52
turkish journal of occupational health and safety turkish medical association ISSN 1302 - 48 - 41 üç ayda bir yayımlanır Ocak-Şubat-Mart 2009 31 Döküm İşkolunda Gürültü Döküm İşkolunda Gürültü Emeğin Özgürleşmesi Emeğin Özgürleşmesi Kriz ve Emek Hareketi Kriz ve Emek Hareketi Kas İskelet Sistemi Hastalıklarına Ergonomik Yaklaşım Kas İskelet Sistemi Hastalıklarına Ergonomik Yaklaşım Egzos Gazı ve Gişe Çalışanları Egzos Gazı ve Gişe Çalışanları

31Bu sap-tamayı yapıp sonra da bu krize nedenler bulmaya çalışmaktadır. Kapitalizm ürettiğini satamamıştır, fi-nansal piyasalar dalgalanmıştır, istenilen iktisat politikaları

  • Upload
    others

  • View
    12

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • t u r k i s h j o u r n a l o f

    o c c u p a t i o n a l

    h e a l t h a n d

    s a f e t y

    turkish medical association

    ISSN 1302 - 48 - 41üç ayda bir yayımlanır Ocak-Şubat-Mart 2009 31

    DökümİşkolundaGürültü

    DökümİşkolundaGürültü

    EmeğinÖzgürleşmesiEmeğinÖzgürleşmesi

    Kriz ve EmekHareketiKriz ve EmekHareketi

    Kas İskeletSistemiHastalıklarınaErgonomikYaklaşım

    Kas İskeletSistemiHastalıklarınaErgonomikYaklaşım

    Egzos Gazı veGişe ÇalışanlarıEgzos Gazı veGişe Çalışanları

  • 7KRİZ VE KRİZİN BEDELİNİ ÖDEY EN İŞÇİLER

    Murat ÖZVERİ

    13

    20

    33

    15

    ED TÖRDENDr. Celal EMİROĞLU

    48HABERLER

    MESLEKİ KAS İSKELET SİSTEMİ HASTALIKLARINIÖNLEMEDE BİR ERGONOMİK Y AKLAŞIM MODELİ

    Dr. Altan KOLTAN

    KÜRESEL KRİZ ve EMEK HAREKETİTÜRKİY E’DE ÖRGÜTLENME ÜZERİNE Y ENİDEN DÜŞÜNMEK

    Dr. Gamze Y ÜCESAN ÖZDEMİR

    EKONOMİK KRİZ VE İŞÇİ SAĞLIĞIDr. Altan AY AZ

    TUTSAK EMEĞİN ÖZGÜRLEŞMESİErkan AY DOĞANOĞLU

    DİZEL EKSOZ GAZINA MARUZ KALAN GİŞE MEMURLARINDASERUM OKSİDAN VE ANTİOKSİDAN DÜZEY LERİ

    Dr. Peri ARBAK

    DÖKÜM İŞKOLUNDA, GÜRÜLTÜY E BAĞLI İŞİTME KAY IPLARI SIKLIĞI VEETKİLEY EN ETMENLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

    Dr. Ayşe ÖZTÜRK, Dr. Gül ERGÖR, Dr. Y ücel DEMİRAL, Dr. Alp ERGÖR40

    31üç ayda bir yayımlanır Ocak-Şubat-Mart 2009Editörler

    Dr. Celal EMİROĞLUDr. Levent KOŞAR

    Dr. Celal EMİROĞLUDr. Levent KOŞAR

    Dr. Mustafa N. İLHANDr. Ö. Kaan KARADAĞDr. Sedat ABBASOĞLU

    Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLIProf. Dr. Çağatay GÜLER

    Dr. Engin TONGUÇProf. Dr. Gazanfer AKSAKOĞLU

    Prof. Dr. Güzin ÖZARMAĞANAv. Hacer EŞİTGEN

    Dr. Haldun SİRERProf. Dr. İbrahim AKKURT

    İsmail Hakkı KURTDoç. Dr. Meral TÜRK

    Av. Murat ÖZVERİProf. Dr. Mustafa KURT

    Kim. Müh. Mustafa TAŞYÜREKDr. Nazif YEŞİLLETEN

    Psik. Dr. Nazlı Yaşar SPORDr. Necmettin ERKANProf. Dr. Nevin VURAL

    Dr. Nihal COŞKUNProf. Dr. Remzi AYGÜN

    Prof. Dr. Turhan AKBULUTProf. Dr. Yasemin BEYHAN

    Yıldırım KOÇDr. Yıldız BİLGİN

    Türk Tabipleri Birliği Mesleki Sağl k ve Güvenlik Dergisi Türk Tabipleri Birliği Merkez Konsey iŞehit Dan ş Tunal gil Sokak No: 2 Kat:4

    Demirtepe/ANKARA

    Telefon 0 312 231 31 79 (Pbx)

    0 312 231 19 52 - 53

    http://www.ttb.org.tr/isake-posta: [email protected]

    Yeter CANBULAT - TTB

    Basımcının İletişim Bilgileri ve BasIm Yeri???????????????

    AnkaraTel: (0.312) 395 95 96

    ????????????

    Yerel Süreli (3 ay lık)

    3.000 adet

    Yayın Kurulu

    Yönetim Yer

    Yazışma Adresi

    Danışma KuruluProf. Dr. Ahmet SALTIK

    iTürk Tabipleri Birliği Adına Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr. Gençay Gürsoy

    Faks

    Hazırlık ve Tasarım

    BasIm Tarihi

    Yayın Türü

    Tiraj

    Logo ve Kapak Hakkı TTB’ye Aittir.

  • 1Ocak-Şubat-Mart 2009

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    Yayınımıza bir süre ara vermek zorunda kaldık, bu nedenle okurlarımıza özür borcumuz var.İlk sayımızda “Çıkarken” başlıklı yazımızda “reellikler ve uygulamalar üzerine sıkıştırılmış tartışmalar” yerine alandayürütülecek politikalarla birlikte “çalışma sağlığı ortamına yönelik yapılacak tartışmaların bu alanın tüm dinamikleriyleberaber coşturulması” gerektiğini vurguladık ve bugüne kadar yayınladığımız 30 sayıda bu ilkeden ödün vermemeyeçalıştık. Yayın Kurulu olarak çizgimizin alandan aldığımız geribildirimler üzerinden ‘test’ edildiğini ve bundan sonra dasürdürülmesinin kaçınılmaz görev olduğunu söyleyebiliriz.

    Sizlerle buluşamadığımız dönemde birçok sosyal ve toplumsal gelişme yaşandı. Uluslararası sermaye ucuz işgücütemin edebileceği toplumsal tepkinin daha zayıf kaldığı az gelişmiş ülkelere daha fazla kaydı. Aradıklarını bizim gibiülkelerde bulmalarına rağmen hep daha fazlasını istediler. Emeğin değeri ve iş süreleri üzerinden maliyetlerin düşürülme-si sermayenin rekabet gücünü korumasının ön şartı olarak kabul edildi. Onlara göre; sermayenin maliyeti düşük işgücütemin eden ülkelere kayması; gerek sermaye, gerekse emek cephesinde yaşanan kıyasıya rekabet ‘büyüme’ ve ‘ilerleme’göstergesiydi. Büyükler daha da büyüyor ve bu büyümeden emek cephesinin de payını aldığı iddia ediliyor.

    Küreselleşmeyle ortaya çıkan esnekleşmeye koşut olarak çalışma yaşamında karşımıza ‘yeni dinamikler’ çıkarılıyor.Kârlarını maksimize edebilmek için buldukları; ücretlerin düşürülmesi, çalışma süresinin uzatılması, işsizliğin artırılarakişgücünün ucuzlatılması vb gibi daha ilkel kavramlar yerine; “modern ücretlendirme”, “güvenli esneklik”, “işgücüpiyasasının kurumsal kontrolü”, “kısmi zamanlı çalıştırılan genç-yaşlı-kadın işçiliği” gibi çağdaş sömürü kavramlarını kul-lanıyorlar.

    Gelecek sayılarda tartışılacak birçok önemli konu var. MSG’de sürekli yer verdiğimiz; İş Yasası ile biçimlendirilen“esnek çalışma modelleri” Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası içerisinde sermayenin ‘yenidünya düzeni’ütopyasına uygun olarak yer buldu. Yine sürekli gündem yaptığımız “iş güvencesi” yeni düzenlemelerle birlikte değer-lendirilerek; AB menşeli “güvenceli esneklik” (flexicurity) kavramına evrildi. AB belgelerinde “tam istihdam” diye geçen,optimal düzeyde yaşamı sürdürecek kadar işin ve gelirin olmasını arzulayan politikalar gündemde. Esnekleşmenin olmazsaolmazlarından “iş piyasası kurumları” çoğalıyor. Çalışma Bakanı, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı ile “bütün çalışan-ların iş sağlığı ve güvenliği kapsamına alındığını, sağlık ve güvenlik önlemleriyle ilgili çalışan sınırının kaldırıldığını” söyle-di. İş Yasası ve SSGSS Yasası’nda karşılığı olmayan bu yalanın arka planında “işyerlerinin piyasa koşullarında dışarıdansağlık ve güvenlik hizmeti” alması gerçeği yer alıyor. Yine Çalışma Bakanı tarafından 2008 yılı “işsizlik ve kayıtdışıylamücadele yılı” ilan edildi ve çözüm adına “istihdam paketi” sihirli kutu gibi sunuldu. Paket’in içerisinde; 18–29 yaş gurubugenç işgücünün istihdamı karşılığında işverenlere prim indirimi, işyerlerinde kreş, emzirme odası gibi açılması zorunlubirimlerin ve işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı, işyeri hemşiresi/sağlık memuru gibi zorunlu istihdamın ve eski hükümlüistihdamının kaldırılması sıralanıyor.

    İşverenler, esnek modellere karşılık “herkese istihdam” sağlanacağını söylediler. Ancak onların ‘yatırımlara yönelmek’ve ‘istihdamı artırmak’ gibi bir kaygısı olmadı; tam tersi kriz bahanesiyle posası çıkana kadar çalıştırdılar. Olmadı “primindirimi” istediler… Olmadı “kısa çalışma ödeneği” istediler… AB direktifleri işçinin haftalık çalışma süresinin en fazla48 saat olması gerektiğini kurala bağlamışken İş Yasası görüşmelerinde bu sınır gözden kaçmış, hatta yasa koyucu fazlaçalışmaya sınır koymayı unutmuştu! Yine AB yıllık izin hakkı ‘uyum’ süreci dışına itilmişti. Emeğin sömürüsünün hadsafhaya ulaştığı, krizlerle daha da katmerleştiği kapitalist sistemde ‘tutsak emeğin’, ‘nesne’ konumundan kurtulup, ‘emeğinözgürleşmesi’ adına ‘özne’ konumuna gelebilmesinin yollarının tartışıldığı görüşleri bu sayımızda açmak istedik.

    Dünya piyasalarında yaşanan kıyasıya rekabet 2008‘de doruğa ulaştı ve kapitalist sistem sermaye birikim sürecindeyarattığı dönemsel krizlerinden birisini yaşıyor. Önceki krizlerde de olduğu gibi; kriz sermayeye yeni sömürü olanaklarısağlayarak onu ayakta tutacak ve çalışanlar açısından dramatik bir tablo oluşacak. Kriz derinleştikçe işten çıkarmalarnedeniyle iş yoğunluğu ve gelecek kaygısı artarak sorunlar had safhaya ulaşacak. Bir tarafta işini ve sigorta hakkını kaybe-denlerin sayısında, diğer tarafta sağlık sorunlarındaki artış; biri diğerini olumsuz etkileyerek sorunlar yumağı haline gele-cek. Bu sayının ana temasını “küresel kriz ve krizin bedelini ödeyen emek hareketi” oluşturdu.

    Bu sayımızda; “mesleki kas iskelet sistemi hastalıkları” ve “dizele maruz kalan gişe memurları” ile ilgili ödül alanaraştırmalara ve “döküm işkolunda gürültüye bağlı işitme kayıpları” konulu yeni bir çalışmaya yer verdik.

    Sağlıcakla…

    EDÝTÖRDEN

  • � Kapitalizmin krizleri iktisadi, siyasi ve ideolojikyapılarda birlikte yaşanır. � Kriz, kapitalist sistemle özdeşleşmiş bir durumdur. � Kriz, kapitalist toplumun gelişmesini biçimleyen vedüzenleyen hareketin en açık şeklidir.� Kapitalizm, sermaye birikimindeki tıkanma, krizlerlebirlikte yeniden yapılanan kurumlar ve ilişkilersayesinde kabuk yeniler ve yoluna devam eder.

    2Ocak-Şubat-Mart 2009

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    GirişBu yazı, beş ana başlıktan oluşmaktadır. İlk

    olarak, “kapitalizmin krizlerini nasıl tanımlamak veanlamlandırmak gerekiyor?” sorusunu tartışmayaaçmak istiyorum. Ardından, kapitalizmin krizdönemlerinde emek hareketine yönelik bazıdüşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Üçüncüolarak, içinden geçmekte olduğumuz küresel krizitartışmak istiyorum. Bu tartışma sırasında küreselkrizin emek hareketi üzerinde olası etkilerini deirdelemeyi hedefliyorum. Dördüncü olarak,Türkiye’de küresel krize karşı emek örgütlerininsiyaseti ve politikaları üzerine bazı saptamalar yap-mayı amaçlıyorum. Son olarak ise, Türkiye’dekiemek örgütlerinin siyaseti ve politikalarınıneleştirisi üzerinden “Türkiye’de Örgütlenme Üzer-ine Yeniden Düşünmek” başlığı altında bazı öneri-leri tartışmaya açmayı hedefliyorum.

    Kapitalizmin KrizleriEgemen iktisat yaklaşımı ve burjuva iktisat bil-

    imi krizleri şöyle tanımlamaktadır: “kapitalist sis-temin işleyişinin anlık sekteye uğraması, doğalgiden bir sürecin bir sorunla karşılaşması”. Bu sap-tamayı yapıp sonra da bu krize nedenler bulmayaçalışmaktadır. Kapitalizm ürettiğini satamamıştır, fi-nansal piyasalar dalgalanmıştır, istenilen iktisatpolitikaları uygulanmamıştır ya da aç gözlü yatırım-cılar vardır, piyasalar iyi yönetilememiştir. Bu çokproblemli bir kriz analizidir ve tam da burjuva bili-minin sınırlılıklarını göstermektedir.

    Dr. Gamze YÜCESAN ÖZDEMİRDoç. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi

    Bu problemli kriz analizine en değerli ve kap-samlı eleştiri Marksist kriz kuramından gelmekte-dir. Marksist kriz kuramı şunun altını çizmektedir.Kriz, kapitalizmin bir hareket yasasıdır ve kapital-izme içkin bir işleyiştir. Kriz, kapitalist sistemleözdeşleşmiş bir durumdur. Kriz, sistemin çökmesi birtarafa, kapitalist toplumun gelişmesini biçimleyenve düzenleyen hareketin en açık şeklidir. Kapitalistsistemin özünü oluşturan sermaye birikimindekitıkanma, krizlerle birlikte yeniden yapılanan ku-rumlar ve ilişkiler sayesinde kabuk yeniler ve kapi-talizm yoluna devam eder. Kriz, kapitalizmin koltukdeğneğidir, sermayeye yeni sömürü olanakları sağla-yarak onu ayakta tutar.

    Dolayısıyla, kapitalizmde sermaye birikim sürecikendi krizini yaratır. Ama her krizin görüntüleri yada tetikleyici nedenleri farklı olabilir; piyasanın iş-leyişi bozulmuş olabilir, finansal piyasalarda arızalarolabilir. Dolayısıyla kriz, kapitalizme içkin birmekanizmadır ve kapitalizm krize girdikçe kendisinibu süreçten yenileyerek çıkarmak ister. Aslında kri-

    KÜRESEL KRİZ VE EMEK HAREKETİ:TÜRKİYE’DE

    ÖRGÜTLENME ÜZERİNE YENİDEN DÜŞÜNMEK*

  • 3Ocak-Şubat-Mart 2009

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    zler hem kapitalistler için hem de işçi sınıfı içinönemli anlardır.

    Krizden çıkmak için sermaye kesimine kim kur-tarıcı bir adım atacak ya da sermaye bu krizden nasılçıkacak bunlar dönemsel politikalarla ilgilidir.Kapitalizm, tarihi boyunca, farklı kriz dönemlerindefarklı kendini yeniden yapılandırma çabaları içindeolmuştur.

    Kapitalizmin Krizleri ve EmekKapitalist kriz dönemleri işçiler ve emekçiler

    için elbette işsizlik, yoksulluk ve sefalet demektir.Ama aynı zamanda siyasette iki yol açıktır. Birincisikitlelerin sağa kayma eğilimi, ikincisi devrimci mü-cadelenin yükselmesi. Birinci yol, kriz sonrasıkitlelerin sağa kayma eğilimidir ve tarih buna tanık-lık etmiştir. İşçi sınıfı, kitlesel olarak, 1929bunalımında da görüldüğü gibi sağa kaymıştır. Diğeryol ise, Marks’ın söylediği ve bizim şu anda umut-lanacağımız nokta krizlerin bir devrimci durum ol-masıdır. Çünkü kriz dönemlerinde kapitalizmkitleler nezdinde meşruiyetini kaybetmektedir.Kapitalizmin savunulacak, tutunacak hiçbir yanıkalmamaktadır. Krizler, sınıfsal ayrışmayı en netbiçimiyle ortaya koyar ve işçi sınıfı bilincinin ve sınıfmücadelesinin yükselmesi için fırsat yaratır.Dolayısıyla, sınıf mücadelesi için umutlu bir andır.

    Küresel Kriz ve EmekMerkez ülkelerde finans alanında meydana

    gelen kapitalizmin büyük krizlerinden biriyle karşıkarşıyayız. Finansal alana yatırılan değerler, artı-değer sömürüsünden elde edilen değerlerdir. Fi-nansal krizin, metropol ekonomileriyle sınırlı kalmabeklentisinin geçersiz olduğu ortaya çıkmıştır. Çevreekonomilerine dış kaynak girişlerinin durgunlaş-ması; giderek net sermaye çıkışının başlaması buülkeleri finansal krize sürükleyen ana etken olmak-tadır.

    Küresel krizin emek üzerine etkilerine bak-tığımızda, ilk olarak, daha önceki kriz dönemi,toplam gelir içinde emeğin payının görece arttığıgenişlemeci dönemleri izlemişken, küresel kriz,

    emeğin payının son 15-20 yıldır azalmakta olduğubir dönemin ardından gelmiştir (3). Bu gerçeklikise, küresel krizin emek üzerindeki etkisinin çokdaha yaralayıcı ve derin olacağını göstermektedir.

    İkinci olarak ise, küresel kriz, emekçilerinkapitalizme bağımlılığı ölçüsünde, emekçiler üz-erinde etki yaratacaktır (5). Emekçiler, kapitalizmeüretim içindeki konumları ile bağımlıdırlar. Üre-timde emeklerini satarak, kapitalist sistemde yaşamimkânı bulmaktadırlar. Bu bağımlılık, üretiminyavaşlaması ve/veya durması durumlarındaemekçiler için koşulların çok ağır olduğunu göster-mektedir. Küresel kriz ortamında, emekçiler yal-nızca üretim sürecindeki konumları dolayısıylakapitalizme bağımlığı değillerdir ayrıca tüketimsürecinde aldıkları tüketici kredileri, otomobilkredileri ve/veya konut kredileri ile kapitalist sis-teme borçlanmışlardır ve bağımlı hale gelmişlerdir.Dolayısıyla, küresel krizin emek üzerindeki etkisihem üretim süreci hem de tüketim sürecindeyaşanan bağımlılık göz önüne alındığında oldukçaderin olacaktır. Küresel kriz, dünya üzerindeki tümemekçileri sert ve acımasız vuracaktır: işten çıkar-malar, işsizlik, uzun çalışma saatleri, esnek çalışma,ücretlerin düşmesi, ücretsiz izin, kazanılmış haklarınkaybı.

    Küresel Krize Karşı Emek Hareketi: Türkiye’de Örgütlenme ÜzerineSaptamalarEmek örgütlerinin (Türk-İş, Hak-İş, DİSK,

    KESK, Kamu-Sen, TMMOB, vb.) krize karşı genelduruşlarına baktığımızda, bu örgütlerin krize ilişkinneler yapacaklarına dair bildirgeler, programlar veöneri paketleri ile karşılaşıyoruz.

    Türk-İş, “Krizin Faturası, Emekçilere Çıkartıla-maz” adlı bildirgesinde,1 krizin bedelini kriziyaratanların ödemesi gerekliliği üzerinde durmak-tadır.

    Hak-İş, “Kriz Ticareti Yaparak, İşçinin Hakkına

    İşsizlik, açlık, yoksulluk ve daha fazla sömürü:� Geniş halk kitleleri sağa kaymaktadır.� Krizler, sınıfsal ayrışmayı en net biçimiyle ortayakoyar; işçi sınıfı bilincinin ve sınıf mücadelesinin yük-selmesi için fırsat yaratır.

    Küresel kriz, emekçileri nasıl vuracak:� İşten çıkarmalar�İşsizlik� Uzun çalışma saatleri� Esnek çalışma�Ücretlerin düşmesi� Ücretsiz izin�Kazanılmış hakların kaybı

  • 4Ocak-Şubat-Mart 2009

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    Göz Dikenler Var” adlı bildirgesinde,2 olmayan birkrizin ticareti yapıldığını ve bir kriz varmış gibi gös-terilerek işçilerin haklarına saldırıldığını vurgula-maktadır. Hak-İş’in, ortada bir krizin değil de krizticaretinin olduğu vurgusu oldukça önemlidir. Bunoktada, Hak-İş tam olarak neyi kastetmek iste-mektedir çok anlaşılamamaktadır. “Kriz filan yokaslında” demek ne demektir, bu tartışılmalıdır diyedüşünüyorum.

    Esas olarak, hem Türkiye hem de dünyasendikal hareketine “tarihi belge” olarak geçecekmetin, Kamu-Sen tarafından hazırlanmıştır. Kamu-Sen’in “Ekonomik Krize Karşı Kişisel ÖnlemPaketi” adlı öneri paketinde3 krize karşı emekhareketine oldukça farklı bir siyaset teklif etmekte-dir.

    Bu bildirgeden bazı başlıklar okumak gerekirse; Borçlanarak araba ya da ev almayın, buihtiyaçlarınızı piyasalardaki dalga bitene kadar erte-leyin; Kredi kartıyla zorunlu kalmadıkça alışverişyapmayın; Özellikle de uzun vadeli taksitli kampa-nyalara katılmak için iyi düşünün; Çok zorunlu ol-madıkça dayanıklı tüketim malzemeleriniyenilemeyin, evinizde gereksiz tadilat yapmayın; Kışöncesi evinizin cam ve kapılarının izolasyonunuyaptırın; Televizyon, müzik seti gibi elektrikli evgereçlerinizi kapattığınızda mutlaka fişini de çekin;Sebze ve meyveleri musluktan akan suda değil, birkabın içerisinde yıkayın; Yemek pişirirken düdüklütencere kullanın, büyük bir ateşin üzerine küçükkap koymayın; Yemeklerinizi ağzı açık kaplardapişirmeyin; Küçük alışverişler için büyük mar-ketlere gitmeyin.

    Dönemin proje dönemi olduğu düşünülürse,ETUC-Türk-İş-DİSK-Hak-İş, “Sivil ToplumDiyaloğu Ortak Çalışma Kültürü AracılığıylaAvrupa Birliği ve Türkiye’den İşçilerin Bir arayaGetirilmesi Projesi” adı altında bir emek hareketisiyaseti çizmeye çalışmaktadırlar.

    Son olarak ise, DİSK-TMMOB- KESK-TTB-Çiftçi-Sen tarafından hazırlanan “Krizden Çıkışiçin Sosyal Dayanışma ve Demokratikleşme” adlıprogram4 ise krizden karşı emeğin önüne yalnızcaekonomik bir gündem değil siyasi bir gündem dekoymakta ve demokratikleşme vurgusunu öneçıkarmaktadır.

    Bu bildirgelerin, birbirlerinden oldukça farklı ol-malarına rağmen, içeriğinde dört noktanın öne çık-

    Emek örgütlerinin talepleri:� Krizin bedelini yaratanlar ödemelidir.� Devlet işten çıkarmaları engellemelidir.� İşsizlik sigortası tekrar düzenlenmelidir.� Siyasal sistem demokratikleşmelidir.

    tığını görüyoruz: krizin bedelini yaratanlar ödeme-lidir, devlet işten çıkarmaları engellemelidir, işsizliksigortası tekrar düzenlenmelidir, siyasal sistemdemokratikleşmelidir.

    Türkiye’de emek örgütlerinin siyaseti ve poli-tikalarına baktığımızda “ne yapmamalıyız”ı görebi-liriz. Burada benim önemli gördüğüm beş saptamabulunmaktadır. Birincisi, emek örgütleri tümüyletabanlarından kopuk konuşmaktadır. Taban ile nekrizi konuşmaktadır ne de “ne yapmalıyız”ı konuş-maktadır. Emek örgütleri, son yirmi yıldır oldukçabaskıcı bir yasal ve kurumsal çerçeve içindedirler.İşçi sınıfı, apolitikleşmiş, bireyselleşmiş, mücadeleyibilmeyen ve mücadeleden gelmeyen bir yapıdadır.En solda gördüğümüz DİSK ve DİSK’e bağlı Bir-leşik Metal-İş’te bile tabanla, işyeri temsilcileriylekonuşup krize ilişkin nasıl bir tavır almak lazım,taleplerimizi ne yöne evriltmeliyize ilişkin hiçbirçaba yoktur.

    İkinci saptama ise, tabandan kopuk bir taleplerlistesi hazırlanmaktadır. Bu talepler listesi hazır-lanırken akademisyenlere kapılar açılmıştır. Ve birtalep listesi hazırlanmıştır. Genellikle talepler şu-ralarda düğümlenmiştir. Örneğin, devlet iştençıkarmaları engellemelidir; işsizlik sigortası yenidendüzenlenmelidir; krizin bedelini işçi sınıfı öde-memelidir gibi.

    Saptamalar:� Emek örgütleri, tabanlarından kopmuştur.� Emek örgütleri baskıcı bir yasal ve kurumsal çerçeveiçinde.� İşçi sınıfı, apolitikleşmiş, bireyselleşmiş, mücadeleyibilmeyen ve mücadeleden gelmeyen bir yapıda.� Tabanı olmayan emek örgütleri, tabanla değil siyasiiktidarla konuşmakta.� Emek örgütlerinin talepleri tabanla birlikte yaratıl-mamıştır. � Talepler zincirinin arkasında toplumsal güç olmadığıiçin gerçekleşmemeye yazgılıdır. � Emek örgütlerinin dili ve kavramları egemenlerin dilive kavramlarıdır.

  • 5Ocak-Şubat-Mart 2009

    Üçüncü saptama, emek örgütlerinin tabanlakonuşmadıkları için siyasi iktidarla konuşmaktaolduklarıdır. Siyasi iktidara talepler, “Biz şunları is-tiyoruz, biz bunları istiyoruz” biçiminde aktarıl-maktadır. Ama bu taleplerin arkasında emekçilerbulunmamaktadır.

    Dördüncü saptama ise, bu talepler gerçek-leşmemeye yazgılıdır. Tabanı olmayan bir talebinsiyasi iktidar nezdinde hiçbir hükmü yoktur.Dolayısıyla, bu talepler çok iyi bir niyetle hazırlan-mış olabilirler ama gerçekleşmemeye yazgılıdır.

    Beşinci saptama, en sorunlu gördüğüm alan,emek örgütlerinin dili, egemenlerin dilidir. Emekörgütlerinin dili egemenlerin dili, şu demektir. Sis-teme bağımlı hale geldikleri için sistemle birliktesistemin gereklerine yanıt verecek doğrultuda birdil kullanılmaktadır. Tabanla değil de siyasi iktidarlakonuşma hali dili ve kavramları da bozmuştur. Ta-banla değil, siyasi iktidarla konuşma hali, kavram-ların ve düşünce dünyasının da o sınırlar içindekurulmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla, işsizliksigortası konuşulmaktadır, işten çıkarmalarkonuşulmaktadır. Tüm bu konular üzerindekonuşulmaktadır ama emperyalizm, eşitlik, yeni birdünya, devrimci mücadele, tüm bunlar söylemdençıkmıştır, söylemden dışlanmıştır. Dolayısıyla, emekörgütleri tabandan kopup siyasi iktidarın diline yak-laştığı sürece, kavramsal dil de tabandan kopmaktave siyasi iktidara yaklaşmaktadır (1).

    Küresel Krize Karşı Emek HareketiTürkiye’de Örgütlenme Üzerine Yeniden

    Düşünmek Yükselen milliyetçilik AKP iktidarı ilebirlikte düşündünüldüğünde Türkiye’de emekhareketinin zor bir anda olduğu söylenebilir. Diğerbir deyişle, siyaseten emek hareketinin çok zor birdönemeçte olduğu belirtilebilir. Ama emekhareketi, aynı zamanda sınıf mücadelesininyürütülmesi için önemli bir noktadadır. Önceliklebu süreç sağa da kayabilir, devrimci mücadeleolarak da çıkış yaratılabilir. Sınıf mücadelesiniörmek için birinci öneri, nesneleştirme vepasifleştirmeye karşı özneleştirme ve etkin-leştirmedir. İşçiler ve emekçiler, kendi gelecekleriniellerine almak için tüm alanlarda etkin ve öznetavrıyla ortaya çıkmalıdır (1). Emeğin neleri, nasıltalep edeceği, neleri, nasıl şikâyet edeceği önem-lidir. Çözüme yönelik insanların bir araya gelipsorunları tartışması önemlidir. Kendi sorunlarına

    kendi çözümlerini üretmeleriönemlidir. Dolayısıyla mahallekomitelerini, direniş komitelerini,bunun adı ne olursa olsunönemsemek gerekmektedir (2).Nesne olmaktan kurtulan öznekonumuna gelen bir işçi sınıfı üz-erine düşünmek gerekmektedir.Bu sol hareketin her zamansöylediği bir şeydir. Yeni bir şey söylemiyorum. Amatekrar üzerine düşünmek, tekrar hatırlamak gerek-tiğini düşünüyorum. İkinci öneri, parçalıemek örgütlerinin sınıf ekseninde birleşmesi gerek-mektedir. Bu aslında problemli bir alandır. Solungeniş yelpazesi içinde çok tartışılacak bir alandır.Ama gün sınıf siyaseti günü olarak düşünülmelidir.Bunu söylemek, diğer siyasetlerin ikincil ya daönemsiz olduğunu söylemek anlamına gelmemek-tedir kuşkusuz ama emek cephesini geniş hatta ku-racak olan sınıfın krize karşı yaşadığı ortakdeneyimdir.

    Üçüncü öneriye gelince, bu öneri kültürel isti-ladan kurtulup kültürel eylemliliğe geçmek olaraktanımlanabilir. Birinci öneride nesneleştirme vepasifleştirmeye karşı, özneleştirme ve etkinleştirme,ikinci olarak; parçalama-bölme yerine birleştirmeve dolayısıyla birleşik ve bütünlüklü bir emekhareketi düşünme, üçüncü olarak kültürel istiladankurtulup kültürel eylemliliğe geçmek. Kültürel is-tila, işçi sınıfının kendi kavramlarının, kendidüşünce sisteminin olmaması, yani bir dilinin ol-mamasıdır (1). Konuşurken dayanışma, eşitlik,farklı bir dünya, emperyalizm, sosyalizm gibikavramları kullanmada imtina etmektir. Dolayısıyla,kültürel istila çok önemlidir. Bu kültürel istila ilekitle örgütlerinin talep listesinde de karşılaşılmak-tadır.

    Aslında neden böylesi dönemlerde işçi sınıfınınkültürel olarak kendisini sağa yakın hissettiğiüzerine düşünmek gerekir. Bu, işçi sınıfının önemlibir bölümünün, kendisini kurarken kendi kavram-

    Öneriler:� İşçi sınıfının “nesne” konumundan kurtulup “özne”konumuna gelmesi önemlidir.� Emek örgütlerinin, parçalama ve bölme yerine bir-leştirme yanlısı olması önemlidir.� Emek örgütlerinin, kültürel istiladan kurtulupkültürel eylemlilik içine girmeleri önemlidir.

    Fikir savaşı,sınıf savaşının

    bir parçasınıoluşturur.

    Kriz ortamı,sınıf savaşı

    için önemli birandır.

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

  • t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    larının olmamasından kaynaklanmaktadır. İşçisınıfının önemli bir kesimi için ezilenin karşıtıezendir; ezen ve ezilenin olmadığı bir dünyadeğildir. Dolayısıyla düşünce dünyasında egemenindünyasına ait olmayan kavramlar filizlenmemiştir.Düşünce sistemi şu şekilde işleyebilmektedir: benezildim ve ben horlandım, farklı bir dünya ise benimezeceğim ve benim horlayacağım bir dünya olabilir.Sağ ideolojinin (ırkçılık, milliyetçilik, gericilik)kavramlarıdır bunlar ve solun kavramlarının(dayanışma, eşitlik, başka bir dünya, sosyalizm) işçisınıfının önemli bir kesiminin kavram dünyasındakapladığı yer azdır. Dolayısıyla, solun kavramlarınınve dünya kavrayışının sınıfla bulaşabilmesi için,örgütlerin tabanla birlikte olması önemlidir. Eşitlik,dayanışma ve başka bir dünya hayalleri konuşularak

    kurulabilir dünyalarında. Kültürel istilanın sınır-larını zorlayan ve kültürel eylemlilik olarak çokönemsediğim bir örnek var. Limter-İş, krize ilişkindağıttığı bildirgesinde; “Kapitalizmin krizinde hemüretmeye hem de yönetmeye adayız” demektedir.5

    Bu farklı bir dildir. Dolayısıyla, kültüreleylemlilik, düşünceyi, kavramı ve söylemi yenideninşa etmektir. Gün de bunun günüdür.

    *16 Kasım 2008’de Türk Tabipleri Birliği Sağlık ve Politika ÇalışmaGrubunun “Kriz Dinamikleri ve Olası Sonuçları” başlıklı atölye çalışmasındasunulmuştur.

    Dipnotlar1. Bildiri metnine http://www.turkis.org.tr/?wapp= haber

    detay0&did=E0E29C2E-584E-4341-B2F9-4AEB16BB6571 adresinden ulaşılabilir.

    2. Bildiri metnine http://www.hakis.org.tr/basin_aciklama/14-10-2008.htm adresinden ulaşılabilir.

    3. Öneri paketi tam metnine http://www.kamusen.org.tr /mevzuat.asp? haber_id=1799 adresinden ulaşılabilir.

    4.Programa http://www.disk.org.tr/default.asp? Page=Content &ContentId=607 adresinden ulaşılabilir.

    5. Metne http://www.limteris.com/haber/haber_ detay.asp? haberI D=413 adresinden ulaşılabilir.

    *16 Kasım 2008’de Türk Tabipleri Birliği Sağlık ve Politika Çalışma Grubunun“Kriz Dinamikleri ve Olası Sonuçları” başlıklı atölye çalışmasında sunulmuştur.

    Kaynaklar1. Freire, P. (2002) Ezilenlerin Pegadojisi (çev. D. Hattatoğlu ve E.

    Özbek), Ankara: Ayrıntı. 2. Lebowitz, M. A. (2008) 21. Yüzyıl için Sosyalizm, İstanbul:

    Yordam.3. Savran, S. (2008) Kod Adı Küreselleşme, İstanbul: Yordam4. Sönmez, M. (2008) “Küresel Kriz, Türkiye ve Sosyal Danışma

    Programı”, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=20309 (12.12. 2008)

    5. Tabb, W. K ve diğerleri (2008) (der.) Neoliberalizm ve Kriz (çev.B. Baysal ve diğerleri), İstanbul: Yordam.�

    Yeni emek örgütlenmeleri: Özörgütlenme biçimleri� Emek yanlısı demokratik kitle örgütleri vesendikaların bir araya gelmesiyle oluşacak “özsavunma komiteleri” “komiteler” ve “konsey” biçimindeolabilir.� “Komite” ya da “konsey” tarzı örgütlenmeler, ma-hallelerde ya da belli yerelliklerde oluşturulabilir. � Bu komiteler ve/veya konsey tipi oluşumlar içinChavez yönetiminin Bolivarcı Halkaları ya da LatinAmerika’da gerçekleşen yeni direniş deneyimlerindenyararlanılabilir.� Emeğin neleri, nasıl talep edeceği, neleri, nasıl şikâyetedeceği önemlidir. � Çözüme yönelik insanların bir araya gelip sorunlarıtartışması önemlidir.� Kendi sorunlarına kendi çözümlerini üretmeleriönemlidir.

    “Krizi fırsata dönüştüreceğiz”

    ABD Başkanı Barack Obama yaptığı açıkla-mada; “bu krizi fırsata dönüştüreceğiz ve buıstıraplı durumdan çıkarak parlak bir geleceğegireceğiz” dedi. (16.02.2009)

    Obama, Kongre'ye yaptığı ilk konuşmadaAmerika'nın giderek derinleşen ekonomikkrizden, eskisinden daha güçlü bir şekilde çıka-cağını söyledi. (25.02.2009)

    6Ocak-Şubat-Mart 2009

  • 7Ocak-Şubat-Mart 2009

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    KRİZ VE KRİZİN BEDELİNİÖDEYEN İŞÇİLERAv. Murat ÖZVERİÇalışma ve Toplum Dergisi Yayın Yönetmeni

    kalmışlardır. 1969 ve l980 krizlerinde IMF tarafın-dan dikte ettirilen politikalar, askerler aracılığı iledemokrasinin askıya alınıp, sendikal haklarlaözgür toplu pazarlık düzeninin dondurulmasısayesinde hayata geçirilebilmiştir. 1994 krizi vesonrasında yaşanan krizler ise 1982 Anayasasınınkurumsallaştırdığı bize özgü demokrasi sürecindesendikaların azalan güç ve saygınlıkları, hakgrevinin olmayışı, toplumsal dokuyu zehirleyenkurumlar anarşisi darbeye gerek kalmaksızın krizinbedelini emekçilere yükleyen politikalaruygulanabilmiştir.

    Krizlerde uluslararası iş bölümünün etkisi ve kriz kronolojisiDünya ekonomisi, ulusal devletlerin kendi

    özgül durumlarına göre ekonomilerini biçim-lendirip yönlendirdiği ulusal ekonomiler toplamıdeğildir. Dünya ekonomisi ulusal ekonomilerin bir-birleriyle organik olarak bağlandığı, sistemli birişbölümüne uygun olarak hareket edilen genel birsistem olarak adlandırılabilir.4 Toplumda var olaniş bölümünün benzeri ulusal ekonomiler arasındada oluşmuştur. “Ortaya çıkan (bu) iş bölümü eşit-siz bir yapıdadır ve ülkelerin bazıları belirleyenkonumundadır.”5 Dolayısıyla da Dünyaekonomisinin merkez ülkelerinde yaşananekonomik krizler Türkiye gibi bağımlı çevreülkelere, bağımlı ülkenin ekonomik kaderinibelirleyecek ölçüde yansır ve krizi “bağımlı birekonomi olarak Türkiye’nin ne kadar kolaylıklaatlatacağı... merkezin tavrından bağımsızdeğildir.”6

    Merkez ülkelerin tavrının bağımlı ekonomileriçin önemli ölçüde belirleyici olmasına tek örnekelbette ki sadece Türkiye değildir. Şili, Mısır, Mek-sika vb. bağımlı ekonomilerde yaşanan krizler veçözümleri incelendiğinde Türkiye ile ortak birkaderi paylaştıkları kolaylıkla gözlemlenebilecek-tir.7

    Dünyada yaşanan ekonomik krizlerin kronolo-jik gelişimi ile Türkiye’de yaşanan krizlerin kro-nolojisine bakıldığında, uluslararası işbölümününetkileri daha da belirgin olarak görülebilmektedir.8

    GirişKüresel bir ekonomik krizin tüm dünyayı et-

    kilediği, bizde Başbakan dışında herkesçe kabuledilen bir olgu haline gelmiştir.

    Gramsci tarafından “eski yapılanmanın cançekiştiği fakat yeninde henüz doğmadığı kesit”olarak tanımlanan1 kriz Çin’ce tehlike ve fırsatişaretleriyle yazılmaktadır.2 Gerçekten de, krizsosyo-ekonomik sistemlerin, yok oluş tehlikesiyleyüzyüze kaldığı, ancak eskiyi aşarak eskiden dahacanlı, daha güçlü olarak kendilerini yenidenüretme olanaklarının bir arada bulunduğu birsüreçtir.

    Bu süreç bir görüşe göre “bizzat kapitalizminkendisidir. Kapitalizm kâr ve sermaye birikimiylegelişir. Bu gelişme aksadığı sürece de bunalımdanbunalıma girer.”3

    Kriz nasıl tanımlanırsa tanımlansın kapitalistbir ekonomide asli bedel ödeyenler hiçdeğişmemiş, kural olarak krizin bedeli emekçilereödetilmiştir.

    Türk Ekonomisinde KrizlerCumhuriyet kurulduktan sonra Türk

    ekonomisi önemli ekonomik krizler yaşamış, bukrizlerden her birisi toplumu derinden etkilemiştir.1969 ve l980’de yaşanan ekonomik krizler askeridarbeleri de beraberlerinde getirmişler, toplumekonomik olarak geçirmiş olduğu sarsıntınınyanında, demokratik anlamda da ciddi sarsıntılaryaşamıştır. 5 Nisan l994 krizi her ne kadar askeribir darbeye yol açmamış olsa da, özellikleücretliler açısından darbe sonrasını aratmayacaktahribatlar yaratmıştır. 2001 krizi iktidardaki siyasipartilerin deyim yerindeyse darmadağın olmasınayol açmış, umutsuz kitlelerin diğer faktörlerindeetkisiyle bu günkü siyasal iktidara yönelmelerinisağlamıştır.

    Krizlerin ortak özellikleriTürk ekonomisi krizleri dünyanın merkez

    ülkelerinde yaşanan krizlerin ertesinde yaşamış,her krizde krizden çıkış için belirlenen politikalarIMF tarafından adeta dikte ettirilmiş, krizinbedelini önemli ölçüde ücretliler ödemek zorunda

  • 8Ocak-Şubat-Mart 2009

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    Krizi aşmaya yönelik politikaların belirlenmesinde ve uygulanmasında görülen ortak özelliklerBağımlı ekonomiler açısından krizin aşılması

    için oluşturulan politikalar tam bir kısır döngüdür.Türkiye’de bir krizden diğerine bu kısır döngününiçerisinde yer almış, her krizde, dış kredi musluk-larının açılabilmesi için IMF’ye baş vurulmuş,niyet mektupları verilmiş, heyetler gelmiş gitmişsonuçta IMF’nin merkez ülkeler için o günkü kon-jüktürde uygun gördüğü önlemler paketi ve artıkklasikleşen devalüasyon, faiz hadlerinin yük-seltilmesi, KİT ürünlerinin fiyatlarının arttırılması,ara mallar, temel tüketim malları ve tarıma yöne-lik sübvansiyonların kaldırılması ya da azaltılması,iç tüketimin kısılması, vergilerin arttırılması, ücretve maaşların sınırlandırılması ve son olarak takamu harcamalarının kısılması10 istemleri istikrarpaketi olarak uygulamaya sokulmuştur. Aslında buyolla çözülen kriz Türkiye’nin krizi olmamakta,alınan dış kredilerle yapılan ithalat merkezülkelerinin ihracatını arttırarak merkez ülkelerde-ki krizin çözümüne katkı sağlanmakta, uluslararasıkredi sistemi özünde bağımlı ekonomilerin sırtın-dan merkez ülkelerin krizi atlatmasının “bir aracıolarak işlemektedir.”11

    Ekonomik Krizlerin ÇalışanlaraEtkileri24 Ocak 1980 ekonomik krizinin etkileriİthal ikameci ekonomik modelin tıkanıp

    Türkiye’nin tercihlerini ihracata dayalı ekonomimodeline yönelttiği 80’li yılların başında bir önce-ki dönemde iç pazarın canlı tutulmasındaki öneminedeniyle kabul gören işci ücretleri, özgür toplupazarlık sistemi, seksenli yılların başında sistemintıkanmasının temel nedenlerinden birisi olarakdeğerlendirilmeye başlanmıştır. İşveren örgütlerinegöre 80’li yıllarda artık “ücret zamları her çeşitölçünün dışında astronomik seviyelere ulaşmış,sosyal yardımların sayısı çeşitli isimler altındaartırılmıştır.”12

    Krizin şiddetlenmesiyle birlikte toplu işsözleşmelerinde izlenecek ana politikaları belir-lemek için Toplu Sözleşme Koordinasyon Kuruluoluşturulmuş, kurul 13 haziran l980 de yayımlamışolduğu bir genelgeyle özel ve kamuda toplu işsözleşmesi görüşmelerinde izlenmesini istediği anaprensipleri bildirmiştir. Buna göre:13

    � Sözleşmelerde yönetime müdahale niteliğinde-ki hükümler yer almayacak, bir önceki sözleşmedeböyle hükümler mevcutsa bunlara istişari bir şekilverilecektir. (Yönetime müdahaleden, üretimplanlaması, üst düzeyde sevk ve idare vb. gibihususlar anlaşılmalıdır.)

    � Daha önceki sözleşmelerde yer alan hükümlerdışında ek mali yükümlülükler getirecek yeni mad-delere yer verilmeyecektir.

    � Kıdem tazminatına esas süreler arttırılmayıpaynen muhafaza edilecek, yeni işe alınan işcilerinkıdem tazminatı her yıl için 30 gün olacaktır.

    � Sözleşme süresi iki yıldan az olmayacaktır.� Yıllık ücretli izin süresi uzatılmayacaktır.� Haftalık çalışma saatleri daha aşağıya

    indirilmeyecektir. Bu genel prensipler, hem özelhem de kamu sektörü için geçerli olacaktır.”14

    Bu gergin ortamda başlayan l980 yılı toplu işsözleşmesi görüşmelerinin önemli bir kısmı uyuş-mazlıkla sonuçlanmış, uyuşmazlık sonucusendikaların almış oldukları grev kararlarının çokbüyük bir kısmı Bakanlar Kurulunca ertelenmiştir.l980’nin ilk 8.5 ayında Bakanlar Kurulunca ertele-nen grev sayısı geriye dönük son üç yılda ertelenengrev sayısıyla neredeyse eştir. l980 yılı başında l2Eylül l980 de özgür toplu pazarlık tümüyle askıyaalınana kadar Bakanlar Kurulu toplam 7l greverteleme kararı almıştır.15

    Kaynak: M. Sönmez

    Tablo: l980 ekonomik krizinde grev ertelemeleriYıllar Erteleme ikinci kez Toplam

    kararları uzatma

    1977 18 12 301978 11 7 181979 20 9 283 yıl toplamı 49 28 761980 (ilk 8.5 ay) 44 27 71

    12 Eylül 1980’de özgür toplu pazarlık askıyaalınmış, toplu iş sözleşmeleri YHK tarafındanbağıtlanmıştır. YHK bağıtlamış olduğu sözleşme-lerde genel olarak koordinasyon kurulunun ilkekararlarına uyarak, toplu iş sözleşmelerindeyasaların üstünde sağlanan hakların hemen hepsi-ni ortadan kaldırmış, enflasyonun altında kalanücret zamlarıyla işci ücretlerinin reel anlamda ger-ilemesine yol açmıştır. YHK toplu iş sözleşmesikapsamında olan işcilere 1980 yılı için %80, l98lyılı için %l0+3000 Tl, l98l yılında sona eren

  • Kaynak: G. Kazgan9

    9Ocak-Şubat-Mart 2009

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    Dünya Türkiye

    1968-1971“Dünya döviz piyasalarında, altın piyasasında ve borsalardaspekülatif hareketlerin ivme kazanması ve sonuçta Ağustosl97l’de Bretton Woods sisteminin çöküşü”

    1974-1978“Petrol krizi ertesinde petro-dolarların yeniden dolanımasokulması ve gelişmekte olan ülkelere verilen kredilerleuluslararası bankaların krizi atlatma çabası; tarım ürünleriticaret hadlerinde şiddetli gerilimlerin başlaması”

    1979-1980“Petrol fiyatı ve diğer hammadde fiyatlarının büyükspekülatif hücumlarla (İran-Irak savaşının başlamasınınetkisiyle) fırlaması; reel faiz hadlerinde büyük yükselişleriizleyerek borsaların çökmesi ve krizin yayılması”

    1982“Latin Amerika’nın büyük borçlu ülkelerinin (Meksika,Brezilya) dış borç ödeyemez duruma düşmeleri üzerinedünya finans pazarları ve borsalarda sarsıntılar”

    1987“Büyük spekülatif faaliyetlerin sonucunda New York bor-sasının çöküşü, bunu bir dizi gelişmiş ülke borsalarınınizlemesi ve finans pazarlarını serbestleştirme yolundaMerkez’in yeni kararları yürürlüğe sokması”

    1990-1994“1990’daTokyo borsasında büyük çöküş, l992 ve l993’dedöviz piyasalarında büyük spekülatif çalkantılar sonucuAvrupa para sisteminin çöküşü ve sabit kar hedefinden vazgeçilmesi; 1994 dünya tahvil pazarlarının çöküşü; bu sıradal988 sonunda Doğu Bloku’nun dağılması ve SSCB’nin l99l’dedağılmasının (bu ülkelerin ağır borçlu olmaları nedeniyle)dünya finans pazarlarında yarattığı sarsıntılar”

    1969-1971“l969’da borç ödeyemez duruma girme, IMF’ye başvuru vel2 Mart l97l muhtırasının verilmesi”

    1978“Türkiye’nin l978’de borç ödeyemez duruma Arjantin,Peru, Zaire gibi ülkelerle birlikte düşmesi ve IMF’yebaşvurması”

    1980“Türkiye’de krizin yoğunlaşması, 24 Ocak kararlarınınyürürlüğe girmesi, IMF, l2 Eylül l980 darbesi ertesindeekonominin yeniden yapılanmaya sokulması”

    1982-1983“Banker ve küçük bankaların batmasıyla finansal krizin pat-laması, finans pazarlarında serbestleşmeden vazgeçilipdenetimin gelmesi”

    1987“Türkiye’nin kısa vadeli borç birikimini ödeyememe riskinidoğurması üzerine 4 şubat 1988 kararlarıyla ekonominindaralmaya sokulması; l988 ve l989 da ciddi bir stagflasyon-ist süreç yaşanması; 1989 Ağustosundan itibaren malipiyasaların serbestleştirilmesi ve Tl’nin konvertibilitesininilanı”

    1993-1994“Türkiye ekonomisinin en istikrarsız, büyüme hızının orta-lama olarak en düşük olduğu dönemin yaşanması; l993sonu ve l994’de krizin patlaması, stagflasyonist sürece gir-ilmesi; Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmedik ölçüdehızlı fiyat artışlarıyla birlikte işsizlik artışının ortaya çıkması”

    müyorsa, kurulun teşekkülü, işverene çoğunluksağlayacak şekilde değiştirilecektir.” 20

    YHK toplu iş sözleşmelerine ilişkin ilke karar-larını yaşama geçirirken toplu iş sözleşmesindefazla mesaiyi için işçinin rızası alınır hükmünüalınmaz şeklinde değiştirecek kadar ileri gitmiş,hatta sendikaların bağımsızlığı ilkesini güvencealtına almak için bir toplu iş sözleşmesine konulanişyeri sendika temsilcilerinin ve kurul üyelerininseçimi sırasında işveren veya vekili hiç bir surettemüdahale edemez”21 hükmünü sakıncalı bularaktoplu iş sözleşmesinden çıkartabilmiştir.

    Öte yandan aynı dönemde işci ikramiyeleriyılda 4 ikramiye ile sınırlanmış, kıdem tazminatınatavan sınır getirilmiş, genel tatil günleri 5.5 günazaltılmış, Sosyal Sigortalar Yasası’nda yapılandeğişiklilerle ayakta yapılan tedavilerde ilaç bedel-lerinin %20’nin sigortalıdan kesilmesi esası geti-

    sözleşeler için %l45+4000 Tl, l982 yılı için ise%25 oranında zam ilkesini benimsemiştir.16

    YHK ücret zamlarının dışında “yıllardan beriişçi sendikaları ile işveren arasında toplu pazarlık-larda geliştirilmiş bazı esasları da ortadan kaldır-mıştır.”17 YHK’nun bu tavrını kurul üyelerindenbirisi toplu iş sözleşmelerinde bulunan idari mad-deleri kastederek “işverenin elini kolunu bağlayanmaddeleri sözleşmelerden çıkaracağız”18 sözleriyleaçıklamıştır.

    YHK’nın bu anlayışla toplu iş sözleşmelerinde-ki idari maddelere ilişkin ilke kararlarına göre;“Personel alımına ve özlük haklarının tespitineilişkin olarak komitelerde... işveren bir oy farkıylada olsa çoğunlukta olacaktır.”19

    “Disiplin kurullarına ilişkin toplu işsözleşmelerinde ki düzenleme işverenin, bir oyfarkıyla da olsa çoğunlukta bulunmasını öngör-

  • 10Ocak-Şubat-Mart 2009

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    rilmiş, yaşlılık taban aylığı oranı %70’den %60’adüşürülmüş, sigorta primi işçi payı %l4’eçıkartılmış, poliklinik muayenelerine ücret konul-muştur.22

    5 Nisan ekonomik krizi 1980’de uygulanmaya başlayan İhracata dayalı

    ekonomi modeli en ciddi krizini 1994 yılındayaşamıştır. 5 Nisan ekonomik krizinin kamufinansman açıklarından kaynaklanan mali bir krizolduğu konusunda krizin nedenlerine farklı açılar-dan yaklaşan bir çok araştırmacı görüş birliğinevarmışlardır.23

    Kriz sonrasında GSMH %6, kişi başına düşenmilli gelir %7.7 düşmüş, imalat sanayinde %7.6,ticarette % 7.5 toplam sanayide % 5.7 reel daral-malar yaşanmıştır.24 l99l yılında konsolide bütçeaçığı 33.5 trilyon iken l33.9 trilyona yükselmiş,KİT açıkları l99l yılında l9.6trilyondan l993 yılın-da 48.9 trilyona çıkmıştır.25

    5 Nisan ekonomik krizine karşı hükümet, içtüketimi kısmayı dolayısıyla da maaş ve ücretleridüşürmeyi, özelleştirmeyi hızlandırıp KİT’leri tas-fiye ederek kamu açıklarını kapatmayı hedefleyenbir programı yürürlüğe koymuştur.26

    5 Nisan ekonomik krizinin toplu işsözleşmelerine ilk yansıması kendisini Hükümetinkamu işçilerinin toplu iş sözleşmeleri 4. dilim ücretzamlarını 6 ay süreyle faizsiz erteleme kararındagöstermiştir. 5 Nisan’da istikrar paketinin açıl-masından sonra Hükümet KİT’lere bir genelgegöndererek kamu işçilerinin 4. dilim ücret zam-larını 6 ay süreyle faizsiz ertelemiş, bu yolla her ay3.8 trilyon çıplak ücrete, 6.4 triyon tutarındagiyinik ücrete el konulmuş ve erteleme sayesinde1994 yılında ödenmesi gereken toplam 16.3 triyonnet ücret işçilere altı ay sonra faizsiz ödenmiştir.27

    Hükümet işçilere ödememiş olduğu l6.3 trilyonluknet ücreti erteleme dönemi içerisinde borçlanmayoluyla sağlamaya gitmiş olsa idi 8.2 trilyontutarında faiz ödemek zorunda kalacaktı.28 l994yılıenflasyonunun% l50 olduğu koşullarda işçilerintoplu iş sözleşmesi zamlarını altı ay sonra almalarınedeniyle ücretleri l994 yılı aralık ayında l993 yılıaralık ayına kıyasla %39 oranında reel kaybauğramıştır.29

    5 Nisan ekonomik önlemler uygulama planın-da konsolide bütçe açığının 53 trilyon aşağıyaçekilmesinin hedeflendiği anımsanırsa,

    Hükümetin kamu işçilerinin 4. dilim ücret zam-larının ertelenmesiyle elde etmiş olduğu kaynaktransferinin 53 trilyonunun %38’ine karşılıkgeldiği görülecektir. Bir başka ifadeyle l994 kriziniaşmak için konsolide bütçe açıklarının geriye çek-ilmesi hedefinin %35.8’ine Hükümet sadece topluiş sözleşmesi 4. dilim ücret zamlarını erteleyerekulaşmış olmaktadır. Krizin ücretlilere etkisi toplu işsözleşmesi 4. dilim ücret zamlarının ertelenmesiylesınırlı da kalmamış; aynı dönemde asgari ücretinbir ay geç belirlenmesiyle yaklaşık 2 trilyon,memur maaş katsayısının arttırılmaması yoluylaemekliliği gelen l00 bin işçinin kıdem tazminatın-dan 4.5 trilyon lira, 429 bin kamu işçisininikramiye tarihleri ücret zamları tarihinden iki günöncesine çekilmek suretiyle 2.6 trilyon liralık kay-nak transferi yapılmıştır.30

    5 Nisan ekonomik krizine yol açan kamufinansman açıklarının nedenleri, kriz sonrası uygu-lamaya sokulan önlemler paketi, kamu işçilerininertelenen 4. dilim ücret zamları, Türkiye’de işçiücretleri ve toplu iş sözleşmesi düzenine ilişkinciddi tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Krizöncesi dönemde merkez ülkelerin içinde bulun-duğu durgunluk nedeniyle ihracat zorlaşmış, üste-lik 1989 yılında ihracat sübvansiyonlarının kalk-ması, Türk parasının değerinin yüksek tutulması,artan işçi ücretleri iç pazarı daha karlı bir halegetirmiştir. Sonuçta ihracat duraklamış, l990 yılın-da ihracatın üretimdeki payı %l3’ler düzeyinedüşmüş, l988 yılında %8l olan ihracatın ithalatıkarşılama oranı l993 yılında %52’ye gerilemiştir.31

    Krizin bedelinin işçilere ödetilmesini meşru-laştırmak isteyenler krizin ortaya çıkmasınınsuçunu da bu dönemde işçilerin sırtına yıkmakistemişlerdir. 1980’den 1989 kadar sürekli reelolarak gerileyen işçi ücretlerinin l989’dan itibarenyeniden yükselişe geçip l980’deki düzeyini yakala-ması karşısında 5 Nisan ekonomik bunalımının enönemli nedenlerinden birisinin işçi ücretlerindekiartış olduğu görüşü ileri sürülmüştür.32 Bu görüşüsavunanlara göre işci ücretleri sendikaların oluş-turdukları emek tekeli nedeniyle ekonomininkurallarına göre değil siyasi olarak belirlenmekte-dir. Türkiye özgür toplu pazarlık düzenine çokerken geçmiştir. Sendikal örgütlülük nedeniylesiyasi olarak belirlenen ücretler iş gücü piyasasına%20’lik bir fazlalığın doğmasına, istihdam artışının

  • 11Ocak-Şubat-Mart 2009

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    nüfus artışının gerisinde kalmasına yol açmaktadır.Bu nedenle özgür toplu pazarlık sistemi yenidengözden geçirilmelidir.33

    Buna karşılık bazı araştırmacılar ise ihracatadayalı ekonomi modelinin, devletin ekonomiye vesermaye birikim sürecine ücretliler aleyhine olum-suz müdahalesiyle sürdürüldüğünü, devletin kamuharcamalarının eşitsiz dağılımını sağlayarak, kamuharcamalarının sosyal içerikte olanlarını kısarak, işgücü piyasasında sendikal örgütlenmeye ve özgürtoplu pazarlığa ekonomi dışı kısıtlamalar getirerek,vergi yükünü ücretlilerin üzerine yıkıp ihracatyapan büyük sermaye kesimlerine vergi ve vergidışı kolaylıklar sağlayarak, önemli ölçüde ücretlikesimin yararlanmakta olduğu eğitim, sağlık,konut gibi sosyal hizmetlere bütçeden ayrılan pay-lar kısılarak sermayeye kaynak transferininyapıldığını”34 dolayısıyla krizin kökeninde yatanunsurların ana kaynağının, soyut anlamda, kamufinansman dengesizliklerinde veya KİT açıklarındadeğil, sosyoekonomik anlamda Türkiye’de son l0-l5 yılda uygulanan bölüşüm ve büyüme modelin-deki süreçlerde”35 aranması gerektiğini, krizinTürkiye’de “uygulanan büyüme modelinin TürkSosyo-ekonomik yapısına uygun olmamasındankaynaklandığını ve somut yaşamda, kamu sektörüdengesizlikleri olarak ifadesini”36 bulduğunusavunmuşlardır. Bu görüşe göre yüksek ücretartışları tekelci bir yapıya sahip olan Türkekonomisinde fiyatlara yansıtılarak sermayenin karmarjı korunmaktadır. Krizin aşılmasının uygulananekonomi politikası dışında alternatifi “ücret maaşartışlarının kamu açıklarının arttırmasını önleye-cek bir vergi reformunu uygulamaya koyarak,uyum sürecinin maliyetini sermaye sınıfına yık-maktan ibarettir.”37

    2001 Şubat ve 2008 krizleriKrizin kamu açıklarının arttırmasını önleyecek

    bir vergi reformunu uygulamaya koyarak, uyumsürecinin maliyetini sermaye sınıfına yıkmagörüşü, ne yazık ki sadece bir görüş olarak kalmış,5 Nisan krizini 2001 krizi izlemiştir.

    “Şubat krizini çok değişik açıdan irdeleyip say-falar dolusu makaleler yazanlar oldu. Her krizdeolduğu gibi kriz nedeniyle yoksullaşanlar, yaşamlarıalt üst olanlar, kriz nedeniyle bir gecede mal var-lıklarını birkaç misline çıkartanlar günlercegazetelerin haber sütunlarını süsledi. Kriz

    nedeniyle işçi çıkartanlar, kriz nedeniyle ücretödeyemez duruma düşenler, krizi bahane ederekişçi çıkartanlar, krizi fırsat bilip toplu iş sözleşmesi-ni uygulamayanlar bir birine karıştı. 15 bin fabrika,400 bin kobi kapandı. 1 milyon 200 bin kişi işsizkaldı. Kriz sonrasında her şey değersizleşti. Türkparası dolar karşısında değersizleşti. İşletmeler,bankalar değersizleşti kelepir fiyatına çok uluslutekellerin önüne atıldı. İhraç mallarımızdeğersizleşti, aynı paraya daha fazla mal satarakihracat yapabilir hale geldik. İşçinin emeği değer-sizleşti. Borç altında bunalan Devlet Hazinesideğersizleşti. İç borç dış borç tutarı 220 milyardolara çıktı. KİT’ler değersizleşti.

    Değersizleştirilen bankalar Citibank’ın, HSCBgibi çok uluslu bankaların karşında, değersizleşenişletmeler çok uluslu şirketlerin karşında kelepirfiyatına satıldı yada ortak edildi.

    1999 yılında İstanbul Menkul Kıymetler Bor-sasında kayıtlı şirketlerin toplam değeri “114 mil-yar 271 milyon dolarken, değersizleştirmeyle burakam 2000 yılı sonunda 69 milyar dolara” gerile-di. “Hazine verilerine göre 2001 başından 2002Mart ayına kadar 199 Türk şirketi değişen oranlar-da yabancı ortaklara gitti veya el değiştirildi. Bu199 şirketten 10’u hisselerinin tamamınıyabancılara devretti. 21’inin hisselerinin %99’u-yani tamamı diyebiliriz- yine yabancılara devredil-di. 34’ünün % 90’ından fazlası yabancıların elinegeçti. 45 şirket hisselerinin %50’sinden çoğunu, 31ise %50’sini yabancılara sattı. Yabancılar 58 şirketede %50’de az payla ortak oldu.”38

    Son krizin daha var olup olmadığı tartışılırkenAnkara Sanayi Odası Başkanı krizin maliyetinintoplumca paylaşılması gerekiyor diyerek eski birşarkıyı tekrar çalmaya başladı ve dedi ki; “Reel sek-tör için en büyük risk kıdem tazminatı.”; “Kriznedeniyle firmaların faaliyetlerini devam ettire-bilmeleri için belki çalışanlardan tenkisatagidilmesi gerekecektir, gitmezlerse yani işçi çıkart-mazlarsa yükü ne zamana kadar karşılayabilecek-leri belli olmaz, aksi halde yani işçi çıkartmazlarsa,şirketlerin finansal yapısı bozulur, belki maaşlarıödemekte zorlanırlar.” Bir tehlike de, maalesef yenibir sektör oluştu. Maaşının üç gün geç tahakkukettiğini bulan birtakım insanlar türedi. Bunlardan,“maaşını sen düzenli alamıyorsun, geç alıyorsun,ben senin kıdem tazminatını alırım” deyip mahke-

  • 12Ocak-Şubat-Mart 2009

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    meye verenler çıktı. Böyle bir durumda milletçebirbirimize destek olmamız lazım. Tamam, iki-üçay hepimiz sıkıntı yaşayabiliriz ama beş ay sonraişletme orada ise tekrar iş bulup çalışabiliriz.İşletme ve müteşebbislerimizi de kaybetmememizlazım.”

    Bu öyle bir kriz ki, sermayenin temsilcilerinegöre işçinin işsizlik sigortasından alınacak fonlarlaişçiler işten çıkartılıp kıdem tazminatlarıödenecek.

    İşverenlerin kıdem tazminatı ödeme borcu altı-na giriyor olmalarının onların kıdemli, ücretlerinispeten daha yüksek işçileri işten çıkartıpyerlerine yeni işçi almalarına engel olmadığı iştenatılan işçilerin sayısının çığ gibi büyümeye başla-ması ile bir kez daha ortaya çıktı.

    20. Kasım 2008 tarihli Türk İş haber bülteninegöre son bir yıl içerisinde işten çıkartılan sendikaüyesi işçi sayısı 24.098’e ulaştı.

    Bir gazete tarihli gazete haberine göre, Bursa’-da 38 bin 20 işçi, Çimentoda 9.200 işçi işini yitir-di. Tersane sektöründe 20 bin işçinin işinin de riskaltında olduğu bildirildi.39

    Dipnotlar1. Murat Akıncılar, 1970’ler Krizi Bağlamında Kriz ve

    Çevrim Kuramları, yayımlanmamış Yüksek Lisan Tezi, s:1,İ.Ü. İktisat Fakültesi İstanbul, 1990.

    2. Temel Demirer, Gericilik Döneminde Dünya ve Türkiye, Sorun Yayınları Kriz Nasıl Aşılabilir? Dizisi:IX, Ekim 1993, s: 23.

    3. Mustafa Sönmez, Türkiye Ekonomisinde Bunalım 1. Kitap,3. Baskı, Belge Yayınları İstanbul 1985 s: 20. Ayrıca, Engin Yıldızoğlu-Kriz Üzerine Bir Araştırma ProjesiÖnerisi, İktisat Dergisi, Nisan 1994, Sungur Savran “Türkiye Ekonomisinde Kriz 1994’den 1995’e” Petrol-İş Yıllığı 93-94, s: 623.

    4. Folker Fröbel/Sürgen Heinrichs/Otto Kreye Uluslararası yeni işbölümü ve Serbest Bölgeler, Belge Yayınları İstanbull982 s: l7.

    5. Deniz Can Saner, Zenginler, Yoksullar ve Robotlar Dünya Sistemi, Bağımlılık ve Türkiye, Bireşim Yayınları, İstanbul,Şubat 1993 s:l8.

    6. Gülten Kazgan, “Türkiye’de Ekonomik Krizler veUluslararası Bağlantıları” Petrol İş Yıllığı 93-94 s: 678.

    7. Folker Fröbel/Jürgen Heinrichs/Otto Kreye Uluslararası Yeni İş Bölümü ve Serbest Bölgeler, Belge Yayınları,İstanbul, 1982, s: 60 vd. Sadun Emrealp, Azgelişmişlik veSiyasal Yapılar Türkiye Mısır Peru, Birey ve ToplumYayınları, Ankara, 1984, s: 99 vd.

    8. Gülten Kazgan, a.g.e s: 6859. Gülten Kazgan, a.g.e s:685 çizelge tarafımızdan

    tablolaştırılmıştır.10. Mustafa Sönmez, Özal Ekonomisi ve İşçi Hakları, Belge

    Yayınları, Kasım l984, s:13.11. Gülten Kazan, a.g.e s:680.

    12. Rafet İbrahimoğlu, “l979 yılı sonbaharında çalışmahayatımızın değerlendirilmesi” İşveren, cilt 18 sayı: l Ekiml979 s: 9 aktaran Mustafa Sönmez Türkiye EkonomisindeBunalım l. Kitap s: 89.

    13. Mustafa Sönmez, Özal Ekonomisi ve İşci Hakları, Belge Yayınları, Kasım 1984, İstanbul, s: 89.

    14. 13 Haziran l980 tarihli Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özalimzasıyla yayınlanan “Toplu Sözleşme KoordinasyonKurulu’nun Tespit Ettiği Esaslar” konulu genelge, aktaranMustafa Sönmez Türkiye Ekonomisinde Bunalım l. Kitap, 3. Baskı, Belge Yayınları İstanbul 1985 s: 90 dip not,36.

    15. Mustafa Sönmez a.g.e s: 91.16. Mustafa Sönmez, Türkiye Ekonomisinde Bunalım 2.Kitap

    Belge Yayınları 2.Baskı, Nisan 1986, s: 240.17. Metin Kutal, Türk İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik

    Hukukunun Elli Yılı, Basisen Eğitim ve Kültür Yayınlarıs: 144,145.

    18. YHK üyesi Kazım Oskay, 20 Haziran l98l Türk İşSemineri. Aktaran Mustafa Sönmez Özal Ekonomisi ve İşçi Hakları, 3. Baskı, Belge Yayınları İstanbul 1985 s: 89.

    19. Aktaran Mustafa Sönmez, a.g.e s:89.20. Aktaran Mustafa Sönmez, a.g.e s:91.21. Mustafa Sönmez, a.g.e s:92.22. Türk iş 24 Ocak Kararları ve Kayıplarımız broşürü23. Gülten Kazgan, a.g.e s: 678 vd., Taner Berksoy, Türkiye

    Ekonomisinde Değişim ve Kriz 24 Ocak 1980’den 5 Nisanl995’e Petrol İş Yıllığı 93-94, s:596, Erinç Yeldan, Türk Ekonomisinde Krizin Oluşumu 1990-1993 Bir Genel Denge Analizi, Türk Harp İş Sendikası Yayını, Aralık l994, s:17, Kadir Eser-Uğur Eser, Türkiye’de SanayiSektörünün Yapısı ve Gelişme Eğilimi, Türk Harp İş Sendikası Yayını, Nisan l995, s:15 vd.

    24. Refik Baydur, 5 Nisan Ekonomik İstikrar TedbirleriSempozyumu Türk İş Yayınları l995 s:29.

    25. Taner Berksoy, a.g.m. s: 618.26. Korkut Borotav, “Türk Ekonomisinde Krizin Oluşumu

    1990-1993” Bir Genel Denge Analizi, Türk Harp İş Sendikası yayını, Aralık l994 sunuş yazısı s:7

    27. “Kamu kesimi işçilerinin 4.dilim Ücret zamlarının alıkonulması sonucundaki reel ücret kayıpları” Türk Harp İş Sendikası Araştırma Servisi yayınlanmamış

    makale. 1995.28. a.g.a.29. a.g.a.30. 5 Nisan Ne Amaçla Neye Karşı Türk Harp İş Yayınları

    Ekim l994 s:36,37.31. Kadir Eser-Uğur Eser, a.g.e s: 3l ayrıc bkz. Gülten Kazgan

    a.g.e s: 682, Refik Baydur a.g.e s: 29.32. Refik Baydur, a.g.m. s: 26 Ayrıca bkz. Güneri Akalın Ücret

    sistemimizin Yapısal Sorunları ve Türk EkonomisineEtkileri TİSK Ücret Sistemimiz ve Sorunları ve Çözüm Önerileri semineri Kasım l994 İstanbul s: 57 vd.

    33. Güneri Akalın, a.g.e. s: 57 vd.34. Kadir Eser-Uğur Eser, a.g.e s: 22, Erinç Yeldan a.g.e s:

    24,26 Taner Berksoy, a.g.m s: 604.35. Erinç Yeldan, a.g.e s: 83.36. Erinç Yeldan, a.g.e s: 92.37. Korkut Boratav, a.g.e s:9.38. Boz Yap Oyunu” Tuncay Mollaveisoğlu, Alfa yayınları 4.Baskı, s: 125.39. Birgün Gazetesi, 24.11.2008.�

  • 13Ocak-Şubat-Mart 2009

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    2006 yılı SSK verilerine göre ülkemizde 79.027iş kazası gerçekleşirken, bu kazalarda 1592 işçiyaşamını yitirmiştir. Yani her 6.6 dakikada bir işkazası olurken (bildirilen) her 5.5 saatte bir işçi, işkazası sonucu yaşamını yitiriyor. Kısacası çalışmayaşamında ölüm, kol geziyor. Yine 2006 yılı SSKverilerine göre halen ülkemizde tanısı konmuşmeslek hastalığı sayısı sadece 574’dür. İş kazasısayısı göz önüne alındığında, meslek hastalık-larının 40 bin’den aşağı olmaması gerekiyordu. Budemek ki onbinlerce işçi meslek hastalığı tanısıkonmadığı için mağduriyetini ispatlayamıyor.Sadece üç kadın işçi hakkında meslek hastalığıolgusu bildirilmiştir. Kadınların meslek hastalık-larına yakalanmakta değil ama kayıtlara gire-bilmekte de toplumsal yaşamın birçok alanındaolduğu gibi eşitsizliğe maruz kaldıkları görülüyor.

    İş’i Gibi Hastalığı da Kayıt DışıTürkiye istatistik kurumu verilerine göre

    ülkemizde 22 milyonluk işgücünün yarısı kayıt dışıkoşullarda çalışıyor. Kayıt dışı güvencesiz çalışan-ların işçi sağlığı kavramından ne kadar uzakbırakıldıkları ortadadır. Yukarıdaki verilerle bir-leştirdiğimizde denilebilir ki: kayıt dışı ekonomininyol açtığı hastalıklarda kayıt dışı kalıyor. Bugünişyeri değil, can pazarı olarak kamuoyunun gün-demine giren Tuzla’da yaşananlar işçi sağlığı ve işgüvenliği konusuna kamuoyunun dikkatini çekmişolsa da, çözümü doğrultusunda güçlü bir iradeninortaya konmasına yetmemiştir.

    Taşeron Çalışma Kural Haline GeliyorÇalışanların sağlık ve sosyal güvenliğinden

    sorumlu olan Çalışma Bakanlığı yaklaşık üç yıldır

    EKONOMİK KRİZVE İŞÇİ SAĞLIĞIDr. Altan AYAZTTB Merkez Konseyi Üyesi

    “İş Sağlığı ve Güvenliği” yasası çıkarmanın hazır-lıkları içerisindedir. Yukarıda vahameti kısacaortaya konmaya çalışılan tabloyu düşünüp, halen4857 sayılı İş Yasası’nın kimi hükümleri içerisindedüzenlenen “iş sağlığı ve güvenliği” yaklaşımınında oldukça sorunlu olduğu düşünüldüğünde,Bakanlığın bu sorunları çözmeye dönük bir girişimyapmakta olduğu zannedilebilir. Ancak YasaTasarısı incelendiğinde Bakanlığın, işçi sağlığınıtümüyle göz ardı eden bir yaklaşım içerisindeolduğu, taşeronlaşmayı neredeyse bir kural halinegetirdiği, ağır ve tehlikeli iş kollarını yasal tarifindışına çıkardığı görülmektedir. Düzenleme, buhaliyle var olan durumu düzeltmek bir yana dahada geriye götürebilecek kimi maddeler içermekte-dir. Bu duruma itiraz eden emek ve meslek örgüt-lerinin ise var olan yetkileri budanmaya,etkisizleştirilmeye çalışılıyor.

    İşyeri Hekimliği Ortadan Kaldırılıyor,İşçi Sağlığı PiyasayaHazırlanmakta olan “İş Sağlığı ve Güvenliği”

    Yasa Tasarısı işyeri hekimi bulundurma kararınıişin niteliği, zorluğu, riskler vb. değerlendirmelerçerçevesinde işverenin insafına bırakıyor. Oysa2006 yılı SSK istatistiklerine göre ülkemizde halenkayıtlı olan toplam birmilyonotuzaltı bin işyerinin%97’si 1-49 arasında işçinin çalıştığı yerler olup, işkazalarının büyük çoğunluğu bu işyerlerindegörülmektedir. Bu hesaba göre işyeri hekimi bulun-durma zorunluluğu olan yaklaşık 23 bin işyerimevcut iken, halen işyeri hekimliği yapan hekimsayısı ise 8 bin civarındadır. 15 bin civarında işyeri,hekim bulundurması gerekirken bulundurmamak-tadır. Yani mevcut işyerlerinin %97’sinde işçi

  • 14Ocak-Şubat-Mart 2009

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    sağlığı açısından iyileştirme yapılması, tedbirlerinsıkılaştırılması, 50 ve üzerinde işçi çalıştıran işyer-lerinin kurallara uymasının sağlanması gerekirkentam tersi işlem yapılarak bu alan tümüylekuralsızlaştırılıyor, patronların inisiyatifinebırakılıyor.

    Krizin Faturası ÇalışanlaraÇalışma Bakanlığı’nı böyle bir düzenleme yap-

    maya iten temel neden, sözde AB ile uyum. Ancakkısa süre önce TBMM’den geçen “İstihdamPaketi” ile birlikte düşünüldüğünde, sermaye kesi-mi için işçinin sağlığı ve güvenliği için yapılacakharcamalar, rekabet gücünü olumsuz etkileyen vekurtulunması gerekli yük olarak görülüyor. Özel-likle Çin, Hindistan gibi işçilik maliyetlerinin sonderece düşük olduğu ve bu nedenle bol yabancıyatırım çeken ülkelerin ürünlerinin dünyapazarlarına girişi ile birlikte bu eğilimde artış var.Çalışma Bakanlığı’nı böyle bir yasa çıkarmaya itentemel dürtü budur.

    Ekonomik krizin kapıya dayanması ile birliktesermaye yanlısı düzenlemeleri süratle yapmayaçalışan, krizin faturasını çalışanların üzerine yık-maya çalışan AKP Hükümeti, yasal düzenlemeyapmanın zorluklarını görünce işi yönetmelikçıkarmaya getirdi. Geniş toplum kesimlerinin aley-hine olan tüm düzenlemeleri 29 Mart 2009 tari-hinde gerçekleştirilecek yerel seçimlerin sonrasınaerteleyen Hükümetin, işçi sağlığı alanını tümüylekuralsızlaştıran, piyasalaştıran girişimlerini, butarihten sonra yoğunlaştıracağını öngörebiliriz. Budemektir ki 10 gün içerisinde aynı branşa ikincikez muayene olamama, ilaca % 8 zam, sevk zincirigibi İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği ve Yasasıda 29 Mart sonrası yeniden gündeme getirilecektir.

    Örgütlenme Şartİş kazaları ve meslek hastalıkları yazgı değildir.

    Yapılan araştırmalara göre iş kazalarının %98’iönlenebilir nedenlerle gerçekleşmektedir. Neden-lerin başında kâr hırsı ve kayıt dışılık, taşeron çalış-ma gelmektedir. Milli Prodüktivite Merkezi’ninHaziran 2008 raporuna göre; şu anda Tuzla dayaşanan ölümleri önlemenin birinci yolu, taşeronçalışmanın önlenmesi ve sendikal örgütlenmeninsağlanmasından geçmektedir. Ancak siyasiiradenin bu konuya yaklaşımı tümüyle sermayeyanlısı olup, bilimsel raporların gereğini yapmak-tan uzaktır.

    TUİK verilerine göre Kasım 2007 ile Kasım2008 arasında 645 bin kişi daha işsiz kalmıştır.Böylece kayıtlı işsizlerin oranı %12’nin üzerine çık-mıştır. Ekonomik krizin asıl Kasım- Şubat arasındaderinleştiği düşünülecek olursa bu sayının birmilyonu bulduğu tahmin edilebilir. Yedek işgücüordusundaki bu büyüklük, patronları emeğinsömürüsü konusunda pervasız kılmaktadır.

    Emekçiler Üretmeye Olduğu Kadar Yönetmeye de Talip Olmalıdır!Kapitalizmin yapısal krizlerinden biri daha git-

    tikçe derinleşiyor. İthalata dayalı büyüme, rekabet,piyasa gibi kavramların uydurma ve insanlık dışıolduğu bizzat kavramların yaratıcıları tarafındanbile kabul edilmeye başlandı. Eğer bizler müdahilolmazsak birileri bu krizi işten çıkarmalarla, ücretidüşürerek, sosyal harcamaları azaltarak, yani fatu-rayı emekçilere keserek atlatmaya çalışacak. Hiçkimse Bakanlıktan, patronlardan çalışanlarınyararına bir düzenleme beklemesin. Geleceğimizbugün yürüteceğimiz mücadele ile şekillenmekte-dir, bizlerin elindedir. Ya eşitlikçi, sömürüsüz, barışiçerisinde bir dünya için mücadele edilecek, ya daher yer Tuzla olacaktır. �

    TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ ve YİK BaşkanıMustafa Koç IMF'nin öne sürdüğü şartların "kabul edilebilir"olduğunu yineleyerek, yeni Stand-By'ın gecikmesini anlamak-ta çok zorluk çektiklerini söyledi. (Basından 05.03.2009)

  • 15Ocak-Şubat-Mart 2009

    si için farklı bir sistem ve işçilerin bu sistemeuymasını sağlayacak katı bir disiplin uygulamakgerekmiştir.

    Kapitalizmin eski sömürü biçimlerinden fark-lılığı, emek gücünün alım ve satımının işçiler ilekapitalistler arasındaki ‘özgür’ anlaşmaya bağlıolmasıdır. Bu durum aslında emeğin sömürüsündebelli bir değişim ve ilerlemeyi ifade etmiştir.Emeğin, köleci toplumda köle sahibinin doğrudan,feodal toplumda toprak beyinin dolaylı malıolması, sömürücü egemen sınıfların emekçiüzerinde sonsuz hakları olması gibi durumlar, kapi-talizmle birlikte en azından ‘hukuksal’ olarakortadan kalkmıştır. Ortaçağ karanlığından çıkışısağlayan burjuva devrimler, emek sömürüsünügeçmişin zorunluluklarından kurtarmakla birlikte,toplumsal yapıyı tamamen, kendine özgü yenizorunluluklar alanı yaratan kapitalist sömürüilişkileri üzerine kurmuştur.

    Feodalizmde üretim yapısı ve emeğin konumuyüzyıllar boyunca hemen hemen hiçbir değişiklikgöstermeden aynı biçimde kalmıştır. Kullanılanteknoloji, emek araçlarının niteliği, kapitalist üre-tim ilişkilerinin egemen hale gelmesine kadar uzunsüre fazla değişikliğe uğramadan orijinal hallerinikorumuştur. Ancak kapitalist üretimin gelişimiaçısından aynı yorumu yapmak mümkün değildir.“Kapitalistler, (feodal beylerden farklı olarak) işçi-lerini sömürmek için baskıcı askeri ya da siyasigücü doğrudan idare etmeye genelde ihtiyaç duy-mamışlardır. Çünkü üretim araçlarına doğrudanerişimi ve mülkiyeti olmayan işçiler, çalışmak veyaşamak için emek güçlerini ücret karşılığı satmakzorundadır” (2).

    Marx’ın bu konudaki yorumu şöyledir; “‘özgür’ücretli emekçinin, ancak kapitalist üretimingelişmesi sayesinde, toplumsal koşulların baskısıylayaşaması için gerekli şeyler karşılığında yaşamınıntüm faal kısmını, çalışma yeteneğinin kendisini sat-mak, bir tas çorba için doğumla kazandığı haklarınıdevretmek zorunda bulunduğunu anlayabilmesiiçin aradan yüzyılların geçmesi gerekmiştir” (3).

    Çalışmayı tanımlayan acı ve işkence, asıl

    ‘Çalışmak’ kelime kökeni olarak eski Yunanca-da doğum anındaki sancı, acı çekme ve işkenceanlamına gelmektedir. Gerçekten de insanlık tari-hinde, sadece kapitalizmde değil feodal dönemde,hatta ondan daha önceki dönemlerde toplumsalzenginlikleri üreten kölelerin, serflerin, işçilerinçalışmada yer almaları her zaman sancılı ve acıdolu olmuş, tarih boyunca ‘emek’, acı çekmek ileaynı anlamda kullanılmıştır. “Çalışmanın hemyapılan bir etkinlik (çalışmak), hem de gidilen biryer (iş) anlamının bulunması, kavramın anlamınıderinleştirmiştir. İngilizce’nin yanı sıra, Almanca,Fransızca ve diğer dillerde de kavram acı, sıkıntı,bitkinlik ve işkence anlamına gelmektedir” (1).

    Emeğin kölelikten, serflikten, angaryadan kur-tulması ve özgürleşmesi olarak kendini tanımlayankapitalizm, sanayi devrimi ile birlikte, “zorunluçalışma ortadan kalktı”, “çalışma özgürlüğü var”,“işçiler artık çalışıp çalışmamakta özgür” gibisöylemlerle emeğin kapitalizmle birlikte özgür-leştiğini propaganda etmeye başlamışlardır. Ancakişçi sınıfının yaşadığı deneyimler, daha sonra buifadelerin gerçeği yansıtmadığını göstermiştir.

    Fabrika sisteminin ilk yıllarında kapitalistler,feodalizm dönemindeki eski tarımsal kuralları fab-rikalarda aynen uygulamaya çalışmışlar, ancakbaşarılı olamamışlardır. Tarlada birlikte çalışanaileler, tüm üyeleriyle birlikte daha sonra ilkimalatçılar olarak işe alınmışlardır. Bu sistem bin-lerce yıldır tarımsal üretimde verimli bir şekildeyürümesine karşın, fabrikalarda ve fabrika sistemiiçinde aynı sonucu vermesi mümkün olmamıştır.Yaşlılar makinelerin o zamana göre hızlı olan tem-posuna ayak uyduramazken, çocuklar çalışırkensürekli dayak yemiş, oyun oynamaya kaçmasınlardiye zincirlerle makinelere bağlanmışlardır. Ailebireyleri herhangi bir zaman sınırlaması olmaksızıntarlaya gider gibi işe farklı zamanlarda gelmişler vebütün bunlar fabrikalarda iş kurallarının oluşmasınısağlamıştır. Yaşanan kuralsızlık nedeniyle buharmakinesinin ya da dokuma tezgâhının başındaki işi,orağın ve sabanın başındaki iş gibi örgütlemekmümkün olmamış, yeni tekniklerin uygulanabilme-

    TUTSAK EMEĞİN ÖZGÜRLEŞMESİErkan AYDOĞANOĞLUÇalışma Ekonomisi Doktoru, Eğitim-Sen

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

  • t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    anlamını kapitalizm ile birlikte kazanmıştırdenilebilir. Kapitalizm öncesinde işçiler çoğuzaman zor kullanılarak çalıştırılmış; angarya, çalış-manın genel biçimi olmuştur. Öyle ki, kapitalizminilk oluşmaya başladığı yıllarda işten kaytaran, yavaşçalışan işçiler cezalandırılmış, hatta işi bırakıpgiden çok sayıda işçi dövülerek zindanlaraatılmıştır. Bazen öyle cezalar verilmiştir ki işibırakıp gitmeyi alışkanlık haline getiren çok sayıdaişçinin kulakları kesilmiş bu şekilde işi bırakıp git-meyi düşünen diğer işçiler korku ile disiplin altınaalınmak istenmiştir.

    İngiltere ve Fransa’da işçiler, bu dönemde çalış-ma karneleri uygulamasıyla sıkı bir denetim altınaalınmış, işini bırakıp gidenler cezalandırılmıştır.Sermayenin ve üretim araçlarının gün geçtikçebelli ellerde yoğunlaşması, işçilerin iş bulabilenkısmının atölye, fabrika gibi yerlerde ‘toplamakampları’ tarzında çalıştırılmasını, beraberindegetirmiştir (4).

    Emek, bir taraftan acı çekmek ile aynı anlamagelirken, diğer taraftan liberalizmin öncüsü AdamSmith ve klasik iktisadın en önemli isimlerindenDavid Ricardo tarafından “en yüce değer” olarakdeğerlendirilip kutsanmıştır. Bu kutsama, aslında,‘sermayenin birikmiş emek olduğu’ yasasının poli-tik slogan haline getirilmesinden başka bir şeydeğildir. Emeğin bu şekilde kutsanması, içineçekildiği tutsaklığın gizlenmesi, sorunların üzerininörtülmek istenmesinden öte bir anlam taşı-mamıştır.

    Kapitalizmin ilk yıllarında görülen uzun çalışmasüreleri, erkeklerden daha ucuz olduğu için kadınve çocuk emeğinin daha fazla kullanılması, yoksul-luk, işsizlik gibi gelişmeler, işçilerin sağlıksız çalışmave yaşama koşullarına mahkum edilmesine ve çek-tikleri sıkıntıların artmasına neden olmuştur. “Budönemde çocukların çalışmaya başlama yaşı tek-stilde 6, madenlerde 10’dur. Fabrika içinde oyunoynamasın diye kollarından makinelere zincirlerlebağlanan çocuklardan pek çoğunun küçük beden-leri aşırı çalışmaya dayanamamış ve binlerce çocukişçi makine başında öl(dürül)müştür” (5).

    Kağıt üzerindeki eşitlik ve emeğin özgürleşmesi,gerçek hayatta kapitalist düzenin çelişkileriyle karşıkarşıya kalınca tüm anlamını yitirmiştir. Yasalaragöre işçiler kendilerini ucuza çalıştıran patronlarınyanında çalışmak zorunda değildir. İşçi, emekgücünü kendisine en iyi ücreti verene ‘özgürce’satabilir. Ancak ucuz işgücü talebi, bütün

    kapitalistler için geçerlidir. İşçiler emek güçlerinine kadar pahalıya satmak isteseler de pazarda alıcıbulamamışlardır. Yaşamaları, ailelerine bakmalarıiçin paraya ihtiyaçları olduğundan kapitalistlerinteklif ettiği ücretlere razı olmak zorundakalmışlardır.

    Kapitalist üretimin ucuz emek talebi, kendinisadece ücret üzerinden değil, aynı zamanda çalışmakoşullarının kapitalistler tarafından belirlenmesini,emek maliyetlerinin en aza indirilmesi, mümkünsetamamen ortadan kaldırılmasını hedeflemiştir.Ücret, çalışma süreleri, işçi sağlığı ve iş güvenliği,izin günleri vb düzenlemeler uzun yıllar tek taraflıolarak kapitalistler tarafından belirlenmiştir. İşçilerise, birbiriyle rekabet ettikten sonra, sorunlarınıçözebilmek için önce aralarındaki rekabete sonverip birleşmişler, daha sonra sendikalar kurarakmaruz kaldıkları sömürüyü sınırlandırma ve insan-ca yaşam mücadelesi vermişlerdir.

    Sermaye ile ‘özgür emek’ arasında yasalbir eşitlik yaratılmaya çalışılsa da, gerçektehiç de öyle bir eşitliğin olmadığı kısa zamandabirçok kapitalist ülkedeki uygulamalarla ortaya çık-mıştır. 19. yüzyıldan itibaren sınıf mücadeleleri, işçisınıfının kapitalist sömürüye karşı, insanca yaşammücadelesi olarak gelişmiş, ücretlerin yükselmesi,çalışma saatlerinin azaltılması, kadın ve çocukemeğinin acımasızca sömürülmesine son verilmesi,sigorta hakkı gibi en temel insani talepler, öncelik-li mücadele başlıkları olmuştur.

    Artan TutsaklıkPatronlar, işçileri ‘emekleri satın alınmış’ kişiler

    olarak görür. Ama sadece bununla yetinmez, aynızamanda daha fazla kar için emeğin köleleştir-ilmesini isterler. İşçiler ise emekleriniözgürleştirerek, ücretlerini, çalışma ve yaşamkoşullarını düzeltmek için uğraşırlar. “Kapitalist,daha fazla çalışmanın sınırlarından kurtulmak için,satın aldığı emek gücünü zorla ne kadar çokçalıştırırsa, o kadar çok mal üretecek ve bu mallariçin fazladan bir ücret ödemesi gerekmeyecektir.Buradaki temel tutarsızlık; kapitalistin emekgücünü ancak piyasadan satın alabilmesi ve üretimiçin emek gücüne ihtiyacı olmasıdır” (6).

    Ücretli emeğin ana özelliği, onu bağımsız emek-ten kökten ayıran şey, ücretli işçi ile patronuarasındaki mevcut tabilik bağıdır. Bu bağ, işsözleşmesinin doğasından kaynaklanmaktadır. Tabiolma kavramı, ücretli emekçinin işin yerine getir-

    16Ocak-Şubat-Mart 2009

  • 17Ocak-Şubat-Mart 2009

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    ilmesi ile ilgili emirler veren, işin uygulanışınıdenetleyen, sonuçları gözden geçiren işvereninyönetimi ve otoritesi altına girmesi anlamınagelmektedir (7). Bu anlamda tabi olma kavramı,belirgin bir sözleşmenin yokluğuyla birlikte görülürve burada belirgin olan tek şey, emekçinin kendiözerk iradesi dışında, patronların iradesine bağımlıhale gelmesi/getirilmesi, başka bir ifade ile emeğintutsaklaşması/tutsaklaştırılmasıdır.

    Çalışma koşullarının düzenlenmesindenücretlere, kadın ve çocuk emeğinin sömürülmesin-den, herkese iş ve iş güvencesine kadar bütüntalepler yıllarca işçi sınıfının mücadele ettiği,uğruna ağır bedeller ödediği talepler olmuştur.İşçiler tarafından yürütülen sınıf mücadelesi sonu-cunda çalışma saatlerinin düşürülmesi, işçilerinsigorta hakkını kazanması ve sonrasında emeğinkorunmasına yönelik genel uygulamaların yasahaline getirilmesi sağlanmıştır. Ama tüm kazanım-lara rağmen, verilen mücadele büyük ölçüde kapi-talist sömürüyü azaltma ile sınırlı olmuştur. İşçi-lerin mücadelesi sömürüyü tamamen ortadankaldırmaya yönelmediği ve emeğin özgürleşmemücadelesi yeterince yaygınlaşmadığı için yaşanantutsaklık, günümüze kadar biçim değiştirerekdevam etmiştir.

    Kapitalizmin ‘altın çağı’ olarak kabul edilenrefah devleti uygulamaları ile önceki dönemleregöre kısmi iyileştirmeler yaşanmış, sendikaların daetkisiyle tek tek işyerlerinden genel ekonomiyekadar birtakım düzenlemeler hayata geçirilmiştir.Batı ülkelerinde hem bu ülkelerin işçilerininmücadelesi, hem de yanı başlarında sosyalizminyaşanan örneğinin baskısıyla, ekonomide planla-maya geçilmesi, eğitim, sağlık vb hizmetlerinparasız hale getirilmesi, sosyal güvenlik hakkınınyaygınlaşması, işçi sınıfına sınırlı da olsademokratik-siyasal haklar sağlanması gibi uygula-malarla görülen ‘pembe rüya’ çok uzunsürmemiştir.

    1970’li yılların sonlarından itibaren etkisini his-settiren neoliberal politikalar üç yüz yıl öncesinin‘jandarma devlet’ anlayışını yeniden öne çıkararak,tarihin en kapsamlı saldırı planını hayata geçir-miştir. ‘Yeniden yapılandırma’ adı altında gerçek-leştirilen uygulamalar medeniyetin, uygarlığınbeşiği olarak gösterilen Avrupa’dan başlatılmış vehızla Türkiye gibi ülkelere doğru genişleyerekyayılmıştır. Pek çok kesim tarafından dokunula-

    mazmış gibi görünen eğitim ve sağlık gibi alanlarınticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi, insan hayatınınbütün alanlarının azgın bir sömürünün ‘serbest böl-ge’si haline getirilmesini sağlamış ve tüm bugelişmeler emeğin tutsaklaşmasını arttıran bir işlevgörmüştür.

    Emeğin Boğazındaki Zincir; Yedek EmekPatronların her ihtiyaç duyduğunda yedek bir

    emek ordusunu bulması, çalışmaya hazır işsizlerinvarlığı, emeğin boğazına geçirilmiş kalın bir zin-cirdir. Çünkü her geçen gün büyüyen işsizlerordusu, hali hazırda çalışan işçileri daha hızlı,yoğun ve daha çok çalıştırmanın, onları denetim vedisiplin altında tutmanın en önemli araçlarıdır.İşçilerin yerini almaya hazır büyük bir işsiz kitlesiniel altında tutmak, bir taraftan patronların elinigüçlendirirken, diğer taraftan çalışma koşullarınındüzeltilmesi ve ücretlerle ilgili talepleri daha baştanengellemektedir.

    İşsizlik oranlarının yüksekliği güvencesiz çalış-mayı arttırmış, emeğin gerek çalışma koşullarıbakımından, gerekse ücret, sigorta vb haklarıaçısından hızla çalışma yasalarının kapsamı dışınaitilmesini beraberinde getirmiştir. İşsizlik artıkçagüvencesizlik yaygınlaşmış, güvencesizlik yaygın-laştıkça işçiler arasındaki rekabet sonucu, sağlıksızve güvencesiz çalışma oranı hızla yükselmeyebaşlamıştır.

    Yedek işgücü sayesinde sermaye, emeği ihtiyaçduyduğunda kullanıp, ihtiyacı kalmadığındakolaylıkla kapı önüne koymaktadır. Çünkü patron-lar için işçiler, işin en kolay elden çıkarılabilenunsurlarıdır. Üretim sürecinin, artı değer üretentek öğesi canlı emek olmasına rağmen, işçilerinkullanılıp atılabilmesi ya da kolayca yerinebaşkasının bulunabilmesi onların patronlara karşıtutumlarını ve dirençlerini zayıflatan bir etki yarat-maya başlamış ve bu durum, çok sayıda işçininasgari ücretin bile altında, sigortasız olarak çalış-maya razı olmasını beraberinde getirmiştir.

    Çalışma temposunu ve üretkenliği bir işçininfiziksel ve zihinsel gücünün üzerinde belirleyen birişveren için işçiyi işten çıkarmak her zamanmümkündür. İşten atılmamak için, ustabaşının,şefin denetimine bile gerek kalmadan pek çok işçi,kendisini işverenin baskılarına ‘boyun eğmek’zorunda hisseder. İşinden olmamak için daha çok

  • 18Ocak-Şubat-Mart 2009

    t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

    m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

    ve daha hızlı çalışmaya başlar. Bu durum, birtaraftan işçinin verimliliğini artırırken, diğertaraftan onu daha yoğun bir çalışma temposunazorlar ve bu işkence, kısır bir döngü şeklinde sürergider.

    Emeğin Özgürleşme YoluSermayenin her türlü baskı ve dayatmasına

    boyun eğen, üretimin basit bir uzantısı halinedüşürülen işçilerin, kapitalizm koşullarında gerçekanlamda sağlıklı ve özgür olması elbette beklene-mez. “Kapitalist üretimin başlıca amacı ve yön-lendirme dürtüsü, elden geldiğince fazla artı-değersızdırmak, dolayısıyla emekgücünü mümkün olanen geniş ölçüde sömürmektir. Elbirliği yapan işçisayısı arttıkça, sermayenin egemenliğine karşıdirenmeleri de artar ve bununla birlikte, ser-mayenin bu direnmenin üstesinden gelmesi için,karşı baskı gereği de fazlalaşır. Kapitalistin uygu-ladığı denetim, yalnızca, toplumsal emek-sürecininniteliğinden doğan ve bu sürece özgü özel bir işlevdeğil, aynı zamanda, bu toplumsal emek-sürecininsömürülmesi işlevidir. Köklerini, sömürücü ileonun sömürdüğü canlı ve çalışan hammaddearasındaki kaçınılmaz uzlaşmaz karşıtlıkta bulunur”(8).

    Kapitalizm, emeği en karmaşık biçimlerdetoplumsallaştırırken, sadece emeğin yeniden üreti-mini özelleştirmekle kalmamakta, onun her birparçasını ve alt parçasını ayrıca meta üretimi veonun yarattığı ilişkilere bağlamaktadır. Sermayeninsürekli genişleyen yeniden üretimi, toplumun herdüzeydeki ve bütünsel yeniden üretimi ile bağdaş-maz. Örneğin iş kazaları ve meslek hastalıklarıönlenilebilir olgular olduğu halde, ‘daha fazla kâr’için yeterli tedbirler alınmaz. Çünkü işçilerinbugününden ve yarınlarından emin olmaları isten-mez. Onlar ne kadar güvencesiz, korku ve kaygıiçinde olurlarsa, o kadar uysallaşıp, her şeye boyuneğen teslimiyetçi bir kimliğe büründürülebilirler. İşkazaları ve meslek hastalıkları gibi sonuçlar,kuşkusuz sorunun görünen, öne çıkan yönünüdür.Burada asıl sorun, işçilerin kimi zaman canı pahası-na, çoğunlukla işini koruma kaygısıyla, her zamanbir işkence haline gelen zorunlulukların oluştur-duğu zincirin bir parçası haline gelme-si/getirilmesidir.

    Sermayenin üretim süreci ile ücretli emeğinüretim süreci birlikte düşünüldüğünde, ilk başta busüreçler birbirinin karşıtıdır. İlkinde, emek-gücü

    sermaye tarafından tüketilir, onun için vardır; ikin-cisinde, emek-gücü işçi tarafından tüketilir veonun için vardır. İlkinde üretim araçları işçiyesahiptir ve ona hükmeder; ikincisinde işçi üretimaraçlarına sahiptir ve onlara hükmeder. Dolayısıylaayrım, sermaye için işçi ile kendisi için işçi arasın-dadır. Yani sermaye için emek, kendisi için emek-ten ayrıdır; kendine yabancılaşmış emektir. İşçiancak sermayenin işçisi olmadığı zaman kendisiiçin olabilir (9). İşçinin sermayenin işçisi olmaktançıkması, kapitalizmin sınırları içinde mümkündeğildir.

    İşçi sınıfı, yaşadığı tüm olumsuzluklara, zorluk-lara ve mahkûm edildiği zorunluluklara rağmençalışma ve yaşam koşullarını düzeltmek için,emeğin özgürleşmesi için başladığı uzun yolcu-luğunda ilk adımını 1917’de Ekim Devrimi ileatmıştır. Bu önemli adımın ardından, sadecesosyalist ülkelerde değil, sosyalizme karşı tedbirolarak kapitalist ülkelerde emeğin korunmasınayönelik olarak çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.Sovyetler Birliği’ndeki uygulamalar, emeği dahaeşit ve daha özgür kılmaya yönelik iken, gelişmişkapitalist ülkeler görünüşte bazı düzenlemeler yap-mış, fakat sömürüye dayanan kapitalistişbölümünün özünde herhangi bir değişiklik mey-dana gelmemiştir.

    Sosyalizmle birlikte, kapitalist işbölümünekölece boyun eğme başta olmak üzere, emeği esaretaltına alan tüm zorunluluklardan kurtulmanın veemeği özgürleştirmenin yolu açılmıştır. Sosyalizm,hiç kimsenin iş ve geçim kaygısı olmadan çalıştığı,sadece yaşam ve çalışma koşullarının iyileşmesianlamına gelmemiş, aynı zamanda işçilerin fiziki veentelektüel yeteneklerini özgürce geliştirmesi vekullanabilmesinin tek