16
1 HAYATI BOYUNCA ÖZGÜRCE DANS EDEBİLMENİN MÜCADELESİNİ VEREN EMMA GOLDMAN VE İNANDIKLARI 1 ÜZERİNE Emek Yıldırım 2 Kurşunidir aslında teori, oysa yemyeşildir yaşamın altın ağacı. 3 Johann Wolfgang von Goethe, Faust Giriş George Orwell ünlü 1984 kitabında Okyanusya’da halkın ve partinin en önemli düşmanı, baş hain olarak anlattığı Emmanuel Goldstein’a dair betimlemeleriyle Lev Trotskiy’de bahsettiği açıktır. 4 Lakin aynı zamanda Orwell’in bu ismi yaratırken İspanya İç Savaşı’nda bizzat mücadele içindeyken mektuplar gönderdiği Emma Goldman’dan da esinlendiğini belirtmekte fayda var. Orwell’in kitabında, Goldman’ın isminden türetilmiş Emmanuel ismi ile Goldman ve Trotskiy’nin esas soyadı olan Bronstein’in bir karışımı olarak ortaya çıkan Goldstein soyadını kullanması ise sadece bir tesadüf değil tam tersine romanın ruhuna ait mühim bir ayrıntıdır. Trotskiy de Goldman da Çarlık Rusya döneminde İmparatorluğun topraklarının kenarındaki bölgelerde Yahudi kültürün içinde doğmuş, büyümüş ve erken yaşlarında Rusya’nın hareketli siyasi atmosferi sonucunda erken yaşlarında devrimci mücadeleyle haşır neşir olmuşlardı. Fakat Orwell için de olduğu gibi, asıl kayda değer ortak yanları ise Sovyetler Birliği’ni devrimci mücadele içinden eleştiren, dünya çapındaki etkileri yadsınamaz iki büyük devrimci figür olmalarıdır. Tüm bu 1 Emma Goldman’ın 19 Temmuz 1908’de New York World’de çıkan “What I Believe” (Benim İnandığım) makalesinde “benim inandığım” sözünden kastı kendi anarşizm fikriyatıdır ve bu makalede de şöyle demektedir: “ ‘Benim inandığım’, nihai hedeften ziyade bir süreçtir. ” (Emma Goldman, “Benim İnandığım,” Anarşizm Neyi Savunur?, çev. Derya Kömürcü. İstanbul: Agora Kitaplığı, 2012, s. 42) Ayrıca, Emma Goldman’ın makalesinin, Lev Tolstoy’un özellikle devleti ve kiliseyi eleştirdiği eserlerini verdiği dönemde kaleme aldığı “What I Believe” ( V Çem Moya Vera, 1884) kitabıyla da aynı taşımakta. İlginçtir ki Tolstoy’un o zaman oldukça ses getiren bu kitabının yayınlandığı 1884-1885 yıllarında, Goldman da ailesi ile Saint Petersburg’a çoktan taşınmış, ailesinin maddi sıkıntısı nedeniyle çalışmaya başlamış ve bu sırada Rus anarşist ve sosyalist mücadelelerini de derinden etkileyen İvan Turgenyev’in Babalar ve Oğullar (Ottsı i Deti) ile Nikolay Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı?[Ne Yapmalı?] (Çto Delat’?) kitaplarının belki de ilk kıvılcımları çakmasıyla birlikte aynı zamanda anarşist fikirlerle de yeni yeni tanışmaya başlamıştı. 2 Artvin Çoruh Üniversitesi Hopa İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi. 3 J. W. von Goethe’nin ünlü Faust eserinde Mephisto’nun Doktor Faust’a sarf ettiği bu cümleyi, Friedrich Wilhelm Leopold Pfeil’in orjinali “Alle Theorie ist grau, und nur der Wald und die Erfahrung sind grünolan cümleden esinlendiği açıktır (bkz. Friedrich Wilhelm Leopold Pfeil , Kritische Blätter, Band 22, Heft 1, s. 1, 1846). Ayrıca, Goethe’nin bu ünlü cümlesini, Vladimir İliç Lenin de 7 Nisan 1917 tarihli Pravda’nın 26. sayısında bulunan “Taktik Üzerine Mektuplar” makalesinde alıntılamıştır. 4 George Orwell, 1984, çev. Nuran Akgören. İstanbul: Can Yayınları, 2003, s. 18.

Hayatı Boyunca Özgürce Dans Edebilmenin Mücadelesi: Emma Goldman ve İnandıkları Üzerine

  • Upload
    artvin

  • View
    0

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

1

HAYATI BOYUNCA ÖZGÜRCE DANS EDEBİLMENİN

MÜCADELESİNİ VEREN EMMA GOLDMAN VE İNANDIKLARI1 ÜZERİNE

Emek Yıldırım2

Kurşunidir aslında teori, oysa yemyeşildir yaşamın altın ağacı.3 Johann Wolfgang von Goethe, Faust

Giriş George Orwell ünlü 1984 kitabında Okyanusya’da halkın ve partinin en önemli düşmanı, baş hain olarak anlattığı Emmanuel Goldstein’a dair betimlemeleriyle Lev Trotskiy’de bahsettiği açıktır.4 Lakin aynı zamanda Orwell’in bu ismi yaratırken İspanya İç Savaşı’nda bizzat mücadele içindeyken mektuplar gönderdiği Emma Goldman’dan da esinlendiğini belirtmekte fayda var. Orwell’in kitabında, Goldman’ın isminden türetilmiş Emmanuel ismi ile Goldman ve Trotskiy’nin esas soyadı olan Bronstein’in bir karışımı olarak ortaya çıkan Goldstein soyadını kullanması ise sadece bir tesadüf değil tam tersine romanın ruhuna ait mühim bir ayrıntıdır. Trotskiy de Goldman da Çarlık Rusya döneminde İmparatorluğun topraklarının kenarındaki bölgelerde Yahudi kültürün içinde doğmuş, büyümüş ve erken yaşlarında Rusya’nın hareketli siyasi atmosferi sonucunda erken yaşlarında devrimci mücadeleyle haşır neşir olmuşlardı. Fakat Orwell için de olduğu gibi, asıl kayda değer ortak yanları ise Sovyetler Birliği’ni devrimci mücadele içinden eleştiren, dünya çapındaki etkileri yadsınamaz iki büyük devrimci figür olmalarıdır. Tüm bu

1 Emma Goldman’ın 19 Temmuz 1908’de New York World’de çıkan “What I Believe” (Benim İnandığım) makalesinde “benim inandığım” sözünden kastı kendi anarşizm fikriyatıdır ve bu makalede de şöyle demektedir: “ ‘Benim inandığım’, nihai hedeften ziyade bir süreçtir.” (Emma Goldman, “Benim İnandığım,” Anarşizm Neyi Savunur?, çev. Derya Kömürcü.

İstanbul: Agora Kitaplığı, 2012, s. 42) Ayrıca, Emma Goldman’ın makalesinin, Lev Tolstoy’un özellikle devleti ve kiliseyi eleştirdiği eserlerini verdiği dönemde kaleme aldığı “What I Believe” (V Çem Moya Vera, 1884) kitabıyla da aynı

taşımakta. İlginçtir ki Tolstoy’un o zaman oldukça ses getiren bu kitabının yayınlandığı 1884-1885 yıllarında, Goldman da ailesi ile Saint Petersburg’a çoktan taşınmış, ailesinin maddi sıkıntısı nedeniyle çalışmaya başlamış ve bu sırada Rus anarşist ve sosyalist mücadelelerini de derinden etkileyen İvan Turgenyev’in Babalar ve Oğullar (Ottsı i Deti) ile Nikolay Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı?[Ne Yapmalı?] (Çto Delat’?) kitaplarının belki de ilk kıvılcımları çakmasıyla birlikte aynı

zamanda anarşist fikirlerle de yeni yeni tanışmaya başlamıştı. 2 Artvin Çoruh Üniversitesi Hopa İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dal ı Doktora Öğrencisi. 3 J. W. von Goethe’nin ünlü Faust eserinde Mephisto’nun Doktor Faust’a sarf ettiği bu cümleyi, Friedrich Wilhelm Leopold Pfeil’in orjinali “Alle Theorie ist grau, und nur der Wald und die Erfahrung sind grün” olan cümleden esinlendiği açıktır (bkz. Friedrich Wilhelm Leopold Pfeil, Kritische Blätter, Band 22, Heft 1, s. 1, 1846). Ayrıca, Goethe’nin bu ünlü cümlesini, Vladimir İliç Lenin de 7 Nisan 1917 tarihli Pravda’nın 26. sayısında bulunan “Taktik Üzerine Mektuplar”

makalesinde alıntılamıştır. 4 George Orwell, 1984, çev. Nuran Akgören. İstanbul: Can Yayınları, 2003, s. 18.

2

ortaklıklar bağlamında, Orwell’in kitabında Büyük Birader’in “en büyük hain”5 olarak addettiği Emmanuel Goldstein karakterini yaratırken, Josef Stalin döneminde “bir numaralı halk düşmanı”6 olarak addedilen Lev Trotskiy’den ve Sovyetler Birliği’ne sürgün edilmeden önce “en tehlikeli kadın”7 olarak addedilen Emma Goldman’dan esinlenmesinin bu karakterin sadece isminin kaynağını değil aynı zamanda totaliter bir rejime karşı muhalif/devrimci özünü de oluşturduğu aşikârdır. Peki, neden Emma Goldman? Emma Goldman’ı bu kadar dikkate değer bir şahsiyet kılan nedir? Rus-Amerikan anarşist-feminist Emma Goldman dünya devrimci mücadele alanını etkileyen bir isim haline gelmesinde, önem arzeden fikirleri kadar fikirlerini açıkça beyan etmedeki cesareti, belagat ve hitabet yeteneği ile mütemadiyen içinde olduğu eylemliklerle kendini varetmesi de mühim bir yer tutmaktadır. Emma Goldman, hayatını teorinin sırça köşklerinden çok sokağın, eylemin içinde geçiren, bu yolda her türlü bedel ödemeyi göze alan ve de ödeyen, anarşizme kuramsal katkısı yanında militan bir örneklem de olmuştur. Başta kadınlar olmak üzere tüm insanların özgürlüğü ve eşitliği için verdiği mücadelenin karşılığında çoğunlukla yaftalanma, suçlanma, dışlanma, yalnız bırakılma, yanlış anlaşılma ile karşı karşıya kalsa da yılmadan mücadelesine anarşist değerlere ve insanlığın hak ettiği parlak geleceğe dair umudunu yitirmeden devam etti. Adeta gençlik yıllarında okuduğunda çok etkilendiği ve hayatı boyunca ona ışık tutacak değerleri kazanmasında esin kaynağı olan Vera Pavlovna’nın8 gerçek dünyadaki izdüşümüdür Emma Goldman.9 Nitekim, Rus anarşist geleneğiyle Amerikan anarşist geleneğinin mühim bir mahlûtu olmasının yanında, Emma Goldman, bu iki ülke başta olmak üzere tüm dünya üzerindeki anarşist harekete ve tabi ki –her ne kadar hiçbir zaman kendini bir feminist olarak adlandırmasa da– feminist harekete teorik ve pratik katkıları şüphesiz ki yadsınamaz bir ehemmiyet içermektedir. Bu nedenle, bu çalışmada ilk olarak Emma Goldman’ın fikri hayatına zemin oluşturan Rus ve Amerikan anarşist gelenekler Emma Goldman’ın bu geleneklerle tanıştığı, beslendiği ve beslediği dönemlere dair hülasaten bir irdeleme ile üstünden geçildikten sonra Goldman’ın anarşist fikriyatını meydana getiren başlıca hususlar ele alınacaktır.

Rus Anarşist Geleneği

5 İbid., s. 17. 6 Bkz. Albert E. Kahn, Michael Sayers, Sovyetler’e Karşı Büyük Komplo: 1917-1947, “16. Bölüm: Beşinci Kolun Doğuşu”, çev.

İsmail Aydın. İstanbul: Yurt Yayınları, 1990. 7 Emma Goldman’ın Rusya’ya sürgün edilmesine neden olan dönemin FBI başkanı J. Edgar Hoover, onu “Amerika’nın en tehlikeli kadını” olarak adlandırır. Robert E. Weir, “Emma Goldman”, Class in America: An Encyclopedia, ed. Robert E. Weir. Westpost: Greenwood Press, 2007, s. 321. Ayrıca bkz. Theresa Moritz, Albert Moritz, The World’s Most Dangerous Woman: A New Biography of Emma Goldman. Vancouver: Subway Books, 2001. Bunlara ek olarak, Emma Goldman’ın

yaşam öyküsünü anlatan, senaryosu yanında yapımcılığını ve yönetmeliğini Mel Bucklin’un üstlendiği, Nisan 2003 tarihinde gösterime sunulan Emma Goldman: An Exceedingly Dangerous Woman belgeseli de Goldman’a ve hayatına dair önemli bir görsel eserdir. 8 Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı? romanının kendi ve herkes için özgürlük ve eşitlik ilkeleri ile belirlenmiş bir hayatı amaç edinen devrimci kadın başkahramanı. Ayrıca bkz. Blanche H. Gelfant, Cross-Cultural Reckonings: A Triptych of Russian, American and Canadian Texts. Cambridge: Cambridge University Press, 1995, s. 88, ve Emma Goldman, Hayatımı Yaşarken ,

Birinci Cilt, çev. Beril Eyüpoğlu. İstanbul: Metis Yayınları-Kaos Yayınları, 1996, s. 34-36. 9 Peter Marshall, Anarşizmin Tarihi: İmkansızı İstemek, çev. Yavuz Alogan. Ankara: İmge Yayınları, 1999, s. 554.

3

[Ş]u popüler anarşinin gemlerini çözün…, gevşetin alabildiğine ki, yoluna çıkanı kavurup yıkan, gözü dönmüş bir lav gibi aksın… Biliyorum, tehlikeli ve barbarca bir yol, fakat bu olmadan

kurtuluş falan yok. [Devrimcilerin] şeytana uyması şarttır, bedenlerine bu şeytanı sokabilecek olan da devrimin anarşisinden başka bir şey değildir.10

1682-1725 yılları arasında Rus topraklarına hüküm süren I. Petro’nun, nam-ı diğer Deli Petro’nun, hayata geçirmeye çalıştığı Batılılaşma çalışmalarının neticesinde, modern devletin uygulamaları kadar Avrupa’yı kasıp kavuran Fransız Devrimi’nden yayılan özgürlükçü fikirler de Rusya’ya sirayet etmeye başlamıştı. Fakat, özellikle 19. yüzyıl itibariyle, Rus Çarları kendi topraklarında zuhur etmeye başlayan kapitalist düzene ve modern devletin kurulumuna herhangi bir halel getirecek tüm hareketlenmelere karşı oldukça otoriter bir tutum sergilemeye de başlamışlardı. Bununla beraber, Rusya’nın modernleşme süreci, Rus toplumunun ortak paydası yerine belli ulusal ve uluslararası egemen güçlerin ekonomik ve siyasi çıkarları lehine, otokratik siyasi iktidar tarafından sekteye uğratılmasına rağmen, Rus entelijansiyasının önderlik ettiği toplumsal muhalefetin susturulması yine de mümkün olamamıştır. Rus devletinin tüm yasaklama, sansürleme, engelleme çabalarına karşılık eleştirel muhalif-devrimci akımlar edebiyattan, sanata, felsefeden, bilimsel çalışmalara kadar 19. yüzyıl Rus fikir hayatında bir hayli geniş bir spektrum çerçevesinde dünya çapında ses getirecek bir hayli nitelikli devrimci eserler vermiş ve Rusya toprakları üzerinde devrimci mücadelenin yeşermesi için zemin oluşturmuşlardı. Esasen her biri devrimler çağının çocukları olan bu eleştirel muhalif-devrimci akımlar ise Narodniklerden anarşistlere, nihilistlere, sosyalistlere, sosyal demokratlara, temelde Rus hümanitaryanları olan Batıcılara11 ve hatta liberallere kadar gidebilecek geniş bir alanı kapsamaktaydı. Bilhassa, “hiç kuşkusuz “modern” bir siyasal akım ve toplumsal hareket… [olan a]narşizm 19. yüzyıl[da]… içerisinde doğduğu dünyaya ve onun en belirgin karakteristiklerine, yani merkezi bürokratik aygıt anlamında modern devletin ve kapitalizmin gelişimine verilen tepkilerin bir ürünüdür…[ ve y]ani anarşist düşünce ve hareket devrimler çağının çocuğudur”12 da aynı zamanda. Hatta dünyanın hali böyle iken, şüphesiz ki Rus anarşist geleneği de, diğer devrimci-muhalif hareketler gibi, uzak kalamamıştır devrimler çağından ve onun çocuklarından. Lakin, 20. yüzyılın başlarında hızlı bir ilerleme kaydederek devrime giden yolu başarıyla kateden Rus sosyal demokrat/sosyalist hareket tarafından sönümlendirilen bütün diğer eleştirel devrimci-muhalif akımlarla aynı kaderi paylaşan Rus anarşist geleneği, Sovyetler Birliği’nin kurulması ile sosyalist hareketin gölgesinde kalmasına ve özellikle de Bolşevik Parti’nin iktidara geldikten sonraki uygulamalarıyla yok sayılmasına rağmen, esasen hem Rusya’da devrim öncesi dönemde Rus devrimci mücadele için hem de dünyanın çok farklı bölgelerinde ortaya çıkan uluslararası anarşist hareket için çok önemli bir yer tutmaktadır . Avrupa’da 19. yüzyılın başları itibariyle devrimci kuram ve mücadele üzerinde ciddi bir

10 Mikhail A. Bakunin, “Bir Fransıza Mektup” (Letter to A Frenchman) çalışmasından alıntılayan Paul Thomas, Marx ve Anarşistler, çev. Devrim Evci. Ankara: Ütopya Yayınevi, 2000, s. 324. Ayrıca, Bakunin’in bu cümlelerine koşut olarak belirtmekte fayda var ki Dostoyevski’nin türkçeye Ecinniler olarak çevrilen kitabının orijinal adı Besı yani “ib l i sl er”di r . Buna ilaveten, bu ünlü eserin ingilizce versiyonu da The Possessed olarak çevrilmiştir ve sonradan da Ursula LeGuin Dostoyevski’nin bu eserine bir nevi cevaben anarşist bir ütopyayı betimlediği ve türkçeye Mülksüzler olarak çevrilen kitabını The Dispossessed olarak adlandırmıştır. 11 Michael Florinsky, “Russian Social and Political Thought, 1825-1855”, Russian Review, c. 6, no. 2 (Bahar, 1947), s. 78. 12 Foti Benlisoy, “Anarşizm: Gönüllü Düzene Övgü,” Modern Siyasal İdeolojiler, haz. H. Birsen Örs. İstanbul: Bilgi

Üniversitesi Yayınları, 2012, s. 357.

4

etkisi olan –hatta anarşizmin babası olarak da anılabilecek olan– Fransız anarşist düşünür Pierre-Joseph Proudhon’un bir anlamda halefi olan Rus anarşist düşünür Mikhail Bakunin’in yüzyılın ortaları itibariyle –özellikle de I. Enternasyonal’de takındığı tutum ve Karl Marks’la giriştiği çekişmeler de ününe ün katar iken– daha etkin bir rol oynamaya başlaması da bu dönemde Rus anarşist hareketin dikkate şayan bir önem kazanmasına sebep olan diğer bir faktör olacaktır. Bunun yanında, Çarlık sınırları içinde anarşizmin vücuda gelmesinde başka bir etmen ise, Rus anarşistlerinin bizzat gözlemlediği, içinden geldiği “Rusya’daki mir (Çarlık Rusya’sında toprağa ortak sahip olan… [bir tür kırsal cemaat yapılanmasına verilen isim]) gibi geleneksel

komünler”13 idi. Çünkü bu tür “hiyerarşik olmayan, egaliteryan düzenleri… [ile] küçük ölçekli komünal yaşam deneyimler”14 gelecekte kurulması öngörülen anarşist bir toplumsal yaşam için iyi birer model oluşturmaktaydı ve bu nedenle Rus mir’leri de Rus anarşistlerin bu türden bir tahayyül geliştirebilmelerine mühim bir katkıda bulunmaktaydı. Mesela;

Bir politik hareket olarak Kronstadt ayaklanması, isyancı İzvestiia’nın tanımladı gibi, hayal kırıklığına uğramış devrimcilerin, Komünist diktatörlüğün “karabasan yönetiminden” kurtulma ve Sovyetlerin etkili iktidarını yeniden kurma girişimiydi. Tarihi olarak, bu sovyet geleneksel Rus yerel özyönetimi kurumu olan köy komününün izlerini taşıyordu. Emma Goldman’ın gözlemlediği gibi bu, “eski Rus mir’inin ileri ve daha devrimci biçiminden başka bir şey değildi. O, halkın içinde öylesine derinden kök salmıştı ki, tarladaki çiçekler gibi Rusya toprağından doğal olarak fışkırmıştı.”15

Bununla beraber, özellikle toprak sahiplerinin aynı zamanda mülkü sayılan köylülerin ayaklanması ile 1861’de Rusya’da serfliğin kaldırılmasıyla geleneksel Rus kırsalında mir’lerin sayısının ve etkinliklerinin artmasına sebep de oldu. Bu arada, esasen Rusya’da kapitalizmin gelişimi lehine ve kırsal nüfusun isyan etme ihtimaline karşı yürürlülüğe sokulan toprak reformu –ki o dönemlerde Rusya sınırları içinde ifa edilen anarşist/nihilist şiddet eylemleri ile birlikte–, hem Narodnik hareketin hem de anarşist hareketin bir yandan daha net bir biçim almasına yol açarken diğer yandan da –her ne kadar Narodnikler bu süreçte Avrupai değerlere olan güvenlerini kaybetseler de– bu hareketlerin daha anti-kapitalist bir nitelik kazanarak diğer devrimci hareketler ile –müstakbel bir devrime de kapı aralayacak bir şekilde– birbirlerini besleyecek karşılıklı bir ilişkilenme içine girmesini de sağladı.16 Buna ek olarak, bu reformdan kısa bir süre önce, 1860’da Marks’ın Friedrich Engels’e yazdığı, ilginç olduğu kadar mühim de olan o döneme dair şu cümleler –beklenmedik bir biçimde yaşlı kıta Avrupa dışında cereyan eden– Rusya ve Amerika’daki toplumsal hareketlenmelerin Marks’ın da dikkatini cezbettiğini göstermektedir: “Bana sorarsanız, dünyamızın bugünlerde en büyük olayları John Brown’un ölümüyle başlayan Amerika’daki köleler eylemi ve öte yandan Rusya’daki kölelerin

eylemidir.”17 13 Andrew Heywood, Siyasi İdeolojiler, çev. Hüsamettin İnaç. Ankara: Adres Yayınları, 2011, s. 200. 14 İbid., s. 200. 15 Paul Avrich, Kronstadt 1921, çev. Gün Zileli. İstanbul: Versus Kitap, 2006, s. 148. 16 Andrzej Walicki, “Russian Social Thought: An Introduction to the Intellectual History of Nineteenth-Century Russia”, Russian Review, c. 36, no. 1 (Ocak 1977), s. 26. 17 Karl Marks, Friedrich Engels Külliyat cilt 22 s. 474’den alıntılayan Güneş Bozkaya, “Nasıl Yapmalı (Ne Yapmalı)’nın İkinci Baskısı Dolayısiyle”, N. G. Çernişevski , Nasıl Yapmalı?, çev. Güneş Bozkaya, İstanbul: Yar Yayınları, 1997, s. 9.

5

Son olarak da, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ciddi bir ivme kazanan Rus anarşist-devrimci mücadeleyi –her ne kadar genellikle Rus anarşist hareketten kastedilen, ki söylem, pratik ve tavır/tutum bakımından genelde birbirine oldukça yakın durmalarına rağmen Rus anarşizmini Rus nihilizmi veya Narodnizm ile aynı kefeye koyan analizlerin her zaman doğru olmamasına karşın, bilhassa bu birbirinden çok farklı imajlar çizen isimlerden biri üzerinden yaratılan prototip bir figür olsa da– aslında tam olarak sadece ne Bazarov18 ne Rahmetov19 ne de Stavrogin20 üzerinden betimlemek aynı zamanda pek de yerinde bir analiz olarak görünmemelidir. Çünkü her bir karakter, bir taraftan Rus anarşist hareketinin içeriden ve dışarıdan gözlemlenen değişik yönlerinden birini gözler önüne serer iken, diğer bir taraftan da anarşist hareketin dünya çapında kabul gören bir fikriyat olmasının yolunu açmakta ve gelecek kuşakların doğrudan veya dolaylı olarak devrimci mücadele alanına yönelmelerini sağlayacak etkinin doğuşuna da ebelik etmekte idi. Mesela, daha genç yaşlarında ailesinin maddi durumunun kötü olması nedeniyle çalışmak zorunda kalan ve Rus anarşist-devrimci hareketin en kıpır kıpır olduğu zamanlarda San-Petersburg’da çalışma hayatında birbirinden oldukça farklı portreler çizen bu karakterlerle tanışan Emma Goldman’ın üzerinde bıraktıkları etki, Goldman’ın hayatında izlediği devrimci yol boyunca ona eşlik etmiştir. Fakat, yine de, nihayetinde Rusya’da anarşist geleneğe önemli kuramsal katkılarda bulunan Mikhail Bakunin, Petr Kropotkin ve Lev Tolstoy gibi isimlerin var olmasına karşın, Rus anarşist hareketin bu isimlerin etkin olduğu dönemlerde metropollerdeki özellikle de akademik ve entelektüel çevreler dışında şehirlerde işçi sınıfına ve kırsalda köylü sınıfına ulaşmada, özellikle sosyalist harekete kıyasla, pek de başarılı olduğu da söylenemez. Franco Venturi’nin de değindiği gibi, bu isimlerin “Rusya içinde devrimci bir ruha esin verebildiğini, ama bir örgütlenmeye esin veremediğini,”21 Ekim Devrimi’ne kadarki süreçte –tarihindeki en büyük handikabı olarak bir türlü– örgütlenemeyen Rus anarşist hareketin, örgütlenebilen Bolşevik partinin devrim zaferi sonrası, 1921’de Ukraynalı anarşist lider Nestor Mahno’nun önderliğindeki ordunun aldığı ağır yenilginin ve Kronstadt Ayaklanması’nın kanla bastırılmasının ardından, mevcut Rus anarşistlerin de ya ömrünü Sibirya’da çalışma kamplarında geçirmesi ya sosyalist düşünceye geçiş yaparak dönemin ruhuna uyum sağlaması ya da uyum sağlayamayarak başta Amerika ve Batı Avrupa olmak üzere başka ülkelere göç etmesi ile nihayete ermiş olması açıkça göstermektedir.

Amerikan Anarşist Geleneği

Onların cebinde fırkamızın bileti yoktu. Onlar kurtuluşun kapısına varmayı,

ferdin cesur hamlelerinden uman iki saf ve namuslu çocuktu!

18 Turgenyev’in Babalar ve Oğullar romanının nihilist başkahramanı. 19 Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı? romanının ikonik devrimci karakteri. Ayrıca Aleksander Berkman, 1892’de Henry Cl ay Frick’e yönelik düzenlediği suikast planlarında kullandığı takma isimdir aynı zamanda. Bkz. Karen Avrich, Sasha and Emma: The Anarchist Odyssey of Alexander Berkman and Emma Goldman . Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 2012,

s. 13 ve 66. 20 Dostoyevski’nin Ecinniler romanının devrimci-anarşist kahramanı. 21 George Woodcock, Anarşizm: Bir Düşünce ve Hareketin Tarihi, çev. Alev Türker. İstanbul: Kaos Yayınları, 2001, s. 416.

6

Ne milyonların rehberiydi onlar, ne de inzibatlı bir inkılâp ordusunun askeri!

İhtilalin sıra neferiydi onlar, ihtilalin iki namuslu neferi.

Yanıyordu kanlarında şavkı İtalya güneşlerinin. Koştular temiz esmer alınlarla hayatın sesine,

dövüştüler yanında dövüşen kardeşlerinin. Yeni dünyada düştüler eski zulmün pençesine!

Yedi yıl ölümün karşısında gülerek durdular. Elektrikli iskemleye

kadife bir koltukmuş gibi oturdular. Yürekleri dört bin volta yedi dakka dayandı,

yandı yürekleri yedi dakka yandı!…

Cani değildiler, kurban gittiler bir cinayete, kurban gittiler dolarların emrindeki adalete!

Hayatlarında olmadılarsa da kitlelerin rehberi, ölümleriyle şaha kaldırdı kitleleri

ihtilalin neferi!…22 On sekizinci yüzyılın sonu itibariyle, yüzyıllar boyunca üstündeki insanların günahları ve sevaplarıyla yıllanan eski kıtadan geleceği umut vaadeden yepyeni bir başlangıç yapma hülyalarıyla Yeni Dünya’ya insan akını da artış göstermeye başladı. Gemiler dolusu insan Amerika kıtasına göç ediyordu. Kimisi yepyeni bir yaşam kurmak için, kimisi onlara anavatanlarında daha iyi bir hayat sağlayabilecek zenginliklerden faydalanmak için, kimisi de Eski Kıta’dan tüm dünyaya yayılan yeni türden fikirleri hayata geçirebilmek için. Fakat, bu yeni türden fikirlerin öngördüğü bir tahayyülün gerçekleşmesi yerine, dünyanın diğer bölgeleri gibi, Yeni Dünya’da da modern devlet toplumsal yaşam üzerinde hâkimiyetini gün be gün daha emin bir biçimde kurmakta idi. Hatta, Foti Benlisoy’un da belirttiği gibi:

Ancien régime’e ait tüm yerel özerklikler, otonomi ve özgünlükler Leviathan’ın önünde diz çökmektedir. Devrimler çağının “sıradan insanı”, kendisini geçmişe oranla şüphesiz daha güvensiz ve zayıf hissetmektedir. Tarihin garip cilvesiyle de bütün bunlar, insanlığa dair en köktenci iddianın daha henüz ortaya atıldığı bir dönemde gerçekleşmektedir. Aydınlanma çağının temel iddiası, insanlığın ergenlikten çıkması, olgunlaşması, kendi kaderine egemen olmasıydı. İnsan, artık hayatına hükmeden doğal ve toplumsal güçlerin gerçek efendisi olacaktı. İşte anarşizm, yerine getirilmeyen bu iddianın, gerçekleşmeyen, ihanete uğrayan bu vaadin

peşine düşecektir.23 Bu duruma paralel bir şekilde, Emma Goldman da ergenliğinden henüz yeni çıkmış genç bir kadın iken Amerika’ya göç etti ve esasen Amerika’ya gelirken aklında olan otoriter bir babayı ve otoriter bir devlet olan Rusya’yı arkasında bırakıp hayallerinin peşinden geldiği Amerika’da kendi kaderini gerçekleştirmek ve herhangi bir otoritenin tehdidi olmadan gerçek bir otonomiye kavuşabilmek idi. Fakat Goldman, diğer birçok göçmen gibi, “hiçbir 22 Nazım Hikmet’in, iki anarşist işçinin, Nicola Sacco ve Bartolomoe Vanzetti ’nin idamlarının hemen öncesinde Ağustos 1927’de Moskova’da onlar için kaleme aldığı dizelerden. Ayrıca bkz. Alexander Berkman ve Emma Goldman, “Sacco and Vanzetti,” The Road to Freedom, Vol. 5, Ağustos 1929, http://sunsite.berkeley.edu/Goldman/Writings/

Essays/sacco.html 23 Benlisoy, s. 358.

7

bağlantısı olmayan bir Rus Yahudisi olarak Amerika cennetinin yoksullar için bir yeryüzü cehennemi olduğunu kısa sürede anladı.”24 Böylesine bir atmosfer içinde, özellikle Avrupa’dan yoğun bir göç alan Amerika Birleşik Devletleri’nde, Amerikan anarşist geleneği 19. yüzyılın başları itibariyle kendini göstermeye başlamıştı fakat sadece göçmenlerden müteşekkil değildi, aynı zamanda yerli ve göçmen olmak üzere iki ayrı ana hattan oluşuyordu. Yerli geleneğe mensup anarşistler esasen sosyalist kökenden gelen göçmen anarşistlere göre daha bireyci ve pasifist idiler, göçmenler ise daha kolektivist ve daha şiddet yanlısı idiler. Daha 19. yüzyılın başlarından itibaren hâsıl olmaya başlayan yerli gelenek ağırlıklı olarak Thomas Paine ve William Godwin’den etkilenmiş25 ve sahip olduğu kuramsal yapılanma da bu minvalde daha bireyci bir nitelik taşımaktaydı. Amerikan yerli anarşist geleneğin önemli üyelerinden biri olan Henry D. Thoreau, “en çok bireysel protestoyla ilgileniyordu; kitle ruhuna ilişkin içgüdüsel güvensizliği kolektif eylemden kaçınmasına neden oluyordu.”26 Yine yerli gelenekten başka bir Amerikan anarşist, Benjamin R. Tucker, “özgürlüğün herhangi bir komünizmle uyuşmaz olduğuna inandığı için- anarşizmin hem kolektivist okullarına hem de esasen ahlak dışı kabul ettiği eylemle propaganda savunurlarına karşıydı.”27 Esasında, yerli gelenek ile göçmen geleneğini birbirinden ayıran asıl fark ise bu iki grubun propaganda ve şiddete dair fikirlerinin taban tabana zıt olması idi. Yerli gelenek, göçmen geleneğin aksine, kitle kültünün ve kitleyi etkilemeyi öngören propaganda yöntemleri ve şiddetin her türlüsüne karşı idiler.28 Göçmen anarşist geleneğin bir anlamda ilk adımları ise 19. yüzyılın sonlarına doğru bir grup devrimcinin partideki reformistlerle yaşadıkları husumet sonucu ağırlıklı olarak Amerika’ya göç etmiş Marksist Almanların oluşturduğu Sosyalist İşçi Partisi’nden ayrılmasıyla hız kazanmaya başlayan devrimci hareket sayesinde atılır.29 Bu ayrışmanın ardından, bu devrimci grup New York, Chicago gibi metropollerde etkin bir biçimde örgütlenecek olan Sosyalist Devrimci Kulüpleri kurmaları ile anarşist hareket Amerika’da da kendine bir yer bulmuştur artık. Tabi ki asıl bu kulüplere mensup devrimcileri anarşist bir fikir etrafında toplayan ilk husus ise bu kulüplerin 1881’de Anarşist Enternasyonal Kongresi’ne katılması oldu.30 Böylece hem dünyanın diğer yerlerinden gelen anarşistlerle irtibata geçmelerine hem de artık alenen dünya anarşist hareketi içinde yer aldıklarını belli etmelerine de sebep oldu bu katılım. Amerikan anarşist geleneğine damgasını vuran başlıca iki olay ise bir yandan Amerikan anarşistlerin, özellikle de şiddet yanlısı göçmen anarşist hareketin, genel hal ve tutumunu ortaya koyarken bir yandan da anarşist hareketin genel kamuoyu açısından nasıl kabul edildiğine dair fikir vermektedir. Bunlardan ilki Haymarket Olayı idi. 1886 yılının 4 Mayıs günü Chicago Haymarket Meydanı’nda Sekiz Saat Grevi mitingine kimin koyduğu

24 Marshall, s. 554. 25 Woodcock, s. 481. 26 İbid., s. 483. 27 İbid., s. 488. 28 İbid., s. 488. 29 İbid., s. 488. 30 İbid., s. 488.

8

belli olmayan bir bombanın patlaması sonucu birçok polis ve gösterici öldü ve birçoğu da yaralandı. Bunun ardından, başta anarşistler olmak üzere yüzlerce işçi tutuklandı ve bunlardan sekizi ise aleyhlerinde herhangi bir kanıt bulun(a)mamasına rağmen yapılan mahkeme sonucu suçlu bulundu ve idama mahkûm edildiler. Emma Goldman’ı da oldukça etkileyen ve belki de ciddi anlamda anarşist bir bilince varmasını sağlayan bu olay ile Goldman kendini anarşizm ve devrim için mücadeleye vermesinin de yolunu açmış oldu.31 Lakin aynı zamanda Haymarket Olayı Amerikan toplumun da anarşist harekete yönelik bir önyargının da doğmasına da sebebiyet verdi. Buna müteakip, 1903 yılı itibariyle de, göçmen anarşistlerin Amerika’ya gelmesini ama eğer Amerika’da hâlihazırda yaşıyor iseler de herhangi bir siyasal şiddet eylemine karışmaları sonucu sınırdışı edilmelerini öngören bir yasa da kabul edildi ve yürürlülüğe sokuldu. İkinci olay ise, Sacco ve Vanzetti Davası’dır. 20. Yüzyılın başından itibaren Amerikan anarşist geleneğin göçmen kanadında Alman devrimcilerin etkisini kaybetmesi ile bu boşluğu özellikle Yahudi, Rus ve İtalyan mülteci anarşistlerin doldurması ile Amerikan anarşist hareketin yürüten figürlerde bu kominitelerden çıkmaya başlamıştı. Bunun en iyi örneği de, iki İtalyan asıllı anarşist işçi Nicola Sacco ve Bartolomoe Vanzetti iken, ikilinin maruz kaldığı trajedinin dayandığı belki de esas temel 19. yüzyılın sonu itibariyle Amerikan toplumunda anarşistlere ve göçmenlere karşı ortaya çıkmaya başlayan genel önyargıların bu şekilde vücut bulması idi. 1920 yılında Massachusetts’te aleyhlerine herhangi bir delil, kanıt olmadığı halde 7 yıl süren mahkeme süreci sonucunda cinayet ve soygun suçlamalarıyla elektrikli sandalyede idam cezasına çarptırıldılar. Amerikan adalet sistemine kritik bir şaibe düşüren bu dava süreci ile, Amerika’da anarşist gelenek sadece Amerika sınırları dâhilinde değil aynı zamanda tüm dünya üzerinde muhalif/devrimci kesimlerde insanların zihinlerinde yer etti ve, Vanzetti’nin de belirttiği gibi, gerçekten de bu iki anarşist işçinin bir nevi zaferi olarak tarihe geçti: “Bu son dakika tamamen bizimdir, bu son acı bizim zaferimizdir.”32 Son olarak, Emma Goldman’ın Amerikan anarşist geleneğine yaptığı katkılara gelindiğinde ise:

Emma Goldman duygusal hitabeti, olağanüstü cesareti ve popüler olmayan davaları coşkuyla savunmasıyla gerçekten de tek başına anarşist hareketin sağlayabileceğinden daha geniş bir çerçeve [kazandırdı]…, çünkü doğum itibarıyla Rus olmakla birlikte Goldman çok geniş bir anlamda Amerikan radikalizminin en iyi geleneklerini temsil ediyordu. İfade özgürlüğü hakkı için düşman kalabalığı karşısına aldı, doğum kontrolünü savunması nedeniyle hapishaneye girdi ve Amerikan halkına İbsen ve çağdaşlarının tanıtılması konusunda yardımcı oldu.33

Emma Goldman ve Anarşizm Fikriyatı

31 Heidi M. Rimke, “Goldman, Emma (1869-1940)”, International Encyclopedia of Revolution and Protest, İmmanuel Ness (ed.). Blackwell Publishing, 2009, s. 1411. Emma Goldman, Rus Devriminin Çöküş Nedenleri, çev. Yakup Coşar. Ankara:

Dipnot Yayınları, 2008, s. 10. 32 Berkman ve Goldman, s. 2. 33 Woodcock, s. 493.

9

– Tanrı’ya inanıyor musunuz, Bayan Goldman? – Hayır efendim, inanmıyorum.

– Yeryüzünde yasaların kabul ettiğiniz herhangi bir hükümet var mı? – Hayır efendim, hepsi halka karşıdır.

– Yasalarından hoşlanmıyorsanız, bu ülkeyi neden terk etmiyorsunuz? – Nereye gideyim? Yeryüzünün her yerinde yasalar yoksullara karşı. Bana cennete de

gidemeyeceğimi söylüyorlar. Ben de gitmek istemiyorum zaten.34 Emma Goldman, inandığı anarşizm fikriyatını betimlerken ilk olarak vurguladığı husus, “[a]narşizmin, geleceğe yönelik kaskatı bir program ya da yöntemi kalıcı bir biçimde empoze etmemesi gerektiği[dir].”35 Çünkü “gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarıyla uyum içinde kendi sistemlerini geliştirmesine imkân”36 tanınmalıdır ki gelecek günlerin neler getireceğini bugünden kestirmenin imkânsızlığı içinde gelecek kuşakların, geçmişin kiri pası yerine, o anki kendi koşullarına uygun bir pratik yaratma olanağıyla anarşizm gerçek bir özgürlük, eşitlik alanı oluşturabilsin. Goldman, böylece tarihin diyalektik akışı içinde bugünün koşullarının ve kurallarının geleceğe dayatılmaması gerektiğini de vurgulamaktadır ve şöyle demektedir: “İçimize çektiğimiz her saf, temiz nefes için bedel ödeyen bizler, geleceğe pranga vurma eğilimine karşı çıkmalıyız.”37 Hakeza, anarşizmin öngördüğü bir sistemin vuku bulacağı andaki konjonktürel koşulların imkânı dolayımıyla şekil alacağı/alması gerektiği fikri Goldman’ın anarşizm fikriyatının genel diyalektiksel yapısını oluşturmaktadır. İkinci olarak, belki de Goldman’ın fikriyatının esas omurgasını oluşturan diğer bir husus ise, Goldman’ın her türlü iktidar ilişkisini reddetmesidir. İster devlet olsun, ister baba olsun, ister koca olsun, ister polis olsun, ister din adamı olsun veya ister diğer türden iktidar figürleri olsun; sınıf, cinsiyet, etnisite, ırk, din ve mevcut burjuva siyaset eksenli iktidar ilişkileri üzerinden temellenen tüm baskı ve zor mekanizmalarını, her türlü hiyerarşik yapılanmaları yadsıyor, sömürü ve baskıyı üreten eski düzenin tamamen bertaraf edilmesini öngörüyordu. Bunun yerine de, herkes için gerçek özgürlüğün ve eşitliğin tam manasıyla yeniden kurulması gerektiğini, ancak böylece umut vaadeden yeni bir toplumun inşa edilebileceğini ileri sürüyordu. Sovyet Rusya’daki en vahim hatanın ise, bundan ileri geldiğini, yani eskiyi tümden yok etmeden, eskinin üzerine yeniyi inşa etme hatasının yapıldığını söylemektedir.38 Ayrıca, “Goldman’ın en önemli özelliklerinden birisi [de] derin bir adalet duygusuna sahip olması” idi.39 Her nerede bir adaletsizlik, haksızlık varsa, Goldman sesini yükseltmekten, böylesine bir durumu protesto etmekten geri durmuyordu. Hatta her türden eşitsizliğin, adaletsizliğin temelinde ise iktidar ilişkilerinin olduğunu görebilmiş ve bu nedenle de eşitsizlikleri, adaletsizlikleri dile getirmenin yanısıra meselenin esas kökenine de inip ifşa etmek gerektiğini de fark edebilmişti. Mülkiyet Üzerine

34 Marshall, s. 556. 35 Goldman, 2012, s. 5. 36 Ibid., s. 5. 37 Ibid., s. 6. 38 Berkman ve Goldman, s. 2-3. 39 Goldman, 2008, s. 13.

10

Kapitalizmi bizzat genç yaşlarından itibaren çalıştığı atölyelerde deneyimleyen ve sömürünün kelime anlamını çok da iyi kavramış olan Goldman’ın muhtemel ki anarşist fikriyatına şekil veren sınıfsal bilincinin körüklediği red hissinin başlıca yöneldiği alanlardan biri de mülkiyet ve bu olgunun yarattığı iktidar ilişkileridir. Devlet Üzerine

Genel olarak anarşist literatürde, devlet hususunda pek olumlu bir kanı hâkim değildir. Devlet doğası gereği “baskıcı ve zalim[dir]” ve “[d]evletin hâkim baskıcı ve zorlayıcı otoritesi güçlü, ayrıcalıklı seçkinlerin baskısından daha az masum değildir”.40 Ünlü Rus anarşist kuramcı Petr Kropotkin’e göre de, “anarşistlerin gözünde kötülük, yönetimin herhangi bir biçiminde değil… [ama] yönetim fikrinin kendisindedir, otorite ilkesinin kendisindedir.”41 Emma Goldman da, her türlü otorite figürüne karşı olmasıyla koşut olarak siyasal iktidarın vücuda geldiği kurum olan devlete de karşıdır ve devleti tanımlarken “kulüp, silah, kelepçe ve hapishane”42 sözcüklerine vurgu yaparak devletin baskı ve zor mekanizmalarını ve mevcudiyetinin nedenlerini de kastetmektedir. Hatta, Goldman, “Rusya’da yaşananlar, hangi biçim altında ve hangi gerekçeyle davranırsa davransın her türlü devletin, kitlelerin özgür düşünmelerini ve eylem taleplerini felce uğratan ölümcül bir ağırlık oluşturduğunu her çeşit teoriden daha net bir biçimde gözlerimi[z] önüne”43 sermektedir diye belirtmiştir de. Diğer anarşist düşünürlerle paralel bir biçimde, Goldman’a göre, devlet doğası gereği kötüdür, içine girdiği form ya da aldığı adlandırma ne olursa olsun, ister kapitalist ister sosyalist. Bilhassa, Sovyet Rusya’da gördüklerinden sonra, ortaya çıkan devasa Rus bürokrasisi sorunun vahameti de bu fikrini daha da besler bir nitelik göstermiştir. Devrim sonrası kurulmaya çalışılan komünist bir toplum modelinin zemini oluşturacak olan “alanlardaki en yoğun çabalarını bile esas olarak verimsiz ve etkisiz kılan, yarattıkları bürokrasinin çapraşık mekanizmasıyla devletçi merkeziyetçilik”44 olduğunu da söylemektedir. Bunun bir neticesi olarak, Sovyetler Birliği’nde, “devletin çok küçük bir azınlığın tekeline bırakılması kaçınılmaz bir biçimde de baskı ve terörü beraberinde getirmiştir.”45 Sonuç itibariyle de, Goldman’a göre, herhangi bir “devrimci eleştiri karşısında [da] teröre başvuran Bolşevizm, yeni komünist bürokrasisi ve tüm bunların yol açtığı ümitsizlik”46 ile Sovyet Rusya’da kurulan sosyalist devletin diğer bir kapitalist devlet ile hemen hemen aynı tepkileri vermesi, devletin nerede olursa olsun özü itibariyle kötü ve hem toplumun hem de bireylerin yararına yok edilmesi gereken bir kurum olduğuna iyi bir örnek niteliğindedir. Din Üzerine

Goldman, kiliseyi de devlet ile aynı düzlemde baskıcı ve insan özgürlünü kısıtlayan, eşitsizliği, adaletsizliği körükleyen bir kurum ve “ilerlemenin önünde büyük bir engel” olarak

40 Andrew Heywood, Siyasi İdeolojiler, çev. Hüsamettin İnaç. Ankara: Adres Yayınları, 2011, s. 200. 41 Benlisoy, s. 356. 42 Heywood, s. 203. 43 Goldman, 2008, s. 22. 44 Goldman, 2008, s. 64. 45 Goldman, 2009, s. 14. 46 Emma Goldman, Bolşeviklerin Devrime İhanetinin Öyküsü , çev. Ali Toprak. İstanbul: Karşı Yayınları, 2009, s. 103.

11

görüyor.47 Tabi ki bir ateist idi çünkü din “kölelerin terbiyesine, köle toplumunun sürmesine hayranlık verici bir biçimde uyarlanmış [iken]… [a]teizm [ise], tanrıları inkâr ederken, aynı zamanda insanın ve insan aracılığıyla hayata, amaca ve güzelliğe verilen sonsuz onayın en güçlü biçimde kabulüdür.”48 Kadın, Aşk, Cinsellik ve Evlilik Üzerine

Kadınların özgürleşmesine dair fikirleri ile Emma Goldman, feminizmin bile daha yeni yeni ciddi bir gelişim göstermeye başladığı 20. yüzyılın başlarında –hatta hala daha birinci dalganın etkisini sürdürdüğü ve ikinci dalga feminizmin esamesinin dahi okunmadığı bir dönemde ikinci dalgaya ait fikirlerle– anarşizme feminist nüveler katmıştır. Hatta Goldman, birinci dalga feminizmin yürüttüğü kadın hakları mücadelesinin sadece seçme ve seçilme hakkının elde edilmesi gibi bir gaye üzerinden temellendirilmesine de tümden karşı çıkıyordu.49 Oysa gerçek manada bir kadın kurtuluş mücadelesinin ancak kadınların her türlü otorite/iktidar figürüne karşı yürütüleceği ve kesinlikle mevcut siyasal kurumlar ile onların politikaları ile sınırlandırılmamış topyekûn bir özgürlük ve eşitlik mücadelesi olabileceğini ileri sürmekteydi. Kadınların tüm zincirlerinden kurtuluşunun mümkün olması için:

Önce, kendisini bir cinsel meta olarak değil bir kişilik olarak savunarak. İkincisi, kendi bedeni üzerinde herhangi birinin hak sahibi olmasını reddederek; kendisi istemedikçe çocuk doğurmayı reddederek; Tanrının, Devlet’in, toplumun, kocanın, ailenin vb. hizmetkârı olmayı reddederek; kendi hayatını sadeleştirerek, aynı zamanda derinleştirip zenginleştirerek. Yani, hayatın anlamını ve özünü bütün karmaşıklığı içinde öğrenmeye çalışarak, kendisini kamuoyu ve kamuoyu tarafından mahkûm edilme korkusundan kurtararak. Kadın oy vererek değil, ancak bu yolla özgürleşecek; kendisini yeryüzünde şimdiye kadar bilinmeyen bir güç, gerçek aşk, barış, uyum gücü, hayat veren ilahi ateşin gücü, özgür erkeklerin ve kadınların yaratıcısı haline getirecek[tir].50

Goldman, kadınların istedikleri eşitliği, seçimler veya toplumun ahlaki olarak arındırılması aracılığıyla değil, onun yerine karşı karşıya kaldıkları kolektif ızdırap, zulüm, sömürünün kaynağı olan başta devlet, aile, evlilik, kilise gibi kadını ezen tüm iktidar kurumlarına karşı doğrudan etkili eylemlilikler içine girerek elde etmelerinin mümkün olduğunu savunmaktadır. Kadınların bedenlerini ve cinselliklerini kontrol altında tutmak isteyen geleneğin –bir anlamda zaten özü itibariyle– “içindeki tiranlara” karşı direnmesinin gerekmektedir.51 Bu nedenle de, Goldman’a göre, bir cinsin diğer cinse kıyasla daha üstün ya da daha aşağılık olmasını öngören geleneksel cinsiyet kalıplarına ve bunları koruyan, uygulayan, yaşatan tüm toplumsal kurumlara karşı kararlı bir mücadele ile ancak bu boyunduruktan kurtulabilir kadınlar. Goldman için, cinsel, sosyal, siyasal ve ekonomik olarak kadınları sömüren uygulamaların ve kurumların yıkmak yerine bu sömürünün devamını sağlayacak olan herhangi bir ismi seçimlerde seçmenin kadınların zincirlerinden kurtarmayacağı açıktır. Kadının ister bedeni olsun ister emeği olsun ister

47 Marshall, s. 561. 48 Marshall, s. 560. 49 Benlisoy, s. 388. 50 Marshall, s. 567. 51 Rimke, s. 1412.

12

kendi yaşamı olsun her türlü kararı kendi özgür iradesi ile alabilmesi imkânının yaratılmasıdır, kadınların kurtuluşunu sağlayacak olan hakiki tutum. Misal, kadınların bedenlerinin devletin ve geleneklerin baskısından kurtulması gerektiğini savunan Goldman, bu sebeple, sonunda tutuklanmasına yol açacak olsa da, 1915-1916 yıllarında Amerika’da doğum kontrol yöntemlerinin savunuculuğunu da yapmış ve cinsel eşitlik için kadınların “doğum grevi”ne gitmelerini önermiştir.52 Ayrıca, Goldman aşkı da geleneklerin baskısı tarafından kontrol edilemeyecek ve hatta bilakis gelenekleri delip geçebilecek etkili bir faktör olarak görürken, evliliğin ise devletin ve kilisenin bireylerin özel hayatlarına müdahil olmalarına yol açan bir işleve sahip olduğunu belirtir. Haddı zatında, “evlilik,… genellikle iktisadi bir düzenleme [olmasının yanısıra]… kadını bir parazit, bağımlı ve çaresiz bir hizmetkar hayatına hazırlarken, erkeğe bir insanın hayatı üzerinde ipotek

hakkı verir.”53 Ve ancak kadın aşkı özgürce yaşadığı, kendi iradesi doğrultusunda sevdiği erkeği seçtiği ve arzusu doğrultusunda bir anne olduğu zaman gerçek anlamda özgürleşebilecektir de. Ayrıca, Goldman, ailede babanın patriarkal tahakkümü ile devletin otoriteryan tahakkümünün bir anlamda hem sebebi hem de sonucu olan iktidar ilişkileri bağlamında bir koşutluk görmekteydi.54 Özellikle de zaten küçüklüğünden beri deneyimlediği katı Yahudi gelenekleri ve sahip olduğu otoriteryan patriark bir baba figürü sayesinde bu koşutluğun dayandığı temelleri iyi biliyordu. Babası Goldman’ı on beş yaşında evlendirmeye kalkmış ve onun öğrenimine devam etme isteğine karşılık olarak da şu sözleri sarf etmiştir: “Kızların çok şey bilmesi gerekmez! Bir Yahudi kızının bilmesi gereken, gefülte usulü balık pişirmek, erişte kesmek ve erkeğine bir sürü çocuk doğurmaktan ibarettir.”55 Sonuçta, erken yaşlarda sırf bir kadın olduğu için maruz kaldığı bu eşitsizlik ve baskı onun anarşist yanında varolan her türlü otoriteye karşı olma fikri ile birleşince de bu fikre koşut bir biçimde kadınların özgürleşmesinin yolunun yine onların karşı karşıya kaldıkları otorite figürleri ile mücadele olmak olduğunu ifade eden ve bu fikrini cesurca pratiğe de yansıtan anarşist-feminist bir aktivist olarak öne çıkmıştır. Özgürlük ve Eşitlik Üzerine

Jean Jacques Rousseau, Toplumsal Mukavele eserinin konusunu, anarşistlerin de oldukça favorisi haline gelmiş, “[i]nsan özgür doğar; ama her yerde zincire vurulmuştur”56 cümlesiyle anlatmaya başlar. Bu cümleye paralel olarak, Bakunin de, “özgürlük derken, kelimenin gerçek anlamını hak eden tek özgürlüğü…; herkesin gizli bir yetenek biçiminde sahip olduğu her türlü maddi, entelektüel ve ahlaki gücün tam gelişmesiyle ortaya çıkan, bizim kendi doğa yasalarımız tarafından bizim için çizilmiş olanlardan başka sınır tanımayan özgürlüğü” belirtmekte, ve ayrıca “ekonomik ve sosyal… eşitlik olmaksızın, yalnız ulusların refahının değil, insanların özgürlüğünün, adalet içinde yaşamasının, saygınlığının ve zenginliğinin de yalandan başka bir şey olamayacağını” da söylemektedir.57 Buna müteakip bir biçimde, Kropotkin’e göre de:

52 İbid., s. 1412. 53 Marshall, s. 568. 54 Benlisoy, s. 407. 55 Marshall, s. 554. 56 J. J. Rousseau, Toplumsal Mukavele, çev. Cenap Karakaya. İstanbul: Sosyal Yayınları, 2005, s. 12. 57 Benlisoy, s. 366.

13

Eşitlik olmadan özgürlük olmaz! Sermayenin, her gün biraz daha yoksullaştıran b ir azınlığın elinde tekelleştiği ve herkesin parasıyla ödenen kamu eğitimi de dâhil hiçbir şeyin eşit olarak dağılmadığı bir toplumda özgürlük yoktur! Bizler, geçmiş kuşakların işbirliğinin ürünü olduğundan insanlığın ortak mirası olan sermayenin herkesin kullanımında olması gerektiğine inanıyoruz. Tek kelimeyle eşitlik istiyoruz: Fiili eşitlik; herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre. Özgürlüğün gerekçesi olarak, daha doğrusu temel koşulu olarak –işte bizim

samimi olarak istediğimiz şey budur!58 Basın Üzerine

Militarizm Üzerine

1916 yılında Amerika Birleşik Devletleri savaşa girme kararına karşı Goldman savaş karşıtı bir tavır sergilemiş ve kendisinin çıkardığı Toprak Ana (Mother Earth) dergisinde de devletin askeri gündemine karşı bir duruş sergilemiştir.59 Çünkü, bilhassa tümden karşı olduğu militarizmin ve vatanperverliğin insanlığa dönük iki kötülük olduğuna inanır ve bu iki kötülüğün odak noktası olan devlet de aynı zamanda güncel mevcut şiddetin müsebbibidir de. Ona göre, “[y]urtseverlik özgürlüğe yöneltilmiş bir tehdittir, militarizmi ateşler; yerini evrensel erkek ve kız kardeşliğe bırakmalıdır.”60 Militarizmin ürettiği soğuk ve itaatkâr şiddet ile devletler arasında cereyan eden ve esasen “Evrensel Katliama Giden Yol” olan savaşlar yerine, sınıf savaşımı ve insanlığın kötülüğüne olan kurumlarla mücadele etmenin yeğlenmesi gerektiğine inanmaktadır da.61 Hatta 1917 yılının Temmuz ayında militarizm karşıtı faaliyetleri dolayısıyla mahkeme önüne çıktığında belirttiği gibi: “En dipteki bireysel şiddeti yaratan, en tepedeki örgütlü şiddettir.”62 Siyasal Şiddet Eylemleri Üzerine

Genel olarak anarşist literatürde, devletlerin ve militer güçlerinin uyguladığı şiddete karşı anarşist şiddet eylemlerinin kullanımının gerekliliğini ve devrimci meşruluğunu irdelenen başlıca hususlardan biridir. Mesela, “şiddet, anarko-sendikacıların be Bakunin’in söz ettiği tarzda, katarsistik ya da terapatik bir şey olarak tasavvur edilir; şiddet, burjuva toplumunun Herkül’ün ağırını andıran pisliğini temizleme yöntemidir.”63 Buna koşut bir biçimde, anarşist şiddet eylemleri, dünya siyasi arenasında özellikle 19. yüzyılın sonlarına doğru ivme kazanıp 1970’lere kadar etkili bir biçimde kendini göstermiştir. Anarşistlerin planladığı, hayata geçirdiği başta Rusya ve Amerika’daki suikastlar ve başka türden şiddet eylemliliklerin arkasında, bir şiddet gösterisinin de bir tür “fiili propaganda” olduğu düşüncesi vardı.64 1885 yılında Chicago’da sürdürülen Sekiz Saat Hareketi sırasında polisin grev yapan işçilere karşı yoğun bir şiddet kullanması üzerine, çıkış noktası Amerikan anarşist August Spies’ın bu husustaki görüşü doğrultusunda Merkezi İşçi

58 Benlisoy, s. 356. 59 Rimke, s. 1412. 60 Marshall, s. 564. 61 İbid., s. 564. 62 İbid., s. 564. 63 Andrew Vincent, Modern Politik İdeolojiler, çev. Arzu Tüfekçi. İstanbul: Paradigma Yayıncılık, 206, s. 216. 64 Heywood, s. 215.

14

Birliği’nin çıkardığı kararı şöyle idi: “Ücretli sınıfı, sömürücülerin karşısına etkili olabilecek tek aracı –Şiddeti– çıkarabilmek için acilen silahlanmaya davet ediyoruz!”65 Emma Goldman ise, şiddetin devrimci bir özelliği olduğunu yadsımamaktadır, “yıkım ve terörün devrimin bir parçası olduğun[u]…[ve] şiddetin kaçınılmazlığını”66 kabul etmektedir. Hatta mevcut burjuva devletini ve kapitalizmi alaşağı etmek için “kolektif şiddeti ve endüstriyel sabotajı” savunmaktadır da.67 Çünkü, esasen “[s]ermaye ve hükümetin toptan şiddetiyle kıyaslandığında, siyasal şiddet eylemleri okyanusta bir damla[dır]… [ve] bu türden eylemlere yol açan, o korkunç eşitsizlik ve büyük siyasal adaletsizliktir.”68 Aynı zamanda, devrime olan inancını hiçbir zaman kaybetmeden, kapitalist sistemin ürettiği şiddetin yanısıra sosyalist bir düzen kurma hedefiyle yol çıkan Sovyetler Birliği’nin “[t]erörü kurumsallaştırarak sosyal mücadelenin en can alıcı bölümü”69 haline getirip bir de üstüne üstlük bu terörü bizatihi devrimci olarak nitelemeyi kabul etmemektedir de. Çünkü, ona göre, “[b]u türden bir terörizm, şüphesiz ki, karşı-devrimi doğuracak, hatta karşı-devrimin ta kendisi olacaktır.”70 Ve Goldman’ın bu hususta ne kadar doğru bir tespit yaptığı da zaman içinde kanıtlanmıştır.

Sonuç Sıklıkla anarşist düşüncenin klasik liberal düşünce ile sosyalist düşüncenin bir karışımı ya da “sosyalizmin liberal eleştiriyle liberalizmin sosyalist eleştirisini birleştirdiği”71 ileri sürülse de, aslında anarşizm şimdinin topyekûn bertaraf edilip, geleceğin tamamen farklı dinamikler üzerinden yeniden kurulmasını öngören ve esasen “[m]evcut kurumsal siyasete karşı olması anlamında… olsa olsa anti-politik bir politikadır.”72 Benlisoy’un da belirttiği gibi, Goldman’ın da anti-politik bir niteliğe sahip bir anarşist fikriyata sahiptir. Emma Goldman’a göre de, insanlığın kurtuluşu ve özgürlüğe kavuşması için insanların çektikleri tüm acıların esas kaynağı olan başta kapitalist, patriarkal ve toplumda varolan siyasal ve sosyo-ekonomik tüm diğer hiyerarşik yapıların kökünün kazınması gerekmektedir.73 Ama esasen Goldman’ın anarşizminin çekirdeğini oluşturan iktidar karşıtı bir tutum benimsemesi ile de anti-politik bir eylem ve kuramın da kapılarını açmış olmaktadır. Sadece mevcut gündelik siyasal hayata dair değil aynı zamanda güncel siyasetin iç dinamiklerine dair de bir tutumdur da bu. Bu nedenle, 19. yüzyıl Rus anarşist geleneğinden getirdiği değerlerin ışığında Amerikan anarşist geleneğini bir anlamda etkileyen ve belirleyen en önemli isimlerden biri haline gelmesinde bu tutumunun ciddi bir rolü vardır. Hayatı boyunca her türden siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel iktidar ilişkilerinde hiyerarşik yapının karşısında duran ve –savaşların son bulması, milliyetçilik, otoriteryanizm, emperyalizm, cinsiyet eşitsizlikleri, tüm emekçiler için sosyal adalet, üretken bir özgürlük anlayışı, kapitalizmin lağvedilmesi ve ruhsal, siyasal, entelektüel ve cinsel ifade özgürlüğü, özgür

65 Woodcock, s. 490. 66 Goldman, 2009, s. 14. 67 Marshall, s. 564. 68 İbid., s. 564. 69 İbid., s. 14. 70 İbid., s. 14. 71 Benlisoy, s. 354. 72 İbid., s. 353-354. 73 Rimke, s. 1411.

15

aşk vb. gibi–74 insanlığın evrensel değerleri için mücadele veren Goldman sadece anarşizme değil aynı zamanda feminizme de anti-politik hem teori hem de pratik alanlarında önemli bir miras bırakmıştır. Mamafih, Goldman, ““[n]enseler üzerinde hâkimiyet” anlamındaki mülkiyeti reddederek, özgür işin ancak “federe yapılarda gevşek biçimde bir araya gelmiş üretici grupların, komünlerin ve toplumların gönüllü işbirliğini temel alan, sonunda çıkarlar dayanışmasıyla özgür komünizme doğru gelişecek olan bir toplum”da mümkün olduğun[a]”75 inanmış ve bunun için mücadele etmiştir son nefesine veresiye kadar. Nihai olarak da, bu uğurda geçirdiği yıllarına belki de damgasını vuran en önemli şiarı ise, “kabul edilen bir gerçeği, sadece teorileştirmekle yetinmemek, hayatın içinde yaşamak”76 gereğidir.

KAYNAKÇA

Karen Avrich, Sasha and Emma: The Anarchist Odyssey of Alexander Berkman and Emma Goldman. Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 2012.

Paul Avrich, Kronstadt 1921, çev. Gün Zileli. İstanbul: Versus Kitap, 2006

Foti Benlisoy, “Anarşizm: Gönüllü Düzene Övgü,” Modern Siyasal İdeolojiler, haz. H. Birsen Örs. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012, s. 357.

Nikolay G. Çernişevski, Nasıl Yapmalı?, çev. Güneş Bozkaya, İstanbul: Yar Yayınları, 1997.

Alexander Berkman, Emma Goldman, “Sacco and Vanzetti,” The Road to Freedom, Vol. 5, Ağustos 1929, http://sunsite.berkeley.edu/Goldman/Writings/ Essays/sacco.html

Dostoyevski Ecinniler

Michael Florinsky, “Russian Social and Political Thought, 1825-1855”, Russian Review, c. 6, no. 2 (Bahar, 1947), s. 78.

Blanche H. Gelfant, Cross-Cultural Reckonings: A Triptych of Russian, American and Canadian Texts. Cambridge: Cambridge University Press, 1995.

Johann W. von Goethe, Faust, çev. Recai Bilgin. İstanbul: M.E.B. Yayınları, 1992.

Emma Goldman, Anarşizm Neyi Savunur?, çev. Derya Kömürcü. İstanbul: Agora Kitaplığı, 2012.

Emma Goldman, Bolşeviklerin Devrime İhanetinin Öyküsü, çev. Ali Toprak. İstanbul: Karşı Yayınları, 2009.

Emma Goldman, Rus Devriminin Çöküş Nedenleri, çev. Yakup Coşar. Ankara: Dipnot Yayınları, 2008.

Emma Goldman, Hayatımı Yaşarken, Birinci Cilt, çev. Beril Eyüpoğlu. İstanbul: Metis Yayınları-Kaos Yayınları, 1996.

Andrew Heywood, Siyasi İdeolojiler, çev. Hüsamettin İnaç. Ankara: Adres Yayınları, 2011.

Albert E. Kahn, Michael Sayers, Sovyetler’e Karşı Büyük Komplo: 1917-1947, çev. İsmail Aydın. İstanbul: Yurt Yayınları, 1990.

Vladimir İliç Lenin 7 Nisan 1917 tarihli Pravda’nın 26. sayısında “Taktik Üzerine Mektuplar”

Peter Marshall, Anarşizmin Tarihi: İmkansızı İstemek, çev. Yavuz Alogan. Ankara: İmge Yayınları, 1999.

Theresa Moritz, Albert Moritz, The World’s Most Dangerous Woman: A New Biography of Emma Goldman. Vancouver: Subway Books, 2001.

George Orwell, 1984, çev. Nuran Akgören. İstanbul: Can Yayınları, 2003.

Friedrich Wilhelm Leopold Pfeil, Kritische Blätter, Band 22, Heft 1, s. 1, 1846.

74 İbid., s. 1411. 75 Marshall, s. 562. 76 İbid., s. 565.

16

Heidi M. Rimke, “Goldman, Emma (1869-1940)”, International Encyclopedia of Revolution and Protest, İmmanuel Ness (ed.). Blackwell Publishing, 2009.

J. J. Rousseau, Toplumsal Mukavele, çev. Cenap Karakaya. İstanbul: Sosyal Yayınları, 2005. Paul Thomas, Marx ve Anarşistler, çev. Devrim Evci. Ankara: Ütopya Yayınevi, 2000.

İvan Turgenyev’in Babalar ve Oğullar

Andrew Vincent, Modern Politik İdeolojiler, çev. Arzu Tüfekçi. İstanbul: Paradigma Yayıncılık, 2006.

Andrzej Walicki, “Russian Social Thought: An Introduction to the Intellectual History of Nineteenth-Century Russia”, Russian Review, c. 36, no. 1, Ocak 1977.

Robert E. Weir, “Emma Goldman”, Class in America: An Encyclopedia, ed. Robert E. Weir. Westpost: Greenwood Press, 2007.

George Woodcock, Anarşizm: Bir Düşünce ve Hareketin Tarihi, çev. Alev Türker. İstanbul: Kaos Yayınları, 2001.

DİZİN Emma Goldman George Orwell

Mikhail Bakunin Petr Kropotkin Lev Tolstoy Pierre-Joseph Proudhon

Lev Trotsky Karl Marks Friedrich Engels Josef Stalin Emmanuel Goldstein

Vera Pavlovna Bazarov Rahmetov Stavrogin

Sovyetler Birliği Rusya Amerika Narodnik/Narodnizm

Nihilist/nihilizm mir Anarşist/anarşizm

Sosyalist/sosyalizm