Upload
others
View
16
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
1
YARATILIŞ GERÇEĞİ VE TEVHİD
-Varlık ve Tevhid-
(Ramazan YAZÇİÇEK)
Giriş
Bu yazının konusu, yaratılış gerçeği üzerine mülahazalar; âlemler üzerindeki
bütün varlık ve hadisatın ahengi ile emr edilen tevhidin aynı kaynağa
dayandığının izahına dairdir. Bu hakikatin farkında olan insan, Allah’ı tevhid
eder; kulluğun gereğini yapar ve bütün âlemlerle birlikte tevhid halkasına
katılır. İnsanın, bu hakikati inkârı ve şirk koşması halinde ise fıtrata muhalif
olarak yaratılış hakikatine ters düşeceği fikrine yer verdik. Bu yazı, kapısını
araladığı bir çalışmanın önsözü mahiyetindedir.
İnsanın sorumlu olması, öncelikle bir varlık olarak ne olduğunu
bilmesi/tanıması ile başlar. Burada temel soru, “var olmanın anlamı”,
‘varlığın kendi başına ne olduğu’dur. Kur’an’da, varlığın kendisi ve temel
özellikleriyle beraber bir biçimde diğer yönleri hakkında bilgi verilmiştir.
Kur’an’da, “varlığın varlık olma bakımından doğasının ne olduğu”, “varlığın
kendi başına ne olduğu” soruları (ontoloji), yaratılış gerekçesinin ifa
edilebilmesi yönüyle cevaplanmıştır. Cinlerin ve insanların yaratılma
gerekçesi şu ayetle açıklanır:“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk
etsinler diye yarattım.”1
“Andolsun ki biz, “Allah’a kulluk edin ve Tağut’tan sakının” diye
(emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir
kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler.
Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur!”2
Allah, insana ruhundan üfleyerek onu anlamlı kılmıştır. Kulluğun yerine
getirilebilmesi için insan fıtrat zemini üzere yaratılmıştır. Ardından, kulluk
için gerekli imkânlarla donatmıştır. Vahyin gönderilişinde gözetilen tertil
(anlayarak, düşüne düşüne, bilinçli ve düzenli), yaratılmış olan bütün
âlemlerin sahip olduğu tertipte de gözetilmiştir. Kur’an’da insanın var oluş
1 Zariyat, 51/56.
2 Nahl, 16/36.
2
hikâyesinden bahsedilmesi, taahhüt altına girdiği ilk ahit (Kâlû Belâ)3
sözleşmesine yer verilmesi ve kendisine isimlerin öğretilmesi,
yükümlülüklerinden yana uyum ve muvafakat zemini olduğunun delilidir.
Yaratılış gerçeğindeki hikmetler, yaratanın Rabliği ve insanın da rabbi
karşısında kul olduğu hakikatinin tescilidir. İnsanın tasdik ve ikrarı ise bütün
ömür denilen süreçte itaat ve isyanın üzerinden sürdürüldüğü ilk sözleşme
metnine dairdir.
‘Hayat’, evvelemirde tevhid üzeredir ve dolayısıyla tevhidsiz bir hayat
özünde hayat değildir. Tevhidsiz bir hayat tasavvuru var oluş hakikatine
terstir. Keza tevhidsiz hayat, fıtrata müdahale, yaratılış hakikatine muhalif bir
tahayyüldür ve şirk denilen her bir sapma da aslında buradan neşet eder.
Rehberliğinde yol alınan tevhid terk edilirse, her zeminde başkalaşma
(metamorfoz) başlar. Her bozulma, haktan uzak farklı sonuçlara vardırır
insanı.
İnsanın İslam fıtratı üzere yaratılmış olması, yaratılma gerekçesi olan kulluğu
ifaya engel bir zorluğun olmadığını gösterir. Buradan hareketle insanın, varlık
itibariyle, Allah’a kulluk etmek için gerekli potansiyele sahip olduğunu
anlıyoruz.
Tevhid inancının hedefi, tevhidi yaşamın her bir alanına taşımaktır. Bunun
gerçekleştirilebileceği zemin, salim fıtrattır. Dolayısıyla fıtrata muhalif her
bir düşünce ve amelin varlığı, akıl ve iradenin var oluş hakikatine/yaratılış
gerçeğine ters istikamette kullanıldığını gösterir. Tevhidsiz bir hayat gerçekte
diriliğe (hayy) değil, ölü olunduğuna delalettir. Bu durum, cansız ve hatta
bilmeyen, görmeyen, işitmeyen, kendi iradesiyle iş görmeyip başkasının irade
ve hevasına mahkûm olunduğunun işaretidir. Ve yine tevhidsiz siyasette
ancak insanın büyüklenmesi (bağyen) ve bununla kendini kendine yeter
görmesiyle (istiğna) oluşan bir siyasettir. Bunun diğer adı zulümdür,
3 Alınmış-verilmiş söz. “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin
Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve
dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şahit olduk, dediler. Yahut
“Daha önce babalarımız Allah’a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların
izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?” dememeniz için (böyle
yaptık).” A’râf, 7/172, 173; İlgili ayetlerin tefsiri için bkz. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an
Dili, Sadl.: Heyet, Azim Yay., (I-X), İstanbul.
3
cahiliyedir. Bu gerçek, iman noktasında böyle olduğu gibi siyasaldan iktisada
kadar uzanan her bir alan için de geçerlidir.
Tevhid üzere bir hayat, bütüncül bir İslam anlayışı ile sağlanabilir. Bu
bütünlük selim akıl ile İlahî vahyin uyum içinde kullanılmasını; kevnî ve
münzel ayetlerin insicamını; “akleden bir kalp”in denge üzere bulunup,
hikmet ile yaşama sürecine aktarmasıyla sağlanır.
Önce Doğru Bir Tasavvur
Müslüman toplumların geri kalmasının ve bugün yaşanan birçok sorunun
ardında tecdit bilincinin ertelenmesi sebebinin yattığı söylenebilir. İçtihat
ertelenmiş ve bunun yeri, tabiatı ve kaynağı itibariyle farklı olan mitsel ya da
usçu bir takım yaklaşımlar tarafından doldurulmuştur. “Bu değerlendirmenin
en mühim maddesini Kur’an ve Sünnet hükümlerinin zamânî, mevzi'î
olanlarının, yâni furû'âtdan sayılanlarının ve dolayısıyla değişime açık
olanlarının sınırını çizebilmek teşkîl etmektedir. Günümüz İslâm dünyasının
baş meselesi bence budur ve bunun çözümü de on dört asırlık İslâm
kültürünün ilmî tahlil ve tenkidini gerekli kılmaktadır.”4
Taklit taassubunun zihinleri dumura uğrattığı, tecdit bilincinin köreldiği,
ortaya çıkan yeni sorunlara Kur’ânî çözümler üretme zorunluluğunun
ertelendiği bir gerçeklik zemininde, Müslümanların yeniden uyanış ve
Kur’ân’la dirilişlerinin zorunluluğu ortadadır. Müslüman için esas olan,
değişim gerçeğiyle yüzleşirken Kur’ânî çözümler üretmektir. Tarihsel
vakıalara tepkisel tavırlarla yaklaşmak, hakikati, salt fayda-zarar eksenli
pragmacı kriterlere endekslemek gibi yaklaşımların İslâm’la ilişkisi yoktur.
Keza İslam faydacı değil gayeci bir ruha sahiptir.
Yozlaşmanın kendisiyle başladığı önemli bir kırılma noktası olarak
gördüğümüz beşerî mülahazaların mutlaklaştırılması, tecdid hareketini
tıkamış, Müslümanlara bedeli ağır faturalar ödetmiş ve ödetmeye de devam
4 Mehmed S., Hatiboğlu, “İslâm’ın Dünyevîleşmesimi Dünyevî Hayâtımızın İslâmîleşmesimi?”
İslâmîyat, Ankara 2001, c: IV, s: 3, s. 8.
4
etmektedir. Bu durum, dinin doğru anlaşılmasının önündeki önemli
engellerden biri olma özelliğini korumaktadır.5
Gelinen noktada Müslümanların tasavvurunun yeniden inşası zorunluluğu
vardır. “Tasavvur, bilgilenme sürecinin başlangıç noktasıdır. İnsanoğlunun
ölçme değerlendirme de kullandığı temel değerlerin oluştuğu yer,
tasavvurdur. Bu açıdan tasavvur aklın kurucu öznesidir… Özetle tasavvur,
eylemin ana rahmi, dolayısıyla düşüncenin oluştuğu merkezdir. Evet, vahyin
amacı, sırasıyla muhatabının tasavvurunu, aklını, kişiliğini inşa etmektir. Bu
inşa sürecinin sonunda vahiy kendi insanını inşa etmiş olur. Ve işte bu insan
eliyle de hayatı inşa eder.”6 Bu durum, tasavvurun yeniden ve her an
Kur’anîleşmesi demektir. Bu zorunluluğun üzerinden yürütüleceği nirengi
noktası, tevhidtir. Tevhid, eşyayı ait olduğu yere koymadır ve tecellisi
adalettir. Bunun aksi ise zulümdür. Bu anlamda şirk, dengesizliğe yani
adaletten uzaklaşmaya varan her gidiştir.
Değerleri kaynaklarına bağlamada yanlış adrese gitmek ölçü kaymasıdır.
Bunun varacağı yer zulümdür ve değerler sisteminin yok olması demektir. Bu
değerler, doğruluk (bilgi) değerleri, iyilik (ahlâk) değerleri ve güzellik
(estetik) değerleridir. Biz Müslümanlara göre bütün değerlerin kaynağı,
aralarında hiçbir ayrıcalık olmaksızın yan yana yürüyen ve birbiriyle irtibatı
olan vahiy ve varlıktır.7
İnsan ile ilgili değerlerin mutlak yerine mukayyet, aslî yerine ârızî kaynaklara
bağlanması, salt aklın veya heva-hevesin kaynak kabul edilip merkeze
oturtulması, doğru çizgiden (tevhid) sapma için yeter sebeptir. Oysa İslâm
inancında bütün değerlerin tek kaynağı vardır, o da vahiydir. Bu kaynak
Allah’ın hoşnut olacağı, dinin bütünüyle Allah’a has kılındığı bir amaç
içindir. Allah’ın emir ve yasaklarının insana ve çevreye ait tüm değerlerin
merkezi konumunu teşkil ettiği inancı, Allah-insan ilişkisi, insan-insan ilişkisi
ve insan-çevre ilişkisinin tümü Kur’an merkezinde anlamını bulur. Değerleri
vahiy kaynağına götürmede sapma baş gösterdiği takdirde, hayatı
5 Bkz.: Ramazan Yazçiçek, “Din, Tecdit ve Reform Kavramları Üzerine Mülahazalar”, Milel ve
Nihal, İstanbul 2008, s: ,5, c:2, s. 103-127. 6 Mustafa İslâmoğlu, Hayatın Yeniden İnşası İçin, Düşün Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 39, 49, 62.
7 Tâhâ Câbir, el-Alvânî, Çağdaş Düşünce Krizi, çev.: Burhan Köroğlu, Koba Yay., İstanbul
1994, 1. bas., s. 6.
5
şekillendirecek esasların eksik ve yanılmaya mahkûm olması kaçınılmazdır.
Nitekim yanlış tasavvurla doğru sonuçların elde edilmesi muhaldir.
Bugün birçok meselenin çözümsüzlüğünün sebebi meselelere İslamî
perspektifin dışında başka merkez perspektiflerden bakılmış olunmasıdır.
Tevhidî bakış, çağa ve olaylara vahiy merkez perspektifinden bakmayı
zorunlu kılar. Kur’an bizlere her şeyden önce doğru bir bakış açısı sağlar. Bu
perspektif, yaratılış, varlık ve hayat hakkında doğru düşünerek her şeyi yerli
yerine koymadır. Bununla, insanın bireysel ve toplumsal sorumluluk alanları
belirlenir eşyayla kurulan doğru münasebet insan yaşamının bütün alanlarına
yansır. Bu istikamet ancak yeniden bir Kur’an tasavvuruyla sağlanabilir.
Müslümanların yaratılış hakikatini yeniden düşünme, kâinat, insan, eşya
hakkında vahyin telkin ettiği yönde bir okuma zorunluluğu vardır. Allah ile
münasebetini doğru tutmayan insanın her şeyle münasebeti sorunlu olacaktır.
Çevreyle, kendisiyle, toplumla münasebeti sorunlu olan insanın din anlayışı
da sorunlu demektir.
Bugün yeniden ve topyekûn bir kıraate (okumaya) ihtiyaç vardır. Bu okuma,
salt tilavetten (metin okuma) öte bir duruma işarettir. Ve yine bu okuma,
sadece münzele dair olmadığı gibi kevniye münhasır da olmamalıdır. Bu
okuma, salt içe (enfus) veya dışa (afak) kilitlenmiş bakıştan yani parçacı bir
yaklaşımdan ziyade bir tasavvura dayanmalıdır. Bu okuma, insanı alaktan
yaratan Allah’ın adıyla başlayan, münzelden kevniye, kevniden münzele
doğru bir okuma; içten dışa dıştan içe doğru bir okuma; eşyayla münasebetten
Allah’la kurulan münasebete dek gözetilen sahici bir okuma olmalıdır. Bu
okuma, farkındalığın olduğu tezekkürle yapılan bir okuma olarak insanı
sorumluluk noktasında bulunması gerekli mevkide bulundurmadır.
“Kur’an’ın ısrarla üzerinde durduğu tefekkur, te’emmul, ta’akkul, ve
tedebbur faaliyeti bihakkın yerine getirildiği takdirde ‘nesneleri-olayları’
yorumlamak suretiyle ‘işaretler’e ulaşmanın mümkün olduğunu, insanlığın
tarihî tecrübesinin bir ana çizgisi olarak görüyorum... Toplum hayatının
dünyevîleşmesine gelince, sekülerleşme tezi burada çok daha ciddi
problemler ortaya çıkarıyor. İslâm söz konusu olduğunda, bunun sebeplerini
anlamak zor görünmüyor. Eğer Kur’an’ın temel hedefi bir ‘iman ve ahlâk
toplumu’ var kılmaksa -ki öyledir- dini kamu alanından uzak tutmaya
6
çalışmak kadar anlaşılması zor, kabulü imkânsız bir şey olamaz.”8 İşte bu
okuma, parçacı din anlayışının reddi ve dinin hayatın her alanında var
olduğunun bilinci ile yapılan bir okumadır. Gelinen noktada ise dinin gereği
olan bir kısım uygulamalar kamu alanının dışına itilerek hak, hakkaniyet,
adalet ve eşitlik üzerine olmayan bir toplumla karşı karşıyayız.
Eşyadaki mizanı koyan Allah, bu ölçüyü yaşamın her alanına koymuştur.
İnsan bu ölçüyü gözettiği oranda yaratılış hakikatini kavramış ve yaratılışın
gerekçesine uygun olarak yaşamını düzenlemeye koyulmuş demektir. Evet,
bugün yeniden insanı bu gerçeklik ve bütünlük içinde sorumluluğa taşıyan bir
okumaya ihtiyaç vardır.
Birçok temel kavram vardır ki anlamı, zıddı kavramla gerçek zeminine
oturur. Maslahat’ın mefsedetle, maruf’un münkerle anlamını bulduğu gibi
tevhidte şirkle gerçek anlam zeminine oturur ve mana derinliğine ulaşır. Bu
durum, “her şeyin kendi zıddıyla kaim olması“ prensibiyle doğrudan
alakalıdır.
Kur’an’ın ortaya koyduğu “el-hayâtü’t-dünyâ” tasavvuru, “ed-darul-
âhire”’den kopuk değildir. Hayat parçacı seküler/laik yaklaşımı kabul
etmediği gibi şer’î hüküm ve yükümlülükler dahi esasta bölünme kabul
etmez.
Tevhid, Kur’an’ın hedeflediği sağlam inanç sisteminin özüdür. Dolayısıyla
İslâm’ın özünü tevhid teşkil eder. İnsanı iç çatışmaya düşmekten (ikilem)
kurtarmak için dünya ve ahiret işleri hep aynı ilâhî otorite yani Allah (c.c.)
tarafından düzenlenir. Bir kulun iki ‘Rabbi’ olamaz.9 Bu anlamda İslâm
hukuku da bir bütündür, asla bölünme (tecezzî) kabul etmez. İnsanı ruh,
beden ve duyular diye ayırmayıp bir bütün olarak ele aldığı ve ona göre
düzenlemelerde bulunduğu gibi, hayatı dahi topyekûn bir bütün olarak ele alır
tanzim eder. Keza o, hem dindir, hem devlettir… İslâm, kulu hevasına
uymaktan kurtarmak için gelmiştir. İslâm şerîatı, Allah’a kulluğun en üst
düzeyde gerçekleşmesi için getirdiği hükümler ile maslahatın teminine
yönelmiş; neyin maslahat olduğunu belirlemiş, ya da belirlenmesinde
8 Mehmet S. Aydın, “Dünyevîleşme”, İslâmîyat, c: IV, s: 3, s. 15-17; Bkz.: İslâmoğlu, s. 109. 9 Âl-i İmrân, 3/ 64.
7
uyulacak kuralları koymuştur. Maslahat, arzu ve heveslerle belirlenmez. Zira
arzu ve heveslere uyulursa yer gök her şey fesada gider.10
“Eğer hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile
bunlarda bulunanlar bozulur giderdi.”11
Hülasa, dengeli düşünme ile sağlıklı bir mecrada bulunma ve istikamet üzere
olma ancak bu anlamda bütüncül bir tevhid tasavvuruyla sağlanabilir.
Fıtrat ve İnsan
İnsan, yaratılışın yasası denilebilecek bir esas yani fıtrat üzeredir. “Fıtrat
kavramı İslamî literatürde eşyanın hakikati ve ilk yaradılışında taşıdığı temel
yapısı, insanın doğal niteliği manasına gelir, yani saf ve berrak yaratılış,
gerçek ve katıksız bir yapı anlamındadır. Fıtrat-ı Selime: İsabetli karar ve
hüküm verebilme, doğru ile yanlışı, hak ile batılı, iyi ile kötüyü birbirinden
ayırabilme yeteneği, bu imkân ve edime hazırlıklı olma hali demektir.”12
“(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere
yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din
budur; fakat insanların çoğu bilmezler.”13
Resulullah (s.a.v.)’in, “Dünyaya gelen her insan fıtrat üzere doğar; sonra
anne ve babası onu Yahudi, Hıristiyan, Mecusi (farklı bir rivayete göre hatta
müşrik) yapar”14
buyurduğu rivayet olunmuştur.
“İlahî formata Kur’an, fıtrat adını verir. Eşyaya iman gözüyle bakmakla fıtrat
gözüyle bakmak aynı sonuca varır. İman iradenin tercihini fıtrattan yana
yapması ve bunun en doğru ve en iyi olduğuna itimat etmesidir. Bir bakıma
doğal olanın bilinçli tercihidir.”15
10
Mehmet Erdoğan, İslâm Hukukunda Ahkâmın Değişmesi, İstanbul: İFAV. İstanbul 1994, 2,
Baskı, s. 31, 34. 11
Mü’minun, 23/71. 12
Mehmet Yolcu, Kur’anda İnkar Psikolojisi, Çıra Yayınları, İstanbul 2004, s. 176. 13
Rum, 30/30; Allah’ın isimlerinden biri olarak zikredilen “Fâtır” için bkz.: En’am, 6/14; Fâtır,
35/1; Zümer, 39/46. 14
Buhârî, “Cena’iz”; Müslim, “Kader”; Müsned-i Ahmed. 15
İslâmoğlu, s. 41.
8
Ayet ve hadislerden hareketle fıtrat hakkında değişik görüşler ileri
sürülmüşse de denilebilecek ortak nokta, ilk yaratılış anında varlık türlerinin
temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk
durumlarını belirttiğidir. İnsanın doğuştan sahip olduğu bütün özellikleri
ifade eden bir terim olarak da tarif edilebilecek fıtrat kelimesi, “İslam” veya
“hakkı benimsemeye yatkınlık, selamet ve istikamet” manası taşır. Fıtratın,
ilk yaratılış sırasında Allah’ın insan tabiatına bahşettiği yaratanını tanıma
eğilimi, ruh temizliği vb. olumlu yetenek ve yatkınlıkları ifade ettiği
şeklindeki anlayış, belki en makul ve giderek ilgi görenidir. Fıtrat kavramına
yüklenen anlamla orantılı olarak, dinî ve hukukî durumların belirlenmesi gibi
kelâmî, ahlâkî ve fıkhî meseleler bakımından da önemli sonuçlar
çıkartılmıştır.16
Haktan her uzaklaşma, fıtratın bozulmasını doğurur. Bu uzaklaşmalar bir
takım sebeplere dayanır. Hakikati kabul etmeme gibi hakikati yanlış idrak
etme veya daha farklı nefsin hastalıklarına17
duçar olma da mümkün. Değişik
sosyo-psikolojik sebepler insanı hakikatle çatışan bir sonuca vardırır.
Buradaki tercih, aklî ve iradî bir durum olduğu için fıtrata rağmen bir
kabuldür. Bu savrulmanın kabul edilemeyecek noktası, inkârdır. “İnkârın aslı,
insanın kalbine, düşünmediği, tasarlamadığı şeyin gelmesidir ki, bu da bir tür
cahilliktir. Sırf dille inkâr etmeyi de bu bağlamda ele almak mümkündür.
Tanrı ve dinî esasları tanımama; onları reddetme anlamına gelen inkâr, itirâf
ve ikrârın zıddıdır… Dille inkârın nedeni de kalb ile inkârın kendisidir.”18
“İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun
(Kuran'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit
olması, yetmez mi?”19
Kur’an’da göz, kulak ve kalplerini yerli yerince kullanmayanlar kınanır ve
bunların ancak doğru kullanılması halinde hakikate ulaşılacağı bildirilir. Aksi
takdirde yaratılışın üzerine oturduğu fıtrata ters bir algılayışla inkâra
sürükleneceği uyarısında bulunulur.
16
Hayati Hökelekli, “Fıtrat” mad, TDVİA, İstanbul 1996, c: 13, 47-48. 17
Bkz. Ramazan Yazçiçek, “Kişilik ve Kimlik Sorunu Olarak Haset”, Konferans, İLKAV, 10
Nisan 2011 Ankara. 18
Yolcu, s. 27. 19
Fussilet, 41/53.
9
“Andolsun ki, onlara da size vermediğimiz kudret ve serveti vermiştik.
Kendilerine kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve
kalpleri kendilerine bir fayda sağlamadı. Zira bile bile Allah'ın âyetlerini
inkâr ediyorlardı. Alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatıverdi.”20
“O (Allah), akıllarını kullanmayanları murdar (inkârcı) kılar.”21
“Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli
cehennemin mahkûmları arasında olmazdık.”22
İlgili ayetlerde insana verilen
duyuların yerli yerince kullanılmamasının kişiye fayda sağlamadığı gibi
vebale dönüştüğü bildirilmekte; ‘akletme’nin ne demek olduğunun Kur’anî
formuna dikkat çekilmektedir.
Denge ve Tevhid
-Mizan, Adl ve Kıst-
“Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.”23
Bu ayet bize yaratılan her şeyin bir
ölçüye göre olduğunu bildirmektedir. Mizan, adl ve kıst kavramları Kur’an
ıstılahında, kâinatın ve yeryüzünün düzenini ifade etmek için kullanılır.
Allah, kâinatta her şeyi bir denge üzere yaratmıştır. “Göğü Allah yükseltti ve
mîzanı (dengeyi)O koydu.”24
Bu ölçü, kozmik âlemde var olduğu gibi,
düşünce dünyası ve pratik eylemler için de geçerlidir. İnançta dengeyi
sağlayan aslî unsur tevhid akidesidir. Kur’an vahyinin hedefi, tevhid
akidesine sahip bireylerin oluşturduğu tevhid toplumudur. Dünyayı terk ya da
uhrevî olanı erteleme birer sapmadır ve her biri dengeden uzaklaşmanın farklı
yönünü gösterir. Vahyin hedefi, haktan her bir sapmayı tekrar aslına rücû
ettirmektir. Çünkü vahiy netliktir. Bu netliği yaşamak için Kur’an bilincine
ulaşma zorunluluğumuz vardır. Kur’an bilincine ulaşma, “lâ ilâhe illellah”
hakikatine kilitlenme ile mümkündür. İşte denge budur. Bu, aynı zamanda
inançta ve tavırda iktisattır. Kozmik âlemdeki dengenin akidedeki adı tevhid,
toplumsal zemindeki karşılığı ise İslamî vahdet ile ulaşılan ümmettir.
20
Ahkaf, 46/26. 21
Yûnus, 10/100; Bkz. “Şüphesiz Allah katında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve
dilsizlerdir.” Enfâl, 8/22. 22
Mülk, 67/10. 23
Kamer, 54/ 49. 24
Rahmân, 55/ 7; Bkz. Enbiya, 21/ 47; A’raf, 7/ 8-9.
10
Kur’an’ın ortaya koyduğu “el-hayâtü’t-dünyâ” tasavvuru “ed-darul-
âhire”’den kopuk değildir. Din hayatı-dünya hayatı, dini ilimler dünyevî
ilimler, din işleri dünya işleri gibi birçok alandaki yanlış tasavvur modern bir
bakışın sonucu olarak bölünmüş bir bilince işaret eder. Modern dönemde
ihtisaslaşmanın hayatın her alanına uygulanmaya kalkışılması bölünmüş
bilincin fay hatlarını genişletmiştir.
“Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun
eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar (haktan) uzak bir sapıklık
içindedirler.”25
İslâm, maddi, manevî; dünya, ahiret denge dininin adıdır. “İslâm toplum
yapısının temelinde Kitap ve mizan vardır; insanlar, Kitab’a uyar ve mizan
çerçevesinde davranırlarsa kıst yapmış olurlar ve ancak o zaman ayakta
kalabilirler. Fakat her insan isteğiyle Kitab’a uyup, mizanın kefelerini
dengede tutamaz. İşte bunun için demir de gereklidir. Demirde her ne kadar
bir sertlik varsa da bu sertlik toplumda kıstı, adaleti sağlamak için
kullanıldığında insanlara zarar değil, ancak yarar getirir. Bu bakımdan
‘kitap’, ‘mizan’ ve ‘demir’ üçlü bir ilişki içinde olmak zorundadır. İslâm’da
kıst bu üçlüyle sağlanır, biri olmadı mı zulüm başlar.”26
Adl, denkliği,
basiretle idrak olunanı ifade eder. Adlin başı ise tevhid’dir. Ve bilinmelidir
ki tevhidsiz adalette olmaz.
Mizan, bütün eşya arasındaki ve topyekûn kâinattaki ‘genel denge’ kanununu
ifade eder. Ölçü, daima bir denkleştirmeyi ifade ettiğinden adalete ve adaletin
ölçüsü olan Şeriat’a da mizan denilir. Mizan, bir şeyin kadrini bilmedir ve
adaletle ölçülendir.27
“Kitab’ı ve mizanı hak olarak indiren Allah’tır. Ne biliyorsun, belki de
kıyamet saati yakındır!”28
ayetinde ifade olunan mizan, insanın hayatında
davranışlarını ve düşüncelerini uyarlaması gerekli terazidir. Mizanın iki
kefesinin denk olması adl halidir.29
Yine mizan, hukuk ve hak konusunda
25
İbrahim, 14/ 3. bkz.: Kıyamet, 75/ 20-21; bkz. Hûd, 11/ 15-16. İsrâ, 17/ 18-21. 26
Ali Ünal, “mizan, adl, kıst” mad., Beyan Yayınları, İstanbul 1990. 27
Rağıb el-İsfehânî, “Mizan” mad.” Müfredat, c:2, s. 858. 28
Şûrâ, 42/17. 29
Ünal, “Mizan-Kıst-Adl” mad.
11
adaletli davranmak/hükmetmek demektir.30
Bu sebeple mizan, denge kanunu;
eşyanın tartıldığı adalet olduğu gibi akılda ve nakilde hakkın hükmü ortaya
çıkıp cezaların verildiği amellerin de kendisiyle tartıldığı kanundur.31
Nitekim
adalete ve adaletin ölçüsü olan şeraite de bu anlamda mizan denilmiştir.
Mizan, eşyayı ve bir takım arazları ölçmek için kullanıldığı gibi; hukuk, iyilik
ve kötülüğü ölçmek için de kullanılır.32
Bütün bunların amacı dengeyi
sağlamaktır.
Adl, eşitlik anlamına gelir. Basiret ile idrak edilen hususlar ve duyusal eşitlik
için de kullanılır. O aynı zamanda aşırılıkla nitelenemeyen her iş ve oluştur.33
Yine adl, denklik, dengeli davranma, doğruluk ve hakkaniyet demektir.34
Adalet, istikamet üzere bulunmak, ileri ve geri sapmalardan uzak durmaktır.
Adl denkliği, basiretle ve duyularla idrak olunanı ifade eder. Allah, insanı adl
yani tam bir denge üzere yaratmıştır.35
İşte imtihan da buradadır: Allah insanı
nasıl adl üzere yarattıysa, insanın da adl üzere davranmasını yani her zaman
koyduğu mizana uygun hareket etmesini, insanlar arasında adaletle
hükmetmesini ister.36
Allah’ın insana “bir uyum bir itidal vermesi”, göz,
kulak, el, ayak gibi çift uzuvların denkliğinden, uzuvların düzene
konulmasına kadar hep adli göstermektedir. Bu denge ile insanı akıl, fikir ve
kudreti kabul etmeye yetenekli yaratmış ve bu şekilde canlı ve bitkilere
hâkim kılmıştır.37
İşte bunlar Allah’ın adaletinin tezahürleridir. Dolayısıyla
Allah, insandan da bu adalete uygun olarak adil davranmalarını bekler.
İnsanın adil olması, O’nun (c.c.) emri doğrultusunda yaşamasıdır. Zira
“Göklerin ve yerin varlığını sürdürmesi adâletledir.” Adalet kitaba uymakla
gerçekleştirilebilirken, Kitab’ın uyum ölçüsü ise mizandır. Buna da ancak
tevhid ile ulaşılabilir. Kur’an’da İslâm toplumunun niteliği olarak verilen
‘vasat ümmet’38
tabirindeki “vasat” kelimesi bütün müfessirlerce ‘adalet’
30
Hasan Hüseyin Özkazancıgil, Kur’an Kelimeleri Sözlüğü, Birleşik Dağ., Ankara, s. 194. 31
Bkz.: Yazır, c: 7, s. 18. 32
Muhiddin Bağçeci, “Mîzân” mad. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Yay., (I-VI), İstanbul
1991, c: 4, s. 219. 33
el-İsfehânî, “Adl” mad., c: 2, 186. 34
Ünal, “Adl” mad. . 35
Bkz. İnfitâr, 82/6-8. 36
Bkz. Nahl, 16/90; Nisa, 4/58. 37
Bkz.: Yazır, c: 9, s. 51. 38
Bkz. Bakara, 2/143.
12
manasında tefsir edilmiştir. Böylece adalet ve itidal, etimolojik bakımdan
olduğu gibi kavram olarak da aynileşmiş olmaktadırlar.39
Diğer bir kavram olan kıst ise adaletle paylaşmak, adaletle ölçmektir.40
İnsaf,
merhamet ve adaletle verilen veya alınan, bölüştürülen nasiptir. Burada nasip,
mizanda adalet ile bölüştürülür. Kıstta da gerek mizan ve gerek adlde olduğu
gibi ‘vasat’ olma, orta yolda gitme, her türlü aşırılıktan sakınma söz
konusudur. Nitekim “iktisât” kelimesi de kıst’tan gelir ki bu, ‘adalet ve
hakkaniyetle davranmak, hiçbir aşırı yöne meyletmeden ortadan dosdoğru
yürümek’ demektir. ‘Aşırılığa kaçmamak, doğru davranmak, her haklıya
hakkını ve haktan nasibini vermek’ anlamında kullanılan fiilin (eksata), ism-i
faili muksittir. Muksitler Kur’an’da her zaman övülür.41
Keza kıstta istikamet
üzere, adil bir ölçü ile muamele vardır.42
“Eğer mü’minlerden iki bölük vuruşurlarsa aralarını ıslah edin; eğer biri
diğerine karşı bağyedecek olursa, Allah’ın emrine dönene kadar bağyedenle
savaşın ve eğer dönerse aralarını adlle bulun ve iktisat edin(her hak
sahibine haktan nasibini verin, insaflı davranın, aşırılığa kaçmayın);
muhakkak Allah muksitleri sever.”43
Aynı fiilden gelen ‘kıstas’ kelimesi ise
dosdoğru ölçü, insaflı ve adaletli ölçü, mizan’ anlamındadır.44
“Ölçtüğünüz zaman tastamam/dosdoğru (kıstasla) ölçün ve doğru terazi ile
tartın. Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir.”45
Mizan, adl ve kıst kavramlarından da anlaşılacağı üzere Kur’an’ın esas hedefi
akidede iktisadı sağlamaktır. Gözetilen hedef, denge halidir ve bu amaç,
yaşama dair her alanda kendisini gösterir. Âlemlerde var olan denge, insanda,
itikatta, amelde ve muamelatta ortaya çıkar. Bunun özü ve özeti ise, “lâ ilâhe
illellah”tır.
39
Mustafa Çağrıcı, “Adâlet” mad., TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1988, c: 1, s. 341-343. 40
el-İsfehânî, “Kıst” mad. 41
Ünal, “Mizan-Kıst-Adl” mad. 42
Özkazancıgil, s. 108. 43
Hucurat, 49/9. 44
Ünal, “Mizan-Kıst-Adl” mad. 45
İsra, 17/35.
13
Denge ve Ulûhiyet Gerçeği
Eşyayı ait olduğu yere iade etmenin yolu, ne mistik geleneğe sevk olmak ne
de dünyacı bir yaklaşımla burada-şimdi hiçliğine terk olmaktır. Bunun yolu,
kâinatı yaratanın ve düzene koyanın, insan hayatına dair emir ve yasaklarıyla
tanzim etmeye de muktedir olduğuna imandır. Bu, hükmün bütünüyle
Allah’’a ait olması demektir. Mülkün asıl sahibi O’dur ve O, mülkün tek
melikidir. Keza her şeyin Rabbi Allah olduğu için bunlar arasında tenakuz
değil bilakis insicam vardır. Bu iman, mutlak bilginin Allah’a ait olduğu ve
insanın ise onun bildirdiklerinden başka bir şey bilmediğine delalettir.
“Göklerde ve yerde bulunan herkes O'ndan ister. O, her an yaratma
halindedir.”46
“De ki: O bilgi, ancak Allah'a mahsustur. Ben ise sadece apaçık bir
uyarıcıyım.”47
Farklı bir ifadeyle bu, Ulûhiyet gerçeğini idrak etme bütün âlemler üzerinde
mutlak söz sahibinin Allah olduğunu tasdik ile ikrar etmedir.
“Gündelik hayatın kompartımanlara bölünerek okunması, şüphesiz bilincin
sekülerleşmesi ile başlar. Bu, ilk adımdır ancak bundan sonra muhtemel iki
durum vardır. Ya tam anlamıyla sekülerleşmiş bir bilinç ya da gündelik hayatı
farklı parçalara bölen bir bilinç. Problem bilincin sekülerleşmesi değil,
bilincin bölünmesi, aynı dünyaya dinî ve dünyevî olarak farklı açılarla
bakabilmesidir.”48
Bu, bilincin sekülerleşmesi veya gündelik hayatın
bölünmüşlüğü demektir ki, ardından, çok kimlikli bir duruş ortaya çıkarır. Bu,
imanı zedeleyen; tevhidten şirke, vahdetten kesrete kapı aralayan bir
durumdur.
Kur'an, bölünmüş bir bilincin tezahürü olabilecek her tür yaklaşımı reddeder.
Yaratılmış olan ‘işaretler’ (âyât) arasındaki uyum âlem ile aşkının
münasebetinde de vardır. Yani her bir şey kendi içinde denge üzere olduğu
gibi birbiriyle olan münasebetinde de tam bir uyuma sahipler.
46
Rahman, 55/29. 47
Mülk, 67/26. 48
Vecdi Bilgin, “Bölünmüş Bilinç: Gündelik Hayatı din-Dünya Ayrımı Bağlamında Okumak”,
EskiYeni, Ankara 2009, s: 13, s. 30-39.
14
İlk Kur’an neslini sonrakilerden ayıran en önemli fark, vahyi, bilginin
kaynağı; yaşamlarını değiştirme ölçüsü kabul etmeleriydi. Yani onlar için
Kur’an, gıdalanma kaynağıydı, özdü. Şüphesiz o kuşağın bu tasavvuru,
uygarlığa, kültür ve bilime, sahip olmamalarından değildi. Keza ilk nesil,
Kur’an’ı kültürlerini ve bilgilerini geliştirmek, zevk alıp yararlanmak,
kültürel bir tat almak için okumuyorlardı. Onlar, Kur’an’ı, salt ilmî ve fıkhî
konularda bilgilerini artırmak için de okuyor değillerdi. Onlar, Kur’an’a,
kendilerine ve içinde bulundukları topluma, Allah (c.c.)’ın ne buyurduğunu,
kendilerinin ve toplumun yaşadığı hayat hakkında ne dediğini öğrenmek ve
yaşamlarına topyekûn yön vermek için yaklaşıyorlardı. Bu fark, ilk nesil ile
sonrakilerin aidiyet noktasındaki farkındalıklarının da farkıdır. Dolayısıyla bu
mesajın özü, Kur’an’ı ve onunla amel etmeyi birlikte öğrenmedir. Öncelikle
bu, Kur’an vahyini doğru anlama yani tasavvuru Kur’anîleştirme ile
mümkündür.
Bütün batıl inançların özünde yatan sebep, doğru bir Allah inancından
uzaklaşmış olunmasıdır. Sonraki bütün yanlışların kendisinden neşet ettiği
sıkıntı buradadır. Doğru bir Allah inancının neliği/nasıllığı, anın vacibini
idrak etmenin ve bugün Müslümanlar açısından öncelikli meselenin ne olduğu
sorusunun da cevabıdır.
İbn Abbas (r.a.)’a sormuşlar: “Rabbini neyle tanıdın?” diye. O, şöyle cevap
vermiştir: “Kim dinini kıyasla arar öğrenirse, ömür boyu karışıklıktan
kurtulamaz, yoldan çıkar ve yalpalar durur. Ben Allah’ı, onun kendisini
tanıttığı şeyle tanıdım ve kendisini anlattığı şeyle O’nu vasıflandırdım.”
Böylece İbn Abbas, kalbin Allah’ı tanımasının, Allah’ın bildirmesiyle
olduğunu söylüyor ki, bu imanın nurudur ve dilin onu anlatmasının da yine
Allah’ın kelamıyla olduğunu haber veriyor; bu da Kur’an’ın nurudur.49
Vahyin hedefi, muvâzene üzere yaratılan kozmik âlem ile bireysel ve sosyal
yaşamın denkliğini sağlamaktır. Nitekim âlemler fıtrat kodları itibariyle
dengeli ve yardımlaşan bir tabiat ile yaratılmış; farklılıklar takdir edilirken,
didişme yerine dayanışma murad edilerek her şey denge, adl üzere var
edilmiştir. “Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.”50
Bu, ilk inşada böyle
49
İbn Teymiyye, Külliyat. terc.: Heyet, Tevhid Yayınları, İstanbul 1987, c: 2, s. 65. 50
Kamer, 54/49.
15
olduğu gibi sapmaları tekrar aslına rücû ettirmede de böyledir. Bu formülün
farkında olmak, vahyin hedefini doğru bilmek, tasavvurları her an yeniden
Kur’an ile test etmekle mümkündür.
İslâm, Denge Hedeflidir
Sapmalardan uzak olarak dengede bulunmak ancak ‘akletmek’ ile
mümkündür. Akletmenin kendisi bir denge halidir. Güzel aklın hedefi de
dengeli inanış ve davranıştır. ‘Akl’, mükellefiyet için ön şarttır, keza
mükellefiyet ‘akletmek’le başlar. Aklın, korunmasının maslahatların başında
gelmesi de51
bundan olsa gerek. Kur’an, “akleden” olarak tavsif ettiği
mü’mini, zinde, dinamik, ayıklayıcı olarak tanımlar. ‘Akletmek’ ifadesi
Kur’an’da hep olumlu ve faal bir duruş için kullanılır. Bu durum ‘akl’ kelime
kökünün fiil şeklindeki türevleriyle yer aldığı bütün ayetlerde dikkati çeken
önemli bir husustur.52
Kur’an, Müslüman’dan akletmesini ister. Bunun bir hedefi de, içinde
bulunduğu anın problemlerine İslamî çözümler üretmesidir. Bu bağlamda
birçok Kur’anî kavram aslî mecrasından çıkartılmış indî kanaatler
doğrultusunda faydacı anlamlara hapsedilmiştir. Örneğin Şâtıbî maslahatın
uygulamasına dair şunları söylemektedir: “Küllî bir durumla cüz’î bir durum
teâruz (zıddiyet) halinde bulunursa, küllî olan takdim edilir. Kısmî
maslahatların ihlâle uğramasıyla âlemdeki nizam bozulmaz. Cüz’î maslahatın
küllî maslahattan öne alınması durumu ise bunun aksinedir. Çünkü küllî
maslahatların ihlâl ve dumûra uğramasıyla âlemdeki nizam bozulur.”53
Allah,
insanın maslahatının gerçek manada ne olduğunu, nerede olduğunu en iyi
bilir. İnsanın heva ve hevesiyle işlemiş olduklarında mefsedetin maslahattan
fazla olması muhakkaktır. Keza maslahatın şer’î bir delile aykırı olmaması,
kat’î ve küllî (umûmî) olması da âlimlerimizce şart koşulmuştur.54
51
M. Ebu Zehra, İslâm Hukuku Metodolojisi, çev.: Abdulkadir Şener, Fecr Yay., Ankara 1990, s.
238. 52
Bkz.: Kur’an-ı Kerim, 2/197; 10/100; 13/4,19-22; 14/52; 20/54,128; 44/58; Şakir Kocabaş,
İslâm’da Bilginin Temelleri, İz Yayıncılık, İstanbul 1997, s. 123-125; Cevdet Said, İslâmi
Mücadelede Bilginin Gücü, İstanbul 1997, s. 107, 234. 53
Şâtıbî, el- Muvâfakât, terc.: Mehmet Erdoğan, İz Yayıncılık, (I-IV), İstanbul 1990, c: 1, s.
327. 54
Köse, 1991.
16
Bütün âlemleri muvazene üzere yaratan Allah, fenomenlerin üzerine oturduğu
bilgiyi de çelişik değil örtüşen olarak va’z etmiştir. Allah, bütün canlıları
fıtrat kodları itibariyle dengeli ve yardımlaşan bir tabiat ile yaratmış;
farklılıkları takdir etmiş, didişme ve sömürü yerine yardımlaşmayı murad
ederek her şeye bir ölçü koymuştur. İnsan ise gücü ele geçirdiği noktalarda
ölçüyü ihlâl etmiş, ekolojik dengeyi bozmaya matuf müdahalelerde
bulunmuştur. Kur’an’da bahsi geçen geçmiş kavimlerin helak sebeplerini
günümüz gerçekliğinden bakarak okumaya çalıştığımızda son derece manidar
derslerle karşılaşırız. Modern dönemde oluşan ifsad ve tüketim toplumunun
durumu bugün bariz sonuçlarıyla ortadadır.55
“O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada
vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu
sevmez.”56
Gıda ve ilaç sektöründe kullanılan kimyasallardan, değişik alanlarda
kullanılan kanserojen maddelere varıncaya dek hemen birçok alanda negatif
öğeler yaşama girmiştir. Bu bağlamda fıtratı bozucu, ahlâkı dumura uğratıcı
müdahaleleri de görmek mümkündür. İnsana dair her bir değer, modern
tüketim toplumunda, artan bir hızla dengeden uzaklaştırıcı tehditler altındadır.
Her şeyin bir nizam üzere yaratılışından ibretler alıp tefekkür etmesi gereken
insan, adeta kendisini değersiz kılmak için ısrar etmektedir. Oysaki yaratılan
hiçbir şey amaçsız olmadığı gibi her şeyde alınacak nice ibretli dersler vardır.
Nitekim yeryüzünde iman edenlerin vasıfları da inşaya dairdir. “Onlar (o
müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar,
zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a
varır.”57
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip
gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.”58
Muhakkak ki doğruyu bile Allah’tır.
55
Bkz. Ramazan Yazçiçek, “Ekinin ve Neslin İfsadı Bağlamında Ekolojik Dengede Bozulma ve
Kültürel Yozlaşma”, panel, İLKAV, Ankara 6 Nisan 2008. 56
Bakara, 2/205; bkz.: “Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah
edicileriz" derler.” Bakara, 2/11. 57
Hac, 22/41. Bkz. Maide, 5/8. Nûr, 24/56. 58
Âl-i İmrân, 3/190.
17
KAYNAKÇA
Aydın, Mehmet S. “Dünyevîleşme”, İslâmîyat.
Bağçeci, Muhiddin, “Mîzân” mad., Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Yay., (I-
VI), İstanbul 1991.
Bilgin, Vecdi, “Bölünmüş Bilinç: Gündelik Hayatı Din-Dünya Ayrımı
Bağlamında Okumak”, EskiYeni, Ankara 2009.
Çağrıcı, Mustafa, “Adâlet” mad., TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1988.
Ebu Zehra, M., İslâm Hukuku Metodolojisi, çev.: Abdulkadir Şener, Fecr
Yay., Ankara 1990.
Ebu Zehra, M., İslâm Hukuku Metodolojisi, çev.: Abdulkadir Şener, Ankara:
Fecr Yay., Ankara 1990.
el-Alvânî, Tâhâ Câbir, Çağdaş Düşünce Krizi, çev.: Burhan Köroğlu, Koba
Yay., 1. Baskı, İstanbul 1994,.
el-Isfahâni, Rağıb, Müfredât, Mütercimler: Abdulbaki Güneş, Mehmet
Yolcu, Çıra Yayınları, İstanbul 2006.
Erdoğan, Mehmet, İslâm Hukukunda Ahkâmın Değişmesi, İFAV, 2. Baskı,
İstanbul 1994.
Hatiboğlu, Mehmed S., “İslâm’ın Dünyevîleşmesimi Dünyevî Hayatımızın
İslâmîleşmesimi?” İslâmîyat, Ankara 2001.
Hökelekli, Hayati, “Fıtrat” mad, TDVİA, İstanbul 1996.
İbn Teymiyye, Külliyat, terc.: Heyet, Tevhid Yayınları, İstanbul 1987.
İslâmoğlu, Mustafa, Hayatın Yeniden İnşası İçin, Düşün Yayıncılık, İstanbul
2008.
Kocabaş, Şakir, İslâm’da Bilginin Temelleri, İz Yayıncılık, İstanbul 1997.
Köse, Saffet, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, “Maslahat” mad., İstanbul: Şâmil
Yayınevi, İstanbul 1991.
18
Özkazancıgil, Hasan Hüseyin, Kur’an Kelimeleri Sözlüğü, Birleşik Dağ.,
Ankara.
Said, Cevdet, İslâmi Mücadelede Bilginin Gücü, İstanbul 1997.
Şâtıbî, el- Muvâfakât, çev., Mehmed Erdoğan, İz Yayınları, (I-IV), İstanbul
1990.
Ünal, Ali, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları, İstanbul 1990.
Yazçiçek, Ramazan, “Ekinin ve Neslin İfsadı Bağlamında Ekolojik Dengede
Bozulma ve Kültürel Yozlaşma”, panel, İLKAV, 6 Nisan 2008 Ankara.
Yazçiçek, Ramazan, “Kişilik ve Kimlik Sorunu Olarak Haset”, Konferans,
İLKAV, 10 Nisan 2011 Ankara.
Yazçiçek, Ramazan, Din, Tecdit ve Reform Kavramları Üzerine Mülahazalar,
Milel ve Nihal, İstanbul 2008.
Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Sadl.: Heyet, Azim Yay., (I-X),
İstanbul.
Yolcu, Mehmet, Kur’anda İnkar Psikolojisi, Çıra Yayınları, İstanbul 2004.
19
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
NOTLARIM
20
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
...........................................................................................................................
NOTLARIM