192

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

  • Upload
    others

  • View
    36

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER
Page 2: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI YAYINLARI • 6113BİLİM VE KÜLTÜR ESERLERİ DİZİSİ • 1598

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELERHazırlayan Şaban Özüdoğru

Yayın Yönetmeni Ercan Şen Yayın Koordinatörü Hakkı UsluYayın Sorumlusu Çağrı GürelSon Okuma Huri Dursun

Kapak Tasarımı Yusuf KotDizgi - Baskı Semih OfsetBüyük Sanayi Çilingir Sok. No.: 26/47 İskitler/AnkaraSertifika No. 12613

Türkçe yayın hakları MEB, 2016Tüm yayın hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında,yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

1. Baskı 20092. Baskı 2016 (3000 Adet)

ISBN 978-975-11-3233-8

İdare Yeri MEB Destek Hizmetleri Genel MüdürlüğüEğitim Araçları ve Yayımlar Dairesi, Kültür Yayınları KoordinatörlüğüMEB Beşevler Kampüsü I Blok, 06560 Yenimahalle/ANKARATel. 0312 413 36 48 • Belgegeçer 0312 222 40 85

Satış Yeri MEB Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Atatürk Bulvarı Millî Müdafaa Cad. No.: 6 Kat: 6 Kızılay/ANKARATel. 0312 413 42 03 • Belgegeçer 0 312 419 20 14

kulturyayinlari.meb.gov.tr • [email protected]

Çehov, Anton Pavloviç, (1860-1904) Anton Çehov’dan seçme hikâyeler / hazırlayan: Şaban Özudoğru.-- 2. bsk. -- Ankara: Millî Eğitim Bakanlığı, 2016.

188 s. ; 19 cm. -- (Millî Eğitim Bakanlığı yayınları ; 6113 . Bilimve kultur eserleri dizisi ; 1598 . Dunya klasikleri) ISBN 978-975-11-3233-8

1. Rus hikâyeleri. I. Özudoğru, Şaban. II. Seriler: .891.733

DÜNYAKLASİKLERİ

Page 3: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

HazırlayanŞaban ÖZÜDOĞRU

Ankara, 2016

Anton Çehov’danSeçme Hikâyeler

Page 4: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Şaban ÖZÜDOĞRU 1963’te Çorum’da doğdu. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu(1986). Görevlendirildiği MEB Film Radyo ve Televizyonla Eğitim Dairesi Başkanlığında radyolar için eğitim amaçlı dramalar yazdı.İlk makaleleri Türk Dili dergisinde yayımlandı. Aynı dergide hikâye ve eleştiri yazıları yazdı. Dergâh, Türk Edebiyatı, Millî Eğitim dergilerinde hikâyeleri yayımlandı. Yayın kurulu üyeliğini yürüttüğü Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim dergisinde, hikâye deneme, inceleme ve mülakatları, Adam Öykü’de incelemeleri yer aldı. Evli ve üç çocuk babasıdır. Eğitim Araçları ve Yayımlar Dairesi Başkanlığında eğitim uzmanı olarak çalışmaktadır.Hüzünlü Anlar Durağı (2005, hikâye) ve Gül Manzaralı Pencereler (2006, hikâye) adlı iki kitabı mevcuttur.

Page 5: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

İÇİNDEKİLER

Anton Çehov’a Dair . 7Vanka . 13Acı . 19Memurun Ölümü . 27Baba . 31Anüta . 43Dilenci . 49Bukalemun . 57Felaket . 63Maske . 71İhtiyarlık . 79Öğretmen . 87Şişmanla Zayıf . 93Hatip . 95Telaş . 103Prişibeyev Çavuş . 115Yazar . 121Mızrak Çuvala Sığmaz . 122Çattık Belaya . 133Keyifsizlik . 139Eski Ev. 143Âciz . 153Değirmende . 157Lekeli Humma . 167Öğrenci . 177Gurbette . 183Kalemde . 180

Page 6: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER
Page 7: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’A DAİR

-çük bir esnaf çocuğu olarak dünyaya gelir. Büyükbabası

özgürlüğünü satın almış bir köledir. Yazarın babası Pavel Egoroviç Çehov, babasının özgürlüğe kavuştuğu ta rihlerde on altı yaşında-dır. Genç Egoroviç, kendi çabaları ile küçük bir bakkal dükkânına sahip olur.

Anton Çehov’un çocukluğu mutlu geçmez. Çünkü bakkal olan babası otoriter bir kişiliğe sahiptir ve çocukla rının fikrini sorma-dan onları gönülsüz oldukları işleri yapmaya zorlar. Diğer taraftan baba Egoroviç, çeşitli me ziyetleri bulunan bir sanatseverdir. Şarkı söylemekten ve keman çalmaktan büyük zevk duyar. Resim yapar, felse feyle ilgilenir ve felsefi konularda bildiklerini anlatmaya can atar. Titiz bir yapıya sahiptir. Çocuklarının iyi yetişmelerini istedi-ğinden onların üzerinde zaman zaman dozu fazlaca kaçmış baskılar kurar.

Baba Egoroviç’in baskı ve öğütlerinden kaynaklanan sıkıcı aile ortamı anne Evgeniya tarafından yumuşatılır. Çehov, annesine çok bağlıdır. Yakınlarının ifadesine göre Çehov, ilk hikâyesini annesinin doğum günü için ge reken parayı kazanmak için yazmıştır. Şefkatli ve sevgi do lu bir mizaca sahip olduğu anlaşılan anne, bütün evlat-

A

Page 8: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ları için büyük bir değere sahiptir. Çehov, ailesi için şu değer-lendirmeyi yapar: “Ailedeki bütün kardeşler başarılı oldu lar. Bizim yeteneklerimiz babamızdan, ruh inceliğimiz ise annemizden gelir.”

Çehov, ilkokulu bitirdikten sonra Taganrog Lisesi ne gider. Klasik bir eğitimin verildiği lisede çok parlak bir öğrenci değildir. Ancak edebiyata büyük ilgi duyar ve çev resinde olup bitenleri eleştiren kısa mizahi hikâyeler yaz mayı dener.

sonra mezun olarak hekimlik diploması alır. Tıp ögrencisi iken Anton Çehonte imzasıyla birçok gazetede ve mizah dergisinde

-rında yayımlanan kitapları izler. 1885’ten sonra mizahi hikâye tar-zını azaltarak toplu mun çeşitli katmanlarındaki insanların iç dün-yalarını ve davranışlarının altında yatan ruh hâllerini eşsiz gözlem gü cüne dayanarak başarılı bir biçimde anlatır. Şöhreti duyul maya ve bütün Rusya’ya yayılmaya başlar. İlimler Akade misi tarafından Puşkin Ödülüne layık görülür. Tiyatro eserleri kaleme alır. Martı, Vanya Dayı, Üç Kız Kardeş ve Vişne Bahçesi gibi tiyatro eserleri Moskova’nın tiyatro sahnelerinde oynanır. Önceleri yadırganan bu eser ler sonradan büyük başarılar kazanır. Bugün, Çehov’un ti-yatroya yeni bir anlatım getirdiği ve bu alanda çığır açtığı kabul edilmektedir.

Yazar, 1904’te kırk dört yaşında ve sanatının en ol gun çağında, belki daha birçok güzel eser verecek yaşta, o zamanlar için tehlikeli bir hastalık olan veremden ölür.

***

Page 9: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Çehov’un sanatıyla Rusya’nın sosyal buhranları arasında sıkı bir bağ vardır. Çünkü yazar, Çarlık Rus ya’sındaki bütün çalkantıları bi-rey olarak derinden hisset miş ve onları çeşitli biçimlerde eserlerine yansıtmıştır.

Eserleri konu bakımından çok çeşitli ve zengindir. Çehov, ha-yatı bütün yönleriyle ve gerçekçi bir biçimde yansıtma prensibine sonuna kadar sadık kalır. Bu sayede de içinde yaşadığı toplumun olumlu olumsuz bütün sosyal ilişkilerini gözler önüne serer. Diğer bir söyleyişle dönemi nin bütün sosyal hareketlerini, tiplerini, ha-yatın canlı renk leriyle işler ve sanatın gerçek aynasından yansıtır. Dramla mizahın erişilmez uyumunu hikâyede onun gibi bağdaştı-rabilen hikâyeci çok azdır.

Çehov’un gerçekçi bir sanatkâr olduğu kabul edilir. Ama bu kuru bir realizm (gerçekçilik) değildir. Hayatın gerçek olaylarını üst üste yan yana sıralama, olayları tasnif etme, kelimelerle resmet-me basit ve sanat değeri olmayan bir realizmdir. Çehov’un hikâyede başardığı şey, insan davranışlarının ardında yatan sebepleri iyi tahlil etmesidir. Belki de yazara evrensel bir boyut kazandıran da bu özel-liği olmuştur.

O, idealist bir yazar değildir. Fakat pek az idealist yazar onun kadar insan ruhuna girebilmiş, onu içinden sar malayıp engin boş-luklarda dolaştırabilmiştir. Onun hikâ yelerinde olaylar içinde be-liren kişiler o kadar ustaca çizil miştir ki, hafızamızda, hayalimizde şekilleri canlanır, ade ta kulağımıza seslendikleri hissine kapılırız.

Çağdaşı Dostoyevski gibi o da okuyucuya kesin ve tartışılmaz fikirler, çıkarımlar sunmaz. Okuyucuyu hiçbir şeyden emin kılma-dan, kâh gerçek hayatın içinde dolaştı rır kâh hayallere daldırır. Ba-sit bir olaydan bazen karşımı za bir âlem çıkarır.

Page 10: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Çehov’un hikâyelerinde hikâyenin bitmesiyle hiç bir şey çözül-müş, bitmiş olmaz. Tam tersine, hikâyenin so nu bize yeni ufuklar açar, bizi yeni hayallere sürükler. El bette ki hikâyenin sonunun olmaması için anlattığı esaslı bir olayın “vaka” olmaması gerekir. Onun hikâyelerinde çoğu zaman asıl olay olup bitmiştir. Kahra-manların tavır larından, konuşmalarından biz olaya dair bilgiler ediniriz. Bu özelliğinden dolayı Çehov’un hikâyeleri “durum hikâ-yeleri” olarak adlandırılır.

Ancak Maupassant’ın hikâyeleri böyle değildir. Onların bir va-kaya, bir başlangıca ve sona ihtiyaçları var dır. Bu hikâyelerde ola-yın geliştiği serim, düğüm ve çö züm bölümleri bulunur. Bu tür hikâyelere de “olay hikâye leri” adı verilir. Bu hikâyelerin genellikle vermek istedik leri bir ana fikirleri vardır ve doğrudan veya dolaylı olarak bu görüşleri okuyucu ile paylaşmak isterler. Oysa durum hikâyeciliğinde bir kararsızlık vardır. Öyle de olabilir, böyle de. Hikâye bir o yana, bir bu yana eğilir. Bizi hiçbir şeyden emin kıl-maz. Sanki olay bir hiçten ibarettir. Gös termek istediği, ötekilerden ayırdığı, meydana çıkarmak is tediği şey bir an, bir hareket veya bir durumdur. Öne çıka rılan şey bazen bir kelime veya cümle ile özet-lenebilir. Ama bu özetin sonucundan hiçbir zaman emin olamayız.

Maupasant’ın hikâyelerinde kahramanlar mizaçla rına uygun hareket etmekle birlikte bizzat yazarın duygu ve düşünce dünyasına da uygun davranırlar. Yani hikâyeci hikâyenin düzenine girmiş ve o dünyanın tabii düzeni bozulmuştur. Çehov ise anlattığı kişilerindünyasına gir mez. Onları, kendilerinin de görmedikleri bir fenerleaydınlatıverir. Işık nereye vurursa orayı ve o kadarını görü rüz. Işıksöndükten sonra neler olduğunu sezmek ise oku ra kalır.

Page 11: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Türk hikâyeciliğinde Maupusant tarzı hikâye ya zarlarına Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay; Çehov tarzı na ise Sait Faik Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendal örnek gösterilebilir.

Tolstoy, Çehov için şöyle diyor; “O adam, eline geçmiş boyaları hiç düşünmeden gelişi güzel vuruyor sa nırsınız. O boyalar arasında hiçbir ilgi kuramazsınız ama bir de uzaklaşıp baktığınız da şaşırıp kalırsınız. Önünüzde parlayan, bir daha unutamayacağınız bir re-sim vardır.”

Şüphesiz Çehov, içinden çıktığı Rus toplumunu ve dolayısıyla Rus insanını hikâyelerinde çok başarılı biçim de anlatmış bir yazar-dır. Bu yönüyle millî olduğu söylene bilir. Ancak onun asıl başarısı insani olanı, insana has ev renseli yakalayabilmesinden kaynaklanır.

Şaban ÖZÜDOĞRU

Page 12: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER
Page 13: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

VANKA

ç ay önce kunduracı Alyohin’in yanına çırak veri-len dokuz yaşındaki Vanka Jukov, Noel gecesi daha

yatma mıştı. Usta ile kalfaların kiliseye gitmelerini bekledi. Son ra ustanın dolabından mürekkep dolu bir hokka ile ucu paslanmış bir yazı kalemi çıkarıp, buruşuk bir kâğıt parça sı açarak yazmaya başladı. İlk harfi yazmadan önce kapı ya, pen-cerelere korka korka baktı. İki tarafında ayakkabı kalıpları bulunan raflarla çevrilmiş, karanlık köşedeki Meryem Ana resmine bir göz attı. Derin derin içini çekti. Kâğıdı bir sıra-nın üstüne koymuştu. Kendisi de sıranın önünde diz çökmüş duruyordu.

“Sevgili dedem Konstantin Makariç...” diye mektubu na başladı. “İşte sana mektup yazıyorum. Noel’inizi tebrik ede-rim. Allah ne muradınız varsa versin. Benim babam da yok, anneciğim de yok. Benim için yalnız sen varsın.”

Vanka, mum ışığının karanlık pencereye yansıyan tit rek görüntüsüne gözlerini çevirdi. Jivarovgillerde gece bek çisi olarak çalışan dedesi Konstantin Makariç’i hayalinde can-landırdı. Makariç ufak tefek zayıf ama pek canlı, hare ketli, altmış beş yaşında, güler yüzlü, sarhoş bakışlı bir ihtiyarcıktı.

Ü

Page 14: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Gündüz uşakların mutfağında yatar, yahut da aş çı kadınlar-la şakalaşırdı. Gece oldu mu, geniş kaputunu gi yip konağın etrafında gezer, sopasıyla sesler çıkarırdı. Peşi sıra, başları ön-lerinde, ihtiyar Kaştanka ile Viyun gelirlerdi. Viyun’un tüy-leri siyah, vücudu uzundu; pek terbiyeli ve uy sal görünürdü. Herkese, yabancılara bile, aynı tatlılıkla bak tığı hâlde pek sevilmezdi. Çünkü onun bu sakin, terbiyeli tavırları altında şeytanca bir sinsilik gizleniyordu. Bir kim senin arkasından sinsice yaklaşıp ayağını ısırmak, kilere girmek veya köylünün tavuğunu çalmak gibi işleri becer mekte eşi benzeri yoktu. Onu, hem de bir defa değil, birkaç defa asmışlardı. Her hafta yarı ölü bir hâle gelinceye kadar sopa atarlardı. Ama gene de dirilir, kalkardı.

Şimdi dedesi herhâlde büyük kapının önünde durmuş, gözlerini kısıp köy kilisesinin parlak kırmızı pencerelerine bakıyor, soğuktan, olduğu yerde tepiniyordur. Sopası ke-merine bağlıdır. Ellerini oğuşturur, soğuktan büzülür, ihti yar sesiyle gevrek gevrek gülerek kâh hizmetçiyi kâh aşçı kadını çimdikliyordur. Kadınlara enfiye kutusunu uzatarak:

‒ Biraz enfiye çekmez misiniz, diyor.Kadınlar da enfiye çekiyor ve aksırıyorlar. Dede anla-

tılmaz bir sevince kapılarak neşeli kahkahalarla gülüyor:‒ Sümüklerin dondu, hadi sil burnunu, diye bağırı yor.Köpeklere de enfiye koklatılıyor. Kaştanka aksırıyor, ba-

şını çevirip güceniklikle uzaklaşıyor. Viyun ise saygılı olduğu için aksırıyor, kuyruğunu sallıyor. Gece öyle güzel ki hava sakin, şeffaf, serin. Ortalık karanlık ama beyaz damlalarıyla,

Page 15: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

bacalardan çıkan duman şeritleriyle köy, dondan gümüşlü bir renk alan ağaçlar, kar yığınları görü lüyor. Gökyüzü ne-şeli göz kırpan yıldızlarla dolu. Saman yolu, sanki bayramdan önce karla yıkanıp silinmiş gibi pı rıl pırıl pırıldıyor.

Vanka içini çekti. Kalemin ucunu tekrar hokkaya dal dırıp mektubuna devam etti:

“Dün gene sopa yedim. Dün usta beni saçlarımdan çeke çeke avluya çıkardı. Çocuklarını beşikte sallarken uyuyup kalmışım. Bunun için beni bir temiz dövdü. Ge çen hafta da hanım bana, tuzlu balığı temizlememi söyle mişti. Ben de te-mizlemeye kuyruktan başladım. O da ba lığı aldı eline. Balı-ğın başıyla yüzüme dürtmeye başla dı. Kalfalar alay ediyorlar benimle. İçki aldırmak için meyhaneye gönderiyorlar. Usta-dan salata turşusu çalma mı emrediyorlar. Usta da eline ne geçirirse onunla dövü yor beni. Sonra hiç yemek yok. Sabah-leyin ekmek veri yorlar. Öğleyin bulgur lapası, akşama gene ekmek. Çayı, çorbayı kendileri tıkınıyorlar. Sofada yatmamı söylüyor lar. Bir de çocukları ağlarsa hiç uyumuyorum, beşiği sal lıyorum.

Sevgili dedeciğim, Allah aşkına beni buradan eve, kö ye aldır. Artık dayanamayacağım. Ayağına kapanarak yalvarıyo-rum. Senin için ömrüm oldukça dua ederim. Be ni al bura-dan, götür beni buradan. Yoksa öleceğim.”

Vanka ağzını çarpıttı, kirli yumruğuyla gözlerini ovuş-turdu, hıçkırdı.

“Sana tütün kıyarım. Allah’a dua ederim. Bir suç işler sem eşek sudan gelinceye kadar döv beni. Eğer orada bana iş yok diye düşünüyorsan yalvarır yakarır, kâhyanın potin lerini ben

Page 16: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

boyarım yahut da Fedka’nın yerine çoban ya mağı olurum. Sevgili dedeciğim, daha fazla dayanamaya cağım, öleceğim. Köye yürüye yürüye kaçıp gelmek iste dim ama papuçlarım yok ki. Soğuktan korkuyorum. Büyü düğüm zaman bu iyili-ğini unutmam, sana bakarım. Kimse yi sana dokundurtmam. Ölürsen ruhun için dua ederim Pelageya anneme yaptığım gibi.

Bu Moskova kocaman şehir. Evler hep bey evleri. At lar da çok ama koyun yok. Köpekler de ısırmıyor. Çocuk lar burada yıldızlara bakıp yol bulamazlar. Kimseyi kilise de ilahi söy-lemeye bırakmıyorlar. Bir defa bir dükkânın penceresinden balık oltası gördüm, satıyorlar. Bu oltalarla her türlü balık tutulur. Bir tanesi öyle büyüktü ki beş batmanlık som balığı-nı bile tutar. Sonra öyle dükkânlar gördüm ki orada tüfekler hep bey tüfekleri. Tanesi herhâlde yüz rubledir. Kasaplarda yaban tavuğu da çulluk da tavşan da var ama tezgâhtarlar onları nerede vurduklarını söylemiyorlar.

Sevgili dedeciğim, beylerin evinde hediyelerle süslü Noel ağacı yapıldığı zaman bana yaldızlı ceviz al, yeşil sandığa sak-la. Bayan Olga İgnatiyevna’dan iste. Vanka için de.”

Vanka heyecanla göğüs geçirdi, yeniden gözlerini pen-cereye dikti. Beylere ağaç kesmek için dedesinin ormana git-tiği, beraberinde kendisini de götürdüğü zamanları ha tırladı. Ne neşeli zamanlardı o zamanlar. Dede karların üzerinde gı-cırtılar çıkararak önden gider, Vanka’da arka sından gıcır gıcır yürürdü. Noel ağacını kesmeden önce de desi çubuğunu içer, uzun uzun enfiye çeker, üşüyen Vanka ile alay eder. Buz tut-muş genç çamlar hareketsiz durur, hangimiz öleceğiz, diye beklerlerdi. Birdenbire nereden çıktığı belli olmayan bir tavşan,

Page 17: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ok gibi kar yığınlarının arasından geçer. Dede kendisini tuta-maz: “Tut, tut, tut.” diye bağırır, “Ah, seni şeytan seni!”

Dede kesilen ağacı, bey evine çeke çeke götürürdü. Eve gelince de ağacı süslemek işi başlardı. Bu işle Vanka’nın en çok sevdiği insan, Olga İgnatiyevna uğraşırdı. Vanka’nın an-nesi Pelageya hayattayken, beylerin evinde oda hizmetçisi olarak çalıştığı zamanlar Olga İgnatiyevna Vanka’yı bonbon ile beslerdi. İşi gücü olmadığı için ona okumayı, yazmayı, yüze kadar saymayı hatta kadril oyna mayı bile öğretmişti. Pelageya ölünce öksüz Vanka’yı uşa kların mutfağına, dede-sinin yanına gönderdiler. Oradan da Moskova’ya, kunduracı Alyehin’e uğurladılar.

Vanka mektubuna devam ederek:“Ne olur, gel sevgili dedeciğim!” diye yazıyordu. “Tanrı

için yalvarıyorum, beni al buradan. Acı bana, zaval lı öksüze, yoksa beni dövüyorlar. Çok da açım. Canım öy le sıkılıyor ki anlatamam sana. Hep ağlıyorum. Demin de usta kalıpla başı-ma öyle bir vurdu ki yere düştüm, kendi me zor geldim. Yan-dı benim hayatım. Köpekten daha be ter. Alyona’ya, tek göz Yegorka’ya, bir de arabacıya se lam ederim. Armoniğimi de kimseye verme. Torunun İvon Jukov, sevgili dedeciğim gel.”

Vanka yazdığı mektubu dörde katladı, bir gün önce bir kapiğe satın aldığı zarfa koydu. Biraz düşündükten sonra ka-lemini mürekkebe batırdı, adresi yazdı:

Köye, dedeme:Sonra biraz başını kaşıdı, düşündü, ilave etti:“Konstantin Makariç’e.”

Page 18: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Bu mektubu yazmasına engel olmadıkları için mem-nunluk duyan Vanka, şapkasını başına geçirdi. Paltosunu giymeden gömlekle sokağa fırladı. Bir gün önce bir şey sor-duğu kasabın dükkânındaki tezgâhtarlar, ona mektupla rın posta kutularına atıldığını ve oradan sarhoş arabacı ile çın çın öten çıngıraklı troykalarla bütün dünyaya yayıldığı nı söylemişlerdi. Vanka, ilk kutuya kadar koştu, sonra kıy metli mektubu delikten içeri attı.

Tatlı ümitler içinde yatağa giren Vanka, bir saat sonra de-rin bir uykuya dalmıştı. Rüyasında büyük ev fırınını görü-yordu. Dedesi fırının üstünde çıplak ayaklarını sallan dırarak mektubu aşçı kadınlara okuyordu. Ocağın yanında Viyun dolaşıyor, kuyruğunu sallıyordu.

Page 19: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ACI

“Kime anlatsam kederimi?”

kşam karanlığı. Sulu, iri iri kar taneleri, henüz ya-kılmış fenerler etrafında uçuşuyor, ince, yumuşak

bir alçı tabakası gibi damları, atların sırtlarını, omuzlarını, başlıkla rını kaplıyordu. Arabacı İona Potapov, bir hayalet gibi bem beyaz. Canlı bir vücut ne kadar büzülebilirse o ka-dar büzül müştü. Hiç kımıldamadan yerinde oturuyordu. Üzerine bir yığın kar düşse bile gene karı silkmek lüzumunu duymaya caktı. Beygiri de bembeyaz hareketsizdi. Hareket-sizliğiyle, keskin köşeli biçimiyle, ayaklarının sopaya benzeyi-şiyle o bir kapiğe satılan posta atlarına benziyordu. Herhâlde dü şünceye dalmıştı. Sabandan, alıştığı o rahat manzaralardan alınıp da buraya, korkunç ışıklarıyla, hiç kesilmeyen gürül-tüleriyle, öteye beriye koşuşan insanlarla dolu bu kargaşa lık içine düşen bir mahluk, böyle uzun uzun düşünmez de ne yapardı?

İona ile beygiri, çoktan beri yerlerinden kımıldamıyor-lardı. Avludan daha yemekten önce çıkmışlar ve hâlâ sif tah etmemişlerdi. İşte şehrin üzerine akşam karanlığı bası yordu. Fener ışıkları, solgun yansımalarını daha canlı ışık lara bıra-kıyordu. Sokağın gürültüsü, yavaş yavaş çoğalı yordu. İona birdenbire:

A

Page 20: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Arabacı, Viborg tarafına, diye bir ses işitti. Araba cı. Şa-şırdı. Karla birbirine yapışan kirpikleri arasında, kaputla ku-kuleta giymiş bir subay gördü. Subay:

‒ Viborg tarafına, diye tekrarladı. Uyuyor musun, ne dir? Viborg’a!

İona, kabul işareti olarak dizginleri çekti. Bu çekişle atın dizginleri üzerindeki ve sırtındaki karlar, alçı parçala rı hâlinde düştü. Subay, kızağa oturdu. Arabacı, dudak larını şapırdatıp, boynunu, kuğu gibi uzatarak yerinden kalkar gibi davrandı. Yılların alışkanlığı ile kamçısını sal ladı. Beygir de boynunu uzatıp sopa biçimindeki ayakla rını büktü. Kararsız kararsız yerinden kımıldadı. Çok geç meden, aşağı yukarı gidip gelen karartılardan sesler işitil di:

‒ Nereye gidiyorsun ulan? Şeytan mı dürttü seni. Sa ğa al, sağa!

Kızaktaki subay kızarak:‒ Sen daha kızak sürmesini bilmiyorsun, sağa gitsene,

dedi.Bir karose arabacısı küfretti. Sokağı koşa koşa geçer ken

omzuyla atın ağzına çarpan bir yolcu, İona’ya öfkeli öfkeli baktı. Sonra kolundan karları silkti. İona, yerinde sanki iğne üzerinde oturuyormuş gibi kımıldayarak dir seklerini geniş geniş açtı. Sanki nerede olduğunu, niçin bu rada olduğunu anlamıyormuş gibi gözlerini fırıl fırıl dön dürdü. Subay alaylı alaylı:

‒ Hepsi de ne aşağılık herifler değil mi? Sanki senin le çar-pışmaya yahut atın altına düşmeye gayret ediyorlar. Birbiriy-le sözleşmişler gibi, öyle değil mi?

Page 21: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

İona, başını çevirip müşterisine baktı. Dudaklarını kı-pırdattı. Bir şey söylemek ister gibiydi ama boğazından, kısık seslerden başka bir şey çıkmadı.

Subay:‒ Ne var, diye sordu.İona, gülümsüyormuş gibi ağzını çarpıtarak, ıkınıp sı-

kındı. Nihayet:‒ Benim de beyefendi, bu hafta oğlum öldü.‒ Hım. Neden öldü?İona, bütün gövdesiyle müşterisine döndü:‒ Kim bilir, dedi. Herhâlde hummadan. Hastanede üç

gün yattı, öldü. Allah’tan işte.Karanlık içinde:‒ Yolunu değiştirsene herif. Ne o, köpoğlu köpek, görmü-

yor musun, sesleri işitildi.Müşteri:Sür, sür, dedi. Bu gidişle sabaha kadar varamayız. Atı bi-

raz sürsene! ‒ Arabacı tekrar boynunu uzattı. Yerinde kımıldanır gibi

ağır bir kibarlıkla kırbacını şaklattı. Bundan sonra birkaç defa başını çevirdi. Müşteriye baktı ama o, göz lerini kapadı. Dinlemeye hiç de istekli olmadığı belliydi. İona, müşterisi-ni Viborg tarafına bıraktıktan sonra lokan ta önünde durdu. Gene büzüldü, gene hareketsiz kaldı. Sulu kar, tekrar başladı. Onu da atını da gene beyaza bo yamaya başladı. Bir saat böyle geçti. Kendisi de beygiri de gene bembeyaz kesildi. Bir saat, iki saat böylece ge çti.

Page 22: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Kaldırımda yüksek sesle tartışıp lastiklerini kuvvetle vu-rarak üç genç geçti. İkisi ince, uzun boyluydu. Üçüncüsü ise kısa boylu ve kamburdu. Titrek bir sesle:

‒ Arabacı, polis köprüsüne, diye bağırdı. Üç kişi yir mi kapik.

İona, dizginlere asılırken dudaklarını şapırdattı. Yirmi ka-pik para değil ama ne yapsın, artık fiyatı düşünmezdi. Ruble mi, beş kapik mi onun için pek fark etmezdi. Yeter ki müşte-ri olsun. Gençler birbirine sövüp sayarak, itişe ka kışa kızağa yaklaştılar. Üçü de oturmaya çalışıyorlardı. Ki min oturup kimin ayakta kalacağına karar veremiyorlardı. Uzun tartış-malardan, karşılıklı alaylardan sonra en kısa boyluları olan kamburun ayakta durmasına karar verildi. Kambur, yerini alarak İona’nın ensesine üfledi:

‒ Haydi, sür, diye titrek bir sesle bağırdı. Atı bir kır-baçla bakalım. Amma da şapkan var, kardeş. Daha kötüsü Petersburg’da bulunmaz.

İona, hi hi, diye güldü:‒ İşte böyle şapka.‒ E, böylesi, sürsene beygirini. Yol boyunca hep böy le mi

gideceksin. Yoksa ense köküne indiririm ha.Uzun boylulardan biri:‒ Başım çatlıyor, dedi. Dün Dukmasovlarda Vaksa ile bir-

likte dört şişe konyak içtik.Öbür uzun boylusu da:‒ Amma da atarsın sen, diye çıkıştı.

Page 23: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Vallahi doğru söylüyorum.‒ Evet o kadar doğru ki kargalar bile güler.İona, hi hi, diye güldü.‒ Baylarımın keyfi yerinde.Kambur, kızarak:‒ Allah cezanı versin moruk, dedi. Sürecek misin, sürme-

yecek misin? Bu sanki arabayla gitmek mi? Şunu bir kamçıla-sana. Hadi bakalım. Hah, işte öyle. Adamakıllı.

İona, sırtında bir vücudun kımıldadığını hissetti. Arka-sından kamburun cırlak sesini duydu. Kendisine edilen kü-fürleri işitti. İnsanları görünce yalnızlık duygusu, yavaş yavaş ondan uzaklaşıyordu. Kambur, öyle yakası açılma dık uzun kü-fürlere başladı ki bitirmeye nefesi yetmedi, öksürmeye başladı. İki uzun boylu genç, bir Nadejda Petrovna’nın sözünü etmeye başladılar. İona, onlara döndü. Kısa bir sessizliği fırsat bilerek başını biraz daha çevirip dedi ki:

‒ Benim de bu hafta oğlum öldü.Kambur, öksürdükten sonra dudaklarını silerek içini çekti:‒ Hepimiz öleceğiz, dedi. Hadi, sür, sür. Ben daha fazla

böyle gidemem. İmkânı yok. Bu arabacı bizi ne za man gö-türecek?

‒ Sen de şöyle hafiften ensesine bir indir de.‒ Moruk, işitiyor musun? Ensene indireyim mi? Si ze ne-

zaketli davranmaktansa insan yürüsün daha iyi. İşi tiyor musun? Eşek eşekoviç. Sözlerim vız geliyor galiba sana.

İona, ensesine inen tokatları pek duymadı. Daha çok to-kadın çıkardığı sesi işitiyordu.

Page 24: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Hi, hi, diye gülerek neşeli baylar. Allah uzun ömür ver-sin, dedi.

Uzun boylusu:‒ Arabacı evli misin, diye sordu.‒ Ben mi? Hi hi, neşeli baylar, şimdi bir tek karım var.

Kara toprak. Ha ha ha, mezar, mezar. Oğlum öldü de ben yaşıyorum. Şaşılacak şey. Ölüm, yanlış kapı çaldı. Bana gele-ceğine oğluma geldi.

İona, oğlunun nasıl öldüğünü anlatmak için başını çe-virdi ama o anda kambur, hafifçe içini çekti:

‒ Hele şükür, gelebildik, dedi.Arabacı, yirmi kapik aldıktan sonra karanlık bir giriş kapısı

içinde kaybolan hovarda gençlere uzun uzun baktı. Gene yal-nız kaldı. Gene içine garip bir hüzün çöktü. Bir zaman sönmüş olan acısı gene baş gösterdi. Daha büyük bir kuvvetle göğsü-nü ezdi. İona’nın gözleri kaygıyla, acıy la sokağın iki yanından geçen kalabalığa dikildi. Gelip ge çen binlerce insandan onu dinleyecek biri var mıydı acaba? Ama kalabalık, ne onu ne de acısını fark etmeden geçip gi diyordu işte.

Acısı korkunçtu, sınırsızdı. Ona öyle geliyordu ki göğsü patlayıp içinden acısı fışkırsa bütün dünyayı kapla yacaktır. Fakat gene de bu acı görünmezdi. O kadar küçük bir kabuğa sığınmıştı ki gündüz ışık altında bile görülmez di.

İona, elinde zembil taşıyan bir kapıcı gördü. Onunla ko-nuşmaya karar verdi:

‒ Kuzum, saat kaç, diye sordu.

Page 25: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Ona geliyor. Niye durdun burada? Yürüsene!İona, birkaç adım uzaklaştı. Tekrar büzüldü. Kendini acı-

sına verdi. Artık insanlarla konuşmayı lüzumsuz sayı yordu. Ama daha beş dakika geçmeden, eğilip kalktı, san ki bir acı duymuş gibi başını salladı, dizginleri şaklattı. Ar tık daha faz-la dayanamazdı. “Hana gideyim.” diye düşün dü.

Beygir, sanki düşüncesini anlamış gibi tırısa kalkıp koşmaya başladı. Bir buçuk saat geçmeden büyük, pis bir tandır yanın-da oturdu. Tandırda, döşemede, peyklerde in sanlar yatmışlar, horulduyorlardı. Dumanlı, boğucu bir ha va ortalığı kaplamış-tı. İona, uyuyanlara baktı, başını kaşı dı. Oraya bu kadar erken döndüğüne pişman oldu. “Arpa nın parasını bile çıkaramadım, diye düşündü. Kederim hep bundan. İşini bilen, atını doyuran insan her zaman rahat tır.” Genç bir arabacı, bir köşeden kalk-tı. Uyku sersemli ğiyle yıkıla yıkıla boğazını temizledi. Su dolu kovaya uzandı. İona:

‒ Su mu içeceksin, dedi.‒ Evet, su.‒ Eh, afiyet olsun. Benimse kardeş, oğlum öldü. Ha berin

var mı? Bu hafta, hastanede. Olur şey değil.İona, bu sözlerin ne tesir bırakacağına baktı. Ama hiç-

bir tesir bırakmadığını gördü. Genç arabacı ah çekerek ba şını kaşıdı. Genç arabacı nasıl su içmek isterse o da öy le konuş-mak istiyordu. Oğlu öleli nerdeyse bir hafta ola caktı. O ise bu hikâyeyi daha kimseye gereği gibi anlata mamıştı. İyice, rahat rahat anlatması lazımdı. Oğlunun na sıl hastalandığını, nasıl acı çektiğini, ölmeden önce neler söylediğini,

Page 26: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

nasıl öldüğünü anlatmak lazımdı. Cenaze me rasimini, rah-metlinin elbiselerini almak için hastaneye gi dişini anlatması lazımdı. Köyde, kızı Anisa kaldı. Onun sö zünü etmek lazım-dı. Daha anlatacak neler vardı, neler... Din leyen ah çekmeli, ohlamalı, puhlamalıydı. Kadınlarla daha da iyi konuşulurdu. Budaladırlar ama, iki sözle ağlamaya başlarlardı. İona “Gidip beygire bakayım.” diye düşündü. Nasıl olsa uyumak için her zaman vakit bulunurdu. Giyi nip, beygirin bağlı olduğu ahıra gitti. Arpayı, samanı, ha vayı düşündü. Yalnızken oğlunu dü-şünemiyordu. Ancak başka biri olduğu zaman konuşabilirdi. Ama kendi kendi ne düşünüp onu gözlerinin önüne getir-mek, kendine daya nılmaz bir acı veriyordu. İona, beygirinin parlak gözlerini görünce:

‒ Yalanıyor musun, dedi. Yalan yalan, arpanın pa rasını çıkaramazsak saman yiyeceğiz. Evet. Artık ihti yarladım, ara-bayı sürecek takatim kalmadı. Arabacılık et mek benim değil, oğlumun harcıydı. O tam arabacıydı. Ne olurdu yaşasaydı. Kısa bir zaman sustu. Sonra devam etti: Öyle işte kardeşim kısrak. Kuzma İoniç yok artık. Allah rahmet eylesin. Boşu boşuna gitti işte. Düşün bir kere: Senin bir tayın var, onun öz annesisin. Bir de bakı yorsun birdenbire tay ölüveriyor. Acı-maz mısın?

Beygir yalandı, dinler gibi eğilerek sahibinin ellerine doğru soludu.

İona daldı, ona her şeyi bir bir anlatmaya başladı.

Page 27: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

MEMURUN ÖLÜMÜ

ir gece, memur İvan Dimitriç Çerviakov, ikinci sıra koltuklardan birine oturmuş, dürbünle “Kornevil

Çanları”nı seyrediyordu. Çerviakov seyrediyor, mutluluğun en yük seklerine ulaştığını duyuyordu. Derken birdenbire... Hikâ yelerde bu “derken birdenbire”lere sık sık rastlanır. Yazar ların hakları var. Hayat beklenmedik şeylerle o kadar dolu ki... Derken birdenbire yüzü buruştu. Gözleri kaydı, solu ğu kesildi. Dürbünü gözünden ayırdı, eğildi ve “Hapşu-uu!..” diye. Gördüğünüz gibi aksırık, hiçbir yerde, hiç kim-seye yasak edilmemiştir. Köylüler de aksırır, emniyet amirleri de aksırır hatta bazen müşavirlerin bile aksırdığı olur. Her-kes aksırır. Çerviakov hiç de bozulmadı, mendili ile ağzını burnunu sildi, nazik bir insan gibi kimseyi rahat sız edip et-mediğini anlamak için etrafına bakındı. Ve derhâl mahcup olmak zorunda kaldı. Önünde, birinci sıra koltuk lardan bi-rinde oturmakta olan yaşlı bir zatın, dazlak kafası nı, ensesini eldiveni ile dikkatle silmekte olduğunu gördü. Adamın belli belirsiz bir şeyler mırıldandığını duydu. Çer viakov, ihtiyarın ulaştırma bakanlığında çalışan sivil gene rallerden Brizjalov olduğunu tanımakta gecikmedi:

‒ Adamın üstünü başını berbat ettim, diye düşündü.

B

Page 28: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Gerçi benim amirim değil, yabancı ama ne de olsa hoş bir şey değil. Özür dilemeliyim.

Çerviakov, öksürdü, gövdesini biraz ileri doğru verdi, ge-neralin kulağına:

‒ Af buyurun efendimiz, diye fısıldadı, üstünüzü başı nızı berbat ettim. İstemeyerek oldu.

‒ Zararı yok, zararı yok.‒ Allah rızası için af buyurun ama ben böyle ol masını

istemezdim.‒ Fakat oturunuz rica ederim. Bırakın da dinleyeyim.Çerviakov utandı, alık alık sırıttı, sahneye bakmaya baş-

ladı. Tiyatroyu seyrediyor ama zevk duymuyordu. İçi ni bir kurt kemirmeye başlamıştı. Perde arasında Brizjalov’a yak-laştı, yanı başından yürüdü, ürkekliğini yenerek mırıldandı:

‒ Efendimiz, üstünüzü başınızı berbat ettim. Af buyu run Hâlbuki ben hiç de böyle olmasını istemiyordum.

General:‒ Yeter artık canım, ben onu unutmuştum bile, hâlbu ki

siz boyuna tekrarlayıp duruyorsunuz, diye söylendi. Alt du-dağını da hızlı hızlı oynatmaya başladı.

Çerviakov, şüpheli şüpheli generale bakarak: “Unut muş ama gözleri hain hain bakıyor, konuşmak bile istemi yor, diye düşündü. Bunun bir tabiat kanunu olduğunu ken disine an-latmalı idim. Yoksa herif tükürmek istediğimi sa nabilir. Şim-di sanmasa bile sonra sanabilir.”

Çerviakov evine gelince ettiği kabalığı karısına anlat tı. Karısı, görünüşe göre olup biteni pek de umursamadı. Yalnız

Page 29: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

korktu ama Brizjalov’un bir “yabancı” olduğunu öğrenince rahat bir nefes aldı:

‒ Neyse sen yine gidip ondan özür dile, dedi. Sosye te ha-yatında nasıl hareket edileceğini bilmediğini sanabi lir.

‒ Bütün mesele işte burada ya... Ben özür diledim ama o biraz tuhaf davrandı. Akla yakın bir tek söz söylemedi. Hoş, konuşmaya da vakti yoktu ya.

Ertesi gün Çerviakov yeni üniformasını giydi, tıraş ol du, meseleyi Brizjalov’a anlatmaya gitti. Brizjalov’un bek leme odasına girince orada birçok ricacının dertlerini din lemeye başlamış olan Brizjalov’u gördü. General birkaç ri cacının derdini dinledikten sonra gözlerini Çerviakov’a kaldırdı. Memur:

‒ Dün gece “Arkadi” de, diye anlatmaya başladı, eğer ha-tırlarsanız efendimiz, aksırmış ve istemeyerek üstünü zü başı-nızı berbat etmiştim. Af...

Sivil general:‒ Ne saçma şey… Aman ya Rabbi, diye mırıldandı ve bir

başka ziyaretçiye dönerek: Siz ne istiyorsunuz, diye sordu.Çerviakov sarararak “Konuşmak istemiyor.” diye dü-

şündü. “Demek ki kızıyor. Hayır, bunu böyle bırakmamalı-yım. Ona anlatmalıyım.”

Sivil general, son ricacı ile konuşmasını bitirip çalışma odasına yürüyünce Çerviakov da arkasından yürüdü.

‒ Efendimiz, diye mırıldandı, efendimizi rahatsız et mek cesaretinde bulunuyorsam bu sadece içimdeki piş manlık duygusundan ileri geliyor. Siz de bilirsiniz ki efen dimiz, iste-yerek yapmadım.

Page 30: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Sivil general, ağlamaklı suratını astı, elini sallayarak:‒ Fakat efendim siz benimle düpedüz alay ediyorsu nuz

dedi, kapının arkasında kayboldu.Çerviakov evine giderken şöyle düşündü: “Bunda hiç bir

alay yok. Bir türlü anlayamıyor, bir de general olacak. Öyle ise artık ben de bu palavracıdan af maf dilemem. Ca nı ce-henneme. Ona bir mektup yazarım ama bir daha gel mem, vallahi gelmem.”

Çevriakov evine giderken böyle düşünüyordu. Gene rale mektup yazmadı. Düşündü taşındı ama bu mektubu bir tür-lü toparlayıp yazamadı. Ertesi gün kendisinin gidip işi anlat-ması lazım geldiğine karar verdi.

General sorgu dolu gözlerini ona diktiği zaman Çerviakov:‒ Dün efendimizi, buyurduğunuz gibi alay etmek için

rahatsız etmeye gelmemiştim. Aksırırken üstünüzü başını-zı berbat ettiğim için özür dilemeye gelmiştim. Alay etmek benim ne haddime? Bizler alay etmeye kalkarsak o zaman, efendime söyleyim, insanlara saygı kalır mı?

Mosmor kesilen, tir tir titreyen general, birdenbire:‒ Defol, diye bağırdı.Dehşetinden kireç gibi olan Çerviakov, bir fısıltı hâlin de:‒ Ne buyurdunuz, diye sordu.General ayaklarını yere vurarak:‒ Defol, diye tekrarladı.Çerviakov’un içinde bir şeyler koptu. Hiçbir şey düşüne-

meden şaşkın ve üzgün biçimde, geri geri kapıya doğru gitti, sokağa çıktı, yürüdü. Bir makine gibi evine gelince ünifor-masını çıkarmadan kanepeye uzandı ve öldü.

Page 31: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

BABA

‒ Eh doğrusu biraz içtim. Kusura bakma, geçerken bir tezgâhbaşı yapayım, dedim. Hava sıcak da. İki küçük şişe yu-varladım. Ne yapalım? Sıcak kardeş.

İhtiyar Musatov, cebinden bir bez parçası çıkardı. Tı raşlı, görmüş geçirmiş yüzünü sildi. Oğluna bakmadan sözlerine devam etti:

‒ Sana kuzucuğum, bir dakikalığına geldim. Pek önemli bir iş için. Kusura bakma, belki seni rahatsız ediyo rum. Sa-lıya kadar bana on ruble verebilir misin? Anlıyor sun tabii. Dün işte ev kirası verilecekti de... Para da yok. Ka famı kes-seler yok, yok.

Genç Musatov, bir söz söylemeden dışarıya çıktı, ka pının arkasında yazlık evinin sahibiyle, evde beraber otur dukları meslek arkadaşlarıyla bir şeyler fısıldaştı. Üç daki ka sonra döndü. Gene bir şey söylemeden babasına on rub lelik bir kâğıt uzattı. İhtiyar Musatov, kâğıda bakmadan kayıtsızca cebine soktu:

‒ Mersi, dedi. Eh, nasılsın bakalım, çoktan beri görü-şemedik.

‒ Evet çok oluyor. Ta Paskalya’dan beri.

Page 32: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Ben, dört, beş defa sana gelmeye niyetlendim ama bir türlü vaktim olmadı. İşim başımdan aşkın. Hoş, söyle-diklerim de doğru değil ya. Boyuna yalan söylüyorum. Sen bana inanma Borinka. Salı günü on rubleyi veririm dedim ya, inanma. Tek bir sözüme bile inanma. Hiçbir işim yok. Yalnız haylazlık, sarhoşluk. Sonra bu kılıkla sokağa çık mak da ayıp oluyor. Sen Borinka, affet beni. İki, üç defa küçük kızı gönderip senden para istedim. Acıklı mektupla ra inan-ma, hep yalan söylüyorum. Seni soymaktan da sıkıl mıyor de-ğilim kuzucuğum. Biliyorum, sen de iki ucunu bir araya zor getiriyor, zeytin ekmek yiyorsun ama şu yüz süzlüğümle ne yapayım. Öyle yüzsüzüm ki eşim benzerim yoktur. Affet beni Borinka, sana gerçeği apaçık söylüyo rum, çünkü şu melek yüzüne içim sızlamadan bakamıyo rum.

Bir dakika sessizlik içinde geçti. İhtiyar, derin derin göğüs geçirdi, sonra:

‒ Bana bir bira ikram etsene kuzum, dedi.Oğlu dışarıya çıktı. Kapı arkasında tekrar fısıldaşmalar

işitildi. Biraz sonra birayı getirdikleri zaman ihtiyar, şişeyi görünce canlandı, edasını tamamıyla değiştirdi. Gözlerini faltaşı gibi açarak:

‒ Demin yarışlara gitmiştim, dedi. Üç kişiydik. Şust-ra üzerine üç ruble koyduk. Allah’a şükür şu Şustra’ya. Bir rubleye otuz iki ruble verdi. Ne yapayım kardeşim, yarışta oynamadan edemem. Hem de kibarca bir zevktir. Bizim ha-tuncuk, yarışlara her gidişimde bana adamakıllı çıkışır ama gene giderim. Ne yapayım, heves bu.

Page 33: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Sarı saçlı süzgün yüzlü genç adam, Boris, bir köşeden öbürüne sessizce gidip geliyor, hiçbir kelime söylemeden dinliyordu. İhtiyar, öksürmek için konuşmasını kesince ona yaklaştı ve dedi ki:

‒ Geçenlerde babacığım, bir çift fotin almıştım, bana bi-raz dar geliyor. Sen almaz mısın? Ucuza veririm.

İhtiyar, yüzünü buruşturarak:‒ Olur, dedi. Yalnız aynı fiyata olsun. Hiç indirme, ka bul

etmem.‒ Pekâlâ, sana veresiye veririm.Oğlu, yatağın altına girdi, oradan yeni fotinlerini çı kardı.

Babası hantal, kahverengi, kendisinin olmadığı belli olan çiz-melerini çıkardı, yeni fotinleri giymeye başladı.

‒ Tamam, tamam geliyor. Kabul. Bende kalsın. Salı günü emekli maaşımı alınca sana parasını gönderirim.

Sonra birdenbire gene ağlamaklı hâliyle:‒ Yalan söylüyorum, at yarışları da emekli maaşı da yalan.

Sen de beni aldatıyorsun Borinka. Senin cömert siyasetini anlıyorum. Beyninin içini okuyorum. Fotinler dar gelmiş, kalbin geniş de ondan. Ah Boriya, Boriya! Her şeyi anlıyo-rum, her şeyi görüyorum.

Sarhoşun oğlu, konuşmayı değiştirmek için:‒ Siz yeni daireye taşındınız mı, diye sordu.‒ Evet kardeş, taşındık. Her ay taşınıyoruz ya. Hatu nun

huyu böyle, bir yerde fazla kalamaz.‒ Bir defa eski evinize gittim, sizi sayfiyeye çağırmak is-

tedim. Sıhhatiniz için biraz temiz havada yaşamak fena olmaz.

Page 34: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

İhtiyar elini sallayarak:‒ Olmaz, dedi. Hatun bırakmaz, kendim de istemem ya.

Yüz defa beni bu çukurdan çıkarmaya çalıştınız. Ben de ça-lıştım. Ama boşuna. Bırakın artık. Ko, çukurda gebe rip ka-layım. İşte burada seninle oturuyorum, senin melek yüzüne bakıyorum ama gene de bir şey beni eve, o uçuru ma çekiyor. Alın yazım böyleymiş demek. Hamam böceği ni zorla gül fi-danına götüremezsin. Hayır kardeş, olmaz. Eh, gitme zamanı da geldi. Hava kararıyor.

‒ Durun, ben sizi geçireyim. Benim de şehre gitmem lazım.İhtiyar ile genç paltolarını giyip dışarıya çıktılar. Biraz

sonra araba yola koyulduğu zaman hava iyice kararmıştı. Pencerelerde ışıklar görünüyordu.

Baba:‒ Dolandırdım seni, Borinka, diye mırıldanıyordu. Zaval-

lı, zavallı çocuklar, insanın böyle bir babası olması herhâlde büyük bir felakettir. Yüzünü görünce yalan söy leyemiyorum. Affet beni. Allah’ım şu yüzsüzlüğüm ne reye kadar varacak. Şu hâlimle seni utandırıyorum. Kar deşlerini de seni de soyuyo-rum. Ama dün beni bir görseydin Borinka senden gizleyecek değilim ya... Dün bizim ha tuna konu komşu ıvır zıvır geldi. Onlarla beraber içtim. Çocuklarıma adamakıllı veriştirdim. Sövdüm saydım, beni bıraktılar, diye ağlandım. Birtakım sarhoş kadınları kendi me acındırmak istedim. Kendimi zavallı bir baba göster mek istedim. İşte âdetim böyle. Kusurlarımı gizlemek iste-yince bütün kabahati masum çocuklarıma yüklüyorum. Ama Borinka sana yalan söyleyemem, senden bir şey saklayamam.

Page 35: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Sözde yukarıdan alacaktım. Seni görünce, uysal lığını, iyi kalpliliğini görünce dilim tutuldu. İçim değişti.

‒ Ne ise babacağım, bırak bunları da, başka bir şey den söz açalım.

‒ Allah’ım, ne çocuklarım var. Allah bana lütfetti, ne ço-cuklar verdi. Böyle çocukları benim gibi serseriye değil, kalbi olan, duyguları olan bir insana vermeliydi. Ben onla ra layık değilim.

İhtiyar, tepesi düğmeli kasketini eline aldı, birkaç is tavroz çıkardı. Sonra ah çekip, sanki dini tasvirler arıyor muş gibi etrafına bakınarak “Allah’a çok şükür.” dedi. “Mükemmel, eşi bulunmaz çocuklar. Üç oğlum var, birbi rinden iyi. Hiçbiri ağzına içki koymaz, ağırbaşlı, işten an layan, kafalı insanlar. Arabacı, bilsen ne kafalı çocuklardır. Şu Grigory yok mu, öyle bir zekâsı vardır ki on kişiye ye ter. Öyle bir konuşur ki, avukatlar halt etsin yanında. Fran sızca da konuşuyor. Alman-ca da konuşur. İnsan, dinlemek ten kendini alamaz. Çocuk-larım, benim olduğunuza inana mıyorum! Sen Borinka, çok çilekeş evlatsın, seni batırıyo rum, batırmaya da devam ede-ceğim. Bana boyuna para veriyorsun. Bir şeye yaramadığını bile bile. Demin sana merhamet dileyen bir mektup gönder-dim. Hastalığımdan dem vurdum. Düpedüz yalan söyledim. Senden, rom iç mek için para istedim. Sen de yok deyip de beni kırmak tan çekindiğin için boyuna veriyorsun. Bütün bunları bili yorum, farkındayım.

Grişa da çilekeşin biri. Perşembe günü kardeş, dairesi ne gittim. Sarhoştum, üstüm başım kirliydi. Elbiselerim yır tık

Page 36: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

pırtıktı. Meyhane gibi votka kokuyordum. Birtakım ka baca sözlerle doğru masasına yaklaştım. Oysa ki etrafında arkadaş-ları, müdürü, arzuhalciler vardı. Ona, bütün hayatı boyunca temizleyemeyeceği bir leke sürdüm. O ise hiç utanmadı. Yal-nız biraz sarardı ama sonra gülümsedi. Bir şey olmamış gibi bana yaklaştı hatta beni arkadaşlarıyla ta nıştırdı, sonra evime kadar getirdi. Ağzını açıp bir söz söy lemedi, sızlanmadı. Onu senden fazla soyuyorum. Ya kar deşin Saşa’ya ne dersin? O da çilekeş. Bilirsin, asil bir aile den bir albay kızıyla evlendi. Çeyizi de var. Benimle pek il gilenmemesi lazım ama hiç de öyle değildi, kardeş. Evle nir evlenmez, nikâhtan sonra genç karısıyla beraber ilk ön ce beni ziyaret etti. Şu oturduğum çu-kurda. Vallahi.

İhtiyar ağlar gibi bir hâl aldı, sonra hemen güldü:‒ O anda da sanki mahsus yapıyormuşuz gibi kıvasla

rendelenmiş turp yiyorduk, balık kızartmıştık. Evde öyle bir koku vardı ki şeytana bile fenalık gelirdi. İçmiş, bir ya-na uzanmıştım. Karım, yüzü kıpkırmızı, gençleri karşıla maya çıktı. Sözün kısası, rezalet vesselam. Saşa gene her şeyi hoş gördü.

Boris:‒ Evet, bizim Saşa iyi adamdır, dedi.‒ Fevkalade iyi adam. Hepiniz altın gibi çocuklarsı nız.

Sen de Saşa da Sonya da. Hepinize neler çektirmi yorum. Ben, yüzünüzü kızartıyorum; üzüyorum, soyuyo rum sizi. Şimdiye kadar sizden bir tek şikâyet sözü işit medim, bana hiçbir zaman fena gözle bakmadınız. İyi bir baba olsaydım ne ise ama ne gezer Siz, benden kötülük ten başka bir şey

Page 37: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

görmediniz. Ben kötü, ahlaksız bir ada mım. Şimdi Allah’a şükür yatıştım. Artık kendime güve nim kalmadı. Hâlbuki eskiden siz küçükken kendime müthiş güvenirdim. O zaman ne yapsam, ne söylesem hep bana öylesi lazımmış gibi gelirdi. Kimi zaman, gece leri kulüpten eve dönerdim. Sarhoş hâlimle hemen huy suzluğa başlardım. Rahmetli annene, fazla masraf edi yorsun, diye çıkışırdım. Bütün gece dırdır başının etini yerdim. Hem de böyle yapmak lazımmış gibi düşünür düm. Kimi zaman, sabahları siz kalkıp okula giderdiniz, ben de ona hâlâ söylenir dururdum. Nur içinde yatsın, çok çektir-dim zavallıya. Okuldan döndüğünüz zaman, ben uykuda oluyordum. Siz de ben kalkmadan yemeğe oturmaya cesaret edemezdiniz. Yemekte tekrar aynı tera ne başlardı. Hatırlarsın herhâlde. Allah, kimseye böyle ba ba vermesin. Allah, beni büyüklüğünüz belli olsun diye gönderdi. Evet, böyledir. Öyle ise çocuklar sonuna kadar dayanın. Babanı say, çok yaşarsın derler. Belki de göster diğiniz büyüklük için Allah size uzun ömür verir. Araba cı dur!

İhtiyar, arabadan atladı, gene bir ayaküstü meyhanesi-ne daldı. Yarım saat sonra geri döndü. Sarhoş bir çığlık at tı. Gene oğlunun yanına oturdu:

‒ Sonya nerede, diye sordu. Hâlâ yatılı okulda mı?‒ Hayır, mayısta bitirdi. Şimdi Saşa’nın kaynanasının ya-

nında oturuyor.İhtiyar:‒ Allah Allah, diye şaşakaldı. Yaman kız, demek ağabey-

lerine benzemiş. Eh Borinka, annesi yok ki sevin sin. Dinle Borinka. O, nasıl yaşadığımı biliyor mu? Ha?

Page 38: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Boris, hiç karşılık vermedi, beş dakika kadar derin bir ses-sizlikle geçti. İhtiyar ağlamaya başladı. Küçük bez par çasıyla gözlerini sildi:

‒ Severim onu Borinka, dedi, severim Biricik kızım, ih-tiyarlıkta insanı en iyi avutacak kızdır. Onu bir görebilsem... Olur mu dersin Borinka, görebilir miyim?

‒ Tabii, istediğiniz zaman.‒ Sahi mi? Bir şey demez mi acaba?‒ Yok canım, görüşmek için kendisi sizi aramıştı.‒ Doğru mu söylüyorsun? Ama ne çocuklar! İşitiyor mu-

sun arabacı? Borinka, ne olur, bu işi ayarla. O, artık bir mat-mazeldir. Delikatestir, konsomedir, ben de bu kötü kı lığımla kendimi ona göstermek istemem. Biz, Borinka, bu işi şöyle ayarlayalım: Üç gün kadar içkiden el çekerim, şu melun sar-hoş yüzüm biraz kendine gelsin. Sonra sana geli rim. Sen de, bir zaman için, elbiselerinden birini bana ve rirsin; traş olu-rum, saçlarımı kestiririm. Sonra sen gider, onu kendi evine getirirsin. Olur mu?

‒ Hay hay!..‒ Arabacı dur.İhtiyar tekrar arabadan atladı, meyhaneye koştu. Boris’le

beraber eve gelinceye kadar böylece bir, iki defa da ha araba-dan atladı. Boris onu hep sessiz sessiz, sabırla bek ledi. İhtiyar, arabayı savdıktan sonra uzun pis bir sokaktan hatununun evine doğru giderken müthiş utanmış, kabahat li bir yüz ta-kınmıştı. Sıkılgan bir tavırla homurdandı, du daklarını diliyle ıslatarak rica eder gibi:

Page 39: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Borinka, dedi. Şayet hatun, ileri geri söylenirse sen hiç aldırış etme. Elden geldiği kadar iyi davran. O cahildir, küs-tahtır ama gene de iyi kadındır. Göğsünde iyi, sıcak bir kalp çarpar.

Uzun avluyu geçtiler. Boris, karanlık bir sofa gördü. Kapı gıcırdadı. Mutfak kokusu, semaver dumanları geldi. Birta-kım keskin sesler işitildi. Sofadan mutfağa geçerken Boris, sadece koyu bir duman, üstüne çamaşır asılı bir ip, delik-lerinden kıvılcım saçan bir semaver borusu gördü. İh tiyar, mutfağa yakın olduğu için havası pek bozulmuş al çak tavanlı küçük bir odaya eğilerek girerken:

‒ İşte hücrem, dedi.İçeride, masa başında, üç kadın oturmuş, kahvaltı edi-

yorlardı. Misafiri görünce birbirine bakıştılar, yemeyi kes-tiler. Herhâlde ihtiyarın karısı olan bir kadın, sert sert:

‒ E, buldun mu bakalım, dedi.‒ Buldum, buldum. Boris, lütfen otur. Ya, delikanlı, biz-

de işler basittir; biz böyle basitlik içinde yaşarız.Anlaşılmaz hareketlerle didinip duruyordu. Hem oğ-

lundan sıkılıyor hem de kadınların yanında her zamanki gibi yüksekten atmak; kendini zavallı, bırakılmış bir baba gibi göstermek istiyordu:

‒ Evet, kardeş!.. İşte böyle basit, gösterişsiz yaşarız. Biz, delikanlı, basit insanlarız. Sizin gibi göz boyamayı sevmeyiz. Ya, biraz votka içelim mi?

Kadınlardan biri (Bir yabancı yanında içmekten utanı-yordu.) içini çekti, dedi ki:

Page 40: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Ben de mantarla biraz içerim ama ne mantar!.. İn san içmeden duramaz. İvan Gerasimoviç, beyefendiye de ikram edin. Belki içerler.

Sonuncu kelimeyi kadın eçirler şeklinde söylemişti. İhti-yar, oğluna bakmadan:

‒ İçsenize delikanlı, dedi. Bizde kardeş, şarap, likör bu-lunmaz. Biz böyle basit yaşarız.

Hatun içini çekerek:‒ Evimizden hoşlanmazlar tabii, dedi.‒ Yok, canım yok, içer, içer.Boris, babasını incitmemek için kadehi aldı, sessizce içti.

Semaver geldiği zaman da süzgün yüzüyle ihtiyara ya ranmak için berbat çaydan iki bardak içti. Hatunun, bu dünyada ana babalarını bırakan dinsiz, katı yürekli çocuk lar konusu üzerindeki iğneli konuşmasını sessizce dinli yordu. Kafayı bulmuş olan ihtiyar, her zamanki coşkun sarhoşluk hâline girerek:

‒ Biliyorum, şimdi neler düşünüyorsun, diyordu. Be-nim düşkün, zavallı, kirli bir adam olduğumu düşünüyor-sun. Bana gelince delikanlı, şu yaşadığım sade hayat, senin hayatından çok daha normaldir. Hiç kimseye ihtiyacım yok benim. Ve... Ve... Kimsenin önünde alçalmak niyetinde deği-lim. Bana acıyarak bakan çocuklara müthiş kızarım.

Çaydan sonra tuzlu balığı kızartıp, üzerine kıyılmış so ğan serperken öyle duygulandı ki gözleri yaşardı.

Page 41: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Tekrar yarışlardan, kazançlardan, dün on altı ruble ver-diği bir hasır Panama şapkadan konuşmaya başladı. Tuzlu balığa, içkiye duyduğu aynı iştahla yalan söylüyor du. Oğlu, sessiz sessiz bir saat oturdu. Sonra gitmek için ayağa kalktı. İhtiyar ona yüksekten bakarak:

‒ Sizi daha fazla tutmak istemem, dedi. İstediğiniz gi bi yaşamıyorsam kusura bakmayın delikanlı.

Şöyle bir kabardı, böbürlene böbürlene pufladı, kadın lara göz attı. Oğlunu sofaya kadar götürerek:

‒ Güle güle beyefendi, dedi. Atande.Karanlık sofada ise birdenbire yüzünü oğlunun yüzü ne

dayadı, hıçkırmaya başladı:‒ Sonya’cığı bir görsem, diye mırıldandı. Bu işi ayar la,

Borinka, kuzucuğum. Tıraş olur, elbisemi giyerim. Yüzüme bir ciddilik veririm. Onun yanında sessizce du rurum. Vallahi hiç ses çıkarmam.

Ardından kadın sesleri gelen kapıya ürkek ürkek bak tı. Hıçkırıklarını kesti, yüksek sesle:

‒ Güle güle, beyefendi, dedi. Atande.

Page 42: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER
Page 43: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANÜTA

izbon Oteli’nin en ucuz odasında, tıp fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi Stepan Kloçkov, bir köşeden öbürüne gi-

dip geliyor, dersini habire ezberliyor. Sürekli, sıkı çalışmadan ağzı kurumuş, alnında ter damlaları belirmeye başlamıştı.

Kenarları buzlarla süslü pencere önünde, arkalıksız bir sandalyede metresi Anüta oturuyordu. Anüta, ufak tefek, zayıf, sarışın, yirmi beş yaşlarında, yüzü pek solgun, uysal bakışlı, gri gözlü bir kızdı. Sırtını kamburlaştırarak kırmı zı iplikle bir erkek gömleğinin yakasını işliyordu. İşi ace leydi. Koridordaki saat, kısık sesiyle öğleden sonra ikiyi vurmuştu. Hâlbuki o hâlâ ortalığı toplamış değildi. Buru şuk battaniye, öteye beriye atılmış yastıklar, elbiseler, için de çer çöp yüzen sabunlu su ile dolu büyük pis bir tas, yer de süprüntüler... Her şey, sanki mahsus karıştırılmış, buruş turulmuş gibi yığın hâlinde ortada duruyordu.

Kloçkov:‒ Sağ ciğer, üç bölümdür, diye dersini ezberliyordu. Sı-

nırları: Üst bölümü göğsün ön tarafında; dördüncü, beşin ci kaburga kemiklerine kadar arkada Spina scapulae’ye bakar.

Kloçkov şimdi okuduğunu hayal etmeye çalışarak gözlerini

L

Page 44: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

tavana kaldırdı. Yerlerini iyice gözünde canlandıramadığı için yeleğinin üzerinden üst kaburga kemikleri ni yakalamaya başladı.

‒ Bu kemikler, piyano tuşlarına benzer. Hesabı şaşır-mamak için mutlaka alışmak lazım. İskelet üzerinde, ayrı ca da canlı bir insan üzerinde bu işi incelemeli. Baksana Anüta, hele gel biraz, yerini bulalım.

Anüta, işlemeyi bıraktı, bluzunu çıkardı. Ayakta dim dik durdu. Kloçkov karşısına oturdu, kaşlarını çattı, göğüs ke-miklerini saymaya başladı:

‒ Hım. İlk kaburga bulunamıyor. Köprücük kemi ğinin arkasında. Şu ikinci kaburga olacak. Bu üçüncü, bu da dör-düncü. Hım. Güzel.

‒ Neye böyle ürperiyorsun?‒ Parmaklarınız soğuk da.‒ Bir şey olmaz canım. Ölecek değilsin ya. Kımılda madan

dur. Demek bu üçüncü kaburga, bu da dördüncü. Pek zayıf görünüyorsun ama kemiklerin zor ele geliyor. Bu ikinci. Bu üçüncü. Hayır, karıştırıyor insan. Açıkça gözünde canlandı-ramıyor. Kemikleri çizmek lazım. Kö mür nerede, kömür?

Kloçkov, kömür parçasını aldı. Anüta’nın göğsünün üze-rindeki kemiklerin hizasına birkaç paralel çizgi çizdi:

‒ Mükemmel. Şimdi her şey gözümün önünde. Artık vurmakla muayene edebilirim. Hadi kalk bakalım.

Anüta ayağa kalktı, çenesini kaldırdı. Kloçkov muaye neye başladı. Bu işe öylesine daldı ki Anüta’nın soğuktan mosmor ke-silen dudaklarını, burnunu, parmaklarını bile fark etmiyordu.

Page 45: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Anüta, tir tir titriyor ama bir yandan da tıp öğrencisi, onun titrediğini görünce kömürle çizgi çizip par mağıyla vurmayı bırakır, bundan dolayı belki de sınavı iyi veremez, diye kor-kuyordu.

Kloçkov vurmayı bırakarak:‒ Şimdi her şeyi açıkça anlıyorum, dedi. Sen şöyle otur da

kömür silinmesin. Ben de biraz daha ezberliyeyim.Tıp öğrencisi, tekrar odada dolaşmaya, ezberlemeye ko-

yuldu. Anüta, göğsündeki siyah çizgilerle tıpkı dövmelenmiş vahşileri andırıyordu. Soğuktan büzülmüş oturuyor, düşünü-yordu. O zaten pek az konuşur, hep susar, boyuna düşünürdü.

Otel odalarında altı, yedi yıldır sürtmüş. Kloçkov gibi beş kişi tanımıştı. Bugün hepsi de eğitimlerini bitirmişler, adam olmuşlardı. Sonra, kibar insanlara yakışır bir şekilde onu çoktan unutmuşlardı. Biri Paris’te oturuyordu, ikisi doktor olmuştu, dördüncüsü ressamdı hatta beşincisi ise söyledikle-rine göre profesör olmuştu. Kloçkov, altıncıydı. Yakında o da üniversiteyi bitirir, adam olurdu. Şüphe siz geleceği parlaktı, herhâlde büyük bir adam olur. Ama bugünkü hâli berbat mı berbat: Tütünü, çayı yok, şekerse yalnız dört parça kalmış. İş-lemeyi elden geldiği kadar ça buk bitirip işi verene götürmeli, alacağı yirmi beş kapikle de biraz çay, biraz tütün almalıydı.

Kapının arkasından:‒ Girebilir miyim, diye bir ses işitildi.İçeriye ressam Fetisov girdi. Kloçkov’a döndü. Alnı üzeri-

ne dökülen saçları arasından vahşice bakarak:‒ Sizden bir ricam var, dedi. Lütfedin de güzel baya nınızı

Page 46: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

bana birkaç saat için ödünç verin. Bir resim yapıyo rum da çıplak model olmadan iş yürümüyor.

Kloçkov:‒ Hayhay, dedi. Haydi Anüta, git.Anüta:‒ Orada işim ne benim, diye cevap verdi.‒ Hadi sus. Seni bir sanat işi için istiyor, ıvır zıvır bir şey

için istemiyor ki. Elinden geliyorsa insan başkalarına yardım etmeli, değil mi?

Anüta, giyinmeye başladı.Kloçkov:‒ Peki, ne üzerinde çalışıyorsunuz, diye sordu.‒ Psykhe. Güzel bir konu ama bir türlü yürümüyor. Ayrı

ayrı modeller üzerinde çalışmak lazım. Dün, ayakları mavi bir model gelmişti. “Neye ayakların mavi?” diye sor dum. “Çorapların boyası çıkıyor da ondan.” dedi. Siz de hep ez-berliyorsunuz ha. Ne mutlu size, sabırlı adamsınız.

‒ Tıp öyle bir nesne ki ezberlemeden olmuyor.‒ Hım. Affedin Kloçkov ama siz bir domuz gibi ya-

şıyorsunuz. Ne biçim hayat bu canım?‒ Ne demek istiyorsunuz? Başka türlü yaşanamaz ki. Ba-

bamdan ayda on iki ruble geliyor. Bu para ile de iyi ya şamak kolay değil.

Ressam tiksine tiksine yüzünü buruşturuyor:‒ Evet, öyle ama gene de daha iyi yaşanabilir. Kültür lü bir

insan, mutlaka bir estet olmalıdır, öyle değil mi? Bu rası ise

Page 47: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

maazallah. Yatak yapılmamış, ortalıkta çer çöp, bu laşık suyu, dünkü yemekler hâlâ tabaklarda. Pfüüü!

Kloçkov sıkılarak:‒ Doğru, dedi. Ama Anüta’nın bugün ortalığı topla maya

vakti olmadı. Bütün gün çalıştı.Ressamla Anüta çıktıktan sonra, Kloçkov kanapeye uzan-

dı. Sonra farkında olmadan uyuya kaldı. Bir saat sonra uyan-dı, kafasını yumruklarına dayayarak derin de rin düşünmeye başladı. Ressam, kültürlü bir adam mutla ka estet olmalı, de-mişti ya, onun bu sözü aklına geldi. Oturduğu oda, kendisi-ne gerçekten berbat, iğrenç görün dü. Sanki zekâ gözüyle ge-leceği görüyordu. Hastalarını çalışma odasında kabul edecek, çayını karısıyla, namuslu bir kadınla, birlikte geniş yemek odasında içecekti. Şimdi bulaşık suyu ile dolu, içinde çer çöp yüzen tas ona pek iğ renç göründü. Anüta da ona çirkin, ba-yağı, dağınık, za vallı geliyordu. Ondan hemen, ne pahasına olursa olsun, hiç gecikmeden ayrılmaya karar verdi. Anüta, ressamdan dönüp, paltosunu çıkarınca Kloçkov ayağa kalktı, ciddi ciddi:

‒ Dinle dostum, dedi. Otur da dinle beni. Ayrılmamız gere-kiyor. Kısacası, seninle daha fazla oturmak istemiyo rum.

Anüta, ressamdan bitkin, yorgun dönmüştü. Yüzü, uzun zaman modellik etmekten sanki uzamış, zayıflamış, çenesi daha sivri olmuştu. Talebenin sözlerine hiç karşılık vermedi. Yalnız dudakları titredi.

Talebe devam etti:‒ Biliyorsun er geç ayrılmamız gerekti. Sen iyi bir in-

sansın. Budala da değilsin, anlarsın.

Page 48: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Anüta tekrar paltosunu giydi. İşlediği gömleği sessiz ce kâğıda sardı. İğneyi, ipliği topladı; pencere kenarında için-de dört şeker parçası olan kâğıdı aldı, masaya kitabın yanına koydu. Zayıf bir sesle:

‒ Bu sizin şekeriniz, dedi. Gözyaşlarını gizlemek için yü-zünü çevirdi.

Kloçkov:‒ Ne ağlıyorsun, dedi, sıkılarak odada gezinmeye başladı.

Tuhaf kadınsın vesselam. Kendin de biliyorsun ki ayrılmamız lazım. Ölünceye kadar bir arada kalacak deği liz ya.

Anüta, artık öteberisini toplamıştı. Allah’a ısmarladık demek için kendisine döndüğü zaman talebe merhamete geldi, “Bir hafta daha kalsa mı acaba, diye düşündü. Var sın, kalsın, bir hafta sonra, ‘git’ derim.”

Kendi zaafına kızarak sert sert Anüta’ya bağırdı:‒ Ne duruyorsun öyle? Gidersen git, istemezsen palto nu

çıkar, kal. Kal diyorum.Anüta, sessizce paltosunu çıkardı. Sonra gene sessizce bur-

nunu sildi, göğüs geçirdi. Gene sessizce her zamanki yerine, pencerenin önündeki taburesine doğru yollandı. Tıbbiyeli, kitabını eline aldı, gene bir yandan öbür yana gi dip gelmeye:

“Sağ ciğerin üç bölümü vardır.” diye ezberlemeye baş ladı. “En üst bölüm göğsün ön kısmında, dördüncü, beşin ci ka-burga kemiklerine kadar dayanır.”

Koridorda da biri var gücüyle:“Grigori semaveri getir.” diye bağırıyordu.

Page 49: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

DİLENCİ

‒ Beyefendi, zavallı, aç bir insana yardım edin! Üç gün-dür açım. Handa yatmak için verecek beş kapiğim bi le yok. Vallahi sekiz yıl köy öğretmenliği ettim. Yerimi kaymakamın iftiraları, desiseleri yüzünden kaybettim. Bir ihbara kurban gittim. İşte bir yıldan beri işsiz, güçsüz do laşıyorum.

Avukat Skvortsov, dilencinin esmer, çiçek bozuğu yü-züne, bulanık sarhoş bakışlı gözlerine, yanaklarındaki kır mızı beneklere baktı. Bu adamı daha önce de bir yerde gör düğünü hatırlar gibi oldu.

Dilenci devam ediyordu:‒ Şimdi Kaluga ilinde bir iş teklif ediyorlar ama ora ya

gidecek param yok. Lütfen yardım edin. Dilenmek ayıp ama ne yapayım, çaresizlik.

Skvortsov, ricacının ayağındaki biri alçak, biri yüksek olan lastiklere bakınca birdenbire hatırladı.

‒ Baksanıza, size üç gün önce galiba Sadovoy cadde sinde rasgelmiştim, dedi. Ama o zaman köy öğretmeni de ğil, ensti-tüden kovulmuş bir talebe olduğunuzu söylüyor dunuz. Ha-tırlıyor musunuz?

Dilenci bozularak:

Page 50: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Hayır, imkânı yok, diye mırıldandı. Ben, köy öğ-retmeniyim, isterseniz belgelerimi de gösterebilirim.

‒ Yalan söylemeyin. Talebe olduğunuzu iddia ediyor dunuz. Hatta niçin kovulduğunuzu da anlatmıştınız. Hatır ladınız mı?

Skvortsov, öfke ve tiksintiyle yırtık pırtık elbiseli ada mın yanından çekildi.

Kızgın kızgın:‒ Bu alçaklıktır sayın bay, diye bağırdı. Sizi polise teslim

ederim. Allah cezanızı versin. Yoksul, aç olabilirsi niz ama bu size saygısızca, vicdansızca yalan söylemek hakkını vermez.

Yırtık elbiseli adam, kapı tokmağını tuttu, suç üstünde yakalanan bir hırsız gibi şaşkın şaşkın evin taşlığına baktı.

‒ Ben... Ben yalan söylemiyorum. diye kekeledi. Belgele-rimi gösterebilirim.

Skvortsov, kızmaya devam ederek:‒ Kim size inanır, dedi. Toplumun köy öğretmenleri ne,

talebelere karşı duyduğu sevgiyi kötüye kullanmak ka dar al-çakça, bayağıca, iğrenç, pis bir şey düşünemiyorum. Ayıptır.

Skvortsov köpürmüştü. Dilenciyi hiç acımadan haşla dı. Bu serseri, saygısızca yalanlarıyla onda tiksinti, nefret uyan-dırmıştı. O kadar değer verdiği iyilikseverlik duygula rına, içli kalbine, bahtsızlara acıma duygularına, hakaret etmişti. Bu ahlaksız adam, yalan söyleyip merhametine saldırmakla yoksullara vermeyi sevdiği sadakayı kirlet mişti. Serseri, önce kendisini savunmaya çalıştı, yemin et ti ama sonra sustu, utancından başını yere eğdi.

Page 51: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Elini kalbinin üstüne koyarak:‒ Bayım, dedi. Gerçekten ben yalan söyledim. Ne tale-

beyim ne köy öğretmeni. Hepsi uydurma. Rus koro sunda çalışıyordum. Sarhoşluk yüzünden kovuldum. Ama ne yapa-yım? Vallahi, yalan söylemeden olmuyor. Gerçeği söyleyince kimse sadaka vermiyor. Gerçeğe güvenirsen açlıktan ölür, ya-tacak yer bulamazsın. Sözleriniz çok doğ ru, anlıyorum ama ne yapabilirim?

Skvortsov ona yaklaşarak:‒ Ne mi yapabilirsiniz, diye bağırdı. Çalışınız, yapıla cak

şey bu, çalışmak gerek.‒ Çalışmak, bunu ben de biliyorum ama iş nerede?‒ Boş söz. Gençsiniz, sağlığınız, kuvvetiniz yerinde; her

zaman iş bulabilirsiniz. Yeter ki istek olsun. Ama tem belsiniz, şımartılmışsınız, sarhoşsunuz. Ağzınızdan, mey haneden ge-lir gibi, votka kokusu savruluyor. Yalana alış mışsınız, yalan iliklerinize kadar işlemiş. Şimdi elinizden ancak dilenmek geliyor. Bir gün çalışma denen şeye tenez zül etseniz bile size kalem odasında kâtiplik, Rus korosun da şarkıcılık, daha bil-mem neler olmalı. Maksat çalışmak değil, havadan para ka-zanmak. Ya beden çalışmasına ne buyurulur, ha? Kapıcılığa yahut fabrika işçiliğine tenezzül etmezsiniz. Hemen itiraz hazırdır.

Dilenci:‒ Ne tuhaf konuşuyorsunuz, diye mırıldanarak acı acı gü-

lümsedi. Beden işini nerede bulayım? Tezgâhtarlık benden geçti çünkü ticaretle uğraşmak için çekirdekten yetişmek

Page 52: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

gerek. Kapıcılığa beni kimse almaz çünkü bana “sen” diye seslenemezler. Fabrikaya almazlar çünkü oraya girmek için sanat bilmek lazım, bense bir şey bilmi yorum.

‒ Saçma! Sizin gibiler daima kendilerini haklı göste recek sebep bulurlar. Peki, ya odun kırmak istemez misi niz?

‒ Kabul etmem demiyorum ama bugün meslekleri odun-culuk olanlar bile yiyecek ekmek bulamıyor.

‒ Evet, evet bütün tembeller böyle konuşurlar. Bir iş teklif ettin mi, hemen ret cevabı hazırdır. Peki ya benim evimdeki odunları kırmak istemez misiniz?

‒ Hay hay kırarım.‒ Peki bakalım. Pek güzel ... Görelim.Skvortsov, acele acele, bu arada bir çeşit de kin duya rak

mutfaktan aşçı kadını çağırdı.‒ Olga, dedi bu adamı odunluğa götür, odun kırsın.Serseri, bu işe akıl erdiremiyormuş gibi omuzlarını silkip

cesaretsiz adımlarla aşçı kadının peşinden gitti. Yü rüyüşüne bakılacak olursa odun kırmayı açlık yüzünden, para kazan-mak için değil de bir onur meselesi saydığı, ver diği sözden dönmemek için kabul ettiği anlaşılıyordu. Ay nı zamanda içki yüzünden çok zayıf düştüğü, hasta olduğu, çalışmaya hiç ni-yeti olmadığı da hâlinden belliydi.

Skvortsov acele acele yemek odasına gitti. Buradan, avlu-ya bakan pencerelerden odunlukla avluda olup bitenler görünü-yordu. Pencere önünde duran Skvortsov, aşçı ka dınla serserinin arka kapıdan avluya çıktıklarını, çamurlaş mış karları çiğneyerek

Page 53: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

odunluğa doğru gittiklerini görü yordu. Olga yanındakini öf-keli bakışlarla süzdü. Dirsekle riyle iki tarafa çarparak odun-luğu açtı, kapıyı aynı kızgın lıkla duvara çarptı.

Skvortsov:“Galiba kadının keyifle kahve içmesine engel olduk, diye

düşündü. Ne şirret kadın.”Ondan sonra yalancı öğretmenin, yalancı talebenin bir kü-

tük üstüne oturduğunu, kırmızı yanaklarını ellerine da yayarak düşünceye daldığını gördü. Aşçı kadın, baltayı onun ayaklarına doğru fırlattı. Öfkeli öfkeli yere tükürdü. Sonra, dudaklarında-ki ifadeden anlaşıldığına göre sövüp saymaya başladı. Serseri, odunlardan bir tanesini kararsız kararsız kendine doğru çekti. Soğuktan donan ellerini hoh ladı, oduna gene yavaşça vurdu. Bu hareketi sakına sakına yapıyordu. Sanki lastiğini kesmek-ten, yahut ayağının par maklarını koparmaktan korkuyordu. Odun gene devrildi.

Skvortsov’un öfkesi artık geçmişti. Şımarık, ayyaş, belki de hasta bir adamı soğukta çalışmak zorunda bıraktı ğı için bir çeşit azap, utanç duymaya başladı.

Yemek odasından çalışma odasına geçerken:“Zararı yok, varsın çalışsın. diye düşündü. Kendi iyi liği

için yapıyorum.”Bir saat sonra Olga geldi, odunların kırılmış olduğunu

bildirdi.Skvortsov:‒ Al şu elli kapiği, ona ver, dedi. İsterse her ayın bi rinde

odun kırmaya gelsin. İş her zaman bulunur.

Page 54: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Ayın birinde serseri geldi. Gene elli kapik kazandı ama öyle içmişti ki ayakta güç duruyordu. Ondan sonra avluda sık sık görünmeye başladı. Her zaman yapacağı bir iş bu-lunuyordu. Kâh karları temizliyor kâh odunluğu dü zenliyor kâh halıların, yatakların tozunu silkiyordu. Bu iş lere karşılık her defa 20-40 kapik alıyordu. Hatta bir kere pantolon bile verdiler.

Başka bir eve taşınırlarken Skvortsov, onu eşyaları yüklet-meye, taşımaya yardım etsin, diye tutmuştu. Serseri, o gün ayık, somurtkan, sessizdi. Elini eşyalara hemen hiç sürmüyor, arabaların arkasından başını önüne eğerek yürü yordu. Hatta çalışkan görünmeye gayret etmiyordu. Daha ziyade soğuktan büzülüyor, arabacılar tembelliği, kuvvet sizliği, yırtık palto-suyla alay ettikleri zaman, pek sıkılıyor du. Eşyaların taşınma işi sona erdiği zaman Skvortsov, onu yanına çağırdı, bir ruble uzatırken:

‒ Sözlerimin üzerinizde iyi tesir yaptığını görüyorum, dedi. Çalışmanıza karşılık şu parayı alınız. Görüyorum ki ayıksınız, çalışmak da istiyorsunuz, adınız ne sizin?

‒ Luşkov. ‒ Luşkov, şimdi size daha temiz bir iş teklif edebili rim.

Yazı yazmasını bilir misiniz?‒ Bilirim, efendim.‒ Öyleyse yarın bu mektupla benim arkadaşıma gider,

temize çekmek için yazı alırsınız. Çalışın, içki içmeyin, sözle-rimi de unutmayın. Haydi Allah selamet versin.

Skvortsov, bir insanı iyi yola sürüklediğine memnun du.

Page 55: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Luşkov’un omzunu okşadı hatta ayrılırken ona elini uzattı. Luşkov mektubu aldı, gitti. Bir daha da avluya iş is temeye gelmedi.

Aradan iki yıl geçti. Bir gün Skvortsov, tiyatro bilet gi şesi önünde aldığı biletin parasını verirken yanında duran kısa boylu, kuzu derisi yakalı, eski kunduz derisi şapkalı bir adam gördü. Adam, çekingen bir sesle gişe memurun dan bir paro-di bileti istedi. Biletin parasını da beşer kapiklik mangırlarla ödedi.

Skvortsov, onun yüzüne bakınca eski oduncusunu ta nıdı.‒ Vay, siz misiniz, Luşkov, diye sordu. E, nasılsınız? Ne

yapıyorsunuz? İyi misiniz?‒ Eh, şöyle böyle. Şimdi noterin yanında çalışıyo rum,

ayda otuz beş ruble alıyorum.‒ Tanrı’ya çok şükür. Çok iyi. Sizin için seviniyorum.

Memnun oldum, pek memnun oldum Luşkov. Siz, benim bir çeşit vaftiz oğlum sayılırsınız. Biliyorsunuz ya, sizi ben iyi yola çıkardım. Hatırlıyor musunuz, nasıl haşlamıştım, ha? O zaman yer yarılsa yere girecektiniz. Söylediklerimi unutmadı-ğınız için teşekkür ederim.

Luşkov:‒ Asıl ben size teşekkür etmeliyim, dedi. O zaman si ze

gelmeseydim, belki bugüne kadar ya öğretmen ya tale be ka-lırdım. Evet, sayenizde kurtuldum, girdaptan çıktım.

‒ Memnun oldum, memnun oldum.‒ Öğütlerinize, yardımınıza teşekkür ederim. O gün çok

Page 56: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

iyi söylemiştiniz. Size de sizin aşçı kadına da (O iyi kalpli, asil kadına Tanrı selamet versin.) minnettarım. O za man çok gü-zel söylemiştiniz, tabii size ölünceye kadar minnettarım ama beni asıl kurtaran aşçınız Olga’dır.

‒ Yani nasıl?‒ Basbayağı. Size odun kırmaya geldiğim zaman he men

başlardı: “Ah, seni sarhoş Melun herif. Bari Tanrı ca nını alsa da kurtulsan.” Sonra karşıma geçip oturur, keder lenir, yüzü-me bakarak ağlamaya başlardı: “Sen bahtsız bir insansın. Bu dünyada rahat yüzü görmeyeceksin. Öbür dünyada da rah-mete kavuşmayacaksın. Bahtsız adamsın sen.” Hep bu tarzda söylenir dururdu, anlıyor musunuz? Benim yüzümden o ka-dar üzüldü, o kadar göz yaşı döktü ki tasavvur edemezsiniz. Ama en önemlisi, benim yerime odunları o kırıyordu Biliyor musunuz, bayım, sizin evde bir tek odun kırmadım. Her za-man o kırardı. Beni niçin kurtardı, neden ona bakarak değiş-tim, niçin içkiyi bırak tım, bunları size açıklayamam. Ancak şunu biliyorum ki onun sözleri, asil hareketleri ruhumda bir değişiklik yaptı, beni iyi yola o çevirdi bunu hiçbir zaman unutamam. Gali ba vakit geldi, gonga vuruyorlar.

Luşkov, saygıyla eğilerek selam verdi. Parodiye doğru yürüdü.

Page 57: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

BUKALEMUN

olis Komiseri Oçumelov, sırtında yeni kaput, elinde öte-beriyle dolu bir mendil, pazar meydanından geçiyordu.

El konulan frenk üzümü ile tepesine kadar dolu bir kalbu ru iki eliyle tutan kızıl saçlı bir polis de onun peşinden gi diyor. Her yanda ölü sessizlik. Pazar meydanında da kimsecikler yok. Dükkânlarla meyhanelerin ardına kadar açık duran kapıları, aç kalmış canavarların ağızları gibi şu ölümlü dünyaya hüzünlü hüzünlü bakıyor. Yanlarında dilenci bile yok.

Birdenbire Oçumelov’un kulağına bir ses çalınıyor:‒ Isırmaya kalkışıyorsun ha, melun! Çocuklar, onu bı-

rakmayın. Şimdiki kanunlar, kimsenin kimseyi ısırmasına izin vermez. Tut! A.. a!

Bu sırada da köpek sesi duyuluyor. Oçumelov, yan tara fa bakınca bir köpeğin üç ayak üstünde zıplayarak, başını arka-sına çevire çevire tüccar Piçugin’in odun deposundan çıkıp meydanlığa doğru koştuğunu görüyor. Sırtında kolalı basma gömlek, yeleğinin bütün düğmeleri çözük bir adam, köpeğin peşinden koşuyor, kovalıyor. Basma gömlekli adam, bir aralık vücudunu uzunlamasına ileri doğru atarak yere yuvarlanıyor,

P

Page 58: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

köpeği de arka ayaklarından yakalıyor. Gene köpek sesi ve birisinin: “Bırakma!” diye bağırdığı du yuluyor. Dükkânların kapılarından satıcıların yarı uykulu yüzleri görünüyor. Biraz sonra da odun deposunun çevresin de bir anda, yerden bitmiş gibi bir kalabalık toplanıyor.

Polis:‒ Galiba bir vukuat var, bay komiser, diyor.Oçumelov, sola yarım çark edip kalabalığın toplandığı

yere doğru ilerliyor. Odun deposunun kapısının tam yanın da biraz önce tarif edilen yelek düğmeleri çözük adamın ayakta durduğunu, sağ elini havaya kaldırarak kanlı par mağını ora-da toplanan halka teşhir ettiğini görüyor. Yarı sarhoş yüzün-de: “Sabret, ben sana şimdi gösteririm kah pe!” diyen bir ifade var. Zaten kanlı parmağı da bir zafer bayrağını andırıyordu.

Oçumelov, bu adamın kuyumcu Hıryukin olduğunu gö-rüyor. Kalabalığın ortasında, ayaklarını iki yana açarak bütün vücuduyla titreyen, bu vukuatın asıl sorumlusu, be yaz tüylü, sivri burunlu, sırtı sarı sarı benekli bir tazı yav rusu yerde otu-ruyor. Hayvancağızın üzgün gözlerinde ümitsizlikle karışık dehşet okunuyor.

Oçumelov, kalabalığı yararak:‒ Buraya niçin toplandınız, diye soruyor. Neye top-

landınız? Senin parmağına ne oldu?.. Kimdi o bağıran?Hıryukin, avcunun içine öksürerek:‒ Gidiyordum, bay komiser; şöyle kenardan, hiç kimse-

ye dokunmadan, diye anlatmaya başlıyor. Mitriy Mtiriç’le odundan falan konuşacaktık. Birdenbire bu al çak, durup du-

Page 59: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

rurken parmağıma yapışmaz mı?... Beni ma zur görün, ben işçi bir adamım. İşim de ince bir iştir. Ba na tazminat versinler çünkü bu parmağımı belki bir hafta kımıldatamam. Hayvan-ların yüzünden insanların zarar görmesine ne yasa ne de ada-let müsaade etmez. Eğer herkes birbirini ısırmaya kalkarsa bu dünyada yaşamamak daha hayırlı.

Oçumelov, öksürerek kaşlarını yukarı aşağı oynatıyor, sonra sert bir sesle:

‒ Hım... Peki, diyor. Peki, bu kimin köpeği? Ben bu işi böyle bırakmam. Köpekleri başıboş sokaklarda do laştırmanın ne demek olduğunu gösteririm. Kararlara bo yun eğmek iste-meyen bu gibi baylara dikkat etmek zama nı geldi. O keratayı cezaya çarptırırsam köpeklerle sair serseri hayvanları, sokağa salıvermenin ne demek oldu ğunu hemen anlar. Ona Hanya ile Konya’yı gösteri rim.

Polis memuruna:‒ Yeldirin, diyor, bu köpeğin sahibinin kim olduğu nu öğ-

ren de zabıt tut. Köpeği de hemen öldürmeli. He men Belki de kuduzdur. Size soruyorum, bu kimin kö peği?

Kalabalığın arasından birisi:‒ Galiba General Jigalov’un diyor.‒ Ne? General Jigalov’un mu? Hım?... Yeldirin. Şu kapu-

tu sırtımdan çıkar bakayım. Dehşetli sıcak var. Ga liba yağ-mur yağacak da ondan.

Oçumelov, Hıryukin’e:‒ Yalnız bir noktaya aklım pek yatmıyor, diyor. Nasıl oldu

da köpek seni ısırdı. Senin parmağına hiç yetişebi lir mi? Bak

Page 60: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

o küçücük. Sense kocamansın. Anlaşılan par mağını bir çiviile yaraladın sonra da tuttun, köpek ısırdı, di ye bir yalan uy-durdun. Sizin ne millet olduğunuzu bilirim. Sizin gibi şey-tanları avucumun içi gibi bilirim.

‒ Bay komiser, alay olsun diye sigarasını köpeğin su ratına dokundurdu. O da budala değil ya, tuttu ısırıverdi. Zaten bu gürültücü, kavgacı adamın biridir, bay komiser.

‒ Yalan söylüyorsun, topal. Hem görmedin hem de yalan uyduruyorsun. Bay komiser akıllı adamdır. Kimin yalan, ki-min de Tanrı huzurunda olduğu gibi doğru söyle diğini pek iyi anlar. Yalan söylüyorsam varsın sulh mah kemesi yargıcı halletsin. Yargıcın önünde duran yasalarda bunlar yazılıdır. Şimdi herkes bir. Benim öz kardeşim de jandarma. Böylece bilmiş olun.

‒ Sus bakalım.Polis memuru büyük bir anlayışla:‒ Hayır, bu köpek generalin köpeği değil, diye söyle niyor.

Generalde böyleleri yok. Onunkiler hep av köpeği.‒ İyi biliyor musun?‒ Çok iyi biliyorum, bayım.‒ Zaten ben de biliyorum. Genaralin köpekleri, hem kıy-

metli hem de iyi cins köpeklerdir. Bu ise hiçbir şeye benze-miyor. Ne tüyü tüye benziyor ne de görünüşü var. Pis bir şey vesselam... Böyle bir köpeği de köpek diye besliyorlar ha?.. Şaşarım akıllarına. Böyle bir köpek Petersburg’da yahut Moskova’da yakalansaydı ne yaparlar dı, biliyor musunuz? Orada yasaya falan bakmazlardı, he men gebertirlerdi.

Page 61: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Hıryukin, sen zarar gördün, bu işi böy le bırakma. Onlara ibret dersi vermek gerek. Artık zama nı geldi.

Polis memuru, yüksek sesle fikir yürütüyor:‒ Belki de generalindir. Köpeğin suratında yazılı değil ki.

Demin onun bahçesinde böyle bir köpek gör müştüm.Kalabalığın arasından bir ses:‒ Elbette generalin köpeği, diyor.‒ Hım. Yeldirin, şu kaputu giymeme yardım et ba kayım.

Rüzgâr esiyor gibi. İnsanın iliklerine kadar işli yor. Bana bak, köpeği generale götürüp sorarsın. Benim bulup gönderdiği-mi de söyle. Hem de tembih et, sokağa bırakmasınlar. Kö-pek, belki kıymetli, iyi cins bir köpek tir. Eğer her rastgelen dangalak suratına sigarası ile doku nacak olursa hayvancağız berbat olur. Köpek dediğin nazik bir hayvandır. Sen de hay-van, elini indir. Mantıksız par mağını teşhir edip durma. Ka-bahat kendinde.

‒ Durun, generalin aşçısı geliyor, bir kere de ona so ralım. Hey, Prohor buraya gelir misin azizim? Şu köpe ğe bir bak da söyle, sizin mi?...

‒ Uyduruyorsun. Bunun gibileri bizim evde görülmüş değildir.

Oçumelov:‒ E, uzun uzadıya sormaya ne lüzum var, canım. di yor.

Serseri köpek olduğu besbelli. Sözü uzatmakta mana yok. Mademki ben, serseridir, diyorum, serseridir. İşte o kadar. Yok edilsin vesselam.

‒ Bu bizim değil, diyor. Bu geçen gün gelen generalin

Page 62: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

kardeşinin köpeği. Bizimki tazılardan pek hoşlanmaz. Bi-raderleri hoşlanıyorlar.

Oçumelov:‒ Ne diyorsun, generalin biraderi teşrif buyurdular, ha?

Biraderleri Vladimir İvanoviç, öyle mi, diye sorarken yüzün-de nazik bir gülümseme beliriyor. Bak sen!.. Benim haberim bile yoktu. Misafirliğe mi geldiler?

‒ Evet, misafirliğe.‒ Bak sen şu işe. Ağabeylerini görecekleri gelmiş demek.

Benimse bundan haberim bile yoktu. Demek on ların köpe-ği? Çok memnun oldum. Onu al, birader. Fe na köpecik de-ğil. Hem de öyle çevik ki... Bu herifin par mağını, hap diye ısırıvermiş Ha-ha-ha ... E, e, neye titri yorsun, bakayım? Hırrr hırrr. Kızıyor, haylaz. Seni gi di yaramaz seni.

Prohor köpeği çağırıyor. Onunla beraber odun depo-sundan uzaklaşıyor. Ahali, Hıryukin ile alay ediyor, kah-kahalarla gülüyor.

Oçumelov da ona parmağıyla gözdağı vererek:‒ Sabret, bir gün, elbet, senin de yuvanı yaparım di ye ba-

ğırıyor. Kaputuna sarılarak pazar meydanından geçi yor, yo-luna devam ediyor.

Page 63: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

FELAKET

olçin bölgesinin en iyi ustası, en külhani köylüsü ola-rak tanınan tornacı Tokar Grigoriy Petrov, hasta karısı-

nı Memleket Hastanesine götürüyordu. Yirmi kilometre den fazla yol almak gerekliydi. Üstelik yol da berbat mı berbat. Öyle bir yol ki tornacı Grigoriy gibi bir haylaz de ğil, posta sürücüsü bile geçmeyi göze alamazdı. Karşıdan soğuk, ısırıcı bir rüzgâr Grigori’nin yüzüne çarptı. Nereye baksan havada kar bulutları oynaşıyordu. Öyle ki insan karın gökten mi, yerden mi geldiğini fark edemiyordu. Kar, sis içinde ne tarla ne telgraf direkleri ne orman gö rünüyordu. Grigoriy, üstü-ne doğru kuvvetli bir rüzgâr es tiği zaman hamutu bile göre-miyordu. Arık, kart, kuvvetsiz bir kısrak, zar zor yol alıyor, bütün gücünü diz boyu kar dan ayaklarını kurtarmak, başını sallamak için harcıyordu. Tornacı acele ediyor, durduğu yer-de duramıyor, telaşlı te laşlı zıplıyor, kısrağı durmadan kırbaç-lıyordu. Tornacı bir ara mırıldandı:

‒ Hey, Matryona, ağlama… Biraz sabret canım. İnşal-lah hastaneye varır varmaz iyi ederler seni. Pavel İvaniç sana damla verir yahut kan aldırtır yahut lütfeder de alkol le fa-lan oğdurur. Bu da hemen kasığındaki ağrıyı alıverir. Pavel

G

Page 64: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

İvaniç elinden geleni esirgemez. Bağırır, çağı rır, tepinir ama yine de elinden geleni yapar. İyi bir beye fendidir, naziktir. Neme lazım, Allah sağlık versin ona. Biz varır varmaz odasın-dan fırlar, sövüp saymaya başlar. “Na sıl? Bu ne demek?” diye bağırır. “Ne diye vaktinde gelme din? Ben her Allah’ın günü bir köpek gibi siz iblislerle mi uğraşıp duracağım? Ne diye sabahleyin gelmedin? Defol! Gözüm görmesin seni. Yarın gel ” Ben de: “Sayın Doktor Pavel İvaniç, pek sayın asil bayım!” derim. Hay Allah ce zanı versin senin at gibi, haydi yürü iblis De-e-eh!

Tornacı, atını kırbaçladı ve karısına bakmadan mırıl-danmaya devam etti:

‒ “Sayın Bayım, istavroz üzerine yemin ederim ki tan yeri ağarırken yola çıktım. Ama Tanrı gazaba gelip böyle bir kar tipisi gönderirse insan nasıl vaktinde gelir? Daha cins bir at bile bu havada yola çıkmaz, benimki ise görüyorsunuz, at değil, yüz karası ” Pavel İvaniç, kaşlarını çatar, bağırır: “Bili-rim sizi ben, bilirim Her zaman bir se bep uyduruyorsunuz. Sen yok musun Girşka, ne mal oldu ğunu çoktan öğrendim. Herhâlde yolda beş altı defa durup meyhaneye uğramışsın-dır.” Ben de derim ki: “Pek asil ba yım, cani miyim ben, din-siz miyim? Nerede ise Allah’a ru hunu teslim edecek. Böyle iken ben meyhanelere mi koşa cağım? Allah saklasın, ne di-yorsunuz efendim? Bu meyha nelerin Allah belasını versin.” O zaman Pavel İvaniç seni hastaneye almalarını emreder. Ben de ayağına kapanı rım. “Pavel İvaniç, asil bayım, size candan teşekkür ede riz. Köylüyüz, aklımız ermez. Kusurumuza bak-mayın. Da yak atmalı bize, dayak!.. Sizse bizimle uğraşmaktan,

Page 65: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

bizim için kar tepmekten çekinmiyorsunuz.” Pavel İvaniç de san ki dövmek istiyormuş gibi bakar, sonra der ki: “Aptal he-rif, ayaklarıma kapanacağına, votka içeceğine ailene bak sana. Sana sopa çekmeli, sopa!..” Gerçekten dövmeli Pavel İvaniç, vallahi dövmeli Ama nasıl olur da ayağınıza ka panmam. Siz ki bizim velinimetimizsiniz, öz babamızsınız. İnan olsun, Allah’ın huzurunda söz veriyorum. Ya lan söylersem yüzüme tükürün. Matryna iyileşir iyileşmez, ne emrederseniz hatırı-nız için hemen yaparım. Kayın ağa cından bir sigara kutusu, isterseniz kroket oyunu için top lar yaparım. Hem Avrupa malı gibi. Sizin için her şeyi yaparım bir kapik bile almadan. Moskova’da böyle bir si gara kutusu için sizden dört ruble is-terler. Ben bir kapik bi le almam.” Doktor gülmeye başlar, der ki: “Peki peki, bili rim iyi adamsın ama gel gelelim sarhoşun birisin.”

‒ “Hey karı, ben bir beyefendi ile nasıl konuşulacağı nı bilirim. Kendisi ile konuşmayı beceremeyeceğim bir bey yok-tur. Allah vere de yolu şaşırmasam. Ama ne tipi! Göz gözü görmüyor.”

Tornacı durmadan mırıldandı. İçine çöken ağır duygu-yu biraz olsun dindirmek için makine gibi boyuna konuşu-yordu. Ağzından birçok sözler dökülüyor ama kafasında ki düşünceler, sorular gittikçe çoğalıyordu. Felaket, Tornacı’ya birden, beklenmedik bir zamanda bastırmıştı. Hâlâ kendisi-ne gelip vaziyeti kavramaktan uzaktı. O ana kadar kaygısızca ne acı ne sevinç duymadan, içip içip yarı yarı ya kendinden geçerek, rahat rahat yaşıyordu. Şimdi ise bir denbire içinde müthiş bir acı çökmüştü. O vurdumduymaz, haylaz, ayyaş

Page 66: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

adam, birdenbire işi gücü olan; kaygılı, ace leci, hatta tabiatla savaşan bir adam oluvermişti.

Tornacı, felaketin dün akşamdan beri başladığını ha tırladı. Dün akşam, her zamanki gibi evine sarhoş döndü ğünde, eski alışkanlıkla sövüp saymaya, yumruklarını sal lamaya başlayın-ca karısı, kavgacı kocasına şimdiye kadar bakmadığı bir gözle baktı. Başka zamanlarda ihtiyar göz leri; çok dayak yiyen, yarı aç, yarı tok köpekler gibi acık lı, uysal bir bakışla bakardı. Şimdi ise kutsal resimlerde azizlerin yahut can çekişenlerin gözleri gibi ona sert sert, hiç kımıldamadan bakıyordu. İşte bu garip, hoşa gitmeyen bakış, felaketin başlangıcı olmuş-tu. Şaşırıp kalan tornacı, komşusuna yalvardı, yakardı, bir at aldı. Şimdi de ihtiyar kadını hastaneye götürüyor, doktorun tozlarla, merhem lerle ihtiyar karısının gözlerine eski bakışını vereceğini umuyordu.

Mırıldanarak söyleniyordu:‒ Martyona, kulak ver dediklerime. Pavel İvaniç sa na da-

yak atıp atmadığımı sorarsa hiç atmaz de. Ben de sa na bir daha dayak atmam. İstavroz üzerine yemin ederim. Zaten seni kızdığım için dövmezdim ki... Öyle işte, iş olsun diye. Sana acıyorum, bak seni hastaneye götürüyorum, başkası olsa aldırış bile etmezdi. Bense elimden geleni yapıyorum. Amma da yaman tipi ha ya Rabbi, canımız sa na emanet. Allah vere de yolumuzu şaşırmasak. Yanla rın ağrıyor mu? Matryona ne diye susuyorsun? Sana soru yorum: Ağrıyor mu yanların?

Garip değil mi, ona ihtiyar karısının yüzünde kar eri-miyor gibi geliyor, yüzü de uzamış, kirli bir bal mumu ren gi almış, ciddileşmiş, sertleşmiştir:

Page 67: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Amma da budalasın ha! Ben iyilik olsun diye... Vallahi ama sen, şey... Hey gidi budala! Vallahi kızar sam seni Pavel İvaniç’e götürmem.

Tornacı dizginleri bıraktı. Düşünmeye başladı. Başını çevirip ihtiyar karısına bakmaya cesaret edemedi: Korkunç şey!.. Ona bir şey sorup da karşılık alamamak daha korkunç bir şey. En sonunda bu belirsizlikten kurtulmak için yüzü ne bakmadan kadının soğuk elini yokladı. Kaldırdığı el, taş gibi yere düştü. “Öldü demek. Amma da iş yahu!”

Tornacı ağlamaya başladı. Acımadan çok can sıkıntı sı duydu. Bu dünyada her şey ne çabuk olup bitiyordu. Felake-tin başlaması ile bitmesi bir oluyor. Karısıyla yaşa maya, ona maksadını anlatmaya, acımaya vakit kalmadan kadın ölüver-di. Onunla kırk yıl yaşamıştı ama bu kırk yıl sanki tamamıyla bir sis içinde geçti. İnsan, sarhoşluk, kavga, yoksulluk içinde yaşadığını bilmiyor ki... Ona acı dığını, ona karşı suçlu ol-duğunu, onsuz yaşayamayacağı nı anladığı bir sırada kadın, sanki inat olsun diye ölüver di işte.

Eskiyi hatırlayarak:“Hâlbuki gidip ekmek dilenirdi, diye düşündü. Onu ben

gönderirdim. Aptal karı, daha on yıl yaşasaydı, ne olurdu? Şimdi benim sahiden kötü olduğumu sanır. Aman ya Rabbi, şimdi böyle nereye gidiyorum sanki? Onu şimdi tedavi etmek değil, gömmek lazım. Haydi gerisin geriye dön.”

Tornacı, geri döndü ve alabildiğine atı kırbaçladı. Yol git-tikçe daha çok berbatlaştı.

Page 68: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Hamut artık hiç görünmüyordu. Ara sıra kızak, bir çam fidanı üzerine doğruluyor, gözlerinin önünde beliren koyu bir şey tornacının elini tırmalayıp geçiyordu. Tekrar gözle-rinin gördüğü yere kadar her şey, bembeyaz savrulup gidi-yordu. Tornacı: “Ah tekrar yaşayabilse!” diye düşündü.

Matryona’nın kırk yıl önce genç, güzel, neşeli bir kız olduğunu, zengin bir evin kızı olduğunu hatırladı. Bu kızı ona sanatına güvendikleri için vermişlerdi. İyi yaşamak için bir eksikleri yoktu. Ama felakete bakın ki düğünden sonra tandır üzerinde sızıp kaldı. O günden beri bir daha da ayıla-madı. Düğün, bugünkü gibi hatırında ama düğünden sonra olup bitenleri öldürsen hatırlayamazdı. Yalnız içtiği ni, yan gelip yattığını, dayak attığını hatırlıyor, o kadar. Kırk yıl işte böyle boşu boşuna geçti gitti.

Beyaz kar bulutları, yavaş yavaş kurşuni bir renk alma ya başladı. Karanlık bastırıyordu. Tornacı birdenbire:

‒ Nereye gidiyorum, diye düşündü. Ölüyü gömmem la-zım. Bense hastaneye gidiyorum. Sersem gibi oldum.”

Tornacı tekrar atını geri çevirdi, tekrar kırbaçladı. Kıs rak bütün kuvvetini toplayıp, burnundan soluyarak hafif bir tı-rısla koşmaya başladı. Tornacı durmadan atın sırtını kırbaçla-yıp durdu. Arkada bir tıkırtı duyuldu. Tornacı başını arkaya çevirmeden de bu sesin ne olduğunu anladı. Bu, rahmetli karısının kızağa çarpan kafasının çıkardığı sesti. Hava gittik-çe kararıyordu. Rüzgâr gitgide daha so ğuk, daha ısırıcı olma-ya başladı. Tornacı “Ah, tekrar ya şayabilse!..” diye düşündü. “Yeni bir torna aleti tedarik ederek siparişler alır, paraları ko-cakarıya verirdim. Hey gidi hey!..”

Page 69: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Derken bir süre sonra dizginler elinden kayıp düştü. Dört bir yanında dizginleri aradı, bulup kaldırmak istedi ama bir türlü bulamadı. Elleri hareket etmiyordu.

“Ne çıkar, diye düşündü, at kendiliğinden gider, yolu bi-liyor. Şimdi biraz uyuyabilirim. Gömme töreni yapı lıp duası okununcaya kadar yatabilirim.”

Tornacı gözlerini kapattı, uyukladı. Biraz sonra atın dur-duğunu hissetti. Gözlerini açtı. Önünde kulübeyi yahut ot yığınını andıran kapkara bir şey gördü.

Kızaktan inip işin aslını öğrenmeli ama üstünde öyle bir uyuşukluk vardı ki ona kımıldamaktansa olduğu yerde do-nup kalmak daha iyi görünüyordu. Sonra, rahat bir uy kuya daldı.

Duvarları boyalı büyük bir odada gözlerini açtı. Pence-reden güneşin parlak ışığı giriyordu. Tornacı karşısında bir-takım insanlar gördü. İlk iş olarak kendisinin aklı başın da, anlayışlı bir adam olduğunu göstermek istiyordu.

Kocakarı için bir cenaze töreni hazırlamalı. Papaz efendi-ye söylemeli de.

Birisi sözünü kesiyor:‒ Peki peki. Sen yat hele.Tornacı, önünde doktoru görünce şaşırdı.‒ Velinimetimiz, Pavel İvaniç ağabeyciğim.Yataktan sıçramak, hekimin ayaklarına kapanmak isti yor

ama elleri ile ayaklarının kendisine itaat etmediğini görüyordu.‒ Asil bayım, ayaklarım nerede, ellerim nerede?

Page 70: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Ayaklarına, ellerine veda et. Dondurmuşsun Ee, ne ağ-lıyorsun? Yaşayacağın kadar yaşadın, Allah’a şükret. Herhâlde altmış yıl yaşamışsındır. Yeter sana.

‒ Felaket, ah sayın büyüğüm. Felaket bu. Affedin. Beş altı yılcık daha.

‒ Niçin, ne yapacaksın sanki?‒ At bizim değil, geri vermek lazım. Kocakarıyı gömmeli.

Bu dünyada da her şey ne kadar çabuk oluyor. Velinimeti-miz, Pavel İvaniç kayın ağacından iyi bir siga ra kutusu yapa-rım. Kroket topları yaparım.

Doktor, kapat çeneni der gibi elini sallayıp koğuştan çıktı. Tornacıya Allah rahmet eylesin!

Page 71: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

MASKE

... kulübünde yardımsevenler derneğince bir maske li balo yahut yerli kızların dedikleri gibi çiftler balosu

ve riliyordu.Saat akşamın yedisiydi. Dans etmeyen, yüzleri maske siz

“aydınlar” (Bunlar beş kişiydi.), kulübün okuma salo nunda büyük bir masanın çevresine oturmuşlardı. Ellerin deki gaze-teler burunlarını, sakallarını örtüyordu. Böyle ki misi gazete okuyor, kimisi uyukluyor, çok liberal başkent gazetelerinden birinin muhabirinin söylediğine göre düşün celere dalmış bu-lunuyorlardı.

Dans salonunda “Vyuşka” kadrilinin nağmeleri duyu-luyordu. Garsonlar, ayaklarıyla patırtı ederek, yemek ta-kımlarını şıngırdatarak durmadan kapının yanından gelip geçiyorlardı. Okuma salonundaysa çıt yoktu.

Ansızın pes ve kısık bir sesin:‒ Burası galiba her yerden rahat, dediği duyuldu. Bu ses,

sanki borunun içinden geliyordu. Buraya gelin, çocuk lar! Buraya gelin!

Kapı açıldı. Okuma salonuna geniş omuzlu, sağlam yapılı

Page 72: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

bir adam girdi. Sırtında arabacı elbisesi, başında ta vus tüylü bir şapka, yüzünde de maske vardı. Onun arka sından gene maskeli iki bayan, elinde tepsi bulunan bir garson içeri gir-diler. Tepside kursaklı bir likör şişesi, üç şi şe kırmızı şarapla birkaç kadeh vardı.

Erkek:‒ Buraya gelin. Burası daha serin, dedi. Tepsiyi masa ya

koy. Oturun, bayanlar Je vous prie â la trimontran. Siz de bay-lar, biraz öteye çekilin. Şimdi okumanın sırası değil.

Erkek, durduğu yerde şöyle bir sallandı, dergilerden bir-kaçını masanın üstünden yere süpürdü.

‒ Buraya koy. Siz de okuyan beyler, biraz öteye; ga-zetelerle, siyasetle uğraşmanın sırası değil. Bırakın

Okumuşlardan biri, gözlüklerinin altından maskeliye bakarak:‒ Biraz yavaş konuşmanızı rica ederim, dedi. Burası büfe

değil, okuma salonudur. Burada içki içilmez‒ Neden içilmezmiş? Masa mı sallanıyor, yoksa tavan mı

çöker? Acayip ama fazla konuşacak vakit yok! Ga zeteleri bı-rakın. Biraz okudunuz ya, yeter; böyle de çok akıllısınız, hem de gözlerinizi bozarsınız ama her şeyden önemlisi ben istemi-yorum, işte o kadar

Garson, tepsiyi masaya koydu, peçeteyi koluna asarak kapının yanında durdu. Bayanlar, hemen kırmızı şaraptan içmeye başladılar.

Tavus tüylü adam:‒ Gazeteleri bu içkilere tercih eden böyle akıllı insan lar da

varmış, şaşılacak şey doğrusu, diyerek kadehine li kör doldurdu.

Page 73: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Anladığıma göre beyler, içki içecek para bulamadığınız için gazeteleri seviyorsunuz. Öyle, değil mi? Ha-ha!... Okuyorlar. Peki, orada ne yazılı? Gözlüklü beyim, hangi gerçekleri oku-yorsunuz? Ha-ha! E, yeter ar tık! Aksiliği bırak da içmene bak.

Tavus tüylü erkek, yerinden biraz kalkarak gözlüklü ada-mın elindeki gazeteyi kaptı. Gözlüklü, sarardı; sonra kı zardı, şaşkınlık dolu gözlerle öteki aydınlara baktı, onlar da onun yüzüne baktılar.

Gözlüklü kızgın kızgın:‒ Nerede olduğunuzu unutuyorsunuz, beyefendi, dedi.

Okuma salonunu meyhaneye çevirdiğiniz yetmiyormuş gi-bi üstelik saygısızlık ederek başkasının elinden gazetesini ka-pıyorsunuz. Ben, buna izin veremem. Karşınızdakinin kim olduğunu biliyor musunuz beyefendi? Ben, banka müdürü Jestyakov’um.

‒ Jestyakov falan bana vız gelir. Gazeteye gelince onun da layık olduğu itibar budur.

Erkek, gazeteyi yukarı kaldırıp parça parça etti.Jestyakov, büsbütün şaşırarak:‒ Beyler, bu ne biçim şey, diye mırıldandı. Bu, şaşıla cak;

bu, akıl almaz bir şey.Maskeli erkek:‒ Kızdılar, diye güldü. Aman, aman korktum. Dizle rimin

bağı çözüldü. Bana bakın beyler, şakayı bir yana bı rakalım, sizinle çene yarıştırmak istemiyorum. Burada bayanlarla baş başa kalarak keyfetmek istediğim için fazla konuşmadan dı-şarı çıkmanızı rica ederim. Buyurun Sa yın Belabuhin, haydi

Page 74: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

çek arabanı, yallah! Niye suratını ek şittin? Mademki çık di-yorum, çık. Haydi çabuk ol yoksa ense köküne tokadı yersin.

Eytam Bankası veznedarı kızardı, omuzlarını silkerek:‒ Yani bu ne demek, diye sordu. Doğrusu anlamıyo rum.

Saygısızın biri buraya hücum ediyor ve sonra da böyle sözler söylemeye başlıyor:

Tavus tüylü erkek kızdı:‒ Saygısız da ne demek, diye bağırarak masaya öyle bir

yumruk indirdi ki tepsideki bardaklar zıpladı. Sen bunu kime söylüyorsun? Beni maskeli gördün de ağzına geleni söyleyebileceğini mi sanıyorsun? Mıymıntı seni! Madem ki çık diyorum, çık! Banka müdürü, haydi, iyilikle çek ara banı! Hepiniz çıkın. Hiçbir keratanın burada kalmasını is temem. Haydi, defolun, bakayım.

Heyecandan gözlüğünün camları bile terleyen Jestyakov:‒ Şimdi görürüz, dedi. Ben size gösteririm. Hey, nö betçiyi

buraya çağırın!Bir dakika sonra yakasında açık mavi renkli bir kurdela

bulunan dans etmekten yorulmuş, kısa boylu, kızıl saçlı nö-betçi içeri girdi.

‒ Lütfen dışarı çıkın, dedi. Burada içki içmek yasak tır! Büfeye buyurun.

Maskeli erkek:‒ Sen de nereden çıktın, diye sordu. Ben seni çağır dım mı?‒ Sen diye seslenmemenizi rica ederim, lütfen dışarı çıkın.‒ Bana bak, azizim, sana üç dakikalık bir mühlet veri-

yorum. Hem nöbetçi hem de buranın büyüğü olduğun için

Page 75: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

işte bu artistlerin kollarına gir de dışarı çıkar. Burada yaban-cıların bulunması benim bayanların hoşuna gitmiyor. Sıkı-lıyorlar, bense kendi paramla onları doğal hâlleriyle görmek isterim.

Jestyakov:‒ Galiba bu avanak, ahırda bulunmadığını hâlâ anla-

mıyor, diye bağırdı. Çağırın buraya Yevstrat Spridoniç’i!Kulübün her yanından “Yevstrat Spridoniç” sesleri duyul-

du. “Yevstrat Spridoniç, nerede?”Resmî üniformalı, polis müdürü ihtiyar Yevstrat Spri-

doniç, gelmekte gecikmedi.Korkunç gözlerini fal taşı gibi açıp yağla kalıplanmış bı-

yıklarını oynatarak kısık sesiyle:‒ Buradan çıkmanızı rica ederim, dedi.Erkek:‒ Aman korktum, diye söylendi. Neşesinden de bir kahka-

ha attı. Vallahi, billahi korktum. Yeryüzünde ne ka dar korkunç şeyler varmış, hay Allah benim cezamı versin! Bıyıklar, tıpkı kedi bıyıkları gibi... Gözlerini açmış… He- he-he!

Yevstrat Spridoniç, var kuvvetiyle:‒ Fikir yürütmemenizi rica ederim, diye bağırarak hır-

sından titredi. Buradan çık! Yoksa seni şimdi zorla dışa rı attırırım!Okuma salonunda akla hayale gelmeyecek bir gürültü kop-

tu. Pancar gibi kızaran Yevstrat Spridoniç, tepinerek bağırıyordu. Jestyakov bağırıyor, Belabuhin bağırıyordu. Okumuşların hepsi bağırıyorlardı ama hepsinin sesini maskeli erkeğin boğuk, pes

Page 76: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

sesi bastırıyordu. Bu kargaşa lık yüzünden danslar durdu halk, dans salonundan okuma salonuna akın etti.

Yevstrat Spridoniç, meseleye daha çok azamet vermek için kulüpte bulunan bütün polis memurlarını topladı, zabıt tut-maya oturdu.

Maskeli erkek, zabıt kâğıdına parmağıyla dürterek:‒ Yaz bakalım, yaz diyordu. Şimdi ben zavallının hâ li ne

olacak? Ah, ne bahtsız adammışım! Ben öksüzü niçin mahve-diyorsunuz? Ha-ha-ha! E, nasıl? Zabıt hazır mı? He piniz imza-ladınız mı? Öyleyse şimdi şuraya bakın Bir. İki. Üç ...

Erkek yerinden kalktı, vücudunu gererek yüzündeki maske-yi çıkarıp attı. Sarhoş yüzünü açıp oradakilerin üze rinde bırak-tığı tesiri hayran hayran seyrettikten sonra ken dini bir koltuğa attı. İçten gelen bir sevinçle güldü. Tesir, gerçekten de korkunç oldu. Okumuşlar, şaşkınlıkla bakış tılar, sarardılar, enselerini ka-şıdılar. Yevstrat Spridoniç, farkında olmadan büyük bir budala-lık yapan bir insan gibi öksürdü.

Gürültü eden adamın, yerli ve tanınmış bir aileden bir milyoner, fabrikatör Pyatigorov olduğunu gördüler. Reza-letleri ile, hayırseverliği ile, yerli gazetenin birçok defa yazdığı gibi, eğitim işlerine karşı gösterdiği sevgiyle tanın mıştı.

Bir dakika kadar sustuktan sonra Pyatigorov:‒ Gidecek misiniz, gitmeyecek misiniz, diye sordu.Aydınlar, hiçbir şey söylemeden, parmaklarının ucuna

basarak okuma salonundan sessizce çıktılar. Pyatigorov, onla-rın arkasından kapıyı kilitledi.

Page 77: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Yevstrat Spridoniç, okuma salonuna şarap getiren gar-sonu omuzlarından sarsarak yavaş, kısık bir sesle:

‒ Onun Pytigorov olduğunu sen biliyordun, diye söy-leniyordu. Niçin bize haber vermedin?

‒ Pytigorov Beyefendi söylemememi istediler.‒ Söylemesini istememişmiş. Seni hınzır seni. Bir ay ko-

dese tıkarsam o zaman “söylememek ne demekmiş” anlarsın. Defol!..

Sonra okumuşlara dönerek:‒ Size de diyecek yok doğrusu, baylar, dedi. İsyan çıkar-

dınız. On dakika için okuma salonundan çıkamaz mıydınız? Şimdi, buyurun cenaze namazına!.. Of, baylar, baylar! Böyle şeylerden hiç hoşlanmam, vallahi hoşlan mam.

Okumuşlar, meyus, kederli, süt dökmüş kediler gibi ku-lüpde dolaşıyor, uğursuz bir şeyin yaklaştığını duyarak fısıl-daşıyorlardı. Kadınları, kızları da Pyatigorov’un da rıldığını, kızdığını anlayınca bir kenara sindiler. Biraz son ra evlerine dağılmaya başladılar. Danslar durdu.

Gece saat ikide Pyatigorov okuma salonundan çıktı; çok sarhoştu, sağa sola yalpa vuruyordu. Salona girince or-kestranın önünde oturdu, çalgı sesiyle uyuklamaya başladı. Sonra başı hüzünlü hüzünlü önüne düştü, horlamaya başla dı.

Nöbetçiler, elleriyle çalgıcılara işaret ederek:‒ Çalmayın. Sus!.. Yegor Niliç uyuyor.Belabuhin, milyonerin kulağına doğru eğilerek:‒ Evinize kadar götürmemi emretmez misiniz, Yegor Ni-

liç, diye sordu.

Page 78: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Pyatigorov, yanağına konan bir sineği üfleyerek kov mak ister gibi dudaklarını şişirdi.

Belabuhin tekrar etti:‒ Eve kadar götürmemi emretmez misiniz yahut söy leyin

de faytonunuzu hazırlasınlar?‒ Ha? Ne? Kimi? Sen ne istiyorsun?‒ Evinize uğurlamak. Uykunuz geldi de.‒ Eve gitmek isterim. U-ğur-la...Belabuhin’in yüzü sevinçle parladı. Hemen Pyatigorov’u

kaldırmaya başladı. Öteki okumuşlar da yardıma koştular. Sevinçlerinden gülümseyerek fahri hemşehriyi yerinden kal-dırıp büyük bir dikkatle faytona kadar götür düler.

Jestyakov, milyoneri faytona bindirirken neşeli neşeli:‒ Koca bir kalabalığı ancak bir artist, bir dahi böyle aldata-

bilir, diye söyleniyordu. Ben hayranım Yegor Niliç. Hâlâ gül-mekten katılıyorum… Hah-ha! İnanır mısınız? Ti yatrolarda bile böyle gülmemiştim. O kadar, o kadar gü lünçtü ki? Bu geceyi ömrüm oldukça unutmayacağım!

Okumuşlar, Pyatigorov’u uğurladıktan sonra gene ne-şelendiler, rahat bir nefes aldılar.

Jestyakov, büyük bir memnunlukla:‒ Giderken bana elini uzattı, dedi. Unuttu demek, kız-

mıyor…Yevstrat Spridoniç, içini çekerek:‒ İnşallah diye cevap verdi. Alçağın, şerefsizin biri ama

ne diyebiliriz, velinimetimiz!...

Page 79: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

İHTİYARLIK

imar Uzelkov, mezarlık kilisesinde yapılacak bazı değişiklikler için doğduğu şehre gelmişti. Burada

doğ muş, okumuş, büyümüş, evlenmişti ama vagondan çıkın-ca şehri tanıyamadı. Her şey değişmişti. On sekiz yıl önce, Petersburg’a göç ettiği sırada, şimdi istasyon yapı sının bulun-duğu yerde çocuklar tarla fareleri avlıyorlardı. Ana caddeye çıkılan yerde şimdi dört katlı “Viyana Ote li” yükseliyordu. Eskiden burada çirkin bir tahta perde uzayıp gidiyordu. Ama ne duvarlar ne evler ne başka şeyler, insanlar kadar değişme-mişti. Otel uşağını sorguya çeken Uzelkov, hatırlayabildiği insanlardan yarısının ya ölmüş ya yoksul düşmüş yahut unu-tulmuş olduğunu öğ rendi.

İhtiyar uşağa kendini sordu:‒ Uzelkov’u hatırlıyor musun? Mimar, hani karısın dan

ayrılmıştı. Svirebeyev Sokağı’nda bir de evi vardı. herhâlde hatırlarsın

‒ Hatırlamıyorum.‒ Nasıl hazırlamazsın canım? Gürültülü bir davaydı, bütün

arabacılar biliyorlardı. Hele bir hatırla. Boşanma işi ni avukat Şapkin üzerine almıştı. Tanınmış madrabaz. Ha ni kulüpte kendisine dayak atmışlardı.

M

Page 80: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ İvan Nikolayiç mi?‒ Ta kendisi. Nasıl sağ mı? Öldü mü?‒ Allah’a şükür sağ. Şimdi noterlik ediyorlar. Çok iyi ya-

şıyorlar, Kirpiçniy Sokağı’nda iki evleri var. Geçenlerde kız-larını evlendirdiler.

Uzelkov, odasında bir aşağı bir yukarı dolaştı; biraz dü-şündü, can sıkıntısından Şapkin’i görmeye karar verdi. Otel-den çıkıp yavaş adımlarla Kirpiçniy Sokağı’na doğru yürüdü-ğü zaman öğle olmuştu. Şapkin’i dairesinde buldu, güçlükle tanıyabildi. Bir zamanlar güzel yapılı, kurnaz bir avukat olan, azametli, saygısız, hep sarhoş gezen, yüzün den ayyaşlık akan Şapkin, şimdi alçakgönüllü, ak saçlı, za yıf vücutlu bir ihtiya-ra dönmüştü.

Uzelkov:‒ Beni tanıyamadınız galiba, unutmuşsunuzdur, diye söze

başladı. Ben sizin eski müşterilerinizden Uzelkov’um.Şapkin hemen hatırladı, tanıdı, şaşırdı. Hayret sesleri, so-

rular, hatıralar yağmaya başladı.Şapkin, heyecanlanarak:‒ Doğrusu hiç beklemiyordum Hiç ummuyordum diye

mırıldanıyordu. Ne ikram edeyim? Şampanya mı is tersiniz? İstiridye mi? Aziz dostum, vaktiyle sizden o ka dar çok para çektim ki şimdi ne sunacağımı bilmiyorum.

Uzelkov:‒ Hiç rahatsız olmayın, dedi. Vaktim dar. Şimdi me-

zarlığa giderek kiliseyi gözden geçirmek zorundayım. Si pariş aldım da.

Page 81: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Çok güzel! Yer, içer beraberce gideriz. Atlarım çok güzel-dir. Sizi hem oraya kadar götürür hem de kilise müte vellisiyle tanıştırırım. Sizin için her şeyi yaparım. Niçin öyle benden çekiniyormuş, korkuyormuş gibi davranıyorsu nuz, azizim? Yaklaşın, yaklaşın. Şimdi, artık korkacak hiç bir şey kalma-dı… He-he-he… eskiden sahiden kurnaz, bece rikli, açıkgöz bir insandım. Benimle kimse boy ölçüşemezdi. Şimdiyse ses-siz bir adam oldum, ihtiyarladım, ev bark sahi biyim... çocuk-larım var. Artık ölmek zamanı da geldi.

Ahbaplar, yiyip içtikten sonra çift atlı kızağa binerek şehir dışına, mezarlığa doğru yola çıktılar.

Şapkin, kızağa iyice yerleşerek:‒ Hey gidi ne günlerdi, ne günler, diye söylendi. İn san dü-

şünüyor da bir türlü inanası gelmiyor. Karınızla ay rıldığınızı hatırlıyor musunuz? Yirmi yıl kadar oluyor. Bel ki de siz her şeyi unutmuşsunuzdur ama ben sizi dün ayır mışım gibi ha-tırlıyorum. Allah’ım, o zaman ne kadar uğ raşmıştım Kurnaz, becerikli, açıkgöz bir gençtim. Karı şık bir dava yakalamak için can atıyordum. Hele vekalet ücreti yüksek olursa mesela sizin davanızdaki gibi. O zaman bana ne kadar vermiştiniz? Beş altı bin. İnsan böy le bir iş için nasıl uğraşmaz? Siz o za-man Petersburg’a git tiniz, bütün davayı bana bıraktınız. Bil-diğin gibi yap dedi niz. Rahmetli karınız Sofya Mihaylovna, tüccar soyundandı ama onurlu bir kadındı. Kabahati kendi üzerine alması için onu kandırmak güçtü, çok güçtü. Bu iş üzerinde gö rüşmeye gittiğim zaman hizmetçisine bağırırdı: “Maşa, sa na alçak insanları içeri alma demiştim.” Allem et-tim, kallem ettim. kendisine mektuplar yazdım. Karşılaşmak

Page 82: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

için tesadüfler yaratmaya çalıştım ama nafile. Sonunda üçün-cü bir adam vasıtasıyla hareket etmek zorunda kaldım. Uzun zaman uğraştım, siz on bin ruble vermeye razı olduk tan son-ra ancak teslim oldu. On bine dayanamadı, karşı du ramadı. Ağladı, yüzüme tükürdü ama kabahati üzerine almaya razı oldu.

Uzelkov:‒ O, benden on değil, on beş bin almıştı galiba, dedi.Şapkin sıkılarak:‒ Evet, evet… yanlış söyledim, on beş bin, dedi. Ama

geçmiş şey, şimdi artık günahı gizlemekte mana yok. Ona on bin vermiştim, geriye kalan beş bini de kendi payıma ayırmıştım. İkinizi de aldattım. Geçmiş iş, bundan utana-cak değilim. Hem de sizden almayıp kimden alacaktım, Bo-ris Petroviç, bir kere kendiniz takdir buyurun. Siz zen gin, tok bir insandınız. Keyfiniz istemiş, evlenmiştiniz, keyfiniz istediği için boşanıyordunuz. Çok para kazanı yordunuz. Ha-tırlıyorum, bir yapı işinden tam yirmi bin rubleyi cebe in-dirdiniz. Sizden para sızdırmayıp da kimden sızdıracaktım? Hem de, itiraf ederim, kıskanıyordum. Siz varınca önünüzde şapkalarını çıkarıyorlardı, ben bir ruble için kulüpte dayak yiyor, tokatlanıyordum. Şimdi ar tık bunları hatırlamak değil, unutmak gerek.

‒ Lütfen söyler misiniz? Sonraları Sofya Mihaylovna nasıl yaşadı?

‒ On bin ruble ile mi? Çok kötü yaşadı. Bilmem ki pa ra hırsına mı kapılmıştı yoksa paraya satıldığı için vicdan, onur

Page 83: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

duyguları mı ayaklanmıştı yoksa sizi sahiden seviyor muydu? Ancak biliyor musunuz, kendini içkiye verdi. Pa rayı aldıktan sonra kızaklarla gezmeye başladı. İçki âlemle ri, cümbüşler, sefahat... Subaylarla beraber meyhaneye geldiği zaman şarap yahut daha hafif bir içki değil de göğ sünü yaksın, her şeyi unutsun diye bardaklarla konyak içer di.

‒ Evet, hercai bir kadındı o. Ben de ondan çok çek tim. Bir şeye darıldı mı sinir kesilirdi. E, sonra ne oldu?

‒ Aradan bir iki hafta geçti. Odamda oturmuş bir şey ya-zıyordum. Birdenbire kapı açıldı. Sofya Mihaylovna içeri gir-di. Sarhoştu. “Alın, dedi, geri alın kahrolasıca pa ralarınızı” ve desteyi suratıma fırlattı. Paraları topladım, saydım. Beş yüz rublesi eksikti. Yalnız bu kadarını harcayabilmişti.

‒ Bu paraları siz ne yaptınız?‒ Geçmiş iş. gizleyecek değilim. Tabii iç ettim. Neye bana

öyle baktınız? Bekleyin, hepsi bu kadar değil. Bakın daha neler olacak? Bütün bir roman, delilik. İki ay kadar sonra bir gece kötü bir durumda evime dönmüştüm. Lambayı yaktım, bir de ne göreyim, kanepede Sofya Mihaylovne oturmuyor mu? Sarhoştu, karmakarışık bir ruh hâli içindeydi. Vahşi bir görü-nüşü vardı. Cehennemden çıkmıştı sanki. “Paralarımı geri ve-rin, dedi. Düşüncemi değiştirdim. Mademki battım, büsbütün batmak, bataklığın içine gömülmek istiyorum. Haydi, kımıl-dasana, alçak, pa raları ver!” Rezalet.

‒ Tabii verdiniz… değil mi?‒ Evet, hatırlıyorum, on ruble verdim.Uzelkov, yüzünü buruşturarak:

Page 84: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Ah! Hiç öyle şey olur mu, dedi. Mademki kendiniz ver-miyor yahut vermek istemiyordunuz, hiç olmazsa bana yaz-malıydınız. Ben de bilmiyordum, vallahi, bilmiyor dum.

‒ Dostum, benim yazmam gerekmedi ki... Hastaneye düştüğü zaman kendisi size yazmıştı.

‒ Olabilir, ben o zaman yeni evlenme işiyle o kadar yük-lü idim, öyle başım dönmüştü ki gelen mektuplara ba kacak hâlde değildim. Ama siz yabancı bir insansınız, Sof ya’ya karşı bir düşmanlığınız olamazdı. Niçin ona yardım elinizi uzat-madınız?

‒ Şimdiki arşınla ölçmeye gelmez, Boris Petroviç. Biz şimdi böyle düşünüyoruz, o zamansa büsbütün başka türlü düşünüyorduk. Şimdi ona bin ruble bile verirdim, hâlbuki o zaman on rubleyi de bedava vermedim. Kötü bir hatı ra.Unutmalı, unutmalı. İşte mezarlığa da geldik.

Kızak mezarlığın önünde durdu. Uzelkov ile Şapkin kı-zaktan inip kapıdan içeri girdiler. Geniş yoldan yürüme ye başladılar. Çıplak vişne, akasya ağaçları, boz renkli haç lar, mezar taşları karla kaplanmıştı. Her kar tanesi güneşin yan-sımalarıyla pırıl pırıl yanıyordu. Burası da bütün me zarlıklar gibi günlük ve yeni kazılmış toprak kokuyordu.

Uzelkov:‒ Mezarlığımız çok güzel, dedi. Tıpkı bahçe gibi.‒ Evet ama ne yazık ki hırsızlar mezar taşlarını çalı yorlar.

İşte şu sağdaki dökme anıtın arkasında Sofya Mi haylovna ya-tıyor. Görmek ister misiniz?

Ahbaplar, sağa saptılar, derin karları çiğneyerek dök me anıta doğru yürüdüler.

Page 85: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Şapkin, beyaz mermerden bir mezar taşını göstererek:‒ İşte burada... dedi. Bu taşı mezarına bir teğmen dik-

tirmiş.Uzelkov, şapkasını çıkardı; dazlak kafasını güneşe gös-

terdi. Şapkin de ona bakarak şapkasını çıkardı. İkinci daz-lak kafa güneşte parladı. Her tarafta her şey mezar ses sizliği içindeydi. Hava bile kötüydü sanki. Ahbaplar, me zar taşının karşısında sessiz sessiz durarak düşünüyorlardı.

Şapkin sessizliği bozarak:‒ Uyuyor, dedi. Şimdi artık suçu üzerine aldığı, kon yak

içtiği umurunda bile değil. İtiraf ediniz Boris Petro viç.Uzelkov, durgun bir yüzle:‒ Neyi, diye sordu.‒ Şunu itiraf ediniz ki geçmiş günler iğrenç de olsa yi ne

bunlardan iyidir.Şapkin, bunu söylerken ak saçlarını gösterdi.‒ Ölüm saatini hiç düşünmüyordum. Ölümle karşılaş-

sam belki yüzüne gülerdim. Şimdiyse... Ne diyeyim?Uzelkov’un ruhuna garip bir hüzün çöktü. Birdenbire hıç-

kıra hıçkıra, istekle ağlamak isteği duydu. Tıpkı bir za manlar sevmek istediği gibi. Bu ağlamanın çok tatlı ola cağını, ruhu-na ferahlık vereceğini hissediyordu. Gözleri yaşarmıştı. Artık boğazı da düğümlenmişti ama yanında Şapkin duruyordu. Uzelkov da bir başkasının önünde yuf ka yüreklilik göster-mekten utandı. Yüzgeri dönerek kilise ye doğru yürüdü.

Page 86: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Ancak iki saat sonra, mütevelli ile konuşup kiliseyi gözden geçirince bir fırsatını buldu. Şapkin papazla ko nuşmaya dal-dığı bir sırada ağlamak için oraya koştu.

Dakikada bir arkasına bakarak bir hırsız gibi gizlice me-zarın yanına yaklaştı. Bu beyaz, küçük taş karşısında öyle dü-şünceli, öyle hüzünlü, öyle günahsız duruyordu ki altında ya-tan sefih, boşanmış bir kadın değil de masum bir kızdı sanki.

Uzelkov: “Ağlamalı, ağlamalı.” diye düşündü.Ama ağlama anı kaçırılmıştı artık. İhtiyar, o kadar göz-

lerini kırpıştırdı, o kadar ağlamaya çalıştı ama gözyaş ları bir türlü akmıyor, boğazı da düğümlenmiyordu. Uzelkov, on dakika daha durduktan sonra elini silkti. Şap kin’i aramaya gitti.

Page 87: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ÖĞRETMEN

nuncu sınıf öğrencilerinden Yegor Ziberov, Petya Udodov’a elini lütfen uzatıyordu. Gri kostümlü, tom-

bul kırmızı yanaklı, dar alınlı, fırça kılları gibi dik, sert saçlı, on iki yaşlarında Petya, eğiliyor; defterlerini çıkarmak için dolaba uzanıyor. Ders başlıyor.

Baba Udodov ile yapılan anlaşmaya göre Ziberov, günde iki saat Petya’ya ders verecek, buna karşılık da ay da altı rub-le alacaktır. Onu ortaokulun ikinci sınıfına hazır lamaktadır. Geçen yıl da hazırlamıştı ama Petya çaktı.

Ziberov, bir sigara tellendirerek:‒ Haydi bakalım, diye başlıyor. Size dördüncü mas tar ve-

rilmişti. Fructus’u çekimleyiniz.Petya çekimlemeye başlıyor.Ziberov, ayağa kalkarak:‒ Gene ezberlememişsiniz, diye söyleniyor. Dördün cü

mastarı altıncı defa veriyorum, bir türlü kafanıza girmi yor. Ne zaman derslerinizi hazırlayacaksınız?

Kapı arkasından öksürük sesi duyuluyor. Petya’nın ba-bası, il kâtipliğinden emekli Udodov:

O

Page 88: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Gene mi hazırlamamış, diyerek odaya giriyor. Ge ne mi? Niçin çalışmıyorsun? Ah, seni domuz seni!.. İnanır mısınız Ye-gor Alekseyiç? Dün de sopa attım.

Udodov, içini çektikten sonra oğlunun yanına oturu yor, Küner’in yıpranmış “Latince Dersleri” kitabını karış tırmaya koyuluyor. Ziberov, Petya’yı babasının önünde sı namaya baş-lıyor. Oğlunun ne kadar ahmak olduğunu var sın ahmak baba da öğrensin; lise öğrencisi, sınamak hırsı na kapılıyor. Şimdi o, bu küçük, kırmızı yanaklı, kalın ka falı Petya’dan nefret ediyor, onu dövmek isteğiyle kıvranı yor. Çocuk rastgele doğ-ru cevap verdiği zaman da bir çeşit öfke duyuyor çünkü bu Petya haylazından bıktığı kadar hiç kimseden bıkmamıştır.

‒ İkinci mastarı bile bilmiyorsunuz. Birinciyi de bil-miyorsunuz ya... Derslerinize nasıl çalıştığınızı görüyorsu-nuz? Peki, söyleyin, bakayım, meus filius’un i’li hâli nasıl dır?

‒ Meus filius’un mu? Meus filius’un i’li hâli şeydir… Şey…

Petya, uzun müddet tavana bakıyor, uzun uzadıya du-daklarını kıpırdatıyor ama cevap veremiyor.

‒ Dea’nın çoğulu nasıldır?Petya, örse vurur gibi, duraksamadan cevap veriyor:‒ Deabus, filiabus...İhtiyar Udodov takdirle başını sallıyor. Doğru cevap bek-

lemeyen lise öğrencisi öfkeleniyor.‒ İ’li hâl abus’un daha hangi adları vardır?Meğer “anima-ruh”un dahi i’li hâl abus’u varmış ki

Küner’in kitabında bu yoktur.

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Page 89: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Udodov:‒ Şu Latince de ne gösterişli, ne ahenkli bir dil diye sö ze

karışıyor. Alon, tron, bonus, antropos Şaşılacak şey! Bunların tümü de gerekli ha, diyerek içini çekiyor.

Ziberov:“Çalışmamıza engel oluyor, hayvan, diye kızıyor. Tepem-

de durmuş kontrol ediyor. Bense kontrole hiç gele mem.”Petya’ya:‒ E, gelecek sefere Latinceden gene bu dersi tekrarlar-

sınız, diyor. Şimdi de matematiğe geçelim. Taş tahtayı alın. Sırada hangi problem vardı?

Petya, taş tahtaya tükürüyor, ceketinin yeniyle siliyor. Öğretmen yazdırmaya başlıyor:

“Tüccar 138 metre siyah, 540 rublelik de lacivert çu ha al-mıştı. Lacivert çuhanın bir metresi 5 ruble, siyah çu hanın bir metresi de 3 ruble olduğuna göre her birinden ka çar metre almıştır?” Soruyu tekrarlayınız.

Petya, soruyu tekrarlıyor, sonra hemencecik, hiç kim seye danışmadan 540’ı 138’e bölmeye başlıyor.

‒ Niçin bölüyorsunuz? Durun ama tamam, devam edin. Kalıyor mu? Bu hesapta küsurat kalamaz. Verin, ben böleyim.

Ziberov, bölüyor, 3 ve küsur çıkıyor. Bunu görünce he-men siliyor.

Saçlarını karıştırmaya, kızarıp bozarmaya başlıyor:“Tuhaf, diye düşünüyor. Bu problem nasıl çözülüyor du?

Hım ... Bu, bilinmeyenlerle çözülmesi gereken bir denklemdir.

Page 90: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Hiç de aritmetik meselesi değil.”

“Hım!.. Acayip. 5 ile 3’ü toplayıp 540’ı 8’e mi böl meli? Öyle mi acaba? Hayır, böyle de olmaz.”

Petya’ya:‒ Problemi çözsenize, diyor.Udodov, Petya’ya:‒ Ne düşünüyorsun? Problem çok basit diyor. Ne ka dar

da budalaymışsın birader Yegor Alekseyiç, bari siz çözün de görsün.

Yegor Alekseyiç taş tahtayı eline alıp çözmeye başlı yor. Bu sırada kekeliyor, kızarıyor, sararıyor.

‒ Bu problem daha doğrusu cebire dayanıyor, diye mırıl-danıyor. Onu x, y’le çözmek mümkün. Ama böyle de çözüle-bilir. İşte böldüm, anlıyor musunuz? Şimdi de çı karmak gerek, anlıyor musunuz yahut biliyor musu nuz? Bu problemi yarına kadar kendiniz çözün. Üzerin de biraz düşünün.

Petya, şeytan gibi gülümsüyor. Udodov da gülümsü yor. Öğretmenin telaşının sebebini ikisi de biliyorlar. 10’uncu sı-nıf öğrencisi daha çok bozuluyor. Ayağa kalkıp bir köşeden bir köşeye dolaşmaya başlıyor.

Udodov, elini çörtkeye uzatarak içini çekiyor:‒ Bu problem cebir olmadan da çözülebilir, diyor. İş te

bakın.Çörtkeyi şıkırdatıyor, 65 ile 63 çıkıyor ki gereken de budur.‒ İşte biz, okumamış insanlar böyle yaparız.

Page 91: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Öğretmene, dayanılmayacak bir sıkıntı basıyor. Korku ile saate bakıyor. Dersin bitmesine daha 1 saat 15 dakika kaldı-ğını görüyor. Sonsuzluk kadar uzun bir zaman...

‒ Şimdi, imla dersi.İmla dersinden sonra coğrafya, coğrafyanın arkasından

din dersleri, ondan sonra Rusça, bu evrende bilim az mı ya? “Ama işte nihayet iki saat süren ders sona eriyor. Zi berov, şapkasını alıyor, Petya’ya elini lütfen uzatıyor. Son ra Udodov ile vedalaşıyor.

Cesaretsiz bir sesle:‒ Bugün bana biraz para veremez misiniz, diye soru yor.

Yarın okula kendi tahsilim için para yatırmam gerek. Bana altı aylık borcunuz var.

Udodov, Ziberov’un yüzüne bakmayarak:‒ Ha? Evet, evet, diye mırıldanıyor. Memnunlukla. An-

cak şimdi nakitim yok, şöyle bir yahut iki hafta son ra...Ziberov, razı oluyor. Ağır, çamurlu lastiklerini giyerek

başka derse gidiyor.

Page 92: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER
Page 93: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ŞİŞMANLA ZAYIF

ikolayev İstasyonu’nda iki ahbap karşılaşmıştı. Bun-lardan biri şişman, öbürü zayıftı. Şişman; biraz önce

gar lo kantasında öğle yemeğini yemişti, şimdi yağla kaplanan dudakları, olgun iki vişne gibi parlıyordu. Üstünden etrafa içtiklerinin kokusu yayılıyordu. Zayıf ise daha yeni vagon dan çıkmıştı; çantalarla, bohçalarla, mukavva kutularla yüklü idi. Kendisi de jambon ile kahve telvesi kokuyordu. Onun arka-sından, uzun çeneli, zayıf bir kadınla uzun boy lu, kısık gözlü bir lise öğrencisi başlarını uzatıyorlardı. Bunlar da karısıyla oğlu idi.

Şişman, zayıfı görünce:‒ Porfiriy, diye bağırdı. Sen misin, aziz dostum? Ne za-

mandır görüşmemiştik.Zayıf, şaşkınlıkla:‒ Aman Allah, dedi. Mişa! Çocukluk arkadaşım! Sen böy-

le nereden çıktın?İki dost kucaklaşıp üç kere öpüştüler, yaşlarla dolu gözle-

rini birbirlerine diktiler. İkisi de hoş bir şaşkınlık içindeydi.Zayıf, öpüştükten sonra:

N

Page 94: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Aziz dostum, dedi. Hiç beklemiyordum. Ne hoş raslan-tı! Dur, sana şöyle bir bakayım. Hep eskisi gibi güzel, yakı-şıklı! Hep o incelik, hep o şıklık! Ah, ya Rabbi! E, na sılsın? Zengin misin? Görüyorsun, ben evliyim. Bu, be nim karım Luiza. Aslına bakarsan Wanzenbach soyundandır. Lüterci. Bu da oğlum, Nafanail, lise üçüncü sınıf öğrencisi. Nafanail, bu benim çocukluk arkadaşım. Lisede beraber okumuştuk.

Nafanil, biraz düşündü, sonra şapkasını çıkardı.Zayıf:‒ Lisede beraber okuduk, diye devam etti. Hatırlıyor mu-

sun, seninle nasıl alay ederlerdi? Resmî okul kitabını si gara ile yaktığından seninle Herostrat, diye alay ederlerdi. Ben de ara bozmayı sevdiğimden, Ephialt adını takmışlar dı. Ha-ha-ha. Çocukluk!.. Korkma Nafanail. Onun yanına sokul. Bu da karım, aslına bakarsan Wanzenbach. Lü terci.

Nafanail, biraz düşündükten sonra babasının arkasına saklandı.

Şişman, sevinç dolu gözlerle dostuna bakarak:‒ E, nasıl yaşıyorsun, dostum, dedi. Nerede çalışıyor sun?

Rütben ne?‒ Memurum, azizim. İki yıldır denetçiyim. Stanislav ma-

dalyam var. Aldığımız aylık az ama her neyse... Ka rım musiki dersleri veriyor. Ben, ağaçtan tabaklar yapıyo rum. Çok gü-zel tabaklar. Tanesini birer rubleye satıyorum. On tane veya daha fazla alan olursa, anlıyor musun, indi rim yapıyorum. Şöyle böyle geçinip gidiyoruz. Bakanlıkta çalışıyordum. Şim-di buraya aktarıldım kısım amiri ola rak. Burada çalışacağım.

Page 95: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Ya sen, nasılsın? Herhâlde ba kanlıkların birinde daire müdü-rü falan olmuşsundur? Ha?

Şişman:‒ Hayır, dostum, biraz daha yükselt, dedi. Ben, şimdi

müsteşar oldum. İki tane yıldız madalyam var.Zayıf birdenbire sarardı, taş kesildi. Yüzü dört yana çar-

pıldı; yüzünden, gözlerinden kıvılcımlar saçılmaya baş ladı. Kendisi ezildi, büzüldü, kamburlaştı, küçüldü. Sır tındaki çantalar, bohçalar, karton kutular da büzüldü, bu ruştu. Ka-rısının zaten uzun olan çenesi daha çok uzadı; Nafanail, ha-zır ol vaziyetine geçti, dik yakalı ceketinin tüm düğmelerini ilikledi.

‒ Bendeniz, beyefendi hazretleri. Çok memnun ol dum, müşerref oldum. Denebilir ki çocukluk arkadaşı yız. Birden-bire böyle yükselmişsiniz. Hi-hi-hi...

Şişman, yüzünü buruşturarak:‒ Haydi canım, dedi. Bu tavırların burada yeri yok. Biz

seninle çocukluk arkadaşıyız, aramızda rütbe farkı olamaz.Zayıf, daha çok büzülerek gülümsedi:‒ Aman efendimiz, nasıl olur? Zatı devletlerinin lütufkâr

dikkatlerine mazhar olabilmek, aciz bendeleri için tasavvuru imkânsız bir mutluluktur. İşte bu, beye fendi hazretleri, ben-delerinin oğlum Nafanail. Zevcem cariyeniz Luiza, Lüterci olmak hasebiyle.

Şişman, bir şeyler söyleyerek karşı durmak istediyse de zayıfın yüzü kul kölelik, tatlılık, üstelik de aşırı saygı dan bir

Page 96: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

çeşit ekşilik ifade ediyordu. Müsteşarın midesi bu landı. Zayıfın bu tavırlarına daha fazla katlanamayarak ba şını çevirdi, elini uzattı.

Zayıf, uzatılan bu elin yalnız üç parmağını sıktı, yerle re dek eğilerek selam verdi. Çinliler gibi “hi-hi-hi” diye güldü. Karısı gülümsedi. Nafanail, ayaklarını birbirine çarptı. Bu sı-rada kasketini yere düşürdü. Her üçü de çok hoş bir şaşkınlık içindeydiler.

Page 97: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

HATİP

üzel bir yaz sabahı birinci sınıf kâtiplerden Kiril İvanoviç Vavilonov’u gömmeye hazırlanıyorduk. Zavallının ölü-

müne memleketimizde pek ziyade yayılan iki hastalık sebep olmuştu: biri şirret kadın, öteki de sarhoşluk.

Cenaze alayı kiliseden çıkıp mezarlığın yolunu tuttuğu zaman ölü ile beraber çalışanlardan Poplavskiy adında bir memur, arabaya atlayarak genç ama oldukça tanınmış bir adam olan ahbabı Grigoriy Petroviç Zapoykin’e gitti. Zapoy-kin birçok okurumuzun da bildikleri gibi eşsiz bir da hidir. Uyku sersemliğiyle, aç karnına, fitil gibi sarhoşken, sıtma nö-betleri geçirirken, kısacası istediğiniz her yerde, her zaman, doğumlarda, yıl dönümlerinde, mezar başların da söylev ve-rebilir. Söylevi, yağmur borusundan akan su gibi düzgün, kusursuz, boldur. Sözlüğündeki acıklı sözler, bir hamamda bulunan hamam böceklerinden daha çoktur.

Her zaman pek ustaca, hem de çok uzun söyler. Öyle ki bazen, esnaf düğünlerinde onu susturmak için polisin yar-dımına başvurmak gerekmektedir.

Poplavskiy, arkadaşını evde bularak:

G

Page 98: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Ben de sana bir iş için gelmiştim aziz dostum, de di. He-men giyin de gidelim. Bizimkilerden birisi öldü. Şimdi öbür dünyaya yolcu ediyoruz. Bunun için aziz dos tum, vedaname yerine geçecek saçma bir şeyler söylemek gerek. Bütün ümi-dimiz sende. Küçük memurlardan biri ölseydi seni rahatsız etmezdik ama ölen koskoca bir baş kâtip. Bir çeşit kalem sul-tanı. Böyle bir adamı söylevsiz gömmek yakışık almaz.

Zapoykin esnedi:‒ Ha, başkâtip Şu ayyaş herif, değil mi?‒ Evet, ayyaş. Törenden sonra gözleme ile meze de ola-

cak. üstelik araba parası alırsın. Haydi, canımın içi, gidelim Mezarı başında şöyle Çiçeron vari bir şeyler, öy le makbule geçer ki!

Zapoykin bu teklifi seve seve kabul etti. Saçlarını ka-rıştırdı, yüzüne hüzünlü bir ifade vererek Poplavskiy ile bir-likte sokağa çıktı.

Arabaya bindikleri sırada:‒ Sizin başkâtibi çok iyi tanıyorum, dedi. Allah rah met

eylesin, eşine az rastlanır madrabaz ve keratalardandı.‒ Ama Grişa, ölülere sövmek günahtır.‒ Orası öyle, aut mortuis nihil bene, ama ne olursa ol sun,

dolandırıcının biriydi o.İki ahbap, cenaze alayına yetişip katıldılar. Ölüyü çok ya-

vaş götürüyorlardı. Bunu fırsat bilen ahbaplar, yolda rasta-dıkları meyhanelere uğrayarak ölünün ruhunun dinlen mesi için birkaç kadeh yuvarladılar.

Mezarlıkta ayrıca gömme duası okundu. Ölünün kayın

Page 99: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

validesi, karısı, baldızı, âdetlere boyun eğerek çok çok ağ-ladılar. Karısı, tabut mezara indirilirken “Beni onun yanı na bırakın.” diye feryat bile etti ama herhâlde dul maaşını hatır-lamış olacak ki kocasının peşinden mezara girmedi.

Zapoykin, herkesin sakinleşmesini bekledikten sonra or-taya çıktı. Orada bulunanları birer birer süzerek söylevi ne başladı:

‒ Gözlerimize, kulaklarımıza inanalım mı? Bu tabut, şu ağlayan yüzler, korkunç bir rüya değil mi? Ne yazık ki bu bir rüya değil, gözlerimiz de bizi aldatmıyor. Daha çok yakında öyle dinç, taze, temiz bir insan olarak tanıdığımız, daha pek yakın zamanlara kadar yorulmak bilmeyen bir arı gibi yaptığı balı devletin imar kovanına taşıyan bu... Şu in-san şimdi ezelden gelip ebede gitti. Acıma nedir bilme yen zalim ölüm, yaşının geçkin olmasına rağmen kudretle, bir-çok ümitle dolu bulunduğu bir sırada kemikleşen el lerini ona uzattı. Ne büyük bir kayıp! Onu bize kim unutturabilir? Biz de iyi memurlar az değildir ama Prokoyif Osipiç eşsizdi. Ruhunun en derin köşelerine kadar görev aşkıyla dolu bir in-sandı. Vücuduna acımaz, geceleri uyu mazdı. Namuslu rüşvet yemeyen bir adamdı. Umumun zararına olarak onu parayla satın almak isteyen, vazifesine ihanet ederek hayatın nefis meyvalarını yemeye teşvik eden kimselere karşı büyük bir nefret duyardı. Evet, Prokofiy Osipiç, küçük aylığını yoksul arkadaşlarına dağıtı yordu; onun yardımlarıyla geçinen dul-ların, yetimlerin fer yatlarına biraz önce siz de şahit oldunuz. Vazife ve iyilik uğruna, hayatın insanlara bağışladığı refahı tatmıyordu. Aile yuvası gibi bir saadeti bile küçümsüyordu.

Page 100: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Hayatın son günlerine kadar bekâr yaşadığını siz de bilirsiniz Bir arkadaş olarak onun yerini kim doldurabilir? Her zaman sakalı tıraş edilmiş, sevimli, hep gülümseyen yüzünü şim di bile görür gibi oluyorum. Yumuşak, okşayıcı, tatlı sesi hâlâ kulaklarımda çınlıyor. Cennet mekânın olsun Prokofiy Osi-piç. Rahat, rahat uyu, ey namuslu, asil emektar.

Zapoykin devam ediyordu. Dinleyicilerse fısıldaşmaya baş-lamışlardı. Nutuk herkesçe beğenilmiş, bazı gözler den yaş bile çıkartmıştı ama birçok tarafları da garip gö rünmüştü. Birin-cisi, ölünün adı Kiril İvanoviç olduğu hâl de söyleyenin niçin Prokofiy Osipiç dediği anlaşılmıyordu. İkincisi, ölünün bütün ömrünce karısıyla savaştığını herkes biliyordu. Öyleyse ona bekâr denemezdi. Üçüncüsü, sık, kızıl sakalı vardı, ölünceye kadar da tıraş olmamıştı. Saka lı tıraş edilmiş yüzü diye vasıf-landırılmasındaki hikmet de anlaşılmıyordu. Dinleyiciler, bu işe bir türlü akıl erdiremeyerek birbirlerine bakışıyor, omuzla-rını silkiyorlardı.

Zapoykin, gözlerini mezara dikerek:‒ Prokofiy Osipiç diye devam ediyordu. Senin yüzün çok

çirkindi, biçimsizdi, sen somurtkan bir adamdın, sert tabiat-lıydın ama bu dış görünüşünün altında namuslu, ve falı bir kalp çarptığını hepimiz biliyorduk

Biraz sonra dinleyiciler, Zapoykin’de de bazı acayip hâller gördüler. Gözlerini bir noktaya diken hatip, pirelen miş gibi kımıldamaya, omuzlarını silkmeye başladı. Sonra birdenbire sustu, şaşkın şaşkın ağzını açtı. Poplavskiy’e döndü. Gözleri-ni dehşetle faltaşı gibi açarak:

‒ Bana baksana, o, sağ yahu, dedi.

Page 101: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Kim sağ?‒ Prokofiy Osipiç, yahu Bak, işte orada, anıtın yanın da

duruyor.‒ O, zaten ölmemişti ki Ölen Kiril İvanoviç idi.‒ İyi ama sen bana başkâtip öldü dememiş miydin?‒ Zaten Kiril İvanoviç başkâtipti. Sen, budala, karış tırdın.

Doğru, Prokofiy Osipiç, daha önce bizde başkâtipti ama ikinci daire şefliğine tayin edileli iki yıl oluyor.

‒ Sizin işlerinize şeytanın bile aklı ermez.‒ Neye sustun? Devam etsene, ayıp olacak yahu!Zapoykin gene mezara döndü, eski dilbazlığıyla söyle vine

devam etti. Anıtın yanında sahiden de sakalı tıraş edil miş, ihtiyar memur Prokofiy Osipiç duruyordu. Kızgın kız gın ha-tibe bakıyor, homurdanıp duruyordu.

Memur arkadaşları, Zapoykin’le cenazeden dönerken:‒ Nasıl oldu da böyle faka bastın, diye gülüyorlardı. Ada-

mı diri diri mezara soktun.Prokofiy Osipiç:‒ Bu yaptığınız çok kötü bir hareketti delikanlı, diye ho-

murdanıyordu. Söyleyiniz, ölü bir insan için belki de iyi sayı-labilir ama yaşayan birisi için alaydan başka bir şey değildir. Hele şu sözlerinize bir kere dikkat buyurun: dü rüst, namus-lu, rüşvet yemez. Bu gibi sözler yaşayan bir insan hakkında ancak alay etmek kastıyla söylenebilir. Hem de hiç kimse sizden, beyefendi, yüzümü tasvir etme nizi rica etmemişti. Çirkinmiş, biçimsizmiş anladık, ama âlemin yüzünü ne diye teşhir ediyorsunuz? Gücüme gitti doğrusu!

Page 102: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER
Page 103: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

TELAŞ

enç, henüz enstitüyü bitirmiş olan Maşenka Pavliyets-kaya, mürebbiye olarak girdiği Kuşkinlerin evine bir

gezintiden döndüğü zaman, evi müthiş bir telaş içinde bul-du. Kendisine kapıyı açan kapıcıbaşı Mihaylov heyecan lıydı. Bir istakoz gibi kızarmıştı.

Yukardan gürültüler geliyordu. Maşenka “Herhâlde hanı-mefendi bir buhran geçiriyor, yahut kocasıyla kavga ediyor.” diye düşündü.

Koridorlarda, sofalarda hizmetçilere rastladı. Biri ağ-lıyordu. Telaşla Maşenka’nın odasından, kısa boylu, dazlak kafalı, yağdanlık gibi sarkan yanaklarıyla ev sahi bi çıktı. Yüzü kıpkırmızıydı, zangır zangır titriyordu. Mürebbiyeyi görme-den yanından geçti. Ellerini kaldıra rak:

‒ Ooh, korkunç bir şey bu! Uygunsuzluk, bayağılık, adi-lik, budalaca, aşağılık bir şey bu, diye söyleniyordu.

Maşenka; odasına girdiği zaman, sonradan görmelerin, zengin ve tanınmış ailelerin ekmeğini yiyen insanlar tara-fından iyice bilinen o duyguyu, ilk defa, bütün acılığıyla duy-du. Odası araştırılıyordu. Şişmanca, geniş omuzlu, gür siyah

G

Page 104: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

kaşlı, dümdüz saçları, kıpkırmızı elleri, yüzünün ira desi basit ev sahibi hanımefendi Fedosya Vasilyevna, Maşenka’nın ma-sasının önünde duruyor, çantasından çıkardı ğı yün çilelerini, kâğıt tomarlarını, geri koyuyordu. Herhâlde mürebbiyenin böyle ansızın gelişi onun için hiç beklen meyen bir şey olmalı ki başını çevirip onun sapsarı kesil miş, hayretler içindeki yü-zünü görünce biraz şaşırdı:

‒ Pardon, diye mırıldandı. Dikkatsizlikle kolum çarp tı... Döküldü.

Bunları söyledikten sonra Madam Kuşkina kuşağını hı-şırdatarak odadan çıktı. Maşenka, şaşkın şaşkın odasına bir göz attı. Olup bitenlerden bir şey anlamıyor, ne düşü nülmesi gerektiğini kestiremiyordu. Omuzlarını silkti ama korkudan da vücudu buz kesildi. Fedosya Vasilyev na, el çantasında ne arıyordu. Gerçekten kolunu çarpıp dökmüşse niye özür dile-mişti? Nikolay Sergeviç niye oda sından öyle kıpkırmızı, he-yecanlı fırladı? Niye masasının bir gözü hafifçe aralık? Onar kapiklikleriyle pullarını koy duğu kumbara açıktı. Kumbarayı açtılar ama kilidi çizil miş olmasına rağmen tekrar kapayama-dılar. Kitap rafı, ma sanın üstü, yatak, her şey bir araştırmanın taze izlerini ta şıyordu. Çamaşır sepetinde de bu izler vardı. Gerçi çama şır iyi katlanmıştı ama Maşenka onu evinden böyle getir memişti ki... Demek ki bir araştırma yapılmıştı ama niçin?

Hangi sebeple? Ne oldu? Maşenka, kapıcıbaşının heyeca-nını, evde hâlâ devam eden telaşı, ağlayan hizmetçiyi dü-şündü. Acaba bütün bunlar, odasında yapılan araştırma ile alakalı mıydı? Adı, korkunç bir işe mi karıştı? Maşenka

Page 105: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

sa rardı, vücudu buz kesilerek çamaşır sepetinin üstüne çök tü. Odaya hizmetçi girdi.

‒ Liza, benim odayı niçin araştırdıklarını biliyor mu sun?‒ Hanımefendinin iki bin rublelik bir iğnesi kayboldu da.‒ İyi ama benim odamı niye arıyorlar?‒ Her yeri aradılar. Beni de aradılar. Hepimizi çırçıplak

soyup baktılar. Ben, matmazel, Tanrı şahidim ol sun masu-mum. Değil onun iğnesini görmek, tuvalet masa sına bile yaklaşmıyorum. Polise de aynı şeyi söyleyece ğim.

Mürebbiyenin şaşkınlığı devam ediyordu:‒ Peki ama benim odamdan ne istiyorlar, dedi.‒ Size diyorum ya, iğnesi çalındı. Hanımefendi ken di

eliyle aradı herkesi. Hatta kapıcıbaşı Mihaylov’u bile kendi eliyle aradı. Rezalet doğrusu. Nikolay Sergeviç, sa dece ba-kıyor, bir tavuk gibi gıdaklıyordu. Ama matmazel niye boş yere titriyorsunuz, sizin odada çıkmadı ki... Şayet iğneyi siz almadıysanız korkacak ne var?

Maşenka, infialden nefes alamayarak:‒ Fakat bu, Liza, aşağılık bir hareket bu. Bayağı lık, adi bir

şey. Benden şüphe etmeye, benim eşyamı ara maya ne hakları var.

Liza, içini çekerek:‒ Siz el evindesiniz. Matmazelsiniz ama ne de olsa hizmet-

çi gibi bir şeysiniz. Bu, ana baba evinde oturma ya benzemez.Maşenka, yatağa yayıldı, acı acı ağlamaya başladı. Hiç-

bir şey hayatında onu bu kadar etkilememişti. Hiçbir zaman

Page 106: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

hayatında bu kadar büyük hakarete uğramamıştı. Onun gibi tahsil terbiye görmüş, ince ruhlu bir öğretmen kızından şüphe-lendiler, bir sokak kadını gibi eşyasını araştırdılar. Bundan daha büyük bir hakaret düşünülemez bile. Şimdi, bu hakaret hissine bir de korku eklenmişti. Ne olacak? Mademki şüphe ettiler, o hâlde tutuklatabilirler, çırçıplak soyup arayabilirler. Sonracaddelerde polislerin arasında götürebilirler. Soğuk, karanlık,sıçan dolu bir hücreye kapatırlar, prenses Tarakonova’nın hüc-resine benzer bir hücreye. Onu kim savunacak? Anasıyla ba-bası taşrada, uzaktalar. Yanına gelmek için paraları bile yok.Başkentte, yapayalnız boş bir tarla gibi yaşıyor. Dostu, ta nıdığıyok. Ne dilerlerse onu yapabilirler. Maşenka titre yerek:

“Bütün yargıçlara, avukatlara koşacağım, diye düşün dü. Onlara anlatacağım, yemin edeceğim, benim bir hırsız olma-yacağıma inanırlar.”

Maşenka’nın yatak çarşaflarının altında, çamaşır sepe-tinde, talebelik günlerinden kalma bir alışkanlıkla yemek masasından alıp odasına getirdiği kurabiyeler vardı. Bu kü-çük sırrının artık ev sahibi tarafından bilindiğini düşünerek utancından kıpkırmızı oldu. Korkudan, utançtan, gördüğü hakaretten kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Bu atış, şakak-larına, ellerine, karnının içine kadar yayılıyordu. Maşenka’ya, lütfen yemeğe buyursun, dediler. Gideyim mi, git meyeyim mi, diye düşündü.

Saçlarını düzeltti, ıslak bir havluya yüzünü sildi, ye mek odasına gitti. Yemeğe başlamışlardı. Masanın bir kenarın-da, azametli, ciddi, kafası bir noktaya saplanmış bir hâlde Fedosya Vasilyevna oturuyordu. Öbür başında da Nikolay

Page 107: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Sergeviç vardı. Yanlarında çocuklar, misafirler yer almışlardı. Frak giymiş, ellerinde beyaz eldiven bulu nan iki uşak hizmet ediyorlardı. Herkes evde bir hadisenin geçtiğini, ev sahibi ha-nımefendinin canının sıkıldığını bili yor, susuyordu. Ancak ağız şapırtıları, çatalların sesi duyu luyordu. Ev sahibi bitkin, ıstıraplı bir sesle:

‒ Üçüncü yemek ne, diye sordu.Uşak:‒ Rus usulü mersin balığı, diye cevap verdi.Nikolay Sergeviç çabuk çabuk:‒ Fenya, ben istemiştim bunu, dedi. Canım balık iste-

di. Şayet sevmiyorsan, ma chere, vermesinler. Bilirsin, bu söz arasında...

Fedosya Vasilyevna, kendisinin pişirilmesini emret mediği yemekleri sevmezdi. Zaten gözlerinde yaşlar parlı yordu. Aile doktoru Mamikov, hanımefendinin eline doku nup, tatlı tatlı gülümseyerek:

‒ Bırakalım heyecanlanmayı, dedi. Zaten yeter dere cede sinirliyiz. Unutalım şu iğneyi. Sıhhat iki binden kıy metlidir.

Ev sahibi:‒ İki bin rubleye acımıyorum, diye cevap verdi. İri bir

damla yaş yanaklarından süzüldü. Beni çileden çıkaran hır-sızlık. Evimde bir hırsızın yaşamasına tahammül edemem. Hiçbir şeye acımıyorum ben ama hırsızlığa asla göz yu-mamam. Bu bir nankörlük. Benim iyiliğimi böyle mi ödü-yorlar?

Page 108: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Herkes tabağına bakıyordu ama Maşenka’ya öyle gel di ki ev sahibinin bu sözlerinden sonra herkes kendisine bakmış-tır. Ansızın boğazına bir şey düğümlendi, ağlamaya başladı. Mendilini gözlerine götürerek:

‒ Pardon, diye mırıldandı. Yapamam, başım ağrıyor, gi-deceğim.

Masadan kalktı, sandalyesini beceriksizce gürültü ile itti. Bu hâl şaşkınlığını büsbütün artırdı, çabuk çabuk dışa rıya çıktı.

Nikolay Sergeviç yüzünü buruşturarak:‒ Allah’ım, dedi, sanki onun odasını niçin aradık? Ne ka-

dar da yersiz bir hareket bu.Fedosya Vasilyevna:‒ İğneyi onun aldığını söylemiyorum, dedi. Ama te min

edebilir misin? İtiraf edeyim ki bu okumuş fakirlere çok gü-venemiyorum.

‒ Vallahi Fenya doğru bir hareket değildi bu. Affet Fenya, zaten senin kanunen araştırmaya hakkın yoktu.

‒ Ben kanunlarınızı bilmiyorum. Ben yalnız iğnemin çalındığını biliyorum, o kadar. Çatalı tabağa vurup gözleri gazapla parlayarak, bu iğneyi bulacağım, diye bağırdı. Siz ye-meğinizi yiyin. Benim işime karışmayın.

Nikolay Sergeviç uysalca gözlerini indirdi, içini çekti.Maşenka odasına girip yatağa kapandı. Artık ne korku ne

utanç duyuyordu. Yalnız, gidip bu sert, bu azamet tas layan, bu mahdut, bu mesut kadının yanaklarına iki tokat atmak arzusu onu pençesine almıştı.

Page 109: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Yatağa uzandı. Yastığa doğru nefes alarak “şimdi gi dip en pahalı iğneyi almak, getirip bu budala kadının sura tına fırlatmak ne iyi olurdu.” diye düşünüyordu. Ah, şu Fe dosya Vasilyevna bir fakir düşse, yapayalnız kalsa, çalış mak zorunda kalsa, fakirliğin, bağlı olmanın bütün kor kunçluğunu bir an-lasa!.. Hakarete uğramış Maşenka ona eli ni uzatsa ne iyi olur-du. Ah, büyük bir mirasa konsaydı, bir araba alıp Fedosya Vasilyevna’yı hasedinden çatlasın diye penceresinin önünden şöyle bir geçseydi ne iyi olurdu.

Fakat bütün bunlar hayaldi. Gerçekte bir tek şey vardı: buradan çabucak gitmek, artık bir saat bile bu evde kalma-mak. Doğru, yerini kaybetmek, parasız pulsuz ailesinin ya-nına dönmek korkunçtu ama başka ne yapabilirdi? Maşen ka artık ne ev sahibini ne de bu odayı görmeye tahammül ede-bilirdi. Odası ona boğucu, kasvetli geliyordu. Hastalık, sah-te aristokrasi budalası olan Fedosya Vasilyevna ona o kadar iğrenç geliyordu ki içinde bu kadın yaşıyor diye dünyadaki her şeyi kaba ve değersiz buluyordu. Yataktan fırladı, eşyasını toplamaya başladı.

Kapının arkasından Nikolay Sergeviç:‒ Girebilir miyim, diye sordu.Yavaşça kapıya yaklaşmıştı. Hafif tatlı bir sesle konu-

şuyordu.‒ Girebilir miyim, diye tekrarladı.‒ Girin.Nikolay Sergeviç, girip kapının önünde durdu. Donuk

donuk bakıyor, kızarmış burnu parlıyordu. Yürüyüşünde,

Page 110: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

kol hareketlerinde yemekten sonra içtiği biranın etkisi gö-rülüyordu. Çamaşır sepetini göstererek:

‒ Bu ne, diye sordu.Maşenka:‒ Hazırlanıyorum, diye cevap verdi. Affedersiniz Ni kolay

Sergeviç ama artık burada daha fazla kalamam. Bu araştırma gururumu çok zedeledi.

‒ Anlıyorum. Yalnız siz boşuboşuna. Niçin? Araştırdılarsa ne olur, ne çıkar bundan? Bundan bir şey kaybetmezsiniz ki...

Maşenka, susuyor, eşyasını toplamaya devam edi yordu. Nikolay Sergeviç, sanki daha neler söyleyeyim der gibi düşü-nüyor, bıyıklarıyla oynuyordu. Yoklayan bir sesle:

‒ Tabii anlıyorum, dedi. Ama biraz hoşgörülü olun. Bili-yorsunuz karım sinirli, şımarık bir kadındır. Böyle sert hare-ket etmek doğru değil. Şayet sizi çok incittikse hemen özür dilemeye hazırım. İşte af diliyorum.

Maşenka, gene cevap vermedi. Çantasının üstüne daha çok eğildi. Bu kararsız, görmüş geçirmiş adamın evde hiç bir rolü yoktu. Hizmetçilere karşı bile evde sanki bir sığın tıymış gibi davranıyordu. Onun özür dilemesinin hiçbir manası yoktu.

‒ Hım... Susuyorsunuz, demek tatmin olmadınız. Öy le ise karım adına sizden özür diliyorum. Evet karım adı na... Doğru, kibar hareket etmedi, bir aristokrat olmak sı fatıyla bunu itirafa mecburum.

Nikolay Sergeviç, bir aşağı bir yukarı dolaştı, içini çekti;

Page 111: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ İstiyorsunuz ki vicdan azabı duyayım, yüreğim bur kulsun.Maşenka, gözyaşlarıyla dolu yüzünü ona çevirerek:‒ Sizin, Nikolay Sergeviç, bunda suçunuz olmadığını bi-

liyorum, dedi. Niçin bana azap veriyorsunuz?‒ Tabii, tabii ama siz gene de. Gitmeyin. Sizden rica edi-

yorum.Maşenka, başını “hayır” der gibi salladı. Nikolay Ser geviç,

pencerenin önünde durdu, parmaklarıyla camı fiske leyerek:‒ Bu gibi anlaşmazlıklar, dedi, benim için gerçek bir

çiledir. Ne istiyorsunuz, önünüzde dize mi geleyim? Sizin gururunuz yaralandı, ağladınız, gitmeye hazırlanıyorsu nuz. Ama ya benimki, benim de gururum var, onu hiç he saba katmıyorsunuz. Yoksa ister misiniz, günah çıkartır ken bile itiraf edemeyeceğim şeyleri size söyleyeyim? Söyleyeyim mi? Dinleyin beni. İster misiniz, ölmeden kimseye itiraf edeme-yeceğim şeyi size söyleyeyim?

Nikolay Sergeviç, çabuk çabuk:‒ İğneyi ben aldım, dedi. Şimdi memnun musunuz? Tat-

min oldunuz mu? Evet, ben aldım ama şimdi artık sizin ke-tumluğunuza güveniyorum. Allah aşkına hiç kim seye ne bir kelime söyleyin ne de açıklama yapın.

Şaşırmış, korkmuş olan Maşenka eşyasını toplamaya de-vam ediyordu. Çamaşırlardan birini alıyor, buruşturu yor, kâh çantaya kâh seleye koyuyordu. Nikolay Sergeviç’in bu itirafından sonra bu evde bir dakika bile kalamaz dı. Şimdiye kadar nasıl yaşadığına şaşıyordu. Nikolay Ser geviç biraz sus-tuktan sonra:

Page 112: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Bunda şaşılacak bir şey yok, dedi. Gayet basit bir hikâye. Paraya ihtiyacım var, o da vermiyor. Hâlbuki bü tün ev, içindeki eşya hepsi babamın. Bütün bunlar benim. Bu iğne de annemden kaldı. Her şey, her şey benim. Hep sini elimden aldı, hepsine hükmediyor. Mahkemelik ola mam ya. Siz düşünün bunu. Israrla rica ediyorum. Affe din ve kalın. Tout compendre? Tout pardonnez! Kalacak mısınız?

Maşenka titremeye başladı ama kesin bir sesle:‒ Hayır, dedi. Lütfen beni yalnız bırakın.Nikolay Sergeviç, bavulun yanındaki tabureye otura rak:‒ Eh, Tanrı yardımcınız olsun, dedi. İtiraf edeyim ki ben,

onurunun kırıldığını, hakaret gördüğünü bilenleri se verim. Burada bütün bir hayat oturur, sizin bu kırılmış yü zünüze bakardım. Demek kalmıyorsunuz? Anlıyorum, za ten başka türlü de olamazdı. Evet böyle. Sizin için iyi ama benim için buvv. Bu zindandan bir adım atamam. Malikânelerimden birine gitmeye kalksam orada da hep bizim hanımın çıplak soytarıları oturuyor. Kahyalar, çiftçi ler, hepsinin Allah bela-sını versin. Sığındıkları yerleri bo yuna rehine koyuyor, kur-tarıyor, gene koyuyorlar. Balık tutulmaz, ot çiğnenmez, ağaç kesilmez. O anda:

‒ Nikolay Sergeviç, diye Fedosya Vasilyevna’nın se si du-yuldu. Agnia, beyefendiyi çağırsana!..

Nikolay Sergeviç, hemen kalkıp kapıya doğru yürüye rek:‒ Demek kalmıyorsunuz, diye sordu. Kalsaydınız iyi olur-

du. Akşamları size uğrar, dereden tepeden konuşur duk. Ha? Kalın, kalın canım. Siz de gideceksiniz, evde yü züne bakıla-cak insan kalmayacak, ne korkunç şey!

Page 113: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Nikolay Sergeviç’in solgun, yorgun yüzü yalvarıyor du ama Maşenka “hayır, hayır” der gibi başını salladı. Ni kolay Sergeviç de “ne yapalım” der gibi elini sallayarak dı şarı çıktı.

Yarım saat sonra Maşenka artık yoldaydı.

Page 114: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER
Page 115: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

PRİŞİBEYEV ÇAVUŞ

‒ Prişibeyev Çavuş, siz eylülün üçünde Polis Jegin’e, Muh-tar Alyapov’a, ikinci muhtar Etimov’a üyelerden İvanov’la Gavrilov’a, bunlardan başka altı köylüye daha hem sözle hem el kaldırarak hakaret etmişsiniz. İlk üçüne de ayrıca görevleri başında hakaret etmişsiniz. Suçunuzu ka bul ediyor musunuz?

Tıraşı uzamış, buruşuk yüzlü bir adam olan çavuş, ha zır ol vaziyeti aldı. Kısık, boğuk bir sesle ayrı ayrı her sö ze hakkı-nı vererek, komuta eder gibi anlatmaya başladı:

‒ Komutanım, sayın yargıç, dedi, konunun bütün hü-kümleri gereğince bu meselenin bütün ayrıntılarını anlat mak gerekmektedir. Suç bende değil, onlarda. Bütün bu iş ler, Al-lah rahmet eylesin, hep şu ceset yüzünden çıkmıştır. Ayın üçünde ailem Anfisa ile ağır ağır, namusumuzla yü rüyorduk. Derken ne görelim, kıyıda bir ceset. Kalabalık başına top-lanmış. “Ne hakla buraya toplandınız?” diye sor dum. “Niçin neden? Kanun, halkın bir araya toplanmasına müsaade etmiş midir? Dağılın!” diye bağırdım. Halkı evle rine yollamaya, dağıtmaya başladım. Polise, cebir kullana rak halkı dağıtma-sını emrettim.

Page 116: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Müsaade edin, siz ne polissiniz ne de muhtar. Hal kı dağıtmak sizin vazifeniz mi?

Salonun her köşesinden:‒ Görevi değil, görevi değil, sesleri işitilir. Ondan bi ze

rahat yok. On beş yıldır çekmediğimiz kalmadı. Asker den döndü döneli. Köyden kaçıp gitsek daha iyi. Herkesi bıktır-dı, usandırdı.

Şahit olarak dinlenen muhtar:‒ Doğrudur, sayın yargıç, dedi. Bütün köy halkı şikâ yetçi.

Onunla yaşamak imkânsız. Kutsal resimlerle bir tö ren yapa-rız, bir düğün yahut herhangi başka bir iş olur; her yerde bağırır çağırır, gürültü çıkarır, ortaya nizamlar atar, çocuk-ların kulaklarını çeker. Kadınları, sanki kayın baba ları imiş gibi, işin içinde iş olmasın diye gözetler durur. Demin de köy evlerini bir bir dolaşıyor, boyuna emirler ve riyordu. Şar-kı söylemeyin, ateş yakmayın, diyordu. Şarkı söylenmesi için kanun yokmuş.

Yargıç:‒ Durun, ifadenizi sonra tamamlarsınız. Şimdi Prişibeyev

anlatsın. Devam edin.Çavuş, homurdanarak:‒ Başüstüne, der. Siz sayın bayım, buyurdunuz ki hal-

kı dağıtmak vazifem değilmiş. Pekâlâ. Ya düzensiz lik olursa. Halkın münasebetsizlik etmesine izin mi edil meli? Halka hürriyet verileceği nerede yazılı? Buna müsa ade edemem. Ben onları dağıtmaya, paylamaya kalkışmaz sam bu işi kim yapar? Doğru nizamları başka bilen yok ki. Diyebilirim ki sayın yargıç, koca köyde halka karşı nasıl davranılacağını

Page 117: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

yalnız ben bilirim. Her şeyden anlarım. Köylü değilim, ça-vuşum, emekli çavuşum. Varşova’da, karargâhta hizmet ettim. Emekliye ayrıldıktan sonra itfa iyeye girdim. Sonra hastalığım-dan dolayı oradan da çık tım. Bütün nizamları bilirim. Köylü ise basit insandır, bir şeyden anlamaz. Kendi menfaati için de beni dinlemesi lazım. Mesela şu işi ele alalım: Halkı dağıtıyor-dum, kıyıda ise kum üstünde ölü bir insan boğulmuş cese-di yatıyor? Ben hemen soruyorum: “Ne münasebetle burada yatıyor? Buna nizam mı denir? Polis niçin buna seyirci kalı-yor?” Polise: “Neden üstlerine haber vermiyorsun? Belki rah-metli kendi kendine boğulmuştur, belki de bunda bir Sibir ya kokusu vardır, belki de bir cinayettir.” diyorum. Gel ge lelim, şu Polis Jikin, hiç aldırış etmiyor. Sadece sigarasını tüttürüyor “Emir vermeyi nereden öğrendiniz, bu yetkiyi si ze kim verdi? Sen olmadan işimizi bilmez miyiz, diyor. Ben de “Budala herif, diyorum. Bilmiyorsun işte. Bilsen böyle eli kolu bağlı durmaz-dın.” “Ben daha dün jandarma komutanına haber verdim.” diyor. Ben de “Ne münasebet le jandarma komutanına haber veriyorsun. Kanunun hangi maddesine dayanarak, diye soru-yorum. Bu gibi şeylere, boğulma, asılma vesaire gibi şeylere jandarma komutanı nasıl karışırmış, diyorum. Bu iş savcının işidir. Burada en iyisi savcıya, yargıç baylara haber vermek-tir. Her şeyden önce bir zabıt tanzim edip sulh yargıçlığına göndermeli sin.” Ama polis, hem dinliyor hem gülüyor, köy-lüler de öyle. Hepsi güldüler sayın yargıç, yemin etsem başım ağ rımaz. Bu gülüyordu, şu da gülüyordu, Jigin de gülüyordu. “Ne diye böyle sırıtıp duruyorsunuz.” dedim. Polis de “Bu gibi işlere sulh yargıcı karışmaz.” demesin mi? Bu sözleri işitince kan beynime sıçradı.

Page 118: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Çavuş, Polis Jigin’e dönerek: “Sen söyle polis, öyle deme-din mi?” diye soruyor.

‒ Öyle dedim.‒ Şu halkın önünde: “Sulh yargıcı böyle işlere karış maz.”

dediğini herkes duydu, herkes. Bunu işitince başıma kaynar su döküldü sandım, her yanım ürperdi. “Bir daha söyle baka-yım kerata, dedim. Bir daha söyle.” Aynı söz leri tekrarladı. O zaman: “Sen ne hakla sayın yargıç için böyle konuşuyorsun, dedim. Polis olduğun hâlde hükûme te nasıl karşı geliyorsun? Bilmiyor musun ki bu çeşit söz ler için, böyle yakışıksız ha-reketler için bay yargıç seni jandarma komutanlığına gönde-rir.” Muhtara da: “Bilmi yor musun ki diyorum, bu gibi siyasi sözler için bay yar gıç seni sürebilir.” “Sulh yargıcı, yetkileri dışına çıkamaz. Ancak küçük işlere bakar.” demesin mi? Böy-le söyledi, herkes de duydu. “Bu sözlerle hükûmet otoritesini kırma ya nasıl cesaret ediyorsun, diyorum. Benimle diyorum böyle alay etmeyin ha! Ayağınızı denk alın. Sonra işiniz du-mandır.” Varşova’da iken yahut Erkek Klasik Orta Okulunda sorumlu başkan iken uygunsuz sözler işitir işit mez o saat “Po-lis yok mu?” diye sokağa bakardım. “Bu raya gel polis efen-di.” der, her şeyi ona bir bir anlatırdım ama burada kime anlatırsın? Artık çileden çıkmıştım. En çok halkımızın bu başıboşluk, saygısızlık içinde kendisini unutup gitmesi bana dokundu. Kollarımı sıvadım. Tabii pek sert değil ama işte şöyle yollu yordamınca, hafifçe. Sayın yargıç, size karşı bir daha böyle sözler söylemeye kalkışan olmasın diye. Muhtarı korumak için polis işe ka rıştı. Ben tabii polise de veriştirdim. Derken iş büyüdü bay yargıç. Dayak atmadan olur mu?

Page 119: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

İnsan budalayı dövmez se vebali kendi boynuna kalır. Hele işin içinde iş olursa, düzensizlik varsa...

‒ Ama müsaade edin, bu düzensizliğe bakacak insan lar var, jandarma var, muhtar var, jandarma komutanı var.

‒ Jandarma her şeyi göremez. Hem de jandarma be nim gördüğüm gibi görmüyor ki.

‒ Bir türlü anlamıyorsunuz. Bu sizin işiniz değil ki.‒ Ne dediniz, ne dediniz? Benim işim olmaz olur mu hiç?

Şaşılacak şey doğrusu. Elâlem münasebetsizlik ede cek, benim işim değilmiş. Onları dövmeyip de övüp gökle re mi çıkar-malı imişim? Bakın, şarkı söylemeyi yasak etti ğim için size şikâyet ediyorlar. Şarkı karın doyurmaz ki. İşlerini güçlerini bırakıp şarkı söylüyorlar. Bir de geceleri ışık yakıp oturmak âdetini çıkardılar. Yatıp uyumak lazım, onlarsa konuşup gü-lüyorlar. Defterimde hepsi yazılı, hep si.

‒ Yazılı olan ne?‒ Işıkta kimlerin oturduğu.Prişibeyev cebinden yağlı bir kâğıt çıkarıyor, gözlük lerini

takıyor, okumaya başlıyor:‒ Işıkta oturan köylülerin adları: İvan Prohoriv, Sava Mi-

kiforov, Pyotr Pyotrov. Bir askerin dul karısı olan Şustrova, Semen Kliskov’la ahlaksızca, kanunsuzca beraber yaşıyor. İg-nat Sveçkov büyücükle uğraşır, karısı Mavra’da cadıdır. Gece-leyin öbür köylülerin ineklerini sağar.

Yargıç:‒ Yeter artık, diyor. Şahitlerin ifadesini almaya başlı yor.

Page 120: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Prişibeyev Çavuş, gözlüklerini alnına kaldırır. Kendin den yana olmadığı belli olan yargıca şaşkın şaşkın bakar. Patlak gözleri parlar, burnu kıpkırmızı olur. Şahitlere ba kar. Yargı-cın ne diye bu kadar heyecanlandığını bir türlü anlayamaz. Salonun her yanından niçin güç tutulan kahka halar geldiğini anlayamaz. Verilen karar da onun için anla şılmaz bir şeydir. Bir ay hapis. Ellerini açarak:

‒ Niçin, hangi kanuna dayanarak, diye sorar.Artık onun için dünyanın değiştiği apaçık bir gerçek tir.

Bu dünyada yaşanmaz artık. Kafasına ümitsiz, acıklı düşün-celer üşüşür. Ama mahkemeden çıkınca köylülerin bir yerde toplanıp bir şey konuştuklarını gördüğü zaman artık kulla-namadığı bir alışkanlıkla gene hazır ol vaziyeti alıp kısık, sert bir sesle:

“Hey millet, toplaşmayın, dağılın bakalım! Herkes evi-ne...” diye bağırmaya devam ediyor.

Page 121: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

YAZAR

üccar Yerşarkov’un çay mağazasına bitişik odada, yüksek bir büronun başında, modaya uygun bir el-

bise giy miş ama görünüşe göre fırtınalı bir hayat sürmüş, yıpran mış bir delikanlı olan Yerşakov oturmaktaydı. Satır araları geniş eğri büğrü yazısına, keskin puro kokusuna ba-kılırsa Avrupa kültürüne yabancı olmadığı anlaşılıyordu ama bir çocuk mağazadan içeri girip de:

‒ “Yazar geldi.” haberini verdiği zaman, Yerşakov’un kül-türlülüğü büsbütün meydana çıktı.

‒ Ya, çağır onu buraya. Sonra lastiklerini mağazada bırak-masını da söyle.

Bir dakika sonra, saçı sakalı ağarmış, dazlak kafalı, es-kimiş kırmızı paltolu bir ihtiyar yavaşça odaya girdi. Üşü-müş, kırmızı yüzünde az olmakla beraber alkolik insanlar da görülen bir zayıflık, bir güvensizlik vardı. Yerşakov, içeri gi-rene bakmaksızın:

‒ Oooo saygılar, dedi. Ne var, ne yok bakalım Bay Geynim?Yerşakov “Geniy*” kelimesiyle “Geyne**” kelimesi ni bir-

birine karıştırıyor, bu iki kelime onun dilinde birleşerek ihtiyara söylediği “Geynim” şeklini alıyordu.

T

Page 122: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Geynim:‒ Siparişinizi getirdim, efendim, dedi, hazır.‒ Bu kadar çabuk mu?‒ Zahar Semyöniç, insan üç günde bir reklam değil; bir

roman bile yazabilir. Reklam için bir saat bile yeter.‒ Yalnız bu kadar mı? Oysaki her zaman bir yıllık iş yap-

mış kadar pazarlık edersiniz Ne ise gösterin bakalım, neler yazdınız?

Geynim cebinden kurşun kalemiyle yazılmış buruşuk bir-kaç kâğıt çıkardı, masaya yaklaştı:

‒ Efendim, dedi, henüz müsvedde hâlinde, taslak hâ-linde. Okuyayım da efendim, bir yanlış görürseniz işa-ret buyurunuz. Yanlış yapmak pek tabii! Zahar Semyöniç. İnanır mısınız? Üç mağazaya birden reklam yazdım. Bu hâl Shakespeare’in bile başını döndürürdü.

Geynim gözlüğünü taktı, kaşlarını kaldırdı, hüzünlü bir sesle adeta şiir okur gibi okumaya başladı:

‒ 1885-86 yılı mevsimi. Çin çaylarının Avrupa ve As ya Rusya’sı şehirleriyle yabancı memleketlerdeki müteah hidi Z. S. Yerşakov. Firma 1804 yılından beri mevcuttur.” Anlıyormusunuz, tüm bu girişlerin çevresini süsleyece ğim, armala-rın içine yazacağım. Tüccarın birine bir reklam yazmıştım.İlan için türlü şehirlerin armalarından fayda lanmıştı. Aynışeyi siz de yapabilirsiniz. Sizin için Zahar Semyöniç şöyle birsüs düşündüm: Aslan ağzıyla demlenir. Şimdi devam edelim:“Müşterilerimize bir iki söz: Sayın Baylar! Ne son zamanlarınsiyasi olayları ne her geçen gün biraz daha sosyetemizi istila

Page 123: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

eden derin ilgisizlik ne de değerli basınımızda sözü edilen Volga sularının çekili şi, kısacası hiçbir şey bizi telaşa düşür-mez. Firmamızın uzun yıllardır var oluşu, kazanmak fırsatını bulduğumuz sempati, bize sağlam olarak tutunmak ve ge-rek çay plan tasyonu sahipleriyle ilgilerimiz alanında, gerek siparişleri mizi namusluca yerine getirmek alanında değişmez olarak kurduğumuz sistemi korumak olanağını vermektedir. Ga yemiz aşağı yukarı belli olup kısa ama şu çok manalı ke-limelerle ifade edilmektedir: doğruluk, ucuzluk ve çabuk luk.”

Yerşakov, sandalyesinde kıpırdanarak yazarın sözünü kesti:‒ Güzel! Çok güzel! Böyle yazacağını ummuyordum doğ-

rusu. Ustaca yazılmış. Yalnız, bak dostum şu var: Bu rada bir biçimine getirip işi bulandırmak, senin anlayacağın, bir hok-kabazlık yapmak lazım. Biz burada firmamızın şim di 1885 yılı mevsimine mahsus taze yeni mahsul bir bahar çayı partisi aldığını ilan ediyoruz, değil mi? Ayrıca şimdi alınan bu çay-ların üç yıldan beri depomuzda bulunduğunu işaret etmek ama aynı zamanda bu çayların sözde Çin’den daha geçen haf-ta gelmiş olduklarını göstermek gerek.

‒ Anlıyorum efendim. Halk bu aykırılığın farkında ol-mayacaktır. İlanın başına çayların henüz şimdi alındığını ya-zar, sonuna da şunları ekleriz: “Gümrüğü eski tarifeye göre ödenmiş büyük bir çay stokumuz olduğu için hiç za rarımız olmadan bunları geçen yılın fiyatıyla satabiliriz ve sonrası...” Diğer sayfada ise bir fiyat listesi bulunur. Bura ya yine arma ve süsler konur. Bunların altına da büyük har flerle “Yeni sa-tın aldığımız plantasyonlardan gelen her bir ürününe özgü birinci kalite kokulu Fuçan ve Kiyahtin çay larıyla Baykov

Page 124: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

çayının fiyat listesi.” deriz. Daha sonra gerçek meraklıların dikkatini, layık olduğu en büyük sevgiyi “Çin çayı olmasına veyahut rakiplerin hasedi.” markalısı kazanan Liyansin çayla-rına çekeriz. Fiyatı üç ruble 50 kopiktir. Ko kulu çaylar içinde ayrıca” Bogdihan gülünü (2 ruble) ve “Çinli kızın gözleri”ni (1 ruble 80 kopik) tavsiye ederiz. Fi yatlardan sonra küçük harflerle çayların harmanı ve gönde rilme şekilleri yazılır. He-men buracıkta iskonto ve primden sözedilir: “Rakiplerimiz-den birçoğu, müşterileri kendileri ne çekmek için prim adı altında ortaya bir yaldızlı hap atar lar. Biz bu sinirlendirici usulü, kendi hesabımıza protesto eder ve müşterilerimize, rakiplerimizin kurbanlarına ikram ettikleri bütün yaldızlı hapları, prim şeklinde değil de bü tün bütün bedava olarak takdim ediyoruz. Bizden en aşağı 50 rublelik alışveriş edenler Britanya madeninden yapılmış bir çaydanlık, yüz tane kart-vizit, Moskova şehrinin planı, çıplak Çinli kız şeklinde bir çay kutusu ve Veselçak İgrivi’nin “Damat Şaşkınlık İçinde, yahut Gelin Teknenin Al tında” hikâyesi gibi beş şeyden biri-ni seçer alırlar.

Okumayı bitirip ufak tefek bir iki düzeltme yaptıktan sonra Geynim, acele reklamı temize çekti. Yerşakov’a ver di. Bundan sonra da ortalığa bir sessizlik çöktü. İkisi de ayıp bir iş yapmış gibi kendilerini sıkıntılı bir durumda his sediyorlardı.

Geynim kararsız bir hâlde sordu:‒ Reklamın bedelini şimdi mi lütfedeceksiniz yoksa sonra mı?Yerşakov umursamaz bir eda ile:‒ Nasıl isterseniz, dedi. Arzu ederseniz şimdi. Ma ğazaya

git, beğendiğin şeylerden beş buçuk rublelik al.

Page 125: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Bana para verseniz daha iyi olur Zahar Semyöniç.‒ Para vermek âdetim değildir. Yaptığı işin parasını herkese

çay ve şekerle öderim Sizlere de başlarında bu lunduğum şar-kıcılara da kapıcılara da hep böyle yaparım.

‒ Aman Zahar Semyöniç, benim işimle kapıcıların, şarkı-cıların işi nasıl bir tutulur? Benim işim kafa işi.

‒ Ne de iş! Oturup yazdın işte o kadar. Yazı ne yeni lir ne de içilir. Bu da iş mi sanki. Bir ruble bile etmez.

Geynim’in canı sıkıldı:‒ Hımmm. Yazı hakkında ne tuhaf fikir yürütüyor sunuz:

Ne yenilirmiş ne de içilirmiş? Bu reklamı yazarken ruhumun ne kadar ıstırap çektiğini anlamıyorsunuz. Bir yandan yazı-yor, öte yandan da tüm Rusya’yı aldattığını hissediyorsun. Para veriniz Zahar Semyöniç!

‒ Eeee artık çok oldun! Bu kadar da balta olmanın manası yok.

‒ Peki, şu hâlde ben de toz şeker alırım. Senin deli kanlılar onu benden funtu sekiz kapiğe geri alırlar. Bu iş ten kırk ka-pik kaybedeceğim ama ne yaparsın? Hoşça ka lın.

Geynim çıkmak üzere döndü ama kapıda durakladı, içini çekti, hüzünlü bir eda ile:

‒ Rusya’yı aldatıyorum, dedi. Tüm Rusya’yı... Bir lok ma ekmek için yurdumu aldatıyorum. Ah!

Bu sözleri söyledikten sonra dışarı çıktı. Yerşakov hava-nasını tellendirdi. Odasının içi daha keskin bir surette kül-türlü bir insan kokusu saçmaya başladı.

* Geniy: Dâhi.** Geyne-Heine: Tanınmış Alman şairi.

Page 126: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER
Page 127: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

MIZRAK ÇUVALA SIĞMAZ

yotr Pyotroviç Posudin, aldığı imzasız mektup üzeri ne N. Kasabasına gitmek için köy yollarında, troyka ile

gizli geziye çıkmıştı.Yüzünü gömlek yakalarının arasına gizleyerek:“Kar gibi tepelerine ineceğim, diye hayal kuruyordu. Bir

sürü yolsuzluk etmişler. Rezil herifler, şimdi de her şe yin gizli kapaklı kalacağını sanıyorlar... Ha-ha... Tam za ferlerini kut-ladıkları bir sırada: ‘Çağırın bakayım buraya falanla filanı! ’ dediğim zaman duyacakları korkuyu, şaş kınlığı bir düşünün. Kim bilir nasıl afallayacaklar? Ha-ha- ha…”

Doya doya hayal kurduktan sonra Posudin, arabacı ile ko-nuşmaya başladı. Şöhret peşinde koşan bir insan olduğu için her şeyden önce kendinden söz açtı:

‒ Sen, Posudin’i tanıyor musun?Arabacı gülümseyerek:‒ Nasıl tanımam, dedi. Tanırız onu.‒ Peki niçin gülüyorsun?‒ Tuhaf şey! En küçük memura varıncaya kadar her kesi

tanıyoruz da Posudin’i tanımaz mıyız? Zaten onu bu raya herkes tanısın diye tayin etmişler.

P

Page 128: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Orası öyle. E, söyle bakayım, senin fikrince nasıl bir adam?

Arabacı esnedi:‒ Zararsız, iyi bir efendi, işini bilir. Buraya tayin edileli iki

yıl bile olmadı ama ne işler becerdi.‒ Önemli bir şey mi yaptı?‒ Birçok iyi işler yaptı. Allah ondan razı olsun. De mir

yolunu buradan geçirtti, Hohryukov’un işine son ver di. Bu Hohryukov’un ucu bucağı yoktu. Hergelenin bi riydi. Mad-rabazdı, öncekiler hep onun suyuna giderlerdi. Posudin gelir gelmez Hohryukov’dan eser bile kalmadı. Böyle işte Posudin, rüşvet yemez, birader, hayır! Sen ona yüz ruble, bin ruble ver, almaz, günaha girmek istemez. Hayır!

Posudin neşelenerek:“Allah’a çok şükür, hiç olmazsa beni bu yönden anla-

mışlar, diye düşündü. Buna çok sevindim.”Arabacı devam ederek:‒ Okumuş bir adam. dedi. Kibirli değildir. Bizim kiler

ona şikâyete gitmişlerdi. Efendilerle konuşuyormuş gibi mu-amele etmiş. Hepsinin elini sıkmış, “Buyurun, otu run.” de-miş. Ateş gibi bir adam, çok da çalışkan. Hiç doğru dürüst konuşmaz, hep fırt fırt! Sonra hiç yavaş yü rümez, hep koşar durur. Bizimkiler ona bir tek söz söyle meden hemen: “Ara-bayı hazırlasınlar!” diye bağırmış, doğru buraya. Geldi, her şeyi yaptı. Bir kapik bile al madı. Eskisinden çok iyi. Gerçi öteki de kötü adam değil di. Gösterişli, azametliydi, bütün ilde ondan daha yüksek bir sesle hiç kimse bağıramıyordu.

Page 129: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Bir yere teftişe gittiği zaman on fersah öteden duyulurdu ama gösterişte, çalış kanlıkta şimdiki ötekinden çok daha üstün. Şimdikinin ka fasındaki akıl, ötekininkinden yüz kat çok. Yalnız bir yö nü kötü. Her bakımdan iyi adam ama bir şeyi kötü: Ay yaşın biri.

Posudin:“Hoppala!” diye düşündü.‒ Sen nereden biliyorsun benim şey, onun ayyaş ol-

duğunu?‒ Tabii, bayım, ben onu sarhoş görmedim. Yalan uy-

duracak değilim ama söylüyorlar. Onlar da sarhoş görme-mişler ama böyle bir söylenti dolaşıyor. Herkesin bulun duğu yerlerde yahut misafirlikte, toplantılarda hiç içmez. Kendi evinde çekiyor. Sabah yatağından kalkar, gözleri ni ovuşturur ovuşturmaz, votka, diye bağırır. Uşak, hemen bir bardak vot-ka getirir. O, bunu yuvarlar yuvarlamaz bir bardak daha ister. Böylece bütün gün çeker. Çeker ama hiç belli etmez. Demek kendini tutmasını biliyor. Oysa bi zim Hohryukov içtiği za-man yalnız insanlar değil, köpek ler bile ulurdu. Posudin’in burnu kızarsa bari! Çalışma odasına kapanır, çek babam çek. Yabancılar bunu gör mesin diye yazı masasının bir gözüne bir lastik boru uy durmuş. Bu çekmecede her zaman votka hazır duruyor muş. Boruya şöyle eğilip emdin mi sarhoş oldun git-ti. Arabaya bindiği zaman da çantasında taşıyor.

Posudin, dehşet içinde kaldı:“Nereden biliyorlar? Aman Allah’ım, bunu bile bili yorlar!

Ne rezalet!”

Page 130: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Kadından yana da öyle. Köftehor (Arabacı güldü, ba-şını çevirdi.). Rezalet vesselam. Yedekte on tane kadar bu-lunduruyor. İki tanesi kendi evinde oturuyor. Biri şu, Nas-tasya İvanovna, vekilharç gibi bir şey. Öteki de kahrolasının adı neydi? Hah, Lüdmila Semyonovna, kâtip yeri ne. Ama Nastasya başta gelir. O ne derse o olur. Posu din’i kukla gibi oynatıyor. Her şey onun elinde. Ondan korktukları kadar Posudin’den bile korkmuyorlar. Ha ha... Üçüncü aşifte de Kaçalniy Sokağı’nda oturuyor. Ke pazelik!

Posudin kızararak:“Adlarıyla biliyor, diye düşündü. Hem de kim biliyor?

Şehre bile inmeyen bir köylü, arabacı... Ne rezalet! İğ renç, bayağı bir şey!”

Sinirli sinirli:‒ Bütün bunları nereden biliyorsun, diye sordu.‒ Söylüyorlar. Kendim görmedim ama işittim. Hem öğ-

renmek zor mu sanki? Uşakla seyisin dilini kesemez sin. Bel-ki Nastasya da sokak sokak dolaşıyor, talihinden söz ederek övünüyordur. İnsanların gözünden hiçbir yere kaçamazsın. İşte örneğin bu Posudin yeni bir âdet daha çıkardı. Teftiş-lere gizli gitmek adeti. Eskisi bir yere git mek istedi mi bir ay önce haber verirdi. Yola çıktığı za man da öyle bir velvele, öyle bir gürültü koparırdı ki Al lah korusun! Önden atlılar, yandan atlılar, arkadan atlılar koştururdu. Gideceği yere gi-der, uyur, yer içer, sonra hay di bakalım iş üzerinde çene çal-maya. Çene çalar, tepinir, gene uyur, geldiği gibi geri döner. Şimdiki de bir şey duydu mu gizlice, çabucak oraya gitmeye kalkışır, kimse görmesin, anlamasın diye. Maskaralık!

Page 131: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Memurlardan gizli evden çıkar, haydi trene. Gideceği yere kadar gider, posta arabası yahut kibarca bir şey değil de bir mujik ara bası tutar. Başını kadın gibi sarıp sarmalar, yolda da, sesin den tanımasınlar diye, kart köpek gibi hırlar durur. Bunla rı anlattıkları zaman gülmekten katılırsın. Gider buda-la, sa nır ki onu kimse tanımayacak. Oysa bu işlerden anlayan hemencecik tanır onu.

‒ Peki, nasıl tanıyabilir?‒ Basbayağı. Eskiden bizim Hohryukov, gizli seyahat ettiği

zaman biz onu yumruğunun ağır vuruşundan anlar dık. Eğer müşteri çene kemiğine indirirse anlardık ki bu Hohryukov’dur. Posudin’i ise bir bakışta tanımak müm kün. Bayağı bir yolcu, bayağı hareket eder ama Posudin, sadeliğe uyacak adamlardan değildir. Örneğin bir posta durağına gelir, hemen söylenmeye başlar. Pis kokuyor, aman sıcak, of soğuk. Piliç getir, meyve getir, her çeşit reçel hazırla. Posta duraklarında artık öğrenmiş-lerdir: bi risi kışın piliç ile meyve isterse bil ki Posudin’dir. Eğer bi risi menzil amirine “Azizim!” derse bunun Posudin oldu-ğuna yemin edebilirsin. Hem onun kokusu da kendine gö-redir. Yatağa da kendi usulüne göre yatar. Menzilde kanapeye uzanır, çevresine lavanta serper, yastığının yanına üç tane mum koymalarını emreder. Yatar, kâğıtları okuma ya başlar. Artık na-sıl bir adam olduğunu menzil amiri de ğil, kedi bile anlar.

Posudin:“Sahi, sahi, diye düşündü. Nasıl oldu da daha önce bunu

akıl edemedim.”‒ Zaten onu tanımak isteyen adam işin içinde meyva ile

piliç olmasa gene tanır. Telgrafla her şeyi öğrenmek mümkün.

Page 132: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Sen istediğin kadar suratını sarmala, istediğin kadar kendi-ni belli etmemeye çalış, burada senin yola çık tığını çoktan öğrenmişler, bekliyorlardır bile. Posudin, belki daha evinden çıkmamıştır. Buradaysa çoktan her şey hazır, lütfen buyurun. Onları suç üstünde yakalamaya, mahkemeye vermeye, yahut işten el çektirmeye gelir ama gene onlar onunla alay ederler. Gerçi sen, müfettiş beye fendi, gizlice geldin ama bak: bizim her şeyimiz terte miz. O da sağına bakar, soluna bakar, geldiği gibi dönüp gider. Üstelik takdir eder, hepsinin ellerini sıkar, rahatsız ettiği için özür diler. İşte böyle. Sen ne sandın ya ba yım? Buradakilerin hepsi birbirinden usta. Şeytana küla hı ters giydirirler bunlar. Ustalıklarına bakarak şaşar par mağını ısırırsın. Örneğin bugünkü olayı ele alalım. Bu sabah müş-terisiz dönüyordum. Karşıma Yahudi istasyon büfecisi çıktı, koşa koşa geliyordu. “Nereye böyle, çıfıt ce napları?” diye sor-dum. “N. Kasabasına şarapla meze götü rüyorum, dedi. Ora-dan bugün Posudin’i bekliyorlar.”

Nasıl, ha? Posudin, belki daha yola çıkmaya hazırlanıyor-dur. Yahut tanınmamak için yüzünü sarıp sarmalıyordur. Belki yola da çıkmıştır. Bunu hiç kimsenin bilmediğini sa-nıyor. Buradaysa onun için şarap da balık da peynir de çeşitli mezeler de hazır. Ne buyurulur? O, belki şimdi yolda gider-ken düşünüyordur: “İşiniz bitmiştir, baylar!” Oysa bayların umurunda bile değil. Varsın gelsin. Onlar, bütün ip uçlarını çoktan gizlemişlerdir.

Posudin, kısık bir sesle:‒ Geri, diye bağırdı. Geri dön, hayvan!Şaşıran arabacı, arabayı geri çevirdi.

Page 133: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ÇATTIK BELAYA

“Bıraktım, bundan sonra ayyaşlık yok!.. Hayır... Asla! Ak-lımı başıma toplamak zamanı çoktan geldi. Çalışmalı, hiz-met etmelisin. Aylık almasını seviyorsan namusunla, bütün gayretinle, vicdanınla çalış; dinlenmeyi, uykuyu hi çe sayarak çalış. Bedava aylık almaya alıştın, işte asıl kö tü olan da bu...”

Kendi kendine buna benzer birkaç öğüt daha verdikten sonra Başkondüktör Podtyagin, içten gelen bir çalışma sev-dasına kapıladı. Saat gecenin ikisi olduğu hâlde kondüktör-leri uykudan uyandırdı. Onlarla beraber bilet kontrolüne başladı.

Zımba makasını neşeli neşeli şıkırdatarak:‒ Biletleriniz, diye bağırdı.Vagonun alaca karanlığına gömülerek uyuklayan yol cular,

titreyerek başlarını sarsarak biletlerini uzattılar.Podtyagin, bir kürkle battaniyeye sarılmış etrafı yas tıklarla

çevrili zayıf, kuru yapılı, ikinci sınıf bir yolcuya:‒ Bilet, diye seslendi. Biletiniz!..Zayıf adam cevap vermedi. Uykuya dalmış. Başkondök-

tör omzuna dokundu ve sabırsızlıkla tekrar etti:

Page 134: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Biletiniz!..Yolcu titredi, gözlerini açarak dehşet dolu bakışlarını

Podtyagin’e dikti.‒ Ne? Kim? Ha?‒ Size adam gibi söylüyorlar: Biletiniz. Zahmet edive rin!Zayıf adam, ağlayan bir sesle:‒ Aman ya Rabbi diye inledi. Aman ya Rabbi Romatiz-

mam var, üç gecedir uykusuzum. Mahsus, uyumak için mor-fin aldım, oysa siz. biletinizle bozdunuz Bu merha metsizlik, insaniyetsizliktir. Uyumak için ne kadar zorluk çektiğimi bilseniz böyle boş şeyler için rahatsız etmezdi niz beni. Bu insafsızlıktır. Hem de biletimi ne yapacak sınız? Ne müna-sebetsizlik?

Podtyagin “Darılsam mı, darılmasam mı?” diye dü şündü, darılmaya karar verdi:

‒ Burada bağırmayın. Burası meyhane değil, dedi.‒ Meyhanedeki insanlar, sizden daha insaniyetli. Şimdi

ikinci defa nasıl uyurum? Şaşılacak şey. Bütün ya bancı mem-leketleri dolaştım, hiç kimse benden bilet iste medi. Buraday-sa onları sanki şeytan dürtüyor, bilet de bi let...

‒ Yabancı memleketleri beğeniyorsanız oraya gidin.‒ Ayıp, bayım, ayıp! Evet, kömür kokusu, boğucu hava,

hava cereyanları ile yolculara ettikleri eziyet yetmi yormuş gibi bir de formalite ile canlarını almak istiyorlar. Ona bilet lazım olmuş. Bu ne gayret böyle? Kontrol için yapılsa aklım erer. Oysa trendeki yolcuların yarısı biletsiz gider, bunu gör-mezler!

Page 135: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Podtyagin içerledi:‒ Baksanıza bayım! Sesinizi kesmeyip yolcuları ra hatsız

etmeye devam ederseniz sizi trenden indirmek ve bu iş için tutanak hazırmak zorunda kalacağım!

Bu sefer yolcular kızdı:‒ Bu ne rezalet! Hasta adama çatıyor Baksanıza siz de mer-

hamet denilen şey yok mu?Podtyagin ürkerek:‒ İyi ama kendileri küfrediyorlar, diye mırıldandı. Pe ki,

mademki öyle, bilet istemiyorum. Nasıl isterseniz. Ama siz de bilirsiniz ki işim bunu gerektiriyor. Görev ol masaydı o zaman elbette. Hatta istasyon şefine bile so rabilirsiniz. Kime isterseniz sorun.

Podtyagin, omuzlarını silkti, hastanın yanından uzak laştı. Önce kendini kırılmış, hakarete uğramış saydı, sonra iki üç vagondan geçince içinde vicdan azabına benzeyen bir rahat-sızlık başladı.

“Sahiden de hasta bir adamı uyandırmamalıydım, diye düşündü. Ama bende suç yok. Onlar sanıyorlar ki bunu key-fim istediği için yapıyorum. Görevimin bunu gerektir diğini bilmiyorlar. İnanmıyorlarsa istasyon şefini çağıra yım da sor-sunlar.”

İstasyonda tren beş dakika durdu. Üçüncü kampana ça-lınmadan önce, belirtilen ikinci sınıf vagona Podtya gin girdi. Kırmızı şapkalı istasyon şefi de arkasından geldi.

Podtyagin:

Page 136: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ İşte bu bay, diye söze başladı. Kendilerinden bilet iste-yemezmişim, hem de darılıyorlar. Rica ederim, lütfen kendi-lerine açıklayın, görevim gerektirdiği için mi bilet is tiyorum, yoksa lüzumsuz yere mi?

Zayıf adama:‒ Bayım, dedi, bayım, bana inanmıyorsanız işte istas yon

şefine sorabilirsiniz.Zayıf adam titredi, arı sokmuş gibi gözlerini açarak, ağla-

yan bir yüzle kanepeye yaslandı:‒ Aman Allah! İkinci morfin hapını almış, henüz uyu-

muştum, o ise gene, gene... Yalvarıyorum, insaf edin!‒ İşte istasyon şefiyle konuşabilirsiniz. Sorun baka lım, bi-

let kesmeye hakkım var mı yok mu?‒ Artık dayanamayacağım. Alın biletinizi. Alın. Da ha beş

bilet alırım. Yalnız rahat ölmeme engel olmayın. Siz hiç hasta olmaz mısınız? Duygusuz insanlar!

Asker üniformalı bir yolcu:‒ Bu düpedüz alay etmektir, diye içerledi. Buna baş ka bir

anlam veremiyorum.İstasyon şefi, yüzünü buruşturup:‒ Bırakın, diyerek Podtyagin’i kolundan çekti.Podtyagin omuzlarını silkerek, istasyon şefinin arka-

sından vagondan çıktı.Bu işe bir türlü akıl erdiremeyerek:“Gel de bu insanlara yaran, diye düşündü. Anlasın, ya-

tışsın diye gittim, istasyon şefini ayağına kadar getirdim, o ise neler söylüyor.”

Page 137: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Başka bir istasyonda tren on dakika durdu. İkinci kam-panadan önce Podtyagin, istasyon büfesinin önünde dur muş soda içerken yanına iki adam yaklaştı. Birinin sırtında mühen-dis üniforması, ötekininkinde de asker kaputu vardı.

Mühendis, Podtyagin’e:‒ Baksanıza başkondüktör, dedi. Hasta bir yolcuya karşı

davranışınız orada bulunanların hepsini sinirlendirdi. Ben, Mühendis Puzitskiy’im. İşte bu zat da albay. He men yolcu-dan özür dilemezseniz, ikimizin yakın ahbabı olan cer dairesi başkanına sizi şikâyet edeceğiz.

‒ Baylar ben, baylar, siz...‒ Açıklama istemiyoruz. Ama şunu da hatırlatırız ki özür

dilemezseniz yolcuyu himayemiz altına alacağız.‒ Peki, ben, ben, özür dileyebilirim. Buyurun.Yarım saat sonra Podtyagin, hem yolcuyu tatmin ede cek,

hem de kendini küçük düşürmeyecek bir özür cümle si düşü-nerek vagona girdi.

Hastaya:‒ Bayım, diye seslendi. Baksanıza bayım!Yolcu titreyerek yerinden fırladı:‒ Ne? Ha?‒ Ben şey. Ne diyecektim?.. Darılmayın.Hasta, göğsünü tutarak boğuk boğuk inledi:‒ Aman... Su, üçüncü bir morfin hapı almıştım. Bi raz

dalar gibi oldum. gene ya Rabbi, bu eziyet ne zaman sona erecek acaba?

Page 138: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Ben, şey. Beni affedin.‒ Baksanıza. Beni ilk istasyonda indirin. Daha fazla daya-

namayacağım ben. Ölüyorum.Yolcular isyan ettiler:‒ Bu ne alçaklık, bu ne rezalet? Defolun buradan! Böyle

alaylar size çok pahalıya mal olacak. Defolun!Podtyagin, elini havada salladı, içini çekerek vagon dan

çıktı. Kendi hizmet vagonuna dönüp bitkin bir hâlde masa-nın yanına oturdu. Kendi kendine konuşmaya baş ladı:

“Çattık belaya! Gel de bunlara yaran bakayım. Gel de he-vesle çalış. İster istemez her şeye tükürür, isyan eder sin. Ça-lışmazsın kızarlar, çalışmaya başlarsın gene kızar lar. Ne yapa-yım?” Podtyagin, artık ne çalışmayı ne görevi ne de namu su falan düşündü. Her şeye boş verip köşesine çekildi.

Page 139: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

KEYİFSİZLİK

olis amiri Semion İlyiç Praçkin, çalışma odasında bir aşağı bir yukarı dolaşıyor, içindeki can sıkıcı duyguyu

boğmaya çalışıyordu. Dün bir iş için şube başkanına git mişti. Kâğıt oyununa oturmak zorunda kalmış, sekiz ruble kaybet-mişti. Bir bakıma kaybedilen para çok azdı, önem sizdi ama cimrilik, menfaatçilik şeytanı, polis amirinin ku lağına yerleş-mişti, onu müsriflikle suçlayıp duruyordu.

Praçkin, bu şeytanı susturmaya çalışarak:‒ Sekiz ruble önemli bir para değil ki diye söyleni yordu.

Başkaları daha çok kaybediyorlar da aldırış bile et miyorlar. Hem para dediğin insanın kazanabileceği bir şey. Şöyle fab-rikaya yahut Rılov’un meyhanesine gittin mi, işte sana sekiz ruble, belki de daha fazla!

Bitişik odada polis amirinin oğlu biteviye bir sesle bo yuna:“Kış... Köylü başarı ile...” diye dersini ezberliyor. “Köylü

başarı ile yol açıyor.”‒ Hem bu parayı ne zaman olsa oyunda çıkarabili rim.

Başarı ile. Başarı da ne oluyormuş?“Köylü başarı ile yol açıyor, açıyor.”Praçkin kendi düşüncelerine devam ederek:

P

Page 140: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Başarı ile, diye söylendi. Ben ona bir sopa çeker sem görür o başarıyı. Zaferler peşinde koşacağına vergileri zama-nında öderse daha iyi eder. Sekiz ruble, aman ne önemli şey! Sekiz bin değil ya, ne zaman olsa çıkarılabilir.

“Atı kar kokusu alarak... Kar kokusu alarak zar zor gi diyor.”‒ Tam dörtnala gidecek atı buldun. Uyuz köylü atın dan

daha ne beklenir? Düşüncesiz köylü de sarhoş kafayla ala-bildiğine sürmekten zevk duyar. Sonra da buz çöküp de reye batınca yahut uçurumdan yuvarlanınca işin yoksa uğ raş dur onunla. Ben buradayken atını hele bir sür de gö reyim seni. Arkana öyle neft yağı dökerim ki beş on yıl unutamazsın. Neden oyuna küçük kâğıtla başlamadım? İs pati beyini oyna-saydım kaybetmeyecektim.

“Pamuktan evekler açarak kızak var hızıyla uçuyor. Pa-muktan evekler açarak.”

‒ Açarak. Evekler açarak. Evekler... Ne biçim sözler? Böy-le şeylerin yazılmasına nasıl müsaade ediyor lar. Sen bilirsin ya Rabbi Bütün oyunu altüst eden onluydu. Nereden gelip elime sıkıştı, gelmez olaydı!

“İşte köylü çocuk koşuyor. Köylü çocuk, Fındık’ı kı zağa bindirmiş… Bindirmiş.”

‒ Mademki koşup yaramazlık ediyor, karnı tok de mek. Ana babası çocuğa bir iş göstermeyi akıllarından bile geçir-mez. Köpeği kızakla gezdireceğine odun kırsa yahut İncil okusa daha iyi edirdi. Bu köpek denilen pis yaratıklar da ne kadar çoğaldı!.. Sokaktan geçmek kabil değil. Akşam yeme-ğinden sonra oyuna oturmamalıydım. Yemeği yer yemez kal-kıp gitmeliydim.

Page 141: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

“O, hem ağlıyor hem gülüyor, annesi de... Annesi de pencereden parmak sallıyor.”

‒ Salla, salla parmağını. Dışarı çıkıp dövmeye üşe nirsin. Çocuğunu kaldırıp şöyle çat pat çat pat bir iki tane yapıştır-san fena mı olurdu? Bu, parmak sallayıp kor kutmaktan daha iyidir. Büyüyünce ayyaş olursa görür sün.

Praçkin, yüksek sesle oğluna sordu:‒ Bunu kim yazmış?‒ Puşkin, babacığım.‒ Puşkin mi? Hım!.. Anlaşılan, acayiplik düşkünü bir

adammış. Yazmasına yazıyorlar ama ne yazdıklarını ken dileri de anlamıyorlar. Yalnız yazsınlar!

Vanya:‒ Baba, köylü un getirdi, diye seslendi.‒ İçeri alın!Ama un bile Praçkin’e neşe vermedi. Kendi kendini avut-

maya çalıştıkça zarar daha çok görünüyordu. Sekiz rubleye öyle acıyor, öyle acıyordu ki kaybettiği sekiz rub le değil de se-kiz bin rubleydi sanki. Vanya dersini bitirip susunca, Praçkin pencere önünde durdu. Kederli bakışları nı kar yığınlarına dikti. Ama kar yığınlarının manzarası, içindeki yarayı deş-mekten başka bir şeye yaramadı. Dün şube başkanına gidişi-ni hatırlattı. Sinirleri bozuldu. Göğ sünde bir sıkıntı duydu. Birisinden hınç almak isteği son kerteyi buldu. Daha fazla dayanamadı:

‒ Vanya, diye bağırdı. Buraya gel, dün pencerenin ca mını kırdığın için sana dayak atayım!

Page 142: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER
Page 143: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ESKİ EV

ski evi yıkıp yerine yenisini yapmak lazım geldi. Mi-mara boş odaları gezdirirken iş arasında türlü şeyler

anla tıyordum. Yer yer kopmuş, sarkmış duvar kâğıtları, do-nuk camlı pencereler, kararmış tuğla sobalar, her şey daha pek yakında burada insanların yaşadığını gösteriyor, onlara ait hatıraları canlandırıyordu.

İşte mesela bir gün sarhoş adamlar şu merdivenlerden ölüyü indirirlerken ayakları kaydı. Tabutla beraber merdi-venden aşağı yuvarlandılar. Taşıyanlar her tarafları yara bere içinde kaldı. Ölü ise sanki hiçbir şey olmamış gibi, ciddi cid-di duruyor, yerden kaldırıp tabuta koydukları za man başını sallıyordu. İşte sırayla üç kapı. Burada sık sık misafirler kabul eden bunun için herkesten daha iyi giyi nen, ev kirasını da zamanında ödeyen üç kız oturuyordu. Koridorun sonundaki şu kapı çamaşırhaneye açılır. Orada gündüz çamaşır yıkar-lar, geceleyin de gürültü ederek bira içerlerdi. Şu üç odalı dairedeyse her yer basillerle, bakteri lerle doludur. Kötü bir yer Burada birçok kiracı mahvol du. Kesinlikle bu daire bir zaman birisi tarafından lanetlen miştir. Çünkü burada kiracı-larla beraber daha birisi, gözle görünmeyen birisi yaşıyordu.

E

Page 144: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Burada oturan kiracılardan bir ailenin sonunu pek iyi hatırlıyorum. Anası, karısı, dört çocuğu olan, göze çarpa cak hiçbir özelliği bulunmayan bir adamı gözlerinizin önü ne ge-tirin. Bu adamın soyadı Potuhin idi. Yoksuldu. Bir noterin yanında kâtipti. Ayda otuz beş ruble kazanıyordu. İçki içmez, dinine çok bağlı, ciddi bir insandı. Bana ev ki rasını getirdiği zaman üstü başı düzgün olmadığı, kirayı beş gün geciktirdiği için özür dilerdi. Aylığı aldığına dair senet verdiğim zaman saf saf gülümseyerek: “Amma da yaptınız ha! Sevmem ben bu senetleri.” derdi. Yoksuldu ama temiz yaşıyordu. Ortadaki şu odada dört çocukla bera ber nineleri otururdu. Buradaysa yemek pişirirler, yatarlar, misafirlerini kabul ederlerdi. Hatta dans bile ettikleri olur du. Bu odada Potuhin otururdu; ra-porlar, roller vs. gibi özel işleri temize çekmeye çalıştığı bir de masası vardı. Şu rada, sağ tarafta onun kiracısı, tesviyeci Yegoriç oturuyor du. Ağırbaşlı ama içki kullanan bir adam-dı. Hep sıcaktan şikâyet eder, bunun için her zaman yalın ayak, yalnız ye lekle dolaşırdı. Yegoriç kilit, tabanca, çocuk bisikletleri ta mir eder, ucuz duvar saatlerini tamir etmekten de çekin mezdi. Çocuklara yirmi beş kapiğe kayak yapar ama bü tün bu yaptığı işlerden iğrenirdi. Asıl sanatının musiki ale tleri ustalığı olduğunu söylerdi. Masanın üstünde hurda çelikle demir parçalarının arasında her zaman tuşlardan bi ri eksik bir akordion yahut kenarları eğrilmiş bir boru gör mek kabildi. Potuhin’e oda kirası olarak iki buçuk ruble verir, hep tezgâhının başında bulunurdu. Dışarı, ancak so baya bir de-mir parçası sokmak için çıkardı.

Page 145: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Bazı akşamlar ki, bu pek seyrek olurdu, içeri girdiğim zaman şu manzarayla karşılaşırdım: Potuhin, masasının ba şında bir kâğıdı temize çekmeye çalışırdı. Annesiyle zayıf, yorgun yüz-lü karısı lambanın önünde oturur, dikiş dikerler di. Yegoriç de eğesini gıcırdatırdı. Sönmeye yüz tutan soba, ortalığa boğucu bir sıcaklık saçardı. Ağır havada tuzlu laha na çorbası, çocuk bezi, Yegoriç’in kendine has kokusu his sedilirdi. Yoksulluk, ağır hava içinde de olsa çalışan insan ların yüzleri, sobanın çevresine sıralanmış çocuk donları, Yegoriç’in demir parçala-rı, bütün bunlar bu evde huzur, sevgi, memnunluk hüküm sürdüğünü gösteriyordu. Kapı nın arkasında, koridorda, saç-ları taranmış, neşeli çocuklar koşuşurlardı. Onlar bu dünya-da her şeyin iyi gittiğinden, sa bahleyin, bir de akşam yatar-ken Tanrı’ya dua ettikten son ra ebediyete kadar böyle sürüp gideceğinden emindiler.

Şimdi işte bu odanın ortasında, sobadan bir, iki adım öte-de bir tabut, onun içinde de Potuhin’in karısını gözleri nizin önüne getirin. Karısı ebediyete kadar yaşayan hiçbir koca yoktur ama ölümün buraya girmesi bambaşka bir şeydi.

Ayin yapıldığı sırada Potuhin’in ciddi yüzüne, sertlik ifa-de eden gözlerine bakınca:

“Ehe, birader!” diye düşündüm.Potuhin’in, çocukların, ninenin, Yegoriç’in bu dairede

kendileriyle beraber yaşayan o görünmeyen şey tarafından damgalandıklarını hissediyordum. Ben, boş inanışlara bü-tün varlığıyla inanan insanlardanım. Bu, belki ev sahibi ol-duğum, kırk yıldan beri kiracılarla iş gördüğüm için böyledir.

Page 146: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Mesela kâğıt oyununun başlangıcında talihiniz yoksa sonuna kadar kaybedeceğinize inanırım. Kader, yeryüzün den sizi ve ailenizi silip süpürmek istiyorsa insafsızca pe şinize düşer, ilk bahtsızlık her zaman uzun bir zincirin an cak başlangıcı sayı-lır. Bahtsızlıklar da bir çeşit taşlara benzer. Yüksek kıyıdaki taşlardan yalnız bir tanesinin düş mesi, ötekilerin de onun arkasından yuvarlanması için ye tişir. Sözün kısası ayinden sonra Potuhin’in dairesinden çı karken onun da ailesinin de kendilerini bekleyen akıbetten kurtulamayacaklarına inanı-yordum.

Gerçekten de bir hafta geçmiş geçmemişti ki yanında ça-lıştığı noter, ansızın işine son vermiş, yerine bir kız oturtmuş-tu. Ne dersiniz? Potuhin’in kırıldığı şey, işinden olmaktan zi-yade, yerine bir erkek değil de kız alınmış ol masıydı. Neden kız oluyormuş? Onuruna o kadar dokundu ki eve dönünce çocukların hepsini sopadan geçirdi. Ana larına küfretti, zil zurna sarhoş oluncaya kadar içti. İçkiye Yegoriç de katılmıştı.

Potuhin bana ev kirasını getirdi ama on sekiz gün ge-ciktirdiği hâlde artık özür dilemiyordu. Senedi alırken de susuyordu. İkinci ay parayı annesi getirdi. Kiranın yalnız ya-rısını verdi. Geriye kalanını bir hafta sonra getireceğini söy-ledi. Üçüncü ay metelik bile alamadım. Kapıcı 23 nu maralı dairede oturan kiracıların “yakışık almayacak bir tarzda” ha-reket ettiklerinden şikâyet etmeye başladı. Bun lar kötü ala-metlerdi.

Gözlerinizin önüne şöyle bir manzara getirin. Somurt kan yüzlü Petersburg sabahı bu donuk pencerelerden içeri ye bakı-yor. Kocakarı, sobanın yanında çocuklara çay içiri yor. Yalnız

Page 147: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

büyük torunu Vasya bardaktan içiyor, ötekiler çayı doğrudan doğruya çaydanlıktan tabaklara döküyorlar. Sobanın önünde Ye-goriç çömelmiş duruyor, elindeki de miri ateşe sokmaya çalışıyor. Dün geceki içkiden sonra ba şı kurşun gibi ağırlaşmış, gözleri donuk; ofluyor, titriyor, durmadan da öksürüyor.

‒ Büsbütün baştan çıkardı, iblis oğlu iblis, diye ho-murdanıyor. Kendisinin zıkkımlandığı yetmiyormuş gibi başkalarını da günaha sokuyor.

Potuhin kendi odasında, üstünde artık ne yorgan ne de yastık bulunmayan karyolasında oturuyor. Parmaklarını saç-larına geçirmiş, donuk gözleriyle ayaklarının altına ba kıyor. Üstübaşı yırtık, saçları hayli zamandır tarak yüzü görmemiş, bir süredir hasta.

Kocakarı, Vasya’ya acele etmesini söylüyor:‒ İç, çabuk iç, yoksa okula geç kalacaksın. Vakit gel di,

ben de çıfıtlara tahta silmeye gideceğim.Bütün evde yalnız kocakarı ümitsizliğe kapılmıyor. Geç-

miş günleri hatırlayarak günlük işlerde çalışıyor. Cu ma gün-leri faizci Yahudilerin bürosunda tahtaları yıkıyor, cumarte-sileri tüccarlara çamaşıra gidiyor, pazarları da şe hirde sokak sokak dolaşarak hayırsever bayanlar arıyor. Onun her günü bir işe ayrılmıştır. Çamaşır da tahta da yı kıyor, doğumlara da gidiyor, görücülük de ediyor, dileni yor da. Ama o da iç-meden yapamıyor. Sarhoşken gene işi ni unutuyor. Rusya’da böyle sağlam kocakarılar çoktur, hem de birçok mesut yuva-ların temelidirler.

Page 148: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Çayını bitiren Vasya, kitaplarını çantasına yerleştire rek sobanın arkasına giriyor. Orada ninesinin entarisinin yanın-da paltosu asılı durur. Bir dakika sonra oradan çıkıp soruyor:

‒ Ya, benim paltom nerde?Nine ile öteki çocuklar hep beraber paltoyu aramaya baş-

lıyorlar. Uzun zaman arıyorlar ama palto sanki sır ol muş. Ne-reye gider? Ninenin Vasya’nın yüzü sararıyor, korkuyla irki-liyor. Yegoriç bile şaşkınlık içinde. Yalnız Potuhin hareketsiz, sessiz duruyor. Başka zaman herhangi bir şeyi hemen fark ederken şimdi hiçbir şey görmüyor, hiçbir şey duymuyor. Bu durum şüpheli.

Yegoriç:‒ O satıp içti, diye işaret ediyor.Potuhin’de ses yok. Demek ki Yegoriç doğru söylü yor.

Vasya dehşet içinde kalıyor. Paltosu, rahmetli annesi nin çuha elbisesinden dikilen nefis saten astarlı güzel pal tosu satılarak parası meyhaneye verilmiş Paltoyla beraber yan cepteki mavi kalem, kabında altın harflerle “Nota Bene” yazılı bloknot da meyhane yoluna kurban gitmişti. Bloknotun kenarında ucu lastikli başka bir kalem, bundan başka çıkartmalar da vardı.

Vasya’nın içinden kana kana ağlamak gelir. Ama ol maz ki... Başı ağrıyan babası ağladığını duyarsa bağırır, te pinir, dayak atmaya başlar. Hem de akşamdan kaldığı za manlar fena döver. Nine, Vasya’yı korur; babası nineye de vurur. Ni-hayet kavgaya Yegoriç de karışır. Babasının bo ğazına sarılır, ikisi birden yere düşerler. Yerde yuvarlanır, tepinir, sarhoş in-sanların hayvani hırsıyla birbirlerine sal dırırlar. Nine ağlama-ya başlar, çocuklar bağrışırlar. Kom şular kapıcıyı çağırırlar.

Page 149: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Ağlamak, isyan etmek kabil olmadığından Vasya ho-murdanır, ellerini kırarcasına sıkar, tepinir yahut ceketinin yenini ısırarak köpeğin tavşanı tartakladığı gibi uzun müd det kendi kolunu tartaklar. Gözlerinin feri sönmüş, yüzü ümit-sizlikten gerilmiş, çarpılmıştır. Onun bu hâlini gören nine, birdenbire başındaki şalı çekip alır. Gözlerini bir noktaya di-kerek elleriyle, ayaklarıyla tuhaf hareketler yap maya başlar. O anda, öyle sanıyorum ki çocuk da kocaka rı da hayatlarının mahvolduğunu, gelecek için artık hiçbir ümitlerinin kalma-dığını anlamışlardır.

Potuhin ağladıklarını duymaz ama olan bitenleri oda-sından görür. Yarım saat sonra ninesinin şalına bürünen Vasya okula gidince o, size anlatmak için söz bulamadığım bir yüzle sokağa fırlayarak oğlunun peşinden gider. Çocu-ğuna seslenmek, onu teselli etmek, özür dilemek, rahmetli annesini şahit tutarak namusu üzerine söz vermek ister. Ama göğsünden hıçkırıktan başka bir şey çıkmaz. Sabah leyin hava nemli, soğuktur. Okula yaklaşan Vasya, arka daşları kadına benziyor demesinler diye, şalı çıkarıp yalnız ceketle okulun kapısından içeri girer. Potuhin eve dönünce hıçkırır, bir şey-ler mırıldanır; annesinin, Yegoriç’in, onun tezgâhının önün-de yerlere kadar eğilir. Sonra biraz kendi ne gelince koşarak benim yanıma gelir. Nefes nefese Allah rızası için benden bir iş ister. Tabii ona ümit veririm.

Potuhin:‒ Nihayet kendime gelebildim, diye mırıldanır. Artık ak-

lımı başıma toplamalıyım. Bu rezalete bir son vermeli yim.

Page 150: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Sevinir, bana teşekkür eder. Ben de ev sahibi oldum ola-lı bu kiracı bayları inceden inceye tetkik ettiğim, içyüz lerini bildiğim için ona bakarak:

‒ Çok geç, azizim! Sen artık bir ölüsün demek iste rim.Yanımdan çıkan Potuhin doğruca okula koşar. Orada bir

aşağı, bir yukarı dolaşarak çocuğunun okuldan çıkma sını bekler.

Nihayet Vasya çıkınca:‒ Bana bak Vasya, oğlum, der. Bana şimdi bir iş vadettiler.

Sabret, sana mükemmel bir kürk alacağım. Seni lisede okuta-cağım, anlıyor musun? Lisede! Seni asil bir insan yapacağım. Bir daha içki içmeyeceğim. Namusum üzerine söz veriyorum ki içmeyeceğim.

Bunları söylerken bütün kalbiyle aydın geleceğe ina nır ama işte akşam olur. Çıfıtlardan aldığı yirmi kapikle yorgun argın eve dönen kocakarı, çocukların çamaşırlarını yıkamaya koyulur. Vasya bir kenara çekilmiş, matematik problemleri-ni çözmeye çalışır. Yegoriç çalışmaz, Potuhin kazandıklarıyla kendini büsbütün içkiye vermiştir. O anda yenilmez bir içki içmek isteğiyle kıvranır. Odalar sıcak, hava boğucudur. Ko-cakarının çamaşır yıkadığı tek neden ortalığa buhar yayılır.

Yegoriç somurtkan bir yüzle:‒ Haydi, gidelim mi, diye sorar.Benim kiracı susar. Verdiği söz yüzünden canı pek sı kılır.

İçmek isteğiyle, can sıkıntısıyla mücadele eder ve tabiatıyla can sıkıntısı baskın çıkar. Ondan sonrası belli.

Page 151: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Gece yarısı Yegoriç ile Potuhin çıkıp giderler. Sabah leyin de Vasya, ninesinin şalının yerinde yeller estiğini gö rür.

İşte anlattığım olay bu dairede olmuştu. Şalın parasını iç-kiye veren Potuhin bir daha eve dönmedi. Nereye gittiği ni bilmiyorum. O, kayıplara karıştıktan sonra kocakarı büsbü-tün içmeye başladı. Ondan sonra yatağa düştü. Has taneye kaldırdılar. Küçük çocukları akrabadan birisi alıp götürdü. Vasya da işte şu çamaşırhaneye girdi. Gündüzleri ütülere ateş kor, geceleri de bira taşırdı. Çamaşırhaneden kovulunca öteki üç kızdan birinin yanına girdi. Aldığı emirleri yerine getir-mek için bütün gece sokaklarda dola şıyordu. Artık ona “tav-cı” diyorlardı. Daha sonra ne oldu bilmiyorum.

İşte bu odada da bir dilenci çalgıcı tam on yıl oturmuştu. Öldüğü zaman yatağının içerisinden tam yirmi bin rub le çıktı.

Page 152: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER
Page 153: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ÂCİZ

irkaç gün önce, evde çocuklarıma ders veren öğret men hanımı çalışma odama çağırmıştım.

‒ Otur Julia Vassilyevna, dedim. Aramızdaki hesabı ka-patalım. Her ne kadar şu anda paraya ihtiyacın varsa da me-rasimde bekler gibi bekleyeceğini ve bir türlü kendili ğinden gelip istemeyeceğini biliyorum. Neyse gelelim he sabımıza: Ayda otuz rubleye anlaşmıştık.

‒ Değil efendim, kırk.‒ Hayır, otuz. Not etmiştim, çok iyi aklımda. Hem ben

öğretmenlere her zaman ayda otuz ruble öderim. Bu duruma göre sen buraya geleli iki ay oluyor, dolayısıyla...

‒ İki ay beş gün.‒ Tam tamamına iki ay. İşe başladığın günü özellikle not

etmiştim. Bu demektir ki altmış ruble kazanmışsın. Fa kat sen iki aydan pazar günlerini çık… biliyorsun ki pazar ları Kolya’ya bir şey öğretmedin, sadece beraber yürüyüş lere çık-tınız. Ve üç tatil günü.

Julia Vassilyevna kızgınlıktan kıpkırmızı kesildi ve öf-keden iki eliyle sıkı sıkıya entarisine yapıştı. Fakat hepsi bu kadar. Tek bir çıt dahi çıkarmadı.

B

Page 154: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Dört pazar, üç tatil günü yani 12 rubleyi çık. Dört gün Kolya hastaydı dolayısıyla ders falan vermedin, zaten o sıralarda Vanya’yla uğraşıyordun. Üç gün de bir diş ağ-rısı yüzünden çalışmamıştın ve karım sana öğleden sonra larıdinlenmen için izin vermişti. On iki yedi daha, on do kuz.Altmıştan çıkar. Ne kalır? Hımm... Kırk bir ruble. Tamam mı?

Julia Vassilyevna’nın sol gözü kızarmış, yaşla dolma ya baş-lamıştı bile. Çenesi hafifçe titriyordu. Sinirli sinir li öksürdü, hızla burnunu sildi. Fakat hepsi bu kadar. Ses sizliğe büründü.

‒ Yılbaşına yakın bir gün, bir çay bardağı ve bir de ta bak kırmıştın. Bunlar için de iki ruble çıkar. Çay bardağı dede-den kalma antika olduğu için iki rubleden çok daha fazla ederdi ama neyse boşver. İşin sonunda ben ne zaman zararlı çıkmadım ki? İhmalkârlığın yüzünden Kolya bir gün ağaca tırmanmış ve ceketini yırtmıştı. Onun için de on rub le say. Gene senin dikkatsizliğinin yüzünden hizmetçi kız Vanya’nın ayakkabılarını çalmıştı. Evde bütün olup biten leri dikkatle izlemen lazım. Sana bunun için para veriyo ruz. Dolayısıyla beş ruble daha çık. Ocak ayının onunda sana on ruble ver-miştim.

‒ Hayır, ben böyle bir para almadım, diye Julia Vassilyev-na zorla yutkunarak cevap verdi.

‒ Bak buraya not etmişim.‒ Şey... Pekiyi öyleyse.‒ Kırk birden yirmi yediyi çıkar, kalır sana on dört.Kızcağızın şimdi iki gözü birden gözyaşlarıyla dol muştu.

Küçücük şirin burnunun altında da ter damlacıkları belirme-ye başlamıştı. Zavallı kız!

Page 155: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Şimdiye kadar bana bir kere para verildi, diye titre yen sesiyle konuştu: Ve o da sizin karınız tarafından. Hep si üç ruble, fazla değil.

‒ Sahi mi? Görüyor musun, ben onu not etmemişim On dörtten üç daha çıkar… Kalır on bir. Al, işte paran: Üç, beş dokuz, on, on bir. Tamam mı?

On bir rublesini de avucuna koydum. Uzandı, aldı ve tit-reyen parmaklarıyla cebine sokuşturdu.

‒ Mersi, diye boğuk bir sesle fısıldadı.Aniden yerimden fırladım ve başladım odanın içinde bir

aşağı bir yukarı gidip gidip gelmeye. Asabım son dere ce bo-zulmuş, kan tepeme çıkmıştı. Kızgın kızgın:

‒ Niçin, bu mersi, diye sordum.‒ Verdiğiniz para için.‒ Hakkını yediğimi sen de bal gibi biliyorsun. Aman ya

Rabbi ne biçim insansın sen, görmüyor musun ki seni göz göre göre soydum. Daha ötesi var mı bunun, paranı çaldım ve sen hâlâ “mersi” diyorsun!

‒ Bundan önce çalıştığım yerlerde hiç vermemişlerdi.‒ Hiç mi vermemişlerdi? Şaşmaya da lüzum yok ya Bana

gelince sana ufak bir şaka yaptım. Sırf ders olsun, öğ renesin diye bu insafsızca yolu seçtim. Merak etme, sek sen rublenin hepsini de sana vereceğim. Al işte, hepsi şu zarfın içinde seni bekliyor fakat bir insanın bu kadar pı sırık olabileceğine de hâlâ inanamıyorum. Niçin hakkını aramıyorsun? Neden haksızlığa baş kaldırmıyorsun? Dün yada bu kadar yüreksiz, tabansız ol-mak, mümkün mü? Bu kadar ödlek olmak?..

Page 156: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Acı bir tebessüm dudaklarının kenarında kıvrıldı. Yü-zündeki ifade “Mümkün.” diyordu.

Kendisine zalim bir yoldan ufak bir ders verdiğim için özür diledim ve o hâlâ şaşkın şaşkın bakınırken eline sek sen rubleyi sıkıştırdım. O yine her zamanki “mersi”siyle mırıl-danır gibi üst üste defalarca teşekkür etti ve odadan çıktı. Arkasından bakarken kendi kendime düşünüyordum: Şu dünyada zayıfları ezmek ne kadar kolay!

Page 157: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

DEĞİRMENDE

rta yaşlı, sağlam yapılı bir adam olan değirmenci Alek-sey Birikov, kulübesinin eşiğinde oturmuş tembel tem-

bel sönmüş piposunu çekiştiriyordu. Yüzü, bütün vü cudu, hani çocukların Jule Verne’i okuduktan sonra, rüya larında gördükleri o güçlü, kuvvetli, kalın derili, ağır ağır, yere yük-lene yüklene basarak yürüyen gemicilerine benzi yordu. Kaba asker kumaşından yapılmış boz renkli panto lonla kocaman, ağır çizmeler giymişti ama dışarıda rutu betli soğuk bir güz havası olmasına rağmen ceketi de şap kası da yoktu. Açık yeleğinden rutubet serbestçe giriyordu ama değirmencinin nasır gibi sertleşmiş koca vücudu herhâlde soğuğu duymu-yordu. Kırmızı, etli yüzü her zamanki gibi gevşek, kayıtsızdı. Sanki uykudan yeni kalkmıştı. Dol gun yüzü, içinde kaybo-lan küçük gözlerinin altından sert sert kâh etrafına kâh bana, sonra çatılara, yaşlı eğri büğrü söğüt ağacına bakıyordu.

Ambarların önünde manastırdan yeni gelen iki keşiş te-laşlı telaşlı koşuşup duruyorlardı. Biri Kleona, cüppesi çamur içinde, uzun boylu, kır saçlı bir ihtiyardı. Öteki Diodor ise kara sakallı, esmer yüzlüydü. Herhâlde Gürcü olan bu adam bayağı bir köy gocuğu giymişti. İkisi de arabalar dan öğütülmek

O

Page 158: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

üzere getirdikleri çavdar dolu çuvalları in diriyorlardı. Onlar-dan biraz ötede, çamurlu, kirli bir hâl alan otların üstünde ırgat Yevsey oturuyordu. Yevsey gençti, bıyıksızdı, gocuğu yırtık pırtıktı. Adamakıllı da sar hoş bir hâldeydi. Elinde bir balık ağı tutuyor, sanki onu ta mir ediyormuş gibi yapıyordu.

Değirmenci uzun uzun etrafına bakıyor, susuyordu. Sonra gözlerini çuvalları taşıyan keşişlere dikti, kalın bir sesle:

‒ Hey keşişler, ne diye çayda balık tutuyorsunuz? Kimden izin aldınız, diye bağırdı.

Keşişler hiç cevap vermediler, değirmenciye bakmadı lar bile.

O da biraz sustu, çubuğunu tüttürdü. Sonra sözüne de-vam ederek:

‒ Bir de kalkar, köylülere balık tutmak için izin verir siniz, dedi. Ben çayı sizden kira ile tuttum, bunun için size para veriyorum. Demek ki balıklar da benim. Hiç kimse bura-da istediği gibi balık tutamaz. Tanrı’ya dua ediyorsu nuz ama hırsızlık etmeyi günah saymıyorsunuz.

Değirmenci esnedi, sustu, homurdanmaya devam ede rek:‒ Bak sen, yeni yeni icatlar çıkarıyorlar, dedi. Keşiş ol muş,

evliyalığa adaylığını koymuşlar diye kimse onlarla ba şa çıka-maz sanıyorlar. Mahkemeye verirsem görürsünüz gü nünüzü. Yargıç, cübbene bakmaz, tıkar deliğe. O yapmasa bile ben yapacağımı bilirim. Çayda bir rastlarsam öyle bir temiz döve-rim ki kıyamete kadar balık yemek istemezsiniz.

Kleope kısık ve ince sesiyle:

Page 159: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Niye böyle söylüyorsunuz Aleksey Dorofeyiç, dedi. Tanrı’dan korkanlar bu gibi sözleri köpeğe bile söylemez ler. Biz ise keşişiz.

Değirmenci alayla:‒ Keşişmişler, dedi. Balığa mı ihtiyacın var? Gel ben den

satın al, hırsızlık etme.Kleopa yüzünü buruşturarak:‒ Ya Rabbi, biz hırsızlık mı yapıyoruz? Ne diye böyle

sözler sarf ediyorsun. Bizim çömezler balık tutmuşlar, doğru ama bunu yapmak için başpapazdan izin almışlar dır. Başpa-paza göre sizden aldığı para bütün ırmak için de ğil, yalnız bi-zim kıyıda ağ germeniz için. Yoksa bütün ır mak size verilmiş değildir. Irmak ne sizin ne de bizimdir, Tanrı’nındır.

Değirmenci piposunu çizmesine vurarak:‒ Başpapazın da senden farkı yok, diye homurdandı. O

da kazık atmayı sever ama ben ince eleyip sık doku mam. Be-nim için ha başpapaz, ha sen, ha şu Yevsey. Hiç ayırt etmem. Irmakta rastlarsam ona da bir temiz sopa çe kerim.

‒ Rahipleri dövmek sizin bileceğiniz iş. Öteki dünya da bizim için daha iyi olur. Siz zaten Vissaryon’u, Antipiy’yi dövmüşsünüz, ötekileri de dövün.

Diodor, Kleopa’yı elbisesinin kolundan çekti:‒ Sus, dedi, onu kışkırtma.Kleopa, kendini topladı, gene çuvalları taşımaya ko yuldu.

Değirmenci ise küfretmekte devam ediyordu ama tembel tembel sövüp sayıyor, her cümleden sonra piposu nu çekiyor,

Page 160: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

tükürüyordu. Balık meselesi bittikten sonra ke şişlerin bir za-man önce kendisinden “dolandırdıkları” iki çuvalı hatırladı. Bunun için de atıp tutmaya başladı. Sonra Yevsey’in sarhoş olduğunu, çalışmadığını fark ederek ke şişleri rahat bıraktı. Yakası açılmadık küfürlerle ırgatlara saldırdı.

Keşişler önceleri kendilerini tutuyor, sadece yüksek sesle göğüs geçiriyorlardı ama çok geçmeden Kleopa da yanamadı. Ellerini kavuşturdu, ağlayan bir sesle:

‒ Ulu Tanrı’m, dedi, benim için değirmene gelmek ka dar ağır bir şey yoktur. Cehennem azabıdır bu, sahici bir cehennem.

Değirmenci:‒ Gelme öyle ise, diye sert sert cevap verdi.‒ Ya Rabbi, buraya gelmezdik ama başka değirmen neer-

de bulalım? Sen de bilirsin ki bu bölgede seninkinden başka değirmen yok. Ya açlıktan ölmeli yahut da öğütül memiş buğ-day yemeli.

Değirmenci susmuyor, etrafına küfürler savurmaya de-vam ediyordu. Belliydi ki bu homurdanmalar, küfürler onun için piposunu çekmek gibi alışılmış bir şeydi. Kle opa, şaşkın şaşkın gözlerini kırparak yalvarıyordu:

‒ Hiç olmazsa “şeytan”ın adını anma, sus. Allah aşkı na sus!Aradan çok geçmeden değirmenci sustu ama bunu Kle-

opa yalvardığı için yapmadı. Bentte küçük, tostopar lak, yü-zünden iyilik akan ihtiyar bir kadın göründü. Arka sına, bö-cek sırtına benzer, acayip çizgili bir yeldirme giy mişti. Elinde küçük bir çıkın vardı, küçük bir değneğe da yana dayana yürüyordu. Keşişlere yerlere kadar eğilerek selam verdi:

Page 161: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Merhaba keşiş efendiler, dedi, kolay gelsin. Merha ba Alyoşinka, merhaba Yefseyuşka.

Değirmenci ihtiyara bakmadan, kaşlarını çatarak:‒ Merhaba anneciğim, diye mırıldandı.İhtiyar kadın gülümsedi, değirmencinin yüzüne şefkat le

bakarak:‒ Ben de sana misafir geldim, dedi. Seni görmeyeli çok

oldu. Galiba Uspenyev Yortusu’ndan beri. Beni gör düğüne sevindin mi, sevinmedin mi, bilmiyorum ama ka bul etmeli-sin. Hem sen biraz zayıflamışsın galiba.

Kocakarı değirmencinin yanına oturdu. Bu dev gibi ada-mın yanında yeldirmesiyle daha da çok böceğe benze meye başladı.

Sözüne devamla:‒ Evet seni Uspenyev Yortusu’ndan beri görmedim. Artık

göreceğim gelmişti, dedi. Seni göremediğim için azap duyu-yordum ama buraya gelmeye kaç defa niyet ettiysem hep ya yağmur yağdı yahut da hastalandım.

Değirmenci canı sıkılarak:‒ Şimdi köyden mi geliyorsunuz, diye sordu.‒ Evet. Evden.‒ Hastalığınıza, keyifsizliğinize bakılacak olursa şim di

misafirliğe gelmek değil, evde oturmanız gereklidir. Hem ne diye geldiniz? Pabuçlarınıza acımıyor musunuz?

‒ Seni görmek için geldim.İhtiyar kadın keşişlere dönerek:

Page 162: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ İki oğlum var, dedi. Biri bu. Biri de köyde oturan Vasili. İki tanecik. Ben yaşıyor muyum, yaşamıyor mu yum? Umur-larında bile değil ama benim öz evlatlarım, tek tesellim onlar. Onlar bensiz yaşarlar ama ben onlar ol madan bir gün bile yaşayamam. Ama işte keşişler, artık ihtiyarladım da onların ayağına gitmek zor geliyor bana.

Ortaya sessizlik çöktü. Rahipler ambara son çuvalı da gö-türdüler ve biraz dinlenmek üzere arabaya oturdular.

Sarhoş Yevşev hâlâ elleriyle balık ağını karıştırıyor, mın-cıklıyor, başı ikide bir göğsüne düşüyordu. Değirmen ci:

‒ İyi zamanda gelmediniz anneciğim, dedi. Şimdi Karyajine’ya gitmem gerek.

İhtiyar kadın:‒ Git güle güle dedi, yolun açık olsun. Benim için işini

gücünü bırakacak değilsin ya. Bir saat kadar oturup dinlenir, sonra geriye dönerim. Vasya ile çocuklarının sa na selamları var. Alyoşinka.

‒ Gene votkayı çekiyor mu?‒ Eh!.. Pek fazla değilse de gene de içiyor. Günahı sakla-

maya ne lüzum var. İçiyor işte. Sen de bilirsin ya, çok içme-sine zaten kesesi elvermez. İşte ara sıra öteki beri ki, dostları çağırıyorlar. Ah onunki de hayat mı? Kötü, çok kötü. Onun bu hâline çok üzülüyorum. Yiyecek namına bir şey yok. Ço-cukların ne üstlerinde var ne başla rında. Sokağa çıkmaya utanıyor. Pantolonu delik, pabucu yok. Altı kişiyiz, hep bir odada yatıp kalkıyoruz. Öyle bir sefalet ki bundan daha acısı olamaz. İşte biraz yardım edersin diye sana geldim. Alyoşinka ben ihtiyarı kırma, Vasili’ye yardım et. Ne olsa kardeşin!..

Page 163: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Değirmenci susmuş, bir tarafa bakıyordu.‒ O, yoksul. Seninse Allah’a şükür, hâlin vaktin ye rinde.

Değirmen senin, sebze bahçelerin var, balıkçılık ediyorsun. Eh, Allah sana akıl da verdi, herkesin içinde yükseltti, karnını doyurdu. Hem de yalnızsın. Vasya’nın ise dört tane çocuğu var. Ben talihsiz de ona yüküm. Ma aşı ancak yedi ruble. Bu para ile o kadar canı nasıl besler? Sen yardım et.

Değirmenci susuyor, itina ile piposunu dolduruyordu. Kadın:

‒ Bir şey verecek misin, diye sordu.Değirmenci, sanki ağzı su ile dolu imiş gibi susuyor du.

Onun cevabını beklemeden yaşlı kadın bir “Ah!” çek ti. Göz-lerini rahiplerin, Yevsey’in üzerinde gezdirdi. Son ra ayağa kalkarak dedi ki:

‒ İstersen verme. Zaten vermeyeceğini biliyordum. Ben daha çok Nazar Andreyiç’in yüzünden buraya kadar geldim. Pek yalvarıyor Alyoşinka. Hep ellerimi öpüyor, gelip senden rica etmem için yalvarıyor.

‒ Ne istiyor?‒ Borcunu versin diye rica ediyor. Ona öğütmek için çav-

dar gönderdim, geri vermedi, diyor.Değirmenci:‒ Anneciğim siz başkasının işine karışmayın. Sizin işiniz

Allah’a dua etmektir.‒ Dua ediyorum, ediyorum ama Allah dualarımı din-

lemiyor ki. Vasili yoksul. Bak, başkalarının yeldirme si ile geziyorum. Sense iyi yaşıyorsun ama senin ne biçim ruhun

Page 164: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

olduğunu Allah bilir. Ah Alyoşinka, nazar değdi sana, Her şe-yin var; zekisin, yakışıklısın. Yaman tüccar sın. Ama şu kadar-cık olsun insanlığın yok.Yüzün gül mez, çatık kaşlısın, tatlı bir laf söylemezsin, merhametin yok. Sanki bir canavar gibisin. Şu yüzüne bak bir defa ... Ya senin hakkında neler anlatıyor-lar bir bilsen aman aman... Keşiş efendilere sor istersen. Ne-ler uyduruyor lar? Halkın kanını emiyormuşsun. Geceleyin o haydut kı lıklı ırgatlarınla gelip geçenleri soyuyormuşsun,at çalıyormuşsun. Bu değirmenin sanki lanetlenmiş bir yer.Kızlar, çocuklar değirmene yaklaşmaktan korkuyorlar. Bütüncanlı yaratıklar senden kaçıyor. Sana Kabil, Yezit, diyorlar.

‒ Saçmalıyorsunuz anneciğim.‒ Ayağını bastığın yerde ot bitmez. Nefes aldığın yer de

sinek uçmaz. Nereye gitsem duyduğum laf şu: “Ah, onu birisi öldürse yahut hapse tıksalar.” Bir ana için bunları dinlemek ne acı biliyor musun? Sen benim öz çocuğum sun. Benim ka-nımdansın.

Değirmenci ayağa kalkarak:‒ Eh artık gitmem gerek, Allah’a ısmarladık anneci ğim,

dedi.Ambardan iterek bir araba, sonra at çıkardı. At araba nın

iki oku arasına küçük bir köpek gibi itti, koşumlarını tak-maya başladı. İhtiyar kadın onun etrafında dönüyor, yü züne bakıyor, ağlar gibi gözlerini kırpıştırıyordu.

Oğlu, acele acele kaftanını giyerken:‒ Hadi, Allah’a ısmarladık, dedi. Allah seni korusun. Bizi

unutma.

Page 165: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Sonra sesini alçaltıp elindeki çıkını çözmeye başlaya rak:‒ Dur, dur. Sana hediye getirdim, dedi. Dün zango cun

karısına gitmiştim de orada ikram ettiler. Ben de sana getire-yim diye sakladım.

İhtiyar kadın, oğluna naneli küçük bir kuru pasta uzat tı.Değirmenci:‒ Bırakın beni, diye bağırdı. Eliyle anasının elini itti.İhtiyar kadın utandı. Pastayı yere düşürdü. Yavaş ya vaş

bende doğru yollandı. Bu sahne oradakilere çok do kunmuştu. Keşişler bağırıştılar, dehşet içinde ellerini açtı lar. Sarhoş Yev-sey bile taş gibi dondu, efendisine korku ile baktı. Değir-menci, keşişlerle ırgadın yüzlerindeki ifadeleri mi anlamıştı? Yoksa göğsünde çoktan beri uyuklayan bir his mi uyanmıştı? Nedense yüzünde korkuya benzeyen bir şey belirdi.

‒ Anneciğim, diye bağırdı. İhtiyar kadın irkildi, başını çevirdi. Değirmenci hızlı hızlı elini cebine soktu; kocaman, dolu bir para çantası çı kardı, içindeki kâğıt ve gümüş para-lardan bir avuç aldı:

‒ Alın bunu, dedi.Değirmenci bu bir avuç parayı elinde evirip çevirdi.

Kâğıtları buruşturdu. Nedense keşişlere baktı. Sonra gene buruşturdu. Kâğıt ve gümüş paralar parmakları arasından geçerek birbiri ardından tekrar çantasının içine düştü. Elinde ancak 20 kapiklik bir gümüş para kaldı. Değir menci bu para-ya bir defa baktı. Parmaklarıyla sildi, son ra yüzü kıpkırmızı, boğuk bir ses çıkararak parayı annesi ne uzattı.

Page 166: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER
Page 167: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

LEKELİ HUMMA

etersburg’tan Moskova’ya giden posta treninin siga ra içenler için ayrılmış kompartımanında genç teğmen

Krimov oturuyordu. Karşısında da sinek kaydı tıraşlı, yaşlıca bir adam vardı. Herhâlde, hâli vakti yerinde bir Finlandiya-lı yahut İsveçli olacaktı. Yol boyunca piposunu emiyor, hep aynı şeyleri tekrarlıyordu:

‒ Ya, demek subaysınız. Biraderim de subaydır ama o denizci, Kronştat’ta hizmet ediyor. Moskova’ya niçin gi-diyorsunuz?

‒ Görevim orada da.‒ Ya, evli misiniz?‒ Hayır, bir kızkardeşimle bir teyzem var, onlarla be raber

oturuyorum.‒ Benim birader de subay, deniz subayı ama o evli, üç de

çocuğu var.‒ Ya!..Finlandiyalı, söylenen her şeye şaşıyor, budalaca her “ya”

deyişinde ağzı kulaklarına varıncaya kadar sırıtıyor, durma-dan kötü kokan piposunu tüttürüyordu. Rahatsız olan, üst üste sorulan suallere cevap bulmakta güçlük çe ken Krimov,

P

Page 168: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

karşısındakinden alabildiğine tiksinmeye baş lamıştı. Şu tısla-yan pipoyu elinden alıp kanepenin altına at sa, Finlandiyalıyı da, yakasından tuttuğu gibi vagondan fırlatsa pek iyi olacaktı hani.

“Şu Finlandiyalılar iğrenç mahluklar, diye düşündü. Yu-nanlılar da öyle. Lüzumsuz, hiçbir işe yaramayan bir millet doğrusu. Yeryüzünde boşuboşuna bir yer işgal edi yorlar, o kadar. Neye yararlar sanki.”

Bu düşünceler, içinde garip bir öğürme duygusu uyan-dırdı. Bunlara karşılık Fransızlarla İtalyanları alayım, dedi. Ama onlar da ancak akordeon çalan erkekler, çırılçıplak ka-dınlar, teyzesinin evinde konsolun üstünde asılı duran ya-bancı memleketlerden gelme gravürleri hatırlamaktan ileri geçmedi.

Zaten subay kendisini bir tuhaf hissediyordu. Bütün ka-nepe boydan boya boş olmasına rağmen elini kolunu uzatıp rahatça oturamıyor, susuzluktan dili damağına yapı şıyordu. Başının içinde ağır bir sis tabakası vardı. Sanki düşünceleri yalnız kafasının içinde değil, kanepelerin ara sında da gece karanlığına bürünüp gezinmektedirler. Uy kuda imiş gibi bu darmadağınık düşünceler arasında bir takım mırıldanma-lar, tekerleklerin dönerken çıkardıkları sesler, kapıların açı-lıp kapanışını duyuyordu. Kampana sesleri, kondoktörlerin düdükleri, yolcuların, platformda telaşlı telaşlı koşuşmaları, olduğundan daha kuvvetli duyu luyordu. Zaman da farkına varılmayacak kadar çabuk ge çiyordu. Bunun için de sanki tren bir dakikada bir istasyon değiştiriyor, dakika başına şu madenî ses duyuluyordu:

‒ Posta tamam mı?

Page 169: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Ona öyle geliyordu ki vagonların sıcaklığını kontrol eden adam, boyuna vagona girip çıkıyor, termometreye bakıyor; durmadan, ters istikametten gelen trenin gürültü sünü, köp-rüden geçerken tekerleklerin boğuk uğultusunu duyuyordu. Gürültü, düdük sesleri, Finlandiyalı, tütün du manı, bütün bunlar, sağlam bir kimsenin bile özelliklerini hatırlayamaya-cağı bir sis hâlinde şekillerin tehdit ve işa retleriyle karışarak Krimov’un üzerine dayanılmaz bir kâ bus hâlinde çöküyordu. Korkunç bir can sıkıntısı içinde gittikçe ağırlaşan başını kal-dırıyor, gölgelerin, dumanlı le kelerin birbirini kovalarcasına döndüğü fener ışığına bakı yor, su istemeye niyet ediyor fakat kuruyan dili ağzında güçlükle hareket ediyor ancak Finlandi-yalının suallerine cevap vermeye gücü yetiyordu. Şöyle rahat-ça uzanıp uyu mak istiyor ama uyuyamıyordu. Finlandiyalı ise uyuyup uyanıyor, piposunu tüttürüyor, “Ya, ya!” diye ona bir şey ler söylüyor, gene uykuya dalıyordu. Teğmen bir türlü ayaklarını rahatça kanepeye uzatamıyor, gözlerinin önün de boyuna tehdit eden şekiller dolaşıyordu. Spirov’a ge lince su içmek için trenden indi. Bazılarının, masaların başına geçip çabuk çabuk bir şeyler atıştırdıklarını gördü. Kızarmış et ko-kusuyla dolu havayı teneffüs etmemeye, yemek yiyen ağızlara bakmamaya çalışarak ikisi de ken disine kusacak kadar iğrenç geliyordu, “Nasıl da yiyebiliyorlar?” diye düşündü.

Güzel bir bayan, kırmızı kasket giymiş bir subayla yük-sek sesle konuşuyor, gülümseyerek bembeyaz dişlerini gös-teriyordu. Bu gülümseyiş, beyaz dişler, bayanın kendi si de Krimov’un üzerinde, kızarmış etle öteki yemekler gi bi kötü tesir yapmıştı. Nasıl oluyor da bu kırmızı kasketli subay, bu

Page 170: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

kadının yanında oturuyor, onun sıhhatli, gülüm seyen yüzü-ne bakmak canını sıkmıyor, bunu bir türlü anla mıyordu.

Su içip vagona döndüğü zaman Finlandiyalıyı piposu nu içerken buldu. Tütün, yağmurlu bir havada delik lastik ler gibi tıslıyor, inip kalkıyordu. Gene:

‒ Ya, diye şaştı, bu hangi istasyon?Krimov, kanepeye uzanıp keskin tütün kokusunu yut-

mamak için ağzını kapayarak:‒ Bilmiyorum, dedi.‒ Tvert’e ne zaman varacağız?‒ Bilmem. Afedersiniz ben... Cevap verecek hâlde deği-

lim. Hastayım, soğuk almışım.Finlandiyalı, piposunu pencerenin kenarına bir kere vur-

duktan sonra gene deniz subayı biraderinden bahsetme ye başladı.

Krimov, artık onu dinlemiyor; rahat, yumuşak yatağı nı, soğuk su dolu sürahisini, yatarken ona hizmet etmek, su ver-mek, sakinleştirmek hünerini bilen kızkardeşi Katya’yı hatır-lıyordu. Hayaline, efendisinin ağır, sıkıcı çizmelerini çeken, sürahiyi doldurup getiren emir eri Pavel gelince gü lümsedi bile. Yatağına bir uzanıp bir bardak su içse her şey geçecek. O zaman kâbus yerini derin, sağlam bir uy kuya bırakacak. Uzaktan uzağa boğuk bir ses:

‒ Posta tamam mı, diye soruyor.Pencerenin hemen altında başka bir ses:‒ Tamam, diye cevap veriyor.

Page 171: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Bu, Spirov’dan sonra ikinci yahut üçüncü istasyondur. Zaman sanki uçarak geçiyor. İnsana öyle geliyor ki kam pana, düdük seslerinin bitip tükeneceği yoktur. Krimov, ta sa ile ba-şını kanepenin kenarına dayıyor, başını elleri ara sına alıyor, gene kızkardeşi Katya ile emir eri Pavel’i dü şünmeye başlıyor. Ama kızkardeşi de emir eri de belirsiz şekillerle karışmış, on-larla beraber dönmeye başlamış, yok olmuşlardır. Kanapenin arkasına çarpıp geri dönen sıcak nefesi yüzünü yakıyor, ayak-larını uzatamadığı için rahat sız, pencereden ensesine doğru bir rüzgâr esiyor ama ne olursa olsun içinden vaziyetini de-ğiştirmek gelmiyor. Ağır, kâbuslu bir uyuşukluk onu büsbü-tün sarıyor, bütün vücudunu sanki zincire vuruyor.

Başını kaldırdığı zaman ortalık iyiden iyiye ağarmıştı. Yolcular kürklerini giyip trenden iniyorlardı. Tren dur muştu. Beyaz önlükler takmış, numaralı tunç plakalı ha mallar yol-cuların yanlarında didinip duruyor, ellerinden çantalarını alı-yorlardı. Krimov da kürkünü giydi, ne yaptı ğının kendisi de farkında olmadan öteki yolcuların ardın dan yürüdü. Sanki kendisinin yerinde bir yabancı varmış gibiydi. Sanki bu va-gondan onunla birlikte ateşi, susuzlu ğu, bütün gece gözünü kırptırmayan o korkutucu şekiller de beraber çıkmıştır. Ne yaptığının farkında olmadan çan tasını alıyor, arabacıya sesle-niyor. Arabacı, Povorski’ye ka dar bir ruble yirmi beş kapik is-tiyor. Onun umurunda mı, bir şey söylemeden kabul ediyor, kızağa oturuyor. Rakam farklarını hâlâ anlıyor ama artık pa-ranın onun için hiçbir kıymeti yoktur. Krimov’u evde, teyzesi ile on sekiz yaşla rındaki kızkardeşi Katya karşılıyor. Katya’nın elin-de def ter kalem vardır. Bunların görünce kızkardeşinin öğretmen

Page 172: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

olmak için imtihana gireceğini hatırlıyor. Hoş geldinlere, sorulan şeylere cevap vermeden, ateşten çabuk çabuk ne fes alarak sebepsiz yere bütün odaları dolaşıyor. Yatağına varın-ca, yastığının üzerine yığılıyor. Finlandiyalı, kırmızı kasket, bembeyaz dişli bayan, kızarmış et kokusu, gözleri nin önünde uçuşan lekeler bütün şuurunu kaplıyor, artık ne nerede oldu-ğunu biliyor ne de heyecanlı sesler işitiyor.

Kendisine geldiği zaman soyunmuş bir hâlde yatakta idi. Sürahiyi, Pavel’i seçti ama bu yüzden, ne bir serinlik hissetti ne de daha rahat, daha yumuşak bir yatakta oldu ğunu anladı. Ayakları da elleri de gene eskisi gibi bir türlü rahat bir yer bu-lamıyor, dili damağına yapışıyor, Finlandi yalının piposunun tısıltısını duyuyordu. Yatağın yanında, geniş sırtı ile Pavel’i iterek sağlam yapılı, kara sakallı bir doktor didinip duruyor:

Hiçbir şeyciğin yok, hiçbir şeyciğin yok delikanlı, di ye mırıldanıyordu. Mükemmel, mükemmel. Büyle, işte büyle.

Doktor, Krimov’a, delikanlı, diyor, “böyle” diyecek yerde “büyle”, “evet” yerine “avat” diyor.

‒ Avat, avat, avat, diye sıralıyordu. Üyle, üyle. Mü-kemmel, delikanlı üzüntüye kapılma.

Doktorun çabuk, biraz laubalice konuşması, dolgun yüzü, laubalice söylenen “delikanlı” kelimesi Krimov’un asa-bını bozdu. Uflayıp puflayarak:

‒ Neye bana delikanlı diyorsunuz, diye çıkıştı. Bu ne bi-çim laubalilik? Tüh, Allah kahretsin!

Krimov, kendi sesinden korktu. Bu ses öylesine kısık, za-yıf, uzayarak çıkmıştı ki tanımak mümkün değildi. Dok tor hiç kırılmadan:

Page 173: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Mükemmel, mükemmel, diye mırıldandı. Kızma yın; avat, avat, avat.

Evde de zaman, trende olduğu gibi şaşılacak bir hızla uçu-yordu. Gün ışığı yatak odasında durmadan yerini ka ranlığa bırakıyordu. Krimov’a öyle geliyordu ki doktor, yatağının ba-şından hiç ayrılmıyor, her dakika “avat, avat, avat” dediği du-yuluyordu. Yatak odasında durmadan birta kım şeyler, şekiller gelip geçiyordu: Pavel, Finlandiyalı, Yüzbaşı Yaroşeviç, gedikli Maksimenkov, kırmızı kasket, bembeyaz dişli bayan, doktor, hepsi de konuşuyor; ellerini sallıyor, sigara içiyor, yemek yi-yorlardı. Bir keresinde gü pegündüz Krimov, Alay Papazı Alek-sandır babayı dinî el bisesini giymiş, elinde yatağının başında durduğunu, o gü ne kadar asla rastlamadığı ciddi bir tavırla bir şeyler mırıl dandığını gördü. Teğmen, Aleksandır babanın, bü-tün kato lik subaylara dostça Lehli adını verdiğini hatırlayarak ken disini güldürmek için:

‒ Baba, Lehya Yaroçeviç, ehlîdir ehlî, dedi.Ama neşeli, şakacı bir adam olan Aleksandır baba gülme-

di; aksine daha da ciddileşti. Krimov’a haç çıkardı. Gecele-ri sessizce iki gölge odaya girip çıkıyordu. Bunlar, teyzesiyle kızkardeşinin gölgeleriydi. Kızkardeşinin göl gesi diz çöküyor, dua ediyor. Kutsal tasvirlerin önünde eğildiği zaman, duvar-daki gri gölge de diz çöküyordu. Sanki Tanrı’ya iki gölge dua ediyordu. Boyuna kızarmış et ile Finlandiyalının pipo koku-sunu duyuyordu. Ama bir ke re Krimov’un burnuna keskin bir günlük kokusu geldi. Mi desi döndü, bağırmaya başladı:

‒ Günlük kokusu bu, götürün şunu.

Page 174: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Cevap veren olmadı. Yalnız bir taraftan papazların pek hafif bir sesle söyledikleri şarkı ile merdivenlerden çabuk ça-buk çıkan birinin ayak sesleri geliyordu.

Krimov kendine geldiği zaman odada kimsecikler yoktu. Sabah güneşi indirilmiş perde ile pencere kenarının arasın-dan geçiyor, bir bıçak ağzı kadar ince, titrek, güzel ışınlar sü-rahinin üzerinde oynuyordu.

Dışardan tekerleklerin gürültüsü geliyor, demek so-kaklarda karlar erimiş. Teğmen ışınlara, aşina mobilyaya, kapıya baktı, ilk iş olarak gülmeye başladı. Göğsü, midesi tatlı, neşeli, gıdıklayan bir gülüşle titredi. Bütün varlığını, dişinden tırnağına kadar, sonsuz bir mutluluk, bir yaşama se-vinci duygusu kapladı. İlk insan yaratıldığı, ilk defa dün yayı gördüğü zaman herhâlde böyle bir şey duymuştur. Krimov, var kuvvetiyle hareket etmek, insan yüzü görmek, konuşmak istedi. Vücudu hareket etmiyor, kımıldayan yal nız elleri ama o bunu hemen hemen fark etmiyor, bütün dikkatini küçükşeylere çeviriyor. Nefes alıp verişinden, gülmesinden sevinç,sürahinin, tavanın, ışınların, perdede ki kordonun var olu-şundan mutluluk duyuyordu. Bir yatak odası kadar küçükbir yerde bile Tanrı’nın dünyası kendisi ne fevkalade güzel,çeşitli, yüce görünüyordu. Doktor gel diği zaman teğmen,tıbbın ne kadar faydalı, doktorun da ne kadar hoş, sevimli biradam olduğunu; bütün insanların da ne kadar iyi, ilgi çekiciolduklarını düşünüyordu. Doktor, arka arkaya:

‒ Avat, avat, avat, diyordu. Mükemmel, mükemmel. Ar-tık iyileştin.

Page 175: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Teğmen dinliyor, neşeli neşeli gülüyordu. Finlandiya lı, bembeyaz dişli bayanı, jambonu hatırladı. Canı sigara içmek, yemek yemek istedi:

‒ Doktor, dedi, emir verin de bana biraz tuz ile çavdar ekmeği, sardalye getirsinler.

Doktor, olmaz, dedi. Pavel, emrini dinleyip ekmek al-maya gitmedi. Teğmen bu hâle dayanamadı, şımarık bir ço-cuk gibi ağlamaya başladı. Doktor gülerek:

‒ Bebecik, dedi. Anne... Be... Mama... İsterim.Krimov güldü. Doktor gittikten sonra derin bir uykuya

daldı. Aynı neşe, aynı saadet duygusuyla uyandı. Yatağın ke-narında teyzesi oturuyordu. Neşe ile:

‒ A, teyzeciğim, diye sordu, neyim vardı benim?‒ Lekeli humma.‒ Öyle mi? Ama artık tamamıyla iyileştim. Katya ne rede?‒ Evde yok. Herhâlde imtihandan sonra bir yere uğra dı.İhtiyar kadın bunları söylerken elindeki çorabın üstüne

eğildi. Dudakları titredi, başını çevirdi. Birden ağlamaya baş-ladı. Kederden, doktorun yasağını unutarak:

‒ Ah Katya, Katya, diye mırıldandı. Gitti bizim mele-ğimiz, artık yok.

Elinden çorabı düşürdü. Almak üzere eğilince bu sefer başörtüsü kaydı. Teyzesinin kır saçlarına bakıp bir şey an-lamayan Krimov, kızkardeşi için korku duymaya başladı:

‒ Nerede Katya, teyze? Nerede, diye sordu.

Page 176: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Artık Krimov’u unutup yalnız acısını hatırlayan ihtiyar kadın:

‒ Senden ona lekeli humma bulaştı. Öldü. İki gün ön ce gömdük, dedi.

Bu korkunç, beklenmeyen haber, Krimov’un ta içine işledi. Ama haber ne kadar korkunç, ne kadar kuvvetli olursa olsun, sıhhatine kavuşmakta olan teğmeni dolduran o hayvani mut-luluğu bastıramadı. Ağlıyor, gülüyor, kendi sine yemek vermi-yorlar diye çok geçmeden küfür bile edi yordu.

Bir hafta sonra kazağını giyip Pavel’e dayanarak pen cere kenarına gitti. Kapalı ilkbahar göğüne baktı. Pencere nin önüne taşınan eski rayların kulak tırmalayan seslerini duy-duktan sonra ancak kalbi acı acı burkuldu. Ağlamaya başladı. Alnı pencere pervazına düştü:

‒ Ne kadar mutsuzum, diye mırıldandı. Tanrı’m ne ka dar mutsuzum.

Sevinç, her günkü can sıkıntısına, geri gelmeyecek bir kay-bın acı duygusuna yerini bıraktı.

Page 177: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ÖĞRENCİ

ava önce iyiydi. Durgundu. Ardıç kuşları ötüşüyor, yandaki bataklıklarda canlı bir şey acı acı uğulduyor,

san ki birisi boş bir şişeye üflüyordu. Bir çulluk uçtu. Arkasın-dan patlayan tüfek, bahar havası içinde keyifli keyifli çın ladı. Karanlık bastıktan sonra da doğudan insanın içine iş leyen soğuk, zamansız bir rüzgâr esmeye başladı. Her şey sustu. Su birikintileri üzerinde buz parçaları görünmeye başladı. Or-man can sıkıcı oldu. Sessizleşti, vahşileşti. Her yanda bir kış kokusu duyuluyordu.

Zangocun oğlu, ilahiyat akademisi öğrencisi İvan Veliko-polski, sulak çayırdan geçen keçi yolundan yürüyerek evine gidiyordu. Soğuktan parmakları donmuştu. Yüzü rüzgârdan yanıyordu. Öyle sanıyordu ki bu birdenbire bas tıran soğuk her yerde düzeni de ahengi de bozmuştu. Do ğa bile bundan korkmuştu. Akşam karanlığının zamanın dan önce basması da bu yüzdendi. Yalnız dulların ırmak kenarındaki bostanların-da ateş yanıyordu. Etrafta her yer, her şey, soğuk bir akşam karanlığı içinde kalmıştı. Evden çıkarken annesinin taşlıkta, yalınayak oturup semaver te mizlediği aklına geldi. Babası da tandırın üstünde yatıyor, öksürüyordu. Kutsal Cuma olduğu

H

Page 178: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

için yemek pişirilmemişti. Fena hâlde acıktığını anlıyordu. So-ğuktan tir tir tit reyerek Rürik, Korkunç İvan, Büyük Petro za-manında da aynı rüzgârın estiğini, onların zamanında da aynı korkunç sefaletin, açlığın hüküm sürdüğünü düşünüyordu. Aynı de likli, saman örtülü damlar, bayağılık, can sıkıntısı, et-rafta aynı ıssızlık, karanlık, baskı duygusu. Bütün bu korkunç şeyler olmuştu, vardı, olacaktı. Bin yıl sonra da hayat daha gü-zel olmayacaktı. Canı, eve dönmek istemiyordu.

Sebze bahçelerine, dulların bahçesi deniliyordu. Çünkü o bahçelere ikisi de dul olan ana kız bakıyordu. Ateş çıtır dayarak yanıyor, etrafı ısıtıyor, çevresindeki sürülmüş top rağı ta uzak-lara kadar aydınlatıyordu. Kısa bir erkek gocu ğu giymiş olan Vasilisa, ateşin yanında duruyor, düşünceli düşünceli ateşe bakıyordu. Enine boyuna, ihtiyar bir kadın dı. Kızı Lukerya yerde oturuyor, kazanı, kaşıkları yıkıyor du. Kısa boylu, çiçek bozuğu, budalaca yüzlü bir kadındı. Yemekten yeni kalktıkla-rı belliydi. Etrafta erkek sesleri işi tiliyordu. Irgatlar atları suya götürmüş olmalıydılar.

Öğrenci ateşe yaklaşarak:‒ İşte kış geri geldi, dedi. Sonra, günaydın, diye ila ve etti.Vasilisa ilkin bir duraladı ama onu hemen tanıdı, dost ça

gülümsedi:‒ Hay Allah iyiliğini versin, dedi, tanıyamadım. Zen gin

olacaksın.Konuşmaya başladılar. Vasilisa, görmüş geçirmiş bir ka-

dındı. Bir zamanlar efendilerin yanında sütnine, sonra da dadı olarak çalışmıştı. Pek kibar konuşur, yüzündeki o tat lı

Page 179: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

gülümseme hiç eksik olmazdı. Kızı Lukerya ise kocasın dan dayak yiye yiye serseme dönmüş, basit bir köylü kadı nıydı. Öğrenciye gözlerini kıpıştırarak bakıyor, hiçbir şey söylemi-yordu. Yüzünün manası da tuhaftı. Sanki, sağır, dilsiz bir in-sandı. Öğrenci, ellerini ateşe uzatarak:

‒ Böyle soğuk bir gecede Havari Petrus da böyle bir ateşin yanında ısınıyordu, dedi. Demek o zaman da böyle soğuklar oluyormuş. Ah nineciğim, ne korkunç geceydi o gece! Bir türlü bitmek bilmeyen kasvetli bir gece!

Etrafın karanlığına şöyle bir baktı, başını sinirli sinirli sal-layarak sordu:

‒ Herhâlde İncil okuma ayinine gitmişsindir?Vasilisa:‒ Gittim, dedi.‒ Hatırlarsın, Son “taam”da Petrus, İsa’ya der ki: “Se ninle

beraber zindana, ölüme de gitmeye hazırım.” Tanrı da bunun üzerine ona der ki: “Petrus, daha horozlar ötme den sen beni üç defa inkâr edeceksin; beni tanımadığını söyleyeceksin.” Ye-mekten sonra İsa bahçede kara kara düşünceler içinde dua ederken zavallı Petrus, sinirleri bo zuk, göz kapakları ağırlaş-mış, uykusunu yenemez, uyur. Sonra, bildiğin gibi. Yehuda aynı gece İsa’yı öper, işken ce edecek olanlara teslim eder. İsa’yı bağlarlar, başhahama götürürler, yolda döverler; Petrus ise bit-kin bir hâlde, kederinden takatsiz düşmüş, gözlerinden uyku akarak, yeryüzünde hemen hemen o anlarda korkunç şeyler olaca ğını sezerek onların arkasından yürüyordu. İsa’ya sonsuz bir sevgiyle bağlıydı. O anda ise uzaktan onun dövüldüğü nü görüyordu.

Page 180: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Lukerya, elindeki kaşıkları bıraktı; gözlerini delikanlı ya dikti. Delikanlı devam etti:

‒ Başhahama gelirler, İsa’yı sorguya çekerler. İşçiler de o anda hava soğuk olduğu için avluda ateş yakmışlar, ısını-yorlardı. Onlarla ateşin yanı başında Petrus duruyor, benimşimdi ısındığım gibi ısınıyordu. Bir kadın onu gör dü: “Buda İsa ile beraberdi.” dedi. Yani bunu da sorguya çekmeli,demek istiyordu. Ateşin yanındaki bütün işçiler anlaşılanşüpheli bakışlarla sert sert bakmışlar çünkü o şaşırır: “Tanıyorumonu. ” der. Çok geçmeden biri daha onun İsa’nın öğrencile-rinden biri olduğunu söyler ama o gene inkâr eder. Üçüncüdefa olarak birisi ona “Bugün se ni bahçede onunla birliktegörmemiş miydim:” diye sorar. O, üçüncü defa inkâr eder.Hemen arkasından horozlar öt meye başlar. Petrus, uzaktanİsa’ya bakarak akşamleyin söylediği sözleri hatırlar. Hatırlar,kendine gelir, avludan çıkar, acı acı ağlayarak İncil’de dendi-ği gibi: “Ve acı acı ağlayarak yürür gider.” Issız, karanlık birbahçe. Sessiz lik içinde boğuk hıçkırıklar işitilir.

Öğrenci bir ah çekip düşünceye daldı. Vasilisa gülüm-seyip duruyordu ama birdenbire hıçkırmaya başladı. Ya-naklarından iri iri gözyaşları dökülüyordu. Sanki bu gözyaş-larından utanıyormuş gibi yüzünü koluyla kapadı. Lukerya ise öğrenciye hep dik dik bakarak kıpkırmızı kesildi.

Yüzünde ağır, gergin, kuvvetli bir acıyı yenmeye çalışan bir insanın hâli okunuyordu.

Irgatlar ırmaktan dönüyorlardı. İçlerinden biri ata bin miş, epeyce de yaklaşmıştı. Ateşin ışığı onun üzerinde tit riyordu. Öğrenci, iki dula hayırlı geceler dileyerek yoluna devam etti. Tekrar karanlıklar içinde kaldı. Elleri donmaya başlamıştı.

Page 181: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Sert bir rüzgâr esiyordu. Kış, gerçekten geri ge liyor gibiydi. Hiç de paskalyaya iki gün kalmışa benzemi yordu.

Öğrenci şimdi Vasilisa’yı düşünüyordu. Mademki böyle ağladı, diyordu. Demek o korkunç gecede Petrus’un başına gelen şeylere karşı bir yakınlık duyuyor.

Öğrenci, etrafına bakındı. Tek başına duran ateş, ka-ranlığın içinde yanıp sönüyor, çevresinde artık hiçbir insan görünmüyordu. Öğrenci tekrar düşündü: mademki Vasilisa ağladı; kızı da biraz şaşırdı; bu, herhâlde şundan ileri gelmek-tedir: Demin anlattığım on dokuz yüzyıl önce geç miş olayın bugünle, bu iki kadınla bu ıssız köyde, benim le, bütün insan-larla bir ilgisi olsa gerek. İhtiyar kadının ağ laması, herhâlde, öğrencinin içli içli konuşmuş olmasından ileri gelmiyordu. Petrus ona yakındı. Petrus’un ruhundan geçen her şeyi bu kadın bütün varlığıyla duymuştur. Birdenbire içinde bir se-vinç duygusu uyandı. Nefes al mak için bir an duraladı. “Geç-miş, bugüne birbirine bitişik olaylar zinciriyle ayrılmamasıya bağlı.” diye düşündü. Şu anda bu zincirin iki ucunu da görür gibi olmuştu. Bir ucu na dokununca öbür ucu kımıldamıştı.

Irmağı salla geçtiği zaman da dağa tırmanırken de kendi köyüne, üzerinde hâlâ ince bir şerit gibi soğuk erguvani bir ışık parıldayan batıya bakarak şöyle düşünüyordu: “O bahçede, başhaham avlusunda geçen olay, insanın ha yatına yön veren o gerçek, o güzellik, bugüne kadar hiç arasız süregelmiş; dün-yanın, insan hayatının baş unsuru ol muştu. İçini, yavaş yavaş gençlik, kuvvet duygusuyla bir likte (Daha yirmi iki yaşınday-dı.), bilinmeyen, esrarlı bir mutluluğun anlatılmayacak kadar tatlı bekleyişi doldurdu. Hayat ona birdenbire, eşsiz, son dere-ce güzel, yüksek bir anlam doluymuş gibi göründü.

Page 182: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER
Page 183: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

GURBETTE

azar gününün öğleye yakın bir saati. Çiftlik sahibi Ka-mışev, yemek odasında mükellef bir masanın yanında

oturmuş, yavaş yavaş kahvaltı ediyor. Temiz elbiseli, iti nayla tıraş olmuş ihtiyar Fransız Mösyö Champoun’la be raber kah-valtı ediyor. Bu Champoun, bir zamanlar Kamışev’in evine çocuk eğiticisi olarak gelmiş, onun çocukla rını terbiye etmiş, iyi Fransızca konuşmayı, dans etmeyi öğretmiş, sonra da Kamışev’in çocukları büyüyüp subay olunca lala gibi bir şey olarak kalmıştı. Eski eğiticinin ödevleri pek basittir. İyi giyin-mek, lavanta kokmak, Kamışev’in gevezeliklerini dinlemek, yemek, içmek, uyu mak. Galiba bu kadar. Bunlara karşılık ye-meği hazırla nır, odası temizlenir, miktarı pek belli olmayan bir de ay lık alır.

Kamışev, kahvaltı ederken her zamanki gibi atıp tutu yor. Kalın bir tabaka hardalla örtülmüş bir parça jambonu yedik-ten sonra gözlerinde biriken yaşları silerek:

‒ Of, öldüm! Of, başımı, başımla beraber bütün maf-sallarımı sızlattı! Oysa sizin Fransız hardalının bütün kava-nozunu yesem gene böyle etki etmez.

P

Page 184: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Champoun uysallıkla:‒ Kimi Fransızlarınkini, kimi de Ruslarınkini sever. diye

cevap veriyor.‒ Fransızlarınkini kim sevecek? Fransızlar kendileri sevi-

yorlarsa ona bir diyeceğim yok. Zaten Fransız ne verir sen yer. Kurbağa demez, fare demez, hamam böceği de mez. Ö-ö-ö Bakın siz bu jambonu beğenmiyorsunuz çün kü Rus malı da ondan. Ama önünüze kızarmış bir cam par çası koyup bunun Fransız malı olduğunu söyleseler hem yersiniz hem de du-daklarınızı şapırdatırsınız. Fikrinizce Rus malı olan her şey kötüdür.

‒ Ben böyle bir şey söylemedim.‒ Evet, evet, Rusların her şeyi kötü ama Fransızlarınki:...

O, se trejoli! Size göre Fransa’dan daha güzel bir mem leket yoktur ama bana göre. Elinizi vicdanınıza koyun da söyle-yin, Fransa nedir? Bir karış toprak. Bizim polis amirini oraya gönderseler bir ay geçmeden naklini ister. Çünkü dönecek yer bulamaz. Sizin Fransa’yı bir günde ge zebilirsin. Bizdeyse kapıdan dışarı çıktın mı, yeryüzünün ucunu bucağını göre-mezsin. Git, babam, git.

‒ Evet, monsieur, Rusya çok büyük bir memleket.‒ Hah, şunu bileydin! Size göre Fransızlardan daha iyi

insan yoktur. Evet, bilgin, zeki bir millet, kültürlü. Bunu ka-bul ediyorum. Fransızların hepsi bilgin, hepsi terbiyeli dir. Bu doğru. Fransız, hiç kaba hareket etmez. Sırasın da kadına yer verir, çatalla istakoz yemez, yere tükürmez ama. Onda o ruh yok. Ben size anlatamıyorum ama na sıl söyleyeyim, Fransız da şöyle. Nasıl anlatayım (Par maklarını oynatır...), şöyle: Her

Page 185: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

neyse. Hatırlıyorum, bunu bir kitapta okumuştum. Sizdeki bütün zekâ kitaplardan alınmış ama bizdeki zekâ doğuştan-dır. Eğer Rus’u adama kıllı okutacak olursan profesörleriniz bile onunla boy öl çüşemez.

Champoun, isteksiz isteksiz:‒ Evet, belki. diyerek boyun büküyor.‒ Yo-o-o, belki değil, muhakkak. Nafile yüzünüzü buruş-

turmayın. Söylediklerim bir gerçektir. Rus aklı, icat çı bir akıl-dır. Ne yazık ki ona yol gösteren yok. Bir de övünmesini bil-miyor. Bir şey icat eder, sonra kırar atar yahut oynasınlar diye çocuklarına verir. Sizin Fransızlarsa bakarsın saçma bir şey icat ederler. Ama hemen bütün dünyaya yayarlar. Geçenlerde arabacı İona, ağaçtan bir adam yapmıştı. Bu adamı ipinden çektin mi ayıp bir hare ket yapıyordu. Ama İona övünmüyor ki. Zaten Fransızları hiç beğenmiyorum. Sizi kastetmiyorum, öyle genele söy lüyorum. Ahlaksız millet Dışardan bakınca insana ben ziyorlar ama köpek gibi yaşadıkları da muhakkak. İşte örneğin evlenmeyi ele alalım. Bizde mesela evlendin mi lamı cimi yok, karına yapışıp kalmak zorundasın. Sizdeyse işin içinden şeytan bile çıkamaz. Koca, bütün gün kah vede vakit geçirir. Karısı da evine Fransızları doldurur. Haydi ba-kalım cancan oynamaya.

Champoun, kendini tutamayarak kızgın kızgın:‒ Yalan diye bağırıyor. Fransa’da aile prensibi çok yüksektir.‒ Bu prensibin ne olduğunu bilenlerdeniz. Tarafsız konuş-

malı. Domuzsan domuz olduğunu öylece kabul et meli. Fran-sızları tepeledikleri için Almanlara teşekkür etmeliyiz. Vallahi, teşekkür etmeliyiz. Allah onlara sela met versin.

Page 186: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Fransız, yerinden fırlıyor, gözlerinde şimşekler çaka rak:‒ Öyleyse monsieur, ben sizi anlamıyorum, diyor. Fran-

sızlardan nefret ediyorsanız beni niçin burada tutuyor sunuz?‒ Peki ne yapayım?‒ İzin verin, ben de Fransa’ya döneyim.‒ Ne-e-e? Sizi şimdi Fransa’ya sokarlar mı sanıyorsu nuz?

Siz vatan hainisiniz, yahu kâh Napolyon büyük adam dersi-niz kâh Gambetta... Şeytan bile işin içinden çı kamaz.

Champoun, Fransızca:‒ Monsieur, diyerek büyük bir kızgınlıkla peçeteyi buruş-

turuyor. Şu dakikada duygularıma yaptığınız hakaret, düş-manımın bile aklına gelmezdi. Aramızda her şey bit miştir.

Eliyle trajik bir hareket yaptıktan sonra peçeteyi nazik bir hareketle masanın üstüne fırlatan Fransız, gururlu adımlarla odadan çıkıp gidiyor.

Üç saat sonra masadaki servis değişiyor. Uşaklar öğle ye-meğini masaya koyuyorlar. Kamışev, yalnız başına ye mek yemeye oturuyor. Yemekten önce içtiği bir kadeh vot kadan sonra gevezelik etmek isteğiyle kıvranmaya başlı yor. Konuş-mak istiyor, ama ne çare, dinleyici yok.

Uşağa:‒ Alfons Lüdovigoniç ne yapıyor, diye soruyor.‒ Yol çantalarını yerleştiriyorlar, efendim.Komişev:‒ Ne budala şey. Sen bilirsin ya Rabbi, diye söylene rek

Fransız’ın odasına yollanıyor.

Page 187: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Champoun, odanın ortasında yere oturmuş, titreyen el-leriyle çamaşırlarını, lavanta şişelerini, dua kitaplarını, as kı ve kravatlarını yol çantasına yerleştirmeye çalışıyor. Onun şık figüründe, yol çantasında, karyolasında, masa sında, her şe-yinde bir incelik, bir zariflik göze çarpıyor. Büyük mavi göz-lerinden iri iri yaşlar damlıyor.

Kamışev, biraz durduktan sonra:‒ Böyle nereye? diye soruyor.Fransız, ses çıkarmıyor. Kamışev, devam ediyor:‒ Demek gitmek istiyorsunuz? Eh, ne yapalım, zorla gü-

zellik olmaz. Burada alıkoymak da elimden gelmez. Ancak bir şeye çok şaşıyorum. Pasaportsuz nasıl gidecek siniz? Şaşa-rım size. Hem biliyor musunuz? Sizin pasapor tu kaybettim. Kâğıtların arasına bir yere sokmuştum. Kay boldu gitti. Siz de çok iyi bilirsiniz ki bizde pasaporta bü yük önem verilir. Buradan beş fersah bile uzaklaşmadan hemen yakalarlar.

Champoun, başını kaldırıp şüpheyle Kamışev’in yüzü ne bakıyor.

‒ Evet. İşte böyle. Pasaportsuz dolaştığınızı yüzü nüzden anlarlar. Hemen “Kimsin bakalım Alphonse Champoun? Biz bu Alphonse Champoun uydurmalarını çok duyduk. Sürgün olarak şöyle zorunlu bir gezintiye çık mak istemez misiniz, ha?” derler.

‒ Şaka ediyorsunuz, galiba?‒ Ne münasebet, niçin şaka edeyim? Neme gerek? An cak

iyi dikkat edin ha! Şartım şu: Sonra mız mız edip mek tup yaz-maya kalkışmayın. Kollarınızda kelepçe önümden geçirdikle-ri zaman sizi kurtarmak için parmağımı bile kı mıldatmam!

Page 188: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Champoun, yerinden fırlayıp ayağa kalkıyor. Solgun yü-züyle, büyümüş gözleriyle odada dolaşmaya başlıyor.

Büyük bir keder içinde başını iki elinin arasına alıp:‒ Bana ne yapıyorsunuz, diye inliyor. Aman ya Rabbi! Vata-

nımı bırakmak düşüncesine uyduğum saate lanet ler olsun!Kamışev, sesini alçaltarak:‒ Haydi, haydi, şaka ettim, diyor. Ne biçim adam ya Rab-

bi? Şakadan anlamıyor. Bir şey söylemeye gelmiyor.Kamışev’in teselli edici sözlerinden neşelenen Champoun:‒ Aziz dostum, diye haykırıyor. Yemin ederim ki ben,

Rusya’ya da size de, çocuklarınıza da çözülmez bağlarla bağ-lıyım. Sizden ayrılmak benim için ölüm kadar acı. Ama her sözünüz kama gibi kalbime saplanıyor.

‒ Hay, budala, hay! Fransızlara atıp tutuyorsam size ne? Siz niçin darılıyorsunuz? Biz kime atıp tutmuyoruz ki. Hepsi de darılacak olurlarsa hâlimiz ne olur? Tuhaf adam. Bakın, işte tarlalarımızı kiralayan Lazar İsakiç’ten misal alın. Çıfıt da diyorum, şöyle de böyle de diyorum. Ceketi min eteğin-den domuz kulağı yapıp gösteriyorum. Sakalını çekiyorum. Darılıyor mu?

‒ Ama o, insan değil, bir menfaat kölesidir. Bir kapik uğ-runa yapmayacağı alçaklık yoktur!

‒ Haydi, haydi yeter! Yemek yemeye gidelim! Ar tık barıştık.Champoun, gözyaşlarıyla ıslanan yüzünün pudrasını ta-

zeliyor. Kamışev ile beraber yemek salonuna gidiyor. Bi rinci tabak yemek sessizlik içinde yeniliyor. İkinci tabak tan sonra aynı nakarat başlıyor. Böylece zavallı Champoun’un üzüntü-lerinin sonu bir türlü görünmüyor!

Page 189: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

KALEMDE

ğle idi. Uzun boylu, tıknaz, kısa saçlı, patlak gözlü çift-lik sahibi Voldırev paltosunu çıkardı. İpek mendiliyle

alnını sildi. Ürkek adımlarla kalem odasına girdi. Orada kâtipler, kalemlerini gıcırdatarak yazıyorlardı.

Birkaç bardakla tepsiyi kalem odasından çıkaran oda cıya:‒ Bazı bilgiler edinmek istiyorum. Kime başvurayım,

dedi. Hem de bir ilam sureti çıkartacağım.Odacı, tepsi ile odanın en sonundaki pencereyi göste-

rerek:‒ Oraya başvurun. Aha şu, pencere yanında oturana dedi.Voldırev, öksürdü, pencereye doğru yürüdü. Orada, yeşil

renkli örtüsü mürekkep damlalarından görünmeyen bir ma-sanın başında, dağınık saçlı, uzun patlıcan burunlu bir genç oturuyordu. Sırtında rengi solmuş bir ceket vardı. Memur, kocaman burnunu kağıtlara eğmiş yazıyordu. Sağ burun de-liğinin yanında bir sinek uçuyordu. Genç adam da ikide bir alt dudağını şişiriyor, nefesini kendi burnuna doğ ru üflüyor-du. Bu devinme onun yüzünü çok üzüntülü gös teriyordu.

Voldırev, ona:

Ö

Page 190: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Burada... Sizden, diye söze başladı. Davam hak kında bilgi alabilir miyim? Adım Voldırev. Hem de 2 Mart tarihli ilamın bir suretini de çıkartmak istiyordum.

Memur, kalemini hokkaya batırdı. Aldığı mürekkebin çok olup olmadığına baktı. Kalem ucunun damlatmayaca ğı kanaatına vardıktan sonra gene gıcırdatarak yazmaya başladı. Alt dudağı gene sarktı ama üflemeye artık lüzum kalmamıştı. Sinek kulağına kondu.

Bir dakika sonra Voldırev tekrar etti:‒ Buradan bilgi alabilir miyim? Adım Voldırev, çift lik sahibi.Memur, Voldırev’i görmüyormuş gibi ortaya bağırdı:‒ İvan Alekseyiç Tüccar Yalikov geldiğinde ona, is tida su-

retini polisten tasdik ettirmesini söylersin. Kendisini bin kez uyardım.

Voldırev mırıldandı:‒ Ben, Prenses Gugulina’nın mirasçılarıyla olan dava dan

söze diyorum. Davamız belli. Çok rica ederim, benim le ilgi-leniniz.

Memur, Voldırev’i görmemezlikten gelerek dudağına ko-nan sineği yakaladı. Büyük bir özenle gözden geçirdi. Sonra yere attı. Çiftlik sahibi öksürdü. Burnunu boru gibi öttürerek kareli mendiline sildi ama bu fayda etmedi. İşit miyorlardı. Bir iki dakika sessizlik içinde geçti. Voldırev, cebinden kâğıt bir ruble çıkarıp memurun önünde açık du ran defterin üs-tüne bıraktı. Memur, alnını buruşturdu. Üzüntülü bir yüzle defteri kendisine doğru çekti, kapadı.

Page 191: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

‒ Küçük bir bilgi. Salt şunu bilmek istiyordum: Gugulina’nın mirasçıları hangi hakla, hangi yetki ile. Sizi tedirgin edebilir miyim?

Ama memur, kendi düşüncelerine dalmış, yerinden kalk-tı. Dirseğini kaşıyarak bir şey almak için dolaba gitti. Bir da-kika sonra masasına döndü. Gene defterle uğraşma ya başladı. Defterin üstünde gene bir ruble duruyordu.

‒ Sizi salt bir dakika rahatsız edeceğim. Bir bilgi al mak istiyorum, yalnız.

Memur işitmiyordu; bir kâğıdı temize çekmeye başla mıştı.Voldırev, yüzünü buruşturdu. Bütün yazıcılara ümit-

sizlikle baktı. Sonra içini çekerek:“Yazıyorlar, diye düşündü. Yazıyorlar, kahrolasıcalar.”Masanın yanından çekildi. Ümitsizlikle kolları iki ya na

düştü. Ne yapacağını bilmeyerek odanın ortasında dur du. Gene bardaklarla dönen odacı, onun yüzündeki ümit sizliği görmüş olacak ki yanına sokulup yavaş sesle sordu:

‒ E, nasıl? Sordunuz mu?‒ Sordum ama benimle konuşmak istemiyorlar.Odacı:‒ Ona üç ruble versenize, diye fısıldadı.‒ İki ruble vermiştim.‒ Gene veriniz.Voldırev, masanın yanına döndü. Açık duran defterin üs-

tüne üç rublelik bir banknot koydu.

Page 192: ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

ANTON ÇEHOV’DAN SEÇME HİKÂYELER

Memur defteri önüne çekti. Sayfaları karıştırmaya baş ladı. Sonra birdenbire, sanki rastgele, gözlerini Voldırev’e kaldırdı. Burnu parıldadı, kızardı, gülümsemeyle buruştu.

‒ Ah, ne istiyorsunuz, efendim, diye sordu.‒ Davam hakkında bazı bilgi almak istiyordum. Adım

Voldırev.‒ Memnun oldum Gogulina davası değil mi, efen dim?

Başüstüne efendim! Ne istediğinizi öğrenebilir mi yim?Voldırev, isteğini anlattı.Memur, canlandı, sanki kendisini kasırgaya kaptırmış tı.

İstenilen bilgiyi verdi. İlam suretini çıkarmalarını emret ti. Ricacıya sandalye gösterdi. Tüm bunlar bir dakikada olu-vermişti. Havadan sözetti. Ekinlerin ne durumda oldu ğunu sordu. Voldırev, işini bitirip çıkarken çok saygılı bir gülüm-seyişle onu merdivenlerden aşağıya kadar geçirdi. Ricacıya ayağının tozu olayım, der gibi bir tavır takınıyor du. Voldırev, nedense sıkıldı, içinden gelen bir emre boyun eğerek cebin-den bir ruble çıkardı. Memura uzattı. Öbürü hep eğiliyor, gülümsüyordu. Rublelik banknotu da bir hok kabaz gibi aldı. Öyle ki kâğıdın havada görünmesiyle kay bolması bir oldu.

Çiftlik sahibi sokağa çıkınca:“Aman ne adamlar!..” diye düşündü. Oracıkta durdu,

mendiliyle alnını sildi.