dünyanın yasalarını isteyerek ya da istemeyerek kabul edenler, türban putuna tapmalarını nasıl açıklayacaklar? Türbanlılar ister cehenneme, ister cennete gitsinler, ister "evde çılgın dekolte giyiyor" olsunlar, benim umurumda bile değil!”2 Aralık 2007 – TSK mensuplarının türbanlı öğrencilere ödül vermesi için yasa mı çıkarılacak?Melih Aşık, Kozan’da, Tevhide Kütük’ü, Başbakan Erdoğan’ın telefonla araması olayını şöyle değerlendirdi: “Olay soruşturulmalı, gerçek ortaya çıkarılmalıydı... Ne var ki, Başbakan ve eşi bir soruşturmaya gerek duymadan Tevhide'yi arayarak, "Üzülme kızım, çözeceğiz bu sorunu... Yanındayız'' diyerek tesellide bulundular. Kendi tabanlarında TSK'ya karşı öfkenin artmasını sağladılar. Sorun nasıl çözülecek? Türban ilkokul ve liselerde serbest mi bırakılacak? Yoksa TSK mensuplarının türbanlı öğrencilere ödül vermesi için yasa mı çıkarılacak?”3 Aralık 2007 - Başörtüsü teferruat mıdır?Gülen Cemaati'nin önde gelen ismi Hüseyin Gülerce, "başörtüsü teferruattır" sözüne açıklık getiriyor. Gülerce'ye göre, Fethullah Gülen, 'başörtüsü füruattır' dedi. Gülen'in başörtüsü yorumu ile ilgili Taraf gazetesinden Neşe Düzel'e açıklama yapan Gülerce, “Dinin özünü anlama sürecine girdik. Biz Anadolu Müslümanlığı diyoruz. Bizim milletimizin Müslümanlık yorumu demek bu. Anadolu Müslümanlığı İslam'ın yumuşak yüzüdür.. Bizim kadınlarımızı da hayatın içinde daha çok göreceksiniz. Biz AB'yle demokratikleşmeyi savunuyoruz. Bu demokratikleşme, kadının görünür olmasını bize kabul ettirecek.. Fethullah Gülen 'başörtüsü füruattır' dedi. Yani, 'Dinin öncelikli meselesi değildir' dedi. Diyelim ki başörtüsüyle kalp kırıyorsunuz. 'Ben kalp kırmamanızı tercih ederim' demektir bu.” şeklinde konuştu. 3 Aralık 2007 – Kamuda da 'türban' isteği

…Başörtüsü Raporu 2007… 169

Page 170:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

AKP hükümetinin üniversitelerde türban yasağını anayasa değişikliği ile kaldırma girişimi, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından türbanlı eşi Hayrünnisa Gülün protokolde yer alması, kamu kurumlarında da türban yasağının kaldırılmasına ilişkin istekleri arttırdı. Parti yöneticileri ve milletvekilleri ise kamu kurumlarında türbanlarıyla çalışmak için başvuran kadınlardan "sabırlı olmalarını" istiyor. Milletvekilleri seçim bölgelerinden bu yönde gelen başvurulara, parti yönetiminin talimatı uyarınca, "Biraz daha sabredin. Bu sorun da çözülecek. Ama öncelikle moralinizi bozmayın" yanıtını veriyor. Parti yönetiminin talimatı doğrultusunda il ve ilçe başkanlarınca, iş arayan türbanlılar, "geçici bir süreliğine" özel sektör ve belediyelere yönlendiriliyor.” (Cumhuriyet)3 Aralık 2007 – Eşi “türbanlı” olmayan üç devlet büyüğü kaldıNecati Doğru, Vatan’daki köşe yazısında şu görüşleri ifade etti: “"Bugün olan nedir?" diye soracak olursanız, çok kısa şunu söyleyebilirim: Osmanlı'da tarikatlar serbestti. Mustafa Kemal döneminde yasaklandı, faaliyetlerini yeraltına indirdiler. Şeyh, derviş, mürşit, mürit, uzun yıllar yeraltında sabırla çalıştılar. Bugün iktidardalar. Devleti ele geçirdiler. Eşinin başı türbanlı olmayan sadece üç devlet büyüğümüz kaldı: Meclis Başkanı. Genelkurmay Başkanı ve YÖK Başkanı.”3 Aralık 2007 – Kon-da’nın anketi: “Türban” hızlı yükseliyor!Tarhan Erdem yönetiminde KONDA araştırma şirketi tarafından Milliyet için yapılan "Gündelik Yaşamda Din, Laiklik ve Türban" araştırması, örtünme ile türban konusunda tartışma yarattı. Araştırma sonuçlarına göre, AKP yönetiminde geçen son dört yılda başını örtenler kendi içinde yaklaşık yüzde 8'Iik artışla yüzde 64.2'den yüzde 69.4'e yükselirken, türbanla örtünenlerin oranında ise 4.7 katlık artışla bir patlama yaşanmış durumda: Türbanla örtünenlerdeki artışın eğitimli gençler arasında çok daha yüksek olması da dikkat çekici olarak değerlendirildi. Örtünme biçimi ve "neden özel olarak türban" gerekçelendirmelerine eğitim kümeleri üzerinden bakıldığında, türban kullananların tüm gruplarda en yüksek oranda İslam'ın emrine uyduklarını vurgulamaları dikkat çekici. Örtünmeyenlerde ise türban kullananların siyasi eğilimlerini gösterdikleri algısı önemli yer tutuyor. 4 Aralık 2007 - İnsanlar anketlere yalan söyletirFehmi Koru, Yeni Şafak’taki “Anketler yalan söyler mi?” başlıklı yazısında Konda’nın hazırladığı anketin üç ay öncesine ait olduğunu iddia etti ve bunun başörtüsü tartışmalarını etkilemek için yapılmış olabileceğine işaret etti: “Eski anketin şimdi yayımlanması ilginç. Daha da ilginci şu: Kanal D televizyonunun '32. Gün' programı için yapılmış ve Radikal gazetesinde üç ay önce yayımlanmış yine 'türban' konulu bir başka anket Milliyet'in dün yayımladığı anketten daha yeni tarihli. Daha da ilginci şu: Milliyet'te anketi yayımlanan Konda şirketiyle 32. Gün anketini yapan A&G firması 'kardeş' sayılabilecek iki kuruluş. Bu kadar ayrıntı vermemin sebebi çok basit: Aydın Doğan'a ait Milliyet'in dün yayımladığı anket ile bundan üç ay önce yine Aydın Doğan'a ait Radikal'de yayımlanmış 32. Gün anketi birbiriyle taban tabana zıt... Elbette anketler de yanılır; ancak burada 'yanılma' sözcüğüyle izah edilmesi imkânsız bir durum söz konusu... Bildiğim gerçek şu: Anketler yalan söylemez, insanlar onlara yalan söyletir.” 4 Aralık 2007 – “Türban” mini etek modası gibi yayılıyorMehmet Ali Birand, Posta’daki köşesinde Tarhan Erdem’in anketine ilişkin şunları yazdı: “Milliyet Gazetesi için Tarhan Erdemin yaptığı araştırma ve geçen hafta da Sabancı Üniversitesi ile Açık Toplum Enstitüsü'nün Ali Çarkoğlu-Ersin Kalaycıoğlu ikilisine yaptırdıkları araştırma, Türkiye'de dindarlığın ve örtünmenin arttığını, ancak korkulacak bir düzeyde olmadığını ortaya koydu. Her iki araştırmayı, iki türlü okuyabilirsiniz. Bir bölüm "Felaket. Türkiye elden gidiyor. Örtünme giderek artıyor, din devleti geliyor" diyerek karalar bağlayabilir. Bir diğer bölüm, muhafazakarlaşmanın yüzde 5 oranında olduğunu, bunun da doğal karşılanması gerektiğini söyleyebilir... Türbanı da iki türlü değerlendirebilirsiniz. Siyasi bir sembol veya "uzun etek giyenlerin, mini etek modasına uyup modernleşme rüzgarına kapılmaları" gibi de görebilirsiniz. Bence türbanın yükselişinde AKP iktidarının direkt etkisi var.” 4 Aralık 2007 – Siyasal simge olarak başörtüsüRadikal yazarı Nuray Mert köşesinde şunları yazdı: “Başörtüsü mutlaka muhafazakârlık işaretidir, bu muhafazakârlığın siyasi yelpazede karşılığı büyük bir ihtimalle muhafazakâr, sağ ve eski günlerde İslamcı partilerdi. Başörtüsü bu manada siyasi bir görüşe büyük ölçüde denk düşüyordu. Bu noktada da kimseye müdahale hakkımız olmadığını düşünüyorum. Kimsenin, nasıl, başı açık veya içki içen birine, 'Sen muhtemelen CHP'ye oy veriyorsun, bu nedenle içki içmek siyasi simgedir' deme hakkı yoksa, tersinin de müdahale konusu olmadığını düşünüyorum.” 4 Aralık 2007 – “Türban” sömürüleri tırmanıyorVatan’daki “Nereye Gidiyoruz?” başlıklı köşe yazısında Güngör Mengi, Tarhan Erdem’in anketiyle başlayan tartışmalara şu yorumlarla katıldı: “Buradaki önemli tespit, türbandaki patlama: Dört yılda türban takanlar yüzde 3,5'tan yüzde 16,2'ye fırlamış... Bu durum, örtünme tercihi ile siyasal tercihi arasındaki bire bir ilişkiye kanıt oluşturuyor. Nitekim bulgular örtünmenin eğitim ve gelir düzeyi düştükçe ve yaş ilerledikçe arttığını, fakat türbana ilginin eğitimli gençlerde yükseldiğini gösteriyor. Bu tablo türbanın yalnız dini inancı değil, siyasi tercihi de yansıtan bir simge olduğunu ortaya koymaktadır. Şimdi soru şudur: Neden böyle oldu ve nereye doğru gidiyoruz? Türk halkının eskiden değildi de şimdi dindar olduğunu söylemek doğru değildir. Şu anda yükselen bir siyasi kimliktir, o kimliğin partisidir. Parti, propagandasını din üstünden yapmaktadır. Mağdur olduklarına inanan

…Başörtüsü Raporu 2007… 170

Page 171:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

yığınları "dindar oldukları için mağdur edildiklerine" inandırmayı başarmaktadır. Köroğlu rolü... Bu bir modadır.” 4 Aralık 2007 – Bebeğin annesine ‘başörtünü çıkart’ baskısı22 aylık Muhammed Sait K. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa TIP Fakültesi’nde Genel Cerrahi Servisi’nde kasık fıtığından ameliyat oldu. Ameliyat olan bebeğinin yanında refakatçi olarak kalmak isteyen anneden hijyenik olmadığı ileri sürülerek başörtüsünü çıkarması istendi. Anne Z.K. ise başörtüsünün hijyenik olmadığı iddiasının saçma olduğunu belirterek başını açmayı kabul etmedi. Başörtüsü üzerine bone takmayı teklif eden annenin bu teklifi ise geri çevrildi. Yaşadığı olayın şokunu yaşayan Baba Samet K., “Eşim örtüsünün üstüne bone takmak istedi. Fakat kabul etmediler. Benim de girmeme müsaade etmediler. Çocuğum bir saate yakın narkozlu olarak yalnız başına kaldı. Sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunacağım” dedi. Olayın ardından Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne giden gazeteciler güvenlik görevlilerinin saldırısına uğradı. (Vakit, Milli Gazete)4 Aralık 2007 – “Türbanlı” patlamasıOkay Gönensin, Vatan’daki yazısında Tarhan Erdem’in anketinin sonuçlarına ilişkin şu yorumu yaptı: “Bu "patlama"nın esas alanının ortaokul, lise ve üniversite mezunları olması meselenin bir kimlik savaşı olduğunu da gösteriyor… Orta ve üst orta gelir gruplarında da türban patlaması gerçekleşmesi meselenin çözümünde ekonominin asıl unsur olamayacağını göstermektedir. Bu patlama aynı zamanda türban taraftan kesimin üniversitelerde ve kamuda "türbanın" özgürlüğe ulaşacağına inandığını da gösteriyor. Burada Cumhuriyetin en tepedeki üç koltuğundan ikisinde oturan siyasilerin eşlerinin başlarının sıkı sıkıya kapalı olmasının etkisi de vardır.” 4 Aralık 2007 - Başörtüsü üzerinden 'alicengiz' oyunu oynanıyorİHL Mezunları Mensupları Derneği Başkanı Yusuf Z. Sula, başörtüsü üzerinden alicengiz hesapları yapıldığını söyledi. Sula, "Üniversitelerde başörtüsü serbest bırakılırsa başı açık kız kalmaz sözünün sahibi Tarhan Erdem'in Milliyet için yaptığı anketin takdim kısmına bakıldığında çok maksatlı ve agresif bir tutumun olduğu görülüyor." dedi. Mazlum-Der Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu da anket sonucunun inandırıcılık taşımadığını dile getirdi: "Araştırmadaki başörtülü-türbanlı ayrımının neye göre yapıldığını bilmiyorum. Başörtüsü bağlanırken iğnenin 1 santimetre yukarıda olup olmamasına göre mi değişiyor, bu tanım? Açıkçası, bu araştırmanın sonuçlarının siyasal birtakım hedeflere uygun düşürülmek istendiğine inanıyorum." diye konuştu. (Zaman) 4 Aralık 2007 - Başı 'hileyle' açtırılan öğrenciyle ilgili inceleme Rize'de, kompozisyon yarışmasında birinci olan kız öğrencinin, 'ödül töreni sırasında salonda erkek olmayacak' denilerek okul müdürü tarafından başörtüsünün çıkarttırıldığı iddialarıyla ilgili olarak inceleme başlatıldı. Rize Valisi Kasım Esen, konuyu İl İnsan Hakları Kurulu'na de getireceklerini belirterek, "Kızın başörtüsünün zorla açıldığı iddiası gerçeği yansıtmıyor. Biz yine araştırma ve incelemeyi sürdürüyoruz. Uzmanlar, taraflarla görüşüp bir karar verecekler." diye konuştu. Bu arada olayın medyada 'İmam hatipli kız öğrencinin törende başörtüsü zorla çıkarıldı' şeklinde yer alması üzerine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, kız öğrencinin babası Mustafa Azder'i telefonla arayarak konuyla ilgili bilgi aldığı öğrenildi. (Zaman)4 Aralık 2007 - Başörtü yasağı, seçkin azınlığın iktidarını gösterirMümtaz’er Türköne, Zaman’daki “Türbanlıların sayısı” başlıklı yazısında şöyle yazdı: “Başörtü yasağının bir "iktidar pratiği" olduğunu uzun zamandır söylüyorum. Elinde iktidarı tutan bir seçkin azınlık, ayrıcalıklarını bu sembolik yasaklarla sürdürüyor. Yasak koymak, bir iktidar gücüne sahip olmak demek. Başörtü yasağının devamı, bu seçkin azınlığın hâlâ iktidarda oldukları anlamına geliyor. Bugün başörtü yasağının, kontrolsüz bir keyfi iktidarın kurumlaştığı üniversitelerde devam etmesi bu yüzden tesadüf değil.”4 Aralık 2007 – “Türbandaki” 4 kat artış niteliksel bir değişimi ifade ediyorÖzlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Sıradaki şarkı türbanlılara gidiyor: Dillerde nağme adın” başlıklı yazısında Konda’nın anketini değerlendirdi: “Araştırmada 'eksantrik görünen' tek veri olarak türbandaki “4 kat” artış da niceliksel değil, niteliksel bir değişimi ifade ediyor. 4 kat olan örtünmedeki artış değil anlayacağınız; örtülüler arasında türbana meylediş oranı 4 katına çıkmış. Anlayacağınız, 'türban' artık sadece üniversite kapısında bekleşen kızlara ait bir şey olmaktan çıkmış, tüm örtülü kadınlarda bir 'tercih' haline gelmiş. Korelasyon uyarınca; başörtüsü kullanmada ise, tüm gruplarda düşüş sözkonusu. Peki bunu hayra mı, şerre mi yormalıyız? Sebep şıkları bence şunlar; 1-Bu toplum yasaklandıkça, karşıt tepki geliştiriyor. Yani üst-elit “benim anneannem de örtülüydü” tanımındaki geleneksel örtüyü 'tehdit' saymayıp, 'türban'ı tehlikeli ilan ettikçe, türban çoğalıyor. 2-“Baş örtülüyken de zarif ve modern görünme”nin tek formülü olan türban eğitimli-eğitimsiz bütün örtülüler arasında 'kanıksanmış', üniversite kapısındaki kızlara ait bir örtünme stili olmaktan çıkmıştır. 3-Türbana olan ilgi, Cumhuriyet'in, “sen de 10 yıl, ben diyeyim 5 yıl içinde” yıkılacağının delilidir.” 4 Aralık 2007 – “Türbanlı” oranı arttı mı azaldı mı?Sabah gazetesi Tarhan Erdem’in anketinden sonra önceki anketlerle çelişkili bir durumun ortaya çıkmasını haberleştirdi: “Geçtiğimiz yıl TESEV ve iki ay önce 32. Gün ile A&G şirketinin ortak yürüttüğü araştırmalar "Türban takanların oranında düşme var" derken Konda şirketi "Türban

…Başörtüsü Raporu 2007… 171

Page 172:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

takanların oranında yükseliş var" diyor. Haberin devamında şunlar yazıldı: “Türkiye'de kadınların örtünme biçimleri hakkında yapılan kamuoyu araştırmaları farklı sonuçlar veriyor. Tarhan Erdem'in yönetiminde Konda araştırma şirketinin anketine göre Türkiye'de başını örten kadınların oranı "muhafazakâr-demokrat" AKP'nin iktadarda olduğu son 4 yılda yüzde 64,2'den yüzde 69'a yükseldi. Ancak son bir yıl içinde yapılan iki büyük araştırma Konda'nın sonuçlarıyla çelişiyor. 32 Gün programı ve A&G'nin Eylül 2007 tarihinde ortak hazırladığı araştırmaya göre her 100 kadından 61 'inin başını örttüğü Türkiye'de son üç buçuk yılda başı kapalı kadınların sayısında yüzde 2.9'luk bir azalma oldu. TESEV'in Kasım 2006'da yayınladığı "Türkiye'de Din, Toplum ve Siyaset" araştırmasını verilerine göre Türkiye'de evin dışına çıkarken başını örtenlerin oranı 1999'da yüzde 72.7 iken bu rakam 2006'da 63.5'e düştü.”4 Aralık 2007 – 'Eşi çarşaflı' diye yazılan bilgi notuCumhurbaşkanı Abdullah Gül, Pakistan yolculuğunda beraberindeki gazetecilere "Burada ilk defa açıklıyorum" diyerek, rektör atamasında karşılaştığı durumu şöyle anlattı: "YÖK'ten sadece üç ismin bulunduğu bir dosya geldi. Yanında da bir ihbar notu vardı. İsimlerden biri için 'eşi kara çarşaflıdır' deniyordu. Dehşete düştüm. Talimat verdim. Araştırdılar. 'Adam bekar' dediler. Gizlediği bir şey vardır diye bir daha bakın dedim. Baktılar, hiç evlenmemiş." "Bu olayın YÖK ile hiçbir ilgisi yoktur" diyen Gül; ihbar notunun kim tarafından yapıldığını açıklamadı. 4 Aralık 2007 – “Türbanlı” sayısı neden artıyor?Tarhan Erdem yönetimindeki araştırmasıyla ilgili bir haber yapan Vatan gazetesi, akademisyenlerin araştırma hakkındaki görüşlerine yer verdi: “Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fuat Keyman: Türkiye'de dinsel, geleneksel değerler ön plana çıktı. Bir muhafazakarlaşma süreci yaşanıyor. Şeriatlaşma değil, modernite anlayışında muhafazakar değerlerin artması olarak ortaya çıkıyor. Uludağ Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay: Bu araştırma sonucu gösteriyor ki; Türk toplumu ataerkil bir toplumdu. Şimdi daha ataerkil bir toplum haline geldi. Erkekler arasında münazaralar, kadınları arka plana iten zihniyet geldi oturdu. Muğla Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Necdet Subaşı: Türbanlı sayısındaki artışı bastırılmışlığın geri dönüşü olarak düşünüyorum. 28 Şubat sürecinde içine kapanan topluluğun biraz daha açığa çıkması diyebiliriz. Türbanla dindarlık arasındaki ilişkinin zayıfladığı kanaatindeyim. Çünkü 'Dindarsan türban tak' noktasında değiliz.” 5 Aralık 2007 - Başörtüsü: Anketin doğru yorumu Ahmet Taşgetiren Bugün Gazetesi’ndeki köşesinde başörtüsü anketlerini değerlendirdi: “Temel yanlış, öncelikle türban - başörtüsü ayrımında yapılıyor. Şayet ben, islami camiayı birazcık bilen bir kimse isem, orada başörtüsü ve türban diye bir ayrım yapılmadığını, aslında hemen hiç kimsenin başındaki örtüyü "türban" diye nitelemediğine tanığım. Türban, bir Doğramacı üretimiydi ama tutmadı. Üniversiteli öğrenciler hep "başörtüsü"nü tercih ettiler. Başörtüsünün niteliği belki annelerden farklıydı, onu da, genç kız - anne giyim tercihlerindeki farkta görmek sağlıklı olacaktır. Ki, şehirlerde anneler de genç kızlar gibi başörtüsü - eşarp kullanmaya başlamışlardır. "Türban", o malum 28 Şubat sürecinde, başörtülü öğrencilere büyük sempati duyan halkla üniversite öğrencilerini birbirinden koparmak için "psikolojik savaş" ürünü olarak devreye sokuldu. "Bunlar sizden değil, kötü niyetli" propagandası yürütüldü. Ama tutmadı. Bütün zamanlarda yapılan kamuoyu yoklamalarında halkın yüzde 75'ler civarında bir büyük çoğunluğu başörtüsünün hayatın bütün alanlarında serbest olmasını istedi. Burada bir başka yanlış, başını geleneksel olarak örtenlerin "dini" bir zemini bulunmadığı iddiası. Bu da gerçeği yansıtmıyor. çünkü Anadolu'da "gelenek" de, İslam'ın potasında oluşmuş bir toplumsal kültüre göre biçimlenmiştir. Belki "gençlerin başörtüsü" daha bir yeni "dini uyanış"ın ürünüdür, ama annelerde bu uyanış zaten genlere işlemiş bir imana bağlıdır.”5 Aralık 2007 – Türban nefreti, nefret türbanıYazısına “Son günlerde bu sona yakama yapıştı. "Türban siyasal bir simge olmaktan çıkıp bir nefret simgesi haline mi dönüşüyor?" sorusuyla başlayan Ertuğrul Özkök, devamında şunları yazdı: “Geçen cuma günü Hürriyet'in birincisi sayfasında yayınlanan bir fotoğraf, bu soruyu basit bir merak olmaktan çıkarıp endişe kaynağı haline getiriyor. Fotoğrafı hatırlayın. Bir genç kız, İstiklal Caddesi'nde gazete satıyor. Sattığı gazetenin adı "Kızıl Bayrak"… Ama bu fotoğrafta başka bir şey daha dikkati çekiyor. "Kızıl Bayrak" gazetesini satan kızın başında türban var. Yani, "komünizmin sembolü" ile "siyasallaşmış dinin" sembolü, aynı kızın üzerinde birleşmiş. Yani iki radikal inanış bir araya gelmiş... Bu fotoğraftaki türbanın "basit bir inanç gereği" olduğuna kim beni ikna edebilir? Burada beni daha da fazla rahatsız eden bir şey var. Kızın yüzündeki nefret ifadesi... Öyleyse bu kız kimden nefret ediyor? Elindeki gazeteyi dikkate alırsak "hâkim sınıflardan", "burjuvaziden". Başındaki türbana bakarsak, "laiklerden"...”5 Aralık 2007 - Başörtüsü/eşarp ve türban gibi kategoriler ihdas ediliyorNihal B. Karaca, “Adalet kalmadı, anket verelim...” başlıklı yazısında Konda’nın anketini değerlendirdi: “Konda'nın yeni anketi, başörtüsü/eşarp ve türban gibi kategoriler ihdas ederken, bunlar arasında gözle görünür farklar varmış gibi, hatta isimleri üzerlerinde yazıyormuş gibi davranıyor. Anketörler başörtüsünü dinî ya da diyelim ki siyasi görüşleri gereği tercih eden kadınlarla, 'bizim oralarda hep böyle...' ya da 'bana yakıştığı için takıyorum' diyen kadınları bir lahzada ayırt edebilecek kadar özel yeteneklerle donanmışlarsa bilemem. Bildiğim, türbanı kendi teknik anlamından koparıp, 'eğitimli kişilere' hasredilmiş kişilere özgüledikten sonra 'türban

…Başörtüsü Raporu 2007… 172

Page 173:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

kullanımı eğitimlilerde fazla' demenin gülünç olduğu... Kadın düşmanı sistem ile kadın düşmanı rejim el ele vermiş, kadınları nispeten inisiyatif alabilecekleri bir hayattan mahrum bırakıyor, katillerini bile koruyorlar. Bilim adamları da 'başörtüsü kırda, türban kentte yaygın' gibi süper muğlak ve anlamsız bulgularla bizi aydınlatmaya devam ediyor. Ne müthiş bir organizasyon!”5 Aralık 2007 - Başörtülüye okumak yasak Büro-Memur-Sen Kadın Kolları Başkanı Arife Topçu, 5 Aralık Dünya Kadın Hakları günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, kadınlarımızın hak ettiği yeri alması gerektiğini bildirdi. Topçu, kadın hakları ihlallerinin en büyüğünün ise başörtüsü yasağı olduğunu dile getirdi. “Cumhuriyet döneminden bu yana kız çocuklarının okutulması yönünde devletin kendi eliyle yürüttüğü girişimler, başörtülü kızlarımız söz konusu olunca, yine devlet eliyle engellenmiştir. Sırf başörtülü oldukları gerekçesiyle kadın haklarının ihlaline en son Adana Kozan’da tanık olunmuştur. Bu ilkel davranış, toplumsal hayata katılma yolunda kadınlara ve inanç özgürlüğüne vurulmuş bir darbedir.” (Milli Gazete)5 Aralık 2007 - 'Türbanlı sayısı 4'e katlandı' diyen anketin zamanlaması dikkat çekiciMustafa Ünal, Zaman’daki “İrtica kampanyası mı?” başlıklı yazısında yaşanan gelişmeleri değerlendirdi: “Farkında mısınız, son günlerde birbirine benzeyen haberlerin sayısında büyük bir artış var. Amasya'da kız öğrencilere türban ve namaz baskısı söz gelimi. Günlerce medyayı meşgul etti. Sonradan ortaya çıktı ki, söz konusu iddiaların gerçeklerle uzaktan yakından bir ilgisi yok... Resmî törenlerde yaşanan başörtüsü krizleri... Balıkesir'in Burhaniye ilçesinde bir okul müdürünün kız çocuklarına 'İffetli olun, giyiminize, davranışınıza dikkat edin' yönündeki masum öğüdü medyaya farklı şekilde yansıdı. Bir iki gündür de 'gündelik yaşamda din, laiklik ve türban' anketi manşetlerde. Birbirine benzeyen aynı kapsamda değerlendirebileceğimiz haberlerin örneklerini daha da artırmak mümkün aslında. Acaba yalan yanlış, abartılı tüm bu haberler neyin nesi? Peşi sıra gazete sayfalarına düşmesi bir tesadüf mü? Yoksa bir planın parçası mı? Sakın öteden beri aşinası olduğumuz yeni bir irtica kampanyasının ayak sesleri olmasın? Anlaşılan birileri yine düğmeye bastı.”5 Aralık 2007 – “Türbanın iktidarı”Milliyet yazarı Can Dündar, başörtüsü sorunu hakkındaki görüşlerini şöyle ifade etti: “Ben konuyu, "inanç hürriyeti" ya da "giyim-kuşam özgürlüğü" boyutunda ele almıyorum. "İsteyen açar, isteyen örtünür" diyen liberallerden de değilim. Tersine, itikadın yerine aklı koyan cumhuriyeti kollayan, toplumcu, eşitlikçi bir fikir dünyasına mensubum. Buna rağmen -aslında bu yüzden- üniversitede türban yasağına karşı çıkıyorum. Çünkü: Yasağın, siyasal simge haline gelen türbanı daha da ca-zip kılmaktan öte işe yaramadığını görüyorum. Cumhuriyetin, özellikle de üniversitenin dışlayıcı değil, kucaklayıcı olması gerektiğine inanıyorum. Gençleri kazanması, buluşturup aydınlatması gereken üniversite, türbanlıya kapısını kapatarak en temel işlevini yerine getirmemiş ve asıl ulaşmayı hedeflediği kitleyi sokağa itmiş oluyor.”5 Aralık 2007 – “Türbanlı” sayısı artıyor peki azalan ne?Akşam yazarı Serdar Akinan, Tarhan Erdem’in araştırma verilerini yorumladığı yazısında şu görüşlere yer verdi: “Muhafazakâr değerlerin daha belirgin hale gelmesi "endişe duyulan" kavramları nasıl anladığımızı bir kez daha gözden geçirmemizi zorunlu kılıyor. Toplumda "daha tutucu bir İslami zihniyete" sahip olanlardaki artışın "görünebilir" bir simge ile ayrışanları kadar, "görünmeyenleri" de hesap edersek (mesela erkekler) ne oranda bir artışla karşı karşıya olduğumuzu görüp telaşa kapılanlar olabilir. Ben, son dört yılda artan türbanlı sayısından endişe duyuyorum. Daha koyu bir İslami anlayışla çevrelenmiş olmaktan ötürü değil. Tam tersine son dört yılda AK Parti'nin "çevre"den "merkeze" taşıdığı bu sosyal dinamiğin, iktidar gücüyle de pekişerek, böylesi bir artışa sebep olması kaçınılmazdı... Ancak, endişe duyan çevrelere bir başka önerim var: Daha yakından bakın... Daha yakından baktığınızda "artan" türbanlı sayısına karşın "azalan" bir başka şey göreceksiniz. Türban düne kadar bir siyasal simge idi... Muhalif bir simge idi... Türbanı artık bir iktidar sembolüdür. Türban iktidarı, maalesef, artık yozlaşmaya başlayan bir iktidarı simgelemeye başlıyor...”5 Aralık 2007 – “O yasalardan değil türbandan yana bir kişi”Oktay Ekşi Hürriyet’teki “Hâlâ soruyor musunuz?“ başlıklı köşe yazısında, Tarhan Erdem’in anketini şöyle yorumladı: “Erdem ve ekibi araştırmayı yaparken en düşük "18-28 yaş grubunu" esas almış. Son günlerde gazetelerde haber konusu olan bir hanım kız vardı. Anımsayacaksınız... Peki Tevhide Kütük kaç yaşındaydı dersiniz? Biz söyleyelim, en çok 16, bilemediniz 17... Dahası, bu çocuk Kozan İmam Hatip Lisesi 11'inci sınıf öğrencisiydi. Yasalarımız tüm ilk ve orta öğretim kurumlarında "türbanı" yasaklıyor değil mi? Peki ama bu ülkenin Başbakanı, sırf türbanlı olduğu için Tevhide'yi telefonla arayıp "Evladım, bu haksızlıklar bir gün bitecek" derse, "türban" ve türbanlı sayısı artar mı, azalır mı? Başbakan Erdoğan, Tevhide’ye karşı kaba davranan kaymakam ile jandarma komutanını arattırıp "Yaptığınız kabalıktır ama yasaları koruduğunuz için size teşekkür ederim" demez, diyemez miydi? Demez, diyemez. Çünkü o yasalardan değil türbandan yana bir kişidir.”5 Aralık 2007 – “Türban” ile başörtüsü arasındaki farklarAhmet Hakan Coşkun, Hürriyet’teki köşesinde “türban” ve “başörtüsü” arasında fark olduğunu iddia ederek şöyle yazdı: “Bir: Türban eğitimli, genç ve şehirlidir. Başörtüsü ise kırsal, yaşlı ve eğitimsizdir... İki: Başörtüsü gevşektir; bazen yarım olur, bazen tamamen çıkar... Türban ise katıdır; bir takılır, bir daha asla çıkmaz. Üç: Türban geçişken özelliklidir; türbanlı annenin kızı da türbanlı

…Başörtüsü Raporu 2007… 173

Page 174:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

olur... Başörtüsü ise geçişken değildir; başörtülü annenin kızı başını örtmeyebilir. Dört: Türban bir bilincin eseridir. Başörtüsünde ise bilinçten ziyade bir alışkanlık rol oynar. Beş: Türban modernleşmenin göstergesidir... Anneannesi gibi örtünmek istemeyenlerin bulduğu modern bir formdur... Başörtüsü ise anneannelere özgü bir formdur ve bu açıdan gelenekseldir. Altı: Başörtüsü biraz yaşlı işidir... Türban ise genç işi... Yedi: Türban bir ısrarın ifadesidir... Bir türbanlı, türban takarak, "Eğitimli de olsam, şehirli de olsam, zengin de olsam başımı örteceğim" demektedir. Başörtüsünün ise bu türden ısrarlarla hiç işi olmaz. Sekiz: Türban, politik bir tercihe de gönderme yapar... Başörtüsü ise politikayla pek ilgilenmez...” 5 Aralık 2007 - İnsanlar başlarını örtmek istiyorsa, bunun şeklinden kime ne?Star Gazetesi’nden Ahmet Kekeç, “Eşek bile anlar” başlıklı yazısında türban-başörtüsü ayrımı yapanları eleştirdi: “Son zamanlarda böyle bir ‘ayrıştırma’ çıktı ve türbanın başörtüsü olmadığını söyleyenler ufaktan ufaktan kendilerini buna inandırmaya başladılar. Efendim, başörtüsü ninelerimizin kisvesiymiş, ‘geleneksel bir yanı’ varmış, hiç kimsenin bu güzel kisveye itirazı olamazmış... Ama siyasal simge olan türban yok muymuş... Ne fark eder yahu? İster geleneksel, ister modern... İnsanlar kafalarını örtmek istiyorsa, bunun şeklinden kime ne? Herkes, kendisine yakıştığını düşündüğü bir örtünme biçimi benimsememiştir, benimsemekte özgürdür. Bundan Erdoğan’a ne, Baykal’a ne, Büyükanıt’a ne! Bize ne! İsterse ‘siyasal simge’ olsun... Başörtüsü yasağının antidemokratik bir uygulama olmakla birlikte, bir ‘yerini koruma’, ‘başkasını yerine yaklaştırmama’ refleksinden kaynaklandığını, bu refleksin ‘sınıfsal’ bir nitelik taşıdığını artık görüyoruz; eşek değiliz.” 5 Aralık 2007 – Eşlerinin başı örtülü olan memurların oranı nedir?Fikret Bila, Tarhan Erdem’in anket sonuçlarıyla ilgili Milliyet’teki köşesinde şu yorumları yaptı: “Konda veya güvenilir bir başka araştırma kuruluşu, bu tür bir araştırmayı "devlet memurları" arasında yapabilse çok daha çarpıcı sonuçlar ortaya çıkabilir. Örneğin, eşlerinin başı örtülü olan memurların oranı nedir? Memurların başlarını örtme serbestliği olması gerektiğini savunan memurların oranı kaçtır? Yönetim yetkisi taşıyan memurlardan kaçının eşinin başı örtülüdür? Üst düzey bürokratlar arasında eşinin başı örtülü olanların oranı nedir? Asıl iktidar etkisi böyle bir araştırmayla ortaya çıkacaktır.”5 Aralık 2007 – Başörtüsü yasağı kalksınNazlı Ilıcak, Sabah’taki köşesinde, Tarhan Erdem’in anketinin sonuçlarını şöyle yorumladı: “Milliyet gazetesi, türban takanların oranında büyük artış olduğu hususunu ön plana çıkarmayı uygun buldu. Ben, daha farklı bulgulara değinmek istiyorum: Çok büyük bir çoğunluk (% 78) üniversitelerdeki başörtüsü yasağına karşı… Tarhan Erdem'in belirttiği gibi, gerçekten başını örtenlerin oranı yükselmişse (2003'teki % 64.2'den %69.4'e çıkmışsa) "Yasak caydırıcı olmuyor, aksine örtünmeyi teşvik ediyor" sonucuna varabiliriz. Hem "yasak kalsın" diyenlerin, hem de örtünenlerin oranı artıyor. Hangi araştırmaya bakarsanız bakın, Türkiye'de büyük çoğunluk başını örtüyor.”5 Aralık 2007 – Yine “türban”Nazif Okumuş, Takvim’deki yazısında, Tarhan Erdem’in anketinden sonraki gündeme ilişkin şu görüşleri aktardı: “Farkında mısınız; marifetli bir sihirbazın şapkadan tavşan çıkartması gibi, siyasi iktidar da onca dert ve mesele varken; gündeme bir anda yeniden türbanı soktu. Ne oldu ve nasıl oldu bilen bilse de; TBMM'de bütçe görüşmelerinin sürdüğü, adalet mekanizmasında yeni kadrolaşmaların tartışıldığı ve en önemlisi de bölücülüğün her tarafta yaygınlaştığı bir zamanda, yukarıdan aşağıya türbanla düşüp kalkıyorlar. 24 Kasım Öğretmenler Günü etkinlikleri kapsamında kazandığı ödülü türbanından ötürü alamayan Adana'daki imam hatip öğrencisi kızımızın yaşadığı acıya bir anda yenileri eklendi. Meğer başka bir kızımız da Rize'de mağduriyet yaşamış. Bir başka acı da İstanbul'da, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde gerçekleşmiş. Türban istismanyla öteden beri suçlanan bir gazetenin haberine göre; bir anne, ameliyattan çıkan 22 aylık bebeğinin yanına başörtüsü hijyenik olmadığı gerekçesiyle sokulmamış... Dolayısıyla olan oldu ve türban savunucuları ile karşıtlarının hatları tamamen ve yeniden belirginleşti.” 5 Aralık 2007 – Lise yaşındaki kızlar, reşit değildir, ödül töreninde “türban” giyemezNecati Doğru, Vatan’daki “Dosyaya "kara çarşaf notu" yerine "bomba" koysalardı!” yazısında şunları yazdı: “Lise yaşındaki kızlar, reşit değildir, ödül töreninde türban giyemez. Türkiye yasalarına ve AİHM kararlarına aykırıdır. Kızlar bunu bilmese bile onların öğretmenleri, okul müdürleri, milli eğitim müdürleri ve Başbakan'ın bilmesi ve kızları, onların ailelerini "kendinize gelin" diye tembihlemesi gerekirdi. Bile bile bu tiyatro oynanır ve başbakan da "mağdur-mazlum telefonuna sarılırsa" tarih bunun için, "cılk ayaklı gündem yaratma senaryosu" diye not düşer.”5 Aralık 2007 – “Türbanlı” sayısı artıyor diye “dinci” basın karalar bağladı!Mehmet Tezkan, Vatan’daki yazısında, Tarhan Erdem’in anketiyle ilgili yorumlara ilişkin yazısında şu görüşleri ileri sürdü: “Dinci gazeteleri açtım. İtiraz ediyorlar. Türban takan sayısı artmadı, azaldı diyorlar. Allah Allah, nasıl olur! Türban takan sayısı arttı diye sevineceklerine üzülüyorlar. Manşetten hokkabazlık diyorlar.. Tam tersine, zil takıp oynamaları gerekmez mi? Yıllardır türban türban diye bağıran onlar değil mi? Evet. İşte dörde katlamış, sevinin. Bayram yapın... Dinci basının bu tür yayın yapması gerekmiyor mu? Ama onlar hayır diyorlar, türbanlı artmadı azaldı. AKP’ci yazarlara ne demeli? Yemin billah ediyorlar, kimse türbanlı sayısının arttığına inandıramaz diyorlar... Niye itiraz ediyorsunuz, niye üzülüyorsunuz. Bunu da ben anlamış değilim.”

…Başörtüsü Raporu 2007… 174

Page 175:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

6 Aralık 2007 – Genç kızlar “türban” sözcüğünden rahatsızlık duyarFehmi Koru, Yeni Şafak’taki “Saldırmak yerine cevap verin” başlıklı yazısında Konda’nın anketini değerlendirdi: “Başörtüsü ile türban arasında ne gibi bir fark var dersiniz? Üniversitelerde sürdürülen yasağı onaylayanlar açısından büyük bir fark olduğunu biliyoruz; 'başörtüsü' dedikleri ve her zaman “Büyükannemin de taktığı” türden cümleciklerle desteklenen baş bağlama tarzına itiraz etmiyor o çevreler... Buna karşılık 'siyasal İslâm' ile irtibatlayıp 'siyasal simge' olarak nitelendirdikleri 'türban' konusunda ise pek tepkiseller... Bilmedikleri şu: Israrla kullandıkları 'türban' sözcüğünden en fazla rahatsızlık duyanlar 'türban' taktığını iddia ettikleri genç kızlar... 'Türban' dedikleri türden başını bağlamış bir genç kıza taktığının ne olduğunu sorsalar, genellikle alacakları cevap 'başörtüsü' olacaktır."6 Aralık 2007 - Tevhide'nin gözyaşları laikçi irticayı boğuyorAbdurrahman Dilipak, Vakit Gazetesi’ndeki “Kız Tevhide, sen ne yaptın!” başlıklı yazısında şu görüşleri ifade etti: “Tevhide'nin gözyaşları laikçi irticayı boğuyor.. Hâlâ kendi yanlışları ve inatları ile yüzleşmeye cesaret edemiyorlar. Onun için de öfkeleniyorlar.. Artık bu noktada tutunmalarının mümkün olmadığını anlamaya başladılar. Nerede duracaklarını tartışıyorlar. Oraya nasıl hangi gerekçelerle geri çekilecekleri konusuna daha gelemediler..Milletle inatlaşmanın bedelinin ağırlığı karşısında omuzları çökmüş gibi.. Hem milli egemenlik, hem demokrasi, insan hakları diyeceksin, hem de bu kaba dayatmaları ısrarla savunacaksın. Bu işin dinozorları, eminim, kendi çocuklarına, en yakınlarına bile anlatamıyorlar, içine sürüklendikleri derin çelişkileri.. Derin bir yalnızlığa düştüler. Oysa yakın zamana kadar her şeye sahip olduklarını sanıyorlardı.. Şimdi geçmişin, bugün Türkiye'nin geldiği noktadaki olumsuzlukların ve ödemeye çalıştığımız ağır faturaların hesaplarının kendilerinden sorulmasından korkuyorlar.. İktidarları, kolay yoldan elde ettikleri servetlerini, itibarlarını, imtiyazlarını kaybetmek korkusu sanki akıllarını zail etmiş gibi..”6 Aralık 2007 – Protokolde, Tuğgeneral First Lady tokalaşmasıCumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Pakistan'dan dönüşü sırasında Esenboğa Havalimanı'ndaki karşılama töreninde, Ankara Garnizon ve 4. Kolordu Komutanı Korgeneral Aslan Güner'in yardımcısı olan Ankara Merkez Komutanı Tuğgeneral Naci Özdemir, Hayrünnisa Gül ile tokalaştı. Şimdiye kadar yapılan uygulamalarda Gül'ün yurtdışı uğurlama ve karşılama törenlerine katılan Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Aslan Güner, Hayrünnisa Gül'le tokalaşmamak için protokol sırasından ayrılarak karşı tarafa geçiyordu. Cumhurbaşkanı Gül'ün Pakistan'dan dönüşünün gece yansına denk gelmesi nedeniyle askeri tören yapılmadığından, Tuğgeneral Naci Özdemir de protokol sırasında yer aldı. Böylece Hayrünnisa Gül, protokol sırasında bulunan bir komutanla ilk kez el sıkışmış oldu.6 Aralık 2007 - Bu probleme sebep olanlar başörtüsünü yasaklayanlardırHayrettin Karaman, Yeni Şafak’taki “Yine başörtüsü” yazısında, başörtüsü konusuna ilişkin yazılarına gelen bazı itirazları şöyle yanıtladı: “Bu probleme sebep olanlar başörtüsünü yasaklayanlardır, mağdur olanlar çözüm istemekte, onlar buna karşı direnmektedirler. Bununla da yetinmeyip ikide birde alan araştırmaları yaptırmakta, bazıları tarafsız olmayan, hedefi belli sorular ve yönlendirmelerle belli sonuçlar elde edip bunun üzerinden tedbirler almaya çalışmaktadırlar. Hasılı işleri güçleri başörtüsü olanlar öncelikle yasakçılardır. Bunların mağdurlara dönüp "Niçin bizim çözdüğümüz (yasakladığımız) bir konu ile uğraşıyorsunuz, neden vazgeçmiyorsunuz?" demeleri, "Size işkence ediyoruz, canınız da acıyor, bunu biliyoruz, ama niçin ağlayıp sızlıyor, acı çektiğinizi belli ediyorsunuz" demek gibidir.”6 Aralık 2007 - Ne örtülü insanımıza güven duyuluyor ne de örtüsüz insanımızaEkrem Dumanlı, Zaman’daki “Toplu iğnenin ucundaki örtü” başlıklı yazısında başörtüsü-türban ayrımını değerlendirdi: “Bazı gazete ve televizyonlar, başörtülü öğrencilere uygulanan üniversite yasağının yeni anayasada yer alması ihtimaline binaen telaşa kapılmış durumda. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bu engizisyon uygulamasından söz ediyoruz. Yakışıyor mu Türkiye'nin üniversitelerinde "ikna odaları" kurup, başörtülü çocukları beyin yıkama işlemlerine tabi tutmak? Neymiş; üniversitelerde başörtüsü serbest bırakılırsa, bu bir baskıya dönüşürmüş ve herkes örtünürmüş. Muhtemel baskıyı önlemek için baskı kurmak! Tam bir vehim, tam bir güven eksikliği. Başörtüsüz çocuklarımıza çer-çöp muamelesi yapılıyor; yani bir başörtüsü rüzgârı esecek ve herkes bu rüzgâra kapılıp gidecek. Ne örtülü insanımıza güven duyuluyor ne de örtüsüz insanımıza....”6 Aralık 2007 – "Türbanlı sayısı dört kat arttı" diyenlerin ölçüleri bütünüyle yanlışMümtaz’er Türköne, Zaman’daki “Din ticareti” başlıklı yazısında Tarhan Erdem’in anketini şöyle eleştirdi: “Türkiye, başörtüsü ile türban arasındaki farkı bilmeyen birinin, başörtüsü ile türban takanları mukayese ettiği araştırmayı konuşuyor. Tarhan Erdem, "Pantolonla etek arasındaki kadar açık bir fark." dediği şeyin, hâlâ bir şekil farkından ibaret olduğunu bilmiyor.Dinin özüne ve anlamına dair fikri olmayan müsteşriklerin bile düşmeyeceği bir hata. İnancı gereği örtünenler için böyle bir fark olmadığını, başörtüsünü geleneksel, türbanı da modern örtünme biçimi olarak tasnif eden yerli müsteşrikler anlayamıyor; çünkü onlar sadece ne olduğunu da bilmedikleri şekle takılıyorlar. "Türbanlı sayısı dört kat arttı" diyenlerin ölçüleri bütünüyle yanlış... Karşımızda medyatik bir siyaset mühendisliği projesi duruyor.”6 Aralık 2007 – “Yine Boğaziçi Üniversitesi, yine türban”

…Başörtüsü Raporu 2007… 175

Page 176:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

“Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) öğrencileri, üniversite yönetiminin "laik eğitimle" bağdaşmayan uygulamalara göz yumduğunu, "türbanlı öğrencilerin" okula rahatça girip çıktığını, birçok tarikatın üniversitede, "özgürlük anlayışı" adına propaganda yaptığını belirttiler. Üniversite yönetiminin bu konuda tavrını eleştiren öğrenciler, üniversitede türbanlı öğrenci islemediklerini ifade ettiler. Türbanın, devlet üniversiteleri içinde yalnızca Boğaziçi Üniversitesi'nde serbest olduğunu ifade eden öğrenciler, "Üniversitemiz önceleri başarıları ve mezunlarıyla tanınırken bugün türbana izin veren anlayışı ile tanınıyor. Eski mezunlar bile Boğaziçi Üniversitesi'nin bu hale gelmesinden rahatsız olduklarını belirtiyorlar. Okulda türban takılmasını ve türbanla dolaşılmasını biz anlamakta zorlanıyoruz” dediler.” (Cumhuriyet)6 Aralık 2007 – “Türbanda” örf ve âdete uygun öneri“AKP yönetimi, yeni anayasada türban sorununu çözecek bir düzenlemeye yer verilmesi ve 'bu çerçevede yaşanan mağduriyetin giderilmesi' konusunda prensip kararına vardı. AKP, yeni anayasa taslağında türban sorununu ortadan kaldıracak düzenlemeyi, 'Ceza mevzuatı ile örf ve âdete aykırı olmamak koşuluyla, yükseköğrenim kurumlarında hiç kimse kılık kıyafetinden dolayı öğrenim hakkından mahrum bırakılamaz' şeklinde formüle etti. Bu düzenlemenin de, sivil toplum örgütlerinden gelecek olan anayasa önerileri ve taslak eleştirileri kapsamında yeniden revize edilebileceği; ancak türban eksenli bir düzenlemenin taslakta yer alacağı belirtildi.” (Radikal)6 Aralık 2007 – Tarhan Bey nasıl kullanıldı?Emre Aköz, Sabah’taki 5 ve 6 Aralık tarihli yazılarında Tarhan Erdem’in anketinin zamanlamasıyla ilgili şu görüşleri ifade etti: “Geçen cuma günü Milliyet'in ilk sayfasına göz attığımda, birkaç gün içinde neyle karşılaşacağımızı biliyordum. Nereden mi? 'Gündelik Yaşamda Din, Laiklik ve Türban" başlıklı araştırmanın özetlerinden... Özellikle de laftan: "Başını örtenlerin oranı ne kadar arttı?" Bu söze niye mim koydum? Çünkü başka araştırmalar, başını örten kadın oranının, son 5 yıl içinde (az ya da çok) düştüğünü gösteriyordu... Belli ki "Tarhan Erdem yönetimindeki Konda" artık bunun tersini iddia edecekti.Pazar günü bir yemekte Prof. Mehmet Altan'ı gördüm: "Ne yapmak istiyorlar" diye sordum. "Yeni bir furya başlatacaklar" dedi özetle… Ben kampanyaları başlatan ve sürdüren medya grubunun, patronun ekonomik çıkarları için bunu yaptığını ileri sürecek değilim… Ancak şuna eminim: Bu arkadaşların niyeti, Türkiye'nin sorunlarıyla ilgili bir gerçeği, araştırma yoluyla ortaya çıkarmak değil... Siyasi-ideolojik ortamı sürekli olarak gergin tutmak!” 7 Aralık 2007 – “Köşk'e manevi evlat yeni tartışma çıkarttı”“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül'ün, Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu koruması altındaki 12 yaşındaki bir kız çocuğuna "koruyucu aile" olma girişimi, ilginç bir tartışmayı da beraberinde getirdi. İnternet sitesi Habertürk'ün yazarı Melda Yücel, köşesinde "...12 yaşındaki kız çocuğunun başı kapalı mı, açık mı? Açıksa Köşk'e çıktıktan sonra başı kapanır mı? Çok merak ediyorum" diye sordu. CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman da, tartışmaya, Gül çiftinin manevi evlat alacağını öğrenince büyük bir endişe duyduğunu belirterek katıldı. Arıtman, endişelerini şöyle dile getirdi: "Çünkü Cumhuriyetin kuruluş felsefesine aykırı düşünceler taşıyan, cumhuriyet kazanımlarını koruma hassasiyetleri olmayan bir çiftin ebeveynlik yapacağı çocuğun dünya görüşünde sapmalar olabilir. Bu, kız çocuklarını daha fazla etkileyebilir, başı kapatılabilir, daha ağır bedel ödeyebilirler.” dedi.” (Hürriyet)7 Aralık 2007 - 'Artmış' görünen şey, 'türban kullanımı' değildirFehmi Koru, Yeni Şafak’taki “'Türban', İsmet Berkan ve Sedat Ergin” başlıklı yazısında Konda’nın eski anketinin yeniymiş gibi yayınlanmasını eleştirdi: “Eleştirilerim yoğunluklu olarak iki konuya dönük: Milliyet'in 'yanlış' formüle edilmiş bir bulguyu manşetinden kullanma biçimi ile elindeki araştırmayı sıcağı sıcağına yayımlamaması ve bayatladığı halde bugün yayımlaması... 'Başörtüsü' ile 'türban' arasındaki algı farkı yüzünden 'artmış' görünen şey, 'türban kullanımı' değildir. Konuya yaklaşan başka yazarların da isabetle tespit ettikleri gibi, her iki kavrama 2003 ile 2007 arasında farklı anlamlar yüklediğinizde, 2003'te az gösterdiğiniz bugün artmış görünebilir; iki başka araştırmada 'azalmış' görünen de yine kavramlaştırmayla ilgili bir tespitin sonucu olabilir. Milliyet'in elindeki araştırmanın en sorunlu bulgusunu ilk gün manşetine taşıma biçimi, gazetecilik açısından en azından 'ayıp' sayılması gereken bir yönlendirmedir. Benim burada yaptığım da oydu; Milliyet'in manşetini hazırlayanları ayıpladım; açıklamalar bu hislerimi değiştirmiş değil.”7 Aralık 2007 - Türbanı simgeleştiren ona karşı çıkanların tutumudur Ahmet Kekeç, Star’daki “Önce vur, sonra empati bekle” başlıklı yazısında şunları yazdı: “Bazı siyasi partilerin (‘merkez kaç’ olarak tanımlanan partilerin) etrafındaki ideolojik kümelenme, bir dönem, değer tercihleri arasına türbanı da kattı ve iş ‘özgürlükler sorunu’ olmaktan çıkıp ‘türban sorunu’na dönüştü. Bu arızi bir dönemdir. Bitti. Başka bir Türkiye’ye elverdi. Siyaset de değişti, ideolojiler de, ideolojilere rengini veren değer tercihleri de. İster başörtüsü, ister türban, artık sadece ‘aidiyet’ belirtmiyor. İdeolojik bir istikamet de göstermiyor. Başka bir Türkiye’nin tartışmaları bunlar. Başka bir Türkiye’nin tartışmasıyla bu Türkiye’nin sorunlarını çözemeyiz. Evet, türban ya da başörtüsü, ‘simgesel’ değerini korumaya devam ediyor. Ama türbanı simgeleştiren ve ‘özgürlükler skalası’ndan çıkaran şey, onu takanların değil, ona karşı çıkanların tutumu...”7 Aralık 2007 – Üniversitelerde başı açık gençlerin okuma şansı kalmayacakCHP lideri Deniz Baykal, Merkez Yönetim Kurulu toplantısında Milliyet'in "Gündelik Yaşamda Din, Laiklik ve Türban" konulu araştırmasını gündeme getirerek, "Araştırma çok önemli sonuçlan ortaya

…Başörtüsü Raporu 2007… 176

Page 177:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

koyuyor" dedi. Baykal, şunları kaydetti: “Türban takanların sayısının giderek artmakta olduğunu biz de gözlemliyorduk ama şimdi bu bilimsel çalışmayla da ortaya konuldu. Bu giderek tırmanarak önemli sorunlara yol açacaktır, Türkiye giderek daha muhafazakâr bir ülke haline geliyor... Yapacakları anayasa değişikliğiyle üniversitelerde türban yasağını kaldıracaklar. Türban yasağının kalkmasından bir süre sonra üniversitelerde başı açık gençlerin okuma şansı kalmayacak. Gidişat da bunu gösteriyor."7 Aralık 2007 – Teziç, gider ayak başörtüsü uyarısı yaptıGörev süresi 8 Aralık’ta dolacak olan YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, veda toplantısı düzenledi. Teziç, başörtüsü yasağı konusunda şunları söyledi: “Örtünme biçimiyle ilgili konular yargılama makamla-rınca karara bağlanmış. Mahkeme kararlarını uygulamak zorundayız. Bu mahkeme kararlarını etkisiz kılacak yeni hukuki düzenlemeler yapmak pek çok yeni sorunu beraberinde getirir. Bu konunun faturasını YÖK'e çıkarmak isabetli değil.”7 Aralık 2007 - Başını örtenler baskı yolunu seçerse kendilerini inkâr etmiş olmazlar mı?Hüseyin Gülerce, Zaman’daki “Başı açıklara baskı olacak mı?” başlıklı yazısında başörtüsü sorununun çözümüne getirilen itirazları değerlendirdi: “Bakınız üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasıyla ilgili olarak yeni bir iddia daha ortaya atılıyor: "Başları açık olanlar çok ciddi baskılara maruz kalacaklar, tehdit edilecekler. Mahalle ve arkadaş baskısı meşrulaşacak..." Başını inancı gereği örtenler için bundan daha kötü bir şey olabilir mi? Hoşgörüyü, herkesin konumuna saygıyı savunan dindar insanlar, baskı yolunu seçerse kendilerini inkâr etmiş olmazlar mı? Bindikleri dalı kesmezler mi? Bundan böyle kime inandırıcı olabilirler? Evet, böyle endişeler taşıyanlar olabilir... Türkiye'nin teminatı makul çoğunluktur. Dinin özünü savunan, Anadolu Müslümanlığı yorumunu benimseyen, farklılık içinde birlikte yaşamayı, insana saygının gereği kabul eden büyük çoğunluk, bu ülkenin huzurunun, iç barışın en büyük teminatıdır.”7 Aralık 2007 - Hem iktidar hem de muhalefet için “türban sorunu” verimli bir alanFatma K. Barbarosoğlu, Yeni Şafak’taki “Türbanist ya da antitürbanist olmadan!” başlıklı yazısında başörtüsü sorunu etrafındaki kamplaşmaya değindi: “Hatırlayınız. 94 seçimlerinin baş döndürücü zafer sarhoşluğunda, mütedeyyin/prezantabl sekreter-tezgahtar ilanlarını. Gün olur sap döner keser döner böyle bir şey işte. Siz kabukta ısrar ettikçe, en büyük başörtü, en uzun pardösü, en uzun sakal en büyük cübbe eşittir en takvalı kişi diye, kıyafetten takva çıkarıp, markadan “tekbir” getirince, sizin antiniz de işte böyle oluştu. Gösterilen ve göze sokulan şeyin takva olmaktan çıkacağını saklayarak inadına göze batırmaya çalıştınız. Çalışmalarınız “nasipsiz” kalmadı. Keseniz para gördü, fikirsizliğiniz “eylem”e dönüştü. Türbanistlik bu işte. Kabuğa vurgu yapa yapa kabuğu kalınlaştıra kalınlaştıra nihayet özü öldürmek bu işte. Medya üzeriden, marka üzerinden türbanistlik almış başını yürürken, siyasi partilerin bir kısmı türbanist geri kalanı antitürbanist oldu.Toplumsal proje yokluğunda şifa gibi geldi partilere türbanist olmak ya da antitürbanist olmak.”8 Aralık 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu adına Özgür-Der Sakarya Şubesi tarafından yapılan 117’inci basın açıklamasında eğitim, sağlık, siyaset gibi birçok alanda başörtüsü yasağının devam ettiği belirtildi. Kadının seçme ve seçilme hakkının kağıt üzerinde kaldığı, milletvekili seçilseler bile başörtüleri nedeniyle Meclise girmelerine müsaade edilmediği belirtilen açıklamada; “Bu derin çelişki bizzat sistem tarafından bilinçli bir şekilde uygulanan ve İslam’ı hedef alan Başörtüsü yasağı uygulamasının bir sonucudur.” ifadesine yer verildi. Kocaeli’de düzenlenen 138’inci eylemde “Din; hem bireysel hem de toplumsal olarak; sevgi, barış, huzur ve güvenin kaynağıdır. Bunun temsilcilerinden olan bayanlarımızın başörtüsünü nefretin sembolü gibi göstermek altında neler yatıyor acaba, bir de bunu düşünelim.” ifadeleri yer aldı. Ankara’da 96’ncı, Van’da 67’inci, Akyazı’da 44’üncü ve Konya’da 14’üncü basın açıklaması yapıldı. Konya’daki eylemde “Başörtüye tahammülsüzlüğün, başörtülü Tevhide'ye tahammülsüzlüğün, başörtüyü emreden Kur'an'a tahammülsüzlük olduğunu çok iyi biliyoruz.” denildi. 8 Aralık 2007 - Şehirdeki başörtüsüne suç iması yükleyebilme stratejisiÖzlem Albayrak, Yeni Şafak’taki “Dökün artık şu taşları” başlıklı yazısında Konda’nın anketi sonrası yapılan tartışmaları değerlendirdi: “Mesele şunu söyleyebilmekte aslında: “Kardeşim biz örtünmeyi; türban ve başörtüsü olarak kategorize ettik; çünkü toplumun yüzde 70'i öyle ya da böyle kapalıyken, başörtüsüne tekmili birden karşı çıkmak bu milleti karşımıza almak olacaktı. Bakmayın siz 'başörtüsünü, türban gibi laik-Cumhuriyet'e karşı bir kalkışma olarak görmüyoruz' dememize. Biliyorsunuz, ona da gıcığız son kertede. Şehirdeki başörtüsüne suç ve illegalite iması yükleyebilmek için 'benim anneannem de başörtülüydü' diyoruz nihayetinde. Sonuç aldık artık, araştırmamız gösteriyor ki; ısrar, aşk ve şevkle yaptığımız türban-başörtüsü tasnifimiz yoluyla 'türban' kelimesini bulabildiğimiz her gereçle yaygınlaştırmamız sonuç verdi; kafasına örttüğünü bizim adlandırmamızla tanımlayarak, 'ben türbanlıyım' diyenler 4 kat arttı işte. Biz de şimdi yapıp ettiklerimizin meyvesini topluyor, 'türbanlıların' artışının Cumhuriyet'i yıkıp yıkmayacağını konuşuyoruz.” 8 Aralık 2007 - Korkutulan şey İslam'ın kültürel tezahürü olan başörtüsüdürYasin Aktay, Yeni Şafak’taki “Kurban, İslamophobia ve türban” başlıklı yazısında Konda’nın anketini değerlendirdi: “Türbanlı sayısının dört yıl içinde dört katı arttığı şeklinde atılan manşetin bir korkutma hedeflediğinde hiçbir kuşku yok. Araştırmanın bugüne kadar yayımlanan diğer verilerinin

…Başörtüsü Raporu 2007… 177

Page 178:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

sunulma biçimlerinin bu korkuyu yerleştirmeye çalıştığı gözden kaçmıyor.. Korkutulan şey İslam'ın kültürel tezahürü olan, şöyle veya böyle simgeselleşmiş bir şey: başörtüsü veya türban. Başörtüsüne karşı en ufak bir îmâ bile aslında Avrupa'da islamophobia kapsamına giriyor. Bir gazetenin başyazarı, başörtülünün gözünde "nefret" gördüğünü rahatlıkla söyleyebiliyor. Başörtülünün gözünde kendisinden başka kimsenin nefret okumadığı çok açıktır, ama kendisinin bu insanlara bakarken bir nefretle bakıyor olduğu bu vesileyle çok daha açık bir biçimde ortaya çıkıyor... Araştırmanın en masum sonuçlarının bile bir korku üretecek şekilde sunulması en ciddi kusurunu oluşturuyor ve bu haliyle ancak islamophobia söyleminin tipik bir örneği olarak incelenmeye değer.”8 Aralık 2007 – “Türban” liseye kadar indiÜniversitelere türban yasağının kaldırılmasına yönelik olarak AKP hükümetinin anayasada değişiklik yapma çabaları sürerken türban lise ve ilköğretim okullarına kadar girdi. Trabzon Fatih Lisesi'nde de bazı öğrencilerin bir süredir türbanlı olarak okula girdikleri belirlendi. Son dönemlerde bu öğrencilerin sayısında artış olduğu öne sürüldü. Öğrencilerin, yöneticilerin bilgisi dahilinde okula girip çıktıkları iddia edilirken eğitimciler, okulun her yanında kamera bulunduğunu, herhangi bir öğrencinin kural dışı davranışının gözden kaçmasının olanaksız olduğunu vurguladılar. Eğitim-Sen Trabzon Şubesi Başkanı Recep Gülay, bu konudaki ihlalleri Trabzon Valisi Nuri Okutan'a ilettiklerini açıkladı. Eğitim İş Trabzon Şubesi Başkanı Mehmet Akıncı da bazı idarecilerin iktidarın tepkisinden çekinerek olaya gerekli müdahaleyi yapmadığını söyledi. (Cumhuriyet)8 Aralık 2007 – “Türban” anayasada yer almayacakFikret Bila AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın konuk ettiği programındaki izlenimlerini Milliyet’teki köşesinde şöyle aktardı: “Fırat, yeni anayasada türbanla ilgili düzenleme olup olmayacağı yönündeki sorumuzu, "Bu konunun anayasada yer alacağını zannetmiyorum, gerek de yok, her problemi anayasayla çözemezsiniz, anayasa hukuku ve tekniği bakımından nelerin yer alacağı bellidir" diye yanıtladı. Fırat, türban konusunun, hazırlayacaklarını yeni anayasanın ruhuyla çözüleceğini bildirdi. Fırat'ın verdiği bilgilere göre, anayasada türbanla ilgili bir hüküm yer almayacak, ancak anayasanın ruhu bu sorunu çözecek. Anayasanın lafzında yer almayan bir konunun, ruhuyla nasıl çözüleceğini sorduğumuzda ise Fırat, şu açıklamayı yaptı: "Aslında meselenin esası 1982 Anayasası'nın 6. maddesidir. Yani egemenliğin nasıl kullanılacağıdır, O maddede yapılacak düzenlemenin ruhuyla bu tür sorunlar çözülecek. Eğer egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyorsak, -ki TBMM'de bu yazılıdır- o zaman kurumlar eliyle kullanılması söz konusu değildir. Anayasada birçok kurum var: YÖK bunlardan biri. MGK bunlardan biri. Böyle olunca YÖK egemenlik kullanmış oluyor. Bunlar düzenlenince bu konu da kendiliğinden çözüme kavuşacak." 8 Aralık 2007 – Gül'ü Köşk'e çıkaran, “türbanı” çözemez miydi?Sabahattin Önkibar, Yeniçağ’daki yazısında AKP’yi başörtüsü sorunundan siyasi fayda sağlamakla suçladı ve şunları ifade etti: “Başbakan, birkaç gün önce şiir okurken türbanlı diye kürsüden indirilen orta öğretim öğrencisini telefonla arıyor ve teselli ediyor. Burada ilginç olan, bu telefon konuşmasının Başbakanlık tarafından medyaya sızdırılmasıdır. Aynı uygulama birkaç gün sonra Rize'li bir kız öğrenci için de yapılıyor. Tayyip Bey telefon başında boyuna teselli ediyor. Tabii bu teselliler hemen en dramatik ifadelerle basına aktarılıyor. Söyler misiniz nedir bunun adı? Siz ki Anayasayı değiştirecek sayısal çoğunluğa bile erisen bir iktidarın Başbakanısınız ve 5 yıldır da iktidardasınız. Yapmanız gereken, öğrenciyi teselli etmek mi yoksa sorunu çözmek mi? Türbana özgürlük vermek, Gül'ü Köşke çıkarmaktan daha mı zor? Demek ki senin derdin onlar değil...”9 Aralık 2007 – Başörtülü hasta geri çevrilmek istendi Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yaşanan olayda, G.Ö. adlı 33 yaşındaki kadının sağlık raporu için uzattığı fotoğrafta başörtülü olduğunu gören hastane Sağlık Kurulu görevlileri “Başörtülü fotoğrafı kabul edemeyiz” cevabını verdi. Herkesin içerisinde aldığı bu cevapla şoka uğrayan kadının “Nasıl olur” diye karşılık vermesi üzerine görevli memur birilerini arayarak durumu iletti. Kurul yetkilisi telefonda “Kadın yaşlı mı, genç mi?” diye sordu. Görevli de “Hayır efendim yaşlı değil, genç bir bayan” cevabını verdi. Telefondaki yetkili bu cevap karşısında memura “Genç biri madem, kesinlikle kabul edemeyiz” talimatını verdi. Bu talimat üzerine görevliler G.Ö.’ye “Kabul edemiyoruz. Heyetin aldığı karar varmış, lütfen ısrar etmeyin. Başı açık bir fotoğrafla gelin” dedi. Görevlilerin bir de alay edercesine “Ne var bunda, beş dakikada bir başörtüsüz fotoğraf çektiremiyor musunuz?” demesi G.Ö.’nün eşi K.Ö.’yü çileden çıkarttı. K.Ö. görevlilere “Sizin için bu kadar basit öyle mi? Oysa söz konusu inancımız” demekten öte diyecek bir şey bulamayarak, hastaneden ayrıldı. Bir gün sonra aile ile birlikte sağlık kuruluna giden Vakit muhabirlerinin “bu işlemin yasal dayanağını” sorgulaması üzerine yanlıştan dönüldü. (Vakit)9 Aralık 2007 – Araştırma “türbanı” deşifre ettiMilliyet yazarı Kadri Gürsel, “Konda'nın araştırması türbanı deşifre etti” başlıklı köşe yazısında şu yorumu yaptı: “AKP iktidarının Türk toplumunu ne denli hızlı bir dinsel muhafazakârlaş-ma sürecine soktuğu, çıplak gözle görülebilen bir durumdu. Araştırma İslamcı medyada rahatsızlık yarattı. İşi komploculuk suçlamalarına kadar vardırdılar… Esas kötü niyet, "türbanlı sayısı dörde katlandı"dan başka bir manşet atmak olurdu. Çünkü, türbanın Türkiye'de dinsel olmanın da ötesinde, ideolojik ve siyasi bir sembol olarak kullanıldığını bilmek, "türbanlılarda 4 yılda 4.7 kat artış kaydedildiği" sonucunu, gazeteci gözüyle, araştırmanın birbirinden ilginç sonuçlan arasında en ilginci yapıyor.

…Başörtüsü Raporu 2007… 178

Page 179:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Türbanı benimseyenlerin sayısındaki dramatik artış, toplumun sadece İslamileştirilmekle kalmayıp aynı zamanda İslamcılaştırıldığının da bir işaretidir…”9 Aralık 2007 – “Türban”ın yeni örtünme şekli olarak algılandığı görülüyorRadikal’deki köşesinde “Din, Laiklik ve Türban Araştırması” başlığıyla yayınladığı yazısında Hasan Celal Güzel, Tarhan Erdem’in anketini şöyle yorumladı: “Araştırmanın tabloları yakından incelendiğinde, 'başörtüsü'nün geleneksel örtünme, türban'ın yeni örtünme şekli olarak algılandığı görülecektir. Aslında, araştırmanın esas aldığı dönemde toplam başını örten sayısındaki artış 5 puan civarındadır; buna mukabil yeni başörtüsü biçimi olan türbandaki artış oranı 4 misli mertebesinde gerçekleşmiştir. Bu sonuç, geleneksellikten modernleşmeye kayışın ifadesidir. Nitekim, özellikle eğitim talebi artan ve evinin dışına çıkan genç kızlarımızın sadece yeni tip başörtüsü kullanmakla kalmadığını, modern teknoloji, giyim ve hayat tarzının bütün değişim ve yeniliklerine ayak uydurduğunu görüyoruz.” 9 Aralık 2007 – Bir "politik aktivist" olarak TevhideBerat Özipek, Star gazetesinin Pazar ekinde, İHL öğrencisi Tevhide Kütük ve başörtüsü sorunu hakkındaki makalesinde şu görüşleri dile getirdi: “Bir kız çocuğu kompozisyon yarışmasında birinci oluyor. Ödül töreninde başörtülü okluğu için sahneden indiriliyor ve ödülünü alması engelleniyor. Nereden baksanız trajik bir olay bu. Kamu görevlileri eliyle işlenen bir ayrımcılık suçu ve din ve vicdan özgürlüğüne yönelik bir ihlal. Böyle bir olay karşısında, sağduyusunu yitirmemiş bir insan, hiç tanımayıp bilmediği bir çocuğu "politik bir aktivist" olarak teşhis eder mi? Milliyet yazarı ediyor. Belki başka bir olayda göz önüne alacağı "masumiyet karinesi"ni bu olayda al(a)mıyor. "Genç kız elbette orada o koşullarda başörtüsü takmaması gerektiğini, takınca başına neler geleceğini biliyor"muş "ve ona öğretildiği gibi... 'başörtüsü yüzünden zulüm gören kız çocuğu' rolünü oynuyor"muş. Yazara göre duygusal olmaya gerek yok. Çünkü o, "koca devlet ile koca siyasal islam hareketi"nin savaşında '"rolünü oynayan bir "politik aktivist", bir "canlı kalkan". Dolayısıyla "duygusal" olmaya gerek yok, "o" da bunu bilmiyor olamaz, çünkü "onlar" biliyor…”9 Aralık 2007 – Türban ayrıcalıkları korumak için kamuflaj arayanların kozudurDoç.Dr.Mustafa Acar, Zaman’daki yorum sayfasında Konda’nın araştırmasını değerlendirdi: “Türkiye'de birilerinin statükoyu korumak, mevcut yasakları sürdürmek, mümkünse yenilerini eklemek, halka korku vererek psikolojik harekât yapmak için belirli araçlara yaslandığı, bu çerçevede tâ İttihatçılardan beri irtica korkusunun kullanıldığı iyi bilinen bir gerçektir. Başörtüsü ve türban İttihat ve Terakki zamanından günümüze uzanan çalkantılı süreçte bizzat yasakçılar ve değişime direnenler tarafından siyasî sembol haline getirilmiştir. Yine türban konusu, okullarda başörtülülerin görülmeye başlanmasının Türkiye'de muhafazakâr dindar kesimin kız çocuklarını okutmaya karar vermesi ve Müslüman kadının modern kent hayatına katılmasıyla ilgili olduğunu bir türlü göremeyen, görmek istemeyenlerin, eski düzenden getirdiği ayrıcalıkları korumak için kamuflaj arayanların elinde en önemli koz olmayı sürdürmektedir. Bu bağlamda sivil anayasa yapılmasını engelleme, YÖK'te alışılmış baskıcı sistemi devam ettirme, AB reformlarına engel olma, Kürt sorununu terör sorununa indirgeyip çözüm yollarını tıkama girişimleri ile, türbanın sembol haline getirilmesi ve başörtülü kadın sayısındaki -şayet varsa- artışı AKP iktidarının gizli gündemiyle irtibatlama ve kamuoyuna korku salma girişimleri çoğu kez aynı kaynaktan beslenmektedir. Çözüm, sembol mü değil mi konusuna takılıp kalmadan, türban kimileri için sembol olsa bile -bıyığın, favorinin, parkanın, amblemin, rozetin, fuların vs.nin sembol olmasında bir sakınca görülmediğini hatırlatalım- devletin vatandaşına kıyafet dayatmasını içeren tek tipçi ceberut anlayıştan vazgeçilmesi, bireylerin -siyasî, dinî, kültürel, ideolojik, ne olursa olsun- tercihlerine karışılmamasıdır.”10 Aralık 2007 – Latife Hanım örtünmenin yasaklanmasını eleştiriyorAraştırmacı Rıfal N. Bali'nin bir ay önce çıkan "Atatürk as Viewed Throııgh the Eyes of American Diplomats" adlı kitabı Latife Hanımla Mustafa Kemal’in ilişkisine dair bilinmeyen yönleri ortaya çıkardı. Rıfat N. Bali'nin resmi Amerikan arşivlerinden bulduğu belgelerle oluşturduğu kitapta Latife Hanım a ait bir mektup da yer alıyor. Latife Hanım, mektupta, "şehevi duygular beslediği bir kadın yüzünden kendisinden boşandığını" belirttiği Atatürk'e ve onu kendisinden ayıran arkadaşlarına kızgınlığını dile getiriyor. Latife Hanım, mektupta kadınların örtünmesine yasak konmasını da eleştiriyor. Mektubunda Mustafa Kemal’in bazı kanunları hazırlarken çevresinden olumsuz şekilde etkilendiğini anlatarak, bu kanunlara örnek olarak tekke ve zaviyelerin ve onlara has kıyafetlerin yasaklanmasını gösteriyor. Latife Hanım mektupla, çarşafın yasaklaması ve kadınlara hangi kıyafeti giymesi gerektiğinin söylenmesine "Kadınların çarşaf giyip giymeyecekleri, dinsel törenlere, yalnız veya bir erkeğin eşliğinde katılıp katılmayacakları ya da ne giyerlerse toplumsal değerlere karşı gelmeyecekleri yukarıdan zorla kabul ettirilemez, ettirilmemeli" diye karşı çıkıyor. (Milliyet)10 Aralık 2007 – Valilikten lisede başörtüsüne incelemeTrabzon Valiliği, ildeki bir liseye öğrencilerin başörtüsüyle girdiği iddiaları üzerine konuyla ilgili inceleme başlattı. Valilik, basında yer alan, "Fatih Lısesi'nde bazı kız öğrencilerin, yöneticilerin bilgisi dahilinde türbanla okula girdikleri" yönündeki haberle ilgili olarak bir açıklama yaptı. Vali Nuri Okutan'ın talimatıyla iki müfettiş görevlendirilerek inceleme başlatıldığı belirtilen açıklamada, "Okul müdürüyle yapılan görüşmede, kesinlikle okul içinde ve ders saatlerinde kız öğrencilerin başörtülü bir şekilde dolaşmadıkları beyan edilmiştir" denildi. Açıklamada, "Yönetmeliklere aykırı bir şekilde derse girmek mümkün değildir" denildi.

…Başörtüsü Raporu 2007… 179

Page 180:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

10 Aralık 2007 – Ayrımcılığın sadece “türban” konusuna indirgenmesinden rahatsızızAnayasa Çalıştayı'na katılan Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KADER) Başkanı Hülya Gülbahar şu değerlendirmeyi yaptı: "Ayrımcılığın sadece türban konusuna indirgenmesinden rahatsızız. Türbanı savunan veya karşı çıkan erkekler, kadınların diğer talepleri konusunda duyarsız ve kayıtsız davranıyorlar. Anayasa Kadın Platformu, kılık-kıyafet konusunun anayasada düzenlenecek bir konu olduğunu düşünmüyor. Türban etrafında toplumun kutuplaşmasını doğru bulmuyoruz. Platformun çoğunluğu yükseköğrenimde başörtüsünün serbest olmasını, kılık kıyafet sınırlaması olmamasını istiyor. Şiddet, eğitim bütün kadınların sorunu. Erkeklerin savunduğu tek kadın hakkı türban. Bu çok anlamlı. Türbanı lehte veya aleyhte politik malzeme haline getirenler yine erkekler."10 Aralık 2007 – “Başörtüsü” alçakgönüllü olmak fikrinden doğmuşturİslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği tarafından düzenlenen İslamofobia Konferansı için Türkiye’ye gelen Prof. Tarık Ramazan ile Nagehan Alçı’nın yaptığı söyleşi Akşam’da yayınlandı. Ramazan, “Başörtüsü konusunun ne kadarı kültürel, ne kadarı dini mesela?” sorusunu şöyle yanıtladı: “Başörtüsü alçakgönüllü olmak fikrinden doğmuştur. Vücudu çok göz önünde tutmamaktır temeli. Ama o başörtüsünün nasıl, hangi renkte kullanılacağı kültüreldir. Başörtüsü İslam'ın buyurduğu bir şeydir ancak onu takıp takmamak İslam'a göre kişinin kendi seçimidir. Kadınları başörtüsü takmaya zorlamak din dışıdır.” Alçı’nın bu yanıt üzerine gelen “Çarşaf İslam'ın buyurduğu bir giyim tarzı mıdır?” sorusuna Ramazan şu karşılığı verdi: “Hayır, bir kere siyah başörtüsünü söylemez İslam. Bir de başörtüsü çirkin olmamalı, din mütevazı olmayı söyler, estetik olmamayı değil. Başörtüsü modellerini Arabistan'dan kopyalamanız gerekmez. Türkler Araplar gibi giyinmek zorunda değil.”10 Aralık 2007 – “Türbanlılar”, “türbancıları” sorgularsaEmre Kongar, Cumhuriyet’teki köşesinde şu görüşleri kaleme aldı: “Aslında türban, "erkek egemen feodal kültürün" bir simgesi. Kadının "ikinci sınıf vatandaşlığını" vurgulayan bir simge. Bu simgeyi, "dinsel bir gereklilik" olarak kutsallaştırıp kadınlarımızı, kızlarımızı örtmeye çalışan "türbancıların" maskeleri yavaş yavaş düşüyor. Kadını örtmenin, Müslümanlıktan önce, Hıristiyanlık ve Musevilikte de geçerli olduğunu, Sümerlerden beri uygulandığını artık herkes öğrendi... Türbanlı ya da türbansız bütün kadınlarımız saygıyı, sevgiyi ve kendilerine karşı yapılan haksızlıkları dengelemek için gerekli pozitif ayrımcılığın korumasını hak ediyor. Hatta belki türbanlı olanlar daha da fazla. Çünkü toplum olarak, kadınlarımıza karşı ayrımcılık yapmakla, şiddet uygulamakla yetinmemişiz, bir de onları "örtmüşüz". Sorunu ve sorunun çözümünü yanlış yerde aramayalım: Sorun türbanlılar değil. Sorun "türbancılar" Çözüm ise "türbanlılar", "türbancıları" sorgulamaya başlayınca ortaya çıkacak.”10 Aralık 2007 – “Türbanlılar” üç gözlü beş kulaklı değilKonda'nın diğer ortağı Bekir Ağırdır ile Devrim Sevimay’ın yaptığı röportaj, Milliyet’te “Bu tartışmadan mutabakat çıkaralım” başlığı ile verildi. “Eğer türban sorununu çözecekseniz, 'Korkuyorum' diyen yurttaşların da kaygılarını gidereceksiniz. Bunun da formülü ortak yaşamın kurallarının ne olduğunu konuşmaktan geçiyor. Baştan bazı sınırları koymamız lazım." görüşünü savunan Ağırdır, Sevimay’ın “Türbanın dört kat artmasından korkanlara ne öneriyorsunuz?” sorusuna ise Ağırdır, “En önemlisi karşılarındakini anlamaya çalışmaları lazım. Derdi olanların derdine nasıl ortak çözüm üretilir diye kafa yormaları lazım. Emek harcamaları lazım. Ve gidip o insanlarla biraz yan yana durmaları lazım. Görecekler ki onlar da üç gözlü beş kulaklı değil. Hepimiz bu ülkenin insanıyız. Bizim artık birbirimizi anlayıp çözümler üretmemiz lazım.”10 Aralık 2007 - Engelliler kongresinde 'başörtüsü' engeli Tüketiciler Birliği, Tüketiciler Birliği Engelli Tüketici Hakları Komitesi Üyesi Gülsim Horan'ın Askerî Müze'de yapılan 'Özürlüler'07 Kongresi'ne 'başörtülü' olduğu gerekçesi ile alınmamasına tepki gösterdi. Tüketiciler Birliği Genel Başkan Yardımcısı Nazım Kaya, yaptığı açıklamada, kongreye katılmak üzere Askerî Müze'ye gelen Gülsim Horan'ın kapıdaki görevliler tarafından içeriye sokulmadığını belirterek, "Görevliler kongrenin adına uygun şekilde engel çıkartıyorlar." dedi. Tüketiciler Birliği'nin her yıl düzenlenen Özürlüler Kongresi'ne katılarak, çalışmaların anlatıldığı bir stant kurduğunu, bu yıl da 6-9 Aralık 2007 tarihinde Harbiye-Askerî Müze ve Kültür Sitesi'nde gerçekleştirilen kongrede bir stant açtığını hatırlatan Kaya, Gülsim Horan'ın 8 Aralık günü görevli olduğu standa varmak üzere Askerî Müze'ye geldiğini, ancak bir görevli tarafından başörtülü olduğu gerekçesiyle kapıdan girişine izin verilmediğini söyledi. Kaya, görevlinin Horan'a başörtünün ancak çene altından bağlanması koşulu ile içeriye girişine izin verileceği söylediğini, bunun üzerine Tüketiciler Birliği Yönetim Kurulu üyelerinin konuya ilişkin tutanak tutturduklarını kaydetti. Horan'ın maruz kaldığı tavrı eleştiren Kaya, şunları söyledi: "Her yönden 'engelsiz' bir yaşam için çalışmalarımıza devam edeceğiz." 11 Aralık 2007 - Siz laleye “tulip” diyor musunuz ki, biz “başörtüsü”ne “türban” diyelim Mine Alpay Gün, Milli Gazete’deki yazısında kimi başörtülü yazarların da türban kelimesini fazlası ile kullanmaya başladığına dikkat çekerek “türban” konusuna değindi: "Laikçilerin bir tuğrakeş gibi bize çektikleri bu tuğrayı, en başta bizim kabullenmemiz işin vahametini iyice artırmakta. TDK sözlüğünde türban; “fansızca bir kelime, ince kumaştan yapılmış, başı sıkıca kavrayan bir tür başörtüsü” olarak geçmekte. Mehmet Doğan’ın “Büyük Türkçe Sözlük”ünde ise türban, “Fransızca, başa dolanan tülbend” olarak geçmekte. Türk çiçeği laleyi tülbentli bir kadın başına benzettikleri

…Başörtüsü Raporu 2007… 180

Page 181:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

için Fransızlar, tülbent ve türbandan yola çıkarak “tulip”e varmışlar. Günümüzde lale unutulup, tulip; Türkiye halk katmanlarında yaygınlaştı mı ki, yüzlerce yıllık Anadolu kadınının, Müslüman dünyanın ve Hz. Meryem ile somutlaşan evrensel kadın örtüsünü, “türban” gibi küçük bir kalıba sokmaya uğraşmaktasınız.”11 Aralık 2007 – Konuşmazsak “türban” meselesi çözülürTBMM Başkanı Köksal Toptan, Akşam’ın Ankara Temsilcisi İsmail Küçükkaya ile Parlamento Muhabiri Deniz Güçer'in sorularını yanıtladı. Toptan, “laiklik ve başörtüsü konusunda şunları söyledi: “Bize özgü bir laiklik anlayışımız var. Bunu halkımız seviyor, benimsiyor. Laiklik, Türkiye'de bir yaşam biçimi olmuştur. Kızım Tıp Fakültesi'nde okurken bazen ağlayarak eve gelirdi. Gerekçesi başörtülü arkadaşlarının okula alınmamasıdır… Zaman zaman görüyoruz, CHP'nin grup toplantılarına türbanlı hanımlar da geliyor. Olayı siyasetin dışına çekip, sosyal sorun olarak algılarsak, bu iş çözülür. Biz bıraksak türban işi kendiliğinden çözülecek. Çalışma yaşamında ise devlet işveren sıfatıyla diyebilir ki, ‘Türbanlı çalıştırmayacağım'. Ona bir diyeceğim yok. Ancak, eğitim boyutunda tartışmanın aşılması gerekiyor.”11 Aralık 2007 – “Türbanın” serbest bırakılmasından yanaCumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün YÖK Başkanlığı'na İslami araştırmalarıyla dikkat çeken ODTÜ öğretim üyesi sosyolog Prof, Dr. Yusuf Ziya Özcan'ı atamasından sonra medyanın ilk dikkat ettiği husus, yeni başkanın başörtüsü konusundaki tavrıydı. Özcan’ın kendisi gibi kamuoyu araştırmacısı olan Tarhan Erdem'in anketiyle ilgili değerlendirmesi, haberlerde ön plana çıkarıldı. Özcan, bir gazetede Tarhan Erdem’in "Türban yasağı kalkarsa, üniversitede başı açık kimse kalmaz" sözlerini şöyle değerlendirmişti: "Hiç öyle düşünmüyorum. Hatta serbestlik ortamı oluşacağı için türban takanların bir kısmı vazgeçecek. Türban takmayanların gereksiz korkuları var. Serbestlik olursa, daha liberal demokrasi olur. O zaman bu mesele konuşulmayacak. Çevre baskısı asla olmayacak. Kadınlar ilk aşamada eşitlik konusunda kan kaybedebilir. Erkekler açık olana ilgi duyup, farklı davranabilir. İnşallah bunla uğraşmak zorunda kalmayız."12 Aralık 2007 – Bütün yasaklar kalkacakYÖK Başkanlığı'na getirilen Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, YÖK binasında düzenlediği ilk basın toplantısında üniversitelerle ilgili iki temel vizyonu bulunduğunu belirterek şunları söyledi: "Bunların bir tanesi bütün yasakların üniversiteden kalkması, ikincisi de üniversitelerin asli görevi olan bilimselliğe daha fazla önem vermeleri… Hem üniversite öncesinde hem de sonrasında oldukça ciddi sorunlarımız var. Bu sorunları bir serbestlik ortamı sağlayarak bir de bilimselliği harekete geçirerek, ivme kazandırarak aşmaktır." Özcan başörtüsü konusunda da şunları kaydetti: "Benim kanaatim üniversitelerin tamamıyla serbest kurumlar olması ve sadece bilimle uğraşmaları. Üniversitelerimiz Türkiye'yi 21. yüzyıla taşıyacak bilgi birikimini üretmek zorunda. Amacım bu bilimsel çıktıyı arttırmaktır. Zaten pek çok üniversitemiz iyi işler yapmaktadır. Diğerlerini de onların seviyesine çıkarırsak zannetmiyorum ki kimse türbanla, şununla, bununla uğraşsın. Sorunun kendiliğinden ortadan kalkacağına inanıyorum. Üniversiteler, yapmak zorunda olduğu esas fonksiyonu yerine getirirse, bu türden şeylerle uğraşmayacağız.”12 Aralık 2007 – “Türban” üniversitelerde serbest bırakılamazYüksek Öğretim Kurumu Başkanlığı'na Yusuf Ziya Özcan'ın getirilmesiyle ilgili soruları yanıtlayan Rektör Hilmioğlu, yeni başkanın özgeçmişine bakıldığında Abdullah Gül ile aynı ideolojiye sahip olduğunun görüleceğini savundu. Yeni Başkan Yusuf Ziya Özcan'ın başörtüsü ile ilgili düşüncelerini de yorumlayan Rektör Hilmioğlu, şunları söyledi: "O herhalde kendisinin bireysel düşüncesidir. Türkiye Cumhuriyeti bireysel düşüncelerle yönetilen bir yer değildir. Bununla ilgili Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararları vardır. Keza AİHM’in almış olduğu karar da vardır. Tüm bu kararlar Türkiye Cumhuriyeti'ni bağlar. Dolayısıyla herkesi de bağlar." Rektör Hilmioğlu, yeni bir başkanın gelmesi ve bu düşünceye sahip olması ile türbanın üniversitelerde serbest bırakılamayacağını kaydetti. (Zaman)12 Aralık 2007 - Keyfi başörtüsü yasağına suç duyurusu İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Cerrahisi Bölümünde ameliyat sonrası 22 aylık bir bebeğe ve ailesine yaşatılan hukuk dışı muamele mahkemeye taşındı. Başörtülü olduğu gerekçesiyle 22 aylık hasta çocuğunun yanına alınmayan ailenin avukatları, Uzm. Dr. Altan Alim ve ameliyat hemşireleri hakkında “Ayrımcılık, görevi kötüye kullanma ve onur kırıcı muamele” suçlarını işledikleri gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. Harbiye Askeri Müzesinde düzenlenen Türkiye Özürlüler Kongresine katılmak için Tüketiciler Birliği Derneğin standında görev alan dernek üyesi Gülsin Horan’ın başörtülü olduğu için fuar alanından çıkartılması da mahkemelik oldu. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına giderek suç duyurusunda bulunan Gülsim Horan yaptığı açıklamada, “Tüketiciler Birliği Derneğinin Engelli Tüketiciler Komitesi üyesiyim. Maruz kaldığım davranış başta Anayasamız olmak üzere sair mevzuata göre suç oluşturmaktadır” dedi. (Milli Gazete)12 Aralık 2007 - Başörtülü sayısı sahiden artıyor ise bu olsa olsa, mucizedir. Nihal B. Karaca, Zaman’daki “Tesettür mucizesi” başlıklı yazısında Konda’nın anket sonuçlarını değerlendirdi: “Cumhurbaşkanımızın, Kamer Genç'in 'Eh artık Çankaya'ya doldurursunuz başörtülüleri' salvosuna verdiği cevap da hatırlardadır. 'Benim eşimin arkadaşlarının çoğunun başı açıktır' mealinde bir cümle. Kamer Genç'in ciddiye alınmasına mı yanarsınız, yoksa 'başörtülü insan' profilinin açık arkadaşların çokluğu nezdinde değillenmesine mi? Sonra, yüz binlerce

…Başörtüsü Raporu 2007… 181

Page 182:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

mağdur, evine telefon açılan Tevhide Kütük nezdinde teselli bulmak ya da cam ayakkabısını baloda bırakmış Cinderella gibi bir gün evine telefon açılmasını ummak durumundadır şimdi, bu iyi midir, siz karar verin. Dahası şahsen 'sonradan açılanların' 'sonradan kapananlardan' fazla olduğunu düşündüğüm ve türban ile başörtüsü arasına pantolon-gömlek gibi fark koyarak baştan ölü doğduğunu iddia ettiğim Konda anketi bulgularını camia olarak pek bir hevesle inkar etmemizi de bu listeye eklemek isterim. Anketi çok sahih bulsaydık da 'eh, iyi olmuş' diyecek durumda değildik sanki. İktidar yıpratılıyordu felan. O halde 'inşallah Konda'nın verileri doğrudur' demek istiyorum. Çünkü şu koşullarda başörtülü sayısı azalmıyor ve sahiden artıyor ise, hatta artmıyor ama azalmıyor da ise, bu olsa olsa, mucizedir. Sizi bilmem, ama bir mucize bana iyi gelir.”12 Aralık 2007 –“Türban” yasağını değiştirmeye Cumhurbaşkanının da gücü yetmezYeni YÖK Başkanının “bütün yasakların üniversiteden kalkması” yönündeki açıklamasına rektörlerden ve hukukçulardan tepkiler geldi. “YÖK eski Başkanı Kemal Gürüz: Yasaktan anladıkları 'türban' ise onu değiştirmeye bunların, Cumhurbaşkanının da gücü yetmez. O haddini bilsin. Kimse kafasına göre iş yapamaz. O çalışmaları yaptığı ülkeye, Malezya'ya gidip bunları söylesin.” 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ferit Bernay: Prof. Dr. Hikmet Sami Türk (Adalet eski Bakanı): Yargı kararlarının dışına çıkılarak üniversitelerde türbana izin verilmesine kalkışılırsa, sorumlular hakkında savaların harekete geçmesi gerekir. Prof. Dr. Ülkü Azrak (Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim Üyesi): AKP'nin paralelinde bir kişi olan yeni YÖK Başkanı, hukuk bilmiyor. Hukuktan anlayan bir bilim adamı, türban konusunda yargı kararları varken yasağı kaldıramaz. Böyle bir davranış hem suç oluşturur hem de anayasaya meydan okuma anlamına gelir.” (Milliyet, Radikal)12 Aralık 2007 – “Türbanlılar” uzaylı mı?Tercüman yazarı Lale Şıvgın, merkez medyada yer alan başörtüsü haberlerinin içeriğine ilişkin şu yorumu yaptı: “Son zamanlarda türbanlı kadınlarla yapılan röportajları dikkatle okuyorum. Türbanlı kadınlarla yapılan röportajlar ilgi çekiyor olmalı ki medyada "türbanlı röportajı" furyası yaşanıyor. Ancak bu röportajların çoğunda dikkatimi çeken bir şey var. O da şu: röportajcılar, karşılarındaki türbanlı kadınlara "Siz ne yersiniz?", "Ne içersiniz?", "Nasıl eğlenirsiniz?", "Evde ne yaparsınız?" "Nasıl evlenirsiniz?" ve hatta "Saçınızı tarar mısınız?" gibi sorular yönelterek, türbanlı kadınlara adeta "Uzaylı" muamelesi yapıyorlar. İşin ilginci, türban takan ve türbanın dinimizin ve kültürümüzün bir parçası olduğunu savunan türbanlı kadınlar da, bu yabancılaştırmayı kabullenircesine, bu sorulan sakin sakin cevaplıyorlar. İyi ama türbanın "bir Anadolu geleneği, kültürümüzün ve dinimizin bir parçası" olduğunu savunanların, yaşadığımız kültürün tamamen dışındaymış gibi bir portre çizmeleri ve Türkiye'nin genelinden sanki çok ama çok farklı hayatlar yaşıyorlarmış gibi kendilerini başkalaştırmaları bir çelişki değil mi? 12 Aralık 2007 – Başını açanların ve örtenlerin kısmetiRadikal yazarı Türker Alkan, başörtüsünün serbest bırakılması hususunda şu görüşleri savundu: “Geçmişte türbanı serbest bırakmanın öyle pek dramatik sonuçlar doğurmayacağını düşünürdüm. Nitekim üniversitede türbanın serbest olduğu dönemler oldu ve türbanlı kızların sayısında bir artış görülmedi. Hatta belki azalma bile oldu. Ama o zaman türban konusu şimdiki gibi kangren haline gelmemişti ve ülkeyi AKP gibi dinci geçmişi olanların partisi yönetmiyordu. Oysa şimdi farklı bir ortam var. Türban' artık ülkeyi yönetiyor! Cumhurbaşkanı'nın eşi türbanlı, Başbakan'ın eşi türbanlı, bakanlardan çoğunun eşi türbanlı, milletvekilleri eşlerinin çoğu türbanlı, yüksek bürokrat eşlerinin neredeyse hepsi türbanlı... Türban artık iktidar simgesi, güç simgesi haline geldi. Veyl türbansıza! Bu ortamda türban takan üniversite öğrencilerinin sayısı neden azalsın? Tam tersine, alabildiğine artacaktır. Tarhan Erdem'in araştırmasının da gösterdiği gibi...”12 Aralık 2007 – Resmi sitede “türban”Konya Vergi Dairesi Başkanlığı'nın "www.konyavdb.gov.tr" internet adresine çeşitli okullardan öğrencilerin vergiyle ilgili mesajları konuldu. Zafer İlköğretim Okulu'ndan B.Y.'nin türbanlı fotoğrafının yanında, "Vergini ver devletine, haram katma servetine" sözleri yer aldı. Sitede, türbanlı ilköğretim öğrencisinin fotoğrafına yer verilmesi, "Konya Vergi Dairesi, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarını hiçe saydı" yorumlarına neden oldu. Dün saat 09.30'a kadar erişilebilen site, daha sonra kapatıldı. Konya Vergi Dairesi Başkanı Harun Kaynak "İlköğretim öğrencisi bir kız çocuğunun türban takmasını" nasıl karşıladığı sorusuna, "İlköğretim öğrencisi değil. O şimdi lise öğrencisi" yanıtını verdi. Kaynak, başörtüsü yasağı ve kamusal alan tartışmalarının anımsatılması üzerine de "İnternet sitesi kamu binası değildir" dedi. (Hürriyet, Milliyet)12 Aralık 2007 – Şapka başaramadı! Türbanı göreceğiz!Necati Doğru, Vatan’daki “Şapka başaramadı! Türbanı göreceğiz!” başlıklı yazısında şunları yazdı: “Şimdi türbanlıların devridir. Türbanlılar, ekonomimizin bütününü; Başbakan'ın fiyakalı deyimiyle bir yeni "take off"a geçirerek, "üretimin kendi kendisini besleyebildiği" koşulları yaratıp "kaç dünya markası yaratabilecek" göreceğiz… Türbanlı anneler! Türbanlı kızlar! Türbanlı Büşra'cıklar! Şu soruyu kendinize sorun: Türban tartışmasından kimler yararlanıyor ve sizlere türban giydirenler ekonomide ne yapıyor? Çok ucuz işçiliğe, köle fiyatına emeğe, yüksek faize, borçla büyümeye vidalı; dünya markası üretemeyen, "birim fiyatı 5 doların altına mal ihracatı yapma döngüsünü kıramayan" ve yarın bir gün Türkiye'nin başı dara düşerse; canımızı, malımızı, namusumuzu koruyabileceğimiz atılımları yapamayan, duvara toslaması kaçınılmaz bir ekonomik modele mi bizi mahkûm ediyorlar?”

…Başörtüsü Raporu 2007… 182

Page 183:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

12 Aralık 2007 – “Başörtüsü yasağı kaldırılsın”Eğitim-Bir-Sen'in 1-2 Aralık'ta Şanlıurfa'daki bölge istişare toplantısı sonuç bildirgesinde "okullarda İstiklal Marşı'nın da okunduğu törenlere son verilmesi, ilkokullarda okutulan öğrenci andının etnik farklılıklara göre yeniden düzenlenmesi, başörtüsü yasağının kaldırılması" gibi isteklerin medyaya yansıması üzerine Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu "törenlere katılma zorunluluğunun kaldırılmasının" öğrencileri bölgenin sert fiziki koşullarından korumak olduğunu savundu. Söz konusu istek, "ulusal bayram ve ulusal günler için yapılan törenleri, her hafta gerçekleştirilen bayrak ve İstiklal Marşı töreni"ni de kapsıyor. Öğrenci Andı'nın "etnik farklılıklara göre yeniden düzenlenmesi"ni destekleyen Gündoğdu, bunun kamuoyunun tartışmasına açılabileceğini söyledi. İsteğin temelinde bölgedeki etnik yapının devletle kaynaşmasının yattığını savunan Gündoğdu, üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasını istediklerini de ifade etti.13 Aralık 2007 – Başörtüsü yasağının hukukî ve siyasi gerekçesi yokturFehmi Koru, Yeni Şafak’taki “Yasak mı, o da ne?” başlıklı yazısında başörtüsü yasağını eleştirdi: “Üniversitelerde uygulanan yasak hukukî değildir, siyasi gerekçesi de çoktan ortadan kalkmıştır... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) dayanağı da Anayasa Mahkemesi'nin daha önce çıkmış kaleme alınış biçimiyle yanlış maddeyi iptal kararıdır. İptal edilmiş bir madde üzerinden uygulanıyor yasak, halen yürürlükte olan yasa maddesi ise kılık kıyafeti serbest bırakıyor... Üniversitelerde bugün de sürdürülen yasak hukukî ve siyasî gerekçelerinden yoksundur artık ve yasağın daha fazla sürdürülmesi için hiçbir sebep yoktur. Son günlerde devreye sokulan kafa karıştırıcı ve vehimleri körükleyici yayınların da ne kadar abartılı ve çelişkilerle dolu olduğu tartışmalar sırasında ortaya çıktı zaten.”13 Aralık 2007 – “Türban, kadın özgürlüğünü yok eden bir simgedir”Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK), toplanmadan önce Cumhuriyet Gazetesi’ne demeç veren ÜAK Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Mustafa Akaydın, "Türban özgürlük değil, kadın özgürlüğünü yok eden bir simgedir. Üniversitelerin bu konudaki görüşleri hiçbir şekilde değişmemelidir" dedi. Rektörlerden talep gelmesi durumunda başörtüsü yasağının da görüşülebileceğini ifade eden Akaydın, "Üniversitelerin bu konuyla ilgili tavrı hiçbir şekilde değişmemeli. Benim tavrımda hiçbir değişiklik olmayacak" dedi. 13 Aralık 2007 – Bakanın başörtüsü tepkisi: “Bilerek mi yapıyorsunuz?”Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in katıldığı ve TÜBİTAK'ın (Türkiye Bilimsel Teknik Araştırma Kurumu) düzenlediği 12. ve 15. Ulusal Bilim Olimpiyatları ödül töreninde, başörtülü ilköğretim öğrencisi sahneye çıkarak ödül aldı. Benzer başka törenlerde de yaşanan ve tartışma konusu olan bu görüntü Bakan Çelik'i de kızdırdı. Ulusal İlköğretim Matematik Olimpiyatı'nda bronz madalya alan İstanbul Şefkat Koleji öğrencisi Elif Büşra Doğuş sahneye siyah başörtüsüyle çıktı ve ödülünü MEB Müsteşar Vekili Mehmet Temel’den aldı. Öğrencinin ödülünü başörtüsüyle alması Çelik'i sinirlendirdi. Bakan Çelik, tören salonunda bulunan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Nüket Yetiş ve MEB personeline, "Daha önce bu olayların çok tepki aldığım bildiğiniz halde neden böyle bir kıyafete izin verdiniz. Bilerek mi yapıyorsunuz?" diyerek sert tepki gösterdi, törenin ardından jet soruşturma emri verdi. TBMM Başkanı Köksal Toptan ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik tarafından olimpiyatlarda derece yapan öğrencilere verilen resepsiyonda Kübra Doğan'ın bulunmaması ise dikkat çekici bir ayrıntı oldu. 13 Aralık 2007 – Anayasa başörtü sorununu çözecekSivil anayasa taslağı hazırlayan komisyonun üyeleri arasında yer alan Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Fazıl Hüsnü Erdem, yeni anayasaya koydukları biri negatif, diğeri pozitif iki alternatifli bir madde ile üniversitelerde başörtüsü takmanın artık sorun olmaktan çıkacağını savundu: "Mevcut anayasa mahkemesinin vermiş olduğu kararlar ortada bulunduğu ve bu karar üniversite ve yüksek öğretim kurumlarınca tatbik edildiği müddetçe bu sorun aşılamıyor. Bu sorunu aşabilmek için anayasanın eğitim ve öğretim hakkının düzenlendiği ilgili maddesine negatif ve pozitif olmak üzere 2 alternatifli madde sunmak suretiyle başörtü sorununu en azında üniversitelerde çözmek istedik. Negatif ifadede, 'Hiç Kimse Kılık Kıyafetinden dolayı öğreniminden mahrum bırakılamaz', pozitif ifadede 'Yüksek öğrenimde Kılık kıyafet konusunda herkes serbesttir' deniliyor.” (Sabah)13 Aralık 2007 – “Türbana” kapıda izin formülüÜniversitelerde serbest bırakılması halinde Türkiye'nin gündeminden türban sorunun düşeceğini savunan yeni YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'a, YÖK eski Başkanı AKP'li Mehmet Sağlam'dan da destek geldi. TBMM kulisinde bir grup gazeteci ile sohbet eden Sağlam, yüksek öğrenime devam etme hakkını elde etmiş bir gencin kılık kıyafeti nedeniyle bu haktan mahrum bırakılmasının yanlış olduğunu söyledi. Türban sorununun üniversitelerdeki yasak uygulamalarıyla birlikte Türkiye'nin ana gündem maddeleri arasına oturduğunu belirten Sağlam, "Bana göre yüksek öğretimde eğitim hakkı hiçbir şekilde engellenmemeli. Bunun için Anayasa değiştirmeye, yasa çıkarmaya da gerek yok. Rektörlerin inisiyatifiyle bu is çözülür" dedi. (Vatan)13 Aralık 2007 – “Türban” demokrasinin sağlığına son derece zararlı değil miCumhuriyet yazarı Deniz Som, yeni YÖK başkanının “yasaklar kalkacak” açıklamasını “Vaziyet” adlı köşesinde şöyle eleştirdi: “YÖK'ün yeni başkanı üniversitelerde türbana izin verilirse türban

…Başörtüsü Raporu 2007… 183

Page 184:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

takanların sayısında azalma olacağını düşünüyor, serbestlik ortamında türban takanların bir kısmının başını açacağını söylüyor. Burada önemli bir ayrıntı var. İslamcı iktidarın, türban takanların sayısını azaltma gibi bir çabası mı var, yoksa YÖK'ün yeni başkanı iktidara rağmen türbanı azaltma projesine mi soyunuyor! Yeni başkan, yasaklar çiğnenmek içindir gibi bir düşünceyle, çiğnenecek bir yasak olmayınca türbanın da cazibesinin kalmayacağını söylüyorsa o zaman başka! O zaman, başta kokain ve eroin olmak üzere uyuşturucu madde kullanımına da serbestlik getirilsin! Uyuşturucu kullananların sayısı azalsın! Efendim? Evet, uyuşturucu maddeler insan sağlığına zararlı ve hatta ölümcül olduğu için asla ve kafa serbest bırakılamaz. Doğruya doğru... Ama türban da siyasi simge olarak demokrasinin sağlığına son derece zararlı bir madde değil mi? Dini sembolleri başta eğitim olmak üzere kamusal alanlara taşıdığınız zaman sizinle aynı inancı paylaşmayan insanlar üzerinde bir baskı kurmuş olmuyor musunuz?” 13 Aralık 2007 – Başları açık olan kamu yöneticilerinin eşleri kapanıyor”Hikmet Çetinkaya, Cumhuriyet’teki “Gizli Gündem” başlıklı köşe yazısında şu iddiaları ortaya attı: “Afyon, Denizli, Uşak, Aydın ve Manisa'yı 22 Temmuz seçimlerinden sonra dolaştığımda ortaya çıkan fotoğraf ürkütücü... Beş-altı ay önce başları açık olan kamu yöneticilerinin eşleri, kız çocukları kapanıyor, üniversitelerde "sıkmabaş"lı öğrencilerin sayısı artıyor... Sevgili okur artık uyan, örgütlen ve sesini duyur: “Türkiye laiktir laik kalacak!" Kendilerini "liberal demokrat"diye tanımlayan sözde yazarlar, bilim insanları, sanayiciler, Anadolu elden gitmiş, sıra Ege ve Akdeniz'e gelmiş, haberiniz olsun! İlköğretim okullarında okuyan kız çocukları "sıkmabaş"la derslere giriyorlar, resim öğretmeni çocuklara derste doğayı değil, "inançlarınızı çizin" buyruğu verip cami maketi yaptırıyor... Halkımız ise olup bitenleri seyrediyor...”13 Aralık 2007 – “Türbanlı” çalışanlar oransal olarak “türbansızları” aşma noktasındaŞükran Soner, Cumhuriyet’teki “Yine Türban” başlıklı yazısında şu görüşleri ifade etti: “Bugünden kendi kendilerine gelin güvey olarak, kamu alanı yorumu dışında tuttukları belediyelere ait resmi dairelerde, kenar köşede kalan doğrudan kamu dairelerinde zaten türbanlı çalışanlar sayısal, oransal olarak dahi türbansızları aşma noktasındalar. Sağlık kurumlarında da özellerle başlatılan alıştırma, kıyıdan kıyıdan resmi kurumlara taşındı. Laikliğin olmazsa olmazı, dini kimlik, sembollerin kamuda taşınması yasağı ilkesi sizlere ömür. Ucu nereye varır sorusuna gelince... Çoğunluk iktidarını diktatoryal yetkilerle kullanmaya kalkışma eğilimleri birdenbire çok ters tepebilir, çok da pahalıya mal olabilir. Demokrasinin çarkları içinde elbette...”13 Aralık 2007 – Başörtüsü sorununu çözmek isteyenler cesur davranmak zorundadırÖzgür-Der Genel Başkanı Hülya Şekerci, ödül törenine başörtülü katılmayı iyi niyetle bağdaştıramadığını belirten Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'e tepki göstererek "Bu Kadar Tutarsızlık ve Korkaklık Niye?" diye sordu. Özgür-Der Genel Başkanı Hülya Şekerci'nin basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “TÜBİTAK’ın Ulusal Bilim Olimpiyatları ödül töreninde Elif Büşra Doğuş’un başörtülü bir şekilde ödülünü almak için sahneye çıkmasıyla ilgili Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in gösterdiği tepki ve aynı hızla Milli Eğitim Bakanlığı’nın konuyla ilgili soruşturma açması Türkiye’de başörtüsü yasağının boyutlarını göstermesi açısından ibret vericidir. Bakan Çelik bir öğrencinin başörtülü şekilde ödül almasına tepki göstererek yasakçılardan neler öğrendiğini ortaya koymuştur... Demek ki, artık Milli Eğitim Bakanlığı’nın düzenleyeceği törenlere komutanlar rahat bir şekilde katılabilirler! Ödül töreninde yaşanan hadise, zıvanadan çıkmış ve tam bir deli saçmasına dönüşmüş olan başörtüsü yasağını AK Parti Hükümeti’nin çözme iradesinin olmadığını bir kez daha göstermiştir... Sorunu çözmek isteyenler öncelikle tutarsızlıktan uzak bir tutum geliştirmek ve cesaretle davranmak zorundadırlar.” (Haksöz Haber)14 Aralık 2007 – Ödül törenine “türbanla” katıldılar“Konya Büyükşehir Belediyesi'nce düzenlenen "Sevgi, Barış ve Kardeşlik" konulu hikaye yarışmasında dereceye giren öğrencilere ödülleri Mevlana Kültür Merkezi'nde törenle verildi. Konya Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Abdülmelik Ötegen tarafından verilen ödülleri alanlar arasında türbanlı öğrencilerin bulunması da dikkat çekti.” (Vatan)14 Aralık 2007 - Başörtüsünü sembolleştirenler yasağı koyanlardıİhsan Dağı, Zaman’da “Üniversitelerde özgürlük tehlikesi!” başlıklı bir yazı yayınladı: “'Siyasal İslam'ın sembolü diyerek üniversitelerde başörtüsünü yasakladılar. Bir yandan 'çağdaş'lık görüntüsü verirken öte yandan başarılı kız öğrencileri bu yasakla cezalandırdılar. Aslında başörtüsünü sembolleştirenler yasağı koyanlardı; başörtüsü yasağıyla sistemin 'efendi'lerinin hâlâ kendileri olduğunu göstermeye çalıştılar... Başörtüsünün arkasına gizlenip 'iktidar tekelleri'ni sürdürmek istediler. Ama nereye kadar?... Yasakların kalkmasının tehlikeli olacağını savunanlar biliyor; özgürlüğün, hesap vermeyi ve şeffaflığı getireceğini, sadece ideolojik dogmalarını değil, kişisel iktidarlarını da sarsacağını... Sözün özü; özgürlükçü yeni YÖK başkanına özgürlükçü yeni bir yasa gerek... Üniversiteleri kışlaya çeviren, akademik başarı yerine ideolojik fetvalar veren yöneticilerle işi zor Prof. Özcan'ın...”14 Aralık 2007 - İslami medya “türbanist” tavırların eşiğine geldiFatma K. Barbarosoğlu, Yeni Şafak’taki “Yer dar, söyleyecek çok söz var!” başlıklı yazısında bir kez daha türbanist-antitürbanist ayrımını işledi: “Tevhide Kütük haberlerine itirazım oldu. Yayın yönetmenimiz Yusuf Ziya Cömert'e, göle mağduriyet üzerinden maya çalmanın doğru olmadığını söyledim. Kürsüden indirilmesinden daha “acıtıcı” olan şey on gün içinde “kahraman”laştırılması idi.

…Başörtüsü Raporu 2007… 184

Page 185:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Küçük Tevhide hayatı bu zannedecek. Bir genç kıza verilebilecek en büyük ceza onun “sanal kahraman” ,”mağduriyet kahramanı” haline getirmek. Tevhide haberleriyle İslami medya “türbanist” tavırların eşiğine geldi. Bu paradokstan kurtulmak zorundayız. Türbanist tavırların anti-türbanist; anti-türbanist tavırların türbanist tavırları besleyip büyütmesi tavrından. Türbanistlerin de antitürbanistlerin de bir an önce kavraması gereken şey şu: Başörtülülerin başarıları için hazırlıklı olmak. Mağduriyet hikayeleri, yasaklama hikayeleri ile değil başörtülüler neden her alanda başarı gösteriyor ve “özendirici” kimlik oluyor bunu görmek zorundasınız.Başarıyı ya da yasağı “kimlik” vurgusu üzerinden değerlendirmekten vazgeçmediğimiz sürece hep aynı yerde kilitli kalacağız.Her türlü yozlaşmanın temelinde “kimlik vurgusu” var.Eylemleri, başarıları, günahları kimlik vurgusu üzerinden değerlendirmekten vazgeçmemiz gerekiyor.”14 Aralık 2007 – Mühim olan “türban” gerisi faso fisoTufan Türenç, Hürriyet’teki yazısında YÖK Başkanlığına Prof. Yusuf Ziya Özcan'ın atanmasını şöyle yorumladı: “Sanırım Prof. Özcan'ın Cumhurbaşkanını en fazla etkileyen yanı, türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasından yana olması. Çünkü AKP'liler için en önemli sorun, türbanın üniversiteye girmesi. Gerisi ayrıntı. Özerklikmiş, bilimsel özgürlükmüş, bilimsel nitelikmiş, araştırma olanaklarıymış, çağdaşlıkmış... Bunların ne önemi var. Mühim olan türban... Gerisi fasa fiso…”14 Aralık 2007 – Hedef, ilkokul ve lisede de “türbanı” serbest bıraktırmak olacakHürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, “Sokuşturma Çetesi” başlıklı köşe yazısında, şu iddiaları savundu: “Son günlerde türban konusunun Anayasa'ya dahil edilmemesi yolunda sağduyulu sesler yükselmeye başladı. Doğru olanı, bunu, iklimi yumuşatarak yoluna koymaktır. Ne var ki, son günlerde iklimi yumuşatmayı bırakın, tam aksine germeyi görev bilen bir "derin faaliyet" ısrarla sürdürülmeye başlandı. Sanki birileri düğmeye bastı ve o malum "sokuşturma çetesi" harekete geçti. Üstelik, biz üniversitede türbanı konuşurken, bu sokuşturma çetesi, problemi ortaokul seviyesine de yaymak için sistematik provokasyona başladı. Bir bakıyorsunuz, Anadolu'nun herhangi bir yerinde bir ödül töreninde türbanlı kız çocuğu kürsüye çıkarılıyor. Daha onun izi silinmeden bu defa TÜBiTAK'ta bir başka ödül töreninde aynı senaryo tekrarlanıyor. Bütün bunlardan şu sonucu çıkarıyorum: Bazı kişiler ve çevreler, YÖK'ün yeni başkanının sözlerinden sonra artık üniversitede türban meselesine çözülmüş gözüyle bakıyor ve planın ikinci aşaması uygulamaya geçiyor. Önümüzdeki argüman şu olacaktır: Türban yasağı yüzünden ilkokula, liseye gidemeyen kız, üniversiteye nasıl girebilecek? Evet göreceksiniz, "derin sokuşturma çetesinin" yeni hedefi, ilkokul ve lisede de türbanı serbest bıraktırmak olacaktır.”14 Aralık 2007 – Türban seferberliği karşı devrimin sadece bir parçasıMelih Aşık, ödül törenlerindeki başörtülü öğrencilerle ilgili yazısında görüşlerini şöyle ifade etti: “Böylesini hiç aklınıza getirmiş miydiniz? Artık gazetelerde günübirlik türbanlı ilkokul çocukları boy gösteriyor. Bu çocuklar birtakım yarışmalarda dereceye giriyor. Türbanla kürsüye çıkıp ödüllerini yetkililerin elinden alıyor... Derken önceki gün TÜBiTAK'tan da türbanlı bir ilkokul öğrencisi ödül aldı... Gazete haberlerine göre, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik küçük kızın türbanla sahneye çıkarılmasına tepki göstermiş... Başbakan türbanlı ilkokul öğrencilerini desteklerken Milli Eğitim Bakanı'nın gösterdiği tepkinin samimiyetine inanılabilir mi? Öte yandan bazı yazarlar hâlâ "Ben üniversitede türban yasağına karşıyım" diye demokratlık gösterileri yapıyor. Bu arkadaşlar hâlâ türban seferberliğinin üniversiteyle sınırlı bir özgürlük sorunu değil de karşı devrimin sadece bir parçası olduğunu kavramadılar mı?”14 Aralık 2007 – Okula başı açık giderken ödül törenine niye türban takarak gitti?Güngör Mengi, TÜBİTAK'ın ödül töreninde başörtülü bir ilköğretim öğrencisinin sahneye çıkarak ödül almasını şöyle eleştirdi: “Önceki gün Ulusal Bilim Olimpiyatı'nda dereceye giren liseli kız öğrencinin ödülünü almaya türbanla gitmesi medyanın gündemindeydi... Bu arada bakanlıktan "Okula başı açık devam eden öğrencinin başı kapalı olarak sahneye çıkarılması, mevzuata aykırılıkla birlikte iyi niyetle de bağdaştırılamamıştır" diyen bir açıklama da yapıldı. Bakanlık "birileri kullanıyor bu çocukları" demeye getiriyor Ve bu oyunların tahrik edeceği tırmanışı önlemenin telâşına kapılmış görünüyor. Peki ödül alan bu kız okula başı açık giderken ödül törenine niye türban takarak gitti? Onu kim veya kimler yönlendirdi?”14 Aralık 2007 – Tüm bakan eşleri “türban” takıyorPiyanist ve besteci Fazıl Say, Alman Süddeutsche Zeitung Gazetesi’ne verdiği mülakatta "Bizim Türkiye rüyalarımız biraz öldü. Tüm bakan eşleri türban takıyor. İslamcılar zaten kazandı, biz yüzde 30, onlar ise yüzde 70. Başka yere taşınmayı düşünüyorum. Şu anda değil ama ileride Türkiye'den ayrılmayı düşünüyorum, Biz artık azınlıkta kaldık, dışlanıyoruz. Çankaya'daki davete bile beni çağırmadılar. Böyle giderse, bir kızım var onu da alır yurt dışına giderim." dedi. AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat, Fazıl Say’ın sözleri için şunları söyledi: "Gidene saygı duyanz, çok üzüntü yaşayacağımızı düşünmüyoruz. Türkiye'de bütün vatandaşlar eşittir. Bir Fazıl Say, beş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değildir. Türkiye'de türbanlı olanla olmayan arasında fark yoktur."15 Aralık 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu, mücadelesine 118’inci basın açıklamasıyla devam etti. Açıklamada “Başörtüsü yasağında en sahici çözüm yasağın hiçbir şart ileri sürülmeden bu yasağın tamamen ortadan kaldırılmasıdır.” çağrısı yapıldı. Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu’nun 139’uncu açıklamasında ise şu ifadeler yer aldı: “Şu unutulmamalı ki biz kimseden ihsan istemiyoruz. Biz

…Başörtüsü Raporu 2007… 185

Page 186:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

zaten bizim olan inandığımız gibi yaşama ve bu inancımızın gereğini yerine getirme hakkımızdan ellerinizi çekmenizi istiyoruz.” Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu ise 97’nci eyleminde şu çağrıyı yaptı: “Artık bizi sınırlayan, bizi biri birimizden uzaklaştıran etnik, bölge, dil ve mezhep farklılaşmalarından sıyrılmalıyız. Özgürlükçü olmak özgürlük anıtı dikmekle olmuyor. Bizatihi adalet ve özgürlük ahlakını kuşanmak gerekiyor.” Van Hak ve Özgürlükler Platformunun 68’inci hafta başörtüsü eyleminde ise Tevhide Kütük ve Tübitak ödülü töreninindeki başörtülü öğrenciye gösterilen tepki İslam düşmanlığı olarak değerlendirildi. Konya’da 15’inci eylem yapılırken, Akyazı’da okunan 45’inci açıklamada Tübitak törenindeki başörtülü öğrenci yüzünden soruşturma emri veren M.E. Bakanı Hüseyin Çelik eleştirildi: “İnançları gereği başını örtenler artık bakanlar tarafından azarlanıyor. Biz olumlu adımlar atılmasını beklerken, jet hızıyla soruşturmalar açılıyor. Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz, ne yapmaya çalışıyorsunuz? Yüzde 47 bunu mu gerektiriyor! Halk desteği arkanızda iken kimlerden çekiniyorsunuz! Asıl çekinmemiz gereken örtünme hükmünü veren değil midir?” 15 Aralık 2007 – “Türban” yasağını rektörler kaldırırYÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan ilk kez rektörlerle bir araya geldiği toplantının ardından açıklama yaptı. Özcan, başörtüsü sorunuyla ilgili Anayasa Mahkemesi kararlarının hatırlatılması üzerine sorunun çözümü için bunlara gerek olmadığını savundu. Özcan, şunları söyledi: "Onların savlarını biliyorum. Bunlar, üniversitenin dışında konmuş yasaklardır. Mahkemelerle ilgilidir. Bu bakış meselesidir. Öyle bir kural olabilir. Ama siz onu önemli görmeyebilirsiniz, bir sürü insanı rahat ettirirsiniz. Biz öyle bir sonucun çıkacağını ümit ediyoruz. Olayın algılanması iyi. Beni iyi karşıladılar. Beni destekleyenler, eleştirenlerden daha fazla. Sivri olarak eleştiren birkaç eski YÖK Başkanı ve onun etrafındaki birkaç kişi var. Ama tanıdıkça onlar da vazgeçecekler diye düşünüyorum."15 Aralık 2007 – Üniversitede başörtüsü yasağını fanatikler dışında pek savunan kalmadıSerdar Turgut, Akşam’daki “YÖK meydan savaşı” başlıklı köşe yazısında yeni YÖK başkanının yasaklar konusundaki açıklamalarını şöyle değerlendirdi: “Türban meselesinin toplumda bir yara olmaktan çıkarılması için en uygun yer üniversitelerdir. Biz yıllardır türban meselesinin çözümünde hizmet alanlar ile verenler ayrımının yapılması ve düşünce özgürlüğü boyutunu öne çıkardık. Üniversite öğrencileri kendi hayatları için rasyonel seçim yapmak imkanına sahiptir. Dolayısıyla bu meseleyi ilk veya orta öğretim okullarında değil yüksek okulda tartışmak yerindedir… YÖK bir yanlıştan dönme yoluna girmişken, türbana siyasi anlamlar yükleyenlerin zafer çığlıklarından kaçınıp biraz sakinleşmelerine gerçekten ihtiyaç vardır. Türbana karşıtlığı kendi varoluş nedeni haline getirmiş olanların da aynı şekilde sakinleşmeleri iyi olacak. Yasakçı zihniyet hakkında hiç düşünme gereği duymadan hâlâ daha yasakları savunmaya kalkışmak bizce bir tür entelektüel intihardır... Üniversitede başörtüsü yasağını fanatikler dışında pek savunan da kalmamıştır.”15 Aralık 2007 – "Türban” niye takılıyor? Metin Özkan, Halka ve Olaylara Tercüman gazetesindeki “Sorun türbanlılar değil, türbancılar!” başlıklı köşesinde şu yorumu yaptı: “İnsanların türban takmasını gerektiren sebepler nelerdir? Öncelikle inancı gereği... Sonra, siyasi simge olarak düşündüğünden veya siyasi partilerin yönlendirmesinden. Belki aile, arkadaş, mahalle, cemaat, tarikat baskısından veya sınıf atlama güdüsünden. Ya da türban takanların kendisine veya yakınlarına iş kapısı açacağına olan inancından... Türbanlılar da, türbansızlar da bizim analarımız, bizim bacılarımız, bizim evlatlarımız. Türbanlı ya da türbansız bütün kadınlarımız, kendilerine karşı yapılan haksızlıklardan dolayı önemli bir özrü, saygıyı ve sevgiyi hak etmiyorlar mı? Unutmamak gerekir ki, ülkemizdeki sorun "türbanlılar" değil, onu kendi çıkarlarına alet etmeye çalışan "türbancılar”dır.”15 Aralık 2007 – “AKP türban sorunun toplumsal uzlaşmayla çözülebileceğini görmüyor”Vatan yazarı Okay Gönensin, “Misyon ataması mı?” başlıklı yazısında YÖK Başkanlığına Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın atanmasını şöyle yorumladı: “Yüksek öğretim Kurumu'nun yeni başkanı üç günde üç kez kamuoyu önüne çıktı, bir kez rektörler toplantısında göründü ve konu hep "türban" oldu. AKP'nin üniversitede türbanı serbest bırakmak için çeşitli formüller üzerinde durduğu biliniyor. YÖK Başkanı atamasına da kaçınılmaz olarak bu konu damgasını vurdu. Çünkü belli bir kesim üniversite deyince sadece türbanı hatırlıyor üniversite özgürlüğü deyince yine türban dışında bir şeyi düşünmüyor. Yeni YÖK Başkanı kişisel olarak üniversitede türbanın yasak olmaktan çıkarılması gerektiğini düşünüyor olabilir. Ama üniversitenin tek meselesi türbanmış gibi davranır ve konuşursa o makama bir "misyon" adamı olarak getirildiği düşünülür.”15 Aralık 2007 - Başörtülü olmak bir avantaj oluşturmuyorYasin Aktay, Yeni Şafak’taki “Avanta(j)lar dünyasında başörtüsü” başlıklı yazısında Konda’nın anket sonuçlarını değerlendirdi: “Başörtülü veya türbanlı sayısında gerçekten bu dönemde bir artış gerçeklere uyuyorsa, bunun nedenlerini ilk mülahazada AKP iktidarına bağlamak, akla ilk gelen açıklama olarak, çok kolay olabiliyor... Özellikle AKP'li bürokrasinin çalışma tarzı sanılanın aksine başörtülü olmak lehine değil, aleyhine çalışıyor. Üzerlerindeki töhmetin baskısı altında, atayacakları varsa bile eşi başörtülü birini atamamak doğrultusunda çalışır tercihin yönü... Hükümetin inisiyatifindeki atamalarda eşi başörtülüler olduğu kadar, aslında çok daha fazla yine başörtüsüzler de var. Birçok durumda belli bir görev için çok daha ehil olanların sırf eşi başörtülü diye, sıkıntıdan kaçmak adına tercih edilmemesi bu dönem bürokrasisinin tipik bir rutini aslında. Buna karşılık o tür makamlara belki görevinde daha az ehil olanlar eş durumundan getirilebiliyor... Demek ki, başörtülü olmak ne bürokraside ne de akademide atanma veya yükselme konusunda bir avantaj

…Başörtüsü Raporu 2007… 186

Page 187:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

oluşturmuyor aksine tam bir dezavantaj oluşturuyor. Ve bu dezavantaj görevinin ehli olmayan birçok insan için tam bir avanta kaynağı olarak çalışmaya devam ediyor.”16 Aralık 2007 – Çankaya'da türban için top mahkemedeAnkara Cumhuriyet Başsavcılığı, Çankaya Köşkü'nün kamusal alan olup olmadığı tartışmalarına ilişkin çarpıcı bir karara imza attı. Ankara'dan Meliha Selmanpakoğlu, Adapazarı'ndan Orhan Severcan ve Osmaniye'den Galip Bıyıkoğlu isimli üç vatandaş, Çankaya Köşkü'nde düzenlenen 29 Ekim resepsiyonuna türbanıyla katılan Hayrünnisa Gül ile buna göz yumduğu belirtilen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında, "kamusal alanda türbana izin vererek, yasaları ihlal ettikleri" iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Başsavcılık, bu suç duyurularını birleştirdikten sonra, Gül çifti hakkında takipsizlik kararı verdi. Kararda, Hayrünnisa Gül'ün de memuriyet unvanı bulunmadığı, protokol kuralları gereği cumhurbaşkanı eşi sıfatından ileri gelen etik ve nezaket kuralları içeren görevleri bulunduğuna işaret edildi. (Milliyet)16 Aralık 2007 - Başörtüsü konusunda toplum muhafazakâr bir eğilim sergiliyorProf. Dr. Recep Kaymakcan, Zaman’daki “Bir anketi tersten okumak” başlıklı yazısında KONDA’nın araştırmasını değerlendirdi: “Türkiye'de dindarlık, kadın ve laiklik tartışmalarının türban ağırlıklı olarak yapılması toplumdaki dine bakışın fotoğrafını tam olarak görmemizi engellemektedir. Başörtüsü konusunda araştırmalar toplumun muhafazakâr bir eğilim sergilediğini gösterirken kadına yönelik medeni haklar konusunda dinî söylemden daha çok seküler söylemi desteklemektedir... Konda araştırmasının kadınla ilgili yukarıdaki bulgularına bakarak şu sonuçlara ulaşabiliriz: Türkiye'de toplum, kadınlara yönelik medeni haklar konusuna bakışta kadın-erkek arasında eşitlikçiliği savunan modern seküler anlayışı geleneksel dinî anlayışa tercih etmektedir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'de halkın oldukça sekülerleştiği söylenebilir. Bu durum, Cumhuriyet döneminde erkeklerle kadınlar arasında eşitliği öngören çağdaşlaşma projesinin oldukça başarılı olduğunu göstermektedir. Bu hakların yalnızca seküler hukuk metinlerinde kalmayıp insanlar tarafından içselleştirildiği anlaşılmaktadır.” 16 Aralık 2007 - Kadın, “türbanla” birlikte haklarını savunmasını öğrendi"Bizim Türkiye rüyalarımız öldü. İslamcılar kazandı, biz yüzde 30, onlar yüzde 70. Başka bir ülkeye taşınmayı düşünüyorum." diyen piyanist Fazıl Say'a tepkiler sürüyor. Sanatçıya en sert eleştiri ünlü modacı Cemil İpekçi'den geldi. İnsanların korku çemberine sokulduğunu belirten Cemil İpekçi, Türkiye'de işlerin belli bir azınlığın isteklerine göre yürüyemeyeceğini vurguluyor. "Ben 60 yaşındayım, bizi düne kadar 'komünizm gelecek' diye korkuttular, şimdi 'İran oluruz' diye korkutuyorlar. Kadın olsaydım 'sırf protesto olsun diye' türban takardım." Türbanın Türk kadınını özgürleştirdiğini düşünen ünlü modacı, kadın üzerine bir kimlik oluşturamayan geçmişteki politikaları da eleştiriyor. Türbanın kadına kimlik kazandırdığını belirten İpekçi, "Benim türbanı savunmam ondan. Çünkü daha evvel kadınlar türbanı takmıyordu. Belki başını sadece örtüyordu. Ataerkil aile yapısından dolayı sokağa çıkamıyordu. Şimdi kadın, türbanla birlikte haklarını savunmasını öğrendi. Bir bakıyorsunuz türbanlıların yüzde 80'i okumuş, lisan, dünya ekonomisi biliyor. Başı açıkların çoğu Rolex saatten; evine Moldovalı hizmetçi geldi, gittiden başka bir şey konuşmuyor. " diyor. Türbanın sadece üniversitede değil tüm kamu kuruluşlarında serbest olmasını isteyen Cemil İpekçi şöyle konuşuyor: "Bırakın üniversitelerde serbest olmasını, kamuda da serbest olmalı. Kamuda çalışana böyle böyle giyineceksin demek ne kadar doğru? Kıyafet kanunu bir Mao'nun Çin'inde olmuş, bir de bizde. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok." (Zaman)16 Aralık 2007 – “Türban” ya da din korkusu!Hasan Cemal, Milliyet’teki “Türban ya da din korkusu!” başlıklı yazısında başörtüsü tartışmalarını ilişkin şunları yazdı: “Türkiye'de din korkusu yayanlar, bu ülkenin vücut kimyasını bozuyorlar, Türkiye de dini siyasete alet edenler de bu ülkenin vücut kimyasını bozuyorlar. İkisi de kötü. Hatta ikisi de bölücü! İki aşırı uç bunlar... Türban yasaklarıyla ilgili tartışmalar öylesine bir üslup içinde yapılıyor ki, toplum geriliyor, toplum kutuplaştırılıyor. Oysa, insanların inançlarından dolayı birbirlerine düşmanlaştırılmak istenmesi büyük bir kötülük değil mi? Günümüzde bir kadının türbanla, başörtüsüyle modern hayata katılmasından daha doğal bir şey olamaz. Bu bir bireysel tercihtir. Siz bu tercihin alanını, kamusal alanı aşırı ve gereksiz şekilde genişleterek daralttıkça, bu ülkede barış ve huzurla oynamış olursunuz. Örneğin bu açıdan üniversitedeki türban yasağı, yıllardan beri söylediğim gibi, büyük bir yanlış ve ayıptır. Bu tutum demokrasiye de, insan haklarına da aykırıdır. Ben böyle düşünüyorum.”17 Aralık 2007 – Kolej'de “türban” takmayan yok gibiVatan Gazetesi, Milli Eğitim Bakanlığındaki ödül törenine başörtüsüyle katılan Elif Büşra Doğan'ın okuduğu Şefkat Koleji'ni “İşte o kolej” başlığı ile haber yaptı. Haberde öğrencilerin başörtülü olması suç gibi gösterilerek, şu ifadelere yer verildi: “Ödül alan öğrencinin okulunda yaklaşık iki ay önce çekilen fotoğraflar, sorunun boyutlarının daha büyük olduğunu ortaya koydu. Elif Büşra Doğan adlı öğrencinin okuduğu Şefkat Koleji'nde neredeyse bütün kız öğrencilerin türbanlarıyla okula geldiği ve yasak olmasına rağmen derslere de bu şekilde girdikleri anlaşıldı. Bir taraftan üniversitede türban olur mu olmaz mı tartışması yapılırken diğer yandan türbanın İlköğretim okullarına indiğini ve rahatça kullanıldığını gösteren bu fotoğraflar çok tartışılacak… Sırasının yanına seccade sererek sınıfta namaz kılan bir öğrenciye ait fotoğraf, okul yönetiminin bu konuda hiçbir kısıtlamaya gitmediğini hatta teşvik ettiğini gösteriyor. Görüntülerde, öğrencilerin kılık kıyafet yasasına uymasını denetlemekle görevli yöneticilerin ve bazı öğretmenlerin de türbanlı olduğu gözleniyor.”

…Başörtüsü Raporu 2007… 187

Page 188:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

17 Aralık 2007 – Başörtülü görüntü asla mümkün değildir Gaziosmanpaşa Özel Şefkat Eğitim Kurumları'yla ilgili olarak bir gazetede "İşte o kolej" manşetiyle duyurulan ve okulda kız öğrencilerin başörtüsüyle derse girdiği, sınıfta namaz kıldığı yönündeki iddiaların yer aldığı haber, okul yöneticileri tarafından yalanlandı. Özel okullar arasında sıkı bir rekabet olduğunu dile getiren Müftüoğlu, bazen aklı zorlayan provokatif hadiselerin bu yüzden meydana gelebildiğini söyledi. Okulun içerisinde Milli Eğitim Bakanlığı esasları dışında bir görüntünün asla mümkün olamayacağını kaydeden Müftüoğlu, "Okul dışında başörtüsüyle ebeveynlerinin izniyle kapıya kadar gelebilirler. Başını servisle okula giderken ve gelirken örtebilirler. Ancak okulun başlama ve bitiş saatleri arasında okul içerisinde böyle bir görüntünün olması mümkün değildir." dedi. Basın mensuplarının "Bu fotoğraflar okulda çekilmemiş mi? Fotoğraflardaki sınıflar bu okula ait değil mi?" şeklindeki sorularına ise yöneticiler, "Hiçbir öğrencinin yüzü görülmüyor. Tabi ki sıralar ve öğrencilerin formaları bizimkine benziyor. Ancak provokatif olarak bu tip kıyafet ve sınıflar da hazırlanmış olabilir" dedi. 17 Aralık 2007 - Türbanın simgelediği ideoloji artık liberalizm Mustafa Akyol, Star’daki köşesinde “türban” konusunu inceledi: Biliyorsunuz, türbanı yasaklayanlar onun ‘siyasal bir simge’ olduğunu söyler. Aslında, yasaklanan nesneyi kullananlara sormadan onun hakkında böylesi tanımlar yapmak, despotizmin başladığı noktadır. Yasaklanan nesneyi, yani ‘türban’ı kullananlar ise, adeta istisnasız, bunun ‘dini inanç gereği’ olduğunu vurgulamaktadır. Ben onların bu tanımına saygı duyuyorum. Ancak dini inanç gereğince takılan ‘türban’ın pekala siyasi bir izdüşümü olabileceğini de görüyorum. İşte diyeceğim şey tam burada: Epey zamandır, bu izdüşümün ‘siyasal İslamcılık’ olduğu söyleniyor bize. ‘Siyasal İslamcılık’tan kasıt ise, laik devlet yapısını ortadan kaldırıp ‘şeriat’a dayalı yeni bir rejim kurma projesi. İyi ama, Tarhan Erdem’in son ‘türban araştırması’ hiç de böyle bir sonuç vermiyor. Aksine gösteriyor ki, türbanlıların yüzde 90’ı, devletin ve hukukun laik olmasını, kadın-erkek eşitliğini, resmi nikáhı, demokrasiyi benimsiyor. ‘Din devleti’ değil, aslında ‘ din özgürlüğünü tanıyan laik devlet’ istiyorlar. Muhafazakar kesimde Turgut Özal’dan bu yana maya tutmaya başlayan liberal fikirlerin iyice yerleştiğinin resmi bu. İşte bu nedenle eğer ‘türban’ın bir ‘siyasal simge’ olduğunda ısrar edeceksek, bunun karşılık geldiği ideolojinin ‘siyasal İslamcılık’tan çok ‘ liberalizm’ olduğunu kabul etmek gerek.” 17 Aralık 2007 – YÖK Başkanı suça teşvik ediyorRıza Zelyut, Güneş’teki yazısında, YÖK başkanının başörtüsü yasağı konusundaki sözlerini şöyle eleştirdi: “Türkiye'nin bilinçli biçimde bir çatışmaya iteklendiğini yaşadıklarımız gösteriyor. YÖK Başkanlığı'na yeni atanan Prof. Yusuf Ziya Özcan da sanki bu çatışmayı alevlendirmek için görevlendirilenlerden birisi. Bay Özcan, daha koltuğuna oturmadan hemen "Türban yasağını kaldırmalıyız!" anlamına gelecek açıklama yaptı. Kendisine, bunun yasak olduğu hatırlatılınca, kanunu temsil eden bir makamın bu sahibi, üniversite rektörlerine kanunsuzluk yapmalarını tavsiye etti. Bu kanunsuzluk teklifini de "Türban yasağını mahkemeler koymuştur, rektörler bunu görmeyebilirler ve bir sürü insanı rahat ettirirler" biçiminde ortaya koydu. Yani; YÖK Başkanı; Anayasa Mahkemesi'nden çıkmış olan bir kararı; üniversite yöneticilerinin yok saymalarını istedi. Bundan büyük rezalet olur mu? Ama işin içine türbancılar girince rezalet bile fazilet gibi takdim edilebilmektedir.”17 Aralık 2007 - Herkes kızın başörtüsüne takılıp kaldı...Abdurrahman Dilipak, Vakit Gazetesi’ndeki “2. Tevhide vakası mı?” başlıklı yazısında şunları ifade etti: “TÜBİTAK ödül töreninde, başörtülü bir kızın sahneye çıkmasının ardından kamplaşma ve tartışma başladı. Bakanın da katıldığı, öğrenciler arası bilimsel projelerin ödüllendirildiği bir tören. Kimse o kızın hangi başarısının ödüllendirildiğini sorgulamadı.. Herkes kızın başörtüsüne takılıp kaldı... Kız okulda başı açıkmış, sokakta örtüyormuş. Niye böyle yapıyor, “yasak” yüzünden. Onun tercihi örtünmeden yana demek ki. Okul dışı bir alanda başörtüsü ile ödülünü almak onun için, kendine gerici diyenlere karşı bir onur mücadelesi anlamı da taşıyor olabilir... Bana kalırsa bu işi bu noktaya getiren Hürriyet’in yayını ve buna karşı bakanının savunma refleksi ve buradan yola çıkarak olayı öfkeli protestolara yönelten yayınlar ve tepkiler.. Tepkinin adresi Hürriyet olması gerekirken, iş farklı mecralara çekildi. Hürriyet bir kuyuya bir taş attı, sonuçta o öğrenci, okul, öğretmen ve bakanlık bu işten zarar gördü.. Biz bu kadar kolay bu oyuna gelmemeli idik. Sayın bakan da bunu görmeli. Bu insanlar ağır ve kışkırtıcı baskı altında, annesinin hayatında, ablasının hayatında bu gerilimi yaşayan çocukların ruh burkuntularını iyi okumak gerek. Hürriyet bunu kaşıyor.. Bizim sabrımız karşısında, vicdanı körelmemiş beyaz Türkler bile artık bu zırvaya isyan ediyor..”18 Aralık 2007 – Kızları 'tesettür' diye 'fahişe' görünümüne sokuyorlarMehmet Tezkan, Vatan’daki yazısında Şefkat Koleji’ndeki öğrencilerin başörtülü fotoğraflarının medyaya yansımasından sonra okul yönetiminin basın toplantısı düzenlemesi ve başörtülü öğrencilerin peruklu pozlarının çekilmesiyle ilgili şu yorumu yaptı: “TÜBİTAK ödül törenine türbanıyla çıkan kızın okulu. Meğer o okulda okuyan liseli kızların tamamı türbanlıymış! Zaten okul türbanlı eğitim için açılmış… Okulun kurucusu basın toplantısı düzenledi.. Attı tuttu, türban yok, peruk yok dedi.. İftira dedi. Komplo dedi. Bunları söyleyen okulun kurucusu kim biliyor musunuz? Eski Adalet Bakanı Müftüoğlu. Bizi kimler yönetmiş! Dün Şefkat Kolejinde türbanlı öğrenci yoktu ama kız öğrencilerin hepsi perukluydu. Ne olur, şu kızların okulda çekilen fotoğraflarına bakın. O saçlara bakın. Üçüncü sınıf şarkıcı.. Beşinci sınıf manken gibi değiller mi? Bele kadar uzanan san

…Başörtüsü Raporu 2007… 188

Page 189:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

saçlar.. Sanki beş dakika sonra sahneye fırlayacaklar! Tesettür dediğiniz bu mu? O fotoğraflara bir kez daha bakın.. Lise çağındaki kızların kendileri gibi görünmelerini günah sayanlar, peruk takarak ucuz hayat kadınları gibi görüntü vermelerine ise dinin gereği diyorlar. Bu nasıl kafadır! Bu nasıl anlayıştır.”18 Aralık 2007 - Başörtülü ekran arkadaşı, “sıkmabaş” sorun olmuşFatma K. Barbarosoğlu, Yeni Şafak’taki “Fazıl Say haklı! Ya Pınar Kür!” başlıklı yazısında yer verdiği bir olay dikkat çekiciydi: “Pınar Kür'ün evine birlikte gittiğimiz arkadaşım, birkaç yıl sonra Kanal 7 için Halide Nusret Zorlutuna üzerine bir program yapmak istemişti. Pınar Kür'ün annesi İsmet Kür, Halide Nusret'in kardeşi. O sıralar “Yarısı Roman” isminde bir kitap yayınlamıştı. Arkadaşım ile telefonla görüştüler. Randevulaştılar. Programı Kanal 7 çekecekti. Bir sorun olmadı. Sorun ne zaman mı oldu? Arkadaşımın tesettürlü olduğunu öğrenince. İsmet Kür “Ablam hakkında program yapmak beni çok mutlu eder. Ama kusura bakmayın bir sıkmabaş ile aynı ekranı paylaşamam” dedi. Dikkat ediniz. Kanal 7 sorun olmuyor. Başörtülü ekran arkadaşı, “sıkmabaş” sorun oluyor. Zaman içinde Pınar Kür de annesi gibi oldu. Sanki katılaşa katılaşa yaşlandı. Zeka, yekdil olmanın değil de, katılığın emrine girdiğinde orada edebiyat bitiyor! Sanat bitiyor! Oysa endişe sanatın mayasıdır. Anti-türbanist sanatçılar, “endişe”lerini neden sanatlarına maya olarak katamıyor? Yoksa sanata katacak mayaları kalmadığı için mi bazı sanatçılar anti-türbanist oluyor!? Sorunun cevabı mühimdir. Laik çevreler bunu dikkate almak zorunda.”18 Aralık 2007 – Türban özgürlük değilCumhuriyet Kadınları Derneği Mersin Şubesi üyeleri, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın üniversitelerde türbanın serbest bırakılması yönündeki açıklamalarını protesto ettiler. Atatürk Evi önünde toplanan göstericiler adına konuşma yapan CKD Şube Başkanı Şule Dündar, Prof. Dr. Özcan'ın görevinin "kendisini YÖK Başkanlığı'na taşıyan siyasal iktidarın simgesi olan türbanı üniversitelerde serbest bırakmak" olduğunu iddia etti. Türbanın özgürlük aracı değil, siyasi simge olduğunu ve bugün de güç simgesi olarak algılandığını belirten Dündar, "Anadolu örtünmesi değil, siyasal bir simge olan türbanın bilim yuvaları olan üniversitelere inmesi bir özgürlük olgusu değil, ikiliğin ve gericiliğin teşvik edildiği bir ortamın yaratılması demektir" dedi. (Cumhuriyet)18 Aralık 2007 –“Türban” üniversitede“Üniversitelerde türban yasağını rektörlerin "inisiyatifine" bırakan YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın çağrısına ilk yanıt Çukurova Üniversitesi'nden (ÇÜ) geldi. Üniversite yerleşkesinde gezen türbanlı öğrenciler, fakültelere, bölümlere, dersliklere, hatta üniversitenin idari birimlerine bile hiçbir engelle karşılaşmadan rahalça girebiliyorlar. Öğretim üyeleri ise üniversite idaresinin gerekli önlemi almamasına tepkili. Üniversitenin güvenlik görevlililerin önünden rahatça geçen türbanlılar, fotoğraflarının çekilmesine de aldırış etmeden, "Bu üniversitede demokrasi var. Siz fotoğraf çekerek gerginlik yaratıyorsunuz" dediler. Öte yandan üniversite binalarına rahatça giren türbanlı öğrencilerin derslere de türbanlarıyla girmeye çalıştıkları öğrenildi. İzin vermeyen öğretim üyeleri nedeniyle türbanlıların bazı derslere giremedikleri kaydedildi. (Cumhuriyet)19 Aralık 2007 – Kampüse başörtüyle giren öğrencilere soruşturmaÇukurova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Alper Akınoğlu, kampüse başörtüyle giren 12 öğrenci ile ilgili soruşturmanın sürdüğünü, bu öğrencileri kaybetmemek için “ikna çalışmaları” yaptıklarını açıkladı. Üniversitede başörtüsüyle dolaşmanın serbest olduğu yönündeki iddiaların doğru olmadığını belirten Akınoğlu, "Hastanemize gelen binlerce kişi nedeniyle geniş bir alanı kontrol olanaksız. Görevlilerimizin geçmiş tarihlerde belirlediği 12 türbanlı öğrenciyle ilgili soruşturma açıldı. Bu konudaki tavrımızda hiçbir değişiklik yok. 20 yıldır ne oluyorsa, şimdi de o oluyor. İddia sahiplerine karşı hukuki haklarımızı kullanacağız" dedi. Akınoğlu, yasal işlemlerin başlatılmasının ardından aynı öğrencilerle İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kerim Yavuz'un konuşarak, yasaktan anlatıp ikna yoluna gittiğini de belirtti. 19 Aralık 2007 – Dinsel simgelerle üniversitelere girmek kabul edilemezOrta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Rektörü Prof. Ural Akbulut, YÖK Başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan'ın Anayasa Mahkemesi kararlan ve üniversitelerdeki yasaklar konusundaki açıklamalarını eleştirerek şunları söyledi: "Anayasa Mahkemesi kararları parlamentoyu da bağlar. Çünkü Anayasa Mahkemesi parlamentonun çıkardığı yasaları iptal etme yetkisine sahiptir. Dolayısıyla parlamentoyu dahi bağlayan mahkeme kararını herhangi bir rektörün ya da YÖK Başkanı'nın görmezden gelmesi mümkün değildir ve bu çok ağır suçtur. Yasama, yürütme, yargı olmak üzere kuvvetler ayrılığı demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Kuvvetlerden birini yok ederseniz o ülkede demokrasi yok olur. Anayasa'nın laiklik ilkesine aykırılık gösterdiği için üniversitelerde türbanın serbest olmasıyla ilgili yasa çıkarmak kolay değildir. Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararında belirtildiği üzere ve Anayasa'nın değişmez ilkesi olan laikliğe göre; dinsel simgelerle üniversitelere girmek kabul edilemez. Çünkü dolaylı olarak siz dininizi empoze etmiş olursunuz. Türbanın da dinsel simge olduğu açık." (Milliyet)19 Aralık 2007 – Üniversiteler nasıl 'türbanlı' olacak?Mehmet Tezkan, Vatan’daki “Aslında ne oldu” adlı köşesinde şunları yazdı: “YÖK Başkanı Prof. Özcan açıkladı. Rektörleri özgür bırakacağım dedi. Peki ne yapacaklar? İstanbul Üniversitesi'nde, İTÜ'de, ODTÜ'de yarın türban serbest mi olacak? Hayır. Çok göze batar! İşe özellerle başlanacak. Şefkat Koleji formülü üniversitelere yayılacak. Özel değil mi? Rektörü izin verdikten sonra kim

…Başörtüsü Raporu 2007… 189

Page 190:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

karışır? Kimse. YÖK yeşil ışık yakacağına göre bu konuda kimsenin yetkisi yok. Eh şikâyette olmayacağı için sorun da çıkmaz. Çünkü o üniversiteyi seçen oranın nasıl bir üniversite olduğunu baştan biliyordur. Türban serbest olduğu için seçmiştir! Yani.. Okul yönetimi de, öğrenciler de razı. Bu tür özel üniversiteler ufak ufak yayılır. Eğitim sistemi türbanlılar okulu, türbansızlar okulu diye ikiye bölünür. Türbana izin veren özel üniversiteler daha çok teşvik alır. İstedikleri bölümleri açarlar, istedikleri fakülteleri kurarlar, istedikleri gibi yayılırlar. YÖK evet desin, oldu bitti. Zaten özgürlükçü YÖK Başkanı yolu gösterdi bile. Hepiniz Şefkat Koleji gibi okullar açın! Kızlarımız türbanla gelebilsin. Denetim olursa. Peruk taksın. Oldu bitti. Yeni üniversite sistemimiz hayırlı uğurlu olsun. Peki devlet okulları? Hele bir alışalım. Türbanlı okulları kabul edelim. Ne var bunda, herkesin kendi seçimi noktasına gelelim. Sonra özelden başlar, yavaş yavaş genele yürür. Olur biter! “20 Aralık 2007 – Ardeşen de “türbanlı” ödül töreniRize'ye bağlı Ardeşen Belediyesi'nin sosyal ve kültürel etkinlikleri kapsamında ÖSS ve OKS'de dereceye ginen öğrenciler için düzenlediği ödül töreni türban şovuna dönüştü. Toplam 28 öğrenciye çeşitli hediyeler verilen törene kız öğrencilerin tamamına yakını "türban ve pardösü" ile katıldı. Ardeşen Belediyesi'nin düzenlediği "Büyük Proje" adlı kampanya sonucunda ÖSS ve OKS'de dereceye giren toplanı 28 öğrenci ödüllendirildi… Törene AKP İstanbul Milletvekili Nusret Bayraktar, Ardeşen Kaymakamı Cemil Kılınç, Ardeşen Belediye Başkam Mümtaz Sinan, Tunca Belediye Başkanı İbrahim Pertek, Rize İl Milli Eğitim Müdürü Rasim Çelik, İlçe Emniyet Müdürü Mustafa Şener Ateşli, öğrenci velileri ile öğrenciler katıldı. Törene tamamına yakını türbanlarıyla gelen kız öğrenciler, ödüllerini almak üzere sahneye çıktıklarında ve toplu fotoğraf çekimi sırasında da türbanlarını çıkarmadı. (Cumhuriyet)20 Aralık 2007 – Yasak, çağdaşlığın ve uygarlığın gereğidirCumhuriyet’te, İskender Özturanlı imzasıyla çıkan bir yazıda başörtüsü sorunu şöyle yorumlandı: “Türban konusunda kişisel tercih sorunu da yanlış anlaşılmakta ve yanlış anlatılmaktadır. Bir kişi nasıl tercihim budur diye TBMM'ye pijamayla ve şalvarla giremezse, askerliğini kendi giysileriyle yapamazsa, polis okulunda istediği gibi giyinemezse, kamu alanına da istediği biçimde giremez. Okulların da kendine özgü bir giyiniş biçimi, bir disiplini vardır. Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM, okullarda türban takılmasının laiklik ilkesine aykırı olduğuna karar vermiştir. Böylesine bir yasak, çağdaşlığın ve uygarlığın gereğidir, Bu alanda tercih söz konusu olamaz. Dışarıda istediğiniz gibi giyinebilirsiniz, buna kimse karışmaz, karışamaz. Ama TBMM'ye ve kamu alanına girerken Cumhurbaşkanı ya da Başbakan eşi de olsanız kurallara uymak zorundasınız. Bu kurallar çağdaşlığın kurallarıdır. Ulus yönetimine talip olanlar bireysel ve kişisel tercihlere değil, yasal ve toplumsal kurallara uymak zorundadırlar. Toplumsal sorunlarda dinsellik birimi yerine çağdaşlığın gereği olan ulusallık ve evrensellik birimini benimsemekle yükümlüdürler. Bunu bilmeyen ve bilmek istemeyen politikacılar, bir gün Atatürk'ün aydınlığı karşısında hüsrana uğrayacaklarını hiçbir zaman unutmamalıdırlar.”20 Aralık 2007 – “Türbancı-Faizci Ortaklığı”Cumhuriyet yazarı İlhan Selçuk, bayram günü münasebetiyle yazdığı yazıda, bir kez daha “türbancılar faizcidir” tezini hiçbir delil göstermeksizin işledi: “Türban olayında yeni bir gelişme var... Türbanı siyasette kullanarak kutsal Müslümanlığı politikaya alet edenlere ne ad veriliyor: Türbancı! İşte bu türbancıların tümü aynı zamanda faizci... Kuranıkerim'de türban yok. Ama faiz var. Bakara suresinde der ki: "Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar." "Kim faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliktir; onlar orada temelli kalacaklardır..." Yoruma gerek yok... Faiz yedikleri mahkeme kararıyla sabit olan: Fethullah Gülen. Recep Tayyip. Hüseyin Çelik. Binali Yıldırım öteki dünyada ne olacaklardır? Mahşerde şeytanın çarptığı gibi kalkıp cehennemde temelli kalacaklardır. Kuranıkerim'e aykırı ne günah varsa işlemeyi meslek edinen türbancı, karısını örtmekle Müslümanlaşabilir mi?”21 Aralık 2007 – “Türbana” serbestlik Arabistan'a benzetirİnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, Kurban Bayramı dolayısıyla Turgut Özal Tıp Merkezi'nde tedavi gören hastaları ziyaret ederek bayramlaştı. Doktorlardan hastaların sağlık durumları hakkında bilgi alan Hilmioğlu, gazetecilerin türban yasağına ilişkin sorusuna şu yanıtı verdi: "Üniversitelerde başörtüsünü serbest yaptığınız zaman, ki biz bunları da yaşadık, bir süre sonra öğrenciler sınıflarda ayrı oturmaya başlıyor. Yemekhanede ayrı oturuyor, otobüslerde ayrı oturuyor, hatta ayrı otobüsler kullanılıyor. Yani görüntü olarak Arabistan'ı andıran bir görüntü çıkıyor ortaya. Türkiye Müslüman ülkeler arasında en çağdaş olan, en fazia bilimsel yaym ve çalışmaya sahip ülkedir. Bunun da tek nedeni hiç kuşkusuz laikliktir." (Milliyet)21 Aralık 2007 - Başörtüsünün sınırlandırılması başörtülülere ait bir meseledirEtyen Mahçupyan, Zaman’daki “Yani başörtüsü hiç mi sınırlanmayacak?” başlıklı yazısında şu görüşleri dile getirdi: “Değer verdiğimiz iki tartışma demokratların, yani başörtüsüne yıllar boyunca destek vermiş ve halen vermekte olanların kafasından geçenlere ilişkin. Bunlardan birincisi hizmet alan/hizmet veren ayrımı üzerine oturuyor. Öne sürülen tez ise başörtüsünün hizmet alanlar için tamamen serbest olması, ancak hizmet veren pozisyonunda olan kişilerin başlarının açık olması gerektiği. İkinci tartışma ise başörtüsünün bir kişisel tercih olarak ancak belirli bir yaştan sonra kullanılmasının kabul edilebilir olduğuna ilişkin. Yani reşit kişilerin başörtüsü takma özgürlüğü tanınırken, henüz reşit olmayanların başlarının açık olması gerektiği söylenmiş oluyor. Dikkat edilirse birinci tartışma mekansal, ikincisi ise zamana ilişkin bir sınırlama arayışı içinde... Mesele bir

…Başörtüsü Raporu 2007… 190

Page 191:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

genç kızın inanç alanında ne zaman 'reşit' sayılması gerektiğine ilişkindir... Ama herhalde kişisel inanç konusunda hangi yaşın reşit olduğu sorusunu laik devlete sormayacağız... Bu durumda bir kızın başörtüsü takma tercihinin ailesine bırakılması mantıklı bir önerme gibi gözükmekte... Başörtüsünün sınırlandırılması öncelikle başörtülülere ait bir mesele olarak algılanmalı ve bu kesimin iç çeşitliliğinin üreteceği demokratlığa da güven duyulmalı.”22 Aralık 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu tarafından yapılan 119’uncu başörtüsü eyleminde “Başörtüsüne sahip çıkamayanların Kürt’leri görmeleri mümkün müdür?” başlıklı bir açıklama okundu. Açıklamada siyasi iradenin Susurluk ve Şemdinli’nin “iyi çocuklarına” karşı gösteremediği iradenin, seçilmişlere gelince göstermekten çekinmeyişinin adil bir davranış olmadığı ifade edilirken adalet ve özgürlüğün herkes için vazgeçilemez bir hak olduğu vurgulandı. Kocaeli’de 140’ıncı eylem düzenlenirken, Ankara’da özgürlük çağrısı 98’inci kez meydanlarda yankılandı. Başörtüsüne özgürlük direnişi, Van Hak ve Özgürlükler Platformunun 69’uncu, Akyazı İnanç Özgürlüğü Platformu’nun 46’ncı ve Konya İnanç Özgürlüğü Platformu’nun 16’ncı hafta eylemleriyle devam etti. 23 Aralık 2007 – “Çarşaf ve türban Vahabiliğin şekilci uygulamalarıdır”Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şahin Filiz, Cumhuriyet’e verdiği mülakatta “Arap mikromilliyetçiliğinin ideolojisi olan Vahabiliğin ulus devleti parçalamayı amaçladığını belirterek Türkiye'yi bekleyen asıl tehlikenin dindarlaşma değil, "Araplaşma" olduğunu” iddia etti. Filiz şu görüşleri ileri sürdü: “Vahabilik, Arap mikromilliyetçiliğinin ideolojisi olduğu için ulusal yapıyı, cemaat ve tarikatlara bölerek atomize etmektedir. Çünkü mikromilliyetçilikler ulus devletin en büyük düşmanıdır. Her cemaat ve grubun, tarikatın kendilerine göre bir türban, sarık, cüppe, cilbat gibi biçime yönelik simgeler taşıması da Vahabiliğin mikro düzeyde ne kadar böldüğünü, parçaladığını gösteriyor. Vahabilik Türkiye'de din adına kabileei Arap kültürünün hegemonyasını kurmaya çalışmaktadır. Mevlana, Hacı Bektaş, Pir Sultan gibi Türk büyüklerinin, Türk ulusal kimliğini besleyen, ulusal din yorumu, Vahabiliğin en büyük hedefidir. Bugün için Türkiye'de bir dindarlaşma değil, Araplaşma sürecinin yaşandığını, kabileye dönüşme sürecinin hızlandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Türkiye'nin karşısındaki en büyük tehdit de budur. İnananlar, Türkiyeli Müslümanlar, türbanlı hanımlar gibi ayırıcı kavramlar, vahabi dinciliğin Türkiye'deki izdüşümleridir. Çarşaf ve türban söylemi de Vahabiliğin dine biçtiği şekilci uygulamalardır.”26 Aralık 2007 – “Türban” şaklabanlığı Kutsal Kitap'da yer almamaktadırÖzdemir İnce, bir okurunun gönderdiği mektubu yayınladığı “Nur Suresi, 31. ayet (24:31)” başlıklı köşe yazısında şu iddiaları savundu: “Kişisel olarak ne başörtüsü ile ne de türban ile herhangi bir sorunum var. Ama örtünmeyle ilgili yalan, safsata ve hurafe yayanlarla kavgam var. Türbancılar, bu örtünme tarzının Kuran'ın tartışılmaz buyruğu olduğunu ileri sürüyorlar. Ama Azhâb Sûresi'nin 59. ayeti; Nûr Sûresi'nin 30, 31 ve 60 âyetleri dışında Kuran'da bir başka hüküm yoktur ve türban şaklabanlığı Kutsal Kitap'da yer almamaktadır. Bunu öğrendiğim için Faiz ve kredi kartının İslam'a aykırı olmasına karşın türbancılar tarafından kullanıldığını; türbancıların, islâm'a ters düşmesine karşın, Cumhuriyet'in yapı ve kurumlarına, yasalarına ve özellikle Devrim Yasaları'na uymak zorunda kaldıkları halde nasıl olup da dinden çıkmadıklarını soruyorum. Bu işte bir ikiyüzlülük var!” 26 Aralık 2007 - Türban mı, başörtüsü mü?.. Çözümü engelleyen kim? Hasan Karakaya, Vakit’teki yazısında türban-başörtüsü ayrımına değindi: “Son günlerde, bazıları, akılları sıra "türban" ile "başörtüsü"nü birbirinden ayırmaya çalışarak, "yasakçılıklarına haklılık" kazandırmaya, "zorbalıklarına kılıf" bulmaya çalışıyorlar... Bu tavır; "Biz başörtüsüne değil, türbana karşıyız" diyen laikçi taifenin "hedef saptırma" çabasından başka bir şey değil... Onlar, aslında; "türban"a da karşı, "başörtüsü"ne de!.. Onlar, "örtünme"nin her şekline karşılar!.. Kaldı ki; bu ülke insanı, hiçbir zaman "türban" demedi... İnsanımızın dilinde, "baş bağlamak" var, "baş örtmek" var, ama "türban takmak" asla olmadı!..Evet, bu milletin dilinde "yazma" var, "yaşmak" var, "tülbent" var, ama hiçbir zaman "türban" olmadı!.. "Türban" kelimesini gündeme getiren, Hürriyet'ten başkası değil!.. İşin acayip ve garip tarafı; "Başörtüsüne türbanlı çözüm" deyip, bu ülkenin gündemine "türban"ı sokan onlar, "Biz aslında başörtüsüne değil, türbana karşıyız" diyen yine onlar!.. Düne kadar, kendi icatları olan "türban"ı hedef alıp, ona saldırmak için; "İrtica sembolü!.. Siyasal İslâm'ın sembolü!" gibi yaftalar kullanan zihniyet, bir adım daha ileri gidip, şimdi de aynı türban için "nefret sembolü" demeye başladı!..” "Türbanı, siyasal bir nefretin simgesi" haline getiren kimdir?.. Başındaki "örtü"ye kesinlikle "türban" demeyen insanlar mı, yoksa "başörtüsünü türbanlaştıranlar" mı?..27 Aralık 2007 – “Türban” tartışması 2007’ye damgasını vurduTempo Dergisi, “2007’ye 10’lar damgasını vurdu” başlığı ile yaptığı listede başörtüsü tartışmasını da “2007’nin ses getiren olayları” arasına aldı. Konuyla ilgili şunlar yazıldı: “Türban tartışması: AKP'nin yeniden seçim kazanmasının ardından, sivil anayasa çalışmalarına hız verildi. Anayasa taslağında, üniversitelerde türbanın serbest bırakılacak olmasıyla başlayan tartışma büyüdü. Türban tartışmaları 2008'de de süreceğe benziyor.”28 Aralık 2007 - Dormen: “Türbanlı” tiyatrocu olmazHaldun Dormen, başörtülü hanımların tiyatroda oynayamayacağını söyledi. Hülya Avşar’ın programına konuk olan Haldun Dormen " başörtülü bir bayana eğitim verebilirim ama rolü ona

…Başörtüsü Raporu 2007… 191

Page 192:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

uyduramam. Başörtülü bir kadın tiyatro oyununda rol alamaz. Bana gelse belki anlatmaya çalışırım başörtüsünün gereksiz olduğunu . Başörtüsünü çıkartacak, yoksa ona başörtülü rol yazmam gerekecek. Rolü ona göre uyduramam, o role uysun. Girecekse başörtülü derse girecek, ama rol ne gerektiriyorsa onu yapacak." dedi. 29 Aralık 2007 - Başörtüsü Platformları EylemleriSakarya Başörtüsü Platformu tarafından yapılan 2007 yılının son eyleminde, 120’nci basın açıklaması okundu. Direnişin 30’uncu aya girdiği ifade edilen açıklamada “Çok hızlı değişen bir coğrafyanın orta yerinde, “ateş bana değmesin” diye başkalarının ateşte yanmalarına seyirci kalmak olacak şey değildir. “Zulüm bana uğramasın” diye başkalarına yapılan zulme destek olmak neyse, bu da aynı şeyi ifade eder. Olması gereken, hakkı ve hukuku elden bırakmadan özgürlükleri temin etmeye çalışmaktır. Bu da inançla ve istikrarla, doğrudan ve haklıdan yana olmakla mümkün hale gelecektir.” denildi. Kocaeli’de düzenlenen 141’inci eylemde “Hak ve adalet anlayışımızı kimsenin tavrına kurban etmedik, etmeyiz de. Biliyoruz ki tüm zalimler ve zalimlikler var oldukça bizler huzur içinde olmayız. Bizler biliyoruz ki sustuğumuz an bizim felaketimizdir. Bizleri kafalarındaki bir takım etiketlerle yaftalamaya çalışanlar laf kalabalığı yapacaklarına dönüp yasaklar ve yasakçılar için ne yaptığımıza, haksızlıklar karşısında sergilediğimiz tavrımıza baksınlar. Kimseye bir şey ispatlama ihtiyacımız yok.” Yılın son Cumartesi günü diğer platformlar da başörtüsüne özgürlük için meydanlardaydı. Başörtüsüne özgürlük direnişi, Van Hak ve Özgürlükler Platformunun 70’inci, Akyazı İnanç Özgürlüğü Platformu 47’nci ve Konya İnanç Özgürlüğü Platformu 17’nci basın açıklamasıyla, 2007 yılı boyunca devam ettirilen başörtüsü düşmanlığına karşı hakikati haykıracaklarını, yasakçılara meydan okuyacaklarını ve yasak çözülene kadar direnişe devam edeceklerini duyurdular. 29 Aralık 2007 – Torbalı'da “türbanlı” doktor“AKP hükümeti’nin türban konusunda verdiği ödünlerin ardından, doktorların da türbanla görev yapmaya başladığı belirtiliyor. Torbalı 'da da türbanla görev yapan ve erkekleri muayene etmediği belirtilen kadın doktor hakkında soruşturma başlatıldığı öğrenildi. Edinilen bilgiye göre, Torbalı Yeniköy 6 No'lu Sağlık Evi'nde çalışan doktor Aysel Kızılışık görev başında türban taktığı ve erkek hastaları tedavi etmediği gerekçesiyle İzmir İl Sağlık Müdürlüğü ve Torbalı Kaymakamlığı'na şikâyet edildi. Köy halkının yazdığı dilekçede Kızılışık'ın Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personel Kılık Kıyafetine Dair Yönetmelik'e uymadığı, aynı zamanda köy halkına da kötü davrandığı savlandı. Kızılışık'ın erkek hastaların vücudunda oluşan yaralara bakmamayı tercih ettiği belirtilerek sağlık evinden gönderilmesi istendi. Gelişmeler üzerine doktor Kızılışık hakkında soruşturma açıldı. 15 gün önce açılan soruşturmanın sürdüğünü söyleyen Torbalı Kaymakamı Nihat Kaynar; "Kızılışık'ın türbanla görev yapması, erkekleri tedavi etmemesi, köylülere kötü davranması gibi şikâyetler var. Vatandaşların bu talebi üzerine konu soruşturuluyor. Rapor henüz elimize ulaşmadı" diye konuştu.” (Cumhuriyet) 29 Aralık 2007 – Hedef üniversitede “türban” yasağını kaldırmakAKP Genel Başkan Yardımcısı Nükhet Hotar Göksel, parti genel merkezinde düzenlediği sohbet toplantısında, gazetecilerin sorularını yanıtladı. Göksel, başörtüsü ile ilgili bir soru üzerine şunları söyledi: "Diyoruz ki, başörtüsü bir engel halinde. Özellikle eğitimde kızlarımız için bir engel. Bu engelin kaldırılması da ancak bir toplumsal mutabakatla sağlanabilir. Bu herkesin sorunu olmalı. Herkes bunun kaygısını taşımalı. Bunu taşıyabildiği ölçüde de toplumsal bir mutabakatla bu konuya bir çözüm getirilebilmeli. Çünkü okuma hakkı herkesin sahip olması gereken bir hak. Ama bu nasıl aşılır, anayasa da mı aşılır, başka türlü mü aşılır? O konuyu şu anda somut olarak kimse söyleyemez. Çünkü şu anda somut bir şey yok. Fakat biz prensip olarak özellikle eğitimde her türlü engelin, her türlü yasağın kalkması gerektiğinden yanayız. Bunu net olarak söylüyoruz. Hedef üniversitedeki yasakların kalkması.. Ama önemli olan bunun siyasi bir mutabakatla da TBMM'de ya da olması gereken yerde bir düzenleme haline getirilmesi gerekiyor. Ya da bu yönde toplu bir bilinç oluşması gerekiyor... Yani eylemle, sokakla falan değil. Bunlar denendi zaten." (Vatan)29 Aralık 2007 - Başörtülü hastaya doktor hakareti İstanbul’da SSK Okmeydanı Hastanesi’nde işgüzar bir doktor tarafından bir hastaya sırf başörtülü diye olmadık hakaretler edildi. Hastanenin kliniğinde görevli “Şenay Coşkun Vatansever” adlı uzman doktor, herkesin içinde hasta E.B. “başörtülü” diye aşağıladı ve anne N.B.’yi azarlamaya kalktı. Doktor, hastasını tedavi edeceğine annesine, “Bu ne hal? Bu çocuğun beyni yıkanmış. Bu yaşta başını örtmüşsünüz.” diye bağırdı. Doktorun bu tavrı karşısında anne N.B. “Sizin kıyafetinize biz karışıyor muyuz? Sizin asli göreviniz kılık kıyafet kontrolü mü? Neden bizi aşağılıyor ve bu kadar insanın karşısında bilinçli bir şekilde küçük düşürmek istiyorsunuz. Biz en temel hakkımız olan örtünmeyi tercih etmişiz, sen ise etmemişsin. Bize bağırmaya ve hakaret etmeye hakkınız yok.” diye tepki gösterdi. Anne N.B. ardından da, “Ben çocuğumu böyle birine teslim edemem.” diyerek, hasta kızını başka bir hastaneye götürdü. (Vakit) 30 Aralık 2007 – Başörtüsü açıklamasına suç duyurusuAnkara Cumhuriyet Başsavcılığı, rektörlerin türban yasağına dayanak olan mahkeme kararlarını görmezden gelebileceklerini savunan YÖK'ün yeni başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan hakkında 3 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılması için suç duyurusunda bulundu. Ankara Başsavcılığı Basın Suçlarını Soruşturma Bürosu, Milliyet gazetesinde 18 Aralık 2007'de yayınlanan "YÖK Reisi" başlıklı yazıdaki iddiaları ihbar kabul ederek Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan hakkında inceleme başlattı.

…Başörtüsü Raporu 2007… 192

Page 193:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Sözkonusu yazıda Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Prof. Dr. Özcan'ın türban konusundaki "Bunlar üniversitenin dışında konmuş yasaklardır. Mahkemelerle ilgilidir. Bıı bakış meselesidir. Öyle bir kural olabilir. Ama siz onu önemli görmeyebilirsiniz, bir sürü insanı rahat ettirirsiniz" sözleriyle suç işlediği görüşüne yer verdi. Başsavcılık Basın Bürosu, Prof. Dr. Özcan'ın bu sözlerle "görevi kötüye kullandığı" sonucuna ulaştı. (Vatan)31 Aralık 2007 – “Türbanlı” komünist olur mu?Vatan gazetesi “Türbanlı komünist olur mu?' tartışması yine alevlendi” başlığı ile verdiği haberde Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde "Kızıl Bayrak" gazetesini satan gençler arasında başörtülü bir kızın da olmasını Türk Marksistlerin kendi internet sitesinde tartışmaya başladıklarını bildirdi. Haberde şu ifadeler yer aldı: “Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak dergisinin Aralık sayısında yer alan "Dine, gericiliğe ve simgelerine karşı tutumumuz üzerine" konulu makale tartışma yarattı. Makalede "Marks'ın ünlü 'din halkın afyonudur' sözü, Marks'tan bu yana marksistlerin din konusuna yaklaşımının özeti olagelmiştir" deniyor. Yazıda şu ifadeler yer alıyor: "Türban meselesinin, hem laik hem de dinci kesim tarafından sahtekarca, iki yüzlü ve rezil biçimde kullanıldığını ilan ediyoruz. Bu açık ilana rağmen türbanı kullanma suçlamasına verilecek tek yanıtımız, devletin karışmasına ne kadar karşıysak, türban takılmasına da o kadar karşı olduğumuz, hiç de hoşgörüyle karşılamadığımız, ancak, bir kişinin başından türbanı çekip almanın onu beynindeki türbandan da soyamayacağını bildiğimiz, bu nedenle, işi, bireyin gelişim ve bilinçlenme sürecine bıraktığımızdır." 31 Aralık 2007- “Yasak sahipsiz bırakılacak ve unutturulacak”Güngör Mengi, Vatan gazetesi’ndeki “Dinle oynama” başlıklı yazısında başörtüsü sorununa değindi: “Üniversitede türban sorununu çözmek isteyen iktidarın yürüttüğü siyaset, maceralı bir sona doğru yol aldığımızı daha şimdiden gösteriyor. AKP önceleri türban yasağını yeni Anayasa ile aşmayı düşündü. Zorluğu fark edilince yol haritası değiştirildi: Buna göre mahkeme kararlarını yok sayan bir yönetim anlayışı ile yasak sahipsiz bırakılacak ve zaman içinde unutturulması sağlanacak... Bu mantıkla seçilen yeni YÖK Başkanı daha ilk gün rektörlere türbanı yasaklayan Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarını görmemelerini ve bu şekilde "bir sürü insanı rahat ettirmeleri"ni önerdi. Peki bu öğüt sadece üniversite için mi geçerli olacak?... Önce üniversiteler, ardından ilk ve orta öğretim okulları...” 31 Aralık 2007- “'Cumhurbaşkanı'nın eşi başörtülü olamaz’ demek halka hakarettir”Vatan Gazetesi’nden Mine Şenocaklı’nı siyaset sosyoloğu Prof. Nur Vergin ile yaptığı röportaj “AKP radikal İslamcılığa karşı Türkiye'nin emniyeti” başlığı ile verildi. “Anadolu'daki Müslüman muhafazakâr insanların burjuvalaştığını” ifade eden Vergin bu konudaki düşüncelerini “Türkiye'de şöyle bir anlayış var; dindar Müslüman adam bir lokma, bir hırka yaşar. Kanaatkar, tevekkül içinde, yoksul. Sanki yoksulluk bir meziyetmiş gibi... Böyle bir insan tipi vardı kafalarda. Tabii bu son yaşananlar çok büyük sürpriz oldu. Böyle fakir fukara bildikleri dindar kesimi birdenbire gördüler ki, hiç de izbe yerlerde oturmuyorlar, lüks arabalar kullanıyorlar, alım güçleri fevkalade yükseldiği için pahalı şeyler satın alıyorlar, marka giyiniyorlar, tatillere gidiyorlar. Düşünebiliyor musunuz, 1990'lann başında ilk defa olarak tesettürlü kadınları ve dindar insanları tatmin edecek, onların rahatça tatil yapabilecekleri bir otel açılmıştı. Son 40 seneye bakacak olursak havsala almayacak bir değişim yaşanıyor. Bu insanlar plaja gitmek, denize girmek istiyor. Ama kıyafetleri şöyle ya da böyle... Bu büyük bir burjuvalaşma alametidir.” şeklinde açıkladı. Vergin, “Sizce bu ülkede Cumhurbaşkanı eşinin türbanlı olması doğal değil mi?” sorusuna ise şu yanıtı verdi: “Bu ülkede yapılan en büyük hata 'Cumhurbaşkanı'nın eşi katiyetle başörtülü olamaz’ demekti. Türkiye gibi bir toplumda bunu söylemek halka hakarettir. Sivil siyasette böyle bir dayatma olamaz. Sen hoşlanmayabilirsin, ben hoşlanmayabilirim, milyonlarca insan hoşlanmayabilir ama çoğunluk hoşlanıyor.”31 Aralık 2007- Başörtüsü sorunu askerle çatışma alanıMilliyet Gazetesi’nden Devrim Sevimay’ın “2008'de krizler ve umutlar yan yana” başlığı ile hazırladığı haberde “2008'de en çok hangi başlıkları tartışacağız, o tartışmaların ana hatları neler, Türkiye'nin önüne hangi seçenekler çıkacak?” sorusunu yönelttiği uzmanlardan aldığı cevapları okurlarına sundu. “AKP-asker ilişkilerini” yorumlayan Fikret Bila, başörtüsü sorununun AKP’nin asker ile ilişkilerinde rahatsızlık uyandırabileceğini ifade etti. Bila, bu konudaki görüşlerini şöyle açıkladı: “Görebildiğim kadarıyla AKP türban konusunda iki yöntemi deneyecek: 1- Son atamalar bir yana bırakılırsa görevleri biten rektörlerin yerine türbanın serbest bırakılmasını savunan rektörleri atayabilirler. 2- Anayasa'nın egemenlikle ilgili 6'ncı maddesini değiştirebilirler. YÖK gibi idari kurumlardan egemenliği kullanma yetkisini alacaklar. Eğer bunlar yaygınlaşırsa o zaman da TSK rahatsızlık duyacaktır.”Ek : Sakarya Başörtüsü Platformu 100. hafta Röportajı“Müslümanca yaşama talebimizden vazgeçmeyeceğiz!”Sakarya Başörtüsü Platformu’nun 100. haftayı geride bırakması sebebiyle Sakarya Yenihaber Gazetesi’nden Ali Arıcı’nın platform sözcüsü Kadrican Mendi ile yaptığı röportajı aktarıyoruz.Başörtüsü yasağı sizce ne anlam ifade ediyor?

…Başörtüsü Raporu 2007… 193

Page 194:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

Başörtüsü yasağını ne sadece kadınları ilgilendiren bir sorun olarak görüyoruz ne de belirli kurumlara başörtülü girilmesinin engellemesiyle sınırlandırıyoruz. Ortada açık bir hak gaspı var. Başörtülü kardeşlerimizin eğitim ve çalışma hakları gasp ediliyor. Yasak bu yönüyle bir insan hakkı ihlali olarak da değerlendirilebilir. Biz ise soruna biraz daha geniş bir çerçeveden bakmayı tercih ediyoruz. Dolayısıyla başörtüsü yasağını, sistemin İslam karşıtlığının bir simgesi olduğunu söylüyoruz. Bu konunun iyi anlaşılması gerekiyor. Kur’an’da, örtünme konusunda hiçbir ihtilaf yoktur, Allah’ın emri bellidir. Emrin amacı ise Müslüman kadınlara bir kimlik kazandırmaktır; İslami bir kimlik. Başörtüsünün yasaklanması, İslami kimliğin yasaklanması demektir. Başörtüsü yasağı, tevhid ve adalet dini olan İslam’ın sosyal hayattan dışlanması ve sadece vicdanlara hapsedilmek istenmesinin bir tezahürüdür. Tek tip bir kimliği, tek bir resmi ideolojiyi ve tek tip bir hayat tarzını tüm topluma dayatmaya çalışan sistemin, İslami kimliğe yönelik en somut karşıtlığıdır. Bu sebeple başörtüsü yasağı sadece başörtülü kadınları değil özgürlük ve adalet konusunda dürüst ve samimi olan herkesi ilgilendirmesi gereken önemli bir sorundur.Yaşadığımız ülkede birçok sorun varken siz özellikle başörtüsü yasağına dikkat çekiyorsunuz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?100 haftadır yaptığımız basın açıklamalarını takip edenler görecektir ki; başörtüsü yasağına karşı yürüttüğümüz mücadelede sorunu sadece yasakla sınırlı tutmuyoruz. Sorunun temelinde kurulu sistemin, resmi ideolojisinin ve iktidarı elinde tutan silahlı bürokrasinin bulunduğunu ifade ediyoruz. Ortada temel bir sistem sorunu var. Şayet siz sisteme karşı muhalif bir kimliğe sahipseniz; adalet ve özgürlük talep ediyorsanız, zaten doğal olarak diğer sorunlara karşı da bir tavır alıyorsunuz demektir. Bugün tartıştığımız toplumsal sorunların temelinde sistemin ideolojisinin ve yönetim tarzının olduğunu söylüyorsanız; tüm sorunlara karşı belirli bir duruşunuz var demektir. Biz başörtüsünü savunurken, Müslümanca yaşama talebimizi dile getirirken; aynı zamanda herkes için adalet talep ediyoruz. Kürt kardeşlerimize yönelik baskılara, eğitimde resmi ideolojinin dayatmalarına, F tipindeki insanlık dışı uygulamalara, hukuksuzluklara, paramiliter çeteleşmelere, askeri vesayete, darbelere, gece yarısı bildirilerine, haksız ve hukuksuz uygulamalara karşı çıkıyoruz. Yerel sorunlar gibi küresel sorunlara da kayıtsız kalmıyoruz. Dünyadaki kirli savaşlara, Irak, Filistin ve Çeçenistan’daki işgallere ve katliamlara karşı mücadele ediyoruz… Bu bir adalet mücadelesidir. Adalet yoksa ne özgürlük, ne barış, ne huzur ne de insanca yaşama söz konusu olabilir. O halde başörtüsü yasağı sürerken kim nasıl bir adaletten bahsedebilir?Başörtüsü yasağının herkesi ilgilendirdiğini söylediniz fakat kitlelerin yasak karşısında büyük bir tepkisellik ortaya koymadığı görülüyor. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?İslami kesim, sorunu “Devlet baba”dan üvey evlat muamelesi görmek olarak algılıyor. Doğal olarak da hak arama mücadelesi bu dar çerçeve içine hapsediliyor. Devlet baba’nın gözüne girmeye çalışarak, sorunun üstesinden gelineceği umuluyor. “Babamızdır; sever de döver de! Bizim yapmamız gereken uslu çocuk olup babanın gözüne girmek,” diye düşünülüyor. Bu sebeple, Müslümanlar, öncelikle şu “baba” ile olan düşünsel veraset meselesini halletmeliler. Bu sorunun bir boyutu... Diğer boyutunda ise bazı kanaat önderlerinin ya da hocaefendilerin Kur’an’daki hükme rağmen verdikleri fetvalar yer alıyor. Bu şahıslar maalesef yasağın Müslümanlara yönelik saldırı olduğu gerçeğini görmezden gelerek, konuyu fıkhi bir sorun gibi tartıştılar. Oysa ortada açık bir zulüm vardı. Demin bahsettiğimiz devlet baba vesayetinden kurtulamayan bu zâtlar, kendi yapılarını koruyabilmek için zulme razı olmayı tercih ettiler. İinsanları en haklı tepkilerini göstermekten men ettiler; bu işlerin sokağa çıkmakla, bağırıp çağırmakla çözülmeyeceğini söylediler. Yasak her geçen gün yayılırsa, bunda insanları tepkisizleştiren kanaat önderlerinin ve siyasetçilerin vebali büyüktür.Başörtüsü yasağı karşısında siyasetçilerin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?Türkiye’de, Müslümanların devletle girdikleri vesayet ilişkisindeki sorun siyasete de yansımıştır. Müslümanları temsil etme iddiasındaki siyasi partiler; askeri vesayet sistemiyle ya da resmi ideolojiyle yüzleşmek yerine sorunu belirli makamları ele geçiren bazı kişilerin uygulaması gibi göstermişlerdir. Halktan sürekli daha çok oy isteyerek sorunu çözeceklerini söylemişler ama tek başına hükümet kurduklarında dahi silahlı bürokrasiyle ters düşecek bir siyasetten çekinmişlerdir. Çünkü izledikleri siyaseti öncelikle ciddi bir asker korkusu tayin ediyor. Bu yüzden, toplumsal sorunlara birinci dereceden çözüm üreten siyasetin yerine etliye sütlüye dokunmayan edilgen bir siyaset tarzını tercih ediyorlar. Dolayısıyla ne AK Parti Hükümeti ve ne de diğer siyasi partiler, başörtüsü yasağını asker korkusunda bağımsız düşünebilir. Yasağın eylem yapmakla çözülemeyeceğini düşünenler var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?Eylemlerimize her hafta eylem yaparak yasağı çözeceğiz düşüncesi ile başlamadık. Ortada kimliğimize, inancımıza ve değerlerimize yönelik ahlaksızca bir saldırı bulunuyor. Bunu sineye çekip, aşağılanmaya razı mı olacağız ya da gücümüz nispetince karşı mı koyacağız? Soruyu bu şekilde ortaya koyunca, tavrınız daha net şekillenebilir. Sorunun çözümü içinse daha geniş ve sistemli bir mücadele, dayanışma ve toplumsal sorunlarda birlikte hareket etmek gerekiyor. Biz eylemlerimizde, gücümüz nispetince, İslami bir muhalefetin ve onurlu, ilkeli bir direnişin nasıl

…Başörtüsü Raporu 2007… 194

Page 195:  · Web viewDarbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği

yapılabileceğinin örnekliğini göstermeye çalışıyoruz. Nihayetinde, eylemlerimiz hayatımızın, duamızın, ibadetimizin bir parçasıdır.Başka illerde eylem yapan başörtüsü platformları var. Onlarla bir irtibatınız var mı?Kocaeli’de 121, Ankara’da 79, Van’da 50 ve Akyazı’da 27 haftadır, her Cumartesi başörtüsü eylemi düzenleniyor. Bu eylemlere her ayın ilk Cumartesi günü İzmir’den de destek geliyor. Bu platformların kuruluş sürecinde karar ve irade, arkadaşlarımızın kendi inisiyatifleriyle gelişti ama şu an birbirlerimizle irtibatımız sürüyor. Son olarak Ankara’da düzenlenen bir toplantıda bir araya gelerek, hem süreci hem de ileriye yönelik hedeflerimizi istişare ettik. Bu buluşmaları düzenli olarak sürdürerek, tecrübelerimizi paylaşmayı, güçlü ve kalıcı bir muhalefet geliştirebilmeyi ve diğer illerdeki kardeşlerimize somut ve güzel bir örneklik sergileyebilmeyi amaçlıyoruz.Yasağa karşı nasıl bir mücadele tarzı öneriyorsunuz?Yasak karşısındaki ilk adım ümitsizlikten kurtulmaktır. Yasakçıları asıl cesaretlendiren unsur bizim suskunluğumuzdur. Bu gerçeği görelim ve her ne şartta olursa olsun hakkımızı, onurumuzu ve inancımızı savunmaktan çekinmeyelim. İkinci adım ise sorunlarımızı başka mercilere havale edip sessizce bir kenara çekilmek yerine bizatihi sorumluluk almaktır. Anlık ve plansız tepkiler göstermek yerine, uzun vadeli ve ilkeli bir muhalefeti geliştirmeliyiz. Başörtüsü platformu olarak biz hesabımızı 100. haftayla sınırlamadık, 1000. haftada nasıl bir Türkiye’de yaşamak istediğimizin üzerinden yapıyoruz. Bu sebeple, çok büyük kalabalıklarla bir defaya mahsus mitingler yerine, sürekli bir mücadele platformu oluşturmayı hedefliyoruz. Çözüm için istikrarlı bir direnişten başka çare olmadığı ortadadır.Baskı, yasak ve zulüm altında yaşamak bir kader değildir, fakat biz kendi özümüzü değiştirmeden daha iyi bir ülkede yaşamayı bekleyemeyiz. Sorunlar kendi kendine çözülmez. Müslümanlar olarak nasıl bir istikamette yaşayacağımızı öğrenebilmek ve uygulayabilmek için Kur’an’a dönmek zorundayız. O zaman Kur’an’ın bize zulme boyun eğmemeyi öğütlediğini hatırlayacağız. Namazı ve orucu nasıl görüyorsak, zulme karşı direnmeyi de öyle görmeye başlayacağız. Gücün, sayıların çokluğunda değil Allah’a teslimiyette ve O’na güvende olduğunu fark edeceğiz. O zaman başörtüsü mücadelesinin değerini de anlamış olacağız. Elbette eksiklerimiz ve hatalarımız olacaktır ama bunları süreç içinde düzeltebiliriz ama akıp giden zamanı telafi edemeyiz. O halde, herkes vakit kaybetmeden, bulunduğu yerde neler yapabileceğini düşünsün ve harekete geçsin. Sonuca ne kadar yaklaşacağız? Orasını Allah takdir eder, bize düşen çabalamaktır.

…Başörtüsü Raporu 2007… 195