T h e PA L A Yıl: 5 Sayı: 38 ARALIK 2012
DÜŞÜNCE BAHÇESİ
KİTAP SÖYLEŞİLERİ
OKULDAN HABERLER
PALASKOP
SİNE-PALA
KONUK YAZAR: ELİF BAŞAK DERECİ
KÜÇÜK ŞEYLER
PALA-KİTAP
COĞRAFYA KULÜBÜ
OKULUMUZDA ESU EĞİTİMİ
Editörden
FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi Okul Gazetesi The PALA
(The Press Association of Lycee Attiudes)
İmtiyaz Sahibi Ömer ORHAN
Sorumlu Müdür Yardımcısı
Hakan KULABER
Sorumlu Öğretmenler Zafer YAZ
Şahika PAT
Web Yayım Serkan YAMAN
Berna HAMARAT KAYA
Baskı & Cilt Şevki SÜTÇÜ
Renkli Basım Nuri ÇEVİK
Editör
Ege KESKİN
İllüstrasyon Zafer YAZ
Fotoğraf
Elif ABACI
Dizgi Zafer YAZ
Düzeltmen Zafer YAZ
Mizan COŞKUN ÖZGÜR
E-Mail: [email protected]
Merhaba Sevgili The PALA Okuyucuları,
The PALA olarak bu sayımıza bize yazısıyla katılan Sayın Müdürümüz Ömer Or-
han Bey’e teşekkür ederek başlamak istiyorum. Sayın Müdürümüz Ömer Orhan Bey,
akademik dürüstlüğü işlediği bu yazısında bize oldukça değerli mesajlar veri-
yor.
Bu sayımız oldukça yoğun, içeriği zengin bir sayı oldu. Konuk yazarımız
Elif Başak Dereci bizlere Amerika deneyimlerini aktardı. Coğrafya Kulü-
bünün etkinlikleri, ESU’da elde edilen başarı, Vakfımızın kuruluşu yıl dö-
nümü, yenilenen yüzü ve yazarıyla “Pala-Kâşif”… Bu sayı gerçekten dop-
dolu...
Keyifle okumanız dileğiyle...
S A Y F A 2
Ege KESKİN
Ayşe Revna ALBULAK
Başak Nisan DURAN
Barbaros ALBAYRAK
Canberk TAŞKIN
Çağatay CELEP
Çiğdem KUTLUĞ
Deniz İNANICI
Elif Başak DERECİ
Hande ACARMAN YEŞİLKAYA
İdil ARAT
Julia Mary KAYAER
Merve SAVRAN
Özer DÜDÜKÇÜ
Sibel ÇAĞLAR
Sinem ÖZDEMİR
Tuğba ELTER
Yalçın YALÇINKAYA
Zafer YAZ
Zeynep GÜNAY ÖZDEMİR
Yazarlar
S A Y F A 3
Akademik Dürüstlük
Eğitim öğretimde öğrencilerin, velilerin, öğret-menlerin, okulların birçok hedefi var. Başarılı olmaksa olmazsa olmazı işin! Nedir başarı? Ne için başarı? Kimin için ba-şarı? Hangi başarı? Başarının tanımı ve insan yaşamındaki anlamı ne? Sorular çok! Her insan yanıtlarını, deneyim-lerine, beklentilerine ve her şeyden önemlisi kendine göre verecektir. Yanıt vermek güç de-ğildir ama doğru yanıt hangisidir? Toplumun kabulünün dışındaki yanıtlar insanı rahatsız edecek ve sorgulamalara neden olacaktır. Bu sorgulamalara girmeden önce etik değerleri ve bunların görece insan başarısı ve özellikle kişiliğine etkisini irdelemek gerekir. Okullar birçok başlangıcın yapıldığı ve ilklerin yaşandığı yerler olduğuna göre bu irdelemenin burada başlaması son derece olağandır. Özellikle son üç yıldır akademik dürüstlük ile ilgili sorgulamaların yapıldığı okulumuzda çeşitli web tabanlı programlar incelenmiş ve ödev taramalarının bu programlar üzerinden yapılmasına başlanmıştır. Akademik dürüstlüğü sağlamadan iyi doktor, iyi mühendis, iyi politikacı, iyi bürokrat, iyi esnaf, iyi tüccar, iyi anne, iyi baba yani iyi insan olmak mümkün müdür? 127 yıldır “önce iyi insan yetiştirmek” oldukça mütevazı ve bir o kadar da iddialı bir söz. Ancak sözcüklerin anlam-larını yitirmeden yaşamla ilişkilendirilerek, huzurlu, barış içerisinde, saygılı ve etik çerçevede sorumlulukların yerine getirilmesi ile bu mümkün olabilir. Bunun için akademik olarak nasıl dürüst olunacağını, neler yapılacağını bilmek ve ona göre davranmak gerekir. Bu aynı zamanda insan olmanın şartı ve sorumluluğudur.
Aralık 2012 Ömer ORHAN Okul Müdürü
İdil ARAT
S A Y F A 4
Çoğumuzun söylemeye en çok korktuğu şeydir kaybetmek. İnsan ne kaybeder
“kaybetmek” sözcüğünü ağzına aldığında? Görünürde çok küçük olan bu sözcük neden
bizde bu kadar yara açabiliyor hiç düşündünüz mü? Herkes bir şeyler kaybeder çünkü.
Kimi dostunu, kimi oynadığı maçı, kimi kalemini, kimi yeni aldığı kulaklığı ve bunun bir
sonu yok. Kaybetmek bizim canımızı yakıyor çünkü biz her şeyin istediğimiz gibi olmasını istiyoruz. İşler yo-
lunda gitmeyince de ona buna, herkese, her şeye söyleniyoruz. Bize göre her şey yolunda giderken kurallarına göre
devam ederken kaybetmek kuralları bozuyor. Oysa kuralları biz koyuyoruz, biz bozuyoruz veya kurallara göre biz
oynuyoruz. Ne zaman istemediğimiz bir şey gerçekleşse adını kaybetmek koyuyoruz. Evet, yanlış duymadınız bu
ismi biz koyuyoruz.
Kimse size kaybettiniz demiyor, bunu sadece siz hissediyorsu-
nuz. Fakat görmekte zorlandığımız küçük bir şey var: Ne kaybe-
dersiniz, kaybedin aslında sonunda farkında olmadan bir şey
kazanırsınız. Bazen bir dost kazanırsınız, bazen olgunlaşmayı
bazen ise küçük bir gülümseme kazanırsınız.
Sözlerime somut bir örnek ile devam etmek istiyorum. “Pursuit
of Happiness” filmini izlediğimde bu konuda epey düşünmüş-
tüm. Gerçek bir hikâyeden esinlenilen bu filmde her şeyi kaybe-
den bir baba ve çocuğun başlarına ne gelirse gelsin kaybettikleri-
ni kabul etmeyerek inançla hayatı tekrar kazanmaya çalışması
beni çok etkilemişti. Onlar her şeyi kaybetmiş olsa bile umutla-
rıyla dünyaları kazandılar. Bu, neden sadece filmlerde olsun ki?
Filmler bize bugünlerde yaşadığımız hayattan daha olağandışı
geliyor sanki. Orada yaşananlar bizim hayatımızın bir yansıması
değil mi? Onları sadece bir beyaz perdede takılı kalan gerçekliği mümkün olmayan kareler gibi görmeye mi başla-
dık yoksa? Oysa insanların umutları bir beyaz perdeye sığmayacak kadar büyük ve değerlidir. Bu yüzden kaybetti-
ğini sanan insanlar sadece filmlerde kazanmamalı. Gerçek hayatta da umudumuzla çoğu şeyi kazanabileceğimizi
unutmamalıyız. Elindekileri yitirmek, insanları olgunlaştırabiliyor. Her hatamızda daha fazla öğreniyoruz ve öğ-
rendikçe kendimizi büyütüyoruz. Kendimize inanmalıyız. Hatta bazen kendimizle konuşmalıyız. Çünkü bu, bize
iyi gelecektir.
Kendimizi en iyi tanıyan biziz ve kendimize söylediklerimiz, kararlarımızı da etkileyecektir. Kaybetmek bizim için
bir korkaklık veya zayıflık olmamalı hayatımızda. Buna kalpten inandığımız zaman gerçekten kazanıyor olacağız
hayatı, hayatın bize sunduğu tüm güzellikleri.
NEDEN KAYBEDİYORUZ?
S A Y F A 5
Tuğba ELTER REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMA SERVİSİ
Dünyadaki pek çok eğitim sis-
teminde, ilginç bir şekilde,
branşların genel olarak hep bel-
li bir önem sıralamasında yer aldığını gözlemleye-
biliriz. Bu sıralamada “Fen Bilimleri” en tepedey-
ken “Sanat ve Spor” her nedense hep arka plan-
da kalıyor. Bu, IQ’nun, yaşamda öne geçmek,
güçlenmek, avantaj yakalamak için daha önemli
olduğu fikri ile bağlantılı duruyor sanki.
Eğitim sistemleri, yaşamın kont-
rolünü elimizde tutabilmek
için bizi daha donanımlı
hâle getirmeye çalışı-
yor. Bunu yaparken
öncelikle analitik
zekâmızı güçlen-
dirmeye yöneliyor
ama herkesin ana-
litik zekâsının öne
çıkmasının müm-
kün olmadığını artık
biliyoruz. Artık başa-
rının tek anahtarı IQ’nun
elinde değil. Teknoloji ça-
ğında parlayan EQ’lar bizi daha
güçlü ve başarılı kılıyor.
Eğitim sisteminde EQ’yu geliştirebileceğimiz en
uygun branşların bizim bugüne değin hep en arka
planda bıraktığımız sanat ve spora dair branşlar
olması ilginçtir. Bir konferans sırasında dinledi-
ğim ünlü bir profesör “Boğaziçi Üniversitesi’ni
diğer üniversitelerden ayıran ve ona üstünlük ve-
ren farkı nedir?” diye sormuştu dinleyicilere. Öğ-
rencilerin düşünmedikleri bir şeydi sorunun yanı-
tı. Bu okula üstünlük veren en önemli farkın, sayı-
ları yüzleri bulan “öğrenci kulüpleri” olduğunu
ifade etmişti profesör.
Peki sanat ve spor EQ’yu nasıl geliştirebilir?
Sanat ve sporun belki de en önemli hediyesi yara-
tıcılık’tır. Bu özgür ortamlarda gelişir yaratıcılığın
kökleri. Sanat ifade çeşitliliği sunarak yaratıcılığa
yol verir; spor özgür beden ve zihinlerde yeni fi-
kirlerin filizlenmesini sağlar.
Sanat, bize bizden başka
insanların beyinlerini ve
kalplerini açar. Çok zen-
gin bir ifade çeşitliliği
sunar. Bunu yaparken
öyle güzel sesler, şekil-
ler ve renklere bürünür ki bize söyle-
yemediklerimizi öyle mümkün
bir yolla söylettirir ki ruhsal bir
rehabilitasyon sağlar. Çok
yönlü, çok alternatifli
düşünebilmeyi dene-
yimleriz her bir ro-
manda. Her hika-
yede başka bir
hayatın içine girer
ve orada yaşanan
hisleri giyinip
üzerimize, her de-
fasında farklı atar-
ken kalplerimiz daha
duyarlı “benler” oluruz.
Düşündüklerimizi anlatabil-
menin, bazen eğlenceli, bazen
sarsıcı, bazen şaşırtıcı, bazen zeki yolların-
da yürürüz. Ve o yollardan bir şeyler kalır cepleri-
mizde.
Spor, nasıl kullandığımızın pek de farkında olma-
dığımız vücutlarımızı alıp yeniden şekillendirir.
Stress hormonları ile dolan dokularımızı oksijenle
temizler. Düşünceyi berraklaştırır. Duruş ve hare-
ket biçimimize bağlı olarak bütünlüğü bozulan vü-
cudumuzun bütünlüğünü sağlar ve fiziksel sıkıntı-
larımızı, ağrıları yok eder. Bedensel iyilik hissi
yaratır. Bedensel iyilik hâli bizi ruhsal iyiliğe sevk
eder. Takım hâlinde yapılan sporlar iletişim, yar-
dımlaşma, paylaşma, sorumluluk duygusu gibi be-
cerilerle EQ’yu geliştirir.
İşini iyi bilen, zekasının hünerlerini kullanan in-
sanların yarattığı ürün ve hizmetler eğer iyi bir an-
latımla, duyarlılıkla, yaratıcılıkla, kültürle, empati
ile yayılmıyorsa topluma insan hak ettiği değerleri
çok geç bulabilir. Kişisel doyum ve mutluluk için
hem IQ’muzu hem de EQ’muzu yeşertecek atmos-
ferler yaratmalıyız.
Ruh-Beden-Zihin Orkestrası
S A Y F A 6
Fotoğrafçılık Kulübü Sultanahmet’te!
FMV Ayazağa Işık Lisesi Fotoğrafçılık Kulübü öğrencileri 12.12.2012 tarihin-
de rehber öğretmenleri G. Tuğçe YARKIN ve Fotoğraf Usta Öğreticisi Gökhan
SÜSLER eşliğinde, fotoğrafta ışık çalışmaları yapmak amacıyla Sultanahmet
Meydanı’na bir gezi düzenlediler ve her biri kendi fotoğraf makineleriyle fo-
toğraf çekerken birbirleriyle fikir alışverişinde bulundular. Soğuk ama güneşli
bir aralık gününde çektikleri birbirinden güzel fotoğrafları port folyolarına ek-
lediler. Gül Tuğçe YARKIN
Mimar olmak isteyen öğrencilerimiz
ile birlikte katıldığımız “Hayal Et –
Tasarla- Tartış” isimli atölye çalışma-
sında İTÜ’de görevli olan mimar öğ-
retim üyelerinin rehberliğinde öğren-
ciler verilen konular ile ilgili düşünce-
ler üretip sonrasında bu düşünceleri
farklı malzemeler kullanarak üç bo-
yutlu hâle getirdiler.
Gün sonunda, tasarımlarını gruptakiler
birbirlerine anlatarak tasarımları üze-
rinde tartışmalar yaptılar.
Merve SAVRAN
S A Y F A 7
İnsan bazen bulunduğu ortamdan uzaklaşıp çekip gitmek
ister hiç bilmediği o uzaklara. Yeni insanlarla tanışmak,
yeni deneyimler kazanmak ister. Kısacası bir değişime
ihtiyaç duyar. Artık bulunduğu yer onu çekmez, aksine
uzaklaştırır kendisinden. Gidip yaşamın içine girip
başka hayatlara dokunmak ister.
Ben de bu yüzden 10. sınıfın sonunda Türk Kültür
Vakfının hazırladığı bir sınava AFS programının
YES dalının sınavına girdim. Önce genel yetenek
sınavı olduk ekim sonu gibi. İki hafta sonra
sonuçlar açıklandı, kazanmıştım. Aralıkta
mülakatlar yapıldı, bize bazı sorular sorul-
du ve ben ateşlenerek cevapladım o soru-
ları neredeyse. Fazla heyecan yapmıştım.
Ama ondan da başarılı bir sonuç aldım.
Ocakta başvuru formlarını doldurup Ame-
rika’ya gönderdik. Yaklaşık 50 sayfaydı
hepsi. Sıkıntılı bir işti. İçimden gelmeye
gelmeye yaptım diyebilirim. Benim asıl
istediğim sınavları kazanıp gidip gitmeme
kararımın elimde olmasıydı. Gitmeye pek
sıcak bakmıyordum, zaten annemle ba-
bam da hiç istemiyordu. Martta da İngi-
lizce sınavı olduk, onu da geçtim. Nisan-
da aile ziyaretine geldiler, memnun kaldılar. Her şey çok
olumluydu, geriye sadece Amerika’dakilerin onayını bek-
lemek kalıyordu. Mayısın ortalarına doğru diğer kazanan-
ların gidişleri kesinleşti, evlerine mektuplar geldi ama
bana bir haber gelmedi. En sonunda “Eğer bir haber yok-
sa büyük ihtimalle seçilememiştir.” dediler. Ben çok üzül-
düm, sinirlendim. Fazla umutlanmıştım herhalde. Ama
dedim ya aslında umut değildi bu, hırstı. Gitme olanağını
istiyordum, gitmeyi değil. Neyse, belli bir süre sonra nor-
mal hayatıma geri döndüm.
Fakat haziranın ilk haftasında, ben okuldayken birden
annem beni aradı. En yakın arkadaşımlaydım. “Tebrikler
mektubun geldi.” dedi annem. Önce inanmadım. İnana-
madım. Sonra katta çığlık atıp koşmaya başladım. Arka-
daşım da benimle koştu tabii. Her neyse, o gün bambaş-
kaydı. O kadar heyecandan sonra durulup ne yapacağımı
kara kara düşünmeye başladım. “Git!” diyenler oldu,
“Gitme, özleriz!” diyenler oldu. Ama bu fırsatı tepemez-
dim ne olursa olsun. Hayatımın dönüm noktası olabilirdi.
Nitekim öyle de oldu. Artık hayatımı AFS yılımdan önce
ve sonra diye ayırıyorum.
Türkiye’den 44 öğrenci gittik Amerika’ya. Önce Was-
hington DC’de kampa aldılar bizi, diğer ülkelerden gelen
değişim öğrencileriyle beraber. Çok eğlenceliydi. Bir sürü
değişik ülkeden insanı tanıma fırsatım oldu. Pek çoğuyla
da kalıcı arkadaşlıklar kurdum. Yaklaşık dört gün yılımı-
zın daha kolay geçmesini sağlayabilecek söyleşiler ve
etkinlikler yaptıktan sonra herkes eyaletlerine gönderildi.
Senem çok parlak başlamadı. Nebraska eyaletine gönde-
rilmiştim ama hakkında hiçbir şey bilmiyordum. İnter-
net’te dâhi çok fazla bilgi bulamadım. Az buçuk gözümde
canlanıyordu fakat gidince bambaşka bir manzarayla kar-
şılaştım.
İstanbul’la hiç alakası yoktu yeni şehrimin. Sessiz, sakin bir
yerdi. Sadece iki tane alışveriş noktası vardı Lincoln'da. Ve
nüfusu yaklaşık 300,000'di. 15 milyonluk bir şehirden böyle
bir şehre gelmek akıl kârı değildi. Ama ailem belli olmuş-
tu. Evet, Ameriklı bir aile ile kalacaktım ve geri dönüşü
yoktu.
Okulum çok ilginçti, çok büyüktü ilk olarak. Her
dersin ayrı dersliği vardı. Çok net hatırlıyorum, ilk
haftam çok komikti. Elimde okul haritasıyla sınıfları
arıyordum. İnsanlarla tanışır tanışmaz bir deği-
şim öğrencisi olduğumu söylemek zorunda
hissediyordum çünkü bilmediğim bir şeyle
karşılaşırsam zor durumda kalmak istemiyor-
dum. Onlar da bana hemen Nebraska’yı sevip
sevmediğimi soruyorlardı. Bir de adımın nasıl
okunduğunu. Bu konuda epey zorlandılar.
Genelde bana “Eylif” diyorlardı. Onları
düzelteyim derken bir de baktım ki ben
bile kendime “Eylif” diyorum artık.
Kaldığım ailenin iki kızı vardı. Biri
benimle yaşıt diğeri 12 yaşında. Kar-
deşim diyordum ikisine de. Biyolojik
olarak tek çocuk olan ben, iki kardeş edinmiştim orada.
Hem de benden çok farklı iki kardeş. Küçük kardeşim bana
daha çok benziyordu fakat büyüğüyle gerçekten çok farklıy-
dık. Olaylara bakış açılarımız çok farklıydı bir kere. Benim
kastettiğim şey başka, onun anladığı hep başka oluyordu. Bu
yüzden bazı tatsızlıklar çıkabiliyordu arada. Ama her şeye
rağmen çok iyi bir aileye denk gelmiştim.
S A Y F A 8
Ben onları kendime alıştırayım, onlar beni değiştirsin derken bir anda kendimi
memleket özleminde buldum. Hayatımda hiç ülkeme karşı bu kadar sevgi
hissettiğimi hatırlamıyorum. Çok duygusallaşmıştım ekim, kasım
gibi. İnternet’ten haberleri okuyor, Türkiye ile ilgili videolar izli-
yordum. Özledikçe izliyordum, izledikçe özlüyordum. Hiçbir
şey özlemimi dindirmiyordu.
Arkadaşlarımla eskisi kadar konuşamamak, anneme sarıla-
mamak, babamla gülememek çok üzüyordu beni. Doğum
günüm bana çok anlamsız geldi. Aralığın soğuğunda arkada-
şım dediğim ama daha yeni tanışmış olduğum insanlarla
beraber doğum günümü kutladım güya. Kaldığım ailenin
evinde bir parti verdiler benim için, birkaç arkadaşımı çağır-
dım. Zevkli geçti ama buradaki doğum günlerim gibi değildi.
Annem, babam yoktu yanımda.
Yeni yıla da annemler olmadan girdim fakat bu sefer New York’taydım. En
yakın arkadaşım Emelia (İsveçli değişim öğrencisi) ve kuzenimle beraber. Onlara Türk yemekleri yaptım. Emelia bizim yemek-
leri çok beğendi. Lokum da ikram ettim, bayıldı. Yeni yıla Times Square’de girmek bambaşkaydı. Tanımadığımız insanlarlay-
dık ve yeni yılı onlarla kutladık. Bu benim için bir ilkti, daha önceleri hep ailemle kutlardım.
Görüyorsunuz ya hep ailemleymişim ben geçen seneye kadar. Onlar-
sız olmam güçsüz olduğum anlamına gelmiyor fakat onlarla kendi-
mi çok daha güvende hissediyordum. Hâlâ da öyle. Ailem benim
her şeyim.
Her neyse, 2012 Nebraska'da çok daha iyi geçti. Artık okuldaki
herkesi tanıyordum ve onlar da ismimi daha iyi telaffuz ediyorlar-
dı. Derslerim de iyiydi, zaten hocaların hepsi bize hoşgörülüydü.
İlk dönem fotoğrafçılık dersi almıştım ve beni çok etkilemişti o
ders. Fotoğraflara ilgim olduğunu o zaman anlamıştım. Bir makine
alıp bol bol fotoğraf çekmeye başlamıştım. Herkes de çok beğen-
mişti fotoğraflarımı. İkinci dönem onun yerine gazetecilik dersini
aldık Emelia'yla. Büyük cesaretti bizimkisi. Bir sürü değişik kuralı
varmış meğerse bu İngilizce gazeteciliğin. Çok garipsemiştik başta
ama sonradan alıştık ona da her şey gibi.
Yalnız hissettiğimde biliyordum ki Emelia var yanımda. Ve o beni anlıyordu. Çünkü o da benimle aynı şeyleri hissediyor ve
yaşıyordu. O da özlüyordu arkasında bıraktıklarını ben de özlüyordum.
Neyse ki özlemimiz dinmişti ikinci dönem, bir de spora başlayınca iyice rahatlamıştık. Disk ve gülle atmayı denedik. Disk çok
zevkliydi. Bunun yanında koşuyorduk da. Ben ayrıca arada yüzüp yoga yapıyordum. Spora başladığımdan iki hafta sonra ailem
değişti. Nedeni, iki aileyle Amerikan kültürünü daha iyi tanıyabileceğimdi. Başta çok korktum, bir daha nasıl alışırım başka bir
aileye, ya bu sefer beni sevmezlerse bana güvenirler mi acaba diye. Fakat sonra bu korkularımın tamamen yersiz olduğunu an-
ladım. Bir kızları vardı benim yaşımda ve biz onunla gerçekten ikiz gibiydik. O kadar benziyorduk ki okula beraber gittiğimiz
ilk gün aynı kıyafeti giymiştik tesadüfen. Çok gülmüştük kendimize. Hiç yabancılık çekmedim kısacası bu ailede de.
S A Y F A 9
Sporumuz okul bitmeden üç hafta önce bitti. Okulun bitecek olma-
sı gerçeği kadar kötü bir şey yoktu o dönemde hayatımda. Çünkü
okul bitince Emelia İsveç’e geri dönecek ve ben de Emma (ikinci
ailemdeki kardeşim) ile beraber onun at yarışları için başka eyalet-
lere gidecektim. Yani Nebraska'daki arkadaşlarımla bol bol vakit
geçirmek gibi bir lüksüm yoktu maalesef.
Finalleri verdik ve okul bitti. Üç gün sonra Emelia İsveç’e döndü.
Ben hayatımda ilk kez toplum içinde ağladım. O benim için çok
değerliydi ve gitmişti. Ben de gitmeliydim ama daha bir ayım var-
dı değişim programım yüzünden. Onlar öyle ayarlamışlardı. Ger-
çekten çok saçmaydı. Hemen hemen bütün değişim öğrencisi arka-
daşlarım mayısın sonunda dönüyorlardı, ben ve bir Fransız kız
kalıyorduk sadece. O da 4 Temmuz kutlamalarını, Amerika'nın
bağımsızlığını kazandığı günün kutlamalarını, izlemek için kal-
mak istiyormuş. İlginç biriydi. Sırf o yüzden kalmayı ben tercih eder miydim bilmiyorum.
At yarışları düşündüğümden kısa ve eğlenceli geçti, dönünce arka-
daşlarımla görüştüm, eğlendik. Ama hiçbir günüm Emelia'yla ge-
çirdiğim günler gibi değildi. O benim için çok değerli oluvermişti
bir anda. Hiç tahmin etmezdim ta Nebraskalara gelip de İsveçli bir
dost, bir kız kardeş edineceğimi. Aklımın ucundan bile geçmezdi.
Bir anda bir karar alıp Nebraska'ya gittim ve bambaşka insanlar
kalbime girdi.
Dönerken az kalsın uçağı kaçırıyordum. Gerçi keşke kaçırsaydım,
keşke tüm uçuşları kaçırsaydım. En azından bir ay daha kalsaydım
orada. Yetmedi. Uçak kalktığı an içim parçalandı, bulutların üs-
tünde süzülürken aşağıdaki mısır tarlaları beni gerçekten çok duy-
gulandırdı. Uçak dursun, düşsün, yakıtı bitsin, pilot bir anda kay-
bolsun, ben uçaktan ineyim istedim. Ama olmadı. Öylece ayrıldım
Nebraska'mdan, güzel eyaletimden.
Yine DC’de toplandık diğer ülkelerden gelenlerle beraber. Herkes çok değişmişti. Büyümüştük. Herkesin gözlerinden anlaşılı-
yordu mükemmel bir sene olduğu. Ama hepimizde bir hüzün vardı. Ayrılmak istemiyorduk. Bu seferki kampta hüzün vardı.
Ağlayan çok arkadaşım oldu. Teselli edemedim. Söyleyebildiğim tek şey şu oldu:“Geri döneceğiz bir gün...”
Şimdi geçmişe bakınca her şey çok komik geliyor bana... Neler yaşamışım. Gitmeden önceki Elif'le şimdiki Elif arasında dağlar
kadar fark var. Daha sabırlı, hoşgörülü ve kuralsız oldum. Hiçbir şeyi kafama takmaz oldum. Bunlar beni mutlu da ediyor açık-
çası. Hiç üzülmeye değmiyor çünkü. Yarın ne olacağı belli değil. Fotoğraf dersinden bahsetmiştim ya hani, o dersimin öğretme-
ni şubat ayı gibi vefat etti. Ani kalp kriziydi nedeni. Ve ben hocamın cenazesine gittiğimde onun ölü bedenini gördüm. Hayatta
görmek istediğim son şeydi galiba bir ceset görmek ama maalesef gördüm. Hocam Katolik’ti ve kilisenin hemen kapısının için-
de naaşı duruyordu. Girer girmez gördüm ve derhal dışarı çıktım. Beni çok etkiledi. En sevdiğim öğretmenlerdendi, daha bir
hafta öncesine kadar şakalaşıp konuşurken şimdi ölmüş orada yatıyordu. Hayat gerçekten de çok kısaymış o zaman anladım.
Üzmek istediğim son kişilerdi annemle babam fakat ben geçen sene kendimden mahrum bırakarak onları çok üzdüm. Benim
kardeşim ve yerimi dolduracak birisi yoktu. Onlar bensiz bir evde tam bir sene yaşadılar. Yaptıkları fedakârlığın hesabı
yok. Ailem her şeyimmiş benim. Kıymetlerini çok iyi anladım.
Geçen bir yılın bana kattıkları çok fazla. Herkes denemeli. Belki o kadar uzun bir süreliğine değil hatta belki daha yakın bir
yerde. Ama mutlaka denemeli...
ELİF BAŞAK DERECİ
S A Y F A 1 2
Bu yıl Coğrafya Kulübü olarak ikinci gezimizi 17
Aralık 2012 Pazartesi günü gerçekleştirdik.
Pazartesi sabah 09.45 civarında biz- Coğ-
rafya Kulübü öğrencileri- Coğrafya
Öğretmenimiz Pelin Güzel ve Faruk
Özbakan’la okuldan çıkıp ilk dura-
ğımız olan İstanbul Üniversitesi
Avcılar Kampüsünde bulunan
Jeoloji Müzesine doğru yola çık-
tık. Orada Cengiz Ülkerdoğan,
Necmi Dalman ve Nişantaşı
Işık, Erenköy Işık Liseleri Coğ-
rafya Kulüpleri ile buluştuk. Ön-
ce Kayaç Müzesini her birimiz
bireysel olarak gezdik, inceledik.
Benim ilgimi en çok hayvan fosilleri
çekti. Özellikle fosilleşmiş hayvan diş-
leri, yani taşlaşmış hâlde bulunan hayvan
kalıntıları çok ilginçti.
Önce, Jeoloji Mühendisi Alper Şengül bize müzeden ge-
nel olarak bahsetti. Çoğu insanın, dünyanın-ve tüm bu
doğal oluşumların- sahibiymiş gibi davrandığını ama as-
lında dünyaya ait sadece birer canlı olduğumuzu bize an-
lattı. Etraftaki her doğal oluşumu incelememizi ve anla-
mamızı ve onlara ona göre değer vermemizi öğütledi.
Çünkü yaşamımızda kullandığımız her şeyi doğadan elde
etmekteyiz. Türkiye’nin aslında doğal zenginliklerle dolu
bir “cennet” olduğunu açıkladı. Bunların ardından bizi
müzenin içinde bulunan doğal oluşumlar hakkında bilgi-
lendirmeye başladı. Jeoloji Müzesi iki bölümden oluş-
makta, birinci bölümü mineral ve kayaçlar, ikinci bölümü
ise fosiller oluşturmaktadır. Mineraller en küçük inorga-
nik yapıdır ve birleşerek kayaçları oluşturur. Doğada bili-
nen 3000’den fazla mineral varmış ve bu çeşitlilik konu-
sunda Türkiye çok önemli bir yere sahipmiş. Kayaç türleri
üçe ayrılır. Bunlardan ilki magmatik kayaçlardır. Magma-
tik kayaçlar da kendi içinde plutonik ve volkanik kayaçlar
şeklinde ayrılır. Bu iki kayacın ana farkı hızlı soğumadır.
Volkanik kayaçlar volkanizmadan çıkıp hızlı soğurlar ve
böylece gözle görülemeyecek kadar minik tanelere sahip
olurlar. Plutonik kayaçlar ise volkanizmadan dışarı çıkma-
dıkları için yavaş soğumayla gözle görülebilecek iri tane-
lere sahip olurlar. Bu şekilde aynı kayaç türü birbirinde
ayrılır, farklılaşır.
İkinci kayaç grubu sedimenter (çökel) kayaçlardır. Bu
kayaç grubu içinde üçe ayrılır. İlki fiziksel, ikincisi kim-
yasal üçüncüsü ise organik kayaçlardır. Üçüncü kayaç
grubu ise metamorfik yani başkalaşım kayaçlarıdır. Örnek
olarak aslında kimyasal tortul kayaç olan çakıl, kum, silt
ve kil, sırasıyla gnays, şist, fillat ve sleyte dönüşür.
Kayaçlar hakkında bilgi edindikten sonra
Paleontolog olan Burcu Hanım bize
fosillerin çökelmeyle ve buzla na-
sıl oluştuğunu anlattı. Öncelikle
sadece iskelete sahip olan
hayvanların fosillerinin ol-
duğunu, diğerlerinin ise
sadece izlerinin bulundu-
ğundan bahsetti. Örneğin
solucanın iskeleti olmadı-
ğı için fosilleşmezmiş.
Fosillerin çökelmeyle
oluşmasında balıklar öl-
düğünde sert kısımları
yani kemikleri hariç, etleri
deforme olur. Böylece geriye
sadece kemikleri kalır. Bu ola-
yın ardından toprak zamanla çöke-
lerek kemikleri havasız bir ortamda
bırakır. Uzun bir zaman sonra arazinin
hareketiyle, fosilin bulunduğu katman yeryüzüne
yakın bir alana ulaşır. Buzulun içindeki fosilleşme
ise buzda hava bulunmaması nedeniyle oluşur. Ay-
rıca bir ağaç reçinesi olan kehribarda da hava bu-
lunmaması nedeniyle küçük böcekler bunun içinde
fosilleşirler.
Dünyanın yaşı 4,6 milyardır. Dünyada hayat önce
suda başlamıştır. Öncelikle tek hücreliler ardından
çok hücreli canlılar ortaya çıkmıştır. Bitkiler karaya
hayvanlardan daha önce yerleşmişlerdir. Hayvanlar
ise önce sürüngen olarak ardından memeli ve kuş-
lar olarak karaya yerleşmişlerdir.
Jeoloji Müzesinden çıktıktan sonra Küçükçekmece
Gölü’nü görebileceğimiz bir tepeye doğru yola ko-
yulduk. Ordayken önce Faruk Hoca bize Küçük-
çekmece Gölü hakkında bilgi verdi. Küçükçekmece
bir kıyı set gölü yani bir lagündür. Deniz seviyesi-
nin yükselmesiyle dere yatakları dolmuş, koy ve
körfez oluşmuştur. Denizin ara sıra kabarmasıyla
göl az tuzlu bir hâl almıştır. Nakkaş, Ekşinoz ve
Sazlıdere Küçükçekmece Gölü’nü beslemektedir.
Bu dereler aynı zamanda gölün kirlenmesini de
artırmaktadır.
T H E P A L A
S A Y F A 1 3
MÖ 3000-2000 yılları civarında, Firuzköy’de Küçükçekme-
ce Gölü’nün bulunduğu yerde, şu an batık şehir şeklinde
değerlendirebileceğimiz Bathonea kenti varmış. Erenköy
Işık Lisesi Öğretmeni Tülin Babal, İstanbul’un ilk sanayi-
leşme bölgesi Küçükçekmece ve çevresidir. Ancak nüfus
arttıkça, bu bölge yerleşim alanı olarak da gelişmeye başla-
mıştır. Böylelikle son 50 yılda çok fazla atık biriken gölde
algler artmış, bu nedenle de göldeki oksijen miktarında
azalma olmuştur. Bunu gölün üstündeki yeşil tabakadan da
anlayabiliriz.
Küçükçekmece’yi görmek için çıktığımız tepeden aşağı
yürüyerek demir kapıyla kapanmış, çitlerle çevrilmiş bir
alana girdik. Bu alanda zamanında heyelan olmuş ve hâlâ
burada heyelan tehlikesi varmış. Heyelan olmasının önce-
likli nedeni fazla yağış almasıdır. Ayrıca kayacın yapısı da
çok büyük bir etkendir. Örneğin kil ve kireçten oluşan top-
rakta kil sudan ötürü şişer ve kireç suyu geçirir. Bu nedenle
de heyelan olma olasılığı daha yüksektir.
Bu gezide beni en çok etkileyen bilgiler fosiller ve Küçük-
çekmece Gölü hakkında olanlardı. Fosillere daha başka bir
gözle, en azından bir seviye daha fazla bilinçle baktım.
Geçmişe dair anlattığı bir sürü bilgiyi ve bu bilgilerin tarih
adına ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Küçükçekmece
Gölü için de aynı bilinçlenme veya bilgilenme söz konusuy-
du benim için. Sanayinin gelişiminin kötü etkilerinin genel-
likle doğal oluşumlara olduğu ve bunu düzeltmek için çok
uzun yıllar kimsenin çabalamadığını daha iyi anladım. Şu
an Küçükçekmece için bu yapılsa da hâlâ bu şekilde kirlen-
miş, ölmeye yüz tutmuş bir sürü oluşum tehlikede. Bunun
düzeltilmesi için öncelikle bilinçlendirme şart.
Başak Nisan DURAN Julıa Mary KAYAER
S A Y F A 1 4
Erikli Yaylası
Her mevsim başka bir güzel Erikli Yaylası…
Feribot veya deniz otobüsüyle Yalova’ya
geçip oradan Teşvikiye köyüne gidiyorsu-
nuz. Köyün çıkışında güzel bir kahvaltı ya-
pıp çaylarınızı içtikten sonra yürümeye he-
men başlayabilir veya parkurun başladığı
yere kadar araçla gidebilirsiniz. Rotanın giri-
şinde dik bir yokuş var ama aman acele et-
meyin, daha gün uzun ve karda yürüyecek
yaklaşık üç saatlik bir yolunuz var. Önce
yayla evlerinden oluşan alana ulaşacaksınız
sonrasında düz çayır ve ağaçlık alanlardan
yarım saat daha yürüyüp şelalelerin olduğu bölgeye geleceksiniz. Suyun
sesini takip ederseniz büyük şelaleye kadar gidebilirsiniz.
İstanbul’da yaşamak hepimiz için zor zanaat. Kış kendini iyice hissettirmeye başlamışken sizlere
şehre yakın ama aslında şehirden uzakta kendinizi ve doğayı dinleyebileceğiniz kaçış noktalarını
derledim. Birazdan okuyacaklarınız bir başlangıç. Daha gidilecek onlarca rota var. Fırsat bulduk-
ça ailenizi, arkadaşlarınızı yanınıza alıp buralara kaçma şansı yakalarsanız kendinizi dönüşte daha
güçlü ve hayatın zorluklarına karşı daha hazır hissedersiniz. Ben öyle yapıyorum...
Kilyos-Rumeli Feneri Yürüyüşü
İstanbul’a en yakın yürüyüş rotala-
rından biridir Kilyos-Rumeli Fe-
neri yürüyüşü. Belediye otobü-
süyle bile ulaşabileceğiniz bir
bölge. Kilyos’a ulaşıp Karade-
niz’in hırçın dalgaları eşliğinde
zaman zaman kumsalların üzerin-
de, zaman zaman orman içlerinde
patikaları takip ederek Karadeniz’le Mar-
mara’yı birbirine bağlayan boğazın girişine Ru-
meli Feneri bölgesine gidebiliyorsunuz. Yol üzerindeki Cenevizlilerden
kalma kale sizi kısa bir tarihe yolculuğa çıkarıyor.
T H E P A L A
S A Y F A 1 5
Not: Yukarıda sıraladıklarımızdan İstanbul içi olan gezi haricindekiler,
kış mevsiminde tamamen karla kaplı olan doğa rotalarıdır bu sebeple
doğa sporcuları eşliğinde veya rehberliğinde yapılması gereken yürü-
yüşlerdir. Doğa sporları malzemeleri satan mağazalardan alınmış, su
geçirmez kar botu, tozluk adını verdiğimiz ve bileklerden ayakkabı
içine kar dolmasını engelleyen malzeme, yedek giysiler ve yiyecekleri
koymak için sırt sistemi olan bir sırt çantası, 1 litre sıcak su termosu
olmazsa olmaz malzemelerdir. Bunların dışında groteks su geçirmez
pantolon, bu tür aktiviteleri sağlıklı tamamlamanız için gerekli malze-
melerdir. Aksi hâlde sonuçlar tehlikeli olabilir. Dağcılık ve doğa spor-
ları kulüpleriyle, deneyimli gruplarla veya ticari tur düzenleyen firma-
larla bu aktivitelerin tamamını güvenli ve keyifli bir şekilde yapabilir-
siniz.
Sağlıklı ve doğayla bütünleşmiş yeni bir yıl geçirmenizi dilerim...
Aytepe-Servetiye Camii Yürüyüşü
İzmit bölgesinde Yuvacık Barajı’nı besleyen derelerden biri
olan Soğuk Dere boyunca yapacağınız bu yürüyüşte kara do-
yacaksınız. Aytepe’de araçlarınızdan indikten sonra
(yaklaşık bir saatlik bir yürüyüşle Veysel Dayı’nın mekânına
ulaşacaksınız.) Aslında burası bir su deposu ve İzmit, bir
miktar suyunu buradan karşılıyor. Veysel Dayı deponun bek-
çisi, doğa yürüyüşçüleri bölgeye sürekli gidip gelince Veysel
Dayı da bir şömine yapmış, ağaçtan kapalı alanlar oluştur-
muş, su değirmeni ile de şirin bir yer hâline getirmiş mekânı.
Şömine başında giysilerinizi kurulayıp çaylarınızı içerken
yürüyüşün ikinci etabına hazırlık yapabilirsiniz. Soğuk dere-
nin kenarından yol boyunca rahat bir yürüyüş temposuyla
zaman zaman belinize kadar gelen karda yürüyecek, güle oynaya muhteşem bir vadinin içinden köye
doğru yol alacaksınız. Veysel Dayı’yı geçtikten sonra yaklaşık iki km ileride solda bir şelale var ama
kar fazla olacağı için inmek zor gelebilir. Yine de üzülmeyin, parkurun sonlarına doğru yolunuzun
üstünde sizi bekleyen bir şelale daha var. Yamaçlardan gelen bu son sürpriz gezinize renk katacaktır.
Ayvansaray- Balat Gezisi
Bir pazar günü yüzünüzü eski ve nostalji dolu İstanbul’a çevirin, hemen yanı başınızda duran ve çok
derin anlamlar barındıran bir tarihin içinde kaybolun.
Ayvansaray Atik Mustafa Paşa Camii
Meryem Ana Kilisesi
Anemas Zindanları
İvaz Efendi Camii
Hz. Cabir Camii
Aya Dimitri Kilisesi
Bulgar Kilisesi
Balat Sokakları
Fener Patrikhanesi
Fener Lisesi
Cibali sokakları
Molla Zeyrek Camii
Zeyrekhane (Koç Vakfı işletiyor.)
İşte size şehirde yapabileceğiniz harika bir pazar gezisi...
Sibel ÇAĞLAR
S A Y F A 1 6
16 Aralık 2012 Pazar günü yapılan
FMV 127. Yıl Dönümü ve Mezunlar
Günü etkinlikleri kapsamında Müzi-
kal ve Koro kulübü öğrencilerimiz-
den Ecem Deveci, Ege Kaan Boysa-
ni, Sena Tarım, Melike Selin Balık-
çı, İpeksu Yağmur Çağan, Pınar
Tartan, Ezgi Çakır, M. Zeynep Din-
çer ve Gwendolyn G. P. Hitzfeld
“Summer Nights” parçasını seslen-
dirmişlerdir. Çiğdem KUTLUĞ
16 Aralık 2012 tarihinde vakfımızın ku-
ruluşunun 127. yılını kutladık. Aynı gün
geleneksel mezunlar günümüz vardı. Bu
anlamlı iki etkinliğimiz 11.30’da Atatürk
Büstü’ne çelenk sunulmasıyla başladı.
Ardından tören programı için Çok Amaç-
lı Salon’a geçildi. Buradaki tören saygı
duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından ana
okulu öğrencilerinin “Hoş Geldin” ko-
nuşmasıyla devam etti. FMV Işık Okulla-
rının tanıtım filminden sonra Feyziyeliler
Işıklılar Derneği adına Jess Molha bir
konuşma yaptı.
Okul Müdürümüz Sayın Ömer Orhan Bey’in konuşması-
nın hemen ardından Sayın Vakıf Başkanımız Yük. Müh.
Tufan DURGUNOĞLU’nun gönderdiği konuşma okun-
du. Törenin bitiminde geleneksel öğle yemeği konukla-
ra ikram edildi. Yine geleneksel hâle gelen eski ve yeni
mezunlar arasında futbol maçı yapıldı. Zafer YAZ
S A Y F A 1 7
Barbaros ALBAYRAK
Ali Alp Alanyalı:
Mezuniyet Yılı: 2007 (Ayazağa Işık Lisesi 2007 Yılı Okul Birincisi)
Mezuniyet konuşmamda da belirttiğim gibi Atatürk’ün ismini verdiği bir okulda okumak bizim için büyük bir şereftir. Bu okulda biz hocalarımızdan sevgiyi, saygıyı, bağlılığı, dostluğu öğrendik. Hocalarımız bizler için birer öğretmen olmanın yanı sıra koru-
yucu meleklerimizdiler, önce öğretmeyi sonra desteklemeyi öğrettiler bizlere. Bunlar hayatta para ile ölçülemeyen paha biçile-
meyen şeylerdir. Eğer tekrar lise okumak için bir şansım olsa yine gözüm kapalı geleceğim tek yer Ayazağa Işıktır. Sevgili kar-deşlerimden her geçen gün ilerleyen ve gelişen bu okula sahip çıkmalarını ve değerini bilmelerini rica ediyorum.
Jess Molho: Mezuniyet Yılı: 1994
Lise yıllarındayken okulun müzik grubundaydım arkadaşlarım ile o zamanın Milliyet ve Hürriyet müzik yarışmalarına katılırdık,
ne yazık ki şu an kalmadılar veya isim değiştirdiler. Ayrıca okulda bizim yakar top takımımız vardı, bütün bunlar okula dair
özlediğim unsurlardan sadece bazıları fakat dersleri hiç ama hiç özlemedim. Aslında gençlere bir mesaj vermenin bir faydasını
görmüyorum çünkü küçükken büyüklerimizin bize verdikleri mesajları bizler de anlamıyorduk lakin genç arkadaşlarımıza oku-
lun kıymetini bilmelerini gerektiğini söyleyebilirim. Lisede geçen günler kolay geri gelmiyor. Bugün geldiğim konumda Işıklı olmanın bana katkısının gerçekten çok büyük olduğunu söyleyebilirim. Güzel bir çevre sahibi olmamda ve geniş bir vizyona
sahip olmamda Işıklı olmanın ayrıcalığını her zaman bariz bir şekilde hissettim.
İlyas Can Kömürcü:
Mezuniyet Yılı: 2010
Işık’tan akademik olarak çok büyük ve faydalı bir yardım gördüm. Hocalarımız, her zaman ve her yerde ne zaman yardıma ihti-yacımız olsa desteklerini bizlerden esirgemediler. Lise hayatım sürecinde geniş bir sosyal çevreye sahip oldum. Işıklı olmak ve
Işık’ta öğrendiğim geniş özgüven duygusunun bana çok şeyler kattığını düşünüyorum. Işıklı kardeşlerime gelirsek onlara lise
hayatında kurdukları dostlukların kıymetini bilmelerini ve korumalarını öneriyorum. Çünkü lisede oluşturulan dostluklar maale-sef üniversitede o kadar sağlam zeminler üzerine kurulamıyor.
Eda Avcıoğlu:
Mezuniyet Yılı: 2010
Bence Işıklı olmak çok önemli ve çok gurur verici bir fark. Her yerde bu farkı çok net bir şekilde hissedebiliyorum. Üniversiteye gidince insan hemen lise günlerini aramaya başlıyor. Belki biraz klişe olacak ama ben de onlara okulun kıymetini bilmelerini
söyleyeceğim, bana söylediklerinde inanmazdım ancak zamanla onlar da anlayacaklar bu güzel günlerin ve okulun kıymetinin
bilinmesi gerektiğini. Işık’ta okuduğum süre boyunca da gerçek dostluğu, arkadaşlığı ve kardeşliği öğrendim.
Onur Tonguç:
Mezuniyet Yılı: 2000
Işıktan tek cümle ile arkadaşlığı, dostluğu ve tek yumruk olabilmeyi çok özledim. Işıkta okuduğum süre boyunca hayatta nasıl
kalmam gerektiğini, başımı nasıl dik tutabileceğimi öğrendim. Okudukları okulun kıymetini herhalde kardeşlerime en iyi şu şekilde açıklayabilirim. Ben İstanbul Üniversitesi mezunuyum ama bana okulumu sorduklarında hâlâ lisemi yani Ayazağa Işık
Lisesi mezunu olduğumu söylüyorum. Işıklı olmanın bir ayrıcalık olduğunu asla unutmasınlar. Son olarak bugüne kadar Işık’ta
bana emeği geçen herkese minnetlerimi iletiyorum.
Uğur Hersek:
Mezuniyet Yılı: 2012
Okuldan mezun olalı daha bir yıl bile geçmeden biz buradayız çünkü kampüsümüzü ve arkadaşlarımızı çok özledik, bu binanın,
bu koridaların ve sınıfların içinde az zamanımız geçmedi. Öğrencilik süremde Işıklı olmanın bana kattığı özgüveni çok iyi bir
şekilde hissediyorum ve kullanıyorum. Özellikle şu an lisede az zamanı kalan dostlarımıza tek bir cümlem var: “ Son zamanları-
nızın tadını çıkarın ve kıymetini bilin.” Yuvadan çıktıktan sonra bambaşka bir yerin onları bekliyor olduğunu anlayacaklar.
Barbaros ALBAYRAK
S A Y F A 1 8
T H E P A L A
“Çizgi Film & Müzikaller & Maskeler”
Büyük ilgi gören aralık ayı “Sempre Arte” etkinliğinde resim bölümü öğrencileri maske tasarımla-
rı yaparken onlara müzik bölümü öğrencileri “Çizgi Film ve Müzikaller” konulu konser ile eşlik
ettiler. Resim öğrencilerimizden Rengin Jiyan KOLÇAK, Julia Mary KAYAER, S. Emir KAY-
RAK, Ayla Merve KARADUMAN, Emine MUTLU, Ece AKSEN, Bircem ÖZEKİCİ, Ecem KA-
NAN, Gözde MAZLUM, Deniz ERTUNA, Tuna ÖZKARAGÖZ ve Defne BAŞBUĞOĞLU tasa-
rımları ile renkli pozlar verdiler.
“Çizgi Film ve Müzikaller” konserinde ise Müzikal ve Koro Kulübü öğrencileri-
mizden İpeksu Yağmur ÇAĞAN ve Ege Kaan BOYSAN “A Whole New
World”, Ecem DEVECİ, Nil BERKE, M. Zeynep DİNÇER, Ezgi ÇAKIR
“Beauty and the Beast”, Ege Kaan BOYSAN ve Ecem DEVECİ “Summer
Nights” şarkılarını söylediler. Piyanoda Kadir Berat YILDIRIM ve Pınar TAR-
TAN, Gitarda Can Berk TAŞKIN, lise orkestramızda ise Barış ARAN, Ege Kaan
BOYSAN, Emir ÇETİNOĞLU, Berkay GÜRSOY, Bartu GERGERLİOĞLU ve
koromuzun eşlik ettikleri “Over the Rainbow” şarkısını Ecem DEVECİ, Ezgi ÇA-
KIR ve Rüya MUTLU, “Mamma Mia” şarkısını
Ecem DEVECİ ve Melike Selin BALIKÇI ve final
şarkımız olan “Fame” şarkısını M. Zeynep DİN-
ÇER ve Sena TARIM seslendirdiler. Fulya
ATALAY ve kulübümüze yeni katılan
öğrencilerimiz Gwendolyn G. P. HI-
ZEFELD, Derin ATALKIN ve Melis
SARP ise koroda yer aldılar.
S A Y F A 1 9
T H E P A L A
Aralık ayı kültür sanat etkinliklerinden (tiyatro, konser, müzikal, opera, sergi) oluşan panolar hazırla-
narak A Lobi girişine konuldu.
“Pop & Rock” konulu ocak ayı Sempre Arte konserimiz 4 Ocak 2013 Cuma günü 12.30’da gerçekleşe-
cektir. Resim öğrencilerinin de “Michael Jackson Stand-up” hazırlayacakları etkinliğimize katılımınızı
bekliyoruz.
Sanat dolu günler geçirmek dileğiyle…
Merve SAVRAN / Çiğdem KUTLUĞ
S A Y F A 2 0
Okulumuzun kurumsal üyesi olduğu English Speaking Union
Türkiye’nin okulumuz Public Speaking Kulübü ile birlikte
düzenlediği aktivitelerle dopdolu bir haftayı geride bıraktık…
English Speaking Union tarafından okulumuza gönderilen çok değerli iki eğitmen öncelikle 27 Kasım 2012 Salı günü okulumuzun 50
öğrencisine, toplum önünde konuşma ve münazara teknikleri üzerine 3 saat süren bir eğitim verdi. Verilen eğitim sonucunda öğrencileri-
mize ESU Türkiye tarafından katılım sertifikası düzenlendi. Yine aynı gün, eğitmenlerimiz bu sefer hem okulumuz öğretmenlerine hem de
İstanbul’da bulunan diğer kurum ve okullarda öğretmenlik yapmakta olan diğer öğretmenlere münazara ve public speaking üzerine iki saat-
lik bir koçluk eğitimi verdiler. Yine katılımcı öğretmenlerimize katılım sertifikaları ESU Türkiye tarafından hazırlanmıştır.
29 Kasım 2012 Perşembe günü ise bizim için daha
heyecanlı bir gündü çünkü okulumuza gelip hem
öğrencilerimize hem de öğretmenlerimize eğitim
veren eğitmenlerimizin de jüri üyeliği yaptığı ESU
İngilizce Münzara Ligi’ne katılmanın onurunu
yaşadık. Açı Okulları Bahçeköy Kampüsü’nde
düzenlenen lige bizimle katılan diğer okullar Da-
rüşşafaka, MEF Okulları ve Açı Okulları olmuştur.
İngilizce Münazara takımımızda yer alan Uğur
Koç, Bora Leblebici, Yeler Tola, Kayra Güler,
Yağmur Taşdemiroğlu ve Hamdi Kerem Küçüken-
gin çok başarılı bir yarışma çıkararak okulumuzu
en güzel şekilde temsil etmişlerdir ve 2.lik ödülünü
almışlardır. Kendilerine bir kez daha teşekkür
ediyoruz.
Şimdi kısaca eğitmenlerimizi size tanıtmak isterim:
Eoin Kilkenny: University College Dublin ve University of London mezunudur.
İngiltere merkezli “Tarih ve Edebiyat Kurumu”nun önemli bir üyesidir. Şimdiye ka-
dar 61 Münazara Şampiyonasına katılmış olan eğitmenimiz son 8 yıldır hiçbir Avru-
pa Münazara Şampiyonasını kaçırmamış ve hatta iki tanesinin de organizasyonda yer
almıştır. Kendisi ABD, İrlanda, İngiltere, Katar ve Çin gibi dünya çapında pek çok
yerde pek çok farklı konuda münazara ve toplum önünde konuşma üzerine koçluk
eğitimi vermiştir. Eoin, ESU’nun “Discover Your Voice” programının eğitmenidir ve
hâlen ESU Münazara Akademisi Programının koçluğunu yapmakta olup Hong-Kong
eğitim turunu devam ettirmektedir.
Leela Koenig: 20 farklı ülkede münazarada jüri üyeliği yapmıştır. Aslen Hollanda
vatandaşı olan Leela, 2007 ve 2008’de European Universities Debating Şampiyonası
Turkiye ve Estonya’da, 2009’da World Universities Debating Şampiyonası İrlanda’da
“İkinci Yabancı Dil Olarak En İyi İngilizce Konuşan Konuşmacı Ödülü”nü kazanmış-
tır. 2010 yılında Amsterdam’da düzenlenen Avrupa Münazara Şampiyonası’nda baş-
hakem seçilmiştir. Utrecht Universitesi’nde felsefe üzerine ve de European Universi-
tesi Budapest’te politika üzerine iki ayrı yüksek lisans tamamlamış olan eğitmenimiz
son 5 senedir profesyonel olarak çeşitli okullarda, üniversitelerde münazara eğitimleri
vermeye devam etmektedir. Leena, 2010’da Antalya’da düzenlenen ESU Dünya Mü-
nazara Şampiyonası’na ve de 2007’den beri İstanbul’da farklı tarihlerde düzenlenen 5
farklı münazara turnuvasına da katılmış ve tartışmasız en güzel deneyimlerini yaşadığı
Türkiye’yi çok seviyor ve bu sene ESU Türkiye Public Speaking and Debating turun-
da görev almaktan gurur duyuyor...
Hande ACARMAN YEŞİLKAYA
S A Y F A 2 1
Hazırlık ve 9. Sınıflar Basketbol Turnuvası
Her yıl geleneksel olarak Hazırlık ve 9. sınıflar arasında düzenlenen bas-
ketbol turnuvasına bu yıl da öğrencilerimizin göstermiş olduğu ilgi ol-
dukça fazlaydı. İzleyiciler turnuva sırasında çok zevkli basketbol maçları
izlediler. Basketbol turnuvasının finalinde Hz-B ve 9-D sınıfları karşı-
laştı. Oldukça çekişmeli geçen final maçını Hz-B sınıfı 16-13 kazanmış-
tır. Turnuvaya katılan tüm öğrencilerimizi sergiledikleri mücadele ruhu
ve gayret için tebrik ederiz. Özer DÜDÜKÇÜ
Genç Erkek Basketbol Takımımız
“İstanbul İli Liseler Arası Basketbol Şampiyonası”nda basketbol takımı-
mız turnuvaya eleme maçları oynayarak başladı. Eleme grubunda oynadı-
ğı 4 maçı da kazanan öğrencilerimiz son 16 takım arasında mücadele
etme hakkı kazandılar. Son 16 mücadelesini B grubunda sürdüren bas-
ketbolcularımız, grup maçlarını ikinci sırada tamamlayıp son 8 takım
arasında kaldı. Çeyrek final maçlarında normal periyodu 66-66 biten ve
nefes kesen bir uzatma periyodu sonrasında 77-72 kaybettiği maçın ar-
dından ilk 4 şansını yitiren sporcularımız, oynadığı son maçı da bir sayı
farkla 54-53 kaybederek İstanbul 6.sı olup turnuvayı tamamlamıştır.
Maçlarda müthiş bir mücadele sergileyen sporcularımız turnuvanın son
gününe, maçın son saniyesine kadar müthiş bir gayret göstermişlerdir.
Okulumuzu en iyi şekilde temsil eden öğrencilerimize teşekkür eder ba-
şarılarının devamını dileriz. Zeynep GÜNAY ÖZDEMİR
Okulumuzda 1958-1969 yılları arasında görev yapan ve matematik
dalında başarılı öğrenciler yetiştiren merhum matematik öğretme-
nimiz Dr. Yusuf Ziya Efe'nin anısını yaşatmak ve okullarımızda
matematiğe verilen değeri artırmak için 2009 yılından bu yana
verilen "Dr. Yusuf Ziya EFE Matematik Üstün Başarı Ödülü" 15
Kasım 2012 Perşembe günü sahibini buldu. Işık Üniversitesinden
katılarak jürimizi oluşturan Doç. Dr. Başar Civelek, Doç. Dr. İs-
mail Karakurt ve Yrd. Doç. Dr. Melike Aydoğan tarafından yapılan
yazılı ve sözlü değerlendirmeler sonunda 12. sınıf öğrencimiz Se-
mih BAYRAKTAR birinciliğe hak kazandı. Bu ödülü tesis eden
1963 Işık Lisesi mezunu Prof. Dr. Tufan Durgunoğlu, “Işık Ailesi”
kimliğini ve sevgili öğretmenine duyduğu vefa borcunu öğrencile-
rimiz, mezunlarımız, öğretmenlerimiz ve aileleri ile birlikte yaşat-
ma amacında olduğunu söylüyor. Semih; araştırmacı, sorgulayan,
meraklı ve her an yeni bilgiler öğrenmeye açık kişilik yapısı ile bu
ödülü hak etmiştir. Başarısıyla jüri üyelerinin takdirlerini kaza-
nan öğrencimizi, ailesini, onu yetiştiren öğretmenlerimizi de teb-
rik ediyoruz. Sinem ÖZDEMİR
S A Y F A 2 2
T H E P A L A
The Rain Wild Chornicles
-Dragon Keeper-
Merhaba Pala-Kitap Okuyucuları, sizi yeni sayımızda kitap köşesinde görmek beni oldukça he-
yecanlandırdı. Ayrıca bu ayki sayımızdaki kitabı anlatmak için heyecandan yerimde duramıyo-
rum. Gerçi öyle pek popüler kitap kültürünün peşinden koşmadığım için bir sürü eleştiri tabiî ki
alabilirim fakat bu ayki kitabın benim için oldukça özel bir yeri vardır. Neyse fazla tutmadan sizi
kitabımızla tanıştırayım. Ejderha Bakıcısı (The Dragon Keeper)
bir fantastik roman olup Yağmur Yabanı Günlüklerinin (The Rain Wild
Chronicles) ilk kitabı olmaktadır. Kitap üçüncü kişi ile anlatılıp kitabın be-
lirli karakterlerinin düşüncelerini, davranışlarını ve hislerini anlamamı-
za yardımcı yeni bir düzen getiriyor.
Kitabın yazarı Robin Hobb aslında asıl yazar olan Margaret Ast-
rid Lindholm Ogde'nin ikinci ismi. Evet, oldukça garipsenecek bir durum
ama Margaret aslında iki tane kitap ismine sahip bunlardan ilki Megan Lindholm
diğeri ise Robin Hobb. Genellikle fantastik ürünler çıkartsa da birkaç tane bilim kurgu
kitaplarına raflarda rastlamanız mümkündür. Margaret Californiada 1952’de doğmuş
fakat Alaska'da büyümüştür. Denver Üniversitesinde okumayı bitirip evlendik-
ten sonra kariyerine “Dulath için Kemikler” (Bones for Dulath) adlı çocuklar
için olan fantastik eserini yayımlamakla başlamıştır.
Kitabın ilk sayfalarında güvercin bakıcılarının birbirine yazdığı Trehaug, Cassa-
rick ve Bingtown şehirleri arasında dolaşan gördüğümüz ve okuduğumuz mek-
tuplar hikâyenin ana hatları konusunda ufak bir fikir vermekte. Ardından bir grup
deniz kertenkelelerinin uzun bir nehir yolculuğunu tamamladıklarını ve kendileri-
ni bir kozaya sararak birer ejderhaya dönüşebilsinler diye uğraştıklarını görüyoruz.
Bu olay hikâyenin kilit noktası çünkü hayatta olan son ejderha Tintaglia dünyanın tek-
rar ejderhalarla dolu olduğunu görmek için Yağmur Yabanısı insanlarla bir anlaşma yapmışlar. Tingtalia Yağmur
Yabanısı insanlarını Chalched isimli uygarlıktan koruyacak karşılığında da insanlar Tintaglia’ya ejderhaları geri
getirmesinde yardım edecek.
Kaptan Leftrin ile tanışıyoruz. Kaptan Leftrin bir parça büyücü odunu yani kozasındayken ölen bir ejderha kozası
buluyor ve bunu en başta satmayı düşünse de ardından gemisini bu odunla güçlendirmeyi uygun görüyor. Thymara
ise bir Yağmur Yabanısı pençelere ve pullu bir deriye sahip 11 yaşında bir kız. Yağmur Yabanında doğan bazı ço-
cukların oraya özgü olan bir lanet tarafından lanetlenmesi bu çocukları pullu ve pençelere sahip kılmakta ama bu
önemsiz bir detay. Bir de son olarak Alise Kincarrion ise tam bir Aşk-ı Memnu hayatı gibi dramatik ama heyecan
dolu bir hayata başlamakta.
Evet, belki kitabı size çok anlattım ama
değerli okuyucumuz anlattığım kısımlar
en fazla 50. sayfaya kadarki kısmı kap-
sıyor. Suç bende değil bunda anlaşalım
çünkü Robin Hobb’un yazdığı Yağmur
Yabanı Günlüklerini okudukça siz de
göreceksiniz, benim anlattıklarım kita-
bın yanında eften püften kalacaktır. Ej-
derha Bakıcısı oldukça güzel, heyecanlı
olay örgüsü, dramatik olayları ve tam
olarak bir ana karakterin olmaması se-
bebiyle sizi etkileyecektir.
ÇAĞATAY CELEP
S A Y F A 2 3
The Hobbits : An Unexpected Journey
Peter Jackson’ın yazdığı bir başyapıt. 2012’de gittiğim sinemalar
arasında, eğer Lorf Of The Rings ile ilgiyseniz en çok seveceği-
niz film denebilir. Müziğinden senaryosuna, oyunculuğundan
filmin kalitesine 10/10 verilebilir bir film. Tabi insanlar me-
rak ediyor, ilk filmlerle bir alakası var mı diye. İlk fil-
minin başında, Bilbo Baggins (The Hobbits filmi-
nin ana karakteri) Frodo’ya yüzüğü veren karak-
terin gençliğinde yaşadığı birtakım maceraları
anlatır ve ilk üçlemedeki bazı olayları açığa kavuş-
turur. Yeni bir üçlemenin ilk filmi olan The Hobbits,
Gandalf’ın Bilbo Baggins’e bir macera teklifinde bulunmasıyla başlar. Zar
zor ikna olan Bilbo, Gandalf ve on üç Dwarf’la beraber maceraya başlar.
Balin, Bifur, Bofur, Bombur, Dori, Dwalin, Fili, Gloin, Kili, Nori, Oin, Ori ve liderleri
Thorin’den oluşan bu Dwarf grubu, birtakım yardımlar alarak evlerinden onları men
eden, altına zaafı olan Ejder Smaug’u alt etmeye yemin ederler. Filmin tamamı üç
saati bulmaktadır ama film izleyeceğiniz her salisesine değer. Müziği (The song of
the lonely mountain) de mükemmel olan bu filmde, 90 yaşına gelmiş Saruman karak-
teri bile elit düzeyde bir performansla canlandırılmaktadır. Bu filmi
ve gelecek diğer iki filmi ve eğer izlemediyseniz ilk üç filmi
izlemenizi tavsiye ederim. (Şahsen ben ilk üçlemeyi 52
defa, hiç sıkılmadan izledim ve tekrar izlesem yine
sıkılmam.)
Canberk TAŞKIN