Upload
oktay-eldem
View
263
Download
2
Embed Size (px)
Citation preview
MOSSBAUER ETKİSİ
2009-WILLARD S. BOYLE, GEORGE E. SMITH
Ülke : Kanada(ABD), ABD
Nobel Ödülü Konusu: " Bir yarı iletken
görüntüleme devresi (CCD sensörü) icat
etmelerinden dolayı"
CCD: Dijital Görüntü Sensorü
1969’da Willard S. Boyle ve George E. Smith dijital bir görüntü
sensor, CCD (Charge Coupled Device (yükten bağlaşımlı bir aygıt),
kullanarak ilk başarılı görüntüleme teknolojisini bulmuştur.
CCD ile ışık, film yerine elektronik bir devreye kaydededildiğinden
fotoğrafçılık alanında devrim yaratmıştır.
MOSSBAUER ETKİSİ
Şekil 1 CCD , Dijital veri ve Fiber optik kablolar
Görüntü sensorü CCD, dijital kameraların elektronik gözüdür. Gelen
ışık, CCD’nin fotosellerinde, yani piksellerinde, elektron yükleri
oluşturur. Daha çok ışık, CCD dizisinde daha çok elektron
oluşturur. Yükler sıra sıra okunur. Okuma şöyle gerçekleşir;
elektronlar düzenekten bir elektronik taşıyıcıya (conveyor) aktarılır,
bkz. Şekil 2 ve sonuç olarak dijital birlere ve sıfırlara tercüme edilirler.
Bu dijital dönüşüm sayesinde görüntü işleme ve görüntü transferi
sağlanmış olur.
MOSSBAUER ETKİSİ
Şekil 2 CCD çalışma prensibi ve CCD çipi
Her bir piksel, elektronları toplayan silikon küçük kapasitör gibidir.
Değişken bir elektronik voltaj pikselleri okumak için kullanılır. Bu
basit fakat dahiyane yolla sensorün hemen hemen bütün bölgesi
ışığı toplamada kullanılır.
Gökbilimciler dijital görüntü sensörünün avantajlarını hemen
anlamışlardır. Sensör, X ışınlarından kızılötesine kadar bütün ışık
tayfını kapsamaktadır. Ayrıca fotoğraf filmlerinden çok daha
hassastır: Gelen 100 birim ışık taneciğinden CCD 90 tanesini
yakalarken, fotoğraf filmleri sadece bir tanesini yakalamaktadır.
Şekil 3 Teleskop CCDsi
MOSSBAUER ETKİSİ
Yukardaki şekilde solda: Dünyanın en büyük ilk dijital kamerası
görülmektedir. Hawaii Üniversitesinde üretilmiştir. 40 santimetre
kare yüzeyi 64X64 CCD yani toplam 1.4 milyar piksel, içerir.
Gökbilimciler bu tür kameralarla donatılmış teleskoplarla dünyaya
doğru gelen olası tehdit edici asteroidleri algılayabileceği gibi 5,000
tane yeni süpernovaları da bulacağını ümit ediyorlar.
Sağda: Konstellation Canes Venatici de sarmal galaksi M51 bu dijital
kamera ile çekilen ilk görüntülerinden birisidir.
CCD teknolojisi tıp alanında da kullanılmaktadır, Örneğin:
ameliyatlarda ve endoskopik teşhisler koymak için vücut içini
görüntülemede kullanılmaktadır.
Şekil 4 Endeskopi kapsülü
Yukardaki şekilde solda; dijital kamera ve radyo vericisi taşıyan
endoskopi kapsülü görülmektedir. Sağda ise kanserli bir hasta
tarafından yutulan kapsülün, sindirim sistemi boyunca yol alırken
yolladığı görüntüler görülmektedir.
MOSSBAUER ETKİSİ
2010- ANDRE GEIM, KONSTANTIN NOVOSELOV
Ülke : Rusya, Rusya, İngiltere
Nobel Ödülü Konusu: "iki-boyutlu grafen
malzemesine ili şkin çı ğır açan deneyleri için"
Grafen: Mükemmel Atomik Örgü
Grafen bir tür karbondur. Malzeme olarak – sadece en ince değil
ayrıca en kuvvetli tamamen yeni bir şeydir. Bir elektrik iletkeni
olarak bakır kadar iyi iş görür. Bir sıcaklık iletkeni olarak gümüş ve
bakır gibi iyi iletken metallerden daha iyi iş görür. O hemen hemen
tamamen saydam, fakat o kadar çok yoğundur ki en küçük gaz
atomları bile içinden geçemez. O ayrıca o kadar güçlüdür ki, bir
kedinin bıyığından daha ağır olmayan 1 metrekare hamak normal
büyüklükte bir kediyi taşıyabilir.
Şekil 5 lan bu tür bir kristal kafesinden olarak
MOSSBAUER ETKİSİ
Tezatlar dünyasında
Andre Geim and Konstantin Novoselov grafenin mucizevi özelliklerini
araştırmak için bir saçın çapından daha kalın olmayan bir parça grafen kullandılar. En çok dikkat çekeni, grafende hareket eden
elektronların sanki hiç kütleye sahip değilmiş gibi özellik göstermesi
ve saniyede bin kilometre sabit bir hızla hareket etmesidir. Bu,
büyük parçacık hızlandırıcısı kullanmadan küçük ölçekte, belli bir
olayı daha kolay bir şekilde araştırma olanağını sunmaktadır.
Şekil 6 lan bu tür bir kristal kafesinden olarak
Grafen ayrıca bilim adamlarına şimdiye kadar teorik olarak tartışılan
daha çok hayalet gibi kuantum etkilerinin bazılarını test etmeye
müsaade eder. Bu tür bir olay İsveçli fizikçi Oskar Klein’ın 1929’da
formüle ettiği Klein tünellemesinin bir değişkenidir. Kuantum fizikte
bu tünel etkisi, normalde bunları engelleyebilecek bir engelin
içinden parçacıkların bazen nasıl geçebileceğini açıklar- engel ne
kadar büyük olursa kuantum parçacıkların geçme şansı o kadar
azdır. Buna rağmen, bu grafende hareket eden elektronlara
MOSSBAUER ETKİSİ
uygulanmaz- bazı durumlarda bunlar sanki engel yokmuş gibi ileri
doğru hareket ederler.
Şekil 7 lan bu tür bir kristal kafesinden olarak
Grafenin Gelecekteki Uygulamaları
Şimdiye kadar grafen için olası pratik uygulamaların çoğu sadece
hayallerimizde yer alır. İlginin çoğu grafenin iletken özelliğinden
dolayı beklenmektedir. Grafen transistörler bugün silikondan
yapılanlardan önemli oranda daha hızlı olduğu tahmin ediliyor. Belki
de gelecekte daha etkili bilgisayarlara öncülük edecek, elektronik
elemanların bir minyatürleşmesinin eşiğindeyiz.
MOSSBAUER ETKİSİ
Grafen hemen hemen saydam olduğundan (%98 kadar) ve elektriği
ilettiğinden dolayı, saydam dokunmatik ekranların, ışıklı panellerin, ve belki de güneş hücrelerinin üretimi için uygun olabilir. Ayrıca
plastiklere eğer sadece %1 grafen karıştırılırsa elektronik iletkenlere
dönüştürülürler. Aynı şekilde binde bir grafenin bir kısmını
karıştırarak, onları mekanik olarak daha dirençli yaparken, plastiğin
sıcaklık toleransı 30 santigrad derece oranında artabilir. Bu
dirençlilik ayrıca ince, esnek ve hafif olan yeni süper güçlü
maddelerde faydalanılabilir.
Grafen’in mükemmel yapısı ayrıca onu molekül seviyesinde
bozulmayı kayıt edebilecek son derece hassas sensörlerin üretimi
için uygun kılar.
MOSSBAUER ETKİSİ
2011- SAUL PERLMUTTER, BRIAN P. SCHMIDT, ADAM G. RIESS
Ülke : ABD, Avustralya(ABD), ABD
Nobel Ödülü Konusu: "Uzak
süpernovaların incelenmesi sonucunda
evrenin hızlanarak geni şledi ğine dair
keşiflerinden dolayı"
Evrenin Genişleme Hızı: Yıldızlarda yazılı
“Bazıları dünyanın yanarak sona ereceğini söylüyorlar; bazıları
donarak …* Evrenin akıbeti ne olacaktır? Eğer bu yıl verilen Nobel
ödüllülerine inanırsak, evren donarak sona erecek. Onlar uzak
galaksilerdeki, süpernovaları, birkaç düzine patlayan yıldızları
dikkatli bir şekilde incelediler ve evrenin genişlemesinin hızlandığı
sonucuna vardılar.
Bu buluş Nobel Ödülünü alan kişilere bile tam bir sürpriz oldu.
Gördükleri şey bir topu havaya fırlatmak gibi bir durumdu, ve onun
tekrar yere gelmesi beklenirken, sanki yerçekimi topun gidişatını
geri döndüremiyor, gittikçe hızlanarak uzaya doğru hareketlenerek
gözden kayboluyordu. Bu örneğe benzer bir şeylerin tüm evrende
olduğu gözlendi.
Evrenin genişlemesi 14 milyar yıl önce Büyük Patlama ile başladı,
fakat ilk birkaç milyar yıl boyunca yavaşlamıştır. Sonunda tekrar
hızlanmaya başlamıştır. Hızlanmanın başlangıçta evrenin küçük bir
parçasını oluşturan kara enerji (dark energy) tarafından
kaynaklandığına inanılıyor. Madde genişleme ile seyrelirken, kara
enerji daha etkili olmuştur.
Genişlemenin büyüme oranı uzayın yapısında yerleşmiş bilinmeyen
bir enerji türü tarafından Evrenin birbirinden uzaklaştırılmasını
MOSSBAUER ETKİSİ
ifade ediyor. Bu kara enerji, %70’den fazla, Evrenin büyük bir
bölümünü oluşturur ve bu, bugün fizikteki belki de en büyük
muammadır.
Şekil 123 Evren genişliyor.
1998’de iki ayrı araştırma gurubu benzer sonuçları sunduklarında
evrenbilim temellerinden sarsılmıştır. Saul Perlmutter on sene önce
1988’de başlatılan iki araştırma gurubundan birini, Supernova
Evrenbilim Projesi, yürüttü. Brian Schmidt ise 1994’ün sonuna
doğru başlatılan ve rakip bir proje olan High-z Supernova Araştırma
grubunu yönetti. Adam Riess bu projede önemli bir rol oynamıştır.
İki araştırma ekibi en uzak süpernovaları (uzaydaki yıldız
patlamalarını) bularak Evrenin haritasını çizmek üzere birbirleriyle
yarıştılar. Süpernovalar arasındaki mesafeyi ve bunların bizden
uzaklaşma hızını belirleyerek, evrensel kaderimizi açıklamayı umut
MOSSBAUER ETKİSİ
ettiler. Onlar evrenin genişlemesinin yavaşladığına dair belirtileri
bulmayı beklediler fakat buldukları bunun tam tersi idi – genişleme
hızlanıyordu.
Şekil 123 Evren genişliyor.
Evren Genişliyor
Gökbilimsel bir buluşun evren hakkında fikirlerimizi kökten
değiştirmesi ilk değildir. Sadece bir yüz yıl önce, evrenin galaksimiz
Saman yolundan daha büyük bir yer olmadığı, sakin ve huzurlu bir
yer olduğu düşünülüyordu. Evrensel saat hatasız ve düzenli bir
şekilde işliyordu ve Evren ebedi idi. Hemen sonra, kökten bir geçiş
bu görüşü değiştirdi. Yirminci yüzyılın başlangıcında Amerikan
gökbilimci Henrietta Swan Leavitt uzak yıldızların mesafelerini
ölçmenin bir yolunu buldu. Bu dönemde kadın gökbilimcilerin
büyük teleskoplara erişimi engelleniyordu, onlar genelde
fotoğraflarla ilgili baskıları incelemek gibi külfetli görevler için
kullanılıyorlardı. Henrietta Leavitt, Cepheid adında binlerce titreşen
yıldızı inceledi ve daha parlak olanların daha uzun titreşimlere sahip
olduğunu buldu. Bu bilgiyi kullanarak, Leavitt Cepheidlerin esas
parlaklığını ölçebiliyordu. Eğer sadece Cepheid yıldızlardan bir
tanesinin uzaklığı biliniyorsa, diğer Cepheidlerin mesafeleri
MOSSBAUER ETKİSİ
bulunabilir – ışığı ne kadar sönükse, yıldız o kadar uzaktır. Böylece
bugün halen kullanılmakta olan bir kozmik metre, (standart candle)
ortaya çıktı.
Şekil 8 Sabit parlaklıkta standart bir ışık kaynağı yıldızların
mesafelerini ölçmek için gereklidir.
Gökbilimciler Cedpheidlerden yararlanarak, Saman Yolunun
evrende birçok galaksiden sadece biri olduğu sonucuna vardılar.
1920’lerde gökbilimciler, Kaliforniyadaki Wilson dağında bulunan
dünyanın en büyük teleskopu ile çalışmalara başladılar. Hemen
hemen bütün galaksilerin birbirinden uzaklaştığını buldular. Onlar
ışığın bizden uzaklaştığı zaman oluşan kırmızıya kaymayı
inceliyorlardı. Işığın dalga boyu uzuyordu, ve dalgaboyu ne kadar
uzun olursa, rengi o kadar kırmızıya kayıyordu. Sonuç olarak
galaksiler bizden ve birbirlerinden uzaklaşıyordu, ve daha uzakta
olanlar daha hızlı hareket ediyordu – bu Hubble’ın kanunu olarak
bilinir. Evren büyüyordu.
Kozmolojik Sabitin Gelişi ve Gidişi
Uzayda gözlemlenen şeyler teorik hesaplamalarca zaten ileri
sürülmüştür. 1915’de, Albert Einstein Evreni anlamamızın temeli
oluşturan Genel İzafiyet Teorisini yayınlamıştır. Teori Evrenin
büzüşeceğini ya da genişleyeceğini açıklıyor. Bu rahatsız edici
sonuca, durmadan uzaklaşan galaksilerin keşfinden yaklaşık on
sene önce ulaşılmıştır. Hatta Einstein bile Evrenin durağan olmadığı
MOSSBAUER ETKİSİ
gerçeğini kabul etmeyecektir. Bu yüzden, bu istenmeyen evrensel
genişlemeyi durdurmak için, evrensel sabit diye isimlendirdiği
formülüne bir sabit ekledi. Daha sonra, Einstein bu evrensel sabit
ilavesini büyük bir hata olarak görür. Bu senenin Nobel Ödülünü
kazanan 1997-1998’de yapılan gözlemlerle, biz - yanlış nedenlerle
eklenen - Einstein evrensel sabitinin aslında mükemmel olduğu
sonucuna varabiliriz. Genişleyen Evrenin bulunuşu, Evrenin
yaklaşık 14 milyar yıl önce Büyük Patlama ile meydana geldiği
görüşünün ilk adımdır. Uzay ve zaman patlama ile meydana
gelmiştir.
O zamandan beri, Evren, bir üzümlü kekin fırında kabarırken
üzümlerin birbirinden uzaklaşması gibi genişliyor, galaksiler
evrensel genişlemeden dolayı birbirinden uzaklaşıyorlar. Fakat
nereye doğru gidiyoruz?
Supernovalar – Evrenin Yeni Ölçümü
Einstein evrensel sabiti attıktan ve durağan olmayan evren fikrini
kabul ettiği zaman, evrenin geometrik şeklini onun kaderine bağladı.
O açık mı yoksa kapalı mı veya ikisinin arasında – düz bir evren mi?
Açık bir evren maddenin yerçekimi gücünün Evrenin genişlemesini
önleyecek kadar yeterince büyük olmadığı bir durumdur. Bütün
madde daha büyük, daha soğuk, ve daha boş bir uzaya dağılır.
Kapalı evrende, diğer yandan, yerçekimi gücü genişlemeyi
durdurabilecek ve hatta geri çevirebilecek yeterli güce sahiptir.
Böylece Evren sonunda genişlemeyi bırakır ve sıcak ve şiddetli bir
sonla içe çöker, bir Büyük Çöküş. Çoğu evrenbilimci, aslında, daha
basit ve matematiksel güzellikte olan: genişlemenin gerilediğine
inanılan düz bir Evrende yaşamayı tercih eder. Evren bu yüzden ne
ateş nede buz biçiminde sona erecektir. Fakat başka bir seçenek
yoktur. Eğer bir evrensel sabit varsa, evren düz olsa bile, genişleme
hızlanmaya devam edecektir. Bu yılın Nobel ödülünde bilim
adamları aslında evrensel yavaşlamayı veya evrenin genişlemesinin
yavaşlamasını ölçmeyi umut etmişlerdi. Onların yöntemi altmış
MOSSBAUER ETKİSİ
seneden daha fazla öncesinde gökbilimciler tarafından kullanılan
metotla prensipte aynı idi: uzaktaki yıldızları konumlandırmak ve
nasıl hareket ettiklerini ölçmek. Fakat bunu söylemek yapmaktan
daha kolaydır. Henrietta Leavitten beri Cepheidlerin biri diğerinden
daha uzakta olduğu anlaşılmıştır. Fakat gökbilimcilerin görebileceği,
milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki, Cepheidler artık görülemiyor. Bu
yüzden Evrensel metrenin genişletilmesi gerekiyor. Supernovalar -
yıldız patlamaları- yeni standart mumlar olmuştur. Daha güçlü
bilgisayarlar gibi yerde ve gökte daha teşekküllü teleskoplar
1990’larda evrensel soruna daha çok parçaları ekleme olasılığını
açmıştır. 2009 da Fizik Nobel Ödülü kazanan Willard Boyle ve
George Smith in buluşu ışığa duyarlı dijital görüntü algılayıcıları –
yükten bağlaşımlı aygıt – önemliydi.
Beyaz Cüce Yıldızlar Patlıyor
Gökbilimcilerin malzeme kutusundaki en yeni alet, Ia tipinde
supernovadır, özel bir çeşit yıldız patlamasıdır. Birkaç hafta
boyunca, böyle bir supernova tüm bir galaksinin yaydığı kadar ışık
yayabilir. Bu tür supervona güneş kadar ağır fakat dünya kadar
küçük – bir beyaz cüce – olan oldukça yoğun eski bir yıldızın
patlamasıdır. Patlama beyaz cücenin yaşam döngüsünde son
adımdır. Hidrojen ve helyumun hepsi nükleer reaksiyonla
yandığında, çekirdeğinde hiçbir enerji kalmadığı zaman Beyaz
cüceler oluşur. Sadece karbon ve oksijen kalır. Aynı şekilde, uzak
gelecekte, güneşimiz sona yaklaştığında bir beyaz cüce olarak
solacak ve soğuyacak. Daha çok heyecanlı bir son oldukça yaygın
olan iki yıldız sisteminin parçası olan bir beyaz cüceyi bekliyor. Bu
durumda beyaz cücenin güçlü yerçekimi komşu yıldızın gazını çeker.
Gerçektende, beyaz cüce güneş kütlesinin 1.4 katına ulaştığında, o
artık birarada duramaz. Bu olduğu zaman, cücenin içi kontrolsüz
nükleer fusion reaksiyonu başlatması için yeter derecede ısınır ve
yıldız saniyeler içinde patlar.
MOSSBAUER ETKİSİ
Şekil 9 Süpernova patlaması.
Beyaz cüce yerçekimini kullanarak komşusundan gaz çalar. Beyaz
cüce güneş kütlesinin 1.4 katına ulaştığı zaman, bu Ia süpernovası
gibi patlar.
Nükleer füzyon elemanları patlamadan sonra birkaç hafta boyunca
hızla artan güçlü bir radyasyon, devam eden aylarda azalan bir
radyasyon salar. Böylece bu araştırma için şiddetli patlamaları kısa
süren bir supernova bulmak önemli olmuştur. Görünebilir evrende,
yaklaşık 10 çeşit Ia süpernovaları her dakikada meydana
gelmektedir. Fakat Evren çok büyüktür. Tipik bir galakside bin yılda
bir sadece bir veya iki süpernova patlaması olur. Eylül 2011 de, bir
çift normal dürbünle de görülebilen, Büyükayı takımyıldızı
yakınındaki bir galakside böyle bir süpernova patlaması gözlendi.
Fakat çoğu süpernova daha çok uzakta ve bu yüzden daha
solukturlar.
Şaşırtıcı Bir Sonuç
Yarışan iki araştırma ekibi, uzaktaki süpernovalar için gökyüzünü
taramak zorunda olduklarını biliyorlardı. Sır, başparmak tırnağı
boyutlarına denk gelen uzayın iki aynı küçük parçasının
görüntüsünü mukayese etmekti. İlk görüntü yeniaydan hemen
sonra, ay ışığının yıldız ışığını bastırmadan önce, ikinci görüntü ise
üç hafta sonra, dolunaydan hemen önce alınmalıdır. Ondan sonra
bu iki görüntü uzakta bir galakside süpernovanın işareti olan – CCD
görüntüsünde diğerleri arasında bir piksel –küçük bir nokta ışığı
keşfetme ümidi ile mukayese edilebilir. Yöresel bükülmeleri yok
MOSSBAUER ETKİSİ
etmek için sadece görülen evrenin üçte birinden daha uzak
süpernovalar kullanıldı. Araştırmacılar üstesinden gelinecek birçok
sorunla karşı karşıya idiler. Ia tipi süpernovalar ilk defa görüldüğü
gibi o kadar çok güvenilir değildirler – daha parlak patlamalar daha
yavaş solarlar. Daha ötesi, süpernovaların ışığı onların bulundukları
galaksinin fon ışığından çıkartılmalıdır. Diğer önemli bir görev doğru
parlaklığı elde etmektir. Galaksiler arası toz, bize ulaşan yıldız ışığını
değiştirir. Bu, süpernovanın en yüksek parlaklığını hesaplarken
sonuçları etkiler.
Süpernovaları takip etmek sadece bilim ve teknolojinin değil ayrıca
onların alt dallarının da sınırlarını zorlamaktadır. İlk olarak, doğru
tür bir süpernova bulunmalıdır. İkincisi, onun kızıla kayması ve
parlaklığı ölçülmelidir. Bilinen mesafelerde aynı türdeki diğer
süpernovalarla karşılaştırabilmek için onun ışık eğrisi zamana göre
analiz edilmeliydi. Bu, belli bir yıldızın gözlem için önemli bir aday
olup olmadığına hızlıca karar verebilecek bir grup bilim adamının
ortak çalışmasını gerektiriyordu. Onlar, aylarca süren bir çalışma
içine girmiş, teleskopları sırayla ve kısa süreli kullanmak
durumunda olmuşlardır. Onlar hızlı hareket etmeliydiler çünkü bir
süpernova çok çabuk söner. Ara sıra, yarış içinde olan bu iki
araştırma gurubu uygun bir şekilde birbirlerinin yollarından
geçmişlerdir.
MOSSBAUER ETKİSİ
Şekil 127 Süpernova 1995ar.
Üç hafta arayla çekilen gökyüzünün aynı iki ufak parçasının
görüntüsü. İkinci görüntüde, küçük bir ışık noktası keşfedildi! Bu
noktanın ışık eğrisi dikkatli gözlemlerden sonra Ia tipi bir süpernova
olduğu anlaşıldı. Ia süpernova bir galaksi kadar çok ışık yayabilir.
Işık eğimi bütün Ia süpernova tipleri için aynıdır. Çoğu ışık ilk birkaç
hafta boyunca yayılır ( sağ alttaki diyagram ).
Sonuçta bilimadamları ışığı beklenenden zayıf 50 tane kadar uzak
süpernovalar buldular. Bu düşündüklerinden farklı bir şeydi. Eğer
evrensel genişleme hız kaybediyorsa, süpernovalar daha parlak
görünmeliydi. Bununla birlikte, süpernovalar galaksilerinin içinde
gittikçe hızlı bir şekilde uzaklaşıyor ve gittikçe soluyorlardı. Hayret
verici bir sonuç evrenin genişlemesi yavaşlamıyordu – aksine,
hızlanıyordu.
MOSSBAUER ETKİSİ
Buradan Sonsuzluğa
O zaman Evreni hızlandıran şey nedir? Kimsenin henüz çözemediği
bir bilmece, fizik için bir sorun. Ona kara enerji diyorlar. Çeşitli
fikirler öne sürüldü. En basiti Einstein’ın evrensel sabitini tekrar
uygulamaktır. Einstein o zaman evrensel sabiti maddenin yerçekimi
gücüne karşı koyacak, yerçekimine zıt bir güç olarak durağan bir
evren yaratmak için ilave etmişti. Bugün ise aksine olarak evrensel
sabit, evrenin genişlemesini hızlandırdığı görülüyor. Evrensel sabit,
şüphesiz ki, sabittir ve öyle ki zaman içinde değişmez. Milyarlarca
yıldır evrenin genişlemesinden dolayı madde ve yerçekimi kuvveti
gittikçe seyrekleştiğinden artık karanlık enerji egemen olmuştur.
Bilim adamlarına göre, bu evrensel sabitin evrenin tarihinde niye bu
kadar geç, sadece beş veya altı milyar yıl önce, sahneye çıktığını
açıklar. Yaklaşık olarak bu zamanda, maddenin yerçekimi gücü
evrensel sabite oranla yeterince zayıflamıştır. O zamana kadar,
evrenin genişlemesi yavaşlıyordu.
Söz konusu Evrensel sabitin kaynağı vakum da olabilir, boş uzay,
kuantum fiziğine göre, uzay asla tamamen boş değildir. Bunun
yerine, bu vakum, maddenin sanal parçacıkların ve antimaddenin
kısa süreli yaratılıp yok olduğu kaynayan bir kuantum çorbasıdır.
Bununla birlikte, karanlık enerjinin tahmin edilen miktarı, 10120 kez
daha büyük olan, uzayda ölçülmüş miktarla uyuşmuyor. Bu, hala
teori ve gözlem arasında çok büyük ve açıklanamayan bir boşluğu
oluşturuyor – dünyanın bütün plajlarında 1020 civarında kum
taneciği vardır. Bunun anlamı kara enerjinin sabit olmadığıdır. Belki
de o zaman içinde değişmektedir. Belki de bilinmeyen bir güç alanı
ara sıra kara enerji üretiyor. Fizikte quintessence isminde, Yunanca
beşinci element adı, geçen bu tür birçok güç alanları vardır.
Quintessence evreni hızlandırabilir, fakat bazen. Bu Evrenin
kaderini tahmin etmemizi imkansızlaştırır. Kara enerji her ne ise
burada kalacağı görülüyor. Bu fizikçilerin ve gök bilimcilerin uzun
MOSSBAUER ETKİSİ
süredir çalıştığı evrensel bilmeceye çok iyi bir biçimde uyar.
Günümüz fikir birliğine göre, Evrenin üç çeyreği kara enerji ile
doludur. Kalanı ise maddedir. Fakat galaksilerin, yıldızların,
insanların, ve çiçeklerin oluşturduğu normal madde Evrenin sadece
yüzde beşidir. Kalan madde kara madde olarak adlandırılır ve
şimdiye kadar bizden saklanmıştır. Kara madde bilinmeyen büyük
kainatta başka bir bilmecedir. Kara enerji gibi, kara madde
görülemez. Bu yüzden Fizik dalında 2011 Nobel ödüllülerinin
bulguları Evrenin % 95’inin bilim tarafından açıklanamadığını
ortaya çıkarmaya yardım etmiştir.
Şekil 128 Keşif. Evrenin genişlemesinin hızlanması.
Şekilde Science dergisinin 1998 aralık baskısı görülmektedir.
Evrenin genişlemesinin hızlanması “Senenin buluşu” olarak ileri
sürülmüştür. Kapakta, Albert Einstein evrenbilimin ön safına tekrar
geri dönen evrensel sabitine gözünü dikiyor. Kaynak: John
Kascht/Science,18 December1998, Vol. 282, No. 5397.
MOSSBAUER ETKİSİ
Şekil 129 Evren. Kara enerji ve kara madde
Keşfin önemi Evrenin dörtte üçünün kara enerji adında bilinmeyen
bir enerji türü olduğudur. Aynı şekilde bilinmeyen kara madde ile
birlikte kara enerji Evrenin % 95 ini oluşturur. Sadece kalan %5’i
galaksileri, yıldızları, çiçekleri ve insanları oluşturan normal
maddedir.
MOSSBAUER ETKİSİ
2012- SERGE HAROCHE, DAVID J. WINELAND
Ülke : Fransa, ABD
Nobel Ödülü Konusu: "Tekil kuantum
sistemlerinin manipülasyonu ve ölçülmesini
sağlayan, çı ğır açan nitelikteki deneysel
yöntemlerinden dolayı"
Kuantum Dünyasında Parçacıkların Kontrolu
Serge Haroche ve David J. Wineland, daha önce yapılması olanaksız
zannedilen, kuantum mekaniksel davranış içinde olan parçacıkların
ölçülmesi ve kontrol edilmesi konusunda birbirlerinden bağımsız
olarak, çığır açan yöntemler buldular.
Horoche ve Wineland kuantum mekaniksel bir sistemin
davranışlarını bozmadan direkt olarak gözlenebildiğini göstererek
kuantum fiziğinde yeni bir deney çağının kapısını açmışlardır. Onlar
Dahiyane kurgulanmış deney yöntemleri sayesinde çok hassas
kuantum durumlarını ölçtüler ve kontrol ettiler. Bu sayede kuantum
fiziğine dayalı süper hızlı bilgisayarları yapma yolunda ilk adımları
atmış oldular. Ayrıca, bugünün Sezyum (caesium) saatlerinden yüz
kat daha hassas, geleceğin yeni bir standart zamanı olabilecek
saatlerin yapımına öncülük ettiler.
Işığın ve maddenin yalnız bir parçacığı için, klasik fizik kanunları
geçersiz olur, yerini kuantum fiziği alır. Parçacıklar kendilerini
çevreleyen ortamdan kolayca soyutlanamazlar ve onlar dış dünya ile
etkileşir etkileşmez gizemli kuantum özelliklerini kaybederler.
Bunun sonucunda kuantum mekanikçe tahmin edilen birçok
görünürde tuhaf olaylar direkt olarak gözlenemez. Araştırmacılar bu
tuhaf olayları temelde ortaya koyan ancak ‘düşünce deneyleri’
yapabilirler.
Her iki bilimadamı 1980’lerden beri dikkate değer bir gelişme
gösteren bir alan olan ışık ve madde arasında temel etkileşimi
inceleyen kuantum optiği alanında çalışmıştır. Onların
MOSSBAUER ETKİSİ
yöntemlerinde birçok ortak nokta vardır. David Wineland elektrik
yüklü atomları (iyonları) kapan içine hapsederek (trap) onları
fotonlarla kontrol etmiş ve ölçümler yapmıştır. Serge Haroche ise zıt
bir yaklaşımı ele alır: O kapan içine atomları göndererek hapsedilmiş
fotonları kontrol etmiş ve ölçmüştür.
Kapan İçindeki Bir İyonu Kontrol Etme
David Wineland’ın Colorado Boulder’da ki laboratuarında iyonlar,
onları çevreleyen elektrik alanları ile kontrol edilerek, bir kapan
içerisinde hapsedebilmiştir. Deneyler vakum ortamında ve çok
düşük sıcaklıkta yapılarak iyonlar, çevrelerindeki sıcaklık ve
radyasyondan izole edilebilmiştir. Wineland’ın bu buluşunun
arkasındaki sırlardan birisi lazer ışınlarını kullanması ve lazer
darbelerinin (pulse) yaratılmasındaki ustalığıdır. Lazer kullanılarak,
iyon en düşük enerji seviyesinde tutulur ve bu sayede iyonun termal
hareketleri bastırılır ve kapandaki iyon üzerinde kuantum
olaylarının incelenmesi mümkün olur.
Şekil 129 Nobel ödülü parçacıkların yönlendirilmesine verildi.
Ödüllüler kapana kısılmış tek tek parçacıkların kuantum fiziğinin
kurallarına göre davranmasının üstesinden geldiler.
Dikkatlice ayarlanmış bir lazer darbesi iyonu superpozisyon (üst
üste binmiş) durumda tutar,
MOSSBAUER ETKİSİ
yani iki farklı durumun aynı anda birlikte var olması. Örneğin, iyon
aynı anda iki farklı enerji seviyesinde bulunmak üzere hazırlanabilir.
Şekil 129 Kolorado Boulder daki David Winelandın laboratuarında
elektrik yüklü atomlar ve iyonlar elektrik alanları ile çevreleyerek
bir ayrıştırıcı içinde muhafaza edilir. Winelandın buluşunun
ardındaki sırlardan birisi lazer ışınlarının kullanılması ve lazer
sinyallerinin yaratılması sanatının inceliğidir. Bir lazer, iyonu en
düşük enerji durumuna koymak için kullanılır ve böylece
hapsedilmiş iyonla kuantum olayının incelenmesini sağlar.
İyon en düşük enerji seviyesinden başlar, lazer darbesi, iyonu sadece
bir üst enerji seviyesinin yarıyoluna kadar dürter, böylece iyon iki
seviye arasında kalır, enerji seviyelerinin bir superpozisyonunda, her
iki enerji seviyesinden birine eşit gitme olasılığı vardır, Bu yolla bir
iyonun enerji seviyelerinin bir kuantum superpozisyonu
incelenebilir.
MOSSBAUER ETKİSİ
Kapan İçindeki Bir Fotonun Kontrolü
Serge Haroche ve onun araştırma gurubu kuantum dünyasının
gizemlerini ortaya çıkarmak için değişik bir yöntem ortaya
koymuştur. Paristeki laboratuarlarında mikrodalga fotonları,
yaklaşık üç santimetre aralıklı, iki ayna arasındaki boşlukta ileri geri
yansır. Aynalar süper iletken bir maddeden yapılmıştır ve yaklaşık
olarak mutlak sıfır derecesinin biraz üstüne kadar soğutulur. Bu
süper iletken aynalar dünyanın en parlak aynalarıdır. Bunlar o
kadar yansıtıcılardır ki tek bir foton kaybolmadan veya
sönümlemeden önce yaklaşık olarak saniyenin onda biri kadar
boşluk içinde ileri geri yansıyabilir. Bu rekor uzun yaşam süreci bir
fotonun yaklaşık olarak dünya etrafında dolaşmasına eşdeğer
(40.000 km) olduğu anlamına gelir. Fotonun uzun yaşam süreci
esnasında, bir çok kuantum uygulamaları kapana kıstırılmış fotonla
yerine getirilebilir. Haroche kavitedeki (boşluk-cavity) mikrodalga
fotonları hem ölçmek ve hem de kontrol etmek için Rydberg atomları
(İsveçli fizikçi Johannes Rydberg adının verildiği) adında özellikle
hazırlanmış atomları kullanır. Bir Rydberg atomu, tipik bir atomdan
yaklaşık olarak 1000 kat daha büyük olup 125 nanometre yarıçapa
sahiptir. Bu kocaman simit biçimindeki Rydberg atomları
mikrodalga fotonla kontrollü bir etkileşim gerçekleştirmek için
dikkatle seçilmiş bir hızda sırayla kaviteye gönderilirler. Rydberg
atomları mikrodalga fotonu geride bırakarak kaviteyi kat eder ve
öbür taraftan çıkar. Fakat fotonla atom arasındaki etkileşim atomun
kuantum durumunun fazında bir değişiklik meydana getirir: eğer
atomun kuantum durumunu bir dalga olarak düşünüyorsanız,
dalganın tepeleri ve çukurların yeri değişir. Bu faz değişimi atom
kavite içinde olduğu zaman ölçülebilir, böylece kavite içindeki
fotonun varlığını veya yokluğunu ortaya çıkarır. Fotonun
yokluğunda faz değişimi olmaz. Haroche bu sayede tek bir fotonu
onu tahrip etmeden ölçebilimiştir.
MOSSBAUER ETKİSİ
Şekil 132 In the Serge Haroche laboratory in Paris, in vacuum and
at a temperature of almost absolute zero, the microwave photons
bounce back and forth inside a small cavity between two mirrors.
The mirrors are so reflective that a single photon stays for more
than a tenth of a second before it is lost. During its long life time,
many quantum manipulations can be performed with the trapped
photon without destroying it.
Benzer bir yöntemle Haroche ve onun gurubu, bir çocuğun bir
kaptaki misketleri saydığı gibi, boşluk içindeki fotonları
sayabiliyorlardı. Bu kolaymış gibi görülüyor fakat gerçekte aşırı
derecede ustalık ve beceri gerektiriyor, çünkü fotonlar, normal
misketlere benzemez, dış dünya ile temas ettiğinde hemen tahrip
olurlar. Onun foton sayma yöntemlerine ilaveten, Haroche ve
meslektaşları gerçek zamanda, adım adım, bir tek kuantum
durumunun değişimini izlemek için yöntemler bulmuşlardır.
Kuantum Mekaniğinin Çelişkileri
Kuantum mekaniği bize çıplak gözle göremediğimiz mikroskobik bir
dünyayı tarif eder. Bu dünyada olaylar makroskopik, klasik
MOSSBAUER ETKİSİ
dünyadaki fiziksel fenomenlere ait beklentilerimize ve
deneyimlerimize aykırı bir şekilde ceryan eder.
Kuantum dünyasında fizik özünde olan kendine has bazı belirsizliğe
veya rastgeleliğe sahiptir. Bu aykırı davranışın bir örneği kuantum
parçacığının aynı anda değişik durumlarda olabildiği süperpozisyon
durumudur. Biz bir misketin aynı anda hem burada hem de orada
olabileceğini normalde düşünmeyiz, fakat eğer bu kuantum misketi
olsaydı bu olay mümkün olurdu. Bu misketin süperpozisyon
durumu, eğer biz onun tam olarak nerde olduğunu ölçersek, tam
olarak misketin burada veya orada olma olasılığını bize söyler. Neden
biz dünyamızın bu acayip özelliklerinden hiç haberdar değiliz? Niçin
günlük yaşamımızda kuantum misketinin superpozisyon
durumlarını gözleyemiyoruz? Avusturyalı fizikçi ve Nobel Ödüllü
Erwin Schrödinger (Fizik 1933) bu soruya cevap vermek için çok
savaşmıştır. Birçok diğer kuantum teorisi savunucuları gibi, o
bunun olası sonuçlarını anlamaya ve yorumlamaya çalışmıştır. 1952
de, şu şekilde yazmıştır: “ Biz asla tek bir elektron veya atomla veya
(küçük) molekülle deney yapmayız. Düşünce deneylerinde bazen
yaptığımızı kabul ederiz; bu her durumda saçma sonuçları
doğurur….”. Kuantum fiziğin küçük dünyası ve bizim günlük
dünyamız arasındaki hareketin uyumsuz sonuçlarını göstermek
için, Schrödinger bir kedi ile bir düşünce deneyini açıklamıştır:
Schrödinger’in kedisi bir kutu içinde dış dünyadan tamamen tecrit
edilmiştir. Kutu ayrıca bir şişe ölümcül siyanür içerir. Siyanür şişe
içindeki bir kısım radyoaktif atomun bozunmasından sonra
salıverilmektedir. Radyoaktif bozunma radyoaktif maddenin hem
bozunmuş hem de henüz bozunmamış süperpozisyon durumunda
bulunmaktadır, buna göre, radyoaktif bozunum kuantum
mekaniğinin kanunları tarafından yönetilir. Bu yüzden kedi ayrıca
hem ölü hem de canlı süperpozisyon durumunda olmak zorundadır.
Şimdi, eğer kutunun içine bakarsanız, kediyi öldürme riski vardır
çünkü kuantum süperpozisyonu çevresi ile etkileşime o kadar çok
MOSSBAUER ETKİSİ
hassastır ki kedinin en küçük bir gözlenme denemesi iki olası
sonuçtan –ölü veya diri – birisi olan ‘kedi durumu’ ile
sonuçlanacaktır. Schrödingerin görüşünde bu düşünce deneyi
saçma bir sonuca götürür. Schrödinger’in daha sonra kuantum
konusunda karışıklığa katkıda bulunduğu için özür dilemeye
çalıştığı söylenir. 2012’nin her iki Nobel Ödüllü bilim adamı kedinin
dış dünya ile iletişime girdiği zaman kuantum-kedi durumunu
saptayabilmişlerdir. Onlar yaratıcı deneyler tasarlamış ve ölçme
işleminin aslında nasıl kuantum durumunun çöktüğünü ve
süperpozisyon durumunu kaybettiğini detaylı bir şekilde göstermeyi
başarmışlardır.
Şekil 133 Schrödingerin kedisi. 1935 de Avusturyalı fizikçi ve Nobel
Ödüllü Erwin Schrödinger kuantum fiziğin mikro dünyası ve günlük
makro dünyası arasında hareketin saçma sonuçlarını göstermek
için bir kutu içinde bir kedi ile bir düşünce deneyini göstermiştir.
Mikro dünyanın bir kuantum sistemi, parçacıkları, atomları ve diğer
parçaları, fizikçilerin adlandırdığı süperpozisyon durumları, aynı
anda iki durumda olabilir. Schrödingerin düşünce deneyinde
kutudaki kedi bir süperpozisyon durumundadır, ve bu yüzden hem
ölü hem de canlıdır. Şimdi, kutuya bakacak olursanız, kediyi ölme
MOSSBAUER ETKİSİ
riskine atarsınız çünkü kuantum süperpozisyon çevreyle etkileşimi o
kadar çok hassastır ki gözlem için en küçük bir deneme kediyi
hemen ‘kedi durumunu iki olası sonuçtan birine – ölü veya diri – ‘
çökertebilir’.
Schrödingerin kedisi yerine, Haroche ve Wineland kuantum
parçacıklarını hapseder ve onları kedi-gibi süperpozisyon durumuna
sokarlar. Bu kuantum nesneleri bir kedi gibi gerçekten makroskopik
ölçekli değillerdir, fakat bunlar yine de kuantum standartlarına göre
oldukça büyüktür. Harochenin kavitesinin içindeki mikro dalga
fotonlar, aynı anda hem saat yönünde hem de zıt yönde dönen ibreli
bir kronometre gibi, aynı anda zıt durumlarla kedi-benzer
durumlara soktular. Kavite içindeki mikrodalga alan Rydberg
atomları ile yoklanır, sonuç dolanıklık olarak adlandırılan başka bir
anlaşılmayan kuantum etkisidir. Dolanıklık Erwin Schrödinger
tarafından da tanımlanmıştır. Aralarında direk bir iletişim
olmamasına rağmen iki veya daha fazla kuantum parçacığının
birbirlerinin özelliklerini öğrenebilmesi ve etkileyebilmesi olayıdır.
Mikrodalga alanının ve Rydberg atomlarının dolanıklığı Haroche’ye
kavite içindeki kedi-benzer kuantum durumlarını (ölüm ve yaşam)
saptamaya müsaade etti. Haroche kuantum süperpozisyon
durumlarını atom atom, adım adım takip ederek, iyi-tanımlanmış
klasik fiziğin durumuna geçişini belirlemiştir.
Yeni Bir Bilgisayar Devriminin Eşiğinde
Birçok bilim adamının hayal ettiği, iyon kapanının olası bir
uygulamasının kuantum bilgisayarı olabileceğidir. Günümüz klasik
bilgisayarlarında, bilginin en küçük bölümü ya 1 veya 0 değerini
alan bir parçadır. Bir kuantum bilgisayarında ise bilginin ana
bölümü – bir kuantum parçası veya qubit – aynı anda 1 ve 0 olabilir.
İki kuantum parçası aynı anda dört değer – 00, 01, 10, 11 alabilir ve
her ilave qubit olası durumlarım miktarını ikiye katlar. N kuantum
qubit için 2n olası durum vardır ve 300 qubitli bir kuantum
MOSSBAUER ETKİSİ
bilgisayarı, aynı anda 2300 değere sahip olabilir ve evrendeki atom
sayısından daha fazladır.
Wineland’ın grubu iki kuantum biti ile bir kuantum işlemi
gerçekleştiren dünyada ilk gruptu. Kontrol işlemlerini birkaç qubitle
başarılmasından beri, daha çok qubitlerle bu tür işlemleri
başarmanın olası olabileceğine inanmamak için prensipte hiçbir
neden yoktur. Buna rağmen böyle bir kuantum bilgisayarını yapmak
pratikte çok zordur. Birbirine zıt iki gereksinimin yerine getirilmesi
gerekir: qubitler kuantum özelliklerinin bozulmaması için
çevrelerinden yeteri derecede izole edilmesi gerekir, aynı zamanda
hesaplama sonuçlarını vermek için de dış dünya ile iletişim halinde
olabilmek zorundadırlar. Belki de kuantum bilgisayarı bu yüzyılda
yapılmış olacaktır. Eğer öyle olursa, klasik bilgisayarın bu son
yüzyılda hayatımızı nasıl değiştirdi ise, bu yaşantımızı aynı şekilde
derinden değiştirecektir.
Yeni saatler
David Wineland ve onun araştırma grubu yukarıda anlatılanlara ek
olarak günümüzde zamanı ölçmek için bir standard olan saesyum’a
dayalı atomik saatlerden yüz kat daha hassas olan bir saat yapmak
için iyon kapanını kullandılar. Bütün saatleri bir standarda göre
ayarlayarak veya eşzamanlı yaparak hassas bir saat elde edilmiştir.
Saesyum saatleri mikrodalga aralığında çalışır halbuki Wineland’ın
iyon saatleri görülebilen ışık kullanır – bu yüzden bunlara: optik saat
denmiştir. Bir optik saat sadece bir iyon veya bir kapanda iki
iyondan oluşur. İki iyonla, biri saat olarak diğeri de onu durumunu
tahrip etmeden veya bir tik kaçırmaya neden olmadan saati okumak
için kullanılır. Bir optik saatin hassasiyeti 1017 civarındadır, bunun
anlamı eğer yaklaşık 14 milyar yıl önce Big Bang ile evrenin
başlangıcında biri zamanı ölçmeye başladıysa, optik saat bugün
yaklaşık beş saniye hata verirdi. Zamanı böyle bir hassasiyetle
ölçmek, zaman akışındaki değişikler, yerçekimindeki anlık
değişikler, uzay-zamanının yapısı gibi bazı doğanın çok ince ve güzel
MOSSBAUER ETKİSİ
olayları gözlenebilirdi. Einstein’ın görecelik teorisine göre, zaman
hareket ve yerçekimi tarafından etkilenir. Hız ne kadar yüksek ve
yerçekimi ne kadar güçlü olursa, zamanın akışı o kadar yavaş olur.
Biz bu etkilerin farkında olmayabiliriz, fakat bunlar aslında günlük
yaşantımızın bir parçası olmuştur. Biz GPS ile navigasyon yaparken
uydulardan gelen ve düzenli olarak ayarlanan zaman bilgisi
sinyallerini kullanırız, çünkü yerçekimi uzayda yüzlerce kilometre
yukarda zayıftır ve zaman orda farklı akar. Bir optik saat ile hızı
saniyede 10 metreden daha az bir hız farklılığın veya 30 santimetre
yükseklik farkının yerçekiminde meydana getirdiği farklılığın
yarattığı zaman akışındaki değişimi ölçmek mümkündür.
MOSSBAUER ETKİSİ
2013- FRANÇOIS ENGLERT, PETER HIGGS
Ülke : Belçika İngiltere
Nobel Ödülü Konusu: "A tomaltı parçacıkların
kütlesinin kökenin e dair anlayı şımıza katkıda
bulunan ve yakın zamanda CERN'in Büyük Hadron
Çarpı ştırıcısı'nda ATLAS ve CMS deneyleri ile
tahmin edilen temel parçacı ğın keşfedilmesiyle
teyit edilen mekanizmanın teorik ke şfinden
dolayı"
Higgs parçacığı: Sonunda burada!
François Englert ve Peter W. Higgs, parçacıkların nasıl kütle
kazandıklarına dair teorileri için 2013 yılında fizik dalında Nobel
ödülünü birlikte kazanmışlardır. Onlar 1964’de birbirinden bağımsız
olarak bu teoriyi ileri sürmüşlerdir (Englert ve şimdi ölmüş olan
meslektaşı Robert Brout ile birlikte). Fikirleri, Higgs parçacığının
2012 yılında İsviçre-Cenevre yakınlarındaki CERN laboratuarında
keşf edilmesi ile onaylanmıştır.
Şekil 10 Higgs parçacığı, H evrenin yapı taşlarını tanımlayan
parçacık fiziğinin Standard Modelini tamamlar.
Ödüllendirilen mekanizma, evrenin nasıl oluştuğunu tanımlayan
parçacık fiziğinin Standard Modelinin merkez parçacığıdır. Standard
Modele göre, her şey, çiçekler ve insanlardan yıldızlar ve gezegenlere
MOSSBAUER ETKİSİ
kadar, sadece birkaç yapı taşından meydana gelmiştir: madde
parçacıkları. Bu parçacıklar kuvvetler tarafından yönetilirler,
kuvvetler ise kuvvet taşıyıcı parçacıklar aracılığı ile madde ile
etkileşirler. Tüm Standard Model özel bir tür parçacığın: Higgs
parçacığı, varlığına dayanır. O bütün uzayı dolduran görülmeyen bir
alanla ilişkilidir. Hatta uzay bize bomboş göründüğü zaman bile, bu
alan ordadır. Orda olmasaydı, elektronlar ve tanecikler (quarks) ışık
parçacığı fotonlar gibi kütlesiz olurlardı. Fotonlar gibi, atomlar veya
moleküller de, uzayda ışık hızında hızlı bir şekilde hareket
edebilecek ve hiçbir şey, hatta kendimiz, var olamayacaktık. Bu teori
Standard Modeli artık geçersiz olmaktan kurtarmıştır.
Düzen Yaratan Model
Sadece birkaç yapı taşından oluşan evren fikri çok eskidir. M.Ö. 400
yılında bile, filozof Democritus her şeyin atomlardan oluştuğunu öne
sürmüştür – Yunanca da átomos bölünemez anlamına gelir. Bugün
atomların bölünemez olmadığını biliyoruz. Onlar nötron ve
protonların oluşturduğu atomik bir çekirdeği yörüngeleyen
elektronlardan oluşur. Ve nötron ve protonlar da quark adında daha
küçük parçacıklardan oluşur. Aslında, sadece elektronlar ve
quarklar Standard Modele göre bölünemezler. Atomik çekirdek iki
tür quarklardan oluşur bunlar - üst quarklar ve alt quarklar.
Böylece aslında bütün maddelerin var olması için üç temel parçacığa
ihtiyaç vardır: elektronlar, üst quarklar ve alt quarklar. Fakat 1950
ve 1960 yıllarında, yeni parçacıklar hem kozmik radyasyonda hem
de yeni yapılmış hızlandırıcılarda beklenmedik bir şekilde
görülmüştü. Bu yüzden Standart Model bu yeni elektron ve quark
kardeşleri dahil etmek zorundaydı.
Madde parçacıkları yanı sıra, doğanın dört kuvvetinin – yerçekimi,
elektromanyetizma, zayıf kuvvet ve güçlü kuvvet – her biri için
kuvvet parçacıkları vardır. Yerçekimi ve elektro manyetizma en çok
bilinenleridir., bunlar çeker veya uzaklaştırır, ve biz bunların etkisini
gözlerimizle görebiliriz. Güçlü kuvvet quarklara göre hareket eder ve
MOSSBAUER ETKİSİ
çekirdekte protonları ve nötronları bir arada tutar, halbuki zayıf
kuvvet güneşin içindeki nükleer süreç için gerekli olan radyoaktif
bozunma için gereklidir. Parçacık fiziğinin Standard Modeli doğanın
temel yapı taşlarını ve dört kuvvetten üçünü (dördüncüsü olan
yerçekimi kuvveti modelin dışında kalmaktadır) birleştirir Uzun
süredir bu kuvvetlerin gerçekten nasıl çalıştığı bir muamma idi.
Örneğin, mıknatısa çekilen bir metal parçası az ilerde duran
mıknatısı nasıl biliyor? Ve Ay Dünyanın yerçekimi kuvvetini nasıl
hissediyor?
Uzayı Dolduran Görünmeyen Alanlar
Fizik tarafından ileri sürülen açıklama uzayın gözle görülmeyen
alanlarla dolu olduğudur. Yer çekim alanı, elektromanyetik alan,
kuark alanı ve bütün diğer alanlar uzayı veya daha ziyade, dört
boyutlu uzay-zamanı doldururlar, bu teorinin bittiği soyut bir
uzaydır. Standart model alanların ve parçacıkların evrenin temel
yapı taşları olduğu bir kuantum alan teorisidir. Kuantum fiziğinde,
her şey kuantum alanlarında titreşimlerin bir kolleksiyonu olarak
görülür. “Quanta” olarak adlandırılan bu titreşimler bize parçacık
olarak görülür ve küçük paketler halinde alan boyunca taşınırlar.
İki tür alan mevcuttur: madde parçacıkları olan madde alanları ve
kuvvet parçacıkları olan kuvvet alanları – kuvvet aracıları, Higgs
parçacığı da Higgs alanının bir titreşimidir. Bu alan olmadan
Standard Model oyun kağıtlarından yapılan bir ev maketi gibi
çökebilir çünkü kuantum alan teorisi işlemlerde sonsuzluğu ve
görünemeyen simetri problemlerini içermektedir. François Englert,
Robert Brout, Peter Higgs ve daha sonraki bilim adamları, Higgs
alanının teoriyi ihlal etmeden, Standard Modelin simetrisini
bozabildiğini gösterdiler. Çünkü Standard Model ancak
parçacıkların kütlesinin sıfır kabul edilmesi ile doğru sonuçlar
vermekteydi. Elektromanyetik kuvvetin taşıyıcısı olan kütlesiz
fotonlar için bir problem yoktu. Zayıf kuvvetin ise üç tane taşıyıcı
ağır parçacığı vardı; iki tanesi elektrik yüklü W parçacıkları ve bir
MOSSBAUER ETKİSİ
tanesi Z parçacığı. Bu taşıyıcıların durumu hızlı ve kütlesiz fotonlar
ile uyuşmamaktaydı. Elektromanyetik ve zayıf kuvvetleri birleştiren
elektro zayıf kuvvet nasıl oluşturulabilirdi? Standard Model tehdit
altında idi. Bu; Englert, Brout ve Higgs’in Standard Modeli
kurtarmayı başaran, parçacıklara kütle kazandıran dahice
mekanizmaların ortaya çıkış noktasıdır.
Hayalete benzeyen Higgs alanı
Higgs alanı fizikte tanımlı diğer alanlara benzemez. Diğer bütün
alanların şiddeti değişir, en düşük enerji seviyelerinde sıfır olur.
Higgs alanı böyle değildir. Uzay tamamen boşaltılabilse bu boşluğu
reddeden hayalet benzeri bir alan doldurur, Higgs alanı. Biz bunun
farkına varmayız; Higgs alanı biz insanlara hava, balıklara su gibi
gelir. Onsuz var olamazdık, çünkü parçacıklar sadece Higgs alanı ile
etkileşimde bulundukları zaman kütle kazanırlar. Higgs alanı ile
etkileşmeyen parçacıklar kütle kazanmazlar, az etkileşimde
bulunanlar hafifleşir ve yoğun etkileşimde bulunanlar ağırlaşır.
Mesela alandan kütle kazanan elektronlar atomların ve molekülleri
yaratmada ve bir arada tutmada önemli bir rol oynar. Eğer Higgs
alanı birden kaybolursa, kütlesiz elektronlar ışık hızında birdenbire
dağılırken bütün madde çökecektir.
Higgs alanını bu kadar özel kılan nedir? O doğanın kendi simetrisini
bozar. Doğada, simetri çoktur; çiçekler ve kar taneleri çeşitli
geometrik simetriler gösterir. Fizik doğayı tanımlayan diğer tür
simetrileri ortaya koyar. Oldukça basit bir simetri örneği olarak; bir
laboratuar deneyinin Ankarada veya Mardinde yapılmış olmasının
sonuçları değiştirmeyeceğini söyleyebiliriz. Ayrıca deneyin ne zaman
yapıldığı da önemli değildir. Einstein’ın özel görecelik teorisi uzayda
ve zamanda simetrilerle uğraşır ve parçacık fiziğinin Standard
Modeli gibi daha birçok teoriye model olmuştur. Standard Modelin
denklemleri simetriktir; bir topa hangi açıdan bakarsanız bakın aynı
göründüğü gibi, hatta tanımlanan perspektif değişse bile Standard
MOSSBAUER ETKİSİ
Modelin denklemleri değişmez. Simetrinin prensipleri ayrıca başka
bir tür beklenmeyen sonuçlar doğurur. 1918 yılında, Alman
matematikçi Emmy Noether enerji korunumu ve elektrik yükü
korunumu kanunları gibi fiziğin korunum kanunlarının da
simetriden ortaya çıktığını göstermiştir. Simetri, buna rağmen, bazı
gereksinimlerin yerine getirilmesini emreder. Bir top mükemmel bir
şekilde yuvarlak olmalıdır; en küçük tümseklik simetriyi bozacaktır.
Denklemler için diğer kriterler söz konusudur. Ve Standard Modelin
simetrilerinden biri parçacıkların kütleye sahip olmalarını yasaklar.
Doğada, görünürde böyle bir şey yoktur, bu yüzden parçacıklar
kütlelelerini başka yerden almış olmalılar. İşte, ödül alan bu teori
simetrinin hem var olduğunu hem de gizlenmiş olduğunu
söylemektedir.
Simetri Gizlidir fakat Ordadır
Evrenimiz herhalde simetrik olarak meydana gelmiştir. Büyük
patlama esnasında, bütün parçacıklar kütlesizlerdi ve bütün
kuvvetler baştan beri var olan tek bir kuvvette birleşmiştiler. Bu
düzen artık yoktur – onun simetrisi bizden saklanmıştır. Büyük
patlamadan hemen 10 – 11 saniye sonra bir şey olmuştur. Higgs alanı
kendi orijinal dengesini kaybetmiştir. Bu nasıl olmuştur? Hepsi
simetrik olarak başlamıştı. Bu durum yuvarlak bir çanağın
ortasında duran en düşük enerji düzeyindeki bir topun pozisyonu
olarak tanımlanabilir. Bir itmeyle top dönmeye başlar, fakat belli bir
süre sonra top en alt noktaya geri döner. Buna rağmen, eğer çanağın
ortasında az çok bir tümsek varsa (Meksika şapkasına benzeyen)
ortadaki şekil yinede simetrik olacak fakat ek olarak artık dengesiz
(unstabil) de olmuştur. Top aşağı doğru herhangi bir yönde
yuvarlanır. Şapka hala simetriktir, fakat top bu kez aşağı
yuvarlandığında, onun merkezden uzaktaki pozisyonu artık
simetriyi gizleyecektir. Aynı şekilde Higgs alanı da simetrisini
bozmuştur ve simetrik sıfır pozisyonundan uzakta, vakumda dengeli
başka bir enerji seviyesi bulmuştur. Aynı anda oluşan bu simetri
MOSSBAUER ETKİSİ
bozulması Higgs alanının faz geçişi olarak da tanımlanır; bu suyun
buza dönüşme fazı gibidir.
Şekil 11 The universe was probably created symmetric, and the
invisible Higgs field had a symmetry that corresponds to the stable
position of a ball in the middle of a round bowl. But already 10–11
seconds after the Big Bang, the Higgs field broke the symmetry when
it moved its lowest level of energy away from the symmetrical centre-
point.
Faz geçişinin olması için, dört tane parçacık gerekliydi fakat sadece
biri, Higgs parçacığı kurtuldu. Diğer üçü zayıf kuvvet taşıyıcıları
tarafından kullanıldı, bunlardan ikisi elektrikle yüklü olan W
parçacıkları ve Z parçacığıdır, bunlar kendi kütlelerini kazandılar.
Bu yolla, Standart Modelde zayıf elektrik kuvvetinin simetrisi
korunmuştur – zayıf kuvvetin üç ağır parçağı ve elektromanyetik
kuvvetin kütlesiz fotonu arasındaki simetri korunur, bu sadece bize
görünür değildir, gizlenmiştir.
MOSSBAUER ETKİSİ
Olağanüstü Fizik İçin Olağanüstü Makineler
Nobel ödülü sahipleri muhtemelen teorilerinin henüz kendileri
hayattayken teyit olacağını hayal etmiyorlardı. Bu dünyanın her
tarafındaki fizikçilerin büyük çaba sarf etmelerini gerektirdi. Uzun
bir süre iki laboratuar – Amerika Şikago yakınındaki Fermilab ve
Fransa İsviçre sınırındaki CERN – Higgs parçacığını bulmak için
yarıştılar. Fakat birkaç sene önce Fermilab in Tevatron hızlandırıcısı
kapandığı zaman Higgs parçacığını bulma gayretlerinin devam ettiği
tek yer olarak CERN kaldı. CERN 1954 yılında Avrupa araştırma
faaliyetlerini geliştirmek ve ikinci dünya savaşı sonrası Avrupa
ülkeleri arasında ilişkileri tekrar kurmak amacıyla kurulmuştur. Şu
anda 20 ülkeden üyesi vardır ve dünyanın çeşitli yerlerinde yaklaşık
100 ülke projelerde işbirliği yapmaktadır. CERN’in en büyük
başarısı, parçacık çarpıştırıcısı LHC (Large Hadron Collider) Büyük
Hadron Çarpıştıcısıdır. Belki de insanoğlu tarafından yapılan en
büyük ve en karmaşık makinedir. 3000 bilim adamından oluşan iki
araştırma grubu devasa algılayıcılarla – ATLAS ve CMS -
parçacıkları izlerler. Algılayıcılar yüz metre yerin altında
yerleştirilmişlerdir ve saniyede 40 milyon parçacık çarpışmasını
gözlemleyebiliyorlar. Bu 27 kilometre uzunluğunda dairesel LHC
tüneline zıt yönlerde parçacıkları enjekte edildiğinde ne kadar sık
çarpışmalar olduğunu göstermektedir. Protonlar her 10 saatte bir
LHC ye enjekte edilir, her iki yönde huzme yollanır. 100.000 milyar
proton biraraya toplanır ve çok ince huzme halinde sıkıştırılırlar –
elektrik yüklü pozitif protonlar birbirini ittiğinden bu kolay bir işlem
değildir. Bunlar ışık hızının yüzde 99.99999 da hareket eder ve her
biri için yaklaşık 4 TeV ve ikisi birlikte 8 TeV enerji ile çarpışır ( bir
teraelektronvolt = 1000 milyar elektronvolt). Bir TeV fazla bir enerji
olmayabilir, bu aşağı yukarı uçan bir sivrisineğin enerjisine eşittir,
fakat bu enerji tek bir protona yüklendiği zaman ve hızlandırıcı içine
500 trilyon tane bu tür proton gönderdiğinizde, huzmenin enerjisi
MOSSBAUER ETKİSİ
neredeyse maksimum hızda giden bir trenin enerjisine eşit olur.
2015 de LHC’deki enerji hemen hemen iki katına ulaşacaktır.
Şekil 12 A possible
discovery in the ATLAS
detector shows tracks of
four muons (red) that have
been created by the decay of
the short-lived Higgs
particle. Image: CERN,
http://cds.cern.ch/record/14
59496
Şekil 13 A Higgs particle can
have been created and almost
instantly decayed into two
photons. Their tracks (green)
are visible here in the CMS
detector. Image: CERN,
http://cds.cern.ch/record/145
9459
Bulmaca içinde Bulmaca
Parçacık deneylerinin nasıl yapıldığını anlamak için bazan iki tane
İsviçre saatini birbirine çarpma örneği verilir. Fakat bu gerçekte
göründüğünden daha zordur, çünkü bilim adamlarının arayışları
tamamen yeni bir parçacık içindir– bu yeni parçacıklar çarpışma
enerjisinden meydana gelmektedirler. Einstein’ın meşhur formülü
E= mc2 e göre kütle bir tür enerjidir. Ve, hatta kütlesiz parçacıklar
için, çarpıştıkları zaman yeni bir parçacık yaratmalarını mümkün
kılan bu eşitliğin sırrıdır; eğer enerji yeterince yüksek ise iki foton
çarpıştığında bir elektron ve onun karşıt parçacığı, pozitronu yaratır
veya Higgs parçacığı iki tane gluonun çarpışmasından ortaya çıkar.
Protonlar parçacıklarla – quarklar, karşıt quarklar ve gluonlar - dolu
MOSSBAUER ETKİSİ
küçük çantalar gibidir. Bunların çoğu pek bir sorun yaratmadan
birbirlerini geçerler;, iki parçacık hüzmesinin her çarpışmasında
ortalamada yirmi kafa kafaya çarpışma gerçekleşir. Milyarda birden
az bir çarpışma izlenmeye değer olabilir. Bu çok fazla
gözükmeyebilir, fakat bu tür çarpışmanın her biri yaklaşık bin
parçacığın pırıltılı saçılmaları ile sonuçlanır. 125 GeV de, Higgs
parçacığının bir protondan yüz kat daha fazla ağırlağa ulaştığı
gözlenmiştir. Bu, Higgs parçacığını üretmenin neden bu kadar zor
olduğunu göstermektedir. Yine de, deneyi bitirmek için daha çok yol
vardır. CERN’deki bilim adamları gelecekte daha çok çığır açıcı
keşifler ortaya çıkarmayı ümit ediyorlar. Higgs parçacığını bulmak
büyük bir başarı olmasına rağmen, Standart Model kozmik
bulmacada son parça değildir. Bunun nedenlerinden biri Standart
Modelin belli parçacıkları, nötrinoları, tamamen kütlesiz olarak
değerlendirmesidir, halbuki son çalışmalar bunların aslında kütleye
sahip olduklarını gösteriyor. Diğer bir neden bu modelin sadece
evrende bütün maddenin beşte birini oluşturan görülebilen maddeyi
tanımladığıdır.
MOSSBAUER ETKİSİ
2014- SHUJI NAKAMURA, ISAMU AKASAKI, HIROSHI AMANO
Ülke : Japonya, Japonya, ABD
Nobel Ödülü Konusu: "Parlak ve enerji
tasarrufu sa ğlayan beyaz ı şık kaynaklarının
üretilmesine olanak sa ğlayan verimli mavi
ı şık yayan diotların ke şfinden dolayı"
Mavi LED’ler – Dünyayı yeni ışıkla doldurmakta
Isamu Akasaki, Hiroshi Amano ve Shuji Nakamura yeni bir enerji
tasarruflu ve çevre dostu –mavi ışık yayan diyot (LED) – ışık kaynağı
icat ettikleri için ödüllendirildiler. Nobel ödülleri insanlığa en büyük
fayda sağlayan icatlara verilmektedir; mavi LED’ler kullanılarak
beyaz ışık elde edilmektedir. LED lambalarının ortaya çıkmasıyla
artık eski ışık kaynaklarına göre daha uzun ömürlü ve daha
tasarruflu aydınlanma seçeneklerine sahibiz.
Akasaki, Amano ve Nakamura Nobel Ödül törenine katılmak için
Kasım ayının ilk günlerinde Stockholm e geldiklerinde, onlar şehrin
hemen hemen bütün pencerelerinde parlayan icatları olan ışığı fark
ettiler. Beyaz LED lambaları enerji tasarruflu, uzun ömürlü ve
MOSSBAUER ETKİSİ
parlak beyaz ışık saçar. Daha ötesi, florasan lambaların aksine,
bunlar civa içermezler.
Kırmızı ve yeşil ışık saçan diyotlar yaklaşık yarım yüzyıldan beri
bizimledir, fakat mavi ışığı elde etmek için gerçekten ışık
teknolojisine çağ atlatmak gerekiyordu. Sadece kırmızı, yeşil ve mavi
üçlüsü bizim için dünyayı aydınlatan beyaz ışığı üretebilir. Ar-GE
dünyasında ve endüstride üstlenilen riskler ve büyük çabalara
rağmen, mavi ışık otuz yıl boyunca üretilemedi.
Nakamura Shikoku adasında Tokushimada yer alan küçük bir
şirkette Nichia Chemicals da çalışırken Akasaki Amano ile Nagoya
Üniversitesinde çalıştı. Onlar yarı iletkenlerinden (semiconducters)
parlak mavi ışık demeti elde ettikleri zaman, aydınlatma
teknolojisinin temelden değişimi için kapılar açılmıştır. Akkor ışık
lambaları 20. Y.yılı aydınlattı; 21. Yüzyıl LED lambaları tarafından
aydınlatılacak.
Enerji Tasarrufu ve Kaynakların Tasarrufu
Işık yayan bir diyot birkaç yarı iletken katmandan meydana gelir.
LED’de, elektrik direk olarak ışığa, fotonlara dönüşür. Diğer ışık
kaynaklarına göre çok daha verimlidir. Diğer ışık kaynaklarında
elektriğin büyük kısmı ısıya, ancak küçük bir miktarı ışığa dönüşür.
Akkor ve Halojen lambalarda elektrik akımı lamba flamanı telini
ısıtmak süretiyle aydınlatma sağlar. Florasan lambalarda gaz
boşalması hem ısı hem ışık yaratır. Florasan lambalardan önceleri
düşük enerji lambaları olarak bahsedilirdi, fakat LED lambalarının
ortaya çıkmasıyla artık bu tanım anlamını kaybetmiştir.
Böylece, yeni LEDler eski ışık kaynakları ile mukayese edildiğinde
ışık yaymak için daha az enerjiye gerek duyar. Daha ötesi, ünite
başına elektrik giriş gücü (watt ile ölçülür) daha yüksek ışık akışı
(lumen olarak ölçülür) ile daha tasarruflu hale gelmiştir. Bunlar
sürekli olarak gelişmektedir. En son rekor normal ışık ampulleri için
16 lumen/watt ve florasan lambaları için yaklaşık 70 lumen/watt
MOSSBAUER ETKİSİ
iken bu LEDlerde 300 lumen/watt dır. Yaklaşık dünya elektrik
tüketiminin ¼’ü aydınlanma için kullanılırken, yüksek enerji
tasarruflu LEDler Dünya kaynaklarının tasarrufuna katkıda
bulunurlar.
Şekil 141 Işık yayan diyodun çalışma prensibi–LED (üst solda) ve
mavi bir LED örneği.
LED’ler ayrıca diğer lambalara göre daha uzun ömürlüdürler.
Florasan lambaların genelde 10.000 saat ömrü varken akkor
ampuller (ısı lamba telini tahrip ettiğinden) 1.000 saat ömre
sahiptirler. LED’ler ise 100.000 saat ömre sahiptirler, böylece
malzeme tüketimi ve atık madde yığılması büyük ölçüde önlenmiş
olur.
MOSSBAUER ETKİSİ
Bir Yarıiletkenden Işık elde edilmesi
LED teknolojisi, mobil telefonlar, bilgisayarlar ve bütün modern
elektronik cihazların aynı mühendislik sanatından ortaya çıkmıştır.
Tümü kuantum fiziğine dayanır.
Maalesef türkiyemizde bir di
Işık yayan bit diyot çeşitli katmanlardan oluşur; negatif
elektronların fazlalığı ile oluşan bir n-tipi katman ve pozitif deliklerin
fazlalığı ile oluşan (bir başka deyişle elektronların eksik olması
nedeniyle) bir p-tipi katman. Bunların arasında aktif bir katman
vardır, elektriksel bir gerilim yarıiletkene uygulandığı zaman negatif
elektronlar ve pozitif delikler buraya doğru hareket ederler.
Elektronlar ve delikler burda karşılaştığı zaman yeniden birleşirler
ve ortaya ışık çıkar. Işığın dalgaboyu tamamen yarıiletkenin cinsine
bağlıdır; mavi ışık gökkuşağının kısa dalgaboyu ucunda görünür ve
sadece bazı materyallerde üretilebilir. Bir yarıiletkenden yayılan bir
ışığın ilk raporu 1909da Nobel Ödülü alan Guglielmo Marconi’nin iş
arkadaşı Henry J. Round tarafından 1907 kaleme alınmıştır. Daha
sonraları, 1920’lerde ve 1930’larda, Sovyetler Birliğinde, Oleg V.
Losev ışık salınımı ile ilgili birçok çalışmalar yapmıştır. Bununla
birlikte, Round ve Losev olayı anlamak için yeterli bilgiye sahip
değillerdi. Adı geçen yaratılmış elektroışıma’nın
(electroluminescence) olayının teorik bir tanımı için aradan birkaç
on yıl geçmeliydi.
Kırmızı ışık yayan diyot 1950’lerin sonunda icat edilmiştir. Bunlar,
örneğin, dijital saatlerde ve hesap makinelerinde veya çeşitli
aletlerde göstergeler olarak kullanıldı. İlk aşamada beyaz ışık
yaratmak için kısa dalgaboyunda ışık saçan bir diyota gerek olduğu
biliniyordu. Bu diyodun yüksek enerjili fotonları olmalıydı– mavi bir
LED – Birçok laboratuar bunu yapmayı denedi fakat başarılı
olamadı.
MOSSBAUER ETKİSİ
Geleneğe karşı gelme
Ödül sahibi bilim adamları kabul görmüş artık gelenekselleşmiş
gerçeklere meydan okudular; çok çalıştılar ve önemli riskler aldılar.
Cihazlarını kendileri yaptılar, teknolojiyi öğrendiler ve binlerce deney
yaptılar. Çoğu zaman başarısız oldular, fakat ümitsizliğe
kapılmadılar; bu en üst düzeyde deney uzmanıydılar. Galyum nitrat
hem Akasaki hem Amano hemde Nakamura’nın seçimi idi ve
sonunda kendilerinden öncekiler başarısızlığa uğramalarına
rağmen, onlar çabalarında başarılı oldular. Başlarda, materyalin
mavi ışığı yaratmada uygun olacağı kabul edilmişti, fakat
uygulamaya geçirmekte büyük zorluklar vardı.
Hiç kimse yeterince yüksek kalitede galyum nitrat kristalleri
üretememişti. Çünkü üzerinde galyum nitrat kristallerini çoğaltacak
uygun bir yüzey elde etmek gereksiz bir çaba olarak görülüyordu.
Daha da ötesi, bu maddede içinde p-tipi katmanlar oluşturmak
tamamen imkansızdı. Buna rağmen, Akasaki seçilen maddenin
doğru olduğuna inanmıştı ve Nagoya üniversitesinde doktora
öğrencisi olan Amano ile çalışmaya devam etti. Nakamura da
başkalarının daha uygun olduğunu düşündüğü çinko selenür
alternatifinden önce galyum nitrat ile çalışmayı seçmiştir.
Fiat lux – Işık Olsun
1986’da Akasaki ve Amano bir safir alttaşı üzerine (substrate) bir kat
alüminyum nitrat yerleştirdiler ve sonra onun üstünde yüksek
kalitede galyum nitrat kristal oluşturmayı başardılar. Birkaç sene
sonra, 1980’lerin sonunda, galyum nitrat içinde p-tipi bir tabaka
oluşturmayı başardılar ve bu alanda yeni bir çığır açmış oldular.
Akasaki ve Amano Tarayıcı Elektron Mikroskobunda bu materyalleri
incelediklerinde daha yoğun bir şekilde parladığını şans eseri olarak
fark ettiler. Bu, mikroskopun elektron huzmesinin p-tipi katmanı
daha etkili yaptığını gösteriyordu. 1992’de onlar artık parlak mavi
ışık yayan ilk diyotlarını ortaya koyabiliyorlardı.
MOSSBAUER ETKİSİ
Nakamura 1988’de mavi LED’ini geliştirmeye başladı. İki sene sonra,
o da, kaliteli galyum nitrat yaratmayı başarmıştır. O ilk önce düşük
sıcaklıkta ince bir galyum nitrat tabakası üretti ve daha yüksek
sıcaklıklarda kalan tabakaları üretti.
Nakamura ayrıca Akasaki ve Amano’nun p-tipi katmanları nasıl
üretebildiklerini açıkladı: Elektron mikroskopunun elektron
huzmesi p-tipi katmanın oluşmasını önleyen hidrojeni ortadan
kaldırıyordu. Kendi diyodu için, Nakamura elektron huzmesi yerine
daha basit ve ucuz bir yol buldu: 1992’de materyali ısıtarak işlevsel
p-tipi bir katman yaratmayı başardı. Nakamuranın çözümleri
Akasaki ve Amano’nunkinden farklıydı.
1990lar esnasında, her iki araştırma grubu, mavi LED lerini daha
da geliştirmeyi başardılar. Onlar alüminyum ve indiyum kullanarak
değişik galyum nitrat alaşımları elde ettiler ve LED in yapısı gittikçe
karışık hale gelmiştir.
Akasaki Amano ile birlikte ve ayrıca Nakamura bunun yanı sıra mavi
LED in önemli bir parçası olduğu, bir kum tanesi büyüklüğünde, bir
mavi lazeri de icat ettiler. LED in dağınık ışının aksine, bir mavi lazer
keskin incelikte bir ışık yayar. Mavi ışık çok kısa dalga boyuna sahip
olduğundan o daha sıkı bir şekilde paketlenebilir; kızıl ötesi ışıkla
mukayese edildiğinde mavi ışıkla aynı alan dört kez daha fazla bilgi
yüklenebilir. Saklama kapasitesindeki bu artış hızlı bir şekilde daha
uzun çalma süreleri ile blue ray disklerine, ayrıca daha iyi lazer
yazıcıların gelişmesine öncülük etti.
Birçok ev gereçleri LEDlerle donatıldı. Onlar televizyon setlerinde,
bilgisayarlarda ve kamera için bir lamba ve flaş işlevi gören mobil
telefonlarda LCD ekranlarda kullanılmaya başladılar.
MOSSBAUER ETKİSİ
Şekil 141 Işık kaynaklarının ışık verimliliği açısından
karşılaştırması
Şekil de LED lambaları eski ışık kaynaklarına kıyasla ışık yaymak
için daha az güce gerek duyarlar. Verimlilik, güç başına (watt ile
ölçülür) ışık akısı (lumen le ölçülür) ile belirtilir. Dünya elektrik
üretiminin yaklaşık dörtte biri aydınlatma amaçları için
kullanıldığından, enerji tasarruflu LED lambaları Dünya
kaynaklarını korumaya katkıda bulunur.
Parlak Bir Devrim
Mavi ledin icadı aydınlatma teknolojisine çağ atlatmıştır. Yeni, daha
etkili, daha ucuz ve akıllı lambalar sürekli olarak geliştirilmektedir.
Beyaz LED lambalar iki farklı şekilde elde edilmektedir. Birincisi,
mavi ışık ile fosforu uyarmak, böylece fosfor kırmızı ve yeşil ışık
olarak ışıma yapar. Bütün renkler bir araya getirildiğinde, beyaz ışık
elde edilir. Diğer bir yol ise, kırmızı, yeşil ve mavi LEDlerden lambayı
yapmaktır ve gözümüzün bu üç rengi beyaza dönüştürmesine izin
vermektir.
MOSSBAUER ETKİSİ
bu yüzden LED lambalar aydınlatma alanında birçok uygulaması
olan ışık kaynaklarıdır – milyonlarca farklı renk elde edilebilir;
renkler ve ışık şiddeti ihtiyaca göre değiştirilebilir. yüzlerce metre
kare büyüklüğünde yanıp sönen renkli ışık panelleri, renk ve şekil
değiştirirler. Her şey bilgisayarlar tarafından kontrol edilebilir.
Ayrıca ışığın rengini kontrol etme olanağı sayesinde LED lambalar
doğal ışığı taklit edebilir bu sayede biyolojik saatimizi takip
edebilirler. artık LED lambalar seracılıkta doğal ışık kaynağı olarak
kullanılmaktadır.
Enerjisini güneş panellerinden elde eden LED lambalar ile Elektrik
şebekesine ulaşamayan 1.5 milyardan fazla insan için yaşam
kalitesini artırma imkanı elde edilmiştir. Daha ötesi, mavi LEDin
mor ötesi ışık yayma özelliği sayesinde kirli suları sterilize etmek
mümkündür. Verimli mavi LED in icadı sadece yirmi yıldır, fakat o
beyaz ışığı tamamen farklı bir şekilde elde ederek insanlığın
faydasına sunmuştur.
Ve mavi LED’in ülkemizde bir uygulaması