64
kızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

  • Upload
    others

  • View
    9

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

kızılbaşkızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü!

A r a l ı k 2 011 s a y ı 9

Page 2: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

kızılbaşveröffentlicht

generaldirektor freizugeben.sakine polat

genelyayın yönetmeniali ülger

tr. hukuk danışmanları:av. nadide metin erdoğan

av. erdal doğan av. hıdır özcan

ankara temsilcisi:hatice çevik

tel: 0506 818 66 [email protected]

av. birliği hukuk danışmanı: av. ertekin ceylan

adres: bergheimer str 51d - 47228 duisburg almanyatel: +49 (0) 177 502 88 53

http://[email protected]

kızılbaş’ta yayınlanan yazı ve ilanların sorumluluğu sahiplerine

aittir. kızılbaş’ta imzasız ve kaynaksız yazılar yayınlanmaz.

yayın tarihi: 15 aralık 2011 sayı: 9

gönüllü katkı formuadı soyadı :..................................................................................................adres :..........................................................................................................e-mail & tel :...............................................................................................ali ülger konto: 300 23 23 29 BLZ: 350 5000 Sparkasse Duisburg

6 sayı 25 € - 12 sayı 50 €

yeni web sayfamız:http://www.kizilbas.biz

kızılbaş’ın eski sayılarınıbize vereceğiniz e-mail adresinize pdf dosya olarak gönderebiliriz.

k i z i l b a s d e r g i s i @ k i z i l b a s . b i z

Page 3: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

sayfa: 4 - can cana .................................. ali ülger

sayfa: 6 - desim dosyası

sayfa: 7 - dersim katliamı

sayfa: 9 - Av. Erdal Doğan ile Söyleşi

sayfa: 12 - Bir acı kahve yüzünden üç köy

kurşuna dizildi

..............................................Celal Yıldız

sayfa: 13 - “Genelkurmay Arşivlerine Başbaka-

nın da Gücü Yetmez”

......................... Prof. Dr. Taner Akçam

sayfa: 15 - ‘Atatürk vurun dedi, vurduk’

sayfa: 17 - ‘Kadınları kurşuna dizmediler,

tecavüz ettiler’

sayfa: 18 - Bir ‘Kızılbaş’ şehrine tahammül

edemediler

.......................... aktaran: Hatice Çevik

sayfa: 21 - Tunceli’de Alpdoğan sokağı’nın adı

değiştirildi

sayfa: 21 - Dersim’in kayıp kızları ortaya çıkıyor

sayfa: 22 - Dersim tartışması büyüyor.

sayfa: 25 - Kimyasal silahların kısa tarihçesi...

.................................................. Ayşe Hür

sayfa: 28 - İç Hukuk Tükendi, AİHM Yolu

Açıldı

sayfa: 28 - 1915 Ermeni 1938 Dersim Soykırımı

....................................... Av. Eren Keskin

sayfa: 29 - Koçgiri/Dersim Katliamında Atatürk

baş komutandı

...................................Enver ÇAMPINAR

sayfa: 32 - „Ulus-Devlet“ ve Soykırımlar

.................................................. Ali Kanlı

sayfa: 32 - Süryanilere azınlık statüsü talebi

AB’ye taşınıyor

sayfa: 33 - gelin canlar bir olalım!

kızılbaş - sayfa 3 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

................................... Süleyman Deprem

sayfa: 35 - Emir Bedirhan’ın Cizre-Bothan

Direnişini Doğru Okumak -3

.......................................... Sait Çetinoğlu

sayfa: 39 - ‘Sinagog Katliamları vesilesiyle

Türkiye’de anti-semitizm’

........................................ Recep Maraşlı

sayfa: 42 - ZONÊ MA

............................................... H. Dewran

sayfa: 43 - Aşure “alaca aşa” nasıl dönüşür?

.................................. Hüseyin Demirtaş

sayfa: 45 - tarihe tanık belgeler!

sayfa: 46 - Oğlumuz gitti, biz hakikati istiyoruz

sayfa: 47 - Erdoğan’dan Sarkozy’ye mektup:

Sonucu vahim olur

sayfa: 47 - Vicdani Retçi Savda Gözaltında

sayfa: 48 - Bir “İttifak”ın Teori ve Pratiğine Dair

Notlar: 3 TÜRKİYE’DE SOL

DÜŞÜNCE VE ALEVİLER

........................................... Murat Küçük

sayfa: 52 - “Mele Projesi, TRT Şeş’e bnziyor”

sayfa: 55 - işçi ihracatının 50. yılı

sayfa: 57 - İleri Teknoloji ile Sunum Alarak

Arazi/Arsa Yatırımı Yapanlar

Kazanıyor!

sayfa: 60 - Van depremine ilk dava açıldı

................................. Av. Mustafa Aladağ

sayfa: 61 - Avrupa Konseyi’nden vicdani ret

açıklaması

sayfa: 62 - “Türkiye’nin en büyük tabusu Ermeni

tabusudur”

.............................................. Mikail Aslan

sayfa: 64 - Dersimli Ermenilerin özüne dönüşü

............................ Miran Pırgic Gültekin

i ç i n d e k i l e r :

Page 4: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Irkçı faşizan devlet partisi CHP vekili Av. Hüseyin Aygün’ün Za-man Gazetesiyle yaptığı müla-katın 10 Kasımda yayınlanması DESİM SOYKIRIMINI gündeme getirdi. Aygün’ün yaptığı müla-katının bu denli gündem oluştu-racağının hesabını yaptığı ka-nısında değiliz. Burada Zaman Gazetesinin uyanık ve hedefli bir yayın tarihi ve politikası yaptığı aşikârdır. Irkçı faşizan devlet partisi CHP vekili Av. Hüseyin Aygün’ün ge-lişen gündemle birlikte zikzak yapması anlaşılır bir durumdur. Çünkü işin bu denli köklü, bu denli önemli olduğunun ayırdın-dan uzaktı. Irkçı faşizan devlet partisi CHP vekili Av. Hüseyin Aygün’ün ken-disiyle ne kadar barışık olduğu ciddi soru işareti taşımaktadır. Bir yandan katliamcı, soykırım-cı bir partinin vekili olacaksın bir yandan da partisine aykırı siyaset yapacaksın burada çok ciddi bir sorun olmalı?!.. Irkçı faşizan devlet partisi CHP vekili Av. Hüseyin Aygün’ün par-tisi CHP’in resmi kuramcıları-nın tepkilerini de doğru anlamak gerekir. Sayın Aygün, partisinin resmi kuramının dibine dinamit koymuştur. Suç işlemiştir. Sayın Aygün bu işleri hangi niyet ile yaptığı pekte belli değil. Aygün katliamcı soykırımcı bir parti-de vekil olarak kalmak ile suça günaha ortak olmuyor mu? CHP resmi kuramcı yürütme erki Sa-yın Aygün’ü etkisiz hale sokup işe yaramaz duruma düşürdük-ten sonra CHP’in çöplüğüne at-ma politikalarını işletmektedir. Aygün’ün emeklerinin heder ol-masını asla istemeyiz.

* * *

kızılbaş - sayfa 4 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Resmi kuramın yeşil parti-si AKP, TC devletinin tarihsel katliamlarını ve soykırımlarının vebalini CHP’ye fatura ederek devletini korumaya çalışmakta-dır. CHP’in devletin katliam ve soykırımlarının bire bir sorum-lusudurlar. Kesinlikle devletin günahlarını CHP’ye,CHP’in gü-nahlarını da devlete yem etme-den sorunları ele alınmalıdır. Osmanlı ümmet sisteminden, Irk çı millet devletine TC’ne geçişte İttihatçı teşkilatlar CHP olarak kendini yeniden üreterek tarihi-ni gizlemeye çalışmıştır. Yeşil resmi kuramcı AKP bugün benzeri bir siyaset ile CHP’ye yüklenerek Devletinin tarihini suç ve günahlarını korumaya çalışmaktadırlar!... Erdoğan’ın ince siyaseti karşı-sında ezilen CHP tüm çabası kendisini savunmak için değil devletini savunmak için her tür-lü ayak düşkün siyasetini işlet-meye çalışmaktadır. Erdoğan Özrü samimi değildir. Dersim’den özür dilenmesinin yolu. 1915 Ermeni Soykırımın-dan, 1919 Pontus Soykırımı, 1921 Koçgiri Soykırımı, 1925 Şex Said katliamı, 1937-38 Dersim Soykırımına, maraşa, çoruma, madımaka kadar uzar gider!

Sırasıyla adım atılmalıdır.Bunun da yapılabilmesi, var ol-an yasal engellerin kaldırılma-

sıyla mümkündür. Erdoğan’ın sunduğu Dersim bel-geleri piyasada olan ve bilinen belgeler. Esas dosyaların açıl-ması soykırımcı kuramın sonunu hazırlayacağından Türk ordu-sunun genel kurmayı buna izin veremez. Türk ordusunun siyasal ve ku-ramsal varlığı tasfiye edilmeden samimi bir yüzleşme, demokra-tikleşme kanımızca mümkün de-ğildir. Devletin yeşil partisi böylesi kök lü bir dönüşüme karşıdır. TC. Devletinin kurucu paşaları-nı koruma kanunları halen yü-rürlükteyken bizim tarafımızın özgürce konuşması engellenmek tedir. Samimi özür bu koruma kanun-larının kaldırılmasıyla tartışıla-bilinir. * * *Hal perişan; Devletin Yeşil partisi aracılığıy-la yaptığı çıkışı bizim camiayı tarumar eyledi. Dersim’li demokratik kurum ve kuruluşları olarak devletin böy-lesi bir çıkışına hazırlıklı değil-dik. Sudan çıkmış balık misali şaşkınlık yön bilmezlik hâkim oldu bir süre… Acil bir ihtiyacın var olduğu yavaş yavaş fark edilir olmaya başlayarak, yokluğu günışığına çıktı. O da şu; Biz Dersimlilerin kendi özgül ve bağımsız siyasal örgütlenmelerimizden yoksun ol duğumuz. İşte bu boşluğumuzu doldurmak için tüm bilgi sami-miyet ve maharetlerimiz ile ken-di özgür partimizi kurmalıyız.

can canaa l i ü l g e r

Page 5: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

kızılbaş - sayfa 5 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

t e ş ekür :kızılbaş dergisinin e-mail toplama çalışmasına katkıda bulunan

herkeze çok çok teşekürler. kızılbaş dergisinin 8. sayısı 7500 e-mail adresine gönderilmiştir. katkılarınızın devamını bekliyoruz

duyuru:kızılbaş dergisinin dagıtımında gmx.net firmasının sunduğu

kapasitesinin azlığından dolayı yeni e-mail alma durumunda kaldık. kızılbaşa ait olan tüm eski e-mail adresleri

01.01.2012 tarihinden itibaren kullanılmayacaktır.

kızılbaş dergisinin yeni e-mail adresi:[email protected]

kızılbaş dergisinin web sitesinin adresi: http://www.kizilbas.biz

Dersim Kızılbaş demokrat par-timiz. Türkiye’yi kurtaran parti asla olmamalı. Kendimize sahip olan kendimiz için çalışan bir Dersim Partisi olabilmeliyiz... Tunçelili olup da Türkiye’yi kur-tarmak isteyenler var olan çeşit-li partilerde zaten çalışıyorlar. Bu alanda modern marabala-rımız yeterince de aktifler. Tırk alevi örgütlerinde, Tırk solunda, Kürt milliyetçi akımlarında... * * *Yapılan tartışmaları Dersimin ve demokrasi tarafının yenilen-mesine aydınlanmasına önemli katkıları olduğunu da asla inkar etmeden, daha verimli ve kalıcı olması açısından bizim de taraf olduğumuz tarafın gelişmesine önemli katkılarını göz ardı et-meden mücadeleyi yükseltmek gerekiyor. DERSİM’in HOZAT Belediyesi-nin, Soykırımcı paşanın adını sokaktan alması hayırlı bir ka-rardır.Dersim’de bu yönde yapılacak o kadar demokratik işler var ki.

Örneğin bize ait olmayan hey-kellerin sahiplerine iade edil-mesi için, sökülüp Ankara’ya gönderilmeleri gereklidir. İşte o zaman Seyit Rıza ile Dersim bi-zim olacak!.. Dersim Belediye meclisi bu yön-de alacağı demokratik kararıyla gerçek özüre giden yeni bir yolu zorlayarak açabilir kanısında-yız!.. * * *10 Aralıkta İstanbul’da Dersim Ermenileri Sosyal Yardımlaşma Derneğinin yemekli bir gecesi-ne katıldık. Tüm katılımcılar ara sında sıcak dostluk kardeşlik rüzgarları esti. Dernek Başkanı Miran Pırgic Gültekin yaptığı konuşmasın-da Mazgirt’te battal edilmiş bir Ermeni Mezarlığının onarılması projesinin duyurusunu yaptı. Bir yandan hüzün bir yandan sevinç bir birine karıştı. Anadolu Kültür Vakfı başkanı Osman Kavala Yapılacak proje-yi maddi ve manevi olarak des

tekleyeceği sözü de geceye apay-rı bir güzellik ve şenlik kattı. * * *Sırada Suriye var. Peşinden İran’ın tasfiyesi. Devletin, Suri-ye’ye iştahının kabarması başı-na yeni belalar açabilir. Yeni bir yol deneniyor: İç savaş. İç savaş çıkarma ve destekleme sizin için ucuz ve maliyetsiz bir savaş ola-bilir. Savaşın maliyetini de ken-dilerine yıkabilirsiniz. Ama bu silahın bir sizi vurmayacağının garantisi yoktur. Ortadoğu’da İngiliz cetveliyle çizilmiş Lozan devletlerinin mi-adı dolmuştur. Yeni şekillenen Arap devletlerinin siyasal ka-rakterlerinin demokratik yönde gelişebilmesi için yerel demok-ratik örgütlenmelerin bu değişi-me fiilen katılmaları gereklidir. Görünen o ki; T C. nin bu deği-şimin dışında kalması asla müm-kün olmayacaktır.

Bizde kendimiz için, kendi ge-leceğimize yönelik yeni hesaplar yapmayacak mıyız! Can cana...

Page 6: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

CHP'li Aygün:

'Dersim Katliamı'nda Atatürk devletin başındaydı'

10 Kasım 2011 Perşembe

CHP'li Aygün, Zaman'a yaptığı açıklamda, "Dersim Katliamı'nın sorumlusu CHP ve Devlettir" dedi. Aygün, Atatürk'ün katliamdan ha-berdar olduğunu ve Dersim olayla-rının soykırım olduğunu belirtti.

Milletvekili (CHP) Hüseyin Ay-gün, Zaman gazetesinden Habib Güler'e yaptığı açıklamda, "Der-sim, etnik kimliği ve dinî inanç-ları bakımından farklı özellikler taşıyan, bu farklılık sebebiyle de 500 yıldır yok edilme siyasetiy-le karşı karşıya kalan bir bölge" dedi. Dersim sorununun 500 yıllık bir sorun olduğunun altını çizen Aygün, "Cumhuriyet, esasen o politikada bir değişiklik meyda-na getirmiyor; önce merkezleşme yönünde kararlar alınıyor, bölgeyi merkezî yönetime bağlama yö-nünde bazı raporlar hazırlanıyor. Bu raporlar, 500 yıllık Dersim sorununu barış içinde çözmeye yönelik öneri getirmiyor. 1937-1938'de jenosite [soykırım] varan bir operasyonla Dersim meselesi tarihe havale edilmiş oluyor. Ama böyle de bitmiyor, bu sorun devam ediyor" diye konuştu.

Ordu harekat yapınca insanların kendini korumak için silahlandı-ğını aktaran CHP'li milletvekili, "Resmiyette ise bir isyan olduğu ve devletin de bunu bastırdığı tezi savunuluyor. Çünkü Başbakan'ın deyimiyle '50 bin insanın öldü-rüldüğü' bir operasyonun meşru-

laştırılması için orada bir isyan oluşturulması gerekiyordu. Der-sim isyanı, sonradan icat edilmiş bir şeydir, öyle bir şey gerçekte yoktur" dedi. Dersim katliamının sorumlusunun devlet ve o dönemin CHP iktidarı olduğunu vurgulayan Aygün, şöyle devam etti: "Ancak CHP'de bu konuda kendi tarihiyle yüzleşme ve uygulanan politika-ların toplumun önünde saydam bir şekilde tartışılması yönünde bir tavır alındığını Kılıçdaroğlu döne-minde görüyoruz. Tabii 'bunu CHP yaptı' deyip, bunun üzerinden bir politika üretmek de doğru değil, çünkü o dönem başka parti yoktu zaten."

Mustafa Kemal Atatürk'ün kat-liamdan haberdar olmamasının mümkün olmadığını da dile getiren Aygün, "Bu dönem bo-yunca izlenen bütün politikalarda Atatürk devletin başındadır. Fakat Aleviler, bütün bu dönemi Mus-tafa Kemal'den ayırmak için onun 'büyük lider' kimliğine de gölge düşmemesi için fotoğrafını alıp Hazreti Ali ile yan yana asmış-lardır. Bu katliamdan haberdar olmadığına kendilerini inandırmış-lardır" yorumunda bulundu.

Kürt sorununa da değinen Aygün, çözümün barış ve diyalogla ola-cağına inandığını dile getirerek, "Öcalan'la yapılan görüşmeler çok değerlidir ve bu sürecin yeniden başlaması gerekir. Ama örgütün de

silah kullanmayacağını inandırıcı bir şekilde topluma ve hükümete anlatması lazım. Birbirimizi öldür-meden konuşmalı, çözüm aramalı-yız. Hükümet aslında görüşmeler yaparak, müzakere yaparak bu ira-deyi ortaya koydu. O yolun devam etmesi gerekir" şeklinde konuştu. Sorunun çözümünde "kırmızı çiz-gi" söylemini de yanlış bulduğunu aktardı.

"Ergenekon sulandı, büyük fırsat heba ediliyor"

Hüseyin Aygün, Ergenekon ve Balyoz davasını da değerlendirdi. "Ergenekon diye bir gizli örgütün, yapılanmanın olduğunu biliyo-rum" diyen Aygün, operasyonun başlamasıyla yasadışı eylemlerin bittiğini, bölgede faili meçhulle-rin neredeyse durma noktasına geldiğini anlattı. Aygün, "Veli Küçük'lerin tutuklandığı dönemi olumlu bulduğunu" belirtirken, "Derin devlet ve gizli kontgerilla çekirdekleri felç oldu. Gerçekten kontgerillanın tasfiyesinin, derin devlete son verme adımı olarak görüyordum" diye konuştu.

Aygün, yapılan son tutuklamaları ise eleştirdi ve şunları söyledi: "Ahmet Şık'ların, gazetecilerin, Ergenekon'dan kuşku duyduğunu söyleyenlerin, eser yayınlayanla-rın tutuklanması nedeniyle ben biraz sulandığını düşünüyorum. Daha çok 'muhalifleri tasfiye etme hareketi' gibi duruyor. Dolayısıyla çok büyük bir fırsatın heba edildiği görüşündeyim."

Kaynak: http://imc-tv.com/haber_detay.php?id=736/#axzz1fZvC0Aag

desim dosyası kızılbaş - sayfa 6 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 7: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

DERSİM KATLİAMIBaşbakan: "Dersim İçin Özür Diliyorum"

Başbakan Erdoğan, Kılıçdaroğlu ile devam eden "Dersim olayları" tartışmasında dört belge açıkladı. Erdoğan "Devlet adına özür dile-necekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum" dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Kemal Kılıçdaroğlu arasın-da devam eden "Dersim olayları" tartışmasında dört belge açıkladı.

Erdoğan, "Dersim olayları" için asıl özür dilemesi gerekenin CHP olduğunu ama "böyle bir literatür varsa" kendisinin özür dileyece-ğini söyleyerek devlet adına özür diledi.

Erdoğan, "Devlet adına özür dile-necekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum" dedi.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genişletilmiş İl Başkanları toplan-tısında konuşan Başbakan Erdo-ğan, gösterdiği dört belgeyi okudu.

1. Belge

"Dersim'de hareket eden her şey katlediliyor"

"1935 yılında bir kanun çıka-rılıyor. Kanun'un adı: Tunç-eli vilayetinin idaresi hakkında ka-nun. Kanun'un ilk maddesinde şu belirtiliyor:

Madde 1: Tunç-eli vilayetine, ordu ile irtibatı baki kalmak ve rütbe-sinin salahiyetini haiz bulunmak üzere kor komutan rütbesinde bir zat vali ve kumandan olarak seçilir.

Sonra, bu vali ve kumandana ya-sada çok enteresan haklar tanını-yor.

Mesela vali ve kumandan gerek görürse, aileleri bir yerden bir yere göç ettirebilir. Mesela, idam hü-kümlerinin vali ve kumandan tara-fından teciline lüzum görülmezse, hemen infaz yapılır. Mesela ceza mahkemelerinde verilen kararların temyizine gerek yoktur.

İşte bu kanunun ardından, hazır-lıklar yapılıyor, 1937,1938 ve 1939 yıllarında Dersim'de maalesef büyük bir dram yaşanıyor.

Havadan, karadan, toplarla, hatta gaz bombalarıyla, Dersim'de hare-ket eden her şey, çocuklar, kadın-lar katlediliyor.

Dersim olayları sırasında orada asker olan Muhsin Batur, anıla-rında aynen şu ifadeyi kullanıyor: 'Günlerden bir gün emir geldi. Tren yoluyla Elazığ'a vardık.

Oradan da ilk durak Pertek olmak

üzere harekete geçtik. İki aya yakın Dersim'de görev yaptım. Okuyucularımdan özür diliyorum ve yaşantımın bu bölümünü anlat-maktan kaçınıyorum.

Üstad Necip Fazıl, Dersim'deki facianın tarihte bir benzerinin olmadığını ifade ediyor.Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki masum çocuk Hozat kaymakamı tarafından süngületilerek babaları-nın yanına gönderiliyor.

Kendisinin öğretmen ve köy halkıyla alakasız bir şahıs oldu-ğunu iddia ederek, alevler içinden fırlamak isteyen bir genç, kalasla alevlerin içine itiliyor ve karşısın-da da sigara içiliyor.

Bir köy halkı, önce kurşunlanıyor, daha sonra buğday sapları üze-rinde yakılıyor. Üstad, faciayı şu satırlarla anlatıyor.

'Mazgirt Tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta. Merhamet sahiplerinden biri, birle on yaş arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır. Vaziyet birden haber alınıyor. Çocukların öldürülmeleri emri veriliyor.

Fakat bu emri yerine getirebilecek kimse bulunamıyor. En katı yürek-liler bile, böyle müdafaasız ma-sumlara silah kullanamayacakları-nı söylemeye mecbur kalıyorlar.

Nihayet kara suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe

"Dahili işlerimizden en mühim bir safha varsa o'da Dersim meselesidir. Da-hilde bulunan işbu yarayı, bu korkunc çıbanı, ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınma-sı için, hükümete tam ve geniş selahiyetler verilme-lidir." Mustafa Kemal'in 1936 tarihli Meclisi Açış Konuşması!

kızılbaş - sayfa 7 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 8: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

titreşe bekleyen 20 masumun işi bitiriliyor.

Murat suyunun, kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur. Dersim vakasının en büyük mazlumla-rından Seyit Rıza'nın hikâyesi ise ayrıca yürek burkucu.Dönemin Malatya Emniyet Mü-dürü İhsan Sabri Çağlayangil, bir röportajda bunu şöyle anlatıyor.

'Son sözünü sorduk? Kırk liram var, oğluma verirsiniz dedi. Bu sırada Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Seyit Rıza görmesin diye ben arabanın önünü kapattım. Fındık Hafız'ın idamı bitti. Seyit Rıza'yı meydana çıkardık. Soğuktu ve etrafta kim-seler yoktu.

Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşlu-ğa hitap etti: Evlad-ı kerbalayıkh, bi hatayıkh, ayıptır, zulümdür, cinayettir?

Evet değerli arkadaşlarım. Sayısı bugün dahi bilinmeyen, tahmin edilen binlerce insan, kadın ve ço-cuk katlediliyor, yuvalar yıkılıyor, binlerce insan batıya göç ettirili-yor, binlerce kız çocuğu evlatlık veriliyor."

2. Belge

"Ben özür diliyorum"

"Bir belgeyi sizlere göstermek istiyorum. 8 ağustos 1939 tarihli bir belge. Jandarma Umum Ko-mutanlığından başvekâlet yüksek makamına gönderilmiş.

Dersim'e yapılan müdahalenin bilançosunu veriyor, kat'i neti-ce alınıncaya kadar baskınların devam edeceğini bildiriyor. Ekte de bir cetvel var? Ölü, diri, teslim olanların rakamlarını gösteriyor.

1936, 1937, 1938 ve 1939'da, top-lam 13 bin 806 kişinin öldürüldü-ğü bu belgede ifade ediliyor. Bel-genin altındaki imza çok ilginç. Faik Öztrak, Dahiliye Vekili, yani İçişleri Bakanı.

Kılıçdaroğlu nereye kaçıyorsun?

Bunlardan nasıl sıyrılacaksın? Ben mi özür dileyeceğim sen mi özür dileyeceksin?

Devlet adına özür dilemek gereki-yorsa böyle bir literatür varsa, ben özür dilerim, diliyorum.Ancak CHP zihniyeti adına özür dilemesi gereken varsa, 'yeni CHP'nin Genel Başkanıyım' diyor-sun."

Erdoğan, devlet adına özür dile-mesinin ardından ayakta alkışlan-dı.

3. Belge

İmza: Reisicumhur İsmet İnönü"Dersim'le ilgili bir başka belgeyi de bugün açıklıyorum. 23 Aralık 1938.

Atatürk'ün vefatından yaklaşık 1 ay sonra. İsmet İnönü Cumhurbaş-kanı, Celal Bayar Başbakan. Bu bir kararname. Şöyle diyor:

'Tunceli'den garba nakillerine karar verilen cem'an 12 bin kişi-nin 11 bin 683 kişinin mürettep mahallerine sevk ve iskânları icra edilmiş ise de, muhtelif mahaller-de aynı evsafı haiz ve sevke hazır bir vaziyette bulunan 514 şahıs ile birlikte yekûnu, kararnamelerle tespit edilen miktarı geçeceğinden dağlarda ve mağaralarda saklan-maları ve kış münasebeti ile ba-rınamayarak dehaletleri umulan-larla beraber daha iki bin kişinin ilişik listede yazılı yerlere sevk ve iskânları, dâhiliye vekilliğinin tek-lifi üzerine icra vekilleri heyetinin toplantısında onanmıştır.'

İmza: Reisicumhur İsmet İnönü.

Tabii, alttaki imzalarda bir isim de bu arada dikkatimizi çekiyor. Nafia vekili, yani Bayındırlık Ba-kanı Ali Çetinkaya. Ali Çetinkaya, İskilipli Atıf Hoca'yı düzmece bir mahkemeyle, "kararın infazına,

şahitlerin sonra dinlenmesine" diyerek idam eden, kel ali lakaplı hâkim.

3 Mayıs'ta, CHP'li Yenima-halle Belediyesi, işte bu Ali Çetinkaya'nın ismini Ankara Yenimahalle'de bir parka verdi.

Biz, bunu hatırlattığımız zaman da, CHP Genel Başkanı Sayın Kı-lıçdaroğlu Afyonkarahisar'da, işte bu Ali Çetinkaya'ya sahip çıktı, onu bir kahraman olarak ilan etti.Sizin kahramanlarınız buysa bu ülke biter. Bizim kahramanlarımı-zın arasında böyle yüzü kapkara olanlar yok.

İşte bu Dersim Belgesi'nin altında da Ali Çetinkaya'nın imzası var. Dersim'de operasyon hazırlıkların-da da, işte CHP Genel Başkanı Sa-yın Kılıçdaroğlu'nun sahip çıktığı bu Ali Çetinkaya'nın katkısı var. Bu da fotoğraflarla sabit."

4. Belge

"Sason bölgesinde temizlik""Bir başka belge. Dersim ope-rasyonlarının hemen ardından, Sason'da yapılan temizlik ve takip operasyonlarının raporu.

Sason bölgesinde 384 kişinin öldürüldüğü, diri tutulan ve teslim olanların tamamının batıya göç ettirildiği ifade ediliyor.

Halen Sason yasak bölgesi içinde hiçbir ferdin kalmadığı, operasyo-nun da böylece sonlandırıldığı ifa-de ediliyor. 28 Eylül 1938. İmza: İçişleri Bakanı Şükrü Kaya."

"Dersim aydınlatılmayı bekleyen bir olaydır"Erdoğan, belgeleri açıkladık-tan sonra CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na seslenerek,

"Dersim yakın tarihimizdeki en acı en trajik olaylardan biridir. Dersim aydınlatılmayı bekleyen bir olaydır. Bu kanlı eserin sahibi olan CHP'dir. CHP'nin Tunceli milletvekilleridir. Tunceli kökenli Genel Başkanı'dır. Tuncelili bir Genel Başkan tarihiyle yüzleşmek için CHP'ye fırsattır" dedi. (IC)

kızılbaş - sayfa 8 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 9: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

- Daha önce böyle bir girişimde bulundunuz mu?

Bu uluslararası alanda ilk baş-vuru olacak. 24 Kasım 2010 tarihinde Berlin’de üçüncüsü düzenlenen Uluslararası Dersim Konferansı’nda bu karar alındı. 1937-38 Dersim soykırımının bugün hala sürüp giden durumuna uluslararası hukuktaki tanımı ise kültürel soykırımdır. Böylece süre-cin uluslararası ceza mahkemesine taşınması için bir karar alınmış oldu. Bu kararı üstlenen avukatlar olarak Türkiye’den konferansa katılanlardan avukatlardan ben ve Eren Keskin bu somut halin hu-kuki gerekliliklerin yapılması için görev üstlendik.Fakat bu vakanın UCM’ye taşın-ması için Türkiye ilgili bazı sı-kıntılar olduğunu da söyelememiz gerekir. O da şudur ki Türkiye, uluslararası ceza mahkemesine ha-lan taraf değil. Taraf olmamak için de çokca direniyor. Bu mahkemeyi şu an itibarıyle yetkisini tanıyan, yani taraf olan 117 devlet var. Daha önceki yıllarda Türkiye’nin taraf olmamasının en önemli nedeni iç hukukunda bu yöndeki eksikliklerini gerekçe olarak ileri sürüyordu. Fakat daha sonra bu konuya dair Türkiye, 2005 yılında çıkartmış olduğu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’yla bu eksiklikle-rini giderdi. Türkiye Türk Ceza Kanunu’nundaki 76 ve 77. madde düzenlemeleriyle insanlığa karşı suçlar ile soykırım suçunu norma-tif iç hukuk düzenine katmış oldu. Türkiye’nin artık 2005 yılından beri uluslararası ceza mahkeme-sine taraf olmamak için geçerli hiçbir hukuki bir mazereti bulun-muyor. Hatta hükümet yapmış olduğu bu yeni düzenlemeler ile ilgili olarak 2008 yılında UCM’ye yaptığı bildirimde bu mahkemenin statüsünü belirleyen 1998 tarihli Roma Statüsünü dikkate alarak

gerçekleştirdiğini beyan etmiştir. Bu resmi bildirim ile bir bakıma mahkemenin hukuki dayanaklarını da tanımış bulunmaktadır.

-Mahkeme’nin yetkilendiği haziran 2002 tarihinden önceki yaşanan olaylara bakıyor mu?

Mahkeme yargılama yetkisini kazandığı 1 Haziran 2002 yılından önceki soykırım,savaş suçları ve insanlığa karşı suçlara bakmıyor. Fakat ileri sürdüğümüz somut veri-ler ve maddi hukuki dayanaklar ve gerekçeler ile Dersim’de Soykı-rımın 1937 ve 1938’de kalmadığı-dır. 2002’den sonra da Dersim’de soykırım çok açık bir şekilde devam ettiğini delillendiriyoruz. Çok kısa süreliğine bölgeyi ziyaret ettiğinizde dahi bu acı gerçeklik tüm çıplaklığı ile kendini göster-mektedir.Mesela Dersim’de yaşam alanlarına döşenmesi,kullanılması yasaklı olan binlerce kara anti tank mayınlar döşenmiş ve halen sökülmemiş. Resmi rakamlarla döşenen kara mayın sayısını yak-laşık 11.000 olarak açıklar. Gerçek sayıyı ise hiç kimse bilmiyor. Bazı köy okullarının yanında daha önce bulunan ve yakın zamanda ter-kedilmiş karakol içine ve çevre-sine döşenmiş kara mayınlardan çocukları korumak için tenefüsler dahi öğretmen nezaretinde yapıl-maktadır. Bölgede en temel insan hakkı olan anadilde eğitim halen

yapılmamaktadır. Bölgenin çocuk-larına ana dillerini hor görmesine sağlayan bir eğitim ve öğretim sis-temi verilmeye devam edillmekte, asimilasyon bütün hızıyla devam etmektedir.Yaşayan halkın bü-yük çoğunluğunun inaç ve yaşam kültürü Kızılbaşlık iken bu halkın çocukları tüm ülkede olduğu gibi zorunlu Sunni Islam din dersine tabi tutulmaktadır. Ayrıca tüm ülkede olduğu gibi Dersimdede cem evleri hala resmi olarak ibadet statüsünde görülmemektedir. Her-kes için çok önemli olan doğanın kendisi Kızılbaş inancı olan halk için ise yaşamsal derecede ayrı bir öneme sahiptir. Çünkü kızılbaşlık inancının ritüelleri, felsefesi,doğuşu,varlığı,ibadeti doğaya tabiidir. Kızılbaşlık;Nehirleri,ağacı,ormanı, kayayı, dağı, ovayı, yaylayı ve bu-ralarda yaşayan her tür canlıyı bir bütün olarak kutsal görerek, varlık ve bütünlüğünü bunun üzerine inşa eden,içselleştirmiş bir inanç siste-midir. Askerin güvenlik nedeniyle yaktığı ormanlar, Dersimliler için yalnızca yakılmış orman değildir.Halkın inanç ve yaşam bütünlüğü-ne doğrudan saldırı ve işkencedir. Dersimde şu ana kadar son 5 yılda yapılmış 4 baraj ve halen yapılma-sı düşünülen 20 nin üzerindekilerle halkın kutsal kabul ettiği Munzur nehrinin yok oluşu demektir. Yani Dersim Milli parkı ve onu çevrele-yen doğanın katli doğrudan halkın inanç ve yaşamına saldırı ve im-hası anlamına gelmektedir. Ayrıca yapılmış ve yapılacak barajlarla, bölgedeki köy ve ilçeler arasında-ki ulaşım da engellenecek, bölge yine zorunlu göçe tabi tutularak insansızlaştırılmak istenmektedir. Yine yapılmış/yapılacak barajlarla kutsal Kızılbaş mekan ve ziyaretle-ri sular altında kalmasına da sebep olmuş ve daha da olmaya devam edecektir. Bu yöndeki icraatlar bölge halkının maddi ve manevi tüm yaşam alanına sirayet etmeye

Av. Erdal Doğan ile Söyleşi kızılbaş - sayfa 9 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 10: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

devam etmektedir.Eski il, ilçeler ve köylerin isim-leri halen Türkçeleştirildiği gibi durmakta ve halen eski isimlerine dönülmemiştir. Evlatlık verilen kız ve erkek çocuklarının akibetleri yaşayan ailelerinin gündemini halen çok yoğun işgal etmekte-dir.1937 ve 1938’de katledilen-lerin toplu olarak yakıldıkları, gömüldükleri yerler ile 1990’larda 400’e yakın köyün benzer şekilde yakılarak, tahrip edilip,sakinleri katlediği düşünüldüğünde mağdur yakınlarının katledilen ailelerinin nerelere gömüldüğünü bilmemenin verdiği acı ile birlikte boşaltılan yerlere dönememiş olmalarının tarifsiz acısının yaşanmaya de-vam edilmesi de yaşanan kıyımın acısını sürekli canlı tutulmasını sağlamaktadır. Bölgede, alınan asayiş sebebiyle güvenlik önlemleri normal yaşamı felç edecek boyutlardadır. Özellik-le Dersim sınırlarına girdiğinizde büyük arazili bir açık cezaevine girmiş hissiyatını yaşatan bu sıkı askeri güvenlik önlemleri bölge halkını yine maddi ve manevi yön-den çok ağır taciz eder yoğunluk-tadır.Bu fotoğraf Dersime ilişkin 1800lerin ikinci yarısında başla-yan sürecin 2011’ tarihinde halen devam ettiğini gösteriyor. Yani Soykırım 1937 ve 38’de kalmış de-ğildir. Tüm yıkıcı varlığıyla bugün dahi devam etmektedir.Fiili yasak-lar, engeller nedenleriyle geçmişte hayvancılık ve tarımla meşgul olup hali durumu iyi olan köylülerin köylerine dönüp,yerleşememeleri nedeniyl çok ciddi bir yoksullukla iç içe yaşam savaşı vermekteler. Trajik örnekleri çoğaltabiliriz. Buna benzer somut vakaları sıra-layarak uluslarası ceza mahkeme-sine başvuracağız. mahkemenin statüsünü belirleyen Roma statü-sünün 7.ve6.maddeleri ise hukuki dayanak noktamız. 1948 tarihli Türkiyenin de taraf olduğu B.M.in Soykırım Sözleşmesinin 5.maddesi ile Roma Statüsünün 6.maddesine göre tartışmasız olarak 1937-38 Dersim vahşeti bir soykırımdır. O

günden bugüne Dersim halkına yaşatılanlar ise Roma statüsünün 7 ve 6.maddeleri kapsamında devam ededuran bir kültürel soykırım olduğunu belirterek.1994 tarihin-de kurulan uluslararası Ruanda de hoc ceza mahkemesinin 1998 tarihli kararlarındaki kültürel soy-kırıma dair tespitleri de UCM’yi bağlayan içtihattır. 1937 ve 1938 Dersim kıyımının hukuki olarak soykırım olarak tespiti ile günü-müzde sürmekte olan kültürel soykırım uygulamalarını delille-riyle mahkemeye ileterek, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin işlemiş olduğu ve işlemeye devam ettiği insanlığa karşı bu suç tasarufla-rına son vermesini, en az son 30 yıl içinde eylemleri ile bu suçu devam ettirmiş yaşayan failleri-nin tespiti ile cezalandırılmasını, mağdurların maddi ve manevi tüm mağdurluklarının giderilmesini, kayıp kızların akıbetinin ailelerine bildirilmesini, orman yakımına son verilmesi, yaşam alanlarından mayınların temizlenmesi, anadil-de eğitimin başlatılması, zorunlu Türkleştirme ve Islamlaştırma projelerine son verilmesi,toplu katledilenlerin mezarlarındaki ke-miklerin usulüne göre çıkartılarak ailelerine verilmesini ve o yerlerde anıt mezar yapılması gibi talepleri mahkemenin acil olarak ele alma-sını isteyeceğiz.

-Peki hangi kapsam ve suçlamay-la mahkemeye gideceksiniz?

Mahkemenin kurulduğu 2002’den sonraki süreçte yapılanları kültürel soykırım olarak görüp orada işle-nen suçların insanlığa karşı işlen-miş bir suç olduğunu, Roma statü-sünün altıncı ve yedinci maddesi kapsamında mahkemenin uluslar arası yetkisiyle bakabileceğini söylüyoruz. Hukuksal bakımıyla, böyle bir mahkemenin kurulma meşrutiyeti, devam edegelen bu tür insanlığa karşı suçlarla, kültü-rel soykırım suçlarına B.M.üysei bir devletin kötü niyetle taraf olmamasını dayanak göstererek

bakmaktan kendini alıkoyamaya-cağını maddi ve hukuki dayanak-larla anlatacağız. Ayrıca Dersim soykırımı meselesi, B.M.sistemine tabi tüm ülkelerin gündemlerine alabileceği bir husustur. Insanlık suçu herkesin müştekisi olabileceği tartışmasız bir durumdur. Nasıl ki Türkiye, Suriye halkının meselesi-ni haklı olarak iç meselesi yapmış ve Esad yönetimine her türlü siysi ve hukuki uyarıda bulunup, ekono-mik ambargo uygulama noktasına gelmişse, Türkiye’de Dersim’le il-gili üzerine düşen sorumlulukların gereğini yapmazsa, kendisinin de belki önümüzde yıllarda hukuken, siyaseten,ekonomik ve kültürel ba-kımdan çeşitli uyarı ve ambargo ile karşı karşıya kalabilir. Çünkü Tür-kiye hala üzerine düşen bu görevi yapmayıp,güncel siyasi polemik konusu yapmaktadır. Başbakanın yapmış olduğu özür çok önemli bir adımdı.30 kasım 2011 de sayın Hüseyin Çelik’in yapmış olduğu açıklamalarda çok önemlidir. Fakat bu açıklama ve özürlerden öteye çok acil olarak hükümetin bölgenin acılarını,mağdurluklarını giderme-si gerekir.

-Türkiye’nin iç hukukunda daha önce bu yönde başvurular oldu mu?

Daha önce başvurular oldu. Iki üç başvuru oldu. Savcılar, bu konunun zaman aşımına uğradığını gerekçe göstererek adeta alay edercesine kapattılar. Halbuki savcılar Türk Ceza Kanunu’nun 76. ve 77.inci maddesine göre soruşturma yapma yetkisine sahip olmalarına rağmen hiçbir şey yapmadılar. Türk yargısı özellikle bu konuda bir şey yapma-mak için bir direnç içindedir.

-Ne kadar süredir mahkemeye gitmeye hazırlanıyorsunuz?

Hazırlık yaklaşık bir buçuk yıldır sürmektedir. Fakat bu konunun hem Türkiye’de hem de uluslarara-sı alanda daha çok görünür olma-sını

kızılbaş - sayfa 10 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 11: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

2008 yılından beri Dersim mesele-siyle ilgili Avrupa Parlamentosun-da Kürt ve Alevi örgütlerinin ortak çabası ile yapılan konferansların payının çok olduğunu söyleye-bilirm.Konferanslarda bu konu hukuk,sosyoloji,tarih ve siyasi disiplinleri açısından ele alınmış ve ele alınmaya devam etmektedir. Tüm bu konferanslar ile bu bağ-lamda devam eden çalışmalarla, Türkiye ve dünyadan çeşitli ülkele-rinden katılan çeşitli disiplinlerden kişilerin sunumları ve tespitleri Dersim soykırımının daha cesa-retle konuşulmasını, tartışılmasını ve gündeme alınmasını sağladığını söyleyebilirim.

-Daha önce uluslararası ceza mahkemesiyle bir ön görüşmeniz oldu mu?

Biz savcıdan randevu alarak bu dilekçeyi kendisine sunmak istiyoruz. Doğrudan dilekçe verip takip etmekten ziyade bu dilekçeyi verirken ilgili savcı ile görüşmeyi ve konu hakkında bir ön bilgilen-dirme yapmayı uygun olacağını düşünüyoruz. Çünkü bu yöndeki mahkemeye yapılan belki de ilk başvuru olacaktır. O nedenle baş-vurunun anlam ve mahiyetini an-latmak istiyoruz. Bu konuyu Avru-pa Parlamentosu ve Avrupa Birliği yetkilileri ile görüşürek destekleri-ni isteyeceğiz. Bu yöndeki destek çağrısına ilişkin olarak yıl başında 36 ülke parlemontosuna ve devlet yetkilisine toplanan on bin imzla listesi eklenerek Dersim soykırımı ve halen yaşanan giderilmemiş acı-lardan haberdar ederek, Uluslarası hukuki alanda desteklerini istedik. Yaşanmış ve yaşanmaya devam bu trajedinin mağdurları yalnız-ca Dersim ve Türkiye halkının olmadığını, doğrudan tüm dünya halkları olduğuna dair açıklama-mıza dair 2 ay öncesine şimdilik Almanya ve Isviçre’den gelmiş ve onlar Dersim meselesini gündeme aldıklarını iletmişlerdir.

-Peki mahkeme Dersim olaylarını

sizce nasıl algılar?

Garip bir şekilde bu mahkeme mazlumları ve mağdurları koru-mak amacıyla kuruldu. Fakat bu güne kadar işleyen sistemde çok çeşitli lobilerin ve güçlerin etki-siyle bu mahkemenin çalıştığını gördük. Mahkeme ve savcılık normalde bu gibi durumlarda insan hakları ve hukukun verdiği meşrutiyet ve misyon nedeniyle resen harekete geçmesi gerekir. Mahkemenin kuruluş ve işleyişiyle ilgili en az yüz yıllık bir çalışma ve tartışma söz konusudur. Insan hakları hukuku statik ve dogma-tik bir hukuk alanı değildir. Sıkı sıkıya bağlı bir şekil hukuku da değildir. Sürekli gelişim süreci içinde olan bir alan olduğundan burada savcıların ve yargıçların cesur davranmaları gerekir. Çeşitli lobi ve güç konusundan etkilenme-den mahkemenin misyonunun bir gereği olarak savcı ve yargıçlardan görevlerini yapmaları beklenir. Bakalım yapacak mı, bu da ayrı bir tartışma konusu olacaktır. Tabi buna bağlı olarak çeşitli ülkelerin engellemeleri olabilir. Çünkü bu uluslararası bir alan ve bazı ülkeler soykırımla ilgili kendi suçlarının da gündeme gelebileceğini düşü-nerek engelleme girişimlerinde bulunabilir.

-Tam da dilekçenizi tamamlamaya yakın Dersim olayları bir anda gündeme geldi. Bu doğrultuda da Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir başbakan devlet adına özür diledi. Siz bu adımı nasıl de-ğerlendiriyorsunuz ve dilekçenize nasıl bir etkisi olacak?

Olumlu bir etkide olacak bu özür. Başbakanın son iki yıldır bu ko-nudaki tutumu çok açık ve netti. CHP ile ilgili siyasi bir çekişme-den de olsa bu dillendirildi. 2 yıl önce 50 bin insanın Dersim’de katledildiğini söylemişti. Geçen 23 kasımda da usul ve şekil so-runlu olsa da bir özür dilenmesi söz konusu oldu devlet adına. Bu

önemli. Açıkladığı belgeler ise konuyu yakından takip edenler için bilinen belgelerdi.Zaten bu konuyla ilgili Genelkurmay ve Dışişleri bakanlığının arşivlerinin açılması da taleplerimiz arasında. Kamuoyunda dolaşımda olan bu belgeler olayın hazırlık süreçlerini, yapılmış olan askeri hareketi ve sürgünlere ilişkin soykırımın nasıl gerçekleştirildiğine dair hiçbir tar-tışma yaratmıyor. Başbakan da bu belgelerle beraber özür diledi. Tabi bu konu dediğim gibi başvuruda önemli olacak. Uluslararası ceza mahkemesinin savcısının da bunu dikkatine sunacağız. Bu konuyla ilgili bu beyanları dikkate alacak-lardır.

-Bu özrün uluslararası yaptırımı nasıl olur?

Geçmiş dönemlerde yapılan katli-amlar ve insanlığa karşı işlenmiş suçlarla ilgili çeşitli ülkelerin yap-mış olduğu özürler oldu. Insanlığa karşı işlenmiş bu tür suçlarda za-man aşımı gibi bir durum olmaz.. Olayın mağdurları yaşamamış bile olsa onların ikinci veya üçüncü kuşağı nezdinde bu mağduriyet-ler giderilmiştir. Başbakan da bu konuda özürle yetinemeyeceğini en azından bir siyasi kişi olarak bilmesi gerekiyor. Böyle bir özrün hem uluslararası alanda hem de Türkiye iç kamuoyunda mağdu-riyetlerin giderilmesi konusunda bir beklentiyi doğuracaktır. Bunun hukuksal olarak gereğinin yerine getirilmesi gerekiyor.

-Dilekçenizde ne tür deliller yer alıyor? Mahkemenin karşısına nasıl çıkacaksınız?

1937 ve 38 öncesi hazırlanmış çokca rapor var. O raporlar o coğ-rafyanın halkıyla birlikte nasıl or-tadan kaldırılmasını hiç tartışmaya yer vermeden anlatmaktadır. Bu raporlar 1870’den sonra Dersim ile ilgili tutulmuş raporlardır. Burada öldürülenler yaşlı ve çocuklar-dan oluştuğu ve bu konuyla ilgili

kızılbaş - sayfa 11 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 12: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

olarak dönemin kişilerinin anıları, soykırımla ilgili tartışmaya yer vermeyecek diğer önemli delil-lerdir. Ayrıca bu döneme ilişkin olarak da son yıllara ilişkin olarak da bölgede çeşitli kurumların ista-tiki verileri, aynı şekilde devletin resmi açıklamaları, güncel tutulan tüm günlük ve yıllık görsel ve işitsel yayınlar, doğrudan dönemi yaşayanların tanıklıkları ve buna benzer birçok belge ve yayınlar delil olarak gösterildi.

-Sorumlu tutulan yaşayan mülki amir var mı peki?

1937 ve 38le ilgili yaşayan kalma-dı. Fakat devlette devamlılık esas olduğu için Türkiye Cumhuriyeti Devleti o dönemde yaşanan soykı-rımdan sorumluluk olarak gereğini yapmak zorundadır. Şöyle bir du-rum da var 1980 askeri darbesinde özel bir muamele gördü Dersim. 1990 larda da yıkım gören Dersim, bugün de AKP hükümeti marife-tiyle kültürel asimilasyon ve doğa katliamlarına maruz kalmaktadır.Son 30 yıllık süreçteki hayatta bulunan faillerin tespiti ve cezalan-dırılması mümkündür.

-Dava açılırsa Türkiye nasıl bir yargılama süreciyle karşı karşıya olacak?

Şuan bunu söylemek biraz er-ken. Ama görevlerinin bilinciyle hareket ederlerse çeşitli sorularla ve belgelere gerekli incelemeleri savcılar gelip soruşturma kapsa-mında yapacaklar. Savcılar yerinde incelemeler yaparak, aynı zamanda tanık dinlemeleri yaparak, çeşitli mevzuatlar ve makamlardan resmi cevaplar alarak gerekli bilgileri mahkemeye sunacaklardır.

Bir acı kahve yüzünden üç köy kurşuna dizildi

DERSİM KATLİAMININ CANLI TANIKLARINDAN ARAŞTIRMACI CELAL YILDIZ ANLATTI

Kurtuluş Savaşı’nın önemli ismi Diyap Ağa’nın köyü de katliamdan na-sibini aldı. Fevzi Çakmak’ın “Öldürmek yok, sıra sürgünde” emri gecik-tiği için kurşuna dizilen köyler oldu.

Dersim katliamı üzerinde yaptığı araştırmalarla tanınan yazar Celal Yıldız, Dersim katliamının bir ayaklanma nedeniyle değil asimilasyon amaçlı yapıldığını söyledi. Yıldız, bu iddiasına gerekçe olarak da 2. Ab-dulhamit döneminde Hamidiye Alaylarında yer almış, Kurtuluş Savaşı sırasında büyük yararlılık göstermiş olan Diyap Ağa’nın köyü ve ailesi-nin de katliamdan nasibini almasını gösterdi. Dersim katliamını STAR’a değerlendiren Yıldız’ın çarpıcı örnekleri şu şekilde:

Silahsız on kadın mağaraya sığındı

Ailem Dersim olaylarının mağduru. Dersim’de köyler toplu olarak kur-şuna dizildi. Diyap Ağa’nın köyü de nasibini aldı. Koçuşağı köyündeki katliamdan kaçan 10 kadın bizim köyün mağaralarına sığınıyor. Kadın-ların içinde bir yaşlı adam ve Diyap Ağa’nın akrabası olan bir de kadın varmış. Kadınlar Kenter’e haber göndermişler, o da acımış onlara ekmek göndermiş. Kadınlardan biri askerler tarafından fark ediliyor. Asker ma-ğarayı sarıyor, içeridekiler Kenter’in onları ihbar ettiğini düşünerek, ‘Diyap Ağa’nın oğlu bize ekmek gönderdi’ diyorlar.

Emir beş dakika gecikse ölecektik

Ellerinde silah yok. İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanmaları gerekirdi, ancak Diyap Ağa’nın oğlu ve kardeşini kurşuna diziyorlar. Milletvekili olmuş, devlete o kadar hizmet etmiş bir kişinin ailesine yapılacak şey mi bu. Olaydan sonra köylüyü topladılar kurşuna dizecekler. O arada süvari bir subay kan ter içinde geliyor. ‘Fevzi Çakmak’ın emri var, öldürmek yok. Bundan sonra sürgün olacak’ diyor. Ve köylülere ‘Zehir olsaydı da kahve içmeseydim. Hozat’da bir kahve içtim, bir acı kahve yüzünden 3 köy kurşuna dizildi’ diyor. 5 dakika geç gelse belki şu an yaşamayacak-tım.

kızılbaş - sayfa 12 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 13: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Prof. Dr. Akçam Dersim katliamı ve geçmişin karanlık sayfalarının açığa çıkması için önerilen "arşiv-ler açılsın" talebini yorumluyor, Dışişleri ve Genelkurmay arşiv-lerinin hala açılmamasını da 21. yüzyılın ayıbı olarak görüyor.

Ekin KARACA [email protected] Worcester - BİA Haber Merkezi

29 Kasım 2011, Salı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Dersim Katliamı nedeniyle özür dilemesi-nin ardından pek çok farklı kesim-den değişik sesler yükseldi.

Kimi ilk kez Başbakanlık nezdinde özür dilenmesini olumlu karşılar-ken, kimi de bu özrü Başbakan'ın Cumhuriyet Halk Partisi'ne (CHP) karşı koz olarak kullandığını söyledi ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) Alevi politikası-nı eleştirdi.

Ancak belki de konu Mustafa Ke-mal Atatürk'e dayandığı için farklı seslerin en çok yükseldiği yer CHP oldu.CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün'ün Zaman gazetesine ver-diği röportajda söylediği sözlerle alevlenen tartışma sonrası partinin ulusalcı kanadının yaptığı basın açıklaması, Erdoğan'ın "özrü" derken CHP Genel Başkanı sazı ele aldı ve özrün yeterli olmadığı-nı, arşivlerin açılması gerektiğini söyledi.

"Dışişleri ve Genelkurmay arşiv-leri hala kapalı"

Peki, Kılıçdaroğlu'nun bahsettiği arşivler sorunun çözümü açısından ne ifade ediyor? Arşivlerin açıl-

ması tarihi doğru okumamızı ne kadar kolaylaştırır? Clark Üniver-sitesi Soykırım Çalışmaları Mer-kezi öğretim üyesi Prof. Dr. Taner Akçam'la konuştuk...

- Türkiye tarihini doğru okuma-mız açısından arşivlerin açılması ne anlam ifade ediyor?

"Arşivin açılması" kelimesi çok ya-nıltıcı olabiliyor. Birincisi, Başba-kanlığa bağlı Osmanlı ve Cumhu-riyet arşivleri zaten açık. Buralara isteyen gider, istediği belgeyi alır. Burada problem yok. Sorun, bu iki arşivdeki mevcut tasnif meselesi-dir.Arşivde var olan belgelerin tümü araştırmacıların hizmetine sunul-mamaktadır. Her devlet böyle şey-ler yapar; bir kısım belgeyi tasnife tabii tutmaz ve saklar. Bizim do-layısıyla Başbakanlık Arşivlerine ilişkin söyleyebileceğimiz, burada tasnife sunulmamış belgeleri, eğer imha etmedilerse, tasnif edip, araş-tırmacı hizmetine sunmalarıdır.

Bir örnek: Ermeni soykırımı dö-neminde, vilayetlerden neredeyse haftalık bazda gelen raporlar veya emval-i metrukelere ilişkin tutulan defterler hala karanlıktadır.İkincisi, tamamı ile kapalı arşiv vardır. Dışişleri Bakanlığı arşivi hala kapalıdır. Bu 21. yüzyıl için

tam bir ayıptır. Bence, Ahmet Davutoğlu'nun bu ayıba bir son vermesi gerekir. Hem bölge ve dünyaya, demokrasi ve adalet dersleri vereceksiniz, hem de kendi bakanlığınızın arşivini kapalı tuta-caksınız... Olmaz böyle bir şey.

Üçüncüsü, Genelkurmay Başkan-lığı'nın arşivi, teorik olarak açık, pratik olarak kapalıdır. En önemli arşiv budur. Bu arşivi araştırmacı hizmetine sunmaya Başbakanın bile gücünün yeteceğini zannet-miyorum. Eğer gücü varsa, yolla-yacağı bir kararname ile bu arşiv-deki, hiç değilse Dersim belgeleri araştırmacılar veya kamuoyu ile paylaşılabilir.

Bu arşivlerdeki tüm belgelerin araştırmacı hizmetine sunulması paha biçilmez bir öneme sahiptir. Buraları Türkiye'nin "gizli sandık odası"dır. Ben buralardaki önemli belgelerin araştırmacı hizmetine sunulacağını hiç zannetmiyorum.

- CHP'nin önerisi doğrultusun-da mecliste bir tarih komisyonu kurulmasının sizce bir faydası olur mu?

Elbette olur. CHP'nin hemen bir önerge vermesi gerekir. Bir ko-misyon kurulmalı ve komisyon, özel bir Bakanlar Kurulu veya Parlamento kararı ile tüm arşiv-lere doğrudan girme hakkını elde etmelidir. Kendi uzmanlarıyla, bu komisyon, arşivlerde çalışıp, bulduğu belgeleri kamuoyu ile paylaşmalıdır.

"Ermeni meselesiyle ilgili arşiv-lerin bir kısmı imha edildi"

- Ermeni katliamı ve Dersim kat-

"Genelkurmay Arşivlerine Başbakanın da Gücü Yetmez"

Prof. Dr. Taner Akçam

kızılbaş - sayfa 13 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 14: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

liamı başta olmak üzere arşivlerin açılmasının tarihsel süreci anla-mamıza ne gibi katkıları olabilir?

Devasa faydası olur. Bugüne kadar karanlıkta kalınmasının bir nede-ni de budur. Dersim konusunda, "smoking gun" denilen yani doğ-rudan imhaya yönelik emirlerin bulunduğu belgelerin hala buluna-bileceğini tahmin ediyorum.

Çünkü çok güçlü oldukları ve kendilerine güvendikleri için imha etmemiş olabilirler. Hükümetin ye-rinde olsam, Genelkurmay elindeki belgelerin imha edilmemesi için tedbir alırdım.

Ermeni meselesine gelince, bu konudan çok korktukları için hem 1918'de hem de 1980 sonrası temizlik yaptıklarını ve belge imha ettiklerini biliyoruz.

- Bu arşivlerin açılması duru-munda arşivler üzerinde nasıl çalışılmalıdır? Arşivler üzerinde çalışma yürütmenin zorlukları nelerdir?

Bir karınca inceliği ile çalışmak gerekir. Özellikle 1915 dönemine ilişkin belgeler Osmanlıca olduğu için çok ciddi sorun yaratırlar.

Bunların tamamı el yazması belge-lerdir. Bu nedenle parlamentonun kuracağı bir komisyonun uzman-lardan bir ekip oluşturmasında fayda vardır.

Belki söylenebilecek son şey, aslın-da Başbakan'ın doğrudan direktifi ile Arşiv Müdürlüğü şimdiden çalışmaya başlayabilir ve belgeleri ve düzenli olarak yayınlayabilir. Başbakanlık arşivi bugüne kadar onlarca kitap yayınladı.

Bunların çoğu internet üzerinden indirilebilir. Ama bu kitapların ve yayınlanan belgelerin tümü maale-sef propaganda amaçlıdır. Bu duru-ma da bir son verilmesi gerekir. (EKN)

Jandarma Umum Komutanlı-ğı Dersim Raporu Kısaca JUK olarak Dersim Araştırmalalarında belirtilen Aslında “Dersim Jeno-sidi El Kitabı” olan bu rapor Gizli ve zata mahsus Kayıt altında 100 tane basılmış Bu bölümü sürgün edilecek Aşiret ve Kabile lider-lerini içermekte Yanlız 1938’de türkler bundan vaz geçip listede olan bütün aileleri Dersimde Öl-düreceklerdi…Kabile, Aşiret, Aile ve kişi isim-leri türkler tarafindan “türkçeleş-tirilmeye” Çalışılmıştır..Kaynak: Dersim (JUK Raporu)Kaynak Yayınları : İstanbul 1998 Sayfa:195-225 www.dersim.biz

Kaynak: Osmanlılar DevrindeDersim İsyanlarıYazan Kurmay Albay Burhan Özkök1937 Askeri Matbaa 69 Sayfa ve Ekte 3 Kroki

1938 Dersim jenosidine giden yol-da türkler osmanlı zamanındaki Dersimi araştırmayı ve alacakları “önlemleri” geçmişten ders çıkar-tarak yapmayı ihmal etmediler.Bütün bu araştırmaların sonucu JUK raporudur, JUK raporunun daha küçügü ama metod ve içerik olarak kopyası sayılabilecek Kur.Binb. Burhan Özkök’un hazırladı-ğı rapordur. Bu rapor veya kitap 1937 yayınlanmıştır ama araştırma kuşkusuz eskidir.Rapor osmanlı devleti zamanın-daki Dersimi, Dersim isyanlarını askeri gözle analiz edip araştır-mıştır.Kitabın toplamı 70 sayfadır ve ekinde 3 kroki vardır.Kitapda özet olarak; türk yöneti-ciler, Dersimi başka bir ülke ve başka bir halk olarak nitelendir-mektedir. Sorun olarak gördükleri Dersim'de; çözüme askeri bak-maktadırlar. Ve nihayetin de artık türklerde bir “kültür” şekli alan jenosidler zinciri, başka halkları bitirmek, temizlemek, yok etmek en sonunda, Dersim toplumunu da 1938 de bulmuştur.Türklerin Dersimle ilgili planla-rını şeyhulislam Ebu Suud fetva-larını okumayan ve osmanlıların Dersime seferlerini bilmeyen anlıyamaz. İşte Kur. Binb Burhan Özkök JUK raporunun evveliya-tıdır, onunda evveliyati Ebu Suud

fetvalarıdır. Hiç bir şey birbirin-den kopuk degildir ve tarih bir bütündür. Türklerin Dersimdeki uygulamaları ve sunni devlet dini-ne dayanan türklerle Dersimlilerin çatışması asırlara yayılmış bir çatışmadır. Tarih her zaman degil ama; çoğu zaman tekerurden ibarettir. Tarihin tekerurunu engelleyebi-len halklar yaşama hakkını elde etmekteler. Tarihin her zaman aynı dairede dönmesini kabul edenler daire içinde ezilmeye mahkumdur-lar.İşte Dersimlilerinde kendi tarih-lerini ögrenme ve Dersim düş-manlarını daha iyi tahlil ve analiz etmek için hem Kur. Binb Burhan Özköku okumak zorundalar hemde seyhulislam Ebuu Suudu

www.dersim.biz

kızılbaş - sayfa 14 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 15: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Hüsamettin Cindoruk Radikal'den Ezgi Başaran'a önemli açıklamalar yaptı...

Hüsamettin Cindoruk uzun yıllar Celal Bayar'ın avukatlığını yapmış-tı. Dersim katliamı sırasında başba-kan olan Bayar'la Cindoruk'un bu konu hakkında neler konuştuğunu, Bayar'ın Dersim'le ilgili fikrini öğ-renmek için kapısını çaldım. Elbette sohbetimiz Dersim'le sınırlı kalmadı. Açılacak olan 28 Şubat soruşturma-sıyla ilgili fikirlerini ve geçen hafta ziyaret ettiği Silivri Mahkemesi'nde gördüklerini de anlattı.

1936'da Celal Bayar'ın Dersim'le ilgili hazırladığı rapor en az İnönü'nünki kadar sert. Bayar, Dersim katliamıyla ilgili ne düşünüyordu?

Ben Bayar'ın son 25 yılında avukatlı-ğı yaptığımdan bu konuda da konuş-muştuk. Rahmetli Bayar'ın Dersim'le ilgili bana söylediği şudur: "Cumhu-riyet Milli Misak sınırları içerisinde tamamen egemen olmuştu. Hakkâri dahil, Trakya dahil bütün ülkede Cumhuriyet egemendi, bir tek Tun-celi dışında. Tunceli'deki mütegallibe Tunceli'yi Cumhuriyet'in dışında tu-tuyordu. Polis, jandarma oraya gire-miyor, vergi alamıyordu. Coğrafyası böyle bir direnmeye çok müsaitti. Bunu aşmak için çok uyarı yaptık, ka-nunlar çıkardık ama olmadı. Atatürk sonunda bize vurun dedi, vurduk. Tenkir ve tedip ederek Cumhuriyet topraklarına Tunceli'yi kattık." Aynen böyle anlatmıştı.

Atatürk'ün bilgisi yoktu diye bir ke-sim hâlâ diretiyor?

Atatürk'ün bilgisi yoktu, o sırada has-taydı diyenler doğru söylemiyor. Baş-ka bir karine daha Sabiha Gökçen'dir. Kendisi askeri pilot da değildi. Sizce Atatürk'ün manevi kızı olarak onun bilgisi dışında böyle bir harekâta ka-tılması mümkün mü? O nedenle işi İnönü'ye veya Bayar'a yıkmak son de-rece yanlış. Atatürk'ün ölmeden evvel Tunceli'yi Cumhuriyet topraklarına

‘Atatürk vurun dedi, vurduk’

katma iradesi var işin içinde.Ne İnönü ne Celal Bayar bu acımasız yönteme karşı çıkmış ama değil mi?

O zaman karşı çıkmak yok. İhsan Sabri Çağlayangil, ki Bayar'ın yakı-nıydı, devlet bürokrasisi olarak tali-mat aldıklarını açıkça anılarında söy-lemişti. Dersim'e yapılanlar baştan aşağı haksızlıktır. Ve Seyit Rıza'nın dediği gibi zulümdür. Cumhuriyet'in zorbalığıdır. Evet, belki CHP egemen partiydi ama o sırada sadece İnönü ve Bayar mı var? Menderes, Köprü-lü milletvekili. Demokrat Partili bir sürü vekil var. Eğer orada bir siyasi mesuliyet varsa, herkesindir. Sadece CHP'nin değil, Demokrat Parti'nin de.

Bayar, Dersim'le ilgili bir özeleştiri yapmış mıydı size?

Yapmaz. Onlar nasıl insanlardı bili-yor musun... Milli mücadeleci adam-lar! Zor bir kavga içindeler. Ölüm fermanıyla geziyorlar ve bir koca Osmanlı'yla hesaplaşarak devlet or-taya çıkarıyorlar. İşte o devlete karşı aşırı sahiplik duygusu gelişiyor on-larda. Devletin mülkiyeti bizde gibi hissediyorlar. O zamanlar kolay erişi-lebilen insan hakları sözleşmeleri de yok, bir tek kuralları esnek olan Mil-letler Cemiyeti var. Ne Atatürk'ün ne de diğerlerinin o dönemde öncelikleri hak ve hukuk değil. Bir devlet kurma-nın kirli yanları varsa, onlar bunu kir diye görmüyordu.

Başbakan'ın dilediği özrün anlamlı bir hale gelmesi için ne yapılmalı?

Başbakan'ın, iktidar olduğu süre bo-yunca Dersim konusunu ancak bir Dersimli Zaza Kürdü olan Kılıçda-

roğlu CHP'ye genel başkan seçildik-ten sonra açması siyasi hesaplara dayanıyor. Acı bir dramı kullanıyor. Lafla özür dilemek de bir şey getir-mez tabii. Cumhuriyet tarihinde sor-gulanması gereken bir hadisedir Der-sim. Metot şu: Meclis'te bir araştırma komisyonu kurulur. Bu komisyon Cumhuriyet'i azarlamadan yaptığı yanlışları ortaya çıkarıp, telafisi için teklifler yapar. Genelkurmay arşivleri açılır. Kimin ne zararı varsa karşıla-nır. Kimin mezarı kayıpsa o mezar bulunur. Meclis kararıyla bir devlet özür diler. Hükümetler gelip geçici-dir, hukuken mühim olan Meclis'in kolektif özrü. Anayasa böyle bir özrü mümkün kılıyor. Yalnız tabii bu Der-sim özrünün devamı olacak.

Ne gibi?

Dersim için özür dileyince Ermeni diyasporası sormayacak mı? Onun da özrünü dilediği vakit, ABD'deki si-gorta şirketleri altından kalkılamaya-cak meblağlar talep edecek. Daha da acısı olacak. Terörle mücadelede yap-tığınız işlerden dolayı da hesap veril-mesi gerekecek. O zaman Abdullah Öcalan'dan da mı özür dileyecek? Di-leyecek o zaman. Devlet idare etmek kolay iş değildir, tüm bunları hesaba katacaksın.

Bir de İstiklal Mahkemeleri meselesi var. Sizin bu konuda bir çalışmanız olmuştu değil mi?

Tabii. Meclis Başkanı olduğum dö-nem (1992) Refah Partisi milletvekili olan Hasan Mezarcı bir gün geldi ve İstiklal Mahkemesi arşivini açmamı istedi. Bu arşivin Meclis'te olduğunu bile bilmiyordum o sırada. Mezarcı, "İskilipli Atıf Hoca'nın uğradığı zul-mü yazacağız" dedi. Ben de 'hay hay' dedim. Arşive indim, tasnif ettirdim. 1200 kadar dosya vardı, 1100'ü as-ker kaçağı davası, 100 kadarı siyasi davaydı. 100 siyasi davanın incelen-mesini istedim. Anlaşıldı ki, İstiklal Mahkemeleri'nin kuruluş amacı as-ker kaçaklarını önleyip, muntazam orduyu korumak. Ve adil olma iddi-

kızılbaş - sayfa 15 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 16: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

ası filan da yok.

Haberal'ı milletvekili yapması için CHP'ye siz ve Demirel gittiniz değil mi?

Benim elimden öyle bir şey gelmez. Kendimi niye milletvekili yapmadım madem öyle. Benim haberim bile yok, inan bana. Ne CHP'ye karışırım ne de CHP karıştırtır. Haberal çok sev-diğim bir dostum, o ayrı mevzu. Bu yaştan sonra benim hiçbir siyasi bek-lentim yok. Doğruları söylemekten başka da derdim yok.

Seçimleri AKP kazandı ama ideolojisi kaybetti. Yola çıkarken ne diyorlardı, şimdi ne diyorlar. 1991-95 arasında Abdullah Gül'ün ve Salih Kapusuz'un Meclis'te yaptığı konuşmalara bakar-sanız, ne demek istediğimi görürsü-nüz. O iddiayla aldıkları oy yüzde 10-11'di. Başlangıç noktalarından başka bir yerdeler şu anda. En büyük 'beyaz Türk' bugün Tayyip Erdoğan'dır çün-kü Cumhuriyet onu yoğurdu.

28 Şubat'a soruşturma açılmasına ne diyorsunuz?

İyi bir şey. Açılmayan kalmasın, o da açılsın.

Sizin tanıklığınıza başvurulsa ne der-siniz?

Süleyman Demirel'e sorun derim.

Ne demek o?

Demirel diyor ki, darbe nizamiyeden döndü. O engellemiş cumhurbaşkanı olarak.

Nasıl engellemiş?

Muhtıralarını uygulamalarına imkân sağlayarak. Milli Güvenlik Kurulu'na getirilen 18 maddelik bildiriyi hem Erbakan hem de Çiller imzaladı bi-liyorsun. Kendi aralarında ihtilafa düştükleri için de 4.5 ay sonra istifa ettiler. Orada çok komik bir hadise vardır: Nöbetleşe başbakanlık diye bir şey icat etmişlerdi. Bir de nöbet cetveli hazırlamışlar. Olur mu öyle şey... Sonuçta 28 Şubat'ın bir tek so-nucu oldu: 8 yıllık zorunlu eğitim. Geri kalan maddelerin hiçbiri uygu-lanmamıştır.

28 Şubat hiçbir mağduriyet yaratma-dı gibi konuşuyorsunuz...Yaratmadı. Kim mağdur oldu?

Belirli bir sürece yayıldığı için çok kişi... Mesela andıçlanan gazeteciler...

O andıçlar yüzünden yapılmadı ki 28 Şubat. Postmodern darbe yaptı adamlar. Ama burada yargılanacak bir şey yok.

Nasıl yok?

Hukuk maddi unsurlara dayanır da ondan yok. Bak, o askerler MGK üye-si mi? Evet. Oraya bir bildirge geti-riyorlar, hükümet de onu imzalıyor. Bunun neresinde suç var?

Kabul etmeye, imzalamaya zorlan-madılar mı?

Ben olaya tamamen bir hukukçu ola-rak bakıyorum. Hükümet o bildirgeyi kabul etmiyorum, istifa ediyorum de-seydi ve asker bunun üstüne yöneti-me el koysaydı o zaman bir suç ortaya çıkmış olacaktı. Şimdi darbe teşebbü-sü de laf olarak var, bunun karşılığı maddi delil mevcut değil. Örneğin İsmail Hakkı Karadayı'nın ifadesini alacaklarmış. Ne diyecek adam? Biz bir bildiri hazırladık, sivil hükümet de kabul etti diyecek. Teşebbüs fii-li hukukta net olarak açıklanmıştır. Teşebbüs edenler beklenmedik bir engelle karşılaşıp fiili tamamlaya-mayanlardır. 28 Şubat'ta ne gibi bir engelle karşılaşılmış da asker darbe yapamamış...

E, Demirel engellemiş diyorsunuz?

Demirel'in yaptığı şey demokratik mekanizmaları kullanarak salimen ülkeyi seçimlere taşımak oldu. En-gelledim dediği, sistemin işlemesini sağlamak.

Askerin 27 Nisan'da web sitesinden yayımladığı metin de yanlıştı ve lü-zumsuzdu. Ama lüzumsuz diye bir eylemi yargılayamazsın. Hukuki ola-rak mümkün değil. Ben 27 Mayıs'ı yaşamış bir insanım. Asker darbe ya-pacağı zaman muhtıra, bildirge filan yayımlamaz.

AİHM'DEN HUKUKÇULAR BANA SİLİVRİ'Yİ SORUYOR

Geçen hafta Silivri'ye gidip, Balyoz duruşmasını izlediniz. Neden?

Gözlerimle görüp, Yassıada'yla muka-yese edebilmek için. Bir müddet sonra Silivri'deki hâkimler hâkimliklerini hatırlayacaklar. Bugüne kadar ken-dilerini oralara getirenlere bir min-net borcu duysalar da yargıç olmanın haysiyetini hatırlayacaklar. Birbirle-rini de bu yönde etkileyecekler. Ben bunu 60 senelik hukuk hayatımda gördüm. Yassıada yargıçları bir müd-det sonra sokağa çıkamaz hale gel-mişti. İtibar kaybettiler. Yassıada'da çalışmış olanlar sonra avukatlık bile yapamadı çünkü barolar reddetti. Akrabaları, arkadaşları reddetti.

Silivri'de görülen davalarla ilgili öyle bir mahalle baskısı yok ki...

Gün gelecek, insanlar o iddianamele-ri okuyacak. O zaman işler değişecek. Yassıada ve Silivri birbirine çok ben-ziyor. Yassıada'da hâkimler ve savcı-lar tecrit edilmişti, Silivri'de de edili-yor. Şehre 80 km uzaklıkta mahkeme mi olur? Amaç, siz ayrı hâkimler, ayrı savcılar, ayrı sanıklarsınız diyerek korkutmak. Bir kere Silivri Mahke-mesi anayasaya aykırı.

Nesi aykırı?

143'üncü maddedeki devlet güvenlik mahkemeleri kaldırılırken, yerine şöyle bir mahkeme kurulabilir den-mesi gerekiyordu. Ama denmedi, do-layısıyla yasalara aykırı. Ve Avrupalı-lar bu durumu yakından izliyor.

Hangi Avrupalılar?

Şimdi isim vermeyeyim. Ama AİHM'den Fransız hukukçular gelip bana bu konuyu danıştı. Kendi se-faretleri aracılığıyla beni bulmuşlar. Yarın öbür gün AİHM bizi öyle ağır cezalara çarptıracak ki...

Nitekim şu andaki hassasiyetleri o yönde. Anlamaya çalışıyorlar. Bu mahkeme oraya nasıl gitti diyorlar. Hatta Nürnberg Mahkemesi'ne mi benziyor diye sordu biri. Şunu da söy-leyeyim; görevli hâkimleri isim isim eğitimlerine kadar biliyor, takip edi-yorlar.

Müthiş bir metodolojileri var.

kızılbaş - sayfa 16 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 17: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bazı tarihi belgeleri açıklayıp dev-let adına özür dileği Dersim kat-liamı tanıklarından 90 yaşındaki Yumoş Bakıray konuştu: Kadınları kurşuna dizmediler, tecavüz ettiler.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bazı tarihi belgeleri açıklayıp devlet adına özür dileği Dersim Katliamı’nın yaşayan tanıkları Ta-raf gazetesinden Remzi Budancir'e konuştu: “Kadınlara tecavüz ettiler ve çığlıklar içinde süngülerle öldür-düler. Ortalık tam bir cehenneme, kan gölüne dönmüştü. Her taraf ceset doluydu... Askerler Munzur’a attı beni. Nehir kan akıyordu. Su-ların üzerinde cesetler yüzüyordu. Boğulmak üzereyken bir cesede tu-tundum.”

Bir süredir Türkiye’nin gündemi-ne oturan ve Başbakan Erdoğan’ın açıklamaları ve özür dilemesiyle yeni bir sayfanın açıldığı Dersim Katliamı ile ilgili olarak o dönemi yaşayan tanıkları bulmaya çalışı-yoruz Dersim’de. O dönemin bir kaç tanığından ikisine ulaşıyoruz. Onlardan biri Tunceli’ye 9 km uzaklıktaki Meytan Köyü’nde ya-şayan 90 yaşındaki Yumoş Bakıray. Katliam sırasında 15 yaşında olan Yumoş Nene’nin yüzündeki çizgi-ler, çorak toprakları andırıyor ama belleği pırıl pırıl. “O acıyı, katliamı bizden iyi kim anlatabilir ki oğul. Etimizde, kemiğimizde, kulakla-rımızda, yüreğimizde hâlâ o sızı vardır” diye başladı ve şöyle devam etti Yumoş Nene:

Kadınları kurşuna dizmediler, teca-vüz ettiler

“1937 yılında Turişmek köyü Roba-ik mezrasında, ailemle yaşıyordum. 15 yaşındaydım daha. Askerler kat-liamdan önce gelip köydeki evler-de bulunan bıçaklarımızı bile top-layınca babalarımız, dedelerimiz şüphelendi aslında.

'Kadınları kurşuna dizmediler, tecavüz ettiler'

Askerler katırlarla aylarca bölgeye sevkiyat yaptılar, çadırlar kurdular, silahlar getirdiler. Katliam gününde bizim köydeki insanları başka bir köye götürdüler. Biz kaçtık, orma-na saklandık. Oradan seyrediyor-duk korkuyla. Çevredeki köylerden toplananları ilk önce kadın ve er-kek olarak iki ayrı gruba ayırdılar. O anı hayatım boyunca hiç unut-madım. Kalabalığın önüne kurulu silahlar vardı. Askerler erkekleri o silahlarla taradılar. O an yükselen çığlık ve yakarışlar, şu an bile ku-lağımda.”

Anlatırken kalın çerçeveli gözlük-lerinin altından gözyaşları akıyor Yumoş Nene’nin. “Neneceğim bi-raz dinlen istersen” deyince, “Yok oğul, anlatalım ki bir daha kıyama-sınlar kimseye” dedi ve devam etti: “İnsan vicdanının kabul edemeye-ceği bir sahneydi benim için. Gece kâbus görmeme neden olan olay o an oldu. Askerleri kadınların içine saldılar.

Etraf sarılıydı ve çoğu bir birine iple bağlanmıştı. Kadınlara tecavüz ettiler ve çığlıklar içinde süngüler ile öldürdüler. Ortalık tam bir ce-henneme dönmüştü. Saklandığımız yerde ağlıyor, korkuyor ve çığlımızı içimize gömüyorduk. Aynı şey bi-zimde başımıza gelebilirdi. Kaçtık, ormanın derinliklerinde saklandık.

Askerler daha sonra köyleri ate-şe verdi. Askerler gittikten sonra saklandığımız yerden çıkıp köye indik. Cesetler yerdeydi hala. Her yer kan gölüne dönmüştü. Her taraf komşumuz, akrabalarımız ve tanı-dıklarımızın cesetleri ile doluydu.

Sonra tekrar ormanlık alana çekil-dik. Aylarca ormanda saklandık hiç inmedik.Gündüz mağaralarda saklanıyor-duk, gece köylerimize gelip başıboş olan hayvanları sağıp süt alıp tekrar mağaralara geri gidiyorduk. Kadın-lar çocukları ile birlikte mağaralara saklanıyordu. Bir bebek ağlamaya başladı. Yanındakiler kadına ‘çocu-ğu sustur, yerlerimizi öğrenirlerse gelip bizi de öldürürler’ dedi. Ka-dın emzirdiği çocuğunu göğsüne ağlayarak bastırdı sesi çıkmasın diye. Asker gittiğinde çocuk boğul-muştu.”

Köyü çığlıklar sardı

Katliamın bir diğer yaşayan tanığı 83 yaşındaki Hüseyin Gül. İzleri-ni hala vücudunda taşıdığı katliam sırasında 10 yaşındaymış Hüseyin Dede: Anlatırken o günleri yeniden yaşıyor: “Askerler bizi Hopik’te topladı. İple kollarımızı birbirine bağladılar. Önümüze makineli tü-fekleri koydular ve taramaya başla-dılar.

Kadın çığlıkları ortalığı kaplamış-tı. Ağzımdan ve vücudumun başka yerlerinden vuruldum. Bir cesedin altında kaldım ve ölü numarası yap-tım, hiç kıpırdamadım. Yaklaşık 10 asker ölenleri kontrole geldi. Süngü batırıyordular.

Koluma süngü isabet edince ah dedim. Canlı olduğumu anlayınca bacağımdan tutup sürükledi ve te-peden aşağı attılar, Munzur’a attılar beni. Askerler sudayken de ateş etti ama vuramadı. Bir baktım Mun-zur kıpkırmızı, kan akıyor. Suların üzerin cesetler yüzüyor. Boğulmak üzereyken yanımdan geçen bir ce-sede tutundum. Onunla birlikte epey sürüklendim. Bir yerde ayak-larımın taşa değdiğini hissedince çırpındım sudan çıktım. Aylarca dağlarda köy köy dolan-dım.” haber.gazetevatan.com

kızılbaş - sayfa 17 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 18: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Kalan Müzik’in sahibi Hasan Saltık’a göre Dersim olaylarının nedeni ideolojinin tek tipleştirme çabası. Saltık, CHP’ye “gerçeği ka-bul edin”, AKP’ye “arşivleri açın” çağrısı yapıyor. Hasan Saltık Dersim de gerçekleş-tirilecek operasyonun haritasını gösterirken.

ABDULLAH KILIÇ AYÇA ÖRER - RADİKAL

Aktaran: Hatice Çevik

Dersim’de yaşananlar üzerine on yıllardır çalışan, belge toplayan ve arşivini araştırmacılara aça-rak, önemli bilgilerin gün ışığına çıkmasını sağlayan Hasan Sal-tık, konunun taraflarına “Devlet arşivleri açılsın” çağrısı yapıyor. Saltık’a göre, Dersim operasyonu ‘Kızılbaş’ kültürünün ortadan kaldırılması için, isyan olmaksı-zın başlatılmış, planlı bir toplum mühendisliği faaliyeti, CHP de bu olayın sivil kanadı.

Yıllardır resmi tarihten ‘Tunceli isyanlarını’ okuyoruz, bu tarihte eksik kalan ne?

Dersim’le ilgili çıkan kitapların kaynaklarına bakıldığında şu anda elimde tuttuğum, sadece yüz adet basılan Jandarma Komutanlığı’nın gizli zata mahsus belgesi esas alı-nır. Bu aslında Genelkurmay’ın ya-yımladığı bir kitaptır. Gene Genel-kurmay’ın bir başka kitabı vardır, Türkiye İsyanları diye. Genellikle bu raporlara ve tanıklıklara daya-narak hazırlanıyor kitaplar. Bu ki-taplarda Dersim meselesi bir isyan gibi gösterilmiştir. Olayın isyan gibi gösterilmesi resmi ideolojinin eseridir. Aslında o dönemde isyan olmadı. Şimdiki süreçte Hüseyin Aygün’ün yazdığı kitapta yeni olan bölüm, sürgün politikalarının Erzincan’ı da kapsadığı bölümdür.

73 yıl önce yaşanan bir olay neden hâlâ bu kadar sıcak?

Mesele Onur Öymen’in açıkla-malarıyla yeniden konuşulmaya başlandı. Dersim meselesi hep bilinirdi ama birçok konuda olduğu gibi yanlış biliyorduk. Tıpkı Erme-ni olayları, Bolu-Adapazarı isyanı, Çerkes Ethem meselesi gibi… Bize tarihin yanlış öğretilmesinden kay-naklıyor sorun. Son dönemde daha çok belge ortaya çıkmaya başladı. Öncesinde tarihsel olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni koruma-ya yönelikti her şey. Bu mesele-yi diğerlerinden ayıran, yazılan tarihin tamamen yalan olması. Dersim’de yaşanan isyan değil, haddini bildirme. Artık cumhuri-yet oluşmuş, başına buyruk bir yer olan Dersim’e ‘devlet giremiyor’ dedirtmek istememişler. ‘Oraya devlet giremiyordu’ tezi çok yanlış, gerçekte bir intikam duygusuyla hareket ediliyor. Dersimlilerin Hamidiye Alayları’na asker verme-meleri bir neden mesela. Kürtler de Dersimlilerden hoşlanmıyor, çünkü Dersim ‘Kızılbaş’. Ortada orayı nasıl Sünnileştiririz, nasıl yok ederiz sorusu var. Cumhuri-yet nasıl Trakya Yahudilerini yok ettiyse, nasıl Ermeni, Rum nüfus azaltıldıysa, Dersimlilere de bu uy-gulandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ‘Kızılbaş’ şehrine tahammülü yoktu. Tamamen etnik kökeni ve kültürel kimliği hedef alan bir tablo çizdi-niz...

Bu savı yayımlamadığım belgelere dayandırıyorum. Dikkat ederseniz, Onur Öymen’in açıklamalarından sonra piyasaya bir çok Dersim kitabı çıktı. Henüz yayımlanmamış raporlara göre, bu harekâtın çok öncesinden planlanmış bir Kızılbaş harekâtı olduğunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. Dersim harekâtı olduğunda İskân Kanunu çıkmıştı ama öyle bir tarihte yapıldı ki ope-rasyon, zamanlaması mükemmeldi. Çünkü Japonya Çin’i işgal etmişti, İspanya’da iç savaş yeni bitmişti, Hitler iktidardaydı, dünyada ina-nılmaz bir karışıklık vardı. Dersim dünyanın umurunda değildi. Öyle bir zamanlamada yapıldı ki, zaten dış dünyada da çok fazla haber ola-rak yer almadı. Hatta bir ara SSCB buradaki TKP’ye ne olduğunu so-ruyor, ‘Türkiye’nin iç meselesidir” yanıtı alıyor...

Bahsettiğiniz kaynaklara meraklı bir arşivci ulaşabilir mi?

Ben 12 yıldır topluyorum bunları. Ne kadar acı bir şey, tek tek aileleri tespit ettik, birçok fotoğraf onlar-dan satın alındı. Benim bu işe baş-lamam tamamen tesadüftü. Dersim türküleri albümü yapacaktık, elinde kayıt ve fotoğraf olduğunu bildiğim birinden paylaşmasını istedim, vermedi. Ben de bu işin arşivini yapmaya karar verdim. Kendi kendime araştıra araştıra, tek tek tespit ederek bugüne gel-dik. Devletin arşivini bilmiyorum ama ondan sonra en iyi arşiv bizde.

Dersim üzerine pek çok çalışmaya imza attınız. Orada 1938’in etkile-ri nasıl hissediliyor?

Dersim çok göç verdi, nüfusu hep azaldı. Yaşlıları hâlâ korkar. Ben röportajlarda biraz sert konuştu-ğumda, annem hemen uyarır. O da katliamdan annesinin karnında kurtulmuş, babam 15 gün dağ-larda mağaralara sığınmış. Bizim

Bir ‘Kızılbaş’ şehrine tahammül edemediler kızılbaş - sayfa 18 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 19: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Sarı Saltuk köyü Türkmen köyü olmasına rağmen ilk öldürülenler ailemizden. Aileden subaylar da var içlerinde. Köyün aşağısında o günlerden kalma bir mezarlık vardır hâlâ. Bizimkileri affetme-mişler ama devlet memurları da olduğu için, askerler gelip köyü önceden uyarmışlar, çocuklar öyle kurtulmuş. Harekâta baktığımız-da çok enteresan bir durum var. Silahlar katliam olmadan önce toplanıyor. Hangi köyden ne kadar toplandığının belgesi mevcut. Seyit Rıza zaten teslim oluyor, idam ediliyor. Bölgede tek çatışma olmuyor, okul inşaatları başlamış, bir köprünün yıkılması bahanesiyle katliam başlıyor. Başka bir neden de bulamıyorlar, bir Sin karakolu baskını hikâyesi var, bir de köp-rü yıkılması. Karakol baskınının belgesi de maalesef elimde yok, bunu anlatan kişiden dinledim ama kayıt altına alınmasını istemedi. O bunun düzmece bir baskın olduğu-nu anlatmıştı. Ortada ayaklanma yok, silah yok. Her yanda karakol var. Bir harita hazırlanıyor, ya-saklı, girilmez bölgeleri gösteren. Her şey 1935’ten itibaren planlı programlı aslında. Belli yerler-de çatışmalar oluyor. Hatta daha sonra Adalet Partisi kurucuların-dan Ragıp Gümüşpala o dönemde subay, Silopıt isimli adama esir düşüyor, iyileştirip birliğine teslim ediyorlar. Gümüşpala da bu olay-dan sonra Dersimlileri övgüyle anar. O dönemin gazetelerine de baktığınızda, Genelkurmay’ın ya-yın organı gibi hareket ettiklerini görürsünüz. Aşiretlerin birbirine düşürülmesinde de payı vardır bu

gazetecilik anlayışının. Sonrasında çileli bir sürgün süreci var...

Toplum mühendisliği çabası başa-rılı oluyor mu?

O kadar ağır ölümler ve göçler oluyor ki, derin bir korku başlıyor. Çok enteresandır, Dersimliler Hz. Ali ve Atatürk’e sarılır, kendile-rini hemen okumaya verir. Bence Dersim’le ilgili bir sürü kitap ve tanıklık olmasına rağmen asıl kaynak devlet arşividir. Bu konu-da bir kitap yayımlayacaktık ama bir çok belge, fotoğraf toplamama rağmen kitabı erteledik. Çünkü bu konuda belli kişiler çok ke-tum. CHP o dönemin telgraflarına bakarsa, Erzurum Kongresi’nden sonra Atatürk’e suikast ihtimaline karşı onu koruyanların Dersimliler olduğunu görür. Devlet bunu da açıklasın. Cumhurbaşkanlığı ar-şivleri de, Başbakanlık arşivleri de Atatürk’ün yaşananlardan haberdar olduğunu, operasyona katılanlara ne kadar para verilmesi gerektiği, “madalyalar verilsin” dediğini de-tayıyla anlatır. Yine de Dersimliler Atatürk’ü korumuşlardır.

CHP kabul etsin, AKP arşivi açsın 1938’in etkileri halkın üzerinde hâlâ sürer. Çoğu Dersimli kendini Atatürk’ün o dönemde hasta oldu-ğuna inandırır. Oysa o dönemde Meclis konuşmalarına bakılırsa, herkes her şeyden haberdar. Şu andaki tartışmayı çok komik bu-luyorum. Şov yapmaya gerek yok. O dönemde CHP ordunun sivil uzantısı gibi çalışıyor, artık bunu kabul etsinler. AKP de tartışmayı laf atma düzeyinden çıkarıp, devlet arşivlerini açsın. Orada öldürülen insanların fotoğrafları var. Seyit Rıza’nın mezar yerini açıklasın-lar. AKP madem katliamı kabul ediyor, binlerce fotoğraf, film olan arşivleri açsın. Kimse dürüst davranmıyor. Kaçak güreşiliyor. Geçmişteki iktidarların suçu bu, bununla artık yüzleşmenin zamanı

gelmiştir. Türkiye yaşananlardan özür dileyebilecek düzeye geldi.

Kapsamlı çalışma hâlâ yapıla-madı

Yapılan belgesellerin, kitapların yeterli olmadığını düşünüyorum. Arşivleri tırtıklamaya yönelik ça-lışmalar. Bu eleştirim Dersimlile-rin çalışmalarını da kapsıyor. Derli toplu bir çalışma henüz yapılmış değil. Kitap hazırlamak benim haddime değil, şunu özellikle vurgulamak istiyorum, biz kaynak kitap hazırlamak istedik. Çünkü bu iş sulandırılmaya çalışılıyor ama çok ciddi bir konu. Biz ciddiyetten dolayı bu kitabı henüz yayımlama-dık. Bunun ispatı piyasaya verdiği-miz belge, harita ve fotoğraflardır. Ben müzik insanıyım, asıl komik olan bunları benim araştırmam.

Sivil milisler de talana ortak

Operasyona katılan askerlerin büyük utanç duyduğunu biliyorum. Görüştüklerimizin çoğu kamerayı kapattırdı. Ben hepsini dinledim ama çok azı kayıt altında. Çoğu hacca gitmiş, ruhsal sorunlar ya-şamış, içine kapanmış. İnanılmaz bir katliam görmüşler. Vahşetin ağırlığını kaldıramamışlar. Nüfus sayımlarına göre 13 bin civarında ölüm, akıbeti olmayan 2 bin civarı insan ve 13 bin civarında sürgün var. Ölümler de kadın çocuk ağır-lıklı. Dersim’de askerlerin dışında milis kuvvetler de var. Harput’tan kaçan Ermenileri koruyan Dersim-liler milislerin öfkesini çekmiş, operasyona talan için gitmişler.

Kalan Müzikwww.kalan.com

İMÇ 6. Blok No: 6608 Unkapanı - İstanbul

Tel: +90 212 512 35 13 Fax: +90 212 528 11 34

kızılbaş - sayfa 19 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 20: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, Başbakan Erdoğan’ın "Dersim" konusundaki açıklamalarına tepki gösterdi. Tekin, yaptığı yazılı açıkla-mada, şu ifadeleri kullandı: "Başbakanı tebrik ediyorum. Dili, üslubu ve açıklamasıyla memleketimizin ve milletimi-zin birliğinin temeline dina-mit koymuştur. Herkesi birbi-rine düşman etmeyi, birbirine düşürecek yolu açmayı başar-mıştır. Sayesinde tarihimizi de öğrendik. Geriye söylenecek

CHP'li Tekin'den Başbakan'ın açıklamalarına ilk yorum

ne kaldı? Başbakanın bir son-raki adımı nedir? Bu kampan-yanın nihai amacı nedir?" (milliyet) -E

vladi

Kerve

layme

, Be g

unayi

me, A

yvo Z

ulumo

, Cina

yeto.

(Evlad

-i Kerb

elayız

, gün

ahsızı

z, ayı

ptır, z

ulümd

ür, ci

nayett

ir.)

kızılbaş - sayfa 20 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 21: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

kızılbaş - sayfa 21 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Tunceli'de Alpdoğan sokağı'nın adı değiştirildi

Tunceli'de 1938 olaylarının etkin isim-lerinden Korgeneral Abdullah Alp-doğan'ın adı bir sokaktan kaldırıldı. Koegeneral Alpdoğan Tunceli'de tef-tişteTUNCELİ - Tunceli'nin Hozat ilçesi Belediye Başkanı Cevdet Konak, ilçe merkezindeki Alpdoğan sokağının adı-nın Özgürlük sokağı olarak değiştiril-diğini bildirdi. Konak, AA muhabirine yaptığı açıkla-mada, Alpdoğan adının 1947 yılında sokağa verildiğini belirterek, vatan-daşlardan gelen istek üzerine, bele-diye meclisinin de kararıyla bu adın değiştirildiğini söyledi.Belediye Başkanı Cevdet Konak, “Korgeneral Abdullah Alpdoğan, 1937-38 Dersim olayları sırasında bin-lerce insanın ölüm emrini verdiği için belediye meclisimizin aldığı kararla sokaktan adını kaldırarak buraya 'Öz-gürlük' adını verdik. Bu karar Kay-makamlık tarafından da onaylanınca caddemizin adı değişti. Ayrıca yine ilçemiz merkezindeki bir mahallenin adı olan 'Hamidiye' ismini de ocak ayı içerisinde belediye meclisimizde görü-şerek değiştireceğiz” dedi. (aa)

Dersim'in kayıp kızları ortaya çıkıyorDersim'in Kayıp Kızları "Tanıdığınız ihtiyar bir kadın, Dersim'den kopa-rılmış bir kızın son hali olabilir" diye bitiyordu. Bu sözler üzerine yeni kayıp kızlar ortaya çıktı.

SERKAN OCAKArşivi

1938 yılında ailelerinden koparılan Dersimli kızların akıbetini araştıran ‘Dersim’in Kayıp Kızları: İki Tutam Saç’ belgeseli 2009’da gösterime gir-dikten sonra belgeselin bir izleyicisi, ‘www.dersiminkayipkizlari.com’ adre-sine e-posta attı. İzmir Urla’da yaşlı bir kadının Dersimli kızlardan olabilece-ğini söylüyordu. Haklı çıktı. ‘Korkuyordum’ 9 yaşında Elazığ’da bir aileye evlatlık verilen Lale Filiz, hâlâ gerçek ailesini bilmiyor. Ailesine dair bir şeyler öğ-renmeye çalışmış ancak bir yandan da korkmuş. Yıllar sonra belgesel için kapısını çalan Kazım ve Nezahat Gün-doğanları karşısında görünce “Beni de arayan birileri varmış” diyerek şaşkın-lığını gizleyememiş. Önce bir sıhhıye memuruna, sonra bir doktora, daha sonra da bir binbaşıya verildiğini söy-lüyor. Lale teyzenin çocukları da anne-lerinin Dersim’in kayıp kızı olduğunu yeni öğrendi. Şimdi çocukları da akra-balarını arıyor. Besime Selli, dönemin 3. Ordu Müfet-tişi Kazım Orbay tarafından alınan iki kızdan biri. Besime ve amcasının toru-nu Orbay tarafından götürülmüş. İkisi de tamamen Türkleşip Sünnileştiril-miş. Evden kaçarak evlenmiş, 1980’ler-de ailesini bulmuş. Orbay’ın evlatlık aldığı diğer kişi Gün-doğanlarla konuşmak istemiyor. Ço-cuklarına, ailesine bir zarar geleceğin-den endişe ediyor. Ayrıca kendilerini götürenlerin iyi niyetli olduğunu da belirtiyor. Fecire Büke, biri erkek 4 kardeş. Annesi ve babası Dersim’de öldürülmüş. 4 kar-deş dağıtılmış. Fecire yıllar sonra Ga-ziantepli ilk eşiyle evlenmiş. 1970’lerde önce erkek kardeşini, 1980’lerde de kız kardeşlerini bulmuş. Çocuğu olmamış, eşi öldükten sonra da ikinci evliliğini yapmış. Elazığ’a dönmüş, 2011 yazında da hayatını kaybetmiş. Munzur’a şiir Bütün hayatı ailesini aramakla geçen Fecire teyze, yaklaşık 30 yıl önce, memleket özlemiyle bir şiir yazmış. Öl-meden önce bunu Kazım Gündoğan’a da okumuş: “Munzurum/Canımda gönlümsün/Gö-zümde yaşımsın/Başucumda taşımsın/Taşımın üstünde tacımsın/Munzurum/Kan verdim gardaşım oldun/Can ver-

dim candaşım oldun/Şahidim sen değil misin…/Munzurum(….) ” Özür ama nasıl özür? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Dersim’de yaşananlar için özür dile-mesi, Dersim konusunda bir dönüm noktası oldu. Belgeselin araştırmacısı Kazım Gündoğan, Başbakan’ın özür dilemesinin hem siyasi, hem de hukuki bir karşılığının olduğunu anlatırken yö-netmeni Nezahat Gündoğan ise özrün yanında yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor: “Bu harekete neden olan tüm politikaların deşifre edilmesi, arşivle-rin açılması gerekiyor. Adı değiştirilen Dersim’e adı iade edilmeli. Öldürülen, haksız yere yargılanan, idam edilen Dersim seyitlerinin mezarlarının be-lirlenmesi gerekiyor. Kayıp kızların bulunması ve bunların ailelerine ka-vuşturulması lazım. Toplu mezarlar var. Yerleri de belli. Bunlar açılmalı. Anıtlar dikilmeli. Böyle yapılırsa bir karşılığı olur ve gerçekten de bütün toplum “Bu devletin, başbakanın poli-tikası tutarlıdır” der. Bu suç tüm insan-lığa karşı işlenmiştir. Her şeyden önce Dersimlilerle yüzleşilmeli. Hem tarihe ışık tutmaları, hem de kendi iç huzurla-rını sağlamak açısından bu çok önemli. İnsanlar konuşursa daha çok gerçekler ortaya çıkar. Toplumda böyle bir talep oluşmadıkça hükümetlerin de kendini mecbur hissetmeyeceklerini düşünü-yorum. İnsanların kendi kimlikleriyle rahatça ifade etmelerini sağlamak gere-kir. Hâlâ bizimle konuşmak istemeyen-ler, ulaşamadıklarımız, bulamadıkları-mız var. 5 yıllık araştırma süreci oldu. Yüzlerce çocuğun götürüldüğünü bili-yoruz. Bunların açığa çıkabilmesi için arşivlerin ortaya çıkması gerekiyor. En önemli arşivse Genelkurmay’da.”LALE FİLİZ 1938 yazında yaşanan ve Dersim’de yıllardır fısıltı halinde konuşulanlar, ‘Dersim’in Kayıp Kızları’ belgeseliyle yüksek sesle dile geldi. Belgeselin so-nundaki çağrıya yanıt verenler sayesin-de Urla’da Lale Filiz’e ulaşıldı.FECİRE Ağa kızı Fecire’nin ailesi gözünün önünde katledildi. Ömrü 4 kardeşini arayarak geçti.BESİME Besime, amcasının torunuyla birlikte 3. Ordu Müfettişi Rauf Orbay’a verilmiş.

Page 22: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Başbakan Erdoğan’ın 4 belgeyle aç-tığı Dersim tartışması büyüyor. Ka-muoyuna yansıyan yeni belgelerde dudak uçuklatan ifadeler var.Genelkurmay imzalı bir metinde “Yakma, kadın ve çocukları topla-ma işlerinden evvel iyilikle silahını vermesi anlatılmalı” deniliyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı 4 belgeyle gündeme gelen Dersim olaylarıyla ilgili inanılmaz detaylar ortaya çıkıyor. Erdoğan’ın da atıf yaptığı raporlarda Dersim ‘çıban’ olarak nitelendirilirken halk Kürt, Kızılbaş, Ermeni diye sınıf-landırılıyor. Muhalefet eden aşiret köylerinin bombalanma planları ya-pılıyor. Jandarma Komutanlığı’nın Dersim çıbanına operasyonun ‘farzı ayn’ olduğu söylenerek “Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Müsellah kuvvetin müdahalesi Dersimli’ye daha çok tesir yapar ve ıslahın esa-sını teşkil eder” ifadesi dikkat çe-kiyor. İsmet İnönü’nün Özel Kalem Müdürlüğü’nü de yapmış olan Nec-mettin Sahir Sılan’ın arşivi, Tarih Vakfı’ndan çıkan bir dizi kitaba dö-nüştü. Eserler Dersim Harekatının detaylarını içeriyor.

BAŞARININ KİTABI YAZILMIŞ!

Tunceli harekâtının sonunda bölge-nin ‘aşiretlerden tamamen temizlen-diği’ belirtiliyor. 14 bin kişinin öl-dürüldüğü bir operasyon için bizzat Genelkurmay ve Jandarma methiye ve ‘başarının’ nasıl geldiğini anla-tan kitaplar basılıyor. 1946’da döne-min Genelkurmay Başkanı Kâzım Orbay’ın harekâtından dersler alın-ması için bir kitap bastırıyor. Orbay, Dersim’den aldığı tecrübeyle şunu söylüyor: “Sıkıştırma, yakma, ka-dın ve çocukları toplama işlerinden evvel iyilikle silahını vermesi anla-tılmalı.”

AŞİRET DAĞILIMI TESPİT EDİLMİŞ

T.C.Dahiliye Vekaleti JandarmaU-mum Komutanlığı ‘55058’ sayı nu-maralı Dersim Raporu’nda çarpıcı ifadeler kullanılıyor. ‘Gizli ve zata mahsustur’ ibareli raporun ilk say-fasında ‘Kayıt altında yüz tane ba-sılmıştır’ deniliyor. Raporun ilk bö-lümünde Dersim’in coğrafi, nüfus, idari, mali, askerlik, maarif, sıhhi vaziyeti ve aşiretler ele alınıyor. İkinci kısım Dersim’in asayişsizlik tarihçesi ile ıslahı esasları ve safha-ları bölümlerini içeriyor. Lahikası ile toplam 266 sayfadan oluşan ra-porda aşiretlerin dağılımı ve ope-rasyonların yapılış şekli aktarılıyor.

4806 KIZILBAŞ, 985 ERMENİ İlk bölümde Dersim’in nüfus vaziye-

ti başlığı altında kazalarda yaşayan vatandaşların sayısı, milliyetleri ve dinleri üzerinden bir sınıflandırma yapılıyor. Vitali Genet’in Asya Tür-kiyesi adlı 1981 basımlı kitabı ile Dersim Mutasarrıfı Arif Bey’in ra-porları karşılaştırılarak veriler şöy-le yazılmış: “Vitaliye nazaran 2303 müslüman, 806 kürt, 4806 kızılbaş, 941 Geregoryan ve 44 protestan Er-meni ki cem’an 7915 müslüman, 985 Ermenidir. Arif Beye nazaran 5000 mektum olmak üzere Müslüman 8189 dur.” Köyleri bombalayıp hayvanları imha edelim

Umum Müfettişi İbrahim Tali Bey’ in 1928 Temmuz’un da yaptığı ge-

Dersim tart ışması büyüyor. kızılbaş - sayfa 22 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 23: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

zide gördükleri bir rapor haline ge-tirilmiş. Tali Bey Dersim’de ‘Biz Türküz’ diye bağıran bir kalabalıkla karşılaştığını söyleyerek izlenimle-rini Birinci Umum Müfettişliği’nin 1930 tarihli raporuna yansıtmış. Za-yıf bir hareketin zararlı netice vere-ceğini savunan rapor, Dersim’in ıs-lahı adı altında şok öneriler içeriyor.

İlk öneri “Dersim ile dış bağlantıyı keserek, taarruzlarına ve ticaretleri-ne mani olmak, aç kalacak halkı za-manla kendiliğinden ilticaya icbar.” Ardından da yakalananları ‘Garba atmak ve serpiştirmek’ mutlaka uy-gulanmalı deniliyor.207. sayfada ise şu tedbirler sıralanıyor: “Elazizde bir bomba teyyare filosu bulunduru-larak mühim vakalar yapan veya hu-kumetin tebliğatına muhalefet eden aşiret köylerini müessir bir sarette bombalamak, ziraat ve hayvanlarını imha etmek ve rahatça ikametlerine mani olmak.”

DERSİM OKŞANMAKLA KA-ZANILMAZ

Jandarma raporunda Dersim’in Bü-yük Erkanı Harbiye’ce (Genelkur-may Başkanlığı) yakından takip edildiği belirtilerek dönemin Ge-nelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’a iletilen rapor dikkat çe-kiyor. İşte o şok ifadeler: “Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Müsellah kuvvetin müdahalesi Dersimli’ye daha çok tesir yapar ve ıslahın esa-sını teşkil eder.”

Bu kadar Kürt milli birliği bozar

Dersim harekâtını yöneten Korge-neral Abdullah Alptoğan, nüfus sa-yımında Kürt nüfusu çok çıkınca derhal bir yazı ile yeni bir ıslah için emir verilmesini istiyor. “Bunlar soyca enasil Türktürler” diyenko-mutan çobanlarıyla anlaşmak için kullandıkları karışık bir dil yüzün-den bunlara Kürtdemenin çok yan-lış olacağını söylüyor. Milli Şef İn-önü’nün dehalkın Türk olduğunu söylediğine atıf yapan Alptoğan, “Türkü haksız yere Kürt gösteren

ve memleket içinde birliğibozacak olan bu cetvellerin ıslahına yüksek emirlerinin verilmesini arz ve rica ederim” diyor.

FAHİŞ BİR YANLIŞLIKTIR

Koçgiri ayaklanmasını bastıran Merkez Ordusu Kurmay Başka-nı Korgeneral Abdullah Alptoğan, Dersim harekâtından önce 1936’da Tunceli Valisi, Komutanı ve 4. Umum Müfettişi olarak görevlendi-rildi. 1943’e kadarbu görevini sür-düren Alptoğan, harekât sonrasında Kürt kaydı ile ilgili bir yazıyı döne-minyetkililerini sunuyor. 1935 nü-fus sayımında ‘ana lisan’ hanesinde Kürtçe yazanların 1 milyon 480 bin 246 olarak yansıtılmasına karşı çı-kan Alptoğan, “Bu rakam ve mef-hum yanlıştır. Türklük için büyük bir mahsur vücuda getirecek fahiş biryanlışlıktır” yorumunu yapıyor.

KÜRT IRKININ BİR DAMGASI YOK

6 Temmuz 1939’da 611 genel sayılı bilgi notunu Yüksek Başvekalet’e diyerek Genelkurmay, İçişleri ve il-gili kurumlara dagönderiyor. Nüfus sayımındaana dilini Kürtçe olarak ifade eden sayının yanlış olduğunu savunarak şu yorumları yapıyor: “Esasen Kürt denilen ırk için gözle görülür bir damga da yoktur. Zaza denilen Oğuz Türklerine bucetveller Kürt derler; Kormançdenilen dağlı-lara bu cetveller Kürtderler. Mardin ve Siirt taraflarında Arapçayı kötü bir şekilde telaffuz edenlere Kürt derler. Dersimliye Kürt derler. Bun-lar konuşma bakımından birbirini anlamazlar. Zaza ve Dersimlinin çehreleri, boyları, endamları, gözle-ri pek güzel olanı çoktur. Daha şark ve cenupta en çirkin simalı olanlar da vardır.”

Çıban ameliyat edilmeli

Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in 2 Şubat 1926 tarihli raporunda Der-sim’deki durum ve yapılması gere-kenler anlatılıyor. Hamdi Bey, rapo-

runa “Seyit Rıza’nın bütün aşiretleri ittifakına alması ve harekete şubatta geçmeleri ihtimali hakkındaki key-fiyeti teyit ve tevsik kabi olama-mıştır. Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkureleşiyor, tehlike büyüyor. Dersim, hukumeti Cumhuriye için bir çibandır. Bu çiban üzerinde kati bir ameliye ihtimalatı elimeyi ön-lemek, selameti memleket namına farzı ayindir” tespiti ile başlıyor.

TÜRKLEŞTİR, MEKTEP AÇMA

Yakın veya uzak bir günde patlaya-cağına kuvvetle kani bulunduğum Dersim kıyamının atideki gibi önü-ne geçmek lazımdır” denilen rapor-da yapılması gerekenler maddeler halinde sıralanıyor. İlk sırada ‘silah toplamak’ var. Ancak Hamdi Bey aşiretlerdeki silahları toplarken dik-kat edilmesi gerektiğini şu sözlerle anlatıyor: “En mühim esas sadakat ve harekete iştirak ve hizmet tek-liflerine katiyen itimat ve emniyet etmemek, tebidatı umuma teşmil et-mek. Hizmete şitap arzuları hiledir, asılda birdirler.”

25 SENELİK ISLAHAT

Silahlar toplandıktan sonra aşiret liderlerini uzak illere göndermeyi öneren raporda ıslahatın 25 sene sürmesi gerektiği belirtilerek, “Me-mur göndermek ve bunlara misyo-nerlik yaptırarak havali kürtlerini Türkleştirmek. Bu müddet zarfında mektep açmamak, ancak 25 sene zarfında ahaliye Türklük ve his ve terbiyesini verdikten sonra mektep-ler küşat etmek ve halkı okutmak. Aksi halde kürtlük telkinatı muvaf-fak olur” deniliyor. Rapordan çıkar-tılacak netice de şöyle özetleniyor: “Dersim Türkiye için cehalet, mai-şet darlığı, dahili ve harici tesvilat ve kürtlük temayülatı ile bulaşmış, tehlikeli bir çıbandır. Bu çıbanın kati bir ameliyeye tabi tutulması la-zımdır.”

Katliam ‘ders’ olmuş

Genelkurmay Başkanlığı, Tun-

kızılbaş - sayfa 23 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 24: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

celi Harekâtı sonrasında 16 Mart 1946’da, ‘Doğu bölgesindeki geç-miş isyanlar ve alınan dersler’ baş-lıklı 22 sayfadan oluşan bir broşür hazırlatmış. 15750 sayı numara-lı yayın Ankara’da Genelkurmay Basımevi’nde basılmış. O dönemde ‘hizmete mahsus ve gizli’ olarak nitelendirilen çift hilal kodlu ve ‘ivedi’ yazılı kitabın ilk sayfasın-da dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kazım Orbay’ın talimat-ları yer alıyor. Orbay, kitabın basım amacını ‘ordu subay ve eratını ay-dınlatmak, kıtaları eşkıya ve çete muharebelerine hazırlamak’ olarak açıklıyor.

Dersim bölgesinde yapılan silah toplama ile ilgili şu ifadeler dikkat çekiyor: “Sıkıştırma, yakma, ka-dın ve çocukları toplama işlerin-den evvel iyilikle silahını vermesi anlatılmalı.” Cumhuriyet devrinde çıkan isyanlar, sebepleri, bölgele-ri, isyan eden aşiretler bölümünde harekâtların sebep ve sonuçları an-latılıyor. 1924’ten başlanarak 1937 ve 38’deki Tunceli İsyanları anla-tılıyor. 1. Tunceli Harekâtı başlığı altında 21/22 Mart: 22 Ekim 1937

tarihleri yer alıyor. İlk harekâtın ge-rekçesi şöyle açıklanıyor:

BÖLGE AŞİRETLERDEN TEMİZLENDİ

“Tunceli bölgesine hükümetçe ko-nulmak istenen karakolları bölge halkı menfaatlerine uygun gör-mediklerinden Kahmutla Pah arasındaki Darboğaz tahta köp-rüsünü yıktılar ve oradaki jandar-malarla müsademe ettiler.” 2. Tun-celi harekâtının ise 1 Haziran ila 7 Ağustos 1938 tarihlerinde gerçek-leştiği belirtiliyor. Amaç ise şöyle: “Tunceli bölgesinin tamamen aşi-retlerden temizlenmesi ve bölgede-ki çapulculuk ve şekavete son veril-mesi.” Krokilerle yapılan harekâtlar hakkında daha detaylı bilgi verildi-ği belirtilerek sonuç kısmında şöyle deniliyor: “Harekâtın sonunda böl-ge bu aşiretlerden tamamen temiz-lenmiştir.” Şiir bile yazdırmışlar:

Devletin kadrini bilmeyen eşek

Jandarma Genel Komutanlığı’nın, Dersim harekâtı sonrasında ‘Dersim

Destanı’ başlıklı 24 sayfadan oluşan bir kitap hazırlattığı ortaya çıktı. 19 Nisan 1939 tarih ve 2550/60277 sa-yılı kitapçık Jandarma Genel Ko-mutanlığı matbaasında basılmış. Dağbek köyünden Ali Çavuş’un Destanı denilen ilk şiirde, harekât sonrası halka devletçilik empoze edilmeye ve başta idam edilen Seyit Rıza ve aşiret reisleri kötülenmeye çalışılıyor.

İşte şiirde dikkat çeken bölümler-den bir kısım:

Saman çöpü gibi katıldık sele Devlete asiydık,

Seyyide köle Kaç yüz sene geçti, ne geçti ele

Geçti gayrı kafa tutma zamanı

Devlete bağlanın, durmayın gev-şek Nemruda tokmaktır,

Eyyuba döşek Devletin kadrini bilmeyen eşek

Girsin cehenneme yesin samanı bugün

kızılbaş - sayfa 24 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 25: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Resmî belgelere göre 13.806 ölü, 11.118 sürgünle sonuçlanan Dersim Harekâtı’na son noktayı ordunun kul-landığı zehirli gazın koyduğunu ilk kez, 2008 yılında posta ile bana gön-derilen bir ses kaydından öğrenmiş ve 16 Kasım2008 tarihli “1937-1938’de Dersim’de neler oldu?” başlıklı ya-zımda sizlerle paylaşmıştım. Kayıtta Süleyman Demirel hükümetlerinin ünlü Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’le emekli olduktan son-ra, 1986’da yapılan bir röportajdan bir bölüm vardı. Hatırlanacağı gibi Çağ-layangil, 1937’de Malatya Emniyet Müdürü olarak Seyit Rıza’nın hukuk dışı yargılamasını örgütlemiş, Seyit Rıza ve altı arkadaşının idamlarına tanıklık etmişti. Röportajı yapan ise o sırada hesap uzmanı olarak çalışan, bugünün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu idi. Çağlayangil’in özel-likle şu son sözleri tüyler ürperticiy-di: “Neticeyi söylüyorum. Bunlar ma-ğaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden... Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Der-sim davası da bitti. Hükümet otorite-si de köye ve Dersim’e girdi. Dersim böyle bitti...”

Resmî belgelere göre 13.806 ölü, 11.118 sürgünle sonuçlanan Dersim Harekâtı’na son noktayı ordunun kul-landığı zehirli gazın koyduğunu ilk kez, 2008 yılında posta ile bana gön-derilen bir ses kaydından öğrenmiş ve 16 Kasım2008 tarihli “1937-1938’de Dersim’de neler oldu?” başlıklı ya-zımda sizlerle paylaşmıştım. Kayıtta Süleyman Demirel hükümetlerinin ünlü Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’le emekli olduktan son-ra, 1986’da yapılan bir röportajdan bir bölüm vardı. Hatırlanacağı gibi Çağ-layangil, 1937’de Malatya Emniyet Müdürü olarak Seyit Rıza’nın hukuk dışı yargılamasını örgütlemiş, Seyit Rıza ve altı arkadaşının idamlarına

Kimyasal silahların kısa tarihçesi...Ayşe Hür

tanıklık etmişti. Röportajı yapan ise o sırada hesap uzmanı olarak çalışan, bugünün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu idi. Çağlayangil’in özel-likle şu son sözleri tüyler ürperticiy-di: “Neticeyi söylüyorum. Bunlar ma-ğaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden... Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Der-sim davası da bitti. Hükümet otorite-si de köye ve Dersim’e girdi. Dersim böyle bitti...”

Bu sözler o günlerde dikkati çekme-mişti ama 2009 yılında CHP Genel Sekreteri Onur Öymen’in “Dersim’de analar ağlamadı mı?” vecizesi üze-rine konu tekrar gündeme geldi, Çağlayangil’in anlattıklarını doğru-layan tanıklar ortaya çıktı. Ama son günlerde bazıları Çağlayangil’in iti-rafını ve Dersimlilerin tanıklıkları-nı geçersiz kılmak için “o günlerde zehirli gaz mı vardı ki” gibi sorular soruyorlar. Hem bu soruya cevap ver-mek için, hem de Van 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin molotofkokteylini ve havaifişeği terör silahı kabul ederek iki sanığa 12 yıl 6’şar ay ceza verme-sinin anlamı üzerine biraz düşünme-yi sağlamak için bu haftayı kimyasal silahların tarihçesine ayırmaya karar verdim.

İlk kimyasal silahTarihin en ünlü kimyasal silahı Haçlılar’ın verdiği adla Rum Ateşi (bizde Grejuva) denen gizemli silahtı.

Silah ilk kez 674-678 yılları arasında Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’i (bugün İstanbul) kuşatan Arap ordu-larına karşı kullanılmıştı. Rivayete göre silahın yarattığı korku öylesine büyük olmuştu ki, Araplar çekilmek-le kalmamış Bizans’a 30 yıl süreyle yılda üç bin altın ödemeyi kabul et-mişlerdi.

Silaha ilişkin anlatımlar, Rum Ateşi’ nin çıkardığı sesin insanları büyük bir paniğe sevkettiğini, değdiği yerde taş taş üstünde bırakmadığını, suda bile yanmaya devam ettiğini düşün-dürüyor. Kaynaklarda Rum Ateşi’nin temel maddesi olarak pek çok madde-nin adı veriliyor. En çok neft, sülfür ve zift karışımı; zift, reçine, sülfür karışımı, sülfür, zift, katran, günlük, doğal gübre, reçine ve keten kıtığı ka-rışımı, ya da pamuk kıtığına emdiril-miş neft ya da neftyağı ile damıtılmış petrol karışımından sözediliyor. Rum Ateşi’nin su üstünde bile yanmaya devam etmesinin nedeni içindeki neft yağı olmalı. Bazı kaynaklarda Rum Ateşi ile birlikte canlı akreplerin ve yılanların da düşman üzerine fırla-tıldığı, ayrıca toz kireç de atılarak düşmanın yoğun bir toz bulutu ile kör edildiği ya da boğulduğu da kaydedil-miş.

Ana madde konusu henüz açıklığa kavuşmadığı gibi, Rum Ateşi’nin belli bir dereceye kadar ısıtıldıktan sonra herhangi bir patlamaya neden olmadan bir boru aracılığıyla çok uzaklara püskürtülmesinde kullanı-lan düzeneğin de nasıl olduğu bilin-memekte. Çünkü Rum Ateşi’nin for-mülü yüzlerce yıl Bizans’ın en büyük devlet sırrı olarak saklanmış. Silahın dair nadir tasvirleri ise Madrid Milli Kütüphanesi’nde saklanan Skilitzes Yazması’ndaki bir kaç minyatür ile Vatikan’da bulunan 11. yüzyıla ait bir resimden ibaret.1139’da Roma’da toplanan Lateran Konsili’nde savaş sırasında bu öldü-

kızılbaş - sayfa 25 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 26: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

rücü silahın kullanılması yasaklan-mıştı ama 1191’de Araplar, III. Haçlı Ordusu tarafından kuşatılan Akka kalesini savunurken; 1249’da ise Nil Deltasındaki Mansura şehrini ku-şatan IX. Louis’nin komutasındaki Fransız ordularına karşı savaşırken Rum Ateşi’ni kullanmışlardı. Bu ta-rihten itibaren kaynaklarda Rum Ateşi’ne rastlanmaz, çünkü yeni yeni silahlar keşfedilmişti. Yine de Bizanslı tarihçiler Mihael Dukas ve Georgios Sfrantzes’e göre 6 Nisan-29 Mayıs 1453’te Konstantinopolis Os-manlılar tarafından kuşatıldığında da meşhur silah kullanılmıştı.

Leonardo da Vinci’nin icadı

Sadece çok başarılı bir ressam de-ğil, on parmağında on marifet olan, 16. yüzyılda yaşamış Leonardo da Vinci’nin bile, kireçtaşı, arsenik, sül-für ve bakır pasından oluşan bir toz karışımı düşmanı boğacak bir silah olarak kullanmayı önerdiğini biliyo-ruz. 17. yüzyıldan itibaren kükürt, donyağı, reçine, terebentin, güherçile ve antimon karışımı yanıcı bir madde kuşatmalarda kullanılmıştı. Bu mad-de yanmazsa bile çıkardığı dumanla kitlesel boğulmalara neden oluyor-du. 1672 yılında Münster Piskoposu, ‘güzelavratotu ile yapılmış boğucu gazların’ kullanılmasını sağlamıştı. Ancak bu silahlar öylesine yıldırıcı olmuştu ki, 27 Ağustos 1675’te Fran-sızlar ve Almanlar Strasbourg An-laşması ile bu ‘hain ve iğrenç’ zehirli silahların kullanılmasını yasaklamış-lardı. Yasağa rağmen basit boğucu gazların kullanımına devam edildi.

Kaptan Mahan’ın itirazı

Örneğin 1854’te Kırım Savaşı sıra-sında Britanyalı bir kimyager, ka-kodil siyanür adlı iğrenç kokulu bir maddenin Sivastopol kuşatması sı-rasında kullanılmasını önerdi. Öneri Başbakan Lord Palmerstone tarafın-dan beğenildiyse de, ilginçtir, Ordu Donatım Bölümü, düşmanı zehirle-meyi ‘kötü bir âdet’ olarak niteledi ve kabul etmedi. Kimyasal gazların kullanımına karşı ilk ciddi tavır alış

1899’da Hague Konferansı’nda oldu. Bu konferansta boğucu gazların kul-lanımına karşı alınan karara ret oyu veren tek kişi Amerikan temsilcisi Kaptan Alfred Thayer Mahan’dı. Ma-han, “Amerikalıların yaratıcılığı yeni silahların gelişmesine sıkıştırılma-malıdır” demişti.

Elbette, silah teknolojisi Mahan’ın di-lediği yönde gelişti. 1899-1902 Boer Savaşı’nda İngilizler pikrik asit dolu mermiler kullandılar. 1907 tarihli La Haye Konvansiyonu ile zehirli gazla-rın kullanımı yasaklandığı halde Bi-rinci Dünya Savaşı sırasında 124 bin tondan fazla zehirli gaz kullanıldı.

Bu konuda öncü olan Almanlar 22 Nisan 1915’te Belçika’nın 22 Ypres bölgesinde Fransız, Belçika, Cezayir ve Kanada tümenlerine karşı 51 bin ton klorin kullandılar ve beş bin aske-ri öldürdüler. Almanlar bu gazı Rus-lara karşı da kullandılar. Fransızlar da Almanlara karşı fosgene ve turpu-nite gazını kullandılar. Karşılıklı bu saldırılarda 50 bin kişi öldü, bir mil-yondan fazla kişi ise zarar gördü.

Almanların içine sodyum hipoklorit ve bikarbonata batırılmış yastıklar yerleştirilmiş deri gaz maskelerini, İngilizler güya geliştirdiler (ilk ör-neklerde sidiğe ve sodaya batırılmış pamuklar kullanılmıştı) ama bu mas-keler öyle ilkeldiler ki, ölümleri en-gellemek bir yana, hızlandırıyorlardı. Almanlar maskeleri daha da etkisiz kılmak için ‘at pisliği, sarımsak ve elma kokulu’ yakıcı bir gaz olan har-dal gazını icat ettiler. Bu gazı dife-nilkloroarsin adlı kusturucu bir gazla birlikte kullanıyorlardı çünkü bu gaz maskelerin çıkarılmasını sağlıyor, böylece hardal gazının etkisi artıyor-du!

Çanakkale’de gaz kullanıldı mı?

Peki, bizde sıklıkla iddia edildiği gibi 1915’te Çanakkale (Gelibolu) Savaşı sırasında zehirli gaz kullanıldı mı? İngiliz ve Rus kaynaklarında Türk tarafının 26-27 Kasım 1915 tarihinde zehirli gaz kullandığına dair iddialar

vardır. Yine iddiaya göre, Türk tara-fı İngilizleri caydırmak için 50 ka-dar gayrımüslimi ‘rehine’ babından cepheye götürmüştü. Türk tarafı ise Churchill’in “Türkler insan bile de-ğildir, gaz bombası atın” dediğini; İngilizlerin de Türklere karşı zehir-li gaz kullanmaya çalıştığını ancak rüzgâr yüzünden başarılı olamadığı-nı iddia ederler. Ancak bu güne dek, ne Churchill’in böyle dediğine, ne de iki tarafın da zehirli gaz kullandı-ğına dair kanıt ortaya çıkmıştır. Bu iddiaların, Osmanlı ordusunun Al-manlardan alacakları zehirli gazları kullanmaları ihtimaline karşı İngiliz askerlerine dağıtılan gaz maskelerin-den kaynaklanmış olması muhtemel. Bu arada not edelim ki, İngiliz asker-leri gaz maskelerini bazılarının iddia ettiği gibi “Türkler temiz savaş ya-parlar” diye düşündüklerinden değil, Gelibolu’da gaz kullanılamayacağını bildiklerinden takmamışlardır. Çün-kü Gelibolu gibi cephelerin iç içe geç-tiği ve rüzgârın tek bir yönü olmadığı bir coğrafyada zehirli gaz kullanmak aynı zamanda intihar anlamına da ge-lirdi.

Çanakkale’de zehirli gaz kullanmaya fırsat bulamayan İngilizler 1920 tem-muzunda işgalleri altındaki Irak’ın Necef ve Kerbela şehirlerinde baş-layan halk ayaklanması sırasında uçakla zehirli gaz bombaları atma mutluluğuna (!) erdiler. Sadece em-peryalistler değil, 1921’de Bolşevik-ler devrime karşı çıkan Tambov köy-lülerinin ayaklanmasını bastırmak için zehirli gaz kullanırken, İspanyol ve Fransız kuvvetleri Fas’taki Berberî ayaklanmasını bastırmak için hardal gazı kullandılar. Bu iş o kadar be-nimsenmişti ki, 1923’te Almanya ile SSCB, Volga Nehri civarındaki Trotsk şehrinde ortak bir kimyasal silah fabrikası kurmak için görüşme-lere başladılar ama neyse ki sonunu getiremediler.

Tabun, soman ve sarin1925’te dünyanın 16 büyük devleti savaşlarda kullanılacak silahları ve savaşan taraflara yönelik muame-leleri kurallara bağlayan Cenevre

kızılbaş - sayfa 26 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 27: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Protokolü’nü imzaladılar ama durum değişmedi. (ABD protokolü ancak 1975’te imzaladı.) 1935’te Mussolini İtalya’sı Etiyopya’da hardal gazıy-la 150 binden fazla kişiyi öldürdü. 1934’ten itibaren ‘kimyasal silah bir-likleri’ oluşturan Almanya, 1938’de sinir gazı diye bilinen tabun, soman ve sarini üretti ancak Müttefiklerin elinde de benzer gazlar olduğunu san-dığı için bunları kullanmaktan kaçın-dı. 1938’de Türk ordusu, Dersim’de kendi halkına karşı zehirli gaz kul-landı ve ‘Dersim müşkilesini bitirdi (!)...Literatüre “garibanların silahı” ola-rak geçen ve artık kullananların 12 yıl altı ay hapse mahkûm olabilece-ği molotofkokteyli, ilk kez 1939’da Finlandiya’yı işgal eden Rus tank-larına karşı kullanıldı. Bir cam şişe içine konan az miktarda sülfürik asit ile benzin/parafin karışımının bir filt-re ile yakılmasıyla faaliyete geçen bu ilkel yangın bombasına Finliler, Finlandiya’nın işgalinden sorumlu gördükleri SSCB Dışişleri Bakanı Molotof’un adını vererek Ruslarla adeta dalga geçmişlerdi.Zehirli gaz merakı Yeni Dünya’ya da geçmişti. Nitekim 2 Aralık 1943’te İtalya’nın Bari limanında Alman güç-lerince batırılan Amerikan gemile-rinde bol miktarda hardal gazı oldu-ğu anlaşıldı. Aynı dönemde, Japonya, Hindi Çin’de ve Mançurya’da bol bol zehirli gaz kullanıyordu.İkinci Dünya Savaşı’nın ardından İn-giltere, ABD ve Rusya, Almanlardan geriye kalan sinir gazlarını yoğunlaş-tırarak kalıcı sinir gazları ürettiler. İngilizlerin icadı V, ABD’lilerin icadı VX, Rusların icadı ise VR-55 ve Go-man adıyla anılacaktı. Bu devletler müttefiklerini de bu nimetten mahrum etmediler elbette. Mısır 1966-1967’de Yemen iç savaşında; Libya 1969’da Çad’da hardal gazı kullandı. Aynı yıl ABD’nin Utah eyaletinde depodan sızan VX gazı binlerce koyunu öl-dürdü. ABD 1963-1973’te Vietnam’da “Kargaşaları Bastırma Gazları” de-diği kusturucu, göz yaşartıcı, yanı-cı kimyasalları ve 800-1200 derece ısı veren korkunç napalm bombasını kullandı. Vietnam, 1975-1981’de Laos

ve Kamboçya’da; Sovyetler Birliği 1979’dan sonra Afganistan’da; Irak 1984-1988’de İran’a karşı kimyasal ve biyolojik silahlar kullandı. Mart 1988’de Saddam Hüseyin, VX, hardal gazı ve sarin karışımını Halepçe’de Kürtlere karşı kullandı. Bu saldırıda altı bin kişi öldü, 65 bin kişi çeşitli zararlar gördü. İran da aynı dönem-de savunma amaçlı (!) kimyasal silah üretimine başladı.

Tokyo Metrosu’na sarin

Günümüzde sadece devletler değil terör örgütleri de kimyasal silah-ları çok seviyor. 1995 mart ayında Tokyo Metrosu’na sarin atarak 12 kişinin ölümüne ve beş bin 700 kişi-nin hastanelik olmasına neden olan Aum Shinrikyo örgütü Hinduizm ve Budizm’den esinlenmiş, kıyamet gününe inanan bir çeşit dinsel fana-tikler topluluğuydu. Renksiz ve ko-kusuz olduğu için tesbit edilmesi son derece güç olan sarin gazının üreti-mi ileri teknoloji gerektiriyordu ama yıllık bir milyar dolardan fazla cirosu olan ve üyelerini Japonya’nın seçkin üniversite öğrencilerinden ve bilim adamlarından derleyen örgüt için sa-rini üretmek zor olmamıştı.Son olarak İsrail, 27 Aralık 2008’de Gazze’ye yönelttiği “Dökme Kurşun Operasyonu” sırasında fosfor gazı kullandı. İsrail savunmasını “Fosfor bombası, kimyasal silah olarak ni-telendirilse de, askerî açık alanlarda geceleri çatışma bölgesini aydınlatma ya da çıkardığı yoğun dumanla kar-şı tarafın hedefini köreltme amacıyla kullanılabiliyor, biz de öyle kullan-dık” diye yaptı.

ABD ve Rusya’nın stokları

1993 yılında 130 ülke, kimyasal silahların yasaklanmasını öngö-

ren antlaşmaya imza attı, anlaşma 1997’de yürürlüğe girebildi. Bugün Suriye’nin elinde bir miktar sarin ol-duğu, HAMAS’ın da sarin peşinde ol-duğuna dair ipuçları var. Ama bu tür silahların ana deposu ABD ile Rusya. ABD’nin elinde 36 bin ton kimyasal gaz olduğu, sadece sinir gazı stokla-rının dünya nüfusunun dört bin ka-tını öldürecek miktarda olduğu söy-leniyor. Rusya’nın elinde ise 270 ila 360 bin ton arasında fosgene, tabun, sarin, soman, hardal ve hidrosiyanik asit olduğu sanılıyor. Hâl böyleyken, özünde çok haklı bir tepki olmakla birlikte, İran’ın nükleer silah edinme-sine bu ülkelerin karşı çıkması çifte standardın daniskası oluyor.Bu kısa özet sadece kimyasal silahla-rın tarihçesine dair. Daha ateşli silah-lar var, biyolojik silahlar var, nükleer silahlar var... Şimdi bu tarihçeye ba-kınca, 1937-1938’de Dersim’de “dev-let Kürtleri mağaralara doldurdu ve fare gibi zehirledi” diye itirafta bu-lunan İhsan Sabri Çağlayangil’e ve zehirli gazla yakınları öldürülmüş Dersimlilere inanmamak mümkün mü? Peki, molotofkokteylini veya ha-vaifişeği 12 yıl altı ayla cezalandıran bir mahkemenin, acaba 13.806 kişiyi ateşli silahlarla, bombalarla, zehirli gazlarla öldüren bir devlete ne kadar ceza kesmesi adil olur?Özet Kaynakça: Ayşe Hür, “Rum Ateşi’nin Sırrı Neydi?”, Toplumsal Tarih, S. 120, Aralık 2003, s. 50-53; L. Szinicz, History of chemical and biological warfare agents, Toxico-logy, Volume 214, Issue 3, 30 October 2005, s. 167-181; Richard Price, “A genealogy of the chemical weapons taboo”, International Organization, Volume 49, Issue 01, December 1995, s. 73-103; Yetkin İşcen, “Kimyasal si-lah, Çanakkale’de hiç kullanılmadı”, Çanakkale 1915, Nisan 2010, s. 34-42. [email protected]

Düzeltme: Alevi-Bektaşi Halk Kültürü Ve İnançlarının Eski Anadolu Uygarlıklarındaki Kökenleri Başlıklı yazının kaynağı

8. sayıda verilmemiştir özürdileriz http://yolunezeli.com

kızılbaş - sayfa 27 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 28: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

1915 Ermeni 1938 Dersim SoykırımıAv. Eren Keskin [email protected]

Geçtiğimiz günlerde, Başbakan Erdoğan’ın için yaptığı özür konuş-ması çok tartışıldı.Türkiye Cumhuriyeti devleti, kendin-den önce gelen İttihat -Terakki Cemi-yetinin gerçekleştirdiği 1915 Ermeni Soykırımı nedeniyle özür dileyip ve bu özrün hukuki gerekçelerini yerine getirmedikçe, yapılan her “özür konuşması” yalan kalacaktır.

Biraz eskiye dönelim. Mustafa Kemal’in içinden geldiği, aynı siyasal görüşü paylaştığı ittihatçılarla olan iktidar kavgasını hatırlayalım.

Ve Erdoğan’ın yaptığı bu özür konuş-masının kesinlikle ittihatçı zihniyetle olan, iktidar kavgasının bir ürünü olduğunu düşünüyorum. Bu özür ko-nuşması kesinlikle Erdoğan’ın gerçek zihniyetini oluşturmuyor.

Tayyip Erdoğan, İttihatçı-militarist zihniyetle aynı zihniyeti taşımaktadır. Kırmızı çizgilerin hepsinde uzlaşmış-lardır. İşte Erdoğan’ın 1915 Ermeni soykırımı ile ilgili söylediklerini bir kez daha hatırlayalım.

“Bir defa şunu baştan kesip atayım. Böyle bir soykırımı asla kabul etmi-yoruz. Bu tamamen yalandır. İnsanla-rı bunu ispata davet ediyorum.”

Bunlar birebir Erdoğan’ın görüşleri-dir. Aynı soykırımı gerçekleştirenler gibi, ve yine aynı Türk Genelkurmayı gibi. Aralarında hiçbir fark yoktur.

Oysa bilirler mi ki, 1949 yılında soy-kırımı suç sayan tasarıyı hazırlarken, hukukçu Lemkin, Ermeni soykırımın-dan etkilenerek bu tasarıyı hazır-lamıştır. Yani esas olarak soykırım sözcüğünün ortaya çıkış nedenidir, Ermeni soykırımı!

Dersim soykırımı ve Kürt halkına yönelik diğer katliamlar, hep aynı zihniyetin devamıdır. Ermeni soykırı-mına karşı çıkmadan Dersim soykırı-mına karşı çıkılamaz.Tayyip Erdoğan, aslında Dersim ile

ilgili özür dilerken tamamen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu köşeye sıkıştırmayı hedeflemektedir.

Kılıçdaroğlu’nun ailesi de binlerce Dersim’li gibi bu soykırımdan büyük zararlar görmüş, acılar çekmiştir.

Fakat ne yazıktır ki yalana ve inkara dayalı ‘resmi ideoloji’, mağduru olan Kemal Kılıçdaoğlu’nu da teslim almıştır.

Erdoğan’ın Dersim Özrü’nden sonra, Kılçdaroğlu’nun söylediği sözlere ba-kalım; “Bu ne büyük talihsizliktir ki, bu ülkenin başbakanın zihin haritası, Ermeni Diasporasının zihin hari-tasıyla aynıdır. Öyle gözü dönmüş ki, bu başbakan yakın zamanda bu millete Ermeni Soykırımı iddialarını da dayatırsa şaşmayın…” Böyle diyor Kemal Kılıçdaroğlu…

Ne kadar açıklı ve ne kadar ironik bir durum.

Ermeni Soykırımı sırasında birçok Dersim’li Kızılbaş Kürt aile, soy-kırım mağdurlarına yardım için çabalamıştır. Kim bilir belki de Kılıçdaroğlu’nun dedesi de onların arasındaydı.Ve çok fazla geçmeden 1915’den 23 yıl sonra aynı acı akıbeti kendileri de yaşadılar. Soykırım yaşamış bir ulusun bir üyesinin gerek kendisine yönelik soykırımı gerekse Ermeni ulusunun maruz kaldığı soykırımı görmezden gelmesi ne kadar büyük bir talihsizlik!Aslında, Kılıçdaroğlu örneğinde, çok açık bir gerçeğe şahit oluyoruz. “Yalan bir resmi ideolojinin kıskacın-da kalmış, kimlik bunalımı yaşamış insanlar!”Keşke Kılıçdaroğlu, o çok eleştirdiği Erimeni Diasporasından biraz birşey-ler öğrenseydi!Kaynak: 5 Aralık 2011, Sesonline.net

İç Hukuk Tükendi, AİHM Yolu Açıldı Yargıtay Başsavcılığı, N.Ç. davasın-da Yargıtay kararına itiraz etmedi. Suçun faillerinin "N.Ç'nin rızası olduğu" gerekçesiyle ceza indirimin-den faydalanması kesinleşmiş oldu. Davaya AİHM yolu açıldı.Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 13 yaşında toplu tecavüze uğrayan N.Ç.'nin bu işi "rızasıyla yaptığı"na hükmeden Yargıtay kararına itiraz etmedi.N.Ç. davasında verilen kararın ardından kamuoyunun beklentisinin aksine Yargıtay Başsavcılığı'ndan iti-raz gelmedi. Yargıtay Başsavcısı'nın karara itiraz için 30 gün süresi vardı, ancak bu süre dün itiraz yapılmadan doldu. Bu, Yargıtay Başsavcılığı'nın yerel mahkeme kararını onaylayan Yargıtay kararını hukuka uygun bulduğu anlamına geliyor.Böylece ceza indirimi olmasa, yasaya göre en az beşer yıl ceza alması gere-ken 26 failin cezaları 1 yıl 8 ay ile 5 yıl arasında kaldı.Yargıtay 14. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin N.Ç.'nin "rızası olduğu" gerekçesiyle suçun faillerine en alt sı-nırdan ceza veren kararını onamıştı. Yargıtay kararı kamuoyunda büyük tepkilere neden olmuştu.Davanın seyriN.Ç. davasında Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi suçu işleyenlere alt sınırdan ceza vermesini, N.Ç'nin "tecavüzlere karşı koymadığı için rızası olduğu ve her şeyin farkında olmasıyla" açıklamıştı.Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yerel mahkemenin kararının onan-ması yönünde mütalaa vermesinin ardından, Yargıtay 14. Ceza Dairesi de alınan kararı onamıştı.Böylece Avrupa İnsan Hakları Mah-kemesi'nde (AİHM) incelenme aşamasında olan N.Ç.'nin davasında AİHM'de yargılanma yolu açılmış oldu. (YY) bianet - 25 kasım 2011

kızılbaş - sayfa 28 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 29: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Osmanllının dağılmasıyla birlikte, Osmanlı topraklarının üzerinde ba-gımsızlık mücadelesini veren ulus-lar, tüm siyasi hazırlıklarını bitir-miş, yirmi“20“kadar ülke sayısına ulaşarak, son yıllar da ise sayıları 27 ülkeye ulaştıkları bilinmektedir. Doğuda ruslarla büyük sorunlar ya-şanmaktaydi, Seyid Rıza, Koçgiri den Aliser, ve diyer kürt bölgelerin-de olduğu gibi yaşadığı toprakların üzerinde, diyer uluslar gibi koruyup kendi özerk veya bagımsız devletle-rini kurmak amacında ve çabasın-da olmaları, çok normal ve olması gereken bir mücadeleydi. Koçgiri/Dersim bölgesinde ruslara karşı sa-vaştıklar, dönemin hükümetleri ta-rafında takdir ve madalya verildigi-ni tüm dünya bilmektedir.

Atatürk’ün olmadığı bir dönem, cumhuriyetin isminin daha telafuz edilmeyen bir tarih, her ulus top-raklarının üzerinde kendini savun-ma pozisiyonunda olduğu bir dö-nem dir, tarih 1919 yılı başlanğıcı. Atatürk Padişahın en yakını ve en güvenilir subayı olduğu bir tarihdir samsuna gelişi.

Atatürk Samsuna geliş nedeniAtatürkün, Samsuna, gelmeden ön-ce, Abdülhamid’in, yaveriydi ve en güvendigi kişiydi. Karadeniz Pon-tus halkı, Topal Osman çetesinin uygulamalarında rahatsız oldukları, Padişah; Atatürk’ü buna bir çözüm bulması adına Pontuslarin bölgesine gönderi, İngiliz gemilerinin koru-ması altında.

Atatürk’ün Samsuna gelişini, Sey-fullah Çiçek’in Topal Osman Ağa, hatıralarını yazdığı kitabın, 39. sayfasında başlayarak şunları yaz-maktadır; Pontus bölgesinde, Gire-sunlu Osman Ağa (Topal Osman)

çetesinin, şidet harekatlarine giriş-tiklerine dair şikayet telgırafları çe-kilmektedir.

Padişah da, 9. Ordu Müfetişi sıfatıy-la Mustafa Kamal Paşa’yı bu iş için görevlendirir. Ermeni katliamına da karışan Topal Osmana ve çetesinin idam hükümlüsü olarak aranması ve yakalanıp idam edilmesi. Karade-niz bölgesinde asayışın sağlanması göreviyle samsuna, 15 mayıs 1919 da 18 arkadaşıyla köhne bir vapur-la geldigini yazar. Gemide Mustafa Kemal Paşa ve kurmayları 22, er ve erbaş 25, müsavir ve katipler 8, gemi personeli (Biri Göreleli serdü-men Ali Oğlu basri) 21 kişi olmak üzere toplam 76 kişi bulunuyordu. Atatürkün Topal Osman Çetesiyle iş birliği yapması, sonucu Padişah M. Kemal’in yakalanması için emir vermektedir. Ermeni katliamı, Pon-tus katliamını Topal Osman çetesi-nin de bizat katıldığının bilinmesi-ne rağmen, M. Kemal’in bu vahşet den rahatsız olmadığıni, yeni katli-am görevlerini, Topal Osman çetesi-ne vermeyi pilanlamış durumda, ve

düşüncede olduğu anlaşılmıştır.

Koçgiri Katliamını da, Topal Os-man’a havale etigini bizat kendisi açıklamıştır. Kemalist, alevilerin atası böyle bir gelenekten geldigi, halen bir çok AKM lerden atala-rinin resimlerinin, asılı olduğu, ibadet edildigi, CEM evlerin veya ekdeki Yöetim Kurulu odalarında asılı olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu hal ve yaklaşım, Celladına aşık olan tarihdeki yazılan romanlara benzetmek yerinde olacaktır. Halen Bu konularin “Dersim katliamı Ata-türk yaptırdı konusu“nun itiraf ve kabullenilmesinden sonra, bu du-ruma çok ama çok üzülen kemalist alevilerin olduğunu, bu yaklaşımı asla kabul etmiyeceklerini duyuyo-rum ve bizat şahit olmuşum dur. Bu yaklşım ırkçılık degilmidir?.Yıllarca Dersim Katliamı ve diger alevi katliamlarının CHP tarihiyle başlayarak devletin yaptığını, deli-leriyle açıklamamıza, ve açıklan-masına rağmen, bizleri ayırımcılık la atatürk düşmanlığıyla suçlandık. Haydi efendiler şimdi nerdesiniz, yalandır yalan söylediniz, iftira-dır, Atatürk O dönemde yoktunun haricinde neyi konuşacaklarından önemlisi, kemalizmin altı oku, ide-oloji olmadığı, ırkçılık politikasının Alevi-Kızılbaş ve Kürtlerin katli-amlarına kılıf bulma aracı olduğu-nu kabul edeceklermi?.

Atatürk, Topal Osman’i Koçgiri Katliamina Görevlendirir!..

Koçgiri bölgesi ve Önderleri, Os-manlının dağılmasından, dolayı kendi özerk yönetimini diyer uls-ların olduğu gibi Koçgiri/Dersim olmak üzere kendi bağımsızlıkları-nı kurmaları ve mücadele etmeleri, dağılan ve başsız olan bölgenin Rus egemenligine girme korkusu ve en-dişesi, Ermeni devletinin kurulma-sı, gibi amaçlarının olduğu bir tarihi dönemidir. Osmanlının Ruslara ye-nildigi bir dönem, Osmanlının do-guda, kürt bölgesinde otoritesinin olmadığı bir dönemin altının çizil-mesi önemlidir.

Koçgiri/Dersim Katliamında Atatürk baş komutandı

Enver ÇAMPINAR

kızılbaş - sayfa 29 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 30: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Koçgiri de halk cumhuriyete karşı ayaklanmadığı, belirsizlik ortamı ve dönemin otorite boşluğunun ya-sandığı, Anadolu bölge kongrelerin dahi başlamdığı “Sivas, Erzurum kongreleri“ konusunun bile olmadı-ğı bir dönem dir.

Koçgiri katliamı, böylesi siyasi bir muglaklığın yaşandığı, Atatürkün halen Abdülhamid’in yaveri oldu-gu, ve en güvendiği kişi oldugu bir dönem de samsuna gelirken koçgiri olaylarında haberdardı, cumhuriye-tin olmadığı bir dönem, osmanlının fermanıyla görevli M. Kemal’in, koçgiriyi Topal Osma’na havale edecek fırsatın oluştuğunu fark et-mişti.Koçgiri/Dersim aşiret ve ileri gelen-leri Nuri Dersimi, Aliser Efendi’ye Atatürk’ün arazi ve madi olanaklar sunması, ilk meclise atama milet vekili görevini vereceklerini söyle-mesine ragmen, kabul edilmemiştir. Gerekçesi böyle anlmak mümkün-dür“ bunun bir oyun oldugu, Abdül hamide madik atan M. Kemale gü-venmediklerini“ Osmanlı toprak-larında tüm ulusların bağımsızlık yolunda başarılı olmalarına karşın, dersim bölgesinde özerk bir Kızıl-baş inancına mensup, Kürt yöneti-minin kurulması mücadelesinden vaz geçilmsi, bu firsatı diger halk-ların olduğu gibi bizim en doğal ha-kımız olduğu sonucu çıkması, düşü-nülmesi gayet normal bir yaklaşım dır. Atatürk de bu istemlere karşı, Sivas kongresinde özerk bir kürt yönetiminin kurulacağını, cumhu-riyetin ilk meclisi kürt ve türklerden olusacağını söylemiş, ve dönemin kongre zabıtlarında “tutanakların-da“ mevcutdur.

Kongre tutanaklarına geçmesine ragmen M. Kemale güvenilmeye-cegi ortaya çıkmıştır, gelinen ta-rih sürecinde, haklı çıktıkları, ilk meclise katılan ve destek veren tüm dersimli ve koçgirililer ortada kal-dırılmışlardır. Amasyada merkez Ordusu kurulur. Komutanlığna „Sa-kallı lakabiyla anilan Nurettin Paşa Getrilir.

Atatürk’ün Kurdugu 47. Alay To-pal Osman’in emrinde Koçgiride Koçgiri İsyanında başarısız kalan Nurettin paşa, Atatürk’ün Albay rütbesiyle ödüllendirdigi, Topal Os-man’ı Giresun gönülü alayı olarak, Topal Osman 11 Mart 1921 tarihin-de 47.Alaya ait bir tabur asker ve bir bandoyla yola çıkar. Egri bel geçidinde iki metreyi bulan karları yarmak, kendilerine yol acan 120 Rum gencini de önüne katar. Osman ağanın hatıralarının yazıldığı Kita-bın 129.sayfada Giresun Alayının başarılarının devamında; Giresun Alayı, Cengerli Bölgesi ile Pusans köyünü asilerden temizler. İsyan-cılara yardım ve yataklık yapan köyü yakarlar. Zara tarfında birlik-lerimiz de pazarcık köyünde dire-nen asileri öldürüp köyü yakarlar. Hozat (Dersim) bölgesinden gelen guruplar imha edilir. Ölü sayısı 700 ü bulmuştu. Alisir, Haydar, Naki, ve Azaket beylerin evleri harebeye çevrilir, yakılır.

Harakete devam eden Topal Osman Alayı, Kızıl tepeden cetin bir çatış-madan sonra 150 asiyi daha temiz-leyerek yoluna devam eder. Koçgiri katliamına adı verilen isyan. 17 Ha-ziran 1921 tarihinde 32 kişi ile bir-likte asilerden 500 kişi teslim olur.Koçgiri böylelikle kadın kız ve hay-vanlarının telef edilmelerine müta-kip 60 bine yakın küçük ve büyük baş hayvanlarını, karadeniz liman-larında gemilerle ganimet olarak el konulup sahiplenildigi dönemin arşivlerinde kayıtlı olup açılmayı bekleye dursun, Koçgirililer olarak celatlarımızın resimlerinin altında atalarımızın katliamını resmi tarih, bahnelerine göre analiz etmemiz saglıklı bir ruh hali olmamakla bir-likte endişe verici, ters turs olma halidir.

Atatürk Topal Osman’i Muhafizı olarak Çankayada muhafaza eder

Celal Bayar koçgiri bence hepisin-den mühümdür. Yunanlılara nasıl karşı tedbir alıyorsak, oradada aynı sutetle teskilat yaptık. Giresunda

gelen Topal Osman çok yakın dos-tumdur, cahil bir adamdı büyük gayretleri oldu. Topal Osmanın 1200 güvenili adamının, 1000 ki-şisi, orduya yunanlılara karşı veril-miştir. 200 kişisi de Atatürkün Mu-hafızı olarak çankaya da muhafiza edilmiştir. “(Kurtul Altug,“ Celal Bayar Anlatıyor: Kritik olayların Perde Arkası“ Tercüman Gazetesi, 10 Ekim 1986).

Koçgiri Katliamı Dersim den ayrı düşünülmesi yanlış bir yaklaşım olacaktır. Atatürk Dersim Cograf-yasının bir parçası olan Koçgiri den sonra Dersim’inde mutlaka çıbanı sökülüp atılması zorunludur söz-leri. Koçgiriden Kızılbaş Kürt ön-derlerin Seyid Rızayla aynı amac ve düşünceleri taşıdığı, ilk meclis ata-ma milet vekilikleri ret eden anla-yış Seyid Rıza ninda onayladığı bir gerçektir.

İttihat Terakki’nin iktidar olduğu yıllar İttiat ve Terakki nin iktidar oldugu yıllar içinde (1913-1918) Anadolu’nun Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması için yogun bir nüfus ve iskan politikası uygu-lanır.Arnavut, Arap, Boşnak, Çerkez, Çingene, Kürt, Laz gibi Müslüman unsurların kabile ve aşiret önderli-ginde koparılarak Anadolu’nun dört tarafina yerleştirilmesi ve Türklük potası altında eritilmesi arzulanır. Müslüman olmayanların payına ise katliam, tehcir, zorunlu mübadele düşer. Bu günkü etnik karışımın nedeni bu yıllarda hayata geçirilen nüfus ve iskan politikalarıdır.

Bu politikalar, Osmanlının 3 milli-yon kilometrelik toprak parçasının 1,1 milliyon kilometrekaresi yitiri-lir. Koçgiri ve Dersim’in Seyid Rıza da dahil, Osmanlının bu yenilgi ta-rihleriyle birlikte kendi yurtlarının elden gitmesine seyirci kalınmama-sı için tabiki önlemlerini almaları gerekliydi. Ortada ne Aatürk’ün, kuvai milliyesi nede kongrelerin isminin geçmediği bir dönemdir bu dönem.

kızılbaş - sayfa 30 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 31: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Koçgiri/Dersim katliami, Kemalist düşüncelerin degerlendirmesi Koç-giri katliamını, Atatürke, Cumhu-riyetine karşı gelerek, atatürkün başka çaresinin kalmadığı, koçgiri katliamına, kemalist düşüncelerin kılıf uydurma çabalarının bir sonu-cudur. Bu yaklaşım tarihi olaylarla çürütüldügü gercegi, özellikle Koç-gir/Dersimlilerin bazı kesimerce, kemalist düşünce ve resmi tarihin ölçülerine göre biçilip hizaya gelen kirli tarih savunucuların sözleridir. 1938 Dersim katliamının yapıldığı döneme ait, belgelerin -arşivlerin açılmayı bekleye dursun, gerçekle-ri Türkiye toplumundan, gizleyen anlayışa AKP de ortak olacaktır. Genel Kurmay Başkanlığı vurdum duymaz yaklaşımı, ne zamana ka-dar sürdürecegi bilinmemektedir.

Ancak Alevi kurumları AABF nin açıklamalarının dışında, toplumun yıllardır, Dersim ve Koçgiri katlia-mını cidi bir şekilde, kimlerin dö-neminde yapıldığını biliyor ancak ne hikmet ise seslendirmediler?. Atatürk’ün bu olaylarla bir ilişkisi-nin olmadığı anlayışı aleviler ara-sında tartışıldığını hepimiz şahidiz. 1925 deki teke ve zaviye yasalarının atatürk dönemi “tek adam dönemi” alevilik ve tüm ritelerininin yasak-landığı, TC nin resmi devlet, dini örgütlenmesi olan, Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak bugune ka-dar ki örgütlenmesinin tüm gücünü CHP ve Atatürk’ün emirleri ve ya-salarıyla çıkarıldığını, Pirimiz Bek-taşi Veli- Dergahi da kapatıldığını, hatırlatmamıza gerek yok sanırım.

1920-21, 1935-37-38 tarihlerini, M Kemal’i ayrı tutuk?

AKM lerimizde, dünyada olup bi-tenleri konuşa biliriz, her partiyi tartışa biliriz, dünyadaki zulümleri, katliamları, hitler dönemini de ko-nusabiliriz, ne hikmet ise Dersim ve Koçgiri katliamlarını duymak istemiyen kemalist alevilerin, hiç-sevmedigi, negatif duydugu konu-larin en başında geldigini söylemek sanırım abartılı olmayacaktır diye

düşünüyorum.

Böylelikle, Kürt sorunu, Dersim katliamı gibi konular açılınca, 72 millete bir nazardan bakan yolu-muzun bu çizgisi, dikate alınma-maşıyla birlikte, aleviligin kadim tarihine uymamaktadır. Resmi tarih savunucuları ve kemalistler, CHP nin altı oku, tümüyle, at izi, ok izi, kurt izini takip eden anlayışla aynı çizgiye geldiklerini hatırlatılması gerekmezmi?. Katliamların gazetelerde degil, soh-bet ortamında olsa dahi. Dersim katliamını Atatürk’ün kararı ve bi-zat bilgisi dahilinde yapılmıştır, ve CHP döneminde yapılmıştır, ata-türk döneminde, yapılmıştır, 1920-21, 1937-38 den Koçgiri/Dersim de aynı şekilde katliam yapacaklarının pilanları yapılarak uyguladılar. Bu konuları AKM lerden tartışamadık, çareler aramadık, kemalizmin hiza-rında biçilip hizaya getirildigimiz resmi tarih yalanlarıyla uyutulduk. Aleviligin kadim tarihi, insanlık tarihiyle başlayarak bu güne geldi-gini, kılıçtan keskin kıldan ince, rı-zalık şehri, musahiplik ”dört can bir gömlek, yarin yanağından gayrisi ortaktır sosiyal dayanışma, 72 mil-lete bir bakan eşitçi anlayışımızın, Bedretinlerin, Nesimlierin, Hallacı Mansurun, İmam Hüeyin’in duruş-larını bilince çıkarılması yönünde çalışmaların akademik düzeyde tar-tışılması gereklidir.

Alevi-Kızılbaşlar öz eleştiriyi yap-malıdır

Koçgiriden/Dersimden başlıyarak, Sivas katliamına kadar ki, insanlık dışı uygulamalra maruz kalan bir yolun mensupları olarak, bunca yıl-dır demokratik siyasi bir çizgi bilin-cine ulaşamadığımızı, kemalizmin türk islam ölçülerine göre, biçilip hizaya getirildigimiz, lozan dönü-şünde generaller cumhuriyetine dö-nüşen sistemin, bizlere bir artısını (+sını) söyliyecek ve kanıtlıyacak bir uygulaması, varmıdır, 26 yıl

CHP nin tek parti dönminde yaşadı-gımız travmalar da çabası.Son günlerden sistemin partileri, alevilein acılrına çözüm bulma ye-rine başta CHP olmak üzere tari-hiyle yüzleşmesi, AKP nin Gülen hareketinin siyasi kanadı olarak tehlikeli siyasi çıkışlarına karşı, sa-lonlardan degil meydanlar dan ülke-nin ezilen kesimlerle siyasi güc bir-ligi, yapılması zorunldur. Kızılbaş Alevi tarihi, kerbela katliamıyla eş degerdir. Alevi kurumları, Özelikle İnanç kurumu temsilcilerinin, Der-simden başlıyarak, Sivas katliamına kadarki, Alevi Kızılbaş katliamla-rının Kerbela yasımatem günlerin-de deyinmeleri gerekir. Acılarımızı gelecek kuşaklara anlatamadığımız taktirde siyasi gurupların bizleri düşünür gibi açıklamaları? Çözüm-lerden uzak yaklaşımlar olduğunu, siyasi rant olarak kulanılmasına izin vermiş olacağımızın kanıtı ola-caktır.

Alevi – Kızılbaş inanc ritellerini, sadece dindar toplum ölçülerine gö re uygulandığı endişesini zaman za-man tartıştığımızı unutmamaliyız. Alevi-Kızılbaş yolu, insan hak ve özgürlüklerinin zulümle bastırıl-dığı, insanlık tarihi boyunca zali-me karşı ser verip sır vermemiştir. CEM evlerimizi ve kurumlarımı-zın, sadece Cenaze erkanı, Cem hizmeti’ne indirgenmemesi zorun-ludur.

Alevi toplumu çizgisini, siyasi ya-pılanmadan yana ağırlığını koymak zorundadır. Toplumların özgürlük-leri, demokratik kuralarla salon-larda degil, kamuoya açık alanlara dünya halklarına duyurulmasıyla gerçekleşeceginin örneklerini gö-rüyor ve biliyoruz. Alevi Kurum çatı örgütleri, yeniden, Alevi-Kı-zılbaş duruşunu, kemalizmin CHP si ölçülerine göre yıllardır bir biri-mizi hırpaladığımızı, kemalizmin Demokrasiyle asla bagdaşmadığı, yaşadığımız coğrafyanın siyasi ya-pılanmasına uyulmadığının bilince çıkarılmasının zamanı gelmiştir ve geçmektedir. ..................... 27,11,2011

kızılbaş - sayfa 31 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 32: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

kızılbaş - sayfa 32 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

„Ulus-Devlet“ ve Soykırımlar Ali Kanlı

Henüz 150 yılı bile bulmayan bir sürece tekabül eder „Ulusdevlet“ler (Milli Devlet) tarihi.Türk Ulusdevleti Ümmetten Millete geçişin en tipik modellerindendir.Ya-tay ve kesintisiz geçiş İstanbul-Ankara.Osmanlı da Millet, Ümmeti Muham-med di ve diger milliyetlere Ecnebi milletleri denirdi.Türkleştirme İslam üzerinden gerçekleştirildiğinden;İslamlaştırılamayacak milletler aynı zamanda türkleş-tirilemeyecekti de.Türk Ulusdevleti bu nedenle Öte-kilerin tasfiyesi (Soykırımlar, sür-günler) üzerinden gerçekleştirildi. Sırasıyla; Ermeni, Süryani, Pontus Rumları, Koçgiri Kürt Kızılbaşları, Ağrı ve Dersim olmak üzereMüslümanlaştırılamayacak ve Müs-lümanlık üzerinden Türkleştirileme-yecek halkara uygulanan soykırım-lar, sürgünler ve katliamlarla (Ki; bu kırım ve katliamlara bir süreklilik de kazandirilmiştır)Türk Ulusdevletinin önü açılmış oldu. 19.yy.sonu. 20 yy. başlarında Ermeni Taşnak Partisi ve Kürt aydınlarıy-la ortak örgütlenen İtihat ve Terak-ki güçlendiği oranda başta Ermeni Elitleri olmak üzere bir temizlik(!) hareketi başlatır. Kürt aydınlarının bir kismı türkçülügü seçer ve hatta bunlardan Ziya Gökalp gibileri en saldırğan türkçülüge soyunurlar.120 civarında Ermeni Aydınının Deportasyonuyla (!) başlayan sürec Ermeni Soykırımının startıdır aynı zamanda.1919 da Samsun´a gönderilen Kemal´in görevi Pontus Rumlarına yönelik Çerkez çetelerinin kırım ve talanlarını durdurmaktı Kemal, bu firsatı bir ganimet bilip; Çerkez Beyleri´iyle işbirligi yaparak Pontus´u kırımdan geçirir ve bir dar-beyle Anadolu halk hareketinin ba-şına geçer.Devamla Teskilati Mahsusann tes-cilli Soykırımcılarına yaslanarak ta-lan ve kırımlarını sürürür.

Ermeni, Süryani ve Rumlardan arın-dırılmış Anadolu´da Koçgiri (Kürt Kızılbaşları) Ulusdevlete rıza gös-termemkte, kurulacak bir devlette azınlıkların hak ve özgürlüklerini sağlama alma arzusunda, çabasında-dır.Bin yıldır Selçuklu ve Osmanlının kırım ve talanlarına rağmen başeg-memiş KOçGİRİ KIZILBAŞLARI Bu talepleri red edilince; bir başkal-dırı başlatır Aliser bey önderliginde Ermeni Soykırımından tescilli To-pal Osman (Kemal´in yaveri ve sağ kolu) komutasına verilen iki kolordu ile çullanır devlet Koçgirinin başına …Şark Seyehatinden dönen İsmet (İnö-nü) bir SARK ISLAHAT PLANI ha-zırlar 1923-1925 Dersimi kısmen yanına alarak Koç-giri Kızılbaşlarını da bertaraf eden Kemal; Müslüman olup, Türkleşmek istemeyen Kürtleri oturtmuştur he-def tahtasına ..Okun sivri ucu Ağrı ya yönelmiştir artık. Zilan kan ağlar, kan akar….. Dersim hala yan bakar….Giderek özgüvenini pekiştiten Ke-mal; evlatlık edindigi Ermeni kızı Sabiha (Gökcen) ya bombalatır Der-sim´i. O zamana kadar yaşanan kırımlara seyirci kalan Dersim´in yardımına koşacak kimse kalmamıştır...kadınlar, çocuklar yaşlı genç ayır-maksızın süngülenir, zehirli gazlarla boğdurulurlar.Gelinen aşamada politik hesaplarla da olsa (Dersim´i İslam içine çekme manevraları) dilucuyla deginilmiş olsada Dersim kırımına, diger yan-dan Kürt toprakları bombardıman altında tutulmaya devam ediyor hala. Ve daha da önemlisi Ermeni Soykı-rımı (Jenoside) inkar ediliyor ısrarla Soykırımlarla dolaysız yüzleşmeksi-zin ve resmi tarih silbaştan yeniden yazılmaksızın hiç bir özür (ki ortada gerçek anlamda bir özür dileme yok-tur) kapatamayacaktır kanamakta olan İNSANLIK YARALARINI...Türk Ulusdevlat tarihi bir SOYKI-RIMLAR TARİHİDİR!.. Bu kan kokulu tarihi degiştirme şan-şımız yok ama, hiç degilse tarihle dolaysız yüzleşerek KIRIMLARA ugratılmış halkların çocuklarının, torunlarının acılarını bir nebze olsun hafifletebiliriz .

Süryanilere azınlık statüsü talebi AB’ye taşınıyor Brüksel - İsveç’te Hükümet orta-ğı “Hıristiyan Demokratlar”ın milletvekili Robert Halef, Türki-ye’de yaşayan Süryanilerin azın lık statüsüne tabi tutulmalarını talep etti. İsveç’te yaklaşık 100 bin Süryani’nin yaşadığını be-lirten Robert Halef, İsveç Par-lamentosu’na verdiği önergede Türkiye’de yaşayan Süryanilere azınlık statüsü verilmesi için Av-rupa Birliği nezdinde girişimde bulunmasını istedi.1900’lu yıların başlarında Türki-ye’ de 2 milyondan fazla Süryani, Ermeni, Rum ve Yahudi yaşadığı belirtilen önergede, ‘’Birinci Dün-ya Savaşı yıllarında çoğu Süryani öldürüldü, topraklarından sürül-dü. Bugün sadece Türkiye’de 15 bin civarında Süryani kaldı’’ de-nildi.Mardin’in Midyat ilçesindeki Mor Gabriel Manastırı’na ait toprak-lara el konulduğu belirtilen öner-gede şu ifadeler yer aldı: “Bugün Türkiye’de yaşayan Hıristiyan ve Süryanilerin dillerini, kültür-lerini korumaları ve dini inanç-larını yerine getirmeleri güçtür. İnançlarından ötürü baskı altında tutuluyorlar. Hukuki bir temeli olmamasına karşın Türk devleti Hıristiyan azınlıkları tehdit edi-yor ve mallarına el koyuyor. Bu-nun Bir örneği Mardin’in Midyat ilçesinde bulunan ‘Mor Gabriel Manastırı’dır. Mahkemenin top-rakların Kiliseye ait olduğuna ka-rar vermesine rağmen devlet hala kilisenin topraklarına el koymaya çalışıyor. Ayrıca Süryanilerin ana dillerinde eğitim hakları da yok.”Ermeni, Rus ve Yahudilere tanı-nan hakların Süryaniler için de geçerli olması gerektiğini belirti-len önergede, İsveç Hükümeti’nin konuyu Avrupa Birliği’nin günde-mine taşımasını istedi.ANF NEWS AGENCY

Page 33: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Binyıllardan buyana Alevilere yapı-lan zulüm, imha, inkar ve baskılar, sadece sıradan din veya mezhep kav-gası olarak ifade edilemez. Böyle bir ifade özünde Alevilere haksızlıktır. Siyasi inkarın başka bir boyutudur. Aleviliğin tarihi İSLAM’ la değil, İNSAN’ la başlar. Mezhep veya din savaşları sömürü sistemi tarafından değişik bölgelerde değişik zamanlar-da ihtiyaç duyuldukça kışkırtılır. An-cak hiçbir din veya mezhep çatışma-sı binyıllarca devam etmez. Sistem kışkırtmadıkça hiçbir din veya mez-hep mensupları birbirlerine kin duy-maz düşmanlık beslemezler. Çünkü inançlar bireylerin özgür ve özgün inanç tercihleridir. Bunun toplumsal bir durum kazanması ayrı bir şeydir. Sömürü sistemi kendi varlığını sür-dürebilmek için tüm sosyal-Kültürel toplumsal yapıları birbirine düşman etmek için özel yöntemler kullanır. Alevilik veya Aleviler söz konusu olduğunda durum çok farklıdır. Ta-rihi incelediğimizde Aleviliğin, özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte ve özel mülkiyetin toplumlar üzerin-de baskı aracı olmaya başlamasıyla birlikte, Aleviliğin bir başkaldırı ha-reketi olarak başat bir şekilde orta-ya çıktığını görebiliriz. Doğal(ilkel) komünal toplumun sınıflı topluma dönüşme süreciyle başlayan bir baş-kaldırı hareketidir. O dönem tüm top-lumların yaşam biçiminde inanç ve tapınma, önemli bir yer tutmaktadır. Kimi doğal güçlere, kimi totemlere kimi ise büyücülük gibi olağanüstü güçlere tapınmakta idi. Değişik top-lumlarda değişik inanç ritüelleri var-dı. Bunların birçoğu hala günümüze kadar varlığını sürdürmektedir. Se-mavi dinlerin ortaya çıkışı bu dö-nemden sonra başlamaktadır. O dö-nemde bile Alevilerin inancı, doğa ve İnsan merkezli idi. Tüm inanç ritüel-lerini incelediğimizde, insan sevgisi, ortak paylaşım ve doğanın bütünlüğü kutsanmış, hayalcilik ve hurafecili-ğe sapmamışlardır. Özellikle Tanrı

veya Allah deyimi yerine “HAK” deyimi kullanılmıştır. Alevilerde “HAK” deyimi, (Sevgi, Barış, Payla-şım, Doğa, Eşitlik) gibi tüm anlamlı ve güzellik içeren kavramları içinde barındırır. İnanç ritüelleri de bu bü-tünlüğü içerir. Örneğin SEMAH ta-mamen evrenin uyum içindeki dön-güsünü, bu döngü içerisinde insanın ve sevginin önemini çarpıcı bir şe-kilde vurgular. Burada, diğer din ve inançlardaki olağan üstü, insanı ve doğayı dışlayan, her şeyi korkuyla, insanları Cennet-Cehennem ikile-miyle yüz yüze bırakan, hayali Sırat köprüleri ve Katran kazanı korku-suyla kimseyi zapt u rapt altına alma gayreti yoktur. Alevilerin Bu duru-mu, sömürü sistemlerinin işine gel-memektedir. Özellikle ilk çıkışında tüm semavi din’lerin mazlumlar le-hine ortaya çıkışlarına rağmen, iler-leyen süreç’de sömürü sistemlerinin yedeğine düşmesine rağmen, Alevi-lik değerlerinden taviz vermemiştir. İşte asırlardır sömürü sistemlerinin her coğrafyada Alevilere zulüm-İm-ha- İnkar ve Asimilasyon uygulama-larının ve bu uygulamaların günü-müze kadar süregelmesinin sebebini burada aramak gerekir. Alevilik “ Ah Hüseyin-Vah Hüseyin!” diye ağlayan yas tutanların mağdur kültürü değil-dir. Başlı başına bir Zulme ve inkara başkaldırı hareketidir. Bu isyan ve başkaldırı tarihinin ve geleneğinin temel taşlarını oluşturan ZENC is-yanı, KARMATİ hareketi, İsmai-li Hareketi,Hasan Sabbah,Hallacı Mansur, Baba İlyas, Şeyh Bedrettin-Börklüce, Pir Sultan, Seyit Rıza ve sayabileceğimiz daha birçok bir çok

hak ve adalet için başkaldırı örneği mevcuttur. Bu başkaldırılar günümü-ze tüm devrim şehitlerinin şahsında Deniz Gezmişle, Hüseyin İnanla, İ.Kaypakkaya ile,Mazlum Doğanla ve onurlu Kürt özgürlük mücadele-siyle devam etmektedir. Bunları göz-den kaçırarak, Aleviliği sadece Din temelli, mağdur ve zavallı bir toplu-luk olarak değerlendirmek sistemin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değildir. Aleviliği bir dinin ya da bir ulusal kimliğin veya bir coğ-rafi bölgenin sınırları içerisine hap-setmek Alevilere olduğu gibi küresel anlamda verilen hak ve özgürlük mü-cadelelerine karşı haksızlıktır.Günümüze kadar gelen süreç de Ale-viler varlıklarını sürdürebilmek ve zulüm ve baskılardan korunmak için hemen her dönemde özel yaşamlarını “sır”layarak ve dışarıya karşı “tak-kiye” yapmak zorunda kalmışlardır. Hıristiyanlık döneminde, “en iyi Hı-ristiyan biziz” dedikleri gibi, İslam döneminde de “İslam’ın özü biziz.!” Demişlerdir. İşin kötü yanı; Asimi-lasyoncu Emevi- İslam yayılmacıları bunu fırsat bilerek bu söylem üzeri-ne Alevileri Sünnileştirmek için her yola başvurmuşlardır. Vurmakta de-vam etmektedirler.Bu takkiyeci’lik öyle bir hal almıştır ki, günümüzde Türk İslam sentezi-nin baskısıyla birçok alevi “Asıl Türk Biziz!” noktasına gelmiş ve Aleviliği sadece Türklüğün ulusal kimliğine hapsetme gayretindedirler. Bilimin ve tarihin ışığında incelediğimizde bunların hiçbirinin doğru olmadı-ğını görebiliriz. Ancak okuyanların ve araştıranların yok denecek kadar (nüfusa oranla) az olduğu ülkemizde ezbercilik ve yayılmacı sistem poli-tikalarının etkisiyle böylelerin sayısı oldukça fazladır. Bu durum devletin işini kolaylaştırmaktadır.Yukarıda belirtilen ayrıntıları göz önüne aldığımız zaman, Alevilerin günümüzde neden “devletten fazla devletçi, Türk’ten fazla Türk’çü” ol-

gelin canlar bir olalım!s ü l e y m a n d e p r e m

kızılbaş - sayfa 33 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 34: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

duklarını daha kolay anlarız. Alevi-liği kendi yaşamsal ve felsefi kural-ları ve temel ilkeleri ışığında değil de, sistemin belirlediği çakma ilke ve kurallar çerçevesinde, yani Aleviliği ; “İslam içi-İslam dışı”ya da“Aleviler Türk mü- Kürt mü-Arap mı-Acem mi” gibi hedef saptırıcı, yönlendir-melerin ışığında tartıştığımız sürece, Asimilasyona ve yozlaşmaya hizmet etmiş oluruz. Özellikle, “Cumhuri-yet” döneminde yapılan inanç kırı-mı ve soykırımları göz ardı ederek, dersim Kanunu’nu ve Katliamını yok sayarak, bu kanunu çıkaranların re-simlerini Cem evlerimizin baş köşe-sinde sergileyerek o katliamları kut-sadığımızı gözden kaçırıyoruz. bu toplumsal bir hafıza kaybı değilse, toplumsal-Psikolojik bir sendrom’dan başka bir şey değildir. Sorunu yok sa-yarsan sorun ortadan kalkmıyor. Bu sendrom’un mutlaka tarih ve bilimin ışığında sorgulanması bir zorunlu-luktur. Kendini inkar başka bir şey-dir ve bireyseldir. Ancak tarihi inkar; toplumsal ve bilimsel bir araştırma konusudur. Önlem alınmazsa Daha büyük tahribatlara yol açar. Aleviler, Katilini kutsama sendromu doğrultusunda yıllarca Statükonun savunucusu CHP yi iktidara taşıdı. Asimilasyon-böl parçala siyaseti so-nucu sosyal ve siyasal birliğini kay-beden Aleviler, statükocu CHP tara-fından bile önemli bir oy tabanı olma özelliklerini kaybettiler. Son süreçte CHP nin milliyetçiliğe yönelmesi ve Alevilerden milletvekili adayı olarak S.Akkiraz dışında tanınmış ve daha önce hizmet vermiş isimleri aday göstermemesinin sebebi de budur. Artık CHP nin Alevilik veya ale-viler diye bir sorunu yoktur. Onlar AKP ile Statükoyu korumak konu-sunda milliyetçilik yarışındadırlar. Kemal Kılıçdaroğlu’ nun, CHP nin başına getirilmesinin Aleviliği veya Alevilerle hiçbir ilgisi bulunmamak-tadır. Bu tamamen ABD destekli ve benzeri bir gelişen sol-Sosyalist dal-ganın engellenmesi amaçlı “küçük Obama” modelidir. Ayniyle uygu-lanmıştır. Oysa K.Kılıçdaroğlu’nun Aleviliği deşifre olmasaydı, nasıl ki Deniz Baykal yıllarca kendine Alevi

diyenlere hayır demediyse, o da cami ye gitmede beis görmeyecekti. Çün-kü Statükocuların aidiyetleri yoktur. Tek aidiyetleri kapitalizme kulluktur.SON SİYASİ SÜREÇSon siyasi süreç kritik bir hal almış-tır. AKP, ABD’nin BOP (Büyük Or-tadoğu Projesi) doğrultusunda ülkeyi Emperyalizme peşkeş çekerken, bu-nunla birlikte kendi şeriatını ve ima-mın ordusunu meşrulaştırmak adına tüm demokratik talepleri ve söylem-leri KCK şahsında yasa dışı göster-mekte ve bu arada yaptığı tüm kanun dışı uygulamalarını bu maskeyle gizleme çabasındadır. Son 12 Eylül faşist darbe yasası marifeti, kanun hükmünde kararnamelerle yaşamı iyice çekilmez hale getirmiştir. Yap-tığı zamlara “Güncelleme” diyerek halkla alay eden iktidar ve sözcüleri, asıl zamlara daha başlamadıklarının, yakın gelecekte daha büyük zamla-rın yolda olduğu sinyalini vermiş-lerdir. Kürtlerin top yekün imha ile karşı karşıya bulunduğu günümüzde, Kürtleri bertaraf ettikten sonra, ikin-ci sırada sosyal ve toplumsal dina-mik olarak Aleviler bulunmaktadır.ALEVİLERİN DURUMUTarihi sürecinden bu yana, imha-in-kar ve Asimilasyon politikaları sonu-cu Alevilerde müthiş bir kafa karışık-lığı yaratılmıştır. Aleviler, Aleviliği felsefesi ve ilkeleri üzerinden tarif etmek yerine, Türk mü- Kürt mü, İs-lam içi mi-dışı mı, İnanç mı- Felsefe mi biçiminde özünden saptıran konu-larla oldukça meşgul edilmekte, bu doğrultuda bölünüp parçalanmaları-na zemin yaratılmaktadır. Hal böyle olunca, ortak örgütlenme ve ortak muhalefet zemini kaymaktadır. Ale-vi- Hacı Bektaş- Pir sultan- Cem v.s. isimler altında “örgütlenen”ler, ayrı-lıklarına birer gerekçe bulmak için bu asimilasyon kültüründen medet ummaktadırlar. Her kesimin kendi “Dükkan”ını koruma gayreti ile, or-tak Alevi –Kızılbaş İnisiyatifin ya-ratılması çabası es geçilmektedir. Bu durum Yol örgütlenmesinin önünde engel teşkil etmektedir. Devlet ve iktidar, varlığını ve sürek-liliğini, halkların, azınlıkların, işçi ve Emekçilerin kısaca tüm eşitlik-

Demokrasi-Özgürlük talep edenlerin sindirilmesine, etkisizleştirilmesine, baş kaldıranın imhasına endeksle-miştir. Bunun literatürdeki adı FA-ŞİZM dir. Artık hiçbir demokratik uyarı yada talebe tahammülü yoktur. En masum talepler dahi “teröristlik” olarak nitelendirilmektedir. İmamın ordusu halka ve işçi sınıfına karşı güçlendirilmekte daha büyük imha ve kıyımlar için, ABD den yeni silah ve Helikopter alımı için görüşmeler yapılmaktadır. Fetullahçı faşist ya-pılanma her alanda dayatılmaktadır.

ÇÖZÜMBöylesi bir durumda, bu iktidardan olumlu bir açılım ya da demokratik bir uygulama, artık hayaldir. İş başa düşmüştür. Yapılması gereken en gü-zel şey, tüm hak-Adalet ve özgürlük talebi olanların ortak bir mücadele ve müdahale zemininde ortak örgüt-lülük temelinde bir araya gelmesi ve güçlerini birleştirmekten geçer. HDK (Halkların Demokratik Kong-resi) ortak siyasi-Ekonomik-Politik mücadelenin ortak zemini olmaya aday, son zamanların en olumlu ya-pılanmasıdır. Özellikle kendi ka-derlerine terk edilen Alevilerin bu durumu iyi bir fırsat olarak değerlen-dirmeleri kendi çıkarlarına olacaktır. Kemalist Statükocu CHP nin Alevi-lere karşı ikiyüzlü politikası deşifre olmuştur. Alevilere verecekleri ve bundan sonrada verecekleri bir şey yoktur kalmamıştır. Fetullahçı İma-mın ordusunun zaten Alevilere bakı-şı bellidir. Bu noktada bir beklentiye girmek tamamen siyasi körlük den başka bir şey degildir. Artık Alevi-ler kendi başlarına bırakılmışlardır. Ya da Aleviler bunun farkına yeni, yeni varmaktadır. Dolayısıyla başta Aleviler olmak üzere, tüm sistemden ve iktidardan zarar görenlerin HDK bünyesinde mücadelelerini örgüt-lemeleri ve top yekun mücadelenin saflarını güçlendirmeleri herkes için hayırlı olacaktır. Mücadelenin birliği kendini dayatmaktadır. DİRENİŞ CEPHESİNİ GÜÇLEN DİRELİMGELİN CANLAR BİR OLALIM

kızılbaş - sayfa 34 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 35: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Emir Bedirhan’ın Cizre-Bothan Direnişini Doğru Okumak -3

Sait Çet i noğ lu

Şayet, bugüne kadar Saray, Kürtleri destekliyorsa, bu onları, Ana dolu'daki Hıristiyan unsurlara karşı kullanmak istediğindendir, fakat, Ermeniler katle-dildiği taktirde, Kürtler Türkiye Hükü-meti neznindeki önemlerini kaybede-ceklerdir

Kürt Hareketi içerisinde Emir Bedir-han Bey bir mittir ve Bedirhani ailesine karşı da büyük bir bağlılık vardır.[1] Bu yazı da bir anlamda Ahmet Kardam’ım Bedirhan incelemesinden hareketle Bedirhani hareketinin hak ettiği yere oturtulması yönünde bir deneme çalış-masıdır.

Burada unutulmaması gereken bir nokta daha vardır ki Kürtlerin dinsel duygularının güçlü oluşu ve İslam ha-lifesine olan bağlılıkları. Bu bağlılık bir anlamda farkındalık duygusu geliş-meye başlayan ve gelişen Kürt kökenli önderlerinin direnişlerine sinmiştir. Halifeye boyun kıldan ince ve eğri-dir[2]. Halifenin askerlerine dolayısıyla Halifeye el kaldıramaz[3], yönünü baş-ka yere çevirerek güçlerini başka yerde denerler. Bu yönelme Bedirhan Bey’de Nasturiler olurken, Şeyh Ubeydullah hareketinde ise İran’a doğru olur. Bu bakımdan da Osmanlı tarafından bir isyan olarak görülmez bir asayiş ihlali olarak algılanırlar. Aşağıdaki metinler-de de görüleceği gibi fesad olarak ta-nımlanır.

Kaldı ki Bedirhan Bey son ana kadar ortalıkta görülmez diğer Kürt reislerini öne sürer. Kendisi bir anlamda arabu-lucuk ile elini da güçlendireceği kanı-sındadır. Kardam, kitabında buna dair bir çok örnek vermiştir. Biz burada bi-rine dikkat çekmek isteriz. Yukarıdaki yargımız 29 Haziran 1845 tarihli Seyid Bekir Sami’nin Sadarete yazdığı rapo-runda belirgindir:

“… Bende maslahat gereği Cizre Kay-makamı Bedirhan Bey ile tanışma fır-satı bulmuştum. Çıkan bu isyanda[4]

Bedirhan Bey’in de katkısının olabile-ceğini düşündüğüm için mühürdarım olan Tosun Ağa’yı Bedirhan Bey’e gön-dermiştim. Şimdi Bedirhan Bey ve mü-hürdarım olan Tosun Ağa’dan gelen ya-zılardan anlaşılıyor ki Bedirhan Bey’in bu isyandan asla haberi yok. Çünkü Bedirhan Bey yemin billah ederek bun-dan haberinin olmadığını ve bu isyanın bertaraf edilmesi için elinden gelen bü-tün gayreti göstereceğine söz veriyor. Diğer Kürt beylerinin bu isyana destek olmamaları için özel bir adamını yol-layarak kendilerine gerekli telkinlerde bulunmuştur.

Bedirhan Bey kendisine bir taltifname gönderilmesini talep etmektedir. Her ne kadar kendisinin sözlerine itimat etmek doğru değil ise de bu şartlarda kendisinden gerekli yardımı sağlamak amacıyla, tarafımdan bir taltifname gönderilmiş ve kendisine İstanbul’dan ödüllendirileceği sözü verilmiştir… Bedirhan Bey de Padişahın rızasına uygun olarak bu yöredeki Kürt bey-lerinden Han Mahmud, Han Abdal ve Hakkari Bey’i Nasrullah Bey’i halktan gerekli desteği almamaları için gereken desteği vereceğine söz verdiğine göre bu işi halletmek daha kolay olacaktır. Bu durumda Bahri Paşa Van’a ulaş-tığında konuyu Bayezit Kaymakamı Behlül Paşa ile müzakere ederek Van halkının yazılı ve sözlü tehdit ve göz-dağı verilerek uyarıldıkları zaman ve adı geçen Kürt Beylerinden de destek alamadıkları takdirde bu isyanı daha

fazla sürdüremeyeceklerini ve dolayı-sıyla herhangi bir cebir kullanmaya da ihtiyaç yok, diye ümit ediyorum.”[5]

Yukarıda ki alıntıda ortaya konulan zihniyet bütün bir dönem boyunca ce-reyan eden Kürt Beylerinin direnişle-rinin belirgin ve ortak karakteri olarak önümüze çıkmaktadır. Görüldüğü gibi Osmanlının endişesi yoktur. Güç kulla-nılmasına da gerek kalmayacağını ümit ettiğinin altı çizilmektedir. Nitekim Paşa haklı çıkacak kendisine karşıt güçleri birbirleriyle karşı karşıya geti-rip birbirine kırdırarak etkisizleştirme-si kolay olacaktır.

Üstelik Bedirhan Bey’in direniş yıl-ları Osmanlının bölgede en dağınık ve güçsüz olduğu, yenilgilerden yeni çıktığı yani belini henüz doğrultama-dığı döneme denk gelmektedir. 1829’da Rusya’ya karşı hezimete uğramasının ardından, Mısır Ordularının Toros’ları aşarak Anadolu içlerine ilerlemesini Osmanlı ancak Büyük güçlerin yardı-mı ile durdurabilmişse de Mısır tehli-kesini tam savuşturamamış, 1839’da da Nizip savaşında Mısır Güçlerini komu-ta eden İbrahim Paşa’nın ordusuna kar-şı ağır bir yenilgi almıştır. Bu son ye-nilgi ile Kürdistan’a karşı girdiği fetih hareketi kesintiye uğramış, Bedirhan Bey Osmanlının bu şaşkın anında bir güç denemesinde bulunmasına rağmen başaramamış teslim olarak sürgüne yollanmıştır.

Bütün bu savaşın Tarihi Ermenistan topraklarında geçtiği unutulmamalıdır. Ancak Ermenistan’daki yıkımın bo-yutları ayrı bir yazının konusu olması dolayısıyla burada değinmekle yetini-yoruz.

Batıda ilerlemesi duran ve fetih olanak-ları ortadan kalkan Osmanlı için 300 yıldır egemenliği altındaki toprakları yeniden düzene sokmak hayati bir so-rundur: “Osmanlı, Kürdistan'ın kendi sınırları içindeki bölümünün tamamını

kızılbaş - sayfa 35 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 36: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

kendi egemenlik alanı ola rak görmekte ve yönetimi merkezileştirme politikası-nın bir uzantı sı olarak, orada 300 kü-sur yılı aşkın süredir şöyle ya da böyle süregiden özerk ve yarı özerk beylik düzenine son vermesi gerek tiğini dü-şünmektedir. Bir başka deyişle, sorun, Rumeli veya Ana dolu topraklarının herhangi bir bölgesindeki şu veya bu ayanın veya ayan ailesinin varlığına son verip o bölgede Osmanlı otorite-sinin yeniden kurulması değil, ken-dilerini askerleriyle ve beylikle rinin hanedan aileleriyle özdeşleştirmiş bir halkın varlık koşullarının yok edilme-si, Kürdistan'ın tümüyle ve kesin olarak Osmanlı devletinin hâkimiyeti altına sokulması, yani Kürdistan coğrafyası-nın o bölümünün fethedilmesi sorunu-dur.” (s 71)

“Reşid Mehmed Paşa'nın 1835 baha-rında Garzan'daki Ezidilere saldırısıyla başlayan ve ancak 12 yıl sonra, 1847 temmuzunda Bedirhan Bey'in teslim olmasıyla nihai hedefine ulaşabilen Kürdis tan'ın fethi iki aşamada tamam-lanır. Birinci aşama, 1835'te başlayıp 24 Haziran 1839'daki Nizip savaşı ile son bulur. Osmanlı'nın Mısır valisi Meh-med Ali Paşa ordusu karşısında Nizip'te uğradığı hezimet onu 1839 yazından Kasım 1846'ya kadar, fetih harekâtına yedi yıl süreyle ara vermek zorunda bırakır. Tanzimat Fermanı'nın (1839) mimarı Mustafa Reşid Paşa'nın sadra-zam olmasıyla fetih harekâtının ikinci aşaması Eylül 1846'da bu kez Bedirhan Bey'e karşı başlatılır ve 1847 temmu-zunda tamamlanır. Böylece, Osmanlı Kürdistan'ındaki beylik düzenine geri dönülmemek üzere kesin olarak son verilir ve Kürdistan bir Osmanlı eya-leti haline getirilir.” (s 71-72) Osmanlı, Kürdistan’a yani Tarihi Ermenistan’a askeri gücünü bir kez daha kabul et-tirmiştir. Ancak Osmanlı’nın Bölgeye ikinci gelişi ilkinden biraz daha farklı ve sistematiktir. Her ne kadar Osman-lı- Kürt ittifakı Sünni bir temelde ye-şerdi ise de 1826 da Yeniçeri Ocağının kanlı tasfiyesinden sonra Devletin yeni karakteri daha resmi bir Sünni temel-de şekillenecektir. Bu özellikle Hamid döneminde daha da görünür bir karak-ter alacak, Hamid ile Kürtler arasında Hamidiye Alayları ile birlikte yeni bir antlaşma ile tarihi Ermenistan’ın fethi yeniden gündeme gelecektir. Osman-lının bu kez daha sistemli hareket et-mektedir.

Bedirhan Beyin yükselişine bakar-sak kısaca bir tedip hareketi sonunda Cizre’ye mütesellim olarak tayin edile-rek, güçleri Osmanlı ordusuna yedek-lenmesiyle başlar:

“Hafız Mehmed Paşa 1837 yazında, Sincar Ezidilerine karşı ke sin olarak boyun eğdirme amaçlı bir sefer düzen-lerken, komutası altındaki Kürd Meh-med Hamdi Paşa'yı da Cizre üzerine yürüyüp dağlara çekilmiş olan Bedir-han Bey'in direnişine son vermekle gö-revlendirir. Osmanlı ordusuyla baş ede-meyeceğini anlamış olan Bedirhan Bey direnmeyip itaat etmeyi tercih eder ve, daha sonra, Hafız Mehmed Paşa tara-fından Cizre-Bohtan beyliğine müte-sellim (yönetici) atanır.”[6]Mütesellim-lik yanında Bedirhan Bey’e binbaşılık rütbesi de verilecektir. Ayrıca Dersaa-detten, bir şeref madalyası ve bir mira-lay kılıcı ile de ödüllendirilecektir.

Osmanlı ordusuna yedeklenen Bedir-han güçleri Kürdistan’daki yeni fetih ve tepelemelerin aygıtına dönüşmüş-tür. Önceki bölümde de örneklediğimiz gibi Bedirhan güçleri fethin bir parçası-dır. “Sincar Ezidilerinin direnişini çok kanlı biçimde bastıran Hafız Mehmed Paşa çoğunluğunu yine onların oluştur-duğu Tılefer'i de çok kan dökerek zap-teder ve Mayıs 1838'de Hacı Behram miri Said Bey'in elindeki Gurkel kale-sini Bedirhan Bey'in yardımıyla düşü-rür. Hemen ardından, Haziran-Temmuz 1838'de, Garzan bölge sindeki Ezidileri kanlı bir saldırıyla zapturapt altına alır. Bu askeri operasyonların bir amacı da, Mısır valisi Mehmed Ali Paşa'yla ya-pılacak nihai hesaplaşma sırasında or-taya çıkabilecek olası Kürt direnişleri-ne imkân vermemektir.” (s 74)

Kardam, Osmanlının Kürdistan üze-rindeki seferinin bu kanlı eylemlere ba-şarıya ulaştığını bu kazanımlarının Ni-zip bozgunu ile sıfıra indirgenmediğini kaydeder. Osmanlı Kürdistan’a girmiş, yerleşmiş ve yeni düzenini oluşturmuş-tur. “1835'te Reşid Mehmed Paşa'nm komutasında başlayıp, onun ölü münden sonra 1838'e kadar Hafız Mehmed Paşa eliyle sürdürülen Kürdistan seferi so-nucunda, Osmanlı ordusu Kürdistan'ın o güne kadar hiçbir ordunun giremedi-ği bölgelerine girmiş olur. Başta So ran beyliği olmak üzere, büyüklü küçüklü çok sayıda Kürt beyli ğinin varlıkları-na son verilir. Yine, büyüklü küçüklü

birçok Kürt beyliğinin 16. yüzyıldan beri devam edegelen, veraset yoluyla yö netilen "hükümet sancağı" statüsü-ne son verilir. Beyliklerin yöne timleri yine çoğunlukla yönetici sülaleden bi-rine verilmekle birlik te, bu beyler Os-manlının atadığı "mütesellim" statüsü-ne indirge nir.” (s 75)

Osmanlı artık Kürt Beylerine karşı operasyonları diğer Kürt Beylerine yaptırmaktadır. Nitekim Nizip Savaşı öncesindeki son Askeri harekata ordu katılmaz Müküs Beyi Han Mahmud’a karşı yapılan askeri harekat Bedirhan, Mir Sevdin ve Hakkari Beyi Nurullah eliyle yapıtırılır.

Kürdistan’da artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Nizip bozgunu Osmanlıyı sarsmış olsa da Kürdistan’da kurduğu yeni düzeni pek fazla etkilemiş olduğu söylenemez. Bu Bedirhan Bey’in dire-niş sürecinde de açıkça görülmektedir. Bedirhan Bey sürekli alttan almak-ta zaman kazanmaya çalışmakta ve öne diğer Kürt beylerini sürmektedir. Bunun yanında Osmanlının yenilgi-si “Osmanlı devletinin isyan eden bir vali (Mehmed Ali Paşa) karşısında ne kadar güçsüz olduğunu, bir valisinin isyanı karşısında bile, toprak bütünlü-ğünü sağlamak için yabancı devletle-rin yardımına muhtaç olduğunu tüm Kürdistan'a gösterir.Nizip yenilgisinin özellikle Cizre-Bohtan beyi Bedirhan için ce saretlendirici, ufuk açıcı sonuç-ları olduğu anlaşılıyor. ( s 76)

Bedirhan Bey Osmanlının sendelediği bu ortamda fırsatları lehine çevirme yollarına başvurarak ittifaklar tesis etmeye başlar: “Osmanlının Nizip bozgunuyla birlikte Bedirhan Bey'in yükselişi de başlar. Ni zip yenilgisinin ardından, Hafız Mehmed Paşa ile kur-duğu diplo matik ilişkilerin kendisine kazandırdığı güçle, … (s 76)Diğer Kürt beyleri ile kurduğu ittifaklar saye sinde, Bedirhan Bey kısa zamanda diğerleri-nin arasından sıyrılarak, Kürdistan'ın en güçlü beyi ha line gelir. Bu ittifak-lar ayrıca Bedirhan bey çevresinde bir koruma kalkanı olarak kullanıldığını da söyleyebiliriz. Ayrıca Bedirhan Bey bölgedeki her güç gibi Devleti arkasına alarak güçlenmektedir. Devletle olduğu zaman güçlüdür. Bu aynı zamanda Sa-mir Amin’in de dediği gibi kapitalizm öncesi haraççı toplumların karakteridir de. Devletle olduğun zaman her şey,

kızılbaş - sayfa 36 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 37: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

devletle ayrı düştüğün zaman hiçbir şey!

Nizip Yenilgisi kendisine bir fırsat tanı-masıyla birlikte, Bedirhan’ın Osmanlı tarafından güçlendirilmiş olduğunu da söylemek mümkündür; 1838 sonu veya 1839 başında Osmanlı tüm ça basını Nizip savaşı hazırlıkları üzerinde yo-ğunlaştırdığında, “hem asker topla-maya imkân tanıması ve hem de cep-he gerisinde sorun yaşanmaması için, 1835'ten beri yürütülegelmiş operas-yonlarla sindirilmiş Kürt beyliklerinin, Osmanlı desteği ile güçlendirilmiş ve daha da güç lendirilecek olan Bedirhan Bey aracılığıyla kontrol altında tutul-ması önemliydi… Kürdistan'dan ola-bildiğince çok sayı da Kürdün ordu için seferber edilebilmesi yaşamsal önem taşı maktaydı. Osmanlı ordusunun çok önemli bir kısmını Kürdis tan'dan topla-nacak başıbozuk askerler oluşturacak-tı. O nedenle, Diyarbekir eyaleti redif alayları miralayı Bedirhan Bey'i hoş tut mak önemliydi.” (s 76) Ancak bu geçici bir durumdur. Bedirhan Bey bu geçici durumu kalıcı sanarak güç dene-mesinde bulunmuştur.

Nizip savaşı sonrasında Osmanlı böl-gede kontrolünü geçici olarak kaybet-tiğinde bölge geçici olarak Bedirhan Bey’e kalmış olur. Kardam bu durumu şöyle özetler: Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın, padişaha sunduğu 26 Tem-muz 1847 tarihli tezkeresinde, her ne kadar devletin elinde gibi gö rünüyorsa da, aslında “birtakım zalim ve serkeş-lerin” [siz bunu Bedirhan Bey ve müt-tefikleri olarak okuyun] elinde olan bir “Kürdistan”dan söz edilmektedir. (s 110)

Kardam’ın Bedirhan Bey’in Osmanlı ilişkileri ile ilgili Bedirhan tarifi direni-şinin niteliğini açıklar mahiyette oldu-ğu kadar Durduğu yeri de özetler :1847 haziranında Cizre’ye saldıran Anadolu Ordusu müşiri Osman Paşa’nın birlik-leriyle savaşması dışında, o tarihe ka-dar Osmanlıya ait hiçbir kale ye ve yere saldırmamış, tek bir Osmanlı askeri-ne kılıç sallayıp ateş etmemiş olan… Müttefiklerinin direniş ve isyanlarını hep desteklemiş, hatta bizzat planlamış olduğu halde hep geri planda durmuş, kendisine yönelik iddiaları hep red-detmiş, Osmanlıyla diplomatik ilişki-lerini korumaya sürekli özen göstermiş olan Bedirhan Bey… (s 113) Yumurta

kapıya geldiği zaman silaha sarılmak Kürt direnişlerinin genel karakteridir. Herkes sıranın kendisine gelmeyece-ğini düşünerek önceki tedibi seyreder ya da destekler bir tutum almaktadır. Kardam konunun Dersaadet’te tartı-şıldığını ve Bedirhan bey’in direnişinin geçiştirilmesinin yollarının arandığını kaydeder: Dersaadet, Nizip bozgunu-nun açtığı yaralar sarılmaya çalışılır-ken Kürdistan’da gereksiz yere sorun yaratılmasını is tememekte ve yaratıl-mış olan sorunun Bedirhan Bey’in ikna edil mesine bağlı ve bunun mümkün olduğunu düşünmektedir. Sad razam, “içinden geçilmekte olan şu nazik za-manda, [Kürdistan’da] hiçbir şekilde bir ihtilale yol açılmamasını” istemek-tedir.

Kardam eklerde (BOA 155 [img039984] ) verdiği bir belgede yine Bedirhan Bey’in güzellikle yola getirilebileceği kaydedilmekte ve buna uygun hareket edilmesi tavsiye edilmektedir:

“Cizre tarafında bulunan Miralay Be-dirhan Bey bi’t-taltîf celb olunduğu hâlde merkûm Han Mahmud ile müt-tehid olduğundan gaile-i mezkûrenin hüsn-i suretle indifâ’ı hâsıl olacağı ci-hetle mîr-i merkûmun imâl-i letâyifü’l-hiyel tarafına celbiyle istihsâl-i indifâ-ı gaileye himmet olunması hususunun Diyarbekir müşîri atûfetlü Vecihi Paşa hazretlerine dahi iş’âr ve merkûmların İranlu cânibine savuşamamaları es-bâbının istihsâline gayret eylemesi key-fiyâtının…”

Bedirhan Bey’in ana stratejisinin ana noktaları olarak Kardam şunları sıralar (s 121-22):

• İttifak halinde olduğu Kürt beylerinin direniş veya açık isyan larını çeşitli bi-çimlerde desteklemek veya planlamak, ama Osman lıya karşı hiçbir zaman açık bir direniş sergilememek, hele silaha asla davranmamak;

• Bu isyan ve direnişlerin destekçisi ya da planlayıcısı olmakla suçlandığında, bu suçlamayı kesin bir dille reddetmek ve bölge va lileri ile yazışmalarında di-reniş veya isyan halinde olan müttefiki Kürt beyleri için “hain”, “asi”, “eşkıya”, vb. gibi sıfatlar kullanırken, padişah, sadrazam ve bağlı olduğu bölge valisi-ne karşı sada katini neredeyse “kölece” denebilecek aşın abartılı bir dille ifade

etmek;

• Böylece, gerekirse sahip olduğu as-keri gücü kullanabileceği tehdidini kuşkusuz ima eden diplomasi kanalla-rını asla kapatma mak;

• Açık tutmaya özen gösterdiği kanal-lardan, her seferinde, sa raya, hükümete ve bölge valilerine şu mesajı vermek: “Bölgedeki direniş ve isyanları kontrol altına almak, Kürdistan’da istikrar sağ-lamak istiyorsanız beni muhatap alıp yetkilendirin; ben yaşanan her sorunu çözebilirim.”

Kısaca Osmanlının sendelediği bir ta-rih aralığında Bedirhan Bey, Osmanlı-nın Nizip bozgununun sonucu düştüğü zayıflığın ve çaresizliğin sürgit devamı varsayımı içinde, çevresine koruma çemberi olarak aldığı diğer Kürt Bey-leri ile kendine bir iktidar yolu açmak istemektedir. Osmanlı Bedirhan Bey’i tatlılıkla eski çizgisine getirmeye, asi-liğini geçiştirmeye çalışır. Yetmedi-ğinde ise zora başvuracaktır. Burada da öncelikle – her Kürt direnişi ya da isyanında olduğu gibi- Bedirhan Bey’in Kürt Beylerinden oluşan koruma çem-beri ortadan kaldırılır. En yakınlarını elde eden ve kendi yanına çeken dev-let için, Bedirhan’ı teslim alıp sürgüne yollamak kolaydır. Küçük bir direniş sonucunda Bedirhan Bey yenilerek tes-lim olur.

Kardam, Bedirhan Bey’in direnişi-nin bir ay gibi olağanüstü kısa sürede çökmesini ve yenilginin nedenini de tartışarak, yenilgiyi sosyal ve siyasal gelişmemişliğe bağlarken; Bedirhan Bey’i efsaneleştirerek onu 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başındaki örgütlü Kürt ulusal uyanışının başlıca referans noktalarından biri haline getiren, ken-dinden önceki ve sonraki Kürt isyan-larının tersine, askeri basanla rı değil, başarılı bir siyasetçi olarak görülmemiş genişlikte bir Kürt ittifakı kurması, yö-netim becerisiyle Cizre-Bohtan beyliği-ni yüksek bir refah düzeyine yükseltip ona “devlet” özellikleri kazandırması, Osmanlıyla kurduğu diplomatik iliş-kilerle özerk/bağımsız bir Kürdistan hedefine doğru kaydettiği ilerlemedir.(s 372) sözleriyle Bedirhan Bey mitini tanımlamasına çekinceli yaklaşıyoruz. Bedirhan Bey Hareketi Kürt unsurları içinde barındırsa da dönem itibariyle gelişmişlik düzeyi bir farkındalık keş-

kızılbaş - sayfa 37 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 38: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

fedilse dahi milli bir bilinç yoktur ve milli bir harekat sayılmamalıdır. Bedir-han bu hareketi ile bir Kürt hareketi /Kürdi hareket planlamamıştır. O sade-ce kendisine bir iktidar açmak istemiş-tir. Buna rağmen primordialist bir tarih anlayışı çerçevesindeki bir ihtiyaçtan doğan bir Bedirhan mitinin dolaşı-ma sokulduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür.

Kardam’ın yenilginin sonuçları olarak söylediği: Bedirhan Bey’in yenilgisi Osmanlı Kürdistan’ının tarihinin en önemli dönüm noktalarmdan biridir. Bu yenilgiyle birlikte Os manlı Kür-distan’ındaki beylik düzenine son ve-rilmiş, Kürdistan’ın Osmanlı tarafın-dan fethi tamamlanmış, günümüzdeki “Kürt sorunu”nun temelleri atılmış, çok çeşitli etnik ve dinsel unsurlar-dan oluşan bu coğrafyanın kendi iç dinamikleriyle gelişme imkânlan yok edilmiştir.Sözlerine de maalesef katı-lamıyoruz. Osmanlı Kürdistan’ı denen bölge Tarihi Ermenistan’dır. Başta da belirttiğimiz gibi Osmanlı-Kürt ittifakı tarihi Ermenistan’ın fethini amaçlamış ve gerçekleştirmiştir. Bu konudaki yar-gımızı Bedirhan Bey’in bir güç gös-terisi olarak gerçekleştirdiği Nasturi Soykırımı’nın perçinlediğini söyle-mekte sakınca yoktur.

Şeyh Ubeydullah’ın yıllar öncesinden söylediklerine kulak vermemizde ve onun sözlerini bir kere daha düşünme-mizde fayda vardır:

1880 yılı temmuz ayı sonunda Kürt liderle ri Şemdinan’da toplanmıştır. Bu toplantı, Kürtlerin 19. yüzyıl ta-rihindeki en temsilli toplantısıdır. Top-lantının amacı Ubeydullah tarafından Kürt aşiretleri arasında birlik kurulma-sı ve ayak lanma için hazırlık yapılması olarak belirlemişti. Toplantı ol dukça ateşli geçmiş ve Kürtler arasındaki çı-kar farklılığını or taya koymuştu. Türk iktidarı ile işbirliği halinde olan bazı aşiret reisleri daha toplantının başlan-gıcında Kürt birliğinin Ermeni ve diğer Hristiyanlara karşı kullanılması görü-şünü ileri sürdüklerinde, Şeyh Ubey-dullah onları uyararak bir gerçekliği ifade eder: “Şayet, bugüne kadar Sa-ray, Kürtleri destekliyorsa, bu onları, Ana dolu’daki Hristiyan unsurlara karşı kullanmak istediğindendir, fakat, Er-meniler katledildiği taktirde, Kürtler Türkiye Hükümeti neznindeki önemle-

rini kaybedeceklerdir’’[7] Ubeydullah Nehri’nin sözlerinin altını bir kere daha çiziyoruz. Bu günkü gerçeklik de tam da buna tekabül etmektedir.

...................[1] Günümüzün özgün Kürt yazarla-rından Cemil Gündoğan “Bugünün Kürt aydınları, geçmişlerinde Kürt aydını aradıklarında Bedirhan kar-deşlerden başkasını pek görmezler” der Bedirhani ailesine bu bağlılığın sonuçlarından birinin de diğer önemli kişiliklerin ve “ısrarla kendi toprakla-rında kalıp direniş örgütleyen çizgi-nin” gölgelendiğinin altını çizer. Ör-nek olarak da Bu çizginin temsilcileri olarak da İhsan Nuri Paşa ve Koçgirili Alişer örneğini verir. Cemil Gündo-ğan, Dönemeç Yazıları Kürt Sorunu Üzerine Makaleler (1999-2011) Vate Y.2011, s 91.Biz Cemil Gündoğan’ın örneklerine, Şeyh Ubeydullah Hare-keti ile Mevlanzade Rıfat Efendiyi de eklemek isteriz. Bedirhan Bey Oğul-larının da tümünün de aynı fikirde ve aynı yönde olduğu da söylenemez. Bu konuda Ahmet Kardam’ın bu konuda verdiği örnekler çarpıcıdır. (Ahmet Kardam, Cizre- Bothan Beyi Bedirhan Direniş ve İsyan Yılları, Dipnot Y. 2011, s 30-32. Ancak Bedirhanilerin kendilerine Kürt hareketinin önder-leri misyonunu biçtiklerini ve buna da hakkı olduklarına inandıklarını eklemekle yetinelim. Ahmet Kardam’ın Cizre- Bothan Beyi Bedirhan Direniş ve İsyan Yılları kitabından yapılacak alıntılar bundan böyle metinde sahife numaraları ile belirtilecektir.

[2] Diplomatik bir dil olduğunu kabul etsek dahi Bedirhan Beyin mektubun-da geçen bu ifadelerin neresi nüanse edilebilir: Devlet her dağ başında benim gibi bin Bedirhan bulup hiçbi-rine çobanlık bile vermezken, benim miralaylık rütbesine nail olup padişah nişanına layık görülmem iyi hizmet edip tuttuğum yoldan Ötürüdür. Ma-azallah, nzaya karşı çıkacak olsam, padişahın bugüne kadar yediğim ekmeği gözüme durup fena olaca ğım gün gibi meydandadır. Hal böyleyken, asiliğe kalkışanlara nasıl olur da yar-dım ederim? (...) Padişahın nişanına layık görülmüş ola rak, bunun gereği ve borcu olarak, değil Han Mahmud haini, muha lefet eden kardeşim bile olsa mutlaka bir yolunu bulup onu elde edip [ikna edip] ilgili yere sevk etmek görevimdir. (s 125)[3] Soran ulemasının ilan ettiği Halife ordusuna karşı çıkmanın kafirlik ola-cağı fetvasının Mir Muhammed’in kuv-vetlerinin etkinliğini kırmış hareketin yenilgisiyle sonuçlanmıştır. “Osmanlı ile mir Muhammed arasında sözü edil-meye değer herhangi bir çatışmadan söz edilmemektedir.” Ahmet Kardam, Bedirhan…, s 73

[4] Yazar -okuyucuya kolaylık olması bakımından olsa gerek- isyan kelime-sini kullansa da orijinal metinde isyan yerine fesad-ı mezküre kullanılmıştır. Bu alıntıdaki bütün isyan kelimeleri fesad-ı mezküre okunmalı/anlaşılmalı-dır. Çalışmada belgelerin orjinalleri, transkribi ve bugünkü dile tercümesi bulunmaktadır.

[5] Kerem Soylu, Mesail-i Mühimme-i Kürdistan (Kürdistan’ın Önemli Meseleleri) Enstituya Kurdi, Amed 2004, s 267-269. Kerem Soylu’nun bu kapsamlı arşiv incelemesi ve deşif-rasyonu ile son derece önemli belge-lerin okuyucu ve araştırmacılar ile buluşması sağlanmıştır. Okuyucu bu sayede birinci el kaynaklara direkt olarak ulaşma olanağı elde etmektedir. Ahmet Kardam’ın da kitaba ekledi-ği arşiv belgelerinin orjinalleri ile birlikte bunların transkribi ile de bu belgelerin günışığına çıkarak okuyucu ve araştırmacılara sunması ayrı bir takdire değer çalışmadır.

[7] Celilé Celil, 1880 Şeyh Ubeydul-lah Nehri Kürt Ayaklanması, Çev. M. Aras, Péri Yayınları, 1998, s 85

kızılbaş - sayfa 38 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 39: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

'Sinagog Katliamları vesilesiyle Türkiye’de anti-semitizm'

Sinagog Katliamları vesilesiyle Türkiye’de anti-semitizm; Trakya pogromu, Struma faciasi ve Sebataycılık tartışmaları

R e c e p M a r a ş l ıNedense Yahudilerin Türkiye’de hiç bir zaman ayrımcılığa, baskıya maruz kalmadıkları, hatta mutlu-imtiyazlı bir azınlık oldukları gibi bir yanlış bir inanış vardır. Resmi propaganda tarafından örnek bir alicenaplık olarak sunulan, anti-se-mitikler tarafından da tersten bir saldırı referansı olarak kullanılan bu düşünce nereden kaynaklanıyor?

Bu gibi saldırıların istihbarat ör-gütlerinin masalarında planlanmış olması elbette mümkün. Ya da din-sel fanatizm içindeki örgütlerce de yapılmış olabilir. Ama her olasılıkta da bu saldırının kendisine Yahudi-leri bütün dünya için kollektif bir düşman ve tehlike olarak gösteren “anti-semitist” ideolojik arka plan ile meşrulaştırdığını görmek lazım.

Ve bir zamanların yükselen “anti-komünizm” manipülasyonu gibi, dünyadaki sosyal-siyasal sorunların temelindeki çelişki ve çözümleri gözden kaçırmak amacıyla yoğun bir “Yahudi düşmanlığı” pompalan-dığına da dikkat çekmek istiyorum.

Belki de Ermeni ve Rumlarla kıyas-landığında ne Osmanlı ne de Cum-huriyet bürokrasisinin Yahudilerle herhangi bir savaş yapmamış olma-sı, Yahudilerin ulusal bağımsızlık ya da toprak talepleriyle karşılaş-mamış olması böyle bir farklılık algılanmasına neden olmuş olabilir. Yahudi nüfusunun büyük çoğunlu-ğuyla İspanya sürgünü Yahudilerin (Seferdim), Sultan II.Mehmet dö-neminden beri İstanbul’da yaşıyor olmaları, kendilerine o zamandan beri dinsel cemaat statüsü tanınmış olması; Sarayla her zaman dostane

ilişkiler sürdürmeye özen gösterme-leri ek bir neden olarak sayılabilir. Yanı sıra kapitalizmin gelişmesiyle birlikte Selanik’te palazlanan Ya-hudi ticaret sermayesinin siyaseten etkili olmasının da bu yargıyı bes-leyen bir arka plan oluşturduğu söy-lenebilir.

Yaklaşık 300 yıl önce Musevi bir din adamı olan Sebatay Sevi, Mu-sevilikle İslam dinini sentezleyen bir inanışı örgütledi. Osmanlıların „dönme“ olarak adlandırdıkları Se-bataycılık özellikle Selanik’teki Ya-hudi tüccarlar arasında rağbet buldu. Böylelikle tümüyle İslam unsurlar-dan oluşan Osmanlı bürokrasisin-de yer alma ve toplumu siyaseten de etkileme şansı elde edeceklerini düşünüyorlardı. Geleneksel Musevi cemaatiyle ilişkileri koptuğu için kendi aralarında dayanışmacı Ma-sonik bir örgütlülüğü yeğliyorlardı. Sınıfsal ve etnik konumları onları politik olarak Jön-Türk hareketini ve Meşrutiyeti, Kemalizmi ve Cum-huriyeti desteklemelerine yol açtı.

Oysa Yahudiler de diğer gayri Müs-lim toplumlar gibi Cumhuriyetçin etnik yok etme politikasından na-siplerini almışlardır. Asimilasyon politikaları, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül olaylarında Rum ve Ermeni-lerle birlikte hedefte olmalarının

yanı sıra özel olarak Yahudilerin uğradığı baskıları da örneklemek mümkündür.

1934 yılında Trakya\''da Yahudilere dönük provokasyon girişimleri so-nucu 15 bine yakın Yahudi’nin evle-rini terk ederek İstanbul’a kaçması unutulmaması gereken bir örnek oluşturuyor.

Trakya\''da özellikle süt ürünleriy-le ilgili ticarette nüfuz sahibi 30 bini aşkın Yahudi yaşamaktaydı. Trakya\''da Yahudilere dönük bir kampanyayı başlatan Cevat Rifat Atılhan, Nazi Almanyası\''nda Ju-lius Streichet\''in yanında siyasi eğitim görmüş, İstanbul\''a döndü-ğünde Milli İnkılap Dergisi\''ni çı-karmaya başlamıştı. Yazdığı yazı-larla Yahudi düşmanlığını harekete geçiren Atilhan’ın, Yahudilerin sö-mürücü oldukları temasıyla başlat-tığı anti-semit kampanya kısa süre de militanların girişimleriyle saldı-rılara dönüştü.15 bine yakın Yahu-di evlerini terk ederek İstanbul\''a doğru kaçmaya başladı. Saldırılarda evler, is yerleri yakılıp yağmalanı-yor. İnsanlar dövülüyor, kadınların ırzına geçiliyordu. Olaylar sırasın-da bir de onbaşı öldü. Neden sonra ancak olayların 4. gününde Ankara müdahale etti. Sorumlu tutulan bazı insanlar tutuklandı.

Yine II. Dünya Savaşı öncesinde Nazi Almanya’sının zulmünden ka-çan pek çok Yahudi Türkiye’ye göç etmekteydi. Bunların içinde kendi dallarında uzman bilim adamı ve sa-natçılar da bulunmaktaydı. 1938\''de Türkiye\''ye dönük Avrupa’daki Ya-hudi göçünün önlenmesi için bir

kızılbaş - sayfa 39 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 40: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

yasa tasarısı verildiyse de kabul edilmedi. Fakat özellikle siyaset bü-rokrasisi içinde Almancı eğilimin güçlenmesine koşut olarak hükümet Yahudi düşmanlığını resmi bir po-litika haline getirmenin işaretlerini vermeye başladı. „Azınlıklar“ı eko-nomik ve siyasi sıkıntıların sorum-lusu olarak gösterilen söylemlerin dozajı sertleşerek artması bunun bir göstergesidir.Bu süreçte dönemin başbakanı Re-fik Saydam\''ın emriyle ülkenin tek Resmi haber ajansı olan Anadolu Ajansı’nda çalışan 26 Musevi per-sonelin isine son verildi. Bu arada ayni günlerde 6 Musevi genç Ya-hudiliği yaymak suçlamasıyla yar-gılanmaya başladı. Bu gençlerin evinde bulunan 700 kitaptan sadece 7 tanesi Siyonizm hakkındaydı.

Aynı günlerde yaşanan „Struma Fa-ciası“ gelişmelerin seyri hakkında ürkütücü bir manzara ortaya koy-maktadır. 1941 yılının aralık ayında Nazi kontrolündeki Romanya Hüküme-ti ülkedeki Yahudileri toplamaya başlamış ve bu kırımdan kurtulmak için 769 Romen Yahudisi Köstence limanından „Struma“ adında eski ve bozuk bir gemiyle Karadeniz\''e açılmıştı. Gemi 11 Aralık 1941 ta-rihinde İstanbul/Sarayburnu açık-larında arızalandığında Yahudiler, Türk hükümetine Filistin\''e gitme taleplerini iletti. Ancak Türkiye ne geminin geçişine ne de karaya çık-malarına izin veriyordu. Boğazlar Sözleşmesine aykırı biçimde gemi-nin boğazlardan geçişinin engellen-mesi ve nasıl bir yasal dayanakla Karadeniz’e çıkarıldığı soruları ise yanıtsızdır. Sonradan açıklanan bil-gilerden İngiltere hükümetinin de geminin Filistin’e gitmesi için vize vermediği anlaşılmaktadır. 2.5 ay bir cüzamlı adası gibi denizde ka-rantina altında tutulan gemide bula-şıcı hastalık ve açlık baş göstermiş-ti. İstanbul’daki Musevi cemaatinin ve Kızılay’ın gemiye ulaştırmaya çalıştıkları giyecek ve yiyecek yar-dımları bu insanların kaderini de-ğiştirmeye yetmedi. Gemiden ancak

birkaç şanslı kişi çeşitli gerekçelerle karaya çıkmayı başarabildi.

Siyasi pazarlıklar zulümden ka-çan Struma yolcularının denizin ortasında kaderlerine terk edilme-siyle sonuçlanır. 24 Şubat 1942’de Gemi İstanbul limanından kovu-larak Karadeniz’e geri gönderilir. Gemi ya Alman denizaltılarınca bilinçli olarak ya da yanlışlıkla, Balkanlar\''dan Adriyatik\''e yapı-lan nakliyatı engellediğini sanan bir Sovyet Denizatlısı’nın gönderdiği torpil sonucu batar. İşte, günün ko-şullarında, Struma yolcularına ya-şatılan çilenin ve top yekun ölümle biten bu korkunç facianın özeti. Yol-culardan sadece bir kişi sağ olarak kurtuldu. Olayın duyulması üzerine bir açıklama yapan başbakan Refik Saydam sorunu bir cümleyle özetle-mekteydi; \"Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara mekan ola-maz.\" Struma faciası, Türkiye’nin Nazi Almanyası’na karşı sürdürdüğü bir politikanın sonucu yaşanmıştır. Bir yolcu gemisinin boğaz suları dışına atılması Montrö Boğazlar sözleşme-sine de aykırı bir uygulamadır, eşi benzeri yoktur. Keza Boğazlardan geçişine izin vermemek de uluslara-rası sözleşmelere aykırıydı. Kaldı ki bulaşıcı hastalık görülen gemilerin karantinaya alınması uygulaması gibi bir “mevzuat” bulunmakla be-raber, karantina tedavi ve koruma amaçlı bir tedbirdir. Gemi yolcula-rı toplu olarak bakıma alınıp tedavi edilebilirdi. Burada imha amaçlı bir dışa atma eylemi söz konusudur.

Yalnız şiddet değil, anti-semitizm ve kolektif suç mantığı da kınanma-lı.. Sinagoglara yönelen şiddet hareketi, insanlara sadece dini inancı ve et-nik kimliği nedeniyle “kolektif suç-lu” olarak görülüp cezalandırılması gibi korkunç bir mantığa dayanıyor. Olayın dehşet boyutunu kınayan açıklama ve arka planı yorumlama-ya çalışan tahlilleri okuduğumuzda insanın dudağı uçukluyor adeta.

Kimileri “yoldan geçmekte olan ve Yahudilikle ilgisi olmayan ma-sum insanlar”dan bahsediyor. Yani saldırıya yapanları adeta “dikkat-sizlikle” ve “Yahudi olmayanların da hayatını tehlikeye attıkları” için eleştirmekte. Ölenlerin hepsi Yahu-di olsaydı mesele olmayacaktı gibi mesajlar çıkıyor. Kimileri koruma görevlilerine hayıflanıyor. Kimile-ri saldırının “Dışarıdan” yapılmış olmasını diliyor vb. Analizciler yo-ğunlukla, Ortadoğu, Amerika – İs-rail ilişkileri, El kaide meselesi vb. Üzerinde duruyorlar.

Bu gibi saldırıların istihbarat ör-gütlerinin masalarında planlanmış olması elbette mümkün. Ya da din-sel fanatizm içindeki örgütlerce de yapılmış olabilir. Ama her olasılıkta da bu saldırının kendisine Yahudi-leri bütün dünya için kollektif bir düşman ve tehlike olarak gösteren “anti-semitist” ideolojik arka plan ile meşrulaştırdığını görmek lazım.

Ve bir zamanların yükselen “anti-komünizm” manipülasyonu gibi, dünyadaki sosyal-siyasal sorunların temelindeki çelişki ve çözümleri gözden kaçırmak amacıyla yoğun bir “Yahudi düşmanlığı” pompalan-dığına da dikkat çekmek istiyorum.

Devlet politikalarına her zaman “sol”dan ideolojik destek vermiş olan Türkiye’nin Kemalist solcula-rı da, bugün moda bir akım olarak yakın doğuda ve dünyadaki bütün olumsuz gelişim ve değişimleri de “işin içinde Yahudi parmağı” bu-larak açıklamaya başlamışlardır. Türkiye’de aklı başında ne kadar bilim insanı, sanatçı varsa onların neredeyse hepsinin “gizli Yahudi”, “Sebataycı” oldukları gibi bir cadı avı başlatılıp, isimleri adresleri akrabalarıyla soy sopuyla birlik-te “gizli kolektif düşman” olarak hedef gösterilmesinden tutun da, Güney Kürdistan’ın “Küçük İsrail” olarak ilan edilmesi, Barzani aile-sinin “Yahudiliğinin keşfedilmesi” gibi popüler bütün söylemler, hepsi anti-semitizmi beslemekte veya bu-

kızılbaş - sayfa 40 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 41: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

radan kalkınmaktadır. İtiraf etmeliyim ki ben de “Sebatay-cı” olmakla “suç(!)”lanıncaya kadar bu konunun bu kadar saçma sapan bir hal aldığının farkında değildim. Bu söylem asıl olarak “özbe öz Türk” olanları, “gerçek” Müslümanları, Türk ve Arap milliyetçiliği ile İslam fundemantalizmini destekleyen bir zihni alt yapıya sahip. Türkiye’yi “gerçek” Türkler ve “gerçek” Müs-lümanlar yönetmiyorlar ve bütün kötülüklerin kaynağı da bu. Gerçek Türkler ve gerçek Müslümanlar bu “gizli Yahudi dönmeleri”nin onların ilişki ve bağlantılarını deşifre edip iktidarı ele aldılar mı Türkiye’nin bütün sorunları çözülmüş olacak! Ama böylelikle cıvık cıvık bir Türk şovenizmi yapmakla kalmıyor, TC devletinin militarist bürokratik ya-pısını (Özellikle Ordununun rolü ve işlevini) de gözden kaçırmaya, hedefi saptırmaya da yarıyor. Sos-yo-ekonomik, toplumsal analizlerin yerini, gizli tarikatların izini kova-layan gizemli ve falcılığa benzeyen bir metafizik bir söylem alıyor.

Güney Kürdistan’daki özgürlük hareketini Kürt ulusunun kendi ka-derini tayin hakkını boğmak mı is-tiyorsunuz. Anti-semitizm hemen imdada koşuyor, bunun bir Yahudi planı olduğunu, Barzani ailesinin de zaten Yahudi dönmesi oldukla-rını, Güney Kürdistan’daki devletin de “Küçük İsrail” olacağı söylemi geliyor. Baasçı Arap milliyetçiği, Kemalist Türk şovenizmi, pek barı-şık olmasalar da bir başka boyuttan Sünni ya da Şii dinsel fanatizmiyle de bu noktada korelasyonlar kura-rak bir “Yahudi heyulası” dolaştırı-yorlar. İsrail’in yayılmacılığına, Filistin’de uyguladığı teröre karşı çıkmak baş-ka bir şey ama her bunalım dönem-lerinde toplumsal öfkeyi manüple etmek üzere süslenip püslenip piya-saya sürülen “anti-semitizm” oltası-na takılmak başka bir şey. Sinagog katliamlarını lanetlerken anti-semitizmi unutmayalım, hem de hiç! kaynak: http://www.gelawej.net

aradığınız kitapları kızılbaş kitabevinden sipariş verebilirsiniz

[email protected]

kızılbaş - sayfa 41 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 42: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

ZONÊ MAH. Dewran

Zarance kuna kemeru,Zonê hode wanena.

Qılancıke nisena gıle dare ra,Zonê xode qıştnena.

Amnon yeno, beno germ,Temuz zonê hode cızeno.

Mor u mılawın,Teyr u tur,Pil u qız,

Cin u ciamerd,Serre na dinade her çi,

Zonê hode waneno.

Serre na dinadeher çi, her kes

zone hode gırano.Wertê ninera ça teyna ma

zonê hora vozdame!Ça teyna ma

zone hora rememe!Ma rememe kata some?

Zazaki zonê mao.Bav u kali qeseykerdo.

Lawıki vatê, sanıki vatê,Zonê ma zof şireno.

Zonê ho ça vindkerime,Zonê sari ça ser kerime,Zonê ho ça bın kerime!Zonê sari ça ser kerime!

Zonê ma ke bi vind,Ma ki beme vind!Lawıki bene vind,Sanıki bene vind,Roşt bena vind,Tari maneno!

Beme lal, beme kêr,Beme bê pa u bê per,

Kume bıne destu,Gıneme vêrrê dêsu,Halê mare u waxther kes huyino,- ne ke her!

kaynak: http://www.hasan-dewran.de

http

://w

ww.

hasa

n-de

wran

.de

her kuş kendi dilinden öter!

her çiçek kendi kökü üzerinde

açar!

kızılbaş - sayfa 42 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 43: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Alevilere yönelik yoğun dış saldırılara cevap yetiştirmekten, kendi içimizdeki problemlere eğilmeye pek zaman bu-lamıyoruz. Ancak bu sefer söz konusu saldırılar dur durak bilmese de Alevi-lerin bazı iç sorunlarına değineceğiz.

Malum Alevilerin Türkiye’deki en bü-yük sorunu her türlü açılıma rağmen bitmeyen asimilasyon uygulamaları-dır. Asimilasyon AKP Hükümeti dö-neminde de katlanarak devam ediyor. Oysa aslında Alevi açılımları, çalıştay-lar ve Alevilerin problemlerinin daha yoğun konuşulması da bu hükümet dönemine denk geldi. Ama gel gör ki, aynı hükümet Alevileri ötekileştir-me, dışlama ve Sünni çoğunluğa he-def gösterme konusunda da çok ileri (!) adımlar attı. Ne büyük başarı! Bir yanda Alevilere yaklaşır gibi yap, diğer yandan onları kendinden soğutacak her türlü icraata son gaz devam et!

Neyse, tüm bunlar Alevilere yönelik dışsal asimilasyon çabaları. Hâlbuki asimilasyon tek taraflı yani yukarıdan aşağı yaşanan bir olgu değil. Bir de içsel asimilasyon var. Aleviler kendi iç sorunlarından kaynaklanan neden-lerle de Alevi kimliklerinden uzak-laşmaktadırlar. Bu içsel asimilasyon bazen dışsal olandan daha etkili bile olabilmektedir.

Gerçi temelde iç asimilasyonu tetik-leyen de, dış asimilasyon çabalarıdır ama yine de asimilasyon bir başladı mı nerede duracağı belli olmuyor. Artık mesele “tavuk mu yumurtadan yoksa yumurta mı tavuktan çıktı” gibi bir kı-sır döngüye giriyor. Zira “iç”in “dış”a mı yoksa “dış”ın “iç”e mi etki ettiği be-lirsiz hale geliyor. Örneğin, büyük bir Alevi köyü düşünün ki, 1980’e kadar o köyde namaz kılmasını bilen ve kılan erkek sayısı bir elin parmaklarını geç-

mezken, şimdi namaz kılmasını bil-meyen neredeyse kalmamış. En azın-dan çoğu Cuma namazına gidiyor. Üç hafta üst üste cumaya gitmezse, kâfir olacağını ve nikâhını tazelemesi ge-rektiğine inandırılmış durumda. Aynı köyün insanları öyle bir hale gelmiş ki, diyelim ki, devletin müftüsü, “Kö-yünüzün tamamı Alevi. Kadrolu bir imamın sürekli bulunması israftır. O nedenle imamınızı gerçekten ihtiyacı olan Sünni bir köye tayin edeceğim” dese, köylü ayaklanır ve imamın köyde kalması için müftüye yalvarır. Aynen uyuşturucuya alıştırılan bir bağımlı gibi, devlet on yıllar, belki yüz yıllardır sürdürdüğü asimilasyon çabalarının sonucunu almış; köylüyü Alevilikte asla yeri olmayan namaz, oruç, hac ve zekât gibi bazı Sünniliğe özgü ibadet ve pratiklere bağımlı hale getirmiş. Ve şimdi kalkıp diyor ki, “Efendim, biz kimseyi camiye gitmeye zorlamıyoruz. Kendileri gönüllü gidiyorlar. Hem kim demiş, Aleviler camiye gitmez diye? İşte bakınız birçok Alevi köyünde in-sanlar akın akın camilere koşuyorlar. Demek ki, Alevilikte cami vardır!”Ne güzel mantık değil mi? Uyuşturu-cu tüccarları da zaten, “Bunlar bizden kendileri uyuşturucu talep ediyorlar. Biz kimseyi esrar, eroin satın almaya

zorlamıyoruz” demiyorlar mı?

****İçsel asimilasyon başta Orta ve Batı Anadolu bölgelerinde öyle yoğun ya-şanıyor ki, devletin ek bir çaba göster-mesine artık gerek kalmıyor.

Sünniler arasında çok tekrarlanan ve şaşkınlar için söylenen bir atasözü vardır: Allah şaşırttığı kuluna karısı-na hala dedirtirmiş… Bazı Aleviler de öyle şaşırmış ki pusulasını, neyin Aleviliğe ait neyin değil onu bile ka-rıştırır hale gelmişler. Daha önce tıkır tıkır çalışan Aleviliğe zararlı maddeleri içeri sokmayan süzgeçler, filtreler artık işlemiyor olsa gerek…

Söz gelimi, Kütahya’nın bir Alevi bel-desinde hem de dede postuna dikmelik yoluyla oturtulan bir rehber, Alevilerin artık Ebu Bekir, Ömer ve Osman’a la-net etmekten vazgeçmesi gerektiğini cemevinde dillendirme cesaretini gös-terebilmektedir. Gerekçesi de şu: Ebu Bekir Hz. Muhammed’in kayınpederi, Ömer hem damadı hem kayın pederi, Osman ise peygamberin iki kızının da (Rukiye ve Ümmü Gülsüm) kocasıy-mış. Ayrıca bu halifeler ashabı kiram-dan ve yaşarken peygamberce cennetle müjdelenmişler.

Aynı dede cemevinde son 5–6 senedir Kutlu Doğum Haftası etkinliği dü-zenlemekte, deyiş söylemeler gittikçe azalırken ilahiler daha çok yer kapla-makta, her Perşembe ve Pazar günü yapılan cemler Kur’an tilavetiyle açıl-maktadır. Özetle beldede bulunan iki cemevi çoktan minaresiz camiye dön-müş bulunmaktadır. Tüm bu uygula-malara geçmişteki erkânı çok iyi bilen ihtiyarlar dâhil kimse sesini çıkarama-maktadır. Bunun nedenleri arasında, insanların çıkarcı yaklaşımları, kişilik-

Aşure “alaca aşa” nasıl dönüşür?

H ü s e y i n D e m i r t a ş

kızılbaş - sayfa 43 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 44: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

sizliği, kimliksizliği yanında, yıllarca sürdürülen asimilasyon çalışmalarının sonucu ortaya çıkan dayatmalar, sin-dirmeler ve psikolojik baskıların çok etkili olması sayılabilir.

Çoğunluk baskısını ve devasa devlet imkânlarını kullanarak, “Siz de Müs-lümansınız” diye diye insanları ger-çekten illallah dedirtip sonunda Müs-lüman yaptılar. Oysa bu Müslüman tanımı hiçbir zaman Aleviliği kapsa-mıyordu. Bunların Müslümanlıktan anladığı sadece ve sadece Sünnilik ve onun da Hanefi koluydu. Alevilerin kafasında önce büyük bir kavram kar-gaşası yarattılar ve ardından da hamle yaparak bu durumu sonuna kadar ha-len istismar ediyorlar. Keza “Hz. Ali camiye gitti, siz niye gitmiyorsunuz?”, “Allah’ımız, kitabımız, peygamberimiz bir ve aynı” gibi söylemler de, birçok Alevi’nin asimilasyon zokasını yut-masını sağlamaya tüm hızıyla devam ediyor. Oysa bu söylemler birer al-datmacadan ibaret, yalan ve çarpık bir mantık üzerine kuruludur. Ama olsun, gerçek ortaya çıkıncaya kadar atı alan Üsküdar’ı geçiyor nasıl olsa… Misal Kütahya’da 50 yıl önce 100 civarında olan Alevi köyü sayısı 30’lara kadar inmiş durumda. Bunlar için mesele Alevi’yi kendi sömürgen, hak-hukuk bilmez yollarına sokmaya gelince ve iç misyonerlik olunca her şey mubah ve makbul!****Özellikle 1980 sonrası başlayan zorun-lu din dersleri de meyvelerini vermeye başladı. Toplum bilimcilerin Özal ku-şağı diye adlandırdığı bu yeni neslin beyinleri zorunlu din dersleri ve yanı sıra diğer derslerin müfredatının da dinselleştirilmesi sonucu adeta iğfal edildi. Kanımca bu kuşağın çoğun-luğu artık pek sağlıklı düşünemiyor. Neden-sonuç sonuç ilişkisi kuramıyor. Büyüye, efsunlara, mucizelere inanı-yor. Üniversite öğrencilerinin bile yüz-de 60’dan fazlası her geçen gün bilim-sel olarak doğrulanan Evrim Teorisini kabul etmiyor.

Bu kuşağın Aleviler arasından çıkan temsilcileri ise daha yobaz oluyor ne-dense. Bunlar arasında çocuğuna Ale-

viler arasında yaygın olmayan hatta nefret edilen kişilerden Bekir, Ömer, Osman’ın isimleri veriliyor. Erkeklerde Ramazan, Enes, Talha, Selim; kızlarda Rukiye, Ayşe, Aleyna gibi yine Alevi ananesine ters adlar tercih ediliyor. Yakında Muaviye peygamberin vahiy kâtibiydi, Yezit ise bu mübarek (!) sa-habenin oğluydu deyip bunların adla-rını çocuklarına verirlerse hiç şaşırma-yalım. Zira unutmayalım ki, “Kur’an’da tavşan eti yemenin haram olduğu yaz-mıyor” diye taliplerini tavşan eti ye-meye teşvik eden dedeler bile türedi! Dedik ya, şaşırıpta karısına hala diyen Alevilerin de bini bir para artık…

İç asimilasyon demişken cemlerdeki erkândan ekleme ve çıkarmalardan söz etmezsek olmaz. Özellikle Kütah-ya, Eskişehir, Bilecik ve Afyon yöresin-deki Alevi yerleşimlerinde erkânda sü-rekli bazı değişiklikler yapılmaktadır. Örneğin, artık pek çok Alevi köyünde yol kardeşi diye de tanımlayabileceği-miz musahiplik şartlarını günümüzde yerine getirmek çok zorlaştı diye kaldı-rılmış durumdadır. Hâlbuki şartları ne kadar zor da olsa, musahiplik sembo-likte olsa korunmalıydı. Siz hiç Müslü-man veya Hıristiyanların her hangi bir ibadeti günümüzde uygulaması zorlaş-tı diye kaldırdığını duydunuz mu?

Diğer yandan yola giriş niteliği taşıyan ikrar törenleri de pek çok yerde eskisi gibi hemen evlilik sonrası yapılmıyor. Hiçbir çift genç yaşta yola girmeye yanaşmadığı gibi, işi abartıp, “Şu şu zevkleri tadayım, önce ona buna had-dini bildireyim de öyle ikrar vereyim” diyenler giderek artıyor. O nedenle de Alevi yerleşimlerinde eskisi gibi dost-luk, dayanışma ve yardımlaşma gibi erdemler azalıyor. İnsanlar musahiplik kaldırıldığı ve yola geç girdikleri için paylaşımcılığı unutuyor; hasetlik, çe-kememezlik, gammazlama, dedikodu, yalan ve iftira gibi insan ilişkilerini ze-hirleyen olaylardaki dramatik yükse-lişi dikkatle bakan herkes görebiliyor. Kısaca Alevi yerleşimlerinde eskisi gibi toplumsal barış berkemal değil. Aleviler de hızla Sünni komşularına benziyorlar. Ne demişler: Üzüm üzü-me baka baka kararır…

****Daha önce mahkemelere pek işleri düşmezken, Alevi toplumunda da asi-milasyon süreciyle paralel olarak suç oranlarında önemli artışlar yaşanıyor. Gözün aydın Türkiye, mevcut suçlula-rın yetmiyormuş gibi üstüne yenileri-ni ekledin! Asimilasyona devam, ta ki Aleviler her şeyleriyle Sünnilerle aynı hizaya gelinceye kadar…

Bitirirken son bir anekdot aktarayım. Batı Anadolu’daki bazı Alevi yerle-şimlerinde 12’den eksik malzemeyle pişirilen aşureye alaca aş denilir. Aşure demek Muharrem ayı demektir ve bu ayda pişirilen aşurede 12 sayısını ta-mamlamak için büyük titizlik gösteri-lir. Bazı çok fakir Alevi köylerindeyse 12 malzeme her zaman bulunamadı-ğından olsa gerek, aşure adı zamanla unutulmuş ve sadece alaca aş denilme-ye başlanmış aşure tatlısına.

Bana öyle geliyor ki, gerek iç gerekse dış nedenli asimilasyon sonucu Ale-viliğin olmazsa olmaz unsurları, teker teker azaltılarak aynen aşurede olduğu gibi Alevilik alaca aş konumuna sü-rüklenmek isteniyor. Aleviliğin kasıtlı olarak içi boşaltılıyor, cem ve semah gibi ibadetler folklorik bir düzeye in-dirgenerek anlamsızlaştırılıyor. Bugü-ne kadar içinde olmayan Sünni-İslami unsurlar durmadan Aleviliğe karıştırı-larak yol ve erkânda büyük bir kirlilik ve kendine yabancılaşma yaşanıyor. Sanki içten ve dıştan gelen baskıyla Alevilik intihara sürükleniyor. Çünkü yaşananların başka bir açıklaması yok.

Korkarım, “Şu şu olmadan Alevi olun-maz” denilen şartlar böyle sürekli iptal edilmeye devam edilirse, çok geçme-den Aleviliğin varacağı yer tamamen yok oluş yani Sünnileşme/Müslüman-laşma olacaktır. Son durak kara toprak misali, aşurenin eksile eksile alaca aşta karar kıldığı gibi, Alevilikte durmadan orası burası budanarak hâkim dini inanışa dönüştürülecek zahir…

O zaman artık tamamen Kâbe topra-ğına dönen Türkiye’de birileri daha da rahat eder… Kim bilir?Butzbach, 7 Nisan 2011

kızılbaş - sayfa 44 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 45: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Müftü El Hamza'nın Kızılbaşlar-la ilgili fetvası ile ilgili Benzer Konular Bir imtihan alanı olarak Uhud Peygamber'in emrine muhale-fet ve gelişen olaylar Musab'ın Abdullah'ın, Hamza'nın ve diğerl Nübüvvetin ilk 6 yılının bir de-ğerlendirilmesi Hz. Hamza'nın ve Hz. Ömer'in Müslüman oluşu ve başlayan yeni süreç Müftü Kimdir? Erzurumlu İmam ve Trabzonlu müftü Hamza'nın Savaşa Zırhsız Girmesi... Müftü El Hamza'nın Kızılbaşlarla ilgili fetvası

Müftü El Hamza'nın Kızılbaşlarla ilgili fetvası Mum Sema Müftü El Hamza'nın Kızılbaşlarla ilgili fetvası Mumsema islam Arşivi

Müslümanlar! Bilin ve öğrenin ki şu Kızılbaş toplumunun başkan-ları Erdebil-oğlu Şâh İsmail'dir Peygamberimiz aleyhisselâmm şerîatini ve sünnetini ve İslâm dinini ve din bilgisini ve Kur'ânı küçümsedikleri ve de Allah Tâlâ'nın haram kıldığı günahlara helâldir dedikleri ve Kur'ân'ı ve

tarihe tanık belgeler!Mushafları ve şerîat kitaplarını hor görüp ateşte yaktıkları ve de bil-ginlere ve dindarlara ihanet edip öldürüp mescitlerini yaktıkları ve de pis başkanlarını Tanrı sayıp secde ettikleri ve de Hazret-i Ebu Bekir'e ve Hazret-i Ömer'e sö-vüp halifelik halifeliklerini inkar edip sövdükleri ve de peygam-berimizin şeriatını ve İslâmı yok etmeye kast ettikleri, bu anılan ve de bunların Şeriata karşı söz ve davranışları bu fakire ve diğer İslâm âlimlerine göre tevatürle bilinip açıkça belli olduğundan biz dahi şeriat’ın hükmü ve kitapları-mızın nakli ile fetva verdik ki adı geçen toplum Kızılbaşlar-Kâfir ve dinsizdirler ve de her kimse ki onlara uyup o sapık dinlerine razı ve yardımcı olurlarsa onlar da kâfir ve dinsizlerdir Bunları dahi öldürüp, toplumlarını darmadağın etmek tüm Müslümanlara vacip ve farzdır Müslümanlardan ölen said ve şehid olup cennete girer ve onlardan ölen aşağılık cehennemin dibindedir, bunların hâli kâfirlerin hâlinden daha fena ve çirkindir Zira bunların kestikleri ve avla-dıkları ister doğan'la ister ok ile ve av köpeği ile olsun murdardır ve nikâhları gerekse kendilerinden

ve gerekse başkasından alsınlar bâtıldır ve de bunlara kimseden miras yoktur Bir bucak halkı bun-lardan olsa da Allah yardımcısı olsun Osmanlı Padişahına gerekir ki bunların (Kızılbaşların) ileri ge-lenlerini öldürüp mallarını ve ka-dınlarını dahi ve çocuklarını İslâm gazilerine taksim ede ve bunları ele geçirilince tövbeliklerine ve pişmanlıklarına inanmayıp öldü-rülmeli ve de bir kimse ki vilayet-te olup onlardan olduğu bilinirse ya da onlara giderken yakalanırsa öldürülmeli ve tüm bu toplum hem dinsizdir ve hem bozguncudur, iki yönden katledilmeleri vaciptir Ey Allahım dine yardım edene sen de yardım et ve Müslümanları hor göreni sen de hor gör, (bu fetvayı veren) Sanı Görez adıyla meşhur el-Müftü Hamza"Müftü El Hamza'nın Kızılbaşlarla ilgili fetvası Kaynaklar1) Şehabeddin Tekindağ, "Yeni Kay-nak ve Vesîkaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim’in İran Seferi", İstanbul Üniversitesi Eedbiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Sayı 22, s 17, 19682) Gülağ Öz İslamiyet Türkler ve Alevilik s 188, 1999, Ankara, ISBN 9757059021

kızılbaş - sayfa 45 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 46: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Asker arkadaşı tarafından vurulan Sevag Şahin Balıkçı’nın ölümünün kaza olduğu söylendi. Dünyaları yı-kılan Ani ve Garabet Balıkçı çifti, ‘Yeri görene kadar kazaya inandık ama artık ırkçı cinayet olduğunu düşünüyoruz’ diyor 15 Aralık 2011 M. Zeynep Özkartal

Kadıköy’den Moda’ya yürürken bi-raz sonra karşılaşacağım aileye ne söyleyeceğimi düşünüyorum. Onlar Sevag Balıkçı’nın ailesi. 24 Nisan 2011’de asker arkadaşı Kıvanç Ağa-oğlu tarafından vurularak öldürü-len Sevag’ın annesi ve babası, Ani ve Garabet Balıkçı.Yedi buçuk ay geçti aradan. Bin-lerce soruyla boğuştukları, adalet arayışlarının acılarını katmerlediği yedi ay. Kıvanç Ağaoğlu tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıl-dı, canları daha çok yandı. Sevag’ın arkadaşları ilk ifadelerini değiştir-diler, yaraları daha fazla açıldı. Bu arada sessiz sedasız şehit ilan edil-di Sevag. Türkiye Cumhuriyeti’nin şehitleri arasına eklendi adı.

Şimdi 16 Aralık’taki (yarın) yeni duruşmayı bekliyorlar. Oğullarının kasten, ırkçılık sonucu öldürüldü-ğüne inanıyorlar. Ve adalet istiyor-lar.Yürekleri bir nebze soğusun diye...Annesinden Sevag’ı anlatmasını is-tiyorum. “Sevgi dolu” diyor, “Esp-ritüel, güleryüzlü. Okulunda çok sevilirdi, bir gün olsun şikayet al-madım.”

Anneannesi her gece yatağını ha-

zırlıyorAni Balıkçı öğretmen. Çocukla-rına annesi bakmış hep... “Sevag’ı annem büyüttü” diyor. Anneanne, Sevag gitti gideli gerçeği unutmuş. Henüz başlangıç aşamasında olan Alzheimerı bir anda kaplamış bü-tün zihnini. Her akşam gelecek diye ona yatak yapıyor, Ani Hanım sil baştan topluyor.Önce Maçka Sanat Okulu’nu bitir-di Sevag, sonra da Yıldız Teknik Üniversitesi’nde seramik bölümü-nü. Sanatçı olacaktı, hayali buydu. Yaptığı seramikler duruyor şimdi evin salonunda. Fotoğrafının tam altında...Sevag, siyah göz demek Ermenice. Se siyah, ag da göz. Sevag 1 kilo 100 gram doğdu, yedi buçuk aylık-tı. Yaşam şansı yoktu neredeyse, zor tutundu. Babası kısık bir sesle “Keşke o gün ölseydi” diyor, “Bu kadar hatırası olmazdı.”Kırk gün hastanede kaldı. Hep ba-şından serumlar veriliyordu. Bir tek gözleri görülüyordu; kapkara gözleri, upuzun kirpikleri... Onun için de “Sevag” dedi ona annesiyle babası. İkinci adını da Şahin koy-dular. Ama söylendiği gibi askerde rahat etsin diye değil. Şahin gibi ol-sun diye.Zaten “oğlumuz askere gider de ba-şına kimbilir neler gelir” diye sor-mak hiç gelmedi akıllarına. Yalnız Batman’a gidecek diye ürktüler, te-rörden. Annesi, “İçeride onun çok iyi korunacağına inanıyordum” diye anlatıyor, “Ama emanetimi ko-ruyamadılar.“Bir önceki duruşmada, mahkemeye yazdığı mektupta da söyledi bunu

Ani Balıkçı. Bir de “Oğluma şehit diyemiyorum, vatanı için savaşır-ken ölmedi ki” dedi.Acaba şehitlik önemli mi onlar için? Rahatlatır mı bir nebze ol-sun? “Şehitlik unvanı, ordu oğlu-muzu kucakladı demek”tir diyor-lar. Zaten bayrağa sarıldı Sevag’ın cenazesi ve o bayrak baba Garabet Balıkçı’ya teslim edildi. Hem o bayrak hem de Sevag’ın üniforması odasındaki dolapta duruyor.24 gün kalmıştı Sevag’ın dönme-sine, uçak biletini yollamışlardı. O bilet, eşyalarıyla birlikte iade edildi ailesine.

Anne acı haberi internetten öğrendiOlay gününü, 24 Nisan’ı anlatıyor Ani Balıkçı. Oğluna ulaşamayın-ca internette arama yapmış, haberi orada görmüş.“Şakalaşan iki askerden biri vurul-du. Sevag Şahin Balıkçı otopsi için Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı” yaz-sısını okumuş, dünya kararmış. Ge-risini ikisi de hatırlamıyor. “Kaza oldu” denilmiş, inanmışlar... Ta ki Genelkurmay onları davet edip de olay yerini görene kadar.

Ne zaman ki olay yerini gördüler, her şey değişti. Artık kaza olduğun inanmalarına imkan yoktu. Garabet Balıkçı “Yeri görseniz anlarsınız, imkan yok kaza olmasına” diyor, “Bu bir cinayet. Kıvanç 14 ay için-de saklamış bunu. Hakikat ortaya çıkmadan ben rahatlayamayaca-ğım. Şimdi ne uyku var ne huzur. Sevag çatışmada ölseydi gurur du-yardım. Çünkü düşmanla çatışıyor olacaktı.”

Oğlumuz gitti, biz hakikati istiyoruz

kızılbaş - sayfa 46 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 47: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Ani Balıkçı da hemfikir: “O zaman isyanımız bu savaşa olacaktı.”

Garabet Balıkçı, “Ben askerliği se-verim, 38 senedir tezkeremi saklı-yorum. Oğlumuz gitti. Biz hakikati öğrenmek istiyoruz” diye ekliyor

Garabet ve Ani Balıkçı yaşadık-ları yıkım ve acıyı Zeynep Miraç Özkartal’a anlattı..

‘TOKAT ATMAMAK İÇİN ZOR DURDUM’

Peki ya diğer taraf? Kıvanç Ağaoğlu’nun ailesiyle hiç görüş-tüler mi? “Aradılar” diye anlatıyor Ani Balıkçı, “Kaza oldu, biz de üzgünüz” dediler. Annesi “oğluna ulaşamadı-ğında Sevag’ı çağırıyor-muş.”

“Sevag değil, Şahin dedi” diye dü-zeltiyor Garabet Bey, “O adını kul-lanıyorlarmış askerde. Mahkemede Sevag’ı kullanmaya başladılar.” Ani Hanım’a göre aile, Kıvanç ile Sevag’ın yakın arkadaş olduklarını söylemek istiyor. Oysa o Kıvanç’ı hiç duymamış oğlundan.

Kıvanç’la da karşılaşmışlar. Mah-kemede. “Beni oğullarının yerine koysunlar” diyecek olmuş. Ani Ha-nım, “İki tokat atmamak için zor tuttum kendimi” diyor, “Ne cesaret-le söylüyor onu? Çok sakindi. Sanki gurur duyar gibi bir hali vardı.”Onlar bu hasretle yaşarken oğul-larını öldüren Kıvanç’ın tutuksuz yargılanması daha da yakıyor ca-nını: “O yiyor, içiyor, geziyor. Ne kadar kolay değil mi?”Ani ve Garabet Balıkçı ise yedi ay-dır ne oturduğu yeri biliyor ne de kalktığı yeri. Garabet Bey her haf-ta sonu Sevag’ın mezarına gidiyor: “Toprakla konuşuyorum. Allah kimseyi konuşturmasın.” Boynun-da Sevagın künyesi, her gece ya-takta sorularla boğuşup duruyor. Ani Balıkçı da her gece yazıyor Sevag’a... Ne olup bittiğini anlatı-yor, onu ne kadar özlediğini de... Sonra Sevag’ın çantasından çıkan kazağına sarılıp yatıyor.

Kaynak: Milliyet

Erdoğan'dan Sarkozy'ye mektup: Sonucu vahim olur Fransa lideri Nicolas Sarkozy'ye mektup gönderen Başbakan Erdo-ğan, Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili tasarıyı engellemesini iste-di. Erdoğan, "İki ülke arasındaki ilişkiler açısından sonuçları vahim olur" dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy'ye, Fransa meclisindeki, 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddi-alarının reddedilmesini suç sayan yasa teklifi girişimiyle ilgili bir mektup gönderdi.

Başbakan Erdoğan, mektupta ''Ar-tık Türkiye-Fransa ilişkileri üçüncü tarafların taleplerine tutsak edilme-melidir. Bu konu hassastır, ciddidir. Sağduyunun siyasi hesaplara üstün gelmesi önemlidir. Tüm bu neden-ler ışığında, bu tür mevzuat çalış-malarının sonuçlandırılmayacağı yönünde verdiğiniz sözü tutacağı-nızı ve telafisi mümkün olmayacak adımların atılmasını engelleye-ceğinizi samimiyetle umuyorum'' ifadelerine yer verdiği öğrenildi.

Mektupta, ''Bu yasa teklifi Türki-ye Cumhuriyeti Devleti'ni, Türk Ulusunu ve Fransa'da yaşayan Türk toplumunu doğrudan hedef almakta ve hasmane bulunmakta-dır. Bu noktada açıkça ifade etmek istiyorum ki, bu tür adımların ileri noktalara varmasının Türkiye ile Fransa arasındaki siyasi, ekonomik, kültürel tüm alanlardaki çok yönlü ilişkileri bakımından sonuçları vahim olacağı gibi, sorumluluğu da girişim sahiplerine ait olacaktır'' denildi. (AA)

Vicdani Retçi Savda GözaltındaParis'e gitmek üzereyken havaalanın-da gözaltına alınan vicdani retçi Halil Savda'nın "halkı askerlikten soğutma" nedeniyle kesinleşmiş cezasından do-layı gözaltına alındığı ifade edildi.

Ekin KARACA [email protected] İstan-bul - BİA Haber Merkezi

Uluslararası Af Örgütü'nün davetlisi olarak Paris'e gitmek üzere havaala-nına giden Savda'nın, burada "halkı askerlikten soğutma" nedeniyle 318. maddeyi ihlal ettiği gerekçesiyle gö-zaltına alındığı tahmin ediliyor.

bianet'e konuşan avukat Davut Erkan, Savda'nın İsrailli bir vicdani retçiyle dayanışmak için düzenlenen basın top-lantısında yaptığı konuşmada, kendisi-ne "halkı askerlikten soğuttuğu" iddi-asıyla 318. maddeden dava açıldığını ve burada aldığı cezanın da Yargıtay tarafından onandığını, Savda'nın da bu nedenle gözaltına alındığını düşün-düklerini söyledi.Vicdani retçi Mehmet Tarhan ise Halil Savda'nın havaalanında gözaltında tu-tulduğunu söyledi.Henüz Savda'nın yanında avukat bu-lunmadığını söyleyen Tarhan, kendi-lerinin de bu sorunun çözümü için uğ-raştıklarını ifade etti.

"Savda bu gece nezarette"

Bakırköy Adliyesi'nde bulunan Avu-kat Efkan Bolaç ise Eskişehir 4. Sulh Ceza Mahkemesi'nden gerekli evrakla-rın gelmemesi nedeniyle Savda'nın bu gece Atatürk Havaalanı'ndaki nezaret-hanede tutulacağını söyledi.

Gerekli evrakların gelmesinin ardın-dan Bakırköy Adliyesi'ne çıkarılacak olan Savda'nın burada ifade verme-sinin ardından serbest bırakılacağını tahmin ettiklerini söyleyen Bolaç, Sav-da hakkında yargılandığı davada ifade vermediği için "gıyabi tevkif" kararı olduğunu ifade etti. (EKN)

kızılbaş - sayfa 47 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 48: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Bir “İttifak”ın Teori ve Pratiğine Dair Notlar: 3

TÜRKİYE’DE SOL DÜŞÜNCE VE ALEVİLERM u r a t K ü ç ü k

3.Bölüm

GERİLLA HARBİNDEN ALEVİ KATLİAMLARINA

Ancak bunun gerçekte böyle ol-madığını, birbirlerinin pozisyo-nunu daima kollayan Sünnilik de farkındaydı ve henüz bir kaç yıl öncesine kadar, kendisine karşı matbuat ile açık polemiğe girmeye başlayan Alevilerin, bu kez “dinsiz solcular”la birlik oluşunu dikkatle izliyordu. 70’li yılların ikinci ya-rısından itibaren devrimci örgütler Orta ve Doğu Anadolu’nun bir çok yöresinde Alevilerden müteşekkildi ve artık her köy Alevi-Sünni ayrımı-nın genellikle sağın ve solun sınır-larını da haber verdiği bir haritayla bölünmüş vaziyetteydi. Cumhuriyet sonrası gelip yerleştikleri kasaba ve şehir merkezleri ise bu haritada Aleviler için en az güvenli noktaları işaret ediyordu. 70’li yılların sonun-da Sünni fundamentalizm bu yerle-şimlerin bir çoğunda anti-komünist siyasetlerle Alevilere yöneldi ve bilinen katliamları gerçekleştirdi. Ölenlerin çoğunun bıçak ve satır yaralarıyla hayatını yitirdiği “Kı-ran Resimleri”(43) sol fraksiyonlar tarafından çoğu kez “devrimcilere ve halka” yönelik faşist saldırılar olarak yorumlandı. Yakın bir tarihte örgütlerden birince kaleme alınmış bir makale bu algının solda sürdür-düğü hakimiyetten sadece bir örnek:“Herkesin çok iyi bildiği gibi, 12 Ey-lül öncesinde devrimci mücadelenin en gelişmiş olduğu bölgeler, dinsel olarak Aleviliğin yaygın olduğu bölgelerdi. Faşist milis saldırıların yoğunlaştırıldığı ve katliamlara yö-neldiği Sivas, Maraş, Çorum illeri bu özellikleri ile seçilmişti. Faşistle-rin kendi ırkçı milliyetçi sloganları ile harekete geçiremedikleri kitlele-ri, dinsel farklılıkları öne çıkararak harekete geçirme çabaları bu illerde

açık biçimde görülmüştür. Devrimci-lerin her zaman söyledikleri gibi, geç-miş dönemde olduğu gibi, bugün de sorunun kendisi Alevi-Sünni çatışması değildir. Faşist milislerin geçmişte yap-tıkları gibi, Sünni kitlenin Alevi kitleye karşı yüzyıllardır kafalarında şekillen-miş düşmanlık duygularıyla saldırma-larını sağlamak ve devrimci mücadele-ye katılmalarını engellemekti. Bugün de yapılmak istenen aynıdır. Oysa dev-rim mücadelesi bir sınıf mücadelesidir. Bu mücadelede ırk, dil, din, mezhep, etnik köken ayrımı yapılmaz. Çünkü bu mücadele yoksulluğa karşı, baskıya karşı, haksızlığa karşı, emperyalizme karşı bir mücadeledir (...) Şehirlerde gecekondu semtlerinde yaşayan, kendi emekleri ile geçinen; kırsal alanlarda yoksul köylü olarak yaşamlarını sür-düren Alevilerin devrim mücadelesi-ne katılmalarında şaşıracak hiçbir yön yoktur. Onlar Aleviliklerinden önce emekçidirler.” Anti-komünist siyasetin hedefi so-lun yükselişini durdurabilmekti ve bu amaçla (sağcı) Sünnilerin, (solcu) Ale-vilere karşı “yüzyıllardır kafalarında şekillenmiş düşmanlık duygularıyla saldırmalarını” tahrik ettiler. 1978 Si-vas olayları öncesinde şehirde dağıtılan Müslüman Gençlik imzalı bir bildi-ri bu hedefi açıkca vurgulamaktadır: „Aleviler Dikkat! Alet olmayın. Tarihi gözönünde bulundurun,bir zaman Şah Şah diyordunuz. Şimdi Şah’a değil ko-

münizme gidiyorsunuz. Bu gidişinizi mutlaka engelleyeceğiz.“(44) Ancak bu düşmanlık duygularının “sorunun kendisi” olmadığını öne süren dev-rimcilerin, “nikahları batıl” Alevilerin kadınlarına ve çocuklarına yönelmiş, bebeklerini ağaçlara çivilemekten ken-dini alıkoyamamış düşmanlık duygu-larını giderebilmek bakımından aslına uygun bir tahlilini yapabilmeleri, ta-raflar arasında konuşulan dili anlamak istemediklerinden imkansızdı. Sos-yalistlerin duruma müdahalesi, Ma-raş olaylarından sonra Çorum’da daha “tedbirli” olup Alevi mahallelerinde savunma birlikleri oluşturmakla sınır-lı kaldı. Solun algı sınırlarının dışında kalmış bu tarihsel kavgada “Alevi” ve “Sünni” solcular olarak Alevi mahalle-lerin önüne siper olma çabası, devletin müsamahası altında saldıran dinci-fa-şist milislerin katliamlarını engelleme-ye yetmedi.(45)Öte yandan onların devrimci hareke-te katılmalarında temel etken olarak emekçiliklerini ve sınıfsal konumlarını öne süren izah tarzı, benzer katliam-ların, neden en az Maraş veya Çorum kadar “emekçi köylü” barındıran Kon-ya veya Kastamonu’da meydana gel-mediğini açıklamaya yetmez. Çünkü Maraş’ın yeni sakinlerine yönelen vah-şetin nedeni Alevilerin sadece “yoksul köylüler” olarak devrimci mücadeleye katılmaları değil, o mücadelede Alevi köylüler olarak yer almalarıdır.Bu noktada, modern zamanlarda sü-regelen Alevi-Sünni hassasiyetinin derinliğini kavramak için cumhuriyet sonrası, tartışmaların geniş kesimleri etkileyecek şekilde yazılı olarak baş-ladığı Demokrat Parti’nin ilk yıllarına kısaca göz atmalıyız. Çünkü 60’larda alevilerin sola yönelmesiyle birlikte anti komünist politikacılarca kulla-nılan öfke, 50’li yıllardaki “cüret”in sonucuydu. Sünni din adamlarıyla po-lemiklere giren Elbistan’lı Halil Öztop-rak, risalesini 1953 yılında, demokrat partinin özgürleştirici ortamında yaz-

kızılbaş - sayfa 48 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 49: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

mıştı. Öztoprak ilk satırlarına anayasa ve Kuran’dan alıntılarla başlıyor, De-mokrat Parti’nin millete vaadeylediği söz ve basın hürriyetine atıfta bulunu-yor ve nihayet: “Ey Nesimi can Nesimi bil ki Hak aynındadır/Bunca mahlukun vebali ulema boynundadır” dizeleriyle geleneksel hasmına yöneliyordu.(46)Kitap, İslamın inanç esaslarının ve kimi ayetlerin “menfaat” için değişti-rildiği, peygamberin geceleyin olmak üzere günde sadece bir kez namaz kıl-dığı, gündüz namazlarının Üçüncü Ha-life Osman zamanında ilave olunduğu, namaz için kıbleye dönme koşulunun gerekmediği vb. Alevilerin yüzlerce yıldır Sünnilerden ayrı durup söyledik-leri, üç aşağı beş yukarı işitilip bilinen şeyleri ifade ediyordu. Tek fark şimdi-ye dek alevilerin kendi içlerinde inanıp söyledikleri ve kimi zaman aşıkların dizelerinde bölük börçük ifade olunan bu inanç tarzının “demokrasinin mem-leketimize getirdiği hürriyetin nimetin-den cesaret bularak” yazıya dökülmüş ve yayınlanmış olmasıydı. Beklenece-ği üzere Sünni çevrelerde büyük bir tepkiyle karşılandı. Malatya Müftüsü İsmail Hatip Erzen bu risaleye karşı bir reddiye kaleme aldı. Elbistanlı yok-sul bir köylünün donanımsız metnine “ulema”nın ağırlığı ve bilgi yüküyle ce-vap veren reddiye, Sünni camia indinde Öztoprak’ın “aslı astarı olmayan hura-felerle dolu” iddiasını pekala çürüttüğü intibaını uyandırabilir ve sakinleştirici bir etkisi olabilirdi. Ama yazıda do-nanımsız alevilerin sazlarıyla da şehir yerinde dolanıp iddialarını sürdürmele-ri, popüler alanda onları oldukça etkili kılıyordu. 1955 yılında Afşinli Sünni Aşık Kul Hamit’in alevileri hicveden taşlaması „Gelsin ortalığa bilenleriniz“ diye sona eriyordu ve Erzincan’dan at sırtında yola koyulan Aşık Davut Sula-ri, yine DP ile gelen hürriyetin verdiği cesaretle “düello” çağrısına cevap ve-recekti. İki aşığın atışması kasaba mer-kezinde kaymakam, kumandan ve ileri gelenlerin de katıldığı bir salon toplan-tısında gerçekleşti ve Osman Dağlı’nın ifadesiyle Kul Hamit pes edip çekildi. Afşinlilerin gururu fena kırılmıştı. (47)Demokrat Parti döneminde Halil Öz-toprak ile Malatya Müftüsü arasındaki polemik, alevilerin „cüret”inin muh-temel sonuçlarını haber vermekteydi. „Alevinin selamı alınmaz“, „alışveriş

edilmez“, „kestiği yenmez“, „köyünden geçen suyla tarla sulanmaz“ gibi yerel dini otoritelerce tembih olunan, cum-huriyetin ilk yıllarında belki bir parça geriye atılmış önyargılar, Demokrat partinin vaadeylediği inanç hürriye-tini kullanmaya yeltenen ilk yazılı gi-rişimlerin ardından olanca hışmıyla geri dönmüştü. 50’li yıllar boyunca bu gerilim sadece Maraş ve Malatyada de-ğil, Erzurum, Erzincan, Sivas, Yozgat, Tokat, Çorum gibi alevi ve sünnilerin „birlikte“ yaşadıkları bölgelerde yoğun bir şekilde hissedilmekteydi. Fikret Otyam’ın 60’lı yıllarda Maraş, Malatya yöresine dair tanıklıkları, Alevi Sünni rekabetinin çokpartili siyaset deneme-leriyle birlikte yükselen gerilimine dair uyarılarla doludur.(48)Sol, hem Kemalizmden devraldığı kül-türel fanusun etkisiyle, hem de bilimsel sosyalizmi yorumlama tarzıyla bu geri-limin dinamiklerini ve gücünü anlaya-bilecek hassasiyete hiç bir zaman sahip olamadı. Seksen sonrası kaleme alın-mış bir makale, alevi örgütlenmesinin de etkisiyle döneme ilişkin daha açık bir değerlendirmeye cesaret etmekte, solun geçmiş yıllarda “Aleviler üzerin-deki baskı bir ölüm kalım meselesi ha-line dönüşmüş, yüzbinlerce insan ciddi ciddi katledilme korkusu yaşamışken” Alevilerin özgül varlığını ve sünnilikle yaşadığı gerilimi “din meselesi” olduğu için görmek istemediğini, vurgulamak-tadır.(49), “Aleviler üzerinde ise sadece dini baskılar değil, bazen katliamla-ra varmış hayati, siyasi, toplumsal ve kültürel baskılar sözkonusudur. Yani insanlar sırf Alevi oldukları için öldü-rülmüşlerdir. Hal böyleyken devrimci hareket ne yazık ki Alevilik meselesin-de doğru bütünsel bir yaklaşım içinde değildir. Herşeyden önce Aleviliğin bir mesele olduğu ve üstelik ciddi siyasi bir mesele olduğu görülmüyor. Aleviliğin salt bir dini inanç olarak ele alınması ve her çeşit dini inancın otomatikman gericilikle özdeşleştirilmesi, meselenin taşıdığı siyasi ve demokratik içeriğin kavranmasını engelliyor.”Aleviler de kendilerini –tıpkı Kema-lizm ile ilişkilerinde olduğu gibi- sol düşünce içerisinde eritip çözelterek bunu kolaylaştırdılar. Ehli Sünnet ile tarihi rekabetlerini, solun modern kav-ramlarıyla kamufle ederek gayrı ihti-yari konumlarını güçlendirmeye çalış-

tılar.Ancak bu defa Kemalizmin şartlı „himayesi“ altında değildiler ve bir kez resmi ideolojinin –ki onun kıblesinin de geçip giden otuz yılda epeyce kay-dığını belirtmek gerek- dışında kalmış-lardı.(50) Devletin Maraş’a iki günde giremediğinin sebebi de bu dışarda kalmış olma halinde aranmalı.

ONİKİ EYLÜL’DEN DOKSANLI YILLARA ALEVİLİĞİN YENİ-DEN İNŞASI VE SOL

Oniki Eylül alevilere büyük darbe vurdu. Tutuklanan, hapis yatan, işken-ceden geçirilen sosyalistlerin önemli bölümü Aleviydi. Askeri cunta bunun farkındaydı ve sola verilen desteğin hesabını sormak üzere evvela onlara yöneldi. Türkiye’nin birlik ve bera-berliğini Türk-İslam Sentezi’yle ger-çekleştirmeye çalışan dönemin „resmi ideolojisi“ bu amaçla Alevi köylerine zorla cami yaptırma programını devlet politikası olarak benimsedi ve Alevile-rin Sünnileştirilmesi için çaba harcadı. Generallerin anti komünist siyaset adı-na Türkçü ve İslamcı bir ideolojiyi yay-gınlaştırmaları, kısa bir suskunluk dö-neminin ardından Alevilerin yeniden dini kimliklerine sarılmalarıyla sonuç-lanacaktı. Kimi yörelerde asker kökenli valilerin köy ziyaretlerinde, neden cami istemediklerine dair dini tartışmalara dahi girmeyi göze aldılar. Bu tür tar-tışmalarla Aleviliğin devlet için içe-rebileceği „olanağı“ valilerin bir süre sonra farketmiş olması muhtemeldir. Öngörülen programın uygulanmasında karşılaşılan güçlükler neticesinde, inşa ettirilen camilere, görevlendirilen ce-maatsiz imamlara rağmen, onları zorla Sünnileştiremeyeceklerini farkettikle-rinde “sadece” Aleviler ve Kürt milli-yetçiliğinin doğu illerinde yükselişine paralel olarak „özbeöz Türk Aleviler“ olarak kalmalarında, “aşırı sola“ ve „Kürtçülüğe“ meyletmedikçe bir sa-kınca görülmemiş olmalı.Bu sürece ilişkin değerlendirmelerinde sol, genel bir kabul olarak, Aleviliğin oniki eylül sonrasında, devlet tarafın-dan, devrimci mücadeleyi bölmek için ortaya atıldığını öne sürmekte, Türk-İslam Sentezi politikalarının yükselt-tiği Sünni muhafazakarlığın Aleviler nazarında yarattığı endişe ve bu en-dişenin harekete geçirdiği geleneksel

kızılbaş - sayfa 49 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 50: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

mekanizma bir kez daha farkedilme-mektedir. Oysa Alevi deyişlerinin “yurttan sesler” potborisine dahil edil-meden sunulduğu, giderek açık bir Ale-vi çağrısı niteliği taşıyan ilk konserler 1983’lerden itibaren gözlenmekteydi ve solun tarumar edildiği bir ortamda yükselen Türk-İslam sentezine karşı bir toparlanmayı içeriyordu. Kendile-rini solun etkisinden kurtarmak için dindarlaştırmaya çalışan generallere karşı, yine dine dönüyorlardı ama ken-di bildikleri dine. Aleviliğin “çalınıp söylenen bir şey” olarak geri dönüşü, yeni kuşaklar için, kulağa ilk kez çalı-nan anahtar kavramların anlaşılmasını gerektiriyordu.(51) Böyle bir ihtiyaç ile aleviliğe yönelen insanlar için İslam tarihindeki ihtilaflı meseleleri, imam-ların, evliyaların yaşam öykülerini, cem, müsahiplik vb kavramların aslını esasını bilip öğrenmek önem taşıyor-du ve okuyup tartışma sürecini içeren ayrı bir konsantrasyon gerektiriyordu. Aleviler böyle bir uğraşa meylettikle-rinde, evvela, yetmişli yıllar boyunca evrildikleri, teorik veya pratik her türlü dinsel meşguliyeti gericilik olarak ni-telendiren sosyo-politik iklimin kendi içlerinde etkin temsilcilerinin müda-halesiyle karşılaşacaklardı. Aşıldığı, tarihe malolduğu düşünülen inanç geri dönüyordu ve yetmişli yıllar boyunca onun çekildiği alanlar üzerine kendisi-ni inşa etmeye çalışmış sol indinde bu durum ciddi bir tehlike olarak görül-mekteydi. Türkiye solunun bu en sadık izleyicilerinin (kendi kanaatleri öteden beri bu yöndedir) eş-dost, akraba çev-resinde gözlemlediği yönelim, onları kendi burçlarında algıladıkları gediği bir an evvel ve elbette sol adına ka-patmaya yönlendirirken, devlet uzun-ca bir süre saldırının kaynağı olarak algılanacaktı. 1988 yılında Pir Sultan Abdal Dernekleri en çok bu müdaha-lenin aciliyeti duygusuyla kuruldu ve bir süre sonra kendisini Hacı Bektaş Veli Dernekleri’nin (1989) karşısında konumlayarak burada sürdürülen et-kinlikleri çoğu zaman devlet yanlısı bir alevicilikle suçladı. Cemevlerinin inşa-ası için devlet yardımının taleb edilme-si yoğun eleştirilere konu oldu. Sonraki yıllarda bu suçlamaların odağına dev-let ricali ve siyasilerle çok daha açık bir “teşrik-i mesai”ye yönelen Cem Vakfı (1995) yerleştirilecekti. Alevi örgütlen-

melerinde oldukça etkili bu “sol” izah, özgül sorun ve taleplerin dile getiril-mesinde engelleyici bir set haline dönü-şecektir. PSA Derneğinin 1992 yılında aynı isimle neşredilen yayın organının ilk sayısında, Alevilerin Sosyalizme yönelmesinde dedelik ve cem gibi ol-guların “köyde kalmasının ötesinde”, “kendi sınıfsal konumları”nın belirle-yici olduğu vurgulanmaktadır.(52) Bu izaha göre Aleviler tercihlerini sosya-lizmden yana yapmışken, son yıllarda yeniden bir Alevilik cereyanına maruz bırakılmışlardır. Alevilik Aleviler tara-fından bir talep olarak gündeme geti-rilmemiş, onları sosyalist mücadeleden alıkoymak üzere bizzat devlet tarafın-dan hatırlatılmış olmalıdır:“12 Eylülün getirdiği koşullarda ülke-mizde devrimci hareket yenilgiye uğ-rar, 80’li yılların getirdiği koşullarda, Sosyalizm dünya ölçeğinde, geçici de olsa, manevi ve moral anlamda da olsa yenilgiye uğrar. Bütün bunlar karşı devrimin topyekün saldırısını günde-me getirir. Karşı devrim, bütün kanal-lardan ve bütün olanaklarıyla karşı sal-dırıya geçer. ‘Sosyalizm dediğiniz bir ütopyadır. Doğduğu yerde, Moskova’da ölmüştür. En iyisi siz, işçiyseniz işçi, köylüyseniz köylü, patronsanız patron, Aleviyseniz Alevi olmaya, kalmaya devam edin.’ Demiştir. Bilinci zayıf, inancı zayıf, bilimsel donanımı zayıf bir çok unsur, olanlardan ve söylenen-lerden etkilenmiştir. Yeniden bir arayış başlamıştır. İnsanlar yeniden Türklük-lerini, Kürtlüklerini, Aleviliklerini, Sünniliklerini anımsamışlardır, anım-satılmıştır.”Pir Sultan Abdal Dergisi bu “topyekün saldırı”ya karşılık, Aleviliğin “zamanı değilken, gereği yokken, birdenbire, bilinçli bir biçimde toplumun günde-mine getirilmesini” engellemek, “ba-rışa, insan haklarına, demokrasiye, halkların kardeşliğine” sahip çıkmak amacıyla “devrimcilere, demokratlara, sosyalistlere düşen acil bir görev” ola-rak yayınlanmaktadır. Sonraki aylarda topluluğun özgül sorunlarının tartışıl-ması talebiyle “Alevi kurultayı” oluş-turma girişimlerine de aynı “görev” anlayışıyla: “Toplumumuzun pek çok ekonomik, siyasal ve kültürel kökenli demokratikleşme, laiklik ve insan hak-ları sorunları bulunmaktadır. Acil ve özel temelde Alevilik diye bir sorunu-

muz yoktur” denilerek karşı çıkılmak-tadır.(53)O dönemde pek çok sosyalist gibi Pir Sultan Abdal Dergisini yayına hazır-layanlar da Alevi uyanışının solun gü-cünü zayıflattığına inanıyorlardı. Bu-nunla beraber sol ile Alevilik arasında bir yerde durduklarının farkındaydı-lar. Başlangıçta Aleviliğin “gündeme getirilmesi”ne karşı koymaya çalışan-lar, bir süre sonra “alevi hareketi”ne dahil oldular.(54) Kuşkusuz safdil ta-lipler olarak değil, epeyce bir ideolojik formasyon ve sınıf bilinci ile. Sosyalist olduklarını ve hatta Alevi örgütlenme-lerinde devrimci çalışma yaptıklarını söylediler. Giderek Alevilik ağır bas-tı. Nihayet bir çoğu sosyalist öğretinin Alevilikte zaten içkin olduğuna kana-at getirip, bugünün “çağdaş” koşulla-rına uygun bir inanç olarak varlığını sürdürebilmesi için elzem gördükleri değişimleri savunarak, yeniden inşa sürecinin aktörleri arasına katıldı. Ale-viliğin tarihi, geleneksel kurumları, bu kurumların geleceğin Alevi toplumun-daki yeri, bu kaygı ile yeniden yazılma-ya başlandı.

İŞÇİ SINIFININ “MÜSAHİBİ” OLARAK ALEVİLER!

Geri dönen bir dalga olarak solun te-mellerine dolan Aleviliğin, gördüğü mukavemet ve müdahale sadece, dünün “dedeleri köyden kovan” solcu Alevileri aracılığıyla gerçekleşmedi. Alevi toplu-mundaki gelenekle sol bilgi arasındaki tartışmanın etkisiyle çok kısa bir süre sonra sadece “solcu Aleviler” değil, bizzat sadece solcular Aleviliğin ne ol-duğu nerede durduğu konusu ile yakın-dan ilgilenmeye başlayacaktılar. PSA Derneği’nin temsil ettiği iç frenlerin yanısıra, sol içi bir muhasebenin baş-langıcı olarak hayli canlı tartışmalara sahne olması bakımından ilginç ikinci bir müdahale,TKP’den geldi. Reel sos-yalist sistemin dağılıp soğuk savaşın sona erdiği dönemde, Parti içerisinde “İngiltere kanadı” olarak bilinen “İş-çinin Sesi” dergisi etrafında toplanmış bir grup 1991 yılı Mart ayında “Kavga” adlı bir dergi yayınlamaya başladı. (55) İşçi-sendika haberlerinin yanısıra, Ale-vi dedeleri ve aşıklarla söyleşilere, sos-yalist bir yayın organında o güne dek görülmemiş bir şekilde geniş yer ayıran

kızılbaş - sayfa 50 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 51: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

dergi daha ilk sayısında, Babaileri “işçi sınıfının atası” olarak ilan etmekteydi. O günlerde kamuoyunda büyük yankı uyandıran Maden-İş üyesi kömür işçi-lerinin Zonguldak’tan Ankara’ya yürü-yüşü, tıpkı 15-16 Haziran olayları gibi, işçi sınıfının başkaldırı geleneğinin önemli bir halkası olarak selamlanıyor ve bu geleneğin Babailerden miras kal-dığı vurgulanıyordu. Aynı yazıya göre Babailik, şiddetli sınıf kavgalarının içinde biçimlenen hümanizm, kollek-tivizm gibi değerlerin yanısıra, “Ale-vilik-Bektaşilik gibi eşsiz bir miras” daha bırakmıştır(56) ve TKP İşçinin Sesi nihayet bu “mirası” açıkça sahip-lenmektedir!Alevi dedeleriyle yapılan söyleşilerde inanca ve inancın tarihine ilişkin ko-nuların yanısıra Alevilikle Sosyalizm arasında “ne tür bir ilişki” bulunduğu, Alevilerin çoğunun neden solcu olduğu sorusu yöneltilmekteydi. Örneğin Ali Özsoy dedeye göre; “Alevilik doğru-dan doğruya sosyalistlik. Sosyalistlik doğrudan doğruya Alevilik idi.” Dede „kırklar cemi“ni örnek veriyordu ve bu mitosta dile getirilen kollektivizmin sosyalistlikten başka bir şey olmadı-ğını anlatıyordu.(57) Derginin yayın politikası Aleviliğin arkaik bir sosya-list ideolojiyi barındırdığı, bu nedenle önemsenmesi gerektiği üzerine inşa edilmekteydi. Bu yaklaşım özellikle Alevi bölgelerinde örgütlenmiş THKO, THKP-C ve TİKKO geleneğinden doğmuş bütün fraksiyonlara yönelik bir eleştiri barındırmaktaydı. Devrim-cilerin şimdiye dek Aleviliği gerici-lik olarak nitelendirip küçümsediği, Alevilerin gönlünü okşayan ifadelerle dile getirilmekteydi. Alevilerin sosyal, ekonomik bakımlardan olduğu gibi bu felsefeyi sürdürebilecek kurumların yaşatılabilmesi açısından geri kaldığını belirten grubun önderi R. Yürükoğlu, modernitenin kaçınılmaz sonuçlarını ezen ezilen çelişkisiyle açıklamaktadır.(58)“Eskiden çağın en önünde bilgilere sa-hipmişler. Müzik, resim, edebiyat, ta-rih, astronomi, tıp, tasavvuf vb. Zaman ilerleyince dedeler geri kaldılar. Bunun suçlusu dedeler mi? Hayır Alevi toplu-munda dedeliği günün koşullarına göre ilerletecek bir mekanizma yok. Öyleyse bu geri kalışın suçlusu Alevi toplumu mu? Yine hayır! Kendine dost olma-

yan bir devlet ve egemen sınıf baskısı altında, yoksul ve ezilen bir muhalefet kesiminin bu mekanizmaları yaratabi-leceğini düşünmek hayal olurdu. Suçlu baskıcı, sömürücü, yobaz düzenin ken-disidir.”(59)Aleviliğe bu „iadeyi itibar“ı yapan TKP İşçinin Sesi fraksiyonu, bunu, 70’li yıllarda din olarak reddedilen Aleviliği daha farklı biçimde tanımla-yarak gerçekleştirmektedir. Bilimsel sosyalist bakış değişmemekle beraber geçmişte yapılan tesbitin yanlışlığı öne sürülmekte, Aleviliğin aslında din ol-madığı o nedenle onun sosyalistlerce reddedilmesinin yanlışlığı vurgulan-maktadır. Böylece Aleviliği „bir ya-şam felsefesi“ne terfi ettirerek onun-la kurulması elzem görülen ittifakın gerekçesi oluşturulmuştur. Din, evet o esasen kitlelerin afyonudur ama ale-vilik başkadır. Derginin yazarlarından İsmail Kaygusuz’a göre o’nun materya-list felsefi özü Onikiimamcı Aleviliğin kurucusu Şah İsmail’in nefeslerinde açıkça görülmektedir. O yüzden: „kı-zılbaşlığını inkar etmeyen hiç bir Alevi ben Komünistim demekten de çekin-mez.(60) (...) Dün Aleviliğin siyaset adı Kızılbaşlıktı, bugün ise işçi sınıfı-nın ideolojisi olan Komünizm ve onun felsefesi Marksizm’dir“(61)Böylece Alevilerle Sosyalistler aynı tarihsel ortak amaçlara sahip olduk-ları belirtilip „müsahip“ ilan edilir. “İşçi Sınıfı Alevilerin müsahibidir”.(62) Müsahiplik Alevi inancında „yol kardeşliği“ anlamına gelir. Alevili-ğe göre müsahipler birbirlerinden so-rumludurlar. İnancın gerekleri birlik-te yerine getirilir yani „yola birlikte gidilir“. Müsahiplerden birinin yanlış bir iş işlemesi, diğerini de „düşkün“ kılar. Onların devrim yolunda birlikte ilerlemeleri aynı amaçları benimsemiş olmalarının yanısıra, birbirlerine olan “gereksinim”den de kaynaklanmakta-dır. İşçi sınıfının Aleviliğe gereksini-mi vardır çünkü Alevilik işçi sınıfının “atası, dedesi, kökü”dür. Töresinden, terbiyesinden, hümanizmasından ala-bileceği çok şey vardır. Öte yandan Aleviler de işçi sınıfına gereksinim duymaktadır çünkü “kapitalizm koşul-larında” amaçlarını gerçekleştirme yol-larını gösteren “izm” ondadır.(63)Grub’un yaklaşımı Aleviler arasında önceleri ilgiyle karşılanmış, buna mu-

kabil doksanlı yıllarda Avrupa’daki Alevi örgütlenmelerinde etkinlik sa-vaşına giren Dev-Yol, Dev-Sol, Kurtu-luş, TKP/ML TİKKO gibi fraksiyonlar tarafından yoğun şekilde eleştirilmiş-tir. Tartışmalara broşür savaşları eşlik eder. TKP-ML tarafından yayınlandığı belirtilen bir broşüre cevaben Kavga’da yeralan Cemile Çakmak imzalı yazı-da, Marksın da ortaçağda heterodoks bir köylü isyanı yaratan Münzer’i ve onun öğretisini önemsediği belirtile-rek, yapılmak istenenin bizatihi Mark-sist bir yaklaşım olduğu savunulmak-tadır: “Marksizm gökten zembille mi indi? Marksizmin sacayaklarından biri olan Alman felsefesinin birikimi içi-ne, Münzer’in, ortaçağ Almanyasında Hristiyanlık örtüsü altında çıkan ama, Engels’in deyimiyle komünist nosyon-lar taşıyan öğretisi de girmiyor mu? Alevilik neden giremesin? O da dev-rimci bir öze sahiptir.” denilerek “yer-li” kaynakların önemi vurgulanmakta-dır.(64) Yazının hedefi Aleviliği etkili olduğu bölgelerde öteden beri gerici-likle suçlayan TKP/ML (TİKKO) dir ama gıyabında sol grupların tamamının Aleviliği yanlış değerlendirdiği öne sü-rülmektedir. (Devamı gelecek sayıda)................... 43-İnci Aral’ın öyküleri, Maraş katli-amına hakim Sünni dindarlığın, kızıl-başlara duyduğu derin nefret ve tiksin-tinin bilinçaltı çözümlemelerini işliyor. Kıran Resimleri, Kaynak Yayınları, İstanbul, 44-THKP-C Halkın Devrimci Öncüle-ri’ nin Gazi Olayları sonrasında yaptı-ğı 7 nolu açıklamada 12 Eylül öncesi bu üç ilde gerçekleştirilen katliamlar böy-le değerlendiriliyor. TKP-ML’nin yayın organı Devrimci Demokrasi’ye göre de “Hükümet, katliamın sınıfsal niteliğini gizleyerek bunu Alevi Sünni çatışması olarak gösterir.” Sayı 21, 2001.45-Fikret Otyam, Hü Dost, Nefes Ya-yınları 3. Basım, İstanbul, 1995, s.168.46-Şerif Mardin, asker ve laik aydın-ların “Sünnilerle Aleviler arasındaki mezhep çekişmesinin sun’i olarak ya-ratılmış olduğuna” inandıklarını be-lirtmektedir. Türkiye’de Din ve Siyaset, S.127. Kanımızca aynı eğilim solda da tezahür etmiştir. Ordu ve laik aydınlar meselenin gündeme getirilmesini dış güçlerin provakasyonu olarak açıklar-ken, aynı ruha uygun olarak sol; dev-letin provakasyonuna bağlar. Her iki tutumda da iç dinamikler görmezlikten gelinmektedir. Devlet “devrimci müca-deleyi önleyebilmek” için” Alevi-Sünni

kızılbaş - sayfa 51 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 52: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

ayrımını tahrik etmektedir. Aynı devlet 12 Eylülden sonra da “devrimci müca-deleyi bölmek” için Aleviliği “teşvik” etmiştir.47-Halil Öztoprak, Kuran’da Hikmet Tarihte Hakikat, yeniden basım Hazi-ran 1990, Can Yayınları, İstanbul, s.5.48-Osman Dağlı ile görüşme kaydın-dan.49-Fikret Otyam, Hü Dost! 50- Selman Ciranoğlu,“Türkiye’de De-mokratik Siyası Bir Mesele”, 1989 ta-rihli Hedef Dergisi’nden derleyen Ce-mal Şener, Alevilik Üstüne Ne Dediler, Ant Yayınları, İstanbul, 1994, s:35.51-Resmi ideolojinin değişken muh-tevası ve Alevilerle ilişkisi üzerine bkz. Reha Çamuroğlu,“Resmi İdeoloji ve Aleviler”, Birikim, Sayı: 105-106, Ocak-Şubat 1998, s.112-116.52-Alevi kimliğinin yeniden oluşumun-da müziğin önemini burada bir kez daha vurgulamalıyız. Cemaate yönelik dergi ve kitapların tirajı biriki istisna dışında bir kaç bini geçmezken, kaset satışları yüzbinlerle ifade edilmektedir. İlk “Ale-vi radyoları”nın yarattığı olağanüstü coşku da Alevi müziğinin TRT’de ma-ruz kaldığı kısıtlamadan sonra özgürce kamuya açılması nedeniyledir. 1983’ten itibaren müzik ve özellikle Arif Sağ’ın sazda “Alevi akordu”nu daha kolay icra etmeye olanak veren “kısa saplı bağlama”sı popülerleşmenin başlangıç noktasını oluşturmaktadır. İlk dernek-ler bu müzikal görünürlüğün ardından kurulmaya başlandı.53-Pir Sultan Abdal sayı 1, Ankara, Haziran 1992. Ali Balkız’ın editör ya-zısından.54-A.g.d., Sayı: 5, Şubat 1993, s.12.55-Kavramlaştırma Ruşen Çakır’a ait. “Değişim Sürecinde Alevi Hareketi”, Milliyet Gazetesi, 2-12 Temmuz 1995.56-Dergi’nin adı 22. sayıda Kervan olarak değiştirildi.57-Oya Hisarlı, Kavga, Sayı 1, s.21.58-Kavga, Sayı:2, s.15.59-Nihat Akseymen TKP içerisinde R. Yürükoğlu adını kullandı. “R” önceleri “Rüştü” olarak bilinirken, Alevi der-neklerinin davetlisi olarak bulunduğu Avustralya’da bir “Alevi can”ın isteği üzerine adını “Rıza” olarak değiştirdi-ğini açıkladı. Kervan, Sayı 27, s.12. 60-A.g.y, 4, 20. R.Yürükoğlu.61-İsmail Kaygusuz, Kervan, Sayı: 50, s.15.62-İsmail Kaygusuz, Alevilik ve Mater-yalizm, Kervan, Sayı:46, s18.63-Kavga, Sayı:15, s.19.64-Kavga, Sayı:17, s.10. Kaynak: Modern Türkiye de Siyasi Düşünce, Sekizinci Cilt: Sol, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007.

Doç. Dr. Ferhat Kentel Diyanet İşleri Başkanlığı'nın "Mele Projesi"nin Kürt-leri din vasıtasıyla merkeze çekmeyi amaçladığını ve sorgulanması gere-kenin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kendisi olduğunu söyledi.

Işıl CİNMEN [email protected] İstanbul - BİA Haber Merkezi

"Mele projesini, devletin Kürtçe televiz-yon açması ya da 'acılarınızı paylaşıyo-ruz' demesi gibi düşünün."İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ferhat Kentel, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, doğu ve güneydoğu'da "mele" denilen kişilerin sözleşmeli imam hatip olarak Diyanet İşleri kadrosuna alınaca-ğını belirttiğinden beri tartışılan "mele projesi"ni bu sözlerle yorumluyor.Tartışmada genel olarak akla takılan soru şu: Kürt illerinde "mele" olarak adlandırılan din adamları, neden şimdi devlet kadrosuna katılıyor?

Bekir Bozdağ, "Diyanetin 2012'ye yö-nelik en önemli projesi" olarak tanıttığı çalışmanın nedenini "Bölgede imam açığı var" diye belirtti.Bozdağ, "Bu kişileri analiz ettik. Top-lumda sözü dinlenen, saygınlığı olan, sözleri insanları durduran veya harekete geçiren insanlar. Bu kişilerin hizmetin-den müftülük denetiminde yararlanmak istiyoruz. Başkaları tarafından kontrol edilmeleri de böylece önlenecek. Doğu illerinde imam açığımız var. Açığı da bölgenin insanlarından gidermiş olaca-ğız" dedi.Kentel, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın doğu ve güneydoğu illerine yönelik "mele" projesini bianet'e değerlendirir-ken bu kişilerin kadroya alınmasının devletin Kürt politikasında attığı bir adım olduğunu düşündüğünü söyledi.Kentel, sağlıklı bir toplum için Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kendisinin sorgu-lanması gerektiğini de sözlerine ekledi.Kürtler, din vasıtasıyla merkeze çekil-mek isteniyor

* Diyanet'e mele almak, devletin Kürt politikasında attığı bir adım. Diğer ufak tefek adımlarla birlikte düşünmek ge-rekiyor; Kürtçe yayın yapan TRT Şeş'i açmak, 'acılarınızı paylaşıyoruz' demek gibi. Kürtleri din vasıtasıyla merkeze çekmek için...* Alternatif dinsel varoluşlar Kürt coğrafyasında daha yoğun olduğu için, mele projesiyle memurlaşacak. Ancak bu tip toplumsal mühendislik durum-larında hiçbir şey hesaplandığı gibi yürümez.* Kürtler ulusal Diyanet İşleri şapkası altında kendi dinlerini yaşamaya devam

FERHAT KENTEL

"Mele Projesi, TRT Şeş'e Benziyor"ettiler. Dolayısıyla şimdi Diyanet şunu demiş oluyor: "Biz sizin dinselliğinizi tanıyoruz. İçeri alıyoruz."* Bu ne demek? Marjinalize olmaktan çıkarmak, çevreye almak, merkeze çekmek ve kontrol etmek demek.* Bir taraftan seni tanıyorum diyor; bu bakımdan Kürtçe TRT'ye benziyor. Ama aynı zamanda içeri alırken kontrol sağlıyor."Diyanet İşleri baştan aşağı sorgulan-malı"* Diyanet'in mele projesinden ziyade, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kendisinin sorgulanması gerekiyor. Bir toplumun dinsel eğilimlerini bir tür memuriyet vasıtasıyla kontrol altına almak, bir top-luluğa ulusal bir din vermeye çalışmak ve tezahürünü denetim altında tutmak anlamlı değil.* Diyanet İşleri baştan aşağı sorgulan-malı. İmamlar, imam oldukları zaman öyle bir yemin ediyorlar ki; "Türk milli-yetçiliğine bağlı kalacaklarına" dair..."Türkiye Cumhuriyeti Anayasası-na, Atatürk İnkılâp ve İlkelerine, Anayasa'da ifadesi bulunan Türk milliyetçiliğine sadakatle bağlı kala-cağıma..." diyerek evrensel bir mesajı bulunan dini bir ulus kimliğinin içine hapsedilmiş, uluslaştırılmış oluyorlar.* Bu sorgulama gerekliliğinin içinde vergi konusu da var. Bu tür kurumla-ra ilgilenen şahıslar vergi ödemelidir. Oysa bu toptancı uygulamada inanan, inanmayan, Müslüman olan, olmayan Diyanet'e vergi ödüyor. Herkese aynı şeyi dayatıyorsun ama herkes aynı değil.Diyanet, uzun vadede varolamaz* Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) uyumlu, ortalamayı temsil eden bir muhafazakâr parti. Daha radikal grup-lar Diyanet İşleri Başkanlığı'nı redde-der; ortalama Türkiye Müslüman'ı ise reddetmez.* Baştan kendine "muhafazakâr demok-rat" demiştir ve yönetmeye talip olduğu: Devlet'tir. Dolayısıyla devletleşiyor. Bu yüzden taşımış olduğu alternatif muha-lif yöne rağmen bir tarafıyla "Devlet" gibi düşünüyor.* Diyanette reform yapmaya çalışıyor. Alevilerle ilgili, kadınlarla ilgili ve son olarak Kürtlerle ilgili yaptığı küçük gi-rişimlerde bu görülüyor. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'le birlikte bu başladı. Ancak bu mümkün değil.*Yapısal olarak mümkün değil ayrıca uzun vadede Diyanet'in devam etmesi de imkânlı değil.* Alışkanlıklar, sabitleşmiş yapı ve konformizm nedeniyle toplum kendisini esir alan bu mekanizmadan vazgeçe-miyor. "Diyanet'i istemiyoruz" talebi yükselmiyor. Bu bakımdan Diyanet, Atatürk gibi bir yapı." (IC)

kızılbaş - sayfa 52 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 53: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi Cilt 1 Taş Devrinden Eleusis Mysteria'larınaEliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Ta-rihi isimli bu üç ciltlik eserinde, 1933'ten itibaren belirli aralıklarla Bükreş Üniver-sitesi, Ecole des Hautes Etudes ve Chica-go Üniversitesi'nde verdiği Dinler Tarihi derslerini bizlerle paylaşıyor. Yazar, Din-ler Tarihine Giriş'te kutsalın diyalektiğini ve morfolojisini tartışmıştı; bu ciltleri ise farklı bir bakış açısıyla tasarlamış. Bir yan-dan kutsalın tezahürlerini zamandizinsel bir düzen içinde çözümlüyor, bir yandan da dinsel inançlar ve düşünceler tarihine yapılmış en büyük katkıları, dinsel gele-neklerdeki köklü dönüşümleri gün ışığına çıkarmaya çalışıyor.Eliade'ye göre din tarihçisi için kutsalın her tezahürü büyük önem taşır; her ayin, her mit, her inanç ya da tanri figürü kut-salın deneyimlenmesini yansıtır ve do-layısıyla varolma, anlam ve hakikat kav-ramlarını gündeme getiri. "Kutsal", insan bilincinin tarihinde bir aşama değil, bilin-cin yapısı içinde bir unsurdur. Kültürün en arkaik düzeylerinde insan olarak yaşamak kendi içinde bir dinsel eylemdir; çünkü beslenmenin, cinsel hayatın ve çalışmanın ayinsel bir değeri vardır. Başka bir deyiş-le insan olmak ya da insan haline gelmek bizatihi "dinle ilişkili" olmak demektir. Yine Eliade'ye göre, insan zihninin, indir-genemez gerçek bir şeyin mevcudiyeti ka-nısı olmaksızın nasıl işleyebileceğini hayal etmek güçtür; insanın deneyimlerine ve dürtülerine bir anlam yüklemeden bilin-cin nasıl ortaya çıkabileceğini düşünmek olanaksızdır. Gerçek ve anlamlı bir dünya bilinci, kutsallığın keşfiyle yakından ilin-tilidir. İnsan zihni gerçek, güçlü, zengin ve anlamlı olarak ortaya çıkanla bu nitelik-lerden yoksun olan -yani şeylerin kaotik ve tehlikeli akışı, onların rastlantısal ve anlamsız beliriş ve yok oluşları- arasındaki farklı kutsalın deneyimi sayesinde yakala-yabilmiştir. (Arka Kapak) .

Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi Gotama Budha'dan Hıristiyanlığın Doğuşuna 2. CiltMircea Eliade, anıtsal eserlerinin -Dinler Tarihine Giriş, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi- bu cildinde de dinsel düşünceler tarihinin haritasını çıkarmaya devam ediyor. Eski Çin, Brahmancılık, Hinduizm, Budha ve çağdaşları, Roma, Kelt ve Cermen dinleri, Yahudilik, Helenistik döne-min dinsel düşünceleri, mesihçilik ve binyılcı hareketler, dünyanın sonu üzerine spekülasyonlar, İran'daki din-sel sentezler ve Hıristiyanlığın doğuşu, tüm bunlar "harita"nın bu ciltteki parçalarını oluşturuyor. Diğer ciltlerde olduğu gibi bölüm sonlarındaki zengin kaynakçalar, profesyonel araştırmacı-lara yol gösterici nitelikte.

Bir kez daha anlıyoruz ki, Eliade'yi aynı konuda çalışan diğer araştırmacı-lardan ayıran en büyük özelliği dinler tarihini anlatırken mitleri, teolojiyi, tarih ve felsefeyi büyük bir ustalık-la sentezlemesi ve böylece insanın düşünce tarihini de anlatmayı başar-masıdır. Onun eserlerinin en çarpıcı noktası, söylemsel ya da simgesel olarak tüm teolojilerde, mitolojilerde ve liturjilerde bulunan temel yapı-ları ortaya koyması; dinin, kendini oluşturan öğelerden farklı bir sistem, eklemli bir düşünce, bir dünya görüşü olduğunu söylemesidir. Elliade kül-liyatının, dinler tarihinin görüngüler labirentinde kaybolmuş okuyucunun zihin karışıklığını gidereceği, ona net bir harita sunacağı kesin.(Arka Kapak) .

Dinler Tarihine GirişMircea Eliade'nin bu kitabının merkezinde iki temel soru var: Din nedir ve hangi aşamada bir din tarihinden söz edebiliriz? Eliade bu soruların aydınlatılabilmesi için kutsalın belli sayıda tezahürünün incelenmesi gerektiğini düşünüyor. Bu yüzden de incelemesine gök, su, yer, taşlar gibi kutsalın farklı kozmik düzlemlerde ortaya konu-lan yüzlerini irdelemekle başlıyor; ardından ayın halleri, güneş, bitkiler ve tarım, cinsellik gibi kutsalın biyolojik tezahürlerini; kutlu yerler, tapınaklar gibi kutsalın mekan-la ilgili tezahürlerini, son olarak da mitleri ve simgeleri inceliyor. Yazarın her bölümde kendine özgü bir çerçeve oluşturduğu ve kimi zaman da didaktik olmanın tekdü-zeliğini aşmak üzere her bölümde kendine özgü bir üslup geliştirdiği görülüyor. Kitabın farklı başlıkları arasında gezinen okuyucu kutsalın yapısı üzerinde düşünme olanağı buluyor. Eliade'nin Dinler Tarihi-ne Giriş'i tek tek dinleri ele alıp inceleyen bir kitap değil, "ilkel" ve "gelişmiş" din biçimlerini eşzamanlı olarak inceleyerek tüm dinlerdeki ortak öğeleri ortaya koyan ve insa-nın kutsal ile ilişkisini çözümleyen bir çalışma. Bu kitap bize dinsel inançlar ve düşünceler tarihine nasıl yaklaşmamız gerektiğini öğretiyor. (Arka Kapak) .

kızılbaş - sayfa 53 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 54: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi - Muhammed'den Reform Çağına Cilt 3Mircea Eliade, dinler tarihiy-le ilgili bu son derece önemli eserinin son cildinde genellikle yeterince önemsenmeyen veya suskunlukla geçiştirilen hetero-doks akımlar, halk mitolojileri ve ibadetleri, büyücülük, simya gibi dinsel yaratımlara yer veriyor. Yazar, kendi manevi ufukları içinde ele aldığı bu dinsel yara-tımları, dünya dinsel kültürünün önemli bir parçası olarak kabul ediyor. Eliade birtakım sağlık sorunlarıyla boğuşurken kaleme almasına karşın, Batıdaki dinsel reform hareketlerinden Doğudaki Tibet dinlerine kadar geniş bir coğrafyayı kapsayan bu ciltte de aynı ayrıntı zenginliğini ve pano-romik bakışı korumayı başarmış. Antik Avrasya dinleri, ikonakırı-cılık, azizlere ve kutsal emanet-lere tapınma, İslamın doğuşu ve tasavvuf, Musevi ve Hıristiyan mistisizmi, Batıda Hermesçi akımlar ve Lamacı öğretiler.Üç ciltlik Dinsel inançlar ve Dü-şünceler Tarihi ve Dinler Tarihi-ne Giriş ile birlikte dört kitaplık bu dizi, en eski çağlardan yakın zamanlara kadar insanoğlunun dinsel evrenine nüfuz etmemiz ve yalnızca dinsel inançları değil, hayatı anlamamız için değerli bir rehber. (Arka Kapak) .

Bu dünyada bir dev var. Bu devin öyle kolları var ki, hiç güçlük

çekmeden bir lokomotifi kaldıra-bilir. Öyle ayakları var ki, günde binlerce kilometre koşabilir. Bu

devin öyle kanatları var ki, bulutlar üzerinde, kuşların çıkamadığı yük-

sekliklerde uçabilir. Öyle yüzgeç-leri var ki, su altında balıklardan daha iyi yüzebilir. Bu devin öyle

gözleri ve kulakları var ki, görül-meyenleri görür, başka bir kıtada

konuşulanları işitir. Bu dev o kadar güçlüdür ki, dağları delip geçer ve dolu dizgin akıp giden suları

durdurur.Bu dev, yeryüzünü istediği gibi

değiştirir; ormanlar diker, denizle-ri birleştirir, çölleri sular. Kimdir

bu dev? Bu dev insandır. Acaba insan nasıl dev oldu, nasıl dünya-nın efendisi oldu? Biz bu kitapta

Tanrı YanılgısıSon zamanlarda, Discover dergi-si, evrimi sert ve etkili savunduğu için Richard Dawkins'i "Darwin'in Rottweiler"i olarak anmaktadır. Prospect dergisi ise onu, (umberto Eco ve Noam Chomsky ile birlikte) dünyanın ilk üç halk aydınından biri olarak seçti. Bu kez Dawkins keskin zekâsını din üzerine çevirir, dinin hatalı mantığını ve yol açtığı acıları ifşa eder.

Eski Ahit'in cinsiyet takıntılı tira-nından, Aydınlanma düşünürlerince müşfik (ama hala mantık dışı) Kutsal Düzenleyici olmasına kadar Tanrı'yı bütün formlarıyla eleştirir. Dine iliş-kin bütün önemli argümanları didik didik eder ve doğaüstü bir varlığın olamazlığını açık seçik ortaya koyar. Konuları tarihsel ve çağdaş kanıtlar-la destekleyerek, dinin nasıl savaşı ateşlediğini, bağnazlığı kışkırttığını, çocukları istismar ettiğini gösterir. Böyle yaparak, Tanrı inancının sa-dece akil dişi (irrasyonel) değil, ayni zamanda potansiyel olarak ölümcül olduğu seklinde zorlayıcı bir durum yaratmaktadır.Dawkins'in dini çürütmeye yönelik ateşli ve şiddetli tarzı, Kutsal Kitap'ı delik deşik eden tutarsızlık ve zalim-likler durmadan dile getiren, "ma-haretli tasarım"ın anlamsızlığı ya da can çekişen Orta Doğu veya Orta Amerika köktendinciliği karşısında tüyleri diken diken olan herhangi biri tarafından bağrına basılacaktır.

kızılbaş - sayfa 54 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

direnenlerin torunu!yücel halis’i koçgiri kızılbaş-larının yüzakı! senin alişer’e, zarife’ye seyrıza’ya ugurladık!

ali rıza koçgiri

Page 55: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Cemil Gündoğan in yeni kitabı: Dönemeç Yazıları Vete Yayinevi'den çıktı!Kürt hareketi yakın bir zaman öncesine kadar, devlet ve hakim medya tarafından dış mihrakların Türkiye’ye karşı kullandığı bir güç olarak sunulurdu. Şimdilerde, gide-rek iktidarla muhalefetin birbirine karşı kullanmaya çalıştığı bir güç olarak işlem görüyor.

Onun, Türk siyasal alanı-nın dı-şından içine doğru bu şekilde yer değiştirmesini mümkün kılan tek faktör, bu hareketteki iç değişim ve dönüşümler değildir. Türk toplu-munda ve siyasetinde yaşanan derin yarılma ve çatışmalar ile Türkiye’nin dış dünyayla yaşadığı sorunlar da bu yer değiştirme üzerinde etkide bulunmaktadırlar.

Cemil Gündoğan’ın bu kitabı, Kürt soru-nunu derinden etkileyen bu tür değişme, gelişme ve faktörleri analiz eden denemelerden oluşuyor. Bir kısmı ilk kez bu kitapta yayımlanan makaleler, Ergenekon davasından, yazarın deyimiyle "

Avrupai Türkler"le "Asyatik Türk-ler" arasında yaşanan ayrışma ve çatışmaların Kürt hareketi bakımın-dan yarattığı siyasi fırsatlara kadar görece geniş bir yelpazeye yayılıyor.

Kürt hareketini ve Kürt sorununu, güncel siyasi çekişmelerin ötesine geçerek düşünmek ve tartış-mak isteyenler için.

S a i t Ç E T İ N O Ğ L U

Yok Ediciler ve Erdemli MüslümanlarBir asır evvel insanlık, bir büyük felaketi,Ermeni Soykırımını yaşadı. Sonrasında konuştu, tartıştı! “Oldu mu olmadı mı?” diye. Kimisi; “Er-meniler, Müslüman olmadıklarıiçin ölümü, öldürülmeyi hak etti!” dedi. Kimisi “Ermeniler Müslümanları-katlederken kendileri yok oldu!” dedi. Kimisi; “Türk, Kürt, Çerkez vs.suçsuz! Olayla alakamız yok!” dedi.Kimisi; “Ermenileri asıl kat-ledenler Kürtlerdir! Kalanlarını da TürklerKurtardı!” dedi. Kimisi “Os-manlı tehcirinden, Cumhuriyet’in alakası yok.Cumhuriyet’ten bu he-sabı sormak abesle iştigaldir!” dedi. Kimisi; “soykırımdeğil de, karşılıklı arbedede Ermeniler yenildi, dağıldı, çekip gitti!” dedi. Kimisi; “onlar (Ermeniler) Müslümanları yokeder-ken, Allahû Te’ala cezalarını verdi. Kayboldular!” dedi....

Sinirlenince de Ermeni’ye ‘Küfürün bini birpara etti. “Ermeniler gibi sonunu getiririm!”, “Ermeni oğlu Ermeni” diyeaşağılayıcı sözler eden-leri de az olmadı.

“Ermeni Tertelesi(katliamı)nin ol-duğu sene!”diyerek o katliamı milad kabul edip, safça itiraf eden yaşlıla-rımızdan hayattaolanları oldu.

Fakat bu tartışmalar, son 20 yıl için-de epeyyol aldı. Belge ve tarih bilinci ortaya konuldu. Her ne kadar resmi ideolojikendisiyle yüzleşemediyse de, artık azıcık insanlık tarihinden nasiplenmişler;“Bu olay olmadı!” deme kudretini kendinden bulamıyor/bulamaz durumda.

Şimdi sıra, katliamı bir zat yapan so-rumlukatil kadronun kimliğini ortaya koymak, yaptıklarını ve biyografileri-ni gençnesillere sunmaktır.

Bu kitapta; Patrik Zaven Der Yeghiayan’ın (1868-1947); “Ermeni Soykırımı Örgütleyicilerinin Liste-si, Exterminators (Yok Ediciler ve Erdemli Müslümanlar)” olarakha-zırladığı notlarından yola çıkarak, Sait Çetinoğlu’nun büyük bir çaba vetitizlikle derleyip yayına hazırladı-ğı bu çabasıyla tartışmanın çıtasını başkabir merhaleye taşıyor.

Artık, Ermenileri katledenler ve

kurtulmalarıiçin yardımcı olanların isim ve biyografilerini liste halinde bu kitaptabulacaksınız.

Yapılanlardanutanarak yerin dibine girmek yerine "yalancının mumu buraya kadar"denilerek, dedelerinin /babalarının yaptıklarını öğrenerek,kınayarak,kendileriyle yüzleşerek bu travmadan kurtulabilinir.Soykırım esnasında, gözü dönmüş katilçetele-rinin talan ve kıyımına karşı, insan-lığını unutmayanların ve katledil-mekistenenlerin kurtulmaları için yardımcı olanların torunları, dede ve atalarınıninsani duruşlarını bilince taşıyarak övünebilir.

Artıkyaşanmış gerçeği inkâr edenler, karanlık dünyada kendilerini insan-lıktangizlemenin zaruretine düşmüş olanlar, aydınlığa çıkarak normal yaşamaakabilmeli. Zira karanlık-ta kalmaya gerek kalmadı. Sarkis Çerkezyan’ın dediğigibi “Bu dünya hepimize yeter!” yeter ki yaşamayı becermeli.

İnsanlığını kaybedenlere karşı, İn-sanlığınhuzuruna çıkıp gerçeği hay-kıranlara seslerini katarak, şoven, ırkçı vekatliamcı tarih ve zihniyetten kendisini arındırma mücadelesini vererek,kendilerini insanlık tarihi karşısında sorumlu kılarak, gele-ceklerini temizetaşıyabileceklerdir. Doğruyu yakalamakve doğruda sebat etmek için önyargılardan uzak durmak, değişmek ve mücadeleetmek erdemliliktir. İnsanlığın veonurlu geleceğin yanında saf tutmaktan başka çare yoktur! Aksi halde tarih-tekatil listesinde zikir edilmemek elde değildir. Tıpkı bu kitaptakiler gibi…Arka kapak

kızılbaş - sayfa 55 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 56: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

kızılbaş - sayfa 56 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

i şç ii hracat ı n ı n

50.y ı l ı

Tel: 02151- 75 81 62

Fax: 02151- 659 99 80

Mobil: 0173-137 40 13

[email protected]

www.cetin-cam-kunst.de

Çetin Çam

Hülserstrasse 89

D - 47803 Krefeld

Page 57: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

İleri Teknoloji ile Sunum Alarak Arazi/Arsa Yatırımı Yapanlar Kazanıyor!

Sunum İçerikleri:1. Avrupa ve Anadolu bölgesi hari-tası üzerinden net sunum.2. İSKİ Koruma alanları ile ilgili kurulması.3. Kadastral haritalar hakkında bilgi vermek, İSKİ ve uydu fotoğ-raflarıyla ile eşleştirilmesi (karşı-laştırılması)- İmar Planlarına göre arsa/arazi tehvit (birleştirilme) ve ifraz (ayır-ma) edilme hakkında bilgi.- NİP (Nazın İmar Planı) hakkında bilgi.- Nato ve Doğalgaz hakkında bilgilendirme.- Enerji hatları ve yüksek gerilim hakkında bilgi.- Orman tehdit (sınırlandırma) haritaları ile ilgi kurulması.4. III. İstanbul Boğaz Köprüsü (Kuzey Marmara Otoyolu Prolesi) geşe çıkışları ve geçiş yollarının anlatılması ve çevremizle ilgi kurulması.5. Yeni Gümrük Alanı (Mah-mutbey/Büyükçekmece) Halkalı Gümrüğü’nün yeni yeri,6. 1/100.000 Ölçekli İstanbul (İÇDP) Çevre Düzenleme Planı ile ilg kurulması.7. Yeni İstanbul Avrupa Bölgesi (Arnavutköy, Eyüp, Sarıyer), ve Anadolu Bölgesi hakkında bilgi ve İstanbul’a getireceği yenilikler,8. Kanal/İstanbul Projesi (Çatalca /Silivri) hakkında bilgi9. 2/B ve Orman tehdit (sınırlandırma) haritaları hakkında bilgi.

8 Büyükçekmece Celaliye 17,000 m² 500,000 tl. tarla12 Çatalca............Çakıl 7,500 m² 200,000 tl. Gümrük ve TEM e yakın13 Çatalca............Çakıl 19,450 m² 470,000 tl. Gümrük ve TEM e yakın14 Çatalca ...........Çiftlikköy 1,350 m² 79,000 tl. %10 villa imarlı, arsa15 Çatalca ...........Çiftlikköy 3,700 m² 108,000 tl. %10 villa imarlı arsa16 Çatalca ...........Çiftlikköy 7,400 m² 139,000 tl. tarla17 Çatalca ...........Dağyenice 12,100 m² 250,000 tl. orman cepheli , tarla18 Çatalca ...........Elbasan 6,962 m² 180,000 tl. tarla19 Çatalca ...........Elbasan 9,950 m² 250,000 tl. tarla20 Çatalca ...........Elbasan 12,200 m² 250,000 tl. tarla21 Çatalca ...........Elbasan 11,500 m² 300,000 tl. tarla26 Çatalca ...........İhsaniye 12,153 m² 150,000 tl. tarla27 Çatalca ...........İnceğiz 6,400 m² 180,000 tl. 3. köprüye yakın tarla28 Çatalca ...........İnceğiz 14,500 m² 290,000 tl. tarla29 Çatalca ...........İzzettin 8,187 m² 270,000 tl. tarla30 Çatalca ...........Kabakça 2,600 m² 58,000 tl. tarla31 Çatalca ...........Kabakça 3,000 m² 62,000 tl. tarla32 Çatalca ...........Kabakça 510 m² 64,000 tl. imarlı arsa38 Çatalca ...........Karacaköy 3,600 m² 48,000 tl. tarla39 Çatalca ...........Kestanelik 410 m² 49,000 tl. %30 villa imarlı arsa41 Çatalca ...........Örencik 7,700 m² 120,000 tl. tarla42 Çatalca ...........Örencik 7,700 m² 125,000 tl. NİP tarla44 Çatalca ...........Yazlıkköy 11,600 m² 160,000 tl. tarla45 Silivri .............Akören 9,600 m² 137,000 tl. tarla50 Silivri .............Akören 14,400 m² 200,000 tl. tarla55 Silivri .............Çanta 8,271 m² 135,000 tl. İmarlı arsa (%25 villa )56 Silivri ..........Değirmenköy 8,550 m² 100,000 tl. tarla57 Silivri ..........Değirmenköy 8,100 m² 115,000 tl. tarla59 Silivri .............Fener 3,900 m² 50,000 tl.68 Silivri .............Gazitepe 5,370 m² 190,000 tl. tarla69 Silivri .............Gazitepe 4,700 m² 210,000 tl. tarla80 Silivri .............Kadıköy 8,666 m² 229,000 tl. tarla81 Silivri .............Kadıköy 10,350 m² 250,000 tl. tarla83 Silivri .............Kadıköy 3,300 m² 90,000 tl. yerleşime yakın tarla84 Silivri .............Kadıköy 10,300 m² 322,000 tl. Ana asfalta cepheli tarla86 Silivri .............Kurfallı 2,500 m² 55,000 tl. tarla87 Silivri .............Kurfallı 4,250 m² 66,000 tl. tarla97 Silivri ............ Seymen 8,880 m² 230,000 tl. tarla98 Silivri .............Seymen 14,460 m² 375,000 tl. tarla

Tel: 0212- 787 17 06 [email protected] www.ermax-erguvan.comFerhatpaşa Mah. Lise Cad. No: 30 İstanbul-Çatalca

Almanya: Ali Ülger Tel: 0177 502 88 53E-mail: [email protected]

- daha detaylı bilği için bizi arayabilirsiniz!..

Re/max Erguvan

Engin Eren

Satışa sunulmuş arsa ve tarlalar...

kızılbaş - sayfa 57 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 58: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

PONTUS KİTABI ÇIKTI

PONTUS: Antikçağ'dan Günümüze Karadeniz'in Etnik ve Siyasi Tarihi

Özhan Öztürk

Bu kitap, Karadeniz çevresinde beliren ilk yaşam izlerinden günümüze dek gerçekleşen tüm tarihî gelişmeleri jeopolitik odaklı değerlendiren bir tarih anlayışının yanı sıra; coğraf-ya, arkeoloji, etnoloji, folklor, hatta genetik kaynaklar da kullanılarak oluşturulmuş disiplinlerarası bir çalışmadır. Karadeniz kıyısında ortaya çıkan yerleşimleri; otokton halklar ile istilacılar arasında doğal kaynakların paylaşımına paralel olarak gelişen yer-leşim ve çatışma ilişkisini; Karadeniz’e egemen olmak isteyen güç odaklarının mücadele ve yönetim modellerini; zaman içinde yaşanan göç, sürgün ve çatışmaları; mümkün olduğunca 20. yüzyılın ideolojik kurgularından uzak durmaya çalışılarak okuyucuya sunulmaktadır. Dolayısıyla Pontus: Antikçağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi, Türk arşivle-rindeki verileri pek alışılmadık bir biçimde İngiliz, Yunan, Ermeni, Rus arşiv ve kaynaklarıyla kıyaslayarak ele alan, güncel makale ve bulguların yanı sıra yerel dil ile folklorik arşivleri de yorumlayarak kullanan devrimci bir çalışma olup tarih, arkeoloji ve etnoloji meraklıları kadar Karadeniz havzası-nın jeopolitiğini anlama bağlamında kapsamlı içeriğiyle siyaset öğrencileri-ne de özgün bir vizyon kazandıracak niteliktedir.

Almanya Türkiye'deki Rumları

Nasıl Mahvetti?

Mihail Rodas'ın bu çalışması ta-rihi topraklarından kazınan Elen halkının soykırımında Alman et-kisini ve yönlendirmesini tarihsel süreç içinde incelemektedir. Eser olayların dumanının tüttüğü bir dönemde sıcağı sıcağına yazıl-mıştır.

Türkiyeli okurun Ermeni Soykı-rımı konusunda oldukça önemli bilgilere ulaşabileceği kaynaklar varsa da 1915 soykırım sürecinde diğer kadim halklara uygulanan muamele ile ilgili kaynaklar ol-dukça sınırlıdır. Rodas'ın yazdığı bu değerli inceleme, bu boşluğun doldurulmasına yönelik titiz bir çalışmadır.Rodas, değerli eserinde, Alman-ya'nın gerek Abdülhamit ve gerek se İttihatçılarla kol kola Osmanlı coğrafyasına ve bu coğrafyanın kadim halklarına yönelik emper-yal seferinin ekonomik ve siyasi nedenlerini ve sonuçlarını ince-ler. Bu nedenler Osmanlı coğraf-yası kadim halklarının tek tek sonunu hazırlamış, sonuçta bu hakların kadim topraklarından kazınmasına neden olan en bü-yük etmen olmuştur.

Emanet ÇeyizMübadele İnsanları"Bak şu bahçenin güzelligine. Şu şeftaliye, şu erige, şu çiçeklere bak!... Hepsi birlikte güzel... Bir ülkenin içinde ne kadar din, dil, ırk varsa o kadar zenginliktir bu... Budur sana, Sinoplulara, Ayancıklılara ve Türk-lere son sözüm: Tek meyveyle bahçe olmaz!..."Ayancıklı Baba Yorgo

Türkiye ile Yunanistan arasında 1923 yılında Lozan'da imzalanan protokol, Türkiye'de yaşayan Rum Ortodoksla-rala, Yunanistanda yaşayan Müs-lümanların zorunlu mübadelesini öngörüyordu.

1912'de Balkan Harbi'yle başlayan on yıllık savaş dönemi boyunca yerin-den yurdundan olanlarla birlikte, iki milyon civarında insan karşılıklı olarak göç etmek zorunda kaldı.

Emanet Çeyiz, Denizli'nin Honaz Köyü'nde yaşayan Rum ailenin, sürgüne gönderilirken Müslüman komşularına bıraktığı kızlarının çeyizinin, yaklaşık seksen yıl sonra aileye geri veriliş öyküsüdür.

Kemal Yalçın, dedesine emanet edilen çeyizi teslim etmek üzere Minoğlu ailesinin izini sürerken, on beş Rum ve on beş Türk mübadilin yaşam öyküsünü ve duygularını ken-di ağızlarından aktarır bize.

kızılbaş - sayfa 58 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 59: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

‘Çingeneler nasıl kurtulur’un cevabı, insanlığın kurtuluş yolunu gösteriyor…Yani, Çingenelere göre Çingene olmayanlar…

Cingeneyiz.org sitesinin editörü ve aynı zamanda ‘Çingenelerin Kitabı’nın yazarı Ali Mezarcıoğlu kitabında ‘Çingeneler Nasıl Kurtu-lur?’ sorusuna şöyle yanıt veriyor:

“Savaşçı Gacoların kültürünün insanlığın ruhunda yarattığı büyük tahribat ortaya konulmalı ve Çin-gene kültürünün barışçı özellikleri bir ideal olarak işlenmelidir.”

ÇİNGENELER NASIL KURTULUR

Çingenelerin en temel sorunlarının çözümü için yapılması gerekenle-ri 5 madde halinde sıralayan Ali Mezarcıoğlu Çingenelerin sorunla-rının çözümünün aynı zamanda bir insanlık meselesi olduğuna dikkat çekiyor.

Dünya Çingenelerini temsil ede-bilecek ve Çingenelerin seslerinin duyurulmasını mümkün kılacak kurumlar yaratılmasının önemle

üzerinde duran Mezarcıoğlu'nun önerileri aynı zamanda insanlığın tamamını ilgilendiriyor.

Çingenelerin Kitabı'ndan- Çingene-ler Nasıl Kurtulur? Sayfa 146-147:

a- Çingeneler evrensel millet olduk-larının farkına varmalı, Gacoların ve kendilerinin tarihlerini öğrene-rek binlerce yıl içerisinde içlerinde yer eden son derece anlamsız ezik-lik duygusundan kurtulmalıdırlar.

b- Tüm dünya Çingenelerini temsil edebilecek nitelikte kurumlar oluş-turulmalı ve bu kurumlar aracılığı ile Çingeneler seslerini dünyaya daha güçlü bir biçimde duyurmalı-

dırlar.

c- Savaşçı Gacoların kültürünün insanlığın ruhunda yarattığı büyük tahribat ortaya konulmalı ve Çin-gene kültürünün barışçı özellikleri bir ideal olarak işlenmelidir. Bu amaçla hem Gacolara hem de Çin-genelere hitap edebilecek iletişim araçları oluşturulmalı ve Çingene kültürü ortak bir insanlık değeri olarak bu kanallardan işlenmelidir.

d- Çingenelerin sorunlarının ve tüm insanlığın problemlerinin yegane çözüm yolu hepimizin ortak atası olan tabiat insanlarının ru-hunun yeniden canlandırılmasıdır. Bunun için insanlığın gerçekte bir soy olduğu, insanları asiller ve asil olmayanlar diye ayırmanın haksız-lığı ve farklılıklar üzerinden yapı-lan her türlü ayrımcılığın büyük bir insanlık suçu olduğu tüm toplum kesimlerine kabul ettirilmelidir.

e- Tabiat insanlarının ruhunu ye-niden hayata getirmek, insanlığın ve doğanın kötü gidişatını durdur-manın tek yolu olacaktır. Evrensel millet olarak Çingenelerin tarih sahnesine çıkması; tüm insanlığın Çingenelik köprüsü üzerinden Tabiat İnsanlarının kültürü ile bağ kurmasını sağlayacaktır. Kaynak: Ali Mezarcıoğlu, Çingene-lerin Kitabı; Cinius Yayınları

Çingenelerin Sitesine Hoşgeldiniz

Romanlar, Abdallar, Elekçiler, Domlar, Lomlar, Mırtipler! Çingene olarak

adlandırılan veya kendisini Çingene olarak kabul eden herkes! Burası sizin siteniz.

http://[email protected]

kızılbaş - sayfa 59 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 60: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Van'da meydana gelen, çok sayıda kişinin ölümüne, binlerce kişinin yaralanmasına, yüzlerce binanın yıkılmasına neden olan depremin ardından ilk dava açıldı.

Vanlı Avukat Mustafa Aladağ, Erciş'te depremde yıkılan bir bina-nın altında yaşamını yitiren Taner Akgün için maddi ve manevi tazmi-nat davası açtıklarını söyledi. Avu-kat Aladağ, depremzedeleri 'kader' demeyip haklarını aramaları konu-sunda uyardı.

Van'da meydana gelen depremi ya-şayan Van Barosu'na kayıtlı Avukat Mustafa Aladağ, geldiği Mersin'de depremzedelere dava açmaları çağ-rısında bulundu. Konuya ilişkin İHA muhabirine açıklama yapan Avukat Aladağ, 23 Ekim 2011 ve 9 Kasım 2011 tarihlerinde Van ve Erciş'te meydana gelen depremlerde gerek yaşamını yitiren gerek sakat kalan gerekse sadece maddi zarara uğrayan kişilerin ilgili kurum ve kişiler aleyhine maddi ve manevi tazminat davaları açabileceklerini bildirdi. Bu konuda depremzedeleri uyaran Aladağ, "Öncelikle herhangi bir binada, özellikle belediyelerin sorumluluk alanlarında bulunan binalarda yaşamını yitiren kişilerin yakınları ilgili belediye başkanlığı-na, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı

başta olmak üzere ilgili devlet ku-rumları aleyhine, ayrıca binanın sa-hibine, binayı inşa eden müteahhide ve binanın inşaatında görev yapan inşaat mühendisi, şantiye şefi, pro-je sorumlusu gibi teknik personele karşı tüm tazminat istemlerini içe-rir şekilde dava açabilirler. Açılacak olan bu davalarda cismani

zarar dediğimiz, kişinin ölümü veya yaralanmasından kaynaklı dava-lar asliye hukuk mahkemelerinde, sadece mala gelen zararlara ilişkin olanlar müteahhide ve teknik so-rumlulara karşı yöneltilecek olan kısımlar adli yargıda, idareye karşı kısımlar da idare mahkemelerinde dava konusu edilebilecektir. Bu ko-nuda sadece mal zararına uğrayan kişilerin özellikle depremden sonra-ki 60 günlük süreye dikkat etmeleri gerekmektedir. Çünkü bazı Danış-tay ve İdari Mahkeme kararlarında depremden sonraki 60 günlük süre içerisinde ilgili kişilerin idareye başvurarak zararlarını talep etme-leri gerekmektedir. Ancak ölüm ve yaralanmalara ilişkin olanlar için böyle bir süre söz konusu değildir" dedi.

"VAN DEPREMİNE İLİŞKİN İLK DAVAYI AÇTIK"

Van depremine ilişkin ilk davayı,

depremde 18 yaşındaki oğulları-nı kaybeden bir ailenin başvurusu üzerine açtıklarını belirten Avukat Aladağ, dava ile ilgili şu bilgileri verdi: "Taner Akgün adlı 18 yaşın-daki bir eczacı çırağı, 23 Ekim'deki depremde Erciş ilçesinde AK Parti Van Milletvekili Fatih Çiftçi'nin amcası Hüseyin Çiftçi'ye ait bir mülkte bulunan internet kafeye gi-rerken deprem meydana geliyor ve Taner Akgün ölüyor. Biz onun annesi, babası ve kardeşleri adına maddi ve manevi tazminat istemliolarak gerek Hüseyin Çiftçi'ye ge-rekse Erciş Belediye Başkanlığı ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na karşı maddi ve manevi tazminat istemli davamızı açmış bulunmak-tayız. Biz pilot dava açtığımız için rakamın bir önemi şu an bulunma-maktadır" diye konuştu.

Devletin deprem zararlarına kar-şı yasayla tanımlanmış zorunlu bir yükümlülüğü bulunmadığına işa-ret eden Aladağ, ancak depremden sonra zarara uğrayan kişilere yöne-lik olarak sosyal devlet olma ilkesi gereği belli bazı olanaklar getirme-sinin mümkün olduğunu ifade etti. Örneğin, 'depremde evi yıkılan her-kese bir ev verilir' gibi amir bir hük-mün söz konusu olmadığını, bunun tamamen devletin takdirine kalmış bir durum olduğunu vurgulayan Aladağ, depremzedelere dava aça-rak haklarını aramaları çağrısındabulundu. Aladağ, "Ben gerek dep-remi yaşamış birisi olarak gerekse her zaman bizim başımıza gelme olasılığı bulunan bir durum olması nedeniyle bütün vatandaşların 'kad-redir' mantığı içerisinde davranma-yıp ilgili kişi ve kurumlar aleyhine

Van depremine ilk dava açıldıAv. Mustafa Aladağ

kızılbaş - sayfa 60 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 61: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

haklarını aramak üzere hukukçula-ra başvurmaları gerektiğini düşün-mekteyim" ifadelerini kullandı.

DAVA AŞAMASINDA İZLENE-CEK YOL

Depremde maddi manevi zarar gö-ren kişilerin dava açma aşamasın-da izleyecekleri yol konusunda da bilgi veren Aladağ, şunları söyledi: "Depremde ölmüş bir kişinin ya-kınlarının ilgili belediye, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, resmi bir ku-rumsa o kuruma, özel bir apartman-sa apartmanın sahibi, müteahhidi, teknik personeli aleyhine 1 yıl içe-risinde tazminat davası açması ge-rekmektedir. Öte yandan, ölüm ve yaralama meydana gelmese bile yıl-larca çalışıp bir ev alan kişi, devle-tin bunu denetlediğine olan inançla o evi almış ama ev ortada yok, çün-kü çökmüş. Müteahhidini bulamaz çünkü 10 yıl, 20 yıl önce yapılmış bina ya da 100 tane daire çökmüş, müteahhit bunu tazmin edemez. Bu tarz olaylarda bu kişilerin 60 günlük süreye dikkat ederek ilgili idareye başvurup zararlarının giderilmesi-ni istemeleri gerekmektedir. Şayet zarar giderilmezse bir hukukçuya danışıp gerekli işlemleri yapmaları gerekir. Süre hususuna dikkat edil-mediği takdirde hak kayıpları orta-ya çıkabilmektedir".Türkiye hukukunun deprem konu-sunda daha önce 1999'da Gölcük ve Düzce depremleriyle bir sınav ver-diğine, o zaman gerek adli gerekse idari yargıya yansıyan olaylar sonu-cunda yargının oluşmuş içtihatları bulunduğuna dikkat çeken Avukat Aladağ, özellikle Danıştay'ın oluş-muş içtihatlarının önemli olduğunu kaydetti. Bu içtihatlarla, meydana gelen bir deprem sonrasında ilgili belediye, Çevre ve Şehircilik Ba-kanlığı ile devletin açık sorumlu-luklarının ortaya çıktığını dile geti-ren Aladağ, bu çerçevede davaların açılabileceğinin de altını çizdi.

ht t p://www.sabah.com.t r/Gun-dem/2011/11/21/van-depremine-iliskin-ilk-dava-acildi

Avrupa Konseyi'nden vicdani ret açıklaması Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Tharbjorz Jagland, Avrupa’da vicda-ni ret hakkının bulunduğunu belirterek, "Bu hakkın tanınması askeri gücü tehdit etmiyor, askeri güce zarar vermiyor. Tam tersine hem ülke kamu düzeni hem de bireylerin hakkının korunması bu alanda mümkün olabiliyor" dedi.

Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Tharbjorz Jagland, Avrupa’da vicda-ni ret hakkının bulunduğunu belirterek, "Bu hakkın tanınması askeri gücü tehdit etmiyor, askeri güce zarar vermiyor. Tam tersine hem ülke kamu düzeni hem de bireylerin hakkının korunması bu alanda mümkün olabiliyor" dedi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye Kararları, Sorunlar ve Çözüm Önerileri Konferansı sürüyor. Hilton Otel’de-ki konferansın açılışının ardından Adalet Bakanı Ergin ve Jagland, ortak basın toplantısı düzenledi. Gazetecilerin Türkiye’de vicdani ret konusuyla ilgili yapılacak düzenlemelere ilişkin sorularını yanıtlayan Jagland, AİHM’in konuyla ilgili Türkiye aleyhinde bir kararı bulun-duğunu anımsatarak AİHM’in Türkiye’deki yasaların şu an itibarıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) hükümlerine uygun olmadığı-nı belirttiği söyledi.

Jagland, "Normal standarda göre Avrupa’da vicdani ret hakkı var. Ta-rihte şu görülmüştür ki bu hakkın tanınması askeri gücü tehdit etmiyor, askeri güce zarar vermiyor. Tam tersine hem ülke kamu düzeni hem de bireylerin hakkının korunması bu alanda mümkün olabiliyor" dedi.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin de vicdani ret çalışmalarına yönelik so-rular üzerine konunun Milli Savunma Bakanlığınca değerlendirildiğini söyledi. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Türkiye’ye yönelik bu konuda bir talebi bulunduğunu belirten Ergin, "Bu taleple ilgili bir ça-lışma yapılıyor, ama bu çalışmada değişik seçenekler masanın üzerin-de. Bunları siyaset kurumu değerlendirecek. İlk etapta AİHM’in ihlal kararının gerekçesindeki hususların giderilmesi hedeflenecektir, ama Türkiye’nin kendi ihtiyaçları, Milli Savunma Bakanlığımızın, Genelkur-may Başkanlığımızın görüşleri ve ihtiyaçları bizim için önemli. Bütün bunlarla beraber bir görüş ortaya çıkacak, şu an için bir şey söylemek erken ancak bu yönde Savunma Bakanlığımızın bir çalışması var, bu çalışma tamamlandığında Bakanlar Kurulunda bu konuyla ilgili müza-kere yapılacak" değerlendirmesinde bulundu.

Ergin, bir gazetecinin "Vicdani ret konusunun kamu hizmeti ile çö-zülmesi yönünde bir fikir olduğu söyleniyor" görüşünü anımsatması üzerine, seçeneklerle ilgili görüş bildirmeyeceğini, bu konuda kararı verecek organın Bakanlar Kurulu olduğunu tekrarladı. Ergin, Bakan-lar Kurulunda görüşülüp tartışılmadıkça vicdani ret konusunda yapı-lan çalışmanın içeriğe ilişkin herhangi bir detay paylaşmayacağının altını da çizdi. Anka, 15-11-2011 17.17 (TSİ)

kaynak: http://www.abhaber.com/haber.php?id=37316

kızılbaş - sayfa 61 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 62: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

Tanınmış Zaza sanatçı Mikail As-lan, 14 Kasım’da Aram Haçaturyan Büyük Konser Salonu’nda düzenle-nen ″Ararat’ın Öte Yanı″ konserine katılmak amacıyla 11 Kasım’da Yerevan’a geldi. Yerevan’da düzen-lenen basın toplantısında bulunan Mikail Aslan, “Akunq” veb sitesi yöneticilerinin ricası üzerine Batı Ermenistan ve Batı Ermenileri Araştırmalar Merkezi ofisini ziya-ret edip “Akunq”a konuştu. Mikail Aslan’ın Batı Ermenistan ve Batı Ermenileri Araştırmalar Merkezi Direktörü Haykazun Alvrstyan’a verdiği mülakatı okurlarımıza sun-maktayız:

Haykazun Alvrstyan- Bu Ermenis tan’a kaçıncı gelişiniz?

Mikail Aslan-Bu, Ermenistan’a beşinci gelişimdir. 2001’de ilk geldiğimde Ali Ertem’in yönet-tiği Soykırım Karşıtları Derneği üyesiydim ve Soykırımdan dolayı buraya geldim. O zaman müzedeki deftere bir şey yazdım. Defterin başındaki hanım bana nereden gel-diğimi sordu. Hanım “Senden önce de Yılmaz Güney buraya gelmişti” dedi. O çok değerli ve dünyaca tanınmış bir Kürt sinemacısıdır.

Demek istediğim o ki, Ermeni Soy-kırım Müzesi, vicdanlı insanların sonuçta uğradıkları bir yer.

Haykazun Alvrstyan-Mikail Aslan’ ın adı, ruhumuza yakın olan şarkı-lar söyleyen bir sanatçı olarak son yıllarda Ermenistan’da çok duyulan bir isim. Şarkılarınız niye ruhumu-za yakın?

Mikail Aslan-Bence bunun birinci nedeni ve en önemlisi coğrafiktir. İkincisi de… bir çocuğu düşünün, bir çocuk bir şey çok severek yap-tığı zaman insan ona bakar, değil mi? Yani bu, aslında bizim bu işi çocuklar gibi severek yaptığımız-dan kaynaklanan bir şey olabilir.

Haykazun Alvrstyan-Bu gelişiniz-deki program nedir?

Mikail Aslan-Biz “Petag” albümü-nü yapmıştık. Yapmak istediğimiz işi yeteri kadar tanıtamadık. Çünkü bizim amacımız, orda bir albüm yapıp ortaya koymak değil, bu al-bümle her iki taraf, yani Ararat’ın diğer tarafı ve bu tarafı arasında bir bağ oluşturmak istedik. Çünkü bu sınırlar aslında yoktur. Yani bizim gönlümüzde, bizim ruhumuzda böyle bir sınır yoktur. Onu siyaset-çiler koymuş. Ama müzik yapmak, gerçekten çok insani bir şey olduğu için bizim kafamızda bu sınırlar yok. Bu gelişimizdeki amaçlardan biri, bu projeyi tekrar insanlara tanıtarak her iki taraftaki insanlar-da karşılıklı duyarlılık yaratmak-tır. Aram Haçaturyan salonunda çalacağız. Bu da benim için büyük bir onur. Bizi destekleyen bir mil-letvekilimiz var: Aragats Akhoyan. Aragats Akhoyan bize çok destek oldu. Aynı zamanda “Nik-Abaran” diye bir dernek var, onlar da bizi destekliyorlar. Umarım ki bu çalış-manın devamı gelir. Bilindiği gibi birkaç gün önce burda Zaza konulu bir konferans düzenlendi. Gerçi bilimadamları, bir meseleyi müzis-yenlerden ve sanatkarlardan farklı tartışırlar. Ama müzik, her zaman bağlayıcı ve toparlatıcı olduğu için ben çok anlamlı buluyorum çünkü müzik, kültür yanıyla yavaş yavaş tamamlanan bir bilimsel çalışma temelini oluşturur.

Haykazun Alvrstyan-Kesinlikle! Ve biz, çalışmalarımızda fark ettik ki, kültürel faktörler çoğu kez bi-limsel araştırmalar yapmaya neden

oluyorlar. Mesela Ermeni ve Zaza şarkıları arasındaki benzerlikler, birçok bilimadamını bu benzerlik-leri araştırmaya itiyor. Yani kültür, bilimadamlarının bunları araştır-malarına neden oluyor. Siz, Ermeni şarkılarını yayma yönünde adımlar attınız mı? Ermeni kültürünü yay-makla ilgili projeleriniz var mı?

Mikail Aslan-En büyük amaçla-rımdan biri, coğrafyamızda yaşa-yan Ermenilerin kendi kimlikleri-ne, kültürlerine sahip çıkması ve özgürce yaşamasıdır. Ben “Petag” albümündeki şarkıları söylediğim-de onlara da bir cesaret geliyor. Onlar da kimliklerini daha çok araştırmaya başlayacak. Ayrıca, ilerde çeşitli Ermeni şarkıcılarla projeler yapmak istiyorum ki bizim coğrafyamızda Ermeni olmaktan korkan insanlar, kendi kimliklerine yavaş yavaş sahip çıksınlar. 20 yıl önce Türkiye hükümetinin ciddi bir Müslümanlaştırma, Türkleş-tirme politikası vardı. Onun için bizim toplumumuz, kendi anadilini konuşmaktan utanıyordu. İnsanlar, kendi kimliklerine o kadar yaban-cılaşmış ki, kendi dilini kendi ailesi içerisinde bile yasaklamıştı. Biz, üniversite çevresindeki devrimci insanlar, asimilasyona karşı bu dilde müzik yapmaya başladık. Ve birdenbire beni halkımdan eleş-tirenler ortaya çıktı. “Bu Zazaca nerden çıktı?” diyorlardı. Ama aradan on yıl geçti ve şimdi herkes bizim müziğimizi dinliyor. Şimdi gençler ve çocuklar, müziğimizi seviyor. Ben bu “Petag” albümünü yapınca bu sefer o gerici çevre-ler “Bu Ermenice nerden çıktı?” demeye başladı. Zazaca nasıl sizin toprağınızdan çıkmışsa, Ermenice de topraklarınızdan çıkmıştır. Yani demek istediğim o ki, bazı önyar-gıları kırmak amacıyla cesaret vermek için çok mücadele etmek gerekir. Siz geldiniz ve Dersim’de gördünüz ki bir askeri kışlanın kapısıyla bir evin kapısı yüz yüze bakıyor ve bir kişiye beş tane, on tane asker düşüyor. Yani o toprak-lar şimdi askeri kışla haline getiril-

“Türkiye’nin en büyük tabusu Ermeni tabusudur”Mikai l Aslan

kızılbaş - sayfa 62 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 63: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

miştir. Demek istediğim, o coğraf-yada büyük meseleler var, insanlar çok korkuyorlar…Haykazun Alvrstyan-Ama aynı zamanda gördük ki, Dersim’deki insanların iradesi o denli kudretli, onlar kendilerini o denli bu toprak-ların sahibi olarak hissediyorlardı ki, bu dediğin garnizonlar kendi-lerini savunmaya başlamışlar gibi geldi bize. Sizin Zazaca söylediği-niz şarkılar, seyirciler arasında bü-yük bir coşku yaratıyordu. Konseri ise başlıca olarak gençler izliyordu. Dersim’deki genç Zazaların ulusal kültür uyanışını nasıl değerlendiri-yorsunuz?

Mikail Aslan-15 yıl önce dili-mizle müzik yapan kimse yoktu. Tamamen bitmişti yani. Çocuklar, son 15 yıl bizim yaptığımız, yani benim gibi arkadaşlarla beraber yaptığımız müzikle büyüyorlar. Benim düşüncem şudur: bir çocuk hangi şarkı dinliyorsa, kimliği odur. Bunun için çocukların kendi anadiliyle büyümesi çok önemli-dir. Onu kendi annesinin karnında duyduğu zaman bir daha hiç unut-maz. Büyük umutlar var. Özellikle Kürt halkının uyanışıyla beraber, Asuri, Süryani, Yezidi, Zaza, Alevi halkları da yeni bir dönem içine girdiler. Eskiden Türkiye’de sadece Türk ve Müslüman vardı ama şimdi o diğerleri de ortaya çıktı.

Haykazun Alvrstyan-Farkettiği-miz kadarıyla, Türkiye’de yaşayan Ermenilerden pek az sözediliyor. Mesela Dersim Ermenileri Derneği gibi kurumlar daha yeni kurulma-ya başladı. Bu uyanış, 15 yıl önce Zazalar arasındaki yaşanan uyanış bir devamı mı?

Mikail Aslan-Nasıl anlatayım… Mesela Kürt, kendisini Türk içinde saklıyor, Alevi kendisini Kürt içinde saklıyor, Ermeni kendisini Alevi içinde saklıyor… Türkiye’nin en büyük meselesi, en büyük tabusu Ermeni tabusudur. Bu çok korkunç bir tabu. Ermeni demek küfür anlamına geliyor. Benim yakın arkadaşlarım, Ermenilikle-rini benden bile gizliyorlar. Bu çok zor bir meseledir Türkiye gibi bir yerde. Ermeni tabusunun yıkıl-ması için daha büyük bir cesaret

göstermek lazım. Ben bu albümü yaptığım zaman, bırakın resmi Türkiye çevresini, bizim kendi içimizde bile bir sürü gericiler bana karşı çıktılar. “Mikail Ermeni olmuş”, “Mikail Ermeni misyo-ner olmuş” diyorlardı. İnsanlar, o kadar hasta olmuş ki yüzyıllardan beri o topraklarda yaşayan Ermeni halkının bir temsilcisi bile Ermeni-ce şarkı seslendiriyorsa, herkes onu yoketmeye çalışıyorlar. Türkiye’de sadece hükümetin değil, Zazasının, Kürdünün, Kurmancısının, Alevisi-nin, hepsinin bu meselelerle tek tek yüzleşmeleri gerekiyor. O coğraf-yadaki Kürt halkının da bu mese-lelerle yüzleşmesi gerekir. Ermeni Soykırımı zamanında Kürt halkı ne yapıyordu? Kürt aydınlara, Kürt sanatçılara bu konuda büyük bir görev düşüyor. Bizim insanlarımız, Ermeni deyince böyle çok yabancı bir şey zannediyorlar. “Akunk” müzik grubunun Dersim’de sahne-ye çıktığı zaman bizimkiler, onun bizden bir farkı olmadığını gördü. Ermeniler uzaktan gelmemiş ki, o toprakların insanlarıdır. Bizim par-çamız, bizim komşumuzdu, bizimle birlikte yaşamış yani… Bu yaban-cılaşma en başta sistem tarafından yapılıyor. İnsanlar da bunu kabul ediyor. İşte müziğin gücü burdadır: sen küçük bir şarkıyla binyılları hatırlatabiliyorsun. Dersimliler, “Petag” albümünü dinlediği zaman o komşularını tekrar hatırlıyorlar.

Haykazun Alvrstyan-Bu ağır ama pek önemli işte Mikail Aslan’ı her zaman öncü görmek istiyoruz. Sizin attığınız tohumlar bugün artık meyve vermeye başlamıştır. Toplumumuz, bunu anlamıştır za-ten. Hem “Akunk”, hem “Maratuk” gruplarının Dersim’e gittiklerin-den önce Mikail Aslan tanınmıştı. Mikail Aslan’ın kim olduğunu, Zaza halkının uyanışını, Ermeni kültürünün uyanışını biliyorlardı. Bu uyanış, bize güven verdi ve oralara gitmemiz için itici bir güç oluşturdu. Mikail Aslan’ın açtığı yolda binlerce Ermeninin oralara gideceklerine inanıyorum. Mikail Aslan’ın şarkılarının birdenbire Ermenistan’da seslendirilmesi bizim için bir sürpriz oldu. “Pe-tag” albümü ortaya çıktığında pek önemli bir şey yaşandığını anladık.

Bunun elbette ki uzun bir tarihi vardı ve büyük bir çalışmanın sonucuydu o albüm. Her geçen günle birlikte hem Ermenistan, hem başka yerlerde birçok insan bu olayı anlayacaktır.

Mikail Aslan-Ben bizden önce o coğrafyalarda bedel veren insanları burdan yadetmek isterim. Bunun bedelini Hrant Dink gibi insanlar çok büyük verdiler. İnsani vicdan şöyle bir şeydir: senden önceki nereye düşmüşse, sen oraya gidi-yorsun, ordan başlıyorsun. Mesela, Hrant Dink’in mezarı nerdedir, benim yola girmem için o mezarı ziyaret etmem lazım. Çünkü bu zor yoldur ve gerçekten bir ışık gibidir: ne kadar yaklaşırsan seni yakar, ama her zaman bir yere kadar gö-türür… Bu dostluğu başlatanlar biz değiliz, bizden önce Dersim’de de yine bu dostluklar yaşanmış. Tarih de bunu belgelemiştir. Biz de bu dostluğu takip eden yolcularız.

Haykazun Alvrstyan-Evet, Der-simlilerin Ermenilerle ne gibi dostluklar kurmuş olduklarını çok iyi biliyoruz. Soykırım yıllarında Dersimlilerin Ermenilere sığınak verdiklerini de biliyoruz, ancak eğer insanlar, özellikle Türkiye gibi bir ülkenin koşullarında bazı şeyler tekrar hatırlayamazsa, yeni yollar açmazlarsa, bunlar tarihte unutu-labilirler… İşte burda sanat, sanat olmakla kalmayıp daha yüksek bir mücadele simgesine dönüşüyor.

Mikail Aslan-Bizim yaptığımız işler burda çok iyi karşılandı. Yani yüzyıldır dondurulan bir dostluğu yeniden hatırlatmak istedik. Albüm yapmamızda en başta bize destek olan arkadaşlarımız oldu: Tigran Hakobyan, Lilit Simonyan, Sam-vel Felekyan. Ermenistan Toplum Radyosu ve “Akunk” ansamblı da bize bu konuda destek oldu. Uma-rım ki bundan sonraki yıllarda bu geliş gidişler daha çoğalır ve bizim çocuklarımız ve sonraki kuşakları-mız bu geleneği sürdürürler.

Haykazun Alvrstyan-Bu konuda büyük ümitler besliyoruz. Sizin gibi insanlar sayesinde birçok başa-rıya ulaşacağız.03.12.2011 kaynak: Akunq.net

kızılbaş - sayfa 63 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53

Page 64: Aralık 2011 sayı 9 - kaypakkayahaber.comkızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Aralık 2011 sayı 9

10 aralıkta istanbulda düzenlenen desim ermenileri yemeginde ermeniler dostla-

rıyla can cana oladular!

Tüm canları selamlayarak baş-lıyorum yazıma DERSİMLİ ER MENİLER DERNEĞİNİN gece-sine katkılarını sunan arkadaş-lara sonsuz teşekkülerimi sunu-yorum. Bu yaptığımız etkinliğin önemini çok iyi biliyorduk ona göre hazırlandık inanıyorduk-ki Dersimli ermenilerin artık kendilerini doğu ifade etmeleri, takkiye ve inkardan kurtulma-larının zamanı çoktan gecmişti, onlarda bunu bu etkinlikle tüm birlikte yaşadıkları halklara göstermiş oldu. Artık kimseden gizleme ihtiyaçları olmayaçak.Bilinmesi gereken gerçekler ne ise ortaya çıksın ki herkes üstü-ne düşen payını sahiplensin geç-mişte yaşanalar basite alınacak

Dersimli Ermenilerin özüne dönüşü

yaptırımlar değil bir halkın soy-kırımından söz ediyoruz.Kendi topraklarında yaşıyamadıkları kültüründen söz ediyoruz,coluk çocuğuna söyledikleri yalanları anlatmaya calışıyoruz. yaşıya-madığı inancından bahsediyo-ruz. Ne kadar kandırılmış bir

halk olduğumuzu ve bu halkı korkutarak küçülterek bir ce-maata dönüştürmeleri bile başlı başına bir katlimadır.Özellikle-de bu zaaflardan faydalanmaya calışan kendi içimizdeki düşman zihniyetli kişilikler varki bunla-rın içine düştükleri ihanetten kurtulması bile bizim için önem-li bir durumdur çünkü bunların bu duruşu rahmetli HIRANTIN katledilmesine katkı sunmuştur halada bizim birlikteliğimize karşı çıkmaya çalışıyorlar. Karşı duruşları yetmeyecek Cemaat-cilerin çünkü bu birlikteliğin to-humu Dersim Eremeniler Der-neğinin yemeğinde atıldı Tüm Ermeni milletine hayırlı olsun saygılarımla.

Miran Pırgic Gültekin

kızılbaş - sayfa 62 - sayı 9 - kasım 2011 - [email protected] - tel 00 49 (0) 177 502 88 53